You are on page 1of 2

SOSYAL RİSK İLKESİ

toplumun bulunduğu kargaşadan doğan zararların idarece giderilmesi gerektiği kabul edilmektedir21.
Toplumun içinde bulunduğu sosyal ve ekonomik koşulların ortaya çıkardığı kitle hareketleri ve
bunlardan doğan saldırıların yol açtığı zararlarla savaşlarda sivil halkın uğradığı zararların kusursuz
olan kişiler üzerinde bırakılmasının hakça bir davranış olmayacağı düşüncesi sosyal risk ilkesini ortaya
çıkarmıştır.

Sosyal risk, insanların birlikte yaşamalarından doğan kaçınılmaz bir tehlike halidir. Bu tehlikenin
zararları sonuçlarının nedensellik bağı aranmadan idarece giderilmesini öngören ilkeye de sosyal risk
ilkesi denilmiştir. Toplumun içinde bulunduğu kargaşadan, olağandışı bir biçimde belli bazı kişilerin
uğradıkları zararların, toplumun siyasî bir örgütlenmesi olan devlet tarafından toplum adına
ödenmesi gereği sosyal risk ilkesi çerçevesinde kabul edilmektedir.

Anayasa‟nın Başlangıç kısmında yer alan dayanışma ilkesinin sosyal risk ilkesinin hukukî temeli olan
“imkân ve fırsat eşitliği” ilkesinin felsefî kökenini oluşturduğu ileri sürülmüştür. Buna göre “idarenin
görev alanına ilişkin toplumsal olaylardan doğan bireysel ve olağandışı zararlar, bireylerin temel hak
ve özgürlüklerini sınırlayan iktisadî ve sosyal engellerden olduğu için, idarenin T.C. Anayasası‟nın 10.
maddesinin 2. fıkrası gereği, kişiler bakımından olumsuz nitelik taşıyan bu engelleri kaldırarak “imkân
ve fırsat eşitliği”ni gerçekleştirmesi gerekir.

Sosyal risk ilkesi özellikleri

1. Zararla idare Arasında Nedensellik Bağının Bulunmaması

Anayasa 125.madde: İdarenin her türlü eylem ve işlemlerine karşı yargı yolu açıktır.

Sosyal risk ilkesini diğer kusursuz sorumluluk hallerinden ayıran da, zararla idarenin eylemi arasında
nedensellik bağının bulunmamasıdır. Danıştay, sosyal risk ilkesine göre tazminata hükmederken
zararla idarî faaliyet arasında nedensellik bağının olup olmadığına bakmamaktadır.

zarara neden olan eylem eğer idarenin eylemi ya da işlemi değilse, neden idare sorumlu?” sorusu
sorulabilecektir. Bu sebeple idarenin sosyal riskten doğan sorumluluğunun hizmet kusuruna
dayandırılması kanımca daha uygun olacaktır. Ġdare, önlemesi gereken sosyal kargaşayı önlemeyerek
hizmeti kusurlu işlemiştir.

İdarenin hizmet kusurunun varlığı için Anayasa’nın 40. maddesi “kamu görevlilerinin haksız
işlemlerinin” varlığını, 129. madde ise, “kamu görevlilerinin kusurlarının” varlığını aramaktadır. Söz
konusu haksızlığın veya kusurun belirli bir derecede olması aranmamıştır. Hangi derecede olursa
olsun hizmetin kusurlu olması zararın tazmini için yeterli kabul edilmiştir.

Hizmet kusuru: Hizmet kusuru, idarenin merkez teşkilatı, taşra teşkilatı, yerel yönetimler, genel
bütçeli ve özel bütçeli tüm kamu kuruluşu niteliğindeki kamu tüzel kişilerinin sunmuş olduğu
hizmetlerden kaynaklanan kişisel zararların tazmini için geçerli olan genel bir sorumluluk halidir . İşte
bu hizmet borcunun ifa edilmemesi, eksik ve hatalı ifa edilmesi, zamanında ifa edilmemesi idarenin
hizmet kusurunu oluşturmaktadır.
Hizmet kusurunun asliliği, hizmet kusurundan dolayı zarar gören kişinin, zarar açıkça idarenin
personelinin kusurundan kaynaklanmış olsa bile zararının tazmini için doğrudan doğruya hizmeti
yürüten idareye başvurabilmesini ifade etmektedir. Diğer bir değişle idarenin, hizmet kusurundan
doğan zararlardan doğan sorumluluğu asli ve birinci derecedendir İdarenin sorumluluğunun asliliği,
anayasadan ve kanunlardan doğmaktadır. Gerek Anayasamızın 129. ve 40. maddelerinde ve gerekse
de Devlet Memurları Kanunu’nun 13. maddesinde açıkça, hizmet kursundan kaynaklanan zararlar
dolayısıyla açılacak davaların doğrudan doğruya idare aleyhine açılacağı hükme bağlanmıştır. Danıştay
da verdiği bir kararda, “Hizmet kusurundan dolayı sorumluluk, idarenin sorumluluğunun doğrudan
doğruya ve asli nedenini oluşturur” diyerek bu ilkeyi vurgulamıştır.

You might also like