You are on page 1of 16

SUFİ-TOPLUM VE SİYASAL İKTİDAR BAĞLAMINDA HORASAN İRFANININ

DEĞİŞİM VE DÖNÜŞÜMÜ

Bircan KAYACAN1

ÖZET

Anadolu’nun İslamlaşması, göçle gelen halk ile yerli halkın kaynaşması, alperen-mücahit
sufiler olarak adlandırdığımız Horasan erenleri ve ilk sufi zümreleşmenin başladığı tarikatlar
aracılığıyla olmuştur. Fakat 13. yüzyıldan itibaren, özellikle Osmanlı imparatorluğu
zamanında; Yıldırım Bayezid'in vefatından sonra 10 yıl süren şehzade mücadelesi ve iktidar
çekişmeleri, Fatih Sultan Mehmed'in başlattığı, halk arasında sıkıntılara sebebiyet veren
toprak reformu, I. Bayezıd ile Cem Sultan'ın arasındaki iç savaş ve mücadeleler, 1500'lü
yıllarda İran Safevi devletinin kışkırttığı isyanlar, toplum içinde itibar ve nüfuz kazanmaya
çalışan siyasal otorite ve tarikatları birbirlerine yakınlaştırırken, tarikatlar içerisinde
samimiyeti gözeten horasan menşeli erenlerini ve konar-göçer kesime mensup kırsal sufi
çevreler içerisinde yer alan irfan sahibi horasan menşeli erenleri kendinden uzaklaştırmıştır.
Anadolu’nun mamur hâle gelmesinde önemli roller üstlenen heteredoks ve kurumsallaşmış
tarikatlarda, bazı çözülmeler yaşanmaya başlanmıştır.

Bu çalışmada, Horasan irfanı geleneği, sufi-toplum ve siyasal iktidar bağlamında


değerlendirilecektir. Öncelikle Horasan erenleri zümresini teşkil eden, Horasan irfanı
geleneği genel hatlarıyla açıklanacak, ardından Horasan irfanı öğretisinden uzaklaşan
tarikatlarda yaşanan değişim ve dönüşümler tespit edilecektir. Bu bağlamda halkın arasına
karışan Horasan irfanının özellikleri ve Horasan irfanının değişim ve dönüşümü, 11.
yüzyıldan 20. yüzyıla kadar Horasan irfanı geleneği temelinde teşekkül eden tarikatlar
üzerinden incelenecektir.

Anahtar Kelimeler: Horasan Erenleri, Horasan İrfanı, Tarikatlar.

1 Doktora öğencisi, Aydın Adnan Menderes Üniversitesi. Bircan Kayacan. Bircan-kayacan@hotmail.com.


CHANGE AND TRANSFORMATION OF HORASAN IRFAN IN THE CONTEXT
OF SUFI-SOCIETY AND POLITICAL POWER

ABSRACT

The Islamization of Anatolia showed that the Khorasan saints and the first Sufi emeralding
began. But from the 13th century, especially during the Ottoman empire; 10 years after the
death of Yıldırım Bayezid, the struggle of the princes and the power struggles, the land
reform initiated by Fatih Sultan Mehmed, causing troubles among the people, the rebellions
provoked by the I. state, the political authorities and sects trying to gain reputation and
influence in the society are closely converted, Rural Sufi circles belonging to the nomadic
section have been removed from themselves and the necessary unraveling has begun to occur
in these sects, which have taken an important role in the becoming of Anatolia.

In this section, the tradition of Khorasan lore is evaluated in the context of Sufi-society and
political power, which will be explained on the basis of Yesevilik. Firstly, it will be explained
with the general lines of Yeseviyye, which constitutes the clan of the Horasan saints and
constitutes the key point of Vefailik and Haydarilik, and then changes and transformations
that can be used in the teachings that diverge in the teaching of Yesevilik are determined.
These changes and transformations; Yeseviyye and other sects will be revealed in detail
through the beliefs of Allah, the belief of the prophet and the views of worship. In this
context, the characteristics of the Khorasan lore, which is mixed with the people, and the
transformation and transformation of the Horasan lore, are carried out through the sects that
formed the view of Yeseviyye from the 11th century to the 20th century.

Keywords: Horasan Erens, The Horasan İrfan, Sects,

GİRİŞ

Anadolu’da pek çok kültürel ve siyasi değişimin etkenlerinden biri gönül fatihi olarak
adlandırılan Horasan erenleridir. 1071 yılındaki Malazgirt Savaşı’nın akabinde Anadolu
topraklarına kadar genişleyen Türk akınları, kısa zamanda oldukça hızlı bir ilerleme sarf
etmiştir.2 XI. yüzyılın son demlerinden itibaren Mâverâünnehir, Fergana, Harezm, Horasan
ve Azerbaycan gibi çeşitli bölgelerden gelen Türkmen grupları, Selçuklu Devleti’nin iskân
politikaları doğrultusunda Anadolu’nun çeşitli bölgelerine yerleştirilmişler ve bulundukları
bölgelerde Türklük ve İslam’ın yayılması adına ciddi girişimlerde bulunmuşlardır. 3

Anadolu’ya gelerek buraların yurt edinilmesinde önemli rol oynayan bu dervişlerin esas
görevlerinden birisi bulundukları bölgelerin emniyetini sağlamak olmuştur. Emniyeti,
ibadetlerin ifası için mabed ve manevî irşad için inşa ettikleri zaviye ve tekkeler vasıtasıyla
sağlamışlardır. Ömer Lütfi Barkan’ın adlandırmasıyla “Kolonizatör Türk Dervişleri”,
kurmuş oldukları batıni zaviye ve tekkeler vasıtasıyla Anadolu’nun Türkleşmesi,
İslamlaşması ve mamur hâle gelmesi için büyük çaba sarf etmişlerdir. 4 Kurdukları bu
zaviyeler ve tekkeler, kaos ortamında insanları bir araya getiren bir misyon üstlenmiştir. Işık,
bu dönemde kurulan batıni tekkeleri şöyle açıklamıştır; “Tekkeler XII-XIII. yüzyılda
Anadolu’nun en önemli organizasyonlarından biridir. Tekkeler sadece mistik öğretilerin
insanlara aktarıldığı yer değil aynı zamanda sosyal ve ekonomik alana dair bilgi üretilen,
uygulama ve teknik öğretilen kurumlardır. Kaos ortamında Anadolu’ya yeni gelen bu
gruplar, Anadolu’da yaşayan halklar için bir umut ışığı olmuştur. Horasan erenleri kurmuş
oldukları bâtıni tekkelerde dinî, mistik, kültürel ve teknik bilgi üretip halkı
birleştirmişlerdir.” 5 Böylelikle İlk Beylikler Dönemi, Türk-İslam kültürünün doğuşuna
imkân tanımış, bölgede yoğun bir etkisi olan Orta Asya inançları ile İslamiyet’i sentezleyen
Horasanlı Türk dervişleri, tıpkı Balkanlar’da olduğu gibi Anadolu’da da büyük fayda
göstermişlerdir.

Selçukluların zayıfladığı XIII. yüzyılda, beylik iken doğru hamlelerle büyük bir
devlete dönüşen Osmanlı Devleti zamanında ise özellikle ilk padişahların oldukça ılımlı ve
dinsel açıdan geniş perspektifli bir politika izlediklerini görmekteyiz. Kuruluş döneminde,
Anadolu topraklarında Selçuklu ve Beylikler devrinde inşa edilmiş olan zaviyeler muhafaza

2 Köprülü, F. Osmanlı Devletinin Kuruluşu. Ankara: Türk Tarih Kurumu Yayınları, 1984, s.40-44.
3 Turan, O. Selçuklular Tarihi ve Türk-İslâm Medeniyeti. İstanbul: Dergâh Yayınları, 1980, s.281-284.
4 Barkan, Ö. L. “İstila Devirlerinin Kolonizatör Türk Dervişleri ve Zaviyeler”. Vakıflar Dergisi, 1942, 2(3), 279-

304.
5 Işık, C. Erenlerin Süreği Alevi Dervişlik Geleneği ve Derviş Ruhan. İstanbul: Tibyan Yayınları, 2017, s.85.
edilmiş, Osmanlı idarecileri, şeyhleri kendi taraflarına çekmiş ve onların desteğini alarak
varlıklarını meşruti ve dini bir zemine oturtmuşlardır.6 Elbette heterodoks tarikatların rahat
hareket etme imkânını sağlayan en temel etken de beylikten devlete geçiş sürecinde halk
arasındaki dervişlerin ve tarikat ehli dervişlerin (Işık, 2017: 53) Osmanoğulları’na sundukları
katkı olmuştur. Osmanlı Devleti bu dervişlerin ve tekkelerin uzlaştırıcı evreninin gücünden
yararlanarak halkı kendi etrafında birleştirmiştir (Işık, 2017: 85). Dervişlere emirlik yapan
tasavvuf ehli kişilerin misyonu Osmanlıların kuruluş sürecinde de varlığını devam ettirmiş
ve özellikle Orhan Gazi’den itibaren erenler, askerlerin cesaretlerini arttırmak için seferlere
dâhil olmuşlar, savaş zamanında kendi çadırlarında ordunun başarısı için gece gündüz dua
edip, adaklar adayarak askerler arasında dini bir coşkunun oluşmasını sağlamış, iskân
edildikleri yerlerde de gaza ruhunu canlı tutmuşlardır. Anadolu’da şehir müesseselerinin
gidemediği yerlere, dağlık ve kırsal kesimlere alperenler, abdallar, pirler ve babalar
aracılığıyla gidilmiştir.7 Bu dervişler en çok kırsal kesimde kendini göstererek Türk-İslam
kültürünün yaygınlaşmasında önemli rol oynamışlardır.

XV. yüzyıla gelindiğinde ise Anadolu’da siyasi bütünlük ve sosyal huzuru sağlayan
Osmanlı Devleti, zaviyelerin evreninden vazgeçip merkezi idare bağlamında daha rahat
yönetim sağlayabileceği İslam Devleti tekke-vakıf modeline uygun görüşler benimsemiştir.
Bu görüşlerle birlikte Osmanlı toprakları tarikatların daha da gelişip yaygınlaşmasına müsait
bir hâle gelmiştir. Bu refah dönemine paralel olarak da Osmanlı Devleti’nin diğer bölgeleri
gibi Anadolu’da da tarikatlar en yaygın, aktif ve canlı dönemini bu süreçte yaşamıştır.
Nitekim yarı göçebe hayat yaşayan Türkmen gruplarının canlı tuttuğu ve eski şaman
inançlarıyla ilgili birtakım dini gelenekleri muhafaza eden heterodoks halk tasavvufunun
yanında kurumsallaşmış tarikatlar olarak bilinen, Vefailik ve Haydariliğin temelinde,
Yesevilik etkisiyle oluşan, Kübreviyye, Ekberiyye, Rıfaiyye, Şazeliyye, Bedeviyye,
Kadiriyye, Mevleviyye, Zeyniyye, Bayramiyye, Hamzaviyye, Eşrefiyye, Halvetiyye,
Bektaşiyye ve Nakşibendiyye gibi oldukça güçlü tarikatlar da yer almıştır. Fakat 15.
yüzyıldan itibaren, Yıldırım Bayezid'in vefatından sonra 10 yıl süren şehzade mücadelesi ve

6Ocak, A.Y. Osmanlı Sufiliğine Bakışlar. İstanbul: Timaş Yayınları, 2011, s. 216.
7Kalafat, Y. Horasan Eri Olarak Bilinen Yatırlarla İlgili Halk İnançları ve Dinî Pratikler”, Milletler Arası Hoca
Ahmet Yesevi Sempozyumu, (Haz. Abdülkadir Yuvalı vd.), Kayseri, 1993, s. 173.
iktidar çekişmeleri, Fatih Sultan Mehmed'in başlattığı, halk arasında sıkıntılara sebebiyet
veren toprak reformu, I. Bayezıd ile Cem Sultan arasındaki iç savaş ve mücadeleler, İran
Safevi devletinin kışkırttığı isyanlar, toplum içinde itibar ve nüfuz kazanmaya çalışan siyasal
otorite ve tarikatları birbirlerine yakınlaştırırken, tarikatlar içerisinde samimiyeti gözeten
horasan menşeli erenleri ve konar-göçer kesime mensup kırsal sufi çevreler içerisinde yer
alan irfan sahibi horasan menşeli erenleri kendinden uzaklaştırmıştır. Anadolu’nun mamur
hâle gelmesinde önemli roller üstlenen heteredoks ve kurumsallaşmış tarikatlar arasında bazı
çözülmeler ve bozulmalar yaşanmaya başlanmıştır.

1) TARİKATLAR BAĞLAMINDA HORASAN İRFANININ DEĞİŞİM VE


DÖNÜŞÜMÜ

İrfan kelimesi sözlükte, “bilme, anlama, ilahi bir feyz olarak kâinatın sırlarını bilme
kudreti” manasında kullanılmaktadır. Buradaki bilmek, mektep bilgisinin ötesinde derin ve
geniş açılımları olan, ilimle birlikte mâşerî kökleri olan sezgiyi ve ruh dikkatini ifade eden
bir kelimedir. Fakat irfan sadece sezgi yoluyla bilgiye vakıf olmak demek değildir. Bilindiği
üzere ilmin üç mertebesi vardır. Birincisi, bir şeyi bilmek manasına gelen ilme’l-yakîndir.
İkincisi bir şeyi görmek manasına gelen Ayne’l-yakîndir. Üçüncüsü, bir şeyi yaşamak
manasına gelen Hakka’l-yakîndir. İrfan ise ilmin en üst derecesi olan bir şeyi yaşamaktan öte
yaşanan şey hâline gelmek demektir. İlmi, hâl edinen irfan sahibi kişiye de Arif
denilmektedir. Arif, “Allah-ı Teâlâ'nın, kendi zatını, sıfatlarını, isimlerini ve fiillerini
müşahede ettirdiği, Allah’ı Allah ile tanıyan kimselerdir. Yani irfan sahibi bir kişi
dediğimizde hem ilmi hem de bu ilmi yaşamakla hâsıl olan, meleke hâline gelmiş ahlaki
davranışlara sahip insan anlaşılır.

XI. yüzyılın son demlerinden itibaren Mâverâünnehir, Fergana, Harezm, Horasan ve


Azerbaycan gibi çeşitli bölgelerden gelen Türkmen grupları, Selçuklu Devleti’nin iskân
politikaları doğrultusunda Anadolu’nun çeşitli uç bölgelerine yerleştirilmişlerdir. Selçuklu
ve Osmanlı devirlerinde Anadolu’nun Türkleşmesi ve İslamlaşması için hizmet veren kutlu
kafilenin başında da işte bu marifet sahibi arifanlar bulunmaktadır. Anadolu’nun bu zorlu
sürecinde adeta gönül fatihi olan bu erler, Türk-İslam kültürünün yayılmasında önemli rol
oynamışlardır. Anadolu’da pek çok farklı dinin olduğu bir ortamda “benlik” kavgasına
girmeden “biz” olabilmenin mücadelesini vermişlerdir ve bu mücadelenin adına da horasan
irfanı geleneği denilmiştir.

Horasan irfanı, dünyevileşmenin ağır bastığı, makam ve mevkiye dayalı siyasi, sosyal
ve ekonomik eğilimlere karşı olan, asr-ı saadet döneminin İslamı anlama, anlamlandırma ve
yaşama biçiminin bir devamı niteliğinde, deruni ve batıni yorumlar yapan mistik bir öğretidir.
Bu öğretinin temel kaynağı, Kur'an, hadis, sünnet, peygamberler hayatı ve tarihi, evliya
menkabeleri, yeni fethedilen yerlerde karşılaşılan şamanik karakter taşıyan Orta Asya
inançları, dini ve mistik yapılardır. Eklektik ve senkretik yapısıyla gittiği her coğrafyada
erenler vasıtasıya hızla yayılan Horasan irfanı, yukarıda bahsedildiği üzere Anadolu'nun
siyasi, sosyal ve kültürel alanda yaşadığı bunalımlı dönemlerde dağınık hâlde yaşayan
Türkmen gruplarını bir araya toplayan ve birleştiren aynı zamanda inanç ve zihin
dünyalarında da önemli meselelere ve gelişmelere sebep olan bir öğretidir.

Horasan irfanı geleneğini teşkil eden Horasan erenlerinin âleme bakışı ve müşahade
edişleri de önem arz etmektedir. Horasan erenlerinin "yaratıcı" ve "yaratıcı- varlık" algısı,
kainata, hayvanata, nebatata bakışları zahit ve ulema sınıfından her yönüyle ayrışmaktadır
(Işık, 2016: 41). Erenler, Allah'ın güç ve kuvvetinin tecelli âleminde her an müşahade
edildiğinin idrakında hâl üzere bir yaşamı benimsemişlerdir. Zahit ve ulema sınıfı zahir olanı
kutsarken, erenler zahirdeki batın, batındaki zahir âlemin bilgisine vakıf olmak için mücadele
etmiş ve âlemde her varlıkta Hak'ın tecellisini seyr eylemişlerdir. Horasan erenleri,
bozgunculuğu sevmez, kamu düzeninin tarumar edilmesinden hoşlanmaz, farklı dil, din, ırk,
mezhebe sahip insanlarla hoşgörü içinde yaşamayı çok iyi bilir, bunu gösterir ama bu
kesimlerin kendi meşreplerini dayatmasını hoş karşılamazlar. Önüne vasıflı, yetenekli,
Hakk'ı söyleyenler düştüğü zaman engel tanımazlar. Tevekkül, teslimiyet, dua, merhamet,
Hak ile batıla dayalı düşünme yöntemi Horasan irfanının belirgin vasıflarındandır. Onların
bu bakış açısı gönülleri birleştirmiş, siyasi ve sosyal huzurun olmadığı o dönem
Anadolu’sunda insanlar, bu gönül erleri sayesinde rahat nefes alabilmişlerdir. Fakat XV.
yüzyıla gelindiğinde Osmanlı Devleti daha rahat yönetim sağlayabileceği İslam Devleti
tekke-vakıf modeline uygun görüşler benimsemiştir (Işık, 2015) Bu görüşlerle birlikte
Osmanlı toprakları tarikatların daha da gelişip yaygınlaşmasına müsait bir yer hâline
gelmiştir. XI. yüzyıldan itibaren Anadolu topraklarında, irfan ocağından beslenen, Vefailik
ve Haydariliğin temelinde Yesevilik etkisiyle oluşan Kübreviyye, Ekberiyye, Rıfaiyye,
Şazeliyye, Bedeviyye, Kadiriyye, Mevleviyye, Zeyniyye, Bayramiyye, Hamzaviyye,
Eşrefiyye, Halvetiyye, Bektaşiyye ve Nakşibendiyye gibi oldukça güçlü tarikatlar yer
almıştır. Bu tarikatlar özellikle XIII. yüzyıldan itibaren beylik iken doğru hamlelerle büyük
bir devlete dönüşen Osmanlılar zamanında kurumsallaştırılmaya başlanmış ve bu
kurumsallaştırılma sonucunda tarikatlarda değişim dönüşüm ve çözülme yaşanmıştır. Bu
çözülmeyle birlikte tarikatlar içerisinde samimiyeti gözeten tarikat ehli dervişler ve konar-
göçer kesime mensup kırsal sufi çevreler içerisinde yer alan horasan menşeli erenler
tarikatlardan uzaklaşmaya başlamıştır.

Bu çözülmeler ilk önce devlet ve tarikatlardaki şah ve şeyhlerin birbirlerine


yaklaşmaları ile başlamış, daha sonra evliliğin birleştirici gücü şeyh-şah akrabalıkları ile
devam etmiştir. Bu dönemde pek çok sultan, vezir veya yüksek bürokrat bir tek şeyhe değil,
birden fazla şeyhe intisap etmiştir.8 Bunun sebebi intisaba layık gördüğü şeyhe teslimiyet
değil aksine o şeyhin temsil ettiği çevrelerin desteğini yanına alarak merkezi otoritesini
korumaktır. Aynı şekilde Osmanlı Devleti’nde evliliğin birleştirici gücü dış siyaset
bağlamında kullanılmakla beraber Osman Bey’in Vefai şeyhi olan Şeyh Edebali’nin kızı Mal
Hatun ile evlenmesi, Yıldırım Bayezid'in kızını Emir Sultan’a vermesi gibi örnekler “şeyhin”
nüfuzundan faydalanma açısından önemlidir. 9 Sonuçları açısından değerlendirildiğinde
bilinçli veya değil, Osmanlı padişahlarının şeyhler ile münasebetleri zaman zaman faydalı
bir araç olarak görülmüştür.

Şeyhler ile saray ve bürokrasi arasında yardımlaşmanın söz konusu olduğu


bilinmektedir. Devlet bu yardımlaşmada vakıf geliri desteği sağlarken tarikatlardaki mürit
sayısının çokluğunu yahut azlığını göz önünde bulundurmuştur. Hangi tarikatın müridi çok
ise ona daha fazla vakıf gelir desteği sağlanmıştır. Fakat bu destek bir süre sonra şeyh
ailesinin kendi içinde ya da vakfı yöneten mütevelli ile kavgalara yol açmıştır. Bilindiği üzere
arifanlar bir şeyhin asla bir şahın konuğu olmaması gerektiğini söylemişlerdir. Bir şahı

8 Ocak, A. Y. Türk Sufiliğine Bakışlar. İstanbul: İletişim Yayınları, 2015, s.75.


9 Demir, M. II. Bayezid Devrinde Padişah Tarikat İlişkisi Bağlamında Devlet Din İlişkisi. Uluslararası Tarih
Araştırmaları Dergisi 2(2), 2017,.s.56.
ziyaret etse bile şah onun misafiridir. Şeyh ancak ve ncak şahı eğitmeye ve ona iki cihanda
kâr getirecek şeyler öğretmeye gider, ondan birşeyler almaya değil.

XVI. yüzyılda fıkıh alimleri ile şeyhler arasındaki ilişkilerin gerginleştiği ve şeyhlerin
zahiri ilimlere önem vermemeye başladığı ve din esasları dışı işlere yönelmeye başladıkları
görülmektedir. Bu dönemde önemli olaylardan biri Pir Alâeddin Aksarâyî’nin (ö. 944/1537-
38) oğlu Oğlan Şeyh İsmail Mâşukî ve 12 müridinin idam edilmesidir. Atâî, Oğlan Şeyh’in
avam arasında bazı şathiyeleri ile meşhur olduğunu ve fitneye sebebiyet verdiği için şimşîr-
i şerîatla (şeriat kılıcı) fitnesinin ortadan kaldırıldığını, Sâdık Vicdânî ise onun, zâhir-i şerîata
aykırı bazı sözler söylediği için idam olunduğunu ifade etmektedir (Koca, 2002: 101).
İstanbul Şer’iye Sicilleri Arşivi, Evkâf-ı Hümâyûn Müfettişliği’ne ait 4/2 numaralı sicilin 35.
varağında verilen bilgilere göre, şahitlerin ihbar ve şahadetleriyle, Oğlan Şeyh’in şu fikirleri
ileri sürdüğü iddia edilmiştir;10

1. İnsan kadîmdir ve insanlığını bildiği sürece onun için haram diye bir şey yoktur.
Şeriatın haram dediği şeyler aslında helâldir. Mesela, içki içmek cezbe-i ilâhîye kapılmaktır;
insan üstesinden geldiği müddetçe yiyip içip, yatıp uyumalıdır; bunların hepsi ibadettir.

2. Beş vakit namaz avam içindir. Mümin olana yılda iki bayram namazı yeterlidir.
Zaten oruç, zekât ve hac da avamı meşgul etmek, birbirlerine düşmelerini engellemek içindir.

3. Kıyamet, hesap ve kabir azabı vb. şeyler yoktur.

4. Zina ve livâta haram olmayıp bunlar aşkın lezzetidir.

5. Herkes aslında Tanrı’dır. Zira her sûretten görünen O’dur. Görünür Tanrı’ya
tapmak lazımdır.

6. Ruh bir bedenden çıkar, ötekine gider.

7. Müridlerin kadınları, kızları ve oğlanları ehlullaha helâldir.

10 Ocak, A. Y. Türk Sufiliğine Bakışlar. İstanbul: İletişim Yayınları, 2015, s.75.


8. İnsanı yaratan aslında kendisidir. Ama bir kadınla beraber olunur; ondan bir çocuk
doğar; buna “Allah yarattı” denir.

9. Asıl Tanrı başı arşta, ayağı ferşte ve on sekiz bin aleme dolu olan kutubdur.

Bu fikirler, Allah inancına, âlemin onun tarafından yaratılmış olduğuna, ahiret kavramına,
haram ve helal mefhumlarına karşıdır.

Katip Çelebi XVII. yüzyılda Osmanlı toplumunda tekke ve dergahlarda yapılan


ayinler ve ritüellerin geldiği noktayı da açıkca anlatmıştır. Ona göre ayinler çoğunlukla mürit
toplamak ve bir geçim vasıtası olarak görülmeye başlanmıştır. Yine tekke mensupları örfi
vergiden muaf tutulmuştur. Örfî vergilerden muafiyet çoğunlukla o tekkenin postnişîn ve
halifelerini, daimî görevlilerini, hizmet edenlerini kapsamaktadır. Mesnevi şârihlerinden Sarı
Abdullah Efendi’nin Semerâtü’l-Fuâd isimli eserinde Bayramiler’in vergiden muaf
tutulmaları yüzünden Ankara ve çevresinde vergi toplanamaz hâle gelindiğini öğrenen II.
Murad’ın, Hacı Bayram’a kaç müridi olduğunu kendisine bildirmesini istemesiyle ilgili
meşhur menkıbesi de bilinmektedir. Fatih Sultan Mehmet döneminde, Ankara’da Hacı
Bayram Veli Dergahı’nın bulunduğu mahalle sakinlerinin, “Hacı Bayram Veli Hazretleri’nin
yüzü suyu hürmetine örfî vergilerden muaf tutulduğu”na dair bir belge de mevcuttur.11

Kurumsallaşma ile birlikte tarikatların çok sayıda mürit ve muhibban edinmeye


çalışması dönemin menkabelerinede yansımış, müritlerinin çokluğu ile övünen şeyh kıssaları
artmıştır. Ayrıca bu dönemde bazı şeyhlik icazetleri parayla alınıp satılmaya başlandığı da
bilinmektedir.12

XVIII. Yüzyılda Sultan III. Mustafa’dan sonra tekkelerdeki bozulmanın arttığı


söylenebilir. Özellikle bu dönemde medrese-tekke mücadelesi artmış, ulema ve şeyhler
arasında rekabet ve çekişmeler artmıştır. Postlar, tevârüs yoluyla (“beşik şeyhliği”,
“evlâdiyelik meşîhat”, “yol’dan değil bel’den gelen mürşidlik” ile) ehliyetsiz kişilerin
ellerine geçmeye başlamıştır. Bunun en bariz örneğini Bursa’da Celveti tarikatının en önemli

11 Azamat, N. Hacı Bayram Veli. TDV, 1996, s.445.


12 Kılıç, M. E. Anadolu Tasavvuf Tarihine Notlar. İstanbul: Sufi Yayınları, 2016, s.45.
şeyhlerinden biri olan Selamî Ali Efendi’nin kurduğu Bursa Selami Ali Efendi Tekkesi’nde
de görüyoruz.

“İlk olarak, Selâmi Ali Efendi eli kalem tutan eser sahibi bir mürşid, aynı zamanda
bir şâirdir. Müridlerinden olan Bosnalı Fevzi Efendi vezirlere “Divan Efendisi” olacak
düzeyde bilgili bir zâttır. Orta dönemlerde tekkede şeyhlik yapan Mehmed Said Efendi
Arapça ve Farsça bilmekte, hüsn-i hatta mâlik olup eser istinsahı ile uğraşmaktadır. Ancak
daha önce izah edilen nedenlerden ötürü makam babadan oğula intikal etmeye başlayınca
özellikle çok küçük yaşlarda posta oturan şahısların dervişâna rehberlik etmeye müsait
donanıma sahip olmaktan uzak oldukları anlaşılmaktadır. Nitekim Selâmi Ali Efendi
Dergâhı’nda şeyhlik yapan Abdüllatif Efendi için Mehmed Şemseddîn Efendi şunları
söylemektedir: “Abdüllatif Efendi sâfdil, ümmî bir zât olup aklına geleni söyler,
birâderzâdesinin adem-i iktidârından bahisle nısf-ı meşîhati de elinden almak istermiş…” 13

Görüldüğü üzere burada aktarılan bilgiler ve bunlardan yola çıkılarak yapılan


yorumlardan hareketle Osmanlı Devleti zamanında duraklama ve gerileme dönemlerine
paralel olarak tekke ve tarikatlarda hızlı bir çöküşün yaşandığı tespit edilmektedir.

SONUÇ

Kaos ortamında Anadolu’ya gelen irfan ocağının erleri, Horasan erenleri, kainata ve
insanlara bakışıyla Anadolu’da yaşayan halklar için adeta bir umut ışığı olmuştur. Hayatın
her alanında yardımcı olan İrfani gelenek sosyal problemlerin çözümünde de önemli rol
oynamıştır. Anadolu’yu mayalayan arifler, kurmuş oldukları batıni tekkelerde dini, mistik,
kültürel ve teknik bilgi üretip halkı birleştirmiş, onların zihin ve inanç dünyalarına tesir
etmişlerdir. İlk Beylikler Dönemi’nden sonra Selçukluların zayıfladığı XIII. yüzyılda, beylik
iken doğru hamlelerle büyük bir devlete dönüşen Osmanlı Devleti zamanında ise erenlerin
ve zaviyelerin evreninden vazgeçip daha rahat yönetim sağlayabileceği İslam devleti tekke-
vakıf modeline uygun görüşler benimsemiştir. Bu görüşlerle birlikte Osmanlı toprakları

13Çift, S. (2007). İstanbul’un Tasavvuf Hayatını Besleyen Bursa Merkezli Bir Celvetî Dergâhı: Selâmî Ali Efendi
Tekkesi. Uludağ Üniversitesi İlâhiyat Fakültesi Dergisi, 16 (1), s. 153-170.
tarikatların daha da gelişip yaygınlaşmasına müsait bir hâle gelmiş, toplum içinde itibar ve
nüfuz kazanmaya çalışan siyasal otorite ve tarikatlar birbirlerine yakınlaşmışlardır. Bunun
sonucunda da Anadolu’nun mamur hâle gelmesinde önemli roller üstlenen heteredoks ve
kurumsallaşmış tarikatlar arasında bazı çözülmeler yaşanmıştır. Tarikatlar içerisinde
samimiyeti gözeten horasan menşeli erenler ve konar-göçer kesime mensup kırsal sufi
çevreler içerisinde yer alan irfan sahibi horasan menşeli erenler ise bu tarikatlardan
uzaklaşmaya başlamıştır.

KAYNAKÇA

Azamat, N. Hacı Bayram Veli. TDV, 1996.

Barkan, Ö. L. “İstila Devirlerinin Kolonizatör Türk Dervişleri ve Zaviyeler”. Vakıflar


Dergisi, 1942, 2(3).

Çift, S. İstanbul’un Tasavvuf Hayatını Besleyen Bursa Merkezli Bir Celvetî Dergâhı:
Selâmî Ali Efendi Tekkesi. Uludağ Üniversitesi İlâhiyat Fakültesi Dergisi, 2007, 16 (1).

Demir, M. II. Bayezid Devrinde Padişah Tarikat İlişkisi Bağlamında Devlet Din İlişkisi.
Uluslararası Tarih Araştırmaları Dergisi, 2017, 2(2).

Işık, C. Erenlerin Süreği Alevi Dervişlik Geleneği ve Derviş Ruhan. İstanbul: Tibyan
Yayınları, 2017.

Işık, Z. Devlet ve Tarikat. Konya: Çizgi Kitapevi, 2016.

Kalafat, Y. Horasan Eri Olarak Bilinen Yatırlarla İlgili Halk İnançları ve Dinî Pratikler”,
Milletler Arası Hoca Ahmet Yesevi Sempozyumu, (Haz. Abdülkadir Yuvalı vd.), Kayseri,
1993.

Kılıç, M. E. Anadolu Tasavvuf Tarihine Notlar. İstanbul: Sufi Yayınları, 2016.

Koca, F. Osmanlılar Dönemi Fıkıh - Tasavvuf İlişkisi: Fakılar İle Sofular Mücadelesinin
Tarihi Serüveni. Gazi Üniversitesi Çorum İlahiyat Fakültesi Dergisi. I, 2002.

Köprülü, F. Osmanlı Devletinin Kuruluşu. Ankara: Türk Tarih Kurumu Yayınları, 1984.

Ocak, A. Y. Türk Sufiliğine Bakışlar. İstanbul: İletişim Yayınları, 2015.


Ocak, A.Y. Osmanlı Sufiliğine Bakışlar. İstanbul: Timaş Yayınları, 2011.

Turan, O. Selçuklular Tarihi ve Türk-İslâm Medeniyeti. İstanbul: Dergâh Yayınları, 1980.

You might also like