Dindarlığın Kaynakları - 4. Hafta

You might also like

You are on page 1of 38

Dindarlığın

Kaynakları
Öğr. Gör. Aysu GÜL ŞANLİ
•DİNDARLIĞIN BİYOLOJİK KAYNAKLARI
•DİNDARLIĞIN PSİKOLOJİK
KAYNAKLARI
•DİNDARLIĞIN SOSYAL VE KÜLTÜREL
KAYNAKLARI
DİNDARLIĞIN BİYOLOJİK KAYNAKLARI

•Nörobiyoloji ve Din
•İnanç Geni ve Din
Nörobiyoloji ve Din

• Bütün psikolojik olayların beyinde ve sinir


sisteminde bir karşılığı vardır
• Davranışları özellikle beyin ve sinir sisteminin
içinde oluşan elektriksel ve kimyasal olaylarla
ilişkilendirir
• Beyin görüntüleme yöntemi kullanılarak dini ve mistik
tecrübelerin yaşandığı durumlarda özellikle beynin belirli
bölgelerindeki aktivitenin arttığı belirtilmektedir
• Çalışmalar sonucunda yeni bir yaklaşım olarak Nöroteoloji
doğmuştur.
• Nöroteoloji’nin çalışma alanı, dinî ve mistik yaşantıların
biyolojik temelleridir.
• Birçok araştırmada; sinir sistemi ile dinî ve ahlakî
deneyimler arasındaki bağlantılar incelenmiştir.
• 1990’lı yılların başında ilk olarak nöropsikolog M. Persinger,
daha sonra 1997’de nörolog V. S. Ramachandran ile ekibi,
beyinde doğuştan var olduğu öne sürülen Tanrı Noktası
üzerine araştırmalar yapmışlardır.
• Bu ruhsal merkez, beynin şakak loblarındaki sinir bağlantıları
arasındadır.
• Beyin görüntüleme yöntemi (PET) kullanılarak yapılan
taramalara göre denekler, manevi veya dinî konularla ilgili
konuştukları her defasında, bu sinir alanları aydınlanmıştır.
• Batılılar Tanrı’dan bahsedildiğinde, Budistler ve diğerleri ise,
anlamlı buldukları dinî sembollerle karşılaştıklarında tepki
vermişlerdir.
• Araştırmalarında SPECT Beyin Haritalama Yöntemini
kullanan A. Newberg, Tanrı’nın beynin sabit bir parçası
olduğunu öne sürmüştür.
• Tibetli Budistlere, derin transa geçtikleri sırada radyoaktif
boya şırınga ederek yaptığı deneyde, beynin belli bölgelerinin
değişime uğradığını saptamıştır.
• Newberg’in kullandığı SPECT yöntemi, Tanrı tecrübesi
yaşayan beynin canlı resmi olarak nitelendirilmektedir.
• (Bu yöntem, daha çok mistik deneyimler sırasında beynin
görüntülenmesinde kullanılır)
• Beyin ve inançlar arasındaki ilişki, çocuklar üzerinde
yapılan araştırılmalarla da incelenmiştir:
• Çocukların canavar, cin, peri gibi doğaüstü varlıklara
kolayca inanmaları, ön beyin bölgesinde çok fazla sayıda
nöron bulunmasına bağlanmıştır.
• Diğer taraftan ön beyin yapılarının (prefrontal korteks)
toplumsal değerlere uyma, hataları bulma ve kurallara
bağlanma gibi işlevlerden sorumlu olduğu iddia edilmiştir.
• Çalışmalardan hareketle, dindarlık ile beynin ön bölgesi
arasında anlamlı bir ilişkinin var olduğu düşünülebilir.
• Beyin yarımkürelerinin dinî davranışla ilgisinin
araştırıldığı bir incelemede şu sonuç çıkmıştır:
• Dindarlarda görülen tutucu kişilik özelliği, beynin sol
yarımküresiyle ilgiliyken,
• Mistik tecrübe özelliği olan doğaüstü inanç ve deneyimler,
beynin sağ yarımküresiyle ilgilidir.
İnanç Geni ve Din
• Dinin evrensel bir olgu olarak dünyanın her yerindeki
toplumlarda var olduğu gerçeği, biyolojik bir temeli olup
olmadığı düşüncelerini de beraberinde getirmiştir.
• 2004 yılında D. Hamer, Tanrı Geni adlı çalışmasıyla
maneviyatın genini bulduğunu iddia etmiştir
• İnsanların manevi değerlere, mutluluktan, sağlıktan ve güçten
daha fazla önem göstermeleri, maneviyatın kısmen genlerle
bağlantılı olduğuna işaret etmektedir.
• Hamer’ın ifadesine göre maneviyat, muhtemelen tek bir
genden ziyade pek çok gen ile ilişkilidir.
• ABD Ulusal Kanser Enstitüsü'nde görevli olan Hamer, 1998 yılında,
insanın genetik yapısının inanç üzerindeki etkisini araştırmaya
başlamıştır
• Hamer, ilk olarak, genetik yapıları aynı olan "tek yumurta ikizleri"
üzerinde inceleme yapmıştır. Ardından genetik yapıları tam olarak
örtüşmeyen, ancak "aynı ortamda büyüyen" kardeşlerin inançlarını
karşılaştırmıştır.
• Araştırmaya göre, kardeşler, aynı ortamda yetişseler de farklı
inançlara sahip olabilmektedir.
• Ancak genetik yapıları aynı olan tek yumurta ikizlerinin Allah
inancının da neredeyse "aynı“dır. Bunun üzerine, genler ve inanç
arasında bir bağ olduğu kanısına vararak, araştırmasını bu yönde
derinleştirmiştir
• İkizlerin katılımıyla gerçekleştirdiği çalışmasında
Koenig, yeni bulgular elde etmiştir.
• Kişilik özelliklerinde olduğu gibi dindarlığın da kalıtımsal
bir özellik taşıdığını ve oldukça kalıcı olduğunu
belirtmiştir.
• Çocukluk döneminde çevrenin çocuğun dindarlığı
üzerindeki etkisinin daha fazla olduğunu, yetişkinliğe
geçişte bu etkinin nispeten azaldığını tespit etmiştir.
DİNDARLIĞIN PSİKOLOJİK
KAYNAKLARI
• Dindarlığa yönlendirdiği iddia edilen zihinsel ve
ruhsal kaynaklar;
• Anlam Arayışı ve Din
• Ölüm Korkusu, Ölümsüzlük Arzusu ve Din
• Engellenme, Çaresizlik ve Din
• Bilişsel Tatmin ve Din
• Suçluluk, Günahkârlık Duygusu ve Din
Anlam Arayışı ve Din
• Anlam arayışı, düşünce, tutum ve davranışları belirleyen
en önemli güdülerden biridir
• Hayat nedir, anlamı veya hedefi var mıdır?
• İnsan ile dünya arasındaki ilişkinin aslı, esası nedir?
• Ölüm nedir, ölümden sonra ne olacak?
• Ben kimim, neyim, niçin varım, nereden geldim, sonum
ne olacak?
• Koşullardan bağımsız, her durumda ve
şartta insanı motive eden birincil
şey anlam arayışıdır...
Viktor Frankl
İnsanın Anlam Arayışı
• V. Frankl, modern insanın en büyük sorununu anlam ihtiyacı ve
arzusunun engellenmesinde görür.
• Logoterapi düşünce ve tedavi ekolü çerçevesinde görüşlerini dile
getirmiştir.
• Logoterapi’nin amacı, insanın en temel ihtiyacı olan anlam
arzusunu tatmin etmek, modern insanı içine düştüğü çağın
hastalığı anlamsızlıktan kurtarmaktır.
• Logoterapi'ye göre insanda doğuştan var olan anlam arzusu, onu
en acımasız ve en korkutucu şartlar altında bile sarılabileceği bir
değere, bir amaca veya hedefe yöneltebilir.
• Ancak, anlam arzusu engellendiği durumlarda insan, anlamsızlığa
düşer.
• İçine düştüğü anlamsızlıktan ancak anlam arzusuna yeniden işlerlik
kazandırmakla kurtulabilir
• Bir araştırmada insanların %80-90’ının, hayatta bir anlam
bulmayı en temel ihtiyaçları olarak belirttikleri görülmüştür.
• Ülkemizde de 1999’da gerçekleştirilen bir araştırmada
katılımcıların % 90’ı, "anlamlı, huzurlu, belirli amaçları ve
hedefleri olan düzenli bir hayat kurma"yı en büyük arzu
olarak dile getirmişlerdir
• Bulgulara dayanarak din psikologları, dini geniş ölçülü
bir anlam sistemi (Meaning System) olarak
tanımlamışlardır.
• G. W. Allport da dinin zihinsel ve ruhsal yönden en
mükemmel anlam kaynağı olduğunu vurgulayarak şöyle
der: "Din, her şeyin derinliğinde bulunan anlamı
keşfetmede en büyük güçtür. Din, bütün dünya
görüşleri arasında en tutarlı ve en kapsamlı olanını
ortaya koyar”.
• Din, insanın yaşadığı dünyayı daha iyi
anlayabilmesine yardım eder.
• Diğer taraftan din, zihnin aşmakta zorluk çektiği
mantık-ötesi sorulara hazır cevaplar sunmakla onu
gereksiz detaylardan ve kısırdöngülerden korur.
Ölüm Korkusu, Ölümsüzlük Arzusu ve Din
• Ölüm, insanın yaşama arzusunun en büyük tehdidi, hayatı
sonlandıran tek gerçektir.
• Günümüze kadar hayatı daha iyi koruma, sürdürme ve
kalitesini artırmaya rağmen insan, ölümün gizemi ve etkisi
karşısında hala aciz ve çaresizdir.
• Tarihte basit ya da gelişmiş tüm kültürlerin, ölümle baş
edebilmek için tören ve ayinlerden oluşan çeşitli
uygulamalar geliştirmişlerdir
• Ölüm korkusu, karmaşık ve büyük ölçüde belirsiz bir
duygusal yapı olarak tanımlanabilir;
• Belirsizlik korkusu,
• Bedeni kaybetme korkusu,
• Acı duyma korkusu,
• Yalnızlık korkusu,
• Yakınlarını kaybetme korkusu,
• Denetimi kaybetme korkusu,
• Kimlik duygusunu kaybetme korkusu
• Ölüm korkusu yanında en güçlü arzulardan birisi
de ölümsüzlük arzusudur.
• İnsan hayatı, ölümün çizdiği sınır ile ölümsüzlük
arzusu arasında geçen dinamik bir örüntü olarak
düşünülebilir.
• Sonsuzluk duygusu, insanın geçici ve sınırlı
varoluşundan kurtulma umududur
• Genetik, kozmetik, gıda ve sağlık sektöründe
yaygınlaşan ve yıllarca süren çalışmalar;
• öldükten sonra gelecek zamanda yeniden hayat bulma
umudu,
• hücrelerin özel saklama koşulları altında dondurulması
yönündeki çabalarla kopyalama (klonlama),
• kök hücre nakli alanında ortaya çıkan gelişmeler,
ölümsüzlük arzusunun veya sonsuzluk duygusunun
somut yansımaları olarak kabul edilebilir.
• Din, inanç ve değer sistemine uygun yaşamak koşuluyla
insana ölümün, hastalıkların ve eksikliklerin olmadığı
ebedî bir hayat vaat eder.
• Üstelik ahiret inancıyla din, insanın dünyada çektiği tüm
acı, ıstırap, haksızlık ve adaletsizlikleri telafi edeceğini;
suçluların cezalarını çekeceklerini de vaat eder.
• Freud’a göre ölüm ötesiyle ilgili inançlar, dünyada yüz yüze
gelinen sıkıntı ve engellemeler karşısında teselli bulmak
amacıyla insanın uydurduğu hayali tatmin kaynaklarıdır.
• Bazı görüşler daha da ileri giderek dini yaklaşımların
özünde en belirgin güdünün ölüm korkusu olduğunu iddia
etmişlerdir.
• Dini ölüm korkusuna indirgeyenlere karşılık olarak
Jung ve onu izleyenler,
• ölüm ötesi bir hayata inanmanın insan için kaçınılmaz
zorunlu bir yöneliş olduğu üzerinde birleşmişlerdir.
• dinin en önemli fonksiyonlarından birisi, inananların
ölüm kaygısını gidererek sonsuzluk duygusunu tatmin
etmesidir.
• https://www.youtube.com/watch?v=O1LNRvyI8oA
Engellenme, Çaresizlik ve Din

• Engellenme durumunda insanda gerginlik artar; öfke,


korku, kaygı, sıkıntı ve çaresizlik duygusu ortaya çıkar.

• İnsan gücünü aşan engellemeler karşısında dinî inanç ve


değerler güçlü telafi işlevi görür (hastalıklar, doğal afetler
vb)
Anlama, Bilişsel Tatmin ve Din
• Zihin boşluk ve belirsizlik kabul etmez; mutlak kesinlik
arzusuyla bilişsel tatmin arar.
• İnsan, zihninde oluşturduğu bilişsel haritalarla hayatı
anlamlandırır, ilişkilerini düzenler
• Ergenler üzerine yapılan araştırmalar, onların dine yönelişlerindeki
zihinsel etkenlere dikkat çekerler.
• Gençlerin din ile ilgilenmelerinde en çok dinin bilinmeyenlerle ilgili gerçekçi
açıklama ve yorumlar sunması ve
• Hayatın amacı ve bireysel kimlik problemlerine yönelik oldukça doyurucu ve
tutarlı hazır çözümler ortaya koyması olduğu görülmektedir
Zihnin ancak dinin yardımıyla çözebileceği temel problemler:

• 1. Evrenin ve dünyanın yaratılışı; hayatın anlam ve amacı gibi


mantıksal çözümü olmayan sorular;
• 2. Acı tecrübeler, doğal felaketler, ölüm gibi hayatın zorlayıcı
ve olumsuz görünen yönleri;
• 3. Haksızlık, adaletsizlik, başarısızlık, fakirlik gibi bireysel ya
da toplumsal engellenme ve mahrumiyet şekilleri;
• 4. Şuur, yaratıcılık, estetik ve mistik tecrübeler gibi bilimin
henüz açıklayamadığı tabii süreçler;
• 5. Zihinsel boyutta ele alınan kimlik problemleri ve hayat
felsefesi.
Suçluluk, Günahkârlık Duygusu ve Din

• Psikanalistlerin özellikle vurguladığı gibi suçluluk duygusunun,


temelleri daha çok çocukluk dönemi ana-baba-çocuk ilişkilerine
dayanır
• Vicdan, toplumun kabul ve kurallarının insandaki temsilcisidir.
• Vicdan, başlangıçta anne-babanın, daha sonraları ise toplumun
iyi-kötü, doğru-yanlış, güzel-çirkin gibi temel kabullerinin
içselleştirilmesiyle oluşur.
• Suçun dindeki karşılığı günahtır.
• Dinî inanç ve değerler suçluluk ve günahkârlık
duygularının yaşanmasına yol açtığı kadar, vicdanı
sızlayan kimseler için de telâfi ve teselli kaynağı
oluşturmakta, böylece çift yönlü bir güdüsel etkinlikte
bulunmaktadır
• A.B.D’li ilk din psikologlarının ergenler üzerine yaptıkları
araştırmalar, dindışı bir hayattan sonra dine dönüş yapan
gençlerin dinî değişim öncesi güçlü bir suçluluk duygusu
yaşadıklarını ortaya koymuştur.
• Yapılan bir araştırmada ani dine dönüş yapanların %55’inin
günahkârlık duygusundan şikâyet ettikleri ve ancak bu dönüşten
sonra kendilerini rahatlık ve gönül hoşluğu içinde buldukları
tespit edilmiştir.
• Gençlerle ilgili yapılmış diğer araştırmalarda da benzeri sonuçlara
ulaşılmıştır. Buna göre dindar gençler, güçlü bir günahkârlık
duygusuna sahiptirler.
DİNDARLIĞIN SOSYAL VE KÜLTÜREL
KAYNAKLARI

• Sosyal öğrenme ve din


• Toplumsallaşma ve din
• Eğitim ve din
Sosyal Öğrenme ve Din
• Birey, hayatı boyunca toplumdaki dini ilişkilerden, dolaylı ya da
dolaysız etkilenir.
• Dine ihtiyaç duyup duymamasına bağlı olarak din ve dindarlarla
bağlantısını sürdürür; çevreden etkilendiği gibi çevresini de etkiler.
• Dindarlığın temellenmesi ve gelişmesinde en önemli sosyal
öğrenme imkânlarından birisi, kuşkusuz vakıf, dernek, cemaat gibi
teşekküllerin oluşturduğu dinî gruplardır.
• Dinî gruplar, öne sürdükleri kişilik ve davranış modelleriyle
üyelerinin dinî yaşantılarını doğrudan etkiler.
• Bu tür grupların aidiyet, kimlik, bilgilenme gibi pek çok ihtiyacın din
bağlamında giderilmesinde önemli bir boşluğu doldurduğu, araştırmalarla
tescil edilmektedir.
Toplumsallaşma ve Din

• Toplumsallaşma, bireyin belirli bir toplumsal çevrede kişilik


kazanması, toplumla bütünleşmesidir.
• Çevre ile ilişkilerinin başladığı andan itibaren birey, toplum
ve kültürdeki dinî çeşitlilik ve zenginliğin farkına varır.
• Zamanla toplumsallaşmadan edindiği dinî birikimi,
karakterinin temel çizgisini belirler ve böylece dindar bir
kimlikle hayata katılır, beri etkilendiği çevreyi bizzat
etkilemeye başlar
Eğitim ve Din
• Eğitim kurumlarında verilen dini eğitimin, dindarlık adına temelde iki
önemli işlevinden bahsedilebilir:
• Aile çevresi ve diğer dinî kurumlardan aktarılan önceki dinî birikimin
doğruluğunu ve yeterliliğini test etme imkânı verir.
• Yeni, güncel dinî bilgi ve deneyimlerin kazanılması noktasında önemli imkân
ve fırsatlar sağlar.
• Ülkemizde yapılan araştırmalara göre yetişkinlerin önemli bir
bölümü, başta TV olmak üzere, radyo, CD, DVD, gazete, dergi gibi
kitle-iletişim araçlarından yararlanarak dinî bilgi ve deneyimlerini
artırmaktadırlar.
• Diğer bir bölümü ise, Diyanet İşlerine Başkanlığına bağlı din
hizmetlerinden ya da özel vakıf, dernek ve cemaat etkinliklerinde
doğrudan yararlanmayı yeğlemektedir.

You might also like