You are on page 1of 24

MS 2.

YY-MS 15 YY FELSEFESİ
İSLAM FELSEFESİ
İSLAM FELSEFESİNİN ORTAYA ÇIKIŞI
• İslamiyet öncesi dönemde Doğu’daki çeşitli merkezlerde (Antakya, İran,
İskenderiye) açılan okullarda Antik Yunan felsefesine dair çeviriler
yapılmış, bu çeviriler, Doğu medeniyetlerinin Platon ve Aristoteles başta
olmak üzere Antik Yunan felsefesini tanımasını sağlamıştır.
• İslam medeniyetinin hızla yayılması sonucunda da çok farklı kültürlerin
birbiriyle etkileşim kurmuş; bilim, sanat ve felsefede önemli gelişmeler
oluşturmuştur.
• İslam filozoflarının Antik Yunan felsefesi üzerine düşünme ürünleri
oluşturması, Batı’nın tekrar Antik Yunan felsefesinden etkilenmesine
neden olmuş ve bu durum, zamanla Batı’da Rönesans’ın oluşmasına
zemin hazırlamıştır.
• İslam felsefesi, sadece Müslümanların geliştirdiği bir felsefe değildir.
İslam coğrafyasında çeşitli felsefi görüşler ve bunların etrafında
şekillenen okullar vardır.
İSLAM FELSEFESİNİN BAŞLICA DÜŞÜNÜRLERİ

3/21
İSLAM FELSEFESİNİN GENEL ÖZELLİKLERİ

• Antik Yunan felsefesinden etkilenilmiştir.


• Akıl, iman ve inanç gibi konular tartışılmıştır.
• Önceki dönemin felsefi problemleri tartışılmıştır.
• Çeviri faaliyetleri yapılmıştır.
• Felsefenin gelişimine katkı sağlamıştır.
• Batı felsefesini etkilemiştir.
İSLAM FELSEFESİNİN BAZI
PROBLEMLERİ

• Yaratıcının Varlığını Kanıtlama Problemi


• İrade Özgürlüğü Problemi
• Toplumsal Yaşama Yönelik Problemler
YARATICININ VARLIĞINI KANITLAMA
PROBLEMİ

Eş’arî:
• İnsan doğumdan ölüme kadar farklı biyolojik süreçlerden geçerek
olgun bir varlık haline gelir, insanın bu olgunluğa kendi kendine
ulaşamayacağını söyler ve bir yaratıcının olması gerektiğini
savunur.
• İnsan aklı ile yaratıcının varlığını bilebileceğini söyler.
• İnsan yaratılışına ilişkin Kur’an-ı Kerim’den ayetler gösteren Eş’arî,
bu ayetlerin mealleri üzerinden örneklerle yaratıcının varlığına
ilişkin deliller sunar.
YARATICININ VARLIĞINI KANITLAMA PROBLEMİ

İBN SÎNÂ:
• Varlığı üçe ayırır: Zorunlu Varlık, Mümkün Varlık ve Mümkün
Olmayan Varlık.
• Mümkün olmayan varlıkları sadece mantık açısından kabul eder.
• Onun ontolojik olarak yoğunlaştığı varlık ilk ikisidir.
• Zorunlu varlık, varlığı başka bir varlığa muhtaç olmayan, ezelî ve
ebedî varlıktır.
• Mümkün varlık; etrafta görülen, sürekli bir şekilde var olan ama
daha sonra yok olan varlıklardır. Bu varlıklar, zorunlu varlıktan
taşma sonucunda çıkmıştır.
• Zorunlu varlık yaratıcıdır ve ilk olarak aklı yaratır, ilk akıl da ikinci
aklı yaratır ve bu yaratma sürekli devam eder. Bu görüş, İslam
felsefesinde sudûr nazariyesi (kuramı) olarak bilinir ve temelleri
Plotinos’a dayanır.
YARATICININ VARLIĞINI KANITLAMA
PROBLEMİ
EL KİNDÎ:
• Yaratıcının varlığını kanıtlamak için “hudûs deliline”
başvurur. Hudûs, sonradan yaratılan demektir ve hudûs
delili, sonradan yaratılanın zorunlu olarak bir yaratıcıyı
gerektirmesi mantığına dayanır.
• El Kindî’ye göre âlem (evren), kadim (öncesiz) değil
hadistir (sonradan olan). Onun bilfiil (eylemli olarak)
gerçekleşmesi hadis olmasındandır. Âlemin sonradan
yaratılan olduğunu kanıtlamak için âlemde zamanla
değişim olduğunu ve zamanın olmasının da âlemin sonlu
olduğuna kanıt olduğunu ileri sürer. Âlem sonlu
olduğuna göre bir başlangıcı ve bir başlatıcısı vardır,
görüşündedir.
• Âlemde düzen ve uyum olmasının Yaradan’ın varlığına
ilişkin bir başka delil olduğunu savunur.
YARATICININ VARLIĞINI KANITLAMA
PROBLEMİ
İBN RÜŞD:
• Yaradan’ın varlığına yönelik iki delil olduğunu söyler.
İbn Rüşd öne sürdüğü akli delilleri aynı zamanda
Kur’an ayetlerine de dayandırır.
• İnayet Delili: Doğada her şey insanla uyumludur.
Ateş, hava, su ve toprak insan varlığına uygundur. Bu
uygunluğu sağlayan varlık yaratıcıdır.
• İhtira Delili : Evrende her şey yoktan yaratılmıştır. Bu
nedenle yaratılan şeylerin bir yaratıcısı olması
zorunludur.
İRADE ÖZGÜRLÜĞÜ PROBLEMİ

• İslam felsefesinde özgürlük problemi, insanın seçme ve eylemde


bulunma mantığı üzerine şekillenir.
• Özgürlük denildiği zaman dönem itibarıyla kader ve kaza kavramları
da bu problemle beraber ele alınır.
• İslam kelamcıları, bu probleme felsefe üzerinden bakarak Allah
karşısında insanın konumunu belirlemeye çalışır.
İRADE ÖZGÜRLÜĞÜ PROBLEMİ

A) Cebriye:
• Bize imanı veren de ibadet ettiren de Allah’tır.
• İnsanın ve evrenin bütün işleyişi Allah tarafından belirlenmiştir.
• İnsan kaderine mahkûmdur.
• İnsana bir şeyleri iradesiyle yaptı demek, güneşe kendi kendine doğdu ve
battı demek gibidir.
• İnsan özgür değildir, isteğe bağlı olarak seçmez, dolayısıyla davranışlarından
sorumlu değildir.

• Örnek: Yetişkin çocuğu için bir ürün seçer ve parasını öder. (Çocuk karar ve
eylemde pasiftir)
İRADE ÖZGÜRLÜĞÜ PROBLEMİ

B) Eş'ariye:
• Aklın imkânları sınırlıdır ve tüm inanç konularını açıklamaya yetmez. Yani
sadece akılla her şey açıklanamaz. İmanla çelişen ve çatışan hiçbir bilgi
doğru olamaz. Bundan dolayı; önce iman, sonra akıl gelir.
• İnsan özgürlüğünü Kesb kavramıyla açıklar. Kesb, Allah tarafından
müsade edilen eylemi insanın yapabilmesidir.
• Eş'ariyye, insanın eylemlerini seçme özgürlüğüne sahip olduğunu ama
asla mutlak anlamda irade sahibi olamayacağını belirtir.
• İnsanın Allah'ın belirlediği davranışları seçme özgürlüğü vardır.
• Dolayısıyla insan, davranışlarından sorumludur.
• Örnek: Yetişkin birden fazla ürünü işaret eder, çocuk aralarından birini
seçer ve yetişkin de parasını öder (Çocuk karar ve fiilde kısmen pasiftir)
İRADE ÖZGÜRLÜĞÜ PROBLEMİ

C) Maturidi:
• İnsan iradesinde özgür olmakla birlikte onun seçimi Allah’ın iradesi ile gerçekleştiğini
savunur.
• Temel prensiplerinde Eş‘arîler ile aynı görüşte olmakla beraber, şu görüşleriyle
onlardan ayrılırlar:
• Dinî tebliğ olmasa da kişi akılla Allah’ı bulabilir.
• İyi ve kötü, güzel ve çirkin akılla bilinebilir. Allah bir şeyi güzel ve iyi olduğu için
emretmiş, kötü ve çirkin olduğu için yasaklamıştır.
• İnsanda başlı başına bir özgür irade vardır ve bu iradesiyle seçimini yapar, Allah da
kulun seçimine göre fiili yaratır.
• Tedbir insandan takdir Allah'tandır. İnsan, iradesinde özgür ve sorumludur.

• Örnek: Çocuk tercihini kendi belirler ve parayı çocuk adına yetişkin öder (Çocuk
tercihlerinde aktiftir)
İRADE ÖZGÜRLÜĞÜ PROBLEMİ

D) Mutezile:
• Akla aykırı olan tüm inançlara karşı çıkar.
• Kuran’ın akılla açıklanabileceğini ve yorumlanabileceğini savunur.
• İnsan, eylemlerini kendisi yaratır, özgürdür.
• İslam dininin bütün esaslarının akıl yoluyla kavranabileceğini
savunurlar.
• İnsan sınırsız özgür iradesiyle davranışlarını gerçekleştirmektedir.
Dolayısıyla davranışlarından sorumludur.
• Örnek: Yetişkin çocuğa parayı verir. Çocuk bakkala girip istediğini
alıp parasını öder (Çocuk tamamen aktiftir)
TOPLUMSAL YAŞAMA YÖNELİK
PROBLEMLER
FÂRÂBÎ
• Fârâbî, erdemli hayatın ahlaki açıdan ideal olan
devlette gerçekleşeceğini ileri sürer. İnsanların
kendi aralarında düzen kurmak için devleti
oluşturduğunu dolayısıyla ihtiyaçlarını da bu
düzenin içinde giderdiğini belirtir.
• Fârâbî, insanların mutlu olabilmelerinin koşulu
olarak kurdukları düzen içinde adaletin
sağlanmasını öngörür. Adaleti de ancak güçlü bir
örgüt olan devletin sağlayabileceğini ifade eder.
• Fârâbî, erdemli devlette insanların mutlu olacağı
fikrindedir.
• Bilgili, donanımlı ve sorun çözücü gibi özellikleri
bulunan kişi tarafından erdemli devletin
yönetilmesi gerektiği görüşündedir.
TOPLUMSAL YAŞAMA YÖNELİK
PROBLEMLER
İBN HALDUN:
• İbn Haldun, toplum ve devleti değerlendirir. Toplumun
insanların birbirine ihtiyaç duyma zemininde doğal olarak
meydana geldiğini söyler.
• Güvenlik kaygıları nedeniyle kabileler arasında mücadele
edildiğini ve sonuçta da bir kabilenin egemenliğiyle devletin
kurulduğunu belirtir.
• Devletin toplumu iç ve dış tehlikelerden koruması ve barışı
sağlaması gerektiği görüşündedir.
• Devleti yönetenler, toplumun faydası için hareket etmelidir.
Topluma karşı zulüm, devletin varlığını tehlikeye sokar.
• İbn Haldun devletin hüküm süresini canlı bir organizmaya
benzetir. Devletler doğar, gelişir ve ölür yani yıkılır. O;
devletleri kuruluş, yükselme ve çöküş olarak üç aşamada
inceler. Her yıkılan devletin yerine bir başka devletin
kurulduğunu belirtir.
MS 2. YÜZYIL-MS 15. YÜZYIL
FELSEFESİNDE İNANÇ VE AKIL İLİŞKİSİ

• MS 2-MS 15. yüzyıl felsefesinin ilk dönem filozoflarıyla başlayan


inanç ve akıl arasındaki ilişkinin açıklanması anlayışı, bütün çağ
boyunca Hristiyan ve İslam filozofları tarafından sürdürülmüş ve
benzer açıklamalarla beraber farklı açıklamalar da yapılmıştır. Ana
problem inanca yönelik aklın işlevi ve görevi noktasındadır.
• Bu dönemde baskın olan görüş, inanca dayalı bilginin kesin
olduğu yönündedir. Akıl ve inanç arasındaki ilişkinin
açıklanmasında inanç, dinin; akıl da felsefenin içinde ele
alınmıştır. Akıl ve inanç arası ilişki, felsefe ile din arası ilişki olarak
düşünülmüştür.
• Ayrıca bu problem, güvenilir ve doğru bilginin akılla mümkün
olup olmadığı tartışmalarını doğurmuştur.
HRİSTİYAN FELSEFESİNDE İNANÇ VE AKIL İLİŞKİSİ
• İnanç ve akıl arası ilişkiye yönelik Hristiyan felsefesinde
ileri sürülen yargılarda her ne kadar değişiklikler olsa
da Hristiyan felsefesi düşünürleri için inanç ile akıl
ilişkisi daha çok inanç merkezindedir. Akıl, inancı
anlamak için vardır. İnanmak, bilme ediminden önce
gelir. Bu durum fizik, kimya, astronomi ve hekimlik gibi
bütün bilgi alanlarını da etkilemiştir.
• Patristik Dönem’in başlarında Tertullian, “Akıl almaz
(saçma) olduğu için inanıyorum.” yargısında bulunarak
akılla inancın kıyaslamasını yapar. O, hem Yunan
felsefesine hem de Hristiyanlık’ı mantıksal düzlemde
açıklamaya çalışan görüşlere karşı çıkar. Aklın bir sınırı
olduğunu, akılla bazı şeylerin anlaşılamayacağını
dolayısıyla inandığını belirtir.

• Clemens, “Anlamak için inanıyorum.” yargısıyla


Tertullian’u eleştirmiştir. O, inanılan şeyin akıl
tarafından onaylanması gerektiği üzerinde durarak
inanaç ile aklı uzlaştırmaya çalışmıştır.
• Augustinus ve Anselmus’un da «Anlamak için
inanıyorum yargısına katılmasıyla Hristiyan felsefesinde
insanın inancı kavraması akla bağlanmıştır. Hakikatin
bilinmesi için önce inanmak, sonra onu akılla kavramak
gereklidir.
HRİSTİYAN FELSEFESİNDE İNANÇ VE AKIL İLİŞKİSİ
• Aquinalı Thomas, “Anlamak için inanıyorum.”
yargısını “İnanayım diye biliyorum.” yargısına
dönüştürür. Bilgi insana, inanabilmesi için ön
şartları verir, insanı asıl aydınlatan vahiydir.
Böylelikle inanç ve aklın birbirinden ayrı iki bilgi
alanına ait olduğunu ama bunun aralarında bir
ilişki olmadığı anlamına gelmediğini ve akılla
inanç alanına ait bazı bilgilerin bilinmesinin zor
olduğunu anlatmaktadır.

• Ockhamlı William, inanç ile aklın birbirinden


bağımsız iki ayrı alan olduğunu belirterek
inancın akla, aklın da inanca müdahalesine karşı
çıkmıştır. Bunun gibi düşünen filozofların tarih
sahnesine çıkışları Skolastik Dönem’in
sonlarında Rönesans’a doğrudur. Çünkü inancın
olmadığı bir bilgi alanının varlığı, bu dönem
boyunca Hristiyan dinine karşı yapılmış bir
hakaret olarak görülmektedir.
İSLAM FELSEFESİNDE İNANÇ VE AKIL İLİŞKİSİ

• Mutezile ekolü kelamcılarının büyük çoğunluğu, akılla inancın bilgisine


ulaşılabileceğini savunur. İnsanın kendi ve çevresinin bilgisinin akılla
bilinebileceği, yaratıcının ve yarattığı her şeyin bilgisine de akılla
ulaşılabileceği görüşündedirler. Allah’ın akla aykırı bir düzen kurmadığını
ve insana akılla sorumluluk verdiğini vurgularlar.

• Mâturidi ekolü kelamcılarına göre ise Allah, insanları İslam inancına


davet etmiştir. Bazı kişiler, inancı bozacak nitelikte hurafeler
uydurmuştur. Allah’ın varlığına yönelik delil sunma biçimlerinden biri de
akılla yapılandır ve bu hurafelerin kaldırılmasında akla başvurmak
önemlidir.
İSLAM FELSEFESİNDE İNANÇ VE AKIL İLİŞKİSİ
• Gazâlî, naklî bilginin akli bilgiden önce olduğunu kabul
eder. Bu bağlamda o naklî bilgiyi güneşe akli bilgiyi ise
göze benzetir. İnsanın bir şeyi bilmesi onun görülmesi
olarak düşünülürse güneş olmadan gözün göremeyeceğini,
göz olmadan da ışığın yeterli şekilde idrak edilemeyeceğini
ifade eder. Gazâlî, inanca dayalı bilginin kesinliğini, insanın
ancak sezgisel olarak kalbi ile bilebileceğini belirtir. Akıl ile
kalp, birlikte bulunan bir düşünce merkezi hâlindedir.

• İbn Rüşd ‘’Felsefe, dinin getirmiş olduğu her şeyi inceler.


Eğer araştırdığı şeyi algılayabiliyorsa iki algı da eşittir’’
sözüyle Gazali’yi eleştirir ve inançsal olanın akılsal
olduğunu savunur. Yaradan, açık olarak var olan her şeyi
akıl yoluyla değerlendirmeye insanları davet etmektedir.
Dolayısıyla felsefenin dinle çatışmadığı aksine uzlaşı içinde
olduğu görüşündedir. Hakikate götüren yollardan biri olan
akılla bilgiyi ortaya koyan birinin kişisel durumlarına
bakılmaması gerektiğini, önemli olanın bilginin akılsal olup
olmadığının ortaya konması gerektiğini belirtir.
İSLAM FELSEFESİNDE İNANÇ VE AKIL İLİŞKİSİ
• El Kindî, vahiy bilgilerinin akılla şekillenen felsefi bilgilerle
aynı amaçta olduğunu belirtir. İki bilgi de hakikatin bilgisine
ulaştırır.
• Gerçeğin bilgisini felsefenin verebileceğini ileri sürer.
Dolayısıyla akılla inanca ulaşmak mümkündür.

• Fârâbî, din ve felsefenin konu ve amaçlarının aynı olduğu


görüşündedir.
• Felsefe ve dinin çeliştiğini söyleyen birinin öncelikle dini
anlamadığını belirtir. Konuya bu açıdan yaklaşan biri dine
körü körüne bağlanmıştır ve bu doğru bir davranış değildir.
• İnanç ve akla dayalı bilgilerin amacının insanın en yüksek
mutluluğuna hizmet etmek olduğunu ileri sürer.
• Aklın pratik ve teorik her türlü bilgiyi kavrayabileceğini
belirtir ve aklın doğru şekilde işletildiğinde hakikati
vereceğini söyler. Aklın kanıtlama kabiliyeti olduğunu ve
inanca ait bilgileri kanıtlayabileceğini ifade eder.
8-12. YÜZYIL ARASINDAKİ ÇEVİRİ FAALİYETLERİNİN
İSLAM FELSEFESİNE VE BATI FELSEFESİNE ETKİLERİ

• Medeniyetler, yapmış oldukları çeviri faaliyetleriyle çeşitli alanlara ait


düşünce ürünlerini kendi dillerine kazandırmıştır. Bu düşünceleri
tanımalarının yanı sıra onları yorumlamışlar ve üzerine özgün düşünceler
geliştirmişlerdir.
• MS 2-MS 15. yüzyılda yapılan çeviriler, kültürlerin birbirlerini daha yakından
tanımalarına neden olmuş ve düşüncenin coğrafyası gitgide genişlemiştir.
Antik Yunan medeniyeti dışında da bilim ve felsefe merkezlerinin
kurulmasını sağlamıştır. Batı ve İslam coğrafyasının bilim ve felsefeye bakışı,
bu merkezlerin kurulmasında etkili olmuştur.
• 8. yüzyılda Hristiyan inancını mantık üzerinden temellendirme gayretinin
sonucu olarak Grekçeden Latinceye yapılan Porphyrius eserlerinin çeviri
faaliyetleri görülmektedir. 9. yüzyılda Roma patriğinin misyoner faaliyetleri
gereği İncil’in Slavcaya çevirisi yapılmıştır. Çeviri faaliyetleriyle Hristiyanlığı
yaymaya çalışmışlardır.
8-12. YÜZYIL ARASINDAKİ ÇEVİRİ FAALİYETLERİNİN
İSLAM FELSEFESİNE VE BATI FELSEFESİNE ETKİLERİ
• Aristoteles ve Platon eserlerinin çevirisinde Hristiyan inançlarına yatkın
olan ve aykırı olmayan bölümler seçilmiştir. Çevirilerin Hristiyanlık
öğretilerine dayanak oluşturmak maksadıyla inanç felsefesine yönelik
çalışmalar olduğu görülmektedir.
• 8-9. yüzyıl arasında İslam coğrafyasında çeviri faaliyetleri Yunan, Hint ve
Fars (İran) medeniyetlerinden yapılan çeviriler ile gerçekleşir. Antakya,
Urfa, Cundişapur, Harran, Nisibis (Nusaybin) ve Bağdat’ta kurulan çeşitli
okullarda bu çeviriler yapılmıştır. İslam felsefesinin temel kaynaklarından
kabul edilen bu çeviri faaliyetleri neticesinde İslam düşünürleri Yunan
felsefesi ile tanışmıştır.
• Abbasi halifesi Mensur tarafından Beyt'ül Hikme’de başlatılan çeviri
faaliyetlerinde Aristoteles'in “Organon” ve Porphyrius'un “İsagoji”
eserleri (Mantık alanına ait eserler) çevrilmiş, burası bilim ve felsefe
akademisi hâline getirilmiştir. Aristoteles'in mantık görüşleri İslam
felsefesi filozoflarını geniş ölçüde etkilemiştir. Yapılan çeviriler, İslam
felsefesine yön vermiş ve İslam coğrafyasını felsefenin merkezi hâline
getirmiştir.

You might also like