You are on page 1of 8

OSMANLI YÖNETİMİNİN ARKEOLOJİK ESERLERE BAKIŞ AÇISI

RECEP YILDIRIM-ABDULLAH MARTAL

Eski eserlerin saklanması ve korunması düşüncesi, eski çağlara kadar uzanmakla


birlikte, modern anlamda müzecilik anlayışının Aydınlanma Çağı'nda geliştiği ve 19.
yüzyılda yaygınlaşarak Avrupa'nın çeşitli şehirlerinde müzeler kurulduğu gözlenmektedir.
Osmanlı İmparatorluğu'nda da çağın gelişmelerinden etkilenildiği ve 19. yüzyılın ikinci
yarısında müzecilik alanında gelişmeler yaşandığı söylenebilir.
Bununla birlikte, Osmanlıların eski eserleri korumak ve yaşatmak konusunda,
erken tarihlere kadar (Fatih Sultan Mehmet dönemi) uzanan bir geleneği olduğu
görülür. Özellikle kitap ve yazıya karşı duyulan saygının da etkisiyle, her türlü
yazılı metnin titizlikle saklandığı, korunduğu Osmanlılarda, dini yapıların, köprü,
su yolu, çeşme, han, hamam ve kervansaray gibi kamu yararına olan yapıların
genellikle vakıflar kanalıyla korunduğu ve yaşatıldığı bilinmektedir1..
Bugün Anadolu'nun bir çok yerinde, geçmiş çağlara ve uygarlıklara ait bazı ka-
lıntıların, çeşitli mimari eserlerde ikinci kez kullanıldığını, eski bir mabet veya kilisenin
restore edilerek ve hemen yanına yapılan bir minare ile camiye çevrilerek günümüze
kadar ayakta kaldığını görmek mümkündür. 18. yüzyılın sonlarına kadar uzanan arşiv
kayıtlarından, çeşitli kültür varlıklarının ve eski eserlerin korunması hususunda Osmanlı
yönetiminin duyarlı davrandığı anlaşılmaktadır2.
Bu arada 19. yüzyılın ortalarından itibaren Doğu ülkelerinde tam bir eski eser talanı
başlamıştı. Soygun giderek büyük boyutlara ulaşıyor, bu alanda süper devletler
birbirleriyle yarışıyorlardı. Osmanlı devlet yöneticileri, yabancı elçilerin aracı oldukları
araştırmacıların bazı isteklerine yardımcı oluyor, gerekli izni kolayca veriyorlardı.
19. yüzyılda, Osmanlılarda merkezi otoritenin güçlendiği bir süreçte, yabancıların
kültürel varlıkları talan etmesine, pek çok eski eserin yurt dışına çıkarılmasına, çoğu kez
seyirci kalınması, üst yönetimin siyasi ve idari reform çabalarında Batı'nın desteğine
muhtaç olmasıyla açıklanabilir.
Tanzimat döneminde, bir yandan yabancı arkeologlara verilen kazı ruhsatlarıyla çok
sayıda tarihi eserin yurt dışına çıkarılmasına göz yumulurken, öte yandan Fethi Ahmet
Paşa, Safvet Paşa, Ahmet Vefik Paşa gibi aydın bürokratların eski eserlere sahip çıkma
çabalarına rastlanır. Örneğin Batı kültürüne aşina bir devlet adamı olan Tophane-i Amire
müşiri Ahmet Fethi Paşa, 1846 tarihinde Topkapı Sarayı birinci avlusunda bulunan Aya
İrini kilisesinin restorasyonuyla ilgilenmiş, çeşitli eski silahları buraya toplamak suretiyle

1 Emre Madran, "Osmanlı Devleti'nde 'Eski Eser' ve 'Onarım' Üzerine Gözlemler", Belleten, TTK, sayı

195, 1986, s. 503-546.


2 Bu konuda çeşitli belge örnekleri için bkz. İsmail Günay Paksoy, "Bazı Belgeler Işığında Osmanlı

Devletinin Kültür Mirası Politikası Üzerine Düşünceler", Osman Hamdi Bey ve Dönemi- 17-18 Aralık 1992,
Tarih Vakfı Yurt Yayınları, İstanbul,1993, ss. 201-221; Emre Madran, "Osmanlı Devleti'nde 'Eski Eser' ve
'Onarım' Üzerine Gözlemler" Belleten, TTK, sayı 195, 1986, s. 503-546.
2 RECEP YILDIRIM-ABDULLAH MARTAL

bir koleksiyon oluşturmuş, böylece Türk müzeciliğinin temellerini atmıştır. Çeşitli


vilayetlerden gönderilen eski eserlerle, anılan yerde, eski silahlarla birlikte "asarı
atika"dan oluşan bir müze kurulduğu anlaşılmaktadır3.
Daha sonra bazı taşra yöneticilerinin konuyu önemsemeleri ve duyarlı davranmaları
nedeniyle bu müzeye, çeşitli eserler gönderilmekle birlikte, merkez yönetiminin aynı
duyarlılığı gösterdiği söylenemez. Çünkü bu arada yabancılara verilen kazı izinleriyle pek
çok eserin yurt dışına çıkarılmasına göz yumulmuştur.
Bu konuda pek çok örnekten biri, İngiliz elçi Stradford Canning 1846'da Sultan
Abdülmecid'den bir fermanla izin alarak, Bodrum'daki Mausoleum'u British Museum'a
taşımasıdır. İngilizler daha sonra Efes'e gözlerini dikmişler, 1863'te Wood başkanlığında,
Efes'te kazı yapmak için Sultan Abdülaziz'den izin almışlar, çıkan eserlerin tamamını
Londra'ya göndermişlerdir4.
Diğer bir örnek, Başbakanlık arşivinden edindiğimiz 1854 tarihine ait bir belgeye
dayanıyor. İzmir'in Halkapınar semtinde kurulan kağıt fabrikasının yol düzenleme
çalışmaları sırasında bir İslam tarlasında üç adet mezar sandukası (lahit) bulunmuş ve
İzmir'deki Prusya konsolosu bu sandukaları tarla sahibinden 500 kuruşa satın almış;
durum yetkililer tarafından soruşturulduğunda konsolos, Prusya kralı tarafından kendisine
bu şekilde emir ve yetki verildiğini belirtmiştir. Bu durum İzmir valisi tarafından merkeze
bildirildiğinde, bu gibi "asar-ı atika" nın devlete ait olmasıyla başkasına satılmasının
uygun olmadığı, ancak "celbi arzu olunan böyle bir iki sanduka değil, pek kıymetli şeyler
olsa bile saltanat-ı seniyyenin diriğ (esirgeme) buyurmayacağı bedihi (belli) idüğü" ve
"bazı erbabının ifadesine göre bu sandukalar öyle asar-ı kadime-i Yunaniyeden pek nadir
ve kıymetli şey olmayub Romalıların evailinde veyahud Yunanilerin sonralarında
yapılmış şeyler olması... biçimindeki ifadelerin ardından bu gibi eski eserler hakkında
benzerlerine verilen izin gereğince bir defalık konsolosa da izin verilmesinin uygun
olacağı belirtilmişti5.
Dönemin Osmanlı yönetiminin eski esere bakışını ve anlayışını yansıtması açısından
oldukça önem taşıyan bu belgeden şu sonuçlar çıkarılabilir:
1- Bir mülk sahibi mülkünde bulunan bir tarihi eseri kendi malı gibi görmekte ve
bunu dilediğine satabilmektedir.
2- Yabancı bir diplomat bulunan bir eski eseri hiç kimseye sormadan veya da-
nışmadan rahatça satın alabilmektedir.
3- Bu durum en üst mülkî amir konumunda bulunan valinin yetkisini aşmakta ve vali
durumu merkeze sorma gereğini duymaktadır.
4- Merkez, bulunan eserin değerini keyfi bir biçimde takdir etmektedir.

3 Semavi Eyice, "Arkeoloji Müzesi ve Kuruluşu", Tanzimattan Cumhuriyete Türkiye Ansiklopedisi, cilt 6,

ss.1596-1603; Öğ.Kd.Yzb. Sadık Tekeli, "Askeri Müze ve Geçirdiği Evrimler", II. Müzecilik Semineri Bildiriler
(19-23 Eylül 1994 Askeri Müze ve Kültür Sitesi Komutanlığı Harbiye-İstanbul) 1995, s. 25-27.
4 Sabahattin Türkoğlu, Efes'in Öyküsü, Arkeoloji ve Sanat Yayınları, İstanbul, 1992, s.117 vd. ; Mehmet

Önder, "Anadolu'da Eski Eser Kaçakçılığı ve Kültür Soygunu", Erdem, Atatürk Kültür Merkezi Dergisi, 1990,
sayı 17, s.481-494.
5 Başbakanlık Arşivi, İrade-Hariciye, 5457, 20 L, 1270.
ARKEOLOJİK ESERLERE BAKIŞ AÇISI 3

5- Merkez, bu tür işlemleri her ne kadar usule aykırı görse de, yine de izin ve-
rebilmektedir.
1867'den sonraki merkezi yönetimi güçlendirmek, yürütme ve yargıya işlerlik
kazandırmak amacıyla vilayetler yeniden düzenlendiğinde, çeşitli valiliklerden merkeze
raporlar gönderilir. Bu raporlarda, "asar-ı nafianın tesis ve tezayüdü" konusunda, tarım ve
hayvancılığın geliştirilmesi, kara ve demiryolu ulaşımının sağlanması, bataklıkların
kurutulması, eğitime önem verilmesi ve okullar açılması gibi çeşitli görüş ve düşünceler
dile getirilir6. Ancak, bu tür lahiyaların hiçbirinde "asar-ı atika" konusuna yer verilmediği
gibi bazı vilayet raporlarından, eski eserlerin korunma düşüncesinin, hiç bulunmadığı da
anlaşılmaktadır.
Örneğin, İzmir valisi Hekim İsmail Paşa'nın 1896 tarihli raporunda İzmir'de çarşı
içinde kalan Atik (Eski) Ok Kalesi'nin yıkılarak taşları ve arsasının satılmasından söz
edilmektedir7.
1869-1872 tarihlerine ilişkin bazı belgelerden de, yabancılara kolaylıkla kazı ruhsatı
verildiği anlaşılmaktadır. İzmir'den Aydın'a kadar olan sahilde antika araştırmak isteğinde
bulunan Milosiş'e8, öte yandan Kale-i Sultaniye (Çanakkale) civarında Hisarlık denilen
yerde eski eser aramak için kazıya başlayan bir Amerikalı'ya verilen ruhsatlar9,
Bergama'da Almanlara verilen kazı izni, bu konudaki örneklerden bir kaçıdır.

Bilindiği gibi 1869'da Carl Human adlı bir Alman yol mühendisi Bergama'da kazılar
yapar ve Zeus Sunağı'nın kalıntılarını ortaya çıkarır. Arşiv belgelerine göre, Alman
veliahdının ricası ve girişimleriyle çıkarılan eserlerin 2/3'ü Almanlara, devlete kalan öteki
üç de bir 1/3 pay da, maalesef 1881'de İzmir Alman konsolosluğunun yirmi bin frank
teklifiyle yine Almanlara bırakılır10.
Bununla birlikte, bu tarihlerden itibaren Avrupa'da hızla gelişen müzecilik ve
arkeoloji çalışmalarının da etkisiyle, Osmanlı Devleti'nde eski eserler konusuna daha çok
ilgi gösterilmeye başlandığı gözlenmektedir. Safvet Paşa'nın Maarif Nazırlığı sırasında
(1868-1871) Fethi Paşa'nın Aya İrini Kilisesi'nde kurduğu küçük müzenin, "Müze-i
Hümayun" adını alması ve müdürlüğüne de Galatasaray Sultanisi muallimlerinden
Edward Goold adlı bir İngilizin getirmesi bu süreçtedir11.
Safvet Paşa'nın desteklediği bu kişinin gayretleriyle valilere bir genelge gönderilir.
Bu genelgede eski eserlerin neler olduğu, değerleri anlatılır ve bunların devlete ait
oldukları ifade edilerek, müzeye konmak üzere İstanbul'a yollanmaları istenir. Gerçi bu
tür uygulamalara 1840'larda geçilmişti. Merkezden gönderilen talimat gereğince bulunan

6 Başbakanlık Arşivi, İrade-Meclis-i Mahsus, 3970.


7 Başbakanlık Arşivi, İrade-Şurayı Devlet, 614,21,Za,1285.
8 Başbakanlık Arşivi, İrade-Hariciye,14795.
9 Başbakanlık Arşivi, İrade-Hariciye, 14863,1288.
10 Nur Akın, "Osman Hamdi Bey, Asar-ı Atika Nizamnamesi ve Dönemin Koruma Anlayışı Üzerine",

Osman Hamdi Bey ve Dönemi, 17-18 Aralık 1992, Tarih Vakfı Yurt Yayınları, İstanbul,1993, s.236; Mehmet
Önder, "Anadolu'da Eski Eser Kaçakcılığı ve Kültür Soygunu", Erdem, Atatürk Kültür Merkezi Dergisi, 1990,
sayı 17, s.489.
11 Erdem Yücel, Türkiye'de Müzecilik, İstanbul, 1999, s.34; Semavi Eyice, "Arkeoloji Müzesi ve Ku-

ruluşu", Tanzimattan Cumhuriyete Türkiye Ansiklopedisi, cilt 6, s.1599.


4 RECEP YILDIRIM-ABDULLAH MARTAL

eserler sancak merkezinde bir depoda saklanırdı. Bu depolara müze demek mümkün
olmasa da, idarecilerin böyle eski eser toplayıp, depoladığı ve merkeze bildirdikleri ya da
gönderdikleri bilinmektedir12. Böylece genelgeler sonucu Osmanlı Devleti'ne ait
topraklardan gönderilen eski eserler bu müzede toplanmış, toplanan eserlerle, anılan
müzenin koleksiyonunun giderek zenginleştiği anlaşılmıştır.
Ahmet Vefik Paşa'nın Maarif Nazırlığı (1872) döneminde ise, Müze-i Hümayun'un
başına, Osmanlı Devleti içinde ortaya çıkan eski eserlerin incelenmesi, değerlendirilmesi
ve rapor edilmesi konusunda tek yetkili olarak Alman Dr. A. P. Dethier getirilmiştir.
Dethier'in müdürlüğü zamanında, amatör bir arkeolog olan Heinrich Schliemann adlı bir
Alman'ın Truva'da yaptığı kazılar sonucu bulduğu ve Yunanistan'a götürdüğü eserlerin
geri alınmasına çalışılmıştır (1873). Bunun sonucunda Osmanlı hükümeti yeni bir
müzenin kurulmasında harcamak üzere aldığı yüklü bir tazminat karşılığında bu
eserlerdeki haklarından vazgeçmiştir13.
Osmanlı İmparatorluğu topraklarında yabancılara araştırma ve kazı yapma izni 19.
yüzyılın ilk yarısından beri verilmekteydi14. Diplomatik desteğe sahip pek çok eski eser
meraklısı ya da amatör arkeolog, kazılarda buldukları eski eserleri yurt dışına
götürebiliyordu. Gerçi bu durum izine bağlanmıştı; ancak bu uygulamalarda kesin
kurallar bulunmadığından eserlerin yurt dışına götürülmeleri önlenemiyordu. Zayıflamış
olan Osmanlı Devleti'nde tarihi eser kaçakçılığı ile uğraşacak devlet adamı yoktu.
1869-1872 yılları arasında bir tüzük hazırlanmışsa da yürürlüğe konmamıştı15.
Yabancıların kazıları ve bulunan eserlerin kolayca yurt dışına çıkarılmalarıyla ilgili
olaylar eski eserlerle ilgili yasal bir düzenlemenin gerekliliğini açıkça ortaya koymuştur.
Böylece 1869'da gündeme gelen düzenlemeden daha geniş kapsamlı bir "Asarı Atika
Nizamnamesi " 1874'te hazırlanmış ve yürürlüğe konmuştur16.
27 Mart 1874 (20 Safer 1291) tarihli "Asarı Atika Nizamnamesi" bir mukaddime,
dört kısım ve bir sonuç bölümü olmak üzere toplam 36 maddeden oluşuyordu. Bu
nizamnamenin aşağıda yer alan maddeleri, dönemin bakış açısını yansıtması açısından
ilginçtir:
1.md.- Eskiden kalan her türlü yapılmış eşya eski eserden sayılır.
2.md.- Eski eserler, meskukat ve diğer eşyalar olmak üzere ikiye ayrılır.
3.md.- Kazıda bulunacak şeylerin 1/3'ü kazıyı yapanın, 1/3'ü devletin, 1/3'ü mülk
sahibinindir. Keşfedilmeyen her tür eski eser nerede olursa olsun devletindir. Kendi
mülkünde eski eser bulan 2/3'ne sahiptir.
12 İlber Ortaylı, "Tanzimatta Vilayetlerde Eski Eser Taraması", Tarihi Eserler ve Müzecilik Tanzimattan

Cumhuriyete Türkiye Ansiklopedisi, 6, İletişim Yayınları, 1985, s. 1599-1600.


13 Ufuk Esin, "19. Yüzyılda Heinrich Schliemann'ın Troya Kazıları ve Osmanlılarla İlişkileri", Osman

Hamdi Bey ve Dönemi, 17-18 Aralık 1992, İstanbul, 1993, ss.179-191.


14 19. yüzyılın ilk yarısından yaklaşık Cumhuriyet dönemine kadar, Batılıların ülkemizde gerçekleştirdiği

önemli araştırma ve kazıların listesi için bkz. Güven Arsebük, "Dünden Bugüne Arkeoloji", Cumhuriyet Dönemi
Türkiye Ansiklopedisi, I. cilt, s.68-69.
15 İsmail Günay Paksoy, "Bazı Belgeler Işığında Osmanlı Devleti'nin Kültür Mirası Politikası Üzerine

Düşünceler", Osman Hamdi Bey ve Dönemi, 17-18 Aralık 1992, Tarih Vakfı Yurt Yayınları, İstanbul,1993, s.
207.
16 Hüseyin Karaduman, "Eski Eser Yasalarında Özel Müzeler, Koleksiyonculuk Ticaret ve Müzayedeler",

Kuruluşun 150. Yılında Türk Müzeciliği Sempozyumu III Bildirileri (24-26 Eylül 1996-İstanbul) Ankara, 1997, s.
4-15.
ARKEOLOJİK ESERLERE BAKIŞ AÇISI 5

4.md.- Kazı izni için, doğrudan veya yerel yetkililer aracılığıyla Maarif Nezareti'ne
başvurulur.
7.md.- Resmi ruhsat olmadıkça ve arazi sahibi izin vermedikçe kazı yapılamaz. Bu
yasağa aykırı davrananların bulacakları eserlere el konur ve yüzlük altından beş altına
kadar nakdi ceza veya 3 gün ile 1 haftaya kadar hapis cezası verilir.
9.md.- Ruhsat alanların kazı işlemlerini nizama uygun yaptıkları İstanbul'da Zaptiye
Nezareti ve vilayetlerde yerel hükümet yetkililerince denetlenir.
11.md.- Eski eser veya define arama ruhsatı en fazla iki yıl için geçerlidir.
13.md.- Araştırma ruhsatı bir köy veya kasaba sınırını aşamaz ve ruhsat isteyen,
yerini, sınırını ve gerektiğinde haritasını göstermek zorundadır.
18.md.- Ruhsat sahibi ruhsatını başkasına devredemez ve satamaz.
19.md.- Bir kişiye aynı anda iki arama ruhsatı verilemez.
34.md.-Gümrükten kaçırılırken yakalanan eserlerin tamamı müsadere olunur.
36.md.- Mezatta satılan eski eserlerden % 5 vergi alınır. Bunlar, ruhsat harcı, nakit
cezalar, müsadere gibi gelirlerle birlikte müze sandığına ait olur.
Bazı eksik ve sakıncalarına rağmen hiç yoktan iyi sayılan bu nizamname ile ar-
keolojik kazılarla ilgili konular, belirli esaslara bağlanıyor, buna karşın yabancılara,
buldukları eserleri ülkelerine götürmeleri için zorluk çıkaracağına kolaylık sağlıyordu.
Nizamnameye göre, kazılarda çıkan eserlerin 1/3'ü kazıyı yapana, 1/3'ü arazi sahibine
verilmesi gerekiyordu. Onlar paylarını arttırabilmek ve daha rahat çalışabilmek için 1867
tarihinde çıkartılan yabancılara mülk edinme hakkı verilen yasanın sağladığı kolaylıkla,
kazı yaptıkları araziyi satın alıyorlardı17.
Bu nizamnamenin yayımlanmasından sonra İstanbul'daki müzeye gelen eserlerdeki
artış üzerine, Maarif Nazırı Cevdet Paşa, müzenin genişletilmesini ve halka açılmasını
istemiştir. Hatta yeni bir binaya ihtiyaç duyulmuş, bu arada Çinili Köşk'ün müze
yapılmasına karar verilmiş, bunun üzerine de bu köşk bünyesinde (çinilerinde büyük
tahribata yol açacak şekilde) değişiklikler yapılarak, müze haline getirilmiştir. Böylece
Aya İrini'deki müze, 1875' te Çinili Köşk'e taşınmıştır.
1874 Nizamnamesi'nden sonra Meclis-i Kebir-i Maarif (Talim Terbiye Kurulu), bir
süre sonra tüzük maddelerinde değişiklik yaparak müzelik eserlerin yurt dışına
çıkarılmasına engel olmak ister. Bu değişikliğe göre eserlerin tamamı devlete verilecekti.
Fakat bu husus hiçbir zaman yürürlüğe konmaz; yabancıları gücendirmemek için
topraklarımızda çıkan eserlerin yurt dışına çıkarılmasının yasak olduğu bile
açıklanamaz18.
Öte yandan Dr. Dethier'in müze müdürlüğü zamanında, arkeoloji ve müzecilik
öğrenimi yapacak iki yıllık bir okul kurulmasına karar verilir. Böyle bir okulun 1877'de
Sultan Abdülaziz tarafından kuruluşu onaylanır; fakat öğretime geçtiğiyle ilgili bilgi

17 Sabahattin Türkoğlu, Efes'in Öyküsü'nde, bugün Selçuk'ta Otto Benndorf'a ait arazi davaları hala devam

etmektedir diye yazmaktadır. S. Türkoğlu, Efes'in Öyküsü, Arkeoloji ve Sanat Yayınları, İstanbul, 1992, s. 134.
18 Sümer Atasoy, "Türkiye'de Müzecilik", Cumhuriyet Dönemi Türkiye Ansiklopedisi, cilt 6, s.1458 vd.
6 RECEP YILDIRIM-ABDULLAH MARTAL

yoktur. Bu süreçte böyle bir okulun açılması fikri dahi çok önemli bir aşama ve
anlayıştır19.
1881'de Dethier'in ölümüyle ressam Osman Hamdi Bey "Müze-i Hümayun"
müdürlüğüne atanmıştır. Hamdi Bey'in gayretleriyle Müze-i Hümayun, dünyanın sayılı
güzel müzelerinden biri haline gelmiştir. Osman Hamdi Bey, eski eserlerin korunması
konusunda ağırlığını koymasıyla "1874 tarihli Asarı Atika Nizamnamesi"ni değiştirerek,
yeni tüzüğün yürürlüğe girmesini sağlamıştır (1884). Onun sayesinde Türk müzeciliği
yeni bir döneme girmiştir.
7 bölüm ve 37 maddeden oluşan yeni nizamname ile Anadolu'da yerli ve ya-
bancıların yaptıkları kazılar daha sağlam temeller üzerine oturmuştur. Nizamnameye göre
kazılarda çıkan eserlerin 2/3'ü devlete, 1/3'ü arazi sahibine bırakılmış kazıyı yapana pay
verilmemiştir. Bu tüzüğün en önemli yanı yasal olarak hiçbir eserin memleket dışına
çıkarılmasına izin vermemesi olmuştur. Osman Hamdi Bey, yabancı araştırmacıların
tekelinde olan kazıları denetim altına almış, eserlerin yurt dışına götürülmesini önlemeye
çalıştığı gibi, izinsiz kazıları suç saymış ve onları cezai müeyyide altına almıştır.
Böylece Anadolu uygarlığını yansıtan eski eserlerin yurt dışına götürülmeleri, bir
dereceye kadar da olsa önlenmiştir. Bir dereceye kadar, çünkü, Osman Hamdi gibi cesur
ve vatansever müze müdürlerine rağmen, imparatorluğun siyasal güçlüklerle dolu
günlerinde Avrupa'daki kral ve imparatorlarla ilişkilerin bozulması istenmiyor olmalıydı
ki, özellikle eski eserler konusunda eskiden olduğu gibi yine pek hassas davranılmadığı
bir gerçektir. 1888'de Carl Humann ve ekibine Zincirli'de kazı yapma olanağı ve çıkan
eserlerin Berlin'e götürülme izni, yine 1889 Bağdat demiryolu projesini üstlenen
Almanlara Boğazköy'de kazı yapma fırsatının tanınması bu konuda bilinen bazı
örneklerdir.
Bu tür uygulamalarda görülen eksikliklerin çeşitli nedenleri arasında, ilk aşamada II.
Meşrutiyet öncesine özgü genel tutum ve buna bağlı olarak kapitülasyonlar ile dış
baskılar gösterilebilir. Padişahın hoş görüsü ve sefirlerin manevralarıyla "Asarı Atika
Nizamnamesi" adeta rafa kaldırılır, çıkan eserlerin bir bölümü bu kez armağan olarak
verilir, hatta armağanların seçimi sefirlere bırakılırdı20.
Ama her şeye rağmen Osman Hamdi Bey dönemi geçmişe göre farklıdır. O, edindiği
kültürel ve sanatsal birikimin de desteği ile sadece müzelik eserlerde değil, arkeolojik
kazılar, mevzuat, taşınmaların korunması gibi bir çok konuda kalıcı ve kuramsallaşmaya
yönelik girişimlerde bulunmuştur.
Kendisi de müzeye yeni eserler kazandırabilmek amacıyla Anadolu' nun çeşitli
yerlerinde (Nemrut, Myrina, Kyme ve Lagina vb.) kazılar yapmıştır; ayrıca Müze-i
Hümayun adına kazı yapanlara da yardımcı olmuştur. 1887 yılında Lübnan Sayda da
krallara ait bir mezarlık bulunmuş, 20 kadar lahit Osman Hamdi Bey tarafından bir

19 Sümer Atasoy, "Türkiye'de Müzecilik", Cumhuriyet Dönemi Türkiye Ansiklopedisi, cilt 6, s.1458 vd.;

Tahsin Özgüç, "Atatürk ve Arkeoloji", Cumhuriyetin 50. Yıldönümü Semineri, Seminere Sunulan Bildiriler,
TTK., Ankara, 1975, s.l11.
20 Genellikle 19. yüzyılda resmi müsaadelerle yurdumuzdan Avrupa'nın çeşitli müzelerine götürülen
eserlerin en önemlilerinin isim ve türleri için bkz. İsmet Ebcioğlu, "Türkiye'den Batı Ülkelerine Götürülen
Arkeolojik Eserler", Cumhuriyet Dönemi Türkiye Ansiklopedisi, I. cilt, s.76 vd.; Sabahattin Türkoğlu, Efes'in
Öyküsü, Arkeoloji ve Sanat Yayınları, İstanbul,1992, s.140; C.W.Ceram, Tanrıların Vatanı Anadolu, 1979,
İstanbul, s.20-40.
ARKEOLOJİK ESERLERE BAKIŞ AÇISI 7

gemiyle İstanbul'a getirilmiştir. Bu eserlerin gelmesinden sonra bunların sergilenmesi için


yeni bir müze binasının inşaatına başlanmıştır (Bugünkü İstanbul Arkeoloji Müzeleri).
Osman Hamdi Bey'in 1910 yılında ölümüyle Müze-i Hümayun'un müdürlüğüne
Osman Hamdi'nin kardeşi Halil Edhem Eldem (1910-1931) getirilmiş ve bu görevde
yirmi iki yıl kalmıştır. Kendisinin üstün yeteneği, geniş kültürü; müzecilikte, tarihçilikte,
Türk-İslam kitabelerinin derlenip yayınlanmasında üstün başarı sağlamıştır. Bu dönemde
de bilimsel çalışmalara ağırlık verilmiş, yeni kataloglar hazırlanmış ve bu tür çalışmaları
emekliye ayrıldığı döneme kadar sürdürmüştür21.
Sonuç olarak diyebiliriz ki,
Osmanlı'nın erken dönemlerinde, eski çağlardan kalmış eserlerin yok olmamaları için
depolarda saklandıkları bilinmektedir. Bazı Osmanlı padişahları eski eserlerle yakından
ilgilenmişler, raslantı sonucu da olsa ele geçenlerin bir araya getirilmelerini istemişlerdir.
Örneğin, Fatih Sultan Mehmet Bizans dönemine ait bazı lahitlerin, sütun başlıkların,
döşeme taşların ve mimari parçaların Topkapı Sarayı iç avlusunda toplanmasını
emretmiştir22. Fakat bunun yanı sıra oğlu II. Beyazıd, başta babasının portresi olmak
üzere bazı eski eserleri saraydan attırmıştır. Sultan Abdülmecid, keza gezilerde gördüğü
eski eserleri İstanbul'a göndererek korunmalarını istemiştir. Görülüyor ki, kültür
konularında sultanların ilgisi farklı farklı olmuştur.
Tanzimat Dönemi'nde (1839'dan itibaren) Osmanlı Devleti'nin, Batı'nın etkisiyle eski
eser tespit ve toplama çalışmalarına başladığını görüyoruz. Ancak bu konularda ilgilenen
kişilerin azlığı ve etkinliklerinin sınırlı olması, dönemin siyasal ortamının karışıklığı ve
ekonomik güçlükler nedeniyle Osmanlı Devleti, kendisi için lüks sayılabilecek böyle eski
eser konularıyla uğraşmak istememiştir. Bu işlerin yabancıların işi olduğu düşüncesi
hiçbir zaman akıllardan çıkarılmamıştır.
Son olarak vurgulamak istediğim şey, Osman Hamdi Bey'in 1884 Nizamnamesi, en
geniş anlatımını 1906 tarihli tüzükte bulmuştur23. Fakat, zamanla şartlar çok değiştiğinden
bu da ihtiyaca cevap veremez hale gelmiştir24. Buna rağmen memleketimizde eski eserlere
gösterilen ilginin yetersizliği nedeniyle eski eser kaçakçılığı ne yazık ki, 1973 yılına kadar
bu tüzükle önlenmeye çalışılmıştır. Bunun başlıca nedeni olarak, herhalde kültür
politikalarımızın zayıflığı gösterilebilir.

21 Ondokuzuncu yüzyılın ikinci yarısından itibaren ve Cumhuriyet dönemindeki arkeolojinin gelişimi için
bakınız: Tahsin Özgüç, "Atatürk ve Arkeoloji", Cumhuriyetin 50.Yıldönümü Semineri, Seminere Sunulan
Bildiriler, TTK., Ankara, 1975, s.l08-ll8.
22 Hülya Tezcan, Topkapı Sarayı ve Çevresinin Bizans Devri Arkeolojisi, İstanbul, 1989, s.251-387;
Erdem Yücel, Türkiye'de Müzecilik, İstanbul, 1999, 30.
23 Hüseyin Karaduman, "Eski Eser Yasalarında Özel Müzeler Koleksiyonculuk Ticaret ve Müzayedeler",
Kuruluşunun 150. Yılında Türk Müzeciliği Sempozyumu III Bildirileri (24-26 Eylül 1996-İstanbul), Ankara
Genelkurmay Basımevi, 1997, s. 4-15.
24 Baki Öğün, Türkiyede Eski Eser Kaçakçılığı, Turizm ve Arkeolojik Kazılar", 50 Yıl Konferansları, A.Ü.
DTCF Yayını, Ankara, 1976, s. 2.

You might also like