You are on page 1of 139

HÜCRE

Robert Hook bir tüpün iki ucuna birer mercek yerleştirerek basit bir
mikroskop elde etmiştir. 1665 yılında mantar meşesinden [Quercus
suber (kuerkuse suber)] aldığı kesiti incelemiş ve gördüğü boşluklara
cellula (sellula, hücre) adını vermiştir.
Aynı yıllarda bilim insanı Anton van
Leeuwenhoek (Anton fan Lövenhuk) ve
arkadaşları; mikroskobu daha da geliştirerek su
içinde yaşayan tek hücreli canlıları, sperm
hücresini ve kan hücresini incelemeyi
başarmıştır.

Robert Hooke

Rudolph Virchow, Theodor Schwann ve


Mathias Schleiden daha sonra yaptıkları
gözlemlere dayanarak hücre teorisini ortaya
attılar.
Hücre teorisi ile ilgili çalışmalar:
1855 yılında eklenen yeni bilgilerle hücre teorisi aşağıdaki gibi
şekillendi.
• Bütün canlılar bir ya da daha fazla hücreden meydana gelir.
• Hücreler canlıların yaşama ve üreme yeteneğindeki işlevsel birimidir.
• Yaşamsal olaylar organizmaların yapı ve görev birimi olan hücrelerde
gerçekleşir (Tüm metabolik aktiviteler hücrelerde gerçekleşir)
• Hücreler kendinden önceki hücrelerin bölünmesiyle oluşur.
• Hücreler kalıtım materyali içerir ve bu kalıtım materyalini yavru
hücrelere aktarır.
• Hücre Görüntüleme Teknikleri
Hücre görüntüleme teknikleri, mikroorganizmaların (bakteri, virüs,
mantar, protozoa vb.) ve dokuları oluşturan hücrelerin
büyüklüklerinin belirlenmesini sağlamıştır.
Not: Hücreler yapı ve büyüklük bakımından farklılık gösterirler. Yumurta
hücreleri oval, kas hücreleri iğ, kemik hücreleri yıldız şeklindedir.

Hücreler su, mineral, protein, lipit, karbonhidrat ve nükleik asitlerden


oluşur.
Mikroskop, çıplak gözle görülemeyecek kadar küçük cisimlerin
mercekler yardımıyla büyütülerek incelenmesini sağlayan bir alettir.
Günümüzde laboratuvarlarda yaygın olarak ışık mikroskobu ve
floresan mikroskobu kullanılmaktadır.
Işık Mikroskobu
Bu mikroskopta kaynaktan gelen görünür ışık (beyaz ışık), incelenecek
örnek içinden geçerek objektif merceğine ulaşır. Işık objektifte
kırılarak oküler vasıtasıyla göze ulaşır. Işık mikroskobuyla ökaryot ve
prokaryot hücrelerin genel yapıları incelenir.
• Floresan Mikroskobu
Mikroorganizmaların ve hücrelerin farklı kısımlarını incelemek
amacıyla kullanılan bir mikroskoptur. Kanser hücrelerinin doku ve
organlardaki dağılımının tespitinde bu mikroskop kullanılmaktadır.
• Elektron Mikroskobu
Işık mikroskobuyla görülemeyecek kadar küçük olan virüsler ve
hücrenin bazı iç yapıları, elektron mikroskobuyla incelenir. Elektron
mikroskobunda görülebilir ışık yerine elektron demeti kullanılır.
Günümüzde yaygın olarak kullanılan iki farklı elektron mikroskobu
vardır. Elektron mikroskobunun keşfiyle hücrenin detaylı yapısı
hakkında daha çok bilgi sahibi olunmaya başlandı.
Geçirimli Elektron Mikroskobu
[TEM=Transmission Electron
Microscopy (Transmişın Elekron
Mikroskopi)]:
Hücre içi yapılar ve organeller
(ribozom, lizozom, peroksizom),
çekirdeğin çift katlı zarı ve golgi
aygıtının ayrıntılı iç yapısı detaylı
olarak incelenir.
Taramalı Elektron Mikroskobu [SEM=Scanning Electron
Microscopy (Skening Elektron Mikroskopi)]:
Hücrenin ve hücresel yapıların dış yüzeyinin doğal yapısı, üç
boyutlu olarak incelenir. TEM ve SEM oldukça yüksek teknoloji
ürünü olan mikroskoplardır.
Hücreler yapılarına göre prokaryot ve ökaryot olmak üzere ikiye ayrılır:

1) Prokaryot hücreler:
• Hepsi bir hücrelidir.
• Organel olarak yalnızca ribozomları vardır.
• Zarla çevrili çekirdek ve organelleri bulunmayan hücrelerdir.
• Kalıtım materyalleri sitoplazmada dağınık haldedir. Sitoplazmada DNA’nın
bulunduğu alana nükleer alan (nükleoid) da denir.
• RNA içerir.
• Bakterilerde hücre zarı dışında hücre duvarı bulunur.
• Bazılarında duvar dışında kapsül de bulunur.
• Bazı bakterilerde kamçı ya da pilus olabilir.
• Bazı bakterilerin sitoplazmalarında ayrıca plazmit denilen DNA parçaları
da bulunur.
• Ör: Bakteriler, arkeler
2) Ökaryot hücreler:
• Zarsız organelleri (ribozom, sentrozom), zarlı organelleri ve zarla
çevrili çekirdekleri vardır.
• Ör: Protista, mantarlar, bitkiler ve hayvan hücreleri…Tek ya da çok
hücreli olabilirler.
Ökaryot hücreler; sitoplazma, çekirdek ve hücre zarı olmak
üzere üç kısımda incelenir.

1. Sitoplazma:
Hücre içinin çekirdek dışında kalan kısmıdır.
Tüm hücrelerde bulunur.
Sitoplazma, organeller ve bunların içinde yer aldığı koyu
kıvamlı yarı akışkan (kolloidal) sıvı kısım (sitozol) dan oluşur.
Canlı, saydam, akışkan, yumurta akı kıvamında bir sıvıdır.
%65-90’ı sudur.
İçeriğinde enzimler, proteinler, yağlar, karbonhidratlar ,
hormon, RNA, ATP, organik bileşiklerin yapı taşları, atık
ürünler, mineral, tuzlar, iyonlar, vitamin, boşaltım artığı ve
büyük oranda sudan oluşur.
Ökaryot bir hücrenin sitoplazmasında DNA bulunmaz.
Ökaryot hücrelerde metabolik olayların bir kısmı sitoplazmada
bulunan serbest enzimler, bir kısmı da organeller tarafından
gerçekleştirilir.
Prokaryot hücrelerin zarla çevrili çekirdeği bulunmadığından hücre
zarı içerisindeki tüm kısım sitoplazmayı oluşturur. Prokaryot
hücrelerde yaşamsal faaliyetler, büyük oranda sitoplazmada
bulunan serbest enzimler tarafından yürütülür.
Sitoplazma içindeki organeller: Tek ve çok hücreli tüm canlılarda
sitoplazma içerisinde, yaşamsal faaliyetleri gerçekleştiren ve
organel adı verilen özelleşmiş yapılar bulunur.
Ribozom ve Protein Sentezi:
Ökaryot ve prokaryot tüm hücrelerde ortak olarak bulunan zarsız
organeldir (Olgun alyuvar hücrelerinde bulunmaz). Prokaryot
hücrelerde bulunan tek organeldir.
DNA’daki genetik şifreye göre aminoasitlerin dehidrasyonu ile
protein sentezler. Protein ihtiyacı fazlaca olan hücrelerde (örn:
pankreas) sayısı fazladır.
Ribozom organeli prokaryotlarda, kloroplast ve mitokondride 70 S;
ökaryotlarda 80S boyutundadır (S – SWEDBERG birimi olup,
molekülün büyüklüğüne bağlı olarak ultrasantrifüjlemedeki çökelme
katsayısıdır)
rRNA ve proteinden oluşur (nükleoprotein yapılıdır).
Ökaryot hücrelerin çekirdeçiğinde sentezlenir.
Ribozomda aminoasit sentezi olmaz.
Büyük ve küçük alt birim olmak üzere iki birimden oluşur. Bunlar
normalde ayrı ayrı bulunurken, protein sentezleneceği zaman bir
araya gelirler.

Ökaryotlarda sitoplazmada serbest halde, granüllü endoplazmik


retikulum (E.R) ve çekirdeğin dış zarları üzerinde, mitokondri ve
plastitlerde bulunur.
Serbest ribozomlarda genellikle sitoplazmada görev yapan
proteinler sentezlenir. E.R ve çekirdek zarına tutunan bağlı ribozomlar
lizozomu ya da hücre dışına atılacak protein yapıdaki salgıları
sentezler.
Tek veya çok sayıda birleşip inci tanesi gibi (poliribozom, polizom)
dizilebilir. Polizomlarda aynı proteinler üretilir.

Ribozomlarda gerçekleşen protein sentezi tepkimesi;


n(amino asit) → Polipeptit (protein) + (n-1) Su, şeklinde olduğuna
göre, ribozom etkinliği artmış bir hücrede;
• Amino asit miktarı azalır.
• Peptit bağı sayısı artar.
• Su miktarı artar.
• Turgor basıncı artar, osmotik basınç azalır.
• Dipeptit, tripeptit, … protein miktarı artar.
• Hücre pH'sı artar (Asitlik azalır)
• ATP miktarı azalır.
Sentrozom
Hayvan hücrelerinin birçoğunda, çekirdeğin hemen yanında
bulunan zarsız bir organeldir. Mantarlarda ve bitkilerin neredeyse
tamamında sentrozom bulunmaz.
Olgun alyuvar hücreleri, sinir hücreleri ve yumurta hücrelerinde,
çizgili kas hücrelerinde, gelişmiş bitki hücrelerinde (su yosunları, kara
yosunları, eğrelti otları hariç), prokaryotlarda sentrozom bulunmaz.
Bir sentrozom, birbirine dik olarak yerleşmiş iki adet sentriyolden
oluşur. Her bir sentriyol, dokuz adet üçerli mikrotübülden meydana
gelir.
• Sentriyoller hücre bölünmesi öncesinde eşlenerek iki katına çıkar
ve bölünme başladığında çekirdeğin iki karşıt bölgesine giderek
mikrotübülleri oluşturur. Bu mikrotübüller kromozomların
hareketini sağlayan iğ iplikleri olarak görev yapar.
• Hayvan hücrelerinde hücre bölünmesinde mikrotübüllerin
oluşumunu yönlendiren asıl merkez sentrozomdur.
• Kanser tedavisinde kullanılan yöntemlerden biri kemoterapidir.
Kemoterapide hücrelerin bölünmesini durduran ilaçlar kullanılır.
Bu tedavide kullanılan ilaçlardan bir grubu hücre bölünmesi
sırasında görevli olan mikrotübüllerin oluşumunu önler.
Sil, kamçı gibi ökaryot hücrenin hareketini sağlayan yapıların
oluşumunda sentrozom rol alır. Sentrozom bu yapıların dip
kısımlarında bulunur.

NOT:
• Siller hem bir hücreli hem de çok hücreli ökaryot canlılarda
bulunur. Siller kısadır, hareketi ileri-geri ve titreşerek sağlar. Hücre
yüzeyinde çok sayıda bulunur. Örneğin; memelilerde solunum
yollarının iç yüzeyini kaplayan hücreler sillidir. Bir hücrelilerden
paramesyumun su içerisinde hareketi sillerle sağlanır.
• Kamçılar, sillerden daha uzun olmaları ve dalga benzeri hareketi ile
farklılık gösterir. Hücrede bir ya da iki tane bulunur. Örneğin;
öglena ve sperm.
Endoplazmik Retikulum (E.R):
Hücre zarından başlayıp çekirdek zarına kadar uzanan hücre içi kanallar
sistemidir.
Çekirdek zarı endoplazmik retikulum zarlarının devamıdır.
Endoplazmik retikulumlar hemen hemen bütün ökaryot hücrelerde
bulunur (Olgun alyuvar hücreleri hariç)
Genel olarak, depolama, hücre hiçi madde iletiminden
sorumludur.
Ayrı ayrı odacıklar oluşturarak asit ve baz tepkimelerinin birbirini
etkilemeden oluşmasını sağlar.
Hücre bölünmesi sırasında parçalanır. Bölünme
tamamlandığında ise yeniden yapılır.
Hücreye desteklik sağlar
Hücre çekirdeğinin belirli bir bölgede sabit kalmasını sağlar
Lizozom , koful ve golgi aygıtını oluşturur.
Zarları üzerinde ribozom bulunup bulunmamasına göre ikiye
ayrılır: granüllü ve granülsüz (Düz) E.R.
Granüllü E.R (GER):
• Zarları üzerinde ribozomlar bulunur. Bu ribozomlarda sentezlenen proteinler ER içine
geçererek işlevsellik kazanır. Buradan golgi cisimciğine taşınır ve görevlerine göre
sınıflandırılırlar. Daha sonra hücre zarından geçerek ilgili bölgeye iletilirler. (Ör:
pankreasta insülin üreten hücreler)
• Proteinlere karbonhidrat ekleyerek hücre zarının yapısına katılan glikoproteinleri üretir.
• Granüllü endoplazmik retikulum hücrenin zar sistemlerini yapan fabrikalar gibi çalışır.
• Hormon ve sindirim enzimi gibi salgı proteinleri üreten hücrelerde bol miktarda bulunur.

Granülsüz (düz) E.R:


• Zarları üzerinde ribozom bulunmaz.
• Yağ, fosfolipit ve steroit sentezi, karbonhidrat sentezi (glikojen) yapar.
• Kas hücrelerinde kasılıp gevşemenin olması için kalsiyum iyonlarını depolar.
• Karaciğer hücrelerinde glikojenin serbest glikoz haline gelmesini sağlar.
• İlaçların ve zehirlerin etkisiz hale getirilmesinde rol oynar.
• Hücre zarı ile çoğu organelin zar yapısına katılan yağ moleküllerinin sentezinde görev
alır.
• ilaç ve alkollerin zehirleyici etkilerinin yok edilmesini sağlar.
• Steroit yapılı bazı hormonların sentezinde görev alır.
Golgi Cisimciği (Golgi aygıtı, golgi aparatı):
Tek zarla çevrili disk şeklinde üst üste dizilmiş yassı keselerden
oluşmuştur.
Düz endoplazmik retikulum tarafından üretilen Golgi zarları
üzerinde ribozom bulunmaz.
Sperm ve olgun alyuvar hücreleri hariç bütün ökaryot yapılı
hücrelerde bulunur
Golgi aygıtında materyallerin bulunduğu iki yüzey bulunur. Golgi
aygıtının bir yüzeyinden gelen, diğer yüzeyinde giden materyaller yer
alır.
Tükürük bezi hücrelerinde, hormon salgılayan bezlerde (hipofiz bezi),
solunum sistemi hücrelerinde ve bitkilerin bal özü, nektar üreten
hücrelerinde iyi gelişmiştir.
Endoplazmik retikulumlarda üretilen maddelerin büyük bir kısmı Golgi
aygıtında ayrıştırılır, depolanır ve paketlenir.
ER’den gelen protein, lipit, karbonhidrat gibi temel bileşenleri işleyip
farklılaştırarak; hücre zarının bileşenleri olan glikolipit, glikoprotein,
lipoprotein sentezler.
Ayrıca enzim, hormon gibi düzenleyicileri de sentezler.
Maddelerin hücre içinde sindirimini yapan lizozomların oluşumunda Golgi
aygıtı rol oynar.
Hücreler tarafından salgılanan birçok polisakkarit, golgide üretilir. Ör: bitki
hücrelerinin yaptığı pektinler ve selüloz olmayan diğer polisakkaritler bu
yolla hücre duvarına katılabilir.
Golgi aygıtındaki fonksiyon bozuklukları hücre için adeta yıkımdır. Bugüne
kadar etkin tedavi edilemeyen bazı hastalıklarda golgi aygıtında işlev
bozukluğu olduğu anlaşılmıştır. Ör; sinir hücrelerinde işlev kaybına neden
olan Alzheimer ve kistik fibrozis hastalığında golgi aygıtının hem yapısında
hem de işlevlerinde anormallikler olduğu ortaya konulmuştur.
Golgi aygıtından sentezlenen veya işlenen salgılar kesecikler halinde
sitoplazmaya verilir. Bu keseciklerden lizozom veya kofullar
oluşabilir.

Glikoprotein sentezi sırasında sırası ile;


1. Ribozom, protein sentezler.
2. ER, bunları golgiye taşır.
3. Golgi cisimciği, glikoz ile proteinleri birleştirerek glikoprotein
sentezi tamamlanır.
Lizozomlar ve Hücre İçi Sindirim:
sindirim enzimleri taşıyan, tek katlı zarla çevrili hücre organelidir.
Alyuvar dışında hayvansal hücrelerin tamamında ve Bazı
protistlerde bulunur. Gelişmiş bitki ve mantar hücrelerinde lizozom
yoktur.
Lizozomların içinde sindirim (hidroliz) enzimleri vardır. Bu enzimler
karbonhidrat, protein, yağ ve nükleik asit gibi büyük molekülleri
sindirir. Ancak glikoz, aminoasit, yağ asidi gibi moleküllere etki etmez.
Lizozomun içerisinde bulunan enzimler, granüllü endoplazmik
retikulumların yüzeyinde bulunan ribozomlarda üretildikten sonra
endoplazmik retikulumlar aracılığı ile Golgi aygıtına getirilir. Burada
yoğunlaştırılarak paketlenir ve kesecikler içine alınıp lizozom şeklinde
sitoplazmaya bırakılır.
Lizozom enzimleri, pH değerinin 5 olduğu ortamda aktiftir. Nötr olan
sitozolde görev yapmazlar.
Hücre içindeki yaşlanmış organelleri sindirilmesinde, Hareketsiz
kasların erimesi, kurbağa larvalarında kuyruğun kopması, mikropların
yok edilmesi, yaşlı dokuların ve alyuvarların yok edilmesinde
lizozomlar görev alır.
Lizozomlar, spermin yumurtaya girmesinde de etkilidir. Spermin uç
kısmında bulunan lizozoma benzer bir yapı (akrozom), yumurtanın dış
kısmında bulunan koruyucu örtüleri eritir.
Lizozomlar fagositoz ve pinositoz ile alınan maddeleri sindiren
organellerdir.
Lizozom faaliyeti sonucu parçalanması gereken maddeler
parçalanmadan zamanla lizozomlarda birikebilir. Bu maddeler yaşılılık
pigmenti adı verilen lipofuksin pigmentlerine dönüşür. Bu durum
deride kahverengi lekelerin oluşmasına yol açar.
Aşırı soğuk veya aşırı sıcağa maruz kalan deri hücrelerinde
yanıkların oluşmasının sebebi lizozomların parçalanmasıdır.
Lizozom patladığında hücre kendini parçalar. Buna otoliz denir.
Embriyonel gelişim sırasında el ve ayak parmak aralarının açılması,
tek parça hâlindeki göz kapaklarının iki eşit parçaya ayrılması ve
dişilerde rahim duvarının kalınlaşan kısımlarının atılması
lizozomların parçalanması sonucunda meydana gelen otoliz ile
gerçekleşir.
Bazı durumlarda hücreler kendi lizozomları tarafından kontrollü
olarak yok edilir. Buna otofaji denir.
Tay-Sachs hastalığında sinir hücrelerinin lizozomlarında lipitleri
sindiren enzimler eksiktir. Zamanla sinir hücrelerinde biriken lipitler,
hücrelerin fonksiyonlarının bozulmasına neden olur.
NOT: Lizozom hücre içi sindirimini sağlar. Hücre dışı sindirime
katılmaz. Lizozom, içinde bulunan sindirim enzimlerini kendisi değil,
ribozom üretir.
Peroksizom (Mikrocisimcikler)
Hem bitki hem de hayvan hücrelerinde bulunur.
İçerdiği 50’e yakın farklı enzimle birçok fonksiyon gerçekleştirir.
zehirli maddeleri yok eder.
Özellikle karaciğer peroksizomları sahip olduğu peroksidaz ve
katalaz enzimleri yardımıyla alkol, ilaç gibi zararlı maddelerin toksik
etkilerini yok eder.
Metabolizma faaliyetleri ve peroksizomda gerçekleşen tepkimeler
sonucunda oluşan ve zehirli bir madde olan hidrojen peroksiti
(H2O2), sahip olduğu katalaz enzimi ile zararsız su ve oksijene
ayrıştırır.
Bazı peroksizomlar yağ asitlerini mitokondrinin kullanabileceği daha
küçük moleküllere dönüştürür. Bu olay sırasında oksijen kullanılır.

Ökaryot bir hücrede oksijen tüketen iki organel vardır. Biri


mitokondri diğeri peroksizomdur.

NOT:
• Peroksizomlar, mitokondri gibi oksijen kullanan organeldir. Ancak
ATP sentezi yapmazlar.
• Peroksizomal enzimler sitoplazmadaki serbest ribozomlar tarafından
sentez edilir.
Koful :
• Tek katlı zarla çevrili içi sıvı dolu organeldir.
• Kofullar; hücre zarı, çekirdek zarı, lizozom, endoplazmik retikulum veya
golgi aygıtından oluşur.
• Hem bitki hem de hayvan hücrelerinde bulunur.
• Bitki hücrelerinde genellikle merkezi ve çok büyük bir koful bulunur.
Buna merkezi koful denir ve sadece bitkilerde bulunur. Ayrıca genç
hücrelerde kofullar daha küçüktür. Hücre yaşlandıkça koful büyür.
Kofulun içini dolduran sıvı kitleye koful öz suyu denir. Bitkide koful
özsuyu turgor basıncının oluşmasında etkilidir.
• Hayvan hücrelerinde koful, küçük ve çok sayıda olabilir.
• Kofullar hücrede madde alışverişinde, beslenme, sindirimde ve
boşaltımda görevlidir.
• Şeker ve aminoasitlerin geçici depo yeridir.
• Bitkide bazı kofullar sindirim enzimi içerir ve lizozoma benzer görevler
yapar.
• Tanin gibi organik atıklar için geçici depo görevi yapar. Yapraklar
döküldüğünde atıklar bitkiden uzaklaştırılmış olur.
• Ayrıca bazı bitki hücrelerinin kofullarında antosiyanin denilen renk
maddeleri (pigment maddeleri) bulunur. Bu pigmentler çiçek
yapraklarının ve meyvelerin rengini oluşturur. Özellikle siyah üzüm, kara
dut, çilek, kızılcık, vişne ve kiraz gibi meyvelerin sahip olduğu kırmızı,
mor, bordo gibi renkler antosiyanin pigmentleri sayesinde oluşturulur. Bu
pigmentlerin diğer önemli bir özelliği de çok kuvvetli antioksidan etkiye
sahip olmasıdır. Yani başta kanser olmak üzere bazı hastalıkların
oluşumunu geciktirici özelliğe sahiptir. Sonuç olarak bu tip koyu renkli
meyveleri tüketmek sağlık açısından oldukça önemlidir.
• Meyvelere renk vererek tohumun yayılmasında etkili olur.
• Bazı zehirli atıkları tuzlarla birleştirerek kristal şeklinde depolayıp zararsız
hale getirir
• Hücrelerde oluşum biçimi veya yaptıkları görevlere göre farklılaşırlar:
besin kofulu, boşaltım kofulu, kontraktil (kasılan) koful, depo kofulu,
salgı kofulu, sindirim kofulu

a) Besin Kofulu
Besinlerin endositoz yoluyla hücreye alınması sonucunda oluşan
keseciklere besin kofulu denir. Genellikle hücre içi sindirim yapabilen;
amip, paramesyum gibi bir hücreli canlılarda ve insanların akyuvar gibi
fagositoz yapabilen hücrelerinde görülür. Besin kofulundaki maddeler
lizozomlardaki sindirici enzimlerle parçalanır. Meydana gelen ürünler
sitoplazmaya geçer, geride kalan atıklar ekzositozla hücre dışına verilir.

b)Salgı Kofulu
Golgi aygıtında üretilen salgıların ve metabolizma sonucu meydana gelen
atık maddelerin hücre dışına verilmesini sağlayan keseciklere salgı kofulu
denir. Böcekçil bitkiler ve ayrıştırıcı mantarlar, sindirim enzimlerini salgı
kofulları oluşturarak ekzositozla hücre dışına verir.
c) Depo Kofulu
Özellikle bitki hücrelerinde görülen bir koful çeşidi olup hayvan
hücrelerinde küçüktür. Bitkilerde zehirli maddeler, metabolizma sonucunda
meydana gelen atıklar, boya maddeleri, köklerden suyla birlikte alınan
tuzun fazlası, zehirli maddeler ile organik asitler yaprak hücrelerinin
kofullarında biriktirilir ve sonbaharda yaprak dökümüyle bitkiden
uzaklaştırılır.
Bazı bitkilerdeki kofulların içinde su, yağ molekülleri ve hava depolanır.
Bitki kofulu şeker ve aminoasidi geçici olarak depo edebilir.
Bazı bitkilerin hücre kofullarında ise asit ve bazlarla renk değiştirebilen
boya maddeleri bulunur. Bu maddeler, çiçeklerdeki taç yaprakların ve
meyvelerin renklenmesinde etkilidir.
Bitki hücreleri olgunlaştıkça küçük depo kofulları birleşir ve tek büyük bir
kofula dönüşür .
d)Kontraktil (Kasılgan) Koful
Tatlı sularda yaşayan amip, paramesyum, öglena gibi ökaryotik tek hücreli
canlılarda hücre içine giren suyun fazlası, kontraktil kofullar yardımıyla hücre
dışına atılır. Bu olay sırasında ATP harcanır. Kontraktil kofullar, sitoplazmaya
doğru uzanan çok sayıda kol yardımıyla fazla suyu alarak biriktirir. Kofulun
etrafını saran ve kasılabilen ipliksi yapılar sayesinde zaman zaman kasılan
koful içerisindeki su bir miktar tuzla birlikte hücre dışına atılır. Bu sayede
hücre hemoliz (hücrenin fazla su alarak patlaması) olmaktan kurtulur.
Mitokondri ve ATP Sentezi:
• Prokaryot hücre yapısına sahip bakteri ve arkelerde, memeli olgun
alyuvarlarının dışında oksijenli solunum yapan tüm hücrelerde bulunur.
• Hücrelerde oksijenli solunumun yapılıp ATP’nin üretildiği organeldir.
Glikoz, yağ asidi, gliserol ve aminoasit gibi yapı taşlarına ayrılmış
moleküller mitokondrilerde ATP enerjisine dönüşür.
• Kas hücreleri, sinir hücreleri, karaciğer hücreleri gibi enerjiye fazla
ihtiyaç duyulan hücrelerde sayıca fazladır.
• Mitokondri, tüm insanlarda anasal olup yumurta ile yavruya aktarılır.
Döllenme sırasında spermle getirilen mitokondriler yumurtaya alınmaz,
kamçı ile birlikte atılır.
• Mitokondrilerin kendilerine özgü sınırlı bilgi taşıyan DNA’sı vardır. Bu
yüzden kendilerini eşleyebilirler. Çoğalmaları, hücrenin DNA’sının
kontrolündedir.
• Çift katlı zara sahiptir. Dış zarı düz, iç zarı kıvrımlıdır. İç zarın oluşturduğu
kıvrıma krista denir. Bu kıvrımlar sayesinde iç zar yüzeyi genişlemiştir. İç zarın
kıvrımları üzerinde oksijenli solunuma ait enzimler ve ETS elemanları
bulunur.
• Mitokondrinin içini dolduran sıvıya matriks denir.
• Matriks içinde su, mineraller, besinler ve mitokondriye özgü DNA (halkasal),
RNA, ribozom (70 S) ve enzimler bulunur. Kendisine özgü proteinler
sentezleyebilirler.
Mitokondri DNA’sının kimyasal ve fiziksel etkilerle bozulması, oksijenli
solunumda ATP sentezinin azalmasına neden olmaktadır. Buna bağlı
olarak hücrelerde yaşlanma ve ölüm gerçekleşmektedir.
O2’li solunum: C6H12O6 + 6O2 → 6 CO2 + 6 H2O + ATP + Isı
Mitokondride oksijenli solunum ile ATP üretildiğine göre, mitokondri
etkinliği artan bir hücrede;
• Enerji verici olarak kullanılan glikoz, yağ asidi ve gliserol gibi
monomerlerin miktarı azalır.
• O2 tüketimi artar.
• CO2 artar
• Yoğunluk azalır.
• pH düşer. Asitlik artar.
• Üretilen ATP artar. Isı artışı olur.
• H2O miktarı artar. Osmotik basınç azalır. Turgor basıncı artar.
Plastitler:
• Bitki hücrelerinde, alglerde, öglenada bulunur.
• Çift katlı zar sistemine sahiptirler.
• Üç tip plastit vardır: kloroplast, kromoplast, lökoplast.
• Üç plastit uygun şartlar altında birbirlerine dönüşebilir.
• Kloroplastlar ve kromoplastlar farklı tipte ve yapıda pigment
maddeleri (renk maddeleri) içerir. Ancak lökoplastlar pigment
bulundurmaz.
a. Kloroplast:
 Fotosentez yapan ökaryot (Bitki, alg, öglena,…) hücrelerde bulunur.
 Bitkilerin fotosentetik olan yeşil kısımlarında (yapraklar, genç
gövdeler, olgunlaşmamış sebze ve meyve) bolca bulunur.
Çift zarlı bir yapıdır.
İçini dolduran sıvıya stroma denir (sitoplazma benzeri bir sıvıdır.
Stroma sıvısında DNA (halka şeklinde), RNA, ribozom, nişasta ve
fotosentez enzimleri bulunur).
Tilakoit zar denilen üçüncü bir zar sisteminin üst üste dizilerek
oluşturduğu lamelli yapıya granum denir. Klorofil bu tilakoit zarlarda
bulunur. Granumlar, ara lamellerle birbirine bağlanarak güneş
ışığının daha fazla emilmesini sağlar. Bu da bitkinin daha fazla ışık
alması ve daha fazla fotosentez yapabilmesi demektir.
İhtiyaca göre çekirdeğin kontrolünde kendisini eşleyerek sayısını
arttırır.
Kloroplastın görevi, güneş ışığını soğurarak kimyasal enerjiye
dönüştürüp oksijen ve organik madde üretmektir.
Kloroplast da mitokondride olduğu gibi ATP üretimi yapılır. Bu
ATP’yi güneş enerjisini kullanarak sentezler (fotofosforilasyon)
Üretilen ATP besin (organik madde) sentezi için tüketilir. Hücrenin
metabolik faaliyetlerinde kullanılmaz.
 Fotosentezin gerçekleştiği kloroplast organelinin etkinliği artan bir
hücrede;
• CO2 miktarı azalır. Oksijen miktarı artar.
• pH artar. Asidik değer düşer.
• H2Omiktarı azalır. Turgor basıncı düşer, osmotik basınç artar.
• Monomer miktarı artar. Hücre yoğunluğu artar.
MİTOKONDRİ ve KLOROPLASTIN ORTAK ÖZELLİKLERİ
 Çift zarlıdırlar.
 ATP hem sentezlenir hem de harcanır (fosforilasyon- defosforilasyon)
 ETS’leri (Elektron Taşıma Sistemleri) vardır.
 DNA, RNA ve ribozomları vardır. Kendilerini eşleyebilirler.
 Enerji dönüşümü yaparlar.
 Protein ve enzim sentezlerler.
b. Kromoplast:
 Meyvelerde, yapraklarda, çiçeklerde, tohumlarda ve bazı bitki
köklerinde bulunur.
 Domates, çilek gibi bitkilerde likopen (kırmızı); limon, papatya gibi
bitkilerde ksantofil (sarı), havuç, portakal gibi bitkilerde karoten
(turuncu) gibi pigmentler bulunur.
 Kloroplastlar, kromoplasta dönüşebilir. Örneğin; sonbaharda
yaprakların dökülmeden önce sararmasının nedeni, klorofil
pigmentinin yapısının bozulması ve kloroplastların kromoplastlara
dönüşmesidir.
c. Lökoplast:
 Bitkilerin kök, gövde, tohum, yumru gibi kısımlarında bulunan renksiz
plastitlerdir.
 Fotosentez sonucu üretilen glikoz molekülleri lökoplastlarda nişasta
taneciklerine dönüştürülür Farklı bitki türlerinde lökoplastlar yağ ve
protein molekülleri de depolayabilir. Örneğin zeytin, fındık, avokado gibi
bitkilerin lökoplastlarında bol miktarda yağ; mercimek, fasulyenin
lökoplastlarında protein; patatesin lökoplastlarında ise nişasta
depolanır. Lökoplastlar uzun süre ışık aldığında kloroplastlara dönüşebilir.
 Işığın etkisiyle kloroplasta dönüşebilir. Örneğin patates yumrusunda
nişasta, baklagil tohumunda protein, ayçiçeği tohumunda yağ depolayan
lökoplastlar bulunmaktadır.
Hücre İskeleti:
Ökaryot hücrelere şeklini veren ve hücre içi organizasyonu
sağlayan yapıdır.
Hücre iskeleti olmasaydı hücreler basınçtan dolayı ezilirdi.
Hücre iskeleti;
• hücre bölünmesinde,
• endositoz ve ekzositoz olaylarında,
• organellerin sitoplazma içinde yer değiştirmesinde,
• çekirdeğin ve organellerin yerinin sabitlenmesinde,
• sitoplazma hareketlerinde görevlidir.
• Hücre duvarının oluşumunda,
• hücrelerin birbirine tutunmasında, hücreler arası
haberleşmede,
• sil ve kamçı oluşumunda,
• amip gibi hücrelerde yalancı ayak oluşumunda etkilidir.
• Ayrıca hücreye destek olur ve hücrenin şeklini belirler.
 Temel olarak üç temel yapıdan oluşur: mikroflament, ara filament,
mikrotübül.
Mikrofilament:
 Aktin denilen proteinlerden oluşur.
 En ince filamenttir.
 Esnek yapıda ve birkaç mikrometre uzunluğundadır.
 Kas doku liflerinin kısalıp uzamasını sağlarlar.
 Örneğin ince bağırsağın iç yüzeyini kaplayan ve besinlerin
emiliminde görev yapan çıkıntılar (mikrovillus) mikrofilamenttir.
 Hücre şeklinin korunması, kas kasılması, hücre hareketi (amipte
yalancı ayak oluşumu), hayvan hücrelerinin boğumlanmasında
görevlidir.
Ara filamentler:
Mikrofilamentten daha kalın, mikrotübülden daha incedir.
En kararlı olan hücre iskeleti elemanıdır.
Hücre şeklinin ve hücre içi yapıların sabitlenmesinde görev
alır.
Dış etkenlere karşı hücreyi korur.
Saç, tırnak vb. yapılarda sıkça bulunur.
Hücre şeklinin korunması, çekirdek gibi hücre içi yapıların
sabitlenmesinde görevlidir.
Aynı dokuya ait hücrelerin bir arada durmasını sağlar.
Mikrotübül:
 Hücre içinde devamlı oluşup ayrışabilen yapılardır
(mikrofilamentler gibi).
 Tübülin denilen proteinlerden oluşur.
 Yapıları sert içi boş çubuklar şeklindedir.
 Bitki hücrelerinde hücre duvarının yapısındaki selüloz liflerinin
düzenlenmesinde de rol oynar.
 Hücre şeklinin korunması, organel hareketleri, hücre bölünmesi
sırasında kromozom hareketlerinde görevlidir.
 Sil, kamçı, senriyol oluşumunu sağlar. Prokaryotlarda sil ve kamçı
bulunur fakat bu yapılar mikrotübül içermez
2. Çekirdek
 Ökaryot hücrelerde hücrenin yönetim, kalıtım ve bölünme
merkezidir.
 Hücre bölünmesinde, büyümesinde, gelişmesinde, madde
alışverişinde, onarımında ve hücresel metabolizmanın
düzenlenmesinde görevlidir.
 Kalıtsal özellikleri dölden döle aktarır.
 Hayatsal faaliyetlerin hızlı olduğu hücrelerde çekirdek oransal olarak
daha büyüktür.
 Olgun alyuvar hücrelerimiz çekirdeksizdir.
 Prokaryot hücrelerde çekirdek bulunmaz, kalıtım materyali
sitoplazmada dağınık halde bulunur.
 Bir hücredeki çekirdek sayısı ve çekirdeğin büyüklüğü hücrenin
tipine ve görevine göre değişir. Genellikle oval veya yuvarlak şekle
sahiptir. Genelde bir hücrede bir adet çekirdek bulunurken
paramesyum, bazı mantar hücreleri, insanların karaciğer ve çizgili
kas hücrelerinde birden fazla çekirdek bulunabilir.
 Çekirdek zarı, çekirdek sıvısı (plazması), çekirdekçik ve kromatin iplik
olmak üzere 4 kısımdan oluşur.
Çekirdek Zarı (karyolemma):
 Çekirdek sıvısı ile sitoplazmayı birbirinden ayırır.
 Çekirdeğe şekil ve direnç kazandırır.
 Çift katlı bir zar sistemidir ve E.R. ile bağlantılıdır.
 Sitoplazmaya bakan dış zar üzerinde ribozomlar vardır.
 İç zara desteklik sağlayan, şekil veren Nüklear lamina (protein
filamentler) vardır.
 Üzerinde por adı verilen açıklıklar vardır (hücre zarı porlarından
daha büyüktür).
 Porlar madde geçişini düzenler. Porlardan su, iyonlar gibi küçük
moleküller; protein, RNA, ATP gibi büyük moleküller geçebilir.
Çekirdekteki DNA’dan üretilen RNA’lar porlar aracılığıyla
sitoplazmanın sıvı kısmına geçerek protein sentezine katılır. DNA
dışarı çıkamaz.
Çekirdek Sıvısı (Karyoplazma):
 Çekirdek içini dolduran sıvıdır.
 Sitoplazmaya benzer. Fakat yoğunluğu daha fazladır.
 Su, protein, enzim, mineral, nükleotid, nükleik asit, ATP gibi gerekli
maddeleri içerir.

Çekirdekçik (Nukleolus):
 Kromatin ipliklerin özel bölümlerinin yoğunlaşmasıyla oluşur.
 Bileşiminde DNA, RNA ve proteinler vardır.
 Zarsız bir yapıdır.
 Ribozomal RNA’ların (rRNA) üretildiği ve geçici olarak depolandığı
yerdir.
 rRNA’lar sitoplazmadan gelen proteinlerle birleştirilerek ribozomun alt
birimleri oluşturulur.
 Çekirdeğin içinde bir veya daha fazla sayıda bulunur.
 Protein sentezinin fazla olduğu yerlerde çekirdekçik sayısı fazladır.
 Hücre bölünmesi sırasında kaybolur.
Kalıtım materyali:
Ökaryot hücrelerin çekirdek DNA’sı, histon proteinleriyle sarılı
hâlde bulunur. Nükleik asit ve proteinden meydana gelen bu genetik
materyale kromatin adı verilir.
Ökaryot bir hücrenin çekirdeğindeki genetik materyal kromatinler
hâlinde bulunur.
Bölünme sırasında kromatindeki DNA eşlenerek yoğunlaşır ve
kromozomlara dönüşür.
Kromozomlar birbirinin kopyası iki kromatit içerir. Çünkü, DNA
zinciri bölünme öncesi eşlenmiştir
 Canlının kalıtsal karakterlerini taşıyan kromozomlar hücrelerde türe özgü
sayıda bulunur. Örneğin insanda 46, nilüferde 160, köpekte 78 kromozom
vardır.
 Partenogenez ile çoğalan bazı canlılar hariç, aynı tür bireylerin kromozom
sayıları aynıdır. Ancak kromozom sayıları aynı olan bireylerin aynı tür
olduğu kesin değildir. Mesela insan, siyah moli balığı ve kurtbağrı ağacı
46’şar kromozom taşır. Ancak birisi insan, birisi hayvan, birisi de bitkidir.
 Kromozom sayısının vücut büyüklüğü ile ilgisi yoktur.
 Canlıların gelişmişliği ile kromozom sayıları arasında doğrudan bir ilişki de
yoktur. Örneğin insanda kromozom sayısı 46 iken, damarlı tohumsuz bir
bitki olan eğrelti otunda 500 tane kromozom bulunur.
 Canlıların benzerliği konusunda en önemli kriter, DNA şifrelerinin (gen
dizilimlerinin) benzer olmasıdır.
 Gen, belirli sayıda (yaklaşık 1500) nükleotitten oluşan ve en az bir
proteinin veya RNA’nın sentezinden sorumlu DNA parçasıdır.
 Nükleotitler bir araya gelerek geni, genler DNA’yı, DNA kromotin
ipliğini, bunlarda kromozomu oluşturur.
3. Hücre zarı (Plazma zarı):

Hücre zarının görevleri:


 Hücreyi dıştan sarar.
 Hücreyi dış etmenlere karşı korur.
 Hücreye şekil verir ve hücrenin bütünlüğünü korur.
 Hücreye madde giriş-çıkışını kontrol eder (seçici-geçirgen).
 Hücrelerin birbiriyle bağlantısını ve iletişimini sağlar.
 Yüzeyinde taşıdığı reseptörler sayesinde besin, hormon ve
mikroorganizmaların tanınmasını sağlar.
 Yapısında bulunan glikolipit ve glikoproteinler sayesinde hücreye
kimlik kazandırır (özgünlük).
 Yapısında bulunan glikoproteinler sayesinde diğer hücreleri
tanımasını sağlar.
Hücre zarının özellikleri:
 Esnek, saydam, ince, canlı (zarın seçici-geçirgen olması onun canlı
olduğunu gösterir), seçici geçirgen (yarı geçirgen) bir yapıdır.
 İki tabakalı fosfolipitten oluşmuştur.
 Çift lipit (fosfolipit) tabakası akıcı olup sürekli hareket hâlindedir.
 Üzerinde madde alışverişini sağlayan porlar bulunur.
 Hücre zarı seçici geçirgendir. Bir molekülün zardan geçip
geçemeyeceği ya da ne kadar kolaylıkla geçebileceği molekülün ve
hücrenin özelliğine bağlıdır.
 Hücre zarı esnek olduğu için şekil ve yüzey değişikliği gösterebilir.
 Ökaryot hücre zarında ATP sentezi olmaz.
Hücre zarının yapısı:
 protein, lipit ve karbonhidrat moleküllerinden meydana
gelmiştir.
 Bu moleküllerin genellikle zarda bulunma miktarları;
Protein (%55) > Lipit (%42) > Karbonhidrat (%3) şeklindedir
 Hücre zarının yapısı akıcı-mozaik zar modeli ile açıklanır (1972’de
S.J. Singer ve G.Nicholson). Bu modele göre zarda; iki sıra fosfolipit
tabakası ve fosfolipitlerin içine dağılmış proteinler vardır.
 Fosfolipitler zarın yapısında iki sıra hâlinde dizilir ve akıcılığı sağlar.
Protein molekülleri ise fosfolipit molekülleri arasına gömülüdür ve
mozaik görünümü oluşturur.
 Fosfolipitlerin baş kısmı fosfat-gliserol içerir ve dışa dönüktür. Yağ
asitlerinden oluşan kuyruk kısmı ise içe dönüktür. Fosfolipitlerin
hücre dışına ve sitoplazmaya bakan baş kısımları suda çözünür
(hidrofilik-suyu seven), iç tarafa bakan kuyruk kısımları suda
çözünmez (hidrofobik-suyu sevmeyen) yapıdadır. Proteinlerin sayısı
ve dağılımı hücreden hücreye farklılık gösterir.
Hayvansal organizmalarda hücre zarının yapısında bir lipit çeşidi olan
kolesterol bulunur. Kolesterol, zarın ortalama bir akışkanlıkta
olmasında tampon görevi yapar. Örneğin alkol veya çeşitli
kimyasallarla zarın akışkanlığı artarsa kolesterol ile bu akışkanlık
normal düzeyde tutulur.
 Zar lipitlerindeki doymuş yağ asitleri düz zincirlidirler, doymamış yağ
asitlerinin kuyrukları ise kıvrımlıdır. Zar lipitlerindeki doymamış yağ
asitlerinin kuyruklarında kıvrımlar artıkça zarlar daha gevşek
biçimde sıkışmaya başlar ve sonuçta daha akışkan olurlar.
 Karbonhidratlar hücre zarındaki yağlarla birleşerek glikolipid,
proteinlerle birleşerek glikoprotein şeklinde bulunur. Bunun
sağladığı avantaj ise hücrelerin birbirini tanıması, bağışıklık, özgüllük
ve seçici geçirgenliği sağlamaktır. Sayısı, çeşidi, dizilişi hücreden
hücreye değişim gösterdiğinden hücreye özel kimlik verir. Doku ve
organ nakillerinde bu yapıların uyumu esas alınır.
HÜCRE ZARINDAN MADDE GEÇİŞLERİ
 Maddelerin alınıp verilmesinde hücre zarının seçici geçirgen özelliği
rol oynar. Bu özellik maddelerin kontrollü geçişini sağlar.
 Hücre zarından madde geçişlerinde; maddenin büyüklüğü, elektrik
yükü, yağda veya suda çözünebilme özelliği ve konsantrasyonu
maddenin taşınma şeklini belirler.
Hücre zarı sayesinde;
 Glikoz, fruktoz, galaktoz, amino asit, yağ asidi, gliserol gibi küçük
organik moleküller ile su, mineral, iyonlar gibi inorganik küçük
moleküller diğer büyük moleküllere göre hücre zarından daha
kolay geçer.
 Nötr atomlar negatif iyonlara, negatif iyonlar da pozitif
iyonlara göre zardan daha kolay geçer. Örneğin klor iyonu (Cl-),
sodyum iyonuna (Na+) göre zardan daha kolay geçer.
 Yağı çözen ve yağda çözünen maddelerin zardan geçiş hızı, suda
çözünen maddelerin geçiş hızından daha yüksektir. Örneğin A, D, E,
K vitaminleri gibi yağda çözünen maddeler B, C vitaminleri gibi suda
çözünenlere göre; alkol, eter, benzen gibi yağı çözen maddeler ise
yağda çözünenlere göre zarı daha kolay geçer.
 Ayrıca solunum gazları da hücre zarından kolaylıkla geçer.
Küçük Moleküllerin Geçişi
1. Pasif Taşıma (difüzyona bağlı taşıma):
 Moleküllerin enerji harcanmadan, yoğunluk farkından dolayı hücre
zarındaki yağ tabakasından veya protein kanallarından doğrudan
geçmesi pasif taşımadır.
 Enerji harcanmaz. Gerekli enerji moleküllerin kendi kinetik
enerjilerinden sağlanır.
 Hem canlı hem de cansız ortamlarda gerçekleşir.
 Maddeler çok yoğundan az yoğun ortama doğru iki ortam
arasındaki denge sağlanıncaya kadar geçerler.
a)Difüzyon:
 Moleküller bulundukları ortamda hareket etme eğilimindedir.
Moleküllerin çok yoğun ortamdan az yoğun ortama doğru hareketine
difüzyon (yayılma) denir.
 Hareketin hızı molekülün katı, sıvı ve gaz oluşuna göre değişir.
 Difüzyonda hareketi sağlayan, moleküllerin sahip olduğu kinetik enerjidir.
Örneğin odanın bir köşesine damlatılan kolonyanın kokusunun kısa bir
süre sonra odanın diğer köşesinde de hissedilmesi gazların difüzyonudur.
Moleküllerin difüzyonu başlangıçta hızlı olmasına rağmen zaman
geçtikçe yavaşlar. Daha sonra ise difüzyon hızı sabit hâle gelir. Çünkü
artık ortamda birim zamanda yer değiştiren molekül sayısı
eşitlenmiştir.
 Basit difüzyon: Bazı moleküllerin, zarda bulunan fosfolipit tabakasından
zarın her iki tarafındaki yoğunlukları eşitleninceye kadar geçişidir. Enerji
harcanmaz ve taşıyıcı proteinler kullanılmaz.
 Basit difüzyon ile çoktan aza fosfolipit tabakasından geçebilen
moleküllerin bazıları:
-Lipid çift tabakadan difüze olabilen yağda eriyen moleküller; O2, CO2, N2, yağ
asitleri, kolesterol, steroid hormonlar (Kortizol, aldosteron, testesteron, östrojen
ve progesteron), A, D, E ve K vitaminleri
-Lipid çift tabakadan difüze olabilen suda eriyen küçük moleküller; su (az
miktarda), üre, gliserol, alkol.
Hatırlatma: Elektrik yüklü iyonlar ve suda eriyen büyük moleküller (glukoz,
fruktoz, galaktoz, amino asitler, nükleotidler ve bu temel ünitelerin uç uca
eklenmesi ile oluşan polisakkaritler, polipeptidler/proteinler, nükleik asitler,
iyonize fosfat içeren bileşiklerATP vs) ise lipit tabakadan hiçbir şekilde difüze
olamaz.
• Difüzyon hızını etkileyen çeşitli faktörler vardır.
• Yoğunluk Farkı: Difüzyonun gerçekleşeceği iki ortam arasındaki molekül
yoğunluğu farkı ne kadar fazlaysa difüzyon o kadar hızlı gerçekleşir.
• Sıcaklık: Difüzyonun gerçekleşeceği ortamın sıcaklığı arttıkça difüzyon hızı
da artar. Çünkü sıcaklığın belirli miktarda (optimum değerde) artması
moleküllerin kinetik enerjisini artırır.
• Difüzyon yüzeyi: Difüzyonun gerçekleşeceği yüzey alanı arttıkça difüzyon
hızı artar.
• Molekül Büyüklüğü: Molekül büyüklüğü küçük olan maddeler, büyük olan
maddelere göre daha hızlı difüzyona uğrar.
• Por Sayısı: Hücre zarındaki por sayısı ne kadar fazla olursa difüzyon da o
kadar hızlı olur.
• Yağda Çözünme Yeteneği: Yağda çözünen maddeler (bazı vitaminler), suda
çözünenlere göre zardan daha hızlı geçer.
• Elektriksel Yük: Nötr maddeler, iyonlara (yüklü maddelere) göre hücre
zarından daha hızlı geçer. Çünkü hücre zarı pozitif yüklüdür.
 Kolaylaştırılmış difüzyon: Glikoz, aminoasit gibi polar moleküller ve suda
çözünen kalsiyum, magnezyum, potasyum, klor gibi iyonlar fosfolipit
tabakasından basit difüzyonla geçemez. Bu moleküllerin taşıyıcı
proteinler (kanal proteinleri ve özgül taşıyıcı proteinler) sayesinde çok
yoğun oldukları ortamdan az yoğun oldukları ortama doğru ATP
harcanmadan taşınmasına kolaylaştırılmış difüzyon denir. Canlılık şart
değildir.
 UYARI: Zardaki taşıyıcı proteinler taşınacak moleküle özgüdür. Ör:
glikozun taşınmasını sağlayan taşıyıcı protein, bu molekülün izomeri
olan fruktozu taşıyamaz.
 Diyaliz: Seçilmiş moleküllerin seçici geçirgen zardan difüzyonuna diyaliz
denir. Diyaliz, bir çözeltideki çözünmüş belirli maddelerin, seçici geçirgen
zarın diğer tarafına konulan farklı bileşime sahip bir çözelti aracılığı ile
değiştirilme işlemidir.
 Diyaliz genellikle çözünebilen maddelerin konsantrasyonunu düşürmeyi
amaçlar. Böbrek hastalarında , böbrekler tarafından süzülüp atılamayan
zararlı maddeler ile suyun fazlası seçici geçirgen bir zardan geçirilerek
madde yoğunlukları özel olarak ayarlanmış diyaliz sıvısına alınır.
 Hemodiyaliz denilen bu işlem sırasında hastadan alınan kan, diyaliz
makinesi yardımıyla kanın içeriği düzenlenir ve hastaya geri verilir .
 Osmoz: Suyun yarı geçirgen zardan difüzyonuna osmoz denir. Seçici
geçirgen zar, suda çözünen büyük moleküllerin geçişine izin vermezken
suyun geçişine izin verir. Bu durumda su, çok yoğun olduğu yerden az yoğun
olduğu yere doğru geçer. İki ortam arasındaki yoğunluk dengeleninceye
kadar devam eder.

Su, polar bir molekül olduğundan hücre zarının fosfolipitleri arasından çok
zor geçer. Ancak birçok hücrede suyun hücre içine girişini sağlayan ve
akuaporin denilen kanallar bulunur.
 Hücrede çözünmüş maddelerin yoğunluğuna bağlı olarak ortaya çıkan su alma
isteğine osmotik basınç denir. Hücre içinde madde derişimi arttıkça ozmotik
basınç artar.
 Osmotik basınç, çözünen madde miktarı ile doğru orantılı; çözücü madde
miktarı ile ters orantılıdır. Çözeltideki çözünmüş madde miktarı ne kadar fazla
ise osmotik basınç o kadar yüksek ya da çözeltideki çözücü madde miktarı ne
kadar fazla ise osmotik basınç o kadar düşüktür.
 Su, daima osmotik basıncın yüksek olduğu yere doğru hareket eder.
 Ozmotik basınç arttığında hücre ortamdan su alır, ozmotik basınç düşer.
 Hücre içindeki suyun hücre zarına yaptığı basınca turgor basıncı denir.
 Bitki hücrelerinde bulunan duvar, hücre zarının turgor basıncı ile
parçalanmasını engeller.
 Turgor basıncının fazla olduğu hayvan hücreleri çeperleri olmadığı için patlar. Bu
olaya hemoliz denir.

 Turgor basıncının bitkilere sağladığı yararlar:


- Turgor basıncı bitkilerde gaz alışverişini sağlayan stomaların açılıp kapanmasıyla
da ilgilidir. Hücreye giren su miktarı artınca turgor basıncı da artar ve stomalar
açılır. Su miktarı azaldığında ise turgor basıncı azalır ve stomalar kapanır.
- Küstüm otunda yaprakların ve böcekçil bitkilerde kapanların hareketi, otsu
bitkilerde dikliğin sağlanması gibi olaylar turgor basıncının etkisiyle gerçekleşir.
- Uzun süre susuz kalan bitki hücrelerinde turgor basıncı azalır, bitkilerin
yaprakları ve çiçekleri solar.
 Osmotik basıncın fazla olduğu yerde emme kuvveti oluşur.
Derişimin fazla olduğu taraf düşük olduğu tarafa bir emme
kuvveti uygular.
 Emme Kuvveti=Osmotik Basınç- Turgor Basıncı

NOT: Lizozom, kloroplast ve kontraktil koful faaliyeti osmotik basıncın


artmasına, turgor basıncının azalmasına neden olurlar.
 Hücreye göre çözelti çeşitleri:
1) İzotonik çözelti:
 Hücre öz suyu ile aynı yoğunluğa sahip çözeltilerdir.
 İzotonik çözelti içine konulan bir hücrenin hacminde değişiklik olmaz.
Çünkü hücre ve ortam arasında osmoz olayı ile birim zamanda yer
değiştiren su molekülü sayısı eşittir.
 Örneğin göz ve burun damlalarının izotonik olması, tedavi sırasında bu
organlardaki hücrelerin plazmoliz veya turgor olmasını engeller.
 Vücudumuzda da hücre sitoplazması ile doku sıvıları izotoniktir. Ayrıca Kan
plazması, lenf sıvısı, serum fizyolojik hayvan hücreleri için izotonik
ortamdır.
 Hücrelerin yaşayabildiği derişime sahip ortamlar genellikle hücre için
izotoniktir.
2) Hipertonik çözelti:
 Sitoplazmaya göre daha yoğun olan (çözünen madde miktarı daha fazla
olan) çözeltilerdir.
 Hipertonik çözelti içine konulan bir hücre su kaybeder. Çünkü ortamın
osmotik basıncı daha yüksektir ve suyun hareket yönü hücreden ortama
doğrudur. Bir hücrenin bu şekilde su kaybetmesi olayına plazmoliz adı
verilir.
3) Hipotonik çözelti:
 Sitoplazmaya göre daha az yoğun olan (çözünen madde miktarı daha az
olan) çözeltilerdir.
 Plazmolize uğramış hücre, hipotonik bir çözeltiye konursa dış ortamdan su
alacağı için hücre hacmi artar. Hücre ilk haline döner. Bu olaya da
deplazmoliz denir.
2) Aktif taşıma:
 Küçük moleküllerin az yoğun olduğu ortamdan çok yoğun olduğu ortama
doğru enerji (ATP) harcanarak enzim ve taşıyıcı proteinler yardımıyla
taşınmasına aktif taşıma denir. Canlı hücrelerde görülür.
 Hem hücre içine hem de hücre dışında doğru olmak üzere çift taraflı
gerçekleşebilir.
 Pasif taşıma için yoğunluk farkı şarttır. Ancak aktif taşıma için yoğunluk
farkı şart değildir.
 Pasif taşıma olayı ile hücre ve ortamı arasındaki yoğunluk farkı zamanla
kaybolur. Ancak aktif taşıma ile yoğunluk farkı korunabilir.
 Su, hiçbir zaman aktif yolla taşınmaz; sadece osmozla yer değiştirir.
 Aktif taşıma hücrelerdeki yaşamsal olaylar için önemlidir. Aksi taktirde
difüzyonun etkisiyle hücre içi ve dışı arasındaki madde derişimi eşit
olurdu.
 Aktif taşıma mekanizması çalışmazsa aksaklıklar oluşur. Ör:sistik fibrozis
hastalığı
Örneğin;
• Bir tatlı su algi olan Nitella’da (Nitella) potasyum iyonlarının
hücre içinde dış ortamdan 1.000 kat daha fazla bulunması
aktif taşıma ile gerçekleşir.
• Sinir hücrelerinde uyartının iletilmesinde görevli Sodyum-
potasyum pompasının çalışması,
• Kasların kasılıp gevşemesi,
• Böbrekten süzülen yararlı moleküllerin dolaşıma geri emilimi,
• Sindirim ürünlerinden bazılarının bağırsaktan emilimi, aktif
taşıma ile gerçekleşir.
Büyük Moleküllerin Geçişi
 Bazı moleküller hücre zarından pasif ya da aktif olarak taşınamayacak
kadar büyüktür. Bu durumda endositoz veya ekzositoz adı verilen
mekanizmalar yardımıyla taşınım sağlanır.
 Her iki olayda da yoğunluk farkına bağlı olmaksızın tek yönlü taşıma
gerçekleşir.
 Taşıma sırasında ATP harcanır.
 Enzimler kullanılır.
 Canlı hücrelerde gerçekleşir.
1) Endositoz:
 Büyük moleküllerin hücre zarının içeriye doğru çökmesiyle oluşan cepler
yardımıyla enerji harcanarak hücre içine alınmasına endositoz denir.
 Bakteri, bitki (bazı istisnalar hariç) ve mantar hücrelerinde hücre duvarı
endositozu engeller.
 Endositoz sırasında hücre zarının bir kısmı koparak koful oluşumuna
katıldığı için hücre zarı yüzeyi küçülür.
 Endositoz olayında enzimler görev alır ve ATP harcanır.
 Endositoz, fagositoz ve pinositoz olmak üzere iki şekilde gerçekleşir:
a)Fagositoz:
 Büyük moleküllü katı partiküllerin hücre zarının uzaması ile oluşan yalancı
ayaklar yardımıyla hücre içine alınmasıdır.
 Yalancı ayakların sardığı besin molekülü, zarın oluşturduğu bir cep içine
alınır ve cep koparak sitoplazmaya geçer. Oluşan keseye besin kofulu
denir.
 İnsan vücudundaki akyuvarlar, yabancı mikroorganizmaları bu yolla yok
eder. Amip, öglena, paramesyum gibi tek hücreli ökaryot canlılar besinleri
fagositoz ile hücre içine alır.
b)Pinositoz:
 Hücre zarındaki porlardan geçemeyecek kadar büyük moleküllü ve suda
çözünebilen maddelerin alınmasına pinositoz denir.
 Pinositoz hücre zarından gelişen cepler yardımıyla gerçekleşir. Hücre
dışındaki sıvı damlacıkları, pinositoz cebinin iki ucunun birleşmesiyle oluşan
besin kofulu içerisinde sitoplazmaya alınır.
 Pinositoz cepleri fagositoz ceplerinden daha küçüktür.
 Kan yoluyla taşınan hormonların ilgili doku hücreleri tarafından alınması
genellikle pinositozla olur. Ayrıca, enzimler, bazı virüsler, antikorlar vb.
pinositozla hücre içine alınır.
NOT:
Reseptör bağımlı endositoz

 Hücre içine alınacak moleküller hücre zarında bulunan reseptörlere bağlanır.


 Zar, reseptörlerin olduğu bölümde içe doğru kıvrım yapar ve bu kıvrım zardan ayrılarak
sitoplazmaya geçer.

 Kolesterol insan hücrelerine reseptör bağımlı endositozla alınır.Bu reseptörlerin eksik ya da


kusurlu olması yüksek kolesterol hastalığına neden olabilir.
2) Ekzositoz:
 Hücre içinde bulunan büyük moleküllü maddelerin enerji harcanarak
kofullar yardımıyla endositozun tersi bir yöntemle hücre dışına verilmesine
ekzositoz denir.
 Hücrede üretilen enzim, hormon, tükürük, süt gibi salgılar ve atık maddeler
ekzositoz ile hücre dışına verilir.
 Ekzositozda koful zarı, hücre zarı ile birleştiğinden hücre zarının yüzeyi
büyür.
 Bakteriler ve arkeler, zarlı organeller oluşturmadığı için endositoz ve
ekzositoz yapamaz. Mantar ve bitki hücreleri, ekzositoz yapabilir. Örneğin
sindirim enzimleri, böcekçil bitkilerde ve ayrıştırıcı (çürükçül)
mantarlarda bu yolla hücre dışına verilir.
Hücre zarının farklılaşmasıyla oluşan yapılar:

Sil: Siller hem bir hücreli hem de çok hücreli ökaryot canlılarda bulunur. Örneğin,
memelilerde solunum yollarının iç yüzeyini kaplayan hücreler sillidir. Bir hücrelilerden
paramesyumun su içerisinde hareketi sillerle sağlanır.
Kamçı: Kamçılar, sillerden daha uzun olmaları ve dalga benzeri hareketleriyle farklılık gösterir.
Hücrede bir ya da iki tane bulunur. Örneğin bazı bakterilerde, öglena ve memeli
spermlerindeki hareket kamçı ile sağlanır
Pinositoz cebi: Porlardan geçemeyecek kadar büyük sıvı besinlerin alınmasında hücre zarında
oluşan geçici çöküntülerdir. Hayvansal hücrelerde görülür.
Hücre Duvarı:
 Bakterilerde, arkelerde, mantarlarda ve bitkilerde hücre zarının
dışında hücre duvarı da bulunur.
 Hücre duvarı, cansız, hücre zarına göre daha kalın ve dayanıklı
(esnek değil)’dır.
 Mekanik etkilere karşı korur.
 Şekil verir.
 Cansız olduğundan tam geçirgen özelliğe sahiptir.
 Bakterilerde hücre duvarı peptidoglikan,
 Arkelerde ise hücre duvarı çoğunlukla protein içeren
pseudopeptidoglikan (yalancı peptidoglikan),
 Mantarlarda kitin,
 Bitki hücresindeki hücre duvarında ağırlıklı olarak selüloz ve bazı
polisakkaritler (pektin, lignin, suberin gibi) bulunur. Bitki
gövdesinin dayanıklılığına katkıda bulunur, Bitkiyi turgor basıncına
karşı korur.
SORU:
Tatlı sularda yaşayan amip, hipertonik bir deney ortamına alındığında;
I.Su alıp şişer.
II.Plazmolize uğrar.
III.Kontraktil kofulları çalışmaz.
İfadelerinden hangilerinin gözlenmesi beklenmez?

A)Yalnız I B)Yalnız II C)I ve II D)II ve III E)I, II


ve III

SORU:
Hücre zarından kolaylıkla geçebilen glikoz molekülleri;
I.Aktif taşıma
II.Difüzyon
III.Osmoz
Yollarından hangileriyle hücre içine girerek ozmatik basıncı
artırabilir?

A)Yalnız I B)Yalnız I C)I ve II D)II ve III E)I,II ve III


SORU:
Hücre zarında madde taşınmasıyla ilgili olarak
I.Osmoz
II.Difüzyon
III.Aktif taşıma
IV.Fagositoz
V.Pinositoz
Mekanizmalarından hangileri küçük moleküllerin taşınma biçimidir?

A)II ve III B)II ve IV C)II, III ve IV D)I,II ve III E)IV ve V


Çok Hücreli Canlılarda Hücresel
Organizasyon
• Bazı bir hücreli ökaryot canlılar çok hücreli kümeler oluştururlar.
• Kolonilerde giderek artan hücre özelleşmeleri koloni topluluğundan
gerçek çok hücrelilere geçişi sağlamıştır.
• Koloniyi oluşturan hücreler, jelatinimsi bir madde içerisinde
sitoplazmik köprülerle birbirine bağlanmıştır.
• Bir hücreli yada çok hücreli sayılmazlar,geçiş formu olarak
görülürler.
• Pandorina, Eudorina, Volvoks
Pandorina
• En basit koloniye örnektir.
• 16 hücreden oluşur.
• Tüm hücrelerin yapı ve fonksiyonları aynıdır.
• Hücreler arası iş bölümü (iş birliği) yoktur.
• Kamçıları sayesinde ve uyum içinde hareket ederler.

Eudorina
• 32 hücreden oluşur.
• Pandorina kolonisinden daha gelişmiştir.
• İlk defa ön ve arka kavramı görülür.
Volvoks
• En gelişmiş koloni örneğidir.
• 8000-40.000 hücreden (yeşil algden) oluşur.
• Hücreler arasında özelleşme ve iş bölümü vardır.
• Üremeden, fotosentezden ve hareketten sorumlu özelleşmiş hücreler
bulunur.
Endosimbiyozis Hipotezi (Endosimbiyotik
Hipotez)
• Ökaryotların prokaryotlardan farklılaştığı düşünülmektedir.
• Hücre zarı içeri doğru katlanmalar yaparak çekirdek zarını
oluşturmuştur.
• Endosimbiyozis hipotezine göre mitokondri ve kloroplast
organelleri de bu olaya benzer şekilde oluşmuştur;
• **Oksijenli solunum yapan mor bakteri(prokaryot canlı)+ ilkel
ökaryot canlı ortak yaşamı mitokondriyi oluşturmuştur.
• Siyanobakteri(fotosentez yapan bir prokaryot)+ ilkel ökaryot canlı
ortak yaşamı kloroplastı oluşturmuştur.
Hücre Teknolojileri
• Hücre teknolojileri olarak tanımlanan gelişmelerle kök hücreler
tanımlanmış, onlardan faydalanma yolları aranmaya başlanmıştır.
• Ayrıca hücre ve doku kültürü ile ilgili çalışmalarda da önemli
gelişmeler kaydedilmiştir.
• Tedavisi imkansız hastalıklar için umut ışığı doğmuş, bir çok organın
yapay olarak üretilmesi sağlanmıştır.
Kök Hücre
• Doku ve organların oluşumunu sağlayan ana hücrelerdir.
• Kök hücreler henüz özelleşmediğinden farklı tipteki hücrelere dönüşebilir.
• İnsan vücudunda farklılaşmamış olan bazı hücrelerden, kök hücreler elde
edilebilmektedir. Bu hücreler sürekli çoğalabilir.
• Embriyonik, kordondan ve yetişkin olmak üzere kök hücre kaynakları
vardır.
• Embriyonik kök hücreler uygun ortamlarda kolaylıkla geliştirilebilir.
Farklılaşmadıkları için istenilen tüm kök hücrelere dönüştürülebilir.
• Yetişkinlerden elde edilen kök hücreler ise genellikle bulundukları doku ve
organlardaki hasarlı hücrelerin yerine yenisini üretmek için kullanılır.
• Yetişkinlerin kemik iliği ve kan hücrelerinde kök hücreler bulunmaktadır
• Günümüzde kök hücreler sağlık alanında; diyabet, parkinson, bağışıklık
sistemi hastalıkları, yanıklar ve organ nakillerinde kullanılmaktadır.
Hücre ve Doku Kültürü
• Hücrenin bulunduğu ortamdan alınarak vücut dışında üretilmesi
hücre kültürü olarak adlandırılır.
• Organ ve dokulardan alınan kısımların vücut dışında üretilmesi de
doku kültürü olarak adlandırılır.
• Üretim sırasında kullanılan çözelti içerisinde amino asitler, tuzlar, su
ve vitaminler bulunur. Bulunduğu ortamdan izole edilen hücre ve
dokular bir kapta çoğaltılır. Bu yöntemle yeni kök hücrelerinin üretimi
hedeflenmektedir.
• Hücre ve doku kültürü kanser tedavisinde, virüslerin incelenmesinde,
yaşlanmanın geciktirilmesinde kullanılmaktadır.
• Tedavisi mümkün olmayan hastalıklara bu teknolojideki gelişmeler ile
çözüm bulunacağı tahmin edilmektedir.
• Çeşitli doku ve organların yapay olarak üretilmesi bu teknolojiler ile
sağlanmaktadır.
• Günümüzde yapay kalp, yapay kalp kapakçıları, yapay kan damarları
gibi organ ve dokular üretilmiştir.
• Ökaryot bir bitki hücresinde
I. Kloroplast
II. Mitokondri
III. Sitoplazma
Yapılarının hangilerinde DNA molekülün bulunması beklenmez?
A) Yalnız I B) Yalnız II C) Yalnız III D) I ve II E)II ve III

I.Mitokondri
II.Kloroplast
III.Golgi Aygıtı
IV.Lizozom
Yukarıdaki organellerden hangileri bölünme yeteneğine sahiptir?

A)I ve II B)III ve IV C)I,II ve III D)II,III ve IV E)I,II,III ve IV


I.Kloroplast
II.Kromoplast
III.Ribozom
IV.Hücre çeperi
Yukarıdaki organellerden hangisi bir bitkinin tüm hücrelerinde görülür?

A)Yalnız I B)I ve II C)III ve IV D)I,II ve III E)I,II ve IV


2011 ygs
BİLİMSEL YÖNTEM
 Bilimsel yöntem, bir problemi çözmek amacıyla gerçekleştirilen;
mantık, ölçme, gözlem ve deneylere dayalı, sistemli çalışmaların
bütünüdür. Bilimsel yöntem bir sorgulama sürecidir. Bilimsel bir çalışma
yapılırken çoğunlukla şu sıralama takip edilir:
 Bilimsel bir problem, araştırmacının belirli bir durum veya olaya
ilişkin yaptığı gözlemler ve topladığı veriler sayesinde kendisini rahatsız
eden durumu net bir şekilde tanımlamasıdır.
 Gözlem, bir konu ile ilgili duyu organları ya da ölçme araçları kullanılarak
yapılan veri toplama sürecidir. Özel bir konu ile ilgili kayda alınmış bilgiler
veri olarak adlandırılır. Veri toplama bilimsel sürecin her aşamasında
yapılabilir. Gözlemler ölçme araçları kullanılmadan sadece duyu
organları ile yapılırsa nitel gözlem olarak adlandırılır. Ölçme araçları
kullanılarak yapılan ve sonuçları sayısal olarak ifade edilebilen gözlemlere
ise nicel gözlem denir. Örneğin “Zürafanın boyu uzundur.” ifadesi, nitel bir
gözlemken “Zürafanın boyu 4,5 metredir.” ifadesi nicel bir gözlemdir. Nitel
gözlemler, öznel olup kesin sonuçlar içermezken nicel gözlemler nesneldir
ve kesin sonuçlar içerir.
 Problem belirlendikten sonra hipotez olarak adlandırılan probleme ilişkin
geçici çözüm önerileri ileri sürülür. Hipotezler gözlem ve verilere
dayanan, sınanabilen ve sorgulanabilen önermelerdir.

 Hipotezlerden tahmin adı verilen mantıklı sonuçlar çıkarılır. Hipotezler


sonraki aşamada gözlem ve deneylerle test edilir. Deneylerde
gözlemlerden farklı olarak koşullar değiştirilebilir.

 Bilimsel çalışmalarda genellikle kontrollü deneyler tercih edilir.


Kontrollü deney, bir olayı etkileyecek faktörlerden sadece birinin
değiştirilip diğerlerinin sabit tutulmasıyla yapılan deneydir. Kontrollü
deneyde, deney grubunda test edilecek faktör değiştirilirken kontrol
grubunda tüm şartlar sabit tutulur.
 Deney sonucunda iki gruptan elde edilen veriler karşılaştırılır. Deneyde
etkisi araştırılan değişkene bağımsız değişken denir. Bağımsız değişkene
bağlı olarak değişen ise bağımlı değişkendir.

 Gözlem ve kontrollü deneylerin sonuçları bilim insanları tarafından


değerlendirilir ve yorumlanır. Veriler hipotezi destekliyorsa deneyler
tekrarlanır ve elde edilen sonuçlar diğer bilim insanları ile paylaşılır. Diğer
bilim insanları da aynı sonuçlara ulaşırsa hipotez gerçek hâline dönüşür.
Gerçek, herkes tarafından doğruluğu kabul edilen ve aynı şartlarda aynı
sonuçlara ulaşılan gözlemlerdir.

 Sonuçlar hipotezi desteklemiyorsa hipotez terk edilerek yeni bir


hipotez kurulur.

You might also like