You are on page 1of 82

TED Konuşmaları Başvuru Rehberi kitabında

şöyle yazıyor:
 «Bizi biz yapan hikâyelerdir. Bunu sözün

gerçek anlamıyla söylüyorum. Arkeoloji ve


antropolojinin bulgularına göre, insan
zihninin hikâye anlatımıyla birlikte evrim
geçirdiğine işaret ediyor.»

 «En iyi konuşmaların pek çoğunun hikâye
anlatımına demir atmış olması da şaşırtıcı
değil. Zorlayıcı açıklamalar ya da karmaşık
tartışmaların aksine, herkes hikâyelerle bağ
kurar.»
 Aynı kitapta sahneden hikâye anlatırken dört
ana şeyi vurgulamayı unutmayın deniyor:
 1.Konuyu dinleyicinizin empati kurabileceği

bir karaktere dayandırın.


 2. Merak, sosyal dalavere ya da hakiki bir

tehlike vasıtasıyla gerilim yaratın.


 3. Uygun düzeyde detay sunun. Çok azsa o
zaman hikâye canlı değildir. Çok fazlaysa
çıkmaza girer.
 4. İster komik ister duygulandırıcı isterse

açıklayıcı olsun tatmin edici bir çözümle sona


erdirin.
 Bu kurallara uyan bir öykü şöyle olur:
 Bir defasında sekiz yaşımdayken babam beni
balık tutmaya götürdü. Büyük bir fırtına
koptuğunda kıyıdan yedi kilometre uzakta
küçük bir kayıktaydık. Babam bana bir can
yeleği giydirdi ve kulağıma fısıldadı: «Bana
güveniyor musun, oğlum?» Kafamı salladım.
Beni kayıktan attı. Şaka yapmıyorum. Beni
öylece suya attı. Denize düştüm. Nefessiz
kalıp birden suyun yüzüne çıktım. Buz gibi
soğuktu.
 Dalgalar dehşet vericiydi. Azman gibi. Babam
da benden sonra daldı. Korku içinde minik
kayığımızın ters dönüp batmasını izledik.
Bunlar olup biterken bana sarılıyor ve her
şeyin yoluna gireceğini söylüyordu. On beş
dakika sonra Sahil Güvenlik helikopteri
göründü.
 Meğer babam kayığın hasarlı olduğunu
batacağını biliyormuş. Tam bulunduğumuz
noktaya onları çağırmış. Kayık ters
döndüğünde içinde mahsur kalma
riskindense beni açık denize atmanın daha iyi
olacağını düşünmüş. İşte bu, güven
kelimesinin anlamını nasıl öğrendiğimdir.
 Aynı hikâyenin nasıl anlatılmaması gerektiği:
 Güveni, sekiz yaşındayken uskumru avlarken
yakalandığımız fırtına sırasında babamdan
öğrendim. Fırtına vurmadan önce tek bir tane
bile yakalayamamıştık. Babam kayığın
batacağını biliyordu. Çünkü Saturn markalı
genellikle oldukça dayanıklı olan şişme
botlardan biriydi. Bir kez delinmişti ve babam
yine olabileceğini düşünüyordu. Her durumda
fırtına şişme bir bot için çok güçlüydü ve
halihazırda su alıyordu.
Bu yüzden bugün olmasa da o zamanlar 7/24
ulaşılabilir olan Sahil Güvenlik kurtarma
servisini aramıştı. Yerimizi onlara iletti ve sonra
suyun altında mahsur kalma tehlikesini
önlemek için bana bir can yeleği giydirip
kendisi atlamadan önce beni suya attı. Sahil
Güvenlik’in gelmesini bekledik hakikaten 15
dakika sonra helikopter göründü.-sanırım bir
Sikorsky MH-60 Jayhawk’tı. Sonrasında her şey
yolunda gitti.
 Birinci bölümde ana karakter ve kuşku
uyandıran dramatik bir durum var. İkinci
bölümde gereksiz detaylar çok buna karşılık
dev dalgalar gibi detaylar yok. En önemlisi de
hikâyenin özündeki anahtar ifade «Bana
güveniyor musun, oğlum?» kaybolmuş.
Öykünün Tanımı
Birkaç farklı şekilde tanımlanabilir:
 Olmuş ya da olabilmesi mümkün olayları
anlatan kısa yazılar.
 İnsan yaşamından gerçeğe uygun kesitler
sunan; bunu yere, zamana bağlayarak
yapan yazı türü.
 Olayları ve kişileri tek yönüyle ele alıp
anlatan, romandan daha küçük oylumlu
yazılar.
Edgar Allen Poe :

 “ Öykü bir tek oturuşta okunacak kısalıkta


olmalı ve bir tek etki yaratacak biçimde
düzenlenmelidir. Bu amaca hizmet
etmeyen hiçbir kelimeye izin verilmemeli,
öykünün sona erdiği kanısı yaratılmalıdır.”
 Dostoyevski’ye atfedilen “Hepimiz Gogol’ün
‘palto’sundan çıktık.” sözü, sadece Rus
edebiyatıyla sınırlı bir olguyu değil, genel
olarak dünya çapında modern öykünün
doğuşuna dair bir hakikati ifade ediyordu.
Nitekim modern biçimiyle öykü türünün
kurucuları Edgar Allan Poe ile birlikte Nikolay
Vasilyeviç Gogol’dür.
 Her ikisi de 1809 doğumlu olan yazarlar,
 yaklaşık olarak aynı yıllarda, belki de

birbirlerinden tamamen habersiz olarak öykü


türünün temellerini atıyorlardı. “Son edebî
buluş” olarak nitelenen öykü, bu iki ismin
ardından Guy de Maupassant ve Anton
Çehov’un çalışmalarıyla yaygın ve yerle şik bir
tür hâline gelecektir.
 Öykünün gelişmesi büyük ölçüde 18.
yüzyılda başlar. Bu, aynı zamanda romanın
da doğmaya başladığı dönemdir. Bununla
birlikte öykünün altın çağı 19. yüzyıldır.
 Öykü türünde bizim yazarlarımızı en çok
etkileyen dünya yazarları Maupassant ve
Çehov olmuştur.
 Pek çok kaynak Türk edebiyatında öyküyü
Dede Korkut Hikâyeleri ile başlatır.
 Ahmet Mithat Efendi, Nabizâde Nazım ile
birlikte Türk edebiyatında öykü türüne
 örneklik teşkil edebilecek çalışmalar ortaya
koyan isimlerdir. Onun anlatılarında
 geleneksel meddah hikâyelerinin üslubunu anımsatan
öğeler çokça yer alır. 19. asırda başarılı bir öykü
yazarı olarak öne çıkan Halit Ziya, Küçük Şeyler’in
kendi üzerindeki etkisini dile getirecektir. Servet-i
Fünun döneminde Mehmet Rauf, Hüseyin Cahit ve
Ahmet Hikmet gibi isimler de öykü yazarları arasına
katılacaktır.
 Daha sonraki yıllarda ise Refik Halit ve Ömer
 Seyfettin ile öykü türü güçlü atılımlar yapacak,

Cumhuriyet Döneminde Memduh Şevket


 Esendal ve Sait Faik Abasıyanık gibi ustalar edebiyat

tarihinde sahne alacaktır.


 Türk öyküsü
 için önemli bir dönüm noktası 1950’li yıllardır.

“1950 Kuşağı” olarak adlandırılan ve Ferit


 Edgü, Leyla Erbil, Bilge Karasu gibi isimlerin içinde

yer aldığı bir grup öykücü, teknik ve


 tematik açıdan birtakım deneylere giri şerek türün

gelişmesi ve yaygınlaşması adına önemli


 adımlar atmıştı.
 Tarık Buğra, Adalet Ağaoğlu, Füruzan, Nazlı Eray,
Rasim Özdenören, Mustafa
 Kutlu 1950 sonrasında öykü türünde eser vermi ş

müstakil ve önemli kalemlerden bazılarıdır.


 Son dönem Türk edebiyatında da öykü türünün

oldukça yaygınlık kazandığı görülmektedir.


 Türk edebiyatındaki yazarları arasında Ferit Edgü,

Tezer Özlü, Cemal Şakar ve Murat Yalçın gibi


isimleri sayabiliriz
Türk edebiyatında öykünün kaynaklarını kısaca şöyle
sıralayabiliriz:
 Destanlar

 Masallar

 Sözlü ya da yazılı halk hikâyeleri

 Dini menkıbeler

 Divan edebiyatındaki mesneviler

 Bin Bir Gece Masalları

 Dede Korkut Hikâyeleri


 Samipaşazade Sezai’nin Küçük Şeyler ve
Ahmet Midhat Efendi’nin Letaif-i Rivayat
öyküleri Türk edebiyatında bu türün ilk
örnekleridir.
 Kısa öykü, Ömer Seyfettin’le birlikte

bağımsız bir tür olmuştur. Ömer Seyfettin’in


Nadan, Yüksek Ökçeler, Pireler, Mermer
Tezgah, Pembe İncili Kaftan hikâyelerini
okumanızı tavsiye ederim.
Refik Halit Karay:
Memleket Hikâyeleri adlı eserinde Anadolu’nun
çeşitli yönlerini canlı ve etkileyici bir biçimde
aktarmıştır. Gurbet Hikâyeleri ise sürgünde
yazdığı hikâyeler olup gezdiği yerlerde
karşılaştığı garip insanları ve yaşadığı tuhaf
olayları anlatmıştır.
Memduh Şevket Esendal:
 Gösterişsiz bir anlatımın temsilcisidir. Çehov
öykücülüğündeki yaklaşım tarzını öykümüze
getirmiştir. Öykülerinde sade bir dil kullanmış
ve pürüzsüz bir söyleyişi tercih etmiştir.
Sait Faik:
 Yaşıyor gibi yazmıştır. “Yazmasam
çıldıracaktım.” diyen yazarın kimi öyküleri
yer yer röportaj havası taşır, bazı öyküleri
deneme tadındadır. Yaşayan kişileri
anlattığını öykülerinde hissettiren yazar,
canlı bir anlatıma sahiptir. Sokakları,
iskeleleri, istasyonları gezerek başıboşları,
mutsuzları, yalnızları, kimsesizleri anlatır.
Hikâye etme konusunda şöyle der:
“Sokakta, dükkânda, kalabalık bir yerde
durup herhangi bir adamın yüzüne
bakarak hayatının hiç olmazsa bir
kısmını hikâye etmek mümkündür.”
Haldun Taner:
 Hemen hemen bütün öykülerinde meddah
hikâyeleri anlatır gibidir. İroniyi, mizahı,
alaycı bir üslubu hikâyelerinde sıklıkla
kullanır, tiyatroculuk tecrübesini öykülerine
de aktarır.
Tanpınar:
 Yayımlanmış sadece 14 hikâyesi olmasına
rağmen kendine has bir hikâyecilik anlayışı
olduğunu söylemek mümkündür. Güç ve yavaş
yazdığını söyleyen, bazı hikâyelerini yayımlamak
için yazdıktan sonra yıllarca bekleyen Tanpınar
diğer türlerdeki eserlerinde olduğu gibi öykülerini
de rüya estetiği üzerine yazar. Ayrıntılar ve
sembollerle doludur, bu metinler; sabırlı ve estetik
anlayışı gelişmiş okuyucular için yazılmış gibidir.
 Şiirindeki hüznü, öykülerinde de sürdüren
Ziya Osman Saba
 Toplumcu gerçekçiliğin temsilcisi olan ve
öykülerinde de muhalif tavrını sürdüren
Orhan Kemal
 Daha çok durum öyküleri yazan sıkıntılı,
huzursuz ve yalnız kişileri anlatan Tarık
Buğra
 Türk insanının yaşadığı bunalımı eleştiri
ve mizah unsurlarını kullanarak anlatan
Oğuz Atay
 Bu isimlerin dışında Adalet Ağaoğlu, Ferit
Edgü, Bilge Karasu, Sevinç Çokum, Ayla
Kutlu, Cemil Kavukçu, Mustafa Kutlu,
Ayfer Tunç ve Murathan Mungan son
dönem Türk öykücülüğünün önemli
isimleridir.
ÖYKÜ TÜRLERİ

 Olay öyküsü
 Durum öyküsü
Olay Öyküsü:
 Serim, düğüm ve çözümden meydana gelir.
 Öykü kuvvetli bir olay üzerine kurulur. Her şey
onun etrafında döner. Okuyucu her an “Şimdi
ne olacak?” sorusunun peşinden gider.
 Bu tür öyküde şahıslar hayattan alınmakla
beraber sıradan insanlar değildir. Öykücü
onlara önemli kişilerin rollerini vermiştir.
 Ömer Seyfettin olay öykücülüğünün ustası
sayılabilir. Serim, düğüm ve çözüm
bölümlerine bağlılık göstererek Maupassant
tarzı öykücülükte ısrar etmiştir.
 Olay öykücülüğünün diğer usta isimleri Refik
Halit Karay, Reşat Nuri, Yakup Kadri,
Sabahattin Ali, Samim Kocagöz’dür.
Durum Öyküsü:
 Bu öykü tarzında klasik bölümler yoktur.
Öykü doğrudan durumun anlatılmasıyla
başlar. Öykünün bir sonucu bir çözümü
yoktur.
 Olaysız ve gerilimsizdir. Hayatın bir kesiti,
çok kısa bir anı alınır ve anlatılır. Klasik olay
öyküsündeki gibi entrikalar, çatışmalar,
ihtiraslar yoktur.
 İnsanlar olay içinde değil, yaşamlarındaki
belli bir kesit ya da içinde bulundukları bir
duruma bağlı olarak ele alınır.
 Öykünün kahramanları büyük arzuları
olmayan sıradan insanlardır.
 Durum öyküsü yapısal yönden öykücüye
geniş imkanlar sunar. Bu tür öyküler zaman
zaman deneme havasına bürünür. Şiirsellik
durum öyküsünün belirleyici bir özelliğidir.
Türk edebiyatında durum öyküsünün
öncüsü Memduh Şevket Esendal’dır. Sanatçı
öykülerinde olayları anlatmak yerine hayatın bir
bölümünü, bir kesitini anlatmıştır. Bunlar günlük
hayatın herhangi bir kesiti ve küçük insanların
hayatıdır. Öykücü Sait Faik Abasıyanık da
Çehov tarzını benimsemiştir.
ÖYKÜNÜN ÖGELERİ

 Olay ve Durum: Öyküyü oluşturan ögelerin


başında gelir. Her olay ya da durum bir
sorunu da birlikte getirir. Bu sorun, öykü
boyunca okurun ilgisinin canlı tutulmasına
yardımcı olur.
 Olay Örgüsü: Olayların belli bir amaca göre
düzenlenmesine denir. E. M. Forster:
 “Olay örgüsünün tanımını yapalım. Öyküyü
‘olayların zaman sırasına göre düzenlenerek
anlatılması’ biçiminde tanımlamıştık. Olay örgüsü de
olayların anlatımıdır. Ancak burada üstünde durulan
nokta, olaylar arasındaki neden-sonuç ilişkisidir.
‘Kral öldü, arkasından kraliçe de öldü’ dersek olay
olur; ‘Kral öldü, sonra üzüntüsünden kraliçe de öldü’
dersek olay örgüsü olur.”
 Kişi ve karakter: Romanlarda olduğu gibi
öykülerde de ister bir durum anlatılsın ister bir
olay dile getirilsin, anlatılanlar birileriyle ilgili
olacaktır, birilerinin başından geçecektir. Bu
kişilerin özlemleri, tutkuları, zaafları, hayata
karşı tutumları; olayları ve durumları
oluşturur. Kişilerin huy ve davranış özellikleri
romanda olduğu kadar ayrıntılı verilmez.
Karakterlerin tek boyutlu olduğunu söylemek
mümkündür.
 Mekan: Her olay belli bir mekanda geçer.
Mekan öykünün kurgusunu etkiler. Eudora
Welty:
 “Kahramanları ve olaylarıyla bir hikayeyi bir
yerden alıp başka yere götürün, elinizde
apayrı bir öykünün olduğunu görürsünüz.”
 Zaman: Olay ve durumların belli bir zaman
diliminde geçmesi gerekir. Zaten insan da
zamanla çevrelenmiştir. Öykülerde olayın
akışı her zaman kronolojik olarak
gerçekleşmez. Bazen öykü bir kişinin izinde
bulunduğu bir sorunla başlar. Sorunun
kaynağını göstermek için anlatıcı geriye
dönüşler yapar ve zaman ögesini farklı bir
şekilde kurgulayabilir.
 Bakış Açısı: Kurgusal bir eserde öyküyü
kimin nasıl anlattığı ya da anlatıcısının kim
olduğu son derece önemlidir. Öykünün akışı,
inandırıcılığı, etkisi hatta anlamı öyküyü kimin
anlattığına bağlı olarak değişiklik
gösterecektir.
1. İlk çeviri roman: Tercüme-i Telemak, Yusuf
Kâmil Paşa
2. İlk yerli roman: Taaşşuk-ı Talat ve Fitnat,
Şemsettin Sami
3. İlk edebi roman: İntibah, Namık Kemal
4. İlk realist roman: Araba Sevdası, Recaizade
Mahmut Ekrem
5.İlk psikolojik roman: Eylül, Mehmet Rauf
6.İlk köy romanı: Karabibik, Nabizade Nazım
Bir zamanlar bir kralın aklına şöyle bir düşünce geldi: "Eğer bir işe
ne zaman başlayacağımı; kimi dinleyeceğimi ve yapmam gereken
en önemli şeyin ne olduğunu bilseydim, girdiğim her işi başarırdım."
Aklına böyle bir fikir düşünce, krallığın dört bir yanına, kim kendisine
her iş için en uygun vakti, bu iş için en gerekli kişinin kim olduğunu
ve yapılması gereken en önemli şeyin ne olduğunu öğretirse ona
büyük bir mükafat vereceğini ilan etti.
Bilgeler, kralın huzurunda toplandı, fakat sorulara verdikleri cevaplar
birbirinden tamamen farklı çıktı. İlk soruya cevap olarak; kimileri, her
hareketin doğru vaktini bilmek için önceden günlerin, ayların, yılların
yer aldığı bir takvim hazırlamak ve sıkı sıkıya buna uyarak yaşamak
gerektiğini söylediler. "ancak böylece" dediler "her şey tam
zamanında yapılabilir".
 Diğerleri ise her hareketin doğru vaktine önceden
karar verilemeyeceğini, kişinin kendisini boş
eğlencelere kaptırmayıp hep daha önce olmuş olayları
izleyerek en lüzumlusunu yapabileceğini iddia ettiler.
 Bu defa başka bilginler de kral neler olup bittiğine ne
kadar dikkat ederse etsin, tek bir kişinin her hareket
için en uygun vakte karar vermesinin imkansız
olduğunu; kralın, her şeyin en uygun vaktini tespitte
ona yardım edecek bir bilge kişiler konseyi kurması
gerektiğini söylediler.
 Fakat bu defa da başka bilginler: "Bir konseyin
önünde beklemesi imkansız bazı şeyler vardır, bu
işlerin yapılıp yapılmayacağına ancak tek bir kişi
anında karar verebilir." dediler. "Buna karar
vermek içinse neler olacağını önceden bilmek
gerekir. Neler olacağını önceden bilenler de
yalnızca sihirbazlardır. Dolayısıyla her hareketin
doğru vaktini bilmek isteyen, sihirbazlara
danışmalıdır.
 İkinci soruya da aynı şekilde türlü türlü cevaplar
geldi. Kralın en fazla ihtiyaç duyduğu, en gerekli
kişiler bazılarına göre danışmanlar; bazılarına
göre papazlar; bir kısmına göre hekimler; daha
başka bir kısmına göre ise savaşçılardı.
 Üçüncü soruya, yani en önemli işin ne olduğu
konusuna gelince; bazıları dünyadaki en önemli
şeyin bilim olduğunu söyledi. Bir kısmı savaşta
ustalaşmak; daha başkaları da dinî ibadet dediler.
 Bütün cevaplar birbirinden farklı çıkınca, kral

bunların hiçbirisini kabul etmeyip hiç kimseye de


ödül vermedi. Ama halâ doğru cevapları aradığı
için, bilgeliğiyle ünlü bir münzeviye danışmaya
karar verdi.
 Münzevi, hiç ayrılmadığı bir ağaç kovuğunda
yaşar, yanına sade halktan başkasını kabul
etmezdi. Bu yüzden kral üstüne sade elbiseler
giyerek kendisini halktan biri gibi göstermeye
çalıştı ve yola düştü.
 Münzevinin kovuğuna yaklaştıklarında atından indi
ve muhafızını da geride bırakıp yola devam etti.
Kral yaklaşırken münzevi kovuğunun önüne çiçek
tarlaları kazıyordu. Kralı gördü, selamlayıp
kazmaya devam etti. Münzevi mecalsiz ve zayıf
birisiydi; küreğini toprağa her sokuşunda bir
parçacık toprak çıkarıyor, soluk soluğa kalıyordu.
Kral yanına gelip şöyle dedi.
 "Ey bilge münzevi, size üç sorunun cevabını
sormak için geldim. Doğru şeyi doğru zamanda
yapmayı nasıl öğrenebilirim? En fazla muhtaç
olduğum, dolayısıyla diğerlerinden fazla ilgi
göstermem gereken insanlar kimdir? En önemli ve
her şeyden önce kendimi vereceğim işler
nelerdir?"
 Münzevi kralı dinledi, ama cevap vermedi.

Avuçlarına tükürüp kazmaya devam etti.


 "Yoruldunuz" dedi kral, " Küreği bana verin de biraz
dinlenin." Münzevi, "Sağ olun" diyerek küreği krala
verip yere oturdu. Kral iki tarh kazdıktan sonra
durup sorularını tekrarladı. Münzevi yine cevap
vermedi; bu defa ayağa kalktı, elini küreğe uzattı ve
şöyle dedi: "Biraz dinlenin; bir parça da ben
çalışayım." Fakat kral küreği ona vermeyip kazmaya
devam etti.
 Bir saat geçti, bir saat daha. Güneş, ağaçların
ardından batmaya başladı; sonunda kral küreği
toprağa saplayıp şöyle dedi: "Ey bilge kişi, senin
yanına sorularıma bir cevap bulmak için geldim.
Eğer cevap vermeyeceksen, söyle de evime
gideyim".
 Münzevi, "Buraya koşarak birisi geliyor" dedi,
"bakalım kim?" Kral arkasına döndüğünde bir
adamın koşarak kendilerine doğru geldiğini gördü.
Adamın karnına bastırdığı ellerinin altından kan
sızıyordu. Kralın yanına ulaşınca, kendinden
geçercesine inledi, sonra da bayılıp yere düştü. Kral
ve münzevi, hemen adamın üstündeki elbiseleri
çıkardılar. Karnında büyük bir yara vardı. Kral
yarayı elinden geldiğince yıkadı, mendiliyle ve
münzevinin havlusuyla sardı. En sonunda kan
durdu, adam kendisine gelince içecek bir şey istedi.
 Kral dereden taze su getirip ona verdi. Bu arada
akşam olmuş hava soğumuştu. Kral, münzevinin
de yardımıyla yaralı adamı kovuğa taşıyarak
yatağa yatırdı. Yatağa uzanan adam gözlerini
kapatıp derin bir uykuya daldı.
 Kral, koşuşturmadan ve yapmış olduğu işlerden
öylesine yorulmuştu ki eşiğe çöktü ve uyuyakaldı;
kısa yaz gecesi boyunca deliksiz bir uyku çekti.
Sabah uyanınca nerede olduğunu, yatakta
uzanmış ve canlı gözlerle dikkatle kendisine bakan
yabancının kim olduğunu uzun süre hatırlayamadı.
Kralın uyandığını ve kendisine baktığını gören
adam; "Beni affedin" dedi, zayıf bir sesle. Kral, "Sizi
tanımıyorum, üstelik affedilecek bir şey yapmadınız
ki." dedi. "Siz beni tanımıyorsunuz, ama ben sizi
tanıyorum." dedi adam.
 "Ben, kardeşimi astırdığınız ve mallarını elinden
aldığınız için sizden öç almaya yemin etmiş bir
düşmanınızım. Tek başınıza münzeviyi görmeye
gittiğinizi öğrendim ve dönerken yolda sizi
öldürmeye karar verdim. Ama akşam olduğu halde
dönmediniz. Ben de sizi arayıp bulmak için
pusuya yattığım yerden çıkınca muhafızlarınıza
rastladım, beni tanıyıp yaraladılar. Onlardan
kaçtım, fakat yaramdan çok kan akıyordu. Yaramı
sarmasaydınız kan kaybından ölürdüm. Ben sizi
öldürmek istedim, siz ise hayatımı kurtardınız.
 Eğer yaşarsam şimdiden sonra en sadık köleniz olup
size hizmet edeceğim ve oğullarıma da aynı şeyi
emredeceğim. Affedin beni." Kral, düşmanıyla bu denli
kolay barıştığı ve onun dostluğunu kazandığı için çok
mutlu oldu; onu affetmekle kalmayıp uşaklarını ve
kendi doktorunu gönderip onun tedavisini
yaptıracağını söyledi, ayrıca mallarını iade edeceğine
de söz verdi. Yaralı adamla vedalaşan kral, kapının
önüne çıkıp münzeviyi aradı. Gitmeden önce, sormuş
olduğu sorulara cevap vermesini bir kez daha rica
etmek istiyordu. Münzevi dışarıda, bir gün önce
kazmış oldukları tarhlara çiçek tohumlarını ekiyordu.
 Kral ona yaklaştı ve şöyle dedi: "Sorularıma cevap
vermeniz için size son defa yalvarıyorum!"
 Yorgun dizlerinin üstünde çömelmeye devam

eden münzevi, gözlerini kaldırıp krala baktı ve,


"Cevabınızı aldınız" dedi. "Nasıl aldım? Ne demek
istiyorsunuz?" diye sordu kral.
 "Anlayamıyorsunuz" diye cevapladı münzevi.
 "Dün eğer benim dermansızlığıma acımayıp şu
tarhları kazmasaydınız, gidecek ve şu adamın
saldırısına uğrayacaktınız ve yanımda
kalmadığınıza pişman olacaktınız. Yani en önemli
vakit, tarhları kazdığınız vakitti; en önemli kişi
bendim ve en önemli işiniz bana iyilik yapmaktı.
Daha sonra bu adam yanımıza koşarak geldiğinde,
en önemli vakit onunla ilgilendiğiniz vakitti, çünkü
eğer onun yaralarını sarmasaydınız, sizinle
barışmadan ölecekti. Dolayısıyla en önemli kişi
oydu, en önemli iş de onun için yaptıklarınızdı."
 "Bundan sonra şu gerçeği unutmayın: Tek önemli vakit
vardır, içinde bulunduğunuz an. O an en önemli vakittir,
çünkü sadece o zaman elimizden bir şey gelebilir. En
önemli kişi, kiminle beraberseniz odur, zira hiç kimse
bir başkasıyla bir daha görüşüp görüşmeyeceğini
bilemez; ve en önemli iş iyilik yapmaktır, çünkü insanın
bu dünyaya gönderilmesinin tek sebebi budur."
 Söz konusu olan hikâye "İnsan Ne ile Yaşar?"
eserindedir…

 Türkçeye Fransızcadan geçen roman kelimesi, Latince
Romanus’ tan gelir ve ”Romalı” demektir. Roman,
olmuş, olması mümkün bulunan olayları etraflı şekilde
anlatan uzun yazı demektir. Bir bakıma büyük hikâyedir.
Nesrin hikâyeleme türlerinden, bir veya birkaç kitap
meydana getirecek uzunlukta olan roman, insanların
başlarından geçen veya geçebilir kanısı uyandıran
olayları yer ve zaman bildirerek anlatır.
 Bu türe dair, romanla karşılaştırmalı olarak yapılan
tarif ve tanımlarda sıkça bir hataya
 düşülmektedir: Roman ve öykü farkı; metin hacmi,

daha basit ifadesiyle; sayfa sayısı vb.


 kriterler çerçevesinde tarif edilegelmiştir.
 Ancak bu yaklaşım hem tür kuramları ve tür bilinci
açısından yanlıştır hem de edebiyat tarihine
bakıldığında hacim itibariyle kimi romanlara
yaklaşan veya kimi romanları geçen öykülere
rastlamak mümkündür.
 Özetle kısalık-uzunluk, roman-öykü ayrıştırması için
geçerli bir kriter değildir. O hâlde nelere dikkat
etmek gerekir?
 Türler arasında kıyas yapılırken anlatım teknikleri ve

zaman, mekân, olay örgüsü, kişiler gibi yapısal


elementlerin nasıl kullanıldığına dikkat kesilmek
daha doğru olacaktır.
 Virginia Woolf’un “Karakterler başlangıçta gençtir;
sonra yaşlanırlar, bir sahneden ötekine giderler;
durmadan yer değiştirirler” tespitini alıntılayan öykü
kuramcısı H. E. Bates, romandaki söz konusu
zamansal ilerlemenin ve bu ilerleme doğrultusunda
gerçekleşen dönüşümün roman türünün başlıca
özelliği olduğunu, ancak öykü için böyle bir
gerekliliğin olmadığını belirtir.
 Öyküde küçük bir parça haricinde zamanın hareket
etmesi elzem değildir. Öykü karakterlerinin roman
karakterleri gibi bir değişim-dönüşüm geçirmeleri de
gerekmez. Öykü kişileri özel bir isim almadan,
“kadın”,
 “gezgin”, “asker” gibi genel-geçer kimlikler ve

sıfatlarla da temsil edilebilir.


 Özetle; romanda zamansal hareketlilik esastır. Roman
karakterleri de Ian Watt’ın belirttiği gibi bu
zamansallık ilkesi bağlamında bir gelişim çizgisi
izlerler. (Watt, 2007, s. 23-28) Daha yalın ifadesiyle;
romanın başında bizi selamlayan A karakteri ile
romanın sonuna gelindiğinde karşımıza çıkacak olan
A karakteri, aynı kişiler değildir. Oysa öyküde
çoklukla bir karakterin belirli bir ândaki hâli
karşımıza çıkar.
 Romanları muhtevalarının yoğunlaştığı
konular bakımından macera, tarihi, töre,
psikolojik, biyografik, otobiyografik,
fantastik, bilim-kurgu romanları, ideolojik
romanlar gibi alt kümelere ayırmak
mümkündür.
 Tarihi roman: Tarık Buğra «Küçük Ağa» «

Osmancık»
 Namık Kemal’in «Cezmi» (Batılı anlamda ilk

tarihsel roman)
 Sosyal roman: Zülfü Livaneli « Mutluluk»
 Polisiye roman: Ahmet Ümit’in «Sis ve Gece»
 Tahlil romanı: Dostoyevski «Suç ve Ceza»
 Realist roman: Halit Ziya Uşaklıgil «Mai ve

Siyah»
 Bilim kurgu romanı: Asimov «Vakıf» serisi
 Bizde ilk yerli roman örneği olarak Şemsettin
Sami’nin Taaşşuk-ı Talat ve Fitnat isimli eseri
kabul edilmektedir.
 İlk edebi roman Namık Kemal’in İntibah
romanıdır.
 İlk realist roman Recaizade Mahmut Ekrem’in
Araba Sevdası romanıdır.
 İlk psikolojik roman Mehmet Rauf’un Eylül’dür.
 İlk köy romanı Nabizade Nazım’ın Karabibik’tir.
 Türk edebiyatında bu sahada önemli eserler
veren yazarlar:
 Mehmet Rauf, Hüseyin Rahmi Gürpınar,

Halide Edip Adıvar, Reşat Nuri Güntekin, Halit


Ziya Uşaklıgil, Yakup Kadri Karaosmanoğlu,
Tarık Buğra, Kemal Tahir, Yaşar Kemal, Orhan
Pamuk…
 Yaşamöyküsü demektir. Bir sanatçının,
yazarın ya da meşhur bir insanın hayat
hikâyesini anlatan yazı, metin, kitap diye tarif
edilebilir.
 Biyografiler bir yazı hacminde olabileceği gibi

bir kitap büyüklüğünde de olabilir.


 Biyografiler, geçmişten bugüne tezkire,

hadika, menakıbname, silsilename, monografi


gibi isimlerle adlandırılmıştır.
 Batı edebiyatlarında ilk ciddi örnekleri 16.
yüzyılda ortaya çıkan biyografiler, farklı bir
mecrada gelişmelerini sürdürmüş ve giderek
bir edebi tür halini almıştır.

Walter Isaacson’un «Steve Jobs», «Einstein:


Yaşamı ve Evreni», «Benjamin Franklin»,
«Leonardo Da Vinci»kitapları
 Rıdvan Akar’ın «Bir Dünya Kurmak» kitabı

örnek gösterilebilir.
Özyaşamöyküsü. Sanat, edebiyat, bilim, siyaset
Vb. alanlarda üne kavuşmuş kişilerin kendi
hayat hikâyelerini anlattıkları
metinlere/eserlere verilen ad.

Namık Ekin «İmkansız Yalnızca Bir Kelimedir»,


Barack Obama «Babamdan Hayaller»
Benazir Butto «Doğunun Kızı» örnek verilebilir.
 ADALI, Oya, Anlamak ve Anlatmak, Pan, İstanbul, 2003.
 ERTEM, Rekin- KOCAKAPLAN, İsa, Üniversitelerde Türk Dili
ve Kompozisyon, Kesit, İstanbul 2011.
 Hece Dergisi Türk Öykücülüğü Özel Sayısı, 46/47. sayı,
Ankara 2000.
 KARAAĞAÇ, Günay- Yavuzer, Hayati, Türk Dili ve
Kompozisyon, Okutman, Ankara 2011.
 LEKESİZ, Ömer, Kuramdan Yoruma Öykü Yazıları, Selis
Kitaplar, İstanbul 2006.
 ÖZDEMİR, Emin, Anlatım Sanatı, Remzi Kitabevi, İstanbul
2000.
 ÖZDEMİR, Emin, Eleştirel Okuma, Bilgi, İstanbul 2011.
 SARI, Mehmet, Türk Dili Ders Kitabı, Okutman, Ankara 2011.
 Karataş, Turan, Ansiklopedik Edebiyat Terimleri Sözlüğü,
Akçağ, Ankara 2004
https://www.turkedebiyati.org/tiyatro-turleri.html
Dersimiz bitmiştir. Teşekkür ederim.

You might also like