You are on page 1of 10

KAMU VE ÖZEL SEKTÖRDE YAPISAL OLMAYAN TEHLİKELER KONULU

MEVCUT DURUM VE RİSK DEĞERLENDİRME ÇALIŞMASI

Öncelikle 17 Ağustos 1999 ve 12 Kasım 1999 depremleri Marmara Bölgesinde büyük


can kaybına ve maddi hasarlara yol açmış, dünyanın en aktif deprem kuşaklarından biri
üzerinde yer alan ülkemizin depreme hazırlıksız olduğunu açık bir biçimde göstermiştir.
Depreme hazırlanmada önemli aşamalardan biri de bir depremde meydana gelmesi muhtemel
olan yer sarsıntısının belirlenmesidir. Böylece alınacak tedbirler bir bölgede yaşanması
muhtemel maksimum yer sarsıntısına göre planlanabilecektir. Yer sarsıntısının büyüklüğü bir
bölgede depremin yarattığı ivme ile ifade edilir. Bir depremin kaynağında üretilen elastik
enerjinin kaynaktan uzağa doğru yayılması esnasında nasıl azalacağı ve bunun belli uzaklıkta
ne kadar yer ivmesi yaratacağı deneysel formüller kullanılarak tahmin edilebilmektedir. Bu
çalışma İstanbul’u etkilemesi muhtemel bir depremde nerede ne şiddette bir yer sarsıntısı
oluşacağının belirlenmesini amaçlamıştır. Bunun için Marmara Denizi içerisinde mevcut aktif
faylar dikkate alınarak ve Coğrafi Bilgi Sistemleri kullanılarak kullanıcı kontrollü bir şiddet
belirleme sistemi geliştirilmiştir. Sistem daha detay verilerin girilmesi ile geliştirilebilir
niteliktedir. Senaryonun çeşitli faylar dikkate alınarak çalıştırılması ile elde edilen sonuçlara
göre İstanbul’un sahil şeridi ve yakın bölgeler olası bir depremde en büyük şiddetten
etkilenecek alanlardır.
Bir depremde bir bölgede yaşanan deprem şiddetini denetleyen çeşitli faktörler vardır.
Bunların en önemlileri depremin büyüklüğü ve kaynak mekanizması, deprem odağına olan
uzaklık ve zemin koşullarıdır. Deprem odağından salınan deprem dalgaları kayalar içerisinden
uzağa doğru hareket ettikçe kayalar tarafından soğurulur ve etkilerini kaybederler. Deprem
dalgalarının uzaklıkla azalması “azalım” adı ile bilinir. Azalım, deprem dalgalarının
kaynaktaki özellikleri ile kaynaktan itibaren takip ettikleri yolun değerlendirilmesi ile verilen
bir noktadaki yer sarsıntısının tahmin edilmesidir. Önceki deprem verilerine dayandırılmış
olan formüller kullanılarak bir depremin çevresinde yaratacağı ivme, buradan hareketle de
oluşabilecek şiddet belirlenebilmektedir.

İSTANBUL’UN ve BÖLGEMİZİN ZEMİN KOŞULLARI


Öncelikle yaşadığımız bölgede yapacağımız deprem risk yönetimi analizi ana konu
başlıkları temelinde değerlendirmemiz gerekmektedir. Tabiî ki bunun ile ilgili olarak bir ön
araştırma yapmamız gerektiğinin farkındayız bu nedenle bulunduğumuz bölge İstanbul
Avrupa yakası Gaziosmanpaşa bölgesi olduğu için çalışmalarımızı burada
yoğunlaştırmamızın bizler büyük bir önem ve bilgi birikimi sağlamaya yardımcı olacaktır.

Deprem Risk Bölge Haritası [1]

1
İstanbul, yer yer geniş yayılımlı ve oldukça kalın olabilen alüvyonlar ve yamaç
molozları ile tarihi bir yerleşimin ve hızla büyüyen bir metropol olmanın beraberinde getirdiği
yapılaşmanın bir sonucu olan suni dolgular dışında genel olarak kaya ortamı üzerinde yer
almaktadır. İstanbul’un üzerine oturduğu bu birimler zemin davranışı açısından üç grupta ele
alınabilir. Birinci grup Paleozoyik yaşlı kayalardan oluşur. Bu birimlerin ortak özelliği yaşlı
ve sağlam kayalardan oluşmasıdır. Bilhassa Avrupa yakasında Halkalı, Küçükçekmece ve
İkitelli civarlarında görülen Eosen yaşlı kireçtaşları da sağlam kaya niteliği nedeniyle bu
gruba dahil edilebilir. İkinci grup Mimar Sinan, Gürpınar ve çevresinde görülen Gürpınar
formasyonu, Karaburun formasyonu ve eşdeğerleri, Bakırköy, Gaziosmanpaşa, Bahçelievler
ve çevresinde görülen Üst Miyosen istifleri ile bilhassa Anadolu yakasında geniş yayılımlı
olan Belgrat formasyonunun tutturulmamış ya da çok zayıf tutturulmuş kırıntılılarından
oluşur. Bu grubun ortak özelliği genellikle killi, kumlu yer yer zayıf tutturulmuş nitelikte
birimleri içermesidir. Üçüncü grup ise genellikle zayıf zemin niteliği taşıyan alüvyon, yamaç
molozu ve suni dolguları içerir. İstanbul Paleozoyik istifi litolojik olarak kuvarsit, arkoz,
grovak, şeyl ve kireçtaşlarından oluşmaktadır. Tüm bu birimler orijinal niteliklerinin
korunduğu alanlarda son derece sağlam bir kaya ortamı, böylece de yerleşim açısından tercih
edilir bir özellik sergilemektedirler. Ancak bu birimlerin deformasyon esnasında kazanmış
oldukları kırık, çatlak fay ve makaslamalar ile atmosferik koşullar altında uğradıkları
değişiklikler yukarıda da değinildiği gibi orijinal kaya davranışının bozulmasına neden
olmuşlardır. Bilhassa zemin davranışı açısından önemli olan üst 30 metrelik zon içerisinde
görülen ayrışma ve alterasyonlar İstanbul’da mühendislik yapılarının inşasında karşılaşılan
büyük problemlere yol açmaktadır. Örneğin Anadolu yakasında geniş yer kaplayan Kurtköy
formasyonunun arkozları orijinalde sert-çok sert kaya niteliği taşımalarına rağmen yer yer
alterasyon sonucu tamamen kuma dönüşmüş olarak izlenmektedir. Bilhassa Avrupa yakasında
yaygın olarak görülen ve İstanbul’un tünel, metro, köprü gibi önemli mühendislik yapıları için
detaylı araştırılmış olan Karbonifer yaşlı grovaklar (Trakya formasyonu) yer yer aşırı çatlaklı
yapısının yanı sıra killeşme, ayrışma gibi ikincil etkilerle de kaya niteliğini yitirmiş olarak
bulunabilmektedir. İlksel niteliklerinin korunduğu alanlarda Vs hızı 1000-1500 m/sn veya
daha fazla olan birimde bu tür kesimlerde Vs hızı 200 m/sn ye kadar düşebilmektedir.
Paleozoyik istiflerdeki bu davranış farkı genellikle yatay ve düşey olarak çok ani ve hızlı
değişimler gösterebilmekte, aynı yapının farklı kesimlerinde bile çok farklı davranışlar ortaya
çıkabilmektedir. Bu örneklerden de anlaşılacağı gibi her ne kadar İstanbul’un büyük bir
kesimi kaya ortamı üzerinde bulunmakta ise de bu ortamın zemin davranışı çok sayıda faktör
tarafından hızla indirgenebilmektedir.
İstanbul’un bilhassa Avrupa yakasında görülen Çukurçeşme, Güngören ve Bakırköy
formasyonları gibi birimler zemin davranışı açısından Paleozoyik birimlerden farklı
özelliklere sahiptir. İTÜ Avrasya Yerbilimleri Enstitüsü Kuvaterner Çalıştayı IV 2003 166
Masif kayadan gevşek kuma kadar değişen litolojilerden oluşan ve çoğunlukla birbirleri ile
yanal ve düşey geçişler gösteren bu birimlerde Bakırköy formasyonundaki bazı erime yapıları
dışında ikincil etkiler genellikle önemsiz kalmaktadır. Bu birimler içerisinde zemin
davranışını etkileyecek başlıca ikincil etkilerin başında yer altı suyu gelmektedir. Örneğin yer
yer gevşek kumlardan oluşan Çukurçeşme formasyonunda sığ yer altı suyu varsa zemin
taşıma gücü son derece azalmaktadır. Bu tür örneklere Gaziosmanpaşa, Maslak, Eyüp gibi
ilçelerde yaygın olarak rastlanmıştır. Güngören ve Bakırköy formasyonlarında oturma,
heyelan gibi olumsuz etkiler yaygındır. Bu grup kayaların önemli bir özelliği de 1 ile 2.5
misline varan oranlarda zemin büyütmesine yol açmalarıdır. İstanbul’un kuzey kesimlerini
oluşturan ve Şile, Kilyos, Sarıyer civarlarında yaygın olarak mostra veren ve üzeri Miyosen
çökelleri ile örtülen Üst Kretase yaşlı volkanik istifler de farklı zemin davranışı gösteren
birimlerdendir. Bu istifin egemen litolojisi olan volkanitler genellikle şiddetli bir
alterasyondan etkilenerek kısmen ya da tümü ile killeşmişlerdir. Orijinalde masif kaya olan bu

2
birimler çoğu mühendislik çalışmalarında sert-orta sert kil olarak değerlendirilmektedir.
Alüvyonlar dere içerilerine özgü alanlarda yer almakla birlikte üzerlerinde yer yer yoğun
yerleşim görülmektedir. Gerek alüvyonlar gerekse benzer zemin davranışı gösteren örneğin
yamaç molozları gibi diğer birimler ve dolgular zemin davranışını olumsuz etkileyen
birimlerdir. Bunlarda zemin ve şev duransızlıkları, oturma, kabarma ve kayma olayları ile 3
misline varan zemin büyütmesi başlıca sorunları oluşturmaktadır. Çoğu çalışmada bu tür
birimler üzerinde yerleşimden kaçınılması tavsiye edilmektedir. Zemin davranışını etkileyen
faktörlerden biri de morfolojidir. Topoğrafya eğimi, bakış yönü, kayanın yapısal unsurları ile
topoğrafya eğimi arasındaki ilişki zemin davranışını etkilemektedir. Örneğin tabakalanma ile
topoğrafya eğiminin aynı yöne olması kaya akmalarına ya da heyelanlara yol açabilmektedir.
Diğer yandan ani topoğrafik değişimlerin deprem dalgalarının yayılmasında son derece etkili
olduğu ve bunların büyütülmesine yol açtığı bilinmektedir. Bu çalışma açısından ele
alındığında İstanbul’daki birimlerin depreme karşı davranışının nasıl olduğu önemli bir
sorundur. Birimlerin davranışını etkileyen ve bu etkinin ölçülmesinde önemli parametrelerden
biri Vs hızlarıdır. Vs hızları laboratuarda ya da yerinde ölçülebilen büyüklüklerdir. Bu
değerler aynı formasyon içerisinde yukarıda tanımlanan nedenlerle farklı bölgelerde ve farklı
derinliklerde hızlı değişim göstermektedir. Bu nedenle bir birim ya da bir yer için ortalama bir
Vs hızının verilmesi bir genellemeye yol açacağından senaryoda gerçekten farklı sonuçların
elde edilmesine yol açabilir. Yerel değerlerin kullanılmasında teknik açıdan bir zorluk
olmamakla birlikte daha çok bir test niteliği taşıyan bu tür bir çalışmada mümkün olduğunca
doğru bir ortalama değerlerin kullanılması uygun görülmüştür. Sistemin açık yapısı nedeniyle
gerektiğinde yerel değerler de bu sisteme kolayca entegre edilebilecektir. İstanbul’daki
formasyonların yerel ya da ortalama Vs hızlarının yayınlandığı bir çalışma bulunmamaktadır.
Bu değerler kısmen İstanbul Büyükşehir Belediyesi Zemin Deprem Müdürlüğünde mevcut
olup talep etmemize tarafımıza verilmemiştir. Bu nedenle hazırlanan senaryoda kullanılacak
Kuvaterner Çalıştayı IV 2003 İTÜ Avrasya Yerbilimleri Enstitüsü 167 değerler İstanbul’da
faaliyet gösteren bazı mühendislik büroları ve bazı belediyeler ziyaret edilerek toplanmış,
yerel koşullar da dikkate alınarak bunların ortalamaları alınmıştır. Ortalama alınırken farklı
katmanların doğrudan ölçülen Vs değerlerinin yanı sıra zeminin ilk 30 metresinde yapılan
sondajlardaki SPT (Standart Penetration Test) değerleri alınarak bunlara karşılık gelen Vs
değerleri de kullanılmıştır.[2]

Marmara’daki tüm fayların birlikte kırılması halinde beklenen eş şiddet haritası

3
GAZİOSMANPAŞA İLÇESİ TARİHSEL GELİSİMİ.
İstanbul'un geç dönem yerleşimlerinden olan ve daha önce Taşlıtarla ve Küçükköy
Mevkii olarak bilinen Gaziosmanpaşa, 1950'li yıllardan sonra gelişmiş, 1983 yılında da ilçe
yapılmıştır.
Gaziosmanpaşa ilçe alanı eskiden Eyüp ve Çatalca ilçelerinin sınırları içindeydi.
Bugün ilçe merkezinin bulunduğu güneydoğudaki topraklar 1950'lere kadar boştu. Eyüp ilçe
sınırları içindeki bu topraklar kıraç ve taşlı olduğundan halk arasında Taşlıtarla olarak
adlandırılırdı.
1950'den önce burada hayvancılıkla uğraşanların kurduğu ağıllarla bir kaç atölye tipi
imalathane vardı. 1952 yılında Balkan Göçmenlerine devletin yaptırdığı evlerle başlayan
Taşlıtarla serüveni, 1960'lı yıllardan itibaren sanayinin Rami ve Eyüp'e kaymasıyla korkunç
bir ivme kazanmış ve 2007 yılı itibariyle ortaya 1 milyon 13 bin kişinin yaşadığı dev
Gaziosmanpaşa ilçesi çıkmıştır. Bir bakıma Taşlıtarla, Gaziosmanpaşa ilçesinin çekirdeği
sayılmaktadır.
Taşlıtarla 1958'e kadar Eyüp'ün Rami Bucağı'na bağlı olan Küçükköy'ün bir
mahallesiydi. 1962'de yapılan bir araştırmaya göre Taşlıtarla'daki 18 bin gecekonduda
yaklaşık 90 bin kişinin yaşadığı tahmin edilmektedir. Nüfusun hızla artmasına bağlı olarak
Eyüp İlçesi'nde kurulan Göktepe Bucağı'nın merkezi durumundaki Taşlıtarla, 1963'te bucak
çevresindeki alanlarda oluşturulan Gaziosmanpaşa İlçesinin merkezi oldu ve bundan sonra
Gaziosmanpaşa adıyla anılmaya başladı.
Gaziosmanpaşa İlçesi'ne Rami Bucağı'nın ve Çatalca İlçesi'ne bağlı Hadımköy
Bucağı'nın bazı köyleri katılmıştır. 1970'den önce Çatalca'nın Tayakadın Köyü 1990
öncesinde yine Çatalca'nın kırsal bir yerleşmesi olan Yeniköy de bağlanınca Gaziosmanpaşa
İlçesi bölünmeden önceki sınırlarına kavuşmuştur.

4
En son olarak Türkiye İstatistik Kurumu tarafından yaptırılan Adrese Dayalı Nüfus
Kayıt Sistemi verilerine göre 1 milyon 13 binlik nüfusuyla Türkiye’nin en büyük ilçesi olmuş
ve bu sonuçla nüfus yoğunluğu bakımından, Türkiye’nin 64 ilini de geride bırakmıştır. Ancak
2008 yılı itibariyle Gaziosmanpaşa ilçesinden iki yeni ilçe, Arnavutköy ve Sultangazi ilçeleri
doğdu. Büyükşehir Belediyesi Sınırları İçerisinde İlçe Kurulması ve Bazı Kanunlarda
Değişiklik Yapılması Hakkındaki 5747 sayılı kanunla, Gaziosmanpaşa ilçesi üçe bölünmüş
oldu ve nüfus 460.675’e düştü. [3]

GÖZLEM VE ÇALIŞMALARIMIZ RİSK BİLEŞENLERİ.


Görüldüğü gibi İlçe tarihsel anlamda uzun bir geçmişe sahip olmakla birlikte yerleşim
ve yapılanmanın sorunları da beraber getireceği açıktır. Eski bir yerleşim yeri olan
Gaziosmanpaşa depreme karşı yaş faktöründen etkilenecek ilçelerden biri olarak
gözükmektedir. Oldukça yoğun bir konut potansiyeline sahip olan ilçe merkezimizde
binaların yaşı tahminen % 30’ a yakın bir bölümünün 50, 60 gibi olduğundu öğrendiğimizde
nüfus yoğunluğunun da dikkate değer bir oranda olması riskin ne kadar ciddi olduğunu fark
ediyoruz. Bu nedenle bizleri ilgilendiren konular böyle tarihsel bir ilçenin depreme karşı
binaların genel durumunu gözlemlemek oldu. İlk dikkatimizi çekenle ise; İstanbul'da kaçak
yapılaşmanın olduğu bölgelerden belki de etkisini en fazla gösteren ilçemiz olduğunu
söyleyebiliriz. Binalara şöyle bir baktığımızda görüyoruz ki genelde binaların zeminleri
sağlam değil. İlçeye göçen aileler önce başını sokabileceği, barınabileceği tek katlı ev
yapmışlar ve yaptıkları evlerini de dededen, babadan kalma yöntemlerle inşa etmişler. Sadece
beton dökerek, binayı ayağı olmayan bir hale getirmişler. Daha sonra da son düzce
depreminin yarattığı kültür ile gelişen şehircilik ve belediyecilik anlayışının etkisini kısmen
gözlemlediğimiz yeni ve dayanıklı binalar yükselmiş. Fakat çoğunlukla hiç olmayacak
yerlerde beş ve altıncı katları çıkılmış. Çok ilginçtir bir sonraki yaptığı kat her kat bir değer
kattan daha lüks ve sağlam olmuş fakat zemin ve 2. Katların pek güvenilir olmayacak
derecede yeterli, eksik ve plansız yapıldığını fark ediyoruz. Oysa binanın zemini çürük,
ayakları yok. Olası bir depremde on binlerce olan bu binaların ne olacağını tahmin edebiliyor
musunuz? Vatandaşlarımız evlerini yapmış evet ama oturduğu evin harcında deniz kumu var
mı yok mu, temeli sağlam mı değil mi sorduğumuz birçok bina sahibi ve kiracısından
aldığımız cevap ise çok ilginç ‘Nereden bileyim oğlum’ oluyor. Binalarda gördüğümüz diğer
bir olumsuzlukta hiçbirinde yangın merdiveni ve depreme karşı alınabilecek ön hazırlık ve
depremden sonra oluşabilecek herhangi bir önlem, bilgi ve yapabilecekleri konusunda bilgiye
sahip olmamaları. Tabiî ki bu da gördüğümüz en önemli olumsuz olarak önümüzde duran en
önemli bir gözlemdi. Eski binalarda kaçak kaç kat sayısı oldukça var ve en büyük sorun
inşaatlarda kullanılan deniz kumu, Maalesef ve üzücü ama eski yapıların hemen hemen hepsi
böyle. Bakıyorsunuz alanlar imara açılmış ve 6 kat izni verilmiş ama 12 kat yapılmış. Şimdi
burayı ne yapacaksınız, kaçak hangi katı yıkacaksınız? Sadece bu şekilde bir bina yok onlarca
bina var. Bunun bir deprem esnasında toplumsal maliyetinin boyutlarının çok yüksek olacağı
düşünüyoruz. Bunları tek tek tespit edip yıkalım ve yenisin yapalım şeklinde fikir
yürütüyoruz. Fakat yıktığınız binadaki insanlara nasıl bir olanak sağlayacaksınız? Nerede
barındıracaksınız? ne koşullarda yaşamsal idamelerini sağlayacaksınız? Eğitim, sağlık ve
beslenme vb ihtiyaçlarına nasıl cevap verebileceksiniz). Zaten okullarda okuyan öğrencilerin
aşağı yukarı 80 kişilik sınıflarda okuduğunu, sağlık ile ilgili genelde özel hastaneler var fakat
sosyal güvenlikleri ile ilgili yeterli devlet hastanelerinin olmadığını tespit ediyoruz. Durum
böyle olunca olası bir doğal afet (özellikle deprem) karşısında ilçemizin çok büyük sorunlarla
baş başa kalacağı ortaya çıkıyor. Zaten ekonomik olarak emek ağırlıklı olan ilçemiz olası bir
afet karşısında büyük sağlık problemlerin, sosyal travmaların yaşanacağı düşüncesi bizlerde
durumun ne kadar olumsuz ve ne kadar ciddi boyutlarda olduğu tespitine götürdü. Sonuç
olarak tüm bu olumsuzluklar her han çözüm arayan sorular olarak karşımıza çıktı.

5
ÇALIŞMA ORTAMIMIZ VE DEPREME KARŞI RİSK ANALİZİ.
Grup arkadaşlarımızdan Sevgi Güzel’in iş yerine gidip tespitler yapıyoruz. Serbest
meslek üzerine faaliyetini sürdürülen burada çalışma ofis sistemiyle yürütülmekte olduğunu
görüyoruz. Burada da binanın yaklaşık 30 yıllık olduğunu öğreniyoruz. Ofis içinde depreme
karşı alınabilecek önlem olarak ise hemen hemen hiç yok denecek kadar az. 6 kişinin
çalıştığını tespit ettiğimiz arkadaşlarla yaptığımız görüşmelerde depreme karşı
yapabileceklerinin sadece kaçmak olduğu düşüncesi hakim. Dolaplar çalışanların yanlarında
olmasına rağmen hiçbirisi duvarlara monte edilmemiş halde ve dolapların içinde bulunan
dosyalarda. Hayrıca dolapların üzerinde bulunan ufak tefek eşyalarda en ufak bir sarsıntıda
düşebilecek şekilde yerleştirilmiş. Açıkçası İlçemiz gibi burada da durum pek farklı değil.

6
İlçemize ait yapılanmasına ışık tutabilecek birkaç fotoğraf.
Bölgede zaman zaman toprak kaymaları da görülmektedir. Bunların en önemli tetikleyicileri
yer sarsıntıları ve toprağın güvenlik önlemi alınmadan ve yeterli tedbirleri göz önünde
bulundurmadan oluşan eksik altyapı sorunudur. Aşırı nüfus artışının getirdiği bina
ihtiyacından kaynaklanan taş, kum ve çakıl talebi sonucu doğada meydana gelen tahribat ise
bölgenin en önemli güvenlik sorununu oluşturmaktadır. Oluşabilecek bir deprem ile meydana
gelebilecek hasarın boyutlarını arkadaşlarımla tahmin bile edemiyoruz.

Cebeciköyü Taş Ocağı Toprak kayması


Kazılara bağlı diğer bir olay
Cebeciköy taş ocaklarının birisinde
gerçekleşmiş ve burada 4 kişinin ölmesi ile
sonuçlanan bir olay olmuştur. Bu olayda
pasalar üzerinde yer alan şantiye yapısı,
ocak şeviyle birlikte kaymıştır. Kayma
olayına, pasanın düşük kohezyon ve içsel
sürtünme açısı değerleri, patlayıcı atımları
ve şev aynasının dike yakın açılmış olması
neden olmuştur. Kayma olayından önce
ocak aynasında şev aynasında çekme
çatlakları gözlenmiş ve önlem alınmadığı
için kaza ortaya meydana gelmiştir. [4]

DÜŞÜNCE VE ÖNERİLERİMİZ.
1. Bugün artık İstanbul’ u etkileyecek olan depremin fay boyutu tartışmalarını bir kenara
bırakıp, fay(lar)ın üreteceği depremin kentimizi nasıl etkileyeceğini ve bu tehlike
karşısında duruşumuzun, eylemimizin plan ve stratejilerimizin neler olması

7
gerektiğinin ortaya konması gerekmektedir. İlçemizin depreme hazırlanabilmesi için;
eğer kanuni alt yapı yeterli değilse, söz konusu bu alt yapının bir an önce
oluşturulması gerekir. Açıkçası belediyelerin ve popilist politikalar sonucu sık sık
yenilenen İmar Kanunu, Afet Kanunu, Kat Mülkiyeti Kanunu vb. Kanunlar Deprem
gerçeği göz önünde bulundurularak yeniden gözden geçirilmelidir.
2. Depreme hazırlık ve deprem öncesi hazırlık, risk yönetimi demektir. Çok kapsamlı bir
risk yönetimini gerçekleştirebilmek, afet yönetiminin o derecede başarılı olmasını
sağlar. Bunun da üç koşulu vardır:
• Riskleri ortadan kaldırmak,
• Riskleri azaltmak (iyileştirme)
• Paylaştırmak (sigorta)
3. Yerel yönetimlerimiz ve devlet kurumlarımız depreme hazırlıkta esas olan zararı
azaltmak dediğimiz risk yönetimini başarmak olmalıdır ki, yasal olarak imar mevzuatı
belediyelere bu yetkiyi vermiştir. Bu da; kent bütününde altyapı, çevre düzenleme,
park ve boş alanların üretimi, yol genişletme, imar planı uygulamaları, yerel
toplulukları örgütleme, proje geliştirme, yıkım, istimlak ve güçlendirme ile kentsel
rehabilitasyon (iyileştirme) ve yeni yerleşim alanlarının sağlıklı oluşturulması v.b
çalışmaları içermelidir.
4. Depreme hazırlık birçok disiplinin iyi bir organizasyonla birlikte çalışması ile
mümkündür. Çünkü depreme hazırlık her bir meslek disiplini için ayrı ayrı anlamlar
ifade etmektedir. Yani, sadece yerbilimcilere, sadece inşaat mühendislerine, sadece
şehir plancılarına, sadece mimarlara, sadece idarecilere vb. bırakılmayacak kadar ciddi
bir iştir. Ülkemizde 1900 yılındın itibaren (aletsel dönem) 2002 yılına kadar 5.3 ten
büyük 120 adet hasar verici ve yıkıcı depremler olmuştur. 1900 yılını başlangıç olarak
kabul edersek, bu tarihten itibaren depremler yola çıkmış ve ortalama 3 yılda bir
Ülkemizde herhangi bir istasyonda durmaktadır. Son durduğu yer ise Afyon’ dur.
Ama tekrar yola koyulmuştur.
5. Yapılan Bilimsel araştırmalardan artık biliyoruz ki, İstanbul’u etkileyecek bir
depremin 30 yıl içinde olma ihtimali % 63 ve İstanbul’ a genel olarak baktığımızda,
nereden ve nasıl başlayacağımızı ve depreme karşı güvenli hale nasıl getireceğimizi
başarabilmek zor görülse de imkânsız değildir diye düşünüyoruz.
6. Risk Tehlikenin gerçekleşmesi veya gerçekleşme olasılığıdır. Deprem tehlikesi altında
bulanan bir yapının uğrayacağı zarardır diyebiliriz.
Risk yönetiminin nasıl yapılacağını ve iyi bir risk yönetimi için; öncelikle, mikro
bölgeleme ve Kentsel risk analiz çalışmalarını ivedilikle tamamlanması
gerekmektedir.
7. Acilen Kentsel Risk Analizleri oluşturulmalı ve Altyapı Analizleri, Yapı Envanteri
Analizleri, Tahliye Alanları Analizi, Donatı Alanlarının Analizi, Tehlikeli Alanların
Analizi, Sıvılaşma Alanlarının analizi, Doku Analizleri, Yeni Yerleşim Birimleri ve
Planlama Analizleri, Nüfus ve Nüfus Yoğunluğu analizi, Afet Yönetimi ve Yeterliliği
Analizi yapılmalıdır
8. İlçede bulunan tüm bu yapıların tek tek incelenerek güçlendirilmesi imkansız değil
ancak hayli zor bir iştir. Bu nedenle pilot bölgeler seçilerek (Mahalle veya İlçe) donatı
ve dokuların, yeni boş alanların, parkların ve alt yapıların birlikte değerlendirilerek
yapıların güçlendirilmesi daha doğru sonuçlar doğuracaktır. Depreme dayanıklı bina
yerine, depreme karşı güvenli mahalle veya ilçeler oluşturmak durumundayız.
9. Tüm bunlar yapılırken halkın katılımı sağlanmalı, karşılaşılacak sorunlar veya
kolaylıklar pratik yapılarak öğrenilecek ve yöntemler geliştirilebilecektir. [5]
10. Halkın konu ile ilgili eğitimi güncel tutulmalıdır.

8
11. Yeterli kaynak aktarılması için hükümetlerden ve devletin yerel birimlerimden yeterli
ve yerinde bütçe oluşturulması için gereken yöntemler planlanmalıdır.
12. Afet yönetim birimleri acilen kurulmalıdır.
13. Toplumun bilinçlendirilmesi açısından yerel gazetelerden, görsel ve işitsel basından
yararlanılmalıdır.
14. Çevrenin ve toplumun bilinç düzeyini, duyarlılığını ve refleksini arttırabilecek gerekli
uyarı ve ikazların daima güncelliği sağlanmalıdır.
___________________________________________________________________________
DEPREM VAR OLAN BİR GERÇEKTİR,
ETKİSİ İSE BİLİNÇ, DUYARLILIK VE ÖNCEDEN HAZIRLANILMIŞ BİR PLANLI
AFET YÖNETİMİ İLE EN AZ KAYIPLA ATLATILABİLİR.

SONUÇ
Bu çalışma sonucunda ilçemize yönelik kentsel/bölgesel arazi kullanımı ve buna bağlı
olarak nüfus dağılımına ilişkin bileşenlerin kentsel hasar görebilirliği ve dolayısıyla da
depreme bağlı riski arttırdığı ortaya çıkmıştır. Risk azaltımına yönelik çalışmalar ilçemiz
genelindeki donatı, fonksiyon ve nüfus dağılımının dengeli bir şekilde gelişmesine yönelik
olmalıdır. İlçemiz donatılardan sağlık ve eğitim gibi acil durum donatıların yer seçimleri ve
erişilebilirlik düzeyleri diğer doğal ve teknolojik tehditler açısında da değerlendirilerek
tasarlanmalıdır. Doğal ve teknolojik afetlerin yapılaşmış çevre ve üretim potansiyelinde neden
olduğu ekonomik kayıpların bölge ve ülke ölçeğindeki etkileri uzun süreli olmaktadır.
Özellikle İstanbul gibi bir metropolün ülke ekonomisine katkısı göz önüne alınacak olursa,
ilçemiz genelindeki yapılaşma, afet yönetimi, risk faktörleri çok iyi değerlendirilerek sanayi
ve hizmet alanlarının yer seçimi ve planlama kriterleri uzun vadeli ve üretime dayalı
ekonomik kayıpların azaltılmasında önem kazanmaktadır.
__________________________

Saygılarımızla…

Sevgi GÜZEL (2214090008), Merve TAKIR (2214090003), Betül KESİM (2214090023)


18 Mayıs 2010 İstanbul / Gaziosmanpaşa

9
DİPNOT / KAYNAK
___________________________________
[1]- http://ekitap.eyup.bel.tr:9600/strateji/Mevcut_Durum_files/image018.jpg
[2]- İSTANBUL İÇİN DEPREM SENARYOLARININ HZIRLANMASINDAVCOĞRAFİ BİLGİ SİSTEMLERİNİN
KULLANIMI / Okan Tüysüz
[3]- Gaziosmanpaşa Belediyesi başkanlığından elde edilen bilgi
[4]- Uygulamalı Yerbilimleri Sayı:2 (Ekim-Kasım 2009) 47-70 / İSTANBUL’UN AVRUPA YAKASINDAKİ
ZEMİN VE KAYA KOŞULLARININBİNA TEMELLERİNE ETKİSİ / Süleyman DALGIÇ, Mehmet TURGUT, İbrahim KUŞKU,
Çağdaş COŞKUN, Turgay COŞGUN
[5]- İSTONBUL DERGİSİ. Sayı 7 / Nisan – Eylül 2002 /

10

You might also like