Professional Documents
Culture Documents
Türk Dili Ders Notları
Türk Dili Ders Notları
10 ay Önce
Yorum yap
Süleyman Kara
139 Görüntüleme
İbn-i Sina; İlim, ilmi fark etmektir der.
Aristo tümdengelimcidir.
Vladimir Prop, ilk defa bilimsel olarak değişmeyenleri bularak masala uyguladı.
Dil bilgisi, bir dilin genel kurallarını; dil bilim, bütün dillerinin genel kurallarını,
göstergebilim, en genel kuralları inceler.
Dil bilgisinin kuralları, dil bilimin kurallarına, dil bilimin kuralları da göstergebilimin
kurallarına uymak zorundadır, kurallarını bilmek zorundadır.
İyi bir edebiyatçı olmak içi iyi bir mantıkçı olmak gerekir.
Endüksiyon:tikelden tümele
Dedüksiyon:tümelden tikele
Bir şeyin yerini tutan şeye işaret denir. Kelimelerdeki diller, işaretlerdir. Her şey bir işarettir.
Polisin kıyafetine bakarak onun polis olduğunu anlarız, polisin kıyafetleri birer işarettir.
Marmaris’te başında şapka olan şortlu bir adam gördünüz, bu adama turist diyebilirsiniz. Bu
adam aynı kıyafetle İngiliz Parlamentosu’nda halka hitap ederse ona deli derler. Aynı
işaret(elbise) onun deli veya turist olduğunu söylüyor.
Bir yere misafirliğe gittiniz önce çorba, sonra etli yemekler, sonra tatlı geliyor. İşte bu
gramerdir (özne-nesne-yüklem)
Biz ev sahibi olarak olarak eğer önce tatlıyı getirirsek ne kadar görgüsüz veya yemek
kültürünü bilmiyor derler.
Eski Türkler’de yemek sofrasına bakarsanız hangi yemeğin hakana ait olduğunu kimseye
sormadan anlayabilirsiniz. Çünkü kuzunun hangi tarafının hakana (hangi kişiye) ait olduğu
bellidir. Yani yemek işarettir.
Bir bizim tarafımızdan uydurulmuş uydurma işaretler, bir de tabii işaretler vardır.
İnsanın yüzünün sarılığı onun hastalığına işaret eder. Yüzün sarılığı tabii işarettir.
Biz sadece kelimelerin bize bilgi verdiğini sanıyorduk. Halbuki trafik işaretleri, yaprağın
düşmesi vs. bize bilgi veriyor.
Türkçenin gramerini iyi bilmek istiyorsanız önce bunları iyi bilmeniz gerekir.
Semiyoloji, metnin gramerini yazar. Semiyoloji, dikey bir inceleme yapar. Örnek: Ahmet
zekidir, ancak çalışkan değildir.
Bütün kelimeler dilde işarettir. Kızılderililerin kullandığı duman bir işarettir. Trafikte
kullanılan kırmızı, yeşil, sarı renkleri de birer işarettir.
İndice prensibi→parça bütün ilişkisidir. Bütün, parça yardımıyla ifade edilir. Bazı işaretler
tabiidir ve bütünün parçasıdır. Yüz sarılığı kabakulağın işaretidir.
“Sembol”de hiçbir ilişki olmayacak. Bunda zorunlu olmayan bir ilişki vardır, çünkü keyfidir.
Dil işaretleri genelde keyfidir. Bunlar Pierce’nin tanımlarıdır.
Bugün işaretin temel ilkelerini öğrendik. İlkeyi bilme çok önemli.
Saussure’le Pierce’ın sembolü kullanışı farklıdır. Pierce’a göre diller sembol kategorisine
giriyor.
Tiyatro; ikon, indice ve sembolü içerir. Türkçe’deki taş kelimesi keyfi bir semboldür.
İşaretlerin bazıları sebeplidir. Onomatopeler (yansımalar) hariç.
Saussure işareti bir taşa benzetiyor. Taşı bir kağıdın iki yüzüne benzetiyor. Bir tarafı ses, diğer
tarafı kavramı oluşturur. İkisi de birleşerek işareti oluşturur.
Kavram soyuttur.
Kavram bir nesnenin genel bilgilerini verir. Ağaç kelimesi zihnimizdeki ağaç kavramını
gösteri.
Biz bir metni şartlanmalarımıza göre algılarız. Aslında biz bir edebi metinde önceden neyi
umuyorsak (niyet ediyorsak) onu buluruz.
Semiosis işaret biliminin içerdiği konuları ele alır. Pierce’e göre semiyotik üç konuyu ele alır:
kelime, nesne ve işaret.
Kelimeler bazen ayırmak için bazen de bir sınıfı belirlemek için kullanılıyor. Kuş kelimesi
hem bir kuşu hem de kuşlar sınıfını temsil ediyor.
Mantıkçılara göre önerme bir fikrin telakkisidir. Mantıkçılar tasdik olan cümleler içinde
çalışır. Önerme bir hükmün sözle ifadesidir. Hüküm iki fikir arasında ilişki kurmaktır.
Doğrulamak veya inkar etmektir.
Dilde önerme: Bildirişim için bir dil kullanıldığında bir mesaj üretilir. Üretilen bu mesaja
önerme denir.
Söylenen bir cümle söyleyicinin izlerini taşır. Bunlar gizli veya açık olabilir.
Bir önerme hangi zamanda ve hangi mekanda söylenmiştir, bunu da bilmemiz gerekir.
Aynı cümle değişik zamanda ve değişik mekanda değişik kişiler tarafından söylendiğinde
anlamı değişir.
Bir önermenin anlamı enonsiasyon aktı ile ile enonsiasyon şartının bilinmesine bağlıdır.
enonse:cümle
Enonsiasyon bir aktırt, yani karşılıklı konuşma işidir. Enonsiasyonun olması için uygulama
lazım, bunun için de konuşan, dinleyen, mesaj olması lazım. Bunlardan biri yoksa akt yoktur.
Enonsiasyon hali: Her enonsiasyonun aktı hususi şartlara bağlıdır. Bu şartlara enonsiasyon
hali denir. Bunun için
a.Şahıs belirleyicileri
c.Hüküm belirleyicileri
Dile yansıyan şartlar: Bir cümlede birinci şahsı ifade eden bütün ifadeler…
Bir cümlede birinci, ikinci veya üçüncü şahsı belirleyen belirleyiciler vardır.
Zaman ve mekan belirleyicileri vardır.
Mektupta, yarın geleceğim, diyor. “Yarın” enonsedir, tarih (1.1.2017) varsa enonsiasyon olur.
Eyvah! Yandık.
Duygu modaliteleri, şairin duygularını ifade eder. Vurgularda şair duygusunu ifade eder ve
bunlar şairin değer yargısını belirtir.
Şu haylaz öğrenciler yine koridora çıkıp dana gibi bağrışmaya başladılar. (Değer hükümlerini
ve bakış açısını belirtir.)
Okuduğunuz eserde yazar evrensel gerçekleri mi ifade ediyor yoksa kendi değerlerini mi ifade
ediyor? Edebiyatçının görevi budur.
Sıfatlar bizim bakış açımızı yansıtır. Sıfatlar yazarın değer hükümlerini ele verir. Sübjektif
hükümlerin bazıları değer hükümleri, bazıları duygu ifade eder. Yazar yaptığı tanımdadır.
Yazar sıfatlardan sonra fiilin içindedir. Zaman ve mekan ifadelerinin içinde de yazar vardır.
“Muhakkak ki, bazen, belki, inanıyorum ki” gibi ifadelerde yazar cümlenin içindedir.
Bu hikaye (Gizli Mabet) büyük bir monologdur ve bu monologda minik minik diyaloglar
vardır. Bu hikaye birinci şahıs ağzından anlatılan bir monologdur. Metin temel olmakla
beraber yazar-devir de önemlidir, metnin daha iyi anlaşılması açısından. Bu, bir konuşma
hikayesidir. Hikayenin kazançlarından biri monoloğun güzelliğidir. Araya bir aracı girmiyor.
Konuşmacıyla doğrudan bir temas var. Bu hikayenin iki anlatıcı kahramanı var. Biri anlatıcı
kahraman, diğeri Sorbonlu’nun not defteri.
“i-” fiili gerçekte şimdiki zamanı, dolaylı olarak da geniş zamanı ifade eder.
Hikaye anlatıcısı birinci şahıs olursa –yor gelebilir.
Ana hikayedeki zaman atlaması kahramanların hayatını anlatırken olur. Ama zaman atlaması
hep aynı olmaz.
1.Duygusal modaliteler:
a.Vurgular: O, gitsin!
d.Ünlemler
2.Değerlendirici modaliteler:
a.Hüküm cümleleri: Açık seçik yazarın hükmünü belirttiği cümlelerdir. Genel hüküm
cümleleri veya müstakil hüküm cümleleridir.
Biliyorum ki
zannediyorum ki
1) Ahmet zavallıdır.
2) Ahmet çalışkandır.
Ahmetcik geldi.
1)Ahmet geldi.
“Gizli Mabed” hikayesinde tez-antitez vardır, mübalağa vardır. Tez okuyucuya mesaj vermek
amacıyla yapılır. Bu nedenle tasvirler sübjektiftir.
Metinlerin edebi tonu farklı yazı çeşitleri ortaya çıkarır. Dramatik ton, komik ton veya karışık
tonlar kullanılır.
Duygu tonuna göre eserler, sevinçten hüzne, sevgiden nefrete kadar değişik isimler alır.
1.Komik Ton
A) a.Humor
İroni
Humor, okuyucuyu zihni bir nükteyle güldürmektir, kelime oyundur. (Karagöz, Şair
Evlenmesi)
B)Hiberbol-Mübalağa:
“O çok çalışkandır!”
Edeb-i kelam: Söylemek istediğin, fakat söylemekten kaçındığın şeyin üstünü örtme, taraflı
davranma.
Gizli Mabet hikayesindeki komik tonlar, ironiktir. Çünkü bir tenkit fikri var.
C) Parodi-Karikatür tonu:
Bir şahıs veya nesnenin görünüşünü abartarak veya değiştirerek ortaya koymak. Çizgilerini
olağanın dışında, abartarak, aşağılayıcı olarak anlatmak. Mübalağayla deforme etme.
Kelime alanı: Bir kelimenin çağrıştırdığı diğer kelimeler. Okul, silgi, tahta…
2.Lirik Ton:
Ben’in ifadesidir. Ben merkezli, samimidir. Bu da kelime alanlarından, ünlemden, sorudan…
faydalanır.
3. Patetik Ton:
Patos: Duygu, his, ihtiras, tutku, heyecan.
Yazar kendi duygularını anlatırsa lirik, başkalarını duygulandırmaya yönelikse patetik olur.
Belirtileri: İkinci şahsa hitap ünlem, emir, dilek, kışkırtıcı kelimeler sentaksın ritmi…
Ben gitmeyeceğim!
Gitmeyeceğim ben!
Bir kelime, tek başına hiçbir şeydir. Sistemi içinde her şeydir. Bir ailenin üyesi gibi.
Bir madde üç şekilde bulunur.Katı, sıvı, gaz bir sistem içinde tanınır. Her şey zıddıyla
kaimdir. Eş anlamlısını, zıddını bulmadan o kelimeyi tam olarak anlayamazsın.
Patetik metinler okuyucuda heyecan şiddet yaratmak amacıyla yazılır. Kim yazıyor?
Etkilemek için neler yapıyor?
4.Trajik Ton:
İnsanın kaderi, azabı, ölümle sonuçlanan acıklı hayat ile sonlanıyorsa bu eser, trajik tonda bir
eserdir.
5.Dramatik Ton:
İstiare zemini-benzetme alanı dramatik tonda bulunabilir.
Eski Yunan’da İlyada ve Odessa istiare zemini oluşturan malzeme depolarıdır. Bilim ve sanat
yapmak için malzeme deposuna ihtiyaç vardır.
Dramatik ton hareket olan eserlerdir. Aslında dramatik tiyatroya has demektir. Dram aksiyon
demektir. Bu eserlerin yan özelliklerinden birisi olay dallanıp budaklanır, cümleler ritmiktir.
Hareketlerin sonucunu okuyucu merakla bekleyecek.
6.Epik Ton:
Destani olanlar. Aslında şiire ait olan bir tondur. Ayırt edici tarafı olağanüstülükler ve soylu
kahramanlar üstünde durmasıdır.
7.Fantastik Ton:
Tehlikeli, tabiatüstü bir varlık ya da olay karşısında bir şahsın tedirginliğini ifade eden
metinlerdir.
Böyle bir eserde rasyonel açıklamalar ile tabiatüstü yorumlama arasında sonuna kadar
tereddüt edilir. Eğer tabiatüstülük peri masallarında olduğu gibi tamamen normal kabul
ediliyorsa olağanüstülük sözkonusudur. Böyle bir metin fantastik değildir. Yazar bizi iki
dünya arasında bırakıyorsa fantastiktir.
Masal kitabını okumadan bizi bir sözleşme yaparız. (Yani masalın anlattıklarının gerçek dışı
olduğuna inanırız.)
Destan ile masal arasındaki fark: Destanın söyleyicisi ve dinleyicisi söylenene inanırlar.
Masalda ise söyleyen anlattığına inanmaz. Destan, inanılmayacak duruma geldiğinde artık
masallaşmıştır.
Destanlara inanılır; çünkü dini bir açıklama içindedir. Dini olağanüstülük (mucizelere
inanılır).
Fantastik tonlu eserler fizik ile metafizik arasında yani eşikte bir anlatım içindedir.
Olağanüstülük metinde tabii karşılanıyorsa (metinde) bu destandır.
8. Hitabet Tonu:
Verici ikna etmek içi alıcıyı etkilemeye çalışır. Didaktik türler buna girer. Temel amaç karşı
tarafı etkileyerek ikna etmektir.
9. Satirik Ton:
Alaylı, az çok öfkeli bir saldırıdır. Bir kişinin yahut bir devrin hatalarını, yolsuzluklarını,
suçlarını tenkit eder. Şeyhi’nin Harnamesi gibi.
Bu tonda bir alay söz konusudur, sosyal temalar işlenir, devir veya kişi tenkit edilir.
Bir eserde birden fazla ton bulunabilir. Ağır basan ton önemlidir.
4.Diyalog metinleri
5.Açıklayıcı metinler
6.Emredici metinler
Eski Yunan’da retorik, ikna etmek, kandırma sanatıdır. Batı kültüründe retoriğin temeli ikna
sanatıdır. İnandırmak biraz kandırmaktır, duygusaldır. İkna ise zihnidir. İkna akla ve
duygulara hitap etmektir.
İkisine birden hitap etmek için zeki olmak gerekir. Başarı getirir.
İndis: Konuşan ile konuştuğu şey arasındaki ilişkidir. Cümlelerde zaman ve mekan belirtileri
vardır. Bunlardan faydalanılır.
Dil-sosyal çevre, dil-kişi arasındaki ilişkiler. Telefonda aldığımız cümleyi söyleyen hakkında
bilgiler alırız. Bayan veya erkek olduğu, sesin titremesi, hastalığı…
İyi fikrinizin olması yetmez. İyi bir ahengi olmalıdır Ritim süs değildir. Cümlenin ritmi ve
ahengi cümleyi anlamakla da çok ilişkilidir. Demek ki ses de önemlidir. Ses süs değildir.
Hislere ve kalplere de seslenmek gerekir. Ritim ve ahenk olmazsa yorgunluk, bıkkınlık getirir.
Bu da anlamayı ve öğrenmeyi olumsuz etkiler. Ritim ve ahenk algılamayı ve etkiyi artırır.
5) Anektodlar
Anektod: Küçük hikaye demektir. İnandırıcı olmak için kullanırız. Yani hayatı sahnelendiren
küçük hikayeler kullanırız. İstatistikler de anekdotlar sınıfına girer.
Herkesin bildiği bir şeyi ima eden ifadeler kullanabiliriz. O şeyi anlatmadan imayla herkese
ulaşabilmek. Anlatmadan anlatabilmek Bu da ikna eden için zaman ve avantaj kazandırır.
Özel Vasıtalar
1.Delillendirme
2.Muhakeme
3.Akıl yürütme
4.Taviz muhakemeleri
İyi bir fikir yürütücü fikirlerinden taviz verir. Yani bir an için böyle değil de şöyle düşünelim
gibi.
5.Tenkit
6.Saçma söylemek
Saçmayı söyleyiniz. Bazen fikirlerimizi anlatmak için en saçma olanı anlatabiliriz. Negatif bir
tavize yakın (kara mizah).
Sonuç: Edebiyatın, retoriğin, edebi sanatların temelinde ikna yatar. Önce amaç belirlenir.
Sonra çeşitli vasıtalar kullanılır.
Not: Yukarıdaki Göstergebilim ders notları Prof.Dr. Rıza Filizok hocamın dersinde tuttuğum
notlardan oluşmaktadır.
Yazdır
Dokümanlar
Selim Nüzhet Gerçek: “Türk Matbaacılığı 200.yılı münasebetiyle”, “Türk Taş Basmacılığı
1930”.
Taş basması eser→El yazmasıyla matbaaya ait bir eserin arası, yani ara dönem.
Ahmet Rasim, bizde ilk defa Türk edebiyatında basın tarihinin önemine değinen ve ilk
çalışmaları yapan kişi. Ahmet Rasim basın tarihinin başına Şinasi’yi koyuyor.
Vekayi-i Mısriyye→(1827) İlk gazete fakat, Mısır’da çıktığı için kabul edilmemiş.
Bölge Basın Tarihi: Osmanlı’nın çeşitli bölgelerine yönelik mahalli basın var. Yani bölge
basınının tarihi var.
1864’te eyalet sistemi kaldırılıyor, vilayet sistemi getiriliyor. Ege Bölgesi Aydın vilayeti adını
alıyor. Merkezi ise İzmir. Bu vilayete İzmir, Aydın, Manisa, Denizli ve Muğla bu vilayete
giriyor.
İzmir’de yerleşmiş olan gayri arasında matbaa daha önceleri ortaya çıkıyor.
18.yüzyılın ilk çeyreğinde levantenler matbaa kurup gazete ve dergi çıkarmaya başlıyorlar.
Aydın vilayetine ait ilk matbaa 1868’de kuruluyor. Bizde bölge basınının başlangıcı oluyor.
İlk gayri resmi vilayet gazetesi Gülşen-i Serayi Bosna’da çıkıyor, 1868.
Bizdeki ilk yıllık 1847’de çıkıyor. Bu yıllık Salname-i Devlet-i Aliye-i Osmaniye.
Mehmet Salim Devir gazetesini çıkarıyor. Vilayet basınının ilk yarı resmi gazetesi.
Osmanlı Devleti’nde ilk düzenli gazete Fransızca gazetedir. Fransız tüccarlarının haklarını
korumak amacıyla Simirniyen adıyla 1824’te bu gazete çıkıyor.
Osmanlı Devleti’nde ayrılmak isteyen Yunanlıları bu gazete desteklediği için kapanıyor. Yani
on ay yayınına devam ediyor.
Fransızlar Spektetor Oryantal adlı ikinci gazeteyi çıkarıyor (1824). Bu gazetede Osmanlı
aleyhine yazılar yazıyorlar.
Le Reform (1848-1922)
→İtalyan gazetesi:Kodu
1869-1914→ Aydın gazetesi düzenli olarak çıkmıyor, bu gazete başta Türkçe-Rumca olarak
çıkıyor. Haftada bir, son ikiye çıkıyor.
Mehmet Salim 1875’te İntibah gazetesini çıkarıyor. Mali finansmanı Corci Bubli (avukat),
Ermeni’dir, Namık Kemal’in arkadaşıdır. Bu da bize Namık Kemal ile Mehmet Salim’in
irtibatını gösteriyor. Yani devrimci bir özelliğe sahip.
→İlk Türkçe mizah gazetesi Kara Sinan (1875). İntibah çıktıktan bir ay sonra çıkmaya
başlıyor.
İzmir basını hem dil bakımından hem de etnik yapı bakımından oldukça karışıktır.
Hizmet gazetesi 1886-1931 yılları arasında çıkıyor. İzmir’in en önemli devrimci gazetesidir.
Yönetime getirdiği eleştirilerden sonra sık sık kapanıyor. 1896’da İzmir’den ayrılan Halit
Ziya’nın yerine gazeteye Tevfik Nevzat bakıyor. Halit Ziya’nın ilk yazılar, erleri bu gazetede
yayımlanıyor.
Ahenk Gazetesi 1895-1930 yıllarında çıkar. Tevfik Nevzat tarafından çıkarılan bu gazete,
Hizmet’e göre çok nadir kapanıyor. İzmir’deki en istikrarlı gazetedir. Ziraat, eğitim ve
kültürle ilgili yazıları çok. İzmir’in kültür tarihi açısından önemli bir gazete.
1896’da İzmir gazetesi çıkıyor. İzmi’de “İzmir” adlı birçok gazeteden biri. Bıçakçızade Hakkı
tarafından çıkarılıyor. 1909’a kadar çıkıyor. Haftalık bir gazetedir. 8 sayfadır. Dini ve ahlaki
yazılar ağırlıklıdır. Çünkü Bıçakçızade din adamıdır. 1907’de yeni bir çehreyle çıkıyor. Tam
anlamıyla edebi dergi hüviyetini alıyor ve ileride şöhret olacak olan birçok insanın ilk yazısı
burada çıkıyor. Necip Türkçü ve İştirakçi Hilmi gazeteciliğe bu gazetede başlıyor. Bu gazete
sonradan Yeni İzmir adını alıyor. Baha Tevfik’in de ilk yazıları burada çıkıyor.
Hizmet, Ahek ve İzmir gazeteleri 2.Abdülhamit döneminde beraber çıkıyor ve İzmir’in fikir
hayatında canlılık yaratıyorlar ve kültürel bir ortam oluşturuyorlar. Bu gazeteler zaman zaman
birbirleriyle çatışıyor.
2.Abdülhamit devrinde Türkçe dergiler de çıkmaya başlıyor. İzmir’in ilk edebiyat ve fikir
dergisi 1914’te çıkıyor. Nevruz dergisi. Üç arkadaş Halit Ziya, Bıçakçızada Hakkı ve ……
çıkarıyor.
Şule-i Edep, Muktebes, Osmanlı Ziraatı ve Ticareti dergileri en uzun ömürlü olanlar. Bu
dergiler genellikle İstanbul’u takip ediyor. İstanbul’daki edebiyat dergilerine bağlılar.
Şule-i Edep eski edebiyatın tarafını tutuyor. Bir tarafta Malumat’a yakın olanlar, diğer tarafta
ise Servet-i Fünun’a yakın olanlar var. İlk sağlık dergisi 1908’de çıkıyor. Toplam yetmiş beş
dergi ve gazete çıkıyor.
2.Meşrutiyetin ilanından sonra hürriyet devri başlıyor. İdeolojik, etnik tartışmaların çok yoğun
olduğu bir dönem (1908-1918). Her etnik grup gazete çıkarıyor. Partiler ortaya çıkıyor. Siyasi
ideolojik çekişmeler ortaya çıkıyor. Türk ocağı kuruluyor. Bu dönem büyük harplerin de
olduğu bir dönem. Meşrutiyet devri tam bir basın patlamasına neden oluyor.
Köylü gazetesi→ Bu gazetenin en önemli özelliği sade dil davasını uygulayan gazete olması.
Necip Türkçü’nün sade dil idealini uyguluyor. Siyasi tutumu başta İttihadçı , sonra muhalif,
daha sonra Hürriyet ve İtilaf Fırkasına yakınlaşıyor. Mütarekeden sonra politikasını
değiştiriyor ve işgal sırasında Yunan sempatizanı oluyor. İzmir, Yunan işgalinden
kurtarıldığında Mehmet Refet (gazetenin sahibi) Atina’ya kaçıyor. Gazete 1920’de kapanıyor.
Dolayısıyla on yıllık çıkmış oluyor.
2.Meşrutiyetten sonra diğer önemli gazete sonraki adı Anadolu olan İttihad gazetesi.
Eylül 1908’de çıkmaya başlıyor. İttihad ve Terakki’nin yayın organı, yani parti gazetesi.
Haydar Rüştü Öktem 1911’den sonra gazetenin adını Anadolu olarak değiştiriyor. Gazete
1954’e kadar çıkıyor. Hükümet taraftarı, devletten destek alıyor. Cumhuriyet döneminde
CHP’nin yayın organı gibi çalışıyor. Milliyetçi bir gazete. Anadolucu, inkılapçı bir gazete.
Millli Mücadelede en şiddetli yazılar bu gazetede çıkıyor.
Haydar Rüştü daha sonra Duygu gazetesini çıkarıyor. İzmir’in Yunan işgalinde Haydar Rüştü,
Antalya’ya kaçıyor ve gazeteyi orada çıkarıyor. Milli Mücadeleden sonra (1919-1922) tekrar
İzmir’de çıkarıyor. Gazete Haydar Rüştü’nün ölümüne kadar (1954) çıkıyor. Edebi yönden
önemli bir gazete. İzmir’le ilgili birçok hatıra bu gazetede tefrika edilmiş. İmkanları çok olan
bir gazete. Duygu gazetesi akşamları çıkan bir gazetedir.
On Bir Temmuz, Ferda-yı Temmuz gazeteleri Baha Tevfik tarafından çıkarılan muhalif
gazetelerdir.
Gâve→ Osmanlı Devleti’inde çıkan bilk sosyalist gazetedir (1908). Mehmet Rıfat tarafından
çıkarılıyor. Boykotaj cemiyetinin yayın organı.
Mizah Gazeteleri:
Müsavat gazetesi→İttihat ve Terakki’nin karşısında. Belli bir süre sonra hükümet tarafından
kapatılıyor.
Mizan’ül Hukuk (1908-1910): Meslek dergisi. İzmir Avukatları Derneği’nin yayın organı.
Hukuki bir takım tebliğler yayımlıyor.
İmtiyaz ve Omiros: 1909’da Panayot Mümtaz adlı bir Rum tarafından çıkarılan bu dergilerden
Omiros, imtiyaz dergisinin Rumca’sıdır. Amacı Türklerle Rumları kaynaştırmak. Panayot
Mümtaz okul dergileri de çıkarıyor. Dergi birkaç sayı çıkıyor.
İzmir’de çıkan fikir dergileri, fikren Ziya Gökalp’e bağlı olanlar ve Necip Türkçü’ye bağlı
olanlar diye ikiye ayrılabilir.
“Tan” dergisi Necip Türkçü’ye bağlı. Necip Türkçü’nün Türkçülük düşüncesini dile getiriyor.
Ziya Gökalp’in Turancılık idealini eleştiriyor. Dergide Anadolu ve Rumeli Türklerinin
kültürüne dayanan bir Türkçülük görüşü hakim. Beş sayı çıkmış.
Hıyaban dergisi 1914’te çıkıyor. Müstecabizade İsmet çıkarıyor. Gelenekçi bir dergi. Eski
anlayışı, eski edebi şekilleri devam ettiriyor. Harp dolayısıyla fazla yayınlanamıyor.
Hukuk-ı Beşer’i Hasan Tahsin çıkarıyor. Dergi daha sonra Sulh u Selamet adıyla çıkıyor.
Mütareke döneminde birçok Rum gazetesi çıkıyor. Cosmos, Patris gazeteleriyle Türk
gazeteleri arasında tartışmalar yaşanıyor. Rum gazeteleri İzmir ve Batı Anadolu’nun Rumlara
verilmesini istiyorlar.
Halka Doğru, Ziya Gökalp’e bağlı fikir ve edebiyat dergisi. Orta sınıfa bağlı milli birlik ve
benliğini duyurma hedefinde.
Yeni İzmir dergisi, Türk ocağının yayın organı olarak çıkıyor. Türkçü bir dergi.
İşgal döneminde çıkan gazetelerden bazıları ılımlı, bazıları (Islahat, Köylü) Yunan
politikasına yakın.
Seda-yı Hak ılımlı bir gazete. En cesur tavrı gösteren, Ahenk Gazetesi.
Cumhuriyet Döneminden çıkmış gazeteler: Türk Sesi, Türk İli→Türkçü gazeteler.Vasıf Çınar
çıkarıyor. Türkçeye büyük önem veriyorlar. Yahudileri ve Ermeniler Türkçe konuşmaya ve
yazmaya zorluyorlar. Eski İtilafçı gazeteleri eleştiriyorlar, yeteri kadar Türkçü olmadığı için.
Yeni Asır→1895’te çıkmaya başlıyor, Selanik’te. 1822’ye kadar. 1824’te İzmir’e taşınıyor.
Daha çok haber gazetesi.
Atatürk döneminde çok dergi ve gazete çıkmasının sebebi, yapılan devrimlerin halka
benimsetilmesini sağlamak.
Ders Notları
KARAHANLI TÜRKÇESİ
GRAMERİ
10 ay Önce
Yorum yap
Süleyman Kara
309 Görüntüleme
Ses Bilgisi
Ünlüler: a, ı, o, u, e, é, i, ö, ü
►e>i değiimesi: ye->yi-
yana>yene>yine
►a>u değişmesi: Aslında “a”olan sesin kendinden önceki hecede mevcut yuvarlak ünlü
dolayısıyla “u” şeklini almasıdır.
kopar->kopur-
►e>ü değişmesi: köter->kötür- “götür-, kaldır-, yok et- ”
ötger-,ötker->ötkür- “sürdür-, gönder-”
kökürçkun>kögürçken “güvercin”
ü>i değişmesi: mün->min- “bin-“
Ünlü düşmesi:
Vurgusuz orta hece vokalinin (ünlüsünün) düşmesi veya birleşik sözlerin oluşturulmasında
hecedeki ünlünün düştüğü görülür.
ogrı<ogır-ı “hırsızlık, hırsız, gizli”
örileş->örleş- “yükselmek”
seksen < sekiz on
tokuz on < toksan
tutşı < tutaşı “yakın, komşu”
Ünsüzler:
Türkçe kelimeler taklidi olanlar veya yabancı kökenli olup Karahanlı Türkçesinde kullanılan
kelime başında olanlar istisna c, f, ḫ,h,l, n, g, r, v, z sesleri ile başlamaz.
Sedalılaşma: “t,k” gibi sedasız konsonantların (ünsüzlerin) “d,g” gibi sedalı konsonantlara
dönüşmesine denir. Sedalılaşmanın sebebi genel olarak herhangi bir sedasız konsonanttan iki
vokal arasında kalmasıdır.
dag ol < tag ol “değil”
dakı < takı “dahi”
dal < tal “kol, şube, dal”
Yukarıdaki örnekler erken sedalılaşma içindir. Çünkü bunların sedasız olması gerekirdi.
Ünsüz Değişmesi:
b>m: Özellikle n ve ö gibi sesleri bünyesinde bulunduran kelimelerde görülür.
ben>men
biz>miz
biῆ>miῆ
p>m: Her ikisi de dudak ünsüzü olan bu seslerin birbirinin yerine kullanılmasıdır.
köp kök > köm kök
ç>ş: çaġıla->şaġıla- “bağır-, çağır-”
d>ḍ, ẕ>y değişmesi: adak>aḏak>azak>ayak
ḳ>ḫ değişmesi: ḫ konsonantı Türkçenin asli sesi olmadığı halde ḳ konsonantının zaman
içerisinde ḫ şeklinde gelişmiştir.
kalaç>halaç “aç ve kal”
okşa->oḫşa- “okşa-, şakalaş-, benze- ”
g>y: eşgek>eşkek “eşek”
bög>böy “bir çeşit örümcek”
g>h: Nadir olarak rastlanır.
ügi>ühi “baykuş”
g/ġ >v: sugar->suvar- “sula-”
b>v: sub>suv “su”
g>n: g sesinin bünyesinde mevcut olan n sesinin hakim unsur şekline girmesi ve g sesinin
erimesi neticesinde böyle bir değişme söz konusudur. ernek>erñek “parmak”
ng>g: yagan<yañan “fil”
r>l : İkisi de akıcı ünsüzdür. Yer değiştirme olayı vardır. arka->alka- “yokla-, arayıp tara-”
y-n ayrışma: Bu ses olayı aslında bir değişmeden ziyade birinin yerine diğerinin
kullanılmasıdır. Bunun yanında Eski Türkçe döneminde y şeklinde olan çift sesin zaman
içerisinde ayrılması sonucu bu gibi kelimeler bazen y’li bazen n’li şekilleri ile yapılmıştır.
koyu-konu “hangi, hani, nice”
çıgay>çıgay-çıgan “fakir”
Ünsüz türemesi:
Türk dilinde ünlü ile başlayan bazı kelimelerin başında h türemesi görülmektedir.
hana<ana “ana”, hata <ata “ata”
Ünsüz düşmeleri:
1. “r” düşmesi: Akıcı ünsüz olan “r” bazı kelimelerde düşmüştür.
bek<berk “sağlam, kuvvetli, muhafız”
kutul- < kurtul- “kurtul-, doğur-”
2. “d” düşmesi: Birkaç örnekte gördüğümüz bu olay akıcı ünsüzler arasında kalan “d” sesinin
düştüğünü gösterirken, d’li şekli de mevcut olan bazı kelimelerde düşmüştür.
ken<kend “şehir, kale”
3. “y” düşmesi: Kelime sonunda mevcut “y” seslerinin düşürüldüğü örnekler vardır. Bunun
yanında kelime ortasında bulunan “y”lerin de düştüğünü görüyoruz.
yokru <yokruy “yukarı”
katar- <kaytar- “kaytar-, geri gönder- ”
4. “g” düşmesi: Sen zamirinin yönelme halinde karşımıza çıkan bu şekli çok nadirdir.
sā<saña “sana”
Göçüşme (Yer Değiştirme, Metatez):
Kelime içindeki iki sesin yerlerinin değiştirilmesi hadisesidir.
torpak<toprak
kibi<bigi
Benzeşme:
Ayni kelime içinde yer alan benzer mahiyette olan veya yakın değerde olan seslerden birisinin
diğerine benzemesi olayıdır.
bagışlal->bağışlan- “bağışlan-”
bekriş>bekreş-“ pekiş-”
Aykırılaşma:
siş<şiş “şiş”
suvşa<şuvşa- “söz fısılda-”
Ünsüz ikizleşmesi:
Bünyesinde r, k, s gibi ünsüz bulunduran kelimelerde telaffuz, vurgu ve şive özelliğinden
dolayı, bu ünsüzlerin ikizleştiği görülür.
arrıg<arıg “arı, temiz”
ekki<eki “iki”
Hece Yutumu (Haploloji):
Genellikle benzer sesli hecelerden birinin telaffuz veya değişik sebeplerle düşmesi, yutulması
olayıdır.
alma<alımla, almıla “elma”
ut<uvut “haya, ar, edep”
Hece birleşmesi (Kaynaşma):
Birleşme esnasında meydana gelen bir kaynaşmadır genellikle.
neçük <neçe +ök “neden, niçin”
nelik<nelük < ne+le+ök “niçin”
nerek<nere+ök “ne, neye, ne gerek”
seksen < sekiz+on
İsimden İsim Yapan Ekler:
-çı,-çi: Çok kullanılan bir ektir. Türkçe ve yabancı kökenli isimlerin üzerine gelerek herhangi
bir işle uğraşma, durumunu veya mesleğini ifade ettiği gibi, bugün yazı dilimizde kullanılan –
an, -en, -acak,-ecek ekleri ile teşkil edilmiş sıfatfiillerin anlamını veren isimler türetir.
al “hile” alçı, “hilekar, hile yapan”
asıg “fayda, kazanç”, asıgcçı “faydacı, karcı, kar gözeten
atçı “süvari”
avçı “avcı”
basımçı “zulüm eden”
basutçı <bas-u-t-çı “yardımcı”
başçı “başkan”
bedizçi “ressam”
borçı “içkiye düşkün”
basugçı “pusu kuran”
evçi “kadın”
iltgüçi “ileten, ulaştıran”
kodguçı “terk eden”
koyçı “çoban”
köçütçi “göçüren”
küçemçi “zalim”
külgücü “gülen kimse”
okçı “okçu, ok atan”
okıgçı “davetçi”
ölütçi “katil”
sakçı “nöbetçi”
sakışçı “hesap bilen”
yad “yağmur taşı” yadçı “yağmur büyücüsü”
-ç: İşlek değildir. Genellikle isme büyüklük ifadesi katar, bazı kelimelerde ise müstakil
anlamda kelime türetir (küçültme, sevgi gibi).
anaç <ana-ç “küçükken büyük anlayış gösteren kız”
ataç<ata-ç “büyüklük gösteren çocuk”
begeç/begiç –beg-eç/beg-iç “büyük bey”
-ça/-çe: İsim hal eklerinden eşit hal eki olan bu ekler bazı kelimelerin üzerinde kalıplaşarak
yapım eki fonksiyonu yüklenmiştir. Küçültme ve kuvvetlendirme bildirir.
barça<bar-ça “bütün, hep, tamamen” , bar “var, mevcut”
-çın/-çin: Az kullanılmıştır. Benzerlik ifadesi bulunan bu ek, renk isimlerine veya renk
ifadesinde kullanılan isimler üzerine getirilir.
kökçin “mavimsi, gök mavisi gibi”
-daş/deş: Aynı özelliklere sahip veya bağlı olma durumunu gösterir.
koldaş “arkadaş”
köngüldeş “gönül arkadaşı, dost”
-an/-en: eren<er-en<er-e-n “yiğit”
oglan<ogul-an<ogul-a-n “oğlan,oğullar”
-lık/-lik/-luk/-lük: Üzerine getirilmiş olduğu ismin bünyesindeki ünlülere göre düz yuvarlak
ünlü olmaktadır. Türkçe ve yabancı kökenli isimlerin üzerine gelerek genellikle soyut bazen
de somut isimler yapar. Bir durum bildirdiği gibi mekan ifadesinde de kullanılmaktadır. Bazı
kelimelerde sıfat eki fonksiyonundadır.
agılık “hazine”
agırlık “ikram, ağırlayış”
amulluk “sükunet, sakinlik”
arıglık “temizlik”
azlık “azlık, az olan, çok olmayan”
bagırsaklık “merhametlilik”
buşaklık “hiddet”
çınlık “doğruluk”
koşnılık “komşuluk”
odugluk “uyanıklılık”
ögelik “danışmanlık”
-lıg/-lig/-lug/-lüg: Genellikle sıfat yapar.
azıglıg “cesaretli”
başlıg “yaralı”
berimlig “verimli, borçlu”
beşiglig “emzikli”
-sıg/-sig: Eski Türkçe’de -çıg/-çig şekli de bulunan bu ek isimlerin üzerine gelerek “benzer,
gibi” anlamında fonksiyon icra etmektedir.
arsıg “aldanmış gibi”
begsig “bey gibi”
kulsıg “kul gibi”
tangsuk “acayip, nadir bulunan”
-sız/-siz/-suz/-süz: Bu ek olumlu sıfat yapım ekinin olumsuz şeklidir.
Bu ek Aleksandr Von Gabain’in de işaret ettiği gibi -sı-/-si- isimden fiil yapım ekinin üzerine
-z fiilden isim yapım ekinin getirilmesi ile oluşmuştur.
bakımsız “layık olmayan”
başsız “başsız, uçsuz, önsüz”
keçiksiz “köprüsüz, geçitsiz”
-kına/-kine/-kıya/-kiye: Bu ek kuvvetlendirme ve sayı ifadelerini ortaya koyan, isimden isim
yapım ekidir.
közkiye “gözceğiz”
Fiilden İsim Yapan Ekler:
-ç: Bu ek -n- ile genişlemiş fiil gövdelerinden genellikle fiil isimleri yapmaktadır.
avınç<avın-ç “alışma, avunma”
ınanç<ınan-ç “inanma, inanç”
-ġ/g: Yer isimleri ve soyut isimler yapar. Yapılan işin sonucunda ortaya çıkan şeyi gösterir.
açıg<açı-g “acı, ıstırap”
açıg <açı-g “ihsan, bağış”
adıg< adı-g “ayık, uyanık”
agrıg “ağrı”, arıg “temiz” bag “bağ”
bal-ı-g “yaralı”
batıg<bat-ı-g “derin”
bış-ı-g “ pişmiş”
bil-i-g “bilgi”
biti-g “mektup”
bodug<bodu-g “boya”
boşlag<boşla-g “boş, avare”
buşug<buş-u-g “pusu, tuzak”
elig<el-i-g (il- “bağlamak” fiilinden yapılmıştır.)
ersig<er-si-g “erkek, yiğit”
isi-g “sıcak”
it-i-g “hazırlık”
kap-u-g “kapı”
karı-g “ihtiyar”
kat-ı-g “karışık”, katı-g “kuvvetli”
korı-g “küçük orman”, koru-g “korunma”
koy-u-g “derin”
körü-g “görülen
odug <odu-g “uyanık”
okı-g-çı “davetçi”
okşag <okşag “benzer” (okşa- “benze-”)
oldrag <ol-dur-u-g “yer, mekan, mevki”
otag “çadır”
ög “akıl <ö-g ö-“düşünmek”
ögret-i-g “terbiye”
ölüg <öl-ü-g “ölü, ölmüş”
örtüg <ört-ü-g “örtü”
ötüg <öt-ü-g “dilek, rica”
sakıg <sak-ı-g “serap”
tezig <tez-i-g “ürkek, ürkmüş”
tıd-ı-g “yasak,mania”
tıldag<tılda-g “mania,siper”
ülüg <ül-ü-g “pay, hisse”
yad-ıg “yayılmış, serilmiş”
yan-ı-g “cevap, karşılık”
-ġa/-ge: Somut isimler yapar.
bilge<bil-ge: bilgin, alim
kısga “kısa”
köl-i-ge “gölge”
ög-e “akıllı”
tilge “dilim”
yorıga “yürüyen”
-gı/-gi/-gu/-gü: İşlek bir ektir.
adınagu “başka, yabancı”
adına- “başkalaş-”
belgü “işaret, alamet, belge”
bel- “belli ol-”
bitigü “kalem” , biti-“yaz-”
kadgu “kaygı”
kana- “kanamak”, kanagu “kan alma aleti, neşter”
kedgü “giyecek, elbise”, ked- “giy-”
koltgu “ ihyitaç”, kolt- “iste-, istet-”
öl-gü “ölecek”
-guç/-güç/-kuç/-küç: Eski Türkçeden beri başlıca alet adları ve berkitme sıfatları yapmıştır.
ar-guç “insanların aldandığı nesneler”
-gun/-gün/-kın/-kun/-kün: Fiil kök ve gövdelerine gelerek genellikle –mış/-miş eki ile
yapılmış sıfat fiil anlamını belirten bir ektir.
kodgun “konulmuş”
kökçün “göç eden”
ter- “der-, topla-”, terkin “birikmiş”
yadgun “yaygın, yayılmış”
-ḳ/k: Fiilden sıfat, soyut isimler, alet ve eşya isimleri yapar.
adır- “ayır-”, adruk<adır-u-k “farklı, fark”
aksak <aksa-k “topal, aksak”
anuk <anu-k “hazır”
bagırsa- “merhamet et-” , bagırsak “merhametli”
beze-“süsle-”, bezek “süs, nakış”
boz- “boz-,yık-”, boz-u-k “bozuk,yıkık”
bulga- “karış-”, bulgak “kargaşa, bulanıklık”
kör-ü-k “körük”
küçe-k “zorba”
-aḳ/-ek: Fiilden genellikle alet ismi yapan bu ek, -an/-en sıfat fiil ekinin anlamında kelimeler
de türetir.
ad- “ayrıl-”, ad-ak “ayak”
bıç- “biç-, kes-”, bıçak “bıçak”
biç-“biç-”, biçek “bıçak”
iv- “acele et-”, ivek “aceleci, acele eden”
-ma/-me: Fiillerin ismini yapar. Sıfat fiil anlamında da kullanılmaktadır.
adma “salıverilen, başıboş”
kesme “kesilmiş saç, perçem”
tügme “düğme”
-m: İşlek bir ektir. Genellikle soyut kavram isimleri yapar.
kal-ı-m “kalma, kalış”
ked-i-m “giyim”
kon-u-m “konulan yer, konak, yurt”
ödrüm<ödür-ü-m “seçkin”
öl-ü-m “ölüm, ölme”
ör-ü-m “örülmüş”
sak-ı-m “seprap”
tıldam <tıl-da-m “hatip, güzel konuşan”
tildem <til-de-m “haberci, peygamber”
yadım<yad-ı-m “yayım, döşek”
yem<ye-m “hayvan yiyeceği”
yiyim <yiy-i-m <yid-i-m “yiyiş”
-man/-men: “sık-” , sıkman “üzüm sıkma zamanı”
-n: İşlek bir ektir. Fiilin yapılmasından sonra ortaya çıkan ürünü gösteren bir ektir. Bu ekle
yapılan isimler, edat olarak, sıfat olarak kullanıldığı gibi, bağımsız kelimeler olarak da
kullanılmaktadır.
ad- “ayrıl-”
adın<ad-ı-n “ayrılmış, başka”
yod- “yok ol-”, yodun<yod-u-n “yok olma, tükenmiş”
-ş: Çok işlek bir ektir. Bu ek soyut kavramlar ve fiilin ifade ettiği hareketi gösteren isimler
yapar.
ag- “yüksel-”
agış<ag-ı-ş “yükselme”
bagda- “güreşte ayak yakala-”
bagdaş <bagda-ş <bag-da-ş “bağdaş”
bak- “bak-”, bakış<bak-ı-ş “bakış, bakma”
bil- “bil-”, biliş<bil-i-ş “bildik, tanıdık”
erdeş<er-de-ş “arkadaş”
kir- “gir-” , kir-i-ş “gelir”
koldaş<kol-da-ş “arkadaş”
sakış<sak-ı-ş “sayma, sayış, hesap”
tokış<tok-ı-ş “savaş, vuruşma”
uk- “anlamak”, ukuş <uk-u-ş “akıl, anlayış”
-t: adır-“ayırmak” adırt<adır-t “ayırma”
art-u-t “armağan”
bas-u-t “yardım, arka”
baya- “önce ol-, zaman geç-”
bayat “Tanrı’nın Kadim sıfatı”
kon- “kon-”, kon-u-t “konulan yer”
kü- “korumak” kütçi “koruyan çoban”
İkilemeler:
Birbirinin aynı, birbirine yakın veya birbirine zıt anlamlara sahip kelimeleri yan yana
kullanmak suretiyle yeni bir kavram meydana getirmeye ikileme denir.
İkilemeler cümle içerisinde eğer bir ismi niteliyorsa pekiştirme sıfatı, sıfatı veya fiili
niteliyorsa zarf olarak kullanılmaktadır.
bod-sin “boy, kamet”
hile-çare “hile, tedbir, çare, yardım”
il-kün “il, ülke, halk, memleket”
koy-sürük “koyun, sürü”
kü-çav “şöhret, şan, ses, ün”
yıldız-kök “kök, esas”
yil-büke “ejderha, büyük cin”
yir-suv “yer, toprak,su”
yürek-bagır “yürek, bağır”
Birleşik İsimler:
En az iki ismin yeni bir kavramı ifade edecek şekilde birleşip birlik oluşturmasıdır.
1.Aslını kaybederek birleşme:
neçük<ne-çe-ök “neden, niçin”
nelük <ne-le-ök “niçin”
nerek<ne-re-ök “neye, ne gerek”
toksan <tokuz-on “doksan”
2.Aslını kaybetmeden birleşme:
akılar başı, aşçı başı, ata hürmeti, ata pendi, baş agrıgı, er başı, halayık başı, il başı, kara baş
“hizmetçi”, kök oyuk “Türkmen büyüklerine verilen ad”
İsim Çekimi:
İsmin Halleri:
Yalın hal: Eksizdir.
İlgi hali: -nıng, -ning,-nung,-nüng
Yükleme hali: -ġ/-g/-nı/-ni
Yönelme hali:-ka/-ke/-ga/-ge/-a/-e
Bulunma hali: -da/-de/-ta/-te
Ayrılma hali: -da/-de/-ta/-te/-dın/-din/-tın/-tin/-dun/-dün
Eşitlik hali: Cümle içerisinde üzerine getirildiği ismi zarf yaptığı gibi bazı kelimeleri
edatlaştırır. Kalın sıradaki kelimelere –ça, ince sıradaki isimlere –çe şeklinde gelmektedir.
Gösterme hali: -garu/-gerü, -karu-/kerü>-aru-erü –ra/-re- ru-/rü
İsimlerde Çokluk:
-lar/-ler ekleri ile yapılır.
adınlar<adın-lar “başkalar, başkları”
asıglar<asıg-lar “faydalar”
yolçılar “yolcular”
yumıtmışlarıg<yumıtmış-lar-ı-g “toplanmışları”
nasihatların >nasihat-lar-ı-n “nasihatlarını”
öggüçiler <öggüçiler “övenler”
tengler “benzerler, akranlar”
İsimlerde Aitlik:
İsimlerin üzerine getirilen –kı/-ki eki ile yapılmaktadır. Özellikle bulunma hali üzerinde
olduğunda kendisinden sonraki ismin sıfatı durumuna girer.
asrakı<asra-kı “alttaki, aşağıdaki”
aşnukı<aşnu-kı “önceki, evvelki”
naru-kı<naru-kı “sonraki”
kiçe-ki “geceki”
kün-ki “günkü”
küz-ki “güzki”
Zamirler:
İsmin yerini tutan, isimleri temsil veya işaret eden, isim gibi kullanılan kelimelerdir.
Şahıs zamirleri:
Birinci teklik şahıs zamiri:
yalın hali: men (ben)/min
Bu zamirin yalın hali fiil çekimlerinde birinci tekil şahıs eki olarak da kullanılmıştır.
Bildirmede de kullanılmıştır.
İlgi hali: mening “benim”
yükleme hali: meni/mini :mini teg
yönelme hali: manga “bana”(Kök değişikliği olmuştur.)
bulunma hali: minde/mende “bende”
ayrılma hali: mendin/mindin/menden “benden”
vasıta hali: menin/minin “benimle”
eşitlik hali: mençe/minçe “bence”
yön gösterme hali: mangar/mangaru (Zamir kök değişikliğine uğrar.)
bulunmazlık hali: minsiz
soru hali: men mü
İkinci teklik şahıs zamiri: sen
yalın hal:sen
ilgi hali: sening. Bazı örneklerde ilgi hali eki üzerine isim hal eklerinden bulunma ve ayrılma
ahl eki ile, isimden isim yapı eki –sız getirilmiştir.
sen-i-ng-de, sen-i-ng-din, sen-i-ng-siz
yükleme hali: seni/sini
yönelme hali: sanga
bulunma hali: sende/sinide. Bu örnekte ise bulunma hali üzerine yüklem getirilerek
kullanılmıştır.
ayrılma hali: senden
vasıta hali:kullanılışı yok
yön gösterme hali: sangar
bulunmasızlık hali: sensiz
soru hali: sen mü
edatlarla kullanılışı: Kuvvetlendirme mahiyetinde kullanılmıştır.
Not: Aşağıdaki örneklerde isimden fiil yapan –le eki ile sen zamirinden fiil yapılmıştır.
senle-<sen-le- “sen diye hitap etmek”
senlet- <senle-t “sen diye seslenmek”
Üçüncü teklik şahıs zamiri: Ol “o”
yalın hal: Bu zamirin yalın şekli cümle içerisinde değişik görevler üstlenmektedir.
1.-dır/-dir/-dur/-dür anlamında kuvvetlendirme ve bildirme eki olarak
2.Cümlenin öznesi olarak
ilgi hali: anıng “onun”
İlgi hali üzerine bulunma, ayrılma hali ile –sız isimden isim yapım ekinin getirildiği örnekler
de vardır.
yükleme hali: anı “onu”
yönelme hali: anga “ona”
bulunma hali: anda “onda, orada”
ayrılma hali: andın/andan “ondan”
vasıta hali: anın “onunla, onla”
eşitlik hali: ança “onca, öylece, o şekilde”
Şu örnekte eşitlik hali üzerine vasıta hali eki –n getirilerek kuvvetlendirilmiştir.
Birinci çokluk şahıs zamiri: biz
yalın hal: biz
ilgi hali: bizing/bizning “bizim”
yükleme hali: bizni
yönelme hali: bizge/bizke “bize
bulunma hali: bizde. İlgi ekinden sonra ayrılma hali anlamındadır.
Vasıta hali ve yön gösterme hali yoktur. Soru şekli ve eşitlik hali kullanılışı yoktur.
İkinci Çokluk Şahıs Zamiri: siz
yalın hal: siz
ilgi hali: sizing (Siz ekinin getirildiği örnekler de vardır. sizingsiz)
yönelme hali: sizge/silerke/sizlerke
Üçüncü Çokluk Şahıs Zamiri: olar/onlar “onlar”
yalın hal:olar, anlar
ilgi hali: olarnıng “onların”
yükleme hali: olarıg/olarnı “onları”
bulunma hali: olarda “onlarda”
ayrılma hali: olardın “onlardan”
Vasıta hali, yön gösterme hali, soru hali, eşitlik hali yoktur.
İşaret Zamirleri:
Bunlar nesneleri işaret etmek, göstermek suretiyle karşılayan kelimelerdir.
mu-bu, bular-olar işaret zamirleri kullanılmıştır metinlerde.
“bu” işaret zamiri:
yalın hal:bu
ilgi hali: munıng/munung “bunun”
yükleme hali: munı/munu, bunı “bunu”
munı teg>mundag (böylece, böyle, unun gibi)şekli mevcuttur.
yönelme hali: munga “buna”
bulunma hali: munda “burada, bunda”
ayrılma hali: mundın “buradan, bundan”
vasıta hali: munın “bununla, bundan dolayı”
yön gösterme hali: mungar “buna doğru, buna”
eşitlik hali: munka “bunca, bu kadar”
bular<bu-lar “bunlar” işaret zamiri:
yalın hal: bular “bunlar”
ilgi hali: bunlarnıng “bunların”
yükleme hali: bularnı/bularıg “bunları”
yönelme hali: bularka “bunlara”
bulunma hali: “bularda” bunlarda”
ayrılma hali: bulardın “bunlardan”
vasıta hali: buların “bunlarla” kullanılışı yok. Yön gösterme ve eşitlik halinin de kullanılışı
yok.
olar “onlar” işaret zamiri
Dönüşlülük zamirleri:
Dönüşlülük zamirleri kendi ve öz kelimeleridir. Üzerlerine iyelik ekleri alabilmektedir.
İsim hal ekleri ile kullanılışları:
kendü “kendi, kendisi, bizzat”
yalın hal: kendü
öz: kendi, kendisi, bizzat
yalın hal: öz “kendi”
ilgi hali: özüng “kendinin”
yükleme hali: özüg/özni “kendini”
yönelme hali: özke “kendine”
bulunma hali: özde “kendinde”
ayrılma hali: özdin “kendinden”
vasıta hali: özün “kendisiyle”
İyelik ekleri ile kullanılışları: Kendü zamirinin iyelik ekleri ile kullanılışı bir yerde geçer
(kendünge). “öz”ile ilgili örnekler.
a.Birinci tekil şahıs iyelik eki ile: özüm iyelik ekinden sonra gelmiş olan isim hal ekleri olan
örnekler de vardır.
yükleme hali: özümni
yönelme hali: özümke
bulunma hali: özümde
ayrılma hali: özümdin
b.İkinci tekil şahıs iyelik eki ile: özüng
yükleme haile ile: özüngn,
yönelme hali ile:özüngke, özünge
bulunma hali: özüngde
ayrılma hali: özüngdin
c.Üçüncü teklik şahıs iyelik eki ile:
yalın hal:özi
yükleme hali:özin/özni
yönelme hali: özinge
bulunma hali: özinde
ayrılma hali: özindin
d.Birinci çokluk şahıs eki ile:
yalın hal:özümiz
yönelme hali: özümizke
çokluk eki ile kullanılışı: özler
-lıg yapım eki ile genişletilmesi:özlüg
Soru Zamirleri:
İsimlerin yerini soru ifadesi ile tutan kelimelerdir. Metinlerimizde “kim”, “ne” ve “kayu”
zamirleri vardır.
kim:
yalın hal:kim
sen zamiri ile: bu söz kim sen aydıng bagırsaklık ol
yükleme hali ile: kimig/kimni/kimi
ilgi hali: kiming
Şu örneklerde ilgi halinin üzerine bulunma eki getirilmiştir: kimingde
yönelme hali: kimge/kimke
bulunma hali: kimde
kayu:
yönelme hali: kayuka
bulunma hali: kayuda/kayusında
Not: Bu şekil nerede manasındadır.
ayrılma hali: kayudın
ne:
yalın hal:ne
yükleme hali: neni
ayrılma hali ile: nedin
Belirsizlik Zamirleri:
adınlar “başkaları, herkes”
adnagu “yabancı, başkası”
barça/barçalar “bütün, hep, bütünü, hepsi”
barı/baru “bütünü, hepsi, tamamı”
biregü<bir-e-gü “biri, birisi, her biri”
bazıları “bazıları”
biri<bir-i, birisi<bir-i-si “biri, birisi”
ilgi hali: birining “birinin”
yükleme hali: birin/birni “birini”
yönelme hali: biringe “birine”
ayrılma hali: birindin “birinden”
vasıta hali: birin “biri ile”
birisi <bir-i-si “birisi”
yükleme hali: birisin/birisni
kamug/kamu: bütün, her, hepsi
ilgi hali: kamugnung “hepsinin”
yükleme hali: kamugnı “hepsini”
yönelme hali: kamugka “hepsine”
ayrılma hali: kamugdın “hepsinden”
kayu/kayusu: “bazısı, kimisi”
yükleme hali: kayunı/kayusın
yalın hal: kayu/kayusı “hangi, kimi”
Sıfatlar:
Sıfatlar tek başlarına isim olan kelimelerdir. Cümle içerisinde kendilerinden sonra gelen bir
simi belirterek veya niteleyerek tamamlandıklarında sıfat görevi yüklenirler. Metinlerde geçen
sıfatlar:
1.İşaret Sıfatları:
Bunlar yalnız başlarına işaret zamirleri olan isimlerdir. Fakat kendilerinden sonra bir ismi
işaret yolu ile belirttiklerinde işaret sıfatı adını alırlar.
bu, ol, uş ol, uş bu
2.Niteleme Sıfatları:
Yalnız başlarına birer isim olan bu kelimeler cümle içerisinde kendilerinden sonra gelen
isimleri niteledikleri için niteleme sıfatı adını alırlar.
a.İsimlerin niteleme sıfatı olarak kullanılması:
aceb “güzel, hoş”
agır “değerli, muteber, ağır”
akı “cömert, eli açık”
alçak “alçak gönüllü, yumuşak huylu”
araste “süslü, bezenmiş”
atik “eski, kadim”
ayıg “fena, kötü”
azad “azat, serbest”
azıglıg “azılı, cesaretli”
aziz “aziz, kıymetli”
bagırsak “merhametli”
basınçak “aciz, zayıf, güçsüz”
basutçı “yardımcı”
bedük “büyük”
berk “sağlam, kuvvetli”
boşlag “boş, avare”
boş “boş, serbest”
cefaçı “cefa eden , eziyet eden”
çıgay” fakir, yoksul”
edgü “iyi”
ediz “yüksek yer”
eski “eski”
esiz/isiz “fena, kötü”
esrük “sarhoş”
karı/karıg “yaşlı, ihtiyar”
kısga “kısa”
kurug “boş”
yalnguz “yalnız”
yaruk “aydınlık, parlak”
yavlak “kötü”
b. Renk isimlerinin niteleme sıfatı olarak kullanılması:
ak “ak, beyaz”
al “al renk”
ala “ala, alaca”
ar “kestane rengi, kumral, konural”
bayın “koyu kırmızı gelincik çiçeği rengi”
boz “boz renk”
çakır “gök gözlü, çakır”
çal “alaca, kır”
habeş “siyah ile beyaz arası, koyu esmer renk”
kara “kara, karanlık”
kır “kır rengi”
kırgıl “kırçıl”
kızıl “kızıl, kırmızı”
kök “mavi, yeşil”
kökçin “göğümsü, kır”
örüng “ak, beyaz”
sarıg “sarı, sarı renk
yagız “yağız, kızıl ile kara arası renk”
yaşıl “yeşil”
yipün/yipin “koyu kırmızı, kızıl, mor, menekşe rengi”
yipkil “erguvan renginde olan”
c. Pekiştirilmiş renk isimlerinin sıfat olarak kullanılması: Bu sıfatlar niteledikleri isimlerin
sıfat derecelerini kuvvetlendiren kelimelerdir. Genellikle asıl sıfatın önüne bir hecelik ekleme
ile oluşturulur.
kap kara “kap kara, sim siyah”
kıp kızıl “kıp kızıl”
köm kök “göm gök”
köp kök “göm gök”
yap yaşıl “koyu yeşil”
3.Sayı Sıfatları:
a.Asıl sayı sıfatları: Yalın olan sayı isimleri kendilerinden sonra gelen herhangi bir ismi
nitelediklerinde asıl sayı sıfatı adını alırlar.
bir, iki, üç, tört, biş, yiti, sekkiz, tokkuz, on, ottuz, kırk, ellig, altmış, yüz, ming, tümen, hezar
b.Sıra sayı sıfatları: Asıl sayı isimleri üzerine getirilen –nç/-nçi/-nçü ekleri ile yapılmaktadır.
Cümle içerisinde niteledikleri isimlerin sırasını ifade ederler.
ikinç “ikinci”, iki-n-çi “ikinci
üçünç <üç-ü-n-ç
törtinç<tört-i-n-ç, törtünç “tört-ü-n-ç”, törtünçi< tört-ü-n-çi
c.Sayı isimlerinden yapılmış isimler:
1.Sayı isimlerinden teşkil edilen isimler cümle içerisinde isim olarak kullanıldığı gibi
belirsizlik zamiri olarak da kullanılmaktadır. Sayı ismi önce –e- eki ile fiil şekline
sokulmakta, daha sonra isim yapan (veya sıfatfiil yapan) –gü- eki ile genişletilmektedir.
biregü<bir-e-gü “her birisi, birisi”
üçegü<üç-e-gü “her üçü
üçegün <üç-e-gü-n “her üçü” (vasıta hali eki ile genişlemiş)
Yalnız ünlü ile biten iki sayısınıa ek, -gü şeklinde gelir.
ikigü<iki-gü “her ikisi”, iki-gü-n “her ikisi, her iki”
2.-nti/-ndi eki ile yapılan isimler:
ikindi<iki-n-di “bazısı, öteki, ikinci”
ç.Üleştirme sıfatları: Asıl sayı isimlerinden –ar/-er ekleri ile türetilir.
birer<bir-er “birer, biraz, ara sıra”
4.Soru Sıfatları:
İsimleri soru şekli ile niteleyen veya belirten kelimelerdir.
kayu “hangi, ne”
ne “ne, nasıl”
neçe “nice, ne kadar”
5. Belirsizlik Sıfatları:
Yalnız başlarına birer belirsizlik zamiri olan bu kelimeler kendilerinden sonra gelen isimleri
belirttikleri zaman belirsizlik sıfat görevini yüklenirler.
barça “bütün”
birkaç “birkaç”
bütün “bütün, hep”
tegme “her, bir bir, türlü türlü”
köp “çok”
kaç “kaç, birkaç”
kamug “bütün, hepsi, her”
her “her”
telim “çok, pek çok bol, fazla”
Zarflar:
Cümle dışında tek başına isim olan bu kelimeler cümle içerisinde bir fiilin veya sıfatın
anlamını tamamlıyor veya niteliyor ise zarf adını alırlar.
a.Hal Zarfları:
agır “ağır, değerli, kıymetli”
akrun/akru “yavaş, yavaşça”
andag “öyle”
berk “sağlam, kuvvetli, mahfuz”
çıgay “fakir, yoksul”
çın “doğru”
edgü “iyi”
katıg “sağlam, kuvvetli, katı”
köni “doğru, gerçek”
mundag “böyle, bu şekilde”
munu tig / munung tig “bunun gibi”
terk “tez, çabuk”
uçuz “ucuz, değersiz”
yaguk “yakın”
yakşı “iyi, güzel”
yügrü “koşarak”
Bunun yanında –ça/-çe eşitlik eki –n, -la, -le vasıta hal eki, -layu/leyi zarf fiil eki ile
genişletilmiş kelimeler de hal zarfı olarak kullanılır.
b.Miktar Zarfları:
artuk “fazla”
ked “çok, iyi, iyice”
biraz “biraz”
öküş “pek çok, fazla”
köp “çok”
beter “daha, kötü”
idi “pek, çok”
telim / ök telim “çok, pek çok, bol, fazla”
aşru “aşırı, çok”
eng “en, daha”
c.Yer Zarfları:
berü “beri”
tegre/tigre “etraf, çevre”
taşra “dışarı, dış”
kirü “geri, girerek”
yan “yan, taraf”
utru “doğru, karşı”
yokaru/yokkaru “yukarı”
arka/arkara “arka, arka taraf, art”
yakın “yakın”
d. Zaman Zarfları:
ara “bazen”
aşnu “önce”
burun “önce, ileri”
emdi/imdi “şimdi, şu anda”
erte “erte, sabah, erken”
kidin “arka, sonra”
kin “arka, geri, sonra”
öngdün “önden, önceden”
kiç “geç, uzun”
kiçe “gece”
naru “bir yana, sonra, başka”
kündüz “gündüz”
song “son”
tutşı/tutaşı “her zaman, devamlı”
tün “gece”
ulaş/ulaşu “daima”
ahır/ahur “son, sonunda, nihayet”
hergiz “asla, hiçbir zaman”
evvel “evvel, önce”
e.Soru Zarfları:
Kendisinden sonra gelen fiilleri soru yoluyla belirten zarflardır.
negü teg “ne gibi”
neçe “nice, ne kadar, kaç, nasıl”
nerek “ne, neye, ne gerek”
neteg “nasıl , ne gibi”
nelük “niçin, nasıl, neden”
nelek “niçin”
nelik “niçin”
neçük “neden, niçin”
Edatlar:
Edatlar tek başlarına anlamları olmayıp ancak cümledeki kelime ve kelime grupları arasında
çeşitli ilgiler kurmaya yarayan alet sözlerdir, vasıtalardır.
Edatların gerek dilin bütünü içinde gerekse gramer unsuru olarak cümle içinde tek başlarına
anlam taşımamaları ve çekime girmemeleri gibi onları isim ve fiillerden ayıran iki önemli
özellik vardır.
Çekim edatları:
adın <ad-ı-n: “den başka”
ara “arasında”
arı “-e doğru, -den öte, -den ileri, -den”
artuk <art-u-k “-den başka, -den fazla”
asra <as-ra “aşağı, -den aşağı, -den öte”
isre “-den öte, -den aşağı”
aşnu <aşın-u “-den önce”
basa<bas-a “-den sonra, -den öte” bas- fiilinden a- zarf fiil eki ile teşkil olunmuştur.
berü<birü<beri “-den itibaren, -den beri”
bile<birle “ile, birlikte, beraber”
Türkçenin çeşitli devrelerinde hem kuvvetlendirme, hem çekim, hem de bağlama olarak
kullanılmış olan bile, Eski Türkçeden beri hiçbir ses değişikliğine uğramamıştır.
burun<buru-n<bur-u-n “-den önce, ilk”
Bir zaman zarfı olan burun, Harezm, Çağatay, Kıpçak sahalarında çekim edatı olarak
kullanılmıştır.
doġru<togru<togur-u “-a kadar, doğrusuna, istikametine, karşı, sularında, sıralarında”
Brockelmann bunu togur- fiilinin zarf fiil şekli olarak kabul etmektedir.
içre<iç-re “içinde, içine”. Daha çok mekan zarfı görevi görür.
Roman Sanatı
10 ay Önce
Yorum yap
Süleyman Kara
74 Görüntüleme
Roman,tiyatro ve şiirden çok daha sonra gelişmiş bir yazı
türüdür.
Bugünkü anlamda roman, 18.yüzyılın ortalarına doğru Daniel Defoe ve özellikle Henry
Fielding ile Samuel Richardson’un romanlarıyla ortaya çıktı.
Roman eleştirisinin gelişememe nedenlerinden biri; romanın tarihsel gelişme süreci içinde
kendinden önce var olan destan, romans, pikaresk, tarih, özyaşam öyküsü, sahne komedisi
gibi yazı türlerinden yararlanarak gelişmiş, geniş sınırları olan esnek bir edebi türdür. Diğeri;
uzun süre bu yeni anlatı türünün üstünde durmaya değer, ciddi bir yazın dalı sayılmamasıdır.
Romanın gelişmesini kuramsal olarak engelleyen faktörlerden biri; bu gibi kitapların okurları
asılsız bir hayal dünyasında oyalayarak, yaşamın gerçeklerinden uzaklaştırdığı, vakit
öldürmekten başka bir işe yaramadığı yolundaki görüş. Diğeri; romanın yaşamdan uzak değil,
tersine ona çok yakın oluşundan doğan bir kaygıya dayanır.
Defoe’den beri süregelen bir anlayışla Trollope’ta bile romanın amacı ahlak dersi vermektir.
Bu da romanın eğitim ve öğretim aracı olarak görüldüğünü, ona estetik açıdan bir sanat dalı
olarak bakılmadığını gösterir.
Belli bir yaşam görüşü ortaya koymak anlamında roman; öğreti yönü küçümsenemeyecek bir
türdür. Her sanat dalı birtakım seçme ve düzenlemelerle kullandığı ham maddeyi belli bir
bakış açısından biçimlendirerek sunar. Doğrudan doğruya insanları ve onların davranışlarını
konu alan romanlarda bu, özellikle kaçınılmaz bir durumdur.
En nesnel yazarların romanlarında bile belli bir görüş, bir tutum belirecektir.
Henry James’e göre romanın gerçek amacı yaşamı göstermektir. Bu bakımdan roman tarihtir.
Yazar tarihçi gibi insan yaşamını anlatmaya çalışmalıdır. Ancak roman aynı zamanda sanat
olduğundan; içindeki kişiler, olaylar, olayların geçtiği yerler, konuşmalar bir bütün
oluşturacak biçimde kaynaşmak zorundadır. Roman da her canlı varlık gibi yaşayan, kendi
içinde bütünlüğü bulunan bir varlıktır.
Henry James’e göre yaşam dağınık, tutarsız, ayrıntılarla dolu, başı sonu olmayan bir süreçtir.
Roman ise seçme, düzenleme ve yoğunlaştırma yoluyla bu dağınıklığa biçim ve anlam
kazandırma işlemidir.
James’e göre yaşamı romana aktarabilmek için yazarın bu hammaddeye biçim ve canlılık
vermesi gerekir. Bunu yapabilmek için ise konusunu sınırlandırmak, onu en iyi biçimde
yansıtmasını sağlayacak biçim ve yöntemleri bulmak zorundadır.
Roman yaşamdan daha gerçektir; çünkü romana aktarılmış bulunan yaşam, seçme ve
düzenleme yoluyla belli bir bakış açısından sunulmuş, kendi içinde bütünlüğü ve anlamı
bulunan bir yaşamdır.
Henry James’in roman anlayışı birbirine yakından bağlı iki temel ilkeye dayanır:
Roman yaşamı gerçekçi bir biçimde yansıtmalı ve kendi içinde bütünlük gösteren tutarlı bir
yapıya sahip bulunmalı. İşte bu ilkelerin sağlanması büyük ölçüde seçilecek bakış açısına
bağlıydı. James’e göre romanda gerçeklik izlenimini bozan şeylerin başında bakış açısının
dikkatsizce kullanılması, yazarın dışarıdan kendi düşünce ve yargılarını belirtmek için
okuyucuya seslenmesi gelir. D.Lubbuck da bakış açısının önemine değinir.
Virginia Woolf; Arnold Bennet, John Galworthy ve H.G.Wells’in romanlarına karşı çıkar.
Ona göre bu yazarlar, insanın iç dünyasıyla değil de dış dünyayla ilgilendikleri için gerçek
yaşamı yansıtmakta başarılı değildirler.
D.H. Lawrence’e göre roman insan ilişkilerini ele almakta kusursuz bir araçtır ve romancının
insanı her yönüyle gösterme olanağı vardır.
Forster, romanı bir yandan tarih gibi, insanın yaşamını nesnel bir yaklaşımla yansıtmaya
çalışan, günlük yaşamla iç içe, ayağı yerde bir yazı türü olarak görür; diğer yandan ise soyut
düşüncelere yönelebilen müzik gibi yüce bir sanat dalı olarak görür.
Forster’a göre “olayların zaman sırasına göre anlatılması” diye tanımladığı öykü, romanın
temelidir; öykü yoksa roman da yoktur.
Öykünün önemsizliğini belirtmek için ilginç bir görüş ortaya atar: Her insanın yaşamı iki ayrı
yaşam türünden oluşur; bunlardan biri insanın her gün zaman içinde geçen, dakika ve saatlerle
ölçülen yaşamıdır; ötekisi ise değerlere göre sürdürdüğü yaşamdır.
“Kızı ancak beş dakika gördüm, ama değdi doğrusu.” gibi bir söz, her iki yaşam türünü bir
arada dile getirmektedir. Anlaşılıyor ki değerlere göre yaşam, yalnızca saatle ölçülenden daha
önemlidir.
Yalnız, zaman içinde geçen yaşamı konu aldığı için öykü, romanın fazla anlam ve değer
taşıyan bir yönü değildir. İyi bir roman yazarı, uygun yöntemler bularak değerlere göre geçen
yaşamı da göstermek zorundadır.
James Joyce, V.Woolf ve Forster; insanın asıl önemli ve anlamlı yaşamının, saatlerle
ölçülemeyen bilinç dünyasında geçtiğini düşünerek, kişilerinin zihinlerinde akıp giden duygu
ve düşüncelere ağırlık vermişlerdir.
“Kızı ancak beş dakika gördüm; ama değdi.” →Burada Joyce ve V.Woolf için önemli olan
beş dakikalık nesnel zaman süresi içinde delikanlının içinden geçen ve anlatılması bu süreyi
kat kat aşabilecek duygu ve düşüncedir.
İşte bu yazarlar değerlere göre geçen duygu ve düşünce yoğunluğuyla belirlenen yaşam
türünü ele almak için, romanlarındaki olayların kapsadığı zaman süresini son derece dar tutma
yoluna gitmişlerdir.
J.Joyce’un Ulysses’i on sekiz saat kadar sürer, V.Woolf’ın Mrs. Dalloway’i de bu kadardır.
Bu yazarlar değerlere dayalı yaşam türünü vurgulayarak, ele aldıkları insanların kişiliklerini
tüm karmaşıklık ve derinliğiyle ortaya koyarlar.
Forster’a göre roman kişileri tanıdığımız insanlardan daha gerçektirler; çünkü çevremizdeki
insanları ancak şöyle böyle anlayabildiğimiz halde, roman kişilerini tam olarak anlayabiliriz.
Bunun nedeni: Roman yazarı yarattığı kişiler hakkında her şeyi bilir, bu kişilerin gizli saklı
hiçbir yönleri yoktur; çünkü onları yaratan da anlatan da aynı kimsedir.
Roman kişileri ne zaman gerçektir?
Forster’a göre roman günlük yaşamda bulunmayan kendine özgü kuralları olan bir sanat
yapıtıdır, romandaki kişiler işte bu kurallara uygun biçimde yaşadıkları zaman bir geçerlik
kazanırlar. Bir de roman yazarı bir kişi hakkında her şeyi biliyorsa o kişi gerçektir. Yazar
bildiklerinin hepsini bize anlatmayabilir. Ancak söz konusu kişi hakkında her şeyi
açıklamamış olsa da romancı bizde her şeyin açıklanabileceği yolunda bir duygu
uyandıracaktır. Bu duygu ise, günlük yaşamda hiçbir zaman edinemeyeceğimiz bir gerçeklik
izlenimi yaratır.
Romancılar değişik türden kişiler yaratmak ve bakış açısı yardımıyla yazdıklarını okurlara
benimsetmeye çalışırlar. Nedeni kişileri kitabının gereklerine uydurmaya çalışmak ve onların
özgürlüklerini fazla sınırlamamaktır.
Roman kişileri “yalınkat” ve “çok yönlü” diye ikiye ayrılır. Yalınkat kişiler birkaç nitelikten
oluşan, tek bir cümleyle özetlenebilen kimselerdir. Roman boyunca ne zaman ortaya çıksalar
hep baştaki o birkaç nitelikleriyle görünürler ve hiç değişmeden kalırlar. Çok yönlü kişiler,
bizi inandırıcı bir biçimde şaşırtabilen kişilerdir; çünkü gerçek yaşamın hesaba kitaba
uymadan değişkenliğine sahiptirler. Oysa her yeni durumda nasıl davranacaklarını önceden
bildiğimiz için yalınkat kişiler hiçbir zaman bizi şaşırtmazlar.
Forster’a göre romanda kişilerin uygun bir biçimde harman edilmesi, bakış açısından daha
önemlidir. Yazar okuyucuyu avucunun içine alarak yazdıklarını ona benimsetebilmeli. Bu
olmadan hiçbir şey olmaz.
Öykü, olayların zaman sırasına göre düzenlenerek anlatılmasıdır. Olay örgüsü olayların neden
sonuç ilişkisine göre biçimlenmesidir.
Öyküye duyduğumuz ilgi meraktan ileri gelir, olay örgüsünü izleyebilmek için zeka ve
belleğe gerek vardır; çünkü olaylar arasındaki ilişkileri görebilmek zeka işidir, daha önce olup
bitenleri unutmamak, bunların yeni gelişmelerdeki payını anlamak için ise zekanın yanı sıra
bellek de gerekir.
Forster’a göre romanı roman yapan, kişilerin gizli duygu ve düşüncelerini de ele
alabilmesidir. Roman yazarı için kişilerin iç yaşamları gizli değildir. Dilerse ele aldığı
kişilerin aklından geçen düşünceleri gösterir; dilerse düşünce düzeyinden daha derinlere
inerek bilinçaltına da bakabilir. Forster’ın romanda kişilerin iç dünyalarına verdiği bu önem,
onun Henry James ve Joseph Conrad’la başlayıp Joyce, Faulkner ve Virginia Woolf’la
doruğuna erişen çağdaş psikolojik roman yazarlarının görüşlerini paylaştığını ortaya koyar.
Bu romancıların en büyük özelliği, insan yaşamının gerçeklerini dış dünyada geçen olaylarda
görmeyip kişilerinin bilinç dünyalarına yönelmeleri ve bu dünyayı yansıtabilmek için biçim
ve yöntem sorunlarına ağırlık vermeleridir. Forster’ın bu yazarlardan ayrıldığı nokta bakış
açısıyla ilgilidir. James, Conrad, Joyce, Faulkner ve Virginia Woolf, insan bilincini yansıtmak
için en çok bakış açısından yararlanmışlardır. Forster için önemli olan, kişilerin bilinç
dünyasına ulaşmaktır; bu uğurda roman yazarı bakış açısını dilediği gibi değiştirebilir, yeter ki
bu değişmeler inandırıcı olsun.
Düşsellik, roman yazarının günlük yaşamdan bir parça uzaklaşmasına olanak sağlar.
Düşsellik; günlük yaşama hortlak, canavar, cadı, cüce gibi garip yaratılar sokmak; insanları
bilinmeyen ülkelere, yer altı dünyalarına, geleceğe göndermek; insan ruhunun derinliklerine
inmek ya da kişiliği parçalara ayırmak gibi işlemler kullanarak, sağduyu ile hayal gücünü
birleştirir, bunlardan canlı, güzel bir karışım elde eder.
Ermişlik, geleceği önceden görme anlamında değildir; yazarın taşıdığı birtakım köklü
inançların romanda kullandığı dile sinmesiyle ortaya çıkar. Bu bakımdan ermişlik, inançları
doğrudan doğruya dile getirmek değil, “ezgiye” ve “şarkıya” dönüştürmek işlemidir. Romanın
ermişlik yönünü değerlendirebilmek için okuyucunun alçak gönüllü bir tutuma girerek
okuduklarıyla alay etmemesi gerekir; yoksa ermiş yazarın sesini işitemez ve yüceliğini
görecek yerde, karşısında ancak budala bir soytarı görür. Ermişlik niteliği taşıyan romancılar,
günlük yaşamın gerçeklerinden uzaklaşan yazarlar değildir. Onların önemli özelliği günlük
yaşamın sıradan olay, durum ve kişilerine alışık olduğumuz boyutlarını kat kat aşarak tüm
insanlığı kucaklayan evrensel anlamlar yaratabilmektedir.
Ermiş yazar, görünen dünyanın gerçekliğini bozmadan, bu dünyayı iç içe bulunduğu birtakım
tinsel değer ve güçlerle birlikte gösteren yazardır.
Forster’ın roman sanatında ermişliğe büyük önem vermesinin başlıca nedeni, ermişliğin bir
ölçüde değerlere dayalı yaşamı dile getirmeye olanak sağlamasıdır. Estetik açıdan da ermişlik
Forster’ın özlediği roman anlayışına uygundur; çünkü düşsellik, dağınıklığa eğilim duyduğu
halde, ermişlik bir sanat yapıtında olması gereken genişlik içinde bütünlüğe yöneliktir.
Biçim, romandaki olayların gelişme çizgilerinin hep birden yarattığı görüntüdür. Biçim, olay
örgüsünün toptan algılanmasından doğan bir bütündür. Bu bakımdan biçim, romanın estetik
yönüdür; gerçi romandaki kişiler, sahneler, sözcükler, kısaca her şey biçimin oluşmasına
katkıda bulunabilir; ama onu asıl yaratıp besleyen olay örgüsüdür.
Biçim, romanın estetik yönüdür ve ona güzellik sağlar; ama güzelliğin ağır bir bedeli vardır.
Forster’a göre James, estetiği ermişliğe yeğlemiş, bu yüzden romanlarındaki olay ve kişilerin
gerçek yaşamdaki boyutlarını aşarak tüm insanlığı kucaklamasını sağlayamamıştır. Fortster’a
göre romana güzellik de sağlasa katı bir biçim, yaşamın yazara sunduğu sınırsız zenginliklerle
bağdaşmaz. Oysa katı bir biçim yaşam açılan kapıları kapar ve çoğu kez romancıyı kapalı
odalarda sanatçılık oyunları oynar bir duruma getirir.
Forster, H.James’in roman sanatında biçim ve yöntem sorunlarına gösterdiği büyük ilgiyi
yaşamdan kaçış olarak görür. Oysa James’in bu sorunlarla uğraşmaktaki amacı, kendisinin de
belirttiği gibi, yaşamı tüm ağırlığıyla romana aktarmaktır.
Romanda dağınıklığa yol açan değişik parçaları içten dikişlerle birbirlerine bağlanmasını
sağlayan şey ritim denir.
Forster’ın kullandığı anlamda ritim, roman boyunca birtakım sözcük ya da tümcenin
değişikliklere uğrayarak, zaman zaman ortaya çıkmasından oluşur. Forster bu tekrarlamaları
müzikteki ritim olayına benzetir. Romandaki işlevi biçim gibi sürekli olarak ortada
görünmeden arada bir belirerek, arada bir gözden uzaklaşarak olayları birbirine bağlamak,
güzellik sağlamak ve okuyucunun belleğini iyice kavramaktır. Kitaplarını önceden
tasarlayarak yazan romancıların bu etkiyi yaratamayacaklarını ileri süren Forster şöyle der:
Ritim romanda uygun bir geçiş noktasına ulaşıldığı sırada, yazarın içinde doğal olarak beliren
bir itici güce dayanmak zorundadır. Ne var ki bu yoldan sağlanan etki çok güzel olabilir,
kişilere herhangi bir zarar verilmeksizin elde edilebilir ve ayrıca bir dış biçime duyduğumuz
gereği azaltır.
Forster, romanda bir başka ritim türü daha görmek ister. Duyulması çok daha güç olan bu
ritim türü, bir senfoninin çalınıp bitmesinden sonra dinleyicinin kulağında ve zihninde beliren
ve senfoninin değişik bölümleri arasındaki ilişkiden doğan bir etkidir. Bu etki senfoninin
bütününden çıkarak genişleyen, yayılan bir titreşim gibidir.
Giriş Bölümü
Romacının tarihçilerin arasına karışması, yani eserinde tarihi olayları anlatması tarihçilerin
kızdıkları bir şeydir.
Roman yazarının yöresel oluşu önemli değildir, yöresellik bir romancı için güç kaynağı bile
olabilir. Defoe, Londra’nın yoksul takımını, Thomas Hardy kırsal kesimin insanlarını ele
alıyor diye yakınan kimse ya budaladır ya da bilgiçlik taslayan kendisini beğenmiş biri.
Yöresellik, eleştirici için önemli bir kusurdur. Yaratıcı sanatçıya tanınan sınırlılık eleştiriciye
tanınmaz. Eleştirici geniş görüşlü olmak zorundadır, yoksa hiçbir şey olamaz. Romancı
yaratıcılığın kendine verdiği hakları kullanır, ama eleştirici aynı haklara sahip değildir.
Forster gerçek bilginle sözde bilgini karşılaştırıyor. Kendisini de sözde bilginlerden sayıyor.
Gerçek bilginlik insanoğlunun erişebileceği en büyük başarılardan biridir. Değerli bir konu
seçerek onunla ilgili bütün olgularla, yakın konulardaki belli başlı olayları iyice öğrenen bir
kimseden daha yücesi yoktur. Böyle bir kimse dilediğini yapabilir. Konusu roman mı isterse
tutup romanları yazılış tarihleri sırası içinde ele alabilir, çünkü son dört yüz yılın bütün önemli
romanlarını, önemsizlerin de çoğunu okumuştur; ayrıca İngiliz romanına ilişkin her alanda
yeterli bilgisi vardır. Gerçek bilginlik başkalarına aktarılamaz, iyi yönünden alınırsa sözde
bilginlik, bilgisizliğin bilgiye gösterdiği saygıdır.
Sözde bilgin eleştiriye el atmamalıdır. Çünkü gerçek bilginin donanımından yoksunken onun
yöntemini kullanmaya kalkar. Sözde bilginlerin yaptıkları ayrımlardan havaya göre yapılan
Forster’ın daha çok dikkatini çekiyor.
Hava; süsleyici olabilir, yarar güdücü olabilir, açıklayıcı olabilir, belli bir uyuma göre
düzenlenmiş olabilir, romanla duygu bakımından karşıtlık içinde olabilir, vs…
Forster’ın, adında bahsetmediği bu yazarın dehadan bahsetmesi hoşuna gidiyor. Çünkü deha
olmadan roman yazarının dokuz tür hava olduğunu bilmesinin anlamı yok diyor. Bu yazar
romanları yazarın konusuna karşı takındığı tutuma göre ayırıyor.
Roman ancak yeni bir duyarlı kazanırsa daha başarılı olabilir. Yani romanın başarısı kendi
duyarlığına bağlıdır, ele aldığı konunun başarısına değil.
Tarih boyunca kitaplarını yazdıkları sırada yazarlar aşağı yukarı aynı duyguları duymuş, adına
kolaylık olsun diye “esin” dediğimiz ortak bir durum içine girmişlerdir. Bu durum göz önüne
alınarak şu denebilir: “Tarih ilerle, sanat yerinde durur.” Bu söz roman geleneğindeki
gelişmeleri incelememizi engelleyince, uğradığımız zarar daha büyüktür. İngiliz romanında
etkiler, akımlar, yenilikler dışında bir de yazı yöntemi süregelmiştir; işte bu yöntem kuşaktan
kuşağa değişikliğe uğrar. Söz gelişi, kişilerle alay etme yöntemini ele alacak olursak
“takılma” ile “kaba şaka” aynı şey değildir; Elizabeth döneminin güldürü yazarı, alaya alacağı
kişileri günümüz güldürü yazarlarından değişik bir biçimde seçer ve okuyucularını güldürmek
için değişik yollara başvurur.
Forster, Eliot’tan bir alıntı yapıyor: “İyi bir gelenek oluşmuşsa bunu korumak eleştiricinin
görevinin bir parçasıdır. Yazını doğru olarak ve bütünüyle görmek de eleştiricinin görevinin
bir parçasıdır; bu ise büyük ölçüde yazını zamana bağlı olarak değil de zamanın ötesinde bir
şey olarak görmek demektir. Bu görevlerden ilkini yerine getiremeyiz, ikincisini yapmaya
çalışacağız. Geleneği biz ne inceleyebilir, ne de koruyabiliriz. Ama romancıları bir odada
oturuyor olarak düşünebilir ve bilgisizliğimizden gelen bir güçle onları zorlayarak tarih ve yer
sınırlarının dışına çıkarabiliriz. Bir roman için son ölçü, ona karşı duyduğumuz sevgidir. Bu
durumda duygusallık ortaya çıkacaktır: “İyi ama ben seviyorum bunu.” Forster bu eserinde
duygusallığı sesinin fazla yükselmeyeceğini söylüyor.
Öykü
Öykü romanın temelidir, öykü yoksa roman da yoktur. Bütün romanların en büyük ortak yönü
budur. Öykü, romancının dilediği yerde başlar, dilediği yerde biter.
Öykünün yaptığı şey, zaman içinde geçen yaşamı anlatmaktır. Romanın bütününün yaptığı
ise, eğer iyi bir romansa, değerlere göre sürülen yaşamı da kapsamına almaktır. Romanda
zamana bağlılık zorunludur, yoksa roman yazılamaz. Ama romancı için önemli olan,
değerlere göre yaşamı dile getirmek olmalıdır. Öykü olay örgüsünün temelini oluşturur.
Öyküde anlatıcının sesi bizi okuyuculuktan dinleyici durumuna dönüştürebilir.
Kişiler
Yazar ile konusu arasında yakınlık vardır. Kişiler yazarın zihninde kuru ve duygusuz bir
biçimde belirmezler, yaratılmaları çılgın bir coşku içinde olabilir.
Tarihçinin görev alanı yazmak, romancının görevi yaratmaktır. Günlük yaşamda birbirimizi
hiçbir zaman anlayamayız; çünkü ne biz başkasının içini okuyabiliriz, ne de onlar
içlerindekini tam olarak açığa vurur. İnsanlar birbirlerini dış belirtilerin yardımıyla ancak
kabataslak bir biçimde tanıyabilir; bu belirtiler hem toplumdaki ilişkilerimiz, hem de
kuracağımız yakın dostluklar için yeterli denebilecek bir temel oluşturur. Oysa romancı
dilerse, romandaki kişileri okuyucuya bütün yönleriyle tanıtabilir; çünkü kişilerinin dış
yaşamları kadar iç dünyalarını da gözler önüne serebilme olanağına sahiptir. İşte bu nedenle
roman kişileri çoğu zaman bize tarih kitaplarındaki insanlardan hatta kendi yakın
dostlarımızdan daha açık görünürler. Haklarında söylenebilecek ne varsa söylenmiştir; eksik
kalmış yanları bulunsa da inandırıcı olmasalar bile, gizli saklı hiçbir şeyleri yoktur. Oysa
dostlarımız bazı şeyleri bizden gizler, gizlemeleri de gerekir; karşılıklı gizlilik insanın yaşam
koşullarından biridir.
Yazarlar ölüme ve sevgiye daha fazla yer verirler. Çünkü bu unsurlar onların işlerini
kolaylaştırır. Roman yazarlarının ölüm konusuna yakınlık duymalarının nedeni, ölümün
romanı derli toplu bir sonuca ulaştırmasıdır. Diğer neden: Romancı her şeyi zaman içinde ele
aldığından, yaşamın bilinen gerçeklerinden ölümün karanlığına doğru gitmeyi, doğumun
karanlığından bilinen gerçeklere doğru ilerlemekten daha kolay bulmaktadır. Kişileri öldüğü
sırada yazar artık onları iyice anlayacak, haklarında hem gerçeklere uyup, hem de kendi hayal
gücünden doğan şeyler söyleyebilecek durumdadır.
Forster’a göre sevgiye romanda çok yer verilmesinin iki nedeni vardır. Birincisi şu: Roman
yazarı kişilerini tasarlayıp yaratma işlemine geçince, sevgi bir yönü ya da bütün yönleriyle
zihninde ağır basıyor ve yazar farkına varmadan bu kişileri gönül ilişkilerine karşı aşırı ölçüde
duyarlı yapıyor. Çünkü gerçek yaşama kişiler sevmekle bu denli uğraşmazlar. Bu sevme
durumu, romanını yazdığı sırada romancının kendi içindeki duygu ve düşüncelerin kitabına
yansımasından doğmakta, romanlarda sevginin ağır basması biraz da bundan ileri
gelmektedir.
İkinci nedeni: Yazarlar ölümden olduğu sevgiden hoşlanıyorlar; çünkü romanlarını kolayca
sona erdirmelerini sağlıyor.
Güçlü her duygu insanda yanlış bir süreklilik inancı yaratır. Roman yazarları, romanların
çoğu zaman evlilikle bitirir; böyle bir bitişe bizim de bir diyeceğimiz yoktur, çünkü bizim
kendi özlemlerimizi dile getirmişlerdir.
Roman kişileri, soydaşları olan gerçek insanlardan daha kaypak, ele avuca sığmaz kişilerdir.
Roman kişileri birden doğarlar, ölme süreleri uzatılabilir, az yerler, az uyurlar, yorulup
usanmadan başkalarıyla ilişki içindedirler. Roman kişilerinin gerçek insanlardan daha
yakından tanıyabiliriz; çünkü roman kişilerini yaratan da anlatan da aynı kimsedir.
Romanda beslenme büyük ölçüde toplumsal bir olaydır. Kişileri bir araya getirir. Kişiler
ruhsal bakımdan yiyeceğe ihtiyaç duymazlar.
Roman kişisi ne zaman gerçektir?
Roman yazarı bir kişi hakkında her şeyi biliyorsa, o kişi gerçektir. Yazar bildiklerinin hepsini
bize anlatmak istemeyebilir, bildiklerinin çoğunu, hatta herkesin açıkça görebileceği şeyleri
bile gizleyebilir. Ancak, söz konusu kişi hakkındaki her şeyi açıklamamış da olsa, romancı
bizde her şeyin açıklanabileceği yolunda bir duygu uyandıracaktır. Bu duygu ise günlük
yaşamda hiçbir zaman edinemeyeceğimiz bir gerçeklik izlenimi yaratır.
İnsanlar birbirlerini ancak üstünkörü anlayabilmektedir, asıl benliklerini isteseler bile açığa
vuramazlar. İçtenlik dediğimiz şey gerçek içtenlik değildir bir başkasını tam olarak
anlayamayacağımız ummak boş bir beklentidir. Oysa roman kişilerini bütün yönleriyle
tanıyabilir, böylece okumadan anladığımız tadın yanı sıra, gerçek insanları anlayamamanın
sakıncalarını giderme olanağı buluruz. Bu bakımdan roman, tarihten daha doğrudur, çünkü
kanıtlarla sınırlı değildir. Romancı kişilerini postayla gelen bebekler gibi sunabilir; uzun süre
uyku uyutmadan, yedirip içirmeden yaşatabilir, aşık edebilir, aşktan başka şey düşünmez
duruma getirebilir. Yeter ki haklarında her şeyi biliyormuş gibi davransın yeter ki bu kişiler
kendi yarattığı kimseler olsun.
Roman kişileri gel deyince uysalca gelirler, ama aslına başkaldırma duygusuyla doludurlar;
çünkü pek çok bakımdan gerçek insanlara benzerler. Kendi başlarına buyruk olmaya çalışır,
bu yüzden romanın amacına ters düşen davranışlarda bulunurlar. Bu kişileri ne çok sıkı
denetim altında tutmalıdır, ne de çok özgür bırakmalıdır.
Yalınkat roman kişisi, tek bir nitelik ya da düşünceden oluşur. Tek bir cümleyle anlatılabilen
kişilerdir. Yalınkat kişilerin bir büyük yararı, romanda ne zaman ortaya çıksalar, kolayca
tanınabilmeleridir. Okuyucunun bakan gözü değil de gözü gözü tanır onları; bakan gözler,
kişileri ancak özel adları geçtikçe görür. Yalınkat roman kişisi, yazarın bir noktaya tüm
gücüyle yüklenmesi açısından önemlidir ve yazara kolaylık sağlar. Yalınkat roman kişileri bir
kez okuyucuya tanıtıldılar mı bir daha tanıtılmaları gerekmez.
Şiir ve Gerçek(çi)lik:
10 ay Önce
Yorum yap
Süleyman Kara
7 Görüntüleme
Pozitivist düşüncenin fert ve toplum hayatına hakim olması ve bu noktadaki gelişmeler
sanatta realizm ve natüralizm adı altında sistemleşmiştir. Zamanla, romantik şiire olan
tepkiler, realizm ve natüralizmin ortaya koyduğu yeni sanat/şiir anlayışları, rasyonalizm,
pozitivizm ve determinizmin objektifliği gibi şartlar gerçekçi şiire uygun bir zemin hazırlar.
Gerçekçi şiir anlayışından yana şairler, şairin hayat-insan-tabiat karşısında objektifliğini
savunur. Burada, dış dünyanın varlıklarını oldukları gibi, açık bir nesnellik içinde anlatma ön
plana geçmektedir.
Parnasyenler, şairin hayat-insan-tabiat karşısında objektif kalmasını savunurlar. Şairin; duygu,
düşünce ve zevk ve çeşitli eğilimlerinden mümkün mertebe uzak kalmasını ve bunları şiire
sokmamasını isterler.
Böylece şaire düşen görev, dış dünyaya ait varlıkların görünüşlerini olduğu gibi nesnel olarak
anlatmadır.
Gerçekçi şiirde mimari, heykel ve resim sanatının işlevi hakimdir. Bu durum, tasviri şiirin
gündeme gelmesini sağlamaktadır. Tasviri şiirde, dış dünyanın güzelliklerini nesnel bir
biçimde ifade esastır. Şaire, varlığa dıştan bakma, gözlemleme görevi düşmektedir.
Dolayısıyla şiire girecek tasvir, ayrıntılı ve canlı bir şekilde karşımıza çıkmaktadır. Gerçekçi
şiirde tasvir kadar düşünce de önemlidir. Bu bakımdan, şiirde felsefeye dayalı bir eğilim söz
konusudur. Bu eğilimin temelleri daha çok pozitivist ve determinist felsefeye dayanmaktadır.
Gerçekçi şiirde esas kılınan objektiflik, dış mükemmellik gibi kriterler öz şiirden uzaklaşma
problemlerini ortaya çıkarmıştır. Formda mükemmelliğe ulaşma endişesi bize mimariyi
hatırlatır.
İstvan Söter, gerçekliğin, gerçekçilik kadar romantizmi veya öteki yöntemler tarafından da
ifade edilebilceğini savunur. Bu görüşe göre, şairin diğer sanat akımlarının zenginliğinden
yararlanma ve bunu gerçekliğin tabiatına uygun bir biçimde kullanması esastır.
Şair, nesnel dünyadan edindiklerini bilincinin süzgecinden geçirerek öznele dönüştürür.
Gerçekçi şiir, bir anlamda, tarih köprüsü vazifesi yapmaktadır.
Walter Benjamin: “Şair gönlünce kendisi ve bir başkası olabilme gibi bir ayrıcalıktan
yararlanan insandır. Şair istediği zaman bir başkasının kişiliğine girer. Herkesin kişiliği ona
açıktır.”
Şiirdeki ben şairden ayrı düşünülemez.
Şiir Dili
10 ay Önce
Yorum yap
Süleyman Kara
16 Görüntüleme
Biri siyak-sibak (sözün gelişi, sözün öncesinin sonrasına olan uygunluğu, tutarlılığı) olarak
kendini pekiştiren ve mantıki tutarlılığa önem veren şiir; diğeri yine sözün gelişin bağlamında
kendi kendini niteleyen, psikolojik boyutun ele alındığı, dramatik şiir olmak üzere, iki farklı
çizgi veya daha açık bir ifadeyle şiir kuramı olduğu gibi bir görüş ortaya çıkmaktadır. Bu
yaklaşımlardan birincisi geleneksel şiir, ikincisi ise modern şiir anlayışına tekabül etmektedir.
Bir şiirdeki ünlem, çığlık ve kendiliğindenmiş gibi görünen dışavurumlar ne kadar aykırı, aşırı
infiale dayalı, ateşli ve başıboş görünürse görünsün, şiirin dayandığı temel mantıki
dayanaktan ilgisiz değildir ve onun dışına çıkmaz. Dahası şiirde açık seçik hiçbir önerme yer
almasa bile şiirin bizzat kendisi içinde bir iddia barındırır ve bu iddia düzenleyici bir rol
oynar.
Söz konusu eserin unsurları estetik bir bütün içinde bir terkip oluşturacaksa bunları karşılıklı
olarak belli bir ilişkiye sokan düzenleyici bir inanç ve tutum sisteminin varlığına ihtiyaç
vardır.
Unsurları şu veya bu mantıki bir ilişkilendirme ile bağlanmamış ve kavramsal hiçbir dayanak
noktası bulunmayan şiir o ölçüde kör bir bilinç akışının dışavurumu olmaya mahkumdur.
Şüphesiz, şiirde bizi birlik ve bütünlüğe götüren etki ve sonuçlara ulaşmamızı sağlayan ritmik
yapı, ton ve imaj örüntüsünün birliği gibi yollar da vardır. Ama yapı birliği, her şeyden önce
mantıki bir konudur; dolayısıyla konu birliği olmaksızın başka türden birlikler eksik
kalacaktır. Mantıki diyebileceğimiz şu veya bu şekilde bir zemin olmazsa imajın mantığından
da psikolojik tutarlılıktan da söz etmemiz mümkün olmaz.
Edebi Şahsiyetler
Edebi Şahsiyetler
Edebi Şahsiyetler
Edebi Şahsiyetler
Edebi Şahsiyetler
Edebi Şahsiyetler
Ahmet Hikmet Müftüoğlu (1870-1927)
Edebi Şahsiyetler
Edebi Şahsiyetler
Edebi Şahsiyetler
Edebi Şahsiyetler
Orhan Şaik Gökyay (1902-1994)
Edebi Şahsiyetler
Edebi Şahsiyetler
Edebi Şahsiyetler
Edebi Şahsiyetler
Edebi Şahsiyetler
Rıfat Ilgaz (1911-1993)
Edebi Şahsiyetler
Edebi Şahsiyetler
Edebi Şahsiyetler
Edebi Şahsiyetler
Edebi Şahsiyetler
Vasfi Mahir Kocatürk (1907-1961)
Edebi Şahsiyetler
Edebi Şahsiyetler
Edebi Şahsiyetler
Edebi Şahsiyetler
Edebi Şahsiyetler
Ahmet Muhip Dıranas (1909-1980)
Edebi Şahsiyetler
Şinasi (1826/1871)
Âşıkpaşazade (1392-1481):
Ayni (1766-1837)
Nedim (1681-1730)
Yazılı Soruları
Ders Notları
o
o
Testler
o
o
o
o
o
Sunular
İletişim
o
Arama için
Nâilî (1611-1666)
Neşâtî (1623-1674)
Nef’i (1572-1635)
Nev’i (1533-1599)
Hayâlî (?-1557)
Zâtî (1477-1546)
Fuzuli (1495-1566)
Şeyhi (1371-1431)
Ahmedî (1334-1413)
Gülşehri (1250-1335)
Nesimi (Ö.1404)
Şeyyad Hamza