You are on page 1of 78

Göstergebilim (Semiyoloji)

10 ay Önce
Yorum yap
Süleyman Kara
139 Görüntüleme
İbn-i Sina; İlim, ilmi fark etmektir der.

İlim, akılda bir şeyden hasıl olan suret (tasavvur)dur.

Mahiyet: Zihinde var olan tasavvur.

Aristo tümdengelimcidir.

Günümüzde bilim değişenlerin içinde değişmeyenleri bulmaktır, araştırmaktır.

Bilgiler hiyerarşiye sahiptir. Önemsizleri atın.

Vladimir Prop, ilk defa bilimsel olarak değişmeyenleri bularak masala uyguladı.

Dil bilgisi, bir dilin genel kurallarını; dil bilim, bütün dillerinin genel kurallarını,
göstergebilim, en genel kuralları inceler.

Dil bilgisinin kuralları, dil bilimin kurallarına, dil bilimin kuralları da göstergebilimin
kurallarına uymak zorundadır, kurallarını bilmek zorundadır.

Dünyadaki gelişmeler bizim lengüistikle de ilgilenmemiz gerektiğini ortaya koymuş, hatta


semiyolojiyle ilgilenmemiz gerektiğini göstermiştir.

Her şey bir işarettir. Her şeyin bir dili vardır.

Semiyotikte çok sağlam bir mantık ilişkisi var.

Kesişim kümeleri mantık teorisi üzerine oturur.

İyi bir edebiyatçı olmak içi iyi bir mantıkçı olmak gerekir.

Mantık, önermeleri inceler.


Hüküm cümlelerine önerme denir.

İstiare bir çeşit analojidir.

Endüksiyon:tikelden tümele

Dedüksiyon:tümelden tikele

Analoji: Tikelden tikele (nesneden nesneye)

Tümdengelim, sağlamdır, kesinliği vardır.

Tümevarım, sakattır, kesin değildir.

Bilim bize bir olguyu analoji yoluyla anlatır.

İstiare, tikelle tikel arasındaki ilgidir.

Bir şeyin yerini tutan şeye işaret denir. Kelimelerdeki diller, işaretlerdir. Her şey bir işarettir.

Polisin kıyafetine bakarak onun polis olduğunu anlarız, polisin kıyafetleri birer işarettir.

Marmaris’te başında şapka olan şortlu bir adam gördünüz, bu adama turist diyebilirsiniz. Bu
adam aynı kıyafetle İngiliz Parlamentosu’nda halka hitap ederse ona deli derler. Aynı
işaret(elbise) onun deli veya turist olduğunu söylüyor.

Kıyafetlerin dili var.

Bir yere misafirliğe gittiniz önce çorba, sonra etli yemekler, sonra tatlı geliyor. İşte bu
gramerdir (özne-nesne-yüklem)

Biz ev sahibi olarak olarak eğer önce tatlıyı getirirsek ne kadar görgüsüz veya yemek
kültürünü bilmiyor derler.

Öyleyse yemeklerin de bir dili var.

Eski Türkler’de yemek sofrasına bakarsanız hangi yemeğin hakana ait olduğunu kimseye
sormadan anlayabilirsiniz. Çünkü kuzunun hangi tarafının hakana (hangi kişiye) ait olduğu
bellidir. Yani yemek işarettir.
Bir bizim tarafımızdan uydurulmuş uydurma işaretler, bir de tabii işaretler vardır.

Tabii işaretler ağacın yaprağının rengi (kurumaya başlaması ve kuruması) sonbaharın


geldiğini gösterir.

İnsanın yüzünün sarılığı onun hastalığına işaret eder. Yüzün sarılığı tabii işarettir.

Biz sadece kelimelerin bize bilgi verdiğini sanıyorduk. Halbuki trafik işaretleri, yaprağın
düşmesi vs. bize bilgi veriyor.

Türkçenin gramerini iyi bilmek istiyorsanız önce bunları iyi bilmeniz gerekir.

İşaret bilimi, semantiğin mantığını oluşturur.

Saussure’a göre dil bir işaretler sistemidir.

Semiyoloji, metnin gramerini yazar. Semiyoloji, dikey bir inceleme yapar. Örnek: Ahmet
zekidir, ancak çalışkan değildir.

Bütün kelimeler dilde işarettir. Kızılderililerin kullandığı duman bir işarettir. Trafikte
kullanılan kırmızı, yeşil, sarı renkleri de birer işarettir.

İşaret bir şeyin yerini tutan herhangi bir şeydir.

Nesneye (bardağa) ancak görev verirsek işaret olur.

Benzeyen işaretler:Fotoğraflar ve resimler.

İlkesi: Benzerliğin ilkesi iki nesne arasındaki benzeşmedir.

Haritalar ve krokiler ikondur.

Kasetteki ses gerçek sesin ikonudur.

İndice prensibi→parça bütün ilişkisidir. Bütün, parça yardımıyla ifade edilir. Bazı işaretler
tabiidir ve bütünün parçasıdır. Yüz sarılığı kabakulağın işaretidir.

“Sembol”de hiçbir ilişki olmayacak. Bunda zorunlu olmayan bir ilişki vardır, çünkü keyfidir.
Dil işaretleri genelde keyfidir. Bunlar Pierce’nin tanımlarıdır.
Bugün işaretin temel ilkelerini öğrendik. İlkeyi bilme çok önemli.

Saussure’le Pierce’ın sembolü kullanışı farklıdır. Pierce’a göre diller sembol kategorisine
giriyor.

Dilin sahası tabii olmaya işaretlerin sahasıdır.

Tabii işaret yaprağın sararmasıdır. İndice’tir.

Bilimler de işaretlerle uğraşıyor. İkonlar da suni işaretlerdir.

Sanatlar ikonları inceler. Bütün sanatlar ikonik ilişkiler(i) (içindedir) inceler.

Tiyatro; ikon, indice ve sembolü içerir. Türkçe’deki taş kelimesi keyfi bir semboldür.
İşaretlerin bazıları sebeplidir. Onomatopeler (yansımalar) hariç.

Saussure işareti bir taşa benzetiyor. Taşı bir kağıdın iki yüzüne benzetiyor. Bir tarafı ses, diğer
tarafı kavramı oluşturur. İkisi de birleşerek işareti oluşturur.

İmaj, bir nesnenin anlık görüntüsüdür, tablodur.

Kavram soyuttur.

Ağaç kavramı zihnimizde canlanan bir imaj değildir.

Kavram bir nesnenin genel bilgilerini verir. Ağaç kelimesi zihnimizdeki ağaç kavramını
gösteri.

Anlamla ses tabakasının ilişkisine signification denir.

Sesten kavrama, kavramdan sese gidebiliriz.

Müzik zaman sanatıdır. Resim mekan sanatıdır. Dil zamanda çalışır.

Metalangaj: Dilin dille açıklanmasıdır, üst dildir.

İşaretleyen: ses tabakası

İşaretlenen: kavram tabakası


Semiyotik, metnin gramerini anlatıyor.

İnmek kelimesinin çıkmak, yükselmek, binmek gibi karşıtları vardır.

Biz bir metni şartlanmalarımıza göre algılarız. Aslında biz bir edebi metinde önceden neyi
umuyorsak (niyet ediyorsak) onu buluruz.

Semiyoloji formların tekrar kavranmasını ortaya koyar.

Aynı işaret çift gramatikal yapıya sahip olabilir.

Semiosis işaret biliminin içerdiği konuları ele alır. Pierce’e göre semiyotik üç konuyu ele alır:
kelime, nesne ve işaret.

Kelimeler bazen ayırmak için bazen de bir sınıfı belirlemek için kullanılıyor. Kuş kelimesi
hem bir kuşu hem de kuşlar sınıfını temsil ediyor.

Mecazi anlam: Hakiki anlama ilave edilen anlamdır.

Mantıkçılara göre önerme bir fikrin telakkisidir. Mantıkçılar tasdik olan cümleler içinde
çalışır. Önerme bir hükmün sözle ifadesidir. Hüküm iki fikir arasında ilişki kurmaktır.
Doğrulamak veya inkar etmektir.

Haber kipleri tasdik bildirir.

Dilek kipleri hüküm bildirmez.

Dilde önerme: Bildirişim için bir dil kullanıldığında bir mesaj üretilir. Üretilen bu mesaja
önerme denir.

Söylenen bir cümle söyleyicinin izlerini taşır. Bunlar gizli veya açık olabilir.

Semiyotikçi söyleyenle ilgileniyor. Bir verici cümlede nasıl var olur?

Ahmet’in çalışkan olmasından memnunum. Verici, kendini ifade eder.

Ben ona inanıyorum→ Kanaat bildirir.

Semiyotikçi olaya verici açısından bakar.


Bir cümle alıcısına göre de ayrı bir anlam taşır.

Bir önerme hangi zamanda ve hangi mekanda söylenmiştir, bunu da bilmemiz gerekir.

Aynı cümle değişik zamanda ve değişik mekanda değişik kişiler tarafından söylendiğinde
anlamı değişir.

Enonsiasyon, bir önermenin kullanım halinde olmasıdır.

Bir önermenin anlamı enonsiasyon aktı ile ile enonsiasyon şartının bilinmesine bağlıdır.

enonse:cümle

Enonsiasyon: Cümlenin oluşturduğu bütün şeyler.

Akt: fiil, iş, eylem.

Enonsiasyon bir aktırt, yani karşılıklı konuşma işidir. Enonsiasyonun olması için uygulama
lazım, bunun için de konuşan, dinleyen, mesaj olması lazım. Bunlardan biri yoksa akt yoktur.

Enonsiasyon hali: Her enonsiasyonun aktı hususi şartlara bağlıdır. Bu şartlara enonsiasyon
hali denir. Bunun için

1.Kim kime konuşuyor?

2.Önerme nerede ve ne zaman kullanılmıştır?

3.Vericinin subjektifliği şu unsurlara yansır:

a.Şahıs belirleyicileri

b.Zaman ve mekan belirleyicileri

c.Hüküm belirleyicileri

Dile yansıyan şartlar: Bir cümlede birinci şahsı ifade eden bütün ifadeler…

Bir cümlede birinci, ikinci veya üçüncü şahsı belirleyen belirleyiciler vardır.
Zaman ve mekan belirleyicileri vardır.

İsimleri ikiye ayırıyoruz:

-Anlamı içinde olanlar (deiktik olmayan ifade)

-Kullanırken anlam kazananlar (deiktik ifadeler)

Yani deiktik ifadeler anlamlarını, enonsiasyon halinde bulur.

Bir de cümlede hüküm belirleyiciler vardır.

Vericinin önermeye yansıyan sübjektif yansımalarına hüküm belirleyicileri denir.

Eyvah! Ahmet geldi.

Yazarak bir ekle de değer hükümlerimizi bildirebiliriz.

Enonsiasyon iş başındaki cümledir.

Önermenin sadece kullanımda bir anlamı vardır.

İki tip cümle var:

1.Dilbilgisel olarak (enonse)

2.Uygulanmış olarak (enonsiasyon)

Mektupta, yarın geleceğim, diyor. “Yarın” enonsedir, tarih (1.1.2017) varsa enonsiasyon olur.

Şairleri şahıs belirleyicilerinde, zaman ve mekan belirleyicilerinde bulabiliriz.

Eyvah! Yandık.

Duygu modaliteleri, şairin duygularını ifade eder. Vurgularda şair duygusunu ifade eder ve
bunlar şairin değer yargısını belirtir.

Suyun 100 derecede kaynaması beni üzüyor→değer yargısını belirtir.


Cümle; evrensel gerçekleri anlatır veya değer hükümlerini anlatır.

Öğrenciler koridora çıktı. (evrensel hüküm)

Şu haylaz öğrenciler yine koridora çıkıp dana gibi bağrışmaya başladılar. (Değer hükümlerini
ve bakış açısını belirtir.)

Okuduğunuz eserde yazar evrensel gerçekleri mi ifade ediyor yoksa kendi değerlerini mi ifade
ediyor? Edebiyatçının görevi budur.

Sıfatlar bizim bakış açımızı yansıtır. Sıfatlar yazarın değer hükümlerini ele verir. Sübjektif
hükümlerin bazıları değer hükümleri, bazıları duygu ifade eder. Yazar yaptığı tanımdadır.
Yazar sıfatlardan sonra fiilin içindedir. Zaman ve mekan ifadelerinin içinde de yazar vardır.

“Muhakkak ki, bazen, belki, inanıyorum ki” gibi ifadelerde yazar cümlenin içindedir.

Edebi eserde ilk soru “kim nerede konuşuyor” sorusudur.

1.Yazarın konuştuğu hikayeler: Üçüncü şahıs ağzından anlatılır.

2.Yazar –kahraman olabilir: Delil varsa yazar kahramandır.

3.Anlatıcı-kahraman olabilir. Delil yoksa anlatıcı kahraman.Delilden kasıt hikayeyi anlatanın


kim olduğudur.

Bu hikaye (Gizli Mabet) büyük bir monologdur ve bu monologda minik minik diyaloglar
vardır. Bu hikaye birinci şahıs ağzından anlatılan bir monologdur. Metin temel olmakla
beraber yazar-devir de önemlidir, metnin daha iyi anlaşılması açısından. Bu, bir konuşma
hikayesidir. Hikayenin kazançlarından biri monoloğun güzelliğidir. Araya bir aracı girmiyor.
Konuşmacıyla doğrudan bir temas var. Bu hikayenin iki anlatıcı kahramanı var. Biri anlatıcı
kahraman, diğeri Sorbonlu’nun not defteri.

Diyaloglar kahramanları doğrudan konuştuğu yerlerdir. Diyaloglar hikayenin içinde şimdiki


zamanı temsil ederler. Şimdiki zamanın sıcaklığı var.

Takdim etti→ Tahkiye zamanı, anlatım zamanı

di’li geçmişten sonra –mış, şimdiki zamanın hikayesi görülebilir.

“i-” fiili gerçekte şimdiki zamanı, dolaylı olarak da geniş zamanı ifade eder.
Hikaye anlatıcısı birinci şahıs olursa –yor gelebilir.

Üçüncü şahıs ağzından anlatılırsa hikaye, zaman listesi değişir.

Kahramanlarla ilgili sübjektif düşünceler –yor’la belirtiliyor.

Bu hikaye zamanının içinde aktüel bir zaman var.

Ana hikayedeki zaman atlaması kahramanların hayatını anlatırken olur. Ama zaman atlaması
hep aynı olmaz.

“Romancı nerelerde anlatıyor, nerelerde susuyor, nerelerde özetliyor?” soruları roman


incelemesinde çok önemlidir. Özetlenen zaman anlatıcıya istediği gibi değişiklikler yapma
imkanını verir.

Hüküm Belirleyicileri (indisi)-Modelizasyon-Modalite


Vericinin cümleye (önermeye) yansıyan sübjektif açıklamaları. Bir söz saf olarak ya da
duygular katılarak söylenebilir.

Hangi mesajı veriyor?

Bunu nasıl veriyor? (objektif-sübjektif)

Yazarlar, cümlenin arkasına saklanır. Bunu iyi okuyucu anlar.

Hüküm belirleyicileri üç şekilde karşımıza çıkar:

1.Duygusal modaliteler:

Duygu ve heyecanların ifadesidir.

Eyvah! Ahmet çarşıya gitti.

a.Vurgular: O, gitsin!

b.Fiiller: Fiiller seçerek duygu belirtme.

I.Hareket bildiren fiiller

II.Bizim ruh halimizi belirten fiiller.


Klasik müziği seviyorum. “seviyorum” fiili hareket bildirmez. Söyleyenin değer hükmünü
anlatıyor.

Yazarın ne tip fiiller kullandığı bizim için önemlidir.

Pop müzikten nefret ederim. “nefret ederim” hükümdür.

c.sıfatlar: sefil adam

d.Ünlemler

2.Değerlendirici modaliteler:

Hüküm cümleleleri (Cümlede ya da ekte olabilir.)

Küçültücü ifadeler (Cümlede ya da ekte olabilir.)

a.Hüküm cümleleri: Açık seçik yazarın hükmünü belirttiği cümlelerdir. Genel hüküm
cümleleri veya müstakil hüküm cümleleridir.

b.Küçültücü ifadeler: Yazarın duygusal modalitelerini belirtirler→ yazarcık

1. Mantıki ya da ahlaki, genel değerlendirmeler: “Bu ahlaksızlıktır.” gibi hükümler, fikirleri


ifade vardır.
2. Duygu ve hükümlerin derecelerini ifade eden kipler: Yazının içinde gramatikal olarak
duygu ve düşünce ifade edilir. Bu duygular derecelendirilir.
Ahmet çarşıya gitti.

Biliyorum ki

inanıyorum ki Yazar hangi seviyede duruyor?

zannediyorum ki

İfadede Tedric, derecelendirme sanatı. “Kesin, mümkün, olabilir” gibi sıfatlarla da


derecelendirme mümkün. Yazar bunları derecelendirir.
Anlam yönünden bazen bir sıfat, bir cümle değerindedir.
Analitik değerlendirme:

“Zavallı Ahmet çalışkandır.” İki cümle, iki hüküm var.

1) Ahmet zavallıdır.

2) Ahmet çalışkandır.

Zavallı çocukcuk →sevme hükmü

Bir metni yorumlarken modalizatörlere, tedrice bakılmalıdır.

Ekler de ikinci cümleyi oluşturur.

Ahmetcik geldi.

1)Ahmet geldi.

2)Sevimli (zavallı) Ahmet geldi.

“Gizli Mabed” hikayesinde tez-antitez vardır, mübalağa vardır. Tez okuyucuya mesaj vermek
amacıyla yapılır. Bu nedenle tasvirler sübjektiftir.

(Metinde) Duygusal Tonlar-Tonalite-Renkler:


Tür ifadesini roman, hikaye, şiir, tiyatro için kullanabiliriz.

Duygu dünyamız bir daireye benzer.

Bir edebi eserde de böyle duygulara göre tonlar vardır.

Metinlerin edebi tonu farklı yazı çeşitleri ortaya çıkarır. Dramatik ton, komik ton veya karışık
tonlar kullanılır.

Duygu tonuna göre eserler, sevinçten hüzne, sevgiden nefrete kadar değişik isimler alır.

1.Komik Ton
A) a.Humor
İroni
Humor, okuyucuyu zihni bir nükteyle güldürmektir, kelime oyundur. (Karagöz, Şair
Evlenmesi)

İroni: Tenkit ederseniz ironidir. Okuyucuyla suç ortaklığı yapılmalıdır. Düşündüğünün,


söylediğinin tersini söyleme.

B)Hiberbol-Mübalağa:

Karşı tezi büyüterek söyleme. Anladığımız şey, söylenenin tersidir.

“O çok çalışkandır!”

Edeb-i kelam: Söylemek istediğin, fakat söylemekten kaçındığın şeyin üstünü örtme, taraflı
davranma.

O dâhî değil ya! (O salak)

Süt canavarları (kediler)

Gizli Mabet hikayesindeki komik tonlar, ironiktir. Çünkü bir tenkit fikri var.

Sanatları bulamıyorsan genelinden yola çık (tümdengelim).

C) Parodi-Karikatür tonu:

Bir şahıs veya nesnenin görünüşünü abartarak veya değiştirerek ortaya koymak. Çizgilerini
olağanın dışında, abartarak, aşağılayıcı olarak anlatmak. Mübalağayla deforme etme.

Kelime alanı: Bir kelimenin çağrıştırdığı diğer kelimeler. Okul, silgi, tahta…

Parodiler, kelime alanları ve mukayeselerle ortaya konur.

Sadece eserlerin değil, nesnelerin de parodisi yapılır.

pozitif mübalağa: büyük gösterme

negatif mübalağa: küçük gösterme

2.Lirik Ton:
Ben’in ifadesidir. Ben merkezli, samimidir. Bu da kelime alanlarından, ünlemden, sorudan…
faydalanır.

3. Patetik Ton:
Patos: Duygu, his, ihtiras, tutku, heyecan.

Yazar kendi duygularını anlatırsa lirik, başkalarını duygulandırmaya yönelikse patetik olur.

Arkadaş! Yurduma alçaları uğratma sakın!

Patetik ton, kışkıştı ve harekete geçiricidir.

Verici→Yüksek duygular yaratmak ister. Bunu bilerek yapar.

Belirtileri: İkinci şahsa hitap ünlem, emir, dilek, kışkırtıcı kelimeler sentaksın ritmi…

Sentaksın ritmi: Duygular cümlelerimizi değiştirir.

Ben gitmeyeceğim!

Gitmeyeceğim ben!

Bir kelime, tek başına hiçbir şeydir. Sistemi içinde her şeydir. Bir ailenin üyesi gibi.

Ethos-pathos-logos üçü bir arada anlamlıdır. Tek başına anlaşılmaz.

Bir madde üç şekilde bulunur.Katı, sıvı, gaz bir sistem içinde tanınır. Her şey zıddıyla
kaimdir. Eş anlamlısını, zıddını bulmadan o kelimeyi tam olarak anlayamazsın.

Patetik metinler okuyucuda heyecan şiddet yaratmak amacıyla yazılır. Kim yazıyor?
Etkilemek için neler yapıyor?

Bu zavallı, masum, sevimli çocuk→ Bizi kışkırtan, provoke eden kelimeler

Lirikten ayrılan temel tarafı, okuyucuyu bilerek, isteyerek korkutma, kışkırtma.

Mustafa Kemal’in Kağnısı adlı şiir patetiktir, mesaj verir.

Refik Halit Karay’ın Eskici adlı hikayesi patetiktir.


Patetik eserlerde bir sahayla ilgili kelimeler kullanılmalı: Çöl, kum, serap… bir atmosfer
oluşturuluyor.

Duyguyu artırmak için sentaktik ritimli kelimeler kullanılır.

Ünlemler, duyguyu derinleştirir.

4.Trajik Ton:
İnsanın kaderi, azabı, ölümle sonuçlanan acıklı hayat ile sonlanıyorsa bu eser, trajik tonda bir
eserdir.

Batı kültüründeki indisleri (temel nitelikleri) şunlar:

►Açık bir dil, belirsizlik yok.

►Mantık bağlantıları kuvvetli

►Teferruatlı, geniş bir kompozisyon

► Diyaloglar büyük önem taşır.

►Bazı tablolar gözlerimizin önünde canlandırılır.

5.Dramatik Ton:
İstiare zemini-benzetme alanı dramatik tonda bulunabilir.

Promete, Karun, Nasreddin Hoca istiare zeminleri yaratır.

Eski Yunan’da İlyada ve Odessa istiare zemini oluşturan malzeme depolarıdır. Bilim ve sanat
yapmak için malzeme deposuna ihtiyaç vardır.

Milli Edebiyat, yeni bir depo arayışıdır.

Bizim depomuz→ biri Türk kültürü, diğeri İslam kültürü.

Dramatik ton hareket olan eserlerdir. Aslında dramatik tiyatroya has demektir. Dram aksiyon
demektir. Bu eserlerin yan özelliklerinden birisi olay dallanıp budaklanır, cümleler ritmiktir.
Hareketlerin sonucunu okuyucu merakla bekleyecek.

6.Epik Ton:
Destani olanlar. Aslında şiire ait olan bir tondur. Ayırt edici tarafı olağanüstülükler ve soylu
kahramanlar üstünde durmasıdır.

7.Fantastik Ton:
Tehlikeli, tabiatüstü bir varlık ya da olay karşısında bir şahsın tedirginliğini ifade eden
metinlerdir.

Böyle bir eserde rasyonel açıklamalar ile tabiatüstü yorumlama arasında sonuna kadar
tereddüt edilir. Eğer tabiatüstülük peri masallarında olduğu gibi tamamen normal kabul
ediliyorsa olağanüstülük sözkonusudur. Böyle bir metin fantastik değildir. Yazar bizi iki
dünya arasında bırakıyorsa fantastiktir.

Masal kitabını okumadan bizi bir sözleşme yaparız. (Yani masalın anlattıklarının gerçek dışı
olduğuna inanırız.)

Destan ile masal arasındaki fark: Destanın söyleyicisi ve dinleyicisi söylenene inanırlar.
Masalda ise söyleyen anlattığına inanmaz. Destan, inanılmayacak duruma geldiğinde artık
masallaşmıştır.

Destanlara inanılır; çünkü dini bir açıklama içindedir. Dini olağanüstülük (mucizelere
inanılır).

Fantastik tonlu eserler fizik ile metafizik arasında yani eşikte bir anlatım içindedir.
Olağanüstülük metinde tabii karşılanıyorsa (metinde) bu destandır.

8. Hitabet Tonu:
Verici ikna etmek içi alıcıyı etkilemeye çalışır. Didaktik türler buna girer. Temel amaç karşı
tarafı etkileyerek ikna etmektir.

9. Satirik Ton:
Alaylı, az çok öfkeli bir saldırıdır. Bir kişinin yahut bir devrin hatalarını, yolsuzluklarını,
suçlarını tenkit eder. Şeyhi’nin Harnamesi gibi.

Bu tonda bir alay söz konusudur, sosyal temalar işlenir, devir veya kişi tenkit edilir.

Bir eserde birden fazla ton bulunabilir. Ağır basan ton önemlidir.

Bir yazı yazacağınız zaman ilk önce tonunu belirlemelisiniz.

Yazı Tipleri (Anlatım Teknikleri)


1.Tahkiyevi metinler
2.Tasviri (betimleyici) metinler

3.İspatlayıcı (iknaya yönelik) metinler

4.Diyalog metinleri

5.Açıklayıcı metinler

6.Emredici metinler

İkna Edici-Caydırıcı Metinler:

Eski Yunan’da retorik, ikna etmek, kandırma sanatıdır. Batı kültüründe retoriğin temeli ikna
sanatıdır. İnandırmak biraz kandırmaktır, duygusaldır. İkna ise zihnidir. İkna akla ve
duygulara hitap etmektir.

Karşımızdakini ikna etmek için iki yol vardır: zihni ve duygusal.

İkisine birden hitap etmek için zeki olmak gerekir. Başarı getirir.

Amaç ikna etmek ise araçlarımız şunlar:

1)Pragmatiktir. İfadenin indislerinden yararlanmak.

İndis: Konuşan ile konuştuğu şey arasındaki ilişkidir. Cümlelerde zaman ve mekan belirtileri
vardır. Bunlardan faydalanılır.

Dil-sosyal çevre, dil-kişi arasındaki ilişkiler. Telefonda aldığımız cümleyi söyleyen hakkında
bilgiler alırız. Bayan veya erkek olduğu, sesin titremesi, hastalığı…

İkna etmenin içine ses tonu da girer. Bunlar kişisel belirtilerdir.

Cümledeki ben, sen … zamirleri tüm indisleri içine alıyor.

Bunlar dil ile kişi arasındaki ilişkileri bulmadaki yöntemlerdir

2) Edebi sanatlar, iknaın ve inandırmanın bir aracıdır.


3) Ritim, ahenk

Cenap Şehabeddin “Güzel ifade edilmemiş güzel fikirlere acırım.” der.

İyi fikrinizin olması yetmez. İyi bir ahengi olmalıdır Ritim süs değildir. Cümlenin ritmi ve
ahengi cümleyi anlamakla da çok ilişkilidir. Demek ki ses de önemlidir. Ses süs değildir.
Hislere ve kalplere de seslenmek gerekir. Ritim ve ahenk olmazsa yorgunluk, bıkkınlık getirir.
Bu da anlamayı ve öğrenmeyi olumsuz etkiler. Ritim ve ahenk algılamayı ve etkiyi artırır.

4) Metin tonlarını kullanmak.

Bunları kullanarak metni canlı hale getirebiliriz.

5) Anektodlar

Anektod: Küçük hikaye demektir. İnandırıcı olmak için kullanırız. Yani hayatı sahnelendiren
küçük hikayeler kullanırız. İstatistikler de anekdotlar sınıfına girer.

6) Satır arası ifadeler:

Herkesin bildiği bir şeyi ima eden ifadeler kullanabiliriz. O şeyi anlatmadan imayla herkese
ulaşabilmek. Anlatmadan anlatabilmek Bu da ikna eden için zaman ve avantaj kazandırır.

Özel Vasıtalar
1.Delillendirme

2.Muhakeme

3.Akıl yürütme

Akıl yürütmenin unsurları: Analiz ve sentez, tümevarım ve tümdengelim, kıyas.

Yazar meselelere tümdengelimle mi yaklaşıyor, yoksa tümevarımla mı buna bakmalıyız.

Bütün deneysel metotlar tümevarımdır.

4.Taviz muhakemeleri

İyi bir fikir yürütücü fikirlerinden taviz verir. Yani bir an için böyle değil de şöyle düşünelim
gibi.
5.Tenkit

6.Saçma söylemek

Saçma bir biçimde muhakeme yürütmek.

Saçmayı söyleyiniz. Bazen fikirlerimizi anlatmak için en saçma olanı anlatabiliriz. Negatif bir
tavize yakın (kara mizah).

Sonuç: Edebiyatın, retoriğin, edebi sanatların temelinde ikna yatar. Önce amaç belirlenir.
Sonra çeşitli vasıtalar kullanılır.

Not: Yukarıdaki Göstergebilim ders notları Prof.Dr. Rıza Filizok hocamın dersinde tuttuğum
notlardan oluşmaktadır.

Yazdır
Dokümanlar

İzmir Basın Tarihi


10 ay Önce
Yorum yap
Süleyman Kara
47 Görüntüleme
Selim Nüzhet Gerçek, Servet İskit : İlk ciddi araştırma yapanlar

Türkiye’de Neşriyat Hareketleri Tarihine Bir Bakış: Servet İskit

Encümen-i Teftiş ve Muayene: 2.Abdülhamit devrinde kitapların yayımlanmasına izin veren


kurum.

Selim Nüzhet Gerçek: “Türk Matbaacılığı 200.yılı münasebetiyle”, “Türk Taş Basmacılığı
1930”.

Taş basması eser→El yazmasıyla matbaaya ait bir eserin arası, yani ara dönem.

Hasan Tevfik Ertuğrul→ “Türk Basını Nasıl Doğdu, Nasıl Gelişti”


Süreyya Oral “Basın Tarihi 2 Cilt”

Ahmet Rasim, bizde ilk defa Türk edebiyatında basın tarihinin önemine değinen ve ilk
çalışmaları yapan kişi. Ahmet Rasim basın tarihinin başına Şinasi’yi koyuyor.

Münir Süleyman Çapanoğlu→Basın Tarihimizde Mizah Dergileri

Selim Nüzhet Gerçek ve Servet İskit→Profesyonel anlamda ilk basın tarihçileri

Bülent Varlık→Türkiye Basın Yayın Tarihi Kaynakçası

Vekayi-i Mısriyye→(1827) İlk gazete fakat, Mısır’da çıktığı için kabul edilmemiş.

İlk dergi→Vekayi-i Tıbbi sonra Mecmua-i Fünun

Matbaada basılan ilk Türkçe kitap→Van Kulu Lügati

Şinasi’den sonraki en büyük matbaacı→Ahmet İhsan Tokgöz

Çift dilli gazeteler de var. Türkçe-Ermenice vs.

Bir de Osmanlı coğrafyasının dışına çıkmış gazeteler var.

Namık Kemal’in çıkardığı gazete Mısır’da çıkmış.

Bölge Basın Tarihi: Osmanlı’nın çeşitli bölgelerine yönelik mahalli basın var. Yani bölge
basınının tarihi var.

1864’te eyalet sistemi kaldırılıyor, vilayet sistemi getiriliyor. Ege Bölgesi Aydın vilayeti adını
alıyor. Merkezi ise İzmir. Bu vilayete İzmir, Aydın, Manisa, Denizli ve Muğla bu vilayete
giriyor.

İzmir’de yerleşmiş olan gayri arasında matbaa daha önceleri ortaya çıkıyor.

18.yüzyılın ilk çeyreğinde levantenler matbaa kurup gazete ve dergi çıkarmaya başlıyorlar.

Aydın vilayetine ait ilk matbaa 1868’de kuruluyor. Bizde bölge basınının başlangıcı oluyor.

İlk vilayet gazetesi Rusçuk’ta 1805’te çıkıyor. (Tuna gazetesi)


1865’te Bosna’da, Selanik’te, Erzurum’da vilayet gazeteleri çıkıyor.

Gazetelerin çoğu vilayetin adıyla çıkıyor.

Halep ve Trablusgarb gazeteleri çıkıyor.

Bunların yanında gayri resmi vilayet dergi ve gazeteleri çıkmaya başlıyor.

İlk gayri resmi vilayet gazetesi Gülşen-i Serayi Bosna’da çıkıyor, 1868.

Yani bu gazetelerin doğuşu vilayet nizamnamesinin çıkışıyla oluyor.

İzmir’de bu vilayet matbaa ve gazetelerinin doğuşu ve gelişiminde önemli bir isim→Mehmet


Salim Efendi , Aydın Vilayet gazetesini çıkarıyor. Bu adam daha sonra ilk gayri resmi vilayet
gazetesini çıkarıyor.

Bizdeki ilk yıllık 1847’de çıkıyor. Bu yıllık Salname-i Devlet-i Aliye-i Osmaniye.

Devletin bir nevi bilançosunu görüyoruz.

Bazı bakanlıklar kendilerine ait yıllıklar çıkarıyorlar.

1879’da İzmir vilayeti matbaası tarafından ilk yıllık çıkarılıyor.

Basın tarihinin konusunu kağıt, matbaa, gazete ve dergi oluşturuyor.

İlk Türkçe gazete Aydın gazetesi (vilayet gazetesi)

Mehmet Salim Devir gazetesini çıkarıyor. Vilayet basınının ilk yarı resmi gazetesi.

Aydın gazetesinin çıktığı sıralarda Fransızca, Rumca, Ermenice, İtalyanca, Musevi


İspanyolcası ile gazeteler çıkıyor. Bu gazeteler genellikle ticari amaçlı veya belli bir gruba
(topluluğa) hitap eden gazetelerdir.

Osmanlı Devleti’nde ilk düzenli gazete Fransızca gazetedir. Fransız tüccarlarının haklarını
korumak amacıyla Simirniyen adıyla 1824’te bu gazete çıkıyor.

Osmanlı Devleti’nde ayrılmak isteyen Yunanlıları bu gazete desteklediği için kapanıyor. Yani
on ay yayınına devam ediyor.
Fransızlar Spektetor Oryantal adlı ikinci gazeteyi çıkarıyor (1824). Bu gazetede Osmanlı
aleyhine yazılar yazıyorlar.

Alexander Blak 1827’de gazetenin başına geçerek gazetenin politikasını değiştiriyor ve


Osmanlı lehine yazılar yazıyor. Dört yıl kadar çıkıyor. Avrupa kamuoyunda etkili oluyor.
İkinci Mahmut’un dikkatini çekiyor. Blak İstanbul’a çağrılıyor. Takvim-i Vekayi çıkarmak
üzere İstanbul’a geliyor.

1938 yılına kadar Türkiye’de Fransızca gazeteler çıkıyor.

En uzun süreyle yayınlanan gazete→İmpartial “(1841-1922)

Le Reform (1848-1922)

Bu gazetelere Türk hükümeti de yardım ediyor.

İzmir’de en çok çıkan gazete Fransızca’dan sonra Rumca gazete.

Dünyada çıkan ilk Rumca gazete. Filoston Neon→1831→İzmir’de çıkıyor. Gazeteyi


İzmir’deki bir papaz okulunun sahibi çıkarıyor.

→Amaltiya 1838-1922 Rum gazetesi.

→Armonya Rum gaztesi 1884-1922.

→İlk Ermenice gazete 1840’ta çıkıyor→Arsolos Araratya

→Yahudiler→İlk Yahudi gazetesi→De La Boenea Esperansa, 1875→dil:Musevi


İspanyolcası.

Yahudiler Türkçe-İbranice gazeteler de çıkarıyorlar.

→Bulgar gazetesi:Lü Yogoslövi

→İtalyan gazetesi:Kodu

→Yunanlılar tıp dergileri çıkarıyor.

→Rum ve Ermeni gazeteleri→ayrılıkçı gazeteler→Osmanlı’ya devamlı problem çıkarıyorlar.


→Bazı Rumlar da Türkçe gazete çıkarmışlar ve Türkçe basının gelişmesinde önemli rol
oynamışlar.

Gazetelerde genel olarak millet kendi dilini ve alfabesini kullanmış.

İlk Türk vilayet gazetelerinin armacı: Hükümetin valiliğin emirlerini ve yönetmeliklerini ve


kararlarını yayınlamak. İkinci amaç halkı zirai, kültürel açıdan kalkındırmak, geliştirmek.

1869-1914→ Aydın gazetesi düzenli olarak çıkmıyor, bu gazete başta Türkçe-Rumca olarak
çıkıyor. Haftada bir, son ikiye çıkıyor.

İlk yarı resmi gazete→Mehmet Salim çıkarıyor→Devir gazetesi→Halkın haklarını savunması


gerektiğini söylüyor. Yönetim karşısında cesurca yazılar yazması, en büyük özelliği ve
kapanmasının de sebebi. Yedi ay yayımlanıyor.

Kararname-i Ali diye bilinen ilk sansürle kapanıyor (1872).

Mehmet Salim 1875’te İntibah gazetesini çıkarıyor. Mali finansmanı Corci Bubli (avukat),
Ermeni’dir, Namık Kemal’in arkadaşıdır. Bu da bize Namık Kemal ile Mehmet Salim’in
irtibatını gösteriyor. Yani devrimci bir özelliğe sahip.

→İlk Türkçe mizah gazetesi Kara Sinan (1875). İntibah çıktıktan bir ay sonra çıkmaya
başlıyor.

2.Abdülhamit döneminde gazete ve dergilerin sayısı artar.

İzmir basını hem dil bakımından hem de etnik yapı bakımından oldukça karışıktır.

Karidi (kendisi) Rum olmakla beraber kendini Osmanlı görüyor.

Hizmet gazetesi 1886-1931 yılları arasında çıkıyor. İzmir’in en önemli devrimci gazetesidir.
Yönetime getirdiği eleştirilerden sonra sık sık kapanıyor. 1896’da İzmir’den ayrılan Halit
Ziya’nın yerine gazeteye Tevfik Nevzat bakıyor. Halit Ziya’nın ilk yazılar, erleri bu gazetede
yayımlanıyor.

Hizmet gazetesinde Necip Türkçü’nün yazıları da çıkar. Bu gazete Meşrutiyet devrinde


İttihadçılara karşı çıkıyor. Cumhuriyet devrinde hükümete muhalefet ediyor.

Ahenk Gazetesi 1895-1930 yıllarında çıkar. Tevfik Nevzat tarafından çıkarılan bu gazete,
Hizmet’e göre çok nadir kapanıyor. İzmir’deki en istikrarlı gazetedir. Ziraat, eğitim ve
kültürle ilgili yazıları çok. İzmir’in kültür tarihi açısından önemli bir gazete.
1896’da İzmir gazetesi çıkıyor. İzmi’de “İzmir” adlı birçok gazeteden biri. Bıçakçızade Hakkı
tarafından çıkarılıyor. 1909’a kadar çıkıyor. Haftalık bir gazetedir. 8 sayfadır. Dini ve ahlaki
yazılar ağırlıklıdır. Çünkü Bıçakçızade din adamıdır. 1907’de yeni bir çehreyle çıkıyor. Tam
anlamıyla edebi dergi hüviyetini alıyor ve ileride şöhret olacak olan birçok insanın ilk yazısı
burada çıkıyor. Necip Türkçü ve İştirakçi Hilmi gazeteciliğe bu gazetede başlıyor. Bu gazete
sonradan Yeni İzmir adını alıyor. Baha Tevfik’in de ilk yazıları burada çıkıyor.

Hizmet, Ahek ve İzmir gazeteleri 2.Abdülhamit döneminde beraber çıkıyor ve İzmir’in fikir
hayatında canlılık yaratıyorlar ve kültürel bir ortam oluşturuyorlar. Bu gazeteler zaman zaman
birbirleriyle çatışıyor.

2.Abdülhamit devrinde Türkçe dergiler de çıkmaya başlıyor. İzmir’in ilk edebiyat ve fikir
dergisi 1914’te çıkıyor. Nevruz dergisi. Üç arkadaş Halit Ziya, Bıçakçızada Hakkı ve ……
çıkarıyor.

Sultan 2.Abdülhamit döneminde İzmir’de on dergi çıkıyor. Daha doğrusu edebiyat


gazetelerden dergilere kayıyor. Gazeteler siyasete ve günlük haberlere ağırlık veriyor.

Şule-i Edep, Muktebes, Osmanlı Ziraatı ve Ticareti dergileri en uzun ömürlü olanlar. Bu
dergiler genellikle İstanbul’u takip ediyor. İstanbul’daki edebiyat dergilerine bağlılar.

Şule-i Edep eski edebiyatın tarafını tutuyor. Bir tarafta Malumat’a yakın olanlar, diğer tarafta
ise Servet-i Fünun’a yakın olanlar var. İlk sağlık dergisi 1908’de çıkıyor. Toplam yetmiş beş
dergi ve gazete çıkıyor.

2.Meşrutiyetin ilanından sonra hürriyet devri başlıyor. İdeolojik, etnik tartışmaların çok yoğun
olduğu bir dönem (1908-1918). Her etnik grup gazete çıkarıyor. Partiler ortaya çıkıyor. Siyasi
ideolojik çekişmeler ortaya çıkıyor. Türk ocağı kuruluyor. Bu dönem büyük harplerin de
olduğu bir dönem. Meşrutiyet devri tam bir basın patlamasına neden oluyor.

II. Meşrutiyet’le karşımıza çıkan yeni gazeteler:

Köylü gazetesi→ Bu gazetenin en önemli özelliği sade dil davasını uygulayan gazete olması.
Necip Türkçü’nün sade dil idealini uyguluyor. Siyasi tutumu başta İttihadçı , sonra muhalif,
daha sonra Hürriyet ve İtilaf Fırkasına yakınlaşıyor. Mütarekeden sonra politikasını
değiştiriyor ve işgal sırasında Yunan sempatizanı oluyor. İzmir, Yunan işgalinden
kurtarıldığında Mehmet Refet (gazetenin sahibi) Atina’ya kaçıyor. Gazete 1920’de kapanıyor.
Dolayısıyla on yıllık çıkmış oluyor.

2.Meşrutiyetten sonra diğer önemli gazete sonraki adı Anadolu olan İttihad gazetesi.

Eylül 1908’de çıkmaya başlıyor. İttihad ve Terakki’nin yayın organı, yani parti gazetesi.
Haydar Rüştü Öktem 1911’den sonra gazetenin adını Anadolu olarak değiştiriyor. Gazete
1954’e kadar çıkıyor. Hükümet taraftarı, devletten destek alıyor. Cumhuriyet döneminde
CHP’nin yayın organı gibi çalışıyor. Milliyetçi bir gazete. Anadolucu, inkılapçı bir gazete.
Millli Mücadelede en şiddetli yazılar bu gazetede çıkıyor.

Haydar Rüştü daha sonra Duygu gazetesini çıkarıyor. İzmir’in Yunan işgalinde Haydar Rüştü,
Antalya’ya kaçıyor ve gazeteyi orada çıkarıyor. Milli Mücadeleden sonra (1919-1922) tekrar
İzmir’de çıkarıyor. Gazete Haydar Rüştü’nün ölümüne kadar (1954) çıkıyor. Edebi yönden
önemli bir gazete. İzmir’le ilgili birçok hatıra bu gazetede tefrika edilmiş. İmkanları çok olan
bir gazete. Duygu gazetesi akşamları çıkan bir gazetedir.

On Bir Temmuz, Ferda-yı Temmuz gazeteleri Baha Tevfik tarafından çıkarılan muhalif
gazetelerdir.

Gâve→ Osmanlı Devleti’inde çıkan bilk sosyalist gazetedir (1908). Mehmet Rıfat tarafından
çıkarılıyor. Boykotaj cemiyetinin yayın organı.

Boykotaj cemiyetinin kuruluş amacı, Avusturya’nın Bosna Hersek’i kendine katması. Bu


cemiyetin İzmir şubesi Gave dergisini çıkarıyor. Avusturya mallarının boykot edilmesini
örgütlüyor.

Mizah Gazeteleri:

“Edeb Yahu”, “İbiş”

Eşref’in eserlerini ihtiva etmesi bakımından önemlidir.

2.Meşrutiyetle beraber muhalif ve muvafık gazeteler arasında ayrım başlıyor. Parti


çekişmeleri beraberinde basın hayatına da yansıyor.

Müsavat gazetesi→İttihat ve Terakki’nin karşısında. Belli bir süre sonra hükümet tarafından
kapatılıyor.

Meşrutiyet’in ilanından 1.Dünya savaşına kadar dergiler:

Mizan’ül Hukuk (1908-1910): Meslek dergisi. İzmir Avukatları Derneği’nin yayın organı.
Hukuki bir takım tebliğler yayımlıyor.

Ziraat ve Ticaret Gazetesi: Meslek dergisi.

Gencine-i Edeb: Gayeleri köylüleri kültürel bakımdan yükseltmek. Mahmut derginin


kurucularındandır, köylüler için didaktik şiirler yazıyor.
Musavver Emel: Edebi bir dergi.

İmtiyaz ve Omiros: 1909’da Panayot Mümtaz adlı bir Rum tarafından çıkarılan bu dergilerden
Omiros, imtiyaz dergisinin Rumca’sıdır. Amacı Türklerle Rumları kaynaştırmak. Panayot
Mümtaz okul dergileri de çıkarıyor. Dergi birkaç sayı çıkıyor.

İzmir’de çıkan fikir dergileri, fikren Ziya Gökalp’e bağlı olanlar ve Necip Türkçü’ye bağlı
olanlar diye ikiye ayrılabilir.

“Tan” dergisi Necip Türkçü’ye bağlı. Necip Türkçü’nün Türkçülük düşüncesini dile getiriyor.
Ziya Gökalp’in Turancılık idealini eleştiriyor. Dergide Anadolu ve Rumeli Türklerinin
kültürüne dayanan bir Türkçülük görüşü hakim. Beş sayı çıkmış.

Hıyaban dergisi 1914’te çıkıyor. Müstecabizade İsmet çıkarıyor. Gelenekçi bir dergi. Eski
anlayışı, eski edebi şekilleri devam ettiriyor. Harp dolayısıyla fazla yayınlanamıyor.

Hukuk-ı Beşer’i Hasan Tahsin çıkarıyor. Dergi daha sonra Sulh u Selamet adıyla çıkıyor.

Islahat ve Musavat gazeteleri İttihad ve Terakki’ye muhalif gazeteler.

Mütareke döneminde birçok Rum gazetesi çıkıyor. Cosmos, Patris gazeteleriyle Türk
gazeteleri arasında tartışmalar yaşanıyor. Rum gazeteleri İzmir ve Batı Anadolu’nun Rumlara
verilmesini istiyorlar.

Halka Doğru, Ziya Gökalp’e bağlı fikir ve edebiyat dergisi. Orta sınıfa bağlı milli birlik ve
benliğini duyurma hedefinde.

Yeni İzmir dergisi, Türk ocağının yayın organı olarak çıkıyor. Türkçü bir dergi.

İşgal döneminde çıkan gazetelerden bazıları ılımlı, bazıları (Islahat, Köylü) Yunan
politikasına yakın.

Seda-yı Hak ılımlı bir gazete. En cesur tavrı gösteren, Ahenk Gazetesi.

Cumhuriyet Döneminden çıkmış gazeteler: Türk Sesi, Türk İli→Türkçü gazeteler.Vasıf Çınar
çıkarıyor. Türkçeye büyük önem veriyorlar. Yahudileri ve Ermeniler Türkçe konuşmaya ve
yazmaya zorluyorlar. Eski İtilafçı gazeteleri eleştiriyorlar, yeteri kadar Türkçü olmadığı için.

Yeni Asır→1895’te çıkmaya başlıyor, Selanik’te. 1822’ye kadar. 1824’te İzmir’e taşınıyor.
Daha çok haber gazetesi.
Atatürk döneminde çok dergi ve gazete çıkmasının sebebi, yapılan devrimlerin halka
benimsetilmesini sağlamak.

Fikirler Dergisi→1937-1943 tarihleri arasında Asım Kültür tarafından çıkarılıyor. Başlangıçta


Türk Ocağı’nın daha sonra Halkevi’nin yayın organı olarak çıkıyor. 23 yıl yayımlanıyor.
Attila İlhan’ın, Necati Cumalı’nın ilk yazıları bu dergide çıkıyor.

Kültür Dergisi→ Hükümet tarafından destekleniyor. Ahmet Hikmet ve Mehmet Mithat


tarafından çıkarılmıştır. Pedagojik, psikolojik ve felsefi edebi yazılar çıkıyor.Yazarların
hemen hepsi eğitim konusuyla ilgileniyor. 1924’te spor mecmuası çıkıyor. Bu dergiler
inkılapçı dergiler. Atatürk’ün inkılaplarını yaymak istiyorlar.
 Yazılı Soruları
 Ders Notları
o
o
 Testler
o
o
o
o
o
 Sunular
 İletişim

o
Arama için

Ders Notları

KARAHANLI TÜRKÇESİ
GRAMERİ
10 ay Önce
Yorum yap
Süleyman Kara
309 Görüntüleme
Ses Bilgisi
Ünlüler: a, ı, o, u, e, é, i, ö, ü
►e>i değiimesi: ye->yi-
yana>yene>yine
►a>u değişmesi: Aslında “a”olan sesin kendinden önceki hecede mevcut yuvarlak ünlü
dolayısıyla “u” şeklini almasıdır.
kopar->kopur-
►e>ü değişmesi: köter->kötür- “götür-, kaldır-, yok et- ”
ötger-,ötker->ötkür- “sürdür-, gönder-”
kökürçkun>kögürçken “güvercin”
ü>i değişmesi: mün->min- “bin-“
Ünlü düşmesi:
Vurgusuz orta hece vokalinin (ünlüsünün) düşmesi veya birleşik sözlerin oluşturulmasında
hecedeki ünlünün düştüğü görülür.
ogrı<ogır-ı “hırsızlık, hırsız, gizli”
örileş->örleş- “yükselmek”
seksen < sekiz on
tokuz on < toksan
tutşı < tutaşı “yakın, komşu”
Ünsüzler:
Türkçe kelimeler taklidi olanlar veya yabancı kökenli olup Karahanlı Türkçesinde kullanılan
kelime başında olanlar istisna c, f, ḫ,h,l, n, g, r, v, z sesleri ile başlamaz.
Sedalılaşma: “t,k” gibi sedasız konsonantların (ünsüzlerin) “d,g” gibi sedalı konsonantlara
dönüşmesine denir. Sedalılaşmanın sebebi genel olarak herhangi bir sedasız konsonanttan iki
vokal arasında kalmasıdır.
dag ol < tag ol “değil”
dakı < takı “dahi”
dal < tal “kol, şube, dal”
Yukarıdaki örnekler erken sedalılaşma içindir. Çünkü bunların sedasız olması gerekirdi.
Ünsüz Değişmesi:
b>m: Özellikle n ve ö gibi sesleri bünyesinde bulunduran kelimelerde görülür.
ben>men
biz>miz
biῆ>miῆ
p>m: Her ikisi de dudak ünsüzü olan bu seslerin birbirinin yerine kullanılmasıdır.
köp kök > köm kök
ç>ş: çaġıla->şaġıla- “bağır-, çağır-”
d>ḍ, ẕ>y değişmesi: adak>aḏak>azak>ayak
ḳ>ḫ değişmesi: ḫ konsonantı Türkçenin asli sesi olmadığı halde ḳ konsonantının zaman
içerisinde ḫ şeklinde gelişmiştir.
kalaç>halaç “aç ve kal”
okşa->oḫşa- “okşa-, şakalaş-, benze- ”
g>y: eşgek>eşkek “eşek”
bög>böy “bir çeşit örümcek”
g>h: Nadir olarak rastlanır.
ügi>ühi “baykuş”
g/ġ >v: sugar->suvar- “sula-”
b>v: sub>suv “su”
g>n: g sesinin bünyesinde mevcut olan n sesinin hakim unsur şekline girmesi ve g sesinin
erimesi neticesinde böyle bir değişme söz konusudur. ernek>erñek “parmak”
ng>g: yagan<yañan “fil”
r>l : İkisi de akıcı ünsüzdür. Yer değiştirme olayı vardır. arka->alka- “yokla-, arayıp tara-”
y-n ayrışma: Bu ses olayı aslında bir değişmeden ziyade birinin yerine diğerinin
kullanılmasıdır. Bunun yanında Eski Türkçe döneminde y şeklinde olan çift sesin zaman
içerisinde ayrılması sonucu bu gibi kelimeler bazen y’li bazen n’li şekilleri ile yapılmıştır.
koyu-konu “hangi, hani, nice”
çıgay>çıgay-çıgan “fakir”
Ünsüz türemesi:
Türk dilinde ünlü ile başlayan bazı kelimelerin başında h türemesi görülmektedir.
hana<ana “ana”, hata <ata “ata”
Ünsüz düşmeleri:
1. “r” düşmesi: Akıcı ünsüz olan “r” bazı kelimelerde düşmüştür.
bek<berk “sağlam, kuvvetli, muhafız”
kutul- < kurtul- “kurtul-, doğur-”
2. “d” düşmesi: Birkaç örnekte gördüğümüz bu olay akıcı ünsüzler arasında kalan “d” sesinin
düştüğünü gösterirken, d’li şekli de mevcut olan bazı kelimelerde düşmüştür.
ken<kend “şehir, kale”
3. “y” düşmesi: Kelime sonunda mevcut “y” seslerinin düşürüldüğü örnekler vardır. Bunun
yanında kelime ortasında bulunan “y”lerin de düştüğünü görüyoruz.
yokru <yokruy “yukarı”
katar- <kaytar- “kaytar-, geri gönder- ”
4. “g” düşmesi: Sen zamirinin yönelme halinde karşımıza çıkan bu şekli çok nadirdir.
sā<saña “sana”
Göçüşme (Yer Değiştirme, Metatez):
Kelime içindeki iki sesin yerlerinin değiştirilmesi hadisesidir.
torpak<toprak
kibi<bigi
Benzeşme:
Ayni kelime içinde yer alan benzer mahiyette olan veya yakın değerde olan seslerden birisinin
diğerine benzemesi olayıdır.
bagışlal->bağışlan- “bağışlan-”
bekriş>bekreş-“ pekiş-”
Aykırılaşma:
siş<şiş “şiş”
suvşa<şuvşa- “söz fısılda-”
Ünsüz ikizleşmesi:
Bünyesinde r, k, s gibi ünsüz bulunduran kelimelerde telaffuz, vurgu ve şive özelliğinden
dolayı, bu ünsüzlerin ikizleştiği görülür.
arrıg<arıg “arı, temiz”
ekki<eki “iki”
Hece Yutumu (Haploloji):
Genellikle benzer sesli hecelerden birinin telaffuz veya değişik sebeplerle düşmesi, yutulması
olayıdır.
alma<alımla, almıla “elma”
ut<uvut “haya, ar, edep”
Hece birleşmesi (Kaynaşma):
Birleşme esnasında meydana gelen bir kaynaşmadır genellikle.
neçük <neçe +ök “neden, niçin”
nelik<nelük < ne+le+ök “niçin”
nerek<nere+ök “ne, neye, ne gerek”
seksen < sekiz+on
İsimden İsim Yapan Ekler:
-çı,-çi: Çok kullanılan bir ektir. Türkçe ve yabancı kökenli isimlerin üzerine gelerek herhangi
bir işle uğraşma, durumunu veya mesleğini ifade ettiği gibi, bugün yazı dilimizde kullanılan –
an, -en, -acak,-ecek ekleri ile teşkil edilmiş sıfatfiillerin anlamını veren isimler türetir.
al “hile” alçı, “hilekar, hile yapan”
asıg “fayda, kazanç”, asıgcçı “faydacı, karcı, kar gözeten
atçı “süvari”
avçı “avcı”
basımçı “zulüm eden”
basutçı <bas-u-t-çı “yardımcı”
başçı “başkan”
bedizçi “ressam”
borçı “içkiye düşkün”
basugçı “pusu kuran”
evçi “kadın”
iltgüçi “ileten, ulaştıran”
kodguçı “terk eden”
koyçı “çoban”
köçütçi “göçüren”
küçemçi “zalim”
külgücü “gülen kimse”
okçı “okçu, ok atan”
okıgçı “davetçi”
ölütçi “katil”
sakçı “nöbetçi”
sakışçı “hesap bilen”
yad “yağmur taşı” yadçı “yağmur büyücüsü”
-ç: İşlek değildir. Genellikle isme büyüklük ifadesi katar, bazı kelimelerde ise müstakil
anlamda kelime türetir (küçültme, sevgi gibi).
anaç <ana-ç “küçükken büyük anlayış gösteren kız”
ataç<ata-ç “büyüklük gösteren çocuk”
begeç/begiç –beg-eç/beg-iç “büyük bey”
-ça/-çe: İsim hal eklerinden eşit hal eki olan bu ekler bazı kelimelerin üzerinde kalıplaşarak
yapım eki fonksiyonu yüklenmiştir. Küçültme ve kuvvetlendirme bildirir.
barça<bar-ça “bütün, hep, tamamen” , bar “var, mevcut”
-çın/-çin: Az kullanılmıştır. Benzerlik ifadesi bulunan bu ek, renk isimlerine veya renk
ifadesinde kullanılan isimler üzerine getirilir.
kökçin “mavimsi, gök mavisi gibi”
-daş/deş: Aynı özelliklere sahip veya bağlı olma durumunu gösterir.
koldaş “arkadaş”
köngüldeş “gönül arkadaşı, dost”
-an/-en: eren<er-en<er-e-n “yiğit”
oglan<ogul-an<ogul-a-n “oğlan,oğullar”
-lık/-lik/-luk/-lük: Üzerine getirilmiş olduğu ismin bünyesindeki ünlülere göre düz yuvarlak
ünlü olmaktadır. Türkçe ve yabancı kökenli isimlerin üzerine gelerek genellikle soyut bazen
de somut isimler yapar. Bir durum bildirdiği gibi mekan ifadesinde de kullanılmaktadır. Bazı
kelimelerde sıfat eki fonksiyonundadır.
agılık “hazine”
agırlık “ikram, ağırlayış”
amulluk “sükunet, sakinlik”
arıglık “temizlik”
azlık “azlık, az olan, çok olmayan”
bagırsaklık “merhametlilik”
buşaklık “hiddet”
çınlık “doğruluk”
koşnılık “komşuluk”
odugluk “uyanıklılık”
ögelik “danışmanlık”
-lıg/-lig/-lug/-lüg: Genellikle sıfat yapar.
azıglıg “cesaretli”
başlıg “yaralı”
berimlig “verimli, borçlu”
beşiglig “emzikli”
-sıg/-sig: Eski Türkçe’de -çıg/-çig şekli de bulunan bu ek isimlerin üzerine gelerek “benzer,
gibi” anlamında fonksiyon icra etmektedir.
arsıg “aldanmış gibi”
begsig “bey gibi”
kulsıg “kul gibi”
tangsuk “acayip, nadir bulunan”
-sız/-siz/-suz/-süz: Bu ek olumlu sıfat yapım ekinin olumsuz şeklidir.
Bu ek Aleksandr Von Gabain’in de işaret ettiği gibi -sı-/-si- isimden fiil yapım ekinin üzerine
-z fiilden isim yapım ekinin getirilmesi ile oluşmuştur.
bakımsız “layık olmayan”
başsız “başsız, uçsuz, önsüz”
keçiksiz “köprüsüz, geçitsiz”
-kına/-kine/-kıya/-kiye: Bu ek kuvvetlendirme ve sayı ifadelerini ortaya koyan, isimden isim
yapım ekidir.
közkiye “gözceğiz”
Fiilden İsim Yapan Ekler:
-ç: Bu ek -n- ile genişlemiş fiil gövdelerinden genellikle fiil isimleri yapmaktadır.
avınç<avın-ç “alışma, avunma”
ınanç<ınan-ç “inanma, inanç”
-ġ/g: Yer isimleri ve soyut isimler yapar. Yapılan işin sonucunda ortaya çıkan şeyi gösterir.
açıg<açı-g “acı, ıstırap”
açıg <açı-g “ihsan, bağış”
adıg< adı-g “ayık, uyanık”
agrıg “ağrı”, arıg “temiz” bag “bağ”
bal-ı-g “yaralı”
batıg<bat-ı-g “derin”
bış-ı-g “ pişmiş”
bil-i-g “bilgi”
biti-g “mektup”
bodug<bodu-g “boya”
boşlag<boşla-g “boş, avare”
buşug<buş-u-g “pusu, tuzak”
elig<el-i-g (il- “bağlamak” fiilinden yapılmıştır.)
ersig<er-si-g “erkek, yiğit”
isi-g “sıcak”
it-i-g “hazırlık”
kap-u-g “kapı”
karı-g “ihtiyar”
kat-ı-g “karışık”, katı-g “kuvvetli”
korı-g “küçük orman”, koru-g “korunma”
koy-u-g “derin”
körü-g “görülen
odug <odu-g “uyanık”
okı-g-çı “davetçi”
okşag <okşag “benzer” (okşa- “benze-”)
oldrag <ol-dur-u-g “yer, mekan, mevki”
otag “çadır”
ög “akıl <ö-g ö-“düşünmek”
ögret-i-g “terbiye”
ölüg <öl-ü-g “ölü, ölmüş”
örtüg <ört-ü-g “örtü”
ötüg <öt-ü-g “dilek, rica”
sakıg <sak-ı-g “serap”
tezig <tez-i-g “ürkek, ürkmüş”
tıd-ı-g “yasak,mania”
tıldag<tılda-g “mania,siper”
ülüg <ül-ü-g “pay, hisse”
yad-ıg “yayılmış, serilmiş”
yan-ı-g “cevap, karşılık”
-ġa/-ge: Somut isimler yapar.
bilge<bil-ge: bilgin, alim
kısga “kısa”
köl-i-ge “gölge”
ög-e “akıllı”
tilge “dilim”
yorıga “yürüyen”
-gı/-gi/-gu/-gü: İşlek bir ektir.
adınagu “başka, yabancı”
adına- “başkalaş-”
belgü “işaret, alamet, belge”
bel- “belli ol-”
bitigü “kalem” , biti-“yaz-”
kadgu “kaygı”
kana- “kanamak”, kanagu “kan alma aleti, neşter”
kedgü “giyecek, elbise”, ked- “giy-”
koltgu “ ihyitaç”, kolt- “iste-, istet-”
öl-gü “ölecek”
-guç/-güç/-kuç/-küç: Eski Türkçeden beri başlıca alet adları ve berkitme sıfatları yapmıştır.
ar-guç “insanların aldandığı nesneler”
-gun/-gün/-kın/-kun/-kün: Fiil kök ve gövdelerine gelerek genellikle –mış/-miş eki ile
yapılmış sıfat fiil anlamını belirten bir ektir.
kodgun “konulmuş”
kökçün “göç eden”
ter- “der-, topla-”, terkin “birikmiş”
yadgun “yaygın, yayılmış”
-ḳ/k: Fiilden sıfat, soyut isimler, alet ve eşya isimleri yapar.
adır- “ayır-”, adruk<adır-u-k “farklı, fark”
aksak <aksa-k “topal, aksak”
anuk <anu-k “hazır”
bagırsa- “merhamet et-” , bagırsak “merhametli”
beze-“süsle-”, bezek “süs, nakış”
boz- “boz-,yık-”, boz-u-k “bozuk,yıkık”
bulga- “karış-”, bulgak “kargaşa, bulanıklık”
kör-ü-k “körük”
küçe-k “zorba”
-aḳ/-ek: Fiilden genellikle alet ismi yapan bu ek, -an/-en sıfat fiil ekinin anlamında kelimeler
de türetir.
ad- “ayrıl-”, ad-ak “ayak”
bıç- “biç-, kes-”, bıçak “bıçak”
biç-“biç-”, biçek “bıçak”
iv- “acele et-”, ivek “aceleci, acele eden”
-ma/-me: Fiillerin ismini yapar. Sıfat fiil anlamında da kullanılmaktadır.
adma “salıverilen, başıboş”
kesme “kesilmiş saç, perçem”
tügme “düğme”
-m: İşlek bir ektir. Genellikle soyut kavram isimleri yapar.
kal-ı-m “kalma, kalış”
ked-i-m “giyim”
kon-u-m “konulan yer, konak, yurt”
ödrüm<ödür-ü-m “seçkin”
öl-ü-m “ölüm, ölme”
ör-ü-m “örülmüş”
sak-ı-m “seprap”
tıldam <tıl-da-m “hatip, güzel konuşan”
tildem <til-de-m “haberci, peygamber”
yadım<yad-ı-m “yayım, döşek”
yem<ye-m “hayvan yiyeceği”
yiyim <yiy-i-m <yid-i-m “yiyiş”
-man/-men: “sık-” , sıkman “üzüm sıkma zamanı”
-n: İşlek bir ektir. Fiilin yapılmasından sonra ortaya çıkan ürünü gösteren bir ektir. Bu ekle
yapılan isimler, edat olarak, sıfat olarak kullanıldığı gibi, bağımsız kelimeler olarak da
kullanılmaktadır.
ad- “ayrıl-”
adın<ad-ı-n “ayrılmış, başka”
yod- “yok ol-”, yodun<yod-u-n “yok olma, tükenmiş”
-ş: Çok işlek bir ektir. Bu ek soyut kavramlar ve fiilin ifade ettiği hareketi gösteren isimler
yapar.
ag- “yüksel-”
agış<ag-ı-ş “yükselme”
bagda- “güreşte ayak yakala-”
bagdaş <bagda-ş <bag-da-ş “bağdaş”
bak- “bak-”, bakış<bak-ı-ş “bakış, bakma”
bil- “bil-”, biliş<bil-i-ş “bildik, tanıdık”
erdeş<er-de-ş “arkadaş”
kir- “gir-” , kir-i-ş “gelir”
koldaş<kol-da-ş “arkadaş”
sakış<sak-ı-ş “sayma, sayış, hesap”
tokış<tok-ı-ş “savaş, vuruşma”
uk- “anlamak”, ukuş <uk-u-ş “akıl, anlayış”
-t: adır-“ayırmak” adırt<adır-t “ayırma”
art-u-t “armağan”
bas-u-t “yardım, arka”
baya- “önce ol-, zaman geç-”
bayat “Tanrı’nın Kadim sıfatı”
kon- “kon-”, kon-u-t “konulan yer”
kü- “korumak” kütçi “koruyan çoban”
İkilemeler:
Birbirinin aynı, birbirine yakın veya birbirine zıt anlamlara sahip kelimeleri yan yana
kullanmak suretiyle yeni bir kavram meydana getirmeye ikileme denir.
İkilemeler cümle içerisinde eğer bir ismi niteliyorsa pekiştirme sıfatı, sıfatı veya fiili
niteliyorsa zarf olarak kullanılmaktadır.
bod-sin “boy, kamet”
hile-çare “hile, tedbir, çare, yardım”
il-kün “il, ülke, halk, memleket”
koy-sürük “koyun, sürü”
kü-çav “şöhret, şan, ses, ün”
yıldız-kök “kök, esas”
yil-büke “ejderha, büyük cin”
yir-suv “yer, toprak,su”
yürek-bagır “yürek, bağır”
Birleşik İsimler:
En az iki ismin yeni bir kavramı ifade edecek şekilde birleşip birlik oluşturmasıdır.
1.Aslını kaybederek birleşme:
neçük<ne-çe-ök “neden, niçin”
nelük <ne-le-ök “niçin”
nerek<ne-re-ök “neye, ne gerek”
toksan <tokuz-on “doksan”
2.Aslını kaybetmeden birleşme:
akılar başı, aşçı başı, ata hürmeti, ata pendi, baş agrıgı, er başı, halayık başı, il başı, kara baş
“hizmetçi”, kök oyuk “Türkmen büyüklerine verilen ad”
İsim Çekimi:
İsmin Halleri:
Yalın hal: Eksizdir.
İlgi hali: -nıng, -ning,-nung,-nüng
Yükleme hali: -ġ/-g/-nı/-ni
Yönelme hali:-ka/-ke/-ga/-ge/-a/-e
Bulunma hali: -da/-de/-ta/-te
Ayrılma hali: -da/-de/-ta/-te/-dın/-din/-tın/-tin/-dun/-dün
Eşitlik hali: Cümle içerisinde üzerine getirildiği ismi zarf yaptığı gibi bazı kelimeleri
edatlaştırır. Kalın sıradaki kelimelere –ça, ince sıradaki isimlere –çe şeklinde gelmektedir.
Gösterme hali: -garu/-gerü, -karu-/kerü>-aru-erü –ra/-re- ru-/rü
İsimlerde Çokluk:
-lar/-ler ekleri ile yapılır.
adınlar<adın-lar “başkalar, başkları”
asıglar<asıg-lar “faydalar”
yolçılar “yolcular”
yumıtmışlarıg<yumıtmış-lar-ı-g “toplanmışları”
nasihatların >nasihat-lar-ı-n “nasihatlarını”
öggüçiler <öggüçiler “övenler”
tengler “benzerler, akranlar”
İsimlerde Aitlik:
İsimlerin üzerine getirilen –kı/-ki eki ile yapılmaktadır. Özellikle bulunma hali üzerinde
olduğunda kendisinden sonraki ismin sıfatı durumuna girer.
asrakı<asra-kı “alttaki, aşağıdaki”
aşnukı<aşnu-kı “önceki, evvelki”
naru-kı<naru-kı “sonraki”
kiçe-ki “geceki”
kün-ki “günkü”
küz-ki “güzki”
Zamirler:
İsmin yerini tutan, isimleri temsil veya işaret eden, isim gibi kullanılan kelimelerdir.
Şahıs zamirleri:
Birinci teklik şahıs zamiri:
yalın hali: men (ben)/min
Bu zamirin yalın hali fiil çekimlerinde birinci tekil şahıs eki olarak da kullanılmıştır.
Bildirmede de kullanılmıştır.
İlgi hali: mening “benim”
yükleme hali: meni/mini :mini teg
yönelme hali: manga “bana”(Kök değişikliği olmuştur.)
bulunma hali: minde/mende “bende”
ayrılma hali: mendin/mindin/menden “benden”
vasıta hali: menin/minin “benimle”
eşitlik hali: mençe/minçe “bence”
yön gösterme hali: mangar/mangaru (Zamir kök değişikliğine uğrar.)
bulunmazlık hali: minsiz
soru hali: men mü
İkinci teklik şahıs zamiri: sen
yalın hal:sen
ilgi hali: sening. Bazı örneklerde ilgi hali eki üzerine isim hal eklerinden bulunma ve ayrılma
ahl eki ile, isimden isim yapı eki –sız getirilmiştir.
sen-i-ng-de, sen-i-ng-din, sen-i-ng-siz
yükleme hali: seni/sini
yönelme hali: sanga
bulunma hali: sende/sinide. Bu örnekte ise bulunma hali üzerine yüklem getirilerek
kullanılmıştır.
ayrılma hali: senden
vasıta hali:kullanılışı yok
yön gösterme hali: sangar
bulunmasızlık hali: sensiz
soru hali: sen mü
edatlarla kullanılışı: Kuvvetlendirme mahiyetinde kullanılmıştır.
Not: Aşağıdaki örneklerde isimden fiil yapan –le eki ile sen zamirinden fiil yapılmıştır.
senle-<sen-le- “sen diye hitap etmek”
senlet- <senle-t “sen diye seslenmek”
Üçüncü teklik şahıs zamiri: Ol “o”
yalın hal: Bu zamirin yalın şekli cümle içerisinde değişik görevler üstlenmektedir.
1.-dır/-dir/-dur/-dür anlamında kuvvetlendirme ve bildirme eki olarak
2.Cümlenin öznesi olarak
ilgi hali: anıng “onun”
İlgi hali üzerine bulunma, ayrılma hali ile –sız isimden isim yapım ekinin getirildiği örnekler
de vardır.
yükleme hali: anı “onu”
yönelme hali: anga “ona”
bulunma hali: anda “onda, orada”
ayrılma hali: andın/andan “ondan”
vasıta hali: anın “onunla, onla”
eşitlik hali: ança “onca, öylece, o şekilde”
Şu örnekte eşitlik hali üzerine vasıta hali eki –n getirilerek kuvvetlendirilmiştir.
Birinci çokluk şahıs zamiri: biz
yalın hal: biz
ilgi hali: bizing/bizning “bizim”
yükleme hali: bizni
yönelme hali: bizge/bizke “bize
bulunma hali: bizde. İlgi ekinden sonra ayrılma hali anlamındadır.
Vasıta hali ve yön gösterme hali yoktur. Soru şekli ve eşitlik hali kullanılışı yoktur.
İkinci Çokluk Şahıs Zamiri: siz
yalın hal: siz
ilgi hali: sizing (Siz ekinin getirildiği örnekler de vardır. sizingsiz)
yönelme hali: sizge/silerke/sizlerke
Üçüncü Çokluk Şahıs Zamiri: olar/onlar “onlar”
yalın hal:olar, anlar
ilgi hali: olarnıng “onların”
yükleme hali: olarıg/olarnı “onları”
bulunma hali: olarda “onlarda”
ayrılma hali: olardın “onlardan”
Vasıta hali, yön gösterme hali, soru hali, eşitlik hali yoktur.
İşaret Zamirleri:
Bunlar nesneleri işaret etmek, göstermek suretiyle karşılayan kelimelerdir.
mu-bu, bular-olar işaret zamirleri kullanılmıştır metinlerde.
“bu” işaret zamiri:
yalın hal:bu
ilgi hali: munıng/munung “bunun”
yükleme hali: munı/munu, bunı “bunu”
munı teg>mundag (böylece, böyle, unun gibi)şekli mevcuttur.
yönelme hali: munga “buna”
bulunma hali: munda “burada, bunda”
ayrılma hali: mundın “buradan, bundan”
vasıta hali: munın “bununla, bundan dolayı”
yön gösterme hali: mungar “buna doğru, buna”
eşitlik hali: munka “bunca, bu kadar”
bular<bu-lar “bunlar” işaret zamiri:
yalın hal: bular “bunlar”
ilgi hali: bunlarnıng “bunların”
yükleme hali: bularnı/bularıg “bunları”
yönelme hali: bularka “bunlara”
bulunma hali: “bularda” bunlarda”
ayrılma hali: bulardın “bunlardan”
vasıta hali: buların “bunlarla” kullanılışı yok. Yön gösterme ve eşitlik halinin de kullanılışı
yok.
olar “onlar” işaret zamiri
Dönüşlülük zamirleri:
Dönüşlülük zamirleri kendi ve öz kelimeleridir. Üzerlerine iyelik ekleri alabilmektedir.
İsim hal ekleri ile kullanılışları:
kendü “kendi, kendisi, bizzat”
yalın hal: kendü
öz: kendi, kendisi, bizzat
yalın hal: öz “kendi”
ilgi hali: özüng “kendinin”
yükleme hali: özüg/özni “kendini”
yönelme hali: özke “kendine”
bulunma hali: özde “kendinde”
ayrılma hali: özdin “kendinden”
vasıta hali: özün “kendisiyle”
İyelik ekleri ile kullanılışları: Kendü zamirinin iyelik ekleri ile kullanılışı bir yerde geçer
(kendünge). “öz”ile ilgili örnekler.
a.Birinci tekil şahıs iyelik eki ile: özüm iyelik ekinden sonra gelmiş olan isim hal ekleri olan
örnekler de vardır.
yükleme hali: özümni
yönelme hali: özümke
bulunma hali: özümde
ayrılma hali: özümdin
b.İkinci tekil şahıs iyelik eki ile: özüng
yükleme haile ile: özüngn,
yönelme hali ile:özüngke, özünge
bulunma hali: özüngde
ayrılma hali: özüngdin
c.Üçüncü teklik şahıs iyelik eki ile:
yalın hal:özi
yükleme hali:özin/özni
yönelme hali: özinge
bulunma hali: özinde
ayrılma hali: özindin
d.Birinci çokluk şahıs eki ile:
yalın hal:özümiz
yönelme hali: özümizke
çokluk eki ile kullanılışı: özler
-lıg yapım eki ile genişletilmesi:özlüg
Soru Zamirleri:
İsimlerin yerini soru ifadesi ile tutan kelimelerdir. Metinlerimizde “kim”, “ne” ve “kayu”
zamirleri vardır.
kim:
yalın hal:kim
sen zamiri ile: bu söz kim sen aydıng bagırsaklık ol
yükleme hali ile: kimig/kimni/kimi
ilgi hali: kiming
Şu örneklerde ilgi halinin üzerine bulunma eki getirilmiştir: kimingde
yönelme hali: kimge/kimke
bulunma hali: kimde
kayu:
yönelme hali: kayuka
bulunma hali: kayuda/kayusında
Not: Bu şekil nerede manasındadır.
ayrılma hali: kayudın
ne:
yalın hal:ne
yükleme hali: neni
ayrılma hali ile: nedin
Belirsizlik Zamirleri:
adınlar “başkaları, herkes”
adnagu “yabancı, başkası”
barça/barçalar “bütün, hep, bütünü, hepsi”
barı/baru “bütünü, hepsi, tamamı”
biregü<bir-e-gü “biri, birisi, her biri”
bazıları “bazıları”
biri<bir-i, birisi<bir-i-si “biri, birisi”
ilgi hali: birining “birinin”
yükleme hali: birin/birni “birini”
yönelme hali: biringe “birine”
ayrılma hali: birindin “birinden”
vasıta hali: birin “biri ile”
birisi <bir-i-si “birisi”
yükleme hali: birisin/birisni
kamug/kamu: bütün, her, hepsi
ilgi hali: kamugnung “hepsinin”
yükleme hali: kamugnı “hepsini”
yönelme hali: kamugka “hepsine”
ayrılma hali: kamugdın “hepsinden”
kayu/kayusu: “bazısı, kimisi”
yükleme hali: kayunı/kayusın
yalın hal: kayu/kayusı “hangi, kimi”
Sıfatlar:
Sıfatlar tek başlarına isim olan kelimelerdir. Cümle içerisinde kendilerinden sonra gelen bir
simi belirterek veya niteleyerek tamamlandıklarında sıfat görevi yüklenirler. Metinlerde geçen
sıfatlar:
1.İşaret Sıfatları:
Bunlar yalnız başlarına işaret zamirleri olan isimlerdir. Fakat kendilerinden sonra bir ismi
işaret yolu ile belirttiklerinde işaret sıfatı adını alırlar.
bu, ol, uş ol, uş bu
2.Niteleme Sıfatları:
Yalnız başlarına birer isim olan bu kelimeler cümle içerisinde kendilerinden sonra gelen
isimleri niteledikleri için niteleme sıfatı adını alırlar.
a.İsimlerin niteleme sıfatı olarak kullanılması:
aceb “güzel, hoş”
agır “değerli, muteber, ağır”
akı “cömert, eli açık”
alçak “alçak gönüllü, yumuşak huylu”
araste “süslü, bezenmiş”
atik “eski, kadim”
ayıg “fena, kötü”
azad “azat, serbest”
azıglıg “azılı, cesaretli”
aziz “aziz, kıymetli”
bagırsak “merhametli”
basınçak “aciz, zayıf, güçsüz”
basutçı “yardımcı”
bedük “büyük”
berk “sağlam, kuvvetli”
boşlag “boş, avare”
boş “boş, serbest”
cefaçı “cefa eden , eziyet eden”
çıgay” fakir, yoksul”
edgü “iyi”
ediz “yüksek yer”
eski “eski”
esiz/isiz “fena, kötü”
esrük “sarhoş”
karı/karıg “yaşlı, ihtiyar”
kısga “kısa”
kurug “boş”
yalnguz “yalnız”
yaruk “aydınlık, parlak”
yavlak “kötü”
b. Renk isimlerinin niteleme sıfatı olarak kullanılması:
ak “ak, beyaz”
al “al renk”
ala “ala, alaca”
ar “kestane rengi, kumral, konural”
bayın “koyu kırmızı gelincik çiçeği rengi”
boz “boz renk”
çakır “gök gözlü, çakır”
çal “alaca, kır”
habeş “siyah ile beyaz arası, koyu esmer renk”
kara “kara, karanlık”
kır “kır rengi”
kırgıl “kırçıl”
kızıl “kızıl, kırmızı”
kök “mavi, yeşil”
kökçin “göğümsü, kır”
örüng “ak, beyaz”
sarıg “sarı, sarı renk
yagız “yağız, kızıl ile kara arası renk”
yaşıl “yeşil”
yipün/yipin “koyu kırmızı, kızıl, mor, menekşe rengi”
yipkil “erguvan renginde olan”
c. Pekiştirilmiş renk isimlerinin sıfat olarak kullanılması: Bu sıfatlar niteledikleri isimlerin
sıfat derecelerini kuvvetlendiren kelimelerdir. Genellikle asıl sıfatın önüne bir hecelik ekleme
ile oluşturulur.
kap kara “kap kara, sim siyah”
kıp kızıl “kıp kızıl”
köm kök “göm gök”
köp kök “göm gök”
yap yaşıl “koyu yeşil”
3.Sayı Sıfatları:
a.Asıl sayı sıfatları: Yalın olan sayı isimleri kendilerinden sonra gelen herhangi bir ismi
nitelediklerinde asıl sayı sıfatı adını alırlar.
bir, iki, üç, tört, biş, yiti, sekkiz, tokkuz, on, ottuz, kırk, ellig, altmış, yüz, ming, tümen, hezar
b.Sıra sayı sıfatları: Asıl sayı isimleri üzerine getirilen –nç/-nçi/-nçü ekleri ile yapılmaktadır.
Cümle içerisinde niteledikleri isimlerin sırasını ifade ederler.
ikinç “ikinci”, iki-n-çi “ikinci
üçünç <üç-ü-n-ç
törtinç<tört-i-n-ç, törtünç “tört-ü-n-ç”, törtünçi< tört-ü-n-çi
c.Sayı isimlerinden yapılmış isimler:
1.Sayı isimlerinden teşkil edilen isimler cümle içerisinde isim olarak kullanıldığı gibi
belirsizlik zamiri olarak da kullanılmaktadır. Sayı ismi önce –e- eki ile fiil şekline
sokulmakta, daha sonra isim yapan (veya sıfatfiil yapan) –gü- eki ile genişletilmektedir.
biregü<bir-e-gü “her birisi, birisi”
üçegü<üç-e-gü “her üçü
üçegün <üç-e-gü-n “her üçü” (vasıta hali eki ile genişlemiş)
Yalnız ünlü ile biten iki sayısınıa ek, -gü şeklinde gelir.
ikigü<iki-gü “her ikisi”, iki-gü-n “her ikisi, her iki”
2.-nti/-ndi eki ile yapılan isimler:
ikindi<iki-n-di “bazısı, öteki, ikinci”
ç.Üleştirme sıfatları: Asıl sayı isimlerinden –ar/-er ekleri ile türetilir.
birer<bir-er “birer, biraz, ara sıra”
4.Soru Sıfatları:
İsimleri soru şekli ile niteleyen veya belirten kelimelerdir.
kayu “hangi, ne”
ne “ne, nasıl”
neçe “nice, ne kadar”
5. Belirsizlik Sıfatları:
Yalnız başlarına birer belirsizlik zamiri olan bu kelimeler kendilerinden sonra gelen isimleri
belirttikleri zaman belirsizlik sıfat görevini yüklenirler.
barça “bütün”
birkaç “birkaç”
bütün “bütün, hep”
tegme “her, bir bir, türlü türlü”
köp “çok”
kaç “kaç, birkaç”
kamug “bütün, hepsi, her”
her “her”
telim “çok, pek çok bol, fazla”
Zarflar:
Cümle dışında tek başına isim olan bu kelimeler cümle içerisinde bir fiilin veya sıfatın
anlamını tamamlıyor veya niteliyor ise zarf adını alırlar.
a.Hal Zarfları:
agır “ağır, değerli, kıymetli”
akrun/akru “yavaş, yavaşça”
andag “öyle”
berk “sağlam, kuvvetli, mahfuz”
çıgay “fakir, yoksul”
çın “doğru”
edgü “iyi”
katıg “sağlam, kuvvetli, katı”
köni “doğru, gerçek”
mundag “böyle, bu şekilde”
munu tig / munung tig “bunun gibi”
terk “tez, çabuk”
uçuz “ucuz, değersiz”
yaguk “yakın”
yakşı “iyi, güzel”
yügrü “koşarak”
Bunun yanında –ça/-çe eşitlik eki –n, -la, -le vasıta hal eki, -layu/leyi zarf fiil eki ile
genişletilmiş kelimeler de hal zarfı olarak kullanılır.
b.Miktar Zarfları:
artuk “fazla”
ked “çok, iyi, iyice”
biraz “biraz”
öküş “pek çok, fazla”
köp “çok”
beter “daha, kötü”
idi “pek, çok”
telim / ök telim “çok, pek çok, bol, fazla”
aşru “aşırı, çok”
eng “en, daha”
c.Yer Zarfları:
berü “beri”
tegre/tigre “etraf, çevre”
taşra “dışarı, dış”
kirü “geri, girerek”
yan “yan, taraf”
utru “doğru, karşı”
yokaru/yokkaru “yukarı”
arka/arkara “arka, arka taraf, art”
yakın “yakın”
d. Zaman Zarfları:
ara “bazen”
aşnu “önce”
burun “önce, ileri”
emdi/imdi “şimdi, şu anda”
erte “erte, sabah, erken”
kidin “arka, sonra”
kin “arka, geri, sonra”
öngdün “önden, önceden”
kiç “geç, uzun”
kiçe “gece”
naru “bir yana, sonra, başka”
kündüz “gündüz”
song “son”
tutşı/tutaşı “her zaman, devamlı”
tün “gece”
ulaş/ulaşu “daima”
ahır/ahur “son, sonunda, nihayet”
hergiz “asla, hiçbir zaman”
evvel “evvel, önce”
e.Soru Zarfları:
Kendisinden sonra gelen fiilleri soru yoluyla belirten zarflardır.
negü teg “ne gibi”
neçe “nice, ne kadar, kaç, nasıl”
nerek “ne, neye, ne gerek”
neteg “nasıl , ne gibi”
nelük “niçin, nasıl, neden”
nelek “niçin”
nelik “niçin”
neçük “neden, niçin”
Edatlar:
Edatlar tek başlarına anlamları olmayıp ancak cümledeki kelime ve kelime grupları arasında
çeşitli ilgiler kurmaya yarayan alet sözlerdir, vasıtalardır.
Edatların gerek dilin bütünü içinde gerekse gramer unsuru olarak cümle içinde tek başlarına
anlam taşımamaları ve çekime girmemeleri gibi onları isim ve fiillerden ayıran iki önemli
özellik vardır.
Çekim edatları:
adın <ad-ı-n: “den başka”
ara “arasında”
arı “-e doğru, -den öte, -den ileri, -den”
artuk <art-u-k “-den başka, -den fazla”
asra <as-ra “aşağı, -den aşağı, -den öte”
isre “-den öte, -den aşağı”
aşnu <aşın-u “-den önce”
basa<bas-a “-den sonra, -den öte” bas- fiilinden a- zarf fiil eki ile teşkil olunmuştur.
berü<birü<beri “-den itibaren, -den beri”
bile<birle “ile, birlikte, beraber”
Türkçenin çeşitli devrelerinde hem kuvvetlendirme, hem çekim, hem de bağlama olarak
kullanılmış olan bile, Eski Türkçeden beri hiçbir ses değişikliğine uğramamıştır.
burun<buru-n<bur-u-n “-den önce, ilk”
Bir zaman zarfı olan burun, Harezm, Çağatay, Kıpçak sahalarında çekim edatı olarak
kullanılmıştır.
doġru<togru<togur-u “-a kadar, doğrusuna, istikametine, karşı, sularında, sıralarında”
Brockelmann bunu togur- fiilinin zarf fiil şekli olarak kabul etmektedir.
içre<iç-re “içinde, içine”. Daha çok mekan zarfı görevi görür.

Roman Sanatı
10 ay Önce
Yorum yap
Süleyman Kara
74 Görüntüleme
Roman,tiyatro ve şiirden çok daha sonra gelişmiş bir yazı
türüdür.
Bugünkü anlamda roman, 18.yüzyılın ortalarına doğru Daniel Defoe ve özellikle Henry
Fielding ile Samuel Richardson’un romanlarıyla ortaya çıktı.

Roman eleştirisinin gelişememe nedenlerinden biri; romanın tarihsel gelişme süreci içinde
kendinden önce var olan destan, romans, pikaresk, tarih, özyaşam öyküsü, sahne komedisi
gibi yazı türlerinden yararlanarak gelişmiş, geniş sınırları olan esnek bir edebi türdür. Diğeri;
uzun süre bu yeni anlatı türünün üstünde durmaya değer, ciddi bir yazın dalı sayılmamasıdır.

Bugünkü anlamda roman, romans türüne bir tepki olarak doğmuştur.

Romanın gelişmesini kuramsal olarak engelleyen faktörlerden biri; bu gibi kitapların okurları
asılsız bir hayal dünyasında oyalayarak, yaşamın gerçeklerinden uzaklaştırdığı, vakit
öldürmekten başka bir işe yaramadığı yolundaki görüş. Diğeri; romanın yaşamdan uzak değil,
tersine ona çok yakın oluşundan doğan bir kaygıya dayanır.
Defoe’den beri süregelen bir anlayışla Trollope’ta bile romanın amacı ahlak dersi vermektir.
Bu da romanın eğitim ve öğretim aracı olarak görüldüğünü, ona estetik açıdan bir sanat dalı
olarak bakılmadığını gösterir.

Belli bir yaşam görüşü ortaya koymak anlamında roman; öğreti yönü küçümsenemeyecek bir
türdür. Her sanat dalı birtakım seçme ve düzenlemelerle kullandığı ham maddeyi belli bir
bakış açısından biçimlendirerek sunar. Doğrudan doğruya insanları ve onların davranışlarını
konu alan romanlarda bu, özellikle kaçınılmaz bir durumdur.

En nesnel yazarların romanlarında bile belli bir görüş, bir tutum belirecektir.

Henry James’e göre romanın gerçek amacı yaşamı göstermektir. Bu bakımdan roman tarihtir.
Yazar tarihçi gibi insan yaşamını anlatmaya çalışmalıdır. Ancak roman aynı zamanda sanat
olduğundan; içindeki kişiler, olaylar, olayların geçtiği yerler, konuşmalar bir bütün
oluşturacak biçimde kaynaşmak zorundadır. Roman da her canlı varlık gibi yaşayan, kendi
içinde bütünlüğü bulunan bir varlıktır.

Henry James’e göre yaşam dağınık, tutarsız, ayrıntılarla dolu, başı sonu olmayan bir süreçtir.
Roman ise seçme, düzenleme ve yoğunlaştırma yoluyla bu dağınıklığa biçim ve anlam
kazandırma işlemidir.

James’e göre yaşamı romana aktarabilmek için yazarın bu hammaddeye biçim ve canlılık
vermesi gerekir. Bunu yapabilmek için ise konusunu sınırlandırmak, onu en iyi biçimde
yansıtmasını sağlayacak biçim ve yöntemleri bulmak zorundadır.

Roman yaşamdan daha gerçektir; çünkü romana aktarılmış bulunan yaşam, seçme ve
düzenleme yoluyla belli bir bakış açısından sunulmuş, kendi içinde bütünlüğü ve anlamı
bulunan bir yaşamdır.

Henry James’in roman anlayışı birbirine yakından bağlı iki temel ilkeye dayanır:

Roman yaşamı gerçekçi bir biçimde yansıtmalı ve kendi içinde bütünlük gösteren tutarlı bir
yapıya sahip bulunmalı. İşte bu ilkelerin sağlanması büyük ölçüde seçilecek bakış açısına
bağlıydı. James’e göre romanda gerçeklik izlenimini bozan şeylerin başında bakış açısının
dikkatsizce kullanılması, yazarın dışarıdan kendi düşünce ve yargılarını belirtmek için
okuyucuya seslenmesi gelir. D.Lubbuck da bakış açısının önemine değinir.

Virginia Woolf; Arnold Bennet, John Galworthy ve H.G.Wells’in romanlarına karşı çıkar.
Ona göre bu yazarlar, insanın iç dünyasıyla değil de dış dünyayla ilgilendikleri için gerçek
yaşamı yansıtmakta başarılı değildirler.

Çağdaş romancının görevi yeni anlatım yöntemleri deneyerek kişilerin iç dünyasına


yönelmektir; çünkü insan yaşamının gerçekleri kişilerin içinde saklıdır.

D.H. Lawrence’e göre roman insan ilişkilerini ele almakta kusursuz bir araçtır ve romancının
insanı her yönüyle gösterme olanağı vardır.

Forster, romanı bir yandan tarih gibi, insanın yaşamını nesnel bir yaklaşımla yansıtmaya
çalışan, günlük yaşamla iç içe, ayağı yerde bir yazı türü olarak görür; diğer yandan ise soyut
düşüncelere yönelebilen müzik gibi yüce bir sanat dalı olarak görür.

Forster’a göre “olayların zaman sırasına göre anlatılması” diye tanımladığı öykü, romanın
temelidir; öykü yoksa roman da yoktur.
Öykünün önemsizliğini belirtmek için ilginç bir görüş ortaya atar: Her insanın yaşamı iki ayrı
yaşam türünden oluşur; bunlardan biri insanın her gün zaman içinde geçen, dakika ve saatlerle
ölçülen yaşamıdır; ötekisi ise değerlere göre sürdürdüğü yaşamdır.
“Kızı ancak beş dakika gördüm, ama değdi doğrusu.” gibi bir söz, her iki yaşam türünü bir
arada dile getirmektedir. Anlaşılıyor ki değerlere göre yaşam, yalnızca saatle ölçülenden daha
önemlidir.

Yalnız, zaman içinde geçen yaşamı konu aldığı için öykü, romanın fazla anlam ve değer
taşıyan bir yönü değildir. İyi bir roman yazarı, uygun yöntemler bularak değerlere göre geçen
yaşamı da göstermek zorundadır.

James Joyce, V.Woolf ve Forster; insanın asıl önemli ve anlamlı yaşamının, saatlerle
ölçülemeyen bilinç dünyasında geçtiğini düşünerek, kişilerinin zihinlerinde akıp giden duygu
ve düşüncelere ağırlık vermişlerdir.

“Kızı ancak beş dakika gördüm; ama değdi.” →Burada Joyce ve V.Woolf için önemli olan
beş dakikalık nesnel zaman süresi içinde delikanlının içinden geçen ve anlatılması bu süreyi
kat kat aşabilecek duygu ve düşüncedir.

İşte bu yazarlar değerlere göre geçen duygu ve düşünce yoğunluğuyla belirlenen yaşam
türünü ele almak için, romanlarındaki olayların kapsadığı zaman süresini son derece dar tutma
yoluna gitmişlerdir.

J.Joyce’un Ulysses’i on sekiz saat kadar sürer, V.Woolf’ın Mrs. Dalloway’i de bu kadardır.
Bu yazarlar değerlere dayalı yaşam türünü vurgulayarak, ele aldıkları insanların kişiliklerini
tüm karmaşıklık ve derinliğiyle ortaya koyarlar.

Forster’a göre roman kişileri tanıdığımız insanlardan daha gerçektirler; çünkü çevremizdeki
insanları ancak şöyle böyle anlayabildiğimiz halde, roman kişilerini tam olarak anlayabiliriz.
Bunun nedeni: Roman yazarı yarattığı kişiler hakkında her şeyi bilir, bu kişilerin gizli saklı
hiçbir yönleri yoktur; çünkü onları yaratan da anlatan da aynı kimsedir.
Roman kişileri ne zaman gerçektir?

Forster’a göre roman günlük yaşamda bulunmayan kendine özgü kuralları olan bir sanat
yapıtıdır, romandaki kişiler işte bu kurallara uygun biçimde yaşadıkları zaman bir geçerlik
kazanırlar. Bir de roman yazarı bir kişi hakkında her şeyi biliyorsa o kişi gerçektir. Yazar
bildiklerinin hepsini bize anlatmayabilir. Ancak söz konusu kişi hakkında her şeyi
açıklamamış olsa da romancı bizde her şeyin açıklanabileceği yolunda bir duygu
uyandıracaktır. Bu duygu ise, günlük yaşamda hiçbir zaman edinemeyeceğimiz bir gerçeklik
izlenimi yaratır.

Romancılar değişik türden kişiler yaratmak ve bakış açısı yardımıyla yazdıklarını okurlara
benimsetmeye çalışırlar. Nedeni kişileri kitabının gereklerine uydurmaya çalışmak ve onların
özgürlüklerini fazla sınırlamamaktır.

Roman kişileri “yalınkat” ve “çok yönlü” diye ikiye ayrılır. Yalınkat kişiler birkaç nitelikten
oluşan, tek bir cümleyle özetlenebilen kimselerdir. Roman boyunca ne zaman ortaya çıksalar
hep baştaki o birkaç nitelikleriyle görünürler ve hiç değişmeden kalırlar. Çok yönlü kişiler,
bizi inandırıcı bir biçimde şaşırtabilen kişilerdir; çünkü gerçek yaşamın hesaba kitaba
uymadan değişkenliğine sahiptirler. Oysa her yeni durumda nasıl davranacaklarını önceden
bildiğimiz için yalınkat kişiler hiçbir zaman bizi şaşırtmazlar.
Forster’a göre romanda kişilerin uygun bir biçimde harman edilmesi, bakış açısından daha
önemlidir. Yazar okuyucuyu avucunun içine alarak yazdıklarını ona benimsetebilmeli. Bu
olmadan hiçbir şey olmaz.

Öykü, olayların zaman sırasına göre düzenlenerek anlatılmasıdır. Olay örgüsü olayların neden
sonuç ilişkisine göre biçimlenmesidir.

Öyküye duyduğumuz ilgi meraktan ileri gelir, olay örgüsünü izleyebilmek için zeka ve
belleğe gerek vardır; çünkü olaylar arasındaki ilişkileri görebilmek zeka işidir, daha önce olup
bitenleri unutmamak, bunların yeni gelişmelerdeki payını anlamak için ise zekanın yanı sıra
bellek de gerekir.

Forster’a göre romanı roman yapan, kişilerin gizli duygu ve düşüncelerini de ele
alabilmesidir. Roman yazarı için kişilerin iç yaşamları gizli değildir. Dilerse ele aldığı
kişilerin aklından geçen düşünceleri gösterir; dilerse düşünce düzeyinden daha derinlere
inerek bilinçaltına da bakabilir. Forster’ın romanda kişilerin iç dünyalarına verdiği bu önem,
onun Henry James ve Joseph Conrad’la başlayıp Joyce, Faulkner ve Virginia Woolf’la
doruğuna erişen çağdaş psikolojik roman yazarlarının görüşlerini paylaştığını ortaya koyar.
Bu romancıların en büyük özelliği, insan yaşamının gerçeklerini dış dünyada geçen olaylarda
görmeyip kişilerinin bilinç dünyalarına yönelmeleri ve bu dünyayı yansıtabilmek için biçim
ve yöntem sorunlarına ağırlık vermeleridir. Forster’ın bu yazarlardan ayrıldığı nokta bakış
açısıyla ilgilidir. James, Conrad, Joyce, Faulkner ve Virginia Woolf, insan bilincini yansıtmak
için en çok bakış açısından yararlanmışlardır. Forster için önemli olan, kişilerin bilinç
dünyasına ulaşmaktır; bu uğurda roman yazarı bakış açısını dilediği gibi değiştirebilir, yeter ki
bu değişmeler inandırıcı olsun.

Düşsellik, roman yazarının günlük yaşamdan bir parça uzaklaşmasına olanak sağlar.
Düşsellik; günlük yaşama hortlak, canavar, cadı, cüce gibi garip yaratılar sokmak; insanları
bilinmeyen ülkelere, yer altı dünyalarına, geleceğe göndermek; insan ruhunun derinliklerine
inmek ya da kişiliği parçalara ayırmak gibi işlemler kullanarak, sağduyu ile hayal gücünü
birleştirir, bunlardan canlı, güzel bir karışım elde eder.
Ermişlik, geleceği önceden görme anlamında değildir; yazarın taşıdığı birtakım köklü
inançların romanda kullandığı dile sinmesiyle ortaya çıkar. Bu bakımdan ermişlik, inançları
doğrudan doğruya dile getirmek değil, “ezgiye” ve “şarkıya” dönüştürmek işlemidir. Romanın
ermişlik yönünü değerlendirebilmek için okuyucunun alçak gönüllü bir tutuma girerek
okuduklarıyla alay etmemesi gerekir; yoksa ermiş yazarın sesini işitemez ve yüceliğini
görecek yerde, karşısında ancak budala bir soytarı görür. Ermişlik niteliği taşıyan romancılar,
günlük yaşamın gerçeklerinden uzaklaşan yazarlar değildir. Onların önemli özelliği günlük
yaşamın sıradan olay, durum ve kişilerine alışık olduğumuz boyutlarını kat kat aşarak tüm
insanlığı kucaklayan evrensel anlamlar yaratabilmektedir.
Ermiş yazar, görünen dünyanın gerçekliğini bozmadan, bu dünyayı iç içe bulunduğu birtakım
tinsel değer ve güçlerle birlikte gösteren yazardır.
Forster’ın roman sanatında ermişliğe büyük önem vermesinin başlıca nedeni, ermişliğin bir
ölçüde değerlere dayalı yaşamı dile getirmeye olanak sağlamasıdır. Estetik açıdan da ermişlik
Forster’ın özlediği roman anlayışına uygundur; çünkü düşsellik, dağınıklığa eğilim duyduğu
halde, ermişlik bir sanat yapıtında olması gereken genişlik içinde bütünlüğe yöneliktir.

Biçim, romandaki olayların gelişme çizgilerinin hep birden yarattığı görüntüdür. Biçim, olay
örgüsünün toptan algılanmasından doğan bir bütündür. Bu bakımdan biçim, romanın estetik
yönüdür; gerçi romandaki kişiler, sahneler, sözcükler, kısaca her şey biçimin oluşmasına
katkıda bulunabilir; ama onu asıl yaratıp besleyen olay örgüsüdür.
Biçim, romanın estetik yönüdür ve ona güzellik sağlar; ama güzelliğin ağır bir bedeli vardır.

Forster’a göre James, estetiği ermişliğe yeğlemiş, bu yüzden romanlarındaki olay ve kişilerin
gerçek yaşamdaki boyutlarını aşarak tüm insanlığı kucaklamasını sağlayamamıştır. Fortster’a
göre romana güzellik de sağlasa katı bir biçim, yaşamın yazara sunduğu sınırsız zenginliklerle
bağdaşmaz. Oysa katı bir biçim yaşam açılan kapıları kapar ve çoğu kez romancıyı kapalı
odalarda sanatçılık oyunları oynar bir duruma getirir.

Forster, H.James’in roman sanatında biçim ve yöntem sorunlarına gösterdiği büyük ilgiyi
yaşamdan kaçış olarak görür. Oysa James’in bu sorunlarla uğraşmaktaki amacı, kendisinin de
belirttiği gibi, yaşamı tüm ağırlığıyla romana aktarmaktır.

Romanda dağınıklığa yol açan değişik parçaları içten dikişlerle birbirlerine bağlanmasını
sağlayan şey ritim denir.
Forster’ın kullandığı anlamda ritim, roman boyunca birtakım sözcük ya da tümcenin
değişikliklere uğrayarak, zaman zaman ortaya çıkmasından oluşur. Forster bu tekrarlamaları
müzikteki ritim olayına benzetir. Romandaki işlevi biçim gibi sürekli olarak ortada
görünmeden arada bir belirerek, arada bir gözden uzaklaşarak olayları birbirine bağlamak,
güzellik sağlamak ve okuyucunun belleğini iyice kavramaktır. Kitaplarını önceden
tasarlayarak yazan romancıların bu etkiyi yaratamayacaklarını ileri süren Forster şöyle der:

Ritim romanda uygun bir geçiş noktasına ulaşıldığı sırada, yazarın içinde doğal olarak beliren
bir itici güce dayanmak zorundadır. Ne var ki bu yoldan sağlanan etki çok güzel olabilir,
kişilere herhangi bir zarar verilmeksizin elde edilebilir ve ayrıca bir dış biçime duyduğumuz
gereği azaltır.

Forster, romanda bir başka ritim türü daha görmek ister. Duyulması çok daha güç olan bu
ritim türü, bir senfoninin çalınıp bitmesinden sonra dinleyicinin kulağında ve zihninde beliren
ve senfoninin değişik bölümleri arasındaki ilişkiden doğan bir etkidir. Bu etki senfoninin
bütününden çıkarak genişleyen, yayılan bir titreşim gibidir.

Romancı eserini kısıtlamamalı, gelişmeye açık tutmalı.

Giriş Bölümü
Romacının tarihçilerin arasına karışması, yani eserinde tarihi olayları anlatması tarihçilerin
kızdıkları bir şeydir.
Roman yazarının yöresel oluşu önemli değildir, yöresellik bir romancı için güç kaynağı bile
olabilir. Defoe, Londra’nın yoksul takımını, Thomas Hardy kırsal kesimin insanlarını ele
alıyor diye yakınan kimse ya budaladır ya da bilgiçlik taslayan kendisini beğenmiş biri.
Yöresellik, eleştirici için önemli bir kusurdur. Yaratıcı sanatçıya tanınan sınırlılık eleştiriciye
tanınmaz. Eleştirici geniş görüşlü olmak zorundadır, yoksa hiçbir şey olamaz. Romancı
yaratıcılığın kendine verdiği hakları kullanır, ama eleştirici aynı haklara sahip değildir.

Forster gerçek bilginle sözde bilgini karşılaştırıyor. Kendisini de sözde bilginlerden sayıyor.
Gerçek bilginlik insanoğlunun erişebileceği en büyük başarılardan biridir. Değerli bir konu
seçerek onunla ilgili bütün olgularla, yakın konulardaki belli başlı olayları iyice öğrenen bir
kimseden daha yücesi yoktur. Böyle bir kimse dilediğini yapabilir. Konusu roman mı isterse
tutup romanları yazılış tarihleri sırası içinde ele alabilir, çünkü son dört yüz yılın bütün önemli
romanlarını, önemsizlerin de çoğunu okumuştur; ayrıca İngiliz romanına ilişkin her alanda
yeterli bilgisi vardır. Gerçek bilginlik başkalarına aktarılamaz, iyi yönünden alınırsa sözde
bilginlik, bilgisizliğin bilgiye gösterdiği saygıdır.

Sözde bilgin eleştiriye el atmamalıdır. Çünkü gerçek bilginin donanımından yoksunken onun
yöntemini kullanmaya kalkar. Sözde bilginlerin yaptıkları ayrımlardan havaya göre yapılan
Forster’ın daha çok dikkatini çekiyor.

Hava; süsleyici olabilir, yarar güdücü olabilir, açıklayıcı olabilir, belli bir uyuma göre
düzenlenmiş olabilir, romanla duygu bakımından karşıtlık içinde olabilir, vs…

Forster’ın, adında bahsetmediği bu yazarın dehadan bahsetmesi hoşuna gidiyor. Çünkü deha
olmadan roman yazarının dokuz tür hava olduğunu bilmesinin anlamı yok diyor. Bu yazar
romanları yazarın konusuna karşı takındığı tutuma göre ayırıyor.

Roman ancak yeni bir duyarlı kazanırsa daha başarılı olabilir. Yani romanın başarısı kendi
duyarlığına bağlıdır, ele aldığı konunun başarısına değil.

Tarih boyunca kitaplarını yazdıkları sırada yazarlar aşağı yukarı aynı duyguları duymuş, adına
kolaylık olsun diye “esin” dediğimiz ortak bir durum içine girmişlerdir. Bu durum göz önüne
alınarak şu denebilir: “Tarih ilerle, sanat yerinde durur.” Bu söz roman geleneğindeki
gelişmeleri incelememizi engelleyince, uğradığımız zarar daha büyüktür. İngiliz romanında
etkiler, akımlar, yenilikler dışında bir de yazı yöntemi süregelmiştir; işte bu yöntem kuşaktan
kuşağa değişikliğe uğrar. Söz gelişi, kişilerle alay etme yöntemini ele alacak olursak
“takılma” ile “kaba şaka” aynı şey değildir; Elizabeth döneminin güldürü yazarı, alaya alacağı
kişileri günümüz güldürü yazarlarından değişik bir biçimde seçer ve okuyucularını güldürmek
için değişik yollara başvurur.

Forster, Eliot’tan bir alıntı yapıyor: “İyi bir gelenek oluşmuşsa bunu korumak eleştiricinin
görevinin bir parçasıdır. Yazını doğru olarak ve bütünüyle görmek de eleştiricinin görevinin
bir parçasıdır; bu ise büyük ölçüde yazını zamana bağlı olarak değil de zamanın ötesinde bir
şey olarak görmek demektir. Bu görevlerden ilkini yerine getiremeyiz, ikincisini yapmaya
çalışacağız. Geleneği biz ne inceleyebilir, ne de koruyabiliriz. Ama romancıları bir odada
oturuyor olarak düşünebilir ve bilgisizliğimizden gelen bir güçle onları zorlayarak tarih ve yer
sınırlarının dışına çıkarabiliriz. Bir roman için son ölçü, ona karşı duyduğumuz sevgidir. Bu
durumda duygusallık ortaya çıkacaktır: “İyi ama ben seviyorum bunu.” Forster bu eserinde
duygusallığı sesinin fazla yükselmeyeceğini söylüyor.

Öykü
Öykü romanın temelidir, öykü yoksa roman da yoktur. Bütün romanların en büyük ortak yönü
budur. Öykü, romancının dilediği yerde başlar, dilediği yerde biter.

Öykü, olayların zaman sırasına göre dizilerek anlatılmasıdır.

Öykünün yaptığı şey, zaman içinde geçen yaşamı anlatmaktır. Romanın bütününün yaptığı
ise, eğer iyi bir romansa, değerlere göre sürülen yaşamı da kapsamına almaktır. Romanda
zamana bağlılık zorunludur, yoksa roman yazılamaz. Ama romancı için önemli olan,
değerlere göre yaşamı dile getirmek olmalıdır. Öykü olay örgüsünün temelini oluşturur.
Öyküde anlatıcının sesi bizi okuyuculuktan dinleyici durumuna dönüştürebilir.

Kişiler
Yazar ile konusu arasında yakınlık vardır. Kişiler yazarın zihninde kuru ve duygusuz bir
biçimde belirmezler, yaratılmaları çılgın bir coşku içinde olabilir.

Tarihçinin görev alanı yazmak, romancının görevi yaratmaktır. Günlük yaşamda birbirimizi
hiçbir zaman anlayamayız; çünkü ne biz başkasının içini okuyabiliriz, ne de onlar
içlerindekini tam olarak açığa vurur. İnsanlar birbirlerini dış belirtilerin yardımıyla ancak
kabataslak bir biçimde tanıyabilir; bu belirtiler hem toplumdaki ilişkilerimiz, hem de
kuracağımız yakın dostluklar için yeterli denebilecek bir temel oluşturur. Oysa romancı
dilerse, romandaki kişileri okuyucuya bütün yönleriyle tanıtabilir; çünkü kişilerinin dış
yaşamları kadar iç dünyalarını da gözler önüne serebilme olanağına sahiptir. İşte bu nedenle
roman kişileri çoğu zaman bize tarih kitaplarındaki insanlardan hatta kendi yakın
dostlarımızdan daha açık görünürler. Haklarında söylenebilecek ne varsa söylenmiştir; eksik
kalmış yanları bulunsa da inandırıcı olmasalar bile, gizli saklı hiçbir şeyleri yoktur. Oysa
dostlarımız bazı şeyleri bizden gizler, gizlemeleri de gerekir; karşılıklı gizlilik insanın yaşam
koşullarından biridir.

Yazarlar ölüme ve sevgiye daha fazla yer verirler. Çünkü bu unsurlar onların işlerini
kolaylaştırır. Roman yazarlarının ölüm konusuna yakınlık duymalarının nedeni, ölümün
romanı derli toplu bir sonuca ulaştırmasıdır. Diğer neden: Romancı her şeyi zaman içinde ele
aldığından, yaşamın bilinen gerçeklerinden ölümün karanlığına doğru gitmeyi, doğumun
karanlığından bilinen gerçeklere doğru ilerlemekten daha kolay bulmaktadır. Kişileri öldüğü
sırada yazar artık onları iyice anlayacak, haklarında hem gerçeklere uyup, hem de kendi hayal
gücünden doğan şeyler söyleyebilecek durumdadır.

Gerçekle hayal gücünün kaynaşması en güçlü sonuçları yaratır.

Forster’a göre sevgiye romanda çok yer verilmesinin iki nedeni vardır. Birincisi şu: Roman
yazarı kişilerini tasarlayıp yaratma işlemine geçince, sevgi bir yönü ya da bütün yönleriyle
zihninde ağır basıyor ve yazar farkına varmadan bu kişileri gönül ilişkilerine karşı aşırı ölçüde
duyarlı yapıyor. Çünkü gerçek yaşama kişiler sevmekle bu denli uğraşmazlar. Bu sevme
durumu, romanını yazdığı sırada romancının kendi içindeki duygu ve düşüncelerin kitabına
yansımasından doğmakta, romanlarda sevginin ağır basması biraz da bundan ileri
gelmektedir.
İkinci nedeni: Yazarlar ölümden olduğu sevgiden hoşlanıyorlar; çünkü romanlarını kolayca
sona erdirmelerini sağlıyor.

Güçlü her duygu insanda yanlış bir süreklilik inancı yaratır. Roman yazarları, romanların
çoğu zaman evlilikle bitirir; böyle bir bitişe bizim de bir diyeceğimiz yoktur, çünkü bizim
kendi özlemlerimizi dile getirmişlerdir.

Roman kişileri, soydaşları olan gerçek insanlardan daha kaypak, ele avuca sığmaz kişilerdir.

Roman kişileri birden doğarlar, ölme süreleri uzatılabilir, az yerler, az uyurlar, yorulup
usanmadan başkalarıyla ilişki içindedirler. Roman kişilerinin gerçek insanlardan daha
yakından tanıyabiliriz; çünkü roman kişilerini yaratan da anlatan da aynı kimsedir.

Uyku romanda nasıl yer alır?


Romanlarda görülen düşler, ya mantıklıdır ya da geçmişten geleceğin parça parça bir araya
gelmesinden oluşan pırıltılı birer resimdir. Bir amaç uğruna kitapta yer alırlar ve bu amaç,
kişinin bütün yaşamını değil, yalnızca uyanıkken yaşadığı saatleri aydınlatmaktır.

Romanda beslenme büyük ölçüde toplumsal bir olaydır. Kişileri bir araya getirir. Kişiler
ruhsal bakımdan yiyeceğe ihtiyaç duymazlar.
Roman kişisi ne zaman gerçektir?

Roman yazarı bir kişi hakkında her şeyi biliyorsa, o kişi gerçektir. Yazar bildiklerinin hepsini
bize anlatmak istemeyebilir, bildiklerinin çoğunu, hatta herkesin açıkça görebileceği şeyleri
bile gizleyebilir. Ancak, söz konusu kişi hakkındaki her şeyi açıklamamış da olsa, romancı
bizde her şeyin açıklanabileceği yolunda bir duygu uyandıracaktır. Bu duygu ise günlük
yaşamda hiçbir zaman edinemeyeceğimiz bir gerçeklik izlenimi yaratır.

İnsanlar birbirlerini ancak üstünkörü anlayabilmektedir, asıl benliklerini isteseler bile açığa
vuramazlar. İçtenlik dediğimiz şey gerçek içtenlik değildir bir başkasını tam olarak
anlayamayacağımız ummak boş bir beklentidir. Oysa roman kişilerini bütün yönleriyle
tanıyabilir, böylece okumadan anladığımız tadın yanı sıra, gerçek insanları anlayamamanın
sakıncalarını giderme olanağı buluruz. Bu bakımdan roman, tarihten daha doğrudur, çünkü
kanıtlarla sınırlı değildir. Romancı kişilerini postayla gelen bebekler gibi sunabilir; uzun süre
uyku uyutmadan, yedirip içirmeden yaşatabilir, aşık edebilir, aşktan başka şey düşünmez
duruma getirebilir. Yeter ki haklarında her şeyi biliyormuş gibi davransın yeter ki bu kişiler
kendi yarattığı kimseler olsun.

Roman kişileri gel deyince uysalca gelirler, ama aslına başkaldırma duygusuyla doludurlar;
çünkü pek çok bakımdan gerçek insanlara benzerler. Kendi başlarına buyruk olmaya çalışır,
bu yüzden romanın amacına ters düşen davranışlarda bulunurlar. Bu kişileri ne çok sıkı
denetim altında tutmalıdır, ne de çok özgür bırakmalıdır.

Roman kişilerini yalınkat kişiler, yuvarlak kişiler diye ikiye ayırabiliriz.

Yalınkat roman kişisi, tek bir nitelik ya da düşünceden oluşur. Tek bir cümleyle anlatılabilen
kişilerdir. Yalınkat kişilerin bir büyük yararı, romanda ne zaman ortaya çıksalar, kolayca
tanınabilmeleridir. Okuyucunun bakan gözü değil de gözü gözü tanır onları; bakan gözler,
kişileri ancak özel adları geçtikçe görür. Yalınkat roman kişisi, yazarın bir noktaya tüm
gücüyle yüklenmesi açısından önemlidir ve yazara kolaylık sağlar. Yalınkat roman kişileri bir
kez okuyucuya tanıtıldılar mı bir daha tanıtılmaları gerekmez.

Roman Tahlilleri Dersi Notları


10 ay Önce
Yorum yap
Süleyman Kara
170 Görüntüleme
Romanın ve tiyatronun tarihi destanlara kadar gider.
Yazar romanları ikiye ayırıyor:
1.Büyük romanlar
2.Basit romanlar (Ticari amaç öndedir.)
Roman gerçek hayatla bire bir aynı değildir. Roman yeniden kurmadır, romancının hayal
gücüne dayanır.
Romancı, kendi anlatmak istediklerine göre hayattan bazı seçmeler yapar. Anılar ise
gerçekleri kısmen yansıtabilir. Anıları değerlendirirken ihtiyatla bakacağız. Ancak bilimsel bir
bakıştan geçtikten sonra gerçeği yansıtabilir.
Romanlar gerçek olmamakla birlikte o dönemin toplumunun özelliklerini öğrenebiliriz. O
halde roman tamamen gerçek dışı değildir. Edebiyata ait kuru bilgileri aşmanın yolu, o
döneme ait romanları okumaktan geçer. Roman bir itiraf değildir. Yaşandığı zamanların tarihi
değildir. Hepimiz birikimimize göre eserden bir zevk alırız.
İlgi çekici bir eser yaratmak edebiyatın temel amacıdır. Edebiyat eserinde olaylar ve kişiler
arası ilişkiler belli bir tutarlılık içinde olmalıdır.
Edebiyat rasyonel bir şekilde hayatla bağlantılıdır.
Yazar, romanda hicvedici olabilir, nasıl bir yaşamı özlüyorsa onu verebilir.
Roman hayattan bir seçmedir, yazar bunu yaparken bir amaç peşindedir.
Edebi eserin hayatla ilişkisini anlayabilmek için sosyoloji, tarih, vs. bilimler de bilmek
zorundayız.
Edebiyat, edebiyat dışı unsurlarla değerlendirilmemelidir.
Edebiyat tarihe değil, felsefeye daha yakındır.
Edebi eserde tarihsel hakikat (mesele Aşk-ı Memnu’da) zamana ve mekana bağlı hakikat
vardır, bir de daha derinde yatan felsefi boyutlu hakikat vardır.
Edebiyatçılar (romancı) dış dünyanın gerçekliğini olduğu gibi yansıtmak iddiasında değildir.
Kendi bütünlüğü hariç hikayenin (anlatılan şeyler) içindeki her şey hakikattir.
Yazarın yaptığı seçmeler yeni bir hakikat yaratır. Roman, yazarın hayatı yeniden
kurgulamasıdır.
Romancı seçtiği anlatıcıya kendisinden farklı özellikler yükleyebilir.
Romancılar eserlerinin gerçeğe benzediğini hissettirmek isterler.
Güliverin Seyahatleri→ Toplumsal bir eleştiri. İngiliz toplumunu eleştiriyor.
Batı edebiyatındaki akımların çoğunun temelinde felsefi akımlar vardır.
Akımların aralarındaki fark gerçeği ele alış tarzındaki farklılıktan kaynaklanır.
Yazar parantez içinde kelimenin İngilizce anlamını veriyorsa o kelimenin tam anlamını
karşılamıyor olabilir.
Estetik mesafe: Okuyucunun hayat gerçekliğiyle, sanatın gerçekliği arasındaki farkın farkında
olmasıdır.
Başarılı romancılar yeni bir dünya kurar. Dickens’in Londra’sı yaratılmış, tasarlanmış ve
tertip edilmiştir.
Kafka ve Dickens’in karakterleri ve bunların durumu gerçek hayatta karşılığı olmasa bile
gerçek hayata daha yakınlığıyla önemlidir.
Yazar yarattığı dünyayı sonuna kadar sürdürmelidir.
Biz yazarın kendi içindeki tutarlılığa bakacağız.
Hikaye (etme)= Zaman içinde sıralama.
Modern şiir, hikaye anlatmayan şiirdir.
Modern roman şiirsel bir ifadeyle anlatılır.
Zaman, romanda önemli bir unsurdur. Geleneksel romanlarda zaman uzun bir dönem sürüyor,
modern romanda zaman daha kısadır. Yazar zamanı, neyi anlatıyorsa ona göre anlatacak.
Her romanda bir çatışma vardır.
Karakter teorileri, psikoloji ve sosyoloji bilginiz varsa romancı olarak daha iyi kişiler
yaratabilirsiniz.
femme fatale=erkeklere felaket getiren kadın (Mesela İntibah’taki Mehpeyker).
Mukayase karakteri asıl karakterden önemli olamaz. Klasik tiyatroda dekor yoktur.
Kapalı mekanın verilmesiyle insanın özellikleri yoğun bir şekilde tasvir edilebilir.
Mekan tasviriyle romancı birtakım semboller de yaratabilir. Mekan tasviri gelecekte olacak
olan şeylerle ilgili ipuçları da verebilir.
Ben anlatıcı yazarın kendisiyse yazar-anlatıcı adını alır.
Dramatik=tiyatroya has
Yazarın merkezi bilinci seçmesinin sebebi objektifliği sağlamaktır.
Bilin akışı→Karmakarışıktır→Zihnin bir konudan diğerine kaymasıdır.
İç monolog=düzenli, sistemli
Roman yeni bir türdür, eskiye uzanan bağlantıları vardır.
Romanı diğer türlerden etkili yapan, insanın romanda etiyle, kanıyla var olmasıdır. Tarihi ve
sosyoloji ise gerçeği kuru olarak verir. Yani bilgiler soyuttur.
Tarihi, sosyolojiyi, felsefeyi iyi bilirsek bakış açımız genişleyeceğinden romanı daha iyi
anlayabiliriz.
Romanda insan çok sıcak bir şekilde yer alır.
Epik metinler: destandan romana gelen çizgi.
Lirik metinler: şiir
Dramatik metinler: tiyatro tarzında yazılmış metinler
Seçilen bakış açısı romanın bütün oluşumunu ve sonucunu tayin eder.
Realistler eserleriyle kendileri arasında mesafe koymuşlar.
öykü-fable-hikaye→Olayların zaman sırasına göre anlatılmasıdır.
süjet=olay örgüsü=vaka
Olay örgüsü: Kronolojik olarak anlatılırken öykünün estetik forma büründürülmesidir.
Realist romandan itibaren romancı pek ortamda görünmek istemiyor. Her şeyi bilen anlatıcı
kişinin içinden gelenleri açıklıyorsa iç analiz olur. Mesela: Ahmet bakkala gitmeyi düşündü.
Sonra sinemaya gitmeyi düşündü.
Kahramanın bilincinden geçenler düzensiz bir şekilde anlatılıyorsa bilinç akışı olur.
Romanlar tiyatroya göre çok daha fazla mekanda geçer. Mekanlaar açık veya kapalı olur.
Anlatmak istediği hikayeye veya amacına en uygun mekanları seçer yazar. Bazen mekan
tasvirleri gelişerek olayları sezdirmede de verilebilir.
Yazarın kahramanlarla arasındaki mesafenin kalkmasına distans ilkesinin reddi denir. Yani
yazar araya girerek nasihat verir veya açıklamalarda bulunur. Mesela yazar “ey kari” diyerek
okuyucuyu romanın dokusuna katar.
Romantik ironide de aynı şey vardır. Bakış tarzı, ironilerle ifade edilebilir. Mesela iyimserdir.
Bakış açısı kimin gözünden görülüp kimin ağzından anlatılmasıdır sorusuna cevap verir.
Anlatıcı romancıyla aynı kişi demek değildir. Anlatıcıyla romancı aynı kişiyse anlatıcıya
anlatıcı-yazar denir.
Romanlarda bakış açısı çok önemlidir. Neden? Çünkü biz dünyayı, şahısları ve olayları
anlatıcının bakış açısıyla tanırız.
Ben anlatıcıda;
Anlatıcı ben: Belli bir yaşa gelmiş ben
Anlatılan ben: Daha önce yaşananları anlatan ben.
Ben anlatımda genellikle mektuplara, sahnelemelere ve günlüklere başvurulur.
Görgü tanığı kişinin bakış açısı: İlk anlatımı birinci şahıs yapar, daha sonra anlatımı görgü
tanığına bırakır. Asıl hikaye, görgü tanığının anlattığı hikayedir.
Çerçeve hikaye, birinci kişinin başta ve sonda anlattığı hikayedir.
Görgü tanığı anlatıcı güvenilir, olayların anlamını kavrayacak birisi olmalıdır. Örnek: Joseph
Conrad’ın Heart of Darkness.
Çoğul Bakış Açısı: Olaylar farklı kişilerin bilinciyle anlatılır.
Sinemanın etkisiyle de gösterilen şeylerin insanları daha fazla etkilediği, yazarlar tarafından
benimsendi.
Yazma ikiye ayrılır:
açıklayıcı yazma:tarih, felsefe
yaratıcı yazma: romanlar
Romancı bizim göremediklerimizi görür ve onu bize yeni biçimde sunar.
Fosrter liberal, anti emperyalist, İngiliz toplumunun değerleriyle başka toplumların değerlerini
karşılaştırıyor. Doğa; özgürlüğün sembolü, toplum ise insanı sınırlar. J.J. Ruso’dan
etkilenmiştir.
gözlenebilen yaşam→tarihin konusu
iç yaşam→romanın konusu
Yuvarlak karakterler; bizi, romanın başından sonuna kadar, inandırıcı biçimde şaşırtan
karakterlerdir.
Ermişlik romanın bütününden çıkan ezgidir ve biz bir yücelme hissederiz.
Mizah duygusunu işletmez ve alçakgönüllü olarak ancak o zaman yazarın ermişliğini
anlayabiliriz.
Roman:1.Latin dillerinden türemiş diller
2.Halk dilinde yazılmış nazım veya nesir anlamında kullanılıyor.
Burada hareketle roman bir tür haline geliyor. Romanın gelişmesinde Avrupalılar
Boccacio’nın Decameron hikayelerine önem verirler.
İlk psikolojik roman Prenses Cleves’tir. Yazarı Madame La Fayette.
Roman teorisi, romanın geniş anlamlılığını kısıtlayacağını ileri sürenler tarafından faydasız
görülmüştür.
Roman teorisi sağlam, sistematik bir düzene sahip değil.
Roman eleştirisi şiire göre daha yenidir. Nedeni romanın yeni bir tür olması ve romanın diğer
türlerin birçoğunu içinde barındıran bir tür olması ve değişik birçok yeniliğin romana
uygulanmasıdır. Eleştirmenler romanın esnek kalıplar içinde eleştirilmesi gerektiğini
söylüyorlar.
Roman toplumun davranışlarına ve kültüre de yön verir. Romanın belge olarak görülmesi
yanlıştır.
Roman diğer türlerden farklı olarak romancının her şeyi bilme, görme gücüne sahip olması
ona büyük imkanlar, faydalar sağlamıştır.
Her romanın bir girişi, gelişmesi ve sonucu vardır. Romanlar bu ölçüyü gerçekleştirdiği
oranda roman görülmüştür.
Romanın gelişmesine burjuva sınıfının ortaya çıkmasının etkisi büyüktür. Bu dönem
romanlarının daha çok burjuvaziyi anlattığı ve eleştirdiği görülür. Büyük romanlar hem kendi
dönemlerinin ürünüdür hem de o dönemdeki birçok eleştirileri ele alır.
Olay örgüsü; birbirine bağlı, dinamik bir unsurdur.
Pikaresk romanlarda olayların kronolojik olarak anlatılması vardır. Bütün olay örgülerinin
temelinde bir çatışma vardır, sonunda çözüm söz konusudur. Ciddi eserler olay örgüsünü daha
çok karakter merkezli olarak geliştiriyorlar.
Modern romancılar resimden ve müzikten etkilendiler.
Hikaye tekniği:
Romanın olay örgüsünün kuruluşunda iki teknik vardır:
1.Özetleme
2.Sahneleme
Romancı; üzerinde durmaya değmeyen yerleri özetleyerek, ayrıntılarıyla anlatılması gereken
yerleri sahneleyerek anlatır.
Roman, başkişinin serüveni üzerine kurulur. Başkişinin içinde yaşadığı toplumun özelliklerini
vermek için yazar, özetlemeden yararlanır.
Romancı özetlemeden, başkişinin geçmiş özelliklerini kısaca tanıtarak yararlanır. Yani
özetleme, romanın gelişimi için bir zemin hazırlar.
Romancı bir sahne yaratıp bizde ilgi uyandırdıktan sonra geriye dönüşlerle (flash back) bu
karakterin geçmişinin bize özetler, bazen de sahneleme tekniğini kullanarak anlatabilir.
Kişileri daha iyi, derinlemesine tanımak için sahnelemeden yararlanır.
Stevick: “Özet beceriksizce yapılırsa can sıkıcı olur.” der.
Özette okuyucunun yüzü yazara, sahnede ise esere dönüktür.
Sahneden özete geçiş ustalık isteyen bir iştir.
Dickens’ın özetlerde en önemli yerleri anlatması, sahneler arasında çok küçük özetler
yerleştirmesi onu başarılı kılmıştır.
Sahne, içinde çok şey olan anları (dönüm noktaları) anlatmak için kullanılır.
Sahnede az zamanda meydana gelen olaylar verilir. Özetle verilemeyecek zenginlikleri sunar.
Sahne ve özetin güzel bir şekilde verilmesi eserde bir ritim yaratır.
Romanın yapısını oluşturan üçüncü unsur tasvirlerdir. Realistlerde çevre tasvirleri ayrıntılı
şekilde verilir. Bu tasvirlerle karakterler arasında büyük bir ilişki vardır.
Anlatı sanatı üç unsurdan meydana gelir: sahne, özet, tasvir. Bunların başarılı kullanılmasıyla
güzel bir yapı ortaya çıkar.
Bunlar zaman zaman ayrı, zaman zaman iç içe geçmiştir.
Romanda düşünce ön plandaysa romanın dokusu zedelenir.
Romanın başarısı açısından zaman ve mekan unsurlarının başarılı olup olmadığı da önemlidir.
Bakış açısının kullanımı, olay örgüsünün kuruluşu, kişilerin nasıl seçildiği de önemlidir.
Üslubu oluşturan unsurlar: distans ilkesinin uygulanması, benzetmeler, leit motif.
Bir karakter ortaya çıkışı ve sonra takip ettiği gelişme süreciyle ilgi çekici olur.
Romancı dünya görüşünü roman formunda bize aktarır. Romancı ilgi çekici olmak
zorundadır.
Norm karakter (ficelle): Okuyucunun romandaki çeşitli olayları, fikirleri, kişileri
anlayabilmesi için okuyucunun şiddetle ihtiyaç duyduğu rehbere denir. Eğer okuduğunuz
romanda yazarın sözcülüğünü üstlenen, okuyucuya rehberlik yapan, onu aydınlatan karakter
varsa buna norm karakter denir.
Örnek: Matmazel Noralya’nın Koltuğu →Aziz Efendi
Ambassadors→Maria Gostrey
Roman eleştirisi anlayışında 19.yüzyıl ve 20.yüzyılın başında ilk planda karakteri ele alıp
onları tahlil etmek ve bu karakterlerin başarılı olup olmadığını tartışıp sonuca varmaktı. Yine
19.yüzyıl tiyatro incelemelerinde de karakter tahlilleri ağır basmıştır. 1940’lı yıllara
gelindiğinde romanda sadece karakter tahliliyle yetinmenin çok zor olduğu anlaşılmıştır.
Romanda zaman: Romanda üç türlü zaman vardır:
1.Olay zamanı: Olayların hangi tarihsel zamanda geçtiğini belirtir. Bunu belirlerken hayali
zaman mı gerçek zaman mı bunu belirlemek gerekir.
2.Anlatı zamanı: Romanda olayların geçtiği süre.
3.Anlatım zamanı: Eserin okunma süresi. Bu kişiden kişiye değişir.
Zamanın daraltımı: Eğer olayların anlatıldığı zaman olayın yapıldığı zamandan kısaysa zaman
daraltımından söz edebiliriz.
Zaman genişletimi: Anlatılan olaylar günlük hayattakinden daha uzun bir oluş sürecini kapsar.
Anlatıcı olayları bütün ayrıntılarıyla bize aktarır.
Zaman örtüşümü: Zaman anlatımıyla anlatı zamanı eşit olduğunda söz konusudur. Daha çok
tiyatro eserlerinde görülür. Romanlarda daha çok diyaloglarda görülür.
Zaman genişletimi: Zamanda en küçük birimlere kadar gidilir. Zamanda geriye dönüş iki türlü
yapılır:
Yapıcı geriye dönüş: Bir karakterin geçmişinin aydınlatılmasına yönelik geriye dönülür.
Çözücü geriye dönüş: Bir olayın çözülmesi amacıyla yapılan geriye dönüşler. Genellikle
polisiye romanlarda olur.
Geriye dönüş iki şekilde yapılır:
1.Geriye adım biçiminde yani geçmişe dönüp olay aydınlatılıp bitirilir.
2.Geriye uzanma: Geçmişte meydana gelen olayın bütün akışını anlatmadan bazı noktalara
değinilmesiyle olur. Mesela karakter bir müzik parçası dinlerken onun geçmişte yaşadıklarını
vs. hatırlatır.
Bir de zamanın kullanılışında önceden sezdirmeler vardır.
Mekan: Eserde yer alan mekanların tespiti gerekiyor. Olay hangi mekanda geçiyor, romanda
mekan olarak nereler var, yazar kapalı veya açık mekanları kullanıyor, mekanla insan
ilişkileri var mı gibi sorular cevaplandırılmalı.
Hüseyin Rahmi Gürpınar, mekanı, insan-mekan zıtlığını belirtmek için kullanır. Dokuzuncu
Hariciye Koğuşu’nda da mekanlarla kişilerin yaşam tarzları arasında uygunluk vardır. Demek
ki tasvirler, kişilerin tasvirleri onların ruh hallerini belirtebilir.
Anlatıcı ve Bakış Açısı: Öncelikle romanda yeni bir anlatım tekniği var mı yok mu buna
bakmak gerekir. Sonra bu tekniği adlandırırız. Buna anlatım biçimi denir. Ben anlatım biçimi
vs.
Anlatım konumu: Anlatıcının nasıl bir konumla, tutumla romanı bize anlattığını ifade eder.
a)Hakim anlatım konumu: Anlatıcının konumunu belirli bir şekilde hissederiz. Mesela Ahmet
Mithat Efendi’nin romanları.
b) Yansız anlatıcı konumu: Anlatıcı gördüklerini tarafsız bir gözle anlatan seyirci gibidir.
Anlatıcı anlattıklarıyla ilgili yorumlar, eleştiriler veya yargılarda bulunmaz.
c) Kişisel anlatım: Romancı kişilerin arkasına gizlenerek onların algılarıyla anlatır.
Anlatım Açısı: Her anlatım konusunun içinde anlatım açısı vardır.
a)İçten bakış: Roman kişisinin iç dünyasının anlatılmasıdır.
b)Dıştan bakış: Gözleme dayalı anlatımdır. Eğer romancı ağırlıklı olarak kişilerin eylemlerini
anlatıyorsa dıştan bakış söz konusudur.
Anlatım tutumu:
a)Yansız: Anlatıcının yorum ve eleştiri yapmadan anlatması.
b)Onaylayıcı-benimseyici anlatım tutumu: Genellikle yazarı temsil ettiği sanılan kişilerin
eylemleri anlatılır.
c) Alaycı veya ironik anlatım tutumu: Yazarın da karşı olduğu bazı kişilerin alaycı bir şekilde
ele alınmasıdır. Felatun Bey’le Rakım Efendi romanında Felatun Bey.
d) Eleştirici anlatım tutumu: Anlatıcının roman kişileri veya anlattığı diğer kişiler karşısında
eleştirici tavır takınmasıdır. Bu tutumda yer yer eleştirici yer yer alaycı tavır söz konusudur.
e) Hicivci anlatım tutumu: Hiciv, olan durumla olması gereken durum arasındaki farkı belirtir.
Bu tutumda romancı birtakım olumsuzlukları yermek amacındadır.
Romancı romanın değişik yerlerinden değişik tutumlar gösterir.
Hiciv çeşitlidir:
1)Parodi: Parodi, ciddi sayılan bir eserin bir bölümünü veya bütününü alaya alarak, biçimini
bozmadan ona bambaşka bir öz vererek biçimle öz arasındaki bu ayrılıktan gülünç etki
yaratan tür.
Don Kişot, şövalye romanlarının bir parodisidir.
2)Ütopya: Genellikle mevcut durumla olması gereken durumun ortaya koyulmasıyla
gerçekleştirilir. Örnek: A.Huxley’in Yeni Cesur Dünya’sı.
3) Hayvanlar dünyasının alegorik kullanılmasıdır. Örnek: George Orwell’ın Hayvanlar
Çiftliği.
4) Topluma bir yabancı gözüyle bakma yöntemi: Anlatıcı topluma başka bir dünyadan,
zamandan gelmiş gibi bir tutum takınır.

Şiir ve Gerçek(çi)lik:
10 ay Önce
Yorum yap
Süleyman Kara
7 Görüntüleme
Pozitivist düşüncenin fert ve toplum hayatına hakim olması ve bu noktadaki gelişmeler
sanatta realizm ve natüralizm adı altında sistemleşmiştir. Zamanla, romantik şiire olan
tepkiler, realizm ve natüralizmin ortaya koyduğu yeni sanat/şiir anlayışları, rasyonalizm,
pozitivizm ve determinizmin objektifliği gibi şartlar gerçekçi şiire uygun bir zemin hazırlar.
Gerçekçi şiir anlayışından yana şairler, şairin hayat-insan-tabiat karşısında objektifliğini
savunur. Burada, dış dünyanın varlıklarını oldukları gibi, açık bir nesnellik içinde anlatma ön
plana geçmektedir.
Parnasyenler, şairin hayat-insan-tabiat karşısında objektif kalmasını savunurlar. Şairin; duygu,
düşünce ve zevk ve çeşitli eğilimlerinden mümkün mertebe uzak kalmasını ve bunları şiire
sokmamasını isterler.
Böylece şaire düşen görev, dış dünyaya ait varlıkların görünüşlerini olduğu gibi nesnel olarak
anlatmadır.
Gerçekçi şiirde mimari, heykel ve resim sanatının işlevi hakimdir. Bu durum, tasviri şiirin
gündeme gelmesini sağlamaktadır. Tasviri şiirde, dış dünyanın güzelliklerini nesnel bir
biçimde ifade esastır. Şaire, varlığa dıştan bakma, gözlemleme görevi düşmektedir.
Dolayısıyla şiire girecek tasvir, ayrıntılı ve canlı bir şekilde karşımıza çıkmaktadır. Gerçekçi
şiirde tasvir kadar düşünce de önemlidir. Bu bakımdan, şiirde felsefeye dayalı bir eğilim söz
konusudur. Bu eğilimin temelleri daha çok pozitivist ve determinist felsefeye dayanmaktadır.
Gerçekçi şiirde esas kılınan objektiflik, dış mükemmellik gibi kriterler öz şiirden uzaklaşma
problemlerini ortaya çıkarmıştır. Formda mükemmelliğe ulaşma endişesi bize mimariyi
hatırlatır.
İstvan Söter, gerçekliğin, gerçekçilik kadar romantizmi veya öteki yöntemler tarafından da
ifade edilebilceğini savunur. Bu görüşe göre, şairin diğer sanat akımlarının zenginliğinden
yararlanma ve bunu gerçekliğin tabiatına uygun bir biçimde kullanması esastır.
Şair, nesnel dünyadan edindiklerini bilincinin süzgecinden geçirerek öznele dönüştürür.
Gerçekçi şiir, bir anlamda, tarih köprüsü vazifesi yapmaktadır.
Walter Benjamin: “Şair gönlünce kendisi ve bir başkası olabilme gibi bir ayrıcalıktan
yararlanan insandır. Şair istediği zaman bir başkasının kişiliğine girer. Herkesin kişiliği ona
açıktır.”
Şiirdeki ben şairden ayrı düşünülemez.

Şiir Sanatı Üzerine


10 ay Önce
Yorum yap
Süleyman Kara
42 Görüntüleme
Şiir için vezin ve kafiyenin gerekliliği, bütün güzel sanatlar için kaçınılmaz görünen estetik
bir temele dayanmaktadır. Bu temel tekrardır. Mimaride, resimde, heykelde, dekoratif
sanatlarda, musikide olduğu gibi edebiyatta da bir motifin, bir sesin, bir ifade tarzının
muayyen veya gayri muayyen aralıklarla tekrarı, insan üzerinde büyüleyici bir etki bırakır.
Kafiye şiir için bir ses unsurudur. Tıpkı müzikte, seslerin belli aralıklarla tekrarlanması gibi,
kafiye de belli aralıklarla bir sesin tekrarıdır. Bu belli aralıklar, sadece klasik yapıdaki
şiirlerde görülen kaideci bir tarzda ortaya çıkmayabilir.
Her şairin kendi şiirleri için hatta onun da her şiiri için farklılık gösterebilecek aralıklar
düşünülebilir.
Klasik şiirde bu aralıkları temin eden, çağrılan, vezinler ve nazım şekilleridir. İster aruz, ister
hece hatta bir dereceye kadar serbest vezin, ses unsuru olan kafiyeyi, önceden hesap edilmiş
yahut o şiir için şairin hesap ettiği aralıklarla kulağımıza veya zihin kulağımıza getirir. İşte
şiirin musikisi ile ilgisi burada başlar. Eskiler kafiyeyi tam bir teknik sistem haline
getirmişlerdir.
Şiirin tekniği ile müziğinki birbirine çok yakındır. Bu sebeple şiirde müzik unsurunun ihmal
edilmesi mümkün değildir. Vezin de şiirin musikisine yardım ederse şiirde vezin iç ritmi
sağlar.
Son asırda Batılı ve yerli şekillerde değişik ve zengin yapılara doğru gidilmiştir. Kafiyeli
mısralar birbirinden uzaklaştırılmış ve ritmik yeknesaklıktan kurtarılarak kulağın emanetine
emanet edilmiştir. Ahmet Hamdi Tanpınar, Antalya Mektubu diye meşhur olan yazısında
“Şiir meselesinde en mühimi, hatta en gücü, şairin, kulağıyla tam bir işbirliği yapmasıdır.
Kulağınız sizi, sizin dışınızdan idare etmelidir, diyebilirim. Ancak bu sayede mısra nağme
olur. Şiirle hissi dünyamızın arasına girerek bizin onların esiri olmaktan kurtarır ve eseri
elimizin işi yapar. Dilimizin hamuruna gerektiği gibi şekil vermemizi mümkün kılar.” diyor.
Bu cümlelerde, kulağın şiiri kontolünden başka daha ne hakikatler gizli. Demek mısraın
nağme olması gerekirmiş. Şiir için, hissi dünyamızın esiri olmamak gerekirmiş. (Şiirde his
olmaması değil). Dilin hamurunu bir plastik gibi avucumuzun içinde yoğurmamız gerekirmiş.
Not: Yukarıdaki yazı Orhan Okay’ın Sanat ve Edebiyatı Yazıları adlı kitabındaki Şiir Sanatı
Üzerine adlı yazısından kısaltılarak alınmıştır.

Türk Yazı Dilinin Tarihi


Gelişmesi
10 ay Önce
Yorum yap
Süleyman Kara
110 Görüntüleme
Eski Türkçe:
Türk yazı dilinin ele geçen ilk örnekleri Orhun Abideleri olmasına rağmen bu yazı dilinin
gelişmiş olması Türk yazı dilinin başlangıcını ele geçen bu ilk metinlerden daha öncelere
çıkarmak gerekir. Buna göre Türk yazı dilinin başlangıcını Orhun Abideleri’nden birkaç asır
önceye çıkarmak doğru olur. Bu yazı dili 12-13.asra kadar devam etmiş olup, bu devre Türk
yazı dilinin ilk devresini teşkil etmektedir. Bu ilk yazı dili devresi aynı zamanda müşterek bir
yazı dili devresidir. Türk yazı dilinin ilk devresi Eski Türkçe’dir. Eski Türkçe’den daha
önceki devir ise Eski Türkçe’nin Çuvaşça ve Yakutça ile bunların da daha ilerinde Moğolca
ile birleştikleri görülür.
Kuzey-Doğu Türkçesi, Batı Türkçesi:
Eski Türkçe’den sonraki devirlerde meydana gelmiş. Eski Türkçe sonlarında, Orta Asya
Türklük döneminin parçalanarak kütleler halinde Hazar Denizi’nin güney ve kuzeyinden
kuzeye ve batıya yayılması çeşitli dış ve iç sebeplerle ortaya çıkan büyük değişiklikler yazı
dili birliğini parçalayarak Eski Türkçenin ömrünü tamamlamış, ayrılan Türk kollarının yeni
kültür merkezleri etrafında birden fazla yeni yazı dilinin doğmasına ve gelişmesine sebep
olmuştur. 12-13.asırdan sonra biri Kuzey-Doğu Türkçesi, diğeri Batı Türkçesi olmak üzere iki
Türk yazı dili meydana gelmiştir.
Kuzey Türkçesi, Doğu Türkçesi:
Kuzey-Doğu Türkçesi, 15.asırdan itibaren Kuzey Türkçesi ve Doğu Türkçesi olarak iki yeni
yazı diline ayrılmıştır. Kuzey Türkçesi, Kıpçak Türkçesi’dir. Doğu Türkçesi ise Çağatayca
gibi yanlış bir isimle anılan son zamanda yerini modern Özbekçe’ye bırakan yazı dilidir.
Batı Türkçesi:
12.asrına ikinci yarısından itibaren günümüze kadar takip ettiğimiz yazı dilidir. Batı
Türkçesinin esasını Oğuz şivesi teşkil eder. Oğuz şivesi Hazar Denizi’nden Balkanlara kadar
uzanan sahaya yayılmış bulunan Türkçedir.
Batı Türkçesi üç devreye ayrılır.
1.Eski Anadolu Türkçesi:
13,14 ve 15.asırlardaki Türkçe’dir. Batı Türkçesinin kuruluş, oluş devresidir. Yabancı
unsurlar bakımından Batı Türkçesinin en temiz devridir. Bu devirde Arapça ve Farsça
unsurlar girmeye başlamıştır. Cümle yapısı Türkçenin normal cümle yapısıdır.
2.Osmanlı Türkçesi (Osmanlıca):
15.asrın sonlarından 20.asrın başlarına kadar devam etmiş olan yazı dilidir. Gramer şekilleri
bakımından Osmanlıca ile Türkiye Türkçesi arasında belirli bir ayrılık yoktur.
Geçiş devrindeki normal gelişmeler, ondan sonraki küçük sızıntılar ve bazı yeni şekillerin
ortaya çıkışı dışında, Osmanlıcaya Türkçe bakımından başından sonuna kadar Türkçe gramer
şekilleri bakımından belirli hiçbir gelişme kaydetmemiştir.
Bu devre Türkçenin yabancı unsurlar tarafından istila edildiği bir devirdir.
Yabancı unsurların durumu bakımından Osmanlıca içinde üç devre vardır: İlk devre 15. asrın
sonu 16.asrın büyük bir kısmı:Arapça ve Farsça unsurların Türkçeyi istila işinin çok
süratlendiği devredir.
İkinci devre: 16.asrın sonu ile 19. asrın ortalarına kadar: Bu devrede karışık dil, koyuluğunun
son haddine varmış, yapısı güç halle Türkçe’ye benzeyen yazı dilinde Arapça ve Farsça
unsurlar arasında Türkçe unsurlar adeta görünmez olmuştur.
Üçüncü devir: 19.asrın ortalarından başlayıp 20.asrın başlarına kadar gelir (1908’e kadar):
Karışık dilin koyuluğunu yavaş yavaş kaybettiği devredir.
Osmanlıca’nın sonlarında yazı dili yabancı unsurlar ve terkiplerden süratle temizlenmiş,
böylece 20.asrın başlarında terkipli karışık dil tarihe karışarak yerini Türkiye Türkçesine
bırakmıştır.
Osmanlıcanın nazım ve nesir sahasındaki görünüşü birbirinden farklı olmuştur. Bu fark bir
yabancı unsurlar, bir de cümle yapısı bakımından nazım ve nesir dili arasında görülen
ayrılıktır.
Cümle unsurları genişledikçe, cümle uzadıkça ona hakim olmak güçleşir. Cümle büyüyünce
hakimiyeti elden kaçırmamak için dili iyi bilmek, onun kaidelerini iyice hazmetmiş olmak,
onun yapısını teşkil eden örgü karşısında tam bir hassasiyete sahip bulunmak lazımdır.
Osmanlıcanın nesir sahasında Türkçe, bünyesine aykırı bir yapıya sahip cümlelerle bozuk
düzen bir yazı dili manzarası göstermiştir.
Osmanlıcanın son devrinde nesir dili kısa zamanda Türkçe cümle yapısına kavuşmuştur.
Tanzimatla beraber nesirde artık Türk cümlesi sağlam bir yapıya sahip olmuştur.
Umumi olarak nazım dilinin cümle yapısı sağlam kalmıştır.
Osmanlıca ömrü tamamlandığında Türk cümlesi hem nazım dilinde, hem nesir dilinde
Türkiye Türkçesine sağlam bir yapı ile girmiştir.
3. Türkiye Türkçesi:
1908 meşrutiyetinden sonra başlar. Osmanlıcadan en önemli farklı terkipsiz olmasıdır.
Türkiye Türkçesi Osmanlıcadaki yabancı çekim edatlarından Arapça, Farsça çokluk yapmak
gibi yabancı kaidelerden de kurtulmuştur.
Diğer devrelerden bir farkı da Batı dillerinden yabancı kelimeler almış olmasıdır.
Cümle yapısı eski devrelerdeki karışık ve manasız uzunluğundan kurtulmuş, kısa, derli toplu,
yanlışsız cümle haline gelmiştir.
Osmanlıca’dan Türkiye Türkçesine geçiş, yazı dili konuşma diline yaklaştırmak suretiyle
olmuştur.
Eski Anadolu Türkçesi; Selçuklular, Anadolu Beylikleri ve ilk Osmanlıların yazı dilidir.
Osmanlıca, İstanbul’un fethinden Osmanlı İmparatorluğunun sonuna kadar devam etmiş,
Türkiye Türkçesi ise günümüzde konuştuğumuz, kullandığımız Türkçedir.

Şiir Dili
10 ay Önce
Yorum yap
Süleyman Kara
16 Görüntüleme
Biri siyak-sibak (sözün gelişi, sözün öncesinin sonrasına olan uygunluğu, tutarlılığı) olarak
kendini pekiştiren ve mantıki tutarlılığa önem veren şiir; diğeri yine sözün gelişin bağlamında
kendi kendini niteleyen, psikolojik boyutun ele alındığı, dramatik şiir olmak üzere, iki farklı
çizgi veya daha açık bir ifadeyle şiir kuramı olduğu gibi bir görüş ortaya çıkmaktadır. Bu
yaklaşımlardan birincisi geleneksel şiir, ikincisi ise modern şiir anlayışına tekabül etmektedir.
Bir şiirdeki ünlem, çığlık ve kendiliğindenmiş gibi görünen dışavurumlar ne kadar aykırı, aşırı
infiale dayalı, ateşli ve başıboş görünürse görünsün, şiirin dayandığı temel mantıki
dayanaktan ilgisiz değildir ve onun dışına çıkmaz. Dahası şiirde açık seçik hiçbir önerme yer
almasa bile şiirin bizzat kendisi içinde bir iddia barındırır ve bu iddia düzenleyici bir rol
oynar.
Söz konusu eserin unsurları estetik bir bütün içinde bir terkip oluşturacaksa bunları karşılıklı
olarak belli bir ilişkiye sokan düzenleyici bir inanç ve tutum sisteminin varlığına ihtiyaç
vardır.
Unsurları şu veya bu mantıki bir ilişkilendirme ile bağlanmamış ve kavramsal hiçbir dayanak
noktası bulunmayan şiir o ölçüde kör bir bilinç akışının dışavurumu olmaya mahkumdur.
Şüphesiz, şiirde bizi birlik ve bütünlüğe götüren etki ve sonuçlara ulaşmamızı sağlayan ritmik
yapı, ton ve imaj örüntüsünün birliği gibi yollar da vardır. Ama yapı birliği, her şeyden önce
mantıki bir konudur; dolayısıyla konu birliği olmaksızın başka türden birlikler eksik
kalacaktır. Mantıki diyebileceğimiz şu veya bu şekilde bir zemin olmazsa imajın mantığından
da psikolojik tutarlılıktan da söz etmemiz mümkün olmaz.

Kategoriler Edebi Şahsiyetler

Edebi Şahsiyetler

Edip Cansever (1927-1985)

Edebi Şahsiyetler

İlhan Berk’in Edebi Şahsiyeti

Genel • Dokümanlar • Edebi Şahsiyetler


Sait Faik Abasıyanık`ın Edebi Şahsiyeti

Edebi Şahsiyetler

Cemal Süreya (1931-1990)

Genel • Edebi Şahsiyetler

Sezai Karakoç (1933 – )

Edebi Şahsiyetler

Ece Ayhan (1931-2002)

Edebi Şahsiyetler

Fazıl Hüsnü Dağlarca (1914-2008)

Edebi Şahsiyetler
Ahmet Hikmet Müftüoğlu (1870-1927)

Edebi Şahsiyetler

Oktay Rıfat Horozcu (1914-1988)

Genel • Edebi Şahsiyetler

Melih Cevdet Anday (1915-2002)

Edebi Şahsiyetler

Orhan Veli Kanık (1914-1950)

Edebi Şahsiyetler

Faruk Nafiz Çamlıbel (1898-1973)

Edebi Şahsiyetler
Orhan Şaik Gökyay (1902-1994)

Edebi Şahsiyetler

Ahmet Kutsi Tecer (1901-1967)

Edebi Şahsiyetler

Kemalettin Kamu (1901-1948)

Edebi Şahsiyetler

Arif Nihat Asya (1904-1975)

Edebi Şahsiyetler

Ceyhun Atuf Kansu (1919-1978)

Edebi Şahsiyetler
Rıfat Ilgaz (1911-1993)

Edebi Şahsiyetler

Nazım Hikmet Ran (1901-1963)

Edebi Şahsiyetler

Kenan Hulusi Koray (1906-1943)

Kategoriler Edebi Şahsiyetler

Edebi Şahsiyetler

Muammer Lütfi Bahşi (1903-1947)

Edebi Şahsiyetler

Sabri Esat Siyavuşgil (1907-1968)

Edebi Şahsiyetler
Vasfi Mahir Kocatürk (1907-1961)

Edebi Şahsiyetler

Ziya Osman Saba (1910-1957)

Edebi Şahsiyetler

Cevdet Kudret Solok (1907-1992)

Edebi Şahsiyetler

Yaşar Nabi Nayır (1908-1981)

Edebi Şahsiyetler

Necip Fazıl Kısakürek (1905-1983)

Edebi Şahsiyetler
Ahmet Muhip Dıranas (1909-1980)

Genel • Edebi Şahsiyetler

CAHİT SITKI TARANCI (1910-1956)

Edebi Şahsiyetler

AHMET HAMDİ TANPINAR (1901-1962):

Dokümanlar • Edebi Şahsiyetler

Recaizade Mahmut Ekrem (1847-1914)

Dokümanlar • Edebi Şahsiyetler

Muallim Naci (1849-1893)

Dokümanlar • Edebi Şahsiyetler


Fıkra ve Nasreddin Hoca

Dokümanlar • Edebi Şahsiyetler

Ziya Paşa (1829-1880)

Dokümanlar • Edebi Şahsiyetler

Namık Kemal (1840-1888)

Dokümanlar • Edebi Şahsiyetler

Şinasi (1826/1871)

Dokümanlar • Edebi Şahsiyetler

Ahmet Cevdet Paşa (1822-1895)

Dokümanlar • Edebi Şahsiyetler


Naima (1652-1715)

Dokümanlar • Edebi Şahsiyetler

Yirmisekiz Çelebi Mehmet (?-1731)

Dokümanlar • Edebi Şahsiyetler

Seydi Ali Reis (?-1562)

Kategoriler Edebi Şahsiyetler

Dokümanlar • Edebi Şahsiyetler

Katip Çelebi (1609-1657)

Dokümanlar • Edebi Şahsiyetler

Evliya Çelebi (1611-1682)

Dokümanlar • Edebi Şahsiyetler


Mercimek Ahmet (15.yüzyıl)

Dokümanlar • Edebi Şahsiyetler

Sinan Paşa (1437-1486)

Dokümanlar • Edebi Şahsiyetler

Âşıkpaşazade (1392-1481):

Dokümanlar • Edebi Şahsiyetler

Ahmed-i Dai (?-1421)

Dokümanlar • Edebi Şahsiyetler

Şeyhoğlu Mustafa (1340-1414):

Dokümanlar • Edebi Şahsiyetler


Hoca Mesud (14.yüzyıl)

Dokümanlar • Edebi Şahsiyetler

Ahmed Fakih (13.yüzyıl)

Dokümanlar • Edebi Şahsiyetler

Sultan Veled (1226-1312)

Dokümanlar • Edebi Şahsiyetler

Yenişehirli Avni (1826-1884)

Dokümanlar • Edebi Şahsiyetler

Şeyhülislam Arif Hikmet (1786-1859)

Dokümanlar • Edebi Şahsiyetler


Leyla Hanım (19.yüzyıl)

Dokümanlar • Edebi Şahsiyetler

Keçecizade İzzet Molla (1785-1829)

Dokümanlar • Edebi Şahsiyetler

Ayni (1766-1837)

Dokümanlar • Edebi Şahsiyetler

Enderunlu Vasıf (1786-1824)

Dokümanlar • Edebi Şahsiyetler

Enderunlu Fazıl (1757-1810)

Dokümanlar • Edebi Şahsiyetler


Şeyh Galip (1757-1799)

Dokümanlar • Edebi Şahsiyetler

Sümbülzade Vehbi (1719-1809)

Dokümanlar • Edebi Şahsiyetler

Nedim (1681-1730)
 Yazılı Soruları
 Ders Notları
o
o
 Testler
o
o
o
o
o
 Sunular
 İletişim


o
Arama için

Kategoriler Edebi Şahsiyetler

Dokümanlar • Edebi Şahsiyetler


Nabi (1642-1712)

Dokümanlar • Edebi Şahsiyetler

Azmizade Haleti (1571-1631)

Dokümanlar • Edebi Şahsiyetler

Şeyhülislam Yahya (1552-1644)

Dokümanlar • Edebi Şahsiyetler

Nâilî (1611-1666)

Dokümanlar • Edebi Şahsiyetler

Neşâtî (1623-1674)

Dokümanlar • Edebi Şahsiyetler


Taşlıcalı Yahya (?-1582)

Dokümanlar • Edebi Şahsiyetler

Nef’i (1572-1635)

Dokümanlar • Edebi Şahsiyetler

Nev’i (1533-1599)

Dokümanlar • Edebi Şahsiyetler

Hayâlî (?-1557)

Dokümanlar • Edebi Şahsiyetler

Bağdatlı Ruhi (?-1605)

Dokümanlar • Edebi Şahsiyetler


Bâkî (1526-1600)

Dokümanlar • Edebi Şahsiyetler

Zâtî (1477-1546)

Dokümanlar • Edebi Şahsiyetler

Fuzuli (1495-1566)

Dokümanlar • Edebi Şahsiyetler

Ali Şir Nevâî (1441-1541)

Dokümanlar • Edebi Şahsiyetler

Süleyman Çelebi (?-1422)

Dokümanlar • Edebi Şahsiyetler


Eşrefoğlu Rûmî (?-1469)

Dokümanlar • Edebi Şahsiyetler

Necati Bey (?-1509)

Dokümanlar • Edebi Şahsiyetler

Ahmet Paşa (?-1497)

Dokümanlar • Edebi Şahsiyetler

Şeyhi (1371-1431)

Dokümanlar • Edebi Şahsiyetler

Ahmedî (1334-1413)

Kategoriler Edebi Şahsiyetler

Dokümanlar • Edebi Şahsiyetler


Kadı Burhaneddin (1345-1398)

Dokümanlar • Edebi Şahsiyetler

Âşık Paşa (1272-1333)

Dokümanlar • Edebi Şahsiyetler

Gülşehri (1250-1335)

Dokümanlar • Edebi Şahsiyetler

Nesimi (Ö.1404)

Dokümanlar • Edebi Şahsiyetler

Şeyyad Hamza

Dokümanlar • Edebi Şahsiyetler


Hoca Dehhani

Dokümanlar • Edebi Şahsiyetler

Yunus Emre (1240-1320)

Dokümanlar • Edebi Şahsiyetler

Mevlana Celaleddin-i Rumi (1207-1273)

Dokümanlar • Edebi Şahsiyetler

Hacı Bektaş-ı Veli

Dokümanlar • Edebi Şahsiyetler

Yusuf Has Hacip (1019-1077)

Dokümanlar • Edebi Şahsiyetler


Kaşgarlı Mahmud (1005-1102)

Dokümanlar • Edebi Şahsiyetler

Edip Ahmet Yükneki

Dokümanlar • Edebi Şahsiyetler

Ahmet Yesevi (1093-1166)

You might also like