You are on page 1of 330

ÜNİVERSİTE

Bir D eka n Anla u y or


H enry Rosovsky
i f BİTAK Popüler Bilim Kitaptan 6

ü n iv e r s ite . B ir D e k a n A n U ılty o r / T h e U n iv ersity ; a n O tv n e r’s M a n u a l


Henry Rosovsky

Çeviri: Süreyya Ersov


Redaksiyon: Sabri Tekay

© Henry Rosovsky, 191X>


© Türkiye Bilimsel ve Teknik Araştırma Kurumu, 1994

İki yapıttn bütün hakkın saklıdır. Yazalar ve görsel malzemeler,


izin alınm adan tümüyle veya kısmen yayımlanamaz.

TüH/TAK Popüler Bilim Kitapları um seçimi tie değerlendirilmesi


TÜBİTAK yayın Komisyonu tarafından yapılmakladır

ISBN 979 - '103 - 009 - 7

İlk basımı Mart 1994'te yapılan


Üniversite
bugüne kadar 40.500 adet basılmıştır.

17. Basım O cak 200-1 <2500 adet)

Yayınlar ve Tanıtım Daire Başkanı


Şiefık Kahram ankaptan

İsletme Müdürü
M. Kemal Boslancıoglu

Gralîk Tasarım: Ödül Evren Töngür


Dizgi: Nurcan Ö ztop

TÜBİTAK

Atatürk Bulvarı No: 221 Kavaklıdere 06 i 00 Ankanı


Tel: (31-2) 427 3 3 21 Faks: (312) 427 13 36
e-posta: kitap®tuhitak.gov.tr
internet: kitap.iubitak.gov.tr

Semih Ofset - Ankara


Üniversite
Bir Dekan Anlatıyor

H enry R osovsky
CiiVİKl
Süreyya Ersoy

TÜ15İTAK I’OIUJI-EK BlI.tM ÇİTAPLAK1


David Bloom, Derek Bok, John Bok, William Bowen, Ken Galbraith,
Phyllis Keller, David Landes, Nitza Rosovsky, Frederick Starr, Yana
Van Der Meulen ve Dean Whitla’y a yapıcı eleştirileri, aydınlatıcı
görüşleri ve değerli önerileri için içtenlikle teşekkür ederim. Olayların
anlatımına ve yorumlara ilişkin olarak kitapta kalmış olabilecek olan
hatalardan bu kişiler hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Norton yayınevinden örnek editör ve yayımcılar Edwin Barber ve
Donald Lam m ’e cömert yardımları için teşekkür borçluyum.
Son olarak, bu kitabın taslaklarını bilgisayarda defalarca dizen ve
bunu yaparken neşelerini hiç ama hiç kaybetmeyen Bonnie Currier, Elen
DiPippo veK im A yres’a teşekkür borçluyum. Onlar olmasaydı keyfimin
kaçacağından hiç kuşkum yok.
İÇİNDEKİLER

G İR İŞ 1
Ö nsöz 9
1. B ir T anıtm a M ektubu &
2. E n İyilerin Üçte İkisi 2.1
3. D ekanın B ir Günü 20

Ö Ğ R E N C İL E R 51
4. Üniversiteye Bağlı Kolejler 53
5. Okul Seçmek 71
6. Temel K ültür E ğ itim inin Am açları 98
7. H arvard’m Çekirdek Programı 119
8. L isansüstü Öğrenciler 192

PRO FESÖ RLER 161


9. A kadem ik Yaşam 163
10. Sürekli Kadro Sistem i: A n lam ı 163
11. S ürekli Kadro Sistem i: B ir Örnek 195
12. Bezginlik, K ıskançlık ve Diğer Tür Acılar
13. Üniversite Piyasası

Y Ö N E T İM 247
14. D ekanlık Görevi 249
15. Üniversite Yönetim i 273
16. Sonsöz 204
Leah

Judy

Michael

ve

B enjam in'09 için


GİRİŞ
Üniversite, B ir D e k a n A n la tıy o r

ÖNSÖZ

Ü niversiteleri konu alan kitaplar, özellikle profesörlerin ve


yöneticilerin yazdıkları, çoğu zam an etkileyici adlar taşır.
H arvard Dekanı Der ek Bok’un kitabı Beyond the Ivory Tower
(Fildişi Kulenin Ötesinde) adıyla yayımlandı. Bir süre önce,
Yale’in eski rektörü A.B. G iam etti A Free and Ordered Space
(Özgür ve Düzenlenm iş Bir M ekân) ile karşım ıza çıktı. Ca­
lifornia Ü niversitesi Rektörü C lark K err onbeş yıl kad ar önce
The Uses of University (Ü niversitenin Y ararlan) adlı kitabını
okurlara sunm uştu. Bu kitapların adları bile insana, en azın­
dan sayfalannı k arıştırırken ortalıkta görülmeyi istetecek
kad ar ihtişam lı.
Benim kitabım ın adı Üniversite: Bir Dekan A n l a t ı y o r Bu
kitapta, bir parça farklı bir konuyu ele almayı, değişik bir
mesaj vermeyi amaçladım. Eskiden ekonomisttim. Eko­
nom isttim diyorum, çünkü onbir yıl boyunca sadece yö­
neticilik yapmışsanız, zor bir bilim dalında yeniden tam üye­
lik iddiasında bulunam azsanız. Bazen, eski yöneticilere, ya
nezaketen ya da gerçekten h ak ettikleri için eğitimci deniyor.
Ne yazık ki, bu a rtık sadece Am erikan taşra gazetelerinin il­
tifa t olarak kullandıkları bir sıfat. Elbette bir parça ekonomi
hatırlıyorum ve yazdıklarım da ekonomideki iki kavram dan -
karşılaştırm alı üstünlükler ve ü rü n çeşitlendirm esi - ger­
çekten yararlandım . Doğrusunu söylemek gerekirse yeni şey­
leri deneyebilmek için insanın önce kendi konusunu iyi bil­
mesi gerekir.
Ne zam an (yeni bir buzdolabı ya da kişisel bilgisayar gibi)
tanım adığım , alışık olmadığım bir nesneye el attıysam , kul­
lanım kılavuzlarını yararlı, rahatlatıcı bulm uşum dur. Bu k ı­
lavuzlar, üslup kusurlarına, anlatım yetersizliklerine karşın,
(*) K itabın özgün ad ı The University: Ah. Owner’s M anual (Üniversite; Sahibinin Elkitahı)'dır.
Yazarın yer yer “elkitabı”, “kullanıra kılavuzu” ve “mülkiyetle yaptığı referanslar bu özgün
adla ilgilidir (Ç.N.).
4 • Önsöz

artık uygarlığım ızın Önemli yazı türlerinden biri haline geldi.


Road and Track dergisinin sadık bir abonesi, Am erikan SA­
AB k u lü b ü n ü n aid atların ı zam anında ödeyen bir üyesiyim.
Evet, itira f etm eliyim ki otomobillere düşkünüm . Özellikle
otomobillerle ilgili m etinleri iyi bilirim: Hep iyim ser ve pratik
bir hava vard ır bunlarda. İsterseniz D atsun 1978’den b ir alın­
tı yapayım : (K uşkusuz M ercedes Benz 1986 ya da J a g u a r
1988. d ah a etkileyici olurdu am a bu tü r m etinlere profesörle­
rin torpido gözlerinde pek rastlanm az). “D atsun’u seçtiğiniz
için teşek k ü r ederiz. Seçim inizden m em nun kalacağınızdan
eminiz”. Bu iki cümleyi her kam pusta rektör, direktör ya da
dekan h e r sonbahar, gerekli isim değişikliklerini y ap arak tek­
rarlar. Şimdi de tipik bir “İçindekiler” sayfasında yer alan bir­
kaç başlığa dikkat edin: T asarrufun P ü f N oktalan, Gösterge­
ler ve K um anda Düğm eleri, R ahatlık ve Kolaylık Sağlayan
Özellikler, Acil D urum larda Yapılacak İşler...
Buzdolapları, kişisel bilgisayarlar, otomobiller ve üniver­
siteler arasın d a o rta k bir nokta bulunabilir mi? K astedilen
pek de iyi tanım adığım ız bir nesneyle k arşılaşm aksa, evet.
Birçok öğrenci, ailesinde yüksek öğrenim e başlayan ilk kişi­
dir. Ö ğretim üyelerinin yarısından çoğunun ailesinde de da­
h a önce akadem ik kariy er yapm ış hiç kim se yoktur'A Top­
lum sal hareketlilik, A m erikan toplununum canlılığının t a r ­
tışılm az b ir göstergesi olsa bile, bu aynı zam anda yüksek
öğretim sistem im izin çok özel görevleri b aşarm ak d urum un­
da olm ası dem ektir. Ö ğrencilerin hazırlıklılığı, deneyim le­
rin d ek i o rtak n o k talar konusunda, üzerinde durm adan ge­
çebileceğimiz pek az şey vardır. T arihi daha eskilere u zanan

1. 1900>de ABD’de sadece 238.000 öğrenci (18-24 yaş grubunun %2’çinden biraz fazlası) yüksek
öğrenim görüyordu. İkinci Dünya Savaşıkım sonunda bu rakam 2.078,(300’e, 1975sde ise 9,7
milyona (18-24 yaş grubunun üçte birinden fazlası) tum andı. Bu da, pek çok genein, ailesin­
de yüksek öğrenime başlayan ilk kişi olduğunu gösteriyor.
Öğretim üyelerinin ebeveynleriyle ilgili olarak ise, 1989 ve 1975’te yapılan iki araştırm aya
göre, babası üniversite m ezunu olan öğretim üyeleri toplamın sadece %4’ünü oluşturuyordu.
H er iki konu, için bkz, Robert K. Merton, Jam es S, Colemaan, P eter H. Rosai (der.), “Tire So­
cial Origins o f A merican Acedemics”, Qualitative a n d Q uantitative Social Research, (New
York; The Pee Press, 1979) s. 319, 321,
5

birçok gelişmiş ülkede, az sayıdaki bir grup seçkin, iyi dü­


zenlenm iş bir prova sonrasında nispeten ra h a t ve küçük bir
adım atarm ışçasına yüksek öğretime yum uşak geçiş yapar.
Oysa bir A m erikalı için bu geçiş, büyük ihtim alle çok daha
sarsıcı bir deneyim olacaktır. O bakım dan, hangi düğmeye
basılm ası, ya da koruyucu bakım ın ne zam an yapılm ası ge­
rektiğini gösteren öğretici bir elkitabı yararlı olabilir.
F a k a t neden m al sahipleri için bir elkitabı? Ne de olsa bir
üniversiteyi sa tın alıp kişisel m ülkünüz haline getirem ezsi­
niz, Gerçi, günüm üzde bazı özel üniversitelerin eğitim ücret­
leri o denli a rtm ıştır ki, öğrenci aileleri üniversitenin önemli
bir bölüm ünü tak sitle satın alm akta oldukları zehabına k a ­
p ılabilirler. K astettiğ im o değil. M ülkiyeti d a h a geniş a n ­
lam da düşünüyorum . Benim ülkem derken kafam ızda olan
m ülkiyet k avram ın a yakın bir şeyden söz ediyorum.
Bu genişletilm iş perspektiften bakıldığında birçok h a k sa­
hibi s a p ta n a b ilir. Birçok öğretim üyesine göre ü n iv ersite
kendilerinden ibarettir. Yüksek öğrenim in tem el işlevi oldu­
ğu kabul edilen öğretim ve a ra ştırm a onların elindedir. Pro-
fesörsüz bir üniversite düşünülem ez bile. Kimi akadem ik yö­
n eticilerin de, üniversite kendi m allarıym ışçasına d av ran ­
d ık ları bilinm ektedir. ABD’de kendi derebeyliklerinde h ü ­
küm süren çok sayıda bölüm başkam , dekan, direktör, re k ­
tör, rek tö r yardım cısı, vs. vardır. Ben, bir okulun kalitesi ile
yöneticilerin denetim siz yetkileri arasın d a neg atif korelas­
yon olduğu kanısındayım . Bu konuyu ilerde ele alacağız.
M ülkiyet hakkı iddiasında bulunan diğer bir önemli grup
da öğrencilerdir. K endilerinin üniversitenin varoluş nedeni
olduklarını söyleyip d u ru rlar. Evet, üniversite bir okuldur
ve öğrenciler olm azsa bilim zam anla tü k en ir gider. H er top­
lum sal organizm a, h a y â tta kalabilm ek için eskilerin yerini
alacak gençlere m uhtaçtır. Öğrenciler, okulu bitirdikten son­
ra da, öğretm en, m ezun, bağışçı, m ütevelli olarak başka “sa­
hiplik” rolleri üstlenirler. Lisans öğrencilerinin birçoğu, dip­
lom a alabilm ek için üniversiteye en az dört değerli yıllarım
6 ®Önsöz

verdiklerinden, ders program ları, öğretim üyelerinin a ta n ­


ması, üniversitenin yatırım politikaları, idari yönetmelikler
verilen yem eklerin kalitesi ve cinsi, okulda kim lerin ko­
nuşabileceği kim lerin konuşamayacağı, rektörlerin ve de­
kanların seçimi gibi konularda söz sahibi olduklarına ina­
nırlar. Aslında sahipler listesinin sonu yoktur ve bu hak
iddialarının bir kısm ı diğerlerinden daha fazla geçerlidir.
Öğretim üyeleri, yöneticiler ve öğrenciler bu elkitabım n
ana odaklarıdır. Ancak dolayb olarak ve sadece arada sırada
ortaya çıkan başka kategoriler de vardır. İçiçe girm iş üç grup­
ta n daha önce söz etm iştim : Mütevelliler, m ezunlar ve ba­
ğışçılar. B unlar ana politika ve k ararları resm en onaylayan,
p a ra bağışında bulunan ve kendi okullarının ünü hakkında
çok duyarlı olan gruplardır. İlgi alanları ise oldukça geniş bir
yelpaze içinde yer alır. Örnek vermek gerekirse, eğitimin k a­
litesi, futbol takım ının başarısı, öğrenci ve öğretim üyesi po-
htikaları, kayıt-kabul politikaları, okuldaki cinsel tercihler ve
daha pek çok şey.,
M ülkiyete ortak olan başkaları da vardır. Örneğin devlet
(federal düzeyde ve eyalet ve yerel yönetim düzeylerinde)
araştırm aları finanse eder. Öğrencilere ve üniversitelere
kredi açar, birçok akadem ik etkinliği düzenler, değerlendirir,
jürileri oluşturur. Devlet okullarında vergi yüküm lülerinin ve
meclislerin etkisi, doğal olarak son derece güçlüdür. Ancak,
gözden uzak tutulm am ası gereken nokta, ülkem izdeki hiçbir
üniversitenin federal destek, çoğu zam an da eyalet desteği ol­
m adan ayakta kalam ayacağıdır. Bu da, bir ölçüde devlete ait
olmak anlam ına gelir.
Göz önüne abnm ası gereken son grup ise, kamuoyu ve özel­
likle de, kendisini kam uoyunun sesi olarak gören basındır.
Bilme hakkı, ulusal geleneklerimiz arasına çok sağlam olarak
yerleşm iştir. Bu hak, özellikle kam u kuruluşları ve kam uya
malolmuş kişilerle ilgili olduğunda daha da güçlüdür. Ame­
rika’nın büyük üniversitelerinde olup bitenler ülke çapında
haber niteliğindedir. Küçük eğitim m erkezlerinde yer alan
7

olayların da, yerel önemi vardır. Bilimsel buluşlar gazetelerde


m anşet olur. Özellikle "Temel Bilimlere Dönüş” gibi basit slo­
ganlarla tanım lanabilen ders program ı tartışm aları gazete ve
dergilerde geniş yer kaplayabilir. Aynı durum , üniversitelerde
yapılan her tü rlü araştırm a, özellikle de alkol ve seks ile ilgili
çalışm alar için de söz konusudur. M akale yazarları ü n i­
versitelere sürekli olarak önerilerde bulunurlar. Günümüzde,
öneriden çok eleştirinin egemen olduğunu da üzülerek be­
lirtm ek zorundayım. Ancak konum uz bu değil. Önemli olan,
üniversitelerin kam u m alı olarak algılandığı, üniversite sa­
kinlerinin birçoğunun, kam uya malolmuş kişiler olarak gö­
rüldüğüdür. Bu da, bir başka m al sahibine daha hesap verme
zorunluluğuna bağlı olarak, özgürlüğe sınır getirir.
Bu elkitabm m her bölümü, hangi biçimde olursa olsun,
m ülkiyet iddiasında bulunan herkese yardım cı olmak am a­
cıyla yazılm ıştır. Bn kitabın kullanılm ası durum unda öğ­
renciler ile profesörlerin birbirlerinin yaşam larını daha iyi a n ­
layacaklarını; hem profesörlerin hem de öğrencilerin
yöneticiler ve yöneticilik konusunda daha fazla bil­
gileneceklerini; kam u oyunun ve basının etkinliklerimize ve de­
ğerlerimize daha geniş bir hoşgörü ile bakacağını umuyorum.
Asıl amacım ise, herkesin en azm dan üniversiteden nasıl ya­
rarlanacağını ve kötüye kullanm adan (hattâ belki geliştirerek)
nasıl kullanabileceğini gösterm ektir. Bu da bir elkitabının işe
yarayıp yaram adığının ölçüsüdür.
8 ® Ü niversite, B ir D e k a n A n la tıy o r

1. BÖLÜM
B ir T anıtm a M ektubu

Okuyucuların belki de sabit fikirlilik olarak de­


ğerlendirecekleri bir dizi bölüme geçmeden önce (her grubun,
başkaları hakkında söylenenleri onaylayacağım sanıyorum) biraz
otobiyografik bilgi yararlı olabilir. Zira güvenilirliğimi ve ye­
terliliğimi göstermek çabasmdayrm(1).
Mesleki kişiliğimin ilk olarak şekillendiği Japonya’da,
resm i bir tanıtm a m ektubu son derece gereklidir. Bir görüşme
talep ederken tan ıtm a m ektubu ile gitmek ya da böyle bir ya­
zının önceden gönderilmesini sağlam ak çok önemlidir. B unun
da olanak varsa, geniş çevresi olan "bilinen” bir kişi ta ­
rafından yazılması iyi olur. İçerik değişebilir. Temel am aç hep
aynıdır: Sıkıntılı ve gergin bir ilk karşılaşm ayı ki­
şiselleştirerek biraz yum uşatm ak.
Bu uygar Japon geleneğini sürdürm ek niyetindeyim ve ge­
rekli m ektubu sunacağım. Tek fark, bu tanıtm ayı kendim in
yapacak olması. Belki de “önemli bir mevkiye ulaşm ış ünlü bir
k iş ı’nin benim hakkım da birşeyler yazm asını sağlam ak için
çaba göstermeliydim. Ancak, bu işi yapabilecek birçok ismi
gözden geçirdikten sonra, en uygun kişinin gene “ben” ol­
duğuma k arar verdim. Çünkü kendimle ilgili gerçekleri en iyi
ben bilebilirim ve açıkçası kendi yorumlarımı yeğliyorum. Oto­
biyografi insanın olayları kendi istediği biçimde anlatm asına
elverişlidir. Zaten nesnelliği, ne bu aşam ada ne de kitabın
i. Böylece, arkadaşım ve eski meslektaşını, Berkeley'den üıılii iktisat tarihçisi Carlo M. Cip-
pola de bu noktada ayrılıyoruz. Cippola kendisinden biyografik bilgi isteyen yayımcısına
şöyle yanıt vermişdi: “A rth u r Koostler bir keresinde, çalışmalarım beğendiğiniz için bir
yazar ile şahsen tanışm ak istem enin, kaz ciğeri ezmesinden hoşlandığınız için bir kazla ta ­
nışmak istemek k ad ar aptalca olduğunu söylemişti." Cippoia’nm The Economic History o f
the World Population. AHarmondsworth, Middlesex: Penguin Books, 1962) isimli kitabının iç
kapağına bakın.
9

k alan kısm ında bir fetiş haline getirm ek niyetindeyim. Bu


açıkçası benim kişisel deneyimlerime dayanan görüş ve göz­
lem lerim i içeren bir kitaptır. Başlayalım.
Sayın Bay veya Bayan,
Size H arvard üniversitesi Lewis P. ve Linda L. Geyser pro­
fesörü Bay H enry Rosovsky’yi tan ıtm ak tan m utluluk du­
yuyorum. Bu upuzun unvanın amacı insanı etkilem ektir.
Zaten, üniversitelerin de, en az silahlı kuvvetler kadar hi­
yerarşiyi ve rütbeleri seven kurum lar olduğu unu­
tulm am alıdır. Sözkonusu kişi ayrıca H arv ard in Fen ve Ede­
biyat Fakültesi eski dekanıdır. Bu m akam , Cambridge,
M assachusetts’te sık sık (am a başka yerlerde m aalesef n a­
diren) biraz da kibirli birşekilde “Am erika’nın en iyi ve en
önemli akadem ik pozisyonu” olarak tanım lanır® . Öm rünün
kalan kısm ında ve öldükten sonra “eski dekan” yaftasını
daim a taşıyacaktır. Yaşı altm ışlarının başında olan birisi için
bu fazla bir yük sayılmaz.
HR’nin üniversite yılları tekdüzelilikten uzak, renkliydi. Li­
sans öğrenimini W illiam and M ary College de, lisansüstü öğ­
renim ini ise H arvard’da tam am ladı. İlk öğretim görevine
1958'de California Ü niversitesinin Berkeley kam püsünde baş­
ladı. B urada Japonya’nın ekonomik gelişmesini araştırdı. O
zam anlar bu konu kam uoyunun ilgisini şimdiki kadar çek­
miyordu. Bir “bölge uzm anı” olarak her zam an mesleki bir sis
perdesinin ardında kaldı. Ekonomistler, Japonya haklım daki
bilgilerinden dolayı onu Cömertçe övüyorlardı. Şarkiyatçılar
ise onun m ükemmel bir ekonomist olduğundan emindiler. Bu

2. Bkz, David S. Landes, Revolution in Time (Cambridge: Hai’vard University Press, 19S33 s:
xi. Ü nlü dilbilimci Noam Chomsky geçenlerde b ir gazetede çıkan m ülakatında, üni­
versitelerimizi yönetenleri ’ düşünce polisi” olarak tammladi.Chomsk.y’nin siyasi görüşleri
bilindiğinden, bu tanım dan alınm ak gerekip gerekmediği pek açık değil. Aneak cümlenin
sonu tereddüde yer bırakmıyor: "Bunlar, ülkenin üniversitelerini, haber medyasını ve ya­
yıncılık sektörünü yöneten enteüektüel bürokratlardır. Statükoyu korumak uğruna, gerçek
düşünce serbestliğini sınırlarlar," Ü niversitelerdeki yönetimin gücü hakkında daiıa abavtıiı
b ir görüş olamaz h e r halde. Bunun için bkz. Richard Higgins, "A Crilic w ith Targets Ga­
lore", Boftion Globe, 4 Eylül 1988,
10 a B ir T anıtm a M ektubu

iki grup hem en hem en hiçbir zam an bir araya gel­


m ediklerinden HR -b ir süre için- sakin ve sorunsuz bir ak a­
demik h ay at yaşadı.
California’da 1950'lerin sonu ile 1960’ların ilk yılları a ra ­
sındaki dönem, yüksek öğetimin en iyi yıllarıydı. Ü ni­
versitelerin büyüyüp gelişmesi ve vergi yüküm lülerinin cö­
mertliği, iyim ser bir hava yaratm ıştı. Bir parça zeka ve
ortalam a çalışkanlık, h er profesörün hedefi olan sürekli kad­
roya girmek, öm ür boyu sürecek bir iş edinmek için yeterliydi.
B una bir de California iklim ini ekleyin. D aha başka ne is­
tenebilirdi ki?
Bu sakin dönem, 1964—65 akadem ik yılında ansızın son
buldu. Am erikan öğrenci devrimi Berkeley’de doğdu. Üze­
rinden neredeyse 25 yıl geçtikten sonra bile bu önemli sosyal
olgunun nedenleri, h âlâ tartışılıyor. Bu nedenler arasında, Vi­
etnam savaşı ve in san hak ları hareketleri baş rolü oynadılar.
Büyük k uram ların soğukluğuna, insandan uzaklığına karşı
duyulan tepki de önemliydi. Şu devrimci sloganı hatırlayın:
K atlam a, delme, kesme! Diğer ana etm en ise, üniversitelerin,
kendilerini politika dışı ve tarafsız kabul eden k u ram lara sal­
dırı biçimine dönüşen, ani öğrenci hareketlerine karşı önlem
alm aktaki deneyimsizlikleriydi. Ancak, şu andaki amaç­
larımız açısından, nedenler önemli değil. Sonuç, en başm dan
beri belliydi: Yepyeni ve belirsiz bir atmosfer. Forum lar, bina
işgalleri ^polisler, sonu gelmeyen tartışm alara yol açan ve üze­
rinde uzlaşm aya varılm ası olanaksız istekler, tu m turaklı si­
yasi nutuklarla dolu bitmez tüllenm ez öğretim üyesi top­
lantıları. Hiç şüphesiz b ü tü n bunlar, en azından geleneksel
olarak üniversiteye yakışır düzeyde bilgi edinmeye uygun ol­
m ayan bir ortam yarattı.
Bu aşam ada, HR, ilerigelen ekonomistler arasında âdet ol­
duğu üzere, çok yanlış bir öngörüde bulundu. Avrupa’da doğ­
muş, çocukluğunun ve gençliğinin büyük bölümü Amerika’nın
doğusunda geçmişti. Dolayısıyla California hakkında doğal
olarak kuşkuları vardı. Doğrusu, havanın hep güneşli olması
11

can sıkıcıydı, nüfus köksüzdü; acayip ve gelip geçici m odalar


hep bu garip ortam da ortaya çıkıyordu. Berkeley patlam ıştı
am a hiç kuşkusuz bu talihsiz olaylar Am erika’nın doğu k ı­
yısındaki daha köklü kuram larda asla ortaya çıkamazdı. Ivy
League’de(':) ve benzeri yerlerde öğrenciler ve profesörler hala
ceket giyiyor ve k rav at takıyorlar, kendilerinden yaşlılara
bazen efendim diye hitap ediyorlardı. Uygar insanlara yakışır
şekilde davranıyorlardı. En önemlisi, öğretim ve araştırm a fa­
aliyetleri aksam adan sürüyordu. Üstelik, HR kendisinde, üni­
versiteyle ilgili işlerden uzak kalam am a gibi tehlikeli bir eğilim
görüyordu. Tartışm alardan, öğretim üyelerinin nutuklarından,
komisyon toplantılarından hoşlanmadığını yüksek sesle söy­
lemesine rağmen, kriz Berkeley’e geldiğinde bu sosyal has­
talıkların hepsine ortalam anın üzerinde katkıda bulundu. Bu tür
davranışları nedeniyle HR’nin, diğer birçok profesöre benzediği
söylenebilir. Bir yandan kütüphaneye kapanarak barış ve sükun
özlemi içinde olduğunu iddia ederler; diğer yandan akademik po­
litika ve güç oyunlarına katılm a fırsatım hiç kaçırmazlar. Ancak
o, davranışlarının başkalarından farklı olarak, kuram lara, va-
tandaşkk sorumluluğuna ve ahlak değerlerine ağırlık veren bir
yorumla açıklanabileceğini ileri sürüyordu.
Her neyse, 1964-65 akademik yıbnm sonlarına doğru, HR Ca­
lifornia Üniversitesindeki ekonomi ve tarih profesörlüğünden is­
tifa ederek, geleneksel huzuru aram ak üzere Amerika'nın batı
sahillerini terk eden ve çoğu sosyal bilimcilerden oluşan küçük
bir sığınmacı kafilesine katıldı. O zam anların refah ve bolluğu
sayesinde birkaç cazip tek lif de aldı. B unların arasından li­
san sü stü eğitim ini yaptığı eski okulu H arvard’ı seçti.
H arvard, HR’yi her zam an fazlasıyla etkilemişti. O gün­
lerde, iyi bir eğitim in yanı sıra bolca eğlenceye de olanak sağ­
lan an dört yıllık bir o k u l olan William and M ary College’de li-
(*) Ivy League {Sarmaşık Birliği): ABD’nin kuzeydoğusundaki sekiz okulun (Brown, Columbia,
Cornell, Dortmc/uth, H arvard, Princeton, University of Pennsylvania ve Yale) oluşturduğu bir
birlik. Okul binalarını kaplayan sarm aşıklar bu okulların eski b ir geleneğe dayandığım gös­
terdiğinden, b u adla anıldıkları düşünülmektedir. (Ç.N.)
12 *B ir T anıtm a M ektubu

san s öğrencisi o lara k ekonomi ve ta rih okum uş, 1949 yılın­


d a m ezun olm uştu. W illiam and M ary’nin profesörleri, cana
yakın, d ü rü st, çalışkan ve h a ttâ zam an zam an ilham veri­
ciydi, G üney ey aletlerinde görülen sıcak dostluğun da ayrı
b ir d e ğ e ri v a rd ı. W illia m a n d M ary 1693’te , y a n i H a r-
v a rd ’m A m erika’da yüksek öğrenim i b a şlatm asın d an sade­
ce elliyedi yıl so n ra k u ru lm u ştu . Ü lkem izin en eski ikinci
ü n iv e rsite si o lara k geleneğini ve birikim ini öne çıkarm ak
eğilim indeydi. A ncak 1940’la r a gelindiğinde geleneklerle
bir yere v arm ay a çalışm ak boşunaydı. Belki de onsekizinci
yüzyılda W illiam an d M ary’n in H arv ard ’a denk olduğu d ü ­
şünülebilirdi. W illiam a n d M ary son yıllarda en iyi devlet
okulları a ra sın d a k i yerini a la rak yeniden saygınlık kazan-
dıysa da, İç Savaş son rasın d a pek az kişi bu görüşü payla­
şıyordu.
1949’da H arv a rd , lisa n sü stü öğrenim yapacak yeni m e­
zun b ir öğrenci için çok özel bir yerdi. B unu eski güzel gün­
lerin h a tırın a , yani H arv ard HR’n in gençlik dönemini sim ­
gelediği için söylem iyorum. H arvard’m kendisine özgü n ite­
likleri değişm edi. B u n lard an birincisi, öğretim üyesi kadro­
su n u n sürek li yeni fikirler ve bilgiler üretm eye çalışm ası,
k ita p la rı y a z a n la r ile k ü rsü d e ders verenlerin aym kişiler
olm asıdır. İkincisi, öğrencilerin h er eyaletten ve birçok ülke­
den çok k a tı s ta n d a rtla ra göre seçilmesi, böylece bünyesinde
çeşitliliği b a rın d ıra n , m ücadeleci ve insanı mucizevi biçimde
can la n d ıra n bir topluluk oluşturulm asıdır. Üçüncüsü, genel
kab u l görm üş resm i in an ışa ve “okul çözüm lerine” duyulan
k u şk u bir y a n a bırakılm aksızm , kusursuzluğa duyulan bü­
yük h a y ra n lık tır. Son olarak H arvard anlam lı bir geleneği,
350 yıldır k esintisiz sü re n bir ilerlem eyi tem sil eder.
Groucho M arx, kendisini üyeliğe kabul edebilecek hiçbir
k u lü b e üye olm ayı istem eyeceğini söylem işti. H a rv a rd ’m
ç a ğ rısı H R ’ye b u n u h a tır la ttı, H a rv a rd ’m öğretim ü yesi
k a d ro su n a a b a rtılı bir saygı duyuyordu (gerçi bu uzun s ü r­
medi). B u saygın grup içinde bulunm ayı gerçekten h a k edip
etm ediğini k ısa bir sü re de olsa düşündü.
13

B u k i ta p ta y a z ıla n la r ın ço ğ u n u n te m e lin d e , H R ’n in
1965'teri bu yana H arvard’da geçirdiği deneyimler yatar. B un­
lar fildişi kulede geçen huzur dolu yıllar değildi. Sabahları bir
iki derse girdikten ya da öğrencilerle görüştükten sonra, öğre­
tim üyeleri kulübünde uzun ve ra h a t bir öğle yemeği yediğini,
C harles N ehri boyunca sessiz, sakin bir yürüyüş yaptığını,
bunu t akiben akşam üstlerini W idener K ütüphanesinde geçir­
diğini sanm ayın. Gerçeklere uygun bir anlatım için, Berke-
ley’de doğan olayların bütün ülkeyi sardığını belirtm ek gerek.
Columbia, Cornell, Michigan, Wisconsin ve daha birçok ü n i­
versite, şiddetli ve uzun süren öğrenci eylemleriyle sarsıldı.
H arvard’m durum u da farklı olmadı. Oysa, pek çok H arvard’ll
biraz da böbürlenerek olayların, “A m erikan yüksek öğrenimi­
nin am iral gemisi” diye adlandırdıkları H arvard’a bulaşm aya­
cağına inanm ışlardı. Ama 1967 - 1968’e gelindiğinde, duru­
m un hiç de öyle olmadığı anlaşılm aya başladı. Bu yıllarda bo­
yutları ve önemi gittikçe a rta n bir dizi olay tırm anışa geçti.
Ü niversite otoritesinin simgesi olan rektörlük binasının 9 N i­
san 1969’da eylemci öğrencilerce işgali ve bunların polis ta r a ­
fından tutuklanm ası ile doruğa ulaşıldı. Bundan sonra da, ne­
redeyse on yıl boyunca H arvard, politikaya bulaşm ış üniversi­
telerin arasında yer aldı. Ülkedeki üniversitelerin birçoğu bu
gruptaydı. Ü lkenin hiçbir bölgesi bunun dışında kalmadı.
Şimdi HR’nin ilk profesörlük yılları ile ilgili birkaç gözlem
yapm ak yerinde olacaktır. Kendisini dünya işlerinden soyut­
layıp zam anını k ü tü p h an e ve sınıflarda geçirmeyi becerem e­
diğini d ah a önce görm üştük. N eden konuşm a yapm a arzusu­
n a yeniliyor, neden sıkıcı üniversite to p lan tıların d a sesini
kesip yerinde oturam ıyordu? Kamboçya’nın işgali ile final sı­
navlarının iptali arasın d ak i ilişkinin gösterilmeye çalışıldığı
ta rtışm a la ra neden katılıyordu? Sanki çok gerekliym iş gibi,
Afro-Am erikan E tüd lerine neden bulaşm ıştı? B unlar y a n ıt­
lanm ası zor sorular.
Bildiğiniz gibi, M artin Luther King Jr. 1968’te bir suikaste
kurban gitti. Bu, liberaller arasm da derin bir üzüntü ve suçlu­
luk duygusuna, büyük kentlerde nüm ayişlere ve ülkenin her
14 vB ir T anıtm a M ektubu

yerinde, sorum luluk duygusuna sahip, düşünen insanların öf­


keye kapılm asına yol açtı. B unun üniversitelerde görülen doğ­
rudan etkisi ise, m ilitan zenci öğrencilerin kendi kü ltü r ve t a ­
rihlerine ders program larında ve araştırm alarda daha fazla
yer verilmesi isteğinde bulunm aları oldu. Dr. King'in trajik
ölümünden biraz önce, HE o zam anki Fen ve Edebiyat F a ­
kültesi D ekanı F ranklin Ford'a bir m ektup y azarak kendisince
basit ve haklı birkaç soruyu gündeme getirmiş, H arvard’m az­
gelişmiş ülkelerden gelen birçok yabancı öğrenciye burslarla
ve özel eğitim program larıyla yardımcı olduğuna dikkat çek­
m işti. Bu genel kabul görmüş bir politikaydı. H arvard, k a r­
şılanm ası zorunlu eğitim gereksinmesi olanlara genellikle y ar­
dımcı olurdu. Ancak, kendi vatandaşlarım ıza, özellikle de
aram ızda kölelikten, ırk ayrım ından ve ırkçı yobazlığının aç­
tığı yaralardan zarar görmüşlere karşı daha da büyük so­
rum luluklarım ız yok muydu? H arvard siyah Am erikalılar için
gerekeni yapıyor muydu?
Dekan F o rd ü n cevabı 1968in yazında kendisine ulaştı. T a­
m am en m antıklı ve geleneklere uygun bir şekilde, Afro-
A m erikan etüdleri ve ilgili konularm fizibilitesini incelemek
için bir komisyon k urdu ve tahm in edilebileceği üzere HR'yi de
bunun başına getirdi (Doğrusu HR kaşınmıştı). Öğretim üye­
lerinden ve birkaç siyah öğrenciden oluşan kom itenin, 1969'un
tarih i önem taşıyan kış aylarında yayımladığı rapor, üni­
versite içinde ve dışında takdirle karşılandı. New York Times
neredeyse tam bir sayfasını rapordan alıntılara ayırdı ve
H R’nin resm ini ön sayfaya koydu (Bir tehlike işareti: Pro­
fesörlerin isim leri gazetelere değil, bilimsel yayınlara yakışır).
Şubat 1969’da yapılan b ir fakülte toplantısında "Rosovsky Ko-
m isyom ı'nun önerileri nerdeyse hiç m uhalefetle k a r­
şılaşm adan, coşkuyla kabul edildi.
Raporun ayrıntıları artık tarihe karıştığı için, şn anda bizi
pek ilgilendirmiyor. Öneriler arasında Af'ro-Amerikan etüd-
lerinde disiplinler-arası bir alan oluşturulm ası, siyahlara iliş­
kin çalışm alarda uzm anlaşm ış sosyal bilimciler için birkaç
kadro açılması ve Musevi öğrencilerin Hillel Evleri benzeri bir
15

Afro-Amerikan k ü ltü r m erkezinin kurulm ası da vardı. Çok


k ısa süren bir başarı ve onur anı. 1969'un baharında, gös­
terilen istek ve desteğin üzerinden iki ay geçmeden H arvard
öğretim üyeleri, (polisler, öğrenci boykotları ve tehditleri a ra ­
sında), HR'yc göre Rosovsky Komisyonu’n u n özenle h a ­
zırladığı Önerilerini rafa kaldırdılar. Onların yerine siyah öğ­
rencilere ve siyah öğrenci örgütlerine, ashnda o zam ana kadar
sadece sürekli kadrodaki profesörlerin tekelinde olan bir yetki
verdiler: Ders program lan, işe alma, sürekli kadrolar, vb. ko­
nularda oy h akkı. H arvard'ın uzun tarihinde gerçekten in a ­
nılm az bir andı bu. H R bu gelişmeleri "akademik bir Münih"'"'
olarak nitelendirerek bir kez daha, Groucho M arx in önerisine
uys aydım daha iyi olmaz mıydı diye düşündü: Kendisini
kabul etmiş olan bu kulüp, m ensubu olmayı istediği bir kulüp
müydü? Afro-Amerikan etüdleri ile ilişkisini kesti ve okul
sorunlan ile ilgilenmeyi - geçici olarak - bıraktı.
1969 güzünde HR Ekonomi Bölümüne başkan oldu ve b u gö­
revi 1972'ye k a d a r sürdürdü. B unun üzerinde durm am ızda
y a ra r var. Dış dünya bu göreve getirilm esini önemseyebilir,
am a diğer iyi okullarda olduğu gibi, H arvard'da da bu m a­
kam lardan genellikle kaçılır. Bu işler gerçek anlam da bir
yetki ve p arasal ödül içermediği gibi insanın enerjisini de tü ­
ketir. E n iyi bilim adam larından bir kısm ı bu tü r işlerden k u r­
tulm ayı b aşarırlar; çünkü zam anlarını idari işlere har-
cayam ayacak k a d a r değerli oldukları kabul edilir. Diğer
taraftan , bazı profesörler de tembellik, iticilik, kararsızlık,
h a tta sağduyudan yoksun olmak gibi k arak ter zayıflıkları yü­
zünden bölüm başkanhğm a uygun bulunm azlar. Denebilir ki,
küçük bir azınlık, in san ı bu gibi idari işler için seçilemez kılan
bu özellikler bileşimini, angaryadan kaçm ak amacıyla özenle
geliştirir. E ntellektüel açıdan bakılırsa, HR'nin bölüm baş­
kanlığı ne yazık ki olaysız geçti. Birçok yönden gelen dar-

(S:) Yazar, Almanya, Ingiltere, F ran sa ve İtalya arasında 30 Eylül 1935'te yapılan M ünih A n­
la şm asın a tem bihte bulunuyor. Ingiltere ve F ran sa barışı korum ak kaygısıyla, I-IitleFin Çe­
koslovakya’nın Südetler bölgesini işgal etmesini kabul etm işlerdir. (Ç.N.)
16 eB ir Tanıtm a M ektubu

belerle sarsılan bir üniversite içinde Ekonomi Bölümü, sü­


kunetini nispeten korudu. Öğrenci eylemleri doruğa tır ­
m anıyordu; radikalizm modaydı; Vietnam savaşı daha da kö­
tüye gidiyordu. H arvard'da dahil birçok üniversitenin
m ezuniyet töreninde olaylar çıktı ve U lusal M uhafızlar K ent
S tate Ü niversitesi’nde ateş açarak dört öğrenciyi öldürdüler.
Sonunda, 1972’nin yazında, HR görevini tam am layıp Asya'nın
daha sakin sahillerinde araştırm a gezilerine yeniden baş­
lam ak m utluluğuna kavuştu.
1973 Şubatm da bir gün, Endonezya’nın başkenti Ca­
k arta'd a kahvaltı sırasında okuduğu yerel İngilizce gazetede,
daha sonra hayatında çok önemli gelişmelere yol açacak bir
habere rastladı. B aşkan Nixon H arvard'm Fen ve Edebiyat F a ­
kültesi Dekanı John T. Dunlop’u W ashington1da yeni ku ru lan
H ayat S tandardı K om isyonünun başkanlığına getirm işti. Bu,
ücret ve fiyatların kontrolünden sorum lu bir kuruldu. Birkaç
gün sonra HR'nin eşi telaş içinde telefon ederek. H arvard
Crimson gazetesinde çıkan ve Dunlop'un yerine getirilm esi dü­
şünülenlere ilişkin haberleri iletti. HR'nin ismi de başa gü­
reşenlerin arasında geçtiği için büyük üzüntü içinde olduğunu
söyledi. HR eşine Crimson'un çoğu zam an yanıldığım, Rektör
Bok'un çok daha iyi seçenekler bulabileceğini, kendisine teklif
yapılsa bile reddetm e eğiliminde olduğunu söyledi. K ırkaltı
yaşındaydı ve sadece Japonya ve Doğu Asya'nın gittikçe ge­
lişen ekonomileri üzerinde yoğunlaşm anın lisansüstü öğ­
rencilere örnek, H arvard'm lisans öğrencilerine ise iyi bir öğ­
retm en olmanın zam anı gelmiş gibiydi. Diğer bütün üniversite
faaliyetleri zam an kaybından ibaretti. İnandığı buydu, daha
doğrusu, samimi olarak inandığını sandığı şey buydu. HR, ge­
leceği kestirm ek konusunda zayıftı.
N isan ayında Cambridge’e döndüğü zam an Rektör Bok tek ­
lifini yaptı. HR bir tek soru sordu: "Hayır desem, kim i se­
çeceksiniz?" Rektörün nazik yanıtından sonra durum u de­
ğerlendirm ek için 24 saat süre istedi; tabii yanıtı olumlu oldu.
B undan sonraki onbir yıl HR Fen ve Edebiyat Fakültesi De­
kanı olarak görev yaptı. Bu görevde 8500 öğrencinin, 6000 gö­
17

revlinin, 200 milyon doları aşan bir bütçenin ve her ka­


demeden 1000'e yakm öğretim üyesinin sorum luluğunu taşıdı.
Neden o da, başkası değil? Nispeten genç ve dinam ik ol­
m ası az bulunur bir özellik değildi. Öneriyi kabul etmeye eği­
limli olmasının bir önemi olabilirdi am a daha pek çok kişi ik­
tidar heveslisiydi. E lbette bunun gerekçesini Rektör Bok1a da
sorabilirdiniz. Ancak onun sır saklam aktaki ü n ü boşuna de­
ğildir ve ondan alınacak yanıt konuyu aydınlatm aya yetmez.
Belki de işin içindeki kişi olarak benim bir-iki tahm inde bu­
lunm am yerinde olur.
1960'larm sonuna, doğru Harvard öğretim üyelerinin, po­
litikaya nasıl bulaştıklarına değinmiştim. İki grup ya da kamp
vardı. Bir grup kendisine liberal diyordu ve sol kanattaki fi­
kirleri destekleme eğilimindeydi. Öteki grup ise muhafazakardı;
h a ttâ kendilerine reaksiyoner denebilirdi. H er iki grup da yeni
bir dekan seçimi işini, kontrolü ele geçirmek için bir fırsat ola­
rak görüyordu. O rtak hedefleri karşı kam ptan birinin dekan se­
çilmesini - her ne pahasına olursa olsun - önlemekti.
Tipik bir ortayolcu olarak (pragm atik kelim esi en sevdiği sı­
fatlardan biriydi) HR, kam plardan herhangi birine bağ­
lanm aktan kaçınm ıştı. İki karşıt grubun yaptıkları bazı top­
lan tılara katılm ıştı. H a ttâ zaman zam an h er iki grup da HR'yi
kendilerinden saym ışlardı (Bu gibi belirsizlikleri giderm ek
için hiçbir girişim de bulunm am ası karak teri hakkında bir
fikir verir herhalde). Bu bakım dan, her iki kam p tarafm dan
kabul görebilecek az sayıdaki kişiden birisiydi, belki de tekti.
Onun dekanlık için yeğlenmesinin nedeni, asgari am a en ge­
rekli ölçütleri karşılıyor olm asından kaynaklanıyordu.
Ayrıca, H R’nin bir ekonomist olduğunu hatırlayın. Şimdi siz
diyeceksiniz ki bunun neresi iyi? Ekonom istler herhangi bir
kurum u yönetm ekte özel bir yetenek ya da ustalık gös­
terebilm işler midir? H ayatlarında ücret bordrosu görmüşler
m idir? O rtaya koydukları teorilerin "gerçek dünya'nm a n ­
laşılm asına herhangi bir katkısı olmuş m udur? Bu soruların
hepsi olumsuz yam tlansa da diyecek fazla bir şeyim yok. B u­
18 • B ir T a n ıtm a M ektubu

nu n la birlikte, son yirmi-yirmibeş yılda gittikçe a rta n sayıdaki


ekonomistin (ve hukukçunun) akadem ik yönetimde ü st m a­
kam lara yerleştikleri de bir gerçektir. Princeton, Northwestern
ve Michigan üniversitelerinin son yıllardaki rektörleri hep
"kasvetli b ih m 'in uygulayıcılarıydılar, yani ekonomisttiler.
HR'nin halefi de selefi de ekonomistti. B aşka birçok örnek sı­
ralanabilir. B unlar raslan tı mıydı? Buna inanm ak zor.
Peki, ekonom istlerin üniversitedeki diğer m es­
le k ta ş la rın a göre d a h a iyi an lad ık ları şey nedir? H erşeyden
önce değiş-tokuş fikrine yabancı değildirler. Seçim y a ­
p ark en , bir n esn ed en biraz d a h a fazla edinebilm enin, b aşk a
bir şeyden fed ak ârlık edilm esine bağlı olduğunu bilirler.
B eşeri bilim ciler b u tü rlü bir usavurm ayı çoğu zam an itici,
pozitif bilim ciler ise kendi seçim lerine u yarlandığı zam an
a h la k dışı bu lu rlar. İkincisi, ekonom istler, "dolaylı etkileri"
dik k ate alm ak kon u su n d a eğitim görm üşlerdir. H erhangi
b ir k a r a r y a da po litik an ın b ü tü n etkilerini anlayabilm ek
için, b ü tü n g örünür ve görünm eyen sonuçları dik k atle or­
ta y a çık arm ak gerekir. Ö rnek olarak, okul ü cretlerin i a r­
tırm ak , a n cak a rta n ücreti karşılayabilecek sayıda öğrenci
bulun d u ğ u y a d a b u rs m ik tarın d ak i artışın , gelirlerdeki a r­
tışı geçm em esi d u ru m u n d a yeni k a y n a k y a ra tır. Ü çüncü
o larak ekonom istler m arjin al düşünm e yöntem ini izlerler.
M u tlak k a v ra m la r yerine, adım adım değişim leri dikkate
alırla r. Son o lara k d a ekonomi öğrenim i yapm ış herkes, p a ­
ra n ın değerinin değiştiğini bilir. T oplum um uzun u z u n sü ­
red ir enflasyonist bir ortam da y aşam ası nedeniyle, bu b a sit
gerçeğin günüm üzde d a h a belirgin olm asına k a rşın , p a ra
yan ılsam ası tam a m e n o rtad an k alkm am ıştır. Y u k arıd a a n ­
la tıla n la rın hiçbiri düşsel teoriler ya da son derecede ileri
tek n ik le r değildir. Yine de ekonom istlerin neden kar-'
şıla ştırm a lı ü stü n lü k lere sahip bulunabileceğim açık­
lam aya yardım cı olabilir. Seçilm esinin nedenleri ne olursa
olsun, HR görevine hevesle başladı ve İkinci D ünya Savaşı
sonrası dönem inde F en ve Edebiyat F ak ü ltesi D ekanlığı gö­
revinde en u z u n süre k a la n kişi oldu.
19

O nbir yıl boyu Fen ve E debiyat F akültesi’nin dekanlığım


y a p tık ta n so n ra HR, olağandışı sayılabilecek bir şey d ah a
yaptı: İd ari görevinden istifa etti. Yani, kendi isteğiyle ik ti­
d a rd a n vazgeçip öğretim ve a ra ştırm a görevine döndü. On­
b ir yıl h e rk e s in y a şa m ın d a u z u n b ir sü re sayılır. S ürekli
kad ro d a geçen norm al bir kariyerin aşağı yukarı üçte birine
eşittir. Ingiliz edebiyatı dalındaki doktoralar bile genellikle
b u n d an k ısa sürede alınabilir! Böyle bir fasıladan sonra içe
dönük, kişisel disiplin gerektiren entelektüel yaratıcılık or­
tam ın a dönülebilir mi? B unu zam an gösterecekti. Ama HR,
Jo h n Quincy A dam s ilkesine b ü tü n gücüyle inanıyordu. Bu
ilke adını, başk an lık süresini tam am lad ık tan sonra Tem sil­
ciler M eclisi’nde görev yap an , A m erika’nın altın cı B aşka-
n ı’n d a n a lm ıştır, is tifa s ın ı aç ık lam a sın d a n h em en sonra,
H a rv a rd ’m 1924 m ezu n ların d an B. Hinckley’den aldığı bir
m ektup H R’yi çok sevindirdi. Bu m ektupla Em ekli Yönetici­
ler Ö ğretim D erneği’ne (RATS)'*’ davet ediliyordu. Söz konu­
su derneğin d ü stu ru “yönetm ek değil, hizm et etm ek”ti. D er­
neğin “Peynirci Başı” Bay Hinckley’e göre:
Bilge filozofların bir araya gelmesinden oluşan bir yüce grubun amacı açık­
tır: Ölümsüz gerçekleri entelektüel ve manevi bir şekilde yaymamn verdiği
kesin hazzı ve bilim adamlarının kütüphane ve metinlerden oluşan mutlu
av sahasını, akademik araştırma ve buluşların sonuç alıcı keskinliğim ve
bunların değiş tokuşunu yeğleyerek, yöneticiliğin belirsiz yetkisine karşın,
belirgin ve kaçınılmaz sorumluluklarını terketme akıllılığım gösteren er­
kekleri (ve kadınları!) katı olmayan, entelektüel bir dernekte toplamak.

Bay Hickley bu s a tırla rı kalem e alm adan önce soğuk bir


duş alsaydı belki d a h a iyi olurdu, am a y azd ık ları H R’n in
duygularını da gayet iyi yansıtıyordu. D ekanlık yaşam ında
“al gülüm ver gülüm ” ve “kestirip a t” gibi d urum lar hiç ek­
sik olm am ış, d a h a çok k e s tirip a tm a k z o ru n d a k a lm ıştı.
Am a görevinde yorulm uştu ve onbir yıl sonra yeniden sınıfa
ve kütüphaneye dönm ek zordu. Ne var ki biraz daha gecikirse

(*) KATSı İngilizce’de "fareler” anlam ına gelir. (Ç.N.)


20 9B ir T anıtm a M ektubu

geriye dönüşün m üm kün olmayacağım anlam ıştı. Devam


etm ek ömür boyu yöneticiliğe m ahkum olmak demekti: HR
şartlı tahliyeyi tercih etti. Bir de H arvard Yönetim K u ru lu n a
(yönetimden sorum lu en yetkili kurul) katılm ası için 1985'te
yapılan çağrıyı hem en kabul etti. Geçen yüzyıldan beri bu öne­
riyi alan ilk H arvard profesörüydü. B ütün törenlerde yönetim
kurulunun erkek üyeleri kuyruklu ceketler, çizgili pan-
talonlar, silindir şapkalar giyerler. B u tü rlü bir kıyafet H ar-
vard'ında herhalde sadece Japonya'da yapılan düğün ve ce­
nazelerde ya da İm paratorluk Sarayında giyiliyordun Japonya
üzerinde daha da fazla düşünm ek istediği için, bunun da ken­
disini cezbeden şeylerden biri olması m üm kündür.
Sayın Bay veya Bayan: Bu tan ıtm a m ektubu zaten ge­
reğinden uzun oldu, ancak konuya duyduğum m erak kısa kes­
memi engelledi. Yazarının yeterliğini belirlemek açısından ge­
rekli bilgilerin verildiğini um arım . Onun, bundan sonraki
bölümleri bir tü r kefaret ödeme olarak gördüğüm ü biliyorum.
F a k a t "öğretim üyelerinden sakının" fikrinin h er zam an ge­
çerli olduğunu da unutm ayın.

Saygılarım la,
Ü n i v e r s i t e ; B ir D e h a n A n la tıy o r ® 2 1

2. BÖLÜM
E n İy ile r in Ü çte İk isi

Okuyucular, yukarıda yazılanlara bakarak, yazarın mesleği


ile gurur duyduğunu anlayabilirler. Bunu inkar etmiyorum.
Bence, Amerikan yüksek öğrenimi, bazı yönleriyle, ülkenin en
büyük başarıları arasında yer alır. Bugünlerde bizi eleş­
tirenlerin sayısının hiç de az olmadığım bibyorum; ancak , on­
lara, dünyanın en iyi üniversitelerinin üçte ikisi ilâ dörtte üçü­
nün Birleşik Devletler’de bulunduğunu rahatça söyleyebilirim.
(Aynı zam anda dünyanın en kötü üniversitelerinin büyük bir bö­
lüm ünü de barındırıyor olmamız şu anda konumuzun dışında.)
Ekonomimizin ve toplumumuzun başka hangi kesimleri benzeri
bir iddiada bulunabilir? Beyzbol, Amerikan futbolu ve basketbol
takım ları akla gelebilir. Peki sonra? Kimse Amerika'nın, dün­
yadaki en iyi demir-çelik, otomobil ya da transistor fab­
rikalarının, bankalarının ya da devlet kuruluşlarının üçte iki­
sine sahip olduğunu iddia edemez. Bir de, dünyanın en iyi
hastanelerinin önemli bir bölümünün ülkemizde bulunduğu söy­
lenir. B unların çoğu tıp fakültelerine bağlı olduğu için bu benim
görüşümü daha da güçlendiriyor. Nitelik açısından yüksek öğ­
renimdeki konumumuzun bu ölçüde yüksek olması ola-
ğandışıdır. Bu ise açıklanmaya muhtaç özel bir ulusal zenginlik
olabilir.
En iyilerin üçte ikisi (belki de dörtte üçü) derken, dünyanın en
iyi üniversitelerini belirlemek için yapılan araştırmalara göre,
gerek özel gerek devlete bağlı Amerikan üniversitelerinin tepedeki
okullar arasında çoğunlukta olduğunu kastediyorum. Geçenlerde
Asyalı bilim adamları tarafından yapılan ve Asian Wall Street Jo-
«mcd'da(1) yayımlanan bir değerlendirmede okullar şu şekilde sı-
1. 5 M ayıs 1386
22 »En İyilerin Üçte İkisi

ralanımştı. 1. Harvard; 2. Cambridge, Oxford; 3. Stanford; 4. Uni­


versity of California (Berkeley); 5. M.I.T; 6. Yale; 7. Tokyo; 8.
Paris-Sorbonne; 9. Cornell; 10. Michigan, Princeton. Har-
vardin liste başında olması beni doğal olarak memnun etse de
sıralam aya o kadar önem vermiyorum. Bunlar sadece kaba öl­
çüler, yaklaşık değerlendirmelerdir. Ancak, listedeki okulların
sayısı yirmiye, otuza ha tta elliye çıkarılsa bile Amerika'nın yüz-
desinin azalmayacağı kanısındayım. (Columbia, Chicago,
UCLA, CalTech, Wisconsin ve daha pek çok üniversiteye dı­
şarıdan rakip bulmak zordur.) Ayrıca, Asyalı bilim adamlarının
listesinde kuşku uyandıran isimlerin varlığına da dikkatinizi çe­
keyim: Tokyo ve Sorbonne'un bu listede adlarının geçmesi her­
halde doğunun abartılı nezaketi sayesindedir. Öte yandan, ki­
mileri, sıralam a listeleri ve "en iyi" gibi kavram ların haksız,
kaba ve anlamsız olduğunu ileri sürebilirler. Bu kavram ları ye­
terince geniş tutmamız kaydıyla, ben bu görüşe katılmıyorum.
Göz önüne aldığımız üniversiteler temel bilimsel araştırm alarda
dünyanın öncüleridir. En başarılı lisansüstü programların
önemli bir bölümü bu okullarda verilir. Sosyal bilimlerin (bu­
günlerde hızı biraz kesilmiş) motorları onlardır. Dünyanın her
tarafından her düzeyde öğrenciler bu okullara girmeye çalışır®.
Bu m utlu sona nasıl ulaşıldı? Bunu anlatmaya, devleti ku­
ranların, eğitimin bütün aşam alarına gösterdikleri özel ilgiden
ve toplumumuzun hemen hemen sınıfsız olmasına bağlı olarak,
genel eğitime benzersiz ölçüde ağırlık vermesinden söz ederek
başlayabiliriz. Ulusal zenginliğimiz, büyük nüfusumuz, devletin
özellikle fen dallarına verdiği destek, anlamlı, geçerli ve önemli
faktörler arasında gösterilebilir. Hitler'den kaçarak ülkemize sı­
ğınanların da, 1930'lardan başlayarak kalite standartlarını yük­
seltmekteki rolleri hiç kuşkusuz önemlidir. Dünya çapındaki bir­
çok bilim adamı Avrupa’dan kaçarak üniversitelerimize gelmişler
ve entellektüel düzeyi beklenmedik yeni doruklara çı­
karmışlardır. Hem doğa bilimleri hem de sosyal bilimler olumlu

2. Ülkelerinin dışında öğrenim görenler büyük bir çoğunlukla Amerika'yı yeğlemektedir, Sa­
dece Afrikalı öğrenciler arasında bir başka ülke (Fransa), Amerika’dan daha çok tercih edil­
miştir. Bks. Elinor G. B arber, Foreign S tttd m l Flows, IEE Research R eport No. 7,1984, s.8.
23

yönde gelişmiştir. Amerika'da kişilerin kuram lara özel bağışta


bulunma geleneği ve bunun vergi politikaları ile desteklenmesi de
çok önemli bir rol oynamıştır. Bu etmenlein hepsi etkilidir ama
kanımca daha az belirgin ama belki de aynı ölçüde önemli, üni-
versite-içi başka etmenler de vardır.
A m erika’da üniversite yaşam ının olağandışı bir özelliği, re­
kabete dönük olmasıdır. Aynı düzeydeki kurum lar, öğretim
üyeleri araştırm a fonları, öğrencileri halkın ilgisi ve daha pek
çok şey için birbirleriyle yarışırlar. Sözgelimi, H arvard ile
Stanford'un lisans ve lisansüstü program larına ve mesleki
program lara öğrenci cezbetmek için birbiriyle yarışması, Tokyo
veya Kyoto üniversitelerinin yöneticileri için anlaşılması zor bir
uygulamadır. Onlarda herşeyi bir giriş sınavı belirler. Dünyanın
çoğu yerinde, herhangi bir kurum da çalışmakta olan bir pro­
fesörün başka bir kurum tarafından daha yüksek ücret ve
daha iyi çalışm a koşullan ile (profesörün ve transferi ger­
çekleştiren kurum un y a ra n gözetilerek) ayartılm ası da alı­
şılm ışın dışındadır. Japonya'da ve daha az ölçüde başka yer­
lerde, herhangi bir üniversitede iş bulabilm ek için, hem en her
zam an o üniversiteden m ezun olmak ön şarttır. En iyi Ame­
rikan üniversitelerindeki uygulam anın tersine buralard a “ak ­
raba evliliği” yaygındır. E n iyi Am erikan üniversiteleri, öğ­
retim üyesi kadrolarım , nereden m ezun olduklarına
bakm adan, kişisel nitelikleri dikkate ala rak oluştururlar.
Özellikle okulumuz ''piyasa”da çok fazla kayba uğram ışsa,
ortaya çıkacak bazı olum suzluklar, okulların rekabet gücünü
etkileyebilir. M adalyonun arka yüzünde öğretim üyeleri a ra ­
sındaki yıldızların kişisel kazanç uğruna durm adan üniversite
değiştirm eleri, buna bağlı olarak k u ram lara duyulan sa­
dakatteki azalm a, piyasası güçlü konuların sağladığı aşırı ya­
ra rla ra bağlı olarak yapılan haksız karşılaştırm alar, örneğin
“bilgisayar bilim lerine karşılık İngilizce gibi” kısa dönemde
gösterişli b a şarıla ra gereğinden fazla önem veren, buna k a r­
şılık uzun dönemi ve o sırada moda olmayanı feda eden bir
W all S treet anlayışının zararlı etkisi vardır.
24 * E n İyilerin Üçte İkisi

B u n u n la b irlik te, ü n iv ersiteler a ra sın d ak i rek a b e tin y a­


ra ttığ ı e tk ile rin genelde y a ra rlı olduğundan k u şk u duym u­
yorum . Bu, reh a v e ti önlem iş, k u su rsu zlu ğ u ve değişim e gi­
den yo ld ak i ç a b a la n g ü ç le n d irm iştir. 1980’de b ir İn giliz
gazetecisi h â lâ ş u n la rı yazabilm ektedir: “Oxford re k a b e t
etm eye gereksinm e duym az. Oxford’u şu a n d ak i ü s tü n ko­
n u m u n d a n in d irm ek için sürekli m eydan okuyan rak ip ler
b u lu n m a m a k ta d ır.,, Oxford’urı A m erikan ü n iv ersite le rin in
ak sin e ken d isin i isp a t etm esine de gerek yoktur... B u da iç
h u z u ru ve say g ın lık g e tirir”®. B u t ü r d ü şü n celer Tokyo,
P a ris, Oxford ve C am bridge ü n iversiteleri için b â lâ geçerli
o la b ilir a m a h içb ir A m e rik a n ü n iv e rs ite s in i ta n ım la y a -
m az. Iç h u z u ru m u z ve saygınlığım ız olm ayabilir a m a en
tepede d a h a y üksek k alitey i yakalayabiliriz.
A m erik a’dak i u y g u lam a la r, öğretim ü y e le rin in sü re k li
kadroya alınm aları açısından da fark lılık gösterir. Toplumu-
. m uzda iş güvenliğinin yaygınlığına rağm en, bunun sıkıntılı
b ir konu olduğunu biliyorum . B u uygulam ayı eleştirenler,
öğretim yeteneğinin gözardı edilm esinden ve hiçbir işe y a ra ­
m ay an birçok in sa n ın yıllarca o ldukları yerde k a lm a sın a
olanak verilm esinden yakınırlar. Bu eleştirilere katılm ıyo­
rum ve b u rad a bu n ların tartışm a sın a girmeyeceğim. Ancak,
şu son derece açıktır: Bizim önde gelen üniversitelerim iz sü ­
rekli kadro verm e işinde son derece titizdirler. B u sadece bir
zam an so ru n u değildir. Sürekli kadro, ancak (genellikle 8
yıl süren) uzu n bir denem e dönem inden ve üniversite içinde­
ki ve dışındaki m eslektaşların yaptığı çok kapsam lı değer­
lendirm elerden sonra verilir. Bu, ince eleyip sık dokunarak
gerçekleştirilen bir değerlendirm e sürecidir. Biz H arvard’da
boş bir kadroya adam ara rk e n sorarız: O konuda b ü tü n dün­
yada en iyi kişi kim dir? Sonra da b u bilim adam ını bize k a ­
tılm ası için ik n a etm eye çalışırız. Yanlış bir sonuca varabili­
riz ya da birinci h a tta ikinci seçeneğimizi cezbetm ekte b a şa ­
rısız olabiliriz. Am a hedefimiz yüksek kalır. A yrıntılar de-
3. C hristopher Rathbonej "The Problems of Reaching the Top o f the Ivy League and Staying
There”, The Times Higher Education Supplem ent”, 1 Ağustos 1980.
25

ğişebilir am a en iyi okullardaki (en iyilerin üçte ikisi içinde


yer alanlar) sürekli kadroya alınm a süreci tem elde aynıdır.
B ütün bu okullar, öğretim üyelerinin kalitesinin, kendi ü n ­
lerini ve saygınlıklarını korum ak için en önemli faktör ol­
duğuna haklı olarak inanırlar. En iyi öğretim üyeleri en iyi öğ­
rencileri cezbeder, en kaliteli araştırm ayı yapar, dışarıdan en
fazla desteği sağlar.
A m erikan üniversitelerinin olağandışı bir başka özelliği ise
yönetim leridir. Bunda özel yüksek öğrenimin rolü, herhalde
en önemli faktördür. Bu bile konuya tam anlam ıyla ışık tu t­
maz. Ç ünkü bu ülkede, özel üniversiteler ile kam u ü n i­
versitelerinin yönetimi birbirine çok benzer ve "Avrupa mo­
deli" olarak adlandırabileceğimiz modelden önemli ölçüde
ayrılır.
A m erikan sistem i üniterdir: Tek bir kişi —rektör—işin b a­
şındadır. Norm al olarak, eğitim politikasında, yani ders prog­
ram ları verilen diplom aların niteliği, öğretim üyelerinin se­
çimi, kabul şa rtla rı vs. gibi konularda k a ra r öğretim
üyelerine bırakılır. Ancak, bütçe, bağışlara day ah prog­
ram ların yönetimi, yeni program lar haklım da k a ra r verme,
uzun vadeli p lan lar ve benzeri konularda yetki, bir m ütevelli
heyetine karşı sorum lu, bir rektörün başkanlığını yaptığı, bir
hiyerarşinin elindedir. Bu sistem in iki noktası üzerinde du r­
m aya değer. Birincisi, bölüm başkanları, dekanlar, rektör y a r­
dım cıları gibi ü st ve orta düzey yöneticiler göreve seçimle gel­
mezler. A tam ayla göreve b aşlarlar ve işlerine son verilebilir.
Bu, işin p ü f noktasıdır, çünkü öğretim üyelerince yapılan se­
çimler genellikle zayıf liderlerin iş başına gelmesine yol açar.
Aklı başındaki hang i profesör kendi dalında bütçe kesintileri
yapılm asını öneren bir dekan adayına oy verir? İkincisi, hem
özel üniversitelerin hem de kam u üniversitelerinin bağımsız
denebilecek m ütevelli heyetleri vardır, Böylece k u ru m lar dev­
lete bağlı olsa bile, b u nları siyasi etkilerden büyük ölçüde ko­
ru rlar. B ugünkü yönetim sistemimiz, uzlaşm aya da­
yanm ayan ve popüler olm ayan k a ra rla rın gerektiğinde
2 6 «En İyilerin Üçte İkisi

alınm asına olanak verir. D aha dem okratik uygulam alarla


herşeyin daha iyiye gitmeyeceğini artık biliyoruz. Ayrıca, ü ni­
versite yönetim inin en iyi şekilde işlemesi için çıkar ça­
tışm alarının en alt düzeyde kalm ası gerektiğini de öğrenmiş
bulunuyoruz.
Çok fazla soyut olduğu için bir "Avrupa modeli" t a ­
n ım lan an ın sa bile bu m odelin genel olarak, eğitim b a ­
kanlığına, ya da devletten gelen p a ra la rı d ağ ıtm akla so­
ru m lu b ir tü r u lu sal ödenek kom itesine bağlı olarak
yönetildiği söylenebilir. Profesörlerin, genellikle birçok b ü ­
ro k ra tik k u ra la uym ak zorunda olan m em u rlar ko­
n u m u n d ad ır. G ündelik kaygılar ve “idare-i m aslahatçılık”
rek a b e tin y erini kolayca alabilir. B aşka b ir yaygm özellik
ise, yöneticilerin göreve seçimle gelm esidir k i b u zayıf bir
yönetim e yol açar: Güçlü olanların ve değişikliği sa ­
v u n a n la rın popüler olm ası olasılığı d ü şü k tü r. Son yirm i yıl
boyunca A vrupa'nın bazı yörelerinde adına "parite" (eşitlik)
denen b ir çeşit dem okratikleşm e yaygınlaşm ıştır. B una
göre, ün iv ersiteleri ilgilendiren k a ra rla r, öğrenciler, ça­
lışa n la r ve öğretim üyelerin eşit biçimde tem sil edildiği
k u ru lla rc a alınır. B u n u n sonucu olarak, örneğin Hol­
lan d a 'd a "m ükem m ele ulaşm a" k av ram ın a tepki gös­
terilm iştir. L eiden'de fizik dersi veren Prof. Isaac Silvera,
bu ülkedeki d u ru m u geçenlerde şu şekilde açıkladı: "Bir
ü n iv ersiten in tem el işlevi öğretim ve a ra ştırm a d ır. F a k a t
H ollanda sistem inde öğrencilerin ve çalışan ların toplum sal
m u tlu lu ğ u n u a rttırm a y ı am açlıyan, dem okratik bir yapıya
sahip düzenlem elere ve k u ra lla ra öncelik tan ıy a n bir sistem
geliştirildi. Ö ğretim ve a ra ştırm a ancak b u n d a n sonra dik­
k a te alm ıyordu." Nobel ödülü sahibi Nicholas Bloem bergen
ise, biraz da iğneleyici b ir an latım la şu n la rı ekledi: "Birkaç
yıl içinde H ollandalIlar m illi futbol tak ım la rı dünya k u ­
p asın ı k a z a n sa bile m utsuz olacaklar, çünkü bu m ü ­
kem m ele ulaşm a an lam ın a gelir."W
4, Bkz. Harvard and Holland (H arvard'ın 350'ind kuruluş yıldönümü dolayısıyla yayınlanan
bir gm p makale), 1986, s.72
27

Bir diğer farkım ız da -kendim izi en iyilerin üçte ikisi ile sı­
nırlam ak kaydıyla- lisans düzeyindeki öğrencilerin belki bir
mesleğe yönelik olmayan genel kü ltü r eğitimine (*) önem ver­
m em izde ve bazen de lisans öğretim inin zorluğunda y atar.
Am erika dışında durum doğal olarak ülkeden ülkeye değişir
am a aşağıdaki anlatım lar doğrudur. Japonya’nın en itibarlı
okullarında bile, sosyal ve beşeri bilimlerde okuyan öğrencile­
rin, üniversite öğrenimini üç yıllık bir tatil olarak değerlen­
dirm eleri olasıdır. Çoğu zam an da öyle yaparlar; sanki anabi-
lim d allan tenistir. Japon öğrencilerin, çok ağır bir orta öğre­
tim sistem inin getirdiği zorluklar ve üniversite giriş sınavının
yol açtığı d e rin en d işelerden k u rtu lu p ra h a tla m a la rı için
uzun bir tatile m uhtaç oldukları sık sık söylenir. Ama üç yıl
biraz uzun değil mi?
İngiltere, Almanya ve Fransa’da alman ilk diploma, yani lisans
diploması, son derecede dar bir alanda uzmanlaşma demektir;
üniversite düzeyinde genel eğitim kavramı bilinmez. Beklenen,
öğrencilerin genel eğitimi orta öğretim kuram larında tam am la­
dıktan sonra yüksek öğrenime devam eder olduklarıdır. Bu, Ame­
rika ile kıyaslandığında gerçekleşmesi olası bir beklentidir.
Birçok ülkede, öğrencilerin ve öğretim üyelerinin y a ra r­
landığı fiziki im kan ların iyileştirilm esi için hiçbir ciddi giri­
şim de bulunulm az. K ütüphaneler ve laboratuvarlar ilkeldir,
odalar ve derslikler bütünüyle yetersizdir (yukarıda sayılan­
ların hepsi İtalya için doğrudur) ve dersler sanki teypten ya-
y m la n ırc a sm a verilir. A slında, b u u y g u lam ay a E n d o n ez­
ya’da ta n ık oldum. Bu ülkede öğretim üyeleri aldıkları m a­
aşla geçinemezler. Teybe kaydedilm iş ders sınıfta yayınla­
nırken, talilısiz profesör de, hiç kuşkusuz ek bir gelir sağla­
yabilm ek için sağa sola el açm akla m eşguldür.
Dünyanın en iyi üniversitelerinin büyük çoğunluğuna, oran­
tısız bir biçimde sahip olmamızda rol oynayan bir diğer unsura
daha işaret etm ek istiyorum: Bölgesel gurur. Bu başka yer
(*) Liberal education”, m etin boyunca temel k ü ltü r eğitim olarak çevrilmiştir. Bu eğitim, belirli
bir mesleğe yönelik olmaz, okul, tarih, fei&efe ve soyut fen bilgisi gibi alanlardaki öğretimi
kapsar. (Ç.N.)
28 o E n İyilerin Üçte İk isi

lerde de görülse bile aynı düzeyde değildir. E n iyi özel ü n i­


versitelerimiz ile kam u üniversitelerim izin birçoğu “yöreci”dir.
California, N orth Carolina, Wisconsin ve M innesota gibi ü n i­
versitelerin hepsi bu kategoriye girer. D aha birçok örnek ko­
layca verilebilir. Geniş ve adem-i m erkeziyetçi ülkemizde her
bölge en iyiden pay iste r ve bu istekler bazen gerçekleşir. C a­
lifornia eyaleti bunun ideal örneğidir. A rtan bir nüfus ve vergi
tabam , yöre halkının büyük hırsı, yeni zenginlikler ve h a rik a
bir iklim, uluslarası üne sahip çok sayıda üniversitenin, yüz­
yıldan kısa bir süre içinde ortaya çıkm asını sağlam ıştır. Ve
bunların hepsi Kuzeydoğunun geleneksel kültürel m er­
kezlerinden çok uzaktadır. Şükürler olsun ki, Am erika’da,
Paris, Tokyo ya da savaş öncesinin Berlin’i gibi engelleyici ve
rakipleri dışlayıcı m erkezler yoktur.
Yüksek öğrenimde "Amerikan m alı” hâlâ iyi bir etikettir.
H a ttâ kalite dağılım ının ü st ucuna bakılm ak kaydıyla en iyi
etikettir. Belki bir etiket daha kullanmalıyız: "Kurcalarken
dikkatli olun". Bu kitabı yazarken, bu gruptaki okulları özel­
likle gözönünde bulundurdum . B unlar hangileridir ve sayıları
kaçtır? Amerika Birleşik Devletleri’nde üçbini aşkın yüksek
Öğrenim kurum u vardır. Bir uçta bütün öğrencilerin %36'sımrt
devam ettiği iki yıllık yüksek okullar®, diğer uçta ise sayıları
50 civarında olan (%57'si devlet okulu) ve toplam öğrencilerin
%10'unu barındıran ü st düzeydeki araştırm a üniv ersiteleri
bulunur. A nlatacaklarım ın sadece bir kısm ı - belki de pek
azı - iki yıllık yüksek okullarla ilgilidir. B una karşılık, yaz­
dıklarım ın hepsi, farklı ölçülerde de olsa, araştırm a ü n i­
versiteleri için geçerlidir. Ülkemizde, sayıları 1000 civarında
olan iki yıllık yüksek okullar ile elli ana araştırm a üniversitesi
arasında pek çok yüksek okul ve üniversite vardır. Birçok öğ­
renciye öğretim veren am a çok az araştırm a yapan ü n i­
versiteler de bulunm aktadır ve bunların bir kısm ının verdiği
en yüksek derece yüksek lisanstır. Lisans düzeyinde genel kül­
tü r eğitimi veren ve kalite açısından çeşitlilik gösteren pek çok
5. Bu ve ilgili başka istatistik ler İçin bkz.Burton R. Clark, The Academic Life (Princeton: The
Camogie Foundation for the Advancement of Teaching, 19S7) ss. 17-23.
29

kolejimiz de vardır ve bunların bir kısm ı en iyi okullarımız


arasında yer alır. Ayrıca Örneğin resim, müzik, tasarım , as­
keri eğitim gibi belirli konularda uzm anlaşm ış okullar da dik­
kate alınm alıdır. B ütün bunların toplamı 2000'i bulur. De­
neyimli okuyucular, kendi okullarının açısından neyin geçerli
olup olmadığına kendileri k arar vereceklerdir.
E n seçkin araştırm a üniversitelerimize ağırlık veriyor olmam
gözlemlerimin değerini çok fazla düşürmediğini, eklemeliyim Bu
kurum lar, ulusal entellektüel yaşamımızın en ileri noktalarıdır.
Yüksek öğrenimin düşünsel gündemini ve eğitimlerini be­
lirlerler, Princeton, Michigan ve Cornell'in Amerikan yüksek öğ­
reniminin ancak bir kesiminin tipik örnekleri olduğu, üstelik bu
okullar arasında küçümsenmeyecek farklılıklar bulunduğu doğ­
rudur. Ancak bunların hepsi hem Amerika hem de dünya için çok
önemli üniversitelerdir.
30 a Üniversite, B ir D e k a n A n la tıy o r

3. BÖLÜM

D ek a n ın B ir G ü n ü (1)

06.30
Uyku sersem liğini üzerim den atam am ışım . The New York
Times, Boston Globe ve The Wall Street Journal gazetelerini
alm ak için m erdivenlerden sendeleyerek iniyorum. Bir za­
m anlar ön sayfalardaki önemli iç ve dış haberleri uzun uza­
dıya okurdum. A rtık bunu yapmıyorum. Üç gazeteye de ça­
bucak göz a ta ra k H arvard hakkında bir habere (genellikle
eleştirilere) yer verip verm ediklerine bakıyorum. Bn sabahki
The Wall Street J ournal'da beni fazla da rahatsız etm eyen bir
haber görüyorum.
"Washington Post gazetesinin editörü, IBM'in yönetim kuruî başkam,
Episkopal kilisesinin başpiskoposu ve Harvard'ııı rektörü Amerikan Baş-
kam 'm telefonla arasa, acaba Başkan hangisine öncelik verir? Gallup’m
yaptığı bir ankette %41 Washington Post’un editörü cevabını verdi.
IBM’in yöneticisi ikinci, H arvard’ın rektörü ise sonuncu geldi”.
Sonra da rahatlatıcı bir duş ve tıraş.
07.00
Öğretim üyeleri kulübünde bir iş kahvaltısı için evden çı­
kıyorum. Arabanın radyosunu açtığında beni bayağı şaşırtan
bir haberle karşılaşıyorum. Keyifli olduğu sesinden belli biri,
H arvard Üniversitesi dekanlarından Rosovsky'nin bir lisans öğ­
rencisine cinsel tacizde bulunduğu için uyarıldığını söylüyor.
Çok da fazla şaşırmıyorum, çünkü önceki gün görevim gereği,
1. Tarihsek gerçekçilik açısından bunun bileşik b ir gün olduğunu söylemeliyim. B ütün olaylar
gerçekten meydana geldi am a değişik zam anlarda.
31

profesörlerimizden birine, bir kız öğrenciye hiç istenmeyen ve


tümüyle uygunsuz bir öpücük kondurduğu için üzülerek ceza
vermiştim. Medyanın haberi karıştırıp çarpıtm ası benim için
beklenmedik bir şey değildi. Sabahın erken saatleri olması ne­
deniyle, önem verdiğim pek az kişi düzeltmenin ya­
yınlanm asından önce bu haberi duyacaktır - pek az öğrenci ya­
tağından kalkm ıştır, öğretim üyeleri ise büyük olasılıkla
televizyonun sabah program larına konuk olan arkadaşlarını
gıptayla izlemektedir. (Sekreterlerimden biri haberi duyar, duy­
maz istasyonu aram ış. İlginç olan, o sırada bana hiç bir şey söy­
lemedi: Amaç, beni bu sinir bozucu olaydan korumak.) Ama öyle
bir başlangıç ki yine zor ve uzun bir güne işaret ediyor.
07.30
H arvard’m kibar am a köhne öğretim üyeleri kulübüne, “ik­
tidar kahvaltısı”nm yerel versiyonu başladığı sırada varıyorum.
Buraya hergün düzenli olarak gelenlerden bazıları dikkatimi çe­
kiyor: Muhtemelen eşleri kendilerinden sıcak bir kahvaltıyı ya
da yum urtayı esirgeyenler ve bekarlar. Burada birkaç toplantı
yapılmakta. Grupların çoğunu tanıyorum ve toplantı konularım
genellikle kestirebiliyorum. Harvard Yönetim Kurulu’nun (yö­
netimden sorumlu asıl kurul) bir üyesi, uykulu birkaç öğrenci ve
öğretim üyesi, hiç şüphesiz Güney Afrika’yla ticaret yapan şir­
ketlerin hisse senetlerinin elden çıkarılması konusunu tar­
tışıyorlar. M ezunlar Derneği ile ilişkilerden sorumlu rektör yar­
dımcısı ile birkaç "gelişme" uzmanı bir köşeye çekilmişler ve
belli ki kaynak sağlanması için açılan kampanyanın durumunu
konuşuyorlar: 350 milyon doları nasıl toparlayacaklar. Ha­
reketli gözüküyorlar ve bol bol gülümsüyorlar. Çabalarından
yarar sağlayacak asıl kişi ben olduğumdan, iyi bir havada gö­
rünmelerinden memnun kalıyorum.
Bense H arvard Kolej'in dekanı - nam-ı diğer öğrenci dekanı -
ve iki yardım cısıyla görüşeceğim. Y urtların yeni yö­
neticilerinin seçilmesini, öğrenci evlerinin (yani lüks y u rt­
ların) kalab alıklığım ve Radcliffe Kolej ile olan gerginlikleri
ele alacağız. Ü niversite yönetimiyle ilgili bu tü r sorunlar bitip
32 • D ekanın B ir G ünü

tü k en m e k bilm ez. N a d ire n bir çözüm yolu b u lu n u r. H ar-


v ard ’m lisans öğrencileri, onüç y u r tta k a lırla r. Bu y u rtla r
aşağı yukarı Oxford-Cambridge modeline göre düzenlenm iş­
lerdir. G ünüm üzde h e r y urdun başında bir çift “yönetici” v ar­
dı. Norm al olarak bunlar bir öğretim üyesi ile eşidir. B unla­
rın ücret dışında ek çıkarlar sağlayan çekici işler olm asına
karşılık bir y andan öğrencilere hoş görünecek, diğer yandan
y etişk in lerin s ta n d a rtla rını koruyabilecek “dengeli”121, yani
uygun çifti bulabilm ek çok zordur. Çoğu zam an en çok istedi­
ğiniz kişiler önerinizi geri çevirme eğilim indedir. B u nedenle,
H arvard K olejinin dekanıyla öğretim üyesi listelerini gözden
geçirerek uygun adayları bulm aya çalışıyoruz.
Y urtlardaki sıkışıklığın basit bir nedeni var. H arvard y u rt­
ları 1930larda in şa edilmişti. O yılların hizm etçili, çok odalı
daireli, kadın garsonların servis yaptığı â la carte yem ekli,
m asa örtülü öğrenci yaşam biçimini yansıtıyordu, ikinci D ün­
ya Savaşı sonrası dönemde ise okula ve y u rtla ra yüzde 25 d a ­
h a fazla öğrenci sıkıştırm ak zorunda kaldık. Ç ünkü büyük sı­
nıflar okula daha fazla gelir sağladığı gibi ü stü n nitelildi öğ­
rencilerin yaptıkları başvuruların sonu hiç gelmeyecek gibiy­
di. B una rağm en, barınm adaki ü stü n s ta n d a rtla n da b ir öl­
çüde olsun korum aya çalıştık. Şimdi de bu am açla yeni in şa ­
a t ve onanm olasılıklarım konuşuyoruz, Gelir-gider karşılaş-
tırm a lan m vergiden m uaf tahvilleri, faiz o ran la n ın enine bo­
yuna tartışıyoruz. H er ne kad ar bu saatte hazm ı güç b ir konu
ise de Güney A frika’yla ticaret yapan şirketlerin hisselerinin
nasıl elden çıkanlacağrm konuşm aktan d a h a iyi!
H arvard ve Radcliffe iki a y n kurum dur. 1974’te iki okulun
birleştirilm esini ve birleşm e sonucu oluşacak yeni k u ru m a
Harcliffe adım n verilmesini önermiştim. Bu fikrim çok az kişi­
nin hoşuna gitti. E n fazla k ızan lan n başında ise Radcliffe’in
yönetici kadrosu geliyordu. Sonuçta birleşme yerine Radchffe
ile birlikte çalışm a anlaşm ası yaptık. Bu anlaşm a, b a n a göre

2. Öyle görülüyor ki, “dengeden” am açlanan, eşin ev kadını olmadığı b ir evlilik.


33

karm a eğitim i sağlıyor, Radcliffe'e göre ise kendilerine Har-


vard'ın kadın hakları savunucusu rolünü veriyordu. A ra­
m ızdaki ilişkilerin iyi veya kötü olması ise bir takım dönemsel
değişimlere bağlıydı.

Radcliffe, kadınların H arvard eğitim inden yararlanm asını


sağlam ak üzere yüz yıl kadar önce kuruldu. En başından beri,
bildiğimiz anlam da bir okul değildi: Radcliffe'in kendi öğretim
üyeleri yoktu. Kız öğrenciler hep H arvard profesörlerinden
ders aldılar am a derslikleri çok uzun bir süre er-
keklerinkinden ayrı tutuldu. 1950'lerden sonra karm a eğitime
geçildi. Son onbeş yıldır erkek ve kız öğrenciler aynı y urtlarda
barınm akta, aynı derslere devam etm ekte, aynı dereceleri al­
m akta ve aynı H arvard çatısı altında yönetilm ektedirler.
Radcliffe enerjisini, kadınların tarihine dönük büyük bir kü­
tüphane kurm a ve kadın akadem isyenler için bir enstitü oluş­
turulm ası hedeflerine yöneltti. B ununla birlikte, Ü niversite
içinde m ilitan bir ses olarak ağırlığını koyuyor ve bu şekilde
hem içeriğe ilişkin hem de diplom atik sorunlara yol açabiliyor.
Bunların bir kısmı bu sabahki konularımız arasında. Bir er­
kekler kulübü yönetmekle, davranışlarım ızda cinsiyetçi ol­
m akla ve kadınların özel gereksinm elerini dikkate alm am akla
suçlanıyoruz. Acaba doğru mu? Ne yapsak ki?
08.45
Hiçbir sorunu çözmeden ve ağır bir kahvaltı yapmış olarak,
kam pusun avlusundan Rektörlük Binası’ndaki çalışma odama
doğru hızlı bir şekilde yürüyorum. E tra fta hâlâ sessizlik
hakim , ortalıkta hiç öğrenci yok; birkaç profesör W idener Kü­
tüphanesine doğru gidiyor. İlk randevum Ekonomi Bö-
lüm ü’nden, kızgın bir m eslektaşım ile. H er yıl gönderdiğim ve
önüm üzdeki akadem ik yıl için kendisine verilecek ücreti bil­
diren form m ektuplarım dan birini yeni almış. Bu k a n tita tif
ekonomi uzm anı, alelacele bir hesap yaptıktan sonra üc­
retindeki artışın %1 dolayında kaldığına hükm etm iş. Hem h a ­
k a re t hem de rezalet! Yanlış hesabını düzeltm ekten haince bir
34 " D ekanın B ir Günü

zevk duydum . Zam oranı %6’ydı. D aha kendi ücretinden h a ­


beri yoktu ve y a n h ş bazdan yola çıkm ıştı. M eslektaşım ol­
dukça utan m ış b ir vaziyette ayrıldı. Bu küçük ve haince za­
ferden sonra, g ü n ü n k a la n kısm ım kucaklam ak için sab ır­
sızlanm aya başladım .
09.00 - 11.00
Bir idari yardım cı ve dört sekreterden oluşan büro persone­
lim geldi. B ütün telefonlar süzgeçten geçiriliyor ve sürekli bir
“telefonla elim sende” oyunu başlıyor: “X aradı. Gelince lütfen
kendisine telefon edin”. Derken sekreterlerden birisi telefonu
açıyor, benzeri bir istekte bulunuyor ve bu böyle sürüp gidi­
yor. Telefon şirketi bu durum dan elbette m em nundur.
İki sa a tte dört randevu. Çok geçmeden randevuları zam a­
n ın d a bitirm e becerisini ediniyorsunuz; idari yardım cım dan
b ir sinyal sesi, sık sık saate göz atm ak, kalkıp kapıya doğru
yürüm ek - hepsi bazen işe yarıyor.
İlk randevu: sıkıntılı bir bölüm başkam . Bölüm ü küçük ve
kıdem li profesörlerinden üçü birden önüm üzdeki yıl izin ve
ü c re tli izin k u lla n m a k niyetinde old u k larım bildirm işler.
K endileriyle daha birçok yıl birlikte yaşam ak zorunda oldu­
ğu m eslektaşlarına h ayır dem ek hoş değil ve ileride kişisel
ilişkilerini zedeleyebilir. Evet dem ek daha kolay; ancak bu
sefer de öğrenciler z a ra r görecek. Bu adam ın vicdanı, cesare­
tin d en d ah a büyük (deneyim lerim e göre oldukça yaygın bir
durum ) ve benden izinlerin ikisini geri çeviren bir dekanlık
genelgesi y ayınlam am ı istiyor. S orum luluklarım a ra sın d a
kötü adam ı oynam anın da bulunduğunu biliyorum. A kşam a
k a d a r se rt bir yazı postaya verilecek.
G örüşm enin bitm esine on d ak ik a var. T uvalete gidebil­
m ek beni çok m u tlu ederdi131 am a tek taraflı olarak görüşm e­
ye son verm ek saygısızlık olarak görülebilir. Dostum fırsatı
d eğerlendirerek hiç bitm eyen birkaç so rundan söz ediyor:
Y etersiz ofis alanı, sek reter sayısının azlığı, kendi bilim da­
lm a yeterli ilginin gösterilm em esi. Gözlerim dalıp gidiyor.
S a a t 9,30 ve sinyal sesi aray a giriyor.
35

ikinci ran d ev u m ali başyardım cım la, ik i konuyu görüşe­


ceğiz: Ö nüm üzdeki yılın okul ücretleri ve öğretim üyelerinin
m aaşları. B u n lar öğretim üyelerinin gelirlerini ve h arcam a­
la rı belirleyen çok çok önemli konular, ikisi de diğer okullar­
la rek a b e t göz önünde tu tu la ra k değerlendirilm ek zorunda.
Stanford, Berkeley, MIT, Yale ve d a h a b aşk a okulların k a ­
r a r la n çok önemli. A ram ızda oldukça serbest bir bilgi payla­
şım ı var. Ö ğretim üyesi ücretlerinde önde gitm ek, okul üc­
re tle rin d e ise geride k a lm a k gibi kendi içinde çelişkili bir
hedefim var. Y ardım cım okul ücretlerinde yapılabilecek en
büyük a rtışı yapm am ız konusunda ısra r ediyor. B unun için
de sağlam nedenleri var. F a k a t ben rektörün ve Ü niversite
Y önetim K u ru lu n u n bu konuda güçlük çıkaracağını biliyo­
rum . Ayrıca, özellikle o rta sınıf ebeveynlere getireceği yükü
düşünüyorum . Zenginler bu yükü kaldırabilir; b u rsla rın b ü ­
y ü k kısm ı a lt gelir g ru p la rın a gidiyor; ortada k a la n la r ise
çok sıkışık bir d u ru m a düşüyorlar. Bayan yardım cım , benim
erkekçe olm ayan cesaretsiz tu tu m u m la bütçe açığının kapa-
nam ayacağını söylüyor. Hem en h arek ete geçmemiz şart. Bir
kez d a h a d ü d ü k sesi aray a giriyor ve o kötü günü ertelem e­
ye k a ra r veriyoruz. Ü zerinde hem en k a ra r verm em gereken
k on u ların çok az olduğunu biliyorum ve o k a ra rla rı da maço
bir h av ad a verm em ek en iyisi diyorum.

3. Hiç zorlanm adan tuvaletler hakkında a y n bir bölüm yazabilirim. Benim özel sorunum doğru­
dan doğruya H arv ard ’ın saygıdeğer yaşından kaynaklanıyordu. D ekanın çalışma odası onda-
kuzuncu yüzyılın başlarında, bina içine tuvalet koyma geleneği olmayan bir dönemde inşa
edilen U niversity H ail binasm dadır. Son düzenlemeler yapılırken, bu rahatlam a yerleri, ne­
rede boşluk v a rsa oraya konduruldu. Benim açımdan bu, her iki yöne iki buçuk dakikalık
b ir koşu demekti. Sık sık yaptığım sü ra t denem eleri hem b ana ihtiyacım olan idm anı sağh-
yor, hem de binada çalışan herkesi eğlendiriyordu. B azılarının utanılacak şey olarak değer­
lendirebileceği bu durum , laboratuvar çalışması yapan bilim adam larıyla ilişkilerimde çok
işime yaradı. B u tü r bilim adam ları "yağmurda âdeta erirler": Büyük m asraflara yol açması­
n a karşın, lab o ratu v arlan n a hem en ulaşabilecekleri b ir düzen isterler. Açık ve temiz hava­
d a b ir binadan ötekine kısa b ir yürüyüş söz konusu bile olamaz. Böylesi kişilere m asum bir
tav ırla derdim ki: "H erhalde benim tuvalete gidebilmek için k atetm ek zorunda kaldığım me­
safeyi yürüm eyi kabul edersiniz." Sanıyorum, birçoğu, çalışma odamın hem en yanında, m er­
merden yapılm ış ve içinde jakuzi ve ma söz de bulunan bir Roma ham am ı olduğuna inanı­
yordu. Y an ıtlan h e r zam an biç tereddütsüz bir evetti. Bu, H arvard’a milyonlarca dolarlık
ta sa rru f sağlamış olabilir.
36 ®Dekanın B ir G ünü

Ü çüncü randevu: Çok acı bir olay, olağandışı am a hiç gö­


rülm edik değil. Öğrencilik yıllarım dan beri tanıdığım k ı­
demli ve ü s tü n nitelikli bir bilim adam ı olan bir pro­
fesörüm üz öğretim üyeleri kulü b ü n ü nerdeyse sürekli
m ekan tu tm u ştu . B urada zam an zam an olaylar çıkarıyordu.
B oşanm ıştı, yalnızdı ve gitgide d a h a tu h a f d a v ra n ışla rd a b u ­
lunuyordu. Son olarak da derse girm eyi reddetm eye b aş­
lam ıştı. E g zantrik dav ran ışları hoş görm ek bizim için zor de­
ğildir; h a tta aşırı bir düzeye varm ayan p aranoya bile idare
edilebilir. Am a ders verm eyi reddetm ek hoş görülemez.
Profesör randevuya vaktinde geliyor. Kasa boylu bir adam
ve b a n a sanki norm alden d a h a fazla titriy o r ve kaşınıyor
gibi görünüyor. D ers verm eyi b ırakm aktaki te k taraflı k a ­
ra rın ı in k ar etm iyor. Öğrenciler "sahte" diyor. D aha a n ­
laşılır ya da m an tık lı bir açıklam a getirm iyor. K ibar bir şe­
kilde ve incitm eden doktora gitm esini öneriyorum ;
reddediyor. Çok se rt b ir disiplin cezası verm ek zorunda k a ­
lacağım ızı, ders verm eyi reddetm enin hiçbir du ru m d a gö-
zardı edemeyeceğimiz bir suç olduğunu belirtiyorum . P ro­
fesör ise konuyu b ü tü n öğretim üyelerinin katıldığı bir
toplantıya götürm ek zorunda kalabileceğini söylüyor. T a­
m am en zıt yarg ılarla birbirim izden ayrılıyoruz. Ben, m es­
lektaşım ın ak lın d an zoru olduğuna em inken o benim gerçek
ve sa h te öğrenciler arasındaki farkı k a v ra m a k ta n aciz bir
salak olduğum a inanıyor.
D ördüncü randevu: S aat 10.30'u buldu. R andevu def­
terinde küçük bir politikacı - öğrenci k u ru lu n u görm ek beni
çok şaşırtıyor. D ekan olarak, öğrencilerin ya da öğretim üye­
lerinin en iyi yönlerini görm ek zor, çünkü hem en herkes siz­
den bir şeyler ister. Öğrenciler, sınıflarda, ders-dışı e t­
kinlikler sırasında ya da yem ek m asasında genellikle
h oşturlar. Ne yazık ki, politikacı olarak çok çabuk büyürler:
Sürekli tartışa n , ağzı kalabalık, kendinin başk aların d an
ü stü n ve daha iyi olduğuna inanan, b a şk alarım kü-
'çüm seyen, k u ra m la ra ve kendilerinden yaşlı olan lara k arşı
37

derin k u şk u la r besleyen kişiler olurlar. F arklı olanları olsa


bile tip ik bir öğrenci-politikacı, yukarıdaki tan ım a cuk o tu ­
ru r. Ş aşırtıcı olan beni görm ek istem eleri değildi - t a r ­
tışılacak pek çok konu vardı - randevuyu öğleden önceki s a ­
atle r için alm alarıydı. Bu seyrek görülen bir şeydi.
H eyet, üç M usevi öğrenciden oluşuyordu. B unların ikisi
dindardı. B u d a neden 10.30'da görüşm ek iste diklerini açık­
lıyordu: Sabah duası biteli çok olm uştu. Zihinlerine tak ıla n
sorunun onlar için zor olduğunu ancak görüşlerine de k a ­
tılm adığım ı biliyordum . H aziran'da yapacağım ız m ezuniyet
töreni, bir M usevi b ayram ının (M usa'nın Sina dağında
T a n n 'n m em irlerini alm asının kutlandığı bayram ) ikinci gü­
n ü n e te sa d ü f ediyordu. Bu nedenle kendi m ezuniyet tö­
ren lerin e k atılm aları çok güç olacak dindar öğrencilerin h a ­
tırın a ve M usevilerin genel soru n ların a sembolik bir destek
olarak, bu gençler m ezuniyet töreni tarih in in de­
ğiştirilm esini sam im iyetle istiyorlar, d ahası talep edi­
yorlardı. G örüşlerine başvurduğum h a h a m lar ise, öğ­
rencilerin bayram sıra sın d a törene katılm aların ın dini
b akım dan im kansız olm adığını belirtm işlerdi. Ö ğrencilerin
isteklerine şiddetle karşıydım ve nedenini açıklam aya ça­
lıştım .
25.000'i aşk ın in sa n için çok önceden yapılm ış bir dü­
zenlem eyi sayıları yüzü ancak b u lan tu tu c u d in d arların h a ­
tırı için değiştirm enin m antığı v a r mıydı? Ya birçok diğer
dini grup d a benzeri bir istekle başvursa ne olurdu? Biz laik
bir üniversite değil miydik? Gerçekte, dindar M usevilerin t a ­
m am en y a ra rın a birçok düzenlem e yapm ıştık. Örneğin,
y akın geçmişe k ad ar, C um artesi günleri yapılan sınavlardan
m u a f olmak, K efaret gününde kayıt y a p tırm a k ta n k a ­
çınm ak, ya da okulda dine uygun olarak hazırlanm ış yi­
yecekler bulm ak güçtü. A rtık b u n lar geride kalm ıştı. A ncak
bu son istekleri b an a göre m antıksızdı ve za ra rlı bir örnek
olu ştu rab ilird i.
Bu sorun gereğinden çok fazla büyütüldü. Öğrenciler,
38 ®Dekanın B ir G ünü

"H arvard topluluğunun 3000 m ensubu” tara fın d a n im-


zalammşW , ta r ih değişikliği isteyen bir dilekçe sundular.
Hızlı b ir telefon ve m ektup kam panyası başlatıldı. T utucu
bir h a h a m ın gönderdiği b ir m ek tu p ta R ektör Bok F irav u n 'a
benzetiliyor, İsrail h alk ın a k a rşı yüreğini ta ş gibi sert-
leştirm em esi, m erham etsizce davranm am ası isteniyordu.
M usevi h a re k e tin in politikalarını yakından bildiğim için bn
tak tik le ri yerli yerine oturtabiliyordum . M usevi olm ayan
m eslektaşlarım benim k a d a r talihli değillerdi ve sürekli ola­
ra k anti-sem itizm ile suçlanm a korkusu içinde yaşıyorlardı.
Denebilir ki, öğrenciler ile ben "düşüncelerimizi birbirimize
dobra dobra aktardık". O nların gözünde benim yerim, yabancı
bir efendinin buyruklarım yerine getiren onyedinci yüzyıl
saray Y ahudisinden farklı değildi. Onların bn düşünceleri beni
zerre kadar etkilemedi. Kendi görüşlerim in doğruluğundan ve
bunların Musevi topluluğunun büyük çoğunluğunun çıkarları
doğrultusunda olduğundan emindim.
Kırk küsur yıl boyunca dört dekanın yanında görev yapmış
olan idari yardım cım bir gün bana, "Bay Rosovsky" dedi,
"Dekan olmak zor iş; Musevi bir dekan olmak ise altından k a l­
kılır gibi değil".
11.00
Rektörle görüşm ek üzere D ekanlıktan çıkıyor, Rektörlüğe
yollanıyorum. İki bina arasındaki patika bayağı aşınm ış du­
rum da. Sırf benim gelip gitm elerim bile bunun nedeni olabilir.
Rektör beni her zam anki gibi candan karşıladı. Alışık ol­
duğumuz koltuklarım ıza yerleşirken omuzuma vuruyor, n e ­
şeyle gülüyor. Benim koltuğum ra h a t ve aşınmış. Patikayla
koltuk birbirine belki de aynı nedenlerle benziyor. Sık sık, haf­
tad a en az üç ya da dört kez buluşuyoruz. B unlar hoş gö­
rüşm eler, Kendisiyle birlikte olm aktan zevk alıyorum; günün
iyi a n1arından biri.
4. Bizim okulda birkaç s a a t içinde hemen hor şey için binlerce im za toplam am a işten bile ol­
madığı unutulm am ak.
39

B irbirinden oldukça farklı iki konuyu tartışıyoruz. T asarru f


konusundaki hevesim önemli bir k a ra ra yol açmıştı: Sınıfların
badana/boya işlerini daha seyrek yapmak. E ski boyaların k a­
barıp bozulması şimdiye kadar kimseyi çalışm aktan alı­
koy am am ıştır. Ne yazık ki bunun bir domino etkisi var ve
H arvard'da çalışan sendikalı boyacıların bir kısm ının işine
son verm ek gerekecek. Rektör bana, “son giren ilk çıkar” il­
kesine göre işten atılacakların hepsinin siyah olduğunu h a ­
tırlatıyor. Fen ve Edebiyat Fakültesi’ndeki badana-boya iş­
lerinin eskisi gibi devam etm esi konusunda hem en anlaşm aya
varıyoruz.
Diğer konu ise, Rektör B okun uzun dönemli akadem ik
planlam ayı ve onun kaçınılm az yan ürünleri olan inceleme ve
istatistik leri özendirme isteği. Bu konuda düşüncelerimiz
tipik değil am a bu bizi şaşırtm ıyor. Onun bir hukukçu olarak,
gündelik sorunlara eğilmesi, p ratik işlere ağırlık verm esi bek­
lenirdi. Benim ise bir ekonomist olarak (veya daha özentili bir
deyimle sosyal bilimci olarak), sayılar, enformasyon, is­
tatistik sel m anipülasyon ve her tü rlü eğitim araştırm ası ko­
nularında hevesli olmam gerekirdi. B unun böyle olmaması ko­
num larım ızın ve sorum luluklarım ızın, düşüncelerimizi
etkilem esinden kaynaklanıyor. Bir rektör üniversiteye Olim-
pos’n n tepesinden bakar. Konuları deşer, zayıf yanları sap­
tam aya çalışır, düzeltm eler önerir. D ekanların om uzlarına b a ­
sarak uzak lara göz atar, ortaya çıkan sorunlara ve fırsatlara
yıllar, bazen beş ya da on yıl, h a tta daha uzun bir zam an pers­
pektifinde yanıt verebilir. Bense, beklenmedik yönlerden
gelen k u rşu n lard an sakınm aya çalışan, ön cephede savaşan
bir kom utan gibiyim. Çoğu durum da, hedeflere ulaşm ak için
eldeki zam an saatlerle, en iyi durum da haftalarla ölçülür. De­
kanların sığınabileceği bir Olimpos dağı henüz keşfedilmedi!
Belki yanılıyordum ama, bana göre, plan ve araştırm aların
çoğu, benim zaten sezgi yoluyla ulaştığım bilinen sonuçlara
varıyordu. Elbette, rektörün bilgi ve zekasına büyük bir saygı
besliyor, ayrıca onun benim bazı zayıf yönlerimi kapattığım da
40 ®Dekanın B ir G ünü

biliyordum. Sonuçta beş yıllık yeni projeksiyonlar yapm aya ve


L atin Dilleri Bölüm ünü derinliğine incelemeye k a ra r verdik.
12.00
D ekanlarla birlikte öğleyin sandviç yemek üzere aynı aşın­
mış patika boyunca hızla ilerliyorum. K atılanlar: M ezuniyet
sonrası Fen ve Edebiyat Fakültesi dekanı (Rus tarihinde
uzman), Uygulam alı Bilimler Fakültesi dekanı (istatistiksel fi­
zikçi), lisans öğretimi dekan yardımcısı (siyaset bilimcisi), Bi­
yoloji Bilimleri yardım cı dekanı (nörolog), sürekli kadrolardan
sorum lu özel bir yardım cı (m antık profesörü) ve benim aka­
demik planlam adan sorum lu özel yardımcım (tarihçi ve m es­
lekten yönetici). O rtam hiç de özenli değil. Bir sehpanın e t­
rafında, her zam an alıştığımız sandalyelerde, birbirinin aynı
sandviçleri yiyerek, kahve ve kolalarım ıza evrak tom arları
arasında yer bulm aya çalışarak oturuyoruz. H er h a fta iki sa­
atliğine toplanıyoruz. Bazılarımız bu toplantılara aşağı yukarı
on yıldır katılıyor. B unlar benim en yakın danışm anlarım . On­
lardan gizlim saklım yok. Bildiğim herşeyi® ve bilmediğim bir­
çok şeyi biliyorlar.
Tipik bir toplantı diye bir şey yoktur. O sırada gündemde ne
varsa onu ele alırız. Sürekli kadroya terfi önerileri önce bu gruba
sunulur. Finansm anla ilgili esas kararların çoğu incelenir; is­
tihdam kararları, eğitim politikası, tek tek olaylar, sorunlar
hepsi düzenli olarak önümüze gelir. Oylama yapmayız. Son tah­
lilde kararların çoğunu ben veriyor olsam bile, bu mes­
lektaşlarım ın önerilerini göz ardı etmek akılsızbğını göstermem.
5. Önemli bir istisna hariç: H arvard'da fakülte dekanı, Fen ve Edebiyat Fakültesindeki sürekti
kadrolu profesörlerin ücretlerini belirleyen ve bilen tek kişidir (sürekli kadroda olmayanların
ücretleri basılı bir çizelgeye göre belirlenir). Diğer üniversitelerin hemen hepsinde öğretim
üyelerinin ücretlerinin belirlenmesinde bölüm başkanlarının ve bazen de kom itelerinde rolü
vardır. Birçok devlet üniversitesinde do ücretler eyalet bütçesinin bir parçası olarak ya­
yımlanır. Bizim sistemimiz, anorm al derecede yüksek ücretler vermediğimiz, alanlar a ra ­
sındaki farkları en aza indirdiğimiz ve dekana bıı yetkiyi çok uzun b ir süreden beri ver­
diğimiz için işlemektedir. Bu uygulamayı lıer okul için önermiyorum ve bizim de
değiştirmemizin zam anı geldiğine inanıyorum.
41

B irtakım gündelik konuların dışında, bugünkü toplantıda,


seslerin (ortalam am n birazcık altında) yükseldiği tek bir ta r ­
tışm a. B u da iki fen bilimci arasında geçti. Gerçekten de farklı
iki k ü ltü rü n çatışm ası. H aşin fizikçimiz, çoğu biyologun bencil
y a ra tık la r olduğuna, örnek verm ek gerekirse, lisans öğretimi
gibi genel y a ra ra yönelik çabalara katkılarının en alt düzeyde
kaldığına inam yor. Bu kötü alışkanlıklarını düzeltinceye
kad ar bunların kaynaklarını kesm ek gerekir, diyor. Biyoloji
dekanı b u n a katılm ıyor. Gittikçe artan bir kızgınlıkla, b ütün
akadem ik dünya içinde en hızlı gelişen bu bilim dalı için ge­
çerli "çok özel koşullar”ı gittikçe a rta n bir sabırsızlıkla açık­
lıyor. Tarihçim iz, genç dil öğretm enlerinin çilesine dikkatim izi
çekerek yaraya tuz biber ekiyor. Ona göre, dil öğretmenleriyle
kıyaslandığında doğa bilimcileri hiç öğretmenlik yapmıyorlar.
Bu böyle sürüp gidiyor. Dinliyor, öğreniyor ve yüz hatlarım ı
bir B uda heykelinin h atların a benzetmeye çalışıyorum®.
14.00
D ekanlar uğurlandı, yemek artık ları toplandı. Bundan son­
raki ilk işim ise bir evlenme önerisi. D am at, benim ta ­
rafım dan tem sil edilen Fen-E debiyat Fakültesi. Gelin ise
A m erika'nın orta batısındaki bir üniversitede ders veren genç
bir felsefeci. Görevim, onu H arvard üniversitesinde profesör
olarak çalışm aya ik n a etmek. Önemli bir görev. Bugün ya­
pacağım hiçbir iş bunun kadar önemli değil. O rtalam a kaliteyi
yükseltecek her fırsat, her dekanın kalp atışlarını hızlandırır.
H er tü r k an ıt da bu delikanlının deha sınırlarım zorladığını
gösteriyor (Gelin çok güzel!). F a k a t iş bununla da bitmiyor.
Felsefe Bölümümüz, genellikle ülkenin en iyisi kabul edilen,
kusursuz bir bölüm, Bölüm o kadar iyi ki klasik bir hastalığa
tutuldu: Yüksek düzeyine uygun biri bulunam ıyor. Bölüm, her
6. En azından bu Bııda'mn (bendeniz) akim a eski bîr Musevi fıkrası gelmişti. B ir haham dan iki
tüccar arasındaki bir anlaşmazlığa çözüm bulm ası istenmiş. Birinci tüccar ayrıntıya d a gi­
rerek kendi derdini anlatm ış, H aham sakalını sıvazlayarak "Sen haklısın" demiş. Diğer tüc­
car sorunu kendi açısından, ötekinin tam tersi bir biçimde anlatm ış. H aham ona dönmüş,
yine sakalını sıvazlayarak "Sen haklısın" demiş. O danın a rk a tarafında oturan kaıısı lafa k a ­
rışmış: "Aynı olaym birbirinden tam am en faildi iki hikayesini dinledin, İkisinin birden haklı
olması nasıl m üm kün olabilir?1' H aham , başını sallamış, sakalım bir kere d aha sıvazlamış ve
kan am a "Sen de haklısın, hanım ” demiş.
42 aD ekanın B ir G ünü

em eklilik ve ölümle dışarıya daha da kapanan, yaşlı be­


yefendilere özgü bir kulübe dönüşme tehlikesiyle karşı k a r­
şıya. Hayalim de bölümü tek bir üyesi kalm ış olarak gö­
rüyorum: B aşvuran herkesi reddetmeye hazır yaşb bir
beyefendi. Neyse, işte sonunda bir aday!
Bu nedenlerle, olabildiğince sevimli ve ikna edici olmaya Ve
olağanüstü cömert bir öneride bulunm aya k a ra r ve-
riyorum .D udaklarım da bir tebessümle {aklıma palyaçoları ge­
tirm em eye çalışıyorum) ziyaretçilerim olan genç felsefeci ile
eşini resepsiyon odasında karşılam aya gidiyorum. Gü­
nüm üzde eşin de toplantıya katılm ası anorm al değil. Kendisi
bilgisayar programcısı. H arvard h akkm daki görüşleri ve kendi
mesleğindeki çahşm a olanakları yaptığımız kurun sonucunu
etkileyebilir.
Büyük ve güzel bürom da istenen havayı yaratm ak için elim­
den geleni yaptım. Şömine yanıyor. Sherry ve brendi kadehleri
hem en elimizin altında (Allegheny D ağlarının batısında bu
tü r lükslerin daha az olduğuna eminim). D ışarıda yağm ur y a ­
ğıyor ve genç felsefecinin çam urlu ayakkabılarını yeni beyaz
koltuğum un m inderlerine dikkatsizce dayamış olduğunu fark
ediyorum. İdari yardımcım bundan pek hoşlanmayacak.
Her zam anki işe alm a konuşm alarım dan biriyle işe b a ş­
lıyoruz. H arvard, özel h a ttâ ayrıcalıklı bir yer. Bilim adam ­
larının kendilerini geliştirebilecekleri, en düzeyli m es­
lektaşların ve öğrencilerin olduğu bir ortam. H arvard’a
gelm ekten hiçbir zam an pişm anlık duymadım, siz de duy­
m ayacaksınız. Boston bölgesi çok cankdır vb®. B unun in a­
n a ra k yaptığım sam im i bir konuşm a olduğunu vurgulam ak is ­
terim . Neredeyse tüm üne içten inanıyorum. B ununla birlikte,
işe adam alm aya çalışan düzinelerce yetkilinin başka üni­
versitelerde aynı samimiyetle benzer şeyler söylediklerinin de
farkındayım. Ayrıca m isafirlerim in buna benzer özendirici söz­
leri daha önce de duymuş olduklarını anlıyorum ve bu beni şa­
şırtmıyor. B ütün alanlarda en iyi bilim adam larından y a ­

7. Adayın C alifbvım dan geldiği durum larda dört mevsimin insanı entellektüel bakım dan
nasıl uyardığım uzun uzadıya anlatırım .
43

rarlanabilm ek için çok yoğun bir yarış var. D aha başka te k ­


lifler alm ış olm aları gayet normal (dam at adayı endişeli).
K onuşm anın bundan sonraki kısmı da bezginlik verecek
kad ar tekdüze. H arvard'da, Boston’da, Cambridge'de, bö­
lümlerimizde, ücretlerde ve daha bir sürü şeyde ne bozukluk
v arsa bunlarm döküm ünü dinlemek zorundayım. Ev k ira la n
çok yüksek; devlet okullarının kalitesi düşük, özel okullar çok
pahalı; eşin uygun iş bulm a şansı az; felsefe bölümü çok
küçük; yüksek lisans ve doktora düzeyindeki iyi öğrenciler
Princeton'ı yeğliyor; H arvard'da üniversite havası zayıf; ve
saire ve saire. B ütün bu savlarda gerçek payı var ve bunların
ayrıntılı ve zevk alarak döküm ünün yapılması pazarlığın bir
parçası (gelin fazla hevesli görünmemeye özen gösteriyor).
H em en sonra özel konulara geçiyoruz. Yüksek bir ücret öne­
riyorum am a ücretlerde hakkaniyet ilkesini düşünerek için
için rahatsız oluyorum; ücrete olabildiğince cömert bir kira
yardım ı ekliyorum; ufak bir "rüşvet", yani nasıl isterse öyle
kullanabileceği bir fon öneriyorum; eşine iş bulm akta yardım
vaadinde bulunuyorum ; tek çocuklarını da Cambridge'in en iyi
özel okuluna sokmak konusunda yardım edeceğime söz ve­
riyorum. K urum um adm a gösterdiğim bu cömertlik yüzlerinde
herhangi bir duygu belirtisi uyandırmıyor. Hiçbir m in­
n ettarlık ifadesi de yok. O nun yerine, izinler, bir yıl süreli üc­
retli izin olanağı ve emeklilik konularında bir dizi soru.
Saatim iz doldu. B aşkaları dışarda bekliyor. Şimdi verdiğim
bütün sözleri yazıya döken resm i bir m ektup hazırlam ak du­
rum undayım . M isafirlerim e güle güle diyor ve onları Felsefe
Bölümü başkam na teslim ediyorum. Onların bundan sonraki
program ı bir dizi kokteyl parti,yem ekler, Rektör Bok ile kısa
bir görüşme ve em lakçılara ayıracakları süre. Benimki ise
H arvard Crimson.
15.00
H arvard Crimson, lisans öğrencilerinin çıkardığı bir gazete.
U lusal ve ulu slarası basın, CHmson ı sık sık üniversite hak-
km daki an a haber kaynaklarm dan biri olarak kullandığı için
etkisi küçümsenemez. Yazıların kalitesi, genellikle çok iyi ve
44 sD ekam n B ir Günü

canlıdır. Gazete parlak öğrencileri cezbeder. Bu öğrenciler ipin


gazete, derslerinden ve diğer çalışm alarından daha fazla
zam an alan asıl faabyet haline gelir. Bu öğrencilerin bir çoğu
daha sonra gazetecilikte ü stü n bir kariyere ulaşırlar.
Gazetenin okuyucusu olduğum yirm i yılı aşkın süre içinde,
haberlerin doğruluk derecesinin değiştiğini gördüm.
1960'larda ve 1970'lerin başında partizan bir eğilimi vardı.
Devrimci güçleri tu ta n m ilitan haberciliğin tipik bir örneğiydi.
Günüm üze doğru stan d artlar düzeldi. M uhabirler gerçeğe
daha yakın ve bazen tarafsız (ulusal basından ne daha iyi ne
de daha kötü olan) haberler yazabiliyorlar. M akaleler ise ayrı
bir konu. Bu noktada Crimson çok uzun bir süreden beri tu ­
tarlı ve inatçı bir şekilde ortanın solunda yer alm ıştır. D aha
da önemlisi, Crimson m, özellikle "Yönetim'e karşı takındığı
kavgacı üsluptur. "Basılmaya Lâyık Her Haber" New York
Times Gazetesi için uygun bir slogansa, Crimson in k i "Karını
Dövmekten Ne Zaman Vazgeçtin?" olmalıdır. Onbir yıllık de­
kanlığım boyunca, Crimson'm benden olumlu bir şekilde söz
ettiği pek az görülm üştür. Hemen hem en bütün girişim lerim e
karşı çıktılar. Ç alışm alarım hakkm daki haberlerde hep a rt ni­
yetli karanlık, gizli dalavereli m aksatlarım olduğu im a edildi,
bunların yanm a kötü fotoğraflarım kondu. Fotoğrafların k a ­
litesi açısından asıl sorum luluk tabii ki kaçınılmaz bir şekilde
bana ait.
Aylık düzenli görüşmelerimizden biri için üç m uhabir ça­
lışm a odama giriyor. T-shirt, kazak ve kot giymiş bu gençlere
bakarken bunlardan ilk önce hangisini takım elbise ya da ta y ­
yör içinde göreceğimi m erajt ediyorum. İçlerinden biri ileride
bir F ranklin Roosevelt, Cap W einberger ya da Anthony Lewis
olabilir mi? Aram ızdaki eskrim karşılaşm ası başladı.
Sevilen bir bayan yardımcı profesör sürekli kadroya alın­
mamış. Öyle görünüyor ki bütün iyi öğretmenlerin, özellikle
de kadınların işine son veriliyor. Bu işlerde oynadığım kötü
rolü nasıl açıklayabilirim? Personel işleri ile ilgili gizli bilgiler
konusunda hiç bir zaman, açıklama yapmadığımı biliyorlar.
Ancak terfılerle ilgili girift yöntemlerimizi bilmem kaçıncı
45

defa açıklam aya hazırım . Bence yöntem lerim iz adil (Öğrenci


M u h a b irle r hep değ iştik leri için açık lam aların d a düzenli
o larak te k ra rla n m a s ı gerekli). T epeden b ak an bir ü slupla
verilm iş ve “babacan” b u lu n an bu yam t, hafif sırıtm alara yol
açıyor. B enim açıklam alarım a karşı kuşku uyandıracak (he­
m en hepsi kim in tara fın d a n verildiği belirsiz) demeçler bul­
m a k ta zorlanm ayacaklar.
Eğitim reform u şu sıra la r üniversitelerde sürekli ta rtış ı­
la n bir sorun. Ben, lisans eğitim ine daha sağlam bir yapı k a ­
zandıracak yeni b ir çekirdek program ta ra fta n olarak bilini­
yorum. B unun, öğrencilerin özgürlüğünü kısıtlayacağını gö­
rem iyor m uyum ? Öğrenciler kendi k a ra rla n n ı neden kendi­
leri verem iyorlar? N eden öğrencilere kendi istedikleri ders­
leri seçm e “yetkisi” verilmiyor? B unlar ciddi sorular ve sor­
m ak ta da h ak lılar. Epey ayrıntıya girerek yanıtlam aya çalı­
şıyorum . Ö ğretim üyelerinin sorum luluklanndan, tem el k ü l­
tü r eğitim inden, h e rk e sin fen, beşeri bilim ler ve d a h a pek
çok şey öğrenm esi z o ru n lu lu ğ u n d an bahsediyorum . E rte si
günkü gazetenin m anşeti: “Al B aştan Lise Eğitim i.”
Son beş dakikadır saatim e belli ederek bakıyorum . M uha­
birler belirlenen süreyi h er zam an aşarlar; benim de bir öğ­
retim üyeleri to p la n tısın a katılm am gerekiyor. R ektör Bok
ile gündem kom itesi üyeleri asıl görüşm eden önce, k ısa bir
toplantı için içeri girerken m isafirlerim çıkıyorlar.
15.45
F en ve E debiyat F ak ü ltesi’n in aylık to plantıları koreogra-
fisi iyi düzenlenm iş bir bale gösterisidir. Sahnesi, benim ça­
lışm a odam ın yanındaki etkileyici F akülte Salonudur. H er­
kes b u rasın ın ü n iv ersitenin en güzel yeri olduğu konusunda
birleşir. D u v arlar birçok ünlü profesör ve rektörün resm iyle
dolu. Sağda solda to g alara bürünm üş profesörlerin büstleri
var. H arv ard 'm geçmişi ilham verebileceği gibi, yük de olabi­
lir. Eliot, Lowell, B enjam in Franklin, Theodore W illiam Ric­
h a rd s (kim yada Nobel ödülünü k azan an ilk Amerikalı), Wil­
liam Jam es, Sam uel Eliot M orison ve daha b aşkaları günü­
m ü zü n saçm alıklarına sessizce bakıyorlar.
46 ®Dekanın B ir Günü

B ü tü n bu yüzler beyaz ve erkek. Çoğu da WASP (Beyaz,


Anglo-Sakson ve Protestan). Bu, geçmişim izin aslına uygun
bir portresi. Diğer kategorilerin de tem sil edildiğini görecek
k ad ar uzu n yaşam ayı um uyorum .
F akülte odası rah a tlık la 250 kişi alır ki bu da aşağı yukarı
yeterli bir kapasitedir. Üyelerimiz (öğretim üyelerim iz ve
yüzün üzerindeki yöneticimiz) bine yaklaşıyor am a birçok
akıllı profesör bir kriz olmadığı sürece to p lan tılara k a ­
tılm am ayı yeğler. Toplantıyı daha büyük salonlara ak tarm ak
zorunda kaldığım ız an lard a içimi bir endişe kaplardı. Gö­
zümde 1960 ve 1970'lerdeki krizlerin kötü an ıları canlanırdı.
Şansım a, benim zam anım da pek kriz olmadı. Şu anda (saat
16.00'daki resm i açılıştan hem en önce) küçük bir grup oda­
nın bir ucuna toplanm ış, çay içip bisküvi yiyor. Bu m edeni
başlangıç H arvard tarih in e bir dipnot olarak geçmemi sağ­
layacak en önemli sebep olabilir. Çok evvelden, o eski güzel
günlerde, yani benim gelişim den çok önce, çay içmek adet-
tenm iş. 1971'de en berb at ve politikaya en fazla batm ış t a r ­
tışm ala rd a n birinin ortasında (konu A m erikan em ­
peryalizm inin kötülükleri yüzünden not sistem inin
kaldırılm ası gibi bir şey olabilirdi) bu geleneğin yem den yü­
rürlüğe konm ası doğrultusundaki önerim kabul gördü.
Toplantılarım ızda resm i parlam ento k uralları uy­
guluyoruz ve toplantı k u rallarım düzenleyip uygulayan bir
sorum lu kullanıyoruz. Rektör b ü tü n oturum ları yüksek bir
k ü rsü d en yönetir. D ekanlar ve Radcliffe’in rektörü de e t­
rafında küm elenir. O turum açılıp gündem e geçildiğinde, nor­
m al olarak, iki-üç anm a konuşm ası yapılır. Son yıllarda vefat
eden m eslektaşlarım ız bilim adam larının yaşam larını an ­
lata n , çoğu zam an zarif, sevgi ve nü k te dolu hikayelerdir
bunlar. Yarım sa a t k a d a r sü ren b u konuşm aları çok severim.
Övülen kişilerin birçoğu öğretm enlerim , arkadaşlarım ya da
tam dıklarım dır. Üyelerim izin bazıları da ölm üşler hakkında
yazm a ve konuşm a konusunda çok u stadırlar. Öte yandan,
başkalarının neler başarm ış olduğunu düşünm ek in san d a al­
47

çakgönüllülük duygusu (en azından bu duyguyu h a la du-


yabilenlerde) uyandırıyor'8'.
B ugünkü işlerim izin çoğu ru tin raporlar. Önemli bir tek
gündem m addem iz var. Biyoloji Bölümü - tıpkı bir amip gibi -
ikiye bölünmeyi öneriyor: Organizma biyolojisi ve hücre bi­
yolojisi. Bu eğitim politikası ile ilgili bir mesele olduğu için, öğ­
retim üyelerinin resm en oylaması gerekiyor. "Tartışm alar" dü­
zenli ve iyi bir şekilde planlanm ış. Öneriyi getirenler ve
destekleyenler k alk arak önceden hazırladıkları konuşm aları
yapıyorlar. Evvelce belirlenmiş bazı üyeler de öneriyi des­
tekleyici konuşm alar yapıyorlar. Karşı çıkan yok ve hem en
bütün izleyiciler sıkılıyorlar. Fen ve Edebiyat Fakültesinde
kaç biyoloji bölüm ü olduğu onları neden ilgilendirsin? Bu uyu­
m un ve m uhalefet eksikliğinin saatler boyunca süren p a­
zarlıklar sonucunda sağlandığını ve tartışm aların geride epey
kırgınlık bıraktığını bilmiyorlar. Öte yandan, konuyla ilgili en-
tellektüel ta rtışm a la r küçümsenemez, çünkü bunlar bir ana
bilim dalının gelecekte nasıl şekilleneceğini belirleyecek. Bu
duygulardan hiçbiri açığa çıkmıyor ve öneri sözlü oylama so­
nucunda oybirliğiyle kabul ediliyor. Ferahlıyorum : yapılan pa­
zarlık meyvesini verdi ve herkes kendisine verilen rolü iyi oy­
nadı. Bu her zam an böyle olmaz ve öğretim üyesi toplantıları
çoğu zam an çatışm aya ve beklenmeyen olaylara yol açar. De­
k anlar uyum ve düzeni yeğlerler.
Toplantı saat 18.00'de sona erecek. Logan Havaalamna ulaşmak
için bir saatim var. Toplantıdan çıkarken bir Crimson muhabiri bi­
yoloji ile ilgili bugün yapılan oylamanın arkasında yatan gizli önemi
soruyor. Bir şeyler mırıldanarak bavulumu kapıyorum,

8. B ir zam anlar birçok göçerli neden yüzünden bir üniversitede çok yüksek ve heyecan verici
bir yönetim görevini reddetm iştim . E n olmadık nedenlerden biri anm a konuşm alarıyla il­
giliydi. Geleneklerimize göre sadece H arvard’dan emekli olanlar anılır, istifa ederek ay-
nlanlaı* için bir konuşma hazırlanm az. 0 vakitler, eşime, öğretim üyeleri'toplantılarında
oturup b u konuşm aları dinlerken, sık sık kendi ölümümde söylenecekleri hazırladığım ı söy­
lemiştim. İnsanın kendi ölümünde söylenecekleri yazabilmesi, herhalde herkesin istediği
am a n ad ir olarak kavuştuğu b ir arzudur. Kendi yazdıklarım ın dinleyici kitlesine okunması
şansım yitirm ek istemedim.
48 • D ekanın B ir G ünü

18.15
Logan H a v aalan ın a giden b ir tak sin in içindeyim. C alla­
h a n T ünelinde tra fik s a a tte dört kilom etre hızla ilerliyor.
San Fransisco’ya gidecek uçak otuz dakika içinde kalkacak.
Y etişebilecek miyim? Boston bölgesinin iyi taraflarım uzun
uzadıya övmüş olm aktan hicap m ı duymalıyım?
Y arın, Palo Alto’da “Genişletilm iş Yediler”in bir toplantısı
var. Bu, yılda iki kez grup terapisi için bir aray a gelen bazı
özel ü n iv e rs ite le rin re k tö r y a rd ım c ıla rın d a n 01 o lu şa n b ir
g ru p tu r. Selefim M cGeorge B undy ta ra fın d a n nered ey se
otuz yıl önce k u ru lm u ştu r. B aşlangıçta Cornell, Yale, Co­
lum bia Stanford, Chicago, Pennsylvania ve H arvard bu g ru ­
ba dahildi. Çok özel, kapalı bir kulüp havasm dayız. İyi kom ­
şu lu k düşünceleriyle MIT’nin üyeliğini gündem e getirdim .
Bu çabam ın sonuç verm esi on yıl aldı ve sayım ız sekize çıktı.
Adımız da b u rad a n kaynaklanıyor. Varoluş amacım ız, politi­
k a la rım ız ı, so ru n larım ızı, geleceğe ilişk in endişelerim izi,
devletle ilişkilerim izi ve o sırada gündem de ne v arsa onları
görüşm ek, gözden geçirmek. Çoğu zam an arkadaşça bir top­
lan tı ortam ında birbirim ize destek verm ekle yetiniriz. H er
bir k u ru m u gözünüzde b ir a tlı a ra b a biçim inde, iç ve dış
d üşm an lara karşı o lu şturulan bir savunm a dairesinin p a r­
çası olarak canlandırabilirsiniz. C ahil rektörler, ayak dire­
yen öğretim üyeleri, in sa n a tebelleş olan öğrenciler, ya da
cebinde akrep olan eski m ezunlar hakkında şikayette b ulun­
m ak için bu n d an daha uygun bir forum düşünülem ez. B ir­
kaç yıl önce H arv ard ’m baş h u k u k danışm am çalışm alarım ı­
zın ticari sınırlam a şeklinde ve dolayısıyla anti-tekelci yasa­
la ra aykırı olarak yorum lanabileceğini ileri sürm üştü. Top­
lan tılarım ızın b u k a d a r k ötü bir şekilde yorum lanabileceği
düşüncesine katılm am m üm kün değildi. Uçağa son anda ye­
tiş e re k tu ris t sınıfında, tu ris tle r ve ağlayan b irk aç bebek
a ra sın d a k i koltuğum a kuruluyorum . Ü n iv ersite politikası
h aklı olarak birinci sınıf konforuna izin vermiyor. Yine de,
9. H a rv a rd ’d a re k tö r yardım cısı yoktur. D ekanların h e r akadem ik rütb eye denk olduğuna
inanıyoruz. Öyle görünüyor İd, Genişletilmiş Yediler’in üyeleri de bunu kabul etmişler.
49

oniki saatlik çılgın b ir tem podan sonra altı sa a t boyunca r a ­


hatsız edilm em ek bayağı hoş bir şey. iki buzlu viskiden son­
ra çantam ı açarak birikm iş m ektuplara göz atıyorum . Çoğu
oldukça sıkıcı şeyler ve k e n a rların a yan ıtlar çiziktiriyorum .
ik i m ektup ise d ah a ilginç. Birincisi Kimya Bölüm ü başkanı-
n a h ita b e n yazılm ış bir m ektubun sureti. Konu inorganik
kim ya dalm a uygun bir profesör bulm ak ile ilgili çabaları­
mız. Nobel kazanm ış bir İngiliz tarafın d an yazılm ış bu m ek­
tu b u n b ir bölüm ü şöyle:
Son otuz yılda kim yanın en fazla gelişen dalma*10’ gösterm iş olduğu­
nuz ilgisizlik h erkes tarafından bilinm ektedir. B u bakım dan, en işe
y aram az b ir adam a bile H arvard’da çalışm asını önermem. İşe alm a­
yı ciddi ciddi düşündüğünüz kişiler, şu andaki iyi işlerini b ırak arak
önerinizi kabul ederlerse akıllarım peynir ekm ekle yem işler dem ek­
tir. H ele b u n la r daha önce H arv ard ta ra fın d an reddedilm işlerse’u).
Bence zam anınızı boşa harcıyorsunuz.
D iğer m ektup ise kızım ın verdiği istifa dilekçesi. Kızım
ü n iv ersiten in hayvan deneyleri tesislerinde çalışm aktaydı.
İstifa gerekçesi bölüm üne şunları yazmış: “K apitalist bir top­
lum da işçi olarak çalışm anın getirdiği tatm insizlik; gezi fırsa­
tı olm am ası”. Scarlett O’H ara gibi, “bunu yarın düşünürüm ”
deyip Jo h n Le C arre’nin son rom anını açıyorum. Doğu saatiy­
le 00.30’da San Fransisco H avaalam na iniyoruz.

10. B unu m ektubu yazanın araştırm a konusu olarak anlayın.


11. Bu seçkin beyefendi bir zam anlar H arvard’da yardımcı profesörmüş am a terfi ettirilmemiş.
Hiç kuşkusnz büyük bir h a ta yapmışız.
ÖĞRENCİLER
Üniversite, Bir Dekan Anlatıyor ®55

4. BÖLÜM
Ü n iv e r site y e B a ğ lı K olejler

Seçicilik ve Kayıt-Kabul
Am erika Birleşik D evletlerinde yüksek öğrenim, öğ­
rencilere ve ailelerine, insanın akim ı karıştırabilecek kadar
çeşitli seçenekler sunar. Geleceğin öğrencileri, devlet okulları
ve özel okullar, bir dine bağk olan ya da olmayan okullar, kız
okulları, erkek okulları ve karm a okullar, küçük ya da büyük
kurum lar, uzm anlaşm ış teknoloji enstitüleri, öğrenci se­
çiminde ince eleyip sık dokuyan itibarlı kolejler ya da önüne
geleni kabul eden okullar arasında seçim yapabilirler. Bu
seçme işinin verimliliğini artırm ak üzere koca bir sektör oluş­
m uştur. Büyük bir kentin telefon rehberi k ad ar kaim referans
kitapları, yüksek okulları restoran ta n ıtır gibi sı­
nıflandırm akta ve bunlara, öğretim kalitesi, y u rtların te ­
mizliği, iklim, yemek ve öğrenci kitlesinin genel m utluluğu
açısm dan puan verm ektedirler. Liselerdeki rehberler ve (ol­
dukça yüksek ücret alan) özel danışm anlar üniversite adayları
ve bunların anababaları ile oturup başlangıçta bilinçsizce sı­
ralan an seçenekleri gerçekçi olasılıklara dönüştürürler. Ör­
neğin, öğrencinin kabul edilme şansının düşük am a sıfırdan
yüksek olduğu ü n lü bir okul, kabul şansı yüzde elliden fazla
olan iki okul ve son olarak diğerlerinin sonuçsuz kalm ası du­
rum unda bir yedek okul önerebilirler. Tipik bir üniversite ada­
yının. on ayrı başvuruda bulunm ası olağan sayılır.
Genç A m e rik a lıla rın çoğunun önünde çeşitli seçenekler
vard ır. B u ülkedeki 3000'i aşk ın kolej ve ü n iv ersite d en sa ­
54 ®Üniversiteye Bağlı Kolejler

dece 175'i “seçici”(1) o larak kab u l edilm ektedir. B u da b ir­


çok “seçici olm ayan okul” seçeneği b ıra k m a k ta d ır. Öğrenci
seçim inde titiz d a v ra n a n özel b ir koleje k a b u l edilm ek için
iyi n o tla r, tavsiye m e k tu p la rı ve m addi k a y n a k la r ge­
rek eb ilir. Özel b ir okulun k a lite si ile verdiği b u rs m ik ta rı
a ra s ın d a yü k se k b ir korelasyon olduğu için a d a y la rın şa n sı
a rta b ilir. Ö rneğin, Ivy L eague adıyla ta n ın a n e n ü n lü ve
seçici o k u lların çoğunun 1950'lerden bu y a n a izledikleri öğ­
ren ci k a b u l ve b u rs p o litik asın d a adayın m ad d i d u ru m u
d ik k ate alınm az. A d ay ların d u ru m u , aile le rin in okul m as­
ra fın ı k a rşıla y ıp k arşılay am ay acağ ı h iç d ik k ate a lın m a d a n
değ erlen d irilir. A kadem ik ya da b a şk a n ite lik le ri d ik k ate
a lın a ra k k a b u l edilen öğrenciler için okul b ir y ard ım p a ­
k e ti (b u rslar, kred iler, okul içinde çalışm a im kanı) a y a r­
la y a ra k açığı k a p a tm a y a çalışır.12’ E n seçkin ü n i­
v e rsite le rd e n h em en so n ra gelen iyi ü n iv e rsite le rin birçoğu
da, ak ad em ik b a şa rıy ı b u rsla ödüllendirir. A yrıca, spor
b u rsla rı d a öğrencilere sa ğ la n a n o lan a k ları h e r zam an
y a y g m la ştırm ıştır. Ö te y an d an , A m erik an y ü k sek öğ­
retim in d e, okul ü c re ti ile n ite lik a ra s ın d a d oğ ru dan b ir iliş­
k i yo k tu r. E n p a h a lı o k u lların a ra sın d a bazı en iyi okul­
la rın y a n ı sıra e n k ö tü o lan ları d a b u lu n ab ilir. E n iyi
o k u lla rın b a z ıları, ü c re tle ri ve h a rç la rı n isp e te n d ü şü k
olan devlet ü n iv ersitelerid ir. B u n la rın b u lu n d u k la rı eya-

1. B u terim , bir kolejin, adaylar arasında istediği gibi rahatça seçim yapabilme yeteneğini be­
lirtm ek için kullam br. Eldeki sınif kapasitesini doldurmak istiyorlarsa, Amerika Birleşik
D evletlerindeki üniversitelerin büyük çoğunluğunun seçme h a k la n nispeten azdır. Bunun
kaliteyi ne şekilde etkileyeceği ise açıktır. 1985'te Stanford, başvuranların ancak %15'ini
kabul etmişti. Bu, girişi çok zor bir okul demektir. Aynı yıl, A rkansas Ü niversitesi, baş­
vu ran ların %99'unu kabul etti. Bu, girişi zor b ir okul değildir. Bkz. Edw ard B. Eiske, Se-
lective Guide to Colleges, (New York, New York Times Books, 1985), s. xin.

2. B unun uygulamada aksayan b ir sistemin idealize edilmiş bir tanım ı olduğunu kabul edi­
yorum. B urs alabilmek için öğrencinin, ailelerin gelir vergisi beyannam elerinin sureti de
dahil olmak üzere, ayrıntılı m ali bilgi vermesi gerekir. Sonuçta sağlanan burs, çok da cömert
olmayan b ir formüle dayanır. Sözgelimi, yılda 75,000 dolar k azan an ve üniversitede aynı
anda iki çocuk okutan orta tabakadaki bir aile pek fazla bir yardım alamaz; belki nispeten
düşük faizli ve ödeme kolaylığı olan bir kredi elde edebilir. B u gibi aileler çocukları için okul
seçerken m asraflar konusunda çok dikkatli olmak zorunda kalabilirler.
55

le tte o tu ra n öğrencilerden a ld ık la rı ü c re t d a h a d a d ü ­
şü k tü r® . G örüldüğü üzere, A m erikalı öğrencilerin önünde
birçok seçenek ve değişik fırs a tla r v ardır.
Nuh'un Gemisi’ne Nasıl Bilet Alınır
Öğrenci seçiminde titiz d avranan bir üniversiteye n a sıl gi­
rebilirim ?
Ya da oğlumu/kızımı böyle seçici bir üniversiteye nasıl so­
kabilirim ?
"Seçici" okuldan kastettiğim iz, koşulları yerine getiren çok
fazla adayın olması demektir. Bu okullarda, sınırda bulunan
birçok iyi adayın geri çevrilmesi zorunluluğu doğar. Kayıt-
kabulden sorumlu yetkililer adayları geri çevirecek nedenleri
yaratm ak göreviyle karşı karşıyadır; adaylar ise, okula gi­
rebilmek için kendilerini en iyi biçimde tanıtm ak çabasındadır.
Seçici okullar kategorisinin en ü st grubunda bile (yaklaşık
elli okul), giriş zorluğu okuldan okula çok farklı olabilir. Ör­
neğin "Ivy League" de yer alan Harvard, Princeton ve Yale üni­
versitelerinin her birine 1985'te 13.000 kadar başvuru olmuş,
bunların %17-19'u kabul edilmiştir. Stanford, daha önce de be­
lirtildiği üzere, 17.000 başvurudan %15'ini kabul etm iştir(4).
CalTech 1270 başvurunun %30'unu, MIT 6000 başvurunun
%34'ünü kabul etm iştir. En tepedeki teknoloji enstitülerine gir­
m enin daha kolay olduğunu sanmıyorum. Daha az başvuru ve
daha yüksek oranda kabul, bir dereceye kadar, kişilerin kendi
kendilerini elemelerini yansıtır. Fende çok başarılı olmayanlar
bu okullara zaten başvurm azlar.
3. Örneğin Sarah Lawrence Kolejinin okui ücretleri ve harçları H arvard'm ldnden ve Chicago
Ü niversiteafninkinden yüksektir. Jersey City S tate Koleji’nin okul ücretleri ve h a ıç la n Uni­
versity of M iehigan'inkmden fazladır. Bkz. Chronicle o f Higher Education >10 Ağustos 1988.

4. Girilmesi nispeten daha kolay b ir özel okulu ele alm ak için, New York Ü niversitesinle ilgili
rak am lar verelim. 1985Tte b u üniversiteye 10,000 kişi başvurdu ve bunların %48'i kabul edil­
di. O kullara girişteki zorluk, İkinci Dünya Savaşından sonra ortaya çıkaıı bir olgudur. Sa­
vaştan önce, H arvard b aşvuranların # 5 01sini kabul ederdi. Hiç kuşkusuz, kimi gruplara CYa-
hudilor, zenciler, devlet okulu m ezunlan vs,) k arşı uygulanan ayrım cılıktan kaynaklanan
başka tü rlü giriş zorlukları vardı.
56 9 Üniversiteye Bağlı Kolejler

Bellibaşlı devlet üniversitelerine kabul şansı daha yüksek


görünüyor. Berkeley, M ichigan ve W isconsin (Madison) üni­
versitelerinin herbirine 1985'te 12.000-13.000 öğrenci baş­
vurm uş, Berkeley ve M ichigan b u n ların %50'deıı biraz faz­
lasını kabul ederken, W isconsin %80’inden fazlasını alm ıştır.
Bazı öğrenciler için devlet okullarına giriş d a h a kolaydır.
Ç ünkü bu okullar, bulundukları eyaletten b aşvuran öğ­
rencilere kabulde öncelik tanırlar. Bu d a rekabet düzeyini
d ü şü rü r’5-1. Kabul yüzdeleri ve farklılıkları ne olursa olsun,
seçici okulların, kayıt-kabul büroları her yıl bir sü rü red
m ektubu yazar.
Ü niversitelere girişte öğrencilerin elenm esi olağandışı bir
şey değildir. Ancak, A m erika'ya Özgü iki özellik vu r­
gulanm alıdır. Birincisi, bizdeki yüksek öğrenim k u ­
ram ların ın %95'ine girm enin nispeten kolay oluşu; İkincisi
ise, en önde gelen özel üniversite ve kolejlerim izin uy­
guladıkları seçme yöntem idir. D ünyanın birçok yerinde seç­
m eler bilgisayarla yapılır veya yapılabilir. Tüm üyle a k a ­
dem ik konulardan oluşan bir giriş sınavı yapılarak
b aşv u ran lar sıralam r ve kontenyonlar kim lerin kabul edi­
leceği b a şta n sona k a d a r belirlenir. Bu, Japo nya’daki her
üniversite tara fın d a n esas olarak kullanılan, pahalı olm ayan
ve uygulanm ası nispeten kolay bir seçme yöntem idir’61. Ba­
zıları bunun, yeterliliği ölçme bakım ından en adil yöntem ol-
5. D evlet üniversiteleri, normal olarak, daha önceden belirlenm iş bazı geniş kategorilere göre
öğrenci seçerler. Örneğin, California Ü niversitesinin dokuz kam pusu, California eyaletindeki
devlet lisesi m ezunlarının %12,5 ini kabul etmek durum undadır. Lise m ezunlarından, ba­
şarının ü st sınu’daki üçtebirin içinde yer alanlar ise California Eyalet Üniversitesi sisteminin
on dokuz kam pusundan birine girmeyi garantilem iştir. Bu stan d a rtlan tutturam ayan öğ­
renciler o üniversitelere hiç başvurmazlar, böyleee kabullerin oranı artm ış olur.

6. Öğrenci seçme yöntemleri ülkeden ülkeye değişir. Japonya’da, üniversite giriş sınavı uy­
gulam ası vardır. Fransız sistem inde giriş için bakalorya gerekir. B ununla beraber graııdes
ecoles (üniversite sistem inin dışında faaliyet gösteren en itibarlı mesleki vc teknik okullar)
özel sınavlar gerektirir. Hollanda üniversiteleri, tıp gibi yığılma olan bölümlere girişte kuria
sistem i uygular. Bu durum Amerika Birleşik D evletlerinde yeğlenen yaklaşım ile kı­
yaslandığı zam an, başka yerlerde uygulanan seçme sistem i - (Oxford ve Cambridge dışında) -
hem en bütünüyle formüllere dayanır vc hiçbir durum da kişisel değildir.
57

duğunu iddia edebilirler. Seçici A m erikan okulları da, baş­


v u ran la rı Akadem ik Yetenek Testi’ne (SAT) göre sı­
ralayabilir ve işin k a la n kısm ını basit bir bilgisayar prog­
ram ın a bağlayabilirlerdi. Böylece, paradan, zam andan ve
çabadan epey b ir ta s a rru f sağ lan ab ilird i7) Bu yöntem uy­
gulansa herhangi bir kaybım ız olur mu?
K alburüstü A m erikan okullarında seçme yöntem i bu n d an
çok fark lıd ır® . T e st sonuçları ve not o rtalam ası gibi nesnel
ölçütler çok önem li rol oynarken, öznel, nitel, ölçülemeyen
ve kişisel öğeler de göz önünde tu tu lu r. B unu, lise notları,
öğrencinin kendini ta n ıtm a k am acıyla yazdığı kom ­
pozisyonlar, görüşm eler, öğretm enlerden a lm a n tavsiye
m ek tu p ları gibi etm enleri ve hepsinin üzerinde, ideal bir
ün iv ersite birinci sınıfını o luşturm aya yönelik bir genel a n ­
layışı dik k ate alan , b ir toplum m ühendisliği uygulam ası
o lara k tanım layabilirim . Bu ideal, en b a s it şekliyle, a k a ­
dem ik b ir k u su rsu z lu k çerçevesinde, optim um bir farklılık
o larak tan ım lan ab ilir. N u h 'u n gem isi benzetm em b u ra d a n
kaynaklanıyor. Bu yolla, öğrencilerin b irb irinden öğrenm e
fırsa tı e n ü s t düzeye çıkarılır. İstenen farklılığın ve çe­
şitliliğin derecesi ve tü rü , yere ve zam ana göre değişir. G ü­
nüm üzde, özel ün iv ersitelere girişte e n çok önem verilen k a ­
tegorileri açıklam aya çalışacağım . B un ların çoğu, h e rh an g i
b ir ayrım olm adan, girişi zor özel okullar için geçerlidir. B a­
zısı devlet ü n iversiteleri tara fın d a n da dik k ate a lın ­
m ak tad ır.
Ü niversite kapıl a rın ı kolayca (bileğinin hakkıyla) açan
b ir grup, a kadem ik yönden iıstün yetenekli olanlardır. Bu t e ­
rim i gelişigüzel kullanm ıyorum . Stanford, Princeton, Ber-
7* H arvard'ın Kayıt-Kabul, B urs ve öğrencilere İş Verme B ürosunun yıllık bütçesi 2,5 milyon
dolardır. Bu büroda 25 profesyonel çalışır.

S. Benim için bilinen bir alan olduğu için, tartışm a konum büyük ölçüde üniversitelerle sı­
nırlıdır. B ununla birlikte, temel k ültür eğitimi veren bağımsız kolejlerin en önde ge­
lenlerinde uygulanan’kay ıt-k ab u l işlemlerinin de hemen hemen aynı olduğunu Öğrenmiş b u ­
lunuyorum.
58 9 Üniversiteye Bağlı Kolejler

keley gibi okullard a okuyan b ü tü n lisans öğrencilerinin şu


ya da b u ölçüde akadem ik yeteneği bulunduğu söylenebilir.
Aksi tak d ird e bu okullara girm ezlerdi. Benim k astettiğ im
oldukça farklı bir şey. Liselerden h e r yıl, gerçekten olağa­
n ü s tü akadem ik nitelik ler edinm iş küçük bir öğrenci grubu
m ezun olur: B u n la rın b ir kısm ı SA Tde toplam 1600’e, ik in ­
ci b asam ak sın av ların d a 800’e yaklaşan, m uafiyet sınavla­
rın d a 5 olan öğrencilerdir. Diğer bir kısm ı ise erken bilim ­
sel y e te n e k , y a da belki, k a lite düzeyi h e rk e sç e b ilin en
o k u llard a m ükem m ele y a k la şa n b ir not o rtalam ası sa ğ la ­
m ış la rd ır. B enim ta h m in im e göre, H a r v a rd ’a b a ş v u ra n
13.000 kişiden en fazla 200-400’ü bu tan ım a uyar. B u g ru p ­
ta k i öğrenciler nereye isterlerse girebilirler. E ski m ezunlar
ta ra fın d a n y ap ılan görüşm elerde tu h a f d a v ra n ışla r sergile­
yip sınıfa yalın ay ak gelm ek tehdidinde b u lu n sa la r bile en
tepedeki ok u llar, b u ak ad em ik s ü p e rs ta rla rı k a p ab ilm ek
için k ıyasıya m ücadele ederler. Beyin yönünden bu denli
zengin böylesi a d a y la r, iğ n en in deliğinden bile geçerler.
A ncak, "akadem ik yetenek” terim inin en ü s t düzeyi b e lirt­
m ek için kullanıldığı unutulm asın® .
D iğer grup ise, eski m e z u n la rın ço cu k ları ile öğretim
ü y e le rin in çocu k larıd ır. Bu g ru p ta k ile r, "diğer herşey d e
e şit olm ak k ay d ıy la” kabulde yeğlenirler. Harvard"'a girişte
eski m ezun h a k k ı, H a rv a rd ve Radcliffe ko lejlerin in m e­
z u n la rın ın ç o c u k la rın a u y g u lan ır. S ta n fo rd ’da ise lis a n ­
s ü s tü ve m eslek o k u lla rın ın m ez u n ların ı da k a p say a c a k
şekilde, b ü tü n m ez u n ların çocukları için geçerlidir. E ski
m ezun h a k k ı okuldan okula değişebilir. Ö ğretim ü yelerinin

9. Ivy League’in önde gelen dekanlarından birine, akadem ik yönden yeteneklilerin hiç redde­
dildiği olur m u diye sordum. îk ı önemli noktayı vurguladı. Birincisi, bu deyim her okulda
m utlaka aynı şekilde anlaşılmaz. Örneğin, Yale’in a lt sınırda saydığı bir aday, girişi daha
kolay bir okul tarafın d an akadem ik bakım dan yetenekli olarak değerlendirilebilir, İkincisi,
kayıt-kabul görevlileri, “kişisel dayanıklılık” konusunda çok dikkatli oimak zorundadırlar.
Büyük akadem ik yeteneğin, dört yıllık lisans öğrenimine dayanabilecek kadar güçîü bir k i­
şilikle bir arada olması gerekil’. E n son olarak, başvuranların mali durum una bakm ayan'en
cömert okullar bile, yabancılar söz konusu olduğunda cimrileşirler. Bu akadem ik yönden en
ü stün adaylar için bile söz konusudur.
59

çocukları da, b a b a la rı ya da anneleri ü n iv ersiten in herh an g i


b ir fak ü ltesin d e öğretim üyesi olan adaylardır. H ar-
v ard 'd ak i birinci sm ıf öğrencilerinin belki %16-20'si bu iki
kateg o rid en b irin e girer. "Diğer herşeyde eşit olm ak kay-
dıyla" dem ek, eski m ezun h a k la rın a d a y a n a ra k b a ş­
v u ra n la rın ve öğretim üyesi çocuklarının, n ite lik olarak
diğer b a şv u ra n la rla eşit olm aları d u ru m u n d a se­
çilecekleridir. B aşka bir deyişle, b ü tü n nitelild eri aynı iki
aday v a rsa (p ratik te gerçekleşm esi çok zor b ir varsayım ),
m ez u n ların veya Öğretim üyelerinin çocuklarına öncelik t a ­
n ınır.
T a n ın an bu öncelikler hakça m ıdır? H erhangi b ir k u ­
ru m u n gelecekte iyi ve sağlam olm ası açısından y aşam sal
önem i olan g ru p la rın sad ak atin i sağlam ak sözkonusu ol­
duğunda, evet. Özel üniversiteler, ekonom ik ve entellektüel
b a k ım la rd a n a y a k ta kalabilm ek ve ilerleyebilm ek için m e­
z u n la rın p a ra sa l b ağ ışların a ve diğer h e r tü rlü desteğine
m u h ta ç tırla r. B ir okulun zenginliği ile k a lite si arasın d a, bir
ölçüde ilişki v ardır. Zenginliğin önemli b ir kısm ı m e­
z u n la rın b a ğ ışla rın d an oluşur. Bu nedenlerle, özel bir ü n i­
v ersiten in k işiler ve aileler ile bağlarını güçlendirm eleri h a ­
y ati önem ta şır. Bu, öğrenci topluluğu içinde n esiller boyu
sü re n b irta k ım önceliklerin özendirilm esi ile sağlam r. Öğ­
retim üyelerinin çocuklarına sunulacak o lan ak lar için de
benzeri b ir m a n tık uygulanır. Ü niversite yöneticileri, bir
okulun diğeri k a rşısın d a ü stü n lü k sağlam asında en önem li
e tm en in öğretim üyesi k alitesi olduğunu bilirler. E n iyi öğ­
re tim üyelerini cezbedip daha sonra da elde tu tm a n ın yol­
la rın d a n biri, k ıt bir m alm onlara öncelikli olarak s u ­
nulm asıdır. Yani, çocukları için, diğer ş a rtla rd a eşit
olm aları kaydıyla, üniversiteye girişte ko n ten jan ayırm ak.
Ş unu da eklem eliyim : E ski m ezunların ya da öğretim üye­
le rin in çocuklarının çoğu, herhangi bir y ardım a gereksinim
duym azlar. G enellikle, çok güçlü b ir aday topluluğu oluş­
tu ru rla r.
60 ® Üniversiteye Bağlı Kolejler

Ü niversiteler ile bazı liseler a ra sın d ak i ilişkiler de özel


bir nitelik k azanabilir. Am a bu, eskisine göre çok d a h a az
ağırlık ta şıy a n bir etm endir. H erkesin bilip ta k d ir e ttiğ i bir
grup devlet lisesi ile özel lise, önde gelen üniversitelerim ize
y ıllar boyunca ü stü n n itelikli öğrenciler yollam ışlardır. H a r­
vard için, akla Andover, E xeter ve Boston L a tin gibi okullar
gelir. B ir süre sonra, bu ilişkiler ad eta aile içi n ite lik ler k a ­
zanır. Bildiğimiz bir liseden m ezun olmuş öğrencilere ve on­
ları önerenlere güvenm eye başlarız. B u n a karşılık, o lise de,
m ezu n ların d an bir b ölüm ünün oldukça düzenli bir şekilde
üniversiteye kabul edilm esini bekler. Y ıllardan beri süren,
alışılm ış olan bu d u ru m d a bir değişiklik olm ası, te ­
red d ü tlere ve sık ın tılara yol açabilir. Bu, sık görülen b ir
olay değildir. B u nu nla birlikte, söz konusu b a ğ la r son yıl­
la rd a gevşem iştir. B unun nedeni, öğrenci bulm ak için gös­
terilen çabaların gittikçe d ah a geniş bir a la n a yayılm asıdır.
Ü niversiteleri besleyen küçük bir okul grubu, a rtık ye­
terince fark lı ve çeşitli bir aday topluluğuna du y u lan işta h ı
k a rşd ay am az olm uştur.
Bazı adayları olum lu ya da olum suz etkileyecek güncel
bir am aç d ah a v ardır. O da, ülke çapında ve (daha az önem li
olarak), uluslararası nitelikte bir öğrenci top lu lu ğ u n a k a ­
vuşm a hedefidir. H a rv a rd ve benzeri A m erikan ü n i­
versiteleri, özellikle İldnci D ünya S avaşından beri, ülke ça­
pında okul olm a arzu su n d ad ırlar. Bu, ancak ü lk en in h er
y am n d a n öğrenci a la ra k gerçekleştirilebilir. Ayrıca, son za­
m an lard a, birçok okul da u lu sla ra sı b ir havaya bürünm eyi
istem ektedir. Bu da, dü n y an ın değişik bölgelerinden öğrenci
alınm ası an lam ın a gelir. Bn hedefler eğitim açısından s a ­
vunulabilir, H em öğrenciler, hem de öğretm enler, coğrafî ve
k ü ltü re l çeşitlilikten y a ra r sağlarlar. Bu, gerçek d ü n y an ın
işleyiş şeklidir ve hiç şüphesiz kendi toplum u m uzun do­
ğ asınd a b u lu n m ak tad ır. F a rk lı bölgesel, ulusal ve ulus-
la ra sı perspektifler eğitim e ilgiyi her düzeyde a rtırır ve in ­
sanı d a h a iyiye zorlayan b ir boyut k a ta r. B u ilkeler
uygulam aya konduğunda, bazı ad ay lar için elverişli so-
61

nu çlar doğurur. H arvard'a, M assachusetts, New York ve Ca~


lifom ia’dan b aşvuran adayların sayısı, diğer eyaletlerden baş­
v u ran la rd a n d a h a fazladır. B aşka n itelik lerin eşit olm ası
du ru m u n d a, b u eyaletlerden b aşv u ran aday, d ah a k a tı bir
elem e ile k a rşı k a rşıy a k a lır'10*. K ırsal O klahom a'dan y a da
G üney C arolina'daki kü çü k bir k a sab a d a n başvuruyor
olm ak av an taj olabilirken, New York k en tin d e ya d a bu k e n ­
tin o rta sın ıf banliyölerinde otu rm ak ek bir engel oluş­
tu rab ilir.
K üçük b ir g ru p ta sivrilm ek çok d a h a kolaydır. Ok-
lahom a'da veya V erm ont'ta birinci olm ak, N ew York k e n ­
tin d e birinci o lm ak tan d ah a kolay elde edilebilir b ir de­
recedir ve fa rk edilm eyi sağlayabilir. Y abancı ad ay lara
k a rşı ta k ın ıla n ta v ır d a h a çelişkilidir. "Ü niversiteyi ulus-
la ra sı k o n u m a u la ştırm a k ” iyi üniversitelerim izin çok po­
p üler b ir sloganıdır. A ncak b u n u uygulam aya sokm ak son
derece p ah alıdır. Y abancı ülkelerden lisans düzeyinde öğ­
renci gelm esi çok istediğim iz b ir şeydir, am a b u n ların çok az
bir bölüm ü, m aliyeti çok y üksek olan A m erikan eğitim ini
burs a lm a d an karşı!ay ab ilirler'11'. A m erikan v a ta n d a şla rı
söz konusuysa, üniversiteye giriş sıra sın d a öğrencinin okul
m a sra fla rın ı k arşılayıp karşılayam ayacağına genellikle b a­
kılm az. İhtiyacı olan lara, burs y a da kredi verilir veya ve çe­
şitli in d irim alte rn a tifle ri tan ın ır. Ancak, yabancılar için,

10. A m a diğer şeyler ancak, seyrek olarak eşittirler. M assachusetts, New York vc California'dan
gelen öğrenciler, genelde, daha iyi devlet okullarından ve özel okullardan gelirler ve buna
bağlı olarak SAT'de d aha yüksek puanlar alırlar. B u eyaletlerde eski mezun h a k la n daha faz­
ladır. B urada hatırlanm ası gereken asıl nokta, herhangi b ir alandaki ayrıcalığın başka bir
etm en tarafın d an dengeleneceği olasılığıdır. Sonunda, kabul k a ra rı b ütün uygun etm enlerin
ağırlıklı ortalam asına bağlıdır.

11. Çocuklarını A m erika'da yüksek öğrenime göndermeye hevesli zengin yabancılar oldukça
fazla sayıdadır ve bunların gereksinm elerini karşılayacak okullar vardır. Bizim için, yani
kalburüstü okullar için, sorunlar farklıdır. B abasının serveti ne olursa olsun, eıı iyi yabancı
öğrencileri alm ak istiyoruz. Ü lkelerin çoğunda, m em urların, öğretmenlerin; çalışanların üc­
retleri A m erika’da öğrenci okutmaya yetmez. Bazen döviz kısıtlam aları da işi zorlaştırabilir.
İşin aslı, çok az yabancı öğrenci, önemli ölçüde m addi yardım alm adan bizden m ezun ola­
bilir.
62 ®Üniversiteye B ağlı Kolejler

özellikle lisan s düzeyinde, bütçe k ısıtlam ası uy gulanm ası


eğilim i v ardır. Sonuç olarak bu öğrencilere ayrılabilen k a y ­
n a k la r çok sınırlıdır. Y abancı b ir adayın küçü k bir grup
içinde sivrilm esi d ah a kolay olabilir, am a sıra d a n b ir y a ­
bancının kabul şansı d üşüktür.
Son yirm ibeş yıl içinde hedeflenen b ir diğer grup ise, ü n i­
versitelerde genel n ü fustaki oranlarına göre az tem sil edilen
etnik azınlıklardır. B u n lard an birinci sırad ak iler siyahlar,
L atin A m erika kökenliler ve A m erikan yerlileri, ikinci de­
recede de Asya kökenli A m erikalılardır. Bu öğrencileri b u l­
m ak için sarfedilen çabalar, işe adam alırken uygulanan ye­
terlilik po litik aların aynısıdır.
Zirvedeki ü n iv ersitelerin u lu sal nitelik k a z a n m a a r ­
zuları, yalnız coğrafi b akım dan değil, e tn ik açıdan d a söz-
ko n u su d u r. H eterojen n ü fu su m u zu n m ü m k ü n olduğunca
fark lı kesim lerin d en gelen öğrencileri eğitm ek iste rle r. Öğ­
ren cilerin b irb irin d e n çok şey öğrendiklerine ve çeşitliliğin
öğrenm e fırsatların ı artırd ığ ın a inanırız. Ayrıca, eğitim in,
özellikle seçici okullarda verilen eğitim in, sosyal ve eko­
nom ik tırm a n m an ın bir yolu olduğuna inanırız. E skiden, ay­
rım cılığın ve dışlam anın k u rb am olmuş, h a ttâ birçok d u ­
ru m d a b u n lard a n h â lâ etkilenen toplum kesim lerinin de
o lanak lardan yararlanabilm esini b ü tü n gücüm üzle isteriz.
G ünüm üzde b u g ru p la r üniversiteye giriş s ıra sın d a özen­
dirilm eye ve yüreklendirilm eye gereksinm e duy­
m a k ta d ırla r. G erçekten istendiklerine, m ali engellerin
b u rsla rla aşılabileceğine; grup ve kişi olarak sağ lay acak ları
kazancın, okulda kaçınılm az o larak hissedecekleri yalnızlık
ve g ariplik duygusunu, hiç olm azsa b a şla n g ıçta b a s ­
tıra ca ğ ın a in a n m a la rı gerekm ektedir. Bu t ü r duyguların,
bizim N u h 'u n gem isinin yıllık seferleri için d üşü ndüğüm üz
diğer kateg o rileri tüm üyle etkilem ediği söylenem ez. T e r­
sine, tam b ir içiçe girm işlik vardır. Birçok aday, b ird en
fazla kategoriye girebilir. A m a siyahların, L atin A m erika
kökenlilerin ve A m erikan yerlilerinin ve bazı A sya kö­
63

k e n lile rin d a h a fazla olum lu desteğe ihtiyaç duy d u k ların ı


san ırım h em en h e rk e s kab u l e tm e k te d ir112).
B u desteğe gereksinim duyan ve bundan yararlanabilecek
olan gruplar, norm alin altında tem sil edilen azınlıklardan,
hem daha geniş, hem de daha dardır. Örneğin H arvard, Bos­
ton ve Cambridge, devlet liselerinden m ezun olanları alm ak
için özel bir çaba gösterir. Bunu, içinde bulunduğu yerel top­
lum a karşı duyduğu sorum luluklardan biri olarak görür. (Bu
liselerdeki öğrencilerin çoğunun siyah ve L atin Amerika kö­
kenli olması, daha önce içiçe girme hakkında söylenenleri ay­
dınlatır.) Öte yandan, bir okulda erkek öğrencilerin sayısı
aşırı ölçüde fazla ise (üniversiteye bağlı kolejlerin hem en hep­
sinde bu durum vardır), kız öğrencilerin özendirilmesi gerekir.
Deneyimlerimizden biliyoruz ki, anababalar, üniversitelerdeki
aşırı rekabetten, k en t yaşam ının tehlikelerinden ve okul üc­
retlerinin yüksekliğinden zaten kaygılıyken, konu kız öğ­
renciler olunca, b ü tü n bu sorunlar gözlerinde ne yazık ki daha
da büyür.
Şu an a kadar, üniversite girişlerinde uygulanan toplum m ü­
hendisliğini, özellikle kolaylık gösterilen grupların perspek­
tifinden açıkladım. A dayların birçoğu, bu gruplardan biri veya
birden fazlası ile ilişkili olabilirken, birçoğu da hiçbirinden de-
12. Asya kökenlileri diğer azınlıklardan hep ayırıyorum. H attâ "Asyah" tanımı gereğinden çek ge­
niştir. Japon, Çin ve Kore kökenli Amerikalılar, yüksek öğrenimde 'normalin üstünde1' en fazla
temsil edilen gruplardır: Toplam nüfusun ancak %2'smi, oluşturan bu gruplar kalburüstü okul­
larda %10 paya sahiptir (1987-88'de Harvard'da %14, MİT’de %20, Caltech'de %21, Beı-keley'de
%25). "Normalin altında veya normalin üstünde" temsil edilme deyimini atslayabümek için daha
iyi bir yol olmamasına rağmen, hedefimizin nüfusa oranla temsil edilmek olması gerektiğini söy­
lemiyorum. Bununla birlikte yukarıdaki sayılar, bazı Asyahların en iyi okullara girmekte pek zor­
lanmadıklarını göstermektedir. Buna karşılık, VietnamlIlar, Kamboçyalılar, Laoslular, Fi­
lipinliler ve Hintliler, örneğin, siyahlar kadar yardıma ihtiyaç duyabilirler.

Diğer yandan, bazı Asyalı gruplar, özellikle Japon ve Çin kökenli A merikalılar, kendi grup­
la rın a kaışı, Lisans düzeyinde “kota" uygulanm ası ya da sınır getirilm esi şeklinde ortaya
çıkan olumsuz bir yönlendirme olduğunu ileri sürm ektedirler. B u çok tartışm alı şikayet,
eğer kayıt-kahul işlemlerimiz yalnız bir iki göstergeye, Örneğin notlara ve/veya te st so­
nuçlarına bak ılarak yapılsaydı, geçerli olabilirdi. Benim görüşüme göre, bu bölümde an­
lattığım çok daha geniş ve karm aşık sistem in ışığında söz konusu şikayet geçerliğini yi­
tiriyor.
64 ® Üniversiteye Bağlı Kolejler

ğildir. Hepimiz, anneleri Radcliffe m ezunu olan, Oklahoma'nm


kırsal kesim den gelen, akadem ik yönden yetenekli zenci k a ­
dınlar olamayız. O zam an adaylar arasından seçim nasıl ya­
pılıyor?
Önce, herkesin akadem ik bakım dan yeterli bir düzeyi tu t­
turm ası gerekir. Ben bunu, yüksek bir ortalam a akadem ik
sta n d a rt olarak tanım layabilirim . Bu sta n d a rtta toplam SAT
puanı 1.100un altına seyrek olarak iner ve norm al olarak
1.400 ya da daha yüksektir. Lise not ortalam ası, genellikle A-
veya daha iyidir. Sınıfın en iyi %25'inin içinde olmak gerekir
ve öğrencilerin çoğu ü s t %10run içindedir. Öğretm enlerden alı­
n an referanslar, öğrencinin çalışkanlığını ve öğrenm ekten
zevk aldığım vurgulam alıdır. Öğrencinin diğer nitelikleri ne
olursa olsun, zor bir öğrenim program ını tam amlayabileceğine
inanılm azsa, o öğrencinin kabul edilmeyeceği kesindir. B unlar
gerekli olan koşullardır, am a yeterli değildir. K alabalık için­
den sıyrılmak; yüksek bir akademik standardın yam sıra, "her­
hangi bir şeyi" en iyi şekilde yapabileceğim göstermek gerekir.
A m erikan öğrenci toplumu, kam pusta yaşayan ve 24 s a a t bo­
yunca etkinliklerde bulunan bir topluluktur. Bu topluluğun,
hem okul içindeki, hem de okullarası spor yarışm alarına k a­
tılan takım ları v a r d r r ( 1 3 >. Tiyatroları ve her tü rlü m üzikte uz­
m anlaşm ış değişik orkestraları vardır. Öğrenciler, gazetelere
yazı yazarlar, h a tta gazete yayım larlar ve daha pek çok sosyal
faaliyette bulunurlar. Bu topluluğun şairlere, şarkıcılara, bas­
ketbol oyunucularm a ve siyasi liderlere ihtiyacı vardır. Aka­
demik bölümler de, eğitim verilen bütün dallarda uz­
m anlaşacak veya odaklaşacak öğrencilere gereksinme
duyarlar. Her bölüm, profesörlerinin hepsini meşgul edecek
kad ar popüler değildir ve sanılanın aksine, bu durum , daha az
popüler dersleri veren bölümleri m em nun etmez. Son yıl­
lardaki artışa karşın, fen dallarında ve teknik d allarda okuyan
13. Belki de sporcu öğrencileri, tıpkı azınlıklar ya da eski mezun haklarından yararlananlar gibi,
özel bir aday grubu olarak, almalıydım. Ne yazık İd bu, birçok okul için geçerli olurdu. Ancak,
girişteki zorlukla spordaki b aşarı ve aşırılık arasında ters b ir korelasyon, vardır ve sporcuları
çok d aha geniş bir grubun parçası olarak almamın nedeni bııdur.
65

kadınların sayısı erkeklerden azdır. Son yıllara kadar, fizik bi­


lim lerine devam eden lisans öğrencilerinin sayısı azdı. Kla­
sikleri inceleyen bölümler, genellikle daha fazla sayıdaki öğ­
renciyi rah a tlık la okutabilir. Bu bakım dan, alacağı lisans
öğrencilerinin sayısını artırm ak isteyen bir bölümde okuma is­
teğinin belirtilm esi, kabul şansını artırabilir. Ancak, hangi bö­
lüm ün öğrenci kıtlığı çektiğini bulm ak zordur. Kabul şansı bir
yıldan ötekine çok değişebilir.
Bu şekilde, her yıl, o akademik yılda kabul edilecek öğrenci
kitlesi yavaş yavaş biçimlenir. Kayıt-kabulden sorumlu dekanı,
kil ham urunu güzel bir sanat eserine dönüştüren bir hey­
keltıraş gibi düşünün. Kendine özgü bir niteliğe veya ku­
sursuzluğa işaret eden her şey adayın şansını artıracaktır. İs­
tenen niteliklerin bir kısmı kendiliğinden vardır. Aday, belirli
bir azınlığın m ensubu olabilir veya olmayabilir; annesi ya da
babası o okulun m ezunudur ya da değildir. Öncelik tanınan bir
grubun üyesi olmak için yapılabilecek pek az şey vardır. Ancak,
aranan niteliklerin çoğu başarıya ve kişinin çabalarına bağlıdır.
Bellibaşlı özel üniversitelerim izde uygulanan kabul yön­
tem ini an lattım '1'1'. O kuldan okula farklılıklar görülebilirse de
tem el özellikler aynıdır. Birçok değişkeni hesaba k atan ve en
azından ü stü kapalı olarak toplum sal düzen hakkında görüş
belirten, esnek, karm aşık bir sistem. Bu sistem "hakça" mıdır?
Sadece üniversite giriş sınavına veya lise notlarına, ya da dip­
loma derecesine dayanan bir sistem daha adil olmaz mıydı?
Bizim sistem im izin birçok iyi yanı vardır. Kendiliğinden bazı
ayrıcalıkları bulunan adaylar, bazı toplum sal veya kurum sal
önceliklerden yararlanırlar. Ancak, bu ayrıcalıklara sahip ol­
m ayan, başarılı adaylarm önünü kesecek k ad ar fazla sayıda
değildirler. Benim ta hm inim e göre, H arvard'a kabul edilen öğ­
rencilerin en fazla üçte biri, üniversiteye girme yarışm a, leh­
lerine yorum lanabilecek bir engelle ya da üstünlükle baş-
14. Giriş zorluğu, görüldüğü gibi, yalnız önde gelen üniversitelerle sınırlı değildir. Tersine, Ame­
rikan eğitim sisteminde, giriş zorluğu, birçok devlet üniversitesinde ve iyi kolejlerimizde de
gcçerlidir, A d ay la r a ra s ın d a elecıe y ap m a olanağı a rttık ç a u y g u la m a la r d a b u ra d a a n ­
la tıla n la r a y a k la ş a c a k tır.
66 o Üniversiteye Bağlı Kolejler

larlar. Ama bu grubun, önemli bir bölümü, başlangıçtaki bu


ayrıcalık olmasa da üniversiteye girebilirler. Örneğin eski me­
zunların çocukları olmaları dolayısıyla doğan ayrıcalığı kul­
lananların da, diğer başvuranlar kadar akıllı olduklarını ve
daha iyi liselerden m ezun olma olasılığının yüksek olduğunu
varsayabiliriz. Ayrıca, not ve sınavların ötesinde, çoğu du­
rum larda kişiliğin bütünü üzerinde yapılan değerlendirmelerin,
anlamlı olduğuna ve Amerikan kolejlerinin tem el kültür eği­
tim ine ağırlık veren geleneğine uygun düştüğüne inanıyorum.
Lisans öğrencileri, genel olarak bu okullara, belirli bir aka­
demik konuyu incelemek için değil, entellektüel ve sosyal ola­
rak gelişip olgunlaşm ak için giderler. Ayrıca sistemimiz b a ­
ğışlayıcıdır ve sonradan açılanlara fırsat tanım aya çalışır.
H erkesin yarışa eşit şartlard a başlam adığını dikkate alarak,
adayların girişteki durum larından çok, m ezuniyette u laş­
tıkları noktaya önem veririz. Sistemimiz son derece k a r­
m aşıktır. Toplumsal hareketliliği, kurum sal sadakati ve ki­
şisel çıkarı, akadem ik yeteneği ve başka yetenekleri dikkate
alır. Bu başka yetenekler, futboldaki başarıdan kem an çal­
m aya k ad ar değişir. Sistemimizin diğerleri kad ar hakça ol­
m asının bence üç nedeni vardır.
Birincisi, okul ücretlerini ödeyebilecek durum da olmak,
okula kabulde en önemsiz rolü oynar. Kabul edilmiş olmanın
devam etm ek ile aynı şey olmadığı ve bazı düşük ve orta gelirli
ailelerin birtakım m ali engellerle karşılaştıkları doğrudur. Öğ­
rencinin parası olup olmadığını dikkate alm ayan sistem, Ivy Le-
ague’de ve diğer bazı üniversitelerde uygulanm aktadır. Şartları
uyan adaylara küçümsenemeyecek ölçüde burs sağlanır. De­
nebilir ki bu, ülkemizdeki zenginlerin ayrıcalıklarının bilinçli
olarak sınırlandığı az sayıdaki sosyal süreçten biridih15).

15. S af bir görüntü vermek istemiyorum. Servet sahibi olmak her zam an ayrıcalık sağlar ve top­
lum un sunduğu şeylerin hepsinden payımıza düşenleri kapabilm ek için zengin olmak, yok­
sul olm aktan İyidir. M asrafları karşılayabilm e olanağı kabulde, d aha önceki durum unun
göstergesi olma bakım ından en önemlisidir: ilk ve orta dereceli okullarda daha iyi bir Öğ­
renim, daha destek verici b ir ev ortamı, entellektüel d işile re daha fazla saygı. B una rağ­
m en, servetin getirdiği olanaklar sınırlıdır. Bir ev alınm asında, parası en bol olan İtişi
hem en her zam an m ülkü elde eder. Birinci sızııf bir avukatın tutulm asında p ara başta gelen,
bir faktördür. Ama b ir üniversiteye bağlı b ir koleje girişte, bu gücün önemi azalır.
67

İkincisi, sistem yozlaşm am ıştır. Torpille, kişisel nüfuzla,


rüşvetle, örneğin Yale veya Duke gibi üniversitelere gi­
rilemez. H em en her zam an k a ra r, öğretim üyelerinin güçlü
bir şekilde tem sil edildiği, onların bilgiye ve akla dayalı se­
çim lerini y a n sıta n ve dış etkilerden en az etkilenen k u ru lla r
tara fın d a n verilir. Eski m ezunlar, ünlü kişiler, bağışta bu­
lu n a n la r ve benzeri kişiler, çocukları, yakınları ve a r­
k a d a şla rı için zam an zam an nüfuzlarını kullanm aya ça­
lışırlar. H er sonbahar, yıllardır yüzünü görmediğim eski
dostlar, u z a k ta n tanıdığım bazı in san lar (bazen ellerinde
küçük hediyelerle), birdenbire ortaya çıkarak, çocuklarını be­
nim le tan ıştırm a k isterler. Güya, "am calarından" n a sih a t al­
sınlar diye u tangaç gençleri içeri sürüklerler. Bu gençler
çoğu zam an orada ne arad ık ların ı bilmez, başka yerlerde ol­
m ayı yeğlerler.
Ziyaretin asıl amacı, benden H arvard kayıt kabul b ü ­
ro su n a h itab en bir referans m ektubu yazm am ı rica etm ektir.
Bazı duru m lard a koşullar, beni bu istekleri yerine getirm eye
zorlar. F a k a t ben h e r zam an, lise öğretm enlerinin herhangi
birinden alınacak iyi bir referans m ektubunun çok d a h a de­
ğerli olduğunu söylerim. Benim m ektubum , yüzeysel bil­
gilerle dolu olacağından bir anlam taşıyam az. B aşvurana bir
z a ra r da verm ez ve en azından özellikle k ibar ve kişiye özel
bir red m ektu b u n u g a ra n ti eder(16). A m erikalılar doğruyu
söylediğimi bilirler (umarım). Birkaç yıl önce, H arvard'm
m ezunlar dem eği önderlerinden ve aynı zam anda H arv ard 'a
en fazla bağışta b u lu n an lard an birinin to ru n u n u n başvurusu
reddedildi. Bu k a ra rın kolayca verilmediği ortadaydı, am a
kayıt-kabul dekanının b aşk a bir k a ra r alm asına da olanak
bulunm adığı anlaşılıyordu. Dekan, reddedilen kızın dedesine
kötü haberi önceden verm ek için telefon etti. İh tiy a r be­
yefendi, sonucun kendisini bir ölçüde rah a tla ttığ ım söy­
16. Dostum Harvard, rektörü, b ü tü n bu isteklere yanıt olarak durum u k u rta ra n sta n d a rt bir
m ektup göndererek, “üniversite yönetmeliklerinin” kendisinin kabul sürecine hiçbir biçimde
karışm asına izin vermediğim belirtir. Kendisinin bu işe bulaşmak, istememesini anlayışla
karşılıyorum . Çünkü ne yapsanız zararlı çıkarsınız.
68 » Üniversiteye B ağlı Kolejler

leyerek konuyla ilgili olarak herkesi şa şırta n b ir tepki gös­


terdi. Bu sonuç sayesinde, ileride kendisine m u sallat ola­
cakların yardım isteklerini kolayca geri çevirebileceğini be­
lirtti. Sonuçta etk isinin çok sınırlı olduğu ortaya çıkmıştı.
"Kendi to runum u bile geri çevirdiler!" diyebilecekti.
Y abancılar, k ıt kay n ak ların k araborsa olm adan üleştirilip,
hakça dağıtılabileceğine daha güç inanırlar. Çocuklarının
H arvard’a girişinin benim yardım ım la gerçekleştiği ko­
n u su n d a yanlış in anca kapılm ış birçok yabancı tanıyorum .
Özellikle ilginç bir olayı, biraz örtülü bir biçimde anlatm alı
istiyorum . Zengin ve başarılı bir B atı Asyalı beyefendi (BAB),
çocuğunu H arvard’a sokm ak istiyordu. D aha önceden t a ­
nışıyorduk ve bu konu üzerinde telefonda birkaç kez ko­
nuştuk. Bu beyefendiye, herşeyin oğlunun niteliklerine bağlı
olduğu konusunda güvence verdim; başka hiçbir şeyin önemi
yoktu, BAB b u n a inanm ış görünmedi. M ükemm el bir öğrenci
olan oğlu, benim etkisiz parm ağım ı oynatm am a gerek bile
kalm adan H a rv a rd ’a bileğinin hakkıyla girdi. BAB, tâ u z a k ­
lard an telefon ederek m innettarlığını dile getirdi. A rka p lan ­
da B ayan BAB’nin m u tlu lu k ta n hıçkırarak ağladığı du­
yuluyordu. Çocuğun okula kabulünde hiçbir rolüm ün
olmadığım te k ra r te k ra r vurguladım.
Birkaç ay sonra, genç bir hanım beni, Boston'daki Ritz
C arlton otelinden aradı. H afif bir aksanla konuşarak, k en ­
disini ABB'nin özel sekreteri olarak ta n ıttı ve bana iletilecek
gizli bir mesaj taşıdığım belirtti (başka ne taşıyabilirdi ki?)
Çok yüklü bir gündem im olduğunu, fakat geldiğinde ofi­
sim den çıkarak, kendisini kısa b ir süre için görebileceğimi ve
m esajını alacağım ı söyledim. Tam da öyle oldu. İkindi vakti,
bir görüşm enin ortasında dışarı çıktım, zarif bir hanım ın
elini sıktım , b a n a verilen dolu b ir zarfı cebime tıkıştırdım ve
yarıda bıraktığım toplantıya devam etm ek üzere geri dön­
düm.
18:30 sularında, bir kokteyle gitm eden az önce zarfı açtım,
içinden, k ısa bir selam notu ile iki adet açık tarih li birinci
69

sınıf uçak bileti çıktı. B unlar, biri eşim in, biri de benim
adım a, Boston ile BAB'nin ülkesi arasın d a gidiş-dönüş bi­
letleri idi. Açık tarih li biletler p a ra dem ektir. E lbette ki bu
bir rü şv e t değildi; sadece olayla ilgisi olm ayan b ir kişiye gös­
terilen m innettarlığın, belki uygunsuz bir ifadesiyditl7l Ş aş­
kınlığım geçmeden gittiğim kokteylde rektöre rastladım . B a­
şım dan geçen bu tu h a f olayı anlatm aya başlam ıştım ki,
rektör şaşkınlıkla elini alnına v u rarak aynı genç bayanın
kendisine de bir za rf getirip verdiğini söyledi. Z arf ofisinde
k apalı olarak duruyordu. Koşup baktığım ızda, beklediğimiz
gibi iki bilet d a h a bulduk.
E rtesi gün, BAB'ye uzunca bir m ektup yazdım. Biraz da
ahlakçılık taslay arak , B atı anlayışına göre, hak, kişisel b a­
şarı ve k u ra lla ra uygun bağışlar hakkında açıklam alarda bu­
lundum . D ört biletin hepsini m ektupla geri gönderdim. M ek­
tu p ta belirttiğim bir noktanın ise, dekanlar tara fın d a n
yazılm ış en etkili no tlardan biri olduğuna h a la inanıyorum .
"Çocuğu H arvard'da okuyan b ir baba olarak, şükranlarınızı
üniversiteye bildirm enin başka yollarını bulabilirsiniz." İm a
ettiğim şeyi a n lam ak ta gecikmedi. Bugün üniversitem izde
BAB’n in adım taşıy an bir k ü rsü var.
Bu öyküye rağm en, birçok yabancının h aklıya hak k ın ı ver­
diğimize biç de inanm adığından eminim. H âlâ torpil ve k a ­
yırm acılığın bir biçimde rol oynadığına inanıyorlar. Böylece,
kendi yetenekli çocuklarına haksızlık ediyorlar.
Sistem im izin d a h a adil olduğuna inanm am ın üçüncü n e ­
deni, sadece üniversiteye giriş sınavlarının sonucuna d a ­
y an an sistem lerin inşam yan ıltan basitliği ve yanlış a d a ­
letidir. Ö rnek olarak, Japonya'daki üniversite giriş
sınavlarını, F ran sa'd ak i bakalorya sınavlarım ve bu ara d a
A m erika'daki SAT testlerin i gösterebilirim . B unlar, öğ­

17. Belki diyorum, çünkü eşim, bize kaba b ir şekilde para verilmesi olarak algıladığı bu dav­
ranışa çok kızdı vc kendisini aşağılanmış hissetti. Biraz da çelişkili bir şekilde, eğer hediye
aynı değerde bir san a t eseri olsaydı tavrının daha dostça olacağını ekledi.
70 o Üniversiteye B ağlı Kolejler

rencilerin, ilk ve o rta öğretim süresince verilen bilgileri ve be­


cerileri ne ölçüde aldıklarını belirler. Bu, tarafsız bir ölçüm
değildir. Birçok şey üniversite öncesi eğitim in kalitesine, ev­
deki büyüklerin yol göstericiliğine ve zihinsel etkinliklere
zam an ayırabilm eye bağlıdır. Örneğin, Japon sistem inin,
b ü tü n lise m ezunlarına eşit davranır gibi görünm esine rağ­
m en, Kyoto ve Tokyo üniversitelerine girişin orta ve ü s t gelir
g rupları için çok daha kolay olduğunu biliyoruz. B unun ne­
deni, bu ailelerden gelen çocukların daba iyi devlet okul­
ların a ve özel okullara gitm eleri ve çok küçük y aşlard an baş­
layarak, daha iyi h azırlıktan ve rehberlikten
yararlanabilm eleridir. Bu, kısm en de olsa d ah a geniş kap­
sam lı ölçütlere b ak arak k a ra ra v aran A m erikan sistem inden
d a h a adil değildir. H er iki durum da da seçim söz konusudur
am a bizim sistem im izin ekonomik ve sosyal hareketliliği
dah a çok teşvik ettiği kanısındayım .
Üniversite } Bir Dekan Anlatıyor ®7Î

5. BÖ LÜ M
O kul Seçm ek

Bir A lm an atasözü, seçmek işkencedir der ve ben uzu n za­


m an d a n beri, bizim (ebeveynler, öğrenciler, öğretm enler,
genel olarak toplum ) okul seçimi işini abarttığım ız k a ­
nısındayım . H er yıl N isan ayında gençler ilk tercihleri a ra ­
sında b u lu n an okulların kendilerine “kalın” değil de “ince”
zarflar yolladıklarını gördüklerinde üzüntüden perişan olur­
lar. Bu üzüntüye ebeveynler de ortak olur ve çocuklarının
önde gelen bir hu k u k veya işletm e okuluna girem edikleri için
dört yıl sonra d a h a az ilgi çekici ve daha az kazançlı bir iş b a ­
y a tın a m ahkum olacağına in an ırlar. Ancak, bu korkular
hem en h e r zam an yersizdir. M eslek hayatı, özellikle güçlü
bir yerel g u ru ra sahip birbirinden uzak birçok bölgeden olu­
şan büyük ülkem izde, in sa n ın hangi okulu bitirdiğinden çok
dah a fazlasına bağlıdır. Değişik alanlarda sivrilm iş kişiler
(m esleki uğraş, ticaret, kam u hizm eti), insanı şaşırtacak
k a d a r çok sayıdaki değişik üniversiteden diplom a al­
m ışlardır. Bu, ülkem izdeki 3000'den fazla yüksek okulun
varlığım ve toplum um uzun kişisel başarıya verm eye devam
edegeldiği ödülleri y an sıtır(1). Hiçbir A m erikan üniversitesi,
m ezu nlarının herh angi bir dalın doruklarına egemen ol­
m asını beklemez. Sadece askeri akadem iler bu bakım dan bir

1. Bu savı desteklemek üzere, H arvard'ın Ekonomi Bölümündeki öğretim üyeleri örnek olarak
verilebilir. Hepsi de konularında yetkin uzman olan otuz profesörün dürdü H arvard Kolej'den,
üçü UC-Beıkeley’dcn, ikisi Oberlin den mezundur. Birer mezunla temsil edilen diğer okullar
iso Michigan, D artm outh, Rochester, Reed, Bawling Green, CCNY, N orthwestern, Brown, U ni­
versity of W ashington, Cornell, William and Mary, MIT, Connecticut Wesleyan, Johns Hop­
kins ve Princefcon'div. Lisans eğitimlerim Amsterdam, Budapeşte, Ontario Agricultural ve
Barcelona gibi yabancı üniversitelerde tamamlamış profesörler de vardır.
72 ®O kul Seçm ek

istisn a oluştururlar. Bu durum da bile, en başarılı askeri li­


derlerim izden b azılarının (örneğin G eneral George C. M ars-
h a ll’m ) h a rp okulunda okum adığım h atırlam ak yerinde ola­
caktır.
A m erikalıların, akadem ik yaşam la ilgili olarak, önlerinde
gerçek seçenekler olduğunu, bu gerçek seçeneklerin gerçek
farklılıklar an lam ına geldiğini, bütün b u n ların da hangi
okulda okum alarının daha uygun olacağına k a ra r verm eye
çalışanlar ta ra lın d a n tam anlam ıyla anlaşılam adığını söy­
lem iştim . H er yıl, Fen ve E debiyat F akültesi D ekanı olarak
H arvard Kolej'e başk aların d an önce kabul edilm iş gençlere,
okula kayıt y aptırm aları için özendirici bir konuşm a yap­
m ak, zevkli görevlerim den biriydi. Akadem ik bakım dan
ü stü n yaklaşık 600 öğrenciyi seçer, b u n ların birinci sınıfa bir
an önce kayıt yaptırm asını isteriz. Bu görevi defalarca yerine
getirdiğim için söylenm esi gerekenleri çok iyi biliyordum. O
yıllardan birinde, H arvard’ı en çok öven, h a ttâ şovence de­
nebilecek konuşm alarım dan birini yaptım . B uranın oku­
nabilecek te k yer olduğunu, d ah a iyisinin olmadığını, başka
bir yere gitm enin korkunç bir h a ta olacağım söyledim. A s­
lında satış yapıyordum . E rtesi gün sabah 7:30'da çalışm a
odam a geldiğimde telefon çaldı. A rayanın, beni bir gün önce
dinlem iş gençlerden biri olması beni şaşırttı. Aklının k a ­
rıştığını ve endişeli olduğunu, benim le hem en görüşm ek is­
tediğini söyledi. İşlerim in başlam asına d ah a bir sa a t k a d a r
vardı. K endisini davet ettim .
Birkaç dakika sonra çalışm a odam a gelen genç gerçekten
samimiydi. G örüşm em izin başında dünya sanki kendi çev­
resinde dönüyor gibi davranıyordu. U zun dönemdeki önemi
açısından okul seçimi ouun için eş seçimiyle aynı şeydi. Ebe­
veynlerinin etkisinde kalm ış birçok genç aym görüştedir.
H arv ard ’da m utlu olabilecek miydi? A rkadaşları entellektüel
açıdan kendisine uygun olacak mıydı? B aşka bir endişesi de
öteki öğrencilerim izden daha ciddi olup olmadığıydı. B aşka
problem inin olup olmadığım sordum. Evet, eski me-
73

zunlarım ızdan olan babası kendisini H arvard’a girmeyi zor­


luyordu. B enzer duru m larla çok karşılaşm ıştım . C am bridge!
gö rd ü k ten ve benim propagandam ı dinledikten so n ra bile
kuşk u ları tam am en dağılm am ıştı. Brown ve H averford’la da
ilgileniyordu. K endisini aydınlatabilir miydim? Aşağıdakile-
rin b ir kısm ı bu gence söylediklerim dir. K alanını ise söyle­
mem gerekirdi.

Üniversiteye Bağlı Bir Okulun Getireceği


Ayrıcalıklar
B ab an ızı u n u tm a y a çalışalım . O nun te rc ih le ri o k a d a r
önemli değil. O sizin için en iyisini istiyor, am a siz bir yetişkin
olarak kararlarınızı kendiniz vermelisiniz. Ebeveynler mezun
oldukları okulları genellikle büyük bir özlemle h atırlarlar. Bu
m arazi denebilecek bir duygudur. B unu kim se, Jo h n Buc-
h an’m®’ H arvard’m 1938’deki m ezuniyet töreninde anlattığın­
dan daha iyi ve daha alaycı bir dille anlatam am ıştır.
... Bir koııuda anlaşacağım ıza eminim. M ezunlardan, yani eski öğ-
rencüerden oluşan b ir topluluğa h ita p ediyorum. Birbirim ize, H ar-
v ard’m o şaşaalı günlerinin a rtık sona erdiğini üzülerek itira f etm e­
liyiz. Y eryüzündeki b ü tü n üniversitelerin heybetli günleri sona erdi.
B undan yaklaşık k ırk yıl önce, altın bir çağ dünyaya güneş gibi doğ­
m uştu. B u çağın başlangıcı, buradaki d ah a yaşlı üyelerin Cambrid-
ge’de görünm eleri ile aynı zam ana denk gelir. O zam an lar h ay a t es­
k isinden çok daha ilginçti; in sa n la r daha cesur, d ah a neşeliydiler;
ark ad aşlık lar d ah a dolu dolu, d ah a sıcaktı; dünya açılm ayı bekleyen
lezzetli bir m idye gibiydi. G erilem enin nasıl başladığını açıklam ayı
y en i bir Gibbon’a b ırakalım . B u gerilem enin k u rb a n la rı ne acılar
çektiler, bilem ezsiniz. G ökyüzü p arıltısın ı yitirdi, ta n rıla rın sonu
geldi. O günlerden geriye k alan birkaç iyi adam , şim di tıp k ı F a lsta F ’

2. 1875-1940, Birinci Tw eedsmuir Baronu. Diplomat Ye The Thirty-Nine Steps ve Prestor John
gibi birçok h arik a serüven rom anlarının yazan . Yirmili yaşlarım da en sevdiğim yazardı.
H arvard A lu m n i B ulletin, C. 40, İ Temmuz 1938, s. 1142-43'c bakınız.
(*) S h a k e sp e a re ’in. H en ry TV ve Merry Wive s o f W indsor (W indsor’un Ş en K ad ın ları) adlı
yapıtlarındaki b ir karakter. (Ç.N.).
74 * Okul Seçm ek

gibi şişm anladılar v b yaşlandılar. Yine de bazı iyi özelliklerini k o ru ­


yorlar ve yaşadıkları o görkemli dönem hakkında, bunu yadsıyanla-
r a k a rşı tan ık lık etm ek konusunda k ararlıd ırlar. Em inim ki, bugün
bu radaki hiç kim se, ne denli acımasızca iyim ser olursa olsun, ü n i­
versiteden m ezun olduğum uzdan bu yana, uygarlığın çok üzücü bir
şekilde gerilediğini in k â r edemez.

Ü niversitede geçen yılların a rd ın d a n duyulan b u gerile­


m e duygusuna —bilinen b ü tü n gerçeklere aykırı b ir gerile­
m e—k a rşın , b u eski m ezunlar, ebeveynler ile çocuklar a ra ­
sındaki bağları, aynı okula devam etm ek suretiyle elde edi­
lecek o rta k deneyim lerle güçlendirm ek isterler.
Şüphesiz, ebeveynlerinizle aynı okula devam ederek, bir
geleneği sü rd ü rm en in güzel yönleri vardır. G elenek ve sü ­
reklilik soylu duygulardır, bizi yüksek s ta n d a rtla ra erişm e­
ye özendirir. Ö te y an d an , bağım sız d av ranabilm ek de e r ­
dem olabilir. K endi gereksinm elerinizi h e rk e sten d a h a iyi
yine kendim iz değ erlendirebiliriz. B ab an ızın gölgesinden
ayrılm a zam anı gelm iş olabilir.
H arvard, Brown ve H averford arasın d a k a ra rsız k alm a­
nız, aklınızın biraz k arıştığına işa re t edebilir. A slında, H a r­
v ard ile Brown arasın d ak i fark lar önemsiz sayılabilir. Ama
bu ikisi ile H averford arasındaki fark çok daha belirgindir.
Üç okulda da çok iyi bir eğitim alabilirsiniz, am a k a ra r ver­
m eden önce başlıca okul tü rlerin i ve b unların size sunabile­
ceklerini dikkatle değerlendirm elisiniz. B ütün okul tü rle ri­
n in iyi ve kötü y anlarım anlatm ası m üm kün değil. Çok çe­
şitli okul vardır, benim deneyim im sın ırlıd ır ve önyargıla­
rım dan sıyrılabilm em kolay olmayabilir. Örneğin, küçüğün
h e r zam an güzel olduğu şeklindeki yaygın görüşe katılm ıyo­
rum . Öğrenciler, büyük sınıfların resm i havasından sık sık
yakınırlar. Peki, küçük bir sım fta kötü an latılan bir dersten
daha berb at bir şey olabilir mi? Ü niversitelere bağlı kolejleri
y ak ın d an biliyorum H arv ard ile Brow nhn dahil olduğu bu
gruptaki okulların an a özelliklerini açıklam aya çalışacağım.
B ana dayanarak, diğer tü rleri de daha iyi anlayabilirsiniz.
75

Ü niversiteye bağlı kolejin kesin bir tanım ı yoktur. E n


geniş anlam ıyla, üniversitenin lisans öğrenim i ve lisans de­
recesi veren kısm ı diyebilirim. B una göre, üniversiteye bağlı
kolej, daha büyük bir b ü tünün, yani lisa n sü stü öğretim ile
profesyonellerin yetiştirildiği okulları da kapsayan üni­
versitenin bir parçasıdır. Örneğin H arv ard ’da, işletm e,
hukuk, tıp, diş hekim liği, kam u sağlığı, ilahiyat, kam u yö­
netim i, m im arlık ve eğitim alan ların d a profesyonel li­
san sü stü program ları vardır. Ayrıca, lisa n sü stü fen ve ede­
biyat fakültesi, antropolojiden zoolojiye k a d a r birçok alanda
bilim adam ı yetiştirir. Kolejde lisans öğrenim i gören öğ­
renciler, toplam öğrencilerin üçte biri k ad ard ır (17.000 öğ­
rencinin 6.500'ü). Lisans öğrencileri, diğer b ü tü n öğ­
rencilerden daha fazla d ik k at çekerler ve liderleri herkesi
tem sil ettikleri izlenim ini verm eyi ister. B unun anlaşılabilir
olduğunu sanıyorum . Lisans öğrencileri, eğlenceye po­
litikaya, m edyanın ve eski m ezunların ilgisini çekecek pa­
tırtılı gösterilere d ah a çok vakit ayırabilirler. Ayrıca, Ame­
rik a lılar lisan sü stü öğrenim inin okul ile öğrenci arasında
gerçek bir bağ kurm adığına inanırlar. Sadece lisans öğ­
renim ini H arv ard ’de b itirenler okulun öz evlatları sayılır. Li­
san sü stü derecesi olsa olsa kuzen sta tü sü verir. B unun tek
istisn ası bağış kam panyalarım ız sırasında ortaya çıkar. O
zam an hepim iz aynı m utlu ailenin üyeleri oluruz.
Büyük özel üniversitelerde lisans öğrencileri, norm al ola­
ra k toplam öğrenci sayısının üçte biri kadardır. Devlet ü n i­
versitelerinde profesyonel eğitim e yönelik lisan sü stü öğ­
rencilerinin sayısı d a h a fazla bile olabilir. L isans öğrencisi
oranının daha büyük ve lisan sü stü m eslek okullarının daha
az olduğu küçük üniversiteler de vardır. B u n lara örnek ola­
ra k akla, Princeton, D artm outh ve daha birkaç okul gelebilir.
B urada an latm ak istediğim , lisan sü stü öğretim ile pro­
fesyonel ve lisans öğretim inin üniversitelerde bir arad a ol­
duğu ve lisans öğrenimi gören kolej Öğrencilerinin, genel ola­
ra k daha büyük b ir organizasyon içinde azınlıkta
olduklarıdır. Bu söylediklerim, H arvard, Brown ve A labam a
76 ®O kul Seçm ek

üniversiteleri için geçerlidir. Ö ğretim deki asıl am acı lisans


diplom ası verm ek olan H averford için geçerli değildir -
Bu farklılıklar hiç de önemsiz değildir. Üniversiteler, ge­
nellikle kentlerde bulunan büyük, hareketli yerlerdir • Ü ni­
versite öğrencileri, oıısekiz yaşındaki birinci sınıf öğ­
rencilerinden başlayarak, "gerçek dünyada" geçen yıllardan
sonra profesyonel öğrenim için okula dönen yetişkinlere
kadar, geniş bir dağılım gösterirler. Öğretim üyeleride geniş
b ir yelpazeye dağılmıştır. Klinik dallardaki tıp doktorları ile
hukukçular ve m im arlar, fen bilimcileri ile ekonomistler ile
felsefeciler yan yanadır. O rtalam a kolej diye bir şeyin var ol­
m am asına karşın A m erikaklar kolejin, kent hayatının hay­
huyunun dışında yer aldığına inanm a eğilimindedirler. Gö­
zümüzde, yeterli sayıda iyiliksever öğretm enin gözetiminde
onsekiz ile yirm iiki yaşları arasındaki gençlerle dolu, bakım lı
bir bahçe canlanır. Bu, olsa olsa bir klişedir.
Çevre ve ortam önemlidir. A m a entellektüel farklılıklar
d a h a da önemlidir. Bir üniversitedeki lisan sü stü prog­
ram ların ın çoğu, lisans öğrencilerini herhangi bir şekilde e t­
kilemez. Profesyonel öğrenim kendine yeterlidir ve içe dö­
n ü k tü r. Ü niversitede hukuk, işletm e ya d a tıp fakültelerinin
bulunup bulunm am ası da o üniversiteye bağlı kolejde oku­
yan öğrencileri pek etkilem ez. Geleceğin bilim adam ları k u ­
şağım yetiştiren bir lisan sü stü fen ve edebiyat fakültesinin
yam başım zda olm ası ise çok önemli bir ihtiyaç ve fırsattır.
Bu durum , ilgili herkes için önemli sonuçlar doğurur.

3. Hor zam anki gibi, birçok istisnadan ve karm aşık durum dan söz edilebilir. Bazı kolejlerin sı­
nırlı ölçüde de olsa, lisansüstü programları vardır vc kendilerine rahatlıkla üniversite di­
yebilirler. Bu> benim m ezuna olduğum VirginiaTdaki William and Mary için de geçerlidir. Bu
kolejlerin bazıları ağırlık verdikleri alanların değişmesine bağlı olarak adlarım de­
ğiştirm işlerdir. Örneğin Pennsylvania State College artık biı* üniversite olm uştur ve en ya­
kınındaki yerleşim yerinin ismi do State College'den University P a rk a çevrilmiştir. B ir de
hiç lisans öğrencisi olmayan üniversiteler vardır. Rockefeller University bmıuıı az görülen ör­
neklerinden biridir.

4. B unun nedenlerinden biri büyük b ir b a sta talebi olmadan tıp fakültesi işletmenin zor olması,
bunun da kentlerin dışında lıemen hem en olanaksız olmasıdır.
77

Üniversiteye bağlı bir kolej ve bağımsız bir kolej gibi iki ayrı
ortam da çalışan öğretmenleri veya öğretim üyelerini k a r­
şılaştıralım (K arşılaştırm alarım ız, her iki tü rü n ideal ör­
nekleri arasında olacaktır). Bağımsız kolejlerdeki öğretim üye­
leri işe alınırken daha çok pedagojik yeteneklerine bakılır. Bu
kurum lar, tem el ve orta düzeylerdeki dersleri lisans öğ­
rencilerine, en iyi şekilde anlatabilecek, onlara esin verecek ve
motivasyon aşılayabilecek birinci sınıf yorum cular ararlar.
Tem el k ü ltü r eğitim i veren bağımsız kolejlerin en iyileri,
ders an latacak öğretim üyesinden daha fazlasını isterler. Son
yirm i-otuz yılda, Burton. R. C lark’m “tem el k ü ltü r eğitim i
veren en iyi elli kolej” o larak adlandırdığı okullara (bu listede
H averford, Oberlin, Sm ith, E arlham ve Reed gibi okullar yer
alır) öğretim üyesi alınırken, a raştırm a yeteneğine d ah a çok
bakılm aya başlanm ıştır. Bu, hem son yıllarda ü n i­
versitelerde iş bulam am ış öğretim üyeleri dolayısıyla ortaya
çıkan alıcı piyasasının ortaya yeni fırsatlar çıkardığım hem
de a ra ştırm a yoluyla okula sağlanabilecek y a ra rla rın a n ­
laşıldığım gösterm ektedir. Yani, söz konusu farklılık sı­
n ırla rd a belirsizleşm ekle birlikte varlığım kuşkusuz sü r­
dürm ektedir. C lark’a göre, en seçkin a ra ştırm a
üniversitelerinde, öğretim üyelerinin %33'u, haftad a en az
yirm i saatlerin i araştırm ay a ayırm aktadırlar. Bu oran, en iyi
kolejlerde yüzde beşe düşm ektedir. Aynı üniversitelerde, öğ­
retim üyelerinin yüzde 49'u öğretim den çok araştırm ay a
ağırlık verm ekte, kolejlerde ise %44 a ra ştırm a d a n çok öğ­
renim e ağırlık verm ektedir® .
Kolejlerde öğretim ortam ım n daha sam im i olduğu söy­
lenebilir. Ö ğretim üyelerinin ve öğrencilerin sayısı az, sı­
nıflar küçüktür. Sonuç olarak, kişiler önem kazanır. Öğ­
retm en ya da profesör ilgili midir? D anışm anlığı iyi m idir?
Öğrencilere yakın mıdır? İyi ders a n la tır mı? Y ukarıdaki he­
defler, beklenen sonucu doğurur. Öğrenciye yardım ve destek

5. H er iki tü r okulda da yönetime harcanan zam anın birbirine çok yakın olması ilginçtir. Bkz
B urton R. Clark, The Academic Life, Çizelgeler: 8 İs.79), 9 (s+Sl) ve 10 (s.86).
78 • Okul Seçmek

konusunda kuvvetli m otivasyona sahip, yetenekli ve be­


cerikli bir öğretim üyesi kadrosu. Ö ğretm enin pers­
pektifinden, bağımsız kolejlerdeki eğitim in, tem el ya da orta
düzeylerden daha yukarı çıkm asına pek olanak bu­
lunm adığını vurgulam ak zorundayız. Lisans öğrencilerinin
pek azı d ah a ileri düzeyleri kaldırabilir. Sonuç olarak, öğ­
retim üyeleri, araştırm a yapm aya daha az gereksinm e du­
yarlar. Temel ya d a o rta düzeyde işlenen bir derste değişim
yavaş olur. Sonuç olarak, o konuda m eydana gelen de­
ğişiklikleri izlem ek ve en uçtaki gelişmeleri anlam ak için
çaba h arcam anın getireceği baskı zayıflar. E n son ve en gün­
cel konularda eğitim görmek isteyen lisan sü stü öğrencileri
yoktur. Ü stelik, okulda sivrilm ek için verim li bir bilim adam ı
olm ak ş a rt değildir. Elbette, bağım sız kolejlerdeki bazı pro­
fesörler araştırm a, hem de h a tırı sayılır a ra ştırm a lar y a ­
p a rla r ve sırf herhangi bir konuya duydukları ilgiden dolayı
derinlem esine incelem elerde b ulunurlar® . Ama, lisans öğ­
rencilerine verilecek öğrenim öncelik taşır.
Ü niversite profesörü ise farklı türde bir y a ra tık tır. Hem li­
sans, hem de lisan sü stü öğrencilere ders verir. (Bizi eleş­
tire n le r h er zam an lisansüstü öğrencileri tercih ettiğim izi
varsayarlar). S ta tü n ü n (m eslektaşlar arasındaki konum un),
ilerlem enin, ücret a rtışla rın ın ve diğer ödüllerin, başka her-
şeyden çok, ara ştırm a d a gösterilen başarıya dayandığı kabul
edilir. Ü niversitenin asıl görevlerinden biri lisans öğ­
rencilerini eğitm ek olduğuna göre, bu durum nasıl sa­

6. B ir süre önce yapılan bir araştırm ada, araştırm a koleji olarak adlandırılan kiı’ksckiz okul
saptanm ıştır. B unların arasında, Carleton, Franklin and M arshall, Mount Holyoke, Oberlin,
Reed, Swarthmore ve W illiams da vardır. Bu kolejlerde, öğretim üyelerinin önemli bir bö­
lüm ü araştırm a y ap ar ve tabii ki hem işe alınırlarken hem de terfilerinde bu konudaki ye­
tenekleri dikkate alınır. Bu okullar, geleceğin bilim adam larım yetiştirm ekte özellikle ba­
şarılı olduklarını iddia etm ektedirler. Bunun bir nedeni olarak, bu okullarda lisansüstü
öğrencilerin olmaması gösterilebilir. Kolejlerdeki araştırm acılar, lisans öğrencilerini asistan
olarak çalıştırm ak zorundadırlar, bu ise öğrencileri meslek seçiminde yönlendirebilir. Bkz.
Gene I. Maeroff, Science Studies Thrive a t Small Colleges/' The N ew York Times, 18 H aziran
1985. Ayrıca, 'The Future of Science a t Liberal Arts Colleges,' 9-10 H aziran 1985 ta ­
rihlerinde Oberlin College’da düzenlenen konferans.
79

vunulabilir? B ağım sız dört yıllık kolejlerin (“a ra ş tırm a ko­


lejleri” de dahil olm ak üzere) rah a tlığ ı ve özenini aynı p a­
ra y a h a tta b azen d a h a ucuza, sa tın alabilecekken kim ü n i­
versiteye bağlı b ir koleji tercih edecek k a d a r m azoşist ola­
bilir?
B ir a n için h a y a l k u ralım . H a rv a rd ’d a okum aya k a ra r
verdiniz ve birinci sınıfa başladınız. Ekim ayında, güzel bir
ak şam ü stü , C harles n eh ri boyunca yürüyüş yapıyorsunuz.
H arv ard ’da ders veren ve Nobel fizik ödülünü kazanm ış bir
öğretim üyesi sol elinizi tu tm u ş. Bu h a n ım ev ren in n a sıl
oluştuğu h ak km dak i son teorilerim size açıklıyor. Sağ kolu­
nuzu P ulitzer ödülünü üç kez kazanm ış m üşfik bir İngilizce
profesörüm üzün om zuna atm ışsınız. O nun herhangi bir te ­
orisi yok am a, size Elmwood’da m ı (Rektör D erek C. Bok ile
e şin in lojm anı) yoksa Jo h n K en n eth G a lb ra ith ile eşin in
evinde m i çay içmeyi istediğinizi soruyor. Siz G albraith’leri
seçiyorsunuz çü n k ü T eddy K ennedy, B ayan T h a tc h e r ve
Je rry Falw ell ile tanışm ayı hep istem işsinizdir. Uyanın! Bu
görüntü, ne C harles, Cam ya da Seine n ehri boylarındaki ne
de S an Fransisco körfezi sahillerindeki gerçeği yansıtır. Ü ni­
v e rsite y e b a ğ lı b ir kolej h içb ir z am an beşyüz k a d a r M r.
Chips ve ona h a y ra n birkaç bin sevim li lisans öğrencisinden
oluşmaz.
1950’lerin Oxford’u n u a n latan şu sözler başka bir gerçeği
vurguluyor:
D ers yılı boyunca kolejlere istilacı b a rb a rla r gibi doluşan, sarhoş
olup p a tırtı çıkaran, kısa süren işgal dönem leri boyunca ezici sayıla­
rı ve kaba zevkleriyle okulun sükun ve h u zu ru n u bozan lisans öğ­
rencilerinden hiç etkilenm eksizin, üniversitedeki hay at, tıp k ı Gib-
bon’m zam anında olduğu gibi düzenli seyrini sürdürdü. Kolejlerin
öğretim üyeleri, yem ekhanede m uhteşem yem ekler yiyerek, a ra ştır­
m alarım sürdürerek, atom u p arçalayarak M a llarm ein U n C oup d e
d e s ’ini inceleyerek, kilise ta rih in in ince noktaların ı ta rtış a ra k ola­
bildiğince iyi yaşadılar. O nlar, Oxfbrd’u n b ir bilim yuvası olarak de­
vam lı ve kalıcı rolün ü tem sil ediyorlardı. Vizigot istilası sırasındaki
80 9 O kul Seçmek

saygın ve yaşlı R om alılar gibi lisans öğrencilerinden u zak durdular.


Bir lisans öğrencisinin Oxford’da herhangi bir konuda eğitim gör­
mesi, elbette ki m üm kündü am a hiç de kolay değildi ve o günlerde
b u nu denem eye bile gerek yoktu. ^

E lbette, bu da bir k a rik a tü r. Gerçek ikisinin a ra sın d a bir


yerde yatıyor. F a k a t her iki a n la tım da da gerçek payı büyük:
Ü nlü ad lar var am a lisans öğrencilerine yakın olm aları ge­
rekm ez; kendi işleriyle ilgilenen, çevresinden uzak d u ra n bir
öğretim üyesi kadrosu; daha az sam im i bir atm osfer. K üçük
bağım sız kolejlerde farklı b ir dünya bulunabilir. Ama b u n u n
bedeli de daha çok ataerkillik, öğretim üyeleri ve öğrenciler
açısından d a h a az çeşitlilik ve insanlığın bilgi birikim inin
çok d a h a küçük bir bölüm ünün kaps anm asıdır. Öğrencinin
bakış açısına göre, büyüklük ve seçeneklerin çeşitliliği b ir­
birine sıkı sıkıya bağlıdır. Bu, bakım dan dersler, ark ad aşlar,
ders dışı etkinlikler yaşam biçimim oluşturur. Ü niversiteye
bağlı kolejlerin, zorlukların üstesinden gelebilecek Öğ­
renciler için, seçeneklerin en heyecan vericisi olduğuna in a ­
nıyorum . B unun tam am en kendi değer yargım olduğunu da
söylemeliyim.

Neden Öğretim ve Araştırma?


A m erika'daki üniversiteye bağlı okulların sayısı, ta n ım a
bağlı olarak değişir. Ü niversiteye bağlı kolejlerin sayısı yüz­
ler cedir. H erşeyden önce hem en h e r eyaletin b irden fazla
devlet üniversitesi vardır. D ördüncü bölüm de de değindiğim
gibi, ben bu deyim i d a h a sınırlı biçimde kullanacağım .
A şağı y u k a rı elli okul düşünüyorum ki b u n la r a ra ştırm a y a
en fazla ağırlık veren üniversitelerim izde (örneğin UC B er­
keley, Cornell, Jo h n s H opkins, M ichigan, Texas ve elbette
H a rv a rd ve Brown) b u lu n an kolejlerdir. B u k u ru m la r, yer,
üslup, ders program ı, giriş zorluğu, an a p a ra k a y n a k la rı ko­
n u ların d a b irbirlerinden farklıdırlar. Am a, a ra ş tırm a ve öğ-

7. Michael Korda, Charmed Lives, (Neıv York: Random House, 1979), s. 371,
81

retvimin birb irin i tam am lad ığ ı yolundaki ta rtışm a lı görüşe


tam o larak k a tılırla r. A ra ştırm a n ın getirdiği yeni dü­
şünceler ve esinler olm adan üniversite düzeyindeki öğ­
retim d en pek söz edilem eyeceğini ve b ir profesör için ideal
en tellek tü el dengenin, hem lisan s ve hem de lisa n sü stü eği­
tim i içerdiğinde b irleşirler
İdeal en te lle k tü el denge ile ilgili görüşe, diğerleri k a d a r
çok in a n ılm adığmı k ab u l etm ek zorundayım . B azı öğretim
üyeleri, san k i d a h a y üksek b ir düzeym iş veya d a h a il­
ginçm iş gibi, öğretim lerini lisa n sü stü öğrencilerle sı­
n ırla m a y ı yeğlerler. D ah a önem lisi, b u kişiler, lisa n sü stü
düzeyde öğretim y ap m an ın d a h a fazla itib a r getirdiğine
in an ab ilirler. B u n la rd a n birkaçı, m ü m k ü n olsa hiç ders
verm ez, b ü tü n v a k tin i a ra ştırm a y a ayırırdı. Genel olarak,
ü n iv ersite n in - h em en hem en hiçbir zam an yazılı olm ayan -
sosyal sözleşm esi bellidir: Ü niversitedeki öğretim üye­
lerinden, z a m a n la rın ın yarısın ı öğretim le ilgili u ğ raşla ra ,
diğer y a rısın ı ise a ra ş tırm a ile ilgili çalışm alara yö­
n e ltm e le ri beklenir. Ö ğretim in de y arısı lisan s, öteki yarısı
lisa n sü stü düzeyde olm alıdır. B u form üller k a tı veya b a s it
b ir şekilde uygulanam az. Ö rneğin, la b o ra tu v a r b i­
lim lerinde öğretim ile a ra ş tırm a o k a d a r iç içedir ki, a ra d a
h em en h em en fark yoktur. B u n u n la b irlik te, sosyal söz­
leşm e a d ın ı verdiğim şey, y a ra rlı ve genellikle u y ­
g u lan ab ilir b ir ilkedir.
D ünya, Öğrencilere ve profesörlere farklı görünür.. Öğ­
renciler, a ra ştırm a y a gösterilen ilgiyi, lisans öğretim ine ye­
te rli ilgi duyulm adığının göstergesi olarak algılam a eği­
lim indedirler. A raştırm ay a ağırlık verilm eyen okulların
tem silcileri ta ra fın d a n , a ra ştırm a ve öğretim in bir aray a
geldiğinde eksilerin a rtıla rı götüreceğine, yeni sıfır toplam lı

8. En iyi kolejlerin bir kısmı da, araştırm aya verdikleri göreceli öııem daha az olsa da, öğretim
üyelerinin araştırm a ile meşgul olm alarının değerine inanırlar. B ununla bildikte, hem li­
sansüstü hem de lisans öğrencilerine ders verme fırsatı sadece üniversitelerde vardır.
82 • O kul Seçmek

b ir oyunun söz konusu olduğuna inandırılm ışlardır® . Birçok


kolej katalogunda benzer düşünceler dile getirilir. Ve ne y a ­
zık ki, bazı üniversite öğretm enlerinin davranışları bu olum­
suz klişe düşünceleri güçlendirir: O nlara göre a ra ştırm a adı
verilen daha büyük bir ta n rı u ğ ru n a dersler dikkatsizce h a ­
zırlanır, öğrencilerle görüşm e saatlerine boş verilir, öğrenci­
ler b a ş ta n savılır. Am a, bu n lar, a ra ştırm a bahanesi olm a­
dan da görülebilen dav ran ışlard ır. Ö ğretim de sorum suzca
davranışlar, üniversite kolejlerinin tekelinde değildir; fak at
b a şk a yerlerde olduğundan d ah a sık görülebilir. İzinler, da­
nışm anlık anlaşm aları, konferans davetleri gibi in sanın a k ­
lını çelen faaliyetler daha fazladır.
A ra ştırm a ve öğretim , üniversite öğretim üyelerinin kim ­
lik le rin in b ir p a rç a sıd ır. Ü n iv ersite profesörü, k en d isin i,
b a şk ala rın d a n kaynaklanan bilgiyi öğrenci k u şa k la rın a a k ­
ta rm a k la sınırlam ası beklenen bir öğretm en değildir. Çoğu
zam an, y a n ın d a çıraklık eden lisa n sü stü öğrencilerinin de
y ardım ıyla, yeni bilgiler ü re ttiğ i v a rsa y ıla n ve b ü tü n dü­
zeylerdeki öğrencilere en son bilgileri a k ta ra n biridir. L i­
sans öğrencisinin, kolej öğretm eni ve üniversite bilim a d a ­
m ıyla karşılık lı etkileşim i, entelektüel olarak farklıdır. D a­
h a iyidir veya d ah a kö tü d ü r denemez, am a farklıdır; h a tta
kim isi için d ah a iyi, kim isi için daha kötüdür. Bir de ideal
tip leri tartıştığ ım ız ı anım sayın. A radaki fark ı a n la tm a n ın
b ir yolu da, b u n u birincil ve ikincil k ay n ak ların ku llan ım ı­
na benzetm ektir. İkisi de olm adan olmaz, am a aynı işlevi
yerine getirm ezler.

Lisans Öğrencisinin Neden Araştırmaya Yönelik Bir


Öğretmene Gereksinmesi Vardır?
B u soru ü zerin d e n a d ire n ciddi b ir biçim de d u ru lu r. B ir
kolej öğrencisinin ö ğ retm en -araştırm acıd an hiçbir şey ala-
9. H erhangi birşeyin çoğalması ötekinin azalm asına yol açar. Yani d aha iyi araştırm a daha kö­
tü öğretim dem ektir, ya da tersi. Geçenlerde Califnrnia’yls ilgili olarak yayım lanan bir h a ­
berde “Lisans öğretimindeki kusursuzluk, araştırm adaki kusursuzluk uğruna sık sık feda
ediliyor." deniyordu. Bkz. “California Colleges Are Said to Neglect Quality of Teaching” The
New Yo?'k Times, 4 Ağustos 1987.
S3

m ayacağım düşünenler, "hiçbir y ararı yoktur" y anıtının ken­


diliğinden belli olduğunu ve daha fazla açıklam aya gerek b u ­
lunm adığım söyleme eğilim indedirler. Bu "toplam ın sıfır ol­
ması" yaklaşımıdır^10'. B una karşılık, bu aksiyom un geçersiz
olduğuna in a n a n benim gibi kişiler, konuya çoğu zam an,
açıklam a gerektirm eyen ve akılcı bir şekilde açık-
lanam ayacak bir sır gibi yaklaşırlar. Bu esrarlı kısm en de
olsa o rtad an kaldırm aya çalışacağım.
H erşeyden önce, a raştırm ad an neyi kastediyoruz? W ebs­
ter's Collegiate Sözlüğü (1936, en sevdiğim baskı) bize a ra ş ­
tırm ay ı "Özenli sorgulam a; kabul edilegelmiş yargıların de­
ğiştirilm esi amacıyla, yeni bulguların ışığında yapılan,
genellikle eleştirel ve çok kapsam lı inceleme ve deneyler" ola­
ra k tanım lıyor. Sağduyuya dayanan bu k usursuz tan ım ın
bazı yönleri üzerinde durm ak gerekir. Bir kere, bu tanım dan,
okum a ile a ra ştırm a n ın aynı şey olmadığım çıkarabiliriz.
İn san sadece zevk için veya bir alandaki yenilikleri izlem ek
için, yeni bir beceri elde etm ek için, ya da sırf yeni bilgiler
edinm ek için birşeyler okuyabilir. B unların hiçbirinde, kabul
edilegelm iş bir yargıyı değiştirm ek veya “yeni keşfedilm iş
gerçeklerin ışığında” yeni bir şeyler söylemek hedefi yoktur.
O kum a (ve deney yapm a) kuşkusuz vazgeçilemeyecek a ra ş ­
tırm a faaliyetlerdir. Ama söz konusu olan herşeyden önce
özel bir okum a biçimidir; Amaçlı, planlı ve bir hedefe yönelik.
İkincisi, a ra ştırm a ve yayım lam a aynı şey olm asalar da, bir-
biriyle yakından ilişkilidir. “Kabul edilegelmiş bir yargının
değiştirilm esi’n in bir anlam taşım ası için bunun açık­
lanm ası, tartışılm ası ve kabul ya da red edilm esi gerekir. Bu
da, şu veya bu şekilde yayım lam ayı gerektirir.

10, Bkz. David S. W ebster, "Does Research Productivity Enhance Teaching?1' Educational Record-
1985 başı. A raştırm anın, öğretimi olumlu yiinde etkilemediği hipotezini kanıtlam aya çalışan
bir dizi am pirik çalışma yapılm ıştır. Sonuçları yetersiz buluyorum. Herşeyden imce, bu so­
nuçlara çoğu zam an öğrencilerin (genellikle lisans öğrencilerinin) doyum derecesini ölçen an­
ketlerle varılm aktadır. Bu önemli b ir bilgi olsa bile birçok bilgiden sadece biri, sınırlı bir bil­
gidir. Sonra, araştırm a verimliliği nitelik açısından değil, hemeıı tümüyle nicelik açısından
değerlendirilm ektedir. D aha da önemlisi, araştırm a ile öğretim arasındaki ilişkinin basit de­
neysel analizlerle saptanam ayacağım düşünüyorum.
84 ®O kul Seçm ek

Bizi bu faaliyete yönelten nedir? “A raştırm a” sözcüğü, o


k a d a r çok kullanılm ış, o kad ar ayağa d ü şm ü ştü r ki ve­
rilebilecek h er y an ıtın dikkatle tanım lanm ası gerekir(îl).
A raştırm aların çoğu ticari am açlarla k â rla rın ve te-
m ettü lerin artırılm asın a yönelik olarak yeni ü rü n le rin or­
ta y a çıkarılm ası ve eskilerin geliştirilm esi am acıyla y a­
pılm aktadır. Ülkemizdeki, a raştırm aların önemli b ir bölümü,
silahlı kuvvetler tarafından, saldırı ve savunm a ye­
teneklerinin artırılm ası amacıyla yaptırılm aktadır. B urada
söyleyeceklerim, ticari kaygıların daha a rk a planda kaldığı
akadem ik a ra ştırm a la rla ilgilidir.
A kadem ik a ra ştırm a d a ticari kaygı a rk a pland a kalm akla
birlikte hem en her zam an m evcuttur. Birçok alanda yapılan
akadem ik a ra ştırm a la rın meyveleri, teknolojik kullanım yo­
luyla büyük ticari değer kazanabilir. Son yıllarda, (içlerinde
m oleküler biyologlar ile ekonom istlerin de bulunduğu), bazı
tanıdıklarım m ültim ilyoner oldular. Bu işin püf noktası, la-
b o ratu v ard a icat edilen ya da kütüphanede a ra ştırıla ra k bu­
lu n an bir yöntem i ticari hale sokmak, girişim cilerden ser­
m aye sağlam ak, arkasından da h alk a açılm aktır. Bu
aşam ada, buluşu gerçekleştiren kişi, yani öğretim üyesi, k ü ­
pünü doldurm uş olacaktır. Aslında, araştırm an ın a rk asın d an
gelen ticarileşm enin başarıya ulaşıp ulaşm am ası o k a d a r
önemli değildir. A raştırm a, aynı zam anda, ya m esleki alanda
ya da kam uoyunda tanınm a, h a tta şöhret getirebilir. Bizim
toplnm um uzda, şöhretin her tü rlü sü p a ra dem ektir. E n çok
sa tıla n k ita p la rd a n birini yazmak, televizyonda görünm ek ya
da h a lk a açık konferanslar verm ek gibi şeylerin hepsi, "ücreti
yetersiz" b ir akadem isyenin cebini doldurm aya yardım cı
olur.
B ütün b u n lara rağm en, öğretim üyelerini a ra ştırm a yap­
m aya yönelten nedenleri, düşündüğüm de, iki etm enin en

11. Bks. Jacques Barzun, Doing Research - Should the Sport be Regulated?1’, Columbia Ma­
gazine, (Şubat 1987).
86

önde geldiğini görüyorum. Birincisi öğrenmeye ve bilim e du­


y ulan tu tk u . B urada kendim e pay çıkardığımı, duygusal dav­
randığım ı, basm akalıp bir ifade kullandığım ı düşünseniz bile
söylediklerim yine de doğrudur. M eslek seçimleri, o m esleğin
gereklerinden etkilenir. Örneğin askerliği seçen kişinin ü n i­
form alara, in san ı zorlayan fiziki engellerle uğraşm aya ve va­
tanseverliğe eğilimi olması gerekir. Politikacılar, in sa n la rla
bir a ra d a bulunm aya, güce ve sözlü iletişim e bir p arça eği­
lim li olm alıdırlar. A kadem isyenler de hiç büyüm eyen öğ­
rencilerdir. Y aşam ları boyunca öğrenci olarak kalm ak is­
terler. Öğrenmeye k a rşı duyulan sevgiyi gösterm enin bir
yolu da bu değil m id id 1:!).
Bu m adalyonun sadece bir yüzüdür. Ö bür yüzde ise, m es­
leki ilerlem enin zorladığı gereksinm eler vardır. Terfi, sürekli
kadroya girme, ücret, saygınlık gibi şeylerin hepsi, a ra ştırm a
ve a ra ştırm a n ın yayım lanm asına sıkı sıkıya bağlıdır. Bu da
a ra ştırm a sevgisinin o k a d a r da saf bir duygu olmadığını gös­
terir. A raştırm a yapm am ız, yazm am ız ve yayım lam am ız, yal­
nız özgeci bir şekilde, düşüncelerim izi u luslarası bilim adam ­
ları topluluğuna sunm ak için değil, aynı zam anda, yardım cı
profesörlükten asosiye profesörlüğe yükselebilm ek, ya da or­
tala m a ücret a rtışla rı %6 iken, %7'lik bir zam alabilm ek için­
dir. Hiç kuşkusuz, b u baskılar, genellikle "ya yayım larsın, ya
da m ahvolursun" sloganıyla dile getirilen bir tak ım olumsuz
sonuçlar doğurur. B unun en olumsuz sonucu, "senteze u laş­
m a olasılığını gitgide düşüren, şişirilm iş bir kitap ve m akale
seli" olabilir(13). Ancak, bana öyle görünüyor ki, kişisel iler­
lemeye yönelik bencil nedenlerin, önüne geçilmez bir şekilde
kalitesiz a ra ştırm a la ra yol açacağını varsaym ak için çok kö-
12. Yanlış nedenlerle sonsuza kadar kam pusta kalm ak İsteyen kişiler olduğu doğrudur. Bu grup
hep kolej çağında kalm ak isteyen vç yaşlanm aktan korkan kişilerden oluşur. B unların kişisel
doyumu düşünce yaşam ından değil de, öğrenci yaşam ının akademik olmayan yönleriyle ilgili
sosyal atmosferinden kaynaklanır. Y ıllar geçtikçe gençler tarafından reddedilirler, mes­
lektaşlarından saygı görmezler ye m utsuzlukları artar.

13. B arzuıijagc, s.21.


86 a O kul Seçmek

tü m ser olmak gerekir. Bu olası bir sonuçtur; am a tipik sonuç


olduğuna inanm ak için hiçbir neden yoktur.
A slında bam başka bir soruyu incelemeye çalışıyorum.
A raştırm a yapan bir kişinin bundan m anevi ya da m addi
y arar sağlayıp sağlam am ası buradaki ana konu değildir. Ü ni­
versitelerim izin gereğinden çok sayıda kötü araştırm aları ve
buna bağlı olarak kötü yayınları özendirmeleri ve böylece "uz­
m anlaşm a" adı verilen entellektüel hastalığı yay­
gınlaştırm aları da asıl konum uzun dışındadır !14). Bir lisans
öğrencisi, düşünüp taşındıktan sonra, öğretim üyelerinin ço­
ğunluğunun, kendilerim bilim adamı-öğretm en olarak gör­
dükleri bir üniversiteyi gönüllü olarak neden seçer? Soru
budur. Y am tı ise o kad ar zor değildir.
A raştırm a, ilerlem enin olabileceğine in an m a n ın bir iş a ­
retid ir. Bilim ad am ların ı h e rh a n g i bir konuyu incelem eye
yönelten güdülerin arasm da, yeni şeylerin bulunabileceği,
yeni şeylerin d a h a iyi olabileceği ve d ah a derinliğine a n ­
lam a olasılığının b ulunduğu inancı da vardır. A raştırm a,
özellikle bilim sel a ra ştırm a , insanlığın d u ru m u h ak k ın d a
b ir şekilde iyim ser olma an lam ına gelir. Ö ğrencilerin y ap ­
tık la rı seçim ile ilgili önceki soruya dönersek, y a n ıtın birinci
kısm ını a rtık verebilirim . İlerlem e olasılığının b u lu nduğuna
in a n a n ve dolayısıyla en tellektüel açıdan iyim ser bir bakış
açısına sahip kişiler, yani öğretm en-bilim adam ları, h e r­
halde d a h a ilginç ve d ah a iyi profesörlerdir. D ers a n la tırk e n
k ötüm ser ve alaycı ya d a tepkisel bir ta v rı seçm eleri ola­
sılığı d ah a düşüktü r.
14. Adsız bir dahinin yıllarca iince önerdiği b ir plan a şın yayın sorununu beîlri de Önleyebilir:
Başlangıçtaki bütün akadem ik atam alar profesör unvanıyla yapılacaktır. Bu atam adan
sonra yayımlanacak her kitap otomatik olarak rütbe gerilemesine neden olacaktır. Bu du­
n u n d a herkes ancak söyleyeceği çok önemli şeyleri olduğuna inandığında kitap ya­
yımlayacaktır. Ek bir yararı da gözden kaçırmayın. Lisans Öğreticileri sık sık ünlii kıdemli
profesörlerle, özellikle de kitapları ile m eşhur olanlarla, ilişki kuram adıklarından yakınırlar.
Bu durum da en çok kitap yayınlayanlar en a lt düzeydeki öğretim üyeleri (eleştirmenlere güre
geleneksel olarak lisans düzeyindeki öğretime ayrılan kişiler) durum una düşm ek zorunda
kalacaklardır.
87

B ununla yak ın d an ilgili bir konu, öğretm enin kendini t ü ­


ketm esi gibi h er zam an var olan bir tehlike ile a ra ştırm a a ra ­
sındaki ilişkidir. Profesörlere ayırm ış olduğum önüm üzdeki
an a bölümde, akadem ik yaşam ın kendine özgü bazı özel­
liklerini an latm aya çalıştım. B unlardan bir tanesi, özde de­
ğişm eyen bazı görevleri kırk yıl boyunca, belki de d ah a uzun
süreyle yapm a zorunluluğudur. Öğretim üyesi olduktan
sonra (birçoğumuz yirm ili yaşlarım ızda yardım cı profesör
oluruz), yetm iş yaşında (günüm üzdeki ahm aklık devam eder­
se d ah a da ileri bir yaşta) emekli oluncaya k a d a r gö­
revlerim izde hem en hem en hiç değişiklik olmaz. İlk gö­
reviniz, uzm am olduğunuz konuda ders verm ektir ve bu
m eslek yaşam ım ız boyunca fazla bir değişime uğram ayabilir.
K uram cılar kuram cı olarak k alırlar, deneyciler de deneyci.
Shakespeare üzerine ders verenler de yaşlılık yıllarında çağ­
daş Am erik an edebiyatı hocası olmazlar. M esleki so­
ru m luluklarınıza sürekli ilgi duyabilm eniz büyük bir so­
ru n d u r. Ö rneğin, çeyrek yüzyıl boyu ekonomiye giriş dersi
veren bir öğretim üyesi, aynı konuları d ah a dersin adını
duyar duym az içi geçmeden nasıl öğretebilir ki? Elbette,
uzun süreli te k ra rın getirdiği bezginlik sadece a k a ­
dem isyenlere özgü bir sorun değildir. B urnu ak an bir hastayı
d ah a m uayene eden doktor, bir tan e d a h a sırad an vasiyet
yazan av ukat ve h er satıcı bu sorunlarla k arşı karşıyadır.
H er m esleğin bezginlikle b a şa çıkm ak k o n u su n d a m u h ­
tem elen ken d i yolları vardır. Y üksek öğrenim de, kim ileri,
h e r zam an değişen öğrenci k u ş a k la n ile b ir ölçüde kendini
yenileyebilir. B u, M r. Chips çözüm üdür. O, h e r sonbahar,
yeni ve genç yüzlere b a k a ra k , binlerce gence b ab alık etm e
ro lü n d en güç alır. B a şk a la rı b u n u , okuyarak, k ita p k u rd u
o larak y ılla r boyunca bilgilerine bilgi k a ta ra k , ancak, bu
öğrendiklerinden b a ş k a la rın a pek bir şey verm eden, sağ­
la rla r. Am a, bezginliğin ü ste sin d en gelm enin en sağlıklı ve
etkili yolu a ra ştırm a d ır, N erdeyse “hep b a n a , hep b a n a
diyen” p a sif k ita p k u rd u n u n aksine, a raştırm acı, eleş­
tirm e n le r ve m e sle k ta şla r dünyası ile ilişkiye g irerk en ken-
88 ®O kul Seçm ek

dişine de y a tırım yapm ış olur. Bu işler, alışverişin getirdiği


can lılık tan y a ra rla n a m a y a n , posası çıkm ış ya da yorulup
bezm iş in sa n la rın h a rc ı değildir. B u bizi y a n ıtın ikinci k ıs ­
m ın a g ötürür. A raştırm ay a yönelik b ir öğretim üyesi k a d ­
ro su n d a, posası çıkm ış kişilerin barın ab ilm esi olasılığı
d a h a azdır. H arek etli, canlı, m ü n a z a ra d a n ve ta rtış m a d a n
h o şlan an , tü m ü y le çağdaş beyinlerden d ah a iyi öğ­
retm en le r çıkari15'.
Y anıtım ın son bölüm ü, öğretm enlerin ve öğretim in k a ­
litesin i ölçm ekteki zorlukla ilgilidir. Geçerli de­
ğerlendirm elere n a sıl ulaşabiliriz? Ö ğrencilere sorabiliriz.
Hiç k u şk u su z bn en bilinen yöntem dir. A ncak bu, bazı ek­
siklikleri olan bir çözüm dür. Ö ğrenciler bize b ir öğretm eni
sevip sevm ediklerini, ya da b ir k o n u n u n o n lara ilginç gelip
gelm ediğini, d e rsle rin anlaşılır, canlı ve belki de eğlenceli
olup olm adığım söyleyebilirler. B u nlar, b ir dereceye k a d a r
p opü lariteyi gösteren ölçülerdir ve öğretim in özü ile hiç b ir
ilgisi olm ayabilir: Am aç b ir kişin in h e rh a n g i b ir konuyu öğ­
ren m esin i sağ lam ak tır. D eneyim eksikliği, uzağı gö­
rem em ek, ra h a t, zevkli ve eğlenceli olanı yeğlem ek gibi n e ­
denler öğrencilerin düşüncelerinin değerini azaltabilir.
A m a b u n u a b a rtm a m a k gerekir, H a rv a rd 'd a y a p ıla n öğ­
renci değerlendirm eleri, bir derse verilen k a lite p u a n ı ile o
d erste y apılm ası gereken çalışm alar a ra s ın d a olum lu b ir
korelasyon olduğunu gösterm iştir. R ah at, zevkli ve eğ­
lenceli olanı yeğlem ek, h e r zam an tem bellik a n la m ın a gel­
mez.
Y aşlandığım ızda hepim iz, lisede veya üniversitedeyken
nefret ettiğim iz, ancak d ah a olgun y aşlara geldiğinizde ver­
dikleri eğitim in ne k a d a r kusursuz olduğunu anladığım ız öğ­
retm enleri anım sayabiliriz. Benim ve hem en herkesin li­

15. H arvard'da lisansüstü öğrencisi ve öğretmen olarak geçirdiğini yıllar boyunca, kötü ve en çok
da beceriksiz öğretmenlerle sile sık karşılaştım . F akat kolejdeki günlerimde çok gördüğüm,
yılların sararttığ ı notlarına bakarak ders veren ihtiyar profesör tipine hiç rastlam adım .
Bazen, b u ders notlarından bir sayfa yere düşer ve ince b ir toz haline dönüşürdü.
89

sedeki Latince öğretm enini buna örnek gösterebilirim . Diğer


ta ra fta n çoğumuz, olgunluğa ulaştığım ızda, acınası b ir p a­
lavracı olduğunu anladığım ız şu çok sevilen bilm em hangi öğ­
retm en i de (ne yazık ki b unlar birçok A m erikan kam pusunun
dem irbaşlarıdır) hatırlarız. Kesinlikle, öğrenci de­
ğerlendirm elerinin önemsiz olduğunu söylemiyorum. A raş­
tırm a la r b u n u n aksini gösterm iştir. Söylemek istediğim , öğ­
renci değerlendirm elerinin dikkatle kullanılm ası
gerektiğidir. B aşka k a n ıtla ra gereksinm e vardır*101.
Ö ğretm enin m eslektaşlar tarafın d an değerlendirm esine
gelince, b u yöntem in de birçok güçlüğü vardır. S ta n d art bir
uygulam a, sınıfları (özellikle terfi ettirilm esi düşünülen genç
elem anların sınıflarını) ziyaret etm ektir. Ancak bu da, öğ­
retm enin en iyi perform ansı gösterebilm ek için hazırlık yap­
m asına ve önlem alm asına neden olur, dolayısıyla ortaya
çıkan sonucun h e r gün verilen derslerle ilgisi kalm az (Birçok
yerde, önceden haber verm eden yapılan ziyaretler saygısızlık
olarak görülür). Teoride, deneyimli öğretm enlerden oluşan
gruplarca birçok, h a tta günlük ziyaretler yapılabilir, am a bu
genellikle pek p ratik olm ayan bir yoldur.
Yanlış anlaşılm ak istem iyorum . Ö ğretim in kalitesini dü­
zeltm ek için çok şey yapılabilir*171. Genç öğretm enlere, ken­
dilerine yol gösteren deneyimli hocalardan, tek n ik eleş­
tirilerden, sem inerlerden, uygulam alı çalışm alardan oluşan
bir destek yapısı sağlanabilir ve sağlanm alıdır da. B ununla
birlikte, kolej ve üniversite öğretimini bir bilim dalm a dö­
nüştürenleyiz. Bu bakım dan, kişisel başarıya ilişkin birçok
16. ''Potansiyel b ir değerlendirme kaynağı olarak öğrencilerin tarafgirliği ya da güvenilirliği ve
geçerliği konularında son on yılda geniş çalışmalar yapılmıştır. A rtık günümüze gel­
diğimizde, bu sorular kapsam lı bir şekilde incelenmiş ve genel kabul gören şu görüşe va­
rılm ıştır: Terfi ve sürekli kadroya alınm a ile ilgili k a ra rla r sadece öğrenci de­
ğerlendirm elerine dayandınlm am alıdır am a, öğrenciler grup olarak, sınıfta verilen bir dersin
kalitesi konusunda sorumlu ve güvenilir tanıklardır.” K. P atricia Cross, "Feedback in the
Classroom: M aking Assessment M atter/' The AAHE Assessment Forum , Third N ational
Conference on Assessm ent in Higher Education, 8-11 Haziran 1988, Chicago, s.fi.

17* Age, ss. 17ff.


90 a O kul Seçmek

farklı görüşle birlikte yaşam ak zorundayız. B aşka b ir değ-


yişle, u zm anlar, ü stü n düzeyli öğretim in ne anlam a geldiği
konusunda pek an laşam am ak tad ırlar(18).
A raştırm a kapasitesi ve başarı konusunda ise daha fazla
görüş birliği vardır. Fen bilim lerinde ve daha az ölçüde olsa
da diğer bilim alanlarında, akadem isyenlerin göreli değerlen­
dirm esi üzerinde belli bir m u tabakat sağlanm ıştır. Bu konu­
daki düşünceler ikna edici gerekçelerle desteklenebilir. Yeğ­
lenen yöntem m eslektaşların değerlendirm esidir. Bu değer­
lendirm e bazen m uhafazakâr olabilir. Siyasi eğilim lerden ya
da çıkar çatışm alarından etkilenebilir. Ama on örnekten do­
kuzunda -e n azından öğretim in değerlendirilm esi ile k a rşı­
laştırıldığında- büyük ölçüde tu tarlı, nesnel ve kesin y anıtlar
elde edilmesini sağlar0®.
B u bölüm ün am acının dışına çıktığım ı, lisans öğrencisi­
n in neden a ra ştırm a y a yönelik bir öğretim üyesi k a d ro su ­
n u te rc ih edebileceğinin -te rc ih etm esi gerektiğ in i d e ğ il-
açıklanm asıyla ilgili olm ayan konulara girdiğim i d üşünebi­
lirsiniz. İşte şim di ta m da b u konuya, üçüncü ve son k a n ı­
tım la dönüyorum . Ö ğretim üyeleri işe alınırk en, esas ola­
ra k sa p ta n m ası güç öğretim yeteneklerine değil de, a ra ş tır ­
m a d a g ö s te rd ik le ri y e te n e ğ e b a k ılm a s ın ın y a n lış lık la rı
az alttığ ın a inanıyorum . H er iki yeteneğin de dikkate a lın ­
m ası gerekse bile a ra ştırm a yeteneği u z u n dönem için daha
iyi bir göstergedir. D aha nesnel, h a tta ölçülebilen a ra ştırm a

18. “Öğretimi İnceleyenlerin, birçoğu, herşey söylenip bittikten sonra, etkili öğretim için bir for­
mül olmadığım kabul ederler. Bu doğrudur. “Neden bazı öğretmenler başarılı olurken, di­
ğerlerinin o k a d ar güçlük çektiğini açıldayamıyoruz.” C. Roland Christensen, M argaret M.
Gullette, der., The A rt and Craft o f Teaching, (Cambridge: H arvard Danforth Center for Tra­
ining and Learning, 1982), s. xiv. Ayrıca H arvard işletm e Okulu’nun bu efsanevi hocası,
Amy Leveî’in görüşlerinden şu şekilde alıntıyı yapmıştır: “Öğretmenlik, posta k utusu şeklin­
de düşünebileceğimiz insanların bilinçaltına düşünce atm akHtır. Ne zam an gönderildiğini
bilirsiniz, am a ne zam an ve ne şekilde alınacaklarım bilemezsiniz.” H er iki pasajda da sına­
nabilir öneriler bulunmuyor.

19. Sürekli kadro, m eslektaşlar tarafından yürütülen çok kapsam lı değerlendirmelerden sonra
verilir, l l ’nci bölümdeki ta rtışm a la r burası için de geçerlidir.
91

s ta n d a rtla rın a ağırlık verilmesi, kabul edilen hedefler açı­


sından ortalam a olarak daha yüksek kalitenin tu t­
turulm ağını sağlayacaktır: Canlı, yenilikçi, soru soran ve bu
nitelikleri sürdürebilm ek için gerekli olan güce sahip be­
yinler.
Profesyonel öğretm enler, öğretm en-bilim adam larının ak­
sine, çoğu zam an, derslerinde eniksek bir etkinliğe ulaşırlar.
Bu konuda bilim adam ı m eslektaşlarını geçerler. Birçoğu
Sokrates’in yöntem ini kullanm akta, yani sınıftaki ta r ­
tışm aları h ü nerli ve yaratıcı bir şekilde yönlendirm ekte
büyük bir ustalığ a erişirler. Ö ğrencilerinin a ra ştırm a ödev­
lerini büyük bir titizlikle incelerler ve birçoğu, de­
ğerlendirm elerinin uzunluğu ve h e r noktayı kapsam ası ile ün
salm ışlardır. B ü tü n b u n lar öğrenciler için tüm üyle olum­
ludur. Ö ğretm en çoğu zam an b aşkalarının fikirleri üzerinde
durm ak durum undadır. Başlıca rolü bu fikirleri sınıfta ak­
tarm ak tır. E lbette ki hiçbir öğretm en-bilim adam ı da kabul
edilmiş otoritelerin görüş ve yargılarım k u llanm adan ders
veremez. Ders verenler olarak hepim iz, geçmişte baş­
kaların ın geliştirdiği bilgileri a k tarm a işlerini görürüz. Ne
var ki, bunun hangi oranda yapıldığı, nelere önem verildiği
ve kap asiten in ne olduğu konularına eğilm eleri gerekir.
A raştırm aya ayıracak zam anı ya da a ra ştırm a eğilimi ol­
m ayan öğretm en konuya olsa olsa eleştirerek yorum katm ayı
um abilir. Bu da kolay değildir, çünkü kolejlerin çoğunda, fik­
rin i alabileceği aynı veya benzer konularda çalışan m es­
lek taşların sayısı yeterli değildir. Yani gerekli “asgari ni­
celik” yoktur.
A raştırm a üniversitelerindeki bilim adam ları, kendilerini
her şeyden önce belli bir bilim dalının üyesi olarak -örneğin,
ekonomi, İngiliz edebiyatı, fizik- ve ancak ondan sonra öğ­
retm en olarak görme eğilim indedirler, Öğrencileri de iki k a ­
tegoriye ayrılır: O bilim dalm a yeni girenler (lisansüstü öğ­
rencisi çıraklar) ve lisans öğrencileri. Birincilerin ileri
düzeyde eğitim e gereksinim leri vardır. İkinci gruptakiler ise
92 e O kul Seçmek

konulara tem el ve orta düzeylerde alıştırılm alıdırlar(20). Ü ni­


versitedeki bilim adam ı, Öğretimden başka, m akale ve kitap
yazm ak, danışm anlık ve bilirkişilik yapm ak, m esleki top­
la n tıla ra katılm ak, a ra ştırm a için parasal k aynak bulm ak
gibi pek çok faaliyette bulunur. Bu faaliyetlerin bir kısm ına
gerek olm ayabilir; bazıları da kendisinden başka kim se için
önemli olmayabilir. O rtalam a bir üniversite hocası çok m eş­
guldür ve hiç şüphesiz, küçük bir kolejdeki m eslektaşı ile k ı­
yaslandığında ulaşılm ası d ah a zor bir kişidir.
Geleceğin bir lisans öğrencisi olarak, iş hayatında sadece
küçük bir yer tuttuğunuz, sık sık seyahate çıkan biriyle mi ça­
lışm ak daha iyidir, yoksa u sta bir çobanın iyi yönlerini taşıyan
ve sizi sürünün çok değerli bir üyesiymişçesine koruyan bi­
riyle mi? B unun yanıtı durum a göre değişir. En iyi tarafları
ele ahm rsa, üniversiteye bağlı kolejler dünyanın en heyecan
verici yerleri arasındadır. B uradaki profesörler, herkesin üze­
rinde konuştuğu kitapları yazmışlar, kam uoyundaki ta r ­
tışm alara katılm ışlar ve yaşam sal önemdeki kam u gö­
revlerinde bulunm uşlardır. (Öğretm enlerimden biri
büyükelçilik yapm ıştı; bölümdeki m eslektaşlarım dan biri de
büyükelçi olmuştu; bir diğeri bakanlık yapmıştı; üçü Eko­
nom ik Danışm a Konseyinde görev alm ışlardı, h a ttâ bunlardan
biri konseyin başkanlığına getirilmişti; birçoğu da B aşkanlar’a
ve yabancı hüküm etlere danışm anlık hizm eti verdiler.) Ki­
mileri, bu gibi gözalıcı görevleri anlam sız ve yüzeysel bir p a r­
laklığın görüntüsü olarak küçümseyebilirler. Ama ben buna
katılm ıyorum . E ntellektüel heyecan, kitap yazmış, önemli de­
neyler yapmış ve hüküm etlerin k arar m ekanizm asında görev
almış kişilerle tem as sonucunda yükselir. Öğretmen olarak,
size daha az dengeli bir görüntü sunarlar; belki kendi düşünce
ve buluşlarını size satm aya kalkışabilirler (ne de olsa h er ikisi
de kendi m allandır!) Bazıları kendilerini tutam az, tanıdıkları

20. Gerçek bundan daha belirsiz olabilir, Ü niversitelerin sunduğu bir ayrıcalık, olağanüstü ye­
tenekli lisans öğrencilerinin henüz üçüncü ya da dördüncü sınıftayken lisansüstü düzeyinde
ders alabilmeleri olanağıdır. Tek sınır, kendi entelektüel birikimleridir.
93

ve beraber çalıştıkları ünlü kişilerden bahsederler. Herşeye


rağm en, ödüller tehlikelerden genellikle fazladır. K a­
m uoyunda büyük bir tartışm a başlarsa, üniversitedeki bi­
n lerin in de buna katılm ası olasılığı yüksektir. Çoğu zam an
tartışm an ın her iki tarafının görüşleri de açıkça ve güçlü bir
şekilde tem sil edilir'21'. Önemli bir buluş gerçekleştirildiğinde,
bunun önemini yorumlayabilecek biri m uhakkak orada ola­
caktır. Zaten, buluşu gerçekleştirenlerden biri de belki aynı
kam pustadır. Ü niversiteler, özellikle de zirvedeki araştırm a
üniversiteleri, her tü rlü siyasi görüşe yaşam biçimine ve pek
az kişinin anlayabileceği h ertü rlü akadem ik uzm anlık alanına
ev sahipliği yaparlar. (Örneğin H arvard'da biz altm ışın üze­
rinde değişik dil öğretiriz.)
K arşıtların birbirini çektiğini söyleriz, ama öğrenciler ve öğ­
retm enler söz konusu olduğunda benzerlerin birbirini çektiğini
düşünüyorum . Önde gelen üniversitelere bağlı kolejlerdeki öğ­
renci toplulukları hem ulusal hem de uluslarası nitelikler
taşır. Ayrıca tartışm acı ve yeteneklidirler, öğretim üyelerini bn
bakım dan ve ilgi alanlarındaki çeşitlilik ile siyasi ve sosyal gö­
rüşleri açısından aynen yansıtırlar(22).
B azı yıldız öğrencilerin b aşarıları sınıftaki a rk ad aşları
üzerinde yıldırıcı b ir etki yapabilir. Boş zam anlarınızda ti­
yatro oyumları mı y azm aktan hoşlanırsınız? Y u rtta iki kapı
ötede k a la n birin in b ir perdelik oyunu New York’tak i de­
neysel tiy atro lard an birinde sahnelenm iştir bile. Kısa bir
21. H arvard'da "Öğrenciler, Prof. Gould'un Yaşamın ve D ünyanın Tarilıi dersine doluşabilir ve
onun evrimde çevrenin önemini esas alan yaklaşım ını dinleyebilirler. Ertesi dönem ise, onun
fikirlerine k arşı çıkanlar arasında başta gelen vc verdiği evrimsel biyoloji dersinde top­
lum sal kalıplatın ve insan, davranışının altında kalıtımsal faktörlerin yattığını ileri süren
Prof, Wilson’m bu fikirleri nasıl çürüttüğüne tanık olabilirler". Fiske, Selective Guide to Col­
leges, s. 237. Böyle b ir deneyim, bağımsız kolejlerde olanaksızdır.

22. Birkaç yıl Önce, kahvaltıda The N ew York Tinıes'ı okuyordum. Ön sayfada Washington.rdan
bir haber vardı. Habere göre B aşkan Reagan ulusal başarı bursunu kazananları Beyaz
Saray’daki bir resepsiyona çağırmıştı. Resepsiyonun ortasında genç b ir kız ayağa kalkarak
Başkanın O rta Amerika'da uyguladığı politikaları .şiddetle eleştiren kısa bir konuşm a yap­
mıştı. Karıma dönerek, kendim den tam am en emin bir şekilde " Bu kız 1-Iarvard‘a gelecek.”
dedim. Yanılmamışım.
94 s O kul Seçmek

öykü m ü yayım latm ak istiyorsunuz? Y aratıcı yazarlık der­


sine sizinle birlikte giren şu genç kız, iyi eleştiriler alm ış bir
ilk rom anın yazarıdır. Aynı biçimdeki bir baskı, Ivy League
chşındaki(23) okullarda atletik b a şarıla r konusunda ve a k a ­
dem ik erişilerde de geçerlidir. Sizinle aynı laboratuvarı pay­
la şa n çocuk, W estinghouse bilim ödülünü kazanm ış olabilir.
B unların yaygın olaylar olduğunu iddia etm iyorum , am a bu
durum daki öğrenciler de vardır. Brooke Shields, Princeton'a
devam etm işti; Yo Yo Ma, H arvard'da lisans öğrencisiydi;
Yale'de okuyan bir lisans öğrencisi kız, son yirm i-otuz yılın
en güçlü sa n atsa l anlatım larından biri olan Vietnam Savaşı
A nıtı’m n tasarım ın ı yaptı. Bu gibi yıldızların bulunuşu, bazı
öğrencilerin katılım ını engeller ve kendi kabuklarına çe­
kilm elerine yol açar. Böyle bir kaygınız varsa, rekabete en
çok dönük üniversitelere gitm em eniz d ah a iyi olur. H a ttâ
d ah a ileri gidebilirim. Sizin için, doğal ya d a geliştirilm iş ye­
ten e k söz konusu olm adan katılım , her şeyden önemliyse,
aile ortam ı y aratm ay a çalışan bir koleji tercih edin, —Ne de
olsa, bir aile tak ım ın d a ailenin b ü tü n üyeleri için yer v ard ır.-
Ü niversite kolejlerinde rekabet hiç eksik olmaz. Okul ga­
zetesinde çalışabilm ek, bir oyunda rol alm ak, okul takım ında
oynayabilmek, b unların hepsi, sonuçta k azan an ların ve kay­
bedenlerin kesinkes ayrıldığı k a tı bir m ücadelenin so­
nucudur. Bu savaşlardan herkes hoşlanm az. Böyle bir ortam
sizin o sıradaki gelişme düzeyiniz için uygun olmayabilir. Bu
koşullarda öğrenmeniz aksayabilir. B aşkaları ise, bu sayede
çok yüksek düzeylere ulaşabilirler.
23. Ivy League spor burstan, vermez ama onun yerine am atör sporları (üniversiteler arası dü­
zeyde bile) geliştirmeye çalışır. Bu yeni b ir durum değiidir. Birkaç yıl önce Çin'e gittiğimde,
1925'te Ilarvardklan doktora derecesini almış ve Pekin Üniversitesinin Ekonomi bölümünde
görev yapan bir profesör ile tanıştım . Bu ihtiyar beyefendi bana Amerikan futboluna olan
düşkünlüğünü an lattı ve Cambridge'deki son yılında H arvard’ın h e r maçı kaybettiğini ha­
tırladı. Boston Globe o zam anki baskısında 'H arvard Perişan O ldu' başlığıyla b ir haber ver­
m işti. Bunda, H arvard'ın spor bakımından berbat olduğu ve geriye sadece "üstün akademik
başarısın ın ' kaldığı yazılmıştı. Eski m ezunumuza son altmış yılda sporda (şükürler olsun)
bir parça düzeldiğimizi, buna karşılık akademik konulardaki üstünlüğüm üzü büyük ölçüde
koruduğumuzu söyledim.
95

H arvarcTda öğrencilerin birb irin d en , öğ retm en lerin d en


öğrendiklerinden d ah a fazlasını öğrendiklerini çok duydum.
Bu rah atsızlık verici bir yorum olarak görülebilir. Bu, k ü r­
sü n ü n a rk asın d a cam bazlık yapıp da öğrencilerle doğrudan
ilişki açısından zayıf profesörlere bir eleştiri olarak mı alın­
m alıdır? Bence hayır. Aksine bunu, farklı, d iİdi ati e seçilmiş
ve yetenekli bir öğrenci grubuna iltifat olarak kabul ediyo­
rum . B u grup, üyesi olan herkese gelişm ek için bulunm az
bir fırsat sağlar.
Son bir nokta. Ü niversite yaşam ının ayırt edici bir özelli­
ği, lisa n sü stü öğrencilerin bulunuşudur. B unlar ileri mesleki
dereceler için öğrenim gören, lisans öğrencilerinden birkaç
y aş d a h a b ü y ü k k a d ın ve erk ek öğrencilerdir. G enellikle
k en d ilerin i lisan s öğrencilerinin çocukça m era k la rın ın ü s­
tü n d e gördüklerinden, sizinle ilgilenmezler. Ama lisan sü stü
Öğrenciler acemi öğretm enler olarak karşınıza çıkar. Bu yo­
ğun bir şekilde eleştirilen bir uygulam adır.
Ü niversitelere bağlı olm ayan bağım sız kolejlerde, lisa n ­
sü stü öğrenciler ya hiç yoktur, ya da az sayıdadırlar. Ö ğre­
tim ise “n o rm al” profesörler ta ra fın d a n y apılır. Böyle bir
okul övüldüğünde söylenen, çok bilinen bir söz vardır: Ö rne­
ğin Rice, M innesota ve W ashington Ü niversitelerinde büyük
isim le r, ü n lü profesörler b u lu n ab ilir, am a bu k işile r size
ders verm eyeceklerdir. En çok lisansüstü öğretim asistan ları
ile ilişkide olacaksınız. B unlar olgunlaşm am ış ve deneyimsiz
gençlerdir. Çoğu da İngilizceyi zar zor konuşabilen yabancı­
lard ır. Aldı b aşın d a h erh an g i biri böyle öğretm enler seçer
mi? B u gibi suçlam aları duydukça aklım a, H arv ard ’da asis­
ta n k e n berab er çalıştığım kişilerden üçünün adının H enry
K issinger, Zbigniew Brzezinski ve Jam es Schlesinger olduğu
geliyor. 1950’lerin başında b unların sadece lisan sü stü öğren­
cisi o lm alarına ve ikisinin anlaşılm ası zor bir ak san la ko­
nu şm aların a rağm en, öğretm en olarak perform anslarının en
azından yeterli olduğuna ve iyi kolej öğretm enlerinin u laş­
tık ları düzeyin altında olm adığına inanıyorum . H a tta , ak ­
96 e Okul Seçmek

sanlı İngilizce anlam a yeteneğinizi ya da Çince pratiğinizi ge­


liştirm e fırsatları dışında, lisan sü stü öğretim asistan ları kul­
lanm anın bazı ya ra rla rın ı görebiliyorum.
Göreli olarak deneyim siz olan bu kişiler, genellikle, ders­
lerin sorum luluğunu üslenm ezler, ta rtışm a gruplarım yö­
netirler, ya da küçük gruplara ek ders verirler. L isansüstü
öğrencileri olarak konularını en iyi şekilde bilm ek zo­
rundadırlar. Kolejlerdeki m eslektaşları ile k a r­
şılaştırıldığında, son teknikleri ve güncel ta rtışm a la rı daha
iyi bilirler. K uşaklar arası kopukluk gibi b ir so ru nları yoktur
ve büyük çoğunluğu seçme lisan sü stü program ların öğ­
rencileri olarak son derece zekidirler. Deneyim eksikliğinin
bazen so ru n lara yol açabileceği doğrudur. K uşak farkı ol­
m am ası da -özellikle k a rşı cinsle- sosyal so ru n lara yol aça­
bilir. B ir de, o "büyük isim lerle” karşılıklı oturup konuşm ak
ve tartışm a k isteyebilirsiniz. Belki. Benim b ü tü n söylemek
istediğim , lisa n sü stü öğrencisi olan a sistan la rın ü ni­
versitelere bağlı kolejler açısından bir eksiklik olarak gö­
rülm em esi gerektiğidir. Sınıftaki en iyi deneyim lerinize
onlar sayesinde ulaşabilirsiniz'24'.
Y ukarıdaki şeylerin bir kısm ım , sabah 7.30'da beni gör­
m ek için ofisime gelen genç arkadaşım a söyledim. Diğer şey­
leri söyleyebilmek için fırsatım olmadı, am a zam anım olsaydı
söyleyecektim. Seçenekleri, Brown, H arvard ve H averford’du
ve nasıl k a ra r vereceğim bilemiyordu. Sonunda, seçim yap­
m anın kolay olmadığım kabul etm ek zorunda kaldım . F a rk ­
la r çok inceydi. H er üç okul da, yüksek düzeyde bir k u ­

24. Sistem kusursuz olm aktan u zak tır ve lisans öğrencilerinden gelen eleştirilerin birçoğu hak­
lıdır. Öğretim asistanları seçilirken pek özen gösterilmez ve bunların çoğunun öğretmenlik
konusunda hiçbir eğitimleri yoktur. Eksiklikleri bilinmesine k arşın (lisans öğrencilerinin za­
rarına) işe alınırlar. Çünkü beklenenin üzerinde öğrenci kaydı olduğu zam an bunlara ders
verecek kişilere gereksinme vardır; bu, aynı zam anda lisansüstü öğrencilere p a ra yardımı
sağlam anın bir yoludur. B ütün bunlar yanlıştır ve düzeltilmesi gerekir. Öğretim asistanları
eğitilmeli vc sürekli olarak denetim altında tutulm alıdırlar, Zaten bu görev ancak öğ­
retm enlik konusunda yeterli yeteneği olduğunu gösteren kişilere verilmelidir. Bkz. Gary D.
Rowe, ''Why Not th e Best”, Harvard Crimson, 23 Kasim 1987 vc 24 Kasim 1987.
97

sursuzluğu tem sil ediyordu. Seçeneklerin hiçbiri kötü değildi


ve üç okula da girebilm ek son derece zordu. A radaki farklar,
gerçek olm akla birlikte, sadece derece farkı söz konusuydu.
D aha sonra H arv ard 'a gelmemeye k a ra r verdiğim öğrendim.
K onuşm am ızın bilinçli ve doğru k a ra rı verm esine yardım cı
olduğunu um dum .
98 ® Ü niversite, Bir Dekan Anlatıyor

6. BÖ LÜ M
T em el K ü ltü r E ğ itim in in A m açları

A m e rik a lı ö ğ ren cilerin y ü k sek öğrenim y a p m a la rı için


birçok d eğ işik n e d e n v a rd ır. O rta k a m a ç la rd a n biri, m ü­
h en d islik te, h em şirelikte, m uhasebede, ya da b aşk a bir dal­
da, h e rh a n g i b ir m esleği yü rü teb ilm ek için gerekli ilk dere­
ceyi a lm a k tır. A ncak, diğer bazı d u ru m la rd a , ilk diplom a
d e re c e s in in a m acı m esle k i öğrenim değildir. B u d u ru m ,
özellikle a ra ş tırm a y a yönelik üniversitelere bağlı olan ko­
le jle r ve k e n d ile rin e a ra ş tır m a koleji adı v e rilen o k u llar
için doğrudur® . B u o k u llard a okuyan öğrenciler, çoğu za­
m a n h u k u k , tıp ya d a ü n iv ersite öğretim üyeliği gibi m es­
leklere g irm ek isterler. Ö nlerinde u zm anlaşm ak için y ıllar­
ca sürecek b ir lis a n s ü stü eğitim vardır. B u okullardaki öğ­
ren cilerin çoğu sonuçta bir biçimde lisa n sü stü öğretim den
geçerler. O z a m a n kolej ö ğrenim inin am acı tem el k ü ltü r
eğitim i v e rm e k y a n i “profesyonel, m esleki, ya d a te k n ik
eğitim yerine, genel bilgi verm eyi ve genel en telektüel yete­
neği geliştirm eyi hedefleyen b ir ders program ı”® olur. As­
lın d a, tem el k ü ltü r eğitim inin çekiciliği ve değeri sadece il-
s a n sü s tü öğrenim i hedefleyenler okullarla sm ırlandırılm a-
m ıştır. B u tip bir d ers program ı ken d i içinde tam a m e n t u ­
ta r lı ve yeterlidir.
Tem el k ü ltü r eğitim i veya b a şk a deyişle eğitim , bazı ko­
lejlerde v erilen dört yıllık öğrenim e verilen bir addır. Nor-
1. B u ku ru m lar, b ü tü n A m erikan lisans öğrencilerinin % W \m bünyelerinde bulundururlar.
Bkz. B urton R. Ctai'k, 27te Academic Life, s. 18.
2. Encyclopaedia Britam üca, 15, basla, C. VI, s. 195,
99

m al o larak d ört yıl üç bölüme ayrılır; İlk bölümde, yıllık, ge­


nişliğine bir eğitim i hedefleyen zorunlu dersler veya tem el
ders program ı vardır. B una çoğunlukla dağıtım program ı,
ya da d a h a d a r bir anlam da, genel eğitim denebilir. İkincisi,
yine bir yıla denk düşen seçmeli derslerdir. Böylece öğrenci
ilgi duyduğu akadem ik ala n lard a ders alm a olanağına sa­
hip olur. Son olarak da, iki yıl (bazen d ah a kısa bir süre),
özel bir konuda (örneğin İngilizce, sosyoloji, m atem atik vb.)
uzm anlaşm aya ya da ilgi yoğunlaşm asına ayrılır. L isans de­
recesine yönelik bu etü d ve çalışm aların toplam ına - k i b u n ­
la r BA [edebiyat fak ü ltesi diplom ası] ve BS [fen fak ü ltesi
diploması] derecelerinden önce a lın ır- tem el k ü ltü r eğitim i
denir.
Tem el k ü ltü r eğitim in bilim sel bir tan ım ı olam az, çünkü
eğitim pozitif bir bilim değildir. Genel kab u l görm üş teo ri­
leri yoktur. T arih sel veya günüm üzde geçerli görüşlerin ço­
ğu n u n deneysel o la ra k ya da m a n tık açısından k a n ıtla n ­
m a s ı da p e k az d u ru m d a gerçek leşeb ilir. T ek b ir d oğru
yoktur, a m a b a n a özellikle uygun görünen iki görüşü b elir­
teyim . Birincisi:
G enel eğitim , kişinin , m esleki öğretim inden ayrı olarak, b ir b ü tü n
halinde gelişm esi an lam ın a gelir. Bireyin y aşam dak i am açların ın
u y garlaşm asını, duygusal tepkilerinin incelm esini ve g ünüm üzün
en geçerli bilgilerin ışığı altında, nesne ve olayların doğası h akkm -
dak i an lay ışın ın olgunlaşm asını kapsar.

B unları, vaktiyle U niversity of W ashington’da L atin dil­


leri profesörlüğü yapm ış olan H ow ard Lee N o stran d 1946
y ılın d a y a z m ış tı'3’. B u ra d a k i a n a h ta r d ey im lere d ik k a t
edin: “m esleki öğretim den ay rı olarak”, yani m esleğe yöne­
lik olm ayan ve m esleğe h a z ırlık e ğ itim in i özendirm eyen
profesyonel olm ayan ve ön-profesyonel eğitim i özendirm eyen
3. Jose O rtega y G asset, Mission o f the University, (London: Kegan Paul, Trench, Trubner,
1946), s. 1, K itabı çeviren N astuand b u tanım ın verildiği b ir giriş bölümü ekledi. Ayrıca
“eğer temel eğitim problemini çözebilirsek Üçüncü Dünya Savaşım kesinlikle önleyebiliriz"
diye yazdı, İn san a hoş gelen b ir düşünce, am a ben o k ad ar emin değilim.
100 « Temel K ü ltü r E ğitim inin A m a çla n

an lamına gelir Y 'Yaşamdaki amaçların uygarlaştırılması" kül­


türe ve in sa n ın geçimini sağlam asının ötesindeki yaşam a
ağırlık verm esi dem ektir. "G ünüm üzün en geçerli bil­
gilerinin ışığı a ltın d a ” dem ekle de, dönem sel değişim ola­
sılığını gösterm ektedir.
D aha önceki bölümde düşüncelerine yer verdiğim Jo h n
B uchan'm bu konudaki görüşleri biraz farklıdır:
K im senin geleceğini kestirem eyeceği bunalım lı ve k arm a k arışık b ir
dünyada yaşıyoruz. Bu dünyanın tem elleri görünüşe göre çöküyor ve
bizim uygarlık adım verdiğim iz a r a dönem büyük b ir teh lik e içinde.
Bizim gibi tem el k ü ltü r eğilim inden geçmiş k işilerin bu k ritik dö­
nem de tu tu m la rı n e olmalıdır? Çünkü, o eğitim bize böyle b ir krizde
yol gösterem ezse, hiçbir işe yaram ıyor d e m e k tir.®

(Bn sözlerin söylenm esinden elli yıl sonra da bunalım lı ve


k arm ak arışık bir dünyada yaşıyor olmamız ne k a d a r can sı­
kıcı değil mi?)
Buchan, tem el k ü ltü r eğitim inin, bu eğitim i a la n lara üç
şey verm esi gerektiğini söylemişti: Alçakgönüllülük, insanlık
ve m izah duygusu. Alçak gönüllülük çünkü "eğer biz, a r ­
kasında dünyam n düşüncelerinden oluşm uş hazineler bu­
lunan, eğitim görm üş in sanlarsak, kendim ize olağanüstü de­
ğerler biçmez, ya da başardıklarım ızla fazla övünmeyiz."
Bnchan'a göre alçakgönüllülük açıkça bilgi gerektirir. Ç ünkü
'İn sa n ın doğasına k a rşı daha derin bir saygı duymalıyız. Ki­
şiliği silen ve insanları, devletin korkunç m ekanizm aları için­
de şekilsiz a y rın tılara dönüştürm ek isteyenler böyle bir saygı
duyam azlar." Bu söz 1938'de söylenmişti, B unları söylerken

4. Bu anlatım temel k ü ltü r eğitiminin mesleki v b meslek öncesi eğitimden tümüyle ayrılmasını
istiyor gibi görünebilir. Ben bunun, kişinin bütün gelişiminin yalnızca dar bir anlayışla mes­
leki eğitime bağlı kalmaması şeklinde yorumlanmasını yeğlerim. İdeal koşullarda b ütün eği­
tim türleri genel ve özel konuları içerecektir. Günümüzde mesleki ahlak derslerinin ge­
liştirilm esine verilen Önem, temel kü ltü r derslerinin (ahlak felsefesi) mesleki bir çerçevede
öğretilmesinin bir örneğidir.

5. Harvard A lu m n i Bulletin, C .4 0 ,1 Temmuz 1938. s. 1143,


101

hiç şüphesiz H itler ve S talin’i düşünüyordu. E n son olarak


da m izah duygusu: “G ünüm üzdekine benzer dönem lerde,
dini b a ğ la rın ne yazık ki zayıflam asıyla, popüler liderler,
ken d ilerin i bir çeşit sa h te ta n rı gibi yüceltm e ve yüzeysel
in an ışla rın ı T an rı sözü gibi görme eğilim indedirler. Bu tü r
a h m a k lık la ra k a rş ı yapılacak tek şey gülüp geçm ektir”'®.
B uchan’m ak im d an tam ne geçiyordu, bilem iyorum am a bu
düşünceler 1980’lerde in san ı huzursuz edecek derecede ge­
çerli.
B u bizi, z a te n belli am a çok önem li bir no k tay a g e tiri­
yor. Y irm inci yüzyılın sonunda yaşıyoruz. B u b asm akalıp
gözlem ile ne dem ek istediğim izi biraz açıklam am ız gere­
kir. G ünüm üzde bilgi d a h a önce görülm em iş hacim lerde,
çoğu d u ru m d a geom etrik diziler şeklinde artıyor. Yeni bil­
giler çoğu zam an eski bilgilerden, yöntem lerden veya te ­
o rilerden ü s tü n olduğu içiu, - y a da öyle olduğuna in an ıld ı­
ğı iç in - bazı d a lla rd a geleneksel bilim in öm rü oldukça k ı­
saldı. B u n u n en belirgin örnekleri fen bilim lerinde görülü­
yor. B ilim sel d e rg ilerin y a y ın la n m a sın a y a k la şık 1665’te
başlan d ı. 1800’de 100 k a d a r dergi vardı. 1850’de bu sayı
1.000’e, 1900’da 10.000’e çıktı. G ünüm üzde 100.000’e y a­
kın dergi yayım lanıyor. Bu ise, 17. yüzyıldan bu y a n a bi­
lim sel dergi sayısının h e r onbeş yılda bir ikiye k atlan d ığ ı
an la m ın a geliyor. B ilim ad am ların ın sayısı d a benzer bir
a rtış gösterdi. Öyle ki “Gelmiş geçmiş b ü tü n bilim a d a m la ­
rın ın yüzde 80 ile 90’ı bugün aram ızda y aşıy o rlar”'7’. B ir di­
ğer örnek, k la sik an layışın yüzyıl boyu etkinliğini k o ru d u ­
ğu ekonom iden verileb ilir. B u n u n y erin i a la n K eynescin
dü n y a g ö rü şü ise d a h a elli y a şm a gelm eden ölüm cül b ir
h a sta lığ a tu tu ld u .
B ırakın entelektüel gelişmeyle ilgili yasaları, basit sayısal
ilişkilerin varlığını bile iddia edecek değilim. A lanlar ve a it
6. Aynı., s. 1143-1144.

7. Derek de Solla Price, Science Since Babylon, (New Haven: Yale University Press, 1975). Bkz.
Bölüm 8 (Diseases of Science) sayılar bu bölümden alınmıştır.
102 sTem el K ü ltü r E ğ itim in in Am açları

ala n lar farklılık gösterir. H erşey aynı hızla büyümez. Beşeri


bilim lerdeki akadem ik bilgi hiç kuşkusuz eskiye göre daha
hızlı genişliyor olsa da, genellikle kabul görmüş düşünceleri
değiştirm ek konusunda düşünce birliğine varm ak çok daha
zordur. Benim vurgulam ak istediğim nokta daha basit. T a­
rih te k i b u dönem inin egemen bir özelliği, bilginin olağanüstü
hızlı bir şekilde arttığı, buna bağlı olarak da geçerliğini yi­
tire n düşünce ve teorilerin hacm inin alışılm adık ölçüde bü­
yüyeceğidir. D eğerini hiç kaybetm eyen klasikler, günüm üzde
hem en hem en sadece beşeri bilim ler adı verilen alan la sı­
nırlıdır. K itabı M ukaddes, Shakespeare, Platon, Konfüçyus,
Tolstoy kalem e alındıkları günkü k ad ar çağdaştırlar. İn san ın
ahlaki seçim lerine ilişkin tem el sorunları (örneğin adalet, sa­
d akat, kişisel sorum luluk vb.) değişm em iştir ve günüm üzde
bu konular üzerinde ileri sürülen düşüncelerin d ah a ü stü n
olduğu söylenemez. Aynı şey, buluşları ve yöntem leri 250 yıl­
lık bilimsel ilerlem e ile sık sık geliştirilen, bazen bir k e n a ra
itilen dâhi m atem atikçi-fen bilimci Isaac Newton için bile
söylenemez. Sosyal bilim lerde b aşarılan lar bu iki ucun a ra ­
sında kalır. Ö rneğin Adam Sm ith'in 18. yüzyılda ortaya a t­
tığ ı "bırakınız yapsınlar, bırakınız geçsinler" görüşü veya
David Ricardo’n u n 19. yüzyılın başlarında geliştirdiği k a r­
şılaştırm alı ü stü n lü k teorisi, önemlerini yitirm em iştir.
Ancak, h e r iki kavram ın da analizi, ilk ortaya ko-
nu lu şlarm m çok ötesine geçmiştir. Ekonom istler bu teorileri
öğrettikleri ya da bunlar üzerinde a ra ştırm a yaptıkları
zam an, geçmişin bu ü n lü kişiliklerinden sembolik olarak ve
saygılarım belirtm ek üzere söz ederler.
Bilim in hızla ilerlem esi, "günümüzde en geçerli bilgilerin,
nesnelerin doğasına uygun olarak” sabit kalm am ası de­
m ektir. Ayrıca, ders program ındaki zorunlu dersler b a­
kım ından, her k u şak için yeniden yorum lanan klasiklerle,
günüm üzün en geçerli uygulam alarının sunulm ası arasın d a
b ir denge kurulm ası gerekeceği anlam ına gelir. H angisine
ağırlık verileceği konuya göre değişecektir ve iki yaklaşım ın
b ir bileşimi en uygun çözüm olabilir. Ancak, devamlı yeni
103

bilgi ve düzenli bir yeni teori ve açıklam a seli ü reten bir or­
tam la başa çıkabilm eleri için öğrencilere ders verm ekle so­
ru m lu olduğum uz hakkında hiç kuşku yoktur. Bu, birçok ko­
n u d a belirli bir veri tab an ın a ya da güncel b ir popüler teoriye
ağırlık verm ekten d a h a önemli bir amaç olabilir.
Bu nedenlerle, 14. yüzyılda Oxford, 1930'larda Chicago
Ü niversitesi ve ikinci D ünya Savaşından hem en sonra H a r­
vard Ü niversitesi, y a ra rla rı sınırlı olan örnekler oluş­
tu ru rlar® . Bu, konu özel eğitime, yani tanınm ış, iyi t a ­
nım lanm ış bir alanda yeterliliğe gelince nad iren sorgulanan
bir durum dur. Ç ünkü hepim iz bilinen kategorilerdeki en-
tellektüel gelişmeyi d ah a iyi izleyebiliyoruz. Birçoğumuz, gü­
nüm üzdeki fiziğin elli yıl önceki fizik olm adığım ve m a­
tem atiğin sosyal bilim lerde yaygın ve gerekli bir araç
olduğunu d a biliyoruz. Tem el k ü ltü r eğitim inin am açlarını
devam ettirebilm ek için de yine değişim gereklidir ve tıpkı
uzm anlaşm ış eğitim de olduğu gibi değişim in hızı, en-
tellektüel asg ari m üştereklerdeki değişikliklere bağlı ola­
caktır. G ünüm üzde, h er ders program larının yirm ibeş-otuz
yılda bir köklü değişikliklerden geçirilm esini beklem enin
norm al olduğunu sanıyorum .
G ünüm üzün bir diğer özelliği de, eğitim in zam an u fkunun
uzam ış olm asıdır. N üfusun gittikçe a rta n bir kısm ı için a rtık
yaşam boyu sü ren öğrenim söz konusudur, Kendimizi sadece
bir m esleğin ilk aşam ası için hazırlam am ız a rtık yeterli de­
ğildir. B ugün d a h a uzun bir yaşam a ve d ah a çok boş zam ana
uyum sağlam a fırsat veya sorunu ile k a rşı karşıyayız. O rta
yaş k ariyer değişiklikleri getirebilir ve in sa n öm ründe gö­
rü le n artış eğilimi, ya çok ileri yaşlara k ad ar çalışm aya

8. O rta çağlarda, yedi temel bilim (üçlü ve dörtlü) geometri, astronomi, aritm etik, müzik, gra­
mer, m antık ve belegetten oluşuyordu. Oldukça eski olm asına karşın genel olarak, lıâlâ iyi
bir liste, Sosyal bilimler henüz ortada yoktu ve edebiyat dikkate alınmazdı. Daha yakın za­
m anlarda, 1940'ların H arvard Kırmızı K itabında Batıdan kaynaklanm ayan düşüncelerin
okutulması için herhangi bir düzenleme yoktu. Aynı şey, Annapolis, (Maryland) ve S an ta Fe>
(New Mexico) kentlerinde bulunan St. John’s Kolejlerinin ünlü ders programı için de ge-
çerlidir. Listelerinde bulunan 130 klasiğin tam am ı Batı uygarlığı ile sınırlıdır.
104 &Temel K ü ltü r E ğ itim in in Am açları

devam etm ek, ya da uzun süren emeklilik dönem leri an ­


lam ın a gelecektirC9). Teknik ilerlem enin hızı ve endüstriyel
yapının değişimi (örneğin sanayiden hizm etlere geçiş) bir­
çoğumuzun, hayatım ızın değişik aşam alarında yeni beceriler
edinm em izi ve yeni düşünceleri kavram am ızı ge­
rektirecektir. Hepimiz uyum sağlam ak zorunda kalacağız.
Özellikle m eslek yaşam ları ile aile yaşam larını bir a ra d a sü r­
dürm eyi isteyecek ya d a bunu yapm ak zorunda kalacak k a ­
dınlar için esneklik şa rttır. Birçok durum larda bu, uzun bir
a ra d a n sonra iş piyasasına te k ra r girm ek anlam ına gelir. Ve­
rilen a ra n ın on yıl sürdüğünü varsayın. İşle ilgili birçok yön­
tem değişmiş, birçok teori terkedilm iş, yeni b u luşlar ger­
çekleştirilm iş olacaktır. Eğitimli insan düşünce yapısıyla
böyle b ir ortam a hazırlıklı olmalıdır.
H arv ard ’ın rektörü, her m ezuniyet töreninde koleji bi­
tirenlere, “eğitim li erkek ve kadınların oluşturduğu top­
luluğa hoşgeldiniz” der. Ülkedeki binlerce kolejin rektörü her
H aziran ayında yeni m ezunlara benzer şeyler söyler. Ne
dem ek isterler? Ne dem eleri uygun olur? Lisans dip­
lom asının, belirli lisans derslerinin başarıyla tam am lanm ış
olduğunu gösterm ekten başka bir önemi olmayabilir. Göz­
lem lerim izden açıkça anlayabiliriz ki, her üniversite m ezunu
eğitim li değildir ve her eğitim li kişinin de m utlaka üniversite
m ezunu olması gerekmez. Bu törenlerde dem ek istediğim iz,
öğrencilerin belirli bir entellektüel düzeye ulaştıklarıdır.
Beklediğimiz, onların beşeri bilimlerde ve fen bilim lerinde
ya da m esleki bakım dan yeterli bilim düzeyine ulaşm ış ol­
m aları değildir; h a ttâ denebilir ki, lisans derecesi en­
tellektüel gelişim lerinin son aşam ası ise görevimizi b a­
şaram am ışız dem ektir. M ezunlara eğitim li in san ların
a ra sın a k atılm ak üzere hoş geldin demek, ancak onların zi­
hinsel becerilerinin ve güçlerinin belirli bir sta n d a rd a u laş­
tığına inandığım ızı göterm esi durum unda bir anlam taşır.
9. Elle tu tu lu r herhangi bir k an ıt olmasa da, "günümüzde ortalam a insanın" üç mesleği ol­
duğu ve yedi işte çalıştığı inanışı yaygındır.
105

Birkaç yıl önce, çağım ızda tem el k ü ltü r eğitim için bir
sta n d a rt belirlem e girişim inde bulunm uştum (10).
1. Eğitim li in sa n açık ve etkili bir şekilde düşünebilm eli ve
yazabilm elidir. B ununla, öğrencilerin lisans diplom asim al­
dıkları zam an açık inandırıcı ve etkili bir biçimde iletişim
kurabilm elerini an latm ak istiyorum . B aşka bir deyişle, öğ­
renciler eleştirel düşünceyle donatılm ış olarak ye­
tiştirilm elidirler .
2. E ğitim li insanın, evren, toplum a ve kendim ize ilişkin
bilgi edinm e yollan konusunda eleştirel bir anlayışı ol­
m alıdır. B unun için kendisinin, Fiziki ve biyolojik bilim lerde
k u llan ılan m atem atiksel ve deneysel yöntem leri, bellibaşlı
analiz yöntem lerini, m odern toplum un işleyişini ve olu­
şum unu incelem ek için gerekli tarih se l ve nicel teknikleri,
geçmişin bazı önemli bilimsel, yazınsal ve sa n atsa l erişilerini
ve insanlığın büyük dini ve felsefi kavram ları ile bilgili bir
tanışıklığı olm ası şarttır.
Bu iddialı tam m , bir düş gibi görünebilir. Ü niversite öğ­
retim üyelerinin çoğu, kendilerinin bile bu k a d a r yüksek bir
sta n d a rd a ulaşm alarının güç olacağını itira f etm ek zorunda
kalabilirler. A ncak bu, ileriyi görem eyen bir bakış açısıdır.
H erşeyden önce, in sa m n belirlenm iş bir ideali olm ası kendi
içinde bir değer taşır. Sonra, kullandığım genel form ülasyon,
örneğin fizik, ta rih ya da Ingiliz edebiyatı gibi sta n d a rt alan ­
la ra uygulanabilir. Eğitim li herkesin bu alan ların h e r bi­
rinde uzm an olabileceğini iddia etm iyorum . Z aten aradığım ız
şey uzm anlık değildir; am aç bilgilendirm ektir ve bu bilgi dü­
zeyi geniş bir anlayışla düzenlenm iş zorunlu bir ders prog­
ram ı ile sağlanabilir.
Bu bilgili tan ışık lık düzeyinden, eleştirerek anlam a a şa­
m asına sıçrayış daha önemli ve daha zordur. Bu niteliğe u la­

10, Bundan sonraki birkaç sayfa, Fen ve Edebiyat Fakültesi dekanı olarak hazırladığım yıllık ra ­
porlardan birine dayanıyor. Bkz. H arvard University, Faculty of A rts and Sciences, Deart’s
Report, 1975-76: "U ndergraduate Education: Defining the Issues.”
106 ®Temel K ü ltü r E ğ itim in in A m a çla n

şabilm ek için, içerikten, öğretilenlerin genel uy­


gulanabilirliğine ve bunların nasıl öğretildiğine geçmemiz ge­
rekm ektedir. B ilginin gelişimi çok hızlı olduğundan öğ­
rencilerim izi yaşam boyu öğrenmeye özendirmeliyiz. Çok
kısıtlı b ir süre içinde sadece belli dersler seçilebilir. F en bi­
lim lerinde okum ayanların bazı fen derslerim alm alarını is­
teyebiliriz, am a b ü tü n bu öğrencilerden fizik, biyoloji, kim ya,
jeoloji ve m atem atik öğrenm elerim bekleyemeyiz. Bu ba­
kım dan, zorunlu derslerin, özellikle büyük bir y a ra r sağ­
layacak şekilde saptanm ası gereklidir. İdeal olarak belirli bir
konu Öğretilirken içeriğin yam sıra genel metodolojiye de
ağırlık verilm elidir. Örneğin, tem el k ü ltü r eğitim inde eko­
nomi öğrenm ek uygundur, am a bu dalı sosyal bilim lerin
genel çerçevesi bünyesinde değerlendirm ek çok d a h a önem­
lidir.
3. Bu yüzyılın son çeyreğinde, eğitimli bir A m erikalı ta ş ­
ralı olamaz; yani diğer kültürlerden ve zam an dilim lerinden
habersiz kalam az. A rtık, daha geniş bir dünyayı, bugünün bi­
çim lenm esinde rol oynayan ve geleceği belirleyecek olan t a ­
rihsel etkileri hesaba katm adan yaşam ım ızı sür­
dürebilm em iz olanaksızdır. Belki de eğitim li in sa n la rın pek
azı yeterince geniş bir perspektife sahip olacaktır. Am a, eği­
tim liler ile eğitim sizler arasındaki en önemli ayrım lardan bi­
rinin, kişinin yaşam ındaki deneyim leri daha geniş bir çer­
çevede değerlendirebilm e düzeyi olduğundan eminim.
4. Eğitim li b ir in sa n ın ahlak sorunları h ak k ın d a belirli bir
anlayışı bulunm ası, ahlâk ve m aneviyat ile ilgili konularda
düşünm üş olması gerekir. Bu konular yüzyıllar boyunca pek
az değişm iş olsa da, bireysel seçim lerin yarattığ ı açm azlar
yüzünden, her k u şak için yeni bir önem kazanır. Belki de,
eğitim li bir in sanın en belirgin niteliği, ona ahlak ko­
n u ların d a bilinçli seçim ler yapm a olanağı veren, bilgiye da­
yalı kıyaslam a yeteneğidir.
5. Son olarak, eğitim li kişinin, herhangi bir dalda bir öl­
çüde derinlem esine bilgi edinm iş olması gerekir. B urada dü­
107

şündüğüm , m esleki yeterlilik ile konusunu iyi bilm ek a ra ­


sında k a la n bir düzeydir. A m erikan yüksek öğrenim te r ­
m inolojisinde bu n a "ana bilim dalı" ya da "yoğunlaşılan alan"
adı verilir. B unun teorisi bellidir: Birikimli öğrenme, gittekçe
a rta n k arm aşık lık tak i olguların, tekniklerin ve an alitik y a ­
p ıların incelenm esini gerektirdiğinden, kıyaslam a ve analiz
gücünü geliştirm enin etkili bir yoludur. H er an a bilim da­
lındaki öğrencilerin verilen bir problem in b ü tü n yönlerini be­
lirleyecek veriler, teoriler ve yöntem ler üzerinde yeterli bir
u stalık sergileyebilm eleri, m antık içinde kalm ak kaydıyla,
her konu için geçerli kam t ve ta rtışm a esasları ge­
liştirebilm eleri ve k a n ıtla rın gerçek anlam da incelenip de­
ğerlendirilm esine dayanarak sonuca varabilm eleri beklenir.
(Bu şekliyle birinci hedefle içiçe girme durum u vardır.)
L isans öğrenim inde "makul standart" yaklaşım ının so­
ru n la rı yok değildir. Zam an zam an, tek yönlü dahi tan ım ın a
uyan bir öğrenciye, örneğin bir m atem atik cam bazına r a s t­
larız. Aym şekilde B ertrand Russel’m da işa re t ettiği gibi,
M ozart’ın yeteneklerine sahip birinin konservatuvardan ala­
bileceği çok az şey vardır. Ama bu gibi kişilere, tanım gereği,
çok seyrek ra s tla n ır ve bunlar geniş bir eğitim görüşüne esas
olamaz. Esnekliğimizi, çok özel öğrencilerin de ge­
reksinim lerine yanıt verebilecek biçimde sürekli korusak bile,
görevimiz hiçbir zam an ısm arlam a elbise diken bir terziyle
aynı olamaz.
Ayrıca, bazı politik itirazlar da söz konusu olabilir. S ta n ­
d a rtla rın belirlenm esi fikir birliğim (norm al olarak öğretim
üyelerinin fikir birliğini) gerektirir. Bu da öğrencileri, k u ru lu
düzene uydurm ak veya daha da yanlış olarak, öğrencileri
gizli bir am aç uğruna, örneğin bu ülkenin "egemen sınıfları"
ya da H ıristiyanlık gibi belirli bir din için, top­
lum sallaştırm ak olarak yorum lanabilir. Ben bu görüşü hiç­
bir zam an kabul edemedim. Önerdiğim stan d artlar, h e r­
hangi bir politik görüşü ya da doktrini ne tem sil etm ekte ne
de dışlam aktadır. Bu s ta n d a rtla r duyarlılığın ge­
108 ®Temel K ü ltü r E ğ itim in in Am açları

nişletilm esine ve ortalam a inanç ve görüşlerin yerine eleş­


tirel düşüncenin konulm asına yöneliktir.
Eton'da öğretm enlik yapan William Johnson Cory, yüz yıl
k ad ar önce b ü tü n bunları gayet güzel anlatm ış. 1861’de bir
grup gence yaptığı konuşm ada demiş ki:
Şu an d a yaptığınız, bilgi edinm enin de ötesinde, eleştiri altın d a zi­
h in sel çabalar gösterm ektir. S ıradan yeteneklere d ay an arak belirli
ölçüde bilgiyi aklınızda tu ta ca k k ad a r elbette öğrenebilirsiniz; u n u t­
tu k larınız için harcadığınız u zun saatlere de üzülm eınelisiniz, çünkü
y itirilen bilginin gölgesi sizi en azından birçok yanılsam adan korur.

İn sa n büyük b ir okula bilginin de ötesinde birşeyler alm ak için, bazı


sa n atları ve alışkanlıkları kazanm ak için gider. Özen gösterm e alış­
kanlığı için, kendini an latm a san atı için, b ir an d a yeni b ir en-
tellektüel konum a geçebilmek sa n atı için, başk asın ın ne dü­
şü n düğünü hem en anlayabilm e sa n atı için, görüşlerinizin
o n aylanm am asına ve reddedilm esine katlanabilm e alışkanlığı için,
m edeni bir şekilde olumlu ya da olumsuz görüş bildirebilm e sa n atı
için, en küçük ay rın tılara dik k at edebilme alışkanlığı için, belli b ir
zam an süresinde m üm kün olanı kestirebilm e alışkanlığı için, zevk­
lerini geliştirm ek için, ay ırt edebilm ek için, zihinsel cesaret için ve
zihinsel sağlam lık için.

H epsinden önemlisi, in san büyük bir okula kendisini ta n ım a k için


g id e r il
Bence bu sözler lisans öğreniminde günümüzün temel il­
kelerini gösteriyor. Öğrenciler öğrendikleri bilgilerin birçoğunu
unutacaklardır ve yeni gelişmeler bugün öğretilenlerin bir­
çoğunu geçersiz kılacaktır. Herhalde, hepimiz, aklın y ararlannı
ve değerini bilmenin eğitimli bir kişi için gerekli olduğunu
kabul ederiz. Ama buradaki soru şudur: "Sanat ve alış­
kanlıklar" en etkin ve kalıcı bir şekilde nasıl verilebilecektir?
Hiç kuşkusuz sadece tek yönlü ya da uzmanlaşmış bir ders
programıyla ve sadece ders programıyla verilemez.
11. Eton Reform, (London: Longman, Green, Longman & Roberts, ISGlj, as. 6-7.
109

W illiam Cory’n in söyledikleri ü n iv ersite öncesi öğrenim in


hedefleri hak k ın d ay d ı ve kim ileri benim belirttiğim s ta n ­
d a rt ve hedeflerin d a h a çok o rta öğretim i ilgilendirdiğini,
A m erik an y üksek öğrenim inin de, öğretim in d a h a u z­
m anlaşm ış olduğu A vrupa m odeline doğru ilerlem esinin
d a h a doğru olacağını ileri sürebilirler. B u n u n la birlikte,
A m erika'da öğrencilerin tem el k ü ltü r eğitim ini, d ört yıllık
ün iv ersite öğrenim i süresince alm aların ın önem li nedenleri
vardır. Bizim toplum um uzda, genç v a ta n d a şla rın y a­
şam ların ı bu yolla zenginleştirm eleri için en b ü y ü k fırsatı
ün iv ersite su n a r. A m erikan eğitim sistem i h ak k ın d a ge­
nellem eler y ap m ak tehlikelidir. F a rk lılık la r çok fazladır.
A m a A m erik alıların büyük çoğunluğu, seçkin olm ayan ve
tem el k ü ltü r eğitim i k av ram ı denince a k la gelen pedagojik,
p a ra sa l ve sosyal o lan ak lard an yoksun liselerden m ezun ol­
m ak ta d ırla r,
Bizdeki sistem le k a rşıla ştırm a k (ve p ersp ek tif sağlam ak)
am acıyla söylüyorum : A vrupa ve Jap o n sistem lerin in h e r
ikisi de hem d a h a az dem okratik (ve d a h a d a önemlisi) d a h a
az bağışlayıcıdır. Bu ülkelerde üniversite ve kolejlere n ü ­
fu su n küçük b ir bölüm ü devam eder. Resm i ve gayriresm i
yönlendirm e çok küçük bir y aşta başlar. Jap o n y a'd a gö­
rü şm e ve sın av lar sonucunda girilebilen uygun anaokulları,
en seçkin ün iv ersite olan Tokyo Ü n iv e rsite sin e giriş şa n ­
sını, h issedilir ölçüde a rtıra c ak tır. Seçkin b ir anaokulu, bi­
rinci sın ıf bir ilkokula girişin kap ıların ı açacaktır; bu d a a r ­
k a sın d a n Ü niversite giriş sın av ların a en iyi şekilde
h a z ırla y a n çok iyi bir ortaöğretim k u ru m u n a girişi ko­
lay la ştıra c a k tır. F ra n sa 'd a "uygun" liseye girm eyi b a­
şarm ak , ilerideki m esleği belirlem ek açısından a n a fak ­
tö rd ü r. İngiltere'de ise, seçkinci bir düşünce biçimi, uzun
dönem li cim rilikle birle şince, toplum un birçok züm resi için
üniversiteye giriş büyük ölçüde sınırlanm ıştır. Bu sis­
tem leri sa rp p ira m itle r şeklinde ta n ım la m a k yanlış olmaz.
Çok az k işi ta b a n d a n zirveye tırm a n a b ilir ve zirveye v a ­
ra n la rın çoğu, doğuştan, sın ıf fark ın d an ve gelirden k a y ­
110 »Tem el K ü ltü r E ğitim in in Am açları

n a k la n a n ayrıcalıklardan, y a ra rla n a n la rd ır1’121. B u etk ilerin


hiçbiri A m erikan toplum undan eksik olm asa bile(13) fa rk ­
lılık la r benzerliklerden d a h a önem lidir. Y önlendirm enin
k a tk ısı d a h a azdır ve öğrenim in önceki a şam a la rın d a k i b a ­
şa rı düzeyi geleceği değiştirilem eyecek düzeyde belirlem ez.
İkinci ve üçüncü şa n sla r, A m erikan eğitim sistem inin ger­
çekten en iyi y a n la rı arasındadır.
D aha sarp eğitim piram itleri, lisans öğrenim inin doğası
ve s ta n d a rtla rı üzerinde kaçınılm az bir etkide b ulunur.
Böyle b ir sistem in y ü rü rlü k te olduğu ülkelerde, ü n i­
versiteye girenler, nitelikleri d a h a tekdüze olan d a h a küçük
bir aday topluluğu ara sın d an seçilir. Tokyo, Oxford ya da
P a ris'te bu k o n u larla ilgili kişiler, gelecekteki öğrencilerinin
han g i dersleri alm ış olduklarını, hangi k ita p la rı okum uş ol­
du k ların ı ve han g i düzeylere ulaşm ış olduklarını bizim hiç
bilemeyeceğim iz ölçüde bilirler. D aha küçük aday to p ­
lu lu k ları, d a h a sınırlı sayıdaki liselerin ü rü n ü d ü r. B u n ların
birçoğu, öğrencilerine tem el k ü ltü r eğitim i verm eye çalışır
ve hiç şüphesiz b a şarılı da olur.
Hedefi bütün Öğrencilerini liselerden mezun etmek olan, bi­
zimki gibi demokratik bir toplumun, daha küçük bir ortak pay­
daya sahip olması kaçınılmazdır. Amerikan eğitim sistemi hiçbir
düzeyde tek merkezden yönetilmez. Yerel kontrol ana hedeftir ve
ulnsal standartlar hemen hemen yok denebilecek kadar azdır.
Her türlü okulun kalitesi yerleşim bölgesi ya da eyaletin vergi
12, K arşılaştırm alı istatistiklerin bulunm ası güçtür. Y ararlı endekslerden biri, yirmibeş ya­
şından büyük nüfusun yüksek öğrenim gürmüş yüzdesidir. İ984'de Amerika’da bu oran
%33,2 idi, Japonya’da %14,3; Ingiltere’de % li (19S3de)idî. Bkz, BrUannica Book o f Ih e Year,
1986, ss. 946-51. B unlar genel rakam lardır. Japonya ile Amerika arasındaki fark sürekli ola­
ra k azalmaktadır.

13, 'Amerika Birleşik Devletleri bir zam anlar, yerel banka m üdürünün ITarvard’a gitmesi mu­
hakkak kızının kasabanın ayyaşının Ronald Reagan adlı oğluyla aynı sırada okuduğu genel
okullar geleneğine dayandığına inanm aktan hoşlanıldı. Araba sahipliğine bağlı olarak ban­
liyö dediğimiz olay ortaya çıkınca, bu önce kentin iç kısım ları için, sonra da hem en herkes
için hayal oldu. Bugün, çocuğunuzu en iyi devlet okullarına sokmanın tek yolu, okulun ya­
kınlarında 250.000 dolara küçük bîr ev satın alm aktır." Norman Merae, Tim M ost Im portant
Choice So Few Can M ake,1' The Economist, 30 Eylül 1986.
Ill

kaynaklan, kentin etkin bileşimi ve yaş yapısı, özel bağışlar,


özel okullar ile devlet okulları arasındaki ilişkinin tarihi ve da­
ha pek çok şey gibi birçok farklı etmene bağlıdır. Bu nedenle,
ortalama olarak, ilk ve orta dereceli okullarımızın öğrencilere,
en azından tem el becerileri kazandırm asını bekleriz. Bunlar,
okuma, yazma, m atem atiğin yanı sıra olabildiğince fen, tarih,
edebiyat ve yabancı dil olur. Seyrek olarak, tem el k ü ltü r eğiti­
m inin yüksek düzeylere varabileceği çok iyi devlet liseleri ve
özel liselerin de olduğu açıktır. Ama bunlar istisnadan ibarettir.
Bizim üniversitelerim iz, toplum um uzdaki kendine özgü,
coğrafi, etn ik ve ekonomik farklılıkları dikkate ala rak kabul
edeceği öğrencilerin akadem ik başarı, beceri potansiyel ve
y eteneklerini değerlendirm ek zorundadırlar. B u süreç dör­
düncü bölüm de a n la tılm ıştı. B ü tü n ad ay ların y a rışa aynı
o lanak larla başlam adığını göz önüne alarak, girişte hoşgö­
rülüyüz. Bizi ilgilendiren yarışın nasıl sona erdiğidir. Diğer
ülkelerin çoğunun tersine, potansiyele ilişkin bazı işaretler
dışında hiçbir şeyi tam am olarak kabul edemeyiz; b u bakım ­
dan bizim için üniversite düzeyinde tem el k ü ltü r eğitim i ve
tem el en telektüel eğitim gereksinm esi sürecektir.
Tem el k ü ltü r eğitim inin y a ra rla rı belki olgunluk, p e rs­
p ektif ve deneyim le de artabilir. K azandıracağı y a ra rla r “in-
ce”dir, yinelenerek kazanılır ve öğrencilerin çok genç olması
durum unda bu eğitim boşa harcanm ış olabilir{14>. Öyle görü­
nüyor ki, çoğumuz için en uygun zam an üniversite çağıdır;
en azından b u tü r ders program ı olan okullara devam ede­
cek k a d a r şanslı olanlarım ız için.
Hiç kuşkusuz, temel kültür eğitimini lisansüstü profesyonel
eğitime ertelemek akıllıca olmaz. Lisansüstü okullarına giden öğ­
rencilerin oram, koleji bitirenlerden çok daha düşüktür. 1983i,c
kolej m ezunlarından sadece %8,9’u lisansüstü öğrenime devam
etti. Bu durumda, çok sayıda insan yaşamlarım zenginleştirecek

14. Lev Tolstoy’un Arma K arcoina’sı ile ilk karşılaşm am dan daha iyi b ir örnek düşünemiyorum.
Romanı ilk önce onüç yaşındayken okumuş ve Anna’nın kocası Alexey Karenin’in kitaptaki
en sem patik k a ra k te r olduğu sonucuna varmıştım. Y eterli yaşam deneyimim, olmadığı için,
Tolstoy’un niyetlerini anlayabilmem olanaksızdı.
112 e Tem el K ü ltü r E ğ itim in in Am açları

bir öğeden yoksun kalmış olacaktır. Öte yandan, lisansüstü öğ­


renimin, asıl amacı birkaç yıl içinde çok iyi eğitilmiş profesyoneller
yetiştirmektir. Temel kültür eğitimi (belki de hatab olarak) bu
amaçtan sapma olarak görüldüğü için bu düzeyde temel kültür eği­
timini ne zaman ne de istek vardır(15>. Öğrencilerin özümsemek zo­
runda oldukları bilginin miktarı çok fazladır.
En önemlisi, ister üniversitede ister daha sonra verilsin temel
kültür eğitiminin en yüksek düzeydeki mesleki uygulama için
vazgeçilmez bir önkoşul olduğudur. Meslek adamlarından yüksek
düzeyli bir teknik beceri beklemeye hakkımız vardır. Bir doktorun
bilim ve hastalıklar konusunda en üst düzeyde bilgisi olmalıdır.
Bir hukukçu belli başlı davaları ve hukuk usullerini de­
rinlemesine kavramış olmalıdır. Bir bilim adamı konusundaki en
yeni gelişmeleri izleyebilmelidir. Bütün bu özellikler, çok gerekli
olmasına rağmen yeterli değildir. İdeal bir meslek topluluğu, işini
iyi yapan teknokratlardan, ibaret değildir. Daha uygun bir hedef
ise, profesyonel yetkinlik ile “alçakgönüllülük, insanlık ve mizah
duygusu"nun birlikte olmasıdır. Ben avukatımın ve doktorumun,
acı, aşk, kahkaha, ölüm, din, adalet ve bilimin sınırları gibi ko­
nularda fikir sahibi olmasını is te r im (16f Bu, en modern ilacı ya da
yargıtaym en son kararını bilmekten çok daha önemli olabilir.
Genel bilgiler her zaman pek fazla güçlükle karşılaşm adan elde
edilebilir. İnsana özgü anlayış, bilgisayara birkaç soru sorma dü­
zeyine indirgenemez.

15. Daha öncede belirtildiği üzere, bu anlayış günümüzde olumlu b ir yönde değişmektedir.

16. 1930’da Jose O rtega y Gassct, b ir derste şunları söylemişti: ''Tıp okulları, fizyoloji ve kim ­
yayı son zerresine k a d ar öğretmeye çalışıyorlar; fakat belki de dünyadaki hiçbir tıp oku­
lunda hiç kimse iyi bir hekim olmanın ne anlam a geldiği, çağımız için ideal tipin ne olması
gerektiği konularında ciddi olarak düşünmüyor." Mission o f the University, s. 62. Bu hâlâ
doğru, mu? H arvard Tıp Fakültesinde uygulanan New Pathw ay Program, kesinlilik doğ­
rultuda gösterilen bir çabadır. Yaşasaydı O rtega’mn onaylayacağına inanıyorum.
tlu İV & r s İte , Bir Dekan Anlatıyor & 113

7. BÖ LÜ M
H a r v a r d ?m Ç ek ird ek P rogram ı

Temel k ü ltü r eğitimi bazı okullarda, yüksek öğrenimle


eşanlam lıdır. Bu terim daha dar bir anlam da da kullanılır:
Öğrencinin derinliğine ve dengeli olarak bütünüyle ge­
lişm esini sağlam ak için planlanm ış, anabilim dalı ya da uz­
m anlık alanı dışındaki zorunlu dersler. Öğrencilerin yapm ak
zorunda oldukları çalışma bireylerin özgürlüğünün kı­
sıtlandığı h er durum da olduğu gibi, en büyük önemi taşır.
Bazı üniversiteler (örneğin Brown University) çok az zorunlu
ders koym uştur, bazıları ise, örneğin mesela St. John's Col­
lege, öğrencilere hem en hem en hiç tercih hakkı tanım az. Okul­
ların çoğu bu iki uç arasında yer alır. Okullar bu yelpaze için­
de nerede yer alırlarsa alsınlar, zorunlu derslerin, tu ta rlı bir
eğitim görüşü açısından bir anlam taşım ası gerekir. Öğretim
üyeleri, öğrencilere, bazı konuları öğrenm elerinin neden is ­
tendiğini; neden bazı kısıtlam alar getirm ek gerektiğini; ya da
kısıtlam a olm am asının neden onları daha iyi eğitim görmüş
bir m ezun yapacağına inandıklarını açıklam ak zorundadırlar.
A m erikan yüksek öğreniminin farklılık ve çeşitlilik gös­
teren özellikleri gözönüne alındığında, tem el kültür eği­
tim inin genel durum unu açıklam ak güçtür. Bunun, yerine ben,
zam anım ızdaki tem el kültür eğitim inin bir örneği olarak, Har-
vard'm Çekirdek Program ını (1988) çok kısa ve özet olarak,
ana hatlarıyla anlatm aya, felsefesini, m antığını ve içeriğini
açıklam aya çalışacağım. Amerikan lisans Öğrencileri için m ü­
kemmel tek bir ders program ının olduğunu iddia etmiyorum.
114 eH a rva rd ’ın Çekirdek Programı

Biz m ükem m elliğin standardı konusunda anlaşsak bile, her­


hangi bir zorunlu ders grubunun öğrencilere istenen bütün be­
ceri ve alışkanlıkları kazandırm ak için yeterli olduğuna inan­
m akta güçlük çekeriz. İyi eğitim görmüş erkek ve kadınlardan
oluşan bir toplum yaratabilm ek için birçok farklı yol vardır ve
biz, ideal olarak, bu yolların birden fazlasmı izlemeliyiz. Se­
çeneklerimiz üniversitenin türüne, kaynaklarına, öğretim üye­
lerine ve belki başka birtakım etmenlere bağlı olacaktır.
H arvard'da Çekirdek Program, lisans öğreniminin dörtte bi­
rini oluşturur. Bu, bütün öğrenciler için, bir yıla eşdeğer zo­
ru n lu akadem ik çalışm a demektir. B unlar ilk yılda veya belirli
bir yılda alm an dersler olmayıp, m ezun olm adan önce ta ­
m am lanm ası gereken bir ders yıhna eşdeğer derslerdir. Amaç,
bunu, derinliğine öğrenmeyi(1) sağlayan iki yıllık öğrenime
denk düşen bir uzm anlaşm a ya da anabilim dalı program ı ve
öğrencilerin hem en hem en m utlak bir özgürlük ile se­
çebilecekleri bir yıla eşit seçmeli derslerle zenginleştirerek,
"eğitimli erkekler ve kadınlar topluluğu”nu anlam lı bir kav­
ram haline sokm aktır.
H a rv a rd ’da lisan s düzeyinde ders gören öğrenciler,
m ezun olabilm ek için, Ç ekirdek Program ’m ta m anlam ıyla
b ir parçası sayılam ayacak üç koşulu yerine g etirm ek zo­
ru n d a d ırla r. Ö ğrencilerin, etkili bir şekilde y azm a ye­
teneğini k a z an a c a k la rı bir ders alm aları z o ru n lu d u r (eği­
tim li in san açık ve etkili bir şekilde yazabilm elidir).
Öğrenci, b ir yabancı dilde yeterli olduğunu gösterm eli
(diğer k ü ltü rle r h ak k ın d a bilgisiz k a lm a m a n ın bir gös­
tergesidir) ve bilgisayar, sayısal veriler ile is ta tis tik te k ­
niklerine giriş niteliğini taşıy a n nicel analiz yöntem lerini
öğrenm elidir (başka bir deyişle, m atem atik sel ve nicel te k ­
nikleri, doğa bilim leri ile sosyal bilim lerde k u lla n a ca k öl­
çüde bilm elidir).

1. Bu bölümde tırn ak veya parantez içine aldığım sözlerin çoğuyla, 6. Bölümde verdiğim eği­
tim li İtişi tanım ına atıfla bulunuyorum
115

Ç ekirdek Program , altı ders grubundan oluşur. B unlar, bir


bölüme bağlı olmaksızın, disiplinler-arası bir yaklaşım la özel
olarak tasarlan m ıştır. Resmi tanım şöyledir:
Ç ekirdek P rogram ’ın felsefesi, lıer H arv ard m ezununun geniş b ir eği­
tim d en geçmesi gereğine dayanır. Ö ğrencilerin bu am aca u la ­
şabilm esi için rehberliğe gereksinm e duydukları ve öğretim üye­
lerin in de onlara, eğitim li erkek ve k ad ın ların kalite göstergesi olan
bilgi, entellektüel yetenek ve düşünm e alışkanlığı k azan d ırm ak la
yüküm lü oldukları varsayılır.

Ç ekirdek Program , entellektüel enginlik. B üyük K itap lar’ın h at-


m edilm esi veya h erhangi bir bilginin belirli b ir kısm ının özüm-
senm esi, ya da bazı alan lard a günüm üzde geçerli b irta k ım bilgilerin
incelenm esi olarak tanım lanm az. B unun yerine, am aç, öğretim üy e­
lerinin lisans öğrenim i için koşul olarak gördükleri alan la rd a bilgiye
giden anayolların öğrenciye gösterilm esidir. Bu alan lard a n e tü r bil­
giler olduğunu, ne gibi sorular sorulabileceğini, farklı analiz ola­
n ak ların ın n asıl elde edilebileceğini, bu n ların n asıl kullanıldığını ve
n e gibi değerler taşıdıklarını gösterm eyi hedefler. D erslerin konusu
değişik olabilir, hepsinde belirli b ir akıl yürütm e biçimine ağırlık ve­
rilir. Bu anlam da, h e r alandaki ya da o alanın h e r bölüm ündeki d ers­
le r eşd eğerdedir® ,

1. Edebiyat ve Sanat
Tem el D ersler grubunun bu bölüm ündeki dersler, eğitim li
göz ve k u lak larla yapılan okuma, görme ve işitm eyle ilgilidir.
B u cüm ledeki kilit sözcükler "eğitimli göz ve kulak"tır.
Okum a, görme ve duym a çoğumuza doğal ve basit gö­
rünebilir; özel bir eğitim e gerek yok gibi gelebilir. Ancak, biz
oku r-y az arlığı herhan gi bir şeyin değerini anlam ak, eleş­
tire re k k a ra r verm ek ve kalitenin farkına varm ak olarak a n ­
larsa k , görsel, işitsel ve başka tü rlü cehaletlerin yaygın ol­
duğunu görürüz. Edebiyat ve sa n a t derslerinde,
"insanoğlunun dünya deneyim lerini san atsal bir biçimde
2. H arvard University, Faculty of Arts and Sciences, Courses o f Instruction, 1986-87, s .I
116 »H arvard’m Çekirdek Programı

nasıl dile getirdiği" gösterilirdi Bu, rom an, şiir ve senfoni


gibi belirli sa n a t tü rlerin in olanaklarını ve sınırlarını öğ­
renm ek ve kişisel yetenek, sa n a t geleneği ve ta rih in belirli
bir zam anı arasın d ak i etkileşim in değerini anlam a ye­
teneğini kazanm ak anlam ına gelir. Bn hedeflere varabilm ek
için, öğrencilerden üç alanda çalışm a yapm aları istenir; Bi­
rincisi, edebiyatın an a bölüm lerinden biri, örneğin Ja n e Aus­
ten, Dickens, Balzac ve Jam es Joyce gibi yazarları kapsayan
”19. Yüzyıldaki ve 20. Yüzyılın B aşlarındaki B üyük Ro­
m an lar”; İkincisi, "Rem brandt ve Çağdaşları" veya "Yaylı
Çalgılar D örtlüsünün Gelişimi" gibi önemli bir görsel ya da
m üzikal anlatım tü rü ; son olarak .da, örneğin "Rönesans'ta
İn sa n İm geleri” gibi, belirli dönem lerde s a n a t ile yaratıcılığın
toplum sal ve entellektüel k o şullan arasındaki ilişkiyi in­
celeyen bir ders. Bu yolla öğrenciler, geçm işin önemli bi­
lim sel, edebi ve san atsal erişilerinin b azılan y la ve in ­
sanoğlunun önemli bazı dini ve felsefi kavram larıyla daha
yakından tan ışırlar.

2. Fen Bilimleri
G ünüm üz dünyasında, fen bilim lerini (yöntem ve il­
kelerini) biraz olsun bilm eyenlerin geniş bir eğitim görmüş
sayılam ayacağım belki de açıklam aya gerek bile yoktur. Fen
bilim lerinin, bilgiye giden “anayol”lard a n biri olduğu açıkça
bellidir. Ayrıca, zam anım ız bilimsel gelişm elerin olağanüstü
hız kazandığı bir devirdir. Yeni buluşlar, tem el fizik ve bi­
yoloji yasalarım n derinliğine işlenm esi ve yeni teknolojiler
yaşam ım ızı hiç durm adan değiştirm ektedir. Son zam anlarda
fen bilim lerindeki ilerlem eler, bize hem atom silahlarım hem
de genetik m ühendisliğini hediye etti. Birincisi bir gün dün­
yadaki yaşam ı sona erdirebilir; İkincisi ise yakın bir ge­
lecekte, ortalam a yaşam süresini, k arm aşık toplum sal so­
nuçları doğuracak ölçüde uzatabilir. Eğitim li bir kişi, hiç

3. Ayın, s. 16.
117

kuşkusuz, geleceğimizde bu k ad ar önemli rol oynayabilecek


güçler hakkında, eıı azından bir parça bilgi sahibi olmayı is­
tem elidir. Bilim sel ilerlem enin toplum sal ilerlem eye mi
yoksa felakete mi dönüştürüleceğine oylarım ızla k a ra r ve­
rebileceğimiz dem okratik bir toplum da, eğitim li va­
ta n d a şla rın bu bilgiyle donatılm ış olması gerektiğine in a ­
nıyorum .
A nlam lı düzeyde fen bilgisinin, herh an g i bir genel eğitim
program ının k a p a sitesin i aştığ ın a in an a n lar vardır. F en bi­
lim leri çok k arm aşık , çok derin, çok yoğun, çok uz­
m anlaşm ış ve çok m atem atik seld ir. B ugün fen bilim cilerin
bile sadece birkaçı ta m anlam ıyla "okur-yazar"dır. B undan
b aşk a, bazı eleştirm enler, fen bilgisi ile sorum lu y u rtta şlık
a ra sın d ak i bağın belirsiz olduğunu, inandırıcı bul­
m ad ık ların ı söylerler. Zaten, m eslekten bilim adam ları,
k am u politik aların ı ilgilendiren sorunlarda çoğu zam an
fark lı fark lı düşünceler sergilerler. H er biri de fark lı d ü ­
şüncelerini sıra d a n in sa n la ra m akul gelebilecek sebeplere
dayandırır.
Bu k uşk u ları ortaya a ta n la r arasında önemli bir yeri olan
profesör M orris Sham os, fen bilgisinin tem el k ü ltü r eğitim i
program ına dahil edilm esi konusunda farklı bir gerekçe gös­
terir: “Öğrenciler, fen bilim lerini özellikle içerdiği estetik ve
entellektüel değerler için öğrenirlerse en büyük kazancı sağ­
lam ış olurlar”'4'. Bu bakış açısı, 19. yüzyılda biyolog Thom as
Huxley ve çağdaşı m atem atikçi Jules-H enri Poincare ta ­
rafından da benim senm işti. Shamos, sonunda, bu d ü ­
şüncenin zam anının gelmiş olabileceğine inanm aktadır.
F en bilim lerinde anlam lı bir bilgi düzeyine ulaşm anın im ­
kansız b ir hedef olabileceği görüşüne katılıyorum ; “fenden
an lam ak ” daha iddiasız ve belki de erişilm esi daha kolay bir
s ta n d a rt olabilir. Ama, genel eğitim in bir parçası olarak öğ­
renilen fen bilgisinin k am u politikası sorunları söz konusu ol-
4. M ods Shamos, "The Lesson Every Child Need Not Learn,'1The Sciences {.Temnuiz-Agustos
1988), s. 20+
118 »H arvard’m Çekirdek Programı

duğunda işe yaram ayacağı h a kkın d a kuşkularım var. B u gö­


rü şü desteklem eye veya çürütm eye yetecek k a n ıtla r m evcut
değil.
Öğrencilere tem el k ü ltü r eğitim i verm e iddiasını taşıyan
program ların çoğunda fen bilim lerinin payı yetersizdir.
B unun nedenleri bellidir. Öğrencinin, fen bilimleriyle m es­
leki bakım dan bağlantılı olm ayan bir lisans program ının ge­
rektirdiği ölçüde fenden anlam ası için bile, “fiziksel ve bi­
yolojik bilim lerin m atem atiksel ve deneysel yöııtem leri”yle
tanışm ış, b u n lar h ak kında bilgi sahibi olmuş olm ası gerekir.
Birçok üniversite öğrencisi, çeşitli nedenlerle fen d erslerini
sevmez. Öğrencinin kafası m atem atiğe y a tk ın değildir ya da
kendisi yatk m olm adığına inanıyordur; lisede dersler iyi iş­
lenm ediğinden fenden soğum uştur; okulların çoğunda, fen
dalında yoğunlaşm ayan öğrenciler için özel olarak t a ­
sarlanm ış pek az fen dersi vard ır - ve bu sonuncusu eğitim in
başka sorunlarından biridir.
Yeni Ç ekirdek Program ım ızın çerçevesi oluşturulurken,
m eslektaşlarım dan birinin gösterdiği tepkiyi hiç u n u t­
m ayacağım . D ünyaca ünlü bir sa n at tarihçisi olan m es­
lektaşım bana, kendisinin uzun m eslek yaşam ının bence a k a ­
dem ik değer taşıyıp taşım adığım , m ezun olduğu okul için bir
iftih ar vesilesi olup olmadığını sordu. Bizim en saygın me-
zunlarım ızdandı. H er iki soruyu da beklediği olumlu yanıtı
verdim . B unun üzerine, yeni zorunlu derslerim izden b a ­
zılarının, özellilde fen ve niceliksel analiz derslerinin, ken­
disinin H arv ard ’dan m ezun olm asını olanaksız kılacağını be­
lirtti. E n b a sit düzeyde öğretilse bile bu derslerden
geçemeyeceğini söyledi. O nun m ezun olam ayacak k a d a r de­
ğersiz m i olduğuna inanıyordum ? M eslekteki b a şa rıla rı ak ­
sin i kan ıtlam am ış mıydı? K endisi gibi bir in sa n ın hem ge­
riye hem de ileriye dönük o larak reddedilm em esi ve bu yeni
koşulların k ab ulüne engel olm ak üzere etkim i kullanm am
için b a n a içtenlikle yalvardı. B u değerli profesörün içten ko­
n u ştu ğ u n u biliyordum . O nu uygun bir şekilde öğretilm iş ol­
119

saydı bu d e rsle rin ü stesin d en gelebileceği ve yeteneklerini


azım sadığına in an d ırm ay a çalıştım . İnanm adı.
F en öğrencileri ile fen eğitim i y apm ayan öğrencilerin d u ­
ru m u elb ette fark lıd ır. A na k onuları fen bilim leri olan öğ­
ren cilerin beşeri bilim ler ve sosyal bilim ler dersleri a l­
m a la rı n isp e te n kolaydır. E debiyat ve ta r ih gibi k o n u ları
içeren d e rsle r çiçeği b u rn u n d a b ir biyokim yacıya pek çekici
gelm eyebilir a m a seyrek olarak göz k o rk u tu cu y a d a ü r ­
k ü tü cü olur. B u öğrenciler için b ir tem el k ü ltü r prog­
ra m ın d a n geçm ek, en azın d an yüzeysel o lara k b a ­
kıldığında, d a h a kolay görülür. F en eğitim i y apm ayan
özellikle de fen veya m a te m a tik fobilerine tu tu lm u ş olan li­
san s öğrencileri için durum böyle değildir. B u k o rk u lar, b a ­
ş a rıla rı ve y e te n e k le ri fark lı öğrencilerin aynı sın ıfta ders
görm eleri d u ru m u n d a büyük ölçüde a rta r. B u ra d a sorun,
"şairler”e küçüm sey erek fen öğretm ek değildir, belirli g ru p ­
la rın özel pedagojik gereksinim leri olduğunu kab u l e t­
m ektir.
Ö ğretim üyeleri öğrencilerin bu d uygularını b ilirler ve
onlar d a kendi diren iş yöntem lerini uy g u larlar. H içbir öğ­
retm en, derse ilgi duym ayan ve b aşarılı olam ayacağına
in an m ış öğrencilerin sınıfına zorla so k ulm asından hoş­
lanm az® . D iğer ta ra fta n , fen derslerin in güçlük düzeyi, ör­
neğin ta rih dersleriyle k a rşıla ştıra la m a y a c a k ölçüde, bu
a şam a d a belirg in b ir biçim de a rta r. B u b ak ım d an y ü ­
zeysellik te h lik e si çok d a h a fazladır. F en k o n u su n d a bir-
şeyler öğrendiklerine in an a n , fa k a t aslında bazı tem el k a v ­
ra m la rın ötesine geçem em iş öğrencileri ün iv ersited en
m ezun etm ek acaba büyük b ir tehlike değil m idir? Bu iti­
ra z la rın hiçbiri tem elsiz olm am akla birlik te fen bilgisi
tem el k ü ltü r eğitim i pro g ram ın d an çıkarılam ayacak ölçüde
önem lidir. H em öğrenciler hem de öğretim üyeleri için ger­
5. Üniversite ve kolejlerdeki fen bilimleri öğretmenleri, çelişkili davranışlar sergilerler. Bir
yandan konularına önem verilmediğinden şikayet ederken {Harvard’da örneğin, bir yıl fen
bilimleri, b ir buçuk yıl da edebiyat ve san at öğrenimi zorunludur), diğer yandan temel k ü l­
tü r eğitimi gören lisana öğrencilerine ders vermeye pek hevesli görünmezler.
120 «H aruard’m Çekirdek Programı

çekçi b ek len tiler y a ra ta ra k güçlüklerin ü ste sin d en ge­


lin m e z d ir'0’.
Temel fen dersleri, bilim adam ı olm ayacak öğrenciler için
ta sa rla n m ıştır ve derslerin ortak hedefi "insana ve dünyaya
bakışın bir yolu olarak fen bilim lerinde genel bir bilgi edi­
nilm esini s a ğ la m a k tır.
Fiziksel ve biyolojik diinyanm gözlemlenmesi, fen ad am ların a, b ir­
birinden fark lı olgulara evrensel açıklam alar g etiren ilkeleri formüle
etm e olanağı sağladı.

B unlar, klasik dinamiği, term odinam iği, radyasyonu ve m addenin


m ikroskopik yapısm ı düzenleyen yasalar ile kim yanın, m olekül ve
h ücre biyolojisinin, biyolojik evrim ve d av ran ışların altın d a y atan
tem el ilkeleri içerir. F en bilim lerindeki tem el program da ise bu n u n
gibi an a kav ram ve buluşlar belirli bir derinlik düzeyinde incelenir.
Sadece bilim adam larının bazı alan lard a doğru olduğuna in an d ık ları
şeyler değil, aynı zam anda o alandaki y asala rın ve ilkelerin n asıl ge­
liştiği ve doğrulandığı da inceleme k onusudur® .

F en bilim lerinin iki ayrı alanı zorunlu dersler arasında yer


alır. Bu alanlardan birinde “esas olarak, doğadaki olgular,
içerdikleri basit öğelerin tahm ine ve tüm dengelim e dayanan
analizleri yoluyla incelenir” (fizik ve kim ya ile biyolojinin
bazı branşları). B unun tipik bir örneği, “M ekan, Z am an ve
H a r e k e ttir . Diğer grup derslerde ise d ah a k arm aşık bilim sel
6. Çekirdek Program kapsam ındaki fen dersleri hakkında çok sert, am a bütünüyle gerçekçi ol­
mayan b ir eleştiri için bkz. '‘Are Our U niversities Rotten, a t the Core?'’ Science, 5 H aziran
-1987. W estheimer, bizim fen derslerimizin fazla basit olduğu kanısındadır. M eslektaşlarının,
“elini kirletmem iş olanlardı, yani fende yoğunlaşmayan öğrencilere ders vermekte isteksiz ol­
duklarını kabul eder ve bu tü r öğrenciler için hazırlanan fen derslerinin düzeyinin liseler açı­
sından yanlış m esajlar içerdiği kanısındadır. Önerdiği çözüm, üniversitelere kahıı! edilen öğ­
renciler içinde fen öğrenmeye istekli olanların, oranının artırılm asıdır. Ancak bu, sorununu
kesinlikle çözemez. Önerilen çözüm temel kü ltü r eğitimi ile pek ilgili değildir. Elbette Cal­
Tech ya da MIT’deki zorunlu fen derslerinde daha yüksek b ir stan d arda erişilebilir. B u okul­
larda elini kirletmemiş öğrenci yoktur. B unlara üniversite değil de e n stitü denm esinin ne­
deni de hudur. Üniversiteler, enteİlektüel olarak birbirinden farklı kişilerden oluşan
toplulukları eğitmek konusunda özel bir uğraş vermekle h e r zaman k arşı karşıya k a ­
lacaklardır. B u farklı bir şeydir ve gelişme de büyük bir olasılıkla tedricen sağlanacaktır.

7. H arvard University, Faculty of A rts and Sciences, Courses o f Instruction, 1986-87, s. 31.
121

sistem ler incelenir. B unlar (örneğin jeoloji veya organizm a


biyolojisi), doğal dünyanın daha tanım layıcı, tarih sel ya da
evrim sel bir anlatım ını içerir. “D ünya’n m ve Y aşam ın T arihi”
dersi buna en iyi örnektir.

3. Tarihsel İnceleme
T arih, "evren, toplum ve kendim iz h ak kında bilgi ve fikir
edinilm esi”nde diğer yöntem lerden belki d ah a fazla k u l­
lanılır, T arihsel yaklaşım ı sadece tarihçiler değil, evrim i in ­
celeyen fen bilimciler, dilin y a da belli bir s a n a t biçimindeki
gelişmeyi çözümleyen beşeri bilimciler ve örneğin ik tisa t t a ­
rih i ya d a siyasal teori alanında çalışan sosyal bilim ciler de
k u llan ırlar. Konuyu iyice basitleştirm e tehlikesini göze alırsak,
iki tü rlü metodolojinin ağırlık kazandığım farkedebiliriz. Bun­
lar, bazı tarihçilerin çalışmalarında genellikle birleştirilir ve bir
arada kullandır. F ak at esasta birbirinden ayırt edilebilirler.
Birincisi, eğilimlerin ya da uzun dönemli değişikliklerin in­
celenmesine dayanan tarihtir. Bu yaklaşımda, makroskopik bir
görüş, öznel olmayan güçlerin ve genellikle sosyo-ekonomik ge­
lişmelerin ya da “Tarihsel Zorunluluğun” m antığı üzerinde du­
rulur. Bununla birlikte, tarihsel analizin çok farklı, birincisinin
zıddı denebilecek bir yanı daha vardır. B urada ise mi kros kopili
bir görüşe, insanlara, rastlantıya, eğilimlerin kaçınılmaz b a ­
sitleştirm esi yerine olayların karm aşıklığına önem verilir.
Çekirdek Program ’daki ta rih derslerinde, öğrencilere h er
iki yaklaşım da tan ıtılır. D erslerin bir grubunda, günüm üz
dünyasının bir yönü ya da sorunu ele alınarak işe başlanır,
konunun gelişimi ve arkaplanı açıklanır'81, Örneğin, "Ge­
lişm işlik ve Azgelişmişlik: Ü lkeler A rasındaki E şitsizliklerin
T arihsel Kökenleri" dersine, bugün bildiğimiz dünyayla baş-
S. Başlangıç noktası olarak, modern dünyanın ana sorunlarından biri seçilmeden de eğilimler
incelenebilir. Örneğin Roma nın gerilemesi vc çöküşü incelenebilir. B ununla birlikte işe, gü­
nüm üzün b ir sorunu ile başlam anın, öğrencilere, bir y u rttaş olarak karşı karşıya ka­
labilecekleri sorunları daha iyi anlam alarına yardımcı olmak bakım ından ek bir y a ra n var­
dır.
122 oH arvardfm Çekirdek Programı

lanır. Bir yanda sanayi devrimini gerçekleştirm iş, zengin,


onbeş ya da yirm i ülke, öte yanda azgelişmiş denen yüz küsur
ülke. Derse, günüm üzün anlaşılabilm esi için, O rta Çağ’m ve
A vrupa’nın genişlemesine yol açan olayların ve gelişmelerin
bilinm esinin neden zorunlu olduğu gösterilerek devam edilir.
Bu ders, tarih sel bellekleri genellikle zayıf olan Am erikalı öğ­
renciler için özellikle yararlıdır. Diğer ders grubunda ise daha
çok ta rih in belli bir anı üzerinde durulur: G ünüm üzün po­
litika sorunlarından uzak, önemli bir olay ya da dönüm nok­
tası gibi. B uradaki amaç, tarih sel açıklam aların k a r­
m aşıklığını, inceliklerini, karışıklığını, belirsizliklerini
gösterm ektir. B unu gösterirken de, uzun dönemli de­
ğişim lerin incelenm esi sırasında çoğu zam an gözden kaçan,
kişisel ih tiraslara ve k a ra rla ra özel bir önem verilir. Örneğin
"Rus Devrimi": Kaçınılmaz bir olay mıydı? N eden 1917'de
m eydana geldi? Lenin olmasaydı sonuç farklı olabilir miydi?
D erste, bu gibi soruların yanıtları araştırılır. Öğrenciler, h er
iki türdeki dersi ala rak hem önemli tarih sel bilgilere k a­
vuşurlar, hem de tarihsel yöntem leri daha iyi anlam ış olurlar.

4. Sosyal Analiz
İçinde yaşadığım ız toplum ları anlam anın e n önemli yön­
tem lerinden biri, sosyal bilim lerde geliştirilen nispeten yeni
yöntem lerdir. 18. yüzyılın sonlarında ekonomi ile başlayan
ve halen b aşk a b ran şların yanı sıra siyaset bilim ini, sos­
yolojiyi ve psikolojiyi içeren bu yaklaşım ların amacı, ön­
celikle, çağım ızdaki in san davranışlarını d a h a iyi a n ­
lam aktır® . İstisnasız genellem eler m üm kün olm asa da,
sosyal bilim lerin toplum un ve k u ram ların davranışlarını in­
celerken, m üm kün olduğunca am pirik bilgiyle sınanm ış for-
m el teorileri ortaya koyarak ilerlediği söylenebilir. Çekirdek
Program ’da, Sosyal Analiz kategorisine giren b ü tü n dersler
aynı özelliği paylaşırlar. Amaç, öğrencileri “çağdaş toplum un
9. B u esas am açtır, tek amaç değil. Tarihçiler sosyal bilimlerdeki yöntemleri, klasik çağlara
k ad ar uzanan olayları açıklamak için kullanmışlardır.
123

işleyişini ve gelişm esini incelem esini incelem ek için gerekli


olan beilibaşlı analiz biçim lerinin bazıları ile tarih sel ve nicel
teknikleriyle tan ıştırm ak tır. “Ekonom inin İlk elerf’i dersi
tipile bir örnektir. Teoriler tam am en formeldir, konular üze­
rinde m esleki fikir birliği güçlüdür ve am pirik deney olanağı
oldukça gelişm iştir. Ama, kökü psikolojiye dayanan “İn sa n
Doğasına İlişkin G örüşlerii öğrenerek de in sa n ay­
dınlanabilir. M arx, Freud, B. Skinner ve E.O. W ilsoriun te ­
orileri ve felsefi varsayım ları ve b unların gerçek verilerle sı­
n anm ası (ideoloji ile bilim sel teorinin karşılaştırılm ası) da
öğrencilerin, sosyal bilim cilerin in san davranışını nasıl açık­
lam aya çalıştıklarım anlam asını sağlar.

5. Yabancı Kültürler
İkinci D ünya Savaşm ı izleyen yıllarda, A m erika B irleşik
D evletleri, birkaç ülke ile birlikte, süper güçlerden biri du­
ru m u n a geldi. Sovyetler Birliği, ideoloji ve askeri güç b a ­
kım ından başlıca rakibim izdir. Ekonomideki başlıca ra ­
kibim iz ise Japonya'dır. G rup olarak ele alındığında belki de
B atı Avrupa, ekonomik ve politik bir süper güç olarak dü­
şünülebilir. Çin ve H indistan nüfuslarıyla süper güçlerdir
u lu sla ra rası olaylarda önemli etkileri vardır. Petrole gelince,
A rap ülkeleri büyük bir kaldıraç gücü durum undadırlar.
M ali ve politik geleceğimizin L atin Am erika ve A frika'daki
olaylarla ilişkisiz olduğunu tabii ki söyleyemeyiz.
İkinci D ünya Savaşı öncesinde A m erikalılar dünyanın
büyük bir kısm ım gözardı edebilirlerdi. İki okyanusun ko­
ru n d u ğ u b ir k ıta ülkesi olarak, u lu slararası değişikliklerin
çok uzağında olduğum uzu düşünüyorduk. Sınırlarım ızın öte­
sine bakınca da, ticari ve em peryalist u zan tılar dışında, gö­
rebildiğim iz B atı A vrupa (özellikle İngiltere) ve B atı uy­
garlığı içindeki köklerim izle sınırlıydı. İkinci D ünya
S avaşından sonra, bir süre büyüklük kom pleksine kapıldık.
K endim izin ve refahım ızın dünyanın k a la n kısm ı için bir
124 a H arvard’m Çekirdek Programı

örnek oluşturduğu na inandık. Becerebilirseniz bizden öğ­


renin, bizim b a şk aların d an öğreneceğimiz pek b ir şey yok di­
yorduk.
B ugün koşullar kökünden değişti. O kyanusların sağladığı
korum anın a rtık pek önemi kalm adı. U luslararası de­
ğişiklikler günlük yaşam ım ızı doğrudan etkiliyor. H âlâ süper
güç olm am ıza k a rşın dünyadaki yerim iz küçülüyor. D ün­
yan ın toplam GSMH’si, ticareti ve nüfusu içindeki pay­
larım ız geriliyor. B unun nedeni bizim bir duraklam a ge­
çirm em iz değil b a şk a ülkelerin daha hızlı gelişmesi. Yeni
göçmen dalgaları ile A m erikan nüfusunun etn ik tab a n ı de­
ğişirken bizim B atı’d a bulunan geleneksel köklerim iz bile de­
ğişime uğradı. Yaşam ım ızı sü rd ü rü rk en d a h a geniş bir
dünya bağlam ına re fe ra n sta bulunm anın a rtık zorunlu ol­
duğunu söylemeye gerek bile yok. “Bu yüzyılın son çey­
reğinde, eğitim li bir A m erikalı taşra lı olamaz; yani diğer kül­
tü rle rd e n habersiz kalam az”.
Sağduyu sahibi okuyucular, eğitim eleştirm eni Alan
Bloom'un bu tü r bir eğitim i demagojik olarak nitelendirdiğini
duyduklarında şaşacaklardır. Ona göre “m aksat, öğrencileri,
başka düşünm e biçimleri de olduğunu ve B atı düşünce bi­
çim inin daha iyi olm adığını kabul etmeye zorlam aktır”. Bu­
n u n la birlikte, “eğer öğrenciler, Batılı olm ayan bu kül­
tü rlerd e geçerli fikirleri gerçekten tan ım a olanağı
bulsalardı... bu k ü ltü rle rin h e r birinin etnosantrik olduğunu
görürlerdi. H er biri kendi yaşam biçim inin en iyi, b ü tü n de­
ğerlerinin daha kötü olduğuna inam r. Sadece B atı ül­
kelerinde, yani Eski Y unan felsefesinin etkisi altında kalm ış
ülkelerde m evcut yaşam a biçimini en iyiyle öz­
deşleştirm ekten kuşkulanm a eğilimi v a r d ı r B u tu h a f
sözlerin gerisinde b ulunan felsefi incelikleri anlayam ıyorum .
B unları akla durgunluk verici buluyorum . Şüphesiz et-
nosantrizm B atılı olm ayan k ü ltü rlerin tekelinde değildir. Ja-

10. Alan Bloom, The Closing of the American M ind ,(New York: Simon and Schuster, 1987), s. 36.
125

ponya ile A m erika Birleşik D evletleri kıyaslanırken, “benim


yaşam biçimim en iyi” göstergesinde, hangi ülk en in d a h a ü s t
sırad a olacağı o k ad ar belli m idir? B undan başka, B atı dı­
şındaki düşünceleraha fazla etn osantrik olsalar bile, (ki, ben
böyle olduğuna inanm ıyorum ) konunun öğretilm esi sırasında
bu belirgin yanlışlığın propagandasının yapılm ası için hiçbir
neden yoktur.
Aşağıda belirtilen Japon bakış açısı, Bay Bloom’u şa­
şırtabilir. “Geleneksel tem el k ü ltü r eğitim inin içerdiği Batılı
kavram lar, entellektüel gelişmeye büyük katkıda bu­
lunm uşlardır. Ama, kuşkusuz, etnosantrizm bunların ev­
renselliğini zayıflatm ıştır. Örneğin, B atı idealleri kişiyi olsa
olsa Avrupa’nın Asya’ya karşı kültürel üstünlüğe sahip olduğu
inancına götürür. Ama böyle bir varsayım ın evrensel geçerliği
yoktur^ Bu bakım dan, Avrupa tem el kültür eğitim inin do­
ğasından kaynaklanan bazı sınırlılıkları vardır”' 111. Bu e t­
nosantrizm savaşlarında ateşkes ilan edilmesini diliyorum!
Çekirdek Program 'm Yabancı K ültürler bölüm ünde bu ko­
n u la r işlenir. B ütün öğrenciler, dünyanın belli bir böl­
gesindeki “yapının, inanç ve adetlerin altında y a ta n kendine
özgü düşünce ve eylem kalıplarım saptam ayı am açlayan” bir
ders alm ak zorundadır”1121. Öğrenci açısından, konuların
ağırlıkları farklıdır. Yabancı k ü ltü rleri genelleştirerek bir
b ü tü n halinde öğrenm ek pek anlam taşım az. Ders listesi ise,
dünyanın birçok değişik bölgesi üzerinde odaklaşan bir dizi
seçenekten oluşur. D erslerin çoğu büyük uygarlıklara (Hint,
Doğu Asya, Rusya, İslam , A frika vs.) giriş niteliğindedir. Ba­
zıları “Japonya'nın Birleşm esi, 1560-1650” ya da 1890-1938
Dönem inde A vusturya K ü ltürü” (bu dersi Alm anca bileıı öğ­
renciler alabilir) gibi çok daha dar çerçeveli derslerdir. B ütün
derslerin hedefi, öğrencinin kü ltü rel birikim alanını ge-

11. Y asusuke M urakami, "The Debt Comes Due for M ass H igher Education", Japan Echo .(Son­
b a h ar 1988), s. 72.

12. Courses o f Instruction, s. 2.


126 o H arvard’ın Çekirdek Programı

nişletm ek, onun kendi kü ltü rel varsayım larına ve ge­


leneklerine başka bir açıdan da bakm asını sağlam aktır.

6. Etik Düşünce
A m erikalılar olarak biz, te k bir dini ya da insan hakkın-
daki te k bir felsefi düşünceyi paylaşm ayız. Bazen politikacı­
la r, A m erika B irleşik D evletlerinden H ıristiyan bir ülke ola­
r a k söz ederler ki, b u n u n yanlışlığı açıktır. Bizde, H ıristi­
y a n la r ın say ısı M usevi, B udist veya ate istlerd e n fazladır
am a devletim izin resm i bir dini yoktur; olm ası da Anaya-
sa’yla yasak lan m ıştır. H attâ, kendim izi yalnız B atı’m n tem ­
silcileri o la ra k d ü şü n m ek bile gün geçtikçe d a h a zor hale
gelm ektedir; pek çoğum uzun B atı dışı güçlü köklerimiz var­
dır. T oplum lunuzun 20. yüzyıldaki heterojenliği, kim ilerine
göre, yaratıcılığım ızın ve kuvvetim izin kaynaklarından biri­
dir. Bir zam an lar A m erikan ulusu, bir “eritm e potası" olma
peşindeydi. Bugün, bazı ortak politik ve toplum sal davranış
k u ra lla rı k onusunda ısra rlı olm akla birlikte (her zam an ba­
şarılı olam asak da) farklılıkları korum anın değerini anlam ış
bulunuyoruz.
Ç ekirdek P ro g ra m ’a dahil olan E tik D üşünce dersinde,
özel b ir a b la k g ö rüşü veya felsefe öğretilm ez, dinsel öğüt
verilm ez. Bu, u y g u n olm azdı. Bizim am acım ız, “in sa n y a ­
şa n tısın d a o rtay a çıkan, seçim ler ve değer yargılarıyla ilgili
a n la m lı ve h ep k a rşım ız a çık an so ru la rı ta r tış m a k tır 1"13'.
B unlar, sadece d u y g u lara h ita p ederek çözüm lenem eyen ve
in sa n a ilişkin birçok dini ve felsefi telakkide paylaşılan a h ­
laki so ru n lard ır. “D ersler, adalet, görev, y u rttaşlık , bağlılık,
cesaret, kişisel so ru m lu lu k gibi k o n u ların üzerinde akılcı
[derinlem esine ve a n a litik yollarla] düşünm enin m üm kün
olduğunu gösterm eyi am açlam aktadır”114’. Bu eğitim de bi­

13. Age, s. 29.

14. Age, s. 29
127

reyler, g ru p la r ve u lu sla r için u lu sla r a ra sın d a erdem li bir


y a şa m ın n ite liğ i a ra ş tırılır, iş te iki tip ik örnek: “A d alet”
d e rs in d e , k la s ik ve ç a ğ d aş te o rile r (A risto te les, Locke,
K a n t, M ills ve a h lâ k felsefecisi Jo h n Raw ls) incelenir ve
günüm üzdeki p ra tik u y g u lam aları tartışılır. “İsa ve A hlaki
Y aşam ” d ersin d e ise şid d et ve barışçıllık, zenginlik ve fa­
k irlik ve k işisel a h lâ k ın k am u ah lâk ı ile ilişkisi üzerinde
d u ru lu r.
ÇeM rdek P rogram ’daki bu altı ders grubu, aşağıdaki or­
ta k özellikleri içerir.
© B ü tü n dersler, bölüm ler-arası bir anlayış tem el alına­
ra k ve eğitim leri işlenen konuyla doğrudan bağlantılı olma­
y an öğrenciler için düzenlenm iştir. Öğrenciler, kendi konu­
la rın a en y ak ın olan Ç ekirdek Program derslerinden m u af
tu tu lu rla r. Ö rneğin, fizik öğrenim i gören lisans öğrencileri
Temel F en derslerin i alm ak zorunda değildir.
• H er kategoride derslerin amacı, öğrencilere bilgi edin­
m enin anayollarını gösterm ektir. Ö ğrenciler seçim yapabi­
lirle r çünkü bu yaklaşım lar değişik biçimlerde, içeriği farklı
derslerde su n u lm u ştu r. B ununla birlikte, içerik öneme göre
seçilir, hedef aynı kategorideM b ü tü n dersler için eğitim b a­
k ım ından eşit değere ulaşm aktır.
• D erslerde d a h a geleneksel incelem elere değil de bilgi­
ye u la ş m a n ın a n a y o lların a ağ ırlık verilm esinin yanı sıra,
Ç e k ird e k P ro g ra m d a , b a ş k a b irta k ım y e n ilik le re de yer
v e rilir. B irin cisi, genel b ir eğitim p ro g ra m ın d a çoğu za­
m an gözardı edilen görsel s a n a tla r ve m üzik de eklenm iş­
tir. İk in cisi, y ab an cı k ü ltü r ve etik d ü şü n cen in alışılm ış
u y g u la m a la r ın d a n b ir s a p m a d ır. Ü çü n c ü sü , b ilg is a y a r
k u lla n ım ın a ve veri analizin e ağırlık veren bir nicel yakla­
şım ın zo ru n lu tu tu lm a s ı, en azın d an H a rv a rd için, bir ye­
n ilik tir.
Tem el D erslerd e, b a ş k a b irta k ım y eniliklere de yer ve­
rilir. B irincisi, p ro g ra m a görsel s a n a tla rın ve m üziğin de
ek le n m esid ir ki b u n la r genel b ir eğitim p ro g ram ın d a çoğu
128 oH arvard’ın Çekirdek Programı

zam an gözardı edilir. İkincisi, yabancı k ü ltü rlerin ve ahlak


eğitim inin açıkça tanınm ası, alışılm ış uygulam alardan bir
sapm adır. Üçüncüsü, bilgisayar kullanım ına ve veri an a­
lizine ağırlık veren bir k a n tita tif yaklaşım zorunluluğudur ve
en azından H arv ard için, bir yeniliktir.
Bir çekirdek program ın yalın ve genel kabul görm üş bir ta ­
nım lam ası, "göreneğe uygun olarak ayrılm ış dallara ilişkin
k onuları tem el başlıklar altında birleştirerek b ü tü n öğ­
rencilere ortak bir tem el sağlam ayı hedefleyen bir öğrenim
program ı düzenlemek" tir (15l H arvard bu ortak tem eli sağ­
lıyor mu?. Sağlam a biçimimiz diğer çekirdek program ve
genel öğrenim ani ayı ş 1arın dan farkb olsa da, yanıt evettir.
Tem el k ü ltü r eğitim inin içeriği altı ana öğrenim koluna ay­
rılm ıştır ve b u n ların aracılığı ile biz, "evren, toplum ve ken­
dimiz halikında bilgi ediniriz." Genel Öğrenim, sözgelimi,
B atı uygarlığının ta rih i ya da kim ya gibi belirli konulardan
çok, tarih sel çalışm alar, diğer kültürler, vs. gibi an a yak­
laşım larla tan ışm ak şeklinde tanım lanır. B ütün öğrenciler
aynı dersleri alm azlar am a hepsi, bu kapsam lı ve önemli in ­
celeme yolları ile bağlantılı düşünm e biçim lerini ve yön­
tem lerini öğrenirler. Shakespeare okum adan H arv ard ’dan
m ezun olm anın m üm kün olup olmadığı sorusu sık sık so­
ru lu r. Evet, fakat bir uzm anın rehberliğinde edebi klasikleri,
eleştirm eli ve çözümlemeli bir biçimde okum adan diploma
alm ak m üm kün değildir. Ekonomi okum adan m ezun olu­
nabilir mi? Evet, am a toplum sal analizin tem elleri ile ilgili
bir ders alm ak koşuluyla. Ekonomi, bu tü r derslerden sadece
biridir.
Çekirdek program anlayışının bazı y a ra rla r içerdiğine ina­
nıyorum. Birincisi, bilgiye giden anayollara önem verilmesi,
gençleri sürekli olarak daha fazla bilgi ve yeni teoriler do­
ğ u ran b ir ortam da daha etkili biçimde yaşayabilecek şekilde
hazırlar. Sağlanan yarar, özellikle belirli bir bilgiyi edinm ek

15. W ebster’s N inth New Collegiate Dictionary (1984).


129

için yapılan çalışm alarla sağlanandan kesinlikle daha faz­


ladır. İkincisi, çekirdek program a ilişkin bu anlayış öm ür
boyu öğrenme ve birden fazla m eslek edinme olanağı ile bağ­
daşır. Çekirdek program da yer alan her ders, daha kapsam lı
ve d a h a geniş y a ra r sağlayan dersler kategorisinin bir ör­
neğidir. G ünüm üzde sık görülen bir durum u ele alalım:
O kuldan onbeş yıl uzak kalm ış bir kişi, sosyal bilim lere da­
yalı bir alanda yeni bir m eslek edinmeyi düşünm ekte olsun.
O m eslek (sosyal çalışm a, iş idaresi ya da eğitim) ne olursa
olsun, Ç ekirdek P rogram ’daki dersleri alm ış olan bir m ezun,
sosyal analizlerin dünyam ızı nasıl incelediğini zaten biliyor
olacaktır. D aha bilgili ve daha geçerli seçimler, yapm a ola­
nağı doğacaktır. Üçüncüsü, Çekirdek Program ın altı k a ­
tegorisindeki dersler kapsam ları itibariyle, eğitim in en
önemli işlevlerinden birini yerine getirir. B unlar, son derece
farklı öğrenciler arasın d a entellektüel yakınlık ortam ı oluş­
m asına yardım cı olurlar. Beşeri bilim lere tu tk u y la bağlı öğ­
renciler, bilimsel usav u ru m u n ve k an ıtlam anın güzelliklerini
değerlendirm e fırsatın ı bulacaklardır. B una k a rş ı l ık, fen bi­
lim lerinde okuyanlar da tabii ki sosyal bilim leri de­
ğerlendireceklerdir.
Seyrek de olsa, Ç ekirdek Program kapsam ında aldıkları
derslerin sonucunda alanlarım değiştien öğrenciler olduğunu
biliyorum ; bu öğrencilerin istem eden aldıkları dersler onları,
sonunda cidden ilgilendikleri olasılıklarla karşı k arşıya bı­
rakm ıştır. Bu, Çekirdek Program ın en y ararlı yönünü gös­
terir. Son olarak, h e r alt-bölüm de çok sayıda ders sunulm ası
yoluyla seçim yapm a olanağı sağlam anın y ararlı olduğuna
inanıyorum . Bu derslerin eğitim bakım ından eşit olm aları
am açlandığından (bu, h er zam an erişilemeyecek bir idealdir)
öğrencileri, kendilerine en yakın gelen dersleri seçmeye özen­
dirm esi akıllıca olduğunu düşünüyorum . B undan hem öğ­
retm en hem de öğrenci kazançlı çıkacaktır.
E n güç sorunlardan bir k ısm ına burada değinilmedi. “E leş­
tiri altında zihinsel çaba” veya “sa n a t ve alışkanlıkları” ile
130 oH arvard’m Çekirdek Programı

ders program larının ayrıntıları arasında ne gibi bir ilişki ola­


bilir? A m açlarım ızın epeyce iddialı olduğu göz önünde tu ­
tulduğunu da, iki dönem lik genel fen eğitim i ve bir dönendik
ah lâk ya d a yabancı k ü ltü r etüdleri ile gerçekten ne ba­
şarm ayı um abiliriz?
O halde, ders program ının, tem el k ü ltü r eğitim inin sadece
sınırlı bir yönü olduğunu anım sayalım . Eğitim in kalitesi ve
pedagojik yöntem ler (konferanslar, sem inerler, öğrencinin
kendi çalışm a düzenini ayarlayabilm esi) en az ders program ı
k a d a r önemlidir. Ayrıca, öğretim üyelerinin öğrencilere
örnek olm ası da tem el k ü ltü r eğitim inin çok önemli bir yö­
nüdür. S ta n d a rtla rı yüksek, özenli bir profesör, öğrencilere
ahlaki davranış konusunda yıllarca süren zorunlu derslerden
d ah a fazla şey öğretebilir.
L isansüstü öğrenim sırasında en yakın arkadaşım bir
derste ciddi güçlüklerle karşılaştığından dersin hocasıyla gö­
rü şm ek istem işti. U luslararası üne sahip M acaristan do­
ğum lu bu profesörle birkaç sa at k o n u ştu k tan sonra a r­
kadaşım birden sa a tin akşam ın altısı olduğunu fark etti,
Profesörün yapacak daha önemli işleri olduğunu bildiğini
söyledi, onun değerli vaktini bu ölçüde aldığı için özür diledi.
Profesör şöyle y a n ıt verdi: "Hiç de değil. Z aten biz m eslektaş
değil miyiz?”. Ü nlü bir bilim adam ı tarafın d an henüz yüksek
lisan sın birinci sınıfında okuyan bir öğrenciye söylenen bu
sözler, çağdaşlarım arasın d a bir efsane niteliği kazandı. Öğ­
retm enlerim iz bize böylece, ahlak ve ahlak felsefesi hakkında
sınıfta s a a tla r boyunca öğrettiklerinden d a h a fazlasını öğ­
rettiler. Ben em inim ki, bizim kanalım ızla, gelecekte bizden
ders alacak lara da y ararlı oldular.
Öğrencilerin, önemli ölçüde birbirlerini eğittiklerini de
anım sıyalım . N itekim , entellektüel b a şarıla rın ödül-
lendirildiği bir öğrenci topluluğu, sadece spor k a r­
şılaşm alarında şam piyon olan takım ın oyuncularının sta tü
kazanılabileceği bir okuldan farklı m esajlar verir. Okul k a ­
talogları, yönetm elikler, zorunlu dersler ve yerine getirilm esi
131

gereken koşullar gibi şeyler eğitim sürecinin işleyişi konu­


sunda çok az şey ortaya koyar. B unlar tem el k ü ltü r eğitim i
için gerekli olsa bile iniksek s ta n d a rtla ra u laşm ak için ye­
terli koşulları sağ lam ak tan uzaktır.
E ğ itim in b u in sa n i y ö n ü n ü n birçok ta ra fı, siste m li bir
analiz ve düzeltm e gerektirir. N asıl d ah a etkili ders verilebi­
leceğini öğrenebiliriz; sınıftaki hedeflerim izi açıklığa kavuş-
turabiliriz; biz, öğretim üyeleri ve yöneticiler olarak, öğren­
cilerimize örnek oluşturabilecek bir yaşam sürebiliriz. K uş­
kusuz bizi eleştirenlerin birçoğunun sık sık dile getirdiği gi­
bi, eski ve yetersiz yöntem lerin ayıklanarak, yüksek öğreni­
m in d ah a verim li hale getirilm esi de çok önem lidir. B ü tü n
b u n lara karşın, eğitim in, en derin anlam da, bilinmez ve an ­
laşılm az bir u n su ru hep taşıyacağına inanm ayı sürdürüyo­
rum . Ölçülemeyen, bilim sel ta n ım la ra sığm ayan verim lilik
ölçüm lerinde hesaba katılam ayan son derece önemli u n s u r­
la r h e r zam an var olacaktır. Ders program ı b ir isk e le tten
ib a re ttir. B u isk eletin eti, kanı ve yüreğinin, öğretm en ile
öğrenci arasındaki, önceden kestirilm esi oldukça güç etkile­
şim lerden kaynaklanm ası gerekir.
132 o Üniversite, B ir Dekcm Anlatıyor

8. BÖLÜM
L is a n s ü s tü Ö ğren cileri
B ilim A da m la rın ın E ski ve Evrensel Topluluğuna
Hoş Geldiniz

M ezun olan h er öğrenciye, büyük ve toplu bir m ezuniyet


töreninden sonra diplom alarım verm ek H arvard’m ge­
leneğidir. Y aklaşık 25.000 izleyicinin önünde yapılan bu açık
h a v a toplantısınd a, öğrencilerin yaptıkları konuşm alar din­
lenir, debdebeli gösteriler düzenlenir, şa rk ıla r söylenir.
H a ttâ , kendilerine fahri derece verilen bazı ü n lü kişileri
görm e fırsatı bile bulunabilir. Lisans öğrencileri dip­
lom alarını ve diğer ödüllerini kendi okullarında alırlar; li­
sa n sü stü m ezunları, benzer bir diplom a töreni için kendi
k am p u sların a giderler; doktora derecelerini alacak olanlar
ise büyük bir toplantı salonunun yolunu tu ta rla r. Bu toplantı
salonunda, h e r yeni bilim adam ına bir “pösteki” (diploma)
verm ek, F en ve Edebiyat F akültesi dekam için bir onur ve­
silesidir. Ben bu zevkli görevi onbir yıl boyunca yerine ge­
tirdim . Bu, akadem ik ders yılının h e r zam an en iyi ve en hoş
olaylarından biriydi.
Dinleyiciler, yaşlı ebeveynlerden (doktora derecesini alan ­
ların a n a -b ab alan n ın genç olması olasılığı düşüktür), eş­
lerd en ve sayıları hiç de az olm ayan çocuklardan oluşurdu.
Profesörler de vardı. B unların çoğu, doktoraya giden uzun
yolda öğrencilerine yardım ederken onlarla arkadaş ol­
m uşlardı. D oktorasını yeni alan h er bilim adam ı, sahneye
çıkar, bölüm b aşk an ı kendisini lisan sü stü okulu dekanına ta ­
nıtırdı. L isansüstü dekam tarafın d an da b a n a takdim edilen
öğrenci, diplom asını alır, epeyce sonra da ılınm ış bir kadeh
133

şam panya içerdi. Birçok sahneyi sanki bugünm üş gibi h a ­


tırlıyorum . Tez danışm anlarının öğrencilerini kucaklam aları;
ebeveynler, eşlerin ve çocukların yüzlerinden açıkça oku­
nabilen g u ru rlu ifade; sayıları her yıl a rta n kadınlar; tu h a f
kıyafetler, örneğin koyu kırm ızı ipek elbiselerin altında eski
lastik ayakkabılar. Henüz üniversitelerde iş bulam am ış m e­
zunların yürekliliğini de hatırlıyorum . B azıları uzak du­
ru rla rk e n diğerleri koşullara m eydan okur gibiydiler.
Benim görev sürem de (1973-1984), doktoralılar için iş ola­
nak ları gittikçe azaldı. H er geçen yıl, daha kaygı verici h a ­
berler getiriyor gibiydi. "Boş kadro yok" ilan ları hızla ço­
ğalırken, "Sürekli kadro verilmiyor" biçim indeki ila n la rın
sayısı onları da geçiyordu. Bu k a ra m sar ortam da ben, ucuz
şam panyayla dolu plastik bir bardağı şerefe kaldırm adan
önce, kutlayıcı ve cesaret verici bir iki söz söylemek zo­
rundaydım . O yıllarda neler söylediğimi tam olarak anım ­
sam ıyorum , am a basm akalıp ve küçümseyici ifadelerden k a ­
çınm aya özen gösterirken endişeli ve heyecanlı olduğum u
çok iyi hatırlıyorum . Hiç de üm it v aat etm eyen bir iş pi­
yasasıyla k a rşı k arşıya olan lisansüstü öğrencilerin bakışları
altın d a kendinden hoşnut ve haline şükreder bir görüntü ver­
m ekten ku rtu lab ilir miydim?
Bu aşam ada, söylenebilecek tek şey, aynı işte çalışm anın
getirdiği ortaklık duygusu, eski başarılar için duyulan gurur
ve gelecek için beslenen üm itlerdi. Belki de, ünlü "Dokuzake"
(zehirli sake) öyküsünü anlatm alıydım . Savaş öncesinde
Jap o n üniversiteleri,çalışm alarım k ü rsü sistem inin sıkı bas­
kısı a ltın d a sürdürm ekteydiler; terfi edebilmek k ü rsü pro­
fesörünün em ekli olm asına yah u t ölmesine bağlıydı. Öykü,
1930'larda Tokyo üniversitesinde görev yapan sabırsız bir
yardım cı profesörle ilgiliydi. Ancak, tam şerefe kadeh k a l­
dırm adan önce böyle bir öykü anlatm ak bana biraz riskli gö­
zükm üştü.
Söylenmesi gereken şeylerin, genellikle, iş işten geçtikten
sonra söylendiğine inanm aktaydım . Öneride bulunm ak için
134 • L isa n sü stü Öğrencileri

uygun zam an, herhangi bir sürenin sonu değil, başıdır. B u­


n a uygun olarak, aşağıdakiler, lisansüstü program lara yeni
başlam ış ya da başlayacak öğrencilere y ararlı olabilecek ba­
zı düşüncelerdir.
Ortam
H em en hem en b ü tü n üniversitelerde, lisan s öğrencileri
farklılıkları olan bir azınlıktır. Ö ğrencilerin çoğunluğunu, li­
san s derecesini ald ık tan sonra bir mesleğe yönelik uzm anlık
eğitim i görenler ile fen ve edebiyat fakültelerinin lisan sü stü
öğrencileri o lu ştu ru r. H a rv a rd ’m gerçek öğrencileri lisans
düzeyindekilerdir. A m erikan sistem inde, kişinin hangi okul­
lu sayıldığı, lisans derecesini hangi okuldan aldığına bağlı­
dır. A ncak lisan s öğrencisi okulları, “Troyalı” ya da “E ski
M avi” gibi u n v a n la ra h ak kazanabilirler. D aha önce, lisan ­
sü stü öğrencilerden kuzenler olarak söz etm iştim ; belki de
u z a k a k ra b a la r, h a tta aram ızdaki y abancılar dem eliydim .
Bir tören havasında geçen okullararası futbol m üsabakala­
rın d a kuzenleri son bölümde oturm uş bulursunuz. Y urtlarda
yer ayrılırken en son onlar dikkate alınırlar. Birçoğu, kam ­
p u sta n çok uzak ta, banliyölerdeki düşük kiralı evlerde sefil
bir yaşam sü rdürürler. B urs parasıyla ve eğer şansları varsa
bir iş bulabilm iş olan eşlerinin geliriyle kıt k a n a a t geçinm e­
ye çabalarlar.
B ir üniversitenin m ezunlar derneğine üye olabilmek için,
önce o okuldan m ezun olmak gerekir. B ununla birlikte, ba­
zen d a h a farklı davranırız. D aha önce anlatıldığı üzere, üni­
versitelere p a ra yardım ı sağlayabilm ek için dilendiğimizde,
kesenin ağzını her açan kabulüm üzdür. Ü ne ulaşm ış kişile­
rin , a ile n in y a k ın b ire y i k o n u m u n a g elm eleri için, H a r ­
vard’m yaz okuluna (ya da başka bir yere) devam etm iş ol­
m aları yeterlidir. 1988 sonbaharında alelacele M ichael Du-
kakis’in H arv ard ’ll olduğunu ilan ettik. D ukakis’in H arvard
H ukuk F a k ü lte sin i bitirm iş olması ona bu sta tü y ü norm al
olarak verm ezdi am a bizi Sw arthm ore College’dan b aşk a k ı­
nayan oldu mu?
135

B u n u n la birlik te, lis a n s ü stü öğrencileri a ra sın d a k i b en ­


zerliği fazla b ü y ü tm em ek gerekir. G erçekte lis a n s ü stü öğ­
ren cileri lisa n s öğrencileriyle bile k ıy asla n m a y a ca k ölçü­
de, o la ğ a n ü stü çeşitlilik gösterirler. B u b a k ım d a n o n ların
te k b ir k ateg o rid e to p la n m a sı hem en h em en olanaksızdır.
Ç eşitliliğin birçok n ed en i vardır: L isa n sü stü öğrenciler, li­
sa n s ö ğrenim i s ıra s ın d a k a z a n d ık ları çeşitli sosyal a lış ­
k a n lık la rla gelirler; y ü k sek lisan s u z m a n laşm a k d em ek tir
ve belli b ir m esleğe bağlanm ış, bazı özel y eten ek lere sah ip
b elirli bir öğrenci tip in i k en d in e çeker. L is a n s ü s tü düzey­
deki h e r o k u lu n k en d in e özgü k ü ltü rü , ken d i d eğerleri ve
öncelikleri v a rd ır. B ence en önem lisi, çeşitlilik d erecesi­
n in , değişik m eslek b ek len tilerin e bağlı olm asıdır.
Üç bü y ü ğ ü ele alalım : H u k u k ("... bizi özgür k ıla n a k la
dayalı s ın ırla m a la rı şek illendirm e ve u y g u lam a işin e y a r ­
dım cı olm aya h a z ırsın ız ”)'1'; İşletm e (“... to p lu m u n h izm e ­
tin d e k i şa h ıs ve k u ra m la rın genel yönetim in e öncülük e t­
m ek için en iyi şekilde h a z ırsın ız ”) ve Tıp (“Ş e re f ve şef­
k a t dolu b ir işte, b ir hek im o lara k çalışm aya h a z ırsın ız ”).
H e r üç fa k ü lte de ö ğ ren c ile rin e , b a ş a rılı, sa y g ın ve bol
ödüllü b ir m eslek y a şam ı sağ lay an eğitim su n a r. H u k u k
ve tıp ta ve çok d a h a az ölçüde işletm ede, to p lu m u n d a h a
az ta lih li k e sim in d e k ile re yardım cı olu n m ası k o n u la rın a
d a değinilir. Ö ğrencilerin bazısı b u değerli faaliy etlere d a ­
h a o k u ld ay k e n b a ş la rla r, b ir k ısm ı b u u ğ ra ş la rın ı öm ür
boyu s ü rd ü r ü r le r . A ncak, ö ğ ren cilerin k işilik le ri, k e n d i
gelecekleri k o n u su n d a d u y d u k ları açık güvenle b elirlen ir.
Ö ğ re n c ile r, to p lu m u n k e n d i h iz m e tle rin e g e re k s in m e
d u y d u ğ u n u ve k a z a n m a k ta o ld u k ları becerilere çok değer
v erd iğ in i b ilirler. G enellikle önlerin d e bol p a ra lı ve sa y ­
gın b ir geleceğin oldu ğ u n a in a n ırla r. Geleceğe ilişk in bu
r a h a tla tıc ı inanç, öğrencilerde m u azzam b ir doyum duy­
g u su y a ra tır.

1. Parantez içindekiler, H arvard diploma törenlerinde meslekleri tanım layan deyimleri içerir.
B unlar, rektör tarafından diploma verirken söylenir.
136 o L isa n sü stü Öğrencileri

Bir de "Yoksul A krabalar" vardır: B unların o rtak paydası,


toplum a hizm et verm e gibi soylu bir hedefe yönelik olarak ça­
lışm aları ve bunu yaparken sağladıkları m addi ödüllerin
küçük olm asıdır. Eğitim ("...çağdaş toplum un öğrenme ge­
reksinim leri konusunda yol gösterm ek ve onlara hizm et
etm ek için kusursuz biçimde hazırlandınız") ve İlah iy at ('"...
in an a n ların oluşturduğu toplulukların sağlığım ve diriliğini
geliştirm ek ve toplum un ortak değerlerinin bi-
çim lendirilm esine yardım cı olm ak üzere kusursuz bir şekilde
hazırlandınız"). E n eski çağlardan beri varolan bu m es­
leklerin lisan sü stü öğrencileri, genellikle daha yaşlıdırlar ve
çoğu zam an da eş ve çocukların sorum luluğunu taşırla r. Bu
kişiler toplum um uzun, "inananlardan oluşan top­
luluklardan" ya da "çağdaş toplum un öğrenm e ge­
reksinim lerinden" çok, büyük hukuk bürolarında çalışan
av u k atların "akla dayalı sm ırlam aları"na önem verdiğini
üzüntüyle farkederler. Eğer, p a ra toplum un k a ra rı için bir
ölçü kabul edilirse bu doğrudur, h a ttâ in k ar edilemez. D aha
geçerli bir gösterge var mıdır? Geleceğin öğretm enleri ve din
adam ları, "yuppie'lere" verilen ödüllerden pay ala­
m ayacaklarını bilirler ve genellikle buna aldırmazlar. Bu öğ­
rencilerin farklı öncelikleri vardm; fakat ne yazık ki bu ön­
celikler onların, üniversite ve toplum tarafından
savsaklandıkları duygusuna kapılmalarım engelleyemezdi
Üç Büyükler ve Yoksul A krabalar arasında, birbirinden
çok farklı özellikler taşıyan bir grup fakülte d ah a vardır. T a­
sarım ("... yaşadığım ız alanı, etkili bir şekilde düzenlem ek
için yetkili olduğunuz onaylanm ıştır"); Diş Hekimliği
("..hekimliğin zor bir alanında uygulam a ve a ra ştırm a yap­
m ak için yeterlilik kazandınız")®; Toplum Hekimliği (".. h a s­
talık ları önleme ve sağlık koşullarını düzeltm ek yoluyla her
yerde halk ın m utluluğunu artırm aya hazırsınız") ve Kam u

2. İlahiyat ve eğitim fakültelerinde öğretim üyesi, ücretleri, üniversite ortalam asının al­
tındadır, burs kaynakları kıttır. Olanaklar, örneğin, iş idaresi okullarına göre çok azdır.

3. Diş hekimliğine gelindiğinde, hayal gücü ve şiirin b ir kez daha çuvalladığı söylenebilir.
137

Y önetim i ("... aydınlık bir kam u politikası ve etkili bir kam u


yönetim i sağlam ak yolunda önderlik etm ek için hazırsınız").
B ütün b unların ortak yanı nedir? H ukuk, iş idaresi ve tıbba
göre, d a h a düşük gelir beklentileri, am a eğitim ve ilahiyat
d a lla rın a göre çok d a h a iyi ekonomik olanaklardır. Ayrıca,
diş hekim liğini hariç tu ta rsa k , k am u sektörüyle yakın iliş­
kiler ya da k am u sektöründe iş bulm a im kanları da bu ortak
n oktalar arasın d a yer alır.
B asit bir şey söylüyorum: L isansüstü okullarm , kendi ge­
lenekleri, kişilikleri ve resm i konum ları vardır. H a rv a rd in
h e r diplom a töreninde, işletm e fakültesini bitirerek yüksek
lisans derecesi (MBA) alan m ezunlar, büyük bir neşe içinde
ve e tra fa m eydan okuyarak, ellerindeki dolarları sallarlar.
Diğer öğrencilerin hem en hepsi ise onlara yuh çeker. Bu, h er
yıl te k ra rla n a n önemli bir gelenek haline gelmiştir.
Mesleğe yönelik eğitim veren lisansüstü okullar h akkında de­
rinlemesine fikir yürütmeye kendimi yetkili görmüyorum. Bu
okullar varlıklanm , Fen ve Edebiyat Fakültesi’nden ve üni­
versite yaşam ının merkezinden uzakta sürdürürler. Bu söz­
lerim in benmerkezcilik olduğunun farkındayım ama, görüşümü
pekiştirm ek için iki örnek vereceğim. İkisi de yemekle ilgili.
1950'lerin başmda, hukuk öğrencileri ile Fen ve Edebiyat F a­
k ü ltesin in lisansüstü öğrencileri, lisans öğrencilerinin çok daha
gösterişli tesislerinden oldukça uzakta olan bir kafeteryayı pay­
laşıyorlardı. O sıralar, dünyada çok şeyler olmaktaydı: Kore sa­
vaşı henüz bitmemişti, Senatör M cCarthy (ne yazık ki) iş ba­
şındaydı ve Soğuk Savaş bütün şiddetiyle sürüyordu. Akşam
yemeklerinde bn önemli konuları hukuk Öğrencileriyle ko­
nuşm a girişimlerim genellikle boşa çıkıyordu. Onlar hep başka
konularla ilgileniyorlardı. “A’m n B’yi başından yaraladığım ve
sonra da bunun m eşru m üdafaa olduğunu iddia ettiğim var­
sayalım...” Ama beyler(4), Klaus Fuchs'un durum u ne olacak?
İşler o kadar kötüye gitti ki, lisansüstü öğrenci konseyine uygar

4. 1952’de hemen hemen hiç laz öğrencinin olmadığını belirtmeliyim.


138 • L isa n sü stü Öğrencileri

bir akşam yemeği yem ek adına, H ukuk ile Fen ve Edebiyat


öğrencileri a ra sın a bir bölme konm ası önerisini götürdüm .
Bugün, o çabalarım ın boşa gitm iş olm asından dolayı m u tlu ­
yum. Geçen yıllar hoşgörüm ü a rtırd ı ve Fen ve E debiyat’taki
lisan sü stü öğrencileri, uygarlaştırm a görevini daha ciddiye
alm am gerektiğini öğretti.
B a şk a la rın d a n ayrılm a a rz u su n a ilişkin b ir örnek d ah a
vereyim. H arv ard İşletm e Fakültesi, yem ekleri iyi ve servisi
kusursuz olan, çok iyi bir öğretim üyesi kulübü işletir. Ku­
lüp, kalite bakım ından, hem en hem en tek yıldızlı (orta) bir
lokanta k a d a r iyi yönetilm ektedir ki, genel olarak üniversite
tesisleri dikkate alındığında, bu hiç de küçüm senecek bir b a­
şarı değildir. Ayrıca (tek tü k m isafirler dışında) üniversitede
diğer fakültelerin profesörlerine kapalı olan tek lokanta bu-
dur. B unun için birçok gerekçe gösterilm iştir: K ulüpte k a la ­
balık birikebilir, kulübün kendine özgü havası değişir, ilgi­
siz kişiler ucuz yem eklerden y ararlanabilir gibi. Sonuç, fark ­
lı kişilerle, ya da en kötü anlam ında düşünülürse, yanlış ki­
şilerle bir a ra d a olm ak istem eyişin açığa vurulm asıdır.
B ü tü n b u n lar giriştir. Ana konu ise F en ve E debiyat Li­
san sü stü O kulunun öğrencilerine, özellikle de onların dokto­
ra derecesi alm ak için u ğ raşan kısm ına geliyorum. Son on-
beş yıldır, h e r m ezuniyet töreninde, re k tö r "... geleceğiniz
için büyük üm itlerle, bilim adam larının eski ve evrensel top­
luluğuna hoş geldiniz” dediği an, kiraladıkları cübbeler için­
de pırıl pırıl genç erkek ve k a d ın lar ayağa kalkarken, büyük
dinleyici grubu arasın d a hafif ve heyecanlı bir gülüşm e olur.
B undan sonra, sanki d ah a önceki refleksi affettirm ek iste r­
cesine, k a la b a lık tan büyük bir alkış yükselir. Öğretim üyele­
rin in alkışları özellikle coşkuludur. Bellidir ki, Fen ve Ede­
b iy at L isan sü stü O kulunda bizi b ü tü n gücüm üzle alk ışla­
m aya ite n am a aynı zam anda kaygılandıran özel bir şey v a r­
dır. Acaba o nedir?
Birincisi, doktora derecesine yönelik öğretim verm ek ü n i­
versite olabilm ek için gerekli bir koşuldur. Ü niversiteyi üni-
139

ver site yapan doktora eğitim idir. Fen ve edebiyat dallarında


lisan sü stü öğrenim i verm eyen bir üniversite, yüksek okul sa­
yılır. Büyük bir üniversite, hukuk fakültesiz, tıp fakültesiz,
ya da idari bilim ler fakültesiz olabilir. Ö rneğin Princeton’da
yuk arıd a say ılanların hiçbiri yoktur am a çok az kişi Prin-
ceton'un yerini ta rtışır. Öte yandan, bir üniversite, lisans öğ­
renim i yapm adan da etkinlik gösterebilir. Rockefeller ü n i­
versitesi bu n a bir örnektir. F akat, üniversitelerde, doktora
öğretim i asildir ve gereklidir. B unun yerini başka birşey t u ­
tam az. Çünkü, doktora eğitimi, gelecek k u şak bilim adam ­
larım yetiştirerek üniversitenin yaşam asını sağlayan bir et­
kinliktir.
A ktif bilim ad am ları, yüksek n itelikteki fen ve edebiyat
lisa n sü stü okullarında görev yapm ayı özellikle yeğlerler.
Ö ğretim üyeleri, yeni lisa n sü stü öğrencileri k u şa ğ ın a öğ­
retim ve eğitim verm eyi en önemli u ğ ra şla rı o larak gö­
rü rler, L isan sü stü öğrencileriyle birlikte çalışm anın, m es­
leki becerilerini h e rh a n g i bir b a şk a çalışm adan d a h a etkili
olarak sürdürm ey e y arayacağına ve geliştireceğine in a ­
n ırla r. B u belki de, akadem ik görevlere gösterilen ilginin
başlıca nedeni olabilir. L ab o ratu v arlard a çalışan bilim
adam ları, k endilerini üniversitede tu ta n şeyin lisa n sü stü
öğrencileriyle b irlikte çalışm a fırsatı olduğunu söy­
lem işlerdir. O nlar için bir b a şk a çalışm a alanı, tic a ri la ­
b o ratu v a rla rd a a ra ş tırm a yapm ak olabilir. Am a orada asıl
a raştırıcıy a yardım cı olanlar teknisyenlerdir ve bu d a daha
az yaratıcı bir etkileşim biçimi olarak kabul edilir.
Bu n o k ta genelleştirilebilir. L isan sü stü öğrencileri, öğ­
re tim üyelerinin, bilim in devam ını sağlayan, genç çö­
m ezleridir. O n ların aynı zam anda çocukları ve m irasçıları
olarak düşünülebilirler. A lm anya'da doktora tezi danışm anı
profesöre, Doctorvater (doktor-baba) denilir ve bu ideal d u ­
ru m u b elirtir.İşte, fen ve edebiyat lisa n sü stü eğitim ini, li­
s a n sü s tü m eslek okullarm ınkinden ay ıran bu dur. İş id a ­
resinde, h u k u k ta ve tıp ta eğitim in asıl hedefi, öğrencilere,
140 s L isa n sü stü Öğrencileri

ün iv ersite ile ilgisi olm ayan yerlerde k u lla n ıla n becerileri


öğretm ektir. İş idaresi okulu m ezunlarının işi tic a re ttir. Tıp
okulu m ezu n ların ın büyük bir çoğunluğu doktorluk yapar,
eğitim verm ez. H u k u k m ezunlarının çoğu da av u k atlık b ü ­
ro la rın d a çalışır. B u n a karşılık, doktora derecesini a la n ­
la rın küçük bir bölüm ü öm ürlerini h ü k ü m ette ve sanayide
çalışarak geçirse de, doktora öğrencileri bilim adam lığı, öğ­
retm en lik için, üniversitelerdeki ve kolejlerdeki görevler
için yetiştirilirler. D oktora ad aylarının, k endilerini "bilim in
sürekliliğine" ad ay acak ları ve öm ürlerini ü n iv ersite du­
v a rla rın ın a rk a sın d a geçirecekleri varsayılır. Bu ise, Öğ­
ren ci ve öğretm eni a ra sın d a çok d a h a güçlü b ir etkileşim
y a ra tır. B azen öğrencinin, çok uzu n b ir sü re (um alım ki y a­
şadığı sürece), doktor-baba'nm sadık b ir çömezi olarak k a l­
m ası olasıdır® . F a k a t, hem öğretm enlik h em de a ra ş tırm a
sü re k li b ir biçim de yenilik g e re k tirir ve bu genellikle doğ­
ru lu ğ u benim senm iş fikirlere k a rşı çıkm a biçim inde olur.
B u n la r b izzat doktor-babanın ortay a attığı, üzerine t i t ­
rediği fik irler olabilir. B a b a n ın ölüm ünü a rz u etm ek, a k a ­
dem ik d ü nyada yaygın b ir duygudur. Özetle, fen ve ede­
b iy atta , öğretm en-öğrenci ilişkisi, diğer öğrenim
d a lla rın d a k i ilişkiden, çok d ah a sam im idir. B unun so­
n u cu n d a k a rışık b ir durum ortaya çıkabilir: B ir y an d a aile
ilişk ilerin in sıcak atm osferinde m u tlu öğrenciler, diğer
y a n d a ise akadem ik ebeveynlerin k endilerini ihm al ettiğini
d ü şü n en , ay n ı sayıda, m utsuz öğrenci. B ir de bu iki uç a ra ­
sın d a yer a la n çoğunluk.
D aha önce belirttiğim gibi, geleceğin bilim adam ları ile
onları eğitenler a rasın d ak i kendine özgü ilişki, çelişkili duy­
g u larla doludur. "Gelecek için beslenen büyük um utlar"
a rtık pek güvenilir bir keh an et değildir; y erini heyecanlı ve
endişeli bir bekleyişe bırakm ıştır. B unun nedenlerini an ­
lam ak kolaydır. 1970'lerin b a şla rın d a n beri genç bilim
ad am ları için iş olanakları azalırken biz, toplum olarak, en

5. Belki de yeni bir terime gereksinmemiz var: Örneğin doktor-aııa veya belki duktor-ehe vey n?
141

azından son yirm i yıl boyunca, ihtiyacım ızın üzerinde dok­


to ralı in sa n yetiştirdik. Sonuç olarak, akadem ik piyasa arz
ve talebi dengelem ekte gittikçe a rta n bir güçlükle k a r ­
şılaştı. 1976-1985 a ra sın d a sadece m ühend islikte (bil­
gisayar bilim leri dahil) doktoralı elem an gereksinm esi k a r ­
şılanam adı. D iğer a la n lard a - fizik bilim leri, doğa bilim leri,
sosyal bilim ler ve psikoloji, s a n a t ve beşeri bilim ler ve eği­
tim d alların d a - gereksinm enin çok üzerinde doktoralı in sa n
vardı. Arz fazlasın ın fizik bilim lerinde %11, s a n a t ve b eşeri
bilim lerde %67 olduğu, öteki a la n lard a ise bu iki rak am ın
ara sın d a yer aldığı tah m in ediliyordu.® E n iyi okulların öğ­
retim üyeleri, alıcı piyasası oluştuğunda, p ro g ram ları d a h a
k a lite li olan okulların, m ezunları için d a h a fazla şey y a­
pabileceğini um uyoruz. Ü lkenin en iyi on ya da yirm i li­
sa n sü stü okulu n u n birinden yeni doktora alm ış birisinin,
k ıt olan işlerden birine girerken, yeni ve denenm em iş bir
p rogram dan doktora alm ış rak ip leri k a rşısın d a d a h a fazla
şansı olacaktır. A m a b u m u tlak a böyle olur a n lam ın a gel­
mez.
İkinci D ünya S avaşından beri, doktora p rog ram larında
gerçekten de önem li bir a rtış olm uştur. 1940 yılm da A m e­
rik a B irleşik D evletleri’nde 3.290 doktora derecesi verildi.
1980'de ise bu rak a m 32.615'e yükseldi. Sadece 1960-1970
a ra sın d a doktora derecesini a la n la rın sayısı üç k a t arttı.
Bu, birçok yeni doktora program ının açılm asıyla ger­
çekleşti; m evcut p rogram ların genişletilm esiyle b u b ü ­
yüm enin sağlanm ası m ü m k ü n değildi. 1950-51 ders yılında,
A m erika’da lisan s derecesi veren okul sayısı 800'ü geç­
m iyordu; 360 okul yüksek lisans derecesi, 155 okul ise dok­
to ra derecesi veriyordu. 1983'e gelindiğinde, lisan s veren
o k ulların sayısı 785'e, yüksek lisans veren okulların sayısı
705'e, doktora veren okulların sayısı da 466'ya yükseldi.

G. American Council on Education, Fact Book on Higher Education, 1986-87 {Now York: The
McMillan Company, 1987}, h. 39.1976 dan 19815'e k ad m id donem için arz fazlası projeksiyon
niteliğindedir am a değişik tahm inciler aynı sonuca varmışlardır. Ayrıca bkz. The Uni­
versity o f Chicago ^Record, 3 Mayıs I9S2, kk. 77-81.
142 • L isa n sü stü Öğrencileri

Y eni a ç ıla n p ro g ra m la rın eski ve o tu rm u ş p ro g ra m la rla


ne ölçüde yarışab ileceğ i p ek belli değildir. P iy a sa n ın ye­
te rli ölçüde p a rç a la n m ış olduğunu ve bu b a k ım d a n b ü y ü k
ü n iv e rs ite le rin b u yeni doktora ü re tim in d e n fazla e tk ile n ­
m ed iğ in i v a rsa y ıy o ru m . A ncak, bu b ir v a rsa y ım d a n ib a ­
re ttir. A ra ş tırm a y a d a h a az a ğ ırlık v eren ü n iv ersitelerd e,
a r a ş tır m a a ğ ırlık lı ü n iv e rs ite le rd e n yeni d o k to ra alm ış
k işilere k a rş ı b ir önyargı olm ası d a olasıdır. B elki de bu
kişiler, (o k o rk u n ç deyim i k u lla n m a k gerekirse) gereğin­
den fazla n ite lik lid irle r. Ya da züppe ve u k a la o lara k de­
ğ e rle n d irile b ilirler. B u aslın d a o n ların ö ğ retm enlerine b a ­
zen h a k lı, çoğu z a m a n d a h a k sız o larak uygun g örülen sı­
fatlardır™ .
H a n g i okul o lu rsa olsun, en iyi, en p a rla k m e z u n la r en
az g ü ç lü k le k a r ş ıla ş a c a k o la n la rd ı. D iğ er ta r a f ta n , h e ­
m en h e m e n b ü tü n ü n iv e rs ite le rin a z ın lık la ra k o lay lık lar
ve k o n te n ja n la r ta n ıd ık la rı g ü n ü m ü zd e, a z m lık g ru p la ­
r ın d a n b irin in ü yesi olm ak a y rıc alık g e tirir. D iğer özel­
lik le rin e ş it o lm ası k o şu lu y la, k a d ın la r ve b e lirli a zın lık ­
la r ilk iş le rin i s a ğ la m a k ta b ira z d a h a fazla o lan a ğ a s a ­
h ip tirle r. B ü tü n b u a y rıc a lık la ra k a rş ın 1970’le rin b a ş la ­
r ın d a n , e n a z ın d a n 1980’le rin o r ta la r ın a k a d a r, b ü tü n
ü n iv e r s ite le r d e ve h e m e n b ü tü n a k a d e m ik a la n la r d a ,
genç b ilim a d a m la rı için iş im k a n la rının azaldığı tem el
gerçeği değişm ez.
A k ad em ik p iy asa d a k i arz ve taleb i dengelem eyi gitgide
g ü ç le ş tire n ik i, b e lk i de üç n e d e n v a rd ır. T em el neden,
içinde b u lu n d u ğ u m u z yüzyılın ikinci y a rısın d a yüksek öğ­
re tim d e k i b ü y ü m e n in y a v a şla m ış olm asıdır® . O ysa, 20.
yüzyılın ilk y a rısı boyunca, A m erik an y üksek öğretim inde,

7, ilgili istatistik ler ipin, bkz. Burton S . Clark, The Academic Life, Çizelge 3., s. 35. Ayrıca,
Fact Book, s. 106.
8. H arv ard U niversity, Faculty of A rts and Sciences, Dean's Report, 1977-78. 1899-1900’da,
Amerikan yüksek öğrenim ku ru m lan yaklaşık 29.000 diploma vermişlerdi; 1949-50'de bu
sayı 500.000’e çıktı, 1980’lerin başında ise 1.300.000’e ulaştı. Bkz, National Center for Edu­
cational S tatistics, Digest o f Education Statistics. 1983-1934, çizelge 114, s. 132.
143

ekonom ik du ru m d an büyük ölçüde bağım sız olarak, olağa­


n ü stü hızlı geom etrik bir büyüm e gerçekleşm işti. Ü niversi­
telerdeki. öğrenci sayısı h er onbeş yılda iki k a t a rttı ve buna
bağlı olarak yüksek öğrenim deki istihdam da da a rtış oldu.
Öğretim üyesi yetiştirm e zorunluluğu nedeniyle lisan sü stü
eğitim d a h a da hızlı büyüdü. Doktora derecesini a lan ların
sayısı onbir yılda bir ikiye katlandı. B unların üçte ikisinden
fazlasını, üniversiteler istihdam etti. Büyüme dönemi o k a ­
d ar kesintisiz ve uzun sürdü ki eğitim k u ru m la n bu durum u
olağan saym aya başladılar.
İkinci D ünya Savaşı’ndan on yıl, belki de yirm i yıl sonra
önemli bir değişiklik m eydana geldi. O zam ana k ad ar, öğ­
renci ve öğretim üyesi sayısındaki artış hem en hem en sade­
ce eğitim düzeyinin yükselm esinden kaynaklanm ıştı. Ü ni­
versiteye giren öğrencilerin sayısı, üniversite çağındaki n ü ­
fu stan on k a t d a h a hızlı büyüm üştü. Toplam nüfus içinde li­
se m ezunlarının oranı, lise m ezunları içinde üniversiteye gi­
renlerin oranı ve lisan sü stü öğrenim e devam eden üniversi­
te m ezunlarının sayısı hep artm aktaydı.
G ünüm üzde bu eğilim ler önemli b ir şekilde değişti. Son
yirm ibeş yıl içinde, a rtık daha olgunlaşm ış olan toplum u-
m uzda, liseyi bitirenlerin, liseyi bitirdikten sonra üniversite­
ye gidenlerin, yüksek okullarda lisans derecesini ald ık tan
sonra fen ve edebiyat lisan sü stü okullarına devam edenlerin
o ranları bir duraklam a eğilimine girdi.
Öğrenci sayısının a rtış hızının d u rak lam ası sonucunda,
y ü k s e k ö ğ re n im d e k i b ü y ü m e, ü n iv e rs ite ç a ğ m a g elm iş
k işilerin n ü fu su n a d a h a çok bağlı durum a geldi. Bu grubun
büyüklüğü, önceki dönem deki yüksek doğum o ran ın ın e t­
k isiy le 1 9 8 0 ’e k a d a r a r t t ı , s o n ra d ü şm ey e b a ş la d ı. B u
dü şü şü n en azından 1995’e k a d a r süreceği sanılıyor'81. B ir­

9. Bazı projeksiyonlar, 1990’larm ortasından sonra belirgin bir a rtış göstermiyor. Bkz. Fact
Booh, s. 4. B ununla birlikte, en yeni ve ayrıntılı araştırm alar, üniversite ve yüksek okullara
giren öğrenci sayısının aşağı yukarı 1997'den başlayarak, en azından 2010’a k ad ar hızla
artacağım gösteriyor. W illiam G. Bowen ve Julie Ann Sosa, Prospects for Faculty in the Arts
and Sciences, (Princeton: Princeton University Press. 1989), s. 42.
144 ®Lisansüstü Öğrencileri

çok gözlem cinin, 1980'lerde üniversiteye girişte b ir krizle


karşılaşacağ ın ı ta h m in etm esinin ikinci nedeni buydu. Gö­
receğim iz üzere, bu gerçekleşm eyen kötü o lasılıklardan biri
oldu.
Nicel olarak çok d ah a az önem taşıyan başka bir olumsuz
etki, görevde kalm a süresinin uzamasıydı. Ü niversitelerde
em eklilik yaşı (i5'ten 7Q'e çıkarıldı. Federal hü k ü m etin bu­
günkü p lanları uygulam aya konursa üniversitelerde yaş h ad ­
dinden emekliye ayrılm a uygulam asına 1994'ten itib are n son
verilecektir. B unun sonucu olarak, araştırm aya dönük büyük
üniversitelerdeki kıdem li profesörlerin, m üm kün olduğunca
uzun süre ak tif görevde kalm aya çalışacaklarım tah m in ede­
biliriz.
Bu önerinin genel kabul görmediğini biliyorum. İlk be­
lirtiler, yeni yasaların profesörlerin emeklilikle ilgili plan­
ların ı etkilem ediğim gösterm ektedir(10). Ama deneyim lerim e,
dayanarak özellikle “en iyilerin üçte ikisi” dediğim ü n i­
versitelerde bazı sorunların çıkacağını düşünüyorum . D aha
iyi çalışm a koşulları - yani hafifletilm iş öğretim görevleri ve
çok cazip bir ortam -em ekli ikram iyesi ve ücretinde her ek
görev yılının sağlayacağı hızlı a rtışla birleştiğinde, m es­
lektaşlarım ın plan ların d a m u tlak a değişiklik olacaktır.
E m eklilik yaşının yükselm esi, öğretim üyelerinin yaş or­
tala m a sın ı y u k arıy a çekeceği gibi, doktoralarını yeni alm ış
kişilerin önlerindeki fırsa tla rı da azaltabilir. 1975'te, Am e­
rikalı öğretim üyelerinin yaş ortalam ası 42 civarındaydı;
y aklaşık % 6'sınııı yaşı 60'm üzerindeydi. 1995 için yapılan
tah m in le r (em eklilik yaşının yetm iş olarak kalacağını var­
sayarsak) o rtalam a y aşın 37 olacağını, gösteriyor. Uygun

10- "Yapılan araştırm alara göre, 1990’larda Zorunlu Emeklilik Uygulamasına Son Ye­
rilmesinin, Profesör Fazlalığına Yol Açması Olasılığı Düşük” The Chronicle o f Higher Edu­
cation, 16 Kasım 1987. Aslında bu sonuçlar, 1982'de zorunlu emeklilik yaşının 65'ten 70'e çı­
karılm asıyla ilgilidir
145

em eklilik yaşı diye birşey v arsa bu konudaki düşünceler ne


olursa olsun, m esleklerine yeni b a şla y a n genç bilim ad am ­
la rın ın bu değişikliklerin ne anlam a geldiği k onusunda
biraz kay g ılan m aları norm aldir. A çıktır ki, en büyük a k a ­
dem ik h a sa r, b a şta doğa bilim leri olm ak üzere, en b üyük bi­
lim sel gelişm elerin, esas olarak genç bilim adam larınca g er­
çekleştirildiği d a lla rd a görülecektir. Ancak, bu genç bilim
a d a m ların a da, akadem ik piyasayı, em eklilik o ran la rın d a n
çok üniversiteye k ay ıt y a p tıra n öğrenci sayısıyla ile ilgili ge­
lişm elerin etkileyeceği anlatılm alıdır^11!
A kadem ik piyasayı etkileyenler sadece u z u n dönem li eği­
lim ler değildir. H erh an g i b ir bilim ad am ın ın çalışm a y a ­
şa m ın d a k i k ısa süreli e tk ile r d a h a da bü y ü k önem taşır.
B ugünkü lis a n s ü stü öğrenci k u şağını doğrudan e n çok e t­
kileyen, 1960'lardaki genişlem e ve 1970'lerdeki daralm ad ır.
B u güçlerin n e t etk isi iş o lan ak ların ı belirleyecektir.
1960'lardaki p atlam ay a, çeşitli sosyal güçler yol açtı. A lt­
m ışlı yıllard a, b ü tü n y üksek öğrenim k u ra m la rın a k a y ­
dolan öğrenci sayısı, ikiye katlan d ı. B u n u n başlıca n e ­
denleri, İkinci D ünya S av aşın d an so n ra doğum larda
görülen a rtış, ask erlik hizm etini ta m a m la y a n la ra sağ lan an
b u rs olan ak ları, S p u tn ik 'e k a rşı gösterilen tepki ve B aşk an
Jo h n so n 'u n "Büyük Toplum" p rogram larıdır. L isan sü stü
öğrenci k a y ıtla rı, tab ii ki iş o lan aklarıyla ilgili iyim ser h a ­
v a n ın ve federal h ü k ü m e tin verdiği yeni ve cöm ert b u rs ve
k red ilerin de etkisiyle üç m isline ç ı k m ı ş t ı ^ 12!
B unu izleyen 1970'lerdeki krizi ise Columbia Ü niversitesi
rektörü Sovern gayet güzel anlatm ıştır.

11. Bowen and Sosa, Prospects for Faculty, ss.1 2 6 ,159-61.

12. M ichael J. Sovern, "Higher Education - The Real Crisis" 37?o New York Times Magazine, 22
Ocak 1989. Ayr ıca bkz. F act Book, s. 98.
146 ® Lisansüstü Öğrencileri

K arşıla ştığ ım ız s o ru n la rın kökü, 196 0 'larm p ek ta rtış ılm a y a n


o layına, S p u tn ik so n ra sı bü y ü k gelişm e ve genişlem eye d ay an ır.
O dönem de, ü n iv e rsitelerim iz binlerce genç öğ retim ü y esin i s ü ­
re k li k a d ro la rın a ald ıla r. B u n u n sonucu o la ra k , 1970'lerd e b ü y ü k
sa y ıla rd a h a y a ta a tıla n d o k to ralılar, doym uş b ir p iy a sa ile k a r ­
ş ıla ştıla r. A ra d ık la rı öğretim üyeliği k a d ro la rı d o lm u ştu ve bu
y ü zy ılın s o n la rın a k a d a r da dolu k a la c a k tı. Y az g ıla rım görünce,
en çok ü m it v a a t ed e n g ençlerim izin birçoğu b a ş k a m esle k lere yö­
n e lm e k a m ac ıy la lis a n s ü s tü m eslek o k u lla rın a girdi. Böylece, ü n i­
v e rsite le rim iz ve kolejlerim iz, e n iyi bilim a d a m la rın ın b ir k u ­
şa ğ ın içindeki ço ğ u nluğunu değilse de b irço ğ u n u so n su za k a d a r
k a y b e ttile r.(13)

G e reğ in d en faz la doktoralı elem an (ya d a h e rh a n g i


b ir b a ş k a şey) y e tiştirilm e si, genellikle, k e n d i k e n d in i
d ü z e lte n g ü çleri h a re k e te geçirerek a rz ve ta le b i d e n ­
geye u la ş tırır. Biz, h em en h e m e n y irm i y ıldır, b u b a s ­
k ıla r ın e tk is i a ltın d a yaşıyoruz. D u y u la n acının düzeyi
çok y ü k se k , u z u n dönem li h a s a r o la sılık la rı azım -
s a n a m a y a c a k derecededir. F e d e ra l h ü k ü m e t, 1960'larm
so n ların a k a d a r, burs ve a ra ştırm a p rogram larını finanse
ederek, doktora, program larının genişlem esine k a tk ıd a b u ­
lundu .
1970'e gelindiğinde, federal h ü k ü m e tin lis a n s ü s tü öğ­
re n im için y a p tığ ı y a rd ım ın en p a rla k d ö n em in in sona
erdiği açıkça görünüyordu. H ü k ü m e t b u rs la rın ın sayısı,
1968 ile 1974 a ra s ın d a % 80'den fazla azaldı. Aynı za­
m an d a , özel vakıflar, birçok b u rs p ro g ram ın a son verdi.
H a rv a rd 'd a , ü n iv ersite d ışından b u rs a la n lis a n s ü stü
öğrencilerin oranı, 1967-68 ders yılın d ak i % 42'den, 1977-
78 ders y ılın d a %25'e indi. B eklendiği üzere, b eşeri ve
sosyal bilim d a lla rın d a öğrenim görm ek üzere ü n i­
v ersiteye b a ş v u ra n öğrenci sayısında önem li bir düşüş

13. The N ew York Times Magazine, 22 Ocak 1989.


147

oldu. Ü n iversiteye b u d a lla rd a kay d ım y a p tıra n öğrenci


sayısı ise d a h a d a b ü y ü k b ir o ran d a a z a l d ü ü
T ek sorun b u rs desteğinin eksikliği değildir. H ukuk, iş ­
letm e veya tıp m ezu n ların ın başlangıç ü cretlerine göre öğ­
retim üyesi ü cretlerin in düşük olduğunu da dik k ate a lın ­
m alıdır. D erek Bok, 1988 m ezuniyet törenim izde yaptığı
k onuşm ada dedi ki: "1954 yılında h u k u k fak ültesini bi­
tirdiğim zam an, W all S tre e t firm alarm da başlangıç m aaşı
yılda 4.200 dolar iken, işe yeni başlayan öğretm enler 3.600
dolar kazanabiliyorlardı. B ugün W all S tre e t m aaşı 70.000-
75.000 dolar arasın d a. Ö ğretm enler ise 17.000-18.000 dolar
alıyorlar. Bu, reel dolar açısından, 15 yıl önceki m aa şa göre
d a h a düşüktür." Ö te yandan, bugünlerde yardım cı pro­
fesörlerin aldığı m aaş, 22.000 ile 26.000 dolar a ra sın d a de­
ğişiyor. Bu, Wall S tre e t’te işe yeni b aşlay an b irin in aldığı
p a ra n ın kabaca üçte b irid ir'15'.
Peki, uzu n dönem li z a ra rı nerededir? L isan sü stü okul­
larının, öğretim üyeliği için "gerekli bir koşul" olduğunu h a ­
tırlayın. E ğer lisa n sü stü öğrenciler yoksa, y a h u t sayıları
çok azsa, üniversite de yok dem ektir. B ilim sel a ra ştırm a lar,
özellikle de lab o ra tu v a rla r çalışm ası, neredeyse ola­
naksızlaşır. D iğer ala n lard a k i profesörler, görevlerini s ü r­
dürebilirler am a b ü tü n öğretim üyeleri için çocuklar, m i­
rasçılar, çırak lar gereklidir ve bilim a d a m ları birdenbire
çocuksuz m üzm in b e k a rla ra veya evde kalm ış k ızla ra dön-
m em elidirler. B u bakım dan, ün iv ersiteler kendi k ıt k ay ­

14, Bkz. Dean's Report y 1977-78ro ve ayrıca Susan L. Coyle ve Yu pin Bac, Sum m ary Report
1986: Doctorate recipients from American Universities (Washington D.C., National Academy
Press, 1987), ss. 2-14. 1970’den, 1986’ya k ad ar Amerikan üniversitelerinin verdiği, doktora
derecelerinin sayısı artm adı. Yabancılara verilen doktoraların oranında artış oldu (gü­
nümüzde %17). H üküm etin burs olarak verdiği destek, biyoloji bilimlerinde gücünü korudu,
diğer bütün dallarda zayıfladı.

15. F act Book, s.122; rak am lar 1984-85 içindir. Gerçi, Öğretim üyeleri 'dışarda11 çalışarak ge­
lirlerini artırabilirler. Sonra ünlü üç aylık tatilimizi değerlendirmeye ne şekilde katacağız?
B u ve ilgili konular profesörlerle ilgili bölümde tartışılacaktır. Bugün., piyasaya yönelik be­
cerileri bulunan oldukça az sayıda öğretim üyesi üniversite dışı gelir olanağına sahiptir.
148 ® Lisansüstü Öğrencileri

n a k la rım gitgide d a h a fazla k u lla n a ra k lis a n s ü stü k a ­


y ıtla rın ı sab it tu tm a y a çabalam ışlardır. A m a en zengin
okullarda bile bu k a y n a k la r yetersizdir. B unun, ortaya çı­
k ardığı istenm eyen sonuç ise, diğer önemli kalem lerden, ör­
neğin, bakım , k ita p la r, lab o ra tu v a rla r gibi şeylerden fon a k ­
tarılm asıd ır.
İş olanaklarının az olması ve düşük ücretler bugün öğ­
rencilerin, yarın da öğretim üyelerinin kalitesini etkileyecektir.
Kimileri, h er ne olursa olsun akadem ik yaşam ı seçerler - bu ya-
şam uı iyi tarafları onları öylesine çeker İd kötü taraflarına al­
dırm azlar. F akat, daha olağan örneklerde, gençler, m eslek se­
çimini m antıklı ve tem kinli bir şekilde yaparlar. Hepimiz,
rah at, bol paralı bir yaşam sürm ek isteriz. O balomdan, uygun
ve ilginç seçeneklerle karşılaştığımızda, duraksam adan onları
seçeriz.
H arv ard 'd a, bir lisans öğrencisine verilebilecek en yüksek
paye, sununa cum laude (en yüksek övgü) derecesidir. İkinci
D ünya S av aşın d an bu y a n a bu dereceyi alm ayı ko­
lay la ştıra c a k pek b ir gelişm e olm am ıştır. S ta n d a rtla r k ıs­
kan ç b ir titizlikle korunm uş ve zam an zam an y ü k ­
seltilm iştir. Öyle ki, h e r yıl m ezun o lanların en fazla %5'i bu
ü s tü n dereceye h a k k azanır. 1964'te, bu öğrencilerin %77'si
fen ve edebiyat dalında lisa n sü stü p ro g ram ların a gitm eyi
yeğlediler. T ahm inim e göre, niyet ve üm itleri, ü n i­
versitelerde öğretm enlik ve a ra ştırm a yapabilm ek için dok­
to ra derecesi alm aktı. Son y ıllarda bu say ılard a büyük öl­
çüde d ü şü şler görüldü. 1981'e gelindiğinde su m m a'larm
sadece d örtte biri fen ve edebiyat fakültelerinde b ir li­
sa n sü stü program a devam etm eye k a ra r verdiler. Son ola­
ra k (1987) bu o ran %32'ye çıktı. Bu hafif düzelm e ü m it ve­
riciyse de, h u k u k a, tıbba ve iş idaresine kaptırd ık larım ızı
geri alabilm iş değiliz(16). Ve onları kim suçlayabilir? Ö ğretim
IB. İstatistikler için bkz. H arvard Ü niversitesi Mesleki Hizmetler Servisi 'H ighlights of the
.Educational and Career P lans of the Summ a cum Laude G raduates and the Members of Phi
B eta Kappa in the Class of İ9871' Aralık 19S7.
149

üyesi k a lite sin in sonuçta düşeceğini kim yadsıyabilir? "En


iyi ve en parlak", biraz aşınm ış b ir deyim olabilir am a ger­
çekten uygun b ir tan ım d ır. Bu durum daki in sa n la rın h ep ­
sini üniversiteye çekm em iz gerekm ez. B una k arşılık, kendi
payım ıza d a ihtiyacım ız v ar ki bu ihtiyacın H arv ard
su m m a darının (ya da diğer okullardaki benzerlerinin) üçte
b irin d en d a h a fazla olm ası olasılığı yüksektir.
Gözyaşı vadisindeki bu yolculuğum uzda bizi izleyen., ge­
leceğin lisa n sü stü öğrencilerine ne söylenebilir? Arz fazlası,
durağanlık, büyüm enin durm ası, işsizlik... B un ların hepsi
hoşa gitm eyen sözler. Peki d a h a u m u t verici bir m esaj var
mı? Ben bu so ru n u n y a n ıtın ın evet olduğunu ve üç nedene
dayandığını düşünüyorum . B irincisi, bebek p a tla m a sın ın
sonuna gelinm esine k arşın , 1980’lerde görülm esi beklenen
öğrenci sayısındaki azalm a, hiç gerçekleşm edi. B u n u n n e­
deni, H a rrin g to n ve Sum ’m gösterdikleri gibi, “tek başına
nüfus h a re k e tle rin in , üniversiteye giriş eğilim lerini be-
lirlem em esi”ydi(17). 1970 ile 1983 a ra sın d a üniv ersite çağm a
gelen genç sayısı %22 a rta rk e n ; üniversiteye girenlerin sa­
yısı ise %45 a rttı. 1980 ile 1987 a ra sın d a üniversiteye gi­
ren lerin sayısı a rtm ay a devam ederek %9,8 oranında yük­
seldi. Oysa 1983 ile 1993 a ra sın d a ü n iversite çağı n ü fu su n
%17 azalacağı hesaplanm ıştı. Y etişkin öğrencilerin sa ­
yısındaki a rtış, özellikle de 35 ile 59 y a ş la n a ra sın d ak i k a ­
d ın la rın y arı zam anlı öğrenci o larak k a y ıt y ap tırm aları,
üniversiteye giriş eğilim lerini belirleyen başka b ir fak­
tördür. Geleceğin ak adem isyenlerinin tüm üyle lehine olan
bu sonuçların, A m erikan ekonom isindeki yapısal de­
ğişikliklerin bir sonucu olduğu söylenebilir. O rta dönemli
tah m in le r im a la t sanayiinde iş olanakları azalırken hizm et
sektöründe fırsa tla rın artacağını gösterm ektedir. B u n ların
çoğu ün iv ersite eğitim i g erek tiren profesyonel ve tek n ik
işler ve yöneticilik işleridir ("...Yüksek öğrenim görmüş

17. Paul E. H arrington ve Adrew M. Sum, ’W hatever Happened to the Enrollm ent Crisis?" Aero
deme: Bulletin o f (ha American Association o f University Professors (Eyiul-Ekim l988), s.17.
150 ®Lisansüstü Öğrencileri

gençlerin ü cretleri lise m ezu n ların a göre, 1973'te % 2I d ah a


fazlaydı; bu fa rk 1986'da %57'ye çıktı”)(18). B u yapısal de­
ğişikler ve berab erinde gelen gelir farklılaşm ası, akadem ik
piyasa için yeni ve olum lu, u z u n dönem li sonuçlar do­
ğurabilir.
E n önem li olum lu etm en, İkinci D ünya Savaşı son­
ra sın d a k i b ü y ü k bebek p atla m a sın ın "yankı e tk isi'n d e
aran m alıd ır. Sözkoııusu etk in in sonucunda, A m erika’da
doğum o ra n la rı 1970'lerin o rta la rın d a n b a şlıy a ra k a rttı ve
b u a rtış 1 9 9 0 'lan n o rta la rm a k a d a r sürecektir. Bu da, yüz­
yılın so n u n a doğru, üniversiteye giren öğrenci sayısının a r t­
m ası, d a h a çok iş ve öğretim üyesi açığı dem ektir.
Son olum lu etm en, h a le n ü n iv ersitelerd e b u lu n an öğ­
retim ü y elerin in yaşlanm asıdır. D aha önce değinildiği gibi,
1970'lerde ve 1980'lerde doktora a la n la rın sayısı azalm ış ve
verilen yüksek dereceler içinde yab an cıların payı gittikçe
artm ıştı. B u da olum lu etm en i pekiştirm ektedir. P ro­
fesörlerin, altm ışbeş ile yetm iş a ra sın d a k i “norm al” y aş­
la rd a em ekli olup olm am a konusundaki k a r a r la n ve yasal
d urum ne olursa olsun, öyle bir an gelecektir ki, İkinci
D ünya Savaşı ertesindeki bebek p atlam asın ın sorum luları
üniversiteyi ta b u t içinde terk e tm e k zorunda kalacaklardır.
B u da, o rta lam a o larak yetm işi geçtikten çok sonra olm asa
gerek.
B ü tü n b u nedenlerle, konuyu bilenlerin birçoğu,
1990'larm o rta ları ile sonları arasında, üniversitelerde iş
olan akları açısından çok d ah a elverişli bir d u ru m u n ortaya
çıkacağım öngörm ektedirler*19! Ö nüm üzdeki yirm ibeş yılda
(1985-2009) "açık kadro sayısı, büyük bir olasılıkla
1985'teki b ü tü n k a d ro la rın üçte ikisine eşit y a da biraz fazla
olacaktır." K uşkusuz, olanaklar a la n la ra göre değişecektir
fakat, 1990’l a n n ikinci yarısı için iyim ser olma konusunda
18. Age.

19. William G. Bowen, 'Scholarship and Its Survival: Demography,", A Colloquium on Graduate
Education in America (Princeton, Aralık 1983), s.13.
151

genel b ir fikir birliği vardır-20'1. Yine de H arrington ve S u m a


göre, D anim arkalI fizikçi Niels B ohr ta ra fın d a n söylenm iş
olan şu sözler h a tırla n m a y a değer: K ehanette bulu n m ak
çok zor olabilir - özellikle de gelecek hakkında...

Günümüzdeki ve Gelecekteki Lisansüstü


Öğrencilere Naçizane Tavsiyeler
Am erikan üniversitelerinde lisans öğrencileri ile lisansüstü
öğrencilerinin entellektüel am açları farklıdır. Lisans derecesi
adayları, genel k ü ltü r eğitimi alırlar. Lisans öğrencilerinin,
yoğunlaşacakları bir alan seçmeleri gerekirse de, bu çoğu
zam an geçici bir entellektüel ilgi olma eğilimindedir; asıl amaç
öğrencinin derinliğine bilgiyle tanıştırılm asıdır. Lisans öğ­
renim i için seçilen konunun, daha sonraki lisansüstü eği­
tim iyle belirli bir ilgisi olması gerekmez. Edebiyat m ezunu bir
öğrencinin daha sonra tıp okuması, ya da ekonomi dalında öğ­
renim gören birinin m im arlık dalında yüksek lisans yapm ası
olağandışı değildir. Güçlü bir tem el k ü ltü r ders program ı, her
tü rlü m esleki eğitim için sağlam bir tem el oluşturur. B unların
hiçbiri, doktora öğrenimi için bir dal seçerken gerekli olan k a ­
rarlılıkla kıyaslanam az. Lisans öğrencisi için yanlış bir konu
seçimi o kad ar önemli değildir; çaresi daim a bulunabilir. Li-
sansüstünde yanlış bir alanın seçilmesi ise, yanlış yönde, m ut­
suz bir çalışma yaşam ına yol açabilir. Lisans öğrencileri ko­
n u lara şöyle bir değinirler, konulara yüzeysel yaklaşırlar,
zaten de öyle olması gerekir. Lisansüstü öğrenciler ise yaşam
boyu sürecek bir angajm ana girerler.
Bu k oşullar altında, lisan sü stü öğrencilerini "genel olarak"
incelem ek çok d a h a zordur. Seçilen alanlar, kültüre, yaşam
biçimine, m orale ve geleceğe egemen olur. Bu nedenlerle, li­
san sü stü program ların üzerinde genel bir reform ya da dü­
zeltm e yapılm asını düşünm ek fazla b ir anlam taşım az. Uzun
yıllar önce, lisans öğrenim i ders program ları ile ilgili gö-
20. Howard R. Bowen ve Jack H. Schuster, American Professors: A N ational Resource Imperiled
{New York: Oxford University Press, 1986, ss. 197-198.
152 e L isa n sü stü Öğrencileri

nişlerim i b ü tü n m eslek taşlan m a yazılı olarak ilettiğim de,


yanıt ve görüş yağ m uruna tutulm uştum . Hem en herkesin bu
konuda çok güçlü görüşleri vardı ve konunun herkese açık
büyük bir forum da görüşülm esinden m utlu oldular. Li­
san sü stü için yaptığım aynı nitelikteki girişim ise tam bir il­
gisizlik ve sessizlikle karşılandı. Bölüm düzeyinde ya­
pılan ların dışında, kim se görüş alışverişine girm eye istekli
değildi. B unun nedeninin, bu ileri düzeyde a rtık değişik di­
siplinlerin öğrenim e egemen olması olduğunu sanıyorum
(daha fazla p aran ın sorunların çoğunu çözeceği yolundaki
genel düşüncenin dışında, örneğin İngilizce profesörleri ile
kim ya profesörleri arasında pek az ortak zemin vardır). Fen
ve edebiyatta, lisa n sü stü öğrenciler için bölüm lerarası bir
genel k ü ltü r eğitim program ı yoktur<21). Belki de olmalıydı.
Tek tü k örnekler görülse bile bu büyük ölçüde istisnadır. B u­
nu n la birlikte, lisan sü stü öğrenci yaşam ının bazı ortak yan­
la rı üzerinde durm aya çalışacağım.
Akademik yaşam ı seçmek için olumlu nedenler, bu kitabın
bundan sonraki bölümlerinde, özellikle de Akademik Yaşam:
İyi T arafları, Kötü T arafları ve Sürekli Kadro bölümlerinde
anlatılm ıştır. ’O bölümlerde, elbette dar bir çerçevede ele al­
dığım az sayıdaki okulda, sorunları azım sam am ak kaydıyla,
iyim ser bir görüntü vermeye çalıştım. Dar çerçeve vur­
gulanm alıdır, çünkü kalite ve itibar sıralam asında aşağı in­
dikçe, iyi yanlar da o ölçüde azalır: D aha az bağımsızlık, daha
çok gündelik iş, daha düşük ücretler, daha az iyi öğrenci gibi.
Kuşkusuz, çekicilik açısından dengeleyici başka faktörler de
vardır. Örneğin, yer, iklim, büyüklük, belli bazı mes­
lektaşlarla çalışm a arzusu ve daha birçok neden. Kişisel se­
çimler karm aşıktır. Ben, küçük bir kolejde kalm ak için en iyi
araştırm a üniversitelerinden gelen sürekli kadro önerilerini
geri çeviren profesörler biliyorum. B unların ille de akılsızca
yapılmış seçimler olması gerekmez.
21, Dikkatli olunması konusunda bir uyan iç-in bfcz. Peter D. Syverson ve Lorna E. Foster, "New
Ph.D.’s and the Academic Labor Market," Office o f Scientific an d Engineering Personnel (Na­
tional Research Council), StaffP ap erN o :!, Aralık 1984.
153

B ü tü n b unları akılda tu ta ra k , aşağıda, bir ölçüde y ararlı


olabilecek önerilerde bulunm ak istiyorum . K im senin ce­
saretin i k ırm ak istem iyorum . Ama, aynı zam anda d a ger­
çekçi olm ak istiyorum .
1. Doktora programına girerken gözünüzü dört açın.
Zorluk derecesi, h e r ne k a d a r üniversiteye ve öğrenim ala­
n ın a göre değişse de, iyi bir lisansüstü program ına kabul
edilmek o k a d a r zor değildir. Örneğin, beşeri bilim lerde ü n i­
versiteye giriş şa rtla rı oldukça gevşek tu tu lu r. B aşarısızlık
oranının yüksek olacağı, bunun da öğrenci sayısının idare
edilebilir b ir düzeye inm esine yardım cı olacağına inanılır.
B una karşılık, fen bilim lerinde laboratu v ar m ekanının kısıtlı
olması nedeniyle öğrenci sayısını sınırlam a eğilimi görülür.
Bazı lisan sü stü program ları öğrenci bulalım diye ç ı r p ı n ı r k e n
diğerleri çok sayıdaki başvuruyu geri çevirmeyi alışkanlık h a ­
line getirmişlerdir. Bununla birlikte, seçkin üniversitelerde, li­
sansüstü program larına girişteki rekabet, genelde, lisans prog­
ram larına göre daha azdır. Lisansüstü program lara giriş
oldukça kolaydır. Örneğin, Stanford'da, Chicago'da, Yale'de (ve
daha birçoklarında) kabul edilenlerin başvuruda bulunanlara
oram, lisansüstünde, lisansa göre önemli ölçüde yüksektir.
Program ı tam am lam ak ise çok daha zordur. 1983'te lisans de­
recesinden doktora alıncaya kadar geçen süre, inanm ası güç
ama, on yıldı<22). Ama, "uygun düzeyde yeterli" bir üniversite
veya kolejde sürekli bir görev olarak tanımlanabilecek başarılı
bir kariyer yapm ak daha da güçtür(23).
22. A na bilim dallarına göre dağılım şeyledir: Fizik bilimleri ve m ühendislikte 7,4 yıl; biyoloji bi­
limlerinde 7,9 yıl; sosyal bilimlerde 9,3 yıl; beşeri bilimler ve sa n a tta 11,1 yıl. Bu is­
tatistikler, yüksek öğretimin tüm ünü kapsar, mesleki alanları ve süresi .14,1 yıl olan eğitim
bilimlerini de içerir. Benim inancım, en seçkin okulların, öğrencilerini bu sistem içinde daha
hızlı mezun ettikleridir. H arvard’da lisanstan doktoraya kadar geçen ortalam a süre altı yıl­
dır ■zaten yeterince uzun bir zaman! Fact Book, s .l4 1 e bakınız.

23. D aha önce açıklanmış akademik tu tu m lara rağmen, doktora derecesini alm ış olanların
iinemli bir yüzdesi daim a yüksek öğrenim dışında çalışmıştır. Son tahm inler (19S4-85),
Amerikan nüfusu içindeki a k tif olarak çalışan doktoralıların %57'îsinin öğretim üyesi ol­
duğunu gösteriyor, ikinci Dünya Savaşından sonra ulaşılan cn yüksek düzey %70 iîe 1975-
76 ders yılıydı. Bkz. Bowen and Schuster, American Professors, s.179.
154 e L isa n sü stü Öğrencileri

Asıl engel, lisan ü stü program larına giriş değildir; okulu bi­
tirm ek uzun zam an alabilir, am a okula girenlerin çoğu bunu
b a şarır. E n büyük sorun, genellikle doktoraya başlan d ık tan
on-onbeş yıl sonra gelir. O da, sürekli kadro sağlanan uygun
b ir iş bu lm ak tır .Yalnız bu nedenle bile, seçilen alandaki ola­
n a k la r h ak kında birşeyier bilmek çok önemlidir. Bu alanda
şim di açık işler var mı ve geleceğe ilişkin tah m in ler iyim ser
mi? Gelecekteki mesleğinizde, sadece sanayide veya devlette
iş olanağı bulunm ası durum unda bu görevler sizi tatm in ede­
bilecek mi? Güney B atı’nm kırsal bir bölgesinde bulunan, li­
sansüstü program lan olmayan, kütüphane k a y n a k la n ye­
tersiz ve p arası olan her öğrencinin buyur edildiği küçük bir
kolejde ders verm ek size yetecek mi? Kimse sizden böyle bir
d urum da m u tlu olmanızı beklemiyor, am a b u n a da­
yanabilecek misiniz? Hiç hoş olmayan bu sorular üzerinde
önemle duruyorum , çünkü lisansüstü öğrencileri, lisansüstü
okulundaki kendi deneyim lerine b ak arak yanlış yargılarda
bulunm a eğilim lidirler. Doktora eğitim i veren üniversiteler,
norm al olarak, A m erikan yüksek öğretim inin ü s t sıraların d a
b u lu n an okullardır^24! L isansüstü öğrencileri, geleceklerinin
b u okullarda olduğunu hayal ederler. Oysa akadem ik k a ­
riyerin, işe başlarken ve kendini yetiştirm e döneminde, geçici
olması um ulan, "aşağı doğru hareketlilik" anlam ına geldiği
konusunda uyarılm alıdırlar,
Kim ler doktora yapm aya Özendirilmelidir? Belirli bir ders
program ını başarıyla tam am lam a yeteneği bulunm asının
ş a rt olduğu açıktır. Bu nadiren bir sorun oluşturur. Öğ­
renciler, lisans öğrenim inin sonuna geldiklerinde, ileride se­
çecekleri alanın ko şu llan ve kendi yetenekleri hakkında ye­
terli bilgi sahibi olm alıdırlar. H er durum da, sadece yetenek,
günüm üz koşullarında a rtık yeterli değildir. Öğrenci, konuya
büyük yakınlık duym alı, h a tta ilgisi sabit fikir haline gelmiş
olmalıdır. 1960'larda akadem isyenler için iş olanakları, misli
görülm em iş bir biçimde artarken, bu yaşam tarzın d an hoş­
24- En üst sıralarda yer alan okulları tamamlamak için, sayılan yüz civarında olan yiiksok ka­
litedeki genel k ü ltü r kolejlerini eklememiz yeteriidir.
155

landıklarım san an kim ileri, üniversite ve kolejlerde öğ­


retm enliği seçtiler. Aram ızda, benzer nedenlerle din adam ­
lığım seçenler de vardır. T a n rıy a inançları tam olmayabilir,
am a v arlıklılarm oturduğu banliyölerde bu lu n an kilise ve si­
nagoglarda vaaz verm ekten hoşlanırlar. Bu öğrenci kuşağı
için, böyle bir m otivasyon yetersizdir. Doktoraya giden yol
u z u n d u r ve h ü sra n la karşılaşm a tehlikesi çok fazladır. Biz,
akadem ik konularla ilgili iş yaparken zevk alan, eğlenceleri
çalışm ak olan gençler bulmalıyız. Eğer öyle değilse, öğrenci
neden d ah a kolay bir yola girmesin? Ben, k usursuz bir dok­
tora adayını, bir öğrenim dalm a olan büyük heves ve ilgisini,
o dal için yapılan en son piyasa incelem esi ile h a ssa s b ir şe­
kilde dengeleyen kişi olarak görüyorum(2r,). Eğer bu tan ım a
uyuyorsanız b uyrun aram ıza katılın.

2. Tez danışmanınızı seçerken çok dikkatli olun.


Öğrenci olarak vereceğiniz en önemli kararlardan biri
budur.
A m erikan üniversitelerinde doktora, genellikle iki yıl
süren bir lisa n sü stü ders program ı ile başlar, bunu doktora
tezi için a ra ştırm a yapm a ve bu tezi yazm a aşam aları izler.
Ders aşam ası, üniversite öğrenim inin aşağı yukarı devamı
niteliğindedir. D ersler daha zor ve uzm anlaşm aya yönelmiş
olabilir am a çevre alışılm ış bir çevredir ve ra h a ttır. Li­
san sü stü derslerde, tu h a f gelecek am a, yüksek not alm ak ko­
laydır. Örneğin A-, lisansüstünde çoğu zam an ortalam a bir
n o ttu r(26). Belki de bu anlaşılır bir şeydir. Geleceğin bilim
25. A zınlıkların üzendizilmesini öngören tam am lanm a program larından daha önce söz ettim.
Hiç şüphesiz, 'yeterince temsil edilmeyen azınlıkların” (kadınlar, zenciler, Latin Amerika
kökenliler ve diğer birkaç kategori} da desteklenmesi uygun olur. Görebildiğimiz kadarıyla
önümüzdeki yıllarda bu grupların üniversiteye öğretim üyesi olarak gelmesi için özel bir
çaba gösterilecekti!'; yukarıdaki tanım a uyan beıkes bundan y ararlanabilir ve ya­
rarlanm alıdır da.

26. 1930’larda ve 1940'larda H arvard'da öğretim üyeliği yapmış olan AvusturyalI ekonomist Jo­
seph A. Schum peterm üç tü rlü A notu verdiği söylenir: Bütün yabancı öğrencilere oto-
m atikm an verilen Çinli A sı; o sıralarda saydarı çok. az olan kız öğrencilere verilen dişi A; ve
son olarak da yukarıdakileri n dışında kalan bütün öğrencilere verilen alışılmış A.
156 ^L isa n sü stü Öğrencileri

adam ları için derslerdeki başarı, uzun dönem deki başarının


güvenilir bir göstergesi olamaz. Tez çok d ah a önemlidir. Bu
nedenle tez danışm anını seçerken (doktorvater ya da ebe­
veynin yerini tu ta n kişi), özel bir dikkat gösterilm esini kuv­
vetle öneriyorum.
Büyük bir a ra ştırm a projesini üstlenm ek ve bir tez yaz­
m ak, hem en hem en b ü tü n öğrenciler için yeni bir de­
neyim dir. Ö ğrencilerin bir proje geliştirm ek için yardım a ge­
reksinm eleri vardır; özellikle doğa bilim lerinde, araştırm a
konusunu çoğu zam an danışm an önerir. Ayrıca, öğrencilerin
tez tasla k la rım okuyacak birine, bir eleştirm ene ge­
reksinm eleri vardır. Birçok durum da, a ra ştırm a profesörlere
ayrılan kayn ak lard an karşılan acak tır ve başarılı bir tez ça­
lışm ası, bir bilim adam ının a raştırm a gündem ini uzun yıllar
boyunca belirleyebilir. Bu, entellektüel rehberliktir, iyi bir
tez danışm anının görevi bununla bitmez, D anışm am n bir so­
rum luluğu da, lisan sü stü öğrencisine iş bu lm ak ta yardım cı
olm aktır. D anışm anınız olması olası kişi, o bilim çevresinde
kendisine başvurulan, sayılan bir kişi midir? Ülke çapında ve
birçok okulla ilişkisi olan biri midir? Profesörler kendi ile­
tişim ağlarım kendileri k u ra rla r ve kendi dalınızda bu ile­
tişim ağına katılm ak, uzun dönemde çok büyük bir y a ra r sağ­
lar. B unlar, iş piyasasına giren öğrenci için, üzerinde
dikkatle durulm ası gereken çok önemli noktalardır, öyle ki
üniversitenin işe yerleştirm e bürosunun büyüklüğünden ve
verim liliğinden bile daha önemlidir. Son olarak, öbürlerinden
hiç de önemsiz olm ayan bir konuya, ölçülmesi daha güç bir
niteliğe değinm ek istiyorum . Öğrenci, m üm künse, tezin y a­
zılm ası sırasında, k arşılaşılan büyük güçlükleri aşm ada y ar­
dım elini uzatacak ve aynı şekilde bir akadem ik görevin baş­
ların d a ortaya çıkan güçlükler sırasında yardım ını
sürdürecek, destekleyici k arak terd e bir danışm an a ra ­
m alıdır. Benim iki tez danışm anım dan biri, erdem örneğiydi.
M ektuplarım ın hepsini üşenm eden yine m ektupla yanıtlardı.
Y azılarım iki p arm akla eski bir daktiloda yazardı. Bana, yap­
tığım işin Önemli olduğunu ve bunu benden öğrenm ekten
157

m utluluk duyduğunu hissettirirdi. Zor bir dönem den ge­


çerken beni bir hafta süreyle evinde konuk etti ve her gün
uzun sa a tle r boyunca bulgularım ı tartıştık . Böyle in sa n la r
h â lâ var mı?
Ö ğrencilerin doğru seçim y apm akta zorlanm alarının ana
nedeni, yetersiz bilgidir. Örneğin, tez danışm anlığı görevinin
bölüm lerde eşitsiz dağıldığına d ik k at edin. Bazı profesörlerin
birçok öğrencisi varken diğer bazılarının öğrencisi azdır. B a­
zılarının hiç yoktur. E n iyi seçim h er zam an en parlak pro­
fesörü seçmek değildir. Bazen öğrencilerini koruyup gözeten
bir nitelik, diğer b ü tü n özelliklerden daha ağır basabilir.
Benim gözlem lerim e göre, b ü tü n üniversitelerde, kuvvetli t a ­
rafları ders verm ekten ya d a a ra ştırm a yapm aktan çok, dok­
to ra tezi danışm anlığında bulunm ak olan bazı öğretm enler
vardır. B unlar, üniversiteye değerli katk ıd a bu lu n an ve ad­
la rı k ita p la rın teşekkür sayfalarına girerek alçakgönüllü bir
şekilde ölüm süzleşen kişilerdir. B unların hepsini birden ya­
pabilecek süper adam lar ve k a d ın lar da vardır. Ama böy-
lelerine pek az rastla n ır. A na fikre dönelim; Seçiminizi çok
d ikkatli yapın ve parıltıya aldanm ayın. Kimin, daha çok öğ­
rencisi olduğunu ve nedenini bulun. Diğer öğrencilerin ve
eski öğrencilerin görüşlerine başvurun. Soru sorun. D aha çok
soru sorun.

3. Yalnızlıkla savaşın: Yalnızlık, lisansüstü öğ­


rencisinin en büyük düşmanıdır.
A raştırm a, özellikle laboratuvar yerine k ü tüphane kul­
lanıldığı zam an, te k başına yü rü tü len bir etkinliktir. Büyük
b ir k ü tü p h an e n in derinliklerinde tez için m ateryal toplam ak
çalışm a h ay atın d a in şam yalnızlığa en çok m ahkum eden de­
neyim lerden biridir. Size kim se yardım edemez; hiç insan
sesi duyulm az; değişm eyen tek şey, çürtim ekte olan ki­
tap la rın tüm üyle kendine özgü kokusudur. Doğru iz üzerinde
miyim? B ü tü n b u n lar m uazzam bir zam an kaybından m ı iba­
158 &L isansüstü Öğrencileri

ret? K uşku günden güne büyür. A raştırm a laboratuvarm ı ise


hayalim de daim a, sıcak kahvenin hazır olduğu, farklı yaş ve
becerilerdeki kişilerin oluşturduğu destek g ru p la n etrafında,
bilge bir bilim adam ının iyiliksever gözetimi altında günün
yirm idört saati işleyen bir m ekan olarak canlandırırım . Belki
bu, fen dalında olm ayan birinin rom antik ya da im renm eyle
dolu bakışıdır ve belki de beşeri bilim lerde çalışanların acı­
nacak hallerini biraz abarttım . Ama h e r iki tanım lam a da
gerçeklerden çok uzak olsa bile, ortada geçerli bir zıtlık yine
de vardır. B ütün a raştırm alara yalnızlık egemendir, çünkü
tem el fikirler, te k bir beyinden çıkm ak zorundadır. Yalnızlık
ya da çevreden soyutlanm ış, beşeri ve sosyal bilim lerdeki li­
sa n sü stü öğrenciler için özellikle geçerlidir; çünkü kollektif
a ra ştırm a özendirilmez, özellikle de tez yazılırken. Tez, bi­
reyin kapasitesini göstermeyi am açlayan kişisel bir ça­
lışm adır.
Yalnızlık, sosyal koşullar nedeniyle daha da pekişir. Li­
san sü stü öğrencilerinin birçoğu evlidir, aile sorum lulukları
v ard ır ve k am pustan çok uzaklarda, k ira la rın düşük olduğu
yerlerde yaşarlar. L isansüstü öğrencileri arasındaki rekabet
de problem i artırır. O nlar sadece oyun oynar gibi bir yarışm a
ru h u içinde, birbirini geçmeye çalışm am aktadırlar. Ge­
lecekleri, sınıftaki ve sem inerlerdeki kıyaslam ak per­
form anslarına bağlı olabilir. O zam an, kim bir sm ıf a r­
kad aşın ın açığını, profesör ve sem iner izleyicileri önünde
u sta c a y akalam ak tan kendini alıkoyabilir? Bu gibi şeyler öğ­
rencilerin kendine olan güvenlerini azaltır, yalnızlık duy­
gusunu artırır. Bu, lisans öğrencilerinin çok daha ra h a t tu ­
tum larıyla tem elden farklıdır. Yalnızlıkla savaşm akta işe
ya ra y a n herhangi bir genel k u ra l bilmiyorum. Yıllar önce, Li­
kidite Tercihi, Y ürüyüş ve Sebzeli Balık Çorbası Derneğh27)
adlı ve ekonomi dalında lisansüstü düzeyde okuyan ufak bir

27. Ekonomistler, likidite tercihinin Kaynes’in teorisinde faiz oranını belirleyen faktörlerden
biri olduğunu hatırlam akta zorluk çekmeyeceklerdir. B urada - ne yazık ki - lisansüstü öğ­
rencilerinin tipik espri anlayışını gösteren iki tarafa çekilebilecek lastikli bir anlam var.
159

öğrenci topluluğunun kurucu üyesiydim. Bu grubun devamı


süresince hepim iz ondan y a ra r gördük. Bu tü rd ek i gruplar,
bölüm ler tara fın d a n özendirilmeli ve b u n lara yardım cı olun­
m alıdır. Sosyal bilim lerde çalışm a m erkezleri kim i zam an la-
b o ratu v arlara benzerler ve onların işlevini üstlenirler. B un­
la r genellikle, ekonomi tarihi, A m erikan politikaları ya da
edebiyat teorileri gibi a lt alan lard a k u ru lu rlar. B unların k en ­
dilerine özgü bir m ekanları, bir okum a odaları olmalı ve bu­
ra la r hem ciddi görüşm eler hem de öğrenci ta rtışm a la rı için
ve geeeyarısında kendine güvenin asgariye indiği anda, b a ş­
k alarıyla konuşm a gereksinim ini giderm ek için kul­
lanılabilm elidir. Profesörler de bu çalışm a yerlerine devam
etm elidirler, elbette gece yarısı değil am a sadece "dokuzdan
beşe" de değil. L aboratuvarın, topluluk r u h u oluşm asını sağ­
lay an özellikle önemli bir niteliği, deneylerin gündüzün veya
gecenin garip saatlerinde orada bulunm ayı zorunlu kıl­
m asıdır. İş, doğası gereği süreklilik ister. Araç ve gereç ge­
reksinm esi de yirm idört saatlik düzenlem eler gerektirir.
B unların hiçbiri diğer dallarda çok fazla görülmez ve ben ör­
neğin felsefe profesörleri ve öğrencileri için gece vardiyası
önerm iyorum . Bize gerekli olan, doğa bilim lerinin dışında da,
bilinçli b ir şekilde laboratuvar ru h u n u sağlam aya ça­
lışm aktır. Özellikle beşeri bilimciler bu konu üzerinde dü­
şünm elidirler. Yalnızlık duygusunu azaltan her şey özen­
dirilm eye değer.

4. İlk görevinizi almaya hazır olduğunuz zaman, pa­


rasal yönden fedakarlık gerekse hile hattâ terfi ola­
nağı daha kuşkulu görünse de, girebileceğiniz okul­
ların en iyisini seçin.
Sonunda sürekli kadroya girilebilecek işlerin çekiciliğini
ve belirsiz bir piyasada güvence arzusunu anlıyorum . Ama
ta m d a bugünkü belirsizlikler nedeniyle, m esleklerinin
hem en doktora sonrası evresinde bulunan birçok bilim
adam ı, en seçkin m eslektaşların ve en iyi öğrencilerin sağ­
160 ®Lisansüstü Öğrencileri

layabileceği uzun dönemli y a ra rla rı iyi değerlendirem eyebi-


lirler. Seçkin m eslektaşlar ve iyi öğrenciler insanı zorlar, bu
ise yeni bilim adam ının yeteneklerinin tam olarak ge­
lişm esine yardım cı olur. Kişi sağlam adım larla yürüm eden ve
hiç çaba harcam ad an bitiş çizgisine ulaşırsa, ye­
teneklerindeki gelişm enin gerçekleşm esi daha uzak ve zor bir
hedef haline gelir. Çoğumuz, okulum uzun bizi mücadeleye
zorlam ası nedeniyle büyük y a ra rla r sağladık; entellektüel
olarak güçlenm em iz için bu zorunluydu. Şunu h atırınızda
tutun: Akadem ik yaşam da, insanı aşağıya doğru sürükleyen
çok güçlü nedenler vardır. Boş kadrolara profesör a ra n ­
dığında, okullar genellikle benzer k u ru m lara yönelirler.
D aha düşük okullarda, kötü koşullarda çalışan bir pro­
fesörün yukarı tırm anm ası gittikçe zorlaşır. Bir kez aşağıya
indikten sonra te k ra r yukarı çıkm ak her zam an güçtür.
Y ukarıdaki sayfalar, biraz da kendiliğinden, bir "kan, ter
ve gözyaşı" h av asın a büründü. K ötüm ser uy arılar için Özür
dilemiyorum çünkü eğitmeye, hayal kırıklığım önlemeye ve
günüm üzün koşullarını göz önünde tu tm ay a çalıştım. Zaten,
u y arı k apıları kap atm ak için yapılmaz; in şam dikkatli ol­
m aya yöneltm ek ve yanlış yapm asını önleme am acını taşır.
M esleki ve özel yaşam ları m utlu birçok lisan sü stü öğrenci bi­
liyorum. B undan başka çoğumuz, akadem ik yaşam da dü­
zelme belirtileri görmekteyiz: 1990'larda, d.aha yaşlı bir
k u şak (ne yazık ki yavaş yavaş) sahneyi te rk edeceğinden,
daha fazla iş olanakları doğacaktır. H epsinden önemlisi, bun­
dan sonraki sayfalarda, akadem ik yaşam ın iyi ve zevkli yan­
larını gerçekçi ve görüşle göstermeyi amaçladım. B ü tü n li­
san sü stü öğrencilerine okum ayı sürdürm elerini öneriyorum.
PROFESÖRLER
Ü n i v e r s i t e , B ir D ekan A nlatıyor 9 İ S 3

9. BÖLÜM
A k a d em ik Y a şa m
İyi Tarafları, Kötü Tarafları

İnsanların büyük bir kısmı için, sabahları çalışmaya gitmek,


zevksiz, sıkıcı bir angaryadır. Görevler tekdüzedir; disiplin maki-
nalarla, işe gidiş geliş zamanını belirleyen saatlerle ve otoriter
amirlerle sağlanır. Fabrikalarda, fiziki çevre iç açıcı değildir ve
gürütülüdür. Bedenen yıpratıcı işler, sadece “mavi yakalı” işçi sı­
nıfına özgü değildir. Ben kırk yıl kadar önce, genç bir adamken,
New York kentindeki Macy’s adlı büyük mağazada, birkaç ay
oyuncak sattım. Mağaza haftada iki kez sabah saat dokuzda açı­
lır akşam dokuzda kapanırdı. Bu uzun günler boyunca tezgahın
arkasında ayakta durmak benim için gerçekten bir işkenceydi.
Yönetici konumundaki insanlar da başka acılar çekerler: kıya­
fete ilişkin yazılı olmayan kurallar, örtülü siyasi kurallar, dene­
timli bir hayat tarzı. Ayrıca insanlar, işten atılma, ileri bir yaşta
işten çıkarılma, ya da modası geçmiş sanayilerin kapanması so­
nucu işsiz kalma gibi şeylerden kaygılanırlar.
Doğal olarak, çalışma koşuları her zaman böyle değildir. Çalı­
şanların birçoğu işinden memnundur. Yabancılaşma yıpranmış,
gereğinden fazla kullanılm ış bir kavram dır. Bununla birlikte,
birçok kişide işinden zevk almaksızın, sadece hayatını kazanmak
için çalışır. Bazı kanıtların doğruladığı gözlemlerime göre, iyi
üniversitelerde çalışan öğretim üyeleri işlerine karşı çok daha
olumlu bir tutum içindedirler.11*

1. "Amerikalı öğretim üyeleri, genel olarak seçtikleri m eslekten m em nundurlar. Önıeğiıı bun-
la ım % 8 8 \ yeniden işe başlam ak durum unda olsalar, yine üniversite öğretim 'üyesi olmayı
isteyeceklerini söylem ektedir.' E.C. Ladd, Jr. ve S .M. Lips et, The Chronicle of H igher Edu­
cation, 3 Mayıs 1976.
164 o A kadem ik Yaşam

B unun bir nedeni, belki de, kolej ve üniversitelerim izin ço­


ğunun fiziki olarak çekici olmasıdır. Bir üniversite kam pusu
denilince, hayalim izde ağaçlar, yeşil çimenler ve gösterişli bi­
n a la r canlanır. Am erikan m im arisinin en iyi örneklerinden
önemli bir bölümü, kam puslarda bulunur. U zun yıllar bo­
yunca, W illiam and M aıy, Berkeley ve H arvard'da bulundum
ve birçok üniversiteyi de gördüm. W illiam and M ary, bu ül­
kede, planını Sir Christopher W ren’in çizmiş olabileceği tek
binadır. İçinde şapeli, toplantı salonları ve derslikleri bu­
lunan, tuğladan yapılm ış bu sevimli ve sade bina göz alıcı bir
bahçeye bakar W illiam and M ary kam pusunda herşey koloni
dönemini yansıtan ta rih i W illiamsburg kasabası ile zarif bir
uyum içindedir; Doğu Y akasının en güzel yerlerinden biridir.
Berkeley, California üniversitesinin kam puslarından biridir.
Eyalet bürokrasisi ile İkinci Dünya Savaşı sonrasının büyüme
ve genişlemesi bir araya gelince, bir zam anlar cennet olan bu
kampus bozuldu. B ununla birlikte, başka çok az yerde, bu­
radaki kadar göz kam aştırıcı binalar ve m anzara bulunabilir.
Göz alabildiğince uzanan San Fransisco Körfezi, kam pusun
birçok yerinden görülebilir; sis, Berkeley kam pusuna çok özel,
sihirli bir hava verir; eski binaların birçoğu, 19. yüzyıl sonu Ca­
lifornia yaratıcılığının en güzel örneklerini oluşturur.
H arvard kam pusu ve civan Am erikan ve A vrupa mi­
m arisinin üç boyutlu bir tarihidir. H arvard Hall ve M as­
sachusetts Hall, Am erikan Bağımsızlık Savaşından önce inşa
edilm işlerdir ve h âlâ günlük kullanım dadırlar. Fen ve Ede­
biyat F akültesi dekanlığı kam pusun en güzel binası olan Uni­
versity H all’de bulunur. 19, yüzyılda inşa edilmiş bu ta ş ya­
pının m im arı Charles Bullfinch’tir. Ön tara fta , Daniel
C hester French’in, John H arvard’ı idealize ettiği bir heykel
vardır. Bu her mevsimde tu ristlerin ilgisini çeker. Kam ­
pustaki diğer binalar, yurtlar, W idener K ütüphanesi, Me­
m orial Kilisesi, Le Corbusier’nin tasarım ını yaptığı C arpenter
Hall Görsel S an atlar binasıdır. (Bu, Le Corbusier’in Kuzey
A m erika'daki yegane yapısıdır.)
165

Y ukarıda değindiğim noktaya geri dönmek istiyorum : Ça­


lıştığım ız yerin fiziki düzenlem eleri çok önemlidir. H er sabah
H arvard m eydanının devamlı değişen kentsel yok­
sulluğundan geçip, kam pusa girerken bunu fark ederim.
K am pus, çölde bir vaha gibidir; her mevsimde göze ve beyne
zevk verir; h e r iş günü başlangıcına şevk ve ferahlık getirir.
Boston'un m erkezindeki hepsi birbirine benzeyen ve cam
kaplı kuleleri andıran gökdelenlerden birinin sentetik or­
tam ın d a b ü tü n gün çalışmak zorunda olan kom şularım a acı­
yorum.
B ir k am p u su n çekiciliği, yalnız k am pus m im arisinden ve
çevre güzelliğinden kaynaklanm az. İn sa n la r ü n i­
v ersitelerd e b u lu n m a k ta n zevk alırlar, ortam hoşlarına
gider. Birçok kolejin bulunduğu Boston, A m erikan genç­
liğinin b aşk en ti olarak bilinir. P sik iy a tristler ve b aşarılı iş
ad am ları, H arv ard orada bulun d u ğ u için C am bridge’de y a ­
ş a rla r (zaten b aşk a kim de b u rad a k i taşın m a z la rı sa-
tm a lm a y a yetecek p a ra vardır?) O n lar için kam pus, birçok
ü cretsiz gösterinin yapıldığı bir sirk gibidir: M üzeler, k ü ­
tü p h an e ler, konferans ve eğlenceler. Ö ğrenciler gösterinin
b ir parçasıdır. Giyinişte, m üzikte, film lerde ve yiyecekte son
m odaları ortay a ko y arlar ya da y a n sıtırla r. Öğrencilere
y ak ın olm ak (yakın am a aynı zam anda g erektiğinde kendini
çekebilecek k a d a r u z a k olmak) o rta yaş sınırın ın sonlarına
doğru bile in sa n ın kendisini genç ve canlı h issetm esini sağ­
lar. Palo Alto, D urham -C hapel Hill, A nn Arbor, Cam bridge
ve B erkeley gibi ken tlerin, ak adem ik yaşam la bir bağı ol­
m ay an ü st-o rta gelir g ru b u n u n y a şam a k için seçtiği yerler
d u ru m u n a gelm esinin nedeni budur.
B ununla birlikte, bir profesörün işinin aslı, çevre ve ortam
değil içeriktir ve işte b urada da akadem ik yaşam ın iyi yönleri
kendini gösterir. Annapolis'teki St. John's College'de ders
veren babam ın bir arkadaşına neden bu mesleği seçtiği so­
rulduğunda, h a y a tta en sevdiği şeyin okum ak olduğunu ve
b u n u n için ücret ödenen tek m esleğin de üniversite öğ­
166 ®A ka d em ik Y aşam

retm enliği olduğunu söylemişti. Akadem ik yaşam ın özü, bir


insanın kendini sürekli olarak yetiştirm esi için fırsat vermesi,
h a tta istekte bulunm asıdır. Bu, entellektüel serm ayeyi yaşam
boyu a rtırm ak ve yenilem ek için, bulunm az bir şanstır. Bir­
çok insan için en büyük doyumu, öğretm enlik sağlar(2). Ki­
m ileri için ise araştırm a esastır; entellektüel m erakı tatm in
eder ve yeni bir buluş yapm anın zevk ve şerefini beraberinde
getirir.
B unun, beyin çalışm ası gerektiren b ü tü n m eslekler için her
kadem edeki öğretm enler için geçerli olup olmadığı sorusunu
sorabilirsiniz. Bir dereceye k ad ar doğrudur, am a aradaki
farklar da önemlidir. A raştırm aya ağırlık veren üni­
versitelerde (İd bu benim ana konum dur) güncel olabilmek ve
yem liklerden geri kalm am ak hem çok önem lidir hem de çok
zam an alır. Örneğin, m odern biyoloji, Jam es W atson’m ve
Francis Criek'in 1950'lerde genetik kodu çözmelerinden bu
yana yeni bilgilerle dolup taşm aktadır. Bu işte çalışanların
b an a söylediklerine göre, kendi sınırlı uzm anlık konularında
bile yeni bilgi ve buluşları izliyebilmeleri, neredeyse bütün
günlerim alm aktadır. Bu kişiler, söz konusu iddialarım n a r­
dından, "gerçekten zamanım ız yok" diye ders yüklerinin h a ­
fifletilmesi isterler. Dekan olarak kuşku duysam bile, geçerli
nedenleri olduklarını biliyorum.
M odern biyoloji, bu tü r basla ve strese en aşırı örnek ola­
bilir am a bilgisayar bilim leri ve fiziğin bazı d a lla n da ondan
geri kalm az. Bu olay, doğa bilimlerinde de sınırlı değildir. Ben
ekonomide lisan sü stü program ının gereklerini 1950'lerin ba­
şında tam am ladım . O zam anlar, bir ekonomistin m atem atik
bilgisine m utlaka sahip olması gerektiği düşünülm üyordu.
1960'lara yaklaşıldığında durum değişmiş, ekonom etri ve m a­
tem atiksel ik tisat eğitim i görmeden, m esleki yazıların çoğunu

2. Ladd-Lipset anketlerine, göre Amerikalı öğretim üyelerinin sadece %25’i araştırm aya
büyük ilgi duyduklarım belirtm işlerdir. G eri kalanlar, öğretime d aha fa d a bağlı olduklarım
açıklamışlardır. Bkz. The Chronicle o f Higher Education, 29 M art 1976. A raştırm aya ağırlık
verenlerin oranının daha iyi üniversitelerde daha fazla olacağı açıktır.
167

izleyebilmek olanaksızlaşm ıştı. Niceliksel m odellerin gittikçe


daha fazla kullanılm ası sonucunda ekonomide olanlar gü­
nüm üzde siyasal bilim lerde de görülm ektedir. Beşeri bilim ler
bile, bu alandaki öğretim üyelerinin daha enerjik bir şekilde
k arşı koym alarına karşın, bu değişiklikten uzak kalam adı.
Son yirm i yıl, edebi teorilerin, semiyotiğin, yeni bir tarihsel
yaklaşım ın gittikçe a rta n etkisini getirdi ve bunun so­
nucunda yeni bir yapılanm a, değişik bir term inoloji ve alı­
şılm adık felsefi varsayım larına yol açıldı. Böylece, beşeri bi­
lim lerde çalışanların yeni beceriler kazanm aları, yeni ve güç
bir bilim dalı öğrenmeleri, bir yüküm lülük haline geldi.
B unlar akadem ik h ay atın araştırm a ile ilgili kısm ı üze­
rindeki baskıyı gösteren rastgele örneklerden sadece bir­
kaçıdır. B una ek olarak lisansüstü öğrencilerden gelen bas­
k ılar vardır. Genç bilim adam larının gözü tüm üyle geleceğe
dönüktür. E n önde olm aları, onları başarıya götürecek an a h ­
tardır. Geleneğe ve eskiye bağlı kalm ak tehlikeli olabilir. Pro­
fesörler de, büyük ölçüde derslerini alan lisan sü stü öğ­
rencilerin sayısı ve kalitesi ile değerlendirildiklerinden,
bunların en son yöntem ve gelişmeleri izlem ek için çaba sar-
fetm eleri kendi çıkarları doğrultusundadır.
Bu bakım dan, akadem ik yaşam devamlı h a re k e t halinde
bir dünyadır. Bazı değişiklikler, a raştırm a alanlarında dev­
rim yapar; a ra sıra yeni konular doğar; bazı yenilikler kısa
öm ürlü olur, çabuk u nutulur. Yeni fikirler, eski sistem lere
bağlı olanların yaşam ım zehir edebilir ve bu da eskiyi sa­
v u n an larla yeniye in an an lar arasında çatışm aya yol açar.
H er bilim adam ı öm rü boyunca, bu tü r tem elden sarsıcı atı-
lım larla ve m eydan okum alarla karşılaşm ak durum undadır.
Bu hem bir yük ve m ücadeledir, hem de akadem ik h ay atın çe­
kici tarafların d an biridir.
E ntellektüel yatırım , sadece diğer Öğretim üyelerinden
gelen m eydan okum alara bir yanıt değildir. Birçok bilim
adamı, m eslektaşları ile fazla ilişki kurm adan kendi başına
çalışır. Motivasyon ne olursa olsun, araştırm a çalışm aları bir
168 ®A ka d em ik Y aşam

çeşit zihinsel yenilenm edir, kişi için çok büyük bir potansiyel
yarardır. Bu tü r m eydan okum alara ve fırsatlara diğer m es­
lek gruplarında çok daha seyrek olarak rastlan ır. Bence dün­
yaya yeni bir bakış biçimi ile araştırm anın bir a ra d a bu­
lunm ası üniversitenin ayırt edici özelliğidir. B urada
tekdüzeliğin payı, herhangi bir başka m eslekte olduğundan
çok daha azdır.
Akadem ik yaşam ın çok önemli iyi yönlerinden bir diğeri de,
patronun olmayışıdır. (Bunu söylerken, A m erika'nın Önde
gelen elli ile yüz üniversitesinde sürekli kadro sahibi pro­
fesörleri düşünüyorum .) Patron size, ne yapacağınızı söyleyen
ve söylediği işi size yaptıran kişidir. Yani özgürlüğünüzün kı­
sıtlanm ası söz konusudur. Bir dekan, yani yönetici olarak,
benim am irim rektördü. R ektörün arzuları ve istekleri doğ­
ru ltu su n d a görev yaptım . O bana em ir verebilirdi verdi de.
F a k a t bir profesör olarak m eslektaşlarım ın eııtellektüel bas­
kısı dışında hiçbir patron tanım adım , belki ah lak düşkünlüğü
iddiası ile k a ralan m ak gibi şanssız bir durum dışında, hiçbir
tehditle karşılaşm adım . Hiçbir meslek, onu icra edenlere, üni­
versite öğretim ve araştırm a görevinde olduğu gibi, özgürlüğü
ve güvenliği bir a ra d a garanti etmez. Bn konuyu biraz açalım,
1950'lerin başlarında, California Üniversitesi, E yalet yö­
netim inin b ü tü n çalışanlarına, komünizme k a rşı olduklarım
belirten bir bağlılık yemini belgesi im zalam aları için yaptığı
baskı nedeniyle; ciddi bir tartışm a ortam ı içine düşm üştü.
B unlar M cCarthy ve kızıl paniği günleri idi. E yalet ko­
m iteleri ve federal kom iteler, A m erikan aleyhtarı ça­
lışm alarda bulun anları yakalam ak için sanki ava çık­
mışlardı. Ü niversite içinde ve dışında, bağlılık yem inine k arşı
çıkanlar olm asına k arşın sonunda hem en herkes imzaladı.
İm zalam ayı reddeden birkaç profesör işten atıldı.
E n ilginç karşı çıkış, H itler Alm anya’sından kaçarak Ame­
rika'ya göç eden ünlü ortaçağ tarihçisi Profesör E.K. Kan-
torowicz’den geldi. Kendisi, bağlılık yeminine özel olarak
karşı çıkmıyordu. Onun bu yemini onayladığını da im a et­
169

miyorum. K arşı çıkışı daha derin nedenlere dayanıyordu: Hiç­


bir durum da California Eyaleti’nin bir m em uru olarak sı­
nıflandırılm ak istem iyordu. Kantorowicz, profesörlerin belirli
bir disipline bağlı olarak çalışan m em urlar olmadığına, öğ­
retim görevinin farklı bir m eslek olduğuna inanıyordu. Ü ni­
versite dışındaki m em urlar, belirtilen saatlarde görev yap­
m aya m ecburdurlar, bu saatlerin dışına çıklıldan zam an
fazla m esai ücreti alabilirler, kendilerine belirli görevler ve­
rilir. Birçok durum da, çalışma ve dinlenme saatleri bir­
birinden kesin bir şekilde ayrılm ıştır. V erilen hizm et ge­
nellikle kişisel değildir. Size ayakkabıyı kim in sattığı önemli
mi?
Kantorowicz'in kendi sözleriyle:
Cübbe giymeye h a k kazanm ış üç m eslek grubu vardır. B unlar, h a ­
kim ler, din ad am ları ve öğretim üyeleridir. Bu giysi, giyen kişinin
olgun b ir düşünce yapısına sahip, k a ra rla rın d a bağım sız ve kendi
vicdanına ve ta n rısın a k arşı sorum lu olduğunu gösterir.

Cübbe, birbiriyle yakından ilgili bu üç m esleğin iç bağım sızlığım sim ­


geler: B unların, baskı altında çalışm aya zorlanabilecek ve dışarıdan
gelebilecek baskıya boyun eğecek en son m eslekler olması gerekir.

Y üksek M ahkem e hakim lerinin m ahkem elerinde, başpiskoposların


kiliselerinde, öğretim üyelerinin üniversitelerinde grev gözcülüğü
y apacaklarım düşünm ek bile neden saçm adır? Y an ıt çok basittir:
Ç ünkü h ak im ler m ahkem enin kendisidirler, din ad am ları in a ­
n a n la rla birlikte kilisenin kendisidirler ve profesörler öğrencilerle
b irlikte üniversiten in kendisidirler bu k işiler k u ra m la rın k en ­
dileri olduğu için, k u ru m içinde ve ku ru m üzerinde, teşrifatçıların,
tem izlik işçilerinin, m übaşirlerin, kapıcı ve kalorifercilerin sahip ol­
d u klarının çok ötesinde, ayrıcalıklı h a k la n vardır®*.

Kantorowicz'in ortaya koyduğu fark çok değerlidir. Biz öğ­


retim üyeleri, kam u çalışanlarının gelirine, buna karşılık sa­
natçıların özgürlüğüne sahibiz. Bu bize bazı görevler yük-

3. Grover Sale Jr., "The Scholar and the Loyalty Oath", Scm Fransisc.o Chronicle, 8 Aralık
1963.
170 s A kadem ik Yaşam

ler.Ü niversitelerin bize verdiği resm i görev en alt düzeydedir:


Bu yılın sekiz ayı boyunca, haftada altı ile on iki sa at arasında
ders verm ektir® . B ununla birlikte çoğumuz belirtilenden çok
daha uzun saatler boyunca çalışır, birçok kez m asalarım ızda
ya da laboratuvarlarım ızda sabahlarız. Öğrencilerimize bugün
ta til günüm üz olduğunu sorunlarım başka biriyle ko­
nuşm alarını söylemeyiz. Mesleğimizi isteyerek yaparız ve ken­
dimizi üniversitenin bir çalışanı değil, hissedarları, sahipleri
olarak düşünürüz. "Hisselerin değeri", yönetimin ve ürünün
kalitesi ile ölçülür. Bu değeri olabildiği kadar yüksek tutm aya
çalışırız. Yaptığımız işten çok zevk alırız ve yüksek toplum sal
değeri olan faaliyetlerde bulunduğum uza inanırız.
Profesör Kantorowicz'den bir kez daha söz etmeliyim.
1963'te yılında vefat ettiği zaman, yukarıda yazdıklarım la
ters, gülünç bir durum m eydana geldi. Prof. Kantorowicz öl­
düğünde, New Jersey'deki Princeton Ü niversitesinde pro­
fesördü. San Fransisco Chronicle, seçkin bir eski Ca-
lifornia'lm m ölüm haberini verdi. Bu haberde adım yanlışlıkla
Catorowicz olarak yazdıkları gibi (bazılarımız bu gibi say­
gısızlıklara zam anla alışırız) "1939 ile 1950 arasında Ca­
lifornia Ü niversitesinin Berkeley kam pusunda istihdam edil­
di." deniyordu®.
Üniversitelerde, özellikle sürekli kadrodaki öğretim üye­
lerine sağlanan başka ödüller de vardır. Bir yıllık ücretli a ra ş­
tırm a izinleri özellikle hoş bir gelenektir. Bu izin, h e r yedi
yılda bir, profesörün öğretim görevini bırakarak zihnen din­
lenmesi ve kendini yenilemesi amacıyla verilir. Bu bir yıllık
kendini yenileme, ücrette azalmayı da beraberinde getirir,
fakat birçok durum da, araştırm a ve burslarla sağlanan ola­
naklar açığı kapatır. Öğretim üyeleri bu yıllık ücretli izinlere

4. B urada başka bir California öyküsü uygun düşecektir. Profesörün bîri, Sacramento'tia bir
eyalet komitesi önünde tanıklık etmektedir. Başkan sorar: 'Hocam, kaç saat öğretim ya­
pıyorsunuz?" Y anıt: "Sekiz saat." B aşkan bunun üzerin şöyle der: "İşte bu mükemmel. Ben
h e r zaman günde sekiz saatlik bir iş gününün kuvvetli bir destekleyicisiyim.”

5. San Fransisco Chronicle113 Eylül 1963.


171

bayılırlar. Projeler tam am lanabilir, görülmesi gerekli yerler


ziyaret edilir, uzak yerlerdeki m eslektaşlarla düşünce alışve­
rişind e b u lunulabilir. Profesörler, hevesli gezginciler olma
eğilim indedirler, yaşam biçimleri de bu eğilimi özendirir ni­
teliktedir. İçlerinde en iyi olanlarının referans grupları, ulus-
lara ra sıd ır. Ayrıca, a ra ştırm a konularının önemli bir bölü­
m ü, yolculuk yapm ayı ve yurtdışm da yaşam ayı gerektirir.
Benim durum um alışılm ıştan biraz farklıdır. Y aklaşık beş
yıl, asker, lisan sü stü öğrencisi, öğretm en ve araştırm acı ola­
ra k Japonya’da bulundum . Oldukça uzun süre, İngiltere’de,
E ndonezya’da ve İsra il’de öğretm en, araştırm acı ve d anış­
m an olarak görev yaptım . K onferanslara katıldığım yabancı
ülkelerin sayısını hatırlam ıyorum . Bu çalışm alar iş ile eğlen­
ce ve zevki birleştirdiğinden, ek bir ikram iye gibi kabul edi­
lebilir. Büyük üniversitelerin öğretim üyeleri, ülkem izde en
çok ve sü re k li yolculuk edenler a ra sın d a d ır. (P ilo tlard an ,
uçuş personelinden, profesyonel sporculardan hem en sonra,
satış elem anları ile aynı sırada yer alırlar). Bu olanağı kötü­
ye k u lla n a n la r olur. Bazı arkadaşlarım a, alaylı bir şekilde
“P an A m erikan H ava Yolları Biyoloji profesörü”, “Sw issair
Fizik profesörü”, ya da “El Al Sosyoloji Profesörü” gibi adlar
takılm ıştır.
Son yirm i yılda akadem ik yaşam ı kökten değiştiren üç şe­
yin je t uçakları ile yolculuk, aracısız telefon konuşm aları ve
fotokopi m akineleri olduğunu ilk olarak belirten rom an ya­
zarı David Lodge, son yaptığı bir çalışm ada bizim periyodik
toplantılarım ızı şöyle tanım lar.
G ünüm üzdeki kongreler ile O rta Çağ H ıristiyan dünyasındaki hac
yo lculuklarının o rta k yönü, k endilerini geliştirm eye azm etm iş ol­
d u k la rı izlen im in i veren katılım cıların , yolculuğun sağladığı h e r
tü rlü zevk ve eğlence fırsatın d an y ararlanm asıdır. Tabii ki yerine
getirilm esi gereken, çile kabilinden görevler de v ard ır - belki b ir bil­
diri sunar, b a şk a la n m n sunduğu bildirileri dinlem ek zorunda k alır­
sınız. Ama b u bahaneyle yeni ve ilginç yerler görür, yeni ve ilginç in ­
sa n larla tanışır, yeni ve ilginç ilişkiler kurarsım z. Dedikodu ve sır
172 ®A ka d em ik Yaşam

alışverişinde b u lu n u rsu n u z (onlar sizin bayatlam ış hikayelerinizi


bilm iyordur, siz de onlarınkini). Yer, içer h er akşam birlikte eğ­
lenirsiniz. Ve b ü tü n b u n la rın sonunda evinize döndüğünüzde en-
teilektüel ün ü n ü z artm ış olnr. G ünüm üzde kongrelere k atıla n larm
O rta Ç ağ hacıların a göre ek bir avantajı vardır: M asrafların ta ­
m am ım veya en azm daiı b ir kısm ını, genellikle katılım cının bağlı ol­
duğu kurum , örneğin devlet, şirk et ya da en yaygın biçim de gö­
rüldüğü üzere üniversite k a rşıla r.®

Bu konudaki suistim al iddiaları abartılı olabilir. 1984'te eski


m eslektaşım Carlo M. Rubbia Nobel fizik ödülünü kazandı.
Yüksek enerji fiziği alanında çalışan bu H arvard profesörünün
çalışm aları için büyük bir hızlandırıcıya ihtiyaç vardı. Camb­
ridge, M assachusetts'te böyle bir hızlandırıcı yoktu. Ame­
rika'daki diğer m erkezlerin de uygun olmadığı ortaya çıkınca,
Rubbia faaliyetlerini İsviçre'nin Cenevre kentindeki Avrupa
N ükleer A raştırm a merkezine kaydırdı. Hemen hemen iki haf­
tad a bir, araştırm asıyla ilgili denemeler için y u rt dışına gi­
derek, birçok gününü Cambridge’den uzakta geçiriyordu. Akıllı
biri olduğu için en ucuz APEX biletlerini, aralarına yaklaşık
yedi gün ara koyup satm alm ıştı. Bunları şaşırtm alı olarak kul­
lanarak APEX biletiyle yolculuk yapanların varış yerinde
onbeş günden fazla kalm a koşulundan kurtulm uş oluyordu.
Bana söylenenlere göre, Nobel’i alm adan çok önce, Swissair ça­
lışanları kendisini o kadar iyi tanıyorlardı ki, onu oto-
m atikm an birinci mevkiye geçiriyorlardı. Ben de, Amerika'nın
batısına oldukça sık yaptığım kendi gezilerimde de, SLAC'a
(Stanford Doğrusal Hızlandırıcısı) gitm ekte olan bir-iki mes­
lektaşım a rastlarım .
Bir yıllık ücretli araştırm a izni ve seyahatlerle yakından il­
gili olan ve (en azından öğretim üyelerince) akademik yaşamın
olumlu yönlerinden biri-olarak kabul edilen bir özellik daha
vardır. Mesleki bağımsızlık, patronun bulunm am ası ve zorunlu
olarak yapılması gereken işlerin hafifliğinden yukarıda söz
edilmişti. (Zorunlu olmayan işler, ciddi bir şekilde üst­

6. David Lodge, Sm all World (New York: The McMillan Comp any, 1984), Önsöz,
173

lenildiğinde, ki normalde öyle olur, çok çaba gerektirir ve


zam an alır). Bir öğretim üyesi, kendi zamanını alışılmamış de­
recede kendisi kontrol eder ve genel olarak zam anının bir kıs­
mım, üniversite dışında çalışmak amacıyla kullanabileceği
kabul edilir. U zun süreli tatiller bu amaçla kullanılabilir. Ay­
rıca, H arvard’da ve başka yerlerde, öğretim üyelerinin, haf­
tan ın bir gününü üniversite dışı çalışm alar için kul­
lanm alarına izin verilir®.
Üniversite dışı çalışma, birçok şekillerde olabilir ve bunun
sınırlarını belirlem ek son derece güçtür. Kamu hizmeti ge­
nellikle özendirilir - ancak nelerin bu kategoriye girdiği h u ­
susunda anlaşm azlık vardır. Bir adayın seçim kam panyasında
çalışmak ile Kongre’nin herhangi bir komisyonunda bilirkişilik
yapm ak arasında belirgin bir fark vardır. B ununla birlikte,
kam u görevine (örneğin W ashington'da bir görev alm ak için
üniversiteden bir yıl ya da daha uzun süreli ücretsiz izin) olum­
lu bakılır®.
Öğretim üyelerinin kesinlikle çoğunluğu değil ama, bazıları
için üniversite dışında ek para kazanm a fırsatı vardır. Çok
olağandışı bir örnek: Bir H arvard profesörü, Filenein bod­
rum katında yarı zam anlı satış elemanı olarak çalışmıştı. Özel
sektörde danışm anlık ise daha sık görülen, kazançlı bir iştir.
Şirket k u rarak bol p ara kazananlar da vardır. M erhum m es­
lektaşım , seçkin ekonomist Otto Eckstein başarılı bir ekonomik
tahm in girişimi olan DRI şirketini kurm uştu. En az beş biyo-
genetik şirketinin kurucuları H arvard profesörleridir. Birçok
profesör paralı konferans tu rların a çıkar ve birkaç tanesi, kon­
ser vermeye yetecek becerilere sahiptir. Bazı fakültelerde, özel­
likle de işletm e fakültesinde görev yapanlar için, şirket yö-
7. Bu kuralı uygulamak olanaksızdır: ’’H aftada bir g ü n ü tanım lam aya çalışınız. Kuşkusuz, ta ­
tiller bunun içinde değildir. Peld, hafta sonu tatilleri? Her dununda, bu konuda gözetim p ra ­
tik değildir ve sakıncalıdır. H er zam an olduğu gibi, Idşinin sorumluluk duygusuna gü­
venilmelidir.

8. H arvard1daki k u rallara göre, olağan durum larda, bir yıldan fazla izin verilmez. B una tek is­
tisna kam u görevidir. Bu durum da iki yıl izin verilebilir. Bu kurallar, okuldan okula önemli
ölçüde değişir.
174 • A ka d em ik Yaşam

netim k u m lu üyelikleri h er zam an vardır. K itap y azarak bi­


le serv et yap m ak m üm kündür. Son otuz yıl içinde bu n u n
H arv ard ’daki en iyi örneğini emekli profesör J.K. G albraith
oluşturm uştur.
Üniversite dışı çalışm aların getirdiği önemli olumsuzluklar
da vardır. B unlara daha sonra döneceğim ama, şimdi bir-iki
kelimeyle değinmek gerekir. Hizmetlerimizi üniversite dışında
satm a imkanım ız m ensubu olduğumuz üniversitenin etiketiy­
le yakından ilgihdir. Tanınmış bir üniversitenin öğretim üyesi
olmanın y a ra n vardır. Ekonomistler bunu, üniversiteyle bağ­
lantıdan ra n t sağlamamız olarak tanım lar. Üniversite dışında­
kiler uzmanlığı bağımsız olarak değerlendirmekte güçlük çek­
tiklerinden, örneğin H arvard profesörü gibi etiketlere (kimi
zam an akılsızca) bel bağlarlar. Kişi en azından kısmen, kendi
üniversitesini de pazarlar. Ayrıca, öğretim üyelerinin oldukça
küçük bir bölüm ünün üniversite dışında satılabilecek bilgi ve
becerileri vardır. Profesyonel okulları (hukuk, tıp ve işletme)
ayrı bir evrenin parçası olarak bir kenara bırakırsak, yüklü ek
kazançlar öncelikle fen adam ları, ekonomistler ve diğer birkaç
sosyal bilim dalında uzm anlaşanlar tarafından elde edilir.
B aşarılı bir tarihçi veya İngiliz edebiyatçısı da p a ra kaza­
nır, am a fırsatlar düşünüldüğünden çok daha azdır. Bu ko­
n u d a güvenilir istatistik lerd en haberdar değilim, fak a t ta h ­
m inim e göre, H arv ard ’m Fen ve E debiyat F akültesi hocala­
rın d a n sadece üçte biri, ücretlerinin %20’si ya da fazlasını
üniversite dışında kazanabilm ektedir. Bu %20’yi önemli öl­
çüde a şan ların sayısı ise çok azdır. Ü niversite yaşam ının p a­
rasa l yönü dikkate alındığında, birçok ldşi için ücret belirle­
yici olarak düşünülebilir.

Merdivenin Alt Basamaklarından Görünüm


M eslektaşlarım dan bir kısm ı, özellikle henüz sürekli k a d ­
roya sahip olm adan deneme döneminde olanlar (Bölüm 10’a
bakınız), m esleğim iz ve zevkli yönleri konusunda değişik bir
görüşe sahip olabilirler. B unlar söylediklerinin durum undan
175

m em nun ve kendini beğenm iş b irine özgü olduğunu, “tu zu


k u ru ” olan lar için geçerli olduğunu, m erdivenin b a sam a k ­
la rın ı tırm a n m a k ta olan genç bilim a d am ları ile tepeye hiç­
b ir zam an ulaşam ay acak olanlar için hiçbir anlam ta şım a ­
dığını düşüneceklerdir. Hiç kim senin göreve kadrolu profe­
sör o larak başlam am asın a ve çoğum uzun aynı acıların bir
kısm ını yaşam ış olm am ıza k a rşın , bu an laşılab ilir bir duy­
gu d u r. D eğişen te k şey m esleğin ilk y ılların d a ak adem ik
p iy a sa n ın d u ru m u d u r. Ö rneğin 1950’le r iş a ra y a n la r için
o rta lam a n ın a ltın d a b ir dönem di. İyi bir iş bulm ak güçtü
Ja p o n y a ’da a ra ş tırm a öğrencisi geçirdiğim son yılı (1957-
58) çok iyi hatırlıyorum . Evliydim, çocuğum vardı, son bir
u m u tla ülkem den iş önerisi bekliyordum . İlk b a h a rın sonla­
rın a doğru, en sonunda, B erkeley’den olum lu y a n ıt geldi.
B u b a n a yap ılan tek iş önerişiydi. B una karşılık, 1960’lar
iş o lan a k ları b a k ım ın d a n tüm üyle o lağ an ü stü idi. Ç ünkü
S p u tn ik ’in ve “B üyük Toplum ” p o litikalarının ard ın d an , ü l­
k e n in h e r bölgesindeki ü n iv ersiteler büyüm eye ve genişle­
m eye b aşlad ılar. Talep o k a d a r yüksekti ki, istih d am s ta n ­
d a rtla rı m uhtem elen aşağıya çekildi. 1970’lerin hem en h e ­
m en tam a m ı ile 1980’lerin ilk y a rısı boyunca, h ü k ü m etin
eğitim e getirdiği bütçe k ısıtla m a la rı ve genel stagflasyon,
öğ retim ü y e le rin in iş o la n a k la rın ı çok k ö tü b ir d u ru m a
soktu. E n iyi genç bilim adam ların ın birçoğu iş b u lm ak ta
g ü ç lü k le rle k a rş ıla ş tı. G ünüm üzde d u ru m iyiye gidiyor.
Ç ünkü, İkinci D ünya S avaşından hem en sonra göreve b a ş­
lay a n öğretim üyeleri kuşağı yetm iş y a şm a y ak laşıy o rlar
ve yüksek öğrenim k u ru m la n ekonom ideki genel düzelm e­
den p a y la rım alıyorlar. Ü niversitelerde iş bu lm ak ve yük­
selm ek için y arışm ak zorunda olan genç öğretim ü yelerinin
r u h d u ru m u n u n , ak ad em ik p iy asad ak i f ır s a tla r la y a k ın ­
dan ilgili olduğu açıktır. B iraz yaratıcı olan y a da y a ra tıc ı­
lığa y a k la şa n h erkes h e r zam an a ra n ır olacaktır; am a en
ü s t düzeydeki boş k a d ro la rın az sayıda olm ası, çok büyük
yetenekleri olan kişilerin bile ru h d u rum unu büyük ölçüde
etkileyecektir.
176 ®A ka d em ik Yaşam

Bu konu, sadece piyasanın iyi ya da kötü olm asına bağlı de­


ğildir. Bölüm 10'da anlatılan ve “terfi etm eyen atılır” şeklinde
özetlenebilecek deneme süresi sistem inin varlığı nedeniyle,
"genç öğretim üyelerine" her zam an acımasız görünecektir. Bu
terim in kullanılm ası bile küçümseyici bir hava verir. "Genç"
olarak tanım lanan bu kişilerin hepsinin doktora dereceleri
veya bunun yerini tu ta n ileri dereceleri vardır. B unlar, ge­
nellikle otuzlarında, yetişkin ve birçok durum da konularında
ulu slarası çapta otoritelerdir. Teknik yeterlilikleri ve en ge­
lişm iş araştırm a aygıtlarım kullanm adaki becerileri, büyük öl­
çüde daha sonra eğitim görmüş olm alarına bağlı olarak, çoğu
zam an kıdem li m eslektaşlarm m kinden üstündür. Bunlar, öğ­
retim , araştırm a, danışm anlık, yahut komite görevleri ba­
kım ından, kendilerinden yaşlı olanlarla tüm üyle aynı şeyleri
yaparlar. Gerçekte genç öğretim üyelerine, en az istenen gö­
revlerin yıkılm asına alışılmıştır. Kimsenin istemediği zorunlu
dersler, yine kim senin arzu etmediği öğrenci danışm anlığı, sa­
bahın sekizindeki ya da Cuma öğleden sonraki dersler onlara
yüklenir. Şimdi, sürekli kadroda olmayan öğretim üyelerinin
durum undaki tuhaflığa bakalım: Bunlar, yarı m aaşla, daha
düşük statüde, olanaklardan daha az y ararlan arak ve belirsiz
bir gelecek için, kıdemli öğretim üyelerinin yaptığı görevin ay­
nısını yerine getirirler. Bu garip bir durum dur; insanı işinden
soğutur.
H iyerarşik bir düzenin diğer bir örneği olan orduda, subay
kadrosu, ücretleri ve ayrıcalıkları birbirinden farkb olan rütbe
gruplarına bölünm üştür. Bu bölünmeler, kıdem derecelerini,
görevleri ve sorum lulukları yansıtır. Bir takım a kum anda et­
m ekle bir orduya kum anda etm ek aynı şey değildir. Görevi
halikıyla yapabilmek için bir generalin yardım cılara duyduğu
gereksinim , bir teğm eninkinden daha fazladır. Bir avukat fir­
m asındaki, ortaklığa aday elem anlar ile tam ortaklar a ra ­
sındaki ayrım, üniversitedeki derecelendirmeye daha çok ben­
zemektedir. B urada bile, üniversitedeki durum farklı bir
nitelik gösterir. Çünkü avukatlık firm alarında, ortaklığa aday
olanlar, ortaklara yardım eder veya onların gözetimi altında
177

çalışırlar. Ü niversitelerdeki durum un bununla hiçbir ilgisi


yoktur. Yardımcı profesör kim senin yardımcısı değildir; aso-
siye profesör kimseye bağlı değildir. Bu tanım lar, profesörlerle
aynı işi yaparken daha düşük m aaş alan ve sekreterlik des­
teğinden daha az yararlan an bağımsız bilim adam larına ve­
rilen unvanlardır. B ütün bunlar, üniversite dışındakiler ve
üniversitede bulunan birçokları tarafından söm ürü düzeni ola­
ra k görülebilir®.
B ütün b u n lar yetm iyorm uş gibi, psikolojik y a ra ların en de­
rin in i açan bir darbe d a h a vururuz. Altı ya da sekiz yıllık bir
sürenin sonunda bazı öğretim üyeleri işten çıkarılır, yani re d ­
dedilir. Ü stelik bu çok yaygın bir durum dur. H arvard'm F en
ve Edebiyat F akültesinde, yaklaşık on kişiden sekizinin ba­
şına gelir. Bu oran üniversiteden üniversiteye değişse bile,
"en iyilerin üçte ikisine" dahil olan üniversitelerde görevin
uzatılm ası hiçbir zam an kesin ve otom atik değildir. Üstelik,
sürekli kadroya terfi edem em ek gelişigüzel, keyfi bir k a ra rın
sonucu değildir. Bilinm eyen bir yetkilinin sözleşmeyi ye­
nilemeyi un u tm ası ya da, sözgelimi ekonomik zorluklar gibi
bir takım geçerli nedenler ileri sürm esi yüzünden m eydana
gelmez. Tersine, üniversite ile ilişiğin kesilm esi, en ince nok­
ta s ın a k a d a r hesaplanıp, yakın m eslektaşlar tarafın d an k a ­
r a r a bağlanan ve h a tta açıklıkla yapılan bir işlemdir. Bu nok­
ta d a n başlıyarak, o bilim adam ı dam galanm ıştır ve daim a
kendisine göre h atalı olan bu olumsuz yargının nedenlerini
açıklam aya çalışm ak zorunda kalacaktır. Y akından bildiğim
9. M eslektaşlarım ın bir kısmı, bu söylediklerime karşı çıkabilir. Sürekli kadrodaki pro­
fesörlerin, hem üniversite içinde hem de dışında daha ağır yöneticilik görevleri olduğunu öne
süreceklerdir. Birçoğu ulusal komitelerde hizmet verir, çeşitli bilimsel derneklerde ve m es­
lek kuruluşlarında a k tif görev yaparlar. Erdemli profesörler, doktora tezlerini yön­
lendirmekteki yüklerinin daha fazla olduğunu ileri süreceklerdir. Bireysel durum lar farklı
olsa da bu savların, her durum da geçerli olacağını kabul etmiyorum. Yönetim işinin kül­
fetleri olduğu k ad ar yararları da vardır ve pek az kişi bu görevlere istemeye istemeye gelir.
Aynı şey ulusal hizm et için de geçerlidir. Üstelik, her profesörün o k a d ar fazla doktora öğ­
rencisi yoktur; olduğunda da o profesörün eııtellektüel mükemmelliğinin göstergesi olarak
kabul edilir. Tek belirgin fark, sürekli kadroya alınmamış öğretim üyelerinin, kadroya yük­
selme işlemleri ile ilgili emek yoğun çalışm alara katılm am alarıdır. Bu, iki grup arasındaki
uçurum u haldi gösterebilecek bir fark olamaz.
178 ®A ka d em ik Yaşam

benzeri duru m lard a sonuç, belki en yüksek m esleki başarı ve


ödüllerin bile iyi edemeyeceği bir yaradır.
B ütün göstergelere göre çok zeki olduğu belli biri, neden
kendisini kıdem siz bir öğretim üyesinin d urum una dü­
şürm ek ahm aklığında bulunur? B unlar m azoşist m idirler?
Asla değil; yaptıkları akla uygun bir seçimdir. Ç ünkü öğ­
retim üyeliğinin ilk yıllarındaki acılar karşısında, sürekli
kad ro n u n ödülleri ağır basar. Ekonom istlerin “açıklanm ış
tercihler” dedikleri şey bu durum u aydınlatır. H enüz sürekli
kadroya alınm am ış öğretim üyeleri, herşeyden daha çok, en
iyi üniversitelerde profesör olmak istem ektedirler. Diğer çe­
kici seçenekler kesinlikle ikinci tercihleridir. K endilerine sö­
m ü rü k u rb an ı denen bu kişiler, tav ırların d an ve herşeyden
önce de d av ranışlarından anlaşılacağı üzere, akadem ik y a ­
şam ın erdem lerine bütünüyle inanm ışlardır.
B u konudaki kan ıtlarım sadece izlenim lerim e dayanm akla
birlikte, yakından tan ıyanların, en iyi ve yetenekli lisan sü stü
öğrencilerin ve genç öğretim üyelerinin, üniversitede kalm ayı
istedikleri konusunda benim le aynı görüşü paylaştıklarını
sanıyorum . Bu, fen ve edebiyat dallarında kesinlikle doğ­
rud u r; aynı ölçüde olm am akla birlikte profesyonellerin ye­
tiştirildiği okullarda da geçerlidir. Ekonomi, hem üniversite
içinde hem de dışında kullanılabilecek beceriler kazandıran
bir alan olduğundan çok iyi bir örnek olabilir.
Ekonomi dalında H arvard'dan m ezun olan birçok kişi, ban­
kacılıkta veya devlet hizm etinde ya da belki u lu sla ra rası k u ­
ru lu şlard a çok iyi yerler elde etm iştir. Kim isi ise büyük ser­
vet yapm ıştır. B unların isim leri ve b a şarıla rı konuşm a
sırasında geçerken, bir yandan da ü z ü n tü belirtilm esi ola­
sılığı güçlüdür: "Rubinstein, M an h attan 'm dörtte birine
sahip ve Am erika B irleşik D evletleri B aşkanı’n a da­
nışm anlık yapıyor. Ben onu oldukça parlak bir genç olarak
hatırlıyorum . Ne yazık ki Berkeley'de profesör olabilecek
k a d a r iyi değildi." R ubinstein, bu görüşlere katılm ayabilir
am a, bütün kadem eler deki öğretim üyelerinin düşünüş bi­
179

çim inin böyle olduğuna inanıyorum . Ü niversitelerde iş bul­


m an ın güç olduğu 1970'ler boyunca ve 1980'Ierin başında, iş
y aşam ındaki bol kazançlı pozisyonlara geçen bazı başarılı öğ­
renciler tanıyorum . B unlar önlerine çıkan ilk iyi fırsatta a k a ­
dem ik yaşam a dönm ekten m u tluluk duym uşlardır.
A slında, sürekli kadroda olm ayan öğretim üyelerinin çoğu,
ilk işe başladıkları okulda olm asa bile başka bir yerde sürekli
kadro bulurlar. Akadem ik görev olanağının bol olduğu za­
m an la rd a bile, en iyi birkaç okulun, yetenekli bilim adam ­
la rın ın hepsine kadro verm esi m üm kün değildir. Ancak, bn
gibi d u rum larda, örneğin H arvard, Stanford ya da Chi­
cago’da kadrosuz olarak çalışm ış olmak, A m erika'nın daha
m ütevazı am a iyi bir üniversitesinde çok iyi bir konum u
hem en hem en garantiler. Diğer dönem lerde, iyi bir yerde sü ­
rekli kadroya girm ek, ulaşılm ası daha zor bir hedeftir.
1970'lerde, üyeleri hiçbir zam an "yukarıya” çıkam ayıp hep
“kapı dışarı edilen” bir akadem ik gezginler sınıfı oluşm uştu.
B unlar h er zam an, ziyaretçiler d u ru m u n a düştü ler ve hiç
k uşkusuz bir kısm ı öğretim üyeliğini bırakıp daha ko­
nuksever u ğ raşla ra geçtiler. Bu bahtsız grubun sayısı ta h ­
m in edilemez. Kişisel gözlemlerime d ayanarak bunların sa­
yısının çok fazla olm adığını sanıyorum . E n tepedeki
üniversitelerde görev yapan genç bilim adam larının gü­
venliğe ulaşm ak için bir kadem e daha aşağıdaki bir okula
gitm ek zorunda kalabilm elerine rağm en, sürekli kadroya
geçmek üm itsiz bir beklenti değildir. Bu, kaliteyi ülke çapm a
y ay ar ve ülkem izde birçok k usursuz bilim m erkezinin ge­
lişm esinin nedenlerinden biridir.
B u konuda bir-iki ince noktaya d a h a değinm ekte y arar
var. Benim görüşüm e göre, akadem ik yeteneği olan in san lar
kabaca iki kategoriye ayrılabilir: Ö ğretim ve a ra ştırm a ko­
nu su n d a büyük bir k arşılaştırm alı ü stü n lü ğ ü olanlar (bun­
la rın bazıları b aşk a hiçbir iş yapam ayacak durum dadır) ve
dah a genel yetenekleri olanlar (bunlar başka birçok işi de
aynı ölçüde iyi yapabilecek kişilerdir). Birinci g ru p ta olanlar
180 e A kadem ik Yaşam

üniversite yaşam ının çekiciliğine kendilerini kolayca kap­


tır abilirler. B unlar, derinliğine bilgiyi ve fikir cim nastiğini
severler. M esai saatlerinden haz etm ezler ve kendilerinin
p atronu olmak isterler. K itapları ve düşünceleri in sa n la ra
tercih edebilirler. H arvard Crimsorı’nn “Gerçek D ünya” adım
verdiği şey onlara itici gelebilir. Hepimiz bu tipin birçok ör­
neği ile karşılaşm ışızdır; bu, bir öğretim üyesinin hem en
hem en herkes tarafın d an kabul edilen bir k a rik a tü rü d ü r ve
bunda bir parça gerçek payı da vardır. İkinci grup ise, ancak
yapm ak zorunda oldukları m addi özverinin çok yüksek ol­
m adığı durum larda, akadem ik yetenek grubuna katılacaktır.
P iyasa iyi olduğu zam an bize k atılm ak tan zevk duyarlar; pi­
y asa zayıf olduğunda ve m esleklerini kullanabilecekleri al­
tern a tifle rin bulunm ası durum unda, üniversite duvarlarının
çok ötesine giderler. Sadece eğilim leri akadem ik ala n larla sı­
nırlı kişilere bel bağlam akla, yeterince büyük bir yetenek
topluluğu sağlanam ayabilir. Çalışm a koşullarım ızı çekici du­
rum da tutabilm ek için çaba harcam am ızın bir nedeni de
budur.
"Terfi etm eyen a tılır” acımasız bir k u rald ır ve sürekli kad­
roda olm ayanların ıstırabının tem elinde bu yatar. Gerekli ve
savunulabilir bir uygulam a olsa da dostça bir hoş geldin işa ­
re ti sayılam az. A lt düzey pozisyonların sürekli kadroya çev­
rilebildiği (Bölüm l l 'e bakınız) ve sosyal D arw inizm ’in d ah a
örtülü olduğu okullarda, geçici olarak denem ek için işe alı­
n a n la rın duy d u ld an endişe daha az olabilir. Ama denem e dö­
nem i bir sınavdır ve tanım ı gereği sonucu belirsizdir. B un­
ların hepsi doğrudur, am a genç m eslektaşlarım ızın çektikleri
acı bize zevk verm em elidir. Bir üniversitede süreli atam a,
k a tıla n la rın çoğunun elenerek reddedildiği bir ta rik a ta giriş
sınam asına dönüştürülm em elidir. “Terfi etm eyen a tılır” k u ­
ralı, ancak sürekli kadrodakilerin kalitesini yükseltm enin
bir nedeııi olarak gösterilebilir ve geleceğin adaylarına uy­
gulanan küçük düşürücü hareketler ve aşağılayıcı dav­
ran ışla r perform ansı olumlu yönde etkilemez.
181

Ü niversitenin sürekli hissedarı konum unda bu­


lunanlarım ızın, sürekli kadroda olm ayan çalışm a a r­
kadaşlarım ıza karşı nadiren layıkıyla y a h u t incelikle yerine
getirebildiğim iz iki görevimiz vardır. Birincisi, kendim izi her
zam an onların yerine koyabilmeliyiz. Böylece, onlarda en­
dişe, acı ve a ra sıra sinir bozukluğu y a ra ta n şeyleri an­
layabiliriz. D ünyaya onların perspektiflerinden b a k m a k ,
d ah a düşünceli, daha destek verici ve d ah a anlayışlı b ir tavır
takınm am ızı sağlayacaktır. Ayrıca küçük ve önemsiz sı­
k ın tıla r da ortad an kalkacaktır. Diğer görev ise bu bilim
ad a m ların a denem e dönemleri süresince, kendilerini en-
tellektüel olarak olabildiği kad ar iyi bir biçimde ge­
liştirebilm eleri için uygun ortam y a ra tm a k tır ve b n ke­
sinlikle kendi yararım ızadır. G ereksinm eler, içinde
bulunduğum uz döneme, kendi bilim alanlarım ıza ve çeşitli
diğer k o şullara göre değişecektir. Benim deneyim lerim e göre,
en iyi üniversitelerim iz bile bu görevleri yeterince yerine ge­
tirem em ektedir. Bn konuda bazı m ütevazı önerilerde b u ­
lunm ak isterim .
G ünüm üzde eşlerin ikisinin de m eslek sahibi olduğu ai­
lelerde eşlere iş bulunm asında yardım cı olmak ve kreş gibi
o lanaklar yoluyla bazı sorunlar çözülmektedir. Ü lkenin bazı
yörelerinde k ira yardım ı son derece önem taşır. B ütün b u n lar
pahalı ve h erk esin bildiği adım lardır. Çok daha az anlaşılan
ancak n ad iren uygulanan ilke ise, mesleğe bağlı ek ola­
n a k la rın öğretim üyeleri arasındaki sınıflandırm aya ba­
k ılm adan sağlanm asıdır. D aha önce işa re t ettiğim üzere,
bizim hiyerarşim izin olağandışı bir özelliği, aşam a ve dü­
zeyleri ne olursa olsun, b ü tü n üyelerim izin tem elde aynı iş­
leri yapıyor olm asıdır. O zam an sekreterlik hizm eti, a ra ş­
tırm a yardım ı, laboratuvar aletleri, ya da kongrelere
katılabilm ek için yol parası gibi şeylerde neden profesörlere
öncelik tan ın ır?(10) Bu ek olanakların d ah a adil biçimde da­
ğıtılm ası, yani kaynakların yeniden dağıtım ı, genç m es­
lek taşlarım ızın potansiyellerini tam olarak ger­
çekleştirm elerine yardım cı olacak ve üniversite içinde
182 • A ka d em ik Yaşam

yükselm e şanslarım artıracaktır. B una bağlı olarak m oral


yükselecek, m aliyet karşısında alm an verim a rtacak tır. Ü ni­
versite içindekileri terfi ettirm ek d ışardan bir “yıldız” ge­
tirm ek ten çok d aha u c u z d u r11-1.
Son önerim, uygulamaya konması en güç olanı, ama belki de en
önemlisidir. Akademik bölümler, danışmanların ve meslektaşlık
görevini ciddiyetle yerine getirecek kıdemli öğretim üyelerinin
katkısı ile, genç öğretim üyelerine, aynı topluluğun bir üyesi ol­
dukları duygusunu vermek zorundadırlar. Kıdemsiz öğretim üye­
leri kimsenin yardımcısı değildirler, onlar gelip geçici ziyaretçiler
gibi değil, en azından birlikte çalışılan meslektaşlar olarak gö­
rülmelidir. İyi bir akademik bölüm bir aileye benzemelidir: Des­
tekleyici, yol gösterici ve besleyici. En ideal durumda, bölüm, genç
üyelerinin ilerlemesine ortak olarak, herbirinin ya­
pabileceklerinin en iyisine ulaşmalarına yardımcı olabilir. Bun­
ların hiçbiri, sonuçta ortaya çıkabilecek bir red olayının acısını
dindirmez. Red olasılığı çok yüksektir. Ama acı daha az olacak
ve zamanla hoş anılara dönüşebilecektir. Bu anılar, akademik
yaşam a özenebilecek yeni kuşak öğrencileri olumlu yönde et­
kileyecektir. Kısır döngü verimli bir döngüye çevrilebilir.
Üniversiteyi profesörlerin bakış açısından tanıtırken, sürekli
kadrodan yer yer söz ettim Akademik iş güvenliği önemli ve
çoğu zaman yanlış anlaşılan bir konudur. Bir sonraki bölümde
bu konuyu irdeleyeceğim.

10. Ne demek istediğimi açıklayayım. Benim kıdeme göre çalışm a odası ayrılm ası konusunda
herhangi b ir sorunum yok. Bu yüzeysel b ir sorundur; Göreceli olarak işin niteliğini ve ni­
celiğini etkilemez. (Bu kütüphanelerde yürütülen çalışmalar için doğru değildir; orada bu
gibi şeyler çalışm anın nitelik ve niceliğini etkileyebilir). Sekreterlik hizm etleri ya da a ra ş­
tırm ada yardımcı hizm etler, mesleki çalışm alara, çok daha fazla, doğrudan etkide bulunur.

11, Ümversifce-iei terfiden yararlananlar, genellikle geleceği parlak genç bilim adam larıdır. B un­
ların pazarlık gücü, rakip bir üniversitede yerini sağlam laştırm ış bir yıldıza göre daha azdır.
Ü niversite, B ir Dekan A nlatıyor ® 1S3

10. BÖLÜM
S ü rek li K a d ro S istem i
Anlam ı

A kadem isyen olm ayanların ezici çoğunluğunun, sürekli


kadro k av ram ın a derin bir kuşkuyla baktık larım uzun
zam an önce anlam ıştım . Son olarak, The Econom ist dergisi(1>
sürekli kadroyu, öğretim üyelerine “kimseye hesap verm e zo­
ru n d a olm adan, az gelirli bir h u z u r içinde düşünebilm eleri
(veya oyalanabilm eleri)" için verilen bir sözden başka birşey
değildir diye tanım ladı. Genel kam , h er nedense, bizlerin
yani akadem isyenlerin, bir şeyleri kapıp kaçtığım ız bi­
çim indedir. B una göre öm ür boyu g arantili bir iş, tem belliğe
neden olur, özendirici önlem leri etkisizleştirir, görevde ba­
şarısızlığa doğrudan k a tk ıd a bulunur. Tohum a kaçm ak için
biçilmiş kaftandır. Bu geleneğin ah lak a ve h a tta A m erikan
yaşam biçimine aykırı olduğu doğrultusunda bir inanç da
vardır. B u olumsuz görüşlere, lisans düzeyindeki öğ­
rencilerin yaygın olarak inandıkları üzere, en sevdikleri öğ­
retm enlerin sistem li olarak sürekli kadrodan yoksun bı­
rakıldığı sanısı eklenebilir. B u n a bir de sürekli kadroda
olm ayan genç öğretim üyelerinin, kendilerine yükselm e yol­
larım k apayan alçak m o ruklardan d a h a akıllı ve d ah a iyi ye­
tişm iş oldukları inancım da eklersek, ayrıntıları tam am lam ış
oluruz.
B u duy g u lan biraz abartm ış olabilirim. D aha sonra üze­
rinde duracağım çeşitli nedenlerle b u n lar şaşırtıcıdır. Ame­
rik a B irleşik D evletleri’nde akadem isyenlere sürekli kadro
verilm esine 1920'lere k a d a r u zan an hukuki ve sosyal bir ta-
İ. ‘The Tenure T em ptation' <
‘18 Şuhdt 1987.
184 ®Sürekli Kadro Sistem i

rih i vardır. B urada bunu anlatm ayacağım ® . Ben geçmişle


değil, şim diki zam anla ilgileniyorum . Bu durum da bile genel
bir tanım lam a ve açıklam a güçtür. A m erika Birleşik Dev­
leti eri’n dek i üniversite ve kolejlerin % 94unde(3) kim i öğ­
retim üyeleri yaşam ları boyunca (yani saptanm ış emeklilik
yaşm a kadar) işlerini korurlar. Görevlerini ciddi biçimde
ihm al etm edikleri, bedeni ve akli m elekelerini kay­
betm edikleri, ciddi bir ahlaki düşkünlük gösterm edikleri ya
da üniversite çok ciddi bir m ali sıkıntıya düşmediği sürece,
bu öğretim üyeleri yönetim tara fın d a n görevden alınam azlar.
Ayrıca, sürekli kadrodaki bir profesörün görevden alı­
nabilm esi için (bu seyrek görülen bir olaydır) bazı idari ve
jmsal işlem lerin yapılm ası gerekir. E lbette, sürekli kadro
veren sözleşmelerde belirtilen gereklerin yerine getirilm esi
için, yargı yoluna başvurm ak da olanaklıdır® . Üzerine ba­
sarak profesörler diyorum, çünkü bir öğretim üyesinin sü­
rekli kadro alabilm esi için, çoğu durum da üç ilâ sekiz yıl
sü re n bir denem e süresi geçirmesi gerekir® .
Sürekli kadro genellikle öğretim üyelerinin derecelerine
bağlıdır. N orm al olarak profesör ve esasiye profesörlerin te-
nürleri varken, yardım cı profesör öğretim görevlisi ve okut-
2. Yüksek Öğretimde Sürekli Kadro Komisyonu’nun Faculty Tenure, (San. Fransisco; Jossey-
Bass Publishers, 1973) adlı yayınında yararlı birçok bilgi vardu*.

3. 1972!de yapılan bir araştırına, sürekli kadro uygulam asının devlet üniversiteleri ve özel
üniversiteler ile dört yıllık devlet kolejlerin tam am ında, özel kolejlerin %94'ünde, iki yıllık
ön lisans okullarının (hem devlet hem de özel) üçte ikisinden fazlasında geçerli olduğunu,
önemli sayıda kurum un (bunların çoğu ön lisans okuludur) sürekli kadro uygulaması dı­
şında bir tü r sözleşme sistemi altında faaliyet gösterdiklerini ortaya koymuştur,

4. H arvard'ın yönetmeliklerinde sürekli kadro hakkında söylenenlerin tam am ım aşağıya ak-


tanyorum ."Profesörler ve asosiye profesörler, aksi belirtilmediği durum larda, süre kı­
sıtlam ası olmaksızın atanırlar, Bunların, dışındakiler, üniversitenin atam a koşullarını sap­
tam a hakkını elinde bulundurm ası koşuluyla, belirli b ir süre veya belirsiz bir süre için
atan ırlar. Denetleme K urulunun onayı ile zam an zam an Yönetim K urulu tarafından ko­
şu lla n saptanm ış Öğretim görevine a ta n an öğretim üyeleri, sadece görevi suistim al ya da gö­
revi ihmal nedeniyle Yönetim K urulu tarafından görevlerinden alınabilirler. Mesleki ve yö­
netsel işler için atananlar, yönetim ciddi b ir kötü davranış olduğu ya da görevlerin
tatm in k ar bir biçimde yerine getirilmediği noktasında birleştiği zaman, bu kıırul tarafından
görevi erinden alınabilirler,

5. Bazı tıp fakültelerinde sürekli kadro için beldeme süresi on ile onild yıl olabilir.
185

m an larm y o k t u r — , Y üksek öğrenim k u ru m la n arasında, iş


güvenliği ve çalışm a koşulları bakım ından birçok farklılıklar
olduğu için durum d ah a d a karm aşıktır. Alt derecedeki öğ­
retim üyeleri (okutm anlar ve yardım cı profesörler) süreli söz­
leşm elerle göreve alınırlar. Birçok araştırm acı, bazı okut­
m an lar ve yöneticiler “zam an kısıtlam ası olm aksızın” göreve
a ta m rla r. B undan görevin sürekli olacağı anlam ı çı­
karılabilir, H arv ard ’da bu tü r kadrolar için kullanılan gayri
resm i terim “sürekli id ari kadro”dur. Bu gibi kadrolardaki k i­
şilerin, Ü niversitenin gereksinm elerinde ya da gelirlerinde
esaslı bir değişiklik olmadığı sürece görevde kalm aları bek­
lenir. S ürekli akadem ik kadro ise çok farklı ve özeldir. Ne
rektörlük ne dekanlık görevlerinde bu tü r güvence vardır.
Sürekli akadem ik kadroda olmak sadece profesörlere ait bir
ayrıcalıktır. B ununla kişinin kendi entellektüel gelişm esinin
yolunu seçme h akkı doğar. D ekan o larak ben, rektöre m ali iş­
lerden ve eğitim işlerinden artık bıktığım ı, o nedenle, önü­
m üzdeki birkaç yılı H arv ard futbol takım ının kalitesini yük­
seltm ekle geçireceğimi söyleseydim herkesin bildiği üzere
h â lâ b ir delikanlı gibi spora düşkün olan rektörüm üz benden
derhal istifam ı isterdi. Ama sürekli kadro sahibi bir profesör
olarak ben, bölüm başkanım a, a rtık Japon ik tisa t tarihiyle
uğraşm ayacağım ı, Sovyet ekonomisini incelem ek istediğim i
söyleyebilirim. N iyetlerim i gerçekleştirm em için gerekli n i­
telikleri taşıdığım ı gösterebilirsem , bölüm başkam benim
seçtiğim bu yeni yolda ilerlem em e engel olamaz. En iyi ü ni­
versitelerden birinde sürekli kadroda bulu n an h er profesör
iki büyük ödülü kazanm ış dem ektir: Bağımsızlık ve güvence.
Şimdi, akadem ik yaşam ın gerekli özelliklerinden biri olarak
sürekli kadronun olumlu yönlerini açıklamaya çalışayım. Sü­
rekli kadro lehine her zaman ilk olarak söylenen şey şudur: “Sü­
rekli kadro akadem ik bağımsızlığın asıl tem inatıdır”. Sürekli

6. H ervard'ın Fen ve Edebiyat Fakültesinde, sadece profesörlüğe yükselmiş öğretim üye-


lerisürekli kadrodadır.
186 ®Sürekli Kadro Sistem i

kadro, İtişinin doğru bildiğim öğretme hakkım , bilimsel ve diğer


konularda çoğunluğun hoşuna gitmeyen şeyleri savunm a hak­
kım, kendi anladığı biçimiyle bilgi ve düşüncelere dayanarak,
hiç kimse tarafından cezalandırılma korkusu olmadan hareket
etme hakkım güvence altm a abr. Ülkemizde, profesörlere po­
litik nedenlerle yapılan baskıların uzun bir geçmişi olduğu için,
pek az öğretim üyesi bu tü r bir güvenceyi hafife alacaktır. Ör­
neğin, kendi yaşamımda ben McCarthy’ciliğin yol açtığı tah­
ribata ve başka "cadı avlarına” tanık oldum.
Üniversite öğretim üyelerinin, grup olarak, toplumun ge­
leneklerine ortalama nüfustan daha az bağlı oldukları söy­
lenebilir. Yeni düşüncelere açıktırlar. Dolayısıyla, gençliğin ah­
lakını bozacaklarından kuşkulanılır. Özellikle tutucular bu
kuşkuyu ileri sürmeyi pek severler. Bir de, profesörler genellikle
çok konuşurlar ve göze batarlar. Düşünceleri savunmak eği­
tim inden geçmişlerdir. Üniversitede tutkular kolayca doruğa
ulaşabilir ve büyük ilgi çekebilir. Dıştan gelen saldırılara olduğu
kadar, içten gelen saldırılara karşı da korunma gerekebilir.
Yönetimlerin, dış baskı olsun veya olmasın, kendi doğru
kabul ettiklerini zaman zaman zorla uygulama eğiliminde ol­
dukları bilinmektedir. İtiraf etmeliyim ki, 1960'lann son­
larındaki karışıklıklar sırasında herhangi bir üniversitenin rek­
törü olsaydım, bazı öğretim üyelerini işten atm aktan kendimi
alamazdım. Burada popüler olmayan düşünce ve konuşmaları
değil, öğrencilere özellikle örnek olması gereken kişilerin ger­
çekleştirdiği oturm a ve işgal eylemlerini, şiddete başvurarak
yapılan engellemeleri ve uygar olmayan diğer davranışları dü­
şünüyorum. Geriye baktığımda, sürekli kadro uygulamasının
ve daha önemlisi akademik bağımsızlık geleneğinin, o kişileri,
benim gibilerin öfkeli tabiatından ve temel dürtülerinden ko­
rum uş olmasından m utluluk duyuyorum.
Akademik özgürlük ihtiyacım hiçbir şey ortadan kaldıramaz.
Özgürlüğün olmaması günümüzde dünyanın birçok yerindeki
üniversiteleri karikatüre çevirmiştir. Güç olan, akademik ba­
ğımsızlık ile sürekli kadro uygulaması arasında sıkı bir ilişki
187

kurabilm ektir. Sürekli kadroda olmayan genç öğretm enlerin


korunm aya, h a tta daha çok korunm aya ihtiyacı yok m udur?
Sürekli kadroya girm iş korkusuz m eslektaşlardan oluşan bir
grubun herkesin özgürlüğü için bir g aranti oluşturduğu za­
m an zam an söylenir. Bu inandırıcı değildir. Bu efsanevi gru­
bun etkili olabilmek için, özgürlüğün tehdit altında olduğu ve
tartışm a la rın çoğaldığı anda birleşm esi gerekir ki bu boş bir
hayalden ib are ttir. Bu konuda varsayım lar geliştirm em ize
gerek yoktur. 1950’lerin başında H arvard’daki birçok okut­
m an ve yardım cı profesör, M cCarthy usulü politik baskıların
kurbanı oldular. Süreli atam a sözleşmelerinin bir kısm ı za­
m an ın d an önce bozuldu. Bazıları, politik görüşlerinin veya
politik ku ru lu şlarla bağlantılarının incelenm esinden k u rtu la­
bilm ek için görevlerinden “gönüllü” olarak ayrıldılar. H er yer­
de benzeri şeyler görüldü, am a ben kıdem li öğretim üyeleri­
nin bu durum a geçtiklerini hiç görmedim. Yine de bazılarının
özgür olm asının hiç kim senin özgür olm am asından iyi oldu­
ğuna k uşku yoktur. Sürekli kadroların, akadem ik bağımsızlı­
ğı sürdürm eye yardımcı olduğu kabul edilmelidir.
B ununla birlikte, Am erika Birleşik Devletleri, şu sıralar,
örneğin yirm ibeş yıl öncesine göre, çok daha hoşgörülü b ir ül­
kedir. E skisine göre daha az taşralıyız, daha bağışlayıcıyız.
D aha m üsam ahalıyız (kimileri m üsam ahada aşırıya kaçtığı­
mızı düşünüyor). Toplum un kabul edebileceği davranış ve dü­
şünce yelpazesi gitgide genişliyor. M ahkem elerim iz de birey­
lerin hakkını korum akta daha etkinler. B ütün bunlar nede­
niyle akadem ik özgürlük şu sıralar özel bir tehdit altında ol­
m ayabilir, am a geriye dönüş her zam an m üm kündür. Yakın
bir gelecekte böyle bir dönüşün gerçekleşeceğini pek sanmıyo­
rum ; am a gelecekte ne olacağını kim bilebilir?'7'

7. “Çağımızda öğretim üyelerinin İnanç ve ifade özgürlülderinin güvence altın a alınm ası için
verdikleri mücadele k ad ar başarı sağlamış pek az mücadele vardır. K azanılm ış savaşları
sürdürm e eğilimine kap ılarak bu konuda yanlış yola sapmamaiıyız”. John K enneth Galb-
ra ith ’in 27 M art 1986Jda California Ü niversitesi Berkeley K am p u sü nda yaptığı konuşma.
Akademik bağımsızlığın etkili biçimde korunm asında yaşam boyu sözleşmelerden başka
şeyler de düşünülebilir. Örneğin, tarafsız üyelerden oluşan şikayet komiteleri.
188 ®Sürekli Kadro Sistem i

Yaşam boyu sü ren iş sözleşm elerinden y an a ileri sü ­


rebileceğim bir diğer şey de iç disiplinin kaynağı olarak sü ­
rekli kadro adını verdiğim nedenlerdir. Sürekli kadro ver­
m ek, k urum lar, bölüm ler ve m eslektaşlar için pahalıdır.
Böyle bir kadroyu veren, üniversite uzun bir süre boyunca
(ortalam a en az yırm ibeş yıl olarak düşünebiliriz) oldukça
yüksek bir m aaş ödeme yüküm lülüğü altın a girecektir. A ka­
dem ik bölüm lerin, kadroları bu süre boyunca dolmuş olur ve
olası bir yanlışlığın neye m al olabileceği konusunda en­
dişelenm ekte haklıdırlar. Sürekli kadroya giren kişinin pro­
fesörlüğümü geri alm ak hem en hem en olanaksızdır. Ve kim
yanlış k a ra r sonucu o göreve gelmiş bir kişiyle yirm ibeş yıl
beraber çalışm ak ister? Doğal olarak bu durum , k u şak lar
boyu öğrencileri de etkileyecektir. Sürekli kadro konusunda
bölüm ün vereceği yanlış bir k arar, eğitim in kalitesini doğ­
ru d a n doğruya etkiler. Bu m aliyetin birçok bakım dan yük­
sek olm asına önemli ve hayırlı bir sonucu verilecek kadronun
sürekli olm asının bölüm leri ve onların işlem lerini kontrol
edenleri se rt ve kesin k a ra rla r alm aya yönlendirm esi ol­
m uştur. Tersi b ir durum da bu tü r k a ra rla rı alm aktan ka-
çm ılabilirdi. Bu nedenle sürekli kadro uygulam ası s ta n ­
d a rtla rın sürdürülm esinde ve yükseltilm esinde y an en
önemli etm enlerden biridir; çünkü yaşam boyu birlikte ça­
lışılacak m eslektaşların seçimi son derece ciddi bir iştir.
Fakat bn yola başvurulm ası neden gereklidir? Çünkü uzun
dönemli yüküm lülükler olmadığı takdirde, üni­
versitelerimizdeki iç disiplin kaçınılmaz hoşnutsuzlukları Ön­
lemek için sözleşmeler, “hadi bu yıl da deneyelim” diye uza­
tılacaktır. İş arkadaşbğım n önemli olduğu mesleklerde,
üniversitedeki sürekli kadro uygulamasına çok benzeyen sis­
tem lerin kullanılm ası raslantı olamaz. Buna en güzel örnek
avukatlık firm alarıdır: Firm a ortaklığı profesörlük gibidir. Gö­
revde geçirilecek süre, seçimde uygulanan disiplini de ge­
liştirm iştir. Hem avukatlık firm aları hem de üniversiteler, or­
taklarım veya sürekli kadrodaki profesörlerini periyodik ve
sürekli bir biçimde sınam aktan kaçınırlar. Bu, zam an alıcı, bö­
189

lücü ve iş ortaklığı idealini yıkıcı olabilir. Bir kez sınam a ye-


terlidir: O rtakların seçildiği ya da sürekli kadro verildiği
zaman. F ak at bu "bir kez" olağanüstü katı stan d artlara bağlı
olmalıdır.
Sürekli kadro uygulam asından yana geleneksel başka gö­
rüşler de vardır. Bu uygulam anın üniversitelerin tu tarlı ol­
m asına yardım ettiği söylenir. Bunun sağladığı güvenceden ya­
rarlan an kişilerin başkalarına karşı kişisel rekabetin
yararlarına göre değil, daha adil ve daha profesyonelce dav­
ranm aları beklenir. Sürekli kadro uygulam asının ayrılmaz bir
parçası olan “terli etmeyen atılır” sistemi, kıdemsiz öğretim
üyelerinin uzun süreyle sömürülmesini engellerdi Bütün bun­
lar bir dereceye kadar geçerlidir. Japon fabrikasından bir
A m erikan hastahanesine kadar, diğer atam a biçimlerinin de
aynı ölçüde akla yakın olduğu düşünülebilir. Benim için, ün i-
versitedeki sürekli kadro uygulam asının özü bir başka örnekte
görülür.
Ben sürekli kadroyu toplumsal sözleşme olarak dü­
şünüyorum. Üniversitelere uygun ve gerekli bir toplum sal söz­
leşme biçimi. Uygundur, çünkü y ararları sakıncalarından faz­
ladır. Gereklidir, çünkü yokluğu, uzun dönemde öğretim
kadrosunun kalitesini düşürür. Öğretim kadrosunun kalitesi
ise üniversite yaşam ının temel taşıdır. En iyi öğretim üyeleri,
en iyi öğrencileri cezbeder, en iyi m ezunların verilmesini sağ­
lar, en fazla araştırm a desteğini ve benzeri şeyleri getirir. Eko­
nominin diğer birçok sektöründen farklı olarak, teknolojik (ve
örgütsel) gelişme olanakları yüksek öğrenimde daha kısıtlıdır.
Em ek yerine sermaye konulması da pek işe yaramaz. Hemen
herşey insan kalitesine bağlıdır.
Daha önce göstermeye çalıştığım üzere, meslek hayatımız
"iyi bir alışveriş" olarak tanım lanabilir. Yapmak zorunda ol­
duğumuz, zevksiz gündelik işlerin sayısı azdır; çoğumuz için
çalışmak, hoş bir ortam da zevkli işler yapmak anlam ına gelir.
8. "Ya yukarı, ya da kapı dışarı'1sistemi, ten ü r vermeden de uygulanıyor olabilir.
190 * Sürekli Kadro Sistem i

B ununla birlikte, göz önüne alınm ası gereken bir yön daha
vardır. Büyük üniversitelerde kıdemli öğretim üyeleri olarak
görevimiz, yüksek zekâ, özel yetenekler ve inisiyatif gerekti­
rir. B unlar her yerde aranan niteliklerdir, işletm ecilik için de
benzer n itelikler gereklidir. Bu m esleklerin bazıları, önemli
bir riskin yanı sıra çok daha büyük maddi ödüller v aat eder.
M esleklerim izi seçerken hepim iz değişik seçeneklerle k arşı
karşıya kaldık ve bunların hem en hepsi öğretim üyeliğinden
belki de daha çekiciydiler. H arvard Üniversitesi Fen ve Edebi­
y at F akültesi’nde bir profesörün yıllık ortalam a geliri günü­
müzde (1988-89) 70.000 dolar civarındadır. Bu m iktar, Ameri­
ka B irleşik D evletleri üniversitelerinde en yüksek ortalam a
ücretlerden biridir. Sürekli kadrodaki öğretim üyelerinin yaş
ortalam ası ellibeştir ve bu profesörler de konularında dünya­
nın sayılı otoritelerinden olarak bilinirler. Hepsi doktora dere­
celi yardım cı profesörler göreve yılda 32.000 dolar m aaşla baş­
larlar. B una karşılık, okuldan yeni çıkmış hukukçular, New
York hu k u k firm alarında 70.000 dolar alırlar. Teddy Roose-
velt.’iıı 1905’te söyledikleri günümüzde de geçerlidir.
... B ütün işlerin en yücesinin, karşılığında elde edilen şeylerden hiç­
b ir şekilde etkilenm eyeceğini kesinlikle biliyorum... Ancak biz top­
lum olarak bilim sel başarıyı nerdeyse görmezden gelip ödüllendiril­
m esi için hiçbir şey yapm azsak, bunun hırslı zihinler üzerinde olsa
olsa kötü bir etkisi olabilir™.

Akadem ik kariyer, bugün de, birşeyler karşılığında başka


şeylerden vazgeçm ek dem ektir. Ödenen bedel ekonom iktir
ve sık ın tılar aile tara fın d a n paylaşılır. Elde edilen y ararlar,
d a r anlam ıyla m addi değildir ve b u n ların en önem lilerinden
biri sürekli kadrodur. Sürekli kadroya girm ek genişletilm iş
bir aileye k a tılm a k gibi bir şeydir; toplum sal sözleşme işte
budur. H er iki ta r a f da boşanm a isteğinde bulunabilir: Ü ni­
versite ancak en olağandışı durum larda, profesör ise Islam i
y asalar çerçevesindeki b ir erkek k a d a r kolayca boşanabilir.

9. B aşk an Theodore R eosevelt’in 28 H a z ira n 1905'te H a rv a rd Ü n iv e rs ite sin d e , yaptığı


konuşma.
191

Bu eşit olmayan bir anlaşm a değildir, çünkü üniversite ye­


tenekli in sanlardan payım alm ak gereksinim indedir; öğretim
üyelerine ise daha düşük ekonomik ödül karşılığında, yaşam
boyu güvence ve aile ilişkilerine benzer bir ortam sağlanır.
Dekan olarak ben sürekli kadro uygulam asını bu şekilde yo­
rum ladım ve bu toplum sal sözleşme yorum unu uygulam aya
geçirmek için çok fırsatım da oldu. Kapım m eslektaşlarım a
her zam an açıktı ve H arvard'm kaynaklarım , mesleki olduğu
kadar kişisel meselelerde de m eslektaşlarım ın em rine sun­
m aya çalıştım. Alkolizm, boşanma, uzun süreli h astalık gibi
sorunların hepsi bana ulaştırıldı; bunlara bir aile havasında
çözümler arandığını sanıyorum. Bizim Fen ve Edebiyat F a ­
kültem izde, profesörler için ayrıntılı bir hastalık izni po­
litikası yoktu; gayriresm i olarak ve büyük bir cömertlikle çö­
züm ler bulunurdu. Öğretim üyelerinden biri felç geçirdi ve
altı yıl süreyle görev yapamadı. Fakülte kendisine ücret öde­
meye devam etti. Belki kötü bir işletmecilik am a çok iyi bir
aile dayanışm ası örneği.
Sürekli kadrodaki öğretim üyeleri grubuna katılm anın sağ­
lık sigortasının biraz daha cömert bir biçimi gibi anlaşılm ağım
istemiyorum. Aslında çok daha geniş bir yaklaşım , bir dü­
şünm e biçimi söz konusudur. Örneğin ortaya özel fırsatlar çık­
tığında, k u rallar ilgili kişinin çıkarları uğruna çiğnenmiş ya
da yeniden yorum lanm ıştır. Y urt dışından gelen bir davet için
yol parası veya fazladan izne gereksinme duyulabilir; yeni bir
araştırm a projesinin, başlangıç m asraflarını karşılayabilm ek
için ek para gerekebilir; ilgili kişiler her zam an dekan yoluyla
fakülte kaynaklarına başvurabilirlerdi. Herkes her istediğini
alam adı am a dekan, yaptıklarının hiçbir durum da örnek oluş­
turm ayacağım yüksek sesle ilan ederken, diğer yandan yar­
dımcı olmaya çalışırdı.
Fazla duygusal davranarak, abartılı bir babacanlığa prim
m i veriyorum? Profesörleri üniversitenin m em urları olarak
değil de p atronu bulunm ayan o rtaklar olarak alırsak, hayır.
D ekan eşitler içinde birincidir, eşiti olan bir başkası yerini
192 ® Sürekli Kadro Sistem i

alıncaya k a d a r gösteriyi yöneten bir m eslektaş. O nun uygu­


lam aları, yuk arıd an verilen lü tu flar değildir. B unlar tersine,
genel m u tluluk ve gönenç için yapılan yatırım lardır. Bu yüz­
den y a tırım la r aile girişim inin yüksek kaliteyi tu ttu rm a sı
am acıyla o rta k lar grubunun daim i üyelerine yapılır.
“Genişletilmiş aile” ve “ortaklık” gibi kavram ların üzerinde
durduğumuz zaman, sürekli kadro uygulamasının değinilmesi
gereken bir yönü daha ortaya çıkar. Emekli oluncaya kadar iş
güvenliğine sahip olmak, toplumumuzda birçok çalışanın k a r­
şılaştığı esas korkulardan birini açıkça ortadan kaldırır. Çok
daha önemlisi, toplum sal bir sözleşme olarak sürekli kadro,
yaşlılıkta saygınlığın yitirilm esini önler. Kişinin hakları gü­
vence altındadır ve emekli oluncaya k ad ar değişmez. H atta
em eklilik so n ra sın d a bile ü n iv e rsite le r çoğu em eklilerine
önemli ayrıcalıklar sağlamayı sürdürürler: Fen bilimcileri la-
boratuvarlardaki yerlerini küçültülm üş olarak korurlar, diğer­
lerine çalışma odası verilir ve bütün ortak tesislerden (kütüp­
haneler, kulüpler vs.) yararlanm ayı sürdürürler. Bunlar pahalı
alışkanlıklardır, bazıları buna kötü yönetim diyebilir ve kabul
etmeli ki bu ayrıcalıkları kötüye kullananlar da vardır<10). Bu­
nunla birlikte, ülkemizde saygınlığını koruyarak yaşlanabil­
mek son derece çekici ve o derece de az görülen bir şeydir ve
önemsiz suistim aller, bunun için ödenen küçült bir bedeldir.
Eminim ki, H arvard’daki ve diğer yerlerdeki m eslektaşları­
mın bir kısmı, özellikle elli yaşın altındaysalar, sürekli kadro
uygulam asını toplum sal bir sözleşme olarak yorum lam am a
k a rş ı ç ık acak lard ır. Y üksek y etenekli ve ü n lü genç bilim
adam larının, özellikle de sürekli kadroya geçtikten sonra buna
aldırış etm edikleri ve bu konuda hiçbir zam an endişeleri bu­
lunmadığını söylemeleri olağandır'11'. Bu kişiler kendilerini bir
yere bütünüyle bağlı görmezler, eğer üniversite değiştirmek
10. Örneğin H arvard’da W idener K ütüphanesinin az bulunur türdeki çalışma yerlerinin büyük
bîr bölümü emeldi profesörlere ayrılm ıştır ve onlar, kendilerine ayrılan bu yerleri ömür bo­
yu saldı tu tarlar. Kendisine yer aynlanlarm birçoğu bunları pek az kullanırlar, buna karşı­
lıklı çalışm akta elan gonç öğretim üyeleri kendilerine yer ayrılması için yıllarca beklerler.
11. Sürekli kadroda olm ayan bilinin bunun önemsiz olduğunu söylediğine pek taııık olmadım.
193

isterlerse, başka bir üniversitenin kendilerinden yararlanm ak


üzere çekici bir öneride bulunacağını bilirler. Bazılarının, öğ­
retim üyeleri topluluğunu genişletilmiş bir aile olarak görmekte
güçlükleri vardır. Kendilerine sağlananları vazgeçilmez bir
hak, taşıdıkları değerin onaylanması olarak yorumlarlar. Bun­
lar, doğa vergisi bir güzellikle bezenmiş, stüdyolar ve halk ta­
rafından aranan, genç film yıldızlarının bizdeki karşılıklarıdır.
Yaşlanmış film yıldızlarının daha az rol olanağı bulabilmeleri
gibi (John Wayne gibilerinin sayısı çok azdır), bu öğretim üye­
lerinin yer değiştirme olanakları ellili yaşların ilk yıllarından
başlayarak hissedilir biçimde azalır. Belki başka bir yere gi­
debilirler, am a seçme şansı büyük ölçüde azaltılmıştır. Her ne
kadar aile topluluğu olanakların çoğunu genç üyelerine verse
de, ailenin değerini yaşlı üyeler herhalde daha iyi anlarlar.
Bana göre sürekli kadro uygulamasının temeli olan, aka­
demik toplumsal sözleşmenin, önemli özelliklerini açıklamaya
çalıştım. "Gerçek dünya"daki, çeşitli topluluklarda, bağlılığı
özendirmek ve yerleştirmekte kullanılan kendine özgü yollar
vardır. Daha yüksek maddi gönençten daha önce söz etmiştim.
Bunun ayrıntıları, pay alma olanağı, olağanüstü cömert emek­
lilik planlan, emekliliğe yumuşak geçiş, kulüp üyeliği ve gö­
zünüzde canlandırabileceğiniz her türlü başka olanaklardır. Ay­
rıca, sürekli kadro ve benzer olanaklar sadece yüksek öğretim
ile sınırlı değildir. Federal yargıçlar, birçok kam u görevlisi ve
ilk ve orta öğretimde görevli öğretmenlerin hepsi için benzer dü­
zenlemeler vardır. Bu nedenle, ben bizim bu akademik ge­
leneğimize kuşkuyla bakılmasına her zaman şaşmışımdır. Ta­
nımlanmış yükümlülüklerin az olmasından kaynaklanan geniş
bir özgürlük ile güvencenin, üniversite bağlamında özel bir bi­
çimde birleştirilmiş olmasının, bu kuşkunun temelinde yatan
neden olduğunu sanıyorum. Kuşku uyandıran şey budur.
Dokuz-beş mesaisi yok, sınıfta birkaç saat ders vermek dışında
belli bir çalışma yeri yok, üstelik ay sonunda maaş garantisi
var! Eğer iş ile zevk arasında yüksek bir korelasyon yoksa (ki.
vardır) sultani tembeller için mükemmel bir reçete.
194 s S ü rekli K adro S istem i

Fakat disiplini sağlayan ve dışsal niteliği ağır basan diğer et­


menler de vardır. Meslektaş baskısma yer yer değinmiştim. Öğ­
retim üyeliği kadar, üyeleri üzerinde bu kadar sık ve açık de-
■ğerlendirmelerde bulunulan başka bir mesleğe az rastlanır.
Kitaplarımız eleştirilir, bem de çoğu zaman yakıcı bir biçimde; ma­
kalelerimiz hakemlerce incelenir ve bazen geri çevirilır, araş­
tırmalarımız için mali yardım istediğimizde bu isteklerimiz de
zaman zaman geri çevrilir. Akademilerde üyelikler, bilim der­
neklerinde bize verilen göreve, adımıza ayrılmış kürsüler ve birçok
durumda da ücret düzeyi, diğer meslektaşlarımıza göre hangi ko­
numda olduğumuzu açıkça belirler. Öğrenciler bir başka uyarı
kaynağıdır. Nerdeyse boş sınıflara ders vermek en büyük bir
egoyu bile balon gibi söndürür ve öğrencilerin olumsuz (genellikle
acımasız) değerlendirmeleri yüzünden birden fazla öğretim üye­
sinin ders verme alışkanlıklarını değiştirdiği bilinmektedir(ia. Ye­
terli sayıda kaliteli araştırm a üretmek ve dersini iyi vermek için
birçok yönden gelen güçlü baskılar vardır; bunu pekiştirmek için
işten atma ya da sözleşmenin yenilenmemesi gerekmez. Sürekli
kadro sisteminin, işe yaramaz molozlar yarattığı kanısı, özellikle
önde gelen üniversiteler söz konusuysa, yanlış bir inanıştır. Sü­
rekli kadro ve düşük kalitenin bir araya gelmesi tehlikelidir ve
kabul etmek gerekir ki sıradan bir kalitenin, hattâ daha kö­
tüsünün, yerleşmesine neden olabilir. Bunun burada anlatılan
.türdeki okullar için söz konusu olmadığını tekrar söylemeliyim.
Özellikle gözdağı, korkutma ve buyruk verme tercih edilen yö­
netim araçları olduğunda, büyük bölümü kadrolu öğretim üye­
lerinden oluşan bir grubun yönetim açısmdan kendine özgü so­
runlar ortaya çıkaracağı doğrudur. Bu gibi yöntemlerin yerine,
demokratik ve katılımcı bir üslup içinde uzlaşma ve iknaya ağırlık
verilmelidir.
12. Lisans öğrenimi için Harvard öğrenci komitesinin geçenlerde yayınladığı, Course Evaluation
Guide’dan (Ders Değerlendirme Rehberi) hafifçe sansür edilmiş birkaç alıntı: " Profesör X bu
dersi (dersin adı) dddi biçimde engellemektedir. Dersleri cansız bir biçimde vermekte, dersle ilgili
olmayan şeylerin üzerinde durmaktadır, Güç ve önemli konulan öğrencilerin şaşkın bakışları al­
tında geçiştir!vermekte, dersin bilimsel anlamına inmek yerine tahtaya formüller yazmakla ye-
tinmektedir. Öğrenciler bunu, konulara yüzeysel yaklaşımın tipik bir örneği olarak gös­
teriyorlar."
195

11. BÖLÜM
S ü rek li K adro Sistem i
B ir Örnek

Ü niversitelerdeki sürekli kadro sistem inin a rtıları ve ek­


sileri konusunda hem en herkesin bir fikri vardır am a bu sü­
reci, am açlarını ve standartlarını üniversite içinde veya dı­
şında bulunan kişilerin ancak pek azı anlar. Bu nedenle
sürekli kadro sistemiyle ilgili usulleri örneklerle açıklam anın
ilginç olabileceğini düşündüm . Yöntemlerimiz pek o kadar
tipile olm asa da, örneklerimi her zam an olduğu gibi H arvard
Ü niversitesi Fen ve Edebiyat Fakültesinden vereceğim. Bu o
kadar önemli değildir. Çünkü araştırm a üniversitelerim izin
amaç ve sta n d a rtları birbirine çok benzer, Bu bakım dan ve­
rilen örneklerin geçerliği de geniş ve yaygın olacaktır.
H er üniversitede sürekli kadro sayısı bütçe olanakları ile sı­
nırlıdır. Sürekli kadro her girişim için sabit giderleri de be­
raberinde getirir. Özel bir üniversitede bu giderler ile bağışlar
ve öğrenci okul ücretlerinden sağlanan gelir arasında m akul
bir denge bulunm alıdır. (Devlet okullarında ise, sürekli kad­
ronun garantörü, son tahlilde, eyaletin vergilendirme gü­
cüdür.) H arvard'da bugün yeni bir k ü rsü kurulsa, bunun için 2
milyon dolarhk ek bir anapara yatırım ı gerekir; bundan kay­
naklanacak sürekli gelir, kıdemli bir profesörün m aaşını, yan
ödeme, ikram iye ve diğer haklarını ancak karşılayabilir. Böyle
bir kürsü n ü n m aliyeti ise sürekli yükselm ektedir. Sürekli ol­
m ayan öğretim üyeleri kadrolarının giderleri ise değişken m a­
liyet niteliğindedir. B unların sayısı kısa dönemde denetim al­
tında tutulabilir. Bu kadrolarda çalışkan öğretim üyeleriyle
196 ®Sürekli K adro Sistem i

yapılan sözleşmeler süreli olsa bile nadiren beş yılı geçer.


B ugün de H arvard Üniversitesi Fen ve Edebiyat F akültesi’nde
geçici statüde yaklaşık ikiyüz kıdemsiz öğretim üyesi ve yüz
okutm an vardır. Bu sayılar öğretim gereksinm elerine ve gelir
durum una göre değişme eğilimindedir. Diğer araştırm a üni­
versitelerinin stan d artları ile karşılaştırıldığında H arvard'da
sürekli kadro sahibi öğretim üyelerinin oranının düşük (yüzde
altm ışın biraz altında) olduğu görülür. Sürekli kadroya gir­
m enin daha kolay olduğu ya da öğretim üyesi artışının dö­
nem sel bir nitelik taşıdığı birçok okulda bu oran rahatlıkla
yüzde 90 a ulaşabilir. Bu ise yapısal hantallığa yol açar.
Ben bu kitabı yazdığım sırada, Fen ve Edebiyat F a ­
kültesi’nde sürekli kadro sahibi öğretim üyelerinin sayısı
400'ün biraz altındaydı. B unlar yaklaşık elli bölümde ve prog­
ram da görev yapm aktadırlar ve okul içindeki dağılım ları çok
değişik güçlerin etkisi ile sürekli olarak, am a yavaş yavaş de­
ğişm ektedir. Yeni öğretim alanları ve kimi zam an yeni bö­
lüm ler için kıdem li bir öğretim üyesine gereksinme du­
yulabilir. Örneğin İkinci Dünya Savaşından önce bölge
incelem eleri (Japonya, Çin, Ortadoğu, Sovyetler Birliği vs.)
pek bilinmiyordu; şimdi H arvard'da bu alanlarda çalışanlar
büyük sayılara ulaşm ıştır. Bugün H arvard'da kısa bir süre
önce kurulm uş Biyokimya ve Moleküler Biyoloji bölümleri,
önemli bir bilgisayar bilimleri grubu, bir İstatistik Bölümü ve
bir Afro-Amerikan A raştırm aları Bölümü vardır. Kimi
zaman, bağışta bulunanın isteği doğrultusunda ve onun am a­
cım belirterek sağladığı para kullanılarak bazı alanlar ge­
nişletilir. Son zam anlarda fakültem iz bilimsel arkeolojide, mo­
dern Y unan ve Avustralya etüdlerinde yeni kürsüler
kazanm ıştır. B unlar okulumuzun en öncelikli iç seçimlerini
yansıtm asa da, bu ek kaynaklarla program larım ızı zen-
ginleştirebildiğimiz için mutluyuz. Son olarak, sürekli kad­
roların dağılımı lisans ve lisansüstü öğrencilerinin değişen ilgi
alanlarını da yansıtm alıdır. Eğitim den y ararlan an ların is­
tekleri ve piyasa araştırm alarının sonuçları de hesaba k a­
tılm alıdır ve bu nedenle, örneğin, Akadea ya da bilim tarih i
197

profesöründen çok, siyaset bilimi veya biyoloji profesörü bu­


lunmalıdır.
Yılın herhangi bir zam anında, kırk kad ar sürekli kadro k a ­
rarın ın değişik inceleme aşam alarında olduğunu tahm in edi­
yorum. Boş kadrolar çoğu kez, kıdemli profesörlerin emeklilik,
ölüm ya da işten ayrılm a durum larında veya planlı bir ge­
nişlem e olması, ya da um ulm adık bir bağış sonunda ortaya
çıkar. Kıdemsiz öğretim üyelerinin görev sürelerinin ta ­
m am lanm asından sonra da bölümler onlar ipin sürekli kadro
oluşturulm asını isteyebilirler. “Terfi etmeyen atılır” po­
litikasının sonucu olarak, yetenekli ve istenen genç bir bilim
adam ım kaybetm e tehlikesi ile yüz yüze gelindiğinde, bö­
lüm ler genellikle sürekli kadro olanaklarının gözden ge­
çirilmesini istiyeceklerdir. H arvard’da ve diğer üniversitelerde
sürekli kadrolardaki boşalm anın en sık görülen nedeni k u ş­
kusuz em ekliliktir. Em eklilik yaşm a ulaşm adan önce ölüm ve
işten ayrılm a olaylarına daha az rastlanır. Profesörlük zevkli
iştir. Benim dekanlık dönemimde zamansız ölüm veya başka
bir üniversiteye transfer nedeniyle sürekli kadrodan hiçbir
profesörün ayrılm adığı yıllar oldu. Ne yazık ki her zam an o
kadar şanslı değildik; seyrek de olsa, en iyi elem anlarım ızın
küçük bir bölüm ünün başka yerlere gittiği zam anlar da oldu.
H erhangi bir akadem ik bölümde, sürekli kadroya aday gös­
term e işlemleri günlük olağan işlerin tam tersi bir önemdedir.
Bir m eslektaşa sürekli bir bağ için söz vermek veya üniversite
dışından bir kişiyi sürekli kadromuza katılm aya davet etmek,
fevkalade önemli bir yatırım , bazen de kum ardır. Bir akademik
alanda çalışan bireylerin mesleki ünleri, büyük ölçüde, grubun
(bölümün) kalitesine bağlıdır. Çok iyi bir bölümün üyesi olmak,
bireysel ünü ve mesleki fırsatları artırır. Kulübün (bölümün)
yeni üyesinin ortalam ayı en azından düşürmeyeceği umulur;
ideal olarak amaç, ortalam ayı yükseltmektir.
Y ürürlükteki k u rallar ve piyasa güçleri de sürekli kadro ko­
nusundaki k a ra rın adayın meslek yaşam ının başlarında ve­
rilm esini gerektirir. Hem en hem en bütün üniversitelerde,
198 • Sürekli Kadro Sistem i

genç bilim adam larının yedi ile on yıldan*15 daha uzun süre k ı­
demsiz öğretim üyesi olarak çalışm asını engelleyen "terfi e t­
m eyen atılır" k u ralının bir benzeri yürürlüktedir. Piyasa da,
özellikle güncel önemi a rta n dallarda ya da kendilerini k a ­
nıtlayan ve konularında sivrilen kişiler içiıı, yarışm aya dönük
güçleri harekete geçirir. Bu gibi durum larda parlayan bir yıl­
dızın üniversitede tutulm ası ya da başka bir üniversiteden
transferi önerisi alm ası, zam anlam aya bağlıdır. D ekan olarak
görev yaptığım dönemde, sürekli kadroya alm an en genç kişi
Princeton Üniversitesinden yirm ialtı yaşında bir a st­
rofizikçiydi. Ü nlü m atem atikçi Charles Louis Fefferm an 22 ya­
şındayken Chicago Ü niversitesinde profesör olarak sürekli
kadroya girmişti. Genel olarak sürekli kadro, doğa bi­
lim lerinde daha genç yaşlarda, sosyal bilimlerde biraz daha
sonraki yaşlarda, beşeri bilimlerde ise daha ileri yaşlarda ve­
rilir. (Bu bölümdeki 4. dipnota bakınız.)
B u nedenle, bölüm lerde en çok ta rtışıla n konu, bölüm ün
sürek li alınacak yeni öğretim üyeleriyle ilgili olanlardır (Üc­
re tle r ve yer sorunları bunun istisnası olabilir). Kimi terfi e t­
tirm eye çalışacağız? Ü niversitem ize kim i çekebiliriz? Ge­
lecek v a a t edenler kim, etm eyenler kim? Acaba yönetim
sürek li kadro verecek mi? T artışm aların içeriği bunlardır.
K endi bölüm üm olduğundan, H arv ard ’dan vereceğim tipik
ve h ay ali örnek için Ekonom i B ölüm ünü seçeceğim. Sürekli
kad ro su n d a yaklaşık 30 öğretim üyesi ile y ak laşık onbeş k ı­
dem siz öğretim üyesinin bulunduğu büyük bir bölüm dür bu.
Büyüklük, birçok değişkene şu veya bu Ölçüde bağlı bir fonk­
siyondur. H arvard Kolej'de ekonomi oldukça uzu n sü red ir en
büyük anabilim dahdır. Ekonom inin Prensipleri adlı tem el
derse bine yakın öğrenci kayıt olur, bu da söz konusu dersi
verecek öğretm enlere olan talebi a rtırır. Ekonom ide u z­
m an la şan la rın sayısı yıldan yıla değişse de, ders olarak eko­

1. Tıpkı orduda olduğu gibi, zam anında yükselm emek 'erken emeklilik'4 anlam ına gelir. Yalnız
bizim dünyamızda k a ra r çok d aha kısa sürede alınır ve ilgili kişi, çok yüksek bir olasılıkla,
başka b ir okulda, genellikle daha az itibarlı bir okulda iş bulun
199

nom i h er zam an birçok lisans öğrencisini kendine çekm iştir.


K im ileri b u n u n nedenini, öğrencileri entellektüel bakım dan
p ek zorlam adığım ıza bağlayacaklardır (H arvard’ll birçok
sporcu bile bölüm üm üzü bitirm eyi b aşarm ıştır.) H akkım ızda
d ah a olum lu d üşünen b aşkaları ise, b u günlerde pek geçerli
olan h u k u k ve iş idaresi için ekonom inin k u su rsu z bir genel
hazırlık, h a ttâ gerekli bir tem el sağlayacağım be­
lirteceklerdir. İlginçtir ki, (ve bilinen hiç bir nedene d a­
yanm adan) ekonomide okuyanların sayısı, iktisad i devrenin
tersin e bir gelişm e gösterir ve bu bizim en güvenilir gös­
tergelerim izden biri olabilir. Bölüm ün ayrıca, büyük, b a­
şarılı ve in san ı zorlayan bir doktora program ı vardır. Bö­
lü m ü n herkes ta ra fın d a n isteniyor olm asının nedeni,
k uşkusuz kon u n u n kendi içindeki büyüleyiciliği, tanınm ış
bir profesörler topluluğuna sahip olması, ü n iversitenin çok
büyük ü n ü ve elbette ekonomi alam ndaki iş olanaklarıdır.
Fen ve Edebiyat Fakültesi’nde çok sayıda ekonomist bu­
lunm asının bir nedeni daha vardır. Birçok H arvard m ezunu iş
yaşam ında başarılı olur. Bunlar maddi başarıya ulaştıktan
sonra m ezun oldukları üniversitelerine m innettarlıklarım
belirgin bir şekilde göstermeleri için üniversite tarafından de­
vam lı izlenir ve özendirilirler. Başarıları özellikle ekonomik ol­
duğundan, bunlar doğal olarak ekonomiye ilgi duyarlar ve bö­
lüme yeni kürsüler arm ağan ederler. Kimi zam an paradoksal
bir şekilde aym sonucu veren ters bir güdü vardır. İş dün­
yasında geçen y ıllardan sonra, bu m ezunlar, kendilerine ge­
çersiz ve yanlış doktrinler (genellikle önyargıb sol fikirler) öğ­
retildiği kanısına vanrlar. Buradaki, amaç, gelecek nesilleri
benzer bir sondan kurtarm aktır. K ürsüler yine arm ağ an edi­
lir, am a bazen koşulları a ra sın a serbest tic a re tte n bahsetm e
ya d a ekonomi politikaları etüdlerine ağırlık verm e gibi nok­
ta la r eklenir(2).
2. Rusların dediği gibi, "çorbaya tükürm ek" hoş değildir. Ekonomi için daha az kadro öner­
miyorum. B ununla birlikte, bağışta bulunanlar açısından, bazı konuların diğer konulara
göre daha çekici olduğuna dikkat çekmek istiyorum. Gerçekte ya da görünürde uy­
gulanabilirlik v a a t eden lıer konunun büyük b ir y a ra n vardır. Yabancı edebiyatlan öğ­
retebilm ek için p ara toplam ak ne yazık ki çok daha güçtür.
200 ®Sürekli Kadro Sistem i

B ütün bu nedenlerle Ekonomi Bölümü, en az iki yılda bir,


genellikle yılda bir kez yeni bir sürekli kadro almayı üm it ede­
bilir. Bir akadem ik yılda, bazen iki h a ttâ üç sürekli kadro boş
olabibr. Bu kadroları doldurmaya çalışmak, bölümde üye olan
ekonom istlerin üniversiteye karşı yerine getirm eleri gereken
önemli görevlerinden biridir. Bu, ya üniversite içinden bi­
risinin yükseltilm esi ya da başka bir üniversiteden bir bilim
adam ının davet edilmesi yoluyla yerine getirilir. Bu işe h a r­
canan çabalar ve bağlanan üm itler çok yüksektir ve bu süreç
hem zevk hem de acı verir.
D aha Önce de belirttiğim üzere tartışm alar süreklilik gös­
teren bir nitelik ta ş ır ve iki çebşkili konu üzerinde yoğunlaşır.
Bu disiplin içinde hangi dalların güçlendirilmesi gerekir
(makro ya da mikro ekonomi, endüstriyel organizasyon, ik ­
tis a t tarihi, vs.) ve uzm anlık alanına bakılm aksızın, var olan
ekonomistler arasında, en parlak, en ilginç ve en fazla gelecek
vaat eden ekonomist kimdir? Her iki nokta da önemlidir, ama
sonunda özel dallar gözardı edilemez, tersi olursa bölümün li­
sans ve lisansüstü eğitim görevi zayıflayabilir. Adaylar üze­
rinde tartışm alar yapılır, m akaleler okunur, dünyanın her ya­
nındaki m eslektaşlara aday göstermeleri için m ektuplar
yazılır, dersler izlenir ve zam anla fikir birliğine yaklaşılır.
H er ne k a d a r bazı profesörler kendi önyargılarıyla ve k a ­
ra rla rın ı zaten verm iş olarak ta rtışm a la ra k a tılırla rsa da
(kendi öğrencilerini ortaya sürm ek felaketli sonuçlar do­
ğurabilecek yaygın bir zayıflıktır), tartışm a la r son derece
açık ve dem okratik olur. Kimi a lan lard a (en güzel örnek eko­
nomidir) ciddi bir entellektüel güçlük oluşabilir. K onular çok
çabuk değiştiğinde ve yeni teknikler ortaya çıktığında yaşlı
profesörlerin gençleri değerlendirm eleri zorlaşır. Ö rneğin
benim yetişm em , eğitimim ve uzm anlığım günüm üzün m a­
tem atiksel ekonomisini izleme olanağı vermez. Bu seçimimi
yaparken sahaya hakim m eslektaşlarım ın söylediklerini gö-
zönünde bulundurm ak zorundayım. M odern üniversitelerde
konulara genel yaklaş anların soyu tükenm ek üzeredir;
201

hem en hepim iz çok ü s t düzeylerde ve dar alanlarda uzm an­


laşm ış durum dayız.
Bu noktaya kadar belirtilenler, araştırm aya yönelik üniver­
sitelerde olağandır. H arvard’a özgü birkaç özellikten söz edile­
bilir. Birincisi, bölümün bütün üyeleri bu çalışmalara katılmaz.
Katılanlar, yürütm e kurulu adı verilen organın üyeleri olan sü­
rekli kadrodaki profesörler ile sınırlıdır. Kıdemsiz öğretim üye­
leri, çıkar çatışmasına yol açmaması için, bu tartışm alara katıl­
m azlar. Ne de olsa, o sıradaki ve gelecekteki boş kadrolara
adaydırlar™. B unların görüşlerine ancak resmi olmayan biçim­
de başvurulur. Aynı durum idari personel ve öğrenciler için de
söz konusudur, am a onların bu sürecin dışında tutulm asının
nedeni ehil olmamalarıdır. Üzerinde asıl durulan mesleki nite­
liklerdir ve ne idari personelin ne de öğrencilerin geçerli bir
yargıya varabilmeleri için gereken eğitimleri vardır. (Görülece­
ği üzere, öğrencilerin öğretim üyelerinin verdikleri derslerle il­
gili değerlendirmeleri daha sonraki bir aşam ada dikkate alına­
caktır.) Bunların hiçbiri, ulusal standartlar açısından tuhaf de­
ğildir. Sözünü etmemin tek nedeni, öğrencilerin sürekli kadro
kararlarında daha fazla söz sahibi olmaları gerektiğine inan­
malarıdır. Bu, ileride üzerinde daha çok durmak zorunda kala­
cağımız bir sorundur. Bazı üniversitelerde, sürekli kadroda ol­
m ay a n ö ğ retim ü y e le rin in de söz h a k k ı v a rd ır. Ö rneğin
1960’larda Berkeley’de bulunduğum sıralarda, bir yardımcı pro­
fesör, Ekonomi Bölümü’nde yürütme kurulu üyesi olarak görev
yapıyordu.
Harvard’m daha çok dikkate değer bir özelliği, sürekli kadro
konusunda yapılan araştırm aların kapsamıyla ilgilidir. Boş bir
sürekli kadro ortaya çıktığı zaman, Harvard’m her bölümünden
şu soruyu sormaları istenir: Belirlenen göreve uygun “dünyadaki
en iyi kişi” kimdir? Bölümdeki meslektaşların kanısına göre bi­
zim kıdemsiz öğretim üyelerimizden biri en iyi ise, kadroya o
aday gösterilir. Eğer “en iyi” olan üniversite dışından ise, çağrıda
bulunulacaktır. Ama o kabul etmeyip geri Çevirirse, öneri ondan
3. Üniversite yönetimi iîe ilgili 15. Bölüme bakınız; Güvenilir Performansın Yedi tikesi.
202 • Sürekli Kadro Sistem i

sonra gelen en iyi kişiye yapılır. En yüksek nitelikte biri bu­


lunamazsa bazı durumlarda, sürekli kadro doldurulmaz, boş bı­
rakılır. Kuşkusuz ben, ideal durumu anlatıyorum. Uygulama
farklı olabilir. "En iyi", bir dereceye kadar, kişiden kişiye değişir.
"En iyi" kimi zaman altmış yaşından büyük olabilir ki, bu da
bölüm açısından akıllıca bir yatırım olmayabilir. Buna ek olarak,
"dünyanın önde gelen otoritesi" bir yabancı ise, onun Amerika’ya
gelişi bazen altından kalkılamayacak problemler yaratabilir.
Bazen vize alabilmek güçtür; Amerika’daki ücretler bazı Avrupa
ülkelerindeki ücretlerin gerisindedir; belki de en önemlisi, tamdık
bir çevrenin ve kültürden ayrılarak bilinmeyen bir ortama ge­
lenlerle ilgili güçlüklerdir. Harvard’da, epey önceleri, D ekanla (o
zaman Dekan ben değildim) ancak çevirmen kullanarak iletişim
kurabilen İtalyan Edebiyatının ünlü bir uzmanım işe almıştık.
Birkaç ay sonra istifa etti. Dil çoğu zaman bir engel değildir, ama
engel olabilir de.
Gerçekler ne olursa olsun, önemli olan ideallerdir ve bütün sü­
rekli atam aları dünya çapında bir yarışa dayandırmak düşüncesi,
Harvard'ı diğer Amerikan üniversitelerinin çoğundan farklı kılar.
Bu sistem, en azından prensipte, zaten Harvard'da görev yap­
m akta olan genç - büyük bir olasılıkla koşulları uygun - bilim
adam larına herhangi bir yarar sağlamaz; tam tersine bunların
yükselme şansları düşüktür. Kıdemsiz öğretim üyelerinin sayısı,
eldeki boş sürekli kadroların sayısından çok daha fazladır ve
mümkün olabilecek en büyük gruba karşı yarışmak üniversite
içinden çıkan adayların işini zora sokar*4).
4. H arvard’ia ilgili birkaç gerçek, konuya açıklalt getirecektir. Şimdiki öğretim üyelerinin sü­
rekli kadroya alınm alarında yaş ortalam ası 37'ydi ve bunların %54'ü üniversite içinden yük­
seltilm işti. 1973'ten sonra atananların yaş ortalam ası 4Tdir ve bunların %39‘u üniversite
bünyesinden gelmişti. Açıkça bir düşüş eğilimi var, fakat %39 da gözardı edilecek bir oran
değil, B ununla birlikte, birey düzeyinde ele alınırsa, kıdemsiz öğretim üyelerinin yükselme
şansları çok azdır; çünkü yaklaşık ikiyıiz kişi olan bu grubu oluşturanlar h e r altı-yedi yılda
b ir tüm üyle değişmektedir. Bunun sonucu olarak, sürekli kadroya geçme şansı %10'a düşer.

S ektör tarafından yükselmeleri onaylanan üniversite içi adayların oranı, üniversite dı­
şından onaylanan adayların oranıyla aynıdır. Son zam anlarda sürekli kadro komitelerine
gelen adayların %55inin yaşı 40 veya daha düşüktü (doğa bilimlerinde %56, sosyal bi­
limlerde %5İ ve beşeri bilimlerde %38). Bu genç adaylardan %77’rıİn sürekli kadro işlemleri
onaylandi. Bkz. H arvard University, Faculty of Arts and Sciences, Dean's Report.
203

Sürekli kadro adayları için yapılan araştırmaların arkasında


yatan rakip felsefeleri açıklamak kolay değildir. Birbirinden çok
farklıdırlar. Sürekli kadroda olmayan öğretim üyeleri varken daha
da geniş bir çevrede araştırm a yapma yöntemi Harvard’m yanı
sıra Ivy League üyesi diğer üniversitelerin çoğu ve başka bir takım
özel üniversiteler için de geçerlidir. Bu, uç bir örnektir. Ivy’lerin
bazıları ile en ünlü devlet üniversitelerimizin çoğu ise, sürekli
kadro adaylığı sistemim uygularlar. Bu uygulamaya göre, sürekli
kadroya dahil olmayan her görev istenirse, sürekli bir kadroya
çevrilebilir. Bu, kıdemsiz öğretim üyesine, bekleme süresinin (ge­
nellikle yedi veya sekiz yıl) sonunda, garanti olmamakla birlikte,
sürekli kadro verileceği anlamına gelir. Ama yükselme, boş yer ol­
madığı gerekçesiyle hiçbir zaman geri çevrilmez. Bundan başka,
sürekli kadro konusunun bölümler ve yönetim tarafından en so­
nunda tartışılıp karara bağlanması sırasında ölçü, “dünyada dü­
şünülebilecek en iyisi” olmak yerine, okul tarafuıdan belirlenen bir
başarı standardım tutturm aktır. Bu standart çok yüksek olabilir;
teoride ve bazı özel durumlarda her iki standart da aynı sonucu ve­
rebilir, ancak genel olarak bu adaylık sistemi daha iş ola­
naklarının az olduğu zamanlarda bu pozisyonlar genç bilim adam­
ları için çok çekici olur.
Bu sistemin bazı yararları ortadadır. Bu sistem, sürekli kad­
roda bulunmayan öğretim üyelerinin kalitesini ve moralini her­
halde yükseltir. Genç bilim adamları, özellikle akademik piyasada
iş imkanları az olduğunda riske girmeme eğilimindedirler, İler­
leme olasılığının en güvenli olduğu yerlerdeki işleri yeğlerler. Üni­
versite içi yükselmelere daha fazla önem verilmesinin bir nedeni
de ekonomiktir. Öğretim kadrosunu yenilemek için seçilebilecek
en pahalı yol, rakip üniversitelerden kendini kanıtlamış bir ya­
bancıyı transfer etmektir. Üniversite içi yükselmelerin gençlere
olanak sağlaması bir diğer yararıdır. Öte yandan, Harvard sistemi
olarak belirttiğim sistem, kıdemli öğretim üyelerinin seçiminde
standartlar açısından daha iyi olabilir. Boş yerler için daha çetin
bir rekabet vardır ve adaylar daha çoktur. Sürekli kadro adaylığı
sisteminin bir türü mahyetler ve moral gibi iki güçlü ve haklı ge­
rekçenin etkisiyle gelecekte yaygınlaşacaktır.
204 ®Sürekli Kadro Sistem i

Bazı üniversitelerde sürekli kadroyu bir hak olarak görme eği­


limi o kadar güçlüdür ki, bu kısa bir deneme süresi sonunda ga­
ranti haline gelir. Bu gibi durumlar, kuvvetli öğretim üyesi sen­
dikalarının bulunduğu okullarda özellikle söz konusudur.
Arkadaşlarımdan biri, California’daki sendikalaşmış bir Katolik
okulunun Fen ve Edebiyat Fakültesi dekanlığı yapmıştı. Be­
lirttiğine göre geri çevrilen her sürekli kadro talebinin hakeme
gönderilmesi gelenek haline gelmiş. Sürekli kadro için gerekli
şartları belirleyen toplu sözleşme belirsiz bir şekilde kaleme alın­
dığından bu konudaki kararlarının hiçbirinde hakem, üni­
versitenin tarafmı tutmamış. Bu işlemlerin en şaşırtıcı yanı, sü­
rekli kadro ve/veya yükselmenin sadece ilgili öğretim üyesinin
dekana yaptığı başvuruya dayanmasıydı. Dekanın iş hukukuna
aykırı işlem yapmamak için, kararını verirken başka o öğretim
üyelerinin görüşlerini alması yasaktı. Çünkü sendika üyelerinin
başka bir üyeyi yönetmesini denetlemesini ve hakkında karar ver­
mesini yasaklayan bir karar kabul edilmişti(5). Bu acıklı durum,
sürekli kadro uygulamasını bir toplumsal sözleşmeye benzettiğim
görüşümle uyuşmuyor. Bu, akademik yaşamın daha önce saydığım
bütün erdemlerine ters düşüyor, sıradan bir akademik düzeyi
özendiren bir iş güvenliğine yol açıyor(6).
5. San Fransisco Üniversitesi (NSF) iîe USF Öğretim Üyeleri Sendikası A rasındaki Toplu. Söz­
leşme (1981). Bu sözleşmeden bazi alın tılan aşağıda veriyorum: “Bölüm başkaıılan, Öğretim
üyeleri Sendikası tarafından seçilirler, Dekan tarafından atanm azlar. Taraflar, üni-
versite’nin Öğretim Üyeleri Sendikası üyelerine, kabul edildiği ve yerine getirildiği takdirde
yönetim işlevleri olarak yorumlanabilecek ve dolayısıyla bir toplu sözleşmenin tarafları a ra ­
sındaki temel farkları ortadan kaldıracak sorum luluklar veremeyeceğini ve sendika üye­
lerinin b u gibi sorum lulukları kabul edemeyecekleri konusunda anlaşm ışlardır. Üni­
versitenin sendika üyelerine veremeyeceği ve üyelerin kabul edemeyeceği görevlere örnek
olarak, istihdam kararları, değerlendirme, sürekli kadro ve terfi için önerme ve bütçe ha­
zırlam a ve bütçe yönetimi gibi mali sorumluluklar sayılabilir". Onurlu bir mesleğin men­
suplarının kendi eylemleriyle akademik proieterya durum una düşmeleri sonucunu veren
inanılm az hükümler!

6. Çok tu h a f olan b ir şey de, bu üniversitedeki toplu sözleşmenin üniversiteyi, rektör ve diğer
yöneticiler olarak tanım lam asıdır. Öğretim üyeleri ise toplu sözleşme taraflarından birinin
üyesi olarak tanım lanm aktadır. Öğrencilerden biç söz edilmemektedir. Bir üniversite için ne
k adar acaip bir görüntü! Sözleşmede aşağıdaki gibi komik cümleler de var: “Sendikanın
b ütün üyeleri, kep ve cübbelerini giymiş olarak Mezuniyet Törenlerine katılm ak zo­
rundadırlar. Bu törenlere katılm am a izni, Sendika üyesinin Dekanı tarafından verilebilir”.
205

Ö rnek o larak aldığım ız H arv ard olayına dönelim. Ö r­


neğin endüstriyel organizasyon a lan ın d a bir u zm an ı sürekli
k a d ro su n a alm ak isteyen Ekonom i Bölüm ü, rak ip b ir ü n i­
versitede profesör olan, otuzbeş y a şla rın d a bir bilim adam ı
üzerinde b ir ö n -m u tab ak ata varm ış olsun. S ürekli k ad ­
rodaki profesörlerin yaş o rtalam ası ellibeşe yakın ol­
duğundan gençlik tercih u n su ru d u r. Genç bir erk ek y a da
kadın, üniversiteye yeni görüşleri, en son tek n ik eğitim i ve
yeni lisa n sü stü öğrencileri ku şağ ın a reh b er olm a um u d u n u
getirecektir. K onusuna yeni y ak laşım lar getirm ek ve en
yeni a ra ş tırm a tek n ik lerin i kullanabilm ek özellikle a ra n a n
niteliklerdir. B urada açıkça dile getirilm eyen b ir düşünce,
uzm anlarım ızın en iyi dönem lerinin az da olsa geride k a l­
dığıdır.
Bu a şam a d an sonra, bölüm b a şk an m m görevi "örtülü
mektup'* adım verdiğim iz bir yazıyı kalem e alıp gön­
derm ektir. Bu yazıda, Ekonom i B ölüm ünün end üstriyel or­
ganizasyon dalında sürekli kadroya bir a ta m a yapm a n i­
yetinde olduğu b elirtilir ve genellikle aynı y a şla rd a b u lu n an
en ü s t beş ya da a ltı adayın ad ları sayılır. B ölüm ün ön
elem e sonucu tercih ettiği kişinin adı açıklanm az (Ö rtülü
m ektup sözü b u rad a n gelir). M ektup, ülke içinde ve dışında
bu alan ın önde gelen isim lerine gönderilir ve onlardan aday­
la rı sıralan d ırm aları, değerlendirm eleri, listen in genel içe­
riği ve k a lite si üzerinde görüş bildirm eleri ve m üm künse
b aşk a a d a y la r önerm eleri istenir. Listeye a zın lık lard an ve
k a d ın la rd a n da aday eklenm esi özellikle rica edilir.
H arv ard 'd a ve b a şk a yerlerde, örtü lü m ek tu p la rın işleyişi
k o n u su n d a k u şk u la r vardır. Bizim küçük ve dedikodulu
dünyam ızda, m ektubu alanlar, h e r şey olabilirler am a kör
değildirler. B ölüm ün kim i tercih ettiğini a n la m ak ta zor­
lanm ayacaklardır. B u doğru olabilir, am a belirli b ir kişi
h ak k ın d a doğrudan soru sorulduğunda y a n ıtla rın esas ola­
ra k övgü dolu olduğunu da biliyorum . Kötü kişi olm ak hiç
bir zam an hoş değildir ve günüm üzde bilgi sızdırm a ve İd-
206 ®Sürekli Kadro Sistem i

şilerin kendi dosyalarını görme halikı gibi şeyler b ü tü n y a­


n ıtla rı e tld le r(7>. B ir isim listesi d ah a ay rın tılı ve d a h a a n ­
lam lı y a n ıt verilm esini sağlar. Hepim iz sa tır a ra la rın ı oku­
m a k ta ve h a fif övgü havasında verilen kötülem eyi
a n la m a k ta ustayız.
Ö rtü lü m ek tu p la ra verilen y a n ıtla r doyurucu ise, yani
yeğlediğim iz aday y a n ıtla rın çoğunda en ü stte ya d a üste
y a k ın b ir yerdeyse, ya d a bazı olum suz değerlendirm eler,
değerlendirm eyi y ap an ın tuh aflığ ın a verilebilirse, bölüm
k a ra rın ı resm i bir oylam a ile k esinleştirir. B a sit bir ço­
ğunluk, h e r zam an yeterince kuvvetli b ir bölüm desteği ola­
ra k görülm ez. Öte yandan, oybirliği de gerekli değildir. B ir­
kaç olum suz oy sürekli kadroya alınm a işlem ini geçersiz
kılm az.
B u n d an sonra dosya dekanlığa iletilir. D ekan ve d a ­
n ışm a n la rı belgeleri incelerler. A day bulm ak için gönderilen
yazılar, kö r m ektuplar, özgeçmişler, bölüm k a ra r rap o rları
gibi şeylere b ak ılır ve adayın d a h a ileri, d a h a kapsam lı bir
incelem eye layık olup olm adığına k a ra r verilir. H em en her
durum da, dek an bu n d an sonraki aşam aya geçmeye k a ra r
verir; çünkü sorular ve (varsa) k u şk u la r o bilim ve m eslek
d alını ilgilendirir ve bölüm e u zm an lar önünde k a ra rın ı sa ­
vunm a h a k k ı verir. D ekan işlem lerin sürm esine k a ra r ver­
diğinde, bölüm yü rütm e k u ru lu üyelerinin h e r birinden ver­
m iş oldukları oy h ak kında gizli bir açıklam a ister.
Deneyim li bir dekan, bölüm lerin bazen yanıltıcı bir heves ve
oybirliği g ö rü n tü sü verebileceğini çok iyi bilir. Profesörlerin
grup h av asın a ve k a riz m a tik birkaç kişinin bask ısın a k a rşı
bağışıklıkları yoktur. Özel ve gizli m ek tu p lar, bölüm.ce ve­
rile n resm i rap o rlard a bulunabilecek a b a rtm a la ra k a rşı çok
iyi b ir kontrol olanağı sağlar.

7. "Gizli" olarak istenen değerlendirmelerin, belki telefonla verilen bilgiler dışında kalanlarının ya-
mtlanamayacağı bir noktaya geldik. Karar verebilmek için kişilerin samimi değerlendirmelerine
gerçekten ihtiyacımız okluğundan, bu, akademik hayat için bir kayıptır.
207

B unu izleyen aşam a d a özel bir kom isyon a ta n ır ve H a r­


v ard Ü niversitesi rek tö rü de sürekli k adro değerlendirm ele­
rin e k a tılm a y a başlar. H e r kadro işlem i için o am açla ayrı
b ir kom isyon o lu ştu ru lu r. Bu kom isyonlara rek tö r baş­
kan lık eder, üyelerden biri de dekandır. Kom isyonun görevi,
önerilen sürekli kadro h ak k ın d a rektöre bilgi verm ektir. F i­
ilen sonucu belirleyecek olan k a ra rı rek tö r verir; tü z ü k ve
yönetm elikler bakım ından ise k a ra rın Ü niversite Yönetim
K urulu ve D enetlem e K urulu ta ra fın d a n onaylanm ası ge­
rekir.
H arv ard 'm sürekli kadroyla ilgili kom isyonlarının özel
b ir niteliği, üyelerinin bileşim idir. R ektör ve d ekana ek ola­
r a k çoğu d u ru m d a beş üye d a h a bulunur. Ü yelerden üçü
adayın m ensup olduğu a la n d a (bu örnekte endü striyel or­
ganizasyon) b a şk a üniversitelerde çalışan seçkin bilim
adam larıdır. B un ların diğer ü n iversitelerden seçilm elerinin
nedeni, üniversite içinde olası ahbaplık y a h u t peşin h ü ­
kü m lerin etkisinde kalm adan, rektöre olabildiği k a d a r en
tarafsız öneride bulunabilm ektir. Diğer iki üye, H arv ard
m ensubu olup öneriyi getiren bölüm le doğrudan ilişkisi ol­
m ayan genel d a lla rd a n bilim adam larıdır. Bizim ör­
neğim izde aday ekonom isttir, bu nedenle bu iki üye büyük
bir olasılıkla sosyal bilim cidir. K om isyonun bileşim i ve ü n i­
versite d ışından gelenlerin seçim i tab ii ki sonucu etkiler.
Bölüm lere gösterecekleri aday k onusunda d an ışılır ve re k ­
tö r adına davetiyeler çıkarılır. Gerçekte, bu zor ve t a r ­
tışm aya açık iş d ek an ın özel bir y ardım cısına verilir. Benim
zam anım da bu kişi, o lağanüstü bilgili ve adil bir kişi olan
bir felsefe profesörüydü. K onuyla ilgili h er kom isyonun, t a ­
nınm ış, tara fsız ve zeki u zm an lard an oluşm asını sağlayan
oydu ve bu hiç de kolay b ir iş değildi. U ygun hakem leri
C am bridge'e getirm ek için hiçbir çabadan y a d a h a r ­
cam adan kaçınılm azdı. Ö rneğin, bu am açla H a rv a rd ’a y u rt
dışından öğretim üyelerinin davet edildiği de olur. B ü tü n
b u n lara k arşın , sonucun bölüm ü m em nun etm ediği d u ­
ru m la rın çoğunda k u su r, üyelerin iyi seçilmediği y a da eh­
208 o Sürekli Kadro Sistem i

liyetsiz k işilerd en oluştuğu gerekçesiyle kom isyona yük­


lenir® .
Özel komisyon toplantısı bir duruşm ayı an dırır Üyeler
s a a t 10.00'da toplanırlar, M assachusetts H all'da sabah
dekan ve rek tö r tarafın d an yapılan kısa tan ıtım ko­
nuşm alarım dinlerler; dosyayı d a h a önce okum uşlardır. H er
zam an üç klasik soru göz önünde tutu lu r: Birincisi, aday (da­
valı) H arvard'da sürekli kadroya sahip profesör olmak için
yeterli nitelikleri taşıyor mu? İkincisi, birinci sorunun yanıtı
olumlu olsa bile, daha iyisini bulabilir miyiz? Üçüncüsü, bö­
lüm ün bugünkü üyeleri gözönüne alındığında, aday uygun
görülm ekte midir?
D eğerlendirm e işlem lerinin bn ve önceki aşam alarında
kim i soruların sorulm asından özellikle kaçınılır. Aday iyi bir
in sa n mıdır? Hoş ve işbirliğine hazır bir m eslektaş olacak
m ıdır? Bu gibi soruların sorulm asının uygunsuz bir davranış
olduğu düşünülür. Diğer m eslek k u ru m lan n d a, örneğin avu­
k a tlık bürolarında ya da tıp k u ru m lan n d a, b u nların açıkça
konuşulan ve üzerinde k a ra r verilen doğal sorular olarak
kabul edildiğini düşünm üşüm dür. Akadem ik bölüm ler se­
çim lerini yaptıkları, ya da inceleme kom isyonları k a ra r ver­
dikleri zam an b u n lara önem verm ezler demiyorum. Ü stü k a­
palı konuşm alar, şakalar, ya da özel çekincelerden söz
edilebilir ve bizim küçük dünyam ızda bu gibi davranışlar
önemli olabilir. B ununla birlikte ben hem en hiç kim senin
şöyle dediğini duym adım: "Profesör X'i bölümde sürekli m es­
lektaş olarak istem iyorum , çünkü o bizim bölüm ün a t­
m osferini zehirleyecek k a d a r berbat bir kadındır ve bu da

8. Bir süre önce yaptığı anılarla dolu bir konuşmasında, meslektaşım J.K. G albraith şunları
söylemişti: "[Harvard özel komisyonlarının] yan tutmayan, h attâ hukuka bağlı k ararlar
veren organlar olduğu düşünülür. Kendi atam am dan bu yana, bu yöntemin yeterliliği ko­
nusunda kuşkuluyum. O zam an, bölüm başkaıum benden, komisyona sunm ak üzere, atan­
mam dan yana olabilecek tanınm ış bilim adam larının adlarını vermemi istem işti. Bu isteği
îıİç duraksam adan yerine getirdim.'1E ğer G albraith’ın anlattıkları doğruysa, (ben bu konuda
az da olsa kuşkuluyum) anlaşılan son kırk yıl içinde işlemler daha sıklaştırılm ış. John Ken­
neth G aibraith’in 27 M art 1986'da California Üniversitesi Berkeley Kam pusu'nda yaptığı ko­
nuşma.
209

neden kesinlikle olumsuz oy kullandığım ı açıklar." Bu uygun


b ir davranış olarak kabul edilmez, çünkü ideal ölçülerimiz
sadece beyinle ilgilidir. E n iyi bilim adam ı-öğretm enleri a ra ­
m aktayız ve b unların aym zam anda berbat kişilikleri varsa,
ne yapalım , bilim uğ ru n a bağrım ıza seve seve ta ş basarız.
Hiç kuşkusuz bu gelenekte bir parça iki yüzlülük olduğu
gibi aym zam anda geniş ölçüde gerçek payı da vardır. Ben bi­
lim sel k u su rsu zlu k aranırken, belirgin k a ra k te r ve kişilik bo­
zu k luklarının gözardı edildiğine çok tam k oldum. Böyle bir
davranışın bedeli çok ağır olabilir ve bu davranış biçim inin
A m erikan üniversitelerine özgü olduğuna inanıyorum . Ör­
neğin İngiliz m eslektaşlarım ız, sonucu belirleyen k a ra rla rım
verirken seçtikleri kişinin "kulübe uyabilecek" biri olm asına
dikkat ederler.
Özel kom isyon toplantılarında, bölüm ü olumlu görüş bil­
direcek dört ta n ık tem sil eder. Toplantıya, atam anın ya­
pılm ası yolunda olumlu oy kullanm ış b ü tü n profesörler de
çağrılır. T an ık lar yirm işer otuzar dakikalık ara larla gel­
dikleri için, komisyon üyelerini ilk kez görürler. O an a k ad ar
seçim kom isyonunun kim lerden oluşacağı, uygunsuz b ir­
takım ön koşullandırm a çabşm alarım önlemek için (tabii ki
rek tö r ve dekanın dışında) herkesten gizli tu tu lu r. Sorular
başlar. N eden Aday A'yı profesör B'ye yeğliyorsunuz? Ta­
nıklar önemli kitap ve m akaleleri incelediler mi? Bölüm ün
seçimi yeterli derecede olgun m u yoksa henüz yeterince ge­
lişm em iş mi? B unlard an birinin ya da öbürünün söz alan ­
lard a n birisi tara fın d a n ileri sürülm esi kaçınılm azdır. (El­
bette yasalar, yaş u n su ru n u gözönüne alm am ızı
yasaklam aktadır.) D ünya çapındaki otorite C, neden ü stü ör­
tü lü bir biçimde olum suz şeyler söylemiştir? Atmosfer, özel­
likle bölüm ün olumlu oy k u llan an üyeleri için sanki, m ah ­
keme önündeymiş gibi gergin ve biraz sinir bozucudur.
H arvard'm rektörü hukukçudur ve kolaylıkla savcı kimliğine
bürünebilir. D iğerleri de bu havadan etkilenirler ve belki de
gereğinden de kolay bir biçimde şeytanın avukatı rolünü be­
210 ®Sürekli Kadro Sistem i

nim serler. B unlar sıradan, k uru ve sıkıcı akadem ik kom ite


toplantıları değildir. Sık sık ateşli ta rtışm a la r yapılır. Ben
seçkin yaşlı başlı bilim adam larının nefretlerini soğuk bir ne­
zaket m askesinin ardında nasıl zoraki gizlediklerini gördüm.
Bir keresinde, tan ığ ın biri, sürekli kadroya önerilmeye ke­
sinlikle değmeyecek b ir kişinin adından, örnek verm ek üzere
söz etti. B nnun üzerine komisyon üyelerinden biri kıpkırm ızı
kesildi; örnek olarak verilen kişi oydu. Bu olaydan sonra, ko­
m isyonun b ü tü n üyelerini tan ık la ra tanıştırm ayı hiç ihm al
etmedim.
Sorgu baskısı altında olumlu tan ık la rın fikirlerinin bir
parça da olsa olum suz yönde değiştiği de görülebilir. Ken­
dilerinin adaydan daha ü stü n olduklarım ayrıntılı bir şekilde
açıklayan am a b u lu n an lar içinde en iyisinin yine de aday ol­
duğunu söyleyen profesörler gördüm. Bir defasında tanıklık
eden bir m eslektaşım a adayın gerçekten birinci sınıf bir
bilim adam ı olduğuna inam p inanm adığını sordum, Kem küm
e tti ve kendisini zor d urum a düşüren bir soru sorduğum için
beni azarladı. F azla söze gerek yok. D urum un ciddiyetini ve
zorluklarım yeterince anlattığım ı sanıyorum.
Devamlı bir ta rtışm a konusu olan öğretm enliğin de­
ğerlendirilm esi h ak kında bir-iki söz söylemek istiyorum .
H arv ard 'da ve b ü tü n diğer büyük üniversitelerde bir profesör
hem araştırm acı hem de öğretm en olmalıdır. P ek az in san
h e r ikisini de iyi y ap ar am a h er iki çalışm a için uyulm ası ge­
rekli en a lt sınırdaki sta n d a rtlar, olabilecek en ü s t düzeyde
saptanm alı ve korunm alıdır. A raştırm a bakım ından kişinin
k usursuz olup olmadığını değerlendirm ek çok d a h a kolaydır.
A raştırm anın meyvesi, elle tu tu lu r bir ü rü n olan yayınlardır
ve sürekli olarak m eslektaş eleştirisi ile karşı karşıyadır.
K itap eleştirileri, kaynak gösterm eler ve kişinin dü­
şüncelerine bağlı olarak ortaya çıkan çalışm alar bol bol
m addi k a m t sağlar. Bir atam a dosyasında ve özel ko­
m isyonda bu konuda bir fikre varm ak için yeterli bilgi bu­
lunur. Ö ğretm enlik yeteneği daha sübjektiftir; de­
211

ğerlendirilm esi ve ölçülmesi daha zordur. A raştırm a ağırlıklı


üniversitelerde, öğretim yeteneğinin göz ardı edildiği gibi
yaygın bir söylenti v a rsa da, atam a öncesi işlem ler sırasında
adayın bu yönü de ayrıntılı biçimde göz önünde tu tu lu r. Dos­
yada, bölüm başkam tarafın d an yazılan ve ilgili b ü tü n bil­
gileri içeren bir yazı bulunm ası gerekir. B unlara, öğ­
rencilerin yaptığı değerlendirm eler, nadiren lisansüstü
öğrencilerin gönderdiği m ektuplar, sınıf ziyaretleri ile ilgili
rap o rlar ve benzeri m ateryal da dahildir. Ben dekaıı olarak,
yalnız öğretim üyelerinin dedikodularım dinleyerek (bu her
dekan için ciddi bir görevdir) ve örneğin öğrenci Lisans Öğ­
renim i Kom itesi’nin yayımladığı yıllık ders değerlendirm e
rehberi gibi k an ıtları inceleyerek bir m eslektaşın öğretim ye­
teneği ya da belki aynı derecede önemli olan öğretm enlik h e­
vesi h ak kında doğru bir kam ya varm anın mümkün olduğunu
gördüm. Bazı şifreli sözcükler deneyim li bir kulağı sorunlar
konusunda hem en uyarır. Örneğin, "küçük g ruplarda iyi"
sözcükleri, hem en her zam an kötü bir öğretm en anlam ına
gelir.
B urad a önemli nok ta gereksiz tavizler verm em ektir. Öyle
dahiler vardır ki, iletişim lerini genelde hom urtu ve m ırıltı
yoluyla yapsalar bile yine de kadroya alm ak isteriz. Fi­
kirlerin in gücü ve araştırm ay a yaptıkları k atk ıların değeri
(bunlar herhalde yazılı olarak iletilir) diğer b ü tü n ek­
siklikleri örter. Bir üniversite böyle in sa n la ra yer açmalıdır;
bir kolej bunu yapam az. Ancak, doğası gereği, deha, bizim
büyük okullarım ızın kadrolarında bile seyrek görülür. Bazen
şans eseri, bu tanım a uyanların bir kısm ı dışa dönük, uyum ­
lu kişiler ve h a rik a öğretm endirler. Çoğumuz ve özellikle de
sürekli kadroya sahip üniversite profesörü olan bizler, işimizi
gayet iyi yaparız; çoğunluğumuz yaratıcıdır. Bu nitelikler,
bizim öğretim ve araştırm a biçim indeki iki yanlı so­
rum luluklarım ızı ve ayrıcalıklarım ızı unutm am ız için yeterli
değildir. Her ikisini de en iyi şekilde yapm asını öğrenm ek zo­
rundayız; tersi durum unda yaşam boyu sözleşme hak k ı ve­
rilm em elidir. Ve bu kim i zam an görülm ektedir. Ö ğretm enlik
212 9 S ü rekli K adro S istem i

bir s a n a ttır ve bu konuda herkesin doğal yeteneği farklıdır.


A m a öğretm enlik çok çeşitli ve etkili m odern tekniklerin kul­
lanılm asıyla öğretilebilir. B unların arasın d a uzm anların sağ­
ladığı danışm anlık, uygulam aları videoya çekip izleme, ünlü
öğretm enlerin katıldığı bilinç artırm a sem inerleri ve buna
benzer araçlar d a vardır. H arvard'ın öğretm e teknikleri ge­
liştirm e m erkezi olan D anforth Center, birçok öğretim üye­
sine pedagojik nitebklerinin yükseltilm esinde yardım cı ol­
m uştur.
Şimdi komisyon, son zam anlara k a d a r H arvard rek ­
törlerinin ikam etgahı olarak kullanılan konağın resm i
yem ek salonunda öğle yemeğindedir. Birkaç kadeh şeri içil­
miş, çorba yudum lanırken m esleki haberler üzerinde ko­
nuşulm uş, kibarca sohbet edilm iştir. Bu zevkli a ra uzun sür­
mez, çünkü rek tö r konuya bir an önce girm e arzusundadır.
Öğleden önce bırbiriyle çelişen tan ık ifadeleri dinlenm iştir.
Aday gençtir ve belki öm ür boyu bir bağlantının zam anı gel­
m em iştir; kim ileri d ah a iyi bir kişinin gözden kaçırıldığı ka-
n ısm dadırlar. Ekonomi Böliimü’nü 11 bir üyesi adayın is­
tatistik le ri yanıltıcı biçimde kullandığını ileri sürerek
olum suz yönde tan ık lık yapm ıştır. Bu sorunlar çözülmelidir.
Rektör, dışarıdan çağrılan seçkin konuklardan başlayarak,
m asad a o turan herk esten ilk görüşlerini alır. B unu genel bir
ta rtışm a izler.
Bu tartışm a la rın sonunda durum un aydınlanm ası ve fikir
birliğine varılm ası um ulur ve çoğu zam an fikir birliği sağ­
lanır. Kimi zam an da sert tartışm a la r yapılır, fikir ayrılıkları
giderilemez. Oylama söz konusu değildir. Yöntem bütünüyle
danışm a niteliğindedir ve herkes kişisel görüşünü bildirir.
Kesin k a ra r, üniversite rektörü tarafından verilir. Bu yetki
sadece ona aittir. Rektör komisyonun önerilerine uyar veya
uymaz; seçim onundur. Rektör, seçimini tabii ki m akul sı­
n ırla r içinde k a la rak yapar. Bir üniversite rektörü öğretim
üyelerinin işbirliği olm aksızın üniversiteyi yönetemez. Tuhaf,
m antıksız ve gerekçesiz k ara rla ra dayalı yönetim uzun sü r­
213

mez. R ektör h e r k a ra rın d a politik sonuçları da göz önüne al­


m alıdır. R ektör sürek li kadroya atam a işlem lerinin büyük ço­
ğunluğunda, özellikle de durum çok açık bir biçimde be­
lirtilm işse, kom isyonun görüşü doğrultusunda k a ra r verir.
Ayrıca, atam a için önerilen adayların çoğunun sonunda rek­
tö rü n onayını aldıkları da doğrudur. Sayılar yıldan yıla
büyük ölçüde değişir, am a benim tahm inim e göre, sürekli
kadro önerilerinde yıllık red oranları seyrek olarak %10'u
geçer. Y ukarıda a n la tıla n la rın hiçbirinin anlam sız işlem ler
oldnğu düşünülm em elidir. Komisyonlar u zm anlardan oluş­
m u ştu r ve önerileri ancak olağanüstü durum larda dikkate
alınmaz. A dayların çoğu onaylanır, çünkü bölüm ler geri çev­
rilenleri kendi o rtak k a ra rla rın ın bir eleştirisi olarak de­
ğerlendirirler; zaten zayıf adaylar çoğu zam an daha ko­
m isyon aşam asına gelm eden elenirler.
S aat 14.00'de, ilk toplantıdan dört sa a t sonra, rek tö r k a­
ra rın ı açıklam adan toplantıyı kapatır. Rektör ile dekan bir
gezintideym iş gibi kendi ofislerine doğru y ü rü rle r ve k a r­
m aşık olm ayan du ru m lard a bu kısa yürüyüş sona erm eden
k a ra ra varırlar. Seyrek olarak, bölüm ün önerisinin uygun ol­
m adığı konusunda anlaşırlar. Kimi zam an rek tö r dekana,
hem en sürekli kadro tek lif etm esi konusunda yetki verir.
Diğer zam anlarda d a h a fazla görüşme olur ve ek k a n ıt top­
lam ak için girişim lerde bulunulabilir. B aşka u zm an lar davet
edilir, yeni m ek tu p lar yazılır. Bazen sonucu belirleyecek olan
k a ra ra varılm ası h a fta la r alır®.
U zun bir Öykünün sonu. Bu k a d a r ayrıntıya girmemin, ne­
deni, okuyuculara sürekli kadro verm enin ciddi bir iş ol­
duğunu gösterm ek içindi. Bu k ad ar güç ve objektif stan-

9. H arvard yöntem inin riski yok değildir. Büyük bir eksiklik "resmi olmayan tem as'm ya­
pıldığı zam an (adayın atanm a için düşünüldüğünü öğrendiği zam an) ile önerinin rosmen
yapıldığı zaman arasındaki sürenin uzunluğudur. Altı ila dokuz ay arasındaki bir süre nor­
mal sayılır, bu arada çok şeyler olabilir. Bazı bilim adam ları, bekleme süresinin be­
lirsizliğine ve uzayıp giden bıktırıcı araştırm a ve gözden geçirme fikrinden rahatsız olurlar.
Kimileri ise, H avvard'dan öneri alm a olasılığını kendi üniversiteleri ile yaptıkları pa­
zarlıkta k u llan ırlar vckoşıfilan düzel ince başka bir yere gitmekten vazgeçerler.
214 ®Sürekli Kadro Sistem i

d a rtla rla elem an aray an özel bir k u ru lu ş ya da m eslek bil­


miyorum. A raştırm an ın derinliği ve adaylar için yapılan in­
celem enin kapsam ı, A m erikan üniversitelerindeki atam a iş­
lem lerini başka örneği olmayan bir uygulam a durum una
sokm aktadır. H arvard'da, adayın akla gelebilecek h e r tü rlü
zayıflığını, h e r tü rlü entellektüel bozulduk ya da eksildiğini
zevkle inceledikten sonra, öyle bir noktaya gelmiş olabiliriz
ki, hiçbir yeni atam a bizi tüm üyle doyurm ayabilir. A m a ço­
ğum uz, bu anlattığım yöntem lerle, Fen ve Edebiyat Fa-
kü ltesi’ndeki kaliten in korunup geliştirildiğine inanıyoruz.
H arvard'da yapılanlar başka yerlerde aynen geçerli de­
ğildir. Pek az üniversitenin rektörü, sürekli kadro lara ya­
pılan a ta m ala rd a H arvard rektörü k ad ar rol oynar. Belki de
bu durum a başka hiçbir üniversitede rastlanm az. H arvard
rektörü D erek Bok, söz konusu rolün, görevinin en Önemli ve
ilginç kısım larından biri olduğunu düşünür. Öğretim üye­
lerinin kalitesini kontrol edebilmenin en doğrudan yolu budur
ve bu görev zam anının önemli bir bölüm ünü alır. Çünkü her
yıl sadece F en ve Edebiyat Fakültesi’nde, ortalam a yirmi
atam a komisyonu çalışır. H arvard'm dışarıdan gelen uz­
m an lara bütünüyle güvendiği de pek rastlanm az. Diğer üni­
versitelerin çoğunda dış değerlendirmeler m ektupla yapılır,
inceleme ve değerlendirm e gruplan ağırlıklı olarak üniversite
içi uzm anlardan oluşturulur. Benim görüşüm e göre, bu gibi
farklılıklar, benzerlikler yanında çok önemsizdir. H er ü n i­
versitenin kendi sistem ve yöntemleri vardır. Ben doğal olarak
burada H arvard modelini örnek verdim. Bizi birleştiren nokta,
sürekli kadroya önerilen adaylar içiıı, derinliğine, ülke ça­
pında ve çoğu zam an da uluslarası bir araştırm a yapılmasıdır.
Bu anlam h ve güçlü bir bağdır.

B a z ı E k K u ş k u la r
Şimdiye k a d a r genellikle sistem in olumlu yönlerinden baş-
lıealarını vurguladım . H enüz değinilm emiş olan bazı eleş­
215

tirileri de göz önüne serm ek istiyorum . İlk olarak, sürekli


kadro sistem inin, yerleşm iş özellikleri ve yaklaşım ları s ü r­
dürürken, yenilikleri dışlam ak gibi bir eğilimi olunduğu ko­
nu su n d a çok iyi bilinen görüşler vardır. Bu sistem in top­
lum sal bağlam daki bir eleştirisi şöyledir:
Ö rgütler, bilgiyi halen in a m lm a tta olanlara göre ölçer, yapılagelenin
m akul olduğuna in a n ırlar. E ntellektüel k alite, k a ra rla rı v erenlerin
inanç ve yöntem lerine en çok benzeyenlere göre değerlendirilir.

A tam aların öğretim üyelerinin denetem inde olm ası bazen kaliteyi,
özellikle de sıradaıılığı sü rd ü rm en in bir aracı olabilir. D eğişen bir
dünyada, bu, akadem ik köhneliği destekleyen güçlü b ir eğilim h alin e
g eleb ilir/10^

Bu ciddi bir suçlam adır. Akadem ik yenilenm eye ilişkin


ileri sürü len ü s tü kapalı teori, söylenenlerin geçerliğinden de
önemlidir. Yenilikleri kim ler yapm alıdır? H angi yeniliklerin
benim seneceğine kim k a ra r verm elidir? Gerçekte akadem ik
yeniliklerin çoğunun öncüsü kim dir?
Bu suçlam a, hem en hem en b ü tü n üniversitelerde bulu n an
bölüm örgütlenm esini hedef alır. Bölümler, hiç kuşkusuz,
üniversite içinde ve dışında şam ar oğlanı görevi görürler.
B unlar kim ilerince disiplinler-arası yaklaşım lara, aykırı gö­
rü şle ri dile getirenlerin atan m asın a engel olan, tab ia tı iti­
b arıyla tu tu c u k u ru m lar görünürler(11). B aşka b ir şikayet ko­
n u su da, bölüm lerin öğrencilere (özellikle lisans
seviyesindekilere) önem verm ediği ve bölüm ün kendilerine
uygun geldiği biçimde, kelim enin kötü anlam ıyle, bir kulüp
gibi yönetildiğidir. Bu olum suz sonuçların sürekli kadroyla il­
gisi açıkça ortadadır. Gördüğüm üz üzere, kadro işlem lerim

10. John K enneth G albraith’İn 27 M art 1986'da California Ü niversitesi’niıı Berkeley kam ­
pusunda yaptığı konuşma.

11. Elbette, disiplinler-arası yaklaşım lar veya aykırı görüşleri savunanların kendiliğinden bir
üstünlüğü yoktur. Önemli olan moda sözcükler değil, sonuçlardır. Bu} standardı kul­
landığımızda ise, disiplinin disiplinler-arası çalışm alardan d aha ağır bastığını görürüz.
Doğa bilimlerinde vc ekonomide Nobel kazananlar arasında fCbağunsızlar"ın sayısı pek fazla
değildir.
216 9 Sürekli Kadro Sistem i

bölüm başlatır. Ü st m erciler bu işlemi onaylar veya geri çe­


virir, fa k a t hem en hem en her durum da seçenekler yelpaze­
si, geleneksel bir bilgi alanını tem sil eden bölüm tara fın d a n
belirlenir.
Y ıllar boyu b a n a çektirdiklerinden sonra, bölüm leri canla
b aşla savunm aya pek hevesli değilim. Bölüm içindeki an ­
laşm azlıklar ve küçük kıskançlıklar nedeniyle eğitim a la n ­
ların ın zayıfladıklarına ta n ık oldum. Zam an zam an “büyük
ad a m lara ” kendi istek lerin i olduğu gibi kabul ettirm e ola­
nağı sa ğ la n m ıştır ve b u n u n çok z a ra rlı sonuçları olabilir.
Bölüm lerle, yeni öğretim üyesi seçimi (bölüm ün yeğledikle­
rin i çok tu tu c u bulm uşum dur) ve eğitim politikası ko n u la­
rın d ak i tu tu m la rı nedeniyle sık sık anlaşm azlığa düştüm .
Çok n a d ir d u ru m lard a (onbir yılda sadece dört kez), b ir bö­
lüm ü kayyum idaresi altın a sokm ak, yani yeniden örgiit! e -
ninceye k a d a r en telek tü el açıdan tü k en m iş olduğunu ilan
etm ek zorunda kaldım . Ayrıca bölüm lerin, Öğrencilere, genç
bölüm üyelerine ve b ü tü n dekanlara k a rşı tak ın d ık ları ki­
birli ve tepeden b ak an tav ırla rın d a n da payım ı aldım 02’.
Am a b u e le ştirile rin çoğunda, k o lektif suçu reddetm esek
bile (ki etm eliyiz) en önem li n o k ta gözden k açırılm aktadır.
Bölüm , gerekli ve e tk ili b ir örgütlenm e biçim idir. Bölüm
üyeleri, k o n u ların d a, nitelikle ilgili k a ra r verm ek için ge­
rek li d o n a tıla ra h e rk e s te n d a h a çok s a h ip tirle r. E lb e tte
b a ta d a y a p a rla r ve b azen d a h a y u k a rı düzeylerin onları
d ü rtm esi gerekir. H a rv a rd ’da ve b a şk a üniversitelerde, ör­
neğin kim ya ya d a güzel s a n a tla rın geleceğini ilgilendiren
en geçerli düşünceler, bu bölüm üyelerinin o rta k ak lın d an
çıkacaktır. Y önetim in düşüncelerinin ise yanlış olm ası ola­
sılığı ve m o d ala rd a n etkilenm e eğilim i çok d ah a fazladır.
Birçok b ö lüm ün düzenli a ra lık la rla k a n tazeleyerek, yeni­
lik lerin m erkezi d u ru m u n a gelm elerinin nedeni budur. Ve
12. H arvard Squaru’de geçenlerde satışa çıkarılan bir tişört durum u özetlemektedir, Tişörtün
üzerinde H arvard amblemi basılmıştır. E n üstte ise tırn ak içinde ‘T arih" yazılıdır. Bizim a r­
gomuzda bu, o yıl verilmeyen dersler için kullanılır. ,fVeritas!‘ (gerçek) sözcüğünün bulunm a­
sı gereken yerde ise “Fransa'dayım ” ibaresi vardır.
217

eski bölüm lerin düzenli olarak filizler (yeni bölüm ler) v er­
m elerinin, yeni eğitim a la n ları doğurm alarının, program ve
k o şu lların ı d eğiştirm elerinin ve benzeri şeylerin nedeni de
budur. B u n la rın hiçbiri kolayca ya da çabucak gerçekleşm ez
ve d e k a n la rın a ra s ıra o rta y a a ttığ ı örneğin yeni çekirdek
ders program ı gibi yenilikler k a d a r g ü rü ltü koparm az. B u­
n u n la b irlikte, uzu n dönem de önem li olan, ders prog­
ra m ın d a n çok öğretim üyelerinin kalitesidir. B ölüm ler bu
görevi g ay et iyi biçim de yerine g e tirirle r.(13)
Bizi e leştiren lerin kafasın d a birbiriyle b ağ lan tılı iki
k u şk u d a h a vardır. D ikkatli (ve tutucu) yöntem lere k a rşın
veya bu yöntem ler nedeniyle yanlış seçim ve sürekli kadro
sistem inden k a y n a k la n a n nedenlerle, işe y aram az öğretim
üyelerinden k u rtu la m a m a . B u so ru n lar sadece ü n i­
versitelere özgü değildir, a m a sürekli kadroya bağlı olarak
sa ğ la n a n neredeyse eksiksiz iş güvenliği nedeniyle ü n i­
v ersitelerde d a h a d a önem kazanabilir.
İki t ü r yanlış seçim v a rd ır (tabii yanlış olabilecek ölçütler
sonucunda seçilenlerin dışında): Seçildikten sonra, k e n ­
disine b a ğ la n a n u m u tla rı boşa ç ık aran lar ve seçilm eleri ge­
rektiği iş işte n geçtikten sonra an laşılanlar. H er iki du­
ru m la d a k a rşıla şılm ıştır. D aha sonra göz kam aştırıcı
a ra ş tırm a faaliyetleri ile büyük b aşarı sağlayan bazı genç
bilim a d am ların ı elden kaçırdığım ız olm uştur. A lan ların d a
öncü olacağına in a n a ra k atadığım ız profesörlerin d a h a son­
ra k i y ıllard a fos çıktığı d a görülm üştür. Çok kötü öğ­
retm en le ri de (um arım ne yaptığım ızı bilm eden) işe aldık.
A ncak belki de bu y a n lışla rın önüne geçilemezdi; belki eli­
m izde o an d a b u lu n a n verilerle en iyi seçim leri yapm ıştık.
13. Benim izlenimim, bölümlerin bulunm am asının, genel olm ak bölümlerin varlığına bağ­
lanan suistim allerin ortadan kalkm asında çok az etkisi olduğu şeklindedir. Bu, disiplmler-
arası çalışm aların niceliğine ve niteliğine bile etld yapar. Örnek olarak, California Üni­
versitesinin Irvine kam pusunu vereceğim. B urada 1964 yılında, başlangıçtan beri bölüm
teşkilatı olmayan bîr sosyal bilimler okulu kurulm uştu. Çok az İtişi, şimdiki statü sü ne
olursa olsun, Irvine'daki yapının benzer okulların ortalam a olarak elde ettiğinden daha iyi
disiplinler-arası ya da eğitimsel sonuçlar sağladığını ileri sürebilir.
218 &Sürekli Kadro Sistem i

B unlar kolayca açıklanam ayan sorunlardır ve burada a n ­


latılan öğretim üyesi seçme sistem inin, tutucu, yanlış seçim,
posası çıkm ışların üniversiteye çöreklenmesi ve yetersiz öğ­
retm enlik gibi şeylere neden olduğu konusunda elde herhangi
bir bilimsel kanıt yoktur; tersini kanıtlam ak da aynı derecede
zordur. B ununla birlikle ben, ikiyüzün üzerindeki atam a ko­
m isyonuna katıldım ve yaptığımız seçimlerin sonuçlarına yö­
netici ve m eslektaş olarak katlanm ak zorunda k aldım . D ü­
şünceme göre, sistem kusursuz olmasa da, akla gelebilecek
diğer sistem lerden daha iyidir ve daha iyi işlem ektedir. Be­
lirgin ve kesin yanlışlıklar azdır. Düş kırıklıkları çoğu zam an
erkenden ortaya çıkar, buna karşm yolumuza devam ederiz.
Ç ünkü seçenekler kısıtlıdır. En büyük risk, günüm üzdeki du­
ru m u kıyaslam ak olarak değerlendirmekte karşılaştığım ız
güçlüklerden değil, geleceği kestirm e yeteneğinden yoksun
oluşum uzdan kaynaklanır. Bilim adam larının gelişimi değişik
hızlarda olur. Kimisi gelişme hedefine geç ulaşır, kimisi çok
erken p arlar am a kırkından sonra donuklaşır. Bu riskler, pro­
fesör ile üniversite arasm da toplum sal sözleşmeyi kabul eden
bir sistem de gerçekten kaçınılmazdır.
Çok sayıda üniversite profesörünün, “kimseye hesap ver­
mek zorunda olm adan zam anının düşük ücretli bir huzur için­
de boşa mı geçiriyor” sorusuna gelelim. Deneyimlerime göre,
bu sorunların en önemsiz olanıdır. Benim gördüğüm sorunlar
daha çok enerjinin yanlış yönlendirilmesi, üniversite dışı fa­
aliyetlerin gereğinden fazla olması ve o kadar da değerli so­
nuçlar üretm eyecek araştırm aların peşinden koşulm asıyla il­
gilidir. Profesörlerin faaliyetlerini yönetim görevlerine
kan alize ettiklerini de gördüm. Ama “posası çıkmış” yaftası
büyük üniversitelerdeki öğretim üyelerinin en çok %2'sine ya­
kışır. Bu sonuca bilimsel yöntemlerle varm adığım ı ek-
lemeliyim(14)
14. Aynca ben, bu %2'fiin içinde bulunanların da, çoğu zaman yapıldığının tersine, gözardı edil­
memesi gerektiğini düşünüyorum. Erken emeklilik kusursuz bir seçenektir ve dekanlar (çok
kişinin önerisini aldıktan sonra) ücret politikaları ve başka haklanır dağıtımı yolu ile emek­
liliğe özendirmekte güçlük çekmemelidirler.
219

G ittikçe daha fazla ta rtışıla n bir başka konu ise em ekli­


liktir. P ürüzsüz işleyen sürekli kadro sistem inin gerekli ko­
şulu, m akul ve açık bir şekilde saptanm ış olan em eklilik ya­
şıdır. Bence altm ışbeş yaş uygundu, günüm üzde y ü rü rlü k te ­
ki yetm iş yaş da iyi işlem ektedir. Zorunlu em ekliliğin k ald ı­
rılm ası olasılığının, sürekli kadro sistem inin gelecekte de­
ğiştirilm esi gerektireceğim sanıyorum '10'. B unun nedeni b a­
sittir. B ir yandan, profesörleri emekliliğe özendiren şeyler
az olabilir; öte yandan, uzun bir beraberlikten sonra belirsiz
bir noktada bir m eslektaşı (bizimle eşit olan birini) em eklili­
ğe zorlam ak zordur, tatsızd ır ve p ra tik değildir.
A kadem ik yaşam ın ü st kadem elerine çıkıldıkça, em eklili­
ği özendirecek u n su rla rın azalm ası doğaldır. Em ekliliği en­
gelleyen u n s u rla r arasın d a bulunan sınırlı resm i görevler ve
uygun gelir düzeyleri üzerinde te k ra r te k r a r durdum . Bu
u n su rla ra , görevlerin Fiziki olarak zorlayıcı olm am asım (ha­
fifletilmiş külfetler, belirlenm iş çalışm a saatlerinin az olm a­
sı) ekleyin. İşten ayrılış kaçınılm az olarak gelirde düşüşü de
beraberinde getiriyorsa, insan böyle bir işten neden ayrılsın?
Tehlike açıktır. Belli bir y aştan sonra in sanın enerjisi azal­
dıkça y apılm ası zorunlu şeylerin toplam çalışm a içindeki
oranı kaçınılm az olarak a rta r ve sonunda sadece zorunlu­
lu k la r yerine getirilir.
K aliteyi k o ru m ak la ilgilenen hiçbir k u ru m ih tiy a rla rın
egem enliğinin verim liliği düşürecek şekilde güçlenm esine
katlanam az. B unun genç bilim adam ları üzerindeki felaket­
li e tk isin d e n söz etm eye gerek bile yoktur. E ğ er zo runlu
em eklilik yaşı, yaş tem elinde ayrım cılık yapm ak olarak k a ­
bul ediliyorsa, aynı am aca ulaşm ak için a lte rn a tif bir m eka­
nizm a bulm ak gerekecektir. B unun için, süreli sözleşm ele­
rin uygulanm ası ve yeterliliğin ve b aşarın ın zam an zam an
sınanm ası m an tık lı görünüyor. B unların hiçbiri teoride kor­

15. Bugün federal yasalar, üniversitelerin, sürekli kadrodaki öğretim üyelerini yetmiş yaşında
emekli olm alarına olanak veriyor. 1993 yılında üniversitelerin, zorunlu emekliliğin yasak­
landığı diğer işyerieriyle aynı statüye geçmelerinden sotıra bu m üm kün olmayacaktır.
220 «Sürekli Kadro Sistem i

kunç değildir, am a pratik te ya feci, ya da uygulanam az hale


gelecektir. Bir öm ür boyu beraber çalıştığınız in sa n la rla ilgili
y argılarda tarafsız ve k atı olmanız m üm kün m üdür? Söz­
leşm elerin büyük bir bölüm ünün, birçok sözleşme sistem inde
zaten öngörüldüğü gibi(16) yemleneceğim sanıyorum . Bu da
kalitede belirli bir gerilemeye yol açacaktır. Yaşlı pro­
fesörlerin gençlerin yolunu kesm e eğilimi artab ilir, bu ise
olum suz bir şeydir. F ırsatların azalm ası, gençlerin akadem ik
k ariyer heveslerini daha da azaltacaktır - acıklı bir görünüm .
Em ekliliğin, ek olarak yapılan çalışm aların sağladığı ya­
ra rla rı ve em ekliliğin m addi risklerini azaltacak biçimde ye­
niden yapılandırılm ası çok daha iyi bir çözümdür. Be­
lirlenm iş ikram iye ve diğer ek im kanları ile endekse bağlı
em eldi aylıkları sistem inin birlikte kullanılm ası hem ü n i­
versite hem de birey için iyi olabilir.

16. Bkz. Faculty Tenure, s. 12.


Ü niversite, B ir D ekan A nlatıyor &221

12. BÖLÜM
Bezginlik, Kıskançlık ve Diğer Tür Acılar

Tez danışm anım , ik tisat tarihçisi Alexander Gerschenkron,


on yıl önce emekli olduğunda, The New York Tim es'da "Har-
v ard ’m 'B ilim Sembolü' m eslek hayatım noktakyor" başlığı al­
tın d a bir haber yayım landı(1). Kendisi, gerçekten de her tü rlü
ilgiyi h a k eden bir beyefendidir. Am erika’ya iltica eden Gers­
chenkron, düzenli bir öğretim görevi bulunm adığından İkinci
D ünya Savaşı yıllarında kuzey California’daki bir tersanede
işçi olarak çalışmıştı. Times ile yaptığı "ayrılış konuşm asında"
şunları söylüyordu: "Tersanede kalm ayı ciddi olarak dü­
şünm üştüm . S ıradan A m erikalılarla ilişki kurm ayı sev­
m iştim . Ve orada iş sizi, gece rüyalarınıza kadar izlemez. Bi­
limle uğraşm ak insana zevk mi verir, yoksa acı mı? Birisi
bacağınızı kesip koparsa bunun acı vereceğini bilirsiniz, am a
bilim adam lığında bunu asla bilemezsiniz." Az rastla m r de­
recede başarılı bir meslek yaşam ının sonunda kim i yönlerden
şaşırtıcı bir değerlendirme.
Aynı kapıya çıkan kişisel bir örnek verebilirim . D ekan ola­
ra k çalışm alarım , in sa n la rla görüşm ek, evrak karıştırm ak,
m ektup yazm ak ve sayısız kom iteye başkanlık yapm ak gibi
şeyleri kapsıyordu. Bu etkinliklerin sonunda çoğu zam an
gözle görülür bir ilerlem e ya da y a ra r sağlanam azdı, fak at
h e r akşam eve zam anım ı boşa harcam adığım a in a n a ra k dö­
nerdim . Bu yapıcı hayal nereden kaynaklanıyor? H erhalde
yöneticinin verim ini ölçmekteki güçlükten ve doğal olarak
kendim izi bağışlam aya yatkın olm amızdan.
1. 19 H aziran 1975.
222 ®Bezginlik, K ıskançlık ve Diğer T ür Acılar

Bir bilim adam ı-öğretm en olarak, b aşarı ve ilerlem e ko­


nusundaki duygularım elimde olm adan inişli çıkışlıdır: Dü­
zenli olarak çuku rlara ve birkaç doruğa rastla n ır. Pro­
fesörlerin klasik işlerinden biri olan k itap yazm ayı ele
alalım . Bir günde sekiz s a a t yazılmaz, en azından ben y a­
zam am . B aşkalarım n da yaptığı gibi, günün belirli b ir k e­
sitini, örneğin, öğleden Öncelerini yazm aya ayırırım . Bazen
işler hiç de iyi gitmez. O turup önüm deki sarı bloknota ba­
karım , kahve m akinasm a ve tuvalete defalarca gidip gelirim
telefonun çalm ası için dua ederim ve vakit öğlen olduğunda
pek az şey yapm ış olurum . Onun yerine içimi, hedefe u la ­
şam am ak tan doğan bir sinirlilik kaplar ve suçluluk d u ­
yarım . Sinirlilik geçici başarısızlıktan; suçluluk duygusu ise
güvenli bir m aaş ile birlikte bağım sızlığa ve Özgürlüğe sa­
hipken, b unları bu k ad ar kötü değerlendirm ekten kay­
naklanır.
B urada mesleğimizin büyük paradoksu görülmektedir:
Önemli bir niteliğin (özgürlük), bu kadar kolaylıkla bir olum­
suzluğa (suçluluk) dönüşebilmesi. Zevk ile acının birbirinden
ayırt edilmesinin olanaksızlığı burada yatar. H er iki duygu da
çok kişiseldir. Bizler, arasıra yapılan beceriksizliklerin diğer
çalgıcılar ve u sta bir orkestra şefi tarafm dan örtüldüğü, büyük
bir senfoni orkestrasının üyeleri değiliz. Belki bir dereceye
kad ar üyesi olduğumuz okulların ad la n arkasına sak­
lanabiliriz (bazı okullar diğerlerinden daha fazla korum a sağ­
lar). Ama sonunda ya sınıf önünde ya da basılı sayfalarda tek
başım ıza kalırız. Öğretim üyeleri dünyasında şöhretin elde
edilmesi ya da yitirilm esi büyük ölçüde kişisel düzeyde olur.
İş dünyası çok farklıdır. A m erikan otomobil sanayi düşük
kalitede bir otomobil üretm ekle suçlanacak olursa, General
Motors yönetim inin ve işçilerinin bu sonucun alınm asında hiç­
bir k usurları olmadığım düşünm eleri kolay değildir. B una k a r­
şılık, H arvardhn verdiği eğitime yapılan saldırıların m es­
lektaşlarım ın çoğunu hiç ilgilendirmeyeceğinden emiııim.
Eleştirilerin başkalarını hedef aldığına inanırlar, ancak kendi
223

kişisel ünleri tehlikeye düştüğü zam an b unları ciddiye al­


m aya b aşlarlar. Elbette, ağırlığın birey üzerinde olm asının
iyi ve kötü y an ları vardır. B aşarının paylaşılm ası gerekmez;
bu işin iyi tarafıdır. B aşarısızlık paylaşılam az, bu ise işin
kötü tarafıdır.
A kadem ik yaşam ın k a ra n lık yönünü hangi an a etm enler
oluşturur? Belki b unların hiçbiri sadece akadem ik yaşam a
özgü değildir, am a orada özel bir görünüşe bürünürler. A şa­
ğıda, akadem ik yaşam da k arşılaşılan kötülükleri şu genel bö­
lüm lerde açıklayacağım : Bezginlik, yaşlanm a ve kıskançlık.
Diğer m esleklerin çoğunun tersine, bir profesörün çalışm a
yaşam ı, sürekli kadro engeli aşıldıktan sonra, belirgin iler­
lem eler ve evreler içermez. Bu da, bıkkınlık ve tükenm eye
neden olan en büyük etm enlerden biridir. B ir kez, sözgelimi
otuzbeş yaşında, öm ür boyu sözleşme elde edilince, kişi
hem en hem en otuz yıl değişm eyen görevlerle k a rşı karşıya
kalır: Yeni a ra ştırm a la r yapıp sonuçlandırm ak ve öğrencilere
ders verm ek. E sa sla r sap tan m ıştır ve değişmez. Çünkü, bi­
zimki, eşit h a k la ra ve eşit sorum luluklara sahip "ortakların"
m esleki bir iş girişim idir. Ü niversite, grup başkan, y a r­
dım cılıkları, y u rt dışı şubeler y a h u t bir ekip çalışm asının li­
derliği biçiminde düşünülem ez.Y ine ticari girişim lerle k a r ­
şılaştırıldığında sürekli kadrodaki h er profesöre yetecek
k a d a r yöneticilik görevi yoktur; bu görevlerinin sayısı kı­
sıtlıdır ve zaten bunu n gerçek ve görünürdeki y a ra rla rı k ü ­
çüktür.
M eslek h a y a tın ın akışı içinde, üzerinde a ra ştırm a yapılan
ilgi a lan ların ın önemli ölçüde değişmesi olağandır. Öğ­
renciler de yıldan yıla değişirler ve yeni bir özendirici u n su r
olurlar. B u çoğumuzu çalışkan ve ilgili kılm ak için yeterlidir;
fa k a t azınlıktaki bir grup öğretim üyesi heveslerini k a­
çınılm az olarak yitireceklerdir. Bu sorunlu grubun, bu du­
ru m a gelm esinde rol oynayan etm enler farklıdır. Kimi du­
ru m la rd a p a rla k ve yaratıcı bir zihin bu özelliğini yavaş
yavaş yitirebilir; d ah a sık ra stla n a n bir durum b ir bilim da-
224 ®B ezginlik, K ıskançlık ve Diğer Tür Acılar

lım n yepyeni bir atılım yapm ası ve değişmeyi be­


cerem eyenlerin geride kalm asıdır. D urm uş-oturm uş konular
bazen sılacı ve tekdüze hale gelmeye b aşlar ve bu sıkıcılık o
daldaki herkesi etkisi a ltın a alır. B ir de ancak u z u n yıllar bo­
yunca yapılan entellektüel y atırım lard an sonra v arılan ki­
şisel çıkm azlar vardır. Bu durum in sanın entellektüel ge­
leceği h ak kında büyük endişeler ve kötüm serlik y aratır. Bazı
fen adam larının eğitim alanları çok çabuk değiştiği için
kendi lisan sü stü öğrencilerine ayak uydurabilm eleri zorlaşır.
Bazı beşeri bilimciler, yaptıkları işlerle ilgilenen herhangi
biri olduğuna em in olm adıklarından alan ların d an üm itlerini
keserler. Bu kategorilerin hiçbiri, üniversitedeki sürekli k a d ­
ro lara k a rşı olanların sık sık sözünü ettiği "posası çıkm ışlar'ı
kapsam az. Şu an için, bir yandan m aaşlarım alırken diğer
yandan gönüllü olarak em ekli olmuş, yani a rtık h e r tü rlü ça­
bad an vazgeçmiş kişileri dikkate alm ıyorum '2! Benim il­
gilendiklerim , uyum lu bir çalışm a yaşam ı y a ratm ak ba­
kım ından güçlük çekenlerdir.
A raştırm ada karşılaşılan hayal kırıklıkları ders verm enin
çekiciliğini azaltabilir. Eğer konu bizim zihnim izde sıkıcı
hale gelmişse, öğrenciler için bunu nasıl ilginç hale ge­
tirebiliriz ki? B aşkaları bizi geçmişse, yeni k u şak bilim
adam larını yetiştirm ede gerekli olan özgüveni nasıl sağ­
layabiliriz?
B unlar üniversitelerde m üm kün olduğunca kaçınılan son
derece h assas konulardı. Sanki hepim iz sırça köşklerde otu­
ruyoruz ve kim se ilk ta şı atm ak istem iyor gibidir. D ekan ola­
ra k ben, bizim fakültenin sayıları dörtyüzü bulan kıdem li öğ­
retim üyelerinin h er birini tanıyordum . B unların hiçbiri (bir
kişi hariç) hiçbir zam an b a n a a ra ştırm a ların ın değerinin
azalm akta olduğunu ya da bir çıkm aza saplandığını soy-
2. B ir süre once Stanford Üniversitesi bu gibi kişiler için b ir erken emeklilik sistemi geliştirme
girişiminde bulundu. Bana söylendiğine göre, dekan emekli olması gerçekten uygun olacak
birine konuyu açmış ve ona Stanford’un cömertliği sayesinde yarını m aaşla derlıal emekli
olabileceğini söylemiş, Profesör zaten tam m aaşla emeldi olduğunu belirterek öneriyi geri
çevirmiş.
225

lemedi. H arv ard ’da konuştuğum her akadem isyen, ça­


lışm aların ın çok iyi gittiği ve en büyük b aşarılarının ge­
lecekte gerçekleşeceği konusunda b an a g aran ti verdi. H er­
kes, yaş ne olursa olsun, aym tahm inde bulunuyordu.
B unların doğru olması m üm kün değildi ve bu projeksiyonları
y ap an ların b ir kısm ı bunu çok iyi bilm ekteydiler.
Yaşamda, uyum sağlamayı gerektiren değişik evreler ol­
duğunu kabul etmemekte direnerek bezginlik sorununa k a t­
kıda bulunuruz. Örneğin ben, lisansüstü öğretimin asü yü­
künün genç öğretim üyeleri tarafından taşınm ası gerektiğine
inanıyorum. Bunlar, konularında en yeni bilgilere sahiptirler ve
en ü st düzeyde uzmanlaşm ışlardır. Lisansüstü öğretimi, bir ko­
nunun teknik ve teorik yenilikleri kadar, özüne ve odak nok­
tasına da önem vermelidir. Bunlar, doktoralarım aldıktan son­
raki ilk yıllarda bilim adam larının güçlü yanlarıdır. Bence,
yaşlı öğretim üyeleri lisans düzeyindeki öğrencilerin öğ­
retiminde daha aktif olmalıdır. Çünkü lisans düzeyindeki öğ­
rencilerin eğitiminde uzmanlığın ince ayrm tdarm dan çok bil­
gelik önemlidir. Lisans öğrencilerimiz okula genel kültür
eğitimi alm ak üzere gelirler ve onların en etkili öğretmenleri en
özel konulara bile geniş bir çerçeve ve bakış açısından yak­
laş acaklardır. Konu ne olursa olsun, yaşam da edinilen de­
neyimler, genel k ü ltü r eğitim inin değerli bir parçasıdır.
Tabii ki, böyle bir işbölüm ünün k atı bir şekilde uy­
gulanm asını önerm iyorum . Yaşlıca profesörlerin birçoğu bi­
rinci sınıf lisa n sü stü öğretm enidirler ve en önemlisi, li­
san sü stü öğrenciler, sınıfta ve özellikle de laboratuvarda
onları görmeyi isterler. Ayrıca doktora tezi danışm anı olarak,
iş olasılıklarının artm ası gibi bir avantaj sağlarlar. E n iyi li­
sans düzeyi öğretm enlerinin bir kısm ının da lisan sü stü oku­
lu n u yeni bitirm iş gençlerin arasın d an çıktığı doğrudur. Yine
de, üzerinde durduğum noktanın üniversitede şimdi ol­
duğundan daha fazla dikkate alınm ası gerektiğini dü­
şünüyorum . Bu öğrencilerin y a ra rın a olacağı gibi bazı pro­
fesörleri de kırgınlıktan ve boşa emek h arcam aktan
226 ®Bezginlik, K ıskançlık ve Diğer T ür Acılar

k u rtarab ilir. Prestij u n su rla rı ve uzun dönemli entellektüel


faaliyetlerde uygun bir değişime gösterilen direnç nedeniyle,
b u geçiş kolayca ve kendiliğinden gerçekleşm eyecektir. Pro­
fesörler başarıyı, alanlarında tanınm aları, lisan sü stü öğ­
rencilerinin sayısı, aldıkları ödenekler gibi şeylerle ölçerler.
Tem el ölçü hem en hem en otuzbeş yıl aynı k a lır ki bu da iyi
bir şey değildir. Bu profesörler arasındaki birçok m utsuz
em ekliliğin nedenini de kısm en açıklayabilir. B unlar uzun
çalışm a yaşam ları boyunca "kendi araştırm aları" için daha
fazla zam an peşindedirler, am a altm ışbeş ile yetm iş yaşları
arasın d a, öğretm enlik görevlerinden, kom ite ça­
lışm aların d an ve bölümde oy kullanm a sorum lulukları k al­
dırılarak buna olanak sağlanınca da, b unu çok kez açık bir gü­
cenme ve kızgınlıkla karşılarlar. B unun nedeni de, şimdi en
uygun etkinlik olabilecek araştırm anın, o yaşlarda daha zor
gelmesi ve en özgün çakşm alarm çoğu kez gençler taralından
yapılmasıdır®.
Şim di d a h a önce "kıskançlık" o larak adlandırdığım bö­
lüm e dönüyorum . B u hoş olm ayan kelim eyi akadem ik d ü n ­
y ad a özellikle yaygın b irtak ım özellikleri ta n ım la m a k için
seçtim . D iğer ala n lard a k i m eslektaşları kıskanm ak, diğer
işlerde bizden fazla p a ra k a z a n a n la rı kıskanm ak. K ıs­
kan çlık in sa n la rın çoğunda h a s ta lık gibi yaygındır. Ama bu
özellik, kendi değerim izden kesinlikle k u şk u duym am am ız
ve "başkalarının" (yani ün iv ersite yöneticilerinin, k a ­
m un un, h ü k ü m etin , öğrencilerin, hem en hem en herkesin)
kıym etim izi bilm em elerine duyduğum uz kızgınlık n e ­
deniyle akadem ik çevrelerde özellikle güçlüdür® .

3. 1965'te, altımşbeşinci doğum gününde bir grup eski öğrencisi, Alexander G erschenkronün
onuruna bir cilt makale (Festschrift) sunduk. Bize teşekkül* etm ek yerine, b u vesileyle yap-
tığı konuşm ada söylediği sözler neredeyse b ir öfke ifadesiydi. Bizim de ileride başım ıza ben­
zer bir tatsızlık gelmesi dileğinde bulundu.

4. Bu, bazen profesörleri bağışta bulunmaya ikna etmekte karşılaşılan güçlüğün bir nedeni
olabilir. Profesörler, m esleklerini uygulamak yoluyla topluma zaten yeterince katkıda bu­
lundukları duygusuna sahiptirler. Bu, tıp doktorlarıyla paylaştığım ız söylenen bir özelliktir.
227

A m e rik a n Ü n iv e rsite Ö ğretim Ü y eleri D e rn e ğ in in b ir


a ra ş tırm a s ın a göre, d oktora düzeyinde öğretim y a p a n ü n i­
v e rsite le rd e p ro fesörlerin yıllık o rta la m a ü c re ti (1984-85
ders y ılında) 44.100 dolardı. Y ardım cı profesörler ipin bu
ra k a m 26.480 dolardı®. B u k işilerin n ite lik lerin i d ü şü n d ü ­
ğüm üzde b ira z can sıkıcı bir ü c re t düzeyi. F a k a t ra k a m la r
b ir m ik ta r yanıltıcı olabilir. Bizim üçbin civ arın d ak i ü n i­
v e rsite ve kolejim iz b irb irin d e n çok fark lıd ır, o b a k ım d a n
o rta la m a la r p ek b ir şey ifade etm ez. H a rv a rd F en ve E d e­
b iy a t F a k ü lte s i’nde sü rek li k ad ro d ak i b ir profesörün o rta ­
la m a ü c re ti a y n ı y ıl 60.000 d o la rın b ira z üzerindeydi® .
A ynı ü c re t düzeyi A m erik a’n ın a ra ş tırm a y a yönelik ü n i­
v e rsite le rin in y a k la şık ilk o tu zu n d a d a görülür. B u iyi mi,
k ö tü m ü? Neye göre? Çok güç b ir soru. Ö rneğin, 1935 yı­
lın d a H a rv a rd ’d a b ir profesörün ü c re ti 8000 dolar civ arın ­
daydı ve b u gelir u ş a k tu tu p M aine’de b ir y azlık ev k ira la ­
m ay a y e te r de a rta rd ı bile. B ugün b u n u n k a rşılığ ı 59.000
dolardır. K ırkbeş yıld an u z u n b ir süre, h em en hiçbir iyi­
leşm e getirm edi; ü s te lik b u g ü n k ü vergi y ü k ü d a h a a ğ ırd ır
ve g eliri sadece ü c re te d a y a n a n k işilerin , y a s a la rı çiğne­
m eden d a h a az vergi ödem enin yollarını b u lm a la rı zordur.
U şak tu tm a k geçm işte kaldı, M aine’de yazlık ev k ira la n ­
dığı ise çok seyrek görülür.
B aşk a bir örnek alalım . B ir federal bölge yargıcının yıl­
lık m aaşı bugün 89.500 dolardır. B ir sen atö rü n ya da Tem ­
silciler M eclisi üyesin in ücreti de aynı düzeydedir. B ir k a ­
bine üyesi 99.500 dolar alır. B u m ik ta rla r, en ü s t düzeyde
b u lu n a n a k a d em ik perso n elin ü c re tle rin e oldukça y a k ın ­
dır, am a son yıllard a, k a m u görevlilerinin ü c re tle rin in son
derece azaldığı ölçü o larak göz önüne alındığı zam an, çeki­
ci olm ak tan çıkar. 1969 ile 1984 y ılları arasın d a, akadem ik
personelin ü cretleri y a bir p arça azalm ış y a d a y erinde say-
5. Fact Book, s. 122-23
6* îşletm e, hukuk ve tıp fakültelerinde ücretler çok daha yüksektir* Dekan arkadaşlarım la yap­
tığım resmi olmayan görüşmelerden, profesyonellerin yetiştirildiği bu okullardaki hocalara
%20 k a d ar daha fazla ücret ödendiği sonucunu çıkardım.
228 ®B ezginlik, K ıskançlık ve Diğer T ür Acılar

maştır. Öte yandan, Senato ve Tem silciler Meclisi üyelerinin


aldıkları ü cretin satm alm a gücü %39, bölge m ahkem esi yar­
gıçlarının %32 oranında azalm ıştır. Kanımca, yargıçlar, se­
n a tö rler ve Tem silciler Meclisi üyelerine ödenen ücretler çok
azdır. Ne yazık ki, bu kam , Ralph N ader ve h alk ın büyük bir
kesim i tara fın d a n paylaşılm am aktadır. Aynı dönemde beyz-
bol oyuncularının satm alm a gücünün %466, şirket ü s t yö-
neticilerininld ise %68 oranında arttığı göz önünde tu ­
tulm alıdır. D em okrat P a rti Illinois, S enatörü Paul Simon,
Y ürütm e, Y asam a ve Yargı Ç alışanlarının Ü cretlerini İn­
celeme Komisyonu’n d a bu konuyu şu şekilde dile getirm işti:
“Chicago Bulls basketbol takım ının zam anının çoğunu ye­
dekte bekleyerek geçiren en zayıf oyuncusuna bile, ülkenin
yasalarım y a p an lard an çok daha fazla p a ra ödenm ektedir.
Y asalarım ız, çocuklarım ızın aldığı eğitim in niteliğinden ya
da laboratuvarlarım ızda üretilen tem el bilim in kalitesinden
d ah a mı önemlidir? Yasa koyucular ve eğitim ciler bas-
ketbolculardan daha mı az değerlidirler? P a rasa l kazanç top­
lum sal değerin bir ölçüsü m üdür? N eden büyük k e n t­
lerim izin bazılarında otobüs şoförleri sürekli kadroda
olm ayan üniversite öğretm enlerinden d a h a fazla kazanırlar?
Çeşitli ista tistik bulgularına day an arak b u n u n gibi daha bir­
çok som kolaylıkla sorulabilir. Ama görüş açımızı k a ­
n ıtlam ak için buna gerek yok. Gerçek anlam da, öğretim üye­
lerinin ve kam u görevlilerinin ücretleri çok az artarken,
profesyonellerin ve iş yaşam ındaki kişilerin gelirleri büyük öl­
çüde artm ıştır. Buna bağlı olarak, akadem ik alanda bu­
lunanların yaşam sta n d a rtla n doktorlara, avukatlara, so­
rum lu konum undaki işletm e yöneticilerine ve benzer işlerde
çalışanlara kıyasla düşm üştür. Akademik yaşam ın iyi ta ­
ra fta n ile ilgili kısım da açıkladığım gibi, buna karşılık üni­
versite yaşam ının kendine özgü olanakları vardır. Ama ken­
dinizi kıyasladığınız grupların m addi güçleri sizin mesleğinizi o
kadar belirgin bir biçimde geçince, ailenizin gereksinimleri

7. The New York Tiınes, 9 Ağustos 1985.


229

büyük baskılar yaratm aya başlar. Bunun net etkisi ise kıs­
kançlık biçiminde ortaya çıkar. Toplum taralından yeterince iyi
değerlendirilmeme duygusu ve akademik kariyeri düşünenler
için çekici olm aktan tüm üyle uzak bir görünüm.
Çok d a h a önem li olan, benim iç k ısk a n ç lık o lara k ad ­
la n dırabileceğim so rundur. B u n u n iki kökü vardır: Felsefi
b ir öncül o la ra k öğretim ü y elerin in eşitliği ile ak adem ik
gerçek. B u köklerden b eslen en ağaç z a m a n z a m a n zehirli
m eyveler verebilir.
F en ve edebiyat y üksek öğrenim in geleneksel ko­
n u la rın ın çoğunu içerir: B eşeri bilim ler, sosyal b ilim ler ve
doğa bilim leri. B ir rek tö re y a da d e k a n a b ü tü n b u ko­
n u la rın aynı önem de m i olduğunu, b a z ıla rın ın di­
ğ e rle rin d e n d a h a m ı değerli olduğunu so rduğ um uzu v a r ­
sayalım . Y a n ıtla r o kulların tü rü n e göre değişik olacaktır.
Ö rneğin lisa n s düzeyinde profesyonel y e tiş tire n güçlü
p ro g ra m la rı olan devlet kolejleri "önem" ve "d eğ er'ı okula
k ay d o lan öğrenci say ısın a göre sa p ta y a b ilirler; gelirleri
k a m u ta ra fın d a n sa ğ la n a n o k u lla ra a y rıla n k a y n a k la r ge­
nellikle öğrenci say ısın a bağlıdır. B u ise işletm e, m ü ­
h en d islik , biyoloji ve ekonom i k o n u la rm a d a h a fazla a ğ ır­
lık ta n ın m a s ı sonucunu doğurur. B eşeri bilim lerle ilgili
a la n la r d a h a a lt düzeyde yer alacak tır.
D iğer d ek an ve rek tö rle r eğitilm iş in sa n gereksinim ini
ve b u n u n sağ lan m asın ı göz önünde b u lu n d u rm a k is­
tey eb ilirler. B azı ak ad em ik a la n la ra ü n iv ersite d ışın d an
ta le p çoktur, bu da rek a b e te dö n ü şen güçlü b a sk ıla ra yol
açar. B u n a örnek, çok hızlı büyüyüp gelişen bilg isay ar
a la n ı ve b u n u n a ta s ı olan e le k trik m ühendisliğidir. H er
yerde, h e r düzeydeki öğrenciler to p lu h a ld e bilg isay ar
d e rsle rin e h ü c u m etm ek ted irler; son on y ılın en güncel ko­
n u s u b u d u r. Aynı zam anda, çok say ıd a eğitilm iş u z m a n ge­
re k tire n b ü y ü k b ir sa n ay i p a tla m a sı gerçekleşm iştir. B u
da, (teo rik değil) uyg u lam alı b ilg isay a r bilim leri u z m a n la rı
a la n ın d a k ıtlığ a yol açm ıştır, çü n k ü h em e n d ü strin in , h e m
230 e Bezginlik, K ıskançlık ve Diğer T ür Acılar

ü n iv ersite le rin ve h em de h ü k ü m etin bu u z m a n la ra ge­


rek sin m esi vard ır, (E n d ü strin in ya da h ü k ü m e tin İn ­
gilizce, ta r ih y a d a K elt edebiyatında d oktora yapm ış bi­
rin e belirgin bir ihtiyacı olm adığını u n u tm a y ın .) Ve doğal
o larak , p iy asa g ay et iyi işlem ektedir. Y eterli a rzı olm ayan
b ir grup nitelik li in sa n a olan gerek sin m en in gittikçe a r t­
m ası, ü c re tle rin yükselm esini sağ lar ve e n d ü s trin in b u uz­
m a n la ra sağladığı p a ra s a l o lan a k lar b u n la rın ü n iv ersite
p iy asa sın d a n h em en b ü tü n ü y le çekilm esine n ed en olur.
A m a biz onlarsız yapam ayız, bu da onları özel bir sınıfa
koym am ızı ve en ü s t derecede ü c re tle r ve özel çalışm a ko­
ş u lla rı sağ lam am ızı g e re k tirir. Y ani b e lirli b ir a n la m d a on­
la rı "daha önemli" ila n ederiz.
U ygulam alı değeri olan ak ad em ik k o n u lar, m ad d i ödül­
le r ve diğer ödüller sağlar. F en b ilim leri, m illi savunm am ız
ve teknolojik a la n d a yarışabilm em iz b a k ım ın d a n y a­
şa m sa l önem de k a b u l edildiğinden devlet ve sa n ay i b u
a la n la rd a k i a ra ş tırm a la rı destekler. B u a la n la rd a öğretim
görevi y a p a n la ra b irçok o la n a k la r sağlanır: Y az a y la rı için
e k ücretler, öğrenci a sista n la r, sey ah at fonları, d a h a iyi ça­
lışm a y erleri m odern a ra ç ve gereçler gibi. A ra ş tırm a la rın
d estek len m esin in ve belirli b ir tak ım b ecerilerin getirdiği
y ü k sek p iy asa ü c re tle rin in sağladığı psikolojik y a ra rla ra
d a değinm eliyiz. Bu, in sa n ın yaptığı işe b irile rin in değer
verdiğini, entellek tiiel b ir ü rü n ü n elle tu tu lu r kıym eti ol­
d u ğ u n u gösteren som ut b ir işa re ttir.
Ben, h e r profesörün şu iki k ateg o rid en b irin e ta m o larak
u y d u ğ u n u ileri sürm üyorum : Ü n iv ersite d ışın d a n kay­
n a k la n a n ilgiden y a ra rla n a n la r ve so n u çta m u tlu o lan la ra
k a rşılık , ü n iv ersite dışı ilgiden yoksun olup b u nedenle b u ­
n a lım a düşenler. G erçek çok d a h a k a rm a şık olsa bile, bu
ayrım y a ra rlı b ir ilk yaklaşım dır. İkinci D ü n y a Sa-

8. ikinci D ünya Savaşandan önce devletin veya özel sektörün araştırm aları desteklemesi diye
bir şey bilinmiyordu. O tarihlerde sağlanan küçük araştırm a bütçeleriyle ortaya çıkarılan
b uluşların çokluğu hayret vericidir.
231

v a şm d a n so n ra k i y ılların ü n iv ersitelerd e ikili bir yapı


(ikili b ir ekonom i?) y a ra ttığ ın ı d ü şü n ü y o ru m (8ğ "M odern
sektör"de fen b ilim cilerinin y a n ı sıra birçok sosyal bi­
lim ciyi bulabiliriz. N im etler e şit b ir biçim de d a ­
ğ ılm am ıştır; h a le n biyolojiye diğer bilim d a lla rın a k ıy asla
d a h a cöm ert d a v ra n ılm a k ta d ır (sağlık ü zerin e y a p ıla n
h a rc a m a la r p o p ü ler ve kazançlıdır). D oğa b ilim lerine ve­
rile n destek, sosyal bilim lere v erilen d esteğ in ü s tü n d e d ir
(aynı şekilde, uy g u lam alı bilim e v e rilen d e ste k te o rik b i­
lim e v e rilen d e ste k te n d a h a fazladır). Sosyal bilim ler için­
de ekonom i, genellikle, gözde b ir k o num dadır. (Teorik bi­
lim ler içinde u y g u lam a y a e n fazla yönelik olanıdır) B u
sıra la m a y ı a n la tm a y a veya sav u n m ay a çalışm ıyacağım ,
sadece bazı k ısk a n ç lık la rın nedeni olabileceğine iş a re t e t­
m ekle yetineceğim . B u n lar, "varlıktılar" a ra sın d a k i n a z ik
a n la şm a z lık la rd a n ib a re t k a la c a k tır.
K ıskançlığın gerçek a n la m ın ı k a v ra y a b ilm e k için "ge­
len ek sel sektör"de b u lu n a n "yoksullara" bakm alıyız: Bu,
a r ta k a la n ve b ira z d a yetersiz b ir deyim le b e şe ri b ilim le r
o la ra k ta n ım la n a n a la n la rı k a p s a y a n geniş b ir ka-
teg o rid ir(9b G erçekte, biz iki y a şam biçim i ve y a şa m s ta n ­
d a rd ı ile k a rş ı karşıy ay ız. G eleneksel sek tö rd e ü c re tle r
d a h a d ü ş ü k tü r, ç a h şm a y e rle ri ve te sisle r d a h a esk id ir,
s e k re te rle r d a h a azd ır ve m odern s ta tü sem bolleri
("kelim e işlem ciler", bilg isay ar, m a s if büro m obilyası, k i­
şisel u fa k m u tfa k la r ve b an y o -tu v aletler, h a tta tu ş lu t e ­
lefon k a d a r ilkel şeyler) gerçek ten k ıttır. D e k a n o la ra k bu
fa rk la rın bilincindeydim ; b u n la r b a n a k ü ç ü k ve önem siz
gö rü n m em işler di. B ir fen bilim ciden g elen yazı, b u kişi
için özel o la ra k b a sılm ış a n te tli b ir k a ğ ıd a s e k re te r ta-
9, Beşeri bilimciler, sıkıntı çekmenin ve gözardı edilmenin kendi tekellerinde olduğunu sa­
nırlar. Oysa, doğa bilimlerinin, ve sosyal bilimlerin kimi dalları da yoksunluktan paylarına
düşeni alırlar. Örneğin, bilimsel müze koleksiyonlarının (botanik, zooloji ve jeoloji) kul­
lanım ı artık önde gelen araştırm acılar için gerekli değildir. M oleküler ve hücresel teknikler,
geleneksel sistemcileri b ir k en ara itmektedir. Bu kurum lan, belki de gelecekte büyük bir
taleple karşılaşacakları zam ana k ad ar korum akla sorumlu olanlar, kıskançlık duygusunu
tümüyle paylaşırlar.
232 • Bezginlik, K ıskançlık ve Diğer T ür Acılar

ra fın d a n hiç h a ta s ız o lara k yazılırdı. B u k işin in çalışm a


o d a sın a telefon edildiği zam an, s e k re te rin in İngiliz aksa-
nıyla k o n u ştu ğ u görülürdü. B u yüksek b ir ta b a k a y a m e n ­
su p olm an ın b ir b e lirtisid ir. B u n a k a rşılık , Sinoloji profe­
sö rü n ü n gönderdiği m e k tu b u n u n , kendi el yazısıyla veya
eski p ü sk ü bir yazı m ak in e sin in tu ş la rı g a g a la n a ra k , y a n ­
lış la rla dolu b ir şekilde yazılm ış olm ası olasılığı b ü y üktü.
T elefonuna y a te le s e k re te r cevap v e rir y a d a kim se cevap
verm ezdi.
B u fa rk la rı ü n iv e rs ite y a ra tm a z ; b u n la rı o rta d a n k a l­
d ırm a k ü n iv e rs ite n in gücü d ışın d a d ır. A ra ş tırm a fo n la rı­
n ın a k ışı devlet, e n d ü s tri ve h a y ırs e v e rle r ta ra fın d a n ön­
c elik lerle ve m odaya u y g u n biçim de b e lirle n ir. A ra ş tırm a
fo n la rı a rttık ç a s e k re te rle r, kon g reler, yolculuk giderleri,
yaz ü c r e tle r i gibi o la n a k ve f ır s a t l a r d a a r t a r . B e n im
a k a d e m ik y a şam ım boyunca, b eşeri b ilim le rin - e n geniş
a n la m ıy la d ü ş ü n s e k bile— öncelik y a d a m o d ay a u y g u n ­
lu k b a k ım ın d a n yeğlendiği hiç görülm edi. (S a v u n m a B a ­
k a n lığ ı ta ra fın d a n z a m a n z a m a n h a y a ti önem de olduğu
k a b u l ed ilen bazı d ille rin öğretim i belki a y rı tu tu la b ilir.)
B a s it g e rç e k ş u d u r: B azı u z m a n lık la r y a h u t m e s le k le r
d a h a iyi p a ra g e tirir ve hem k a m u d a n , h e m de özel k a y ­
n a k la r d a n d a h a b ü y ü k p a y a lır la r . B ir o k u l, f a r k la r ı
a z a ltm a y a (a ra d a k i u ç u ru m u k a p a tm a y a ) ç alışab ilir, fa ­
k a t ik ili yap ıy ı o rta d a n k a ld ıra b ilm e k söz k o n u su değil­
dir. B u h e rk e s i e n güncel u z m a n lık a la n la rın ın düzeyine
y ü k se ltm e k d e m e k tir. B u n a d a ü n iv e rs ite le rin h içb irin in
olan ağ ı yetm ez.
D üşünülm esi gereken bir güçlük daha vardır: M esleki sü-
p e rsta rla rm ortaya çıkışı. B uraya k ad ar, a v a n ta jla r sağla­
y an belirli kategorilerden bahsettik. F a k a t ayrıcalıklar, ekst­
ra para, ek stra yer, ek stra izin... ne v arsa onun ek strası kişi­
sel olarak da sağlanabilir, Bn A m erika’ya Özgü bir olaydır ve
üniversitelerarası kıyasıya bir yarışın sonucudur. K urum lar
arasın d ak i yarışın y ararın a olan inancım a karşın, b an a öyle
233

geliyor ki, biz istatistiklerden, ölçüm lerden ve de­


ğerlendirm elerden çok fazla hoşlanıyoruz/101 B u küm ede ya
da şu küm ede birinci kim; en çok geliri elde eden kim; kim in
işi kötü gidiyor? B u n la r kam uoyunu ve basm ı m eşgul eden
tü rd e sorulardır. B u n lar A m erikan üniversitelerinin de sü ­
rekli göz önünde bulund u rd u k ları konulardır; çünkü okulun
bir s ü p e rs ta n kendine çekinm esi sıralam adaki yerini ve dış
görünüm ünü fazlasıyla etkiler. Sanm ayın ki b u n u n bedeli
yoktur. V ardır ve bu bedel kıskançlık şeklinde ödenir.

İG. "Ulusal eğlencemiz- olan beysbol bu eğilime en güzel örnektir. Başka hiçbir spor, hareketin
her dakikası için bu k a d ar çok istatistik üretemez.
234 ® Üniversite, Bir Dekan Anlatıyor

13. BÖLÜM
Ü n iv e r site P iy a sa sı

Ö n ceki b ö lü m d e, b ire y o la ra k p ro fe sö rü n b a k ış açısı


odak n o ktası a lın a ra k a n la tıla n acılar, büyük ölçüde piyasa
güçlerinin doğrudan sonucudur. Biz kurum larım ızı bilinçli
o larak piyasanın etkilerine açık tu ta rız . B u n u n olum lu so­
n u ç la rın a d ah a önce işa re t edilm işti. B u n lar A m erikan h a ­
y a t ta rz ın ın genel doğrultusu içindedir. A m a so ru n ları da
vardır.
Biz sürekli h a re k e t halinde bir toplum uz. B ir zam anlar
sanayi m erkezleri olan m üreffeh bölgeler bir gün h urdalık
haline gelir; geçm işte batak lık ya da çöl olan yerler zenginli­
ğin ışıltısına kavuşur. Sem tler de sürekli bir değişim içinde­
dir. Gençliğimde, New York ken tin in A m sterdam ve Colum­
bus caddeleri düşük gelir g ru plarının y aşad ık ları yerlerdi.
B ugün b u rala rı k ib ar sem tler haline gelmiş, yuppie sınıfının
yaşam ve oyun m ekanı olm uştur. A m erika’da “iyi adres” ge­
lip geçicidir; durağanlık bize göre değildir.
Y ukarıdakilere benzer eğilimler, üniversitelerim izde de gö­
rülebilir. Örneğin, İkinci D ünya Savaşından hem en önce, ön­
de gelen A m erikan yüksek öğrenim k u ram ların ın listesi hep
aynı kalır, değişmezdi. Bu liste, Ivy League üyesi okullar ile,
Chicago, Berkeley, Johns Hopkins, MIT, Wisconsin ve benze­
ri diğer okulları içerirdi. Bugün, bu üniversiteler yine lider
durum undadırlar; am a bunlar, en üstteki on ya da yirmi üni­
v e rsite a ra s ın a girm iş ya da girm eye azm etm iş b irta k ım
okullar tarafın d an zorlanm aktadır. Stanford, UCLA, Texas
235

(Austin) ve NYU bu kategoride yer alır, "On Büyükler" için­


deki birçok okul için de aynı şey geçerlidir. Son yıllarda H ar­
vard olarak bizim, Columbia veya Yale'e adam kap tırm ak tan
çok Stanford’dan çekinmeye başladığım ızı farkettim . Yir-
mibeş yıl önce, Berkeley’deki eski m eslektaşlarım , UCLA’e,
Los Angeles’e “pek yakışan” o çiğ ve gösterişli yere, burun kı-
vırırlardı. Bu kendini beğenm işlik duygusu şim di yerini ciddi
bir saygıya bırakm ıştır. Birkaç yıl önce, Texas sağa sola yılda
"100,000 dolar ve daha fazlası" biçiminde cömert önerilerde
b u lu n arak ortalığı karıştırdı, böylece birkaç olağanüstü b a­
şarılı bilim adam ını kadrosuna katm ayı başardüU Uy­
gulam alı m atem atik ve güzel sa n atlara gelince NYU'nun ön­
derliğini a rtık herkes kabul ediyor.
Am erikan üniversiteleri, gerçek dünyada yaşarlar; arkadan
gelen okullar liderleri zorlar, kendilerine yer açar, bazen önlere
geçerler. Bizde, Oxford'un, Cambridge'in, Tokyo ve Paris Üni­
versitelerinin rahatlığı yoktur. Her an, yukarılara tırm anm aya
çalışan bir grup üniversite ile konumlarım korum ak için uğraş
veren başkaları vardır. Benim gibi rekabetin üstünlüğüne ina­
nanlar, sistemin yararlarını vurgulayacaklardır. Daha önce, “En
İyilerin Üçte İkisi” bölümünde, dünyanın önde gelen üni­
versitelerinin çoğunun Amerika Birleşik Devletlerinde bu­
lunm asının bir nedeni olarak, okullar arasındaki rekabeti gös­
termiştim.
İngiltere’den ne kadar farkk olduğumuza daha önce de­
ğinmiştim. Cristopher Rathbone bunu çok güzel tanımlar:
A m e rik a lıla r, O xford gibi b ir ü n iv e rsite n in b elirg in k alıcılık ve is ­
tik r a r ö zelliklerini göz ön ü n d e tu ttu k la r ın d a , O xford’d a b u lu n a n
bazı te m e l k u ru m s a l n ite lik le rin ken d i ü n iv e rsite le rin d e b u ­
lu n m a d ığ ı izlen im in e k a p ılırla r, Bu iz len im in b ir k ısm ı, Ox-
fo rd ü n k e n d in e y eterliğ in d e n k a y n a k la n ır. Çok b a s ite in d irirse k ,
O xford re k a b e t e tm e k m ecb u riy etin d e değildir. O xford’u, bu-

1. Bıı, petrol fiyatlarındaki düşüşten önce başlamıştı. Garip soııa, bugün, 1ÖG.Û0G dolar insanı
artık o k adar etkilemiyor.
236 ® Üniversite Piyasası

lu n d u ğ u ü s tü n k o n u m d a n in d irm ek için p u su d a bekleyen ve zor­


la y a n ü n iv e rsite le r y oktur. O xford’u n k u ru m sa l b ü tü n lü k ve sağ ­
lam lığını sa ğ la y a n güç esas o larak, onun k en d in e olan g ü v en in ­
d e n ve k e n d is in i ve ü s tü n k o n u m u n u hiç s o rg u la m a m a sın d a n
k a y n a k la n ır. Ö yleyse, Oxford, A m erikan ü n iv e rsitelerin d en f a r k lı
o la ra k , k en d isin i k a n ıtla m a k zo ru n d a değildir. T oplum un resm i
bir k u ru m u o la ra k Oxford, Ingiliz u lu su n u n y aşam ın d a d eğ iştiri­
lem eyen b ir d em irb aştır. B u durum , h u z u r ve saygınlığı k en d ili­
ğ in den sa ğ la r.12'

Oxford’un İngiliz üniversiteleri arasın d a ü s tü n bir ko­


num da bulunduğu doğru olabilir, am a a rtık bu en önemli
sta n d a rt olm aktan çıkm ıştır. R ekabet zorunluluğunun veya
fırsatın ın bulunm am ası, İkinci D ünya Savaşından beri, İn­
giliz üniversitelerinin göreceli olarak gerilem esine yol açan
birçok nedenden bir tanesi olabilir. R athbone şunları da ek­
liyor:
Hiçbir A m erikan üniversitesi, üniversiteler ara sın d ak i rek a b et sa­
vaşının. etki alam dışında kalam az. B unun te k istisn ası belki H ar-
vard'dır. H arv ard 'ın konum u, Oxford'unki k a d a r güvenli olsaydı bile,
ülkenin seçkin ün iversitelerinin bulunduğu bir konsorsiyum un p a r­
çası olarak, kendisini Oxford k ad a r em niyette hissedem ezdi; çünkü
H arv ard devamlı olarak kıskanç rakiplerle boğuşm ak, zorundadır.
Bir k u ru m u n ü n ü n ü sorgulam am ası zihnin gerçekten özgür k a ­
labileceği bir sükun ortam ı oluşturduğundan çok d eğ e rlid ir/31

Oxford ile H arvard arasındaki zıtlık - A m erikan ü n i­


versiteleri ile diğer üniversiteler arasındaki fark ların in ­
celenmesi açısından bir örnek olarak - z a rif biçimde be­
lirtilm iştir. Ben sükun ile Özgür zihin arasınd aki ilişkiden o
k a d a r da em in değilim. Çok fazla sükun, zihin özgürlüğünün
yanlış bir çeşidinin oluşm asına yol açar İd, bazıları buna
uyku der.
2. "The Problems of Reaching th e Top of the Ivy L e a g u e and Staying There," The Times
Higher Education Supplement) 1 Ağustos 1980,

3. Age.
237

B ir A m erikan ü niversitesinin ü n ü ve saygınlığı nasıl a r ­


tar? P a ra , olm asa olmaz koşullardan biridir ve özel üniver­
site le r ipin serm aye büyüklüğü p restijin oldukça güvenilir
bir göstergesidir: B ütünüyle olm asa da oldukça güvenilir bir
gösterge. A şağıdaki tabloda görüleceği üzere, en ü stte k i yir­
m i ü n iv ersite n in tü m ü ara ştırm a y a yönelik üniversitelerdir.
(E n v arlıklı kolej olan S m ith 31. sıradadır) Tabloda, serm a­
ye b ü y ü k lüğünün aniden düştüğünü görürüz. II. sırad a olan
C hicago’n u n serm aye fonu 1. s ıra d a olan H a rv a rd ’m ld n in
sadece %23’ü k ad ard ır. H arv ard ’m bazı bakım lardan Chica­
go’d a n dört kez d a h a iyi olduğunu ileri sürm ek tüm üyle saç­
m adır. Üç k am u üniversitesi, Texas, Texas A&M ve Califor­
n ia ün iv ersite sistem leri ilk on içinde yer alm ışlarsa da öğ­
renci b a şın a serm aye m ik tarları çok küçüktür. E yalet ü ni­
v ersiteleri vergi gelirleriyle beslendiklerinden serm aye bü­
y üklüğü onlar için pek fazla önem taşım az. Öğrenci başına
serm aye sta n d a rd ın a göre Rice Ü niversitesi, Yale, Stanford,
Colum bia ve Chicago ü n iv ersitelerin in önündedir. Bu ise,
ü n iv ersiteleri k a lite yönünden sıralayan deneyim li uzm an­
la r ın doğru bulm ayacağı bir sıralam ad ır. B irkaç yıl önce,
Ü n iv ersite rek tö rle ri a ra s ın d a yap ılan bir ankete göre, li­
sans p ro g ram larının kalitesi açısından üniversiteler şu şe­
kilde sıralan m ıştır: 1. Stanford (5); 2. H arvard (1); Yale (4);
3. Princeton (3); 4. Chicago (11); 5. Duke (27); 6. Brown (23);
C a lifo rn ia Ü n iv e rsite si/B e rk e le y (10); 7. N o rth C arolina
(74); 8. D artm o u th (19). P aran tez içindeki rak am lar, ü n iv er­
site n in serm aye sıralam asın d ak i yerini belirtm ektedir; bir
kez d a h a görüleceği üzere, ün iv ersite kalitesi ile serm aye
a ra sın d a güçlü b ir korelasyon yoktur'4’. B unların hiçbiri ş a ­
şırtıcı değildir. Serm aye, zenginliğin ve kullanılabilir kay­
n a k la rın hiç de k u su rsu z olm ayan bir göstergesinden iba­
re ttir. H a rv a rd ’m F en ve E debiyat F ak ü ltesin d e serm aye­
den sağ lan an gelir, yıllık harcam aların %20’sinin biraz üze­

4. "America's B est Colleges, U.S. N ews and World Report,u 25 Kasım 1985, Berkeley!e yapılan.
bağışlarla ilgili olarak verilen rakam gerçekte b ü tü n California sistem ini kapsar.
238 ® Üniversite Piyasası

rindeki kısm ım k arşılar. Ü niversitenin serveti h e­


saplanırken; okul ücretleri, devlet tara fın d a n sağlanan k a y ­
n a k la r ve sözleşm eler ile yıllık b ağışlar ve diğer varlık lar
(binalar, a rsa lar, s a n a t eserleri gibi) h e sab a katılm az. B ütün
gelir kay n ak ları doğru olarak değerlendirilse bile bunlar, k a ­
litenin yeterli bir ölçüm ünü yapm am ızı sağlayam ayacaktır.
Ü n iv ersite s ta tü s ü n ü n en güvenilir göstergesi, öğretim
k a d ro su n u n k u su rsu z lu k düzeyidir. B u hem en herşeyi b e­
lirler: İyi b ir öğretim kadrosu, iyi öğrencileri, a ra ş tırm a
fonlarım , m ezu n ların ve k a m u n u n desteğin i çeker, u lu sa l
ve u lu sla r ası platform da tan ın m ay ı sağlar. Ü n ü sü rd ü rm ek
ya da a rtırm a k için en etkili yöntem , öğretim k a d ro su n u n
k a lite sin i geliştirm ektir® .

Sermayesi En Büyük 20 Üniversite


Ü n iv ersite S erm av e (B in dolar)

H a rv a rd Ü n iv ersitesi 4.018.270

T exas Ü n iv e rsite S istem i 2,829.000

P rin c eto n Ü n iv e rsite si 2.291.110

Y ale Ü n iv e rsite si 2.098.400

S ta n fo rd Ü n iv ersitesi 1.676.950

C olum bia Ü n iv e rsite si 1.387.060

T exas A&M Ü n iv ersite S istem i 1.214.220

W a sh in g to n Ü n iv e rsite si 1,199.930

M a ssa c h u se tts Teknoloji E n s titü s ü 1.169.740

5. H er ne k a d ar karşılaştırm a kim i okur! a n rahatsız etse de, öğretim üyeleri kadrosu bir beyz-
bol takım ına benzetilebilir. Ü niversite rektörü takınım sahibi, dekan menejer, öğretim üye­
leri oyuncular, öğrenciler ve m ezunlar ise seyirciler gibi düşünülebilir. Sürekli kazanan
ta ra f olabilmek için paraya ve ü stün jretenekli oyunculara gereksinim vardır. B unlar alt­
yapıdan yetiştirm e yöntemi ile (kıdemsiz öğretim üyeleri) ya da diğer takım lardan transfer
yoluyla (süperstar) sağlanabilir.
239

C a lifo rn ia Ü n iv e rsite si 1.122.160

Chicago Ü n iv e rsite si 913.600

Rice Ü n iv e rsite si 857.155

N o rth w e ste rn Ü n iv e rsite si 802.670

E m o ry Ü n iv e rsite si 798.549

C o rn ell Ü n iv e rsite si 725.096

P e n n sy lv a n ia Ü n iv e rsite si 648.528

R o ch ester Ü n iv e rsite si 556.908

Rockefeller Ü n iv e rsite si 542.765

D a rtm o u th K oleji 537.272

Jo h n s H op k in s Ü n iv ersitesi 534.809

K aynak: (Telif hakkı 1988), The Chronicle o f H igh er E du cation . İzin alı­
n a ra k yayım lanm ıştır.

Öğrenci Başına Sermaye Büyüklüğü En Çok Olan Üniversiteler


M ik ta r

Özel Üniversiteler Ö ğrenci (Dolar)

R ockefeller Ü n iv e rsite si 119 4.561.100

P rin c e to n Ü n iv e rsite si 6.264 365.800

H a rv a rd Ü n iv e rsite si 16.235 247.500

M o u n t S in a i T ıp O k u lu 4 94 234.300

C alifo rn ia T eknoloji E n s titü s ü 1.850 221.100

Rice Ü n iv e rsite si 3.986 215.000

S w a rth m o re Koleji 1.312 210.400

Y ale Ü n iv e rsite si 10.504 199.800

G rin n ell K oleji 1.253 181.000


240 “ Üniversite Piyasası

Kamu Üniversiteleri

V irginia A skeri K urum lar Vakfı 1.592 49.400


Oregon Sağ. Bil. Üniv. Vakfı 1.141 33.300
Texas Ü niversitesi Sistem i 90.000 31.400
V irginia E yalet Ü niversitesi 1.553 27.700
V irginia Ü niversitesi 16.823 23.700
D elaw are Ü niversitesi 15.918 18.400
C incinnati Ü niversitesi 24.962 10.200
P ittsb u rg h Ü niversitesi 26.953 8.200
W illiam ve M ary Koleji 6.951 8.100
California Ü niversitesi 146.429 7.700
K aynak: (Telif hakkı 1988), The Chronicle o f H igher Education, izin alı­
n a ra k yayım lanm ıştır.

Saygınlığa giden yollardan biri de “kendi elem anlarım ye-


tiştirm e k ”tir. Kıdemsiz öğretim üyelerinin daha iyi bir şekil­
de seçilmesi, zam anla kıdem li öğretim kadrosunun düzeyinin
ortalam asın ı yükseltecektir. Bu yavaş ve riskli bir stra te ji­
dir. Genç öğretm en-bilim adam larının gelecekteki başarıları­
nı kestirebilm ek güçtür ve bu konuda olumlu ya da olumsuz
bir k a ra ra varm ak uzun yıllar alabilir. Acil durum larda, ki
işim iz genellikle aceledir, diğer üniversitelerde kendilerini
k an ıtlam ış k işileri ay a rtm a k bize çok daha çekici gözükür.
S ü p e rsta r olm uş b ir profesörün bir ü niversiteden diğerine
geçişi, okulun birdenbire tanınm ası ve saygınlık kazanm a­
sıyla sonuçlanabilir.
Ama bu, övgüyle söz edilebilecek hedeflere ulaşm anın çok
m asraflı b ir yoludur. H er alandaki süper sta rla r çok büyük
m ik tarlard a p a ra lar isterler ve piyasa güçlerini en iyi biçimde
241

kutlanm a konusunda oldukça kurnazdırlar. Bunlar, yeni bi­


n alar, büyük laboratuvar olanakları ve gereçleri, özel (azal­
tılmış) öğretim sorum lulukları, istedikleri gibi kul­
lanabilecekleri yüzbinlerce dolarlık fonlar, eşleri için fazla
yorucu olmayan bol ücretli işler, oturm aları için pahalı evlerin
satm alm m ası gibi akla gelebilecek herşeyi pazarlık sırasında
isteyebilirler. Fen bilim lerindeki bir süperstarm toplam m a­
liyeti, norm al olarak, 2 ile 4 milyon dolar arasında değişebilir.
Bu, profesyonel sporcuların ölçülerine göre yüksek olm asa da
üniversite bütçesi söz konusu olduğu zam an başdöndürücü bir
m iktardır. Bir de, bu kadar ilgi ve sevginin odağı olan kişinin
artık en iyi günlerini geride bırakm ış "sönmüş bir yanardağ”
olması endişesi buna eklendiğinde, dekanların pazarlık sı­
rasında neden soğuk terler döktükleri daha iyi anlaşılır.
B unları aklımızda tu ta ra k öğretim üyeleri arasında eşitlik
ilkesine ve akadem ik yaşam ın k aranlık yönlerine dönelim. Arz
ve talep yasalarının karşı konulmaz bir çekiciliği vardır. Bu
yasalar, belli bir durum da ne yapacağımızı bize açıkça gös­
terirler. Ü niversitelerde görev yapabilecek birinci sınıf mo-
leküler biyologların sayısı gerek özel sektör gerek devletin
araştırm a talebi nedeniyle sınırlıdır. Piyasa güçleri, bu ki­
şilerin ücretlerini, öğretim üyelerinin ortalam a ücretlerinin
çok üzerine çıkarır ve bu konuda yapdabilecek bir şey yoktur.
H erhangi bir alandaki süper star, yapılan iş bakım ından, üs-
tü ste yirm i sayı alan bir beyzbol atıcısı gibidir. Bu yetenekteki
kişilerin çok nadir olduklarım kabul etmeliyiz. Arz ve talep ya­
saları böyle bir kıt kaynağın yüksek parasal ödüllere h ak k a ­
zandığını söyler. B asit mi? Hiç de değil.
Ekonomik m antık, "kabul olunabilir en a lt düzey'ın belirsiz
olmadığı zam anlarda iyi işler. Bu, m al sahiplerinin açıkça
belli olduğu iş yaşam ında görülebilir. Bir beyzbol t akımını
veya fabrikayı, pay sahiplerini ya da bireysel m al sahiplerini
düşünelim; kurum u "kabul edilebilir en alt düzeyin" mey­
velerine hak kazananları doyuracak ölçüde yönetm ek akıllıca
olur. B unun kolay olduğunu söylemiyorum. Ü rünler, teknoloji,
242 • Üniversite Piyasası

zam an sınırı, riskler, çalışanların m utluluğu ve diğer birçok


sorun göz önüne alınm alıdır. B ununla birlikte, kişilerin açık­
ça belirlenebilen kazançlara katkıları oranında ödüllendiril­
m elerinin akıllıca olacağı açıktır. Yirmi sayı kazan an kişi, a t­
tığı to p ların yüzde yirm isi sayı k a z an d ıra n b ir oyuncudan
d a h a fazla k a z an m a y ı h a k e tm iş tir, çünkü onun k a tk ıla rı
şam piyonluk yolunda daha önemli olabilir. Bu da takım ın sa­
hipleri için büyük kazançlar dem ektir. Aynı şekilde, büyük
bir firm anın ü stü n başarı göstermiş bir bölüm ünün yöneticisi
haklı olarak ödül isteyebilirken, zarar eden bölüm lerin b a­
şındakiler hava alırlar.
F akat, üniversitenin kabul edilebilir en a lt düzeyi nedir ve
sahipleri kim lerdir? En basit anlatım larla bizi eğitir, öğretir
ve araştırm a yaparız. Kimi profesörün çok öğrencisi varken,
kim isininki azdır. N adir durum larda, birkaç profesörün hiç
öğrencisi yoktur. Öğrenciler, okul ücretlerinden elde edilen
gelirin an a kaynağı olduklarından, tıkabasa dolu amfilerde
beşyüz veya daha fazla öğrenciye ders veren yıldız profesörle­
ri ödüllendirm ek çekici gelebilir. Bunlar, kendilerine verilenin
çok daha fazlasını okul ücreti olarak kazandırm aktadırlar.
Bu politikayla ilgili olarak en az iki tem el güçlük vardır.
Sınıfta olağanüstü başarılı olan biri, çok iyi bir araştırm acı
“olmayabilir ve bunun göz önünde tutulm ası zorunludur. Çok
daha önemlisi, büyük öğrenci topluluklarım çekebilme fırsatı
ve kapasitesi, konuya göre değişir. Kabul edilebilir en alt dü­
zey m antığım sürdürm ek, çok sayıda öğrenciye çekici gelen
konuların daha önemli ve daha değerli olduğunu kabul etmek
anlam ına gelir. D aha önce de söz edildiği üzere, H arvard’da
akadem ik yılların çoğunda, öğrencisi en fazla olan ders, Eko­
nom inin İlkeleri dersi olmuştur. Bu derse, norm al olarak, bin
civarında öğrenci kaydolur ve öğrencilerden, okul ücreti geliri
olarak yıllık üç milyon dolar sağlanır'61. Şimdi, bundan ekono­
m inin, O rta Doğu dillerinden veya term odinam ikten daha

6. 1988-89 ders yılında okul ücreti 12,300 dolardı. Öğrenciler yılda sekiz adet "dönemlik” ders
alırlar; ve Ekonominin ilkeleri iki düzıemlik b ir derstir.
243

önemli olduğu anlam ı mı çıkar? Bu, önemden ne anladığım ıza


bağlıdır. Ekonomi, üniversitelerde popülerdir, çünkü bu ders
bazı zorunlu ders dağılımı koşullarım yerine getirir. Ayrıca,
öğrenciler, bu dersin, içinde yaşadıkları dünyayı anlam ada
kendilerine yardım cı olduğuna inanırlar; üstelik, birçok öğ­
renci hedef olarak işletm e ve hukuk okullarında lisansüstü öğ­
renim yapm ayı seçm iştir. Bu okullarda ekonomi iyi bir tem el
hazırlık olarak kabul edilir. Elbette, Arapça yah u t fizik öğ­
renim i de aynı derecede yüksek am açları yerine getirir.
H erhangi bir akadem ik önder (rektör, dekan, bölüm baş­
kanı) bu şekilde akıl yürütm enin anlam sız bir parodi ol­
duğunu ve sadece yıkıcı sonuçlar verebileceğini bilir. Elbette,
öğrencinin eğitimle ilgili istekleri karşılanm alıdır, fakat bu
daha büyük bir görevin sadece bir parçasıdır. Görevimiz, kül­
tü rü n korunm ası ve yorumlanması, h a tta sürekli olarak tek ­
r a r te k ra r yorum lanm asını da kapsar. Bizler, büyük ge­
leneklerin k u şak tan kuşağa geçmesini sağlarız. Günümüzde
pek talep edilmeyen, ya da çağımızın sorunlarıyla ilgisiz gibi
gözüken konu ve yaklaşım ları da korur ve geliştiririz. Ç ünkü
gerçekten önemli olan ile günümüzde yüksek talebi olan dü­
şünceler arasında çoğu zam an pek az ilişki olduğunu biliriz.
G ünüm üzün ikilem lerinden bazılarının, yüzlerce yıl önce ya­
şam ış düşünürlerin sahip oldukları anlayışa ve bilgiye baş­
vurm akla çözülebileceğinden eminim. Ye biz o hâzinelerin ko-
ruyucusuyuz. Bir keresinde Rektör Bok'a, H arvard'da Latin
dilleri öğrenm ek isteyen tek bir öğrenci kalm asa bile (o sırada
pek popüler bir konu değildi) bölümü ayakta tu tm ak zo­
rundayız demiştim. Neden? Çünkü, Fransız, İspanyol ve İta l­
yan edebiyatının klasikleri paha biçilmez bir m irastır. O nların
yaşayan etkisini yitirm ek karanlık çağlara geri dönmek de-
m ektirt7). Ü niversite, m abyet m uhasebecileri tarafından, yö-
7. Bu heyecan verici paragraf, biz1 zamanlar üniversiteye bağış sağlamak için yapılmış bir ko­
nuşmadan aşağı yukarı aynen alınmıştır. Bu yayınlandıktan sonra Latin dilleri bölüm baş-
kanlarından ve profesörlerinden övgü sözleri içeren bir çok mektup aldım. Bana yazanların kimi,
konuşmamın kopyalarım ilaıı tahtalarına asmışlardı. Ben övgü amacıyla özellikle onların ko­
nusunu geçmemiştim. Yanılgıları burada olmuştu. Bu, birçok olası örnekten sadece biriydi.
244 ® Üniversite Piyasası

netilemez; üniversite, sadece değişen p azarlara göre tepki


veren bir ticari kuruluş gibi yönetilemez. Bu bizim için kö­
tüdü r, hizm et vermeye çalıştığımız toplum için daha da kö­
tüdür.
Birçoğumuz, eğer üniversitenin görevini ciddiye alıyorsak,
piyasanın yanlış sinyaller gönderdiğini anlarız am a iç ve dış
baskıları da gözardı edemeyiz. Sinyaller hatalıd ır çünkü bi­
limsel konuların önem sırasına göre sınıflandırılm ası yan­
lıştır. Seçmek ve bu seçmelere uygun olarak k ay n ak lan ayır­
m ak zorundayız. Faydacı kararlar, çalışma alanlarına ve
kişilere öncelik verecektir, am a bunlar kişisel faaliyetlerin
özündeki değerlerle doğrudan ilgili olmayacaktır.
K arşılaştırılm ası imkansız iki konuyu, Sanskrit ve bilgisayar
bilimlerini ele alalım. Şüphesiz, bilgisayarların önemi üzerinde
fazla durm aya gerek yoktur; çok sayıda öğrenci bu konuda öğ­
renim görmeyi istemektedir. Bütün bilim adam ları bu ay­
gıtların yaşamımızı değişime uğrattığını söyler; konu henüz ye­
nidir ve Önümüzdeki yirmi otuz yıl içinde ileriye doğru büyük
atılım lar beklenmektedir. Her üniversite bu gereksinmeleri
karşılam ak zorundadır. Üniversitelerin öğretim kadrolarındaki
bilgisayarcı sayısında büyük artışlar olacağı düşünülmektedir.
Piyasa zorlamaları gereği, bu kişiler yüksek ücretler ve özel ay­
rıcalıklar, elde edeceklerdir. Hiç kuşkusuz m ektupları sek­
reterler tarafından bilgisayarlarda yazılacak ve E-mail (elekt­
ronik posta) ile yollanacaktır. Bol kazançlı özel danışm anlık
anlaşm aları ve bol lisansüstü öğrenci desteği bunlar için doğal
olacaktır. Öğretim görevinin yorgunluğu, büyük bir olasılıkla
egzotik tatil yerlerinde düzenlenen mesleki toplantılarda (har­
cam aların hepsi vergiden düşülebilir) atılacaktır. Öğretim yükü
ağır olmayacaktır; rekabet bu sorunu çözecektir. Bu rahatlatıcı
düzenlemeler olmadan söz konusu bilim adam larını üni­
versiteye çekmenin olanağı yoktur. A lternatif m aliyetler yük­
sektir. IBM'de veya Bell Labs’de çalışmak, onlara üniversite ya­
şamının hemen hemen bütün çekici yanlarını, eşit ve çoğu
zaman daha yüksek ücret düzeyleriyle birlikte sağlar.
246

Sanskritçe uzm anları ise kendilerini oldukça farklı bir du­


rum da bulurlar. Am erika Birleşik Devletlerinde çoğu pek
küçük olmak üzere, sadece yedi Sanskritçe bölümü vardır.
Ben dekanken bütçe olanakları, H arvard'da sadece bir pro­
fesör ve bir asosiye profesörü kaldırıyordu. U zun süre, bö­
lüm ün bir çalışm a yeri veya sekreteri bile yoktu. Edindiğim
bilgilere göre Kuzey Am erika'da bu konuyu öğretenlerin sayısı
elliden azdır. Öğrenci sayısı az olsa bile (bu konudaki uz­
m anların iş olanakları son derece kısıtlıdır) her profesör, basit
dil öğretim inden ileri düzeydeki m etinlerin okunm asına kadar
değişen çok çeşitli dersler vermek zorundadır.
Sanskritçe öğretiminin ve araştırm alarının artırılm ası ge­
rektiğini ileri sürüyor değilim; bu konuda arz ve talep den­
gede gibi görünüyor. Ama ben, bu büyük uygarlık dilinin ve
edebiyatının bazı üniversitelerde okutulm asının gerekli ol­
duğuna; bu konuda uzm anlaşan az sayıdaki insanın öl­
çülemeyecek k ad ar büyük yararlar sağlayabileceğine (kül­
tü rü n korunm asının da ötesinde) inanıyorum®. Bir
Sanskritçe uzm anının üniversiteye yaptığı katkının, bir bil­
gisayar uzm anm m kinden daha az değerli olduğunu kimse
iddia edemez. Hepimiz, fen ve edebiyat bahçesine emek veririz
- koruruz, keşfederiz, öğretiriz. Üzerinde çalışmayı seçtiğimiz
özel alanlar elm alar ve portakallar gibi değişik ü rünler verir.
Gerçek dünyayla ilgisi yokmuş gibi gözüken bir dersi alan tek
bir öğrenciyi aydınlatm ak, dünyayı değiştirm ek açısından, k a­
labalıklar arasında revaçta olanı verm ekten çok daha anlam lı
olabilir. Bu akadem ik bir ülkü olmabdır am a M arksist bir
deyim kullanm ak gerekirse, çelişkiler çoktur.
Söz konusu çelişkiler, dekan olarak yerimi alan kişi a ta n ­
dığı zam an, benim için iyice belirginleşti. Yeni dekan 39 ya­
şında, parlak bir ekonomistti. Am erikan İktisatçılar Der-

8. Fizikçi J . Robert Oppenheimer, H arvard'da lisans öğrencisi olarak Sanskritse dersi alınıştı.
Acaba, bu onu daha iyi b ir bilim adamı yaptı ını? Kim bilebilir İd? Ayrıca, modern Hin­
distan'ın, klasik k itaplarını bilinçli bir biçimde değerlendirmeden, anlaşılıp an­
laşılmayacağı da sorulabilir.
246 ®Üniversite Piyasası

neği’n in kırk yaşın altındaki en başarılı ekonomistlere verdiği


J. B. C lark M adalyası’m kazanm ıştı. Oldukça kısa meslek ya­
şam ında, profesörlüğe yükselmiş, k ü rsü sahibi olmuş, ulus-
larası üne kavuşm uş ve p arasal açıdan çok iyi ödül­
lendirilm işti. Bu aşam aları tüm üyle h ak etm işti; onu öğretim
kadrosuna katabilecek her üniversite talihli sayılırdı.
R aslantı bu ya, yeni dekanın Princeton'daki lisans öğrenimi
sırasında oda arkadaşı olan kişi de Yakın Doğu dilleri bö­
lüm üm üzün kadrosımdaydı ve kendisini tanıyordum. Bu genç
(dekanla yaşıttı), Farsça, Arapça ve bazı başka dilleri ve ede­
biyatları öğretiyordu. Onun bir dilbilimci, gram erci ve Öğ­
retm en olarak başarıları, H arvard’daki ve başka yerlerdeki az
sayıda m eslektaşı tarafından takdirle karşılanıyordu. Ko­
num u ise, pek güvenli olmayan, düşük statülü, çok m ütevazı
ücretli bir dil öğretmenliğiydi. Sürekli kadroda değildi ve kad­
roya girme şansı da o kadar yüksek değildi. Farsça uz­
m anlarının piyasası iyi değil. Bu iki kariyer çizgisi açmazımızı
çok iyi bir şekilde ortaya koyuyor.
Ü niversite yaşam ının karanlık yanlarını besleyen çelişkiler,
alanlar arasındaki farklılıklar ile sınırlı değildir. Süperstar
olayı da aynı etkiyi yapar. B unun neden varolduğu daha önce
açıklandı, sonuçları ise zor anlaşılabilir. Çoğumuz, piyasanın
gücünü, bölümün ününü artırm ak için büyük adlara duyulan
gereksinmeyi ve büyük ödüllerin büyüsünü kabul ederiz. Aynı
zam anda, kabul edilebilir en alt düzeyin belirsizliğinin de far­
kındayız, bu da eşitlikçi uygulam alardan yapılan her sapmayı
sorgulanabilir durum a getirir.
B unlar, huzursuzluğum uzun kaynaklarından bazılarıdır.
H erşey hesaba katıldığında, gelenek ve düzenlemelerimizin iyi
taraflarının, kötü taraflarından çok daha ağır bastığına ina­
nıyorum. B unun gerçek olarak kalm ası ya da eğer gerekliyse
gerçek durum una getirilmesi akadem ik yöneticilerin en önem­
li sorum luluklarından biridir. Onlar, dışarıdan gelen baskılar
ile içteki idealler arasındaki duyarlı dengeyi sürdürm ek gibi
güç, nerdeyse olanaksız bir görev ile karşı karşıyadırlar.
YÖNETİM
Ü niversite:, B ir Dekan Anlatıyor @249

14. BÖLÜM
D e k a n lık G örevi

Göreceğimiz üzere, akadem ik yönetim çok özel bir sa­


n a ttır. "Dekanlık yapm ak", benim en iyi bildiğim idari hiz­
m et biçim idir, am a deneyim lerim daha geniş bir alanda da
geçerlidir. H er çeşit akadem ik yönetici benim de­
neyim lerim de kendini bu lm ak ta zorlanm ayacaktır.
Zam an geçip yöneticilikte kıdem im a rttık ça birçok arkadaş
ve tam dık, dekanlığın, rek tö r yardım cılığının ve h a tta rek­
törlüğün çekici yönleriyle ilgili olarak görüşlerim i alm ak is­
tediler. H em en hepsi id ari b ir görev kabul etm ek konusunda
k a ra rla rım zaten verm işlerdi, am a bunu kendilerine bile iti­
r a f edem iyorlardı. A rkadaşlarım ın istedikleri tavsiye değil
(bunun için a rtık çok geçti), geleceklerinin neye ben­
zeyeceğini görmekti. Kimi durum larda akadem ik yönetim ko­
n u su n d a hızlı bir k u rs verdim. Bu k u rsa kendi kafam da
"topal ördeğin vakvaklan" diyordum. D ekanlık sürem in
ancak sonuna doğru bu konuda ders verecek cesareti top­
layabildim . A şağıda belirtilenler bu dersin notları sayılabilir.
Bir fen ve edebiyat fakültesi dekanı, antropolojiden zo­
olojiye k ad ar, "profesyonel olmayan" b ü tü n bilim dallarını ya­
k ın d an tan ım a k zorundadır. (Rektör yardım cıları ve rek ­
törler, lisa n sü stü profesyonel eğitim ini de buna k atm ak
zorundadırlar.) Benim için bu, ekonom istlerin dışında, el­
bette, doğa bilim leri ve beşeri ve sosyal bilim cilerle ilginç
yeni ilişkiler k u rm a anlam ına geliyordu. B unlar sırad an iliş­
kiler değildi. Ç ünkü bir dekanm bu bilim adam larına h ay at
250 9 D ekanlık Görevi

veren şeyin ne olduğunu sam im iyet ve sem patiyle anlam ası


gerekir. D ekanlık bilgisi bilimsel bir anlayış olamaz; belki de
"idari anlayış"dan başka bir şey değildir. Ne olursa olsun in ­
sana çok şey veren büyük ve zengin bir deneyimdir.
D ekan genellikle, h erkesten daha fazla öğretim üyesi ta ­
nıyan çoğunun ilk isim lerim bilen bir İtişidir. Ayrıca, öğ­
rencileri, çalışanları, polisleri, bina ve bahçe işçilerini, m e­
zunları, kısacası b ü tü n üniversite topluluğunun önemli bir
bölüm ünü tan ım ak durum undadır. Hiçbir profesörün bu
k a d a r geniş ark ad aş ve m eslektaş çevresi yoktur; çok azm in
bir dek an k ad ar düşm an edinm e fırsatı olacaktır. D ekanlar,
kişilerle h er zam an en uygun durum larda karşılaşm asalar
da (bunun böyle olm asını engelleyen haddinden fazla çatışm a
ve anlaşm azlık vardır) arkadaş çevresini genişletm e ola­
nağını, dekanlığın en büyük ödüllerinden biri olarak kabul
ediyorum.
D ekanlığın yalnız olumlu bir deneyim olduğunu söylemek
yanıltıcı olur. B ir fen ve edebiyat fakültesinin yöneticisi ola­
rak, sorum luluklarım ın s ta n d a rt bir m eslek ya da alan t a ­
n ım ına girm em esi gibi bir zorlukla karşılaştım . "Fen ve Ede­
biyat" b ir konu değildir. Örneğin, tıp ve h u k u k fakültesinin
d ek an ları hukukçu ve doktor olarak görevlerine devam eder­
ler ve m eslektaşlarıyla ilişki içindedirler. Böyle bir şey benim
için olanaksızdı. F en ve E debiyat Fakültesi dekanı olmak,
bütünüyle idari işlerle uğraşm anız ve sorunların çoğunun
kendi bilim dalınızla hiç bir ilgisi olm am ası dem ektir. Bu
ekonomi için bile geçerlidir. Ben öğrenciyken m esleğe yeni
başlayan ekonom istlere “H ay atta hiç bordro gördünüz m ü?”
sorusu, alaylı bir şekilde sorulurdu. Evet, ben yıllarca ve güç
dönem lerde bordrolarla k arşılaştım am a bu, ekonom istlerin
düzenlediği veya ilgilendiği bir şey değildir(1).
Üçüncü bölümde, dekanm bir gününü anlatm ıştım . O rada
1. Yönetsel görevler için ekonomistleri seçmeye devanı edenler, bıı hu su su akıllarında, tu t­
m alıdırlar.
251

verilen m esajın özü yinelenmelidir. Hem profesörlerin hem de


öğrencilerin kesintiye uğram adan kendilerine ayırabilecekleri
zam anlan vardır. Yazmak, okumak, düşünm ek, hayal kurm ak
ya da boşa harcam ak için zaman. Bir dekanın gündemi (her­
hangi bir yöneticinin gündemi) bundan tüm üyle farklıdır.
R andevular çoğu zam an sabah kahvaltısıyla b aşlar ve y a ­
rım şar sa a t aralık larla nerdeyse b ü tü n gün sürer. Ye­
m eklerin çoğu resm i bir nitelik kazanır. Yemek yerken ufak
k onuşm alar yapm asını öğrenm ek şa rttır. Bir keresinde ken­
dimi diş hekim ine benzetm iştim : Günde oniki ilâ ondört ra n ­
devu, üstelik çoğu da ızdırap verici. Bu benzetm e, bir diş h e ­
kim inden kızgın b ir m ektup alm am a yol açtı!
Y ukarıdakilerin hiçbiri tu h a f değildir. H erhangi bir şeyin
başında olan herkesin birçok dostu birçok da düşm anı ola­
caktır, B üyük topluluk liderlerinin, “yönetici bakışının öte­
sine geçmeleri m üm kün değildir - esas olarak yardım cıların
hazırladığı rap o rlara göz atılır. Bu da profesyonel uzm anlığın
tersidir. Son olarak, önemli boyutlardaki b ir k u ru m u n yö­
netilm esi, çoğu alanlardaki, s ta n d a rt sın ırların dışına çı­
k ılm asını gerektirecektir. Fen ve Edebiyat, G eneral Mo-
tors'dan ya da İçişleri B akanlığından d a h a farklı değildir.
A kadem ik yönetim in kendine özgü yönleri başka nok­
talard ad ır.
B irkaç yıl önce, dâhi M ozart ile sırad an bir besteci olan A n­
tonio Salieri'nin m üzik yaşam larım a n latan A m adeus isim li
filmini görmeye gittim . Film in kötü adam ı denebilecek M a­
estro Salieri'yi, yani H apsburg sarayının m üzik direktörü ya
da yöneticisini, hayretle kendim e daha yalan buldum . Tipik
bir dekanın pozisyonunda görünen Salieri'ye sem pati duy­
dum. Ona acıdım, çünkü bugün de özellikle üniversitelerde
"Amadeus Sorunu" ile karşılaşıyoruz.
S a n a t kaygılarıyla gerçeklerin epeyce çarpıtıldığı filme b a ­
k ılırsa M ozart’ın k a ra k te ri çocukça ve tem elde sevimsiz. T a­
vırları iğrenç ve bencil, am a m üzik yeteneği ilahi. M ozart gö­
rü n ü şte hiç bir çaba sarfetm eden, en kusursuz senfonileri ve
252 e D ekanlık Görevi

operaları besteliyor. Buna karşılık, Salieri o rta yetenekte, iyi


bir adam . U zun yaşam ım T anrının ve im paratorun hiz­
m etine adam ış. E serleri uzun çabaların ü rün ü; hiçbiri de­
h a d a n nasibini alm am ış. Salieri'nin M ozart karşısındaki ilk
tu tu m u dostçadır, am a M ozart kendisiyle alay edince, duy­
guları düşm anlığa dönüşür, h a tta gözdağı verm eye başlar.
B ir noktada, m utsuz m üzik direktörü, acı yakın m alarla T an­
rıya döner: D ünyada geçirdiği yıllar iyi işlere ad anm ıştır am a
bu n a rağm en ilham ve yaratıcılık, çocuksu ve adi M ozart'a
verilm iştir. A dalet bu m udur?
E n iyi üniversitelerim izde görevli h er akadem ik yönetici,
zam an zam an Salieri'nin um utsuzluğunu paylaşm ış ol­
m alıdır. O kullarım ızda öyle olağanüstü bilim adam ları v ar­
dır k i b azılarına dâhi denebilir. B un ların önemli bir bö­
lü m ü n ü n geçimsiz ve çocuksu kişilikleri v a rd ır (göreve
a ta m a yapılırken huy ve m izacın dikkate alınm adığını h a ­
tırlayın). B enim deneyim lerim e göre, büyük bilim adam lığı
h a tta büyük öğretm enlik yeteneği ile tu h a f kişilik özellikleri
çoğu zam an bir a ra d a bulunur. İyi kişiler yarışı h e r zam an
sonuncu b itirirle r diye bir kural yoktur am a başa güreşenler
arasın d a çok sayıda oldukları d a söylenemez. D ekan ol­
d u k tan k ısa b ir sü re sonra, H arvard'm en büyük bilim
ad am ların d an biri benden randevu istem işti. Bu beni çok h e ­
yecanlandırdı. B u beyi u zak tan tanıyordum ve 20. yüzyılın
en önem li b u lu şla rı denince adı en b a şta yer a la n lar a ra ­
sında b u lu n an bu kişiyle tanışm ayı iple çekiyordum . Belki
E instein ile A rrow sm ith karışım ı bir deha ü m it etm ek saf­
lıktı, sonunda böyle olmadığı ortaya çıktı. Görüşm e sürerken
çocuklarım a esin verecek bir m esaj götürm e düşüncesiyle
(ve belki de yakışık alm ayan bir biçimde), bilim sel ilham ının
nereden kaynaklandığım sordum . Hiç tered d ü tsü z yam tladı
"Para ve övgü". H ayal kırıklığım büyüktü, am a bu bilim sel
dehanın, bir dekanın verebileceği şeylerin ne olduğunu
gayet iyi bildiğinin fark ın a vardım . Salieri, sen bizden bi­
risin!
253

Özel k ü ltü rü m ü z ü n b ir b aşk a yönü bizden ağzım ızın sıkı


olm asının beklenm esidir. Açıklık, A m erikan y aşam ının be­
ğenilen b ir yönüdür ve bu üniversiteyi de k ap sar. Yükselm e
tu tk u s u hoş görülür, h a ttâ özendirilir. Çok çalışana saygı
duyulur. İngiliz am atö rü n ü n ideali olan enerjiyi gizleyen
tem bellik g ö rü n tü sü bizde hiçbir zam an m oda olm am ıştır.
D ekanların, rek tö r yardım cılarının ve benzeri akadem ik yö­
neticilerin seçim inde bu dobra dobra, güzel özellikler or­
ta d a n kaybolur. İş yaşam ındaki birinin, içten içe görev al­
m ayı um arken, h a ttâ belki de bu am açla a k tif bir çaba
içindeyken, b ir y a n d a n da en ü s t düzey yöneteciliklerinden
birini istem ediğini te k ra r te k ra r söylem esini düşliyebiliyor
m usunuz? Bu, belki n a d ir duru m lard a olabilir. Bizde ise
k u ra l h alin e gelm iştir. B ir profesörün yönetim görevine is­
tekli olduğunu söylem esi hiç de iyi karşılanm az. K alıplaşm ış
sözlerim izden biri şudur: "Bu görevleri gerçekten isteyen k i­
şin in yetkisi elinden alınm alıdır." Yöneticilik, bir çeşit sınıfa
ih a n e ttir, '’biz"den " o n la ra bir geçiştir ve asıl görevimiz
olan öğretm enlik ve a ra ştırm a y a hıy an ettir. Bu nedenle, bir
kez dekanlık ya da benzeri bir b aşk a göreve gelindiğinde, sü ­
rek li bir eziyet içindeym iş gibi bir h av a verm ek gerekir. M es­
le k ta şla r üzü n tü lerin i bildireceklerdir (bu d urum da k u t­
lam ak saygısızlık sayılır). Görevde b u lu n an kişinin, gerçek
duyguları n e olursa olsun, herkese sürekli o larak en k ısa za­
m an d a lab o ratu v ara, kütüphaneye ya da sınıfa dönm e a r ­
zusuyla yanıp tu tu ş tu ğ u n u söylemesi gerekir.
Nadiren konuşulan bir konu hakkında açık olmaya çalışalım.
İdari görevler, uzun dönemde önemli ekonomik yararlar sağlar. Yö­
neticiler grubuna katılmakla, normal maaşa ek olarak yan öde­
meler, lojman gibi olanaklar elde edilir. Eski dekanlara ve rek­
törlere, görevde bulundukları sırada yaptıkları iş orta derecede
olsa bile, normalin üzerinde nezaket ye saygı gösterilir®. Bu konu,
idari görevlerin neden ancak nadiren geri çevrildiğini açıklayabilir.
2. Çok sık olarak gözden kaçan nokta, yöneticilik görevi yaparken sağlanan ek gelirin emek­
lilikte h esaba katılm asıdır. On yıl boyunca alınan, bu para emeklilik aylığını ciddi biçimde
artırabilir.
254 ®Dekanlık Görevi

Bir diğer tuhaflık ise, akademik görevlere hazırlık sa­


yılabilecek deneyimlerin değerini dikkate alm am aktaki ıs-
ranm ızdır. M akam yükseldikçe, daha önce yönetimde başarı
gösterilmiş olmasına daha az dikkat edilir. Sanki daha önceki
deneyim ler isteıım iyordur, H arvard'm günüm üzdeki rektörü,
bu göreve H ukuk Fakültesinde geçirdiği üç yıllık de­
k a n lık ta n geldi, oldukça sınırlı bir ufuk. Yale'in önceki rek ­
tö rü rönesans edebiyatı profesörü idi. Onu izleyen rek tö rü n
ise Colum bia Ü niversitesi H ukuk F akültesinde bir buçuk yıl­
lık hizm eti vardı. Benim yerim i alan dekan ise, Ekonomi Bö-
lüm ü’nde b aşk an olarak bir yıldan az görev yapm ıştı. New
York Ü niversitesinin oldukça başarılı bugünkü rektörünün,
bu önemli görevi ile ilgili pek az iş deneyim i vardı. Benim
durum um da farklı değildi. Üç yıl bölüm başkanlığı ve bazı
öğretim üyesi kom ite toplantılarında başkanlık yapmış
olmam, 1.000 öğretm en, 8.000 öğrenci ve 6.000 personeli olan
ve bütçesi 200 milyon doları aşan b ir k u ru lu şu n so­
rum luluğunu üstlenm ek için yeterli bir yetiştirm e program ı
sayılmaz.
Bu uygulam alar m antıksız değildir. Diğer k u ram lard a n
farklı olarak, bir üniversitenin öğretim kadrosu içinde ak a­
dem ik yönetim de ilerlem ek için hazırlan m ak ta olan de­
neyim li yöneticiler grubu yoktur. Tersine, "doğal" seçme sü ­
recinde, yani sürekli kadro verilm esinde, öğretim ve
a ra ştırm a ile ilgili olanların dışında hiçbir veri dikkate alın­
maz. Ü stelik, bilimsel nedenlerle seçilip de d ah a sonra, sırası
gelm eden, düşük düzeyli id ari işlere k ay an lar m es­
lek taşların ca beğenilmezler, Yüksek düzeydeki görevler (de­
kanlık, rektörlük, vs.) zorunlu bir saygı gösterilm esini ge­
rek tirir, düşük düzeyli m akam lar ise zorla gizlenebilen bir
küçüm sem e getirir. Kendi isteğiyle dekan yardım cılığı ya da
bir yaz okulunun sorum luluğu gibi görevleri üstlenenlerin,
a ra ştırm a d a n bıktığı, a rtd t bilimsel olarak gerilem eye baş­
ladığı, ya paraya çok gereksinm esi olduğu ya d a yu-
karıd ak ilerin hepsinin birden söz konusu olduğu kabul edibr.
Şimdi, d a h a önceki deneyim in neden fazla ağırlık t a ­
255

şım adığını anlayabiliyoruz. En yetenekli, becerikli ve saygı


duyulan kişilerin seçilebilmesi için çok daha geniş bir grubu
dikkate alm am ız gerekir. H attâ, belli bir görüş açısına göre,
zam ansız olarak idari görevlere kaym ış olmak olumsuz bir
özellik şeklinde kabul edilebilir.
Ü niversitelerin olağandışı durum u (uzm anlık alanları yö­
neticilikle ilgisiz bir grup profesörün ü s t düzey yönetim de so­
rum luluk alm ası) ele alındığı zam an, neden profesyonel yö­
neticilere başvurulm adığı sorusu ak la gelebilir. Ne de olsa,
bir girişim i yönetm ek, bütçeleri denkleştirm ek, binaların b a ­
kım ına n ezaret etm ek, üniversite için p a ra toplam ak, per­
sonel politikasını geliştirm ek gibi işlerin hiçbirisinin, belki iş­
letm ecilik dışında, herhangi bir alandaki a ra ştırm a ve
öğretim le doğrudan ilgisi yoktur. B u zevksiz ve sırad an işleri
öğretim kadrosu dışından parayla tu tu lacak uzm an lara bı­
rak m ak d a h a iyi değil midir?
B unun üniversiteleri felakete sürükleyecek bir reçete ol­
duğuna inanıyorum . Bir yöneticinin tek n ik becerisi, yani bi­
lançoları yorum lam a, faiz oranlarını k u llan arak bugünkü de­
ğeri hesaplam a veya borçlanm a kapasitesini tah m in etme
gibi beceriler, üniversitenin asıl niteliğinin anlaşılm asının
y anında çok önemsiz kalır. Bu, ancak kütüphanede ve la-
b oratu v ard a uzun sa atler çalışm ak, öğrencilerle birlikte
olmak gibi üniversite içi deneyim lerle sağlanabilir. Yö­
neticilik görevine yeni başladığım da kıdem li bir profesör
b a n a şöyle demişti: D edikodulara k u lak ver, b ü tü n iyi de­
k a n la r öyle yapar. O nun derin bilgeliğinin değerini zam anla
anladım . Açıktı ki, yaşlı dostum son sk an d allar ya da kokteyl
p a rti sohbetleriyle ilgilenm em i kastetm iyordu. O nun söy­
lem ek istediği ve benim ancak sonradan anladığım , dinlem ek
yoluyla k arm aşık bir organizm anın nabzım elimde tut-
mam dı. Bölümde en iyi işi kim yapıyor? H angi alan özellikle
üm it v a a t ediyor? Belirli bir a ra ştırm a m erkezi kalite b a ­
kım ından geriliyor mu? Eğer dinleyenin eğitilm iş bir kulağı
varsa, yapıcı dedikodulara dikkat ederek, bu ve başka so-
256 «D ekanlık Görevi

ru la ra yanıt bulabilir. Ü niversite kültürü, içinde yetişm iş bir


kişi, hem en h er durum da bunu daha iyi yapar. K ültür uyuş­
mazlığı belki uydurm a olan güzel bir öykü ile anlatılabilir.
Dwight D. Eisenhower, Columbia Ü niversitesi rektörü ol­
duğu zam an, yanında bir yaver alıkoym uştu. Genç Binbaşı,
Eisenhower'm Low K ütüphanesindeki ofisinin hem en dışında
otururdu. Bir gün yaşb, ü stü başı dağınık bir profesör bir ra n ­
devu için gelmişti Yaver, çatık kaşla profesörü süzdü ve
"Hoca, düğm elerini dikle, içeriye generali görmeye gi­
riyorsun." dedi.

Akademik Yöneticiler İçin Yararlı Öneriler ,


1. Hiçbir şeye şaşırmayın
Yöneticilik görevinin hoş ta ra fla rı arasında, beklenm eyen
olaylardaki a rtışla r da vardır. Bir profesörün h ay atı norm al
olarak sakindir ve güven altındadır: Adınızı pek az kişi
duyar. K om şular ya da postacılar neden eve kapandığınızı
m erak ederlerse de çoğu zam an düşünecekleri daha önemli
şeyleri vardır. Bir üniversitede öğretm en olm ak zevkli bir
tekdüzeliği sürdürm e olanağı verir: Sabahları sakin bir ofiste
çalışm a, sabah sa a t 10.00'dan sonra ders (öğrenciler d ah a
erken gelmezler), uzun yemekler, öğleden sonra sem inerler.
Bu işlerin hepsini göze b atm adan y ü rütürsünü z. Büyük bir
k u ru m u n yöneticisi için ise tanınm am ak sözkonusu değildir.
Adınız basında düzenli olarak çıkar, alışkanlıklarınız, ta ­
vırlarınız ve k ararların ız halkın ta rtıştığ ı konulardır; m a­
sanıza da birçok tu h a f m ektup gelir,
1976 yılında, Cezayir'den aşağıdaki iş başvurusu gelmişti:
Sayın Bay:
U ygun bir fakültede profesörlük görevi için beni dikkate alm anızı is­
tem ek ten onur duyuyorum.

Benim dokuz doktoram var. Cam bridge üniversitesin d e öğrenim gör­


düm. A m erika B irleşik D evletlerinde sekiz yıl geçirdim. Birçok Ame-
257

rik a h öğrenci tanıyorum . Ü lkenizdeki birçok psikiyatri h a sta n e sin ­


de nörolog olarak çalıştım . Ben jeofizik öğrenim i gördüm , eski M ısır
dili, F ransızca, H ollanda dili, İngilizce, Çince ve Japonca da dahil
birçok dil öğrendim .

H akkım da size d ah a fazla bilgi vereyim. Birçok ABD B aşkanı (Geor­


ge W ashington, Roosevelt, A braham Lincoln) ile dostluğum vardır.
Ben A m erikan İç Savaşı gazisiyim. Ben M etro Goldwyn M ayer ile
çalıştım .......

Bu n o k tad a okum ayı b ırak tım ve başvuruyu Yale’in rek ­


tö r yardım cısı olan dostum a gönderdim . K ardeş okulum uz,
özellikle beşeri bilim lerde ü n lü d ü r ve C ezayirli beyefendi
için New H aven’m d ah a uygun bir çevre olabileceğini h is­
setm iştim .
Geçenlerde de A m erika B irleşik D evletlerinin O rta B atı
bölgesinden bir m ektup geldi.
Sayın Bay:

H arvard Koleji profesörlerinin hepsini ilgilendiren b ir durum için iş-


birliğinize gereksinm em iz var. P hil D onahue’n u n televizyon progra­
m ım seyrediyorduk. Program da konuk olarak ik i fahişe ve fahişele-
re yardım etmeye çalışan iki kad ın vardı. F ahişeler, m ü şterilerin ço­
ğ u n u n a v u k a tla r ve ü niversite profesörleri olduğunu b e lirttile r ve
erkeklerin parfüm kullandığım ve ziynet ta k tık larım , kendilerini zi­
y a re t eden profesörlerin sadece M issouri’den gelm ediğini, M assac­
h u se tts’den de gelenler olduğunu ifade ettiler. H arv ard Ü niversitesi
profesörlerinin hepsinin, h er çeşit otelin bulu n m ası nedeniyle h er
h a fta St. Louis, M issouri’ye geldiklerini söylediler. A hlaksız profe­
sörler, M assachusetts’te kakn.

Bu m ektubu yazan hanım ı, son yıllarda Boston’da otel k a ­


pasitesinin iki k a tm a çıktığım söyleyerek ve ahlaksız kolej
profesörlerinin sey ah at etm e h u su su n d a d ah a az istekli ola­
caklarım üm it ettiğim i ekleyerek y atıştırm ay a çalıştım .
Kimi zam an h a lk ta n gerçekten özgün ve y a ra rlı öneriler
de gelir. Kendisini Evsiz Füzeler H akkında Beyaz Saray Özel
258 • D ekanlık Görevi

D anışm am olarak tayin etm iş New York Brooklyn’li bir be­


yefendi şu m ektubu yazmıştı.
F a k ü lte n in S aym D ekanı:
U n v an ın ızd a n anlaşıld ığ ı üzere, sizin A llah vergisi bir sezgi y e te ­
neğiniz b u lu n d u ğ u n a ve ald ın ız y erin d e oldu ğ u n a göre, öğrenci
k red isi program ı y erin e geçecek b ir a lte r n a tif önerm ek istiyorum .
M ütevazı b ir öneri olarak, size b ir öğrenci MX F üze k red i p ro g ra ­
m ı b a ş la tılm a s ın ı te k lif ediyorum . B u n a göre ö ğ ren ciler h e r ay
MX fü ze lerin i b ir ro k e t ra m p a sın d a n diğerine ta ş ıy a ra k g eçire­
cekleri s a a tle re bağlı o la ra k k red i alacak lard ır.
Böyle b ir p ro g ra m ü n iv e rsite n iz d e k i ö ğ ren cilerin T a n rı’y a, fü ze­
ye ü lk e le rin e ve k e n d i eğ itim le rin e h iz m e t etm e o la n ağ ı v e re ­
cek tir....
Y a n ıtım d a d e rin ş ü k ra n la rım ı dile g etird im . B u n u n la
b irlik te , füze ra m p a la rın ın çoğunun B a tı’da olduğunu ve
ö ğ ren c ile rin B a tı’y a y a p a c a k la rı gezinin m a sra flı olm ası
nedeniyle, bu p lan ın H a rv a rd için o k a d a r çekici olam aya­
cağım b e lirtm ek zorunda kalm ıştım . Ne yazık ki, d a h a uy­
gu n yerlerde b u lu n a n ü n iv ersiteler de b u n d a n y a ra rla n a -
m ayabilirler, çünkü h ü k ü m etin füzeleri sa b it tu tm a y a k a ­
r a r verebileceğine inanıyorum .
E lbette b u n la rın hepsi “deli saçm ası” m ek tu p lar. Bazen
eğlendirici, bazen edepsiz ve açık saçık, çoğu zam an d a acı­
nası. F a k a t id ari y aşam ın kaçınılm az bir özelliğini de gö­
rü n tü lü y o rla r. B ir fakülteyi, okulu y a h u t ü n iv ersiteyi yö­
netm e görevi in sa n ı canlandırır. B üyük k a ra rla rı ve eğitim
felsefesini ilgilendiren ta rtış m a la rı d ü şü n ü rü z. K endim izi
ülkeye veya dünyaya k a rşı “beşeri bilim ler”in veya “fen b i­
lim le r in in y a da h e rh a n g i b aşk a bir şeyin tem silcisi olarak
görebiliriz. G erçekte yaşam ın, bizi günde beş kez en yüce­
lerd en en saçm aya götüren bir salıncak gibi olacağını önce­
den bilm eyiz. Ü st düzeyli k o n u lar görevin p a rç a sıd ır ve bu
önceden g ö rü le b ilir y a da k e s tirile b ilir. F a k a t, d ü n y ay a
Olympos’ta n b a k a n H a rv a rd Ü niversitesi rek tö rü ile onun
259

b a ş ta gelen y a rd ım cıla rın d a n olan F en ve E debiyat F a k ü l­


te s i d e k a n ın ın , y u r tla r d a çift pencereyle m i yetinileceği
yoksa ü ç ü n c ü bir pencere m i ekleneceği k o n u su n u s a a tle r
boyu ta r tış tık la r ın a kim in an ab ilir? Ya da büyük bir kon­
fera n s sa lo n u n d a sıcaklığın 2 "C olm ası ve m ikrofonun da
ç a lış m a m a s ı y ü z ü n d e n d e k a n ın ik i p ro fesö r ta r a fın d a n
a ç ık ç a (In g iliz d ili ve e d e b iy a tın d a k i y e d iy ü z ö ğ ren c i
önünde) day an ılm az acılara ve aşağ ılan m ay a yol açm akla,
h a ttâ b e şe ri bilim leri öldürm ekle suçlandığına in a n a n olur
m u? in a n ın , inanın!

2. B elirsiz olmanın değerini bilin


B ir g rup o la ra k öğretim ü y eleri hoşgörüsüz ve e le ş tiri­
cid irler. G örevleri s ıra s ın d a s e rt biçim de eleştirm ey e ve
e le ş tirilm e y e a lış ık tır la r . D üşünce ve a n la tım d a açık lık
b eğ enilen b ir n ite lik tir. P rofesörlerin politikacıları, u z la ş­
m acı, boşa k o n u şa n ve p alav racı olarak a şağ ılam a la rın d a
ş a şıla c a k b irşe y y o k tu r. D e k a n lar a ra s ın d a bu b a s it gö­
rü ş le ri p a y la ş a n la rın çok oldu ğ u n a inanm ıyorum . Geçen
y ılla r boyunca, özellikle dem o k ratik yönetim içinde a y a k ­
t a k a lm a y a ç a lışan p o litik a c ıla ra k a rşı, içim de büyük b ir
s e m p a ti u y a n d ı. Z a m a n z a m a n A rn a v u tlu k ’ta n , K uzey
K ore’ye k a d a r u z a n a n çeşitli to ta lite r yönetim m odelleri­
n e özen erek b ak m ışım d ır. Öyle b ir o rta m d a e tk ili b ir li­
der olm ak ne k a d a r d a kolay; bu k işile rin sonsuza k a d a r,
y a d a e n a z ın d a n Ö ldürülünceye k a d a r görevde k a lm a la rı­
n a şaşm am alı.
D iğer ta ra fta n , biz, özel ilgi a la n la rın ın d ü n y asın d a y a­
şıyoruz. Ö ğrencileri ilg ilendiren şeyler, politika, seks, top­
lu m sal k o n u la r ve a ra d a sıra d a akadem ik k o n u lard ır. H er
k o n u n u n a rk a s ın d a a y rın tılı b ir program ı olan b askı grup­
la r ı v ard ır. F en ve E d eb iy at F a k ü lte si elli k a d a r bölüme
a y rılm ıştır; h e r bölüm ün bir program ı v a rd ır ve bölüm ler
k a fa la rın ı b a şk a h e rh a n g i bir şeye pek yorm azlar. H e rh a n ­
gi b ir iste ğ i (örneğin b ir ödenek isteğ in i) g eri çevirm ek ve
260 ®Dekanlık Görevi

genel refahı gözetm ekten b ah setm ek hoşa gitm eyen b ir etki


yapar. A rkasından, h e r biri çeşitli am açlar güden eski m e­
zunlar, hüküm et, b asın ve belediye gelir. Eski m ezunlar, iyi
spor tak ım ları, akadem ik ku su rsu zlu k , politik hedeflerine
sem pati besleyecek b ir öğretim kadrosu ve çocuklarına ü n i­
versiteye girişte kolaylık sağlayacak bir yönetim arzu eder­
ler.
D evlet, bedelinin ta m a m ın ı ödem eden a ra ş tırm a yap­
tırm a y ı ve çok belirsiz bir şekilde tan ım la n m ış u lu sa l gü­
ven lik gerekçesiyle, bilim sel bilginin özgür akışını önlem ek
ister. Belediye ü n iv ersite n in vergi verm esini, y o k su llar
için evler in ş a etm esin i iste r, y u rt yapım ım d u rd u rm a sın ı
ister. B asın tem silcileri, özellikle k a m u ah la k ın d a d ers v er­
m ek h u su su n d a , ü n iv ersite le rin tüm üyle yerin e geçm ek is ­
te r le r ^ . Şim di siz dek an ı (rektörü, re k tö r yardım cısını),
gözünüzde, üzerin d e ÖZEL ÇIKARLAR y a z a n kocam an bir
to p u b u rn u üzerinde güç bela tu ta n b ir fok balığı o larak
can lan d ırın .
D em okratik politikacılar (biz de öyleyiz), belirsiz olm anın
en çok kab u l gören b ir n itelik olduğunu anlam ışlardır. Açık­
lığın, bazı yerlerde güçlü bir olum suz tepkiye yol açm ası k a ­
çınılm azdır. Son yıllard ak i başk an lık k am p an y aların d a
bazı etkili sloganlar ortaya atıldı: "Devleti S ırtım ızda T a ­
şım ayacağız", "D üşm ana K arşı Dik Duralım ", "Kim Ol­
duğunu Bil" ve şu büyük cevher: "D udaklarım ı Oku". Biz
bu n ların ne anlam a geldiğini açıklam adıkça (yanıt açıkçası
hiçbir şeydir), bu deyim ler zararsız iyi d uygular y a ra tır.
3. Bu bağlamda, Boston Globe.'a riyakarlıkta özel bir Ödül verilmeli. M akalelerinde en lazla iş­
ledikleri konulardan biri, üniversitelerin, özellikle kadrolu profesörler düzeyinde azın­
lıklara ve kadınlara eşit hak sağlam akla ilgili program lar konusunda zayıf kaldıklarıdır.
Beyaz ıı-ka m ensup bu beyefendiler, yayınladıkları bu u y an larla, kendi gazetelerinin yö­
netim kadem esinde tek bir kadın veya azııihk m ensubu olmamasının yarattığı gülünç çe­
lişkinin anlaşılan farkına Yaramamışlardır.

Yukarıdaki cümleler üç yıl önce yazılmıştı, O zam andan beri göreve iki kadın alınm ıştır.
Böyîece oran şimdi toplanı yönetici kadronun onda birine denk gelmektedir. Irk bileşimi ise
değişmemiştir.
261

G enel ilk e n in belirli b ir örnekle açık lan m ası y a ra rlı ola­


caktır. Son y ılla rd a A m erika'da eğitim, k o n u su n d a ÜLK E
çap ın d a b ir ta rtış m a y a ta n ık olundu. D eğişik kom isyonlar
ta ra fın d a n h a z ırla n a n rap o rlar, basm -yaym org an ları ve
eğitim ciler ta ra fın d a n uygun bulundu.
Ö ğrencilerim izin becerilerini g eliştirm ek ve öğ­
re tm e n le rin d u ru m la rın ı düzeltm ek am acıyla d a h a çok
ç aba h a rcam am ız k o n u su n d a u yarıldık. F a k a t kom isyon
rap o ru , uy g u lam a ile ilgili pek az a y rın tı içerm ekteydi ve
A m erik an k a m u eğitim indeki y a p ısa l so ru n la rın analizine
pek az y e r veriyordu. Y irm ibin bağım sız ve yerel okul böl­
gesinin k o n tro h m d ak i b ir sistem de n a sıl reform y a­
p arsınız? A slında uygulam aya yönelik en önem li soru
bu d u r. O rta d a y a n ıt olm am asına k a rşm h em en h e rk e s a l­
kışlar. B u n d a n tü m ü y le fark lı olarak, H a rv a rd Ü niversitesi
b ir sü re önce lisan s öğrenim program ını değiştirdi. K endi
ta rtışm a la rım ız ve vardığım ız sonuçlar, u lu sa l ta rtış m a n ın
b a şla m a z a m a n ın a denk geldiği için ve bizim h e r zam an
ilgi odağı olm am ız nedeniyle, b a sm ve HALK ta ra fın d a n
y a k ın d a n izleniyordu.
Son derece açık ve a n la şılır b ir program ım ız v a rd ı ve u y ­
g u lam a n ın n asıl olacağına d a ir çok ay rın tılı bilgiler verdik.
V ardığım ız sonuçlar eleştiri b o m bardım anına tu tu ld u (sa-
ğolsunlar, b eğenenler de vardı); h em en h e rk e s b ir şeye
k a rş ı çıktı. İşte, y a k ın m a ve sızlanm a devrinde açık ve a n ­
la şılır olm anın bedeli budur. Belirsiz olm anın h e r zam an
iste n e n b ir şey olduğunu öne sürm üyorum am a zam an
z am an y a ra rla rı d a v ardır,

3. "Duyarlı" sıfatının doğru tanımını ezberleyin:


Tepki veren, yanıt oluşturan, yanıt veren.
İşte b u rad a , A m erikan İngilizcesinin, özellikle k a m ­
p u s la rd a çok yanlış k u lla n ıla n kelim elerinden b irin i gö­
rüyoruz. G ençlerin ve o k a d a r genç olm ay an ların birçoğu,
262 ®D ekanlık Görevi

d u yarlı olm ak ile "evet" dem enin aynı şeyler olduğuna k e n ­


dilerini in an d ırm ışla rd ır. K ırkın üzerinde olanlarım ız ise,
"hayır" dem enin de duyarlılık olduğunu bilm eliyiz; hiçbir
yönetici b u n u u n u tm a y ı göze alam az.
B ir ün iv ersited e so ru n la rın çözüm ünde o lağ an ü stü güç­
lü k le r b u lu n m a sı nedeniyle g ö rü n ü şte önem siz sa-
nılabilecek b u dil k u ra lı üzerinde duruyorum . Ü niversite
toplum u, k u ş a k la rın çok olağandışı b ir k arışım ıdır. F en ve
E d eb iy at’t a b u lu n a n la rın neredeyse yarısı (özellikle 6.500
lisan s öğrencim izi düşünüyorum ), onsekiz ile yirm iiki y a ş­
ları a ra s ın d a d ır ve b u n la rın hepsi d ört yılda b ir değişirler.
G rup o lara k öğrencilerin bellekleri zayıftır ve yeni öğrenci
lid erleri o rta y a çıktıkça aynı so ru n lar yıldan y ıla te k r a r or­
ta y a a tılır. Yeni liderler, oldukça düzenli olarak yöneticileri
iste k le rin e k a rş ı duyarsız olm akla suçlarlar. Oysa, bu
istek lere geçen on yıl boyunca h e r yıl açıkça olum suz y a n ıt
v erilm iştir. Ö ğretim üyelerinin bellekleri çok d a h a güç-
lüdür, h içb ir şeyi affetm ezler; en sonunda h ın çların ı alırlar.
B ir m esle k ta şın ız ın önem li bir kom itede görev y ap m asın a
gereksinm e duyabilirsiniz. B elki ta rtış m a lı b ir k o n u d a oy
desteği gerekiyor dur. E ğer işbirliği eksikliği h is ­
sediyorsanız, sekiz yıl önce d a h a iyi b ir p a rk yeri, ya d a üc­
re tli ek izin için yaptığı b aşv u ru ları, gayet m an tık lı n e ­
denlerle geri çevirdiğinizi anım sayın® . M eslektaşlarınızın
gözünde siz duyarsız davranm ıştınız. Yöneticiler hiçbir şeyi
u nu tm ay ı göze alam azlar, hele evet ile bayır kelim elerinin a n ­
lam ını asla.

4. 'Yorum yok"un, çoğu zaman bir soruya en uygun yanıt ol­


duğunu gözönünde bulundurun. Basma demeç verme zo-
4. B unlar olmayacak örnekler değildir. Berkeley’de 1964'te öğrenci hareketi başladığı zauıan,
öğretim üyeleri rektör C lark K err'i destekleme konusunda isteksiz davranm ışlardı. O gün­
lerde o n lann bu tutum u hakkında birçok neden ileri sürüldü. Önemli bir etmenin öğretim
üyelerinden yeni alınmaya başlaması park ücretinden kaynaklanan huzursuzluk olduğuna
İnanılmıştı.
263

runluluğu yoktur. Bir gazetede yaymlanışım görmekten hoş­


lanmayacağınız bir şeyi yapmaktan sakının; bunda başarılı ola­
mayacaksınız ama denemeye değer bir çabadır.
Ö ğretim ü y e le rin in hepsi, a d la rın ı b a sılı o larak, k ita p
k a p a k la rın d a , m ak alelerd e ve h a ttâ gazetelerde görm ek is­
terler. P rofesörlerin çoğu için bu olum lu b ir deneyim dir; en
k ö tü sü n d e n z a ra rsız d ır. K itap ya da m ak a le y a z m a k b ir
p rofesörün bilim de verim li olduğunun gö sterg esid ir ve ara-
sıra k a rş ıla ş ıla n olum suz e le ştirile r çabuk u n u tu lu r. K en ­
dim iz, h a in c e e le ştiri y a z ıları y a z a ra k in tik am ım ız ı h e r
z a m a n alabiliriz. B irçok m eslektaşım ız, d ü n y a so ru n la rı
ü zerin e g ü n lü k b a sın d a y o ru m la r y a p m a k ta n özellikle h o ş­
n u t gö rü n ü r. B u genellikle zevkli ve teh lik esiz b ir u ğ ra ş tır,
b ir h a fta so n ra kim se n e le r söylendiğini lıa tırl a n la y a c a k tır
(b u g ü n ü n gazeteleri y a rın ın b alığını s a rm a k ta kullan ılır).
D ü n y a so ru n la rı u z m a n la rın söylediklerinden etkilenm ez
ve a k ra b a la r sizin b ecerilerinize h a y ra n k a lırla r. B u po­
litik a lışk a n lığ ın en son noktası, en çok d a N ew York
T im e s'da y a y ım la n a n toplum sal k o n u la rla ilgili y a d a si­
y a si ila n la rd ır. B u t ü r ila n la rd a im zası e n sık görülen k i­
şiler profesörlerdir. Am aç ise, h e rh a ld e önem li b ir k a m u
p o litik a sın ı etk ile m e k ve kendi ism in i (çoğunlukla m ik-
roskopik b o y u tla rd a yazılm ış olarak) gazetede görm ektir.
G erçekte, b u ila n la rın , belki N ew York T im es m. g elir ta b ­
losu dışında, h içbir şey üzerinde görülebilir b ir etk isi yok­
tu r.
A kadem ik yönetici, tü m ü y le fark lı k o şu lla rd a girişim de
b u lu n u r. B u ra d a sorun, adını gazetelerd en u z a k t u ­
ta b ilm e k ya d a sadece k u ru m sa l b ir am aca h izm e t etm esi
ko şu lu y la a d ın ın k u lla n ılm asın ı sa ğ la m ak tır. D ü ­
şüncelerinizi a k ta ra b ilm e k ya da ek bilgi verm ek için g a ­
zetecileri izlem enin bile gereği yoktur. Avcı o nlar, av siz-
siniz ve b azen y a k a la n m a k ta n k a ç ın m ak akıllıcadır. B asın
özgürlüğü, b irin in doğru o lara k bildiğini y azm ası de­
m ek tir, yoksa h e r şeyi bilm e h a k k ın a sahip olm a a n la m ın a
264 8 D ekanlık Görevi

gelmez. Ağzı sıkı olm ak, h er dekan, rek tö r ve rek tö r y a r­


dım cısının sah ip olm ası ya da hızla edinm esi gerek en bir
n itelik tir.
1974’te , H a rv a rd ’m fen b ilim leri cam iası, son y ılla rd a
n e yazık ki d a h a sık görülen b ir olay y ü zünden ra h a ts ız ol­
du. B ir yardım cı profesör ile çok p a rla k b ir lisan s öğrencisi
olan yard ım cısın ın gerçekleştirdiği bir dizi biyolojik deney,
kesin lik le çok önem li sonuçlar v a a t ediyordu. Nobel ödü­
lü n d e n söz edilm eye b a şla n m ıştı ve h a tta b u kıdem siz öğ­
re tim ü y esin in eski h o caların d an birin in , şerefe şam p an y a
p a tla tm ış olduğu bile söyleniyordu. B u n d an so n ra ortay a
çıkan, belki b ir k işi d ışında, b ü tü n ilg ililer için k ö tü b ir
s ü rp riz oldu. B a şla n g ıç ta k i b a ş a rılı d e n e y le rin ay n ısın ı
d a h a so n ra hiç kim se gerçekleştirem edi. B u gü nüm üze k a ­
d a r böyle kaldı. N e olm uştu? H er ne k a d a r, b a şk a bir olay­
da k endisi h a k k ın d a gerçekdışı re fe ra n s m e k tu p la rı h a z ır­
ladığı o rta y a çıkan lisan s öğrencisi a sista n d a n şüphelenil-
diyse de, kim se gerçeği ta m o larak bilem eyecek. D eneyle­
rin az görülen bir ra s tla n tı sonucu b ir kerecik b a şa rılı ol­
duğu, y a da b irin in bilim sel v erilerle oynam ış o lduğunu
v a rsa y a b iliriz .
Genel olarak fen bilim lerinin, özellikle de H a rv a rd ln ü n ü ­
ne z a ra r veren bu üzücü haber, birçok gazetenin ön sayfa­
sın d a y ay ım lan d ı. B en özellikle zam an sız k u tla m a la r ve
açıklam alar nedeniyle rah atsızlık duym uştum . Korkunç ve
heyecan verici b ir hızla ilerleyen ve yarışı b u ru n farkıyla k a ­
za n an la ra ün ve varlık sağlayan m odern biyolojide yarışm a­
n ın çok b ü y ü k b ask ı y a ra ttığ ı açıktı. Bu atm osfer, Ja m e s
W atson’m dikkate değer yapıtı İkili S a rm a l'da çok güzel be­
lirtilm iştir ve belki de olması gereken de budur. Ben alanın
dışında b ir kişi olarak, İkili Sarm al ile (evet!) A rrow sm ith
(gecenin geç saatlerinde laboratuvarm da te s t tü püne bakan,
beyaz boyunbağı, resm i kıyafet, Stockholm ve İsveç kralı ile
el sıkışm ak gibi şeyler yerine, insanlığı düşünen o özverili
genç araştırm acı) arasında bir denge özlüyordum.
265

Bu can sıkıcı ru h durum u içinde 29 A ralık günü çalışm a


odam a yürüm ekteydim . Ü niversite kapalıydı ve k am p u sta
kim secilder yoktu. Sonra tam d ık bir çehre gördüm: Hali­
kım da zam an zam an güzel şeyler yazm ış olan bir N ew York
Times m uhabiri. Doğal olarak ona yalanlık gösterdim ve yu­
k arıd a anlattığım bilimsel olay hakkında konuşm aya baş­
ladık. M uhabir P a z a r günü yayınlanacak gazete için açık­
layıcı b ir m akale yazm ak am acında olduğunu söyledi ve
konuşm am ızı sürdürdük. Bu, kesinlikle bir görüşm e değildi.
Bu ra h a t ortam da, yazılarında adım dan uygun ve iyi bir şe­
kilde söz etm iş olan bu kişiyle resm i olm ayan bir konuşm a
yaparken b ir h a ta ettim . F en bilim leri dalındaki bilim adam ­
ları arasın d a olm ası gerektiğinden daha çok rek ab et ol­
duğunu söyledim ve zeki ve etkileyici bir benzetm e yapm a is­
teğinden kendim i alam ayarak, bazı biyologları "Sammy
Glicks"in(5) en kötü bilimsel tü rle ri olarak tanım ladım . Bu
söz P azar günü çıkan gazetede yayınlandı ve "etkili bir H a r­
vard yöneticisi" ile ilişkilendirildi. Çok utan d ım ve o gece çok
az uyuyabildim . A ptalca davranm ıştım . İyi yönetim için ge­
rekli k u rallard a n birini bozm uştum .
H ayran olduğum, saygı duyduğum ve sevdiğim akıllı ve
ünlü bir bilim adam ı olan Biyokimya Bölüm ü başkam P a ­
zartesi sabahı elden bir m ektup getirdi. Son cüm lesinde şöyle
deniyordu: "Kendi üniversitem in bir yöneticisi tara fın d a n ve­
rilm iş olan bu suçlayıcı demeç hem Biyokimya Bölüm ü’ne
hem de aynı zam anda şahsım a yapılan ciddi bir h akarettir."
Gizlenerek, hiçbir şeyden h aberi yokm uş gibi davranm a d ü r­
tü m çok güçlüydü. B u ahm akça yolu izlemeye çalışabilirdim .
Sonunda olaylar beni daha erdem li bir yol seçmeye yöneltti.
D urum u kendisine açıkladığım rektör, bana p ro testan usulü
sert bir vaaz vererek ortaya çıkm am ı söyledi. Ü stelik ga­
zetede yayım lanan esprili sözleri daha önce bazı a r ­
k adaşlarım ın y an ın d a da söylemiş olduğum u anım sadım . Ay­
rıca, Sam m y Glicks'e yapılan ilişkilendirm ede öyle bir etnik
5. Bkz. Budd Shulbevg, What Makes Sam m y Run.
266 ®Dekanlık Görevi

h a v a vardı ki, bunu herkesten önce benim söylemiş ola­


bileceğimi anlam ak zor değildi.
Biyokimya Bölümü üyeleri ile görüşme isteğinde b u ­
lundum . Yanlışım ı kabul edip özür diledikten sonra içten ve
heyecanlı bir görüş alışverişinde bulunduk. Ben kaygılarım ı
ve yakınm alarım ı dile getirirken onların da görüşlerim daha
iyi anlam a olanağı buldum. Dost olarak ayrıldık ve yıllar
sonra d ek anlıktan ayrıldığım da şerefime bir yem ek verdiler.
B aşka hiçbir bölüm böyle birşey yapmadı.

5. insanlardan para isteme sanatını geliştirin; ka­


riyeriniz buna bağlı olabilir.
Deneyimsiz adaylara rektörlük ve diğer görevlerin öne­
rildiği sırada ne denmiş olursa olsun, p a ra sağlam a işi üst
düzey üniversite yöneticilerinin asıl görevleri arasında ola­
caktır, Ticaret diliyle, kişinin "iş bağlamayı" bilm esi gerekir.
Yani terbiyeli ve genellikle sıkıntılı bir girişten sonra konuyu
yedi basam aklı bir bağış isteğine getirebilmelidir.Yapmayı
sürdürdükçe kolaylaşan bir iştir bu.
B ana anlatılanlara göre, Derek B oka rektörlük önerildiği
zam an, K urulun kıdemli üyesi ona bağış sağlam a konusunda
tasalanm am asını, H arvard görevini iyi yaparsa, parasal so­
ru n ların kendiliğinden çözüleceğini söylemiş. Bay Bok'un, bu
gülünç öğüt parçasını, uzaklardaki bir kentte yorgunluktan
yere serilm ek üzereyken, konuşm alarından başka bir tanesini
yapm ak için ayağa kalkıp "sizinle Los Angeles, Chicago, K an­
sas City, A tlanta....da birlikte bulunm aktan çok mutluyum."
diye söze başladığı zam an ne kadar sık anım sadığım m erak
ediyorum.
Bağış kam panyaları, akadem ik yaşam ın sürekli yinelenen
bir parçası olacaktır. Zengin ya da yoksul, devlete a it ya da
özel, kolej ya da üniversite, ne olursa olsun, okullarda hiçbir
zam an herkese yetecek kadar p a ra yoktur. H er yıl yapılan y ar­
dımlar, serm aye artırım ı kam panyaları, m ezunlarla ilişkiler,
267

bağışta bulunabilecekleri konuya ısındırm a, "geliştirme" söz­


cüğü altında toplanan etkinliklerdir. Hepsi parayla ilgilidir ve
yöneticilerde huy haline gelirler. Hemen hepimiz, sabahın
saat üçünde ansızın uyandırıldığımızda, üniversitem izin h e r­
hangi bir etkinliği hakkında iki dakikahk yaldızlı sözler söy-
liyebilmeliyiz ya da söylemeliyiz. Dinleyicilerin sayısı önemli
değildir; dizlerimizin üzerine sıradan bir tavuklu sandöviç yer­
leştirm em iz belki Pavlov tepkisini güçlendirebilir.
Bağış yoluyla p a ra sağlam ak gereklidir, am a gerekli olu­
şunun ötesinde bir önemi vardır. Zaman içinde bundan hoş­
lanm aya başladım ve eski m ezunlarım ızın bağlılık ve cö­
m ertliğine; ya da birçok vakıf sorum lusunun zeka ve araştırıcı
kafa yapısına her zam an hayran kaldım. P ara istemek, ser­
best piyasanın durum unu sınam ak için çok iyi bir yol, h e r­
hangi bir çevrenin duygularını ve önceliklerini sezmek için en
etkili yöntemdir. "Geliştirme" hem alan hem de veren için bir
çeşit eğitimdir. D urum u ortaya koymak ve bağışta bulunm ası
olası kişiyi, parasının çarçur edilmeyeceğine inandırm ak, ilgili
herkes için sağlıklıdır. H er yıl bağış sağlam a kam panyası do­
layısıyla göndermiş olduğum m ektuplardan bir tanesi, Texas
M idland’da, oturan '48 m ezunlarından biri tarafından aşa­
ğıdaki nola birlikte geri gönderilmişti: "Harvard sonu k aranlık
bir ülkede, tükenm iş bir kurum dur. Her ikisi de gereğinden
çok şişirilm iştir. Alın da hayrım görün” Biz ve ülkem iz şan s­
lıyız ki bu yaygın bir görüş değildir. Ben, 19. yüzyılda ba­
ğışlarıyla ün salmış olan H enry Lee Higginson'ın (1834-1919)
diğer uca kayan tavrını yeğlerim: "Dünyada önemli olan her
şey, iş işten geçmeden H arvard'm etkisinin artırılm asına bağlı
değil midir?"(6)
Üniversite içindeki birçok üyenin para istem ekte büyük zor­
lukları vardır. Sık sık herkes taralından çok iyi anlaşılan zi­
yaretler, "Üniversitenin kalitesini sürdürebilmek için h a r­
cadığımız büyük çabalara katkı olarak bir milyon dolar
vermenizi istiyoruz" diyebilmek çok zor olduğu gibi, olumlu
6. Seymour E, H arris, The Economics o f Harvard, (New York: McGraw-Hill, 1970), s. 272'.
268 ®Dekanlık Görevi

veya olumsuz hiçbir sonuç vermeden sona erebilir. Bir saatlik


nazik sohbet çok çabuk geçer ve pek az insan istenmeden büyük
bir bağışta bulunur. Bu işlerde Musevi olmamn ve dolayısıyla
sadaka istem enin ve sadaka vermenin sıradan bir iş olarak
kabul edildiği koşullarda yetiştirilmenin büyük y a ra n vardır.
Chutzpah'ım anlam ak ve uygulamak da aynı derecede ya­
rarlıdır.
Fen ve Edebiyat Fakültesine 350 milyon doların sağlandığı
sermaye artırım ı kam panyası boyunca, geçmişte H arvard'a ola­
ğanüstü yardım larda bulunmuş ünlü banker ve yardımsever
John L. Loeb ile saatler geçirmiştim. Benim amacım bu işte "li­
derlik bağışı" olarak bilinen bir yardım sağlamaktı: 10 milyon
dolara yakın bir para gerektiren onbeş kıdemsiz öğretim üyesi
kadrosu sağlayacağını umuyordum. Bu, Bay Loeb için bile
küçük bir tu ta r sayılmazdı. Kendisi kibar bir adamdır, eski ku­
şaktan bir beyefendidir ve Harvard için sevgi duygulanyla do­
ludur. Görüşmelerimiz en azından benim bakış açımdan hoştu
ve parayı isteme zamanı gelmişti. Bu kritik aşamada, Rektör
Bok'tan benimle gelmesini rica ettim. Yanınızda en tepedeki
adam ın bulunm ası bu gibi durum larda paha biçilmez bir avan­
tajdır ve bağış tutarının yüksek olmasını sağlam anın neredeyse
bir koşuludur.
New York’ta, Four Seasons restoranında buluştuk. Gayet iyi
hatırlıyorum , çok pahalı ve lezzetli hamburgerler yedik. Söy­
leşimiz yavaş yavaş dolar m iktarının belirlenmesine doğru ka­
yarken misafirimiz sordu: "Benden beş milyon mu is­
tiyorsunuz?" Ben, "Tam değil, efendim" diye yanıtladım.
"Umudumuz sizin on milyon vermeyi kabul etmeniz, böylece di­
ğerleri beş milyon vermeye özenirler." John Loeb kaşlarını çattı,
yüzü karardı: "Henry" dedi, "bu senin yaptığın nerdeyse chutz­
p a h ve beklenmedik bir şekilde ekledi: "Bu arada, o kelimenin
nasıl yazıldığını biliyor musun?" Elime peçeteyi alıp ve ka­
lemime uzanarak bildiğimi göstermek istedim. O aııda H arvard
Üniversitesi rektörü ani bir hareketle peçeteyi elimden kaptı ve
7. Yirîiş dilinde kendine tam güven, cüret, küstahlık anlam ına geiir.
269

üzerine büyük harflerle CHUTZPAH yazarak Bay Loeb'e u zat­


tı. Bay Loeb peçeteyi küçük bir kare biçimine gelinceye kadar
dikkatli bir biçimde katladıktan sonra, yeleğinin ceplerinden bi­
rine yerleştirdi. Yemek çabucak sona erdi ve uçakla Boston'a
döndük. Birkaç gün sonra Bay Loeb'dan yapacağı bağışın 9 mil­
yon dolar civarında olacağı yolunda bizi çok sevindiren bir
haber aldık. C hutzpahin değerinin aşağı yukarı 4 milyon dolar
olduğunu belirlemiştik.

6. "Kendini toplumdan soyutlama ..... Başkası hak­


kında kendini onun yerine koymadan Yargıya Varma”
(Ataların Deyişleri Kitabında Hillel)
Bu çok iyi bir öğüttür, çünkü kendini başkalarından ayırarak
yalnızlığa m ahkum etme güdüsü çok büyüktür ve sonuçları da
feci olabilir. Bir yönetici için, dünyanın öğretim üyeleri (özel­
likle de genç öğretim üyeleri) ve öğrenciler tarafından nasıl gö­
rüldüğünü unutm ak çok kolaydır. Ü st yönetici üniversitesinin
simgesi haline gelir ve tem sil hakkının sağladığı olanaklarla ki­
şisel çıkarların birbirine karışm ası tehlikeli olur. Kendinizi bir­
denbire, kişisel paranıza hiç el sürmeden, belki resmi bir ko­
n ak ta büyük davetler verirken bulacaksınız. Bunun için
harcanan paranın üniversiteden, yani doğrudan öğrencilerin,
öğretim üyelerinin ve eski mezunların ceplerinden çıktığım her
zam an hatırlayın. Hiç şüphesiz, çabalarınızdan yararlanacak
olan kişilerdir bunlar; am a aynı zam anda kendi giderlerini k a r­
şılayan konuklardır, siz ise cömert ev sahibi değilsiniz. Diğer
okullara yaptığınız gezilerde (özellikle y urt dışmda)(8) li-
8. Deneyimlerime göre, yabancı üniversiteler, özellikle Batı ülkelerinin dışında bulunanlar, yüksek mevkilerde
bulunanlarda karşı davranışlarında gösterişe çok önem verirler. Bu Amerikalılar için karşılık verme ba­
kımından gerçek sorunlar yaratır. Bir Suudi Arabistan üniversitesinin başı, kendisine her iki yılda bir yeni
bir Cadillac satın alması için para verildiğini söylemişti. Ben de kendisine kendi üniversitemin rektörünün
yirmi .yaşında bi r YW kaplumbağa kullandığım belirtmiştim. Belki ters yönde bir züppelik, ama yine de güçlü
bir simge. Çin Kalk Cumbmiyetfııde bir akademik delegasyonun lideri olarak, bütün otellerde lüks bir da­
ireye (diğerlerine sadece oda veriliyordu) ve 1936 modeli bir Eolls-Royce büyüklüğünde özel yapım bir Kızıl
Bayrak limuzinine hak kazanmıştım. En enfes avantaj ise, Çin Hava Yollarının ülke içi yolculuklarında bi­
rinci sınıf bölümünde yolculuk etme olanağıydı. Birinci sınıf ile turistik sınıf arasında, iki bölümü birbirinden
aynan bir-perdenin dışında lajmı koltuklar, aynı yemek.) hiçbir fark yoktu,
270 t D ekanlık Görevi

muzinlerle karşılanırsınız, size arm ağanlar ve onurunuza zi­


yafetler verilir. Bir onursal derece alırken, size büyük bir din­
leyici topluluğuna hitap etme olanağı verilebilir. Bu onur sim­
gelerinin sizin şahsınıza verildiği sanısına kapılmayın; o sadece
düşünürlere, yaratıcılara ve diğer büyük araştırm acılara öz­
güdür. Bizim saygınlığımız ise tümüyle türevseldir.
T oplum dan, y a n i m eslek taşlarım ızd an ve Öğrencilerden
soyutlanm am ızın tehlikeleri kolayca an laşılab ilir. B u n la r
günüm üzde, ün iv ersite çevresi dışındaki birçok A m erikalı
yöneticinin k a rş ıla ş tık la rı so ru n la ra benzer. E şitim iz olan
a rk a d a şla rd a n uzak laşm a, bilgi k a y n a k la rım ız ın za­
y ıflam ası ve yapıcı dedikodudan u z a k k alm am ız sonucunu
verecektir. A radaki uçurum , rü tb e ve em irler yerine eşitler
içinde birim ci ilk esine dayalı olm ası gereken yöneticilik
otoritem izi de zayıflatacaktır. M e sle k ta şlard a n u z a k ­
laşm a n ın doğuracağı teh lik elerd en belki en ciddisi, k a tı ve
sevim siz k a ra rla rın kab u l ettirilm esin d e k a rşıla şıla c ak
güçlüklerdir, "Hepim iz aynı gemideyiz" sözü yalnızca gü­
lünç bir y a la n d a n ib a re t olm adığında, bu tü r k a r a r la n b e­
n im setm ek d a h a kolay olur,

7. Yanlış inanışların gerçeklerle değiştirilmesindeki


güçlüğü sakın küçümsemeyin.
Birçok H arvard m ezunu yukarıdaki önerm enin kusursuz
örneğidir. Bugün, sınıflardaki öğrenci sayısı yirm i yıl ön­
cesine göre daha az olsa bile m ezunlarım ızın çoğu kendi dö­
nem lerinin eğitim açısından daha sam im i olduğuna in a ­
n ırlar. G ünüm üzde kıdem li profesörlerim izin yüzde
doksanından fazlası, her yıl lisans düzeyinde en az bir ders
verm ektedirler. B una karşılık H arvard profesörlerinin lisans
düzeyinde ders verm edikleri doğrultusundaki güçlü inanç,
bu tü r istatistik lerd en hiçbir şekilde etkilenm em ektedir.
H arvard'ın (ya da başka bir üniversitenin) zirveye kendi öğ­
renciliğim iz dönem inde çıktığı güçlü inancı da sürüp gidecek
271

gibi görünüyor: iste r on, iste r elli yıl önce, hiç farketm ez.
(John B uchan'm sözlerini anım sayın!) Bizim özel du­
rum um uzda bu k a n ıla r 350 yıldan beri sürüyor ve belki de o
k a d a r üzerinde durm aya değmez. Benim vurgulam ak is ­
tediğim no k ta ise d a h a geneldir. İn san lar fırsat buldukça,
hiçbir d urum da k arşı çıkılam ayacak bilim sel k a n ıtla r yoksa,
h a tta bazen olsa bile, istediklerine inanırlar. A m pirik k a ­
n ıtlar, in sa n la rın b ü tü n varlıklarıyla benim sedikleri inanç­
ları hem en değiştirm ez. Bir yöneticinin bakış açısından bun­
dan kolayca çıkarılacak dersler yoktur. M eslek yaşam ım ızın
kaçınılm az güçlüklerinden biri olduğu için bundan söz edi­
yorum.

8. Büyük düşünmeyi öğreniniz, özellikle de ölçü


dolar olduğunda.
Yeni akadem ik yöneticileri (bunların önceki yönetim de­
neyim leri nerdeyse tanım sal olarak azdır) en çok şa şırta n
şeylerden biri, etrafa saçılan p a ra n ın bolluğudur. Ü ni­
versiteler büyük işletm elerdir ve h arcan an m eblağlar da aynı
ölçüde büyüktür. G ünüm üzde F en ve E debiyat F ak ü ltesi’nin
yıllık bütçesi, 300 m ilyon doların üzerindedir; H arvard Üni-
versitesi'nin bütçesi ise 700 milyon dolardan fazladır. P ara
denince kendi m aaşını ya da ev satm alm aya yetecek meblağ
ak lın a gelen ve 100.000 dolarlık bir a ra ştırm a ödeneğini gö­
zünde büyüten bir profesör için bu büyüklükleri kavram ak
güçtür. M ilyonlarca dolarlık k a ra rla r verm ek zam anla edi­
nebilecek bir alışkanlıktır; başlangıçta insanı dehşet içinde
b ırak ır 8.000.000 dolarlık elektrik fatu rasın a, 1.000.000 do­
larlık telefon fatu rasın a ve h er biri ra h a tlık la 4.000.000 do­
la ra m al olan lab o ratu v arlara alışm ak biraz zam an alır.
Benim şanssızlığım , fakültenin m ali durum unun bo­
zulm aya başladığı 1973'te dekan olmamdı. H er yıl büyük
bütçe açıkları veriyorduk ve ben patronlarım a (rektör ve Yö­
netim K urulu üyelerine) bu açığı üç yıl içinde kapatacağım a
272 »D ekanlık Görevi

söz verm iştim . O ilk günlerde, parasız kalm a endişesiyle,


odam da geç saatlere k a d a r çalışarak, "ufak m ik tarlar ile", ör­
neğin birkaç sınıfın boyanm ası gibi şeylerle ilgilendim. P a ­
ra sa l bir k a ra rın sonuçlarının ancak bir buçuk yıl sonra alı­
nabileceğini, y a h u t bina ve eşyalarla ilgili küçük
ta sa rru fla rın 3.000.000 dolarlık açıklar üzerinde etkisi ol­
m ayacağını farkedinceye k ad ar epey zam an geçti. B uradan
iki sonuç çıkıyor. Yeni yöneticiler gereğinden çok hesaplı
olm ak şeklinde bir yanlış yaparlar; kendi küçük dün­
y aların d an çıkarak büyük düşünm ekte zorlanırla r. Ayrıca,
çoğu zam an yedi, sekiz h a ttâ dokuz basam aklı rak a m la rla oy­
n a rk e n kendi çocuklarınızın yaz kam pı m asraflarıyla ilgili so­
ru n la rı düşünm ek güç olur. Bu gibi du ru m lard a h a fif şi-
zofrenik bir düşünce tarz ın a bürünm enin y a ra rı vardır.
Ü n iv e r s ite , B ir Dekan Anlatıyor & 273

15. BÖLÜM
Ü n iv e r site Y ön etim i
Güvenli B ir İşleyiş Sağlam anın Yedi tikesi

Y önetim ik tid a rla ile ilgilidir: Sorum lu kim dir? K a ra rla n


kim alır? Kim in sesi d ah a çok çıkar ve bu ses ne k a d a r e t­
kilidir? B u n lar özellikle yüksek öğretim de sürekli olarak so­
ru la n k a rm a şık ve tartışm a lı sorulardır. N edenleri açıktır.
H er şeyden önce, üniversite ve kolejler yetişkinlere öğretim
veren okullardır ve öğretim in gerekleri ile yetişkinlerin ge­
reksin m elerini çak ıştırm ak zor olabilir. İkinci olarak, Ame­
rik a 'd a üniversiteler, genellikle sosyal değişim in un su rları,
politikaya etki yapabilecek a ra ştırm a la rın üretim m er­
kezleri ve ayrıca, m ensuplarına öm ür boyu a v a n ta jla r sağ­
lay an yerler olarak görülürler. Birçok in sa n ın bu sonuçların
bir kısm ını etkilem eye çok hevesli olması anlaşılabilir bir
şeydir. Ü çüncü olarak, bizim ülkem izde üniversite ve ko­
lejler, kay n ak ların ı az çok öğretim le ilgili geniş ve değişik
am açlar için k u lla n a n varlıklı vakıflar olduğu k adar, büyük
işletm elerdir. Bu bakım dan üniversiteler büyük iş ­
verenlerdir: B üyük yatırım portföyleri, yerleşim m erkez­
lerinde a rs a ve bin aları vardır; resto ran lar, hediyelik eşya
s a ta n d ü k k an lar işletirler; y u rt dışında k am puslar açarlar
ve b u n la ra benzer d ah a birçok etkinlikte b u lu n u rlar. B u
k a d a r zengin vakıf ve işletm elerin kay n ak ların ı n asıl k u l­
lan d ık ları, kendi bünyelerinde olsun olm asın herkesi haldi
olarak y ak ından ilgilendirir. N eler olup bittiğini herkes öğ­
renm ek ister. Son olarak, iste r kam u olsun iste r özel, hem en
b ü tü n yüksek öğretim k u ru m la n vergi yüküm lülerinden
to p lanan p a ra d a n fonlar ya da sübvansiyonlar alırlar. Ö r­
274 »Ü niversite Yönetim i

neğin, H arv ard 'ın bütçesinin %20’den fazlası h ü k ü m et fon­


ların d an gelir. D evletten p a ra alm ak dem ek, b asın dahil
olm ak üzere halkın tem silcilerinin, parayı a la n la rın bu y et­
kiyi n a sıl k u llandıklarım denetlem e hak ları olduğunu kabul
etm ek dem ektir.
A şağıda a n a h a tla rı verilen ilkeleri, çoğu zam an üniversite
yönetim iyle ilgisi bulu n an konuların değerlendirilm esinde
y a ra rlı buldum . (Beni asıl ilgilendiren üniversite içi a k a ­
dem ik sorunlardır: Ö ğrenciler fakülte to p la n tıların a k a ­
tılm alı mı? Ö ğretim üyelerinin y atırım politik aların d a söz
hak k ı olm alı mı? A kadem ik koşulları kim saptam alıdır?...)
Sözkonusu ilkelerin b aşk a tü rd e k i örgütler için de geçerli ol­
duğuna em inim , am a hiçbirini vazgeçilmez önem de ya da
m u tlak olarak görm üyorum . B ununla birlikte, b u n lar bir
b ü tü n olarak b an a m antıklı görünüyor.

Birinci İlke
Herşey daha dem okratik davranm akla düzelm ez.
Bu cümleyi korkudan titrey erek yazdım . Hiç şüphesiz ge­
lecekteki öğrenci ve öğretim üyesi k u şakları benim derin ge­
rici eğilim lerim h ak kında bir k a n ıt d a h a elde etm iş ola­
caklar. Öyle de olsa, bu ilke birinci sıray a boşuna konm adı.
A m erika B irleşik D evletleri ve diğer birkaç ülke siyasi de­
m okrasi uygulam aya çalışm aktadır. H er ne k a d a r uygulam a
felsefî idealin gerisinde k alsa da, “adam [kişi] b aşın a bir oy”
bizim politik yaşam ım ızın yasal hedefini belirler. Resm i ola­
rak , h e r oyun ağırlığı e şittir ve çoğumuz, devletle iliş­
kilerim izde d a h a çok dem okrasinin, d a h a az dem okrasiden
iyi olduğuna inanırız. K uvvetlerin, yaşam ım ızın diğer a la n ­
ların d a da, d a h a eşit dağılm ası gerektiğine in a n a n la r vardır.
Ö rneğin, gelir dağılım ındaki çarpıklık azaltılabilse ekonomi
d a h a "dem okratik" durum a getirilebilir ve bence bu çok iyi
olurdu.
275

Siyasi dem okrasinin değerine olan güçlü inanç, yaşam ın


diğer a lan ların d a daha az dem okratik yolların uy­
gulanm asıyla çelişkili değildir. Ailelerde dem okratik ilkeler
genellikle uygulanm az. Silahlı kuvvetler ve h a sta h a n ele r ile
işyerlerinin çoğu da dem okratik ilkelerle yönetilmez. B u­
ra la rd a resm i veya resm i olm ayan hiyerarşiler vardır: B a­
zılarının sesi diğerlerinden daha güçlüdür ve de­
neyim lerim izden biliyoruz ki bu k u ru m la rm işleyişi,
ik tid arın d ah a eşit b ir şekilde dağıtılm ası ile d ah a iyi hale ge­
tirilem ez.
Toplum sal k u ru m la rm çoğunda hem dem o k ratik ve hem
de h iy era rşik özellikler v ard ır ve bu A m erikan ü n i­
v ersiteleri için de böyledir. G enelleştirirsek, ü n iv ersiten in
büyük birim leri (öğretim üyeleri, öğrenciler ve id ari p e r­
sonel) arasındaki ilişkiler h iy erarşik tir; bu birim lerin için­
deki ilişkiler ise d a h a dem okratik olm a eğilim indedir.
B unu, bu biçim de ortay a koym ak bile beni ra h a tsız ediyor,
çünkü h e r birim içinde de birçok fark lılık vardır. Bazı öğ­
retim üyeleri sü rek li kadrodadır, diğerleri değildir. A ka­
dem ik olm ayan k a d ro la rd a yılda yüzbin doların ü stünde
ü c re t a la n kıdem li rek tö r yardım cıları ve çok d ah a düşük
ücret a la n b a h çıv an lar bulunur. B u n ların sesleri aynı güçte
çıkm az. Ö ğrenciler bile hiçbir anlam da hom ojen b ir kategori
değildir. Ne de olsa bu kategori ü n iv ersite n in ilk sınıfına
giden onyedi y aşm d ak i çocukları da, lisa n sü stü okullara
devam eden aile reislerin i de kapsar.
E ğitim in b ü tü n kadem elerinde hiyerarşiy i doğuran en
tem el etm en, Öğrenciler ile öğretm enler ara sın d ak i e t­
kileşim dir, Z aten üniversite esas olarak bu birim ler için
v ard ır. Ü niversiteler, öğretm enlerden bilgi alm ak isteyen
öğrencilerin devam ettiği o k ullardır(1); lisa n sü stü öğ­
rencileri, u s ta la rın yanında eğitim gören çıra k la ra ben-
1. Tek bilgi kaynağının öğretm enler okluğunu savmumyacağıın. Öğrenciler kitaplardan, bir­
birinden ve d aha birçok esrarlı yollardan öğrenirler. B ununla birlikte öğretmenlerin rolü,
hem en hemen bütün eğitini sistemlerinde asildir.
276 ® Üniversite Yönetimi

zetilebilir; b ü tü n öğrenciler, kendilerinden d a h a bilgili olan­


la r ta ra fın d a n sın a n ırla r ve h a k la rın d a k a ra r verilir. Gö­
rü ld ü ğ ü üzere, eşit olm ayan ya d a dem okratik olm ayan bir
öğretm en - öğrenci ilişkisinden söz ediyorum , am a bu öğ­
rencilerin ezilebileceği, y a h u t öğretm enlerin y etkilerini
keyfi o larak kullanabilecekleri a n la m ın a gelmez. Bu, ne bi­
rin in h a k la rın ın gözardı edileceğini, ne de ötekine akılcı ol­
m ay an ayrıcalık lar sağlanacağını gösterir. H iyerarşi, ço­
ğ unluğun düşüncesine bakılm aksızın bazı görüşlerin
egem en olm ası an lam ın a gelir.
Ü niversiteleri dem okratikleştirm enin birçok a n lam ı ola­
bilir, Ö ğretim üyelerinin kendilerini n a sıl yönettikleriyle
veya öğretim üyelerinin yönetim k a rşısın d a k i ay­
rıcalıklarıyla ve d a h a pek çok şeyle ilgili olabilir. Son yıl­
lard a, özellikle 1960'lardan b u yana, dem okrasi şim di iyi bi­
linen b ir an lam d ah a kazandı: Ü niversite politikasının
sa p ta n m asın d a öğrencilere, sürekli k ad ro d a olm ayan öğ­
retim üyelerine ve akadem ik olm ayan üniversite per­
soneline d a h a fazla söz hakkı. B u n a aşırı b ir örnek olarak,
1969 yılında yeni bir A fro-A m erikan E tü d le ri B ölüm ünün
k u ru lu şu sırasın d a H arv ard öğretim üyelerince a lm a n k a ­
ra rla rın b ir kısm ı verilebilir.
Ö ğretim üyeleri, yoğun öğrenci baskısı, bina işgalleri ve
açık te h d itle r sonucunda, bölüm ü k u rm a görevi v erilen ko­
m iteye, üyelerin y aklaşık yarısı a n la m ın a gelen a ltı lisa n s
öğrencisinin dahil edilm esi yolunda k a ra r aldılar. B u öğ­
rencilerden üçü, üyeliği h erkese açık olm ayan (sadece si­
y a h la r üye olabiliyordu) siyasi bir öğrenci k u ru lu şu olan Af­
rik a lı ve A fro-A m erikan Ö ğrenciler D erneği ta ra fın d a n
seçilecekti. K om itenin öğrenci üyelerinin h ep sin in sürekli
ve geçici k a d ro la ra yapılacak a ta m a la r kon u su n d a oy hakkı
olacaktı. B aşka b ir deyişle, siyah lisan s öğrencileri, ancak
sürekli kadrodaki öğretim üyelerine verilen h a k ve so­
ru m lu lu k la ra sahip oluyorlardı*2-1B u k ısa bir süre için kaosa
2. Bkz. H enry Rosovsky, "Black Studies a t H arvard", The American Scholar {Sonbahavl969).
277

yol açtı. F a k a t şansım ıza, öğretim üyelerinin çoğunun akıl­


la rı b a şla rın a çabuk geldi. B irkaç yıl içinde, z a te n öğrenciler
için uygun olm ayan bu yetkiler, lisans öğrencilerinden t ü ­
m üyle geri alındı. Ü lkem izdeki ve dışındaki diğer ü n i­
versitelerin a k ılla rın ı b a şla rın a toplam aları çok d a h a fazla
zam an aldı.
1960'larda "parıte" (eşitlik) uygulam asının doğduğu bazı
A vrupa üniv ersitelerin d e uç örnekler vardır. H em en b ü tü n
kararlaT üzerinde öğrencilerin, öğretim üyelerinin, per­
soneli ve birçok d u ru m d a devletin eşit söz h a k k ı oluştu.
B u n u n eğitim üzerinde yıkıcı etkileri oldu. A kadem ik s ta n ­
d a rtla r geriledi ve görev duygusu yitirildi. D aha önce sö­
z ü n ü ettiğim H ollanda deneyim i b u rad a yeniden bir örnek
görevi görebilir. 1972 yılında H ollanda h ü k ü m eti üniversite
yönetim i yasasın ı değiştirerek b ir t ü r “p a rite ” ilk esini kabul
etti. Birkaç yıl içinde, iyi a ra ştırm a k u ra m la rın ın birçoğu
profesörlerini kaybettiler. B u durum , öğretim ü yelerinin sa­
nayiye k a p tırılm a sın ın kolay olduğu fen bilim lerini d a h a da
çok etkiledi.
A şırı dem okrasi (bununla pariteyi, yetki dağılım ındaki
b elirsizlikleri ve yönetim i felce u ğ ra ta n benzer uy­
gulam aları a n la tm a k istiyorum ) tesadüfi bir sonuç ol­
m ayabilir. Bu, sorum luluk konum unda b u lu n an la rın (yö­
neticilerin, profesörlerin y a d a b ak anlık görevlilerinin)
k ibirlerine ve görevlerini kötüye k u lan m a la rm a k a rş ı a n ­
laşılab ilir b ir tepki olabilir. D iğer bir deyişle, a şırı de­
m okrasi, yetersiz dem okrasinin bir sonucu, yani b ir aşırı
uç ta n ötekine geçiş olabilir. A lm an ü n iversitelerinde
1960'larda o lanları ben böyle değerlendiriyorum . Akılcı bir
h iy erarşi, hiçbir zam an sorum suzluk an lam ına gelemez (ye­
dinci ilkeye bakınız). Ü niversitedeki optim al dem okrasiyi
tan ım lam ay a çalışıyor değilim. Söylemek istediğim çok
d a h a basit: D aha çok dem okrasi h er zam an d ah a iyi dem ek
değildir.
278 ® Üniversite Yönetim i

İkinci İlke
B ir ülkenin vatandaşı olmak nedeniyle sahip olunan h a k ­
lar ile gönüllü bir kuruluşa katılm anın getirdiği haklar te­
melde farklıdır.
A m erikan v atan d aşı olarak hepimiz, onsekiz yaşın ı.d o l­
durm uş olmak ve herhangi bir cürüm nedeniyle m ahkum ol­
m am ak şartıyla, siyasi h ak lar bakım ından eşitiz. Çoğumuz
açısından v atan d aşlık isteğim ize bağlı olarak elde edilen bir
h ak değildir. Ne doğum yerim iz bizim kontrolum uzdadır, ne
de anne-babam ızın milliyeti. V atandaşlığın doğum dan gelen
bir h a k olarak değil de, sonradan isteyerek elde edilm esi du­
ru m u n d a bazı k ısıtlam alar olabilir. Ö rneğin, ben A m erikan
vatandaşlığına sonradan geçtiğim için B aşkan seçilemem. Bu
anayasal kısıtlam a benim için fazla b ir sorun yaratm ıyor.
F a k a t söz konusu kısıtlam a H enry Kissinger, eski M aliye Ba­
kam M ichael B lum enthal veya New York'lu banker Felix Ro-
h a ty n için belki aynı derecede önemsiz olmayabilir.
Bir üniversite topluluğunun üyesi, ya da b aşk a bir ifadeyle
üniversite vatandaşlığı farklı bir olaydır. Bu üyelik her
zam an, başvuruda bulunm ak ve/veya davet olunarak elde
edilir, bu da kısıtlam aları haklı lalar. Bir şirket, herkesin
alm ak zorunda olmadığı rüçhanlı hisse senetleri satabildiği,
kim senin k a tılm a k zorunda olmadığı kulüpler kendi ku­
rallarım koyup uygulayabildikleri gibi*31, üniversiteler de öğ­
retim üyelerine kısıtlı h a k la rla görev verebilir ya da öğrenci
kabul edebilir. Ü niversitede uygulanan dem okrasinin op­
tim al derecesinin v atandaşlık m odeline uygun olm ası ge­
rekm ez ve bence olm am alıdır da. B ana göre, öğrenciler ü n i­
versiteye yönetm ek için değil okum ak için gelirler. Öğretim
üyeleri ise, kendi bilgi alan ları içinde öğretm ek, a raştırm a
yapm ak ve eğitim politikasını sap tam ak am acıyla ü n i­
versitede görevlendirilirler.

3. Ama herhangi bir kural değil. Bir derneğin gönüllü oluşu ona yasalarım ızı çiğneme hakkını
vermez. Böylece, belirli büyüklükteki özel kulüplerde ırk ve bazen de cinsiyet ayrım ına da­
yalı engeller yasaktır,
279

Kuşkusuz, öğretim üyelerinin hakları da kısıtlıdır. Yö­


netim in ve eğitim politikasının bazı kısım larının, genellikle
uzm anlık alanlarına girmemesi veya çıkar çatışm ası ne­
deniyle öğretim üyelerinin etkisi dışında kaldığı kabul edilir.
Bunların, genellikle m ütevellilerin sorum luluğunda olduğu
düşünülür. Kısıtlı hak ların hiç h ak verilmiyor anlam ına gel­
diğini söylemek istemiyorum. Herkes düşüncelerini serbestçe
söyleyebilmelidir ve üniversitedeki bütün grupların "seslerini
duyurm aları" ve "katkıda bulunm aları" için bir düzenleme,
eğer adil bir üniversite yaratm ak istiyorsak, sadece istenir bir
şey değildir, aym zam anda zorunludur. Şu anda üzerinde du r­
duğum nokta kısıtlam alar ve herkes için aym olduğu sa-
m lm am ası gereken h a k b m h r!4).

Üçüncü İlke
Üniversitedeki h a kla r ve sorum luluklar, üniversiteye bağlı
kalm a süresini yansıtm alıdır.
D ekan olarak görev yaptığım yıllarda, bir grup lisans öğ­
rencisine sonradan dillere düşen ve bana k a rşı büyük öğrenci
tepkisine yol açan bir konuşm a yapm ıştım . Topluluğum uzda
çeşitli g rupların rolleri üzerinde duruyordum ve şöyle dedim:
“U nutm ayın ki, siz (lisans öğrencileri) burada dört yıl k a ­
lacaksınız; öğretim üyeleri (sürekli kadroda olanlar) ya­
şam ları boyunca; üniversite ise sonsuza k a d a r b u ra d a ola­
caktır." Bu basm akalıp sözler, öğrenci gazetesinde benim
kendim i beğenmişliğim e işaret ve gençliğin haklı isteklerine
k a rşı duyarsızlığım şeklinde yorum landı. Bu sözler, çoğu kez
yan m a benim özellikle sevimsiz fotoğraflarım dan biri ko­
n u larak , te k ra r te k ra r yayım landı. Sonunda k am p u sta
4. İlk iki ilkenin geçerli olmadığı konulardaki görüşler için Ralph N ader m desteğiyle H arvard
W atch tarafından 7 Aralık, 1987 tarihinde yayım lanan Robert W eissman'in, ‘T he H idden
Rule: A Critical Discussion of H arvard University's Governing Structure" adlı makalesine
haltınız. Bay W eisman ile ben çok az şey üzerine anlaşabiliyoruz. O ulusal vatandaşlığının
sağladığı h ak lar ile üniversite '‘vatandaşlığının’' sağladığı h ak lar arasında herhangi bir
ay ran olduğunu kesinlikle kabul etmiyor.
280 ® Üniversite Yönetim i

büyük harflerle yazılm ış bir film afişi görüldü: “U nutm ayın


ki siz dört yıl için buradasınız; D ekan Rosovsky öm ür boyu
buradadır; ve E lm aslar Ebedidir.1—” Görülüyor ki, gerçekten
de iz bırakm ıştım , am a arzu edilen tü rde değil.
Zam an perspektifinin d ah a uzun olması in sanın söz h a k ­
k ım neden a rtırır? Benim öğrencilere anlatm aya çalıştığım ,
m eselenin genç olm alarıyla değil geçici olm alarıyla ilgili ol­
duğuydu. K urum da geçirilen ya da geçirilmesi beklenen süre,
hem en hem en b ü tü n ku ru m lard a - bir dereceye k ad ar - özel
bir yetki kaynağı olarak görülür ve dikkate alm ır. Sonunda
herkesin ayrılm asının uygun olacağı an gelecektir am a diğer
h ir şey eşitken çoğu ku ru m lard a kıdem saygıyla k arşılan ır ve
ödüllendirilir. Ç ünkü hizm et süresi, deneyim ve bağlılığın bir
göstergesi, kişinin k ısa vadeli bir yararlan m an ın peşinde ol­
m adığının işaretidir.
Üniversitelerde, diğer kuruluşlardan farklı olarak özel bir
sorun vardır: Ü niversitenin çeşitli birim leri arasında ü n i­
versitede kısa süre kalanların sayısı, diğerlerinin toplam ından
çok fazladır; en az bilgisi ve en az deneyimi olanlar ço­
ğunluktadır. B ir a n için, tipik bir üniversitede zam anla ilgili
ufukların 11e kad ar farklı olduğunu düşünün. Lisans öğ­
rencileri (H arvard'da 6.500 kadar) diplom alarını dört yılda
alıp ayrılırlar. L isansüstü öğrenciler (10.000 civarında), eğer
profesyonel eğitimi de k atarsak , ortalam a olarak, lisans öğ­
rencilerine kıyasla biraz daha kısa bir süre kalırlar. Kimi öğ­
renciler öğrenime yarı zam anlı olarak devam ederler, yahut
özel program lara kayıt olurlar; bu sonuncular üniversiteye
yalnızca birkaç hafta için gelebilirler. Bu kategoride
50.000’den fazla öğrenci vardır. Eski öğrenciler ise m ezunlar
grubuna girerler, bunların hem en hemen 200.000 kadarı ya­
şam aktadır ve H arvard'da kayıtları vardır. Hiç kuşkusuz bu
büyük grubun üniversiteyle daha dolaylı olsa da, uzun dö­
nemli ilgisi vardır. D iplom alarının değeri, üniversitenin genel

(*) Diamonds are Forever.


281

başarı durum uyla yakından ilgilidir'51: Bundan başka, birçok


m ezun, üniversitelerine m addi destek ve başka tü rlü y a r­
dım larda b u lu n arak yaşam boyu bağlılık gösterirler. Ayrıca
H arvard’da üçbin civarında bir öğretim üyesi kadrosu vardır;
b unların yaklaşık yarısı sürekli kadrodadır. Geçici kadrodaki
öğretim üyeleri, yükselebilirlerse üniversitede sekiz ile on yıl
arasında kalırlarken, sürekli kadrodaki bir kariyer normal ola­
rak en az yirmibeş yıl sürecektir. Ayrıca yasal olarak üni­
versitenin sahipleri durum unda olan ve kendilerine duyulan gü­
vene bağlı sorum luluklar verilmiş, yönetimle ilgili kurullarda
görev yapanlardan da bahsetmeliyiz. Onlar yasal ve ahlaki m ü­
tevelli ohna durum undadu’lar. Bu az sayıdaki insanın ken­
dilerine emanet edilen kurum un günümüzdeki ve gelecekteki re­
fahım gözetmeleri beklenir. Bu kategoride otuzyedi kişi vardır.
Bunların yedisi Yönetim Kurulu üyesidir (bu yedi kişinin içinde
rektör ve üniversite saymam da vurdu). Geriye kalan otuz kişi,
bir tü r denetim işlevi görürler. Sonra üniversite çalışanları gelir:
Meslekten gelen üst düzey yöneticiler, sekreterler, teknisyenler,
tamirciler, boyacılar gibi. Bunların sayısı yaklaşık 11.000'dir.
Bu durum da çoğunluk yönetiminin etkisi ne olacaktır?
Adam başına bir oy kuralı, üniversitede en az süreyle kalacak
olanlara en fazla ağırlığı verir. B una göre, alm an k a ra rla rın
ve yapılm ası öngörülen çalışm aların sonuçlarına katlanm ak
zorunda olanlar, bu k a ra r ve çalışm alarda yeterince etkili ola­
m ayacaklardır ve bu hiç de iyi bir fikir değildir. Güney Af­
rik a’daki yatırım ların durdurulm ası politikasıyla ilgili olarak
son zam anlarda ortaya çıkan yaygın tartışm alar benim kay­
gılarım a ışık tutabilir. Son birkaç yılda birçok üniversite ve
emeklilik fonları, Güney Afrika’da iş yapan b ü tü n şirketlerin
hisse senetlerim ellerinden çıkardılar. Asıl amaç, ırk ayı-

5. Akademik bir derecenin yalnız görünürdeki değerinden söz ediyorum: öğrencinin başardığı
ya da kazandığını değil, dış dünyanın üniversiteleri ve tek tek program larını nasıl de­
ğerlendirdiğini. H a rv a rd ın MBA derecesinin gerçekte rakiplerinin verdiği derecelerden
önemli bir üstünlüğü olmayabilir. Ama işe başlarken yüksek ücretler, endüstride yüksek
mevkiler gibi dış değerler gözöoiine alındığı zam an H arvard İşletm e Fakültesi ile Stan-
ford'un egemenliği tartışılm az.
282 ® Üniversite Yönetim i

nm ıııa karşı ahlaki bir tavır alm aktı. Bundan yana olanlar, bu
yolla Güney A frika hüküm etinin tiksindirici uygulam asına
son vermeye zorlanabileceğine inanıyorlardı. Bu politikadan
söz etm emin nedeni onun yararlarını tartışm ak değildir. Bu
konuyu açm aktaki nedenim, insana çekici gelen bazı ahlaki
tavırların üniversitede, çoğunluk yönetimi k u ralı veya "eşit-
lik"in Am erika'ya özgü bir modeli ile, dikkatli bir de­
ğerlendirme yapılabilmesine olanak bulunam ayacağını gös­
term ektir. B aşka birçok k arard a olduğu gibi, hem en eyleme
geçmenin zevki ile uzun dönemde ortaya çıkacak sonuçların
olası acısı arasında duyarlı bir denge kurulm alıdır. Örneğin,
Güney Afrika'da iş yapan firm aların hisse senetlerinin sa-
tmalm m am ası, ileride sağlanabilecek kazançları belki önemli
bir ölçüde azaltabilir. Öte yandan bu tü r hisse senetlerinin
elden çıkarılmasını kimileri bağış paralarının politik am açlarla
kullanılm ası olarak eleştirebilirler. Bu durum , bağışta bu­
lunanların daha da politize olm alarına ve devletin yeni kurallar
getirmesine yol açabilir. Bu korkuların hiçbiri gerçekçi ol­
mayabilir; yalnız kurum sal bir çekingenliği gösterebilir. Ancak,
bunların ayrıntıları ile ve sakin bir atmosferde de­
ğerlendirilmesi yaşam sal önem taşır. Deneyimlerimiz gös­
teriyor ki, öğrencilerin çoğu, öğretim üyelerinin birçoğu ve daha
pek çok kişi, uzun dönemli sonuçlan fark etmedikçe ve bunlara
Önem vermedikçe, buna olanak bulunam ayacaktır. Gerçekten
de, gelecek kuşak ipin daha az gelir sağlanm ası olasılığı onlan
ilgilendirecek midir? Yanıtın olumlu olması pek akla yakın gö­
rünmem ektedir. Sorum luluklannm bilincindeki mütevelli he­
yeti üyelerinin uzun dönemi göz önünde bulundurm ası en
büyük um udumuzdur.

Dördüncü İlke
B ir üniversitede bilgili olanların söz hakkı daha fazladır.
G enel bilgiyi kastetm iy o ru m . W ashington’d a D em okrat
veya C um huriyetçi b ir yönetim i yeğlem ek k o n u su n d a öğ­
283

ren c ile rin düşünceleri profesörlerinin k a d a r geçerlidir.


T am ir ve b ak ım bölüm ünde çalışan b ir işçi, b in a la rın b a ­
k ım ı k o n u su n d a b ir profesörden d ah a bilgili olm alıdır. Ü n i­
v e rsite polisi, suçla ilgili k onuları h e rk e ste n d a h a iyi anlar.
K a la b alık b ir grup o lu ştu ran m ezu n ların çoğu da, hem en
h e r şey h a k k ın d a hem genel olarak hem de u zm an lık d ü ­
zeyinde b ü y ü k bilgi birikim ine sah ip tirler. M ezu n ların b ir­
kaçı h ariç, bu g ru p la rın elinde ü n iv ersiten in asıl görevi -
y an i öğretim ve a ra ş tırm a - h a k k ın d a u zm an lık düzeyinde
bilgi yoktur. Z aten öğrencilerin, üniversiteye g irm esinin
nedeni, bilgilerinin eksik olm ası ve bilgi edinm eyi is­
tem eleridir. U zm anlık derecesinde bilgiye sah ip kişiler,
h em en h em en b ü tü n ü y le öğretim kad ro su içinde b u lu n u r.
B u n la r k ü s ta h ç a sözler olm adığı gibi b a sit ve koşulsuz
m u tla k ta n ım la r d a değildir. Ö ğrenciler eğitim in t ü ­
k eticilerid irler ve genellikle eğitim in k a lite si h a k k ın d a ge­
nellikle değerli görüşleri vardır; b u n la r göz önüne a lın ­
m alıdır. E ski öğrenciler (m ezunlar) özellikle de profesyonel
lis a n s ü stü oku lların m ezunları, eğitim i ve p ro g ram ların e t­
k in liğini en iyi şekilde değerlendirebilecek yargıçlardır.
B u n la rın sözleri de dik k ate alınm alıdır. A yrıca hepim iz,
profesyonel ü n iv ersite yöneticilerinin, s e k re te rle rin ve te k ­
n ik p ersonelin çok önem li bilgi birikim ine sah ip olduklarını
biliriz. A m a akılcı görülebilecek yüzeysel düşüncelerle, b ir
konuyu derinliğine a n la m ak ve b u n u n getireceği so­
ru m lu lu k la r aynı şey değildir.
E ğitim so ru n la rı üzerinde son sözü söyleme h a k k ı b u ko­
n u d a gerekli m esleki nitelikleri ta ş ıy a n la ra verilm elidir.
B u n la r ise, u z u n b ir çıraklık dönem inden geçmiş olan ve
m e sle k ta şla rın ın k ap sam lı k a n ıtla r tem elinde yaptığı de­
ğerlendirm eye göre Öğretim ve a ra ş tırm a a la n ın d a yüksek
k aliteli işle r yapm ış olduğu o rta y a çıkan aka­
dem isyenlerdir. Bu, özellikle ders p ro g ram ların ın öğretim
ü y elerin in denetim inde olm asına ilişkindir. İçeriği ve y a­
pısı görüşülüp ta rtışılm a d a n öğretim k a d ro su d ışındaki
284 * Üniversite Yönetim i

otoritelerce zorla k a b u l e ttirile n d e rsle rin iyi bir biçim de


(şevkle ve yaratıcı bir şekilde) öğretilebilm e şansı çok aza­
lır. Silahlı kuvvetlerin yönettiği okullara devam edenler ne
dem ek istediğim i kolayca anlayacaklardır.
Öğretim üyeleri akadem ik konuların ve sta n d a rtla rın ne
olduğunu bilirler ve kendi entelektüel sınırlarını daha iyi de­
ğerlendirebilm e eğilim indedirler. B unlar gençliğe ve h a lk a
düzenli olarak m usallat olan geçici m odalardan genellikle da­
ha az etkilenirler. Acaba “Princeton P lan f’nı hâlâ hatırlayan
var mı? 1970’lerin başında iyi niyetli öğrenciler, bazı öğretim
üyeleri ve üniversite dışından birçok kişi, Princeton Ü niversi­
tesin d e başlatılan bir uygulam anın yaygınlaştırılm asını iste ­
mişlerdi: Genel seçimler ve bazı seçim kam panyaları sırasın­
da, öğrencilerin dem okratik sürece daha aktif bir şekilde k a t­
kıda bulunabilm eleri için okulların ta til edilmesi. Bu fikrin
öm rü <ihulahop”unki kadar kısa oldu.
Öğretim üyelerinin yetkilerini kayıtsız şartsız kullanam a­
yacaklarını b ir kez daha vurgulayayım . Eğitim konusunda
öğretim üyeleri tarafından alm an kararların çoğu, akadem ik
dekanlar, rektörler ve mütevellilerce gözden geçirilir; öğretim
üyeleri sıralam alar, anketler ve araştırm a ödenekleri gibi yol­
larla m eslektaşları taralından alenen değerlendirilir; ve piya­
sa öğretim üyelerinin bulundukları okulların çekiciliğini de­
ğerlendirir.
“Bilgisi olanlara daha fazla söz hakkı”nm haklı görülebil­
m esi için bir uygulam anın Özellikle tartışılm ası gerekir. Ame­
rik an üniversiteleri, yönetimin başında bir tü r genel m üdü­
rü n bulunduğu farklı bir idari yapıda kurulm uşlardır. Bu ki­
şinin unvanı hem en her zam an rektördür. Rektör üniversite­
yi, bir genel m üdürün özel bir şirketi yönettiği gibi yönetir.
Ü niversite rektörü, bir şirketin yönetim k u ru lu gibi çalışan
bir m ütevelli heyetine karşı sorum ludur. Rektör yeni girişim ­
lerde bulunm akta, personelin çoğunun işe alınm asında veya
işten çıkarılm asında ve daha birçok genel politika konusunda
son sözün sahibidir.
285

B ununla birlikte bir şirketin genel m üdürü ile bir üni­


versitenin rektörü arasındaki iki farktan söz edilmesi uygun
olacaktır.
Birincisi, üniversitenin tek bir "kabul edilebilir en alt
düzey'ı olmamasıdır. Bu nedenle yönetimdeki perform ans
stan d artların ı saptam ak daha güçtür. İkincisi ise, bir şirketin
o rta ve ü s t düzey yöneticilerine hem en hem en denk olan k ad ­
rolu profesörler, ancak olağanüstü durum larda görevden alı­
nabilirler. Ü niversite rektörünün bir eli arkasında bağ­
lanm ıştır denebilir. F ak at bu, “Sürekli Kadro Sistemi:
Anlam ı” başlıklı 10. bölümde görüldüğü üzere, iyi ve anlaşılır
nedenlerle yapılm ıştır.
K ıta Avrupası modeli tem el alınarak kurulm uş olan üni­
versiteler ile Am erikan üniversiteleri arasında çok belirgin
fark lar vardır. F ransa'da ve Alm anya'da, Japonya'da, İsrail'de
ve hem en her yerde yönetim in başında olan rektör, profesörler
arasından genellikle iki ya da dört yıllık bir dönem için seçilir.
R ektörün yanında görevli diğer yöneticiler, dekanlar ve bölüm
başkanları da kısa dönemler için seçilirler. Y abancıların üni-
te r olarak adlandırm a eğiliminde oldukları bizim Am erikan
sistem inden farklı olan bu yöntemler, hem daha politik hem
de d ah a dem okratiktir, am a verim lilik ve yön değiştirm e es­
nekliği bakım ından çok ağır bedelleri vardır. Am erikan sis­
tem inde sorum luluk rektörde biter. Avrupa sistem inde ise so­
rum luluk dağıla dağıla sonunda yok olur.
F a k a t A m erikan uygulam ası dördüncü ilke ile nasıl bağ­
daşacaktır? Özellikle, akadem ik konularda rektörün vetosu
için ne gibi haklı gerekçeler bulunabilir? Akademik konularda
öğretim uzm anlarının kollektif akıllarına dayanan k a ra rla r
nihai ve kesin olmamalı mıdır? H arvard'da rektör, pro­
fesörlerin kuvvetle desteklem elerine rağm en herhangi bir fa­
kültedeki sürekli kadroya geçiş işlemini durdurabilir (benzer
yetkiler birçok üniversite rektörüne verilmiştir). Rektöre ve­
rilen bu yetkinin herhangi bir uzm anlığa dayanm adığı açıktır.
Baş yönetici durum undaki bir kişinin, kimya, L atin dilleri, tıp,
286 ® Üniversite Yönetim i

psikoloji ve düzinelerce diğer bilim dalında yeterince bilgili


olamayacağı ortadadır.
Rektörlük otoritesi ile kişisel uzmanlığın ilgisi azdır, bu ne­
denle başka bir düzeyde haklı gösterilebilmelidir. Birincisi ve en
açık olanı, kişinin hiyerarşide derecesi arttıkça uzmanlığa daha
az önem verilmesidir. Bir piramidin tepesinden herşey oldukça
küçük görülür, buna karşılık görüş alanı büyük ölçüde artar.
Bir generalin ordudaki her etkinliğin ayrıntısını bilmesi ge­
rekmez; bu olanaksız ve belld de istenmeyen bir durumdur.
Ama generalin, kendi konularında uzman olan albayların veya
yüzbaşıların fikir ve davranışlarını veto etme yetkisi vardır.
Bunun aynısı, şirketlerin genel m üdürleri adını verdiğimiz ki­
şiler için de geçerlidir. Onlar, uzm anlan "kullanırlar"; uzm anlar
onlara daha iyi önderlik yapm alannda yardımcı olurlar.
ikinci olarak, beşinci ilkede daha ayrıntılı olarak ele ala­
cağımız üzere, yönetimin üst kademelerinde çıkar çatışmasının
daha az olacağını kabul edebiliriz. Son olarak da, akademik
alandaki rektörlük otoritesi, idari olmaktan çok yasal olarak dü­
şünülmelidir. Rektöre bir bilim dalındaki en iyi bilim adamını
kendi düşüncesine göre seçme yetkisi verilmemiştir. Onun gö­
revi, kuralların doğru olarak uygulandığından emin olmak ve
uzm anlar arasındaki düşünce ayrılıklarında hakemlik yapmak,
Özetle derin bilgiye sahip olanlardan çıkan farklı sesleri göz
önüne alarak açık bir politika geliştirmek ve uygulanm asına ça­
lışm aktır. Daha bilgili olanların daha yetkili olması gerektiği il­
kesinin, rektörün yetkisiyle çelişmediğine inanıyorum®.

6. Columbia Ü niversitesinden dostum profesör David Bîoom'uu ilginç bir sorusu var. Üçüncü
ve dördüncü ilkeler, bir yandaki bağlılık ve bilgi ile diğer yandaki sesini duyurma ya da hak*
la r arasındaki olumlu ilişkiye büyük ağırlık veriyor. O »aman neden bizim toplumlunuz, göz
önüne aldıkları sorunlar hakkında bilgisi ve uzun dönemli çıkarları genellikle az olan k i­
şilerden oluşan h alk jürilerine bu kadar ağır sorum luluklar verir?

B ana göre jüriler, çok özel ve statik durum larla ilgili bir k a ra r vermek için vardır: A, B'yi Öl­
dürdü mü? Veya Jones vergi bildiriminde hile yaptı un? Y ahut C firması ile D firması fi­
yatları ayarlam ak için an laştılar mı? B unların hiçbiri, uzun dönemli uygulam aları belirleyen
veya değiştiren davalar değildir. O türlü sorunlar, belki dolaylı olarak, yargıçların ellerine
bırakılır. Yargıçlar birçok bakım lardan mütevellilere, rektörlere, dekanlara ve sürekli kad­
rodaki profesörlere benzerler.
287

Beşinci İlke
Üniversitelerde kararların kalitesi, çıkar çatışmasını bilinçli
olarak önlemek yoluyla artırılabilir.
Kişisel çıkar ile kam uya karşı görevler çarpıştığında, çıkar
çatışması ile yüz yüze geliriz. Üniversiteler karm aşık ku­
ruluşlardır ve üyelerinin birçoğunun topluma karşı (yarı k a ­
musal) sorum lulukları vardır ve pek azımızın, kişisel çı­
karlarım ız peşinde koşma eğilimine karşı koyabileceğimizi
varsayabiliriz.
Basit ve belirli bir örneği ele alalım: Sürekli kadro vermeyi
düşünen bir bölüm. Şimdi bölümün sürekli kadrosunda ol­
m ayan üyelerinin bu am açla oy kullanm aları uygun mudur?
Eğer çıkar çatışması en aza indirilmek isteniyorsa, hayır.
Çünkü olumlu bir oy, bölümdeki sürekli kadroların sayısı kısıtlı
olduğundan, kıdemsiz öğretim üyelerinin yükselme şanslarını
azaltacaktır. Olumlu oy bazı durum larda yanlış nedenlerle de
kullanılabilir. Kıdemsiz öğretim üyesi, ileride kendi durum u
söz konusu olacağı zaman, salt k arar verecek kurulda bir a r­
kadaşı olması düşüncesiyle bir arkadaşım destekleyebilir. Kuş­
kusuz, kurulda arkadaşlar edinmek isteği yalnız bir grubun te­
kelinde değildir; am a şansları bıçak sırtında olan kişiler için
elbette ki çok daha önemlidir.
Sürekli kadro verilmeden bölüme alınacak m eslektaşların se­
çimlerine katılm ak da ortaya benzer sorunlar çıkarır. En iyi
adayları seçmek, sayısı az olan sürekli kadrolarda birine ileride
aday olmayı düşünen bir kişinin, seçilme şansını doğal olarak
azaltacaktır. Öğrencilerin bu seçme işlemlerine katılıp k a ­
tılmam aları, bana göre, çıkar çatışması ile ilgili değildir. Öğ­
rencilerin bu seçme işlemlerinden, yeterlikleri olmadığı için
uzak tutulm aları gerektiğine inanıyorum. Dördüncü ilkeye ba­
kınız.) Öğretim üyeleri ve öğrenciler, grup olarak da çıkar ça­
tışm ası içine düşebilirler. H arvard'ın nesiller boyunca eski me­
zunlar ve başkaları tarafından yapılmış bağışlar sayesinde
birikmiş büyük bir serveti vardır. Bu servetin gelirini, tümüyle
288 ® Üniversite Yönetim i

yasal olarak, şu anda üniversitede bulunanlara daha iyi bir


yaşam düzeyi sağlayacak, ama gelecek nesiller için kul­
lanılm ası Öngörülen, serveti azaltacak şekilde daha çabuk h a r­
camak kolaydır^. Harvard'm kaynaklarına dayanarak, öğ­
retim üyeleri kendi ücretlerini ve yan ödemelerini üç katm a
çıkarabilirler, aynı zam anda öğrencilerden alm an okul üc­
retlerini kaldırabilirler. Ne kadar çekici, h a ttâ erdemli bir dü­
şünce! Yeni ücret düzeyleri düşünülürse, kimse H arvard'da
ders vermek için yaptığımız önerileri geri çeviremez ve öğretim
kadrom uzun kalitesi yeni doruklara ulaşır. Halen görevde bu­
lunan öğretim üyeleri için üç k a t fazla ücret, kişisel olmayan pi­
yasa baskıları nedeniyle uzun zamandır göz ardı edilen, kendi
değerlerinin kabul edilmesi olarak alınabilir. Okul ücretlerinin
kaldırılm asına gelince, bu gerçekte, yoksullara ve sıkıntı çeken
orta sınıfa yardımcı olur ve belki öğrenci kalitesini yük­
seltebilir. Bunu ve daha fazlasını yapmak için en az birkaç ne-
sile yetecek kadar para vardır; ne de olsa dört milyar doları
aşan bir servet uzun bir süre dayanabilir.
Bunlar hayali Örnekler olsa bile burada önemli bir noktaya par­
mak basılmaktadır. Kimi yetkiler uygun bir biçimde daha yüksek
kademelerde bulunanlara verilmiştir. Böylece kişi veya gruplar,
bireysel ya da kısa dönemde çıkar sağlama eğilimine yenik dü­
şebilecekleri konumlara getirilmezler. Öğretim üyelerinin kendi
ücretlerini ve yan ödemelerini kendilerinin belirlemesine bu ne­
denle izin vermeyiz. Bunlar dekanlar tarafından saptanır ve rek­
tör ile mütevelli heyeti tarafından genel olarak gözden geçirilir.
Dekanların ücreti rektör tarafından, rektörün aylığı ise mütevelli
heyeti tarafından belirlenir. Öğrencilerin kendi notlarım ken­
dilerinin vermesine, kendi mezuniyet koşullarını kendilerinin dü­
zenlemesine, okul ücretlerini belirlemelerine, ya da bağışlardan
sağlanmış Harvard servetinin Cambridge kentinde yaşayan
düşük gelir grupları için sosyal konutlar yapılması için h ar­
canmasına izin vermememizin nedeni bndnr.
7. Bıı, üçüncü ilkede tartışılan üniversitede k alm a süresi ile ilgili meseleye çok yakındır. Fark,
üniversitede en kısa süre k alan lara yetkinin çoğunu vermek yerine, çıkar çatışm asının, ki­
şisel ya da toplu avantaj üzerinde odaklaşmasıdır.
289

P iram itin ü st taraflarındaki görevlere çıkıldıkça, çıkar ça­


tışm asının azaldığım kabul ederiz; ben buna gerçekten in a­
nıyorum. B ir dekan (yahut bir bölüm başkanı), öğretim üye­
lerinin ücretlerini saptarken, niteliği, performansı, rekabeti ve
bütçeyi gözönüne alır. Oysa, bu kararlard an yararlan an kişi
ya da gruplar, sözkonusu unsurlardan hiçbirini etkili bir bi­
çimde göz önünde bulunduram azlar. Aynı biçimde, öğretim
üyeleri öğrencileri, öğrencilerin kendilerini değerlendirebi­
leceklerinden daha tarafsız ve profesyonelce değerlendire­
bilirler. Son olarak rektör ve mütevelli heyetinin ortak görevi,
bütün büyük politikaları gözden geçirmektir. Bu görevi asgari
bir çıkar çatışm ası ile yapabilirler; çünkü aylıklar akadem ik
sta n d a rtlar ve koşullar, yatırım ların getirisi vs. gibi genel so­
runların, hem en hiçbirinin onlara doğrudan bir etkisi yoktur.
Tümüyle belirgin farklılıklardan çok, göreceli durum ları ta r ­
tıştığım ızı kabul ediyorum. Benim özellikle vurgulam ak is­
tediğim nokta, çatışm anın tüm üyle önüne geçilemese bile, bi­
linçle ve iyi niyetle, en alt düzeye indirilm esinin olanaklı
olduğudur.
Çıkar çatışm asının azaltılm asındaki m antık, öğrencilerin,
öğretim üyelerinin ve üniversite çalış anlarının kendi üni­
versitelerinin m ütevellileri olarak, ancak a rasıra gö­
revlendirilm eleri anlam ına gelir. B unlar "işletme içi m ü­
dürlere" denktirler ve bence iyi işletm ecilik anlayışı, uygun bir
şekilde oluşturulm uş bir yönetim kurulunda, bu konum daki
kişilerin azınlıkta olm alarını gerektirir. Ç ünkü yönetim ku­
ru lunun veya m ütevelli heyetinin asıl amacı yönetimi de­
netlem ektir, yoksa yönetm ek amacıyla yöneticilerin saflarına
katılm ak değilC8).
], îşletm e içi m üdürler, normal olarak, deneyimleri ve bilgi birikimleri nedeniyle hizmet et­
m eleri istenen kıdemli yöneticilerdir. Belki kimi profesörler ve çalışanlar bu kriterlere uya­
bilir. H erhangi b ir öğrencinin bu konum da yararlı b ir rol oynayabileceğini düşünemiyorum,
Bu konuda yalnız değilim; Bltz, "SUNY's S tudent Trustee: Discomfort on Both Sides," The
New York Tim est 7 Temmuz 1988. SUNY Yönetim Kurulu B aşkanı Donald M. Elinken, mü­
tevelli heyetindeki öğrenci temsilcisi hakkında şunları söyledi: "Yaptıklarından hiç hoşnut
değildim. Ne zam an oylama yapılsa öğrencilerin baskısına tümüyle bojnın eğiyordu. Öğrenci
mütevelliler fikrinden o k ad ar da m em nun değilim”.
290 ® Üniversite Yönetimi

Altıncı İlke
Üniversite yönetim i öğretim ve araştırm a kapasitesini ge­
liştirm elidir.
Ü niversitelerin asıl görevi öğretim ve araştırm adır, bu ne­
denle uygun bir yönetim sistem i bu çalışm aları olabildiği
k a d a r verim li kılm alıdır. Bir ekonomist için yüksek verim,
h e r bir birim "girdı’den en yüksek "çıktıyı" elde etm ektir . Bu
ise k ıt olan u n su rla rın özenle harcanm asını gerektirir; öğ­
retim üyelerinin zam anının olabilecek en verim li biçimde
kullanılm ası sağlanm alıdır. Ü niversitenin asıl görevi öğ­
retim ve a ra ştırm a olduğuna göre; k u ru lu şu n tüm ü, öğretim
üyelerine görevlerini yapabilm eleri için yüksek düzeyde fır­
s a t verecek ve olabildiği k ad ar onların bu am açtan sap­
m alarım azaltacak ve ö z e llik le gereğinden çok idari göreve
ayrılm alarım resm i olarak özendirmeyecek bir biçimde ör­
gütlenm elidir. Bu öncelikler, öğrenciler için de aym derecede
söz konusudur: Yönetim in yapısı, öğrencilerin asıl "hak ve so-
rum lulukları"nm ders çakşm ak olduğunu, diğer e t­
kinliklerin, yaşam deneyimi k azan m ak ta önemi ne olursa
olsun, ikinci planda kalacağım (bu okul sporları için bile ge-
çerlidir!) yansıtm alıdır.
B u ilkenin dikkate alınm asında ısrarlıyım çünkü bu, te ­
oride genellikle kabul görürken uygulam ada göz ardı edilir.
K atılm a arzusu büyüktür, am a özyönetim in bedeli yüksektir.
Özyönetim zam an, bilgi, bağlılık ve Alm anla rın Sitzfleisch
adm ı verdikleri şeyi gerektirir. Bazı üniversite fa­
aliyetlerinde (terfi, bölüm başkanlığı, ders program ı h a ­
zırlanm ası gibi), öğretim üyelerinin k a tk ısı ş a rttır ve bu be­
deli ödemeye değer. B aşka hiçbir grup b u n ların yerini
dolduram az.
B u nunla birlikte öğretim üyelerinin üniversitedeki ça­
lışm ala ra k atılm alarım n y a ra rla n çok zam an görüntüde k a ­
labilir. Ö ğretim üyeleri sürekli olarak idari yüklerden ve k ü ­
tü p h a n e ve laboratuvar çalışm alarına ayırabildikleri
291

zam anın yetersizliğinden yakınırlar. B una karşılık, sayısız


kom itede verim siz ve sonuçsuz ta rtışm a la rla sa atler h a r ­
cayarak, yalan m ad an görev yaparlar. Belki bu yolla h a r ­
canan sa atlerin toplam ı fazla olmayabilir, am a biriken e t­
kileri oldukça önemlidir. H er araştırm acı, ödüllerin en
değerlisinin kesintisiz çalışm a zam anı olduğunu bilir. İdari
görevlerin ve yöneticiliğin kolayca bozduğu şey budur. Öğ­
renci davranışı ise d a h a m antıklı olabilir. O nlar, özellikle öğ­
retim üyelerinin tem sil edildiği kom itelerde görev yapm aya
pek heveslidirler. O nlar için bu büyük bir sim gedir. Öğ­
renciler kendilerine tem sil olanağı sağlandığı zam an bu top­
la n tıla rın bazısının ne k a d a r sılacı olduğunu anlayabilirler
ve çoğu zam an to p lan tılara katılm am aları, d u ru m u n farkına
varıp akıllandıklarını gösterir. B aşka zam anlarda ise, top­
la n tıla ra sürekli olarak katılıp değerli fikirler ileri sü r­
düklerini biliyorum. 1970'lerde m üfredatta değişiklik ya­
parken, lisans öğrencilerinin ü stü n ve olgun bir biçimde
yardım cı olduklarım hatırlıyorum .

Yedinci îlke
Hiyerarşik bir yönetim sistem inin iyi işleyebilmesi için, iyi
tanım lanm ış bir danışm a ve sorum luluk m ekanizm ası şart­
tır.
Bu ilkeyi en sona bıraktım , am a bu onun önem inin az ol­
duğunu göstermez. Ö tekiler k a d a r önem lidir ve belki de en
tem el ilke sayılabilir; çünkü, danışm a ve sorum luluğun etkin
ve içten bir biçimde yürütülm esi yönetim in genel kalitesini
belirler. Benim bakış açım a göre, sorum luluk ile danışm a
arasın d a oldukça fazla bir iç içe girm e d urum u vardır; kim ­
yasal b ir etkileşim gibi işlev görürler.
M odern A m erikan üniversitesinin birçok birim i (öğ­
renciler, m em urlar, işçiler, öğretim üyeleri, m ezunlar, top­
lum ve belki daha başkaları) görüşlerini b ildirerek okulun yö­
netim politikasına k a tk ıd a bulunm aya özendirilir. Bu işlem
292 a Üniversite Yönetim i

genellikle aşağıdan yukarıya, örneğin öğrencilerden öğretim


üyelerine, sekreterlerden ü s t düzey yöneticilerine doğru
yürür, am a açıkça anlaşılacağı üzere, h erkesin h er k a ra ra
k a tk ıd a bulunm a hakkı yoktur. Konuyla ilgili olup ol­
m adığım b ir biçimde sınam ak m antıklıdır. D anışm a ve k a t­
k ılard an sağlanan bilginin bir kısm ı "tarafsız" olabilir. Bö­
lüm leri denetleyen konuk kom iteler, genellikle tarafsızdır.
Bazı bilgiler ise, örneğin öğrencilerin akadem ik koşullarda
değişiklik konusunu ta rtıştık la rı zam anlarda olduğu gibi,
çok "taraflı" olabilir. H er iki bilgi tü rü de değerlidir ve
1960'lardan aldığımız en büyük ders, m üm kün olduğu k ad ar
geniş ölçüde katk ı sağlam ak için elimizden geleni yapm am ız
gerektiğidir.
Y ukarıdan aşağıya doğru inen sorum luluk, m adalyonun
öteki yüzüdür. Temelde yetkilileri ilgilendirir ve so­
ru m luluklarım nasıl yerine getirm eleri gerektiğim tanım lar.
Ne sorum luluk, ne de Piki r danışm ak, k a ra r verm ekte belirli
bir model anlam ına gelir. D aha önce, herşeyi d ah a de­
m o kratik yapm akla daha ileri götürem eyeceğim izi be­
lirtm iştim . Bu ilke, sık sık ve etkili bir biçimde başk aların ın
fikrini alm akla çelişkili değildir.
D em okrasilerde h alk ın ik tid ard an ne ölçüde m em nun ol­
duğunu saptam ak için seçim yapılır. Ülkemizde üniversiteler
katılım cı dem okrasilerde olduğu gibi yönetilmezler ve ancak
belirli birkaç durum da seçime başvurulur. Ü niversiteler gö­
nüllü kuruluşlardır; bu bakım dan belli bir okula girm emek ve
başka bir okulu seçmek yoluyla hoşnutsuzluğu açığa vurm ak
oldukça kolaydır (Amerika'da okul sayısı hiç de az değildir).
Bu, öğrenciler, öğretim üyeleri ve çalışanlar için geçerlidir.
Ancak bu, oldukça ciddi ve zor bir soruya ayaküstü verilen
basm akalıp bir yanıttır. Bir kere kişi bir sistem de öğretim
üyesi, öğrenci veya herhangi başka bir kimlikle çalışmak üzere
seçimini yapınca, bu sistemin akılcı ölçüler içinde, keyfi değil,
adil bir şekilde işlediğine bir anlam da inanm ası gerekmektedir.
Başka bir deyişle, iki anlam da hesap verme sorum luluğunun
293

bulunm ası gerekir: Birincisi, bütün idari çalışm alarla ilgili ola­
ra k tam ve dürüst açıklama yapmaya istekli olmak; İkincisi ise
sistemde herkesi sadece belirli amaçlar için bir kişiye ya da
gruba hesap vermekle sorumlu tutm ak.
Hesap verm e sorum luluğunun başlıca biçimi iletişim yo­
luyla gerçekleşir. Görev yapanlar, görevleri ve politikalarıyla
ilgili olarak düzenli bir biçimde bilgi verm elidirler. D ekan
olarak ben, öğretim üyelerinin hepsine içinde bulunulan yılı
m ali bakım dan ayrıntılı olarak açıklayan yıllık bütçe yazısı
gönderm e uygulam asına başlam ıştım . Bu yazı üniversitede
h er isteyen kişiye de gönderiliyordu®. B urada sorum luluk,
öğrencilerin, bir m eslektaşın, ya d a herhangi bir bireyin sor­
m ası duru m u n d a a lm an k a ra rla rı k a n ıtla n ile birlikte açık­
lam aya istekli olm aktır. F ikir alış verişinde ise sorum luluk,
üniversite topluluğundaki her kesim in sesini duyurm asına
olanak sağlam aktır. Lehte ve aleyhte b ü tü n görüşlerin h e r­
kese, özellikle de h er kadem edeki sorum lulara serbestçe ve
etkili bir biçimde ulaştırabileceği organlara ihtiyaç vardır.
Birçok dam şm a k u ru lu bu yolda y ararlı işler yapm aktadır.
H a ttâ çoğu zam an kışkırtıcı yayın yapan öğrenci gazetesi
bile çok değerli bilgi kaynağıdır.
Sorum luluk, yetki verilm iş kişilerin bazı kişi ve gruplara
bilgi verm esi anlam ına da gelir. Böylece profesörler, özellikle
öğretim sorum lulukları söz konusu olduğu zam an bölüm
b aşk aıılarm a bilgi verm ek zorundadırlar. Bölüm b a şk an la n
çalışm aları haklım da, rektörler veya yardım cılan tarafın d an
göreve a ta n a n ve gerektiğinde görevden alm an dekanlara
bilgi verirler. R ektörler ise, çalışm aları h ak k ın d a m ütevelli
heyetine rapor verirler, H arvard'da rektör, yedi kişiden olu­
şan ve "kendi kendini sürdüren" bir yönetim k u ru lu n a karşı
doğrudan sorum ludur. Yönetim K urulu ise birçok önemli
k a ra r için "öneri ve onay" gerektiren konularda, H arvard'da
9- Y apılması kolay b ir işti. Parasal haberler çoğunlukla kötüydü ve durum un olanca açık­
lığıyla anlatılm ası, ağır yükler altında esilen bir dekana Öğretim üyelerinin gösterdiği sem­
patiyi artırıyordu.
294 o Üniversite Yönetim i

çalışanların dışında, b ü tü n m ezunlar tarafın d an seçilmiş


d ah a büyük bir grup olan Gözetim K urulu’n a k a rşı büyük öl­
çüde sorum ludur. Özellikle de, ü s t düzey akadem ik ve idari
a ta m a la rın incelenm esi ve onanm ası Gözetim K urulu’n u n gö­
revi olmuştur^105.
Sorum luluğun, bir ü st kadem eye bilgi verm e anlam ında
üniversitelere uygulandığında, ayrıntılı bir biçimde açık­
lan m ası gerekir. Akadem ik görev dışında çalışan herkesin,
görevlerini yerine getirirken, tıpkı bir ticari işletm ede olduğu
gibi, başlarında am irleri vardır. Bu, akadem ik olsun ya da ol­
m asın b ü tü n yöneticiler için de geçerlidir. D ekanlar, bölüm
b aşk an ları, rek tö r yardım cıları hep kendilerinin üstündeki
am irlerin istekleri doğrultusunda görev y aparlar ve bu
d urum bütünüyle kabul edilm iştir. F a k a t öğretim üyeliğine
uygulandığı zam an sorum luluk kavram ı daha duyarlı bir ni­
telik kazanır. Akadem ik yaşam ın iyi tarafların ı açıklarken
belirttiğim gibi, öğretim üyeliği bir am ire bağlı olm adan
görev yapm aktır. Öğretim üyeleri çok büyük özgürlüklerden
y a ra rla n ırla r. Resmi sorum lulukları sınıfta birkaç s a a t ders
verm ekle sınırlıdır. Bu, a ra ştırm a yapm ak, öğrencilerle ve
m eslek taşlar akadem ik ta rtışm a la r yapm ak, onlara öneride
bulunm ak ve üniversite içinde akadem ik görevler alm ak gibi,
resm i olm ayan şeylerin yam nda önemsiz kalır. Sürekli kad­
rodaki bir öğretim üyesini görevden alabilm ek hem en hem en
olanaksız olduğuna göre, öğretim üyelerinin dekana ve
bölüm b aşk am n a k arşı sorum lulukları ne anlam a gelir?
O nlar görevlerini tüm üyle kendi isteklerine göre mi yü­
rüteceklerdir?
10. H arvard Yönetim K urulu bir anlam da kendi kendini sürdürür. Bir üye çekildiği veya emek­
li olduğu zam an, kalan üyeler onun yerine bir üye seçerler. Seçilen üyenin Gözetim Kurulu
tarafından onaylanması gerekir, Bu, olağandışı, h a tta belki çağdışı bir düzenlemedir. Ger­
çekte, H arvard'da sorum lulukları duyarlı b ir biçimde belirlenmiş iki yönetim kurulu bu­
lunm ası da aynı derecede oiağandışıdu-. Eğer amacım Harvard's)) yönetimini anlatm ak ol­
saydı, b u kendine Özgü düzenlere çok daha fazla yer verirdim. Bundan söz etmemin asıl
nedeni, hiç kuşkusuz mütevellilerin seçim şeklinin, sorum luluk sürecini etkilediğini vur­
gulam ak içindir. Örneğin genel seçimler genellikle popülist görüşleri yansıtır. Kendi ken­
dini sürdürm e, hemen hem en kesin bir biçimde tutucu bir ağırlık yaratır.
295

H er ne kadar, öğretim üyelerim sorum lulukları ko­


n u su n d a zorlam ak çok güç olsa da, onlar hiçbir biçimde can­
ların ın istediği gibi davranam azlar. H em en b ü tü n ü n i­
versitelerde ücret düzeyi kişinin a ra ştırm a ve öğretim
perform anslarının derecesini yansıtır. Öğretim üyelerinin
ücretlerini belirleyen dekanlar ve bölüm b aşk an ları, m es­
lek taşların ın değerlendirm elerisi sırasında, öğretim le ilgili
olarak öğrenciler tara fın d a n yapılan değerlendirm eleri ge­
nellikle göz önünde b u lu n d u ru rla r (biz H arvard'da bu nok­
ta y a d a h a çok önem vermeliyiz). B u u n su rla rın ücretlere ve
y an ödemelere etkisi piyasa du ru m u n a uygun olarak, ü n i­
versiteden üniversiteye değişir, am a aylıkların, kişilerin per­
form ansları ile ilgisi devam eder. Ü niversite çevresinde,
"ciddi bir kötü d a v ra n ış'in ve "görevi ih m a l'ın ü s t düzey yö­
neticiler tara fın d a n hesabı sorulabilecek başarısızlıklar ol­
duğu, h e r zam an çok açık olm am akla birlikte, bilinir. Bir
profesörün kötü dav ranışları ve görevini savsakladığı yaygın
olarak biliniyor ve kanıtlanabiliyorsa hesap sorulabilir.
H arv ard ’daki öğretim üyeliğim boyunca, birçok pro­
fesörün, ciddi kötü davranış suçlam ası ile h a k la rın d a so­
ru ştu rm a açılacağı korkusuyla görevden çekilmeyi yeğ­
lediklerini biliyorum. Eğer yargılam a aşam asına gelinseydi
suçlam alar p a rasal usulsüzlüklerden cinsel tacize k a d a r
uzanacaktı.
D ekan olarak görev yaptığım sırad a k arşılaştığ ım en güç
sorun, dü n y a çapında bir siyaset bilimcisiyle ilgiliydi. Ü çün­
cü bölümde bu olayı açıklam ıştım : Öğrencileri sah te diye n i­
telendirm esi, sınıfı te rk etm esi ve diğer tu h a f h arek etler. Bu
kişiyle yaptığım birçok görüşm ede "sahte" sözcüğüyle ne
k a ste ttiğ in i bir tü rlü anlayam adım . O na son derece hoş­
görülü bir topluluk olduğum uzu, açık bir biçim de görevi
ihm al dışında hem en hem en herşeyi kabul edebileceğimizi,
am a derslere girm em enin bu tü rd e n bir suç olduğunu söy­
ledim. B ir akıl h a sta sıy la k a rşı k arşıy a bulund uğum u yavaş
yavaş anlam aya başlam ıştım , am a y ü rü rlü k tek i y a sala ra
296 9 Üniversite Yönetim i

göre bu kişiyi tedavi görmeye zorlam anın hiçbir yolu yoktu.


G erçekte onun buna niyeti de yoktu. H er halde o, öğ­
rencilerin "sahte'liğm i anlayam adığım için benim tedaviye
m u h taç olduğum u düşünüyordu. M eslektaşım ı sonunda, hiç
istem ediği halde, ücretli h a sta lık izni kullanm aya zorladım.
Zavallı h a sta bu durum u protesto etm ek için görevinden çe­
kildi, birkaç yıl sonra da y u rt dışında yalnızlık ve yoksulluk
içinde öldü. B u çok acıklı bir olaydı ve b u n u sadece so­
ru m lu lu ğ a ne k ad ar bağlı olduğum uzu gösterm ek için a n ­
lattım . B ununla birlikte, bizim üniversitelerim izin hepsinde
profesörlerin h a k la rın ın sorum luluklarından d a h a iyi a n ­
laşıldığını ve duyurulduğunu söyleyebilirim. D urum un böyle
sürm esine izin verilm esinin büyük bir id ari başarısızlık,
h a tta kötü bir yöneticilik örneği olduğunu söyleyebilirim. Bu
konuya te k ra r döneceğim.
Sorum luluğun kesin olması ile ilgili son b ir nokta: Ne op­
tim al sorum luluk ne de danışm a ihtiyacı, k a y ıtla rın açık ol­
m asını, to plantıların herkese açık yapılm asını veya h ü ­
k üm etin "gümşığı yasaları" adını verdiği y asaların
uygulanm asını gerektirm ez. K am uya açıklanm ayan ve yö­
netsel nedenlerle gizli tu tu la n konular ile bazı eleş­
tirm enlerin "gizli kural" dediği şey arasında büyük fark lar
vardır. Kişiye özel ile gizli aynı şeyler değildir ve bazı sın ırlar
içinde kişiye özel olma hakkının kullanılm ası bir ü n i­
versitenin yönetim ini daha iyi yapar. Çok fazla "gümşığı"
güneş yan ık ların a yol açar. Profesör ve yönetici alınm ası için
yapılan a ra ştırm a lara zarar verebilir; öğrenciler istenm eyen
bilgilerin açıklanm asından rah atsız olabilirler ve b u n lard an
dah a önemlisi, m ütevelli düzeyinden, öğrencilere k a d a r her
kesim de yapılan açık ve tarafsız m esleki konuşm aların ve
ta rtışm a la rın niteliğinin bozulm asına yol açabilir. Kontrollü
ve sınırlı kişiye özel gizlilik içinde çalışm alar hafife alın­
m ayacak y a ra rla r sağlayabilir(11>. Hepimiz, öğrenciler ve öğ­
retim üyeleri için yazılan referans m ektuplarını (serbestçe
11. Bfcz. Judith. Block McLaughlin ve David Riesman “The Shady Side of Sunshine,” Teachers
College Record, (X 87, No. 4 (Yaz 198 G)
297

görme h ak k ın d an vaz geçilmemişse) serbestçe görme hakkı


veren Buckley Y asası’m n sonuçlarım biliyoruz. Sonuç re ­
ferans m ek tu p ların d a yazılan şeylerin önemsiz ve işe y a­
ram az hale gelm esidir. Görme hakkından vazgeçilmediğı d u­
ru m la rd a referans m ektuplarının hiçbir değeri olmadığım
a rtık biliyoruz ve bu nedenle çok daha belirsiz ve gevşek olan
sözlü iletişim e başvuruyoruz. Yani, bu y asad an herkes zarar
gördü.
Söylenenleri Duyar Gibiyim
T am bir tutuculuk örneği.
Yöneticilere verilen aşırı yetki.
K urulu düzeni korum ak için planlanm ış.
İhtiyarların ve yerleşiklerin iktidarı.
Gençlerin yaratıcı yeteneğine ve enerjisine yer yok.
Sürekli kadro sistem i kadar kötü.
Son birkaç yıldır, A m erika B irleşik D evletleri’nde ve
başka yerlerde, değişik dinleyici kitlelerine üniversite yö­
netim iyle ilgili düşüncelerim i açıklıyorum. The New Re-
public'de yayım lanan kısa bir yazı, ta h m in edilebileceği
üzere, seçkincilik suçlam aları ile dolu birçok m ektup al­
m am a yol açtı. Bir grup Almaıı aydım önünde yaptığım ko­
nuşm a, tepkisel bir savunm aya yol açtı. A vrupa tipi ü n i­
versiteleri eleştiriyor m uydum ? Evet! B unu benim
düşüncelerim e tüm üyle karşı bir gazete yazısı izledi. İs­
rail'de ve özellikle de m ütevelli heyetinin isteğiyle, ü n i­
versite yönetim inde değişiklik öneren bir konuşm a yaptığım
H ebrew Ü niversitesinde saygınlığım sıfırdır. Sadece yö­
netim i açısından, 19. yüzyıl A lm an üniversitesinin kusursuz
bir Örneği olan bu üniversitenin profesörleri beni, "sın ıfın a
ih an et etm iş biri olarak, h a tta daha kötüsü, bir "Amerikan
ajanı" olarak görmektedirler. Oxford Ü niversitesinden de bu
eleştiri kervanına k atılan lar oldu(12).
12. Bkz. J.R. Lucas, "Unamerican Activity; an alternative route to excellence," Oxford Magazine
no. 45 (L989}- B ana daha yakıtı görüşler için b k "Oxford’s Fading Charms" ve "Oxford Uni­
versity: poverty ringed with riches1' The Economist, 8 Temmuz 1989.
298 ® Üniversite Yönetim i

Bu bölümün girişindeki sloganlar Özellikle bu ülkeye özgü


tepkilere yalmzca birkaç örnektir. Kimilerine göre bu en­
dişeler doğru, b a ttâ m antıklıdır. Ben olayların bunu destekler
nitelikte olduğuna inanmıyorum. Niyetim in asla Am erikan
yüksek öğrenim inin bütününü tartışm ak olmadığını anım ­
sayın. Ben bilinçli olarak kendim i elli ilâ yüz iyi üniversiteyle
sınırlıyorum . B unların İkinci D ünya Savaşı’ndan sonraki
geçmişleri düşünülürse, k u ru lu düzenin korunduğu ciddi ola­
ra k ileri sürülebilir mi? Önde gelen A m erikan üni­
versitelerinin, üç aşağı beş yukarı bizim ilkelerim ize göre yö­
netildikleri doğru değil m idir? Bu nokta üzerinde durm aya
gerek yok, çünkü hem en hem en berşey değişti. Öğrenci top­
lulukları artık son derece çeşitli; öğrenciler kadar olm asa da
Öğretim üyeleri de farkklaştı. Yeni bölümler, bölümler içinde
yeni alanlar, yeni odaklaşm alar ortaya çıktı ve bunların hepsi
de gelişiyor. Ayrıca büyük program değişiklikleri yapıldı. Ak-
şıldığı üzere tutucular, değişikliğin çok fazla olduğu dü­
şüncesindeler, onlara göre Büyük K itaplar terkedilm iştir, not
enflasyonu vardır, m oda konular ortaya çıkmıştır. Sol ka-
nattak iler ise yapılanları yetersiz bulm aktadırlar. Ben ortada
yer alm aya niyetliyim. B ana göre değişildik hızı norm aldir ve
uygundur. F ak at görüşler ne olursa olsun, kurulu düzenin h a ­
reketli bir hedef olduğuna kuşku yok.
E ntellektüel görüş açısından A m erikan üniversiteleri dün­
y anın değişik bölgelerindeki üniversitelere kıyasla, daha
fazla ve d a h a yapıcı bir şekilde değişm işlerdir. Bu bilinen bir
şeydir; y u rt dışında herhangi bir ülkede yüksek öğrenim re ­
form una ilişkin çalışm alar, genellikle A m erikan modelinin in­
celenmesiyle başlar. B unun raslan tı olmadığım belirtm ek is­
terim . Bizim üniversitelerim izin, gerçekten yüksek nitelik
taşım alarında en büyük etm enin, Am erikan yönetim fel­
sefesinden kaynakl andığına kuvvetle inanıyorum. Am erikan
yönetim felsefesi önderliğe olanak verir ve rekabet ile ba­
ğımsızlığın bileşimidir. Bu çok yüksek bir düzeyde başarıya
yönelten en etkili öğe olur.
299

E leştirin in tem el konusu değişim eksildiği değildir. Yük­


sek öğretim i eleştirenler, daha çok değişikliğin çeşitleri ve öl­
çüsüyle ilgilenm ektedir. Bazıları sosyal değişimin hızı b a­
kım ından sabırsızdırlar: Neden sürekli kadrolardaki kadın,
zenci, y ah u t L atin Am erika asıllı öğretim üyelerinin sayısı
h â lâ bu k a d a r az diye sorm aktadırlar. Bu so ruların olağan
y an ıtları vardır, am a inandırıcı sayılm azlar (elbette kim ileri
de sosyal değişimin çok hızlı olduğuna inanıyorlar). Ki­
m ilerinin sabırsızlığı entellektiiel açıdandır: H erhangi bir ko­
nudaki özel bir yaklaşım ın tem sil edilme veya belki yeni bir
a lan a yönelişinin düzeyi, o konuya gönül verm iş kişilere ye­
terli görünmeyebilir. Kim ilerinin politik gündem leri v ardır ve
bunun için üniversiteyi kullanm ak isterler: Güney Afrika’daki
ırk ayrım cılığına son verilmesi, dünya çapında silahsızlanm a
veya serbest girişim in y ararları hakkında telkinde bu­
lunulm ası gibi. Sonuçta bizim yönetim sistemimizin, haldi
nedenlerle, birçok eleştirm eni hayal kırıklığına uğrattığı da
bir gerçektir.
Ü niversiteye bağlılığın süresine ve bilgiye önem verm ekle
biz, kısa dönemli sorunların üzerinde gereğinden fazla d u r­
m ayı önleyebiliriz. Acele etmemize gerek yoktur çünkü ço­
ğumuz iki ya da üç yıl sonra da burada olacağız. Aynı za­
m anda "merkezi yönetim", rektörlere, dekanlara ve bölüm
başkanlarm a, üniversite çevresinin geniş desteğini sağ­
ladığında; büyük değişiklikleri yürürlüğe koym akta yeterli
gücü verecektir. Bu sistem in en iyi tarafı, uzun dönemi özenle
hesaba k a ta n politikaların izlenm esine izin verm esi h a ttâ ,
özendirmesidir. Üniversiteler, Am erika'daki işletm elerin ço­
ğundan farklı olarak, üç aylık gelir tablolarının baskısı ve kor­
k usu altında değildirler. Ayrıca, hüküm etten farklı olarak,
seçmenleri düzenli ve sık sık hoşnut etme zorunluluğu da yok­
tur. Elbette, bizim görevimizi yerine getirme yeteneğimizi çok
güçlendiren bu yararların bedeli yok değildir. Bu beni yeniden
yedinci ilkeye, sağlam bir zincirin tek zayıf halkasına, yani r a ­
hatsızlık verici o sorum luluk konusuna dönmeye zorluyor. Hiç
kuşkusuz, zayıf halka sürekli kadrodaki öğretim üyeleridir.
300 ®Üniversite Yönetim i

D ah a önce de gördüğüm üz üzere, kıdem li öğretim üye­


leri, "ciddi kötü davranış" ve "görevi ih m al”den so ru m lu t u ­
tu la b ilir a m a b u k a te g o rile r sadece çok a ş ırı d u ru m la r için
sözkonusudur. S o ru m lu lu k la ilgili g üçlükler genellikle çok
d a h a s ıra d a n d u ru m la rd a o rtay a çıkar: Prof. X 'in çalışm a
s a a tle ri içinde öğrencileri ile istek li b ir şekilde bu­
lu şm a sın ı n a sıl sağlayabiliriz? (O genellikle P a ris'te veya
N epal'de u lu sla ra s ı b ir k o n feran stad ır.) Prof. Y, li­
s a n s ü s tü öğrencilerin tezleri ile ilgili değerlendirm eleri
y a p m a k ta n ed en o k a d a r yav aştır? (Özel b ir d a n ışm a şir­
k e tin i yönettiği için çok m eşguldür.) Prof. Z'yi, k en d isin i sı­
n ıfta sadece ik i öğrencilik bir lis a n s ü stü sem in erin e v er­
m ek yerin e (y ıllard an beri b u n u alışk a n lık h alin e
g e tirm iştir), lisa n s düzeyinde çok sayıda öğrencisi olan
tem el b ir ders v e re re k bölüm üne d a h a çok y a ra r sağ­
lay acağ ın a in a n d ırm a k olanaklı m ıdır? (Bu, Z 'nin alt-alt-
a lt-u zm a n lık dalı b a k ım ın d a n aşağılayıcı b ir öneri olarak
yoru m lan ab ilir). B u n la r, d ek an ların , bölüm b a ş ta n la r ın ın
ve öğrencilerin k a rş ıla ş tık la rı gerçek so ru n la rd ır. A yrıca
b u n la r, h u k u k ç u la rın yo ru m lad ık ları a n la m d a ciddi kötü
d a v ra n ış ta n y a da görevi ih m ald en çok d a h a sık olur.
D u k u k dilini b ir y a n a b ıra k ırsa k , b u y a fta la r sözkonusu
d a v ra n ış la rı ta n ım la m a k ta kolayca kullan ılab ilir.
B u k o n u la r a b a rtılm a m a lıd ır, perspektifim izi yi-
tirm em eliyiz. Z aten , sürek li kadro sistem in in güçlü ve
in an d ırıc ı olduğunu um duğum b ir sav u n m asın ı yapm ış b u ­
lunuyorum . B u sav u n m an ın bir sözcüğünü bile geri alm aya
niyetim yok. V erim li ve yaratıcı fikir işçileri için b ü y ü k bir
Özgürlük ortam ı (h a ttâ bir no k tay a k a d a r sorum suzluk)
şa rttır. B u ayrıcalıkların gelişigüzel b ir biçim de ve­
rilm ediğini de ay rın tılı o larak gösterdim . B u n lar, h e rh an g i
b ir m eslek için v ar olan seçim yöntem lerinden en zorlusu ol­
du ğ u n a inandığım tü rü n ü rü n lerid ir. B u n d an b a şk a ak a­
dem ik yöneticiler tüm üyle savunm asız d a değillerdir. D er-
şeyden çok m eslek taş baskısı ve ü c re t düzenlem eleri birçok
olayda etkili silahlardır.
301

B u n u n la birlikte, kıdem li öğretim üyelerinin öğrencilere


ve belki ç a lışan lara k a rşı soru m lu lu k ların ın d a h a etkili bir
biçim de belirlenebilm esi için yapılacak düzenlem eler,
b ü tü n ak adem ik yöneticiler için en öncelikli konu ol­
m alıdır. B enim , yeni ya d a şa şırtıc ı h e rh a n g i b ir önerim
yok. F a k a t deneyim lerim e göre olum lu sonuç verm iş b ir­
k aç görüş a şağ ıd a d ır .
1. D üzenli bir biçim de ve h a k sız lık olm am ası için h a fif
b ir d en etim a ltın d a h a z ırla n m ış öğrenci rap o rları, hem öğ­
re tm e n lik te ü s tü n p erform ansı (geniş b ir biçim de t a ­
n ım lan m ış) sap tay ıp ödüllendirm ek, hem de öğretim üye­
leri a ra s ın d a y a k ın laşm ay ı a rtırm a k için k u su rsu z bir
a ra ç tır. Hiç kim se, h a ttâ sü rek li kadro sahibi derebeyleri
bile, y etersiz p e rfo rm a n sla rın ın geniş b ir kitleye açık­
la n m a sın ı istem ezler. D eğerlendirm e, öğrenci y a şam ın ın
ö ğretim , u zm an laşm a, ders p ro g ram ları, y u r tla r gibi
b ü tü n yönlerini k ap sam alıd ır.
2. B ölüm b a ş k a n la rm ın y e tk ile rin i ve sa y g ın lık la rın ı
a r tır m a k da çok iste n e n b ir b a ş k a ad ım d ır. Ö zellikle en
önde g elen ü n iv e rsite le rim iz d e b u k işiler, h e rh a n g i b ir
görevi y a p tıra b ilm e k için s ü re k li k a d ro sa h ib i m es­
le k ta ş la rı k a rş ıs ın d a y a lv a rm a k d u ru m u n d a k a l­
m a k ta d ırla r. B ölüm b a ş k a n la rı, m a k u l s ın ırla r içinde, iş ­
birliği için y a lv a rm a k y e rin e bölüm deki öğ retim ü y e le rin i
d ers k o n u su n d a görevlendirebilm eli ve a y lık la rın ın b elir­
lenm esinde de önem li derecede söz h a k la rı olm alıdır. N e
yazık k i, bölüm b a şk a n la rı görevlerinde çoğu z a m a n üç yıl
gibi k ısa sü re le rle k a lırla r, b u sü rey i de (en a z ın d a n b e­
ğenilm eyen) b u aşağılayıcı d u ru m d a n ilk f ır s a tta k u r ­
tu la b ilm e k için sa b ırsız lık içinde geçirirler. Y e tk ile rin i ve
ö d ü llerin i a r tır a r a k bölüm b a şk a n lığ ı görevini d a h a çe­
kici k ılm ak , görev s ü re s in i ve so ru m lu lu ğ u n u y ­
g u lan a b ilirliğ in i a rtıra c a k tır. B ölüm b a ş k a n la rın a özen­
dirici önlem leri d eğ iştirm e y e tk isin i v erin ; gerisi
k en d iliğ in d en gelecektir.
302 ® Üniversite Yönetim i

3. K om iteler, özellikle de öğrenci ve öğretim üyeleri t a ­


ra fın d a n o lu ştu ru la n la r h a k k ın d a k i d a h a önce b elirttiğ im
olum suz görüşlere k a rşın , ne yazık ki b u n la rın y erini a la ­
cak d a h a iyi b ir şey olm adığını biliyorum . Y a ra rla rı za­
ra rla rın d a n fazlad ır, özellikle de ders p ro g ra m la n , p a ra s a l
y a rd ım la r, sosyal düzenlem eler ve benzerleri gibi, uygun-şe­
kilde belirlenm iş k o n u lar görüşüldüğü zam an. Ö ğrencilerin
n e le r dü şü n d ü k lerin i öğrenm eye ve önlem g erek tiren ko­
n u la rd a o n larla b irlik te çalışm aya önem verm eliyiz. Ç ünkü
onların bazı iyi fik irle ri v a rd ır ve sü recin ken disi, eğitim in
değerli bir p a rç a sıd ır. B ir yetkili için, k e n d isin e so ru la r
so ra n b ir dinleyici k itlesi önünde ken d i k o n u m u n u (veya
selefinin k onum unu) açıklayıp h a k lı gösterm e zorunda
olm ak k a d a r y a ra rlı çok az şey vard ır. B u n u n sonucunda
genellikle y a ra rlı b ir değişiklik olur.
4. Ü n iv ersited e h erk es, en y ak ın a m irin in b ir ü s tü n e
h e rh a n g i b ir k a ra r ın düzeltilm esi için başv u rab ilm elid ir.
B ir profesör fa k ü lte n in ü stü n d e k i m a k a m d a n y a n lışın dü­
zeltilm esini isteyebilm ek; öğrencilerin p ro fesörlerin k a ­
r a r m a k a rş ı bölüm b a ş k a n m a b a şv u rm a sın a o lan a k ve­
rilm elidir. B enzer h a k la r ç a lışa n la ra da ta n ın m a lıd ır. T am
o la ra k etkili olabilm esi için, b u yen id en d eğerlendirm e ve
b ir ü s t m a k a m a b a şv u ru yöntem leri açık ve uy g u lan m ası
kolay olm alı ve iyi b ir biçim de herk ese duy u ru lm alıd ır.
5. Son olarak, Jeffrey C. Alexander'dan mükemmel bir öneri:
Ü n iv ersite yönetim iyle ilgili k u ru lla rın ö ğ retm en ve öğrenci ol­
m a y a n k işilerd en oluşm ası, o nları ü n iv e rsite ile to p lu m a ra sın d a k i
ilişk ile r k o n u su n d a k a r a r v erirk en ya olm ası g ere k en d en faz la çe­
kingen, ya d a olm ası g erekenden fazla sa ld ırg a n y ap ar. Neden?
Ç ü n k ü kendileri, ü n iv e rsite n in k o ru m ak zo ru n d a olduğu değer-
rasyonelliği ile d o ğ ru d an ilişkide değillerdir. B u yüzden, ak ad em ik
o lm ayan k u ru lla rın düşünem eyeceği, ü n iv e rsite n in y a ra rla rım
te h d it edebilecek te h lik eli d u ru m la r o rta y a çık ab ilir Ö ğrenci
tem silcilerine ve öğretim üyeleri se n a to la rın a resm i ve k e sin öne­
rid e bulu n ab ilm e yetkisi verilm eli ve b u n a göre belirli b ir oy o ram
303

sa ğ lan d ığ ın d a h e rh a n g i b ir öneri ü n iv e rsiten in yönetim ile ilgili


k u ru lla rı ta ra fın d a n görüşülebilm eli ve so n u n d a oy-
ia n a b i l m e l i d i r / '^

Alexander, resm i yöntem ler ve oylara ağırlık verm ektedir,


am a bu gerekli olmayabilir. Resm i olm ayan bu adım lar bir­
çok m ütevelli tara fın d a n bilinm ektedir. Ö ğrencilerin ve öğ­
retim üyelerinin görüşleri sürekli olarak yönetim k u ­
ru lla rın ın karşısına, oylam ayla veya başka yollarla
çözülmesi gereken gündem m addeleri çıkarır.

13. "The University andM orality,” J o w n a lo f Higher Education} C.57, No.5 (Eyiüt-Eldııı 3986),
s. 472.
3 0 4 9 ZJTlİVSrsİtet B ir Dekan. A nlatıyor

16. BÖLÜM
S o n sö z
E ksiklikler ve Sonuçlar

Bazı okuyucular bu k ita p ta birçok zor so ru n u n atlanm ış


olduğunu düşünebilirler. Acaba bu k o n u lara y er verilm em iş
olm ası an la tım ın toz pembe h avasını açıklayabilir mi? Dev­
le t ile ü n iv ersiteler arasın d ak i a ra ş tırm a finansm anı, genel
giderlerin karşılan m ası, gizlilik k onuları ve b u n a benzer
b a şk a k o n u larm yol açtığı so ru n lar neden a tla n m ıştır? Ü ni­
v ersitelerin özel sektör ile olan ilişkisine de fazla de-
ğinilm em iştir. K âr am acıyla y ap ılan a ra ş tırm a la rı finanse
etm enin y a ra ttığ ı sonuçlar, öğretim ü y elerin in teknoloji
tra n sfe rin e ve özel sektöre gitgide d a h a fazla k a tk ıd a b u ­
lu n m a la rı gibi k o n u lar da derinliğine incelenm em iştir.
A zınlıklara ve k a d ın la ra öncelik verilm esine yönelik prog­
ram la r, cinsel taciz, azınlıklar, toplum la ilişkiler (liste d ah a
da uzatılabilir) gibi k o n u lar k ita b a girm em iştir.
Bu konulara d a h a az önem verm em in iki nedeni var. Bi­
rinci neden, kendim i, kişisel ve y alan ibşkim olan konularla
sınırlam ayı seçtim. D ekanlığın niteliği gereği, görevim ü n i­
versitenin iç işleyişiyle ilgiliydi. Ü niversite dışı ilişkiler rek ­
törlerin ve diğer yüce kişilerin görev alanıdır. Y ukarıda zor
diye tan ım la n a n sorunların çoğu zaten dış etkiler niteliği ta ­
şım aktadır: Gerçek dünyadan gelen m üdaheleler. Hiç şüp­
hesiz bu m üdahelelerin fakültenin işleyişine etkisi çok önem­
li olm uştur, am a politikaların saptanm ası ve k a ra rla rın
verilm esi tek bir kesim tara fın d a n değil, b ü tü n üniversiteyi
tem sil eden kişiler tarafın d an gerçekleştirilm iştiri(1). Ör­
neğin, genel giderlerin (devlet için yapılan a ra ştırm a ça-
1. Aynı şekilde, tıp veya hu k u k fakülteleri hakkında da söyleyecek fazla bir şeyim yoktu.
305

h şm a la rım n dolaylı giderleri) iyileştirilm esiyle ilgili önlem ­


le rin devletle ta rtış ılm a s ın a d ek an lar değil, rek tö r y ard ım ­
cıları k a tılırla r.

A yrıca, b u n la rın g erçek ten zor so ru la r olduğuna in a n ­


m ış değilim , b u d a benim ikinci nedenim . Bu so ru la r ço­
ğ u n lu k la to p lu m u n k a fa sm d a d ır ve düzenli o larak gazete
ve d e rg ile rin s a y fa la rın d a y e r a lırla r. B u n la rın b e lirg in
önem i, genel o la ra k A m erik an to p lu m u n u düzeltm ek için
y ü rü tü le n güncel u ğ ra ş la rla (örneğin ırk ve cinsiyet a y rı­
m ım o rta d a n k a ld ırm a k ) veya acil so ru n la rı çözm ek için
u y g u la n a n k a m u p o litik a la rı ile ilgilidir. Söz k o nusu d a ­
v a la r d eğ işirler; d u ru m u n düzelm esi, h a tta k ö k ten çözü­
m e k a v u ş m a s ı için ü m it b esley eb iliriz. A m a b u k ita p ta
üz e rin d e d u rd u k la rım b a n a d a h a önem li geliyor: Profesör­
leri n a sıl seçeriz? K endim izi n a s ıl yönetiriz? Ü niversiteye
öğrenci o lara k k im leri k a b u l ederiz? H angi k o n u ları öğre­
tiriz ? B u n la r, ü n iv e rs ite le r için doğru, zor ve d a im a v a r
olan so ru la rd ır; a sla o rta d a n k a lk m a z la r, h e r z a m a n bi-
zim ledirler.

B u n u n la b irlik te , ü n iv ersite ve kolejler bugün h ay al edi­


leb ilecek ten çok d a h a iyi b ir sosyal bütünleşm eye ulaşsa-
la r bile, b ü y ü k b ir olasılık la o rta d a n kaybolm ayacak bir
d a v ra n ış biçim ine, b ir şe y ta n a uym a güdüsün e birkaç say­
fa a y ırm ak istiyorum . G eçm işin ve günü m ü zü n b ü tü n top-
lu m la rm d a yaygın olan, fa k a t çok seyrek o larak incelenen
y a d a k a r ş ı k o n u la n c in se l ta c iz k o n u s u n u ele a lm a y ı
am açlıyorum . K uşk u suz bu, ü n iv ersitelerim izin nüfus y a ­
p ısın ın değişm em esi nedeniyle, özellikle y ük sek öğrenim
için önem li b ir soru n d u r: Genç (yetişkin) öğrenciler ve bu
ö ğ ren ciler ü z e rin d e d e ğ işik d erecelerde etk iy e sah ip h e r
y a ş ta k i profesörler. O layların büyük çoğunluğunda erkek­
le r k a d ın la rı tac iz e tm işle rd ir ve k a d ın la r an cak son yıl­
la rd a b u n a k a rş ı sav aşm ay a b a şla m ışla rd ır. K oşullar, be­
nim so ru n la sadece y ak ın d a n ilgilenm em e yol açm adı, ay-
306 *ı Sonsöz

rica b u n u n la ilgili felsefî bir yaklaşım geliştirm em i ve bu


k o n u d ak i işlem ler ve denetim için e sa sla r geliştirm em i ge­
rek li kıldı(2).
Sorun ta m olarak nedir? A kadem ik çerçevede "cinsel taciz"
deyimi çok geniş bir alandaki davranışları belirtm ek için kul­
lanılabilir, B undaki tem el öğe, bir öğrencinin n otunu belir­
leme veya başka yollarla davranışım etkilem e konum unda
olan bir öğretm enin ya da diğer bir görevlinin, öğrenciye
k a rşı gösterdiği uygun olm ayan kişisel ilgidir. Böyle bir dav­
ranış, akadem ik bir k u ru lu ş için asıl olan güven havasım
ciddi olarak sa rsa n ve m eslek ahlakına uym ayan bir dav­
ran ış olduğu için, üniversitece kabul edilemez. Ö ğretim or­
tam ı ve kişi olarak öğretim üyeleri ile öğrenciler arasındaki
ilişkiler, üzerinde özellikle durulm ası gereken konulardır.
Son on yıl içinde gerçek anlam da bir karm a eğitim ortam ı
y a ra tm a konusunda önemli ilerlem eler sağladık. K adınlara
k a rşı aleni ayrım cılık azalm ış gibi görülüyor. Öğretim üye­
lerinin çoğu, öğrencilerin hepsine, belirli bir cinsin m en­
su p ları olarak değil bireyler olarak adil dav ran m ak ko­
n u su n d a çaba gösterm ektedirler.
B ununla birlikte, üniversitelerde kad ın ların cinsiyetleri
dolayısıyla z a ra r görmeyeceklerini hissedebilecekleri bir du­
ru m a henüz ulaşam adık. Öğrencilerden, öğretim üyelerinin
k a d ın la ra k a rşı cesaret kırıcı veya saldırgan d av ranışlarda
b u lu n d u k ların a ilişkin şikayetler gelmeye devam ediyor. Te­
dirgin edici m esajların ü stü kapalı olabilir, h a ttâ bu m esajlar
bilerek verilm iyor olabilir. B undan dolayı, sınıfta sadece kız
öğrencilerin değil, b ü tü n öğrencilerin öğrenim lerini ak ­
2. A şağıda söyleyeceklerimin çoğu Fen ve Edebiyat F ak ü ltesin e 1983 N isanında gön­
derdiğim sirkülerden alınm ıştır. Ü st düzeydeki b ir akademik yönetici olarak "ben, im ­
zaladığım b ir yazıyı asla yazm adım ve yazdığım bir yazıyı asla imzalam adınk'Söz konusu
yazı ve dekanlığın daha birçok resmi yazısı Dekan Yardımcısı Phyllis K eller ile beraberce
kaleme alınm ıştır. Geçenlerde bir hukuk dergisinde düşüncelerimizden olumlu söz edil­
diğini görmekten m utlu oldum. Peter DeChiara, “The Needs for Universities to Have
Rules on Consensual Sexual Relations Between Faculty Members and Students", Co­
lum bia Journal o f IjUW a n d Social Problems >C. 21, no.137 (1988).
307

satabilecek olan bazı dav ran ışları örnek olarak özellikle gös­
term ek ya ra rlı olabilir.
B azı öğretim u y g ulam aları açıkça k a d ın la ra d ü ş­
m ancadır. Ö rneğin, ciddi bir d erste güldürecek veya tu h a f
b ir d u ru m y a ra ta c a k şekilde çıplak kad ın sla y tla rın ın gös­
terilm esi sadece yakışıksız değil aynı zam and a k a d ın la ra
k a rş ı aşağılayıcı b ir dav ran ıştır. (Bu uydurulm uş bir örnek
değildir!)
D iğer bazı ted irg in edici öğretim uygulam aları ise, sa ­
dece düşüncesizlikten, h a ttâ kız öğrencilere yardım cı ol­
m ay a dönük özel çab alard an k aynaklanabilir. Ö rneğin, ev­
lilik ve aile gibi k o n u lara sadece k a d ın la rın "doğal" ilgisi
varm ış gibi, d ik k atin özellikle onlara çekilm esi a ş a ­
ğılayıcıdır.
B u ra d a a n la tıla n biçim deki uy g u lam alar için özel bir
deyim yoktur. O rtak etkileri, aslında cinsiyetle ilgili ol­
m ayan k o n u lard a cinsiyetin ön p lan a çıkarılm asıdır. B u b a ­
k ım dan, profesyonelce olm ayan bu davranış k a teg o risin i t a ­
nım lam ak için genellikle “cinsiyetçilik” terim i kullanılır.
Şim di birey o larak Öğretim üyelerine ve öğrencilere dö­
nersek, b a şk a k o şu llarda uygun düşebilecek gönül iliş­
kilerinin, bir öğrenci ile ona k a rşı m esleki b ir sorum luluğu
olan öğretm en a ra sm d a ortaya çıkm asının h e r zam an y a n ­
lış olduğu inancındayım . Ayrıca, bu gibi ilişkilerin, eğitim
sü recinin dayandığı güven hav asın ı bozm ak biçim inde de
bir etk isi olabilir. Y etkili m evkide o lanların öğrencilerle
olan ilişkilerinde h e r zam an gücün bir etkisi olduğunu a n ­
la m a la rı da profesyonelliğin bir gereğidir. K endilerine ve­
rile n gücü kötüye kullan m am aları, ya da kötüye k u lla n ır
görünm em eleri, yetkili kişilere düşen bir sorum luluktur.
Ö ğretim kadrosu üyelerinin, öğrencileriyle h e rh a n g i bir
ro m an tik ilişkide b u lu n u rla rsa ve öğrenci şikayet ederse,
kendilerine k a rşı resm i işlem e başvurulacağını bilm eleri
gerekir. S ö z konusu ilişki her iki tarafın kabulüyle gelişm iş
308 « Sonsöz

olsa bile, hesap vermekle y ü k ü m lü olan, özel sorum lulukları


nedeniyle öğretmen ya da üniversite ç a l ı ş a n ı d ı r Ö ğretim
asistan ı olan lisa n sü stü öğrencilerin k endilerim profesyonel
soru m lu lu k lar ta şıy a n kişiler saym a alışk an lık ları öğretim
üyelerine göre d a h a az olabileceğinden, öğretim asis­
ta n la rın ın derslerine girdikleri veya n ot v erdikleri öğ­
rencilerle ilişkilerinde özenle h a re k e t etm eleri y erinde olur.
P rofesörler ile öğrenciler a ra sın d a , öğrenci-öğretm en
ilişkisi b ağ lam ı d ışın d a görülebilecek gönül ilişk ileri de
kim i s o ra n la ra yol açabilir. B ir öğrenci ile k işisel ilişkiye
g ire n ü n iv ersite görevlisi, o a n d a h e rh a n g i b ir profesyonel
sorum luluğu olm asa bile, öğrencinin eğitim i ya d a de­
ğerlendirilm esiyle ilgili sorum lu bir k o n u m a b ek lenm edik
b ir biçim de gelm esi olasılığına k a rş ı du y arlı o lm alıdır (Bu
olasılık d aim a vardır). Ü n iv ersite görevlileri ile öğrenciler
a ra sın d a k i ilişk iler doğal o lara k tem eld en a s im e trik tir.
B enim görüşüm e göre, b u ilkeler sü re k li k a d ro d a k i öğ­
re tim üyeleri ile geçici k ad ro d ak i öğretim ü y eleri a r a ­
sın d a k i ilişk iler için de aynen geçerlidir(4). G ücün kötüye
k u lla n ılm ası fırsatı aynı ölçüde y aygındır ve k u ra ld a n sa p ­
m an ın h e r tü rlü s ü n e k a rşı açık önlem ler a lın m a sın d a ve
s e rt cezalar verilm esinde ısra rlı oldum.
A slın d a cinsel tacizin gülünecek b ir ta ra fı y o k tu r, am a
sıkça görüldüğü üzere, bazen ciddi k o n u la r da in sa n ı gül­
dürebilir. Ö ğretim üyelerine göndereceğim iz m e k tu b u h a ­
z ırlark e n , cinsel tacizle ilgili o larak k a d ın öğrenciler, öğ­
re tim üyeleri ve ü n iv ersite ça lışan la rın ı k a p s a y a n geniş
b ir a n k e t y ap tırd ık . Sonuç hiç de hoş değildi: Y a n ıt ve­
re n le rin üçte b irin d e n fazlası, k a rşı cin sten o la n la r ta ­
ra fın d a n taciz edildiklerini b ildirm işlerdi. B ir k a d ın pro­
fesöre şöyle b ir soru yöneltilm işti: A m iriniz d u ru m u n d a k i
b iri ta ra fın d a n biç taciz edildiniz mi? Y a n ıtı şöyle ol-
3. M eslektaşlarım ın çoğu bunu yeni bîr eğilim olarak gördüler.

4. Ve her tü rlü am ir ve onların emrinde çalışanlar arasındaki ilişkilerde.


309

m u ştu : B enim am irim olan te k k işi H enry Rosovsky'dir, o


m ü k em m el b ir centilm endir. A nonim ve çok değer ver­
diğim b ir ödül.
Em ekli Profesör J.K. G albraith'den ise daha uzun ve daha
kişisel bir m ektup aldım.
S evgili H enry,

M e k tu b u m u oku y u n ca a n lay a ca ğ ın üzere, F a k ü lte K u ru lu a d ın a


gö n d erm iş o ld u ğ u n "C insel Taciz ve İlgili S o runlar" b a şlık lı son
y az ın neden iy le hem m u tlu oldum , h em de ü z ü n tü d u y d u m . B eni
m u tlu e d e n şey, sö zü n ü e ttiğ in d u y a rlı k o n u la rd a H a rv a rd s ta n ­
d a r tla r ım k o ru y a ra k k u lla n d ığ ın dildeki s a n a t ve in c elik tir. "Öğ­
re tim çerçevesinde g önül iliş k ile rı'n i a n la tm a biçim in k u su rsu z
o ld u ğ u k a d a r, H a rv a rd öğretim ü y e le rin in ince ze k asın ı ve d u ­
y a rlılığ ın ı ve ay rıc a N ew E n g la n d d u y arlılığ ın ı y a n s ıtm a k ta d ır.
U z u n y ılla rd a n b e ri, ü n lü sözlüklerim izden b irin e , ad ım v erm e k
g ere k irse, The American Heritage Dictionaryye d a ­
n ış m a n lık y ap tım . Ş im di ise, C a m b rid g e’d ek iler b iz lerin on ay ım
a lm a k istiy o rla rsa , u y m a k zo ru n d a o ld u k la rı u y g u la m a la r ko­
n u s u n d a e d itö rlerin i eğitiyorum .

Ü z ü n tü m ise, k işise l n ite lik taşıy o r. H em e n h e m e n k ırk b eş yıl


önce, üç y ıllık b ir sözleşm eye bağlı o la ra k H a rv a rd ö ğ retim k a d ­
ro s u n u n üyesi ik e n genç b ir kız öğrenciye a ş ık o lm u ştu m . A ra ­
m ız d a ö ğ retm en-öğrenci ilişk isi y o k tu , a m a b u gibi d u ru m la rd a k i
gönül ilişk isin e k a r ş ı d a u y a n d a b u lu n u y o rsu n . G ü n ü m ü zd e ge­
re k li g ö rü len ö ğ retim ü yeliği ve m e slek i d a v ra n ış biçim in e ay k ırı
b u d a v ra n ışın , k e s tirilm e si çok d a zor o lm ay an son u cu o la ra k ,
ev lendik. B ildiğin gibi evliliğim iz, sü rü y o r, h e m de m u tlu b ir b i­
çim de. Ş im di b en im sık ın tım şu: B u to p lu lu ğ u n kıd em li b ir ü y esi
o la ra k , öğ retim k a d ro su n u n d a h a genç ve b ü y ü k b ir o lasılık la
d a h a a te şli ü y elerin e ö rn ek olm am g ere k tiğ in in bilincindeyim .

H a ta m ı d ü ze ltm ek için y apılabilecek h e r şeyi yap m alıy ım . E şim


de, söylem eye g ere k yok, k ay g ılarım ı p aylaşıy o r. N e ö n erirsin ?
310 “ Sonsöz

Şöyle yanıtladım :
“Sevgili Ken,
Cinsel taciz konusundaki m ektubum un seni m utlu etm esine çok se­
vindim. A ncak, aynı an d a sana sıkıntı verdiği için de üzgünüm . Oğ-
renci-öğretm en bağlam ı dışındaki gönül ilişîdleri konusundaki uya­
rılarım o k ad a r da k a tı değildi: B u konuda sadece “duyarlı” olunm a­
sını istiyordum . Seni tanıyorum ; bunun, senin için hiçbir zam an so­
r u n olm adığına eminim. Bununda birlikte, olaym olup bitm esinden
sonraki rah a tsız lık duygunu da anlıyorum.
A klım a iki fikir geliyor: Birincisi herhangi b ir kişi olarak, diğeri de­
k a n olarak. Söylediğine göre, söz konusu olay kırkbeş yıl önce ol­
m uş. Z am an aşım ından kurtarabileceğim ize inanıyorum . Öte yan­
dan, bir dek an ve geçenlerde öğretim üyelerinden biri ta ra fın d a n
k ardinal gibi davranm akla suçlanan biri olarak, k efa re t karşılığında
g ü n ah larım affetm ekten m utluluk duyacağım. M utlu beraberliğinizi
ve aşkın (hem eğitim ilişkileri içinde hem de dışında) m oda olduğu o
dönemi k u tlam ak için b ir k ü rsü bağışlam aya ne dersin?
D aha sonra yaptığı bir konuşm ada G albraith “B urada da
görüldüğü gibi, H arvard dekanlarından hiçbiri, yanıtladığı
m ektuplarında, bir şekilde p ara yardım ı istem eden (örneğin
yeni bir k ürsünün bağışlanm ası gibi) edemez.5’® Kitabımı bu
derin ve anlamlı gözlem ile kapatm ayı çok isterdim. Ama öyle
yapmayacağım, çünkü son bir nokta üzerinde azıcık durm ak
istiyorum.
Ü niversiteler ve yüksek öğrenim hakkında olumlu bir kitap
yazılmış olması olağandışı bir şey. Son zam anlarda eleştiriler
daha yaygm. Aklı köreltmekle, kültürel cahiller olmakla, pro­
fesörlerin üçkâğıtlarını hasır altı etmekle suçlanıyoruz. Aşırı
uzm anlaşm aya ve h er şeyi olduğundan daha karm aşık ve an­
laşılm az kılm aya yol açacak biçimde eğitim verdiğimiz söyle­
niyor. Eleştiri korosuna, toplum umuzun her kesim inden ses­
ler katılıyor: Bazı öğrenciler, anne-babalar ve m ezunlar, basın

5. J o h n K e n n eth G a lb ra ith , A View from the S ta n d s. T e lif h a k k ı 11986 J o h n K en n eth


Galbraith, Burada Houghton Mifflin Company’n in izniyle basılmışfcıı'.
311

ve politikacılar ve kendi meslektaşlarımız. Bloom, Hirsch, Ben­


nett, Boyer, hepsi büyük başarıyla, ağır toplarını üniversitelere
çeviriyorlar. Son olarak da, Beşeri Bilimler Ulusal Vakfı baş­
kanınca yayımlanan Humanities in America (1988)(6) raporunda
halkın edebiyat ve sanata ilgisi takdirle karşılandı; televizyon
için bazı güzel sözler söylendi; müzeler, kütüphaneler ve eyalet
beşeri bilimler kurulları övüldü. Buna karşılık, Bayan Cheney
üniversiteler hakkında söyleyecek hemen hemen hiçbir güzel
söz bulamadı.
Bu acımasız yargılar seli bana bir öyküyü anımsatıyor. Bir
Amerikalı, bir Fransız ve bir Japon, teröristler tarafından ya­
kalanm ışlar ve ertesi sabah öldürülecekler. Adet olduğu üzere
esirlere son istekleri sorulmuş. Fransız, P aris’teki en sevdiği lo­
kantadan uçakla gösterişli bir akşam yemeği getirilmesini is­
temiş. Japon, ülkesinin başarılı yönetim tekniğinin gerçek sır­
rını açıklayabileceği son bir ders verme fırsatı istemiş.
Amerikalı ise bu dersin verilmesinden önce vurularak öl­
dürülm ek istemiş. Bir vaaz daha dinlemeye katlanam am
demiş.
İki şey benim için açık. Benim iyimser tutum um bazı in­
sanları kızdıracak; çünkü olumlu olmak entellektüel çevrelerde
hiçbir zam an revaçta değildir. F ak at "beni önce Öldür "ün de
sağlıklı bir tutum olmadığını biliyorum. Diğerlerinden neden
farklıyım?
Bizi eleştirenleri fazlaca tedirgin eden konuların birçoğu bu
kitapta tartışılm ıştır: Örneğin, ders program lan, öğretime k a r­
şılık araştırm a, sürekli kadrolar, kayıt—kabul ve üniversite yö­
netimi. Ama benim vardığım sonuçlar eleştirm enlerinkinden
oldukça farklı - genelde yakınm adan çok, sevinçli. Bunun ne­
deni, odak noktam ın "En İyilerin Üçte İkisi" olması değildir.
Bize kusur bulanlar, üniversiteleri ve üniversiteye bağlı kolejleri
bizi asıl günahkarlar, Amerikan yüksek öğreniminde bozuk ve
kötü olan her şeyin tipik temsilcileri olarak göstermektedirler.

6. The Chronicle o f Higher Education, 21 Eylül 1988.


312 • Sonsöz

B u ra d a in sa n ı ş a ş ırta n yönler var. E n a zın d an gü­


nüm üzde, bize en s e rt e le ştirile ri yö n eltenler açıkça sağ gö­
rü şle rin tem silcileridir. B u tu tu c u e leştirm en ler, bizim se r­
b e st p iy asa d a gösterdiğim iz b a ş a rıd a n azıcık d a olsa
ted irg in lik d uym uyorlar mı? O n la ra göre, p iy asa en iyi
h a k e m değil mi? Özel ü n iv ersite le r y ü k se k okul ü c re tle ri
ile öğrencileri soym akla su ç la n m ak ta d ırla r, a m a a lte rn a tif
o lara k aynı k a lite d e öğrenim veren p ek çok devlet okulu
v a rd ır. Ü n iv e rsite lerin b ü tü n ağırlığı a ra ş tırm a y a v e r­
d ikleri ve öğretim i sa v sa k la d ık ları ileri sü rü lm ek te d ir.
A ncak, bizim eğitim sistem im izde, öğ retim ku-
ru m la rım ız m çoğunda hiç a ra ş tırm a y a p ılm a m a k ta d ır.
Biz b azen sadece lis a n s ü stü öğrencilerine önem v erm ek le
su ç la n ırız, a m a öğrenci adayı, h e m e n h iç lis a n s ü s tü öğ­
ren c isi olm ayan birçok ü n iv e rsite a ra s ın d a n iste d iğ in i se­
çebilir. Ü n iv ersitelerin tek el gücü yoktur. R ekabetin çok
yoğun olduğu b ir p iy asad a faaliyet gösterm ekteyiz ve y a ­
şam am ız bizim hizm etlerim ize ihtiyaç d u y a n la rı cez-
bedilm em ize bağlıdır. S eçkin ü n iv e rs ite le rin b u n u çok iyi
b a ş a rd ık la rı açıkça görülüyor.
Bize belli k o n u lard e yöneltilen birçok eleştiriy e k a ­
tıldığım ı belirtm eliyim . T u ta rsız d ers p ro g ra m la rı, ilgisiz
profesörler, n e re d e o lu rsa olsun "şişirm e dersler", en az
bizi e le ştire n le r k a d a r beni de ra h a ts ız ediyor. Y alnız bu
gibi o lay la rın sıkhğı k o n u su n d a k i ta h m in le rim iz in b ir­
b irin d e n fa rk b olduğuna em inim . D a h a önem lisi, b u gö­
rü ş le rin a ltın d a y a ta n tu tu m d a n ve d a h a geniş de­
ğ erlen d irm elerd e v a n la n y a n b ş so n u çlard an ted irg in lik
duym aktayım .
E ğ itim yoluyla elde edilebilecek sonuçları a b a rta n la rd a n
değilim .
G eçm işe özlem duym uyorum .
İd ea l ile gerçek a ra s ın d a h e r z am an b ir fa rk olacağım bi­
liyorum .
313

Önce, a b a rtılm ış b ir vaat: E ğitim , to p lu m sal h a s ­


ta lık la ra çaredir. Y ü ksek öğrenim e k a rşı ta k ın ıla n olum ­
suz tu tu m u n , 1960'ların öğrenci ay a k la n m a sı, Vi­
etn a m 'd a k i yenilgim iz, dış d ü n y a ile re k a b e t gücüm üzün
zayıflam ası gibi u lu sa l m u tsu z lu k k a y n a k la rın d a n bes­
lendiği açıktır; kısacası, bu, to p lu m u m u zd ak i b ü tü n hoş­
n u ts u z lu k la rd a n k a y n a k la n a n b ir o lu m su zlu k tu r. Göz­
lem ciler, e le ştirm e n ler ve s ıra d a n v a ta n d a ş la r ülk en in
d u ru m u n a b a k a rla r, görd ü k lerin i b eğenm ezler ve o kulları
b u n d a n so ru m lu tu ta rla r. Ö rneğin d ü şü k b ir ekonom ik
pe rfo rm a n sın so ru m lusu o la ra k yöneticiler ve işçiler ye­
rin e işletm e o k u lların ı so ru m lu tu tm a k h e m kolay hem de
ra h a tla tıc ıd ır ve eğitim ciler a b a rtılm ış v a a tle rle bu eği­
lim e k a tk ıd a b u lu n u rla r. E ğ itim in iyi iş sa ğ la m a g a ra n tisi
oldu ğ u n u ü s tü k a p a lı o larak a n la tırız ve (1970'lerde ol­
duğu gibi) bu gerçekleşm eyince h ay al k ırık lığ ın a kapılırız.
E ğ itim in sa tışın ı, k en d isin in y e te rli b ir h e d e f o larak de­
ğerli, bilgili (fa k a t m u tla k a p a ra s a l açıdan d a h a kazançlı
olm ayan) b ir y a şam sa ğ la m ası a çısın d an değil, sonucunda
edinilecek m eslek y a d a k a z an ıla c a k p a ra b o y u tla rın d a y a ­
p arız. B irçoğum uz iyi eğitim ile iyi k a ra k te ri k a rış tırm a
eğilim indeyiz. B u yüzden h alk , bizim en iyi okul­
la rım ız d a n m ezun olm uş k işilerin b o rsa hileleri ve b a şk a
s a h te k a rlık la ra k a rıştığ ın ı okuduğu z a m a n A m erik an
y ü k se k öğrenim i h a k k ın d a olum suz b ir yarg ıy a v a r­
m ak ta d ır. K a ra k te r ile eğitim a ra sın d a k i ilişk in in zayıf ol­
d u ğ u n u h e r öğretim üyesi bilm elidir, yöneticiler z a te n bi­
lirler, d e k a n la r ise k esin o la ra k em indirler. N azilerin
b irço ğ u n u n uygun ve doğru k ita p la rı okum uş o lduklarını
h a tırla y ın . H e rk e sin h a y ra n kaldığı k la sik ders prog­
ra m la rın ın ü rü n ü y d ü le r. P e a rl H arb o r'u bom balam ış olan
J a p o n p ilo tla rın ın SAT p u a n la rın ın y ü k se k olduğundan -
d a h a d o ğ ru su y ü k sek olacağından - d a em inim . B enim
v u rg u la m a k isted iğ im no k ta, eğitim in olum lu ve doğrudan
e tk isin in sın ırlı olduğudur. D a h a iyi b ir eğitim , v a ­
ta n d a ş la rın erd em in i genellikle y ü k seltir; b u de­
314 • Sonsöz

m o k rasim izin tem el v a rsa y ım la rın d a n b irid ir - fa k a t


d aim a birçok is tis n a olacaktır.
Son z a m a n la rd a k i y a k ın m a la rın birçoğu, ben im p a y ­
laşm ad ığım bir duygu olan, geçm işe özlem den k ay ­
n a k la n m a k ta d ır. A şağı y u k a rı k ırk yıl önce, Bloom, B en­
n e tt, H irsch ve b en lisan s öğrencisiyken, bir A ltın Çağ
y a şan d ığ ı iddia ediliyordu ve Jo h n B u c h a n in alaylı bir
dille b e lirttiğ i gibi, o z am an d an b eri u y g a rlık sü re k li ola­
ra k geriledi. O güzel günlerde, tem el d e rsle r olm ası ge­
rek tiğ i biçim deydi (ve geçerli olan, efendi efendi ra h a tın a
bak ıp "beşten şaşm a, altıyı aşm a" görüşüydü); L isans öğ­
rencileri, h a y ra n o ldukları sevecen h o c a la rın ın dizleri di­
bin d e o tu ru p S o k ra tv a ri diyaloglara g irişirlerd i (gö­
züm üzde c a n la n a n sanki O xford'un 1930'larda
H ollyw ood'da çekilm iş b ir görüntüsü). B u güzel günler,
1960'larm a şırılık la rı y ü zünden b e rb a t oldu: U y u ş­
tu ru c u la r, seks, n ot enflasyonu, k la sik le ri küçüm sem e ve
Rock m üziği.
B en g ü n üm üzdeki ü n iversiteyi k ırk yıl önceki ü n i­
ve rsite d e n d a h a çok seviyorum ve iyim serliğim belki de b u ­
ra d a n kay n ak lan ıy o r. Bizi e le ştiren le rin o k a d a r önem v er­
dikleri o rta k bilgi hâzinesi, g erçekten de son b irk a ç k u ş a k
içinde k a y ıp la ra m ı k a rıştı? Sadece öğrencilerin ve p ro ­
fesörlerin eskiden çok d a h a hom ojen o ld u k ların ı k a s ­
ted iy o rsak evet. Ö ğrencinin p a ra sı olup olm adığına b a k ­
m a d a n k a b u l etm ek diye bir şey bilinm ezdi; ü n iv ersitelerd e
Y ahudilere, A frika kökenli A m erik alılara, A sy a lıla ra ve
k a d ın öğrencilere n a d ire n rasl anırdı; ülke çap ın d a ü n i­
v e rsite le rin sayısı az, u lu sa l b u rsla rın sayısı d a h a d a azdı.
B u b a k ım d a n o rta k bilgi hâzinesi, m ü fre d atın y a d a p e­
dagojik ü stü n lü ğ ü n y a n sım a sın d a n çok, d a r b ir sın ıf ay­
rıcalığ ının yansım asıydı. A zınlığın ayrıcalığı olan d a h a
ucuz, d a h a kolay b ir tü r o rta k bilgiydi b u ve o g ü n lere hiç
özlem duym uyorum . K ırk yıl önce öğrenci olan bizlerin,
y u rtla rd a o tu ru p b ir y a n d a n s ü t içip k u rab iy e yerk en bir
315

y a n d a n da B eethoven'in e serlerin in değerini ta rtıştığ ım ız


biçim indeki b ir g ö rü n tü n ü n gerçekle b ir ilgisi v ar mı? Ve
şim di seçim ler, sadece P u n k , y a d a in sa n ı otuz y a şın d a
sağ ır etm esi m u h a k k a k b ir ses düzeyinde ç a lm an acid
rock ile m i sınırlı? B enim d ü n y am d a değil'7'.
H er ne k ad ar benim tavrım olum luysa da, yüksek öğ­
renim de, ideal ile gerçek arasındaki farkı biliyorum. Ü ni­
versitelerde, ilk ve orta dereceli okullara göre çok daha fazla
poz kesildiğinden bu da aradaki farkı artırır. Profesörler fe­
dakarlık görüntüsüne bürünm eye bayılırlar: Öğrencilerin ve
toplum un düşük m aaşlı hizm etkarları, gerçeğin peşinde
koşan insanlar! Sonra basında zam an zam an çıkan h a ­
berlere bakarak, toplum bizim bilim sel k a n ıtla rı ta h rif et­
tiğim izi (hilebaz), p aray a düşkün olduğum uzu, (H arvard
hak k ın d a geçenlerde yayınlanan bir m akalenin başlığı In Pe-
cunia Veritas'tı), h a ttâ v a ta n haini olduğum uzu düşünür.
Cübbelerim izin sim gelediği saygınlıkla ilgili olarak k e n ­
dimizi yargıç ve rahiplerle karşılaştırm ıştım . F a k a t a k a ­
dem ik davranış bu ideal sta n d a rtla ra uym az. Bu ise eleş­
tirileri besleyen zemindir.
B unların hiçbiri şaşırtıcı değildir. Ü niversiteler, k a ­
çınılm az olarak, a rtıla rı ve eksileriyle, inişleri ve çıkışlarıyla
toplum un bir aynasıdır. Bu, çağım ızda baskıcı toplum larm
büyük öğrenim m erkezlerine ev sahipliği edem em esinin n e ­
denlerinden biridir. B ununla birlikte bizim, tek başım ıza,
toplum u değiştirm eye ya da onu esenliğe u laştırm a y a gü­
cüm üz yetmez. Liderliğimiz sm ırlanm alıdır. Biz yeni bilgiler

7. Alan Bloom’dan ünlü b ir pasaj aktarm ak istiyorum.; “Gençler rock’u n cinsel ilişki tem ­
posunda olduğunu bilirler. Klasik müzik parçalarından R avelin Bolero"sunun onlar ta ­
rafından bilinmesinin ve sevilmesinin nedeni budnr." (Closing of the American Mind, s. 73).
İnsanın m erakını uyandıran bu savın (benim zamanımda tangonun benzer etkileri olduğu
ileri sürülürdü) doğruluğunu, saptam ak için rasfcgele birkaç am pirik kanıt elde etmeye ça­
lıştım . Bunun için bazı arkadaşlardan bu cümleleri ergenlik çağına girm iş çocuklarına gös­
term elerini rica ettim. Indianapolis'ten gelen özellikle çarpıcı b ir yanıtı burada vermek is­
tiyorum: 'Çağdaş rock müziği hayranı olan ergenlik çağındaki iki çocuğumla bu konuyu
konuştum ve Ravel'in B olerosunu hayal meyal hatırladıklarını ve sevmediklerini anladım,
Umarım bu cinsel bir sorun belirtisi değildir."
316 oSonsöz

ü retiriz, m esleki beceriler ve tem el bilgiler öğretiriz. Ama tek


başım ıza, ırkçılığın, yoksulluğun, y a h u t uyuşturucu alış­
kanlığının üstesin den gelemeyiz. Açgözlü bir toplum da ü n i­
versiteler yoldan çıkm aya k arşı bağışıklı değildir. M utsuzlar
denizinde bir cennet adası olamayız.
Y üksek öğretim in başarabilecekleri konusundaki tevazu ve
gerçekçilik, bizim toplum yaşam ının niteliklerini be­
lirlem ekteki rolüm üzün küçük olduğunu hiçbir biçimde gös­
term ez. Bizler, fikirlerin ve altern atiflerin geliştirilm esinde
öncüyüz. Öğrencilere en son bilgileri verirken bir yandan da
bu bilgilerin sınırını bütün enerjim izi k u lla n a ra k ge­
nişletm eye çalışırız.
Bizi eleştirenlere, “honi soit qui m al y pense” (hakkında
kötü düşünenler utansınlar) diyeceğim, ilk b a k ışta kötü gö­
rü n en şeyler, asb n d a önemsiz, m asum ya da d ah a geniş top­
lum sal değerlerin bir yansım ası olabilir. Kendimize ise şun­
ları söyleyeceğim: Olduğum uzla yetinm e tehlikesinden
kaçınalım ; m ükem m el olmak için çaba sarfedelim ; ideal ile
gerçek arasındaki farkı olabildiğince azaltalım .
T Ü B İT A K P O P Ü L E R B İI.İM K İT A PL A R I

II K ıyam Kökleri MahJon B lloaftbrui


2» İkili Samul lames D. Watson
5> Kır Matematikçinin Savunulası G H lüıüv
I) Modern (itlimin Oturumu Rkrlurd S. V«ıfaİ)
5> Ccftt Rtlım Adamına Öğütler P. Il Medawar
6) liniveıvM Kcrtn Rostosky
7) Rastlanıl vr Kaos Davıd Ruellr
8ı Büyük Bilimsel Deneylet «om Hane
9) Kilimin Öncü/en Cj - itu I Y ıldırtın
1C» Çok Geç Olmadan Bernard I. Cohen
ll.i ilkÜÇ Dakika Steven Wcinlwrg
12» firik Yasılan İV«nne Richard Fevnmjn
13.) Bir Muhcnrfmn Dunya&ı lames l . Adam»
( t) Modem Çağ Öncesi Fıaık J. D. Benml
»Sı Kaos Jjmc* GK‘ick
ir 16) Btfmtod Gaibr Ûılly Amnson
17) jkiij-ufaynn Desenseler HcrtaiKİ Ktıs'dl
14) Bir Gölgenin Pcjiruic GeiffKe» İfroh
19i Gen Brmilüir Kldunl Dawkins
o 20)Twlu/ Hu DN.A'Ubı Bdto Aronson
2J) YtUfa/lımı tornanı Alan Lkghtnun
Ut Gezegenler Kılavuzu Painck Moorc
23) Çalul Taşlarındın llafcıl Kitlesine Georges liralı
2») Dr Ecco'non ^ i r t x i Scnive-nldi Dennö Sfuaiu
23i Cümlelik Bilmeceler Kınha Ciluwe - fXpanfarr Home
26) i(j? Kimya Öyküsü L Vlısov - D. Trifonnv
ft Z7) Ayak lılennm Ewan (1 B. Calhoun
28; Akıfcflü Kıyılarında H ««p G eorge Ifrah
29) TrffnoJojjujo Evrfmi Gcoryc Basalla
* 30) Vücudunu! NasJ Cnlıyiî? judy Hındley - Ğ<*n King
A 31) Dünya ve Uzay Sutan Mayes - Sophy Tahtı
32) Uzak Doğudan Maya ilkesine Georges İfratı
33) Modem Araştırmacı tuques Barsam • Henry P. Groff
3i) Eski Yunan ve Koıtu’da Mühendislik J. Cl. Lamlcls
33; Al>Ç Ağacı Ur Sohbcdei Hikmet Biarul
36) Matematiğin Aydınlık Dünyası Sinan Seni»
37) Bilimin Arka Yüao Adam Hem
34) G ru çağda EntKtori Devrimi Jeıtı Cimpd
39) Ob£iDdt>ı Yayamht J antö Goukl ■Carol G ant Gould
•Kil Darwin ve Btraa|c Serüveni Alan Mootchead
•H) Bulıı* Na<rJ Yapılır1 II E. Mdesınger
42) Sıfırın Gilcu Georges Ifrah
*31 Şaşırtan Vjırvıytın Francis. Crick
+4) Sulak Bîr Gezegenden öyküler Sargım A, Turu
45) Anılanın Env4 E Hitsth
(6l Evmrin Kısa Tanhl Joseph Silk
471 Crrikvürünu Tanıyalım M. Emin özel Takıt SuygsK
48) Btfcm ve İktidar Fcdeöco Mayor • Angudu Ford
49.1 Matematik Surun lerry P Kmg
5ö> Türkiye'nin Tanhi Scton Uuyd
5l> Çı-jilk» ve Newton un Evrem William Uixby
52ıBtlgî*ayar ve Zeki (Kalın Yeni Usu İl Roger Perrrose
53 ı G6 I (manian Rir lurd Leakey - Roger Irwin
54) Kaili ve Uçur Riclatd Kline
* 55) Bilimsel DenryJer jane Bingham
56) Bunu Ancık Dr. F w ı Çöeer Dennis SHaslu
ft 57) Ona Ktsocı DNA Demi Fran Balkwill • Mic Rolpli
ft 58) Sen Ben Gen Fran Balkwill - Mk Roiph
ft 59) H a Hücreyi/ F nn Halkwilf - Mir RoJph
ft 6ü)HüctvSavaşbn Fran Balkwtll * Mic Ralph
Stuart Atkinson
A 6]) Asuunornı
62) Modem insamn Kökeni Rogn It?win
* 63> Bilim AtLuuhn Sinun Xt'kl * Putricis Fan
A <?t) V.kıJoji RtdLinl Spurgeon
* 651 Atom ve Molekül Plnl R*«bcc Ccx • Max Parscirugy
o 66) Bir tonuntu~. AGry /ean McNeil - Colin King
67) Anadolu Kükûr Tanhl Ekrcm Akury^il
68) B« Yeşilin Peşinde Assın Zıhntoğlu
ft 69) Beyin Rehacca Trw>>
* 70) MaKinrlcr O n e Gıffonl
* T1) Depremler ve yanardağlar Floru Wan
72) Htnl l.'yfiaıhgmm Sayısal simgeler stalügu G to rg » Ifıafı
* 73) Im m a Philippa Wingate
9 74) l>ık Evrem David Phillips
9 75ı Akıl Kutusu Slcvcn Row - Alexander Lkfneııfck
9 76) Uzay Denen O Yer Helen Sharman
9 77) Mavi Gezegen Brian Ben
9 7K) Uydular Mikc Paınicr
* 79) Yandığımı/Gezegen Firma Wait
9 SOI Havada Kandı Stria Kutc Linle * Annabel Thom *
tr 91 >Çaipim Tablosu Rebecca Trcjy»
t 92ı Oemzfcr te Okyanusta Felicity Brooks
* «3> Hava ve Iklım Fnma ’kan • Franns Wlbon
ir 94) Kuiuplania Yayam Karnini Klıanduri
85l Karanlık Bir Dünyada BUimm Mum î^gı Cari Sapn
* R6>Munder Siman Reıd • Patncu Fara
* 87) Her Yönüyle OıcırnohtUet Give Giftunl
9 88) Kesirler ve Ondalık Sayılar Karen Bryant-Molr
* 891 Her Yünüyle Uçaklar Give Gifford
991 Mâm Dünyasında Him Rakamhn (K.E.T. VII) Gtorprv lliralı
9 9) >Çarpma vç Bölnır Karen Hryant-Molr
û 92ı Tablolar ve Grafikler Karen Bryani-Mok-
* 93) Her Yönüyle Tekneler Christopher Maynanl
* 94) BlIpisıyaHüi Rebecca Ttvays
95) Fiziğin Gizemi (Kralın Yeni l-'.va III Roger Penrose
96) Bir Sayı Tm Makoİm E. lines
* 97) Kâjülcr Fdkıty Everen * Straan Rdd
* 98> Enerji vç Güç RxhanJ Spurgciw - .Mike Flood
99) Kınlan Nesneler P. G. de Grnncs • J. Badoz
10)) Hayvanların Sessa Dünyası Marian Stamp Dawkms
tr 101) Kaybolan ipucu B B Calhoun
* 102) Mikroskop diav Oxladc - Cortnne Sitxkley
* löjıüektnıruk Pam Beasam
9 KM) Vücudunun vç Siz Mike Unwin
9 105) Deneylerle Bihm Mike Unwin
* I06l Dünyayı Saran A£: VPJTF AshaKalbag
* 107) Fırtınalar ve Kasırgalar Kaihy Goranell
tr 106) roplanıa vç Çıkarma Karrn Bryartt'Molc
o 109) İnsan Vücudu
iı 110) Yeryüzünde Yasam .Mike Unwin
* 1 1 1 ) ItDgisJyardık! Adresiniz Veli Sites Asha Kallxig
112) Anadolu Mawaralan Hikmri Birand
113) Bıltm ly Başındı John Lrmlun
O IHlArkeokii Jane Mdmodi
115) t!» Nerede? ı'K Y U. ini Roger Pennzte
O 116) Fvrim limlaOamlm
O 117) Küllerin Altındaki Sr U. B. CalJioun
O 118) Fizik Jack ChftUoner
O 119) Kaslar ve Kemikler Rebecca Treapv
ir 120) Bey Duyu Rebecca Tieays
* 1211 Kullar F Hrwks - B. Gtlfov
O 122) Kimyamı Öyfaisıı Ann Ncwmark
123) Hesabili DejJaru (R .O VH1) Georges Ifrah
* 1241 Elektrik ve Manyetizma t a e r AdamczyX - Pjul-Frunris law
125) Darwin vç Sonnıu Stephen Jay Gould
126) Biltm Tarihi Yazdan l AWxajHlTcKnyre
O 127) Kimya Jack Clulhmei
128) Maddrnm Son Yapııaslan Gerard 'r Hoofi
O I29)Kvtrn
9 130) 1?le Dünya BifJy Aronson
o 131) 21. Yüzyıl Micluel Tamlum
* 132) Büyüklükler Jenny Tyler • Robyn Gee
* 133) Şekiller Karen Hryant-Mole
* J34! Ölçmeye Basamak Karen Bryarrt-Molr
9 135) Kaman Jenny Tyler - Robyn Gee
o 136) Taylann Dünyası R F. Syincs
137) Galılco'nun Buyruğu Edmund Blair Bolto
138)Ew mn Şiiri Rolxm Overman
139) Doğanın GuJl Hahycsı Edward O W'tKon
140) İlilir Çağında Anadolu ScdaiAlp
N 11 Dtinyayr Iktffotmm Be$ Denklen Mlcfurt Gtullen
U2) Hjvvjn iflhni U m » Gould •Can>l Grant Could
O H3) Keyifler Rupcn M9nlıcvs>
t-H) Büyük Çekişmeler Hal H dlsun
û UAıHjyvanİaı
♦ Möi E-posü Mark Wallace - PhiUıppı WingJir
♦ l^HiİRKiyanb JOJ I'rufe Gülün Dohwî>
1h8> Y irm inci YüJt>*tkü Parts JulcsVetııe
O 149) Otomobil Çağı
150) Boşluk Bakışımın Biçimini Ahyvx Hubert Rccvx*
♦ |31) Renkler Karen Bryanı*Sk4e
♦ 1321 Karşıtlıklar I T y lt î • R- Gev
9 J53> Fartdı Obm Bul ). Tyler • Jt Get*
9 ]5t> Kakamlar Karen Uryaffl-Mole
9 153)<'*çmtşJnAnahDrbn B. B. Çallımın
O 136) Derin Mavi All;« Bülent Ctwrftoglu • û , Famk Aydıncıbı
1^1 İki Kubur C P. Snow
138) Sormrduftun Kıyılan .Adrian Berry
9 )5'J) Mucaricr .Adasına Yolculuk Kbu> Kordon
160) Porot Zihni Sinir Procder İrfan Sayar
löJJArnnuJMParçadklar Seven Weinlwrg
O 142) MJrie Cune Naomi Pxsadnvlf
O 16.41 Sljjmund Frctul Margaret Mmkcnhnupt
D 1frt)Jahann«Ke|4eı James R. Vodkd
□ 163) tlrpjfur Mendel Edward Fxldson
166) Km Saatti Hkhard Ojwkim
16?) Yıldızların Alımda Michael HowanRobbison
▼ lWjYwtoftvcto*raMiu>lo|Ki Ccfctie B u n • H & c e U prxic
9 1W) Sjyıtuyn Haşlamak nVVr-K.fiet
♦ 170) 10a Kadar Saymalı J T y fcr-H G e e
♦ 17*)T«iami>ı0^tnınek K- BrvamAMe-j.TyU*
9 P 2)Ç ıiam uyıÛ fiJtnm dı K Hryow-Mole-J Tyler
17$) MacetUiiyj Jule» Verne
1741 Tüfek. Mikrop vc Çelik Jornl Diamond
l"S) Bilgisayar Ne Sayar IR.ET VHtı Geoiges Ifrah
O l'Tol'Ay j lni> Carole Stott
I77'ı F m u tu tı'tn Kayıp D em D L Crcodfirin J R Goixbtrin
O 178) Alexander Graham Bcfl Nmuri Pasachuff
179) Hitit Güneri Sedji Alp
180) Ekoiufik S o v o J jr v c ÇO/VmJeti Secmmln Çepel

9 ÇOCUK KITAPUCl ♦ o k u l ö n c e s i k t t a pu G i
* GEKÇUK KtTAPUCl O YASAMÖYKİSI'DİZKI
O BAŞVURU KTTAVIJGl * RESLMÜ CEP KİTAPLAR) DI2ÎSI

YAY1NURIMIZİ RfHlTAK KİTAP SATIŞ BÜROSU İLE KİTABEVI.F.R1NDEN EDİNEBİLİRSİNİZ.


A tatürk Bvılv, N o: 221 K a vaklıdere OMOO A nkara Teli »3 12 )4 2 7 33 21 • Faksı (3 1 2 ) 427 13 36

You might also like