You are on page 1of 51

BİYOKİMYA

Öğr. Gör. Ömer Faruk KARASAKAL

omerfaruk.karasakal@uskudar.edu.tr
SU VE SULU ÇÖZELTİLERİN ÖZELLİKLERİ
SU
Su, bir inorganik maddedir.
Su, H2O molekül yapısındadır.
SU ve METABOLiZMASI
• Su molekülü, bir atom oksijen ve iki atom hidrojenin
kovalent bağ ile birleşmesinden oluşur.

• Paylaşılan elektron ya da elektronlar, her iki çekirdek


etrafında dolandıklarında, iki çekirdek arasındaki bölgede
daha uzun süre bulundukları için bu bölgede (-) yüklü bir
alan meydana getirir. Bu alan, her iki çekirdeğe bir çekme
kuvveti uygulayarak bir bağ oluşturur.

Kovalent Bağ: İki atom arasında, bir veya daha fazla elektronun
paylaşılmasıyla karakterize edilen kimyasal bağın bir tanımıdır.

• Kovalent bağlar, moleküller arasında olan hidrojen


bağından daima daha güçlüdür.
Su molekülü en çok bilinen polar molekül örneğidir.

Oksijen atomu ile hidrojen atomları arasındaki elektronegatiflik


farkından dolayı elektronlar merkezde bulunan oksijen atomu
çevresinde daha çok zaman harcarken; uçlardaki hidrojenlerde
daha az zaman harcarlar.
Bu yüzden;
Oksijen atomu kısmi olarak eksi, hidrojenler ise kısmi olarak artı
yüklü gibi gözlenir.
Sonuç olarak, her ne kadar toplamda su molekülü nötr ise de
“POLAR” bir moleküldür.
Su Molekülünü Tanıyalım !
• Oksijen atomuna 104,5° açı oluşturacak şekilde bağlanmış
iki hidrojen atomu bulunur.

• Şekil olarak V harfine benzetilir.

• Su molekülü dipol bir yapı oluşturur.

• Farklı iki atom kovalent bağ ile birbirlerine bağlandıklarında,


bağ elektronlarını farklı şekillerde çekerler. Bu tip
durumlarda bağ dipolardır (iki kutupludur), yani bir tarafı
negatif (), diğer tarafı pozitif yüklü () dür.
Tetrahedral yapı

• Bir suyun oksijen atomu ile ona komşu diğer suyun hidrojen
atomu arasında hidrojen bağı şeklinde bir çekim vardır.

• Hidrojen bağı, bir molekülde oksijen, azot veya flor


gibi elektronegatif bir atoma bağlı hidrojenin kısmi artı yükle
yüklenmesi sonucu, başka veya aynı moleküldeki elektronegatif
atom ile yaptığı bağdır.

Her su molekülü dört farklı su molekülüyle

hidrojen bağı oluşturarak tetrahedral yapı

oluşturur.

Bu yapıda oksijen atomu iki hidrojen atomu,

hidrojen atomu da bir oksijen atomu ile bağ yapar.


Vücut Suyunun Önemi ve Dağılımı
• Yetişkin bir insan vücut ağırlığının % 60-70’i

(yaklaşık ¾) sudur. Bu oran; yenidoğan

bebeklerde % 75, süt çocuklarında % 80’dir.

• Erkeklerdeki su oranı kadınlara göre, şişmanlardaki

su oranı zayıflara göre daha fazladır.

• Yaş ilerledikçe vücut suyunda azalma görülür.

• Vücut sıvıları hücre içinde ve hücre dışında bulunur.

Hücre içi sıvıya intrasellüler sıvı denir.


– Vücut ağırlığının % 40- 50’sini intrasellüler sıvı oluşturur.

• Hücre dışı sıvıya ise ekstrasellüler sıvı denir.


– Vücut ağırlığının % 20- 30’unu ekstrasellüler sıvı oluşturur.
• İnterstisyel sıvı, hücreler arası boşlukta bulunan sıvıdır. İnterstisyel sıvı ve

intravasküler sıvı arasında lenfatik sistem aracılığı ile sıvı değişimi olur.

• İntravasküler sıvı(plazma), dolaşımdaki sıvıdır. Plazma proteinden

zengindir. Plazmanın %93’ü su, %7’si ise protein ve lipid olmak üzere

çözünen bileşenlerdir.

• Transsellüler sıvı, sinoviyal, peritoneal, perikardial ve beyin omurilik

sıvılarından oluşmaktadır. Bu sıvılar genellikle özelleşmiş hücrelerin

sıvılarıdır.

• Yoğun bağ dokusu sıvısı, kemik ve kıkırdak dokularının sıvıları oluşturur.

Bu sıvı ile ekstrasellüler sıvının diğer bölükleri arasında sıvı değişimi

oldukça yavaştır.
Vücut Suyunun Görevleri
• Su, vücutta belirli bir denge içinde
bulunur. Denge bozulduğunda hastalık
ortaya çıkar.
– Yemek yemeden günlerce, aylarca yaşanabilir
yalnız susuz birkaç günden fazla yaşanamaz.

• Su, organizmada organik ve inorganik


maddeler için çok iyi bir çözücü
olduğu gibi metabolizma artıklarının ve
toksik maddelerin vücuttan atılmaları
için de çok iyi bir taşıyıcıdır.

• Kan plazması, serebrospinal sıvı,


safra, mide- bağırsak salgıları, idrar,
süt, ter, gözyaşı, tükürük gibi vücut
sıvılarının oluşabilmesi için suya ihtiyaç
vardır.
Vücut Suyu İhtiyacı
• Ağız yoluyla dışarıdan su alımına ekzojen su alımı denir.

• Bir de vücudumuzda karbonhidrat, yağ ve proteinleri kapsayan besinlerin metabolizmaları sonucu vücut

içinde yapılan 300 ml kadar su açığa çıkar. Vücutta bu şekilde su açığa çıkmasına da endojen su

kazanımı veya metabolik su denir.

• Yetişkin bir insanın günlük su ihtiyacı, ortalama 1500 ml kadardır. Çevre şartlarına göre bu miktar

900- 2500 ml arasında değişir.

• Vücut aldığı sıvı miktarından daha fazlasını kaybettiğinde normal fonksiyonlarını yürütmek için

yeterli suyu bulamaz. Bu duruma dehidrasyon ya da dehidratasyon adı verilir. Vücut kaybettiği

suyu alamadığında dehidrasyon kaçınılmaz olur.

• Dehidratasyonun yaygın nedenleri arasında yoğun ishal, kusma, ateş veya aşırı terleme yer alır.

• Sıcak havalarda ya da egzersiz sırasında yeterli su içilmemesi de dehidratasyona neden olabilir.

• Herkeste görülebilmesine rağmen küçük çocuklar, yaşlılar ve kronik hastalığı olan kişiler için daha

riskli olmaktadır.
Ciddi Dehidratasyon Durumları
• Aşırı susama

• Bebek ve çocuklarda aşırı telaş veya uyku hali; yetişkinlerde ise sinirlilik ve zihin karışıklığı

• Ağız, cilt ve mukozada aşırı kuruma

• Terleme eksikliği

• Hiç idrar gelmemesi ya da çok az gelmesi

• Çok az gelen idrar renginin koyu sarı ya da sarı olması

• Batık gözler

• Cildin aşırı kuruması ve buruş buruş olması sonucu, çekildiğinde geri gelecek kadar esnek olmaması

• Bebeğin başının üstünde batık yumuşak noktalar

• Düşük tansiyon

• Hızlı kalp atışı

• Hızlı nefes alış verişi

• Ağlama esnasında gözyaşı gelmemesi

• Yüksek ateş

• Çok ciddi durumlarda sayıklama veya bilinç kaybı da görülebilir.

Susuzlukta, iyi bir ölçüt idrar rengidir:

Şeffaf veya açık renkli idrar susuz olmadığınıza, koyu sarı veya esmer kehribar renkli idrar ise

dehidratasyona işaret etmektedir.


Dehidrasyon aşağıdaki ciddi komplikasyonlara yol açabilir:
 Isı yaralanması: Eğer yoğun ve ağır şekilde egzersiz yapıyor ve aşırı şekilde terlediğiniz halde sıvı almıyorsanız, hafif
şiddetteki ısı krampları ile potansiyel olarak yaşamı tehdit eden sıcak çarpması gibi sonuçlar ile karşılaşabilirsiniz.

 Beyin şişmesi (Serebral ödem): Bazen, vücut dehidrasyona uğradıktan sonra sıvı aldığımız zaman, hücreler çok fazla
sıvı emmeye çalışırlar. Bu durum bazı hücrelerde şişmeye ve yırtılmaya neden olabilir. Eğer etkilenen hücreler beyin
hücresi ise sonuç genellikle tehlikelidir.

 Nöbet geçirme: Potasyum ve sodyum gibi mineraller hücreden hücreye elektrik sinyalleri taşımaya yardımcı olur. Eğer
dehidrasyon sonucu bu tip minerallerin miktarında bir dengesizlik yaşanırsa, elektrik sinyalleri normal şekilde iletilmez ve
istemsiz kas kasılmaları ve bazen de bilinç kayıpları meydana gelebilir.

 Düşük kan hacmi şoku (hipovolemik şok): Dehidratasyonun en ciddi ve bazen hayatı tehdit eden komplikasyonlarından
biridir. Bu durum tansiyon düşmesine ve kandaki oksijen miktarında azalmaya neden olur.

 Böbrek yetmezliği: Böbrekleriniz artık fazla sıvıyı vücuttan atamıyor ve kandaki atıkları temizleyemiyorsa, potansiyel
olarak yaşamı tehdit eden böbrek yetmezliği sorunu oluşmuş demektir.

 Koma ve ölüm: Derhal ve uygun şekilde tedavi edilmeyen ağır dehidratasyon vakaları ölümcül olabilmektedir.
Vücut Suyu Atılımı
• Vücut su dengesini sağlayabilmek, metabolizma artıklarını vücuttan atabilmek ve gerektiğinde
vücut ısısını sabit tutabilmek için vücuttan dışarı su atılır.

• Normal ısıda vücuttan atılan suyun büyük bir kısmı idrar şeklinde olup erişkin bir insan günde
1200- 1500 ml idrar çıkarır.

• Erişkin bir insan normalde günde iki defa dışkılama yaparak gaita ile 100-200 ml kadar su
vücuttan atılır.

• Ter yolu ile atılan su miktarı çevre ısısına göre büyük değişiklikler gösterir. Normal ısıda 100- 200
ml kadardır.

• Günde 350 ml civarında su ise solunum yoluyla atılır.

• Hipotalamus;

– kanda su oranı azaldığında bunu hemen algılar ve buna yönelik bir önlem olarak hipofiz bezi,
"anti diüretik hormon” (ADH) isimli bir hormon salgılar.

– Bu hormon, kan dolaşımı yolu ile böbreklere ulaşır, bu hormona uygun özel alıcılar (reseptörler)

vardır. Hormonlar, bu alıcılara ulaştıkları anda, böbreklerde hemen su tutma düzenine


geçilir ve su atılımı en az düzeye indirilir.
Su kaybedildikçe ne olur ?

• %1: Susuzluk hissi, ısı düzeninin bozulması, performans azalması,

• %3: Vücut ısı düzenin iyice bozulması, aşırı susuzluk hissi,

• %4: Fiziksel performansın %20-30 düşmesi,

• %5: Baş ağrısı, yorgunluk,

• %6: Halsizlik, titreme,

• %7: Fiziksel aktivite sürerse bayılma,

• %10: Bilinç kaybı,

• %11: Vücut dirençsizliği, olası ölüm,

• %12: %97 oranında ölüm,

• %15: %100 ölüm.


Bildiğimiz çoğu şey fizik kurallarına uyar. Bir şey hariç. Yaşamımızın
ayrılmaz bir parçası olan su !!!

• Fizik kurallarına göre bir madde ısıtıldığında genişler, genleşir.


Soğutulduğunda da büzüşür, yani hacmi azalır. Aksine su sıfır
derecenin altına soğutulduğunda donar ve buz olarak hacmi
azalacağına artar.

• Saf su buza dönüşürken, hacminin yüzde 9'u oranında genişler.

• Buzda su molekülleri olağanüstü gevşek bir oluşum içinde yer


alırlar. Yapısındaki iki hidrojen atomu, oksijen atomu ile
birleştiklerinde, kendi aralarında 104,5ο ‘lik bir açı meydana
getirirler.

• Su; hidrojen atomlarının dipol bağlantıları nedeni ile sıfır


derecede donar, artı 100oC gaz haline geçer, donarken de hacmi
küçüleceğine büyür.
Peki Bunun Avantajı nedir ?

• Eğer buz sudan daha yoğun olsaydı, suyun


içinde dibe batardı ve güneş ışığı
alamayacakları için eriyemeyeceklerdi.

• Böylece yıllar süren birikimlerle her tarafı


buzlar kaplayacak ve buzullar devri
başlayabilecekti.

• Ancak buz, yoğunluğunun azlığı nedeni ile


suyun üzerinde kalır.

• Bu durumda buzlar altlarındaki suların


donmalarına engel oldukları için
dünyamızdaki ani ısı değişikliklerini de
önlerler, gece ve gündüz arasındaki ısı
farklarını azaltırlar ve yaz günlerindeki
güneş ışığı ile kolayca erirler.
SUYUN ÖNEMİ
1- Kimyasal tepkimelerde iyi bir çözücüdür.
2- Madde taşınmasını sağlar. (Kanın %90’ı sudur)
3- Metabolizma olaylarını hızlandırır. Enzimler sulu ortamlarda etkindirler.
4- Vücut için zararlı olan artık maddelerin seyreltilmesi ve vücuttan atılmasını sağlar.

5- Besinlerin sindiriminde parçalayıcı görev yapar.


6- Vücut ısısını düzenlemede faydalı olur.
7- Organların birbirine sürtünerek aşınmasını sıvı ortam önler. Ayrıca, kemiklerin
eklem yerlerindeki synovia sıvısının %90’ı sudur.

8- Suyun katısı sıvısından daha az yoğunluktadır. Bu nedenle suda yaşam


mümkündür.
ÇÖZELTİLER
• Çözeltilerin çözücü ve çözünen madde
miktarlarına göre sınıflandırılması;
Doymuş çözelti

Doymamış çözelti

Aşırı doymuş çözelti

Çözünürlük olayının bir üst sınırı vardır. Örneğin; 1 bardak su içerisine 1kg glukoz
çözünmez. Bir miktar çözücüye azar azar çözünen eklendiğinde, çözünen
çözünürlüğüne erişinceye kadar çözünme olayı devam eder. Buna göre çözeltiler 3
gruba ayrılır.
Çözünürlük Hızına etki Eden Faktörler:

1)Sıcaklık ile doğru orantılı şekilde hareket eder.


2)Çözünenin temas yüzeyini artırırsak artar.
3)Karıştırma, çalkalama ile doğru orantılıdır.
4)Çözünen cinsi (Tuz ve şeker su içinde farklı hızlarda
çözünür.)
Çözelti Konsantrasyonları
• Kütle yüzdesi:
– 100 g çözelti içinde çözünen maddenin gram miktarının ölçüsüdür.
– Örneğin; 5g NaCl 95 g suda çözülürse, 100 g çözeltide kütlece % 5
NaCl içeren çözelti elde edilir.

• Hacim yüzdesi:
– 100 mL çözelti içinde çözünen sıvı maddenin hacminin ölçüsüdür.
– Örneğin; 35 mL etanolün üzerine 65 ml su ekleyip 100 mL’lik alkol
çözeltisi hazırlanabilir. Hazırlanan alkol çözeltisi %35 alkol
çözeltisidir.
• Kütle/Hacim yüzdesi:
– 100 mL çözelti içinde çözünen maddenin gram miktarının ölçüsüdür.

– Örneğin; 0.9 g NaCl, çözeltinin son hacmini 100 mL yapacak miktarda su içinde
çözünür. Hazırlanan çözelti %0.9’luk NaCl (aq) çözeltisidir.

• Molarite:
– 1 litre çözeltide çözünen maddenin mol sayısıdır.

– Mol sayısı, çözeltide çözünen maddenin gram miktarının, maddenin molekül


ağırlığına bölünmesi ile bulunur.

– Molar (M) ile gösterilir.

– Örneğin; litresinde 9 g NaCl bulunan çözeltinin molaritesi 0.154 M’dır.

– NaCl’nin molekül ağırlığı ( Na: 23+ Cl:35.5) 58.5 ‘dir.

– 9 g NaCl, 58.5’a bölünür ve mol sayısı bulunur.(0.154 mol ), Ardından 0.154 mol, 1
L’ye bölünerek 0.154 M sonucu bulunur.
• Molalite:
– 1 kg çözeltide çözünen maddenin mol sayısıdır.

– Molal(m) olarak gösterilir.

– Molalite, hacim olarak ifade edilmeyip, ağırlık olarak ifade edildiğinden sıcaklıktan
etkilenmez.

– Örneğin; 1 kg suda çözünmüş 0.4 mol şekerin molalitesi 0.4 m’ dür.

• Normalite:
– Çözeltinin bir litresinde çözünmüş olan maddenin eşdeğer gram sayısıdır.

– Eş değer gram, bir maddenin mol gramının etkime değerine bölünmesiyle bulunur.

– Normal (N) ile gösterilir.

– Normalite hesaplarında mol sayısı yerine eşdeğer gram sayısı kullanılır ve bu değer
çözeltide çözünen maddenin gram miktarının, maddenin eşdeğer gramına
bölünmesi ile bulunur.
• Etkime değeri:
– Asitlerde ortama verilen hidronyum iyonu(H3O+ )sayısı; bazlarda ortamdan
alınan H3O+ sayısı; tuzlarda toplam(+) ve (-) yüklü iyon sayısı; organik
asitlerde karboksil sayısına eşittir.

– Yükseltgen-indirgen bileşiklerde etkime değeri maddenin bir molünün


alabildiği veya verebildiği elektronların sayısıdır.

– Örneğin; 1 L ve 1 N NaOH çözeltisinde 40 eşdeğer gram (1 eşdeğer gram


sayısı=40 eşdeğer gram) NaOH çözünmüştür.

– NaCl’ün molekül ağırlığı 40 g, etkime değeri de 1 olduğu için 1 N NaOH aynı


zamanda 1 M’dır.
ÖRNEK: 100 mL’lik 0,5 M NaCl çözeltisi hazırlayınız ? (NaCl MA:58.5)

100 mL çözelti 0,1 L çözelti anlamına gelir.


Formülde yerine koyarsak bu çözeltinin içinde 0,5 M x 0,1 L = 0,05 mol NaCl bulunmalıdır.
1 mol NaCl 58,5 gr ise 0,05 mol NaCl tam olarak 2,925 gramdır.
Biz bu miktarı 100 mL suda çözersek yukarıda istenen çözeltiyi hazırlamış oluruz.

https://www.youtube.com/watch?v=YNvV1dy7v_c (Çözelti Hazırlama)


Çözelti Hazırlarken Dikkat Edilmesi Gereken
Hususlar
• 1) Çözelti hazırlanırken,çözücü belirtilmemişse,çözücü olarak her
zaman distile su kullanılır.

• 2) Asit çözeltiler hazırlanırken, asitlere su ilave edilmez. Aksine, asit


distile suya yavaş yavaş ve musluk suyu altında soğutularak ilave
edilir.

• 3) Çözelti hazırlamada kullanılan tüm malzeme çok iyi yıkanmalı ve


birkaç defa distile sudan geçirilmelidir.

• 4) Tartım yaparken kullanılan kimyasal maddenin havadan nem


kaparak bozulmaması için, madde alındıktan sonra ambalajların ağzı
derhal kapatılmalıdır.
Çözeltilerin seyreltilmesi
Konsantre bir çözeltiden seyreltik bir çözelti hazırlanmasına
seyreltme (dilusyon) denir
Biyokimyada yapılan seyreltmeler, toplam çözeltinin bütün
özelliklerini içerecek şekilde hazırlanır

1:100’luk seyreltme yapılırken konsantre çözeltiden 1 birim


alınarak toplam hacim olan 100 birime tamamlanır
25 µL serum ile 25 µL tuz çözeltisi
karıştırılırsa, serum 25:50= 1/2
oranında seyreltilmiş olur

Sabit konsantrasyondan
bir alt düşük
konsantrasyona ulaşmak
için seri seyreltmeler
yapılır.
Asit ve Baz
Yüksek konsantrasyonda H+ iyonu (proton) içeren sulu
çözeltiler asitlerdir
Yüksek konsantrasyonda OH¯ iyonu içeren sulu çözeltiler
bazlardır
25oC’de nötral bir
çözeltinin pH’ı 7’dir
Bir çözeltinin pH’ı 7’den
küçükse (H+ iyonu
konsantrasyonu daha
yüksek), çözelti asidiktir
Bir çözeltinin pH’ı 7’den
büyükse (H+ iyonu
konsantrasyonu daha
düşük), çözelti alkali
veya baziktir
Tampon Çözeltiler

• Hemen her biyolojik reaksiyon sabit pH


değerlerinde gerçekleşir.
• pH değerindeki küçük bir değişme bile biyolojik
bir işlemin gerçekleşmesinde büyük
değişikliklere neden olur.
• Hücreler ve organizmalar özgül ve sabit bir
pH’yı korurlar, böylece biyomoleküllerin en
uygun iyonik durumda kalmaları sağlanır.
• Örneğin kan pH’sı 7.4, sitozol pH’sı
~ 7.0, midepH’sı 1.5- 2.0, lizozom pH’sı ~
5.0’dır ve bu pH sabitliği esas olarak
biyolojik tamponlarla sağlanır.
• Tampon çözeltiler, bir zayıf asit ile
eşlenik bazının veya bir zayıf baz ile eşleni
k asitlerinden oluşan ve pH değişimlerine belirli
ölçülerde direnç gösteren çözeltilerdir.
• Örneğin; asetik asit ile sodyum asetat
amonyak ile amonyum klorür

• Tampon çözeltiler, bir çözeltinin pH değerini


belirli bir seviyede ve sabit tutmak gerektiği
zamanlarda kullanılır.
• https://www.youtube.com/watch?v=S6bgIeM5
wSQ (Tris tamponu hazırlama)
• Vücudun etkin fonksiyonlarından biri homeostazı sağlamaktır.

• Organizmada birçok sürecin yürüyebilmesi için koşulların sabit olduğu bir ortam gerekir.

• Homeostaz, vücudun bu sabit ortamı koruma ve devamlılığını sağlama sürecidir.

• Vücudun en önemli homeostatik mekanizmalarından biri asit-baz dengesidir. Bu dengenin

sağlanması, vücudun etkili ve sürekli olarak fonksiyonlarını yapabilmesi için gereklidir.

• Besinlerin emilimi ve hücredeki metabolizması sonucunda ağırlıklı olarak asit üretilir. Asit-baz

dengesinin korunması için bu asitlerin atılması veya metabolize edilmesi gerekir.

• Asit-baz dengesinin korunmasında anahtar parametre ekstrasellüler sıvıdaki hidrojen iyonu

konsantrasyonudur.

• H+ konsantrasyonunun fizyolojik sınırı 40 nanomol/L’dir. Bu değerin on tabanına göre eksi

logaritması olarak ifade edilen pH değeri 7.4’tür.

• Vücut metabolizmasının ve hücresel fonksiyonların normal çalışması ile sağlanan

homeostazda plazma pH’sı 7.35-7.45 arasındaki dar sınırlarda kalır.


• pH, 7.35-7.45 sınırlarının dışına çıktığında;
– Proteinlerin yapı ve fonksiyonları değişir.

– Enzim aktiviteleri azalır.

– Kimyasal reaksiyonların hızları değişebilir, hatta durabilir.

– Kan damarları veya hücre membranlarında değişiklikler oluşur ve miyokardın (Kalp

Kası), beynin veya öteki hayati organların oksijenlenmesi tehlikeye girebilir.

– Birçok farmakolojik ajanın etkisi değişebilir.

• Vücudun asit-baz dengesindeki değişikliklere karşı oluşturduğu yanıta

kompansasyon denir. Bu yanıtın üç öğesi vardır:


– Vücut sıvı ve hücrelerin kimyasal tamponları

– Akciğerler

– Böbrekler
Vücut sıvılarında pH’ı sabit tutan mekanizmalar
1- Tampon sistemleri: Saniyeler içerisinde etkisini gösterir.
– Bikarbonat tamponu (Plazma ve eritrositlerde)
– Fosfat tamponu (Böbrek tübülüslerinde ve intraselüler sıvılarda)
– Protein tamponu (Kan plazmasında ve intraselüler sıvıda)
– Hemoglobin tamponu (Eritrositlerde ve metabolik olaylar sırasında ortaya çıkan CO2’i
tamponlar)
2- Solunum sistemi: Dakikalar içerisinde etkisini gösterir.
– Dolaylı olarak, yani bikarbonat tamponu üzerine etki yaparak tamponlama özelliği
vardır. Beyin sapındaki solunum merkezinin kontrolünde, kan pH’ı yükselirse solunum
yavaşlatılır (CO2 tutmak için); kan pH’ı düşerse solunum hızlandırılır (CO2 atmak için)
3- Üriner sistem: Saatler, günler içerisinde etkisini gösterir.
– Böbrekler gerekirse geri emmek ve gerekirse salgılamak yoluyla H+ ve HCO3- iyonlarının
kandaki konsantrasyonlarını düzenleme yeteneğine sahiptir.
Sodyum Hidrojen Fosfat Potasyum Hidrojen Fosfat
Bu şekilde Rutin laboratuvarlarda sık kullanılan bazı tamponlar
hazırlanmaktadır.
( Fosfat tamponu, Tris tamponu, Karbonat-Bikarbonat tamponu, Asetik asit-
Sodyum Asetat tamponu )
Dinlediğiniz için ;

• Öğr. Gör. Ömer Faruk KARASAKAL

omerfaruk.karasakal@uskudar.edu.tr

You might also like