Professional Documents
Culture Documents
AHMET ŞENOL*
GİRİŞ
Din ve Felsefe arasındaki ilişki tarihsel süreç içerisinde inişli çıkışlı bir
ilişki arz etmiştir. Kimi zaman aralarındaki bu ilişkide din üstün taraf olmuş, kimi
zaman ise felsefe üstün taraf haline gelmiştir. Ancak, neticede felsefe-din birbirine
karşıt olarak kabul edilmiştir. Bu makaledeki amacımız felsefe-din arasında böyle
bir karşıtlığın olmadığını, aksine birbirlerini tamamladıklarını ve bir hakikatin
farklı yönlerini ifade ettiklerini ortaya koymaktır. Felsefe-din arasındaki ilişki
birçok yönden incelenebilecek kapsamlı bir konudur. Ancak biz bu konuyu,
Meşşai bir filozof olan İbn Rüşd açısından ele almakla yetineceğiz. Tabii ki, İbn
Rüşd’ den önce felsefe-din arasındaki ilişki ile ilgilenen filozoflar olmuştur. Biz
İbn Rüşd ile aynı felsefe geleneği ile olmalarından dolayı onlardan ikisine; Kindi
ve Farabi yer vereceğiz. Ardından İbn Rüşd’ ün felsefe ile din arasında kurduğu
ilişkiyi ayrıntılı bir şekilde açıklayacağız.
Din ve felsefe ilişkisini Meşşâi açıdan ele alan Kindi ’ye göre felsefe;
insanın tâkatı ölçüsünde eşyâyı hakikatlarıyla bilmektir. 1Buna göre filozofun
amacı, hakikati bulmak ve yaşamaktır. Bunun içinde kişinin hakikatin ne
olduğunu bilmesi gerektir. Öyleyse felsefe bizi hakikate ulaştıracak bir araç
konumunda olmaktadır.
Kindi ‘ye göre felsefenin hakikatin bilgisi olduğu gibi, din de hakikatin
bilgisini taşımaktadır. O halde din ile felsefe arasında bir çatışmadan söz
edilemez. Öyleyse bizi hakikate ulaştıran bilginin hangi ırktan, milletten, dinden
geldiği önemli değildir. Hakikati arayanlar için hakikatten daha evlâ bir şey
yoktur. Dolayısıyla Kindi’ye göre, hakkı bilmekten ibaret olan felsefeyi
reddedenler, hakkı reddetmiş olurlar ve küfre girerler. 2
*Trabzon Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Felsefe ve Din Bilimleri, Din Felsefesi Ana
Bilim Dalı, Yüksek Lisans Öğrencisi.
1
İbn Rüşd, Faslu’l Makâl, çev. Bekir Karlığa, İstanbul: İşaret Yayınları, 1992, s. 28.
2
A. g. e. s. 28.
Zaman zaman Kur’an ayetleriyle, felsefi akıl yürütmeler arasında bir
çelişki olduğu görülebilir. Bu durumda Kindi’ye göre, ayetleri te’vil etmek
gerekir. Örneğin, Kindi kaleme aldığı bir risâlede Kur’an da yer alan “secde”
kelimesinin itaat ve Allah’ın emrine boyun eğmek anlamına geldiğini
belirtmiştir. 3
Meşşâi felsefenin diğer büyük bir filozofu olan Fârâbi de din ve felsefe
arasındaki ilişkiye değinmiştir. Ona göre de hakikat tektir. Felsefe bu hakikatin
bir yanını, din ise diğer bir yanını temsil etmektedir. Ancak Fârâbi bu fikrini daha
ileri götürmüş ve yalnızca din ve felsefe arasında bir birlik olmadığını, aynı
zamanda farklı felsefi ekoller arasında da birlik olduğunu ileri sürmektedir.
Mademki hakikat tektir, öyleyse, filozofların birbirleriyle çelişen görüşler ortaya
koymaları mümkün değildir. Filozofların fikirleri arasında çelişki gibi görünen
husus, bizim onları farklı biçimlerde anlamamızdan kaynaklanmaktadır. 4
İslam Meşşâi felsefesinin diğer büyük bir filozofu İbn Rüşd de felsefe ve
din arasındaki ilişkiyi köklü bir temele oturtmaya çalışmış ve diğer iki
filozofumuzun aksine yalnızca bu konu için üç eser kaleme almıştır. İbn Rüşd bu
konunun kelami cephesini Menahicu’l-Edille’de, felsefi cephesini ise Faslu’l-
Makâl’de ve buna ilave olarak yazmış olduğu Damime’de ele
almıştır. 5Makalemizin ana eksenini ise onun Faslu’l Makâl başlıklı eseri
oluşturmaktadır.
3
A. g. e. s. 29.
4
A. g. e. s. 30.
5
İbn Rüşd, Faslu’l-Makâl, çev. Bekir Karlığa, İstanbul: İşaret Yayınları, 1992 s. 33.
2
vurgulamaktadır. Son olarak da halka açıklanacak konular ile bilginlere
açıklanacak konular arasında bir ayrım yaparak akıl ile nakil arasındaki ilişkiyi
belirlemektedir.
6
Haşr 59/2.
7
A’raf 7/184.
8
Enâm 6/75.
9
A. g. e. s. 65.
10
A. g. e. s. 65.
3
İbn Rüşd’e göre, bir kişinin akli kıyas(burhan) ile var olanları
değerlendirmeden önce burhan türlerini ve şartlarını, burhana dayalı kıyas ile
cedel ve hitabete dayalı kıyas arasındaki farkları çok iyi bilmesi zorunludur. Nasıl
ki, bir fıkıhçı hükümleri derinlemesine anlamak için şer’i hükümleri ve fıkhi kıyas
kriterlerini bilmek zorunda ise, var olanları değerlendirmek isteyen kişide bilmek
zorundadır. Anlaşıldığı üzere İbn Rüşd, fıkhi kıyas ile akli kıyas arasında bir fark
görmemektedir.
İbn Rüşd’e göre, akli kıyasın ilk asırda bulunmadığı için bid’at olduğunu
söylenemez. Nitekim, fıkhi kıyas ve türleri de ilk asırdan sonra ortaya çıkmıştır
ve bid’at olarak görülmemektedir. O halde akli kıyas da aynı şekilde bid’at olarak
görülemez. Peki bir kişi, akli kıyas ve türlerini nasıl öğrenecektir? İbn Rüşd’e
göre, akli kıyas ve türlerini öğrenmek isteyen kişi kendisinden önce bu yolda
yürüyenlerin- din ve ırka bakmaksızın- elde ettiği bilgileri kullanacaktır. Nitekim,
bizden öncekiler akli kıyaslar konusuna bakmak için, her şeyi en mükemmel
şekilde araştırıp ortaya koyduklarından dolayı bizim yapacağımız şey onların bu
konuda söylediklerine bakmamızdır. Fakat İbn Rüşd, bizden öncekilerin ortaya
koyduğu her şeyi körü körüne kabul etmeyi doğru bulmamıştır. Şayet onların
söylediklerinin hepsi doğru olursa, onları kabul etmemiz gerekir. Şayet onların
söylediklerinde doğru olmayan şeyler varsa, bunları kabul etmememiz gerekir. 11
11
A. g. e. s. 69.
12
A. g. e. s. 72.
4
düşünceyi içeren kitaplara izin verilmemelidir. İbn Rüşd bu itiraza şu şekilde
cevap vermektedir:
“Şaşkın bir kişi felsefe ile ilgilendiği için şaşmışsa; ya da bir düşkün aynı
sebeple düşmüşse, bu; ona bakıp felsefi değerlendirmeye ehil olanları bundan
engellememizi gerektirmez. Çünkü bu sebeple (felsefeye baktığı için) o kişiye ilişen
zarar, kendiliğinden (zâti) değil, arazi olarak ilişmiştir. Kendiliğinden ve tabiatı
bakımından yararlı olan şeyin, arazi olarak mevcûd olan bir zarardan dolayı
terkedilmesi gerekmez.” 13
Alıntıdan anlaşıldığı üzere, İbn Rüşd’e göre, bir kişinin sapıtması
felsefeden kaynaklanmamakta, aksine o kişinin felsefi değerlendirme
hususundaki yetersizliğinden kaynaklanmaktadır. Bu konunun daha iyi
anlaşılması için İbn Rüşd’ün şu örneğini vermekte yerinde olacaktır;
13
A. g. e. s. 36.
14
A. g. e. s. 36.
15
A. g. e. s. 36.
5
bu üç yolla tasdike davet etmektedir. 16Burada “Peki şeriat her şey hakkında bilgi
vermekte midir?” sorusunun akla gelmesi muhtemeldir.
Buradan sonra ise İbn Rüşd te’vilin ne olduğunu, hangi ayetlere nasıl ve
kimler tarafından yapılması gerektiğini açıklamaktadır. Te’vil: Arap dilinde adet
olan geleneği ihlal etmeksizin, sözün delaletini, hakiki delaletinden çıkarıp mecazi
delaletine götürmektir. İbn Rüşd akli konularda nassı te’vil etmenin mümkün
olduğunu düşünmektedir. Çünkü nasıl ki fıkıhçı şeri hükümleri bu şekilde te’vil
ediyorsa, burhan bilgisine sahip bir kişinin de böyle yapması daha uygundur.
Çünkü fıkıhçının kıyası zanni, felsefecinin kıyası ise yâkini’ dir. 19 Görüldüğü
üzere, İbn Rüşd’e göre akıl ile şeriat arasında bir ihtilaf olduğu takdirde ayet te’vil
edilir. Yine filozofumuza göre, Te’vil konusunda Müslümanlar arasında icma
vardır. Fakat te’vilin, hangi tür ayetlerde geçerli olacağı, bu te’vili kimlerin
yapacağı, te’vilin de hataya düşenin hükmünün ne olacağı tartışmalı bir konudur.
İbn Rüşd, Faslu’l Makâl’ de bu tartışmalara da değinmiştir. Ancak bu tartışmalara
uzun uzadıya yer vermek makalemizin amacı dışında kalmaktadır. Bundan dolayı
bu tartışmalara yer vermiyoruz. 20
16
A. g. e. s. 36.
17
A. g. e. s. 75.
18
A. g. e. s. 77.
19
A. g. e. s. 77.
20
Adı geçen tartışmalar için bkz. İbn Rüşd, Faslu’l Makâl, çev. Bekir Karlığa, ss. 77-
115.
6
İbn Rüşd, Faslu’l Makâl’ de sözlerini şöyle noktalamaktadır;
21
A. g. e. s. 116.