You are on page 1of 421

Levent Şahverdi Arşivi

Pegasus Yayınlan: 176


Strateji Analiz: 46

DÜNYANIN GİZLİ TARİHİ - 2


TURGUT GÜRSAN

Yayın Yönetmeni: Özkan Özdem


Son Okuma: Fahrettin Levent
Bilgisayar Uygulama: Meral Gök
Kapak Tasarım: Yunus Bora Ülke
Film-Grafik: Mat Grafik

Baskl-Cilt: Alioğlu Matbaacılık


Orta Mah. Fatin Rüştü Sok. No: 1/3-A
Bayrampaşa/İstanbul
Tel: 0212 612 95 59

2. Baskı: Kasım 2012 - CEP BOY


ISBN: 978-605-4263-08-0

PEGASUS YAYINLARI © TURGUT GÜRSAN

Yayınevinden yazılı izin alınmaksızın


hiçbir yolla çoğaltılamaz.

Yayıncı Sertifika No: 12177

PEGASUS YAYINLARI
Gümüşsüyü Mah. Osmanlı Sk. Alara Han
No: 27/9 Taksim / İSTANBUL
Tel: 0212 244 23 50 (pbx) Faks: 0212 244 23 46
www.pegasusyayinlari.com / info@ipegasusyayinlari.com

Levent Şahverdi Arşivi


TURGUT GÜRSAN

DÜNYANIN
GİZLİ TARİHİ 2

PEGASUS YAYINLARI
İÇİNDEKİLER
BİRİNCİ BÖLÜM - Birinci Dünya Savaşı Nasıl
Çıkarıldı?....................................................................... 11
Sırp Milliyetçiliğinin Doğuşu ve Yükselişi.................. 11
Sırp Milliyetçiliğinin Gelişimi..................................... 12
1903’teki “Masonik Darbe’nin Perde Arkası.............. 15
Karjordjeviçler’in Dönüşü ve Milliyetçi Örgütlenme 17

İKİNCİ BÖLÜM - İngiliz Masonluğunun Dünya


Politikası ve Ermeni İsyanları...................................... 37
Alliance İsraelite’in (A.İ.) Birinci Dünya Savaşı
Sırasında Etkinliği........................................................ 45

ÜÇÜNCÜ BÖLÜM - Birinci Dünya Savaşı Sırasında


Anglosiyonist Faaliyetler..............................................55

DÖRDÜNCÜ BÖLÜM - Birinci Dünya Savaşı


Sırasında ABD ve Gizli Örgütler................................. 68
ABD’yi Birinci Dünya Savaşına Sokan Örgütler.......84

BEŞİNCİ BÖLÜM - Dünya Cumhuriyeti..................95

ALTINCI BÖLÜM - Masonluk ve Birinci Dünya


Savaşı.................................... 101

YEDİNCİ BÖLÜM - Masonların Birinci Dünya


Savaşı Sırasında Yaptıkları Toplantılar................. 107
SEKİZİNCİ BÖLÜM - Amerikan Merkez Bankası
(Federal Rezerv’in) Kuruluşu..................................... 113

DOKUZUNCU BÖLÜM - ABD Başkanı Wilson ve


“Görünmeyen Hükümet” ........................................... 116

ONUNCU BÖLÜM - Başkan Wilson un Savaş ve


‘Milletler Cemiyeti’ Politikaları Üzerindeki
Devletlerüstü Güçlerin Etkisi..................................... 121
Amerikan Yahudiliğinin G ücü.................................. 126
Uluslararası Siyonist Şebeke Bağlantıları..................128
Wilson’un Devletlerüstü Güçlerle Yaptığı
Seçim İttifakı................................................................135
Wilson un Üçlü İttifakının Sonucu;
Almanya ile Savaş........................................................137

ON BİRİNCİ BÖLÜM - Milletler Cemiyeti............ 140

ON İKİNCİ BÖLÜM - Rusya’d a 1917 Şubat Devrimi


(Masonik Hükümet Darbesi)..................................... 143

ON ÜÇÜNCÜ BÖLÜM - Lenin ve Troçki’nin


Rusya’ya Dönüşü..........................................................152

ON DÖRDÜNCÜ BÖLÜM - Troçki’nin ve


İttihatçıların Akıl Hocası Rus Devriminin Planlayıcısı,
‘Parvüs Efendi’ ............................................................164
Çarlık Rusyası’ndaki Yahudilerin Durum u............... 169

5
ON BEŞİNCİ BÖLÜM - Rusya’daki Şubat Devriminin
Finansörü; Jacob Schiff............................................... 187

ON ALTINCI BÖLÜM - Warburg Ailesi................. 188

ON YEDİNCİ BÖLÜM - Balfour Deklarasyonu


Öncesi Siyonist Faaliyetler......................................... 191

ON SEKİZİNCİ BÖLÜM - İngiliz Siyonist İşbirliği


Nasıl Gerçekleşti..........................................................199

ON DOKUZUNCU BÖLÜM - Balfour


Deklarasyonu.............................................................. 202

YİRMİNCİ BÖLÜM - Yahudi-Masonluğu B’nai


B’rith’in Almanya’daki Faaliyetleri............................. 213

YİRMİ BİRİNCİ BÖLÜM - Alman Komünizminin


Yıkıcı Etkileri............................................................... 218

YİRMİ İKİNCİ BÖLÜM - İngiliz İstihbarat Servisi


Raporunda Türk Mason Locaları.............................. 221

YİRMİ ÜÇÜNCÜ BÖLÜM - Thule ve Görünmeyen


Üstatlar.........................................................................224

YİRMİ DÖRDÜNCÜ BÖLÜM-Bilinmeyen Lenin 243

6
YİRMİ BEŞİNCİ BÖLÜM - Siyono-Komünist
Devrim....................... 254

YİRMİ ALTINCI BÖLÜM - Rakovski Protokolleri


(Kapitalist Enternasyonal ve Devrimler).................. 288

YİRMİ YEDİNCİ BÖLÜM - İsrail’in Kuruluşu


Versay’da mı Kararlaştırıldı?...................................... 346

YİRMİ SEKİZİNCİ BÖLÜM - Faşizm’in Anti-Sovyet


Misyonu................................................................ 350
Hitler’in Misyonuna İngiliz Desteği......................... 352
Faşizmin Masonik Arka Planı.................................... 353
Flitleri Kimler Destekledi?......................................... 359

YİRMİ DOKUZUNCU BÖLÜM - Faşist-Siyonist


İşbirliği......................................................................... 362

OTUZUNCU BÖLÜM - Hitler Darbesi (1923)...... 364

OTUZ BİRİNCİ BÖLÜM - Henry Ford ve


Adolf H itler................................................................. 368

OTUZ İKİNCİ BÖLÜM - Hitler’in Yükselişi ve


Wall Street.................................................................... 372

OTUZ ÜÇÜNCÜ BÖLÜM - New York Borsasmm


Çöküşü........................................ 376

7
OTUZ DÖRDÜNCÜ BÖLÜM - Hitler’in Masonik
Kartı; H. Schcht.......................................................... 380

OTUZ BEŞİNCİ BÖLÜM - Thule Biraderi


Rosenberg’in İngiltere Misyonu................................ 384

OTUZ ALTINCI BÖLÜM - S.S. Generali Banker


Schröder....................................................................... 387

OTUZ YEDİNCİ BÖLÜM - Berlin ve Moskova


Arasındaki Loca................. 390

OTUZ SEKİZİNCİ BÖLÜM - Sovyet-Nazi İttifakı 392

OTUZ DOKUZUNCU BÖLÜM - Uluslararası


Siyonizm, Hitler Almanya’sına Savaş Açıyor............396

KIRKINCI BÖLÜM - İspanya İç Savaşı ve


Masonluk..................................................................... 405

K aynaklar...................................................................421

8
BİRİNCİ BÖLÜM

BİRİNCİ DÜNYASAVAŞI
NASILÇIKARILDI?

Sırp Milliyetçiliğinin Doğuşu ve Yükselişi:


Sırp milliyetçiliği bir yanda Osmanlı karşısında ezilmişlik
kompleksi, diğer yanda Fransız Devriminin yaydığı virüs
sayesinde saldırgan ve baskıcı bir kimliğe bürünmüştü.
Bu “ulusalcı”virüsü yayanlar diğer ülkelerde de olduğu gi­
bi, mason localarının üyeleriydi. Osmanlı İmparatorluğu
içindeki ilk azınlık ayaklanması olan 1804 yılındaki Sırp
isyanı, bunun açık bir örneğiydi.
İsyan 1804 yılında Sırbistan’da başladı. Kısa bir
süre sonra Bosna ve Hersek bölgelerinde de Ortodoks
Kilisesine bağlı Slavlar (yani Sırplar) arasında da isyana
katılanlar oldu. 1805 ve 1806 yıllarındaki isyanı bastır­
mak için bölgeye yollanan Osmanlı ordusu isyancılar
karşısında mağlup oldu. .
İsyanın önderliğini Djordje Petroviç Karayorgi
adıyla tanınan bir domuz tüccarı üstlenmişti. Ancak ikin­
ci adam, yani Peter Icko ondan çok daha eğitimliydi ve
isyanı asıl örgütleyen kişi de o olmuştu. Icko bir mason­
du. Dahası, isyanın liderliğini yürütenler arasında yine
çok sayıda mason vardı.
Bu Sırp isyanı, çeşitli yerel ayaklanmalarla 1815 yılı­
na kadar sürdü. O yıl Osmanlı yönetimi Sırbistan’a geniş
bir özerklik vermek zorunda kaldı.

9
Bu arada, bu ilk Sırp ayaklanması sırasında Bosnalı
Müslümanlara yönelik ilk büyük katliam da gerçekleş­
ti. Ünlü Sırp tarihçisi Stojan Novakoviç “Türklerin genel
imhası’nın 1804’teki ayaklanma döneminde başladığını
söyler. Bu “Türkler” Bosnalı Müslümanlar anlamına ge­
liyordu.

Sırp Milliyetçiliğinin Gelişimi:


1815’de elde edilen özerklik, Sırplar için yeterli değildi.
İlerleyen dönemde sistemli bir biçimde gelişen Sırp mil­
liyetçiliği, hem Osmanlıya karşı tam bağımsızlık elde
etmeyi hem de toprak yönünden genişlemeyi hedefledi.
Bu iki hedef de gerçeğe dönüştü. Bağımsızlık 1878’deki
Berlin Anlaşması ile kazanıldı. Genişleme ise aşamalıy­
dı; Kuzey Sırbistan’d a oluşmuş olan Sırp Krallığı, üç dalga
(1831-33,1878, 1912-13) içinde Güney Sırbistan, Kosova
ve Makedonya’ya kadar genişledi.
Sırp milliyetçiliği, Sırpların tüm güney Slavlarının
en asil halkı olduğu düşüncesine dayanıyordu. Sırp milli­
yetçiliği, Obradoviç ve Karadziç gibi ideologlarm kurdu­
ğu zemin üzerinde romantik Alman milliyetçiliğini ken­
disine model alarak 19. yüzyıl boyunca giderek gelişti ve
“Büyük Sırbistan” hedefine yönelik somut plânlar üret­
meye başladı. Aynı yıllarda, söz konusu modern Sırp mil­
liyetçiliği ve “Büyük Sırbistan” kendisine düşman olarak
“Türkleşmiş olanları” yani Müslümanları hedef almıştı.
Tüm bu bilgilerin üzerine, Sırp milliyetçiliği ile
masonluğun ilişkisi üzerinde neden durduğumuz, bu ko­
nuyu neden araştırdığımız- sorulabilir. Bunun iki cevabı
vardır. Birincisi, Sırbistan’daki milliyetçiliğin masonik ka­
rakterinin bize gösterdiği sonuçtur: Fransız Devrimi ile
birlikte patlak veren masonik virüs, yayıldığı her yerde
yine masonluk tarafından temsil edilmiştir. Masonluğun
enternasyonal bir örgüt olduğunu ve her ülkedeki ma­
sonların “obediyans” (İtaat) zinciri içinde birbiriyle ilişkili
olduğunu biliyoruz. Sırp milliyetçiliği, başka bazı örnek­
lerde de olduğu gibi, bu masonik bağı kullanarak kendisi­
ne Batılı güçlerden destekler bulmuştur.
Avusturya ve Macaristan monarşilerinin 1867’de
birleşmeleri ile doğan Avusturya-Macaristan İm para­
torluğu, çok uluslu bir imparatorluktu; Fransız
Devrimi ile başlayan modern ulus-devletler çağının de­
ğil, eski düzenin bir parçası idi. Bu nedenle de, Fransız
Devriminin yaydığı ulusçuluk virüsü tarafından ciddi
bir biçimde rahatsız ediliyordu. Bu masonik virüsle öz­
deşleşmiş olan Sırp milliyetçileri ise, özellikle 1878’deki
Berlin Anlaşmasından sonra, Avusturya-Macaristan
İmparatorluğunu kendilerinin en büyük düşmanı olarak
belirlemişlerdi.
Berlin Anlaşması, Balkanlardaki tüm statükoyu
köklü bir biçimde değiştirmişti. Anlaşmanın zemini Rusya
tarafından hazırlanmıştı. Rusya, 19. yüzyılda Osmanlı
İm paratorluğu’nu zayıflatabilmek için ünlü Pan-Slavizm
ideolojisini körükleyerek, başta Sırplar olmak üzere
İmparatorluk içindeki Slav azınlıkların bağımsızlık hare­
ketlerine destek olmuştu. 1877-1878 Osmanlı-Rus savaşı
ise bu politikanın en büyük başarılarından biriydi.
Bosna-Hersek’in Avusturya-Macaristan yönetimi­
ne geçmiş olması, Sırp milliyetçilerini yakından ilgilen­
diriyordu. Sırp milliyetçilerine göre, Bosna-Hersek bir
Sırp toprağıydı ve mutlaka Sırbistan’a bağlanması gere­
kiyordu. Avusturya-Macaristan İmparatorluğunun ise,

11
Bosna-Hersek’i ve üzerinde yaşayan “Müslümanlaşmış”
ya da “Katolikleşmiş”Sırpları, yani Bosnalı Müslümanları
ve Hırvatları yönetimi altında tutarak, “Sırplığı” böldü­
ğünü düşünüyorlardı. Bu “Sırpların kurtarılması” -yani
Sırbistan egemenliği altına alınıp asimde edilmesi- ve
Büyük Sırbistan’ın kurulması için, Avusturya- Macaristan
İmparatorluğunun parçalanması zorunluydu.
Sırp milliyetçileri, Sırp Kralı Milan Obrenoviç’in
Avusturya-Macaristana cephe almak gibi bir niyetinin
olmadığını gördüler. Milan, Avusturya-Macaristan ile
Rusya arasında tarafsız bir politika izlemeye karar ver­
mişti. Milanın bu Avusturya-Macaristan yanlısı çizgisi,
milliyetçi asker ve sivil bürokrasinin tepkisiyle karşılaş­
mıştı. Kral onların gözünde, açıkça "Sırpltğa”ve “Sırp da­
vasına” ihanet ediyordu. Milan, bu çekişmeden yoruldu
ve 1889 yılında tahttan feragat etti. Yerine on üç yaşındaki
oğlu Aleksander geçti.
Milan Obrenoviç hanedanının son üyesi olan
Aleksander, 1893 yılına dek devlet idaresine karışmadı.
Ülkeyi yüksek bürokratlar yönettiler. O yıl, rüştüne ka­
vuştuğunu ilan etti ve Krallığının yönetimini üzerine
aldı. İlk icraatı ise, kendisine karşı komplo düzenledik­
lerine inandığı bazı bakanlarını tutuklatmak oldu. Ancak
böyle yapmakla ordu ve bürokrasi kademelerinde kendi­
sine karşı gelişen muhalefeti engelleyemeyecekti. Çünkü
Aleksander, babası Milanın izinden gidiyordu ve onun
kurduğu Avusturya-Macaristan yanlısı dış politikayı sür­
dürdü. Bu, devlete egemen olan milliyetçi kadrolar açı­
sından kabul edilemez bir durumdu. 1900 yılında milli­
yetçi öğrenci örgütleri, Kral aleyhinde yasadışı gösteriler
düzenlemeye başladılar.

12
1903’teki “Masonik Darbe”nin Perde Arkası
10 Haziran 1903 gecesi, bir grup Sırp subayı, Belgrat’taki Kra­
liyet Sarayına ani bir baskın düzenlediler. Saray muhafızla­
rının etkisiz hale getirilmesinden sonra da Kral ve Kraliçeyi
sarayın içinde aramaya başladılar. Ancak karanlık, subayların
içkili oluşları ve bir de Krala sadık kalan birkaç muhafızın di­
renişi sebebiyle bu arama saatlerce sürdü.
En sonunda, Kral Aleksander ve eşi Dfaga, küçük
bir odanın içinde bulunarak öldürüldüler.
Ordu içindeki bir “cunta”nın düzenlediği bu ani
baskın, nerdeyse yarım yüzyıldır Sırp tahtında oturan
Obrenoviç hanedanlığının da sonu olmuştu.
Sırp mason Zaron Neneziç ‘Masoni U Jugoslaviji
1764-1980,’ adlı kitabında 1903 darbesinin perde arka­
sı ile ilgili önemli bilgiler vermektedir. Buna göre, darbe
“masonik”tir ve masonluk aracılığı ile kurulmuş önemli
bir “İngiliz bağlantısı” ihtiva etmektedir.
Zaron Neneziç’in anlattığına göre, 1903’te gerçekle­
şen darbe, aslında bir süredir planlanmakta olan bir ey­
lemdi. Aleksander’m politikasından son derece rahatsız
olan masonlardan bir grup, 1 Kasım 1902 günü üst düzey
subaylardan Dragutin Dimitriyeviç Apis’in evinde top­
lanmış ve Kral’ı öldürmek için yemin etmişlerdi.
Saraya girip Kral ve Kraliçeyi öldüren 28 subayın
liderliğini yapan üç üst düzey komutan da masondu.
Başlarında, bir yıl öncesinde Kralı öldürmek için yapılan
gizli “masonik”toplantıya ev sahipliği yapan Dragutin D.
Apis vardı.
Dahası, bu “tetikçi” kadronun ötesinde, darbeyi te­
orik düzeyde planlayanlar, tümüyle masonlardan oluşu­
yordu.

13
Zaron Neneziç’in yazdığına göre, 1903 darbesi gerçek­
te ‘Pobratim’ (Kardeşleşme) adlı mason locasının üyeleri tara­
fından plânlanmıştı.
Sırp milliyetçiliğine “ihanet” ettiği -yani sadece ba­
rışçı bir politika izlediği- düşünülen Kral Aleksander’ı
ortadan kaldıran askeri darbe, gerçekte mason locaları­
nın bir ürünüydü. Enternasyonal bir örgüt olan mason­
luk yalnızca Sırbistan içindeki milliyetçi dalgayı koordine
etmekle kalmayacak, bir de onun dış güçlerle kuracağı
bağlantıları “katalize”edecekti.
Nitekim 1903 darbesinin perde arkasında mason­
lukla paralel duran bir “İngiltere bağlantısı” vardı.
Avusturya-Macaristan İmparatorluğuna düşman
olan ve Aleksander’ın dış politikasından rahatsızlık du­
yan güçlerin başında, İngiltere ve Fransa geliyordu. Bu
durum 19. yüzyılın sonlarında Avrupada oluşan kutup­
laşmanın bir sonucuydu.
Birinci Dünya Savaşı’na kadar devam edecek olan
kamplaşma, Almanya ile Avusturya-Macaristan’ı bir safta
birleştirmiş, bunun karşısına da İngiliz-Fransız eksenini ve
bir de Rusya’yı yerleştirmişti. Almanya’nın ve Avusturya-
Macaristan’ın “kuşatılması,” İngiliz-Fransız ekseninin bir
numaralı dış politika hedefi haline gelmişti.
Bu stratejik tablo içinde İngiliz-Fransız ekseninin,
Sırp Kralı Aleksander’m Avusturya-Macaristan yanlı­
sı politikasından ne denli rahatsız olduğunu kestirmek
hiç de güç değildi. Şartlar, İngiliz-Fransız eksenini, Kral
Aleksander’ı devirmek ve yerine Avusturya-Macaristan
İmparatorluğuna düşman bir yönetim getirmek isteyen
Sırp milliyetçileri ile ittifaka zorluyordu.
İngiltere’nin Sırbistan’daki milliyetçi-masonik kad­
14
roya yakınlaşması 1903 suikastından önce başlamıştı ve
suikastın “İngiliz bağlantıst” ile bir ilgisi vardı. 1903 dar­
besini planlayan “Pobratim” locası ile İngiltere arasında
1900 yılından itibaren çok sıkı ilişkiler kurulmuştu. İngiliz
Konsolosluğunun Pobratime yolladığı 3 Nisan 1900 tarih­
li bir mektup, “loca çalışmaları dolayısıyla duyulan mem­
nuniyeti” ifade ediyor ve Pobratim’in daha önce İngiliz
Konsolosluğuna yolladığı mektup dolayısıyla duyulan “şeref
ve mutluluğu” anlatıyordu. Aynı yılın 17 Ağustosunda ise
yine aynı locada üç birader tarafından İngiliz Konsolosluğu
ile yapılan görüşme hakkında bir brifing verilmişti. Bu üç
mason; İngilizler tarafından ne denli büyük bir hürmet ve
yakınlıkla karşılandıklarını ve Konsolosun kendilerine
“İngiltere’nin Sırp masonlarını desteklemekten duyacağı
mutluluk”tan söz ettiğini anlatmışlardı.
Zaron Neneziç’in yazdığına göre, bu tarihten sonra
Sırp masonları ile İngiliz heyetleri arasında sık sık dü­
zenli ziyaretler yapılmıştı. İngilizler, Sırp masonluğu ile
aralarındaki dostluğun ne denli önemli olduğunu her fır­
satta vurguluyorlardı.
Anlaşılıyordu ki, masonluk, hem Sırp milliyetçileri­
nin gelişimini organize etmiş, hem de onun büyük dev­
letler ile olan ilişkilerini düzenlemişti.

Karadjordjeviçler’in Dönüşü ve Milliyetçi Örgütlenme:


Darbeyi organize edenler Sırp tahtını kime emanet ede­
ceklerini önceden belirlemişlerdi. Taht sürgünde yaşayan
Karajordjeviç hanedanın son üyesine, Peter Karadjordjeviç’e
verilecekti. Aleksander m öldürülmesinden kısa bir süre ön­
ce Petere “hazır ol” mesajı yollanmışü bile. Darbeden sekiz
gün sonra Peter Karadjordjeviç yurda çağırıldı. 60 yaşındaki
15
Peter, önce Paris’te sonra da Cenevre’de geçen yarım yüzyıllık
yaşamının ardından şimdi ülkesine kral olarak geri dö­
nüyordu.
Zaron Neneziç’in bildirdiğine göre, Peter’i darbeci­
ler için uygun kılan önemli bir özellik vardı; Hanedanın
bu son üyesi, Fransa’d a geçirdiği uzun yıllar boyunca ken­
disine önemli bir masonik kariyer yapmıştı. Dolayısıyla,
Obrenoviç hanedanını tahttan indiren masonik cunta
için, bir “birader”olan Peter Karadjordjeviç’den daha iyi
bir tercih olamazdı.
Fransız localarında “aydınlanmış”olan bu yeni Kralla
birlikte Fransız kültürü ve “Fransız bağlantısı” Sırbistan’a
yerleşmişti.
Fransız ordusunda çarpışmış bir asker olan Peter,
Fransa’d an aldığı ekonomik yardımlarla hem kötü du­
rumdaki ekonomiyi düzeltti, hem de orduyu modernize
etti. Peter, Fransa’ya yakın bir politika izlerken, Fransa’nın
karşısındaki stratejik kampta yer alan Avusturya-
Macaristarila Obrenoviç hanedanı sırasında kurulmuş
olan yakınlaşmayı yok etti.
Sırbistan’daki milliyetçi-masonik kadro, aradığı kra­
lı bulmuştu nihayet. Peter, ülkeyi Avusturya-Macaristan
İmparatorluğundan hızla uzaklaştırırken, Fransız-İngiliz
eksenine yakınlaştırıyor, diğer yandan ülke içinde Sırp
milliyetçiliğinin gelişmesi için gereken her türlü imkânı
hazırlıyordu.
Birinci Dünya Savaşına az kala, Peter Karadjorjeviç
koruyucu kanatları altında, iki önemli gizli örgüt ku­
ruldu. Bunlardan biri, ordudaki milliyetçi subaylar
tarafından kurulan ve “C rna Ruka” (Kara El) ya da
“Ujedjenje ili Sm rt” (Birlik ya da Ölüm) adıyla anılan
16
örgüttü. Örgütün yedi maddelik protokolünde “Sırpların
birleştirilmesi’nden söz ediliyor ve “Sırp eyaleti” ola­
rak tanımlanan Bosna-Hersek, Karadağ, Hırvatistan,
Slovenya, Dalmaçya ve Voyvodina’nın Sırbistan’a eklen­
mesi zorunluluğu dile getiriliyordu.
Bu örgütü kuran kişi ise oldukça tanıdık bir isimdi,
Dragutin Dimitriyeviç Apis! Yani 1903 darbesini or­
ganize eden masonların lideri, Pobratim locasının önde
gelen üyelerinden biri. Kara El’in diğer önde gelen üye­
leri arasında yine 1903 darbesini organize eden subay ve
entelektüelleri görüyoruz. Kara El, Belgrat’taki milliyetçi-
masonik kadronun yeni bir ürünüydü.
Kara El ile benzer düşünceleri savunan bir diğer
örgüt, “Narodna Odbrana” (Ulusal Savunma) adını ta­
şıyordu ve onun ordu dışındaki Sırp milliyetçilerine uza­
nan bir kolu görünümündeydi. Örgüt hızla yayıldı, öyle
ki 1908 yılında Narodra Odbrana’nm Saraybosna’d a bile
kolları vardı.
Bu kollar, 1908 yılında Avusturya-Macaristan
İm paratorlu-ğu’nun Bosna-Hersek’i resmen ilhak et­
mesinin ardından Sırp milliyetçileri tarafından çıkarılan
isyan ve karmaşada önemli rol oynamışlardı. “Büyük
Sırbistan”a yönelik büyük bir darbe olarak kabul edilen
söz konusu ilhak kararı üzerine, Bosna’nın önemli şe­
hirlerinde Sırp milliyetçileri Avusturya-Macaristan oto­
ritelerine karşı bombalı suikastlar düzenlemişler, ülkede
genel bir terör havası estirmişlerdi.
Bu olayların Belgrat’taki masonik-milliyetçi örgüt­
lenmenin kolları tarafından kışkırtılıyor olması, ister is­
temez Bosna’daki milliyetçi grupların da masonlukla olan
ilişkisini akla getiriyordu.

17
Zaron Neneziç, bu konuya açıklık getirerek, “1908-1909
yıllarında Bosna-Hersek’te yaşanan “Sırp ayaklanması nda
locaların büyük rolü olduğunu yazmaktadır.
Bosna’daki söz konusu milliyetçi Sırp örgütlerinin en
önemlisi, genç Sırp öğrenciler tarafından kurulan “Miada
Bosna” (Genç Bosna) idi. Örgütün üyeleri kilise karşıtıy­
dılar, ulusal kurtuluş kadar sosyal devrim de istiyorlardı
ve Bakunin gibi anarşistlerin ya da anarko-sosyalistler’in
yazdıklarını benimsiyorlardı.

Fransız Grand-Orient Masonlarının bir dünya savaşı çı­


karmaya yönelik faaliyetleri:
Birinci Dünya Savaşındaki Fransız ve İngiliz
Masonlarının yıkıcı faaliyetlerini ortaya döken Alman
Generali Erich Ludendorff un1 “Wie der Weltkrieg 1914
gemacht wurde” adlı kitabında belirttiğine göre, 1907’de
Alman halkını aldatmak için ikinci bir uluslararası “Barış
Konferansı” toplanmıştı. Bu konferansta silâhlanmanın
kısıtlanması ve savaşta saldırı silâhları’mn kullanımının
yasaklanması öngörülmüştü.

1 Erich Ludendorff, Alman Generali (1865-1937) Genelkurmayda


çalıştı; Schließen ve Moltke’nin emirleri doğrultusunda, 1914’te
uygulanan Fransa’yı istila plânının hazırlanmasında katkıda bu­
lundu. Savaşın başında Hindenburg’un kurmay başkanı oldu.
Ekim 1918’de yenilgiden kısa bir süre önce görevinden istifa etti,
ardından Weimar Cumhuriyetine karşı acımasız bir savaş yürüttü
ve Alman ordusunun “sırtına indirilen hançer” efsanesinin yayıl­
masına katkıda bulundu. Hitler’in 1923’te Münih’te gerçekleştirdi­
ği başarısız darbe girişimine karışan Ludendorff, Nasyonal Sosya­
list Parti’d en Reichstag’a girdi. (1924) ve 1925 cumhurbaşkanlığı
seçimlerinde Hindenburg karşısında bozguna uğradı. Sonradan
Hitler’le anlaşmazlığa düştü ve ‘Tannenberg’ adlı milliyetçi-ırkçı
bir başka parti kurdu.

18
1907 veya 1908 yıllarında Fransız “Grand-Orient”
(Büyük Doğu) locası Londra’da yeni bir loca açmıştı.
Bu da göstermektedir ki, Yahudiler ve Masonlar ‘Haag
Silahsızlanma Konferansının sonuçlarını önceden belir­
lemişlerdi. Aslında böyle bir locanın açılması bile gerek­
sizdi, çünkü Ingiliz Masonluğu, Fransız Grand-Oriente
bir “Dünya Savaşt” garantisini çoktan vermişti.
İngiliz birader Norman bunu daha sonra şöyle açık­
lıyordu:
“Londra’daki Grand-Orient locasını kurmak­
la görevlendirilen Smith, bana Fransa’nın, Belçika’nın,
İtalya’nın ve İspanya’nın önde gelen sosyalist ve sosyalist
olmayan politikacılarının çoğunun Grand-Orient (G.O.)
üyesi olduklarını söyledi. Bunlar içinde tek istisna Fransız
sosyalisti Jean Jaures idi. Smith’e göre, önde gelen G.O.
mensubu politikacılardan bazıları şunlardı;
Delcasse, Poincare, Briand, Mussolini,2Vandervelde,
Miljukoff, Venizelos,3 Bisolatti.

2 Daha sonra İtalyan Faşist Diktatörü olarak bütün mason localarını


kapatan Benito Mussolini, 1900 yılında Sosyalist Parti’ye üye ol­
muş ve “Avanti” adlı bir gazetenin yayın yönetmenliğini yapmıştı.
Ünlü Mason devlet adamları arasında yer alan Mussolini, 1914’te
Sosyalist Partiden ve gazetesinden ayrılarak ‘II Popolo d’Italia’yı
kurdu ve İtalya’nın İtilaf Devletleri yanında savaşa katılmasını sa­
vunmaya başladı.
3 Elefterios Venizelos: Yunan siyaset adamı. (1864-1936) Birinci
Dünya Savaşında, İtilaf Devletlerine destek veren Venizelos, Al­
man yanlısı Kral I. Konstantinos’la ters düştü. Girit’te bir isyan
hükümeti oluşturdu. (1916) Kralın devrilmesinden sonra Atina’ya
geri döndü. (1917) Yunanistan’ı Mihver Devletlerine karşı savaşa
sokmasıyla Neuilly (1919) ve Sevr Antlaşmalarında büyük toprak
ayrıcalıklar elde etti. Ne var ki Mustafa Kemal Atatürk’ün önderli­
ğindeki Türk ordusuna karşı giriştiği ve ülkesi için felaketle sonuç­
lanan savaş, Venizelos’un saygınlığına ağır bir darbe indirdi. Siyasi
hayattan dışlandı. (1920).

19
Rus Çarlık ordusunda Tümgeneral olan Kont Cherep
Spiridoviç “The Secret World Government” (Gizli Dünya
Hükümeti) adlı kitabında (S.46 ve S. 119) Venizelos’un
bir Yahudi olduğunu ve Paris’teki Edward Rothschild (V)
için çalıştığını iddia etmektedir.
Grand-Orient’in siyasi hedeflerini öğrendikten son­
ra, bu Mason locasına karşı tavır aldım. Öğrendiklerim
bende büyük bir tepkiye yol açtı. Çünkü G.O’nun amacı
Avrupa’daki mevcut ‘s tatükoyu yıkmak idi. Bu hedefe de
ancak genel bir savaşla ulaşabilirdi. Fransa bu savaşın so­
nunda Almanya’nın Ren ve Alsas-Lothringen bölgelerini,
ayrıca Fas’ı ülkesine katmayı düşünüyordu. Bu, tamamen
G.O’nun savaş politikasına uygun bir gelişmeydi.”
Ludendorff a göre, Norman birader yanılıyordu,
çünkü İngiltere ve Almanya arasındaki gerginlik yalnız
G.O’nun değil, bütün dünya masonluğunun savaş politi­
kasına uygundu. Savaş (Birinci Dünya Savaşı) bu sebep­
le çıkarılmıştı.
Savaştan önce Mason localarının etkisi ile bü­
tün dünyada Almanya’ya karşı bir kampanya başlatıl­
mıştı. Devletlerüstü güçler “Almanya’ya karşı bir’ haçlı
seferi’ndenbahsetmeye başlamışlardı. (Özellikle ABD’de)
“Haçlı seferi” kelimesi bu propagandanın ardındaki
Cizvit Tarikatı’n ı ele vermeye yetmektedir.
Başka bir etkin propaganda da Alman Kayzeri’ni he­
def almıştı. Ayrıca Almanyada “Alman Miütarizmi’ne kar­
şı yoğun bir muhalefet başlamıştı. 1907 yılında Stuttgart’ta
(Almanya) Sosyal demokratlar tarafından “savaşın sabote
edilmesi” gerektiği dile getirilmeye başlanmıştı.
1.9.1910’d a Kopenhag (Danimarka)daki “Odd
Fellow Palast’Ta II. Enternasyonal toplandı.
20
Temsilcilerin çoğunu Yahudi-Masonlarm oluş­
turduğu dikkat çekiyordu. Katılımcılar arasında II.
Enternasyonal’in muhtelif milletlerden temsilcileri bulu­
nuyordu. Bunlar arasında Ebert, Scheidemarm, Lenin,
Troçki, Vandervelde, Jaures, Brantig gibi ünlü isimlerin
yanı sıra, Adolf Hoffmann, Dr. Frank, Dr. David, Dr.
Südekum, Kari Kautsky, Stadhagen, Rosa Luxemburg,
Liebknecht, Clara Zetkin gibi Yahudi sosyalistler de bu­
lunuyordu.
Toplantıya katılamayan Briand (Fransa Başbakanı)
bir mektup göndererek, “Sosyalizmin gelişmesi için
Fransız Hükümetinin elinden gelen her şeyi yapacağını”
açıklamıştı.
Kongrede savaşın (Birinci Dünya Savaşı) sabote
edilmesi kararı alınmıştı. Bu kararın yürürlüğe konması
için II. Enternasyonal Brüksel’d e (Belçika) bir büro açtı.
Büro sosyalist işçi partileri ve ilgili ülkeler arasındaki iliş­
kileri koordine etmekle görevli idi.
Enternasyonal yöneticileri bu toplantıdan son­
ra, yaklaşmakta olan Dünya Savaşında Almanya ve
Avusturya-Macaristan halklarının savaş meydanlarında
yok olmalarını engellemek için her türlü siyasi tedbiri
alacaklarını açıkladılar. Onlara göre sınıf savaşı şiddet­
lendikçe, genel siyasi durum da ona bağlı olarak deği­
şecekti. Şayet savaş çıkarsa, kendi ülkelerinin yıkımı ve
felaketi pahasına da olsa, bu savaşı derhal sona erdirmek,
savaşın sebep olduğu ekonomik ve siyasi krizlerden fay­
dalanarak ihtilaller çıkarmak ve kapitalist sınıfın ege­
menliğine son vermek (yani halen Almanların elinde bu­
lunan ekonomiyi uluslararası bankerlere devretmek) İşçi
Enternasyonalinin görevleri arasındaydı.

21
August W innig bu kongre hakkında şunları yaz­
maktaydı:
“Sosyalist Enternasyonal’in 1907 ve 1910 tarihli
kongrelerinde alınan kararlar gereğince, örgütün bütün
çabası savaş zamanı Almanya’d a bir ihtilal çıkartmaktır.
Almanya bu kararları ciddiye almak zorundadır.”
Alman Sosyal demokrasisi Enternasyonal’in bir üye­
si olarak bu akımların içindeydi.
“Art et travail” (Sanat ve Çalışma) adlı Paris’teki
Grand-Orient’e bağlı bir loca, Almanya’daki sosyalist ha­
reketle, savaşı sabote etmek ve Almanya’nın devrimcileş-
tirilmesi konusunda yakın işbirliği içindeydi.
II. Enternasyonal başarısından o kadar emindi
ki, savaştan birkaç yıl önce Berlin’de Sosyal Demokrat
Ebert başkanlığında devrimci bir hükümet kurmaya bile
niyetlenmişti. (İktidardaki Alman Hükümetinin bundan
haberi bile olmamıştı)
II. İşçi Enternasyonali başarılarını Alman
Masonluğunun istihbarat çalışmalarına borçlu idi.
Gerek “hümanist” Alman Büyük Locası, gerekse
eski Prusya ‘Hıristiyan’ Büyük Locası, Fransız Büyük
Locası4 ile yakın ilişkiler içindeydi. Eski Prusya Büyük
Locasının Fransız Masonluğu ile hiçbir ilişkisinin olma­
dığı büyük bir mason yalanından ibaretti.
Fransız Grand-Orient ve Fransız Büyük Locası,
Eski Prusya locaları tarafından tanınıyordu. Yani onlar

4 Fransız Büyük Locası ve Grand Orient (G.O.) arasında hiçbir fark


yoktu. Her ikisinin de hedefi aynı idi. Büyük Loca siyasi açıdan
daha çekingen davranıyor ve ilgili “bağlantıları” kurma görevini
üstleniyordu.

22
gerçek ‘masonik büyük güç’ olarak görülüyordu. Alman
Masonları ile Fransız Masonları arasındaki “resmi” bağ,
1870-71 Alman-Fransız Savaşı sırasında kopmuştu.
Buna sebep Fransız Masonlarının “birader” Alman
İmparatoru I. Wilhelm ve Bismarkın kelleleri için ‘ödül’
koymuş olmaları idi.
Bu kopan bağ 1907 ve 1908 yıllarında yeniden kurul­
du. Halbuki G.O.’nin resmi organı “Bulletin maçonnique”
de (daha 1888 yılında) Almanya için şunları yazıyordu:
“Birleşme irademizin ve ortak çalışmamızın hedefi, Al­
man Reich’ım yıkmak ve onun harabeleri üzerinde ‘DÜN­
YA CUMHURİYETİNİ’kurmaktır"
Fransız Masonlarının hedefinin ne olduğu Alman
Masonları tarafından gayet iyi bilinmesine rağmen,
1907’de Eski Prusya Locası Büyük Üstadı, Paris’teki
Büyük Locayı ziyaret etmiş ve Fransızca olarak yaptığı
konuşmasında Alman Mason dünyası için “iyi ümitler
beslediğini,” ifade etmişti.
Aslında Alman Masonluğunun, Fransız
Masonluğunun hedefleri ile tam bir uyum içinde olduğu
söylenemezdi. Buna rağmen, Alman Masonluğu ‘Dünya
Masonlarının’ kararlarını tanıdığını açıklamıştı.
1909 yılında Alman Büyük Localar Birliği, Fransız
Grand-Orient ile “resmi” bir ilişki kurduğunu açıkladı.
Bu arada Alman “Hıristiyan” locaları bu bağlantıyı kabul
etmemişlerdi. (G.O. bütün Avrupa’d a ateizm’in savunu­
cusu olarak görülüyordu.) Bu “red” görüntüsü masonlu­
ğun proleteryası sayılan ‘Yuhannacı Kardeşler’ ve dindar
Almanları hoşnut etmişti.
Alman Masonları Büyük Locası ile Fransız G.O. arasın­

23
daki ilişki 1907 yılma kadar geri gitmekteydi. Ateist G.O.’nun
Büyük Üstadı Birader Bouley 1907 yılında Kölnüeki (Al­
manya) “Freimut und Wahrheit” locası tarafından davet
edilmiş ve Büyük Üstat (Yahudi) Yüzbaşı Joachim (Bu şahıs
daha sonra Alman Genelkurmayında kurmay subay olarak
görev alacaktır.) tarafından ağırlanmıştı.
1911’de aynı birader Bouley, Hamburg’daki
(Almanya) “hümanist” Büyük Locadaki üyeleri Eski
Prusya ‘Hıristiyan Büyük Locasından oluşmuştu. Yaptığı
konuşmada “Dünya Masonluğunun ‘Dünya Birliğini’
(yani DÜNYA CUMHURİYETİ ni) kurması gerektiğini”
söylüyordu.
Birinci Dünya Savaşından bir yıl önce (yani
1913’de) Belçikalı yüksek dereceli bir birader, İşçi
Enternasyonalinde bütün ülkelerden gelen (Mason) tem­
silcilerin önünde, Alman temsilcilerin vatanlarına ve dev­
letlerine karşı yaptıkları ihanetleri övmüş ve onları yakla­
şan savaşta da önemli görevler beklediğini belirtmişti.
Bütün bu açıklamalara rağmen, Alman hükümeti bu
birader hakkında hiçbir yasal işlem yapmadığı gibi, basın
da bu konuda tamamen suskunluğunu korumuştu.
1912 yılında İngiliz Masonluğunun temsilcisi Lord
Amphtill -ki Masonluğun siyasi etkilerine inanan bir ki­
şiydi- Eski Prusya Büyük Locasını ziyaret etmişti. Lord
Loca’d a şöyle bir konuşma yapmıştı:
“Gelecekte Almanya’daki kardeşlerimiz ile beraber
gerçek ve yüksek bir hedefe doğru beraberce çaba gösterece­
ğimizi umuyorum.”
Bu hedef neydi?.. Tek bir kelime ile “Hümanizm”
olarak ifade edebiliriz.
General Ludendorff a göre, “Hümanizm” bütün
24
Mason topluraunda en yüksek hedef olarak belirlenmiş
durumdaydı. Generale göre bu kelimenin gizli anlamı “Ya­
hudi Dünya Egemenliği” ve “Milletlerin Köleliği” anlamı­
na geliyordu. İngilizler bu kelimenin “İngiliz Dünya Ege­
menliği” anlamına geldiğini sanıyorlardı ama fena halde
yanılıyorlardı.
1913 yılında “Uluslararası Bankacılık İttifakı” şöy­
le bir açıklama yapmıştı:
“Bugüne kadar gizli tutulan ‘Yüksek Maliye nin kendi
yasalarını dünyaya dikte ettirme saati gelmiştir. ‘Yüksek
Maliye’5 Kayzerlerin ve Krallıkların yıkılmasından sonra
tekbir ülkeye değil, bütün dünyayı kapsayacak bir otorite­
ye sahip olacaktır.”
Başka bir fınans devi de şöyle diyordu:
“Avrupa savaşı yaklaşıyor, çünkü ‘Yüksek Maliye’
öyle istiyor.”
“Yüksek Maliye” anonim bir isimdir ama bunun
arkasında “Dünya Yahudi Sermayesi,” Cizvit Generalleri
ve Papalıktan oluşan muazzam bir güç bulunuyordu.
Burada Birinci Dünya Savaşı ile ilgili olarak kı­
saca Almanya’daki hazırlıklara değinilmiştir. Oysa ki
“Devletlerüstü Güçler”in mezarını kazdığı ülke yalnız
Almanya değildi!.. Rus Çarlığı, Osmanlı İmparatorluğu
ve Avusturya-Macaristan İmparatorluğunun da ölüm
fermanları imzalanmıştı.
Rusya’d a ihtilal çıkarmak için Fransız Grand-Orient
tarafından “Les renovateurs” Locası kurulmuştu. Bu loca
Rus asıllı Masonların toplandığı bir yerdi.
Bu locanın Büyük Üstadı ile yukarıda adı geçen
5 Yüksek Maliye: Uluslararası Finans-Kapital, Dünya Bankacılık
Sistemi.

25
Bouley birader, birlikte Rusya’d a masonluğu organize et­
mişlerdi.
Önce “Üstad” 1906’da Rusya’ya gitmiş ve orada “çalış­
malarına” başlamıştı. Daha sonra birader Bouley ile birlik­
te Rusya’ya gitmişlerdi. Diğer taraftan Berlin’deki Alman
Masonları da boş durmuyor ve bu iki biraderin Rus sını­
rını rahatlıkla aşıp, Rusya’ya girebilmeleri için her türlü
önlemi alıyorlardı. Böylece biraderlerin “çalışmaları” çok
başarılı olmuştu.
Bütün yasaklamalara rağmen, Rusya’d a gizli localar
açılmaya başlamıştı.
Fransız biraderlerden biri bu konuda şöyle diyordu:
“Çar Masonların listesini görseydi kendisine çok ya­
kın insanların bile bu listede yer aldığını görecekti. Çar’m
tahtı için bir çeşit -Masonlardan oluşan- okült polis ör­
gütü bile kuruldu.”
Ludendorff’a göre, Rus Çarlığını yıkmak için
Yahudiler, Masonlar, Cizvitler ve Nihilistler beraberce
çalışıyorlardı.
Diğer yandan Avusturya-Macaristan împara-
torluğu’nda Masonluk, Macaristan’a yerleşmiş vaziyette
idi. Macaristan Büyük Locasında çifte monarşiye muhalif
olan bütün unsurlar toplanmıştı. Macar Büyük Locası bir
taraftan Fransız Grand-Orient ile, diğer taraftan da Sırp
Büyük Locası ve Romen Büyük Locası ile sıkı işbirliği
içindeydi. Bu locaların “patent”ini Fransız G.O. vermiş­
ti. Paris, Budapeşte, Sırbistan ve Bükreş’ten desteklenen
Masonluğun o günlerdeki parolası şuydu:
“Çifte monarşide yaşayan bütün milleüere özgürlük!..”
Bu ulusalcı-masonik akım her yerde sosyalistlerin
tam desteğini almış bir vaziyette idi.

26
Türkiye’de ise “Fransız Grand-Orient” Sultanı devir­
mek isteyen Genç Türk hareketini doğurmuştu. İngiltere
ve Fransa da bu locaların çalışmasına destek olmuştu.
Dış politika alanında “gizli dünya güçlerinin” faaliyet­
leri sonucunda ilginç gelişmeler yaşanmaya başlamıştı.
Fransa, Rusya ve Belçika ordularını güçlendirmeye
başlamışlardı. Fransa bu konuda başı çekiyordu. Fransa
sömürgelerinden topladığı Arap ve Zenci askerlerden
birlikler oluşturmaya başlamıştı.
İngiltere ise Kuzey Denizi’nde ve Akdeniz’deki
donanmasını güçlendirmeye ağırlık vermişti.
Fakat Almanya bütün bu gelişmeleri görmezlikten
geliyordu.
1909’da Alman Reich- Başkanı Prens Bülow istifa
edince yerine Yahudi-melezi birader Bethmann-FIollweg
atandı.
1910’da İngiliz Kralı VII. Edward öldü. Edward ma­
son olduğu gibi, yerine geçen Kral George da masondu.
1911’de tırmanan Fas krizi, İngiliz politikasının
Almanya’ya karşı olduğunun belirgin bir göstergesi idi.
Aynı tarihte Birinci Dünya Savaşının öncüsü bir
savaş başladı. Yönetici kadrosu tamamen Masonların
elinde bulunan İtalya, Türkler’in elinde bulunan Libya’ya
saldırdı.
Bunu 1912 ve 1913’de, Sırbistan ve Yunanistan’ı
güçlendiren, I. ve II. Balkan Savaşları takip etti. Bu sa­
vaş Bulgaristan’ı memnun etmediyse de, Türkiye’yi ol­
dukça zayıflattı ve Romanya’nın Almanya ve Avusturya-
Macaristan ile yabancılaşmasına sebep oldu. Romanya
Rusya’ya yakınlaşmaya başladı. Her şey “planlara” uygun
olarak yürüyordu.

27
1912 krizinden sonra, Almanya ve Avusturya -
Macaristan “planlandığı gibi” askeri güçlerini birleştirme
kararı aldılar.
General Ludendorff’un uyarılarına kulak asma­
yan Alman Genelkurmayı, gizli güçlerin etkisi ile, onu
Genelkurmaydaki görevinden uzaklaştırdı.
Ludendorff a göre, daha 1889 yılından başlayarak giz­
li güçlerin bir dünya savaşı ve ihtilaller çıkartma çabaları
sürmekteydi. Gizli devletlerüstü güçler, yani “Yahudilik
ve Roma” (Vatikan) gizli planlarını yürürlüğe sokabilmek
için her alanda gerekli önlemleri almaya başlamışlardı.
28 Şubat 1910da Sırbistanda “Sırbistan Büyük
Locası” tarafından gizli bir örgüt kuruldu. Bu örgütün
amacı “eylem yoluyla propaganda yapmak” idi.
Örgüt ‘millî’ açıdan Avusturya-Macaristan
İmparatorluğunda ve Balkanlarda “Büyük Sırbistan
Hareketi’ni yaymak ister gibi görünüyordu. Örgütün
bir de enternasyonal’ görevi vardı o da; Avusturya-
Macaristan Arşidükü Franz Ferdinand’ı öl lürmekti.
Suikastı gerçekleştirenler, görünürde “Sırp milliyet­
çileri” idi. Ferdinand, tam Kosova Savaşının yıldönümü
olan 28 Haziranda eşi ile birlikte Saraybosna’yı ziyaret
etmeye karar vermişti. Ancak üstü açık arabasında halkı
selamlarken kalabalıktan fırlayan bir grup tarafından he­
def alındı. Arşidükü ve eşini öldüren kurşunları sıkan kişi
ise, suikastçıların lideri olan Gavrillo Princip adlı genç
bir Sırptı.
Gavrillo Princip ‘Miada Bosna’ (Genç Bosna)’nın
bir üyesi idi. Dahası, merkezi Belgrat’ta olan ‘Kara El’ ile
yakın ilişki içinde olduğu, diğer bazı arkadaşlarının da
bu örgüte bağlı olduğu biliniyordu. Sorgusu sırasında
28
‘Narodna O dbrana’ya bağlı bir subayla ilişkileri olduğu
da ortaya çıkmıştı.
Kısacası suikast, Belgrat’ta ki milliyetçi Sırp örgütleri
ile onların Bosna’daki “maşası” Miada Bosna’nın bir ürü­
nüydü. Suikast eylemi uzun zamandan beri planlanmıştı
ve amacı yalnızca Birinci Dünya Savaşını çıkarmak değil,
savaş sonunda “Yeni Bir Dünya Düzeni” kurmaktı.
Saraybosna suikastının planlanması ve locaların he­
defleri:
Almanya Büyük Locası üyesi ve “Ordens der
Ordnung” locasının propagandacısı olan birader Köthner,
28 Aralık 1911 tarihinde Büyük Üstad Kont Dohna-
Schlodren’le Berikideki Eisanacher Str. 12 numarada bu­
lunan mabet binasında yaptığı konuşmada {“Fernstem”
Mason dergisi Nr. 8-25) “Arşidükün tasfiye edilmesi ge­
rektiğinden” bahsetmişti.
Kont Czernin, “Dünya Savaşında” (lim Weltkriege’)
adlı kitabında Franz Ferdinanden öldürüleceğini bildi­
ğinden bahsetmektedir.
“Revue internationale des Societes secretes” adlı der­
gide Saraybosna suikastından önce şunlar yazıyordu:
“İsviçreli yüksek dereceli bir Mason birader Arşidük
ile ilgili olarak şunları söylemişti; Ne yazık ki o (Masonlar ta­
rafından) ölüme mahkum edildi. O taca giden yolda ölecektir!’
Ne ilginç bir kehanet değil mi?..
Alman Sosyal demokrasinin teorisyeni ve ilk Rus dev-
riminin planlayıcılarından biri olan Siyonist ve Komünist
Parvüs-Helpland6 (Israel Lazareviç) “Der Krieg und die

6 Kaynak: NV.Scharlau, “Parvus Helphand als Theoretiker in der


deutschen Sozialdemokratie und seine rolle in der ersten russis­
chen Revolution, 1964, S.70.

29
Internationale”(Savaş ve Enternasyonal) adlı kitabında “1914
savaşının güçlü bir “AVRUPA BİRLEŞİK DEVLETLERİ”ni
doğuracağı ve bunun da gelecekteki “DÜNYA DEVLETİ”nin
temelini teşkil edeceğini” söylüyordu.
“DÜNYA CUMHURİYETİ” tamamen masonik bir
düşüncenin ürünüydü. Birinci Dünya Savaşından önce
Mason locaları tarafından sık sık dile getiriliyordu.
Kont Czernin’in açıklamalarına bakılırsa, Arşidük
devamlı bir suikast tehdidi altında yaşadığının far­
kındaydı. Arşidük savaştan bir yıl önce (yani 1913’te)
Masonların onu ölüme mahkum ettiklerini öğrenmişti.
Arşidük kendisine suikast yapılacağını bilen AvusturyalI
ve Macar politikacıların adını bile vermişti. Kont Czernin,
Budapeşte’deki Macar Büyük Locasının Arşidük un öldü­
rülmesi eylemine karıştığını belirtiyordu.
Paris, Londra ve Budapeşte’deki biraderler,
Sırbistan’daki biraderlere Agram birader aracılığı ile ge­
rekli talimatları vermişlerdi.
1914 Mayıs ayının sonunda, Hamburg (Almanya)
Büyük Locasının görevlendirmesi ile, hem Fransa’daki
Grand-Orient, hem de İngiltere’deki Büyük Loca ile ya­
kın ilişkiler içinde olan Sırbistan Büyük Locası, bu loca­
lar tarafından ‘resmen tanındı.
İlginçtir ki, Sırpların Avusturya’ya karşı mücadele
vermesi, Alman biraderleri hiç rahatsız etmiyordu.
Bu Sırp locasının faaliyetleri sonucu, Arşidük Franz
Ferdinand’ı öldürme işlemi hızlanmaya başlamıştı.
Öldürme işini iki masonik örgüt üstlenmişti; “Narodra
Odbrana” ve “Kara El.” Bu iki örgüt De üyelerini Sırbistan
Büyük Locası tarafından kurulan “Eylemle Propaganda”
çevresinden temin ediyordu.
30
Adliye Müşaviri Dr. Kohler “Aktenmaessigen
Darstellung des Prozesses gegen die Attentaeter von
Sarajevo” (Saraybosna Suikastçısı Davası Dosyası) adlı
kitabında Sırbistan Büyük Locasının bu suikastta suç or­
tağı olduğunu ispatlamıştır. Dr. Kohler şöyle yazıyordu:
“... Sırpları tahrik eden bu Mason locasıdır. Biz bili­
yoruz ki yıkıcı güçleri bünyesinde barındıran ana örgüt,
‘Narodna Odbrana yalnızca masonik bir örgüt olmak­
la kalmayıp, elebaşlar da Masonlardan oluşmuştur. Suça
azmettiren Tankosiç ve Paris’teki Loca ile sıkı ilişkiler
kuran Kazimiroviç’in de Mason olduğu anlaşılmıştır.
Bunlardan başka bu canilere para, bomba ve tabancaları
veren Giganoviç de bir Masondur.”
Norveçli Avukat Aall, “Almanya’nın Savaş Suçlusu”
olduğu yalanına karşı Dr. Kohler’in yanında yer alıyor ve
şunları söylüyordu:
“Katillerin sorgulanmasından sonra eyleme
Masonların katıldığı ortaya çıkmıştı. Mahkeme başkanı
katillerden birine, cinayet plânının arkasında güçlü Mason
örgütünün olup olmadığını sordu. O da söyle cevap verdi.
Bu tamamen bir gerçektir ve ‘Narodna Odbrana’nın belge­
lerinden yüz misli daha fazla bir gerçektir.”
Avukat Aall bu suikasttan çıkar sağlayanların ma­
sonik çevreler olduğunu söylüyordu. Ona göre suikastı
gerçekleştiren Sırp Masonları, Avrupa ülkelerinde yük­
sek mevkiilerde bulunan Mason devlet adamları ile işbir­
liği içindeydi. Bunlara; Fransa’da Poincare, Clemenceau,
Viviani, Doumergue, Briand, Millerand, Ribot,
Delcasse, Joffre v.b. İngiltere’de Sir Edward Grey, Lloyd
George, Churchill, Haldane, Asquith, Buchanan,
ABD Başkanı Wilson ve Çarlık Rusya’sı Dışişleri Bakanı

31
Sazanov’u örnek verebiliriz.
Sırbistan’daki Masonlarla, Macaristan Büyük
Locası ve diğer masonik büyük güçler arasındaki bağlan­
tıyı sağlayan Dr. Radoslav Kazimoroviç idi. Kazimiroviç
için, katillerden biri olan ‘birader’ Gabrinoviç şöyle di­
yordu:
“O da bir masondur ve üstatlardan biridir. Cinayetten
hemen sonra -fesatçıların ona sunduğu fırsatı kullanarak-
yurt dışına kaçtı. O bütün kıtayı dolaştı ve Budapeşte’de
(Macaristan) Rusya’da ve Fransa’da bulundu. Bu yolculuk­
ları sırasında sorunlarımız ile ilgili belirli bazı çevrelerle
temaslarda bulundu”
Suikastın gerçekleştirilmesi Sırp Genelkurmay
Başkanı Dimitroviç’in emirleri doğrultusunda olmuştu.
Dimitroviç, Sırp Masonluğu ve ‘Narodna Odbarana’mn
üyesi ayrıca 1910’d a kurulan ‘Eylemle Propaganda,’ ör­
gütünün de şefi idi.
Bunların dışında, İngilizler’in siyasi hedeflerine
ulaşmak için kullandıkları “Ajitasyon Dairesi’nin başka­
nı olan Binbaşı Susley ile çok yakın ilişkiler içindeydi.
Dimitroviç’in yakın ilişkiler içinde bulunduğu diğer kişi­
ler arasında Rus Askeri Ataşesi Artamanoff ve Rus Elçisi
Hartvvig de vardı.
ilginçtir ki, Dimitroviç savaş sırasında Sırp Kralına
karşı komplo düzenlemek suçundan idama mahkum edil­
mişti. Bu ‘idam’ “Arşidük Franz Ferdinand’ın ölümünde
İngiltere’nin parmağı olduğunun” açığa çıkmasından kor­
kan İngiltere’nin emri ile gerçekleştirilmişti.
Dimitroviç’in sağ kolu ‘birader’ Binbaşı Tankosiç
idi. Tankosiç de -daha önce Avusturya vatandaşı olan-

32
Giganoviç’i “kullanmıştı.” Her ikisi de masondu.
Üç katili bulan Giganoviç birader idi. Bu üç ‘birader’
katiller, Gabrinoviç, Princip ve Grabez, silâhları ve bomba­
ları temin edip, Saraybosna’ya gitmişlerdi. Gabrinoviç ve
Princip’in her ikisi de masondu ve Princip ise Yahudi idi.
Gabrinoviç sorgusu sırasında şunları söylemişti:
“Masonlukta öldürmeye izin verilir. Giganoviç bana
Masonların bir yıl önce Franz Ferdinand’ı ölüme mah­
kum ettiklerini söyledi.”
28 Haziran 1914’te Arşidük Franz Ferdinand ve ka­
rısı’ Saraybosna’d a önceden planlandığı gibi öldürülerek,
1889 yılında Paris’te toplanan Mason Kongresinde7 alı­
nan karar gereğince, Birinci Dünya Savaşı çıkarılmıştı.
Princip ve yardımcılarının dış masonik bağlantı­
ları, bize Fransız ‘Grand-Orient’ ve İngiliz ‘Büyük
Locası’nın bu suikastta önemli roller üstlendiklerini gös­
termektedir.

7 1889 yılında Fransız Grand Orient’in önde gelen Masonları Pa­


ris’te yaptıkları “Büyük Mason Kongresinde bir araya gelerek,
Avrupa’daki mevcut monarşileri (yani Almanya, Avusturya-Ma-
caristan, Osmanlı ve Rus İmparatorluklarını) ve dinleri yıkmak
ve parçalanan imparatorluklardaki bazı etnik unsurlara ‘kendi
kaderlerini belirleme’ hakkım vermek kararını aldılar. Bir yıl son­
ra (1890’da) İngiltere’d e —Avrupa’d a kurulacak olan “Yeni Dünya
Düzenine ait—bir harita yayınlandı. Bu harita 1919 yılında belir­
lenecek olan Avrupa sınırlarını gösteriyordu. Adı geçen toplantıda
Avrupa haritasının yeniden çizilmesi ve bir savaşın gerekliliğinden
bahsedildiği için, bu haritanın ortaya çıkışı kimi çevreler için hiç
şaşırtıcı olmamıştı. 1889 ile 1914 yılları arasında Avrupa’nın önde
gelen (Mason) devlet adamları devamlı olarak ‘yaklaşan bir savaş
tehdidinden söz etmekteydiler.

33
İKİNCİ BÖLÜM

İNGİLİZMASONLUĞU’NUNDÜNYA
POLİTİKASI VEERMENİ İSYANLARI

İngiltere’deki Büyük Locaların, ‘Royal Arch’


masonluğunun, 33. dereceden Masonların oluşturduğu
‘Yüksek Şuranın, Tapınakçıların ‘Büyük Protektöru ve
Patronu 1910’d a “ebedi maşrıka intikal eden” (yani ölen)
İngiltere Kralı VII. Edward idi.
Galler Prensi Edward bütün yüksek derecelerin en
üstündeki komutanı ve en ‘Büyük Üstad’ı idi.
Londra’da çıkan bir loca dergisi olan “The Freemason”
(1915-16) bu konuda haklı olarak şunları yazıyordu;
“Kral Edward modern zamanların en büyük
Masonu idi.”
Kral Edward, yüksek dereceli bir Mason olan H. P.
Blavatsky8 tarafından kurulan “Teozofi Derneği’nin de
destekçileri arasında idi.
Ayrıca Kral VII. Edward ‘Royal Ark Marine’ deni­
len ve Nuh’un tufandan kurtuluşunun gizemlerini araştı­
8 Bu konuda bakınız, Turgut GüRsan “Antik Çağlardan Günümüze
Dünyanın Gizli Tarihi (s. 378) ‘Blavatsky ve Teozofi.’

34
ran bir başka locanın da Büyük Üstadı idi.
Kolayca anlaşılacağı gibi, Kral Edward VII. 33. dere­
celilerin oluşturduğu masonik dünya örgütünün Büyük
Üstadı idi.
İngiliz Dünya Masonluğu İngiliz dünya siyasetinin
ayrılmaz bir parçasıydı.
Birinci Dünya Savaşı sırasında -o zamanlar bir
Hollanda sömürgesi olan- Endonezya’daki yerli halk
HollandalIlara karşı ayaklanmıştı. Bu olayı tertipleyenler
İngilizlerdi.
“SarihatDagang İslam” ve “Genç Sumatra Birliği”
ve Budhi Utomo” adlı gizli Hollanda aleyhtarı dernekle­
ri örgütleyen Penang’daki “Prens Wales” (Edward VII)
Locası idi.
İngiltere Afrika’d akibütünsömürgelerindeve Hindis­
tan’d a kendine bağlı localar açmıştı.
1889 ve 1906 yılları arasında Londra’d a çıkan
“Freemason Chronicle’a göre, “İngiltere’de Masonluk,
İngiliz dış politikasında ve enternasyonal politika alanın­
da çok değerli hizmetlerde bulunmuştu. Yine aynı dergiye
göre, “İngiliz dünya imparatorluğu büyüklüğünü mason­
luğun çalışmalarına borçluydu.”
“İngiliz Dünya Devleti” kurmaya yönelik gizli bir
örgüt olan “The Round Table”ı kuran Cecil Rhodes ge­
rekli parayı (Yahudi) Sir Alfred Beith ve (Yahudi) Baron
Julius Wernher’d en bulmuştu. (Wernher, ‘De Beers’ şir­
ketinin patronuydu ve ‘Elmas Kralı’ olarak tanınıyordu.)
1911 ve 1913 yılları arasında Türkler e ait olan Afrika
ve Avrupa’daki topraklar, İngiliz yönetimine geçmişti.
Artık İngiltere, Türkiye’nin tamamen parçalanmasını ve

35
Asya’d a (Kahireden Kalküta’ya uzanan) büyük bir koloni
imparatorluğu kurmayı düşünüyordu. (Suriye, Arabistan,
Mezopotamya ve Güney İran bu imparatorluğa dahil edil­
mişti) İngiltere geri kalan toprakları -dünya loca impara­
torluğunun sadık hizmetkârları olan- Rusya ve Fransa ile
bölüşmeyi uygun görüyordu.
İngiltere, Türkiye’yi parçalamak amacı ile “Balkan
Birliği’ni kurdu. Bu birlik vasıtası ile Şark’ta rahatça -d i­
ğer Avrupa devletlerinin müdahelesi olmadan- hareket
edebilmeyi umuyordu.
1890’d an beri İngiliz politikası İran, Arabistan ve
‘Küçük Asya’yı işgale yönelikti. Bu Lord Curzon’un gös­
terdiği hedefti yani; “Kahire’d en Kalküta’ya Büyük İngiliz
İmparatorluğu.”
Eskiden beri İngiliz localarının talebi olan ve “Bütün
Afrika” ve “Kahire’den Kalkütaya” sloganları ile ortaya atılan
“Büyük İngiliz İmparatorluğu” düşü, Birinci Dünya Savaşı sı­
rasında gerçekleştirilmişti.
1916 ■Aralık ayının sonunda İngiltere Sina
Yarımadasını, Bağdat’ı ve İran’ı (Rusya ile beraber) işgal
etmişti.
Yayılmacı İngiliz politikası bir düzine kadar Yahudi
Lordun elindeydi. İtilaf devletlerine egemen olan Yahudi­
lik, Filistin’in İngilizler tarafından işgalini “Büyük Britan­
ya’nın himayesinde kurulmuş Yahudi Millî Devleti” ola­
rak algılamış ve işgali şenliklerle kutlamıştı.
İlginçtir ki, İngiltere Filistin’i işgal etmeden önce,
İngiliz Dışişleri Bakanı Lord James Balfour, Lord
Rothschild’e bir mektup yazarak, İtilaf devletlerinin
Filistin’i Yahudilere vereceğine ve Yahudi Devletinin

36
A.B.D tarafından finanse edileceğine dair söz vermişti.9
Büyük Britanya’nın Başhahamı da İngiltere Kralı
George’u ve Kudüs’ü işgal eden General Allenby’yi teb­
rik etmişti.10
İngiliz basınının büyük bir kısmı da Filistinde bir
“Yahudi Devleti” kurulmasından yana idi.
“The Near East,” 16 Kasım 1917 tarihinde şöyle yazı­
yordu:
“Yahudi Cemaati ancak güçlü bir devletin (yani
İngiltere’nin) korumasında varolabilir.”11
11 Aralık 1917 tarihli “Daily Telegraph” da şöyle
diyordu:
“Açıktır ki, Siyonistler kutsal ülkedeki Yahudi resto­
rasyonunu İngiliz himayesinde gerçekleştirebilecekler­
dir.”12
Burada şunu da açıklamakta büyük fayda görüyo­
rum; İngiliz Kraliyet ailesi, kendilerinin Yahudi Kralı
David’in soyundan geldiğini iddia etmektedir.
İngiltere Kralı V. George’un büyükannesi Kraliçe
Viktoria, ailesinin İsrail kabilelerinden birinden geldiği­
ne dair ‘kutsal bir belgeye’ sahip olduğunu iddia etmiş­
ti. Başka bir iddiaya göre, İsrailli Prens Zedekias’m kızı
İrlanda Krallarından birinin karısı olmuştu.
Yahudi kanının İskoç Kralı Kenneth Mac Alpin (M.S.
384) yoluyla, İngiltere Kralı Birinci Jakob’a ondan da Kral
VII. Edward ve V. George’a ve nihayet Wales Prensine

9 Kaynak: Neue Züricher Nachrichten vom 1. Dezember 1917.


10 Kaynak: Reuter-Meldung vom 14. Dezember 1917.
11 Dr. Phil. Lazar Felix Pinkus “Von der Gründung des Judenstaates”
Zürich, 1918.
. 12 A.g.e.

37
kadar taşındığı iddiaları da vardır. Nitekim hem VII.
Edward, hem de Wales Prensi ‘David’ adını taşımaktadır.
Bu ilginç bağlantı da gösteriyor ki, dünyada hiçbir ülke
‘İngiliz Tacı’ gibi Yahudilerle bu kadar yakın ve samimi
olmamıştır.
Ayrıca İngiltere’de Yahudi kanı taşıyan aristokratla­
rın sayısı bir hayli fazladır. Bu da İsrail’e karşı duyulan
ilginin nedenini açıklamaktadır.
“Büyük Üstad “Kral VII. Edward’m samimi arkadaşı
olan (Yahudi) Sir Ernest Cassel kariyerini İngiliz-Çin-
Japon ve İngiliz-Mısır siyaseti ve ticareti üzerine yapmış­
tı.
Kral VII. Edward’m bir diğer samimi arkadaşı ise,
(Yahudi) Sir A rthur Abraham Sasson idi. (Ünlü uyuştu­
rucu taciri Sasson ailesinin bir ferdi)
Yirminci yüzyılın başında İngiltere yönetiminde bu­
lunan Yahudi-Mason Devlet adamları:
1- Earl of Reading (Rufus Isaacs) Sir Herbert Samuel,
1909’d an beri Londra Belediye Başkam.
2- Lord Montague.
3- Lord Robert Cecil.
4- Viskont Bryce.
5- Lord Lansdowne.
6- Lord Sheffield.
7- Lord Northcliffe (Harmsworth-Stern)- ‘Alliance
Israelite’ üyesi. “Yahudi Devleti” savunucusu.
8- Sir Edward Grey (Grau)-İngiltere eski Dışişleri
Bakanı ve "Yahudi Devleti’nin önde gelen savunucuların­
dan.

38
Aktif Siyonistlerin lideri Vladimir Jabotinsky13
Filistin’de yeni kurulan İngiliz-Yahudi Alayında, Albay
Patterson’un yanında yer almıştı.14
İsviçre’nin önde gelen Yahudi örgütlerinden olan
“Agudas Jisroel” ve “Alliance Israelite,” 27 Ocak 1918’de
Olten’de yaptıkları toplantıda Filistin’in İngilizler tara­
fından işgalinin “Yahudilerin Filistin ile ilgili ümitlerini
güçlendirdiği,” mesajını vermişlerdi.
O günlerde İtilaf Devletlerinde yaşayan Yahudileri
İsrailin ‘tam bağımsızlığı’ değil, kendi özel çıkarla­
rı ilgilendiriyordu. Yahudi kökenli politikacılar için,
Filistin’in “güçlü sömürgeci bir gücün himayesinde” ol­
ması onlar için yeterli idi. Çünkü, Yahudi ruhunun de­
rinliklerinde bir Rus Siyonistin söyledikleri yatıyordu
yani, Yahudi halkının çıkarları İngiliz halkının çıkarları
ile özdeşti.15
İlginçtir ki, Yahudi-îngiliz menfaatlerini koruyan
yalnızca İtilaf Devletleri değildi. 26 Temmuz 1917 tarihli
Berlin’de çıkan “Germania Gazetesi’nin bildirdiğine göre,
ABD’nin (Mason) Başkanı Woodrow Wilson 1916 yılının
ortasında Yahudi kanı taşıyan üç eski Amerikan elçisinden
oluşan (Morgenthau, Eckstein ve Profesör Frankfurter)
“Filistin Komitesi’ni İtilaf Devletleri nezdinde Siyonist
loca politikasını yaymakla görevlendirmişti.
Balfour-Wilson açıklamalarını takiben Amerikalı
Yahudiler 18 Kasım 1917’de Filistin’le ilgili dev bir kongre
düzenlediler.16

13 Jabotinsky nin Jöntürklerle ilişkisi için bakınız, “Dünyanın Gizli


Tarihi.
14 Pinkus, “Von der Gründung des Judenstaates.”
15 A.g.e.
16 Kaynak: Neuen Züricher Zeitung vom 17. November 1917.

39
Bu kongreye 400.000’d en fazla Siyonist-Yahudi katıl­
dı. Bunlar arasında Amerikan “Yüksek Maliyesi’nin önde
gelen isimleri de vardı.
Burada Amerikalı Yahudiler İtilaf Devletleri’nin
politikalarına tam destek verdiklerini açıkladılar.
24 Aralık 1917de New York Carnegie-Hallda bir
toplantı daha yapıldı. Burada Amerikalı Siyonistler
Filistindeki Yahudilerin hakkını savunan İngiliz
Hükümetine övgüler yağdırdılar.
1917deki bu toplantıdan az bir zaman önce, ABD
Başkanı (Mason) W. Taft Washingtonda yaptığı bir ko­
nuşmada yakında toplanacak olan Barış Kongresinde
Yahudi meselesinin de tartışılacağını behrtmişti.
İngiliz gazetesi “Weekly Dispatch,” Nisan 1917 tarih­
li sayısında “ABDdeki hemen hemen tüm devlet adamla-
9

rımn Filistinde bir Yahudi Devleti kurulmasından yana”


olduklarım yazıyordu.
ABD gazetelerinden biri olan “New York Evening
Post” 11 Aralık 1917 tarihli sayısında “Siyonistlerin
İngiliz himayesinde bir Yahudi Devleti kurulması konu­
sunda birleştiklerinden” söz ediyordu.
İngiltere’nin sadık bir hizmetkarı olan Fransa’d a
ise Mason birader Gustav Herves “Victoire Gazetesi’ne
verdiği bir demeçte “Yahudi Devletinin kuruluşunu
kayıtsız şartsız desteklediğini” açıklıyordu. Fransa’nın
(Mason) Dışişleri Bakam Pichon, 9 Şubat 1918 tarihin­
de Siyonistlerin temsilcisi Nahum Sokolov’a yaptığı bir
açıklamada, “İngiliz ve Fransız Hükümetlerinin Filistin
konusunda tam bir mutabakat halinde olduklarını” be­
lirtmiştir.

40
Ocak 1917’de ilk devrimci Rus Hükümetinin
temsilcileri olan Mason devlet adamları (Miljukow,
Prens Lwow ve Kerenski) müttefikleri İngilizler’in loca
politikasını destekliyorlardı. Devrimci Rus Hükümeti,
Filistinde kurulacak olan bir Yahudi Devletini destekle­
yeceğini bildirdi.
İngiltere, Siyonistleri Filistindeki tek yetkili devlet ku­
rucuları olarak tanırken, Almanya ve Türkiye haklı olarak
“Siyonistleri bütün Yahudilerin gerçek temsilcileri olarak
görmediklerini” açıklamışlardı.
İngiltere ve İtilaf Devletleri’ni masonik-Siyonist
sözcüler (Northcliffe, Swaitling, Burnham, Rothschild,
Jabotinsky, ABD eski İstanbul Büyükelçisi Morgenthau,
Elkus, ABD Yüksek Mahkemesi Başyargıcı Brandeis
v.b) temsil ederken, Almanya ve Türkiye de merkezi
Berlinde olan “Siyonizm Eylem Komitesi” (engeren
Aktionskomitees des Zionismus) Başkanı Avukat Dr,
Hantke’yi destekliyordu.
Bu komite Max Nordau’nun İtilafçı-Siyonist plânına
karşı mücadele vermekteydi.
Almanyadaki bu komitenin yanısıra Yahudi Büyük
Locasına (Unabhaengige Orden B’nai-B’rith) dahil olan
yedi adet Yahudi örgütü daha vardı. Bunlar Almanya’nın
(Filistindeki) Şark politikasından yana idiler ve doğaldır
ki, Ingiltere’nin “Dünya Egemenliğini” hedefleyen ve o
güne kadar İngilizler tarafından finanse edilen Siyonist
plânlara17karşı çıkıyorlardı.

17 Alman yazar Kari Heise’ye göre, Siyonizmin kökeninde ‘İngiltere­


’nin Dünya Egemenliği’ planları vardı. Örneğin; Yüksek dereceli
Mason F. de Rothschild “Anglo-Jewish Association” ve Siyonist
banka “Jewish Colonial Trust”ı (Sermayesi 50 milyon Frank idi)

41
îtilafçı Siyonistlerin, Alman Siyonistlerinden çok
farklı plânları vardı. Bu bize İngiliz-Alman gerginliği­
nin ana sebeplerinden biri olan “Bağdat Demiryolu
meselesi”nin nereden kaynaklandığı konusunda bir fikir
vermektedir.
Açıkça belliydi ki, İttifak Devletleri sınırları içinde
yaşayan üç milyon Yahudi, İngiltere’nin Filistin’i işgalini
onaylamıyordu.

Alliance İsraelite’in (A.î) Birinci Dünya Savaşı sırasında


etkinliği:
Ünlü Siyonist örgüt Alliance İsraelite, Birinci Dünya
Savaşı sırasında İtilaf Devletlerini ve özellikle ‘İngiliz
Tacı’nı var gücüyle desteklemişti. İtilaf Devletleri’nde
de, başta İngilizler olmak üzere, Alliance İsraelite’nin çı­
karlarına hizmet eden bir çok masonik politikacı vardı.
Bunlara kısaca bir göz atalım:
İngiltere’de; Sir Cecil Rhodes, Northcliffe, Swaitling,
Rothschild, Lawson, Wandsworth, Bumham, Bumay, Rufiıs
Isaacs, Kienross (Rosenbaum), George Emest (Seligsohn),
B.L. Putnam (Simonsohn), Sir Ernest Cassel (İngiltere Kralı
VIL Edward m yatan dostu. Kişisel serveti 250 Milyon Frankı
aşıyordu.) Sir Edward Sasson (Sassoon).
kurmuştu. Bu bankanın diğer bir yan kuruluşu olan “Anglo Pa­
lestina Companyf Filistin’in İngilizler tarafından işgali sırasında,
İngiltere’ye mali destek sağlamaktaydı. Musevi kökenli Alman
Bakan Dr. Walther Rathenau, 300 Yahudi maliyecinin Avrupa’nın
bütün ekonomik hayatını kontrol ettiğini söylerken hiç de müba­
lağa etmiyordu. İngiliz Siyonistlerinin avukatlığını yapan (Mason)
Lord Balfour (Asıl adı ‘BaaP olup, Musevi kökenli idi.) da bütün
gücü ile Almanların ‘Bağdat Demiryolu Projesine karşı çıkmıştı.
Ona göre, İngilterenin dışında hiçbir ülke Basra Körfezine uzanan
demiryolu inşa edemezdi.

42
Fransa’da; Rothschild ve Lavino.
İtalya’da; Büyük Üstad (Yahudi) Lemmi, Adalet
Bakanı Gallo, Hazine Bakanı Luigi Luzzati, Hazine
Bakanı Majo-rana, Eğitim Bakanı Rava, Dışişleri Bakanı
Sonnino, Savaş Bakanı Ottolenghi, Büyük Üstad (Yahudi)
Nathan.
Belçikada; Waxweiler.
ABD’de; Roosevelt (Rosenfeld), Nathan Strauss,
Morgan, Bernard Baruch (ABD’deki bütün savaş endüs­
trisinin başkanı).
Almanya’d a Alliance İsraelite etkili olamamıştı, çün­
kü Alman Yahudiliğinin büyük bir bölümü Almanya’nın
millî çıkarlarından yanaydı. Bu sebepten İngiliz egemenli­
ğine ve İtilaf Devletlerinin politikalarına karşıydı. İşte bu
nedenledir ki, Alliance İsraelite’in etkisi İtilaf Masonluğu
ile sınırlı kaldı.
İngiltere’nin dünyadaki sömürge imparatorluğu­
nun tek bir rakibi vardı o da; Almanya idi. Bu nedenle
İngiliz Masonluğu ve emrindeki kuruluşlar bütün kinle­
rini Almanya’ya kusmaya başlamışlardı. İngiltere, siyasi
rakiplerini tasfiye etmek için, (kuzeni ABD’nin 21. yüz­
yılda yaptığı gibi) “dünyanın demokratikleştirilmesin-
den”18 söz etmeye başlamıştı. Başlarında önde gelen loca

18 I. Dünya Savaşı’m çıkaran “devletlerüstü gücün” baş hedefi Orta


Avrupa Monarşilerinin (yani Almanya ve Avusturya-Macaristan)
yıkılarak, yerine demokratik sistemlerin yerleştirilmesi idi. Alman
ve Avusturya Kayzerlerinin tahtlarından indirilmiş olması, İtilaf
Masonluğunun bu konuda ne kadar başarılı olduğunun delilidir.
İlginçtir ki, Alman İmparatoru Kayzer II. Wilhelm ve Avusturya
İmparatoru Franz Joseph mason değildiler.
I. Dünya Savaşı sırasında Paris’teki “LAvant Garde” Locası, Fransız
Hükümetine başvurarak, Alman İmparatoru Kayzer II. Wilhelm,
Avusturya İmparatoru Franz Joseph, Prusya veliahtı, Bavyera, Sak­

43
gücü İngiltere olmak üzere Fransa, Rusya, İtalya, Portekiz
ve Sırbistan bu “demokratik” ideolojinin bayraktarlığını
yapmaya başlamışlardı.
İngiliz “demokratikleştirme” misyonu Almanya
ile sınırlı değildi. St. Petersburg’daki (Rusya) İngiliz
Büyükelçisi (Mason) Buchanan, İngiltere’nin (Yani İngiliz
Büyük Locası nm) görevlendirmesi ile Rusya’d aki ‘liberal’
devrimi başlatmıştı.
Daha Rus Ç an Nikola işbaşmda iken İngiltere, Rus-
yaüan Büyük Britanya’nın çıkarlarına uygun bir iç politika
izlemesini istemişti.
Rus ihtilali olmadan önce, St. Petersburg’d a çı­
kan bir Rus gazetesi olan, “Birshewija Wjedmosti,”
İngiltere’nin Rusya’nın içişlerine karışmasını protesto
etmiş ve Petersburg Konferansının sonuçlarının doğ­
rudan İngiliz çıkarlarına hizmet edeceğini açıklamıştı.
St. Petersburg’daki İngiliz Büyükelçiliği 12 Mart 1917’de
Rus devrimine aktif bir şekilde destek vermiş ve hatta
Buchanan ve adamları elçilik önünde “kraliyet” marşını
çalmışlardı. 10 ve 11 Mart 1917’deki ihtilalden sonra Çar
tahttan ayrılmak zorunda kalmış, Mason Miljukow baş­
kanlığında kurulan hükümet İtilaf Devletleri ile dostluk
stratejisine-özellikle ABD ile, çünkü buradan finansal
yardım bulmuştu-sadık kalacağını açıklamıştı.

sonya, Württemberg Kral ve veliahtlarının Almanya’yı işgal eden


Fransız Ordusunda kurulacak bir mahkemede savaş suçlusu ola­
rak yargılanmalarını istemişti. (Kaynak: Dr. jur. Heinz Brauweiler,
Mason dergisi “Latomia,” Nr. 19, 1916 ve “Die Brüder im Weltkri­
eg” S.44)
“Badischer Beobachter’in (1917, Nr. 247) yazdığına göre, 1888’d en
beri Fransız Masonları Almanya’nın demokratikleşmesi için
uğraşıyordu.

44
“Neue Züricher Nachrichten” (1917, Nr. 77) ga­
zetesinde yer alan bir habere göre, İngiliz Büyükelçisi
Buchanan Rus devrimi” için “Bu devrim İngiliz-Rus dost­
luğunun taçlandırdmasıdır,” demişti.
“Het Vlaamsche Niews” adlı bir Hollanda gazete­
sinin masonik “London Times Gazetesi’ne atfen verdiği
bir haberde, “Rus devriminin aslında bir İngiliz devri­
mi olduğunu ve bu devrimin mimarlarının Büyükelçi
Buchanan ve Lord Milner olduğunu” yazıyordu.
“Stockholmer Nachrichten,” Times’in yazdıklarını
doğrulayarak Solcu-Sosyalist Lenin ve Steckanow’un ortak
bir demecini yayınladı. Burada Lenin, “İngiliz ve Fransız em­
peryalistlerinin Miljukow ve Gutschkow hükümetini satın
aldığını” açıklıyordu. (Miljukow ve Gutschow daha sonra il­
gili bakanlıklardan istifa etmek zorunda kaldılar.)
Berlin’de çıkan “Deutsche Tageszeitung” (10 Nisan
1917 tarihli sayısı) Buchanan için şöyle yazıyordu:
“Buchanan Makedonya’d aki ihtilallerle de (1904-
1905) yakın ilişkilidir.”19
Muhammed Adil Schmitz du Moıılin “Der İslam”
(Leipzig 1904, S.99-101) adlı kitabında “îngilizler’in
Ermenileri20 kışkırtarak, Türkler’e karşı isyan ettirdiğini”
yazmaktadır.
1898’de Friedrich Naumann, Filistin gezi notlarında

19 Burada söz konusu olan Bolşevik devrimi olmayıp, Mart 1917’de


(Rus takvimine göre Şubat) Petrograd’ta meydana gelen karışık­
lıklar sonunda, Çarlık rejiminin yıkılması ve yerine burjuvazinin
desteklediği liberal cumhuriyetçi bir hükümetin kurulmasıdır.
20 Bu isyanlar sırasında Ermeni Patriği Krihmiyan, Ermenilere yö­
nelik bir beyanname yayınlayarak, “Eğer çıkarlarınızı korumak
istiyorsanız Osmanlıya sadık kalın. Barış ve huzur içinde yaşamak
istiyorsanız OsmanlI’d an daha iyisini bulamazsınız” demişti.

45
şunları yazmıştı:
“îngilizler, Ermeniler’i kullanarak Sultan
Abdülhamit’i devirmeyi plânlıyorlardı. Silivrideki Ermeni
gemiciler, İngiliz denizaltı üssüne hizmet için tekneler ki­
ralamışlardı.”
Türkiye’de ki Ermeniler isyana teşvik edilirken, Rus
Miljukow ve ABD Başkanı Wilson savaşın (yani Birinci
Dünya Savaşının) hedefinin “Türkleri Önasya’dan sür­
mek ve bir ‘Ermeni Devleti’ kurmak”21 olduğunu açıklı­
yorlardı.
Rus Miljukow İngiliz-Amerikan localarının ada­
mı olduğu için, öne sürdüğü hedef aslında çok önceden
belirlenmiş İngilizler’in savaş hedefi idi.
Burada bahsedilmeye değer bir Türk düşmanı kitap
ise, İngiltere’ye sadık bir Bedevi olan Faiz El-Ghassein’in
“Türk Egemenliği” adlı kitabıdır. El-Ghassein Ermenilere
yönelik uygulamalardan tamamen Türkleri sorumlu
tutuyordu. Fakat Ghassein kendisinin gizli bir örgüt üye­
si22 (Dürzi) olduğunu saklamaktaydı.

21 ABD Başkanı Wilson, Osmanlı’yı etnik olarak parçalamayı,


Anadolu’d a bir “KÜRDlSTAN” ve bir “ERMENİSTAN” kurulma-
sın^plânlıyordu.
22 Günümüzde de varlıklarını devam ettiren Dürziler, Harran ova­
sında ve Lübnan’da yaşayan mistik gizli bir örgüttür. Dürzi ismi,
örgütün kurucusu Majisyen Muhammed el Derezi veya Daresi’d en
türemiştir. Diirzilere Tsmaili’ler de denmekteydi. Bunlar İran ve
Suriye’de yaşayan bir kısım “Sufi’lerle, eski “Ophif le r (Hıristiyan­
lığın erken dönemlerinde Frigya’d a ortaya çıkan bir Yahudi mez­
hebi) ve “Nazarenliler’in (Mandenler’in) inançlarının karışımın­
dan ortaya çıktığı iddia edilmektedir. Dürzilerin etnik bakımdan,
Kürt’ler ve Mardinli Arapların bir karışımı olduğu söylenmekte­
dir. Albay Churchill’e göre, Okhal’ler (veya Dürziler)-Yahudiler
gibi-yalnız kendi ırklarından olanlarla evleniyorlardı. Blavatsky’in

46
Faiz El-Ghassein hem Dürzi, hem de Lübnan’daki
“Ermenistan’ı Türk Egemenliğinden Kurtarma” gizli ör­
gütünün bir üyesi idi. Bu örgüt İngiltere ve Fransa’nın des­
teği ile kurulmuştu. El-Ghassein zararlı faaliyetlerinden
dolayı Diyarbakır’d a hapse atılmış, fakat nüfuzlu dostla­
rının yardımı ile kaçmayı başararak, İngiliz egemenliğin­
deki Bombay’a sığınmıştı. Şeyh Faiz El-Ghassein’in iddi­
asına göre Türkleri sözde Ermeni soykırımına zorlayan
müttefikleri Almanlar23 idi.
El-Ghassein iddialarını bir adım daha öteye götü­
rerek, Cemal Paşanın Araplara yaptığı kötülüklerin de
sorumlusunun Almanlar olduğunu söylüyordu.
Türkiye aleyhinde faaliyet gösteren altı Ermeni gizli
örgütünün yanısıra, Rusya’d a yaşayan Ermeniler’in kur­
duğu (1888) gizli bir örgüt vardı. Bu örgüt açıkça Rus
düşmanıydı. Savaşın (Birinci Dünya Savaşı) çıkması ile
birlikte, isyanlar çıkarmaya ve düşmanla işbirliğine baş­

“Isis entschleiert” adlı kitabında (S.291 ve S.306) belirttiğine göre,


Dürzilerin ana locası Hindistan’ın güneyinde idi. Dürziler reen-
karnasyona (yeniden doğuşa)ve el-Hakim-beamrihiye (yani ebedi
Tanrıya) inanıyorlardı. Dürzilerin mistik örgütüne “AkkalTer Ce­
miyeti” (Akkal=Bilge, inisiye, aydınlanmış) deniyordu. Dürzilerin
bazı öğretileri, İskoç M asonluğunun yüksek derecelerinde öğreti­
len siyasi gizli öğretilere benzemektedir.
23 Ruslarla işbirliği yapan Ermenilerin Müslümanları katlettikle­
ri, 80 bin Müslümanm Bitlise doğru kaçtıkları 17 Mayıs 1915’te
Erzurumdan İstanbul’a, oradan da Alman Dışişleri Bakanlığına
bildirilmişti. (Kaynak: Lepsius, Deutschland und Armenien)
Alman konsolosluk raporlarına da yansıdığı gibi, I. Dünya Savaşan­
daki ilk yenilginin ardından, istilacı ordulara gösterilen silâhlı
Ermeni desteği, Alman Genelkurmayının da ısrarlı önerisiyle teh­
cir (zorunlu göç) kararının alınmasına sebeb oldu. Tehcir kararın­
da, ordunun hareket alanını güvenceye almak ve Müslümanlarla
Ermeniler arasındaki çatışmaları önlemek amacı olduğu açıktır.

47
layan Ermeniler Muş’d a “otonomi” isteğiyle ayaklanmış­
lardı.
Ermenilerin en önemli siyasi hedefi “Ermenistan’ın
Siyasi Bağımsızlığı” idi. Bunu da “Avrupalı Büyük Güçlerin”
(Yani İngiltere’nin) destek ve himayesinde gerçekleş­
tirmek istiyorlardı. İtilaf localarına mensup Buchanan,
Ilyod George, Miljukow, Wilson v.b politikacıların plânı
Türkler’in Ermenilerin yaşadığı bölgelerden sürülmeleri
idi.
Türkler, Ruslarla yaptıkları son savaşta Ermenilerin
kendilerine nasıl ihanet ettiklerini ve onların Enver Paşa
ve Talat Paşaya karşı suikastlar plânladıklarını biliyorlar­
dı.
Ermenilere karşı açılan bir suikast davasında, İngiliz
Savaş Bakanı (Mason) Lord Kitchener’in suikastçılara
Talat Paşanın24 öldürülmesi için 20.000 Sterlin=504.000
Frank verdiği ortaya çıkmıştır. (Lord Kitchener, ‘Büyük
Britanya Birleşik Locasına mensuptu.)
İngiliz yazar Heckethorn 1896 yılında Şarkı
24 Talat Paşanın öldürülmesini Ankara Hükümeti nasıl yorumlamış­
tı?.. Buna ilişkin resmi bir belge bulunmuyor. Ama Ankara Hükü­
metinin resmi organı sayılan Hakimiyet-i Milliye’nin haberi veri­
şinden ve yorumundan bunu çıkarabiliyoruz. 20 Mart 1925 tarihli
gazetenin yorumu şöyle:
“ Bu cinayetin sebebini her şeyden evvel, İngiliz suikastlarında ara­
mak zaruridir. İngilizlerin, askerle ve politikayla başa çıkamadıkla­
rı Türkiye’ye bugün mikyası geniş bir suikast tertibatı ihzar ettik­
leri anlaşılıyor. Bu menfur cinayet İngiliz hıyanetinin beşeriyetin
yüzünü kızartacak ne çirkin bir raddeye ilerlediğini bir kez daha
gösterir. Ingilizler, menfur politikalarıyla gasıb-ı harplerine şimdi
bir de Türk ricalini gizlice arkadan vurmak şeneatım ilave etti­
ler....
Vefatı cidden şayan-ı eseftir. Cenab-ı Hak rahmeti aliyesine maz-
har eylesin.”

48
Karahisar’d a gizli bir Ermeni Cemiyetinin kurulduğun­
dan bahseder.
1895de İstanbul’da meydana gelen Ermeni
ayaklanmalarında “Hm çak Komitesi” önemli bir rol oy­
namıştı. Bu komite bir ‘iç ayaklanmayı’ planlamıştı ve ko­
mitenin Paris ve Londra’daki merkezlerinden talimat alıyor­
lardı. Başka bir gizli Ermeni örgütü olan “Froşak” (Bayrak)
mensupları 26 Ağustos 1896’da Osmanlı Bankası’na sal­
dırmışlardı. Saldırıyı düzenleyenler daha sonra Londra’ya
kaçmışlardı.
Bilinen diğer gizli Ermeni örgütleri ise şunlardır;
“Ab-dag,’ ‘Taşnak,’ ‘Geisag’ ve ‘Voçinşak.’
Gizli bir Ermeni örgütünün (yazar K. Heise bunun
hangi örgüt olduğunu belirtmemiş) 1896 yılında ele geçi­
rilen programının 14. maddesinde, Osmanlı Devletinin
yüksek dereceli memurlarının kaçırılarak devlet sırla­
rının ifşaa edilmesi, 15. maddesinde ise, Osmanlı Posta
arabalarının soyulması vardı,
1895’de İngiliz E.J. Dillon 306 Ermeni teröristi ile iş­
birliği yaparken, yine aynı tarihte İstanbul’daki Fransız Bü­
yükelçisi (Mason) Paul Cambon, Fransız Dışişleri Bakanı
(Mason) Hanotaux ve İngiliz (Mason) James Bryce ile bir­
likte, Bab-ı Ali’ye çıkarak İngiliz ve Fransızların istediği
şekilde, “Ermeni Reformlarının biran önce yapılmasını
istiyorlardı.
Bu Ermeni gizli örgütlerinin yanısıra, Türkiye’nin iç­
ten yıkılması için çalışan Fransız Grand-Orient’i, İtalyan
Grand-Orient’i ve “Eski ve Kabul Edilmiş İskoç Riti’nin
Süprem Konseyi (33. dereceden Masonlar Komitesi)
Türkiye’nin her yerinde örgütlenmeye başladı. Bu localar­

49
da Ermeniler, Yunanlılar ve Yahudiler büyük çoğunluğu
teşkil ediyorlardı.
Balkan Birliği Başkanı İngiliz ajanı Yahudi-Mason
Noel Buxton’un çabalarıyla ‘Osmanlı Maşrık-ı Azamı’na
bağlı 50 Türk Locası Makedonyadaki askeri birliklerine
bağlı Türk subaylarla doldurulmuştu.
Selanik’teki Yunan Locası “Philliphos,” İtalyan Locası
“Çalışma ve Işık,” Fransız Locası “Hakikat” ve İtalyan
Yahudisi Emanuel Karasu önderliğindeki “Makedonya
Locası” Türk aleyhtarı Balkan politikası izlemekteydi.
İngiliz sömürge imparatorluğunun belkemiğini oluş­
turan İngiliz Bankaları Yahudi-Masonlarmın elindeydi.
Buna birkaç örnek vereyim; ‘London City’ Bankasının
sermayesi 224 Milyon Frank ve Rezerv Sermayesi 225
Milyon Frank idi. 1549 şubesine ilaveten Fransa’nın altı
büyük şehrinde, Brüksel’de ve Antwerp’de şubeleri var­
dı. London City Bank’ın giremediği yerlere ‘National
Provincial and Union Bank in London’ giriyordu. Bu iki
bankanın 240 Milyon Sterlinden fazla depoziti vardı.
Yahudi Baron Cunliffe (Kohnleben) ‘İngiliz
Bankasının ve Londra’daki Rothschild Bankasının direk­
törü idi. Birinci Dünya Savaşı sırasında İngiltere’nin ihti­
yacı olan altın Güney Afrika’daki maden şirketleri tara­
fından İngiliz bankalarına sevkedilmiş ve satış ajanlarına
“madenden çıkarılmış altın” diye sunulmuştu. Bunların
ilk işi ABD’ye aşırı miktarda altın satmak olmuştu. (Altın
o günlerdeki değerinin %15 fazlasına satılıyordu.)
Bu işlemler sayesinde İngiliz sermayesi yeniden
Amerikan Morgan Trust ile ilişki kurma fırsatını bul­
muştu. İngiliz banka sermayesi, Macar silâh ve cephane
fabrikatörü Yâhudi kökenli Manfred Weiss’in fabrikasını
50
satın alarak, Alman cephesinin karada ve denizde çöker­
tilmesini sağlamıştı.
Ayrıca İngiliz Havelock Wilson, Alman Deniz
Nakliye Sendikası başkanma grev yapmaları için 20.000
Mark rüşvet vermişti. (Bu para İngiliz Bankası tarafından
ödenmişti)

51
Ü Ç Ü N C Ü BÖLÜM

BİRİNCİ DÜNYASAVAŞI SIRASINDA


ANGLO-SİYONİSTFAALİYETLER

1914 yılında Birinci Dünya Savaşı çıktığında İngiltere


Başbakanı H. H. Asquith idi. Asquith’in ‘Beynelmilel
Bankerler’in hoşuna gitmeyen bir yanı vardı. O bir Anti-
Siyonistti.
‘Beynelmilel Bankerler’ Asquith Hükümetini
değiştirmeye karar verdiler. Bu amaçla Iloyd George25 ve
Winston Churchill “biraderlerin” etkili olduğu bir koa­
lisyon hükümeti oluşturdular.
Lloyd George, yıllardan beri Rothschild’ler tarafın­
dan planlanan ve finanse edilen Siyonist Hareketin avu­
katlığını yapıyordu.
Winston Churchill de politik hayata ilk atıldığı gün­
den beri siyasi Siyonizmi desteklemişti.
1917’de ‘Beynelmilel Bankerler’ hem Siyonist, hem
de Bolşevik hareketleri desteklemeye başlamışlardı.
İngiliz kabinesinin Rusya’da neler olup bittiğini bilme­
mesi imkânsızdı. Buna rağmen, Troçki ve diğer devrimci
Yahudi liderler New York’tan Rusya’ya gemi ile giderken
25 Lloyd George’un gerçek adı “David Levi” idi. (Kaynak: “Semi Im­
perator Wilhelm II,” Verlag Franz Eher Nachf. München)

52
Halifax’d a kısa bir süre alıkonduktan sonra (İngiliz Hükü­
metinin müdahalesi sonucu) serbest bırakıldılar.
Rus İmparatorluğunun çökmesinin, güçlü Rus or­
dusunun müttefikler (İtilaf Devletleri) safından çekilme­
si anlamına geldiği çok açıktı. Doğuda Ruslarla savaşan
Alman orduları birliklerini bu bölgeden çekerek Batı
Cephesindeki savaşa verebileceklerdi.
Bu gerçeğin bilinmesine rağmen, Enternasyonal
Maliyeciler’in planının gelişmesine mani olmak için hiç­
bir şey yapılmadı.
İngiliz Hükümeti Rusya’daki durumun giderek kötü­
leştiğinin farkındaydı. Bu mesele kabinede görüşüldü ve
Lord Kitchener’in (Bir önceki bölümde bu şahıs hakkın­
da bilgi v e r ilm iş ti) R u s o r d u s u n u y e n id e n o rg a n ize e tm e s i­
n e k a r a r verildi. Lord Kitchener ‘HMS Hampshire’ gemi­
siyle Scapa Flow’d an yola çıktı. Fakat 5 Haziran 1916’da
‘HMS Hampshire’ esrarengiz bir şekilde batırıldı. Lord
Kitchener de dahil olmak üzere mürettebattan bir düzine
adam kayboldu.
İngiliz Hükümeti, ‘HMS Hampshire’ın bir Alman
denizaltısı veya mayını tarafından batırıldığını açık­
ladı. Fakat bu resmi yalandı. W. Guy Carr 1932’de ya­
yınlanan “H e ll’s A n g e l o f th e D e e p ” adlı kitabında, ‘HMS
Hampshire’m bir sabotaj sonucu (pusulasının bozulması
ile) North Shoals Kayalıklarına çarparak battığını açık­
lamıştı.
Alman Generali Erich von Ludendorf, ‘HMS
Hampshire’ ve Lord Kitchener’in ölümü ile ilgili bir
araştırma yapmış ve geminin bir Alman denizaltısı veya
mayını tarafından batırılmasının söz konusu olmadığını
açıklamıştı. Ludendorf geminin batmasının ‘Tanrının bir
53
lütfü olduğunu söylüyordu. Çünkü, “Kitchener yaşasa ve
Rus ordusunu yeniden organize etseydi, Bolşevikler dün­
yanın en mükemmel ‘savaş makinasına’ sahip olacaklar
ve böyle bir güç, “Komünizm”i hiçbir engel tanımadan
bütün dünyaya rahatlıkla yayabilecekti.”
Menşevik ayaklanması ve Kerensky Hükümeti’nin
devrilmesinden sonra, Rus ordusunun yeniden organize
edilmesi, ‘Beynelmilel Bankerler’in işine gelmemişti.
Lord Kitchener 1916’d a Rus ordusunu yeniden organi­
ze edebilseydi, böyle disiplinli ve eğitimli bir güce karşı
Lenin ve Troçki’nin hiçbir başarı şansı olamazdı.
Tarihi kayıtlar, Winston Churchill ve Lord Kitchener
arasında 1914-1916 tarihlerinde uygulanan askeri politi­
kalar konusunda çok sert tartışmalar yaşandığını ortaya
koymaktadır.
Lord Kitchener, ChurchilTin 1914’te Antwerpe bir de­
niz birliği yollamasına karşıydı. O Churchill’in Çanakka­
le’yi istila planına da karşı çıkmıştı.
Her iki harekâtın da ne kadar yanlış olduğunu tarih
ispatlamıştır.
W. G. C arr’a göre, Çanakkale harekâtı, Churchill
kara ve deniz kuvvetlerinin ortak bir harekata girişme­
sini beklemeseydi, başarılı olabilir ve savaşı 1916 yılında
sona erdirebilirdi. Churchill’in Lord Kitchener’in tavsiye­
lerini dinlememesi, Çanakkale harekâtını daha başından
kaybedilmeye mahkum etmişti.
İngiltere’nin 1916 yılında savaşı bitirmemesinin se­
bebi, koalisyon hükümetinin Rus Hükümeti devrilmeden,
ABD’d en mali ve askeri yardım alamayacağını bilmesin­
den kaynaklanıyordu.

54
O sıralar Rusya’da olaylar şu şekilde gelişmektey-
dı;
1) Menşevikler 1917 Şubatında Rus İhtilalini
başlatmışlardı.
2) 15 Mart 1917’de Çar tahttan çekilmişti.
New York’taki Kuhn-Loeb& Co. Bankasının ortağı
Yahudi Jacob H. Schiff, müttefiklere mali yardım yapıl­
masını önleyen kısıtlamaları kaldırttı. J. Schiff’in oğlu
Mortimer Schiff, Sir Ernest Cassele bir telgraf çekerek,
“Almanya ve Rusya’daki son gelişmeler müttefik hükü­
metleri finanse etmemizi önleyen engeli ortadan kaldır­
mıştır,” diyordu.
5 Nisanda İngiliz Hükümeti Dışişleri Bakanı A. James
Balfour’u ABD’ye göndereceğini açıkladı. Balfour’un ama­
cı, Amerikan bankerlerine, ABD’yi müttefikler safında sa­
vaşa sokabilirlerse, İngiliz Hükümetinin Siyonizme siyasi
destek verebileceği mesajını iletmekti.
7 Haziran 1917’de Amerika savaşa girdi. İlk
Amerikan birlikleri Fransa’ya ayak bastı.
18 Temmuz 1917’de Lord Rothschild, Balfour’a şu
satırları yazıyordu: .
“Sayın Bay Balfour;
En sonunda benden istediğiniz çözüm formülünü
size gönderebildim. Şayet Majesteleri Hükümeti bu for­
müle uygun bir mesajı bana iletebilir ve onu desteklerse,
bunu Siyonist Federasyonunun yapılacak kongresine su­
nabilirim.”
Taslak deklarasyon şu şekildeydi;
1) “Majesteleri Hükümeti prensip olarak, Filistin’i
Yahudi halkının millî yurdu olarak kabul eder.”

55
2) “Majesteleri Hükümeti bunu başarabilmek için
elinden gelen gayreti esirgemeyecek ve gerekli tedbir ve
yöntemleri Siyonist örgütlerle görüşecektir.”
Balfour ve İngiliz Hükümeti, Lord Rothschild ve
Siyonist dostlarının dikte ettirdiği şartları kabul etmişti.
Bu anlaşma sonucunda 28 Ağustosta Yahudi Sir H erbert
SamuePe Viskont’luk unvanı, Yahudi Sir Alfred Mond’a
da Lord’luk unvanı verildi. Rothschild’in İngiliz kabinesi­
ni ikna etmesi sonucunda, Yahudi Lord Reading (Rufus
Isaacs) ABD ye gönderilen ‘EkonomikMisyonun başkanı
seçildi. Lord Reading o günlerde çok konuşulan ‘Marconi
Skandalı’na da karışmıştı.
Lord Reading’in ABD Hükümeti ile 1917 Eylülünde
ne gibi pazarlıklar yaptığı bilinmiyor. Sızan bilgiler­
den, anlaşmanın ‘Bank of England’ ile ilgili olduğu sa­
nılmaktadır. Çünkü ‘Bank of England’ 1919’d an sonra
Amerikalıların gözetiminde yeniden organize edildi.
1917 Eylülünde Kuhn-Loeb& Co. bankasının büyük
ortağı Jacob Schiff ‘Siyonizm Meselesi’ ile ilgili olarak
yakın dostu Friedman’a şunları yazıyordu;
“Halkımızı Filistin’e yerleştirmeye yönelik büyük
bir göç dalgası başlatmak için Amerika, İngiltere ve
Fransa’nın iyi niyetlerini güçlendirmek gerekmektedir.
Halkımız yeterli nüfus çoğunluğuna ulaştıktan sonra,
Filistin’de bir otonomi elde etmek için gerekli güvenceleri
almak daha kolay olur.”
26 Eylül 1917’d e Kuhn-Loeb&Co.’nun yasal danış­
manı Louis Marshall, diğer bir Siyonist arkadaşı Max
Senior’a şöyle yazıyordu;
“İngiliz Yahudiler Liginden Binbaşı Lionel de
Rothschild’in bana anlattığına göre, örgütü ‘A merikan
56
Yahudi Komitesi’ ile bir anlaşma yapmış. Balfour
Deklarasyonu “Büyük Güçler” tarafından kabul görmüş
yüksek diplomasimizin bir sonucudur.
Siyonizm uzun vadeli plânımızın sadece bir parça­
sıdır.26 Siyonizm daha güçlü bir silâhın asıldığı kanca gi­
bidir. Muhaliflerin protestoları bizim için bir mana ifade
etmemektedir.”
Louis Marshall’ın bahsettiği ‘Uzun Vadeli Plan’
kimlerle ilgiliydi?.. Merkezleri İngiltere, İsviçre ve ABD’de
bulunan ve “Dünya İhtilali Hareketi’ni örgütleyen bu
“GİZLİ GÜÇ” kim veya kimlerden oluşuyordu?..
Hiç çekinmeden söyleyebiliriz ki, bu güç
“ILLUMİNATİ”yi oluşturan “Uluslararası Maliyeciler”
idi.
‘Uluslararası Maliyeciler’ dünyadaki bütün ser­
vetleri, doğal kaynaklan ve insan gücünü sınırsız olarak
kontrol etmek istiyorlardı.
20. yüzyılın başında İngiltere’nin büyük sanayi kuru­
luşlarının çoğu tanınmış Siyonistlerin elinde idi
Ortada hiçbir geçerli neden yokken 1915-1916 yılla­
rı arasında İngiltere’de patlayıcı, silâh ve mühimmat için
gerekli kimyevi maddeler sıkıntısı başgösterdi (Bu silâh
ve mühimmatın bir kısmı Rusya için sipariş edilmişti).
Dolayısıyla gerek Rus ordusu, gerekse İngiliz ordusu için
top ve tüfek mermisi sıkıntısı başgösterdi. Bu sıkıntının
sorumlusu olarak da Anti-Siyonist İngiliz Başbakanı
Asquith ve hükümeti suçlandı.
Kimyasal üretimin başında Sir Frederick Nathan

26 Bu konuda fazla bilgi için bakınız, Turgut Gürsan, “Dünyanın Giz­


li Tarihi (Illuminati ve Kaostan Doğan Düzen Plânları).

57
bulunuyordu. Brunner & Mond firması bu kritik du­
rumu düzeltmek için, hükümet fonlarım kullanarak,
Silvertovra’da büyük bir kimyevi madde üretim tesi­
si kurdu. Sir Alfred Mond, “Majestelerinin Çalışma
Komiserliği’ne atandı. Mond’un bundan sonraki görevi
ise Filistin’deki “Yahudi Ajansı”nın başkanlığı idi.
Fabrika hızla devreye girdi ve rekor sayılabilecek
kadar kısa bir zaman içinde üretime başladı. Siyonist
Maliyeciler İngiltere’nin savaş çabalarını destekler gibi
görünüyorlardı.
“Görünüyorlardı” diyorum çünkü, Silvertowndaki te­
sis üretime başladıktan kısa bir süre sonra, tesisde büyük bir
patlama meydana geldi, 40 kişi öldü, civardaki 800 bina ve ev
oturulamayacak hale geldi.
İngiltere, Rusya’ya sözverdiği silâh ve mühimmatı
veremeyince, doğu cephesindeki Rus askerleri geri çekil­
meye başladı. İngiliz gazetelerinin bildirdiğine göre, iyi
teçhiz edilmiş Alman birliklerine karşı, Ruslar sopalar ve
yumruklarla dövüşmek mecburiyetinde kalmışlardı.
Bernard Pares, Lloyd George’a yazdığı bir mek­
tupta “Rus İmparatorluk Hükümetinin, Beynelmilel
Bankerlerin Cenevre ve New York’ta plânladıkları gibi,
ihtilâl için çok elverişli şartlar yarattığını” açıklıyordu.
Rusya’ya silâh ve mühimmat yollayan Vickers-
Maxim&Co şirketi, Kuhn-Loeb&Co. New York banka­
sının ortağı Sir Ernest Cassel tarafından kontrol ediliyor­
du.
Kuhn-Loeb&Co. bankasının hem Rothschildler’le hem
de İngiltere, Fransa ve Almanyâdaki beynelmilel bankerlerle
ortaklıkları vardı.

58
Savaştaki İngiliz askerlerinin her taburuna dört ma-
kinalı-tüfek düşerken (İngiliz muhalefeti bu donanımı
yetersiz görüyor ve bu yüzden hükümeti eleştiriyordu.)
İngiltere Rusya’ya yardım edemediği için, altı Rus askeri­
ne bir tüfek düşüyordu.
Vickers-Maxim&Co. Kuhn-Loeb&Co’nun etkisi
altındayken, Boris Brazel “World at the Crossroads” adlı
kitabında şöyle diyordu;
“4 Şubat 1916’d a New York’ta Rus Devrimci Partisi
bir toplantı yaptı. Bu toplantıya 62 delege katıldı. Devrim
partisinin yardım fonuna katkıda bulunanlar arasında
Jacob Schiff adı sıkça zikredildi.”
O tarihlerde Jacob Schiff, Kuhn-Loeb&Co bankası­
nın yöneticisi idi.
4 Şubat 1916 tarihinde Amerika’d a yapılan Rus
Devrimci Parti kongresine katılan 62 kişiden ellisi
1905’deki Rus İhtilâlinde aktif rol almıştı.
Bu insanlar bir defa daha ihtilal çıkarmak için kulla­
nılacaktı. Jacob Schiff, İhtilâlin meyvalarını “Beynelmilel
Bankerlerin Adamı” olan Lenin’in toplamasını planla­
mıştı.
“The Encyclopedia o f Jewish Knowledge" (Yahudilik
Bilgisi Ansiklopedisi) Siyonizm konusunda şunları
söylemektedir;
“Dünya Savaşı (Birinci Dünya Savaşı) ‘Siyonist
Organizasyonunu Berlin’i terketmeye mecbur bırak­
tı. Bütün yetkiler New York’taki Hakim L. D. Brandeis
başkanlığındaki “Provisional Zionist Emergency
Committee”ye devredildi.”
Jacob de Haas kitabında, “Lois Dembitz Brandeis ve

59
“Zionist Transfer Department’ın müttefiklerin işgal ettiği
bütün topraklarda yani, Türkiye, Suriye, Filistin, Trans-
Ürdün ve Bağdat’ta örgütlenmiş” olduğundan bahseder.
L. Fry, “Waters Flowing Eastward”adlı kitabında “Zi­
onist Transfer Department’ın ABD ve Avrupa’daki bazı si­
yasi çevrelere yüklü miktarda para ve enformasyon temin
ettiğini ileri sürmektedir.
M. Erzberger “My Experience in the World War” adlı
kitabında gizli loca faaliyetleri konusunda şunları yaz­
maktadır;
“16 Mart 1916’da Alliance İsraelite, Paris’teki
‘Grand-Orient’e 700.000 Frank ödemişti. Roma’daki
‘Grand-Orient’ arşivlerinden de ispatlanabileceği gibi, 18
Mart 1916’da Roma’daki ‘Grand-Orient’e bir milyon Liret
transfer edilmişti.
‘Alliance İsraelite’in her iki Grand-Orient’i İtalyan
Yahudilerine bir milyon Liret vermek için kullandığına inana­
cak kadar saf değilim.”
A. N. Field, “All These Thinkings”adlı kitabında İngiliz
politikasındaki Yahudi nüfuzunun Lloyd George’un ikti­
dara gelmesinden sonra arttığına dikkat çekmektedir.
Field’e göre ‘Siyasi Komitenin Londra’daki ilk resmi
toplantısı 7 Şubat 1917’de Yahudi Dr. Moses Gaster’in
evinde yapılmıştı. Bu toplantıya; Lord Rothschild, James
de Rothschild (Paris’teki Edmund de Rothschild’in oğlu,
Filistin’deki Rothschild kolonilerinin sahibi) Sir Marks
Sykes (Evini Siyonist davanın merkezi haline getirmiş­
ti.) Sir Herbert Samuel, Herbert Bentwich, Harry Sacher,
Joseph Cowen, Ünlü Siyonist liderler; Hayim Weizmann
ve Nahum Sokolof katılmıştı.

60
Bu toplantıda Filistin’d e kurulacak ‘manda idaresi,’
ayrıca Ermenistan, Mezopotamya ve Hicaz Kralllığı me­
seleleri görüşülmüştü.
Böylece 1916 Aralığından başlayarak, Siyonizm
İngiliz Hükümetinin bir müttefiki olarak kabul görmeye
başladı.
İlginçtir ki, New York’daki Kuhn-Loeb&Co.
Bankası Rusya’daki devrimcileri finanse ederken,
Londra’daki Rothschild’ler de Rus Çarının mali çıkarla­
rını kollamaktaydılar.
Londra’daki Rothschild’ler liberal görüşlü insanlardı
ve 1840-1917 arasında İngiltere’deki Rus aleyhtarı liberal
basın Rothschild’ler tarafından kontrol ediliyordu.
Berlin’deki Baron von Bleichröder ve Hamburg’lu
Warburg ailesi de Rothschild’lerin Almanya’daki temsil­
cileri idiler.
Rusya’d a Odessalı Weinsteinlar ve St. Petersburg’lu
Ginzbergler Rothschildler’in Rusya’daki çıkarlarını
korumaktaydılar.
Alman Yahudisi Otto Kahn da soydaşı Paul Warburg
gibi ABD’ye göç etti ve yine onun gibi, Amerika’ya gelir
gelmez Kuhn-Loeb&Co.’nun ortağı oldu. Daha sonra
Kuhn-Loeb&Co.’nun kurucusu Wolf’un torunu ile evlen­
di.
Bayan Kahn 1931 yılında Moskova’ya gittiği zaman
Sovyet Hükümeti onun şerefine büyük bir ziyafet vermişti.
Uzun yıllar ‘vatansever’ (!!!) bir Alman olarak bili­
nen Otto Kahn, ABD’de de ‘vatansever’ (!!!) bir Amerikalı
oluvermişti.
Beynelmilel Bankerler için asıl mesele, 1917 yazın-

61
da Lenin ve Troçki’nin ortak devrimci çabalarının nasıl
finanse edileceği idi.
Beynelmilel Bankerler, Rus İhtilâlini finanse etmek
için Stokholm’u (İsveç) kendilerine üs olarak seçtiler.
Stokholm hem tarafsız, hem de uluslararası casusluk fa­
aliyetlerinin nispeten az olduğu bir şehirdi. Bu şehirde
İngiliz, Alman, Fransız, Rus ve ABD bankalarının temsil­
cilikleri bulunuyordu.
Rus İçişleri Bakanı Protopopoff ve Hamburg’lu ünlü
banker Warburg da bu şehirde bulunmaktaydı.
Beynelmilel Bankerler burada Lenin ve Troçki’nin
nasıl finanse edileceğini ve Rus Hükümetinin nasıl dev­
rileceğini görüştüler. En sonunda New York’daki Kuhn-
Loeb&Co. B ankasının İsveç’teki şubesine, ihtilâlde kul­
lanılmak üzere, 50 Milyon Dolar kredi açması öngörüldü.
İşin ilginç yönü, bunun İngiliz ve ABD istihbarat birim­
leri tarafından öğrenilip, ilgili hükümetlere bildirilmiş
olmasıydı.
Amerikan Hükümeti istihbaratçıların raporları­
nı derhal İngiliz Hükümetine bildirdi. Ayrıca o sıralar
Petrograd’d a bulunan Hollanda Başbakanı Qudendyke
de İngiliz Hükümetini uyarmıştı.
D. Petrovsky “La Russie sous les Juifs” adlı kitabında,
Lloyd George Hükümetinin Troçki ve ihtilâlci liderlerin
Amerika’d an Rusya’ya gitmelerine yardımcı olduğunu,
aynı zamanda Alman Genel Kurmay Başkanlığının da
Lenin ve ihtilâlci çetesini İsviçre’d en Petrograd’a özel bir
vagonla yollayarak, ‘Beynelmilel Bankerler’e yardım
ettiğini ileri sürer.
Petrovsky’nin açıklamalarına bakılırsa, 1917 ilk­
baharında kurulan Rus Cumhuriyet Hükümeti Dışişleri
62
Bakanı Miljukoff, hem İtilaf Devletleri, hem de İttifak
Devletleri ile görüşerek bu entrikayı çevirmişti. Alman
Genel Kurmayı işbirliğine razı olduktan sonra, İngiltere
Hükümeti de Miljukoff un isteği üzerine M. M. Litvinov’u
serbest bırakmıştı.
M. M. Litvinov, İngiliz İstihbarat Servisi tarafından
‘A lman Ajanı’ olduğu iddiası ile tutuklanmıştı.
Litvinov, asıl adı ‘Finkelstein olan bir Rus Yahudisi
idi. ‘Dünya Devrimci Hareketine katılınca adını ‘Meyer
Wallach’ olarak değiştirdi. Lenin ve Bolşevik Partisine
katılınca ismini bir defa daha değiştirerek ‘Maxim
Litvinov’ adını aldı. Litvinov, Alman casusluğunun ya-
nısıra, Stalin’le beraber Tiflis’te bir bankayı soymasıyla
tanınıyordu.
İngiliz yetkililer tarafından serbest bırakılan Litvinov,
Rusya’ya döner dönmez ihtilal faaliyetlerine katıldı.
Kerensky’nin ‘Geçici Hükümeti’nin ve “Menşevik Sovyet
Hükümetinin devrilmesinde Lenin’e yardımcı oldu.
Litvinov, 1930-39 yılları arasında Stalin’in Dışişleri
Komiserliği görevini üstlendi. 1935 yılında Komünist
Partisi Merkez Komitesine seçildi. Beynelmilel ihtilâl­
ci, suikastçı, banka soyguncusu, casus ve enternasyo­
nal gangster olan Litvinov, ‘Enternasyonal Banker’ bi­
raderlerinin yardımı ile ‘Birleşmiş Milletler Konseyi’
Başkanlığına kadar yükseldi.
Ele geçen deliller, İngiltere, ABD, Almanya ve
Rusya’daki ‘Beynelmilel Bankerler’in bir dünya savaşma
rağmen uluslararası düzeyde işbirliği ve koordinasyon
içinde çalıştıklarını göstermektedir.

63
‘Enternasyonal Bankerler’ Rus İhtilalini27 organi­
ze ve finanse etmiş ve yönetmişlerdi. (Bu konuda ilerde
daha ayrıntılı bilgi vereceğim).
Amaçları “Illuminati”nin ‘totaliter devlet’ düşün­
cesini pratiğe dökebileceği bir deney alanı oluşturmaktı.

27 Sosyalist deney, yani “Bolşevizm” tngiliz-Amerikan localarının


gizli önderliğinde gerçekleştirilmişti. Nitekim Bolşevizm’in kul­
landığı işaretler (beşköşeli yıldız, orak, çekiç) Masonluktan alın­
madır.
8 Eylül 1919 tarihli “Konstanzer Nachrichten” gazetesinin bildirdi­
ğine göre, Amerikalı milyoner işadamı John de Kay (Uluslara­
rası Yüksek Mâliyenin temsilcisi) 1914 yılında savaş mühimma­
tı üretimi ile meşgul olmasına rağmen, “Uluslararası Sosyalist
Kongresf’nin patronu (bugünkü deyimle ‘sponsoru’) olmuştu.
İsviçre’de yapılan Sosyalist Kongresinde Almanya ‘savaş suçlusu’
olarak ilan edilmişti. Almanya’yı ‘savaş suçlusu’ olarak mahkum
edenlerden biri de, (daha sonra Almanya’d a bakan olan) Yahudi
asıllı Çek sosyalisti K. Kautsky idi. (Kautsky ancak 1918 yılında
Almanya’d a ki sosyalist devrimden sonra ‘vatandaş’ olabilmiştir.)
Loca, büyük sermaye ve Bolşevizm ilişkileri, 28 Ekim 1918’de
Amerika’nın büyük bankerlerinden biri olan Morgan’m temsilcisi
Moschel’in Berlin’de tutuklanması ile ortaya çıktı. Moschel’in üs­
tünde bulunan belgelerden onun aynı zamanda bir Sovyet Hükü­
meti ajanı olduğu ortaya çıkmıştı. Onun görevi Almanya’da karı­
şıklık ve huzursuzluk çıkararak, Alman Hükümetini devirmekti.
Felsefi olarak da ‘Bolşevizm’ İngiliz düşüncesinden bağımsız
değildir. Lenin’in düşünceleri, Newton-Darwin-Huxley’in dünya
görüşüne ve İngiliz sosyalisti Robert Owen’in düşüncelerine daya­
nıyordu. Zaten Karl Marx da materyalist tarih düşüncesini İngiliz
emperyalizminin başkenti Londra’d a geliştirmişti.
Rusya’nın “demokratikleştirilmesi,” Dünya Locası tarafından yö­
netilen İtilaf Devletleri diplomasisinin (ihanet, bomba ve hançerle
yürütülüyordu) bir talebiydi.
Eylül 1918’de Rusya’d a İngiliz-Amerikan-Fransızların ortak bir
komplosu ortaya çıkarıldı. Komplo’nun başında Rusya’d aki İngiliz
diplomasisinin başı Lockhart, Fransız konsolosu Grenard ve Fran­
sız Generali Lavarge bulunuyordu. Bu takım, Amerikan konsolosu
Pool’un ile birlikte, Moskova’da bir kısım kızılordu mensuplarına
rüşvet vererek yeni bir devrim teşebbüsüne girişmek istiyordu.

64
DÖRDÜNCÜ BOLUM

BİRİNCİ DÜNYASAVAŞI SIRASINDA


A.B.DVEGİZLİ ÖRGÜTLER

Fransız Havas Haber Ajansı’mn bildirdiğine göre,


(6 Nisan 1917, Washington) “Amerikan Senatosunda
çıkan bir tartışmada, Senatör Williams ABD nin savaşa
(Birinci Dünya Savaşı) girerek, Hohenzollern (Almanya),
Habsburg (Avusturya) hanedanlıklarını yıkması ve
Türkler’i Asya’ya sürmesi gerektiğini ileri sürmüştü.
Aynı tarihlerde Louisville’li Albay Watterson da ‘To
hell with Habsburgs and Hohenzollers” adlı bir kitap ya­
zarak yukarda sözü edilen düşüncelere katıldığını belir­
tiyordu.
Şurası da inkar edilemez bir gerçektir ki, ABD
Başkanı W Wilson’un dış politikası, ‘Dünya Locası’m n
politikası ile tam bir uyum içindeydi.
Daha 1915 yılının başlarında Wilson’un İngiltere
ile Almanya’ya karşı gizli bir savaş anlaşması yaptığı
bilinmekteydi.
Wilson’un bütün düşünceleri, dünya masonik
literatüründen alıhma kelimelerle dolu idi. Wilson’un bü­
tün çevresi (yardımcıları, danışmanları v.b) kendisi gibi
masondu.
“Schweizerisches Sonntagsblatt” adlı İsviçre gazete-
65
sinin (Nr. 47 vom 22. November 1918) belirttiğine göre,
“Wilson un Mason olduğu ve Amerikan gizli örgütlerinin
başlarında Wilson olmak üzere zaferlerini kutladığım”
belirtmekteydi.
“Konstanzer Nachrichten” (19. September 1919) adlı
başka bir İsviçre gazetesi de “Wilsonun, Clemenceau,
Salandra, Sonnino ve Lloyd George gibi Mason olduğu­
nu” belirtiyordu.
“Badischer Beobachter” (Nr. 249,1917) ise “İngiltere,
Fransa, İtalya, Portekiz’de Mason olmayan bir kişinin ba­
kan olmasının düşünülemeyeceğini” yazıyordu.
Wilson metodist-Darwinist felsefeye bağlı, Alman
ve Türk düşmanı bir kişi idi.
W. Wilsonun Mason olması, şaşılacak bir şey değil­
di, çünkü herhangi bir locaya bağlı olmayan bir kişinin
ABD Başkanlığına kadar yükselmesi ne o günlerde, ne de
bugün mümkün değildi.
Nitekim Başkan Wilsonun yardımcısı Marshall da
İskoç Ritinde 33. dereceye kadar yükselmiş bir masondu.
“Badischer Beobachter” gazetesinin yazdığına göre,
Wilsonun 26 Eylül 1918’de yeniden seçilmesi “İngiliz loca
paraları” sayesinde gerçekleşmişti.
“The American Freemason” dergisinin bildirdiğine
göre, 1916 Martında ABD’de “Üstad Mason” derecesinde
1.700.000 kişi vardı.
1908 yılında ABD’de yayınlanan “Dalensch” tak­
vimine göre 50 Büyük beyaz locası ve 33 zenci loca­
sı ile 1300 atölyede takriben 28.000 üye bulunuyordu.
Kızılderililerin ise 1874’d en beri faaliyette bulunan 80
locası vardı.
ABD’de “Grand Council of Royal, Select and Süper

66
ex-cellent Masters” locaları 38 eyalette yaygındır. “Grand
Commanderies of Knight Templar” (Tapmakçılar) ise 46
eyalette yayılmıştır. Bundan başka “Sovereign College of
Al-lied Masonic and Christian Degrees for America”
bulunmaktadır.
Amerika’dakibirbaşkamasonikkuruluşiseNevadave
Colorado eyaletlerinde yaygın olan “Mormonluk”tur.28
Bu saydıklarımın dışında bir çeşit Yahudi Masonluğu
olan B’nai B’rith (“Order Free Sons of Israel” olarak da bi­
linir) locaları bulunmaktadır. B’nai B’rith 1843 yılında ilk
defa New York’taki Yahudiler tarafından kurulmuştur.
“Enzyklopaedie der Freimaurerei” (Mason
Ansiklopedisine) göre B’nai B’rith’in amacı “Yahudiliğin
en yüksek çıkarlarına öncelik vermek ve onları gerçek­
leştirmek” idi.
Örgütün New York’daki “Constitutions-Büyük
Locası,” en yetkili yüksek mahkemesidir.
Tanınmış ABD’li B’nai B’rith üyeleri arasında; Başkan
Wilson’un sekreteri ItzigTumultey, Amerikan İşçi Sendika­
ları Başkanı S. Gompers, Paris’teki Amerikan Büyükelçisi
Morgenthau, ABD İstanbul Büyükelçisi Elkus, Amerikan
Savaş Endüstrisi Direktörü Baruch, ünlü banker Kuhn ve
Davidsohn’u görüyoruz.
Kari Paasch’a göre “B’nai B’rith Orden” (jüdisch
deutsche Gesandschaften S.208) Paris’teki “Alliance
İsraelite Üniverselle”in Alman şubesi gibiydi.

28 Mormon’lar, Masonluk ve Illuminati ile ilişkili, B’nai B’rith örgü­


tünden yardım alan, satanist bir tarikattır. Mormon liderleri si­
yah cüpbeler giyip, yeraltındaki Salt Lake Mabedinde ayinler
yapmaktadırlar. Bu ritüellere “True Order of Prayer” denmektedir.
(Kaynak: David leke, “Children of the Matrix”).

67
B’nai B’rith’in (Diğer adı; ‘Orden der freien Söhne
Isra-els=îsrailin Özgür Çocukları Tarikatı) 1888 yılında­
ki bütçesi 13-14 Milyon Frank idi. Bu muazzam meblağın
‘Yahudilere destek’d en başka amaçlar için kullanıldığı çok
açıktır.
“Antik Çağlardan 20. yüzyıla Kadar Dünya Tarihinin
Perde Arkası” adlı kitabımda Rus devrimcilerinden
Troçki, Lenin ve Parvüs’ün B’nai B’rith üyesi oldukla­
rından bahsetmiştim.
Bu listeye Kurt Eisner,29 Liebknecht30 ve Bela
Kun’u31 da ilave edebiliriz.
Mason Dergisi “Latomia” (20 Ocak 1917)’mn bildirdi­
ğine göre, ABD’deki Temsilciler Meclisinin 213 üyesi ve
48 Senatör Mason idi.
“Neuen Zürich Nachrichten” (18 Şubat 1919)
gazetesinde çıkan bir habere göre, ABD Hükümetinde
çalışan memurların dörtte üçü Mason idi.
ABD’de yüksek dereceli üstadlar “Cryptic Masonry”
adlı bir kuruluşta toplanmışlardı. CM, 400 ‘Büyük Şura’
ve 250.000 üstad’dan oluşmuştu.
Bu özellikle ABD’de yaygın olan ‘Genel-Büyük
Konsey’ (CM) Kanada’da da yaygınlaşmıştı.
Başkan Wilsonun yönetimindeki Amerikan Büyük

29 Yahudi asıllı Alman komünisti.


30 Yahudi asıllı Alman komünisti.
31 Bela Kun: Asıl adı Aaron Kohn (Kohen) olan Macar siyaset adamı.
(1886-1939)Macar Komünist Partisini kurdu; 1919’d a iktidarı ele
geçirdi ve proleteryanın diktatörlüğünü ilan etti.
Ancak, Bela Kun rejimi Romanya ordusunun hastasıyla üç ay için­
de yıkıldı. Bunun üzerine SSCB’ye sığınan Kun, III. Enternasyonal
bünyesinde etkin mücadele verdi. Stalinin 1935-1939’d ata büyük te­
mizlik hareketi sırasında Troçkist olmakla suçlanarak idam edildi.

68
Locası, müttefiklerine savaş malzemesi satarak büyük
kârlar etmekteydi. Örneğin, 1916 yılında ABD, Rusya’ya
64 Milyon Dolarlık savaş malzemesi satmıştı. (Berliner
Mittagszeitung, 27 Nisan 1917)
6 Nisan 1917’d e ABD Senatosu 13 saatlik bir oturu­
mun sonunda, Almanya ve Avusturya İmparatorları taht­
larından indirilip, Türkler Asya’ya sürülünceye kadar sa­
vaşa devam etme kararı almıştı. Fransız ‘Grand-Orient’te
ABD’nin savaşa girmesi dolayısıyla bir telgrafla Wilson’u
kutlamıştı.32
Verdiğim bu bilgilerin ışığında ABD’nin “kurucu ata­
larının” hemen hepsinin Mason olması kimseyi şaşırtma­
malıdır.
Örneğin; ABD’nin kurucusu ve ilk Başkam George
Washington, Fransız Generali ve Devlet adamı iken
Washington’un ordusunda Tümgeneral olarak görev ya­
pan Lafayette (Lafayette ABD’deki ‘Kudüs Masonlarının
“Onursal Büyük Komutam” idi.), Washington’un yardım­
cısı Hamilton, ünlü Benjamin Franklin, Jefferson (ABD’nin
3. Başkanı) masondu. Aynı şekilde ABD Başkanlarından
Monroe, Harrison, Tyler, Abraham Lincoln, Garfield,
Madison, Polk, Taylor, Pierce, Buchanan, Johnson,
Jackson ve Yahudi Emma Goldmann tarafından öldürü­
len W. Mac Kinley de masondu. (Dr. Schuster, “Geheime
Verbindungen, Orden usw,” II. S.85, und “Handbuch der
Freimaurerei” I und II)
ABD Başkanı Wilson’un Birinci Dünya Savaşına
girme kararı, İtilaf Devletleri Masonları arasında sevinçle

32 ABD’nin savaşa girme kararının arkasında Morgan, Rockefeller,


Vanderbild, Carnegie gibi para ve çelik tröstlerinden oluşan “va­
tanseverler” (!!!) vardı.

69
karşılanmış ve Fransız ‘Grand-Orient’in yanısıra, İtalyan
Senato Başkanı Manfredi birader de ABD Başkanma bir
tebrik telgrafı çekmişti.
Daha 1915 yılında Fransız Grand-Orient’i Belçika
“Supreme Conseil” ile ortaklaşa hazırladığı bir genelgeyi
ABD Masonlarına ileterek, Belçikalı ve Fransız biraderle­
rin ABD politikasmı desteklediğini belirtmişti (Badischer
Beobachter, 1917, Nr. 247).
Öte yandan ABD’nin eski Başkanlarından Theodor
Roosevelt (Asıl adı Rosenfeld olup, o da masondu) de
Fransız biraderlerinin dostluğunu açıkça övmüştü.
Fransız Dışişleri Bakanı Pichon da 28 Mart 1918’de
Paris’te yaptığı bir konuşmada “Fransa’nın dünyanın ru­
hunu kurtardığını,” söylüyordu.
Diğer Amerikalı Masonlar da “Eğer Masonluk
Amerika’d a olduğu gibi, Avrupa’da da yaygınlaşmış ol­
saydı, Avrupa Otokrasisi (yani krallıklar) çoktan yıkılmış
olurdu” diyorlardı.
Washingtondaki “Mother Supreme CounciP’in ya­
yın organı “New Age” (Eylül 1914) hem Alman Kayzeri
II. Wilhelme hem de Avusturya-Macaristan İmparatoru
Franz Joseph’e karşı açıkça tavır almıştı. Ekim 1914 tarihli
“New Age” (Yeni Çağ) dergisi şöyle yazıyordu; “Amerikan
idealleri krallıkların tanrısallığı ile uyuşmamaktdır.”
Amerikan İşçi Sendikaları Başkanı Samuel
Gompers33Amerikalı Sosyalistlerin iddiasına göre büyük
silâh endüstrisi firmalarından (Bu firmalar “Pilger” gizli
cemiyetinin üyesi idi) devamlı olarak rüşvet alıyordu.

33 Samuel Gompers, B’nai Both ve İskoç Kilwinning Lodge Nr. Oın


onursal üyesi idi.

70
S. Gompers de eski ABD Başkanı William Taft gibi
yeminli bir Alman düşmanı idi.
Gompers “Almanya’nın askeri otokrasisi ve onun
tehlikeli silâhları yokedilmeli ve onun yerine demokrasi,
adalet ve özgürlüğe dayalı bir hükümet ikame edilmelidir,”
diyordu.
Locanın aleti olan Gompers’in işçi düşmanı sen­
dikal faaliyetleri, özellikle 1919 Kasım ayındaki büyük
grev karşısında açığa çıkmıştır. Gompers’in yönettiği
“Demiryolcular Kardeşliği” bu grev sırasında ABD
Hükümetinin yanında (yani locaların safında) yeralmış-
tı.
‘Kölnischen Volkszeitung’ gazetesinde yer alan ilginç
bir haberde (10 Nisan 1917) şunları okuyoruz;
“Masonların Amerika’da ne kadar güçlü olduğu,
özellikle son yıllarda ortaya çıkmıştır. Kuzey Amerika
Masonluğu, devlete, okullara ve parlamentoya egemen
olup, Amerikan kamuoyunu siyasi açıdan rahatlıkla
yönlendirebilmektedir. Amerika gerçekten Masonluğun
anavatanı olmuştur. ABD Hükümeti tamamen loca bira­
derlerinden oluşmuştur. Wilson’un ünlü ‘Barış Programı’
uluslararası Masonluğun programından alınmadır ve
Avrupa’daki bütün Masonların onayını almıştır.”
New York’ta çıkan haftalık bir dergide yazan Charles
A. Colmann, “Amerika’daki Savaş Taraftarları” adlı kita­
bında Wall Street’in yeraltı dünyasında var olan gizli bir
cemiyetten bahsetmektedir. Bu, “American Pilger”34 ce­
miyetidir.

34 “American Pilger,” ‘Pilgrim Zinciri Tarikatı’nın bir yan kuruluşu


idi. Bu biraderler kendilerine “Zincirin Şövalyeleri” diyorlardı.

71
Bu cemiyetin önde gelen üyeleri şunlardı:
1- Sir Cecil Spring-Rice-Rumbold, İngiltere
Büyükelçisi
2- J. Pierpont Morgan, ünlü Amerikalı işadamı.
Morgan hem “City of London Club” üyesi hem de inanç­
lı bir (savaş taraftan) İngiliz ajanı idi.
Morgan, ABD’nin çelik tröstleri kralı ve en etkili
plütokratı idi. Amerika’daki altın sendikası (İngiltere’ye al­
tın ihraç etmekteydi) da Morgan’m yönetimindeydi.
Morgan, Kuhn (Kohen), Loeb & Co. firmasının
yardımıyla, New York şehrinin Londra’ya olan 13.494.000
Sterlin ve Paris’e olan 61.500.000 Frank borcunu öde­
mişti.
Banker Morgan Rusya’yı borçlandırarak, Rus
demiryollarının ve madenlerinin Amerikan finansörleri­
nin eline geçmesine sebep olmuştur. Ural Dağlarındaki
zengin altın rezervleri bile “Pilger” biraderlerinin eline
geçmişti.
1917 Temmuzunda Sahalin Yarımadasında bulunan
petrol kaynakları Amerikalı ‘sömürücülerin eline geç­
mişti. Uluslararası Loca ve Büyük Yahudi Sermayesi her
yere egemen olmuştu.
Morgan basını da boş bırakmamış, “New York Sun”
ve “New York Times” gazetelerini ele geçirmişti.
Morgan, New York’taki Morgan & Co. ve Londra’daki
Morgan, Grenfell & Co. şirketlerinin de başkanıydı.
Ayrıca New York’taki “Amerikan Barış ve Tahkimat
Antlaşması Derneği’nin de kurucusu idi. Dernek barışı
savunuyor gibi görünüyordu ama asıl amacı Almanya ile
savaşmaktı.

72
Pilger üyesi J. P. Morganm Amerika’ya karşı en
büyük ihaneti, Başkan Wilson ve onun savaş politikası­
nı desteklemek olmuştur. Morgan aynı zamanda Lloyd
George’un çok yakın arkadaşı idi. Charles A. Collmann’ın
iddiasına göre, J. P. Morgan, İngiltere’ye yaptığı iki Mil­
yar Dolarlık silâh sevkiyatından, Lloyd George’a %2 (40
Milyon Dolar) komisyon ödemişti.
Morgan ve Amerikalı Pilger’ dostları, İngiltere ve
müttefiklerine 500 Milyon Dolarlık kredi açmışlardı. Bu
meblağın çok daha fazlası ‘Pilger Biraderler’in ceplerine
savaş mühimmatı’ parası olarak geri dönmüştü. Şunu da
belirtmek gereklidir ki, kendilerine ‘Barış Dostu’ diyen
‘Pilger Biraderler’ Amerikadaki cephane fabrikalarının
çoğunun sahibi idiler.
3- Andrew Carneige, ABD ve İngiliz vatandaşı,
çelik kralı. Yıllık geliri 250 Milyon Franktı. “Züricher
Postun (17 Ağustos 1919) bildirdiğine göre, Andrew
Carnegie’nin serveti 2,5 Milyar Franka yaklaşıyordu. (Bu
rakamın 1919 yılına ait olduğunu hatırlatırım). Carnegie,
J. P. Morgan’ın kurduğu barış derneklerinin başkam idi.
Carnegie, çelik işletmelerini değerinin beş katı­
na Morgan & Co. firmasına satmıştı. Carnegie, “İngiliz
Dünya Egemenliği” için çalışan Amerikalı mülti-milyo-
nerlerden biriydi. Kızını da başka bir çelik kralı (ve Pilger
üyesi olan) Roswell Miller’in oğlu ile evlendirmişti.
4- Albay Robert M. Thompson, Morgan, Grenfell
& Co. adlı Wall-Street tröstünün üyesi ve ABD Gemi İşlet­
meleri Birliği Başkanı. Thompson, ABD’nin savaşa gir­
mesi için hükümete 500 Milyon Dolar borç vermişti.
5- Lord Murray, İngiliz, Elibank-English Whip
Yönetim Kurulu üyesi.
73
6- Thomas W Lamount, Morgan firmasının ortağı,
İngiliz ajanı.
7- Henry P. Davison, Morgan firmasının hissedarı
8- John Revelstoke Rathom, İngiliz, "Providance
Journal” adlı İngiliz gazetesinin sahibi.
9- Adolph S. Ochs, “New York Times” gazetesinin
sahibi
10- George Gray Ward, İngiliz.
11- Joseph H. Choate, Wall-Street’te ünlü bir avukat.
30 Eylül 1915 tarihinde yapılan “American Pilger” toplan­
tısında üç defa “Yaşasın İngiltere Kralı” diye bağırmıştı.
Londra’d aki “Middle-Tempel’in eski başkanı
12- George T. Wilson, “Equitable Life Assurance
Society” Başkan yardımcısı.
13- Alton B. Parker, “Equitable Life Assurance
Society” Başkanı
14- Frank A. Vanderlip ve Francis L. Hine, her ikisi
de Wall-Street para tröstü (Morgan & Co) üyesi
Morganin kurduğu “ABD’yi Savunma Ligi’nde şu şa­
hıslar bulunmaktaydı:
- Frederic R. Coudert, Fransız, Fransız Hükümeti
Danışmanı ve dev bir mühimmat şirketinin direktörü. Fa­
natik Alman düşmanı, ajitatör.
- Herbert L.Satterlee, J. P. Morganin damadı
- George Haven Putnam, İngiliz Morgan jr. (İngiliz
ajanı) ile ortaklıkları dolayısıyla Amerikalı mülti-milyo-
ner Cornelius Vanderbilt ve John Percy Rockefeller.35

35 Züricher Post (1919, Nr. 372) gazetesinin bildirdiğine göre, I.


Dünya Savaşı öncesi Rockefeller’in serveti takriben. 100 Milyon
Dolardı. J.P. Rockefeller o zamanın en zengin insanı sayılıyordu.
Rockefeller’in aylık geliri 14 Milyar Franktı ki bu meblağ Alman
Kayzerinin yıllık bütçesinin 70 katı idi.

74
17 Ağustos 1919 tarihli “Züricher Post” gazetesinin
bildirdiğine göre, savaş sonrası ABD’de 20.000-30.000
Dolar milyoneri bulunmaktaydı. Savaştan önce 12.000
Dolar kralı, dünya sermayesinin 1/4’üne sahipti. 1919
yılında ise Dolar milyonerleri dünya servetinin 2/5 sine
sahip olmuşlardı.
N. Bucharinin “Komünist Programı” adlı kitabında
belirttiğine göre, iki büyük Amerikan bankası ABD’deki
bütün endüstriyi kontrol ediyordu. Bu iki banka ayrıca
30.000 milyoneri ve dolayısıyla dünya servetinin hemen
hemen yarısını birbirine bağlıyordu.
ABD Başkanı W. Wilson bile “Yeni Özgürlük”adlı ki­
tabında (S. 159-160) şöyle diyordu;
“Küçük bir azınlık grup, Amerikan hammadde ve su
kaynaklarına, demiryollarına sahiptir. Onlar hem ürün
fiyatlarını, hem de ülkenin kredi işlemlerini belirliyor­
lar.”
Pilger üyesi ‘Steel Corporation tek başına 1916 yı­
lında 508.000.000 Dolar kazanç sağlamıştı.
Amerikan-İngiliz para tröstleri savaş sırasında bor-
sadan da muazzam meblağlar kazanmışlardı. Morgan se­
netlerine yatırım yapan bir yatırımcı şöyle diyordu;
“Bu ‘Crucible Savaş Tahvillerinden 3000 Dolar
kazandım. Bu binlerce Almanı öldürmeye yeter.”
İşte bu sözler, savaşı ve dünyayı yöneten spekülatör
bir grubun zalim ve acımasız yüzünü bir defa daha ortaya
koymaktadır.
Morgan, Grenfell & Co. dışında ABD’ye ‘savaş kredi­
si’ açan İngiliz ve Fransız bankerleri kimlerdi?..
Bu bankerlerin başında ‘İngiliz Tacının Temsilcisi’

75
Rufus Isaacs (Baron Reading), Sir Edward Hopkins,
Holden, Sir Henry Babbington Smith, Basil B.Blackett
ve Sir Ernest Cassel geliyordu. Bu bankerleri taki­
ben Fransadan Ernest Mallet ve Octave Homberg de
Amerika’ya gelmişti.
1 Ekim 1915’de New York’taki ‘Knickerbocker
Otelinde (Yahudi) .Rufus Isaacs ve (Yahudi) Ernest
Cassel’in de dahil olduğu 200 kişilik bir bankerler grubu
gizli bir toplantı yaptı. Bu toplantıda Rusya, İngiltere ve
Fransa’ya (savaşı sürdürebilmeleri için) 500 Milyon Dolar
kredi açılması öngörülmüştü. Toplantıya J. P. Morgan da
davet edilmişti. Bu savaş taraftarı gövde gösterisine üç
‘Pilger’ üyesi de katılmıştı.
Lloyd George36 (David Levi) ve Rufus Isaacs-
Reading’in sosyal ve siyasi yükselişlerinin ardında güçlü
bir Lord olan Noorthbrooke (Baruch-Baring) bulunuyor­
du.
Sir Edward H. Holden, Amerika’nın İngiltere safın­
da savaşa girmesi için uğraşan bir diğer tanınmış bankacı
idi. Holden ‘London City’ ve ‘Midland Bank’ın başkamy-
dı.
“Konstanzer Nachrichten” adlı gazetenin bildirdiği­
ne göre bu bankanın yönetim kurulunda ‘Uluslararası
Yüksek Maliye’ye hizmet eden bir şebeke bulunuyordu.
Bunların arasında en ünlü olanları Sir Alex Goschen,

36 Lloyd George (David, 1. Lloyd George of Dwyfor kontu): İngiliz


siyaset adamı. (1863-1945) Avukattı, 1890’d a Liberal milletvekili
seçildi. 1908-1915 arasında maliye bakanlığı yaptı. Birinci Dün­
ya Savaşı sırasında başbakan oldu. (Aralık 1916) Versailles Barış
Konferansı sırasında (1919) Avrupa’d a güç dengesi konusunda
Clemenceau’yla çatıştı. Bağımsız İrlanda Devleti’nin kurulması
(1921) ertesi yıl hükümetin düşmesine neden oldu.

76
Sir Edward W. Stern (Yahudi), eski maliye bakanı Mac
Kenna, bakan Sir Arthur Nicolson (Kral VIL Edward’m
yakın dostu ve İngiltere’nin savaşa girmesinden sorum­
lu).
Holden, New York’a gönderildiği zaman, Morgan
Konsorsiyumunda Amerika’nın Almanya’ya savaş açması
için uğraşmıştı. Ayrıca Holden, Morgan firması ile ortak
olarak borsadan şaibeli ve spekülatif kazançlar temin et­
mişti.
Dünya masonik sermaye akrabalıkları 20. yüzyıl ba­
şından itibaren güçlenmeye başlamıştı. Örneğin, Moses
Montefıore ailesi iki Milyon Sterling, Samuel Montague
ailesi 500.000 Sterling servete sahipti.
Bütün İngiliz-Yahudi sermayesi 260 Milyon Frank’ı
buluyordu ki, bu rakama Rothschild ailesinin milyon­
ları dahil değildi. (Sadece Rothschildler’in Paris kolu-
ki “Borsanın Prensleri” olarak biliniyordu-200 Milyon
Frank’tan fazla bir servete sahipti)
1919’da Rothschild ailesinin bütün dünyadaki serve­
ti 45 Milyar Frank’ı buluyordu.
Halbuki o tarihlerdeki bütün Alman Endüstri
Sermayesi 15 Milyar Frank’ı aşmıyordu!..
Bolşevik egemenliğindeki Rusya’d a ise sadece dört
banka bulunuyordu.
1919’d a İngiltere ve Amerika ortaklaşa olarak “Pilger
Street” (New York’daki “Wall Street”) milyarderleri vası­
tasıyla bütün dünyaya hükmetmekteydi. (Günümüzde de
durum bundan farklı değildir)
1919 yılından itibaren Amerikan bankaları Avrupa
ülkelerini istila etmeye başlamışlardı.

77
11 Temmuz 1919 tarihli “Deutsche Allgemeine
Zeitung’un bildirdiğine göre, “National City Bank of
New York,” Danzig ve Berlin’de yeni şubeler açmış ve o
şehirlerdeki hayatı “Amerikanlaştırmaya” başlamıştı.
Savaştan sonra Almanya’da baş gösteren pamuk
sıkıntısını göz önüne alan Amerika, Bremen’de bir
“Pamuk-Bank” kurmuş ve pamuğun müttefiklerin kon­
trolündeki Köln, Bremen ve Hamburg’d an temin edilme­
sini şart koşmuştu.
Avusturya’da ise Amerikalı ‘Yüksek Maliyeciler
Konsorsiyumu’ Kupfenberg maden işletmelerini çok
ucuz bir fiyata satın almışlardı.
İtalyan-Amerikan Marconi Şirketi tamamen
Amerikan kontrolüne geçmişti.
“Züricher Post” gazetesinden (14 Ekim 1919) ‘S.
Feilbogen’in yazdığına göre, Amerikalı milyarderler
Almanya ve Avusturya’daki işletmeleri 1/4 fiyatına satın
alıyorlardı. Bu arada Viyana’daki ‘Gaz İşletmeleri,’ Viyana
‘Demiryolları İşletmeleri’ ve ünlü ‘Viyana Operası’
Amerikalıların eline geçmişti.
Bu arada Fransız locaları da boş durmamıştı. Fransız
Finans Enstitüsü Balkanlarda büyük bir yatırım yaparak,
hem İtalya’nın girişimini baltalamış, hem de “Güney
Slavları”nı kontrolleri altına almışlardı.
Amerikalılar’ın ele geçirdiği işletmelerin yönetim
kurullarına ve direktörlüklere loca mensupları seçildiği
için, bütün Orta Avrupa (ve özellikle Alman) endüstri­
sinde çalışanlar “Amerika ve İngiltere’nin memuru” du­
rumuna düşmüştü.
Alman işçisi, Alman endüstrisinin kökleştirilmesi

78
sonucu, zor bir duruma düşmüştü ve sendika başkanları
bu durumun farkında değildi. Onlar, İngiliz toprakların­
da serpilip, büyümüş, gerçeklere aykırı, Marxist tezlerin
ve teorilerin tartışmasını yapmakla meşguldüler.
“Petit Parisien Gazetesi,” 1917 yılında Stokholm’de ya­
pılan “Sosyalistler K onferansında Amerikan Sosyalist
Parti Başkanı Reinsteinın çaresizliğini anlatmaktaydı.
Reinstein, Amerika’yı ‘Büyük Sermayenin yönet­
tiğini ve Başkan Wilsonun kızlarından birinin ‘Büyük
Sermaye’ mensuplarından biriyle evlendiğinden söz edi­
yordu. Savaş özellikle mali ve ticari tekellerin daha çok’
kâr etmesi için çıkarılmıştı.
Amerikalı gazeteci Isaac Marcosohn, bir toplantıda
musevi loca biraderi Lord Northcliffe şöyle diyordu;
“S.avaş büyük bir iş girişimidir. Burada güzel olan
askerlerin kahramanlığı değil, “iş” in organizasyonudur.
Amerika böyle mükemmel bir “iş”i organize ettiği için ken­
disi ile gurur duymalıdır.”
Marcosohn bu sözleri ile Reinstein’ı haklı çıkarmış­
tı.
Localardaki savaş hazırlıklarını bilen masonik
“Matin Gazetesi,” 1917 yılı Mart ayının başında “Dört
hafta içinde Amerika ile Almanya arasında bir savaş çıka­
cak,” diye kehanette (!!!) bulunabiliyordu.
Güney Amerika’nın önde gelen basın organlarından
biri olan “Prensa Gazetesi”de 1917 Şubatında “Wilson
bir yıldan beri hem Almanya’ya karşı, hem de Arjantin ve
diğer Latin Amerika ülkeleri ile olan ilişkilerini önceden
planlamıştı” diye yazmaktaydı.
Alman tarih profesörü Dr. Theodor Schiemann
konu ile ilgili olarak şunları yazıyordu;

79
“Özellikle Amerikalı Yahudilerin savaşı bir “iş"
olarak gördüklerini, Oscar Strauss’un Washingtondaki
Fransız elçisine yazdığı mektup, ortaya koymaktadır. Bu
mektup İtilaf Devletlerinin yekvücud olarak Almanya’ya
karşı savaşa hazırlandığının açık bir itirafı niteliğindeydi.
Kendisi de bir Yahudi olan O. Strauss, Almanya’ya karşı
savaş isteyenlerin başında gelmekteydi.”
İşte, ABD’nin Almanya ile savaşmasını isteyen
İsrailliler’in kısa bir listesi:
1- Banker George Blumenthal
2- Banker Kagen Meyer
3- Banker Isaak Seligmann
4- Banker Eugen W. Salomon
5- Banker Eugen Philip Lehman
6- Büyük sanayici Adolf Lewisohn
7- Büyük sanayici Daniel Guggenheim
8- Haham Wise
9- Lyons
10- Philipson
11- Profesör Richard Gottheil
12- Hollaender
13- Wiener
14- Gazeteci Fabian Franklin
15- Gazeteci Simon Stransky
16- Yayıncı Dr. Beer
17- Profesör Frankfurter
18- Yargıç Benjamin Cardozo
19- Yargıç Louis Marschall
20- Yargıç Alfred Joretzki
80
Schiemanrïa göre, Amerikan ulusunun büyük bir
kısmı İtilaf Devletlerinden yanaydı ama, Amerikan
Yahudiliğinin çoğunluğu da ağırlığını İtilafD evletleri’nden
yana koymuştu.

A.B.D’yi Birinci Dünya Savaşı’na sokan örgütler:


Savaş kışkırtıcıları ABD’yi Birinci Dünya Savaşına
sokmak için üç temel örgüt kurmuştu.37 Bunlar;
1- “Council on National Defense” (Millî Savunma
Konseyi).
2- “Navy League” (Donarıma Ligi).
3- “League to Enforce Peace” (Barış Uygulama Ligi)
idi.
“Council on National Defense, “1916 yılı Ağustos
ayında Kongre Kararı ile yetkili kılınmıştı. O tarihlerde
ABD’ye saldıracak herhangi bir güç ortalıkta görünmüyor­
du. ABD’ye yalnızca Meksika’daki Pancho Villa ve küçük
çetesi rahatsızlık vermekteydi. New York’lu bankerler ise
zaten Meksika’yı ele geçirmiş vaziyettelerdi. Warburg’lar
Mexico Ulusal Demiryolları hisselerini ele geçirmişler­
di. George F. Peabody&Eugene Meyer&Clevaland H.
Dodge, Mexico’nun bakır madenlerini ele geçirmişlerdi.
Mexico Elektrik işletmeleri ise Seligman & Co.’ya aitti.
Meksika ihtilali, gerçekte Warburg’lar ve
Rockefeller’le yıllardır işbirliği yapan Başkan Porforio
Diaz’a karşı bir ayaklanma idi.
Diaz’d an sonra Başkan olan Francisco Madera ise,
Meksika’daki İngiliz petrol çıkarlarının baş temsilcisi
Lord Cowdray’m adamı olan Victoriano Huerta tarafın­
dan öldürüldü.

37 Kaynak: Eustace Mullins, “The World Order.”

81
“The Council on National Defense’ın başkanı Daniel
Willard idi. Diğer üyeler ise Bernard Baruch, Julius
Rosenwald, Samuel Gompers (Gompers ile ilgili açıkla­
ma için önceki bölüme bakınız) gibi ünlü Siyonistlerden
oluşmuştu.
“Navy League” üyeleri ise U.S Steel şirke­
tinden J.R Morgan, Bethlehem Steel’d en Charles
Schwab, International Nickel şirketinden Albay R.M.
Thompsondan oluşmuştu.
“League to Enforce Peace” üyeleri ise J.P. Morganin
avukatı Elihu Root, Oscar Strauss (Strauss’la ilgili ola­
rak daha önceki açıklamaya bakınız) Isaac Seligman,
Rothschildler’in resmi temsilcisi Perry Belmont ve Kuhn,
Loeb&Co.’d an Jacob Schifften oluşmuştu. Bu milyoner
bankerlerin oluşturduğu örgütün parolası “hazırlıklı ol­
mak”idi.
Bir taraftan savaşa hazırlanan Başkan Wilson, diğer
taraftan “O bizi savaşın dışında tuttu” (‘He kept us out of
war’) sloganı ile 1916 yılında seçim kampanyasını yürütü­
yordu. Birçok Amerikalı seçmen (9 Milyon kişi) bu sloga­
na kanarak Wilsona oy vermişti. Halbuki Başkan Wilson
daha 1916 yılında İngilizlerle gizli bir anlaşma yaparak,
ABD’yi savaşa sokmuştu bile.
Aynı şeyi Başkan Roosevelt’te 1939’d a tekrarlaya­
caktır.
ABD Birinci Dünya Savaşma girerken, Wilsonun
kampanyasını destekleyen “War Industries Board”
(Savaş Endüstrisi Komitesi) başkanı ünlü Siyonist
Bernard Baruch idi.
Baruch, “War Industries Board” sayesinde sa­
vaş sırasında adeta bir diktatörün gücüne sahip olmuş­
82
Levent Şahverdi Arşivi
tu. Savaş yılları boyunca WIB (War Industries Board)
ABD’nin “Gizli Hükümeti” gibi çalışmıştı. Baruch ve
WIB ile çalışan önemli şahsiyetlerden biri de Dillon
Şirketinden Clarance Dillon idi.
WIB komitesinde “fiyat tespit komitesi” başkanı
olan Robert S. Brookings, daha sonra ünlü “Brookings
Institution”u kuracaktır. Komitenin diğer üyeleri ara­
sında “War Policies LaborBoard” (Savaş Politikaları
İş Komitesi) başkanı diğer bir ünlü Siyonist Felix
Frankfurter, daha sonra FBI Başkanı olan H. Hoover, U.S
Food Administration’d an H. B. Swope, Baruch’un basın
ajanı Harrison Williams, daha sonra Maryland valisi olan
Albert Ritchie ve Amiral F. F. Fletcher.
Büyük bir savaşa hazırlanmak için basının gizlice
kontrol edilmesi şarttı. Gerçekten de ABD ve Avrupa bası­
nı kontrol altındaydı. Örneğin, büyük Alman haber ajan­
sı “Wolff” Rothschildlere aitti ve merkezi Berlin’deydi.
Bu firmanın önde gelen üyelerinden biri ise Kayzer
Wilhelm’in özel bankeri olan ünlü Siyonist MaxWarburg
idi.
Rothschild hanedanı Avrupadaki üç büyük ha­
ber ajansını, yani Havas (Fransa), Reuters (İngiltere) ve
Wolff’u (Almanya) ele geçirmişti.
1917 yazında Başkan Wilson, Albay House’ı “Ameri­
can War Mission to the Inter-Allied War Conference”
Müttefikler arası Savaş Konferansının başına getirdi. Bu
bir “Avrupa Konseyi” kurmak için ABD tarafından atılan
ilk adımdı.
O sıralarda Siyonist Walter Lippmann ve grubu
“Milletler Cemiyeti” planı üzerinde çalışıyordu. Lippmann
1905’de Sosyalist İngiliz “Fabian Society”nin Amerikan
83
şubesini kurmuştu. Bu derneğin adı “Intercollegiate
Socialist Society” idi. Bu dernek daha sonra adını de­
ğiştirerek, “Students for a Democratic Society” adını
alacaktır.
Kuhn, Loeb&Co. bankasından L.L. Strauss, 1919
Mart ayında Almanlarla yapılan son ateşkes anlaşmasın­
da bulunan dört Amerikan delegesinden biriydi.
“American Commission to Negotiate Peace”
(Amerikan Barış Görüşmeleri Komisyonu) ise W.
Lippmann, Dulles kardeşler, Warburg kardeşler (ABD’den
Paul, Almanya’d an Max) L. L. Strauss, Thomas W. Lamont
ve Albay House’d an oluşmuştu.
Wilsonun dışişleri bakanı Robert Lansing, Dulles
biraderlerin amcasıydı. Fransa’yı ‘Barış Konferansında
temsil edenlerden biri Edmond de Rothschild, diğeri ise
Fransa maliye bakanı Klotz (Yıllarca Rothschild’ler adına
basma rüşvet dağıtmıştı) idi.
Almanya’ya savaş tazminatı ödetmek için kuru­
lan “The Reparations Çommission” 25 Ocak 1919’da
ABD’den Bernard Baruch, Fransa’dan Klotz ve İngiltere’den
‘İngiltere Bankası’ guvernörü Lord Cunliffe (Kohnleben)
tarafından kurulmuştu.
Başkan Wilson ABD’yi ‘Milletler Cemiyetine sok­
manın mükafatı olarak AvrupalIlardan bir milyon do­
larlık bağış (hediye) almıştı. ‘Paris Barış Konferansında
tek bir ABD kongre üyesi bile yokken, Wilsonun yanında
ünlü “Fabian” derneği üyeleri bulunuyordu. Bunlar; Dr.
James T. Shotwell, Eugene Delano ve ünlü banker Jacob
Schiff idi. (Sonradan FBI Başkanı olan) Herbert Hoover
ve Albay House, ABD’nin ‘Milletler Cemiyetine girmesi­
ni savunan iki ünlü şahsiyetti.
84
B. Baruch, Graham Komitesine verdiği ifadede ‘Barış
Ko-misyonu’nda “ekonomi danışmam” olarak bulundu­
ğunu açıklamıştı. İlginçtir ki, “Paris Barış Anlaşması”
görüşmeleri sırasında da Baruch konseyin içindeydi.
ABD “Tazminat Komisyonu” (The U.S. Reparations
Commission) Almanlara komisyona verilmek üzere dört
çeşit bono çıkarmaları emrini vermişti. Bunlar;
1- 20 Milyar altın Mark ve beş Milyar kağıt Mark
-1 Mayıs 1921e kadar-İşgal ordusu için.
2- Belçika’nın savaş masrafları için dört Milyar al­
tın Mark-1 Mayıs 1926’ya kadar.
3- % 2,5 faizle 40 Milyar altın Mark-1921-26 yılları
arasında. Tedavülden çıkararak karşılığının ödeneceği ta­
rih: 1951.
4- Genel tazminatlar için 30 yıllık provizyonel (ge­
çici) fon (Versay Antlaşması, Mali Anlaşmalar 248-63).
Bankerler bu devasa meblağları sermaye kaynakları
olarak kullanarak, bunları borç verme işlemleri için para­
ya ve diğer enstrümanlara çevirdiler.
Lloyd George “N.Y. Journal Americana 24 Haziran
1924’te şu açıklamayı yapıyordu;
“Uluslararası bankerler Dawes38 Tazminat talepleri­
ni dikte ettirdiler. Müttefikler ve Almanya arasında

38 Charles Gates Dawes: Amerikalı maliyeci ve siyaset adamı


(1865-1951).
Almanya’nın Versailles Antlaşması gereğince eski düşmanlarına
ödemekle yükümlü olduğu savaş tazminatları meselesini çözmek
için 1923’te Londra’d a yapılan konferansa başkanlık etti. 1924’te
yürürlüğe giren ‘Dawes Plânı’ Almanya’nın gerçekleştirmesi gere­
ken yıllık ödeme tutarını belirtiyor ve aynı zamanda ülkeyi yeni­
den ekonomik dengeye kavuşturmayı amaçlayan önlemleri öngö­
rüyordu.

85
imzalanan protokol, aslında maliyecilerin bir zaferidir.
Uluslararası bankerlerin zalim ve acımasız müdahalele­
ri olmasaydı asla bir anlaşma yapılamazdı. Onlar devlet
adamlarını, politikacıları ve gazetecileri bir köşeye çe­
kerek, ‘mutlak monarklar gibi’ emirler verdiler. “Dawes
Raporu” para krallarının eseridir. Alman bankerleri na­
sıl Alman siyaset temsilcilerine emirler verebiliyorlarsa,
müttefik finansörler de siyasi temsilcilerine öyle emir
verebiliyorlar.”

Couneil on Foreign Relations (CFR) ve Royal


Institute of International Affairs (RIIA) örgütlerinin
kuruluş gayeleri:
Rothschild ajanı Lord Alfred Milner’in kariyeri
1864’de Londra’d a kurulan ‘Colonial Society’ (Koloniler
Derneği) ile başlamıştı. 1868’de dernek, ‘Royal Colonial
Institute’ (Kraliyet Koloniler Enstitüsü) adını aldı.
Milner’in aktif olduğu enstitü, Barclys Bank ve Asyadaki
uyuşturucu pazarını kontrol eden Hong- Kong Shangai
Bank39 (HSBC) tarafından finanse ediliyordu.
1884’de Milner, ‘Royal Colonial Society’yi sömür­
gelerle ilgili bir başka kuruluşla, ‘Imperial Federation
League’ (İmparatorluk Federasyon Birliği) ile birleştirdi
ve böylece ‘Royal Empire Society’ (Kraliyet İmparatorluk
Derneği) kurulmuş oldu. “Lord Milner and the Empire”
adlı kitabın yazarı V. Halperin Milner’in bir sonraki icra­
atını şöyle anlatıyor;

39 Jim Keith, “Casebook on Alternative- 3” adlı kitabında HSBC’nin


günümüzde de uyuşturucu paralarını aklamak için kullanıldığını
iddia etmektedir. Uyuşturucu finansman ve nakliyesi ‘Royal Insti­
tute of International Affairs’ (RIIA) ve İngiliz Gizli Servisinin gö­
zetiminde yapılıyordu.

86
“Milner ve bazı arkadaşları “Round Table Group’u
kurdular. Bu örgüt, kurulduğu günden sonra ekono­
mik konularda büyük etki sahibi olmuştur. Milner
‘Round Table’ı kurmak için Lord Astor’d an 30.000, Lord
Rothschild’den 10.000, Bedford Dükünden 10.000 ve
Lord Iveagh’dan 10.000 sterlin almıştı.”
‘Round Table’ı kuran Milner’ın bu iş için kullandı­
ğı 60 bin sterlinin 40 binini Yahudi finansörlerden, yani
Lord Rothschild ve Lord Astordan almıştı. Halper’in
yazdığına göre, Aralık 1917’de yayınlanan “Balfour
Deklarasyonu”nda Milner’in büyük rolü vardı. Milner,
deklarasyonu Balfour’la birlikte yazmış ve 1915’ten itiba­
ren Filistin’de bir Yahudi devleti kurulmasına büyük des­
tek vermişti.
Milner’a “Rothschild ajanı” denmesi boşuna değil­
di. Rothschild imparatorluğunun çıkarlarım koruyan
Milner, aynı zamanda Siyonizmin İngiltere’deki en büyük
destekçilerinden biriydi. Siyonizme destek çıkan Balfour
Deklarasyonundaki rolü bunun bir göstergesiydi.
Eustace Mullins “The World Order” adlı kitabında
Milner-Rothschild arasındaki ilişkiyi şöyle anlatıyor;
“Milner-Rothschild ilişkisi, Terence O’Brien’ın
yazdığı ‘Milner’ adlı biyografide şöyle anlatılmaktadır:
Milner, Alphonse de Rothschild’le bir iş görüşmesi için
Paris’e gittiğinde, hafta sonunu Rothschildlerin villasında
geçirdi. Sonra Lord Rothschild, Milner’m da katıldığı ve
Siyonizm konusu üzerine düzenlenen bir yemekli toplantı
düzenledi. Toplantıda Milner’a, Kral Faysalla konuşması
için ‘ArabistanlI Lawrence’ tercümanlık yapıyordu.”
Kısacası Milner, Rothschild’le çok yakın ilişkiler
içinde olan ve Siyonizme büyük destek veren bir kişiydi.
87
Ama bu destek, yalnızca Rothschild İmparatorluğunun
çıkarları için Güney Afrika’da yapılan soykırımla (Güney
Afrika’da zengin altın ve elmas yatakları keşfedilince,
Boer’ler -Güney Afrika’ya îngilizler’d en önce yerleşen
HollandalIlar- katledilmişlerdi) ya da Siyonizme resmi
İngiliz desteği olan Balfour Deklarasyonu ile sınırlı kal­
mayacaktı. Milner, asıl büyük icraatını, “Chatham House”
olarak da bilinen “Royal Institute of International
Affairs”ı kurmakla yapacaktı.
Birinci Dünya Savaşının hemen ardından toplanan
‘Paris Barış Konferansı,’ çok önemli gelişmelere sahne
oldu.
30 Mayıs 1919’da ‘Paris Barış Konferansı’na katılan
delegeler, Paris’te Hotel Majestic’te uluslararası bir grup
kurmak amacıyla toplandılar; böylece uluslararası ilişki­
lerde hükümetlere tavsiyelerde bulunacak bir örgüt oluş­
turuldu.
Bu toplantıda oluşturulan organizasyona “Institute
of International Affairs” (Uluslararası ilişkiler Enstitüsü)
adı verildi.
5 Haziran 1919’daki bir toplantıda ise bunun tek
bir organizasyon değil, birbiriyle yardımlaşan ayrı ku­
ruluşlar olarak düzenlenmesine karar verildi. Sonuçta
merkezi New York’ta olan ve Amerikan dış politikasıyla
ilgilenecek olan “Council on Foreign Relations” (CFR)
kuruldu. Londra’d a da “Royal Institute o f International
Affairs” (RIIA) oluşturuldu. Bu, aynı zamanda “Chatham
House” olarak da biliniyordu ve görevi İngiliz hüküme­
tinin dış politikasını belirlemekti. Yan kuruluşu olan
“The Institute of Pacific Relations” (Pasifik İlişkiler
Enstitüsü) sadece Uzakdoğu ilişkilerini düzenlemek için

88
kurulmuştu. Enstitünün benzerleri Paris ve Hamburg’ta
da oluşturuldu. Hamburg kolu “Institut für Auswärtige
Politik,” Paris kolu da “C entre d’Etudes de Politiques
Etrangères” olarak biliniyordu.
Kısacası, bir anda, Batının büyük güçlerinin dış po­
litikalarını yönlendirecek yeni kurumlar oluşturulmuş
oldu. Bu kuruluşların başını çeken kişi, Rothschild aja­
nı ve Balfour Deklarasyonunun ikinci yazarı olan Lord
Alfred Milner idi.
Milner’ın kurmuş olduğu “Round Table” örgütü,
Paris Barış Konferansında İngiltere ve Amerika’nın eko­
nomik ve dış politikasında bir numaralı belirleyici faktör
durumuna gelecek olan-Royal Institute of International
Affairs (RILA) ve Council on Foreign Relationsa (CFR)
dönüştü.
Aslında Paris Barış Konferansına hakim olan Lord
Rothschild, yeni bir düzenin kuruluşunun bu örgütlerden
geçtiğini düşünmüş ve bu örgütleri kurmanın hayatının
en önemli başarısı olacağına inanmıştı. Zaten RIIA’nm
ve CFR’nin kurucularının çoğunluğu Rothschildler’in
adamlarıydı: CFR’nin fahri başkanı Elihu Root, Kuhn,
Loeb&Co. firması vasıtasıyla Rothschildler’e bağlıydı.
Ayrıca kurucular listesinde Alexander Hemphill ve Otto
Kahn gibi Rothschild şirketleri için çalışan kişiler yer alı­
yordu.
RIIA kurucuları arasındaki Rothschild’lerin adam­
ları bunlardan ibaret değildi.
Rothschild’in GüneyAfrika temsilcileri de liste­
de yer alıyordu: British South Africa Co. Müdürü Otto
Beit, Cape kolonisini yöneten Percy Alport Molteno,
Transvaal madenlerinin sahibi ve Boer savaşında Milner
89
ile birlikte çalışmış olan Sir Abe Bailey, daha sonra Başkan
Eisenhower’in politik danışmanı olacak olan John W.
Wheeler-Bennett, Sir Julien Cahn ve Transvaal madenle­
rinin kolonyal sekreteri Lionel Curtis. RIIA’nın diğer ku­
rucuları arasında Astor ailesinden dört kişi vardı: Vikont
Astor, Hon. E D. L. Astor, M. Lastor ve H. J. J. Astor.
RIIA Konseyinin başında bulunan Siyonist Astor
ailesinin büyükbabası J. Jacob Astor ise 1816’d an itiba­
ren İngiliz Doğu Hindistan Şirketi (East India Comp.) ile
uyuşturucu ticaretine giren ilk Amerikalı idi.
Görüldüğü gibi RIIA ve CFR’nin ardında başta
Rothschild olmak üzere Siyonist finansörler vardı. Bu ör­
gütlerin oluşumunda en büyük rolü oynayan Rothschild,
o yıllardaki Siyasi Siyonizm hareketinin en önemli des­
tekçisi idi.
RIIA’nm 1936’daki 400.000 dolarlık bütçesi şu
şirketlerce oluşturulmuştu: N. M. Rothschild Sono,
British South Africa Co., Bank of England, Reuter
News Agency, Prodential Insurance Co, Sun Insurance
Ltd, ve Vickers-Armstrong Ltd; tümü Rothschild şir­
ketleri olarak biliniyordu. Diğer destekçiler ise Henry
Schroeder Co., Lazard Freres, Morgan Grenfell, E.
Mangers Ltd. ve E. D. Sassoon Co. idi.
Amerikan dış politikasını yönlendirmek için kurul­
muş olan CFR ise Rothschild’m Amerika’daki uzantıları,
yani Yahudi bankerlerce finanse ve kontrol ediliyordu.
Tüm dünyadaki uyuşturucu trafiğini konu edinen
‘Dope Inc’ (Uyuşturucu Şirketi) adlı kitapta ‘Chatham
House’m (Yani Royal Institute of International Affairs)
uyuşturucu ağındaki önemli rolü uzun uzun anlatılmak­
tadır. Kitapta, Chatham House’m Uzak Doğulu afyon
90
lordları ile kurduğu bağlantılar detaylı olarak anlatılmak­
tadır. Chatham House, Uzak Doğu ile ilgili kolu olan
‘Institute for Pacific Relations’ (IPR) kanalıyla, uyuştu­
rucu alı m-satımı yapmakta ve kuruluşun yöneticileri bu
yolla büyük kârlar elde etmekteydi. Institute for Pacific
Relations’la (IPR) ilgili olarak yapılan bir Senato soruş­
turması, RIIA’mn (Chatham House) dolaylı yollardan
uyuşturucu ağı ile ilişki içinde olduğunu ortaya koymuş­
tu.

91
BEŞİNCİ BÖLÜM

DÜNYACUMHURİYETİ
(Dünya İhtilali Yoluyla Masonik Dünya
Cumhuriyetini Kurma Plânlan)

Uzun vadeli büyük Yahudi-Mason Plânına göre,


“DÜNYA CUMHURİYETİ” kurulmadan önce bütün
ulusların (Doğaldır ki önce imparatorlukların parçalanıp
ulus’ devletlerin kurulması gerekiyordu) “cumhuriyetçi”
devlet yönetimine geçmesi gerekiyordu. Bu yönetimin
sürekliliği de ancak Masonların işbaşında olması ile ga­
ranti altına alınabilirdi.
Bu sebebten bütün büyük monarşiler (Örneğin;
Almanya, Avusturya-Macaristan, Rusya ve Osmanlı) yıkı­
larak, yerlerine parlamenter demokrasiler ikame edildi.
Doğaldır ki, bir monarşide, bağımsız bir monark’m
Masonlara boyun eğmesi söz konusu bile olamazdı. Bu
nedenle planlı olarak, ‘Büyük’ Fransız devriminden başla­
yarak masonik devrimler (Örneğin ‘Genç’ sıfatını taşıyan
hareketler; Genç-Almanya, Genç-Îtalya, Genç-Türkler
v.b) hazırlandı. Dünyanın heryerindeki krallıklar yıkıldı.
Bu plan da yeni bir şey değildi, çünkü bütün mekanizma­
lar masonluğun kuruluşundan itibaren harekete geçiril­
mişti. (Yani 18’nci yüzyılın başında).
1740 yılında Büyük Üstad Dük von Autin, Fransız
Büyük Locasının kutlama töreninde bir konuşma yapa­

92
rak “Masonluğun bütün dünyada cumhuriyet’ yöneti­
mini devlet yönetimine egemen kılmak için kuruldu­
ğunu” belirtmişti. Birader “Wilhelm O hr da40 Fransız
Masonluğunun bu devrimin düşünce yapısını oluşturdu­
ğunu belirtmişti.
“La Franc-Maçonne” (1744) ve “Les Franc-Maçon
écrases “(1746) adlı mason dergileri 1789 Fransız
Devrimi’nin “Hürriyet” ve “Kardeşlik” parolalarının
“Dünya Cumhuriyeti” için ortaya atıldığını ileri sür­
müşlerdi. Daha sonra krallıkların yıkılması ile “Eşitlik”
parolası da gerçekleştirilmişti.
Burada şunu da belirtmek gerekir ki Hürmasonlarda
“Eşitlik”diye bir şey mevcut değildir. Masonluk’taki hiye­
rarşik tertiplenmede eşitlik diye bir şey söz konusu bile
olamaz.
Dr. Dubois Mason Dergisi “Acacia’da41 bunu şöyle
belirtiyordu;
“Fransız Masonluğunda ve 33. dereceden oluşan
derecelerde eşitlik’ yoktur. Bir ‘Çırak’ Kalfaya, Kalfa
da ‘Ustaya eşit değildir. ‘Gül-Haç Şövalyesi’ bir üs-
taddır ama onun da üstünde ‘Büyük Kadoş Şövalyesi’
vardır. Kadoş Şövalyesi üstü olan ‘Büyük Engizisyon
Komutanı’na boyun eğmek mecburiyetindedir. Onun da
üstünde ‘Kraliyet Sırrı’nın Prensi’ ve en üstte ‘Egemen
Büyük Müfettiş’ bulunur.”
Masonluğun kendi içinde “Özgürlük” diye bir şey
mevcut değildir. Masonlukta düşünce özgürlüğü yok­
tur, çünkü çok sıkı bir sansür uygulaması vardır. Hiçbir

40 Dr. “Wilhelm Ohr, “Der fransözische Geist und die Freimaurerei”


S.30 ff.
41 “Acacia,” November 1907, Nr. 50, S. 285.

93
Mason, tarikatı ve kuruluşu ile ilgili bilgiyi açıklama hak­
kına sahip değildir. Ancak belirli sınırlar içinde kalmak
şartıyla açıklama yapabilir.
“Kardeşlik” de ancak Mason kardeşler için söz
konusudur. Mason olmayanların kardeş olmaları sözko-
nusu bile olamaz.
Yeniden konumuza dönersek; Fransa’d a “cumhuri­
yet” düşüncesi ihtilâlin kanlı zulmü ile değerini yitirme­
sine rağmen, 19. yüzyılda önce İtalya’da, daha sonra da
Fransa’d a ortaya çıktı. İtalya ve Fransa’daki ‘sosyal demok­
rat’ düşüncelerin ve çalışmaların sonucu, Almanya’nın
da feodal Kayzer yönetiminden ‘cumhuriyet’ yönetimine
geçeceği ümidi doğmuştu.
Çünkü Avrupa barışını tehdit eden (Almanya ve
Fransa arasındaki) Alsas-Lothringen anlaşmazlığına bir
çözüm bulma aşamasına girilmişti.42
1889 yılında Paris’te yapılan Mason Kongresinde
(Fransız Devriminin 100. yılını kutlamak amacı ile yapılı­
yordu.) Fransız Grand-Orient’i adına konuşan Francolín
birader, alkışlar arasında şu konuşmayı yapmıştı;
“1789 devrimini henüz gerçekleştirememiş millet­
lerin monarşilerinin ve dinlerinin yıkılacağı gün yaklaş­
maktadır. Bugün çok uzaklarda değil!.. Böyle bir günde,
dünyadaki bütün ‘Büyük Loca’lar ve ‘Grand-Orient’ler
arasında bir “dünya kardeşliği” kurulmuş, Masonları
ayıran ülke sınırları ve bölünmüşlükler ortadan kalkmış
olacaktır. İşte bu, gelecekteki parlak idealimizdir. Bizim
yapmamız gereken şey, dünya kardeşliğinin gerçekleşece­
ği tarihi hızlandırmaktır.”

42 Rivista della Massonica Italiana, 1889 S.82.

94
İlginçtir ki, 1889 yılında muhtelif ülkelere mensup
yüksek dereceli Masonlar tarafından dile getirilen hedef­
lere 29 yıl sonra (yani 1918’de) ulaşılmıştı.
1893de Romada yüksek dereceli Masonların katıldı­
ğı bir toplantı yapıldı. Birader H um bert dal Medico, 300
biraderin önünde yaptığı konuşmada ünlü Mason Üstadı
ve devrimci Mazzini’nin “Birinci Roma Sezar’ların, İkincisi
Papa’ların oldu ama üçüncü Roma ‘Halkın Roma’sı olacak
ve bu Roma, Avrupa, Amerika ve dünyanın diğer ülkeleri­
ni bir birliğin içinde toplayacaktır,” sözlerini hatırlattı.
Medico, “işte bu Masonluğun en büyük hedefidir,” demiş­
ti. Kongreye katılanlardan İtalyan Büyük Üstadı Adriano
Lemmi, dal Medino’nun sözlerine katıldığını belirtmiş ve
“AVRUPA DEVLETLERİ KONFEDERASYONU”nun43
biran önce kurulmasını istemişti.
Daha sonra Saksonya Büyük Locası Büyük Üstadı,
Üstad Lemmi’ye bir mektup yazarak, Lemmi’yi yalnızca
İtalyan masonluğunun değil, dünya masonluğunun kralı
olarak gördüğünü belirtmişti.
“DÜNYA CUMHURİYETİ” (Republique Üniverselle)
düşüncesi, 1900 yıhnda Paris’te yapılan İkinci Uluslararası
Mason Kongresinde de ortaya atılmıştı. Hatta denilebilir ki
kongrenin ana teması bu idi. Bütün konuşmacılar bu konuda
konuşmalar yapmışlardı.44
Konuşmacılardan birader Dequaitre-Grobel yaptığı
konuşmada “Masonların Dünyada ve Avrupa’d a bütün

43 Bu Konfederasyon, Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra “Paneuropa”


projesi ile gerçekleştirilmeye çalışılmıştı. Günümüzdeki “AVRU­
PA BİRLİĞİ” (EU) bir asırlık masonik çabaların sonucudur.
44 Congres maçonnique international de 1900 (Fransız Grand-Ori­
ent resmi bülteni 1900, S.38-39).

95
siyasi ve kamusal güçleri ele geçirmeleri gerektiğinden”
bahsetmiş ve konuşmasını “Yaşasın Masonlar tarafından
kurulacak olan Dünya Cumhuriyeti,” diyerek bitirmişti.
Fransız Grand-Orient görevlisi Rene Renoult bira­
der de benzer düşünceleri dile getirmiş ve “Ülkenizdeki
localara geri döndüğünüz zaman, bizlerin ve bütün ya­
bancı delegelerin ‘DÜNYA CUMHURİYETİ ni nasıl kut­
ladığımızı onlara anlatınız,” demişti.
1900’lerden başlayarak bir ‘DÜNYA
CUMHURİYETİ’ kurmak için1çalışan birçok masonik
Kongre yapıldı. Bunlara birkaç örnek vermemiz gerekir­
se;
1902’de Cenevre’de
1904’de Brüksel’de
1905’de Lizbon’da
1907’de Brüksel’de (Yüksek Şura)
1907’de Alsas’ta
1907’de Köln’de (Alman ve Fransız
Masonlarının toplantısı)
1908’de Basel’de
1908’de Berimde (Fransız yüksek dereceli
Masonlarının eski Prusya localarını ziyareti)
1909’d a Basel’de
1909’da Baden-Badende
1910’d a Kopenhag’d a (Eylül)
1910’d a Brüksel’de (Eylül)
1911’d e Hamburg’d a (Alman ve Fransız yüksek
dereceli Masonlarının Hamburg Büyük Locasında yap­
tıkları toplantı)

96
Birinci Dünya Savaşı sırasında bütün devletlerde
basın Mason biraderlerin eline geçmiş bir vaziyette idi.
Masonlar tarafından yönetilen devletler arasında sıkı
bir işbirliği ve dayanışma görülüyordu. Bütün dünya
Masonlarının başında ise, “Dünyanın En Büyük Masonu”
sıfatını taşıyan İngiltere Kralı VIL Edward bulunuyor­
du.
Almanya’nın masonik İtilaf Devletleri tarafından
kuşatılması tamamlandıktan sonra, bir sonraki aşamaya
geçildi ve programa uygun olarak Sırp Masonları Birinci
Dünya Savaşını başlatan ilk kurşunları ateşlediler.
Artık her iki tötonik Kayzer’in (Yani Almanya ve
Avusturya İmparatorları) çöküşü an meselesi idi. Her iki­
sinin de ölüm fermanı ‘Grand-Orient’ Locası tarafından
imzalanmıştı. Savaş sırasında Alman ordusu gizli örgüt­
lerce ‘sırtından hançerlenerek’ ihanete uğramış ve geri
çekilmeye mecbur kalmıştı.
Fakat gerek düşman devletlerin, gerekse yüksek
dereceli Masonların uğraşlarına rağmen, Almanya ve
Avusturya onları hayal kırıklığına uğratmış, bir “DÜNYA
CUMHURİYETİ”nin uydusuna dönüşmemişti.
Bütün bu yazdıklarımdan şu sonucu çıkarabiliriz;
Masonların bir ‘Dünya Cumhuriyeti’ için çıkarılan ih­
tilallerde olduğu kadar, bütün devrimlerin en şiddetlisi
olan ‘Dünya Savaşında da parmakları vardır.

97
ALTINCI BÖLÜM

MASONLUKVEBİRİNCİ DÜNYASAVAŞI

Birinci Dünya Savaşı sırasında (Almanya ve Fransa


savaşırken) Fransız yüksek dereceli (yani 33. derece­
den) Masonları ik. iyi ilişkiler içinde olduğunu itiraf
eden Alman subayı birader Wilhelm Ohr hiç çekin­
meden şu sözleri söyleyebiliyordu;
“Avrupa’nın başındaki felaketin (yani savaşın) so­
rumlusu Fransa’nın yarattığı Alsas meselesidir. Bu sava­
şın en büyük suçlusu gizli bir güç olan Masonluktur.”
Daha sonra başka bir yazısında birader Ohr şöyle
diyordu;
“Fransız Masonluğu, Alman devletinin (yani Alman
İmparatorluğunun) çökertilmesinde önemli bir rol oyna­
mıştır.”
Savaş, sırasında Fransız Masonları Almanya’d a bir
ihtilal çıkartmanın hesaplarını yapıyorlardı. Fransa ile
yakın ilişkiler içinde olan “Freimaurerbund zur aufge­
henden Sonne” locasının Marksistlerle dolu olması basit
bir tesadüf olabilir miydi?..
Fransız Büyük Locası, Alman Marksist Masonluğun
devrimci propagandasını yapmaktaydı.
Fransız Masonları Avusturya-Macaristan ve
Almanya’yı millî düşmanları olarak görüyorlardı. Onlara
göre Almanlar ve AvusturyalIlar “yıkıcı güç”ün temsil-
98
çileri idiler. Bu sebepten Avusturya İm paratorunun öl­
dürülmesi ve Avusturya-Macaristan İmparatorluğunun
parçalanması onların başlıca hedefleri arasında idi.
Sosyalistler ve Cumhuriyetçiler savaşa engel olmak
için Alman Kayzeri’nin tahttan çekilmesini ve Alman
İmparatorluğunun sona ermesini istiyorlardı.
Yurt dışındaki masonik çevrelerde Almanya’da bir
işçi ihtilali çıkacağı beklentisi vardı.
Alman düşmanlarının ne kadar dikkatli çalıştıkları
şu iki olaydan belli oluyordu; 1- Uluslararası para gücü,
Alman Reich’mdaki altın stoklarını geri çekmişti. 2- Rusya
daha 1914 yılı başında genel seferberlik ilan etmişti.
Uluslararası Mason prensler, Çek Masonları
Kramarsch ve Masaryk biraderler vasıtası ile Çek’lerin ba­
ğımsızlık isteklerini dile getirmeye başlamışlardı. Ayrıca
Polonya’d a Ruthen’ler ve Güney Slavlar, Avusturya’da
İtalyanlar ve Romanya’da Macar azınlıklar problemi ka­
şınmaya başlanmıştı.
Fransız Masonları, Alman Sosyal demokratlara ve
onların ellerindeki güçlü pasifıst-liberal yayın organları­
na güvenerek, savaşı sabote edebileceklerini düşünüyor­
lardı.45
Gerek Avusturya’da, gerekse Almanya’daki Masonlar

45 Alman Sosyal demokrat Parti başkanının tutumu Fransız


politikacılarına cesaret vermekteydi. Savaşın başlamasından he­
men sonra, 31 Temmuz 1914’te Alman Sosyal demokrat Hermann
Müller Paris’e giderek, Alman Sosyal demokratlannın hiçbir şekilde
savaş kredilerini desteklemeyeceğini söylemişti. Bu açıklamadan
sonra, savaş Fransızlar için büyük bir yük olmaktan çıkmış oldu.
Müller, 1919 yılında Alman Dışişleri Bakanı olarak Versay Barış
Anlaşmasını imzaladı. Alman Reich’ı 1914 yılında bu ihanete göz
yumduğu için, Müller 1916 yılında Reichstaga seçilebildi. Alman
askerleri cephede savaşırken Alman devletinin altı oyulmaktaydı.

99
barışın korunması adına her türlü ihaneti göze almışlar­
dı.
Fransız Masonları için ise savaş iki anlama geliyor­
du; 1- Tiranik Kayzer güçlerinin otokrasisini yok etmek,
2- Almanya’nın elinde olan Alsas’ı geri almak.
Görüldüğü gibi rövanş düşüncesi Fransız Mason locala­
rına hakim olmuştu. Fransa, Alsas-Lothringen, Saarbecken
ve Ren bölgelerini topraklarına katmak için, Rusya ve İn­
giltere ile gizli anlaşmalar yapmıştı.
Amerikalı tarihçi Barnes, Rymond Poincaré46 ve
kliğinin gerçek savaş suçluları (yani Birinci Dünya
Savaşının çıkmasından sorumlu olduklarını) oldukları­
nı belirtmektedir. (Kaynak: Barnes, “Die Entstehung des
Weltkrieges” S .298)
Poincaré, Clemenceau,47 Viviani, Briand, Dalcasse
gibi Fransız Mason devlet adamlarının yanısıra birçok
yüksek rütbeli subay da loca mensubuydu. Bunlara örnek
olarak Tümgeneral olduğu halde bir kolorduya komutanlık
eden birader Peigne’yi ve Fransız Büyük Locasının (1910-
1911 ve 1913-1918 yılları arasında) Büyük Üstadlığını ya­
pan birader komutan Debierre’yi verebiliriz.

46 Raymond Poincaré: Fransız siyaset adamı (1860-1934) Millî Eği­


tim ve Maliye bakanlığı görevlerinden sonra, Ocak 1912’de Dı­
şişleri bakanı ve başbakan oldu. Almanya’ya karşı sert bir politika
izledi; bu ara İngiltere ve Rusya’yla ittifakı pekiştirdi. Ocak 1913’te
cumhurbaşkanlığına getirildi. Birinci Dünya Savaşı’nda “Kutsal
lttifak”ı savunmaya devam etti; ama 1917’d en itibaren hükümetin
başına getirmek zorunda kaldığı Clemenceau tarafından ikinci
plana itildi. 1920’d e cumhurbaşkanlığından ayrıldı ve 1922’de ye­
niden başbakan oldu. Almanya’nın savaş tazminatlarını eksiksiz
ödemesini savunan Poincaré, Ocak 1923’te kendisine “verimli bir
teminat” sağlamak için Ruhr’u işgal ettirdi.
47 Fransa Başbakanı Clemenceau’nun baş danışmanı George Mandel
(Jerobeam Rothschild) de B’nai B’rith üyesi idi.

100
Alman Kayzeri II. Wilhelm, babası ve büyükbabası­
nın aksine Mason değildi ve masonluğa karşıydı.
Almanyadaki monarşiye karşı hareketin önder­
liğini Paris’teki “LAvant-Garde” locası yapıyordu. 30
Haziran 1917’de Paris’te yapılan ‘Uluslararası Mason
Kongresinde “Almanyadaki monarşiye karşı güçlü
bir hareketin nasıl oluşturulacağı” tartışılmıştı. Çünkü
Masonlara göre kalıcı bir ‘Dünya Barışı’ ancak Alman
Kayzerinin tahttan çekilmesi ile sağlanabilirdi. Bu kong­
reden sonra “Alman Kayzeri II. Wilhelm ve Avusturya
Kayzeri Kari, özel yaşamlarına dönmeden barış yapıla­
mayacak” düşüncesi hızla yayılmaya başlamıştı.
İtalyan gazetesi ‘Corriera della Sera’ “Wilhelm
Almanyası dünya masonluğu tarafından lanetlenmiş­
tir” diye yazıyordu. Bu arada Alman masonluğu da
“Almanya’nın demokratikleşmesi” taleplerini dile geti­
riyordu. Düşman Almanya’yı yok etmeye uğraşırken,
Alman Sosyal demokratları Prusya Eyalet Meclisi seçim­
lerinin “demokratikleşmesini” tartışıyordu.
‘Demokratikleşme’ parolası, gerçekte Paris’teki
Mason Kongresinin ilan ettiği “Hohenzollern ve
Habsburg hanedanlarının hemen tahttan indirilmesi”
hedefine hizmet ediyordu.
Savaş kışkırtıcılığı ve Avusturya veliahtı Franz
Ferdinanden öldürülmesi loca merkezi Paris’ten yöneti­
liyordu.
‘Barış İmkânlarını Araştırma Komisyonu’ Başkanı
Kont Bernstoff’un açıklamalarına bakılırsa, Ocak 1916’d a
İkinci defa Berlin’e gelen Amerikalı Albay House,48 ba­

48 Albay House uluslararası bankerlerin (Warburg, Kuhn, Loeb&Co,


Rothschild v.b) muteber adamıydı. ABD Başkam W ilsonü her
açıdan yönlendiren bir adamdı. House, ABD’d eki ‘Federal Reser-

101
rışın önündeki en büyük engelin Paris olduğunu söyle­
mişti.
İtalya’nın İtilaf Devletleri safında savaşa girmesin­
den de Masonlar sorumludur.
23 Mayıs 1915’de İtalya, Avusturya’ya savaş ilan etti.
24 Mayıs 1916’da, yani savaş ilanından bir yıl sonra, İtal­
yan Grand-Orient Büyük Üstadı şöyle diyordu;
“Savaşkararı,İtalyan Grand-Orient’inemriileverilmiş-
tir.” İtalya 26 Ağustos 1916’da Almanya’ya savaş açtı.
İtalyan masonluğu büyük ölçüde İngiliz ve Fransız
Masonlarının etkisi altındaydı. İtalya savaşa girmeden
önce, yüksek dereceli İtalyan, İngiliz ve Fransız Masonları
arasında üst düzey görüşmeler yapılmış ve 12 Şubat
1915’de İtilaf Devletleri’nin önde gelen Mason liderleri,
İtalya’nın savaşa girmesine karar vermişlerdi.
İtalyan savaş kışkırtıcılarının başında 1917 yılında
Büyük Üstad seçilen Yahudi Ernesto Nathan geliyordu.
Nathan, İtalyan masonluğunun en tepesindeki şahsiyetti
ve emrinde 493 loca vardı.
Alman Mason birader Dietrich Bischoff, “İtalyan
masonluğu siyasi savaş hareketinin tek sancaktarıdır,”
diyebiliyordu.
Bu bölüme İngiltere’de çıkan Mason dergisinin49
sözleri ile son veriyorum;
“Birinci Dünya Savaşı Masonların savaşıdır. Burada
sözkonusu olan otokrasi ile demokrasi arasındaki savaş-
. »
tır.

ve System’in (ABD Merkez Bankası) kurucularındandır. House,


ABD’nin Birinci Dünya Savaşı’na girmesinde önemli bir rol oy­
namıştır.
49 “The Freemason,” London 1917, S.468.

102
YEDİNCİ BÖLÜM

MASONLARINBİRİNCİ DÜNYASAVAŞI
SIRASINDAYAPTIKLARI TOPLANTILAR

1915 yılında Belçika Büyük Locası ile bağlantılı Fransız


Büyük Locası, Amerikan localarına bir genelge gönde­
rerek, Amerikan pasifistlerinin barışçı çabalarının
engellenmesini istemişti.50
28 Mayıs 1916’d a Cenevre’de (İsviçre) yüksek dere­
celi Masonların katıldığı gizli bir toplantı yapıldı. Bu top­
lantıda İtilaf Devletlerinin sonuna kadar savaşa devam
etmesi için tavsiye kararı alındı. Bu gizli toplantıya katı-
lanlar arasında, İngiliz Büyük Üstadı Connaught Dükü,
Fransız Büyük Üstadı General Perin ve Portekiz Büyük
Üstadı Magalhaes Lima vardı.
1916 Aralık ayının ortasında bir Mason Kongresi
Roma’d a yapıldı. Yüksek Şura Başkanı birader Riccardi,
Sırbistan ve Belçika’nın bağımsızlığını kazanmasına ve
Fransa’nın Alsas bölgesini ele geçirmesine kadar savaşa
devam edilmesini önerdi.
5-6 ve 7 Ocak 1917 tarihlerinde Roma’da İngiltere,
Fransa ve İtalya hükümetlerinin temsilcileri ve ordu
komutanlarının katıldığı bir konferans düzenlendi.
Bu konferansta müttefiklerin 1917 yılı için plânları

50 “Badischer Beobachter” 1917, Nr. 249.

103
görüşüldü. Ayrıca 14-16 Ocak 1917 tarihlerinde Paris’te
yapılacak Mason Kongresinde Roma’d a alınan karar­
ların gündeme alınıp alınmaması konusu tartışıldı. Bu
Kongrenin sonunda İtilaf Devletleri Masonları, tarafsız
ülkelere bir çağrı yaparak onları “militarizmle mücade­
leye,” davet ettiler.
2 Nisan 1917’de müttefik ülkeler Masonlarının
toplantısı Madrid’de yapıldı. Bu toplantının gündemi
“Almanya’ daki monarşiye karşı güçlü bir hareket nasıl
oluşturulabilir” idi.
Aynı amaçla 1917 Haziranında Stokholm (İsveç) de
“Sosyal demokrat Barış Kongresi” yapıldı. Kongreyi-
Masonların da kabul ettiği gibi-Masonlar finanse etmiş­
lerdi. Kongreye katılan önde gelen Sosyal demokratlar­
dan Dr. Viktor Adler, Brantig, Troelstra, Vandervelde
v.b şahısların hepsi masondu. Ayrıca Alman Sosyal de­
mokratlarından Scheidemann da “Almanya’nın hemen
demokratikleşmesi gerektiğini” öne sürerek toplantıya
katılmıştı.
Scheidemann aslında İtilafa Masonların borusunu
öttürmekten başka bir şey yapmıyordu.
1917 Mayısının sonunda Cenevre’de uluslararası
Mason Kongresi toplandı. Bu toplantıya İtalya, Fransa,
İspanya, İngiltere ve Almanya’d an biraderler katılmıştı.
Kongre başkanı Fransız yüksek dereceli Mason birader
Josef Caillaux idi. Toplantının sonunda Bern’de “barışı
korumak için uluslararası bir masonik büro” açılması ka­
rarlaştırıldı.
Burada okuyucunun dikkatini çekmek istediğim bir
nokta var; Bu toplantıya katılan Almanya, diğer devletler
ile savaş halindedir. İlginçtir ki, Hollanda’d a yapılan bir
104
başka Mason toplantısına da hem Alman Masonları, hem
de İtilaf Devletleri Masonları katılmışlardı.
28-30 Haziran 1917’de Paris’te “Dünya Mason
Kongresi”51 yapıldı ve Almanya hariç şu devletlerin ma-
sonik temsilcileri toplantıya katıldı:
1- Fransa ‘Grand-Orient’i ve Fransa G.O.’i ‘Yüksek Şura­
sı,’ Fransa Büyük Locası,52 Fransa Yüksek Şurası.
2- İtalyan G.O.’su, İtalyan Yüksek Şurası, İtalyan Büyük
Sembolik Locası.
3- İspanya Grand-Orient’i.
4- Büyük İsviçre Alpina Locası, İsviçre Yüksek Şurası,
İsviçre’nin Bağımsız Büyük Prior’u.
5- Belçika Grand-Orient’i, Belçika Yüksek Şurası.
6- Sırbistan Yüksek Şurası.
7- Arjantin Yüksek Şurası, Buenos Aires Grand-Orient’i
Yüksek Şurası, Rio Grande del Sul Yüksek Şurası ve
G.O’su.
8- Costa-Rica Büyük Locası.
9- Ohio Büyük Locası.
Bu kongrede Almanya’nın Alsas-Lothringen bölge­
sinin Fransa’ya verilmesi, bağımsız bir Polonya ve bağım­
sız bir Çekoslavakya’nın kurulması, ayrıca Avusturya-
Macaristan İm paratorluğu’nun tamamen parçalanması
kararı alındı.

51 Kaynak: “Sitzungsbericht des Pariser Kongresses der Freimaurer


der alliierten und neutralen Nationen im Juni 1917” m it einen
Vonvort von Oberst a. D von Struensee, 1933, Armanen-Verlag,
Leipzig. Ayrıca Ernest Freymann, “Auf den Pfaden der internatio­
nalen Freima-urerei.”
52 General Peigne ve Gustave Mesureur bu kongrede Fransa Büyük
Locasını temsil ediyorlardı.

105
Gerçekte bu kongrenin asıl amacı “MİLLETLER
CEMİYETİ”nin kurulması idi.
Dünya Masonlarının savaş sırasında düzenledikle­
ri son toplantı Eylül 1918’de Paris’te yapıldı. Bu toplan­
tıda da İngiliz Dükü Büyük Üstad Cannaught’ı, Fransız
Büyük Üstad General Perin ve Portekizli devrimci Büyük
Üstad Magalha es Lima’yı görmekteyiz. Müttefik güçler
artık zaferin kazanıldığından emindiler ve biran önce
“MİLLETLER CEMİYETİ ”nin kurulmasını istiyorlardı.
‘Milletler Cemiyeti’ne yalnızca masonik hükümetler tara­
fından yönetilen devletler üye olabilecekti.
‘Milletler Cemiyetinin temelleri, yüksek dereceli bir
Mason olan Fransız yazar Andre Lebey tarafından oluş­
turulmuştu. Andre Lebey’in (Doğ. 1877) masonik kari­
yeri 1909’d a Paris’teki “Viktor Hugo” locasmda başlamıştı.
Lebey daha sonra ‘Yüksek Şuranın başkan yardımcısı olarak
Grand-Orient’in en üst rimellerinde görev aldı.
‘Milletler Cemiyetinin temel yasalarını hazırlayan
Lebey’in 1928’de Fransız Grand-Orient’ine bağlı “Locamo”
adlı bir loca kurduğunu öğreniyoruz. Locanın “Locamo”
adım taşıması çok ilginçti, çünkü Alman Reich’inin Locarno
politikası53 Milletler Cemiyeti ve Fransız yüksek derece ma­
sonluğu tarafından destekleniyordu.

53 Locarno A nlaşm aları (veya Paktı): Almanya (Stresemann), İn­


giltere (A. Chamberlain), Fransa (Briand), İtalya (Mussolini),
Belçika, Polonya ve Çekoslovakya temsilcilerinin katıldığı bir
konferansın ardından Ekim 1925’te burada imzalandı. Locarno
Anlaşmaları esas olarak, Batı Avrupada sınır statükosunun korun­
masını, Rheinland bölgesinin askerden arındırılmasını ve çatışma
halinde hakemliğe başvurulmasını öngörüyordu.
Aralık 1925’te Londra’d a onaylanan bu antlaşmalardan sonra,
Almanya Milletler Cemiyetine kabul edildi. (1926).

106
Dünya Masonluğu 1918 Eylülünde “kesin zafer”in
kazanıldığını ilan etmişti. Almanya’daki (1918’deki)
çöküşün nasıl hazırlandığını Magdeburg’daki “İşçiler
Sovyeti”nin toplantısına katılan Sosyal demokrat Vater
şöyle açıklıyordu;
“Bu ihtilal bizim için hiç sürpriz olmadı. 25 Ocak
1918’d en beri bu yıkım’ için planlı bir şekilde çalışmak­
taydık. Bu iş zor ve tehlikeli idi ve biz bunun bedelini yıl­
larca hapiste yatarak ödedik. Sosyal demokrat Parti, bü­
yük grevlerin yalnızca devrime değil, başka değişimlere
de yol açacağını biliyordu. Fakat sonunda çalışmalarımı­
zın semeresini almaya başladık.
Cepheye giden arkadaşlarımızı, cepheden kaçmaya
teşvik ettik, asker kaçaklarını sahte belgelerle biz organize
ettik. Cephede imzasız bildiriler ve parayla askerleri fi­
rara teşvik ettik. Bizim özellikle cepheye gönderdiğimiz
insanlar, cephe askerleri olarak cephelerin çökmesinde
çok önemli roller üstlendiler. Askeri cephelerin çökmesi
bu insanların çabalarının sonucudur.”54
5 Ekim 1918’de Reichbaşbakanı Prens Max von
Baden,55İtilafDevletlerine barış teklifi yapmasına rağmen,
‘Dünya Masonluğu’ bunu derhal reddetti. Almanya’nın
tüm barış ve anlaşma teklifleri ‘Dünya Masonluğu’ tara­
fından geri çevrilmişti.
Birinci Dünya Savaşının sona ermesinden sonra da
birçok Mason Kongresi yapıldı. 22 Eylül 1922’d e Büyük

54 ‘ Ostdeutsche Rundschau, “Wien, 21. Dezember 1918.


55 Prens Max von Baden Masonlara çok yakın bir şahsiyetti. Çünkü
babası Prens Wilhelm von Baden 1859-1863 yılları arasında Prus­
ya Büyük Locasına bağlı “Zur Freundschaft” locasının Büyük Üs­
tadı idi.

107
Üstad General Gérard başkanlığında yapılan Fransız
Büyük Locası’nm yıllık toplantıntısında uluslararası iliş­
kiler ve Fransa’nın iç problemleri ele alınmıştı. Toplantıya
Almanya’d an katılan Nürnberg Büyük Locası’na bağlı
"Freimaurerbund zur aufgehenden Sonne” üyelerinin
“Alman Militarizmi’ni kınayan konuşmalar yapma­
ları, Fransızlar tarafından uzun uzun ayakta alkışlan­
mıştı. Toplantıda ayrıca “Assocation Maçonnique In­
ternationale” (A.M.I)56 ile ilgili geniş bilgi verilmişti.

56 19-23 Ekim 1921 tarihinde Cenevre’de (İsviçre) Alpina Büyük


Locası’nın organize ettiği, yüksek dereceli Masonların katıldığı
bir toplantı düzenlendi. Bu toplantıda “Association Maçonnique
Internationale” (AMJ)in kurulduğu açıklandı.
Merkezi Cenevre’de olan AJVLI’e üye ülkelerden bazıları şunlardır:
Arjantin, Belçika, Bolivya, Brezilya, Bulgaristan, Şili, Kolombiya,
Fransa (Grand-Orient ve Büyük Loca) Yunanistan ve Türkiye.

108
SEKİZİNCİ BÖLÜM

AMERİKANMERKEZBANKASI
(FEDERALREZERV’İN) KURULUŞU

Alman yazar Jan van Helsing’in “Geheimgesellschaften


und Ihre Macht im 20. Jahrhundert” adlı iki ciltlik kitabı­
nın, I. cildinde ‘Federal Reserve’ (FED) şöyle anlatılmak­
tadır:
“19. yüzyıl sonlarına doğru Rothschild tarafından
kontrol edilen bankalar57 ABD ekonomisini kontrol altı­
na almak için büyük bir kampanyaya başlamışlardı.
Avrupa’daki Rothschild’ler, J. R Morgan&Co, Kuhn,
Lo-eb&Co bankalarını ve JohnD.Rockefeller’in Standart
Oil Co. finanse ediyorlardı. Bunların dışında Edward
Harriman’ın demiryollarını ve Andrew Carniege’nin
çelik işletmelerini de finanse edenler onlardı.
1900 yılında Rothschild’ler ABD’ye ajanları Paul
Warburg’u yollayarak Kuhn, Loeb & Co ile işbirliği yap­
masını istediler. Kuhn, Loeb&Co başkanı Jacob Schiff ve

57 N.M Rothschild & Sons bankasının Londra, Paris, Viyana ve


Berlin’de şubeleri vardı. Rothschildler Londra’daki “City”i, İn­
giliz kolonilerini ve İngiliz hükümetlerini kontrol ediyorlardı.
Rothschild’lerin kontrol altında tuttuğu ülke İngiltere’d en ibaret
değildi tabii!.. Onlar Fransız hükümetini, “300’ler Komitesi”™
‘Bavyera Illuminatisi’ni ve Illuminatinin sızdığı Avrupa ve Ameri­
ka localarını da kontrol ediyorlardı.

109
Paul Warburg “Federal Merkez Bankası” kurulması için
bir kampanya başlattılar. (Bu ABD’nin ilk özel merkez
bankası olacaktı)
Jacob Schiff 1907 yılında New York Ticaret Odasında
yaptığı bir konuşmada şunları söylüyordu;
“Krediler üzerinde bir merkez bankası vasıtası ile ye­
terli kontrolü sağlayamazsak, bu ülke tarihinin gördüğü en
büyük ve en sarsıcı para krizine tanık olabilir.’’
Bunlar boş laflar değildi, çünkü bankerler ABD’yi
1907 yılında patlak veren krizi çıkarmışlardı. (Bu paniği
Rothschildler’in kontrol ettiği bankalar çıkarmıştı.)
1920 ve 1930 yıllarında patlak veren krizlerden de
bu bankalar sorumlu idi.
1907 yılındaki panik, New York borsasında
Rothschild’lere milyarlarca dolar kazandırmıştı.
Bankerler bu paniği kullanarak, bir merkez bankası­
nın mutlaka kurulması gerektiği tezini ileri sürdüler.
“Federal Reserve Sistemi”ni kurma kararı J. P.
M organa ait Jekyll Adasında (Georgia) alındı. Bu top­
lantıya şu şahıslar katılmıştı; A. Pratt Andrew, Senatör
Nelson Aldrich, Frank Vanderlip (Kuhn, Loeb & Co
başkanı), Henry Davidson (J. P. Morgan Bankası ortağı),
Charles Norton (Morganlarin ‘First National Bankının
başkanı), Paul Warburg ve Benjamin Strong (Morgan
Bankers Trust. Co. başkanı)
1913 yılında çıkan “Federal Reserve” yasası Yahudi
bankerlere güçlerini pekiştirme fırsatını vermişti.
Paul Warburg, “New York Federal Reserve
Bankası’nm ilk yönetim kurulu başkanı oldu.
“Federal Reserve” yasası dolayısı ile Amerikan

110
anayasasına 16 madde eklenerek, ABD vatandaşlarından
gelir vergisi alma fırsatı doğdu. Bu yasa ile ABD
hükümetinin ‘para basma’ ve vergi toplama’ yetkileri
özel bankalara devredilmiş oluyordu.
Bu şekilde bankerler halkı doğrudan vergilen­
dirme ve hükümeti faizle borçlandırma imkânını elde
etmiş oldular.”
Federal Reserve’in (FED) en önemli hissedarları
şunlardır:
1- Londra ve Paris’teki Rothschild Bankaları.
2- Lazard Brothers Bank (Paris).
3- Israel Moses Schiff (İtalya).
4- Warburg Bank (Amsterdam ve Hamburg).
5- Lehmann Bank (NY).
6- Kuhn&Loeb Bank (NY).
7- Rockefellers Chase Manhattan Bank (NY).
8- Goldman Sachs Bank (NY).

ııı
DOKUZUNCU BÖLÜM

ABDBAŞKANI WILSONVE
“GÖRÜNMEYENHÜKÜMET”

20. yüzyılın başına gelindiğinde, Amerika’daki pek


çok entelektüel, yayılmacı politikayı benimsemişti. Ancak
Amerikalıların bir bölümü, Püriten-Yahudi geleneğin­
den kaynaklanan yayılmacı politikaya karşı çıkıyor ve
Amerikanın da asıl olarak kendi meseleleriyle uğraşma­
sı gerektiğini, başka toplumların içişlerine karışmak gibi
bir “misyon” ya da hak sahibi olamayacağını söylüyorlar­
dı.58 Bu görüşü savunanlar ise “izolasyoncu” Amerikan
yayılmacılığını savunanlar ise “enternasyonalist” olarak
tanımlandı. “İzolasyoncu’larla, “enternasyonalistler ara­
sında onyıllar süren tartışma, 1917 yılında ikinci grubun
zaferiyle sonuçlandı. Bu tarih, Amerikan emperyaliz­
minin resmen doğduğu tarih olarak da kabul edilebilir.
O yıl, Başkan W. Wilson, her ne kadar seçim öncesin­
de Amerika’yı savaşa sokmayacağını vaad etmiş olsa da,
Amerika’nın Birinci Dünya Savaşı’na girmesi gerektiği
ile ilgili olarak Kongreye çok önemli bir mesaj yolladı. Ve
o tarihten sonra da Amerikan yayılmacılığı ülke dış poli­
tikasının asıl amacı haline geldi.

58 Kaynak: Harun Yahya, “Yeni Masonik Düzen,” Vural Yayıncılık.

112
Dan Smoot’ın CFR’yi konu edinen ‘The Invisible
Government’ (Görünmeyen Hükümet) adlı kitabında
yazdığına göre, Amerika’yı savaşa sokan ve yayılmacı ya­
pan bu güç “CFR” idi.
Smoot, CFR’nin Wilson politikalarının üzerinde­
ki etkisinden sözederken “Wilson’un özel danışmam
Albay E. M. House üzerinde çokça durur. House, CFR’nin
önde gelen kurucularından birisiydi ve Wilson üzerinde
de büyük bir etkiye sahipti. House gücünü çok yakın
ilişkiler içinde olduğu New Yorklu bankerlerden alıyor­
du. Dan Smoot, Albay House’ın Paul ve Felix Warburg,
Otto H. Kahn, Henry Morgenthau, Jacob ve Mortimer
Schiff, Herbert Lehmann gibi büyük finansörlerle ya­
kın ilişki içinde olduğunu, hatta bir anlamda onların
Washington’daki temsilciliklerini yaptığını söylemekte­
dir.
“Encyclopaedia Judaica” (Yahudi Ansiklopedisi) söz
konusu bankerlerle ilgili bazı önemli bilgiler vermekte­
dir:
Paul Warburg; Hamburg doğumlu bir Alman
Yahudisidir. Sonra ABD’ye göç etmiş ve büyük bankerle­
rin arasına girmiştir. Yahudi bankerlerin geleneksel tav­
rına uygun olarak, bir başka Yahudi banker ailesinin kı­
zıyla, Kuhn, Loeb şirketinin sahibi Solomon Loeb’in kızı
Nina Loeb ile evlenmişti.
Felix Warburg ise kardeşi Paul gibi bilinçli bir
Yahudiydi. O da “ırk-içi” evlilik yaparak, Jacob Schilf’in kızı
Frieda ile evlenmişti. Felix pek çok Siyonist örgütüne destek
vermiş, Filistin’e yapılan Yahudi göçünü ve Siyonist hareketi
desteklemişti. Felix Siyonist lider ve ilk İsrail devlet başkanı
Hayim Weizmann ile sıkı bir işbirliği içindeydi.

113
Jacob Schiff; belki de sözkonusu Yahudi banker­
ler içinde en önemlisi idi. Almanya kökenli ünlü bir
haham ailesinin soyundan geliyordu. Babasr Moses,
Rothschildler’in ortağı idi. Schiff diğer bankerler gibi
“ırk-içi” evlilik yaparak Solomon Loeb’in diğer kızıyla
evlenmişti. Schiff anti-semit politikaları nedeniyle düş­
man olduğu Rus Çarının devrilmesi için elinden geleni
yapmış ve 1904-1905 Rus-Japon savaşında Japonlara 200
milyon dolar vermişti. O, Rus Yahudilerini silâh ve para
yönünden desteklerken, Kerensky hükümetine de yardım
etmişti. (Schiff’in Bolşeviklere de büyük yardım yaptığı
biliniyor.) Schiff tüm dünyadaki Yahudi organizasyonla­
rına para yardımı yapmış ve Talmud ve Tevrat eğitimini
finanse etmiştir. Amerikan başkanlarına Yahudiler lehin­
de hareket etmeleri için lobi yapmış, özellikle de Filistin’de
bir Yahudi devleti kurulması için çalışmıştır.
Herbert H. Lehmann; Amerikalı Yahudi banker,
politikacı ve devlet adamı. Lehmann Brothers şirketi
ile kısa sürede büyük servet elde etmiştir. Sayısız Yahudi
organizasyonunu fınansal yönden desteklemiştir. Daha
sonraki dönemde “Roosevelfin sağ kolu” olmuştur.
İsrail’in kuruluşuna destek veren Lehmann, Filistin’e
Yahudi göçünü de desteklemişti. Dış politikada da enter-
nasyonalist-yayılmacı görüşü savunan Lehmann, İsrail
Devletine yapılan Amerikan desteğinin başlıca organiza­
törlerinden biriydi.
Otto H. Kahn ise Almanya kökenli Kahn ailesinin
Amerika’daki temsilcisi büyük bir bankerdi. Yahudi Kahn,
Loeb şirketinin ortaklarından Abraham Wolff’un kızıyla
evlenmiştir. Pek çok Yahudi örgütünü finanse etmiştir.
Henry Morgenthau: Morgenthau’lar, Alman kö­

114
kenli bir Yahudi ailesidir. Henry Morgenthau, ailenin
Amerika’daki diplomat ve finansör üyesidir. 1912-1916
yılları arasında Osmanlı İm paratorluğu’nda Amerikan
Büyük Elçisi olarak görev yapmış ve sözde Ermeni
Soykırımını konu edinen ve Osmanlı’yı soykırım yap­
makla suçlayan bir kitap yazmıştır. Morgenthau ulusla­
rarası Siyonist örgüt B’nai B’rith’in yönetim kurulunda
çalışmıştı.
Kısacası Başkan Wilson üzerinde büyük etkiye sahip
olan Albay House, yukarda bahsedilen Yahudi bankerle­
rin muteber adamıydı.
House’ın bir başka ilginç icraatı ise, Başkan Wilson’a
Siyonizm lehinde lobi yapmasıydı. Yahudi yazar Joshua
B. Stein, o yıllarda Ingiltere’de Siyonizmin en önemli
savunucularından biri olan Josiah Wedgwood’un Başkan
Wilson’la görüşerek, ona Siyonizmin önemi ve bu iş için
gereken Amerikan desteği konusunda telkinde bulundu­
ğunu bildiriyor.
Wedgwood’u Başkanla tanıştıran ve görüşmeleri
ayarlayan kişi ise Edward House idi. House’ın bir başka
ilginç ilişkisi ise Siyonizme resmi İngiliz desteği anlamına
gelen ‘Balfour Deklarasyonunu yazan kişiyle yani Lord
Balfour’la çok yakın bir dostluk kurmasıydı.
House’ın Yahudi patronlarına verdiği hizmetler
Siyonizme destek ile sınırlı değildi. Asıl büyük icraatı
CFR’nin kuruluşu olacaktı. Wilson, House’un tavsiyesi
üzerine, Eylül 1916’da çeşitli entellektüellerden oluşan
bir komite oluşturdu. Komitenin en önemli isimleri şu
kişilerden oluşmuştu: Walter Lippmann, Ailen Dulles,
J. E Dulles ve Christian A. Herter. Bu isimlerin dördü
de CFR’nin Yahudi bağlantısına ve masonik yapısına uy­

115
gun kişilerdi. W. Lippmann ırk bilinci yüksek bir Yahudi;
İsrail lobisinin her zaman önde gelen isimlerinden ve
ünlü bir köşe yazarıydı. Ailen Dulles, sonradan CIA baş­
kanlığı yapan kıdemli ve ünlü bir masondu. Gelecekte
Eisenhower’in Dışişleri Bakanı olacak olan J. Foster
Dulles da onun kardeşiydi. Amerikan Büyükelçiliği,
Massachusetts valiliği, Kongre üyeliği ve Dışişleri ba­
kan yardımcılığı gibi çok sayıda görev alan Christian A.
Herter ise 33. dereceden masondu.
İşte CFR’nin ve Chatham House’ın kurulmasına ka­
rar verildiği Paris Hotel Majestic’deki ünlü toplantıya katı­
lan Amerikalılar, bu gibi özelliklere sahip kişilerdi. İngiliz
kanadının da, yine Yahudi önde gelenlerinin, özellikle
Rothschild’lerin “adamı” olan Lord Milner tarafından
oluşturulan bir grup olduğuna daha önce değinmiştim.
Karşımıza çıkan tablo, Amerikan ve İngiliz politikalarını
yönlendirmek için kurulmuş olan örgütlerin, çok belirgin
bir biçimde Yahudi önde gelenleri ve masonlar tarafından
oluşturulmuş olduğudur.

116
ONUNCU BÖLÜM

BAŞKANWILSON’UNSAVAŞVE
‘MİLLETLERCEMİYETİ’POLİTİKALARI
ÜZERİNDEKİ DEVLETLERÜSTÜ
GÜÇLERİNETKİSİ

Wilson’un Önlenemeyen Yükselişi:


Demokrat Grover Clevaland 1893’de Beyazsaraya
seçilmeden önce, ABD’de büyük bir ekonomik kriz başla­
mış ve bu nedenle yüzlerce banka ve endüstriyel kuruluş
kapanmıştı. ABD nin altın rezervleri kriz sebebiyle kor­
kunç bir şekilde azalmaktaydı.
Büyük sermaye devletin zayıflığını görmüş ve bu
gidişe bir son vermek için, büyük sermayenin temsilcisi
banker J. Pierpoint Morgan’ı siyaset sahnesine çıkarmış­
tı.
Morganın yönetiminde Morgan, Belmont ve
Rothschild aileleri bir konsorsiyum oluşturdular ve
devlete 65.118.000 dolarlık altın satarak, devletin borç­
larını üstlendiler. İşte o zamandan beri Wall Street,59
Beyazsaray’a egemendir.
Clevaland ve onun temsil ettiği demokratik doktrin,
Başkan Clevaland zamanında ortaya çıkan kriz nedeniyle

59 Wall Street: Eski New York’ta (Güney Manhattan) sokak; önemli


Amerikan finans kurumlarmm genel merkezleri ve New York bor-
sası buradadır. Ayrıca New York Borsasımn günlük dildeki adıdır.

117
oldukça yıpranmıştı. Rakip Cumhuriyetçi Parti ise ge­
lecek seçimden daha güçlü olarak çıkmanın hesaplarım
yapıyordu ve kapitalist çıkarları güçlü bir şekilde temsil
eden bir kişiyi Başkan yapmaya niyetliydi.
Cumhuriyetçi Parti finansörlerinden biri, kömür
ve çelik endüstrisinin ve dolayısıyla Wall Street’in güçlü
isimlerinden biri olan Mark Hannaer idi. Hannaer, Ohio
valisi olarak o zamana kadar fazla tanınmamış bir kişi
olan William Mc Kinley’in propagandasını yapmaya baş­
lamıştı.
Demokratik Partinin genç adayı Bryanın Wall
Streete karşı orta sınıfın haklarını savunması da bir işe
yaramadı ve William Mc Kinley büyük bir çoğunlukla se­
çilerek 1897 yılında göreve başladı.
Gerçekten de Mc Kinley’in hükümeti sırasında Wall
Street’in bütün siyasi istekleri -hiçbir engele takılmaksı-
zın- yerine getirildi. “Sherman Anti Trust Act” (Sherman
anti-Tröst Yasası) tamamen rafa kaldırıldı. Tröstler top­
lumsal durumlarım daha da sağlamlaştırdılar.
Devlet yönetimi de bir “Business Administration^
(İş Yönetimi) dönüştü. Wall Street’in arzuları 1900 yılın­
da çıkarılan “Gold Standart Act” (Altın Standardı Yasası)
ile iyice tatmin edilmiş oldu.
1901 Eylülünde Mc Kinley’in öldürülmesi ile
(Cumhuriyetçi) Başkan yardımcısı Theodore Roosevelt
(Rosenfeld) Başkan seçildi. Roosevelt 1905 yılında yeni­
den seçilerek 1909 yılına kadar görevde kaldı. Roosevelt
o günlerin çok parlak ve popüler şahsiyetlerinden biriydi.
Roosevelt, asker, devlet adamı, yazar, avcı ve binici olarak
çok yönlülüğü ile Amerikalıların tam arzuladıkları bir
başkan tipiydi.
118
Onun yönetimine “Big Business” damgasını vur­
muştu. Panama Kanalının inşaası ile birlikte bu çevreler
büyük bir zenginliğe kavuşmuşlardı. Bu dönemde onun
Wall Streete de büyük hizmetleri olmuştur. Roosevelt’in
1904 yılındaki seçim kampanyasını doğrudan Wall Street
finanse etti. Roosevelt, William H. Taft’ı kendine halef
olarak seçmişti.
Fakat Taft’ın “Yeni Milliyetçilik” parolası
Cumhuriyetçi Partide bir bölünmeye yol açtı ve parti
içindeki ‘ilericiler’ ve ‘muhafazakarlar’ arasındaki çatış­
ma, Demokrat Partiye de yansıdı ve bu parti içindeki ‘ile­
rici’ kanadın başkanı Bryan’ın zaferi ile sonuçlandı.
Bu tip seçim mücadeleleri ‘Büyük Sermaye’ için hiç­
bir şey ifade etmiyordu. Çünkü kim kazanırsa kazansın,
asıl kazanan daima “onlar” oluyordu.
Bu seçim mücadelesi sırasında W. Wilson
Demokratların adayı olarak ortaya çıkmıştı. Cumhuriyetçi
Parti içindeki bölünme sebebi ile, şimdiye kadar hiç ta­
nınmamış Wilson, Théodore Roosevelt ve Taft’ın çok
üstünde oy alarak siyaset sahnesine çıktı. Wilson un zaferi
aslında eski Demokrat başkan Bryan’ın zaferi idi.
Wilson seçim kampanyasını “New Freedom” (Yeni
Özgürlük) parolası ile yürütmüştü. “Yeni Özgürlük”sözde
“Büyük Sermaye’ye karşı gibi görünüyordu.
Daha önce de belirttiğim gibi, “Para Güçleri” için
Demokrat Cleveland veya Cumhuriyetçi Mc Kinley,
Roosevelt veya Taft’ın Başkan olması onlar için pek bir
şey ifade etmiyordu. Esas olan onların çıkarlarının bozul­
maması idi. Onlar partileri destekliyorlardı, doktrinleri
değil!..
1912 seçimlerinde “Büyük Sermaye” her iki tarafı
119
da desteklemişti. W. Wilson un 1913’te yürürlüğe soktu­
ğu “Federal Reserve Sistemi” sayesinde özel bankalar çok
güçlenmişlerdi. (Bu konuda “Amerikan Merkez Bankası
“FED’in kuruluşuna bakınız)
Wilson, 1914 yılında “Tröst Yasası’na beş yeni mad­
de daha ekleyerek anti-tröst yasasını güçlendirmek is­
tedi.
İlk defa Birinci Dünya Savaşı sırasında Wilson un
politikalarının şu dört devletlerüstü gücün kontrolunda
olduğu anlaşıldı; Büyük Sermaye, Yahudilik, Masonluk
ve Sendikalar.60

Büyük Sermaye Gücünün İktidarı:


Kuzey Amerikan Büyük Sermayesinin en önde ge­
len temsilcilerinden biri J. P. Morgan idi. Morganlar
Amerika’nın en eski ailelerinden biridir ve Yahudi kanı
taşıdıkları bugüne kadar ispatlanasnamıştır.61 Oğlu John
Pierpont Morgan (1837-1913) 19. yüzyılın sonunda
ABD’deki bütün demiryollarının ve çelik endüstrisinin
kontrolünü ele geçirmişti. Çelik endüstrisinin devlerin­
den “United States Steel Corporation” ve “Carniege Steel
Works” ona aitti. Bütün çelik işletmelerinin sermayesi 1,1
Milyar doları buluyordu. Morganın gemicilik, maden ve
sigorta şirketleri de vardı.
J. Pierpont Morganın aynı ismi taşıyan oğlu ise, J. P.
Morgan and Co. (New York), Morgan, Grenfell and Co.

60 Dr. George HJ. Erler, “Der Einfluss überstaatlicher Maechte auf


die Kriegs-und Völkerbundpolitik Woodrow Wilsons, Verlag für
ganzheitliche Forschung.
61 Bu makale 25 Nisan 1938’de “Deutsches Recht” dergisinde yayın­
lanmıştır.

120
(Londra), Drexel and Co. (Philadelphia) ve Morgan et
Cie (Paris) bankalarının sahibi idi.
Daha da önemlisi bu bankalar, “First National Bank
of New York,” “National City Bank of New York” gibi
büyük bankalarla bağlantılarıydı.’ National City Bank,’
Rockefeller’in “Standart Oil Corporation” firmasının iş
yaptığı ve güvendiği bir banka idi.

Birinci Dünya Savaşı’nın “büyük bir şans” olarak değer­


lendirilmesi:
Morgan grubu Dünya Savaşım ‘b ü y ü k b ir ş a n s ’olarak
değerlendiriyordu.
Savaşın başmda dört milyar dolarlık Amerikan
değerli kağıdı Avrupalı’larm elindeydi. (Özellikle
İngilizlerin) Amerikan değerli kağıtlarının AvrupalIlara
bağlılığı o kadar fazlaydı ki, New York efekt borsası sava­
şın başlangıcından itibaren dört ay kapalı kalmıştı.
Morgan savaş başlar başlamaz inisiyatifi ele aldı.
Morgan’in ortağı Thomas Lamont daha sonra şunları
söylüyordu;
“Firmamız savaşta tarafsız kalamazdı. Daha savaşın
başmda müttefiklere yardım için elimizden gelen her şeyi
yaptık.”
Savaş başladıktan hemen sonra, şirketin başka bir
ortağı, Henry P. Davison Londra’ya gitmiş ve Kitchener
ve Lloyd George ile görüşerek Morgan’ın onlara yardım
teklifini iletmişti.
1915 Eylülünde İngiliz Lord Reading (Daniel Rufus
Isaacs) bir müttefik misyonu ile Amerika’ya gelerek ABD
Hükümetine 1 Milyar dolarlık kredi açabileceklerini söy­
lemişti.
121
Morgan ise bu miktarın yarısını, altmış bir bankanın
oluşturduğu bir organizasyonla verebileceğini söylemiş­
ti. Morgan bu teklifi yaparken onun için önemli olan tek
şeyin, müttefikler için gereken bütün silâh ve mühimmat
sevkiyatınm onun tekelinde bulunması gerektiğini belirt­
mişti. Böylece Morgan grubu yalnız Ingiltere ve müttefik­
leri için değil, ABD’nin de en önemli ekonomik merkezi
haline geldi. Morganın satmalına organizasyonun başına
getirilen Edward R. Stettinius, emrindeki 175 kişi ile
birlikte her çeşit savaş malzemesinin satışından günde 10
Milyon dolar kâr etmeye başlamıştı.
1917 Eylülüne kadar Morgan müttefiklere üç Milyar
dolarlık askeri malzeme satmıştı. Çelik kralı Charles M.
Schwab da aynı tarihlerde İngiltere’ye 300 Milyon dolar­
lık savaş malzemesi satmıştı. Schwab’in fabrikaları, Krupp
dahil olmak üzere Almanya’nın bütün fabrikalarından
çok daha fazla üretim yapıyordu.
Morgan, 1916 Ağustosunda İngilizler’e 250 Milyon
dolar, Ekim 1916’d a 300 Milyon, 1917 Ocağında 250
Milyon dolar ve 1917 Martında Fransızlara 100 Milyon
dolar borç vermişti.
Para güçleri, korkunç ekonomik krizler yaratabile­
cekleri tehdidi ile siyaseti kendi çıkarları doğrultusunda
yönlendiriyorlardı.

Amerikan Yahudiliğinin Gücü:


Amerika Birinci Dünya Savaşı’na girdiği zaman
dünya Yahudiliğinin (14,6 Milyon) 4,8 Milyonu ABD’de
yaşıyordu. Bu sayının içine vaftiz olmuş Yahudiler (yani
dönmeler) ve Yahudi-melezleri dahil değildir. Onların
para piyasasındaki güçlü etkileri ve seçimlerdeki oy po­
122
tansiyelleri her zaman hayati önem taşıyordu.
Savaştan önce, Yahudi yardım komiteleri (Associated
Jewish Charities, Federated Orthodox Jewish Charities,
Jewish Home Finding Society, Union of American
Hebrew Congregation v.b) kurulmuştu.
Bütün bu komitelerin önderliğini Yahudi Locası
“United Order B’ne B’rith” yapıyordu.
Savaşın başında ABD’deki “Siyonist Hareket” olduk­
ça zayıf görünüyordu. Hareketin beşbin üyesi ve 15.000
dolarlık bir bütçesi vardı. Savaşın son yıllarında “Zionist
Organisation of America”nm 150.000 üyesi ve üç Milyon
dolarlık bir bütçesi vardı.
Birinci Dünya Savaşının başlarında Yahudi yardım
örgütlerinin başında Julius Rosenwald adlı büyük bir
konfeksiyon tüccarı (Sears, Roebuck & Co. Chicago) bu­
lunuyordu. Rosenwald milyonlarca dolarlık bağışlarıyla
tanınıyordu ve ABD’deki bütün Yahudi yardım dernek­
lerinin başkanı idi.
Amerikan Yahudi hareketi Siyonizm akıntısı­
na kapıldıkça, Yargıç Julian W. Mack, Avukat Louis
Marshall ve özellikle Avukat Louis Dembitz Brandeis
gibi şahısların önemleri gün geçtikçe daha da artar bir
hale gelmişti.
Brandeis, Amerikan Yahudiliğinin demokratik
organizasyonunu çok önemli bir “Yahudi Güç Faktörü”
olarak görüyordu. Bu nedenle 1915’de demokratik bir
“Amerikan Yahudi Kongresi” kurmak için faaliyete geçti
ve bunda da çok başarılı oldu.
Brandeis’in önderliğini yaptığı hareket çok etkili
oldu ve Amerikan Yahudiliğinin siyasi anlam ve önemini
açıkça ortaya koydu.

123
Uluslararası Siyonist Şebeke Bağlantıları:
Siyonist hareket ABD’de demokratik bir par­
ti haline geldikçe, müttefiklerin politikalarım destek­
lemeye başladı. Çünkü müttefiklerin zaferi, “TÜRK
İMPARATORLUĞU’NUN PARÇALANMASI” ve
Filistin’in yeniden ele geçirilmesi demekti.
Siyonizmin manevi ve siyasi önderi Kimya
Profesörü Hayim Weizmann (Siyonistlerin İngiltere’deki
karargahı olan) Manchester’de İngiliz Hükümeti ile or­
tak çalışmalar yapmaktaydı. Weizmann, 1916’d a İngiliz
Amiralliğinin “kimyasal savaş” bölümü başkanlığına ge­
tirildi. Weizmann, Londra ve Paris’teki Rothschild ailesi
üyeleri ile birlikte Siyonist eylem plânlarını belirledi.
Vladim ir Jabotinsky ve Pincus Ruthenberg
adlı Siyonistler ise, “Zion Mule Corps” (Siyon Katır
Birlikleri) adlı bir Yahudi Lejyonu kurdular. Bu lejyon
Çanakkale’de, İngilizlerle birlikte Türkler’e karşı savaştı.
Parisli James Baron de Rothschild, “Zion Mule
Corps” da Binbaşı rütbesi ile görev aldı. Ailenin Londra
kolundan Evelyn Achill von Rothschild ise bu lejyonun
diğer bir üyesi olarak 1917’de (savaşta) öldü.62
Yukarda adı geçen James Rothschild’in babası
Edmond Baron de Rothschild (Paris’teki Rothschild aile­
sinin şefi) Filistin’deki Yahudi organizasyonu için 70 mil­
yon altın Franklık bir bağış yapmıştı.63
Rothschild ailesinin “şehidi” Evelyn Achill, Londralı
Lionel Nathan ve Anthony Gustav von Rothschild’lerin kar­
deşi ve Lord Rothschild’in (Nathanael Mâyer) yeğeni idi.

62 Jüdisches Lexikon, Band IV, S. 1510 ff.


63 Jüdisches Lexikon, Band IV, S. 1513.

124
Lord Rothschild, İngiliz Lordlar Kamarasi’nm bir
üyesi ve İngiltere Bankasi’nm (Bank of England) di­
rektörü idi. Lord Rothschild’in oğlu, II. Lord Rothschild
(Lionel Walter) “Jewish Board of Deputies” ve “Anglo-
Jewish Association’m başkan yardımcısı idi.
1917’de Lord Balfour, Filistin’i Siyonistlere vaade-
den ünlü mektubunu Lionel Walter’a yazmıştı. Bu suretle
bütün Yahudiliğin sorunu, müttefiklerin de sorunu hali­
ne gelmişti.64
Balfour, bu mektubu yazmadan önce ABD’de
Brandeis’le Filistin projesi üzerinde konuşmuş ve Başkan
Wilsonun da onayını almıştı. Weizmann, Balfour
Deklarasyonu’nu “Siyonist hareketin ABD ve müttefiki
ülkelerde yeniden doğuşu” olarak yorumluyordu.
Filistin meselesinin bilimsel yönünü araştı­
ran Amerikalı Yahudi George Louis Beer olmuş­
tu. Beer, hem tarih profesörü hem de tütün tüccarı
idi. O, savaş zamanı bir İngiliz-Amerikan anlaşması
için, yani Amerikalıları İngiliz sömürge politikaları­
na yakınlaştırmak için uğraşmıştı. Tarihi araştırma­
ları ona, “TÜRK İMPARATORLUĞU’NUN NASIL
PARÇALANABİLECEĞİ” konusunda bir yol göstermişti.
“Manda”düşüncesinin ilk ortaya atan ve bunun propagan­
dasını yapan Beer’dir. Onun bütün uğraşı “İngilizce Ko­
nuşan Halkların” (British Speaking Peoples) birliğini
sağlamaktı.
ABD’de ‘Yahudi Banka Sermayesi’ denilince ilk akla

64 Alfred Rosenberg, “Die Spur der Juden im Wandel der Zeiten,”


München 1937, S. 107 ff; Rallen, Zionism S. 165 ff; Walter Schmi­
dt, Erez Israel, Völkischer Beobachter, Nr. 236, 237, 239, 240 aus
1937.

125
gelen isimler; Kuhn, Loeb & Co, Speyer & Co ve J. U.
W. Seligman & Co. oluyordu. Bunlar içinde en önemlisi
Kuhn, Loeb & Co.dır. Çünkü demiryolları kralı Edward
H. Harriman ve tröstü ile sıkı ilişkiler içindeydi. K. Loeb
& Co. bankası başkanı Yahudi Jacob Henry Schiff idi.
Bunun oğlu Mortimer L. Schiff bazı Yahudi örgütlerinin
başkanıydı.
Almanyadaki Yahudi cemaatinin önde gelen isim­
lerinden biri olan Otto Hermann Kahn, İngiliz ve
Fransız kültürlerine olan hayranlığı dolayısıyla “English
Speaking Union” ve “Shakespeare Associatiorï’un başkan
yardımcısı olmuştu. Kahn, ayrıca New York’taki Fransız
Tiyatrosunun ve ‘French-American Association for
Musical A rtın da başkanıydı.

Wilson’un İdeolojileri ve Devletlerüstü Güçler:


Burada Woodrow Wilson’un savaş sırasındaki
düşüncelerinin gelişimini kısaca anlatmak mümkün
değildir. Çok açıktır ki, daha savaşın başında beri o
müttefiklerden yanaydı. Siyasi açıdan barış yoluy­
la sosyal politik planlarmı daha iyi yürütebileceğine
inanıyordu.
Fakat 1915 yılı başlarında onun ahlâki ve teorik
anlayışında köklü bazı değişiklikler meydana geldi ve
Wilson Dünya Savaşma katılmayı düşünmeye başladı.
Onun bu isteği Dünya masonluğunun parolaları ile ör-
tüşmekteydi.
Gerek “DÜNYA CUMHURİYETİ,” gerekse
“AVRUPA DEVLETLERİ KONFEDERASYONU” uzun
zamandan beri masonluğun propagandasını yaptığı dü­
şüncelerdi.
126
1900 yılında Paris’te toplanan İkinci Dünya Mason
Kongresi’nde bu düşünceler masonik çalışma progra­
mına alınmıştı. Bu kararlar gereğince bütün dünyadaki
Masonlar bir “DUNYA CUMHURİYETİ” kurulması için
çalışmaya başladılar.
Bu “Dünya Cumhuriyeti” düşüncesi uzun süre
‘Merkezi Avrupa Devletlerine karşı kullanıldı. Bu
devletler (yani Almanya ve Avusturya-Macaristan)
“emperyalizmde, “müsamahasızlıkla” (intolerans) ve
“despotizmde suçlandılar.

Masonik Dünya Cumhuriyeti düşüncesinin hayata geçi­


rilmesi; Woodrow Wilson un “Milletler Cemiyeti:”
İtalyan masonluğunun Büyük Üstadı E. Nathan’ın65
24 Şubat 1915’de ABD’yi ziyaret etmesiyle birlikte
‘Merkezi Avrupa Devletleri’ne karşı bir kampanya
başlatıldı. Bu andan itibaren “AVRUPA BİRLEŞİK
DEVLETLERİ” ve “MİLLETLER CEMİYETİ”
şeklinde tezahür eden “DÜNYA CUMHURİYETİ”
düşüncesi, ABD kamuoyunda taraftar bulmaya baş­
ladı.
ABD kamuoyu, karanlık güçler tarafından “Kutsal
Savaş,” “Despotizme Karsı Demokrasinin Haçlı Seferi”gibi
sloganlarla bir savaşa hazırlanmaya başlanmıştı.
Amerikan Mason gazetesi, “The American
Freemason” 1916 başlarında şöyle yazıyordu;
“Avrupa Birleşik Devletlerinin kurulması gelecekte­
ki savaşları önlemekte faydalı olacaktır.”

65 E. Nathan, İtalyan devrimcisi, Illuminist Mazzini’nin bir Yahudi


kadından olma gayrı meşru çocuğudur.

127
23 Haziran 1917 tarihli “The Freemason” adlı İngiliz
Masonlarının gazetesi de Amerikalı Masonların görüşle­
rine paralel olarak şunları yazıyordu;
“Masonluğun, iki milyondan fazla üyesi bulunmak­
tadır. Bu insanların varlığının Cumhuriyetin güvenliği
ve devamı için şart olduğunu her Amerikalı Mason çok
iyi bilir. Dünya Savaşı otokrasi ile demokrasi arasında bir
mücadeledir ve dünyanın geleceği, Alman Kayzeri istese
de istemese de, demokrasiye ait olacaktır.”66
Woodrow Wilsonun masonik savaş parolalarının
kölesi olduğunun en açık delili, 28-30 Haziran 1917 ta­
rihinde Paris’te toplanan “Müttefik ve Tarafsız (Nötral)
Milletlerin Masonları KongresF’nin aldığı kararlarla, 2
Nisan 1917’de (Almanya’ya savaş ilan etmeden birkaç gün
önce) Wilsonun Kongrede yaptığı konuşmanın birbirine
çok benzemesidir.

Wilson Kongrede şunları söylemişti;


“Savaş nedenimiz intikam almak veya halkımızın
fiziksel gücünü ispatlamak değildir. Hukuku ve özel­
likle ‘insan haklarını’ savunmak için mücadele etmek­
teyiz. Savaşımız herhangi bir haksızlığa karşı değildir.
Problemimiz otokratik güçlere karşı dünya barışının ve
adaletinin temellerini korumak ve gerçekten özgür ve kendi
kendini yöneten milletlerin oluşturduğu bir birliği (Dünya
toplumunu) kurmaktır.
Barışçı bir toplum ancak demokratik milletlerin yol­
daşlığı ile korunabilir. Dünya, demokrasi için güvenli ve
olgun bir duruma getirilmelidir.”67
66 Lennhoff-Posner, “Freimaurerlexion” s. 765 ff; Wichtl-Sch-
neider, “Weltfreimaurerei,” s. 231 ff.
67 Seymour, Woodrow Wilson s. 111 ff.

128
Amerikan savaş hedefleri ve masonik düşüncenin
ürünü 14 nokta:
Woodrow Wilson’un ünlü 14 noktasını açıklarken
kullandığı terminoloji tamamen masonik düşüncenin
ürünüydü.
Bu düşünceler, 28-30 Haziran 1917 tarihinde ya­
pılan Mason Kongresinde alman kararların sonucunda
geliştirilmişti (Bu kararlar, tarihi ve dogmatik Mason dü­
şüncesini ve geleneksel masonik hedefleri kapsıyordu).
Bu kongrede “Grand-Orient de France” Büyük
Üstadı ve Kongre Başkanı Corneau şöyle diyordu;
“Askeri otokrasiler (Almanya ve Avusturya-
Macaristan) tarafından çıkarılan bu savaş (yani Birinci
Dünya Savaşı) örgütlenmiş demokrasilerin, askeri ve des-
potik güçlere karşı savaşma dönüşmüştür.”
‘Grand-Orient de France’ Yüksek Şurası Başkan
Yardımcısı Andre Lebey de bu sözlere şunları ilave edi­
yordu;
“Eğer kutsal savaş diye bir şey varsa işte o, bu savaştır.
Bunu hiç bıkıp usanmadan tekrarlamalıyız!’68
Mason Kongresinde, alınan tarihi kararlarla
Wilson’un açıklamaları birebir örtüşmekteydi.
Kongre Başkanı Üstad Corneau Kongrenin açılış
konuşmasında “Masonluk barış için çalışan bir işçidir
ve kendisine hedef olarak yeni bir organizasyonu, yani
“Milletler Cemiyeti”ni seçmiştir. Masonluk bu düşüncenin
(yani Milletler Cemiyetinin) propaganda vasıtasıdır (agent
de propaganda)" diyordu.
İtalya ‘Grand Oriente’sinin Büyük Üstadı Giuseppe

68 Leon de Poncins, S.D.N, Super-Etat Maçonnique Paris, 1936, S. 17,71.

129
Meoni kongrenin son oturumunda alınan “Milletler
Cemiyeti” kurma kararım, “Franmason öğretisinin ve
hümanist düşüncenin bir sonucu” olarak nitelendirmişti.
Bu kararların 13. noktası da Woodrow Wilson’un
kongrede verdiği mesajla tamamen uyum içindeydi.
Wilson’un 14 noktasının temel düşünceleri69 (ki
Wilson bunları 8 Ocak 1918 ve 11 Şubat 1918 tarihlerin­
de açıklamıştı.) bütün açıklığı ile Mason Kongresinde alı­
nan kararların aynısıdır. (Örneğin; Alsas-Lothringen’in
Fransa’ya verilmesi, Polonya ve Çekoslovakya’nın
Bağımsızlığı, ‘Milletlerin Kendi Kaderlerini Tayin Hakkı,’
Azınlık Hakları, Gizli Diplomasi Yasağı v.b)
8 Ocak 1918’de yapılan Mason Kongresinde
Wilson’un düşüncelerine tam destek verilmişti. Nitekim
kongrenin kapanış konuşmasında Büyük Üstad Giuseppe
Meoni şöyle diyordu;
“28 ve29Haziran 1917’de toplanan ve “MilletlerCemiye­
ti” hedefine nasıl ulaşacağını tartışan (Müttefik ve Tarafsız
Ülkeler Mason Kongresinde) Masonluk ABD Başkanı Bay
Wilson’a insanlığa yaptığı büyük hizmet dolayısıyla en derin
şükran ve minnet duygularını iletir
Üstad, Başkan Wilson’la işbirliği (collaborer!) yaptı­
ğı için kendini çok şanslı bir insan saydığını belirtiyordu.
Çünkü bu işbirliği sayesinde masonluğun “uluslararası
adalet” ve “demokratik kardeşlik” prensipleri gerçekleş­

69 Halide Edip Adıvar, Ahmet Emin Yalman, Refik Halid Karay, Celal
Nuri İleri, Necmeddin Sadak, Yunus Nadi Abalıoğlu gibi Osmanlı
aydınları, Robert Kolej’de bir araya gelerek, 4 Ocak 1919’da “W il­
son Prensipleri Cemiyeti”ni kurmuşlardı. Kurucuların çoğunun
Sabataycı olması Wilson’un ‘Siyonizm’ yandaşı olması ile açıklana­
bilir mi?.. (Kaynak: Soner Yalçın, “Efendi, Beyaz Türkler’in Büyük
Sırrı”).

130
tirilebilmişti. Üstad, masonluğun “ebedi temellerinin,”
Başkan Wilson un medeniyeti ve milletlerin özgürlüğünü
savunan düşünceleri ile tam bir uyum halinde olduğunu
belirtiyordu.70
Bu kongreye katılan İtalyan Büyük Üstadı Ernesto
Nathan da (1915 yılında Amerikan localarında
Amerika’nın savaşa girmesi konusunda epeyce lobi faa­
liyetinde bulunmuştu) çalışmalarının başarı ile sonuçlan­
dığını görmüştü.
Birçok Amerikalı yazar, Amerika’nın savaşa girme
düşüncesinin 1916 yılı başlarında oluştuğunu belirtir.
Woodrow Wilson’un masonluğun ahlaki temellerini
müttefiklerin savaş hedefleri olarak görmesiyle birlikte,
savaş kaçınılmaz olmuştu.
Böylece tarihte ilk defa bir ABD Başkanı, Dünya
Masonluğu tarafından “savaşta kullanılmaya hazır” bir
duruma getirilmişti.

Wilson’un devletlerüstü güçlerle yaptığı seçim ittifakı:


1916 yılındaki manzara-ı umumiye şöyle idi; Büyük
Sermaye savaş istiyordu, çünkü müttefiklerin kredi ihti­
yacı, Amerikalıların devamlı silâh sevkiyatı dolayısıyla
artmaktaydı.
Şüpheli bir savaş durumu Amerikan bankerlerini
memnun etmemekteydi.
Öte yandan Dünya Yahudiliği de Ingilizlerin yardımı
ile Filistin’de bir “Yahudi Yurdu” kurmak istiyordu. Dünya
Masonluğu ise hedefi olan “Liberal Dünya Toplumu’na,
müttefiklerin otokratik yönetim tarzının hakim olduğu

70 Leon de Poncins, S.D.N, Super-Etat Maçonnique, Paris, 1936

131
Almanya ve Avusturya-Macaristanı parçalaması ile ula­
şılacağını umuyordu.
Bu üç büyük gücün (Büyük Sermaye + Siyonizm +
Dünya Masonluğu) birleşerek tek bir güç halinde orta­
ya çıkması Wilson la mümkün olmuştu. Wilson yeniden
Başkan seçilmesini garantileyecek dostlar aramaya başla­
mıştı. Wilson kişisel olarak çok popüler bir şahsiyet de­
ğildi ve rakibi Theodore Roosevelt de oldukça güçlüydü.
Bunun üzerine Wilson, kendisini seçecek olan demokrat
seçmen çoğunluğuna cazip gelecek bir parola aradı. (Bu
çoğunluk savaşa karşıydı) Bulduğu parola; “He has kept
us out of war” (O bizi savaşa sokmadı) idi. Woodrow
Wilson’un bu parola ile yürüttüğü seçim kampanyası ba­
şarılı oldu. Fakat seçim başarısının ardında gizli güçlerle
(Büyük Sermaye+Yahudilik+Masonluk) yaptığı ittifak
yatıyordu.
ABD devletinin gücünün (Büyük Sermaye+Yahudili
k+Masonluğa) teslimi:
Wilsonun yardımcılarından olan Bernard Mannes
Baruch, hem banka sermayesinin, hem de Yahudiliğin
önemli isimlerinden biriydi. Baruch ABD’deki bütün ham­
madde temin çatı organizasyonunun başına getirildi.
Baruch, uzun yıllar New York efekt borsasının bir
üyesiydi. Baruch’u “War Industries Board” (WIB)ın ba­
şına getiren Wall Street’in ünlü finans devleriydi.
Baruch ‘WIB’ vasıtası ile savaş boyunca her yıl 10
milyar dolarlık savaş malzemesi satarak, dünyanın en
zengin tüccarlarından biri haline geldi.
Baruch gibi bir başka Yahudi de giyim endüstrisinin
tekelini elinde tutuyordu. Bu şahıs da Julius Rosenwald
idi. Bunlara üçüncü bir isim olarak Amerikan İşçi
132
Sendikaları (American Federation of Labor) Başkanı
Samuel Gompers’i ilave edebiliriz.
Bu şekilde üç önemli sektör yani, ticaret, ekonomi
ve sendikalar tamamen Yahudiliğin eline geçmiş bulunu­
yordu.
Bu şahıslara ilaveten Woodrow Wilson’un -o
güne kadar tanınmamış bir Siyonist lider olan-Louis D.
Brandeis’i71-senatonun büyük bir çoğunluğunun itirazına
rağmen-ABD’nin en yüksek mahkemesine yargıç olarak
atamasıyla, ABD yönetiminin kilit kadroları Yahudilerin
eline geçmiş oldu. Bütün bunlar Woodrow Wilson’un
Yahudilikle bir seçim ittifakı yaptığının bir deliliydi.
Almanya’ya karşı başlatılan düşmanca kampanyanın
bu çevrelerce yürütülmesi hiç de şaşırtıcı olmamıştır.

Wilson’un üçlü ittifakının sonucu; Almanya ile sa­


vaş:
4 Mart 1917’de Wilsonun yeniden seçilmesi ile
Başkanlık dönemi başlamış oldu. Fakat o, 18 Aralık 1916
tarihinden başlayarak ağırlığını müttefiklerden yana koy­
muştu.
22 Ocak 1917’de Wilson senatoda yaptığı bir
konuşmada; “ABD halkının büyük savaşta bir rol alması­
nın kaçınılmaz olduğunu ve böyle bir hizmetten kaçama­
yacağını belirtiyordu. Bu hizmet, ABD’nin ağırlığıyla ve
gücünü barış ve adaleti sağlamayı amaçlayan milletlerden
yana koymasıydı.”

71 Yargıç L.D. Brandeis’in ataları Bohemyalı Frankist’lerdi. (Kaynak:


The inside story of communist and conspiratorial group efforts to
destroy Jews, Judaism and Israel by Rabbi Marvin S. Antelman,
1974).

133
Wilsona göre devamlı bir barış ancak hür milletlerin
oluşturduğu “Milletler Cemiyeti” vasıtasıyla sağlanabilirdi
Diğer yandan barış da “zafersiz bir barış” (“peace without vi­
ctory”) olmalıydı. Wilson un kullandığı “milletlerin kendi ka­
derlerini belirleme hakla” parolası ise, Orta Avrupa ülkelerini
(yani Alman ve Avusturya-Macaristan İmparatorluklarını)
parçalamak için ortaya atılmış bir slogan idi.
Bütün bunlar tek taraflı olarak O rta Avrupa güç­
lerinden talep edilmekteydi. Bu taleplere “zafersiz barış”
gibi masonik bir parola da ilave edilebiliyordu.
Woodrow Wilson’un bu konuşması ile Amerika,
müttefiklerin davasına çok değerli bir hizmette bulun­
muştu. ABD’nin para gücü, ekonomisi, politika ve sa­
vaş yönetimini kullanarak savaşa girmesi Almanya ve
Avusturya’ya karşı ezici, büyük bir güç oluşturuyordu.
ABD’nin savaşa giriş hikayesini kısaca şöyle özetleye­
biliriz:
31 Ocak 1917’de Almanya müttefiklere karşı “sınırsız
bir denizaltı savaşı” başlattığını ilan etti. Bundan üç gün
sonra Woodrow Wilson, Alman elçisini geri göndererek
Almanya ile her türlü diplomatik ilişkiyi kesti. Wilson, 26
Şubatta Amerikan ticari gemilerini silâhlandırmak için
kongreden tam yetki istedi. Fakat aleyhte oyların çok­
luğu yüzünden istenilen karar çıkmadı. Eski senatonun
yönetim döneminin sona ermesini bekleyen Wilson se­
natonun seçildiği 8 Mart tarihini bekledi ve bu tarihte 2-3
çoğunlukla karar alındı. Wilson 2 Nisan 1917’de kongreyi
toplantıya çağırarak, onlardan savaş ilanı’ istedi. Bu arada
Amerikan kamuoyu da medya vasıtası ile O rta Avrupa
güçlerine karşı bir “haçlı seferine” hazırlanmıştı. 6 Nisan
1917’de kongre Almanya’ya savaş ilan ettiğini açıkladı.

134
ABD Başkanı Wilsonun Dünya Masonluğu adına
açtığı bu “kutsal savaş,” New York’lu bir banker tarafın­
dan Fransız “Petit Journal” gazetesinde şöyle değerlendi­
rilmişti;
“Biz, onların zaferine ipotek koyduk. Müttefikler her
ne pahasına olursa olsun bu savaşı kazanmalılar ki bize
olan borçlarını ödeyebilsinler.”

135
ON BİRİNCİ BÖLÜM

MİLLETLERCEMİYETİ

Birinci Dünya Savaşı sona erdiği zaman Rothsc-


hildler ve ajanları savaş harabelerinin üzerinde Avrupa’yı
yönetme arzusuna kapıldılar.72 Daha önce bahsettiğim
(Bu konuda bakınız; “ABD’yi Birinci Dünya Savaşına
Sokan Örgütler”) B. Baruch ve Başkan Woodrow
Wilson’un danışmanı E. M. House, Başkana baskı yapa­
rak, (Aslında Wilson kabinesi buna karşıydı) Paris’te bir
‘Barış Konferansı’ toplanması teklifini kabul ettirdiler.
Baruch, bütün savaş boyunca “War Industries Board”
(WIB) vasıtası ile savaş malzemeleri üretimi ve satışı üze­
rinde despotik bir otorite kurmuştu.
B. Baruch’un karargâhını Versay Barış Kon­
feransının yapıldığı yere kurmasının amacı neydi?..
Milletler Cemiyetinin kurulması kimin çıkarma idi?..
“Milletler Cemiyeti’nin resmi kurucuları ola­
rak ABD’d en Wilson, İngiltere’d en Lloyd George ve
Fransa’dan Georges Clemenceau görülüyordu ama, perde
arkasında “Siyon kanından bir kral-despot” ve ajanları
bulunuyordu.
B. Baruch aynı zamanda Amerika’daki Rothsc-

72 Kaynak: George Armstrong, “Rothschild Money Trust.”

136
hildler’in siyasi temsilcisi idi. Baruch daha sonra Başkan
Wilsonun önde gelen siyasi danışmanlarından biri ol­
muştur.
David Lloyd George’un Yahudi kılavuzu ise, Sir
Philip A.G.D. Sassoon idi. O, Rothschildler’in bir akraba­
sı ve İngiliz devlet danışma meclisinin de bir üyesi idi.
Sassoon, Lloyd Georgea barış konferansı süresin­
ce “özel sekreterlik” yapmıştı. Jereboam Rothschild
(Mandel) de Georges Clemenceau’ya benzer bir pozis­
yonda hizmet vermişti. Daha sonra Fransa İçişleri Bakanı
olan Mandel (J. Rothschild)le ilgili olarak “Time”73 dergi­
sinde şöyle bir yazı çıkmıştı;
“Başbakan Reynaud hayati öneme haiz İçişleri
Bakanlığına enerjik ve girişken 54 yaşındaki George
Mandel’i atadı. Mandel bugüne kadar Koloniler
Bakanlığını yürütüyordu. Jereboam Rothschild olarak
doğan Mandel, çoğunlukla “Fransa’nın Disraeli’si” diye
tanımlanıyor. Mandel, Başbakana çok yakın bir şahıs ola­
rak bilinmektedir.”
Versay Barış Antlaşması’nın neden hain ve canice
hükümler taşıdığı bu açıklamanın ışığında daha iyi an­
laşılmaktadır. Ne Woodrow Wilson gerçekte Almanlara
ihanet etmiş, ne de Lloyd George Arapları yalan vaadlerle
kandırarak savaşa sokmuştu. Asıl suçlular perde arkasın­
daki J. Rothschild, Sir Philip Sassoon ve Bernard Baruch
idi. Wilson, L. George ve Clemenceau bunların elinde birer
kukla idiler.
Rothschild ailesinin para gücünü temsil eden bu üç
Yahudi barış antlaşmasının şartlarını belirlemişlerdi.

73 Kaynak: ‘Time,’ May 27,1940, p. 34.

137
Onlar “Uluslararası İş Komitesi”ni kurmuş­
lar, “Tazminat Komisyonu” ve “Brüksel Mali
Konferansının şartlarını belirlemişler, Filistin’i
Yahudilere vermişler, “Dünya Mahkemesi” ve “Milletler
Cemiyetı’ni kurmuşlardı.
Bu üç Yahudi, Wilsonun 14 maddelik programını
terketmesinden ve teslim olan Almanya’ya verilen sözle­
rin tutulmamasından sorumluydu.
İkinci Dünya Savaşı başında Fransa Almanya’ya
teslim olduğu zaman, Jereboam Rothschild (Mandel)
Başbakan Reynaud ile birlikte ülkeden kaçmıştı.
“Milletler Cemiyeti” düşüncesi Başkan Woodrow
Wilson ile başlamamıştı. Gerçek kökenleri kesin ola­
rak bilinmemekle beraber, Yahudilerin bu düşüncenin
bayraktarlığını yaptığı bilinmektedir. Aslında “Milletler
Cemiyeti,” İkinci Dünya Savaşından sonra kurulan
“Birleşmiş Milletler” gibi, “DÜNYA HÜKÜMETİ”ne
giden basamaklardan biridir.
Yukarda sözü edilen “Brüksel Mali Konferansında
daha sonra çok önemli sonuçlar doğuracak olan “altın
standardına dönüş” kararı alınmıştı.
“Almanya ile barış yapmak” için masaya oturulan
barış konferansında, “Filistin’de Yahudilere bir yurt ve­
rilmesi için” İngiliz Hükümetinin bu ülkede bir “manda”
yönetimi kurması kararlaştırılmıştı. Aslında o dönemler­
de 500.000 Yahudi Filistin’den -çoğunlukla ABD’ye- baş­
ka ülkelere göç etmekteydi. Gerçekten de 1920’li yıllarda
Amerika Yahudilerin ‘Filistin’i’ olmuştu.
Daha önce de bahsettiğim gibi, bir “Yahudi Yurdu”
kurulmasının “Almanya ile barış yapmak” meselesi ile
hiçbir ilgisi yoktu.
138
ON İKİNCİ BÖLÜM

RUSYA’DA1917 ŞUBATDEVRİMİ
(Masonik Hükümet Darbesi):

Nisan 1916’da Rus masonlarının plânına göre, Çar


devrilecek ve yerine liberal-sosyalist-masonik bir hü­
kümet geçecekti.
Bu tarihten bir yıl önce, Alexander Parvüs74 (Israel
Helphand) Bolşeviklerin, Alman gizli servisi yardımıyla
iktidarı nasıl ele geçirebileceğinin planlarını yapmaktay­
dı. Aynı yıl içinde Parvüs, Alman Maliye Bakanlığından
“Rusyada devrimci propaganda yapmak için” yedi milyon
Mark almıştı.
Parvüs, 1915 Mayısında Zürihe (İsviçre) gitti ve ora­
da Lenin’le devrim plânlarım tartışmaya başladı. Lenin,
büyük bir inatla Bolşevik devrimin İsviçrede yapılmasını
istiyordu.
Amerikan ‘The New Federalist’ (11 Eylül 1987)
gazetesinde yer alan bir habere göre, Parvüs Birinci
Dünya Savaşında da bir sürü entrikaya karışmıştı. Onun
etrafında olup biten her şeyden haberdar olduğu anlaşılı­
yor. Daha 1904 yılında büyük devletlerin kanlı bir dünya
savaşının içine çekileceğinden bahsediyordu.

74 Bu konuda bakınız; Turgut Gürsan Antik Çağlardan Günümüze


Dünyanın Gizli Tarihi ‘Troçkinin öğretmeni Parvüs.’

139
BunakarşılıkLenin75ise, sonunakadar Komünistlerin
iktidar olabileceğine inanmamıştı. (Lenin bu açıklamayı
22 Ocak 1917’de Bern’de yapmıştı. Yani Şubat devrimin-
den kısa bir süre önce) Lenin bir dünya savaşının çıka­
cağına da inanmamıştı. Bütün bunlar onun uluslararası
finans elitinin bir kuklası olduğunu göstermektedir.
Siyonist Litman Rosenthal ‘American Jews News’ adlı
gazeteye yaptığı açıklamada (19 Eylül 1919) “Birinci Dün­
ya Savaşının Yahudi entrikaları sonucunda çıkarıldığını
ve bunun 1903 yılında Basel’de planlandığım” söylüyordu.
(Alexander Parvüs bu plânı biliyor muydu?..)
Parvüs, Lenin’le buluşmalarının birinde devrim
organizasyonunun paraya ihtiyacı olduğunu, iktidarda
kalmanın ise daha çok para gerektirdiğini söylemişti.
Parvüs neden bahsettiğini gayet iyi bilen bir adamdı.
Balkan Savaşları sırasmda hem Türkler’e, hem de Bulgarlar’a
mali danışmanlık yapmış, aynı zamanda silâh satışlarından
çok büyük paralar kazanmıştı.
Parvüs karargahını Selanik’e kurmuştu. Buradaki
güçlü masonik örgütler ve Siyonistlerle ilişkisi vardı.76
Parvüs’ün arkasındaki en önemli isim, “Venedik
Kara Aristokrasisi” mensubu Prens Volpi di Misurata
idi. Di Misurata, Parvüs’e mali yardımda bulunmuş, ayrı­
ca bazı anlaşmaları ve masonik temasları o ayarlamıştı.
1922 yılında sosyalist-faşist-mason Benito
Mussolini’yi iktidara getiren de di Misurata idi. İtalya’nın
1934 yılındaki Libya saldırısını da o finanse etmişti. Di
Misurata Mussolini Hükümetinde Maliye Bakanı oldu.
Balkan Savaşlarım (1912-1913) kışkırtan mali çevrelerin
75 Lenin 1914-1917 yılları arasında İsviçre’d e yaşamıştı.
76 Kaynak: Jüri Lina, “Under the Sign of the Scorpion.’

140
içinde o da vardı. (The New Federalist, 11 Eylül 1987)
Alexander Parvüs, Alman Hükümetinin Lenin ve
partisini daha yoğun bir şekilde desteklemesini istiyordu.
Eğer Bolşevikler, Petrograd’d a iktidarı ele geçirebilirlerse,
Almanya ile ayrı bir barış antlaşması yapabilirlerdi.
Çok açıktır ki, Almanlar Bolşeviklerin zaferini
Rusya’yı zayıflatmak amacı ile istiyorlardı.77
Alman Kayzeri’nin (Siyonist) danışmanı, zengin sa­
nayici Walter Rathenau (1867-1922)da Bolşeviklerin fi­
nanse edilmesini tavsiye etmişti. Almanya’nın Kopenhag
(Danimarka)’daki büyükelçisi (33. dereceden mason ve
Illuminatus) Kont Ulrich von Brockdorff-Rantzau da
devrimin finanse edilmesini uygun buluyordu. (Nesta
Webster and Kurt Kerlen, “Boche and Bolshevik” New
York, 1923, pp. 33-34)
Alexander Parvüs, von Brockdorff-Rantzau’ya çok
yakın bir insandı ve onu çok etkilemişti. Parvüs onun sa­
yesinde 20 milyon Mark kazanmıştı.
Bolşeviklere mali yardım yapılması, von Brockdorff-
Rantzau’nun 14 Ağustos 1915 tarihli mektubu üzerine
kararlaştırılmıştı. Bu mektup, Brockdorff-Rantzau ve
Helphand-Parvüs arasındaki bir konuşmanın özetiydi
ve Alman Dışişleri Bakan Yardımcısına gönderilmiş­
ti. Büyükelçi Rantzau, Rusya’yı içerden çökertmek için
Helphand’ın görevlendirilmesini tavsiye ediyordu.
Mektupta Parvüs için şunlar yazılıydı;
“O çok önemli bir kişidir. Savaş sırasında onun olağa­
nüstü güçlerinden yararlanabiliriz. Ancak Helphand’ın

77 Şubat 1917 Rus devrimindeki “İngiliz parmağı “için, “İngiliz


Masonluğunun Dünya Politikası” bölümüne bakınız.

141
arkasındaki güçler tehlikeli olabilir ve onları kontrol ede­
meyebiliriz!.. (Professor Z.A.B. Zeman, “Germany and
the Révolution in Russia, 1915-1918. Documents from
the Archives of the German Foreign Ministry, London,
1958).
7 Haziran 1915’de Alman Dışişleri Bakanlığı,
Bolşeviklere ‘devrimci propaganda’ yapmaları için beş
milyon Mark ödedi. Bu transfer işleminde Almanlara
Estonyalı ajan Aleksander Kesküla aracılık ediyordu.
Kesküla’nın Almanlarla işbirliği 12 Eylül 1914’de
başlamıştı. O, Leninle ilk defa 6 Ekim 1914’te buluştu.
Leninin de Almanlardan bazı talepleri vardı; bunların
arasında Hindistan’ın işgali vardı.
Bazı güçlü Amerikan (!!!) kapitalistleri de Rus
devrimcileri “kullanmak” niyetindeydi. Bu gücün ba­
şında J. Pierpoint Morgan Jr. (1867-1943) in bulundu­
ğu “American International Corporation” (AIC) idi. (A.
Sutton, “Wall Street and the Bolshevik Révolution”)
Yahudi tarihçi David Shub’a göre Bolşevikleri fi­
nanse edenlerin başında, Jacob ve Mortimer Schiff,
Félix Warburg, Otto H. Kahn, Max Warburg, Jerome J.
Hanauer, Alfred Milner ve bakır kralı Guggenheim ailesi
geliyordu.
ABD Dışişleri Bakanlığı arşivlerinde bulunan bir
belge (861.00-5339) bu olayı tasdik etmekte ve iki isim
daha vermektedir; Max Breitung ve Isaac Seligman.
Bütün bu şahısların hepsinin Yahudi olması bir tesadüf
müydü?.. Bolşevik ihtilalinin ayrıntılarına indikçe bunun
bir tesadüf olmadığını göreceğiz. Aynı belgeye göre Çarı
devirme plânları Şubat 1916 tarihinde yapılmaya başlan­
mıştı.
142
Tarihi anlamak istiyorsak savaşlardan ve devrimler-
den para kazanan insanlar olduğu gerçeğini unutmama­
mız lazımdır.
Siyonist banker Max Warburg Rusya’daki Komünist
propagandayı finanse etmekte önemli bir rol oynamıştı.
Alman sanayici Hugo Stinnes de yayın yoluyla
Bolşevik propagandası yapılması için 12 Ağustos 1916’da
iki milyon ruble vermişti. (Zeman, “Germany and the
Révolution in Russia, 1915-1918. Documents from the
Archives of the German Foreign Ministry” London,
1958, p. 92)
Max Warburg ve diğer zengin Yahudilerin
Bolşevizmi desteklediklerini gösteren başka belgeler de
mevcuttur.
Alexander Parvüs ve Lenin 1916 yılında iktidara
doğru yürürken, Lenin ihtiyacı olan bütün parayı temin
etmişti. Bu şekilde Lenin ve Parvüs, bankerlerden altı
milyon dolarlık altın almışlardı.
Şunu da belirtmek gerekiyor ki, o tarihlerde Yahudiler
Bolşevik Partisinin % 30-% 55’ini oluşturuyorlardı.
1916 Aralığında masonlar Rusya’d a sıkı bir şekilde
çalışmaya başlamışlardı.
1917 Ocağında Yahudi Purim gününde olayların
başlatılması kararlaştırıldı. (Eski Ahid’e göre, Purim günü
Yahudi düşmanı 75.000 İranlı’nın toplu halde katledilme­
sinin kutlanmasıdır.)
23 Şubat günü-yani Purim günü-devrimin ilk kur­
şunları atılmaya başlanmıştı. Yahudi haftalık gazetesi
‘Yevreiskaya Nedelya’da “Şubat Devrimi” ile ilgili olarak
çıkan bir yazıda (24 Mart 1917, Nr. 12-13) devrimin “Pu-

143
rim G ününde meydana geldiğini belirtiyordu. (Purim
günü 23 Şubat 1917 idi.)
Masonlar Çarı devirmekiçiniçinyoğunbirpropagan-
da kampanyası başlattılar. Parolaları; “Demokrasi için,
Çarlığa karşı” idi. Tabii bütün bunlar için para gereki­
yordu ama para onlar için önemli değildi. ABD’li banker
Jacob Schiff, Nisan 1917de Rus devrimine mali destek
verdiğini açıkça ilan etmişti.
Masonlar Rusyadaki gıda sıkıntısını istismar edi­
yor, devrimciler ise halkı siyasi grevlere kışkırtıyorlardı.
Masonlar Bolşeviklerin iki aşamalı darbe yapmasını isti­
yorlardı.
27 Şubat 1917de tahrikçiler önemsiz bir ayaklanma­
yı bir devrime dönüştürdüler ve üç gün sonra 2 Martta
Çarı tahttan çekilmeye zorladılar. Çar tahtım genç kar­
deşi II. Mikhaile bırakmıştı ama Masonlar bundan mem­
nun değildiler, onlar Rus İmparatorluğunun çökmesini
istiyorlardı.
Çarı tahttan indirenlerin başında 36 yaşındaki
Yahudi avukat Alexander Kerensky geliyordu. Rus ta­
rihçisi Sergei Yemelyanov’a göre, Kerensky 33. dereceden
bir mason, B’nai B’rith (Yalnız Yahudilerin üye olabildiği
Masonluk) üyesi ve ‘Grand-Orient’in Rus bölümünün
“Büyük Üstadı” idi. Kerensky’nin asıl adı Aaron Kürbis
idi.
Kerensky ile işbirliği yaparak Başbakan Stolypini
öldüren Yahudi-terörist Mordekai Bogrov, cinayetten
sonra “gizli eller” tarafından yurt dışına kaçırılmıştı.
Antony Suttona göre, Kerensky’nin destekçilerin­
den biri de Amerikan Hükümeti yetkililerinden (Mason)
Richard Crane idi.
144
AvusturyalI siyaset bilimci Kari Steinhauser’in
açıklamalarına göre, İngiliz Büyükelçisi Mason George
Buchanan, Kerensky’nin Londra, Paris ve Washington
bağlantılarım sağlayan adamdı.
Çarın devrilmesinde rol alan diğer yüksek derece­
li Grand-Orient mensubu masonlar şunlardı; Avukat
Maxim Vinaver (1866-1940), Avukat Oskar Grusenberg
(1866-1940), tarihçi Alexander Braudo (1864-1924),
yazar Leonty (Leon) Bramson, Avukat Joseph Hessen
(1866-1943), Avukat Y. Frumkin, Yoller ve Herzenstein.
Fransa’daki ‘Grand-Orient’ ile temas Sergei Urusov tara­
fından organize ediliyordu. (Boris Nikolayevski, “Russian
Freemasonry and the Revolution,” Moscow, 1990)
Urusov, daha sonra Geçici Hükümette İçişleri Bakanı
oldu. Bolşevik darbesinden sonra da ulusal bankada yük­
sek bir mevkii’ye getirildi.
Tarihçiler bazı önemli generallerin niçin Çar II.
Nikolas’a ihanet ettiğini anlayamamaktadırlar. Fakat bu
muamma da artık çözülmüş durumdadır. Yahudi-ma-
son Manuil Margulies’e göre birçok general, Çar yerine
bağlı bulundukları localara itaat ediyorlardı. Bu gene­
raller arasında; Vasily Romeiko Gurko, Beyaz Ordunun
kurucusu Mikhail Alexeyev (1857-1918), Nikolai Ruzsky,
Alexander Krymov, Alexei Manikovsky, Alexei Polivanov,
Alexander Myshlayevsky, Teplov ve Çarın ailesini tutuk­
layan Lavr Kornilov vardı.
Çar, Ulusal Meclisin sağ kanat üyesi Alexander
Guchkov’un da ihanetine uğramıştı. Guchkov, Geçici
Hükümette Savaş Bakanı olarak görev almıştı.
2 Mart’ta, Masonlar Amerikan modeline göre geçici
bir hükümet oluşturdular. Hükümete Prens Georgi Lvov

145
(1861-1925) başkanlık yapıyordu.
Çarın kardeşi II. Mikhail, 12 Haziran 1918’de
Perm’de bir ritüel cinayete kurban gitti. Yeni kurulan
hükümette 11 bakan vardı ve hepsi mason idi. Bunlar
içinde en önemlileri; Nikolai Nekrasov (İletişim Bakanı),
Alexander Kerensky (Adalet Bakanı), Pavel Milyukov
(Dışişleri Bakanı) ve Mikhail Tereşenko (Maliye
Bakanı)’dur. Siyonist-mason ve terörist Piotr Rutenberg,
Kerensky tarafından Polis Şefliğine atandı.
Kerensky ve Rutenberg hapishanelerdeki bütün suç­
luları serbest bıraktılar. 1912’de Rusyada 183.949 mah­
kum vardı. Yalnız Petrografta onbinlerce suçlu vardı. Bu
işlem darbenin ikinci günü tamamlandı. Diğer şehirler­
deki tüm mahkumlar böylece sokaklara salınmış oldu ve
arkasından görülmemiş bir anarşi başladı. Dükkanlar,
mağazalar ve demiryolları vagonları soyulmaya ve yağ­
malanmaya başladı. Bu arada insanlar da soyulmaya ve
öldürülmeye başlandı. Böyle bir şey daha önce hiç görül­
memişti.
Şubat devriminin ilk kurbanı polisler oldu.
Kışkırtılan halk onları linç ederek cesetlerini sokaklar­
da sürükledi. Bu suretle polis gücü hemen hemen tasfiye
edilmiş sayılabilirdi.
Daha sonra sıra subaylara geldi. Darbenin ilk gün­
lerinde sadece Kronstadt’ta 60 subay öldürüldü. Bunlar
arasında Amiral von W iren de vardı. Amiral kolları kesil­
dikten sonra sokakta yürümeye zorlanmış ve ona acıyan
bazı devrimciler tarafından vurularak acılarına son veril­
mişti. Vyborg’d a subaylar bir köprüden kayaların üzerine
atılmıştı. Başka bölgelerde ise subaylar ya süngülendiler,
ya da kazığa oturtularak öldürüldüler.

146
Her yerde kışkırtılan halk subaylara hücum ediyor
ve onları rütbelerini söktükten sonra öldürünceye kadar
dövüyordu.
Siyonist yazar Simon Dubnov (1860-1940) Şubat devri-
minin, perde arkasındaki masonik entrikalar sonucu çıktığı­
nı kabul etmektedir.
Bu komplo ile birlikte Sovyetler (kahal’ler) yeniden
kuruldu. Sovyetler sözde askerleri ve işçileri temsil etmek
üzere kurulmuştu. Bu aslında bir palavradan ibaretti çün­
kü, mason Nikolai Chkheidze Petrograd Sovyetinin baş­
kanı olmuştu.
Alexander Kerensky de Petrograd “İşçiler Konseyinin
bir üyesiydi ki, bu New Yorkta ki ‘KAHAL’78organizasyonun
bir kopyası idi.

78 Kahal veya Kehilla bütün Yahudi örgütlerini kontrol eden en üst


organizasyondu ve 300 Yahudi tarafından kontol edilmekteydi.
Kahal’m batı yarım küresindeki merkezi New York’tur. Doğu ya­
rım küresi için ise merkezi Londra’dır. (Kaynak: “The International
Jew,” The World’s Foremost Problem, as originally written by Hen­
ry Ford Sr.for the Dearborn Independent).

147
ON ÜÇÜNCÜ BÖLÜM

LENİNVETROÇKİ’NİN
RUSYA’YADÖNÜŞÜ

Rusya’ya karşı hazırlanan IIlumimst-Komplo devam


ediyordu. Troçki, New York’tan kendisine verilen
Amerikan Pasaportu ile 26 Mart 1917’de yola çıktı.79
1917 ilkbaharında Jacob Schiff, Troçki’yi finanse
etmeye başlamıştı. Bolşevikler, Troçki vasıtası ile 20 mil­
yon dolar almışlardı.
3 Şubat 1949’d a J. Schiff’in torunu John Schiff, “New
York Journal American”a dedesinin “Bolşevizmin zafere
ulaşması için 20 milyon dolar harcadığını” açıklıyordu.
Artık Lenin’in yurda dönüş zamanı gelmişti. Lenin,
“Neue Züricher Zeitung” gazetesinde Çarın tahttan indi­
rildiğini okuduğu zaman, bunun bir Alman Propagandası
olduğunu sanmıştı. 31 Mart’ta Alman Dışişleri Bakan
Yardımcısı, Bern’deki Alman Büyükelçisi Gisbert von
Romberge şifreli bir telgraf çekerek şu haberi veriyordu;

79 Troçki nin New York’tan birlikte geldiği Yahudi grubundan birçok


kişi devrimden sonra yüksek mevkiilere geldiler. Bunlar arasında
kuyumcu G. Melnitschanski, muhasebeci Friman, A. Minkin-
Menson (Sovyet Sendikalar Birliği Başkanı oldu) ve Gomberg-So-
rin (Petrograd devrim mahkemesinin başkanı oldu) gibi şahıslar
vardı. (Kaynak: A. Solschenizyn, Die Juden in der Sowjetunion).

148
“Rus devrimcilerinin Almanya’daki yolculukları
mümkün olan en kısa zaman içinde yapılmalıdır. Çünkü
müttefikler İsviçre’de karşı eyleme geçmeye hazırlanıyor­
lar. Mümkünse görüşmeleri hızlandırın.”
Kont Ulrich von Brockdorff-Rantzau (1869-1928)
2 Nisan 1917 tarihinde Kopenhag’tan Berlin’deki içişleri
Bakanlığına gönderdiği “çok gizli” bir telgrafta şunları
yazıyordu;
“Rusya’d a en kısa zamanda bir kaos yaratmalı ve
bunu yaygınlaştırmalıyız. Fakat aynı zamanda Rus dev-
riminin yörüngesine girmekten de sakınmalıyız. Aşırı
partiler arasındaki anlaşmazlıkları gizlice körüklemek
için her şeyi yapmalıyız, çünkü darbecilerin zaferi artık
kaçınılmaz görünüyor.”
Rusya’d a ki kaos ve anarşi ortamından faydala­
nılmasını tavsiye eden Brockdorff-Rantzau, Weimar
Cumhuriyetinin Dışişleri Bakanıydı ve 1922’de Moskova
Büyükelçisi olmuştu.
Lenin, 4 Nisanda Alman Hükümetine bir sinyal
göndererek, Rusya’ya dönmeye hazır olduğunu bildirdi.
Alman Şansölyesi (Başbakanı) Theodor von
Bethmann-Hollweg (Frankfurt’taki ünlü Yahudi
Bethmann bankacılık ailesinin bir ferdi idi.) ve Dışişleri
Bakanı Arthur Zimmermann bu yolculuğu onayladılar.
Hollweg, Zimmermann, Kont Rantzau ve Alexander
Parvüs ile beraber yolculuğu organize etmeye başladı­
lar. Onlara göre Lenin’in İsveç üzerinden (Burada “aracı”
Jakob Fürstenberg-Hanecki de bu yolculuğa katılacaktı)
bu yolculuğu yapması daha uygun idi.
9 Nisanda Lenin ve grubu Bern’d en Rusya’ya doğ­
ru yola çıktı. Tren, Zürih’i terketmeden önce peronda
149
“Alman casusları!.. Hainler!” diye bağıranlar oldu.
O günlerde Alman Genel Kurmayı, Bolşeviklerin
birgün hem Almanya’ya, hem de Avrupa’ya egemen ola­
bileceğini hayal bile edemiyordu.
Alman Tuğgenerali Max Hoffman daha sonra bu
konuda şunları itiraf edecekti:
“Bolşeviklerin Rusya’ya yaptıkları yolculuğun
sonuçlarının, insanlık için ne büyük bir tehlike teşkil etti­
ğini hiçbirimiz öngöremiyor ve bilemiyorduk.”
Hans Björkegren’e göre Lenin ve 32 arkadaşını taşı­
yan vagon bilinen mit’in aksine “mühürlenmiş” değildi!..
Alman yetkililer devrimcilerden vagonu terketmemele-
rini istemişlerdi. Yolculara Rybakov ve Yegorov gibi Rus
isimleri taşıyan iki Alman subayı eşlik ediyordu. (Akim
Arutiunov, “The Phenomenon Vladimir Ulyanov-Lenin
Moscow, 1992)
Lenin ve beraberindekilerin amacı, Petrograd’daki
Troçki ile birleşerek bir hükümet darbesi yapmak,
daha sonra iktidarı geçici hükümetin elinden almak ve
Komünist diktatörlüğü kurmak idi.
Alman Kayzeri bile bütün bu operasyondan ancak
Lenin Rusya’ya döndükten sonra haberdar olabilmişti.
Almanların gerçekte bütün arzusu Rusya ile ayrı bir barış
antlaşması yapabilmek ve buna bağlı olarak, Rusya ile ti­
cari ilişkileri geliştirmek idi.
Öte yandan Lenin ise yalnızca Komünist diktator-
yayı ve Rusya’nın zenginliklerini ele geçirmek istiyordu.
Alman vatanseverleri (Örneğin, General Ludendorff)
karanlık Illuminist güçlerin Almanya’yı kendi faaliyetleri
için “kullandığından” hiç şüphelenmemişlerdi.

150
Lenin in yol arkadaşlarının çoğu Yahudi ve bunların
da on dokuzu Bolşevik idi. Leninin yol arkadaşlarından
bazılarının isimlerini veriyorum:
1- Olga (Sarra) Raviç.
2- Grigori Zinoviev (Asıl adı: Ovsei Gerschen
Radomyslsky. ‘B’nai B’rith’ ve ‘Grand-Orient’ üye­
si).
3- Moisei Kharitonov (Asıl adı: Markoviç, Daha
sonra Petrograd’ın milis şefi olacaktır.)
4- Grigori Sokolnikov (Asıl adı: Brilliant, Pravda
gazetesi editörü).
5- David Rosenblum.
6- Alexander Abramoviç (Daha sonra önemli bir
Komintern görevlisi olmuştur).
7- Grigori Usiyeviç (Tinsky).
8- Yelena Usiyeviç-Kon (Polonyalı ünlü Yahudi
Bolşevik Felix Kon’un kızı).
9- Abram Skovno.
10- Simon Scheineson.
11- Georgi Safarov.
12- Zalman Ryvkin.
13- Dünya Pogovskaya (Yahudi “Bund” işçi örgütü­
nün faal bir üyesi).
14- îlya Miringov (Mariengof).
15- Maria Miringova.
16- Mikhail Goberman (Daha sonra güçlü bir
Komintern görevlisi olacaktır).
17- Meier Kivev Aizenud (Aizentuch).
18- Shaya Abramoviç.

151
19- Fanya Grebelskaya.
20- Leninin sevgilisi Inessa Armand (1875 Paris do­
ğumlu).
Leninin yolculuğu o kadar önemliydi ki, Alman
Veliaht Prensinin treni Halle’de (Almanya) Lenin in treni
geçinceye kadar iki saat bekletilmişti.
Tren Berlin’d e durduruldu ve Lenin Alman Dışişleri
Bakanlığından son talimatlarını aldı. Grup, Malmö
(İsveç) ye vardığında Brockdorff-Rantzau bunu derhal
Berlin’e bildirdi.
Lenin, Stokholm Merkez İstasyonuna, 13 Nisan 1917
günü saat 10’da varmıştı.
Kari Radek (Tobiach Sobelsohn) ve diğer önemli ma­
son ve devrimciler de onunla birlikteydiler.
Jacob Hanecki (Fürstenberg) de Lenin’e yardımcı ol­
mak için İsveç’in başkentinde bulunuyordu.
Petrograd’da Alman paralarını Nya Bankvasıtası ile Bol-
şeviklere veren Hanecki’dir. Nya Bankın başkanı da Yahudi-
Mason banker Olof Aschberg (Obadiah Asch) idi.
Avusturya vatandaşı olan Yahudi-komünist Kari
Radek, Alınanlara olan “şükran borcunu” ödemek için
(!!!) Alman Kayzerine karşı düzenlenen terörist faaliyet­
lere katılmıştı. Kari Radek daha sonra MOPR veya “Kızıl
Yardım” diye anılan bir örgüt tarafından, Alman işçilerini
“proleterya ihtilali” için tahrik etmekle görevlendirilmiş­
ti. Radek, Komünist Parti Merkez Komitesi üyesi idi. 1937
yılında Stalin’in emri ile tutuklanarak idam edilmiştir.
Stokholm’de Lenin’in grubuna yeni fesatçılar da
katılmıştı. Bunlar; Rakhil Skovno, Yuri Kos ve Alexander
Grakas idi.

152
Fesatçıların hedefi, Rusya’da Weishaupt-Hess-Marx
modeline göre80 Illuminist bir yönetim biçimi kurmaktı.
Komünistlerin darbe teşebbüsleri başarısızlığa uğra­
dığı takdirde kullanacakları bir yedek planları da vardı.
Komünistler İsveç’i bu amaçla seçmişlerdi. îsveç’li Sosyal
Demokratlar da bu Bolşevik canilere ellerinden gelen her
türlü yardımı yapmışlardı.
Lenin ve yandaşı canilerin İsveç’i bir üs olarak
kullanarak, Rusya’da bir devlet terörü planlamaları,
İsveç’in mason ve sosyalist lideri Hjalmar Brantig saye­
sinde gerçekleşmişti.
İsveçli Sosyal Demokratlar, Bolşeviklerin 4. Parti
Kongresinin Stokholm’de toplanmasına da yardımcı ol­
muşlardı. (Nisan-Mayıs 1906)
Steinwachs aynı zamanda İskandinavya’daki Alman
casusluk örgütünün de şefi idi.
17 Nisanda Steinwachs Berlin’e şöyle bir telgraf yol­
lamıştı;
“Lenin’in Rusya yolculuğu iyi geçiyor. Ondan
istediklerimizi aynen yerine getirecektir.”
Lenin’in Bernden Stokholme kadar uzanan grup yol­
culuğunun bilet paralarını Alman Hükümeti ödemişti. Le­
nin’in yolculuğunu organize eden Alman Genel Kurmayı
değil, Alman Hükümeti idi. Bilindiği gibi o tarihlerde Alman
Hükümeti de sosyalistlerin etkisindeydi.
Stokholm’d en Haparanda’ya ve buradan Petrograd’a
kadar olan yolculuğun bilet parasını Rus Geçici Hükümeti

80 Weishaupt, Hess ve Marx için bakınız; Turgut Gürsan, “Antik Çağ­


lardan Günümüze Dünyanın Gizli Tarihi” Lenin, Stokholm’deki
ikameti sırasında önde gelen İsveçli sosyalistlerle ve Alman Dışişleri
Bakanlığının bir temsilcisi (Hans Steinwachs) ile görüşmüştü.

153
ödemişti. Lenin daha sonra, Geçici Hükümetin onu ül­
keye izinsiz giriş yaptığı için tutuklamak istediğinden
bahsetmişti. Tabii ki bütün bunlar Sovyet propagan­
dasından ibaretti. Lenin ve arkadaşlarının grup vizesi
Stokholm’deki Rus konsolosluğu tarafından verilmişti.
Stokholm’deki Bolşeviklerin gizli bir fonu vardı ve
bu, Alexander Parvüs ve banker Max W arburg tarafın­
dan finanse ediliyordu. Lenin işte bu fondan 3000 Kuron81
çekmişti.
Ayrıca İsveç sosyalistleri Fritz Platten vasıtasıy­
la Lenine 3000 İsviçre Franklık bir bağış yapmışlardı.
Lenin, Petrograd’daki ‘Kışlık Saray’da Geçici Hükümetin
bir temsilcisi tarafından (Mikhail Skobelev) karşılanmış­
tı. Skobelev bir Menşevik ve mason idi.
1917 Nisanında Petrograd’da hâlâ birçok İngiliz ajanı
bulunuyordu. Bunlar askerlere para vererek onları isyana
teşvik ediyorlardı.
7 Nisanda Rus Generali Yanin’e İngiliz ajanlarının
gizlendikleri yerler ve faaliyetleri konusunda mufassal bir
rapor ulaştırıldı.
Mayıs ayında, başlarında Menşevik L. Martov ve
Pavel Axelrod’d unda bulunduğu 200 kişilik bir devrimci
kafile İsviçre’d en Rusya’ya geldi.
Fakat daha da önemlisi, ABD’d en binlerce Yahudi
devrimci akın akın Rusya’ya gelmeye başlamıştı. Rusya’ya
25.000 “enternasyonal” (Yahudi) devrimcinin geldiği tes­
pit edilmiştir.
Amerikan elçiliğinde bir rahip olan Dr. George A.
81 1917 yılındaki 3000 Kuron, günümüzde yaklaşık 5000 İngiliz
Sterlinine muadildir. Bunun Kuron olarak günümüzdeki değeri
300.000 civarındadır.

154
Simons, olaylarla ilgili olarak şu açıklamayı yapıyordu;
“Troçki’y i New York’tan itibaren izleyen yüzlerce aji-
tatör vardı ve bunların büyük bir çoğunluğunu Yahudiler
oluşturuyordu.”
Alman Dışişleri Bakanı Richard von Kühlmann 3
Aralık 1917 tarihinde Kayzer’e şunları yazıyordu;
“Bolşevikler, bizim onlara muhtelif kanallardan
akıttığımız paralarla partinin yayın organı ‘PRAVDA’yı
çıkaracak duruma geldiler.”
ABD Kongresi 6 Nisan 1917’de Almanya’ya savaş
açtı.
Amerika’yı bir dünya savaşının içine sokanlar ara­
sında banker George Blumenthal, banker Isaac Seligman,
sanayici Daniel Guggenheim, sanayici Adolf Lewisohn,
haham David Philipson ve haham Stephen Samuel Wise
bulunuyordu.
Haham Isaac Wise (1819-1900) Cincinnati B’nai
B’rith locasının başkanıydı. Wise’in açıklamalarına ba­
kılırsa, masonluk bir Yahudi kurumuydu ve dereceleri,
rimelleri, parolaları ve öğretileri tamamen Yahudilikten
alınmaydı.
B’nai B’rith ve Illuminati Avrupa’d a büyük bir kaos
yaratmak istiyordu ve görünüşe göre bunda muvaffak ol­
muşlardı!..
25 Haziran 1916’d a Interlaken-İsviçre’de yapılan
“Masonik Büyük Üstadlar Uluslararası Konferansı”nda
bir konuşma yapan Dr. David, “Büyük bir Aryan kan ban­
yosundan sonra, Yahudilerin bütün dünyada kontrolü ele
geçireceklerini” söylemişti. (Oleg Platanov, “The Secret
History of Freemasonry,” Moscow, 1996).

155
Başlangıçta Geçici Hükümeti destekleyen
Menşevikler ve Sosyal-Devrimciler Sovyetlere egemen­
diler.
Mayıs ve Haziran aylarında Bolşevikler büyük gös­
teriler düzenlediler. Yoldaş Kerensky bir Rus devrimci
ordusu kurmak istiyordu.
24 Haziran 1917’de “Hürmasonluk” Rusyada yasal
bir kuruluş haline geldi.
Bolşevikler, Almanlardan Berimdeki “Alman
İmparatorluk Bankası” vasıtası ile para alıyorlardı. Bu
banka Stokholm’deki “Nya Banken” vasıtası ile parala­
rı Petrograd’daki “Sibirya Bankası’na transfer ediyor­
du. Almanlardan para alan bir başka Yahudi-Bolşevik
de PolonyalI bir avukat olan Mieczyslaw Kozlovski idi.
Kozlovski, Alexander Parvüs ve Jakob Fürstenberg ile de­
vamlı temas halindeydi.
“Alman İmparatorluk Bankası’nda Lenin, Troçki,
Ganetsky, Kollontay, Kozlovski, Sumenson ve diğer
önemli Bolşevikler için banka hesapları açılmıştı. Bu ka­
ranlık fınansal transfer işlerine yalnızca Leninin değil,
Troçki, Josef (İsidor) Steinberg, Volodarsky, Ganetsky,
Kozlovski, Radek, Uritsky, Menzhinsky ve Yoffenin de
adları karışmıştı.
Bu arada Geçici Hükümet Bolşeviklerin ihanetlerini
soruşturmaya başlamıştı. Bu sebepten Bolşeviklerin er­
ken bir darbe teşebbüsü plânları suya düşmüştü.
6 Temmuzda diğer gazeteler Bolşeviklerin Alman­
lardan para aldığını gösteren telgraflar yayınlamaya başla­
dılar.
Geçici Hükümet Leninin bütün mektuplarının bir

156
kopyasını temin etmiş ve onun bütün illegal faaliyetleri­
ni ortaya çıkarmıştı. Hatta Lenin’in Alman casusu olan
Georg Slarz ile temas kurduğu bile tespit edilmişti. Buna
rağmen hükümet bunlara karşı bir tedbir almamıştı.
İşin en ilginç tarafı, Geçici Hükümetin bir ajanının
Stokholm’de (kurye çantasında Alman paraları Petrograd a
kaçırılıyordu) Bolşeviklere yardımcı olmasıdır. Bütün
bunlar Geçici Hükümeti rahatsız etmeye başlamıştı.
Alexander Parvüs, ‘Almanya’d an alman paralar
skandalinin açığa çıkması üzerine Kopenhag’d an kaybol­
du ve İsviçre’ye kaçtı. Parvüs gerçekten çok korkmuştu.
Herhalde Şubat darbesindeki rolünün para transferleri ile
beraber açığa çıkacağından korkuyordu.
Lenin aleyhine toplanan güçlü deliller, başsavcı­
lığı konuyu araştırmaya yöneltti. Araştırma sırasında
Yevgenia Sumenson adlı bir Bolşevik kadının banka he­
sabında 180.000 ruble olduğu ve geçen altı aylık dönem
içinde ‘Nya Bank’ vasıtası ile 750.000 rublelik bir meb­
lağın daha bu hesaba transfer edildiği ortaya çıktı. Y.
Sumenson’un toplam iki milyon ruble para aldığı böylece
açığa çıkarılmış oldu.
Avukat Kozlovski’nin hesabına ise bir ayda 1,3 mil­
yon ruble transfer edilmişti.
Artık hiç şüphe yoktu ki, Lenin bir haindi. Lenin,
“vatana ihanet” ve “casusluk” iddialarıyla suçlanıyordu.
7 Temmuzda Geçici Hükümet Lenin, Grigori
Zinoviev ve Leon Kamanev (Rosenfeld) için tutuklama
emri çıkarttı.
Bu sırada (8 Temmuzda) Savaş ve Donanma Bakanı
olan Kerensky ortaya çıkarak, Başbakanlık koltuğuna

157 Levent Şahverdi Arşivi


oturdu ve bu sorunu “barışçı bir şekilde” çözeceğini be­
lirtti. ABD Başkanı Woodrow Wilson da Kerensky’ye
destek vererek, onun “müstesna bir devlet adamı” ve
“demokratik birliğin onursal üyesi” olduğunu belirterek
övmeye başladı.
O sıralar Wilson, Almanya ile hiçbir şekilde barış gö­
rüşmesine yanaşmıyordu.
9 Temmuz’da Lenin gece saat l l ’de Zinoviev ile bir­
likte gizlice Petrograd’ı terketti. Lenin, Alman ajanı ola­
rak damgalanmaktan korkuyordu. Bir ay sonra Lenin’i
Helsinki (Finlandiya) de görüyoruz.
işin en ilginç yönü, hakkında tutuklama emri
çıkarılmasına rağmen, hiçbir yetkili Lenin’i arama zah­
metine katlanmıyordu. Ayrıca kimse onu tutuklamaya
yanaşmamıştı. (Sovyet propagandası ise bu gerçeklerin
tam tersini iddia etmektedir.)
Alexsander Parvüs de o sıralar Alman basınında Ke­
rensky’ye saldıran yazılar yayınlamaya başlamıştı. Parvüs
ayrıca her türlü barış girişimini de sabote etmekteydi.
13 Temmuzda Petrograd Sovyeti Lenin ve
Zinoviev’in yargılanmasını istedi. Bolşevik ve mason
Nikolai Sukhanov (asıl adı Gimmel) birçok yoldaşı gibi
Lenin’in suçsuz olduğunu ve yargılanmaktan korkmadı­
ğını söylüyordu. Fakat gerçekte Lenin böyle bir soruştur­
madan korkuyordu.
Pavel Milyukov’un gazetesi “Rech,” Leon Troçki’yi
propaganda için 10.000 dolar almakla suçluyordu.
Kamuoyu baskısı ile 5 Ağustosta Leon Troçki ve
Anatoly Lunacharsky (Asıl adı Bailikh-Mandelstam idi)
tutuklandılar. Yetkililer, Alexandra Kollontay, Mieczyslav

158
Kozlovski, Leon Kamanev ve Yevgenia (Dora) Sumenson’u
da tutukladılar.
Bütün bunlar halkı yatıştırmak için yapılmıştı.
Tutuklananlar Alman ajanı Alexander Parvüs ile temas
kurmakla suçlanıyorlardı.
. Toplanan delillerin hepsi, olaya karışanların idam
edilmeleri için yeterli idi ama yetkililer nedense hiç hare­
kete geçmemişlerdi.
Altıncı Bolşevik Kongresi 26 Temmuzda başlamış­
tı. Delegelerden bazıları-Joseph Stalin, Sergo Ordz-ho-
nikidze, Nikolai Skrypnik, Nikolai Bukharin-Lenin ve
Zinovieve karşıydılar ve mahkemede gönüllü olarak ifa­
de verebileceklerini söylüyorlardı. Lenin’in yargılanması­
nı isteyenlerden biri de V. Volodarsky idi. Lenin onu hiç
unutmadı ve bundan bir yıl sonra, 20 Haziran 1918’de
Volodarsky öldürüldü.

159
ON DÖRDÜNCÜ BÖLÜM

TROÇKİ’NİNVEİTTİHATÇILARINAKIL
HOCASI, RUSDEVRİMİNİNPLANLAYI­
CISI, ‘PARVÜSEFENDİ’

1905 ve 1917 Rus devrimlerinde adı sık sık ge­


çen Alexander Parvüs ile ilgili olarak, Soner Yalçının
“Efendi” kitabında82 şu kısa bilgileri bulabiliyoruz:
“Takma adı ‘Parvüs’ olan Alman Yahudisi Alexander
İsrael Helphand 1910 yılında, İttihat ve Terakkiye
danışmanlık yapmak amacıyla İstanbul’a geldi. 5 yıl sü­
reyle Türkiye’de kaldı. Marksist’ti. İttihatçıları emperya­
lizm ve sömürgecilik kavramlarıyla tanıştırdı. Düyun-u
Umumiye, Reji gibi kuramların Osmanlı’yı ne şekilde sö­
mürdüklerini anlattı. Söyledikleri, yazdıkları İttihatçılar
üzerinde etkili oldu. Parvüs, daha sonraki yıllarda savaş
sırasında silâh komisyonculuğundan çok büyük para­
lar kazanarak ülkesine döndü. Bolşeviklerin önde gelen
isimlerinden Troçki, Kamanev ve Zinovyev üzerinde
çok etkili oldu. Ayrıca Alman Hükümetini ikna ederek,
Bolşeviklere önemli miktarda para yardımı yapılmasını
ayarlayan ve Lenin in gizli bir trenle ülkeye sokulmasını
sağlayan da Parvüs’tü.”

82 Soner Yalçın, “Efendi, Beyaz Türklerin Büyük Sırrı.”

160
1867 yılında Minsk’deki bir Yahudi Gettosunda orta
halli bir Yahudi ailesinin oğlu olarak dünyaya gelen Isra­
el Lazareviç Helphand, gençliğinde İsviçre’de iktisat (eko­
nomi) eğitimi görmüş ve daha sonra Almanya’ya gitmişti.
Gençlik çağlarında Parvüs’ün iki büyük tutkusu vardı; Bü­
yük para sahibi olmak ve büyük bir devrim yapmak.83
1914 yılında Alexander Parvüs’ün beklediği an
geldi. Almanlar doğu cephesinde altı ayda bir sonuca
ulaşamayınca, Parvüs’ün plânlarını yürürlüğe koyma­
ya karar verdiler. O, Rus devlet gücünü uygun zamanda
çökertecek ve Çar Hükümetini devirecek reçeteyi elinde
bulunduruyordu.
Berlin, Parvüs’ün teklifini kabul etti ve bu harekat
başından sonuna kadar Alman Hükümetine takriben bir
milyar Marka maloldu.
Parvüs, mali çıkarları ve hükümetlerle olan ilişkileri
sonucunda ünlü Amerikalı-Yahudi maliyeci). Schiff’i ve
onun aracılığı ile de silâh tüccarlarını tanımak fırsatını
ele geçirmişti.
Parvüs’ün hayatı maceralarla doludur. Odessa’dan
İsviçre’ye oradan Almanya, Avusturya ve Türkiye’ye ve
daha sonra İskandinavya’ya gitmişti.

İstanbul, 1915:
70cakl915 günü öğleden sonra İstanbul’daki Alman
Elçiliğinin kapısının önünde (Bugün hâlâ Ayazpaşa’daki
Alman Elçiliği olarak kullanılan bina) sakallı, silindir
şapkalı redingotlu ve elinde diplomatik bir çanta olan
Avrupai görünüşlü bir şahıs bekliyordu. Nihayet kapı

83 Elisabeth Heresch, “Geheimakte Parvüs.”

161
açıldı ve ziyaretçi kendini tanıttı; Alexander Parvüs-Dr.
Parvüs.
Kapıda kendisini karşılayan şahıs ise Alman Büyükel­
çisi Freiherr von Wangenheim idi. Wangenheim için
Parvüs bilinmeyen biri değildi. Parvüs bir Rus Yahudisi,
devrimci bir sosyalist ve iyi eğitim görmüş bir ekonomist
olarak biliniyordu. Parvüs ayrıca milliyetçi ve sosyalist bir
Türk gazetesinin sponsoru ve Türk Hükümetinin perde
arkasındaki ekonomik ve siyasi danışmanı olarak tanını­
yordu.
Parvüs un İstanbul’da bir bankası ve ayrıca adalarda
mülkleri vardı. Adı spekülasyonlarla birlikte anılıyordu.
Parvüs, Wangenheime cazip bir teklifle gelmişti.
Alman Reich’ının doğu cephesindeki savaşın (yani Rusya
ile) uzaması, Parvüs’ün Almanlarla eylem birliği içinde
Rusya’da bir devrim yapılması teklifini çok cazip kılmıştı.
Alexander Parvüs, Rusya içinde büyük bir huzur­
suzluk yaratılırsa, Rusların yenileceğini ve bunun da çar­
lık rejimini çökerteceğini açıklamıştı. Rusya’nın çöküşü,
büyük imparatorluğun dağılması ve savaş gücünü kay­
betmesi demekti.
Parvüs bütün bu anlattıkları ile ilgili olarak bir ey­
lem programı hazırlamıştı. Onun plânlarında Kayzer
Hükümetinin işbirliği ile, Çar yıkılıncaya kadar Rusya’da
devrimin ve ayrılıkçı hareketlerin desteklenmesi vardı.
Bir gün sonra Büyükelçi Wangenheim Parvüs’le
karşılaşmalarını ve edindiği izlenimleri Berlin’deki
Dışişleri Müsteşarı ve Prusya Devlet Bakanı Gottlieb von
Jagow’a bildirdi.
Wangenheim, “Böyle bir işbirliği karşısında Türk

162
Hükümeti silâhlı tarafsızlık’ ilkesini korur mu, yoksa
Almanların yanında Ruslara karşı harekete geçer mi?..”
diye de sormuştu.
Dr. Parvüs, Reichbaşbakanı Bethmann-Hollweg’in
de ilgisini çekmişti. Şüphesiz, potansiyel bir düşman ül­
kenin içindeki bağımsızlık hareketlerinin desteklenmesi,
siyaset sahnesinde ilk defa görülmüyordu.
Büyük bir yıkım planı çerçevesinde geliştirilen bu
taktik, yani düşmanın sistematik ihtilallerle içten çöker­
tilmesi, bir savaş aracı olarak Almanlara oldukça cazip
geliyordu.
Berlin’de, bu program ve yaratıcısı Parvüs heyecanla
beklenmekteydi.
10 Ocak 1915’de Jagow, Genelkurmaya şöyle bir telg­
raf çekti; “Lütfen Parvüsü Berlin’de karşılayın. Jagow.”
Bu arada Alexander Parvüs Berlin’d en İstanbul’a
gelecek olan cevabı beklemeden yola çıkmıştı bile.
Wangenheim’in pozitif tepkisi onun Berlin’e doğru yola
çıkması için yeterli idi.
Parvüs, Bükreş, Sofya ve Viyana üzerinden
Almanya’ya doğru yola çıktı. Bu şehirlerde Rusya’daki
devrimde kendisine yardımcı olabilecek insanlarla gö­
rüştü.
9 Ocak 1915’te Parvüs Bükreş’e geldi. Buradaki
bağlantısı Bulgaristan doğumlu Romen vatandaşı olan
devrimci-sosyalist (Yahudi) Christo Rakovski idi.
Rakovski, Parvüs’ün eski günlerden kalma bir yoldaşı idi.
Rus Gizli Servisi Ochrana’da hakkında açılmış bir sürü
dosya vardı. Rakovski de Parvüs gibi Almanlar için çalı­
şıyordu. O, Romen Sosyalist Parti gazetesi için yazıyordu

163
ve Parvüs un teklifi üzerine İtalya’da, kamuoyunu Rusya
aleyhine ve Almanya lehine yönlendirecek makaleler yaz­
maya başladı.
Parvüsun Bulgaristan’da fazla şansı yoktu.
Bulgar sosyalistleri Parvüs’ü “Alman şovenisti” diye
nitelendiriyorlardı. Bulgar sosyalistleri, Alman sosya­
listleri Rosa Luxemburg ve Karl Liebknecht gibi savaş
karşıtıydılar.
Panslavist basın ise “Alman emperyalizmini Avrupa
için en başta gelen tehlike” olarak nitelendiriyordu.
Parvüsun daha sonraki durağı olan Viyana ise, dev­
rimcilerin gözünde Avrupa’nın örnek bir sosyalist parti­
sine sahip ülke konumundaydı. Viyana Rusya’d an kaçan
Yahudilerin ve sürgündeki devrimcilerin toplandığı bir
şehirdi.
Parvüs, Viyana’da kendisine yardıma hazır olan
AvusturyalI sosyalist Viktor Adler’i buldu. Adler’in ya­
nında kendisi gibi Yahudi iki yoldaşı daha vardı; Jakob
Ganetzki (Fürstenberg) ve David Rjasanov (Goldendach).
Adler, Avusturya Başbakanı Stürgkh’e başvurarak Lenin’in
serbest bırakılmasını (O sıralar Lenin Avusturya’da tu­
tuklu bulunuyordu) istemişti, ilginçtir ki, iki yıl sonra
Adler’in oğlu Avusturya Başbakanı Kari Graf Stürgkh’ü
öldürecektir.
David Borisoviç Rjasanov, Rus Sosyaldemokrat İşçi
Partisi üyesi ve bilinçli bir Marksist idi.
Rjasanov, bir enternasyonalist olarak savaşa ve Rus
vatanının savunulmasına karşıydı.
Parvüs savaşın sadece bir araç olduğuna ve sosyal
çatışmaları zirveye taşıyarak bir devrime ve sonunda ik­

164
tidar hayaline daha da yaklaştırdığına inanıyordu. Fakat
yoldaşı Rjasanov’u bu konuda ikna edemedi. Bu neden­
le “Emperyalist savaş gücü” Almanya için başka dostlar
aramaya başladı. Fakat Parvüs, Rjasanov’un bağlantıla­
rını “kullanmaya” niyetliydi. Onun vasıtası ile partinin
“Menşevik” kanadının ve Yahudi “Bund” örgütünün
başkanı olan Rafail Abramoviç ile tanıştı. Aslında “Bund”
Doğu Avrupalı radikal Yahudi entellektüellerin bir örgü­
tü idi. Bu örgüt, hem Yahudi entelektüellerinden hem de
Yahudi işçilerden oluşmuştu. “Bund”un iki önemli hedefi
vardı;” Proleterya’nın ve Yahudilerin kurtuluşu.”
Abramov, Alexander Parvüs’ün “Almanya’nın
öncülüğünde Rusya’d a bir devrim örgütlenmesi” plânım
beğenmemişti. Fakat o, Sosyal Demokrat Partinin radi­
kal -Bolşevik- kanadının lideri olan Lenin’le beraber
Rusya’ya dönmeye hazır olduğunu bildirdi.

Çarlık Rusyası’nda ki Yahudilerin durumu:


Batı AvrupaUaki asimile olan veya olmayan Yahudiler
batı düşüncesinin, biliminin ve sanatının ayrılmaz bir parçası
sayılırken, doğu Avrupadaki Yahudiler Getto’ların içinde izo­
le bir durumda yaşıyorlardı.
Rusya’d a ki Gettolarda yaşayan Yahudiler, batıdaki
özgür kardeşleri ile birlikte güçlü, organize bir Çar aleyh­
tarı cephe oluşturmuşlardı.
19. yüzyıl sonlarında görülen hızlı sanayileşme bera­
berinde güçlü bir ‘proleterleşmeyi’ de getirmişti. Endüstri­
leşme, 19. yüzyıl özellikle ikinci yarısında Yahudi dün­
yasını da oldukça etkilemişti.
Amerika’daki zengin Yahudiler, doğu Yahudileri için

165
bir “Yahudi Fonu” kurmuşlardı ve bunların başında güç­
lü banker Jacob Sçhiff bulunuyordu. ABD’deki Yahudiler
de Çara karşı örgütlenmeye başlamışlardı.
İlginçtir ki, ilk Yahudi-marksist “İşçilerin
Kurtuluşu” adlı örgüt Cenevre’de (İsviçre) Rus terör ör­
gütü üyesi Pavel Axelrod, Leo Deutsch, Georgij PlecHanov
ve Vera Zasulich tarafından kurulmuştu. Örgüt, Rus im­
paratorluğu sınırları içinde yeraltında örgütlenmişti.
Helphand da bu örgüte üye idi.
Örgütün tek bir hedefi vardı; O da Çarlık rejimini
yıkmaktı.
İlk Yahudi işçi hareketi Rusya’nın ilhak ettiği, Polonya
ve Beyaz Rusya’nın Lodz ve Bjalystok şehirlerinde 1897
tarihinde ortaya çıktı. Hareketin merkezi ise Vilnius idi.
1897 yılında84“Allgemeine jüdische Arbeiter Bund”
(Genel Yahudi İşçiler Birliği) kısaca “Bund” diye adlandı­
rılan örgüt faaliyete geçti. “Bund,” Polonya’dan Rusya’ya
kadar bütün Yahudi entellektüelleri ve Yahudi işçileri bir
çatı altında toplamayı amaçlıyordu.
Bundun kurucusu Helphand’ın hemşehrisi Minsk’li
bir Yahudi idi.
‘Bund’ sendika faaliyetleri organize etmeye ve
pogromlar’a85 karşı savunma mekanizmaları oluştur­
maya başladı. Aslında ‘Bund’ ve Siyonistler arasında bazı
düşünce farklılıkları vardı. Siyonistler, Marksist eğilimli
“Siyon İşçisi” adlı bir örgüt kurmuşlardı. Örgütün amacı,
Filistin’de ‘otonom’ bir Yahudi-sosyalist devlet kurmaktı.
Marksizmin millî duygularına egemen olduğunu
84 Bu yıl Theodor Herzl ve Max Nordau beraberce ilk uluslararası
Siyonist Kongresini toplamışlardı.
85 Rusya’d aki Yahudi katliamları.

166
iddia eden Pavel Axelrod, Leo Deutsch, Lev Kamenev
(Rosenfeld), Lev Troçki (Bronstein), Rosa Luxemburg
ve İsrail Helphand gibi Yahudiler ise evrensel kızıl ütop­
yaya inanıyorlardı.
Amerikalı banker Jacob Schiff’in ünü Çarlık sara­
yına da ulaşmıştı. Schiff’in ihtilâlci çevrelerin finansörü
olduğu biliniyordu.
Çar III. Alexander (Öl. 1894) Maliye Bakanı Witte
(karısı Yahudi idi) aracılığı ile Londra’daki Rothschildler
ve New York’taki Schiff ile temas kurmayı denemişti.
Çarın amacı ihtilâlci Yahudi çevrelere yapılan yardımı
durdurmak ve Rusya’d a yaşayan Yahudi azınlığın du­
rumunu iyileştirmekti. Fakat Schiff, Çarlık Rusyası’nın
her türlü görüşme talebini reddetmiş ve “Jamais avec les
Romanov” (Romanov’larla asla!) demişti.
Helphand’m çevresinde zengin Yahudi sponsorlar
vardı. Bunlardan biri “Filistin Fonu” idi. (Bu fon Filistin’e
göç etmeye niyetli Yahudilere yönelik olarak kurulmuş­
tu)
Helphand’ın ünlü zengin arkadaşlarından biri de
silâh tüccarı Sakarov idi. Helphand onun Batı Avrupa’daki
ajanı idi.
Helphand, Cenevre, Bern, Zürih’te dolaşıp siyasi
göçmenlerle temas kurarken arkasındaki zengin Yahudi
sponsorlara güveniyordu.
Bolşeviklerin ünlü gazetesi “Iskra”yı 1900-1901
yılları arasında Leipzig (Almanya)de bastıran Parvüs’tü.
Parvüs gazetenin redaksiyonunu Münih’teki evinden yö­
netiyordu.
Rus gizli servisinin şefi A. Harting (Heckelmann)

167
Ochrana’ya ünlü ajitatör Alexander Parvüs un Münihte
çıkan “Iskra’nın redaksiyon şefi olduğunu bildirmişti.
Lenin de o yıllarda Stuttgart’taydı (Almanya) ve Par-
vüs un yardımıyla “Şarja” (Şafak) adlı bir gazete çıkarı­
yordu.
“Iskra” için Almanya ve İsviçre’deki ünlü siyasi göç­
menler yazı yazıyorlardı. Bunlar arasında Plechanov,
Axelrol, Vera Zasulich (Bir Rus Generalini öldüren te­
rörist kadın) ve Rosa Luxemburg vardı. Leninin karde­
şi Dimitri Ulyanov, Kafinin, Babuşkin, Litvinov ve daha
sonra Leon Troçki de bu gazeteye makaleler yazdılar.
“Iskra” bir parti gazetesinden çok daha fazla görev ya­
pıyordu. Bu gazete aynı zamanda batı ve doğu Avrupa’daki
ihtilâlci faaliyetleri koordine etmekte kullanılıyordu.

Paranın gücü:
1910 yılının sonlarına doğru “Pravda” gazetesinde Kari
Radek yoldaşı Parvüs için şunları yazıyordu;
“Parvüs dejenere Alman Sosyaldemokrasisinden ka­
çarak, Genç-Türk ihtilalinin muzaffer olduğu İstanbul’a
sığınmıştır. Rusya’d a karşı devrim başarıya ulaştıktan
sonra, emperyalizmle ilgili araştırmaları ona, işçi sınıfı­
nın güçlü darbesinin doğudan geleceğine inandırmıştı.”
Radek, “karşı-devrim" diyerek Rusya’daki 1905-1907
arasındaki dönemi kastetmekteydi.
Parvüs her zamanki gibi gerçek kimliğini saklayarak,
İstanbul’a “Albrecht Dvorak” ismini kullanarak gelmişti.
İstanbul’d a -daha önce plânladığı gibi- “Türk
Yurdu” gazetesinde yazmaya başladı. Parvüs, marksist
propaganda ve sınıf savaşı teorisyeni olarak değil, “mil­

168
lî ekonomist” sıfatı ile yazmaya başlamıştı. “Türkiye’nin
Avrupa’nın mali tutsaklığından nasıl kurtulacağı” konu­
sunda yazılar yazdı ve bu onu kısa zamanda meşhur etti.
Alexander Parvüs bütün dikkatini Türkiye’nin ticari ve
fınansal meselelerinin çözümüne vermişti. Analizleri ve
teşhisleri daima “Avrupa Emperyalizmine” karşı idi.
Türkiye’nin “Avrupa’dan bağımsız mali politikalar”
izlemesini tavsiye eden Parvüs, bu konuda reçeteler yaz­
mış ve Türk Hükümetinin de ilgisini çekmeyi başarmıştı.
Parvüs’ün Türkiye’nin de yer aldığı, Bulgaristan’la
güçlendirilmiş, bir “Balkan Federasyonu” planı uygu­
lanamaz bulundu, ama buna rağmen Türkler ondan bir
hayli etkilenmişlerdi.
Parvüs daha sonra “Türk Yurdu”nun ticari redak­
törü oldu. Ayrıca Türk Maliye Bakanlığının yarı-resmi
danışmanlığına atandı. Fakat bu yarı-resmi danışmanlık
sıfatı onun İstanbul’d aki Ermeni ve Rus işadamlarına ti­
cari danışmanlık yapmasını engellemiyordu.
Parvüs, silâh tüccarı ve banker Basil (Vasili)
Sakarov’un da Türkiye temsilciliğini yapmaya başlamıştı.
(Helphand’in Sakarov’un Batı Avrupa’daki ajanı olduğu­
nu hatırlayalım)
Onun görüşüne göre, ekonomik balamdan güçlü bir
Türkiye, Avrupa’ya olan bağımlılığından kurtulur ve ‘mil­
lî bağımsızlık’ ve egemenliğini geri kazanabilirdi.
Bu amaçla Parvüs Türkiye’nin altyapısını incelemeye
başladı.
Balkan Savaşı sırasında Türkiye’nin silâh ihtiyacını
da karşılayan Parvüs, bir yandan da (Türkiye için) askeri
ajanlık yapmaktaydı.

169
Rahatlıkla anlaşılacağı gibi, Parvüs’ün bütün ça­
bası “Boğazdaki Hasta Adam” olarak anılan Osmanlı
imparatorluğu üzerindeki Rus etkisini zayıflatmaktı.
Parvüs, Odessa (Rusya) ve Bulgaristan’d an Türkiye’ye
buğday ithal ediyordu. Küçük Balkan devletleri için
Rusya’d an silâh ve cephane, Alman Firması Krupp’tan
demiryolları yapımı için makinalar, Avusturya’d an keres­
te ve demir, Parvüs’ün ithal listesinde bulunuyordu.
Alexander Parvüs’ün bütün çabası Türkiye’yi savaşa
hazır bir duruma getirmekti.
Alexander Parvüs iki yıl içinde büyük bir servet sa­
hibi oldu ve ticari imparatorluğuna İstanbul’daki birkaç
bankayı da kattı. Şimdi artık hayallerindeki gibi büyük
zenginlerden biri olmuştu.
Parvüs Türkiye’nin önde gelen siyaset adamları ile
yakın dostluklar kurmuştu. Türk Hükümeti için ‘casusluk’
yapması, bu çevrelerin ona duyduğu sempatiyi daha da
arttırmıştı. Parvüs, Enver ve Talat Paşaların, ayrıca Maliye
Bakanının dostluğunu, güvenini kazanmış ve onların si­
yasi koruması altına girmişti.
İstanbul, onun ‘Çarlık rejimini yıkmak’ hedefine
hizmet için stratejik açıdan uygun bir şehirdi. Bu amaçla
Karadeniz üzerinden Rusya’ya gizlice broşür ve el ilanları
gönderiyordu. O, Broşürlerde “Rusya’da Çarlık niçin orta­
dan kaldırılmalıdır?..” diye soruyor ve Almanya’nın safın­
da Ruslara karşı savaşılmasım, “Çarlığa karşı bir kurtuluş
savaşı” verilmesini savunuyordu. Yeraltındaki ihtilâlcilere
yapılan bu çağrılar, Çarlık rejiminin destabilizasyonunu
hedef almıştı.
Almanya, Avusturya ve İsviçre’deki her iki kanada
mensup (yani Menşevik ve Bolşevikler) sosyalistler sa­
170
vaşa karşı gösteriler tertipliyorlardı. Fakat Parvüs bu sos-
yalist-pasifîst düşüncelere katılmıyordu. Çünkü o, ancak
Almanya’nın Çarlığı çökertecebileceğine inanıyordu. O
nedenle Almanya’yı desteklemeye devam etti.
Parvüs 22 Temmuz 1914 tarihli “Tasvir-i Efkar”
gazetesine yazdığı bir makalede “Türkiye’nin savaşa gire­
rek bundan faydalanmasını” tavsiye ediyor ve bu şekilde
(Almanya safında savaşa girerse) borçlarını ödeyebilece­
ğini söylüyordu.
Alexander Parvüs, Romanya ve Bulgaristan
gazetelerinde de “Demokrasi için Çarlığa karşı” başlıklı
Almanyanm savaş politikasını öven yayma başlamış­
tı. İlginçtir ki, bu makale yayınlandığı tarihte Almanya
Rusya’ya daha savaş açmamıştı.
Parvüs’ün Alman savaş politikasını savunması, İtilaf
Devletlerinin savaşı kazanmasının Çarın da zaferi olacağı­
nı bilmesinden ileri geliyordu. Bu da Rusya’d a bir devrim
yapılmasını ve dolayısıyla “Avrupa’daki kapitalist sömürü­
ye son verme imkânını” engelleyecekti. Bu nedenle dün­
yadaki bütün işçi partilerinin Çarlığa karşı mücadelede
birleşmeleri gerekiyordu.
Troçki, Parvüs un bu Alman yanlısı tutumuna bir
anlam verememiş ve onu bir “Alman şövenisti” olarak
nitelendirmeye başlamıştı. Troçki, Çarlığa karşı da olsa,
her çeşit “millî devlet” ve “vatan savunmasına” karşı idi.
Troçki her çeşit “millîciliği” ve “milliyetçiliği” sosyalizme
ihanet olarak görüyordu.
Parvüs, savaşan taraflara silâh satarak zenginleşirken,
bir taraftan da İstanbul’dan Rusya’yı etkileme imkânlarım
araştırıyordu. Bu amaçla Rusya’daki çeşitli ayrılıkçı unsurla­
rın “ulusal kurtuluş hareketlerini” desteklemeye başlamıştı.
171
Parvüs öncelikle Gürcistan ve Ermenistan’daki ulusal
bağımsızlık hareketlerini, hem mali açıdan hem de basın
yoluyla desteklemeye başladı. Daha sonra Ukraynalı’lara
yardım etmeye başladı. Ukrayna’da devrimci sosyalist­
ler ve burjuva milliyetçilerinden oluşan bir gücü, Çarlık
Rusyasının bütünlüğünü sarsmak için yedekte bulundu­
ruyordu.
Ukrayna’lı sosyalistler Lemberg ve Viyana’da
“Ukrayna Kurtuluş Birliği’ni (Bund zur Befreiung der
Ukraine) organize etmişlerdi. Bu örgüt Ukrayna’nın
millî bağımsızlığı için çalışıyordu. Örgüt finansal olarak
Avusturya-Macaristan Hükümeti tarafından destekleni­
yordu. Amaç Rus imparatorluğunu zayıflatmak idi. Örgüt
doğrudan Viyana’daki Dışişleri Bakanlığına bağlı olarak
çalışıyordu.
“Bund” propaganda için broşür ve el ilanları
bastırırken, Ukrayna’d a ayaklanma çıkarmak için bir
“Expeditions Korps” (Seferi Birlik) kurulması düşüncesi
gündeme geldi.
“Bund”un iki yöneticisi, Alexander Parvüs’le gö­
rüşmek üzere İstanbul’a geldiler. Bu esnada Avusturya-
Macaristan Dışişleri Bakanı Berchtold, Sofya ve
İstanbul’daki elçiliklere birer telgraf çekerek “Bund’un
plânlarının fiilen desteklenmesini istedi.
Fakat ilk pratik destek Parvüs’ten geldi. Parvüs
Bund’un istediği makalaleri Ukrayna gazetelerine yaz­
maya başladı. Parvüs yazısında “sosyalizm açısından
Ukrayna’nın bağımsızlık savaşının bir gereklilik oldu­
ğunu” ortaya koyuyor ve “Çarlık otokrasisi, yıkıldığı ve
devletin birliği ve merkeziyetçiliği ortadan kaldırıldığı
zaman, Rusya’nın yapısal ve bölgesel olarak zayıflatılması

172
mümkün olabilir” diyordu. Parvüs’e göre ancak bu şekilde
Rusya’d a demokrasi yolu açılmış olurdu.
Parvüs, “Bund” yöneticilerinden biri vasıtası ile
İstanbul’d a Alman ajanı Dr. Max Zim mer’i tanıma fırsa­
tını buldu. Zimmer, 40 yaşlarında ve beş yıldır İstanbul’da
yaşayan ve Türkleri iyi tanıyan bir Almandı. Zimmer,
Ukraynalı milliyetçilerle Avusturya-Macaristan ve Alman
elçiliği arasındaki işlemleri koordine etmekle görevliydi.
Avusturya Büyükelçisi Pallavicini 1914 Aralığında
Viyana’ya çektiği bir telgrafta “Hareketin, (Bund) Rus
Sosyal demokrasisinin liderleri ile iyi sosyalist ilişkiler
kurduğunu” bildiriyordu.
Parvüs, Zimmer’le beraber Rusya’ya karşı kullanıla­
cak olan “Seferi O rdu”nun kuruluş plânlarını hazırlama­
ya başladı. Ordu’d a Ukrayna dışında KafkasyalIların da ol­
ması planlanıyordu. Bu ordunun görevi Rus hinterland’ına
sızarak, geleneksel olarak Çar’a sadık olarak bilinen Don
Kazaklarını ve Çerkezleri Çara karşı kışkırtmaktı.
Almanya’nın Bükreş ve Sofya elçilikleri de bu birlik­
lerin komutanları için büyük meblağlar bağışlamışlardı.
Fakat bu harekat başlamadan önce, haber birile-
ri tarafından Rus göçmen basınına sızdırıldı. Enver
Paşa derhal böyle bir ‘Seferi Güce karşı olduğunu ve
Türkiye’nin Karadeniz üzerinde bir egemenlik iddiası bu­
lunmadığını açıkladı.
Bunun üzerine Alexander Parvüs şansını başka
bir cephede denemeye karar verdi. Parvüs, Türkiye’nin
modernleşme programını kullanmaya başladı 1914 yılı­
nın sonlarına doğru, Türk Hükümetinin “silâhlı tarafsız­
lık” ilkesini bırakarak, Almanların safında savaşa katıl­
ması gerektiğini ileri sürmeye başladı.
173
1914 Aralığında Rusya, Fransa ve İngiltere aralarında
Almanya ile ayrı bir barış antlaşması yapmamak konusun­
da anlaştılar. Bundan iki ay sonra, Parvüs yeni bir plân ge­
liştirdi. Buna göre Çarlığın yıkılması için Rusya’nın bütün
iç ve dış muhaliflerinin birleştirilmesi gerekiyordu. Bu bir­
leşik güç de Alman Hükümetine bağlı olmalıydı.
Parvüs bu konuyu Alman elçisi ile konuşmak istiyor­
du. Bunun için Zimmer uygun bir aracı olabilirdi. Parvüs
kendisini Alman davasını savunan bir yayıncı ve ayrılık­
çı hareketleri destekleyen bir devrimci olarak tanıtmış,
müttefik Türkiye’yi de Almanların safında savaşa sokabi­
leceğini iddia etmişti.
Artık Alman Büyükelçisi Wangenheim, Parvüs’ü ka­
bul etmeye hazırdı. (Bu konuda “İstanbul 1915” başlıklı
yazıya bakınız.)
7 Mart 1915’te Alman Dışişleri Müsteşarı Jagow’un
bürosuna bir “Memorandum” geldi. Bu “Memorandumda
Parvüs tarafından belirlenen hedeflere ulaşmak için (yani
Çarlığı yıkmak, çekirdek devleti küçültmek, işçileri egemen
sınıf haline getirmek için) yapılması gerekenler sıralanmış­
tı. Bunlar onun Avrupa’daki sosyalist bir yayıncı olarak de­
neyimlerine, Balkanlarda ve doğu Avrupa’daki yoldaşları
ile temaslarına ve Türkiye’deki başarılı ilişkilerine dayanı­
yordu. Aslında bütün bunlar tek bir sırra bağlıydı; bu da
•i
“Para ile her şey yaptlır,” idi.
Bu tafsilatlı belge yirmi sayfadan oluşmuştu. Rusya’da
bir ihtilâli örgütlemek için gerekli programın maddelerini
ihtiva ediyordu. Bu program şu maddelerden oluşmuştu;
1- Petersburg’d an Petrograd’a kadar yayılan bir alanda­
ki şehirlerde, silâh fabrikalarında, demiryollarında
“Barış ve Özgürlük” parolası ile genel grevler düzen­
174
lenmeli, 1904-1905 yıllarında olduğu gibi demiryolu
köprüleri havaya uçurulmalıdır.
2- Devrimin liderleri Rus Sosyaldemokratlarının her iki
kanadından olacaktır.
3- İsviçredeki Rus Sosyaldemokratları Kongresi için,
oradaki Rus Sosyal demokratlarının (her iki kana­
dının katılımı ile) Yahudi Bund örgütünün, Ukrayna
Spilka, Polonya, Litvanya ve Fin Sosyal demokratları­
nın katılımı sağlanmalıdır.
4- Bu kongrede Çarlığa karşı birleşik bir eylem kararı­
nın alınması cesaretlendirilecektir.
5- Köylülerin arkasındaki ‘millîci’ sosyal devrimcilerle
iyi ilişkiler kurulmalıdır.
6- Odessa ve Sivastopol gibi liman şehirlerinde, gemi
doklarında ve Bakü’deki petrol rafinerisinden
Rostow’a kadar her yerde işçiler arasında ajitasyon
ve propaganda yapılmalıdır. Yine bu amaçla liman ve
maden işçileri greve sevkedilmeli, petrol bölgelerin­
de petrol depoları kundaklanarak yangınlar çıkarıl­
malıdır.
7- Hareket merkezi Sibirya: Buradaki siyasi mah­
kumların kaçışları organize edilecek ve bunların
Petrograd’d a devrimci ajitatörler olarak kullanılması
sağlanacaktır.
8- Tarafsız ülkeleri etkilemek ve Almanlar safında
savaşa girmelerini teşvik etmek için, Rusya içinde
ve dışında basın çalışmaları yapılmalıdır. Örneğin,
Paris’teki Rus basını ve yerel parti organları bu amaç­
la kullanılabilir.
9- Kuzey Amerika’d a Rusya aleyhtarı propaganda ya­

175
pan Rus-Yahudi göçmenler kamuoyunun tepkisini
çekmektedir. Buna engel olmak için Sosyal demokrat
çevrelerden gelen Almanların, Alman yanlısı konuş­
malar yapmaları daha uygun olur.
10- Uluslararası basının dikkati Rusya üzerine çevrilme-
lidir.
11- Askeri unsurların kullanımı: Askeri yenilgi ve başarı­
sızlıkların propaganda malzemesi olarak kullanımı.
Askeri güçlerin stratejik hedefler ve hatların korun­
ması için görevlendirilmesi. İyi korunmayan nokta­
larda grevler, ayaklanmalar ve sabotajlar düzenlen­
melidir.
12- Ukrayna: Rus egemenliğine karşı kışkırtılacak.
Otonomi istenecek
13- Finlandiya: Rus yönetiminden koparılacak. İsveç ve
Fin Sosyaldemokratları arasında bir anlaşma sağla­
narak, Finlilerin kendi kendilerini yönetmesi garan­
ti altına alınacak ve sonra, isyan organize edilecek.
Finlandiya, doğu ve batıdaki askeri ve devrimci faali­
yetlerin istihbarat üssüdür. Fin-Rus sınırına silâh ve
patlayıcı ile gelen kuryelere geçiş imkânı tanına­
cak.
14- Kafkasları Bir Rus-Türk savaşı, Rusya’daki ayrımcılık
eğilimlerinin teşvik edilmesi açısından uygundur. İç
çekişmelere bir son verilmelidir.
Rusya ile savaşacak Türkler, “Kutsal Savaş” parolası
ile hazırlanmalıdır. İran sınırındaki birkaç (Alman)
birliğini Rusya ile savaşacak Türkleri destekleyecek
şekilde organize etmek gerekir.
15- Askeri başarısızlıkları Çara karşı siyasi ve ekonomik

176
propaganda malzemesi olarak kullanmak gerekir.
Rus Sosyal demokrat partisinin parolası “Hükümeti
devirelim ve acil barış yapalım” olmalıdır.
16- Rus ordusuna ABD ve Sibirya’d an yapılan silâh sevki-
yatı derhal engellenmelidir. Sibirya’daki sürgünlerin
kitle halinde ülke içine kaçmalarının temini ve finans­
manı.
17- Acil eylemler: İsviçre’de sürgünde bulunan Bolşevik
fraksiyon ile temas kurulması ve onların finanse edil­
mesi. Grev bölgelerindeki (limanlar, madenler, petrol
rafinerileri v.b) örgüt merkezleri ile doğrudan temas
kurmak. Batıdan Rusya’ya kaçırılan devrimci litera­
türün finansmanı. Tarafsız ülkelerdeki kamuoyunun
Çar aleyhine yönlendirilmesi.
18- Teknik hazırlıklar- Trafiği felce uğratmak için köprü­
ler havaya uçurulmak. Bunun için köprüleri gösteren
haritalar gereklidir. Binaların ve köprülerin hava­
ya uçurulması için gerekli patlayıcıların miktarının
bildirilmesi. Patlayıcı maddeler için kullanma tali­
matı. Ayaklanmayı organize etme plânı.
Parvüs yukarda verilen bütün programı, “Rusya’da
genel siyasi grevin hazırlanması” olarak adlandırıyordu.
Parvüs bile plânın bu kadar çabuk uygulamaya
konacağını hayal etmemişti. Alman ordusu doğu cep­
hesindeki savaşı umduğu gibi birkaç ay içinde bitireme-
miş ve ‘Schlieffen Plânı’ yürümemişti. Zimmerman ve
Alman Dışişleri, Alman Genel Kurmay Başkanı General
Falkenhayriin da fikrini alarak, mümkün olduğu kadar ça­
buk doğu cephesindeki savaşı bitirmek ve Rusya ile ayrı bir
antlaşma imzalamak istiyordu. İşte böyle uygun bir zaman­
da, Parvüs un programı Almanya’nın imdadına yetişti.
177
7 Mart’ta “Memorandum” (yani Parvüs un progra­
mı) Wil-helmstrasse’ye geldi. Almanya’nın içine düştüğü
güç durumdan kurtaracak sihirli formül (!!!) bulunmuş­
tu. Aynı gün Dışişleri Müsteşarı Jagow, Reich Hazine
Dairesine bir telgraf çekerek “Rusya’daki ihtilâl için iki
milyon Mark gerekli” olduğunu bildirdi. Durum posta ile
Parvüs’e bildirildi.
Başlangıç sermayesi için ayrılan iki milyon Marklık
fondan bir milyonu hemen Parvüs’ün eline geçti. O da
bu meblağı Kopenhag, Zürih ve Bükreş’teki (Plânlanan
operasyon alanım oluşturan coğrafi üçgen) banka hesap­
larına transfer etti.
Alman yetkililer nasıl bir maceraya girdiklerinin
farkında değillerdi. Rusya’daki devrimin bir ‘bomerang
gibi Almanya’ya geri döneceğini hiç düşünmemişlerdi.
Daha savaş başlamadan önce de Almanya’nın si­
yasi ve askeri düşmanlarını içerden yıkmak için “yıkıcı
faaliyetlerde” bulunduğu ve hatta bunları finanse ettiği
diplomatik çevrelerde bilinmekteydi.
Alman politikasının hedefinde zayıflatmak için uğ­
raştığı iki büyük güç vardı; Kolonyal güç İngiltere ve
çokuluslu milletler topluluğu Rusya. Kayzer Hükümeti,
İngiltere’yi zayıflatmak için Afganistan ve Hindistan’daki
millî bağımsızlık hareketlerini desteklemeye başlamıştı.
Yine bu amaçla İslam dünyasındaki devrimci hareketleri
desteklemeye ve finanse etmeye başlamıştı.
Avusturya-Macaristan da yazılar ve faaliyetlerle
Rusya’daki ayrılıkçı hareketleri desteklemişti.
Savaşın başlamasından iki ay sonra, İsviçre’de
yoğunlaşan Rus göçmeni ihtilâlciler, Alman çıkarları için
kullanılmaya başlanmıştı.
178
1914 sonbaharında Bern’deki (İsviçre) Alman
Büyükelçisi Freiherr von Romberg Berlin’e bir telgraf çe­
kerek, Estonyalı Alexander Kesküla’nm Rusya’yı zayıflat­
mak için Baltık azınlıklarının ulusal hareketlerini kışkırt­
mayı teklif ettiğini bildirdi. Ayrıca Kesküla’nın Lenin’in
ihtihâlcileri ile iyi ilişkileri vardı. Bu bakımdan kendisi
çok bilgili bir aracı olarak kullanılabilirdi.
Bu karar üzerine Bern’deki Alman Büyükelçiliği
vasıtasıyla ihtilâl sempatizanları ve aracılarına, Arthur
Siefeldt’e, Kesküla’ya ve bir kısım da Lenin ve Bolşevik
Partisine yüksek miktarda para transferi yapıldı.
Kesküla, Çar aleyhtarı çevrelerin içinde, yıkı­
cı eylemlerdeki tecrübeleri ile sivrilmiş bir şahsiyetti.
Daha önce Rus-Japon Savaşı sırasında efsanevi Japon
M otohirto Akashi için siyasi bir eylem düzenlemişti.
Akashi, Stokholm’d e-ki Japon elçiliğinin “yıkıcı ajanı”
idi ve Rus-Japon savaşı sırasında, Rusya’da bir ihtilâl ya­
pılması için, Avrupa’daki Rus siyasi göçmenlerine 100
Milyon Dolar dağıtmıştı.
Rus ihtilâline fınansal yardımda bulunan devlet
Almanya’d an ibaret değildi. Amerika ve İngiltere de Rus
ihtilâlcilerine para yardımı yapmıştı.
Troçki-kendisinin de kabul ettiği gibi-İngiliz İşçi
Partisi mensubu bir bankacıdan, Rus ihtilâlinde kullanıl­
mak üzere bir milyon Sterlin kredi almıştı.
Bir yıl sonra da İngiliz Hükümeti Hâzinesinden Rus
devrimcilerine resmen yardım yapılmıştı. Peki, İngiltere
Kralı akrabası Rus Çarı ile zaten müttefik değil miydi?..
Stratejik çıkarları söz konusu olduğunda, İngiltere
en yakın müttefikine bile rahatlıkla sırt çevirebilirdi.

179
5 Eylül 1916’d a İngiltere, Ruslar’m Türk Boğazlarını
kontrol etmesini kabul etmek zorundaydı ama bu, İngilte­
re’nin stratejik çıkarlarına uymamaktaydı.
Bu sebeble Rusya içinde organize edilecek bir kaos’la
Rusya’nın Boğazlar’dan uzak tutulması hedefleniyordu.
Rusya’yı içinden yıkmak hedefinde iki düşman ülke,
yani İngiltere ve Almanya birleşmişlerdi.
Lloyd George ve Lord Milner’in daha sonra
açıkladıkları gibi, İngiliz Gizli Servisi Rusya’daki ihtilâl
için 21 Milyon Ruble vermişti.
ABD’deki Yahudi devrimci çevreler “Baskıcı Çarlık
Rejiminden Kurtuluş” adı altında örgütlenmişti. Rus
devrimine en büyük yardımı tek başına (12 Milyon Dolar)
Jacob Schiff yapmıştı. Schiff, 1905 devriminden önce
Rus-Japon Savaşında Japon silâhlanmasını finanse etmiş
ve ayrıca Rus devrimcilerine para yardımı yapmıştı.
ABD’deki Rus elçisi Bahnetyev’in daha sonra
açıkladığına göre, 1918-1922 yılları arasında J. Schiff’in
Kuhn, Loeb & Co. bankası bolşevik liderlere 600 Milyon
Dolarlık altın yollamıştı.
Rus Hükümeti Amerika’daki Yahudi finans çevrele­
rinin anti-Rus tutumunun farkındaydı. Unutulmamalıdır
ki Amerika ile Rusya bu savaşta müttefik idiler.
Enternasyonal yüksek maliye, proleterya, hükümetler ve
devrimciler Rus devriminin finansmanı konusunda tam
bir işbirliği içindeydi.
Jacob Schiff, İngiliz (Yahudi) banker E. Cassel tarafın­
dan kontrol edilen, Vickers silâh şirketine de ortak olmuş­
tu. Vickers’in ortakları arasında İngiliz Hükümetinin
liberal kanadından siyasiler vardı. Parvüs te Vickers’ in
ortaklarından biriydi.

180
Alexander Parvüs bir yandan devrim için çalışır­
ken, diğer yandan da ticari imparatorluğunu genişletmek
için uğraşıyordu. Parvüs un ortaklarından Yahudi Georg
Sklarz (Alman Genelkurmayına bağlı askeri istihbarat
için çalışıyordu.) ve kardeşi Waldemar Stokholm’de, di­
ğer kardeş Heinrich ise Kopenhag’d a Parvüs için ekonomi
casusluğu yapıyorlardı. (Heinrich Sklarz başka bir isim
altında Ruslar için de casusluk yapıyordu) Gelen bütün
bilgileri Parvüs değerlendiriyordu.
Parvüs’ün Stokholm’deki ithalat şirketinde harp
içinde yokluğu çekilen her şey bulunuyordu. Şirket, me­
talden ilaca ve havyara kadar her şeyi ithal ediyordu. Bu
malların çoğu -ithal lisansı olmadığından- kaçak olarak
getiriliyordu.
Stokholm’de onun için çalışanlardan biri de partili
yoldaşı Yahudi Moise Uritzky86 idi.

86 Uritzky daha sonra Petrograd “Çeka” şefi olacaktır.


ON BEŞİNCİ BÖLÜM

RUSYA’DAKİ ŞUBATDEVRİMİNİN
FİNANSÖRÜ; JACOBSCHIFF

1916 yılında Rus Genelkurmayına New York’tan (15


Şubat 1916 tarihli) gizli bir rapor ulaştırıldı. Raporda
Amerika’daki Rus devrimci partisinin açıkça yeniden
faaliyete geçtiği ve bunun sonucunda anlamlı gelişme­
ler beklendiği ifade edilmişti.
Partinin ilk kongresi 14 Şubat 1916da New York-
East Side d a yapılmış ve 62 delege katılmıştı. Bunlardan
ellisi 1905 devriminin gönüllüleri idi. Diğerleri ise yeni
üyeler idi. Delegelerin büyük bir kısmını Yahudiler
oluşturuyordu. Bunların çoğu entellektüel sınıfa mensup
insanlardı. İçlerinde pek azı profesyonel devrimci idi.
Toplantıda Rusyadaki durumun bir ihtilal için çok
uygun olduğu görüşü dile getirildi. Ayrıca Rusyadan ge­
len gizli haberler de oradaki durumun ihtilâl hazırlıkları
için fevkalade uygun olduğunu bildiriyordu. Tek mesele
ihtilâlin finansmanı idi. Toplantıya katılanlardan birkaç
kişi bunun bir problem olmayacağını, çünkü Rus Kurtuluş
Hareketini destekleyecek önemli biri olduğunu belirttiler.
Bu şahsın ismi de telaffuz edildi; Jacob Schiff.87
Devrim ile ilgili hazırlıklar Amerikan Gizli Servisi-

87 Boris Brasol, “The World at the Cross Roads,” Deniş Fahey, “The
Mystical Body of Christ in the Modern World.”

182
nin bir belgesinde88 şöyle belirtilmişti:
“1916 Şubatında Rusya’d a bir ihtilâl hazırlığı yapıldı­
ğı ortaya çıkarıldı. Bu yıkım işlemi ile ilgili olarak şu şahıs­
lar ve bankaların angaje oldukları ortaya çıkarılmıştır:
1-Jacob Schiff
2- Guggenheim
3- Max Breitung
4- Kuhn, Loeb & Co. bankası.
Aşağıda belirtilen şahıslar bu bankanın sorumlu
direktörleridir:
1- Jacob Schiff
2- Felix Warburg
3- Otto Kahn
4- Mortimer Schiff
5- S. H. Hanauer
Görüldüğü gibi hepsi Yahudidir.
Hiç şüphe yok ki Rus ihtilâli spesifik Yahudi etkisi al­
tındadır. Bu gerçeği Jacob Schiff de 1917 Nisanında yaptığı
bir konuşma ile doğrulamış ve “Rus ihtilâlinin onun mali
yardımı sayesinde başarıya ulaştığını” açıklamıştı.”
Dikkatle incelediğimiz zaman, Rusya’daki gerek
1905, gerekse 1917 devrimlerinin finansörleri arasında
hep aynı Yahudi-Siyonist bankerleri görüyoruz.
88 Bu rapor, 1919 yılında bir Fransız başkomiseri tarafından Ame­
rikan Gizli Servisinin verileri gözönüne alınarak hazırlanmıştı.
Fransız komiser hazırladığı dosyayı hükümetine verirken şöyle bir
not düşmüştü; “Bu belgenin inanırlığı tarafımdan garanti edilmiş­
tir.” Bu belge “Documentation Catholique, “(Paris 6 Mart 1920)
de yayınlanmıştır. Ayrıca “La Vielle France,” A. Moskau, 23. Sep­
tember 1919, Rostow a. Don., Mgr. Jouin, “Le Peril Judeo-Maçon-
nique,” Paris 1917-27, Revue Internationale des Sociétés Secretes,
Band 3, Seite 249 ff.

183
ONALTINCI BÖLÜM

WARBURGAİLESİ

Alman-Yahudi para aristokrasisinin önde gelen


ailelerinden bir i de bu ailedir. Aile Rusya ’dan Filistin ’e
Yahudi göçünü teşvik etmek için kurulmuş olan “Ort
Reconstruction Fund”u destekliyor ve Siyonizm yan­
lısı bir politika izliyordu. Bu fon doğu Avrupa Yahu­
dilerinin Filistin’de çiftlikler kurmasını amaçlıyordu.
Bu organizasyonun başkanı B’nai B’rith üyesi Paul
Felix Warburg89 idi.
Rus yazar Boris Brasol “The World at the Cross Roads”
adlı kitabında belirttiğine göre, 1916 yılında Stokholm’de
Rus İçişleri Bakanı Protopopof ile Reich Dışişlerini temsi-
len Max Warburg buluşmuştu. Max Warburg un kardeşle­
ri Paul ve Felix başkanlığını J.Schiff’in yaptığı Kuhn,
Loeb&Co.bankasının üyeleri idi.
Gerçekten Warburg’lar ve Schiff’ler hiçbir ailenin
olmadığı kadar birbirlerine yakındılar. Birbirlerinden kız
alıp vererek akrabalık da kurmuşlardı.
“American Jewish Committee XII. District” 1914-
1935 yılları arasında Yahudilere yardım için 80 Milyon
Dolar toplamıştı. Bu komitede Felix M. Warburg ve Jacob
Schiff bulunuyordu.

89 Walter Freund, “B’nai B’rith, Judentum und Weltpolitik.”

184
Warburg’lar aslında İtalyan musevisi bir aileden
geliyorlardı. 1559’d an beri Almanya’daki ‘Warburgum’da
ikamet ediyorlardı. (Aile soyadını buradan almıştı)
Simon Elias Warburg (1760-1828) İsveç’te ilk Yahudi
cemaatini kuran kişidir. 1798’de Moses Marcus Warburg
ve kardeşi Gerson, Hamburg’a taşındılar ve orada M. M.
Warburg&Co. Bankasını kurdular. Ailenin Almanya’daki
kolunu beş kardeş temsil ediyordu. Bu kardeşlerden dör­
dü bankerdi ve Hamburg doğumlu idiler.
Max M. Warburg (1867-1946) Almanya’d a kalarak
M. M. Warburg & Co. Bankasının yönetimine geçti. Max
M. Warburg 1924-1933 yılları arasında Reichsbank yöne­
tim kurulu üyesi idi. 1939 yılında ABD’ye göç etmiştir.
Paul Moritz Warburg (1868-1931-32) 1901 yılında
Hamburg Belediye Meclisi üyesi idi. Daha sonra ABD’ye
göç ederek orada Schiff’in kızı Nina ile evlenmiş ve New
York’taki Kuhn, Loeb&Co. Bankasının hissedarı olmuş­
tur.
P. M. Warburg ise “U.S Federal Reserve Board” (Ame­
rikan Merkez Bankası) kurucularından biri ve 1914-18
arasında başkan yardımcısı olmuştur.
Felix Moritz Warburg (1871-1937) SchifF’in diğer kızı
Frida ile evlenmiş ve kayınpederinin bankasına (Kuhn, Lo­
eb&Co) hissedar olmuştu. Felix Yahudi kuruluşlarının önde
gelen destekçilerinden biriydi.
Birinci Dünya Savaşı sona erdiğinde, Versay Barış
Konferansında Alman tarafını fınans uzmanı Max M.
Warburg, İtilaf Devletleri’ni ise kardeşi Felix temsil edi­
yordu.
Jacob Schiff gibi, Max ve Paul Warburg da Yahudi

185
gizli locası B’nai B’rith üyesi idi. Bütün Warburg kardeş­
ler Siyonizm davasına hizmet etmişlerdi.
Felix Warburg 1906’da kurulan “American Jewish
Committee’nin başkanlığını, “Jewish Agency” ve “Jewish
Council of the Jewish Agency’in yönetim kurulu başkan­
lığını yapmıştı.
1859’d a Hamburgda doğan Otto Warburg, 1909-
1911 yılları arasında “Siyonist Dünya Ö rgütü”nün ey­
lem komitesi üyesi idi. 1911-1920 yılları arasında aynı ör­
gütün başkanlığını ve 1925’te Kudüs Yahudi Üniversitesi
Filistin bölümü’nün başkanlığını yapmıştı.

186
ON YEDİNCİ BÖLÜM

BALFOURDEKLARASYONUÖNCESİ
SİYONİST FAALİYETLER

1914 Kasımında - o güne kadar savaşın dışında gibi


görünen- Siyonist Dünya Organizasyonu siyasete
ağırlığım koyma zamanının geldiğini düşünmeye baş­
lamıştı.
Bu diplomatik girişimin sebebi, savaş sonrasında
İngiltere’nin Ortadoğu’da yeniden toprak düzenlemeleri
yapacağının bilinmesi idi.
İngiltere, Ortadoğu Türk cephesindeki asker
yetersizliğini göz önüne alarak, Arapları Türk egemenli­
ğine karşı kışkırtmış ve Vahabi Kral İbni Saud’a Türkiye’ye
karşı bir savaşta destek sözü vermişlerdi.
Fakat Anglosakson şeref sözüne pek fazla
güvenilemeyeceği, 16 Mayıs 1916’da gizlice imzala­
nan “Sykes-Picot” Antlaşması ile açıkça ortaya çık­
mış oldu. Bu antlaşmayla, Fransa ile İngiltere Osmanlı
İmparatorluğu’nun mirasım kendi aralarında bölüşüyor­
lardı.
Antlaşma taslağı, Savaş Bakanı Lord Kitchener’in
Ortadoğu danışmanı Sir Mark Sykes tarafından hazırlan­
mıştı. Fransa adına antlaşmayı imzalayan ise Beyrut eski
Başkonsolosu Georges Picot idi.

187
Bu antlaşma ile bugünkü Suriye ve Lübnan’ın
bulunduğu bölge Fransa’ya veriliyordu. Fransız bölgesi­
nin güneydoğusundaki bugünkü Ürdün’ü de kapsayan
bölge ve bu bölgenin doğusu -yani bugünkü Irak ve
Kuveyt (Basra ve Bağdat şehirleri ile beraber)- Ingiltereye
bırakılıyordu. Bu arada Hayfa ve Akra şehirleri de İngiliz
egemenliğine bırakılıyordu.
Çarlık Rusya’sına da Türkiye’nin doğusu ve Erivan’ın
Güneybatısı verilmişti. Filistin ve Ürdün ise uluslararası
bir yönetimin idaresine verilecekti.
İngiltere ilk zamanlar Suudi Arabistan’ı stratejik fay­
dası olmayan bir ülke olarak görmesine rağmen, daha
sonra bu değerlendirmenin (Petrol yüzünden olsa gerek)
yanlış olduğunu anladı.
Burada Ortadoğu’nun paylaşımı konusunda resmi
tarihin bilinenlerini tekrarlamak istemiyorum.
Londra ve Paris’te Osmanlı mirası paylaşılırken,
Siyonizm de kurtlar sofrasındaki yerini almaya hazır­
lanıyordu.
Warburg ailesi Siyonizmin başarıya ulaşması için
şunları plânlıyordu;
1- Almanya’nın yenilgisi
2- Rusya’d a bir devrim hareketi (yani Bolşevik
İhtilâli)
3- İngiltere tarafında bir “İsrail rönesansı”
1916 yazının sonlarına doğru Duma (Rus Meclisi)
Başkan Yardımcısı Alexander D. Protopopov, Almanya ile
ayrı bir barış antlaşması imzalamak amacı ile Stokholm’e
yollandı ve burada Alman Hükümetinin temsilcisi ban­
ker Max Warburg ile ateşkes şartlarını görüştüler.

188
Max Warburg, Protopopov ile görüşmeye yalnız
gelmişti. Amacı “Siyon’un elini İngiltere’ye karşı güç­
lendirmek idi. Fakat bu görüşme, İngiliz Gizli Servisinin
dikkatinden kaçmamıştı. Durum derhal Londra’ya bil­
dirildi. İşin ilginç tarafı bu haber, İngiltere’deki Siyonist-
Yahudi Samuel Hoare’ın eline geçmişti. Hoare bu bilgiyi
Başbakana iletirken hiç kötümser görünmüyordu.
Birkaç hafta sonra ‘Yahudi Millî Devlet’ hareketi
İngiliz Dışişleri Bakanlığı ile temasa geçti.
Aslında Almanların da İngilizler gibi bir “Yahudi
Devleti” kurma projesi vardı. Almanların Filistin’deki
Yahudi beklentilerini karşılamak girişiminde bulunduğu
çok az kişi tarafından bilinir.
Lazar Felix Pinkus “Von der Gründung des
Judenstaates” adlı kitabında “Yıllarca Filistin’deki Yahudi
kurumlan Berlin’deki Siyonist yönetim (Alman Dışişleri
Bakanlığı aracılığı ile) tarafından idare edilmiştir”
diye yazıyordu. Bu şekilde Almanya ve Türkiye, mer­
kezi Berlin’de bulunan “engeren Aktion Komitees des
Zionismus” (Siyonizm Eylem Komitesi) vasıtasıyla îtilafçı
Siyonistlerin Nordau plânına karşı mücadele vermişti.90
Burada, Siyonistlerin Berlin’i Londra’ya karşı kullan­
ma taktikleri açıkça farkedilmektedir.
Yahudiler hem İtilaf Devletlerinde, hem de Mihver
Devletlerinde finans, politika, basın ve ekonomi alanların­
daki egemenliklerine dayanarak, Siyonist düşünceyi
yaymaya uğraşıyorlardı. Fakat hangi tarafta olursa olsun­
lar, savaşın gidişini Yahudilerin lehine çevirmeye uğraşı­
yorlardı.
90 Karl Heise, “Entente Freimaurerei und Weltkrieg” 1920, Archiv-
Edition.

189
İngiliz Yahudiliğinin Genel Sekreteri Lucien Wolff,
“Der Jude in der Diplomatie” (Diplomasideki Yahudiler)
adlı kitabında91 Birinci Dünya Savaşı ile ilgili olarak şun­
ları yazıyordu;
“İngiliz Dışişleri Bakanlığına bağlı, yeni kurulan
İstihbarat ve Propaganda servisinde, yabancı dil bilen
ve kozmopolit görüşe sahip birçok Yahudi bulunuyor­
du. Savaşı yürüten devletler, Yahudileri desteklemek
gerektiğini yeteri kadar anlamış değillerdi. Bu sebebten
Londra, Paris ve Berlin’deki Dışişleri Bakanlıklarına bağlı
özel Yahudi bölümleri örgütlendi. Bu bölümlerin görevi
Yahudi meselesi üzerinde yoğunlaşmak idi. Bu bölümler
arasındaki Filistin meselesi ile ilgili (Almanya ile İngiltere
arasındaki) rekabeti Siyonist önderlerin nasıl kurnazca
kullandığından resmi tarih hiç söz etmemiştir.
Londra’daki Dışişleri Bakanlığındaki Siyonist eği­
limler, Bakanlığın bu bölümüne Yahudi veya Yahudilerle
akraba olmayan hiç kimsenin alınmaması ile su yüzüne
çıkmıştı. Paris ve Berlin’deki Yahudi bölümleri Siyonizm
yandaşı ünlü Yahudi profesörlerle dolmuştu.
Bunlardan biri olan Profesör Sylvain Levi, Sanskritçe
öğretmeni ve “Alliance israelite universelle”in başkanıydı.
Bir diğeri M. Sobernheim, tanınmış bir Oryantalist idi.
İngiliz ve Fransız bölümlerinin daha sonra kaldırılma­
sına rağmen, Wilhelmstrasse (Almanya)’deki Profesör
Sobernheim görevini sürdürmeye devam etti.”
Siyonist Samuel Landman92 müttefik ülkelerdeki
91 Jüdischer Pressezentrale (periodische Zeitschrift) Zürich, Nr. 147
und 148 vom 15. und 21, Juni 1923.
92 Landman, 1912’d e“JointZionistCounciloftheUnitedKingdom”un
sekreteri idi. 1913-15 yılları arasında “The Zionist” gazetesinin edi­
törlüğünü yaptı. 1915-18 yılları arasında Siyonist Örgütün Başkanı
Nahum Sokolov’un özel sekreterliğini yaptı.

190
Yahudi faaliyetleri hakkında şunları açıklamaktadır;
“1916 yılının o kritik günlerinde, Rusya çökmek
üzereydi ve Yahudilik genel olarak anti-Rus bir tutum
içindeydi. Bu nedenle Yahudiler savaştan galip çıkacak
Almanya’nın -belirli şartlar altında- Filistin’i Yahudilere
vereceğini düşünüyorlardı. İşte bu sırada müttefikler,
Amerika’yı da kendi saflarında savaşa çekmeyi düşündü­
ler. Fakat bu ilk deneme başarısızlıkla sonuçlandı.
Almanların savaştan önce Siyonistlere Filistin’de top­
rak vermeyi taahhüt ettiğini bilen bir kişi olan James A.
Malcolm, ABD Başkanı Woodrow Wilson’un etrafındaki
Siyonistlerin ABD politikalarını nasıl etkilediğinin far­
kındaydı. Malcolm, Londra’daki ‘Jewish Chronicle’ı çıka­
ran Greenberg ile yakın temas halindeydi. Malcolm, olay­
ların gidişatını sezen önemli Siyonist liderlerin Londra’da
toplandığını da biliyordu. O, Yahudi-millî gücünü iyi
değerlendirmiş ve inisiyatifi ele alarak, önce İngiliz Savaş
Kabinesinde Müsteşar olan Sir Mark Sykes’le, daha sonra
da Londra’daki Fransız Elçiliğinden Monsenyör Georges
Picot ve Monsenyör Gour ile temasa geçerek, tek ve en
iyi çözümün ABD Başkanını savaşa girmeye ikna etmek
olduğunu ve bunu sağlamak için, Siyonist -Yahudilere
Filistin’i garanti etmek gerektiğini bildirmişti.
Bu şekilde Amerika, Siyonist-Yahudilerin -o güne
kadar iyi bilinmeyen- gücü vasıtasıyla savaşa girmek
üzereydi.93”
‘World Jewry”94 gazetesine göre, Sir M ark Sykes,
Savaş Kabinesinden gerekli izini almış ve Malcolm’a

93 Landman, Samuel, “Great Britain, The Jews and Palestine” 1936-


37.
94 World Jewry,22. Februar und 1. Maerz 1936.

191
Siyonistleri bu yeni konuya yaklaştırma görevini ver­
mişti. Malcolm, Mr. Greenberg, Dr. Weizmann ve Mr.
Sokolov’un katıldığı bir toplantı düzenlemiş ve daha son­
ra Sir Mark Sykes, Picot ve Gout ile temasa geçmişti.
İngiltere’de yaşayan bir Ermeni-Yahudisi olan
Malcolm, yürüttüğü bu görüşmeler sonunda bir
“Gentlemans Agreement” (Centilmenlik Antlaşması)e
varıldığını bildirmektedir. Bu antlaşma, Siyonistlerin
müttefik davasına aktif destek vereceği anlamına geliyor­
du.
Bu Yahudi desteği, özellikle ABD’de giderek artan
bir şekilde, radikal müttefik yandaşı bir tutum alacak ve
sonunda İngiliz Kabinesi de Filistin’deki Yahudilere yar­
dımcı olmak mecburiyetinde kalacaktı.95
Aynı tarihlerde “World Jewry” şunları yazıyordu;
“Sir Mark Sykes, Weizmann ve Sokolov arasında bir
anlaşma sağlandıktan sonra, ABD’deki yargıç Brandeise
(Bu konuda ABD devlet gücünün Büyük Sermaye+Yah
udilik+Masonluğa teslimi’ bölümüne bakınız) gizli bir
haber uçurularak, ABD’nin müttefikler safında yer alma­
sına karşılık, İngiliz Kabinesinin Yahudilerin Filistin’i ele
geçirmesine yardımcı olacağı bildirildi. Bu haber, şifreliy­
di ve İngiliz Dışişleri Bakanlığı vasıtası ile iletilmişti.
Bu gizli haber Rusya’daki Siyonist önderlere de
gönderilmiş ve onların da müttefik davasına destek ol­
maları istenmişti. Aynı haber tarafsız ülkelerdeki Yahudi
önderlerine de gönderilmişti.
O zamanlar (yani savaşta) genel askerlik hizmeti
mecburiyeti vardı. Ancak ulusal çıkarlar için çalışanlar’
95 James Malcolm, “Origins ofthe Balfour Declaration, Dr. Weizmans
Contribution.”

192
cephe hizmetinden muaf tutuluyorlardı.
Dr. Weizmannm “Director of Military Operations”
(Askeri Operasyonlar Başkanı) General Macdonogha
bir mektup yazarak, kendisi, Leon Simon, Harry Sacher,
Simon Marks, Hyamson Tolkovsky’in (Adı geçenlerin
hepsi Yahudidir) askerlik hizmetinden muaf tutulmasını
istediğini hatırlıyorum.
Simon Marks, dünyanın çeşitli ülkelerindeki
Siyonistlerle devamlı irtibat kuran bir büroda (İngiliz)
askeri üniformasıyla çalışıyordu. Bu tarihten başlayarak
Siyonizm, İngiltere’yi en yakın müttefiki olarak görmeye
başladı. İngiliz Hükümeti Siyonistlere her türlü yardımı
yapmaya hazırdı.
Filistin’e pasaport veya yolculukla ilgili meseleler he­
men çözülüyordu. Bu sıralar “Home Offıce”de benim ta­
rafımdan imzalanan bir sertifika ile, bir Osmanlı Yahudisi
düşman olarak değil, dost olarak kabul görüyordu.”96 (O
sıralar Osmanlı ile İngiltere’nin savaş halinde olduğunu
hatırlayalım.)
Siyonistlerin 1917 yılında Amerika’yı savaşa sok­
maları ve aynı yıl Balfour Deklarasyonu’nun ilanı, 1916
yılında yapılan Yahudiler-İngilizler-Amerikalılar ve
Fransızlar arasındaki gizli sözlü anlaşmanın sonucudur.
Buraya kadar anlattıklarımı özetlersek; Siyonizmin
önde gelen temsilcileri Almanya vasıtasıyla Rusya’yı m üt­
tefik koalisyonundan dışlarken (Almanya’nın Bolşeviklere
yaptığı yardımı hatırlayalım.) aynı güçler İngiliz Dışişleri
Bakanlığını da mesken tutmuştu.
Siyonizm elçilerinden biri, yani James Malcolm,
96 J.M.N Jeffries, “Palestine: The Reality, 1939, Seite 135 nach “World
Jewry” vom 22. Februar und 1. Maerz 1936.

193
İngiliz Hükümetinin Ortadoğu görevlisi Sir M ark Sykes’e
yakınlaşarak ona hizmetlerini sunmuştu. Malcolm, Sykes
ve diğer hükümet görevlilerine “yalnız o güç size savaşı
kazandırabilir,” demişti.
Ancak Siyonistlerin arkaplandaki uluslararası gücü,
Rusya’yı savaşta tutabilir ve ABD yi yeni bir savaş partneri
olarak kazanabilirdi.
Gerçekten Siyonist çabaların sonucu olarak ABD sa­
vaşa (Birinci Dünya Savaşı) sokulmuştu.
Rusya’d a ise durum bir gece içinde (yine Siyonistler
sayesinde) değişmişti.
2 Kasım 1917’deki Balfour Deklarasyonu, 1916
yılındaki sözlü anlaşmanın bir tasdiki idi.
7 Şubat 1937 tarihli “London Jewish Chronicle” bu
konuda şunları yazmıştı;
“ABD Başkam Wilson u Dünya Savaşına sokmak için
tek yol, Siyonist-Yahudilerle işbirliği yapmak ve bunun
için de Filistin’i onlara vermek gerekiyordu. Siyonistler
görevlerini yaptılar ve ABD’nin savaşa girmesine yardım­
cı oldular.”
Herzl yayınlarını çıkaran Mordecai Chertoff,
“Palestine Royal Commission Report” da şunları yazıyor­
du;
“Şurası da bir gerçektir ki, 1917 yılındaki Balfour
Deklarasyonu müttefiklerin desteğini almak için ilan
edilmişti. Bu desteğin fiilen ortaya çıkmasıyla, Balfour
Deklarasyonu müttefiklerin zafer kazanmasına yardımcı
olmuş oldu.”97

97 Chertoff, Mordecai, “Zionism, A Basic Reader.”

194
ON SEKİZİNCİ BÖLÜM

İNGİLİZSİYONİSTİŞBİRLİĞİ
NASILGERÇEKLEŞTİ?..

Aslında 1914 yılından beri İngiliz yöneticilerin


Filistin sorununa bakış açılarında bir değişiklik olma­
mıştı. Savaş tutkunu Lloyd George, Siyonizmle işbirliği
taraftarı iken, Başbakan Asquith, Siyonist Weizmannm
emellerine alet olmak istemiyordu.
Başbakana savaşın bütün şiddetiyle devam ettiği batı
cephesinden asker çekip, dünyanın diğer bir ucundaki çöl­
lere asker yollamak düşüncesi çılgınca geliyordu. Asquith
deneyimli İngiliz generallerinin de desteğini almıştı. Savaş
Bakanı Lord Kitchener, Fransa’daki İngiliz Kuvvetlerinin
Komutanı Sir Douglas Haig ve daha sonra İngiliz Genel
Kurmay Başkanı olan Sir William Robertson da Başbaka­
nın görüşlerini desteklemektekteydi. Bunlar batı cephe­
sinden tek bir erin bile çekilmesine karşıydılar.
Weizmann ve arkadaşları hükümet içinde bekledik­
leri desteği bulamamışlardı.
Siyonizm kendisine hizmet etmeyen bir kabineyi ne
yapardı?.. Tabii ki değiştirirdi!..
Siyonistler, kendilerine hizmete hazır bir hükü­
met arayışı içine girdiler. Savaş zamanı açık bir seçim
yapılamayacağı için, Siyonistlerin çıkarlarına uygun bir

195
zamanda bir darbe ile bu hükümetin düşürülmesi gerekiyor­
du. (Bu konuda detaylı bilgi için “Birinci Dünya Savaşı sıra­
sında Anglo-Siyonist Faaliyetler” bölümüne bakınız)
Görünürde Başbakana karşı kullanılacak “kart” ola­
rak, gözünü iktidar hırsı bürümüş olan Lloyd George var­
dı. Birçok araştırmacı L. George’un Yahudi olduğunu ve
asıl adının David Levi olduğunu belirtmektedir.98
Lloyd George Londra’daki bir Siyonist toplantısında
alkışlar arasında şunları söylüyordu;
“Y a h u d i ta r ih in in , h a n a k e n d i ü lk e m in ta r ih in d e n
d a h a f a z l a ö ğ re tild iğ i b ir o k u ld a y e tiş tim .”99
Lloyd George avukat olarak hayata atıldıktan son­
ra ilk müşterileri Londra ve Manchester’deki Siyonist-
Yahudiler olmuştu.
Lloyd George siyasi kariyerinde yükselişe geçmeden
önce, 1903’de Theodor Herzl’in “tam yetkili” dava vekili
olmuştu.
1914 yazında savaşın başlaması ile, L. George hayra­
nı olduğu Siyonist lider Weizmann ile bir görüşme yapa­
rak, Mihver devletleri ile ortak mücadele kararı aldı.
Asquith kabinesi düşürülüp, 1915 Mayısında yeni
bir koalisyon hükümeti oluşturulduğunda, L. George
yeni kurulan Mühimmat Bakanlığında yerini aldı.
Savaş Bakanı Lord Kitchener, Siyonizmin plânlarına
karşıydı. Onun ve çevresinin temsil ettiği görüş, Rusya’nın
savaşa devam etmesini sağlamaktı. Bu, Siyonistlerin
görüşlerinin tam tersiydi. Weizmann’in bu konudaki

98 “Semi-Imperator Wilhelm II,” Verlag Franz Eher Nachf. Münc­


hen, 1919. Hans Jürgen Evert, “Verschwiegene Zeitgeschichte”
Evert-Verlag, Fischbau.
99 Douglas Reed, “The Controversy of Zion” S.303.

196
görüşleri açık ve netti; o ne pahasına olursa olsun Rus
Çarlığının yıkılmasını istiyordu.
5 Haziran 1916’da Savaş Bakanı Lord Kitchener -
Çarın daveti üzerine-Rus ordusunu yeniden organize
etmek üzere Rusya’ya giderken gemisi mayına çarpa­
rak battı. Resmi açıklamaya göre, Kitchener’i taşıyan
“Hampshire” kruvazörü bir Alman mayınına çarpmıştı.
Ölenler arasında Kitchener de vardı. Fakat tesadüf (!!!)
eseri Lloyd George o gemiye binmemişti. Lloyd George
son dakikada çıkan İrlanda meselesi dolayısıyla bu yolcu­
luktan vazgeçmek zorunda kalmıştı.
Böylece Kitchener’d en boşalan Savaş Bakanlığı
Siyonist Lloyd Georgea verildi.
Aynı tarihlerde Albay Lawrence Arapları Türklere
karşı ayaklandırmakla meşguldü.
Lord Milner Filistin ve Araplar konusunda şunları
söylüyordu;
“Ş a y e t A r a p la r F ilistin ’in b ir A r a p ü lk e s i o la c a ğ ım
sa n ıy o rla rsa , ço k y a n ılıy o r la r.”
Savaş Kabinesinde müsteşar olan Sir Marks Sykes
de “Y a k ın d o s t u m u z W e iz m a n n , Y a h u d ile rin , A r a p la r ın v e
E r m e n ile r in k u r tu lu ş u d ü ş ü n c e s in i y a y m a k ta d ı r ” diyordu.
Bir başka Siyon aşığı Lord Robert Cecil, “A r a b is ta n
A r a p la r a , Y u d e a Y a h u d ile re , E r m e n is ta n E r m e n ile r e v e r il­
m e lid ir ” diyordu.
Daha önce sözettiğim kabinedeki darbe sonucun­
da entrikacı Lloyd George Başbakanlık mevkiine kadar
yükselmiş ve yeteneksiz bir insan olan Balfour’u Dışişleri
Bakanı yapmıştı.
Lloyd George ile birlikte İngiliz Hükümetinin dış
politikası Filistin’deki operasyonlara doğru yönelmeye
başlamıştı.

197
ON DOKUZUNCU BÖLÜM

BALFOURDEKLARASYONU

İstanbul’daki Amerikan Büyükelçisi Morgenthau,


Yahudi meselesi ile ilgili olarak Filistin’e giderken, ABD
Dışişleri Bakanlığı onun bu konuda hükümetten hiçbir
yetki almadığını açıklıyordu. ABD Dışişleri Bakanlığı yet­
kilileri, Felix Frankfurtern (Gerçek bir Yahudi ve Siyonist
olarak görülüyordu) reformcu Yahudi Morgenthau’ya
tercih ediyorlardı;
22 Flaziranda İngiliz Dışişleri, Mısır’daki İngiliz
Yüksek Komiseri Sir Reginald Wingate’e Morgenthau’nun
misyonu hakkında bilgi vererek, Morgenthau’ya her türlü
kolaylığın sağlanmasını fakat gözden de uzak tutulma-
masını istedi.
Morgenthau’nun Siyonist misyonu, Avrupa’daki
Ermeni ve Ermenofil propaganda makinasım da harekete
geçirmişti.
Londra’da yaşayan bir Ermeni eylemcisi olan James
A. Malcolm (Bu konuda ‘Balfour Deklarasyonu Öncesi
Siyonist Faaliyetler’ bölümüne bakınız) 22 Haziranda
Bogos Nubar’a bir mektup yazarak, Londra’daki Genç-
Türk çevrelerinin Morgenthau vasıtasıyla ABD ile ayrı bir
barış antlaşması imzalamak istediklerini bildiriyordu.
Aslında Morgenthau Amerikan-Siyonist çevreleri

198
temsilen bu yolculuğa çıkmıştı.
Bu söylentilerin gerçek olduğunu öğrenen James A.
Malcolm, Londra’daki Yahudi dostlarına haber verdi. O
ve dostları yetkililerle temasa geçerek, Türkiye ile ayrı bir
barış antlaşması imzalanacağını öğrendiler. (Ayrı bir barış
antlaşması, Ermenileri ve Filistin’i “Türk Egemenliğine”
bırakıyordu).
Uluslararası Yahudilikle sıkı bir temas halinde bulu­
nan Büyükelçi Morgenthau, Genç-Türkler’e (yani İttihat
ve Terakki içindeki Yahudi unsurlara) yakın sempati duy­
maktaydı.
James A. Malcolm’a göre Morgenthau ve Elkus anti-
Siyonistti (!!!) ve Filistin’deki Yahudi millî hareketini des­
teklemeye niyetli değilllerdi. Ayrıca Ermenilerin kaderi
de onları fazla ilgilendirmiyordu. (Amerikan Büyükelçisi
Morgenthau hatıralarında “Ermenilerin tehcir edilmesini
Türklere Almanların önerdiğini “yazmaktadır.)
O sıralar Elkus Londra’ya geldi ve 20 Haziranda
Paris yoluyla Amerika’ya dönmeden önce, Mosidiçyan
ve Malcolm onunla iki defa görüştüler. Elkus’a
Morgenthau’nun misyonu ile ilgili söylentileri aktararak,
ABD’nin “Türklere güvenmemesi ve Ermenileri Türk
egemenliğine bırakmaması” gerektiğini söylediler.
Elkus onlara Morgenthau’nun misyonu hakkında hiç­
bir şey bilmediğini söylemişti. Elkus ve sekreteri Binbaşı
Newbold, onlara Türkiye’de Yahudi ve Ermenilere iyi dav-
ranıldığım söylediler. Malcolm’un Bogos Nubar’a yazdığı
mektup, bir kurye ile İngiliz Dışişlerine gönderildi.
1917 yılı Haziran ve Temmuz ayları boyunca he
İttifak, hem de İtilaf Devletleri Yahudileri, Ermenileri
ve Batı Avrupa başkentlerindeki Yahudi milliyetçileri­
199
ni (Siyonistleri) kazanmaya çalışırken, diğer taraftan da
Osmanlı İm paratorluğu ile ayrı bir barış görüşmesi ya­
pılması teşebbüsünü baltalamakla meşguldüler.
Bunun sonunda Morgenthau’nun çabaları “mission
impossible” (imkânsız görev) haline geldi.
İngilizler, Rus ihtilâlinden bu yana Yahudiliğin
eğiliminin müttefik devletlerden yana arttığını gör­
müşlerdi. Bu nedenle müttefik propaganda makinası,
Yahudileri kendi davalarına inandırmak için çalışmaya
başlamıştı.
Bu amaçla Türkler’in Ermeniler’e “katliam” yaptık­
ları propagandasını yaymaya başladılar. Bu propagan­
da, Arapların da Türklere karşı ayaklanmalarında etken
oldu.
1917 Haziranında itilaf Devletleri tarafından -özel­
likle Avrupa’daki Siyonist çevreler tarafından- Cemal
Paşa ve emrindeki Kürt aşiretlerin Filistin’deki Yahudileri
katlettiği söylentileri yayılmaya başlandı.100
19 Haziranda Madrid’deki İngiliz Bakan Percy
Loraine, Balfour a dışişlerinden bir mesaj aldığını ve bu­
rada Kudüs’teki İspanyol Konsolosluğundan alınan bir
rapora dayanılarak, “Suriye ve Filistin’deki Yahudilere
katliam ve zulüm yapıldığı iddialarının doğru olmadığı­
nı” belirtiyordu.
William Yale, Washingtoridaki İngiliz elçisi Cecil
Spring-Rice’a yazdığı 10 Temmuz tarihli mektupta, Avrupa
basınında çıkan “Yafadaki 15.000 Yahudinin zorunlu göçü

100 Salahı R. Sonyel, “Minorities and the Destruction of the Ottoman


Empire.”
Türklerin yaptığı iddia edilen katliamların doğru olmadığı İngi­
liz belgeleriyle sabittir. Doc.no. 124949: Percy Loraine to Balfour,
Madrid desp. 19.6. 1917

200
sırasında katliam yapıldığı” iddiasının doğru olmadığım be­
lirtiyordu. (Bütün bu iddiaların Türk-İngiliz savaşı sırasmda
ortaya çıktığını belirtmekte yarar görüyorum.)
1917 yazında ve sonbaharındaki Siyonist ve İtilaf
Devletleri propaganda kampanyası, aynı yıl 2 Kasımdaki
Balfour Deklaras-yonu’nun habercisiydi.
İngiltere’de Siyonizmin hızlı savunucularından biri
de İngiliz Dışişleri Bakanı Arthur James Balfour idi.
Balfour’u tanıyanlar onu “taş kalpli” ve “sinik” olarak
nitelendirmekteydi.
Balfour, Yahudilerin antik Yunandan bu yana insan­
lığın “en yetenekli ırkı” olduğuna ve Avrupa Hıristiyan
medeniyetinin onlara çok şey borçlu olduğuna inanıyor­
du.
Lord Vansittart’m daha sonra belirttiği gibi,
Balfour’u tek bir şey ilgilendiriyordu o da; Siyonizm
idi. Balfour ABD’ye yaptığı gezilerinden birinde “Ben
Siyonistim”demişti.
Siyonist lider Hayim Weizmann’a göre, o günlerde
İngiltere Filistin’de “Yahudilere bir yurt yaratmaktan” baş­
ka bir görevi olmadığına inanıyordu. Birçok Yahudi lider
ilişkileri ve bağlantıları sayesinde İngiliz politikacıları
etkilemiş durumdaydı.
Bütün bunlara rağmen, İngilizler’in Mısır Yüksek
Komiseri Henry Mc Mahon’un, Mekkeli Şerif Hüseyin
ile 1916 yılında, Osmanlı Türklerini Arabistan’d an atmak
için bir antlaşma yaptığı söylentisi, Siyonistleri olduk­
ça rahatsız etmişti. Çünkü Filistin de dahil olmak üzere
Araplara bağımsızlık tanınmaktaydı.
Çok muhtemeldir ki, İngiliz görüşmeciler Şerif

201
Hüseyin’e Filistin’i Haşimi Araplara vermek sözünü ver­
mişlerdi. Ama tabii ki sadece şifahi (sözlü) olarak. Bunun
da ön şartı Müslüman Arapların Hıristiyan İngilizlerle bir­
likte, Müslüman Osmanlı Hilafetine karşı savaşmasıydı.
İlginçtir ki, İngiliz General Allenby İngiliz Birlikleri
Kudüs’e girerken “İşte şimdi Haçlı Seferleri sona erdi ’’demiş­
ti. Kudüs’ün İngilizler tarafından işgalini ilk kutlayanlar­
dan biri Şerif Hüseyin101 olmuştu.
Milliyetçiliğin ve pan-İslamizmin yükselişe geçtiği
bu bölgede (Ortadoğu’da) Balfour Deklarasyonu, İngiliz
“Böl ve Yönet” politikasının ve İngiltere’nin doğrudan
sömürge yönetiminin başarasızlığa uğramaya mahkum
olduğunu anlamasının bir sonucu idi.
İslamın kalbine, “Yahudi Devleti” görüntüsü altın­
da, kolonyal ve emperyal güçlerin temsilcisi bir hançer
saplanmak üzereydi.
Bu “yurt” sayesinde İslam Dünyasını bölmek,
İslamın veya Osmanlı Hilafetinin yeniden doğmasına en­
gel olmak mümkün olabilirdi.
Dahası İngiltere, sömürgecilik alanındaki ezeli ra­
kibi Almanya’nın Ortadoğu’da Siyonistlerin yardımıyla
yükseldiğini görmek istemiyordu. Ayrıca Siyonist-Alman
işbirliği, Osmanlı İmparatorluğu’nun çöküşünü de en­
gelleyebilirdi.
Bu nedenle Araplar Genç-Türk Hükümetine karşı
ayaklandırılmışlardı.

101 Şerif Hüseyin (1856-1931): Hicaz Kralı (1916-1924) Mekke emir­


liği yaptığı sırada İngiltere’nin talimatıyla Osmanlı egemenliğine
son vererek (1916) kendisini Arabistan kralı ilan etti. Mekke’yi
fetheden İbni Suud karşısında yenilince tahtını bırakmak zorunda
kaldı. (1924).

202
İngiltere, Araplar arasında “İttihat ve Terakki’nin
Masonlar ve Siyonistlerle işbirliği içinde Filistin’i
Yahudilere sattığı” propagandasını yaymaya başlamıştı.
GerçekteFilistin’iYahudilereveren de, başkakanall ar­
dan Siyonistleri destekleyen de İngiltere idi. İngiltere her
iki tarafı da aldatarak, çok başarılı çift taraflı bir oyun oy­
nuyordu. İngiltere, Osmanlı İm paratorluğu’na ait toprak­
ları, hem Araplara hem de Yahudilere vaadetmişti.
İngiltere Filistin’i ne Yahudilere, ne de Araplara
vermeye niyetli değildi. Sykes-Picot Antlaşması Filistin’in
bölünmesini ve “beynelmilelleştirilmesini” öngörüyordu.
Lloyd George’a göre Balfour Deklarasyonu, Siyonist
lider Weizmann’a102 aseton üretimindeki önemli başarısı­
nın bir ödülü olarak verilmişti. Lloyd George ve İngiliz
Hükümetinin hesabı, Yahudileri İngiliz savaş çabaları
için ‘kullanmaktı.’
Balfour Deklarasyonuna giden yolu açan ilk konfe­
rans, Şubat 1917’de düzenlendi. Bu konferansa Siyonizm
yandaşı Sir Marks Sykes, A. Samuel ve önde gelen
Siyonistler (ki bunlar arasında Rothschild ailesinin iki
ferdi de bulunuyordu.) katılmıştı. Toplantı sonunda
Filistin’in enternasyonalizasyonu ve İngiliz himayesinde
kalması kararlaştırıldı.
Haziran ve Temmuz aylarında Siyonist liderler,
İngiliz Kabinesinin kabul edebileceği bir şekilde, İngiliz
Hükümetinin Filistin’de kurulacak bir Yahudi Devletine
destek vereceğini bildiren bir mektup taslağı hazırla­
dılar.
19 Haziranda Lord Rothschild ve Hayim Weizmann
102 Weizmann, Londra’daki Mühimmat Bakanlığının emrinde kimya­
ger olarak çalışıyordu.

203
Balfour’u görmeye gittiler ve İngiliz Hükümetinin
kamuoyuna bir açıklama yapma zamanın geldiğini bildir­
diler. Balfour Siyonist örgütün kabul ettiği taslağı istedi.
Belge, 18 Temmuzda verildi. Bu belgede “Yahudi Devleti”
yerine “Millî Yurt” denilmekteydi. İngiliz Hükümetinin
bu hedefe ulaşmak için kullanacağı yollar ve yöntemler,
Siyonist örgütle ortaklaşa kararlaştırılacaktı.
Rothschild taslağı Savaş Kabinesine ilk defa Ağustos
başlarında sunuldu. Fakat bunun tartışması daha sonraya
ertelendi. Daha sonra Balfour’la görüşülerek 4 Ekimdeki
kabine toplantısı için yeni bir ‘memorandum hazırlandı.
Bu defa Siyonizm yandaşı güçler tam güçle kabineydi.
Bunlar arasında Lloyd George, Balfour ve Milner vardı.
Balfour, Alman Hükümetinin Siyonistlerin desteğini
almak için büyük çabalar sarfettiğini açıkladı. Ona göre
Amerikanın eğilimi çok daha uygundu. Kabine, ABD
Başkanı Woodrow Wilson’a danışma kararı aldı.
Savaş Kabinesinin diğer toplantısı 25 Ekimde yapıldı
fakat bir sonuç alınamadı, çünkü Lord Curzon Filistin’in
Yahudiler için “millî bir yurt” olamayacağını savunuyor­
du.
Ona göre, doğu Avrupa’d an gelen Yahudi göçü bura­
ya yönlendirilmeli ve Yahudilere diğer bölge sakinleri ile
aynı medeni ve dini haklar verilmeliydi.
Bunlar tabii ki Siyonistlerin istediği şeyler değildi.
31 Ekimdeki kabine toplantısında Lord Curzon ses­
siz kalmayı tercih etti.
Balfour, Leopold Amery’i (Savaş Kabinesi
Müsteşarı) deklarasyon için bir taslak hazırlamakla gö­
revlendirdi. Bu deklarasyonda Siyonistlerin istedikleri
bulunacaktı.

204
Amery taslağı muhtelif Yahudi kuruluşlarına göster­
di. İngiltere Hahambaşısı ona deklarasyonun büyük bir
Yahudi çoğunluğu tarafından kabul edileceğinin garan­
tisini verdi.
31 Ekimde yapılan kabine toplantısında Balfour,
kurulacak Yahudi “millî yurdunun” Amerikan himaye­
sinde mi yoksa İngiliz himayesinde mi olacağı sorusunu
açık bıraktı.
Kabine toplantısının sonunda Balfour, Lord
Rothschilde Siyonist Federasyonuna bu bilgiyi iletmesi
ricası ile aşağıdaki mektubu yazdı:

Foreign Office
2 Kasım 1917
“Sayın Lord Rothschild,
Yahudi-Siyonist eğilimlerine sempati duyan
Majesteleri Hükümeti adına, kabine tarafından tasdik
edilen şu açıklamayı yapmaktan büyük memnuniyet duy­
maktayım; Majesteleri Hükümeti, Filistin’de Yahudi halkı
için bir yurt kurulmasını memnuniyetle karşılamakta ve
bu hedefe ulaşmak için elinden gelen her türlü yardımı
yapmaya hazırdır. Ancak şurası da açıkça belirtilmelidir ki,
bunu yaparken ne Filistin deki Yahudi olmayan halkların
medeni ve dini haklarına, ne de diğer ülkelerde yaşayan
Yahudilerin haklarına ve siyasi statülerine bir zarar gel­
memesi sağlanmalıdır. Bu deklarasyon konusunda Siyonist
Federasyonuna bilgi verebilirseniz memnun olurum.
Saygılarımla”
Arthur James Balfour.

205
Deklarasyon haberinin İngiliz basınında yer aldığı 8
Kasım 1917 tarihinde, Petrograd’dan (Rusya) da Bolşevik
Devrimi ile ilgili haberler gelmeye başlamıştı.
İngiliz basını deklarasyon haberini “Yahudiler için
bir devlet” (The Daily Express), “Yahudiler için Filistin”
(The Morning Post) gibi başlıklarla veriyordu. Balfour
Deklarasyonuna Fransız ve İtalyanlar mesafeli dururken,
Amerikan Hükümeti bunu desteklediğini açıklamıştı.
Lenin ve Troçki daha sonra bu deklarasyonun,
uluslararası emperyalizmin ve anti-Sovyet entrikanın bir
parçası olduğunu ve İngiliz emperyalizminin çıkarlarına
hizmet ettiğini iddia etmişlerdi.
İslam Dünyası işe şaşkın bir vaziyette idi.
İngiliz Dışişleri Filistin uzmanı Forbes Adams, İngiliz
Hükümetinin niyetinin, kuruluşu uzun yıllar sürecek bir
Filistin devleti oluşturmak ve uzun vadede bunu bir “Ya­
hudi Devletine” dönüştürmek olduğunu açıklamıştı.
Lloyd George, Savaş Kabinesinin Filistin’d e hemen
bir “Yahudi Devleti” kurmaya niyetli olmadığını yazmış­
tı.
Fakat Yahudiler Filistin’deki çoğunluk nüfusu
oluşturdukları zaman, “Yahudi Commonwealth’e103 katı­
lacakları ümid edilebilirdi.
1917 yılında savaş müttefikleri oldukça zorlamaya
başlamıştı. Müttefikler alabilecekleri her türlü yardıma
muhtaç bir vaziyette idiler.
İngiliz Dışişleri Doğu Bölümünün başkanı olan Sir
Ronald Graham, 24 Ekim 1917 tarihli “memorandum’unda
Siyonistlere yardım edilmezse, onların Almanlar’ın kolla-

103 Commonwealth: İngiliz Milletler Topluluğu.

206
rina atılacaklarını iddia ediyordu. Ona göre, Siyonistlere
(Filistin) garanti verildiği an, Siyonist-Yahudiler bütün
dünyada aktif bir müttefik yandaşı propaganda kampan­
yasına başlayacaklardı.
Fakat birçok İngiliz politikacı da Siyonizmin hedefi­
nin İngilizler’in Ortadoğu politikası ile uzlaşmaz olduğu­
na inanıyordu.
Balfour Deklarasyonu’nu müteakip, Sir Marks
Sykes, Yarbay Sir Maurice Hankey’e (İngiliz Savaş
Kabinesi Müsteşarı) hitaben yazdığı bir mektupta
“İngiltere’nin Siyonistlere Filistin, Ermenilere ‘kurtuluş’
ve Araplara ‘bağımsızlık’ taahhüdü olduğunu, Siyonizmin
bütün bu kilitleri açacak tek anahtar olduğunu” belirti­
yordu.
Sykes’in tavsiyeleri boşa gitmedi. 1918 Ocağında
Arap, Siyonist ve Ermeni üyelerden oluşan bir komite, Sir
Marks Sykes’in başkanlığında, Osmanlı İmparatorluğu
sınırları içindeki Arap ve Ermeni bölgelerini kurtarmak
(!!!) için ortak bir girişim başlattı. Fakat başarılı olamadı.
Mondros Mütarekesini (30 Ekim 1918) müteakip,
Türk Mason Locaları, İtilaf Devletleri arasında Türkiye
lehine propagandaya başlamıştı. Amaçları, müttefiklerle
daha iyi şartlar altında bir barış antlaşması imzalamak­
tı. British Foreign Office (İngiliz Dışişleri Bakanlığı) bu
locaların, Selanik Yahudi Locası bayrağı altında Bab-ı
Ali’ye baskın yaparak, Nazım Paşayı öldüren İttihatçı-
darbeci-masonlar olduğuna inanıyordu.
İngiliz Masonluğu, Şark Masonluğundan (yani
Grand-Orient’ten) farklıydı. İttihat ve Terakki ise İtalyan
Grand-Orient ile yakın ilişkiler içindeydi. İttihat ve
Terakki’nin kurucularından biri olan E. Karasu, Selanik
207
Locasının da kurucusuydu (Bu riti İtalya’d an getirmişti).
Yahudiler ve Sabataycılar Türkiye’de Amerikan
Mandasını isteyenlerin başında geliyordu. Bu amaçla
İttihat ve Terakki taraftarı birçok örgüt kuruldu ve bunlar
toplantılarını Mason localarında yapmaya başladılar.
1919 Ocağmda Türkiye Hahambaşısı HayimNahum,
Sadrazam İzzet Paşa ve Maliye Bakanı Cavit Bey tarafın­
dan Amerika’ya gönderilerek, ABD Hükümetinin Türkiye
ile ilişkilerini yeniden gözden geçirmesi istendi.
İstanbul’daki İngiliz Yüksek Komiseri Calthorpea
göre, bu arabuluculuk görevine karşılık Nahum’a
Washington’daki Türk Büyükelçiliği görevi teklif edilmiş-
ti.
Fakat ona bu teklifi yapan hükümet düşünce,
Nahum’un Büyükelçilik hayalleri de suya düşmüş oldu.

208
YİRMİNCİ BÖLÜM

YAHUDİ-MASONLUĞUB’NAİ B’RİTH’İN
ALMANYA’DAKİ FAALİYETLERİ

Filistin’de Yahudilere “millî bir yurt” düşüncesinin


giderek gerçekleşme yoluna girmesi, Almanya’d a yaşa­
yan birçok Yahudinin tehlikeli bir şekilde “çifte sadakat”
prensibine bağlanmasına yol açmıştı. Bu prensip, aydın-
lanmış-dinci, Sosyalist veya Siyonist, birçok Yahudinin
“vatana (Almanya’ya) ihanet” etmesine sebep olmuştu.
Birinci Dünya Savaşı sırasında Alman Genel
Kurmay Başkanı olan General Erich Ludendorff, siyasi­
leşmiş Yahudi localarını şu şekilde tasnif ediyordu;

1- Bağımsız B’nai B’rith Tarikatı:


Bu örgüte dünyanın önde gelen bütün Yahudileri
üye idi. Bu örgüt dünya savaşı sırasında Berlin’de faali­
yette idi. Rusya ve Almanya’daki ihtilallerde faal bir rol
oynamıştır.

2- Yahudi Gizli Locaları:'


Bunlar B’nai B’rith yanında yer alıyorlardı. Bu tip
localar günümüzde de mevcuttur. Bunlar isim yerine nu­
mara taşırlar ve üye sayısı sınırlıdır.

209
Almanya’daki devrimde “11” ve “7” no.lu Yahudi lo­
caları çok önemli roller oynamışlardır.
Bu locaların varlığı Masonlardan bile gizli tutulu­
yordu.
Dr. Maretzki “Geschichte des Ordens B’nai B’rith in
Deutschland”104 (1892-1907) adlı kitabında şöyle yazıyor­
du;
“Siyonist Hareket giderek yaygınlaşıyordu ve birçok
loca üyesi bu harekete katılmaya başlamıştı. 1903 yılında
Basel’de yapılan Siyonist Kongresine birçok birader katıl­
mıştı.
Bu kongrede Alman localarına mensup 35 birader,
özel bir oturum tertiplemişlerdi. Bu da Siyonizmin B’nai
B’rith tarikatı ile ne kadar iç içe olduğunun bir delilidir.
Yine bu kongrede modern Yahudi düşüncesinin
gerçekleşmesi için çalışılması gerektiği vurgulanmıştı.”
B’nai B’rith’in Alman Devleti üzerindeki etkileri
hiç küçümsenmemelidir. B. B Yahudi olmayan Masonlar
üzerinde de etkilidir. B. B üyelerini diğer Masonlardan
farklı kılan aynı ırka (Yahudi) mensubiyet duygusudur ki
bu, normal loca mensuplarının bilmediği bir şeydir.
Birinci Dünya Savaşı sırasında Almanya’d a Yahudi
ırk bilincine sahip birçok Yahudi, toplumun en etkili
mevkiilerini ellerinde tutuyorlardı.
Bunlardan biri olan Dr. Phil. Lazar Felix Pinkus,
Birinci Dünya Savaşının en şiddetli zamanında İsviçre’ye
giderek İtilaf Devletleri için çalışmaya başlamıştı.
Pinkus, 1918 yılında Zürih’te “Yahudi Devletinin
Kuruluşu” adlı bir kitap yayınlayarak, hem kendi ihaneti­

104 “Almanya’d a ki B’nai B’rith Tarikatının Tarihi.”

210
nin sebeblerini, hem de Balfour Deklarasyonunum arka
plânını açıklamıştı.
O tarihlerde Almanya’daki basın büyük ölçüde
Yahudi-siyonist etki altındaydı. Gazete ve kitap yayıncı­
sı Rudolf Mosse, August Seheri ve Leopold Ullstein bü­
tün medya pazarını tekellerinde tutuyorlardı. Berlin’de
çıkan gazetelerin tamamına yakını, Örneğin; Das
Berliner Tageblatt, die Berliner Volkszeitung, die Berliner
Morgenzeitung v.b bu üç isme aitti.
Bankalar da tamamen Yahudilerin kontrolü altın­
daydı. Örneğin;
Bamberger (Deutsche Bank ve Reichbank)
Gutmann (Dresdener Bank)
Jakob Goldschmidt (Danat Bank)
Steinhai (Preussische Hypothekenbank)
Adolf Salomonsohn (Diskonto-Gesellschaft)
Ayrıca Bleichröder & Co. Mendelsohn&Co.
Warburg&Co. ve Jakob Riesser gibi ünlü Yahudi banka­
larını da unutmamak gerekir.
Yine o tarihlerde Almanyanın liberal ekonomisine
yön verenler de İbranilerdi. Bunlar içinde en önemlisi
yüksek dereceli bir B’nai B’rith biraderi olan Walther
Rathenau’dur. Rathenau105zamanın en ünlü Yahudisiydi.
Birinci Dünya Savaşının başlamasıyla beraber Kayzer
Almanyası’nın ‘Savaş Hammaddeleri Temin ofisinin ba­
şına tek yetkili olarak getirilmişti.

105 Walther Rathenau: Alman siyaset adamı (1867-1922) Reichswehr


(Alman ordusu) bakanı, 1922 başlarında ise dışişleri bakanı oldu.
Son görevi sırasında Rusya ile Rapollo Antlaşması’m imzaladı;
milliyetçi fanatikler tarafından öldürüldü.

211
Rathenau aynı zamanda 84 büyük şirketin yönetim
kurulu üyesi veya başkanı idi. Faaliyetlerinin ağırlık mer­
kezi AEG (Allgemeine Elektrizitaets-Gesellschaft) şirketi
idi. Bu şirket 1907’de Avrupa’nın en büyük şirketlerinden
biri sayılıyordu.
Rathenau, Alman Kayzeri’nin de güçlü muhaliflerin­
den biriydi. Çünkü o yalnız AEG’nin tepe yöneticisi değil,
1916 yılından beri inançlı bir Komünist idi. Lenin trenle
Almanya’dan geçerek Rusya’ya doğru yol alırken, bunu
organize edenlerin içinde Rathenau da bulunuyordu.
Rathenau bir yıl sonra (yani 1918’de) Almanya’daki
solcu devrimi de organize etmiş ve bu amaçla SPD
(Alman Sosyal Demokrat Partisi) şefi Scheidemann’a 40
Milyon Mark vermişti.
Rathenau’nun kapitalist düzenin bir temsilcisi ola­
rak sisteme karşı çıkması oldukça ilginç bir durumdu.
Birinci Dünya Savaşı’m n son günlerindeki kaos orta­
mında, yeraltından siyaset sahnesine çıkan devrimciler
içinde en çok isim yapan şüphesiz Rathenau idi.
Dini, ırkı ve kardeşlik bağları ile birbirine bağlanan
bu insanlar, Alman topraklarında pasifist-Bolşevizmi
yaymak için uğraşırken, müttefik biraderlerden ve Alman
düşmanlarından büyük destek alıyorlardı.
Almanya’nın düşmanları ile devrimciler arasında
aracı olanlar ise, İbrani gizli örgütleriydi.
Wilhelm Georgi, “Offenen Briefan die deutscheıî
Freimaurer”106 (Jena, 1918) adlı kitabında şunları yaz­
maktadır;
“Amerikalı Yahudilerin bir kuruluşu olan B’nai B’rith,

106 “Alman Masonluğuna açık mektup.”

212
Amerikalı üst düzey yetkililer tarafından Almanya’nın iç­
ten çökertilmesi için kullanılmıştır.”107
Bu iddia birçok Alman Masonu tarafından da
doğrulanmıştır. Gerçekten de localarda Almanya’nın ye­
nilgisi için uğraşan güçler yoğunlaşmış durumdaydı.
İngiliz” yüksek dereceli masonu D. Lloyd George,
1919 Aralığında B’nai B’rith ile ilgili olarak şunları söy­
lüyordu;
“B’nai B’rith’in gizli faaliyetlerinin Almanya’nın
dramatik çöküşüne yolaçtığma dair elimde birçok delil
bulunuyor.”

107 KarL Heise, “Entente-Freimaurer und Weltkrieg,” 1920 (3. Aufla­


ge).
213
YİRMİ BİRİNCİ BÖLÜM

ALMANKOMÜNİZMİNİN
YIKICI ETKİLERİ

Alman Kayzeri ve siyasi partiler arasındaki Anlaşma


1916 yılına kadar sürdü. Bu yıl parlâmentodaki SPD (Sos­
yal Demokrat Parti) çoğunluğu, Yahudi parti başkanı (ve
azınlık solcu fraksiyonunun temsilcisi) Hugo Haase ve
Friedrich Geyer’in parlâmentoya sunduğu savaş bütçesini
reddetti. 24 Mart 1916’d a SPD azınlık grubundan 18 kişi
ayrıldı ve “Sozialdemokratische Arbeitsgemeinschaft”a
(Sosyal-demokrat Çalışma Grubu) katıldılar. Bu grup,
başkanlığını Haase’nin yaptığı USPD’nin (Bağımsız
Sosyal Demokratlar) çekirdek grubu idi.
Birkaç gün içinde Yahudi teorisyen Eduard Bernstein
de-Revizyonist-Marksist görüşü temsil ediyordu. Bu gru­
ba katıldı.
Bernstein, açıkça savaş kredilerini sabote etme
eylemlerine girişmişti. O, yabancılardan alınan rüşvetleri
ve Haase gibi, savaşın tek suçlusunun Almanya olduğunu
savunuyordu.
Bernstein daha sonraki bir açıklamasında, Almanya'nın
büyükmiktarda toprakkaybettiği, Versay Barış Antlaşmasının
adil bir antlaşma olduğunu savunuyordu.
USPD’d en daha solda bulunan “Spartakusbund”
(Spartaküs Birliği) doğdu. Bu grup daha sonra KPD’yi

214
(Alman Komünist Partisi) oluşturacaktır.
“Spartakusbund”u oluşturanların çoğu Yahudilerdi.
Bunlar içinde Kari Liebknecht108B’nai B’rith üyesi idi.
Liebknecht, 1 Mayıs 1916da “Gruppe Internationale”
ile birlikte Berlin ve diğer büyük şehirlerde savaşı protes­
to etmek için açlık grevleri başlatmıştı. Liebknecht tutuk­
landı ve “Büyük İhanet” suçundan iki yıl hapise mahkum
oldu. Ama örgütü siyasi faaliyetlere devam etti.
Liebknecht’in yanı sıra Yahudi Rosa Luxemburgda109
loca üyesi idi. Rosa Luxemburg Polonyada doğmuştu.
1905 Rus devrimine katılmış eski bir devrimci olan R.
Luxemburg, K. Liebknecht ile beraber Spartaküs grubu­
nun programını hazırlamıştı. Ayrıca “Kızıl Bayrak” ga­
zetesinin yayımcısı ve Almanyadaki Komünist ihtilalin
(Kasım 1918) önderlerinden biriydi.
Spartakist-Siyonist çetenin üçüncü üyesi, SosyalDemok-
rat Partiden kovulan Yahudi Kari Radek-Sobelsohn110 idi.
Sobelsohn, birçok Locanın üyesi ve Troçkinin bir öğrencisi
olarak, 1916 yılından itibaren İsviçredeki Alman düşmanları
tarafından finanse edilen, Alman karşıtı yıkıcı propagandayı
yönetti. Radek 1916 yılındaki Berimdeki genel grevin (50.000
işçi katılmıştı) ve Braunschweigdaki cephane işçilerinin gre­
vinden sorumluydu.

108 Liebknecht’in B.B üyeliğini açıklayan Mason Hensel’in “Die Fre­


imaurerei am Scheidewege” adlı kitabıdır.
109 Friedrich Hasselbacher, “Entlarvte Freimaurerei,” Band I, Verlag
Richard Geller, 1934.
110 Karl Radek, Lenin’in en yakın dava arkadaşı ve en güvendiği in­
sanlardan biriydi. 1902 yılında daha 17 yaşındayken devrimci ol­
muştu. 1910-1912 arasında SPD’nin sol kanadına üyeydi. 1915’de
Lenin’le birlikte İsviçre’d eki Sosyalist Konferansına Polonya dele­
gesi olarak katılmıştı.

215
‘Spartakus-Bund’ ilk defa 7 Ocak 1917’de yapı­
lan Sosyalist Reich Konferansında ortaya çıktı. Bundun
yönetimi Liebknecht, Luxemburg, Leo logisches, Clara
Zetkin-Eissner gibi Yahudilerin elindeydi. ‘Bund’ anava­
tan savaşını destekleyen Sosyal Demokrat Partiye ve sen­
dikalara savaş açmıştı.
Mart-Nisan 1917’de Gotha’d a Hugo Haase ve
-Friedrich Engels’in özel sekreteri olan- Kari Kautsky,
“Alman Bağımsız Sosyal Demokrat Partisi’ni (USPD)
kurdular.
Spartaküs grubu ve USPD Almanya’d a bir ihtilal
çıkarmak için her fırsatı kullandılar. Yurt dışından des­
teklenen bu gruplar, halk arasında her fırsatta huzursuz­
luk çıkararak, kışkırttıkları grevlerle savaştaki Alman
cephesini zor duruma düşürdüler.
Kışkırtmaların sonucunda 1917 Nisanında Berlin ve
Leipzig’de silâh ve cephane fabrikalarında çalışan işçiler
ayaklandı. Bunu, 1917 yazında Ruhr bölgesindeki grevler
takip etti. Haase ve USPD’nin kışkırtmaları ile Temmuz
ayında Alman deniz kuvvetleri filosu mürettebatının bir
kısmı isyan etti.
USPD Millet Meclis (Reichstag) üyesi birader
Oscar Cohn, (B’nai B’rith üyesi idi) Bolşevik Rus elçi­
liğine hukuk danışmanı sıfatıyla girip çıkıyor, USPD ve
‘Spartakusbund’ için 10 Milyon Ruble alıyordu.
1918 Haziranından itibaren, Bern’deki Sovy
delegasyonu İsviçre’de bir Bolşevik devrimi çıkarabilmek
için, 10 Milyon İsviçre Frank’lık bir meblağı Bolşevik elçi
(Yahudi) Joffe111 ile Berlin’d en Bern’e göndermişti.

111 Joffe’nin B’nai B’rith üyesi olduğu Hensel’in “Die Freimaure-


rei am Scheidewege” adlı kitabında belirtilmiştir.

216
YÎRMÎ İKİNCİ BÖLÜM

İNGİLİZİSTİHBARAT SERVİSİ
RAPORUNDATÜRKMASONLOCALARI

Ingiliz İstihbarat Servisi uzun bir süreden beri


Türkiye’deki Mason Localarının faaliyetlerini yakın­
dan izlemekteydi.”112
İstanbul’daki İngiliz işgal gücünün başkomutanı, 16
Aralık 1918’de Londra’daki Askeri İstihbarat şefine gön­
derdiği ‘Selanik Genel Karargahı’ kaynaklı ve ‘14063 sayı­
lı kapalı tel yazısında şu bilgiyi veriyordu:
“Mason Localarının İtilaf Devletleri arasında
Türklerden yana sempati yaratmak amacıyla bir araç ola­
rak kullanıldığı ve Fransa ile İngiltere’den sağlanabilecek
koşullardan daha iyi şartlar elde etmek için Amerika’ya
başvurulacağını gösteren kimi kanıtlar vardır.”
İngiltere Dışişleri Bakanlığı Doğu Masası yetkililerin­
den George Kidston, bu habere ilişkin olarak 21 Aralıkta
kaleme aldığı çıkmada, İttihat ve Terakki Cemiyetinin
kendi gizli örgütünü ‘TürkM ason Locaları’çerçevesi için­
de kurduğunu; bu Cemiyetin Selanik Musevi Locasının
bayrağı altında Bab-ı Ali’ye yürüyerek Nazım Paşayı öl­
düren ayaktakımı’ sayesinde hükümet darbesi yaptığını;
İngiliz Farmasonlarının Doğu Masonlarını yadsıdığı­

112 Prof. Dr. Salahi R. Sonyel, “Kurtuluş Savaşı Günlerinde İngiliz İs-
tihbarat Servisinin Türkiye’deki Eylemleri”

217
na inandığını; Amerikan Farmasonlarının tutumunun
ne olduğunu bilmediğini; İtalyan Farmasonlarının ise,
Masonluğu İtalyadan getiren ve Selanik Locasının başlıca
kurucusu bulunan Carasso (Karasu) ve İttihat ve Terakki
Cemiyeti ile sıkı ilişkisi olduğunu kaydediyordu.
Mondros Anlaşmasının imzalanmasından he­
men sonra kurulan kimi parti ve derneklerin çalışma­
larını, Mason Locaları aracılığıyla sürdürdükleri İngiliz
İstihbaratının gözünden kaçmıyordu. 31 Aralık 1918 ta­
rihli gizli’ işaretli rapora göre, “İttihatçı yönetimin tüm
üyelerinin yargılanmasını; Türkiye’nin bir imparatorluk
olarak kurtuluşunu; sosyal koşulların geliştirilmesini,
v.s sağlamak amacıyla, son günlerde, Teceddüd, Millî
Talim-i Terbiye, Sulh ve Selamet ve Türk Yolu isimli
dernekler kuruluyordu. Bu dernekleri, kendi eylemlerini
gizli tutmak amacıyla İttihat ve Terakki Cemiyeti kur­
muştu; dolayısıyla, faal ittihatçılar bu derneklere katıl­
mamışlardı. Dernek üyeleri, toplantılarını, Mason Loca­
larında yapıyorlardı.
Bu Localar, 28 Kasımdan beri her gece toplanıyor ve
sonuçta şu iki kararı alıyorlardı;
1- Türkiye’yi güdümüne alması için Amerika’ya
başvurmak.
2- Basını gizlice denetlemek.
Her dernekten iki üye, milletin temsilcisi sıfatını
takınarak İstanbul’daki Amerikan basın temsilcisi M.
Barry’ye yanaşacak; İttihat ve Terakki Cemiyetinden hiç
söz etmeden ona, Türkiye’nin diriltilmesi için Amerika’nın
destek, sempati ve yardımını halkın memnuniyetle karşı­
layacağını bildirecekti.
İngiliz istihbarat raporuna göre, söz konusu dele­
218
geler Barry ile görüşüyor; bu Amerikalı basın temsilcisi,
onların dileklerini Amerika’d a ilgili kişilere duyurmayı
memnuniyetle kabul ediyordu. Delegeler, ayrıca Sadarete,
Bakanlıklara, polis, gümrük ve içişleriyle uğraşan yetkili­
lere Amerikalı danışmanları atanmasını kabule hazır ol­
duklarım da Barry’ye açıklamışlardı. Yine bu rapora göre,
İttihat ve Terakki Cemiyeti, madencilik ve öteki sahalar­
da Amerika’ya önerilecek ayrıcalık haklarının oldukça çe­
kici bir yem olacağım sanıyor; Amerika’ya, ülkeyi birkaç
yıl yönetmesi için izin verilebileceğine ve ittihatçıların çok
geçmeden Türkiye’ye yine egemen olacağına inanıyordu.
Böylece Amerika, verilen yeme kapılarak Türkiye’nin bö­
lünmesine ivedilikle karşı çıkacaktı.
İngiliz İstihbaratı, bu projenin Enver, Talat ve Cemal
Paşalar’ca hazırlandığına; Meclis eski başkanı Halil,
Cambolat, Ahmet Rıza, Hacı Adil, Fethi ve eski savunma
Bakanı İzzet Paşanın projeyi desteklediğine; Padişahın
dahi bundan haberdar olduğuna ve bunu onayladığına;
Taht’ın varisi Abdülmecit’in Padişahla dernekler arasın­
da postacı görevi yaptığına, Robert Kolej’in müdürü C.
F. Gates’ce desteklenen Halide Edip Hanımla Dr. Rıza
Tevfik’in yukarda anlatılan derneklerle ilişiği olduğuna
ve Türk halkının zalim değil, zulme uğramış bir halk ol­
duğunu göstermek amacıyla İtilaf Devletleri ülkelerinde
propaganda yapmaya başlayacaklarına inanıyordu.

219
YİRMİ ÜÇÜNCÜ BÖLÜM

THULEVE GÖRÜNMEYENÜSTADLAR

Ordo Novi Templi (ONT) ve Lanz von Liebenfels:


Hitleri gençliğinde en çok etkileyen şahıslardan bi­
risi, Papaz Lanz von Liebenfels olmuştur. Liebenfels
“Ostara” adlı ırkçı-mistik bir dergi çıkarmaktaydı.
Ostara yayınlarının temelinde sarışın, mavi göz­
lü “tanrıların üstün yaratığı” ‘A ryan ırkı yer alıyordu.
Liebenfelse göre “karanlık ırklar” (Zenciler, Akdenizliler,
Yahudiler, Moğollar v.b) şeytani kökenli kötü yaratıklardı.
Sarışın üstün ırkın, “Çandaller”le (kötü ırklar) ile müca­
delesi onun temel kavramları arasında yer alıyordu. Bu
anlayış 20’nci yüzyılın başmda Avusturya-Macaristanda
yaşayan elit bir kesimi çok etkilemişti. Bu görüşlerden
etkilenen bazı profesör ve doktorlar “yüksek ve aşağılık
ırklar arasındaki kalça kemiği farklılıklarını inceleyecek
kadar ileri gitmişlerdi.
Eski Papaz Liebenfels’in -sonradan Thule örgütü­
nün üyeleri arasında yer alacaktır- ırkçı yazıları geniş
bir kitleyi etkileyecek ve Hitler’in yükselişine yardımcı
olacaktır.113
Fakat şunu da belirtmek gereklidir ki, Liebenfels’in
ırk anlayışı-bazı metodları benimsemesine rağmen-

113 E.R. Carmin, “Das schwarze Reich.”

220
Nasyonal Sosyalist dininin çekirdeğini oluşturmuş değil­
dir.
Liebenfels 1900’lerde “O rdo Novi Templi” (Yeni
Tapınakçılar Tarikatı) yi kurdu.
Ruhlar ve Cermenler konusunda araştırmalar ya­
pan Guido von List de Liebenfels’in “Tapınakçılar
T arik atın ın bir üyesi idi. (Daha sonra o da Thule üyesi
olacaktır).
List, “List D erneğinin kurucusu idi. Bu derneğe
Viyana Belediye Başkanı Lüger de üye olmuştu.
List 1908de Eddadaki114 şifreleri çözerken, “Gamalı
Haçı” kan saflığının sembolü olarak, diğer ezoterik
sembollerle birlikte kullanmıştı.
List’in “völkisch” (halkçı-ırkçı) nesil üzerindeki et­
kisi hiç de az değildir. Bu “völkisch” gruplardan bir sürü
gizli örgüt türemiştir.
İngiliz yazar Trevor Ravenscroft, “The Spear of
Destiny”adlı kitabında List’i Viyana nm Aleister Crowley’i
olmakla ve gamalı haçlı sembolü kullanılan ritlerde kara
büyü ve cinsel - maji pratikleri yapmakla suçlar.
Lanz von Liebenfels ve List’in yanında Hitler’in
düşüncelerini etkileyen bir kişi daha vardı; o da H. P.
Blavatsky idi.
20. y.y’ın başında Liebenfels’in Tapınakçılar örgü­
tünün haricinde, 1895’de Viyana’d a kurulmuş olan baş­
ka bir Tapınakçı örgütü daha vardı. Kurucuları (ikisi de
Teozofist olan) Viyanalı fabrikatör Dr. Kari Kellner ve
Alman farmakolog (ve okültist) Dr. Franz Hartm ann’dı.
114 Edda: En eski İzlanda şiir derlemelerinin adı. IX-XII yüzyıllar ara­
sında yazılmış mitoloji veya kahramanlık efsaneleri ile ilgilidir. Ya­
zarı bilinmeyen otuz kadar şiiri kapsar.

221
Hartmann, H. P. Blavatsky’nin yakın arkadaşı ve
İngiltere’deki “Gül-Haç” Cemiyetinin de üyesi idi. (Bu
Cemiyete yalnızca üçüncü dereceye ulaşabilen Masonlar
almıyordu)
Bu dernek Kabala, Astroloji, Simya, Teozofi, Tılsımlar
ve mistik sembollerle uğraşıyordu.
Örgütün iç halkasını ise “Altın Şafak Tarikatı” üye­
leri oluşturuyordu. Hitler’in yardımcısı Rudolf Hess’in
bu örgütün Almanya koluna üye olduğu iddia edilmek­
tedir.
Hartmann, hem Almanya’da hem de İngiltere’de
muhtelif gizli örgütlere üye idi. O, ayrıca doksan beş de­
recelik “Memfis-Mizraim” Büyük Locasının da kuruluş
patentine sahipti.
Kellner ve Hartmann, yeni bir ezoterik-okült tarikat
kurmaya karar verdiler ve 1895 yılında Viyana’d a “Ordi
Templi (M entis” (OTO) örgütünü kurdular. Örgütün
kuruluşundan kısa bir süre sonra, opera sanatçısı, gazeteci
ve çok yönlü bir gizli istihbaratçı olan Theodor Reuss da
buna katıldı. Reuss aynı zamanda İngiltere’deki “Societas
Rosicruciana” (İngiliz Gül-Haç Cemiyeti), “Altın Şafak”
ve “Memfis-Mizraim” Büyük Locasına da üye idi.
“Ordi Templi Orientis”in hedefleri ve tarikat çalış­
maları o günlerde hiç bilinmiyordu.
Antropozofı Cemiyetinin kurucusu ve Almanya’daki
Teozofi Cemiyeti eski genel sekreteri olan Rudolf Steiner,
bu tarikatın Büyük Üstadı (Rex Summuş) idi.
1920’li yıllarda İngiliz majisyen ve istihbaratçı
Aleister Crowley, OTO’un Genel Büyük Üstadı olmuştu.
1900’lü yılların başında Avrupa kıtasını ezoterik giz­

222
li örgütler ağı sarmıştı. Bunlardan biri olan ‘Ordo Templi
Orientis’ seksüel - maji (Tantra egzersizleri) yardımı ile
“görünmeyen üstadlar’a ulaşmaya çalışıyordu.

Altın Şafak Cemiyeti:


Thule örgütüne giden uzun yolun başında,
Londradaki “Altın Şafak” örgütü vardır. Altın Şafak,
1880-1890 yılları arasında İngiltere’nin önde gelen sima­
ları tarafından, “Altın Şafak Hermetik Tarikatı” adıyla ku­
rulmuştu.
Altın Şafak, üyelerini İngiliz Büyük Locasına men­
sup Masonlar arasından seçiyordu. İngiliz Masonları, yu­
karda adı geçen Hartmann, Reuss ve-Gül-Haç örgütleri
ile temas halindeydi. Altın Şafak İngiltere’deki ezoterik
Masonluğun en tepesindeki örgüt olarak biliniyordu.
Fakat en içteki gizli daire, en yüksek makam -ki Büyük
Üstadın da üstündeydi- gizemli ve kesinlikle bu dünya­
dan olmayan bir varlıktı. Bu varlığa Ipsissimus, üstün-in-
san, dünya dışı tanrılar gibi adlar veriliyordu. Tarikatın
özel hedeflerinden biri de dünyanın gizli yöneticileri olan
“Büyük Beyaz Kardeşlik Locası”nm Büyük Üstadları ile
temas kurmaktı.
Altın Şafak, astroloji, simya, uzun yaşam iksiri, şifalı bit­
kilerin yanı sıra Aryan-Hintliler’in seksüel-majik efsaneleri
ile de uğraşıyordu.
Tarikatın en tanınmış üyelerinden birisi satanist
Aleister Crowley idi. Crowley, Gurdjieff115 ile birlikte
20. yüzyılın en etkili majisyenleri arasında sayılmaktadır.

115 Gurdjieff hakkında daha fazla bilgi için “Antik Çağlardan Günü­
müze Dünyanın Gizli Tarihi” adlı kitabıma bakabilirsiniz.

223
Hitler’in hipnotik gözlerinden, S.S’lerin esrarengiz
ayinlerine kadar Nazi ezoterizmi’nin her aşamasında ve
Thule dininde, Crowley’in felsefesinin izlerine rastlamak
mümkündür.
Crowley’in haricinde Thule üzerinde etkili olan
bir başka ünlü de Gurdjieff’tir. Ona göre, normal insan
programlanmış bir robottan farksızdı. İnsanın bu du­
rumdan kurtulması için, bireysel "ben” yanılgısından vaz­
geçmesi lazımdı. Tabii bunun için geçerli bütün yasalar ve
ahlaki değerler aşılmalıydı.
Gurdjieff bu konuda, “B e n im y o lu m g iz li im k â n la r ın
y o lu d u r . B u y o l d o ğ a y a ve T a n rıy a ka rşıd ır,” diyordu.

Crowley’in öğretilerini dayandırdığı temel eser olan


“Thelema Yasası, “1904’de Mısır’d a H oorpakraat adlı bir
Mısır tanrısının elçisi olan Aiwaz tarafından dikte etti­
rilmişti.
Crowley’in bu kitabı majik-kabalistik olduğu ka­
dar, felsefi ve kehanet dolu bölümleri de içermekteydi.
Crowley’in açıklamalarının temebnde şu cümle yatar;
“N e istiy o rsa n o n u y a p !..”

İlginçtir ki, Kaliforniya (ABD)da bir dizi ritüel- cinayet


işleyen satanist Charles Manşon ve ekibi “Solar Lodge of
O.T.O” ile iüşkiliydi.
Hitler’in Hermann Rauschning’e anlattıklarını içe­
ren “Hitler Bana Dedi ki” adlı kitapta açıklanan Hitler’in
düşüncelerinde Crowley’in Thelema yasasının izlerine
rastlamak mümkündür.
Ayrıca Hitler, ellinci doğum gününde Londralı
Mister Fullerden bir tebrik almıştı. Bu tebrikte AA’nın iyi
şans dilekleri iletilmişti.

224
‘AA’ gerçekte Aleister Crowley’in “Gümüş Yıldız”
Tarikatının (Argenteum Astrum) başharfleriydi.’ Gümüş
Yıldız’ göklerin en parlak yıldızı Sirius’u sembolize edi­
yordu. Crowley AA’mn gerçek ‘Illuminati’ örgütü ol­
duğunu, kendisinin de bu örgütün başı olduğunu iddia
ediyordu. Okült tradisyonda Sirius’a “Gizli Tanrı” veya
“Güneşin arkasındaki Güneş,” denir.
1912 yılında Crowley, Theodor Reuss tarafından
O.T.O’in dokuzuncu derecesine inisiye edildi. Crowley
hakkında yazılan otobiyografik yazılarda, Crowley’in
Seksüel-Maji ve Tantra’yı ana kaynaklarından öğrenmek
için Hindistan’dan Çine kadar yolculuklar yaptığı, oradan
da Japonya’ya ve Tibet’e gittiği, (Tibet’te uzun zaman ma­
nastırlarda kalmıştı) buralarda Yoga ve Meditasyon tek­
niklerini öğrendiği belirtilmektedir.
Crowley’in, 1920 yılında Sicilya’da Abtei Thelema’yı
kurma teşebbüsü başarısızlıkla sonuçlanıp, buradan
kovulunca, Rudolf Steiner’den boşalan “Ordi Templi
Orientis” Büyük Üstadlığına seçildi.
Crowley, 1926-28 yılları arasında Berlin’li Mason
Eugen Grosche ile birlikte “Fraternitas Saturni” (Satürn
Kardeşliği) locasını kurdu. Kendisini “Büyük Şeytan
666” (Deccal) olduğunu iddia eden Crowley’e göre, şey­
tanlar dünyası ile işbirliği yapan insan, dünyanın efendisi
olabilirdi.

Agarti’nin üstün insanları:


Birinci Dünya Savaşı ve sonunda ortaya çıkan kaos,
gizli bazı öğretilerin gün ışığına çıkması için elverişli bir
ortam yaratmıştı. “Efendi İnsanlar,” “Üstün-İnsanlar”
kavramları böyle bir ortam içinde gelişmeye başlamıştı.
225
Bu kavramlar, o zamanlar doğum sancısı çeken bütün
kara-büyü öğretilerinin özetiydi. Bu kara büyü tarikat­
ları geleneklerini, Gül-Haç’lara, Tapınakçılara, antik
Yunandaki Eleusis ve eski Mısır gizemlerine dayandırı­
yorlardı. Aslında bütün bunlar kısmen gizli, kısmen de
uydurulmuş eski Hint ve Tibet öğretilerine dayanıyordu.
Resmi Nazi ideologu olan A. Rosenberg116 Sanskrit
yazıtlarında “Efendi İnsanlar”ideolojisinin bulunduğunu
hayretle tespit etmişti. Bu yazıtlarda, “beyaz tenli ışık sa­
çan varlıkların” karanlık milletlere egemen olmasından
bahsediliyordu.
“Dünyayı Yöneten Efendiler Irkı” mit’ine ina­
nanlardan biri de Jeopolitik’in kurucusu General Kari
Haushofer idi. Haushofer yirminci yüzyılın başındaki
okült-ezoterik hareketlerle, III. Reich arasındaki bağlantı
idi.
Kari Haushofer 1869da doğdu. Bir coğrafyacı ola­
rak 20. yüzyılın başlarında Hindistan ve Uzakdoğu’ya bir­
çok yolculuk yaptı. Haushofer 1903’de majisyen ve ezo-
terist G. I. Gurdjieff ile tanıştı ve beraberce 1903, 1905,
1906, 1907 ve 1908 yıllarında Tibet’e, 1907 ve 1908 yılla­
rında Japonya’ya gittiler.
Haushofer, Japonya’d a Japoncayı öğrendikten sonra,
“Yeşiller Cemiyeti” adlı gizli bir Budist mezhebe inisiye
edildi.
Haushofer’e göre Alman halkının hayati çıkarları
Ortaasya’d a bulunmaktaydı. Haushofer’in 1905 yılındaki

116 Alfred Rosenberg, “Mythus des 20. Jahrhunderts” (Yirminci Yüz­


yılın Miti) adlı kitabında “Ari Alman ışık taşıyıcılarının Yahudi
karanlık güçleriyle olan ölümcül mücadelesinden” bahsetmekte­
dir.

226
Tibet yolculuğu sırasında öğrendiği eski Aryan mitosu
bunu doğrulamaktaydı.
Bu mite göre; Büyük bir (nükleer) felaketten sonra,
bugünkü Gobi çölünde yaşayan, başka dünyalardan ge­
len varlıkların çocukları, Thule’nin üstün-insanlarınm
torunları, Himalayalar’ın altındaki mağaralara sığınmış­
lardı.
Bunlar kendi aralarında ikiye bölünmüşlerdi. Birisi
“sağ el yolu,” diğeri ise “sol el yolu” idi. Bu iki yolun or­
tasında bulunamayan şehir, üstadlarm mekanı Agarti
bulunuyordu.
Thule örgütünde bu mitos çok önemli bir rol
oynuyordu.
Haushofer, Blavatsky ve devrin bir diğer önemli
okült ve ezoterik örgütü olan ‘Teozofi Cemiyeti’ ile temas
kurmuş ve 1920’li yıllarda da “Işık Kardeşliği” Locasını
kurmuştu. (Locanın adı İngiliz Gül-Haç örgütünden
esinlenerek konmuştu)
“Societeas Rosicruciana” Büyük Üstadı Bulwer-
Lytton’un “The CorningRace”cLdhromanında (Yeraltındaki
yüksek bir uygarlıktan bahsediyordu) “Işık Kardeşliği”
Locası “Vril” adıyla anılıyordu. Bu roman, yeraltında ya­
şayan ve günü gelince dünyanın üstüne egemen olacak
olan “Üstün-İnsanlar”dan bahsediyordu.
Atlantis, Hyperborea, efsanevi Thule ve Gobi çö­
lündeki bilgeler imparatorluğu, hepsi sonuçta Aryan ata­
larda birleşiyorlardı.
Thule, Graal v.b bütün mitler, gerçekte bize aynı
çevrelerce aktarılan tarih, efsane, sembolizm ve aşkın
(transandantal) ilk hakikate götürmektedir.

227
Thule, Hyperborea ve Atlantis efsaneleri çok eski
çağlara kadar geri gitmektedir.
Heredot, Plinius ve Vergil gibi, Yunanlı ve Romalı ta­
rihçiler Hyperborea’dan “Kuzey Denizi’nde buzlarla kaplı
bir ada” olarak söz ederler.
Bu adada beyaz ırkın arketipleri yaşamaktaydı. Bu
varlıklar batının beyaz ırklarıyla karışmaya başlayınca,
varlıklar ve onların soylarından gelenler, üstün vasıfla­
rını kaybetmeye başlamışlardı. Aryan Atlantis’in (yani
Hyperborea’mn) başkenti Thule, yokolan bir dünyanın
majikal orta noktası idi. Kelt, Viking ve Cermen efsanele­
ri burayı “cennet” olarak tasvir ederler.
M. S. 5. yyda Çin gizli mezhebi “H ung” batıdaki bir
cennetten bahsetmekteydi. Hung mezhebi Maji-tanrıları-
na inanıyordu. Bu inanca göre, tanrılar Kuzey Kutbunda
oturuyorlardı. Bu öğretinin içeriği “Işık Kardeşliği”
Locasının yaydığı öğreti ile tamamen aynıdır. Büyük bir
kozmik felaketten sonra, eski tanrıların gücünü müritle­
rine aktaran bu varlıklar, dejenere olmuş insanlıkla, “öbür
taraf arasında kalmalarına rağmen, Thule’nin sırrını sak­
lamayı başarmışlardı.
Büyük bir güç potansiyeline sahip bu yaratıklar, ini-
siyeleri vasıtası ile, insanlığın evriminde gerekli mutas-
yonları kontrol ediyorlardı.
Vril gücüne sahip seçkin üstadlar, bu güç sayesinde
insanlığa ve dünyaya egemen olacaklardı. Aslında bugün­
kü kültür ve medeniyetimizi onlara borçluyduk. Gelecek,
geçmişe elini uzatacak ve Apokalips dünyayı değiştirir­
ken, onlar da Apokalips’in efendileri olacaklar ve ye-
raltmdaki mağaralarından çıkan üstün-insanlarla ittifak
yapacaklardı.
228
Reuss, Hartmann, Crowley, Gurdjieff, Gül-Haç,
Tapınakçılar, Haushofer, Hitler ve Himmler. Bütün bu
örgütler ve şahıslar yeni bir medeniyetin, yeni bir dünya
düzeninin habercisiydiler. Hepsi dünyadışı güçlerle te­
mas kurduklarına ve yaşadıkları dünyanın yüzünü değiş­
tirebileceklerine inanıyorlardı.
Belki de onlar bir paralel dünyada, yahut da başka
bir gezegende yaşıyorlardı.
Hitler, Hermann Rauschninge117şöyle diyordu;
“İnsanın yaratılma işini, yaratan bitirmiş değildir.
Biyolojik bakımdan insan çok açık olarak metamorfoz aşa­
masına ulaşıyor. Söz ve doğal bilimsel anlamıyla mütas-
yonda yeni bir insan çeşidi belirmeye başlıyor. Eski insan,
cins olarak yok olma aşamasına girdi. Bütün yaratıcı güç
yeni cinste toplanacaktır. Bu iki çeşit, zıt yönlerde çabucak
gelişeceklerdir. Biri yok olacak, diğeri ise gelişme bulacak,
bugünkü insana üstün olacaktır. Bu iki çeşitten birine
“Tanrı insan”ötekine “Hayvan kitle” adını vermek isterim.
Evet, insan aşılması gereken bir şeydir. Bunu
Nietzsche’nin kendine göre çok önceden sezdiğini kabul
ederim. Hatta üstün insanı yeni bir biyolojik çeşit olarak
sezmişti. Fakat onda her şey yüzeyseldir. Basit gerçek, insa­
nın Tanrının yerini tutmasıdır. İnsan var olacak Tanrıdır.
İnsan her zaman kendini aşmaya bakmalıdır. Nasyonal-
Sosyalizmi yalnız bir siyasal hareket olarak düşünen çok
şey bilmiyor demektir. NasyonaTSosyalizm bir dinden öte­
dir. Üstün-insanı yaratmak isteğidir.”

Yukarda kısaca aktardığım Hitler’in sözlerinden de

117 H. Rauschning, “Hitler Bana Dedi ki.”

229
anlaşılacağı gibi, III. Reich gerçekte bu dünyadaki diğer
insanlara Mars veya Jüpiter kadar uzaktaydı. Bu sebebten
Alman halkı yeni insan tipinin öncüsü olmak zorundaydı.
Dünya politikasındaki gelişmeler ve bazı siyasi gö­
rüşler, Alman halkını istese de istemese de karanlık ma-
jisyenlerin eritme potasına düşürmüştü bir kere.
Ne Hyperborea ne de Anti-semitizm Alman buluşu
değildi. Hyperborea adı Almanyada anılmaya başlama­
dan önce Londra, Paris ve Roma’daki okült ve ezoterik
çevrelerce dergilerde ve broşürlerde basılıp, dağıtılma­
ya başlanmıştı. Hyperborea, okült spiritüalizm, gelenek
araştırmaları ve mit inançları ile birlikte anılıyordu.
1920’ler Fransa’sında Litvanyalılar’ın
Hyperborlular’m torunu olup olmadığı tartışılmaya baş­
lanmıştı. Hatta Hyperborea lisanının Sanskritçe ile ortak
yönleri olduğu bulunmuştu.
Pariste yayınlanan “Revue Baltique” veya “Les
Polaires” dergileri, eski Thule ve Hyperborea mitoslarını
yeniden yaşama döndürmeye uğraşıyordu.
Bektaşi Baron von Sebottendorf:
1917 yılı daha önce de belirttiğim gibi, tarihteki çok
önemli kırılma noktalarından biridir. Rusya’d a İngiliz
Büyükelçisi Buchanan’m desteklediği masonik bir devrim
yapılmış, Troçki cebinde Amerikan pasaportu ve Jacob
Schiff’in verdiği 20 Milyon Dolarla Rusya’ya doğru yola
çıkmıştı.
Yine aynı yıl, Lenin Alman Ordusu Genelkurmay
2. Başkanı Ludendorff ve Alman İstihbarat Başkanı
banker Warburg’un yardımları ile trenle İsviçre’den
Rusya’ya devrim yapmaya gönderilmişti. Berlin’li banker
Max Warburg, Lenin ve Alexander Parvüs’e altı Milyon

230
Dolarlık altın vermişti.
Genç onbaşı Hitler ise bu tarihte batı cephesinde sa­
vaşmaktaydı.
1917 yılında Rudolf Freiherr von Sebottendorf
Almanya’ya geldi (Sebottendorf Türk vatandaşlığına geç­
mişti)
Sebottendorf, Hoyerswerda şehrinde lokomotif sü­
rücüsü bir babanın oğlu olarak, Rudolf Glauer adıyla 9
Eylül 1875’de dünyaya geldi. Ezoterik bir Mason 9.9’da
doğduğunu belirttiği zaman, sayıların esrarım bildiği an­
laşılır.
Glauer,118 1900 ile 1913 yılları arasında Mısır’d a ve Tur­
ns 1898’d e Adam Alfred Glauer (Baba tarafından büyükbabası Tor­
re isimli bir Fransız subayı idi.) Berlin’deki Politeknik eğitimi­
ni yarıda bırakarak, denizci oldu. Denizcilik kariyeri sayesinde
Avustralya’ya kadar gitti. (Burada arkadaşları ile birlikte altın ara­
mıştı) Arkadaşının ölümünden sonra, Mısır’a giderek büyük top­
rak sahibi Hüseyin Paşa ve Hidiv Abbas Hilmi Paşa ile dost oldu.
1900 yılı Temmuz ayında Türkiye’ye gelerek, Hüseyin Paşanın
Çubukludaki evine yerleşti. Oradaki cami imamından Türkçeyi
öğrendi. Bu sayede Hüseyin Paşanın Bandırma ve Yeniköy (Bursa
yakınlarında)’d eki mülklerini başarılı bir şekilde yönetmeye baş­
ladı. Bursa’d a Mevlevi Dervişleri ile temas kurdu. Yine burada Ya­
hudi Termudi ailesi ile tanıştı. (Termudiler Selanildi Sabataycı-Ya­
hudi bir aile idi.) Yaşlı Termudi bütün işlerden elini ayağını çekmiş
ve kendini Kabala araştırmalarına, Simya ve Gül-Haç kitaplarını
okumaya adamıştı.
Termudi ve iki oğlu masondu ve çok büyük ihtimalle “Mem-
fis-Mizraim” ritine bağlı bir Fransız Locasına üye idi. Termudi,
Glauer’i de bu locaya üye yaptı ve zengin okült kütüphanesini
onun hizmetine sundu. Sebottendorf’un “Der Talisman des Ro-
senkruzers” (Gül-Haçlılar’ın Tılsımı) adlı kitabında yaptığı açık­
lamalara bakılırsa, Hüseyin Paşa’nın kitapları arasında Müslüman
Simyacıların ritleri ve geleneklerine ait önemli notlar bulmuştu.
Sebottendorf’un sözünü ettiği notlar Bektaşi ayinleri ve pratikle­
ri ile ilgiliydi.

231
kiyede bulunmuştu. Türkiyede etkili Bektaşi tarikatlarıyla te­
maslarda bulunan Glauer, Yahudi banker ve kabalist okültist
Termudi tarafından mason yapılmıştı. Glauer kısa zamanda
Gül-Haç Tarikatı’m n üstadı olmuştu.
Glauer, Masonluk ve Gül-Haç’la tanışmadan önce,
İngiliz ve Alman inisiyelerle (Dr. Hartmann, Theodor
Reuss v.b ile) tanışmıştı.
Glauer Almanyadaki misyonuna başlamadan önce,
birçok ezoterik eser yayınladı. Bunlar; “Astroloji Tarihi,”
“Türk Masonluğu Pratikleri,” ve “Gül-Haçlılarm Tılsımı”
dır. Ayrıca Mason, Teozof ve Gül-Haç olan C. Louis
Heindel ve M as Heindl’in yazılarını tercüme etmişti.
Glauer, muhtemelen bu şahısları da yakından tanıyordu.
Gül-Haççı Glauer (Freiherr von Sebottendorf) 40
yaşında iken ünlü bir Alman aristokratı tarafından evlat
edinilmiş ve kendisine yüklü bir para verilmişti. Acaba
bütün bunlar Dir görev icabı mı verilmişti?.. Glauer daha
büyük bir masonik hedef için mi kullanılmıştı?..
Ayrıca Sebottendorf’un karanlık istihbarat ilişki-
Glauer daha sonra bu bulgularını “Die Praxis der alten türkischen
Freimaurerei” (Eski Türk Masonluğunun Pratikleri) adlı kitabında
toplamıştı. Glauer, “Der Talisman des Rosenkreuzers” adlı kita­
bında belirttiğine göre, 1908 e kadar Yeniköy (Bursa)de yaşamıştı.
1905 yılında Dresden (Almanya) de Maria Voss ile evlenip daha
sonra boşanmıştır. 1908 Meşrutiyet Devrimi sırasında Glauer
Türkiye’dedir. İstanbul’da ortaya çıkan Glauer, 31 Mart olayına ve
Abdülhamit’in tahttan indirilişine tanık olur. Genç-Türklere karşı
duyduğu sempatiyi gizlemeyen Glauer’in 1901 yılında girdiği Ma­
son Locası, İttihat ve Terakkiye bağlı gizli yerel kadro örgüt­
lerinden biriydi.
Sebottendorf’un çevresindeki Sufı’ler hem ünlü okültist Papaz
Rasputin’le, hem de OTO’nun kurucuları ile temas halindeydi.
Bu ilişkiler (pan-Slavist) Sırp gizli örgütü “Ö lüm Birliği”ne kadar
uzanmaktaydı.

232
leri içinde olduğu da iddia edilmiştir. Onun faaliyetleri,
günümüzde gizli servislerin “Pratik Kitle Psikolojisi,”
“Grup Sosyolojisi” veya daha basit olarak ifade etmek ge­
rekirse, “Psikolojik Savaş” kategorisine girmektedir.
O günlerin Almanyası’nda Rudolf Glauer (veya
takma adı Erwin Torre) neyi başlatmayı plânlıyordu?..
Şurası da bir gerçektir ki, Kayzer Almanya’sı zamanında
“Freiherr von” asalet unvanı olmadan kamuoyunun des­
teğini almak mümkün değildi.
Freiherr von Sebottendorf, Gül-Haç mensubu olarak
adının başma “von der Rose” (Gülden) sıfatını ekleyerek
Almanyada ortaya çıktığında, bütün kapılar ona açılmışü.
Bu nedenle olsa gerek, onun Kayzer’in “Konstantin
Tarikatı”na119kabulü fazla uzun sürmedi.
O güne kadar sadece Doğu Okültizmi, Maji ve
Astroloji ile meşgul olan Sebottendorf, kaynağı belirsiz
büyük miktarda parayla, Aryan-Cermenist ve “völkisch”
(ırkçı) eğilimli gruplarla temas kurmaya çalışmıştı.
Bu Aryan soslu ezoterizm, yüzeysel olarak ele
alındığında, Hitlerizm’in kaynağını oluşturduğu iddia
edilebilir.
Sebottendorf, Liebenfels’in ırkçı görüşlerini ciddiye

119 Konstantin Tarikatı: M.S. 430 yılında Bizans İmparatoru Kayzer


Konstantin tarafından kurulmuştur. İlk 50 şövalye imparatorluk
sancağı ‘labarumün muhafızları idiler. Tarikatın Büyük Üstadı
İmparator Konstantin’in kendisiydi. Bugün (1933) Büyük Üstad
Baron Schmidt von der Launitz’dir. Bolşevizme karşı savaşta bu
şövalye tarikatı binlerce mensubunu kaybetmiştir. Bugünkü Bü­
yük Üstadın babası da bir Bolşevik hapishanesinde zehirlenerek
öldürülmüştür. Tarikat, Malta ve Yuhanna Şövalyeleri gibi bir şö­
valye tarikatıdır. Tarikatın tam adı; “Kayzer Konstantin Sankt Ge­
org Şövalyeleredir.
Kaynak: R.von Sebottendorf “Bevor Hitler kam” (1933).

233
alıyor ve dünyanın Yahudileşmesine ve Masonlara karşı
çıkıyordu.
Baron Sebottendorf’un Cermen Locası:
Sebottendorf, 1917’de Berimde Cermenliği ve Anti-
Semitizmi savunan “völkisch” (ırkçı) bir loca kurdu.
Alman Reich’mın geleceğinden ciddi bir şekilde en­
dişe duyan subaylar, ev kadınları, demiryolcular, aristok­
ratlar ve Freikorps120 mensupları burada toplanmışlardı.
Bu insanları ürkütmemek için okült terminoloji kesinlik­
le kullanılmıyordu.
Sebottendorf’un grubu, “Germanen Orden”
(Cermenler Tarikatı) ile birleşerek bütün Almanya’ya ya­
yılmış yüzden fazla loca oluşturdu. Sebottendorf kendisi­
ni “Ordenshoch-meister” (Tarikatın Büyük Üstadı) ilan
etti.
Bu arada Almanya’da Sosyal Demokrat Parti yöneti­
mi Yahudilerin eline geçmişti.
Rathenau (Bakınız, ‘Yahudi Masonluğu B’nai
B’rith’in Almanya’daki Faaliyetleri) ekonomi diktatö­
rü olmuş ve bütün savaş malzemeleri satan şirketler
Yahudilerin eline geçmişti.
Doğudan, Polonya sınırından binlerce doğulu
Yahudi akın akın Almanya’ya gelmiş ve büyük şehirlere
yerleşmeye başlamıştı.
1918 Ocağında Sebottendorf’un ‘Cermenler
etkinliklerini arttırmak ve siyasi yapılanmaya hız verme
kararı aldılar.
Bu amaçla Sebottendorf Bavyera’ya (Bad Aiblingen)
yerleşti ve burada “THULE GESELLSCHAFT”ı kurdu.

120 Freikorps: Bolşeviklere karşı savaşan gönüllü milis teşkilatı.

234
Baron, bu arada “Cermenler Tarikatı”na ait bir haber
bültenini, kendi cebinden ödeyerek, çıkarmaya başlamış­
tı. Ayrıca gazetelere ilan vererek, Almanları ırkçı locaya
katılmaya davet etti. Thule, Münih’teki bütün milliyet­
çi ve ‘völkisch’ grupları kendi çatısı altında toplamayı
amaçlıyordu.
Münih’teki “Vierjahreszeiten” (Dört Mevsim) oteli­
nin odaları bu amaç için tahsis edildi.
Alldeutschen, Hammerbund, Millî Liberal Parti ve
Deutschen Schulverein gibi bütün milliyetçi kuruluşlar
Thule’nin çatısı altında toplanmaya başlamıştı.
Sebottendorf, daha sonra “Germanen Orden”m
Kuzey Almanya’da birkaç bin üyesi vardı. Güney
Almanya’dakileri organize etmek ise benim görevimdi”
diye yazacaktır.
Tarikata aday üyeler şöyle bir kâğıt imzalıyorlardı;
“Aşağıda imzası olan.......ailesinin ve karısının aile­
sinin,
Yahudi veya renkli ırklardan birinin kanını taşıma­
dığını, kendi atalarında da renkli ırklar mensubu olmadı­
ğını taahhüt eder.”
Bundan sonra aday gamalı haçlı bir soru varakasını
dolduruyor ve bir fotoğrafı ile birlikte geri veriyordu.
Aday, ancak hakkında yapılan seçere araştırması ve
soruşturma olumlu çıkarsa, toplantılara katılma hakkını
elde ediyordu.
Diğer gizli cemiyetlerde de görüldüğü gibi, Thule’nin
üyeleri de inisiye olanlar ve olmayanlar olmak üzere iki­
ye ayrılıyordu. Birinci derece “Freundschaft” (Dostluk)
derecesi idi. İlk loca toplantısı Cermen takvimine göre 17

235
Ernesting’de, yani 17 Ağustos’ta yapılıyordu. İlk açılışta
Loca Büyük Üstadı Berlinden Münih’e gelmişti.
Her üye, çapraz iki mızrağın üstünde bir gamalı -haç
ihtiva eden, bir adet bronz asalet sembolü taşıyordu.
İnisiyeler, üstadlara ‘mutlak itaat’ yemini ederlerdi.
İnisiyasyon seromonisi sırasında sembolik olarak “Hakiki
Alman Halgadom’una dönen Aryanlar” kutlanıyordu.
Gerçekte Thule, okült alanda bilgi ve tecrübesi olan
gerçek inisiyeleri üye yapabilmek amacı ile kurulmuş­
tu.
Thule Tarikatının en önemli üyeleri; Viyanalı Guido
von List ile Lanz von Liebenfels idi. Her ikisi de daha baş­
langıçta tarikat Büyük Ustadlığına getirilmişlerdi. Diğer
üyeler arasında; Nazi Partisi programını hazırlayan G.
Feder, 1919 yılında Sosyal demokrat, sonra anti-semit
ve pornocu olan J. Streicher, Rudolf Hess ve hocası Kari
Haushofer, Bamberg’li bir Yahudi avukatın oğlu olan
Reich Hukuk Başkanı Hans Frank, yazar Dietrich Eckart
ve Yük. Müh. Alfred Rosenberg’i görüyoruz. Diğer birçok
Nazi lider de Örneğin; Heinrich Himmler ve Hermann
Göring gibi, ya doğrudan ya da dolaylı olarak Thule ile
ilişkili idiler.
Thule’nin inisiye olmayan üyeleri için, Thule’nin
“Süper-Aryan” yönetici kadrosu hayranlık uyandırıyor­
du. Öyle ya, “saf ırktan” geldikleri, büyükbaba ve büyü­
kannelerine kadar uzanan şecerelerle ispatlanmış değil
miydi?..
Gerçekte Thule’deki ırk saflığı kriteri için, Hermann
Göring’in, daha sonra söylediği şu sözleri geçerli idi;
“Wer Jude ist, bestimme ich!..”(Kimin Yahudi olduğu­
nu ben belirlerim!..)

236
Çünkü inisiyeler için, ne Alman ne de Yahudi olma­
nın fazla bir önemi yoktu. Her ikisi de “Üstün İnsan a giden
yolda bir materyal, bir araç idi. Uygulamalı maji’de mater­
yal hedefe ulaşmak için kullanılan bir araçtır. Diğer gerekli
şey ise bir düşman kavramı idi ki bu; “bizden yana olmayan
bize karşıdır” anlayışının tipik bir uygulaması idi. Bu düş­
manlar; Bolşevikler, Büyüle Kapitalistler, Cizvitler, Mason­
lar, Eşitlikçiler, Demokratlar, Materyalistler idi. Naziler
iktidara geldikten sonra, her çeşit Okültist, Ezoterist ve Ast­
rolog düşman sayıldı.
Thule’nin Almanya için plânladığı şey, Hindistan’daki
kast sisteminin uygulanması idi.
“Thule Gesellschaff’m ‘Heil und Sieg’ selamım Hitler,
‘Sieg und Heil’ şeklinde kullanmıştı. Führer’in “Völkischer
Beobachter” gazetesi (Büyük Almanya Nasyonal-Sosyalist
Hareketi Mücadele organı) de aslında Thule’nin gazetesi idi.
En önemlisi, Thule’nin sembolü olan Cermen Gamalı Haçım,
Hitler Nazi Partisinin sembolü haline getirmiştir.

Nazi Partisinin çekirdeği-Alman İşçi Partisi (DAP):


1918 Ekiminde Sebottendorf, Thule biraderleri Kari
Harrer ve Anton Drexier’i bir “İşçi Partisi” (DAP)
kurmakla görevlendirdi. İşte bu parti, Nasyonal-Sos­
yalist Partinin çekirdeğini oluşturacaktı.
1918 Mayısında Avusturya’d a “Alman Nasyonal-
Sosyalist İşçi Partisi” kuruldu. Bu partiyi kuranlar Çek
Sosyal-demokratları içinden (1886’da) ayrılan bir gruptu.
Partinin amacı Sosyalizmi enternasyonal olmayan, millî
bir temele oturtmaktı. Bohemyalı Almanlar, daha 1903
gibi erken bir tarihte “Deutsche Arbeiter Partei” (Alman
İşçi Partisi) kurmuşlardı. Bu partinin taraftarları arasında
237
George Ritter von Schönerer’in Pan-Cermenistleri bu­
lunuyordu. 1909’d a Morovyalı DAP grubu, adını Alman
Nasyonal-Sosyalist İşçi Partisi olarak değiştirmek istediy­
se de çoğunluk tarafından reddedildi.
1918 yılında DAP, Büyük Viyana Kongresinin ar­
dından DNSAP (Alman Nasyonal-Sosyalist İşçi Partisi)
adını aldı. Bu iki parti de hem gerçek anlamda sosyalist,
hem de Alman milliyetçisi idi. Programlarında kitlelerin
kapitalist sömürüye karşı harekete geçirilmesi, monarşi
ve Habsburg aleyhtarlığı, cumhuriyetçi-demokratik söy­
lemler ve şüphesiz Yahudi aleyhtarlığı vardı.

238
YÎRMÎ DÖRDÜNCÜ BÖLÜM

BİLİNMEYENLENİN

Lenin gerçekte kimdi?.. Lenin in babası Kalmuk Uya


Ulyanov bir okul müfettişi idi.
Lenin in annesi Maria Blank’m babası Israel Blank,
1802 yılında Starokonstantinovo’da (Volynia bölgesinde)
doğmuştu.
1820’de Israel Blank, St. Petersburg’daki Tıp Akademi­
sinde okumayı planlıyordu. Fakat devlet üniversitele­
ri Yahudilere kapalı olduğu için, Israel, Rus Ortodoks
Kilisesinde vaftiz olmak (yani Hıristiyan olmak) mecbu­
riyetinde kaldı. Böylece Israel, Alexander adını aldı.
Rus yazar M arietta Shaginyan, 1930’larda Lenin’in
Yahudi kökenli olduğunu ortaya çıkarmış, fakat Sovyet
Rusya devleti tarafından bunun bir “devlet sırrı” olduğu
gerekçesiyle uyarılmıştı. Bu gerçekleri yayınlamak ancak
1990 yılında mümkün olabildi.
Bu tarihe kadar Blank ailesi Alman kökenli olarak
biliniyordu.
Leninin annesi Yidiş,121 Almanca ve İsveççe
konuşuyordu. Maria Blank’m anne tarafından büyük­
babası olan Johann-Gottlieb Grosschopf, Almanyalı bir

121 Yidiş: Aşkenazi Yahudileri tarafından konuşulan ve İbrani alfabe­


si ile yazılan Germen dili.

239
tüccar aileden geliyordu. Maria Blank’ın baba tarafından
büyükbabası ise Yahudi idi.
Lenin in babasının babası bir Çuvaş’tı ve babasının
annesi Anna Smirnova ise bir Kalmuk’tu.
Bu açıklamaların ışığında Maria Blank’m yarı-
Yahudi olduğunu anlıyoruz. İsrail’e geri dönüş yasasına
göre, “Yahudi anneden doğan herkes Yahudi sayılmakta­
dır.”
Bazı araştırmacılar, Grosschopf ailesinin de Yahudi
olduğunu iddia etmektedirler. Öyle ise Lenin’in annesi ve
dolayısıyla Lenin de Yahudi olmaktadır.
Lenin’in 1890’lı yıllarda mason olup olmadığı tespit
edilememiştir.
Birçok kaynak Lenin’in yurt dışında iken (1908) ma­
son olduğunu iddia etmektedir. Nikolai Svitkov’un “Rus
Sürgünleri içindeki Masonlar” (Paris, 1932) adlı kitabında
belirttiğine göre, en önemli Masonlar arasında şu isimler
geçmektedir:
Vladimir Ulyanov Lenin, Leon Troçki (Leiba
Bronstein), Grigori Zinovyev (Gerson Radomyslsky),
Leon Kamanev (Leiba Rosenfeld), Karl Radek (Tobiach
Sobelsohn), Maxim Litvinov (Meyer Hennoh Wallah),
Yakov Sverdlov (Yankel-Aaron Solomon), L. Martov (Yuli
Zederbaum), Maxim Gorki (Alexei Peshkov) ve diğerleri.
Kari Steinhauser’a göre Lenin, Fransız Grand-
Orient’e bağlı ‘A rt et Travail’ locasına mensuptu. Ünlü
İngiliz politikacı -kendisi de Mason olan- Winston
Churchill, Lenin ve Troçki’nin masonik-Illuminati fesat
halkasına mensup olduklarını iddia etmişti. (Illustrated
Sunday Herald, February 8 th, 1920)

240
Lenin, 1910 yılında Troçki ile birlikte Kopenhag’daki
masonik Konferansa katılmıştı. (Franz Wessin, “Der Weg
zum Sozialismus”) Toplantının gündemi Avrupa’nın sos-
yalistleştirilmesi idi.
Masonik Süprem Konsey Başkanı Alexander
Galpern, masonlar arasında Bolşeviklerin de bulunduğu­
nu tasdik etmiştir. (1916).
Galpern’in ifşaatlarına bakılırsa, N. Sokolov ve
Nikolai Sukhanov isimli Masonlar Lenin’in devrimci faa­
liyetlerine mali yardımda bulunmuşlardı.
Rus Masonlarının baş düşmanları ‘millî monarşi’ ve
Hıristiyanlıktı.
31 Ekim 1893’te Vladimir Ulyanov başkent St.
Petersburg’a geldi ve yıkıcı faaliyetlere başladı. Ulyanov,
kendisini ‘profesyonel devrimci’ olarak tanıtmaya başla­
mıştı.
1895 Sonbaharında Ulyanov diğer fesatçılarla bir­
likte St. Petersburg’da “İşçi Sınıfının Özgürlüğü İçin
Savaş Ligi”ni kurdu. Bu grup daha sonra açıkça terörist
faaliyetlere katılmaya başladı. Bu grubun destekçilerin­
den biri de Odessalı mülti-milyoner Siyonist Alexander
Parvüs idi.
1895 Aralığında, Vladimir Ulyanov illegal faali­
yetleri yüzünden tutuklandı. 1898-1900 yılları arasında
Sibirya-Yenisey’e sürgüne gönderildi.
1898 Martında önde gelen Yahudi sosyal demokrat­
lar Minsk’te toplanarak (Bunlar içinde Vilno’d a kurulmuş
olan “Bund” temsilcileri de vardı) yıkıcı Marksist grupla­
rı birleştirmek ve illegal olarak Rus Sosyal Demokrat İşçi
Partisini kurmak kararı aldılar. Parti merkez komitesinde
şu şahıslar bulunuyordu:

241
Aron Kremer, Boris Eidelman, Radshenko, Pavel
(Pinchus) Axelrod (Baruch), Leon Deutsch, Vera
Zasulich, Natan Vigdorchik, V. Kosovsky (Levinson).
Bunlar arasında tek Rus Georgi Plekhanov’du. Onun da
karısı Yahudi idi.
Şubat 1900’de Vladimir Ulyanov İsviçre’ye gitti. Daha
sonra Münih, Brüksel, Londra, Paris, Krakow, Cenevre,
Stokholm ve Zürih’te yaşamaya başladı.
Marksist propagandayı yoğunlaştırmak için Lenin,
Parvüs’le beraber Münih’te “Iskra” (Kıvılcım) gazetesini
yayınlamaya başladı. (1900).
İsveç’te Masonlar Martov’un (asıl adı Yuli
Zederbaum) düşüncelerini kullanarak ‘Sosyalist bir Halk
Yurdu’ kurmak teşebbüsüne giriştiler. 1903’de Brüksel’de
yapılan ikinci Parti Kongresinde Martov, partinin
Yahudilerin emrine girmesini istiyordu, buna karşılık
Lenin ise, Yahudilerin partinin emrine girmesini istiyor­
du.
Büyük bir çoğunlukla Lenin’in teklifi kabul edildi
ve bunlara Bolşevikler (Çoğunluk) denmeye başlandı.
Azınlık (Menşevikler) ise Martov’un teklifini kabul ede­
rek, klasik sosyal demokrat parti tavrını sürdürmeye de­
vam ettiler.
Bu bilgiler resmi parti tarihi tarafından asla
açıklanmamıştır.
Leon Troçki, Menşevikler arasındaydı ve Lenin’i
despot ve terörist olarak nitelendiriyordu. (Louis Fischer,
“The Life of Lenin,” London, 1970)
Tskra,’ Menşeviklerin etkisi altına girmişti.
Tartışmayı hiç sevmeyen Lenin, kendi dergisini (Vperyod)

242
çıkarmaya başladı. Dergi ünlü tekstilci ve MoskovalI bir
Yahudi olan Sawa Morozov tarafından finanse ediliyor­
du. Morozov kardeşler, proleter yazar Maxim Gorki’ye
iki katlı bir ev hediye etmişler, ayrıca Bolşeviklere büyük
meblağlarda para yardımı yapmışlardı.
Lenin halkın % 10’unu Komünist bir yönetim altında
yaşatabilmek için geri kalan % 90’mı yok etmeye hazır bir
Tlluminatus’ idi.

Leninin Terörü:
Lenin’in karısı (Yahudi) Nadezda Krupskaya
Lenin’in kan dökücülüğünü ve yaptığı zulümleri,
1932 yılında Moskova’da yayınladığı “Anılar’Tnda
açıklamıştı.
Krupskaya’nın açıklamalarına göre, Lenin kan dök­
mekten ve hayvanlan öldürmekten zevk alan bir kişiliğe
sahipti.
Nitekim iktidara geldiği zaman, köleleştirme plânla­
rına karşı çıkanlara aynı vahşi yüzünü göstermiştir.
1975 yılında Moskovada “Lenin ve Çeka”122 adlı bir ki­
tap yayınlandı. Bu kitapta anlatıldığına göre, Lenin, Fransız
devrimcisi Robespierre’in terör metodlarını benimsemişti.
24 Ocak 1918’de Lenin komünist terörün çok daha acımasız
olması gerektiğini söylüyordu.
Lenin, 28 Nisan 1918’de “Pravda” ve “Izvestiya” gaze­
telerinde çıkan “Sovyet İktidarının Mevcut Meseleleri”
adlı makalesinde şöyle yazıyordu;
“Rejimimiz çok yumuşak ve iyi niyetlidir.”
Lenin, Rusları terör rejimini yerleştirmekte zayıf

122 Çeka: Sovyet Siyasi Polisi.

243
bulduğu için, bu konuda bir kısım Yahudileri özellikle
tercih ediyordu. Burada söz konusu olanlar, Rus toplu-
muna karşı içi nefret dolu, fanatik Siyonistlerdi.
Lenin, Yahudilerin “devrimci mücadele”de en etkin
unsur olduğuna inanıyordu. Bu hususu, Leninin kızkar-
deşi Maria Ulyanov, Lenin’in ölümünden sonra yayınla­
mak istediyse de, Stalin’in bunu bir “devlet sırrı” sayması
nedeniyle başarılı olamadı.
Çeka başkan yardımcısı M. Lacis (Litvanyalı bir
Yahudi idi.) “Çeka’nın Karşı-Devrimcilerle Mücadelesi”
adlı kitabında (Moskova, 1921) şöyle yazıyordu;
“Biz Israilli’ler, devamlı korkuya dayanan toplumsal
bir düzen kurmalıyız.”
Lenin 1918 yılında yazdığı bir mektupta, Bir milyon
dört yüz bin Yahudinin Çeka için çalıştığını yazıyordu.
Lenin şöyle devam ediyordu: “Bu Yahudi unsurlar sa-
botörlere karşı harekete geçirilmelidir. Ancak bu şekilde,
devrimin kritik aşamasını atlatabiliriz.” (Todor Dichev,
“Korkunç Komplo,” Moskova, 1994)
Doğaldır ki, Sovyetler Birliğindeki Yahudi zulmü­
ne katılmayan birçok anti-komünist Yahudi de vardı ve
bunlar kendilerini fanatik Yahudilerden uzak tutmaya
çalışıyorlardı.
Çünkü bir grup Yahudinin işlediği suçlar, diğer suç­
suz Yahudileri de töhmet altında bırakıyordu.
Amerikalı yazar Richard Pipes “The Unknown Lenin”
(Yale, 1996) adlı kitabında123 Leninin Sovyet Komünist
Partisi gizli arşivinde saklanan ve hiçbir yerde yayınlan­
mamış mektup ve talimatlarını yayınladı.

123 Milliyet gazetesi, 13 Kasım 1999, Şahin Alpay, “Bilinmeyen Le­


nin.”

244
Kitabı derleyen Profesör Richard Pipes, ABD’nin
ünlü Yale Üniversitesi Rusya uzmanlarındandır.
Belgeler, Lenin’in belki yeterince tanınmayan bir
yüzünü; amacına ulaşmak için terör, baskı, yalan, hile ve
dalavere dahil akla gelebilecek her türlü aracı kullanmak­
tan çekinmeyen biri olduğunu ortaya koymaktadır.
Lenin, Eylül 1918’de Merkez Komitesine binlerce
kişinin öldürülmesiyle sonuçlanacak bir kampanyanın
başlatılması için şu talimatı gönderiyor: “Alınacak acil ön­
lemleri belirleyecek bir komisyon kurulmalı. Uygulanacak
terörü gizlice ve acilen tasarlamak gerekiyor”
Haziran 1918’de Lenin, Azerbaycan’da işbirliği yaptı­
ğı Ermeni milliyetçilerine, Türk ordusunun Baku yü kur­
tarmak amacıyla saldırması ihtimaline ilişkin şu talimatı
veriyor:
“Ter-Gabrielyana söyleyin, saldırı halinde, bütün
Bakkentini yakmaya hazır olsun.”
Ağustos 1918’de ürünlerine el konması üzerine
ayaklanan köylülerin bastırılması için şu emri gönderi­
yor:
“Aralarından en az yüz kişiyi derhal asın. Bütün
ürünlerine el koyun. Rehinler alın.”
Lenin’in hunharlığını ve hilekârlığını yansıtan 113
belgenin yer aldığı kitabın Türkiye’yi ilgilendiren yönle­
ri de var. Aralık 1990’d a Sovyet Komünist Partisi merkez
arşivi müdürü Smirnov, Merkez Komitesine gönderdiği
yazıda, o güne kadar yayımlanmamış parti belgelerinden
bazılarının açıklanması halinde ciddi sıkıntılar doğabi­
leceğini belirttikten sonra şöyle diyor: “Bu belgelerden
Sovyet hükümetinin Hindistan, Kore, Afganistan, İngiltere,

245
İran, Türkiye ve başka ülkelerde şiddet olaylarım teşvik et­
tiği sonucunun çıkarılması kaçınılmazdır...”
Smirnov’un kastettiği belgelerden bazıları Pipes’ın
kitabında mevcut. Bunlardan biri Lenin’in 4 Aralık 1920
tarihli Türkiye ile ilgili talimatı: “Kemalistlere güvenme­
yin. Onlara silâh vermeyin. Bütün gayretlerimizi Türkler
arasında Sovyet propagandasının yayılması ve kendi çaba­
larıyla zafer kazanabilecek bir Sovyet partisinin kurulması
üzerinde yoğunlaştırın.”
Belgenin yorumu açık: Lenin görünürde Türk
Kurtuluş Savaşına destek verirken, esas olarak Türkiye’de
bir komünist devrime zemin hazırlama gayreti içindeydi.
Çeka’nın haftalık gazetesinde kurşuna dizilerek veya
başka şekilde öldürülenlerin listesi yayınlanıyordu.
Bu şekilde 1918-1919 arasında 1,7 milyon kişi idam
edildi.
Mayıs 1922 tarihli resmi Sovyet raporuna göre,
1921 Ocağından 1922 Nisanına kadar geçen dönemde
1.695.904 kişi idam edilmişti. İdam edilenler arasında
rahipler, profesörler, doktorlar, subaylar, polisler, jandar­
malar, avukatlar, yazarlar, artistler, hastabakıcılar, işçiler
ve çiftçiler bulunuyordu. Bütün bu insanların ortak suç­
ları “anti-sosyal” düşünceye sahip olmaları idi.
Sovyetler Birliği yıkıldıktan sonra, ele geçirilen bel­
gelerden Çeka’nın tamamen Yahudilerin kontrolünde ol­
duğu anlaşılmaktadır.
Araştırmacı Larseh, “Bolşevizmin Kan Tutkusu”adlı ki­
tabında Çeka mensuplarının % 50 sinin Yahudi ismi taşıyan
Yahudiler, % 25’inin ise Rus ismi taşıyan Yahudiler olduğunu
açıklıyordu. Doğaldır ki, bütün Çeka şefleri de Yahudilerden
oluşmuştu.

246
“Toplama Kampları” düşüncesi, birçok insanın bil­
diğinin aksine Hitler’in bir buluşu değildir. İlk toplama
kampı 1838 yılında ABD’deki Kızılderililer için yapıl­
mıştı.
1901 yılında İngilizler, Boer Savaşı sırasında
tutukladıkları Boerlere ‘kollektif hapis cezası’ uygula­
mak için ilk ‘toplama kampını açmışlardı. 26.000 Boer
kadın ve çocuk İngiliz kamplarında açlıktan ölmüştü.
(Çocukların çoğu 16 yaşın altındaydı)
Lenin, örnek aldığı Jakobenler Fransa’sı gibi, rejim
düşmanı saydığını hiç yargılamadan doğrudan toplama
kamplarına gönderiyordu. Ona göre bu kamplar “işçi
okulu” idi.
Fransız ihtilali sırasındaki Jakoben terörü gibi,
Yahudi Bolşevik görevliler de kurbanlarını suya atarak
öldürüyorlardı.
Bela Kun (Aaron Kohn) ve Roza Zemlyaşka (Rozalia
Zalkind), 1920 sonbaharında Kırım’daki Rus subaylarını
suya atarak öldürtmüşlerdi. (Igor Bunich, “The Partys
Gold,”St. Petersburg, 1992)
1920 İlkbaharında Siyonist Çekist Mikhail Kedrov
(Asıl adı Zederbaum idi) 1092 Rus subayını suda boğarak
öldürtmüştü.
Lenin ve yoldaşlarının en nefret ettiği insanlar
“bağımsız düşünenler” idi. Bu unsurların yok edilmesi
rejim için elzemdi. Lenin ayrıca, mümkün olduğu kadar
çok öğrencinin öldürülmesini emretmişti. Çekistler öğ­
renci şapkası giyen her genci tutuklamaya başlamışlardı.
Bunlar tasfiye edilmeliydi çünkü, geleceğin Rusyası’nm
entellektüelleri olarak potansiyel bir tehdit oluşturuyor­
lardı.
247
Böylece yok edilen Rus entelektüellerin yerini
Yahudiler almaya başlamıştı.
Rus yazar Vladimir Soloukhin Çekistlerin özellikle
güzel kızları ve yakışıklı erkekleri öncelikle öldürdüğü­
nü belirtmektedir. Çünkü entellektüellerin bu çekici in­
sanlar arasından çıkacağı varsayılıyordu. Böylece çekici
gençler toplum için bir tehdit oluşturduğu gerekçesiyle
öldürülmeye başlanmıştı. Tarihte bu tip cinayetlere hiç
rastlanmamıştır.
Rus-Yahudi gazetesi “Yevreskaya Tribuna’nm yazdı­
ğına göre, Lenin 24 Ağustos 1922’de hahamları toplayarak
idamlardan memnun olup olmadıklarını sormuştu. ■
Halkın Bolşevik-Yahudi zulmü ve işkencelerine kar­
şı tepki vermesine engel olmak için, anti-semitik eğilim­
leri olan herkes idam edilmeye başlandı.
Kütüphanesinde “Siyon Protokollerinin bir kopya­
sını bulunduran herhangi bir kimse hemen orada idam
ediliyordu. Lenin 1919 Martında şunları söylüyordu;
“Yahudiler işçi sınıfının düşmanları değildir. Sosyalist
mücadelede onlar bizim en yakın dostumuz ve müttefiki­
mizdir.”
Ünlü Rus yazar Alexander Solzhenitsin’in de be­
lirttiği gibi, Lenin in Rus kültürüyle ortak hiçbir yanı yok­
tu, o tam anlamıyla bir enternasyonalist ve millî kültürün
düşmanıydı.

Lenin frengi’den mi öldü?..


İsrailli bir grup doktor, SSCB’nin kurucusu Vladimir
Lenin’in ölüm nedeni hakkındaki spekülasyonlara son
verecek bulguları elde ettiklerini ve Sovyet liderinin fren­

248
giden öldüğünü kesinleştirdiklerini açıkladı.124
Leninin frengiden öldüğüne dair Kremlin çevrele­
rinde 80 yıldır söylenti bulunmasına karşın, kesin bilgiler
bugüne kadar ortaya çıkmamıştı. İsrailli bir nörolog ile iki
psikiyatrın, ‘European Journal of Neurology’ adlı bilimsel
dergide yayımladıkları bulgulara, SSCBnin 1991 yılında
dağılmasının ardından ortaya çıkan belgeler incelenerek
ulaşıldı. Belgeler, Leninin sağlık grafiği, otopsi raporları
ve son yıllarında tedavisini yürüten, ancak 1924’te ölü­
münden sonra susmaya söz veren doktorların anılarını
kapsıyor.
Doktorlar Eliezer Witztum, Yoram Finkelstein ve
Vladimir Lerner, Leninin hastalığı çıkmadan 10-20 yıl
önceki kişilik değişikliklerini de inceledi.
Lenin in yakınlarının yazdıklarına göre, Sovyet lide­
ri 1917 devrimi öncesinde gürültülü seslere katlanamaz
olmuş, çabuk öfkelenir, zaman zaman öfkesinden kontro­
lünü kaybeder bir hale gelmişti. İsrailli doktorlara göre,
bunlar frengi hastalığının beyne ulaşmaya başladığının
göstergeleri. Doktorlar, Lenin’in ölüm nedeninin resmi
kayıtlarda beyin damarlarının tıkanması olarak görüldü­
ğünü, ancak Sovyet lideri muayene eden 27 doktordan
yalnızca sekizinin bu raporu imzaladığını söyledi.

124 Milliyet Dış Haberler Servisi, 20 Temmuz 2004.

249
YİRMİ BEŞİNCİ BÖLÜM

SİYONO-KOMÜNİSTDEVRİM

Bolşevik devriminden önce Rusyada dört önemli


Yahudi partisi bulunuyordu.125 Bunlar;
1- Bund
2- Poale Zion (Siyon İşçileri)
3- Siyonist Sosyalistler
4- Yahudi Sosyalist İşçi Partisi idi.
“B und” Bolşevik devrim hareketinin öncülerinden
sayılıyordu.
Yahudi parti faaliyetlerinin Petrograd’d a yoğunlaş­
masının sebebi, devrimin başkentindeki sayıları ve ener­
jileri ile önemli bir rol oynayan Yahudi etnik grubu idi.
Petrograd’d a bir “Yahudi proleteryası” olmadığı için
“Bund’un bu kentteki başarısı şaşkınlık yaratmıştı.
1917 yılındaki devrimden sonra, Bundcular “Sovyet
İşçi ve Asker Komitesinde” yüksek mevkiilere getirildiler.
1917 sonunda ülkede Bund’un takriben 40.000 üyesi bu­
lunuyordu.
Poale Zion örgütü de bir yandan Filistin’e göç
meselesini tartışıyor, diğer yandan da partinin Odessa
konferansında programın vazgeçilmez unsurlarından
biri olarak “sınıf mücadelesi” yer alıyordu.

125 Kaynak: Alexander Solschenizyn, “Die Juden in der Sowjetunion.”

250
1917 Nisanında Poale Zion’da önemli bir düşünce
ayrılığı ortaya çıktı ve radikal-sosyalist kanat partiden
koparak, Siyonistlere katıldı. Geride kalanlar ise, partinin
adını “Sosyal demokratik Poale Zion” olarak değiştirdiler
ve daha sonra III. Enternasyonale katıldılar.
Yahudi Sosyalist İşçi Partisi, Siyonist-Sosyalistlerle
birlikte “Birleşik Yahudi Sosyalist İşçi Partisi’ni (BYSİP)
(Varejnikte) kurdular.
BYSİP ile Sosyal devrimciler arasında da yakın bir iş­
birliği vardı.
Yahudi çevrelerinde en etkin güç, “Siyonist Hareket”
idi.
1917 Mart ayının ilk günlerinde Petrograd’d a bir
Siyonist toplantısı yapılırken, İngiliz birlikleri de Kudüs’e
girmeye başlamıştı. Bu olay üzerine 19 Martta Odessa’d a
Siyonistlere bir çağrı yapılıyor ve “Devletlerin ulusal te­
meller üzerinde yeniden organize olmalarının zamanı gel­
miştir,”deniliyordu. Halbuki bu sıralarda Rusyada bunun
tam tersi uygulanmaktaydı.
Nisan ayında Siyonistler, ABD’li banker Jacob
Schiff’in yaptığı açıklamadan sonra kendilerini daha da
güçlü hissetmeye başlamışlardı.
Schiff, Siyonizm davasına tam destek verdiğini
açıklamıştı. O, Filistin’i Yahudi kültürünün yayılabileceği
bir merkez olarak görüyordu.
1917 Mayıs ayının sonunda Petrograd’da VII. Rusya
Siyonist Kongresi yapıldı. Bu kongrede Filistin’e göçün
yoğunlaştırılması ve göç hareketinin Yahudi sermayesi ile
finanse edilmesi tartışıldı. Ayrıca Jabotinsky’nin126 İngiliz

126 V. Jabotinsky, Rusya, Amerika, Fransa, İngiltere ve kalyadan

251
ordusu içinde yer alacak bir Yahudi lejyonu kurması ve
J. Trumpeldor’un Rusya’d a -Kafkaslara doğru ilerleyerek
‘Erez İsrail’i Türk egemenliğinden kurtaracak-bir Yahudi
ordusu kurma düşüncesi de tartışılan konular arasınday­
dı. Bu iki düşünce de reddedildi. Siyonist Dünya Kongresi
Birinci Dünya Savaşı sırasında tarafsız kalmayı tercih
ediyordu. Rusya’daki Yahudi örgütleri ise Siyonist ve
Sosyalist partileri destekliyordu.
1917 Şubat devriminin ardından ABD’d en binler­
ce Yahudi Rusya’ya geri dönmeye başlamıştı. Torwerts’
(Vorwaerts) adlı Yahudi gazetesinin redaktörü Abraham
Kağan ABD’de iki milyon Rus Yahudisinin yaşadığını bil­
diriyordu.
ABD’den dönen devrimci Yahudiler arasında
W. Wolodarski, M. Urizki, Larin (Daha sonra ‘Savaş
Komünizmi Ekonomisinin yaratıcısı olacaktır), Moissej
Charitonov (Rus Komünist Partisi Hükümet Komitesi
Sekreteri olmuştur), Semjon Dimanstein (Paris’teki
Bolşevik grubunun önderi idi. Daha sonra ‘Milletler
Sorunu Halk Komiserliğinde, Yahudi Komiseri olmuş­
tur.) gibi şahıslar vardı. İlginçtir ki, Dimanstein 18 yaşın­
da iken Haham olmuştu.
Bunlardan başka, Biolog Profesör îvan Salkind
(Ekim devrimine aktif bir şekilde katılmıştı) Troçki yö­
netiminde Dışişleri Halk Komiserliği başkanlığına geti­
rilmişti.
ABD’d en dönen diğer bir önemli devrimci ise Semjon

topladığı gönüllülerden oluşan üç taburluk ‘Yahudi Alayı’ adıyla


anılan 5000 kişilik bir Yahudi gönüllüler ordusunu 1916’da kur­
muş, adı geçen alay, Şubat 1918’de Filistin’e gelerek İngiliz Generali
Allenby nin emrine girerek Türklere karşı savaşmıştı.

252
Kagan-Semkov idi. Bu şahıs 1918 Kasımında “Ishevsk”
silâh ve çelik üretimi ‘Siyasi Komiserliğine’ getirilmişti.
Semkov, 1918 Ekiminde Ishevsk’deki işçi ayaklanması­
nı çok kanlı bir şekilde bastırmıştı. Öldürttüğü insanlar
binlerle ifade edilmektedir. Bunlar arasında 400 işçi ka­
tedralin önündeki meydanda kurşuna dizilmiştir.
ABD göçmenlerinden Tobinson Krasnoschtskov,
daha sonra “Komünist Parti Merkez Komitesi Uzakdoğu
Bürosu Sekreteri” ve Hükümet şefi olarak Sovyetler’in
bütün Uzakdoğu bölgesinden sorumlu tek kişi olmuştu.
Bir diğer önemli ABD göçmeni olan Hirschfeld-
Staschevski, “Werchovski” takma adı altında Alman
savaş esirleri bölümü başkanlığı ve “Bolşevik Güçlerin
Uluslararası Bölümü’’nün başkanlığını yürüttü. Daha son­
ra Batı Cephesinde (1920) askeri propaganda şefi olmuş­
tur. Staschevski, iç savaşın bitimini müteakip, Çeka’nın127
görevlendirmesi ile, Batı Avrupa ülkelerinde bir casusluk
şebekesi organize etmiş ve başarılarından dolayı, “Onursal
Çekist” unvanı almıştı.
ABD’d en dönenler arasında Lenin ve Troçki’nin
partisine katılan, fakat bolşevik olmayan kişiler de vardı.
Bunlardan biri olan Jakov Fischman, “Askeri Devrimci
Komite’nin bir üyesiydi ve Ekim 1917 devrimine katıl­
mıştı.
Jefım Jartschuk ABD’d en Anarşist ve Sendikalist
olarak geri dönmüştü. Petrograd Sovyeti tarafından
Kronstad’daki Sovyeti güçlendirmekle görevlendirildi.
Jartschuk, 1917 Ekiminde Kronstad’daki denizcile-

127 Çeka: Rusça, “Karşı-Devrim ve Sabotajla Mücadele Olağanüstü


Komisyonu” anlamına gelmektedir.

253
rin ayaklanmasını kanlı bir şekilde bastırdı.
Wsevolod Wolin-Eichenbaum, Rusya’ya bir Anarşist
olarak geri dönmüştü. Macho’daki Askeri Devrim
Komitesinin Başkanı ve Macho hareketinin ideologu
oldu.
Bu anarşist hareket Bolşeviklere zarar verdiği için,
Eic-henbaum ve arkadaşları kansız bir şekilde tasfiye edi­
lerek, yurt dışına sürgüne gönderildi.
1917 yılında Menşeviklerin, sağcı ve solcu Sosyal
Devrimcilerin ve Anarşistlerin yönetim kadrolarındaki
Yahudi sayısı Bolşeviklerden daha fazlaydı.
1917 yılı Mayıs-Haziran ayları arasında yapılan
Sosyal Devrimci Parti Kongresine katılan 318 delegeden
39’u Yahudi idi. 20 kişiden oluşan Merkez Komitesinde 7
Yahudi vardı. Partinin sağ kanat lideri A. Goz, sol kanat
lideri ise M. Nathanson idi. (Nathanson, Rus Narodniki-
Hareketinin kurucusuydu. Lenin’le birlikte Almanya’d an
trenle geçerek Rusya’ya gidenler arasında o da vardı.
Birinci Dünya Savaşı sırasında Almanlardan mali yar­
dım almıştı.)
Yahudi sosyalist partiler, “Sovyet İşçi ve Asker
Komiteleri”nde geniş bir şekilde temsil edilmekteydiler.
Anayasayı oluşturmak için toplanan kurucu mec­
liste yapılan seçimlerde Rus Yahudi nüfusunun % 80’i
Siyonist partilere oy vermişti. Lenin, Yahudi milliyetçi­
lerine 550.000 oy verildiğini açıklamıştı. Yahudi partile­
rinin çoğunluğu millî birlik listesi (tek liste) hazırlamış­
lardı. Bunlardan yedi milletvekili seçildi. Seçilenlerden
altısı Siyonist partilerdendi. Siyonistler zaferlerini İngiliz
Dışişleri Bakanı Balfour’un aynı tarihte yaptığı açıklama-

254
ya borçluydular. (Bu konuda ‘Balfour Deklarasyonu’ bö­
lümüne bakınız)
Balfour’un açıklamaları Moskova, Petrograd,
Odessa, Kiev ve diğer şehirlerdeki Yahudiler tarafından
büyük bir coşku ve sevinçle karşılanmıştı.
Ekim devriminden sonra, Nathanson, Kamkov ve
Steinberg solcu Sosyal devrimciler adına Bolşevik Troçki
ve Kamanev grubuna katılarak, ortak mücadele kararı al­
dılar.
Yahudi askerler, başta Petrograd olmak üzere di­
ğer muhtelif şehirlerdeki silâhlı ayaklanmanın hazırlık
ve yürütülme aşamalarında önemli roller üstlendiler.
Nitekim, yeni Sovyet gücü kurulurken, silâhlı direniş ha­
reketlerini ve isyanları ezmek görevi de yine onlara ve­
rilmişti.

Kornilov’un isyanı:
Rus Ordusunun Başkomutanı General Lavr
Kornilov128devrimci masonların oyununa daha fazla kat-
lanamayarak, Mogilev’de Kerensky Hükümetini devirme
hazırlıklarına başladı.
19 Ağustos’ta Kornilov, Kazaklarına Petrograd a
saldırı emrini verdi. 25 Ağustos’ta (7 Eylül) Kornilov,
Kurmay Başkanına şunları söylüyordu;
“Lenin’in önderliğindeki Alman casusları ve destekçi­
lerini asmanın zamanı geldi. Sovyetleri bir daha toparla-

128 Lavr Georgiyeviç Kornilov (1870-1918): Don Kazaklarındandır.


1917 Şubat devriminden sonra, Petrograd Askeri Bölgesinin ko­
mutanı oldu. 1917 Ağustosunda siyasi durum un bozulmasından
sonra, iktidarı ele geçirmek için isyan etti. Beyaz Ordu’nun kuru­
cularındandır.

255
n a m a y a c a k b i r ş e k ild e y o k e tm e liy iz ! ..”

Aynı gün General Alexander Krimov’un birlikleri


Petrograd’a gönderildi. Generale bütün sovyet üyelerini
asması emredilmişti. (John Shelton Curtiss, “The Russian
Revolution o f 1917,”New York, 1957)
26 Ağustos’ta Kornilov bir bildiri yayınlayarak,
‘Geçici Hükümeti’ Almanlarla işbirliği yapmak, orduyu
ve devleti çökertmekle suçladı. Kornilov, Bolşeviklerin
Rusya için ne büyük bir tehlike arzettiğini anlamıştı. Bu
sebeple hepsinin tutuklanmasını istiyordu.
Kerensky, ihanetlerinin ortaya döküldüğünün far­
kındaydı. Artık oyun bitmişti. Bu nedenle hapisteki
Bolşevik tutukluları serbest bırakmaya başladı. Serbest
bırakılanlar arasında daha sonra Çeka için çalışacak olan
Kozlovski de bulunuyordu.
Kerensky paniğe kapıldı ve 27 Ağustos’ta Kornilov’u
‘isyancı’ olarak nitelendirerek, bütün yetkilerinin elin­
den alındığını bildirdi. Kerensky, Kornilova karşı
Bolşeviklerden yardım talep etti. Bolşevikler bir anda bü­
tün suçlarından arınarak, ‘demokrasinin en iyi savunu­
cuları’ durumuna getirildiler. Bolşevikler de Kerensky’yi
iktidarda tutmak için ellerinden gelen her şeyi yaptılar.
Bolşeviklerin hesabına göre iktidara gelmeleri için daha
zaman erkendi. Bolşevikler, Lenin’in “Geçici Hükümete
Destek Yok!..”sloganını unutmuş gibi görünüyorlardı.
Bolşevikler siyasi grevler tertip etmeye başladılar ve
işçileri ve askerleri hükümeti savunmaya çağırdılar. 27
Ağustosta Sosyalistler Bolşeviklerle beraber-karşı devrime
karşı-bir Merkez Komitesi oluşturdular.
Binlerce denizci Kronstad’tan Petrograd’a sevkedil-
di. Pet-rograd’daki işçiler ise silâh altına alındı. Hükümet
256
daha önce Bolşeviklerden topladığı silâhları ‘Kızıl
Muhafızlara dağıtmaya başlamıştı. Sovyetler, Kornilova
sempati duyduklarından şüphelendikleri herkesi tutukla­
maya başlamışlardı. Bu şekilde binlerce subay tutuklandı.
En az 7000 kişi siyasi açıdan ‘şüpheli’ oldukları iddiasıy­
la tutuklanmıştı.
Sovyetler demiryolu işçileri vasıtasıyla demiryol­
larında sabotajlar düzenlemeye başladılar. Bu şekilde
Kornilov’un elit birlikleri durduruldu ve kuşatıldı.
Bu arada aniden Uluslararası Masonluk devreye gi­
rerek, Kornilov’u durdurmak için büyük kaynaklarını se­
ferber etmeye başladı. Böyle bir isyanın siyaset sahnesine
çıkmasına izin verilemezdi. Kornilov ne pahasına olursa
olsun durdurulmalıydı!..
Masonlar, Kornilov’un askerleri arasında bir
propaganda kampanyası başlattılar. Bundan sonra asker­
ler arasında huzursuzluk ve hoşnutsuzluk başgösterdi.
Mason General Alexander Krimov, Kerensky ile
görüşme yapmaya çağrıldı. Krimov’u ne ile tehdit ettik­
leri bilinmez ama, resmi tarihe göre, bu görüşmelerin
sonunde General kendisini vurdu. (Tetiği bir başkasının
çekmediği de kesinleşmiş değildi!..)
Masonların ortak çabası sonucu Kornilov’un millî
birlikleri 30 Ağustosta tamamen durduruldu. Kornilov,
1 Eylül tarihinde tutuklândıysa da daha sonra kaçmayı
başardı.
Bolşevikler, Sovyetlerin bütün inisiyatifini ele ge­
çirdiler. Kornilov’un tutuklandığı gün, yerel seçimlerde
Petrograd Sovyetinin çoğunluğunu ele geçirdiler.
4 Eylülde Troçki hapishaneden serbest bırakıldı.

257
Bolşeviklerin iktidarı ele geçirmeleri:
Rusya üzerindeki “Illum inati” oyunlarını kamuf­
le etmeyi başaran Bolşevik yönetimi, geleceğin rejimini
“Sovyet” (Yahudi-Kahal) rejimi olarak adlandırmaya baş­
lamıştı. 21 Eylül 1917’de Jakob Fürstenberg, Stokholm’den
Haparanda’daki Rafael Scholan’a (Shaumann) bir telgraf
yolladı. (Bu telgraf halen Amerikan Ulusal Arşivlerinde
saklanmaktadır.)
Telgrafta şöyle deniyordu;
“Sevgili Yoldaş,
Ren-Westfalya Sendikası Başkanınım talimatları gere­
ğince M. Warburg bankasında yoldaş Troçki için bir hesap
açılmıştır.
Avukat (ajan) Bay Kastrojf, silâhları satın aldı ve
nakliye işini de organize etti. Yoldaş Troçki parayı alabile­
cek yetkili bir kişi aramaktadır.”Fürstenberg.
23 Eylülde Troçki ne asker, ne de işçi olmamasına
rağmen, “Petrograd İşçileri ve Askerleri Sovyeti’nin baş­
kanı seçildi. Bu arada ABD nin Kerensky Hükümetinden
beklentileri bir türlü bitmiyordu. Halbuki geçici hükümet
artık görevini tamamlamıştı. Bolşevikler iktidara geçer
geçmez, ABD nin bütün talepleri de sona ermişti.
Anthony C.Sutton, “Wall Street and The Bolshevik
Revolution” adlı kitabında Moskova’daki Amerikan
Büyükelçisi Davis Francis’in Bolşeviklerin bütün plânla­
rından haberdar olduğunu yazmaktadır. (Sutton kitabım
Amerikan Dışişleri Bakanlığı belgelerine dayanarak yaz­
mıştı.)
Beyazsaray en az altı hafta öncesinden Bolşeviklerin
iktidara geleceğini biliyordu!..

258
ABD Başkanı Woodrow Wilson, Bolşevik darbe­
sinin savaşı uzatacağını biliyordu, fakat buna rağmen
planlarına engel olmak için hiç bir şey yapmamıştı. Tam
tersine iktidarlarını güçlendirmek için elinden geleni
esirgemedi.
ABD savaştan muazzam kâr sağlayan tek ülke
konumunda idi. Savaşa katılan müttefik güçlerin ABD’ye
borçları 14 milyar doları buluyordu. Uluslararası fınans
elitinin Birinci Dünya Savaşı’ndan elde ettiği kâr 208
milyar dolar idi.
İngiliz Hükümeti de Bolşevik plânlarından haber­
dardı. Bu sebebten, İngiliz yetkililer darbeden altı hafta
önce Moskovadan ayrılmışlardı. Görünüşe göre hem
Londra, hem de Washington ne ile karşı karşıya oldukla­
rını çok iyi biliyordu.
Lenin, Petrograda-resmi tarihte anlatıldığı gibi
20 Ekimde değil-5 Ekimde gelmişti. Geçici Hükümet,
Lenin in Petrograd’da olduğunu bilmesine rağmen, onu
tutuklamak için hiçbir girişimde bulunmamıştı.
Bolşevikler darbe plânlarını basında açıkça tartışma­
larına rağmen, Geçici Hükümet bu konuda hiçbir tedbir
almamıştı. Başbakan Alexander Kerensky Petrograda
özel birlikler yollama teklifini bile reddetmişti. (Mikhail
Heller and Alexander Nekrich, “Utopia in Power”London,
1986).
Bugün eldeki deliller Bolşevik darbenin bir komplo
olduğunu ve hiçbir suretle kendiliğinden gelişen bir halk
hareketi olmadığını ortaya koymaktadır.
Gerçekte her şeyi organize eden Troçki idi.
24 Ekim tarihine kadar Lenin ortalarda yoktu.

259
Nerede olduğu bilinmiyordu.
Şovu Troçki yönetmekle beraber, aniden ortaya
çıkan Lenin kendisine itaat edilmezse, herkesi kurşuna
dizdireceğini söylüyordu.
Fiodor Dan adlı bir Menşevik lider yönetiminde
Sovyet Kongresi toplandı ve komplocular, 7 Kasım saba­
hı Geçici Hükümetin devrildiğini ve iktidarı Sovyetlerin
devraldığını açıkladılar. Sovyet Kongresi yeni bir hükü­
met biçimini kabul etti. Bu “Halk Komiserleri Konseyi”
(Sovnarkom) idi. Hükümet, Lenin başkanlığında­
ki Bolşeviklerden oluşmuştu. Menşeviklerin lideri L.
Martov, diğer parti üyeleri ile beraber kongreyi terketti.
İktidarı ele geçiren “Askeri Devrimci Komite” idi.
Bolşevikler devrimci komiteleri, Jakobenlerin Fransız
Devrimi sırasında kurduğu komiteleri model alarak kuruyor­
lardı. Petrograd’da kurulan devrim komitesi 18 Komiserden
oluşmuştu.

Başkan Leon Troçki idi. Diğer Yahudi üyeler ise


şunlardı;
1- Vladimir Ulyanov Lenin
2- Adolf Yoffe
3- Josef Unschlicht
4- Gleb Boky
5- Vladimir Antonov-Ovseyenko
6- Konstantin Mekhonoshin
7- Mikhail Lasheviç
8- Felix Dzerhinsky
9- P. Lazimir

260
10- A. Sadovsky
11- Pavel Dybenko (Yahudi devrimci A. Kollontay
ile evliydi)
12- Nikolai Podvoiskv
13- Vyacheslav Molotov(Asıl adı Skryabin)
14- Vladimir Nevslcy (Asıl adı Feodosi Krivobokov)
15- Andrei Bubnov
16- Nikolai Skrypnik
Sovyet Kongresine yalnız Troçki katılmıştı. Lenin
ortalıkta görünmüyordu. Lenin kongreye katılan V.
Antonov Ovseyenko ve Nikolai Povoisky’ye notlar gön­
dermekle yetinmişti.
Sovyet efsanesine göre, 5000 denizci Çarın kışlık sara­
yına hücum ederek 25 Ekim orayı ele geçirmişti. Aslında
bina birkaç yüz devrimci tarafından-Aralarında 50 tane
Kızıl Muhafız vardı-ele geçirilmişti,
Peki tarih kitaplarının yazdığı onbinlerce devrimci
askere ne olmuştu?.. Bütün bunlar sonradan uydurul­
muş şeylerdi. Kışlık Saraya bir saldırı olmamıştı, çünkü
gerekmiyordu. Şehirdeki bütün önemli yerler birkaç bin
devrimci tarafından işgal edilmişti. Geçici Hükümet,
Kışlık Sarayı Bolşeviklere mümkün olduğu kadar barışçı
bir şekilde devretmeye çalışmıştı.
Şehirde hayatın akışı normal bir şekilde devam ettiği
için, kimse ne olup bittiğini anlayamamamıştı.
Bolşevik mitolojiye göre, Bolşevikler Geçici
Hükümete bir ültimatom vermişler ve onlar da cevap
vermeyi reddetmişlerdi.
Bolşevikler 3 Kasımda iktidarı onlara gönüllü olarak
devreden Geçici Hükümete nasıl ültimatom verebilirler­

261
di?.. Troçki 7 Kasımda Geçici Hükümetin artık var olma­
dığım ilan etmişti. Troçki şovunda her şeyin göründü­
ğünden daha dramatik bir şekilde geliştiğini göstermek
istiyordu. Bu sebepten Peter-Paul kalesinden Troitsky
köprüsünden geçen araçlara topçu ateşi açıldı. İlginçtir
ki, atılan mermilerden hiçbirisi Kışlık Saraya isabet etme­
mişti.
Daha sonra Kızıl Muhafızlar ve denizciler Kışlık
Sarayın kapılarından içeri girmeye başladılar. Bolşevikler
hiçbir direnişle karşılaşmadan salonlara ve koridorlara
girdiler.
Troçki’nin yoldaşı Antonov-Ovseyenkoya (1883-
1937) Geçici Hükümeti teslim alma görevi verilmişti.
Ovseyenko, Kızıl Muhafızlarla beraber Geçici Hükümeti
teslim aldı.
Bolşevik rejimi kuran Rus ve Polonya Yahudileri,
aynı tarihlerde İsrail’in de temellerini atmakla meşguldü­
ler.
Yahve’nin Kıyamet Günü olan 16 Ekim’de yarısı
mason olan Bolşevik elit grup, “Politbüıo” ve “Askeri
Devrimci Komite”yi kurdu.

Komite şu Yahudi üyelerden oluşmuştu;


1- Vladimir Lenin
2- Leon Troçki
3- Grigori Zinoviev
4- Leon Kamanev
5- Grigori Sokolnikov
6- Yakov Sverdlov
7- Joseph Stalin
262
8- Felix Dzersinsky
9- Moisei Uritzky
10- Andrei Bubnov (Rus)
Sayın okuyucu bu devrime ‘Rus Devrimi’ deni­
lebilir mi?..
1918 yılında Moskova’daki ilk. Komünist Hükümet
üyeleri (Halk Komiserleri Komitesinin de çoğunluğu
Yahudilerden oluşmuştu:129
1- İliç Ulin (Vladimir Ulyanov veya Nikolaus
Lenin): Yüksek Sovyet Başkanı (Annesi Yahudi)
2- LevDavidoviçBronstein(LeoTroçki): Kızılordu
ve Deniz Kuvvetleri Komiseri, Yahudi
3- Josiph David Visanoroviç Çukvaşvili-Koşba
(Josef Visanoroviç Stalin): Milletler Komiseri, Gürcü
Yahudisi.
4- Çiçerin, Dışişleri Komiseri, Rus
5- Apfelbaum (Grigori Zinoviev): İçişleri
Komiseri.
6- Kohen (Volodarsky): Basın ve Propaganda
Komiseri.
7- Samuel Kaufmann,
8- Steinberg: Hukuk Komiseri,
9- Schmidt: Kamuişleri Komiseri,
10- Ethel Knigkisen,
11- Pfenigstein,
12- Schlichter,
13- Lurie (Larin): Yüksek Ekonomik Konsey
Başkanı,

129 Die Geheime Triebkraft des Kommunismus, II. Kapitel

263
14- Kukor (Kukorsky): Ekonomi Komiseri,
15- Spitzberg: Kültür Komiseri,
16- Urisky (Radomilsky): Seçim Komiseri,
17- Lunacharsky: Kamuokulları Komiseri,
18- Simasko: Sağlık İşleri Komiseri,
19- Protzian, Ermeni.
Geçici Hükümet, nasıl gönüllü olarak iktidarı
devretmişti?.. Geçici Hükümette bir Bolşevik ajanı var­
dı. Adı Yuri Steklov (Nakhamkis) ve “Bolşevik Merkez
Komitesfnin bir ajanı idi. Geçici Hükümetin varlığını
ve kaderini tayin eden tek kişi sanki oydu. (Vladimir
Nabokov, “The Provisional Government and the Bolshevik
Coup London, 1988) Yuri Steklov 32. dereceden bir ma­
sondu ve Kerensky’nin de damadı idi.
Lenin ise, Paris’te kendisine yardımcı olan masonik
üstadlara bir teşekkür borçluydu. Bu amaçla Lenin, 1919
yılında ‘Grand-O rient de France’a büyük miktarlarda
para gönderdi. Para, propaganda ve diğer amaçlar için
kullanılacaktı. Bu arada Rusların açlıktan ölüyor olması
Lenin’i hiç rahatsız etmiyordu.
Başka bir Bolşevik mit’ine göre, Kerensky haricinde­
ki bütün Geçici Hükümet üyeleri tutuklanıp, hapise gön­
derilmişti. Fakat hükümet üyeleri arasında Bolşevik yö­
netime hizmet edenler de vardı. Örneğin; Mason İletişim
Bakanı Nikolai Nekrasov, Kooperatif Merkez Birliğinde
(1920) önemli bir bürokrat oldu.
‘Büyük Sovyet Ansiklopedisinde Kerensky’nin
İçişleri Bakanı Sergei Urusov’un daha sonra Sovyet
Ulusal Bankasında görev aldığı belirtilmektedir.
Urusov, Sovyetlerin emrinde çalıştığı zaman bile Fransız

264
Masonluğu ile ilişkilerini kesmemişti.
Tarihçi Nesta Webster ve Kurt Kerlen, “Boche
and Bolshevik” (New York, 1923) adlı kitapta Lenin ve
Troçki’nin, kendilerini uzun zamandan beri koruyup kol­
layan Kerensky nin kaybolmasına göz yumduklarından
bahseder.
Daha önce de belirttiğim gibi, Lenin ve arkadaşları­
nın Stokholm’den Petrograda tren yolculuğunun parasını
Kerensky ödemiş ve nihayet iktidarı da onlara terketmiş-
ti.
Kerensky’nin Rusya’daki ‘Grand-Orient’in Büyük
Üstadı olduğu da unutulmamalıdır.
Lenin ve Troçki, Kereıısky’ye sahte kimlik ve bü­
yük miktarlarda para vererek, onu İngiliz işgalindeki
Murmanska eskort eşliğinde göndermişlerdi.
Kerensky, Murmansk’ta “Beyaz” bir mülteci olarak
karşılanmış ve oradan bir İtalyan stimbotuna binerek,
İngiltereye doğru yola çıkmıştı.
Kerensky hayatının geri kalan kısmını Berlin, Paris
ve Kaliforniya’da zengin bir adam olarak yaşayarak geçir­
di ve 12 Haziran 1970’de New York’ta öldü.
Tarihçi E. M. Halliday’ın, “Russia in Revolution”
(Malmö, 1968) adlı kitabında belirttiğine göre, Kerensky,
Kışlık Sarayı ve Petrograd’ı 7 Kasım sabahı Amerikan el­
çiliğinin emrine tahsis ettiği bir otomobille terketmişti.
Bütün bunlar Bolşevik darbeden önce plânlanmıştı.
Kerensky’in emrinde Petrograd’ı savunmaya yeterli birlik
vardı ama nedense onları hiç çağırmamıştı.
Bolşevik teröre Geçici Hükümet tarafından davetiye
çıkarıldığı açıkça ortadadır.

265
Şubat 1917’deki olay bir devrim değil, bir hükümet
darbesiydi. Bolşeviklerin Ekim 1917 devrimi dedikleri
şey ise, bir darbe bile değil, sadece bir iktidarı devralma
işlemi idi.
Bütün bunlar çok iyi plânlanmış uluslararası bir
komplonun parçasıydı.

Alman yardımı:
Mason-Bolşevikler sürekli olarak iktidarda
kalabileceklerinden emin olmak istiyorlardı. Bu neden­
le Alman ordusundan yardım istediler. Alman birlikleri
Petrograd’ın çevresinde demirden bir halka oluştura­
rak, General Piotr Krasnov’un Kazaklarının Bolşevik
Hükümeti tehdit etmesine engel oldular.
Petrograd’daki askeri öğrencilerin isyanını bastı­
ranlar yine Almanlar oldu. Almanlar, Bolşevikler için
Moskova’yı ele geçirdiler, Krasnov’un Kazakları ile savaş­
tılar ve kızılların hayatta kalabilmesi için ne mümkünse
onu yaptılar.
Alman Generali Kirbach, Bolşevik Hükümet tehlike­
ye düşerse Moskova ve Petrograd’ın Alman askerlerince
kurtarılacağı sözünü verdi. Zayıf Sovyet rejimi, 280.000
disiplinli Alman askeri tarafından korunmaktaydı. Bu
Alman birliklerinin bir kısmına başlangıçta “enternasyo­
nal taburlar” deniyordu. Daha sonra bunlar, Sovyet tarih
kitaplarında “Letonyalı Tüfekçiler” olarak anılmaya baş­
landı. Tarihçi Igor Buniç’e göre, bu “enternasyonal” as­
kerlerin arasında sadece 20 Letonyalı asker vardı.
1918 sonbaharında “enternasyonal ordu” mensup­
larının sayısı elli bini bulmuştu. 1920 yazında bu ra­
kam 250.000’e yükseldi. Bu birliklerde Çinli askerler ve

266
PolonyalI Yahudiler de bulunuyordu.
Alman Albay Heinrich von Ruppert, Nisan 1917’de '
Petrograd’a İsveç pasaportu ile gelerek, Alman savaş
esirlerine gizli talimatlar verdi. Bunun üzerine Alman sa­
vaş esirleri Bolşeviklere, her türlü yardımı yapmaya baş­
ladılar.
Amerikalı General W. V. Judson, 9 Aralık 1917 ta­
rihinde Washington^ ulaşan bir raporunda, Smolny’de
Troçki’yi ziyaret ederken gördüğü Almanlardan bahset­
mektedir.
Almanlar devrimcilere silâh ve cephane yardımı da
yapıyorlardı.
Almanlar Bolşeviklere yaptıkları büyük yardım­
ların karşılığını almakta gecikmediler. 3 Mart 1918’de
Bolşevikler, Almanlarla ayrı bir barış anlaşması imzala­
dılar.
Amerikan Başkanı Woodrow Wilson da Bolşevik
ihtilaline müdahale edilmemesi emrini vermişti. Fakat
işler ters giderse, önde gelen Bolşevik liderlere yabancı
pasaportlar temin edilerek yurt dışına kaçmaları sağla­
nacaktı. Örneğin; Nikolai Buharin (Asıl adı; Dolgolevsky
idi) Arjantin’e kaçmak zorunda kalmıştı. Lenin yoldaşla­
rına “Biz her zaman şanslıydık ve öyle de kalacağız,” der­
ken bir şeyler bilerek bunu söylüyordu.
İktidara gelen Bolşevikler Yahudilere imtiyazlı mev-
kiiler vermeye başlamışlardı. Amerikalı Haham Elmer
Berger “The Jewish Dilemma” (1946) adlı kitabında
“Sovyet Hükümetinin Yahudilere büyük imtiyazlar tanı­
dığını ve Sovyet rejimine onların egemen olduğunu” yaz­
maktadır. Gerçekten de dünyada anti-semitizmi ölümle
cezalandıran tek ülke Sovyetler Birliği idi.
267
Hükümet terörünün başlaması:
Lenin in etrafındaki Bolşevik spekülatörler Rusya’nın
zenginliklerini yağmalamaya ve bütün zenginliklerinin
yurt dışına, özellikle Berlin’e kaçırmaya başlamışlardı.
Lenin, Moskova yakınlarındaki Gorki’de Büyük Dük
Sergei Alexandrov’un malikanesine yerleşmişti. Troçki
ise Prens Yusupov’un şatosuna el koymuştu.
Lenin, bütün burjuvazinin tasfiye edilmesini em­
retmişti. Kimin burjuva olduğuna Bolşevikler karar ve­
riyordu. Bu arada Rus entellektüellerin çoğu Bolşevizmin
kurbanı olmuştu.
Rusya, tarihinde görülmemiş bir şekilde, Bolşevik
gangsterlerin büyük çaptaki hırsızlık ve soygun işlemle­
rine şahit olmaktaydı.
Amerikan ‘The New York Herald Tribüne’ gazetesi
bu konuda şunları yazıyordu;
“Rusya’daki Bolşevik devrimi büyük çapta bir finan-
sal operasyona girişmiştir. Bu operasyonun hedefi büyük
miktarlardaki parayı Avrupa ve Amerika bankalarına
transfer etmektir.”
1919 Nisanının başlangıcında George Pitter-Wils
‘London Globe’ gazetesinde şöyle yazıyordu;
“Bolşevizmin amacı Yahudi olmayan alanlardaki
gücü kontrol etmek ve Yahudi olmayanların elindeki bütün
serveti toplamaktır. Bu şekilde Yahudiler herkesin üzerinde
bir güce sahip olabilecektir.”
Yahudiler bir yandan Rusya’da büyük bir güce sahip
olurken, diğer yandan Yahudilerin Rus ihtilali ile hiçbir
ilişkisi olmadığı mitini yayıyorlardı.
Yahudi Bolşevikler gerçeklerin öğrenilmesini

268
istemiyorlardı. Bu sebepten Lenin, “Devrimin tarihçilere
ihtiyacı yok!..”diyordu.
Komünizm, uluslararası canilerin faaliyetleri için
bir kamuflaj olarak kullanılmaktaydı. Bu sebepledir ki,
Komünizm “Kollektif Köle Devleti”nin modern bir
şeklinden başka bir şey olmamıştır. Komünist Parti daha
sonra gerçek bir Mafyaya ve parti genel sekreteri de ‘Capo
di tutti i capi’ (Patronların patronuj’ye dönüşmüştü.
Kızılların amacı, Ruslar’ı mümkün olduğu kadar kısa
bir zaman içinde boyunduruk altına almak ve daha sonra
güçlerini -yani devrimi- başka ülkelere ihraç etmek idi.
Bu caniler başlangıçta Amerikan sermayesi ve
Alman birliklerinin yardımıyla şerefli, dürüst ve bağımsız
düşünme yeteneğine sahip bütün insanları, ya yok ettiler
ya da göçe zorladılar. Böylece bir milleti suçlu bir toplu­
ma dönüştürmeyi başardılar.
1917 Kasımında Bolşevikler, Almanlar’d an 11,5 mil­
yon Mark almışlardı. Bu 1975 yılındaki 130 milyon ABD
Dolarına eşdeğerdi. Lenin, Almanlar’a verdiği sözü tut­
maya mecbur kaldı ve 15 Aralıkta Almanya ile ayrı bir
Barış Anlaşması imzaladı. 3 Mart 1918’de imzalanan
Brest-Litovsk Barış Anlaşm asından sonra, Lenin beyaz­
lara karşı sürdürdüğü iç savaşa destek için, Almanlar’d an
40 milyon altın ruble aldı.
20 Ağustos 1918’de Lenin, Amerikan işçilerine bir
mektup yazarak, onlardan Almanlarla savaşmamaları­
nı istedi. Brest-Litovsk barış anlaşmasından sonra, 93,5
ton altın (Rus tarihçi Oleg Platonova göre 245,5 ton)
Almanlar’a teslim edildi. Bu büyük ihanet halktan gizli
tutulmuştu.
New York’taki “Amerikan Yahudi Komitesi’nden
269
Haham Judas Magnus, 24 Ekim 1918’de “kendisinin de
bir Bolşevik olduğunu ve Rusya’daki yeni rejimin düşün­
celerini benimsediğini” açıklıyordu.
Önde gelen Siyonist gazetelerden olan ‘Jewish
Chronicle’ (Londra) ve ‘A merican Hebrew’ (New York),
1918 Aralığından Lenin’in ölüm tarihi olan 1924 yılma
kadar, Rusyadaki Bolşevik rejimini “Yahudi toplum m o­
delinin bir zaferi” olarak övüyorlardı. Bu gerçekten bir
zaferdi, ama şiddet ve kötülüğün zaferiydi.
8 Eylül 1920 tarihli “American Hebrew” (New York)
şöyle yazıyordu;
“Bolşevik ihtilali büyük ölçüde Yahudi düşüncesinin
ve Yahudi hoşnutsuzluğunun bir ürünüdür.”
Yine aynı gazete 10 Eylül 1920’de “Yahudi idealiz­
mi ve Yahudi hoşnutsuzluğu Rusya’da ne ürettiyse, aynı
Yahudi zihniyeti diğer ülkelerde de onu (yani Bolşevizmi)
üretmeye eğilimlidir,” diyordu.
23 Temmuz 1919’da Scotland Yard,130 Amerikan
Dışişleri Bakanlığına bir rapor göndererek, Bolşevizm’in
Yahudiler tarafından kontrol edilen uluslararası bir hare­
ket olduğuna dair ellerinde yeteri kadar kanıt bulundu­
ğunu, bildiriyordu.
Amerikan Dışişleri Bakanlığına 1918 yılında ula­
şan bir rapora göre, Rusya’daki her şehir sovyeti liderli­
ğinin en az % 50’si Yahudilerden oluşmuştu ve bunların
çoğu anarşistti. (U.S. State Department Report, Foreign
Relations 1918, Russia, Vol. 11, p. 240)
Profesör Israel Shahak, “Yahudi Tarihi, Yahudi Dini,
3000 Yılın Ağırlığı” adlı kitabında131
130 Londra Emniyet Müdürlüğü.
131 Israel Shahak, “Jewish History, Jewish Religion, The Weight of Th­
ree Thousand Years.”

270
“Radikal sosyalist ve komünist partilerin incelen­
mesi. bize birçok Yahudi şovenist ve ırkçının bu partilere
‘Yahudi çıkarları’ açısından katıldığını göstermektedir.”
demektedir.
Fransız Yahudi gazetesi ‘Le Droit de Vivre’ 13 Mayıs
1933’de şöyle yazıyordu;
“Yahudilik, Marksizm ve Komünizmin babasıdır.”132
Avrupa ülkelerinde anti-Komünist akımlar güçlen­
meye başlayınca, ABD’deki “Jewish Voice” (Yahudiliğin
Sesi) gazetesi 1941 Temmuzunda şu sloganı atmıştı;
“Anti-Komünizm, anti-Semitizm’dir.”
Ünlü Amerikan Siyonist örgütü “Anti-Defamation
League” (ADL) 40 yıl boyunca yukarda belirtilen sloganı
savunmuştu. Bilindiği gibi ADL, B’nai B’rith Locasının
yan kuruluşudur.
Troçki ve diğer bazı Yahudiler, Bolşevik Hükümette
Yahudilerin fazla göze çarpmasından rahatsız olmuşlardı.
O sebepten vitrine Rus kuklalar konmaya başlandı.
Nikolai Krylenko (1885-1938); Askeri Sorunlar Halk
Komiseri, V. Nogin (1878-1924); Ticaret ve Endüstriden
sorumlu Halk Komiseri, (Mason) Ivan Skvortsov-
Stepanov; Mali İşler sorumlusu, Georgi Lomov; Adaletten
sorumlu Halk Komiseri, Nikolai Avilov; İletişim so­
rumlusu, Vladimir Milyutin; Tarımdan sorumlu H.K,
UkraynalI Pavel Dybenko (1889-1938); Deniz Kuvvetleri
H.K oldu. Yarı-Yahudi Joseph Stalin de ‘Milletler Sorunu’
sorumlusu oldu.
Toplam 17 Hükümet üyesinden l l ’i Yahudi, ikisi
132 Dr. Alfred Rossig, “Integrales Judentum” adlı kitabında “Eski Ahid
‘Enternasyonalin ilk ve son programını ihtiva etmektedir” diyor­
du-Yazara göre Musevilik, Dünya Sosyalizminin ilk örneği idi.

271
yarı-Yahudi ve sadece dördü Slav’dı. (3 Rus+1 Ukraynalı)
Komünist Partisi Merkez Yürütme Kurulu ilk başkam
(Mason) Leon Kamenev (Leiba Rosenfeld) idi. Kamenev,
Troçki’nin kızkardeşi Olga ile evlenmişti. Kamenev bu gö­
revde ancak 13 gün kalabildi. Yerine başka bir Yahudi-
masonu olan Yakov Sverdlov (Yankel Aaron Movsheviç
Solomon) atandı. Kamenev, Moskova Belediye Başkanlığı
ve Halk Komiserleri Konseyi Başkan Yardımcılığı yaptı.
25 Ağustos 1936’da idam edildi.
Sosyal Devrimciler Leninin icraatlarını şiddetle
protesto ettiler. Lenin, Sosyal Devrimcilerin sol kanadına
“Sovnarkom” (Halk Komiserleri Komitesi)de dört görev
teklifinde bulundu. Başlangıçta Sosyal Devrimciler bu
teklifi kabul etmeme eğilimindeydiler, ama sonra Sosyal
Devrimci Josef Steinberg, V. Trutovsky, Vladimir Karelin
ve A. Kolegayev, Bolşevik hükümete katılmak ve Lenin’in
terörizmine destek vermek kararı aldılar. Bu karar Sosyal
Devrimcilerin sol kanadının parçalanmasına yol açtı.
Bu arada Lenin tasarılarını kamufle etmek için,
Masonluğu resmen yasakladı. Zaten Fransız Devriminde
Jakobenler de aynısını yapmışlardı. Lenin, hükümetteki
güç odaklarının başındaki Yahudilerin varlığını gizleye-
mez bir duruma gelmişti.
1917 sonbaharının başlarında Yahudiler her şeye
egemen olmuşlardı. Rusya nüfusunun % 6 sim (6 Milyon)
teşkil etmelerine rağmen, her kurumun ve her kuruluşun
başında onlar vardı.
Rus jeopolitikçilerinin en önemlilerinden biri olan
Aleksandr Dugin Rus devrimindeki Yahudilerin rolü ko­
nusunda şunları yazıyor;
“Birçok Yahudi, Bolşevikliği nihayet büyük bir halk­
272
la bütünleşme ve getto’ları terketmenin bir yolu olarak
görmüşlerdi.
Yahudiler, Bolşevikliği eskatolojik olarak Rus kurtu-
luşçuluğunu Avrasya devriminin, sermaye ve sömürünün
dışlayıcı yasalarının ortadan kaldırılmasının ortak hima­
yesi altında Yahudi kurtuluşçuluğu ile birleştirmenin bir
buluşma çizgisi olarak bakmaktaydılar. Böylece, mistik
eğilimli Doğu Avrupa Yahudilerinin (Hasidik’lerden
Sabataycılara kadar) müfrit kesimleri Bolşevikler, Sosyal
Devrimciler ve Marksistler için besleyici bir taban teşkil
etmekteydi. Kızıl önderlerin çoğunluğunun mistik- eska­
tolojik kurtuluşçu heyecana bürünmüş Hasidik ailelerden
ve yörelerden çıkması tesadüfi değildi!..
Bu yakınlaşmanın zahiri tezatlığma rağmen,
Hasidik tipli Yahudi köktencisi ile ateist Bolşevik toplu-
munun ateşli kurucuları arasında tipolojik ve psikolojik
sıkı bir bağ mevcuttur. Çünkü her ikisi de Yahudiliğin
“Avrasyacı,” “Doğucu,” mistik-irrasyonel kesimine
mensuptu. Yahudilik içi iki kampa, bir yanda Hasidik-
Kabalacı (Bolşevik) ve diğer yanda Talmudcu-rasyonalist
(aydınlanmacı, burjuvacı, kapitalist) olarak ayrılmıştı.
Bolşevik kutbu, asıl “Yahudi doğuculuğu’nun temsilcile­
rini, Hasidik-Sabataycı tipini, Yahudi komünistlerini ve
Yahudi sosyalistlerini bünyesinde birleştirmişti.”
Bu önemli tespitten sonra yeniden konumuza dö­
nelim. Petrograd Belediye Başkanı Yahudi Schreider idi.
Diğer parti liderleri de Yahudiydi. Diğer partilerdeki
Yahudilerin önemli bir bölümü Bolşeviklere katılmıştı.
Yahudi-Bolşevikler parlâmento seçimleri için yoğun bir
kampanyaya başladılar.
Yahudiler Sovyet basınını da kontrol etmekteydi­

273
ler. ‘Izvestiya’ gazetesinin (Daha sonra hükümetin yayın
organı olacaktır) arkasında Yuri Steklov (Nakhamkis),
Ziperoviç, Goldenberg vardı. ‘Kommunist’ dergisi ba-
şeditörü Vilhelm Knorin idi. ‘Znamya Truda’nın yayın
kurulu Lander, Levin ve Davidson’d an oluşmuştu. ‘Volja
Truda,’ Sachs, Polyansky ve Katz tarafından çıkarılıyor­
du.
Moisei Kharitonov (Markoviç) Petrograd’daki
milis şefliğine atanmıştı. Kharitonov, Leninle birlik­
te İsviçre’d en Stokholme gidenler arasındaydı. Daha
sonra Troçkist olmuştur. ‘Pravda’nm editörü Grigori
Sokolnikov (Brilliant) idi. Bolşeviklerin iktidarı teslim al­
malarının (dikkat edilsin ‘darbe’ demiyorum!..) ardından,
Sokolnikov, ‘Bankacılık Meseleleri’ Halk Komiserliğine
atandı. 1921’de ‘Mali Sorunlar’ Halk Komiserliğine geti­
rildi. 1937’de Stalin tarafından tutuklandı ve iki yıl sonra
‘GULAG’ kamplarının birinde öldü.
Polonya Yahudisi Jakob Hanecki (Fürstenberg)
‘Ulusal Bankanın şefi oldu.
Kurucu Meclis 5 Ocak 1918’de toplandı ve Bolşevik
Hükümeti 136’ya karşı 237 oyla reddetti. Lenin, ‘Letonyalı
Tüfekçiler’i (yani Alman birliklerini) kullanarak meclisi
feshetti. Alman askerleri Kurucu Meclisi savunan kala­
balığa ateş açtı. İşte, Bolşeviklerin hükümet darbesini
gerçekleştirdiği an, bu andır. Bolşeviklerin bu aşamada
iktidarı terketmeye hiç niyetleri yoktu. Bolşeviklerin ik­
tidarda kalma hırslarının ardında muazzam Rus servetini
çalma ve yağmalama isteği yatıyordu.
Nitekim, Bolşevikler Rus Ortodoks kiliselerinden
7,5 milyar rublelik altın çalmışlardı.
İktidarlarının sağlamlaştığını gören Bolşevikler,
274
devrim mahkemeleri kurmaya ve özel mülkiyeti “milli­
leştirmeye” başladılar. Yaptıkları diğer önemli bir şey ise,
ordudaki rütbeleri kaldırmak ve çok gizli bir siyasi polis
örgütü olan “ÇEKA’yı kurmak oldu.
Bolşevikler arasında çok sayıda Mason vardı.
Bunlar arasında, Nikolai Bukharin, Mieczyslaw
Kozlowski, Semyon Sereda (Daha sonra Ziraat Halk
Komiseri olacaktır) Ivan Skvortsov-Stepanov, Mikhail
Skobelev, Nikolai Sokolov, Leonid Krasin, Gorki’nin ka­
rısı J. Peshkova ve üvey oğlu Zinovi Peshko’yu (Yakov
Sverdlov’un kardeşi) sayabiliriz.
Yayıncı Yekaterina Kuskova ya göre, 1950’lerde bile
Sovyet yönetiminin yüksek mevknlerinde çok sayıda Ma­
son bulunmaktaydı (Novoye Russkoye Slovo, İst of August
1986).
Batıdaki mason-komünist ajanları, loca kardeşlerin­
den yardım alıyorlardı. Bunlar içinde en önemlilerinden
biri 1950’lerde Fransa’d a tutuklanan Georges Ebon’dur.
(Terry Walton, “KGB in France,”Moscow, 1993)
28 Ocak 1918’de Lenin, “Kızılordu”yu kurmaya ka­
rar verdi. Amerikalılar ve Almanlar bu konuda Lenin’e
her türlü yardımı yaptılar. Durum kötüydü, çünkü düş­
man (Beyaz Ordu) Petrograd’a yaklaşmak üzereydi. 11
Mart 1918’de Bolşevik Hükümet Moskova’ya kaçarak
oraya yerleşti. Moskova bundan sonra yeni rejimin baş­
kenti olacaktı. Lenin ayrıca yeni bir takvimi (Gregoryen)
kabul etti.
Sosyal Demokratik Bolşevik Parti, 8 Mart 1918’d en
itibaren “KOMÜNİST PARTİ” olarak anılmaya başlandı.
Bu Komünistler, Leon Troçki’nin “Askeri Sorunlar Halk
Komiseri” görevini üstlendiği, yeni bir Yahudi hükümeti
275
oluşturdular. Çiçerin (Asıl adı Ornatsky. Yahudi annesi­
nin adı Meierdorf idi.) “Dışişleri Halk Komiseri” oldu.
Çiçerin akli dengesi bozuk bir kişiydi ve daha önce
iki defa akıl hastahanesinde yatmıştı.
Bolşevik Hükümet, Fransa’daki Jakobenler ve 1871
Paris Komünü tecrübelerini göz önüne alarak yeni
yapılanmalara gitti.
Moisei Uritzky (Boretsky) Petrograd Çeka’sı şefi
oldu. O kadar gaddar, sadist ve acımasızdı ki, halk ona
“Petrograd Kasabı” diyordu. 1918 Ocak ayında denizci­
ler ve Alman askerleri yardımıyla parlâmentoyu fesheden
oydu.
Yahudi devrimciler ve cellatlar takma isimler
kullanmalarına rağmen, Rus halkı ülkeyi demir yumruk­
larla yönetenlerin kim olduğunu kısa bir zaman içinde
anlamıştı.
1920 yılında bütün diğer partiler yasaklanması
rağmen, Yahudi “Bund” ve “Poalei Zion” hâlâ çalışma­
larına devam ediyordu.
“Poalei Zion,” 1928 Aralığında Komünist Partiye
katıldı.
Sovyetlerdeki kilise ve din adamlarına karşı girişilen
faaliyetler sırasında, tek bir sinagoga bile zarar verilmedi
(O sıralar kiliseler tuvalete veya ambara dönüştürülüyor­
du). Hiç bir haham papazlar gibi çarmıha gerilmedi. 1922
yılında Moskova’daki birçok kilise yıktırılırken, o sıralar­
da 2000 kişilik yeni bir sinagog açılıyordu. Rusya’d a yıktı­
rılan kilise sayısı 60.000’i bulmuştu.
18 Eylül 1920 tarihli İngiliz “The Times” gazete­
si, “Sovyet rejiminin Yahudi beyinlere, Letonyalı (yani

276
Alman) ve Çinli süngülere ve Rus cehaletine dayandığı­
nı” yazıyordu.
1922 yılında İngiliz “Morning Post” muhabiri Victor
Marsden, “Sovyet hükümet yönetimindeki 545 kişiden
477’sinin Yahudi olduğunu ve bunlar içinde sadece 30
kişinin Rus olduğunu” yazıyordu.
1920’de Sovyet parti ve devlet mekanizmasında,
muhtelif kurum ve kuruluşlarda yarım milyon Yahudi
çalışmaktaydı.
Bolşevizm, her çeşit Yahudi spekülatörü ve anarşisti
için çok cazip bir rejimdi. Yahudiler, Türkiye, Almanya,
Avusturya, Bulgaristan, Macaristan, Polonya, Bohemya,
Slovakya ve ABD’den akın akın Rusya’ya gelmeye baş­
lamışlardı. Örneğin; Prag’lı Siyono-Komün İst Ernest
(Arnost) Kolman, 1918-1919 yılları arasında parti görev­
lisi olarak çalışmıştı. ABD’den gelenler arasında en ünlü­
ler Emma Goldman ve Alexander Berkman’dır. Bu ikisi
1920 yılında Amerikalı yetkililer tarafından Petrograd’a
yollanmıştı. Bu anarşistler Sovyetleri “dünya cenneti” ola­
rak görüyorlardı.
Yurt dışından gelerek Sovyet devlet mekanizmasın­
da görev alan bazı önemli Yahudilerin kısa bir listesini
veriyorum;
Minnor, İçişleri Siyasi Komiserliğinde aktifti.
Kisswalter, Yüksek Sovyette “Yeniden Yapılanma Komi­
tesi” başkanlığı yaptı.
Kahan, özel bankaları tasfiye komitesinde ça­
lıştı. Simson, Sovyetlerle koordineli çalışmalar yaptı.
Gubelman, Moskova askeri bölgesi siyasi komiseri idi.
Michelson, ‘Halk Bankası’ danışmanı ich. Amerikan
Yahudileri Çeka içinde de yüksek mevkiilere getirildiler.
277
Bunlar içinde Çeka’d a “tehlikeli insanlar” olarak ün
yapan Meichman ve Meherbey’i sayabiliriz. (Maurice
Pinnay, “The Secret Driving Force of Communism”)
Troçki’nin yoldaşı Clara Sheridan “New York
World’a yaptığı açıklamada (13 Aralık 1923) şunları söy­
lüyordu;
“Komünist liderler Yahudidir ve Rusya tamamen
onların egemenliği altındadır. Onlara her şehirde, her hü­
kümet bürosunda ve her gazete ofisinde rastlayabilirsiniz.
Rusları yönetimden kovan bu insanlar, artan anti-semitiz-
min de sorumlusudurlar.”
Burada bir defa daha altını çizerek belirtmek ge­
rekiyor ki, aşırı Yahudiler ve yandaşları uluslararası
Yahudi bankacılık şebekesinin bir aleti idi. Bu bankerler
Rusya’d an mümkün olduğu kadar çok serveti yurt dışına
çıkarmak istiyorlardı. Fransa’daki Jakoben terörü sırasın­
da ne yaşanmışsa, aynısı Rusya’da da tekrarlanmıştı.
Banker Jacob Schiff, Bolşevik darbeyi organize etme­
si için Troçki’ye 20 milyon dolar vermişti. J. Schiff, yatırımı­
nın karşılığını almış ve 600 milyon altın ruble 1918-1922
yılları arasında ABD’ye transfer edilmişti. 23 Ağustos
tarihli “New York Times” gazetesinin bildirdiğine göre,
Kuhn, Loeb&Co.bankası Bolşeviklerin çaldığı zenginlik­
lerden 102.290.000 dolar kâr etmişti. (Bu paranın bugünkü
değerini bulmak için bu rakamı 100 ile çarpınız)
Komünist parti Rus servet ve zenginliklerine el
koyarken, milyonlarca Rus açlıktan ölüyordu.
Tarihçi Igor Bunich’e göre, Rusya’d an dışarı kaçırılan
altınlar dünyanın muhtelif ülkelerindeki kişisel hesaplara
yatırılmıştı. (Çarlık Rusyası’nda her yıl 30 ton altın üre­
tiliyordu.)
278
Geçici Hükümet zamanında İletişim Bakanının sağ
kolu olan Mason Prof. Yuri Lomonosov, 1918-19 yılları
arasında ABD’de yaşamıştı. Daha sonra Rusya’ya dönerek
Bolşevik rejimde yüksek bir mevkii elde etti.
1920 yılında Çarın altınları, Lomonosov’un kontro­
lü altında, Jacob Schiff’in bankası Kuhn, Loeb&Co ve
İsveçli Yahudi banker Olof Aschberg’in Nya Bankası vası­
tasıyla ABD ye gönderildi.
Üç gemi dolusu 540 sandık altın, Estonya
Cumhuriyeti limanı Talimden ABD’ye gönderilmişti.
(U.S.State Department Decimal File, 861.51-837, 4th of
October 1920)
Görevi biten Profesör Lomonosov daha sonra
ABD’ye geri döndü. Her sandıkta 60.000 altın rublelik
altın vardı ve toplam değeri 32,4 milyondu. Bolşevikler
para transferi için Estonya’nın Harju Bankasını kullan­
mışlardı.
Rus tarihçi Igor Bunich’e göre, Bolşevikler bütün
, altın rezervlerini ABD’ye göndermişlerdi. Bu altınları te­
min etmek için yalnız Kolyma’d a -köle işçi olarak çalıştı­
rılan- 600.000 Rus maden işçisi hayatını kaybetmişti.
Rusya’d a cinayetler ve yağmalar devam ederken, 1,6
milyon Rus yurt dışına kaçmıştı.
Komünist Partisinin 19.564 yöneticisi Yahudi idi ve
Yahudi Komünist partileri, yani ‘Bund’ ve ‘Poalei Zion’
Rus toplumu üzerinde tam bir kontrol mekanizması kur­
muşlardı.
Yahudiler Rus medyası ve film endüstrisi üzerinde
de tam bir egemenlik kurmuşlardı.
Lenin, 1917 Aralığında “cinsel özgürlükler” açık­

279
lamasını yaptı. (1791’de Fransa’daki Jakobenler de böyle
yapmışlardı.) Lenin, “18 yaşındaki her genç kadın dev­
letin mülkiyetindedir,” diyordu. Evlenmemiş her kadın
“Serbest Aşk B ürosuna kaydolmak mecburiyetinde idi.
Büroya kayıtlı bir kadın, yaşları 19 ile 50 arasında değişen
bir erkek seçmek mecburiyetinde idi. Erkeklerin kadın
seçme özgürlüğü vardı, fakat kadının “proleter” olduğu­
nu belgelerle kanıtlama zorunluluğu vardı. Diğerlerine
cinsel hayat sınıf düşmanları (yani Yahudi-düşmanları)
oldukları gerekçesiyle yasaklanmıştı.
Devletin yüksek menfaatleri adına erkekler, “Serbest
Aşk B ürosundan kadın seçebiliyorlardı ama bunun ter­
si olmuyordu. Bu evliliklerden doğan çocuklar kesinlikle
devlete aitti.
Yahudi-Bolşevik önderliği altında Sovyet Rusya’da
ahlak normları hızla düşmekteydi. Mason devrimci
Mikhail Bakunin’in bir zamanlar öngördüğü gibi, Rus
toplumu, gerçek bir toplum mühendisliği sonucu, “bir
hayvan sürüsüne”dönüşmek üzereydi.
Yahudi psikolog Alexander Zalkind, “Devrim ve
Gençlik” (Moskova, 1925) adlı kitabında belirttiği gibi,
Komünist Parti Rus halkına ırk manipülasyonu uygula­
maya niyetli idi. Zalkind şöyle yazıyordu;
“Toplumun halkın cinsel hayatına müdahele etmek ve
ırkı yapay cinsel seleksiyonla ıslah etmek hakkı vardır.”
Diğer bir deyimle Bolşevikler, gelecekte pek zeki
olmayan itaatkar köleler istiyorlardı.
Oleg Platanov, “20. Yüzyılda Rus Halkının Tarihi”
(Moskova, 1997) adlı kitabında “Yahudi resmi makam­
larının Bolşevizmin sembolü olarak önerdikleri ilk işaret
bir “swastika” (Gamalı Haç) idi. Ters çevrilmiş “swasti-
280
ka,”Kızdordu üniformasının kollarında, 1918de 5000 ve
10.000 rublelik kağıt banknotlarda görülmeye başlanmış­
tı. David yıldızı (Altı köşeli yıldız) ise Bolşevik belgelerin­
de ve Sovyet askeri rütbe işaretlerinde kullanıldı. David
yıldızı daha sonra beşköşeli masonik yıldızla değiştirildi,”
diye yazmaktadır.
Yahudi-Komünist yönetim büyük ölçüde masonik
sembolleri (yukarda bahsedilen swastika ve David yıl­
dızı da masonik semboller arasındadır) ve terimleri kul­
lanmaktaydı. Bunların en başında beş köşeli kızıl yıldız
(Salomoıı=Süleyman’m yıldızı) geliyordu. Komünist
Parti mensupları arasında çok kullanılan “Tovariş”
(Yoldaş) kelimesi de ikinci dereceden Masonların birbi­
rine hitap şekliydi.
Yüksek masonik localar, Yahudilikte olduğu gibi
“konseyler” olarak adlandırılır (Masonluktaki ‘Süprem
Konseyi hatırlayalım).
Lenin nişanına (Order of Lenin) hak kazananlara
“Lenin’in Şövalyeleri Tarikatı” deniyordu. Komünizmin
orak’ve çekiç’sembolleri de Masonluktan alınmadır. Eski
Ahid’de Yahve’nin düşmanlarının tepesine bir çekiç gibi
indiği anlatılır. Orak ise yok oluşu sembolize etmektedir.
Orak, Eski Ahid’in Jeremiah (50:16) bölümünde zikredil­
mektedir.
İngiltere, Amerika ve Almanya’nın yardımları saye­
sinde Rusya’d a bir Sovyet rejimi kuruldu. Bu rejim, terör,
hile, yağma ve siyasi fahişelik temelleri üzerine kurul­
muştu.
Marxism, bir kanser gibi Rusya’yı sardıktan sonra,
kızıl bir salgın hastalık gibi, yurt dışına da yayılmaya baş­
ladı.
281
1917-1922 yılları arasında 800.000 Başkır (Nüfûsun
%57’si) yok edildi.
Kırım Tatarlarının ülkelerinden niçin sürüldük­
leri şimdi daha iyi anlaşılmaktadır. Çünkü Yahudi-
Komünistler burada 15 Şubat 1944’de bir “Yahudi
Cumhuriyeti” kurmayı plânlıyorlardı.133 Fakat bu ger­
çekleştirilemedi.
Lenin in suç sendikası, başlangıcından itibaren hem
uluslararası bankerler, hem de Alman Hükümeti tarafın­
dan desteklendiği için, çok güçlenmişti.
18 Mayıs 1918’de Alman Dışişleri Bakam Richard von
Kühlmann, Moskova’daki Alman Büyükelçisi Wilhelm
von Mirbach’a bir telgraf çekerek şu talimatı veriyordu:
“Bolşeviklerin iktidarda kalması için ne kadar para
gerekiyorsa harcayın!..”3 Haziran 1918’de Mirbach 3 mil­
yon marka ihtiyacı olduğunu bildiriyordu. 6 Temmuz
1918’de Bolşevik terör rejimi, Sosyal Devrimcilerin ayak­

133 1942’de Amerikan hükümetinin Nazi Almanyası’na karşı Avrupa’d a


derhal bir “ikinci cephe” açmasını sağlamak amacıyla, Amerikan
Yahudilerine baskı uygulamayı düşünen Sovyet hükümeti, bir
“Sovyet Yahudileri Antifaşist Komitesi” kurdu. Bu komitenin
başında, ünlü Moskova Yidiş Tiyatrosu Müdürü Salomon Mihoels
bulunuyordu. Yazar Ilya Ehrenburg’un da aralarında bulunduğu
yüzlerce entellektüel Yahudi burada büyük bir faaliyet gösterdi.
Komite, hızla resmi propaganda örgütü rolünün dışına çıkarak,
Yahudi topluluğunun birleştiriciliğine ve Sovyet Yahudilerinin
temsilciliğine soyundu. Hatta 1944 ydı Şubat ayında, komite yöne­
ticileri Mihoels, Fefer ve Epstein, Staline bir mektup göndererek,
“Kırım’d a Özerk bir Yahudi Cumhuriyetinin” kurulmasını önerdi­
ler. Böylece, 1930’lu yıllarda denenen ve başarısızlıkla sonuçlanan
“Birobican Ulusal Yahudi Devleti” deneyimini de unutturabilir-
lerdi.
Stalin, Uluslararası strateji nedenleriyle 1946’d an itibaren İsrail
devletinin kurulmasından yana bir dış politika izlemişti. (Kaynak:
Komünizmin Kara Kitabı).

282
lanması ile çöküşün eşiğine geldi. Fakat rejim, Alman as­
kerlerinin yardımı sayesinde yeniden ayakta kaldı.
Alman sosyalisti Eduard Bernsteinın açıklamalarına
bakılırsa, Alman Hükümeti Bolşeviklere toplam 50 mil­
yon mark yardım yapmıştı. (Vomaerts, 14. Januar 1921).
Lenin, Bolşevizmi başka ülkelere de yaymak isti­
yordu. Bu amaçla Maxim Litvinov (Hennoh Wallach)
ve Theodor Rothsteina uluslararası bir şebeke (yani
Kominterni) kurmalarını emretti. Lenin bu şebekenin
operasyonlarını, Rusya’nın yağmalanması sırasında ele
geçirilen elmaslarla finanse ediyordu.
1919’d a kurulan “Komintern”in (Komünist
Enternasyonal) amacı, bütün Avrupa’yı Sovyetler’e dö­
nüştürmek idi.
Masonik Bolşevikler Macaristan, Bavyera ve
Slovakya’d a hükümet darbesi teşebbüsüne giriştiler.
Almanya’daki Yahudi-Spartakist yönetim kızıl bir
diktatörlük kurmaya yöneldi.
Lenin, enternasyonalizmin istisnasız bütün ülkeler­
de devrimci hareketlerin desteklenmesi anlamına geldi­
ğini söylüyordu.
Lenin, Komintern’in yurtdışı yıkıcı faaliyetleri için
50 milyon ruble ayırmıştı.

283 Levent Şahverdi Arşivi


YİRMİ ALTINCI BÖLÜM

RAKOVSKÎ PROTOKOLLLERİ
(Kapitalist Enternasyonal ve Devrimler)

Josef Landovski-Rakovski Protokolleri,134 Sovyet


Büyükelçisi Kristian Jureviç Rakovski’nin, GPU135 ajanı
Gabriel G. Kuzmin tarafından 26.1.1938’d e Moskova’daki
sorgulanması sırasında tutulan zabıtlardır.
İkinci Dünya Savaşı sırasında Doğu cephesin­
de (Ruslara karşı) gönüllü olarak savaşan İspanyol “Mavi
Tümen” askerlerinden biri, Rusya'nın derinliklerinde NKVD
doktoru Josef Landovskinin cesedini bulur. Ceset üzerin­
de yapılan aramada kaim bir defter bulunur. Bu defterin
İspanyolca çevirisi, Madrid’de “Sinfonia en Rojo Majör” adı
altında NOS Yayınevi tarafından 1950 yılında yayınlanmıştı.
Kitap, malum çevrelerde büyük bir korku ve paniğe yol açmış
ve çoğu kopyaları derhal satın alınmıştı.
Protokolün sansasyonel kişisi şüphesiz Sovyetlerin
eski Paris Büyükelçisi Rakovski’dir.136 Bu Troçkist,

134 135. Carlus Baagoe, “Ein Lautsprecher der Anonymen,” Hamburg,


1975.
135 GPU (Rusça: Gosudarstvennoye Politiçeskoye Upravleniye) Dev­
let Siyaset Dairesi. 1922’d e Çeka yerine kurulan Sovyet siyasi polis
örgütü. Hem güvenlikle ilgili, hem de adli görevler üstlenmesi,
ayrıca yargılanmaları gizli yöntemlerle yapması nedeniyle GPU
korkunç bir güce sahipti.
136 Parvüs’ün eski günlerden kalma yoldaşı Rakovski için, “Troçki’nin
ve îttihatçilarm Akıl Hocası, Rus Devriminin Planlayıcısı Parvüs
Efendi” bölümüne bakınız.

284
Stalinin “büyük temizlik harekâtı” sırasında Tuhaçevski,
Garmanik, Yakir v.b şahıslarla beraber tutuklanmış, an­
cak diğerleri gibi öldürülmemiştir.
Aşağıdaki satırlarda okuyacaklarınız -yine malum
çevrelerce düzmece olduğu iddia edilen- 1897 tarihli
“Siyon Önderlerinin Protokolleri” ile tam bir benzerlik
arzetmektedir. Ayrıca bu protokoller, 1939da imzalanan
Alman-Sovyet saldırmazlık paktından, 1945e kadar ge­
çen süre içinde tarihin bilinmeyenlerine de ışık tutmak­
tadır.
Sorgulama tutanaklarında GPU ajanı Kuzmin
(Kuz), Rakovski ise (Rak) olarak belirtilmiştir. (Aşağıda
okuyacağınız konuşmaların içerdiği bazı anlaşılması
zor paradox’ları orijinal metinde bu şekilde yer aldığı
için, değiştirmeden bırakmak mecburiyetinde kaldım.)
Konuşmalarda sık sık adı geçen “onların kim olduğunun
yorumunu okuyucuya bırakıyorum.
Kuz: Sizler Hitler’in casuslarıydınız değil mi?..
Rak: Evet!..
Kuz: Hayır, Rakovski, hayır!.. Bana hakikati söyle­
yin. Mahkeme tutanaklarındaki gerçekleri değil!..
Rak: Biz Hitler’in casusları değildik. Sizin kadar,
Stalin kadar, Hitler’den nefret ediyorduk. Hatta daha bile
fazla. Ama mesele sandığınızdan daha karmaşık.
Kuz: O halde size yardımcı olayım. Ben de bir şeyler
biliyorum. Siz Troçkistler Alman Genelkurmayı ile temas
kurdunuz. Öyle değil mi?
Rak: Evet
Kuz: Ne zaman?..
Rak: Tam olarak tarihini bilemiyorum. Troçki’nin

285
devrilmesinden hemen sonra, fakat Hitler’in iktidara gel­
mesinden önce.
Kuz: O halde siz Hitler rejiminin casusu değilsiniz.
Öyle mi?..
Rak: Evet, doğru. Ondan önceydi.
Kuz: Ne amaçla bunu yaptınız?.. Bir Alman zaferine
karşılık Rus topraklarını onlara hediye mi edecektiniz?..
Rak: Hayır, kesinlikle böyle bir şey söz konusu de­
ğildi.
Kuz: O halde para için mi casusluk yaptınız?..
Rak: Özgürce konuşabilir miyim?..
Kuz: Tabii, bunu özellikle isterim.
Rak: Leninin de Alman yardımı alırken daha baş­
ka bir amacı olduğunu hiç düşündünüz mü?.. Ona da
“Kayzerin Ajanı” denmişti. Fakat onun Kayzer Almanyası
ile bağlantılı olarak, Rusya’nın yenilgisinde önemli bir
payı olduğu inkar edilemez bir gerçektir.
Kuz: Bu iddia doğru bile olsa olayla ilgisi ne?..
Rak: Hayır, lütfen izin verin bunu açıklayayım.
Leninin yaptıklarının Almanya’nın yararına olduğu
aşikârdır. Almanya ile yapılan Brest-Litovsk Anlaşması
ile, Rusya’ya ait büyük bir toprak parçası Alman sınırları­
nın içine girdi. Buna kim sebep oldu?.. Daha 1913 yılın­
da “Rusya’nın yenilgisinin” Bolşeviklerin silâhı olacağını
kim açıkladı?.. Tabii ki Lenin!..
Lenin, Gorki’ye yazdığı bir mektupta, “Avusturya ve
Rusya arasındaki savaşın ihtilal için çok faydalı olacağını”
belirtiyordu.
Biz Troçkistler, 1905 yılında Rusyanın yenilmesine
neden olduk. Leninin 1913’de savunduğu taktik aslında

286
bizim taktiğimizdi. Bizler şu anda Leniriin taktiklerini
uygulamaktayız.
Kuz: Fakat küçük bir ayrıntıyı atladınız Rakovski.
Bugün Sovyetler Birliğinde Çar değil, Sosyalizm egemen­
dir.
Rak: Sovyetler Birliğinin sosyalist olduğuna inanı­
yor musunuz?..
Kuz: Sovyetler Birliği sosyalist değil mi?..
Rak: Bana göre sadece ismi sosyalist. Muhalefetimizin
asıl nedeni de bu. Bize göre Stalin in Bonapartizmi Komü­
nizme ihanettir. Şu halde bizler ona karşı çıkmakta haklı­
yız.
Kuz: Sizler, Sovyetler Birliğinin yenilmesini gerçek
sosyalizmi, yani Troçkizmi, ikame etmek için istemişti­
niz ama, bütün Troçkist lider kadrosu bizler tarafından
tasfiye edildi.
Rak: Gerçekte şimdi ve önümüzdeki yıllar içinde,
Sovyetler Birliğinin yenilgisini ne isteriz, ne de bunun
için mücadele ederiz. Çünkü iktidara gelebilecek güçte
değiliz. Bizlerden Komünizme bir fayda gelmez. “Stalinci
Devletin yıkılması” hedefi bizleri harekete geçiremez.
Stalinci devlet aslında her açıdan anti-komünist bir dev­
lettir.
Kuz: Sovyet devletini anti-komünist buluyorsanız
niye onu devirmek için uğraşmıyorsunuz?.. Bana bunu
açıklayabilir misiniz?..
Rak: Hayır, bütün bunlar basit bir mantık yürüt­
me ile anlaşılamaz. Stalin Bonapartizmi her ne kadar
Komünizme karşıysa da, şu anda Sovyetler Birliği bir
öğretiye ve şekle sahiptir. Yani Sovyetler formel (şekilsel)

287
olarak komünisttir, ama gerçekten değil!..
Troçkizm’in ortadan kaldırılması, Staline otomatik
olarak reel Komünizmi, formel (şekilsel) Komünizme dö­
nüştürme fırsatını verdi. Stalin ortadan kaldırılabilseydi,
formel’d en reel Komünizme dönüş imkânı olacaktı. Beni
anlayabiliyor musunuz?..
Kuz: Evet, tabii. Yalnız söyledikleriniz arasın­
da gerçeklere aykırı bir şey var, yani Stalinin anti-
Komünizmi. Sovyetler Birliğinde özel mülkiyet var mı?..
Şahsi artı değer var mı?.. Sınıflar var mı?..
Rak: Size şeklen bir Komünizmden söz ettim. Bu
söyledikleriniz boş form’lardan ibarettir.
Kuz: Ne maksatla böyle söylüyorsunuz?..
Rak: Bu bir mecburiyettir. Ne kadar istense de tarihi
materyalizmin gelişimini engellemek mümkün değildir.
İnsanlığı Komünizme iten güç, durdurulamaz. Sürekli
devrime engel olmak mümkün değildir.
Hitler, (gerçek) Sosyalizmi ortadan kaldırmak için,
Sosyalizmi kullandı. Onun anti-Sosyalizmi, Nasyonal-
Sosyalizmdir. Stalin de (gerçek) Komünizmi ortadan
kaldırmak için Komünizmi kullandı. Onun Nasyonal-
Komünizmi, anti-komünist bir Komünizmdir.
Hitler’in anti-Sosyalizmi ve Stalin’in anti-
Komünizmine rağmen, her ikisi de istemlerinin dışında,
hem Sosyalizme hem de Komünizme hizmet ettiler. Siz
isteseniz de istemeseniz de, bilseniz de bilmeseniz de, for­
mel (şekilsel) bir Komünizm inşa etmiş oluyorsunuz.
Gerçekte Marx’ın asıl mirasçısı bizleriz, (yani
Troçkistler)
Kuz: Marx’ın mirasçıları mı?.. Troçkistlerin hepsi
tasfiye edildi.

288
Rak: Siz böyle diyorsunuz ama, “Stalin in Temizlik
Harekatından kurtulanlar olacaktır. Stalinin gizli polis
gücünün kolları her yere uzansa bile bütün Komünistleri
yakalayamaz.
Kuz: Rakovski sizden rica ediyorum, hatta emredi­
yorum bu oyuna bir son verin. Diplomatik dokunulmaz­
lığınızı kötüye kullanmıyor musunuz?..
Rak: Ben tam yetkili bir bakan mıyım?.. Elçi mi?..
Kimin elçisi?..
Kuz: Tam olarak adlandırmak gerekirse Troçkizm’in
diyebiliriz.
Rak: Ben Troçkizm’in de yetkili bir temsilcisi deği­
lim. Bu sıfatı siz yakıştırdınız.
İçteki muhalefet Stalin i devirmeye muvaffak ola­
madığı, ve yerine de bir başkası ikame edilemediğinden,
ufukta Staline karşı potansiyel bir saldırı tehlikesi belirdi.
Bu potansiyel saldırgan, büyük nihilist Hitler’dir. Hitler,
Alman Silâhlı Kuvvetlerinin (Wehrmacht) tehlikeli silâhı­
nı Sovyet Rusya’ya doğru çevirmiştir. Bu güç, Troçkistlerle
beraber veya onlar olmaksızın, Sovyet Rusya’ya karşı bir
saldırıya geçecektir.
Kuz: Hitler’in Sovyetler Birliği’ne saldırısına kesin
gözüyle bakıyorum.
Rak: Niçin?..
Kuz: Çünkü ona öyle emredildi. Hitler, uluslararası
kapitalizmin paralı askeridir.
Rak: Böyle bir tehlikenin varlığını kabul ediyorum
ama, Hitler’in Sovyetler Birliği’ne saldırısının kesin oldu­
ğu iddiasını temelsiz buluyorum.
Kuz: Sovyetler Birliği’ne saldırı, Faşizmin özün-

289
de vardır. Bunun dışında, bütün kapitalist devletler
Almanya’nın yeniden silâhlanmasına destek verdiler.
Rak: Önemli bir şeyi unutuyorsunuz. Hitler’in ye­
niden silâhlanması ve buna karşılık Versay Antlaşmasını
imzalayan milletler tarafından cezalandırılmaması, ona
çok gerekli zamanı kazandırdı. Burada Staline karşı bir
muhalefet vardı ve bizler çok uğraşmamıza rağmen,
Stalin’i ortadan kaldıramamıştık. Bütün bu gelişmelerin
birer tesadüf olduğunu mu sanıyorsunuz?..
Kuz: Hitlerin silâhlanmasına göz yuman milletler­
le, Stalin’e muhalefet arasındaki bağlantıyı kuramadım.
Hitlerizmin hedefi tamamen açık ve nettir. Sovyetler
Birliği’ne saldırı eskiden beri Nazi Partisinin programın­
da bulunuyor. Komünizmin yok edilmesi ve “doğuya ya­
yılma” Hitler’in “Kavgam”ında açıkça belirtilmiştir. Sizin
de Rusya’nın yenilgisini, politikalarınız doğrultusunda
kullanmak istemenizi anlayışla karşılıyorum.
Rak: İlk bakışta her şey olduğundan fazla mantıki
ve doğal geliyor.
Kuz: Hitler bize saldırmazsa, bunu Fransa ile yap­
tığımız ittifaka mı bağlayacağız?.. Onlara güvenmek çok
aptalca olur, çünkü Kapitalistler Komünizmi kurtarmak
için hiçbir zaman kendilerini feda etmezler. Hitlercilerin
Sovyetler Birliği’ne saldırısı diyalektik bir gerekliliktir.
Böyle bir saldırı olursa, bütün kapitalist dünya Hitler’in
yanında olacaktır.
Rak: Sizin Skolastik Diyalektiğinizden, Stalinizm’in
siyasi eğitiminin ne kadar basit ve dar görüşlü olduğunu
anlıyorum. Anladığım kadar, sizler Marksizmin sadece
basit ilkelerini, yani demagojik ve popüler yanını öğren­
mişsiniz.
290
Kuz: Sizin için zor ve fazla uzun olmazsa, Marksismin
yüksek teorisini açıklamanızı rica ederim.
Rak: Sizin üniversitede öğrendiğiniz Stalinist ele-
manter137-Marksism yardımıyla bile Hitler’in Sovyetler
Birliğine saldırısının kesin olmadığını anlayabiliriz.
Marksismin temel taşı olarak kapitalizmin ölümcül ve şifa
bulmaz iç çelişkileri olduğu öğretilir. Değil mi?..
Kuz: Doğru.
Rak: Sizin marksist eğitiminiz bence yeterli değil.
Tepkileriniz ve bilgileriniz sıradan bir Komünist parti
üyesi gibi.
Kuz: Peki, o bilgiler gerçek değil mi?..
Rak: Evet, küçük insanlar, bürokratlar ve kitleler
için gerçek. Sıradan insanlar marksist dogmaya inanmalı
ve kelimesi kelimesine tekrarlamalıdırlar. Beni dikkatle
dinleyin. Marksism aslında antik ezoterik dinler gibidir.
Buna inananlar, devrimler ve din için gerekli olan ele-
manter ve kaba kısmını bilirler.
Kuz: Marksismin esrarengiz yönlerini, yani yeni bir
masonluğu bana açıklayacak mısınız?..
Rak: Hayır, size Ezoterizm’d en söz etmeyeceğim.
Tam tersine, size bütün açıklığı ile Marksismin iç yüzü­
nü göstereceğim. Marksism, felsefi bir sistem olmaktan
ziyade, ekonomik ve politik bir sistemdir. Devrim için
hazırlanmış bir komplodur. Felsefe, ekonomi, politika ve
hakikatler bizi devrime götürdüğü ölçüde, bizim için tek
mutlak gerçektir.
Felsefe, ekonomi, politika ve ahlakta ‘sübjektif ger­
çek’ diye bir şey yoktur. Bütün bunlar devrim diyalektiği­

137 Elemanter: Bilginin veya ilmin ilk esasları.

291
ne bağlıdır. Tek gerçek, tek hakikat, her gerçek marksistin
devrimci olmasıdır.
Lenin’in de belirttiği gibi, ‘mutlak devrim’ gerçeği
karşısında diğer bütün gerçekler izafi (göreceli)’dir.
Marks bir dahiydi. Sermaye eleştirisi üstün bir ya­
pıttı. Ona göre Komünizm zafere ulaşacaktı, çünkü bu
zaferi ona ‘Sermaye’ hazırlıyordu. Bu Marks’ın ana tezidir.
Bundan daha büyük ironi olabilir mi?..
Ekonomik insanın (homo economicus) devamlı
aptallıkları olmasa, Marks’ın açıkladığı iç çelişkiler ol­
mazdı. Marks, “homo sapiens”i (düşünen insan) “homo
stultus” (bön, budala insan)’a çevirdi. Homo stultus’un
varlığı Kapitalizmin en yüksek aşamasında ortaya çıktığı
için, Marksın aksiyomu şu şekilde formüle edilebilir:
İç çelişki+Zaman=Komünizm
Gerçekte Marks sinsi bir fesatçıydı. Bütün hayatı
boyunca devrimin (yani devrim fesadının) içinde yaşadı.
Devrimler, bu insanların fesatçı faaliyetlerinin sonu­
cunda ortaya çıkmıştır.
Kuz: Komünizmin zaferinde, Kapitalizmin iç
çelişkilerinin diyalektik gelişmesinin rolünü inkâr mı
ediyorsunuz?..
Rak: Bu sözünü ettiğin şey, gerçek devrimci ve pek
de bilimsel olmayan, Marks’ın doğasına pek uymamak­
tadır.
Gerçek bir devrimci, gerçek bir fesatçıdır, zaferin sır­
rını asla muhaliflerine açıklamaz!... Bu nedenle Marks’ın
kitaplarında enformasyon'değil, dezinformasyon bulun­
maktadır.
Kuz: Açıklamalarınızdan Kapitalizmin iç çelişkile­

292
ri olmadığını ve bunun Marks’ta stratejik-devrimci bir
araç olarak kullanıldığını anlıyorum. Fakat Kapitalizmin
içinde devasa boyutta ve artan çelişkiler halen mevcut.
Buradan Marks’m gerçekleri saptırdığı ortaya çıkıyor. Bu
doğru mu?..
Rak: Marks’m gerçekleri saptırdığı doğrudur. O,
taktik nedenlerle Kapitalizmin iç çelişkilerini yanlış ver­
miştir. Marks, iç çelişkilerin kapitalist üretimde topyekün
bir anarşiye neden olacağını biliyordu.
Marks’m kendisiyle nasıl bir çelişkiye düştüğünü
anladınız mı?.. Marks üretim vasıtalarının yoğunlaş­
masının büyük bir proleterya kitlesi doğuracağını söy­
lüyordu—ki bu kitle Komünizmi getirecekti. Fakat aynı
zamanda da Enternasyonali kurduğunu ilan etmişti.
Enternasyonal, sınıf savaşı günlerinde “reformist” idi.
Yani bu örgüt artı değeri sınırlayacak, mümkünse orta­
dan kaldıracaktı. Marks’m teorisine göre, Enternasyonal,
bir karşı-devrimci ve anti-komünist bir örgüttü.
Kuz: Bu Marks’ın bir karşı-devrimci, bir Anti-
Komünist olduğu anlamına mı geliyor?..
Rak: Görüyorsunuz ki marksist elemanter eğitim,
bazı şeyleri açıklamakta yetersiz kalıyor. Enternasyonali
karşı-devrimci veya anti-komünist olarak nitelemek bizi
marksist açıdan saçma sonuçlara götürebilir. Aslında
Marksismin teori ve pratiği daha yüksek bir bilimin ku­
rallarına -yani fesat ve ihtilale- bağlıydı.
Kapitalizmin ünlü iç çelişkisi, özellikle Finans-kapi-
tal üyeleri tarafından organize ediliyor olmasın?.. Proleter
enternasyonalin de enflasyon vasıtası ile bu Finans elitine
bağlı bulunduğunu unutmayalım.
Kuz: “Komintern”e (Komünist Enternasyonal) karşı
293
bir de “Kapitalist Enternasyonal” olduğunu mu söylemek
istiyorsunuz?..
Rak: Çok doğru. Aslında nasıl bir ‘Komintern varsa,
bir de “Kapintern” var!..
Kuz: Bana, bütün bunlar saçma ve fantezi ürünü gibi
geliyor.
Rak: Dikkat ederseniz Marks, İngiltere’deki endüs­
triyel kapitalizmi analiz ederken, fınans ve para prob­
lemlerine hiç değinmemişti. Parayı kapitalist iç çelişkiler
kapsamına sokmamıştır. Yani, para probleminde Marks
“gerici” bir tavır almaktaydı. Halbuki o sıralar-beşköşeli
Sovyet yıldızı gibi-beş Rothschild kardeş, bankaları ile
dünyanın o güne kadar görmediği büyüklükte bir mali
sermayeye hükmediyorlardı.
Bütün bunları Marks’ın görmemiş olması olduk­
ça şaşırtıcıdır. Değil mi?.. Ülkeler genellikle bankalar ve
bankerlerden korkarlar. Çünkü, onlar kralları, generalle­
ri, kardinalleri, rahipleri ve hukuk adamlarını öldürtmüş­
ler, kiliseleri, sarayları ve hatta şehirleri yağmalatmış ve
yaktırmışlardı.
Avrupa’da, ekonomik ve sosyal devrim sloganları ile
ayaklanan kitleler, heryeri yakıp yıkarken, Rothschildler’in
evlerine ve bankalarına hiç zarar vermemişlerdi.
Objektif olarak bakıldığında, Enternasyonal Finans
ve Enternasyonal Proleterya özdeştir. Daha önce de be­
lirttiğim gibi, Komintern ve sendikalar üretim anarşisi­
ne, enflasyona neden olurken, Enternasyonal Finans da
-bilinçli veya bilinçsiz- bunun çok daha fazlasına neden
oluyordu.
Marks’ın şayet finans elifiyle bir bağlantısı yoksa, bu

294
fınansal iç çelişkiyi niye saklamaya çalıştığını anlamak
güçleşir. Eğer bu elit içinde müttefikleri varsa, (O eliti
objektif olarak “devrimci” olarak değerlendirebiliriz.) o
zaman yazdıklarının bir anlamı var demektir.
Kuz: Marksın onlarla bir ittifakın içinde olduğunu
sanmıyorum.
Rak: Uluslararası Finans, milliyetçiliği ve ulusalcı­
lığı reddeder ve tanımaz. Onlar devletleri de tanımazlar.
Objektif olarak değerlendirirsek, onlara “anarşist” diye­
biliriz.
Onlar için devlet, “SAF GÜÇ” demektir. Para “SAF
GÜÇ”tür, o halde “para”devlettir.
Marksın şematize ettiği Komünist devlet, Sovyetler
Birliği de “saf güç” tür.
Sonuçta görülüyor ki Finansör ve Komünistin her
ikisi de enternasyonalisttir. Her ikisi de aynı sebeblerden
burjuva millî devletleriyle kavgalıdır. Marksist, Komünist
devlete ulaşmak için enternasyonalist, Finansör ise en-
ternasyonalist gibi görünür ama gerçekte enternasyo­
nalist değil, anarşist kozmopolittir. Yani Enternasyonal
Komünistler ve Kozmopolit Finansörler arasında bireysel
(yani saf kişisel bir eşitlik) özdeşlik mevcuttur. Bu nedenle
Komünist Enternasyonal ve Finans Enternasyonali arasın­
da doğal bir bağ mevcuttur. Burada temel bir aksiyom’un
altını çizmek istiyorum; para güçtür.
Tarihte, kitlelere Fransız İhtilalinin başarıları anla­
tılırken, ihtilalin oluşumunda birinci derecede rolü olan,
kimsenin dikkatini çekmeyen, bir avuç sessiz, dikkatli,
gerçekte bütün krallardan daha güçlü, adeta majikal ve
tanrısal bir güce sahip bu insanlardan hiç bahsedilmez.
Kitleler, yabancıların gücü ellerine geçirdiklerinin farkın­
295
da değildi. Bu güç, günü geldiğinde onları krallardan daha
despot ve zorba bir yönetimle köleliğe mahkum edecekti.
Kitlelerin dini ve ahlaki bağları bu gücü yenmeye engel
teşkil ediyordu.
Kuz: Bu ne çeşit bir mistik güç?..
Rak: Onlar krallara has bir imtiyazı ele geçirdiler,
yani para basma imtiyazını. Lütfen bana gülmeyin. Siz
gerçekte paranın ne anlama geldiğini bilmiyorsunuz. Söz
konusu olan metal veya kağıt para değil!.. Paranın fiziksel
dolaşımı gerçek bir Anakronizmdir.138 Halen mevcut ve
dolaşımdaysa bu Atavizm139vasıtasıyla olmaktadır.
Çünkü pratik olarak para bir illüzyon, bir fantezi, bir
kurgudan ibarettir.
Kuz: Harika bir paradoks.
Rak: Bugün bile devletler, metal veya kağıt paralar
üzerine krallarının veya ülkelerinin sembollerini basmak­
tadırlar. Peki bu ne anlama gelmektedir?.. Tedavüldeki
para, millî zenginliğin ve egemenliğin sembolüdür.
Bahsettiğim bu insanlar ise, işte bu paraya (millî zenginli­
ğin sembolü olan paraya) engel oldular. Onun yerine çek,
senet, tahvil, diskont, kurlar, sayılar ve yeniden sayıları
ikame ettiler.
Kredi bir hiledir, yasal dayanağı olan sahte bir pa­
radır. Başka bir deyişle, Bankalar ve Borsalar ve bütün
Finans sistemi, doğaya karşı gelen devasa bir makinadır.
138 Anakronizm: 1-Kronoloji hatası yaparak bir olayı başka bir tarih­
te veya çağda olmuş gibi göstermek 2- Çağa ayak uyduramamak,
çağın gerisinde kalma durumu.
139 Atavizm: Bir veya birkaç kuşaktan beri yitirilmiş olan bazı kalıtım­
sal özelliklerin bireyde yeniden ortaya çıkması.
İnsan psikolojisini ve hiçbir ceza almayacaklarını çok iyi bilen “on­
lar,” soyut bir kavram olan “KREDİ”yi yarattılar.

296
Bu makina yalnız ve yalnız para üretir. Bu ekonomik bir
suçtur ve Finansörler de yasadışı tefecilik yapmaktadırlar.
Faiz getiren, gerçek sermaye değil, mevcut olmayan (sa­
nal) sermayedir.
Bu sahte parayı üreten sistem, azmlıkbir insan grubu­
na muazzam bir güç ve iktidar vermektedir. Bu insanlar
üretimi ve dağıtımı kontrol eden ekonominin diktatörle­
ridir. Anlayabildiniz mi?..
Kuz: Hayır, henüz değil.
Rak: Doğaldır. Mucizeleri anlamak zordur.
Kuz: Mucize mi?..
Rak: Evet ya mucize!.. Ahşap bir bir binanın bir
katedrale dönmesi mucize değil midir?.. Geçtiğimiz yüz­
yılda insanlar bu tip mucizelere binlerce defa tanık oldu­
lar. Çünkü, bankalar pis tefecilerin mabedi haline geldi.
Para da bunların tanrısı oldu.
Kuz: Bu burjuvazinin yeni bir dini herhalde.
Rak: Şüphesiz bir din. Bir “GÜÇ” dini. Finans, bü­
tün zamanların en dahice ve en devrimci sanat eseridir.
Kuz: Bu yanlış bir görüş. Marx ve Engelsin tarifine
göre, Finans, kapitalist üretim sistemi tarafından belirle­
nir.
Rak: Söylediklerinin tam tersi geçerli. Yani, kapita­
list üretim Finans tarafından belirlenir.
Marks ve Engelsin bilip söylemediği şey, Finansın
burjuva üretimine egemen olduğu idi. Bu böyle oldu­
ğu için, Engels ve Marx, güçlü devrim makinasım (yani
Finaıısı) ortaya çıkarmak istemediler. Tam tersine, ha­
kikati ihtilalin çıkarları için kamufle ettiler. Her ikisi de
bunu yaptı.

297
Kuz: Troçkinin bu konuda 10 yıl önce bir şeyler
yazdığını hatırlıyorum.
Rak: Neydi lütfen söyleyin.
Kuz: Troçki, Komintern’in New York Borsa’sının
yanında muhafazakâr bir örgüt gibi kaldığını, büyük ban­
kerlerin devrimin itici gücü olduğunu söylemişti.
Rak: Evet, o kitapta öyle söylüyordu. Ayrıca
İngiltere’nin çökeceğini de öngörmüştü.
Troçki kitabında şöyle bir soru soruyordu;
“İngiltere’yi devrim yoluna kim sokacaktır?..” ve cevaplı­
yordu; “Moskova değil, New York.”
Kuz: Troçki, New Yorklu finansörlerin bir devrim
hazırlığı içinde olduklarını biliyor, fakat gizliyordu her­
halde.
Rak: İşte bu nedenlerle Marx, Engels ve Troçkinin
hakikatleri gizlediklerini söylüyorum.
Kuz: Troçki, kendisinin de itiraf ettiği gibi, ban­
kerler bilinçsiz olarak misyonlarını yerine getiriyorlar.
Finansörler bilinçsiz devrimcilerdir, çünkü objektif ola­
rak onların sonuçları analiz etme yeteneği yoktur.
Rak: Gerçekten böyle olduğuna inanıyor musunuz?..
Bu gerçek dahilerin bilinçsizce hareket ettiklerine inanı­
yor musunuz?.. Dünyaya egemen olan insanların birkaç
aptaldan oluştuğunu mu ima ediyorsunuz?.. Bu korkunç
bir çelişkidir.
Kuz: Ne demek istiyorsunuz?..
Rak: Çok basit, onlar (yani finansörler) objektif ve
sübjektif olarak bilinçli devrimcilerdir.
Kuz: Bankerler mi?.. Siz delirdiniz mi?..
Rak: Ben değilim. Ya siz?.. Bir defa daha düşünün.

298
Bu insanlar sizin ve benim gibi insanlar. Tek farkları çok
paraları olması ve hırslarının sınır tanımamasıdır. Tek
istedikleri daha çok güçtür. Bu nedenle evrensel bir ege­
menlik kurmak istiyorlar.
Kuz: Şayet evrensel bir ekonomik güce sahiplerse,
neden daha fazla güç istiyorlar?..
Rak: Daha önce de söylediğim gibi, büyük bir güce,
yani Stalin in Sovyetler Birliğindeki gücü gibi, bir güce sa­
hip olmak istiyorlar, ama evrensel boyutta.
Kuz: Stalin’in gücü gibi mi?.. Ama tam tersi bir hede­
fe ulaşmak için.
Rak: Gerçekte tek bir “mutlak güç” olmalıdır.
“Mutlak” düşüncesi çokluğu dışlar. Gerek “Kapintern”
gerekse “Komintern’in ele geçirmeye uğraştığı güç, aynı
güçtür. Yani “mutlak güç.”Bugüne kadar Komünist Devlet
gibi topyekün güce sahip başka bir makina icad edilmedi.
Göreceli (izafi) olarak halen dünyadaki bütün ülkelere ve
hükümetlere egemen olan bu gücün, şimdi “mutlak ege­
menliği” istediğini anlayabildiniz mi?.. Onların ulaşmak
istediği tek şey, “mutlak güç”tür.
Kuz: İlginç, çok ilginç bir çılgınlık türü.
Rak: İsviçre’d en dünyaya egemen olmak isteyen
Lenin veya aynı tarihlerde Sibirya’daki kulübesinde dün­
ya hakimiyeti hayalleri kuran Stalin’d en daha az çılgınca.
Bana, New York’taki gökdelenlerde oturan para
babalarının hırsları onlara nazaran çok daha doğal geli­
yor.
Kuz: Sonuca gelelim. “Onlar” kim?..
Rak: Onların kim olduğunu bilseydim burada, ha­
piste olur muydum?..

299
Kuz: Niçin?..
Rak: Çok basit bir nedenden dolayı. Onları tanıyan­
lar bilseler bile, isimlerini veremezler. Bu, zekice hazırlan­
mış bir fesat’ın temel kuralıdır.
Kuz: Onların bankerler olduğunu söylemediniz
mi?..
Rak: Hayır, hatırlarsanız onlar için “Enternasyonal
Finans” dedim. Kişisel olarak onları tanımlamak gerekir­
se, her zaman “onlar” diyebilirim, ama fazlasını söyleye­
mem.
“Onlar,” Rathenau’nun140 öldürülmesinden sonra
politika ve finans dünyasında aracı adamlarını kullanma­
ya başladılar. Kullandıkları adamlar, binlerce defa sadakat
ve güvenirlikleri ölçülmüş olan adamlardır. Rütbe ve ma­
kamları ne olursa olsun, bütün bankacılar ve politikacılar
onların kuklalarıdır.
Kuz: Bendeki dosyanız ve bıraktığınız izlenim, si­
zin de bu komplonun içinde olduğunuzu gösteriyor.
Gerçekten onlardan hiç kimseyi tanımıyor musunuz?..
Rak: Siz bana inanmıyorsunuz galiba. Burada söz ko­
nusu olan “saf gücün mistikleri” diyebileceğim şahıslardır.
Beni anlayıp anlamadığınızı bilmiyorum. Onların isimle­
rini ve adreslerini gerçekten bilmiyorum. Bugün Sovyet
Rusya’nın diktatörü olan Stalin bile Kremlin duvarları ve
muhafızları olmadan bir hiçtir. Bunlar olmasa onu her­
hangi bir suikasttan ne koruyabilir ki?.. Fesatçıların gücü
onların “anonim” (isimsiz) olmalarında yatmaktadır.
Kuz: Söyledikleriniz mantıklı, ama size inanmıyorum.

140 Rathenau konusunda, “Yahudi Masonluğu B’nai B’rith’in Alman­


ya’d a ki Faaliyetleri” bölümüne bakabilirsiniz.

300
Rak: İnanın bana, hiçbir şey bilmiyorum. Bilseydim
bugün çok daha iyi bir durumda olurdum ve burada otu­
rup savunmamı yapmazdım. Şüphelerinizi çok iyi anlıyo­
rum. Siyasi kariyeriniz açısından somut bir şeyler ortaya
çıkarmanın sizin için gerekli olduğunu da anlıyorum.
Yazılı olmayan tarihte, gizlice ilk Komünist
Enternasyonali kuran kişinin Adam Weishaupt141 oldu­
ğunu biliyor muydunuz?..
O, masonik Illuminati örgütünün lideri idi. İsmi,
zamanının en büyük komünist fesatçısı ve Hıristiyan
aleyhtarı olarak anılır. Bu büyük devrimci, Yahudi ve eski
Cizvit, Fransız Devrimini önceden gören, büyük filozof
Mendelsohn142 tarafından gizli bir örgüt (Illuminati’yi)
kurmakla görevlendirilmişti. Bu örgüt gizli olacak ve
Fransız Devriminden sonra da siyasi hedeflerine ulaş­
mak için çalışacaktı. Çünkü örgütün asıl hedefi, Fransız
Devrimini Komünist Devrime dönüştürmek idi.
Illuminati’nin gizemlerinin ve inisiyasyon
merasimlerinin tek bir gayesi vardı; Örgütün nihai hedefi
olan Komünizmi gizlemek!..

141 Weishaupt konusunda daha detaylı bilgi için, “Dünyanın Gizli Ta­
rihi” adlı kitabımın 16. Bölümündeki “Bavyera Aydınlanmışları”
(Illuminati) bölümüne bakınız.
142 Moses Mendelsohn, 6 Eylül 1729’d a Dessau-Almanya’d a doğdu.
Mendelssohn, Yahudilikteki “Haskala” hareketinin babası sayılır.
O, Almanya ve Avrupa’d aki Yahudilerin medeni hak ve özgürlere
kavuşması için uğraşmıştı. Mendelssohn’un felsefesi ve teoloji­
si, Immanuel Kant ve Talmud araştırmacısı Prag’lı Rabbi Ezekiel
Landau (1713-1793) ile karşılaştırılabilir. Mendelssohn asıl ününü
“Illuminati” örgütü kurulmadan önce yapmıştı. (Illuminatinin ku­
ruluş yılı 1776’d ır) En önemli felsefi eserleri “Jerusalem” (Kudüs)
ve “Biuf’dur. Jerusalem ve Biur 1783’te basılmıştı. (Kaynak: Rabbi
M. S. Antelman, “To Eliminate The Opiate.” Volume 1,1974.)

301
18. yüzyılda açıkça komünist olduğunu itiraf etmek,
ağır hapis veya idam edilme tehlikesini de beraberinde ge­
tiriyordu.
O zamanlar bilinmeyen bir diğer husus da,
Weishaupt ve yandaşlarının Rothschild’lerle olan ilişkisi
idi. Bu ünlü banker ailesi ilk Komünist Enternasyonalin
haznedarları idi. Beş Rothschild kardeş Avrupa’yı beş
fınans imparatorluğuna böldükleri zaman, gizli bir güç
onların büyük servetler toplamasına yardımcı olmuştu.
Bunlar, bütün Avrupa’ya dağılmış bir vaziyette bulunan
ve Bavyera Katakomplarında143 yaşayan ilk Komünistler
olabilir. Diğer bir iddiaya göre, Rothschild’ler ilk giz­
li Komünizmin haznedarları değil, doğrudan başkan-
ları idiler. Gerçekten de hem Kari Marks, hem de ilk
Enternasyonalin başkanları olan Heine ve Herzen,
Rothschildler’d en emir almaktaydılar.
İngiliz Başbakanı Disraeli, ünlü” “Coningsby” adlı
romanında Rothschild’lerden ‘Sidoni’ adıyla bahsetmek­
teydi. Rothschild’lerin multi-milyoner bir aile olarak
emirlerinde çalışan sayısız casusları, Carbonari, Masonluk
gibi gizli örgütleri, gizli Yahudileri ve Çingeneleri vardı.
Bütün bunlar fantastik hikayeler gibi geliyor ama, roman­
daki “Sidoni”yaşlı Nathan Rothschild’in oğlunun idealize
edilmiş bir tasviri idi.
Rothschild’ler Rus Çarı I. Nikola’ya karşı da (yu­
karda adı geçen) Herzeni desteklemişlerdi. Bu gerçek­
lerin ışığında sermaye birikimi ve anarşi mekanizmasını
şöyle değerlendirebiliriz; Uluslararası Finansı ve İhtilalci
Enternasyonali ortaya çıkaran aynı güçtür!..
Kapitalizmle sermaye birikimini en üst düzeyde
143 Yeraltındaki mağaralar.

302
tutmak, diğer yanda proleteryayı devamlı işini kaybetme
korkusu içinde yaşatmak, aynı zamanda proleteryayı bir­
leştirerek devrimcileştirmek için örgütler kurmak, bütün
bunlar dahice plânlanmıştı ve tarihin bilinmeyen yönle­
rinden biridir.
Rothschild kardeşlerin annelerinin ne dediğini ha­
tırlıyor musunuz?.. “Oğullarım istemezse, hiç savaş ol­
maz. “Bu ne demektir biliyor musunuz?.. Barış ve savaşın
efendileri Alman Kayzeri değil, Rothschild’ler idi.
Burada savaşın devrimci fonksiyonunu görebi­
liyor musunuz?.. Savaş=KomünL Her savaştan sonra
Komünizme biraz daha yaklaşılmaktadır.
Gizli bir gücün 1905-1914 arasında Leninin istekle­
rini nasıl yerine getirdiğini hatırlar mısınız?..
Aslında Komünizm, proleterya’ya hizmet için orta­
ya atılmamıştır. Sermaye birikimi ve kapitalist üretimin
neden olduğu ulusal veya uluslararası anarşi, açları do­
yurmak yerine muzzam miktarlarda gıda maddesini yok
etmiştir.
Nihayet geometrik bir dizi şeklinde artan enflasyon,
parayı değersizleştirmiş, satınalma gücünün devamlı bir
şekilde düşmesine ve orta sınıfın proleterleşmesine yol
açmıştır.
Kuz: Bu söyledikleriniz bence “kapitalizmin iç
çelişkileri” ile ilgili. Halbuki siz proleterya’nın dışında,
ona yabancı bir eylem ve iradeden bahsediyorsunuz. Bu
nedenle bana somut olaylardan söz edin.
Rak: Tek bir olay sizi tatmin edecek mi?.. 1905de
Rus-Japon savaşında “onlar,” Çarı izole ettiler ve
ABD, yani Jakob Schiff ve Kuhn, Loeb&Co. Bankası

303
(Rothschild’lerin bir kuruluşu idi.) bu savaşta Japonya’yı
finanse etti. Japon esir kamplarında, Amerika’d an gön­
derilen devrimci ajanlar tarafından eğitilmiş, en iyi Rus
savaşçılar, devrim için Petrograda gönderildi. Rus-Japon
savaşı ve Çarın yenilgisi (Her ikisi de önceden plânlan­
mıştı) 1905 devrimine yol açtı. Troçki’nin görevlendirdiği
(Yahudi) Trebitsch Lincoln144 Çin ve Japonya’da faaliyete
geçti. 1905 devriminde nihai zafer elde edilemediyse de,
1917 devrimi için gerekli şartlar hazırlanmış oldu.
Troçki’nin biyografisini okudunuz mu?.. Troçki
Sibiryadan kaçtıktan sonra, Londra, Paris ve İsviçre’de
mülteci olarak yaşadı. 1905 yılında tek başına Rusya’ya
geri döndü.
Troçki, Petrograd’daki devrimin başındaydı. Ne
Lenin, ne Martov, ne Plekhanov onun kadar halkın des­
teğini kazanamamıştı. Fakat nasıl oluyor da tanınma­
mış Troçki devrimin başına geçebiliyordu?.. Nedeni çok
basitti. Evlendiği kadın. Sedova, Jivotovski’nin kızıydı.
Jivotovski de ünlü banker ailesi Warburg’lar ile akra­
ba idi. Warburg’lar, Jacob Schiff’le beraber (Rus-Japon
Savaşında) Japonya’yı finanse etmiş ve. Troçki vasıtasıyla
1905 devrimini finanse etmişlerdi. İşte bu sebepledir ki,

144 Dietrich Bronder’in “Bevor Hitler kam” ve E. R. Carmin’in “Guru


Hitler” adlı kitaplarında, Thule örgütü üyeleri arasında Trebitsch-
Lincoln’un de adı zikredilmektedir. Bronder, adı geçen kitabında
asıl adı Moses Pinkeles olan Ignaz Trebitsch-Lincoln’un 9.11.1923
tarihindeki Hitler’in Hükümet darbesine (Hitler ve Ludendorff ü n
danışmanı olarak) katıldığından bahsetmektedir. Önce Çinde Bu­
dist rahip olan, daha sonra da Seylan adasında Budist rahipliğin
en yüksek mertebesine ulaşan bu ilginç zat, Uzakdoğuda bir dizi
ihtilal organize etmişti. Lincoln, Tibet Agartasına bağlı bir Lama,
ayrıca Japonya’d aki “Kara Ejderler” ve Çin’deki “Yeşil Ejderler”
örgütlerinin üyesi idi.

304
Troçki devrimin başına geçmişti.
İsterseniz şimdi 1914 yılına sıçrayalım. Avusturya-
Macaristan Arşidükü Franz Ferdinanda yapılan suikas­
tın arkasında Troçki vardı. Bilindiği gibi suikast, Birinci
Dünya Savaşını başlattı.
Lord Melchett’in Siyonist Kongresinde söylediği
gibi, savaşın (Birinci Dünya Savaşı) tesadüfen çıktığına
inanıyor musunuz?..
Almanların Rusya harekatını, “bir tesadüf olmayan
olayların ışığında analiz etmeyi deneyin. Rusya’nın yenil­
gisine yol açmak, gerçek bir ustalık işiydi.
Müttefiklerin Çara yaptığı yardımlar öyle ayar­
lanmıştı ki, II. Nikola’nın bütün karşı saldırıları bir Rus
katliamına dönüşüyordu. Rusların büyük kayıpları ve ör­
gütlü saldırılar, sonunda devrime yol açtı. Her cepheden
saldırıya uğrayan Rus imparatorluğu tek kurtuluş çaresi
olarak demokratik cumhuriyet yönetimine geçmeyi uy­
gun buldu.
Lenin için, cumhuriyet ihtilalin güvence altına alın­
ması demekti. Fakat yine de bir şeyler eksikti. Kerensky,
cephede başka bir karşı saldırı başlattı ve bu vasıtayla
demokratik devrimi gerçekleştirdi. Ardından da dev­
leti tamamen Komünistlere devretti. Bu şekilde Troçki,
görünmeden bütün devlet mekanizmasını ele geçirmiş
oldu. İşte tarihte sözü edilen şanlı Ekim Devrimi budur!..
Bolşevikler, “onların” kendilerine sunduğu iktidarı dev­
raldılar.
Kuz: Kerensky Leninin suç ortağı mıydı?..
Rak: Leninin değil, Troçki’nin suç ortağıydı. Ama
gerçekte “onların” suç ortağıydı.

305
Kuz: Saçma.
Rak: Anlamıyor musunuz?.. Bu beni şaşırtıyor.
Onun hiçbir anıtı veya heykeli dikilmemesine rağmen,
Komünizm Kerensky’ye Leninden çok daha fazla şükran
borçludur.
Kuz: Kerensky’nin bilinçli ve gönüllü olara k mı hükü­
meti devrettiğini söylüyorsunuz?..
Rak: Evet, kesinlikle. Daha iyi anlamanız için şunu
da ekleyeyim; Ekim Devrimini kimin finanse ettiğini bi­
liyor musunuz?.. “Onlar,” yani Japonya’yı ve 1905 devri­
mini finanse eden finansörler, Jakob Schiff ve Warburg
kardeşler, ABD’deki Federal Reserv’i oluşturan beş ban­
kadan biri olan Kuhn, Loeb&Co ve diğer Avrupalı ve
Amerikalı bankerler, Guggenheim, Hanauer, Breitung ve
Stokholm’deki “Nya Bank’dan OAschberg.
Ben tesadüfen (!!!) Stokholm’de bulunuyordum ve
parayı transfer edenlerden biriydim. Troçki gelinceye
kadar devrimci cepheden katılan tek kişi bendim. Fakat
sonunda Troçki geldi. Müttefikler onu Fransa aleyhin­
deki faaliyetlerinden dolayı sımrdışı etmişlerdi. Fakat
aynı müttefikler, Rusya’nın çökertilmesi için onu serbest
bırakmışlardı. Bu da mı bir rastlantı?.. Leninin trenle
Almanya’dan geçip gitmesine kimler göz yumdu sanıyor­
sunuz?.. “Onlar” olmasaydı İngiltere Hükümeti, Troçki’yi
Kanada’daki kamptan çıkarıp, müttefiklerin kontroluna
rağmen, -cebinde bir pasaportla- nasıl Rusya’ya yollar­
dı?..
Şunu da unutmamak gerekir ki, Leninin düşman
Alman topraklarında trenle yolculuğu Rathenau sayesin­
de mümkün olabilmiştir.
İhtilaller ve iç savaşlar tarihini önyargısız incelerse­
306
niz, tarihin akışı içinde birçok anlamlı tesadüfler bula­
bilirsiniz.
Kuz: İyi. Peki, farz edelim ki her şey rastlantı değil.
Bundan pratik olarak ne gibi bir sonuç çıkarabiliriz?..
Rak: Size küçük bir hikaye daha anlatmak istiyorum,
daha sonra, bunlardan bir sonuç çıkarabiliriz. Troçki,
Petrograd’a geldikten sonra, lider olmasına Lenin hiç ses
çıkarmadı.
Bildiğiniz gibi o zamanlar her ikisi arasında de­
rin görüş ayrılıkları vardı. Troçki, Stalinin muhalefeti­
ne rağmen, devrimin zaferinin üstüne oturdu. Niçin?..
Bunun sırrım yalnız Lenin in karısı Krupskaya biliyordu.
Krupskaya, Troçki’nin gerçek kimliğini biliyordu ve bu
yüzden Lenin’i ikna etmesi zor olmamıştı. Aksi takdir­
de Lenin İsviçre’de bloke edilmiş bir durumda kalacak­
tı. Ayrıca Lenin, Troçkinin devrim için ne gibi yardım­
lar getirebileceğini çok iyi biliyordu. Lenin o zamanlar
Troçki’nin para ve güçlü enternasyonal yardımlar geti­
receğini biliyordu. Solcu devrimci kanadı, sosyalistleri,
devrimcileri, Anarşistleri ve fazla bir önemi olmayan
Bolşevik Partiyi birleştiren Troçki’ydi, Lenin değil!..
Yahudi proleteryasmın kurduğu “BUND” -k i
Rusya’daki bütün devrimci faaliyetlerde aktif rol almış­
tı- bütün desteği ile “partisiz” Troçki’nin arkasındaydı.
Burada söz konusu olan resmi ve kamuoyunun bildiği
“Bund” değil, bütün sosyalist partileri ve başkanlarım
kendi çatısı altında birleştiren “GİZLİ BUND” idi.
Kuz: Kerensky de bunlara dahil miydi?..
Rak: Evet, Kerensky ve birkaç sosyalist parti başka­
nı, hatta burjuva partisinin başkanı da.

307
Kuz: Başka kimler vardı?..
Rak: Devrimin ilk burjuva-demokratik aşamasmda
masonluğun145rolünü hatırladınız mı?..
Kuz: “Bund’da masonluğun emrinde miydi?..
Rak: Dolaylı olarak evet. Ama aslında Bund, “onla­
ra” itaat ediyordu.
Kuz: Yükselen marksist dalgaya rağmen mi?..
Rak: Evet. Dikkat ederseniz burjuva ulusların hükü­
met ve devlet yönetimlerindeki artan Mason sayısı, ör­
gütün siyasi gücünün bir delilidir. Birinci Dünya Savaşı
sırasında müttefik ülkelerin tamamına yakınında yöne­
tim Masonların elindeydi. Bu çok önemli bir argümandır.
Onlar, burjuva cumhuriyetlerindeki devrimlerin Fransız
modeline göre yapılması gerektiğine inanıyorlar.
Kuz: 1917 Rusyası hakkında yaptığınız açıklamalar­
dan, “onların” çok kurnaz oldukları anlaşılıyor.
Rak: Evet, öyledirler. Fakat, Masonlar genellikle ilk
derslerini (yani Büyük Fransız Devrimini) iyi anlamış
değiller. Fransız Devrimi sırasında, başta Orleans Dükü
olmak üzere, Fransa Kralı, Girondistler, Hebertist’ler,
Jakobenler v.b hepsi masondu. Bunların arasına sonra­
dan Napolyon da katılmıştı.
Kuz: Masonların kendilerinin yol açtıkları devrim­
den sonra, devrimciler tarafından tasfiye edildiklerini
(öldürüldüğünü) mi söylemek istiyorsunuz?..
Rak: Çok doğru. Çok gizli bir hakikati formüle et­
tiniz. Ben de bir masonum. Bunu biliyor muydunuz?..

145 Troçki, B’nai B’rith üyeliğinin yanısıra, Paris’teki Grand-Oriente


bağlı bir masondu. (Kaynak: Litwinow Memoiren, S. 56-57, Kind-
ler-Verlag, München 1956.)

308
Hayır mı, o halde iyi. Size Masonların büyük bir sırrını
açıklayacağım. Ama size açıklayacağım sır ne 25. derece­
de, ne de 33. derecede, ne de herhangi bir ritin en yüksek
derecesinde açıklanabilir. Ben bu sırrı Mason olduğum
için değil, “ONLARDAN” biri olduğum için biliyorum.
Kuz: Peki bu sır nedir?..
Rak: Masonluğun açık hedefi, Komünist bir devrim
için gerekli şartları hazırlamak ve hizmete sunmaktır.
Komünist devrimin, bir sınıf olarak bütün burjuva­
ziyi ve önderlerini tasfiye etmesi gerekliliği, Masonluğun
gerçek günahıdır.
Yani bu şekilde Masonluk bir örgüt olarak intiharı se­
çerken, Masonlar da ölümü seçmiş demektir. Sanırım şim­
di Masonluğa niye böyle bir son hazırlandığını anlamışsı­
nızdır. Masonluktaki gizemler, teatral sahneler ve birçok
sır, işte bu “gerçek sırrı” örtmek için ortaya atılmıştır.
Gelecekteki devrimlerde ortaya çıkacak olan
Masonlar da, görevleri bittikten sonra devrimcilerin elin­
de ölmek mecburiyetindedirler. Devrime ne kadar hizmet
etmiş olurlarsa olsunlar, bu “ölüm" kuralı asla değişmez.
Kuz: Burjuvazinin doğuştan aptal olduğunu inkâr
mı ediyorsunuz?..
Rak: Burjuvaziyi bir sınıf olarak toptan reddediyo­
rum, yalnız belirli bir bölümünü değil. Son zamanlarda
tımarhane sayısının artması, deliliğin ne kadar yaygın
olduğunun delilidir. Masonluk da bir tımarhane olabilir,
ama özgürlük içinde.
Devam ediyorum; Komünist Devrim zafere ulaşıp,
iktidara geçince ilk meseleyle karşı karşıya geldi; Parti

309
içindeki bölünmeler ve Brest Litovsk Barış Antlaşması.146
Barış Antlaşması yandaşları ve karşıtları arasındaki mü­
cadeleden bahsetmeyeceğim. Çünkü bilinen bir konudur.
Antlaşmayı imzalayanlar ise, troçkist muhalefete dahil
olan kişilerdi. Onların dışında herkes bu antlaşmaya kar­
şıydı. Gerçekten de bu antlaşma bir hata idi. Bu, Lenin’in
-bilinçsizce de olsa- devrime ihaneti idi. Düşünün bir
kere, Bolşevikler Versay Barış Konferansına katılabil-
se ve daha sonra Milletler Cemiyetinde yer alabilseydi,
müttefikler tarafından güçlendirilen ve iyi teçhiz edilen
Kızılordu vasıtasıyla Alman İhtilali mutlaka başarıya
ulaşır ve bugün Avrupa haritası çok farklı bir şekil alırdı.
Fakat iktidar sarhoşu ve Stalin tarafından da desteklenen
Lenin, partinin millici Rus kanadının desteği ile, fiziki
şiddet uygulamaya girişti. Böylece Sosyalizmin doğduğu
ülkede, millîci-Komünizm Stalin le gücünün doruğuna
ulaşmış oldu.
Biz Troçkistler, devrimin başlangıcından beri gizli
bir iktidar mücadelesinin içindeydik.
Troçki bağlantıları (Rosenblum v.b) vasıtasıyla,
Fanny Kaplanın147 Lenine yaptığı suikastı organize etti.
146 Brest-Litovsk Antlaşması: Birinci Dünya Savaşı sonunda, İttifak
Devletleri ile Ukrayna (9 Şubat 1918) ve Sovyet Rusya (3 Mart
1918) arasında Brest-Litovsk’ta imzalanan barış antlaşması. Bu
antlaşmayla Sovyet hükümeti, Ukrayna, Polonya, Baltık ülkeleri ve
Finlandiya'dan çıkmayı kabul etti. Kars, Batum ve Ardahan’ın Os­
manlI Devletine bıraktı.
147 Fanny Kaplan (Asıl adı: Feiga Roydmann): İngiliz ve Fransızların
emri ile Sovyet ve Bolşevik liderlere karşı terörist eylemler organi­
ze eden bir Sosyal Devrimci idi. 1938’d e Stalinist propaganda,
Lenine yapılan suikastı, Komünist Parti Merkez Yürütme Kurulu
üyesi Nikolai Bukharin in düzenlediğini iddia etmişti. Resmi ra­
porlara göre, Kremlin komutanı Pavel Malkov, F. Kaplanı yargısız
infazla 4 Eylül 1918 günü öldürmüştü.

310
(Lenin bu suikasttan yaralı olarak kurtulmuştu.)
Yine Troçki’nin emriyle Blumkin, Alman Büyükelçisi
von Mirbach’ı öldürdü. Spirodonova ve Sosyaldevrimcileri
Troçki ile beraber çalışıyorlardı. Troçki’nin bu işler için
seçtiği adam, Rosenblum adlı bir Litvanya Yahudisi idi.
Rosenblum, O’Reilly adı altında İngiliz İstihbarat Servisi
için çalışmaktaydı. Rosenblum’un seçilmesinin sebebi,
onun İngiliz casusu olarak bilinmesiydi. Onun sayesinde
suikastlar ve komplolar için İngilizleri suçlamak müm­
kün oluyordu-
İç savaş, bizim terörist ve fesatçı faaliyetlerden vazgeç­
memize neden oldu. Çünkü, Troçki’nin Kızılordunun or­
ganizatörü ve komutanı olması, bize devlet gücünü ele ge­
çirme fırsatını vermişti. Sovyet ordusu, güçlü Beyaz Ordu
tarafından geri püskürtülür ve Sovyetler Birliği eski Mos­
kova Prensliği sınırları içine hapsedilirken, aniden bir m u­
cize oldu. Bu gerçekten bir mucize mi yoksa bir tesadüf
müydü, bilemiyorum ama, size şu kadarını söyleyeyim;
Troçki Kızılordu Başkomutanlığı görevini üstlenir üstlen­
mez, Kızılordu zaferler kazanmaya başladı. Sovyetlerin
disiplinsiz, başıbozuk ve kötü silâhlanmış birliklerinin bu
zaferleri kazanabileceğine inanabiliyor musunuz?..
Kuz: O halde kim kazandı?..
Rak: Kızılordu % 90 “Onların” yardımı ile kazandı.
Unutmamalısınız ki, Beyazlar aslında “demokratik” bir
birlikti. Aralarında Menşevikler ve Liberal Parti mensup­
ları vardı. Fakat bu güçler içinde “onların” çok adamı var­
dı ve bu adamlar bilinçli veya bilinçsiz “onlara” hizmet
ediyorlardı. Troçki, Kızılordunun komutasını üstlenince,
o adamlara Beyazlara ihanet etmeleri ve mümkün olduğu
kadar çabuk Sovyet Hükümetine katılma emri verildi. Bu

311
adamlardan biri de Maiski idi. O, Staline sadakatini ispat­
lamış bir insandı.
Beyaz Ordu Generallerine gelen yardım aşamalı
olarak azalırken, eşzamanlı olarak, “onların” adamları
da sabotajlara başlamışlardı. Bu nedenle Beyaz Ordu peş
peşe yenilgiye uğramaya başladı. Sonunda ABD Başkam
Wilsonun ünlü on dört maddesinden, altıncı maddesi
Beyazların Sovyet rejimine son verme çabalarım sona er­
dirdi. İç savaş sırasında Troçki, Lenin’in takipçisi görün­
tüsü vermişti.
Fanny Kaplanın kurşunlarına o hedef olsaydı, Lenin
gibi sağ çıkamazdı.
Kuz: Lenin’in öldürülmesi zekice plânlanmış, birin­
ci sınıf bir işti.
Rak: Lenin in öldürülmesi “kimin işine yarar” (cui
prodest) diye sorarsak, bundan en kârlı çıkanın Stalin
olduğunu görürüz.
Kuz: Bununla neyi kastediyorsunuz?..
Rak: Katilleri bulmak için, klasik şaşmaz bir kural
vardır; Bu da “cinayette kimin çıkarı olduğu” sorusudur.
Leninin öldürülmesinden çıkar sağlayan tek kişi­
nin, şefiniz Stalin olduğu rahatlıkla anlaşılır. Bunu siz de
düşününüz.
Lenin’in son hastalığı sırasında Troçki’nin elinde
kontrol edemeyeceği kadar fazla güç toplanmıştı. O sıra­
lar biz de Stalin i öldürme emrini almıştık. Lenin tarafın­
dan imzalanan, Stalinin ölüm emrini taşıyan mektubu,
Lenin’in karısı Krupskaya-bizzat Stalinin eliyle-Troçki’ye
teslim etmişti. Fakat bildiğiniz gibi, kötü bir tesadüf bü­
tün plânlarımızı altüst etti. Lenin ölmek üzereydi ve

312
Troçki kendisine en ihtiyaç duyulan bir zamanda ani­
den hastalanıp, aylarca bütün faaliyetlerden uzak dur­
mak mecburiyetinde kalmıştı. Troçki’nin yerine geçecek
kimseyi bulamadık, ne Kamenev, ne Zinovyev, böyle bir
görev için yetiştirilmemişti. Leninin ölümünden son­
ra, Stalinle karşı karşıya kalınca, Merkez Komitesinin
yenilgisini kabul etmek zorunda kaldık. Biz, Stalin’i de
kapsayan bir çözüm yolu bulmak mecburiyetindeydik.
Bir müddet Stalinci gibi görünerek, Stalin’i sabote ettik.
Sonrasını siz de biliyorsunuz. Daha sonra Staline karşı
yeraltında bir mücadeleye başladık. Stalinin millîci-ata-
vist, Millî-Komünizmi, bizim enternasyonal Komünizm
anlayışımızla taban tabana zıttı.
O, Enternasyonali Sovyetler Birliğinin emrine soktu.
Sovyetler de ona hizmet ettiği için, artık Enternasyonal
doğrudan ona bağlı bir kuruluş haline geldi.
Kuz: Yeter, Rakovski, siz burada Troçkist propagan­
da yapmak için bulunmuyorsunuz. Lütfen, somut sonuç­
lara doğru gelir misiniz?..
Rak: Tabii, geliyorum.
Kuz: Lütfen mümkün olduğu kadar kısa kesiniz.
Rak: Staline karşı isyan, her yıl daha da belirginleşi­
yordu. Savaş sonrası, devrimin hedeflerine ulaşılamamış­
tı. Halbuki “onlar” için bu hedeflere ulaşmak her şeyden
daha önemli idi.
Siyasetçiler ve ekonomistler için Versay Antlaşmasını
anlamak oldukça güçtü. Çünkü kimse gerçek amacını an­
layamamıştı. Aslında antlaşma, bütün Avrupa’yı sarsacak
bir devrim için gerekli şartları hazırlamaktaydı.
Kuz: Çok ilginç bir teori. Bunu nasıl açıklayacaksı­
nız?..
313
Rak: Versay Antlaşması, getirdiği ekonomik
kısıtlamalar ve tazminatlarla hiçbir milletin çıkarma
hizmet etmiyordu. Antlaşmanın arka plânında yatan he­
saplar açıkça kendini belli ediyordu. Antlaşmanın mad­
deleri muzaffer ulusların ekonomistlerini bile şaşırtmıştı.
Fransa’nın Almanya’d an tazminat olarak talep ettiği mik­
tar o kadar büyüktü ki, böyle bir tazminatı Fransa öde-
seydi, Fransa Sahra çölüne dönüşürdü. Bu antlaşma ger­
çekten çılgıncaydı. Çünkü Almanya’d an istenen tazminat,
Almanya’nın millî gelirinin kat kat üstündeydi. Ayrıca
Weimar Cumhuriyeti (Almanya) tazminatları ödemesi
için bir dumping’e (maliyetinden daha düşük fiyata mal
satmak) zorlanmaktaydı.
Bu dumping sonucunda Almanya’da tüketim azal­
dı, korkunç bir işsizlik ve açlık başgösterdi. Bunlar
Versay Barış Antlaşmasının ilk sonuçlarıydı. Versay Barış
Antlaşmasının, devrimci bir antlaşma olduğu kesindir.
Fakat bununla da yetinilmedi. Milletler Cemiyeti, ulus­
lararası düzeyde bir üretim düzenlemesi yapılması şartını
ileri sürdü. Bu yeterli düzeyde millî üretim yapan ekono­
mileri anarşiye sürükleyecek bir karardı. Bu düzenleme
sonucunda Avrupa’nın sanayileşmiş ülkelerinde üretim
düşerken, ithalatlarında büyük bir artış oldu. Bu ülkeler,
ithalatlarını altınla ödeme mecburiyetinde kaldılar. O
sıralar en büyük altın üreticisi olan ABD ise, altın için­
de yüzmeye başlamıştı. Tam bir üretim anarşisi vardı ve
böyle bir şey şimdiye kadar hiç yaşanmamıştı. İşte tam
bu sırada “onlar” bu durumu istismar ederek, daha bü­
yük bir anarşiye engel olmak bahanesiyle, enflasyona,
yani kendi paralarının değerinin yüzkatı büyüklüğünde
bir enflasyona yol açtılar. Almanya’daki paranın değersiz-

314
leşmesini,148 Amerika’daki krizi ve bunların sonuçlarını
hatırlıyor musun?
Kredinin, sahte paranın büyük enflasyonu sonucun­
da, Amerika ve Avrupa’da otuz milyondan fazla işsiz or­
taya çıktı.
Şimdi, Versay Antlaşması ve Milletler Cemiyetinin
devrimci olduklarına inanıyor musunuz?..
Kuz: İnandırıcı gibi geliyor. Ama Komünizmin ve
devrimlerin yayılması ve gelişmesi gerekirken, Avrupa’da,
özellikle İtalya’d a Faşizmle bir karşı cephe oluşturulması­
na ne diyorsunuz?..
Rak: “Onların” varlığı ve hedefi gözönüne alın­
mazsa, haklısınız. Ama onların varlığı ve hedefleri
unutulmamalıdır. Bu, Stalin’in Sovyetler Birliğinde gücü
eline geçirmesi kadar önemli bir gerçektir.
Kuz: Bunlar arasında bir bağlantı kuramıyorum.
Rak: Çünkü görmek istemiyorsunuz. Deliller ve
ipuçları apaçık ortada. Bir defa daha tekrarlıyorum. Stalin
bizim (yani Troçkistler) için bir Bonapartisttir, komünist
değildir.
Kuz: Fakat Faşizm özünde anti-Komünist bir ideo­
lojidir. Hem stalinci, hem de troçkist Komünizme karşı­
dır. Eğer “onların” gücü bu kadar fazla ise Faşizme niye
engel olmadılar?..
Rak: Çünkü, Hitler’i iktidara getirenler de onlardı!..
Kuz: İşte şimdi iyice saçmaladınız.!

148 1 Ocak 1923’te 1 Dolar=18.000 R. M (Reich-Mark) Temmuz


1923’te 1 Dolar=350.000 R. M, 22 Ekim 1923’te ise, 1 Dolar=40
MİLYAR R. M olmuştu. (Kaynak: Historische Tatsachen Nr. 88,
“The Weimarer Republik im Visier Globalisten”).

315
Rak: Beni dinleyiniz. “Onlar,” sonunda Stalin’i ko­
lay kolay deviremeyeceklerini anladılar. Tarihi tecrübeleri
onlara başka bir çözüm yolu dikte ettirdi; Stalin i Çarların
akıbetine uğratmak!.. Fakat aşılması gereken bir engel vardı;
Rusya’yı istila edebilecek durumda hiçbir Avrupa ülkesi yok­
tu. Hiçbir ülkenin coğrafi durumu saldırı için uygun değildi
ve hiçbirinin Sovyetlere saldırı için yeterli ordusu yoktu.
Komünizmin görünürde bir düşmanı olmadığı için,
“onlar”bir düşman yaratmak zorunda kaldılar.
Avrupa ülkeleri içinde yalnız Almanya, nüfusu ve
stratejik konumu itibariyle, Sovyetler Birliğine saldırmak
ve Stalin’i yenmek için uygun bir aday olarak görünüyor­
du. Fakat, Weimar Cumhuriyeti böyle bir saldırı için uy­
gun değildi.
İşte tam bu sıralarda, Almanya’nın ufkunda aniden
Hitler’in güneşi parlamaya başladı.
Keskin ve dikkatli gözler onun yükselişini dikkatle
izliyordu. Bütün dünyanın hayret dolu bakışları arasında
Hitler iktidara geldi. Hitler’in iktidara doğru yürüyüşün­
de her şeyin bizim eserimiz olduğunu söylemek istemi­
yorum. Versay Antlaşmasının devrimci-komünist eko­
nomisi zaten büyük kitleleri bu yola itmekteydi. Versay
Antlaşması, Almanya’ya proleterleşme, açlık ve işsizlikten
başka bir şey getirmemişti. Bütün bunların sonucunda
beklenebilecek tek şey, bir komünist devrimdi. Stalin’in
Sovyetler Birliği ve Enternasyonal yönetimi, ona bağla­
nan bütün ümitleri boşa çıkardığı ve Almanyada yeni bir
Bonaparta bırakılmak istenmediği için, Dawes ve Young

316
Plânı149 yürürlüğe kondu. Bu arada Rusya’d a muhalefe­
tin (yani troçkistlerin) kazanması bekleniyordu. Fakat,
Rusya’d a muhalefet kaybedince, şartlar da değişmeye
başladı. Önce Almanya’daki ekonomik determinizm,
proleteryanın devrimden vazgeçmesini sağladı. Stalin’in
hataları sonucu, sosyal-enternasyonal bir devrim engel­
lenince, Alman proleteryası nasyonal-sosyalist devrimi
desteklemeye başladı. Bu diyalektik bir gerçektir.
Aslında normal şartlar altında nasyonal-sosyalist
devrimin hiç başarı şansı yoktu. Almanya’da Troçkistler
ve Sosyalistler olarak bölünmüş de olsa, sınıf bilincine sa­
hip büyük bir kitle vardı.
1929 yılında (O sıralar ABD ve Avrupa’d a büyük
bir ekonomik kriz başgöstermişti.) Nasyonal Sosyalist
Parti büyük para sıkıntısı çekerken, “onlar” Nazilere bir
temsilcilerini göndererek (Bu şahıs ünlü banker Warburg
ailesinden biriydi.) Hitler’le Nasyonal-Sosyalist Partisinin
finansmanı konusunda anlaştılar. Müteakip birkaç yıl
içinde Wall Street’ten yollanan milyonlarca Dolar ve mil­
yonlarca Mark, Hitlere akmaya başladı. İşte Hitler’i ikti­
dara taşıyan S.A. ve S.S’lerin finansmanı, “onların”yolla­
dıkları Marklar ve Dolarlarla mümkün olmuştu.
Kuz: Açıklamalarınızdan önce Komünist rejimin kurul­
duğunu, daha sonra da Hitlerin silahlandırıldığını anlıyo­
rum. Bu finansörlerin mantığını anlamak güçleşiyor.

149 Dawes-Young Plânı: 1924’te yürürlüğe giren Dawes Plânı, Alman­


ya’nın gerçekleştirmesi gereken yıllık (tazminat) ödeme tutarını
belirliyor ve aynı zamanda ülkeyi yeniden ekonomik dengeye
kavuşturmayı amaçlayan önlemler öngörüyordu. Dawes Planının
yerini 1930’d a Young Plânı aldı. Young Plânı, Almanya’nın öde­
mesi gereken savaş tazminatı sorununa nihai bir çözüm getirmeyi
amaçlıyordu. Plân, 1930-1932 ydları arasında uygulandı.

317
Rak: Stalinin Bonapartizmini unutuyorsunuz.
Hatırlarsanız Napolyonla karşılaştırıldıklarında, bîr
Wellington, bir Metternich hatta otokratik Çar, objek­
tif devrimcilerdi. Niçin Hitler otokratik Çar I. Koba’ya
(Stalin) karşı savaşta objektif bir komünist sayılmasın?..
Hitler, Staline saldıracak ve onu devirecek güce erişin-
ceye kadar desteklenecektir. Versay kurtlarının Hitler’in
güçlenmesine fazla ses çıkarmadıklarını görmüyor mu­
sunuz?.. Bütün bunlar tesadüf olabilir mi?..
Hitler, Sovyetler Birliğine saldıracaktır. 1917 ye­
nilgisi nasıl Çarın devrilmesine sebep oldu ise, Stalinin
yenilgisi de onu devirmemize yardımcı olacaktır. Dünya
devriminin saati yeniden çalmaktadır!..
Bugün derin bir uykuda olan demokratik uluslar,
Troçki yeniden iktidara gelince, iç savaşta olduğu gibi,
değişimi algılayacaklardır. Daha sonra Hitler de batıdan
saldırıya uğrayacak ve Generalleri ona isyan ederek, onu
tasfiye edeceklerdir.
Kuz: Ben ne masallara, ne de mucizelere inanırım.
Rak: İnanmak istemiyorsunuz ama, “onların” şim­
diye kadar gerçekleştirdikleri, gerçekleştireceklerinin te­
minatıdır. Bir yıldan az bir süre içinde Almanya Sovyetler
Birliğine saldıracaktır. Siz de Stalinin sonuna şahit ola­
caksınız!..150 Buna mucize mi, yoksa tesadüf mü demek
daha doğru olur bilemiyorum ama, bunları yaşamaya
hazır olsanız iyi olur. Bütün bu söylediklerimin faraziye
olduğuna mı inanıyorsunuz?..
Kuz: İyi, öyleyse faraziyelerden bahsedelim.
Rak: SovyetRusya’yasaldırıbiziilgilendiriyor. Çünkü,
150 Bu konuşmaların II. Dünya Savaşı başlangıcından bir yıl önce
-yani 1938’d e- yapıldığına dikkat çekmek isterim.

318
Stalin in devrilmesi onun şekilsel Komünizminin de sonu
anlamına gelir. Biz onu devirip, yerine gerçek Komünizmi
ikame edeceğimize inanıyoruz. Günümüzdeki bakışın bir
sentezini verebildim mi?..
Kuz: Harika!.. Peki, çözüm nedir?..
Rak: Öncelikli olarak Hitler’in saldırısından doğa­
cak potansiyel tehdidi ortadan kaldırmamız gerekiyor.
Kuz: Führeri iktidara getiren “onlarsa,” Hitler üze­
rinde güçleri var, demektir.
Rak: Beni iyi anlamadınız galiba. “Onlar,” varlık­
larını ve hedeflerini gayet iyi gizleyerek, Hitler’i finanse
ettiler. Hitler’le görüşen Warburg, gerçek kimliğini us­
talıkla gizlemiş ve temsil ettiği insanlar hakkında yalan
söylemişti.
Warburg, ABDdeki krize neden olan Fransız
Hükümetinin finans politikasına karşı, nasyonal-sosyalist
hareketi finanse etmek amacıyla, Wall Street’li bir finans
grubu tarafından gönderildiğini söylemişti.
Kuz: Hitler buna inandı mı?..
Rak: Bunu bilmiyoruz. Ama anlattıklarına inanma­
mış olabilir. Bizim hedefimiz hiçbir ön şarta bağlanmak-
sızın onun zafere ulaşmasıydı. Bizim gerçek hedefimiz
savaşı (yani İkinci Dünya Savaşı) kışkırtmaktı ve Hitler
de savaş demekti. Beni anlayabiliyor musunuz?..
Kuz: Anlıyorum. Hitler’i durdurabilmek için,
Sovyetler Birliğinin demokratik ülkelerle ittifak yapmak­
tan başka bir çaresi olmadığını görüyorum.
Rak: Bütün bunları anlamak kolay olmamakla bera­
ber, size karşı-devrimci bir çözüm önerebilirim.
Kuz: Sovyetler Birliğine karşı bir saldırıyı engelle­

319
mek için mi?..
Rak: Bir savaşı engellemek tamamen karşı-devrimci-
lik değil midir?.. Şöyle düşününüz; Her gerçek Komünist,
büyük devrimci ve stratejist Lenin in de belirttiği gibi, her
zaman savaşı arzulamalıdır. Savaşın dışında hiçbir şey,
devrimin zaferini garantileyemez. Savaş ve devrim, sizin
de bildiğiniz gibi, marksist-leninist bir dogmadır.
Stalinci millî-Komünizm yani Bonapartizm, inan­
mış Komünistlerin aklını karıştırırken, Stalin de ulusu
devrimin hizmetine sokacağına, devrimi ulusun hizme­
tine soktu.
Kuz: Staline olan nefretiniz sizi köreltmiş ve çelişki­
lere düşürmüş. Sizinle Sovyetler Birliğine bir saldırı ola­
cağı konusunda hemfikir değil miydik?..
Rak: Savaşın mutlaka Sovyetler Birliğine karşı olma­
sı mı gerekiyor?..
Kuz: Hitler başka hangi ülkeye saldıracak?.. Hitler,
konuşmalarında da açıkça belirttiği gibi, Sovyetler
Birliğine saldıracaktır. Bunun için başka ne gibi delil ge­
rekiyor?..
Rak: Siz ve Kremimdeki yetkililer buna kesin ve tar­
tışmasız inanıyorsanız, niçin İspanya İç Savaşını kışkırttı­
nız?.. Sakın bana bütün bunların devrimci nedenlere
dayandığını söylemeyin. Stalin, herhangi bir marksist te­
oriyi geliştirmekten aciz bir adamdır. Gerçekten devrim­
ci bir neden olsaydı, İspanyaya enternasyonal devrimci
güçleri yollamaya gerek kalmazdı. İspanyollar, Sovyetler
Birliğinden çok uzakta yaşayan bir halk. En basit strate­
jik eğitimden geçen biri bile, oraya güç yollamayı kabul
etmezdi.

320
Bir savaş çıktığını farzedelim, Stalin “İspanyol Sovyet
Cumhuriyetine” nasıl askeri destek verebilir?..
Diğer bir açıdan baktığım zaman ise, Ispanya’daki
savaşı ve devrimi doğru buluyorum. Orası önemli strate­
jik bir nokta, bir kesişme noktası, kapitalist güçlerin etki
çizgilerinin bittiği bir yer. Burada bir savaş kışkırtılabi-
lir!..
Şunu da belirtmeliyim ki, İspanyol İç Savaşının
kışkırtılması, teorik olarak doğru, fakat pratik olarak
yanlıştı. Görüyorsunuz ki demokratik-kapitalist ve faşist-
kapitalist ülkeler arasında daha bir savaş çıkmadı.
Size şunu da söylemeliyim; Stalin kapitalist uluslar
arasında bir savaşı kışkırtmak için uygun bir bahane arı­
yorsa, bir başkası da bunu neden yapmasın?..
Sizinle anlaşacağımız iki nokta daha var; Birincisi
Sovyetler Birliğine karşı bir savaş olmayacaktır. İkincisi,
savaş burjuva uluslar arasında çıkacaktır.
Kuz: Anlaştık. Bunlar sizin kişisel düşünceleriniz
mi, yoksa “onların” düşünceleri mi?..
Rak: Benim kişisel düşüncelerim. “Onlarla” bir iliş­
kim yok. Fakat sizi temin ederim ki, bu konularda “onlar,”
rahatlıkla Kremlin le anlaşabilirler.
Kuz: “Onların Kremlin le anlaşabilecekleri konu­
sunda nasıl bu kadar emin olabiliyorsunuz?..
Rak: Yeterli zamanımız olsaydı, “onların bütün
plânlarını anlatabilirdim. Bugün bunlardan yalnız üçünü
açıklayabilirim.
Kuz: Hangilerini?..
Rak: Bunlardan birincisi, daha önce de bahsettiğim
gibi, eğitimsiz ve cahil bir insan olan Hitler, sezgileri va-

321
sıtası ile -Schacht’ın151 teknik muhalefetine rağmen- çok
tehlikeli bir ekonomik sistem yarattı. O, ekonomi alanın­
daki cehaletine rağmen, bizlerin de Sovyetler Birliğinde
yaptığı gibi, acil bir tedbir almak ihtiyacını hissetti ve
uluslararası ve özel Finansı devre dışı bıraktı. Böylece,
Finansörlerin Almanyada para basma imtiyazını ortadan
kaldırmış oluyordu. Yalnız fiziksel paranın değil, fînansal
paranın (sahte para) da üretimi onların ellerinden alına­
rak, devlete verildi.
Flitler, aldığı tedbirlerle bizi bile geride bırakmış­
tı. Çünkü biz Rusyada kaldırdıklarımızın yerine “devlet
kapitalizmi” ikame etmiştik. Bu, devrim öncesi demago­
jisi için gerekli ve pahalı bir zaferdi. Kader, Hitler e istem­
lerine uygun davranmıştı. Hitler Almanya’sının altın re­
zervi yoktu ve Reich-Mark altın temeline dayanmıyordu.
Hitler, parasını temel olarak Alman teknik yeteneğine ve
güçlü Alman iş gücüne dayandırıyordu. Alman tekniği ve
çalışmasının altın hâzinesinin yerine geçmesi, gerçekten
büyük bir karşı-devrimdi.
Bu öyle radikal bir çözümdü ki, işsiz yedi milyondan
fazla tekniker ve işçiye yeni iş imkânı yarattı.
Kuz: Ayrıca silahlanmayı hızlandırarak....
Rak: Ah, hayır!.. Hitler, çevresindeki burjuva
ekonomistlere aldırmadan, savaş tehlikesi olmadan da
sistemini barış üretimine uygulayabilirdi. Başka ulusların

151 Hjalm ar Schacht: Alman maliyeci ve siyaset adamı. (1877-1970)


Yüksek dereceli bir mason ve Warburglar’ın muteber adamı idi.
1923-1930 arasında Reichsbank müdürlüğünü yaparken Alman
markını güçlü bir para birimi haline getirdi. Büyük ticaret burju­
vazisinin desteğini sağlayarak Nazi partisinin iktidara gelmesine
önayak oldu. 1933’te yeniden Merkez Bankasının başına geçti.
1934-1937 arasında iktisat bakanlığı yaptı.

322
da bu sistemi keşfedip, ekonomik bağımsızlıklarına ka­
vuşmasının ne anlama geldiğini anlayabiliyor musunuz?..
Örneğin İngiliz Common-wealth’ınm?.. Böyle bir bulu­
şun karşı-devrimci fonksiyonunu düşünebiliyor musu­
nuz?.. Bu tehlike şu anda bir tehdit aşamasında değil, ama
henüz değil. Hitler sistemini teorik bir temele oturtmadı.
Bu, çok ampirik olarak, bilimsel anlamda formüle edil­
meden kaldı. Teorik bir temelden yoksun olduğu ve bi­
limsel bir teze dayanmadığı için, şu anda bir tehlike arzet-
miyor ama her an tüme varım işlemiyle bir şekil alabilir
ve bizim için millî-Komünizmden daha ciddi bir tehdit
oluşturabilir. Bizim marksist propaganda bu konuya hiç
dokunmaz, çünkü polemiksel tartışmaların sonucunda,
bu karşı-devrimci ekonomik öğretinin sistematize ve for-
mülize edilmesi mümkün olabilir.
Bu nedenle tek bir kurtuluş yolu vardır; o da SAVAŞ­
TIR.
Kuz: İkincisi neydi?..
Rak: Rus İhtilali zafer kazandığı zaman, onunla be­
raber Rus milliyetçiliği de zafer kazandı. Bu milliyetçilik
olmasa Bonapartizm olmazdı. Rusyadaki milliyetçiliği
daha gelişme safhasında kişisel olarak Çar temsil ediyor­
du. Aslında Marks devrimin yapılacağı ülke konusunda
yanılmıştı. O, devrimin gelişmiş batılı bir ülkede olacağını
sanıyordu. Marksism, çok sanayiileşmiş bir ülkede değil,
hemen hemen hiç proleteryası olmayan Rusya’d a başarılı
olmuştu. Bizim zaferimizi oluşturan diğer nedenler ara­
sında, Rusya’nın gerçek bir milliyetçiliğe sahip olmaması
da bulunmaktadır.
Avrupa’d a Faşizmin yükselişi, hem Stalin, hem de
bizler için, Avrupa’daki milliyetçiliğin boğazını sıkmak

323
için bir savaşı gerekli kıldığından, çok faydalı olmuştur.
Kuz: Özetle ekonomik ve siyasi nedenleri açıkladı­
nız. Üçüncüsü nedir?..
Rak: Bunu açıklamak kolay. Bunun için dini sebep­
ler var. Komünizmin nihai zaferi için, Hıristiyanlığın bu­
günkü şeklinin ortadan kaldırılması gerekiyor.
16. yüzyıldaki Protestan devrimi, Hıristiyanlığın
bölünmesine yol açmıştı. Gerçekte Hıristiyanlık bizim
tek düşmanımızdır. Çünkü, burjuva milletlerin siyasi
ve ekonomik yaşamı bu inanç üzerine bina edilmiştir.
Hıristiyanlık, devrimci laik veya ateist devletleri temelin­
den yıkabilir. Rusyada manevi Nihilizmi yaratan ve kitle­
lere egemen olan Hıristiyanlık, Marksism’in -aradan 20
yıl geçmesine rağmen- ortadan kaldıramadığı bir engel­
dir. Staliriin dini sektörde aldığı tedbirleri destekliyoruz.
Biz de iktidarda olsaydık ondan çok farklı veya çok fazla
bir şey yapamazdık. Ah!., keşke Stalin Hıristiyanlığa karşı
daha kesin bir tavır alsaydı, milliyetçiliğin ve karşı-devri-
min etkileri bin kat daha artmış olurdu.
Kuz: Şahsi görüşüme göre, açıkladığınız üç temel
noktadan bir plânın ana hatlarını ortaya çıkarmak müm­
kün görünüyor. Şu anda size verebileceğim zaman bu ka­
dar. Fakat sizin insanlar, örgütler ve bilinmeyen gerçekler
konusunda yaptığınız açıklamalardan sonra, düşüncele­
rim epey değişti. Lütfen bana “onların”plânını genel hat­
ları ile açıklayınız.
Rak: Evet, şimdi o an geldi. Yalnız şunu bilmeni­
zi isterim ki, konuştuklarımın sorumluluğu bana aittir.
Onlara ait üç maddenin yorumu ile ilgili sorumluluk da
bana aittir. Fakat “onların” söz konusu üç hedefe ulaşmak
için tamamen farklı plânlar uygulayabileceklerini de ka­
324
Levent Şahverdi Arşivi
bul etmek gerekir. Lütfen bunu da hesaba katınız.
Kuz: Peki, devam edin lütfen.
Rak: Basit bir şekilde özetleyeyim, Alman askeri
gücü biz troçkist muhalefetle aynı hedefi (yani Sovyetler
Birliğindeki gücü tasfiye etmek konusunda) paylaşma­
dığı için, cepheleri değiştirmek mecburiyetinde kaldık.
Doğuya bir saldırı batıdan yapılacaktı!..
Kuz: Harika!.. Bunu pratik olarak gerçekleştirmek
için bir plân düşündünüz mü?..
Rak: Lubliyanka hapishanesinde bunları uzun
uzun düşünecek zaman buldum. Bütün mesele, Stalin ve
Hitler’in üzerinde anlaşabileceği bir şey bulmaktı.
Kuz: Evet ama, bunun da bir sorun olduğunu kabul
etmiştiniz.
Rak: Sübjektif diyalektik direnç hesaba katıldığı
zaman, sanıldığı gibi çözülemeyecek bir problem değil.
Hitler ve Stalin ne kadar farklı kişiliklere sahip olurlarsa
olsunlar, kökenleri aynı olduğu için anlaşabilirler. Hitler
patolojik derecede duygusal bir insan olmasına karşılık,
Stalin normal biridir. Her ikisi de egoist ve her ikisi de
idealist değiller. Bu nedenle her ikisi de Bonapartist ve
klasik anlamda emperyalisttirler. Bu benzerlikler dolayı­
sıyla her ikisi kolayca anlaşabilir. Rus Çariçesi ile Prusya
Kralı anlaştıktan sonra, bu ikisi niye anlaşamasın?..
Kuz: Rakovski, siz adam olmazsınız.
Rak: Anlayamadınız mı?.. II. Katherina ve II.
Friedrich, Polonya üzerinde bir anlaşmaya varmış­
lardı. Bugün Rus Çarmın yerini alan Stalin ve Prusya
Kralının yerini alan Hitler, Polonya üzerinde niye bir
anlaşma yapamasınlar? Çarlardan Bolşeviklere ve Prusya

325
Krallarından Nasyonal-Sosyalistlere uzanan tarihi çizgi,
Hitler ve Stalini Polonya üzerinde birleştirebilir. Bütün
bunların dışında, Polonya güç durumda bulunan Katolik
bir ülkedir.
Kuz: Siz bu ülke üzerinde anlaşabileceklerini mi
düşünüyorsunuz?..
Rak: istenilen beraberlik sağlanırsa, bir antlaşma
yapılması mümkündür.
Kuz: Hitler ve Stalin arasında mı?.. Bu çılgınlık,
imkânsız bir şey!.
Rak: Politikada imkânsız diye bir şey yoktur.!
Kuz: Hitler ve Stalinin Polonya’ya saldırdıklarını
farzedelim.
Rak: Müdahele edebilir miyim?.. Bu saldırı, alter­
natif savaş veya barışa neden olabilir. Bunu kabul etmek
gerekir.
Kuz: Evet, fakat neyi?..
Rak: Böyle bir anlaşma olduğunda, üstün kara ve
deniz kuvvetlerine sahip İngiltere ve Fransa, Hitler ve
Staline saldırmazlar mı?..
Kuz: Gerçekte Amerika olmadan, bu bana güç gö­
rünüyor.
Rak: Bir an için ABD’nin oyun dışında kaldığını far­
zedelim. O takdirde, Hitler ve Stalinin Polonya’ya saldırı­
sının bir Avrupa savaşma yol açmayacağı konusunda
benimle hemfikir misiniz?..
Kuz: Çok mümkün görünmüyor ama mantıklı.
Rak: Bu takdirde, bir Polonya saldırısı konusun­
da anlaştık gibi görünüyor. Polonya’nın parçalanması ve
sonra Hitlerin Sovyetler Birliğine karşı süren tehdidi,

326
burjuva devletlerin birbirlerini yok etmelerine yol aç­
mayacaktır. Bu bölüşme sonunda, Almanya ve Sovyetler
Birliği karşılıklı olarak güçlenecektir. Ama Almanya ihti­
yacı olan hammaddeleri elde ettiği için daha da güçlen­
miş olacaktır.
Kuz: Anlattıklarınız doğru. Başka bir çözüm yolu
yok gibi görünüyor.
Rak: Bir çözüm yolu daha var.
Kuz: Hangisi?..
Rak: Demokratik devletler, “saldırgana savaş aça­
caktır.
Kuz: Konuyu saptırıyorsunuz. Saldırgan olan veya
olmayan diye bir ayrım yapmak mümkün mü?..
Rak: Öyle mi sanıyorsunuz?.. Her ikisi de (yani
Almanya ve Rusya) saldırgan değil mi?.. Polonya’ya sal­
dırının her ikisinin anlaşması halinde olabileceği konu­
sunda anlaşmıştık sanırım. Fakat demokrasilerin saldır­
ganlardan yalnız birini “saldırgan” olarak tanıması düşü­
nülemez mi?..
- Kuz: Ne demek istiyorsunuz?..
Rak: Çok basit. Demokrasiler, Polonya’ya saldıran­
lardan yalnız birini “saldırgan” olarak tanımlayıp ona sa­
vaş açacaklardır. Yani Hitler’e...
Kuz: Bu ucuz ve basit bir faraziye.
Rak: Evet, faraziye ama ucuz değil. Stalin, demokrasi­
lerin Hitlere saldırısı ile kendisine saldırılmış olarak
hissetmeyecektir. Buradan şöyle bir sonuç ortaya çıkıyor;
bu doğru bir yoldur. Ayrıca Almanya, coğrafi ve stratejik
açıdan ABD ilk enternasyonal savaşını 1898 yılında is­
panya ile yapmıştı. ABD, yalandan bir İspanyol saldırısı

327
varmış gibi gösterip, İspanyaya savaş açmıştı.152
Ayrıca belirtmeme gerek yok ki, bu savaşı “onlar”
provoke etmişlerdi. Nitekim “onların” 1914 provakasyo-
nu da başarılı olmuştu. Savaşları kışkırtmanın her zaman
önemli bir şartı vardır; saldırganın doğru olarak belirlen­
mesi, yani kimin saldırgan tarifine uyacağı belirlenme­
lidir. ABD bugün böyle bir durumda değil. ABD bugün
(Ocak 1938’de) yüzbin kişiden az bir kara kuvvetine ve
güçlü bir deniz kuvvetine sahiptir. Fakat şunu da anlama­
lısınız ki, İngiltere ve Fransa’nın hava üstünlüğüne rağ­
men, müttefiklerin gücü Sovyetler Birliğini yenebilecek
seviyede değil. Bu şekilde yeniden, o taraftaki güç denge­
sinde bir değişiklik olamayacağını ispatlamış oluyorum.
Kuz: Bunun teknik olarak nasıl mümkün olabilece­
ğini bana açıklayabilir misiniz?..
Rak: Gördüğünüz gibi, Stalin ve Hitler’in çıkarları
Polonya’ya saldırıda birleştiğine göre, geriye çifte saldırı
ile ilgili bir anlaşma imzalamak kalıyor.
Kuz: Bunun çok kolay olacağını mı sanıyorsunuz?..
Rak: Şüphesiz hayır. Bunun için Stalin gibi, tecrübeli
diplomatlara sahip olmaklazım. Biliyorsunuz Stalin’in em­
rindeki insanlar ya ona hizmet ederler, ya da Lubliyanka
hapishanesine giderler. İlk zamanlar Litvinov’un153 ırksal
engeli Hitler’le görüşmelerde bazı güçlükler çıkarması­
na rağmen, o bugün artık tecrübeli bir diplomat olarak,
Stalin’d en çok Molotov’d an korkmaktadır. Litvinov’un
152 ABD, II. Dünya Savaşı sırasında, Pearl Harbour baskınını çok
önceden bilmesine rağmen, gerekli tedbirleri bilerek ve isteyerek
almamıştı. Çünkü, ABD’nin II. Dünya Savaşına girebilmesi için
Japonların “saldırısına” uğraması gerekiyordu!..
153 M.M. Litvinov konusunda fazla bilgi için, “I. Dünya Savaşı Sırasın­
da Anglo-Siyonist Faaliyetler” bölümüne balanız.

328
diplomatik yetenekleri rejime hizmet etmeye başlayınca,
artık kimse onu bir troçkist olmakla suçlamayacak.
Yine de Hitler’le Stalinin yakınlaşmasında onun
adının geçmesi, birçoklarına onun troçkist olduğunun
bir delili gibi görün Ben, bu iş için ondan daha uygun bir
adam göremiyorum. O, safkan bir Rus gibi davranmasını
iyi bilir. Stalin ve Hitler arasındaki güvensizlik ve önyargı
duvarı ancak hakikatlerle yıkılabilir.
Kuz: Konuşmalarınızdaki paradoksları yine anlaya­
madım.
Rak: Özür dilerim. Konuları özetleyerek anlatma ge­
reği, beni buna mecbur bırakıyor. Şunu demek istiyorum;
Hitler’le yakınlaşmak için kartlan açık oynamak gereklidir.
Onu bu işte, iki cephede birden savaşa mecbur edecek bir
provakasyon olmadığına ikna etmek mecburiyetindeyiz.
Örneğin; Genel Seferberlik ilanını yalnız Polonya’ya gire­
cek Rus askerleriyle sınırlı olduğu, garantisini verebiliriz.
Bizim gerçek amacımız, Hitler’in elindeki bütün
güçlerle bir İngiliz-Fransız saldırısına karşı hazırlıklı
olmasıdır. Bu amaçla Stalin, Hitler’in petrol ihtiyacını
karşılayabilir. Şu anda aklıma gelenler bunlar. Bu çeşit
Hitler e güven telkin edecek bir şekilde çözülebilecek bin­
lerce soru akla gelebilir.
Biz bu şekilde Polonya’nın bir kısmını ele geçirdik­
ten sonra, pratik olarak Hitler’i de aldatmış oluruz.
Kuz: Bu işin neresinde bir aldatmaca var onu anlaya­
madım?..
Rak: Hitler’in nerede aldanacağını sizin bulmanızı
sağlayacağım. Ama önce şunu belirtmeliyim ki, şu anda
kapitalist devletlerin karşılıklı olarak birbirini yok ede­

329
ceği (yani burjuva ve faşist - kapitalist devletlerin birbirini
yok edeceği) bir plân taslağını hazırlamış bulunuyorum.
Fakat, tekrarlıyorum benim plânım mantıki ve normaldir.
Gördüğünüz gibi, ne esrarengiz unsurlara, ne de yabancı
faktörlere bu plânda yer yok. Diğer bir deyişle “onlar” bu
işin içine girmedikçe, plânın yürürlüğe konması müm­
kün olamaz. Siz şu anda, onların gücünü ispatlamak için
uygun bir zaman olmadığını düşünüyorsunuz değil mi?..
Kuz: Doğru!..
Rak: Bana karşı dürüst olunuz. “Onların” bu işe
karıştıklarını görmüyor musunuz?.. Size bahsettiğim
plânın mantıksallığı ve doğallığı sadece görüntüdür.
Gerçekte kararı “onlar” verir. Siz hâlâ onların kim oldu­
ğunu anlamadınız mı?..
Kuz: Açık konuşmak gerekirse, hayır!
Rak: Plânın mantıksallığı ve doğallığı tamamen
görüntüden ibarettir. Bu plânın gerçekten mantıki ve do­
ğal olması için, Hitler ve Stalin in karşılıklı olarak birbir­
lerini yok etmeleri gerekir. Demokrasilerin gerçek hedefi
budur. Birçok demokrasi için, Hitler’in Staline “saldırma­
sına izin verilmesi” yeterlidir. Bana, Hitler’in bu savaşı
kazanabileceğini söylemeyin. Rus toprakları ve Stalin,
Alman askeri gücünü durduramazsa, demokrasiler
Staline yardım edebilirler. Asıl hedef, Stalin in zayıflatıl­
ması ve her iki güçlü ordunun karşılıklı olarak tamamen
yıpratılmasıdır.
Demokrasilerin gerçek niyetleri ve düşünceleri her­
kesin sandığı gibi değildir. Gerçekler, hiçbir zaman gö­
ründüğü gibi değildir!..
Aslında demokrasilerin tek bir hedefi vardır; O
da Komünizmin muzaffer olmasıdır!.. New York’taki
330
demokrasiyi buna zorlayan “Komintern” (Komünist
Enternasyonal) değil, Wall-Street’teki “Kapintern”
(Kapitalist Enternasyonal) dir.
Onların dışında kim Avrupa’yı açıkça çıkarlarına ta­
mamen zıt bir şeyi benimsemeye zorlayabilir?.. Onlardan
başka kim Avrupa’yı topyekün bir intihara sürükleyebi­
lir?..
Tek bir şey buna muktedirdir o da; Para ve paranın
gücüdür. Para yegane ve tek güçtür.
Kuz: Sizinle açık konuşayım Rakovski. Sizin
olağanüstü yeteneğinizi takdir ediyorum. Siz, agresif, za­
man zaman fantezi boyutlarına ulaşan, bir-diyalektiğe sa­
hipsiniz. Fakat, söyledikleriniz yine beni tatmin etmedi.
Siz, onların kapitalist bakış açılarıyla Almanya ve Sovyet
Rusya arasındaki savaşa mani olacaklarını söylüyorsu­
nuz. Doğru mu anladım?..
Rak: Tamamen doğru.
Kuz: Fakat günümüzdeki duruma bakarsak,
Almanya hızla silâhlanıyor ve genişlemeye devam edi­
yor.154 Hitler ve Stalin’in bir pakt imzalayarak Polonya’yı
paylaşacaklarını söylediniz. Polonya paylaşılmasa ve bu
pakt da olmasa bize ne olur?.. Hitler herhalikarda yine
Sovyetler Birliğine saldırmayacak mı?..
Rak: Bunun bir garantisi olacağını sanmam.
Kuz: O halde devam ediniz.
Rak: Acele etmeyin. Sovyetler Birliğine karşı Alman
tehdidi bir gerçektir.

154 Bu konuşmaların yapıldığı tarihten kısa bir süre sonra, Hitler, 1938
Martında Avusturya’yı ilhakının ardından, Münih Antlaşmasıyla
(Eylül 1938) Çekoslavakya’nın bir bölümünü (Südetler meselesi)
ilhak etti.

331
“Onlar,” Stalin üzerinde bir hayli düşündüler ve on­
dan vazgeçemeyeceklerini anladılar. Stalin tek alternatif­
ti, başka çareleri yoktu. Hitler’in saldırısı kendiliğinden
gelişecektir Yani, “onlar” bu saldırıya neden olacak bir şey
yapmayacaklardır. Kremlin’de size öğretilenlerle bunları
anlamınız ve düşünmeniz gerçekten zor!.. Geniş düşün­
meye çalışın lütfen!..
Kuz: Stalin niye tek seçenek?..
Rak: Stalin ya devrilecektir, ya da size anlattığım
plânı (yani Avrupalı kapitalistlerin karşılıklı olarak bir­
birlerini yok etme plânını) uygulayacaktır. Bir de benim
önerdiğim teorik alternatif var. Stalin çok sıkıştırılırsa,
benim sunduğum plânı uygulayabilir, tabii “onlar” uygun
görürlerse...
Kuz: Ya Stalin hayır derse?..
Rak: Bu mümkün değil. Alman yayılması ve
silâhlanması devam edecektir. Stalin’in bu gelişmeleri gö­
rüp, eli kolu bağlı beklemesi mümkün değildir.
Kuz: Öyle görünüyor ki olaylar, “onların” çizdiği
plâna uygun olarak yürüyor.
Rak: Tabii ki öyle. Bugün Sovyetler Birliğinde olaylar,
plânlara uygun değilmiş gibi görünse de, er veya geç istenilen
şekli alacaktır. Stalin intihar etmek istemiyorsa, plânlan uy­
gulamak mecburiyetindedir.
Kuz: Karşımıza hep bu “hayaletler” çıkıyor.
Rak: Gerçekler “hayalet” midir?.. Uluslararası si­
yaset mucizelerle doludur ama, hayal değil gerçektir.
Geleceği belirleyen sihirli bir değnek yoktur. Bütün bun­
ların hayaletlerin eseri olduğunu mu sanıyorsun?..
Kuz: Bir an için plânın kabul edildiğini farzedelim.

332
Bu plânı uygulayacak bir şahıs gerekiyor.
Rak: Örneğin kim?..
Kuz: Tam yetkili bir şahıs.
Rak: Niçin?.. Öyle bir şahıs görevlendirilirse bile,
mühürlü bir zarf ve diplomatik bir çanta taşımayacak­
tır ki. Onun görevi, “onların” verdiği emirlere uygun
olarak antlaşmaları imzalamak olur. Şunu anlamalısınız
ki “onlar" bir devlet değil!.. “Onlar”ı 1917’d en önceki
ve şimdiki enternasyonala benzetebilirsiniz. Sovyetler
Birliğinin Masonlukla, bir casus örgütüyle, MakedonyalI
Komitacılarla veya Hırvat Uştaşi155 örgütüyle görüşmeler
yapabileceğini tasavvur edebilir misiniz?..
Lenin ve Alman Genel Kurmayı arasında resmi,
yazılı ve hukuki bir anlaşma olabilir miydi?.. Troçki’nin
“onlardan”aldıkları zarflı ve mühürlü müydü?..
Kuz: Bu olayla ilgili ne anlatacaksınız?..
Rak: Dürüst olmak gerekirse, ben olsam hemen ya­
rın Berlin’de temaslara başlardım.
Kuz: Polonya’ya saldırı ile ilgili bir anlaşma yapmak
için mi?..
Rak: Demokrasiden hayal kırıklığına uğramış
olan bu insanlara, İspanyadan vazgeçtiğimizi göste­
rirdim. Bu cesaret verici bir şey olurdu. Daha sonra da
Polonya üzerinde pazarlığa girişirdim. Böylece OKW
(Oberkommando der Wehrmacht=Alman Silâhlı
Kuvvetler Başkomutanlığı)deki Bismarck çizgisindeki
bayların elinde Hitler’e karşı argümanları (karşısındaki-

155 Ustaşi: Hırvatistana özerklik talebiyle 1929’d aAntePaveliçtarafın-


dan kurulan Hırvat gizli faşist örgütü. Mihver güçleriyle işbirliği,
Ustaşi tarafından 1941’d e bir Hırvat devletinin kurulmasıyla so­
nuçlandı.

333
leri ikna etmek için öne sürülen delil veya hususlar) olur­
du.
Kuz: Başka bir şey yok mu?..
Rak: Şu anda yok!.. Bu zaten yeteri kadar büyük bir
diplomatik görev!..
Kuz: Açıkça söylemek gerekirse, günümüzde
Kremline egemen olan düşüncenin uluslararası politika­
da radikal bir değişikliğe gideceğine inanmıyorum. Fakat
sizi dinledikten sonra, Sovyetler Birliği ile Almanya ara­
sında bir antlaşma yapılabileceği ihtimalini de göz ardı
etmiyorum.
Rak: Uluslararası gebşmeler Sovyetler Birliğini buna
zorlayacaktır.
Kuz: Burada değerli zamanımızı harcıyoruz. Bana
somut şeylerden bahsedin ki, inanırlıklarını ispatlama
imkânı olsun. Konuştuklarımızla ilgili raporu, her keli­
mesine sadık kalarak yazacağım ama, bu raporun Kremlin
Arşivlerinde kaybolacağı muhakkak.
Siz somut kişilerden, büyük finansörlerden ve hatta
bunların Hitler’i finanse ettiğinden bahsettiniz. “Onlarla
ilgili bana birkaç isim veremez misiniz?.. “Onlardan hiç
kimseyi tanımıyor musunuz?..
Rak: Bunu gerekli görmüyorum. Daha önce de
söylediğim gibi, “onların” kim olduklarını bilmiyorum.
Fakat onlardan birini tanıyan bir kişiyi biliyorum.
Kuz: O kim?..
Rak: Troçki. Troçki bana anlattığı için, ben yalnız
“onlar’dan biri olarak Walther Rathenau’yu tanıyorum.
Rathenau, siyasi gücünü açıkça kullanan “onlardan” bi­
riydi. O, büyük bir milyoner olmasına rağmen, Sovyetler

334
Birliğine karşı uygulanan ekonomik ambargoyu kaldıran­
lardan biriydi. Lionel Rothschild de “onlardan” biriydi.
Kesinlikle “onlardan” olduğunu bildiğim başka bir
isim yok. Şüphesiz, kişilikleri ve eylemleri onlara uygun
görünen birkaç isim daha verebilirim, ama bu adamların
“emir verenlerden” mi yoksa “emir alanlar” dan mı olduk­
larım söyleyemem.
Kuz: Bana birkaç isim daha verin.
Rak: Wall Street’teki Kuhn, Loeb&Co. Bankası ve
bu bankanın sahipleri olan Schiff, Warburg, Loeb ve
Kuhn ailelerini verebilirim. Bütün bunlar aslında tek bir
aile gibidir, çünkü birbirleriyle evlenmişlerdir. Ayrıca
Baruch, Frankfurter, Altschul, Cohen, Benjamin, Strauss,
Steinhard, Blum, Rosemann, Lipmann, Lehmann,
Dreyfuss,, Lamont, Rothschild, Mandel, Morgenthau,
Ezekiel, Lasky Sanırım bu verdiğim isimler yeterli-
dir. Hafızamı zorlarsam birkaç isim daha çıkarabilirim.
Fakat, tekrarlıyorum, kimin “onlardan biri olduğunu ke­
sinlikle bilemem ve bu konuda bir garanti veremem.
Fakat şuna eminim ki, sözünü ettiğim şahıslar eğer
“onlardan” biri değilse, onlardan birinin yerine ikame edil­
miş güvenilir şahıslardandır. Bu nedenle onlardan biriyle
karşılaşıp karşılaşılmadığı konusunda doğrudan bir ce­
vap vermek mümkün değildir.
Cevabı ancak gerçekler verebilir. Sizin dikkat etme­
niz gereken, değişmeyen teknik budur.
Kuz: Bu şahıslar nerede bulunuyorlar?..
Rak: Büyük bir bölümü ABDde.
Kuz: Konuşmalarımızda bir hayli mesafe katettik
ama zamanımız azalıyor. O nedenle sizin acele etmeniz

335
gerekiyor Rakovski.
Rak: Ben mi?..
Kuz: Evet, Hatırlarsanız mahkemeniz çok kısa süre
sonra başlayacak. Antlaşmanın Kremlini ilgilendirip
ilgilendirmeyeceğini bilmiyorum, fakat siz mahkeme­
ye çıkmadan önce ilgilenseler, sizin için çok iyi olurdu.
Kendi çıkarlarınız açısından bana çok acil somut bir şey­
ler vermeniz gerekiyor. Bunları bizlere verebilirseniz, size
kesin bir şekilde hayatınızı kurtarabileceğinizi söyleyebi­
lirim. Aksi takdirde, hiç birşeyi garanti edemem.
Rak: İyi, bunu gözönüne alacağım. Amerikan
Büyükelçisi Davies Moskova’da mı?..
Kuz: Sanıyorum, evet. Geri dönmüş olmalı.
Rak: Bu bir yol olabilir.
Kuz: Öyleyse onunla başlamalısınız. Amerikan
Hükümetinin bütün bunların arkasında olduğunu farze-
debilir miyiz?..
Rak: Arkasında değil, altında.
Kuz: Roosevelt156 mi?..
Rak: Bildiğim kadarını açıklayacağım. Benim
anlatacaklarımı bir casus romanı gibi heyecanla izleyin.
Öyle önemli tarihi olaylar vardır ki, bunlar bilinen
gerçekler arasında asla yer almazlar.
24 Ekim 1929 sabahını hatırlayınız. Bu tarih, 24

156 Franklin Delano Roosevelt (1882-1945): Amerikalı siyaset ada­


mı. 1929 ekonomik krizi patlak verdiğinde New York eyaleti vali­
liğine yeni seçilmişti. Kriz karşısmda şaşkınlık içindeki Amerikan
halkı, Kasım 1932’de Roosevelt’i başkanlığa seçti. 1936, 1940 ve
1944’te tekrar başkan seçilerek ard arda dört kez başkanlık yapan
tek ABD başkanı oldu. Başkan Roosvelt 32. dereceden masondu ve
New York’taki “H olland Lodge No. 8”in üyesiydi.

336
Ekim 1917’deki Bolşevik ihtilalinden çok daha önemlidir.
Bu tarih, New York Borsasının çöküş tarihidir.
Bu tarihte büyük bir depresyon başlamıştı. Bu olay
12-15 milyon işsizin ortaya çıkmasına neden olduğu için,
aslında GERÇEK BİR DEVRİMDİR.
1933 Şubatında bankaların birbiri ardına kapanma­
sıyla kriz son darbesini de vurdu.
Finans, klasik Amerikan endüstrisini ekonomik
olarak yıkmak ve Wall Street’e köle yapmak için, bundan
daha fazlasını yapamazdı.
Bilindiği gibi, her ekonomik fakirleşme parazitliğin
büyümesine yol açar ve Finans da büyük bir parazittir.
Bu 1929 Amerikan devriminin hedefi yalnızca tefe­
cilik yapmak değil, para gücünü arttırmaktı. Onlar daha
çok para istiyorlardı. Para gücü aynı zamanda, siyasi güç
anlamına gelmekle beraber, bu güç o güne kadar dolaylı
yollardan etkisini göstermişti. Fakat şimdi onlar güçlerini
doğrudan göstermek istiyorlardı. Onların siyasetteki ada­
mı Franklin Delano Roosevelftir. Anlayabildiniz mi?..
Lütfen şunu not ediniz; 1929 yılında, yani Amerikan
Devriminin ilk yılının Şubat ayında Troçki Rusya’d an
sürüldü. Borsamn çöküşü ise Ekim ayındadır. Hitler’in
finansmanı ise Temmuz 1929’d a gerçekleşti. Bütün bu
olayların aynı yıl tesadüfen gerçekleştiklerini mi sanıyor­
sunuz?..
Hoover dört yılını ABD ve Rusya’d a iktidarı ele geçir­
mek için uğraştı. ABD’de finansal bir devrim, burada bir
savaş ve bunun sonucu yenilgi hazırlandı.
Bütün bunlar iyi bir roman malzemesi olur ama, so­
mut delil olarak sayılır mı orasını bilemem. Fakat şunu

337
anlamalısınız ki, böyle detaylı bir plân, ABD yönetiminde
yürütme erkini elinde tutan olağanüstü bir insana ihtiyaç
duyuyordu. Bu insan Franklin Roosvelt ve karısı Eleonore
Roosevelt’tir.
Kuz: Roosevelt “onlardan biri mi?..
■ ' Rak: Onlardan biri mi veya onlara itaat edenlerden
biri mi bilmiyorum. Bunun ne anlamı var ki?.. İnanıyorum
ki o, görevinin bilincindeydi. O, kendisine yapılan baskı
dolayısıyla mı itaata zorlanmıştı, yoksa gerçek yöneticiler­
den biri miydi, bunu kesin olarak söyleyemem. Bir şey­
den kesin olarak eminim o da; Görevini yerine getirdi­
ğidir. Bu konuda bana başka bir şey sormayın, çünkü bir
şey bilmiyorum.
Kuz: Daviese başvuru kararı alınırsa, ne şekilde bir
başvuruyu tavsiye edersiniz?..
Rak: İlkönce doğru şahıslar seçilmelidir. “Baron”
gibi biri kullanılabilir. O, halen yaşıyor mu?..
Kuz: Bilmiyorum.
Rak: İyi, şahısların doğru seçilmesi sizin sorununuz.
Ulağınız güvenilir biri olmalı ve en iyisi kendisini “gizli
muhalefetten biri” diye tanıtmalıdır.
Konuşulacak konular, Avrupa demokrasileri ve
Sovyetler Birliğinin Nasyonal-Sosyalizme karşı ittifakını
kapsamalıdır. Yani İngiliz ve Fransız emperyalistleri ile
(yani gerçek emperyalizmin temsilcileri ile) potansiyel
bir emperyalizme karşı bir ittifak yapmak. Konuşulacak
bir başka konu da, Sovyetler Birliğinin Amerika’d a ve
Amerika’nın Sovyetler Birliğindeki yanlış imajlarını
düzeltmek olabilir. Amerikan demokrasisi kendisini,
Fransız ve İngiliz demokrasilerini, yani sömürgeci em­

338
peryalizmi, savunmaya mecbur hissedebilir. Aslında ne
Sovyetler Birliğinin, ne de ABD’nin Avrupa emperya­
lizmi ile ilgileri yoktur. İdeolojik, politik ve ekonomik
olarak Rusya ve Amerika’nın, Avrupa’nın sömürgeci em­
peryalizminin doğrudan veya dolaylı olarak yıkılmasın­
da çıkarları vardır. Fakat ABD’nin bu işten çıkarı daha
fazladır. Avrupa yeni bir savaşta bütün gücünü kaybeder­
se, güçsüz İngiltere de Avrupa hegemonyal gücünün bir
parçası haline gelir. Avrupa güç potansiyelini kaybederse,
İngiliz imparatorluğu zayıflar ve siyasi, ekonomik olarak
tamamen ABD’nin yörüngesine girer.
Hitler, bir defa saldırdığı için, devamlı olarak saldır­
gan olarak tanımlanacaktır.
Şu soruyu da sormak gerekir; ABD ve Sovyetler Birli­
ği bir savaşta nasıl ortak bir tavır alabilirler?..
Emperyalistler arasındaki bir savaşta, tarafsız ka­
labilmek aslında kendi iradesinden çok, saldırganın ira­
desine bağlıdır. Tarafsız kalabilmenin garantisi, saldırga­
nın bu ülkeye saldırıdan bir çıkarı olmamasına bağlıdır.
Emperyalistler arasında bir savaş çıkmazsa, bunun mut­
laka kışkırtmak gereklidir.
Bunun için şöyle bir harekat plânı izlenebilir;
1- Hitler’le, Polonya ve Çekoslovakya’yı paylaşmak
için antlaşma. En iyisi bu.
2- Hitler kabul edecektir. Hitler, Sovyetler Birliği ile
beraber oynadığı istila oyununda başarılı olursa, demok­
rasilere karşı arkasını garantiye alabilecektir.
3- Demokrasiler Staline değil, Hitler’e saldıracak­
lardır. Her ikisi de saldırgan olarak suçlanacak, fakat
stratejik ve lojistik nedenlerden dolayı, ayrı ayrı savaşa

339
gireceklerdir. Önce Hitler, sonra Stalin.....................
Kuz: Hakikatleri söylüyorsun değil mi?..
Rak: Stalin gerekli gördüğü ölçüler içinde Hitler’i
desteklemedi mi?.. Savaşı kapitalistlerin son askeri ve
son kuruşu kalıncaya kadar uzatmak elimizde değil mi?..
Kapitalist devletler içlerindeki komünist ihtilallerle yeteri
kadar uğraşmadılar mı?..
Kuz: Ya Hitler Napolyon gibi bütün Avrupa’yı
Sovyetler Birliğine karşı seferber ederek çabuk bir zafer
kazanırsa?..
Rak: Bu mümkün değil!.. Siz önemli bir faktörü,
yani ABD’nin varlığını unutuyorsunuz. ABD ve demok­
ratik milletlerin Stalini desteklemesi doğal değil mi?..
Kuz: Peki ya Japonya?..
Rak: Onun başı Çin ile yeteri kadar dertte değil mi?..
Stalin, Japonya’d an savaşa girmeyeceği garantisini alacak­
tır. Japonlar intihar etmeye eğilimlidirler ama aynı anda
hem Sovyetler Birliğine, hem de ABD’ye saldıracak kadar
değil!.. Başka bir itirazınız var mı?..
Kuz: Bana kalsa bu kadar delil yeterli. ABD Büyükel­
çisinin yararlı olacağına inanıyor musunuz?..
Rak: İnanmak mı?.. Beni onunla konuşturmadı­
lar bile. Fakat bir noktaya dikkatinizi çekmek isterim.
Davies’in Büyükelçi olarak atanacağı 1936 Kasımında
açıklandı. Bu demektir ki, Roosevelt onu göndermeyi
çok önceden plânlamıştı. Ağustos ortalarında atanması
kararlaştırıldı. Ağustos ayında ne olduğunu hatırlar mısı­
nız?.. Zinovyev ve Kamanev kurşuna dizildi.
Davies’in atanmasının tek bir amacı vardı o da; “On­
ların” Staline karşı uygulayacakları yeni politikayı tespit

340
etmek. Evet, ben kesinlikle buna inanıyorum.
Davies, Staline karşı muhalefetin tasfiye edildiğine şa­
hit oldu. Radek’in mahkemesinde157 onun da bulunduğunu
biliyor muydunuz?..
Kuz: Evet!..
Rak: Onu görmeli ve onunla konuşmalısınız.
Aylardır bunu bekliyor.
Kuz: Bu gecelik konuşmamıza burada son verelim.
(Sorgulama zabıtları burada bitiyor.)

157 Sovyet Rusya’da, Rus ve Fransız Masonları ile yakın ilişkilerde bu­
lunduğu iddia edilen, Radek ve yoldaşları mahkemeye çıkarılmış-
tı. Gerçekten de Radek, Sovyet Mason Locası “Kuzey Yıldızi’nın
üstadı muhteremi idi. Bu locaya bazı Sovyet diplomadan ile, Komü­
nist Parti Merkez Komitesinden iki kişi üye idi. Bu arada Sovyet
Rusya’da Fransız Büyük Doğusu ile ilişkili altı locanın daha açıldığı
bildiriliyor. (Kaynak: Neue Abend-Zeitung Ludwigshafen vom 9.
Februar 1937.) “Schârnhost zum deutschen Glauben” locası üyesi
Hensel birader, “Die Freimaurerei am Scheidewege” adlı kitabında,
Radek’in B’nai B’rith locası üyesi olduğunu açıklamıştır. Kari Ra­
dek (Asıl adı: Chaim Bernhardowitsch Sobelsohn): Sovyet siyaset
adamı ve gazeteci (1855-1939) III. Enternasyonal İcra Komitesi
sekreterliği yaptı. (1920-24) Troçkist olduğu gerekçesiyle partiden
atıldı; 1929’d a yeniden alınarak İzvestia’nın baş yazarı oldu. 1936-
1937’d e-ki büyük tasfiye sırasında on yıl hapse mahkum edildi;
hapiste öldüğü sanılmaktadır.

341
YİRMİ YEDİNCİ BÖLÜM

İSRAİL’İNKURULUŞUVERSAY’DAMI
KARARLAŞTIRILDI?..

Hasidik, “Peiewische Vördle” gazetesi 13 Ocak


1919’da şöyle yazıyordu;
“Uluslararası Yahudilik, dünya çapında yeni bir Yahudi
çağını başlatmak için, Avrupa’yı bir savaşa sürüklemeyi ge­
rekli görmüştür.”
16 Ocak 1919’d a “Jewish World” şöyle diyordu;
“Uluslararası Yahudilik Avrupa’yı bir savaşa zorla­
makla hem büyük miktarlarda paralar kazanmış, hem de
bu paralarla yeni bir Yahudi Dünya Savaşını başlatmış-
. »
tır.
Bu tehdit dolu yazılar Paris’teki Barış Konferansının
başlamasına iki gün kala ortaya çıkmıştı ve muzaffer
müttefik ülkeler bu konuda tamamen suskunluklarını
koruyorlardı.
27 Şubat 1919’d a Siyonist önderlerden Dr. Weizmann,
Sokolov, Uşişkin, Andre Spire ve Silvain Levi konferanstan
önce Paris’te bir araya gelerek, Filistin sorunu ile ilgili ta­
lepleri konuştular. Yahudi temsilcilerin ne gibi argümanlar
öne sürdükleri bugün bile bilinmemektedir. Filistin sorunu
Paris’te kapalı kapılar ardında halledilmişti.
Barış Konferansı Pichon tarafından açıldı.
Müttefikleri Clemenceau, Balfour, Milner, Lansing,

342
White ve Sonnino temsil ediyordu. Siyonistleri ise,
“Alliance Israelite Universelle”in yanında, esas olarak
“Yahudi Delegasyon Komitesi” temsil ediyordu. Bu ko­
mitede Louis Marshall, Julian W. Mack, Stephen S. Wise,
Cutler, Richards, Jakob de Haas ve Barondess bulunuyor­
du. (Jüdisches Lexikon, Berlin 1927-1930).
Komite başkanlığını, “American Jewish
Committee”nin başkanı olan, Louis Marshall ve Julian W.
Mack yapıyordu. Daha sonra Nahum Sokolov başkanlı­
ğa, Dr. Leon Reich, Israel Rozoff ve M. Uşişkin başkan
yardımcılıklarına seçildiler. Londra’daki “Siyonist Eylem
Komitesi” başkanı Dr. Leon Motzkin ise genel sekreter­
liğe getirildi.
Letonya’d an delege olarak katılan Rabbi Dr.
Mardochai Nurok (Londra’daki “Jewish Agency” ve
“Yahudi Dünya Kongresi” yönetim kurulu üyesi idi.)
Basel’deki I. Siyonist Kongresine de katılmıştı.
Bu sıralar Polonya’d a Yahudi pogramları yapıldığı
iddiası, Londra’yı bir hayli karıştırmıştı. İngiltere Yahudi
cemaati bu olayı kullanarak, hem İngiliz kamuoyuna,
hem de İngiliz Dışişleri Bakanlığına baskı yapmaya baş­
lamıştı.
İngiliz Dışişleri Bakanlığı, Polonya’ya diplomatik
kanallardan bir uyarı göndererek, bu haberlerin araştırı­
lacağını, doğru çıkması halinde Versay’da Polonya’ya ve­
rilen diplomatik desteğin çekileceğini bildirdi.
İngiliz Hükümeti aynı zamanda Sir Stuart Samuel’i
olay yerini araştırmak için Polonya’ya gönderdi. İngiliz
“Morning Post” gazetesinin kendi kaynaklarına da­
yanarak yaptığı bir araştırma sonucunda, antisemitik
Pogramların söz konusu bile olmadığı ve Yahudilerin
343
bir sokak kavgası sonucu öldürüldüğü anlaşıldı. Bir kitle
katliamının olduğuna dair hiç bir şahit bulunamamış ve
kurbanların sayısı anormal abartılmıştı.
“Morning Post” gazetesi konu ile ilgili makalesin­
de, Dışişlerini Siyonist çıkarlara hizmet etmek için yalan
haberler üretmekle suçluyordu. Gazete, “Bu olaylar, bir
kısım İngiliz Yahudisinin kendilerini hiç İngiliz hissetme­
diklerini ortaya çıkarmıştır”diyordu.
O günlerde boğazına kadar İsrail millî hareketi­
ne batan İngiliz Başbakanının bu makaleden etkilenip
etkilenmediği bilinmiyor.
Fakat çok daha önemlisi, Siyonistlerin savaşın ilk
gününden son gününe kadar bir çok olayı kendi millî
hareketleri doğrultusunda yönlendirdikleri ortaya çıktı.
Gerçekte İsrail’in seküler milliyetçiliği, İngilizlerin
kabalistik-masonik-emperyalist beklentileri ile çatışmak­
taydı.
Siyonistler ise, “Yahudilere karşı kanlı zulümler
yapılıyor” propagandasını sürdürmeye devam ettiler.
1919 Ağustosunda Weizmann, “Onlar Komitesi’nde
yaptığı bir konuşmada “Savaşta Yahudilerin herkesten
fazla zarar gördüğünü” açıklıyordu. Bu, savaşta hayatını
kaybeden milyonlarca insanı hiçe sayan büyük bir yalan­
dı. Fakat o yıl hiçbir politikacı, bu yalana itiraz etme güç
ve cesaretini kendinde bulamamıştı.
İngiltere yavaş yavaş ve çok dikkatli bir şekil­
de Siyonizmden desteğim çekmeye başlamıştı. Yalnız
İngiltere’de değil, Yahudiler arasında da Siyonizme mu­
halefet vardı. Amerikan Siyonizminin önderi Louis
Brandeis, 1919’d a Filistin’i ziyaret etti ve uğradığı hayal

344
kırıklığının etkisiyle, buraya göçün çok yanlış olacağını
söyledi.158
“Alliance Israelite Üniverselle” başkanı Sylvain Levi
daha da ileri gitti ve bu konudaki üç engeli ileri sürerek,
müttefikleri uyardı. Ona göre bu engellerin birincisi, Filis­
tin’in 600.000 kişilik Arap nüfusuna sahip fakir bir ülke
olması ve yüksek hayat standartlarına alışık Yahudilerin
buraya uyum sağlayamaması idi. İkincisi, Filistin’e gidecek
Yahudilerin çoğunun komünist eğilimli Rus Yahudileri ol­
masıydı. Üçüncüsü, Filistin’de millî bir Yahudi yurdunun
kurulmasının “çifte sadakat” prensibini de beraberinde
getirmesi idi. Levi bu nedenlerle, Filistin’d e bir Yahudi
Devletinin kurulmasina karşı çıkıyordu.
Aynı yıl, ABD Başkanı Woodrow Wilson’un King-
Crane Komisyonu, Siyonistlerin Filistin’e uyum sağlama­
sının mümkün olamayacağını belirtiyordu.
Tecrübeli Ingiliz subaylarına göre, Siyonist program
yalnız silâh ve şiddetle uygulamaya konulabilirdi.

158 Douglas Reed, “The Controversy of Zion.”

345
YİRMİ SEKİZİNCİ BOLUM

FAŞİZM’İNANTİ-SOVYETMİSYONU

Kapp Darbesi:
Varşova’d a (Polonya) Rusya ile savaş hazırlıkları do­
ruk noktasına tırmanır ve Polonya ordusu Rusya’ya sal­
dırmak için gün sayarken, Almanya’d a sağcı bir hükümet
darbesi oldu.
Darbeyi gerçekleştirenlerin başında, müttefikler
tarafından lağvedilen Alman Deniz Kuvvetlerine bağ­
lı Ehrhardt (Marinebrigade Ehrhardt)ve Löwenstein
(Marinebrigade Löwenstein) tugayları geliyordu. Bu bir­
liklerin komutanı Reichswehr (Alman Silâhlı Kuvvetleri)
Generali von Lüttwitz, 11 Mart 1920’de hükümet tarafın­
dan tugayların komutanlığı kendisinden alınınca, isyan
etmişti. Von Lüttwitz, bazı yüksek rütbeli Alman subayla­
rı (Örneğin; Denizci Albay Ehrhardt, Albay Max Bauer ve
Binbaşı Pabst) tarafından da desteklenmekteydi.
13 Mart 1920 gecesi Ehrhardt Tugayı askerleri başla­
rındaki gamalı haç’lı çelik miğferleriyle beraber, ünlü
Brandenburg kapısından Berlin’e girerek, bir askeri dik­
tatörlük kurduklarını ilan ettiler.

346
Darbenin siyasi mimarı Wolfgang Kapp,159 Reich
hükümetinin ve milletmeclisinin feshedildiğini açıkla­
dı. Kapp, kendisini Başbakan (Reichskanzler) ve Prusya
Başbakanı olarak ilan etti. Von Lüttwitz, Savunma Bakam
(Reichswehrminister) olmuştu.
Bundan kısa bir süre önce, yani 8 Ocak 1920’de
“Mitteldeutsche Kreditbank,” özel müşavir Kapp’a bir
mektup göndererek, bir diktatörlük kurması halinde onu
fınansal olarak destekleyeceklerini belirtmişti.
Kapp’ı finansal olarak destekleyen diğer bankalar
şunlardı;
1- Berliner Handelsgesellschaft
2- Dresdener Bank
3- Commerz und Diskonto Bank
4- Deutsche Bank
5- National Bank
6- Mitteldeutsche Kreditbank (kendisi)
7- Bank für Handel und Industrie
Böylece, devrimin borsa ve yüksek mâliyenin bir
eylemi olduğu anlaşılmış oluyordu.160 Darbeciler yalnız
yüksek maliye tarafından değil, Komünistler tarafından
da desteklenmişti. KPD (Alman Komünist Partisi) mer­

159 W. Kapp: 1858’de New York’ta doğmuş sağcı-muhafazakar poli­


tikacı. Kredi Bankası Müdürü ve Pancermenist olarak 1917 Ey­
lülünde Amiral Tırpitz ile birlikte “Alman Anavatan Partisi’ni
(Deutsche Vaterlandspartei) kurdu. 1918 Kasımına kadar Alman
Parlâmentosunda (Reichstag) Muhafazakar Parti üyesi olarak kal­
dı. 1906-1920 yılları arasında Doğu Prusya eyalet meclisi başkan­
lığı yaptı. 1922 yılında Reich mahkemesine çıkarıldı ve 12 Haziran
1922de Leipzigdeki cezaevinde öldü.
160 Emil Carlebach, “Hitler war kein Betriebsunfall,” Röderberg Ver­
lag, Frankfurt am Main, 1978.

347
kezi darbeyi bir el ilanı ile duyurmuş ve Sosyal Demokrat
Ebert-Noske hükümetini darbeye direnmek yerine, bek­
lemeyi tercih ettiği için eleştirmişti. Sosyal demokratların
genel grev çağrısına ise, Komünistler hiç cevap verme­
mişlerdi.
13 Mart tarihli KPD merkezi, yayınladığı bir bildi­
ri ile “Proleterya demokratik cumhuriyet için parmağını
bile oynatmaz” diyordu.
Kremlin’le ortak bir girişim için, Alman subayları
Yahudi ajan Trebitsch Lincolnu161 aracı olarak kullanmış­
lardı. O günlerin James Bond’u olarak tanımlanabilecek
bu şahıs, 1919 yılında Ingiltere’d en Almanya’ya gelmiş ve
millî kuruluşların içinde faaliyet göstermeye başlamıştı.

Kremlin’in Almanya Stratejisi:


Sovyetler Birliğinin Almanya’daki sağcı darbeyi ne­
den desteklediğini açıklamak zor değildir.
Kremlin, Fransa ve Polonya’nın Rusya’ya karşı savaş
hazırlıkları yaptığının farkındaydı. Bu tehlikeyi bertaraf
etmek için, Polonya’nın komşusu Almanya ile bir ittifak
kurmak gerekiyordu. Alman askeri yönetimi de böyle bir
ittifak için ideal görünüyordu.
Sovyetler Birliği bu nedenle Almanya’da komünist
bir ihtilali, çıkarlarına aykırı görüyordu.
Lenin, 6 Aralık 1920’de Moskova’daki bir Komünist
Parti toplantısında şunları söylüyordu; “Bütün dünyada
sosyalizmin nihai zaferine kadar mücadele etmeliyiz.
İki emperyalist güç arasındaki çelişki ve çatışmalardan
161 TVebitsch Lincoln; İngiliz Muhafazakar Parti üyesi bir Masondu.
W. Churchill ve Edward Grey’i şahsen tanıyordu. Lincoln hakkın­
da daha fazla bilgi edinmek için 145. dipnota bakınız.

348
faydalanmak için, her iki kapitalist devlet birbirine karşı
kışkırtılmalıdır.” Lenin bu şekilde enternasyonal politi­
ka alanındaki bir çatışma durumunda, Sovyetler’in nasıl
faydalanabileceğini göstermişti. Lenin, İtilaf Devletleri ve
savaşı kaybeden Almanya konusunda ise şöyle diyordu;
“Almanya Versay Antlaşmasının yükünü taşıyamaz, bu
nedenle kendisi de kapitalist bir ülke olmasına rağmen,
dünya emperyalizmi tarafından ezildiği için, ona karşı bir
ittifak arayacaktır.”
Bu mantıkla Almanya milliyetçi çevreleri, Sovyet dış
politikasının bir parçası haline geldi. Almanya, Sovyetler
Birliği’nin hem savunma, hem saldırı plânının bir parça­
sını oluşturdu.

H itler’in Misyonu’na İngiliz Desteği;


Alman askeri darbecilerinin devlet yönetiminde hiç
tecrübeleri yoktu. Reichsbank’ı (Merkez Bankası) işgal
etmeyi bile unutmuşlardı. Sosyal demokratlar ve sen­
dikalar genel grev çağrısını yineleyince, bu sefer KPD
(Alman Komünist Partisi)de onlara katıldı. Darbe kısa
bir süre içinde çöktü. 17 Mart sabahı Kapp ve Lüttwitz
geri çekildiler ve kaçtılar. Ehrhardt Tugayı da Berlin’d en
geri çekildi.
Aynı tarihte, yani 17 Mart sabahının erken saatle­
rinde, pilot teğmen Ritter von Greim, Münih’ten Berlin’e
uçuyor ve yanında iki önemli yolcu taşıyordu. Bu yolcular
Dietrich Eckart ve Adolf H itler’di. Bu şahıslar Berlin’de
ne arıyorlardı?.. Alman tarihçileri Toland ve Maser bu
konuda şunu yazıyorlar; “Kapp ve von Lüttwitz 13 Martta
darbe yaptıktan sonra, Bavyera’nın önde gelen pohtikacıla-
rı -o sıralar tanınmamış- Adolf Hitler’i Bavyera’nın çıkar­
349
larım korumakla görevlendirmişler ve Berlin’e göndermiş­
lerdi. Diplomatik misyonun başarısızlıkla sonuçlanması,
Hitler’in suçu değildi. Çünkü onları, Dietrich Eckart ile
birlikte Reich’ın başkentinde Kapp Hükümetinin sözcüsü
Macar Yahudisi Trebitsch Lincoln, Başbakanlık girişinde
karşılamış ve onlara yeniden Münih’e dönmeleri gerektiği­
ni çünkü, darbenin başarısız olduğunu ve Kapp’ın kaçtığı­
nı açıklamıştı.”
Trebitsch Lincoln, aslında İngiliz Gizli Servisi için
çalışıyor ve darbeci hükümetin basın sözcülüğünü yapı­
yordu.
T. Lincolnun Berlin’deki dostlarından biri de (daha
sonra Hitler’in Dışişleri Bakanı olacak olan) Birinci
Dünya Savaşı sırasında İstanbul’da Alman Askeri Ateşe
Yardımcısı olan Joachim von Ribbentrop idi.
Böylece Alman Antisemitleri ile, Siyon’un
İngiltere’deki elçisi (T. Lincoln) arasında sağlam bir bağ
kurulmuş oldu.
“Münchener Neuesten Nachrichten” gazetesi muha­
biri Egon Larsense göre, Hitlerin misyonu temelde T. Lin­
colnun yeni projelerinden biriydi.
Adolf Hitler 1920 yılmda-daha sonra partinin ya­
yın organı olacak- "Völkischer Beobachter” gazetesini
almak istediği zaman, Trebitsch Lincoln 30.000 Mark’ı
(Gazetenin satış fiyatının 1-3’ünü) derhal vermişti.
Lincolnun bu paraları nereden ve nasıl bulduğu hiçbir
zaman açıklanamadı.
Heinrich Brüning’in “Memoiren (Hatıralarım)
1918-1934” açıkladığına göre, İngiliz Hükümeti Führer’e
bir darbe girişiminde bulunması halinde, silâh ve cepha­
ne temin edebileceği sözünü vermişti. İlginçtir ki, bu ha­
350
beri yayan Lincoln un kendisiydi.
Reich Savunma Bakanlığına göre, Lincoln çift taraflı
çalışan bir casustu.
İngiltere’nin ne sebeble darbeye destek verdiğini an­
lamak için, İngiltere’nin Siyonizmle ilişkilerini gözönüne
almak yeterlidir. Daha önceki bölümde belirttiğim gibi,
Siyonizm İngiliz İmparatorluğunun çıkarlarına ters düş­
müştü. Yahudi millî devlet hareketi, kendisine tam destek
vermeyen İngiltere’nin sömürgelerinde -Kremlin’in dış
politikasının bir aleti olan- Komintern vasıtasıyla ayak­
lanmalar ve savaşlar çıkarmıştı.
Buna karşılık Londra da karşı saldırıya geçerek,
Hitler’i siyaset sahnesinde desteklemeye başlamıştı.
Alman “kahverenkli gömlekler”in siyasi yükselişi­
ni dikkatle izleyenler arasında İngiltere’nin yanı sıra bir
başka güç daha bulunuyordu. Bu güç, ta başlangıçtan beri
Londra’yı örgütün dünya merkezi yapan ve çıkarlarını
İngiltere’nin çıkarları ile özdeşleştiren Masonluktu.
Siyonizm de Moskova’yı başarılı bir şekilde Londra’ya
karşı yönlendirdikten sonra, bu gücü (yani masonluğu)
kullanmayı denemişti. Bu devletlerüstü güç için en temel
sorun, Lenin’in asimilasyon rejimi ile mücadele etmekti.
Doğu emperyalizmini savunan Hitler böyle bir mücadele
için biçilmiş kaftandı. Bunun dışında, Nazilerin sert ve
acımasız Antisemitizmi, Yahudilerin Almanya üzerinden
Filistin’e göç etmeleri için zorunlu görünüyordu.
Siyonist-Mason işbirliğinin Hitlerci bir saldırı ha­
rekâtına dönüşmesi, tabii ki Lenin’in pozisyonunu teh­
likeye atmıştı. Çünkü, Rus Dışişleri Bakanlığı kadroları
Yahudiler ve loca biraderleri ile doluydu. Bunların yanın­
da, Komünist Enternasyonal yanlısı Troçkistler de vardı.
351
Birinci Dünya Savaşı sonunda bu çevreler kızıl
devrimin çıkarlarına aykırı olarak, çok açık Siyonist kartı
oynamışlardı.

Faşizmin masonik arka plânı:


Sosyalist Mussolini nin uyku periyodu da bütün dev­
rimciler gibi İsviçre’de geçmişti. O günlerin diğer ünlü sol­
cu eylemcileri gibi, yirminci yüzyılın başında birkaç yılını
orada geçirdi ve Enternasyonal Marksismin diğer önem­
li şahsiyetleri ile doğrudan temas kurdu. Mussoli’nin
Masonluğa İsviçre’de girdiği sanılmaktadır. Çevresindeki
Rus sürgünler ve Troçki “Grand-Orient” üyesi idiler.
Mussolini de G.O’e girdi. İngiliz sosyal demokrasisi­
nin önde gelen isimlerinden biri olan Adolph Smith,
Mussolini’nin 1907’de Mason olduğundan bahsetmek­
tedir.162 Smith, İtalyan sosyalist “Avanti” gazetesinin
başredaktörü Leonida Bissolatti’yi de “Grand-Orient”
biraderi olarak tanıtmaktadır. İtilaf Devletleri’ne uşaklık
eden İtalyan masonları, yıkılmış Avusturya’nın harabe­
leri üzerine kurulacak “Büyük İtalya”nın hayalini kur­
maktaydılar.
“II Popolo” gazetesinin şefi sosyal demokrat
Cesare Battisti de aynı paralelde yayınlar yapmaktaydı.
Battisti, gazetesinde Güney İtalya’daki “Giosue Carducci
Locası’ndan kendisine gönderilmiş bir mektubu yayın­
lamıştı. Mektupta şöyle deniyordu; “İtalya’daki Trient-
Trieste taraftarları ve Irredentisler (Avusturya’nın ilhakı­

162 Berliner Monatshefte flir Internationale Aufklaerung, Dr. h.c. Alf­


red Wegerer, Februarheft 1931, Aufsatz von C.H. Norman, Lon­
don: ‘‘Grand Orient-zwischenfaelle am Sonntag dem 28. Juni 1914
in London,” Seke 177 ff.

352
na karşı olanlar) adına Masonlara çok ama çok teşekkür
ederiz.”
Bu “aydınlanmış” savaşçı Battisti, Mussolini birade­
re 1909 yılında yazı işleri müdürü olarak hizmet etmişti.
1910 yılında Güney Tiroide çıkan sosyalist “La Lotta di
Classe” (Sınıf Savaşçısı) adlı gazete, yazarları ile birlikte
Avusturyadan sınır dışı edilmişti.
Mussolini, İtalyan Sosyalist Partisinin organizasyo­
nu ile meşgul olmuş ve 1912 yılında Sosyalist Parti Bölge
Başkanlığına ve Milanodaki “Avanti” gazetesinin yazı işleri
müdürlüğüne getirilmişti.
Gizli güçlerin, çıkması için uzun zamandan
beri uğraştıkları Birinci Dünya Savaşı patlak verince,
Mussolini Yahudi-Mason şair Gabriele dAnnunzio’nun163
etkisi ile Avusturya’ya savaş açılmasını önermişti.
Mussolini, 26 Ekim 1914’te (yani savaşın çıkmasın­
dan üç ay sonra) “Avanti’yi çok pasifıst olduğu gerekçe­
siyle bıraktı ve üç hafta sonra kendi sosyalist gazetesi “II
Popolo d’Italia’yı çıkarmaya başladı. Mussolini bu hare­
ketinden dolayı İtalyan Sosyalist Partisinden atıldı. Bu
arada İtalya savaşa girmiş ve Mussolini de savaş muhabiri
olarak cepheye gitmişti.
Milliyetçi-sosyalist düşünce yapısının mantıki bir
sonucu olan Faşizm, sağ-sol ayrımını daima kendi lehi­
ne çeviren masonik enternasyonal tarafından, 23 Mart
1919’d a Milano’d a “Fascio di Combattimento” adı altın­
da kuruldu.
Bu parti Romanya’daki Cornelius Codreanu’nun
“Demir Muhafızlan’ndan sonra, Avrupa’nın en eski
163 G.d’A nnunzio’nun asıl adı‘Gabriel Rapagnetta’idi.d’A nnunzio’nun
kökenleri Galiçyadaki Yahudi Getto’suna dayanıyordu.

353
ikinci faşist partisi oldu.
Yeni parti 1919 Ekimindeki seçimlerde sadece 4000
oy alabildi. Mussolini, d’A nnunzio’nun Fiume yürüyü­
şünde İtalyan sınırlarının Sırbistan’a kadar genişletilme­
sini savunduğu için hapse girdi.
Dışardan bakıldığında, Faşizmin ortaya çıkışıyla
eşzamanlı olarak şu olaylar meydana gelmişti;
1- Siyonistlerin Filistin’e göç programında bir gerileme
söz konusuydu. Bu da Sovyetlerin asimilasyon politi­
kalarının bir sonucuydu.
2- Londra, dış politikasında radikal bir değişiklik yapa­
rak, Kremlin’in anti-emperyalist kampanyasını dur­
durmayı gerekli görmüştü.
Fakat 1920 sonlarına doğru, bazı yabancıların,
Mussolini ile işbirliği yaparak onu iktidara taşımaya ni­
yetli oldukları görüldü.
Siyonist Wall Street Bankası Kuhn, Loeb & Co.,
İtalyan “Karagömlekliler” hareketini desteklemeye baş­
lamıştı. Anthony C. Sutton, “Abraham Kuhn, Salomon
Loeb&Co. Bankasının hem Bolşevik ihtilalini, hem de
Benito Mussolini’yi desteklediğini” yazmaktadır.164
Amerikan Yüksek Mâliyesi konusunda bir uzman
olan Sutton, Mussolini’nin ‘Rockefeller165Vakfı’ tarafın­

164 Antony C. Sutton, “Roosevelt und die internationale Hochfinanz,”


Grabert-Verlag, Tübingen 1990.
165 Rockefeller ailesi ‘Roquefeuille’ adıyla Fransa’dan Almanya’ya
gelmiş ve adını ‘Rockefeller’ olarak değiştirmişti. Aile bu isimle
Amerika’ya göç etmişti. 1960’da New York’lu Malcolm H. Stern,
“Yahudi Kökenli Amerikalılar” adlı kitabında 25.000 Amerikalı
Yahudinin 16. y.y’a kadar geriye giden şecerelerini araştırırken,
Rockefeller’lerin de Yahudi kökenli olduğunu ortaya çıkarmıştı.
ABD Yahudi Cemaatinden Stephen Birmingham, “The Grandees-

354
dan güçlü bir şekilde finanse edildiğini” belirtmektedir.
Sutton’a göre, Rockefeller ailesi de Kuhn ailesi gibi
Yahudi idi. Mussolini’ye akıtılan paralar meyvalarını
vermeye başlamıştı. 1921’d e Mussolini ve 37 faşist arka­
daşı Meclise girmeyi başardı. Duçe durmadan değişen
partiler koalisyonundan uzak duruyordu ama, zamanın
kendi lehine çalıştığını biliyordu.
Mussolini, iç politikadaki etkili müttefikleri sayesin­
de, liberal parlamenter sistemi felç eden Komünistlerin
faaliyetlerine bir son verme imkânı bulmuştu. Böylece
Moskova’daki Kominternin (Komünist Enternasyonal)
İtalya’ya Sovyet modeli bir ihtilal ihraç etmek hayali de
suya düşmüş oluyordu. Mussolini’nin müttefikleri, çoğu
gizli istihbaratçı olan Siyonistlerden, Masonlardan ve
Troçkistlerden oluşmuştu. Şefleri Zinovyev, bu üç özel­
liği (Siyonist+Mason+Troçkist) şahsında birleştirebilen
nadir insanlardan biriydi. Zinovyev doğrudan Mussolini
ile beraber çalışıyordu. 1921 yılında İtalyan Komünistleri
Moskova’dan aldıkları talimat gereği, diğer sosyalist frak­
siyonlara saldırmaya başladılar.
Bu şekilde Komintern iç politikada sosyalist solun
mezarını kazmaya, uzun vadede ise, Sovyetler Birliğinin
çıkarına, bir Avrupa içi çatışmaya zemin hazırlamaya
başlamıştı.

H itler’i kim ler destekledi?..


Lenin in gizli savaş stratej isi, pratik olarak Almanya’yı,
Sovyetler Birliğinin yanında Versay’d an çıkar sağlayan di­
ğer batılı devletlere karşı kullanmayı öngörüyordu.
Americas Sephardic Elite’adlı kitabında Rockefeller ailesinin Sefa-
rad kökenli olduğunu açıklamıştır.

355
Fakat, batıkların da Rusya’ya karşı harekete geçmeye
hazırlanmasıyla, durum aniden değişti.
Batıhlar da böyle bir harekat için Nazileri uygun gö­
rüyorlardı. Bu amaçla, 1922 yılının ortalarından itibaren
uluslararası Finans, Nazileri’kollamaya başlamıştı.
Alman tarihçi Fest bu konuda şunları yazmaktadır;
“1921 yılı ortalarına kadar, Nazi partisi büyük para
sıkıntısı çekiyordu. Öyle ki partinin yapıştırıcı alacak pa­
rası bile yoktu. 1921 sonbaharında Hitler mali sebeplerle,
önceden plânlanan Krone Sirkindeki büyük parti toplan-'
tısını iptal etmişti. 1922 yazında partinin mali durumu
biraz iyileşmeye başladı. O sıralar birkaç parti görevlisi
yurt dışından para almaktaydı.”166
1920’li yıllarda Versay Antlaşması şartlarından do­
ğan büyük enflasyon, Almanya’yı korkunç bir sefaletin
kucağına atmıştı. O halde Nazi partisine akan bu paralar
nereden geliyordu?..
1919’da kurulan “Anti Bolşevik Birlik”ten Fîitler’in
yüklüce para aldığı biliniyor. İlginçtir ki, o tarihler­
de kasasında 50 milyon markın üstünde para bulunan
“Antibolşevikler”in ekonomi fonunu Mankiewitz adında
Berlin’li bir Yahudi banker yönetiyordu.
Weimar Cumhuriyeti sırasında Hıristiyan Demokrat
partiden Başbakan seçilen Heinrich Brüning, “Hitler’in
yükselişindeki ana etkenlerden biri, yurt dışından gelen
büyük miktarlarda paradır,”diyor ve şöyle devam ediyor­
du; “Nazi partisinin finansmanı, hiç beklenmeyen insanlar
tarafından yapılmıştır”167

166 Joachim C. Fest, “Hitler,” Ullstein Verlag, Frankfurt a. M-Berlin


1973.
167 H.Brüning’in “Deutschen Rundschau” dergisini çıkaran Dr. Ru-

356
Evet, Hitler’in yükselişinde ana faktör yurtdışmdan
gelen paralardı. Yurt dışındaki bu unsurlar, Almanya’nın
kurtuluşunun değil, başka siyasi hesapların peşindeydi.
O günleri yaşamış olan Alman politikacı Arnold
Rechberge göre, etkili sanayicilerden oluşan bir çevre,
Rusya’ya karşı bir Alman-Fransız haçlı seferi düzenlen­
mesini istiyordu.
Rechberg, 1922 Kasımında ‘Bavyera Eyalet
Gazetesinde yayınlanan “Yükselen tehlikeler” başlık­
lı makalesi ile Nazilerin dikkatini çekmeye uğraşmıştı.
Rechberg, Moskova’nın planlarını çok iyi biliyordu. Ona
göre Kremlin, kısa bir süre için, Hitler Hükümeti ile bir
işbirliği yapıp, onları İtilaf Devletlerine karşı kullanmak
istiyordu. Gerçekten Rusya, Almanya’ya yaptığı yardım
sayesinde Alman Komünist Partisini zafere ulaştıracağını
umuyordu. Ama Moskova’nın yaptığı yardım Komünistler
yerine, Alman Antisemitlerinin işine yaramıştı.

dolf Pechele yazdığı mektup. Deutschen Rundschau, 70. Jahrgang,


Heft 7, Juli 1947, Stuttgarter Ausgabe..

357
YİRMİ DOKUZUNCU BÖLÜM

FAŞİST-SİYONİSTİŞBİRLİĞİ

Almanya ve İtalya’daki Faşist hareketler, aslında “ba­


tılı” hareketlerdi ve diğer Avrupalı devletlerle uzlaşmaz
bir çelişki içinde değildi. Nitekim her iki ülkedeki faşist­
ler İngiltere’d en büyük destek görmüşlerdi. Nazi yöneti­
mi, Almanya’nın kuzeyde, güneyde ve batıda kaybettiği
toprakları geri istiyor ve Kremlin’e karşı bir savaşı düşün­
düğünü sık sık ima ediyordu. Faşizmi destekleyen etkin
Yahudilerin bulunduğu, tarihin az bilinen sırlarından bi­
ridir. Birçok Siyonistin bu tip otoriter hareketleri destek­
lemesinin sebebi ne olabilirdi?..
Solcu bir tarihçi olan İtalyan Massimo Massara, 1984
yılında Sovyetler Birliği Dışişleri Bakanlığında, uluslara­
rası basın ve yayın organlarının önünde yaptığı, bir basın
toplantısında şunları söylemişti;
“Siyonistler ve İtalyan Faşistleri arasındaki dost­
ça ilişkiler ve yakın işbirliği, Mussolinin iktidara geldiği
ilk günden beri mevcuttu. Bunlar belgelerle ispatlanmış­
tır. Mussolini’nin ‘Roma Yürüyüşü’ nün hemen ardından
Siyonist Hareketin başkanı Hayim Weizmann ve Benito.
Mussolini ilk defa buluştular. Daha sonraki yıllarda üç
buluşma daha gerçekleşti. Bu buluşmalar sadece siyasi
temas için değil, yakın bir işbirliği için gerçekleştirilmişti.

358
Her iki lider de ideolojilerinin ve çıkarlarının müşterek ol­
duğunu belirlemişlerdi. Uluslararası Siyönizmin ve İtalyan
Siyonizminin önderleri Faşizmi öven konuşmalar yaptı­
lar. Bununla ilgili olarak Nahum Sokolov’ un (Siyonist
Yürütme Komitesi Başkanı) 1927 Ekiminde Mussolini ile
karşılaşmalarını anlatan bir konuşmasını hatırlıyorum.
Sokolov şöyle diyordu; “Hiçbirgerçek Yahudi Faşizmle sa­
vaşmaz!..”
1927 yılında Roma Hahambaşısı Angelo Sacerdoti,
Faşist doktrinin temel prensiplerinin, Siyonist prensiplerle
aynı olduğunu söylüyordu. Siyönizmin ve Faşizmin ben­
zerliği, Marksism ve Komünizme olan ortak düşmanlıktan
kaynaklanıyordu.”
Marksist-Leninist-kızıl asimilasyon sisteminin ya­
yılması, Siyonizm için büyük bir tehlike teşkil ediyordu.
Bu nedenle kızıl tehdit, öncelikle İtalya’da Faşizm vasıta­
sıyla durdurulmuştu. Peki Faşizm gerçekte kimin yara­
rına idi?.. Siyönizmin güçlü enternasyonal etkileri, önde
gelen Troçkistlerin “kara gömlekliler” politikasını des­
teklemelerini açıklayabilir mi?..
Gerçekte uluslararası faaliyet gösteren bu “güç un, Hitler
kartım oynaması için de birçok neden bulunuyordu. Bunlar
arasında ilki, Troçkizm bir Yahudi hareketiydi ve Hitler va­
kasında olduğu gibi, Siyonizme hizmet ediyordu.
İkinci neden ise, Troçkizm, İsrail’in Gizli Vatikam’mn
(İsrail’deki kabalistik -mesihçi- okült-musevi merkezi
yönetiminin) bir uydusuydu ve asıl amacı Tevrattaki ke­
hanetleri gerçekleştirmek idi. Birinci Dünya Savaşı bu­
nun en somut örneği idi. •
Üçüncü neden ise, her büyük savaş Troçkizmi
Tevrattaki büyük hedefe, yani “TEK DÜNYA
DEVLETİ’ne bir adım daha yaklaştırıyordu.
359
OTUZUNCU BÖLÜM

HİTLERDARBESİ (1923)

Rusya’da, Leninin ölüm döşeğinde yattığı sıralar­


da,168Almanya’d a da bir iktidar boşluğu doğmuştu. Troçki,
Almanya’d a İtalyan örneğine uygun (faşist) bir darbe ya­
pılmasını istiyordu. Fransız Başbakanı ve Grand-Orient
biraderi Poincare’nin emriyle Fransız ordusu, Ocak
1923’te Almanya’nın Ruhr bölgesini işgal etti. Almanya’da
pasif bir direniş başlamış ve ortam bir darbe için uygun
bir hale gelmişti.
Bu durum karşısında Alman Komünist Partisi
(KPD), kararlı sosyalist bir politika izlemek yerine,
Nazilerle işbirliği yapmaya başladı. 1922 sonunda, bira­
der Kari Radek, “Rusya’nın ve Almanya’nın çıkarları için
bütün dünyadaki en heterojen unsurları birleştirin” paro-

168 Rakovski Protokollerini hatırlarsak, orada Leninin öldürüldüğü


iddia ediliyordu. Tilman Sprenger’in “Lenins letzte Tage” (Lenin’in
Son Günleri) adlı kitabında Lenin’in doktoru Prof. Ossipov’un
“Lenin in tıbbi tedavi ve ilaçlara negatif tepki gösterdiği” şeklinde
bir açıklaması vardır. Stalin, Troçki’yle olan taht kavgasından m u­
zaffer çıkınca, birçok Yahudi asıllı (Troçkist) Kremlin doktorunu
“önde gelen Sovyet yöneticileri öldürmek suçundan” mahkemeye
vermişti. Stalinin kendisi de bugüne kadar açıklanamayan bir şe­
kilde aniden ölmüştür.

360
lasıyla Faşizmle işbirliği çağrısı yapmaya başladı.169
Mayıs ve Haziran 1923’te Radek, Fransızlar tarafın­
dan vurularak öldürülen Alman direnişçisi Albert Leo
Schlageter’i (Schlageter, Nasyonal-Sosyalistler nezdinde
bir halk kahramanı idi.) öven konuşmalar yapmaya baş­
ladı. Aslında bu, “kahverengi milliyetçiler”e (yani Naziler)
yönelik bir ittifak teklifi idi ve tarihe “KPD’nin Schlageter
rotası” olarak geçecekti. Nitekim, bu işbirliği meyveleri­
ni vermeye başladı ve Komünist partisinin yayın organı
“Rote Fahne” (Kızıl Bayrak) halkçı-milliyetçi Graf (kont)
Reventlow’un170 görüşlerine yer veren makaleler yayınla­
maya başladı.
Radek ve Alman Reich-milliyetçisi Moeller van den
Bruck’un makalelerinin yanyana yer aldığı bir broşür bile
yayınlandı. Radek ve millici-Bolşevikler, Fransa’ya karşı
devrimci bir savaş açılmasını, Avrupa kıtasına müttefik­
ler tarafından konan ambargonun kaldırılmasını istiyor­
lardı.
Sovyetler Birliği Paris Büyükelçisi Grigori
Bessedowski, 1920’li yıllarda yazdığı hatıralarında Kari
Radek’in Almanya politikasından bahsetmektedir.
Komünist Parti yöneticilerinden olan Ruth Fischer
de 1950’de yazdığı “Stalin und der deutsche Komunismus”
adlı kitabında Alman milliyetçileri ile Komünistler ara­
sındaki işbirliğinden bahsetmektedir. Kendisi de bir

169 Otto-Emest Schüddekopf, “National bolschewismus in Deutsch­


land 1918-1933,” Ullstein, Frankfurt, 1972.
170 Graf (kont) Ernest zu Reventlow, “Alman Halkçı Özgürlük Parti­
si” (Deutsch-Völkischen Freiheitspartei)nin kurucularındandı ve
1924’te milliyetçi-komünist işbirliğinden bahsediyordu. Revent­
low, 1927 yılında NSDAP’a (Nasyonal-Sosyalist İşçi Partisi) girdi.
Reventlow, İngiliz düşmanı ve Ruslarla işbirliği taraftarıydı.

361
Yahudi olan Ruth Fischer, Nasyonal-Sosyalist öğrencile­
rin bir toplantısında şunları söylemişti;
“Alman Reich’ı siz Alman milliyetçilerinin KPD’li
yoldaşlarla ortak mücadelesi sayesinde kurtulabilir. Kim
Yahudi sermayesine karşı çıkarsa, o bilinçsiz de olsa, bir
sınıf savaşçısıdır. Yahudi kapitalistleri ezin, onları sokak
lambalarına asın!..”
Ruth Fischer bu konuda tek istisna değildi,
Almanya’d a yaşayan Yahudi ve eski-Siyonist Jakob
Moneta, 1998’de yayınladığı kitabında171 KPD’nin 1923
yılında antisemitik düşüncelere eğilimli olduğunu belirt­
miştir.
Troçki, müttefiki Faşistlerin iktidara gelmesini
kolaylaştırmak için, önceden plânlanmış solcu radikal
saldırılar başlattı. Ayaklanmalar, Halk cephesi hükü­
metleri ve bölücülük hızla yayılmaya başladı. Zaman,
Adolf Hitler ve arkadaşları için -Mussolini örneğine
göre- bir darbe yapmak için, Nasyonal-Sosyalistlerin
kalesi Münih’ten başkent Berlin’e yürümek için uygun
görünüyordu. Darbeye birkaç gün kala Komünist mil­
letvekili Kari Remmele’nin Stuttgart’ta yaptığı konuşma,
faşistler ve işçiler tarafından alkışlanmıştı. (Rote Fahne,
10 Ağustos 1923)
Hitler’le birlikte darbeye katılanlardan, General
Ludendorff, “Kahr darbesi, Münih’teki bir Yahudi banka­
sına Amerikalı Yahudilerin gönderdiği paralarla finanse
edilmiştir”diye yazmıştır.172

171 Verein, “Gegentagung zum Herzl-Jubilaeum, Hundert Jahre Zionis­


mus-Befreiung öder Unterdrückung?..” ISP-Verlag, Köln, 1998.
172 General Ludendorff, “Auf dem Wegzur Feldherrnhalle” Archiv-
Edition im Verlag für ganzheitliche Forschung, Viöl, 1996.

362
Beynelmilel Masonluk, İtalya’d a Faşizmin iktidara
gelmesiyle önemli bir güç kazanmıştı ama, Almanya’daki
“Eski Prusya Locaları” (27 Mayıs 1922’de) millî ve an-
tisemitik meseleler yüzünden, Alman Büyük Localar
Birliği’nden (Deutschen GrossLogenbund) ayrılmaya
karar vermişti. Münih’teki bazı localar da ırkçı tavır al­
maya başlamışlardı.
9 Kasım 1923 darbesinin başarısızlığa uğramasıyla
Führer’i ne Wall Street, ne de Troçki kurtaramamıştı.
26 Şubat 1924’te Hitler ve darbeci arkadaşları (Heinz
Pernet, Friedrich Weber, Wilhelm Frick, Herman Kriebel,
General E. Ludendorff, Wilhelm Brückner, Ernest Rohm
ve Robert Wagner) Münih’te yargılanmaya başladı.
Adolf Hitler, suçlu bulunarak beş yıl hapse mahkum
oldu. Fakat, 8 ay 20 gün hapis yattıktan sonra 20 Aralık
1924’te tahliye edildi. Ludendorff ceza almadan kurtuldu.
Nasyonal-Sosyalist Parti ise yasaklandı.

363
OTUZ BİRİNCİ BÖLÜM

HENRYFORDVEADOLF HİTLER

Ünlü “Ford” marka otomobillerin mucidi ve dört


ciltlik “Beynelmilel Yahudi” adlı kitabın yazarı Henry
Ford’un daha 1920’li yıllarda Hitler’i ve Nazileri destek­
lediği bilinen gerçeklerdendir.
1930’larda Sovyetler Birliğinde ilk m odem otomobil
fabrikasını kuran da Henry Forddur. Gorki yakınlarında­
ki bu fabrikada 50’li ve 60lı yıllarda üretilen kamyonlar,
Kuzey Vietnam ordusu tarafından Amerikalılara karşı
kullanılmıştı.
1930larda Henry Ford, Hitler’in en tanınmış des­
tekçisi olarak biliniyordu.173
1 Ağustos 1938’de New York Times’d a çıkan bir ha­
bere göre, Henry Ford Alman devletinin en yüksek ni­
şanlarından biri olan “Grand Cross of the German Eagle”
(Alman Kartalının Büyük Haçı) a layık görülmüştü. Bu
nişan Almanya’ya hizmet eden yabancılara veriliyordu.
Nazilerin Ford a gösterdikleri bu yakınlık, ABD ve Alman
Hükümetleri arasında yoğun bir nota trafiğine neden ol­
muştu. Ford, açıkça totaliter hükümetleri sevmediğini
açıklasa da, onun İkinci Dünya Savaşı sırasında hem
ABD’deki, hem de Almanya’daki Ford fabrikalarından bü-

173 Anthony C. Sutton, “Wall Street And The Rise Of Hitler.”

364
yük kârlar sağladığı bilinmektedir.
20 Aralık 1922 tarihli New York Times’in bildir­
diğine göre, Adolf Hitler’in milliyetçi ve anti-Semitik
hareketini Henry Ford finanse ediyordu. Berlin’d e çı­
kan “Berliner Tageblatt” gazetesi, Berlin’deki Amerikan
Büyükelçiliğinin, Henry Ford’un Almanya’nın içişlerine
karıştığı iddialarının incelendiğini bildirmişti.
Adolf Hitler’in yabancı destekçileri, Münih’te özel
bir karargah kurmuşlardı. Hitler’in odasının duvarın­
da Henry Ford’un bir portresi ve masasının üstünde de
Henry Ford’un kitabının bir tercümesi bulunuyordu.
Gazetenin konu ile ilgili haberi aynen şöyleydi;
(“The wall behind his desk in Hitler’s private office
is decorated with a large picture of Henry Ford, in the
antechamber there is a large table covered with books,
nearly all of which are a translation of a book written and
published by Henry Ford.”)
Bu fonlarla Bavyera’daki ayaklanma finanse edil­
mişti. Fakat ayaklanma başarısızlığa uğramış ve Hitler
de tutuklanmıştı. 1923 Şubatında Bavyera Diet’i Başkan
Yardımcısı Auer mahkemede şöyle bir ifade vermişti;
“Bavyera Diet’i uzun bir süreden beri Hitler hare­
ketinin kısmen Amerikan anti-Semitiklerinin şefi Henry
Ford tarafından finanse edildiğini bilmektedir. Bay Ford’un
Bavyera anti-semitik hareketiyle ilgilenmesi, Ford’un
ajanlarından birinin traktör satmak için Dietrich Eckart
(Thule üyesi ve Hitler’in yakın dostu) ile temasa geçme­
siyle başlar. Bundan kısa bir süre sonra Eckart, Ford’ un
fınansal yardımda bulunup bulunamayacağını sormuştur.
Ajan, Amerika’y a döndükten hemen sonra, Ford’un para­
ları Münih’e akmaya başlamıştır.
365
Bay Hitler, Ford’un desteğini açıkça inkar etmişse de,
Ford’un büyük bir sanayici ve büyük bir anti-Semit oldu­
ğunu her zaman kabul etmiştir. Hitler’in karargahında
Ford’un birfotoğrafı bulunmaktadır.”
Hitler hapishanede “Kavgam”ı yazdığı sıralarda,
Henry Ford’un ünlü kitabı “The International Jew”
(Beynelmilel Yahudi) Nazilerin elinde dolaşmaktaydı. Bu
kitap 12 lisana çevrilmiş ve Hitler de “Kavgam”ı yazarken
Ford’un kitabından faydalanmıştır.
Henry Ford, 1928’de Ford Motor’un Almanya şu­
besini, kimya karteli I. G. Farben ile birleştirdi. Böylece
Ford Motor A.G’nin hisselerinin % 40’ı, I.G. Farben’e
transfer edilmiş oldu. I.G. Farben’in başkanı Cari Bosch,
Almanya’daki Ford Motor A.G’nin de başkam oldu.
İlginçtir ki, ünlü Yahudi Warburg ailesi de I.G.
Farben yönetim kurulunda idi. 1938’de Warburg’lar
Almanya’yı terketmeye mecbur kaldılar. Yahudi banker
Oppenheim ailesine ise, Nazilerle anlaştıkları için, “im­
tiyazlı Aryan”statüsünde Almanya’da yaşama izni verildi.
Alman yazar Dieter Rüggeberg,174Ford’un biyografi­
sini yazdığı kitabında, onun Detroit’teki “Filistin Locası’na
üye olduğunu belirtiyor. (Henry Ford’un 1940 Aralığında
33. dereceye inisiye edildiğini belirtmekte fayda görüyo­
rum.) Ford, ölümünden kısa bir süre önce (1947) “Zion
Lodge No. l”e de üye olmuştu. Rüggeberg’e göre H. Ford
da Başkan Roosevelt175 gibi Siyonist-Masonlardan biriy­
174 Dieter Rüggeberg, “Geheimpolitik,” Band-2, Logen-Politik.
175 Roosevelt’in ataları, 17. yy’d a Hollanda’da yaşamış, Yahudi Claes
Martenszan van Rosenvelt ailesinden geliyordu. Rosenvelt ailesi de
Ispanya’d an sürülen “Rossacampo” adlı sefarad musevisi bir aileden
geliyordu. 1649’d a Claes Martenszan van Rosenvelt, Hollanda’dan
Amerika’ya göç etmiş ve New-Amsterdam’d a (Bugünkü New York)

366
di ve Siyonizme hizmet etmek için, ABD ve Almanya’da
anti-semitik kışkırtıcı yayın ve faaliyetlerde bulunmuştu.
Bütün bu anti-semitik kışkırtmaların hedefi, Filistin’de
bir Yahudi devleti kurulmasıydı.
Henry Ford’un Yahudi-aleyhtarı yayınlarının amaç­
ları şunlardı;
1- ABD’deki asimilasyon taraftarı barışçı Yahudileri,
anti-Semitizm yoluyla korkutarak, Amerika’dan
Filistin’e göç ettirmek ve onları Yahudi devletine ka­
zanmak.
2- Almanya’daki asimilasyon taraftarı barışçı Yahudileri,
antisemitizmle korkutarak, Filistin’e göç etmelerini
sağlamak.
3- HiÜer’i ve savaş hedeflerini Ford fabrikaları vasıtasıyla
desteklemek.

Jannetje Samuels ile evlenmişti. (1682) Aynı aileden gelen Isaac


Rosenvelt, 1790’d a “Bank of New York’u kurmuştu.
Başkan Roosevelt yalnız 32. dereceden masonların alındığı “Shriner
Lodge” üyesi idi.
Kaynak: Othmar Krainz, “Juda entdeckt Amerika,” Deutscher
Hort-Verlag, Bad Furth bei München, 1938.

367
OTUZ İKİNCİ BÖLÜM

HİTLER’İNYÜKSELİŞİ VEWALLSTREET

1933 yılında Amsterdam’da (Hollanda) “De


Geldbronnen van het National-Socialisme” (Nasyonal-
Sosyalizmin parasal kaynakları) adlı bir kitap yayınlandı.
Kitapta, 1929 yılında ABD Yüksek Mâliyesinin aracı
olarak James P. Warburg’u Adolf Hitler’e gönderdiğinden
bahsedilmekteydi.
1929 yılı Haziranında ABD’de Yüksek Maliye
temsilcilerinin katıldığı ve Avrupa’daki durumun değer­
lendirildiği, bir toplantı yapıldı. Bu toplantıdan altı haf­
ta sonra, yani Temmuzda James P.Warburg, Guaranty
Trust Company, New York başkanı Carter’la buluştu.
Aynı ay içinde Carter’m başkanlığında Federal Rezerv
Bankasının beş direktörü bir araya geldi. Bu toplantıya
petrol şirketlerini temsilen Rockefeller jr. ve Royal Dutch
Shell’d en Me Glean da katılmıştı. Toplantının sonunda,
Almanya’da radikal bir hükümet değişikliği yapılması ge­
rektiği ve bunun için İkinci Dünya Savaşı’nı garanti ede­
cek bir adamın iş başına getirilmesi, kararı alındı.
Bankerler. toplantısında alınan kararlar gereği,
Almanya’daki devrimi yerinde inceleyecek olan aracı genç,
Warburg’dan başkası değildi!.. Warburg mükemmel dere­
cede Almanca biliyordu, çünkü amcasının Hamburg’daki

368
bankasında yıllarca çalışmıştı.
Warburg, Münih’te ilk defa Hitler’le biraraya geldi.
Warburg arkasındaki gücün gerçek niyetini sezdirme­
mek için, Fransa’nın Avrupa’daki egemenliğine son ver­
mek istediklerini belirtti. ABD Yüksek Mâliyesi, Fransa’yı
güçlendirip, Almanya’yı zayıflatan Versay Antlaşmasını
kabul etmiyordu. Fransa’nın güvenlikle ilgili çıkarları
zayıf bir Almanya’yı zorunlu kılarken, ABD ekonomik
açıdan güçlü bir Almanya istiyordu. Bu nedenlerle ABD,
1920’li yıllarda Berlin’i borçlar ve kredilerle desteklemiş­
ti. Fakat, ABD’nin Almanya’ya açtığı bütün krediler, taz­
minat olarak Fransa’ya ödenmişti. Bu sebeple, Warburg
ve arkasındaki güç, Almanya’yı Fransa’ya karşı yeniden
güçlü kılmak arzusundaydı. Bu argümanlar kendisi de
Fransız cephesinde savaşmış olan Hitler’in hoşuna git­
mişti. Warburg’un ikinci argümanına da Adolf Hitler’in
aklı yatmıştı. Her taraftan köşeye sıkıştırılmış olan Alman
Reich’ı Rapollo Antlaşmasından bu yana Sovyetler Birliği
ile güçlü siyasi ve ekonomik bağlantılar kurmuştu. Bu
bağlantılar Anglosaksonların hiç hoşuna gitmiyordu.
Çünkü, ucuz Rus benzini Alman pazarını istila etmiş du­
rumdaydı.
Hitler, uzatılan yardım elini memnuniyetle kabul
etti. Çünkü ancak bu şekilde devamlı para sıkıntısın­
dan kurtulabilirdi. Hitler’e, Warburg’la buluşmasın­
dan kısa bir süre sonra, Amsterdam’daki “Banklıaus
Mendelssohn&Co.” (Bu bankayı da Warburg’lar kon­
trol ediyordu) vasıtasıyla 10 Milyon Dolar ödendi. (Yıl:
1929)
1931 yılında Warburg, Hitler’in yeni ihtiyaçlarını
öğrenmek için, onunla Berlin’deki lüks Adlon Otelinde

369
buluştu. Adolf Hitler, burada Warburg’u partinin yeni
adamları ile tanıştırdı.
Warburg’un getirdiği haberler çok sevindirici idi.
Hitler e yeniden 15 Milyon Dolar (60 Milyon Mark)
Rotterdam’daki Mendelssohn bankası ve Roma’daki Banca
d’Italia vasıtasıyla gönderildi. 1933 yılında ise son olarak
7 Milyon Dolar, Banca d’Italia ve Düsseldorfer Rhenania
A.G (Royal Dutch Shell’in Almanya şubesi) yoluyla trans­
fer edildi.
Bu finansal eyleme daha sonra “Bank of
England”ın başkanı (Yahudi) Montagu Norman da ka­
tıldı.
Weimar Cumhuriyeti başbakanlarından biri olan
H. Brüning,176 Hitler’in 1923 yılında yurt dışından büyük
meblağlarda paralar aldığını açıklamıştı. Brüning’in bir
diğer iddiasına göre, 1928’d e Deutsche Bank direktörü
Yahudi Dr. Georg Solmssen (Salamonsohn) Nazilerin ve
diğer milliyetçi partilerin oluşturduğu fonu desteklemek
için büyük paralar vermişti.
Brüning, 1930’lu yıllarda Amerikan Büyükelçisi
Sackett ve yukarda adı geçen bankerin onun hükümetine
karşı Nazileri desteklediğinden bahsetmektedir. Sackett,
1920’li yılların başında Amerikan Federal Rezerv Bankası
direktörlüğü yapmıştı.
Dr. Erwin Goldmann, III. Reich zamanında Alman
Yahudiliğinin önde gelen isimlerinden biri ve Nasyonal-
176 Heinrich Brüning (1885-1970) Alman siyaset adamı. Merkez Par­
tinin lideriydi. 1930-1932 yılları arasında başbakanlık yaptı. Koyu
bir Katolik olan Brüning o yıllardaki ekenomik bunalım ve ona­
rım politikasıyla mücadele etmek için sosyalistlerin desteğini aldı.
Bu konuda da başarısızlığa uğradı. Hitler’in iktidara gelmesinden
sonra ABD’ye yerleşti.

370
Sosyalistti (Evet, yanlış okumadınız!!!) 1945 yılında SD177
ile işbirliği yapmak suçundan müttefikler tarafından hapi-
se atıldı. Hapisteyken Dr. Schacht ile tanışan Goldmann,
onunla Masonluk ve Hitler’in finansmanı üzerine konuş­
muştu. Goldmann, hatıralarında178 şöyle yazmaktadır;
“Uzun zamandan beri gerçek olduğunu bildiğim
bir olay var; O da Hitler’in Yahudi Yüksek Mâliyesi tara­
fından bilinçli ve kararlı bir şekilde desteklendiğidir. Bu
konuyu hapiste Dr. Schacht ile de görüştüm. Dr. Schacht
büyük bir Yahudi firmalar grubunun başkanıydı ve on­
lar adına Nazi Partisine büyük miktarlarda para yardımı
yapmıştı.”
1977’de çevrilen bir Sovyet belgesel filmi olan “Gizli
ve Açık Şeyler”de, Siyonizm konusu işleniyor ve şöyle bir
tespitte bulunuyordu; “Hitler’in iktidara gelmesine Yahudi
sermayesi yardımcı, olmuştur.”
Birkaç yıl sonra, Rus tarihçisi Lew Korneyev resmi
Sovyet haber ajansı olan TASS’a yaptığı bir açıklamada;
İkinci Dünya Savaşında ölen Yahudilerin sorumlusu­
nun Siyonizm olduğunu söylüyordu.
Korneyev’e göre, Siyonistlerin kontrol ettiği banka­
lar ve firmalar, III. Reich ve “Nazi Savaş Makinası’nı fi­
nanse etmişlerdi. Yine aynı firmalar bugün enternasyonal
Siyonizm! ve Tel Aviv’in saldırgan politikasını destekli­
yorlardı.

177 SD: Sicherheitsdienst (S.S Güvenlik Servisi, S.S İstihbarat örgütü).


178 Dr. Dr. Erwin Goldmann, “Zwischen zwei Völkern” Königswinter,
1975.
OTUZ ÜÇÜNCÜ BÖLÜM

NEWYORKBORSA’SININÇÖKÜŞÜ

Bu bölüme başlamadan önce okuyucudan ricam,


Rakovski Protokollerindeki 1929 tarihi ile ilgili olayla­
rı tekrar gözden geçirmesidir. Bu şekilde hem bu bölüm,
hem de Rakovski Protokolleri daha kolay anlaşılacaktır.
1929 yazında, Nazi Partisinin Amerikalı bankerler
tarafından finansmanı sayesinde, Hitlere seçimlerde ba­
şarı şansı açılmış oldu.
1929 yılında aniden ortaya çıkan ve bütün dünya­
yı sarsan bu büyük fînansal felâket nasıl açıklanabilirdi?
Arka planda kimler rol almışlardı?
1927 yılında “Bank of England” (İngiltere Merkez
Bankası) guvernörü Montagu Norman (Dünyanın en
etkili birkaç bankerinden biriydi) ve “Deutsche Bank”
(Alman Merkez Bankası) guvernörü (mason) H. Horace
Greely Schacht birlikte New York’a gittiler. Burada
Amerikan Federal Rezerv Bankası (Amerikan Merkez
Bankası) guvernörü George Harrison ile faizlerin düşü­
rülmesini ve kredi hacimlerinin genişletilmesi konularını
görüştüler.
Bu şekilde dünyada gevşek bir para politikası
izlenmeye başlandı. Düşük faizler ve ucuz para, daha çok
kredi, Amerika’d a fiyatların yükselmesi, İngiltere’de daha

372
az rekabet ve AvrupalIların ABD’de Amerikan malları ile
daha iyi işler yapabilmesi demekti. Amerikalılar bu iste­
ğin peşinden gittiler. Bu, 1927-1929 yılları arasındaki bü­
yük kıymetli evrak spekülasyonuna neden olan ilk adım­
dı. Çünkü ucuz para, hisse senetlerinin alımına gitmişti.
Bu tarihte Amerikan esham borsası, kıymetli evrakların
değerininin yapay bir artışı ile şişirildi. Sonunda halk, bü­
tün birikimlerini borsada fiyatları yapay olarak şişirilmiş,
değerli kâğıtlara yatırdı.
Norman ve Harrison iki yıldan fazla bir süre içinde
ucuz parayla hisse senedi alimim kızıştırırken, Norman ın
inisiyatifi ile kısa bir süre içinde faizler süratle yükselme­
ye başladı.
9 Ağustos 1929da Federal Rezerv Bankası iskon-
to nispetini yükseltti. Bu işlemin amacı sözde ABDdeki
spekülasyonun ateşini söndürmekti. Fakat işin içinde
başka hesaplar vardı. Nitekim bütün değerli kağıtlar, ani­
den kağıttan evler gibi birbiri ardına yıkılmaya başladı.
24 Ekim 1929da balon patladı ve borsa çöktü. New-
York efektborsası tarihe “kara Cuma” olarak geçen bir
kâbusu yaşıyordu. Çok kısa bir süre içinde 160 Milyar do­
larlık değerli kağıt kayboldu.179Tabii ki para bir anda yok
olup gitmiyordu, sadece halkın serveti bir anda el değişti­
riyordu. Bu, o güne kadar Amerikan halkının gördüğü en
büyük mali ve ekonomik çöküştü.
Krizin Alman ekonomisine yansıması, Almanya’ya
kredi açan yabancı bankaların paralarını Almanya’dan
çekmesi şeklinde oldu. Almanya dışına büyük bir serma­
ye göçü başlamıştı. Fakat Berlin’in de acil paraya ihtiyacı

179 Bu rakamı karşılaştırmak için, II. Dünya Savaşının ABD’ye 200


Milyar Dolara malolduğunu belirteyim.

373
vardı ve onsuz ekonomi çöküşün eşiğine gelebilirdi.
Bu arada İsveçli kibrit milyoneri Ivar Kreuger
Reich hükümetine 500 Milyon Reichsmark kredi açabi­
leceğini bildirdi. Sosyal demokrat Maliye Bakam Rudolf
Hilferding, Alman Reichsbank (Merkez Bankası) başka­
nı Hjalmar Schacht’tan Kreuger’in180 kredi teklifini ka­
bul etmesini istedi. (Dawes Planına göre, yurtdışmdan
gelen bütün kredileri Alman Merkez Bankasının onayla­
ması gerekiyordu.) Schacht, bütün uzmanların hayret ve
şaşkınlık dolu bakışlarına aldırmadan, bu kredi talebini
onaylamadı. Aslında Schacht’in istifa etmesi gerekirken,
onun yerine Cumhurbaşkanı Hindenburg istifa etti.
Schacht, krediyi reddetmekle kişisel dostu olan Montagu
Norman’ın isteğini yerine getirmiş oluyordu.
Almanya’daki ekonomik depresyon ve bunun trajik
sonuçları, Montagu Norman ve George Harrison tarafın­
dan dikte ettirilmişti. Almanya’ya verilen dış kredilerin
tamamen kesilmesi isteniyordu. Norman ve Harrison un
baskıları ile yeni Reichsbank başkanı Hans Luther onların
çizdiği mali politikayı izledi. Fakat, Alman bankalarının
kapanmasına engel olmak için dış krediye ihtiyaç vardı.
Luther dış krediler için Montagu Norman’a başvurduğu
zaman, kelimenin tam anlamıyla “bütün kapıların suratı­
na kapandığını” görmüştü.
Bu esnada Almanya’nın ekonomik durumu gün
geçtikçe daha kötüye gitmekteydi. Alman devletinin,
Amerika’d an aldığı borçlarla enflasyon çok yükselmiş
ve çöküşün motoru haline gelmişti. Almanya ancak

180 Kreuger, 1932 başlarında Paris’te bir otel odasında ölü bulundu.
Polis bunun bir intihar vakası olduğunu açıkladı. Yıllar sonra yapı­
lan bir araştırmada Kreuger’in öldürüldüğü anlaşıldı.

374
Amerika’d an aldığı kredilerle savaş tazminatlarını öde­
yebilirdi. Amerikan kredileri durunca, Reich savaş taz­
minatı taleplerini karşılayamaz bir duruma gelmişti. Bu
arada milyonları bulan işsizler ordusu karşısında Alman
devletinin ne tazminatları, ne de faizleri ödeyecek gücü
kalmamıştı.
Tazminat problemi, ekonomik kriz ve Nazi Partisinin
finansmanı, NSDAP (Nasyonal Sosyalist Alman İşçi
Partisi)’m 1929 yılında yapılan Saksonya eyalet seçimle­
rinde oylarını % 2’d en % 5 e çıkarmasına neden oldu.
9 Temmuz 1929’d a Naziler, Alman milliyetçile­
ri (Deutsch-nationalen), Stahlhelm (Çelik Miğfer) ve
“Reichslandbund” ile ortaklaşa “Reichsausschuss für das
deutsche Volksbegehren! kurdular. Kuruluşun gayesi
Alman halkını köleleştiren Young Planına karşı savaş­
mak idi.

375
OTUZ DÖRDÜNCÜ BÖLÜM

HİTLER’İNMASONİKKARTI;
H. SCHACHT

Amerikalılar, bankerler, İngiliz Emperyalistleri,


Siyonistler, Troçkistler ve -Stalinistler değişik nedenler­
den dolayı Hitler’in iktidarı ele geçirmesiyle ilgileniyor­
lardı. Alman Faşizmini incelerken bu unsurların dışın­
da, Masonluğun da Führerin yükselişindeki rolünü göz
önünde tutmak gereklidir.
Daha önce de belirttiğim gibi, 1920’li yılların başın­
da “loca gücü,” Mussolini’nin Roma yürüyüşünü destek­
leyerek kendini göstermişti. 1928’de de aynı gelişmeler
Almanya’d a tekrarlandı.
Almanya’da bu çevrelerin aracısı ve temsilcisi, aynı
zamanda Hitlerin ilk finans uzmanı Horace Greely
Hjalmar Schacht, Prusya Büyük Locası’na bağlı “Zur
Freundschaft Locası’na181 üye idi.
Schacht, karakter olarak itaatkar ve disiplinli bir
“Illuminât” im. Savaş sonrası “devletlerüstü gücün” çıkar­
larının tipik bir temsilcisi idi. (Ayrıca ultra-liberal küçük
masonik bir grubun da üyesi idi.)
Kendisinin müttefik loca biraderleri ile dostluğu,

181 Schacht, 18 Eylül 1907’d en 11 Şubat 1933’e kadar Berlin’deki “Ura­


nia zur Unsterblichkeit” locasına üye idi.

376
Alman dostlarının azalmasına neden olmuşsa da, bu
onun ‘global” eğilimli dostlarının yardımı ile, kariyerinde
yükselmesine çok yardımcı olmuştur.
Nazi Partisinin sosyalist kanadına mensup olan
Otto Strasser, “Die deutsche Bartholomaesnacht” adlı
kitabında, Goldschmidt, Mendelsohn, Wasserman ve
Schwabach’lann eğitim metodu ile yetişen Schacht’m
“Uluslararası Yahudiliğin Reich Bankası”m n182 başkanı
olarak “enflasyon canavarını” boğmakla görevlendirildi­
ğini anlatmaktadır.
Nazi Partisi ideologu Alfred Rosenberg, Schacht’m
yalnız “Uluslararası Yüksek Mâliyenin temsilcisi olmakla
kalmayıp, Alman halkına da ihanet ettiğini, yani mütte­
fikler için çalıştığını belirtmektedir.
Rosenberg bir başka yazısında183 hükümetteki söz­
de millici unsurlar arasında Alman Masonluğunun önde
gelen temsilcileri olduğunu (Gustav Stresemann, Dr.
Hjalmar Schacht v.b gibi) belirtmekte ve “Bu loca bira­
derleri, hepimizi köleleştiren Yahudi finans- kapitalinin
temsilcileridir ve çektiğimiz acı ve ızdırapların suçlusu on-
lardır,”diyordu.
Schacht, Almanya’yı ekonomik açıdan perişan eden
Young Planı’m184 hazırlayanlardan ve bunu imzalayan­

182 Reichsbankin (Alman Merkez Bankası) yönetim kurulunda yedi


Yahudi ve Schacht bulunuyordu. Bunlar devlet kredilerini belirli­
yorlardı.
183 Rosenbergs Periodikum “Weltkampf vom Januar 1928, Heft 49.
184 Young Planı: Amerikalı işadamı Owen D.Young (1874-1962)
başkanlığında bir uzmanlar komitesi tarafından 1929’d a hazırla­
nan plân. Dawes Planının yerini alan Young Plânı, Almanya'nın
ödemesi gereken savaş tazminatı sorununa nihai bir çözüm getir­
meyi amaçhyordu. Plân 1930-1932 arasında uygulandı.

377
lardan biriydi. Schacht, kendisini eleştiren Nasyonal-
Sosyalistlere de bu plânı savunuyordu. New York-Wall
Street’ten başlayan dünya ekonomik krizi Almanyayı
vurduğu zaman, Uluslararası Yüksek Mâliyenin sevgi­
lisi Schacht, Montagu Norman ile birlikte Almanya’nın
acil kredi talebini geri çevirmişti. Felaket, Weimar
Cumhuriyetinin kapılarına dayandığı zaman, Schacht
şapkasını alıp gitmekle yetinmişti.
Schachtln New York ve Londra’daki dostları (Yüksek
Mâliyenin temsilcileri) Almanya’nın bu krizden ancak
Adolf Hitler’in yardımı ile çıkabileceğine inanıyorlardı.
14 Eylül 1930’da NSDAP ilk seçim başarısını kutlar­
ken, Schacht, “London City’’deki dostları ile buluşmuş­
tu. O, birkaç gün sonra birkaç konferans vermek üzere
ABD’ye gitti. Bu arada Schacht’ın politik rotası tamamen
değişmek üzereydi.
Schacht, Almanya’ya geri döndüğünde, Reichstag’ın
(Alman Parlamentosu) Dışişleri Komitesinde gö­
revli Nasyonal-Sosyalist milletvekili von Reventlow,
“Amerika’da Nasyonal-Sosyalizme yaptığı hizmetlerden
dolayı” kendisine teşekkür etmişti.
Fransız tarihçisi, ekonomist ve Fransa eski
Cumhurbaşkanı François Mitterand’ın danışmanı olan
Jacques Attali, Warburg biyografisi ile ilgili kitabında
Schacht için şunları yazıyordu;
“O, 1930 Ekiminde aralarında Felix Warburg’un da
bulunduğu New York’lu bankerler grubuna, Hitler’i ta­
nıtan bir konuşma yapmıştı. Schacht, Hitler’i kendi he­
defleri için kullanabileceğine ve büyük bir krizin eşiğinde
bulunan Mark’ı kurtarabileceğine inanıyor muydu? Bunu
o zaman kimse bilmiyordu. Nasyonal-Sosyalistlerin ada­
mı olan banker von Stauss, 1930’d a Göring’le Schacht’ı
biraraya getirdi. Schacht, 1931 Ocağında Hitler’le tanıştı­

378
rıldı. 1932 Şubatında resmen NSDAP a girdi.”
Yüksek dereceli bir mason olan Aron Monus,
“Versch-worung: Das Reich von Nietzsche”185 (Komplo,
Nietzsche İmparatorluğu) adlı kitabında “1930 Ekiminde
Schacht, Yahudi bankerlerle buluşmak üzere New York’a
gitti. Bu bankerlerin çoğu yüksek dereceli masondu.
Onlar, Schacht a Adolf Hitler’i fınansal olarak destekle­
me görevini verdiler.” demektedir.
Yukarda adı geçen Nasyonal-Sosyalist banker von
Stauss gerçekte kimdi?
Berimdeki Deutsche Bank Geneldirektörü Emil
Georg von Stauss Yahudi asıllı idi.186
Nasyonal-Sosyalistler Stauss u Reichstag başkan yardım­
cısı seçtiler.
Stauss, 1942 yılında ölünceye kadar, Prusya Eyaleti
Danıştay üyeliği görevini de sürdürdü.
Göbbels 6 Ocak 1931de günlüğüne yazdığı notlarda
Schacht’a hiç güvenmediğini yazıyordu.
Schacht’ın “kahverengi gömlekliler” hareketine
katılması ve İkinci Dünya Savaşı’na kadar masonik faa­
liyetlerine devam etmesi tarihin bilinmeyen yanlarından
biridir.
Nasyonal-Sosyalistlerin güç kazanmasıyla, Alman
Mason localarına “enternasyonal” kimlik yerine, “milli”
kimliğin yerleşmesi, ilk bakışta “Alman milli ruhunun can:
lanması” gibi görünse de, aslında bu, Amerika ve Kudüs’teki
Siyonist-Yahudi patronların “antisemitizmi” bilinçli olarak
localara yayma politikalarının bir sonucuydu.187
185 Aron Monus, “Versenworung: Das Reich von Nietzsche,” Interseas
Editions/Isle of Man, Budapest 1994.
186 Dietrich Bronder, “Bevor Hitler kam,” Marva-Genf 1975.
187 Aron Monus, a.g.e.

379
OTUZ BEŞİNCİ BÖLÜM

THULEBİRADERİ ROSENBERG’İN
İNGİLTEREMİSYONU

1929 Mayısında, İngiliz solcu İşçi Partisi, liberalle­


rin desteklediği azınlık hükümetinin başına geçti. Bu hü­
kümet değişikliği dış politikada da ifadesini buldu. Yeni
hükümet Sovyetler Birliği ile kopan ilişkileri onarmaya
başladı. Hükümet, 1930 başlarında ABD’nin baskısı ile
İngiliz-Amerikan deniz kuvvetleri işbirliği anlaşmasını
imzaladı. Bu anlaşma ile İngiltere denizlerdeki üstünlü­
ğünden geri adım atmış oluyordu.
İngiltere dış politikada, Hindistan ve Mısırdaki
"milli bağımsızlık” hareketleri ile karşı karşıya gelmişti.
1930/31 kışında İngiltere Başbakanı Ramsey Mac
Donald, Hindistan partileri ile bir sömürge anayasası
üzerine görüşmelere başladı.
İç politikada ise hükümet büyük çaptaki işsizlik
karşısında çaresiz kalmıştı. Başbakan bu konuda kendi
partisinin sol kanadı ile mücadele etmek zorunda kalmış­
tı. Ekonomik kriz, devletin sosyal görevlerine de sınır­
lamalar getirmişti. 1931 Ağustosunda Mac Donald, İşçi
Partisinden ayrılarak, burjuva partilerinin oluşturduğu
milli hükümetin başına geçti.
Yine bu zamanlarda, Downing Street’te (İngiliz

380
Başbakanlık konutunun olduğu cadde) önemli bakan­
lıklar, tanınmış Siyonistlere veriliyordu. 1921 yılma kadar
“Anglo-Jewish Association’un başkan yardımcısı ve 1926’dan
beri Liberal Parti başkanı olan Rufus Daniel Isaacs (Reading
Markizi) Dışişleri Bakanlığına atandı. Birinci Dünya
Savaşında bir Yahudi lejyonu kuran ve 1920-1925 yılları ara­
sında Filistinde Başkomiser olan, Herbert Louis Samuel,
İçişleri Bakanı oldu.
İşte, Nasyonal-Sosyalist partisi diplomatı Alfred
Rosenberg’in ilk İngiltere yolculuğunu yaptığı sırada,
İngilterede böyle bir hükümet işbaşında idi.
Rosenberg’in Londra’d a kimlerle temas kurdu­
ğu konusunda bilgiler çok eksiktir. Fransız Dışişleri
Bakanlığı belgelerine göre, Rosenberg özellikle “London
City” bankerleri ile biraraya gelmişti.
Rosenberg, N ürnberg M ahkemelerinde Londra’ya
İngiliz Hava Kuvvetlerinin davetlisi olarak gittiğini söyle­
mişti. Rothschild’lerin ortağı Sir Philip Albert Sassoon’un
bu oyunda parmağı olup olmadığını öğrenmek gerçekten
ilginç olabilirdi. Çünkü, Sassoon Havacılık Müsteşarı ve
B’nai B’rith üyesi idi.
İngiliz Dışişleri Bakanlığı da Nasyonal-Sosyalist dış
politika ile ilgilenmiş ve Rosenberg’le görüşmüş olmalı­
dır. O günlerin İngiliz Dışişleri Bakanı ise Liberal Parti
başkanı Rufus Daniel Isaacs’tan başkası değildi.
Rosenberg’in muhafazakar İngiliz Savaş Bakanı
Lord Hailsham’la görüştüğü kesindir. Çünkü uluslararası
basında bu konuşma ile ilgili haberler çıkmıştı.
“New York Times’a göre, Rosenberg, Nasyonal-
Sosyalistlerin iktidara gelmesi halinde Almanya'nın askeri ba­
kımdan yeniden organize olacağım söylemişti. Rosenberg’in
381
konuşmalarının ağırlık noktasını, doğu ve orta Avrupa’daki
Almanların kolonizasyonu oluşturuyordu.
Rosenberge göre, “Polonya Koridoru”188 haritalar­
dan silinmeli ve Polonya halkının kaderi, ikinci sınıf bir
ırk olarak, Almanya’ya bağlı olmalıydı.
Çekoslovakya, Almanların oturduğu bölgeyi
Almanya’ya vermeliydi ve Güney Rusya’nın sınırlarını
Alman göçmenlere açması gerekiyordu. Bütün bunlar
gelecekteki siyasi gelişmeleri önceden gösteriyordu ve
Alfred Rosenberg’in dış politika vizyonunun ürünüydü,
îngilizler onu nazikçe dinlemekle yetindiler.

188 Almanya’d an (o zamanlar Alman toprağı olan) Doğu Prusya’ya git­


mek için, Polonya’d aki bir “koridor” dan geçmek gerekiyordu. Bir
Alman şehri olan Dantzig (Bugün Gdansk) de Polonya’d a serbest
bir şehir olarak kalmıştı.

382
OTUZ ALTINCI BÖLÜM

S.S. GENERALİ BANKERSCHRÖDER

Daha önce de söz ettiğim İngiliz Merkez Bankası şefi


Montagu Norman, 1930’larda (Diğer “London City” ban­
kerleri ile beraber) Alfred RosenbergTe konuşmuş ve 1934’te
(Yani Hider’in iktidara gelişinden bir yıl sonra) bir milyon
dolar kredi ile Almanya’ya gelmişti.
Amerikalı gazeteci William Engdal, “Mit der Olwajfe
zur Weltmacht” (Petrol silâhı ile Dünya Egemenliğine)
adlı kitabında şunları yazmaktadır;
“1931 sonbaharında Londra’nın Liverpool Street’teki
tren istasyonuna Almanya’d an bir adam geldi. Bu adam
Alfred Rosenberg’di. Rosenberg, önce Londra “Times” ga­
zetesini çıkaran Geoffrey Dawson ile görüştü. Bunun so­
nucunda daha sonraki aylarda “Times,” Hitler hareketini
destekleyen uluslararası bir yayın kampanyası başlattı.
Ama daha da önemlisi, bu toplantıda dünyanın en
etkili bankerlerinden biri olan Montagu Norman da bu­
lunuyordu. Rosenberg’i Norman la tanıştıran, Norman’ın
yakın dostu H.Schacht’tı. Rosenberg’in bu tarihi Londra
gezisi, Londra’daki “Schröder Bank” yönetim kurulu
üyelerinden birini ziyaretle sona erdi. Bu banka, New
York’taki J. H. Schröder ve Köln’deki Baron Kurt von
Schröder’in J.H. Stein bankası ile yakın ilişki içindeydi.”

383
Rosenberg’in Schröder Bank yönetim kurulu üyesi
olarak ziyaret ettiği adam, F.C Tiarks, “Bank of England”
yönetimindeydi ve Montagu Norman’la yakın dosttu.189
1931 yılında Baron von Schröder ve Schacht, Alman
endüstri ve finans dünyasımn önde gelen isimlerine mü­
racaat ederek, Adolf H itler ve hareketi için destek iste­
diler.
Schröder, Düsseldorf’daki bankası aracılığıyla
Hitler’e 14 Milyon Mark vermişti.
Bütün bu işlemler, Schröder ve Schacht’in siyonist-
mason iş dünyası ile iyi iş ilişkileri sayesinde yürütülü­
yordu.
“Nazi” banker Schröder, kayınpederi Stein gibi
Yahudi bir aileden geliyordu.190
Schröder bankacılık, hem 1919’da, hem de 1923’de
Ren bölgesindeki bölücü hareketleri aktif bir biçimde
destekleyerek, Fransız finansörlerden yana olduklarını
göstermişti.
Amerikan Senatosu Kilgore-Komitesinin dosyala­
rında yer alan bilgilere göre, Baron Schröder daha 1924’te
Hitler e mali yardımda bulunmuştu.
Hitler iktidara geldikten sonra, Schröder, III. Reich’ın
finans işlemleri açısından kilit isimlerden biri oldu. O,
Schacht ile birlikte, savaş yılları boyunca uluslararası sa­
vaş vurguncuları ile olan iyi ilişkilerini devam ettirdi.
Himmler, Nazilerin Schrödere olan şükran borcu­
nu ödeyebilmek için, ona S.S Brigadeführer (Tuğgeneral)
rütbesi verdi.
189 F. William Engdal, “Mit der Ölwaffe zur Weltmacht” Dr. Böttinger
Ver-lags GmbH:
190 Dietrich Bronder, “Bevor Hitler kam,” Marva-Genf, 1975.

384
Stein bankası da “Freundekreis des Reichsführers
S.S’e (Himmler’in dostları çemberi) dahil edilmişti.
Bu dostluk çemberine dahil olan dört banka Himmler
başkanlığında toplanıyor ve dostça sohbet ediyorlar­
dı. Bu çembere dahil olan bankaların her yıl bir milyon
Reichsmark bağış yapmaları gerekiyordu.
Schacht, 1933’te Reichsbank başkanlığından alın­
dı. 1934-37 yılları arasında Reich Ekonomi Bakanlığına
bağh olarak çalıştı. Savaştan sonra, masonik bağlantıla­
rı sayesinde Nürnberg Mahkemelerinden ceza almadan
kurtuldu.

385
OTUZ YEDİNCİ BÖLÜM

BERLİNVEMOSKOVAARASINDAKİ LOCA

Bolşevik rejimin kuruluş yılları olan 1919-1923 ara­


sında Kremlin, devrimci masonluğun stratejisine uygun
bir politika izlemedi. Kendisi de bir Mason olan Lenin, bu
konuda Grand-Orient’le açıkça bir çatışmaya girdi ve bunu
hayatıyla ödedi.
1920’li yıllarda Alman, Fransız ve İngiliz askerleri ara­
sındaki görüşmeler Sovyetleri rahatsız etmeye başlamıştı.
Aynca iç politikada Troçkistlerin destabilizasyon denemele­
ri ve bunların yurt dışında askeri ittifak arayışları, başka bir
rahatsız edici faktördü.
Olaylar bu şekilde gelişirken, kendini köşeye sıkıştırılmış
hisseden Kremlin bir loca açmaya karar verdi. Daha önce de
Ruslar ve Amerikalılar, Almanya’nın faşistleştirilmesine karşı
böyle bir örgütlenmeden faydalanmayı düşünmüşlerdi.
Ayrıca Kremlin 1928 yılında kendi Siyonist programını
geliştirmeye başlamıştı. Bu program çerçevesinde Sovyetler
Birliği kendi topraklarının bir kısmını “Yahudî-Proleter
Devleti’ne ayırdı.191
1927 yılında kurulan, yukarda sözü edilen loca, batılı
devletlerce tanınmak ve böylece “İşçi ve Köylü Devleti’ni
izolasyondan kurtarmak için, harekete geçti.
191 Rus topraklan içinde kolonize edilecek bölge, Uzakdoğu’daki Amur
nehrinin kıyıları idi Burada, 7 Mayıs 1934’te yarı-otonom “Birobican
Cumhuriyeti” ilan edildi Devletin resmi dili Yidişti ve Rappoport ko­
mutasında 7500 kişilik bir kızıl orduya sahipti. 1936’d a bu yeni kurulan
Yahudi Devletine, Amerikan Yahudileri bağış yapmaya başladı. O za­
manlar başkent Birobicanda 12.000 Yahudi yaşıyordu.

386
OTUZ SEKİZİNCİ BÖLÜM

SOVYET-NAZİ İTTİFAKI

1920’li yılların başında Sovyetler, eski “Radek Strateji­


sine yeniden dönerek, Komünizmin en büyük düşmanı
Faşizmin iktidara gelmesine yardımcı oldular.192
Nasyonal-Sosyalistlerin 2 Ağustos 1930daki yerel
seçim zaferinden birkaç gün önce, Rusya faşist İtalya ile
ikili bir anlaşma yapmıştı.
General Ludendorff, “Weltkrieg droht aufDeutschem
Boden” (Dünya Savaşı Alman toprağını tehdit ediyor)
adlı kitabında bu durumu şöyle yorumlamaktadır;
“Mussolini ve Sovyet Rusya arasında imzalanan eko­
nomik, siyasi ve askeri ittifak, Almanya’daki partiler ve
birliklerde de taraftar bulmuştu. Moskova’ nın müttefiki
Nasyonal-Sosyalistler, Çelik Miğferciler (Stahlhelm) şimdi
Sovyetler Birliği ve Komünistlerle beraber hareket edecek­
lerdir.’’193
Bu ittifakın sonuçları kısa zamanda ortaya çıktı.
1930 yazından başlayarak, aşırı solcular sağcı düşünceleri
savunmaya başladılar.
Bu düşünce değişikliği, 24.8.1930da KPD (Alman
192 Kari Radek bu taktiği şöyle açıklıyordu: Almanya’d a iktidara
gelebilmemiz, ancak sağcı-radikal bir hükümetin işbaşına gelme­
siyle mümkündür!..”
193 General Ludendorff, “Weltkrieg droht auf Deutschem Boden,” Lu-
den-dorffs Volkswarte-Verlag, München 1930.

387
Komünist Partisi)nin “Alman Halkının Milli ve Sosyal
Kurtuluş Programı’nın açıklanması sırasında ortaya çık­
tı.
Komünistler, iktidara gelmeleri halinde, Versay
Antlaşmasını ve Young Plam’m yırtıp atacaklarını, bü­
tün borç ve tazminat ödemelerini iptal edeceklerini ilan
ettiler.
Bu program, Politbüro üyesi ve KPD Reichstag
(Alman Parlâmentosu) üyesi Heinz Neumann tarafından
kaleme alınmıştı. (Hiç şüphesiz Stalin de bunu tasdik et­
mişti.)
1930yıhnmsonunda,Leninin‘MilletlerSorunu’adlıki-
tabı Almancaya çevrilerekyayınlandı. Eylül ayının sonunda
KPD Başkam Thaelmann, “millî devrimci kurtuluş
savaşı’nm başladığından söz etti.
Açıktı ki, KPD bu şekilde geleneksel sağcı seçmen
oylarını hedeflemekteydi. Fakat aynı zamanda KPD
Komünistlerin, Troçkist’lerin ve pasifîstlerin desteğini
kaybetmekteydi. Birçok proleter, ideolojik farklılığı ayır-
dedilemeyen Nazi partisine üye olmaya başlamıştı.
1 Temmuz 1930 günü yapılan Komintern toplantı­
sında, NSDAP’ın (Nasyonal-Sosyalist Alman İşçi Partisi)
kaydettiği ilerlemelerden övgüyle söz edildi ve “nasyonal-
sosyalist propaganda, komünist propagandadan ayırde-
dilememektedir” denildi.
1931 Eylülünde NSDAP, DNVP (Alman Milliyetçi
Halk Partisi) ve Çelik Miğfer partilerinden oluşan “Milli
Muhalefet Cephesi,” Sosyal demokrat Prusya Eyalet
Hükümetini devirmek için, bir halkoylaması kampanyası
açtı. Moskova’nın da desteğini alan KPD, bu kampanyayı
desteklemeye başladı.
388
KPD Merkez Komitesinin bir oturumunda MK
üyeleri Remmele ve Neumann (Her ikisi de “Hitler’in
arkasındayız” tezinin savunucularmdandı) parti içindeki
güçlü direnişe rağmen, KPD’nin bir sağ girişime dahil ol­
ması kararını kabul ettirebildiler.
Halk oylaması yapılacağı gün, seçim lokallerinin
önünde gamalı haçlı kızıl bayrakla, orak-çekiçli kızıl bay­
rak yan yana dalgalanıyordu.
Kızıllar, Nazilerle birlikte omuz omuza Alman
Sosyal demokrasisine karşı bir mücadele vermeye başla­
mışlardı.
1931 Kasımında, Komintern İcra Komitesindeki
Sovyet temsilcisi W.G. Knorin, “Faşizmle mücadele, an­
cak SPD’y e karşı bir savaş verilerek mümkün olabilir,” di­
yordu.
Komintern baş görevlisi Dimitri Manuilski -o da
Knorin gibi Yahudi idi- 15 Aralık 1931de Moskovadaki
“Komünist Enternasyonal İcra Komitesi” toplantısın­
da, “Asıl düşmanımız Hitler değil, Severing-Brüning-
Hindenburg sistemidir,” diyor ve şöyle devam ediyordu;
“Biz, Hitler’le hiç bir antlaşma imzalamayacağız ve onunla
hiçbir gizli anlaşma yapmayacağız. Hitler i kendi yoluna
bırakacağız ama burjuva devlet aparatı üzerinde bir za­
fer kazandırabilecek şeyleri de kullanacağız. Onun (yani
Hitler’in) yardımıyla Sosyal demokrat polis teşkilatını ve
Brüning’in devlet mekanizmasını parçalayacağız. Alman
devriminin bugünkü gelişmesi gözönüne alındığında,
Hitler, şüphesiz komünist devrimin bilinçsiz bir yoldaşı ola­
rak değerlendirilebilir. Bu gerçeğin doğru değerlendirilmesi
Alman Komünist Partisinin taktiğine bağlıdır.”
KPD başkanı Ernest Thaelmann, partinin yeni çizgi­
389
sini şu sözlerle ifade ediyordu; “Sosyalfaşizm (yani Sosyal
demokrasi) faşist diktatörlüğün silâhıdır!..”
Adolf Hitler’in doğrudan veya dolaylı olarak
desteklenmesi, birçok Alman sosyalistini çok rahatsız
etmişti. Sosyal demokrat “Vorwaerts” gazetesi başya-
zan Friedrich Stampfer, 1932 yılında Sovyet elçiliğine
Hitlere karşı ortak bir mücadele önermesine karşılık, elçi
Wynogradoff, “Moskova Hitler’i istiyor, çünkü genel inan­
ca göre, Almanya’nın komünistleşmesi ancak Hitler iktida­
ra geldikten sonra mümkün olabilecektir,”demişti.

390
OTUZ DOKUZUNCU BÖLÜM

ULUSLARARASI SİYONİZM, HİTLER


ALMANYASI’NASAVAŞAÇIYOR

Siyonist Dünya Örgütünün yöneticileri için Versay


Barış Antlaşması, Almanya ile savaşın başka vasıtalar­
la sürdürülmesi anlamına geliyordu. Siyonist Örgütler,
“Milletler Cemiyeti” nezdinde “geçici hükümet” statü­
sünde temsil edilmekteydiler. Bu örgütler aktif cema­
atler olarak değil, resmi bekleme durumunda Yahudi
Hükümeti (Jewish -government -in-waiting) olarak ta­
nınmışlardı.194
1930’lu yılların başında Siyonist örgütler Almanya’ya
karşı "yoketme savaşı” kampanyası başlattılar. Dikkat
edilirse, bu savaş Hitlere ve Nazi partisine karşı değil,
doğrudan Alman halkına karşı yöneltilmişti.
Siyonistlerin Almanya’ya birinci resmi savaş ila­
nı:
Yahudi Dünya Ligi başkanı Bernart Lecache, 1932
yılında (yani Adolf Hitler iktidara gelmeden bir yıl önce)
şöyle diyordu;
“Almanya bizim bir numaralı DEVLET DÜŞMANI-

194 Edwin Black, “The Transfer Agreement-The Untold Story of Sec­


ret Pact between the Third Reich&Jewish Palestine, New York-
London 1984.

391
MIZDIR. Ona acımasızca savaş açtığımızı bildirmek zo­
rundayız!!!”195
Dikkat edilirse, Lecache, “devlet düşmanımız” diyor
ve kendini Yahudi Devletinin bir temsilcisi yerine koyu­
yor.
ABD Maliye Bakanı Henry Morgenthau, 1 Şubat
1933 tarihinde yaptığı bir açıklamada şöyle diyordu;
“ABD İkinci Dünya Savaşına girmiştir.”196 (ABD’nin
İkinci Dünya Savaşına giriş tarihi 1941 ‘dir.)
Fakat Henry Morgenthau bu konuda yalnız değil­
di. ABD Başkanı Roosevelt te Reichbaşkanı Heinrich
Brüninge Hitler’i durdurmak için beş yüz milyon dolar
borç verirken şöyle demişti; “I will crush Germany”197
(Almanya’yı ezeceğim)

Siyonistlerin ikinci savaş ilan


24 Mart 1933 tarihli İngiliz Daily Express gazetesi
şöyle bir başlık atmıştı;
“JUDEA DECLARES WAR ON GERMANY”
(Yahudilik Almanya’ya Savaş Açtı.)
Bu başlığın altında iki alt başlığı olduğu gibi veri­
yorum;
“JEWS OF ALLTHEWORLD UNITE”(Bütün Dünya
Yahudileri Birleşiyor)
“BOYCOTT OF GERMAN GOODS” (Alman
Mallarına Boykot)

195 Dr. Franz Scheidl, “Deutschland und die Juden,” Wien, 1965.
196 Fortland Journal, New York 12.2.1933.
197 E.I. Reichenberger, “Wider Wilkür und Machtrausch” Graz-Göt­
tingen, 1955.

392
Daily Express’deki makalenin tamamı şöyleydi;
“Almanyadaki Yahudi takibatı haberleri, öngörüle-
meyen ve kendine özgü sonuçlar doğurdu. Dünyadaki bü­
tün İsrail, Almanya’ya ekonomik ve mali bir savaş açmak
için birleşmiş bulunuyor. Şimdiye kadar hep Almanyadaki
Yahudi takibatından bahsedildi. Eğer yeni plânlar gerçek­
leştirilirse, Hitlercilerin “Yahudiler, Almanları takip edi­
yor”diye bağırıp, çağırdığını duyacağız.
Bütün İsrail, Alman fırtınasına karşı gazaba gelerek,
ayağa kalkmış bulunuyor. Vatanseverliğe, çağrıda buluna­
rak iktidara gelen Adolf Hitler, tarihi hiç beklemediği bir
şekilde biçimlendirdi. O, sadece Alman halkının ırk bi­
lincinde birleştirdiğini düşünüyordu ama, bütün Yahudi
halkının yeniden milli doğuşuna yardımcı oldu!..
Görünüşe bakılırsa, yeni Almanya’nın sembo­
lü olan ‘Gamalı Haç,’ Yahudilerin en eski savaş sembo­
lü olan ‘Yuda’nm Aslanının ortaya çıkmasına neden
olmuştur. Dünyaya dağılmış olan 14 milyon Yahudi,
Almanya’ya savaş ilan etmek için, tek bir insan gibi bir­
leşmiştir. Ortak hedefimiz olan, Almanya’d a yaşayan ve
Hitlerci- Antisemitizm tarafından terörize edilen 600.000
Yahudiyle dayanışmak ve faşist Almanyanın Yahudi
azınlığa karşı uyguladığı terör ve şiddet politikalarıyla
mücadele edebilmemiz için, Yahudilik arasındaki bütün
farklılıklar ve anlaşmazlıklar derhal ortadan kaldırılmalı­
dır. Yine bu amaçla Avrupa ve Amerika’d a eylem plânları
geliştirilmektedir.
Dünya Yahudiliği, Ortaçağlardaki Yahudi takibatı­
nın yeniden yaşanması demek olan bu duruma daha fazla
katlanmayacaktır. Almanya, Hitler’in Yahudi düşmanlığı­
nı pahalı ödeyecektir. Alman Reich’ı ticaret, finans ve en­

393
düstride topyekün bir boykotla karşı karşıyadır. Avrupa
ve Amerika’da Hitler Almanya’sına karşı alınacak tedbir­
lerin planları yapılmaktadır.
Bütün Yahudi ticaret dünyası Almanya ile ticari
ilişkileri kesmeyi hedeflemiştir. Yahudiliğin çok etkili ol­
duğu uluslararası para piyasasında, Almanya büyük mik­
tardaki borçları dolayısıyla Yahudi bankaların baskısına
maruz kalacaktır.
Yahudi satınalma firmalarının boykotu vasıtasıy­
la, Almanya’nın ihracatına büyük bir darbe vurulma­
sı öngörülmüştür. Bütün dünyadaki Yahudi tüccarlar,
Alman mallarını almayacaklardır. Polonya’d a Almanya’ya
karşı ticari ambargo uygulanmasına başlanmıştır.
Avrupa başkentlerindeki önemli Yahudi örgütleri,
ülkelerindeki hükümetlere baskı yaparak, Almanya’daki
Yahudilerin ezilmesini durdurmalıdır.
Eski ve şimdi yeniden birleşmiş İsrail halkı, yeni ve
modern silâhlarla kendisini ezmek isteyenlere karşı, eski­
den olduğu gibi, mücadele edecektir.”
New York’ta yfllarca çalışmış olan bir Alman gaze­
teci konu ile ilgili olarak 23 Mayıs 1933 tarihinde şunları
yazıyordu;
“Almanya’ya yönelik yıkıcı propaganda, Mart ayının
ortalarından itibaren (Almanya’da 23 Mart 1933’te çıkarı­
lan “Yetki Yasaları’ndan önce) bütün ABD’yi kapsayacak
şekilde yayılmaya başladı. O günden sonra Almanya ile
ilgili en küçük bir haberi bile yazmak mümkün olmadı.
Almanya’ya saldıran bütün basın organları ya Yahudilerin
elindeydi ya da onlar tarafından kontrol ediliyorlardı.
Şimdi Amerika’d a olduğu gibi her şey derhal siyasi

394
olarak değerlendirilmektedir. Almanya’ya karşı tertiple­
nen boykot hareketi burada çok özel bir öneme sahiptir.
Fakat unutulmamalıdır ki, Hitler’d en önceki Alman hü­
kümetleri de bugünkü boykot hareketinin ön şartlarını
hazırlamışlardı.
Ben, New York’taki Ortodoks Hahamlara “boykot”
kelimesinin derin bir tehlike arzettiğini açıkça ifade et­
tim. Çünkü boykot günümüzün modern ve ölümcül bir
savaş silâhıdır. Bugünkü milliyetçi Alman gençliği, müt­
tefiklerin uyguladığı savaş ambargosu yüzünden açlık
çekilen yıllarda doğdular veya büyüdüler. Uygulanacak
bir ticari ambargo, Birinci Dünya Savaşında uygulanan
ambargodan farklı bir sonuç doğurmayacaktır.”198
Yahudi yazar Edwin Black199ise aynı tarihlerde şöyle
yazmaktaydı;
“Durum gittikçe kötüleşmektedir. Almanya’nın
yöneticileri, Anti-Hitler boykotunun III. Reich’ı daha
başlangıcında yok etmek niyetiyle ortaya atıldığının far­
kındaydılar.
Bu boykotun amacı, Reich’ı iflas ettirmek veya
komşularım Almanya’yı istila etmeye kışkırtmaktır.
Naziler, 1933 Martının başında iktidarlarını
sağlamlaştırmaya uğraşırken, Polonya Hükümeti, açıkça
Polonya Koridoru boyunca askeri birliklerini takviye et­
mekteydi.
Martın ikinci yarısında Anti-Nazi boykotu, Polonya

198 Prof. Dr. Klaus Herrmann, “Das Dritte Reich und die deutsch-jü-
disc-hen Organisationen 1933-34” Köln-Berlin-Bonn-München.
199 Edwin Black, “The Transfer Agreement-The Untold Story of the
Sec-ret Pact between the Third Reich&Jewish Palestine” New
York-London, 1984.

395
ordusunun savunmasını güçlendirmesine ve Almanya’ya
saldırıya hazır bir duruma gelmesine neden oldu.”
İlginçtir ki, yukardaki satırların yazıldığı aynı tarih­
te, İngiliz Daily Express gazetesi “Judea declares War on
Germany” manşetini atmıştı.
Polonya ve Çekoslovakya’yı Almanya’ya karşı hare­
kete geçiren yalnız boykot değildi. Polonya’nın 1919’dan
beri Doğu Prusya ve Silezya’da, Çeklerin ise Südetler
bölgesinde gözü vardı.
Almanya Versay’daki muzaffer devletlerin istemleri­
ne uygun olarak silahsızlandırılmıştı. Silâhlarından arın­
mış bir Almanya ise, yeni baskılara ve saldırılara açık bir
duruma gelmişti.

Üçüncü resmi savaş ilam:


1933 Ağustosunda “International Jewish Federation to
combat the Hitlente Oppression” (Hitlerci baskı üe mü­
cadele için Uluslararası Yahudi Federasyonu) başkam
Samuel Untermeyer, New York’ta “Almanya’da ezüen
Yahudiler” adına Almanya’ya savaş açtıklarım üan etti.

Dördüncü savaş ilanı:


Almanya’ya karşı bir başka savaş çağrısı, “Irgun”
adlı Yahudi terör örgütünün başkanı Vladimir Jabo-
tinsky tarafından yapıldı. f'
Jabotinsky, 21 Ağustos 1933’te Paris’te yapılan 18.
Siyonist Kongresinde şunları söylüyordu;
“Almanya’ya karşı ancak acımasızca yürütülen bir
savaş kabul edilebilir. Bu kongrenin görevi Almanya’ daki
Yahudi meselesini bütün dünyaya duyurmaktır. Biz katil­
lerle savaşıyoruz!..

396
Biz onları yok etmeliyiz, yok etmeliyiz, yok etmeli­
yiz!., (destroy, destroy, destroy)
Boykotla değil, seferber edebildiğimiz bütün güçlerle
Almanya’y ı medeni dünyadan izole etmeliyiz.”200
Weimar Cumhuriyeti döneminde Filistin’e göç ederek
orada militan Siyonist bir örgüt kurmuş olan bu adamın
Alman halkı ile ne alıp veremediği vardı? Niçin Hitler değil
de “Alman halkı”yok edilmesi gereken bir tehlike oluyordu?
Bu barışa karşı komplo ve milletleri birbirine karşı kışkırt­
ma değilse nedir?
1934 Ocak ayında Jabotinsky’nin Paris’te yayınlanan
“Natscha Rietsch” ve “Libres Paroles” gazetelerinde buna
benzer yazıları çıkmıştı.

Jabotinsky şöyle diyordu;


“Aylardan beri her Yahudi örgütü, her Yahudi cemaati,
her Yahudi kongresi, bütün sendikalar ve dünyadaki her
Yahudi bireyi Almanya ’ya karşı bir savaş sürdürmektedir.
Bizler, bütün dünyada Almanya’ya karşı maddi ve ma­
nevi bir savaş vermekteyiz. Almanya’nın hedefi yeniden
büyük bir millet haline gelmek ve kaybettiği toprakları
ve sömürgeleri geri almaktır. Bizim Yahudi çıkarlarımız
gereği, Almanya tamamen yok olmalıdır!..
Alman halkı, kollektiv ve bireysel olarak biz Yahudiler
için bir tehdit oluşturmaktadır.”201
Aynı tarihlerde Jabotinsky, “Filistin’in güç vasıtasıyla
fethi’ni savunuyordu. Ona göre, ne Amerikalılar, ne de
İngilizler (Avustralya’nın) kolonizasyonu sırasında yer­
lilerinin iznini almamışlardı, Yahudilerin de Filistin’deki
yerlilerin iznini almaya ihtiyacı yoktu!..

200 Edwin Black, a.g.e.


201 Hartmann Stern, “Jüdische Kriegserklaerungen an Deutschland.”

397
Jabotinsky bu tip sömürgeci düşüncelerle, 1935’de
Viyamdaki “Yeni Siyonist Organizasyonunun başına ge­
tirildi. Jabotinsky, Londrada Filistindeki îngilizlere karşı
faaliyet gösterecek olan “Irgun” terör örgütünü kurdu.
Jabotinsky, 1940 yılında New York’ta öldü ama, o
emperyalist ve sömürgeci çabalarında yalnız değildi.
New York’un önde gelen Yahudilerinden olan Stephen
Wise, Samuel Untermayer, Jacob Landau v.b gibi güçlü
Yahudiler, dünya çapında örgütler ve konferanslarla onun
tezlerini desteklediler.
Uluslararası Yahudiliğin bu savaş kışkırtıcılığına
karşı, 11 Kasım 1933’te Leipzigde önde gelen Alman bi­
lim adamları (Örneğin; Berlin Üniversitesi Rektörü Prof.
Dr. Eugen Fischer, Filozof Dr. Martin Heidegger, Münihli
Sanat Tarihi Profesörü Dr. Wilhelm Binder, Dr. Ferdinand
Sauerbruch v.b 960 bilim adamı) Hitler Almanyası’nın
özgürlük ve eşitlik için verdiği mücadeleye destek verdik­
lerini ilan ettiler.

Beşinci savaş ilanı:


1-25 Ağustos tarihleri arasında Cenevre’de topla­
nan 23. Siyonist Kongresi Başkanı Hayim Weizmann,
Almanya ile savaş halinde olduklarını açıklamıştır. Bu
açıklamanın yapıldığı tarihte İkinci Dünya Savaşı henüz
başlamamıştı.
İngiltere Siyonistleri Başkanı Lionel de Rothschild,
Winston Churchill’in sekreteri John Colvillee 22 Ekim
1939’da yaptığı bir açıklamada şunları söylemişti;
“Almanya Yahudilere bırakılmalı ve Alman halkı
dünyanın öbür halklarının arasına dağıtılmalıdır. Diğer

398
bir deyişle her iki halkın rolleri değiştirilmelidir.”202
1939’dan sonraki (İkinci Dünya Savaşı sırasında)
Yahudi savaş ilanları:
Dünya Yahudi Kongresi Genelsekreteri Moritz
Perlzweig, 26 Şubat 1940’ta Toronto/Kanada’d a yayınla­
nan “Evening Standard” gazetesine yaptığı açıklamada
“Dünyanın yedi yıldan beri (yani 1933’ten beri) Almanya
ile savaş halinde olduğunu” açıklıyordu.203
İngiliz “Jewish Chronicle”8 Mayıs 1942de şunları yazı­
yordu; “Yahudi Dünya Kongresi yedi yıldan beri Almanya
ile savaş halindedir. Biz, Hitler iktidara geldiği günden beri
(30 Ocak 1933) onunla savaşmaktayız.”204
“Yahudi sorunlarına Hitler karışmadı, tam tersine
Uluslararası Yahudilik Alman sorunlarına karıştı.”205
Hitler iktidara geldikten 1,5 yıl. sonra, 1934
Ağustosunda “Milliyetçi Alman Yahudileri Birliği”
(Jüdische Nationalverband) örgütü Adolf H itler’e şöyle
bir çağrıda bulunuyordu;
“Bizler 1921’d e kurulan “Milliyetçi Alman Yahudileri
Birliği’nin üyeleri olarak savaşta ve barışta Alman halkı­
na ve vatanına sımsıkı bağlı bulunduğumuzu bildiririz.
Bu nedenle, bizlere bazı güçlükler getirmesine rağmen,
Ocak 1933’te işbaşma gelen milliyetçi Alman hükümetini se­
lamlıyoruz. Bu hükümetin geçtiğimiz 14 şanssız yılın acı ve
üzüntülerini ortadan kaldıracağına inanıyoruz.”
202 John Colville, “Downing Street Tagebücher 1939-1945” Berlin,
1988
203 Emil Aretz, “Hexen-Einmal-Eins einer Lüğe,” Franz von Beben-
burg in Paehl, 1970.
204 Hartmann Stern, a.g.e.
205 Rudolf Diels, “Lucifer ante Portas-Zwischen Severing und Heyd-
rich” Zürich.

399
KIRKINCI BÖLÜM

İSPANYAİÇSAVAŞI VEMASONLUK

13 Eylül 1923’te General Primo de Rivera


(İspanyada) iktidara geçti ve bir askeri diktatörlük kurdu.
Dünya masonluğunun “Mavi Kitabında” belirtildiğine
göre (1933), Primo de Rivera masonluğa şiddetle karşı
idi.
1927 yılında diktatör de Rivera, gazetelere yaptı­
ğı bir açıklamada, “İspanyayı istikrarsızlığa sürükleyen
Masonlara, Komünistlere ve iş takipçisi politikacılara
karşı olduğunu” söylemişti.
O zamanlar Masonluk, İspanyada o kadar güçlüydü
ki, İspanya Büyük Locası Büyük Üstadı, diktatöre açık
bir mektup yazarak, ona karşı olduğunu belirtecek cesa­
reti rahatlıkla kendinde bulabiliyordu.
Aynı yıl içinde (1927’de) masonik “Yüksek Şura” Sek­
reteri bir toplantıda söyle demişti; “Biz Masonlar, devrimi
gerçekleştirecek bütün kadroları ele geçirdik.”
Nihayet, 1930 yılında Primo de Rivera Masonlar
tarafından devrildi.
Primo de Rivera devrildikten sonra, Paris’e yer­

400
leşti ve orada öldü. Walther Schmitt, 15 Nisan 1937 ta­
rihli “Völkischer Beobachtende206 çıkan bir yazısında,
Rivera’nın ölüm nedeninin açıklanmadığını ve cesedinin
alelacele sınırdan kaçırıldığını yazmaktadır.
Ispanya Kralı 13. Alfons, 14 Nisan 1931de tahttan
çekildikten sonra, sosyalistler ve radikaller hükümeti
ele geçirdiler. İspanyada cumhuriyet ilan edildi. Böylece
Masonluk hedefine ulaşmış oldu. 10 Mayıs 1931de
İspanyol Grand-Orient’i açıkça cumhuriyeti selamladı­
ğını duyuruyordu.
Viyanada yayınlanan “Dünya Masonluğunun Mavi
Kitabı’nda İspanyadaki Masonluk hakkında şunlar yazı­
yordu; “Masonlar, İspanyaya demokrasi ve özgürlük ge­
tirecek siyasi gelişmeleri, mason olmayanlarla elele vere­
rek, şekillendirmişlerdir.”
Kral tahttan çekildikten sonra, önce Savaş Bakanı
daha sonra da Başbakan olan Cumhuriyetçi Eylem
Partisi Başkanı Manuel Azana da bir masondu.207 6 Eylül
1936 tarihli “Neuen Athener” gazetesinin haberine göre,
1931de kurulan devrim komitesinin 11 üyesinden sekizi
masondu. İspanya Grand-Orient’i Büyük Üstadı Diego
Martinez Barrio, Ulaştırma Bakanı olmuştu.
“İspanyanın Lenini” olarak adlandırılan, 1936’daki
İspanyol Bolşeviklerinin lideri Largo Caballero da
1931 deki devrim hükümetinin bir üyesi idi. Cumhuriyet
kurulduktan sonra, sağ partiler genç avukat ve üniversite
profesörü Gil Robles’in “Accion Popular” partisine ka­
tıldılar.

206 NSDAP resmi yayın organı.


207 Münchener Neuesten Nachrichten vom 14. Juli 1937.

401
Sosyalist-masonik hükümet, ekonomiyi çok kötü
yönetmişti. Hükümet Bolşevikler208 tarafından yönetil­
meye çok açıktı. Bolşeviklere karşı duyulan tepki sonu­
cunda, çok sayıda katolik taraftarı olan Gil Robles’in yeni
sağ partisi, 1934’te en güçlü parti olarak parlamentoya
girmeye hak kazandı. Gil Robles ve “Accion Popular,”
Lerroux başkanlığında bir koalisyon hükümeti kurma­
yı denedi. Sosyalistler, “Accion Popular’ın programını
gerçekleştirmesine engel olmak için her şeyi yaptılar. Bu
nedenle Gil Robles taraftarlarının büyük bir kısmını kay­
betti. Hatta onun için liberal ve marksist güçlerle anlaşma
yaptığı iddiaları ortaya atıldı.210
Gil Roblese güvenen İspanyadaki Almanlar bü­
yük bir hayal kırıklığına uğramışlar ve Führer’leri Adolf
Hitler’in iktidarı niye kimseyle paylaşmadığını o zaman
daha iyi anlamışlardı.
Gil Robles ve taraftarlarının hükümete girme­
si, Barselona’d aki209 sosyalist-solcu partilerin açıkça
ayaklanmalarına yol açmıştı. Bu ayaklanmanın sonun­
da, Barselona’d a bağımsız bir “Katalan Cumhuriyeti”
kuruldu. Ayaklanma kanlı bir şekilde bastırıldı ama,
Bolşevikliğe doğru giden hareket bastırılamadı.
Burada Fransa örneğinde olduğu gibi, marksist-ma-
sonik bir “Halk Cephesi”210hükümeti kuruldu.
16 Şubat 1936’d a yapılan seçimlerde “Halk Cephesi”211

208 İspanya Grand-Orient’i cumhuriyeti, Moskova’d aki gibi bir dikta­


törlüğe dönüştürmeye uğraşıyordu.,
209 Neueste Nachrichten vom 10. Oktober 1936.
210 Barselona, uzun bir zamandan beri komünistlere ve anarşistlere
yataklık yapıyordu.
211 1936 yılında Yahudi Leon Blum başkanlığında kurulan, “Fransız

402
büyük bir başarı kazandı. Yeni sağ parti ise, yeniden
Bolşevizmin yayılmasını engellemeye çalıştı.
Calvo Sotelo, parlamentoda cesurca Bolşevik ve
Anarşistlere karşı çıktı. Calvo Sotelo önderliğindeki
“Renovación Española” (İspanyanın Yeniden Doğuşu)
hareketi, kısa bir zaman içinde ordu içinde, ticaret ve en­
düstri mensuplan ve hatta işçiler arasında taraftar buldu.
12 Temmuzu 13 Temmuz 1936’ya bağlayan gece,
Calvo Sotelo polis tarafından aniden tutuklandı ve
“Guardia de Asolto” (Polis Hücum Birliği)’ya götürüldü.
Kısa bir süre sonra, Sotelo’nun cesedi Madrid mezarlığın­
da bulundu. Cinayetin sorumlusunun “devlet terörü”212
olduğu açıkça belliydi.
20 Temmuzda Komünist partiler bir ayaklanmaya
hazırlanıyorlardı ama, askeri parti onlardan önce dav­
ranarak 17 Temmuz 1936da ayaklandı. Böylece kanlı
İspanya İç Savaşı başlamış oldu. Bir tarafta milliyetçiler,
diğer tarafta Halk Cephesi kızıl birlikleri bulunuyordu.
Balbao’nun ihaneti sayesinde, Marksistler deniz filosu­
nun bir kısmım ele geçirdiler.
Moskova ajanları, Bolşevik hareketi kızıştırmakla
meşguldüler. Ünlü Bolşeviklerden Bela Kun ve Rosenberg,
Madridde bir araya geldiler. Madrid tamamen devrimci-

Halk Cephesi” hükümeti mensuplarının çoğu Yahudiydi. Hükü­


metin 90 üyesinden 40’ı, ayrıca Leon Blumun başkanlığını yaptığı
Sosyalist Partinin 155 üyesinden 60’ı Yahudi kökenli idi.
Kaynak: Heinz Ballensiefen, “Juden in Frankreich,” Archiv-Editi­
on.
212 Bu cinayetin sorumlusu Başbakan Cesares Quiroga idi Başbakan ci­
nayet emrini Calle Santa Brigidadaki Mason locasından vermişti. Bu
loca cumhuriyetçi bir politika izliyordu.

403
masonik Yahudilerin eline geçmişti. Moskova en yete­
nekli ajanlarını Barselona ve Madrid’e yollayarak, böyle
önemli bir terör faaliyetine ne kadar önem verdiğini is­
patlamış oldu.
Fransa ve Ispanya’daki Halk Cepheleri, doğrudan
Sovyetlerin etkisi altındaydı.
Rus Bolşevik Hükümeti Masonluğu yasaklamasına
rağmen, Moskova’d a yeniden altı loca daha açılmasına
müsaade etti. Bu locaların başındakilerin hepsi Yahudi
kökenliydi.
Fransa’daki Masonluk, bilinçli olarak Rusya’yla bir itti­
fak kurmakla yetinmemiş, bu ittifakı çok dar (Masonlar va­
sıtasıyla) tutmuştu. Rusya gibi Masonluğu kesin bir şekilde
yasaklayan devletin, Fransa gibi masonların egemen olduğu
bir ülke ile devamlı bir ittifak halinde olması düşünülemez­
di. Bu nedenle Fransız Grand-Orient’in 1935/36 yıllık ra­
porunda, Sovyet Rusya’nın bu ittifakın bir gereği olarak lo-
çaları yeniden serbest bıraktığı haberi bizi şaşırtmamalıdır.
Fransız ve Rus Masonlarının yakın işbirliği Radek’e213karşı
açılan dâvada da söz konusu edilmişti.
Bolşevikliğin Ispanya’da yayılması, Fransız Grand-
Orient tarafından büyük bir heyecanla karşılanmıştı.
Fransız Grand Orient desteğiyle, Ispanya’daki Masonlar
-Bolşeviklerin vahşice zulüm ve cinayetlerine rağmen-
Marksismi ve Bolşevik Partisini desteklediklerini açıkla­
dılar.

213 Kari Radek (Sobelsohn) hakkında daha önceki dipnotlarda verdi­


ğim bilgilere bakınız. Radek 1919 yılında Almanya’d an sürülmesi­
ne rağmen, 1923 yılında yeniden komünist ayaklanma girişiminde
bulundu.

404
Solcu İspanyol basını bu olayı şu şekilde açıklıyor­
du;
“Büyük Loca siyasi mücadelenin dışındadır, ama İs­
panyol plutokrasisinin desteklediği Franco ordusunun libe­
ral güçlere devamlı saldırısı karşısında, tarafsız kalamamış
ve bütün demokratik güçleri savunma kararını almıştır’’214
Aslında Ispanya’d a demokrasi adı altında ‘bolşevik-
leştirme’ ve ‘kolektifleştirme’ savunuluyordu.
20 Eylül 1936 tarihli “Bayerischen Ostmark” gazete­
sinin bildirdiğine göre, İspanyol Başbakanı Manuel Azana
İspanyol G rand O rient’inin Büyük Üstadı idi. Azana yal­
nız Komünistlerin değil, Anarşistlerin ve Sendikalistlerin
de desteklediği bir liderdi.
Yalnız İspanyadaki G.O. değil, İspanya Büyük Locası
da politikacılarla dolmuştu. İspanya Büyük Locasının
Büyük Üstadı Sosyal demokrat Prieto idi. Masonluğun
güçlü olduğu şehirlerde Bolşevikliğin de köklü olarak
yerleşmesi tabii ki tesadüf değildi. Yalnız Barselona’d a 37
loca bulunuyordu.
Koblenzer Nationalblatt vom 12. August 1936.
Bolşeviklerin Ispanya’da yaptıkları zulüm ve işken­
celer, her türlü idrakin sınırlarım aşmaktaydı.
Moskova’daki Komintern’in amacı, bu tip şiddet ve
terör eylemleri vasıtasıyla İspanyol halkının direnişini
kırmaktı.
General Franco’nun birlikleri, Masonların Kızılordu
komutanına yazdıkları mektupları ele geçirmişlerdi.
Yüksek dereceli bir Mason olan Barrio’nun evinde maso-

214 Koblenzer Nationalblatt vom 12. August 1936.

405
nik bir kılıç ve Fransız Grand Orient’ine ait masonik bir
önlük ele geçirilmişti. Bu önlüğün üzerinde bir kuru kafa
ve altında iki çapraz kemik bulunuyordu.215
312 yüksek dereceli masonun katıldığı, 21-26 Eylül
1936 tarihleri arasında Paris’te toplanan Büyük Grand-
Orient kongresinde, İspanyadaki Komünistlere “aktif
sempati” mesajı gönderilmiş ve Rusya ile ittifakın daha
da sıkılaştırılması istenmişti.
Grand-Orient üyelerinden biri olan Jattefaux,
Bolşevik-Yahudi Litvinov ile çok yakın bir ilişki içinde
olduğunu açıklamıştı.
Paris’teki Masonlar önlükleri ve şeritleri ile Paris
caddelerinde bir gösteri yürüyüşü yaparak, İspanyadaki
Bolşevikleri desteklediklerini bildirmişlerdi. Fransız
Masonlarının bir kısmı ise, Fransa’nın, İspanya iç savaşı­
na aktif (askeri) olarak katılmasından yanaydı.
Paris’teki yüksek dereceli Masonlar, Fransız
Hükümetinin İspanya iç savaşma aktif bir şekilde katılma­
sı için baskı yapmaktaydılar.216Ayrıca localar İspanyadaki
Bolşevikler için para, gıda ve giyecek yardımı toplamaya
başlamışlardı.
Yalnız Fransa’d a değil, Meksika’d a da Masonlar
İspanyadaki Bolşeviklerden yana tavır koymuşlardı.
Paris’teki anti-masonik Birlik, Meksika Büyük Locası
Büyük Üstadının İspanyol Masonlarına gönderdiği bir
mektubu yayınlamıştı. Mektupta şöyle deniyordu;
“Hiç şüphesiz, kalplerimiz sîzlerle beraberdir. Sîzlere

215 Günümüzde “Amerikan Gizli Hükümeti’nin bel kemiğini


oluşturan Skull&Bones tarikatının sembolü de aynıdır.
216 Nordischen Rundschau Kiel vom 17. Dezember 1936.

406
mümkün olan bütün yardımı yapacağız. Bu Ispanya’da
Primo de Rivera, İtalya’da Mussolini Diktatörlüğü ve
Almanya’da askeri çizmelerin altında yok edilen ma­
sonluğun bir görevidir. Sizler yalnız değilsiniz. Meksika
Masonları ve Güney Amerika solcuları sizinle aynı ideal­
leri paylaşmaktadır.”
15 Ekim 1936 tarihli İspanyol günlük gazetesi “El
Dia Gráfico,” bütün açıklığı ile şunları yazıyordu;
“Savaş gemilerimizin büyük bir kısmını Halk
Cephesi Hükümetine gönderen ve ayaklanan subayları
hapsedenler, masonlardır. Hava Kuvvetleri pilotlarımı­
zın çoğu masondur. Basındaki çoğunluk da masonlardan
oluşmuştur.”
İspanyol yüksek dereceli Masonları, General
Franco’nun ordusuna sızmaya ve sabote etmeye çalış­
mışlardı.
1936 Aralığında Pragda yapılan Avrupa yüksek
dereceli Masonlar toplantısına katılan İspanyol Masonları,
büyük bir coşkuyla karşılanmışlardı. Toplantıda İspanyol
Masonlarının durumlarının güçlendirilmesi için, her şe­
yin yapılacağı garantisi verildi.
Bolşevik güçlere mümkün olan desteği vermek için,
“Yabancı Gönüllüler” Komiserliğine de bir Mason (Julia
Carabia) atandı.
İç savaş süresince, Masonların etkileri gün ışığına
çıkmaya başladı. Alman “Frankfurter Generalanzeiger”
(5 Mart 1937) ve “Der Führer” (11 Mart 1937) gazete­
lerinin bildirdiğine göre, Mason Dr. Palma, İspanyol
Falanjistlerinin organı “Unidad’a önemli açıklamalar­
da bulunmuştu. Palma’ya göre, Masonlar Calvo Sotelo

407
ve General Sanjurjo’nun ölümünden sorumluydular.
Paris’teki “Rue Cadette”teki Mason locası, Sotelo’nun öl­
dürülmesi için 650.000 Frank, General Sanjurjo’nun öl­
dürülmesi için yeniden 650.000 Frank vermişti.
General Sanjurjo, uçağı ile Lizbon’d an Sevilla’ya
giderken, bir sabotaj sonucu düşürülmüştü.
1937 Nisanında bütün Avrupa devletleri Grand-
Orient’leri büyük bir toplantı düzenlediler. Lud-
wigshafen’d a (Almanya) çıkan 15 Nisan 1937 tarihli “Die
Neue Abendzeitung” gazetesi bu toplantı hakkında şun­
ları yazmıştı;
“Kızıl İspanya temsilcisi Martinez Barrio, yanında
birçok Mason milletvekili ile beraber Paris’e geldi. İspanya
eski başbakanı Portela Valaderes de bu toplantıya katıl­
mıştı. Bu gizli oturumun amacı ve konusu neydi? Amaç,
İspanyadaki Bolşeviklere mümkün olan bütün desteğin
verilmesiydi. Toplantıya katılanların büyük çoğunluğu,
yeni bir dünya savaşı tehlikesine rağmen, Kızıl İspanyayı
destekleme kararı aldı.”
Erfurt’taki (Almanya) “Weltdienst,” ABD’deki 33. de­
receden Masonların oluşturduğu “Yüksek Şura”nm çıkar­
dığı 1936 Aralık tarihli dergiyi ele geçirmeyi başarmıştı.
Dergide, İspanyol Grand-Orient’i ve İspanya Büyük
Locasının Amerikalı yüksek dereceli biraderlere hitaben
yazdığı yazılar bulunuyordu. Amerikan dergisi, İspanya
Büyük Locasının regüler olduğunu ve birçok Amerikan
Büyük Locası tarafından tanındığını bildiriyordu.
İspanya Büyük Locasının yazısında, demokratik devletle­
rin, Bolşeviklerin yanında aktif bir şekilde askeri harekata
katılması isteniyordu.
408
Yazıda şöyle deniyordu;
“Avrupa Hükümetlerinin “tarafsızlık” açıklamaları
suça iştirak etmekten başka bir şey değildir. Biz, sizler-
den elinizdeki her vasıta ile bu tarafsızlık antlaşmasının
kaldırılması için uğraşmanızı rica ediyoruz. Ayrıca sîzler­
den acilen her çeşit askeri yardım yollamanızı rica ediyo­
ruz. Bu topraklar üstünde barış ve özgürlük son kartlarını
oynamaktadır. Zaman, evrensel masonluğun büyük kar­
deşlik dayanışmasmı gösterme zamanıdır. Acilen maddi
yardım rica ediyoruz. Brüksel’de yardımlarınız ve haber­
leriniz için bir büro açmış bulunuyoruz.”
Dünya yüksek derece masonluğu, açık veya gizli bir
şekilde İspanyol kızıl hükümetine yardım etmeye başla­
mıştı.
27 Aralık 1936’d a Belçika, Bulgaristan, Danimarka,
İspanya, Fransa, Macaristan, Lüxemburg, Polonya,
Romanya, İsviçre, Çekoslavakya, Avusturya ve Yugoslavya
Büyük Locaları, ABD Başkanı birader Franklin Roosevelt e
15 Mart 1937’de Fransa G rand-Orient’i tarafından ba­
sılmış bir bülten yolladılar. Bu bültende “demokratik”
İspanyanın desteklenmesi gerektiğinden bahsediliyordu.
İspanyol gazetesi “El Mercantil Valencio,” masonlu­
ğun İspanyanın bolşevikleştirilmesindeki rolünü şöyle
anlatıyordu;
“Franco’nun darbe plânını Madrid Hükümetine ihbar
eden localardır. Localar, emniyet teşkilatına egemendirler.
Hemen hemen bütün deniz ve hava kuvvetleri onların elin­
dedir.
‘Guardio de Asalto’subayları loca mensubudur. Basın

409
ve radyo, locaların etkisi altındadır. Bugün localar kızıl za­
fere ulaşmak için casusluk yapıp, değerli bilgileri yurtdışına
ulaştırmaktadırlar.”217
ispanyadaki savaşın yürüyüşü, Bolşeviklerin
İspanyanın ele geçirdikleri bölümünü büyük bir inatla sa­
vunacaklarını gösteriyordu. Rus Komünistleri her vasıta­
ya başvurarak, Ispanya’nın mutlaka bolşevikleştirilmesini
istiyorlardı.
Bir zamanlar Lenin de sık sık Sovyetler Birliğinden
sonraki bolşevik devriminin Ispanya’d a gerçekleşeceğini
söylemişti.
Savaş devam ederken, Ispanyol masonluğunun
Ispanyol bolşevik devriminin taşıyıcısı olduğu ortaya çık­
mıştı.
15 Şubat 1935’de İspanyol milletvekili Cano Lopez’in
açıkladığı gibi, Ispanyol ordusu masonların egemenliğine
girmişti.218 Lopez, İspanyol ordusunun 21 generalinin
mason olduğunu açıklamıştı. Bolşevikler safında çarpışan
Ispanyol subaylarının büyük bir kısmının mason olduğu
kesinlikle tespit edilmiştir. İspanyol Büyük Locasının
Büyük Üstadı da bu gerçeği kabul etmiş ve Falanjistlerin
Toledo Locasında bulduğu belgelerle de ispatlanmıştır.
General Franco, mason tehlikesini çok erken ta­
rihlerde farketmişti. 31 Aralık 1936 tarihli “Diario de
Noticias” gazetesine bir açıklama yapan Franco, şunları
söylüyordu;
“Masonluk, Paris’ten, Cenevre’y e ve Prag’a kadar
uzanan uluslararası etkisi ile, Ispanya’nın başına gelen
217 Der Angriff vom 22. Juli 1937.
218 Völkischer Beobachter vom 25. Mai 1937.

410
felaketin baş sorumlusudur. Primo de Rivera’nın çökü­
şünde, cumhuriyetin kuruluşunda, Asturyas devriminde,
“Barselona Devletı’nin kuruluşunda, sosyalist hükümetin
devrilmesinde, 16 Şubat seçim zaferinde, Calvo Sotelo’nun
öldürülmesinde -ki ölüm emri Cenevre’den verilmişti- ve
bugünkü iç savaşta onun izlerini tespit edebilirsiniz.’’
15 Ağustos-1 Eylül 1937 tarihli “Revue Internationale
des Societes Secretes” dergisi de Franco’nun bu açıklama­
larına geniş yer vermişti.
1937 yazında General Franco’nun birlikleri ba­
şarılı olmaya başlayınca, dünya masonluğu İspanyol
Bolşeviklerine yardım için yeni bir kampanya düzenle­
mişti.
Stuttgart’ta çıkan 15 Eylül 1937 tarihli “NS-Kurier”in
haberine göre, Amerikan Mason Locaları Kızıl İspanyaya
18 bombardıman uçağından oluşan bir filo vermişlerdi.
Kızıl İspanyadaki bolşevik birliklere en büyük des­
tek ve yardım Fransız Masonlarından geliyordu.
Fransız anti-masonik haftalık gazetesi “Gringoire”ın
12 Kasım 1937 tarihli sayısında, Fransız yüksek dereceli
masonu Zaborowoski’nin Havaulaşım Bakanı Cot tara­
fından, İspanyaya gönderildiği ve burada kızıllar için bir
mühimmat fabrikası kurduğu bildiriliyordu.
Zaborowski’nin Kızıl İspanya hakkmdaki izlenim­
lerini anlattığı loca toplantısından, İspanyadaki kızılların
235 adet savaş malzemesi üreten fabrikası olduğunu ve
buralarda Fransız personelin çalıştığını öğreniyoruz. Bu
fabrikalar ayda 100 uçak ve günde 30 ton patlayıcı imal
edebilecek kapasitede idi.

411
İspanya İç Savaşındaki Komünistler:
İspanya İç Savaşına katılan komünistlerin büyük bir
çoğunluğu Stalinci “Uluslararası Tugay” mensubuydu.
Bunlar iç savaşı hem kışkırtmış, hem de bilfiil katılmış­
lardır. (1936-1939)
Stalin in “Uluslararası Tugay’inın çoğunluğunu
Yahudiler oluşturuyordu. Bunlar iç savaş sırasında 6.539
rahibi, 300 rahibeyi ve 13 piskoposu öldürmüş ve 20.000
kiliseyi yok etmişlerdi.219
Daha önce de belirttiğim gibi, Stalinin Uluslararası
Tugayında 10.000 Yahudi vardı. Tugaydaki Yahudilerin
üçte biri gönüllü Amerikan Yahudileriydi ve kendilerine
“Abraham Lincoln Birgade” diyorlardı.
Polonyadan gelen Yahudi gönüllülerin kurduğu bir­
liğe ise “Naftali-Botwrn Jewish Company” deniyordu. Bu
birliğe bağlı başka bir tugaya da “Dombrowski Birgade”
deniyordu.
Katolik İspanyolları katleden bazı önemli Yahudi-
Komünistler şunlardı:
1- Lerba Lazareviç Feldbin (Aleksandr Orlov): İspanya
İç Savaşı sırasında Sovyet Güvenlik Şefi.
2- Haham Hyman Katz
3- Milton Wolf: Stalinin Uluslararası Tugayının son ko­
mutanı
4- Abraham Osheroff: Amerikalı Komünist, Brooklyn
NY doğumlu.
5- Olek Nuss: Şair, “Naftali-Botwrn” birliğinde görevli.
6- Janek Barvmski: “Naftali-Botwrn Jewish Comp.”

219 Kaynak: Jewish Murderers of The Spanish Civil War (Real Jews
News. Htm) by Brother Nathanael Kapher.

412
Komutam.
7- Stach Matuszczafc “Naftali-Botwrn Jewish Comp.” Siyasi
komiseri.
8- George Nathan: İngiliz komünisti. Uluslararası Tugay
kurmay başkanı.
9- Henry Torunczyk: PolonyalI Yahudi. “Naftali-
Botwrn” birliğinin komutanı.
10- Saul Wellman: “Abraham Lincoln Tugayı” komiseri.
Detroitli komünist.
11- Kurt Julius Goldstein: New York’lu bir yahudi.
Stalinin Ispanya’daki propaganda ajanı.
12- MoSes Rosenberg: Madrid’deki Rus elçisi.

Komünist zulmü:
17 Temmuz 1936’d a Stalinin U.T’ma bağlı bir grup
Yahudi, Barselona’daki Dommiken Konvan’ma bağlı bir
grup rahibeyi acımasızca kurşuna dizmişti. Grubun lide­
ri, “Rahibelerin öldürülmeleri gerekiyordu, çünkü bina­
larına ihtiyacımız vardı” diyordu.
1938 yılında Huelva şehri ve belediye U.T.’m eline
geçti. Tugayın ilk işi şehrin bütün rahip ve rahibelerine
hemen kurşuna dizmek oldu. Rahibeler kurşuna dizilme­
den önce çırılçıplak soyulmuş ve caddelerde sürüklen­
mişlerdi. Komünistler bütün din adamlarını soğukkanlı
bir şekilde öldürmüşlerdi.

413
KAYNAKLAR:

1- Erich Ludendorff, “Wie der Weltkrieg 1914 “gemacht” wurde.


Archiv-Edition, Verlag für ganzheitliche Forschung- und Kultur.
1992 (Nachdruck der 1934 im Ludendorff s Verlag erscheienenen
Auflage).
2- Kari Heise, “Entente-Freimaurerei und Weltkrieg,” Archiv-
Edition, 2. Auflage 1991 (Nachdruck der 1920 erscheienenen
3. Auflage des Werkes).
3- Harun Yahya, “Gizli El Bosna’da” (Sırpların Arkasındaki Anti-
tslami Enternasyonalin Bilinmeyen Hikayesi) Vural Yayıncılık,
1997.
4- Gerhard Müller, “Überstaatliche Machtpolitik im 20.
Jahrhundert” (Hinter den Kulissen des Weltgeschehens) zwei­
te, erweiterte Auflage, Verlag Hohe Warte, 1975.
5- Majör General Count Cherep-Spiridovich, “The Secret World
Government” or “The Hidden Hand.” The Anti-Bolshevist
Publishing Association-New York, 1926.
6- Turgut Gürsan, “Antik Çağlardan 20. yy. Başına Kadar Dünya
Tarihinin Perde Arkası,” Pegasus Yayınları, İstanbul, 2008.
7- Selami Kılıç, “Ermeni Sorunu ve Almanya” (Türk-Alman Arşiv
Belgeleriyle) Kaynak Yayınları, Ekim 2003.
8- William Guy Carr, “Pawns in The Game,” Omni/Christian
Book Club, Palmdale, CA USA, 1958.
9- Dieter Rüggeberg, “Geheimpolitik” (Der Fahrplan zur
Weltherrschaft) Band 1, Rüggeberg-Verlag, Wuppertal, 3.
Auflage, 1993.
10- Dieter Rüggeberg, “Geheimpolitik” (Logenpolitik) Band 2,
Rüggeberg-Verlag, Wuppertal, 2. Auflage, 1997.
11 - Gary Ailen, “Die Insider,” Verlag für Angewandte Philosophie,
Wiesbaden, 1974.

414
12- Friedrich Hasselbacher, “Volksverrat der Feldlogen im
Weltkriege,” Archiv-Edition, Verlag für ganzheitliche
Forschung, 1995. (Faksimile der 1939 erschienenen 6. überar­
beiteten Aufl age).
13- Theodor Fritsch, “Handbuch der Judenfrage” (Faksimile
Nachdruck der 35. Auflage, Leipzig 1933) Faksimile-Verlag,
Bremen, 1991,
14- Jan van Heising, “Geheimgesellschaften und ihre Macht im 20.
Jahrhundert,” Ewert, Lathen, 1994.
15- Jan van Heising, “Geheimgesellschaften-2,” Ewert, Lathen,
1994.
16- İsmail Çolak, “Zaharoff, Yunan İşgalinin Gizli Patronu,” Okul
Yayınları, Eylül 2004.
17- Johannes Rothkranz, “Die kommende Diktatur der Humanitaet
öder die Herrschaft des Antichristen”l. Band, Verlag A. A-
Schmid, Printed in Germany, 1990.
18- Johannes Rothkranz, “Die kommende Diktatur der Hu-mani-
taet,” 2. Band, 1990.
19- J. Rothkranz, “Die kommende Diktatur der Humanitaet,” 3.
Band, 1990.
20- Friedrich Wichtl-Robert Schneider, “Weltfreimaurerei-
Weltrevolution-Weltrepublik,” Verlag für ganzheitliche
Forschung und Kultur, 1981. (nach der Ausgabe, die im J.F.
Lehmanns-Verlag, München-Berlin erschienen ist. 1936, 13.
Auflage),
21- Otto Rudolf Braun, “Hinter den Kulissen des Dritten Reiches”
Raymond Martin Verlag, 1987.
22- Gerd Schmalbrock, “Die politischen Falschspieler” (Hinter den
Kulissen geheimer Kriegmacher) Verlag IKC Presse-Gladbeck,
Erste Auflage, 1977.
23- Gerd Schmalbrock, “Die politischen Falschspieler” (Hinter
den Kulissen geheimer Weltstaatmacher) Verlag IKC Presse-
Gladbeck, Erste Auflage, 1979.
24- Hermann Rehwaldt, “Vom Dach der Welt” (Über die “Synthese

415
aller Geisteskultur” in Ost und West) Ludendorffs Verlag
GmbH, München, 1938.
25- Jean Mabire; “Thule” (Le Soleil Retrouve des Hyper-boreens)
Editions Robert Laffont-Paris, 1978.
26- Dietrich Eckart, “Der Bolschewismus von Moses bis Lenin”
(zwiegespraech zwischen Adolf Hitler und mir) Hoheneichen-
Verlag, München, 1924.
27- Rudolf von Sebottendorf, “Bevor Hitler kam.” (Urkund-lic-
hes aus der Frühzeit der nationalsozialistischen Bewegung)l.
Auflage, Deukula-Verlag Grassinger8tCo., München, 1933.
28- E.R. Carmin, “Das schwarze Reich” (Geheimgesellsc-haf-
ten und Politik im 20. Jahrhundert) Wilhelm Hey ne Verlag,
M ünchen, 5. Auflage, Printed in Germany, 2000.
29- Heinz Krieger, “England und die Judenfrage in Geschichte und
Gegenwart” Verlag Moritz Diesterweg, Frankfurt am Main,
1938.
30- D ietrich Bronder, “Bevor Hitler kam,” 2. erweiterte Auflage,
M arva-Genf, 1975.
31- H erm ann Gilbhard, “Die Thule Gesellschaft” (vora okkulten
M uram enschanz zum Hakenkreuz) 1. Auflage, 1994, Kiesling
Verlag.
32- G uido List, “Die Religion der Ario-Germanen” Th. Schroter’s
Verlag, Leipzig und Zürich.
33- J. Lanz von Liebenfels, “Praktische Einführung in die aris­
ch-christliche Mystik,” Irmin-Edition 5. (Herausge-geben
im Auftrag der Arbeitsgemeinschaft für Religi-ons und
Weltanschauungsfragen) München, 1980.
34- L eopold Engel, “Geschichte des Illuminaten-Ordens”
(Unveraenderter Nachdruck der Ausgabe Berlin 1906) Faksimile-
Verlag, Bremen.
35- N icholas Goodrich-Clarke, “Die okkulten Wurzeln des
National-Sozialismus,” Leopold Stöcker Verlag, Graz-Stuttgart,
1997.
36- D e tle v Rose, “Die Thule Gesellschaft,” Grabert-Verlag,

416
Tübingen, 1994.
37- Andreas von Retyi, “Macht und Geheimnis der Illuminaten,”
Kopp Verlag, 2004.
38- Walter Freund, “B’nai-B’rith, Judentum und Weltpolitik”
Faksimile-Verlag, Bremen (Nachdruck der in der Essener
Verlagsanstalt 1942 erschienenen Ausgabe) 1990.
39- Eustace Mullins, “The World Order” (Our Secret Rulers)
Published by: Ezra Pound Institute of Civilization. Va 24401,
USA, 1992.
40- A.J.P Taylor, “The First World War” (An Illustrated History)
Penguin Books Ltd, England, 1977.
41- Harun Yahya, “Yeni Masonik Düzen” (Dünyanın 500 Yıllık
Gerçek Tarihi ve Dünya Düzeninin Gizli Yöneticileri) Vural
Yayıncılık, İstanbul, Şubat 1996.
42- Jim Keith, “Casebook on Alternative 3” (UFOs, Secret Societies
and World Control) IllumiNet Press, 1994.
43- George Armstrong, “Rothschild Money Trust” Liberty Bell
Publications, First Printed 1940.
44- George H.J. Erler, “Der Einfluss überstaatlicher Maechte auf
die Kriegs und Volkerbundpolitik Woodrow Wilsons,” Verlag
fiir ganzheitliche Forschung, lr996. (Faksimile des Artikels von
Landsgerichtsrat und Universitaetsdozent Dr. George J. Erler
in der Zeitschrift ‘Deutsches Recht’ vom 25. April 1938).
45- Soner Yalçın, “Efendi, Beyaz Türklerin Büyük Sırrı” Doğan
Kitapçılık A. Ş, 4. Baskı, Nisan 2004.
46- Wolfgang Eggert, “Israels Geheim Vatikan,” Beim Propheten
Verlag, München 2001. Band 1.
47- Wolfgang Eggert, “Israels Geheim Vatikan,” Beim Propheten
Verlag, München, 2001, Band 2.
48- Wolfgang Eggert, “Israels Geheim Vatikan,” Beim Propheten
Verlag, München, 2001, Band 3.
49- Jüri Lina, “Under The Sign of the Scorpion,” Referent
Publishing, Stockholm, 1998.

417
50- Alexander Solschenizyn “Die Juden in der Sowjetunion,” F.A.
Herbig Verlagsbuchhandlung GmbH, München 2. Auflage,
2004.
51- Elisabeth Heresch, “Geheimakte Parvus” (Die .geka­
ufte Revolution) Langen Müller in der F. A. Herbig
Verlagsbuchhandlung GmbH, München, 2000.
52- Johannes Rogalla von Bieberstein, “Jüdischer Bolschewismus”
Mythos und Realitaet, Edition Antaios, Dresden, 2002.
53- Komünizmin Kara Kitabı (Stephane Courtois/Nicolas Werth/
Jean-Lois Panne/Andrzej Paczkowski/Karel Bartosek/Jean-
Lois Margolin) 1. Baskı, Mart 2000, Doğan Kitapçılık A.Ş.
54- Douglas Reed, “The Controversy of Zion,” S m ttifa Press,
USA, 1985.
55- Prof. Dr. Salahi R. Sonyel, “Minorities and the destruction
of the Ottoman Empire,” Turkish Historical Society Printing
House-Ankara, 1993.
56- Prof. Dr. Salahi R. Sonyel, “Kurtuluş Savaşı Günlerinde İngiliz
İstihbarat Servisinin Türkiye’d eki Eylemleri,” Türk Tarih
Kurumu Basımevi-Ankara, 1995.
57- Hermann Rauschning, “Hitler Bana Dedi ki” Örgün Yayınevi,
2004.
58- Anthony C. Sutton, “Wall Street and The Bolshevik Revolution”
www.reformed.theology.org/html/books/bolshevik-revoluti-
on.
59- “Die Geheime Triebkraft des Kommunismus,” Der Aufmarsch,
Folge: 1/2-Maerz 1977.
60- “Antisemitismus in der Sowjetunion” -von O.V. Drtina, Der
Aufmarsch, Folge: 3/4-1977, Juni 1977.
61- Israel Shahak, “Jewish History, Jewish Religion” The Weight
of 3000 Years, Pluto Press. Reprinted with a ne w Foreword,
1997.
62- Israel Shahak&Norton Mezvinsky, “İsrail’de Yahudi
Fundamentalizm!,” Anka Yayınları, 2002.

418
63- Aleksandr Dugin, “Rus Jeopolitiği” (Avrasyacı Yaklaşım) Küre
Yayınları, Birinci Basım, Temmuz 2003.
64- Carlus Baagoe, “Ein Lautsprecher der Anonymen Parasiten”
(Rakowski-Protokoll) Selbstverlag-Hamburg, 1975.
65- Rabbi Marvin S. Antelman, “To Eliminate The Opiate” (The
inside Story of Communist and Conspiratorial Group Efforts
to destroy Jews, Judaism and Israel) Volume 1 (1974)-Part III:
The Activities of Eighteen Century Revolutionary Societies.
(internet).
66- David leke, “Children of the Matrix,” Bridge of Love
Publications, USA, Reprinted March 2002.
67- Historische Tatsachen Nr. 88, Siegfried Egel, “Die Weimarer
Republik im Visier der Gİobalisten.”
68- Alfred Rosenberg, “Der Weltverschwörer Kongress zu
Basel”(Um die Echtheit der zionistischen Protokolle) Verlag
Franz Eher Nachf. GmbH, München, 1927.
69- Jens Petersen/Louis Levy “Der Brennende Dornbusch” (Mystik
im Dienste jüdiseh-mosaistisehen Weltherrsc-haftsstre-
bens) Faksimile der 1938 im U. Bodung Verlag erschienenen
Ausgabe, Archiv Edition 2005.
70- Otto Kernholt, “Vom Ghetto zur Macht” (Faksimile der 1921
erschienenen Ausgabe) Archiv-Edition-Verlag für ganzheitlic­
he Forschung, 2000.
71 - Ernest Seeger, “Der Krieg der Unsichtbaren Fronten” (Faksimile
der 1933 im Selbstverlag des Autors) Archiv-Edition-Verlag
für ganzheitliche Forschung, 2003.
72- Erich Kern, “Verheimlichte Dokumente,” FZ Verlag, München,
1988,2. Auflage.
73- Erich Kern, “Von Versailles nach Nürnberg,” Verlag K.W.
Schütz-Göttingen, 2. verbesserte Auflage, 1967.
74- H. Kardel, “Adolf Hitler-Begründer Israels” Marva-Genf,
1974.
75- Francis R. Nicosia, “Hitler und der Zionismus” (Das 3. Reich
und die Palaestina -Frage) Druffel Verlag, 1989.

419
76- Erich und Mathilde Ludendorff, “Die Judenmacht, Ihr Wesen
und Ende” (Faksimile der 1939 in München erschienenen
Ausgabe) Archiv-Edition. 1999.
77- Der Chef der Sicherheitspolizei . ynd des SD “Die
Weltfreimaurerei,” Heft: 3, Schriften für politische und wel­
tanschauliche Erziehung der Sicherheitspolizei und des SD.
78- Kurt Fervers,' - “Die Hochgrade der Freimaurerei”
(Originalausgabe: Berlin 1942)Faksimile-Verlag, 1992.
79- Otto-Ernest Schüddekopf, “National-bolschewismus in
Deutschland 1918-1933” Ullstein, Frankfurt, 1972.
80- Antony C. Sutton, “Wall Street And The Rise of Hitler,”
Published by Bloomfteld Books, Suffolk, England, 1976.
81- Walter Görlitz, “Diktatörlerin Arkasındaki Parababaları,” Altın
Kitaplar Yayınevi, 1. Basım, Nisan 1995.
82- Otto Strasser, “Die deutsche Bartholomaeusnacht” Verlag für
ganzheitliche Forschung, 1996.
83- Othmar Krainz, “Juda entdeckt Amerika,” Deutscher Hort-
Verlag, Bad Furth bei München, 1938.
84- Emil Aretz, “Hexen-Einmal-Eins einer Lüge,” Franz v.
Bebenburg, 1970, Printed in Germany.
85- Heinz Ballensiefen, “Juden in Frankreich” (Die französiche
Judenfrage in Geschichte und Gegenwart) Archiv-Edition
(Nachdruck der 1939 im Nordland-Verlag erschienenen
Ausgabe)2. Auflage, 1990.

420
Levent Şahverdi Arşivi
Turgut Gürsan

SAVAŞLAR, KANLI İHTİLALLER, SUYUK EKONOMİK


KRİZLER VE BİTMEK BİLMEYEN BİR KAOS,,.

Hayat gözlerinizle gördüklerinizden, kulaklarınızla duyduk­


larınızdan ya da elinizte hissettiklerinizden ibaret değildir. Esas
gerçekler saklı ve gizli olanlardır. Bu gizli gerçeklere ses vermek
kolay olmadığı için her ne kadar hayatumızı belirlese de bilin­
meyen olarak kalır.

İşte bu kitap, 20. yüzyıldan başlayarak günümüze kadar uzanan


süreç İçinde dünyanın kaderini değiştiren gizli örgütlere ilişkin
konularda sağlam tarihi kanıtlar sunmakta ve bilinmeyen ger­
çekleri gün yüzüne çıkartmaktadır.

Birinci Dünya Savaşı Nasıl Çıkarıldı?


-İngiliz Masonluğunun Dünya Politikası?
-Ermeni İsyanlarındaki İngiliz Mason Parmağı?
-ABD'dekî Siyonist Örgütler?
-Türkiye'yi Parçalamak İçin Yapılan Gizli Planlar Neler?
-Birinci Dünya Savaşı Sırasında Siyonist Faaliyetler?
Ve kanınızı donduracak birçok gizli plan...

Levent Şahverdi Arşivi

You might also like