You are on page 1of 1055

T E X T B O O K OF

M W
MEDICAL PHYSIOLOGY ’1
ONUNCU EDİSYON

TIBBİ FİZYOLOJİ
Arthur C. Guyton, M.D
Missisipi Üniversitesi,
Tıp Merkezi Fizyoloji ve
Biyofizik Bölümü Emeretüs Profesörü,
Jackson - Missisipi

John E. Hall, Ph.D.


M issisipi Ün iversi tesi,
Tıp Merkezi Fizyoloji ve Biyofizik Bölümü
Profesörü ve Kürsü Başkanı,
Jackson - Missisipi

TÜRKÇE ÇEVİRİ EDİTÖRÜ


Prof. Dr. Hayrünnisa ÇAVUŞOĞLU
İstanbul Üniversitesi, İstanbul Tıp Fakültesi
Fizyoloji Anabilim Dalı Emekli Öğretim Üyesi

EDİTÖR YARDIMCILARI
Prof. Dr. Berrak ÇAĞLAYAN YEĞEN
Marmara Üniversitesi Tıp Fakültesi
Fizyoloji Anabilim Dalı Başkanı

Prof. Dr. Zeynep AYDIN


l.Ü. İstanbul Tıp Fakültesi
Fizyoloji Anabilim Dalı Öğretim Üyesi

Doç. Dr. inci A LİC A N


Marmara Üniversitesi Tıp Fakültesi
Fizyoloji Anabilim Dalı Öğretim Üyesi
ORİJİNAL: 10. EDİSYON W.B. SAUNDERS COMPANY
A Harcourt Health Sciences Company
TÜRKÇE 1. BASKI: KASIM 2001 The Curtis Center
Independence Square West
ISBN: 975 -4 2 0 - 129 - 3 Philadelphia, Pennsylvania 19106

YÜCE yayımları a.ş. & Nobel Tıp


Library of Congress Cataloglng-in-Publlcation Data
Kitabevleri Ltd. Şti. Ortak Yayımıdır.
Guyton, Arthur C.
Textbook of medical physiology / Arthur C. Guyton, John E. Hall.— 10th ed.

© COPYRIGHT: p.; cm.


Bu kitabın Türkiye'deki tüm yayım hakları Includes bibliographical references and index.
NOBEL TIP KİTABEVLERİ LTD. ŞTİ.'ne
aittir. Bu kitap, 5846 sayılı yasa uyarınca, ISBN 0-7216-8677-X
kısmen ya da tamamem basılamaz, 1. Human physiology. 2. Physiology, Pathological. I. Hall, John E. (John
mikrofilme çekilemez, dolaylı dahi olsa Edward) II. Title.
kullanılamaz; teksir, fotokopi veya başka [DNLM: 1. Physiological Processes. QT 104 G992I2001]
bir teknikle çoğaltılamaz; bilgisayarda; QP34.5.G9 2001 612— dc21 00-029716
dizgi makinalarında işlenebilecek bir
ortama aktarılamaz.

Cover illustration is a detail from OPUS 1972 by Virgil Cantini, Ph.D., with permission of the
artist and Mansfield Stale College. Mansfield. Pennsylvania.

TEXTBOO K OP MEDICAL PHYSIOLOGY ISBN 0 - 7 2 1 6 - 8 6 7 7 - X


International Edition ISBN 0-8089-2187-8

Copyright © 2000, 1996, 1991, 1986, 1981. 1976. 1971. 1966, 1961. 1956 by W .B. Saunders
Company.

All rights reserved. No part of this publication may be reproduced or transmitted in any form or by
any means, electronic or mechanical, including photocopy, recording, or any information storage
and retrieval system, without permission in writing from the publisher.

Printed in the United States of America.

Last digit is the print number: 9 8 7 6 5 4 3 2 1

UYARI
Fizyoloji, sürekli değişen bir alandır. Standart güvenlik
önlemleri gözetilmelidir, ancak yeni araştırma ve klinik
deneyimler bilgi dağarcığımızı genişletebilir, tedavi ve
ilaç tedavisinde değişiklikler zorunlu veya uygun hale
gelebilir. Okuyucuların verilecek her ilacın önerilen do­
zu, veriliş yolu ve süresi ile kontrendikasyonları konu­
sunda ilacın üreticisinden güncel ürün bilgilerini kont­
rol etmeleri tavsiye olunur. Hastasının deneyimi ve bilgi­
sine dayanarak, hasta için dozları ve en iyi tedaviyi belir­
lemede sorumluluk, tedaviyi yapan hekime aittir. Ne ya­
Özgün Adi : Medical Physiology yımcı ne de editör, olabilecek hasardan ve/veya kişilere
Çeviri Editörü : Prof. Dr. Hayrünnisa veya mülke zarardan sorumluluk kabul etmemektedir.
Çavuşoğlu
Editör Yardımcıları ; Prof. Dr. Berrak Yeğen
Prof. Dr. Zeynep Aydın YAYIMCI
Doç. Dr. İnci Alican
Düzenleme : YÜCE a.ş.
Baskı : Tavaslı Matbacılık
(Kasım 2001)
Cilt : Savaş Ciltevi
X

Arthur C. Guyton, M.D.

Babama
Hayatına yön veren sarsılmaz prensipleri için

Anneme
Çocuklarını eııtellektiiel uğraşlara yönlendirdiği için

Eşime
Kendisini ailesine adadığı için

Çocuklarıma
H ayatım da lıerşeyi anlam lı kıldıkları için

A.C.G.

Hocalarıma
B an a Fizyolojinin heyacan ve zevkini gösterdikleri için

Aileme
Sonsuz destek, sabır ve anlayışları ve sevgileri için

J.E.H
YAZARLAR H A K K IN D A

Arthur Guyton yüce bir insandır. Tüm yönleriyle Bu olay, feedback kontrol sistem in in anahtarı
kalabalıkların içinde fark edilir. Harvard Tıp Fakül­ niteliğindedir. Buna göre, norm al bir insanda
te sin d e beyin cerrahisi dalında eğitim alırken ge­ kan basıncı arttığında hızla böbreklerden renin
çirdiği çocuk felci hastalığı ile kendisini bir anda salgılanm ası engellenerek plazm a renin düzeyi
yardımsız yürüyemez halde bulundu. Bu problemi hem en hem en sıfıra yakın düzeylere azalm akta­
beyin cerrahisinden fizyoloji dalma geçerek çö ­ dır. Bu nedenle, hip ertansif bir in san d a yanlış gi­
zümledi. den bir şey vardır. Normal insanlard an farklı ola­
Fizyolojideki yeni kariyerine başlamak üzere rak, yüksek arteryel kan b asın cın a karşılık plaz­
Jackson Mississipi'ye döndü. Çalışmaları ile fizyo­ ma ren in düzeyini en g ellem em ek te, b ö y lece
lojide düşünme şekli yenilendi ve onun sayesinde kanda renin düzeyi "norm al” kalm aktadır. Ancak
Ole Miss fizyolojide entellektüel öğrenmenin başlı­ “norm al” renin salgılanm asını spesifik antirenin
ca merkezi haline geldi. etkisine sahip bir ilaçla bloke ettiğinizde veya
Tek eli ile yazı yazamadığı için başkasına yazdıra­ azalttığınızda hasta derhal n o rm o ten sif hale gel­
rak tüm fizyoloji dünyasını açıklayan ve analiz mektedir.
eden en mükemmel ve en çok satış yapan fizyoloji Kan basıncı azaldığında ortaya çıkan olaylarla il­
kitaplarını yazdı. gili bu fenom en ve bunun tam karşıtı olanlar araş­
Arthur, çok sayıda feed-back kontrol sinyalleri ge­ tırma grubumuzun Guyton’un Jackson’daki grubu­
rektiren kan basıncı, kalp performansı, sodyıım-ha- na yaptığımız yıllık 2-3 günlük ziyaretlerin başlıca
cim homeostazı gibi tüm vücutta otokontrolü sağla­ konularını oluşturmuştur. Bu sayede integratif vü­
yan mekanizmaları ortaya çıkaran ve açıklayan yeni cut fizyolojisi ve fizyopatolojisi ile ilgili çalışmaları
bir integratif fizyoloji kavramını geliştirdi. Yeni hipo­ ile fizyolojiye yeni bir boyut kazandıran Arthur’un
tezini denemek amacı ile yeni deneyler planlamak öğrencisi John Hail ile tanıştık.
üazere tüm dolaşım sisteminin detaylı bir kompute- Bugün organ ve hücre fizyolojisini anlam ak için
ıize modelini oluşturdu. Bu model hipertansiyona ve hücresel veya m oleküler biyolojik deneyleri
neden olan sodyum-hacim atılım bozukluğundan planlam ak için tüm vücut fizyolojisinin önem li
sorumlu böbrek fonksiyon bozukluğunun ana rolü­ olduğu ne kadar vurgulansa azdır. İnsand a sağ­
nü son derece doğru bir biçimde öngörmüş ve açık­ lıkta ve hastalıklı durum da vücut sistem lerinin
lamıştır. Ayrıca bu model plazma renin anjiotensi- anlaşılabilm esi için, tüm vücut fizyolojisinin uy­
nin kan basıncı ve tuz atılımı arasındaki ilişkiyi ne gunluğu da aynı şekilde önem lidir. Bu hastalıklar
şekilde değiştirdiğini de açıklamaktadn-. sıklıkla hastalığa neden olan veya hastalığın sü r­
Arthur, mekanik ve fiziksel problemleri çözm ek­ m esine yol açan anorm al uzak h orm on al veya s i­
ten zevk alır; ancak fizyolojik değişikliklerden so­ nirsel sinyaller içerirler. Zam anla tüm vücut fiz­
rumlu fiziksel olayları ileten biyokimyasal sinyalle­ yolojisi moleküler, hücresel ve doku biyologları­
rin önem ine de değer verir. Yeni yaklaşımları, sabit na herhangi bir sonuca ulaşm adan ön ce alan la­
fikirli kişiler tarafından direnç görmüştür. Guyton rının dışında odaklanm aları gerektiğini öğren­
ortalam a kan basıncı ve tüm vücudun otoregülas- miştir. Vücut fizyolojisini anlam ak elbette ki kli­
yonu gibi yeni kaıdiyovasküler kavramları cesur bir nikte çalışan hekim ler için de tem el bir gereksi­
şekilde keşfetmiş, kullanmış ve açıklamıştır. Hatta nimdir.
interstisyel sıvı basınçlarının aksilla ve skrotumda Hastalarımı analiz ederken kullanacağım bu yak­
negatif değerde olabileceğini de öne sürmüştür. laşımın geleceği hiçbir zaman bu kadar parlak o l­
Tüm bu fiziksel ve kimyasal biyolojik hırsları boş mamıştır.
zamanı dahil tüm yaşamını kaplamıştır. Arthur eşi Bu yazının okuyucuların Guyton-Hall’un açısının
ve oğullarının yardımı ile Jackson’da güzel bir evin ve felsefesinin her kelimesinden tad almalarını c e ­
planını yapmış ve inşa etmiştir. saretlendireceğini ümit ediyorum. Okudukça b e ­
Arthuı’u ilk defa bir fizyoloji toplantısında konu­ nim Arthur ve Hail ile karşılıklı görüşmelerimizde
şurken tanıdım. Derhal kan akımını kontrol eden kazandığım avantajların aynısını kazanacağınızı
sinyallerle ilgili düşünce ve kavramlarımı düzenle­ unutmayınız.
me ihtiyacı duydum. Arthur’un bu fikirleriyle karşı­
laşmam benim için doğru bir zamanda gerçekleş­ JohnLaragh, M.D.
mişti; çünkü biz araştırma grubu olarak kan basın­ New York Presbyterian Hospital,
cı yüksek olan bir kişide plazma renin düzeyinin Kardiovasküler Merkezi Direktörü-Weill
norm al olmasının "norm al” olmadığını öne sür­ Cornell Medical Center
mekteydik. New York, New York
ÖNSÖZ

Tıbbi Fizyoloji Ders Kitabı’nın onuncu baskısına bir tıbbi fizyoloji kitabının temel gayelerinden biri
ulaşmış bulunuyoruz. Bu kitabın yayımı, yaklaşık 50 vücudun homeostaz mekanizmalarının etkinliğini
yıl önce yazılan ilk baskısının yapıldığı zaman öngör­ ve güzelliğini vurgulamanın yanı sıra, hastalık duru­
düğümüzden çok daha uzun sürdü. Yine de, her yıl munda gözlenen anormal işlevleri açıklamaktır.
bu proje daha heyecanlı hale gelmektedir, çünkü fiz­ Bu kitabın bir başka amacı da olabildiğince hata­
yoloji konusunda artan bilgilerimiz vücudun birçok sız olmaktır. Birçok fizyologdan, öğrencilerden, ve
yeni gizemini ortaya çıkarmaktadır. dünyanın her tarafındaki klinisyeıılerden öneri ve
En önemlisi, çok yakın bir geçmişte hücresel ve eleştiriler alınmış ve bu bilgiler, kavramların doğrulu­
moleküler fizyoloji hakkında bilgi kazanmamızı sağ­ ğu ve kitaptaki dengelerini kontrol etmek amacıyla
layan birçok yeni teknik geliştirilmiştir. Bu nedenle, kullamlmışnr. Buna rağmen, binlerce bilgi birimini bir
fizyolojik prensiplerin açıklamasını kabaca bir seri arada dizerken hataların olabileceğinden yola çıkarak,
birbirinden bağımsız, açıklanamayan biyolojik olay­ bir daveti gündeme getirmeyi diliyoruz. Aslında, bir
lar şeklinde yapmak yerine, giderek daha fazla m ole­ davetten çok, tüm okuyucularımızdan hataları veya
küler ve fiziksel bilim terminolojisi ile sunabilecek yanlışları bize bildirmelerini rica ediyoruz. Gerçekte,
hale geldik. Bu değişikliklerden hepimiz memnunuz, geribildirimin insan vücudunun uygun şekilde işlev
fakat bu durum kitabın her bölümünün her alt bölü­ görmesi için ne kadar önemli olduğunu tüm akade­
münde değişiklik yapma zorunluluğunu da berabe­ misyenler gibi fizyologlar da iyi bilirler; ayrıca, geribil­
rinde getirmektedir. dirim bir fizyoloji kitabının giderek gelişmesi için de
Bu düzeltmelerde yardımcı olmak üzere Dr. John önemlidir. Şimdiye kadar yardımda bulunmuş birçok
I-Iall Tıbbi Fizyoloji Ders Kitabı’nın dokuzuncu bas­ kişiye en içten teşekkürlerimizi sunuyoruz.
kısında eş-yazar olarak bana katılmıştır. Onuncu Kitabın iki özelliği hakkında açıklama gereği var­
baskıda kendisinin bizzat sorumlu olduğu bölümle­ dır- birincisi, kaynakçalar, ve İkincisi, iki farklı punto
rin sayısı iki katma çıkmıştır. büyüklüğü. Kaynak gösterilenler, özellikle fizyolojik
İkimiz, Dr. Guyton ve Dr. Hail, 25 yıldan daha fazla prensipleri sunuşları ve kendi kaynakçalarının kali­
bir süre birlikte çok yakın çalışmıştık, bu sayede tüm tesi nedeniyle seçilmişlerdir. Bunlara ulaşmanın ya-
kitapta standart bir düzeni koruyarak özellikle öğren­ nısıra, bu kaynakların gösterdiği kaynaklara ulaş­
cilere faydalı olmak ve bu arada öğrencilerin ileriki mak, öğrenciye fizyolojinin tüm alanını tamamen
meslek yaşamlarında bir temel oluşturmaya yetecek kapsama olanağı verecektir.
şekilde kitabı belli oranda detaylandırmak mümkün Baskı iki boyda düzenlenmiştir. Küçük puntolu
olmuştur. Tahmin edilebileceği gibi, Dr. Hail birçok ye­ bilgi çeşitli türlerde olabilir: ilk olarak, bunlar taı tışma
ni bakış açıları ve yeni bilgiler getirerek bu hedeflere için hemen gerekli olan anatomi, kimya bilgileri veya
ulaşmada yoğun bir şekilde yardımcı olmuştur. diğer bilgiler olabilir, fakat öğlenciler bu bilgileri baş­
İnsan fizyolojisini çalışmanın güzelliği, tüm vü­ ka disiplinlerde daha detaylı olarak öğreneceklerdir;
cudun farklı organları ve hücrelerinin bireysel işlev­ İkincisi, klinik tıbbın bazı alanları için özel öneme sa­
lerini fonksiyonel bir bütünü, yani insan vücudunu, hip fizyoloji bilgisi olabilir; ve üçüncüsü, bazı fizyolo­
oluşturmak üzere birleştirmesindedir. Gerçekte, ya­ jik mekanizmaları daha derinlemesine öğrenmek iste­
şam bu toplam fonksiyona bağlıdır, yoksa diğerlerin­ yen öğrencilerin işine yarayacak bilgiler olabilir.
den bağımsız şekilde her bir vücut parçasının işlevi­ Bunun aksine olarak, büyük puntoda yazılmış
ne dayanmamaktadır. bilgiler öğrencilerin tüm tıbbi aktiviteleri ve çalışma­
Bu bizim başka bir konuyu sorgulamamıza ne­ larında gereksinim duyacakları temel fizyoloji bilgi­
den olmaktadır: Farklı organ ve sistemler nasıl kont­ sini oluşturmaktadır.
rol edilmektedirler ki, kendilerine düşen görevleri Bir kez daha, bu kitabın hazırlanmasında emeği
yapmayanlar olduğunda diğerleri aşırı işlev görme­ geçen çok sayıda kişiye şükranlarımızı ifade etmek
mektedir? Neyse ki, vücutlarımız çok yaygın geribil­ istiyoruz. Özellikle Ivadelle Osberg Heidke, Gwen­
dirim kontrol ağları ile donandığı için gerekli denge­ dolyn Harris ve Gerry McAlpin’e mükemmel sekre­
ler kurulmaktadır, aksi takdirde yaşamamız müm­ terlik hizmetleri için; Tomika Mita, Michael Schenk,
kün olmayacaktı. Fizyologlar vücudun yüksek dü­ Angela Gardner ve Myriam Kirkman’a çizimlerle ilgi­
zeydeki bu iç kontrol mekanizmasına homeostaz li üstün çalışmaları ve yardımları için; ve W.B. Saun­
adını vermektedirler. Hastalık durumlarında, işlevsel ders çalışanlarına editörlük ve yayımcılıkta sürege­
dengeler sıklıkla ciddi şekilde bozulmaktadır- yani, len mükemmel katkıları için minnet borçluyuz.
homeostaz çok zayıf hale düşmüştür. Ve, tek bir bo­
zukluk dahi olsa, belli sınıra ulaşınca tüm vücut artık ARTHUR C. GUYTON
yaşamı sürdüremez hale gelir. Bu nedenle, herhangi JOHN E. HALL
ÇEVİRİNİN ÖNSÖZÜ
ı ı

American Physiological Society’nin yayımladı­ kitleleıce benimsenmektedir. Tıbbi Fizyoloji Ders


ğı "Advances in Physiology Education” dergisinin Kitabı’nın dili de mükemmeldir. Aslında, 1980
editörlerinin Arthur C. Guyton’dan “kendisinin fiz­ Uluslararası Fizyolojik Bilim ler Kongresi (Buda­
yoloji eğitimine bakışını belirleyen ve kitap yaz­ peşte) kapsamında verdiği bir konferansta Guyton
maya yönlendiren" faktörleri anlatan bir yazı yaz­ verbal iletişimdeki olağanüstü yeteneği ile dünya­
m asını istemeleri üzerine, “Bir Yazarın Fizyoloji nın çeşitli ülkelerinden dinleyicileri hayran bırak­
Ders Kitabı Yazma Felsefesi” başlıklı yazısında mıştı. Ancak, Türkçe’mizin bilinen dil karmaşası
(1998; vol. 19 (1): S1-S5), Dr. Guyton kendi tıp eği­ içinde çevirinin bu m ükem m eliyete yaklaşması
timi sürecini, geçildiği şiddetli polyo nedeniyle kuşkusuz beklenemezdi. Fakat yine de 1977’deıı
cerrahi asistanlığını bırakıp tem el fizyolojiye dö­ beri Türkçe çeviriler incelenirse, yaşayan dilin ge­
nüşünü, ve VV.B. Saundeıs firması tarafından “ka­ lişimini gösteren bazı örnekler bizi um utlandırabi-
zara” kitap yazma işine başlam asını anlatm akta­ lir düşüncesi ile avunuyoruz ve umuyoruz ki aynı
dır. Bundan yaklaşık 50 yıl önce öğrenci ders n o t­ “katılım cı” kurallarımızla gelecekte daha kusursuz
larından başlayarak yazdığı bölüm lerin tüm ülke­ bir dille ve yanlışları çok daha az olan çeviriler ya­
lerdeki fizyologlar tarafından incelenm esi ve geliş­ pılacaktır.
tirilm esi sayesinde yazdığı ilk kitapla “tam görevi­ Dr. A.C. Guyton, Dr. Hail ile hazırladıkları kita­
ni tamamladığını umarken aslında işinin yeni baş­ bın "vücudun nasıl çalıştığının anlaşılm ası için
ladığını ve her yeni baskıyla devam ettiğini ve ya­ değerli bir tem el öğren m e a ra cı olu ştu rm a"
şam felsefesi halini aldığını” ifade etmektedir. Çe­ am açlarına ulaştığını ifade etm ektedir. G ünü­
viri editörleri olarak bizler de, kitabın aslı gibi ol­ müzde tüm fizyoloji eğ itm en lerin in üzerinde
m asa bile, çevirinin devamlılığını sağlam anın so ­ durduğu geribildirim kontrol sistem lerinin yer­
rumluluğunu ve bu sorumluluğun nasıl yaşamın leşm esi bu kitap ile gerçekleşm iştir. İn san vücu­
bir parçası halini aldığını yaşadık. dunun işleyişini kavramak için, h er bir sistem in
Fizyoloji klasiklerinden biri olan Prof. Dr. A. C. bireysel fonksiyonel sistem leri hakkında bilgi sa ­
Guyton’m Tıbbi Fizyoloji kitabı pek çok dile çevril­ hibi olmak ve bunların iletişim ini sağlayan kont­
miş ve Fakültelerinde okutulmuştur. Bizde ilk çevi­ rol sistem lerini kavramak gerekmektedir. Bu kita­
risi B eşinci Edisyonundan 1977’de yapılm ıştır. bın hazırlanm asında tıpkı insan vücudundaki sis­
İkincisi 1986’da Yedinci Edisyonun çevirisidir. Guy­ tem ler gibi, Fakültelerim izin değerli öğretim üye­
ton ve çalışm a arkadaşı Prof. Hail’ün imzasını taşı­ lerinin kendi araştırm a ve in celem e alanlarına
yan Tıbbi Fizyoloji’nin D okuzuncu Edisyonu uygun olarak hazırladıkları bölü m lerinin katılı­
1996’da 24 Tıp Fakültemizden 55 öğretim üyesinin mıyla, bir bütün oluşturulmuştur. Çeviri ed itörle­
katkıları ile Türkçe’ye çevrilmiştir. Bu geniş katılım ri olarak bizim yaptığımız, bu sistem ler arası ko­
ve birebir çeviri prensibi bundan sonraki yayınlar ordinasyonu sağlamak, yani dil birliğini oluştur­
için de benimsenmiştir. maya çalışm ak olmuştur. Kurulan bu hom eosta-
Esasen, yaşadığımız bilgi çağında, tıp bilim le­ tik dengenin devamlılığını sağlam ak da tabii ki
rindeki başdöndürücii ilerlemeler çeviri için bir on geribildirimler ile olacaktır. Dr. G uyton'ın tüm
yıl daha beklemeye fırsat vermiyordu. Böylece Yü­ okuyuculardan talep ettiği gibi, çeviri editörleri
ce Yayım ve Nobel Tıp Kitabevleri Tıbbi Fizyolo­ olarak bizler de sonraki baskılara yön verecek dü­
j i ’nin Onuncu Edisyonu’nu çeviriye hazırladı. Ekle­ zeltmelerinizi bekliyoruz.
nen veya çıkartılan cümle ve paragraflar titizlikle Tıbbi Fizyoloji’nin Onuncu Edisyonunun m ü­
gözden geçirildi, Prof. Dr. H ayıünnisa ÇAVU- kemmel bir şekilde çıkm asına özen gösteren YÜCE
ŞOGLU, Prof. Dr. Berrak Ç. YEĞEN, Prof. Dr. Zey­ Yayımları A.Ş ve Nobel Tıp Kitabevleri Ltd. Şti.’ye,
nep AYDIN ve Doç. Dr. İnci ALİCAN’ın özverili ça­ teşekkürlerimizi sunuyoruz.
lışmaları ile çeviri tamamlandı.
Kitap, fizyolojinin tüm konularını kapsıyor, kli­
nik bilgiye temel oluşturuyor ve öğrenciler tarafın­ Prof. Dr. Hayıünnisa ÇAVUŞOĞLU
dan kolay anlaşılıyor olması özellikleriyle geniş Prof. Dr. Berrak Ç. YEĞEN
TÜRKÇE’YE ÇEVİRENLER

BÖLÜM

Prof. Dr. Zeynep AYDIN


1/2 İstanbul Üniversitesi İstanbul Tıp Fakültesi Fizyoloji Anabilim Dalı öğretim Üyesi

3 Prof. Dr. Nimet Ünay GÜNDOĞAN


Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi Fizyoloji Anabilim Dalı öğretim Üyesi

4 Doç. Dr. Memet Hanifi EMRE


İnönü Üniversitesi Tıp Fakültesi Fizyoloji Anabilim Dalı Başkanı
V, • ı» '.v /./ı.'j !• *i »•>. ini) lııc1
*

5 Prof. Dr. Safınaz YILDIZ (ALBAYRAK)


İstanbul Üniversitesi İstanbul Tıp Fakültesi Spor Hekimliği Anabilim Dalı Öğretim Üyesi

6/7/8 Doç Dr. İlgi ŞEMİN


Dokuz Eylül Üniversitesi Tıp Fakültesi Fizyoloji Anabilim Dalı Öğretim Üyesi

9/10/11/12/13 Doç. Dr. Neslihan H. DİKMENOĞLU


Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi Fizyoloji Anabilim Dalı öğretim Üyesi

14 Prof. Dr. Sadettin ÇALIŞKAN


Süleyman Demirel Üniversitesi Tıp Fakültesi Fizyoloji Anabilim Dalı Başkanı

15 Doç. Dr. Fehmi ÖZGÜNER


Süleyman Demirel Üniversitesi Tıp Fakültesi Fizyoloji Anabilim Dalı Öğretim Üyesi
ir 'ıyl l .iıftOuhıiO îİ!»•4iiVrıt»
.• ıili•I

16/17 Prof. Dr. Hızır KURTEL


Marmara Üniversitesi Tıp Fakültesi Fizyoloji Anabilim Dalı öğretim Üyesi

Doç. Dr. Uğur ÖZKUTLU


18/19 M armara Üniversitesi Tıp Fakültesi Fizyoloji Anabilim Dalı Eski Öğretim Üyesi

Doç. Dr. Hüseyin BEYDAĞI


20 Gaziantep Üniversitesi Tıp Fakültesi Fizyoloji Anabilim Dalı Öğretim Üyesi

Prof. Dr. Zeynep AYDIN


21 İstanbul Üniversitesi İstanbul Tıp Fakültesi Fizyoloji Anabilim Dalı Öğretim Üyesi

22/23/24 Prof. Dr. SemaYAVUZER


Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi Fizyoloji Anabilim Dalı Başkanı

25/26/27 Prof. Dr. Gülsen ÖNER


Akdeniz Üniversitesi Tıp Fakültesi Fizyoloji Anabilim Dalı öğretim Üyesi

28/29 Doç. Dr. Kubilay UZUNER


Osmangazi Üniversitesi Tıp Fakültesi Fizyoloji Anabilim Dalı Öğretim Üyesi
30/31 Pıof. Dr. Neyhan ERGENE
Selçuk Üniversitesi Tıp Fakültesi Fizyoloji Anabilim Dalı Başkanı

32/33 Prof. Dr. Gülseli YILDIRIM


Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi Fizyoloji Anabilim Dalı Öğretim Üyesi

34/35 Prof. Dr. Güher SARUHAN DİRESKENELİ


İstanbul Üniversitesi İstanbul Tıp Fakültesi Fizyoloji Anabilim Dalı öğretim Üyesi

36 Prof. Dr. Kasım ÖZLÜK


Uludağ Üniversitesi Tıp Fakültesi Fizyoloji Anabilim Dalı Başkanı

37/38/39/40/41/42 Prof-Dr-Lü«füÇakar
İstanbul Üniversitesi Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Fizyoloji Anabilim Dalı Başkanı

43 Prof. Dr. Abdulbaki TÜRKOĞLU


Fırat Üniversitesi Tıp Fakültesi Fizyoloji Anabilim Dalı Başkanı

44 Prof. Dr. Gıyasettin BAYDAŞ


Fırat Üniversitesi Tıp Fakültesi Fizyoloji Anabilim Dalı öğretim Üyesi

45 Prof. Dr. Çiğdem ÖZESMÎ


Erciyes Üniversitesi Tıp Fakültesi Fizyoloji Anabilim Dalı Başkanı

46 Doç. Dr. Asuman GÖLGELİ


Erciyes Üniversitesi Tıp Fakültesi Fizyoloji Anabilim Dalı Öğretim Üyesi

47/48 Prof. Dr. Lamia Pınar YANIÇOĞLU


Dokuz Eylül Üniversitesi Fizik Tedavi ve Rehabilitasyon Yüksek Okulu Öğrt. Üyesi

49/50/51 Prof. Dr. Sacit KARAMÜRSEL


İstanbul Üniversitesi İstanbul Tıp Fakültesi Fizyoloji Anabilim Dalı öğretim Üyesi

52/53 Prof. Dr. Tuncay ÖZGÖNEN


Çukurova Üniversitesi Tıp Fakültesi Fizyoloji Anabilim Dalı Öğretim Üyesi

54 Prof. Dr. Cafer MARANGOZ


Ondokuz Mayıs Üniversitesi Tıp Fakültesi Fizyoloji Anabilim Dalı Başkanı
Doç. Dr. Niyazi TAŞÇI
Ondokuz Mayıs Üniversitesi Tıp Fakültesi Fizyoloji Anabilim Dalı Öğretim Üyesi

55 Prof. Dr. Cafer MARANGOZ


Ondokuz Mayıs Üniversitesi Tıp Fakültesi Fizyoloji Anabilim Dalı Başkanı
Doç. Dr. Mustafa AYYILDIZ
Ondokuz Mayıs Üniversitesi Tıp Fakültesi Fizyoloji Anabilim Dalı Öğretim Üyesi

56 Prof. Dr. Cafer MARANGOZ


Ondokuz Mayıs Üniversitesi Tıp Fakültesi Fizyoloji Anabilim Dalı Başkanı
Prof. Dr. Erdal AĞAR
Ondokuz Mayıs Üniversitesi Tıp Fakültesi Fizyoloji Anabilim Dalı öğretim Üyesi
57 Prof. Dr. Gürbüz ÇELEBİ
Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi Fizyoloji Anabilim Dalı Başkanı
Prof. Dr. Gönül Ö. PEKER
Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi Fizyoloji Anabilim Dalı Öğretim Üyesi
Dr. Oğuz ALGAN

58 Prof. Dr. Nuran HARÎRÎ


Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi Fizyoloji Anabilim Dalı Emekli Öğretim Üyesi
Prof. Dr. Lütfıye KANIT
Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi Fizyoloji Anabilim Dalı Öğretim Üyesi
Dr. Özlem A. YILMAZ
Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi Fizyoloji Anabilim Dalı Öğretim Görevlisi

59 Prof. Dr. Tamer DEMÎRALP


İstanbul Üniversitesi İstanbul Tıp Fakültesi Fizyoloji Anabilim Dalı öğretim Üyesi

60 Prof. Dr. Abdullah ARSLAN


Dokuz Eylül Üniversitesi Tıp Fakültesi Fizyoloji Anabilim Dalı Öğretim Üyesi

61 Doç. Dr. Ahmet AKGÜN


Karadeniz Üniversitesi Tıp Fakültesi Fizyoloji Anabilim Dalı Öğretim Üyesi

62 Prof. Dr. Berrak YEĞEN


Marmara Üniversitesi Tıp Fakültesi Fizyoloji Anabilim Dalı Başkam

63 Prof. Dr. Sena ERDAL


Cumhuriyet Üniversitesi Tıp Fakültesi Fizyoloji Anabilim Dalı Başkanı
CD

Doç. Dr. İnci ALİCAN


M armara Üniversitesi Tıp Fakültesi Fizyoloji Anabilim Dalı Öğretim Üyesi

65 Yard. Doç. Dr. Osman GENÇ


Pamukkale Üniversitesi Tıp Fakültesi Fizyoloji Anabilim Dalı Öğretim Üyesi

6 6 Prof. Dr. Mesut PEKCAN


Giilhane Askeri Tıp Akademisi Genel Cerrahi Anabilim Dalı öğretim Üyesi

67 / 68/69 Prof. Dr. Kadir KAYMAK


Trakya Üniversitesi Tıp Fakültesi Fizyoloji Anabilim Dalı Başkanı

70 Doç. Dr. Cihat GÜZEL


Dicle Üniversitesi Tıp Fakültesi Fizyoloji Anabilim Dalı Öğretim Üyesi

71/72 Doç. Dr. Abdurrahman ŞERMET


Dicle Üniversitesi Tıp Fakültesi Fizyoloji Anabilim Dalı Öğretim Üyesi

73 Doç. Dr. Cihat GÜZEL


Dicle Üniversitesi Tıp Fakültesi Fizyoloji Anabilim Dalı Öğretim Üyesi
74/75/76 Prof. Dr. SelmaYÖRÜKAN
Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi Fizyoloji Anabilim Dalı Öğretim Üyesi
Doç. Dr. Dicle BALKANCI
Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi Fizyoloji Anabilim Dalı Öğretim Üyesi
Yard. Doç. Dr. Semra FİNCÎ
Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi Fizyoloji Anabilim Dalı Üğreüm Görevlisi

77/78 Prof. Dr. Ayşe DOĞAN


Çukurova Üniversitesi Tıp Fakültesi Fizyoloji Anabilim Dalı Öğretim Üyesi

79 Prof. Dr. Sami AYDOĞAN


Erciyes Üniversitesi Tıp Fakültesi Fizyoloji Anabilim Dalı öğretim Üyesi

80/81/82/83 Prof. Dr. Günnur YİĞİT


İstanbul Üniversitesi Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Fizyoloji Anabilim Dalı Öğretim Üyesi
Prof. Dr. Refik YİĞİT
İstanbul Üniversitesi İstanbul Tıp Fakültesi Fizyoloji Anabilim Dalı Başkanı

84 Prof. Dr. Abidin KAYSERİLİOĞLU


İstanbul Üniversitesi İstanbul Tıp Fakültesi Spor Hekimliği Anabilim Dalı Başkanı
İÇİNDEKİLER

ÜNİTE i Genetik Şifieleme (Kodlama) 25


Fizyolojiye Giriş: Hücre ve Genel Fizyoloji DNA’daki Şifreleıımenin RNA Şifresine Aktarılması-
Kopyalama ( Transkripsiyon) İşlemi 25
BÖLÜM 1 RNA sentezi 26
İnsan Vücudunun İşlevsel Organizasyonu ve DNA Zincirinin Kalıp Olarak Alınıp Aktive Edilmiş
"İç O rta m "ın Kontrolü 2 Niikleotidlerden RNA Molekülünün Biıaraya Ge-
tirilmesi-Transkripsiyon İşlemi 27
Vücudun Canlı Birimleri: Hücreler 2 Haberci RNA-Kodoıılar 27
Ekstraselüler Sıvı-lç Ortam 2 Taşıyıcı RNA-Anti Kodonlar 27
Ana İşlevsel Sistemlerin “Homeostatik” Ribozomal RNA 28
Mekanizmaları 3 Ribozomlarda Protein Olüşıımu-Çeviri "Traııslas-
Homeostasis 3 yon" İşlemi 29
Ekstraselüler Sıvı Taşıma Sistemi-Dolaşım Hücrede Diğer Maddelerin Sentezi 30
Sistemi 3 Hücrede Biyokimyasal Aktivite ve Genetik Fonksi­
Ekstraselüler Sıvıdaki Maddelerin Kaynağı 3 yonların Kontrolü 30
M etabolizm a Artıklarının Uzaklaştırılması 4 Genetik Düzenleme 30
Vücut İşlevlerinin Düzenlenmesi 4 Hiicreiçi Fonksiyonun Enzim Düzenlenmesi île
Üreme 4 Kontrolü 32
Vücudun Kontrol Sistemleri 4 DNA-Genetik Sistemi, Hücre Çoğalmasının da
Kontrol M ekanizmalarına Örnekler 5 Kontrol Eder 32
Kontrol Sistemlerinin Karakteristikleri 6 Hücre Çoğalması DNA Eşlenmesi İle Başlar 33
Özet-Viicudun Otomatik İşleyişi 7 Kromozomlar ve Eşlenmeleri 34
Mitoz 34
BÖLÜM 2 # Hücre Büyümesi ve Çoğalmasının Kontrolü 35
Hücre ve İşlevi 9 Hücre Farklılaşması 35
Kanser 36
Hücrenin Organizasyonu 9
Hücrenin Fiziksel Yapısı 10
Hücredeki M embranöz Yapılar 10 ÜNİTE II
Sitoplaznıa ve Organelleri 12 M em bran Fizyolojisi, Sinir ve Kas •
Nııkleus 14
Çekirdek M embram 15 BÖLÜM 4
Çekirdekçik ve Ribozomlarm Oluşumu 15
Hayvan Hücresiyle Yaşamın Hücre Öncesi Hücre M ebranından İyon ve M oleküllerin
Biçimlerinin Karşılaştırılması 15 Taşınması 40
Hücrelerin İşlevsel Sistemleri 16 Hücre Membranmın Lipid Bariyeri ve Taşıyıcı Prote­
Hücre İçine M adde Alınması-Eııdositoz 16 inler 40
Pinositikya da Fagositik Yabancı Maddelerin Difüzyon 40
Hücrede Sindirilmesi-Lizozomların İşlevleri 17 Hücre Membranındatı Diflizyon 41
Hücresel Yapıların Endoplazm ik Retikulum ve Protein Kanallardan Difüzyon ve Bu Kanalların
Golgi Apereyi Tarafından Sentezi ve "Kapılan" 42
Biçimlendirilmeleri 18 Kolaylaştırılmış Diflizyon 43
Besinlerden Enerji Elde Edilnıesi-Mitokondrinin İş­ Net difüzyon hızını etkileyen faktörler 44
levi 19 Seçici Geçirgen M embraıılarda Osnıoz-Suyun Net
Hücrelerin Hareketi 21 Difiizyonu 45
AktifTransport 47
BÖLÜM 3 Primer A ktif Transport 47
Protein Sentezi, Hücre Fonksiyonu ve Hücre Sekonder A ktif Transport Birlikte - Taşınma ve Zıt-
Çoğalmasının G en etik Kontrolü 24 Taşuıma 49
Genler 24 Hücre Tabakalarından AktifTransport 49

11
12 İçindekiler

BÖLÜM 5 Sinir Terminallerinden Asetilkolin Sekresyonu 80


Asetilkolin Oluşumu ve Serbestlemesinin Moleküler
M em b ran Potansiyelleri ve Aksiyon Potansi­
Biyolojisi 82
y elleri 52
Sinir-Kas Kavşağında İletimi Etkileyen İlaçlar 83
Membran Potansiyellerinin Temel Fiziği 52 Miyasteniya Gıavis 83
Difüzyonun Yarattığı Membran Potansiyelleri 52 Kas Aksiyon Potansiyeli 83
Membran Potansiyelinin Ölçülmesi 53 Aksiyon Potansiyelinin Transvers Tiibül Sistemi İle
Sinirlerde Membran Dinlenim (İstirahat) Potansiyeli Kas Lifi İçine Yayılması 84
54 Uyarılma - Kasılma Bağlantısı 84
Normal M embran Dinlenim Potansiyelinin Transvers Tiibül-Sarkoplazmik Retikulıım Sistemi
Kaynağı 54 84
Sinir Aksiyon Potansiyeli 55 Sarkoplazmik Retikulumdan Kalsiyum İyonlarının
Voltaj-Kapılı Sodyum ve Potasyum Kanalları 56 Serbestlemesi 85
Aksiyon Potansiyelini Yaratan Olayların Özeti 58
Aksiyon Potansiyeli Sırasında Diğer İyonların BÖLÜM 8
Rolleri 59 Düz Kasın Uyarılması ve Kasılması 87
Aksiyon Potansiyelinin Başlaması 59
Aksiyon Potansiyelinin Yayılması 59 Düz Kasın Kasılması 87
Aksiyon Potansiyelinden Sonra Sodyum ve Düz Kas Tipleri 87
Potasyum îyon Gradyanının Yeniden Düz Kasta Kontraktil Süreç 87
Oluşması-Enerji Metabolizmasının Önemi 60 Kasılmanın Kalsiyum İyonları İle Düzenlenmesi 89
Bazı Aksiyon Potansiyellerinde Plato 61 Düz Kas Kasılmasının Sinirsel ve Hormonal Kontro­
Uyaı ılabilen Bazı Dokularda Ritmik Faaliyet lü 90
Tekrarlayan Deşarjlar 61 Düz Kasın Sinir-Kas Kavşağı 90
Sinirde Sinyal iletiminin Özel Durumları 62 Düz Kasta Membran Potansiyelleri ve Aksiyon Po­
Eksitasyon-Aksiyon Potansiyeli Yaratma İşlemi 63 tansiyelleri 91
Bir Aksiyon Potansiyelinden Sonra Yeni Bir Aksiyon Potansiyeli Olmadan Düz Kas Kasılması
Uyarana Yanıtın Oluşmadığı Süre "Reflakter D ö­ Lokal Doku Faktörleri ve Hormonların Etkisi 92
nem" 64 Kasılmaya Neden Olan Kalsiyum İyonlarının
Uyarılabilirliğin Baskılanm ası - “Stabilize Ediciler" Kaynakları: DHücre membranı ve 2) Sarkoplaz­
ve Lokal Anestetikler 64 mik retikulıım 93
Membran Potansiyellerinin ve Aksiyon Potansiyelle­
rinin Kaybı 64
ÜNİTE III
BÖLÜM 6 Kalp
İskelet Kasında Kasılma 67 **
BÖLÜM 9
İskelet Kasının Fizyolojik Anatomisi 67 Kalp Kası; Bir Pompa O larak Kalp 96
İskelet Kas Lifi 67
Kas Kasılmasının Genel Mekanizması 68 Kalp Kasının Fizyolojisi 96
Kas Kasılmasının Moleküler Mekanizması 70 Kalp Kasının Fizyolojik Anatomisi 96
Kasılabilir -Filamentlerin Moleküler Özellikleri 70 Kalp Kasında Aksiyon Potansiyelleri 97
Aktin ve Miyozin Filamentinin Üstiiste Binme Kalp Döngüsü 99
Derecesi - Kasılan Kasta Gelişen Gerim Üzerine Sistol ve Diyastol 99
Etkisi 72 Elektrokardiyografimi Kalp Döngüsü ile İlişkisi 100
Kasılma Hızının Yükle İlişkisi 73 Atriyumların Hazırlayıcı Pompa Olarak Görevi 100
Kas Kasılmasının Enerji Kaynağı 74 Ventrikiillerin Pompa Olarak Görevi 100
Kas Kasılması Sırasında Yapılan Îş74 Ventrikiillerin Sistol Sırasında Boşalması 100
Kas Kasılması İçin Enerji Kaynakları 74 Kapakların İşlevi 101
Bütün Kas Kasılmasının Özellikleri 74 Aort Basıncı Eğrisi 101
İskelet Kasının Kasılma Mekaniği 76 Kalp Seslerinin Kalbin Pom palam a İşlevi ile İlişkisi
Fonksiyona Uymak İçin Kasın Yeniden Biçimlenme­ 102
si 77 Kalbin Yaptığı İş 102
Rigor Mortis 78 Kalp Kasılması İçin Gereken Kimyasal Enerji, Kal­
bin Oksijen Kullanımı 103
BÖLÜM 7 Kalbin Pompalama Işlavinin Düzenlenmesi 103
jskelet Kasının Uyarılması: A . N örom usküler Kalbin Pom palam a İşlevinin Uıtrensek Diizenlen-
İleti ve B. Uyarılm a-Kasılm a Bağlantısı 80 mesi-Frank-Starling Mekanizması 103
Potasyum ve Kalsiyum İyonlarının Kalp İşlevine
Uyarıların Sinirden iskelet Kas Liflerine iletimi: Si- Etkileri 106
nir-Kas (Nöromusküler) Kavşağı 80 Isının Kalp Üzerindeki Etkileri 106
İçindekiler 13

BÖLÜM 10 Repolarizasyon Sırasında Elektrokardiyogram-T


Kalbin Ritmik Uyarılması 107 Dalgası 123
Atriyıımların Depolarizasyonıı-P Dalgası 124
Kalbin Özelleşmiş Uyarı ve ileti Sistemi 107 Vektörkardiyogram 124
Sinüs Düğümü (Siııoatriyal Düğüm) 107 Ventrikül Qrs'inin Ortalama Elektriksel Ekseni ve
Düğilmlemrası Yollar ve Kalp Uyarısının Atriyıım- Önemi 125
lardan Geçişi 109 Standart Derivasyon Elektrokardiyogramlarından
A-VDüğüm, Uyarının Atriyumlardan Ventriküllere Elektriksel Eksenin Belirlenmesi 125
İletilmesinin Gecikmesi 109 Eksen Sapmasına Neden Olan A normal Ventrikül
Ventriküler Purkinje Sisteminde Hızlı İleti 109 Durumlar 125
Kalp Uyarısının Ventrikiil Kasında İletilmesi 110 Qrs Kompleksinde Anormal Voltajlara Neden Olan
Kalp Uyarısının Kalbe Yayılmasının Özeti 110 Durumlar 127
Kalpte Uyarılma ve iletinin Denetlenmesi 111 Standart Bipolar Ekstremite Derivasyonlarında Vol­
Kalbin Uyarı Odağı (Pacemaker) Olarak Sinüs Dü­ taj Artması 127
ğümü 111 Elektrokardiyogramda Voltaj Azalması 127
Ventrikiil Kasının Eşzamanlı Kasılmasında Purkin­ Uzamış ve Karmaşık Biçimli QRS Kompleksleri 128
je Sisteminin Görevi 111 Kalp Hipertrofisine veya Dilatasyonuna Bağlı Uza­
Kalp Ritminin ve Uyarı İletisinin Kalp Sinirleriyle mış QRS Kompleksleri 128
Denetlenmesi: Sempatik ve Parasempatik Sinirler Purkinje Sistemindeki Bloklara Bağlı Uzamış QRS
112 Kompleksleri 128
Karmaşık QRS Komplekslerine Neden Olan Du­
BÖLÜM 11 rumlar 128
N o rm al E lektrokardiyogram 114 Zedelenme Akımı 128
Zedelenme Akımının QRS Kompleksine Etkisi 128
Normal Elektrokardiyogramın Özellikleri 114 J Noktası-Zedelennıe Akımının Analizi İçin Sıfır
Depolarizasyoıı Dalgalarına Karşı Repolarizasyon Başlangıç Potansiyeli 129
Dalgaları 114 Zedelenme Akımının Nedeni Olarak Koroner Iske-
Atriyum ve Ventrikiil Kasılmalarının Elektrokardi­ nıi 130
yogram Dalgaları ile İlişkisi 115 T Dalgası Anormallikleri 132
Elektrokardiyogramda Voltaj ve Zaman Ayarı 115 Depolarizasyoıı Dalgasının Yavaş İletilmesinin T
Elektrokardiyogram Kaydetmenin Yöntemleri 116 Dalgasına Etkisi 132
Kalem li Kayıt Cihazı 116 Ventrikül Kasının Bazı Kısımlarında Depolarizasyo-
Akımların Kalp Döngüsü Sırasında Kalp Çevresinde­ nun Uzamasına Bağlı Anormal T Dalgaları 132
ki Hareketleri 116
Kısmen Depolarize Olmuş Sinsisyal Bir Kalp Kası
BÖLÜM 13
Kitlesinden Elektrik Potansiyellerin Kaydı 116
Kardiyak A ritm iler ve E lek tro k ard iyo g ra fik
Göğüste Kalp Etrafındaki Elektrik Akımları 116
Elektrokaıdiyografik Deıivasyonlar 117 Yorum u134
Üç Bipolar Ekstremite Derivasyonu 117 Anormal Sinüs Ritimleri 134
Göğüs Derivasyoııları (Prekoıdiyal Deı ivasyonlar) Taşikardi 134
118 Bıadikardi 134
Büyütülmüş (Augmented) Ekstremite Derivasyonla- Sinüs Aritmisi 134
rı 119 Uyarının İletiminde Meydana Gelen Bloklara Bağlı
Anormal Ritimler 135
BÖLÜM 12 Siııoatriyal Blok 135
Kalp Kası ve K oroner Kan Akımı A norm allik­ Atriyoventriküler Blok 135
lerinin E le k tro k a rd iy o g ra fi Yorumu: V ektö r- Yarım (Kısıni) Intraveııtriküler Blok-Elektriksel De­
yel Analiz 120 ğişkenlik (Alternans) 136
Erken (Prematüre) Vurular 136
Elektrokardiyogramın Vektöryel Çözümlemesinin İl­ Atriyum Kaynaklı Erken Vurular 137
keleri 120 A-V Düğüm veya A-V Demet Kaynaklı Erken
Elektrik Potansiyellerini Göstermek İçin Vektörlerin Vurular 137
Kullanılması 120 Ventrikül Kaynaklı Erken Vurular (VKEV) 137
Vektörün Yönünün Derece Cinsinden Belirtilmesi Paroksismal Taşikardi 138
120 Atriyum Kaynaklı Paroksismal Taşikardi 138
Her Standart Bipolar Derivasyoııun ve Unipolar Ventrikül Kaynaklı Paroksismal Taşikardi 138
EkstremiteDerivasyonlarının Ekseni 120 Ventrikül Fibıilasyonu 138
Değişik Derivasyonlardan Kaydedilen Potansiyelle­ Yeııideıı-Giriş Olayı-Ventrikül Fibrilasyonunun Ne­
rin Vektöryel Analizi 121 deni Olarak ''Çember Hareketleri” 139
Normal Elektrokardiyogramın Vektöryel Analizi 122 Atriyum Fibrilasyonu 141
Ventriküllerin Depolarizasyoıuı Sırasında Oluşan Atriyum Flatteri 142
Vektörler-QRS Kompleksi 122 Kalp Durması 142
14 İçindekiler

ÜNİTE IV BÖLÜM 17
Dolaşım Kan Akımının Dokular Tarafından Lokal K o nt­
rolü ve Hum oral Düzenlem e 175
BÖLÜM 14
Dolaşım Sistemi; Basınç, Akım ve Direncin Dokunun Gereksinimine Göre Kan Akımının Lokal
Tıbbi Fiziği 144 Kontrolü 175
Kan Akımının Kontrol Mekanizması 175
Dolaşımın Fiziksel Karakteristikleri 144 Lokal Kan Akımının Akut Kontrolü 176
Dolaşım Fonksiyonunun Temel Teorisi 146 Kan Akımının Uzun Süreli Kontrolü 179
Basınç, Akım ve Direnç Arasındaki İlişkiler 146 Kollateral Dolaşımın Gelişimi-Uzun Süreli Lokal
Kan Akımı 147 Kan Akımı Düzenleme Fenomeni 180
Kan Basıncı 148 Dolaşımın Hümoral Regülasyonu 181
Kan Akım ına Direnç 149 Vazokonstıiktör Ajanlar 181
Basıncın Dokıı Kan Akımı ve Damar Direnci Üzeri­ Vazodilatatör Ajanlar 181
ne Etkileri 151 İyonların ve Diğer Kimyasal Faktörlerin Vasküler
Kontroldeki Rolleri 182
BÖLÜM 15
D am arların G erilebilm e Yeteneği, A rtery el BÖLÜM 18
ve Venöz Sistemlerin Fonksiyonları 152 Dolaşımın Sinirsel Düzenlenmesi ve A rte ry e l
Damarların Gerilebilme Yeteneği 152 Basıncın Hızlı Kontrolü 184
Vasküler Kompliyans (veya Kapasitans) 152 Dolaşımın Sinirsel Düzenlenmesi 184
Arteryel ve Venöz Dolaşımların Hacim - Basınç Otonom Sinir Sistemi 184
Eğrileri 152 Arter Basıncının Hızlı Kontrolünde Sinir Sisteminin
Damarların Geciken Kompliyansı (Stıes-Gevşeme) 153 Rolü 187
Arteryel Basınç Pulsasyonları (Nabızları) 153 Kas Egzersizi ve Diğer Stres Tiplerinde Arteryel B a­
Basınç Pulsasyonunun Periferik Arterlere Yayılması sıncın Yükselmesi 188
154 Normal Arter Basıncının Korunmasında Refleks
Sistolik ve Diyastolik Basınçların Ölçülmesinde M ekanizmalar 188
Klinik Yöntemler 155 Merkezi Sinir Sisteminin Iskenıik Yanıtı-Beyin Kan
Venler ve Fonksiyonları 156 Akımındaki Azalmaya Yanıt Olarak Arter Basın­
Venöz Basınçlar-SağAtriyıım Basıncı (Santral Ve­ cının Vazomotor Merkez Tarafından Kontrolü
nöz Basınç) Ve Periferik Venöz Basınçlar 156 191
Venlerin Kan D epolam a İşlevi 160 Arter Basıncının Sinirsel Kontrolünde Önemi Bulu­
nan Özel Haller 192
BÖLÜM 16 Kalp Debisi ve Arter Basıncının Artmasında iskelet
M ikrodolaşım ve Lenfatik Sistem: Kapiller Sı­ Kasları ve Sinirlerinin Rolü 192
vı Değişim i, İntertisyel Sıvı ve Lenf Akım ı Arter Basıncında Solunum Dalgaları 193
162 Arter Basıncında "Vazomotor”Dalgalar-Basınç Ref­
leks Kontrol Sistemlerinin Osilasyonu 193
Mikrodolaşım ve Kapiller Sistemin Yapısı 162
Kapillerlerde Kan Akımı-Vazomosyon 163 BÖLÜM 19
Kapiller Sistemin Ortalama Fonksiyonu 163
A rte r Basıncının Uzun Süreli Düzenlenm esi
Kan ve Interstisyel Sıvı Arasında Besinlerin ve Diğer
ve Hipertansiyonda Böbreklerin Baskın Rolü:
Maddelerin Değişimi 164
Kapiller M embrandan Difiizyon 164 Basınç K ontrolünde Entegre Sistem 195
lnterstisyum ve Interstisyel Sıvı 165 Arter Basıncının Kontrolünde Böbrek-Vücut Sıvısı
Plazma ve Inteıstisyel Sıvı Proteinleri Plazma ve în- Sistemi 195
teıstisyel Sıvı Hacimlerini Belirlemede Özellikle Arter Basıncı Kontrolünün Temel M ekanizm aların­
Önemlidir 166 dan Basınç Diüreziniıı Kantitatif Olarak İncelen­
Kapiller Basınç 166 mesi 195
Interstisyel Sıvı Basıncı 167 Hipertansiyon (Yüksek Kan Basıncı): Çoğunlukla
Plazma Kolloid Osmotik Basıncı 168 Aşırı Ekstraseliiler Sıvı Hacmine Bağlı Bir Olay
Interstisyel Sıvının Kolloid Osmotik Basıncı 169 199
Kapiller M embrandan Sıvı Hacmi Değişimi 169 Renin-Anjiyotensin Sistemi: Basınç Kontrolü ve Hi­
Kapiller Değişimde Starling Dengesi 170 pertansiyondaki Rolü 201
Lenfatik Sistem 170 Renin-Anjiyotensin Sisteminin Bölümleri 201
Vücudun L en f Kanalları 170 Anjiyotensin İle İlgili Hipertansiyon Tipleri: Renin-
L en f Yapımı 171 Salgılayan Tümör veya Anjiyotensin 11 İnfiizyo-
L en f Akım Hızı 172 nıına Bağlı Hipertansiyon 203
Interstisyel Sıvı Protein Konsantrasyonu, Interstisyel Hacim-Yükleme ve Vazokoııstriksiyon Kombinasyo­
Sıvı Hacmi ve Interstisyel Sıvı Basıncının Kontro­ nu ile Oluşan Diğer Hipertansiyon Tipleri 205
lünde Lenfatik Sistemin Rolü 173 İnsanda Esansiyel Hipertansiyon 205
İçindekiler 15

Arter Basıncının Entegre ve Çok Aşamalı Olarak Dü­ Koroner Hastalıkta Ağrı 232
zenlenmesinin Özeti 207 Koroner Hastalığın Cerrahi Tedavisi 233

BÖLÜM 20 BÖLÜM 22
Kalp Debisi, Venöz Dönüş ve D üzenlenm ele­ Kalp Yetersizliği 235
ri 210
Kalp Yetersizliğinde Dolaşım Dinamikleri 235
Kalp Debisinin Dinlenim ve Aktivite Sırasındaki Orta Derecede Kalp Yetersizliğinin Akut Etkileri 235
Normal Değerleri 210 Yetersizliğin Kronik Evresi - Kalp Debisini Kompaıı-
Kalp Debisinin Venöz Dönüşle Kontrolü-Kalbin se Etmede Sıvı Tutulması 236
Frank-Starling Mekanizmasının Rolü 210 Akut Kalp Yetersizliği Sonrası Oluşan Değişiklikle­
Kalp Debisinin Düzenlenmesi Bütün Lokal Kan rin Özeti - “Kompaııse Kalp Yetersizliği” 237
Akımı Düzenlenmelerinin Toplamıdır - Lokal Ağır Kalp Yetersizliğinin Dinamiği - D ekom panse
Kan Akımının Çoğunu Vücut M etabolizması Dü­ Kalp Yetersizliği 237
zenler 211 Tek Taraflı Sol Kalp Yetersizliği 239
Kalbin Ulaşabileceği Kardiyak Debi Sınırlıdır - Bu, Düşük - Debili Kalp Yetersizliği - Kardiyojenik Şok
Kalp Debisi Eğrisinde Plato Düzeyine Neden Olur 239
212 Kalp Yetersizliği Olan Hastalarda Ödem 239
Kalp Debisinin Kontrolünde Sinir Sisteminin Rolü Kalp Yedeği (Kardiyak Rezerv) 241
Nedir? 212 Ek 241
Patolojik Olarak Yüksek ve Düşük Kalp Debileri 213 Kalp Yetersizliğinin Analizi İçin K antitatif Grafik
Yüksek Kalp Debisi Hemen Hemen D aima Azalmış Metodu 241
Total Periferik Direnç Nedeniyle Görülür 213
Düşük Kalp Debisi 214
BÖLÜM 23
Kalp Debisi Düzenlenmesinin Daha Kantitatif Ana­
lizi 214 Kalp Kapakları ve Kalp Sesleri; Valvü ler ve
Kantitatif Analizlerde Kullanılan Kalp Debisi Eğri­ Konjenital Kalp D efektlerin in D inam iği 2 45
leri 215 Kalp Sesleri 245
Venöz Dön üş Eğrileri 215 Normal Kalp Sesleri 245
Eş zam anlı Kalp Debisi ve Venöz Dönüş Eğrilerinin Kapak Lezyon ları 24 7
Kullanılmasıyla Kalp Debisinin ve SağAtriyıım Valvüler Kalp Hastalığında Anormal Dolaşım Dina­
Basıncının Analizi 218 miği 248
Kalp Debisini Ölçme Yöntemleri 220 Aort Stenozıı ve Aort Yetersizliğinde Dolaşım Dina­
Kalbin Elektromanyetik veya UltrasonikAkımölçer- miği 248
ler ile Ölçülen Nabızlı Debisi 220 Mitral Stenozıı ve Mitral Regürjitasyonıınun D ina­
Kalp Debisinin Oksijen Fick Yöntemi ile Ölçülmesi miği 248
220 Kapak Lezyonıı Olan Hastalarda Egzersiz Sırasın­
İndikatör Seyreltme Yöntemi 221 daki Dolaşım Dinamiği 249
Konjenital Kalp Defektlerinde Anormal Dolaşım Di­
BÖLÜM 21 namiği 249
Egzersizde Kas Kan Akım ı ve K ardiyak Debi; PatentDııktus Arteriyozus-Soldan Sağa Şant 249
K oroner Dolaşım ve İskemik Kalp Hastalığı Fallot Tetralojisi - Sağdan - Sola Şant 251
223 Konjenital Anomalilerin Nedeni 251
Kalp Cerrahisi Sırasında Vücut Dışı (Ekstıakoıporal)
iskelet Kaslarında Kan Akımı ve Egzersiz Sırasında Dolaşımın Kullanılması 251
Düzenlenmesi 223 Valvüler ve Konjenital Kalp Hastalıklarında Kalp Hi-
Kaslarda Kan Akımının Hızı 223 pertrofisi 252
İskelet Kaslarında Kan Akımının Kontrolü 223
Egzersiz Sırasında Dolaşımın Yeniden Ayarlanması BÖLÜM 24
224 Dolaşım Şoku ve Tedavisinin Fizyolojisi
Koroner Dolaşım 226
253
Koroner Kan Akımının Fizyolojik Anatomisi 226
Normal Koroner Kan Akımı 226 Şokun Fizyolojik Nedenleri 253
Koroner Kan Akımının Kontrolü 227 Kalp Debisi Azalmasına Bağlı Dolaşım Şoku 253
Kalp Kası Metabolizmasının Özel Nitelikleri 228 Kan Debisi Azalmaksızın Oluşan Dolaşım Şoku
İskem ik Kalp Hastalığı 229 253
Akut Koroner Tıkanmayı İzleyen Ölüm Nedenleri Dolaşım Şokunda Artery'el Basınç Ne Olur? 253
230 Nedeni Ne Olursa Olsun Dolaşım Şokunun Son Ev­
Akut Miyokard Infarktüsiinün İyileşme Aşamaları resi Doku Harabiyetidir 253
231 Şokun Evreleri 254
Miyokard İnfarktiisünün İyileşmesinden Sonra Hipovolemi Nedeniyle Oluşan Şok-Hemorajik Şok
Kalp Fonksiyonu 232 254
16 İçindekiler

Kaybedilen Kan Hacminin Kalp Debisi veArteryel Faktörleri 276


Basınçla İlişkisi 254 Vücudun "Potansiyel Boşluklarındaki” Sunlar 277
İlerleyici Olmayan ve İlerleyici H em orajik Şok 255
Geri dönüşsüz (lrreversibl) Şok 258 BÖLÜM 26
Plazma Kaybına Bağlı Hipovolemik Şok 259 B öbreklerde İdrar Oluşumu: 1. G lom erü ler
Travmaya Bağlı Hipovolemik Şok 259 Filtrasyon, Böbrek Kan A kım ı ve K ontrolleri
Nöıojenik Şok - Vasküler Kapasitenin Artması 259
279
Anafüaktik Şok ve Histamin Şoku 259
Septik Şok 260 Homeostaziste Böbreklerin İşlevi 279
Şokta Tedavinin Fizyolojisi 260 Böbreklerin Fizyolojik Anatomisi 280
Yerine Koyma Tedavisi 260 Böbreklerin ve Üriner Yolların Genel Organizasyo­
Şokun Sem patom im etikİlaçlarla Tedavisi - Bazen nu 280
Yararlı, Bazen Değildir. 261 Böbreğin Kanlanması 281
Diğer Tedaviler 261 Böbreğin Fonksiyonel Birimi Olan Nefroıı 281
Dolaşım Durması 261 Glomerüler Filtrasyon, Tiibüler Geri Emilim ve Tü-
Dolaşım Durmasının Beyne Etkisi 261 büler Sekıesyon Sonucu İdrar Oluşumu 282
Değişik Maddelerin Filtrasyon, Geri Emilim ve Sek-
resyonıı 283
ÜNİTE V Glomerüler Filtrasyon-ldrar Oluşumunda İlk Basa­
B ö brekler ve Vücut Sıvıları mak 284
Glomerüler Filtratm Bileşimi 284
BÖLÜM 25 GFR, Böbrek Plazma Akımının Yaklaşık Yüzde 20’si
V ücut Sıvı Kompartmanları:Hücreiçi ve Hüere- Kadardır 284
dışı Sıvılar; Hücrelerarası Sıvı ve Ö dem 2 64 Glomerüler Kapiller Meınbran 284
Glomerüler Filtrasyon Hızını Belirleyen Faktörler
Sıvı Alınması ve Atılması Sabit Koşullarda Dengede 286
Olmalıdır 264 Glomerüler Kapiller Sabitesi (Kf)'ııin Artması,
Alman Günlük Su Miktarı 264 GFR'yi Artırır 286
Vücut Suyunun Günlük Kaybı 264 Boıvman Kapsülünde Hidrostatik Basıncın Artması
Vücut Sıvı Kompartmanları 265 GFR'yi Azaltır 287
Hücıeiçi (Intraseliiler) Sıvı Kompaı tmam 265 Glomerüler Kapiller Kolloid Osmotik Basınç Artma­
Hücredışı (Ekstraselüler) Sıvı Kompartmanı 266 sı GFR'yi azaltır 287
Kan Hacmi 266 Glomerüler Kapiller Hidrostatik Basınç Artması
Hücredışı ve Hiicreiçi Sıvıların Bileşimleri 266 GFR’yi Artırır 287
Hücrelerarası Sıvı ve Plaz/rianın İyonik Bileşimi Ay­ Böbrek Kan Akımı 288
nıdır 266 Böbrek Kan Akımını Belirleyen Faktörler 288
Hiicreiçi Sıvısının Önemli Bileşenleri 267 Böbrek Korteksinin Kan Akınıı ile Karşılaştırıldığın­
Çeşitli Vücut Sıvı Kompartmanlarında Sıvı Hacimle­ da Böbrek Medüllasının Vaza Rektasıııda Kan
rinin Ölçümü: lndikatör-Seyreltme Kuralı 268 Akınıı Çok Azdır 289
Özel Vücut Sıvı Kompartmanlarının Hacimlerinin Böbrek Kan Akımının ve Glomerüler Filtrasyonun
Belirlenmesi 268 Fizyolojik Kontrolü 289
Hiicreiçi ve Hücredışı Sıvılar Arasında Sıvı Değişimi Sempatik Sinir Sistemi Aktivasyonu GFR’yi Azaltır
ve Osmotik Dengenin Düzenlenmesi: 269 289
Osmoz ve Osmotik Basıncın Temel İlkeleri 269 Böbrek Dolaşımının Hormonal ve Otokoid Kontro­
Hücıeiçi ve Hücredışı Sıvılar Arasında Osmotik lü 289
Dengenin Korunması 271 Kan Akımının ve GFR’nin Otoıegülasyonu 290
Anormal Durumlarda Hiicreiçi ve Hücredışı Sıvıla­ Renal Itrahta Aşırı Değişmelerin Önlenmesinde
rın Osmolalitesi ve Hacimleri 272 GFR Otoregülasyonunun Önemi291
Hücredışı Sıvısına Tuz Çözeltisi Verilmesinin Etkile­ GFR Otoregülasyonıında Tübüloglonıeriiler Feed-
ri 272 back'in Rolü 291
Beslenme Amacı İle Verilen Glikoz ve Diğer Solüs­ GFR’nin ve Böbrek Kan Akımının Miyojenik Otoıe-
yonlar 273 gülasyonu 293
Sıvı Hacminin Düzenlenmesinde Klinik Bozukluk­ Böbrek Kan Akımını ve GFR'yi Artıran Diğer Fak­
lar: Hiponatremi ve Hipernatremi 273 törler: Yüksek Protein Diyeti ve Kan Glikozunun
Hiponatremi Nedenleri: Su Fazlalığı veya Sodyum Artması 293
Kaybı 274
Hipernatremi Nedenleri: Su Kaybı veya Sodyum BÖLÜM 27
Fazlalığı 274 Böbreklerde İdrar Oluşumu: II. G lom erüler
Ödem: Dokularda Aşırı Sıvı Toplanması 274
Filtratın Tübüllerde İşlenmesi 2 9 5
Hiicreiçi Ödem 274
Hücredışı Ödem 274 Böbrek Tiibülleri Tarafından Geri Emilim ve Salgıla­
Normal Koşullarda Ödemi Engelleyen Güvenlik ma 295
İçindekiler 17

Tiibüler Geri Emilim Seçicidir ve Miktar Olarak m otik Olmasına ve Konsantre İdrar Oluşumuna
Fazladır 295 Katkısı 318
Tiibüler Geri Emilim Pasif ve Aktif Mekanizmaları Vaza Rektadaki Ters Akım Değişimi Renal Medıılla-
Kapsar 295 nnı Hiperosnıolaritesini Korur 31 9
A ktif Taşıma 296 İdrarı Konsantre Etme Mekanizması ve Tübiillerin
Osmoz ile Su Geri Emilimi Başlıca Sodyum Geri Farklı Segmentlerinde Osmolarite Değişiklikleri­
Emilimi ile Eşleşir 299 nin Özeti 320
P asif Difiizyonla Kloriir, Üre ve Diğer Maddelerin Böbreklerde İdrarın Konsantrasyonunu ve Sulandı­
Geri Emilimi 300 rılmasının Hesaplanması: "Serbest Su" ve Osmo-
Nefronun Değişik Kısımlarından Geri Emilim ve lar Klirensler 321
Salgılama 300 İdrarı Yoğunlaştırma Mekanizması Bozuklukları 322
Proksinıal Tübiilde Geri Emilim 300 Ekstraselüler Sıvı Osmolaritesi ve Sodyum Konsant­
Henle Kıvrımından Soliit ve Su Taşınması 302 rasyonunun Kontrolü 322
Distal Tiibül 303 Plazma Sodyum Konsantrasyonundan Plazma Os-
Distal Tübiilün Son Kısınılan ve Kortikal Toplayıcı molaritesinin Tayini 322
Tiibül 303 Osmoreseptör-ADH Feedback Sistemi 323
Mediiller Toplayıcı Kanal 304 Hipotalamusun Sııpraoptik ve Paraventrikiiler Çe­
Farklı Solütlerin Farklı Tiibül Bölgelerindeki Yo­ kirdeklerinde ADH Sentezi ve Arka Hipofizden
ğunluklarının Özeti 304 ADH Serbestlenmesi 323
Tiibüler Geri Emilimin Düzenlenmesi 305 ADH seıbestlenmesinin Azalmış Arteıyel Basınç
Glomerülotiibüler Denge-Artan Tiibüler Yüke Yanıt ve/veya Azalmış Kan Hacmi Tarafından Kardiyo-
Olarak Tübiillerin Geri Emilim Hızım Artırma vaskiiler Refleks Uyarımı 324
Yeteneği 305 ADH Sekresyonunu Uyarmada Kardiyovaskiiler
Peritiibüler Kapiller ve Böbrek Interstisyel Sıvısının Refleksler ve Osnıolariteniıı K antitatif Önemi
Fiziksel Kuvvetleri 306 324
Arteryel Basıncın Çıkan İdrar Hacmine Etkisi: B a­ ADH Salgılanmasında Diğer Uyaranlar 324
sınç- Natriiirez ve Basınç-Diiirez Mekanizmaları Ekstraselüler Sıvı Osmolaritesinin ve Sodyum Kon­
308 santrasyonunun Kontrolünde Susamanın Rolü
Tiibüler Geri Emilimin H orm onal Kontrolü 308 325
Sempatik Sinir Sistemi Aktivasyonu Sodyum Geri Merkezi Sinir Sistemi Susama Merkezleri 325
Emilimini Artırır 309 Susamanın Uyarılması 325
Böbrek Fonksiyonlarını Ölçmek İçin Klirens Yön­ İçmenin Osmolar Uyarımı İçin Eşik Değer 326
temlerinin Kullanılması 309 Ekstraselüler Sıvı Osmolaritesi ve Sodyum Konsant­
İnsiilin Kliretısi GFR H esaplanmasında Kullanıla­ rasyonunun Kontrolünde Osmoreseptör-ADH ve
bilir 310 Susama M ekanizmalarının Entegre Edilmiş Ya­
PAH Klirensi, Böbrek Plazma Akımını Ölçmede Kul­ nıtları 326
lanılabilir 311 Ekstraselüler Sıvı Osmolaritesi ve Sodyum Yoğunlu­
Filtrasyon Fraksiyonu, GFR’nin Böbrek Plazma Akı­ ğunun Kontrolünde Anjiyotensin II ve Aldostero-
m ına Bölünmesi ile Hesaplanabilir 311 nııtıRolü 327
Böbrek Klirensleriııden Tübiiler Geri Emilimin veya Ekstraselüler Sıvı Sodyum Konsantrasyonu ve Hac­
Sekresyonıın Hesaplanması 311 minin Kontrolünde Tuz-lştahı 327

BÖLÜM 28 BÖLÜM 29
Ekstraselüler Sıvı Osm olaritesi ve Sodyum Ekstraselüler Sıvı Hacmi ve Kan Hacminin
Konsantrasyonu Düzenlenmesi 313 Kontrolünde Renal M ekanizm aların E n teg ­
Böbrek Fazla Suyu Dilüe İdrar Oluşturarak Atar 313 rasyonu; Potasyum, Kalsiyum, Fosfat ve
Aııtidiüretik hormon İdrar Konsantrasyonunu M agnezyum un Renal Düzenlenmesi 329
Kontrol Eder 313 Sodyum ve Su Atımını Düzenleyen Kontrol Meka­
Sulandırılmış İdrar Çıkarılmasının Renal Mekaniz­ nizmaları 329
m aları 313 Sabit denge koşullarında sodyum atımıyla atımı
Böbrekler Konsantre İdrar Oluşturarak Suyun Vü­ hassas bir şekilde eşleştirilir 329
cutta Tutulmasını Sağlarlar 315 Sodyumun Atımı Glomeriiler Filtrasyon veya Tabii­
Zorunlu İdrar Hacmi 315 ler Sodyum Reabsorbsiyoıı Hızlarındaki Değişik­
Konsantre İdrar Atılması İçin Gerekenler- Yüksek likler Tarafından Kontrol Edilir 329
ADH Seviyeleri ve Hiperosmotik Renal Medıılla Vücut Sodyum ve Sıvı Dengesinin Korunmasında
315 Basınç Natriürezinin ve Basınç Diüıezinin Öne­
Zıt Akım M ekanizması Hiperosmotik Renal Medul- mi 330
la lnterstisyıımu Oluşturur 315 Basınç Natriiirezi ve Diiirezi Vücut Sıvı Hacimlerini
Konsantre İdrar Çıkarılmasında Toplayıcı Kanallar ve Arter Basıncını Düzenlemede Bir Renal-Vilcııt
ve Distal Tübiilün Rolü 317 Sıvı Feedback Sisteminin Anahtar Elemanlarıdır
Ürenin Renal Medıılla Interstisyumunıın Hiperos­ 330
18 İçindekiler

Kan Hacmi ve Ekstraselüler Sıvı Hacmi Düzenlen­ Bikarbonat Tampon Sisteminin Kantitatif D inam i­
mesinin İnce Ayarı 331 ği 348
Ekstraselüler Sıvının İntertisyel Alanlar ve Damar Fosfat Tampon Sistemi ve Intraseliiler Tampon ve
Sistemi Arasında Dağılımı 332 Böbrek Tübüler Sıvı Tamponu Olarak önem i 350
Sinirsel ve Hormonal Faktörler Renal-Vücut Sıvı Fe­ Proteinler Önemli Intıaselüler Tamponlardır 350
edback Kontrolünün Etkinliğini Artırır 332 İzohidrik Kural: Ortak Bir Solüsyondaki Tüm Tam­
Reııal Atımın Sempatik Sinir Sistemi ile Kontrolü: ponlar Aynı Hidrojen İyon Konsantrasyonu ile
Arteıyel Baroreseptör ve Düşiik-Basınç Gerim Re­ Dengededir 350
septör Refleksleri 332 Asit-Baz Dengesinde Solunumsal Düzenleme 351
Renal Atımın Kontrolünde Anjiyotensin H’nin Rolü C02’in Akciğerler Yoluyla Uzaklaştırılması Metabo-
333 lik C02 Oluşumunu Dengeler 351
Renal Atımın Kontrolünde Aldosteronun Rolü 334 Artan Alveoler Ventilasyon, Ekstraselüler Sıvı Hidro­
Renal Atımın Kontrolünde ADH’nın Rolü 334 jen lyoıı Konsantrasyonunu Azaltır ve pH’vı Yük­
Renal Atımın Kontrolünde Atriyal Natriiiretik Pep- seltir 351
tidin Rolü 335 Artan Hidrojen lyoıı Konsantrasyonu Alveoler Ven-
Sodyum Alıntındaki Değişikliklere Entegre Edilmiş tilasyonu Uyarır 351
Yanıtlar 335 Asit-Baz Dengesinin Böbrekler Tarafından Kontrolü
Kan Hacmi ve Ekstraselüler Sıvı Hcminde Büyük Ar­ 352
tışlara Neden Olan Durumlar 335 Böbrek Tübiillerinden Hidrojen İyonlarının Salgı­
Kalp Hastalıklarının Neden Olduğu Artmış Kan lanması ve Bikarbonat İyonlarının Geri Emilimi
Hacmi ve Ekstraselüler Sıvı Hacmi 335 353
Yüksek Dolaşım Kapasitesinin Neden Olduğu Kan Hidrojen İyonları Tübüllerin Başlangıç Bölüm le­
Hacmi Artışı 336 rinde Sekonder A ktif Transport ile Salgılanır
Normal Kan Hacmi Değerlerinde Olup Ekstraselüler 353
Sıvı Hacminde Büyük Artışlara Neden Olan Du­ Filtre Edilen Bikarbonat İyonları Tiibüllerdeki Hid­
rumlar 336 rojen İyonları ile Etkileşim Sonucu Geri Emilirler
Nefrotik Sendrom-ldrarla Plazma Proteinlerinin 354
Kaybı ve Böbreklerin Sodyum Tutması 336 Distal Tübüllerin Son Bölümleri ve Toplayıcı Ka­
Karaciğer Sirozu-Karaciğerde Plazma Proteinleri nallardaki lnterkale Hücrelerde Hidrojen iyonla­
Sentezinin Azalması ve Böbrekler Yoluyla Sod­ rının Primer A ktif Salgılanması 355
yum Tutulması 336 Fazla Hidrojen İyonlarının Tübüllerde Fosfat ve
Potasyum Atımı ve Ekstraselüler Sıvıda Potasyum Amonyak Tamponları İle Birleşmesi-Yeni Bikar­
Konsantrasyonunun Düzenlenmesi 336 bonat İyonlarının Oluşumu İçin Bir Mekanizma
Potasyumun İç Dağılımının Düzenlenmesi 337 355
Renal Potasyum Atımına Genel Bir Bakış 338 Fazla Hidrojeni idrara Taşıyan ve Yeni Bikarbonat
Distal Tübüllerin İleri Bölümleri ve Kortikal Topla­ Oluşturan Fosfat Tampon Sistemi 356
yıcı Kanallardaki Esas Hücrelerde Potasyum Sek- Amonyak Tampon Sistemi Tarafından Fazla Hidro­
resyoııu 339 jen İyonu Atılması ve Yeni B ikarbonat Oluşumu
Potasyum Sekresyonunu Düzenleyen Faktörlerin 356
Özeti: Plazma Potasyum Konsantrasyonu, Aldos­ Renal Asit-Baz Atımının Hesaplanması 357
teron, Tiibüler Akım Hızı ve Hidrojen lyonıı Renal Tübüler Hidrojen İyon Salgılanmasının Dü­
339 zenlenmesi 357
Renal Kalsiyum Atımı ve Ekstraselüler Kalsiyum Asidozun Renal Düzeltilmesi-Hidrojen İyon Atımı­
iyon Konsantrasyonunun Kontrolü 342 nın Artışı ve Ekstraselüler Sıvıya Bikarbonat İyo­
Kalsiyum Atımının Böbrekler Tarafından Kontrolü nu İlavesi 358
343 Asidoz Böbrek Tübüler Sıvısındaki HCOf IH + Ora­
Renal Fosfat Atımının Düzenlenmesi 343 nını Azaltır 358
Renal Magnezyum Atımı ve Ekstraselüler Magnez­ Alkalozun Renal Düzeltilmesi-Hidrojen İyonlarının
yum İyon Konsantrasyonunun Kontrolü 344 Tübüler Sekresyoııunun Azalışı ve Bikarbonat
iyonlarının Atımının Artışı 359
Alkaloz Böbrek Tübüler Sıvısındaki HC03- /H+
BÖLÜM 30
Oranını Artırır 359
Asit-Baz Dengesinin Düzenlenmesi 346
Asit-Baz Dengesi Bozukluklarının Klinik Nedenleri
Hidrojen İyon Konsantrasyonu Hassas Olarak Dü­ 359
zenlenmektedir 346 Azalan Ventilasyon ve Artan PC02 Nedeniyle Olu­
Asit ve Bazlaı -Tanımları ve Anlamları 346 şan Solunumsal Asidoz 359
Hidrojen iyon Konsantrasyonundaki Değişimlere Solunumsal Alkaloz Ventilasyonun Artması ve
Karşı Savunma: Tamponlar, Akciğerler ve Böb­ PC02’nın Azalması Sonucu Oluşur 359
rekler 347 MetabolikAsidoz Ekstraselüler Sıvı Bikarbonat
Vücut Sıvılarında Hidrojen İyonlarının Tamponlanması Konsantrasyonunun Azalması Sonucu Oluşur
347 360
Bikarbonat Tampon Sistemi 348 Metabolik Alkaloz Ekstraselüler Sıvı Bikarbonat
İçindekiler 19

Konsantrasyonunun Artması Sonucu Oluşur. Kronik Böbrek Yetersizliğinin Bir Nedeni Olarak
360 Böbrek Interstisyum Hasan-Piyelonefrit 373
Asidoz veya Alkaloz Tedavisi 360 Nefrotik Sendrom-Artmış Glonıerüler Permeabiüte
Asit-Baz Bozukluklarının Analizi ve Klinik Ölçümler Sonucunda İdrarda Protein Atılması 373
361 Kronik Böbrek Yetersizliğinde Anormal Nefroıı
Karışık Asit-Baz Bozuklukları ve Tanı için Asit-Baz Fonksiyonu 373
Nomogramının Kullanımı 361 Böbrek Yetersizliğinin Vücut Sıvılarına Etkisi-Üremi
Asit-Baz Bozukluklarının Tanısında Anyon Farkı­ 375
nın Kullanılması 362 Hipertansiyon ve Böbrek Hastalıkları 376
Özgül Tübüler Bozukluklar 377
BÖLÜM 31 Böbrek Yetersizliğinin Yapay Böbrek İle Diyaliz Yapı­
M iksiyon, D iü retikler ve Böbrek Hastalıkları larak Tedavisi 377
364
Miksiyon 364 ÜNİTE VI
İdrar Kesesinin Fizyolojik Anatomisi ve Sinirsel Bağ­
Kan Hücreleri, Bağışıklık ve Kan Pıhtılaşması
lantıları 364
İdrar Kesesinin Inervasyonıı 364 BÖLÜM 32
İdranın Üreterler İle Böbrekten İdrar Kesesine Akta­ Alvuyarlar, Anem i ve Polisitemi 382
rılması 364
İdrar Kesesinin Dolması ve Kese Duvarı Tonusu; Sis- Alyuvarlar (Eritrositler) 382
tometrogram 365 Alyuvarların Üretimi 382
Miksiyon Refleksi 366 Hemoglobin Yapımı 386
Bey'in Tarafından Miksiyonuıı Kolaylaştırılması ve­ Demir Metabolizması 387
ya İıılıibisyonu 366 Alyuvarların Yıkımı 389
Miksiyon Anomalileri 366 Anemiler 389
Diüretikler ve Etki Mekanizmaları 367 Aneminin Dolaşım Sistemine Etkileri 390
Ozmotik Diüretikler Tiibüler Sıvıda Ozıııotik B a­ Polisitemi 390
sıncı Artırarak Su Reabsorbsiyonuııu Azaltırlar Polisiteminiıı Dolaşım Sistemine Etkileri 390
367
Kulp (Heııle Kulbu) Diiiretikleri Henle'nin Kalın Çı­ BÖLÜM 33
kan Kolunda A ktif Sodyuııı-Klorür-Potasyum Re- Vücudun Enfeksiyonlara Direnci: I. Lokosit-
absorbsiyoııunu Azaltır 368 ler, Granülositler, M onosit-M akrofaj Sistemi
Tiazid Diüretikler Distal Tübüllerin Başlangıcında ve İnflam asyon392
Sodyıım-Klorür Geri Emilimin i Inhibe Ederler
368 Lökositler (Akyuvarlar) 392
Karbonik Anlıidraz lıılıibitörleri Proksimal Tübiil- Lökositlerin Genel Özellikleri 392
leıde Sodyııın-Bikarbonat Geri Emilimini Bloke Lökositlerin Oluşumu 392
Ederler 368 Akyuvarların Yaşam Süresi 393
Aldosteronuıı Yarışmacı (Koıııpetetif) lıılıibitörleri Nötıofillerin ve Makrofajların Savunma Özellikleri
Koı tikal Toplayıcı Tübiilleıde Sodyum Geri Emi- 393
limiııi ve Potasyum Salgılanmasını Azaltır 368 Fagositoz 394
Toplayıcı Tübiillerdeki Sodyum Kanallarım Bloke Monosit - Makrofaj Sistemi (Retiküloendotelyal Sis­
Eden Diüretikler Sodyum Geri Emilimini Azaltır tem) 395
368 İnflamasyon, Nötrofıl ve Makrofajların Fonksiyonu
Böbrek Hastalıkları 369 397
Akut Böbrek Yetersizliği 369 inflamasyon 397
Böbrekle Kan Akımı Azalması Sonucu Oluşan Pıe- İnflamasyon Sırasında Makrofaj veN ötrofil Yanıt­
renal Akut Böbrek Yetersizliği 369 ları 397
Böbrekteki Anomalilerin Neden Olduğu İııtrarenal Eoziııofiller 399
Akııt Böbrek Yetersizliği 369 Bazofiller 399
Alt Üriner Kanalın Anomalilerinin Neden Olduğu Lökopeni 399
Post renal Akın Böbrek Yetersizliği 3 70 Lösemiler 400
Akut Böbrek Yetersizliğinin Fizyolojik Etkileri 370 Löseminin Vücuttaki Etkileri 400
Kronik Böbrek Yetersizliği: Fonksiyonel Nefı onların
Sayısında Geri Dönüşümsiiz Azalma 371 BÖLÜM 34
Soıı-Dönem Böbrek Hastalığına Yol Açan Kronik Vücudun Enfeksiyona Direnci: II. Bağışıklık
Böbrek Yetersizliğinin Kısır Döngüsü 371 ve Alerji 402
Kronik Böbrek Yetersizliğinin Bir Nedeni Olarak
Böbrek Damarlarının Hasarı 371 Doğal Bağışıklık (İmmtinite) 402
Kronik Böbrek Yetersizliğinin Bir Nedeni Olan Glo- Edinsel Bağışıklık 402
merüllerin Hasarı-Glomerülonefrit 372 Edinsel Bağışıklığın Temel Tipleri 402
20 İçindekiler

Edinsel Bağışıklığın Her İki Türü de Antijenler Ta­ VII, Faktör IX ve Faktör X Azalması 426
rafından Başlatılır 402 Hemofili 426
Lenfositler Edinsel Bağışıklığın Temelidir 403 Tronıbositopeni 426
T ve B Lenfositlerin Ön-îşlenmesi 403 İnsanda Tromboembolik Durumlar 427
T Lenfosit ve B Lenfosit Antikorlarının Antijenlerini Femoral Veııöz Tromboz ve M asif Pıılmoner Emboli
Çok Özgül Olarak Tanıması-Lenfosit Klonlarının 427
Rolü 404 Yaygın Damariçi Pıhtılaşma 427
Çok Sayıda Lenfosit Klonunun Kökeni 405 Klinik Kullanımda Antikoagülanlar 428
B Lenfosit Sisteminin Özgül Yaııları-Hümöral Bağı­ Intravenöz Antikoagiilan Olarak Heparirı 428
şıklık ve Antikorlar 405 Antikoagülaıı Olarak Kumarinler 428
T Lenfosit Sisteminin Özellikleri-AktifT Hücreleri Kanın Vücut Dışında Pıhtılaşmasının Önlenmesi
ve "Hücresel Bağışıklık"408 428
T Hücre Tipleri ve Bunların Farklı İşlevleri 409 Kan Pıhtılaşma Tesüeıi 428
Edinsel Bağışıklık Sisteminin Kişinin Kendi Doku­ Kanam a Zamanı 428
larına Toleransı-Timusta ve Kemik İliğindeki Pıhtılaşma Zamanı 428
önişlem enin Rolü 410 Protrombin Zamanı 429
Aşılama 411
Pasif Bağışıklık 411
Alerji ve Aşırı Duyarlık 411 ÜNİTE VII
A ktif T Hücrelerinin Yol Açtığı Alerji: Gecikmiş Alerji Solunum
Reaksiyonu 411
IgE Antikorları Fazla Olan Alerjik Kişilerdeki Alerji­ BÖLÜM 37
ler 411 A kciğer Ventilasyonu 432

BÖLÜM 35 Solunum Mekaniği 432


Akciğerleri Genişleten ve Daraltan Kaslar 432
Kan G ruplan; Transfüzyon; Doku ve O rgan
Akciğerlerde Havanın İçe ve Dışa Hareketi-Buna
Transplantasyonu 4 13
Neden Olan Basınçlar 432
Antijenite Kanda İmmiin Reaksiyonlara Yol Açar 413 Akciğer Genişlemesi Üzeine Göğüs Kafesinin Etkisi
0-A-B Kan Grupları 413 435
A ve B Antijenleri- Aglütinojenler 413 Solunum "Iş”i 435
Agliitininler 413 Akciğer Hacim ve Kapasiteleri 436
Transfüzyon Reaksiyonlarında Aglütinasyon Süreci Akciğer Hacim Değişikliklerinin Kaydedilmesi -
414 Spirometri 436
Kan Grubu Tayini 414 Akciğer Fonksiyonlarının İncelenmesinde Kullanı­
Rh Kan Grubları 415 lan Kısaltma ve Semboller 437
Rlı İmmiin Yanıtı 415 Fonksiyonel Rezidüel Kapasite, Rezidiiel Hacim ve
Kan Uyuşmazlığına Bağlı Transfüzyon Reaksiyon­ Total Akciğer Kapasitesi Tayinleri - Helyum Di-
ları 416 liisyon Yöntemi 437
Doku ve Organ Nakli (Transplantasyonu) 416 Soluk Hacmi ve Frekansın Çarpımından Solunum
Nakledilen D okuda İmmiin Reaksiyonu Aşma Ça­ Dakika Hacminin Hesaplanması 438
baları 417 Alveoler Ventilasyon 438
ö lü Boşluk ve Alveoler Ventilasyon Üzerine Etkisi
BÖLÜM 36 439
Hem ostaz ve Kan Pıhtılaşması 4 19 Alveoler Ventilasyon Hızı 439
Solunum Yollarının Fonksiyonu 440
Hemostazdaki Olaylar 419 Trakea, Bronşlar ve Bronşiyoller 440
D am ar Spazmı 419 Burnun Solunumdaki Fonksiyonu441
Trombosit Tıkacı Oluşumu 419 Ses Çıkarma (Vokalizasyon) 442
Yırtılan D am arda Kan Pıhtılaşması 420
Fibröz Organizasyon ya da Pıhtının Erimesi 421 BÖLÜM 38
Pıhtılaşma Mekanizması 421 Pulm oner Dolaşım; Pulm oner Ö dem ; Plevra
Protrombinitı TrombineDönüşümü 421
Sıvısı 444
Fibrinojeniıı Fibrine Dönüşümil-Pıhtı Oluşumu
421 Pulmoner Dolaşım Sisteminin Fizyolojik Anatomisi
Pıhtı Oluşumunun Kısır Döngüsü 422 444
Pıhtılaşmanın Başlam ası: Protrombin Aktivatörii Pulmoner Sistemdeki Basınçlar 444
Oluşumu 422 Akciğerlerin Kan Hacmi 445
Normal D am ar Sisteminde Pıhtılaşmanın ön len ­ Akciğerlerde Kan Akımı ve Dağılımı 445
mesi, IntravaskiilerAntikoagülanlar 425 Bölgesel Pulmoner Kan Akımına Akciğerlerdeki Hid­
Kan Pıhtısının Erimesi-Plaznıin 425 rostatik Basınç Farklarının Etkisi 446
İnsanda Aşırı Kanamaya Neden Olan Durumlar 426 Pulmoner Kan Akımının l.,2. ve 3. Bölgeleri 446
KVitamini Eksikliğine Bağlı Protrombin, Faktör Ağır Egzersizde Pulmoner Dolaşım Üzerine Kardi-
İçindekiler 21

y ak Debi Artışının Etkisi 447 Kanda Oksijenin Taşınması 466


Sol Kalp Yetersizliğinin Bir Sonucu Olarak Sol Atri­ Oksijenin Hemoglobinle Geridönüşiimlü Bağlan­
yum Basıncı Yükseldiğinde Pulmoner Dolaşımın ması 466
Fonksiyonu 447 Hemoglobinin Doku Oksijen P02'sine "Tampon”Et­
Pulmoner Kapiller Dinamik 448 kisi 467
Akciğerlerdeki Sıvının Kapiller Değişimi ve Pulmo­ Oksijen-Henıoglobin DisosiyasyonEğrisini Kaydıran
ner Interstisyel Sıvı Dinamiği 448 Faktörler ve Oksijen Taşınmasındaki Önemleri 468
Pulmoner Ödem 449 Oksijenin Hücreler Tarafından M etabolik Kullanı­
Plevra Boşluğundaki Sıvılar 450 mı 469
Çözünmüş Halde Oksijen Taşınması 469
BÖLÜM 39 Hemoglobinin Karbon Monoksitle Birleşmesi-Oksi-
jenin Ayrılması 469
Gaz Değişiminin Fiziksel İlkeleri; Solunum
Karbon Dioksidin Kanda Taşınması 470
M em b ran ların d a Oksijen ve Karbon D ioksit Karbon Dioksidin Kimyasal Taşınma Şekilleri 470
D ifüzyonu 4 52 Karbon Dioksidin Bikarbonat İyonu şeklinde
Difüzyon ve Gaz Parsiyel Basınçlarının Fiziği 452 Taşınması 470
Gaz Difüzyonıınun Moleküller Temeli 452 Karbon Dioksit Disosiyasyon Eğrisi 471
Gaz Karışımındaki Gaz Basınçları-Gazlarııı "Parsi­ Hemoglobinin Oksijenle Bağlanm asında Karbon
yel Basınçları” 452 Dioksidin Serbestlenmesi-C02 Taşınmasını Artır­
Suda ve D okularda Çözünen Gazların Basınçları m ada Haldane Etkisi 4 71
452 Karbon Dioksit Taşınması Süresince Kanda Asidite
Su Buharı Basıncı 453 Değişimi 472
Gazların Sıvılarda Difüzyoııu-Net Difiizyona Ne­ Solunum Bölümü 472
den Olan Basınç Farkı 453
Gazların D okularda Difüzyonu 454 BÖLÜM 41
Alveoler Havanın Bileşimi-Atmosfer Havası ile İliş­ Solunum Regülasyonu 474
kisi 454
Solunum Merkezi 474
Alveollerdeki Oksijen Konsantrasyonu ve Parsiyel
Basıncı 454 Dorsal Solunum Grubu Nöronlarının İnspirasyotı
Alveollerdeki Oksijenin Konsantrasyonu ve Parsiyel ve Solunum Ritminin Düzenlenmesindeki Görev­
Basıncı 455 leri 474
Alveollerde Karbon DioksidinKonsantrasyonu ve Pnömotaksik Merkez İnspirasyotı Süresini Sınırlan­
dırır ve Solunum Frekansını Artırır 475
Parsiyel Basıncı 455
Hem Uıspirasyon Hem de Ekspirasyonda Görev Ya­
Ekspirasyon Havası 456
Solunum Membranında Gazların Difüzyonu 456
pan Ventral Solunum Grubu Nöronlar 475
Solunum M embranında GazlarınDifüzyon Hızını AltPonsta Bir "Apnöstik Merkez”in Bulunma Olası­
lığı 475
Etkileyen Faktörler 457
Akciğerin Genişleme Sinyalleri İle înspirasyoııun Sı­
Solunum Membranından Difüzyon Kapasitesi 458
Ventilasyon-Perfüzyon Oranının Alveoler Gaz Kon­
nırlandırılması- Hering-Breuer Genişleme Ref­
santrasyonu Üzerine Etkisi 460
leksi 475
Solunum Merkezi Aktivitesiniıı Genel Kontrolü 476
P 02-PC02, VAJQ Çizelgesi 460
Solunumum Kimyasal Kontrolü 476
"Fizyolojik Şant”Kavramı (VAJQ
Solunum Merkez Aktivitesiniıı Karbon Dioksit ve
Normalin Altında Olduğunda) 461
Hidrojen İyonları İle Direkt Kimyasal Kontrolü 476
"Fizyolojik Ölü Boşluk”Kavramı (VAJQ
Solunum Aktivitesinin Kontralünde Periferik Kimo-
Normalden Büyük Olduğunda) 461
reseptör Sistemi-Oksijenin Solunum Kontrolün­
Ventilasyon Perfüzyon Oranında Anormallikler 461
deki Rolü 477
Alveoler Ventilasyon Üzerine, PC02, pH ve P 0 2’nın
BÖLÜM 40 Birlikte Etkileri 479
K anda ve Vücut Sıvılarında Oksijen ve Kar­ Egzersizde Solunum Regülasyonu 479
bon Dioksidin Taşınması 4 63 Solunumu Etkileyen Diğer Faktörler 481
Periyodik Solunum 482
Akciğerlerde, Kanda ve Dokularda Oksijen ve kar­
bon Dioksit Basnçları 463 BÖLÜM 42
Oksijenin Pulmoner Kan Yoluyla Alınması 463 Solunum Yetersizliği- F izyopatoloji, Tanı, O k ­
Oksijenin Arteryel Kanda Taşınması 464 sijen Tedavisi 4 84
Oksijenin Periferik Kapillerlerden Doku Sıvısına
Difüzyonu 464 Solunum Anomalilerini İncelem ede Kullanılan
Oksijenin Periferik Doku Kapillerlerinden Doku Yöntemler 484
Hücrelerine Difüzyonu 465 Kan Gazları ve pH'nııı İncelenmesi 484
Karbon Dioksidin Periferik DokuHücrelerinden Do­ Maksimum Ekspirasyon Akımının Ölçülmesi 485
ku Kapillerlerine ve Pulmoner Kapillerlerden Al- Zorlu Ekspirasyon Vital Kapasitesi ve Zorlu Ekspi­
veollere Difüzyonu 465 rasyon Hacmi 486
22 İçindekiler

Özgül Pulmoner Anomalilerin Fizyolojik Özellikleri Sinir Sisteminin Organizasyonu; Sinapslarm


486 Temel Fonksiyonları ve Transm iter M a d d e le r
Kronik Pulmoner Amfizenı 486 512
Pnömoni 488
Atelektazi 488 Sinir Sisteminin Genel Organizasyonu 512
Astım 489 Merkezi Sinir Sistemi Nöronu-Temel Fonksiyonel
Tüberküloz 489 Birim 512
Hipoksi vc Oksijen Tedavisi 490 Sinir Sisteminin Duysal Bölümii-Duysal Reseptörler
Çeşitli Tip Hipoksilerde Oksijen Tedavisi 490 512
Hiperkapni 491 M otorBölüm-Uygıılama (Efektör) Organları 512
Siya naz 491 Bilgilerin tşlenmesi-Sinir Sisteminin "bıtegratif"
Dispne 491 Fonksiyonu 513
Yapay Solunum 492 Bilginin Depolanması-Bellek 514
Merkezi Sinir Sistemi Fonksiyonunun Başlıca Dü­
zeyleri 514
UNITE VIII Medıılla Spiııalis Düzeyi 514
Havacılık, Uzay, Sualtı Dalış Fizyolojisi A11 Beyin ya da Subkortika l Düzey 514
Üst Beyin ya da Kor tikal Düzey 515
BÖLÜM 43 Sinir Sisteminin Bir Elektronik Bilgisayarla Karşılaş­
Havacılık, Yüksek İrtifa ve Uzay Fizyolojisi tırılması 515
4 96 Merkezi Sinir Sistemi Sinapsları 515
Sinaps Tipleri-Kimyasal ve Elektriksel Sinapslar
Düşük Oksijen Basıncının Vücuttaki Etkileri 496 515
Farklı Yüksekliklerde Alveoler P 02 496 Sinapslarm Fizyolojik Anatomisi 516
Çeşitli Yüksekliklerde S a f Oksijen Solunumunun Al­ Sinaptik Transmiterler Olarak Fonksiyon Gören
veoler P 02 Üzerine Etkisi 496 Kimyasal M addeler 519
Hipoksiniıı Akut Etkileri 497 Nöronal Eksitasyon Sırasında Gelişen Elektriksel
Düşük Oksijene Aklimatizasyon 497 Olaylar 521
Yüksek İrtifalarda Yaşayan Yerli Topluluklarda Do­ Nörona1İnlıibisyonda Elektriksel Olaylar 522
ğal Aklimatizasyon 498 Nöronların Eksitasyon unda Dendritleriıı Özel
Yüksek İrtifada İş Kapasitesi: Aklimatizasyoııun Et­ Fonksiyonları 524
kisi 499 Nöronun Eksitasyon Düzeyi ile Ateşleme Hızının
Kronik Dağ Hastalığı 499 İlişkisi 525
Akut Dağ Hastalığı ve Yüksek İrtifada Pulmoner Sinaptik İletinin Bazı Özel Karakteristikleri 525
Ödem 499
Havacılık ve Uzay Fizyolojisinde Akselerasyon Kuv­
vetlerinin Vücuda Etkileri 500 BÖLÜM 46
Sen trifiigal Akselerasyon Kuvvetleri 500 Duyu Reseptörleri; Bilginin İşlenm esinde N ö ­
Doğrusal Akselerasyon Kuvvetlerinin Vücuda Etki­ ron D evreleri 528
leri 501 Duyu Reseptörlerinin Tipleri ve Duyarlı Oldukları
Kapalı Uzay Aracında "Yapay İklim” 502 Duysal Uyaranlar 528
Uzayda Ağırlıksızlık 502 Reseptörlerin Farklı Duyarlıkları 528
Duysal Uyaranların Sinir împulslarına Çevrilmesi
BÖLÜM 44 529
Sualtı Dalış Fizyolojisi ve D iğ er H iperbarik Sinir Sonlam alarında Yerel Akımlar-Reseptör Po­
Koşullar 504 tansiyelleri 529
Reseptörlerin Adaptasyonu 531
Gazların Yüksek Parsiyel Basınçlarının Vücuttaki Et­
Farklı Tiplerde Sinyalleri İleten Sinir Lifleri ve Sinir
kileri 504
Liflerinin Fizyolojik Sınıflandırılması 532
Yüksek Basınçlarda Oksijen Toksisitesi 504
Sinir Traktuslarında Farklı Şiddette Sinyallerin lleti-
Yüksek Basınca Maruz Kalan Dalgıcın Dekompres-
mi-Spasiyal ve Temporal Sumasyon 533
yonıı 506
Scuba (Suciğeri) İle Dalış (Self-Contained Underwa­ Nöron Havuzlarında Sinyallerin İletilmesi ve İşlenmesi
ter Breathing Apparatus) 508 533
Denizaltılarda Özel Fizyolojik Problemler 508 Sinyallerin Nöron Havuzlarındaki Duraklardan
Hiperbarik Oksijen Tedavisi 509 Geçişi 534
Bir Nöron Havuzunda Sinyalin Uzatılması - "Ard-
deşarj" 536
ÜNİTE IX Nöronal Devrelerin Kararlılık ve Kararsızlığı 538
Sinir Sistemi: A .G enel İlkeler ve Duysal Fiz­ Sinir Sisteminin Fonksiyonlarının Kararlılığını
Sağlayan İnhibitör M ekanizmalar 538
yoloji
Sinir Sisteminde Kararlılık Sağlama Yönünden Si­
BÖLÜM 45 naps Yorgunluğu 538
İçindekiler 23

BÖLÜM 47 Brown-Seqııard Sendromu 560


Som atik Duyular: I. Genel Organizasyon; D o­ Başağrısı 560
kunma ve Durum Duyuları 540 tntrakranyal Kaynaklı Başağrısı 560
Ekstrakıanyal Tip Başağrısı 561
Som atik Duyuların Sınıflandırılması 540 Termal Duyular 561
Dokunma Duyularının Algılanması ve İletimi 540 Termal Reseptörler ve Bunların Uyarılması 561
Vibrasyonun Algılanması 541 Termal Sinyallerin Sinir Sisteminde İletimi 562
Gıdıklanma ve Kaşınma 542
Somatik Uyarıları Merkezi Sinir Sistemine İleten
Duysal Yollar 542 ÜNİTE X
Dorsal Koloıı-Medyal Lenıniskal Sistem 542 Sinir Sistemi: B. Özel Duyular
Anterolateral Sistem 542
BÖLÜM 49
Dorsal Kolon-Medyal Lemniskal Sistemde İleti 542
Dorsal Kolon-Medyal Lemniskal Sistemin Anatomi­ Göz: I. Görm e O p tiğ i 566
si 542 Optiğin Fiziksel İlkeleri 566
Som atik Duysal Korteks 544 Işığın Kırılması 566
Som atik Duysal Asosiyasyon Alanları 546 Kırılma ilkelerinin Merceklere Uygulanması 566
Dorsal Kolon-Medyal Lemniskal Sistemdeki Sinyal Bir Merceğin Odak Uzaklığı 567
iletisinin Tüm Özellikleri ve Analizi 546 Dışbükey (Konveks) Mercekte Görüntü Oluşumu
Duysal Uyaran Şiddetinin Yorumu 548 568
Uyaran Şiddetinin Değerlendirilmesi 548 Merceğin Kırma Gücünün Ölçümii-Diyoptri 569
Durum (Pozisyon) Duyuları 548 Göz Optiği 569
Kaba Dokunma Sinyallerinin Anterolateral Yolda Bir Fotoğraf Makiııası Olarak Göz 569
İletilmesi 549 Akonıodasyon Mekanizması 570
Anterolateral Yolun Anatomisi 549 Pupilla Çapı 571
Somatik Duysal Fonksiyonun Bazı Özel Durumları Kırma Kusurları 571
550 Görme Keskinliği 573
Som atik Duyuda Talamusun Fonksiyonu 550 Bir Nesnenin Gözden Uzaklığının Belirleıımesi-De-
Duysal Duyarlığın Kortikal Kontrolü - “Kortikofii- rinlikAlgısı 574
g al” Sinyaller 550 Oftalmoskop 574
Duyuların Segnıeııter Alanları - Dermatomlar 551 Gözün Sıvı Sistemi-Göziçi Sıvıları 575
Hunıör Aköziin Silyer Cisimler Tarafından Üretimi
BÖLÜM 48 575
Som atik Duyular: II. A ğrı, Başağrısı ve Ter­ Hıımör Aköziin Gözden Dışarı Akışı 576
mal Duyular 552 Göziçi (lııtraoküler) Basıncı 576
Ağrı Tipleri ve Nitelikleri-Hızlı Ağrı ve Yavaş Ağrı 552
BÖLÜM 50
Ağrı Reseptörleri ve Bunların Uyarılması 552
Ağrı Nedeni Olarak Doku Hasar Derecesi 553 Göz: II. Retinanın R eseptör O larak ve Sinir­
Ağrı Sinyallerinin Merkezi Slinir Sistemine İkili İleti­ sel İşlevi 578
ı
mi 553 Retinanın Anatomisi ve Yapı Elemanlarının İşlevi
Omurilik ve Beyin Sapında İkili Ağrı Iletimi-Neos- 578
pinotalam ik Yol ve Paleospinotalam ik Yol 554 Görmenin Fotokimyası 579
Beyin ve Medulla Spinaliste Ağrının Bastırılma Rodopsin-Retinal Görme Döngüsü ve Basillerin
(“Analjezi") Sistemi 555 Uyarılması 580
Beynin Opiat Sistemi-Endorfin ve Enkefalinler 556 Retina Duyarlığının Otomatik Diizenlenmesi-Ay-
Ağrı iletiminin Dokunm a Duysal Sinyalleri ile lıılıi- dınlığa ve Karanlığa Uyum 582
bisyonu 557 Renkli Görme 584
Ağrının Elektriksel Stimulasyon İle Tedavisi 557 Renk Saptamanın Üç -renk Mekanizması 584
Yansıyan Ağrı 557 Renk Körlüğü 584
Viseral Ağrı 557 Retinanın Sinirsel İşlevi 586
Gerçek Viseral Ağrının Nedenleri 557 Retinanın Sinirsel Devresi 586
İç Organ Hasarının Neden Olduğu Pariyetal Ağrı Gangliyoıı Hücreleri 588
558 Gaııgliyon Hücrelerinin Uyarılması 588
Viseral Ağrının Lokalizasyonu - “Viseral" ve "Pariye-
tal" İleti Yolları 558 BÖLÜM 51
Ağrı ve Diğer Somatik Duyularla İlgili Bazı Klinik
Göz: III. Görmenin M erk ezi N örofizyolojisi
Anormallikler 559
Hiperaljezi 559 591
Talanıik Sendronı 559 Görme Yollan 591
Herpes Zoster (Zona) 559 Dorsal Lateral Genikiilat Nükleusıın İşlevi 591
TikDolore (Ağrılı Tik) 559 Görme Korteksinin Organizasyonu ve İşlevi 592
24 içindekiler

Prinıer Görme Korteksinin Tabakalı Yapısı 593 Omuriliğin M o to r Fonksiyonları; Spinal Ref­
Görsel Bilginin Analizi için İki Ana Yol-(l) Hızlı leksler 622
“Duruş” ve “Hareket”Yolu; (2) Kusursuz Renk Yo-'
lu 594 Motor Fonksiyonlar İçin Omuriliğin Organizasyonu
Görsel Resmin Analizi Sırasında Nöronal Uyarılma 622
Pateınleri 594 Kas Duysal Reseptörleri-Kas îğcikleıi ve Golgi Ten-
Rengin Saptanması 595 don Organlaıı-Kas Kontrolündeki Rolleri 624
Prinıer Görme Korteksinin Uzaklaştırılmasının Et­ Kas İğciğinin Reseptör Fonksiyonu 624
kisi 595 Kas Gerim Refleksi 625
Görme Alanları; Perimetıe 595 İstemli Motor Ativitede Kas İğciğinin Rolü 626
Göz Hareketleri ve kontrolü 596 Golgi Terıdon Refleksi 628
Gözlerin Fiksasyon Hareketleri 596 Kas İğcikleri ve Golgi Tendon Organlarının Motor
İki Gözden Gelen Görsel Resimlerin Birleştirilmesi Kontrolde Beynin Yüksek Seviyeleri İle Birlikte İş­
598 levi 628
Göz Uyumunun ve Pupilla Açıklığının Otonomik Fleksör Refleks ve Geri Çekme Refleksleri 629
Kontrolü 599 Çapraz Ekstensör Refleks 630
Uyumun (Akomodasyon) Kontrolü (Gözlerin Odak­ Resiprok înhibisyon ve Resiprok lnervasyon630
lanması) 599 Postür ve Hareket (Lokomosyon) Refleksleri 630
Pupilla Çapının Kontrolü 600 Omuriliğin Postür ve Hareketle İlgili Refleksleri 630
Kaşınma Refleksi 631
Kas Spazmı Doğuran Omurilik Refleksleri 632
BÖLÜM 52 Omurilikte Otonom Refleksler 632
İşitm e Duyusu 602 Omurilik Kesilmesi ve Spinal Şok 632
Kulak Zarı ve Kemikçik Sistemi 602
BÖLÜM 55
Sesin Kulak Zarından Kokleaya İletimi 602
Sesin Kemikler Üzerinden İletimi 603 M o to r Fonksiyonunun K orteks ve Beyin Sa­
Koklea 603 pından Kontrolü 634
Kokleanın İşlevsel Anatomisi 603 Motor Korteks ve Kortikospinal Yol 634
Ses Dalgalarının Kokleada İletimi - "İlerleyen Dal­ Prinıer Motor Korteks 634
ga" 604 Premotor Alan 634
Corti Organının İşlevi 605 Süplementer Motor Alan 635
Ses Frekansının Saptanması - “Yer”İlkesi 607 İnsan Motor Korteksitıde Motor Kontrolün Bazı
Sesin Yüksekliğinin Saptanması 607 Özelleşmiş Alanları 635
Merkezi İşitme Mekanizmaları 608
Sinyallerin Motor Kortekstetı Kaslara Taşınması
İşitme Yolları 608 636
İşitmede Beyin Korteksinin İşlevi 609 Motor Kortekse Gelen Liflerin Yolları 637
Sesin Geldiği Yönün Saptanması 610 Nükleııs Ruber Kortikal Sinyalleri Omuriliğe İleten
Merkezi Sinir Sisteminden Alt İşitme Merkezlerine Alternatif Bir Yol Olarak Görev Yapar 637
Giden Sentrifııgal Sinyaller 611 “Ekstrapiramidal"Sistem 638
İşitme Anomalileri 611
Omuriliğin Prinıer Motor Korteks ve Niilkeus Ruber
Sağırlık Tipleri 611 Tarafından Uyarılması 638
Motor Fonksiyonunun Kontrolünde Beyin Sapının
BÖLÜM 53 Rolü 640
Kimyasal Duyular-Tat ve Koku 613 Yer Çekimine Karşı Vücudun Desteklenmesi- Reti-
kiiler ve Vestibiiler Niikleuslarm Rolü 640
Tat Duyusu 613 Vestibüler Duyular ve Dengenin Korunması 641
Temel (Birincil) Tat Duyuları 613 Vestibiiler Aparey 641
Tat Tomurcuğu ve İşlevi 614 Statik Dengenin Korunmasında Utrikulus ve Sak-
Tat Sinyallerinin Merkezi Sinir Sistemine İletimi 615 kulusurı Fonksiyonu 643
Tat Tercihi ve Diyetin Denetimi 616 Yarımdaire Kanallarıyla Baş Dönüşünün Algılan­
Koku Duyusu 616 ması 644
Koku Zarı (Olfaktör Membrt m) 616 Gözleri Stabilize Eden Vestibüler M ekanizma 645
Koku Hücrelerinin Uyarılm ışı 617 Denge ile ilgili Diğer Faktörler 645
Koku Sinyallerinin Merkezi Sinir Sistemine İletil­ Bilinçdışı, Steıeotip Hareketlerin Kontrolünde Beyin
mesi 618 Sapı Nükleuslarınm Fonksiyonları 646

BÖLÜM 5(
ÜNİTE XI
Serehellum, Bazal Gangliyonlar ve G enel
Sinir Sistemi: C. M o to r ve E n teg ratif N öro-
M o to r K ontrol 647
fizyoloji
Serebellum ve Motor Fonksiyonları 647
BÖLÜM 54 Serebellumun Anatomik Fonksiyonel Alanları 647
İçindekiler 25

Serebellıımun Nöronal Devresi 648 Hipotalamusun Anahtar Konumu 681


Genel Motor Kontrolde Serebellıımun Fonksiyonu Hipotalamus, Limbik Sistemin Temel Kontrol Mer­
652 kezi 682
Klinikte Serebellıım Bozuklukları 655 Hipotalamusun Vejetatif ve Endokrin Kontrol İşlev­
Bazal Gangliyonlar-Motor Fonksiyonları 656 leri 682
Motor Aktivite Modellerinin Yerine Getirilmesinde Hipotalamusun Davranışla İlgili İşlevleri ve İlgili
Bazal Gangliyonların Fonksiyonu-Putamen Dev­ Lim bik Yapılar 684
resi 657 Limbik Sistemin "Ödül" ve "Ceza”İşlevi 684
Ardışık Motor Hareketlerinin Kognitif Kontrolünde Ödül ve Cezanın Davranıştaki Önemi 685
Bazal Gangliyonların Rolü-Nukleııs Kaudatııs Limbik Sistemin Diğer Bölümlerinin Spesifik İşlev­
Devresi 657 leri 686
Bazal Gangliyonların Hareketlerin Şiddetini Ölçme Hipokampusun İşlevleri 686
ve Zamanlamayı Değiştirme Görevi 658 Amigdaların İşlevleri 686
Bazal Gangliyon Sisteminde Spesifik Nörotransmit- Lim bik Korteksin İşlevi 687
erlerin Görevleri 659
Bazal Gangliyonların Harabiyeti Sonucu Oluşan BÖLÜM 59
Klinik Sendrom lar 659 Beynin Etkinlik Durum ları-Uyku; Beyin
Motor Kontrol Sisteminin Birçok Bölümünün En­
Dalgaları; Epilepsi; Psikozlar 6 8 9
tegrasyonu 660
Omurilik Düzeyi 660 Uyku 689
Arka Beyin Düzeyi 660 Yavaş-Dalga Uykusu 689
Motor Korteks Düzeyi 660 REM Uykusu (Paradoksal Uykıı, Desenkronize Uy­
Bizi Hareket Geçiren Nedir? 661 ku) 689
Uykunun Temel Kuramları 690
BÖLÜM 57 Uykunun Fizyolojik Etkileri 691
Serebral K orteks; Beynin Entellektüel İşlev­ Beyin Dalgaları 691
leri; Ö ğ ren m e ve Bellek 663
Beyin Dalgalarının Beyindeki Kaynağı 692
Serebral Etkinliğin Farklı Derecelerinin EEG’nin Te­
Serebral Korteksin Fizyolojik Anatomisi 663 mel Frekansı Üzerine Etkileri 692
Spesifik Koıtikal Alanların İşlevleri 663 Uyanıklık ve Uykunun Değişik Aşam alarında EEG
Asosiyasyon Alanları 665 Değişimleri 693
Sııperiyor Tenıporal Lobun Arka Bölümünün Yo­ Epilepsi 693
rumsal lşlevi-”Wericke Alanı" (Genel Yorum Ala­ Grand Mal Epilepsi 693
nı) 666 Petit Mal Epilepsi 694
Baskın Olmayan Hemisferde Parietooksipitotempo- Fokal Epilepsi 694
ral Korteksin İşlevleri 668 Psikotik Davranış ve Demans -Spesifik Nöıotrans-
Prefrontal Asosiyasyon Alanının Yüksek Entellektü­ miter Sistemlerin Rolleri 694
el İşlevleri 668 Depresyon ve M anik-DepıesifPsikozlar-Norepinef-
iletişimde Beynin İşlevi-Konuşmanın Girdileri ve riıı ve Serotonitı Nörotransnıiter Sistemlerinin
Çıktıları 669 Aktivitelerinde Azalma 695
İki Serebral Hemisfer Arasında Düşünce, Bellek, Şizofreni-Dopamin Sisteminin Bir Bölümünün
Eğitim ve Diğer Bilgilerin Aktarılmasında Corpus Olası Aşırı Fonksiyonu 695
Callosum ve Commissura Anterior’un işlevi 671 Alzheimer Hastalığı-Amiloid Plaklar ve Bellek Süre­
Düşünceler, Bilinç ve Bellek 671 cinin Yitirilmesi 695
Bellek-Siııaptik Fasilitasyon ve Sinaptik lııhibisyo-
nun Rolleri 672 BÖLÜM 60
Kısa Süreli Bellek 673 O to n om Sinir Sistemi ve Böbreküstü
Orta Uzun-Süreli Bellek 673
(Adrenal) Bezi M edullası 6 97
Uzun Süreli Bellek 674
Belleğin Pekiştirilmesi (Konsolidasyonıı) 675 Otonom Sinir Sisteminin Genel Organizasyonu 697
Sempatik Sinir Sisteminin Fizyolojik Anatomisi 697
BÖLÜM 58 Parasempatik Sinir Sisteminin Fizyolojik Anatomisi
Beynin Davranışsal ve M otivasyonel 698
M ekanizm aları-Lim bik Sistem ve Sempatik ve Parasempatik Fonksiyonunun Temel
Özellikleri 699
H ipotalam us 678
Kolinerjik ve Adreııerjik Lifler-Asetilkolin ya da No-
Beynin Aktivasyon ve Dürtü Sistemleri 678 repinefrin Salgılanması 699
Serebral Aktivasyonıın Beyin Sapından Gelen Sü­ Efektör Organlardaki Reseptörler 700
rekli Uyarılarla Kontrolü 678 Sempatik ve Parasempatik Stimiilasyonun Eksita-
Beyin Aktivitesiniıı N örohorm oııal Kontrolü 679 tör ve Inhibitör Etkileri 701
Limbik Sistem 681 Sempatik ve Parasempatik Stimiilasyonun Spesifik
Limbik Sistemin Fonksiyonel Anatomisi; Organlardaki Etkileri 701
26 İçindekiler

Adrenal Medullaıun Fonksiyonu 703 İlerletici Hareketler-Peristaltizm 723


Uyarı Frekansının Sempatik ve Parasempatik Etki Karıştırıcı Hareketler 723
Dereceleriyle İlişkisi 704 Gastrointestinal Kan Akımı-’’Splanknik Dolaşım”
Sem patik ve Parasem patik " To/ıus" 704 724
Deııervasyon Sonrası Sem patik ve Parasempatik Gastrointestinal Kan Damarlarının Anatomisi 724
Organların Deııervasyon Aşırı Duyarlığı 705 Barsak Ak ti vitesi ve M etabolik Faktörlerin Gastro­
Otonom Refleksler 705 intestinal Kan Akımına Etkisi 724
Organların Sempatik ve Parasempatik Sistemler Gastrointestinal Kan Akımının Sinirsel Kontrolü
Tarafından Bazı Durumlarda Sınırlı, Dier Bazı 726
Durumlarda da Yaygın Stimülasyonu 705
Sempatik Sinir Sisteminin ’Alarm" veya "Stres”Yanı­ BÖLÜM 63
tı 706 Besinlerin Sindirim Kanalında Taşınması ve
Otonom Sinir Sisteminin Medulla Obloııgata, Pons Karıştırılması 728
ve Mezeıısefalon Tarafından Kontrolü 706
Otonom Sinir Sisteminin Farmakolojisi 707 Besin Alımı 728
Adreııeıjik Efektör Organlara Etkili llaçlar-Sempa- Mastikasyon (Çiğneme) 728
tom im etik İlaçlar 707 Yutma (Deglııtasyon) 728
Koliııerjik Efektör Organlara Etkili İlaçlar 707 Midenin Motor Fonksiyonları 730
Sem patik ve Parasempatik Postgaııgliyoner Nöron­ Midenin Depo Fonksiyonu 731
ları Bloke veya Stimüle Eden İlaçlar 708 Midede Besinin Karıştırılması ve llerletilmesi-Mide-
niıı Temel Elektriksel Ritmi 731
BÖLÜM 61 Midenin Boşalması 731
Beyin Kan Akım ı, Serebrospinal Sıvı ve Beyin Mide Boşalmasının Düzenlenmesi 732
İnce Barsak hareketleri 733
M etabolizm ası 7 0 9
Karıştırıcı Kontraksiyonlar (Segmentasyon Kontrak-
Beyin Kan Akımı 709 siyon\çırı) 733
Beyin Kan Akımının Normal Değeri 709 İlerletici Hareketler 734
Beyin Kan Akımının Düzenlenmesi 709 lleoçekal Valviilün Fonksiyonu 734
Beyin Mikrosirkülasyonu 710 Kolon Hareketleri 735
Beyin Kan Damarlarının Tıkanmasında Serebıal Defekasyon 736
"inme" Oluşur711 Kalın Barsak Aktivitesini Etkileyen Diğer Otonomik
Serebrospinal Sıvı Sistemi 711 Refleksler 737
Serebrospinal Sıvının Yastık Fonksiyonu 711
Serebrospinal Sıvının Oluşumu, Akımı veAbsorpsi- BÖLÜM 64
yoıııı 711 Sindirim Kanalının Salgı Fonksiyonları 738
Serebrospinal Sıvı Basıncı 713
Serebrospinal Sıvı Akışının Engellenmesi Hidrosefa­ Sindirim Kanalı Salgılarının Genel Prensipleri 738
liye Yol Açabil ir 713 Bezlerin Anatomik Tipleri 738
Kaıı-Serebrospinal Sıvı ve Kan-Beyin Bariyerleri714 Sindirim Kanalı Bezlerinin Uyarılmasında Ana Me­
Beyin Ödemi 714 kanizm alar 738
Beyin Metabolizması 714 Glandiiler Hücrelerden Sekresyoııun Aııa M ekaniz­
ması 739
Mülküsün Kayganlaştırıcı ve Koruyucu Özellikleri
ÜNİTE XII ve Mülküsün Gastrointestinal K analdaki Önemi
740
G astrointestinal Fizyoloji
Tükürük Sekresyonu 740
BÖLÜM 62 Özofagus Sekresyonu 742
G astrointestinal Fonksiyonun Genel Kuralla- Mide Sekresyonu 742
rı-M o tilite , Sinirsel K ontrol ve Kan Dolaşımı Mide Sekresyonlarının Özellikleri 742
Gastrik Sekresyonuıı Sinirsel ve H ormonal M eka­
7 18
nizmalarla Düzenlenmesi 744
Gastrointestinal Motilitenin Genel Kuralları 718 AsitSekresyonunun Uyarılması 744
Gastrointestinal Duvarın Özellikleri 718 Pepsiııojen Sekresyonunun Düzenlenmesi 744
Gastrointestinal Fonksiyonun Sinirsel Kontıolii- Mide Sekresyonunun Fazları 745
Enteıik Sinir Sistemi 720 Gastrik Sekresyoııun Mide Sonrasındaki lııtestiııal
Myeııterik ve Subnıııkozal Pleksuslar Arasındaki Faktörlere Bağlı lnhibisyoıııı 745
Farklar 720 Gastı in ve Diğer Gastrointestinal Hormonların
Enterik Nöronlar Tarafından Salgılanan Nörot- Kimyasal İçeriği 746
ransmiter Tipleri 721 Pankreas Sekresyonu 746
Gastrointestinal Motilitenin Hormonal Kontrolü Paııkreatik Sindirim Enzimleri 746
722 Bikarbonat İyonlarının Salgılanması 747
Gastrointestinal Kanal Hareketlerinin Fonksiyonel Pankreas Sekresyoııun Düzenlenmesi 747
Tipleri 723 Karaciğer Tanafıııdan Safra Sekresyonu; Safra
içindekiler 27

Sisteminin Fonksiyonları 749 Karbonhidrat Metabolizmasında Glikozun Merkezi


Safra Sekresyonunıın Fizyolojik Anatomisi 749 Rolü 772
Yağ Sindirimi ve Em ilim iııde Safra Tuzlarının Hücre Membıamndan Glikozun Taşınması 773
Fonksiyonları 750 Glikozun Kolaylaştırılmış Difüzyonuııu Artırmada
Kolesterol Sekresyonıı; Safra Taşı Olıışıımıı 751 insüılinin Etkisi 774
ince Barsak Sekresyonlaıı 752 Glikozun Fosforilasyonu 774
Brunner Bezlerinden Miikiis Sekresyonıı 752 Glikojenin Karaciğer ve Kasta Depo Edilmesi 774
Lieberkiihn Kriptalarından Intestinal Sindirim Sı­ Glikojenez 774
vılarının Sekresyonıı 752 Depolanan Glikojenin Yıkımı-Glikojenoliz 774
İnce Barsak Sekı esyon un un Regiilasyon u 752 Glikolitik Yolla Glikoz Molekülünden Enerji
Kalın Barsak Sekresyonları 753 Serbestlemesi 775
Glikoliz; Piriivik Asit Oluşumu 775
BÖLÜM 65 Piı üvik Asidin Asetilkoenzim A’y a Dönüşümü 775
G astrointestinal Kanalda Sindirim ve Emilim Sitrik Asit Siklıısıı 775
754 Hidrojenin Oksidasyonuyla ATP Oluşumu (Oksida-
tif Fosforilasyon) 777
Çeşitli Besinlerin Sindirimi 754 Glikozun Yıkımı Sırasında ATP Oluşumunun Özeti
Karbonhidratların Sindirimi 754 778
Proteinlerin Sindirimi 755 Vücudun Enerji Gereksinmesinde D epolanan Gliko­
Yağların Sindirimi 756 jenden Enerji Serbestlemesinin Kontrolü: Hücre­
Gastrointestinal Emilimin (Absorpsiyomın) Temel de Glikoliz Hızının Kontrolünde ATP veADP
Prensipleri 758 Konsantrasyonlarının Etkisi 778
Absorpsiyomın Anatom ik Temeli 758 Enerjinin Anaerobik Yolla Serbestlemesi-'Aııaerobik
Absorpsiyomın Temel Mekanizmaları 759 Glikoliz" 778
İnce Barsakta Absorpsiyon 759 Pentoz Fosfat Yoluyla Glikozdan Enerji
Suyun Absorpsiyonıı 759 Serbestlemesi 779
iyonların Absorpsiyonıı 759 Glikozun Glikojen veya Yağa Dönüşümü 780
Besin M addelerinin Absorpsiyonıı 761 Protein ve Yağlardan Karbonhidratların Oluşumu
Kalın Barsakta Absorpsiyon: Feçesin Oluşumu 762 “Glikoncojenez”’ 780
Kan Glikozu 780
BÖLÜM 66
G astrointestinal Bozuklukların Fizyolojisi 7 64
BÖLÜM 68
Yutma ve Özofagus Bozuklukları 764 Lipid M etabolizm ası 781
Midenin Bozuklukları 764
Lipidlerm Vücut Sıvılarında Taşınması 781
Peptik Ülser 765
Trigliseridleriıı ve Öteki Lipidlerin Gastrointestiııal
İnce Barsak Bozuklukları 766
Kanaldan Lenf Yolu ile Taşınması-Şilomikronlar
İnce Barsakta Besinlerin Anormal Sindiıimi-Pank-
781
reas Yetersizliği 766
Yağ Asitlerinin Albüminle Birleşmiş Olarak Kanda
İnce Barsak M ııkozosında Malabsorpsiyon-Sprıt
Taşınması - "Serbest Yağ Asitleri” 782
766
Lipoproteiııler - Kolesterol ve Fosfolipidleriıı Taşın­
Kalın Barsak Bozuklukları 767
masında Özel Fonksiyonları 782
Konstipasyoıı 767
Yağ Birikimi 782
Diyare 767
M edidla Spinalis Yaralanmalarında Dışkılama Pa- Yağ Dokusu 782
ralizisi 767 Karaciğer Lipidleri 783
Gastrointestinal Kanalın Genel Bozuklukları 768 Tıigliseridlerin Enerji İçin Kullanımı: Adenozin Tri­
Kusma 768 fosfat Oluşumu 783
Bulantı 769 Karaciğerde Asetoasetik Asit Oluşumu ve Kanda Ta­
Gastrointestinal Tıkanm a 769 şınması 784
Gastrointestinal Kanalda Gaz; “Flatus" 769 Karbonhidratlardan Trigliseridleriıı Sentezi 785
Proteinlerden Trigliseridleriıı Sentezi 786
Tıigliseridlerden Enerji Serbestlemesinin
Düzenlenmesi 786
ÜNİTE XII!
Şişmanlık 787
M etab o lizm a ve Tem peratür Düzenlenmesi
Fosfolipidler ve Kolesterol 787
Fosfolipidler 787
BÖLÜM 67
Kolesterol 788
K arbo n h id rat M etabolizm ası ve Adenozin
Fosfolipidler ve Kolesterolün M embranlar Başta Ol­
Trifosfat Oluşumu 772 m ak Üzere Hücrelerdeki Yapısal Fonksiyonları
Besinlerden Enerji Serbestlemesi ve ‘‘Serbest Enerji” 788
Kavramı 772 Ateroskleıoz 789
M etabolizm ada Adenozin Trifosfatuı Rolü 772 Aterosklerozuıı Temel Nedenleri -Kolesterol ve Li-
28 İçindekiler

poproteinlerin Rolleri 789 Açlık 809


Ateroskleroza Neden Olan Diğer Faktörler 789 Vitaminler 809
Aterosklerozıın Önlenmesi 789 A Vitamini 809
Tiyamin (B1 Vitamini) 810
BÖLÜM 69 Niyasiıı 810
Protein M etabolizm ası 791 Riboflavin (B2 Vitamini) 810
B12 Vitamini 811
Temel Özellikler 791 Folik Asit (Pteroilglutamik Asit) 811
Amino Asitler 791 Piridoksin (B6 Vitamini) 811
Amino Asitlerin Taşınması ve Depolanması 791 PantotenikAsit 811
Kandaki Amino Asitler 791 AskorbikAsit (C Vitamini) 812
Amino Asitlerin Hücrelerde Protein Olarak Depo­ D Vitamini 812
lanması 793 E Vitamini 812
Plazma Proteinlerinin Fonksiyonel Rolleri 793 KVitamini 812
Esansiyel ve Esansiyel Olmayan Amino Asitler 794 Mineral Metabolizması 812
Proteinlerin Enerji İçin Kullanılması 794
Proteinlerin Zorunlu Yıkılması 795
BÖLÜM 72
Protein Metabolizmasının Hormonal Düzenlenmesi
795 Enerjetikler ve M etab o lizm a Hızı 815

Metabolizmada ""Geçerli Bir Enerji"” Olarak


BÖLÜM 70 AdenozinTrifosfatın Fonksiyonları 815
Bir O rgan O larak K araciğer 797 Enerji Deposu ve "ATP Tamponlanması" için Yar­
dımcı Bir Depo Olarak Fosfokreatin 816
Karaciğerin Fizyolojik Anatomisi 797
Aerobik Enerjiye Karşı Anaerobik Enerji 816
HepatikVaskiiler Sistemin Görevi 797
Hücrelerde Enerji Kullanımının Özeti 817
Karaciğere kan portal ven ve hepatik arter yoluyla
Hücrede Enerji Serbestlenmesinin Denetimi 817
ulaşır 797
Metabolizma Hızı 818
Karaciğerin Kan Depo Fonksiyonu 798
Tüım-VücııtMetabolizma Hızının Ölçülmesi 818
Karaciğerdeki Çok Yüksek L en f Akımı 798
Enerji Metabolizması-Enerji Tüketimini Etkileyen
Karaciğerin M akıofaj Sistemi-Karaciğeriıı Kanı Te­
Faktörler 819
mizleme Fonksiyonu 798
Günlük Aktiviteler için Gereken Toplam Enerji M ik­
Karaciğerin Metabolik Fonksiyonları 798
tarı 819
Karbonhidrat M etabolizması 798
Bazal M etabolizma Hızı- Vücudun Varlığını Sür­
Yağ M etabolizması 799
dürmesi için Harcadığı Minimum Enerji Miktarı
Protein M etabolizması 799
819
Karaciğerin Diğer M etabolik Fonksiyonları 799
Fiziksel Aktiviteler Sırasında Kullanılan Enerji 820
Safra Bilirübin Düzeyi Ölçümünün - Klinik Tanı
Besinlerin İşlenmesi Sırasında Kullanılan Enerji-
Aracı Olarak Kullanımı 800
Besinlerin Termojenik Etkisi 821
lkter (Sarılık)- Ektraseliiler Sıvıda Bilirübin Fazlalı­
Titremeye Bağlı Olmayan Termojenez- Sempatik
ğı 801
Stinıülasyonun Etkisi 821
BÖLÜM 71
BÖLÜM 73
D engeli Beslenme;
Beslenm eninDüzenlenmesi; O b e zite ve Vücut Tem peratürü, Tem peratür
Açlık; V itam in ler ve M in eraller 803 Düzenlenmesi ve A teş 822

Sabit Koşullarda Enerji Alımı ve Enerji Tüketimi Normal Vücut Temperatürleri 822
Denge içindedir 803 Vücut Isısı, Isı Kaybına Karşı Isı Üretiminin
Dengeli Beslenme 803 Dengelenmesi ile Kontrol Edilir 822
Besinlerdeki Enerji 803 İsı Üretimi 822
Protein, Karbonhidrat ve Yağların Metabolik Kulla­ Isı Kaybı 822
nımlarını Saptam ak İçin Kullanılan Yöntemler Vücut Temperatürünün Düzenlenmesi -
804 Hipotalamusun Rolü 826
Besin Aliminin ve Enerji Depolanmasının Vücut Temperatüriinü Artıran ya da Azaltan Sinir­
Düzenlenmesi 804 sel M ekanizmalar 827
Besin Alimini Düzenleyen Sinirsel Merkezler 805 Temperatür Kontrolünde'Ayar Noktası"Kavramı
Besin Alimini Kantitatif Olarak Düzenleyen Faktör­ 829
ler 806 Vücut Temperatürünün Davranışsal Kontrolü 830
Obezite 807 Deride Lokal Tempera tür Refleksleri 830
Şişmanlığın Patolojik Nedeni Olarak Beslenme Re- Vücut Temperatür Düzenlenmesindeki Bozukluklar
giilasyonu Bozukluğu 808 830
Şişmanlığın Tedavisi 808 Ateş 830
Zayıflık 808 Vücudun Aşırı Soğukta Kalması 832
İçindekiler 29

ÜNİTE XIV 860


Endokrinoloji ve Ürem e Tiroid Hormonlarının Fizyolojik İşlevleri 861
Tiroid Hormonları Çok Sayıda Genin Transkripsi­
BÖLÜM 74 yonunu Artırırlar 861
Endokrinolojiye Giriş 836 Tiroid Hormonları Hücresel M etabolik Aktiviteyi
Artırırlar 861
Vücut Fonksiyonlarının Kimyasal Haberciler İle Tiroid Hormonunun Büyümeye Etkisi 861
Koordinasyonu 836 Tiroid Hormonunun Spesifik Vücut M ekanizm ala­
Hormonların Kimyasal Yapısı ve Sentezi 836 rına Etkileri 862
Hormonların Salgılanması, Transportu ve Kandan Tiroid Hormon Salgısının Düzenlenmesi 864
Temizlenmeleri 837 TSH Sekresyonu Hipotalamusıın Tirotropin- Ser­
Hormon Sekresyonunun Feedback Kontrolü 839 bestleştirici Hormonu Tarafından Düzenlenir
Hormonların Kanda Taşınmaları 840 864
Hormonların Kandan "Klirensleri" 840 Ön Hipofizden TSH Sekresyonunun Azalmasında
Horomonların Etki Mekanizmaları 840 Tiroid Hormonunun Feedback Etkisi 865
Hormon Reseptörleri ve Uyarılmaları 840 Antitiroid Maddeler 865
Reseptörün Aktivasyoııu Sonucu Intraseliiler Sinyal Tiroid Hastalıkları 865
İletimi 841 Hipertiroidizm 865
Intraseliiler H ormonal Fonksiyonlara Aracılık Eden Hipotiroidiznı 867
İkinci Haberci M ekanizmalar 841
Başlıca Hücrenin Genetik M ekanizmasına Etki BÖLÜM 77
Eden Hormonlar 843
Böbreküstü Bezi K orteks (A d ren o ko rtikal)
Kandaki Hormon Konsantrasyonlarının ölçülmesi
H orm onları 869
844
Radyoimmiinoassay 844 Adrenokortikal Hormonların Sentezi ve Sekresyonu
869
BÖLÜM 75 Mineralokortikoidlerin Fonksiyonları-Aldosteron
H ip o fiz H orm onları ve Hipotalamus 872
Tarafından K ontrolleri 846 Aldosteronıın Böbrek ve Dolaşıma Etkileri 872
Aldosteron Ter Bezleri, Tükürük Bezleri ve Barsak
Hipofiz Bezi ve Hipotalamus ile İlişkisi 846 Epitel Hücrelerinde Sodyum ve Potasyum Trans-
Hipofiz Salgısının Hipotalamus Tarafından Kontrolü portunu Uyarır 873
847 Aldosteron Etkisinin Hücresel M ekanizması 873
H ipotalanıik- Hipofizer Portal Sistem 848 Aldosteron Sekresyonunun Düzenlenmesi 874
Büyüme Hormonunun Fizyolojik Fonksiyonları 849 Glikokortikoidlerin Fonksiyonları 875
Büyüme Hormonu Birçok Dokuda Büyümeyi Sağ­ Kortizoliin Karbonhidrat M etabolizmasına Etkileri
lar 849 875
Büyüme Hormonu Birçok M etabolik Etkiye Sahiptir Kortizoliin Protein M etabolizmasına Etkileri 875
849 Kortizoliin Yağ Metabolizmasına Etkileri 876
Büyüme Hormonu Kıkırdak ve Kemik Büyümesini Kortizol Stres ve lııflamasyonda Önem Taşır 876
Uyarır 850 Kortizoliin Diğer Etkileri 878
Büyüme Hormonu, Etkilerinin Çoğunu "Somato- Kortizoliin Etkisinin Hücresel M ekanizması 878
medinler" (“Însiilin-Benzeri Büyüme Faktörleri) Kortizol Sekresyonunun Hipofiz Bezinden Salgıla­
Adı Verilen Aracı M addeler Yoluyla Gerçekleştirir nan Adrenokortikotropik Hormon Tarafından
851 Düzenlenmesi 878
Büyüme Hormonu Salgısının Düzenlenmesi 851 Adrenal Androjenler 880
Büyüme Hormonu Salgısındaki Bozukluklar 853 Adrenokortikal Sekıesyon Bozuklukları 880
Arka Hipofiz Bezi ve Hipotalamus İle İlişkisi 854 Hipoadrenalizm-Addison Hastalığı 880
ADH ve Oksitosinin Kimyasal Yapıları 855 Hiperadrenaliznı-Cııshing Sendronıu 881
ADH’nin Fizyolojik İşlevleri 855 Prinıer Aldosteronizm (Conn Sendronıu) 882
Oksitosik Hormon 856 Adrenogenital sendrom 883

BÖLÜM 76 BÖLÜM 78
■ 'h
Tiroidin M e ta b o lik Horm onları 858 Insüiin, Glukagon ve D iabetes M ellitus 8 8 4

Tiroid Hormonlarının Sentezi ve Salgılanması 858 İnsiilin ve Metabolik Etkileri 884


Tiroksin Yapımı İçin İyot Gereklidir 858 lnsülinin Karbonhidrat M etabolizması Üzerine Et­
İyodür Pompası (İyodür Tutulması) 858 kisi 886
Tiroglobulin ve Tiroksin ile Triiyodotiroııin Oluşu­ lnsülinin Yağ Metabolizmasına Etkisi 887
munun Kimyası 859 lnsülinin Protein Metabolizması ve Büyüme Üzeri­
Tiroksin ve Triiyodotironinin Tiroid Bezinden Ser­ ne Etkisi 889
bestleşmesi 859 İnsiilin Sekresyonunun Kontrolü 890
Tiroksin ve Triiyodotironinin Dokulara Taşınması İnsiilin Sekresyonıınıı Uyaran Diğer Faktörler 891
30 İçindekiler

Karbonhidrat ve Lipid Metabolizmaları Arasındaki BÖLÜM 80


"Geçişlerde"lnsiilinin (ve Diğer Hormonların) Erkekte Ü rem e ve Horm onal Fonksiyonlar
Rolü 891 (ve Pineal Bez) 916
Glukagon ve Fonksiyonları 891
Glikoz M etabolizması Üzerine Etkileri 892 Erkek Cinsel Organlarının Fizyolojik Anatomisi 916
Glukagon Sekresyonunun Düzenlenmesi 892 Spermatogenez 916
Somatostatin Glukagon ve İnsülin Sekresyonunu Spermatogenez Evreleri 916
İnhibe Eder 893 Semiııal Vesiküllerin Fonksiyonu 918
Kan Glikozu Düzenlenmesinin Özeti 893 Prostat Bezinin Fonksiyonu 918
Diabetes Mellitus 894 Semen 919
Tip 1 Diabet- Pankreasın Beta Hücreleri Tarafından Anormal Spermatogenez ve Erkekte Fertilite 920
İnsüliniıı Yapılamaması 894 Erkekte Cinsel Aktivite 921
Tip II Diabet- lnsiilinin M etabolik Etkilerine Direnç Erkek Cinsel Aktivitesinde Nöroııal Uyanlar 921
895 Erkek Seksüel Aktivitesiniıı Evreleri 921
Tanı Fizyolojisi 896 Testosteron ve Diğer Erkek Cinsel Hormonları 922
Diabet Tedavisi 896 Erkek Seks Hormonlarının Sekıesyon, M etabolizma
Insülinoma-Hiperinsiilinizm 897 ve Kimyası 922
Testosteronun Fonksiyonları 923
BÖLÜM 79 Testosteron Etkisinin Temel întraselüler M ekaniz­
Paratiroid H orm onu, Kalsitonin, Kalsiyum ve ması 925
Erkek Cinsel Fonksiyonlarının Hipotalamus ve Ön-
Fosfat M etabolizm ası, D Vitam ini, Kemik ve
lıipofiz Bezinden Salgılanan Hormonlarla Kont­
Dişler 8 99
rolü 925
Ekstraselüler Sıvı ve Plazmadaki Kalsiyum ve Fosfat Erkek Cinsel Fonksiyon Bozuklukları 926
Düzeylerinin Düzenlenmesi 899 Prostat Bezi ve Bozuklukları 926
Plazma ve Iııterstisyel Sıvıda Kalsiyum 899 Erkekte Hipogoııadizm 927
Ekstraselüler Sıvılardaki İnorganik Fosfat 899 Testis Tümörleri ve Erkekte Hipergoııadizm 927
Vücut Sıvılarında Kalsiyum ve Fosfat Konsantrasyo­ Pineal Bez (Epifiz)-Bazı Hayvanlarda Mevsime Bağlı
nundaki Değişimlerin Kemik Dışındaki Fizyolo­ Fertiliteyi Kontrolü 927
jik Etkileri 900
Kalsiyum ve Fosfatın Absorpsiyonıı ve Atılması 900 BÖLÜM 81
Kemik ve Ekstraselüler Kalsiyum ve Fosfatlarla G ebelik Öncesi Kadın Fizyolojisi ve Kadın
İlişkisi 901
H orm onları 929
Kalsiyum ve Fosfatın Kemikte Çökmesi veAbsoıpsi-
yonıı-Ekstraselüler Sıvılarla Dengelenme 902 Kadın Cinsel Organlarının Fizyolojik Anatomisi 929
Kalsiyumun Kemik ile Ekstraselüler Sıvı Arasında Kadında Hormonal Sistem 929
Değişimi 902 Aylık Ovaryum Siklusu; Gonadotropik Hormonların
Kemiğin Depolanması ve Absorpsiyonıı-Kemiğin Fonksiyonları 929
Şekillenmesi 903 Gonadotropik Hormonlar ve Överler Üzerindeki Et­
D Vitamini 904 kileri 930
D Vitaminin Etkileri 905 Ovaıyıım Foliküllerinin Büyümesi-Ovaryum Siklu-
Paratiroid Hormonu 906 suııun "Folikiiler”Aşaması 930
Paratiroid Hormonunun Ekstraselüler Sıvıdaki Korpııs Luteıım-Ovaryum Siklusunun “Luteal" Fazı
Kalsiyum ve Fosfat Konsantrasyonuna Etkisi 906 932
Paratiroid Salgılanmasının Kalsiyum İyon Kon­ Özet 933
santrasyonu ile Kontrolü 908 Ovaryum Hormonlarının Fonksiyonları - Östradiyol
Kalsitonin 908 ve Progesteron 933
Kalsiyum İyon Konsantrasyonunun Kotrolüniin Seks Hormonlarının Kimyası 933
Özeti. 909 Östrojeııleriıı Fonksiyonları - Primer ve Sekonder
Paratiroid Bezi Fizyopatolojisi, D Vitamini ve Kemik Kadın Seks Özellikleri Üzerine Etkileri. 934
Hastalıkları 910 Progesteronıuı Fonksiyonları 936
Hipoparatiroidizm 910 Aylık Endometriyal Siklııs ve Menstriiasyon 936
Primer Hiperparatiroidizm 910 Kadında Aylık Ritmin Düzenlenmesi - Ovaryıım ve
Sekonder Hiperparatiroidiznı 911 Hipotalamik - Hipofiz Hormonların Etkileşimleri
Raşitizm- D Vitamini Eksikliği 911 937
Osteoporoz-Kemik M atıiksinin Azalması 912 Hipotalamus-Hipofız-Ovaıyıım Sisteminde Feed­
Dişlerin Fizyolojisi 912 back Osilasyoıı 938
Dişlerin Farklı Bölümlerinin Fonksiyonları 912 Piiberte ve Menarş 939
Dişlerin Çıkması 913 Menopoz 940
Dişlerde Mineral Değişimi 914 Överlerde Sekı esyon Bozuklukları 940
Diş Bozuklukları 914 Kadında Cinsel Aktivite 941
Kadında Üretgenlik 941
İçindekiler 31

BÖLÜM 82 Doğum Sonrası Dolaşımın Yeniden Düzenlenmesi 960


G e b elik ve Laktasyon 9 4 4 f Yenidoğanın Beslenmesi 962
Yenidoğana Özgü Fonksiyonel Problemler 962
Ovumun Olgunlaşması ve Döllenmesi 944 Solunum Sistemi 962
Döllenmiş Ovumun Fallop Tüplerindeki Transpor- Dolaşım 962
tu 945 Sıvı Dengesi, Asid-Baz Dengesi ve B öbrek Fonksiyonu
Blastositiıı Uterusa Înıplantasyonu 945 963
Embriyonun Erken Dönemdeki Beslenmesi 945 Karaciğerin Fonksiyonu 963
Plasentanın Fonksiyonu 946 Enerji Sağlayan Besinlerin Absorpsiyonu, Sindirimi,
Plasentanın Gelişimi ve Fizyolojik Anatomisi 946 Metabolizması ve Beslenme 963
Gebelikte Hormonal Faktörler 948 Inımünite 964
İnsan Koryonik Gonadotropini, Korpus Luteumun Endokrin Problemler 964
Devamı ve Menstrüasyonun Önlenmesindeki Et­ Prematüre Bebeğin Özel Problemleri 965
kileri 948 Prematüre Bebekte Gelişme Yetersizliği 965
Plasentadan Östrojerı Salgılanması 949 Prematüre Bebekte Kontrol Sistemlerinin Kararsız­
Plasentadan Progesteroıı Salgılanması 949 lığı 965
İnsan Koryonik Sonıatomam otropini 949 Prematüre Bebeğin Oksijen Tedavisinde Körlük
Gebelikteki Diğer Hormonal Faktörler 950 Tehlikesi 965
Anne Vücudunun Gebeliğe Yanıtı 950 Çocuğun Büyüme ve Gelişmesi 965
Doğum 952 Davranışların Gelişimi 965
Doğuma Yakın Dönemlerde Uterus Eksitabilitesinde
Artış 952
Doğumun Başlaması - Pozitif Feedback Teori 952 ÜNİTE XV
Doğum Sırasında Karın Kaslarının Kasılmaları 953
Spor Fizyolojisi
Doğum Mekaniği 953
Plasentanın Ayrılması ve Doğumu 954 BÖLÜM 84
Doğum Ağrıları 954 Spor Fizyolojisi 968 —\~~~
Doğumdan Sonra Uterusun Küçülmesi 954
Laktasyon 954 Kadın ve Erkek Atletler 968
Memelerin Gelişimi 954 Egzersizde Kaslar 968
Laktasyonun Başlatılması Prolaktiniıı Fonksiyonu Kaslarda Güç, Kuvvet ve Dayanıklılık 968
955 Egzersizde Kasın M etabolik Sistemleri 969
Süt sekresyonıtnda Ejeksiyoıı Ya da "Akma”İşlemi- Kas Aktivitesi Sırasında Tüketilen Besin M addeleri
Oksitosinin Fonksiyonu 956 972
Sütün Bileşimi ve Annede Laktasyoııa Bağlı Meta­ Atletik Antrenmanın Kaslara ve Kas Performansına
bolik Akış 956 Etkisi 972
Egzersizde Solunum 973
BÖLÜM 83 Egzersizde Kardiyovasküler Sistem 975
Egzersizde Vücut Isısı 976
Fetal ve N eonatal Fizyoloji 958
Egzersizde Vücut Sıvıları ve Tuz 977
Fetüsün Büyümesi ve Fonksiyonel Gelişimi 958 İlaçlar ve Atletler 977
Organ Sistemlerinin Gelişimi 958 Sağlıklı Vücut Yaşamı Uzatır 977
Yenidoğanın Ekstrauterin Yaşama Uyumu 960
Solunumun Başlaması 960 indeks 979
? ft tiliiJ r.>V iiilncioj
'>frı'»!ci i I í'i/io îJİfio't h iv( Jihi,-‘'>ijIjÍíj,)V
I ; i? i ; •1111f i •«111141 nv i ¡ r u ^ lilll'f lO r il jf n u / l *
'VV \• \ui\ vAmW\v»V V <\vA\M • i /muv-AVV-.tl
i l it n't
■ .»• v im • vmv>U\N i w .v v n W u’Ut.
I ,cM'. \\\\iy \: ’- u ii \ <»v iVhvv A C.MÏ i u(ifi')J )ci fi'ffin .M K n rrl
i)f y i ifio y i. I iir r ! uint.Jri ».m.I'I
M M U l\ - i ' . ' M U M tV . W v. o -.I /1 M\ wum ‘ --‘.Us V\\i\m'>\ \ mv>;tV)i ) mnii
V il i n i !r i İK O O fm n l I u jş i i h .
V'!. ‘ ivAuv \‘ u>Y\ »ú t V - ..- \
t’ r " il II 1 ■j 11 i 1 1 > I J - ) (') ill î 11 ' ■; í • T 1 Í j J I . n u'|

v/.vjVif 'uu’»(iVr.) Ms'mim*) >\ m>. \\sHA


•»>\V>ISnV WiUH^VO'tUiV. ■*nM\o\,,*VA,*rtT,:' l ’ v V. V'UIAU.VJ^A'/. 1 IV' UwUwv\\f \
I'A'O V/> UUlV’ .Avj?. WUMl )^«V\ »is\'\T\IVv.ftV\
•.»Wnv.'A'uAviV VU-»Vv K ) h V‘ *<\ '« U U i U h 'U'A (.'A I’ \iltt\M V vm \hlu. AnMflVİ A'mn*/ KvA u*u.U\

t Hi I1 7 n u ^ i n i / ’’) m iii 7 '. m! d i ) u in i/ b ijn i ' / *»; m</>


Stil?. uiû/AWO jvuv>V;uunn»íV S .'O
•A>ßfenV*\K^>V \ / v im U *Aiv Vıtv.uöc\ wiAM

•'A* VW'VSV V V» CV'\ - ttftm ftV r. >A l\MH<Wg‘Vètl


V a ‘i r i l K J
<W \i'A vvu\»n A u i f u \ ' \¿v»A m u^A vA.ivwvni^. w h Jhv \
i i." \;í\r.v\A’ ñ.. İMuy.ull
' UHVy.iaU n \V « V \
t i in\vY;t/, luu^iA A
vA: U 'm A 'V jiV A I u p , 1 AM U'\Mv'. lu A .U U n ¡n t \
■ \"k\w>\' ?\ V- ).A \ • UÚ •■.A I . i’ n o v ^ t-rír I

\' w.,v ; \ h ■•■■■ x\’«■.^\rv. \ luv-o-p.vM 1 •>.


tt'Ofti AiV 1
iiu \ ' ru \A K ‘ « \v n 'U ijirA ’ túi i \ nu‘ >uvv! iv , , *m?

i > i ‘ \ . V'.V ’)M wu'ui\wn)iu An \\l, •Muvi'iV ', \ -Av " \i\<)'\ Vt\iV4/<iu nttïiVc'

í.u : fn ijiru ili)¿ obvie i I

r t ,<1 Ir i I III )|jV v»liSie'i iv; J


\V f vj/J* *»v iid t 'M - itr n iV :> h 'i^c v}¿(
* v>tf v l t o l i / ')'J ii;lx .l{
•« IV)V \V1
t
ÜNİTE

Fizyolojiye Giriş: Hücre


ve Genel Fizyoloji
s
1
insan V ü c u d u n u n İşlevsel O rg a n iza syo n u ve "İç O rta n rT ın K o n tro lü

2
H ü cre ve işle vle ri

3
P ro te in S entezi, H ücre F o nksiyon u ve H ücre Ç o ğ a lm a sın ın G e n e tik
K o n tro lü
İnsan Vücudunun İşlevsel
Organizasyonu ve "İç Ortam
Kontrolü

Fizyolojinin amacı, yaşam ın başlangıcı, gelişimi ri enerjiye dönüştüren genel mekanizmalar, tüm
ve ilerlem esini sağlayan fiziksel ve kimyasal et­ hücrelerde temel olarak aynıdır ve tüm hücreler
kenleri açıklamaktır (tanım lam aktır). Çok basit kimyasal reaksiyonların son ürünlerini, kendilerini
bir virüsden, en büyük ağaca ya da karmaşık yapı­ çevreleyen sıvıya verir.
daki insana dek her yaşam biçim inin kendine öz­ Ayrıca hemen bütün hücrelerin çoğalma yeten e­
gü işlevsel karakteristikleri vardır. Bu yüzden fiz­ ği vardır, belli bir tip hücre herhangi bir nedenle
yolojinin çok geniş olan kapsam ı viral fizyoloji, haraplandığında,bu tip hücrenin geri kalanları, ge­
bakteriyel fizyoloji, hücresel fizyoloji, bitki fizyolo­ reksinim karşılanıncaya kadar çoğalırlar.
jisi, insan fizyolojisi gibi bölüm lere ve bir çok alt
bölüm e ayrılabilir.

İnsan Fizyolojisi. İnsan fizyolojisinde biz, insan


vücudunun canlılığını sağlayan spesifik özellikler
EKSTRASELÜLER SIVI-İÇ ORTAM
Erişkin insan vücudunun yüzde 60'ı sıvıdır. Bu sıvı­
(karakteristikler) ve m ekanizm alarla ilgileniriz.
nın büyük bölümü hücrelerin içinde bulunur ve
Gerçek şu ki, biz kendi kontrolümüzden tam am en
bağımsız olarak canlılığımızı sürdürürüz. Üşüme
intraseliiler sıvı (hücre içi sıvı) adını alır, üçte biri
ise hücre dışındaki alandadır ve ekstıaselüler sıvı
duyusu bizi sıcak bir ortam bulmaya zorlar ve di­
olarak isimlendirilir. Bu ekstraseliller sıvı tüm vü­
ğer güdüler eş aramamıza ve çoğalm am ıza neden
cutta belli bir harekete sahiptir. Hızla dolaşan kana
olur. Bu açıdan insan gerçek bir robottur ve biz al­
geçer, doku sıvısı ile kan, kapiller duvardan diffüz-
gılayan, hisseden ve bilgilenen varlıklar olarak ya­
yon yoluyla birbirine karışır.
şam ın bu otomatik dizilişinin bir parçasıyız; bu
Ekstraselüler sıvı içinde bulunan iyon ve besinler
özel nitelikler, başka türlü yaşam anın olanaksız ol­
hücrelerin canlı kalmasını sağlar. Tüm hücreler
duğu çok değişik koşullar altında yaşayabilmemizi
ekstraselüler sıvının oluşturduğu sabit bir ortam
sağlar.
içinde yaşarlar, bu nedenle ekstraselüler sıvı vücu­
dun iç ortamını ya da yüz yıl önce 19. yüzyıl büyük
Fransız fizyologu Claude Bernaıd ’ın ifade ettiği b i­
çimiyle milieıı interieur’ıı oluşturur.
VÜCUDUN CANLI BİRİMLERİ: HÜCRELER Hücreler bu iç ortamda yeterli konsantrasyonda
oksijen, glikoz, farklı iyonlar, aminoasitler, yağlar
Vücudun temel canlı birimi hücredir, her organ bir ve diğer maddeler bulunduğu sürece yaşar, büyür
çok farklı hücrenin, hücrelerarası destek dokusuyla ve özel işlevlerini yapabilirler.
bir arada toplanm asından oluşmuştur. Her bir
hücre tipi bir ya da bir kaç özel işlevi gerçekleştir­ Ekstraselüler ve İntraselüler Sıvılar Arasındaki
mek üzere uzmanlaşmıştır. Örneğin toplam 25 tril­ Farklar. Ekstraselüler sıvı çok miktarda sodyum,
yon kırmızı kan hücresi oksijeni akciğerlerden do­ klor ve bikarbonat iyonuyla birlikte hücreler için ge­
kulara taşır. Bu hücre tipi belki en fazla sayıda bu­ rekli oksijen, glikoz, yağ asitleri ve aminoasitler gibi
lunan hücredir, ancak vücutta 75 trilyon hücre da­ besinler içerir. Ayrıca hücrelerden atılmak üzere ak­
ha bulunur. Tüm vücutta toplam 100 trilyon hücre ciğerlere taşman karbondioksit ve böbrekler yoluyla
bulunmaktadır. ekskrete edilecek diğer hücresel artıklar da
Vücutta birbirinden belirgin biçim de farklı bir­ ekstraselüler sıvı içinde yer alır.
çok hücre vardır ancak tüm hücreler belli temel ni­ İntraselüler sıvı ekstraselüler sıvıdan büyük ölçü ­
telikler açısından birbirine benzer. Örneğin tüm de farklıdır, ekstraselüler sıvıda bulunan sodyum,
hücreler hücre işlevlerinin gerektirdiği enerjiyi sağ­ klor ve bikarbonat iyonları yerine, büyük miktarda
lamak için karbonhidrat, yağ ya da proteinlerin yı­ potasyum, magnezyum ve fosfat iyonları bulunur.
kım ürünleriyle oksijeni birleştirir. Üstelik, besinle­ Hücre zarlarından iyonların geçişini düzenleyen

2
BÖLÜM 1 • İnsan Vücudunun işlevsel Organizasyonu ve "İç Ortamın" Kontrolü 3

özel mekanizmalar bu farklılığı korur. Bu mekaniz­


malar 4. Bölümde tartışılmıştır.

Kalp Kalp
ANA İŞLEVSEL SİSTEMLERİN
pompası pompası
“HOMEOSTATİK” MEKANİZMALARI
Barsaklaı
Homeostasis

Fizyologlar tarafından kullanılan homeostaz teri­


mi, iç ortamın, sabit ya da statik koşullarda korun­
ması anlam ına gelir. Vücuttaki tüm organ ve doku­ Beslenme ve atılım
lar bu basit koşulları korumaya yardım etmek üze­ / ’) > \ Böbrekler
re bir görev üstlenmiştir. Örneğin akciğerler, hücre­
ler tarafından kullanılan oksijeni karşılamak üzere
eksrateslüler sıvıya sürekli oksijen sağlarlar; böb­
Atılma
rekler, iyon konsantrasyonunu sabit tutar, gastro- Elektrolitlerin'
düzenlenmesi (Ekskresyon)
inetstinal sistem, besin sağlar.
Bu kitabın büyük bölümü her bir organ ya da do­
kunun hom eostaza nasıl katkıda bulunduğunu an­
Venöz Arteryel
latmaktadır. Bu tartışmaya başlamak için, bu bö­ ' uç y
lümde vücudun farklı işlevsel sistemleri ve bunla­
rın hom eostaza katkıları kısaca özetlenmiştir, daha
sonra işlevsel sistem lerin birbiriyle uyum içinde
çalışmasını sağlayan kontrol sistemlerinin temel
kuramını özetleyeceğiz.

ŞEKİL 1 - 1
Dolaşım sisteminin genel organizasyonu
Ekstraselüler Sıvı Taşıma Sistemi-
Dolaşırn Sistemi

Ekstraselüler sıvı vücudun tüm bölgelerinde iki mü sürekli olarak karışır, sonuçta tüm vücutta tam
aşamada dolaşır, birinci aşamada kanın dolaşım olarak homojen bir bileşimde tutulur.
sistem inde tekrar tekrar dolaşması gerekir, ikinci
aşamada ise sıvı kan kapilleriyle hücreler arasında
dolaşır. Şekil 1-1 kanın genel dolaşımını göster­ Ekstraselüler Sıvıdaki Maddelerin Kaynağı
mektedir. dolaşım yollarındaki tüm kan, dinlenme
durumundaki bir insanda tüm dolaşım döngüsünü Solunum Sistemi. Şekil 1-1’de kanın vücudun yanı
bir dakikada tamamlar, bu süre aşırı aktif bir insan­ sıra akciğerlerden de geçtiği görülüyor. Kan, alveol-
da dakikada altı kez olacak kadar kısalır. lerden geçerken oksijen tutar, böylece hücrelerin
Kan, kapillerlerden geçerken, kanın plazma bölü­
müyle hücrelerarası boşluğu dolduran interselüler
sıvı arasında sürekli bir alışveriş gerçekleşir. Bu süreç Arteriyol
Şekil 1-2'de gösterilmiştir. Kapillerlerin kan plaz­
masındaki büyük protein molekülleri dışındaki bir
çok moleküle geçirgen olduğuna dikkat edin. Böyle-
ce çok miktarda sıvı ve içinde erimiş haldeki madde­
ler kanla doku aralığı arasında oklarla gösterildiği gi­
bi diffüze olabilir, bu diffüzyon olayı, moleküllerin
interstisyel sıvı ve plazma arasındaki kinetik hareket­
lerinden kaynaklanır. Yani, sıvı ve içinde çözünmüş
moleküllerin interstisyel sıvı ve plazma arasındaki ki­
netik hareketlerinden kaynaklanır, yani, sıvı ve içinde
çözünmüş moleküller sıvının içinde, doku aralıkları
ve porlardan sürekli olaark her yönde hareket eder­
ler. Hücrelerin kapiller damara uzaklığı 50 mikrodan-
dan daha fazla değildir, böylece bütün maddelerin
kapillerden hücreye bir kaç saniye içinde diffüze ol­ ŞEKİL 1 - 2
ması sağlanır. Böylece vücudun her yerindeki ekstra­ Sıvıların kapiller duvardan ve interstisyel boşluklardan dif-
selüler sıvının plazma ve interstisyel boşluktaki bölii- füzyonu
4 ÜNİTE I • Fizyolojiye Giriş: Hücre ve Genel Fizyoloji

gereksindiği oksijen sağlanır. Alveol ile pulmoner Vücut İşlevlerinin Düzenlenmesi


kapiller damar arasındaki m em branın kalınlığı 0.4-
2 mikrondur bu sayede oksijen, moleküler hareket­ Sinir Sistemi. Sinir sistemi üç temel bölümden oluş­
ler bu m em bıandan kana, su ve iyonların doku ka- muştur: duysal girdi (input) bölümü, merkezi sinir
pillerinden diffüze oluşu gibi hızla diffüze olur. sistemi bölümü, (entegratif bölüm) ve m otor çıktı
(output) bölümü. Duysal reseptörler vücudun ya da
G astrointestinal Sistem. Kalbin pom paladığı dış ortamın durumunu saptar. Örneğin deride bulu­
kanın büyük bölüm ü gastrointestinal sistem or­ nan reseptörler derinin herhangi bir noktasına de­
ganlarının çeperlerinden de geçer. Burada k a r­ ğen bir cismin yerini bilmemizi sağlar. Gözler çevre­
bonhidratlar, yağ asitlerini ve a m in oasitleri içeren nin görsel imajını veren duysal organlardır. Kulaklar
çözünm üş besinler ekstıaselüler sıvıya absorbe da duysal organlardır. Merkezi sinir sistemi beyin ve
edilir. omurilikten oluşmuştur. Beyin bilgiyi saklar, düşün­
celeri üretir, istekleri yaratır ve duyulara yanıt olarak
M e ta b o lik İşlev Ü stlenen K araciğ er ve D iğ er vücudun göstereceği tepkiyi belirler. Daha sonra uy­
O rg a n lar. G astro in testin al sistem d en em ilen gun sinyaller sinir sisteminin motor çıktı bölüm ün­
m addelerin hepsi hücreler tarafından em ilecek den iletilerek işin yapılması sağlanır.
durum da olmayabilir. Karaciğer, bu m addelerin Sinir sisteminin büyük bir bölümü otonom sinir
bir çoğunu kimyasal bileşim ini değiştiriıek daha sistemi olarak isimlendilir. Bu sistem bilinçaltı dü­
iyi kullanılabilir hale getirir. Vücuttaki diğer do­ zeyde çalışır ve kalbin pompalama aktivitesinin dü­
kular -yağ hücreleri, g astrointestin al mukoza, zeyi, gastrointestinal sistemin hareketleri ve glandü-
böbrekler ve endokrin bezler- ise em ilen b esin le­ ler sekresyon gibi bir çok iç organın işlevini denetler.
rin modifiye edilm esine ya da gerekitği zam an
kullanılm ak üzere depo ed ilm esin e yardım cı Hormonal Sistemle Düzenlem e. Vücutta bulu­
olurlar. nan sekiz ana endokrin bez, horm on adı verilen
kimyasal maddeler sentezler. Hormonlar ekstıase-
İskelet Kas Sistemi. Bazen, iskelet kas sisteminin lüler sıvı içinde tüm vücuda dağılır ve hücresel iş ­
vücudun hom eostatik işlevleri içine nasıl yerleştiri­ levlerin düzenlenmesine yardımcı olurlar, örneğin
leceği sorusu sorulur. Yanıt basit ve açıktır. Bu sis­ tiroid horm unu bütün hücrelerde kimyasal reaksi­
tem olmasaydı vücut beslenm esi için gerekli yiye­ yonların çoğunun hızını artırır. Tiroid hormunu bu
ceklere ulaşabilmek için doğru zamanda doğru yolla vücut aktivitesinin tem posunun oluşumuna
yerde olamazdı. İskelet kas sistem i ayrıca olumsuz yardım eder. İnsülin, glikoz m etabilizm asını kont­
çevre koşullarından korunabilmek için gerekli ha­ rol eder; adrenokortikal hormonlar, sodyum ve p o ­
reketliliği de sağlar, bu sistem olmasaydı, vücut, tasyum iyonlarını ve protein metabilizm asını kon t­
bütün hom eostatik mekanizmalarıyla birlikte, tü­ rol eder; paratiroid hormunu ise kemik kalsiyum ve
müyle tahrip olabilirdi. fosfatını kontrol eder. Bu şekilde horm onlar sinir
sistemini tamamlayan bir kontrol sistemi oluştu­
rur. Sinir sistemi tem el olarak vücuttaki kas ve sal­
Metabolizma Artıklarının Uzaklaştırılması gı aktivitesini denetlerken hormonal sistem temel
olarak metabolik işlevleri denetler.
Karbon dioksidin A kciğerler Tarafından A tıl­
ması. Kan akciğerlerde oksijen tuttuğu sırada, kar­
bon dioksit kandan alveol havasına geçer, solunum Üreme
hareketleriyle alveol havasının içeri ve dışarı taşın­
ması karbon dioksidin atmosfere verilmesini sağ­ Üreme kimi zaman hom eostatik bir işlev olarak d e­
lar. Karbon dioksit metabolizma sonucu en fazla ğerlendirilmez. Oysa üreme türün, ölen bireyleri­
miktarda oluşan son üründür. nin yerini alacak yeni bireylerin oluşumunu sağla­
yarak statik durumun korunmasını sağlar. Bu ifade
biçimi hom eostazis teriminin kullanımı açısından
Böbrekler. Kan böbreklerden geçerken hücrelere
biraz zorlama olarak düşünülebilir ama son ç ö ­
gerekli olmayan karbon dioksit dışındaki maddele­
zümde bütün vücut yapıları yaşam ın otomatikliği­
rin çoğu plazmadan uzaklaştırılır. Bu maddeler
ni ve sürekliliğini sağlama am acına dönüktür.
arasında üre ve ürik asit gibi hücre m etabolizm ası­
nın farklı son ürünleri ve beslenm e sırasında alı­
nan, ekstıaselüler sıvıda birikebilecek fazla su ve
iyonlar da bulunur. Böbrekler bu işi yaparken önce
çok miktarda palazmayı glom erülleıden tubulusla- VÜCUDUN KONTROL SİSTEMLERİ
ıa süzerler, daha sonra vücud agerekli olan glikoz,
aminoasitler, yeterli miktarda su ve iyonların bü­ Vücutta binlerce kontrol sistemi bulunur. Bunlar
yük bölümü geri emilir. Vücudun, gereksinim duy­ arasında en karmaşık olanı, biiütn hücre içi ve dışı
madığı maddelerin çoğu ve özellikle üre gibi m eta­ işlevleri kontrol eden genetik kontrol sistemleridir.
bolik artıklar çok az emilir, renal tubuluslaıdan id­ Bu konu 3. Bölümde anlatılmaktadır. Diğer kontrol
rara geçer. sistemlerinden bir çoğu, organların değişik bölüm-
BÖLÜM 1 • İnsan Vücudunun işlevsel Organizasyonu ve "iç Ortamın" Kontrolü 5

leıinin işlevlerini kontrol etmek üzere organların olay, konsantrasyon normale dönünceye kadar de­
içinde iş görür. Bazı kontrol sistemleri ise organlar vam eder.
arası ilişkiyi kontrol etmek üzere tüm vücut düze­
yinde etkilidir. Örneğin solunum sistemi sinir siste­ A rteryel Basıncın Düzenlenmesi. Arteryel basın­
miyle birlikte çalışarak ekstıaselüler sıvıdaki karbon cın düzenlenmesine birkaç sistem katılır. Bunlar­
dioksit konsantrasyonunu düzenler, karaciğer ve dan biri olan baroreseptör sistemi, bir kontrol siste­
pankreas birlikte çalışarak ekstıaselüler sıvıdaki gli­ minin basit ve mükemmel bir örneğidir. Boyunda­
koz konsantrasyonunu düzenler. Böbrekler ekstra- ki karotis arterin çatallanma (bifukrasyon) bölge­
selüler sıvıdaki hidrojen, sodyum, potasyum, fosfat sinde ve aort arkının duvarlarında bulunan çok sa­
ve diğer iyonların konsantrasyonlarını düzenler. yıdaki sinir reseptörü, baroreseptör adını alır ve ar­
ter duvarının gerilmesiyle uyarılır. Arteryel basınç
arttığı zaman baroreseptöıier beyin m edullasına
Kontrol Mekanizmalarına Örnekler bir dizi impuls gönderir. Bu bölgeye gelen uyarılar
vazom otor merkezi inhibe eder, sem patik sinirler
Ekstraselüler Sıvıda Oksijen ve Karbon Dioksit aracılığıyla kalbe ve kan dam arlarına giden
Konsantrasyonlarının Kontrolü: Oksijen hücre­ uyarıların sayısı azalır. Bu impulsların azalması
deki kimyasal reaksiyonlar için gereken en önemli kalbin pompa aktivitesini azaltır ve kanın peı iferik
maddelerden biri olduğu için, ekstraselüler sıvının damarlardan akışını kolaylaştırır. Bu iki etken bir­
oksijen konsantrasyonunu kesin ve sabit sınırlar likte arteryel kan basıncının norm ale dönm esini
içinde tutan özel bir kontrol mekanizması bulun­ sağlar.
maktadır. Bu mekanizma ilke olarak bütün kırmızı Tersine arteryel basınçtaki bir azalma gerim re­
kan hücrelerinde bulunan hemoglobinin kimyasal septörlerinin gevşemesine neden olur, bu vazom o­
niteliklerine bağlıdır. Kan, akciğerlerden geçerken tor merkezin normalden daha aktif olmasına izin
hemoglobin oksijene bağlanır. Daha sonra kan do­ verir, böylece kan basıncı normal değerine yükselir.
ku kapillerlerinden geçerken eğer bu bölgede zaten
yüksek düzeyde oksijen varsa hemoglobin oksijene Ö n e m li e ks tra s e lü le r Sıvı B ile ş e n le rin in
yüksek bir affinite gösterdiği için doku sıvısına geç­
N o rm a l D e ğ e rle ri
mez. Eğer oksijen konsantrasyonu çok düşükse, ok­
sijen, gerekli konsantrasyonu sağlamak üzere h e­
moglobinden ayrılarak dokuya geçer. Bu sayede do­ Tablo 1-1 de ekstraselüler sıvının en önem li bile­
kulardaki oksijen konsantrasyonunun düzenlenme­ şenleri ve fiziksel nitelikleri, norm al değerleri, nor­
si hemoglinin kimyasal karakteristiklerine bağlıdır. mal sınırları, ölüme neden olmaksızın kısa bir süre
Bu düzenlemeye hem oglobinin oksijen-tam ponla- dayanılabilecek sınırlarıyla birlikte sıralanmıştır.
yıcı işlevi denir. Her bir değer için normal sınırların dar bir aralıkta
Ekstraselüler sıvıdaki karbon dioksit konsantras­ bulunduğuna dikkat ediniz. Bu sınırların dışındaki
yonu biraz farklı bir yolla düzenlenir. Karbon diok­ değerler genellikle bir hastalığın nedeni ya da so ­
sit, hücrelerdeki oksidatif reaksiyonların tem el son nucudur.
ürünüdür. Eğer hücrelerde oluşan karbon dioksi- Daha önemlisi, bu değerlerin aşılması ölüm e n e ­
din tümü doku sıvılarında birikseydi, karbon diok- den olabilir. Örneğin vücut ısısının norm alden
sidin kitle etkisi kısa bir süre sonra hücrelerin ener­ 11°F (7°C) yükselmesi hücreleri haraplayacak bir
ji veren reaksiyonlarının tümünü durdururdu. Kan metabolizm a artışı kısır döngüsüne yol açabilir.
karbon dioksit konsantrasyonunu artışı solunum Vücudun asit-baz dengesinin de dar sınırlar içinde
m erkezini uyarır ve bireyin derin ve hızlı solunum tutulduğuna dikkat edin. Normal pH değeri olan
yapm asına neden olur. Böylece karbon dioksidin 7.4'ün her iki yöne doğru yalnızca 0.5 kadar değiş­
solunumla atılması artar, karbon dioksidin kan ve mesi öldürücüdür. Bir başka önemli faktör potas­
ekstraselüler sıvıdan uzaklaştırılması sağlanır. Bu yum iyonudur, çünkü konsantrasyonu norm alin

TABLO 1 - 1
Ekstraselüler Sıvının Bazı Önemli Bileşenleri ve Fiziksel Karakteristikleri. Normal Kontrol Sınrları ve
Kısa Periyodlarda Öldürücü Olmayan Sınırların Yaklaşık Değerleri
Öldürücü Olmayan Birim
Norm al Değer Normal sınırlar Yaklaşık Sınırlar

Oksijen 40 35-45 10-1000 m m Hg


Karbondioksit 40 35-45 5-80 m m Hg
Sodyum İyonu 142 138-146 115-175 m m ol/lt
Potasyum İyonu 4.2 3.8-5.0 1.5-9.0 m m ol/ll
Kalsiyum İyonu 1.2 1.0-1.4 0.5-2.0 m m ol/lt
Klor İyonu 108 103-112 70-130 m m ol/lt
Bikarbonat İyonu 28 24-32 8-45 m m ol/lt
Glikoz 85 75-95 20-1500 m g/dl
Vücut tcm peratürii 98.4 (37.0) 98-98.8 (37.0) 65-110 (18.3-43.3) °F (°C)
Asit-baz 7.4 7.3-7.5 6.9-8.0 p il
6 ÜNİTE I • Fizyolojiye Giriş: Hücre ve Genel Fizyoloji

liçte birinin altına düştüğünde sinirlerin impuls mayan bir bireye çok miktarda kan transfüzyonu
taşım a yetenekleri kaybolduğu için kişi felç olabi­ ile arteryel kan basıncının 100 m m Hg’den 175
lir. Tersine, potasyum konsantrasyonunun norm a­ mmHg’ye yükseldiğini varsayalım. Bu durumda fe­
lin iki ya da üç katma yükselmesi kalp kasının cid­ edback kontrol sistemi -50 mmHg’lik bir düzeltme
di biçim de deprese olm asına neden olur. Kalsiyum sağlamıştır (175-125=50) Basınçtaki 25 mmHg’lik
iyonunun konsantrasyonu normalin yarısına dü­ artış "hata” olarak isimlendirilir ve kontrol sistem i­
şerse tüm vücutta periferik sinirlerin kendiliğin­ nin değişikliği düzeltme açısından % 100 verimle
den uyarı oluşturması nedeniyle tetaııik kas kont- çalışmadığını gösterir. Sistemin kazancı aşağıdaki
raksiyonları oluşur. Glikoz konsantrasyonu yarıya formülle hesaplanır.
düşerse kişide sıklıkla şiddetli mental irritabilité ve
hatta konvülziyonlar ortaya çıkabilir. düzeltme
Bu örneklerden yola çıkarak bir değerin neden Kazanç = --------------
hata
son derece titizlikle sabit tutulduğunu, hatta vücu­
dun sağlıklı kalmasını sağlayan çok sayıda kontrol
Baroreseptör sistem i örneğinde, -50 mmHg’lik
sistem inin varlık nedenini de anlayabiliriz. Bu
düzeltmeye karşı +25 mmHg’lik hata vardır, bu du­
kontrol sistem lerinden herhangi birinin yokluğu,
rumda bu bireyin baroreseptör sistem inin kazancı
ciddi bir hastalık ya da ölümle sonuçlanabilir.
-50 bölii +25=-2’dir. Bu, arteryel kan basıncını artı­
ran ya da azaltan bir faktörün, bu kontrol sistem i
olmadan oluşturabileceği etkinin yalnızca üçte b i­
Kontrol Sistemlerinin Karakteristikleri
rini oluşturabildiğini göstermektedir.
Bazı fizyolojik kontrol sistem lerinin sağladığı ka­
Yukarıda verilen hom eostatik kontrol mekanizma­
zançlar, baroreseptör sistem ininkinden daha fazla­
sı örnekleri vücuttaki yüzbinleıce kontrol siste­
dır. Örneğin vücut ısısını kontrol eden sistem in ka­
minden yalnızca birkaçıdır. Bu kontrol mekaniz­
zancı yaklaşık -3 3 'dür. Bu durumda, ısı kontrol sis­
maları belli nitelikleri açısından birbirine benze­
teminin, baroreseptör basınç kontrol sistem inden
mektedir. Bunlar aşağıda açıklanmaktadır.
çok daha etkili olduğu görülebilir.

K o n tro l S is te m le rin in Ç o ğ u N e g a tif P o zitif F e e d b a c k : Bazen Kısır D ö n g ü y e


F e e d b a c k N ite liğ in d e d ir ve Ö lü m e Yol A ç a b ilir

Vücutta kontrol sistem lerinin çoğu n egatif fe e d ­ Vücutta çalışan bütün kontrol sistem lerin in n e ­
back yoluyla çalışır. Bu çalışma yolu daha önce an­ den pozitif değil de negatif feed back’le çalıştığı
latılan örnekleri anımsayarak tanımlanabilir. Kar­ sorusu sorulabilir. Eğer pozitif feed back’in y ap ı­
bon dioksit konsantrasyonunun düzenlenmesin­ sını dikkate alırsanız, bu yolun stabilité değil ins-
de, ekstıaseliiler sıvıda karbon dioksit konsantras­ tabiliteye ve sıklıkla ölüm e yol açab ileceğin i gö­
yonunun artışı pulm oner ventilasyonun artmasına rebilirsiniz.
neden olur. Bu, akciğerlerden atılan karbon dioksit Şekil 1-3 de pozitif feedback’ten kaynaklanabile­
miktarını artırarak konsantrasyonun düşmesini cek ölüme bir örnek görülüyor. Bu şekilde kalbin
sağlar. Bir başka deyişle konsantrasyonunun artışı,
başlatan uyarıya zıt (negatif) yönde bir etki göste­
rerek konsantrasyonunun düşmesine neden olan
bir mekanizmayı çalıştırmıştır. Tersine, karbon di­
oksit konsantrasyonu çok düşerse, bu konsantras­ 5-
yonu artıran bir m ekanizm anın işlem esine neden S *' /
olur. Bu yanıt da başlatan uyarıya zıt yönde iş gör­ y Normale
4-
müştür. / Dönüş
>D)^ 1 İt kanama,''
Arteryel basıncı düzenleyen mekanizm alarda
basınç yükselmesi basıncı düşüren bir dizi reaksi­ İ l 3-
d) c
yonu harekete geçirir, basıncın düşmesi ise basıncı cö ra
2 İt kanama
artıran mekanizmaları devreye sokar. Her iki du­ ra ra
E
o °- 2 -
rumda da yanıt, başlatan etkene zıt yöndedir. P
S E
Sonuç olarak bazı faktörler eksik ya da fazla kal­ 2 oo.
dığında bir kontrol sistem i n eg atif feedback'i devre­ 1 -

ye sokar, bu, o faktörün değerini normal düzeye çe­


ken bir dizi reaksiyonu başlatır, böylece hom eosta­
o i --------------------- r
sis korunmuş olur.
1 2
Saatler
Bir Kontrol Sisteminin Kazancı. Sabit koşullan ŞEKİL 1 - 3
korumakla görevli bir kontrol sistem inin etkinlik
1 İt kanın alınmasından sonra negatif feedback yoluyla kalbin
düzeyi negatif feedback’iıı kazancıyla belirlenir. pom pa etkinliğinin normale dönüşü. 2 İt kan alındığında pozi­
Örneğin baroreseptör basınç kontrol sistemi çalış- tif feedback ölüme yol açar.
BÖLÜM 1 • İnsan Vücudunun İşlevsel Organizasyonu ve "İç Ortamın" Kontrolü 7

pom palam a gücü gösterilmektedir, normalde kalp oluşur. Oluşan aksiyon potansiyeli, siniri, tüm lif
dakikada 5 litre kan pompalar. Eğer birden bire 2 İt boyunca uyarır, olay, uyarı sinir lifinin tüm sonlan-
kan kaybedilirse vücutta kalan kan miktarı kalbin malarına ulaşıncaya kadar devam eder.
etkin bir pom pa olarak çalışmasına yetmez. Sonuç­ Pozitif feedback’in bir negatif feedback sürecinin
ta arteryel kan basıncı düşer ve koroner damarla bir parçası olduğunu öğreneceğiz. Örneğin pıhtı­
kalbe ulaşan kan miktarı azalır. Bu, kalp kasının za­ laşma olayında pıhtılaşmadaki pozitif feedback sü­
yıflam asına ve pompa etkinliğinin daha da azalm a­ reci, kan hacm inin korunmasını sağlayan bir nega­
sına neden olur. Koroner damarlara ulaşan kan da­ tif feedback süreçtir aslında. Ve sinir sinyallerini
ha da azalır, kalp biraz daha güçten düşer. Bu süre oluşturan pozitif feedback süreç, sinirin, sinirsel
tekrar tekrar kendini yineler, sonuç, ölümdür. Bu­ kontrol sistemleri içindeki binlerce negatif feed ­
rada herbir feedback halkanın kalbin daha da za­ back mekanizmaya katılmasını sağlar.
yıflam asına neden olduğuna dikkat edin. Burada
başlatan uyarı, kendisinin güçlenmesine neden ol­ K o n tro l S iste m le rin in Daha K arm aşık
maktadır, bu pozitif feedbacktir.
Bazı T ip le ri- A d a p tif K o n tro l S istem i
Pozitif feedback bir “kısır döngii" olarak tanım la­
nabilir, ancak fazla güçlü olmayan bir pozitif feed­
Kitabın daha sonraki bölümlerinde sinir sistem ini
back döngü vücudun negatif feedback kontrol m e­
incelerken bu sistemin birbiıiyle bağlantılı son de­
kanizmaları tarafından baskılanabilir. Örneğin yu­
rece karmaşık kontrol m ekanizm aları olduğunu
karıda sözü edilen kişiden 2 İt yerine 1 İt kan alınır­
göreceğiz. Bunlardan bazıları, yukarıda anlatılan­
sa kalp debisini ve arteryel basıncı kontrol eden
lara benzer basit feedback sistemleridir, ancak, b a­
norm al negatif feedback mekanizmalar, pozitif fe-
zıları da daha karmaşıktır. Örneğin, vücudun bazı
edback’e üstün gelecek ve hasta Şekil 1-3' de nok­
hareketleri çok hızlıdır ve hareketi kontrol etm ek
talı eğriyle gösterildiği gibi iyileşebilecektir.
için vücudun perifeıik bölüm ünden gelen sinyal­
leri beyne kadar bütün bir sinir lifi boyunca gitm e­
Pozitif Feedback Bazen Yararlı Olabilir. Bazı n a­
si ve verilen yanıtın yeniden perifere taşınması için
dir durumlarda vücut pozitif feed back! kendi ken­
yeterli zaman yoktur. Beyin bu durumda ileri-bes-
di yararına kullanmayı öğrenir.
lemeli kontrol (feed-forward control) adı verilen bir
Kanın pıhlıtaşması pozitif feedback'in işe yaraya­
ilkeyle gerekli kasların kasılmasını sağlar. Hareket
cak biçim de kullanılmasına bir örnektir. Bir kan
eden bölümden gelen duysal sinir sinyalleri, daha
damarı yırtıldığı ve bir pıhtı oluşmaya başladığı za­
sonra beyne, yapılan hareketin yapılmak istenen
man, pıhlıtaşma faktörleri adı verilen bir dizi en­
hareket olup olmadığı konusunda bilgi verir. Eğer
zim, pıhtının kendi içinde aktive edilir. Bu enzim ­
yapılan hareket, yapılmak istenen hareket değilse
lerden bazıları diğerleri üzerine etki ederek pıhtı­
beyin, aynı hareketin gerektiği bir sonraki d enem e­
nın hem en yakınındaki bölgede bulunan aktiflen­
de kasa gönderilen ön beslem eli sinyalleri düzeltir.
memiş enzimleri aktifler ve pıhtının büyümesini
Buna adaptif kontrol denir. Adaptif kontrol gecik­
sağlar. Bu süreç damardaki delik kapanıp kanama
miş bir negatif feedback sayılabilir.
duruncaya kadar devam eder. Bazen bu m ekaniz­
Bu örnek vücuttaki kontrol sistem lerinin ne ka­
ma kendiliğinden işlemeye başlar ve istenmeyen
dar karmaşık olabileceğini göstermektedir. İnsanın
pıhtıların oluşumuna neden olur. Çoğu akut kalp
yaşamı tam anlamıyla bu sistem lerin tüm üne bağ­
krizi, koroner arter içinde yer alan bir aterosklero-
lıdır. Bu nedenle bu kitabın büyük bölümü bu ya­
tik plak üzerinde oluşmaya başlayan pıhtının arter
şamsal mekanizmaların tartışılm asına ayrılmıştır.
tam am en tıkanıncaya kadar büyümesi nedeniyle
ortaya çıkar.
Doğum, pozitif feedbacak'in rol oynadığı durum­
lar için bir başka örnektir. Uterus kasılmaları beb e­
ğin başını seıvikse doğru yeterince güçlü biçim de ÖZET-VÜCUDUN OTOMATİK İŞLEYİŞİ
itmeye başladığında gerilen serviksten başlayan
uyarılar uteıus gövdesindeki uterin kaslara iletile­ Bu bölümün amacı önce, vücudun bir bütün ola­
rek bu kasların daha güçlü kasılmasın sağlar. U te­ rak organizasyonunu tanım lam ak ve ikinci olarak
rus kontıaksiyonlarınm artması seı viksin daha faz­ da vücudun farklı bölüm lerinin bir uyum içinde
la gerilmesine, seıviksin daha fazla gerilmesi ute­ çalışmasını vurgulamaktır. Özetle vücut yaklaşık
rus kaslarının daha şiddetli kasılmasına neden 100 trilyon hücrenin bir sosyal düzen içinde, bazıla­
olur. Bu süreç yeterince güçlendiği zaman doğum rı organ adını alan farklı işlevsel yapılar halinde or­
gerçekleşir. ganize olmasından ibarettir. Her işlevsel yapı, iç or­
Son olarak, pozitif feedback’in bir başka önemli tam olarak isimlendirilen ekstraseliiler sıvıdaki ho-
kullanım yeri sinir sinyallerinin oluşumudur. Bir si­ meostatik koşulların korunması için bir görev üst­
nir lifinin m em branının uyarılması, mem branda lenir. İç ortamdaki normal koşullar korunduğu sü­
bulunan sodyum kanallarından hücre içine bir rece vücuttaki hücreler yaşamaya ve işlev görmeye
miktar sodyumun sızmasına neden olur. Lif içine devam ederler. Böylece, her bir hücre, hom eosta-
giren sodyum mem branda bulunan sodyum kanal­ sisden yarar sağlar ve diğer yandan hom eostasisin
larından hücre içine bir miktar sodyumun büyük korunmasına katkıda bulunur. Bu karşılıklı (resip-
bir hızla girişine yol açar ve aksiyon potansiyeli rokal) ilişki bir ya da birden fazla fonksiyonel sis­
8 ÜNİTE I • Fizyolojiye Giriş: Hücre ve Genel Fizyoloji

tem, üstlendiği işlevi yerine getiremez duruma ge­ man, vücuttaki bütün hücreler etkilenir. İşlev b o ­
linceye kadar, bedenin sürekli otomatik işleyişini zukluğunun ağırlığı ölüme yol açarken, daha hafif
sağlar. Bir hücre grubunun işleyişi bozulduğu za­ işlev bozuklukları hastalıkla sonuçlanır.

REFERANSLAR
Adolph E F : Physiological adaptations: hyper­ Guyton A C , T a y lo r A E, G ranger H J: D ynam ­ dorsal lamina term inalis: headquarters for
trophies and superfunctions. A m S ei 6 0 : ics and C ontrol o f the Body Fluids. Phila­ control o f body fluid h om eostasis? Clin Exp
6 0 8 . 1972. delphia: W B Saunders C o, 1975. Pharm acol Physiol 2 3 :2 7 1 , 1996.
Bernard C : Lectures on the Phenom ena o f L ife Hasser E M , B ish op V S , Hay M : Interactions M ilhorn H T: T h e A pplication o f C ontrol T h e ­
Com m on to A nim als and Plants. Spring­ betw een vasopressin and baroreflex control ory to Physiological S ystem s. Philadelphia:
field: C harles C Thom as, 1974. o f the sym pathetic nervous system . C lin W B Saunders C o, 1966.
Brand M D : Regulation analysis o f energy me­ Exp Pharmacol Physiol 2 4 :1 0 2 , 1997. M oore K L , Persaud T V N , S h iota K : C olor A t­
tabolism . J Exp B io l 2 0 0 :1 9 3 , 1997. H offman J F , Jam ieson JD : Handbook o f Phys­ las o f C lin ical Em bryology. Philadelphia:
Burattini R , B o rg d o rff P: C loscd -loop barore- iology: Cell Physiology. Bethesda: A m eri­ W B Saunders C o, 1994.
flex control o f total peripheral resistance in can Physiological S o ciety , 1997. Norsk P: Role o f arginine vasopressin in the
the cat: identification o f gains by aid o f a Hosking D J: Calcium hom eostasis in preg­ regulation o f extracellu lar fluid volum e.
m odel. C ard iovasc Res 1 8 :7 1 5 , 1984. nancy. C lin Endocrinol 4 5 :1 , 1996. M ed S c i Sports E x e rc 2 8 :S 3 6 , 1 9 96.
C annon W B : T h e W isdom o f the Body. New Kurokaw a K : How is plasm a calcium held N osaka S : M odifications o f arterial barore-
Y o rk : W\V Norton & C o. 1932. constant? M ilieu intérieur o f calcium . K id­ llexes: obligatory roles in cardiovascular
Conn P M , G oodm an H M : H andbook o f Physi­ regulation in stress and poststress recovery.
ney Int 4 9 :1 7 6 0 , 1996.
o logy: C ellu lar Endocrinology. Bethesda: Jpn J Physiol 4 6 :2 7 1 , 1996.
Lew in B : G enes V I. New Y o rk: Oxford U n i­
A m erican Physiological S o ciety , 1 9 97. O ’Leary D S: Heart rate control during exe rcise
versity Press, 1997.
D anzler W H (cd ): Handbook o f Physiology, by baroreceptors and skeletal m uscle affer-
M anslicld R T , Parker M M : C erebral autoregu­
S e c . 13: C om paritive Physiology. Bethesda: ents. M edi S ci Sports E x erc 2 8 :2 1 0 , 1996.
lation during venovenous extracorporeal
A m erican Physiological S o ciety , 1997. O rgel L E : T h e origin o f life on the earth. S c i
m em brane oxygenation. C rit Care Med 2 4 :
Garland T Jr, C arter PA : Evolutionary physiol­ Am 2 7 1 :7 6 , 1994.
1945, 1996.
ogy. Annu R ev Physiol 5 6 :5 7 9 , 1994. Rabinow itz L : A ldosterone and potassium h o ­
G elehrter T D , C ollins F S : Principles o f M edi­ M asoro E J (cd ): Handbook o f Physiology, S ec.
meostasis. K idney Int 4 9 :1 7 3 8 , 1996.
cal G enetics. Baltim ore: W illiam s & W il­ 1 1: A ging. Bethesda: A m erican Physiologi­ Sadler T W : Langm an’s M edical Em bryology.
kins, 1995. cal S o ciety , 1995. Baltim ore: W illiam s & W ilkin s, 1995.
G iich rest B A , B o h r V A : Aging processes, M athew R J: Postural syncope and autoregula­ Thom son R C : B io m aterials Regulating Cell
DN A dam age, and repair. FA SH B J 1 1 :322, tion o f cerebral blood flow. B io l Psychiatry Function and T issu e D evelopm ent. W arren-
1997. 4 0 :9 2 3 , 1996. dale, PA : M aterials R esearch S o ciety , 1998.
Guyton A C : Arterial Pressure and H yperten­ M cK in ley M J, Pennington G L , Oldfield B J : T jia n R : M olecular m achines that control
sion. Philadelphia: W B Saunders C o, 1980. A nterovcntral w all o f the third ventricle and genes. S c i A m 2 7 2 :5 4 , 1995.
İnsanda bulunan 100 trilyon ya da daha fazla sayı­ Proteinler. Sudan so n ra h ü crelerd e en fazla
daki hücre, kendilerini çevreleyen sıvı yeterli b e ­ m iktarda bulunan m adde proteindir, norm ald e
sinleri içerdiği sürece yaşayabilir ve çoğu kez ço ­ hücre kütlesinin % 1 0 -2 0 ’siııi oluşturur. H ücre
ğalabilir. Vücuttaki organların ve diğer yapıların proteinleri yapısal proteinler ve genellikle enzim
işlevlerini anlayabilm ek için önce hücrenin temel olarak işlev gören globu lar proteinler olarak iki­
organizasyonunu ve hücre bölüm lerinin işlevleri­ ye ayrılır.
ni anlam am ız gerekir. Hücredeki bu tip yapısal proteinler, genellikle
uzun, ince filam entler halinde bulunur, bunlar
bir çok protein m olekülünün polim eridir. Bu tür
intrasellüler filam entlerin en bilinen kullanımı,
HÜCRENİN ORGANİZASYONU tüm kasların kontraktil mekanizm asıdır. Fila­
m entler ayrıca m ikrotübüller halinde silia, sinir
Işık mikroskobunda görülen tipik bir hücre şekil aksonu, m itotik iğcikler gibi “hücre iskeleti" oıga-
2 -1 ’de gösterilmiştir. Hücrenin iki temel bölümü nellerini de oluştururlar. Fibriler p roteinler ekst-
mıkleus ve sitoplazmadır. Nukleus, sitoplazm a- ıaselliiler olarak özellikle kollejen ve bağ dokusu­
dan bir mıkleus membmmylcı ayrılmıştır; sitop- nun elastin liflerinde, kan dam arları, tendon, li­
lazma, kendini çevreleyen sıvıdan hücre m enıbıa- gament vb. içinde bulunur.
nıyla ayrılır. Globiiler proteinler tam am en farklı tiptedir, ge­
Hücreyi oluşturan farklı m addeler topluca pro­ nellikle tek protein m oleküllerinden oluşm uştur
toplazm a adım alır. Protoplazm a tem el olarak beş ya da daha büyük oranda, fibriler yapıdan çok glo-
m addeden oluşur: su, elektrolitler, proteinler, li- biiler yapıda bir araya gelmiş bir kaç protein m o ­
pidler,karbonhidratlar. lekülünden oluşurlar. Bu protein ler genellikle
hücrede enzim işlevi görür ve fibriler proteinlerin
Su: H ücrenin tem el sıvı ortam ı sudur, bir çok tersine hücre içi sıvıda erimiş durum dadır.Önem -
h ü cren in % 70 -8 5 ’i sudan oluşm uştur (yağ h ü c­ li bir bölüm ü de hücre içindeki m eın b ıan ö z yapı­
releri hariç). Hücre içindeki bir çok kim yasal lara yapışık durumdadır. Bu enzim ler hücredeki
m adde suda çözünm üş durumdadır, diğer m ad­ diğer maddelerle doğrudan ilişki içindedir ve kim ­
deler p arçacıklar h alind e sü span se olm uştur. yasal reaksiyonları katalizlerler. Örneğin, gilikozu
Kim yasal reaksiyonlar, erim iş kim yasallar ara­ bileşenlerine ayırarak, oksijenle birleştirip, kar­
sında ya da süspanse haldeki m em b ıa n ö z yapı bon dioksit ve suyun oluşum unu ve hücresel iş­
ve partikiillerin yüzeyiyle su arasındaki sınırda levler için gerekli enerjiyi sağlayan reaksiyonlar,
gerçekleşir. bir dizi protein enzim tarafından katalizlenir.

İyonlar. Hücre içindeki en önem li iyonlar potas­ Lipidler. Lipidler, ortak özellikleri yağ çözücüler­
yum, magnezyum, fosfat, sülfat, bikarbonat ve az de erim ek olan, bir kaç ayrı tip maddeyi kapsar.
m iktarda sodyum, klor ve kalsiyumdur. Bu elekt­ Hücrelerin çoğundaki en önem li lipidler fosfoli-
rolitler intrasellüler ve ekstraselliiler sıvılar arasın­ pidler ve kolesteroldür. Bu tip yağ toplam hücre
daki ilişkilerin yer aldığı dördüncü bölüm de ay­ kitlesinin % 2’sini oluşturur. Fosfolipid ve koleste­
rıntılı olarak tartışılmıştır. rolün suda erim em esi, hücre m em branının ve
İyonlar, hücresel reaksiyonlar için gerekli olan hücre içi bölüm leri birbirinden ayıran m em bıa-
inorganik kim yasalları oluştururlar. Ayrıca bazı nöz bariyerlerin oluşum unu sağlar.
h ü c re s e l k on tro l m e k a n iz m a la rın ın işlem esi Fosfolipidler ve kolestrol dışında hücrelerde çok
için de gereklidirler. Ö rneğin hücre m e m b ıa n ı miktarda nötral yağlar da denen trigliseritler de
ü zerinde etkili iyonlar sinir ve kas liflerinde bulunur. Yağ hücrelerinde hücre kitlesinin % 95’i
e lek tıo k im y asal u yarıların iletisin i sağ lam ak trigliseritlerden oluşmuştur. Bu hücrelerdeki yağ,
için gereklidir. vücudun gereksinim duyduğu her durumda çözü-
10 ÜNİTE I • Fizyolojiye Giriş: Hücre ve Genel Fizyoloji

m olekülleri genellikle m em b ran ı boyuna kat


eder,bu yapılar genellikle por olarak adlandırılır,
Nükleoplazma böylece bazı özel m addelerin m em randan ser­
bestçe geçişine izin verir. M em bran proteinlerinin
Sitoplazma bir bölümü de enzim işlevi görür ve çeşitli kimya­
sal reaksiyonları hızlandırırlar. Bunlar, bu ve bir
Çekirdek
Nükleolus sonraki bölümde ayrıntılı biçim de tartışılacaktır.

Hücre zarı
H ücre M e m b ra n ı
Çekirdek zarı
Hücreyi saran m erm bıan, 7,5-10 nanom etre ka­
ŞEKİL 2 - 1 lınlığında, ince,kıvrılabilir ve elastik bir yapıdır.
Tam amen lipid ve protinlerden oluşmuştur. Yakla­
Hücrenin ışık mikroskobunda görülen yapısı.
şık bileşimi, %55 protein, %25 fosfolipid, %13 ko­
lesterol, %4 diğer lipidler ve %3 karbonhidrattan
nerek enerji sağlayan besinlere dönüşen ana de­ oluşmuştur.
polardır.
Hücre Membranının Lipid Bariyeri Suyun Sız­
K arbonhidratlar. K arbonhidratlar glikopıoteiıı masını Engeller. Şekil 2 -3 ’de hücre m em branı
m oleküllerinin bir parçası olmak dışında yapısal gösterilmektedir. Temel yapısı bir lipid çift taba­
açıdan fazla işlevsel önem taşımazlar ama hücre kadır, yalnızca iki molekül kalınlığında bir film
beslenm esinde büyük rol oynarlar. İnsan hücrele­ tüm lıticr yüzeyini kaplar. Bu tabakanın arasına
rinin çoğunda karbonhidrat depoları fazla büyük büyük globiiler proteinler serpiştirilmiştir.
değildir, genellikle toplam hücre kitlesinin % 1’ini Lipid çift tabaka tem el olarak fosfolipidlerden
oluşturur, bu oran kas hücrelerinde %3, karaciğer oluşmuştur. Her fosfolipid m olekülünün bir bölü­
hücrelerinde % 6’dır. Çözünmüş glikoz şeklinde mü suda çözünebilir, yani hidrofiliktir. Fosfolipi-
karbonhidrat ekstraselliiler sıvıda her zam an kul­ din fosfat bölüm ü hidrofılik, yağ asidi bölüm ü ise
lanılabilir durumdadır. Az miktarda karbon hid­ hidrofobiktir.
rat, hücrede, suda çözünm eyen glikoz polim eri Fosfolipid moleküllerin hidrofobik bölüm leri su
olan glikojen halinde depolanmıştır, glikojen, ge­ tarafından itilir ama bu bölüm ler birbirlerini ç e ­
rekli olduğu durumlarda hızla hücrenin enerji ge­ kerler, bu yüzden doğal olarak zarın iç kısmında
reksinimini karşılar. şekil 2 -3 ’de görüldüğü gibi yan yana sıralanm a
eğilimindedir. Suya bakan yüzeyler hidrofilik fos­
fat bölümler tarafından kaplanmıştır.
Çiftkatlı m em ıanın ortasındaki lipid tabaka, gli­
HÜCRENİN FİZİKSEL YAPISI koz, üre, iyonlar gibi suda eriyen m addeler için
ana bariyeri oluşturur, ancak oksijen, karbon di-
Hücre yalnızca sıvı, enzim ve kimyasal m addeler­ oksit ve alkol gibi yağda eriyen m addeler m em ra-
den oluşmuş bir torba değildir, çoğu orgcınel adını nın bu bölüm lerinden kolayca geçebilirler.
alan yüksek bir organizasyon gösteren fiziksel ya­ Lipid çiftkatlı önem li niteliklerinden biri, katı
pıları da kapsar. Her bir oıganelin fiziksel doğası değil, sıvı oluşudur. Böylece m em ranın bölüm leri
hücre için kimyasal yapılar kadar önemlidir. Ör­ hücre yüzeyi boyunca yer değiştirebilir. Lipid çift-
neğin oıganellerden biri olan m itokondriler olm a­ kat içinde çözünen ya da buraya tutunan p rotein­
saydı hücrenin enerji desteğinin % 95’i birden bire ler ya da diğer m addeler hücre yüzeyinin tüm
kesilirdi. Hücrenin bazı ana organelleıi ya da ya­ alanlarına diffüze olurlar.
pıları şekil 2 -2 ’de gösterilmiştir. Membraııda bulunan kolestrol molekülleri lipid
doğadadır çünkü kolestroluıı steroid çekirdeği yağ­
da erir. Bu moleküller lipid çift tabaka içinde erimiş
Hücredeki M em branöz Yapılar durumdadır. Ana görevleri, çift tabakanın vücut sı­
vılarının suda erir maddelerine karşı geçirgenlik
Hücrenin bütün organelleıi, tem el olarak lipid ve derecesini belirlemeye yardım etmektir. Kolesterol
proteinlerden oluşan bir m em branla çevrelen­ ayrıca mem branın akışkanlığını da belirler.
miştir. Hücre membranı, çekirdek membranı, en-
d op lazm ik retikulum m em branı, nıitokondri Hücre M em bran Proteinleri. Şekil 2 -3 ’de lipid
membranı, lizozomlar ve G olgiapareyibunlar ara­ çift tabakada yüzen globuler kitleler görülm ekte­
sında sayılabilir. dir. Bunlar, çoğu glikopotein yapıdaki zar protein ­
M em bran yapısındaki lipidler suyun ve suda lerdir. Proteinler iki tiptir: iııtegral proteinler zarı
eriyebilir m addelerin bir hücre kom partm anın- boydan boya kat ederler, periferik proteinler ise
dan diğerine serbestçe gitm esini engeller çünkü m em ranın yalnızca bir yüzeyine tutunmuşlardır,
su yağda çözünm ez. M em bıanda yer alan protein zara penetıe değillerdir.
BÖLÜM 2 • Hücre ve işlevi 11

Sekretuar granül

Golgi apareyi
Mikrotübüller
Hücre membranı

Kromozomlar ve DNA

Lizozom

Mitokordri

Nükleer membran

Nukleolus

Glikojen

Ribozomlar

Mikrofilamentler
Düz (agranüler)
endoplazmik retikulum

ŞEKİL 2 ■ 2
Sitoplaznıa ve nukleusdaki organelleri gösteren, tipik bir hücrenin kesiti.

protein Karbonhidrat

V -0*H :>S>
V .
nm
Lipid çift
integral___/ tabaka
protein
V ,. Sitoplazma
Periferik j

ŞEKİL 2 - 3
I Iiicre membranının temel olarak fosfolipid çift tabakadan oluştuğunu ancak çok sayıda protein molekülünün bu tabaka içine
yerleşmiş olduğunu gösteren şeması. Proteinlere mcmbranın dış yüzünde karbonhidrat uçlar bağlanırken, membranın iç
yüzünde başka protein molekülleri bulunur. (Lodish Rothman'dan; Hücre membranının bileşenleri. Sci Am 240:48, 1979 © 1979
Scientific American İne Tüm haklan saklıdır.
12 ÜNİTE I • Fizyolojiye Giriş: Hücre ve Genel Fizyoloji

Intégral proteinlerin çoğu su m oleküllerinin ve E n d o p la z m ik R e tiku lu m


suda eriyen m addelerin, özellikle iyonların ekst-
rasellüler ve intrasellüler sıvı arasında diffüze ol­ Şekil 2 -2 ’de sitoplazm ada endoplazm ik retikıılunı
m alarını sağlayan yapısal kanalları (por) oluştu­ adı verilen tubuler ve düz vezikiiler yapılardan
rur. Bu protein kanallar selektif niteliktedir, bir oluşmuş bir ağ görülmektedir. Tubulus ve vezikıil-
kanaldan bazı m addeler diğerlerine oranla yeğle­ lerin tümü birbiriyle ilişki halindedir. Bu organe-
nerek diffüze olur. lin duvarları tıpkı hücre m em ranı gibi çiftkat li-
Intégral proteinlerin bir bölüm ü ise m em bran- pidden oluşm uştur ve çok miktarda protein iç e ­
dan geçem eyen m addelerin Lipid çift tabakadan rir. Bu organelin toplam yüzey alanı bazı h ücıeler-
geçişini sağlayan taşıyıcı proteinlerdir. Bazen bu de-önıeğin karaciğer hücrelerinde-hiicrenin dış
taşıyıcılar maddeleri doğal diffüzyon yönlerinin yüzey alanının 30-40 katı kadar olabilir.
tersine, “aktif transport” adı verilen bir yolla taşır­ Endoplazmik retikulum un küçük bir bölü m ü ­
lar. Bir bölüm ü de enzim olarak işlev yapar. nün ayrıntılı yapısı şekil 2-4'de gösterilmiştir. Tu-
Perifeıik proteinler ise hem en hem en ya da ta­ bul ve veziküllerin içi endoplazm ik matriks denen
m am en m em branm iç yüzüne yerleşik durum da­ ve endoplazmik retikulum dışındaki sıvıdan farklı
dırlar ve genelde bir intégral proteine tutunm uş­ olan akışkan(sulu) bir sıvıyla doludur. Elektıon-
lardır. Perifeı ik pıotinler hem en her zam an enzim mikıoskopik fotoğraflar endoplazm ik retikulum
olarak işlev görür ya da intraselüler işlevleri başka içindeki boşluğun çift katlı çekirdek m em ranın
yollarla kontrol etm e görevi üstlenmişlerdir. arasındaki boşlukla bağlantılı olduğunu göster­
miştir.
M em bran Karbonhidratları - Hücre "Glikoka- Hücrenin başka bölüm lerinde yapılan m adde­
liksi". M em bran karbonhidratları hem en daima ler endoplazm ik retikulum içine alınır ve daha
proteinler ya da lipidlerle kom bine olarak glikop- sonra hücrenin diğer bölüm lerine iletilirler. Reti­
roteinler ve glikolipidler halinde bulunur. Intégral kulum yapısındaki çok geniş alan ve bu m em bran
proteinler çoğu glikopıoteindir. Bu moleküllerin üzerinde bulunan çok sayıdaki enzim hücrenin
“gliko” bölüm leri hem en daima hücre yüzeyinden m etabolik işlevlerini gerçekleştiren m akinenin
dışa doğru asılarak çıkıntı yapar, karbonhidrat b i­ önemli bir parçasını oluşturur.
leşiklerinin proteoglikan adı verilen bir çoğu, kü­
çük bir protein çekirdekle biribirine tutunm uş ve Ribozom lar ve G ranüler Endoplazm ik R etiku­
hücrenin dış yüzeyine gevşek biçim de bağlamış lum. Endoplazm ik retikulum un bir çok b ö lg esin ­
karbonhidrat maddelerdir. Bu nedenle hücrelerin de dış yüzeyine tutunm uş ribozom denen çok sa ­
dış yüzeyi glikokaliks adı verilen gevşek bir kar­ yıda küçük granüler partiküller bulunur. E n d op ­
bonhidrat örtüyle kaplıdır. lazmik retikulum un böyle gözüken bölüm lerine
H ücrenin dış yüzeyine tutunan karbonhidrat granüler en doplazm ik retikulum denir. R ib o ­
uçlarının birkaç önem li işlevi vardır: (1) Çoğu zom lar ribonükleik asit (RNA) ve protein karışı­
elektriksel olarak negatif yüklü oldukları için h ü c­ m ından oluşm uştur ve hücrede, bu bölüm de ve
renin dış yüzeyinin negatif yüklü olm asına neden 3. bölüm de tartışılan protein sen tezin i geıçek-
olurlar, diğer negatif yüklü maddeleri iterler. (2) leştiriler.
Bazı hücrelerin glikokaliksi diğer hücrelerin gliko-
kaliksine bağlanır böylece hücreler birbirine tu ­ A g ran ü ler Endoplazm ik R etikulum . E n d o p ­
tunmuş olur. (3) Karbonhidratların çoğu insülin lazm ik retikulum un ribozom içerm ey en b ö lg e­
gibi horm onların bağlanm ası için reseptör görevi sidir. Agranüler ya da düz en doplazm ik retiku­
yapar, bağlanm adan sonra bu kom binasyon tu- lum adını alan bu bölge hücredeki lipid m ad ele-
tunm uş(bağlantılı) internai proteinlerin aktive ol­
m asını sağlar, bu da bir dizi intrasellüler enzimin
aktivasyonuna neden olur. (4) Bazıları 34. bölüm ­
de tartışıldığı gibi bağışıklık reaksiyonlarına girer.

Sitoplazm a ve Organelleri

Sitoplazma, farklı büyüklükte ve dağınık durumda


partiktil ve oıganelle doludur. Partiküllerin içinde
dağıldığı sitoplazm anın berrak sıvı kısmına sitozol
denir. Bu sıvıda çözünm üş proteinler, glikoz ve
elektrolitler bulunur.
Sitoplazmadaki partikiiller nötral yağ globülleri,
glikojen granıılleri, ribozomlar, sekretuar vezikül-
ler, ve beş önem li organelden oluşmuştur. Bu or-
Endoplazınik retukulumun yapısı (De Robertis, Seaz, De
ganeller endoplazm ik retikıılunı, Golgi apereyi, Robertis’dcn değiştirilerek Cell Biology 6th ed. Philadelphia,
mitokondriler, lizozom lar ve peroksizomlardır. W.B. Saunders Company 1975)
BÖLÜM 2 • Hücre ve İşlevi 13

parçaya ayıran bir proteindir. Su m olekülünü


ouşturan bir hidrojen, ikiye bölünen m addenin
bir tarafından alınır. Örneğin proteinler hidrolize
edilerek am inoasitelere, glikojen ise hidrolize edi­
lerek glikoza ve lipidler hidrolize edilerek yağ asit­
leri ve gliseıole dönüşür.
Lizozomları çevreleyen m em bran, hidrolitik e n ­
zim lerin hücredeki diğer maddelerle tem asını e n ­
geller, böylece hücre içindeki yapıların sindiril­
m esini önler. Ancak bazı koşullar alında lizozom -
ların bazılarının m em branı açılır ve içindeki e n ­
zim ler serbest kalır. Bu enzim ler hücre içinde kar­
şılaştıkları organik molekülleri am inoasitler ve
glikoz gibi küçük, diffüzyon hızı yüksek parçalara
ŞEKİL 2 • 5
ayırırlar. Lizozomlar ın daha spesifik işlevlerinden
Tipik bir Golgi apereyiııin endoplazmik retikulum ve ııukleusla
ilişkisi. bazıları bu bölüm de daha sonra tartışılacaktır.

P e ro ksizo m la r
ri sen tezler ve birçok enzim atik süreci g erçek ­ Peıoksizom lar lizozom lara fiziksel açıd an b e n ­
leştirir. zerler am a iki önem li farkları vardır: birincisi,
Golgi apereyi tarafından değil, kendilerini ço ğ al­
G o lg i - A p e re y i tarak (self-ıeplication) (ya da belki düz en d o p ­
lazm ik retikulum dan tom urcuklanarak) oluştuk­
Şekil 2 -5 ’de gösterilen Golgi Apereyi endoplaz­ ların a inanılm aktadır. İkincisi, h id ro lazlaıd an
m ik retikulum la yakından ilişkilidir. Agranüler çok, oksidaz enzim leri içerirler. Bazı oksidazlar,
endoplazm ik retikulum a çok benzer bir m em b- farklı intraselliiler kimyasal m addeleri oksijenle
ran yapısına sahiptir. Çekirdeğin yakınında dört birleştirerek hid rojen peroksit (H 2 O 2 ) üretm e ye-
ya da daha fazla ince, düz vezikülün üst üste di­ teneğindedir. H idrojen peroksidin kendisi, yük­
zilm esiyle oluşm uş bir yapıdır. Bu aperey salgı sek bir oksitlem e kapasitesine sahiptir ve bir b a ş­
yapan hücrelerde iyi gelişmiştir, bu tip hücıeled e ka oksitleyici enzim olan ve peıoksizom lard a bol
salgılanan m addelerin hücre dışına verildiği k e­ m iktarda bu lu nan katalazla b ağ lan tılı olarak
narda yerleşm iştir. kullanılır. Bu enzimler, hücre için zehirli o lab ile­
Golgi apereyiııin işlevi endoplazmik retikulumla cek m addeleri oksitleyerek zararsız hale getirir­
bağlantılıdır. Şekil 2 -5 ’de gösterildiği gibi endop­ ler. Örneğin bir bireyin içtiği alkolün yaklaşık ya­
lazmik retikulumdan kopan endoplazmik retiku­ rısı karaciğer hücresinin peroksizom larında bu
lum vezikiilleri ya da kısaca ER vezikiilleri veya yolla detoksifiye edilir.
transport vezikiilleri adını alan vezikiiller, hem en
sonra Golgi apereyi ile birleşir. Bu yolla endoplaz­ Salgı V e zikü lle ri
mik retikulumun tuttuğu maddeler Golgi apereyi-
ne taşınm ış olur. Bu maddeler Golgi apereyiııde iş­ Bir çok hücrenin önem li işlevlerinden birisi de
lenerek lizozomları, salgı veziküllerini ve bu bölü­ belli bazı maddeleri salgılamaktadır. Bu tür salgı
m ün daha sonraki kısımlarında tartışılacak olan m addelerinin hepsi endoplazm ik ıetikulum -G olgi
diğer sitoplazm ik yapıları oluşturur. cihazı sistem inde oluşturulur ve Golgi cihazından
sitoplazmaya, sekretııvar vezikiiller ya. da sekretıt-
L iz o z o m la r var grcınüller adı verilen depo vezikülleri içinde
gönderilirler. Şekil 2-6 pankreas asinar hücreleri
Şekil 2 -2 ’de gösterilen lizozomlar, Golgi apereyi içinde protein proenzim leri depolayan tipik sek-
tarafından oluşturulan veziküler organelleıdir, ıetuar vezikülleri gösterm ektedir (enzim ler henüz
daha sonra tüm sitoplazm aya dağılırlar. Lizozom ­ aktive edilm emiştir). Pıoenzim ler daha sonra dış
lar hücre içi sindirim sistemini oluştururlar, h ü c­ hücre m em barınından pankreas kanalına salgıla­
renin özellikle l)haraplanm ış yapılarını, 2)hiicre- nırlar ve duodenum a geçerler, burada aktive ola­
ye alm an besin paıtiküllerini ve 3)bakteıiler gibi rak sindirim işlevlerini gerçekleştirirler.
isten m eyen m ad d eleri sindirirler. Lizozom lar
hücreden hücreye farklılık gösterm ekle birlikte M ito k o n d rile r
2 50-7 5 0 n a n o m etıe çapındadır. Çiftkatlı lipid
m em branla çevıeli, 5-8 n anom etıe çapında çok Şekil 2-2 ve 2-7'de gösterilen mitokondriler hücre­
sayıda partikiil kapsayan yapılardır. Bu partikiiller nin "enerji santrali” olarak bilinir. Mitokondriler ol­
40 farklı tip hidrolaz (sindirici) enzimin protein madan hücre besinler ve oksijenden önemli miktar­
agregatlarıdır. Ilidrolitik enzim, bir organik bileşi­ da enerji elde edemez ve sonuçta tüm hücresel iş­
ği, bileşikten bir su molekülü çıkararak, en az iki levler durur.
14 ÜNİTE I • Fizyolojiye Giriş: Flücre ve Genel Fizyoloji

leşm esi için enerji gereken her yerde enerjisini ve­


rir. ATP oluşum unun kimyasal ayrıntıları 67. B ö­
lümde anlatılmaktadır, hücrede ATP’nin bazı te ­
mel işlevlerinden bu bölümde söz edilecektir.
M itokondriler kendilerini çoğaltabilirler, h ü cre­
de enerji gereksinimini arttığında bir m itokondı i-
den iki, üç ... m itokondri oluşabilir. M itokondriler
nukleustaki gibi d eoksiribon ü kleik a sit (DNA) iç e ­
rirler. 3. Bölüm de DNA’nın çekirdeği oluşturan ve
bölünmeyi kontrol eden tem el m adde olduğunu
öğreneceğiz. M itokondri DNA’sı da aynı işi görür,
m itokondrinin bölünm esini denetler.
ŞEKİL 2 • 6
Pankreasın asiner hücrelerinde sekretuvargranüller.
H ücre F ila m e n tle ri ve T ü b ü le r Y apılar

Hücredeki fıbriler proteinler çoğunlukla filam ent


ya da tubuller halinde organize olmuştur. Ribo-
Mitokondriler, tüm sitoplazma bölümlerinde bu­ zonılar tarafından sentezlenen öncül (pıekürsör)
lunurlar ama hücre içindeki sayıları hücrenin gerek­ proteinlerden sitoplazm ada oluşurlar. Öncül m o ­
sinim duyduğu enerji miktarına göre yüz ile birkaç leküller film ııentleri oluşturmak üzere polim eıize
bin arasında değişebilir. Ayrıca mitokondriler hücre­ olurlar.Bir örnek olarak çok miktarda aktin fila-
de enerji metabolizm asının yoğun olduğu bölgeler­ m entinin hücre zarının hem en altında toplanarak
de toplanırlar. Biçim ve boyutları da farklı olabilir, ek to plazm a denen, esnek bir destek bölge oluştur­
bazıları birkaç yüz nanom etre çapında ve globiiler ması verilebilir, daha önce söylemiştik. Kas h ü cre­
biçimde olabilir, bazıları uzun olabilir (1 mikron lerinde de aktin ve miyozin filam entleri özel bir
eninde 7 mikron boyunda olabilirler), bazıları da düzenlemeyle kontraJctil bir m akine oluştururlar.
dallanmış ve fılamentöz yapıda olablir. Bu kasılma sistem i tüm bedendeki kas kasılm ası­
M itokondrinin yapısı şekil 2 -7 ’de gösterilmiştir. nın temelidir ve Bölüm 6 da ayrıntılı biçim de tarü-
Lipid çiftkat-pıoteinden oluşmuş iki zarı vardır: şılmaktadır.
bir dış ve bir iç m em bran. İç m em branın oluştur­ Polimerize tubulin m oleküllerinden oluşan özel
duğu kıvrımlara oksidatif enzim ler tutunur. Mito- bir tip filament, tüm hücrelerde çok sağlam bir tü­
kondri içindeki boşluk, besinlerden enerji elde büler yapı olan m ikrotübülleri oluşturur. Şekil 2-
edilmesi için gerekli olan çözünm üş enzimleri içe­ 8 ’de bir sperm in flagellumundan ayrılmış mikro-
ren bir m atriksle doludur. Bu enzimler iç m em bra­ tübüller görülmektedir.
na tutunm uş olan enzim lerle işbirliği halinde çalı­ Mikrotübüler için bir başka örnek, hücre sitop-
şarak besinlerin oksidasyonunu, sonuçta su ve lazm asından silium laıın uca doğru dağıldığı tüm
karbon dioksit oluşumunu ve bunlarla eş zamanlı siliaların bağlı bulunduğu tubuler iskelet yapısı­
olarak enerji serbestlem esini sağlarlar. Açığa çıkan dır. Bu yapı şekil 2 -1 7 ’de gösterilmiştir. Ayrıca
enerji, cıdenozin trifosfat (ATP) adı verilen yüksek seııtriyollerve bölünen hücrelerdeki ıııitotik iğcik-
enerjili bir bileşiğin sentezlem esi için kullanılır. ler de sağlam mikrotübi'ıllerden oluşmuştur.
ATP daha sonra m itokondri dışına taşınır, tüm Bu örnekler, m ikrotübülleıin tem el görevinin
hücreye diffüze olarak hücresel işlevlerin gerçek- hücrenin belli bölgelerinde sert fiziksel yapılar
halinde hücre iskeleti (cytoskeletoıı) ni oluşturm ak
olduğunu göstermektedir.
Dış membran \ jç membran

Matriks
^7 Kıvrımlar Nukleus

Çekirdek, hücrenin kontrol merkezidir. Çekirdek


genlerde çok miktarda DNA içerir. Genler, araların­
da yapısal hücre proteinlerinin ve sitoplazmik akti-
viteyi kontrol eden sitoplazma enzimlerinin de b u ­
lunduğu hücre proteinlerinin niteliklerini (karakte­
ristiklerini) belirler ve çoğalmayı da kontrol ederler.
Oksidatif __-
fosforilasyon N Genler önce kendilerini eşleyerek birbirine özdeş iki
enzimleri Dış aralık grup gen oluşturur, bundan som a hücre mitoz adı
verilen özel bir bölünme dönemi geçirerek her biri
ŞEKİL 2 - 7 iki özdeş gen grubundan birini alır. Çekirdeğin bü ­
tün bu aküviteleri 3. Bölümde ayrıntılı olarak anla­
Bir mitokondrinin yapısı. (De Robertis, Saez, De Robertis’den
değiştirilerek Cell Biology 6th ed. Philadelphia, W.B. Saunders tılmaktadır.
Company 1975). Çekildiğin mikroskop altlıdaki görüntüsü, akti-
BÖLÜM 2 • Hücre ve İşlevi 15

ŞEKİL 2 - 8
Bir spermin flagellumundan
ayrılmış mikrotübüller. (Porter’dan:
Ciba Foundation Symposium:
Principles of Biomolecular
Organization. Boston Little Brown
& Company 1966).

viteleri kontrol etm e m ekanizm aları hakkında büyük protein molekül kom plekslerinin por çev­
fazla ip ucu vermez. Şekil 2 -9 ’da bir inteıfaz (b ö ­ resinde yapışmaları nedeniyle açıklık yalnızca 9
lünm e arasındaki devre) nukleusunun ışık m ik­ nanom etreye düşer. Bu dar aralık bile m oleküler
roskobundaki görüntüsü izlemektedir. Tüm nuk- ağırlığı 44000’e kadar olan orta boy m oleküllerin
leoplazm a boyunca koyu boyanm ış krom atin geçişine izin verir.
m ateryali görülmektedir. Mitoz sırasında krom a­
tin m ateryali hem en fark edilebilecek biçim de şe ­
killenerek 3. Bölüm de gösterilen ve ışık m ikros­ Çekirdekçik ve Ribozomların Oluşumu
kobu altında kolayca görülebilen krom ozom ları
oluştururlar. Çoğu hücrenin çekildiğinde koyu boyanan ve
nukleolus (çekirdekçik) adı verilen bir yapı bulu­
nur. Nukleolusun kendisini çevreleyen bir m em b-
Çekirdek Membranı ıan ı yoktur. Çok miktarda RNA ve ıibozom larda
bulunan proteinleri içerir. Hücre aktif olarak pro­
Çekirdek menıbranı, çekirdek zarfı olarak da isim ­ tein sentezi yapm aya başladığında çekirdekçik
lendirilir. Aslında iki tabakadan oluşmuştur. Dış belirgin biçim de büyür.
m em bıan endoplazmik retikulumla devam eder Nukleolusun oluşum u (ve nukleus dışında si-
ve iki çekirdek zarı arasındaki boşluk da endop­ toplazm ada ribozom ların ki de ) çekirdek içind e
lazm ik retikulum içindeki boşlukla Şekil 2 -9 ’da b aşlar.Ö n ce k ro m ozo m lard aki özgül g en ler
görüldüğü gibi bağlantılıdır. RNA m n se n tez len m e sin i sa ğ la r.S e n te z le n e n
Çekirdek zarında binlerce nükleer por bulunur. RNA nın bir bölüm ü çekiıd ekçikd e d ep o lan ır­
ken büyük bir bölüm ü n iileer p o rlaıd an sitop-
lazm aya geçer, burada özgül protein lerle olgun
ıib o zo m halinde b irleşeıek 3. B ölü m d e bütün
ayrıntılarını göreceğim iz şekilde p rotein s e n te ­
Endoplazmik zini gerçekleştirirler.
retikulum

Nukleolus

Porlar
HAYVAN HÜCRESİYLE YAŞAM IN
Nukleoplazma HÜCRE ÖNCESİ BİÇİMLERİNİN
Kromatin materyali KARŞILAŞTIRILMASI
(DNA)
Sitoplazma
Nükleer zarf iç ve Çoğumuz hücrenin yaşam ın en alt basam ağı ol­
dış membranlar duğunu düşünürüz. Oysa hücre son derece kar­
ŞEKİL 2 - 9 maşık bir organizmadır ve günümüzdeki virüslere
Nukleusuıı yapısı. benzeyen ilk yaşam biçim lerinden gelişm esi için
16 ÜNİTE I • Fizyolojiye Giriş: Hücre ve Genel Fizyoloji

yüzm ilyonlaıca yıl geçm esi gerekmiştir. Şekil 2-


10’da küçük bir virüs(l), büyük bir viri\s(2), bir ri- HÜCRELERİN İŞLEVSEL SİSTEMLERİ
ketsiya(3), bir bakteri{4 ) ve çekirdekli bir lıiicrei5)
gösterilmiştir, bu şekilde hücrenin en küçük virü­ Bu bölüm ün kalan kısmında hücrenin canlı bir
sün çapından 1000, hacm inden 1 milyar kez b ü ­ organizma olm asını sağlayan işlevsel sistem lerin­
yük olduğu görülmektedir. Hücrenin anatom ik ve den bir kaç örneği tartışacağız.
işlevsel organizasyonu da virüsünkinden çok da­
ha karmaşıktır.
Küçük bir virüse canlı niteliği veren şey bir pro­ Hücre İçine Madde Alınması-Endositoz
tein kılıf içine yerleşm iş bir nükleik asittir. Bu
nükleik asit m em eli hücresinde bulunan DNA ve Bir hücrenin canlı k a lm a sı,büyüm esi ve çoğal­
RNA ile aynı yapı taşlarından oluşm uştur ve uy­ ması için çevresindeki sıvıdan, besin ve bazı m ad­
gun koşullar bulunduğunda kendini eşleyebilm e deleri hücre içine alması gerekir. M addelerin ç o ­
yeteneğindedir. Böylece bir virüs kendi nitelikle­ ğu, m em branı diffiizyonve a k tif tıansportla geçer.
rini kuşaktan kuşağa taşıyabilir ve tıpkı bir insan Diffüzyon madde moleküllerinin ıastgele hare­
ve bir hücre gibi canlı niteliğindedir. ketlerle m em bıandaki porlardan ya da yağda eri­
Yaşam gelişirken nükleik asit ve basit protein le­ yen m addeler için, lipid m atıiksden hücre içine
rin yanısıra diğer kimyasal maddeler de organiz­ girmesidir.
mayı biitünleyen bölüm ler haline gelm işler ve vi­ Aktif transport ise bir maddenin, mem branı boy­
rüsün farklı bölüm lerinde özelleşmiş işlevler ge­ dan boya geçen bir protein taşıyıcı tarafından taşın­
lişm eye başlam ıştır. Virüs çevresinde bir zar oluş­ masıdır. Hücre işlevi için çok önemli oan aktif trans­
muş, bu zarın içinde kalan bölüm de sıvı bir mat- port, 4. Bölümde ayrıntılı biçimde anlatılmıştır.
ıiks ortaya çıkmıştır. M atıiks içinde özel işlevleri Hücre mem bıanındaki özelleşmiş bir yolla b ü ­
yerine getiren özel kimyasal m addeler gelişmiştir. yük partiküllerin hücre içine alımasma eııdositoz
Kimyasal reaksiyonları katalizleyen, bu yolla o r­ denir. İki tür endositoz vardır: Piııositoz ve fagosi­
ganizm anın aktivitesini belirleyen birçok protein toz. Pinositoz, ekstıansellüler sıvı içeren çok küçük
enzim ortaya çıkmıştır. vezikülleıin hücre içine alımasıdır. Fagositoz bak­
D aha sonraki aşamalarda kimyasal agregatlaıın teri, hücre ya da doku yıkımı sonucu oluşan parça­
toplandığı organeüer gelişerek kimyasalların tüm lar gibi büyük partiküllerin hücre içine alımasıdır.
sitoplazm aya dağılmış durumda olm asına oranla
işlevlerini daha etkin biçim de gerçekleştirm esini Pinositoz. Pinositoz çoğu hücre m em bıanında sü­
sağlamıştır. rekli görülür ancak bazı hücrelerde çok hızlı olabilir.
Son aşam ada çekirdekli hücrede daha da kar­ Örneğin m akrofajlaıda dakikada toplam hücre
m aşık organeller gelişmiştir, bunların en karm aşı­ membranının %3’ü veziküller halinde hücre içine
ğı çekirdektir. Çekirdek, bu hücre tipinin daha az alınabilir, pinositik veziküller çok küçüktür, çapları
gelişmiş tüm canlı tiplerinden farklılığını sağlar. genellikle 100-200 nanometre arasındadır, bu n e­
Tüm hücresel işlevler için bir kontrol merkezi denle ancak elektron mikroskobunda görülebilirler.
oluşturur ve yeni hücrelerin kuşaktan kuşağa tam Pinositoz, çok büyük moleküllerin hücre içine
bir kopyalamasını sağlar. Böylece yeni hücreler girebilm esinin tek yoludur, örneğin proteinlerin
ana hücreyle aynı yapıları taşır. çoğu bu yolla hücre içine alınır.
Bu tür moleküllerin hücre zarıyla tem aslarının
artması pinositik vezikül oluşum unu artırır. Piııo-
sitotik vezikiillerin oluşma hızı bu tür moleküller
0 15 nm-Küçük virüs m em branın dış yüzüne değince artar. Şekil 2-
( ) 150 nm-Büyük virüs l l ’de üç molekül proteinin hücre m em branına
değm esiyle başlayan p in ositozu n aşam aların ı
350 nm J Riketsiya göstermektedir. Bu m olekiiler genellikle absorbe
edilecek protein e- reseptöre bağlanır, reseptörler
hücre m em branının dış yüzeyinde kaplı (örtülü)
1 um Bakteri
çöküntü (ceplerde) yoğunlaşmış olarak bulunur­
lar. Bu ceplerin hücre içine bakan bölüm ünde
clathrin adı verilen bir fibriler protein aktin ve nıi-
yozin gibi koııtraktil bir ağ oluşturur. Protein m o ­
'i :;- . lekülleri reseptörlerine bağlandığı zam an m em b-
*
. >.Vv.. ... ** v v f' H ücre
ıam n yüzey özellikleri, tüm cebin hücre içine doğ­
. , VS*.— ru çökm esine neden olacak biçim de değişir. İçe
*C 5-10 um + çöken cebin çevresindeki proteinler, az miktarda
ŞEKİL 2 - 10 ekstıaselüler sıvıyla birlikte reseptöre tutunan
Hücre öncesi organizmaların boyutlarıyla insan vücudundaki proteinlerin etrafının sarılm asını sağlar. H em en
ortalama bir hücrenin boyutlarının karşılaştrılması. ardından, m em branın hücre içine alınan kısmı
BÖLÜM 2 • Hücre ve işlevi 17

Reseptörler Pinositik ya da Fagositik Yabancı


Kaplı çöküntü
Q ı------J-------1 Proteinler Maddelerin Hücrede Sindirilmesi-
O o Lizozomların İşlevleri
\
Chlatrin Bir pinositik ya da fagositik vezikülün hücre içinde
ortaya çıkmasının hem en ardından bir ya da daha
fazla lizozom, vezikiille birleşir ve içindeki asit hid-
Gri' Çözünmüş rolazlar, Şekil 2-12 de gösterildiği gibi vezikül içine
O o°' /\oo\
Ö f k
\
/.O'' P-A chlatrin. 0 o aktarılır. Böylece, hidrolazlaıın vezikül içindeki
0,6-s ^îvAAktin kti ve proteinleri, karbonhidratları ve diğer maddeleri
miyozin
hidrolizlediği bir sindirim vezikiilü oluşur. Sindir­
me işlemi sonucunda amino asitler, glikoz, fosfat­
lar gibi küçük moleküller oluşur ve bunlar plazm a­
ŞEKİL 2 - 11
ya diffüze olurlar. Sindirim vezikülünün içinde ka­
Pinositoz mekanizması lan ve kalıntı cisim (residual body) adını alan m ad­
deler, sindirilmeyen bölümlerdir. Çoğu kez bu
maddeler endositozun tam tersi olan ve eksositoz
adı verilen bir işlemle hücre dışına atılırlar.
hücre yüzeyinden koparak hücre sitoplazm asına Bu nedenle lizozomlara hücrenin sindirim or­
pin ositik vezikiil olarak katılır. ganı adı verilebilir.
H ücre m em baıın ın bir pinositik vezikül haline
Dokuların Küçülmesi ve Hücrelerin O tolizi. V ü­
gelebilm esi için gerekli değişikliğin nasıl sağlan­
cuttaki dokular bazen gerileyerek küçülürler. Ör­
dığı h enü z bir sır. Bu işlem hücre içinde enerji
neğin gebelikten sonra uterus, sütten kestikten
harcanm asın ı gerektirir. Enerji gereksinim i ATP
sonra m em e bezleri küçülür, uzun zam an hare­
tarafından karşılanır. Bu işlem ayrıca ekstrasellii-
ketsiz kalan kaslar atrofıye olur. Bu küçülm eden
ler sıvıda kalsiyum iyonunun bulunm asını da ge­
büyük ölçüde lizozomlar sorumludur. Aktivitesi
rektirir. Kalsiyum m u htem elen cebin altında b u ­
azalan bir dokuda lizozom al aktivitenin hangi
lunan ve vezikülün hücre m em b ıan ın n d an kop­
mekanizm a ile arttığı bilinm em ektedir.
m asını sağlayan proteinlerin kontraksiyonu için
Lizozomların bir başka işlevi, sıcak, soğuk, trav­
gereklidir.
ma, kimyasal m addeler ya da başka bir nedenle
zedelenen hürce ya da hücre bölüm lerinin orta­
Fagositoz. Fagositoz, moleküller yerine büyük
dan kaldırılmasıdır. Hücrenin zedelenm esi lizo-
paı tiküllerin hücre içine alınm ası dışında pinosi-
zomların yırtılm asına neden olur. Serbestleyen
toza benzer biçim de gerçekleşir. Yalnızca belli hidrolazlar çevrelerindeki organik m addeleri sin ­
hücreler fagositoz yapabilirler,bunların en ö n em ­ dirmeye başlar. Eğer hasar hafifse hücrenin yal­
lileri doku makrofajları ve bazı akyuvarlardır. nızca bir bölümü ortadan kalkar, bunu izleyerek
Fagositoz, bakteri, ölü bir hücre ya da doku ar­ hücre kendini onarır. Hasar ağırsa, tüm hücre,
tıkları gibi fagosite edilecek bir paıtiküliin üzerin­ otoliz adı verilen bir işlem le tümüyle sindirilir. Bu
deki büyük polisakkaıit ya da proteinlerin fagosit şekilde hücre tam am en ortadan kalkar ve eski
üzerindeki reseptörlerine bağlanm asıyla başlar. hücreye komşu, aynı tip hücrelerden birinin mi-
Bakterilerin üzeri zaten spesifik antikorlarla kaplı­ tozla bölünm esi sonucu yeni bir hücre oluşur.
dır, bu antikorlar bakteriyi birlikte sürükleyerek
fagosit üzerindeki reseptörlerine bağlanırlar. Anti­
korların bu aracılık işlevine opsonizasyon denir. X - O. 0 . ° o
Bu konu 33 ve 34. Bölüm lerinde tartışılmıştır.
< ac
Fagositoz şu aşamalarda gerçekleşir: *
Pinositik yada fagositik
1. Hücre membramndaki reseptör, partikül yüzeyin­ ö - vezikül
deki ligandına bağlanır. r /\
2. Bağlan noktasındaki meınbran saniyeden daha Sindirim vezikülü
kısa bir sürede içe doğru çökerek partikülü tümüyle ®-
Lizozomlar
çevreler, giderek daha fazla sayıda reseptör liganda
bağlanır, tüm bu olaylar fermuarın kapanmasına ben­
\
© - Kalıntı cisim
zer biçıııide hızla gerçekelşir ve membıan kapanarak
fagositik vezikiilü oluşturur.
3. Sitoplazmadaki aktin ve diğer kontraktil fibriller
Ekskresyon
fagositik vezikiilü çevreler ve üst bölümüne yakın kı­
sımda kasılarak vezikiilü hücre içine çekerler.
4. Kontraktil proteinler daha sonra tuttukları vezikü- ŞEKİL 2 -12
lü, pinositik vezikülleıin oluşumuna benzer biçimde Pinositik vezikül içindeki maddelerin lizozim enzimleriyle
hücre, içinde serbest bırakılırlar. sindirilmesi.
18 ÜNİTE I • Fizyolojiye Giriş: Flücre ve Genel Fizyoloji

Lizozoııılar, fagosite edilen bakterilerin h ü cre­ leri adı verilen küçük veziküllerin düz endoplaz­
ye zarar verm eden ön ce öldürülm elerini sağla­ mik retikulumdan sürekli olarak kopmasıyla e n ­
yan bakteıisid enzim ler de içerir. Bu tür m adde­ gellenir. Bu veziküllerin çoğu daha sonra hızla
ler arasında, bakteri hücre zarını eriten lizozim, Golgi apeıeyine göç eder.
bakterilerin ürem esi için gerekli olan dem ir ve
diğer iyonları bağlayan lizoferritı ve hidrolazları Endoplazm ik R etikulum un D iğ e r İşlevleri.
aktifleyen ve bakterilerin bazı m etabolik sistem ­ Özellikle düz endoplazm ik retikulum un diğer
lerini inaktive eden pH’sı 5 dolaylarında bir asit önem li işlevleri şunlardır:
bulunur.
1. E nerji ge re k sin im i için glik o jen k u lla n ıla c a ğ ı z a ­
Bazı genetik hastalıklarda lizozomlarda bulu­
nan lipid agregatlaıı ve glikojen grandilerini sin ­ m an , glik ojen yık ım ın ı d e n e tle y e n e n zim le ri sağ lar.
dirm eye yarayan enzim ler bulumaz. Böyle bir du­ 2. İlaçlar gib i h ü crey e z a ra r v e re b ile c e k m a d d e le ri
rumda çok miktarda glikojen ve yağ bir çok organ­ zeh irsizleştiren çok sa y ıd a e n zim i içerir. Z eh irsizle ştiı-
da özelikle de karaciğerde birikir ve eıken ölüme m e işi k o ag ü lasy o n , o k sid a sy o n , h id roliz, g lu k u ıo n ik
neden olur. asitle b irle ştirm e y a d a b a ş k a bir y o lla gerçek leştirilir.

Hücresel Yapıların Endoplazmik Reti­ G o lg i A p e re y in in S p e sifik işle vle ri


kulum ve Golgi Apereyi Tarafından
Sentezi ve Biçimlendirilmeleri Golgi Apereyenin Sentez İşlevleri. Golgi apere­
yi tem el olarak endoplazm ik ıetikulum da sentez-
lenmiş olan proteinleri işlem ekle görevli olmakla
E n d o p la zm ik re tiku lum un spesifik işlevleri beraber endoplazmik retikulum da sentezlenem e-
yen bazı karbonhidratları sentezler. Ayrıca az m ik­
Endoplazik retikulum ve Golgi apereyinin, özellikle tarda protein içeren büyük polisakkaıit polim erle-
sekıetuar hücrelerde genişlemiş olduğu daha önce ıi de burada sentezlenebilir; bunların en önem li­
belirtilmişti. Bu oıganeller hücre membramyla ay­ leri hyalüronik asit ve kon droitin sülfattır. Bu
nı yapıdaki lipid çift tabakadan oluşmuştur ve du­ maddelerin vücuttaki bir çok önem li işlevinden
varları hücre için gerekli bir çok maddenin sentezi­ bazıları şunlardır: 1- Müküs ve diğer glandular
ni katalizleyen protein enzimlerle yüklüdür. sekresyoıılardaki pıoteoglikanlarn büyük bölü­
Sentez işlemi, çoğunlukla endoplazm ik retiku- münü oluştururlar. 2- interstisyel alanda kollajen
lumda başlar ama ürünlerin çoğu, sitoplazm aya lifler ve hücreler arasını dolduran tem el m addenin
salınm adan önce işlendikleri Golgi apereyinde b i­ en önem li bileşenleridir. 3- Kemik ve kıkırdakta
çim lendirilir. Önce, endoplazm ik retikulum ve organik matriksin tem el bileşenleridir.
Golgi apereyinin spesifik bölüm lerinde sentezle-
nen spesifik ürünlere bir bakalım. Endoplazmik Sekresyonların Golgi Apareyi Ta­
rafından İşlenmesi Veziküllerin Oluşumu. Şekil
P ro te in ler Endoplazm ik Retikulum Tarafın­ 2-13, endoplazmik retikulum ve Golgi apereyinin
dan Oluşturulur. G ıanü ler endoplazm ik retiku­ temel işlevlerini özetlemektedir. Endoplazmik reti­
lum, retikulum m em bran m m dış yüzeyine çok kulumda düz endoplazmik retikulumun Golgi ape-
sayıda ribozom un tutunm asıyla kaıakteıizedir. ıeyine en yakın bölümüne doğru taşınırlar. Bu nok­
3. Bölüm de göreceğim iz gibi, p roteinler ribo-
zo m laıın içindeki yapılar tarafından sentezlenir.
Ayrıca, ıibo zo m lar sentezledikleri proteinlerden
çoğunu sitozole değil e n d o p la z m ik m atriks adı­
nı alan endoplazm ik tübtil ve veziküllerin için e
aktarırlar.

Lipidlerin E ndoplazm ik R etikulum , Ö zellikle


D üz Endoplazm ik R etikulum Tarafından Sen-
tezle n m es i. Endoplazm ik retikulum ayrıca li-
p id leıi, özellikle fosfolipid ve kolesterolü s e n ­
tezler. Bunlar hızla endoplazm ik retikulum un
lipid çift tabakası için e katılır, böylece en d o p ­
lazm ik retikulum sürekli büyür. Bu işlem esas V
------- V------- ------- v------ ' —
Granüler Düz Golgi /'
olarak endoplazm ik retikulum un düz b ö lü m ü n ­ Endoplazmik Endoplazmik apereyi
de gerçekleşir. Retikulum Retikulum
Endoplazmik retikulum boyutlarının bu büyü­ ŞEKİL 2 • 13
m e sonucu hücrenin lim itlerini aşması, trans poı t Endoplazmik retikulum ve Golgi apereyinde proteinlerin,
uezikiUleri ya da en d op lazm ik retikulum vezikiil- lipidlerin ve hücresel veziküllerin oluşumu.
BÖLÜM 2 • Hücre ve işlevi 19

tada düz endoplazmik retikulumdan küçük trans­ yinin m em branöz sistem leri, hücre dışına salgıla­
p ort vezikiileri sürekli kopar ve Golgi apereyiııin nacak olan sekıetuaı* maddeleri ve yeni hücresel
d a h a iç bölümlerine diffiize olur. Bu veziküllerin yapıları oluşturabilm e kapasitesine sahip m eta-
içinde, endoplazmik ıetikulumda sentezleııen pro­ bolik organlardır.
teinler ve diğer iirenler bulunur.
Transport vezikülleri sürekli olarak Golgi apeıe-
yiyle birleşirler ve içerdikleri m addeleri Golgi Besinlerden Enerji Elde Edilmesi-
apereyinin veziküler boşluğuna boşaltırlar. Bura­ Mitokondrinin İşlevi
da sekresyon m atery alin e k arbonhid rat uçlar
bağlanır. Golgi apereyinin en önem li işlevlerin­ Hücrenin enerji elde ettiği maddeler, oksijen ve
den biri de endoplazm ik ıetiküler sekresyonlaıı oksijenin reaksiyona girdiği besinlerd en-kaıboıı-
konsantre paketler halinde yoğunlaştırm aktır. hidratlar, yağlar ve proteinler-biri ya da bir kaçı­
Sekresyonlar Golgi apereyinin dış tabakalarından dır. insan vücudundan özellikle tüm karbonhid­
içe doğru geçerken yoğunlaştırm a ve işlemi ger­ ratlar hücrelere ulaşm adan önce sindirim sistem i
çekleştirilir, son aşam ada yoğunlaştırılmış sekıe- ve karaciğerde glikoza dönüştürülür. Aynı b içim ­
tuar m addeleri taşıyan büyüklü küçüklü vezikül- de tüm proteinler aminoasitlere, tüm yağlar da
ler sürekli olarak Golgi apereyinden koparak tüm y ağ asitlerine dönüştürülür. Şekil 2-14 oksijen tüm
hücreye diffiize olur. besin m addelerinin-am inoasit, glikoz ve yağ asit­
Tiim bu işlem lerin ne kadar sürede gerçekleşti­ lerinin hücre içine girişini gösterm ektedir. B esin ­
ği hakkında bir fikir verelim: Bir glandüler hücre ler hücre içinde reaksiyonun hızını kontrol eden
radyoaktif am inoasitler içeren ortam da bulundu­ ve açığa çıkan enerjinin uygun yöne akışını sağla­
rulduğunda yeni oluşan radyoaktif proteinler m o­ yan enzim ler aracılığıyla oksijenle reaksiyona gi­
lekülleri 3-5 dakika arasında granüler endoplaz­ rer. Tüm bu sindirim ve m etabolik işlevlerin ay­
mik ıetikulum da saptanabilm ektedir. Bu protein­ rıntıları 62 ile 72. bölüm ler arasında anlatılmıştır.
ler 20 dakika içinde Golgi apereyinde görülmekte, Bu oksidatif reaksiyonların hem en hem en ta­
1 - 2 saat içinde ise hiicre yüzeyinden sekrete edil­ mamı m itokondri içinde gerçekleşir ve serb estle­
mektedir. yen enerji çok yüksek enerjili bir bileşik olan ade-
i -, i m ! ) L lfflU g jJİ Ö İT / , m -• m /, ,;U\ M . n r . '- o
nozin trifosfatııı (ATP) sentezinde kullanılır. Daha
G olgi A p ere yin d e Oluşan Vezikül Tipleri- sonra, besin m addelerinin kendisi değil, ATP h ü c­
S e kretu va r V ezikü ller ve Lizozom lar. Fazla redeki bütün intrasellüler m etabolik reaksiyonları
sekresyon yapan bir h ü cred e Golgi apereyinde için gereken enerjiyi sağlar.
oluşan veziküllerin çoğu, hücre yüzeyinden sek ­
rete ed ilecek protein m ad d eleri taşıyan sekretu- A T P 'nin İşlevsel N ite lik le ri
a r vezikiillerdir. Bu veziküller hücre m em bran ı-
na diffüze olur ve daha sonra onun la birleşeıek ATP’nin formülü şöyledir:
eksositoz d en en ve end ositozu n tam tersi olan
bir işlem le taşıdıkları m ad d eleri dışarıya b o şa l­
NH,
tırlar. E ksositoz çoğu kez hücre için e kalsiyum
girişiyle uyarılır, kalsiyum iyonları veziküler
m e m b ra n la b ilin m e y e n bir yolla etkileşerek y \ /\
hücre m em bran ıyla kaynaşm asın a ned en olur, HC î T
bunu vezikül içeriğ in in hücre dışına b o şaltılm a­ \ c CH Adeniti
\ / \ ✓
sıyla eksositoz izler. N N
Diğer yandan bazı veziküller hücreiçi kullanım O O O
için üretilirler. Örneğin Golgi apereyinin özelleşmiş II II II
,c> c h 2— o — p — o ~ p — o ~ p — O-
bir bölümü, daha önce tartıştığımız lizozamları
\ l I I I
üretir.
/ ■c\
Y I I1 H ,Ç
H 0 0 - 0
H \| \ /i
İntrasellüler Veziküllerin Hücre M em branlarının c II
[ I
yenilem esi için kullanımı. Golgi apereyinde oluş­ OH OH
turulan veziküllerin çoğu ya hücre m em bıanı ya Riboz
da m itokondri hatta endoplazm ik retikulum gibi
intrasellüler yapıların m em branlaıı ile kaynaşır. Adeııozin trifosfat
Bu, m em branların genişlem esini ve haraplanan
m em branın onarım ını sağlar. Örneğin pinositik ATP nitrojenli bir baz olan adeniti, bir pentoz
ya da fagositik veziküller oluşurken m em bıandan şeker olan riboz ve üç fo s fa t kökü n den oluşan bir
önem li ölçüde madde kaybolur. Golgi apereyinin ııükleotiddir. Son iki fosfat radikali moleküle y ü k ­
oluşturduğu veziküllerin m em brana bağlam ası sek enerjili fosfat bağlarıyla bağlıdır. Bu bağ for­
sürekli olarak yenilenm eyi sağlar. mülde - sem bolüyle gösterilmiştir. Bu bağların
Özetle, endoplazm ik retikulum ve Golgi apere- her biri, vücuttaki fiziksel koşullar altında bir mol
20 ÜNİTE I • Fizyolojiye Giriş: Hücre ve Genel Fizyoloji

Sitrik asit siklusunda asetil-CoA kendisini oluş­


turan hidrojen atom larına ve karbondiokside ay­
2 ADP 2 ATP
rıştırılır. Karbon dioksit daha sonra mitokondri-
Glikoz • Pirüvik asit den sitoplazmaya, buradan da hücre dışına diffü-
Yağ asitleri FA>_ , , ze olur,akciğerler yoluyla vücut dışına atılır.
Aminoasitler-i— - A A - * 'Aseloasel,k tik jI 3 6 ADP
asit ' y Hidrojen atom ları ise çok reaktiftir ve m ito ­
Asetil- |CoA //' kondri içine diffüze olan oksijenle birleşirler. Bu,
İ,, çok büyük miktarda en erjin in serbestlem esine
ADP
0 2 ► 0 2- —► 0 2
; .y yol açar ve bu enerji m itokondride çok m iktarda
co 2 -co2- ~c o 2+ h 2o ► ATP ADP’nin ATP’ye dönüşüm ü için kullanılır. Bu re­
^ 1 .
aksiyon dizisi karmaşıktır, m itokondrial matriks
içine doğru çıkıntı yapm ış m itokondrial m em bra-
h 2o ■H20 36 ATP S *' nöz rafların integral bölüm lerini oluşturan çok
■ffll
Mitokondri / sayıda protein enzim in katılım ını gerektirir. İlk
Hücre zarı \ Çekirdek adım, hidrojen atom undan bir elektronun alın a­
rak hidrojen iyonu oluşturulm asıdır. Son adım,
ŞEKİL 2 - 14 hidrojen iyonlarının ATP sentetaz adı verilen glo-
Hücrede adenozin trifosfat (ATP) oluşumu. ATP’nin çoğunun bular büyük bir proteinin yumru gibi çıkıntılarıy­
mitokondri içinde oluştuğu görülmektedir. la mitokondriyal m em bran rafları boyunca taşın ­
masıdır. Sonuçta hidrojen iyonlarının hareketi sı­
rasında açığa çıkan enerji ADP’nin ATP’ye dönü­
şümünü sağlar, bu sırada hidrojen iyonları da ok­
ATP başına 12000 kalorilik enerji içerir. Bu enerji sijenle birleşerek su oluşturur. Oluşan ATP m ito­
içeriği, diğer organik bileşiklerdeki kimyasal bağ­ kondri dışına taşınarak sitoplazm a ya da nukle-
ların taşıdığı enerji m iktarından çok daha fazladır, oplazm a içinde enerji gerektiren hücre işlevlerin­
bu nedenle yüksek enerjili bağ olarak isim lendiril­ de kullanılır.
miştir. Ayrıca yüksek-eneıjili fosfat bağları çok la- ATP oluşum unu sağlayan tüm bu sürece kem i-
bildir, diğer hücresel reaksiyonları yürütmek için osmotik m ekanizm ayla ATP oluşumu denir. Bu
enerji gerektiğinde hem en parçalanabilir. m ekanizm anın kimyasal ve fiziksel ayrıntıları 67.
ATP enerjisi serbestlediği zam an fosforik asit ra­ Bölümde anlatılmıştır. ATP’nin vücuttaki m etabo-
d ikallerind en biri kopar ve adenozin difosfat lik işlevlerinin birçoğu ise 6 7 ’den 71. Bölüm e ka­
(ADP) oluşur, daha sonra hücresel besinlerden el­ dar anlatılmaktadır.
de edilen enerji, ADP ve fosforik asidin yeniden
birleşm esini sağlar. Bu döngü sürekli yinelenir. Bu ATP'nin Hücresel İşlevler İçin Kullanımı. ATP,
yüzden ATP hücrenin enerji akçesi olarak isim len­ h ücrede üç işlev için k u lanılır: 1- m em bran
dirilebilir çünkü tekrar tekrar harcanıp kazanıla- transportıı, 2- tüm hücrede kim yasal bileşiklerin
bilir, bu döngü hücrelerin çoğunda en fazla birkaç sentezi 3- m ekan ik iş. ATP'nin bu kullanım alan ­
dakikada tamamlanır. ları Şekil 2-15'de örneklenm iştir: 1- Hücre m em -
ranından sodyum un taşınm ası için enerji kulla­
ATP Oluşumundaki Kimyasal Olaylar - M ito- nılm ası 2- Ribozom lada protein sen tezin in yapıl­
kondrinin Rolü. Glikoz hücre içine girdiğinde si- m ası, 3- Kas kasılm ası sırasında gereken en e rji­
toplazmadaki enzim lerin etkisiyle (glikoliz adını nin sağlanm ası.
alan bir işlemle) piriiuik aside dönüştürülür. Bu ATP, m em bıand an sodyum dışında potasyum,
dönüşüm sırasında açığa çıkan enerji az miktarda kalsiyum, magnezyum, fosfat, klor, urat, hidrojen
ADP’nin ATP’ye dönüşm esine yol açar. Ancak bu iyonları ve daha başka iyon ve organik m addelerin
m iktar hücrenin tüm enerji gereksinim inin % 5’in- taşınması için de kullanılı. M em bran transpoıtu
den azını karşılar. bazı hücrelerin işlevleri için çok önemlidir, ö rn e­
Özetle Hücrede oluşan ATP’nin büyük çoğunlu­ ğin renal tubuler hücrelerde oluşan ATP’nin % 80’i
ğu yaklaşık % 95’i m itokondrilerde sentezlenir. yalnıza bu am açla harcanır.
Karbonhidratlardan oluşan pirüvik asit, yağlardan Hücreler proteinler dışında fosfolipidler, kolest-
gelen yağ asitleri ve proteinlerden gelen amino- ıeıol, pürinler, pirim idinler ve birçok başka m ad ­
asitleıin tümü m itokondri m atıiksinde asetilCoA de sentezler. Sentezlenen herhangi bir bileşik
bileşiğine döniiştülür. Bu madde mitokondri mat- enerji kullanılmasını gerektirir. Örneğin tek bir
riksinde bulunan bir dizi başka enzim tarafından protein, birbirine peptid bağlarıyla bağlam ış b in ­
-enerji elde etm ek am acıyla- parçalanır, bu parça­ lerce am inoasitten oluşabilir. Her bir peptid bağı­
lanm a işlemi sitrik asit siklim i ya da krebs siklüsii nın oluşturulması için dört yüksek enerjili bağın
adını alan bir dizi kimyasal reaksiyonla gerçekle­ harcanm ası gerekir. Bu yüzden bir tek protein
şir. Bu kimyasal reaksiyonlar, ayrıntılı olarak 67. molekülünün oluşumu için binlerce ATP ya da
Bölüm de anlatılmıştır. (guanozin trifosfat) m olekülünün harcanm ası ge-
BÖLÜM 2 • Hücre ve İşlevi 21

nin çevresiyle bağlantılı olarak hareket etmesi demek­


Endoplazmik tir. Bu isim, amiplerin de bu biçimde hareket etmeleri
Membran
transportu retikulum nedeniyle verilmiştir ve bu fenomenin incelenmesi
için mükemmel bir örnek oluşturur.
Ameboid hareket tipik olaıaık hücrenin bir ucundan
bir psödopod'un uzamasıyla başlar. Psödopod hücre­
Protoln sentezi nin gövdesinden dışa doğru uzanarak yeni bir doku
bölgesine tutunur, daha sonra hücrenin geri kalan bö­
lümü psödopotu izlemektedir. Şekil 2-16 da görüldüğü
gibi hücrenin bu ucundaki membraıı sürekli olarak ile­
ri doğru hareket eder, sol uçtaki membran ise hücre
hareket ettiği sürece bu hareketi izler.

Ameboid Hareketin Mekanizması. Şekil 2-16 amebo­


id hareketin ana ilkelerini göstermektedir. Esas olarak,
sürekli bir eksositoz psödopot oluşan tarafta sürekli
olarak hücre membranmm artmasına yol açarken
hücrenin orta bölümü ve diğer ucunda sürekli bir en-
dositoz vardır. Hücrenin hareket edebilmesi için iki et­
Kas kontraksiyonu ki daha gereklidir. İlk olarak, psödopodun çevre doku­
ya yapışması gerekir, böylece psödopod fikse olarak
ŞEKİL 2 - 15 hücrenin geri kalanını ileriye doğru çekmek için bir
(İç büyük hücresel işlev için enerji sağlamak üzere adenozin dayanak noktası sağlar. Bu yapışma, eksositotik vezi-
trifosfatııı kullanımı: (1) membraıı transportu, (2) protein sen­ küllerin içyüzünde dizilmiş reseptör proteinler tarafın­
tezi, (3) kaskontraksiyonu. dan sağlanır. Bir vizikül psödopot membranıyla birle-
şince açılır ve içte kalan kısmı dışarı gelir, böylece re­
septörler dış yüzeyde yer alır ve çevre dokudaki ligand-
ıekir. Bazı hücreler tüm hücrede oluşan ATP'nin larıyla bağlanırlar.
% 75'iııi yeni kimyasal bileşiklerin, özellikle büyü­ Hücrenin öbür ucunda endositötik ativite, reseptör­
leri ligandlarından ayırarak endositotik veziküller içi­
m e fazındaki hücreler için doğrudur.
ne toplar. Hücre içinde bu veziküller psödopot için ye­
ATP’nin son büyük kullanım yeri, özel h ü crele­ ni bir membran oluşturmak üzere psödopod yönün­
rin m ekanik iş yapm aları için gerekli enerji d es­ deki bir akıntıyla bu yöne taşınırlar.
teğini sağlam aktır. Bölüm 6 ’da, bir kas lifinin her Hücrenin hareketi için gerekli ikinci koşul hücre
kasılm ası için çok büyük miktarda ATP'nin h ar­ gövdesinin psödopot yönünde çekilebilmesini sağla­
can m asın ın gerektiğini göreceğiz. Diğer hücreler yacak enerjinin bulunmasıdır. Son deneyler aşağıdaki
başka yollarla örneğin a m e b o id ya d a siliyer h a ­ açıklamaların bu sorunun yanıtı olabileceğini düşün­
dürmektedir.
reketle m ekanik iş yapabilirler, bu hareket tipleri
Bütün hücrelerin sitoplazmasında az ya da çok mik­
bu bölüm de daha sonra anlatılacaktır. Bütün bu
tarda aktin proteini bulunur. Aktinin çoğu tek molekül
m ekanik iş tiplerinde en erji kaynağı olarak ATP halindedir, bu nedenle herhangibir hareket gücü oluş­
kullanılır. turamaz. Ancak, bu moleküller filameııtöz bir ağ halin­
Özetle, hücrede enerji gereken her durumda de polimerize olduklarında ve miyozin gibi aktin bağla­
ATP kendi enerjisini hızla, hatta patlayıcı tarzda yan bir proteine bağlandıklarında kasılabilirler. Bütün
serbestleterek enerji gereksinimini karşılar. Hücre bu sürecin enerjisi yüksek enerjili bileşik ATP tarafından
tarafından kullanılan ATP’nin yenilem esi için kar­ karşılanır. Hareket eden bir hücrede bir aktin filameti
ağının yeniden oluştuğu psödopot içinde olup biten bu-
bonhidratlar, yağlar ve proteinler çok daha yavaş
dur. Kontraksiyon, aktin ağının hücre zarı altında zaten
reaksiyonlarla parçalanarak açığa çıkan enerji bulunduğu hücre gövdesinin ektoplazmasında da geı-
kullanılır. ATP’nin % 95’i mitokondride oluşur, bu
yüzden m itokondrier hücrelerin "enerji santrali"
adını alabilir.
Hücre hareketi ^
p - ----------------------------:~ r~ ----- ?
Hücrelerin Hareketi
Endositoz ^
Vücutta hücrelerin en önemli hareketi, tüm vücut kit­
lesinin %50’sini oluşturan iskelet, düz kas ve kalp ka­ ir i \ Psödopod
, Eksositoz
i*
sındaki özelleşmiş kas hücrelerinin hareketidir. Bu
hücrelerin özelleşmiş işlevleri 6-9. Bölümler arasında
tartışılacaktır. Diğer hücrelerde iki tip hareket daha gö­
rülür: ameboid hareket vesilyer hareket.

Am eboid Hareket

Ameboid hareket, beyaz kan hücrelerinin doku ara- I 'ŞEKİL


iîii It 2M
- 16
m
lıklarından geçişi örneğinde olduğu gibi, bütün hücre- Bir hücrenin ameboid hareketi.
22 ÜNİTE I • Fizyolojiye Giriş: Hücre ve Genel Fizyoloji

çekleşir. P sö d o p o t için d ek i k a sılm a h ü cre gö vdesin i


p s ö d o p o ta d o ğ ru çekerk en ek to p la zm a n ın kasılm ası
h ü cre içeriğin in p s ö d o p o d a d o ğ ru itilm esin i sağlar.

Am eboid Hareket Gösteren Hücre Tipleri, lıısa n


v ü c u d u n d a a m e b o id h are k e t g ö ste re n h ü c re le r ç o ­
ğ u n lu k la d o k u makrofajları y a d a mikrofajları o la rak
k a n d an d o k u y a g e ç e n beyaz kan hücreleridir. D iğer
h ü c re tip lerin in ç o ğ u d a b e lli k o şu lla r a ltın d a a m e b o ­
id h a re k e t y a p a b ilir . Ö rn e ğ in f ib ı o b la s t la r h a s a r ı
o n a r m a y a y a r d ım e tm e k için y aralı b ö lg e y e g ö ç e d e r ­
ler. H atta n o rm a l o la ra k t a m a m e n y a p ışık o la n d e ri­
deki b az ı g e ım in a l h ü c re le r d e y aran ın o n arıım için
k esi b ö lg e sin e d o ğ ru h a re k e t ed erler. O v u m u n fertili-
z a s y o n u n d a n s o n r a e m b riy o ve fe tü sü n g e lişim in d e
d e h ü c re le rin h arek eti b ü y ü k ö n e m ta şım a k ta d ır ç ü n ­
kü e m ıiy o n ik h ü c re le r ö zel y a p ıla rın ge lişim i s ır a s ın ­
d a k a y n a k la d ık ları b ö lg e d e n o ld u k ç a u z ak b ö lg e le r
gö ç ederler.

Ameboid Hareketin Kontrolü - Kemotaksis. A m e ­


b o id h arek eti b a ş la ta n en ö n e m li etk en , kemotaksis a.dı
verilen b ir olaydır. Bu o lay d o k u d a b azı k im y a sa l m a d ­
delerin o rta y a ç ık m a sı s o n u c u olu şu r. K e m o tak sisin
o r ta y a ç ık m a s ın a yol a ç a n m a d d e le r e kem otaktik
maddeler ad ı verilir. H ü crelerin ç o ğ u k em o tak tik m a d ­
d e n in k a y n a ğ ın a d o ğ ru a m e b o id h arek et g ö ste rir -yani
d ü şü k k o n sa n tr a sy o n b ö lg e sin d e n y ü ksek k o n sa n tr a s­
yon b ö lg e sin e d o ğ ru g ö ç ederler- b u n a pozitif kenıo-
taksis den ir. Bazı h ü c re le rse k ay n ak tan u zaklaşırlar,
b u n a negatif kemotaksis denir.
K e m o tak sis a m e b o id h are k e tin y ö n ü n ü n asıl b e lir­
ler'!’ Bu soı u n u n k esin y an ıtı b ilim iy o r a m a k em o taktik
m a d d e y le en fazla k a rşıla şa n ta ra fta m e m b ıa n d a o lu ­ Silyanın yapı ve işlevi. (Satirden değiştirilerek: Cilia. Sci Anı
şa n değişik lik lerin p s ö d o p o d o lu şu m u n u etk iled iği bi- 204: 108, 1061 © 1961 Scientific American Inc. Tüm hakları sak­
lim ekte. lıdır).

Silya ve Silyar H areketler


’ilil
• |î » i j| > ftİMIÎ'JİÎÎI .'.IflıVİİ^ İlil ! I.Uİii n iilli'I Şekil 2-17'd e ç e rçe v e iç in d e sily a h arek eti g ö ste r il­
İkinci ıi|> hii( ıe iıarek eti, h ü cre y ü zey in d ek i silyantn m iştir. silyu ııı h ü cre m e m b ra n ıy la b a ğ lı o ld u ğ u b ö lg e ­
k am çı tip in d e h arek et e tm e sid ir. Bu tü r h arek et in san den k ıv rıla ıa k sa n iy e d e 10-20 kez ileı i d o ğ ru hızlı ve an i
v ü c u d u n d a y a ln ız c a iki b ö lg e d e gö rü lü r: so lu n u m y o l­ bir h arek et y apır. S o n r a y u m u şa k , k a m ç ıy a b e n z e r bir
ların ın iç y ü ze y in d e ve ü r e m e s iste m in d e u te ru s tü p le ­ h arek etle geriye h arek et eder. İleriye d o ğ ru hızlı h a r e ­
rinin (F allop b o ru la rın ın ) iç y ü ze y in d e. B urun b o şlu ğ u ket s ır a s ın d a h ü cre n in ç e v re sin d e k i sıvı sily a n ın h a re ­
ve alt so lu n u m y o lların d a sily a n ın k am çı h areketleri keti y ö n ü n d e sü rek li itilir. G eriye d o ğ ru y a v a ş h arek et
ın ü k ü s ta b a k a sın ın l c m / d k h ızla faı in kse d o ğ ru h a re ­ ise sıvıyı h are k e t e ttirm e z. S o n u ç ta sıvı sürek li o la rak
ket e tm e sin i sağ lar, b ö y le c e m ü k ü s ve m iik ü s tara fın ­ hızlı v u ru ş y ö n ü n d e h are k e t eder. Silyalı h ü c re le rin y ü ­
d an y a k a la n m ış olan p a rlik ü lle r sürek li o la rak tem iz le ­ zey in d e çok sa y ıd a sily a o ld u ğ u ve tü m sily a ayn ı y ö n ­
nir. U teru s tü p le rin d e sily a sıvın ın u te ru s tü p le rin d e n de h arek et ettiği için sıvın ın b ir y a n d a n d iğ e r y a n a e t ­
ıa h im b o ş lu ğ u n a d o ğ ru y a v a ş ç a h arek etin i sağlar. Sıvı­ kin b iç im d e h are k e t e tm e sin i sağ lan ır.
nın bu h arek eti ovtım u y u m u rtalık tan ıa lıim e taşır.
Şekil 2 -1 7 ’d e g ö ste rild iğ i gib i silya, h ücre y ü zey in d e Silyar Hareketin Mekanizması. S ily ar h arek etin b ü ­
2-4 m ik ro m e tre b o y u n d a sivri uçlu y u varlak bir kıl b i­ tün ayrın tıları b ilin m e m e k le birlikte şu n la r ı b iliy oru z:
çim in d ed ir. Bir h ü c re d e b ird en fazla sily a b u lu n ab ilir Ö n ce, d o k u z çift tiibül ve iki tek tü b tilü n h e p si b irb ir i­
ö rn e ğ in so lu n u m y olu e p ite l h ü c re le rin d e h er b ir h ü c ­ ne k o m p le k s p ro tein ç a p ra z b a ğ la rıy la b ağlıdır, b u
re ü z erin d e 200 sily a b u lu n u r. Sily a h ü cre m e m b ra n ııı- ç a p ra z b a ğ la r a axoneme ad ı verilir. İkin cisi, silyan ın
d aıı o lu şa n b ir kılıfla k a p lıd ır ve 1J m ik ıo tü b ü lle d e s ­ ü zerin i k a p la y a n m e m b ra n u z a k la ştır ılısa ve a k so -
tek len m iştir. Bu n ıik ro tü b iille rin iJ tan esi ikilidir ve si- n e m le birlikte d iğ e r e le m e n tle r d e h a r a p la n s a bile, s i l ­
liu ım ın d ış ç e v re sin d e y e rleşm iştir, iki tek m ikrotü biil y a uygun k o şu lla r a ltın d a y in e de h arek et ed eb ilir.
ise sily u ıııu n m e rk e z in d e yer alır. Bu y a p ı şe k ild e kesit Ü ç ü ııctisü , d iğ e r sily ar y ap ıların h a ra p la n n ıa s ın d a n
iç in d e gö ste rilm iştir. H er silyu ııı h ü c re m em b ra ıım ın s o n ra ak so ııe m in h a re k e t e d e b ilm e si iki k o şu la b a ğ lı­
h em en a ltın d a ve sily u ıııu n bazal cismi ad ın ı ala n bir dır: 1-ATP’ niıı varlığı 2- Ö zellikle u y g u n o r a n la r d a
y ap ıy la bağlıdır. m a g n e z y u m ve k a lsiy u m k o n sa n tr a sy o n u n u sa ğ la y a n
Bir spermin flagellıınıu d a sily ıım a benzer, y ap ısı ve uy gu n iyonik k o şu lların varlığı. D ö rd ü n c ü sü , sily u ıııu n
kontraktil m e k a n iz m a s ı ayn ıd ır. A n cak flage llu m u n ö n e d o ğ ru h arek eti s ır a s ın d a sily ıım u n ön k e n a rın d a k i
boyu d a lıa u z u n d u r ve k am çı h arek eti y erın e-sin u - çift liib ü lle r yukarı ve d ış a d o ğ ru h are k e t e d e rk e n ark a
s o id a l’a b e n z e r d a lg a la rla h arek et eder. k e n a rd a k ile r y e rle riııd e kalır. B e şin c isi, ATP a z a k liv ite -
BÖLÜM 2 • Hücre ve İşlevi 23

sine sahip dynein proteininden oluşan multipl protein sa, bu silyanm eğilmesine neden olurlar.
kollar her çift tubulden bir sonraki çift tubule uzanarak Silya kontraksiyonunun kontrol edilme yolu bili­
bir bağlantı yapar. nmemektedir. Genetik olarak anormal hücrelerin ba­
Bu temel bilgilerin ışığında, ATP az dynein kollarının zılarının silyalarında merkezdeki iki tek tübül bulun­
değmesiyle ATP'den açığa çıkan enerjinin, bu kolların maz ve bu silyalar hareket edemez. Bu nedenle, bazı
baş kısımlarının komşu tiibü boyunca ‘‘kulaç" atması­ sinyallerin, belki elektrokimyasal bir sinyalin, dynein
na neden olduğu belirlemiştir. Eğer arka tübüller hare­ kolları aktiflemek için bu iki merkez tübül boyunca ile­
ketsiz kalırken, öndeki tübüller dışa doğru kulaç atar­ tildiği tahmin edilmektedir.

REFERANSLAR
A nderson NVF: G en e therapy. S c i Am 2 7 3 :1 2 4 , G oodman S R : M ed ical Cell B iology . Philadel­ M ousa S A : C ell A dhesion M o lecu les and M a ­
1995. phia: J B Lippincott C o, 1994. trix Proteins. G eorgetow n, T X : Landes,
B e n o s D J: Introduction to m edical physiology: Guan J L , Chen H C: Signal transduction in 1998.
cellu la r m embranes and transm em brane cell-m atrix interactions. Int R ev Cytol 16S: M um by M C , W alter G : Protein serine/
transport o f solutes and w ater. Am J 8 1 . 1996. threonine phosphatases: structure, regu la­
Physiol 271 :S 2 , 1996. H ancock IC : B acterial cell surface carbohy­ tion, and functions in c e ll growth. Physiol
Bow en ID , Bow en S M , Jo n es AH : M itosis and drates: structure and assem bly. B ioch em Rev 7 3 :6 7 3 , 1993.
A poptosis: M atters o f L ife and Death. Lon- S o c Trans 2 5 :1 8 3 , 1997. O liff A , G ibbs J B . M cC o rm ick F: New m o le c­
. don: C hapm an and Hall, 1998. H offm an IF : Handbook o f Physiology, S ec. ular targets for can cer therapy. S c i Am 27 5 :
Brandt PC , Vanam an T C : T h e plasm a m em ­ 14: C ell Physiology. New York: Oxford 144. 1996.
brane calciu m pump: not ju st another pretty U niversity Press. 1997. Ozaw a T : G en etic and functional changes in
ion translocase. G lycobiology 6 :6 6 5 , 1996. H offm an J F , Jam ieson JD : Handbook o f Phys­ m itochondria associated with aging. Physiol
B retsch er M S : Getting m embrane flow and the iology: Cell Physiology. Bethesda: A m eri­ Rev 7 7 :4 2 5 , 1 9 9 7 .
cytoskeleton to cooperate in m oving cells. can Ph y siolog ical Society. 1997. Pagano M : Cell C ycle C ontrol. Berlin:
C e ll 8 7 :6 0 1 , 1996. H olowka D. Baird B: A ntigen-mediated IG E Springer, 1998.
C alakos N, S ch elle r RH : Synaptic vesicle b io ­ receptor aggregation and signaling: a w in­ Paul L C , Issekastz T B : A dhesion M olecu les in
gen esis, docking, and fusion: a m olecular dow on cell surface structure and dynam ics. Health and D isease. N ew Y o rk : M arcel
description. Physiol R ev 7 6 :1 . 1996. Annu R ev B iophys B iom ol Struct 2 5 :7 9 , Dekker, 1998.
Caplan M J: M em brane polarity in epithelial 1996. Perrios M : N uclear Structure and Fu nction.
c e lls: protein sorling and establishm ent o f Inagam i T , Naruse M , H oover R: Endothelium San D iego: A cad em ic Press, 1998.
polarized domains. Ain J Physiol 2 7 2 :F 4 2 5 , as an endocrine organ. Annu Rev Phvsiol Pillar T M , S eitz H J: Thyroid horm one and
1997. 5 7 :1 7 1 , 1995. gene expression in the regulation o f m ito­
C onaw ay R C , Conaw ay JW : Transcription: Jeo n K W : A Survey o f C ell B iology . San D i­ chondrial respiratory function. Eu r J E n d o­
M cch a n ism s and Regulation. New York: ego: A cad em ic Press. 1997. crinol 1 3 6 :2 3 1 , 1997.
R av en Press, 1994. K an eko T : C ell biology o f som atolactin. Int Rakow ski R F , G adsby D C , De W eer P. V o lt­
Conn P M . G oodm an H M : Handbook o f Phy si­ R ev C ytol 16 9 :1 , 1996. age dependence o f the Na/K pump. J
ology: C ellu lar Endocrinology. Bethesda: Kopito R R : E R quality control: the cytoplas­ M em br B io l 1 5 5 :1 0 5 , 1997.
A m erican Physiological S o ciety, 1997. m ic connection. Cell 8 8 :4 2 7 . 1997. Robinson M S , W atts C . Zerial M : M em brane
C ossarl P. B oq u cl P. N'ormark S , Rapuoli R: Lan g F: Cell Volum e Regulation. New York: dynam ics in endocytosis. C ell 8 4 :1 3 , 1996.
C ellu lar m icrobiology em erging. S c icn c c K arger, 1998. Slavik J: Flu orescent Probes in C eüular and
2 7 1 :3 1 5 , 1996. Laufenburger DA , Horwitz A F: Cell migration: M olecular B io lo gy . B o c a Raton: C R C
D am janov L : C o lo r Atlas o f H istopathology. a physically integrated m olecular process. Press, 1 9 94.
Sosinsky G E : M olecular organization o f gap
Baltim o re: W illiam s & W ilkins. 1995. C ell 8 4 :3 5 9 , 1996.
ju n ction m em brane channels. J B ioenerg
D avis L G . et al: B a sic M ethods in M olecular Laurent T C : T h e C hem istry, B io lo g y , and
B iom em b r 2 8 :2 9 7 , 1996.
B io lo g y . 2nd ed. Norwalk, C T : A ppleton & M edical A pplications o f H yaluronate and
Sperelakis N: C e ll Physiology S o u rce B ook.
Lange, 1994. Its D erivatives. London: Portland Press,
O rlando: A cad em ic Press, 1998.
D ickson R B , Salom on D S : Hormones and 1998.
Staepoole P W : L a ctic acidosis and other m ito­
Grow th Factors in Developm ent and N eo­ Levitan IB , Kae/m arek L K : T h e Neuron. New
chondrial disorders. M etabolism 4 6 :3 0 6 ,
plasia. N ew Y ork: W ile y -L iss, 1998. Y ork: O xford U niversity Press, 1996.
1997.
D isalvo E A . Sim on SA : Perm eability and S ta ­ Lew in B : G enes V I. New Y ork: O xford U ni­
Stein G S . Stein J L , L ian J B , et al: Fu nctional
b ility o f Lipid Bilayers. B o c a Raton: C R C versity Press, 1997.
interrelationships betw een nuclear structure
Press, 1994. Liu Y J, Grouard G , de Bou teiller 0 , Banchcr-
and transcriptional con trol: contributions to
Doren M V . Lehmann R : Cell migration: don’ t eau J: Follicu lar dendritic cells and germ i­
regulation o f cell cy c le - and tissue-sp ecific
tread on me. Curr B io l 7 :R I4 S , 1997. nal centers. Int R ev Cytol 1 6 6 :1 3 9 , 1996.
gene expression. J Cell B io ch em 6 2 :1 9 8 ,
Fam es P, B rooks R: T h e C ell C y cle: A Practi­ M arks A R : Intracellular calcium -release chan­
1996.
ca l A pproach. New Y o rk : Oxford U niver­ nels: regulators o f cell life and death. Am J S lo ssel T P : T h e m achinery o f cell craw ling.
sity Press. 1994. Physiol 272 :1 1 5 9 7 , 1997. S ci A m 2 7 1 :5 4 . 1 9 9 4 .’
Franzini-A rm strong C: Functional sign ilican cc M cN eil PL. Steinhardt R A : L oss, restoration, Stroüboulis J. W o lffe A P: Functional com part-
o f m em brane architecture in skeletal and and m aintenance o f plasm a m em brane in ­ m entalization o f the nucleus. J C ell S ci
cardiac m uscle. Soc Gen Physiol S c r 5 1:3, tegrity. J C ell B iol 137:1, 1997. 1 0 9 :1 9 9 1 . 1 9 96.
1996. M cllm an I: Endocytosis and m olecular sorling. T h aler C D , H aim o L T : M icrotubules and tni-
G artner I.P . H iatt JL : C olo r A tlas o f H istol­ Annu R ev Cell Devel Biol 1 2 :5 7 5 , 1996. ' crolubule m otors: m echanism s o f regu la­
ogy. B altim ore: W illiam s & W ilkins, 1994. M ille r M , Park M K , H anover JA : N uclear tion. Int Rev C ytol 1 6 4 :2 6 9 , 1 9 96.
G corgatos S D , M aison C : Integration o f inter­ pore com plex: structure, function, and regu­ Theriot JA : A cceleratin g on a treadm ill: ADF/
mediate filam ents into cellular organelles. lation. Physiol R ev 7 1 :9 0 9 , 1991. cofilin prom otes rapid actin filam ent turn­
Int R ev C ytol 1 6 4 :9 1 . 1996. M itchinson T J . Cram er. LP : A ctin-based cell over in the dynam ic cytoskeleton [co m ­
G erm an R N . C astellino F, Han R, et al: Pro­ m otility and cell locom otion. Cell 8 4 :3 7 , m ent!. J C ell B io l 1 3 6 :1 1 6 5 , 1 9 97.
cessin g and piesentation o f endoeytically 1996. W alker G M : Y east Physiology and B io te ch n o l­
acquired protein antigens by M H C class II M oore K L, Persaud T V N : T h e Developing ogy. New Y o rk: W iley & Son s, 1998.
and cla ss 1 m olecules. Immunol Rev 151:5, Human: C lin ically Oriented Em bryology. W hite S H : M em brane Protein Structure. New
1996. Philadelphia: W B Saunders C o. 1993. Y o rk : O xford U niversity Press, 1994.
Protein Sentezi,
Hücre Fonksiyonu ve
Hücre Çoğalmasının Genetik Kontrolü

Görünüşte herkes vücuttaki bütün hücrelerin çe ­ tururken pürin ve primidin bu iki sarmal arasında
kirdeklerinde bulunan genlerin anne ve babadan yer alarak onları birbirlerine bağlamaktadır.
çocuklara kalıtımı kontrol ettiğini bilir ancak çoğu
kişi aynı genlerin, bütün hücrelerin fonksiyonlarını N ükleotidler. DNA oluşumunun birinci basamağı,
her gün kontrol ettiğinin farkında değildir. Genler bir molekül fosforik asit, bir molekül deoksiriboz
hücre içinde hangi enzimin, hangi kimyasal m ad­ ve dört tem el bazdan birinin bir araya gelmesiyle
denin ve hangi sentezin yapılacağını tayin ederek bir nükleik asidin oluşmasıdır. Böylece dört temel
hücre fonksiyonunu kontrol etmektedir. bazın her birinin ayrı ayrı katılmaları ile dört farklı
Şekil 3 -1 ’de genetik kontrolün genel şeması iz­ nükleotid oluşur: bunlar deoksiadeııilik, deoksiti-
lenmektedir. Deoksiribotıiikleik asit (DNA) adı ve­ nıidilik, deoksigııanilikve deoksisitidilik asitlerdir.
rilen her gen, başka bir niikleik asid olan ribonük- Şekil 3-4'de deoksiadeııilik asit yapısı izlenm ekte­
leik asit (RNA)’in yapımını otomatik olarak kontrol dir. Şekil 3 -5 ’de de DNA'yı oluşturan dört temel
etmektedir. RNA da hücre içinde yayılarak özgül nükleotidin basit sem bolleri görülmektedir.
protein yapımını kontrol eder. Genlerin sayısı yak­
laşık olarak 100.000 civarında olduğundan teorik Birbirlerine Gevşekçe Bağlanmış Olan İki D N A
olarak çok sayıda farklı hücre proteinlerinin oluş­ Sarmalarını Oluşturan N ükleotidlerin O rg an i­
ması olasıdır. zasyonu. Şekil 3 -6 ’da DNA çift sarmalını oluşturan
Hücresel proteinlerin bazıları yapısal proteinler­ çok sayıdaki nükleotidin birbirine bağlanma b içi­
dir. Bunlar lipid ve karbonhidratlarla birleşeıek B ö ­ mi gösterilmektedir. Yukarıda ve aşağıda yer almış
lüm 2 ’de tartışıldığı gibi, hücre içi organelleıin ya­ olan iki sarmalın birbirine gevşek bir bağla bağlan­
pısını oluşturmaktadır. Proteinlerin en büyük b ö ­ dığı kesik çizgilerle belirtilmiştir. Fosforik asit ve
lümünü hücre içinde farklı kimyasal reaksiyonları deoksiriboz moleküllerinin birbirlerini izleyerek
katalize eden enzimler oluşturmaktadır. Örneğin yer aldıkları ve böylece her bir DNA sarm alının is­
enzimler, hücreye enerji sağlayan bütün oksidatif keletini oluşturduklarına dikkat ediniz. Pürin ve pi-
reaksiyonları hızlandırırken, lipidlerin, glikojen ve ıim idin bazları deoksiribozun kenarına bağlanm ış­
adenozin tıifosfat (ATP) gibi çeşitli kimyasal mad­ lardır. Ayrıca şekilde kesik çizgilerle gösterildiği gi­
delerin sentezlerini de artırmaktadır. bi pürin ve pirimidin tem el molekülleri arasında
gevşek bağlar bulunmaktadır bu bağlar DNA sar­
malını birbirlerine göre bir arada tutmaktadır. An­
cak şu noktalara dikkat edilmesi gerekir:
GENLER
1. Bir pürin bazı olan adeniti her zaman, pirim i­
Hücre çekirdeğinde çok sayıdaki gen uç uca birbir­ din bazı olan timine bağlanmaktadır.
lerine eklenerek son derecede uzun, moleküler 2. Bir pürin bazı olan gııanitı ise her zaman piri­
ağırlığı m ilyonlarla ölçülen DNA çift sarmalını midin bazı olan sitoziııe bağlı bulunmaktadır.
oluşturur. Şekil 3-2 ’de böyle bir molekülün çok kısa
bir parçası görülmektedir. Bundan sonraki bir kaç Böylece Şekil 3-6'da izleneceği gibi tamamlayıcı
paragrafta açıklanacağı gibi bu molekül, bir kaç b a­ baz çiftlerin dizisi CG, CG, GC, TA, GC, AT ve AT dü-
sit kimyasal bileşiğin düzenli bir şekilde birbirleri­ zenindedir. Şekilde kesik çizgilerle gösterildiği gibi
ne bağlanmasından oluşmaktadır. bazlar çok zayıf hidrojen bağları ile birbirlerine bağ­
lıdır. Bu bağların zayıflığı nedeni ile bir çok kez ol­
DNA'nın Temel Yapı Elemanları. Şekil 3 -3 ’de duğu gibi hücre içindeki fonksiyonları sırasında çift
DNA’yı oluşturan temel kimyasal bileşikler görül­ sarmal zinciri kolaylıkla birbirinden ayrılabilir.
mektedir. Bunlar (1) fosforik asit, (2) deoksiriboz adı Şekil 3-6'da izlenen DNA’ya özel olan fiziksel b içi­
verilen şeker ve (3) dört adet temel nitrojenli bazdan min verilebilmesi için zincirin iki ucundan tutup
oluşur ki bunlar iki adet püı in (adetlin uegımnin) ile bükülerek heliks şeklini alması sağlanmalıdır. Şekil
iki adet pirimidini (timin ve sitozin) içermektedir. 3 -2 ’de görüldüğü gibi DNA molekülündeki heliksin
Fosforik asit ve deoksiıibozun oluşturduğu çift sar­ her tam dönüş yapan kıvrımında on nükleotid çifti
mal heliks zinciri DNA molekülünün iskeletini oluş­ yer almaktadır.

24
BÖLÜM 3 • Protein Sentezi, Hücre Fonksiyonu ve Hücre Çoğalmasının Genetik Kontrolü 25

Gen (DNA) Fosforik asit 0


II
H— O— P— O— H
1
o
RNA yapımı
i
Deoksiriboz
H H
I 1/°' ■c—O—H
Protein yapımı H— O— C— C I
-C—H
i H/Y \
H
/
Hücre yapısı
\
Hücre enzimleri
o
H
-H
I H o
H
N / \
Hücre işlevi H— C II I 0=C C— İ — H
C— H i
ŞEKİL 3 - 1 H
Hücre fonksiyonunu kontrol eden genlerin genel şeması Adenin Timin
H
c ^N—H
II
/N =<
Genetik Şifrelem e (Kodlam a) H -C II I ^ 0=C C— H
- c^ c- NC
DNA'nın önemi, hücre içindeki proteinlerin oluşu­
/ \
munu kontrol etme yeteneğinden ileri gelmektedir. Guanin Sitozin
Bu görevi genetik şifreleme (kodlama) ile yapmak­ Pürinler Plrim idinler
tadır. Bir DNA molekülünün iki zinciri Şekil 3-7’de
görüldüğü gibi birbirinden ayrılırsa, her bir zinci­ ŞEKİL 3 - 3
rin yanında bulunan ve biıbiıiyle eşleşen pürin ve Deoksiriboniikleik asidin temel yapı taşları (DNA).
piıim idin bazları açığa çıkar. Genetik kodu oluştu­
ran, bu eşleşen bazlardır.
G enetik şifre ardarda dizilen üçlüler (trip-
le t’ler)”den oluşur,ardışık üç baz bir kod kelimesini
oluşturur. Bu ardışık üçlüler hücre içinde sentezle-
necek olan protein molekülündeki amino asitlerin
diziliş düzenini kontrol ederler. Şekil 3-6'ya dikkat DNA’DAKİ ŞİFRELENMENİN RNA
edilirse DNA molekülünün üst zincirinin genetik ŞİFRESİNE AKTARILMASI-
şifreyi taşıdığı görülür. Örneğin üstteki zincirin ge­ KOPYALAMA (Transkripsiyon) İŞLEMİ
netik kodunu soldan sağa doğru okursak genetik
şifre GGC, AGA, CTT, düzeniııdedir. Üçlüler oklarla Hücre fonksiyonlarının pek çoğu sitoplazm ada
birbirlerinden ayrılmışlardır. Şekil 3-7 ve Şekil 3- gerçekleşirken, DNA’nın hem en hem en hepsinin
8'de bu genetik şifrelemeyi inceleyerek kodlamayı hücre çekirdeğinde yer alması nedeniyle sitoplaz-
takip edersek birbirlerini izleyen bu üç üçlünün, madaki kimyasal reaksiyonları çekirdekte bulunan
prolin, serin, glutamik asit gibi üç amino asidin bir genlerin kontrol etmesini sağlayan bir yol bulun­
protein molekülü içindeki yerleşiminden sorumlu ması gerekir.. Bu, başka bir niikleik asit olan ve ya­
olduğunu görürüz. pımı, çekirdekte bulunan DNA tarafından kontrol

H -C
\ . ^ C\ /C— H
H H
| |7 ° C— H Deoksiriboz

-C— H
I
H

ŞEKİL 3 - 2
Genin çift sarmallı heliks yapısı. Dıştaki sarmallar fosforik asit
ŞEKİL 3 - 4
ve bir şeker olan deoksiriboz bileşimindendir. Bu heliksin iki
sarmalını birbirine birleştiren içerde yer alan pürin ve pirim- DNA’yı oluşturan nlikleotidlerden biri olan deoksiadeııilik asit
idin bazları olup, bunlar genin şifresini tayin eder. yapısı.
26 ÜNİTE I • Fizyolojiye Giriş: Hücre ve Genel Fizyoloji

mektedir. DNA zincirlerinden bir tanesi bu şekilde


RNA yapımı için kullanılırken, karşı taraftaki diğer
zincir inaktif olarak kalmaktadır. Her bir krom o­
zomda yer alan her DNA zinciri öyle uzun bir m o­
- P D- _p. o— lekül yapısına sahiptir ki ortalam a 4000 gene ait
Deoksiadenilik asit D eoksitim idilik asit
olan şifreyi (kodu) taşımaktadır.

RNA'nın Temel Yapı Taşları. RNA'mn yapısını


oluşturan yapı elemanları iki farklılığın dışında h e­
P D P D— men hemen DNA’nın aynıdır. Bu farklılığın birinci­
D eoksiguanilik asit D eoksisitidiiik asit si, RNA’nın yapısında bir şeker olan deoksiriboz yer
ŞEKİL 3 - 5 almamakta, onun yerine bileşim i hafifçe farklı olan
DNA’yı oluşturan dört ııüklcotid bulunmaktadır. 11er bir niik- başka bir şeker, ı iboz bulunmaktadır, ikinci olarak
leotid fosforik asit (P), dezoksiriboz (D) ve buna ilave olarak timin yerine başka bir pirimidiıı olan ıırasil geç­
dört temel niikleotid: Adenin (A): timin (T); guaniıı (G): ve miştir.
sitozin (S) içermektedir.

RNA N ü kleo tidlerinin Oluşum u. Daha önce


DNA sentezinde tarif edilenin tıpatıp aynı şekilde
edilen ribonükleik asit (RNA) aracılığı ile başarıl- gerçekleşerek RNA yapı elemanları önce nükleotid-
maktadır.Bu yolla, şekil 3-7 de gösterildiği gibi kod, leıi oluşturur. Burada da dört farklı niikleotid RNA
RNA ya aktarılır, bu işleme transkripsiyon adı veril­ sentezi için kullanılır. Bu nükleotidler baz olarak
mektedir. Daha sonra RNA çekirdek poriarından adenin, guaniıı, sitozin ve ıırasil içerirler. Dikkat
difüzyonla sitoplazmaya geçerek burada protein edilirse bir istisna dışında, yani timin yerine başka
sentezini düzenler. bir piıimidin olan u ıasil’in geçm esi dışında bütün
bunlar DNA bazları ile aynıdır.

RNA sentezi N ükleo tidlerin A ktivasyonu. RNA sentezinin


ikinci aşaması nükleotidlerin RNA polimeraz tara­
RNA sentezi esnasında DNA molekülüne ait iki zin­ fından aktivasyonudıır. Bu her bir niıkleotidde iki
cir geçici olarak ayrılır. Daha sonra bu iki zincirden fosfat kökünün ilave edilmesi ile yani trifosfatlaıın
bir tanesi RNA molekülünün sentezi için şablon oluşması ile gerçekleşmektedir. (Şekil 3 -7 ’de RNA
olarak kullanılır. DNA’daki üçlü yapılar (triplet'ler) oluşması sırasında sağ uçda iki RNA nükleotidi iz­
RNA’daki tamamlayıcı üçlü yapıların oluşmasını lenmektedir.) Son iki fosfat, nıikleotide hücredeki
sağlar, RNA daki tripletlere koclon adı verilir; bu ko- ATP’den sağlanan yüksek enerjili fosfat bağları ile
donlar sitoplazmada sentezleııecek olan protein­ bağlıdır.
lerde yer alan amino asidlerin dizilişini kontrol et­ Bu aktivasyon işlemi sonucunda her bir ııükle-

—d—a—d—a—d—a -d—a—d—a—d—a •d—a—d—a—d - a —d-


I I I I I I
o o o V o v 0 i I
I I I I I I 1 I I
I I I I I I I I I
I I I I I I I I I
C C G T C T G A A
I I I I I I I I I ŞEKİL 3 • 6
- P - D —P - D - P - D •P— D— P — D— P— D —P— D—P— D—P— D—
DNA’nın çift sarmallı zincirinde deoksiriboz nük-
leotidinin yerleşim düzeni.

DNA zinciri
—a —d —a —d - a - d - a - d - a - d - a - d - a - d - a - d - a —d —
I I I I I I I I I
0 9 O V O V O 1 1

C C G U C U G ŞEKİL 3 - 7
I I I İ l i l
P—R—P—R—P—R— P R—P - R - P —R— P - R Riboz nükleotidlerinin bir DNA zinciri ile birleşe-
RNA molekülü rek bir molekül genetik şifreyi genden sitoplaz­
/ maya taşıyan ribonükleik asidi (RNA) oluşturma­
J sı izlenmektedir. RNA polimeraz DNA zinciri b o­
yunca hareket ederek RNA molekülünü oluştur­
RNA polimeraz maktadır.
BÖLÜM 3 • Protein Sentezi, Hücre Fonksiyonu ve Hücre Çoğalmasının Genetik Kontrolü 27

maya büyük ölçüde afinitesi vardır. Böylece RNA


c c u c G A A zinciri DNA’dan uzaklaşmaya zorlanarak nükleop-
I I I I I I I
P— R - P — R - P - ■P— R - P — R - P - P -R -P -R -P -R - lazmaya serbestler.
Prolln Serin Glutamik asit Dört tip DNA bazı ve dört tip RNA nükleotid bazı bu­
lunduğunu tekrar hatırlayalım. Bunlar daima birbirle­
ŞEKİL 3 • 8 ri ile özgül birleşikler oluşturacak şekilde bağlanırlar.
Riboniikleik asidin yapısı incelendiğinde üç kodoıı taşıdığı
Böylece DNA zincirinde bulunan şifre RNA molekülü­
görülür. CCG, UCU, GAA bunlar sırası ile prolin, serin ve glu- ne (Icomplementer) tamamlayıcı şe kilde aktarılır. Ri-
taıuikasit aminoasillenni kodlar. boz nükleotid bazları her zaman deoksiriboz bazla­
rı ile aşağıda izlendiği şekilde bileşimler oluşturur.
otidde toplanan büyük miktardaki enerji RNA zin­
cirinin sonuna eklenecek yeni RNA nükleotidinin DNA Bazı RNA Bazı
oluşturulması için gerekli kimyasal tepkimelerin g u an ın ..................................................................sitozin
başlatılması için kullanılır. s ito z in .................................................................gıtanin
a d en in ..................................................................üıasil
tim in .....................................................................adenin
DNA Zincirinin Kalıp Olarak Alınıp
Aktive Edilmiş Nükleotidlerden RNA Üç Farklı Tip RNA. Birbirinden farklı üç tip RNA
Molekülünün Biraraya vardır. Bunların her biri protein yapımında tam a­
Getirilmesi-Transkripsiyon İşlemi men farklı ve bağımsız bir rol oynar. Bunlar
1. Haberci RNA (messenger RNA); protein yapı­
RNA molekülünün birleşmesi, şekil 3 -7 ’de gösteril­
mını kontrol etm ek için sitoplazmaya genetik şifre­
diği gibi RNA polim eıaz enziminin etkisi ile gerçek­
yi (kodu) taşır.
leşir. Bu büyük protein enziminin, RNA molekülü­
2. Taşıyıcı RNA (transfer RNA); protein m olekülü­
nü oluşturabilmesi için çok sayıda işlevsel niteliği­
nün yapımında kullanılmak üzere aktive edilmiş
nin bulunması gerekir. Bu nitelikler şunlardır:
amino asitleri ribozomlara taşır.
1. DNA zincinin başlangıç geninin hemen önün­
3. Ribozomal RNA, yaklaşık 75 farklı protein ile ı ibo-
deki nükleotid dizisine promoter adı verilir. RNA
zomları oluşturur. Ribozomlar protein moleküllerinin
polimeıaz bu promoteri tanıyacak uygun tam am la­
bir araya getirildiği fiziksel ve kimyasal yapılardır.
yıcı yapıdadır, ona bağlanır. Bu RNA molekülünün
oluşumunun başlaması için gerekli ilk adımdır.
2. RNA polimeraz promotere bağlandıktan sonra Haberci RNA-Kodonlar
DNA sarmalının yaklaşık iki dönüşliik bölümünü
düzleştirir ve iki zincirin birbirinden ayrılmasına Haberci RNA molekülleri sitoplazmada uzun ve tek
neden olur. sarmal RNA zincirleri biçim inde ve süspansiyon
3. Polimeraz daha sonra DNA zinciri boyunca ha­ halinde bulunur. Bu moleküller sayıları birkaç yüz­
reket eder ve hareketin her aşamasında geçici ola­ den birkaç bine kadar değişen eşlenm em iş nükle­
rak iki DNA zincirini gevşetip birbirinden ayırır. otid zincirinden oluşmaktadır. Bunlar DNA genin­
Polimeraz zincir boyunca hareket ederken oluşan deki şifre üçlüsüne tıpatıp benzeyen tam amlayıcı
RNA zincirinin sonuna yeni oluşmuş olan RNA kodonları yani şifreyi taşırlar. Şekil 3-8 haberci RNA
ııükleotidlerini ilave eder. Bu işlem aşağıdaki aşa­ molekülünün küçük bir bölümünü göstermektedir.
malarda gerçekleşir: Bunun kodonları, CCG, UCU ve GAA’dır. Bu kodon-
3a. İlk olarak DNA zincirindeki bazlar ile ııükle- lar, amino asitlerden prolin, serin ve glutamik asidi
oplazmada bulunan RNA niikleotidlerinin bazları oluştururlar. Şekil 3 -7 ’de bu kodonlarm DNA m ole­
arasında hidrojen bağları oluşturur. külünden kopya edilmesi izlenmektedir.
3b. Daha sonra RNA polimeraz bu RNA niikle-
otidlerinin her birinde bulunan üç fosfat kökünden Farklı Amino A sitler İçin RNA Kodonları. Tablo
ikisinde fosfat bağını kırar. Kırılan yüksek-eııerjili 3-1 protein molekülü içinde yer alan yirmi amino
fosfat bağından büyük miktarda enerjinin serbest- asidin RNA kodonlarını gösterm ektedir. Amino
leşmesine neden olur. Serbestleşen bu enerji büyü­ asidlerdeıı çoğunun birden fazla kodonla temsil
yen RNA molekülünün ucunda yer alan ı iboz ile edildiği görülmektedir. Aynı zamanda bir kodunun
nükleotid üzerinde geri kalan fosfat arasında kova­ protein molekülünün üretiminin başlam ası için
lan bağları oluşturur. başla (start) uyarısını verirken, üç kodunun prote­
3c. DNA geninin sonuna geldiğinde RNA polim e­ in molekülünün üretilmesini durdurup sonlandır-
raz zincir-soıılandıran dizi adı verilen yeni biı makta olduğuna dikkat edilmelidir. Tablo 3-1'de bu
DNA nükleotid dizisiyle karşılaşır. Bu, polimerazın iki tip kodoıı "zinciri başlatan" CI, “zinciri sonlan-
DNA zincirinden ayrılmasına neden olur polim e­ dııau" CT ile gösterilmiştir.
raz, Daha sonra RNA zincirlerini oluşturma': ü/ere
tekrar tekrar kullanılabilir. Taşıyıcı RNA-Anti Kodonlar
3d. Yeni RNA dizisi oluşurken DNA şablonu ile
hidrojen bağları koparılır. Çünkü DNA'nm kenui Protein sentezinde özel bir rol oyna van başka bir
tamamlayıcı DNA zinciri ile tekrar bağlat oluştuı- RNA çeşidine taşıyıcı RNA adı verilmektedir. Ona
28 ÜNİTE I • Fizyolojiye Giriş: Hücre ve Genel Fizyoloji

TABLO 3 - 1 lerinin oluşumu sırasında antikodoıı bazları h a­


Başlangıç, sonlanma ve aminoasitlere ait olan berci RNA’nın kodon bazlarına gevşek hidrojen
R N A kodonları bağları ile tutunur. Böylece, h aberci RNA zinciri
üzerinde belirli am ino asitler birbiri ardısııa sıra­
Amino asil RNA Kodonlar lanarak protein molekülündeki am ino asit dizisini
Alanin GCU GCC GCA GCG oluştururlar.
Arginin CGU CGC CGA CGG AGA AGG
Asparagin AAU AAC
Aspartik asit GAU GAC
Sistein UGU UGC
Ribozomal RNA
Glutam ik asit GAA GAG
Glutam in CM CAG Hücredeki üçüncü tipteki RNA, ribosom al RNA’dır;
Glisin GGU GGC GGA GGG Ribozomun yaklaşık yüzde 60’ını oluşturur. Ribo-
Histidin CAU CAC zomun geri kalan kısmı hem yapısal proteinleri,
İzolösin MU AUC AUA
Lösin CUU CUC CUA CUG UUA UUG hem de protein molekülü yapımı için gerekli en ­
Lizin AM MG zimleri içeren 75 tip proteinden oluşmuştur.
Metiyonin AUG Ribozomlar, sitoplazma içinde üzerinde protein
Fenilalanin UUU UUC moleküllerinin sentez edildiği tem el fiziksel yapı­
Prolin CCU CCC CCA CCG
lardır. Ancak daima diğer iki tip RNA ile birlikte ça­
Serin UCU UCC UCA UCG AGC AGU
Treonin ACU ACC ACA ACG lışır: taşıyıcı RNA, yapılan protein molekülüne ek­
Triptofan UGG lenmek üzere am inoasitleıi ribozoma taşırken, h a ­
Tirozin UAU UAC berci RNA üretilen her bir özgül protein tipindeki
Valin GUU GUC GUA GUG doğru amino asit sıralaması için gerekli bilgiyi sağ­
Başla (CI) AGU
lar. Böylece ribozomlar, içlerinde protein molekül­
Dur (CT) UM UAG UGA
lerinin oluştuğu adeta bir fabrika gibi çalışırlar.
CI: zincir b aşı CT: zincir sonu
Çekirdekçik İçinde Ribozomların Oluşumu. Ribo­
zomal RNA’ları oluşturan DNA genleri nukleusun beş
kromozomal çiftine yerleşmiştir. Bu kromozomların
her biri bu genlerin çok sayıda eş değer kopyalarım ta­
bu adın verilmesinin nedeni; protein m olekülleri­
şımaktadır. Çünkü hücre fonksiyonu için büyük mik­
nin sentezi yapılırken taşıyıcı RNA molekülünün
tarda ribozomal RNA’ya geresinim vardır.
am inoasit moleküllerini protein m oleküllerine ta ­
Ribozomal RNA oluştukça kromozomlara bitişik
şımasıdır. Her taşıyıcı RNA tipi özgül olarak p rote­
olarak uzanan özelleşmiş bir yapı olan çekirdekçik­
in yapısına girecek 20 am ino asitten biri ile birle­
te biriktirilir. Çok miktarda protein sentezleyen
şir. Taşıyıcı RNA kendisine ait olan özgül tipteki
hücrelerde olduğu gibi, fazla miktarda ribozomal
am ino asitleri protein m oleküllerinin oluştuğu ri-
RNA sentezlenmekteyse çekirdekçik büyür. Hücre
bozom lara ileten taşıyıcı görevi yapar. Ribozomlar
içinde protein sentezi çok azaldığında ise çekirdek­
içinde özgül tipteki transfer RNA’nın her biri h a­
çik çok küçülerek adeta görünmez olur. “Ribozomal
berci RNA üzerinde bulunan özel kodonu tanır.
proteinlerin’’ birleşeıek, ilkel ribozom alt birimleri
Daha sonra tarif edileceği gibi uygun am ino asit,
yeni oluşmakta olan protein molekülü zincirinde
kendisine uyan uygun yere bırakılır.
Yalnızca yaklaşık 80 niikleotidden oluşan trans­
Alanine
fer RNA, haberci RNA’ ya oranla daha küçüktür. Şe­ oluşan protein Sistein ı
kil 3 -9 ’da izlendiği gibi kıvrılmış nükleotid zinciri Histidin î
yonca yaprağı görünümündedir. Molekülün bir Alanin<
ucunda mutlaka bir adenilik asit bulunur; bu taşı­ Fenilalanin(
nan amino asidin, adenilik asitteki riboz grubunun
bir hidroksiline bağlanmasını sağlar. Özgül tipteki Taşıyıcı RNA
her bir transfer RNA’da bu bağlantıyı yine özgül tip­
teki bir enzim yapmaktadır; bu enzim aynı zam an­
' Başlama kodan \
da belirli tipteki transfer RNA'ya bağlanacak amino
asit tipini de tayin etmektedir. i
Protein zincirini oluşturm ak için transfer /[a u g |g c c ,|u g u ,|c au GCC |uuu |u c c |c c c |a a a |c a g |g a c |uau I
RNA’nın fonksiyonu özgül am inoasidi bu zincire
bağlam ak olduğundan, her transfer RNA tipi aynı
Ribozom Haberci RNA Ribozom
zam anda haberci RNA’daki özgül kodon için özel­
hareketi
leşmiştir. Transfer RNA’daki özgül şifreye aııtiko-
doıı adı verilir ve antikodonu oluşturan nükleotid ŞEKİL 3 - 9
baz üçlüsü spesifik kodonun tanınm asını sağlar. Haberci RNA zinciri iki ribozom arasında hareket etmektedir.
Sağ taraftaki ribozomda gösterildiği gibi her kodon geçişinde
Antikodoıı transfer RNA m olekünün yaklaşık ola­ bir aminoasit büyüyen protein zincire eklenir. Taşıyıcı RNA
rak ortalarında bulunur (Şekil 3 -9 ’da yonca şekli­ molekülü protein yapımının her aşamasında 20 aminoasitten
nin alt tarafında gösterilmiştir). Protein m olekül­ hangisinin zincire ekleneceğini belirler.
BÖLÜM 3 • Protein Sentezi, Hücre Fonksiyonu ve Hücre Çoğalmasının Genetik Kontrolü 29

olan granüler yapılar haline getirildiği çekirdekçikte lerle hemen bağlanan aminoasit dizileri bulunması­
ıibozom al RNA özgül olarak işlenir. Bu alt üniteler dır; bu, bu moleküllerin retikulum duvarına penetre
daha sonra çekirdekçikten serbestleşip ayrılır ve olmalarına ve endoplazmik retikulum maüiksine gir­
nükleer çekirdek kılıfının geniş potlarından geçerek melerine neden olur. Bu sırada ribozom tarafından
sitoplazm anın her tarafına taşınır. Alt birimlerin si- protein molekülünün yapımı hala devam etmektedir.
toplazm aya girm elerinden sonra bunlar olgun Ribozom, endoplazmik retikuluma doğru çekilip pro­
fonksiyonel ribozomlaı ı oluşturmak üzere bir araya teinlerin oluştuğu ve matrikse girdiği retikulum böl­
gelirler. Çekirdek, olgun ribozomları taşımamakta, gelerine granüler bir görünüm vermektedir.
bu nedenle proteinler çekirdekte oluşmamaktadır. Şekil 3- 10’da haberci RNA ile ribozom arasında fonk­
siyonel işbüliği ve ribozomların endoplazmik retiku­
Ribozomlarda Protein Oluşumu- lum membramna tutunmaları görülmektedir. Aynı
Çeviri “Translasyon” İşlemi haberci RNA zincirine cevap olarak bir çok ribozomda
çeviri işleminin aynı zamanda yapıldığına dikkat edin.
Bir haberci RNA molekülü, bir ıibozom la bağlantı Dikkat çekici bir diğer nokta da yeni oluşan polipeptid
kurduğu zaman, RNA molekülündeki özel bir RNA (protein) zincirlerinin endoplazmik retikulum memb-
baz dizisi tarafından daha önce belirlenmiş bir uç­ ranından endoplazmik matrikse geçişleridir.
tan başlayarak ribozom boyunca hareket eder. Da­ Burada işaret edilmesi gereken bir başka önemli
ha sonra Şekil 3-9 ’da izleneceği gibi haberci RNA ri­ nokta da bez yapısındaki hücrelerde çok miktarda
bozom boyunca hareket ederken protein m olekü­ protein içeren sekresyon vezikülleri oluşması dı­
lünü oluşturur. Bu işleme çeviri (tmııslation) adı şında, ribozomlarda oluşan proteinlerin çoğunun
verilir. Böylece, teypteki bandın hareketi sırasında doğrudan sitozole salınmasıdır. Bunlar hücrenin
okunmasına benzer şekilde haberci RNA’daki şifre­ enzimleri ve yapısal proteinleridir.
nin ribozom tarafından "okunması” sağlanır. Daha
sonra ribozomun üzerinden ‘zinciri sonlandır’ veya Protein Sentezinin Kimyasal Aşamaları. Protein
‘dur’ kodonu kayarak geçerken, protein molekülü­ molekülünün sentezinde görülen bazı kimyasal olay­
nün yapımının sona erdiği işareti alınır ve protein lar Şekil 3-11’de izlenmektedir. Bu şekilde AAı, AA2 ve
molekülü sitoplazma içine serbestlenir. AA2o ile işaret edilen birbirmden farklı üç amino asi­
din temsili tepkimeleri görülmektedir. Sırası ile (1)
Poliribozomlar. Bir tek haberci RNA molekülü ay­
Her aminoasit, ATP’nin iki yüksek enerjili fosfat bağı­
nı anda farklı ribozomlarda birkaç protein m ole­
nı vermesiyle oluşan adenozin moııofosfat ile kimya­
küllünü oluşturabilir. Çünkü Şekil 3-9'da izlendiği
sal bir reaksiyonla birleşerek aktive olur.Oluşan bileşi­
gibi haberci RNA ilk ribozomu terk ederken birbiri­
ğe adenozin moııofosfat-aminoasit kompleksi adı ve-
ni izleyen ribozomlardan geçebilir. Her bir ribo-
eıilir. (2) Aktive edilen aminoasit fazladan bir enerjiye
zomda protein moleküllerinin oluşumu farklı aşa­
sahiptir ve kendi özgiil transferRNA'sı ile birleşerek bir
malardadır. Bu nedenle sıklıkla görüldüğü gibi bir
amino asit-t-RNA kompleksi yaparken aynı zamanda
tek haberci RNA üzerine, aynı zamanda 3-10 ribo­
adenozin monofosfatı serbesdeştirir. (3) Amino asit
zom bağlanarak ribozom kümesi oluştururlar. Bu
kompleksi taşıyan transfer RNA, ribozom molekülün­
kümelere poliribozonûar adı verilir.
deki haberci RNA molekülü ile bağlanü kurar. Burada
Burada özellikle işaret edilmesi önemli olan, ha­
transfer RNA’mn anti kodonu haberci RNA’nın özgül
berci RNA’nm herhangi bir ribozomda protein m o­
kodonuna geçici olarak tutunarak protein molekülü­
lekülü oluşumuna sebep olabileceğidir. Belirli tip­
nü oluşturmak için, amino asidi, dizide uygun olan
teki proteinlerin yapımı için özgül ribozomlar bu­
yere yerleştirir. Daha sonra ribozomda bulunan pro­
lunmamaktadır. Ribozomlar kimyasal reaksiyonla­
teinlerden biri olan peptidil transferaz enziminin etki­
rın yer aldığı basit yapılardır.
si ile birbirini izleyen aminoasitler arasında peptid
Çok Sayıda Ribozomun Endoplazmik Retikuluma bağları oluşur, protein zincirine yavaş fakat devamlı
Tutunması. Bölüm 2’de bir çok ribozomun endoplaz­ eklemelerle zincir uzar. Bu kimyasal olaylar iki yüksek
mik retikuluma tutunduğuna değinilmişti. Bunun ne­ enerjili fosfat bağının enerjisine ihtiyaç gösterir. So­
deni, oluşan protein moleküllerinin başlangıç ucun­ nuç olarak protein zincirine her bir amino asidin ek­
da, endoplazmik retikulum üzerindeki özel reseptör­ lenmesi için, total olarak dört yüksek enerjili bağın

Taşıyıcı Haberci Ribozom


RNA

ŞEKİL 3 - 10
Protein molekülünün oluşumu esnasmda
haberci RNA, taşıyıcı RNA ve endoplazmik
retikulumun fonksiyonel ilişkisi ve ribozom
ların fizik yapısı görülmektedir. Bloom VV,
Fawcett DYV: Textbook of Histology. 10. Ed. zin cir
Philadelphia: WB Saunders Co, 1975.)
30 ÜNİTE I • Fizyolojiye Giriş: Hücre ve Genel Fizyoloji

Amino asit AAı AA2 AA2o


+ + +
ATP ATP ATP
I
A M P -A A ,
I
A M P -A A z
t
A M P -A A 20
Aktive edilmiş Amino asit
+ + +
tRNAi ,r n a 2 tRNA2o

RNA- amino acyl kompleksi tRNAı —AA! ,RNA2 —AA2 tRNA20—A.A20

Haberci RNA GCC UGU AAU CAU CGU AUG GUU


1 * t
GCC UGU AAU
İ l i l
CAU CGU AUG GUU
tRNA, haberci RNA ve
aminoasit arasında
oluşan kompleks

i:
ŞEKİL 3 - 11
JG TPJG TP| GTP |G TP|G TPJG TP JGTP
Protein molekülünün oluşmasında görülen
Protein zincir AAı—AA5 —AA3 — AAg—AA2 —AA13 —AA2q kimyasal olaylar.

kullanılması gerekmektedir. Bu nedenle hücrede maddeler aracılığı ile hücre içinde çok sayıda fonk­
enerji tüketen işlemlerin başında proteinin hücre içi siyon gerçekleşmektedir.
sentezi gelmektedir.

Peptid Bağları. Protein zincirinde yer alan ve bir­ HÜCREDE BİYOKİMYASAL AKTİVİTE VE
birini izleyen amino asitler birbirlerine aşağıdaki
GENETİK FONKSİYONLARIN KONTROLÜ
tipik tepkimelerle bağlanırlar:
Buraya kadar yapılan tartışmalarda, hücrenin hem
NII2 O H R fiziksel hem de kimyasal fonksiyonlarının genler
I II I I tarafından kontrol edildiği açıkça ortaya konul­
R— c — c — OH + H — N — c — C O O H --»
muştur. Bununla beraber genin kendi aktivitesinin
NH, O H R
bile kontrol edilmesi gerekmektedir. Aksi halde
r ıı ı ı
R— C— C— N— C— COOH + H20 hücrenin bazı kısımları çok büyüyebilir veya kim ­
yasal reaksiyonların abartılı etkisi ile hücreyi
ölüme götürebilir. Her hücrenin kendine özgü etki­
Bu kimyasal tepkimelerde birinci amino asidin li bir iç geri bildirim (feedback) kontrol m ekaniz­
COOH bölümünden hidroksil kökü (OH ) ayrılır­ ması vardır. Böylece hücre içinde çeşitli fonksiyo­
ken, diğer amino asidin NH2 bölümünden (H+) ay­ nel işlemlerin birbirini düzenli bir şekilde izlemesi
rılmaktadır. Bu ayrılanlar birleşeıek suyu oluştu­ sağlanır. Her bir gen için veya her bir küçük gen
rurken yanyana bulunan iki amino asidin üzerinde grubu için (her birindeki gen sayısı 100.000’dir) en
yer alan reaktif bölgeler birleşeıek bir tek molekül az bir tane feed back kontrol mekanizması vardır.
oluştururlar. Bu işleme p ep tid bağlan adı verilir. Hücrede biyokimyasal aktiviteyi kontrol eden iki
Bundan sonra eklenecek her bir amino asit için ye­ temel yöntem bulunmaktadır. Bunlardan bir tanesi
ni peptid bağları oluşur. genetik düzenleme, genlerin aküvitelerinin kendileri
tarafından kontrol edilmesidir. Diğeri ise hücre için­
de oluşan enzimlerin aktivite derecelerini kontrol
eden enzim düzenlem e mekanizmasıdır.
HÜCREDE DİĞER MADDELERİN
SENTEZİ Genetik Düzenlem e
Yukarıda anlatılan şekilde oluşan binlerce protein Hücrenin Operonu ve Biyokemyasal Sentezle­
enzim, hücredeki bütün öteki kimyasal reaksiyon­ rinin Kontrolü - Prom oter'in Görevi. Biyokimya­
ları kontrol eder. Bu enzimler lipidlerin, glikojenin, sal ürünlerin hücre içi sentezlerinde bir dizi tepki­
pürinlerin, primidlerin ve öteki yüzlerce maddenin meye ihtiyaç vardır. Bu tepkimelerin her biri özgül
sentezini sağlamaktadır. Karbonhidrat, lipid ve bir protein enzim ile katalize edilir. Sentez işlem i
protein m etabolizm aları ile bu sentez işlemleri ara­ için gerekli olan bütün bu enzimlerin oluşması sık­
sındaki ilişki Bölüm 6 7 ’den Bölüm 6 9 ’a kadar olan lıkla aynı kromozomal DNA zinciri üzerinde yer
kısımda tartışılacaktır. Hücrede oluşan bütün bu alan, birbiri ardısıra yerleşmiş olan gen dizisi tara-
BÖLÜM 3 • Protein Sentezi, Hücre Fonksiyonu ve Hücre Çoğalmasının Genetik Kontrolü 31

fından kontrol edilir. DNA zincirindeki bu alana Represör protein tar afından gen kopyalanmasının
operon adı verilirken tek tek enzimlerin yapım ın­ kontrol edilmesini açıklamak için bir örnek verelim:
dan sorumlu genlere yapısal genler adı verilir. Şekil Esclıericlıia coli hücreleri için laktoz sakkaıidi genel­
3 -1 2 ’de operon içinde yer alan ayrı ayrı üç yapısal likle ortamda bulunan bir besin maddesi değildir.
genin kendilerine ait olan üç enzimin yapımını Bu yüzden bakteri, laktozun metabolik kullanımı
kontrol etmeleri ve hücre içi özgül ürünlerin sentez için gerekli enzimleri normal olarak sentezlemeye-
edilmeleri izlenmektedir. cektir. Bununla beraber ortamda kullanılmaya hazır
Şimdi DNA zinciri üzerinde bulunan ve prom oter laktoz bulunduğu zaman, represör proteinde bir al­
adı verilen segmente dikkat edelim. Bu, daha önce losterik yapı değişikliğine neden olur, bu da gerekli
tartıştığımız gibi, RNA polimeraza özel bir affınite metabolik enzimleri kopyalayan operon promoteri
gösteren bir nükleotid dizisidir. RNA sentezini ger­ üzerinden represör proteini uzaklaştırır. Daha son­
çekleştirmek için polimerazın DNA zinciri üzerinde raki dakikalar içinde RNA polim eıaz promotere bağ­
zincir boyunca hareket etmesinden önce mutlaka lanarak laktozu parçalayacak uygun enzimleri oluş­
promoter ile bağlanması gerekmektedir. Bu yüzden turmak üzere operon boyunca hareket eder. Hücre
promoter, opeıonun aktive olmasında temel öğedir. içinde laktozun kaybolmaya başlaması ile enzim
sentezinin hızı geriye dönerek azalır ve ortamdaki
Operonun Represör Proteinle Kontrolü - Rep-
laktoz miktarı için gerekli olan düzeyde tutulur. Bu­
ressör (Baskılayıcı) O peratör. Şekil 3-12'ye dik­
rada açıkça görülen, hücrenin, kendi içinde düzen­
katle bakılırsa promoterin ortasında uzanan niikle-
leyici bir sistemin mantığına sahip bulunmasıdır.
otidlerden oluşan ilave bir bant görülür. Bu bölgeye
represör operatör adı verilmektedir. Çünkü buraya "A ktivatör Protein" İle Operonun Kontrolü -
bir ‘regülatör’ protein bağlanarak RNA polimerazın "A ktivatö r O p e ra tö r". Şekil 3-12'de aktivatör
prom otere bağlanm asını önleyebilir ve böylece operatör denilen bir diğer operatör bulunmaktadır.
operon içindeki genlerden transkripsiyon bloke Bu promotere komşu ancak onun önünde bulun­
edilir. Bu yüzden regülatör proteine represör protein maktadır. Düzenleyici protein bu operatöre bağlan­
adı verilir. Heıbir regülatör represör proteinin genel dığı zaman RNA polimerazın prom otere çekilm esi­
olarak iki allosterik şekli bulunmaktadır. Bunlardan ne yaıdım ederek operonu aktive eder. Bu yüzden
bir tanesi operatöre bağlanarak kopya çıkarma işle­ bu tip düzenleyici regülatör proteine aktivatör p ro­
m ini engellerken diğeri bağlanmamaktadır. Bunlar­ tein adı verilir. Operon represör operatörün kontrol
dan bir tanesi düz bir protein molekülü iken aynı mekanizmalarının tam zıttı ile aktivatör protein ta­
proteinin diğer tipinin ortasında açısal bir eğilme rafından aktive veya inlıibe edilebilir.
vardır. Bu faiklı şekilde olan proteinlerden ancak bir
tanesi operatörü baskı altında tutabilir. Hücre me- Operonun N eg a tif Feedback Kontrolü. Son
tabolitleri gibi çeşitli non protein maddeler resep­ olarak Şekil 3-12’de görüldüğü gibi hücre içinde
tör protein ile bağlanarak onun allosterik duru­ sentez edilen ürün miktarı kritik düzeye ulaştığın­
munu değiştirebilir. Bir madde onun konumunu da bu maddenin sentezinden sorumlu olan operon
değiştirip operatöre bağlanm asını sağlayarak negatif feedback mekanizması ile inhibe edilir. Bu
transkripsiyonu engellerse bu maddeye repressör inhibisyon iki şekilde gerçekleşir. Ya, son ürün re­
m adde veya inhibitör m ad d e adı verilir. Diğer taraf­ gülatör repressör proteinin repressör operatöre
tan represör proteinin operatör ile olan bağlarını kı­ bağlamasına neden olur ya da regülatör aktivatör
rarak onu değiştiren maddelere aktivatör m adde proteinin aktivatör operatör ile olan bağların kırıl­
veya indiikleyici m adde adı verilir. Çünkü bu mad­ m asına yol açar. Operon her iki durumda da inhibe
deler represör proteini uzaklaştırarak transkripsi­ olur, böylece sentezine gereksinim duyulan ürün
yon işlem ini aktive ederler. miktarı yeterince çoğalıp bol bulunur duruma gel­
diğinde operon geçici bir süre için inaktif duruma
geçer. Diğer taraftan, hücre içinde sentez edilen
Aktivatör Represör
operatör operatör
ürünün hücrede yıkılıp konsantrasyonunun düş­
Operon mesi halinde operon tekrar aktif hale geçer. Bu şe­
\ / Yapısal Yapısal Yapısal
kilde hücre içinde sentez edilen ürünün konsant­
rasyonu kontrol edilmiş olur.
Promoter gen A gen B gen C
Kayıt İşleminin Operonla Kontrolünde D iğer
t I Mekanizmalar. Son on yıl içinde operonun temel
Enzim A Enzim B Enzim C
Operatörün
* kontrol mekanizmalarındaki çeşitliliğini ortaya ko­
inhibisyonu I
yan araştırmalar hız kazanmış, bu alandaki buluş­
I Í lar çoğalmıştır. Ayrıntıya girmeden bunların bazıla­
Subsratlar Sentezlenen
I Ürün rını sıralayalım:
I
Negatif feedback )
1. Bir operon sıklıkla çekirdeğin genetik kom p­
leksinin başka bir bölgesinde bulunan bir regülatör
ŞEKİL 3 - 12
gen ile kontrol edilir, bu regülatör gen regülatör
Hücre içindeki metabolik kimyasal maddeler gibi hücre içi protein oluşturur. Bu regülatör protein daha sonra
nonprotein ürünlerin sentezini kontrol eden operon fonksiyo­ ya aktivatör ya da repressör madde gibi hareket
nu görülmektedir. Dikkat edilirse sentezlenen ürünler bir ne­
gatif fcedback mekanizması ile operonım fonksiyonunu inlıibe
ederek operonu kontrol eder.
etmektedir. Bu olaydan otomatik olarak ürünün konsantrasyo­ 2 . Nadiren de olsa birçok farklı operon aynı zaman­
nu kendisi tarafından kontrol edilmektedir. da ve aynı regülatör protein ile kontrol edilir. Bazı ör-
32 ÜNİTE I • Fizyolojiye Giriş: Hücre ve Genel Fizyoloji

nekleıde aynı regülatör proteinin, bir operon için ak- Bu enzim inhibisyon yöntem i negatif feedback
tivatör bir başka operon içinse repressör fonksiyonla­ kontrol mekanizmasının bir örneğidir. Bazı aıııino
rı olduğu izlenir. Bu şekilde çok sayıda operon, eş za­ asitlerin, pürinlerin, pirinıidinlerin, vitaminler ve
manlı olarak kontrol ediliyorsa, bülikte fonksiyon ya­ diğer maddelerin hücre içi konsantrasyonlarının
pan bütün bu opeıonlara regıılon adı verilir. kontrolünden sorumlu mekanizm a budur.
3. Bazı operonlar DNA zinciri üzerinde kayıt işle­
Enzim Aktivasyonu. Kendilerine gereksinim du-
m ini başlangıç noktasında değil zincir boyunca çok
yuluncaya kadar enzimler normal olarak inaktiftiı-
uzak noktalara kadar kontrol ederler. Bazen bu
ler. Buna bir örnek olarak hücre içindeki ATP’nin
kontrol DNA zincirinin kendisi üzerinde değil de
tüketilerek azalması verilebilir. Bu durumda önem ­
sitoplazmaya salınmadan önce çekirdek içinde bu­
li miktarda siklik adenozin mono fosfat (cAMP),
lunan RNA molekülleri üzerine olabilir veya nadi­
ATP’nin yıkını ürünü olarak ortaya çıkar. cAMP’nin
ren RNA'nın ribozomlar tarafından çevirisi yapılır­
varlığı glikojeni ayıran (gylcogen splitting) fosforilaz
ken sitoplazmada protein oluşması düzeyinde bu
enzimini aktive eder,fosforilaz gÛkoz molekülünü
kontrol görülebilir.
serbestleştirir. Glikoz molekülünün metabolize ed­
4. Çeküdekli hücrelerde, çekirdekte bulunan DNA
ilmesiyle elde edilen enerji ATP depolarını tam a­
özgül yapısal bir birim olan kromozomların içinde pa­
men doldurur. Böylece, cAMR fosforilaz enzimi için
ketlenmiş olarak bulunur. Her bir kromozom içinde
bir enzim aktivatörü görevi yapmakta, hücre içi ATP
bulunan DNA histon adı verilen küçük proteinlerin
konsantrasyonunu kontrole yardım etmektedir.
çevresine sarılmıştır. Bunlar da diğer proteinlerle sıkı­
İlginç bir diğer örnek de pürin ve pıim idinlerin
ca bağlanarak kompakt bir kitle oluştururlar. DNA bu
yapım ında görülen hem enzim inhibisyonu ve
kompakt durumda kaldığı sürece, RNA yapım fonksi­
hem de enzim aktivasyonudur. Hücrede DNA ve
yonu durur. Bununla beraber, çeşidi kontrol mekaniz­
RNA’nın yapımı için bu maddelerin eşit miktarda
maları aracdığıyla, kromozomların seçilmiş yerlerin­
bulunmaları gerekir. Pürinler, oluştuğu zaman, da­
de kısa bir süre için yoğunlaşmanın ortadan kalküğı
ha fazla pürin yapımı için gerekli enzimi inhibe
bölgelerde RNA kopyalanmasının meydana geldiği
ederek pürin yapımını durdurur. Ancak pirimidin
keşfedilmiştir. Bundan başka bazı özel ‘kopyalama
yapımını sağlayan enzimleri aktive ederler. Bunun
faktörleri’ bübirinden ayrı olarak bulunan operonla-
aksine pirimidiııler kendi enzimlerini inhibe eder­
rın her birindeki gerçek kopyalama hızını konüol
lerken pürin enzimlerini aktive ederler. İki m adde­
ederler. Böylece ökaıyot hücre işlevlerini uygun bi­
nin sentezlenm esi arasındaki karşılıklı ilişki, her
çimde yerine getirmek için yüksek bir kontrole sahip­
zaman hücre içinde bu iki m addenin eşit miktarda
tir. Buna ilave olarak, hücreye dışarıdan gelen uyarılar,
bulunmasını sağlar.
örneğin bazı hormonlar özel kıomozomal sahayı ve
özel bir transkripsiyon faktörünü aktive ederek hücre­ Ö ze t. Kısaca, hücreler birleşim lerinin uygun oran
deki her kimyasal üretim fonksiyonunu kontrol eder. ve uygun miktarlarda bulunm asını iki ana yön ­
Her bir insan hücresinde bulunan ve sayıları temle sağlar. Bunlar (1) genetik düzenleme m eka­
1 0 0 . 0 0 0 kadar olan farklı genlerin genetik aktiviteyi nizması ve (2 ) enzim düzenleme m ekanizm aları­
çok çeşitli yollardan kontrol edebilmeleri sürpriz dır. Genler, tıpkı enzim sistem inde görüldüğü gibi
değildir. Genetik kontrol sistemleri, hücre içi ami- ya aktive ya da inhibe edilirler. Çoğunlukla bu dü­
ııo asitlerin, aıııino asit türevlerinin, ara ürünlerin zenleyici sistem ler feedback kontrol sistem i göre­
ve karbonhidrat, lipid ve protein m etabolizm a vini yaparak sürekli olarak hücreyi denetlem ekte,
ürünlerinin kontsantrasyonlarım kontrol etmesi biyokimyasal bileşim inin korunm asını sağlam ak­
bakımından önemlidir. ta, ihtiyaç olduğunda da gerekli düzeltmeleri yap­
maktadır. Fakat, bazen hücre için d e olm ayan
Hücreiçi Fonksiyonun Enzim maddeler (bu kitabın birçok yerinde tartışılmış
Düzenlenmesi İle Kontrolü olan özellikle bazı horm onlar) hücre içindeki
kontrol sistem lerin birini veya daha fazlasını akti­
Hücre fonksiyonunun genetik düzenleme ile kontrol ve veya inhibe ederek hücre içi biyokimyasal te p ­
edilmesine ilave olarak bazı hücre aktiviteleıi hücre kimeleri kontrol ederler.
içinde bulunan inlıibitör veya aktivitörler tarafından
kontrol edilir. Bu maddeler doğrudan hücıe içindeki
özgül enzimlere etki ederler. Böylece enzim regülas-
yonu, hücrede biyokimyasal fonksiyonları kontrol
DNA-GENETİK SİSTEMİ, HÜCRE
eden ikinci bir mekanizmayı oluşturur. ÇOĞALMASINI DA KONTROL EDER

Enzim İnhibisyonu. Hücre içinde oluşan kimyasal Hücre çoğalması, DNA-genetiksistem enin tüm ya­
maddelerden bazıları kendilerini sentezleyen özgül şam süreçlerinde oynadığı çok geniş kapsamlı rolü
enzim sistemlerini inhibe eden direkt feedback et­ gösteren bir başka örnektir. Hücrenin büyüme
kiye sahiptir. Hemen herzaman, sentezleneıı ürün özelliğini ve hücrelerin bölünüp bölünmeyeceğini,
enzimatik reaksiyon dizisindeki ilk enzimi inhibe ayrıca bu bölünm enin ne zaman olacağını da gen­
eder, çoğu kez bu enzime doğrudan bağlanarak al- ler ve genetik düzenleyici sistem ler tayin etm ekte­
losteıik biçim değişikliğine neden olur ve inaktive dir. Böylece insanın tek hücreli döllenmiş yumurta
eder. Birinci enzimin inaktivasyonunun önemi ko­ halinden, tam olarak fonksiyonlarını kazanmış bir
layca anlaşılabilir: Sonradan kullanılmayacak olan organizma haline gelinceye kadar gelişim inin her
ara maddelerin birikmesi engellenmiş olur. aşamasını bir çok önemli genetik sistem kontrol et-
BÖLÜM 3 • Protein Sentezi, Hücre Fonksiyonu ve Hücre Çoğalmasının Genetik Kontrolü 33

inektedir. Eğer yaşamı tanımlayan, yaşamın bir ana


tem ası var ise bu DNA genetik sistemidir.

Hücrenin Yaşam Siklusu. Hücrenin yaşam dön­


güsü bir çoğalmadan onu izleyen diğer bir çoğal­
maya kadar geçen süredir. Eğer memeli hücresi in-
lıibe edilm ez ve m üm kün olabileceği k ad ar hızla
çoğalırsa bir yaşam dönemi 10 ile 30 saat sürer.
Hücrenin yaşam döngüsü, mitoz adı verilen ve
hücrenin iki yavru hücreye bölünmesiyle sonuçla­
nan, bir dizi belirgin fiziksel olayla sona erer. Daha
sonra tarif edilecek olan mitoz olayı Şekil 3 -1 3 ’te iz­
lenmektedir. Mitozun gerçek süresi 30 dakika ka­
dardır bu nedenle hızla bölünen hücrelerde bile
yaşam döneminin yüzde 95’ten fazlası inteıfaz adı
verilen mitozlar arası döneme ayrılmıştır.
Hücrenin hızla çoğaldığı özel koşulların dışında
hem en hem en her zaman inlıibitör faktörlerin
hücrenin yaşam döngüsünü yavaşlatabildiği veya
durdurabildiği görülür. Bu yüzden insanda vücu­
dun farklı hücrelerinin gerçek yaşam siklusları da
çok değişebilir,ileri derecede uyarılmış kemik iliği
hücreleri için 1 0 saat olabilirken yine insan vücu­
duna ait sinir hücreleri için bu süre, bütün yaşam
süresini içecek kadar uzun olabilir.
ŞEKİL 3 • 13
Hücre Çoğalması DNA Eşlenmesi İle Hücrede çoğalma evreleri izlenmektedir. A,B ve C profaz; D
Başlar prometafaz; B metafaz; F anafaz; G ve H telofaz evreleri olarak
görülmektedir.

Hücre içinde bütün diğer önemli olaylarda olduğu


gibi çoğalma işlemi de hücre çekirdeğinde başla­
maktadır. Çoğalmanın ilk basamağı krom ozom larda 4. Heliksin her iki zincirinde, yüzlerce segm entte
bulunan DNA’nm eşlenmesidir (dıtplikasyonun).Mi- yeni DNA zincirinin oluşumu, tüm zincir eşlenin-
ceye kadar eş zamanlı olarak devam eder. Daha
toz ancak bu olaydan sonra ortaya çıkabilir.
DNA’nm eşlenmesi mitozdan 5-10 saat önce baş­ sonra DNA ligaz enzimi ile alt ünitelerin uçları bir­
layarak 4-8 saatte tamamlanır. DNA yalnızca bir birlerine bağlanır.
kez eşlenir, böylece sonuç olarak tüm DNA’nm bir 5. Yeni oluşan her DNA zinciri şablon olarak kulla­
kopyası çıkarılmış olur. Her bir DNA kopyası mitoz nılan özgün DNA zincirine gevşek hidrojen bağları
sonucu oluşan iki yavru hücreden birinin DNA’sını le tutunmuş olarak bulunur. Böylece birbirleriyle
oluşturur. DNA replikasyonundan (eşlenm esin­ tam eşleşmiş olan ve halen birbirlerine sarılmış ola­
den) sonra mitoz başlayıncaya kadar 1 - 2 saatlik bir rak bulunan iki yeni DNA heliksi oluşmuş olur.
6 . Her kromozomdaki DNA helikslerinin uzunlu­
dönem geçer. Ancak bu dönemde de mitotik süreci
başlatan ön değişiklikler gerçekleşir. ğunun yaklaşık 6 santim etre olması ve her bir h e­
liksin milyonlarca kıvrımının bulunm ası nedeni ile
yeni oluşan DNA helikslerinin birbirlerinden ayrıl­
DNA'nın Eşlenmesinde Kimyasal ve Fiziksel
malarını sağlayan, kıvrımlarını çözen özgül bir m e­
Olaylar. DNA, RNA’nın DNA’dan transkripsiyonu­
na benzer biçimde replike olur. Ancak arada bazı kanizmanın bulunması gerekir. Aksi halde yeni
DNA zinciri ayrılamazdı. Bu, heliksin tam amı b o ­
önemli farklar vardır.
yunca peryodik olarak her heliksi kesen, her seg-
1. Her kromozomda yalnız bir değil, her iki DNA mente rotasyon yaptıran ve daha sonra heliksi iki­
zinciri replike edilir. ye ayıran enzimler tarafından gerçekleştirilir. Böy­
2. Her iki DNA heliksine ait zincirin tümünde, lece iki yeni heliks birbirlerinden ayrılmış olurlar.
RNA’nın genler tarafından kopyalanmasında oldu­
ğu gibi küçük parçalar halinde değil boydan boya D N A Onarım ı, H ataların Düzeltilm esi ve M u-
eşleşm e görülür. tasyon. DNA'nın kopyalanm ası ile mitozun baş­
3. DNA'nın eşleşmesi için ana enzimler, RNA po- laması arasındaki yaklaşık bir saatlik süre içinde
limeraz ile kaışılaştırılabilen ve DNA polim eraz adı DNA zincirlerine ait, çok aktif bir kopyaların dü­
verilen bir kaç enzim kompleksidir. Bu, DNA kalıp zeltilmesi periyodu vardır. Yani nerede hatalı DNA
zincirine bağlanır ve onun uzunluğu boyunca ha­ nükleoditleri varsa şablon zincirindeki nükleotid-
reket eder. Bir diğer enzim, DNA ligaz komşu nük- lerle karşılaştırılır; özel enzim ler kusurlu alanları
leotidlerin birbirleri ile bağlanmalarını sağlar. Bu kesip yerlerine uygun tam am layıcı nükleotidleıi
eklemeleri yapabilmek için yüksek enerjili fosfat yerleştirirler. Bu işlem leri gerçekleştiren enzimler,
bağlarını kullanır. ıeplikasyon işlem inde kullanılan DNA polim eraz
34 ÜNİTE I • Fizyolojiye Giriş: Hücre ve Genel Fizyoloji

ve DNA ligaz enzimleri ile aynı enzimlerdir. Bu mak için eşlenmesini otom atik olarak 1 veya 2 saat
onarım işlem ine, DNA hatalarının düzeltilm esi iş­ içinde oluşan mitoz izler.
lem i adı verilmektedir.
Onarım ve düzeltmeler sayesinde kopyalama işlemi M ito tik Aparey: Sentriyollerin Görevi. Mito-
sırasında çok nadir olarak hata yapılır. Hata yapıldı­ zun ilk aşamalarından biri, sitoplazm a içinde iıı-
ğında buna mutasyoıı adı verilir; bu durumda hücre­ terfazın son dönemi boyunca, sentriyol adı verilen
de gerekli proteinin oluşması yerine hücrede anormal küçük yapıların içi ya da çevresinde gerçekleşir.
bir protein oluşur. Bu da sıklıkla hücre fonksiyonları­ Şekil 3 -1 3 ’de görüldüğü gibi iki sentriyol çifti çekir-
nın bozulmasına ve hatta bazen hücrenin ölümüne değin bir kutbunda birbirlerine yakın şekilde yer­
yol açar. Buna rağmen insan genomunda 100.000 ve­ leşmişlerdir. (Bu sentriyoller DNA ve kromozomlar
ya daha fazla genin olduğunu ve bir insan neslinden gibi genellikle DNA eşlenm esinden kısa süre önce
diğerine 30 yıllık bir dönem bulunduğu düşünüldü­ inteıfaz sırasında eşlenirler). Her sentriyol bir si­
ğünde, ana-babadan, çocuğa genomun geçişinde 1 0 lindir şeklinde düzenlenmiş 9 paralel tübüler yapı­
kadar veya daha fazla sayıda mutasyoıı beklenebilir. dan oluşan, yaklaşık 0.4 mikrom etre uzunluğunda
Ancak ek bir koruma yolu daha vardır, her insanın ge­ ve 0.15 mikrometre çapında silindirik bir cisimdir.
nomu, birbiriyle tümüyle aynı genlerden oluşmuş iki Her çiftteki iki sentriyol birbirine dik açı oluştura­
ayrı kromozom dizisinde bulunur. Böylece mutasyon- cak şekilde yerleşmiştir. Her sentriyol çifti sentri­
lara rağmen, eş kromozomlardan birindeki işlevsel yol çevresindeki maddelerle beraber sentrozom
(sağlam) gen, hemen her zaman çocuğa aktarılabilir. olarak isimlendirilir.
Mitoz bölünmeden hem en önce iki sentriyol çif­
ti birbirinden uzaklaşmaya başlar. Bu, sentriyol
Kromozom lar ve Eşlenmeleri çiftleri arasında uzanan ve onları iterek birbirinden
uzaklaştıran protein yapısındaki m ikrotübülleıin
Çekirdekteki DNA helikslerinin her biri kromozom­ polimeıizasyonu ile sağlanır. Aynı zamanda sentri­
larda paketlenmiştir. İnsan hücresi 23 çift halinde yol çiftinden ışınsal olarak çıkan mikrotübüller b ü ­
düzenlenmiş 46 kromozom içerir. Her çiftte bulunan yür ve hücrenin her iki ucunda yıldız şeklindeki as-
iki kromozomdaki genlerin çoğu tamamen veya he­ terleri oluşturur. Asteri oluşturan mikrotübülleıin
men hemen tümü ile birbirinin eşidir. Bu nedenle bazıları çekirdeğe girer ve mitoz sırasında iki kro­
genellikle farklı genlerin de çiftler halinde bulundu­ matid çiftinin ayrılmasında rol oynarlar. İki sentri­
ğu ifade edilir. Ancak bu nadiren gerçekleşmeyebilir. yol çifti arasında uzanan mikrotübiil kompleksine
Kromozom yapısında DNA'nın yanısııa büyük iğ denir. İki çift sentriyol ve tüm mikrotübül küm e­
miktarda protein de bulunmaktadır, bunlar çoğun­ sine birlikte m itotik aperey denir.
lukla elektropozitif yüklü küçük moleküller olan
histonlardatı oluşurlar. Histonlar çok sayıda iğ şek­ Profaz. Profaz olarak adlandırılan mitozun ilk aşa­
linde cisim ler halinde düzenlenmiştir. Her DNA ması Şekil 3-13A, B ’ ve C’de izlenmektedir. İğ olu­
heliksinin küçük bölümleri birbiri ardına gelen bu şurken, iııterfazda gevşekçe kıvrılmış zincirlerden
cisim lerin etrafına sırası ile sarılmıştır. meydana gelen çekirdekteki kromozomlar yoğun­
Daha önce belirtildiği gibi lıiston cisimleri DNA ak- laşarak belirgin kromozomları oluştururlar.
tivitesinin düzenlenmesinde önemli rol oynarlar. Çün­
kü DNA paketlenmiş şekilde kaldığı sürece RNA oluşu­ Prom etafaz. Bu aşam ada (Şekil 3-13 D) asteıin
mu veya DNA eşlenmesi için bir kalıp olarak görev ya­ büyüyen mikrotiibüler iplikçikleri çekirdek kılıfını
pamaz. Dahası, bazı düzenleyici proteinlerin DNA'nın parçalayarak içine girer. Aynı zam anda asterden çı­
lıiston paketlenmesini çözdüğü ve RNA oluşumu için kan çok sayıda mikrotübül hala birbirlerine bağlı
küçük bölümleri açığa çıkarttığı gösterilmiştir. olan eşlenmiş kıomatidlere sentrom erlerinden tu­
Histon olmayan bir kaç protein de kromozomla­ tunur. Daha sonra tübüller her çiftin bir tanesini
rın asıl bileşenleri arasında yer almaktadır. Bunlar hücrenin bir kutbuna doğru çekerken diğeri de
hem kromozomların yapısal protein ve hem de ge­ karşı yöne doğru hareket eder.
netik düzenleyici mekanizmalarla beraber, aktiva-
tör, inhibitör ve enzim olarak görev yapmaktadırlar. M etafaz. Metafaz sırasında (Şekil 3-13 E), mitotik
Kromozomların eşlenmesi DNA helikslerinin eş­ apereyin iki kutbu birbirinden uzaklaştırılır. Bunun
lenm esini izleyen birkaç dakika içinde büyük bir nedeninin iki asterden çıkan m ikrotiibüler iplikçik­
kusursuzlukla gerçekleşir. Yeni DNA zincirleri ge­ lerin mitotik iği oluşturmak için iç içe geçtikleri
rektiği zaman yeni protein moleküllerini toplarlar. yerde birbirlerini itm eleri olduğuna inanılm akta­
Yeni oluşmuş iki kromozom geçici olarak (mitoz dır. “Motor moleküller" denen, büyük bir olasılıkla
zam anına kadar) sentrom er adı verilen kromozom­ aktitı isimli kas proteininden oluşmuş olan kont­
ların ortasına yakın bir bölgeden birbirlerine bağlı raktil protein moleküllerinin iplikçikler arasında
kalırlar. Bu eşlenmiş ancak hala bağlı olan kromo­ yer alarak, kasta olduğu gibi adımlama (stepping)
zomlar krom atid olarak adlandırılır. mekanizması ile iplikçikleri birbiri boyunca ters
yönde kaydırdığının kabul edilmesi için nedenler
M itoz bulunmaktadır. Eş zamanlı olarak kromatidler ken­
dilerine tutunan mikrotübüller tarafından hücre­
Hücrenin iki yeni hücreye bölünmesi işlemine m i­ nin merkezine çekilerek m itotik iğin ekvator düzle­
toz denir. Her kromozomun iki kromatidi oluştur­ mini yapacak şekilde dizilirler.
BÖLÜM 3 • Protein Sentezi, Hücre Fonksiyonu ve Hücre Çoğalmasının Genetik Kontrolü 35

A nafaz. Bu aşamada (Şekil 3-13 F), her kromozo­ Hücre Büyüklüğünün D üzenlenm esi. H ü cre­
mun iki kromatidi sentrom erden çekilerek ayrılır. nin büyüklüğünü tam am ı ile, çekirdek içindeki
46 kromatit çiftinin hepsi ayrılarak 46 yavru kro­ işlevsel DNA m iktarı tayin etm ektedir. Eğer DNA
m ozom dan oluşan iki küme oluşturur. Bölünen replikasyonu görülm üyor ise hücre belli bir b ü ­
hücre kutuplarının birbirinden ayrılması sırasında, yüklüğe kadar büyüyecek daha sonra bu boyu t­
kümelerden biri, bir ıııitotik asteıe doğru çekilirken larda kalacaktır. Diğer taraftan m itotik iğin olu ­
diğeıide diğer asteıe doğru çekilir. şum unu önleyerek m itozu engelleyen kim yasal
bir m adde, kolşisin (co lch icin e ) k u llan m ak
Telofaz. Telofazda (Şekil 3-13 G ve H), iki yavru kro­ mümkündür. Buna rağm en DNA’nın replikasyon
mozom kümesi tümü ile ayrılmıştır. Daha sonra mito- işlem i devam eder. Bu olayda çekirdeğin n o rm a ­
tik aparey kaybolur, her kromozom kümesi etrafında le göre büyük m iktarda DNA taşım ası ile orantılı
yeni bir çekirdek zarı gelişir. Oluşan zar sitoplazmada olarak hücre genişlem iştir. Bu sonuçlara göre
var olan endoplazmik retikulum parçalarından mey­ hücrenin genişlem e nedeninin, RNA ve hücre
dana gelmiştir. Bundan kısa süre sonra hücre iki çekir­ proteinin yapım ındaki artışa bağlı olduğunu ka­
dek arasından daralır. Bu daralma aktin ve büyük ola­ bul etm ek gerekmektedir.
sılıkla miyozin içeren mikroflamentlerin oluşturduğu
bir kasılma halkası ile meydana gelir. Bu iki kontraktil
kas proteini yeni gelişen hücrelerin birleşme nokta­
sında oluşur ve ikisini birbirinden ayırır.
HÜCRE FARKLILAŞMASI
Hücre Büyümesi ve Çoğalmasının Kontrolü
Hücrenin büyümesi ve bölünmesinin özgül bir n i­
Barsak epitelinde, derinin germinal tabakasında ve teliği hücre farklılaşmasıdır. Bunun anlamı, em bri­
kanın oluşmasını sağlayan kemik iliği hücrelerinde yoda farklı vücut yapılarının oluşması sırasında izle­
olduğu gibi belli hücreler, büyüme ve üreme işlevi­ nen hücre poliferasyonunda olduğu gibi, hücrenin
ni her zaman sürdürürler. Düz kas hücreleri gibi di­ fiziksel ve fonksiyonel özelliklerinin değişmesidir.
ğer bazı hücreler ise uzun yıllar üreme göstermeye­ Özellikle ilginç bir deney, olayın açıklanmasına
bilirler. Fetal hayat için özgün olan sürenin dışında yardımcı olmaktadır.
çizgili kas ve nöron hücreleri gibi bir kaç hücre bü­ Kurbağa yumurta hücresinin çekirdeği çıkarıla­
tün yaşam süresince çoğalma göstermezler. rak yerine kurbağa barsak mukoza hücresine ait
Belli dokularda bazı tip hücrelerin yetersizliği ha­ çekirdek cerrahi olarak yerleştirildiğinde sıklıkla
linde bunlar hızla çoğalarak uygun sayıya ulaşıp normal bir kurbağanın oluşm asına neden olduğu
tekrar görev yapmaya hazır duruma gelirler. Örne­ izlenmiştir. Bu gösteriyor ki iyi farklılaşmış bir h ü c­
ğin cerrahi olarak karaciğer kitlesinin sekizde yedi­ re olan barsak mukozası hücresi bile kurbağa vücu­
si çıkarılabilir. Geriye kalan sekizde bir karaciğer dunun gelişmesi için gerekli olan bütün genetik
hücreleri bölünüp büyüyerek karaciğer kitlesinin bilgileri taşımaktadır.
hem en hem en normale dönmesini sağlarlar. Sinir
Bu yüzden genlerin kaybolmayıp farklı genetik
ve kas hücreleri gibi yüksek derecede farklılaşma
operonların seçici olarak baskılanması sonucunda
gösteren hücrelerin dışında aynı durum bütün
farklılaşmanın oluştuğu açıkça ortaya çıkmaktadır.
glandüler hücrelerde, kemik iliği, deri altı dokusu,
Gerçekten elektron mikrografları histon cisim leri­
bağırsak epitel hücrelerinde görülür.
nin etrafını saran bazı DNA heliks segmentleri o ka­
Vücudumuzda bulunan farklı tipteki hücrelerin
dar yoğunlaşır ki bunlar daha sonra RNA molekülle­
yaşam boyu uygun sayıda bulunmalarını sağlayan
rini oluşturmak üzere ayrılıp çözülemezler. Bunun
mekanizma ile ilgili olarak çok az bilgiye sahibiz.
oluş şekli ile ilgili olan bir görüş de şudur: Hücre
Bununla birlikte araştırmalar büyümeyi kontrol
eden üç yol olduğunu göstermektedir. Birincisi, bü­ farklılaşmasının belli bir evresinde hücre genom u­
yüme sıklıkla vücudun diğer kısımlarından gelen nun düzenleyici bir protein üreterek, seçilmiş bir
büyüm e faktörleri ile kontrol edilmektedir. Bu m ad­ grup geni bundan sonra sonsuza kadar baskı altın­
delerin bazıları kan yolu ile vücudu dolaşmakta, ba­ da tuttuğu öngörülmüştür. Bu yüzden baskılanmış
zıları ise komşu dokulardan gelmektedir. Örneğin olan genler bir daha asla fonksiyon yapamazlar.
pankreas gibi bazı bezlerin epitel hücreleri bezin al­ Mekanizma dikkate alınmaksızın, bütün genlerin
tında bulunan bağ dokusundan salınan büyüme aktif durumda olduğu düşünüldüğünde üretilebile­
faktörü olmazsa büyüyemezler. ikinci olarak, nor­ cek protein tipinin 1 0 0 . 0 0 0 veya daha fazla olacağı
mal hücrelerin çoğu büyüme alanının dışına çıktık­ hesap edilirken, olgun insan hücrelerinin çoğunda
larında büyümeleri durmaktadır. Bu durum doku 8 .0 0 0 ’den 1 0 .0 0 0 ’e kadar değişen tipde protein üre­

kültürlerinde büyüyen hücrelerde de görülmekte­ tilmektedir.


dir; kültürdeki hücre büyümesi hücrelerin sert bir Em briyolojik deneylerde em briyoda bulunan
cisimle temas etmesine kadar devam etmekte daha belli hücrelerin komşu hücrelerin farklılaşm asını
sonra büyüme durmaktadır. Üçüncü olarak, kültür kontrol ettiği görülmüştür. Örneğin, prim ordiyal
ortamında üreyen hücrelerin kendilerine ait sekres- kord om ezoderm e em briyonun prin ıer org an iza­
yonların bu ortamda çok küçük miktarda bile olsa törü adı verilmektedir. Çünkü gelişm ekte olan
birikmelerine izin verilmesi halinde hücre büyüme­ em briyonun geri kalan kısm ının etrafında gelişti­
sinin durduğu görülür. Bunu sağlayan olumsuz bir ği bir odak oluşturmaktadır. Bu yapı segm ental
feedback mekanizması olabilir. gelişme gösteren som itleri içeren m ezod erm al e k ­
36 ÜNİTE I • Fizyolojiye Giriş: Hücre ve Genel Fizyoloji

sene farklılaşır. Çevresindeki dokuların indiiksi- renin oluştuğu göz önünde tutularak bu soruyu de­
yonu tem elde bütün vücut organlarının oluşm a­ ğiştirip şöyle sormak daha doğru olacaktır: Niçin
sını sağlar. vücudumuzda milyonlar ya da milyarlarca mutas-
Başka bir uyarılma olayı da göz keseciklerinin ge­ yonlu kanser hücresi gelişmiyor? Bunun cevabı,
lişimi sırasında görülür. Göz kesecikleri gelişme sı­ her hücrede mitozdan önce kromozom DNA zin­
rasında başa ait ektodermle temas ettikleri zaman cirlerinin eşlemesinin inanılm az bir kesinlikle ya­
onu lens plağı şeklinde kalınlaştırıp içe doğru katla­ pılması ve mitoz işlem inin yapılmasına izin veril­
yarak gözün lens tabakasının oluşmasına neden meden önce anormal DNA zincirlerinin düzeltme
olur. Bu yüzden vücudun bir bölümünün diğer vü­ işleminden geçirilerek uygun olmayan bölgelerin
cut bölümünü etkilediği, onun da başka bölümleri kesilmesi ve tam ir edilmesidir. Bütün bu kalıtımsal
etkileyerek embriyonun büyük bir bölümünün böy­ hücre önlemlerine karşın yeni oluşan hücrenin
le uyarılmalar sonucu geliştiği düşünülmektedir. milyonda bir gibi çok az olasılıkla olsa da hala
Böylece, hücre farklılaşması ile ilgili bilgilerimiz önemli m utant özellikler taşıması olasılığı vardır.
hala belirsizlik içindeyse de hücre farklılaşmasını Böylece, mutasyon olayının tümüyle şansa bağlı
kontrol eden birçok mekanizm anın var olduğunu olarak görüldüğü, buna bağlı olarak da çok sayıda­
bilmekteyiz. ki kanser vakasının tam am en şanssızlık sonucu
oluştuğunu düşünebiliriz.
Bununla beraber insanda mutasyon oluşma ola­
sılığı belli bazı kimyasal maddelerle, fizik ve biyolo­
jik faktörlerin etkisiyle birkaç misli artmaktadır.
KANSER
Bunlardan bazıları aşağıda sıralanmıştır.
1. Bilindiği gibi X- ışınları, gama ışınları, radyoak­
Kanser hem en her zaman hücrenin büyümesi ve
tif maddelerden yayılan partikül radyasyonları ve
hücre mitozunu kontrol eden hücre genlerinin
hatta ultraviyole ışınları gibi iyonize edici ışınlar
nuıtasyonu veya an orm al aktivasyonu sonucunda
kansere zemin hazırlamaktadır. Bu ışınların etkisi
ortaya çıkmaktadır. Anormal genlere onkogenler
altında doku hücrelerinde oluşan iyonlar yüksek de­
adı verilir. Yaklaşık 100 farklı onkogen keşfedilmiş­
rece ıeaktif olduklarından, DNA zincirlerini kopara­
tir. Her hücrede, özgül onkogenlerin aktivasyonla-
rak birçok mutasyonun oluşmasına sebep olurlar.
rını baskılayarak önleyen antioııkogenler bulun­
2. Belli tipteki kim yasal m addelerin mutasyon ya­
maktadır. Antionkogenlerin kaybolması veya inak-
ratmaya büyük bir eğilimleri vardır. Çeşitli anilin b o ­
tive olması halinde onkogenlerin aktivitelerine izin ya türevlerinin kansere neden oldukları uzun süre
verilmiş olur. Bunu da kanserin oluşması izler. önce keşfedilmiştir. Bu maddelerin üretildiği kimya
Vücutta mutasyona uğrayan hücrelerin ancak fabrikalarında çalışan işçilerin korunmamaları duru­
çok küçük bir bölümü kansere yol açar. Bunun bir­ munda, kansere yakalanmaya karşı özel bir yatkın­
çok nedeni vardır. lıkları vardır. Mutasyona neden olan kimyasal mad­
Birincisi, mutasyon gösteren hücrelerin yaşama delere kanserojenler denir. Günümüz toplumunda,
kabiliyetleri normal hücrelere göre daha azdır. Bu en büyük sayıda kansere neden olan kanserojenler
yüzden basitçe ölürler. sigara dumanında bulunmaktadır. Kanser ölümleri­
İkincisi, mutasyon gösteren hücrelerin pek ço ­ nin dörtte biri bu nedene bağlı olarak görülür.
ğunda bile hala aşırı büyümeyi önleyen normal fe- 3. Fiziksel olarak tahriş edici irritan maddeler de
edback kontrol mekanizması bulunmaktadır. Bu kansere neden olmaktadır. Bazı tip besin m addele­
yüzden hayatta kalabilen mutant hücrelerin ancak ri ile sindirim sistem inin sürekli olarak aşınıp yıp­
çok azı, kanserli hücreye dönüşür. ranması kanser nedenidir. Dokuda oluşan harabi-
Üçüncüsü, sıklıkla kanser potansiyeli taşıyan bu yet hızlı bir mitotik çoğalm a ile tahrip olan hücre­
hücreler, büyüyüp kanser oluşturmadan önce vücu­ lerin yerine yeni hücreler oluşturur. Mitoz ne kadar
dun bağışıklık sistemi tarafmdan yok edilirler, Bu hızlı olursa mutasyon oluşma şansı o kadar artar.
olay şöyle açıklanmaktadır: Mutant hücrelerin çoğu, 4. Bir çok ailede kansere yakalanmaya karşı güçlü
değişikliğe uğramış genleri nedeniyle kendi içlerinde bir kalıtsal eğilim vardır. Bu olay belki de birçok kan­
anormal protein oluştururlar. Bu anormal proteinler ser tipinde kanserin oluşmasından önce bir değil, iki
vücudun bağışıklık sistemini uyararak antikor yapı­ veya daha çok mutasyona ihtiyaç göstermesi gerçe­
mına veya kanserli hücreye karşı duyarlık kazanmış ğinden kayııaldanmaktadır. Kansere özellikle yatkın­
lenfositlerin oluşmasına neden olarak kanserli hüc­ lığı olan bu ailelerin kalıtsal genomlarında bir veya
renin yok edilmesini sağlar. Bu olayı destekleyen bir daha fazla mutasyona uğramış gen bulunmaktadır.
gerçek de, böbrek veya kalp nakli yapılan kişilerde Bu yüzden böyle şahıslarda kanser büyümeye başla­
olduğu gibi bağışıklık sistemi baskılanmış hastalarda madan önce çok daha az sayıda ilave mutasyonların
aldıkları immünosupresif ilaçların etkisi ile kanserin olması kanseri başlatmak için yeterli olmaktadır.
gelişme olasılığının beş kat artmış bulunmasıdır. 5. Laboratuar hayvanlarında lösemi dahil bazı
Dördüncü olarak, kanserin oluşabilmesi için genel kanser tiplerinin oluşmasına belli tipte virusların
olarak bir çok farklı onkogenin aynı zamanda aktive ol­ neden olduğu gösterilmiştir. Bu sonuçları, iki yoldan
ması gerekir. Örneğin, böyle bir gen hücrede hızla üre­ açıklamak mümkündür: Birincisi DNA virusları ör­
meyi harekete geçirip uyarırken bununla eş zamanlı neğinde, virusa ait olan DNA zinciri direkt olarak
olarak ihüyaç duyulan kan damarlarını oluşturacak kromozomlardan birine yerleşir. Mutasyona sebep
mutant gen olmadığından kanser oluşmayacaktır. olarak kanseri oluşturur. RNA virusları örneğinde bu
Fakat, genlerin değişim sebebi, yani mutasyonun virusların bazıları bünyelerinde ters traııskriptaz en­
sebebi nedir? İnsanda her yıl trilyonlarca yeni hüc­ zimi taşırlar. Bu enzim DNA’nın RNA’dan kopyalama
BÖLÜM 3 • Protein Sentezi, Hücre Fonksiyonu ve Hücre Çoğalmasının Genetik Kontrolü 37

yapmasına neden olur. Daha sonra kopyalanan gen leri üretirler. Bunlar kanser içinde büyüyen çok sa­
hayvan hücre genomuna kendini yerleştirerek kan­ yıda damarların oluşm asınaiıeden olarak kanserin
serin oluşmasına yol açar. büyümesi için ihtiyaç duyulan besin maddelerini
sağlarlar.
Kanser Hücresinin Yayılmacı Özelliği. Normal
hücre ile kanser hücresi arasındaki en büyük farklı­ Kanser Hücreleri Niçin Öldürür? Bu sorunun ce ­
lıkları şöyle sıralayabiliriz: (1) Kanser hücresi hüc­ vabı genel olarak basittir. Gıda maddeleri bakım ın­
renin norm al büyüme sınırına uymaz; bunun n e­ dan kanserli dokularla normal dokular arasında bir
deni tahm inen norm al hücrelerin büyümesi için rekabet vardır. Çünkü kanser hücreleri sınırsız ola­
gerekli büyüme faktörlerine bu hücrelerin gereksi­ rak çoğalmaya devam ederek, sayıları günden güne
nim lerinin olmamasıdır. (2) Normal hücrelere göre katlanarak artar. Kolayca anlaşılacağı gibi kanser
kanser hücreleri birbirlerine çok daha az tutunur­ hücreleri kısa bir süre sonra vücudun esas kısım la­
lar. Bu yüzden bu hücrelerin dokular arasında gez­ rından birinin veya bütün vücudun beslenm esinde
meye eğilimleri vardır. Kan dolaşımına girerek bü­ esas olan bütün besin maddelerini tüketir. Bunun
tün vücuda dağılırlar-, sayısız yeni kanser odakları sonucunda ise normal dokular yavaş yavaş artan
oluştururlar. (3) Bazı kanserler aııjiyogeııik faktör­ sürekli bir besinsizlik nedeniyle ölürler.

REFERANSLAR
A taliotis P. M erco la M : D istribution :md (unc­ G hosh S , C ollins F S : T h e gen eticist’ s ap­ Perrios M : N u clear Structure and Function.
tions o f platelet-derived growth factors and proach to com plex disease. Ann R ev M ed San D iego: A cad em ic Press, 1 9 98.
th e ir receptors during em bryogenesis. Ini 4 7 :3 3 3 . 1996. R ajew sky K , Gu H, Kuhn R , et al: C onditional
R e v C ytol 1 7 2 :9 5 , 1997. Gould S J: T h e evolution o f life on the earth. gene targeting. J C lin Invest 9 8 :S 5 1 , 1996.
B ik falv i A , K lein S . Pintucci G , R ifkin D B : S c i Am 2 7 1 :8 4 , 1994. R ennie J, Rusting R : M aking headw ay against
B io lo g ica l roles o f fibroblast growth faetor- Hall JG : G enom ic im printing: nature and c lin i­ can cer. S c i Am 2 7 5 :5 6 , 1996.
2. E n d ocr R ev IS :2 6 , 1997. cal relevance. Annu Rev Med 4 8 :3 5 , 1997. R o ja s C V : Ion channels and human genetic
Bow en ID , B o w en S M , Jo n es A H: M itosis and H esketh JE : Sorting o f m essenger RN A s in the d iseases. New s Ph ysiol S c i 1 1 :3 6 , 1996.
A poptosis: M atters o f L ife and Death. L o n ­ cytoplasm ; m R N A localization and the cy- R o n n o v-Jessen L , Petersen O W , B isse il M J:
don: C hapm an and Hall, 199S. toskeleton. Exp Cell Res 2 2 5 :2 1 9 , 1996. C ellular changes involved in con version o f
Bu ssolali O , U ggeri J, Belletti S , et al: The H offman F, Jam ieson JD : C ell Physiology. norm al to m alignant breast: im portance o f
stim ulation o f Na. K , C l cotransport and o f New Y o rk : O xford U niversity Press, the strom al reaction. Physiol R e v 7 6 :6 9 ,
system A for neutral am ino acid transport is 1997. 1996.
a m echanism for cell volum e increase dur­ H offm an J F . Jam ieson JD : H andbook o f Phys­ S adler T W : Lan gm an 's M ed ical E m bryology.
ing the c e ll cy cle . F A S E B J 1 0 :9 2 0 . 1996. iology: C ell Physiology. B cth esd a: A m eri­ Baltim o re: W illiam s & W ilk in s, 1995.
C avenee W K , W hite R L : T h e genetic basis o f can P h ysiological S o ciety , 1997. S c h a ffe r C J, Nanney L B : C ell biology o f
can cer. S c i A m 2 7 2 :7 2 , 1 9 95. Hoit B D . W alsh R A : C ardiovascular P h y sio l­ wound healing. Int R ev C ytol 1 6 9 :1 5 1 ,
C hien K R : G en es and physiology: m olecular ogy in the G en etically Engineered M ouse. 1996.
physiology in gen etically engineered ani­ N orw ell, M A : Kluw er A cad em ic Publishers, Sch iaftin o S , Reggiani C : M o lecu lar diversity
mals. J C lin Invest 9 8 :S I 9 , 1996. 1998. o f m yofibrillar proteins: gene regulation and
D andekar T , Sharm a K : Regulatory R N A . H ubscher U, Spadari S : DNA replication and functional sign ifican ce. Physiol R e v 7 6 :3 7 1 ,
A ustin: Lan des B io sc ien c e , 1998. chem otherapy. Physiol Rev 7 4 :2 5 9 , 1994. 1996.
D antzler NVH: H andbook o f P hysiology, S ec. Latchm an D S : Landm arks in G ene Regulation. S en C K , Packer L : A ntioxid ant and redox reg­
13: C om parative Physiology. New Y ork: London: Portland Press, 1997. ulation o f eene transcription. F A S E B J 10:
O xford U niversity Press, 1997. Levitan IB , K aczm arek L K : T h e Neuron: B e - 7 0 9 , 1 9 9 6 .'
D elacourte A , B u ee L : Norm al and pathologi­ thesda: A m erican Physiological S o ciety, S ilv er S , W alden W : M etal Ions in G ene R e g ­
cal Tau proteins as factors for m icrotubule 1996. ulation. New Y o rk : C hapm an and Hall,
assem bly. Int R ev C ytol 1 7 1 :1 6 7 . 1997. Lew in B : G enes V I. Beth esda: A m erican 1998.
Dragani T A , C anzian F, Pierotti M A : A poly­ Physiological S o ciety . 1997. S im o ns R W , G reen berg-M an ago M : R N A
gen ic m odel o f inherited predisposition to M ousa S A : C ell A dhesion M olecu les and M a ­ Structure and Fu n ction. Plain v iew , N Y :
can cer. F A S E B J 1 0 :8 6 5 , 1996. trix Proteins. G eorgetow n, T X : Landes, Cold Spring H arbor Press, 1998.
Egg leston D S , P rescott C D , Pearson N D: T h e 1998. Sim pson L , Em eson R B : R N A editing. Annu
M any F a c e s o f RN A . San D iego: A cad em ic N ick o lo ff JA . H oekstra M F : DN A Damage Rev N eurosci 1 9 :27, 1996.
Press, 1998. and Repair. Totosva, N J: Humana Press, Sperelakis N: C ell Physiology S o u rce B ook.
Fam es P, B ro ok s R : T h e C ell C ycle: A Practi­ 1998. Orlando, F L : A cad em ic Press, 1998.
c a l A pproach. New Y o rk : O xford U niver­ Nurse P: T h e Jo s e f Stein er lecture: C D K s and Supek F, Supekova L . N elson H, N elson N:
sity Press, 1994. c e ll-c y c ie control on fission yeast: relevance Function o f m etal-ion hom eostasis in the
Fink A L . G o to Y : M olecu lar C haperones in to other eukaryotes and cancer. Int J C ancer cell division c y c le , m itochondrial protein
the L ife C y c le o f Proteins. New Y o rk : M a r­ 7 1 :7 0 7 , 1997. processing, sensitivity to m ycob acterial in­
cel D ckkcr, 1998. O egenia K . M itchison 'l'J: Rappaport rules: fection and brain function. J E x p B io l 2 0 0 :
Fink D J, D eL u ca N A , G oins \VF, G lorioso JD : cleavage furrow induction in animal cells. 3 2 1 , 1997.
G ene tran sfer to neurons using herpes sim ­ Proc Nall A cad S ci U SA 9 4 :4 8 1 7 , 1997. T hom son R C : Bio m aterials Regu lating C ell
plex virus-based vectors. Ann R ev Neurosci Pagano M: Cell C y cle C ontrol. Berlin: Function and T issu e D evelopm ent. W arren-
19 :2 6 5 , 1996. Springer, 1998. dale, PA: M aterials R esearch S o ciety , 1998.
F o llc tle P J, O ’ Farrell PH: C onnectin g cell be­ Panic M R : Transcription o f R ibosom al RN A van Driel R , Otte A P : N u clear O rganization,
havior to patterning: lessons from the cell G enes by Eukaryotic RN A Polym erase 1. Chrom atin Structure, and G en e Expression.
cy cle . C e ll 8 8 :3 0 9 . 1997. Austin: Landes B io scien ce , 1998. O xford : O xford U niversity Press, 1997.
¡. ı.ı ı.rıy ijy ii.l a jın h . ıv -ru J iı.lııııil .¡ '.h lm r i . >t d 'i;' d i . ı l ı , İ t ; , ' l *1I u m u r 1 • ( I . ı ı ı l o ıio l ı(\ m 11. ı;ı/ n | i,y
illi l 'J T 1'i 1 -'İl ).' iııilır i’ i l IfflIJniO IIiıy 'J'n iîil h K ’/VK-fl
.1.1, h; !<•/ « f i f i ' i . n ı v ı i i a d i t*<

’ m ı u i M i i o ü n H ?'» r ı ü f o lÖ ııb iü /î i ı*+l ; r ^ i l I . <*ns>İ


ıi.!( n ;ir,< ! >l;r; ı ı ; b u ) . l i l ı b m l ;-!rn n !o I »i i î i « ı d ı v m ii! >1 lir/J iMıTu .A ( I I ■ i ' i l i ' l i i / ı ; l n , i k ’jly ı» ? njrşiW'ıl
. ufı !iı ıı ;l ;sj>lrr, h ;;ııı ıirıı, ıRi/'f fliti Ifiıf) ı>M ilil» »'i
r.lo xu 11112 ı'rrl ı >iid ı .. in ' i U r ı ip .ııbıKv j ,idı-lrn lir i i. 'jiM İYı"jd iıi 1 )İ!>ı jiiıl .Ihı 1110.(1 f('ilıHO;IİM İH’Jİ)
'jij. ;.{ n-Jİtniiy re.İr'Ur/, . İtim.)', ırır.v'ıt) ı;vı>ııtliijiC1'1 ■j|j ı i i f ı l jı )i)d ıırl rij »Iiöİ>!j.1 f m iiv ü d if.-i jT.iji
• 11 ,*:j f i l ■: t -ı | In rın o '/ı (i;l . 11 l>ı^ı>rrii;jrılc> rıifiı i •i 1nr 11
l i d H ti i v ı i r o f j ı l
- F .lılll/ıjJ ^ ı.X ii f i u i ) l j >iı M U T K v ’ > "
j'bı n > » ru ır! jyd iiiiİmj i' j h iiliid 17 11iı‘1i (id ıifibfli 1 Sü’ j u b iıM H n :11j •t•ılı n b ' i b n ü ı l 1 f<I ı.[^bxiiy n ii ,rı»-l
ııııu ü il ,ıi t^ıiı LtiJ ntabbr.nı 1ü d ilüJfid nı>lo .küs fiti ilim li» ; iî»ıiııi(r-/,lo b m ;4 .ııb u ;. iı: I •1 u I<•:•» >yıj m
ı i n l A b o ifii’ii;; ! u, . •s ı ı / ı -* ,;u ilıili^ ü b ¡.lu ı t f j/ d iiı
iöJ/’fiî'l ‘A\ıvi'. t'/'\vı . I jIi'-ihîiG/J jnr>iI (T.) . ıi il m ı ıu ç iı l n

.(VII lı 11. If 'ill : İHI 'O I/, id ' -•

■ 'V y j t V ‘A l I f l ', ' > v

6 ■ 1 İl/. ■ .. • ■
()'.• M 1 ı m .,1 l ı ı ı ı . • i 1 l l j lıı I ■) y jn> |

■‘A II-, 1 ıj •I
İOİ r : j ■ | , ı ı i ' 1 1") A , A ı< ıı m , lı ıuııl /

-//ıl ı i - -iı nü!) ıll tıK/'jiiı ıl l <u. 4.|*ıl! .1 V I . ^ t -II' ‘ ' İ l . I " . II-, ■ ı>11 l l M i 'i tl ■ ■

1M 1 1 1 t.ıj.; ) »fl ’ili 1 ; it ı ut i


TnrttlT ' . (:ı'llnt<//in I vr : .11 |>1 ı».»ıl *
im . I j- ji i1 ■ 11:. 1 iı ııi y -.'- l'/ iı'/ ı' ;
tvı ııl'1'! .1,'lV /y 1,-,.ııi ilil J I ,/Lın
I \ ı.ift V ıK b ı i s ': j ı \ ' M b n ııtjıııl
f ',‘ \M ,(*' ;t-V M l<ı|.- 11 I -^i| I ıtfi I , (M , ’r jn >i' j ı ıitl «iatıinıj -11 1| 11A
r1 t> i Vfi'l I" J i ı Myrı l l ¡ I V / ı - ! iıi-f|
■I / • - I,- . . I
f)l 1' I A'l '■ 1 vı>(.i| ,,«| /tii'.ı'jVİıı11 lil*i!,' '
,mıy <’ jnloi,{i'M iti! 'i>mA t ıfl t I | lı/lıi I.:», ı-ıVî I ’Ifl A 'JJHj > XI
’ O &H İUlııı ın ı iril ¡5; T_»ı. I n . ııl-J! >:rj i m i lı;-j
" I C 1 ) ■ I ıl "I lı, -
' I ' -İlli' , .'I I. : i l ,l l | ı ' lı. I ..• ılı 1

'•ıııı t 'irıılilıa AvTil lı M ı m I . I i mjiiii _ İl’ <11 IHI lli’J l l A I ’ ) Hl 1, ' I, >». t İMİMİ.!!”-!
U •*"' ■I l i ı . 2 / ', ’/ l / ! İn '|. I ıl';!/

t 1 111 fiitîj'l l ’/ î , ı . / ; i ) V . I . 1 . I.'IH


ıı...*'i /-. -.1 ).■' ı ıı-; t dr 1■ mi : ı . ,wı. t

#/' ıTlj I İ i'imi" JîfıTl !


I i/ ı , 'f I. . ..-İl ! ,1 1 1• • ' J ı|i I I

Ilı ■ |!• i >{111 II 11.11 1 ıl lal,İlli lif Mil 1)

I" •* ■ I » -i H :« > i *1, . İlli.:*»!*' * {. , ,.!| ıı,., ,1 | «jtıû» .-»Hat} »I İtil di


ÜNİTE
Membran Fizyolojisi,
Sinir ve Kas

4
H ü cre M e b ra n ın d a n İyon ve M o le k ü lle rin Taşınması

5
M e m b ra n P o ta n siye lle ri ve A k s iy o n P o ta n siye lle ri

6
İs k e le t Kasında Kasılm a

7
İs k e le t Kasının U yarılm ası: A . N ö ro m u s k ü le r İle ti ve
B. U ya rılm a -K a sılm a B ağlantısı

8
D üz Kasın Uyarılm ası ve Kasılması
Hücre Mebranından İyon ve
Moleküllerin Taşınması

Şekil 4-1 hücre içindeki intraseliiler sıvı ve hücre protein adını alır, taşınacak maddeye bağlanırlar,
zarının dış tarafında bulunan ekstraseliıler sıvının protein molekülünde bir şekil değişikliği olur, m o­
yaklaşık olarak bileşim ini göstermektedir. Ekstıa- lekülün ortasındaki boşluktan geçen madde
selüler sıvının büyük miktarda sodyum fakat sade­ membranın diğer tarafına iletilir. Gerek kanal pro­
ce küçük miktarda potasyum içerdiğine dikkat teinleri ve gerekse taşıyıcı proteinler m em brandan
ediniz. Bunun tam tersi de intraselüler sıvı için geçm esine izin verdikleri molekül ve iyonların tip
doğrudur. Aynı şekilde ekstraseliıler sıvının büyük veya tipleri için büyük ölçüde seçicidir.
miktarda kloriir iyonuna karşılık intraselüler sıvı
çok küçük miktarda klorür içerir. Fakat intraselü- Difüzyon ve A ktif Transport. Hücre m em bra-
ı sıvıda fosfatlar ve proteinlerin konsantrasyonu nından transport ister çift katlı lipid tabakadan di­
ekstraselüler sıvıdan dikkat çekici şekilde daha rekt, isterse proteinler üzerinden olsun, iki tem el
yüksektir. Bu farklılık hücrenin yaşam ı için çok olaydan biriyle gerçekleşir. Difüzyon (pasif trans­
önemlidir. Bu bölüm ün am acı hücre m em branın- port) ya da a k t if transport.
daki taşım a m ekanizm alarından kaynaklanan bu Bu temel mekanizmaların bu bölümde daha son ­
farkı açıklamaktır. ra göreceğimiz gibi, birçok çeşitlem esi olmakla bir­
likte, diffüzyon, madde moleküllerinin ya m em b-
randaki moleküller arası boşluktan, ya da taşıyıcı
bir proteine bağlanarak ıastgele molekül hareket­
HÜCRE MEMBRANININ LİPİD leriyle geçişi demektir. Difüzyonu sağlayan enerji,
BARİYERİ VE TAŞIYICI PROTEİNLER maddelerin normal kinetik hareketinin enerjisidir.
Tersine, aktif transport, iyon veya diğer m addele­
Iliicre m em branının yapısı Bölüm 2 de tartışılmış rin taşıyıcı bir proteinle birleşerek m em branı geç­
ve Şekil 2 -3 ’de gösterilmişti. Temel olarak, hücre mesidir Ancak bu işlem bir enerji gradyanıııa zıt
zarı bir çift lipid tabakası ve bunun içinde yüzen yönde gerçekleşir. Örneğin düşük konsantrasyon
çok sayıda protein molekülünden oluşmuştur. Şe­ ortamından yüksek konsantrasyon ortam ına doğru
kil 4 -2 ’de gösterildiği gibi protein moleküllerinin taşımada, harekete neden olan kinetik enerjinin
bir çoğu lipid tabakası içine girmiştir. yanısıra ek bir enerji kaynağına da gereksinim du­
Çift katlı lipid tabakası ekstrasellüler ve intrasellü- yulur. Şimdi bu iki olayın tem el fiziğini ve fiziko­
ler sıvı ile karışmaz. Bundan dolayı çift katlı lipid ta­ kimyasını daha ayrıntılı olarak açıklayalım.
bakası ekstrasellüler ve intrasellüler sıvı kompart­
ımanları arasında su molekülleri ve suda eriyen
maddelerin çoğu için bir bariyer oluşturur. Bununla
birlikte Şekil 4-2’nin sol tarafındaki oklarla gösteri­ DİFÜZYON
len bir kaç madde doğrudan lipidin içinden geçerek
bu çift katlı tabakadan ya hücreye girer ya da hücre­ Vücut sıvılarında su ve suda çözünmüş maddeler de
yi terk eder. Bu daha sonra göreceğimiz gibi temel dahil olmak üzere bütün molekül ve iyonlar sürekli
olarak lipidde çözünen maddeler için doğrudur. hareket halindedir. Her parçacık kendine özgü bir
Diğer taraftan, protein molekülleri membrandan yol çizerek hareket eder. Bu parçacıkların hareketine
madde taşınması açısından tamamen farklı özel­ fizikçiler “ısı” adını verir. Hareket ne kadar fazlaysa
liklere sahiptir. Proteinlerin molekiiler yapısı çift ısı o kadar artar. Hareket, mutlak sıfır ısısı hariç, h iç­
katlı lipid tabakasının sürekliliğini bozar ve bu yüz­ bir koşul altında kesilmez. Hareket eden A molekülü
den hücre mem branında alternatif bir yol oluştu­ duran bir B molekülüne yaklaştığı zaman A molekü­
rur. Penetıe olan (lipid tabakası arasına giren) pro­ lünün interııükleer ve elektrostatik kuvvetleri, B m o­
teinlerin çoğu taşıyıcı proteinlerdir. Farklı protein­ lekülünü iterek B molekiine hareket enerjisinin bir
lerin fonksiyonları, farklıdır. Bazıları molekül b o­ kısmını transfer eder. Sonuçta B molekülü hareket
yunca uzanan sulu bir oluğa sahiptir ve belli iyon için kinetik enerji kazanırken buna karşılık A m ole­
veya moleküllerin serbestçe hareketine izin verir. külü kinetik enerjisinin bir kısmını kaybeder ve A
Bunlara k a n a l proteinleri denir. Diğerleri taşıyıcı molekülünün hareket enerjisi azalır. Böylece Şekil 4-

40
BÖLÜM 4 • Hücre Membranından iyon ve Moleküllerin Taşınması 41

Na* .......... . 142 mEq/L- 10 mEq/L


K+ ............ 4 mEq/L 140 mEq/L
Ca++ ------- 2.4 mEq/L-- 0.0001 mEq/L
Mgt+ ........ 1.2 mEq/L - 58 mEq/L
cı- .......... 103 mEq/L 4 mEq/L
h c o 3- ---■ 28 mEq/L ' 10 mEq/L
Fosfatlar 4 mEq/L " 75 mEq/L
S 0 4.............. 1 mEq/L " 2 mEq/L
Glikoz 90 mg/d 0 - 20mg/dl
Aminoasitler 30 mg/dl 200 mg/dl?
Kolesterol
Fosfolipidler -- 0.5 gm/dh 0 - 95 gm/dl ŞEKİL 4 • 3
Nötral yağ Bir saniyenin milyarda biri süresince bir sıvı molekülün difizyonıı.
P 0 2 .......... 35 mmHg 30 mmHg ?
PCO 2 ....................46 mmHg 50 mmHg ?
pH ......................... 7 . 4 ......... 7.0
P rote inler.............. 2 gm /d l-- 16 gm/dl
(5 mEq/L) (40 mEq/L)
daki deliklerden veya m em brandaki m oleküller
arası boşluklardan, taşıyıcı proteine bağlanmaksı-
ŞEKİL 4 - 1
zın kinetik hareketlerle m em branı geçm esi anlam ı­
Ekstraseliıler ve intraselüler smların kimyasal bileşimi. na gelir. Difüzyon hızı, mevcut madde miktarı, ki­
netik hareketin hızı ve m em bıand a iyon ve m ole­
küllerin hareket edebilecekleri aralıkların sayısı ta­
rafından belirlenir.
3 görüldüğü gibi eriyikdeki bir tek molekül diğer Diğer taraftan, kolaylaştırılmış difüzyon, molekül
moleküller arasında önce bir yönde sonra diğer yön­ ve iyonların taşıyıcı bir proteinle etkileşimini ge­
de daha sonra başka bir yönde sıçrar ve böylece sa­ rektirir. Taşıyıcı protein, molekül ya da iyonların
niyede milyarlarca ıaslantısal sıçrama yapar. M ole­ m embranı geçm elerine yardım eder, m uhtem elen
küllerin bir sıvıdan ya da gazdan diğerine bu sürek­ onlara kimyasal olarak bağlanır ve m em brandan
li hareketine difüzyon denir. bu biçimde geçişlerini sağlar.
iyonlar bütün bir molekül gibi difüzyona uğrarlar Basit difüzyon hücre m em branında iki yol izle­
hatta süspansiyon halinde kolloid partiküller de yerek gerçekleştir: 1 . Özellikle difüze olacak m ad­
benzer şekilde difüzyon yaparlar fakat kolloid par­ de, lipidde eriyorsa çift katlı lipid tabakasının ara­
tiküller büyüklüklerinden dolayı molekiiler m ad­ lıklarından, 2. Şekil 4 -2 ’nin sol tarafında görüldü­
delere göre oldukça yavaş difüzyona uğrar. ğü gibi bazı transport proteinlerinin su dolu ka­
nallarından.

Hücre Membranından Difüzyon Lipidde Eriyen M ad d elerin Ç ift Katlı Lipid Ta­
bakasından Difüzyonu. Bir m addenin çift katlı
Hücre m embranından difüzyon, basit difüzyon ve lipid tabakadaki hareket h ızın ı belirley en en
kolaylaştırılm ış difüzyon diye iki alt gruba ayrılır. önem li faktörlerden birisi o m addenin lip id d eki
Basit difüzyon, molekül veya iyonların, m em bran- eriyebilirliğidir. Örneğin oksijen, karbon dioksid,
azot ve alkolün lipidde çözünürlüğü yüksektir.
Böylece bütün bu m addeler çift katlı lipid tabaka­
Taşıyıcı da doğrudan çözülürler ve sudaki eriyiklerinde ol­
proteinler duğu gibi difüzyonu uğrarlar, bu m ad d elerin
Kanal m em brandan difüzyon hızlan, onların lipidde eıi-
proteini
yebilirliği ile doğru orantılıdır. Özellikle büyük
m iktarda oksijen bu yolla taşınabilir. Böylece,
• Kî] M hücre m em branı hiç yokm uş gibi, oksijen h ücre­
nin içine iletilir.

Su ve Diğer Lipidde Erimeyen Moleküllerin Pro­


Kolaylaştırılmış
tein Kanallarından Difüzyonu. Su membran lipidle-
Basit difüzyon
rinde hemen hiç erimediği halde, membrandan,
difüzyon
özellikle protein kanalları aracılığı ile rahatlıkla geçer.
Difüzyon Aktif transport Su moleküllerinin hücre membranından geçiş hızları
ŞEKİL 4 • 2 şaşırtıcıdır. Örneğin, alyuvar membranında her iki
Hücre membranından transport yolları ve traıısportun temel yönde saniyede difüze olan suyun toplam miktarı al­
mekanizmaları. yuvar hacminin yaklaşık 1 0 ü katıdır.
42 ÜNİTE II • Membran Fizyolojisi, Sinir ve Kas

Lipidlerde erimeyen öteki moleküller eğer yeteri


kadar küçük iseler su molekülleri gibi protein por
kanallarından geçebilir. Molekül büyüklüğü arttık­
ça penetrasyonlaıı hızla azalır. Örneğin üre m ole­
küllerinin çapı su moleküllerine göre sadece % 2 0
daha büyüktür. Buna karşılık ürenin hücre ınem b-
raııı porlarından geçişi suya göre yaklaşık 1 0 0 0 de­ İç taraf
fa daha azdır. Yine de, su geçişinin şaşırtıcı hızı ha­
tırlanırsa, bu geçiş miktarı bile hücre m em branın-
dan ürenin hızlı geçmesi için yeterlidir.

*
Protein Kanallardan Difüzyon ve
Bu Kanalların “Kapıları”

Protein kanallarının, protein moleküllerinin iç kıs­


m ında yer alan su yolları olduğuna inanılmaktadır.
Gerçekten, bu proteinlerden bazılarının bilgisa­
yarla yapılmış üç boyutlu çizimleri ile ekstrasellii-
ler uçtan intıasellüler uca uzanan tüp şeklindeki ŞEKİL 4 - 4
kanalların varlığı gösterilmiştir. Bundan dolayı Sodyum ve potasyıım iyonlarının protein kanallarından taşın­
m add eler basit difüzyon ile bu kanallardan ması, “Kapıları" açıp kapayan protein moleküllerindeki kon-
m em branın bir tarafından diğerine difüze olabilir­ formasyonal değişiklikler de gösterilmiştir.
ler. Protein kanalları iki önemli özellikleri ile ayır-
dedilirler: 1. Genellikle belirli maddelere karşı se­
çici geçirgendirler. 2 . Kanalların çoğu kapılarla
hidrate potasyum iyonları bu daha küçük kanallar­
açılır veya kapanır.
dan kolayca geçer, oysa sodyum iyonları itilir. Böy­
Farklı Protein Kanallarının Seçici Geçirgenliği. lece spesifik bir iyon için seçici geçirgenlik tekrar
sağlanmış olur.
Çoğu protein kanalı bir veya daha fazla sayıdaki iyon
veya molekülün tıansportu için yüksek düzeyde se­
çicidir. Bu, kanalın çapı, şekli ve iç yüzeyindeki elekt­ Protein Kanallarının Kapıları. Protein kanallarının
riksel yük gibi niteliklerin sonucudur. Örneğin prote­ kapıları, kanallarının geçirgenliğinin kontrolünü
in kanallarının en önemlilerinden birisi sodyum k a ­ sağlar. Bu sodyum ve potasyum iyonları için Şekil 4-
nallarıdır. Boyutlarının 0.3 e 0.5 nanometre olduğu 4 ’ün gerek alt ve gerekse üst kısmında gösterilmiştir.
hesaplanmaktadır. Fakat daha önemlisi bu kanalla­ Bu kapıların taşıyıcı protein molekiinün kapıya ben­
rın iç yüzeylernin Şekil 4-4’ün üst kısmında görüldü­ zer uzantılarından oluştuğu sanılmaktadır. Kapılar,
ğü gibi kuvvetli negatif yüklenmiş olmasıdır. Bu kuv­ protein molekülünün şeklindeki yapısal bir değişik­
vetli negaüf yüklerin, özellikle bu kanalların içine, likle kanalın aralığını kapatabilir ya da açabilirler.
küçük dehidıate sodyum iyonlarını, onları hidrate Sodyum kanalları için bu kapı hücre mem branının
eden su iyonlarından ayırarak çektiği ileri sürülmek­ dış yüzünde kapanıp açılırken, potasyum için iç
tedir. Sodyum iyonları bir kez kanal içine girdikten yüzde açılıp kapanır.
sonra bilinen difüzyon yasalarına göre her iki yöne Kapıların açılıp kapanması iki tem el yolla kontrol
de difüze olabilir. Böylece sodyum kanalları sodyum edilir:
iyonlarının geçişi için seçicidir. 1. Voltaj kapısı. K apın ın m olek ü ler k o n u m u hücre
Diğer taraftan, Şekil 4 -4 ’ün alt kısmında görüldü­ m em b ran ın ın elektriksel p otan siy elin e bağlıdır. Ö rneğin
ğü gibi protein kanallarının diğer bir grubu potas­ Şekil 4 -4 ’ün ü st k ısm ın d a gö rü ld ü ğ ü gibi h ücre m e m b a-
yum tıansortu için seçicidir. Bu kanallar soydum ı ınının içi tarafı n e ga tif yükünü kaybettiği z a m a n bu k a ­
pılar an iden açılır ve çok büyük m ik tard a so d y u m u n ,
kanallarına göre biraz daha küçüktür. Boyutlarının
sody u m kan alların dan g e ç m e sin e izin verir (B ö lü m 5 ’de
sadece 0.3 e 0.3 nanom etre olduğu hesaplanm ak­ açıklandığı gibi kan alların sito p la z m a uçların daki b a şk a
tadır. Fakat bun lar negatif yük taşımazlar. Bundan bir kapı dizisi kanalları k a p a tın c a y a k ad ar). Bu, sin irler­
dolayı, iyonları kanal içine çeken kuvvetleri o kadar de sinyallerin d o ğ u şu n d an so ru m lu ak siyon p o tan siy e li­
büyük değildir. İyonlar su moleküllerinden uzak- nin tem el nedenidir.
laştırılamaz yani, hidrate formdadır. Bu nedenle Şim di 4-4’ün alt k ısm ın a b ak alım , p o tasy u m kapıları
pozitif yüklü iyonları su moleküllerinden ayırarak biicre m em b ran ın iç tarafı p o zitif yüklendiği za m a n a ç ı­
kanal içine çekebilecek güçte değildir. Sodyum lır. Fakat bu cevap so d y u m kap ıların a göre çok yavaştır.
Bu kapıların (p o tasy u m kapıları) aç ılm ası aksiyon p o ­
iyonları, potasyum iyonlarına göre, potasyum
tansiyelinin so n laıım a sın d an k ısm en soru m lu d u r. Bu
iyonlarından daha fazla su molekülünü çeker, bu olaylar Bölüm 5 ’de taştırılacaktır.
yüzden potasyum iyonlarının hidrate formu sod­ 2. Kim yasal kapı. Bazı protein kanal kapıları, diğer bir
yum iyonlarının hidrate formuna göre dikkati çe ­ m olekülün protein ile b ağ la n m asıy la açılır. Bu, protein
kecek kadar küçüktür. Bundan dolayı daha küçük m olek ülün de kapıyı a ç a n v eya k ap atan k o n u m sal bir de-
BÖLÜM 4 • Hücre Membranından iyon ve Moleküllerin Taşınması 43

ğişiklige se b e p olur. B u n a kim yasal kapı ya d a ligand


kapısı adı verilir. K im yasal kapıların en önem li örnek le­ Açık sodyum kanalı
rin den birisi asetilkolin kan alı üzerine asetikolin etk isi­
dir. Bu, asetik olin kan alın ın k apısın ı aç a r b öylece n egatif
/ / i
3-
yüklü yaklaşık 0.65 n an o m etre ç a p ın d a bir kanal açılm ış W M
olur, 0.65 n an o m e tre ç ap ın d an küçük tüm y ü ksü z m o le ­
küller ve p o ziitf iyonlar rahatlıkla k an ald an geçer. Bu k a ­ o
yı HJL
pı bir sinir h ü cresin d en bir d iğer sin ir h ü cresine (Bölüm
45) ve sinir h ücrelerin den kas h ücrelerin e (Bölüm 7) sin ­ 3
yallerin iletilm esin d e çok büyük ö n em taşır.
I \
Kanal Kapılarının Açık-Durumu, Kapalı-Duru-
mu. Şekil 4-5A voltaj kapılı kanalların özellikle il­
ginç bir niteliğini göstermektedir. Şekil, m embran-
4 6
da yaklaşık 25 milivotluk potansiyel gradyam oldu­
ğu zaman bir tek sodyum kanalından kaydedilen Milisaniye
iki elektriksel akımı göstermektedir. Kanalın akımı
ya hep ya da hiç kuralına göre ilettiğine dikkat edi­
niz. Bu demektir ki kanalın deliği birden açılır ve
sonra birden kapanır her açık durum saniyenin
bölümü ile birkaç milisaniye içinde olur. Bu durum
protein moleküler kapıların açılıp kapanmaları sı­
rasında konum değişikliklerinin hızını gösterm ek­
tedir. Bir voltaj potansiyelinde kanal her zaman ve­
ya hem en hem en her zaman kapalı kalabilir veya
bir diğer voltaj düzeyinde kanal her zaman veya
çoğunlukla açık kalabilir. Şekilde gösterildiği gibi,
ara voltajlarda kapılar aralıklı olarak açılmaya ve
kapanmaya eğilimlidir ve bu durumda yine şekilde
gösterildiği gibi minimum ve maksimum arasında­
ki bir değerde ortalama akım sağlar.

Tek K an ald an İyon Akımını K ay d e tm e k için Patch-


K lam p M e to d u . Şekil 4-5A’d a gösterildiği gibi tek bir k a­
n ald an iyon akım ının kay d ed ilm esin in teknik olarak n a ­
sıl m ü m k ü n old u ğ u m e rak edilebilir. Bu, Şekil 4-5B g ö s­
terildiği gibi “P atch -K lam p” m e to d u k ullan ılarak başarıl-
m ışdır. Çok b asitçe sa d e c e 1 veya 2 m ikrom etre ç ap ın d a
bir m ik ro p ip e l h ücre m em b ran ın dış tarafın a yerleştiri­
lir. So n ra p ip e t içindeki h av a h afifçe em ilerek m em b ran
pipetin içine çekilir. B öylece pipetin hücre m em b ran ın a
d ok u n an b ö lü m lerin d e bir tıkacın olm ası sağlan ır. S o ­
n u ç akım ın kaydedildiği p ip etin u c u n d a çok küçük bir
m e m b ra n "p atch ’’ (yam a) dır.
A ltern atif olarak, Şekil 4-5 B s a ğ tarafın da gösterildiği
gibi pipetin u cu n daki k ü çü k hücre m em b ran ı p arçası
h ücreden koparılıp uzaklaştırılır. K op an bir p arçan ın y a­
p ışm ış oldu ğu p ip e t d a h a so n ra bir eriyiğin içine so k u ­
lur. Bu şekilde gerek pipetin içindeki ve gerekse criyikde- ŞEKİL 4 • 5
ki iyon k o n san trasy o n u n u n isten diği gibi değiştirilm esi
A, Tek bir voltaj kapılı sodyum kanalından yapılan elektrik akı­
sağlan ır. Bu yolla ayrıca m em b ran ın iki tarafın da istenen
mının kaydı, kanalın açılmasında hep-hiç yasasının geçerli ol­
voltaj farkı d a sağ lan ab ilir-b u , verilen bir voltajın “klam- duğunu gösteriyor. B, Tek bir protein kanalından "pateh elamp”
p e e d ilm e sin i" sağlar. yöntemiyle akım kaydını gösteriliyor. Solda, kayıt, canlı bir hüc­
Ç alışılan m e m b ran p arçasın ın için de bir tek kanal re üzerindeki yamadan yapılmıştır. Sağda, kayıt, hücreden ko­
protein i b u lu n acak k ad ar kü çü k bir p a rç a elde etm ek parılan bir membran yamasından yapılmıştır.
olasıdır. Parklı iyonların k o n san trasy on ları ve voltaj d e ­
ğiştirilerek m e m b ran d ak i kapıların özellikleri k ad ar k a ­
nalların tran sp o rt özellikleri de sap tanab ilir.
cı bir proteninin yardım olm aksızın gerçekleşe­
mez. Taşıyıcı, m addenin diğer tarafa difüzyonunu
Kolaylaştırılmış Difüzyon kolaylaştırır.
Kolaylaştırılmış difüzyon, açık bir kanaldan ger­
Kolaylaştırılmış difüzyona aynı zamanda taşıyıcı- çekleşen basit difüzyondan şu açıdan ayrılır: Açık
aracılığı ile difüzyon da denir. Çünkü bir m adde­ bir kanaldan difüzyon hızı, diffüze olan m addenin
nin bu şekilde taşınm ası genellikle spesifik taşıyı­ konsantrasyonu artıkça arttığı halde, kolaylaştıııl-
44 ÜNİTE II • Membran Fizyolojisi, Sinir ve Kas

de vücutta glikoz kullanımının insülinle kontrolü­


nün temel mekanizması tartışılacaktır.

Net difüzyon hızını etkileyen faktörler

Şimdiye kadar bir çok m addenin hücre m em bıa-


nından her iki yöne de diffüze olabileceğini gör­
dük. Bu yüzden çoğu kez önem li olan, bir m adde­
nin istenen yöndeki net difüzyon hızıdır. Bu net lıız
aşağıda sıralanan faktörler tarafından belirlenir.

Difüzyon Üzerine Konsantrasyon Farkının Et­


kisi.Şekil 4-8A’da hücre m em bıanın dış tarafından
yüksek konsantrasyon ve iç tarafında düşük kon­
santrasyonda bir madde gösterilmektedir. İç tarafa
difiize olacak maddenin oranı dış taıafdaki mole-
külerin konsantrasyonu ile orantılıdır. Çünkü, bu
konsantrasyon saniyede kaç tane molekülün mem-
ŞEKİL 4 - 6
branın dış tarafına çarptığını belirler. Diğer taraf­
Membrandan basit difizyon ve kolaylaştırılmış difüzyonda
difiizyon hızı üzerine madde konsantrasyonunun etkisi. Şekil
tan dışa difüze olan m oleküleıin oranı m em branı-
kolaylaştırılmış difüzyonun Vmax denilen m aksim um lııza nın iç tarafındaki konsantrasyonları ile orantılıdır.
ulaştığını göstermektedir. Bundan dolayı, hücre içine net difüzyon dış taıaf-
daki konsantrasyon eksi iç tarafdaki konsantrasyon
ile orantılıdır veya:

mış difüzyonda difiizyon hızı, maddenin konsant­ Net difüzyon (C0 - Q)


rasyonu artarken Vmax olarak isim lendirilen bir
maksimum değere ulaşır. Basit ve kolaylaştırılmış burada C0 dış taraftaki konsantrasyonu, Q iç taraf­
difiizyon arasındaki bu fark Şekil 4-6'da gösteril­ daki konsantrasyonu temsil etmektedir.
miştir. Şekil1 de görüldüğü gibi maddenin konsant­
rasyonu artarken basit difüzyon hızı, orantılı olarak İyonların Difüzyonu Ü zerine Elektriksel
bir artış gösterir ancak kolaylaştırılmış difüzyon hı­ Potansiyelin Etkisi - "Nernst Eşitliği". Eğeı Şekil
zı Vmax ile bir sınırlanma gösterir. 4-8B'de gösterildiği gbi bir m em bran üzerine bir
Kolaylaştırılmış difüzyon hızını sınırlayan n e­ elektriksel potansiyel uygulanırsa, iyonlar, hareket
dir? Bu sorunun olası yanıtı Şekil 4 -7 ’de şematize etmelerine neden olacak bir konsantrasyon farkı ol­
edilmiştir. Bu şekil, bir taşıyıcı proteinin, spesifik madığı halde, elektriksel yüklerinden dolayı, m em b­
bir molekül parçasını bağlayarak m em brandan randan geçerler. Bu durumda, Şekil 4-8B ’nm sol ta­
geçirm ek için yeterince büyük bir kanal içerdiğini rafında negatif iyonların konsantrasyonları, memb-
gösterm ektedir. Şekilde ayrıca protein taşıyıcı ranın her iki yanında eşitken, m em branın sağ tarafı­
üzerinde bağlayıcı reseptör de gösterilmektedir. na pozitif yük, sol tarafına negatif yük uygulandığın-
Taşınacak molekül kanala girer ve bağlanır. Sonra
saniyenin bölümleri içinde taşıyıcı proteinde şekil
değşiikliği olur, böylece kanal m em bıan ın diğer Taşınan
tarafına doğru açılır. M addenin reseptöre bağlan­
m a kuvveti zayıf olduğu için, bağlanm ış m olekü­
lün term al harektleri onların ayrılmasına ve karşı
taıafda serbestleşm elerine sebep olur. Bu m eka­
nizm a ile m oleküllerin taşınm a hızı asla taşıyıcı
protein m olekülünün yaptığı ileri geri konum de­
ğişikliği hızından fazla olamaz. Burada unutula-
m am ası gereken nokta, bu m ekanizm anın taşı­
nan m addenin her iki yöne doğru m em brandan
diffüzyonuna izin vermesidir.
Glikoz ve am inoasitleriıı çoğu mem brandan ko­
laylaştırılmış difüzyonla geçer.Glikozu taşıyan taşı­
yıcı molekülün molekül ağırlığının 45 000 olduğu
bilinmektedir. Bu taşıyıcı molekül başta galaktoz
olamak üzere yapısal açıdan glikoza benzeyen di­
ğer monosakkaritleıi de taşıyabilir.İnsülin, gliko­ ŞEKİL 4 - 7
zun taşınm a hızını 10-20 kat artırabilir.Bölüm 78 Kolaylaştırılmış difüzyon için önerilen mekanizma.
BÖLÜM 4 • Hücre Membranından iyon ve M oleküllerin Taşınması 45

Basınç Farkının Etkisi. Zam anla m em b ıan ın iki


tarafı arasında önem li derecede basın ç farkı geli­
şir. Örneğin, bu durum kapiller m em branda geliş­
tiği zaman kapillerin iç tarafında, dış tarafa göre
yaklaşık 20 m m Hg daha büyük bir basın ç farkı or­
taya çıkar.
Basınç, gerçekte verilen zamanda, birim yüzey
alana çarpan farklı moleküllerin tüm kuvvetlerinin
toplamıdır. Bundan dolayı, m em bıanın bir tarafın­
daki basınç, diğer tarafından daha yüksek olduğu
zaman, bu m em bıanın bir tarafındaki kanallara
çarpan tüm moleküllerin kuvvetlerinin toplam ının
diğer tarafa göre daha yüksek olduğu anlam ına ge­
lir. Basınç, bu mem bramn bir tarafına diğer tarafı­
na göre saniyede daha çok sayıda molekülün çarp­
m asına sebep olur. Sonuçta basıncın yüksek oldu­
ğu tarafdan düşük olan tarafa moleküllerin net h a ­
reketine neden olan enerji miktarı artar. Bu etki Ş e­
kil 4-8C de gösterilmişdir. Burada hücre m em bıa-
nının bir tarafında bir piston ile oluşturulan yüksek
basınç gösteriliyor, böylece daha çok sayıda m ole­
kül m em bıana çarpar ve diğer tarafa net d ifüzyona
sebep olur.

ŞEKİL 4 - 8 Seçici Geçirgen Membranlarda


Hücre membranından net difizyon üzerine (A) Konsantrasyon
Osmoz-Suyun Net Difüzyonu
farkının, (B) Elektriksel farkın ve (C) Basınç farkının etkisi.
Hücre membranından çok büyük miktarda difüze
olan madde sudur. Hatırlanmalıdır ki yeteri kadar su
alyuvar membranından her iki yönde düzenli olarak
U )tı«. n il i/ ı i liri ıl v >ı j 1 1 -t b li:1 ^ .ııJ)'iiı»y y n ı/m J
difüze olur. Öyle ki saniyede alyuvar membranından
da membranda bir elektriksel gradyan yaratılır. Po­ her iki yönde difüze olan su miktarı yaklaşık olarak
zitif yükler negatif yükleri çeker, halbuki negatif hücre hacminin 100 katm a eşittir. N ormal ol ara k her
yükler birbirini iterler. Bundan dolayı net difüzyon iki yönde difüze olan suyun miktarı öyle hassas
soldan sağa olur. Eğer bu süre içinde solüsyondaki ayarlanmıştır ki suyun net hareketi görülmez. Bun­
pozitif yüklerin etkisini dikkate almazsak, bir süre dan dolayı, hücrenin hacmi sabit kalır. Buna karşın
sonra çok miktarda negatif iyon şekil 4-8B’nin sağ belirli bazı koşullarda üpkı öteki maddeler için geliş­
tarafında gösterilen koşulları yaratacak biçimde sa­ tiği gibi, membramn iki tarafı arasında su için de bir
ğa doğru hareket edecektir. Bu iyon için elektriksel konsantrasyon farkı gelişir. Bu koşullarda, m em b­
potansiyel farkının zıt yönünde bir konsantrasyon randa suyun net hareketinin yönüne bağlı olarak
faikı gelişecektir. Bu aşamada, konsantrasyon farkı hücre şişer ya da büzülür. Suyun konsantrasyon fai­
iyonu sol tarafa geçmeye zorlarken elektriksel fark kından doğan bu net hareketine osmoz denir.
sağ tarafa iter. Konsantrasyon farkı yeteri kadar yük­ Osmoza örnek olarak Şekil 4 -9 ’da gösterilen ko­
sek olursa iki etki birbirini dengeler. Normal vücut şulları ele alalım, burada hücre m em b ıan ın bir ta­
ısısında (37°C) sodyum gibi tek değerlikli iyonlar
rafında saf su, diğer tarafında sodyum kloriır eriyi­
için verilen konsantrsyon farkı ile dengenen elekt­
ği bulunmaktadır. Su m olekülleri hücre m em bıa-
riksel fark, Nernst denklem i olarak bilinen aşağıdaki
ııından kolayca geçerler, oysa sodyum ve klorür
formülden hesaplanabilir.
iyonlarının geçişi çok zordur. Bundan dolayı sod­
Cı yum klorür eriyiği gerçekte m em bıan d an g eçebi­
EMF (milivolt) = ± 61 log — len su molekülleri ve m em brandan geçem eyen
C2 sodyum ve klor iyonlarının bir karışımıdır) ve
EME m em bıanın 1. ve 2. tarafı arasındaki elektro­ m em bıan seçici geçirgendir (ya da sem iperm eabl-
m otor kuvvet (Voltaj), Cı birinci tarafdaki konsant­ dır) yani m em bıan sodyum ve klor için değil fakat
rasyon ve C2 ikinci tarafdaki konsantrasyonu göste­ su için geçirgendir. Sodyum klorür iyonlarının bu ­
rir. Denklemde eşitliğin üst kısmında yer alan bi­ lunduğu taıafda bu iyonlar su m oleküllerinin yeri­
rinci taraf voltajının polaritesi negatif iyonlar için ni almış olduğu için bu tarafda su m oleküllerinin
poziitf ve pozitif iyonlar için negatifdir. Bu ilişki si­ konsantrasyonu saf suya oranla azalm ış olacaktır.
nir im pulslarının iletim inin anlaşılm asında çok Bunun sonucunda da Şekil 4 -9 ’daki örnekte görül­
önemlidir. Bununla ilgili daha fazla ayrıntı Bölüm düğü gibi saf suyun olduğu sol tarafta, kanallara
5'de tartışılmaktadır. çarpan su moleküllerinin sayısı, su konsantrasyo­
46 ÜNİTE II • Membran Fizyolojisi, Sinir ve Kas

NaCI Her küçük ve büyük parçacığın kinetik enerjisi bir­


birine eşittir. Sonuç olarak bir eriyiğin osm otik b a ­
sıncını eriyikdeki parçacıkların sayısal konsantras­
yonu saptar (eğer parçacıklar ayrışmıyorsa bu mo-
lar konsantrasyona eşittir). Parçacıkların kitlesi
önemli değildir.

"Osm olalite" - Osmol. Bir eriyikte parçacıkların


sayısal konsantrasyonlarını açıklamak için gram
yerine osm ol birim i kullanılır.
Bir osmol, dissosiye olmayan palçacıkların 1 mol
gramıdır. Böylece 180 gram glikoz (bu glikozun
moleküler ağırlığıdır) glikozun dissosiye olmaması
nedeniyle 1 osmol glikoza eşittir. Diğer taraftan eri­
ŞEKİL 4 - 9 yikdeki bir madde iki iyona ayrışıyorsa m ol gramı
Hücre membranımn bir tarafına su, diğer tarafına sodyum klo- iki osmole eşittir. Çünkü burada osmotik parçacık­
rür eriyiği konduğu zaman osmotik geçiş. ların sayısı dissosiye olmayana göre iki kat artmış-
dır. Böylece sodyum kloıürün 1 mol gramı (58.5
gram) iki osmole eşittir.
Eğer b ir kilogram su da bir osm ol m a d d e erim iş­
nunun azalm ış olduğu sağ tarafa göre daha fazla
se eriyiğin osm olalitesi kilog ram d a bir osm oldıır.
olacaktır. Böylece sol taraftan sağa net su hareketi
Her kilogramda 1/1000 osm ol erim iş bulunan bir
meydana gelir yani saf sudan sodyum ve klorür
eriyik kilogram da 1 m iliosm olaliteye sahiptir.
eriyiğine doğru osm oz görülür.
Ekstrasellüler ve intıasellüler sıvıların norm al o s­
m olalitesi yaklaşık olarak kilogram da 300 m ilios-
Osmotik Basınç moldur.

Eğer şekil 4 -9 ’daki sodyum klorür eriyiğine basınç


uygulanırsa bu eriyiğe doğru suyun osmozu yavaş- O sm olalite İle O sm o tik Basıncın İlişkisi. Nor­
latılabilir, durdurulabilir veya tersine döndürülebi- mal vücut ısısında, 37°C, litrede 1 osm ollük k on ­
lir. Osmozu tam am en durdurmak için gerekli olan santrasyon eriyikde 19,300 m m H g’lik bir osm otik
basınç miktarına sodyum klorür eriyiğinin osm otik b asın ç yaratır. Aynı şekilde litrede bir mili o sm o l­
basıncı adı verilir. lük konsantrasyon da 19. 3 m m H g bir osm otik
Osmoza karşıt basınç farkının prensibi Şekil 4- b asın ca eşittir. Bu değer vücut sıvılarındaki 300
10 gösterilmişdir. Burada biri su diğeri m em bıan- m iliosm olar konsantrasyonla çarpılırsa bu sıvı­
dan geçem eyen bir m addenin bulunduğu sulu larda toplam osm otik b asın cın 5790 m m Hg’ya
eriyik içeren iki sıvı bir seçici m em branla iki kolon eşit olduğu hesaplanır. Oysa ölçülen değer o rta ­
halinde ayrılmıştır. Suyun B kolonundan A ko­ lam a 5500 m m H g’dır. Bu farkın seb ebi, vücut sı-
lonuna osm ozu bu kolonda bir düzey yükselm esi­
ne neden olur. Bu, m em branın iki tarafı arasında
gelişen basın ç farkı, osm otik etkiye karşı koyacak
bir değere ulaşıncaya kadar devam eder. Bu nok­
tada m em barana etki eden basınç farkı, m em b-
randan geçem eyen parçacıkları içeren eriyiğin os­
m otik basıncıdır.
O sm otik Basıncın Belirlenmesinde Osm otik
Parçacıkların Sayısının (M o la r Konsantrasyon)
Ö nem i. Bir eıiyikdeki parçacıklar tarafından yara­
tılan osm otik basınç, birim hacim sıvıdaki m ole­
kül veya iyonların kitlesel büyüklüğü ile değil, s a ­
yısı ile saptanır. Bu nedenle eıiyikdeki her bir par­
çacık kitlesel büyüklüğüne bakılmaksızın m em b­
rana aynı miktarda basınç uygular. Böylece kitlesi
(m) daha büyük olan parçacıklar daha küçük bir
hızla (v) hareket edecekler, küçük parçacıklar ise
daha büyük bir hızla hareket edecekler ve ortala­
ma kinetik enerjileri (k) aşağıdaki denkleme göre
belirlenir.
mv 2 ŞEKİL 4 - 10
k = ____ Semiperıneabl bir zarın iki tarafı arasında osmotik basıncın
2 gösterilmesi.
BÖLÜM 4 • Hücre Membranından İyon ve M oleküllerin Taşınması 47

yılarındaki sodyum ve klor gibi çoğu iyonların yonlarından farklıdır. Çünkü akitf taşınm ayı sağla­
diğerini çekm esidir. Sonuçta bu tür iyonlar kendi yan protein, taşınacak m addenin konsantrasyon
osm otik potansiyellerine uygun biçim de serbest gradyanınan zıt yönde hareket edebilm esi için ge­
hareket edem ezler ve osm otik potansiyellerini reken enerjiyi oluşturabilir. Şimdi prim er ve se­
tam olarak gösterm ezler. Bu nedenle, vücut sıvı­ konder aktif transport için bir kaç örnek verelim ve
larının ortalam a gerçek osm otik basıncı yaklaşık bu tür taşıma işlevlerinin ilkelerini ayrıntılı olarak
olarak hesap lanan değerin 0.93 katıdır. açıklayalım.

"Osmolarite" Terimi. ''O sm o lalite”yi tesb it etm e k için


eriyikdeki su y u n kilogram o la rak ö lçü lm e si gerekir ve Primer Aktif Transport
b u tür bir ö lçü m gü ç o ld u ğ u n d an , b ir d iğer terim olan
"o sm o la rite ” kullanılır. O sm o larite, o sm o la r k o n sa n t­ S o d y u m -P o ta s y u m P om pası
ra sy o n u n u n su y u n k ilogram ın daki o sm o l yerine eriy i­
ğin litresin deki osm ol olarak tan ım la m asıd ır. A slın d a
Primer aktif transportla taşınan maddeler arasında
k esin k o n u şm a k gerekirse, o sm o tik b a sın c ı belirleyen
su y u n kilogram ın d ak i o sm o l (o sm o la lite )’d ü r an ca k soydum, potasyum, kalsiyum hidrojen, klorür ve az
v ü c u t sıvıları gibi seyreld k çö zeltilerde o sm o larite y le sayıda diğer iyonlar bulunur. Ne var ki bu m adde­
o sm o la lite arasın d ak i say ısa l fark y ü zd e b ird en azdır. lerin hepsi, bütün hücrelerin m em branlarından
O sm o laritey i ö lçm ek p ratik olarak o sm o la lite d e n çok aktif olarak taşınmayabilir. Ayııca, pompalardan
d a h a k o lay o ld u ğ u için, h em en b ü tü n fizloyojik ç a lış ­ bazıları, sarkoplazmik retikulum veya m itokondıi-
m a la rd a o sm o la rite kullanılır. nin iki m embarınından birinde olduğu gibi, hücre­
nin yüzey m em branlarınd an çok, intraselüler
membarnlarda işlev görür. Bu pompaların tümü
aynı temel mekanizma ile işler.
AKTİF TRANSPORT En ayrıntılı biçim de çalışılm ış olan akitf trans­
port mekanizm ası olan sodyum -potasyum p o m ­
Bazen intrasellüler sıvıda gereksinim duyulan bir pası (Na+ - K+) sodyum iyonlarını hücre dışına ta ­
madde, intrasellüler sıvıda çok yüksek konsantras­ şırken, aynı anda potasyum iyonlarını da hücre
yonda olmasına karşın ekstrasellüler sıvıda çok dü­ dışından içine taşır. Bu pom pa vücuttaki bütün
şük konsantrasyonda bulunabilir. Öreğin, bu potas­ hücrelerde vardır. Pompa, hücre içinde negatif bir
yum için doğrudur. Tersine, diğer bazı iyonların da elektiriksel potansiyelim oluşm asının yanı sıra,
ekstrasellüler sıvılarda bulunan yüksek konsantras­ sodyum ve potasyum konsantrasyon farklarının
yonlarına göre hücre içinde çok küçük konsantras­ korunm asından da sorumludur. Bölüm 5 ’de, bu
yonlarda tutulması önemlidir. Bu özellikle sodyum pom panın tüm sinir sistem i boyunca sinir sinyal­
için doğrudur. Bu ikisinden hiçbiri basit difiizyonla lerini ileten sinirlerin işlevinin tem elini oluştur­
olmaz. Çünkü, basit difüzyon m em bıanın iki tara­ duğunu göreceğiz.
fındaki konsantrasyonu eşitler. G erçekten bazı Şekil 4-11, Na+ - K+ pom pasının tem el yapısal b i­
enerji kaynakları potasyumun hücre içine “yokuş leşenlerini göstermektedir. Taşıyıcı protein, iki ayrı
yukarı” hareketine ve aynı şekilde sodyum iyonları­ globüler protein kompleksinden oluşur: Molekiıler
nın da hücrenin dışına doğru “yokuş yukarı” hare­ ağırlığı 1 0 0 . 0 0 0 olan alt ünitesi ve daha küçük
ketine neden olur. Bir hücre membranında molekül 55,000 moleküler ağırlığı olan (3 alt ünitesi. Küçük
ve iyonların konsantrasyon gradyanına (ya da elekt­ proteinin işlevi bilinm em ekle birlikte protein
riksel veya basınç gradyanına karşı) “yokuş yukarı” kompleksini m em brana bağlama işlevi olabilir. Bü­
hareketine a k tif transport denir. yük proteinin pompa fonksiyonu için önem li olan
Hücre membranlarından aktif transportla taşı­ üç özelliği bilinmektedir:
nan maddeler arasında soydum, potasyum, kalsi­
yum, demir, hidrojen, kloriir, iyodür, ürat iyonları
ve bazı şekerler ve aminoasitlerin çoğu yer alır.

Prim er ve Sekonder A k tif Transport. Aktif Dış taraf


transport, taşımada kullanılan enerjinin kaynağı­ 3Na+
na göre iki alt gruba ayrılır. Bunlar prim er ve sekon ­
der a k t if transport diye adlandırılır. Primer aktif
tran sportta enerji doğrudan adenosin tıifosfat
(ATP) veya diğer yüksek enerji fosfat bileşiklerinin
yıkılmasından üretilir. Sekonder aktif transportta
enerji, birinci planda primer aktif tranportla mem-
branın iki tarafında iyonik konsantrasyon farkı
şeklinde depolanmış kaynaklardan ikincil olarak
üretilir. Her iki halde de taşıma, m em bıana pén ét­
ré olan taşıyıcı proteinlere bağlıdır. Bu kolaylaştı­
rılmış difüzyon için de doğrudur. Bununla beraber,
aktif transportta taşıyıcı proteinlerin fonksiyonları, ŞEKİL 4 - 11
kolaylaştırılmış difüzyondaki proteinlerin fonksi­ Sodyum-potasyum pompası için önerilen mekanizma.
48 ÜNİTE II • Membran Fizyolojisi, Sinir ve Kas

1. H ücrenin içine doğru çıkıntı olu ştu ran tarafın da mal olarak vücuttaki tüm hücrelerde intrasellüler
sodyum iyonlarının bağlan m ası için üç reseptör bölgeye sıvıda gerçekten çok düşük konsantrasyonda, ekst-
sah iptir. ıasellüler sıvının 1/10,000 oranında bulunur. Bu,
2. Dış trafın da potasyum iyonları için iki reseptör b ö l­ esas olarak iki kalsiyum pompası ile gerçekleştirilir.
geye sahiptir.
Bunlardan biri hücre mem branıııdadır ve kalsiyu­
3. Proteinin iç tarafın da sody u m u n b ağ la n m a yerlerine
yakın ya d a o n a k o m şu bir bölge ATP-az aktivitesi gösterir. mu hücreden dışarıya pompalar. Diğeri, kalsiyum
iyonlarını, kas hücresinin sarkoplazm ikıetikulum u
Şimdi pompanın çalışma düzenini gözümüzde veya tüm diğer hücrelerde m itokondıiler gibi bir
canlandıralam : Taşıyıcı proteinin iç tarafına üç veya birden fazla vesiküler organelin içine pom pa­
sodyum, dış tarafına iki potasyum bağlandığı za­ lar. Bu örneklerin her birinde taşıyıcı proteinler
m an zaman proteinin ATP-az fonksiyonu aktifleşir, m em brana bir taraftan diğer tarafa penetre olur ve
bu bir ATP molekülünü ADP’ye parçalarken bir aynı zamanda bu taşıyıcı proteinler sodyum taşıyı­
yüksek enerjili fosfat bağından enerji serbestleşir. cı protein gibi ATP’yi parçalam a yeteneği olan bir
Bu enerjinin, taşıyıcı protein molekülünde bir kon­ ATP-azdır. Bu proteinin farkı, sodyum yerine kalsi­
umsal değişiklik yaratarak, sodyum iyonlarının dı­ yum bağlayan spesifik bir bölgeye sahip oluşudur.
şarıya, potasyum iyonlarının da içeriye girmesine
neden olduğuna inanılmaktadır. Taşıyıcıdaki şekil Hidrojen İyonlarının Primer A k tif Transportu
değişikliğinin tam mekanizm ası bilinmemektedir.
Hidrojen iyonlarının primer aktif transporta taşın­
Hücre Hacminin Kontrolünde N a+-K+ Pompası­ ması vücutta iki yerde önemlidir: 1. Midenin gastrik
nın Önem i. Na+-K+ pompasının en önemli fonksi­ bezlerinde ve 2. Böbreklerde distal tubuluslaıın son
yonlarından biri hücre hacm inin kontrolüdür. Bu bölümü ve kortikal toplama kanalları. Gasüik salgı
pom panın fonksiyonu olmaksızın vücut hücreleri­ bezlerinde iç kısımda bulunan paıyetal hücreler vü­
nin çoğu patlayıncaya kadar şişerler. Hacmin kont­ cutta. hidrojen iyonlarının taşınması için en kuvvetli
rol mekanizması şöyledir: Hücrenin iç tarafında primer aktif mekanizmaya sahiptir. Bu mide sindi­
hücreden çıkamayan çok sayıda protein ve başka rim sekresyonunda hidıoklorik asidin salgılanması­
organik bileşikler bulunur. Bunların çoğu negatif nın temelini oluşturur. Paryetal hücrelerin sekıesyon
yüklü olduğu için etraflarına çok sayıda pozitif iyon yapan yüzünde hidrojen iyon konsantrasyonu bir
toplanır. Bütün bu maddeler suyun ozmosla hüc­ milyon kat artırılabilir ve daha sonra klor iyonlarıyla
renin içine girmesi yönünde etki yaparlar. Eğer bu kombine edilerek hidrokloıik asit şeklinde salgılanır.
kontrol edilmezse hücre patlayıncaya kadar şişer. Renal tübüllerde distal tubuluslaıın son kısmında
Bunu önleyen norm al mekanizma Na+-K+ pom pa­ ve kortikal toplama kanallarındaki özel iııtercalated
sıdır. Tekrar hatırlanm alıdaki bu düzenek içeriye hücrelerde de primer aktif transport ile hidrojen
pom palanan her iki potasyum iyonuna karşılık üç iyonları taşınır. Bu durumda hidrojen iyonlarının
sodyumu dışarıya pompalar. Aynı zam anda büyük bir kısmı kanın hidrojen iyonu konsantras­
m em bıan sodyum iyonlarına, potasyum iyonları­ yonunu kontrol etmek amacı ile vücuttan atılmak
na göre çok daha az geçirgen olduğundan dışarıya üzere tubulusların içine sekrete edilir. Hidrojen
çıkarılan sodyum iyonlarının orada kalma eğilim­ iyonları konsantrasyon gradyanına karşı yaklaşık
leri büyüktür. Böylece hücreden sürekli olarak 900 kat kadar yoğun bir şekilde sekrete edilebilir.
iyonların net kaybı suyu hücreden dışarıya çekecek
zıt yönde bir osmotik eğilim yaratır. P rim e r A k tif T ra n s p o rtu n E n e rje tiğ i
Bundan başka hücre şişmeye başladığı zaman
otom atik olarak aktifleşen Na+-K+ pompası, su ile Membrandan aktif olarak bir maddenin taşınması
birlikte fazla iyonları hücre dışına taşır. Böylece, için gerekli olan enerji miktarı (Isı şeklinde enerji
Na+-K+ pompası normal hücre hacm inin korun­ kaybının yanı sıra) taşıma süresince maddenin yo­
masında sürekli bir denetim görevi yapar. ğunlaştırılma derecesi ile belirlenir, eğer madde 1 0 0
kat yoğunlaştırılacaksa gerekli olan enerji 1 0 kat yo­
Na+-K+ Pompasının Elektrojenik Yapısı. Gerçekte, Na+- ğunlaştırılma için gerekli olan enerjinin 2 katı, 1 0 0 0
K+ p o m p asın ın iki potasy u m iyonunu içeriye iletirken üç
kat yoğunlaştırılacaksa gerekli olan enerji 1 0 kat yo­
sod y u m iyonun dışarıya çıkarm ası, pom pan ın her hareke­
tinde bir pozitif yükün hücre dışın a fazladan çıkarılm ası
ğunlaştırılma için gerekli olan enerjinin 3 katı ka­
dem ektir. Açıktır ki bu hücre dışın da pozitiflik yaratırken, dardır. Diğer bir deyimle, gerekli olan enerji, aşağı­
hücre içinde pozitif iyonların eksilm esine yolaçar. Bu n e­ daki formülle açıklandığı gibi, maddenin yoğunlaş­
denle, hücre m em branm ın iki yanında bir elektriksel p o ­ tırılma derecesinin logaritması ile orantılıdır.
tansiyel yarattığı için N a+-K+ pom pasının elektrojenik o\-
d u ğ u söylenir. Bölüm 5 ’de tartışıldığı gibi, b aşka neden ler­ Cı
le birlikte N a+-K+ p o m p ası m em bran üzerinde d a h a da Enerji (Her osmol için kalori) = 1400 log —
b üyük bir elektriksel potansiyel yaratır. Bu sinir ve kasda C2
sinyallerinin iletimi için tem el bir gereksinimdir. Böylece bir osmol maddeyi 10 kat yoğunlaştırmak
için gerekli olan enerji miktarı yaklaşık 1400 kalori
K a lsiyu m u n P rim e r A k tif T ra n sp o rtu veya 1 0 0 kat yoğunlaştırmak için gerekli olan enerji
miktarı yaklaşık 2800 kaloridir. Görüldüğü gibi h ü c­
Önemli bir diğer primer aktif transport mekaniz­ relerde maddeleri yoğunlaştırmak ya da konsant­
ması, kalsiyum pom pasıdır. Kalsiyum iyonları nor­ rasyon gradyanına karşı maddeleri uzaklaştırmak
BÖLÜM 4 • Hücre Membranından İyon ve Moleküllerin Taşınması 49

için tüketilen enerji miktarı çok fazladır. Böbrek tu- Na+ Gl


bulus çeperlerindeki hücreler ve bir çok salgı hücre­
sinde enerjinin % 90 kadarı bu amaç için tüketilir.

Sekonder Aktif Transport Birlikte -


Taşınma ve Zıt-Taşınma

Sodyum iyonları primer aktif tıansportla hücrenin


dışına taşındığı zaman genellikle sodyum için bü­ ŞEKİL 4 - 12
yük bir konsantrasyon gradyanı gelişiı-hücıe dışın­
Glikozun sodyumla birlikte taşınması için önerilen mekanizma.
daki çok yüksek konsantrasyona karşılık iç tarafta
çok düşük konsantrasyon. Hücre dışındaki sodyum
fazlalığı daima iç tarafa doğru difiizyona neden ol­
duğu için, bu gradyan bir enerji kaynağı olarak ka­ koz aynı zamanda hücrenin için taşınırlar. Bu, sod-
bul edilir. Uygun koşullar altında, sodyumun bu di- yıtm-glikoz birlikte taşınm a mekanizmasıdır.
füzyon enerjisi hücre m em branından sodyumla Aminoasitlerin sodyumla birlikte taşınması faiklı
birlikte diğer maddeleri de çekebilir. Sekonder aktif bir taşıyıcı protein dizisinin kullanılması dışmda gli­
taşım anın bir formu olan bu fenom ene k o -trans­ kozun taşınması ile aynı şekilde olur. Beş ayrı anıi-
p ort (birlikte-taşınm a) denilir. Bu, sekonder aktif noasit transport proteini tanımlanmıştır. Bunların
transport türlerinden biridir. her biri özgün molekül karakteristikleri olan amiııo-
Sodyumla birlikte diğer maddelerin taşınması asit alt gruplarının taşınmasından sorumludur.
için bir eşlik mekanizması gereklidir. Bu, hücre En azından bazı hücrelerde klor iyonları, demir
m em branında diğer bir taşıyıcının gerek sodyum iyonları, iyot iyonları, ve ürat iyonlarını kapsayan
ve gerekse onunla birlikte taşınan madde için bir birlikte taşınmalar mevcuttur.
bağlanma noktası olarak işlev görür. Taşıyıcı prote­
inde bir şekil değişikliğiyle sodyum ve gerekse sod­ K alsiyum ve H id ro je n İyo n la rın ın
yumla birlikte taşınan madde taşıyıcı proteine bağ­ S o d yu m la Zıt Taşınması
lanır. Sodyum iyonunun enerji gradyanı her ikisi­
nin de, sodyum ve sodyumla birlikte taşman m ad­ Özellikle önemli iki karşılıklı taşınm a m ekanizm a­
denin hücre içine taşınmasını sağlar. sı, sodyum-kalsiyum ve sodyıını-hidrojen zıt taşın­
Z ıt-taşım ada, (counter-transport) m em branın m a mekanizmalarıdır.
dış tarafında sodyum iyonlarının yüksek konsant­ Kalsiyumun zıt-taşınm ası tüm veya hem en h e­
rasyonda bulunması, onları hücrenin iç tarafına m en tüm hücrelerin m em branlarınd a görülür.
tekrar difüze olmaya yöneltir. Ancak, bu kez taşına­ Sodyum iyonlarının içeriye hareketi ve kalsiyum
cak olan maddeler hücrenin içindedir ve dışarıya iyonlarının dışarıya hareketi ile her ikisi karşılıklı
taşınmalıdırlar. Bu nedenle sodyum iyonları hücre taşınma tarzında aynı transport proteine bağlanır­
membranındaki taşıyıcı proteinin dış tarafına bağ­ lar. Bu bazı hücrelerdeki kalsiyum primer aktif
lanırken buna karşılık tersine taşınan maddeler ta­ transportuna bir ek sistem olarak çalışır.
şıyıcı proteininin iç tarafındaki bağlanma yerlerine Sodyum-hidrojen karşılıklı taşınm ası birkaç do­
bağlanırlar. Bu karşılıklı bağlanma taşıyıcı protein­ kuda görülür. Özellikle önem li bir örnek, böbrekle­
de bir şekil değişikliğine sebep olur. Sodyum iyo­ rin proksimal tubuluslarıdır. Burada sodyum iyon­
nunun enerjisi sodyum iyonunun içeriye doğru di­ ları tübülün lüm eninden tubular hücrelerin içine
ğer maddenin de dışarıya doğru hareketini sağlar. hareket eder. Buna karşılık hidrojen iyonları zıt
yönde liimene taşınır. Bu mekanizma, renal tubu-
G lik o z ve A m in o a s itle rin S o d yu m la lusların daha distalinde hidrojenin primer aktif
B irlik te Taşınması tıan sportla yoğunlaştırılm asında olduğu kadar
kuvvetli değildir. Ancak yine de, ayrıntıları 30. Bö-
Glikoz ve aminoasitlerin çoğu hücrelerin içine bü­ liim’de tartışıldığı gibi, vücut sıvılarının hidrojen
yük konsantrasyon gradyanlarına karşı taşınır. Bu­ iyonu kontrolünde an ah tar rol oynayacak k ad ar
nun mekanizması Şekil 4-12’de gösterilen birlikte çok sayıda iyonun taşınm asını sağlayabilir.
taşınm a mekanizmasıdır. Taşıyıcı proteinlerin, dış
tarafta, biri sodyum, diğeri glikoz için olmak üzere
iki bağlanma yerine sahip olduğuna dikkat ediniz. Hücre Tabakalarından Aktif Transport
Ayııı zamanda sodyum iyonlarının konsantrasyo­
nu dışaı da çok yüksek, içerde çok düşüktür. Bu ta­ Vücudun birçok yerinde maddelerin tek bir hücre
şınma için gerekli olan enerjiyi sağlar. Taşıyıcı pro­ membram yerine hücre tabakalarından taşınması
teinin spesifik bir özelliği glikoz molekülü bağla- gerekmektedir. Bu tip taşınm a barsak epitelinde,
nıncaya kadar sodyum iyonlarının içeriye hareketi­ böbrek tubuluslarının epitelinde, tüm dış salgı bez­
ne izin veren konumsal değişikliğinin ortaya çık­ lerinin epitelinde, safra kesesinin epitelinde, bey­
mamasıdır. Fakat ikisi bağlaııdığ zaman şekil deği­ nin koroideus pleksus m em branında ve birçok di­
şikliği otomatik olarak gerçekleşir, sodyum ve gli­ ğer m em branda görülür.
50 ÜNİTE II • Membran Fizyolojisi, Sinir ve Kas

Hücre tabakasından bir maddenin taşınması için Fırça Bazal


tem el mekanizma şöyledir: 1. Hücrenin bir tarafın­ kenar membran
d a k i hücıe m embranından a k t if transport ve 2 .
Hücrenin zıt tarafındaki m em brandan basit veya
kolaylaştırılm ış difiizyonla taşınma.
Şekil 4-13 sodyum iyonlarının, bağırsak epiteli, Aktif transport Osmoz </)
safra kesesi ve böbrek tubuluslarından taşınma Na+
mekanizm asını göstermektedir. Bu şekilde, epitel ve X)

hücrelerinin, luminal yüzeyde birbirlerine, hücre­ ^ Aktif Osmoz H20



>D)

ler arası boşluğa sodyum difüzyonunu engelleyen transport Aktif CO

sıkı bağlantılarla bağlı olduğu görülmektedir. Oysa Na+ transport


hücrenin luminal yüzeyini oluşturan fırça kenarlar Osmoz
Dıfüzyon
su ve sodyuma geçirgendir. Bu yüzden su ve sod­
yum kendiliğinden hücrenin içine difüze olur. Son­
ŞEKİL 4 - 13
ra hücrelerin bazal ve latéral membranlarında sod­
Bir hücre tabakasından aktif transportun temel mekanizması.
yum iyonları ekstıasellüler sıvıya aktif olarak taşı­
nır. Bu olay bu membranlara karşı yüksek sodyum
iyon konsantrasyon gradyanı yaratır. Bu da suyun
osm otik girişine sebep olur. Böylece sodyum iyon­ nizmalaıia absoıbe edilmektedir. Bu maddelerin
larının epitel hücrelerin basoteral tarafında aktif böbrek tubuluslarından glomerüler fıltrattan geri
tıansportu yalnız sodyum iyonlarının değil suyun emilimi de aynı mekanizm a ile olmaktadır.
da taşınm asını sağlamaktadır. Bu kitapta, bu bölümde tartışılan her bir taşıma
Hemen hem en tüm besin maddeleri, iyonlar ve tipi için birçok çeşitlemeleriyle birlikte, çok sayıda
diğer maddelerin tümü bağırsaktan kana bu meka- örnek vardır.

REFERANSLAR

A ckerm an M J, Clapham D E : Ion chan n els— D e F e lice L J : Electrical Properties o f C ells: Jeo n K W : A Su rvey o f C e ll B io lo g y . San D i­
b a sic scien ce and clinical disease. N Engl 1 Patch C lam p for B iologists. New York: Ple­ ego: A cad em ic Press, 1 9 97.
M ed 3 3 6 :1 5 7 5 , 1997. num Press, 1997. K ao C Y , C arstcn M E : C ellu lar A sp ccts o f
Arm strong D L . R o ssie S : Ion Channel R egu la­ Dunham P B , Blostein R : L antigens o f sheep Sm ooth M u scle Fu n ction . C am bridge: C am ­
tion. Orlando: A cadem ic Press, 1998. red blood cell mem branes and modulation bridge U n iversity P ress, 1997.
A shcroft F M : Ion C hannels and D isease. O r­ o f ion transport. Am J Physiol 2 7 2 .C 3 5 7 , Kaplan M R , M ount D B , D elpire E : M olecu lar
lando: A cad em ic Press, 1998. 1997. m echanism s o f N aC l cotransport. Annu R ev
B an k s W A , K astin A J, Harrison L M , Zadina Em erson C , Sw eeney H L: M ethods in M uscle Physiol 5 8 :6 4 9 , 1996.
J E : Perinatal treatment o f rats with opiates B io lo g y . San D iego: A cadem ic Press, 1997. K le in z cllcr A : W illiam H ew son’s studies o f
affe cts the developm ent o f the blood-brain Franzini-A rm strong C : Functional significance red blood corpu scles and the evolving c o n ­
barrier transport system P T S -1 . N eurotoxi- o f m em brane architecture in skeletal and cept o f a cell m em brane. A m J Physiol
c o l T eratol 1 8 :7 1 1 , 1996. cardiac m uscle. S o c G en Physiol S e r 5 1 :3 , 2 7 1 :C I , 1996.
Bastin aan se E M , Hold K M , V an der L aarse A: 1996. K ostyuk PG : C alcium Io n s in N erve Cell
T h e e ffe ct o f m em brane ch olesterol content Garty H, Palm er L G : Epithelial sodium chan­ Function. New Y o rk : O xford U niversity
on ion transport processes in plasm a m em ­ nels: function, structure, and regulation. Press, 1992.
branes. C ard iovasc Res 3 3 :2 7 2 , 1997. Physiol R ev 7 7 :3 5 9 , 1997. Lang F : T h e M o lecu les o f Transport. Farm ing­
B e n o s D J: Introduction to m edical physiology: Henry R P : M ultiple roles o f carbonic anhy- ton, C T : S. K arger Publishers Inc, 1993.
ce llu la r m em branes and transm em brane drase in cellular transport and metabolism . M atthews G G : C ellu lar Physiology o f Nerve
transport o f solutes and water. Am J Ph y­ Annu R ev Physiol 5 8 :5 2 3 , 1996. and M uscle. M aldon, M A : B la ck w ell S c i­
siol 2 7 1 :S 2 , 1996.
H ilgeniann D\V: C ytoplasm ic A TP-dependent ence, 1998.
Brandt PC , Vanam an T C : T h e plasm a m em ­
regulation o f ion transporters and channels: M azzanti M : Ion perm eability o f the nuclear
brane calcium pump: not ju s t another pretty
m echanism s and m essengers. Annu Rev envelope. New s Physiol S c i 1 3 :44, 1998.
ion translocase. G lycobiology 6 :6 6 5 , 1996.
Physiol 5 9 :1 9 3 , 1997. M rksich M , W h itesides G M : U sing self-assem ­
B retsch er M S : G etting m embrane flow and the
H offm an J F , Jam ieson JD : C ell Physiology. bled m onolayers to understand the interac­
cytoskeleto n to cooperate in m oving cells.
New Y ork: O xford U niversity Press, 1997. tions o f m an-m ade surfaces with proteins
C e ll 8 7 :6 0 1 , 1996.
H offm an J F , Jam ieson JD : Handbook o f Phys­ and ce lls. Annu R e v Biop h y s B iom ol Struct
B retsch er M S : M oving m em brane up to the
iology: Cell Physiology. Bethesda: A m eri­ 2 5 :5 5 , 1996.
front o f migrating cells. C ell 8 5 :4 6 5 , 1996.
B y rn e JH , Sch u ltz S G : An Introduction to can P h ysiological S ociety, 1997. M elandri B A , et al: Bioelectroch em istry IV :
M em brane Transport and B io electricity . Ja n L Y , Ja n Y N : C lon es potassium channels Nerve M uscle F u n ctio n — B io electro ch em is­
New Y o rk : Raven Press, 1994. from eukaryotes and prokaryotes. Annu R ev try, M ech anism s, B io en erg etics, and C o n ­
Caplan M J: M em brane polarity in epithelial Neurosci 2 0 :9 1 , 1997. trol. New Y o rk : Plenum Publishing Corp,
c e lls: protein sorting and establishm ent o f Jan s D A : T h e M obile Receptor H ypothesis: 1994.
polarized dom ains. Am J Physiol 2 7 2 :F 4 2 5 , T h e R o le o f M em brane R eceptor Lateral N ielsen O B , Overgaard K : Ion gradients and
19 97. M ovem ent in Signal Transduction. New contractility in skeletal m uscle: the role o f
C onley E C : Inward R cctificr and Intercellular Y o rk : Chapman and Hall, 1997. active N a + , K + transport. A cta Physiol
Channels. Orlando: A cadem ic Press, 1999. Jap B K , W alian P J: Structure and functional Scand 1 5 6 :2 4 7 , 1 9 96.
C onley E C : Voltage-G ated C hannels, V o l. IV . m echanism o f porins. Physiol Rev 7 6 :1 0 7 3 , P ierce G N , C laycom b W C : N ovel M ethods in
O rlando: A cad em ic Press, 1998. 1996. M olecular and C ellu lar Bioch em istry o f
BÖLÜM 4 • Hücre Membranından İyon ve M oleküllerin Taşınması 51

M uscle. Dordrecht: K luw er A cad em ic P u b­ channels: relevance to management o f ar­ Vandenberg J I, R e e s S A , W right A R , Pow ell
lishers, 1997. rhythmias. Annu R ev Med 4 7 :1 3 5 , 1996. T : Cell sw elling and ion transport pathways
Porter C J, C harm an \VN: M odel system s for R o jas C V : Ion channels and human genetic in cardiac m yocytes. C ard iovasc R es 3 2 :8 5 ,
intestinal lym phatic transport studies. Pharm diseases. News Physiol S c i 1 1 :3 6 , 1996. 1996.
Biotech n ol 8 :8 5 . 1996. Shepherd G M : Neurobiology. New Y ork: O x ­ W akabayashi S , Sh igckaw a M , Pouyssegur J :
Post R L , K lodos I: Interpretation o f extraordi- ford U niversity Press, 1994. M olecu lar physiology o f vertebrate N a+/
nar)' kinetics o f N a ( + )- K (+ ) -A T P a s e by a Sieg el G : B asic N eurochem istry: M olecular, H + exchangers. Physiol R ev 7 7 :5 1 , 1997.
phase change. A m J Physiol 2 7 1 :C 1 4 !5 , Cellular, and M edical A spects. 5th ed. New W ang W , H ebert S C , G ieb isch G: R enal K +
1996. York: Raven Press, 1994. channels: structure and function. Annu Rev
R akow ski R F , G adsby D C , De W eer P: V o lt­ Sosinsky G E : M olecular organization o f gap Physiol 5 9 :4 1 3 , 1997.
age dependence o f the Na/K pump. J ju n ctio n membrane channels. J Bioenerg W axm an S G , et al: T h e A xon : Structure,
M cm br B iol 15 5 :1 0 5 , 1997. Biom em br 2 8 :2 9 7 , 1996. Function, and Pathophysiology. New Y ork:
R obinson JD : M oving Q uestions: A H istory o f Sperelakis N: C ell Physiology S ource B oo k. Oxford U niversity Press, 1995.
M em brane Transport and B ioen ergetics. O rlando: A cadem ic Press, 1998. W ickm an K, Clapham D E : Ion channel regula­
New Y o rk : O xford U niversity Press, 1997. Strange K, Em m a F, Jack so n P S : C ellular and tion by G proteins. P hysiol R ev 7 5 :8 6 5 ,
Robinson M S , W atts C , Zerial M : M em brane m olecular physiology o f volum e-sensitive 1995.
dynam ics in en docytosis. C ell 8 4 :1 3 , 1996. anion channels. Am J Physiol 2 7 0 :C 7 I 1 , W in tz K W A : M olecu lar M ech anism s o f S ig ­
Roden D M , G eorge A L Jr: T h e cardiac ion 1996. nalling and M em brane Transport. Berlin:
Springer, 1997.
Membran Potansiyelleri ve
Aksiyon Potansiyelleri

Vücudun bütün hücrelerinde m em braııın iki tarafı membranın dışında çok yüksek, içinde ise çok dü­
arasında bir elektriksel potansiyel bulunur. Ayrıca şüktür. Bu iyonlar da pozitif yüklüdür ve bu defa
sinir ve kas hücreleri gibi bazı hücreler "uyarılabi- membran sodyum iyonlarına çok geçirgen olduğu
liı” yani m em branlarında elektıokimyasal impuls- halde bütün diğer iyonları geçirmez. Sodyum iyon­
lar yaratabilirler. Bu im pulslar m em bran boyunca larının içeriye difüzyonu, şimdi ters yönde, m em b-
sinyallerin iletilmesinde kullanılır. Bez hücreleri, ranın dışı negatif içi pozitif olacak şekilde bir
m akrofajlar ve silyar hücreler gibi hücrelerde mem bran potansiyeli yaratır. M em bran potansiye­
m em bran potansiyellerindeki başka tip değişiklik­ li, tekrar, miisaniyeler içinde sodyum iyonlarının
lerin bir çok hücre fonksiyonunun kontrolünde içeriye net difüzyonunu durduracak düzeye yükse­
önem li rol oynaması olasıdır. Burada sinir ve kas lir. Bu kez kalın memeli sinir lifi için potansiyel,
hücrelerinde dinlenim ve faaliyet sırasında oluşan yaklaşık + 61 nıilivolttur ve lifin içi pozitiftir
m em bran potansiyellerini tartışacağız. Böylece, Şekil 5 -1 ’in her iki bölümünde gördüğü­
müz gibi; yarı geçirgen bir m em branın iki tarafın­
daki iyonların konsantrasyonları arasındaki fark,
uygun koşullar altında, bir m em bran potansiyeli
MEMBRAN POTANSİYELLERİNİN yaratır. Bu bölümde, daha sonra göreceğimiz gibi,
TEMEL FİZİĞİ sinir ve kaslarda impuls iletimi sırasında gözlenen
m embran potansiyellerindeki hızlı değişikliklerin
Difüzyonun Yarattığı Membran pek çoğu, hızla gelişen difüzyon potansiyellerinde­
Potansiyelleri ki değişikliklerin sonucudur.

Şekil 5-lA ’da potasyum konsantrasyonu m embra- Difüzyon Potansiyeli ile Konsantrasyon Farkının
nın içinde çok yüsek, dışında ise çok düşüktür. Bu İlişkisi-Nerst Denklemi. Membranın iki tarafı ara­
örnekte, membran potasyum iyonlarına çok geçir­ sındaki potansiyel farkı, bir iyonun membrandan
gendir, fakat diğer iyonlara geçirgen değildir. Hüc­ bir yönde net difüzyonunu önleyecek düzeyde ise,
renin içinden dışına doğru büyük bir potasyum bu potansiyele o iyon için “Nernst potansiyeli” de­
konsantrasyon gradyanı nedeniyle, potasyum nir. Bu potansiyelin büyüklüğü, mem branın iki tara­
fındaki iyonların konsantrasyonlarıyla tayin edilir.
iyonları hücrenin dışına doğru çok güçlü bir difüz-
Bu oran büyükse iyonların bir yöne difüzyon eğilim­
yon eğilimi gösterirler. Bu durumda, potasyum
leri büyüktür- ve bu nedenle Nernst Potansiyeli de
iyonları pozitif yükleri dışarı taşıyarak m em branın
büyüktür. "Nernst Eşitliği” adı verilen aşağıdaki eşit­
dış yüzünü elektropozitif yaparken; potasyum ile
lik, normal vücut temperatüıünde 98.6°F (37°C)da
birlikte dışarıya difüzyona uğramayan, geride ka­
tek değerlikli bir iyonun Nernst Potansiyelini hesap­
lan negatif anyonlar, m em branın iç yüzünü elekt­
lamak için kullanılır;
ronegatif yapar. M embranın dış yüzünün pozitif, iç
yüzünün negatif olmasıyla ortaya çıkan bu yeni
potansiyel farkı; pozitif yüklü potasyum iyonları­ EMF (milivolt) = ± 61 log ^ons~
Kons. dış
nın, zıt yönde, dışarıdan içeriye doğru difüzyonun-
da etkili olur. Bir milisaniye içinde; bu potansiyel Bu formül kullanıldığı zaman genellikle m em bra-
farkı (değişimi) yüksek potasyum iyon konsantras­ nın dışındaki potansiyel sıfır olarak kabul edilir ve
yon gradyanına rağmen, potasyum iyonlarının da­ hesaplanan Nernst potansiyeli m em branın içinde­
ha fazla dışarıya difüzyonunu durduracak düzeye ki potansiyeldir. Potansiyelin işareti, eğer negatif
yükselir. Normal kalınlıkta memeli sinir lifinde di- bir iyon inceleniyorsa pozitif (+), pozitif bir iyon in ­
füzyonu durdurmak için gerekli potansiyel farkı, celeniyorsa (-)tir.
m em braıı içyüzü ııegatiuitesiyle birlikte, yaklaşık - Böylece, potasyum iyonu gibi pozitif bir iyonun
94 nıilivolttur. m embranın içindeki konsantrasyonu, dışındakinin
Şekil 5 - lB ’de, Şekil 5-lA ’daki gibi aynı etki görül­ 1 0 katı ise log 1 0 = 1 olur ve m em branın içinde
mektedir, fakat burada sodyum konsantrasyonu Nernst potansiyeli -61 milivolt olarak bulunur.

52
BÖLÜM 5 • Membran Potansiyelleri ve Aksiyon Potansiyelleri 53

içinden dışına doğru konsantrasyon gradyanı,


Difüzyon Potansiyelleri
m em branın içinde elektronegatiflik yaratır. B u ­
Sinir lifi Sinir lifi nun nedeni, pozitif iyonların konsantrasyonu
m em branın içinde dışına göre daha yüksek oldu­
(Anyonlar)- _(Anyonlar)ı (Anyonlar)_ (Anyonlar^
ğunda, bu iyonların dışarıya doğru difüzyonu sı­
rasında pozitif yükleri dışarıya doğru taşırken, di-
Kf Na+ ...... NtV
füze olmayan negatif anyonları içeride bırakm ası­
- •ı ıÎ -V
+ dır. Negatif bir iyon gıadyam varsa, olay ters yön­
- ] '* '
(-94 mV) (+61 mV) de gelişir. Yani, dışarıdan içeriye doğru bir gradya-
+ I-
+ - - + na sahip klorür, hücre için de negatiflik yaratır.
Çünkü negatif yüklü klorür iyonları içeriye doğru
diffıize olurken diffüze olam ayan pozitif yüklü
ŞEKİL 5 - 1 iyonlar dışarıda kalır.
A, Sadece potasyum iyonlarına geçirgen membranda; hücrenin Dördüncü olarak, daha sonra göreceğimiz gibi,
içinden dışına doğrıı difüzyona uğrayan potasyum iyonlarının sodyum ve potasyum kanallarının perm eabilitesi,
yarattığı; B, sadece sodyum iyonlarına geçirgen membranda sinir impulslarının iletisi sırasında hızla değişirken,
sodyum iyonlarının yarattığı difizyon potansiyeli. Bu iki iyonun
klorür kanallarının perm eabilitesinde büyük bir
konsantrasyon gradyanları ters olduğu için; potasyum iyonları
difüzyona uğradığında membran iç yüzü potansiyelinin nega­ değişme olmaz. Bu nedenle; sodyum potasyum
tif, sodyum iyonları difüzyonunun ise pozitif olduğu görülüyor. permeablitesindeki değişiklikler, bu bölüm ün geri
kalan büyük bir kısmının konusu olan, sinirlerde
sinyal iletisinde önemli rol oynar.

M em bran Potansiyelinin Ö lçülm esi


M e m b ra n Ç e şitli İyonlara G e ç irg e n O l­
d u ğ u Z a m an D ifü zyo n P o ta n siye lin in M em bran potan siyeli ölçm e m e to d u teorikte b asittir fa ­
H e sa pla n m a sı kat liflerin çoğu n u n küçük ç a p ta olm ası n ed en iy le p r a ­
tikte zordur. Şekil 5-2’dc çok kuvvetli bir elektrolit eriyiği
M embran çeşitli iyonlara geçirgen olduğu zaman, (KC1) ile d o ld u ru lm u ş ince bir pipetin h ücre m e m b ra-
difüzyon potansiyelinin gelişimi 3 faktöre bağlıdır: n ın d an sinir lifine so k u ld u ğ u görülüy or. "İn d ife re n t
( 1 ) her iyonun elektriksel yükünün çeşidi (2 ) elektrod” adı verilen b aşk a bir clektrod e k stıase llü le r s ı­
vıya yerleştirilm iş ve lifin içi ile dışı arasın d ak i p otan siy el
m em branın her iyona geçirgenliği (P), (3) her bir
farkı uygun bir voltm etre ile ölçü lm ü ştü r. 13u voltm etre
iyonun m em branın iç (i) ve dış (o) yanındaki kon­ oldukça geliştirilm iş elektronik bir aygıt olup, m ikıopi-
santrasyonları (C). Böylece, Goldman denklem i v e­ pet ucun daki elektrik ak ım ın a direncin çok yüksek o l­
ya Golclman-Hodgkin-Katz denklemi diye isim len­ m a sın a karşın çok küçük voltajları ölçeb ilecek k a p a site ­
dirilen aşağıdaki formül ile; sodyum (Na+) ve po­ dedir. M ikropipetin çap ı genellikle bir m ik ro n d an d a h a
tasyum (K+) gibi tek değerli pozitif iyonlar ve klorür küçük, direnci 1 m ilyar O hm k ad ar büyüktür. Sinir im -
(C1-) gibi tek değerli negatif bir iyon bulunduğu du­ pulsların ın iletisi sırasın d a m e m b ran potan siy elin d ek i
rumda m em branın içinde gelişen m embran po­ hızlı değişiklikleri kay detm ek için, d a h a so n ra a ç ık la n a ­
cağı gibi, m ikroelektrod bir o silo sk o b a b ağlan ır.
tansiyeli hesaplanabilir:
Şekil 5-3 alt b ö lü m ü n d e ; şeklin sol tara fın d an b a ş la ­
yarak sa ğ a doğru sin ir lifi m e m b ra n ı için d e veya o n a y a ­
EMF (milivolt) kın bölgedek i her bir n o k tad an k ay d ed ilen elektriksel
p o tan siy el görülm ektedir. Elektrod sin ir m e m b ra n ın ın
- + 61 •log CnV i PNa4+ C k 'i Pk ** C ci '»
d ışın d a old u ğ u sü re ce kaydedilen p o tan siy el sıfır olup,
CWu?Na+Qc*„Pk++^ci’i Pci‘ bu ekstraselliiler sıvının p o tan siy elin i gö sterm ek ted ir.
Şimdi bu denklemin anlamına ve önem ine bir ba­ D ah a so n ra, k ay dedici elektrod h ü cre m e m b ra n ın ın
kalım. İlk olarak; sodyum, potasyum ve klorür elektriksel d ip ol tabakasın ı geçerk en p o ta n siy e l ani o la ­
iyonları merkezi sinir sisteminde sinir hücrelerinde rak -90 m ilivolta düşer. Elektrod lifin m erk ezin i geçer-
olduğu gibi sinir ve kas liflerinde membran potan­
siyeli gelişimine katkıda bulunan çok önemli iyon­
lardır. M embrandan karşılıklı geçen bu iyonların
her birinin konsantrasyon gradyanı, m em bran po­
tansiyeli voltajının hesaplanm asına yardım eder.
İkinci olarak, voltajın saptanmasında her bir iyo­
nun önemi, o iyona karşı membran geçirgenliği ile Gümüş-
doğru orantılıdır. Böylece, eğer m em bran potas­ gümüş klorür
yum ve klorür iyonlarına geçirgen değilse; sadece elektrod
sodyum konsantrasyon gradyanı mem bran potan­
siyelini belirler ve sonuçta gelişen potansiyel, sod­
yum için Nernst potansiyeline eşit olur. Aynı ilke
m em branın sadce birine seçici geçirgen olması h a­ ŞEKİL 5 - 2
linde, diğer iyonlar için de geçerlidir. Sinir lifinde mikroelektrod kullanılarak membran potansiye­
Ü çüncü olarak, pozitif bir iyonun m em branın linin ölçülmesi.
54 ÜNİTE II • Membran Fizyolojisi; Sinir ve Kas

Bu pompa Şekil 5-4'de sol tarafta görüldüğü gibi


Sinir lifi
devamlı olarak sodyumu lifin dışına, potasyumu li­
fin içine pompalar. Bir kere daha hatırlayalım ki; bu
bir elektrojeııik pom padır, çünkü pozitif yükleri iç e ­
riden daha çok dışarıya pompalar (içeriye her iki
K+ iyonu için dışarıya 3 Na+ iyonu) ve içeride pozi­
tif iyon eksikliği yaratır, böylece hücre m em bram -
nm içi negatif yüklenir.
Sodyum-potasyum pompası; sodyum ve potas­
0 - yum için, sinir m em bıanında istirahat durumda
cö çok büyük bir konsantrasyon gıadyanı yaratır. Bu
8-1 gıadyan aşağıdaki gibidir:

-90-
N a+ (dış): 142 m E q /lt
N a + (iç): 14 m E q /lt

K+ (dış): 4 m E q /lt
ŞEKİL 5 - 3 K+ (iç): 140 m E q /lt
Bir sinir lifinin içinde ve etrafındaki ekstraseliiler sıvıda pozitif
ve negatif yüklü iyonların dağılımı. Membranın iç yüzünde ne­ Bu iki ayrı iyonun içeriden dışarı dağılmış oranları
gatif yüklerin, dış yüzünde ise pozitif yüklerin dipoller oluştura­
cak şekilde sıralandığı dikkati çekmektedir. Alttaki resimde, si­ söyledir:
nir lifi membranmm iki tarafında oluşan ani potansiyel değişik­
likleri görülüyor. Na+jÇ/N a+oUtside = 0.1
K +iç / K +ou tsid e —35.0

Sinir M em branından Sodyum ve Potasyum Sız­


ken p o ta n s iy e l s a b it se v iy e d e k alır fak at e lek tro d
m e m b ra n ın k arşı tarafın ı geçerken p o tan siy el tekrar ani ması. Şekil 5-4'de sağda; hücre m em branında p o ­
olarak sıfıra döner. tasyum ve sodyum iyonlarının sızabileceği bir ka­
M em branın içinde negatif bir potansiyel yaratılm ası için, nal proteini görülmektedir, bu kanal potasyıım -
m utlaka yeterli m iktarda pozitif iyonun dışarı taşınarak sodyum “sızm a’’ kan alı adı verilir. Vurgulama p o ­
m em branın kendisinde elektriksel bir dipol tabakası oluş­ tasyum sızıntısı üzerindedir, çünkü normalde ka­
turm ası gerekir. Sinir lifinin içinde kalan iyonlar hem pozitif nallar potasyuma, sodyuma göre yaklaşık 1 0 0 kat
hem negatif olabilir. Sinir lifinin içinde -90 milivolt gibi nor­
daha fazla geçirgendir. Bu farklı geçirgenliğin, n or­
mal bir potansiyel yaratm ak için m em brandan inanılm aya­
mal dinlenim m em bran potansiyelinin düzeyinin
cak kadar az sayıda iyonun transfer olm ası yeterlidir- liflerin
içindeki total pozitif yüklerin sadece yaklaşık 1/ 3.000.000 ile saptanmasındaki önem ini sonra göreceğiz.
ı/ıoo.ooo.ooomın transferi gerekir. Aynı şekilde; lifin dışından
içine hareket eden çok az sayıda pozitif iyon, -90 milivollluk
potansiyeli, saniyenin 1/10.000’i gibi çok kısa bir sürede, +35 Normal Membran Dinlenim
milivolta yükseltebilir. İyonların bu şekilde hızla kayması,
Potansiyelinin Kaynağı
ileride tartışılacağı gibi, sinir sinyallerini yaratır.
Şekil 5-5'de normal mem bran dinlenim potansiye­
lini -90 milivolt olarak belirleyen önem li faktörler
görülmektedir. Bunlar şöyle sıralanabilir.
SİNİRLERDE MEMBRAN DINLENIM
(İSTİRAHAT) POTANSİYELİ

Kalın sinir liflerinin m em bran potansiyeli, sinir Membran dışı


sinyallerinin iletilm ediği istirahat durumunda,
yaklaşık -90 milivolttur. Bu lifin içindeki potansiye­
lin, lifin dışında, ekstı asellüler sıvıdaki potansiyele
göre 90 milivolt daha negatif olduğunu gösterir.
Gelecek birkaç paragrafta, bu potansiyelin düzeyi­
ni saptayan bütün faktörleri açıklayacağız fakat bu­
nu yapm adan önce, sükun durumdaki sinir
mem branından sodyum ve potasyumun taşınma
özelliklerini tanım lam am ız gerekir.

K+-Na+ "Sızma”
M em brandan Sodyum ve Potasyum İyonları­ Na+‘ K+ pompası kana||an
nın A k tif Transportu - Sodyum - Potasyum
Pompası. İlk olarak; Bölüm 4 ’deki tartışmadan h a­ ŞEKİL 5 - 4
tırlayalım ki; vücudun bütün hücre m em branlaıın- Na4-K+ pompasının fonksiyonel karakteristikleri ve sızma
da güçlü bir sodyum-potasyum pompası bulunur. kanalları.
BÖLÜM 5 • Membran Potansiyelleri ve Aksiyon Potansiyelleri 55

K+ yani m embranın sodyum iyonlarına çok az geçir­


4 mEq/L gen olmasıyla, ortaya çıkan durum görülmektedir.
Membranın içi ile dışı arasındaki sodyum iyonları­
nın oranı 0 , 1 ’dir ve buna göre, m em branın içindeki
(-94 mV)
Nernst potansiyeli + 61 milivoltdur. Fakat Şekil 5-
5B ’de de görüldüğü gibi potasyum difüzyonu için
A Nernst potansiyeli -94 milivolttur. Acaba, bunlar
birbiriyle nasıl etkileşir ve toplam potansiyel ne
Na+ K+ olacaktır? Bu, daha önce tanım lanan Goldman
142 mEq/L 4 mEq/L. eşitliği kullanılarak cevaplanabilir. Sezgisel olarak;
potasyuma çok geçirgen fakat sodyuma hafifçe ge­
K+
çirgen bir m em bıanda potasyum difiizyonıınun
membran potansiyeline, sodyum difüzyonuna gö­
140 mEq/L (-86 mV)
re daha fazla katkısı olacağı düşünülebilir. Normal
(-94 mV) bir sinir lifinde m em branın potasyuma geçirgenli­
ği sodyuma göre 100 kat daha fazladır. Goldman
eşitliğine bu değer yerleştirilirse; m em branın için ­
+ deki potansiyel, şeklin sağında görüleceği gibi po­
+ I- tasyum potansiyeline yakın bir değer olan - 8 6 m ili­
Difüzyon
volttur.
Na+ ---------------- Na4
Pompa N A +-K + Pompasının Katksı. Şekil 5-5C ’ de Na+-
K+ pom pasının katkısı gösterilmiştir. Şekilde iki
142 mEq/L + 14 mEq/L
+ tane potasyum iyonu m em branın içine üç tane
+ sodyum iyonu m em branın dışına devamlı p o m ­
Difüzyon palanmaktadır. M em branın için e pom palanan
potasyuma göre, dışına daha fazla sodyum p o m ­
" T i- K+
Pompa
palanması, m em branın içinden devamlı olarak
pozitif yüklerin kaybına neden olur. Bu durum di-
4 mEq/L * 140 mEq/L füzyonun tek başına yaratacağından daha büyük
negativiteye yol açar (yaklaşık -4 milivolt). Böyle-
I (-90 mV)
ce, Şekil 5-5C'de görüldüğü gibi, net m em bran p o ­
(Anyonlar) _ (Anyonlar) tansiyeli bütün bu faktörlerin eş zam anlı etkisiyle
-90 milivolt bulunur.
Özetle, yalnız potasyum ve sodyum difüzyonun
yaratacağı difüzyon potansiyeli m em bran p o tan ­
siyelini yaklaşık - 8 6 milivolt yapacaktı ve bunun
ŞEKİL 5 ■ 5
hem en hepsi potasyum difüzyonu tarafından bi-
Üç ayrı koşulda, sinir liflerinde membran dinlenim potansiye­
linin gelişimi. A, sadece potasyumun difizyonu ile; B, sodyum lerlenecekti. Elektrojenik Na+-K+ pom pasıyla ilave
ve potasyum her ikisinin difizyonu ile; C, her iki iyonun difüz- -4 mV katılır, böylece net m em bran dinlenim p o ­
yonu artı, bu iyonların Na+-K+pom pası ile pompalanması du­ tansiyeli -90 mV olur.
rumunda.

Potasyum Difüzyon Potansiyelinin Katkısı. Şe­ SİNİR AKSİYON POTANSİYELİ


kil 5-5A’ da; membranın sadece potasyum iyonları­
na geçirgen olduğu kabul edilerek; bu durum Sinir sinyalleri m em bran potansiyellerindeki hızlı
m em branın içiyle dışındaki potasyum arasında değişimlerden oluşan aksiyon potatısiyelleri He ile­
açık kanallar gösterilmiştir. İçerdeki ve dışardaki tilir. Her aksiyon potansiyeli, norm al sükun negatif
potasyum iyonlarının arasındaki yüksek oran 35/1, potansiyelden pozitif m em bran potansiyeline ani
nedeniyle, Nernst potansiyeli, bu orana uygun ola­ bir değişme ile başlar ve hem en hem en aynı hızla
rak, -94 milivolttur, çünkü 35’in logaritması 1.54 tekrar negatif potansiyele döner. Bir sinir sinyalinin
olur ve bu -61 milivoltla çarpılırsa, -94 milivolt bu­ iletisinde, aksiyon potansiyeli sinir lifi boyunca si­
lunur. Böylece, istirahat potansiyelini yaratan tek nir ucuna gelinceye kadar yayılır, şekil 5 -6 ’nın üst
faktör potasyum iyonları olsaydı, lifin içindeki din­ bölümünde, aksiyon potansiyeli sırasında m em b-
lenim potansiyeli, şekilde görüldüğü gibi, -94 mili- randa oluşan değişiklikler görülmektedir. Şekilde,
volta eşit olacaktı. pozitif yüklerin başlangıçta lifin içine aktığı ve so ­
nunda tekrar dışa geri döndüğü görülmektedir.
Sinir Mem branından Sodyum Difüzyonunun Şeklin alt bölümünde; m em bran potansiyelinde
Katkısı. Şekil 5-5B'de; K+-Na+ sızma kanallarından saniyenin onbinde birleri gibi çok kısa sürede bir­
sodyum iyonunun küçük miktarda difüzyonuyla, biri ardına oluşan değişimlerle aksiyon potansiye-
56 ÜNİTE II • Membran Fizyolojisi; Sinir ve Kas

mem branında bulunan diğer iki taşınm a kanalının


özelliklerini tanımlamamız gerekir: voltaj kapalı
sodyum ve potasyum kanalları.

Gümüş-gümüş
+ + + klorür elektrod Voltaj-Kapılı Sodyum ve Potasyum
Kanalları

Aksiyon potansiyeli sırasında, sinir m em branın de-


polarizasyonu ve repolaıizasyonunda önem li rol
oynayan voltaj kapılı sodyum kanallarıdır. Voltaj
kapılı potasyum kan alları ise repolarizasyoııun
hızla yükselmesinde önemli rol oynar. Bu iki voltaj
kapılı kan al Na+-K+ pom pası ve Na+-K+ sızm a k a ­
nallarına ek olarak görev yaparlar.

V o lta j-K a p ılı S o d yu m K an a lla rı-K a na lın


A k tiv a s y o n u ve in a k tiv a s y o n u
ı I I I I I ~ Şekil 5-7’nin üst bölümünde voltaj kapılı sodyum
0.1 0.2 03 0.4 05 0.6 0.7
kanalları üç ayrı dönemde görülmektedir. Bu kanal
Milisaniye
biri kanalın dışına yakın aktivasyon kapısı diğeri
kanalın içine yakın iııaktivasyon kapısı adı verilen
ŞEKİL 5 • 6 iki kapıya sahiptir. Şeklin solunda, m em bran po­
Şeklin üst bölümünde gösterilen metodla kaydedilen tipik bir tansiyeli -90 milivolt olduğu zaman normal dinle­
aksiyon potansiyeli. nim m embranında bu iki kapının durumu şem atik
olarak görülmektedir. Bu durumda aktivasyon ka­
pısı kapalı olduğundan sodyum kanallarıyla lifin
linin ortaya çıktığı ve geri dönüşün de hem en h e­ içine sodyum girişi önlenmiştir.
m en aynı hızla olduğu gösterilmiştir.
Aksiyon potansiyelinin birbirini izleyen dönem ­ Sodyum Kanallarının Aktivasyonu. M em bran
leri aşağıdaki gibidir: potansiyeli istirahat durum una göre daha az n e­
gatif olursa, yani -90 m V’dan sıfıra doğru yiıkselir-
Sükun Dönemi. Bu dönem aksiyon potansiyeli
oluşmadan önceki m em bran sükun potansiyelini
belirtir. Bu dönemde büyük bir negatif (-90 mili- Kapının
volt) m em bran potansiyelinin bulunması nedeniy­ aktivasyonu
le m em bran "polarize" durumdadır.

D epolarizasyon D önem i. Bu sırada m em bran


aniden sodyuma karşı geçirgen hale gelerek, çok
büyük miktarda pozitif yüklü sodyum iyonunun
aksonun içine alınm asına yol açar. Normal -90 Inaktivas^ön
m V’Iuk "polarize” durum potansiyelin hızla pozi­ (-90’dan + 35 mV kapalı)
tif yönde yükselm esiyle kaybolur. Buna “dep ola- inaktivasyonu Aktif-Açık
rizasyoıı” denir. Kalın sinir liflerinde, m em bran Dinlenim (.9 0 'dan + 35 mV)
(-90 mV)
potansiyeli genellikle sıfır düzeyini “aşarak” pozi­
tif olur, fakat bazı küçük sinir lifleri ve merkezi si­
nir sistem inin nöronlarının çoğunda potansiyel
ancak sıfır düzeyine yaklaşır ve pozitif duruma
geçm ez.

Repolarizasyon Dönemi. Membranın sodyuma


geçirgenliği çok arttıktan sonra, saniyenin onbinde
biri gibi kısa bir sürede sodyum kanalları kapanma­
.. . . . Dinlenim Yavaş aktivasyon
ya başlar ve potasyum kanalları normaldeki haline Membran «çı (_90 mV) (-90’dan + 35 mV'a)
göre daha da açılır. Potasyum iyonlarının dışa doğru
hızlı difüzyonu normal negatif membran dinlenim ŞEKİL 5 • 7
potansiyelinin yeniden oluşmasını sağlar. Buna
Voltaj-kapılı sodyum (üst) ve potasyum (alt) kanallarının karakte­
m embranın "repolarizasyonu" adı verilir. ristikleri, sodyum kanalının aktivasyoıı-inaktivasyonu ve potas­
Depolarizasyon ve repolarizasyon olaylarına n e­ yum kanallarının sadece membran potansiyelinin istirahat değe­
den olan faktörleri tam açıklam ak için; sinir rinden pozitif değere değiştiği zaman aktive oldukları görülüyor.
BÖLÜM 5 • Membran Potansiyelleri ve Aksiyon Potansiyelleri 57

se; genellikle -70 ve -50 mV arasında aktivasyon


kapısında ani bir şekil değişikliği yaratarak kapıyı
açık pozisyona getirir. A ktif durum adı verilen bu
dönemde, sodyum iyonları bu kanaldan içeri aka­
rak, m em branın sodyuma geçirgenliğini 500-5000
kat artırır.

Sodyum Kanallarının İnaktivasyonu. Şekil 5-


7'ııin üst sağ bölümünde, sodyum kanalının üçün­
cü dönem i görülmektedir. Aktivasyon kapısını
açan voltajın artması aynı şekilde inaktivasyon ka­
pısını kapatır, inaktivasyon kapısı, aktivasyon ka­
pısının açılmasından sonra saniyenin oııbinde b i­
ri kadar kısa sürede kapanır. Yani inaktivasyon ka­ ŞEKİL 5 - 8
pısını kapalı duruma getiren konformasyon deği­ Spesifik kanallardan iyon akımını incelemede kullanılan
şikliği yavaş bir olay olduğu halde; aktivasyon ka­ "Voltaj Klampı’’ metodu.
pısını açan konformasyon değişikliği hızlı bir olay­
dır. Bu nedenle, sodyum kanalı saniyenin oııbinde
biri kadar süre açık kaldıktan sonra kapanır ve rod sinir lifi için e yerleştirilir. B u n la rd a n biriyle, m e m b ­
sodyum iyonları artık m em branm içine akamaz. ran p o tan siy elin in voltajı ölçülür. D iğeriyle sinil lifinin
Bu anda membran potansiyeli, m em bran istirahat için e veya liften d ışa rıy a d o ğ ru elektrik ak ım ı verilir. Bu
dönem ine geri dönmeye başlayarak repolarizas- ap e re y şu şek ild e kullanılır; araştırıcı sin ir lifi için d e ne
k a d a r voltaj y a ra ta c a ğ ın a k arar verir ve ale tin e le k tro ­
yon gelişir.
nik d ü ğ m e sin i iste d iğ i v o lta ja ayarlar. Ö n ce d e n o p e r a ­
Sodyum kanal iııaktivasyonun önemli bir özelliği, tör tarafın d an s a p ta n a n d eğerd ek i v o ltajı sa b it tu tm ak
inaktivasyon kapısının m em bran potansiyeli baş­ için gerekli p o z itif ve n e g a tif elektrik ak ım ı o to m atik
langıç m em bran sükun potansiyeline veya ona ya­ olarak ak ım elek tro d u ile verilir, ö r n e ğ in , m e m b ra n p o ­
kın bir değere döniinceye ka d a r tekrar açılm am ası­ tansiyeli voltaj k lam p ı ile -90 m iliv o lttan sıfıra doğru
dır. Bu nedenle, sodyum kanallarının sinir lifi repo- an id en artırıld ığın d a, voltaj kapılı so d y u m ve p o ta sy ım
larize olmadan tekrar açılması mümkün değildir. kan alları açılarak, so d y u m ve p o ta sy u m iyo n ları k a n a l­
lardan ak m ay a b aşlar, in trase llü ler v o ltajın iste n e n d ü ­
zeyde tu tu lm a sın d a iyon h arek etlerin in etk ilerini d e n k ­
V oltaj- Kapılı P ota syu m K analları ve leştirm ek için; voltaj k la m p ın akım e le k tro d u n d an inl-
A k tiv a s y o n la rı ıa se llü le r voltajı sıfır d ü ze y in d e tu ta c a k elektrik akım ı
verilir. B unu sa ğ la m a k için; verilen ak ım ın , m e m b ra n
Şekil 5-7 ’nin alt bölümünde, voltaj kapılı potasyum k an alların d an ak an a k ım a tam eşit, fak at ters yüklü o l­
kanallarının iki ayrı durumu görülmektedir: İstira­ m ası gerekir. H er an n e k a d a r akım g e ç tiğ in i ö lçm ek
hat durumunda ve aksiyon potansiyeli durumunda. için; akım elektrodu b ir o silo sk o p a b ağ la n a ra k , akım
şekildeki gibi o silo sk o b u n ek ran ın d a gözlen ir. S o n u ç
İstirahat durumunda potasyum kanalının kapısı
olarak; araştırıcı lifin içi ve d ışın d ak i iyo n ların k o n sa n t­
kapalıdır. Şeklin sol tarafında görüldüğü gibi potas­
rasyo n ların ı d en gelerey ek, çalışm ay ı tekrarlar. Bu ö z e l­
yum iyonlarının dışarı çıkması engellenir. M em b­ likle, m ürekkep b alığ ın ın 1 m m ç a p ın d a d e v ak so n u gi-
ran potansiyeli -90 milivolttan sıfıra doğru yükseldi­
ğinde oluşan voltaj değişimi, kapının yavaşça açıl­
masını sağlayacak şekil değişikliği yaratır ve bu po­
tasyumun m em bıandan dışarı doğru difüzyonunu
artırır. Potasyum kanallarının açılmasındaki yavaş­ 'Ja* Kanalı
lık nedeniyle bu açılma, sodyum kanallarının inak­ <+ Kanalı
tivasyon nedeniyle kapanmaya başladığı döneme
rastlar. Böylece sodyumun hücre içine girişi azalır­
ken aynı zamanda hücreden potasyum çıkışının
artması repolarizasyonu hızlandırır ve potansiyel,
90 mv +10 mV -90 mV
saniyenin onbinde birlerinde tam amen membran Membran Potansiyeli
dinlenim potansiyeline geri döner.
“ I-------------------1-------------------1-------------------1
0 1 2 3
Voltajın, Voltaj Kapılı Kanalların Açılışı ve Kapanı­ Zaman (milisaniye)
şına Etkisini Ölçm ek İçin Kullanılan Araştırm a Me-
todu-Voltaj Klampı. S o d y u m ve p o ta sy u m kanalları
ŞEKİL 5 - 9
h ak k ın d a k an titatif bilgi sah ib i o lm am ız ı sağ lay an ö z ­
g ü n ara ştırm a la rd a öyle m ü k e m m e l m e to d la r ku llan ıl­ Sodyum-potasyum iyon kanallarının iletkenliğinde; membran
dı ki; b u araştırıcılar, H odgk in ve H uxley N ob el Ö dülü potansiyelinin 2 milisaniye için istirahat değeri olan-90 mili­
aldılar. Bu çalışm an ın ilkesi Şekil 5-8 ve 5-9 d a g ö rü l­ volttan, +10 milivolta çıkışı sırasındaki tipik değişimi. Şekil; so d ­
yum kanallarının açılıp (aktivasyon), 2 milisaniye bitmeden ön­
m ektedir.
ce kapandığını (inaktivasyon); bu sırada potasyum kanallarının
Şekil 5 -8 ’de farklı k a n allard a n iyon ak ım ların ı ölçm ek sadece açıldığını (aktivasyon) ve potasyum kanallarının açılma
için k u llan ılan "vollaj k la m p ı ” ad ı verilen den ey sel ape- hızının sodyum kanallarına göre çok çok yavaş olduğunu göste­
rey görülm ek tedir. Bu ap erey in k u lla n ım ın d a iki clekt- riyor.
58 ÜNİTE II • Membran Fizyolojisi; Sinir ve Kas

bi b az ı y u m u şa k ç a la rd a n elde edilen kalın sin ir lifleri


k u lla n ıld ığ ın d a k o lay ca yapılab ilir. Bu m ü rek k ep balığı
a k so n u n u n için d e ve d ışın d a m e m b ra n d a n geçen tek
iyon so d y u m iyonu ise voltaj k la m p ı s a d e c e so d y u m
k a n alların d a n geçen ak ım ı ölçer. E ğer m e m b ra n d a n
ge ç e n tek iyon p o ta sy u m ise; p o ta sy u m k a n alların d an
ak ım öçülür.
Belirli k an allardan iyon akım ını in celem ek için u y gu ­
lan an diğer bir yöntem , bir tip kanalı k ap atm ak tır (blok-
lam ak tıı). Ö rneğin, so d y u m kanalları, so d y u m aktif k a­
pıların ın b u lu n d u ğ u m e m b ratım dış y ü zü n e tetrodotok-
sin verilerek bloklanabilir. Tersine, tetraetbylam m onium
iyonları sin ir lifinin için e u y gu lan d ığ ın d a p o tasy u m k a­
n alları bloke olur.
Şekil 5-9’d a m e m b ra n p o tan siy eli voltaj k lam p ı k u lla­
n ılarak an id e n -90 m V ’tan +10 m V ’a ve 2 m ilisan iy e s o n ­
ra tekrar -90 m V ’ta geri d ö n d ü rü ld ü ğ ü z a m a n voltaj k a ­
pılı so d y u m ve p o tasy u m kan al iletisin dek i tipik d e ğişik ­
likler g örülm ektedir. B u rad a m e m b ra n p o tan siy eli p o z i­
tif d eğerlere yükseldikten so n ra m ilisan iy en in küçük
b ö lü m le ri için d e so d y u m kan alların ın ani açıklığı (aktif
d ö n e m ) görülm ektedir. H albuki b u n u izleyen m ilisa n i­
yeler için d e so d y u m kan alları o to m atik o larak kap an ır
(in ak tivasy on dön em i).
Şim d i, p o tasy u m k an alların ın ak tiv asy o n u n u g ö re ­
lim . B u n lar y av a şça açılırlar ve so d y u m kanalları tam
an la m ıy la k ap an d ık tan so n ra tam açık d u ru m a erişirler.
B u n d a n b aşk a , p o tasy u m kan alları bir kere açılın ca, p o ­
z itif m e m b ra n p o tan siy eli sü re sin c e açık kalırlar ve 0.5 1.0
m e m b ra n po tan siy eli çok n e g a tif d eğerlere in inceye k a ­ Milisaniye
d a r k ap an m azlar.
ŞEKİL 5 - 10
Aksiyon potansiyeli sürecinde sodyum ve potasyum iletkenli­
ğindeki değişiklikler. Sodyum iletkenliğinin aksiyon potansiye­
Aksiyon Potansiyelini Yaratan Olayların linin erken döneminde binlerce kat arttığına, bıına karşılık ak­
Özeti siyon potansiyelinin son dönemi ve bitişini izleyen kısa sürede
ancak 30 kat arttığına dikat ediniz. (Eğriler Hodgkin ve Hux-
ley'iıı makalelerindeki mürekkep balığı aksonundan elde edilen
Şekil 5-10’da aksiyon potansiyeli sırasında ve h e­ bulgulardan hazırlanmış, ancak: memelilerin kalın sinir liflerin­
m en sonra birbirini izleyen olaylar görülmektedir. den kaydedilen membran potansiyellerine uyarlanarak veril­
miştir).
Bunlar aşağıdaki gibidir:
Şeklin en altında, m em brandan sodyum potas­
yum iletisindeki değişiklikler gösteıilmitir. İstira­
hat durumda, aksiyon potansiyeli başlam adan ö n ­
ce, m em bıanın potasyum iyonlarına iletkenliğin
sodyum iyonları iletkenliğine göre 50-100 defa da­ tansiyelinin ilk bölüm ünde sodyum iletkenliği­
ha büyük olduğu görülmektedir. Bu sızma kanalla­ nin potasyum iletkenliğine oranı bin kattan fazla
rından, potasyum iyonlarının sızıntısının sodyum artar. Bu nedenle, potasyum iyonlarının dışarı
iyonlarına göre daha fazla olm asının sonucudur. akışından çok sodyum iyonu life girer. Bu m e m b ­
Halbuki aksiyon potansiyeli başladığında, sodyum ran potansiyelini pozitif yapar, d aha sonra sod ­
kanalları ani olarak aktif olup, sodyum geçirgenli­ yum kanalları kapanırken potasyum kanalları
ğini 5000 kat artırır. Daha sonra, inaktivasyon işle­ açılır. İletkenlik oranı, potasyum iletkenliği için
mi milisaniyenin birkaç bölümü içinde sodyum artarken sodyum iletkenliği azalır. Bu potasyum
kanallarım kapatır. Aksiyon potansiyelinin başla­ iyonlarının çok hızlı kaybına ned en olur. Bu sıra­
ması; voltaj kapılı potasyum kanallarının, sodyum da içeriye sodyum akışı yoktur. Son uç olarak, ak­
kanalları açıldıktan sonra m ilisaniyenin bir bölü­ siyon potansiyeli hızla başlangıç düzeyine geri
mü içinde, çok yavaş olarak açılmaya başlam asına döner.
ned en olur. Aksiyon potansiyelinin sonunda,
m em bran potansiyelinin tekrar negatif duruma
dönm esi, potasyum kanallarının başlangıç du­ Pozitif A rdpotansiyel
rum larına dönm elerine neden olur fakat kısa bir
Şekil 5-10’da m e m b ra n p o tan siy elin in , ak siyon p o ta n s i­
gecikm eden sonra kapanırlar.
yeli bittikten so n ra birkaç m ilisan iye için m e m b ra n d in ­
Şekil 5 -1 0 ’da orta bölüm de; aksiyon potan siye­
lenin! potan siy elin d en de d a h a n e g a tif lıalc geldiği dik ­
linin her bir anında sodyum iletkenliğinin p o tas­ kati çekm ektedir. B un a bir şek ild e "pozitif artpotansiyel"
yum iletkenliğine oram ve bunun da üstünde, ism i verilir ki b u h atalı bir isim len dirm ed ir. Ç ün kü bu
aksiyon potansiyeli görülm ektedir. Aksiyon po- potan siyel m e m b ra n sü k u n p o tan siy elin d e n de n egatif-
BOLUM 5 • Membran Potansiyelleri ve Aksiyon Potansiyelleri 59

lir. B u n a p o z itif artp o tan siy el d en m esin in n eden i ilk p o ­ si gerekir. Bu d e şarjla r k a slard a tetan i y aratara k , özellik ­
tansiyel ölçüm lerin in lifin içinden çok dışından y ap ıl­ le so lu n u m k asların dak i tetan ik k o n tra k siy o ııla rla ö lü ­
m asıdır. D ışarıd an ölçüm y ap ıld ığ ın d a bu potan siy el p o ­ m e n ed en olabilir.
zitif tarafa k ay m a şeklin de kaydedilir. K alsiyum iyonlarının so d y u m k an alların a etkisi şöyle
Pozitif artp o tan siy elin a n a n eden i; m em b ran repolari- açıklan abilir: Bu iyon lar so d y u m kan alları p rotein m o le ­
zasy o n u tam am lan d ık ta n son ra, p ek çok p o tasy u m k a ­ küllerinin dış y ü zü n e tutunurlar. K alsiyum iyonlarının
n alının birkaç m ilisan iye için açık kalm asıdır. Böylece p ozitif yükleri kan al p rotein lerin in elektriksel yükün ü
d a h a fazla p o tasy u m iyonu dışarı çıkarak m em b ran içi değiştirerek kapıların açılm ası için gerekli voltaj sev iy e­
n egatifliğin i artırır. sini yükseltir.

Aksiyon P o tan siyeli S ırasında D iğer İyo nla­


rın R olleri
Aksiyon Potansiyelinin Başlaması

Ş im diy e kadar, aksiyon potan siyeli o lu şu m u n d a so d y u m Bu noktaya kadar aksiyon potansiyelinin gelişm e­
ve p o tasy u m iyonların ın rollerini inceledik. Bunların d ı­ sinde m em branın sodyum-potasyumu geçirgenli­
şın d a, en az iki ayrı tip iyonun gözden geçirilm esi gere­ ğindeki değişiklikleri açıkladık, buna karşın aksi­
kir. B un lar şöy le sıralanır: yon potansiyelini neyin başlattığını açıklamadık.
Bu cevap aşağıdaki gibi çok basittir.
Akson İçindeki Membrandan Geçemeyen Negatif
Yüklü İyonlar (Anyonlar). A ksonun içinde m em b ran Sodyum Kanallarını Bir P ozitif-Feedback Kısır
k an alların d an geçem ey en p ek çok n e gatif yüklü iyon
Döngii Açar. Sinir lifi m em branına bir etki olm a­
vardır. B unlar a ra sın d a protein m olekülleri, birçok o rg a ­
nik fo sfat bileşikleri, sü lfat bileşikleri vb. sayılabilir. Bu
dıkça normal bir sinirde aksiyon potansiyeli geliş­
iyonlar ak so n d an ayrılam adıkları için, m e m b ran ın için ­ mez. Eğer bir olay, m em bran potansiyelini -90 m i­
de p o z itif iyonların az alm a sı, m e m b ra n d an geçem eyen livolttan sıfır düzeyine doğru yükseltiyorsa; yükse­
iyon lar n ed en iy le n e ga tif yükleri artırır. Bu nedenle, p o ­ len voltaj birçok voltaj kapılı sodyum kanalını aç­
tasyu m iyonları gibi p o zitif yüklü bir iyon azald ığın d a bu maya başlar. Bu, sodyum iyonlarının hızla içeriye
lifin içindeki n e g a tif yükten m e m b ra n d an geçem eyen akışına yol açarak, m em bran potansiyelinin daha
iyon lar soru m lu d u r. da yükselmesine, böylece daha çok voltaj kapılı
sodyum kanalının açılm asına ve içeriye daha da
Kalsiyum İyonları. V ücuttaki hücrelerin p ek çoğu belki
fazla sodyum iyonu akışına neden olur. Bu olay
tü m ü so d y u m p o m p a sın a b en zer kalsiyum p o m p a sın a
sah ip tir ve b azı h ücrelerde kalsiyum aksiyon potan siy eli
pozitif-feedback bir kısır döngüdür ki bu feedback
o lu şu m u n d a so d y u m la b e rab e r veya so d y u m u n yerine yeterince güçlü ise voltaj kapılı sodyum kanalları­
görev alır. Sod y u m p o m p a s ın a b en zer şekilde; kalsiyum nın hepsi tam am en açılıncaya kadar olay devam
p o m p a sı kalsiy u m u n m e m b ran ın için den d ışın a (veya eder. Daha sonra m ilisaniyenin birkaç bölüm ü
e n d o p lazm ik retikulum a) p o m p alay arak yaklaşık onbin içinde yükselen m em bran potansiyeli potasyum
katlık bir kalsiyum grady anı yaratır. Böylece, h ücre için ­ kanallarını açarken, sodyum kanallarının kapan­
deki kalsiy u m iyon k o n san trasy o n u yaklaşık 10 7 m olar- m asına neden olur ve aksiyon potansiyeli hem en
da tutulur. D ıştaki k o n san trasy o n ise, yaklaşık 10 3 ıııo- sona erer.
lardır.
B u n lara ek olarak voltaj kapılı kalsiyum kanalları var­
dır. Bu k an allar kalsiyum iyon ların a oldu ğu gibi sod y u m
Aksiyon Potansiyelinin Başlaması İçin Eşik
iyo n ların a d a h afifçe geçirgendir. Bu k an allar açıldığın da Değer. Son paragrafta tanımlandığı gibi; m em b ­
h em kalsiy um h em so d y u m iyonları lifin için e akar. Bu ran potansiyeli bu kısır döngüyü yaratacak belirli
n ed en le b u k an allara "Ca**-Na' kanalları" adı verilir. bir noktaya gelinceye kadar aksiyon potansiyeli
K alsiyum kan alları y avaş aktive olduklarından, aktivas- oluşmaz. Life giren Na+ iyonlarının sayısı liften ay­
yonları so d y u m kan alların a göre 10-20 kat d a h a uzun rılan potasyum iyonlarının sayısından daha fazla
sürer. B un u n için so d y u m k an alların a hızlı ka n allar adı olduğunda aksiyon potansiyeli oluşur. Genellikle
verilirken b u n lara yavaş ka n a lla r adı verilir. m em bran potansiyelinde 15-30 milivoltluk ani bir
K alsiy um kan alları h em kalp k a sın d a h em de düz k a s ­
yükselme gerekir. Böylece, kalın bir sinir lifinde,
lard a çok fazladır. G erçekten, düz kasların bazı tiplerin ­
de hızlı so d y u m kan alları h em en hiç yoktur ve yalnız y a ­
mem bran potansiyelinde, aniden -90 mV'dan -65
v aş kalsiyum kan alların ın aktivasyonu aksiyon p o ta n si­ milivolta yükselme, birden aksiyon potansiyelinin
yelini yaratır. gelişmesine neden olur. Bu -65 milivoltluk değere
uyarının eşik değeri denir.
K alsiyum İyonlarının E k sikliğin de S o d y u m K an alları­
nın G e çirg e n liğ in in A rtm ası. Sod y u m kan alların ı ak ti­
ve eden voltaj düzeyi üzerine, ekstraselliiler sıvı k a lsi­
yum k o n sa n trasy o n u n u n etkisi çok büyüktür. K alsiyum
iyon y etersizliğin d e so d y u m kan alları m e m b ra n dinle- AKSİYON POTANSİYELİNİN YAYILMASI
ııim p o tan siy elin in çok az y ü k selm esi d u ru m u n d a bile
ak live o labilir (açılabilir). Bu n ed en le sinir lifleri o ldu k­
Ö nceki paragraflarda aksiyon p o tan siyelin in
ça e k sitab l o labilirler ve sü ku n d u ru m d a k alm ay arak bir
uyarı olm ak sızın tek rarlayan d e şarjla r gösterirler. G er­ m em branda bir noktada doğuşu ele alındı. Uyarı-
çekten b irçok p eriferik sin irde kas "te la n i”sin e n eden labilen bir m em branın herhangi bir noktasında
olan sp o n ta ıı deşarjların m e y d an a gelm esi için k alsi­ oluşan bir aksiyon potansiyeli, genellikle m em b-
yum iyon k o n sa n trasy o n u n orm alin %50 altın a d ü şm e ­ ranın komşu bölgelerini uyardığı için aksiyon po-
60 ÜNİTE II • Membran Fizyolojisi; Sinir ve Kas

++++++++++++++++++ başlayınca; koşullar norm al ise depolarizasyon


tüm mem branda yayılabilir; tersine koşullar uygun
değilse yayılmaz. Buna hep-hiç yasası denir ve bu
tüm uyarılabilen dokulara uygulanabilir. Bazen,
++++++++++++++++++ aksiyon potansiyeli, membranda, m em branın bö l­
gelerini uyaracak yeterli voltajı yaratamayan bir
noktaya gelir ve bu noktada depolarizasyon durur.
Bu nedenle uyarının norm al yayılması için; aksi­
yon potansiyelinin uyarma eşik değerine oranı da­
ima l ’den büyük olmalıdır. Buna yayılma için gü ­
venlik faktörü denir.

AKSİYON POTANSİYELİNDEN SON­


RA SODYUM VE POTASYUM İYON
+ + ------------------------------------ + + GRADYANININ YENİDEN OLUŞMASI-
c r c r c r c r c r c r c r c r c r c r c r c r o - e ----------- ■>
V— + + + + + + + + + + + + + +-- ENERJİ METABOLİZMASININ ÖNEMİ

^
-^ ++ + + + + + + + + + + + +—
o -o -e -o -e -e -e -e -e -e -a-e -e - o ^ ^ Sinir lifi boyunca bir im puls iletisi m em branın içi
D ~” O ile dışı arasında sodyum -potasyum k on san tras­
yonları arasındaki farkı azaltır. Çünkü d epolari­
zasyon sırasında sodyum iyonları içeriye, ıepola-
ŞEKİL 5 - 11
ıizasyon sırasında potasyum iyonları dışarı di-
Aksiyon potansiyelinin iletken bir lifte iki yönde yayılması.
füzyona uğrarlar. Tek bir aksiyon potansiyeli için
bu etki ölçülm eyecek kadar küçüktür. Bu n ed en ­
le, konsantrasyon farkı, aksiyon p otan siyelin i
durduracak bir düzeye inm eden sinir lifleriyle
tansiyeli yayılır. Bu m ekanizm a Şekil 5 -1 1 'de gös­ 100.000-50 milyon arasında im puls iletilebilir.
terilmiştir. Şekil 5-11 A’da norm al dinlenim du­ Böyle olsa bile, m em brandaki sod yu m -p otas­
rumda bir sinir lifi görülmektedir. Şekil 5-11 B'de yum konsantrasyon farklarının zam anla yeniden
sinir lifinin orta bölgesi uyarılmıştır, yani bu böl­ oluşturulm ası gerekir. Bunu oluşturan Na+-K+
gede sodyum a g eçirgenlik artm ıştır. Oklar, pompasıdır. Bu pom pa daha önce tanım landığı
m em branın depolarize olmuş bölgeleri ile sükun gibi çalışır. Öyle ki aksiyon potansiyeli sırasında,
halindeki bölgeleri arasında gelişen "yerel devre­ hücrenin içine difüzyona uğrayan sodyum iyon­
leri” göstermektedir. Pozitif elektrik yükleri depo­ ları ile hücrenin dışına difüzyona uğrayan p o tas­
larize m em brandan içeriye doğru akarak, akso­ yum iyonları, Na+-K +pom pası ile eski durum ları­
nun içinde birkaç m ilim etre ilerler. Bu pozitif yük­ na dönerler. Bu pom panın çalışm ası için enerji
ler, kalın miyelinli lifler içinde 1-3 mm uzaklıkta, gerektiğinden, sinir lifinin “yeniden yüklenm esi”
voltajı eşik değer üstüne yükselterek aksiyon po­ aktif m etabolik bir işlevdir ve gerekli en erji h ü c­
tansiyelini başlatır. Bu nedenle, şekil 5 -1 1°C ve renin enerji sistem i adenozin trifosfat (ATP) dan
D'de görüldüğü gibi, bu yeni bölgelerdeki sodyum elde edilir. Şekil 5 -1 2 ’de; bir sinir lifinde, impuls
kanalları derhal açılır ve aksiyon potansiyeli yayı­ frekansı arttığında oluşan enerji m iktarının da
lır. Bu yeni depolarize alanlar m em bran boyunca
daha uzak bölgeler arasında yerel daireler oluştu­
rarak depolarizasyonun gittikçe daha da yayılma­
sına neden olur. Böylece depolaıizasyon m em b­
ran içi ve dışı boyunca yayılır. Depolarizasyonun
kas ve sinir liflerinde yayılm asına sinir ve kas inı-
pıtlsıı adı verilir.

Yayılmanın Yönü. Şekil 5 -1 1 ’de görüldüğü gibi


uyarılan m em branda tek bir yönde yayılma yoktur.
Aksiyon potansiyeli stimulustan (uyarıdan) uzakla­
şarak her iki yönde, hatta sinir lifinin bütün uzantı­
larına, mem bran bütünüyle depolarize oluncaya
kadar yayılır. Saniyede impuls

ŞEKİL 5 - 12
Hep-Hiç Yasası. Normal bir lif m em branının her­
Bir sinir lifinde dinlenme durumu ve gittikçe artan hızda
hangi bir noktasında, bir kere aksiyon potansiyeli uyarılma sırasında ısı üretimi.
BÖLÜM 5 • Membran Potansiyelleri ve Aksiyon Potansiyelleri 61

kalsiyum sodyum kanallarının, yavaş fakat uzun


süreli açılm ası b aşlıca aksiyon p otan siyelin in
plato bölüm ünden sorumludur.
Plato (düzlük)'dan kısmen sorumlu ikinci faktör
ise, voltaj kapılı potasyum kanallarının çok yavaş
aktive olması ve sıklıkla platonun sonuna kadar
açılmamasıdır. Bu mem bran potansiyelinin dinle­
nin! değerine dönmesini geciktirir. Fakat daha son ­
ra, potasyum kanalları açılırken yavaş kanalların
kapanmaya başlaması; platonun sonunda, aksiyon
potansiyelinin hızla düşerek istirahat durumuna
inmesini sağlar.

Saniye
UYARILABİLEN BAZI DOKULARDA
RİTMİK FAALİYET-TEKRARLAYAN
ŞEKİL 5 - 13 DEŞARJLAR
Kalpte bir purkinge lifinden kaydedilen aksiyon potansiyelinde
“plato”. Kendiliğinden tekrarlayan deşarjlar veya "ritmik
faaliy et ”normalde kalpte, düz kasların çoğunda ve
merkezi sinir sistem inde pek çok nöronda görülür.
Böyle ritm ik deşarjlar (1) kalp vurum ları, (2)
arttığı görülm ektedir.
barsakta peıistaltik dalgalar, (3) solunum un ritmik
Sodyum -potasyum ATPaz pom pasının önem li
kontrolü gibi sinirsel olayları yaratırlar.
bir özelliği de, hücre içinde sodyum iyonları arttı­
Aynı zamanda diğer uyarılabilen dokuların h e­
ğında güçlü biçim de uyarılm asıdır. G erçekte,
men hepsi, uyarılma eşik değerleri düşükse, tekrar­
pom panın aktivitesi sodyum konsantrasyonunun
layan deşarjlar yaratabilirler. Örneğin, normalde
üçüncü kuvvetiyle orantılı olarak artar. Öyle ki,
yüksek düzeyde kararlılık gösteren kalın sinir ve is­
in tern a l sodyum k on santrasyon u lO’daıı 2 0
kelet kası lifleri; veratrine içeren eriyiğe konursa ya
mEq/L’ye yükselirse pom panın aktivitesi iki kat
da kalsiyum iyon konsantrasyonu kıitik bir değere
değil yaklaşık sekiz kat artar. Bu nedenle, m em b-
inerse; her iki koşulda da m em bıanm sodyuma ge­
ıan d a sodyum -potasyum konsantrasyonları ara­
çirgenliği arttığı için, tekrarlayan deşarjlar oluştu­
sındaki fark azalmaya başlayınca, sinir lifinin n a ­
rurlar.
sıl hızla yeniden yüklenm eye başladığını anla­
mak kolaydır.
Spontan Ritmik Faaliyet İçin Gerekli Tekrar Uya­
rılma Olayı. Ritmik faaliyetin oluşması için, m emb-
ranın doğal durumda bile, sodyum iyonlarına (veya
yavaş kalsiyum kanallarından kalsiyum ve sodyum
BAZI AKSİYON iyonlarına) yeterince geçirgen olması gerekir. Böyle-
POTANSİYELLERİNDE PLATO ce membran otomatik olarak depolarize olur. Şekil 5-
14’de membranın sadece -60, -70 milivoltluk bir
Bazı durumlarda, uyarılabilen m em bran depolaı i- "dinlenim" potansiyeline sahip olduğu görülüyor. Bu
zasyoııdan sonra hem en repolarize olmaz, bunun negatif voltaj sodyum ve kalsiyum kanallarını kapalı
yerine potansiyel repolaıizasyon başlamadan önce
birkaç milisaniye sivri potansiyele yakın bir düzlük
(plato) çizer. Şekil 5 -1 3 ’de görüldüğü gibi böyle bir Tekrarlayan
aksiyon
plato depolaıizasyon süresini uzatır. Kalp kasında
. Potasyum potansiyelleri
görülen, saniyenin 2/10-3/10 kadar sürebilen pla­ [iletkenliği ı
toya sahip aksiyon potansiyelinin bu tipi, bu süre
boyunca kalp kasının kontraksiyonuna neden olur.
Platonu n oluşum unda birkaç faktör rol oynar.
İlk olarak, önceden belirtildiği gibi, kalp kasında
iki tip kanal depolarizasyon olayına katkıda b u ­
lunur. (1) Genellikle voltajla aktive olan sodyum
kanalları, hızlı kanallar, (2 ) voltajla aktive olan 0 ^ 1

yavaş açılan kalsiyum kanalları, yavaş k a n a lla r Hiperpolarizasyon


Bu kanallar, başlıca kalsiyum iyonlarıyla birlikte ŞEKİL 5 - 14
bir m iktar sodyum iyonunun da difüzyonunu
Kalbin ritmik kontrol merkezinden kaydedilenlere benzer rit­
sağlar. Hızlı kanalların açılm ası aksiyon p o tan si­ mik aksiyon potansiyelleri. Potasyum iletkenliği ve hiperpola­
yelinin sivri bölüm ünü oluşturur; ancak yavaş rizasyon durumu ile ilişkisine dikkat ediniz.
62 ÜNİTE II • Membran Fizyolojisi; Sinir ve Kas

tutmaya yeterli değildir. Öyle ki; ( 1 ) bazı sodyum ve


kalsiyum iyonları içeriye akar, (2 ) bu membran volta­ S İN İR D E S İN Y A L İL E T İM İN İN Ö ZEL
jının pozetifliğini ve böylece membran permeabilite- DURUM LARI
sini daha da artırır, (3) daha fazla iyon içeri akar, (4)
membran permeabilitesi aksiyon potansiyeli doğun­ Miyeiinli ve Miyelinsiz Sinir Lifleri. Şekil 5-15’dc b ir­
caya kadar daha da artar. Daha sonra, aksiyon potan­ çok kalın sinir liflerini içeren in ce bir sinirin en ine kesiti
siyelinin sonunda membran ıepolarize olur. Fakat görülm ektedir. Dikkatli bakıldığın da, kalın liflerin a r a ­
kısa bir süre som a, spontan uyarılma ile depolarizas- sın d a pek çok in ce liflerin uzandığı görülür. Kalın lifler
yon tekrar başlayarak yeni bir aksiyon potansiyeli miyeiinli, ince lifler ise miyelinsizclir. Sinirler, o rtalam a
doğar. Bu dönemsel olay tekrar tekrar gelişmeye de­ olarak m iyeiinli liflerin yaklaşık iki katı k adar m iyelin siz
vam ederek, uyarılabilen dokularda spontan ritmik lifler içerirler.
kendi kendini yaratan eksitasyonlara neden olur. Şekil 5-16’d a tipik m iyeiinli bir lif görülm ektedir. Lifin
m erk ezin de akson bu lu n u r ve ak so n u n m e m b ra n ı a k si­
Acaba membran niçin ıepolarizasyondan hemen
yon potan siyelin i ileten gerçek iletken m cm b ran ıdır. Ak­
sonra depolarize olmuyor ve ondan sonraki aksiyon
son , viskozitesi yüksek intrasellüler b ir sıvı aksoplazma
potansiyelinin başlaması yaklaşık bir saniye kadar ge­ ile doludur. A ksonu çeviren miyelin kılıfı çok d e fa a k so ­
cikiyor? Bu sorunun cevabı Şekil 5-14’de “potasyum nun k en disin den d a h a kalındır ve m iyelin kılıfı, ak son u n
iletkenliğini” ifade eden eğri incelenerek bulunabilir. u zun lu ğu b o y u n ca h er 1-3 m ilim etred e bir Ranvier bo­
Bu şekilde aksiyon potansiyelinin sonuna doğru kısa ğumu ile kesilm iştir.
süre devam eden dönemde; membramn potasyuma Miyelin kılıfım, ak son u n etrafın da b u lu n an Sch w ann
geçirgenliğinin ileri derecede arttığı gözlenmektedir. hücreleri aşağıd ak i gibi oluşturur: İlk olarak; Sch w an n
Potasyum iyonlarının dışarıya çok fazla miktarda çıkı­ hücre m em b ran ı ak so n u sarar. So n ra h ü cre ak so n u n e t­
şı, beraberinde büyük miktarda pozitif yükleri dışarı rafın d a d efalarca çevrilerek, bir lipid m a d d e olan sfmgo-
taşır, böylece membramn içinde beklenenden daha miyelin içeren hücre m e m b ran ın m çok say ıd a katlarını
fazla negatiflik yaratılır. Bu, aksiyon potansiyelinin oluşturur. Bu m a d d e çok iyi bir yalıtkandır, b u n ed en le
yükselmesini izleyen kısa bir süre için devam eder ve m e m b ra n d an iyon akım ını yaklaşık 5000 kat düşürür.
Yan y an a iki Sch w an n h ücresi arasın d a, ekstraselliiler s ı­
membran potansiyeli potasyumun Nernst potansiye­
va ile ak son ara sın d a iyonların ak ab ileceği, izole e d ilm e ­
line çok yaîan bir değere ulaşır. Şekil 5-14'de görüldü­
m iş, 2-3 mikrometre u zu n lu ğu n d a ala n lar kalır. Bu ala n a
ğü gibi bu döneme “hiperpolariznsyon" denir. Bu dö­
Ranvier boğumu denir.
nem boyunca yeniden uyarılma olmaz, fakat aşırı po­
tasyum iletkenliği (hiperpolarizasyon durumu) yavaş M iyeiinli Sİnir Liflerinde Bir Doğum dan Ö tekine
yavaş kaybolur membran potansiyeli yeni bil' uyarı "Sıçrayıcı" İleti. İy on lar m iyeiin li liflerd e kalın m iy e ­
için eşik değere yükselir, yeni bir aksiyon potansiyeli lin k ılıfın dan h e m e n y e te rin ce g e ç e m e d ik le ri h ald e,
doğar ve bu işlem tekrar tekrar devam eder. R an vier b o ğ u m la rın d a n k o lay ca geçerler. B u n e d e n le,

ŞEKİL 5 - 15
Miyeiinli ve miyelinsiz lifleri içe­
ren bir küçük sinirin enine kesiti.
BÖLÜM 5 • Membran Potansiyelleri ve Aksiyon Potansiyelleri 63

ak siy o n p o tan siy e li sa d ece b o ğ u m lard a o lu şa b ilir. Ş e ­


kil 5 -1 7 ’de g ö rü ld ü ğ ü gibi ak siy o n p o ta n siy e li b o ğ u m ­ Miyelin kılıfı Aksoplazma Ranvier düğümü
d a n b o ğ u m a iletilir, b u n a sıçrayıcı ileti denir. E lektrik
ak ım la rı çevredek i e k stra se llü le r sıv ıd a o ld u ğ u gibi,
a k s o p la z m a d a b o ğ u m d a n b o ğ u m a geçerek , b irb iri a r ­
d ın a b o ğ u m la rı uyarır. B öy lece, lif b o y u n c a sin ir s i n ­
y a lle rin in s ıç r a m a s ı "s ıç r a y ıc ı’’ te rim in in k ay n ağın ı
o lu ştu rm u ştu r.
S ıç ra y ıc ı ileti iki n e d e n le d e ğ e rlid ir: İlk o larak , de-
p o la r iz a s y o n olay ın ın sin ir lifi e k se n i b o y u n c a , u zu n
a r a la r la sıç ra m a s ı, m iy elin li sin irle rd e ileti h ızın ı 5 ile
50 kat g ib i o ra n la rd a , ç o k fazla artırır, ikin ci olarak ,
sıç ra y ıc ı ileti a k s o n d a e n e rjin in k o ru n m a sın ı sağ lar,
ç ü n k ü s a d e c e b o ğ u m la rı d e p o la riz e e d e re k iyon k a y ­
b ın ı y ü z kat azaltır. Y oksa b ir se ri sin ir sin y a lle ri s o n ­
ra sı m e m b ra n ın iki tarafı a r a s ın d a s o d y u m p o ta s y u m
k o n sa n tr a s y o n farkı y a r a tm a k için d a h a fazla e n e rji Miyelinli bir aksonda sıçrayıcı ileti.
ge re k e c e k ti.
K alın m iy elin li liflerde sıçray ıcı iletin in d iğe r bir
ö zelliği şu d u r : M iyelin m e m b ra n ın y arattığ ı b u m ü ­
k e m m e l y alıtk an lık m e m b r a n k a p a site sin in 50 kat d ü ­
şü rü r, b ö y le c e ç o k kü çü k b ir iyon tran sfe riy le re p o lari-
z a sy o n olu şu r. A ksiyon p o ta n siy e lin in s o n u n d a ; s o d ­ S inir Liflerinde İletin in H ızı
y u m k an alları k ap an ırk en , p o ta sy u m k a n alları h en ü z
tam an la m ıy la a ç ılm a d a n h ızla re p o la r iz a sy o n m e y ­ Sinir Liflerinde ileti hızı, çok kü çü k m iy elin siz liflerde
d a n a gelir. B u n e d e n le, m iyelin li liflerd e sin ir s in y a lle ­ 0.25 m /sn ile çok kalın m iyelinli liflerde 100 m /sn (1
rin in ile tisin i, vo ltaj kapılı so d y u m k a n alların ın iyon sıı’de bir futbol sah asın ın u z u n lu ğ u kadar) ara sın d a de-
g e çirg e n liğ in d e k i değişik lik ler o lu ştu ru r, o y sa p o t a s ­ ğişir.
y u m k a n alların ın katkısı çok azdır.

E K S İT A S Y O N -A K S İY O N P O T A N S İY E L İ
Y A R A T M A İŞ L E M İ

T em elde, yeterli sa y ıd a so d y u m iy o n u n u n m e m b ra n -
d an içeriye d ifü zy o n u n u sa ğ la y a n h erh an g i bir faktör,
so d y u m k an alların ın o to m atik , geri d ö n ü şü m lü a ç ıl­
m asın ı sağlar. Bu m e m b ı a n d a k im y asal ve m e k a n ik bir
Akson
etki veya m e m b ra n d a n e le k tr ik g e ç m e sin in s o n u c u o la ­
bilir. B un ların h e p si v ü c u tta sin ir ve k a sla r d a ak siy o n
p o tan siy eli o lu ştu rm a k için farklı şe k ille rd e k u llan ılır:
deride, m ekan ik b a sın ç d u y sal sin ir u çların ı uy arır; b e ­
y in d e k im y asal n ö ro tra n sm ite rle r n ö ro n d a n n ö ro n a
hücre
stoplazması sinyal iletim in i sağ lar; elektrik ak ım ları, kalp ve b a ğ ır­
sak kas h ü crelerin d e sin y al iletim in i yaratır. E k sita sy o n
Schwann hücre
işlem in i a n la m a y a elektriksel u y arılm a p re n sip le rin i
çekirdeği
tartışarak b aşlay alım :
Ranvier düğümü
Negatif Yüklü Bir Metal Elektrot İle Sinir Lifinin
Uyarılması. D en eysel çalışm alard a, genellikle, sinir ve
kası u y arm ak için; biri n e g a tif diğeri p o z itif yüklü iki k ü ­
Miyelinsiz aksonlar çük elektrod ile sinir ve k as y üzey in e elektrik akım ı u y g u ­
lanır. Bunun so n u c u n d a m e m b ran ın n e g a tif elek trod la
Schwann hücre çekirdeği uyarıldığı görülür.
Bunun neden i şöy le açıklan ab ilir: H atırlan acağı gibi,
Schwann hücre stoplazması aksiyon potan siy eli voltaj kapılı so d y u m k an alların ın
açılm asıy la h aşlar ve bu k an allar m e m b ran ın elektrik
voltajının az alm a sı ile açılır. Bu d u ru m d a k ato d d ak i n e ­
gatif akım m em b ran ın h em en d ışın dak i voltajı azaltarak,
m em b ran ın içindeki n e g a tif m e m b ra n d in len im p o ta n ­
ŞEKİL 5 - 16 siyeline yakın bir değere doğru düşürür. M e m b ıa n d ak i
Schwann hücrelerinin sinir liflerini yalıtma görevi, A, bir bu elektriksel voltajın az alm a sı, so d y u m k an alların ın
Schwann hücre mebranmın, miyelinli lifin miyelin kılıfını açılm ası so n u c u aksiyon p o tan siy elin i başlatır. Aksine,
oluşturmak için, aksonun etrafını sarması. (Leeson ve Le- m e m b ra n ın d ış y ü z ü n e p o z itif y üklerin v e rilm e si,
eson’d an değiştirilerek, Histology Philadelphia, W.B. Saunders
Company, 1979.) B, Schwann hücre stoplazması ve mebranm m em b ran d ak i voltaj farkını az altm ak y erin e yükseltir. Bu
çeşitli miyelinsiz sinir liflerinin etrafım kısmen sarması. (Hnine “h ip erpolarizasyo n ” d u ru m u ak siyon p o tan siy eli d o ğ u r­
kesitte gösterilmiştir). m aktan çok, lifin eksitab ilitesin i azaltır.
64 ÜNİTE II • Membran Fizyolojisi; Sinir ve Kas

laşık 1/2500 saniyedir. B u rad an , böyle bir lifin san iy ed e,


+60-1 Aksiyon potansiyelleri yaklaşık m ak sim u m 2500 sinyal taşıy ab ileceğ i kolayca
+40- h esaplan abilir.
M utlak ıe frak te r p e riy o d so n ra sı o n u n d ö rtte biri
+20-
v e y a y arısı k ad ar u z u n lu k ta rölatif ıefrakter periyod
0-
o gelir. Bu sü re d e n o rm a ld e n d a h a kuvvetli u y a ra n lifi
>
-20- uyarabilir. Bu rö la tif refrak terliğin iki n e d e n i vard ır: (1)
2 -40-
Bu sır a d a so d y u m k an alların ın b a z ısı h a la in a k tiv a s ­
-60- y on d u ru m u n d a d ır, (2) P o ta sy u m k a n a lla rın ın g e n e l­
-80- likle lam açık o lm a sı n e d e n iy le , p o z itif y ü k lü p o t a s ­
-100- y u m iyon ların ın d ışa rı aşırı ak m ası lifin u y a rılm a sın ı
g ü çleştirir.
Milisaniye

ŞEKİL 5 - 18 U yarılabilirliğin B askılanm ası - "S ta b iliz e


Uyarıların, uyarılabilen bir membrandaki aksiyon potansiyeli­ Ediciler” ve Lokal A n es te tikle r
ne etkisi. Uyaranlar aksiyon potansiyeli oluşturmak için
gereken eşik değerin altında olduğu zaman "akut eşikaltı Sin irin u y arılab ilirliğin i artıra n fak tö rlerin tersin e,
potansiyellerin" geliştiği görülüyor. membran stabilize edici faktörler adı verilen m a d d e le r
membıanm eksitabilitesini azaltırlar. Örneğin, ekstıasel-
liiler sıvıda yüksek kalsiyum iyon konsantrasyonu,
m em b ram n sod y u m iyon ların a geçirgenliğin i azaltarak,
Uyarılma Eşiği ve "Akut Yerel Potansiyel". Çok zayıf m em b ran eksitabilitesin i azaltır. Bu n ed en le, kalsiyum
elektriksel uyarılar lifi uy aram az. Fakat uyaranın voltajı iyon ların a "stab ilizatör" denir.
gittikçe arttırılırsa, eksitasyo n u n doğ ab ileceğ i bir n o k ta­
ya gelinir. Şekil 5-18'de, gittikçe artan şid d etle gerim uy­ Lokal Anastetikler. Çok önem li stab ilizatö rler a ra sın ­
gu la n m asın ın etkileri görülm ektedir. A n ok tasın d a, çok da, klinikte lokal an estetik olarak ku llan ılan prokain, tet-
zay ıf bir uy aran m e m b ra n p otan siy elin i -90’d an -85 m i- rakain gibi birçok m a d d e vardır. B unların ço ğu direkt
livolta d e ğiştirse de, aksiyon p otan siy eli gelişm esi için olarak sody um kanallarının ak livasy on kapıların ın açıl­
gerekli o to m atik ıe je n eratif değişiklik için yeterli d e ğil­ m a sın ı çok zo rlaştıra ra k m e m b ra m n e k sita b ilite sin i
dir. B n o k tasın d a uyaran d a h a büyük olduğu halde, yine azaltırlar. Aksiyon potansiyeli şiddeti ile eksitabilite eşiği
ak siyon potan siy eli o lu ştu rm ay a yetm ez. Fakat, h er iki arasındaki oran ("güvenlik fak tö rü ”) 1.0 in altın a inerse,
zay ıf u y aran d a n so n ra m em b ran voltajı, bir m ilisaniye u yarılm a öyle azalır ki, sin ir sinyalleri aııaste ziy e edilm iş
ve d a h a uzun süre, değişik du ru m u n u korur. Aksiyon p o ­ sinirleri geçem ez.
tan siy eli o lu ştu ra m ay an bu akut yerel potansiyellere
akut eşikaltı potansiyeller denir.
Şekil 5-18’de, C n o k tasın d a uyaran d a h a d a güçlüdür.
Ş im d i akut yerel p o tan siy el aksiyon p otan siy eli o lu ştu ra­
M E M B R A N P O T A N S İY E L L E R İN İN VE
cak eşik d eğer seviyesin e erişm iştir ve aksiyon p o ta n si­
yeli k ısa bir “laten t periy od ” so n rası oluşur. D n o k tasın ­ A K S İY O N P O T A N S İY E L L E R İN İN K A Y D I
da, h em stim u lu s h em de akut yerel potan siy el d a h a d a
g ü çlü d ü r ve aksiyon potan siyeli çok d a h a k ısa bir latent Katod Işınları Osiloskop. Bu b ö lü m ü n b a şın d a b elirtil­
p eriy od so n ra sı oluşur. diği gibi aksiyon potan siy eli sü re cin d e m e m b ra n p o ta n ­
Bu şekil gösteriyor ki; uy aran çok zay ıf da o lsa d a im a siyeli çok hızlı değişir. G erçekten kaltn sinir liflerinde a k ­
m e m b ra n d a yerel bir p otan siy el değişikliği y aratm ak ta­ siyon potan siyeli kom pleksi mooo san iy ed e n çok d a h a kı­
dır, fakat aksiyon p otan siy elin in b a şla m a sı için lokal p o ­ sa sürer. Bu bölüm dek i b azı şekillerde, bu p o tan siy el d e ­
tansiyelin eşik düzeye y ü kselm esi gerekir. ğişikliklerinin bir voltm etre ile kaydedild iği gö rü lm e k te ­
dir. A ncak aksiyon potan siyellerin i kay d ed en h erh an gi
bir aletin bu kaydı çok hızlı y ap m ası gerektiği gözön iin -
Bir A ksiyon Potansiyelinden Sonra Yeni Bir de tutulm alıdır. Pratik olarak m e m b ra n p otan siy el d e ğ i­
U yarana Y a n ıtın O luşm adığı S ü re ((R efla kter şikliklerinin h ızın a uygun yanıt verebilen yaygın kulla-
Dönem ” nıln ölçü aleti kato d ışınlı osilosk op d u r.
Şekil 5-19'da, katod ışınlı o silo sk o b ıın u n tem el e le ­
U yarılabilen bir lifte m e m b ra n h en ü z bir aksiyon p o ta n ­ m anları görülm ektedir. K atod ışınları tü bü b a şlıc a bir
siyeli ile dep o larize iken, yeni bir aksiyon potan siyeli elektron tab an cası ve gönd erildiği bir floıesan yüzeyden
o lu şa m az . Bunun n eden i, aksiyon po tan siy eli b aşlad ık ­ ibarettir. Elektronların bu yüzeye çarptığı yerlerde flore-
tan kısa bir sü re so n ra so d y u m kanallarının (veya k alsi­ san m ateryal parıldar. Elektron ışını yüzeyde h areket et­
yum kan alları veya her ikisinin) inaktive o lm ası ve b u k a­ tiği zam an , parıld ay an ışın d a hareket ederek ekran ü z e ­
n allara b u n o k tad a uy gu lan an uyaranın şiddeti ne olu r­ rinde floresaıı bir çizgi çizer.
s a o lsu n in ak tivasyon kapısın ın açılm am asıd ır. Onları K atod ışınları ttibiinde elektron ta b a n c a sı ve floresan
tekrar aç ılm ası için m u tlak a m e m b ra n potan siyelin in, yüzeyden b aşka, elektrikle yüklü iki p lak gru b u bulun ur.
o ıjin a l d in len im m em b ran potan siy eli seviyesin e veya Bun lardan biri elektron ışının ın y an m a , d iğer gru p ise
on a çok yakın bir değere d ö n m e si gerekir. D ah a so n ra alt ve ü stü n e yerleştirilm iştir. Plaklardaki voltaj d e ğ işik ­
san iy en in kü çü k bir b ö lü m ü n d e kanalların in ak tivasyon likleri uygun elektronik kontrol devreleriyle ; elektron
kapıları açılır ve yeni bir ak siyon potansiyeli b aşlayabilir. ışınını sinirlerdeki kaydedici elek tro d lard an gelen e lek t­
İkinci bir aksiyon potan siy elin in çok kuvvetli bir u y a­ rik sinyallerine cevap olarak, aşa ğ ı yukarı saptırır. Bu
ran la bile y aratılam ad ığı bu süreye mutlak ıefrakter peri- elektron ışını ekranı, sab it h ızd a, h o ıiz o n ta l olarak s ü ­
yod denir. Bu p eriy od kalın m iyeliııli sin ir liflerinde yak­ pürür. K atod ışınları tü b ü n d e, sin ir elektrodların d aki
BÖLÜM 5 • Membran Potansiyelleri ve Aksiyon Potansiyelleri 65

Aksiyon Çift Fazlı Aksiyon Potansiyelinin Kaydı. B ütün bir s i­


Yatay plaklar nirden sinyal kaydı istendiği za m an elektrodları lifin içi­
plaklar ne yerleştirm ek uygun olm az. Genellikle k u llan ılan kayıt
Elektron tabancası m eto d u iki elektrodu lifin d ışın a uygulam aktır. Elde e d i­
len kayıt aşağıd ak i n eden lerle iki fazlıdır: A ksiyon p o ta n ­
siyeli lifte yayılırken ilk elektroda erişip n e g a tif y ü k len d i­
ğinde; ikinci elektrod h ala etkilenm em iştir. Bu osilos-
k o pta n egatif y ö n d e bir kayıt a lın m asın a n e d e n olur. D a ­
h a son ra, aksiyon potan siy eli sinirde a şa ğ ı yukarı yayıl­
m a y a d ev am ed erk en , b irin ci e le k tro d u n a ltın d a k i
Uyaran Elektronik m em b ran rep olarize old u ğu za m an , ikinci elektrod n e ­
artefakti süpürme amplifikatör
gatiftir ve o silo sk o p ta p o zitif y önde kayıt alınır. B öylece
devresi
Şekil 5-20’de gö rüldüğü gibi, o silo sk o p ta, p o tan siy el d e ­
ğişikliği ön ce bir yön e so n ra öteki yüne d oğ ru olur.

Elektriksel
stimulator

ŞEKİL 5 - 19 +75-1
Aksiyon potansiyellerini kaydeden katod ışınları osiloskobu.
+50-

voltaj değişiklikleri ek ran d a vertikal, z a m a n h orizo n tal +25-


o la rak kaydedilir. Sinir uyarıldığı za m an , kayıtta, sol o
b a ş ta ak siyon p o tan siy eli o lu şm a d a kü çü k bir “uyaran >
0 -
artefakti" olu şu r; d a h a so n ra, sa ğ d a , aksiyon p o tan siy e ­
li kaydedilir.
-25-

Tek Fazlı Aksiyon Potansiyeli Kaydı. B u b ö lü m d e


çeşitli d iy ag ram la rd a “m o n o faz ik ak siyon p o tan siy e lle ­ -50-
ri gö sterilm iştir. B u n u k a y d e tm e k için şekil 5-2'de g ö ­
rü ld ü ğ ü gibi bir m ik ro p ip e t elektrot, lifin için e y e rle şti­
rilir. A ksiyon p o tan siy eli lifte yayılırken lifin içindeki
p o ta n siy e l değişiklikleri şekil 5-6, 5-10 ve 5-13’deki gibi ŞEKİL 5 - 20
kaydedilir.
Çift fazlı aksiyon potansiyeli kaydı (milivolt olarak).

REFERANSLAR
A m o n o f M J: Electrom yography in C lin ical D e F e licc L J: E lectrical Properties o f C ells: Hodgkin A L , H uxley A F: Quantitative d escrip­
Practice. N ew Y ork: Churchill Livingstone, Patch C lam p for Bio lo gists. New Y o rk: P le­ tion o f m em brane current and its applica­
1998. num Press, 1997. tion to conduction and excitation in nerve. J
A rm strong C M : Voltage-dependent ion chan­ D o lly JO , Parcej DN: M olecular properties o f Physiol (L on d ) 1 1 7 :5 0 0 , 1952.
n els and their gating. Physiol R ev 7 2 : voltage-gated K + channels. Bioenerg H offm an J F , Jam ieso n JD : H andbook o f Phys­
(Su ppl): S 5 , 1992. Biornem br 2 8 :2 3 1 , 1996. iology: C ell Physiology. Bethesda: A m eri­
A rm strong D L , R o ssie S: Ion Channel R egu la­ D rescher U : M olecular B ases o f A xonal can Ph y siolog ical S o c iety , 1997.
tion. Orlando: A cadem ic Press, 1998. Growth and Pathfinding. Berlin: Springer, Ja lifc J : B a s ic C ardiac E lectroph ysiology for
A fn eric S D , Briion i JD : Neuronal N icolin ic 1997. the C lin ician . A rm onk, N Y : Futura Publish­
R eceptors. New Y ork: W iley, 1999. Em erson C , Sw eeney H E: M ethods in M uscle ers, 1998.
A shcro ft F M : Ion Channels & D isease. O r­ B iology . San D iego: A cadem ic Press, 1997. Jeo n K W : A Survey o f C ell B io lo g y . San D i­
lando: A cad em ic Press, 1998. Epstein M , Herzog W : Theoretical M odels o f ego, A cad em ic Press, 19 9 7 .
A shley R H : Ion C hannels. New Y ork: Oxford Skeletal M uscle. New Y o rk : W iley, 1998. K ao C Y , Carsten M E : C ellular A spects o f
U niversity Press, 1996. Fioram onti J , Bueno L: Intestinal migrating Sm ooth M uscle Function. Cam bridge: C am ­
B reitw ieser G E : M echanism s o f K + channel motor com plexes and blood flow: what is bridge U niversity Press, 1997.
regulation. J M em b r B io l 1 5 2:1, 1996. the link? Eur J Gastroenterol Hepatol 8 :7 6 5 , Lagrutta A A , Bond C T . X ia X M , et al: Inward
C atterall W A : C ellular and m olecular biology 1996. rectifier potassium channels: cloning, ex­
o f voltage-gated sodium channels. Physiol G reger R : T h e m embrane transporters regulat­ pression and struciure-function studies. Jpn
R ev 7 2 :(S u p p l); S I 5, 1992. ing epithelial NaCl secretion. Ptlugers Arch Heart J 3 7 :6 5 1 , 1996.
C ole K S : Electrodiffusion m odels for the 4 3 2 :5 7 9 , 1996. M asland RH : U nscram bling co lo r vision. S c i­
m em brane o f squid giant axon. Physiol R ev G ieb isch G , W ang W : Potassium transport: ence 2 7 1 :6 1 6 , 1996.
4 5 :3 4 0 , 19 6 5 . from clearan cc to channels and pumps. M atthew s G G : C ellular Physiology o f Nerve
C onley E C : Inward R ectifier & Intercellular Kidney Int 4 9 :1 6 2 4 , 1996. and M u scle. M aldon, M A : B lackw ell S c i­
Channels. Orlando: A cadem ic Press, 1999. G odaux E: N europhysiological aspects o f v o l­ en ce, 1998.
Craig A M , B an ker G : Neuronal polarity. Annu untary m ovem ents. A cia Neurol B c lg 9 6 : N ichols C G , Lopatin AN: Inward rectifier po­
Rev N eurosci 1 7 :2 6 7 , 1994. 193, 1996. tassium channels. Annu R ev Physiol 59:
D eal K K , England S K , Tam kun M M : M o lecu ­ Hodgkin A L : T h e Conduction o f the Nervous 171, 1997.
lar physiology o f cardiac potassium chan­ Im pulse. Springfield: C harles C Thom as, Pierce G N , C laycom b W C : N ovel Methods in
nels. Physiol R ev 7 6 :4 9 , 1996. 1963. M olecular and C ellular B ioch em istry o f
66 ÜNİTE II • Membran Fizyolojisi; Sinir ve Kas

M u scle. Dordrecht: K luw er A cad em ic Pu b­ Renaud JM , Gram olini A . Light P, C om tois A: Brain. New Y o rk: O xford U niversity Press,
lishers. 1997. M odulation o f m usclc contractility during 1997.
Pongs 0 : M olecular biology o f voltage-depen­ fatigue and recover)' by A T P sensitive po­ Stein P S G : N eurons, N etw orks, and M otor B e ­
dent potassium channels. Physiol R ev 7 2 : tassium channel. A cta Physiol Scand 156: havior. C am bridge, M A : M IT Press, 1997.
(S u p p l):S 6 9 , 1992. 2 0 3 , 1996. W intz K W A : M olecu lar M cchanisins o f S ig ­
Pu sch M , Jcn tsch T J: M olecular physiology o f R evest P, L o n g stà ff A: M olecular N eurosci­ nalling and M em brane Transport. Berlin:
voltage-gated chloride channels. Physiol en ce. New Y ork: Springer, 1998. Springer, 1997.
R e v 7 4 :8 1 3 , 1994. R o ja s C V : Ion channels and human genetic
Preston D C , Shapiro B E : Electrom yography diseases. News Physiol S c i 11:36, 1996.
and N eurom uscular Disorders. Boston: But- Shepherd G : T h e Synaptic Organization o f the
tcrw orth-H einem ann, 1998.
Vücudun yaklaşık % 40’ı iskelet kası, % 10’u düz kas gösterilmiştir. Diyagramdaki kalın filam entler m i­
ve kalp kasıdır. Bütün bu farklı kas tiplerinde aynı yozin, ince filamentler aktin’du.
kasılma prensipleri geçerlidir, ancak bu bölümde Şekil 6-1E de gösterildiği gibi miyozin ve akün fi-
başlıca iskelet kasının fonksiyonu ele alınacaktır; lamentleı inin kısmen içiçe girmesi nedeniyle miyo­
düz kasın özelleşmiş fonksiyonları 8 . bölümde, fibriller Şekil 6-2 de görüldüğü gibi birbirini izleyen
kalp kasınınki 9. bölümde tartışılacaktır. koyu ve açık bantlar oluştururlar. Açık bantlar sade­
ce aktin filamentlerini içerir ve I bandı adını alır,
Çünkü polaıize ışığa izotropiktirler. Koyu bantlar
m miyozin filamentleri ile, aralarına giren aktin fila-
İSKELET KASININ FİZYOLOJİK mentlerinin uçlarını içerir. Koyu bantlara A bandı
ANATOMİSİ denir, çünkü polaıize ışığa aııizotıopiktirleı ; Ayrıca
miyozin fılamentlerinin yan taraflarından çıkan kü­
İskelet Kas Lifi çük uzantılar Şekil 6-1 E va 6 - İL görülmektedir,
bunlar çapraz köprülerdir. Çapraz köprüler filament
Şekil 6-1 iskelet kasının organizasyonunu göster­ boyunca tam orta bölümler dışında yüzeyden çı-
mektedir. Bütün iskelet kasları, çapı 10-80 mikro­ kıntlar yaparlar. Çapraz köprülerle aktin filam entle­
metre arasında değişen çok sayıda liften oluşmuş­ ri arasındaki etkileşme kasılmaya neden olur.
tur. Yine Şekil 6-1 ’de gösterildiği ve aşağıdaki pa­ Şekil 6 -lE'de ayrıca aktin fılamentlerinin ucunun
ragrafta tanımlandığı gibi, bu liflerin herbiıi daha Z disklerine tutunduğu görülmektedir. Aktin fila­
küçük altbiıim lerden meydana gelir. mentleri bu diskten her iki yöne doğru uzanarak
Çoğu kasta lifler bütün kas boyunca uzanırlar; miyozin filamentlerinin arasına girer. Aktin ve m i­
%2 'si dışında, her bir lif orta bölgesinde sonlanan yozin filamentlerinden farklı filam entöz protein­
tek bir sinir ucu tarafından iııeı ve edilir. lerden oluşan Z diski, miyofibriller arasında çapraz
uzanır ve kas lifi boyunca ilerleyerek bir miyofıbril
S arko lem m a. Saıkolem m a kas lifinin hücre diğerine bağlar. Dolayısıyla tek miyofıbrilde olduğu
membranıdır. Sarkolemma, plazm a m em branı de­ gibi, bütün kas lifi boyunca da açık ve koyu bantlar
nilen gerçek hücre mem branı ile birçok ince kolla- görülür. Bu bantlar iskelet ve kalp kasına çizgili gö­
jen fibıil içeren bir polisakkarid tabakasından mey­ rünüm verirler.
dana gelen dış kılıftan ibarettir. Kas lifinin ucunda, İki Z çizgisi arasında kalan miyofıbril (veya tüm
sarkolem m anın bu yüzey tabakası bir tendon lifiy­ kas lifi) bölümüne sarkom er denir. Kas lifi istiıahat-
le kaynaşır. Daha sonra tendon lifleri kas tendonu- te normal, tam gergin durumda iken sarkomer b o­
nu oluşturmak üzere demetler halinde birleşir ve yu yaklaşık 2 mikrometredir. Bu boyda aktin fila­
kemiğe yapışırlar. mentleri miyozin filamentlerinin üzerini örter ve
karşılıklı olarak birbiri üzerine gelirler. Daha sonra
M iyo fib riller; aktin ve miyozin filam en tleıi. göreceğimiz gibi, sarkomer en büyük kasılma gü­
Her kas lifi birkaç yüz ile birkaç bin arasında nıiyo- cünü bu boyda oluşturabilir.
fib r il içerir. Bunlar Şekil 6 - lC ’deki enine kesitte kü­
çük açık noktalar halinde gösterilmiştir. Her miyo- Miyozin ve aktin moleküllerini bir arada tutan n e ­
fibıilde (Şekil 6 - İD ve E) yan yana uzanan yaklaşık dir? Flamentöz titin molekülleri. Miyozin ve aktin
1500 miyozin fila m en tiv e 3000 aklin filamentiv&r- filamentleri arasındaki yan yana ilişkiyi sürdürmek
dır. Bunlar kas kasılmasından sorumlu olan büyük zordur. Bunu, titin adı verilen çok sayıda filamentöz
polimerize proteinlerdir. Bunlar şekil 6 -2 ’deki bo­ molekül sağlar. Her bir titin molekülünün molekül
yuna elektron mikroskopik görüntüde ve şekil 6 - ağırlığı 3,000,000 dur, bu nedenle vücuttaki en bü ­
l ’de şematik olarak £ 'deıı L ’ye kadar olan bölgede yük protein moleküllerinden biridir. Ayrıca fila-

67
68 ÜNİTE II • Membran Fizyolojisi, Sinir ve Kas

İSKELET KASI

/ Bandı Diski Bandı Bandı d

V/ _____ ____
G-Aktin molekülleri
°°°°o J

Miyofilamentler

F-Aktin filamenti
^^ S°o% % m S^ o°o7o K
ŞEKİL 6 - 1
Bütünden moleküler düzeye
Miyozinfilamenti kadar iskelet kasının organi­
zasyonu. E G, H ve I belirtilen
Miyozin molekülü düzeylerde enine kesitlerdir.
5 = *5 != = ~ = = = = 5 9 -M (Sylvia Colard Keene tarfından
F ; o|o.o çizilmiştir. Fawcett: Boom ve
o*o*o o Fawcett: A Textbook of Histo­
o'o'otofo as?) N logy. Philadelphia, W.B. Saun­
o’oto*o
0 *0 *0 Hafif Ağır ders Company, 1986’dan modi-
meromiyozin meromiyozin fiye edilmiştir.)

mentöz olduğu için çok esnektir. Bu esnek titin m o­ önemli bir rolü vardır ve 7. Bölümde tartışılan özel
lekülleri, sarkomerde aktin ve miyozinden oluşmuş bir organizasyona sahiptir. Hızlı kasılan kas tiple­
kasılma makinesi için çerçeve sağlar. rinde sarkoplazmik retikulumun özellikle yoğun
Ayrıca titin moleküllerinin sarkomerin kasılabilir olması bu yapının, daha sonra değinildiği gibi, hız­
bölümlerinin, özellikle de miyozinin oluşumunda lı kas kasılmasında önemli olduğunu gösterir.
kalıp rolü oynadığına inanm ak için nedenler de
bulunmaktadır.

Sarkoplazm a. Miyofibriller kas lifinde sarkoplaz­ KAS KASILMASININ GENEL


m a denilen intraseliiler maddelerden oluşan bir MEKANİZMASI
matriks içinde asılıdır. Sarkoplazma sıvısı potas­
yum, magnezyum, fosfat ve protein yapıda enzim­ Kas kasılmasının başlangıç ve oluşum basamakları
ler içerir. Miyofıbrillere paralel olarak çok sayıda aşağıdaki sıra ile meydana gelir.
m itokondri bulunması, kasılabilir miyofıbrillerin
mitokondri tarafından üretilen adenozin trifosfata 1. A ksiyon potan siy eli m o to r sin ir bo y u n c a k as lifin d e ­
(ATP) gereksiniminin ne kadar büyük olduğunun ki so n la n m a sın a k a d a r yayılır.
göstergesidir. 2. Her sinir u c u n d a n n ö ro tran sm iter olarak a z m ik tar­
d a asetilkolin salgılanır.
3. Kas lifi m e m b ra m n d a lokal bir a la n d a etki gö steren
Sarkoplazm ik Retikulum . Sarkoplazma içinde asetilk olin , m e m b ra n d a k i asetilk olin k apılı k an alları
bulunan zengin endoplazmik retikuluma (Şekil 6 - açar.
3) kas lifinde sarkoplazm ik retikıdum denir. Reti- 4. A setilkolin kan allarının açılm ası, kas lifi m em b ra-
kulumun kas kasılmasının kontrolünde oldukça n ın d an çok m ik tard a so d y u m iyon un un içeri girm esin i
BÖLÜM 6 • iskelet Kasında Kasılma 69

ŞEKİL 6 - 2
Akün ve miyozin filamentlerinin detaylı organizasyonunu gösteren kas miyofibrilleriniıı elektron mikrografı. (Fawcett The
Cell. Philadelphia, W.B. Saunders Company, 1981'den.)

sağlar. B u olay kas lifinde aksiyon p o tan siy elin i başlatır. 7. K alsiyum iyonları, k a sılm a olayının e sası olan fila-
5. A ksiyon potan siy eli sinir m e m b ra n ın d a oldu ğu gibi m entlerin kaym asın ı sağ lay an , aktin ile m iy ozin fila-
k a s lifi m e m b ra n ı b oy u n ca d a yayılır. m entleri arasın d aki çekici güçleri başlatır.
6. A k siyon p o ta n siy e li k as lifi m e m b ra n m ı d e p o la r i­ 8. Sonra, san iyen in bölüm leri için de k alsiy u m iyonları
ze e d e r ve k a s lifi için e d o ğ ru yay ılarak , sa rk o p la z m ik sark op lazm ik retikulum a geri p o m p alan ır. Yeni bir kas
re tik u lu m d a d e p o la n m ış olan k a lsiy u m iy o n ların ın aksiyon potansiyeli gelinceye k ad ar b u ra d a dep olan ır:
b ü y ü k m ik ta rla rd a m iy o fib rile se r b e s tle m e s in e n e d e n kalsiyum iyonlarının uzaklaşU rıltnası k asılm an ın so n a
olur. erm esin e n eden olur.

. "'¿m

I . Sı a
¿f 'm *

ŞEKİL 6 - 3
Miyofibrilleri çevreleyen sarkoplazmik i < -.'v -/ •> '
retikulum ve miyofibrillere paralel 1
uzanan longitudinal sistem görülmek­ -,r } ı -i / ' y ■-
tedir. Enine kesitte lif membramnm dı­
şına uzanan ve ekstraseliiler sıvı içeren
T tübülleri de görülmekledir. (Fawcett
DW: The Cell. Philadelphia, W.B. Saun­
ders Company, 1981'den.)
70 ÜNİTE II • Membran Fizyolojisi, Sinir ve Kas

Şimdi kontraktii işlemin makinasını tanımlaya­


lım.

KAS KASILMASININ MOLEKULER


M EKANİZM ASI

Kasılmanın Kayma Mekanizması. Şekil 6-4 kas ka­


sılmasının temel mekanizmasını göstermektedir.
Üstte sarkomerin gevşek durumu, altta kasılmış du­
rumu görülmektedir. Gevşek durumda, iki ardışık Z
diskinden çıkan aktin fîlamentlerinin uçları, ancak Kasılı
birini üstüne binmeye başlarken, aynı zamanda mi-
yozin fılamentlerine komşu olarak uzanmaktadırlar. ŞEKİL 6 - 4
Kasılı durumda ise aktin fılamentleri miyozin fila- Miyozin filamentinin gevşek ve kasılı durumları, aktin
mentleri arasında ortaya doğru çekilmiş, dolayısıyla fılamentinin (siyah) miyozin fılamentleri (kırmızı) arasındaki
boşluklara kayması görülmektedir.
büyük oranda iistüste binmiştir. Z diskleri de, aktin
fılamentleri tarafından miyozin fîlamentlerinin uç­
larına kadar çekilmiştir. Şiddetli kasılma sırasında,
aktin fılamentleri miyozin fılamentlerini uçlarım olmak üzere, dört hafif zincir de miyozin başının kı­
bükecek kadar kuvvetle çekebilir. Böylece kas kasıl­ sımlarıdır. Bu hafif zincirler kas kasılması sırasında ba­
ması kayan filam en t m ekanizm asıyla oluşur. şın fonksiyonunu kontrol etmeye yardım eder.
Aktin filam entlerini miyozin filam entleıi ara­ Miyozin filam en ti yaklaşık 200 miyozin m olekü­
sında içe doğru kaydıran acaba nedir? Bunu, m i­ lünden oluşmuştur. Bu filamentlerden birinin orta
yozin filam entlerinin çapraz köprüleri ile aktin kısmı Şekil 6 -B ’de gösterilmiştir. Miyozin m olekü­
filam enlerinin etkileşim i sonucunda oluşturulan lünün kuyrukları demet halinde toplanarak fila-
m ekanik güçler yaratır. İstirahat koşullarında bu mentin gövdesini oluşturmaktadır; birçok baş ise
güçler inhibe edilm iştir, ancak bir aksiyon p o ­ gövdeden dışarı doğru sarkmıştır. Ayrıca, her m iyo­
tansiyelinin kas lifi m em branınd a yayılması sar- zin molekülünün sarmal kısmı başla beraber yana
koplazm ik retikulum dan kalsiyumun hızla ser­ doğru uzanır ve şekilde görüldüğü gibi, başı vücut­
b estlem esin e neden olur. Bu kalsiyum iyonları tan uzatan bir kol oluşturur. Dışarı doğru uzanan
m iyozinle aktin filam entleıi arasındaki güçleri kollar ve başlara birlikte çapraz-köprii denir. Her
aktive eder ve kasılm a başlar. Fakat, kasılma işle­ çapraz köprünün m enteşe denen, biri başın m iyo­
m inin gerçekleşebilm esi için enerji de gerekir. Bu zin fılamentinden ayrıldığı, diğeri iki başın kolla
en erji ATP’nin yüksek enerjili fosfat bağlarından birleştiği yer olmak üzere iki noktada bükülebilir
elde edilir, bu sırada ATP, ADP’a dönüşür, gerekli olduğu düşünülmektedir. Bu m enteşeli kollar b aş­
enerjiyi serbestletir. ların, hem miyozin filam entinin gövdesinden dışa-
İleıiki birkaç bölümde, kasılmanın bu moleküler
işlem lerinin detayları hakkında bilinenler açıklan­
mıştır.

Kasılabilir Filamentlerin Moleküler


Özellikleri
M iyozin Filam enti. Miyozin filamenti herbirinin
ağırlığı 480,000 kadar olan birçok miyozin molekü­
lünden oluşmuştur. Şekil 6-5/1 tek bir molekülü, B
ise miyozin filamentini oluşturan moleküllerin or­
ganizasyonunu ve iki aktin fılamentinin uçlarıyla
etkileşimini göstermektedir. '
Miyozin molekülü, herbirinin molekül ağırlığı
2 0 0 . 0 0 0 kadar olan iki ağır zincir ile molekül ağırlıkları
2 0 . 0 0 0 olan dört h a fif zincir olm ak üzere altı polipep- ' T T ^ \ r
tid zincirinden olmuştur. İki ağır zincir bir çift sarmal Çapraz köprüler Menteşeler Gövde
oluşturmak üzere birbiri eüafına spiral olarak sarılır.
Miyozin filamenti
Miyozin molekülünün bu sarmalına kuyruk adı verilir.
Bu zincirlerden herbirinin bir ucu kıvrılarak miyozin ŞEKİL 6 • 5
başı denen globuler polipeptid yapıyı meydana getirir.
A, Miyozin molekülü. B, Miyozin filamentini oluşturan çok sayı­
Dolayısıyla, çift sarmal miyozin molekülünün bir da miyozin molekülü kombinasyonu. Ayrıca, çapraz köprüler ve
ucunda yan yana uzanan iki serbest baş vardır; sarma­ çapraz köprü başları ile komyu aktin filamentlerinin arasındaki
lın devam eden kısmına kuyruk denir. İkisi bir başa ait etkileşme de görülmektedir.
BÖLÜM 6 • İskelet Kasında Kasılma 71

11 doğru uzaklaşmasını, hem de gövdeye doğru


Aktif bölgeler Troponin kompleksi
yaklaştırılın asını sağlar. Bir sonraki bölümde tartı­
şıldığı gibi, m enteşeli başların gerçek kasılma ola­
yına katıldıklarına inanılır.
Her miyozin filamentinin toplam uzunluğu aynı
olup, hem en hemen tam olarak 1 . 6 mikrometredir.
Miyozin filamentinin tam ortasında, yaklaşık 0.2
mikrometrik bir mesafede çapraz köprü başları
yoktur, çünkü menteşeli kollar miyozin filam enti­ ŞEKİL 6 - 6
nin ortasından iki ucuna doğru uzanır. İki helikal F-aktin ipliğinden oluşan aktin filamenti ve aktin ip­
Ayrıca, miyozin filamenti kendi etrafında döner likleri arasındaki oluklara zayıfça yerleşmiş tropomiyozin m ole­
külleri. Her tropomiyozin molekülünün bir ucuna kasılmayı
ve her çapraz köprü seti ve önceki setten 1 2 0 dere­ başlatan troponin kompleksi tutunmuştur.
ce aksiyal olarak yer değiştirir. Bu durum çapraz
köprülerin filamentiıı etrafında her yönde uzan­
masını sağlar.

Miyozin Başının ATPaz Aktivitesi. Miyozin başı­ Troponin ve Kas kasılmasındaki Rolü. Tropomiyo­
nın kas kasılması için temel olan diğer bir özelliği zin molekülünün bir ucuna tutunmuş troponin de­
ATPaz enzim i olarak fonksiyon görmesidir. İleride nen bir başka protein daha vardır. Troponin gerçek­
göreceğimiz gibi, bu özellik başın ATP’ı yıkmasını te, lıerbiri kas kasılmasının kontrolünde özgül bir
ve ATP’ın yüksek enerjili fosfat bağlarından elde rol oynayan, zayıf bağlı üç protein altbiıim inden
edilen enerjiyi kasılma işlemini enerjilendirmek oluşmuş bir komplekstir. Altbiıimlerden biri (tro­
için kullanmasını sağlar. ponin I) aktin için, diğeri (troponin T) tropomiyozin
için, üçüncü (troponin C) ise kalsiyum iyonları için
A ktin Filam enti. Aktin filamenti de üç protein b i­ kuvvetli affiniteye sahiptir. Bu kompleksin tropomi-
leşeninden oluşmuş bir komplekstir: aktin, tropo- yoziııi aktine bağladığı düşünülür.Tröponiııin kalsi­
nıiyozinve troponin. yum iyonlarına kuvvetli affinitesi, sonraki bölümde
Aktin filamentinin belkemiği, Şekil 6 - 6 ’da iki açık açıklandığı gibi kasılma işlemini başlatır.
renkli ip şeklinde gösterilen çift-sarm al F-aktin
protein molekülüdür. İki iplik miyozin molekülün- Kasılmayı Sağlayan M iyozin, A ktin Fila­
dekine benzer şekilde sarmal yapar. m entleri ve Kalsiyum İyonları Etkileşim i
Çift F-aktin sarmalındaki ipliklerin her biri, m o­
lekül ağırlığı 42,000 kadar olan polim eıize G-aktin Aktin Filamentlerinin Troponin-Tropomiyozin
m oleküllerinden oluşmuştur. Sarmalın her ipliği­ Kompleksi ile İnhibisyonu; Kalsiyum İyonlarıy­
nin bir döngüsünde bu moleküllerden yaklaşık 13 la Aktivasyon. Tıoponin-tropom iyozin komplek­
tane vardır. Her G-aktin molekülüne bir ADP m o­ si olmadığı zaman saf aktin filameti, miyofibrilde
lekülü tutunmuştur. Bu ADP moleküllerinin, kas bol miktarda bulunun magnezyum iyonları ve ATP
kasılması sırasında aktin filam entlerinin miyozin varlığında, miyozin moleküllerinin başlarına h e­
filam entleıinin çapraz köprüleriyle etkileştiği aktif men kuvvetle bağlanır. Tıoponin-tropom iyozin
bölgeler olduğu düşünülmektedir. Çift sarmalın iki kompleksi aktin filamentine eklenirse, bu bağlan­
F-aktin ipliği üzerindeki aktif bölgeler, aktin fila­ ma oluşmaz. Dolayısıyla gevşek kasta norm al aktin
menti boyunca yaklaşık her 2.7 nanom etıede bir filamentlerindeki aktif bölgelerin tıopoııin-tropo-
aktif bölge bulanacak şekilde zikzak biçim inde miyozin kompleksi tarafından inhibe edildiği veya
yerleşmiştir. kapatıldığı düşünülür. Ayrıca, bölgeler kasılma için
Aktin filam enti yaklaşık 1 m ikrom etre uzunlu­ miyozin filam entlerinin başlarına tutunamaz. Ka­
ğundadır. Aktin filam entlerinin tabanları Z disk­ sılma olm adan ön ce tropoııin-tropom iyozin
lerinin içine kuvvetle yerleşirken, diğer uçlar her kompleksinin inhibitör etkisi engellenmelidir.
iki yönde komşu sarkom erlerdeki miyozin m o le­ Bu, kalsiyum iyonlarının rolünü gündeme getirir.
külleri arasındaki boşluklara doğru uzanırlar, Ş e­ Büyük miktarda kalsiyum iyonlarının varlığında,
kil 6-4. troponin-tropomiyozin’in aktif filamentlerine inhi­
bitör etkisi baskılanır. Bunun mekanizması bilinm e­
Trompomiyozin Molekülleri. Aktin filam entleri mekle birlikte şöyle düşünülür: Kalsiyum iyonları,
tropom iyozin denen farklı bir proteini de içerir. her biri 4 kalsiyum iyonuna kuvvetle bağlanabilen
Her tropomiyozin m olekülünün molekül ağırlığı troponin C molekülleri ile birleştiğinde, troponin
70,000 ve uzunluğu 40 nanometredir. Bu m olekül­ kompleksi biçim değişikliğine uğrar ve tropomiyo­
ler F-aktin iplikleri ile zayıf bir şekilde birleşm iş ve zin molekülüne uygulandığı kuvvetle onu iki aktin
F-aktin sarm alının kenarları etrafına spiral olarak ipliği arasındaki oluğa çeker. Aktinin aktif bölgeleri
sarılmıştır. D inlenm e durumunda tropomiyozin açığa çıkar ve kasılma gerçekleşebilir. Bu hipotetik
m oleküllerinin aktin ipliklerinin aktif bölgelerini bir mekanizma olsa da, tropom iyozin-troponiıı
kapattığı, dolayısıyla aktin ile miyozin arasında kompleksi ile aktin arasındaki norm al ilişkinin kalsi­
kasılmaya neden olacak çekimi engellediği düşü­ yum iyonları ile değiştiği ve bu durumun kasılmaya
nülür. neden olduğu vurgulanmaktadır.
72 ÜNİTE II • Membran Fizyolojisi, Sinir ve Kas

" A k tif" A ktin Fı'lamenti İle M iyozin Çapraz 1. Kasılma başlamadan önce, çapraz köprü başları
K ö p rü leri A rasındaki Etkileşm e-Kasılm anın ATP ile bağlanır. Miyozin başının ATPaz aktivitesi ile
"Boyunca Yürüm e" Teorisi. Aktin fılamenti kal­ ATP hemen yıkılır, fakat yıkım ürünleri olan ADP ve Pi
başa bağlı kalır. Bu durumda başın biçimi dikey olarak
siyum iyonları ile aktive olur olmaz, miyozin fila-
aktin fılamentine doğru uzanmakla birlikte henüz ak-
m entinin çapraz köprü başları aktin filamentinin
tine bağlanmamıştır.
aktif bölgelerine çekilir ve bu bir yolla kasılmaya 2. Troponin-tropomiyozin kompleksine kalsiyum
neden olur. Hala kısmen teorik olsa da, çapraz köp­ iyonu bağlanınca, aktin filamenti üzerindeki aktif böl­
rülerle aktin arasındaki etkileşimin kasılmaya n e­ geler açılır ve miyozin başları Şekil 6-7’de görüldüğü
den olduğu bu işlemi destekleyen birçok kanıt var­ gibi buralara bağlanır.
dır ve buna kasılmanın “boyunca yürüme” (veya 3. Çapraz köprü başının aktin filamentinin aktif böl­
dişli çark ) teorisi denir. gesine bağlanması, başın biçimse] değişikliğe uğraya­
Şekil 6-7 kasılma için varsayılan “boyunca yü­ rak çapraz köprünün koluna doğru eğilmesine neden
rüm e” m ekanizm asını gösterm ektedir. Bu şekil olur. Bu, aktin fılamentini çekmek için giiç vurumu
sağlar. Güç vurumu aktive eden enerji "kurulmuş yay’’
iki çapraz köprü başının aktin filam entinin aktif
gibi daha önce ATP molekülünün yıkılması sırasında
bölgeleri ile birleşm esi ve ayrılm asını gösterm ek­ depolanmıştır.
tedir. Başın bir aktif bölgeye tutunm asının, baş ile 4. Çapraz köprünün başı eğildiği zaman, bağlı hal­
çapraz köprü kolu arasındaki intram oleküler güç­ de bulunan ADP ve Pi salınır ve buraya yeni bir ATP
lerde belirgin değişikliğe neden olduğu kabul molekülü bağlanır. ATP molekülünün bağlanması ba­
edilmektedir. Kuvvetlerdeki bu yeni düzenlenm e, şın aktinden ayrılmasına neden olur.
başın kola doğru eğilm esine ve aktin filam entleri- 5. Baş aktinden ayrıldıktan sonra yeni bir ATP mole­
n i beraberinde çekm esine neden olur. Başın eğil­ külü yıkılır. Açığa çıkan enerji başı dikey pozisyonun­
m esine güç vurumu ya da kürek hareketi denir. da yeni bir güç vurumu döngüsüne başlamak üzere
hazır hale getirir.
Eğilm eden hem en sonra, baş otom atik olarak ak­
6 . Daha sonra, yıkılmış ATP’den sağladığı depo
tif bölgeden uzaklaşır ve norm al düşey doğrultu­ enerjisi ile hazırlanmış baş, yeni bir aktif aktin fila­
suna döner. Bu pozisyonda, daha ilerideki aktin menti bölgesi ile bağlandığı zaman yeniden güç
filam entinde yeni bir aktif bölgeyle birleşir; yeni vurumu yapar.
bir kürek hareketi yapm ak için yeniden eğilir ve
aktin filam enti başka bir adım a geçer. Dolayısıy­ Dolayısıyla, işlem aktin filamenti Z membranını mi­
la, çapraz köprü başlarının ileri geri eğilerek aktin yozin filamentinin uçlarına çekinceye kadar veya kas­
filam enti boyunca adım adım yürüm esi, aktin fi- taki yük daha fazla çekimin mümkün olmayacağı du­
lam entlerinin uçlarını miyozin filam entinin orta­ ruma gelene kadar tekrar tekrar gerçekleşir.
sına doğru çeker.
Çapraz köprülerin her birinin bağımsız olarak
davrandığına, tutunma ve çekm esinin devamlı fa­ Aktin ve Miyozin Filamentinin Üstüste
kat rastlantısal olduğuna inanılır. Dolayısıyla, her­ Binme Derecesi - Kasılan Kasta Gelişen
hangi bir zamanda aktin filamenti ile değide olan Gerim Üzerine Etkisi
çapraz köprü sayısı ne kadar fazla ise, teorik olarak
kasılma gücü de o kadar fazla olur. Şekil 6 - 8 sarkom er boyu ve m iyozin-aktin fila­
m entinin üstüste binm e derecesinin, kasılan kas
Kasılma İçin Enerji Kaynağı O larak ATP-M iyo- lifi tarafından oluşturulan aktif gerim e etkisini
zin Başının H areketinde Kimyasal Olaylar. Kas gösterm ektedir. Sağda m iyozin ve aktin filam ent-
kasıldığında bir iş yapılır ve enerji gerekir. Kasılma leıin in farklı sarkom er boylarındaki üstüste b in ­
işlem i sırasında büyük miktarda ATP ADP’a yıkılır. me dereceleri görülm ektedir. D iyagram daki D
Kas tarafından yapılan iş ne kadar büyükse, yıkılan noktasında aktin filam en ti ü stü ste binm ed en
ATP miktarı da o kadar fazladır, buna Fenn etkisi miyozin filam entinin uçlarına kadar çekilm iştir.
denir. Bu olaylar dizisinin şu şekilde oluştuğu dü­ Bu noktada aktif kas tarafından oluşturulan ge­
şünülmektedir: rim sıfırdır. Daha sonra sarkom er kısaldıkça ve
aktin filam enti miyozin filam entiyle üstüste b in ­
dikçe, sarkom er boyu yaklaşık 2 . 2 m ikrom etreye
düşene kadar gerim giderek artar. Bu noktada,
aktin filam enti miyozin filam entinin bütün ça p ­
raz köprüleriyle üstüste binm iştir fakat henüz
miyozin filam entinin ortasına ulaşm am ıştır. D a­
ha ileriki kısalm alarda, sarkom er boyu 2 . 0 m ikro­
m etre olana kadar (B noktası), tam gerim devam
eder. Bu noktada iki aktin filam en tin in uçları b ir­
birinin ve miyozin filam en tlerin in üstüne b in ­
meye başlar. Sarkom er boyu 2.0 m ikrom etreden
1.65 m ikrom etreye doğru düştükçe, A n o ktasın ­
da, kasılma gücü düşer. Bu noktada sarkom eriıı
Kas kasılmasında "Boyunca yürüme" mekanizması. iki Z diski miyozin filam entlerinin uçlarına daya-
BÖLÜM 6 • İskelet Kasında Kasılma 73

Normal kasılma aralığı


100-1

Kasılma
sırasındaki gerim
Kasılma arasındaki
aerım art

Kasılmadan
önceki gerim
------ 1------------- 1------------- r D
1 2 3 ♦
Sarkomer boyu (mikrometre) normal 2x
normal normal
ŞEKİL 6 - 8 Uzunluk

Boyu 2.0 - 2.2 mikrometre iken maksimum kasılma gücü göste­ ŞEKİL 6 - 9
ren bir sarkomer için boy-gerim diyagramı. Sag üstte,
A noktasından D noktasına kadar değişik sarkomer Kas boyunun kasılma gücü ile ilişkisi.
uzunluklarında aktin ve miyozin filamentlerinin göreli
pozisyonları görülmektedir. (Gordon Huxley ve Julian: The
length-tension diagram of single vertebrate striated muscle fib­
res. J. Physiol., 171: 28P, 1964’den modifiye edilmiştir.)

düşer. Bu durum, şekilde ok boyunda kısalm a ile


gösterilm iştir.

Kasılm a H ızının Y ü k le İlişkisi


nır. D aha sonra, sarkom er boyunu kısaltan kasıl­
Kas yüke kaışı olmadığı zaman oldukça hızlı kasılır,
ma devam ettikçe, miyozin filam entlerinin u çla­
normal bir kas yaklaşık 0 . 1 saniyede tam kasılma duru­
rı bükülür ve şekilde görüldüğü gibi kasılma gü­ muna geçer. Yük uygulandığında, Şekil 6-10’da görül­
cü belirgin olarak azalır. düğü gibi, yük arttıkça kasılma hızı azalır. Yük kasın
Bu diyagram aktin filamentleri ile miyozin fila­ oluşturabileceği maksimum kuvvete çıktığı zaman ka­
mentlerinin çapraz köprüleri arasındaki üstüste sılma hızı sıfır olur ve kas lifi uyarılsa da hiç kasılma
binm e maksimum olduğunda, kasılmanın da m ak­ meydana gelmez.
simum olduğunu göstermektedir. Bu da aktin fila- Yükle hızın azalmasının nedeni, kasılan kastaki yü­
m entlerini çeken çapraz köprü sayısı ne kadar çok kün kas kasılması sırasında gelişen kasıcı güce zıt yön­
de etki yapılmasıdır. Dolayısıyla kısalma hızını oluştu­
ise, kasılma gücünün de o kadar büyük olduğu dü­
racak net kuvvet azalır.
şüncesini destekler.

Sağlam Kasta Kas Boyunun Kasılma Gücüne


Etkisi. Şekil 6-9 ’daki üst eğri Şekil 6 - 8 ’dekine ben ­
zemektedir, fakat tek kas lifi yerine sağlam, bütün
bir kası göstermektedir. Bütün halindeki kasın için­ 30-
de çok miktarda bağ dokusu vardır; ayrıca kasın
değişik kısımlarındaki sarkomerlerin birlikte kasıl­
maları gerekmez. Dolayısıyla, eğri, tek kas lifi için
gösterilenden farklı boyutlara sahip olmakla birlik­
te biçimi aynıdır.
Şekil 6 -9 ’da kas istirahat boyunda iken yani
sarkom er boyu yaklaşık 2 m ikrom etre iken, m ak­
sim um kasılm a gücü ile kasılır. Eğer kasılm adan
ön ce kas norm al boyunun üstüne uzatılırsa, ka­
sılm a olm adan önce bile kasta büyük miktarda
1 2 3
istirah at gerim i oluşur, bu gerim bağ dokusu,
Yük-karşılayan kasılma (kg)
saıkolem m a, kan dam arları, sinirler ve diğerleri­
nin elastik güçlerinden kaynaklanır. Kas norm al
boyunun üstünde geıildiği zam an - sarkom er ŞEKİL 6 - 10
boyu 2 . 2 m ikrom etreden büyük olduğunda - a k ­ 8 cm boyundaki bir iskelet kasında yükün kasılma hızı ile
tif gerim denen kasılm a sırasındaki gerim artışı ilişkisi.
74 ÜNİTE II • Membran Fizyolojisi, Sinir ve Kas

piriıvik asit ve laktik aside hızlı yıkımı sonucunda


KAS KASILMASININ ENERJİ açığa çıkan enerji ile ATP yeniden seııtezlenir. ATP
daha sonra direkt olarak kas kasılm asını enerjilen-
KAYNAĞI
dirmek veya fosfokıeatin depolarını yeniden oluş­
turmak için kullanılır. Bu "glikoliz” m ekanizm ası
iki açıdan önemlidir. Birincisi, glikolitik reaksi­
Kas Kasılması Sırasında Yapılan İş
yonlar oksijen olm asa da m eydana gelir, dolayı­
sıyla oksijen sağlanamadığı zam an da kas kasıl­
Kas bir yüke karşı kasıldığında iş yapar. Bu, enerji-
ması kısa süre devam ettirilebilir. İkincisi, glikoli­
niıı kastan, dış yüke transfer edildiği anlamına ge­
tik işlemle, hücresel besinlerin oksijenle reaksiyo­
lir, örneğin bir cismi daha yükseğe kaldırmak veya
na girm esinden yaklaşık ikibuçuk kat daha hızlı
harekete karşı direnci yenmek gibi.
ATP oluşur. Ancak, kas hücresinde çok fazla gliko­
İş matematiksel olarak şu denklemle tanımlanır:
liz ürünü birikmesi nedeniyle, glikoliz tek başına
maksimum kas kasılm asını ancak 1 dakika kadar
W = LX D
sürdürebilir.
Ü çüncü ve son en erji kaynağı o k s id a tif m eta ­
Denklemde W yapılan iş, L yük ve D yüke karşı
bolizm adır. Bu, oksijen in çeşitli hücresel besin
hareket mesafesidir. İşi gerçekleştirmek için gerek­
maddeleri ile birleşerek ATP oluşturm ası d em ek­
li enerji, bir sonraki bölümde tanımlandığı gibi, ka­
tir. Kas tarafından uzun süreli kasılm ada kullanı­
sılm a sırasında kas hücrelerinde meydana gelen
lan enerjinin yüzde 9 5 ’inden fazlası bu kaynak­
kimyasal reaksiyonlardan elde edilir. tan elde edilir. Kullanılan besin m addeleri kaı-
bohidıatlar, yağlar ve proteindir. Birçok saat sü ­
ren uzun süreli m aksim al kas aktivitesiııde en e r­
Kas Kasılması İçin Enerji Kaynakları jinin büyük kısmı yağlardan elde edilir. Ancak, 2-
4 saat süren p eıiyod laıd a en erjin in en az yarısı
Kas kasılması ATP’daıı elde edilen enerjiye bağlı­ yarısı glikojen tü ken m ed en ö n ce depolanm ış
dır. Bu enerjinin çoğu çapraz köprülerin aktin fila- glikojenden gelir.
m entleriııi çektiği, boyunca yürüme m ekanizm a­ Bu en eıjetik işlem lerin detaylı mekanizm aları
sını gerçekleştirm ek için gereklidir, fakat az mikta­ 67-72. Bölümlerde tartışılmıştır. Ayrıca, enerji sa­
rı ( 1 ) kasılmadan sonra kalsiyumu saıkoplazm a- lan farklı m ekanizm aların değişik spor dallarında­
dan sarkoplazmik retikuluma pom palam ak ve (2 ) ki önem i 84. Bölümde spor fizyolojisinde anlatıl­
aksiyon potansiyelinin yayılması için uygun iyo­ mıştır.
nik ortam ı devam ettirm ek üzere kas lifi m em bra-
nıııda sodyum ve potasyum iyonlarını pom pala­ Kas Kasılmasının Verimliliği. Biı makina veya moto­
m ak için kullanılır. run verimliliği enerji girdisinin ısı yerine işe çevrilen
yiizdesi olarak hesaplanır. En iyi koşullarda bile kasta gi­
Kas lifinde mevcut olan yaklaşık 4 milimolarlık
riş enerjisinin yüzde 25’den azı işe çevrilebilir, gerisi ısı­
ATP konsantrasyonu, tam kasılmayı ancak 1-2 sa­
ya dönüşür. Bu düşük verimliliğin nedeni, besin mad­
niye sürdürebilir. 2. Bölümde anlatıldığı gibi, ATP delerindeki enerjinin yaklaşık yarısının ATP oluşumu sı­
ADP’a yakıldıktan sonra, ADP saniyenin bölüm le­ rasında kaybedilmesidir. ATP'deki enerjinin Sadece %
ri içinde yeniden ATP oluşturm ak üzere refosfoı i- 40-45'i işe çevrilebilir.
le edilir. Bu ıefosforilasyon için birkaç enerji kay­ Kas ancak orta şiddette kasıldığı zaman maksimum
nağı vardır. verim elde edilebilir. Kas yavaşça veya herhangibir ha­
ATP’ı yeniden oluşturm ak için kullanılan ilk reket olmaksızın kasılırsa, iş yapılmamasına veya az ya­
enerji kaynağı ATP’a benzer bir yüksek enerjili fos­ pılmasına rağmen büyük miktarda ısı açığa çıkar ve ve­
fat bağı taşıyan fosfokreatinclir. Fosfokıeatiııin yük­ rimliliği azaltır. Diğer taraftan kasılma çok hızlı ise,
enerjinin büyük kısmı kastaki viskoz sürtünmeyi yen­
sek enerjili fosfat bağı, Bölüm 67 ve 72 de daha
mek için kullanılır, bu da kasılmanın verimliliğini azal­
ayrıntılı tartışıldığı gibi, ATP’dakinden biraz daha tır. Basitçe, maksimum verimlilik, kasılma hızı maksi­
yüksek miktarda serbest enerjiye sahiptir. Fosfok- mumun yaklaşık % 30’unda iken meydana gelir.
reatinin yıkılması ile açığa çıkan enerji, bir fosfat
iyonunun ADP’a bağlanmasını ve yeni ATP oluştu­
rulmasını sağlar. Bununla birlikte, total fosfokre-
atin miktarı da ATP miktarının ancak 5 katı kadar­
dır. Dolayısıyla kasta depolanmış ATP ve fosfokre- BÜTÜN KAS K A S IL M A S IN IN
atiniıı toplam enerjisi, maksimal kas kasılmasını Ö ZELLİK LER İ
sadece 5-8 saniye sürdürebilir.
ATP ve fosfokreatini yeniden oluşturmak için Kas kasılmasının birçok özelliği tek bir kas saısısı ince­
kullanılan ikinci önem li enerji kaynağı, kas hücre­ lenerek anlaşılabilir. Bunun için bir kasın siniri elekt­
lerinde depolanm ış olan glikojendir. Glikojenin riksel olarak uyarılarak veya kasın kendisine kısa süreli
BÖLÜM 6 • İskelet Kasında Kasılma 75

süreleri kasların fonksiyonuna uygundur. Gözlerin bel­


li bir objede fiksasyonunu devam ettirmek için oküler
hareketler çok hızlı olmalıdır. Gastroknemius kası koş­
ma ve zıplamada ekstıemite hareketlerinde yeterli hızı
sağlamak için oıta derecede hızlı kasılmalıchr. Soleııs
kası ise vücudun yerçekimine karşı devamlı desteklen­
mesi için yavaş kasılır.

Hızlı ve Yavaş Lifler. 04. Bölümde spor fizyolojisin­


Ağırlık Elektronik kaydediciye de daha geniş tartışıldığı gibi, vücudun her kası hızlı
ve yavaş liflerin bir karışımından oluşmuştur. Ayrıca
İZOTONİK SİSTEM İZOMETRİK SİSTEM
bu iki uç arasında değişen lifler de vardır. Hızlı reak­
siyon veren kaslar başlıca hızlı lifler ve çok az sayıda
ŞEKİL 6 - 11 yavaş liflerden oluşmuştur. Tersine, yavaş fakat uzun
İzotonik ve izometrik kayıt sistemleri. süre kasılarak yanıt veren kaslar başlıca yavaş lifler­
den oluşmuştur. Bu iki lif tipi arasındaki faiklar şun­
lardır;

Hızlı lifler. (1) Daha büyük kasılma gücü için daha bü­
yük lifler. (2) Kasılmayı başlatmak üzere hızlı kalsiyum
elektriksel uyarı verilerek saniyenin bölümleri içinde serbestlemesi için geniş bir sarkoplazmik retikulum. (3)
sonlanan tek, ani bir kasılma oluşturulur. Glikolitik işlemle hızlı enerji sağlamak için çok miktar­
da glikolitik enzimler. (4) Oksidatif metabolizma ikincil
İzo to n ik ve İzom etrik Kasılm a. Kasın kısalmadan önemde olduğu için daha az kan akımı. (5) Yine oksida­
kasılmasına izometrik, kastaki gerim sabit kalıp kısa­ tif metabolizma ikincil olduğundan daha az sayıda mi-
larak kasılmasına izotonik kasılma denir. İki tip kas tokondıi.
kasılmasını kaydeden sistemler Şekil 6-11’de göste­
rilmiştir. Yavaş lifler. (1) Daha küçük lifler. (2) Daha küçük si­
Şekil 6-11'in sağında görüldüğü gibi, izometrik sis­ nir lifleri ile ineı vasyon. (3) Daha fazla oksijen sağla­
temde kas bir kuvvet transdiıserine karşı boyunu kı­ mak için daha gelişkin kan damarı sistemi ve kapil-
saltmadan kasılır. Aynı şeklin solunda bir kefe ağırlık lerler. (4) Yüksek düzeydeki oksidatif metabolizmayı
taşıyan kas olarak gösterilen izotonik sistemde ise, kas desteklemek için çok sayıda mitokondri. (5) Lifler bol
sabit bir yüke karşı kısalır; izotonik kasılmanın özellik­ miktarda, eritrositlerdeki hemoglobine benzer şekil­
leri kasın karşısında çalıştığı yüke olduğu kadar yükün de demir içeren bir protein olan miyoglobin içerir.
eylemsizliğine de bağlıdır. İzometrik sistem ise kasın Miyoglobin oksijenle birleşir, onu ihtiyaç oluncaya
kasılma kuvvetindeki değişiklikleri tam manasıyla kadar depolar ve mitokondriye oksijen taşınmasını
kaydeder. Dolayısıyla, izometrik sistem en çok değişik büyük miktarda hızlandırır. Miyoglobin nedeniyle
kas tiplerinin fonksiyonel özelliklerini karşılaştırırken yavaş kas kırmızımsı görünür ve kırmızı kas adı veri­
kullanılır. lir. Hızlı kasta kırmızı miyoglobin yoktur ve beyaz kas
adını alır.
Kas Kasılmasının Seri Elastik Elemanları. Kas lifleri bir Bıı tanımlardan, hızlı liflerin sıçrama ve kısa mesafe
yüke karşı kasıldığında, tendonlar, kas liflerinin tendo- şiddetli koşuda olduğu gibi hızlı ve güçlü kas kasılmala­
na tutunduğu sarkolemmal uçlar ve hatta çapraz köp­ rına uyum sağladığı, yavaş kasların ise vücudun yerçe­
rülerin menteşeli kolları gibi kasılmayan kısımlar geri­ kimine karşı desteklenmesi ve maraton koşulan gibi
lirler. Bu elementlerin geıilebilmesi için kasın kasılabi-
lir kısmı fazladan yüzde 3-5 kısalmalıdır. Kasılma sıra­
sında gerilen kas elementlerine kasın elastik seri bile­
şenleri denir.
...........Depolarizasyon
süresi
Farklı Kaslardan Kaydedilen İzometrik Sarsıların /•\
/ \ X --------- Okular Kas
Özellikleri 1 \ / \ ---------Gastroknemius
V --------- Soleus
Vücutta orta kulakta bulunan sadece birkaç milimetre A
uzunluk ve bir milimetre kadar çapındaki çok küçük \
stapedius kasından, onun yarım milyon katı büyüklük­
teki kuadriseps kasına kadar çok farklı boyutlarda iske­ \
let kası vardır. Ayrıca, lif çaplan 10 mikrometre kadar i / \
küçük, 80 mikrometre kadar büyük olabilir. Buna bağlı \
\
olarak, kas kasılmasının enerjetikleri kastan kasa bü­ li t
yük değişiklikler gösterir. Kas kasılmasının özellikleri ~T~
40 80 120 160 200
de kaslar arasında farklılık gösterir. Milisaniye
Şekil 6-12 üç tip iskelet kasının izometrik kasılmala­
rım göstermektedir: izometrik kasılma süresi >/4o sani­ ŞEKİL 6 - 1 2
yeden az olan bir oküler kas; kasılma süresi yaklaşık W¡5 Çeşitli memeli kas tiplerinin izometrik kasılma süreleri, aksiyon
saniye olan gastroknemius kası; ve kasılma süresi 1 /3 potansiyeli (depolarizasyon) ile kas kasılması arasındaki lateııt
saniye kadar olan soleııs kası, ilginçtir ki, bu kasılma dönemde görülmektedir.
76 ÜNİTE II • Membran Fizyolojisi, Sinir ve Kas

uzun süren atletik olaylardaki devamlı kas aktivitesi


için uyum sağladığı anlaşılır.

İs ke le t Kasının K asılm a M ekan iğ i

M otor Ünite

Spinal kanalı terkeden her motor nöron, sayısı kasın ti­


pine bağlı olmak üzere, birçok kas lifini inerve eder. Bir
motor sinir lifi tarafından inerve edilen kas liflerinin tü­
müne motor ünite denir. Genelde, kontrolünün hassas
yapılması gereken ve hızlı reaksiyon veren küçük kas­ Stimulasyon hızı (kez/saniye)
larda, herbiıi motor ünitede birkaç kas lifi (bazı laringe-
al kaslarda iki veya üç) vardır. Diğer taraftan, soleus ka­ ŞEKİL 6 - 13
sı gibi çok ince kontrol gerektirmeyen büyük kaslarda,
Frekans sıımasyonu ve tetanizasyon.
bir motor ünitede birkaçyüz kas lifi bulunabilir. Vücut­
taki bütün kaslar için ortalama bir sayı söylemek güçse
de, motor üniteye yaklaşık 1 0 0 kas lifi düştüğü tahmin
edilebilir.
Her motor ünitedeki kas lifleri bir kasta birbirine
bağlı değildir, onun yerine 3-15 liflik mikrodemetler gerçekten biıbiı iyle kaynaşır ve şekilde görüldüğü gibi
halinde öbür motor ünitelerin üstüne binerler. Bu içiçe kasılma tamamen düzgün ve devamlı olur. Buna teta­
geçme motor ünitelerin tamamen ayrı segmentier ha­ nizasyon denir. Kasılma gücü maksimumuna ulaştık­
linde hareket etmesi yerine birbirini destekleyecek şe­ tan sonra frekansın daha fazla artması kasılma gücünü
kilde kasılmasını sağlar. artırmaz. Aksiyon potansiyelleri arasında bile kas sar-
koplazmasında yeterince kalsiyum iyonu bulunduğu
Değişik Güçte Kas Kasılmaları-Güç Sumasyonu için, kasılma hali aksiyon potansiyelleri arasında da de­
vam eder.
Sumasyon, tek tek sarsılamı biıieşerek kasın kasılma
şiddetini artırması demektir. Sumasyon iki yolla mey­ Maksimum Kasılma Gücü. Normal uzunluktaki bir
dana gelir: ( 1 ) eşzamanlı kasılan motor ünitelerin sayı­ kasın maksimum tetaııik kasılma gücü, kasın santimet­
sını artırarak (mııltipl lif sumasyonu), (2 ) kasılma fre­ re karesine 3-4 kilogram, veya inç karesine 50 paund
kansını artırarak (frekans sumasyonu); bu tetaııizasyo- kadardır. Kuadriseps kası karın kasının 16 inçkaresi ka­
na neden olabilir. dar olabildiğine göre, patellar tendona 800 paund (362
kg) gerilim uygulayabilir. Dolayısıyla, kasların bazen
Multipl Lif Sumasyonu. Merkezi sinir sistemi kas ka­ nasıl tendolarını kemikteki bağlantılarından koparabi­
sılması için zayıf bir sinyal gönderdiği zaman, önce lecekleri anlaşılabilir.
sayıca az ve küçük kas liflerini içeren motor üniteler
uyarılırlar. Sinyalin gücü arttıkça, giderek daha bü­ Kasılm anın B aşlangıcında K as G ücündeki
yük motor üniteler uyarılmaya başlar. En büyük mo­ Değişiklikler-M erdiven Etkisi. Bir kas uzun bir istira­
tor üniteler en küçüklere kıyasla 50 kat fazla kontrak­ hat döneminden sonra kasılmaya başladığı zaman,
til güce sahiptir. Boyut prensibi denen bu özellik başlangıçtaki kasılma gücü 10-50 sarsı sonraki gücü­
önemlidir, çünkü kasılmaların basamak halinde nün ancak yarısı kadar olabilir. Bu demektir ki, kasılma
oluşması, büyük güç gerektiğinde kas kuvvetinin de­ gücü bir platoya kadar giderek artar, bu fenomene mer­
receli olarak artmasını sağlar. Boyut prensibinin ne­ diven etkisi denir.
deni, daha küçük motor ünitelerin küçük motor sinir Merdiven etkisinin bütün olası nedenleri henüz bi­
lifleri tarafından yönetilmesi ve spinal kanaldaki kü­ linmese de, başlıca her aksiyon potansiyeli ile sarkop-
çük m otonöıonların uyaıılabilirliklerinin büyük lazmik retikulumdan sitozole daha fazla kalsiyum iyon­
olanlardan fazla olmasıdır, dolayısıyla doğal olarak larının salınması ve hemen geri alınamaması nedeniy­
ilk önce onlar uyarılır. le sitozoldeki kalsiyum iyonlarının artmasından kay­
Multipl lif sumasyonunun diğer bir önemli özelliği naklandığı düşünülmektedir.
farklı motor ünitelerin asenkron olarak yönetilmesidir.
Dolayısıyla, kasılma motor üniteler arasında birbiri ar­ İskelet Kas Tonusu
dına değişir ve böylece düşük frekansta sinir sinyalle­
rinde bile düzgün kasılmalar olur. Kaslar istirahatte iken bile, genellikle belli bir miktar
gerginlikleri vardır. Buna kas tonusu denir. Bazı pato­
Frekans Sumasyonu ve Tetanizasyon. Şekil 6-13 fre­ lojik durumlar dışında, iskelet kas lifleri aksiyon po­
kans sumasyonu ve tetanizasyonuıı prensiplerini gös­ tansiyeli ile uyaıılmadığı zaman kasılmadığmdan,
termektedir. Solda düşük frekanslı stimulasyonda bir­ kas tonusu tamamen spinal kanaldan gelen düşük
biri ardına oluşan tek sarsılar gösterilmiştir. Daha son­ hızda sinir impulslarına bağlıdır. Bu, kısmen beyin­
ra frekans artarken her yeni kasılmanın bir öncekinin den uygun ön boynuz motonöronlarına taşınan im-
üstüne bindiği bir noktaya ulaşılır. Sonuçta ikinci kasıl­ pulslarla, kısmen de kasın içinde yerleşik kas iğcikle-
ma kısmen birinciye eklenir, total kasılma gücü fre­ rinden kaynaklanan uyarılarla kontrol edilir. Bunlar
kansla birlikte giderek artar. Frekans belli bir kritik de­ 54. Bölüm'de kas iğciği ve spinal kanal fonksiyonu
ğere ulaştığında, ardıl kasılmalar o kadar hızlıdır ki, ilişkisinde tartışılmıştır.
BÖLÜM 6 • İskelet Kasında Kasılma 77

Kas Yorgunluğu larlar. Çeşitli kas tiplerinin, kaldıraç sistemlerinin ve


hareketlerinin incelenmesine kiııesiyoloji denir ve in­
Kasın uzun sûra ve kuvvetli kasılmasının kas yorgujg- san fizyoanotomisinin önemli bir konusudur.
¿.tığij durumuna neden olduğu bilinmekteclır. Atletler­
de yapılan çalışmalar göstermiştir ki, kas yorgunluğu
direkt olarak kas glikojeninin tükenme, hı^ı ile orantı­ Bir Eklemin Karşı Tarafındaki A n ta g o n is t Kasların
lıdır. Dolayısıyla kas yorgunluğunun, kas liflerinin Kasılması ile Bir Vücut Parçasının "Pozisyonlandı-
kontraktil ve metabolik işlemlerinin aynı iş verimini rılması" - A n ta g o n ist Kasların "K oa ktivasyo nu "
sürdürememesinden kaynaklanması olasıdır. Araştır­
malar uzun süreli motor aktiviteden sonra sinir-kas Hemen hemen bütün vücut hareketleri eklemin zıt ta­
kavşağıdan sinir sinyallerinin iletiminin (bkz. 7. Bö­ raflarındaki antagonist kasların eşzamanlı kasılmala­
lüm) azaldığını, bunun da kas kasılmasını zayıflattığı­ rıyla oluşturulur. Buna antagonist kasların koaktivasyo-
nı göstermiştir. nıı denir ve beyin ile spinal kanalın motor kontrol
Kasılan kastan geçen kaıı_akımınmJaesilrnesi de, merkezleri ile kontrol edilir.
özellikle oksijensizlik ve besin sağlanamaması nede­ Bacak veya kol gibi vücut parçalarının pozisyonu an­
niyle, birkaç dakika içinde tam kas yorgunluğuna ne­ tagonist kas setlerinin göreli kasılma dereceleri ile be­
den olur. lirlenir. örneğin, bir kol veya bacağın ortalama bir po­
zisyona yerleştirilebilmesi için antagonist kaslar eşit
olarak uyarılırlar. Uzatılmış kasın kısalmış kastan daha
Vücudun Kaldıraç Sistemleri güçlü kasıldığını hatırlayalım. Şekil 6-9’da gösterildiği
gibi, kas tam kas boyunda maksimum kasılma gücünü
KaslarJcamiğg-hağlandıklatı noktalara, gerilim u.ygula- gösterir, normal boyunun yarısında hemen hiç kasılma
varak iş görür ve buna bağlı olarak kemikler çeşitli tip­ gücü yoktur. Dolayısiyla daha uzun olan antagonist kas
te kaldıraç sistemleri oluşturur. Şekil 6-14 biseps kası kısa olandan daha güçlü kasılır. Bir bacak veya kol orta
tarafından önkolu kaldırmak üzere aktive edilen kaldı­ hattına doğru hareket ettiği sırada, daha uzun olan ka­
raç sistemini göstermektedir. Büyük biseps kasının 15 sın gücü azalırken, kısa olanın gücü ikisi eşitlenene ka­
cm karelik alana sahip olduğunu düşünürsek, maksi­ dar artar. Bu noktada, kol veya bacağın hareketi durur.
mum kasılma gücü yaklaşık 136 kg olacaktır, önkol üst- Sinir sistemi antagonist kasların aktivasyon derecesini
kolla doğru açıda iken, biseps tendonunun bağlantısı değiştirerek kol veya bacağın pozisyonlanmasını yön­
dirsekte dayanma noktasının yaklaşık 5 cm önündedir lendirir.
ve önkol kaldıracının toplam uzunluğu 35 cm kadardır. 54. Bölüm’de motor sinir sisteminin bu pozisyoııla-
Dolayısıyla, bisepsin eldeki kaldırma gücü 136 kilogra­ ma işlemini yönetirken farklı kas yüklerini kompanse
mın ancak yedide biri veya 19.4 kg kadar olacaktır. Kol eden başka mekanizmalara da sahip olduğu görülmek­
tamamen uzatıldığı zaman, bisepsin tutunma noktası tedir.
dayanma noktasına 5 cm’den daha fazla yakınlaşır ve
bu durumda öııkolun ileri doğru getirilebilme gücü
19.4 kg’dan çok daha az olur. Fonksiyona Uymak İçin Kasın Yeniden
Vücudun kaldıraç sistemlerinin analizi kısaca şunla­ Biçimlenmesi
ra bağlıdır; (1 ) kasın yapıştığı noktaların iyice bilinmesi
(2 ) bunların kaldıracın kuvvet noktasından uzaklıkları Vücudun bütün kasları fonksiyonlarını yerine getirir­
(3) kaldıraç kolunun uzunluğu ve (4) kaldıracın pozis­ ken devamlı olarak yeniden biçimlenir. Çapları, boyla­
yonu. Vücutta çeşitli tipte hareketler yapılır, bunların rı, güçleri, damarlanmaları ve hatta az da olsa kas lifi
bir kısmı büyük güç isterken bir kısmı için hareket ge­ tipleri bile değiştirilir. Bu yeniden biçimlendirme işle­
nişliği önemlidir. Buna bağlı olarak kas tipleri de çeşit­ mi genelde oldukça hızlıdır, birkaç hafta içinde olur.
lidir; bazıları uzundur ve boylarını çok kısaltabilir, bazı­ Araştırmalar normalde bile kas kontraktil proteinleri­
ları ise kısa mesafede oldukça şiddetli kasılmalar sağ- nin 2 hafta içinde tamamen değiştirilebildiğini göster­
miştir.

Kas H ipertrofisi ve Kas A trofisi

Kasın total kitlesinin büyümesine kas hipertrofisi, azal­


masına ise kas atrofisi denir.
Hemen hemen btitün kas hipertroflleıi kas liflerinde­
ki aktin ve miyozin filamentleıinin sayısındaki artıştan
kaynaklanır, buna bağlı olarak kas lifi genişler ki buna
lif hipertrofisi denir. Bu olay genellikle kasın maksimal
veya maksimale yakın kasılmasına yanıt olarak meyda­
na gelir. Kasılma işlemi sırasında kasın eşzamanlı ola­
rak yüklenmesi de hipeıtrofi oluşturur. Maksimum lıi-
pertrofi olabilmesi için 6 - 1 0 hafta her gün sadece bir­
kaç tane güçlü kasılma yeterlidir.
Güçlü kasılmaların hangi yolla hipertıofıye neden ol­
duğu kesin olarak bilinmemektedir. Ancak, lıipertrofi
gelişirken kasın kontraktil proteinlerinin sentez hızı­
ŞEKİL 6 ■ 14
nın, yıkılma hızlarından fazla olduğu bilinmektedir.
Biseps kası ile aktive edilen kaldıraç sistemi. Böylece miyofıbrillerde hem aklin hem miyozin fila-
78 ÜNİTE II • Membran Fizyolojisi, Sinir ve Kas

mentlerinin sayısı giderek artar bu artış sıklıkla %50 fonksiyonlar tamamen geri döner, fakat bu süreden
kadar olabilir. Kas liflerinde miyofibriller bölünerek ye­ sonra fonksiyonel yeterlilik giderek azalır, 1 - 2 yıldan
ni miyofibriller oluştururlar. Dolayısıyla, kas liflerinde sonra ise hiç dönmez.
lıipertrofiye neden olan başlıca etken miyofibril sayı­ Denervasyon atıofısinin son basamağında, kas lifle­
sındaki bu büyük artıştır. rinin çoğu tahrip olur, fibröz doku ve yağ dokusuyla yer
Miyofibrillerin sayısındaki artışla birlikte enerji sağ­ değiştirir. Geri kalan lifler bir hücre çekirdeğini çevrele­
layan enzim sistemleri de artar. Artış, özellikle kısa sü­ yen uzun bir hücre zarından ibarettir, kontraktil özel­
reli güçlü egzersiz sırasında hızlı enerji elde edilmesini likleri yoktur. Sinir yeniden büyüse bile, artık miyofib­
sağlıyan glikoliz enzimleri için geçerlidir. rillerin rejenere olma kapasitesi yoktur.
Kas uzun süre kullanılmadığı zaman kontraktil pro­ Denervasyon atıofisi sırasında, kas fibıillerinin yeri­
teinlerin ve miyofillerin yıkılma hızı, yenilenme hızın­ ni alan fibröz dokunun kısalma eğilimi aylarca sürer,
dan daha fazladır. Dolayısıyla kas atrofisi meydana buna kontraktiır denir. Dolayısıyla, fizik tedavinin en
gelir. önemli amaçlarından biri atrofiye uğrayan kasları giiç-
siizleştiren ve şekilsizleştireıı kontraktür gelişimini en­
Kas Boyunun Uyumu. Kaslar normal boylarının üze­ gellemektir. Bunun için her gün kaslar gerilir veya atro­
rindeki bir uzunluğa gerildikleıi zaman farklı bir hi- fi sırasında kasları gergin tutacak aletler kullanılır.
pertıofi tipi meydana gelir. Kasların teııdonlara birleş­
tiği yerlerde kas liflerinin uçlarına yeni sarkomeıler ek­ Poliomiyelitte Kas Kasılmasının Düzelm esi: Makro-
lenir. Bunun dakikalar içinde gerçekleşmesi, bu tip hi- nıotor Ünitelerin Gelişimi. Sıklıkla poliomiyelitte gö­
pertrofinin ne denli hızlı olduğunu gösterir. rüldüğü gibi, kasa gelen bazı sinir lifleri haraplandığı
Tersine, kas sürekli olarak normal boyunun altındaki zaman, diğer sinir lifleri paıalize kas liflerini inerve et­
bir uzunlukta tutulursa, kas liflerinin ucundaki sarko- mek üzere birçok yeni akson verirler. Bu da makromo-
merler aynı hızla kaybolur. Kaslar bu yollarla düzgün tor üniteler denen, spinal kanaldaki her bir motor nö­
kas kasılması için uygun boyda tutulmak üzere devam­ ronun içerdiği normal kas lifi sayasının beş katı kadar lif
lı olarak yeniden şekillendirilirler. içeren büyük motor ünitelerin oluşmasına neden olur.
Bu durum ince kas kontrolünü azaltsa da kasların yeni­
Kas Liflerinin Hiperplazisi. Aşıı ı kas gücünün oluştu­ den güç kazanmasını sağlar.
rulduğu nadir durumlarda, hipertrofiye ilave olarak ba­
zı noktalarda, kas liflerinin gerçek sayısının arttığı göz­
Rigor M ortis
lenmiştir. Lif sayısının artışına lif hiperplazisi denir ve
daha önce genişlemiş olan liflerin lineer olarak yarıl­
ölümden birkaç saat sonra bütün vücut kasları “rigor
ması ile meydana gelir.
mortis" (ölüm katılığı) denen bir kontraktür durumuna
girer; bunda aksiyon potansiyeli olmadığı halde kas ka­
Kas Denervasyonunun Etkileri sılır ve katılaşır. Bu katılık, gevşeme sırasında çapraz
köprülerin aktin filamentlerinden ayrılması için gerek­
Kas sinirini kaybettiği zaman normal kas boyutlarını li olan ATP’nin tamamen kaybedilmesinden kaynakla­
devam ettirmesi için gerekli olan kontraktil sinyallerini nır. Kaslar kas proteinleri yıkılana kadar katılıkta kalır­
alamaz ve hemen atrofi başlar. 2 ay kadar sonra, kas lif­ lar. Yıkım 15-20 saat sonra lizozomlardan serbestleyen
lerinde dejeneıatif değişiklikler de görülmeye başlar. enzimlerin neden olduğu otolizle gerçekleşir ve yüksek
Eğer kas yeniden sinirlenirse, genellikle yaklaşık 3 ayda sıcaklıklarda işlem hızlanır.

REFERANSLAR
A bernethy B : T h e Biophysical Foundations o f con iotor m ovem ents. E x er Sport S ci R ev M ackinnon L T : A dvances in E x e rcise P hysiol­
Human M ovem ents. C ham paign, IL : Hu­ 2 4 :1 0 9 , 1996. ogy. Cham paign, 1L: Human K inetics,
man K in etics, 1997. Herzog W : Force-sharing among synergistic 1999.
A m o n o f M J: Flectrom yography in C lin ical m uscles: theoretical considerations and e x ­ Martin R B , Bu rr DG , S h arkey NA : Skeletal
Practice. New Y o rk : C hurchill Livingstone, perimental approaches. E xer Sport S ci Rev Tissue M echanics. New Y o rk : Springer,
1998. 2 4 :1 7 3 , 1996. 1998.
Epstein M , H erzog W : T h eoretical M odels o f Herzog \V: M u scle function in m ovem ent and Matthews G G : C ellular Physiology o f Nerve
S keletal M uscle. New Y ork: W iley, 1998. sports. Am J Sports M ed 2 4 : S 1 4 , 1996. and M uscle. M aldon, M A : B la ck w ell S c i­
E s sig D A : C ontractile activity-induced m ito­ H offm an J F , Jam ieson JD : Handbook o f Phys­ ence, 1998.
chondrial biogenesis in skeletal m uscle. iology: C ell Physiology. Bethesda: A m eri­ Maughan R J, G leeson M . G reen h aff PL: B io ­
E x cr Sport S ei Rev 2 4 :2 8 9 , 1996. can Ph y siolog ical S o ciety , 1997. chem istry o f E x e rcise and Training. Oxford:
Fitts R H : C ellu lar m echanism s o f m uscle fa­ H uxley A F, Gordon A M : Striation patterns in O xford U niversity Press, 1997.
tigue. P hysiol Rev 7 4 :4 9 , 1994. active and passive shortening o f m uscle. M aw S, Frank J , G reig G : A spinal circuitry
Fitts R H , W id rick J J : M uscle m echanics: adap­ Nature (Lond) 1 9 3 :2 8 0 , 1962. sim ulator as a teaching tool fo r neurom us­
tations with exercise-training. E x er Sport H uxley H E: A personal view o f muscle and cular physiology. A m J Physiol 2 7 0 :S 5 0 ,
S ei R ev 2 4 :4 2 7 , 1996. m otility m echanism s. Annu Rev Physiol 58: 1996.
Florini J R . Ew ton D Z, C o olican S A : Growth I, 1996. Mazzanti M : Ion perm eability o f the nuclear
horm one and the insulin-like growth factor Irving M . Piazzesi G : M otions o f myosin envelope. N ew s Physiol S c i 13 :44,
system in m yogenesis. Endoc R ev 1 7 :4 8 1 , heads that drive m uscle contraction. News 1998.
1996. Physiol S ci 1 2 :2 4 9 , 1997. N ielsen O B , Overgaard K : Ion gradients and
Froberg K : E x ercise and Fitness. Odense: K raem er \VJ, Fleck S J. Evans \VJ: Strength contractility in skeletal m uscle: the role o f
O dense U niversity Press. 1997. and pow er training: physiological m echa­ active N a + , K + transport. A cta Physiol
H eckm an C J, Sandercock T G : From m otor nisms o f adaptation. E x er Sport S ci R ev 24: Scand 1 5 6 :2 4 7 , 1996.
unit to w hole m uscle properties during lo- 3 6 3 , 1996. Pctte D, Staron R S : M am m alian skeletal mus-
BÖLÜM 6 • İskelet Kasında Kasılma 79

cle fiber type transitions. Int Rev Cyto! Robin son JD : M oving Questions: A H istory o f ogy. New Y o rk : O xford U niversity Press,
1 7 0 :1 4 3 , 1997. M em brane Transport and B ioen ergetics. 1998.
Pierce G N , C laycom b W C : N ovel M ethods in New Y o rk: Oxford University Press, Szent-G yorgyi A G : Regulation o f contraction
M olecular and C ellular Bioch em istry o f 1997. by calcium binding m yosins. Bio p hy s Chem
M uscle. Dordrecht: Kluw er A cad em ic Pub­ R ow ell L B . Shepherd JT : Handbook o f P hysi­ 5 9 :3 5 7 , 1996.
lishers, 1997. ology, S ec. 12: E x ercise: Regulation and V an der K loot W , M olgö J : Quantal ace ty lch o ­
P ollack G H : T h e cross-bridge theory. Physiol Integration o f M ultiple System s. New Y o rk : lin e release at the vertebrate neurom uscular
R ev 6 3 :1 0 4 9 , 1983. Oxford U niversity Press, 1996. ju n ction . Physiol Rev 7 4 :8 9 9 , 1994.
Pusch M , Jentsch T J : M olecular physiology o f Sch n eid er M F : Control o f calcium release in W elch M D , M alavarapu A , R o senb latt J ,
voltage-gated chloride channels. Physiol functioning skeletal m uscle fibers. Annu M itchison T J : A ctin dynam ics in vivo. Curr
R ev 7 4 :8 1 3 , 1994. Rev Physiol 5 6 :4 6 3 , 1994. Opin C ell B io l 9 :5 4 , 1997.
R ichter E A : S keletal M uscle M etabo lism in Silverm an DC: Neuromuscular B lo ckad e. P h il­ W ells D G , Fallon JR : T h e state o f the union:
E x e rcise and D iabetes. New Y o rk : Plenum adelphia: J B Lippincott, 1994. neurom uscular ju n ctio n . Curr B io l 6 :1 0 7 3 ,
Press, 1998. Sugi H: Current Methods in M uscle P h y siol­ 1996.
İskelet Kasının Uyarılması:
A. Nöromusküler İleti ve
B. Uyarılma-Kasılma Bağlantısı

kül vardır. Sinaptik aralıkta bulunan çok miktarda


UYARILARIN SİNİRDEN İSKELET KAS asetilkolin esteraz enzim i asetilkolini sinaptik
veziküllerden salındıktan sonra yıkar.
LİFLERİNE İLETİMİ: SİNİR-KAS
(NÖROMUSKÜLER) KAVŞAĞI
Sinir Terminallerinden Asetilkolin
İskelet kas lifleri omuriliğin ön boynuzunun büyük
Sekresyonu
m otor nöronlarından başlayan büyük miyelinli si­
nir lifleri ile ineıve edilir. 6 . Bölümde işaret edildiği
Bir sinir uyarısı sinir-kas kavşağına ulaştığında,
gibi her sinir lifi normalde birçok kez dallanır ve üç
yaklaşık 125 asetilkolin vezikülü term inalden si­
ile birkaç yüz iskelet kas lifini uyarır. Sinir ucu, kas
naptik aralığa boşaltılır. Bu m ekanizm anın bazı de­
lifiyle lifin ortasına yakın bir yerde, sitıir-kas kavşa­
tayları üstte nöral m em bran, kas m em bram ve alt­
ğı denen bir bağlantı yapar ve aksiyon potansiyeli ta subnöral kıvrımları ile sinaptik oluğun detaylı
kas lifinin uçlarına doğru iki yönde yayılır. Kas lifle­ görüntüsünü resmeden Şekil 7 -2 ’de görülebilir.
rinin yaklaşık yüzde ikisi dışında, her lifde sadece
Nöral m em branm iç yüzeyinde Şekil 7 -2 ’deki
bir kavşak vardır.
enine kesitte gösterilen lineer dense barlar (koyu
çubuklar) vardır. Her yoğun çubuğun iki tarafından
Sinir-Kas Kavşağının Fizyolojik Anatom isi-M o- membraııa penetre olmuş voltaj kapılı kalsiyum
to r Son Plak. Şekil 7 İA ve B büyük miyelinli sinir kanalları olduklarına inanılan proteinler bulunur.
lifi ile iskelet kas lifi arasındaki sinir-kas kavşağını Aksiyon potansiyeli term inal boyunca yayıldığı za­
göstermektedir. Sinir lifi uç kısmında term inal d a l­ man bu kanallar açılır ve çok miktarda kalsiyumun
lara ayrılır ve kas lifinin içine doğru girer, fakat lifin terminal içine diffüze olmasını sağlar. Kalsiyum
plazma m em bram m n dışında kalırlar. Bu yapının iyonlarının asetilkolin veziküllerini etkileyerek, o n ­
tam am ına m otor son p la k denir. Bu yapı, kendisini ları nöral m em branda yoğun çubuklara yakın böl­
etraftaki sıvılardan ayıran bir veya daha fazla gelere çektiği düşünülmektedir. Bazı veziküller
Schwann hücresi ile çevrilmiştir. membranla birleşir ve asetilkolin içeriklerini ekzo-
Şekil 7-1C bir tek-akson terminali ile kas lifi sitozla sinaptik aralığa boşaltırlar.
m em bram arasındaki kavşağın elektron mikrogra- Yukarda bahsedilen detayların bazıları spekütatif
fik taslağını göstermektedir. M embranm invajinas- olsa da, veziküllerden asetilkolin serbestlem esine
yonuna sinaptik oluk veya sinaptik çukur denir ve neden olan uyarının kalsiyum iyonlarının girişi ol­
terminalle lif membram arasındaki boşluğa sinap­ duğu bilinmektedir. Ayrıca, veziküller yoğun barla­
tik yarık denir. Bu alan 20-30 nanom etre genişli- ra komşu m em braııa doğru boşaltılırlar.
ğindedir. Oluğun tabanında subnöral yarık denen
kas m em bram m n yaptığı çok sayıda küçük kıvrım Asetilkolinin Postsinaptik M em b ran d a İyon
vardır, bunlar sinaptik tıansm iterin etkili olabilece­ Kanallarını Açıcı Etkisi. Şekil 7 -2 ’de kas m em bıa-
ği yüzey alanını büyük oranda genişletir. mnda çok sayıda asetilkolin reseptörü görülm ekte­
Akson terminalinde bulunan çok sayıda mito- dir; bunlar gerçekte asetilkolin kapılı iyon k a n a lla ­
kondri başlıca eksitatör bir tıansm iter olan asetil- rıdır ve asetilkolin veziküllerinin sinaptik yarığa
kolinin sentezi için gerekli enerjiyi sağlar. Asetilko- boşaltıldığı yoğun çubuk alanlarının hem en altın­
lin kas lifini uyarır. Asetilkolin sinir term inalinin da uzanan subnöral kıvrımların ağızlarında yerleş­
sitoplazm asında seııtezlenir fakat hızla birçok kü­ mişlerdir.
çük sin aptik vezikille absorbe edilir, bir son plak Her reseptör, toplam molekül ağırlığı 275,000
term inalinde normalde yaklaşık 300000 adet vezi- olan büyük bir protein kompleksidir. Kompleks, iki

80
BÖLÜM 7 • İskelet Kasının Uyarılması: A. Nöromusküler ileti ve B. Uyarılma-Kasılma Bağlantısı 81

Akson
Miyelin kılıf
Teloglial

Miyofibriller Kas çekirdekleri

ŞEKİL 7- 1 Sinaptik oluktaki


Motor son plağın çeşitli Sinaptik veziküller akson terminali
görüntüleri. A, Son plak­
tan boyuna kesit. B, son
plağın dış görünüşü. C, Bir
akson terminali ile kas lifi
membranı arasındaki bir­
leşme noktasının elektron
mikrografik görüntüsü.
A’da dikdörtgen içinde be­
lirtilen alanı göstermekle­
dir. (Fawcett'danR. Caute- Subrönal
aux; Bloomand Fawcett: A
textbook of Histology. Phi­
ladelphia, W.B. Saunders
Company, 1986’dan modi-
fıye edildiği gibi.)

alfa ve birer beta, delta, g am a olmak üzere beş pro­ kadar büyüktür. Diğer taraftan, kanalın ağzındaki
tein altbirimden oluşmuştur. Bunlar yanyana gele­ güçlü negatif yükler nedeniyle klor iyonları gibi n e ­
rek bir tübüler kanal oluştururlar. Kanal, iki alfa alt- gatif iyonlar geçmezler.
birim proteinine iki asetilkolin molekülü bağlanın- Pratikte, asetilkolin kanallarından iki nedenle di­
caya kadar kapalı kalır. Bağlanma, Şekil 7-3'de gös­ ğer iyonlardan daha çok sodyum iyonları geçer. Bir,
terildiği gibi, biçim sel bir değişikliğe neden olarak konsantrasyonu yeterince büyük olan sadece iki
kanalın açılmasını sağlar; şeklin üst tarafındaki ka­ pozitif iyon vardır, ekstraselüler sıvıda sodyum
nal kapalı, alttaki kanal ise asetilkolin molekülleri­ iyonları ve intraselüler sıvıda podasyum iyonları.
nin bağlanması ile açılmıştır. İki, kas m em branının iç yüzündeki -80 ila -90 mili-
Açık asetilkolin kanalının çapı yaklaşık 0,65 n a­ voltluk negatif potansiyel, pozitif yüklü sodyum
nom etre kadardır, ki bu bütün önemli pozitif iyon- iyonlarını lifin iç tarafına çekerken, potasyum
ların-sodyum (Na+), potasyum (K+) ve kalsiyum iyonları dışarı doğru çıkmaya meylettiklerinde on ­
(Ca++)- kanaldan kolaylıkla geçm esine izin verecek ları engeller.
Dolayısıyla Şekil 7 -3 ’ün alt panelinde gösterildiği
gibi asetilkolin kanallarının açılm asının başlıca e t­
^Vezikül
kisi çok sayıda sodyum iyonlarının çok sayıda pozi­
Nöral membran
ı - , Yoğun bar
tif yükü taşıyarak lifin içine girmesidir. Bu, kas lifi
xîy membranında son p la k potansiyeli denen lokal bir
ns / /Kalsiyum kanalları
potansiyel değişiklik oluşturur. Daha sonra, son
® © © © / /
® ®© © /î/ plak potansiyeli kas m embranında aksiyon potan­
lamına ve
siyelini başlatır ve kas kasılmasına neden olur.
öasetilkolinesteraz

Serbestlenen A setilkolinm A setilko lin este-


Asetilkolin razla Yıkılm ası. Asetilkolin sinaptik aralığa veril­
Serbestle­ reseptörleri
me bölge­
Kas membranı dikten sonra, aralıkta bulunduğu sürece asetilko­
leri lin reseptörlerini aktive etmeye devam eder. An­
Subnöral yarık cak, iki nedenle hem en uzaklaştırılır: (1) Asetilko-
linin çoğu, presinaptik uç ile postsinaptik kas
O m em branı arasındaki sinaptik boşluğu dolduran
ince süngerimsi bağ dokusu tabakası olan bazal
ŞEKİL 7- 2 laminaya tutunmuş bulunan asetilkolinesteraz e n ­
zimi ile yıkılır. (2) Küçük bir miktar ise sinaptik ala­
Sinir-kas kavşağının ııöral mcmbranı ve sineptik veziküllerden
asetikoliniıı serbestlem esi. Asetikolinin salgı bölgeleri ile nın dışına difüze olur ve artık kas lifi m em branını
subnöral yanıkların ağızlarının yakınlığına dikkat ediniz. etkileyemez.
82 ÜNİTE II • Membran Fizyolojisi, Sinir ve Kas

potansiyelinin prensibini göstermektedir. Şekilde


üç ayrı son plak potansiyeli görülmektedir. A ve
C’deki son plak potansiyelleri aksiyon potansiyeli
oluşturam ayacak kadar zayıftır, fakat şekilde
kaydedildiği gibi zayıf lokal son plak potansiyelleri­
ni meydana getirirler. Tersine, B'deki son plak po­
tansiyeli sodyum kanallarının açılm asına neden
olacak kadar güçlüdür dolayısyla giderek daha faz­
la sodyum iyonunun lifin içine girmesinin oluştur­
duğu self-rejeneratif (kendini yenileyen) etki aksi­
yon potansiyelini başlatır. A’da, kas lifinin asetilko­
lin reseptör bölgesinde asetilkolinle yarışarak onun
kanallardaki etkisini bloke eden kiirarla zehirlen­
mesi nedeniyle son plak potansiyeli zayıftır. C’de
son plak potansiyelinin zayıflığı, bir m akteıiyel
toksin olan botilisnıus toksininin sinir uçlarından
asetilkolin salınımını azaltmasına bağlıdır.

Sinir-Kas Kavşağındaki İletim İçin G üvenlik


Faktörü; Kavşak Yorgunluğu. Kural olarak, sinir
kas kavşağına ulaşan her impuls kas lifini uyarmak
için gereken son plak potansiyelinin yaklaşık üç ka­
tına neden olur. Dolayısıyla, normal sinir-kas kav­
şağının yüksek bir güvenlik faktörü olduğu söyle­
nir. Bununla birlikte, sinir lifinin dışardan birkaç
dakika süreyle, saniyede 1 0 0 'den fazla hızda uyarıl­
ması, her uyarı ile serbestleyen asetilkolin vezikü-
lünün sayısını öylesine azaltır ki uyarılar kas lifine
geçemez. Buna sinir-kas kavşağının yorgunluğu
denir ve merkez sinir sistemindeki sinaps yorgun­
luğunun benzeridir. Normal koşullarda sinir-kas
kavşağında yorgunluk enderdir ve ancak kas aktivi-
tesi çok bitkin düşürücü düzeylerde ise oluşur.

ŞEKİL 7- 3 Asetilkolin Oluşumu ve Serbestlemesinin


Asetikolin kanalı. A, Kapalı durumda. B, Asetikolin bağlandık­ Moleküler Biyolojisi
tan ve biçimsel değişiklik kanalı açıldıktan sonra, çok miktarda
sodyumun kas lifine girmesine ve kasılmayı uyarmasına izin ve­ Sinir-kas kavşağı kolayca çalışılabilecek kadar büyük
rir. Negatif yüklü iyonların girişini engelleyen kanal ağzındaki
olduğu için, kimyasal iletinin çoğu detaylarının çalışıl-
negatif yüklere dikkat ediniz.

Asetilkolinin sinaptik aralıkta kaldığı kısa süre-


ancak birkaç milisaniye- hem en hem en bütün kas
liflerini uyarmaya yeterlidir. Daha sonra asetilkoli­
nin hızla uzaklaştırılması kas lifinin, ilk aksiyon po­
tansiyelinden sonra, yeniden uyarılması engeller.

Son Plak Potansiyeli ve İskelet Kas Lifinin


Uyarılm ası. Asetilkolin kanalları açıldığı zaman
kas lifine birden sodyum iyonlarının girmesi, lokal
son p la k bölg esin d e m em branın iç yüzünde potan­
siyelin pozitif yönde 50-70 milivolt kadar artm ası­
na neden olur. 5. Bölüm den hatırlanacağı gibi,
m em bran potansiyelinde 20 ila 30 milivolttan faz­
la ani artış normalde sodyum kanal aktivasyonu- ŞEKİL 7- 4
nun pozitif feedback etkisini başlatm ak için yeter­ Son plak potansiyelleri. A, Kürarize bir kastan kaydedilen, aksi­
lidir, dolayısıyla asetilkolinin uyarısı ile yaratılan yon potansiyeli oluşturamayacak kadar zayıf son plak potansi­
son p la k potansiyeli, (50-70 mV) normalde kas li­ yeli; B, kas aksiyon potansiyeli oluşturan normal son plak po­
tansiyeli; C, son plak asetikolin serbestleıım esini
finde aksiyon potansiyelini başlatm aya yetecek azaltan botilismus toksini ile oluşturulan zayıf son plak potan­
miktardan çok fazladır. siyeli, bu da kas aksiyon potansiyeli meydana getiremeyecek
Şekil 7-4 aksiyon potansiyelini başlatan son plak kadar zayıftır.
BÖLÜM 7 • İskelet Kasının Uyarılması: A. Nöromusküler İleti ve B. Uyarılma-Kasılma Bağlantısı 83

dığı birkaç sinir sistemi sinapsından biridir. Sinir-kas yon alanları yaratarak iş görürler. Kas lifinin her repola-
kavşağında asetilkolinin yapımı ve serbestlemesi aşağı­ rizasyonunda, depolaıize alanlar sızdırdıkları iyonlar
daki basamakları takip eder. nedeniyle yeni bir aksiyon potansiyeline, dolayısıyla
spazm durumuna neden olur.
1. Yaklaşık 40 nanometre çapındaki küçük veziküller,
spinal kanalda motor nöronların hücre gövdesinde Sinir-Kas Kavşağında İletiyi Bloke eden İlaçlar. Kii-
Golgi apareyi tarafından yapılır. Bu veziküller aksoplaz- rariform ilaçlar olarak bilinen bir grup ilaç, uyarıların
ma akımı ile sinir liflerinin uçlarındaki sinir kas kavşa­ son plaktan kasa geçmesini engelleyebilir, örneğin D-
ğına kadar taşınır. Bir iskelet kası son plağının sinir tubokürarin kas lifi membranını, asetil kolinin etkisini
ucunda 300,000 tane kadar küçük vezikiil toplanır. asetil kolin reseptörü bölgesinde bloke ederek etkiler.
2. Asetilkolin sinir lifleri terminalinde sitozolde sen- Dolayısıyla son plakda serbestleyen asetilkolin, kas
tezlenir, sonra veziküllerin membranından içine taşı­ membranındaki asetilkolin kanallarının geçirgenliğini
nır. Burada, her vezikülde yaklaşık 10,000 asetilkolin aksiyon potansiyelini başlatacak kadar artıramaz.
molekülü olmak üzere oldukça konsantre biçimde de­
polanır. Asetilkolinesterazı Aktive Ederek Sinir-Kas Kavşa­
3. istirahat koşullarında, bir vezikül nadiren sinir ğını Uyaran İlaçlar, özellikle iyi bilinen üç ilaç; neos-
ucunun membranı ile birleşir ve asetilkolinini sinaptik tigmin, fizostigmin ve diizopropil florofosfat, asetilkoli-
oluğa boşaltır. Boşalan 10,000 asetilkolin molekülü "pa­ nesterazı inaktive ederler. Bu nedenle son plağa ser­
ketinin” etkisiyle, lokal bir kas lifi alanında yaklaşık 0,4 bestleyen asetil kolin hidrolize edilemez. Sonuçta ardı­
milivolt şiddetinde ve birkaç milisaniyede sonlanan şık sinir uyarılarıyla sinaptik aralıkta giderek artan mik­
minyatür son plak potansiyeli meydana gelir. tarda asetil kolin birikir. Bu durum, kasa birkaç sinir
4. Sinir ucuna bir aksiyon potansiyeli ulaştığı za­ uyarısı ulaşması durumunda bile kas spazm larına yol
man, terminalde bulunan çok sayıda voltaj kapılı kal­ açar. Bu, larinks spazmına yol açarak kişiyi soluksuz bı­
siyum kanalının açılması ile terminaldeki kalsiyum rakabilir ve ölümüne yol açabilir.
konsantrasyonu yaklaşık 100 kat artar. Bu da asetilko­ Neostigmin ve fizostigmin asetilkolinesterazla birle-
lin vezikülleıinin terminal membranıyla birleşme hı­ şeıek bu enzimi birkaç saat inaktive eder, daha sonra
zını 10,000 kat artırır. Birleşen her vezikülün dış yüze­ asetilkolinesterazdan ayrılır, enzim yeniden aktivasyon
yi yırtılır ve asetilkolin sinaptik yarığa ekzositozla atı­ kazanır. Oysa güçlü bir "sinir” gazı olarak kullanılan di­
lır. Her aksiyon potansiyeli ile genelde 125 kadar vezi­ izopropil florofosfat, asetilkolinesterazı haftalar boyun­
kül açılır. Asetilkolin daha sonra asetilkolinesteraz ile ca inaktive eder ve bu yüzden öldürücü bir zehirdir.
asetat iyonu ve koline yıkılır, kolin yeniden asetilkolin
oluşturulmasında kullanılmak üzere aktif olarak sinir
Miyasteniya Gravis
ucuna geri alanır. Bu olaylar zinciri 5-10 milisaniye
içinde oluşur.
Her 20,000 kişiden birinde görülen miyasteniya gravis,
5. Vezikül asetilkolinini saldıktan sonra, vezikülün
sinir-kas kavşağında, sinyallerin sinir lifinden kasa ile-
membranı hücre membranının bir parçası haline gelir.
tilememesi nedeniyle paraliziye sebep olur. Miyaste­
Sinir uçlarında bulunan veziküllerin sayısı ancak birkaç
niya gravisli kişilerin çoğunun kanında patolojik ola­
bin sinir uyarısını taşımaya izin verecek kadardır. Dola­
rak asetilkolin kapılı taşıyıcı proteinlere karşı otoanti-
yısıyla, sinir-kas iletiminin devam edebilmesi için, vezi­
korlar gösterilmiştir. Dolayısıyla, miyasteniya gravis,
küller 2. Bölümde anlatılan endositozla sinir membra-
kişilerde asetilkolinle aktive edilen iyon kanallarına
nmdan yeniden elde edilir. Aksiyon potanisyeli geçtik­
karşı antikorların geliştiği bir otoimmün hastalık ola­
ten sonra birkaç saniye içinde, terminal sinir membra-
rak bilinir.
nında orijinal vezikül alanlarında membranın altına tu­
Sebep ne olursa olsun, kas liflerinde meydana gelen
tulan sitozoliin kasılabilir proteinleri, özellikle klatrin
son plak potansiyelleri kas liflerini uyaramıyacak ka­
tarafından oluşturulan örtülü çukurlar belirir. Yaklaşık
dar zayıftır. Hastalık yeterince şiddetli ise, hasta para-
2 0 saniye içinde proteinler kasılarak çukurların memb-
liziden, özellikle solunum kaslarının paralizisindeıı
ıanın iç yüzüne doğru ayrılıp yeni vezikülleri oluştur­
ölür. Miyasteniya gravis genellikle neostigmin veya di­
masını sağlar. Sonraki birkaç saniye içinde asetilkolin ğer antikolinesteraz ilaçlarla tedavi edilir. Bunlar si­
bu veziküllerin içine taşınır ve yeni bir asetilkolin salgı naptik yarıkta daha fazla asetilkolinin birikmesini sağ­
döngüsü için hazır olur. lar. Paralizili hastaların bazıları, ilaçtan sonraki daki­
kalar içinde hemen hemen normal fonksiyon görme­
Şinir-Kas Kavşağında İletimi Etkileyen ye başlayabilir.
İlaçlar
Asetilkolin-Benzeri Etki ile Kas Lifini Uyaran ilaçlar.
Metakolin, karbakol ve nikotin gibi birçok bileşik kas li­ KAS AKSİYON POTANSİYELİ
finde asetilkoline benzer etkiye sahiptir. Bu ilaçlarla
asetilkolin arasındaki fark, kolinesteraz ile yıkılmama- 5. Bölüm’de tartışılan sinir lifinde aksiyon potansi­
ları veya yavaş yıkılmaları, dolayısıyla bir kez kas lifine yelinin başlaması ve iletimi ile ilgili hem en herşey,
uyguladıklarında etkilerinin birçok dakikadan birkaç bazı farklılıklar dışında iskelet kas lifine de uyarla­
saate kadar sürmesidir. Bu ilaçlar asetilkolin reseptör­ nabilir. Kas potansiyellerinin bazı kantitatif özellik­
lerinin bulunduğu motor son plakta lokal depolarizas- leri şunlardır:
84 ÜNİTE II • Membran Fizyolojisi, Sinir ve Kas

1. İstira h at m e m b ra n p o tan siy eli: iskelet liflerin de - m en yanma serbestlem esine neden olur ve kalsi­
80 ila -90 m ilivolt k a d a rd ır - b ü y ü k m iyelinli sin ir lifle­ yum iyonları kasılmayı sağlar. Bütün bu olaylara
rin dek i gibi. ııyarılm a-kasılnıa bağlantısı denir.
2. A k siyon p o tan siy e lin in sü resi: iskelet k a sın d a 1-5
m ilisa n iy e d ir - büy ük m iyelinli sinirlerin y ak laşık b e ş
katı kadar.
3. İleti hızı: 3-5 m /sn - iskelet k asın ı eksite e d en b ü ­
y ü k m iy elin li sin ir liflerindeki ileti h ızın ın y ak laşık UYARILMA ■ KASILMA BAĞLANTISI
* 113*İ-
Transvers Tübül-Sarkoplazmik
Retikulum Sistemi
Aksiyon Potansiyelinin Transvers Tübül
Sistemi İle Kas Lifi İçine Yayılması Şekil 7-5, T tübül-sarkoplazmik retikulum sistem i
ile çevrili miyofibıilleri göstermektedir. T tübülleri
İskelet kas lifleri o kadar büyüktür ki, membran b o ­ çok küçüktür ve miyofibrillere transvers olarak iler­
yunca yayılan aksiyon potansiyeli, lifin derin kı­ ler. Hücre m em bıanından başlar ve kas lifinin bir
sımlarında hem en hiç akım oluşturamaz. Kasılma tarafından diğer tarafına kadar olan mesafeyi kate-
oluşturabilmesi için bu elektriksel akımların bütün der. Şekilde görülmemekle birlikte, bu tıibüller ara­
miyofibrillerin yakınlarına kadar inmeleri gerekir. larında dallanır, dolayısıyla bütün m iyofibıiller
Bu durum, aksiyon potansiyellerinin kas lifi bo­ arasında birleştirici T tübül ağlarım oluştururlar.
yunca bir yandan diğer yana uzanan transvers tii- Ayrıca, hücre ınem branında başladıkları yerde T
biillerle (T tübülleri) taşınması sayesinde gerçekle­ tübülleri dışa da açıktır. Dolayısıyla, kas lifini çev­
şir. T tübülü aksiyon potansiyeli, kalsiyum iyonları­ releyen sıvı ile ilişkidedirler ve lüm enlerinde ekst-
nın saıkoplazmik retikulumdan miyofibrillerin he­ raselüler sıvı bulunur. Diğer bir deyişle, T tübülleri

Sarkolemma

Retikulum
triadi

Z Çizgisi Transvers
tübül

Sarkoplazmik
retikulum

Abandı —
Mitokondri

Transvers (T) tiibül-sarkoplazmik


retikulum sistemi. Büyük sisterıta-
lardn sonlanan longitudinal tii-
biillere dikkat ediniz. Sisternalar
daT tiibüllerine bitişiktir. Ayrıca,T
Transvers tübülleri hücre mebramnın dışı ile
I bandı — ilgilidir. Bu çizim her sarkomerde
tübül
Z çizgisi hizasına yerleşmiş bir T
Terminal tübülü olan kurbağa kasından ya­
sistema pılmıştır. Memeli kalp kasında da
benzer bir düzen vardır, fakat m e­
meli iskelet kasında her sarkomer­
de A-I birleşim yerinde iki T lübü-
lü bulunur. (Fawcett’dan: Bloom
and Fawcett: A textbook of Histo­
/X logy. Philadelphia, W.B. vSaunders
Sarkotübüller Company, 1986. Peachey: J. Cel Bi­
ol. 25: 209, 1965. Sylvia Colard Ke­
ene tarafından çizilmiştir.)
BÖLÜM 7 • İskelet Kasının Uyarılması: A. Nöromusküler İleti ve B. Uyarılma-Kasılma Bağlantısı 85

hücre membranının internal uzantılarıdır. Böylece, kulumun longitudinal tü b ü lleıin d e çok sayıda
aksiyon potansiyeli kas lifi m em branı boyunca ya­ kalsiyum kanalının hızla açılm asına, neden olur.
yıldığında, aynı zamanda T tübülii boyunca kas li­ Kanalların açık kaldığı birkaç m ilisaniye sırasın ­
finin derinliklerine de yayılır. T tübiillerini çevrele­ da, kas kasılm asından sorum lu olan kalsiyum
yen bu aksiyon potansiyeli akımları, kas kasılması­ iyonları m iyofibıilleri çevreleyen saıkoplazm aya
nı sağlar. verilir.
Şekil 7-5, kırmızı renkle sarkoplazm ik retikulıı- Serbestleyen kalsiyum iyonları komşu miyofib-
mu da göstermektedir. Sarkoplazmik retikulum iki ıillere difüze olur, burada 6 . Bölümde anlatıldığı gi­
büyük parçadan oluşmuştur ( 1 ) miyofıbıillere pa­ bi, troponin C’ye kuvvetle bağlanır ve kas kasılm a­
ralel uzanan uzun longitüdinal tiibüller, (2 ) bunla­ sını oluşturur.
rın sonlandığı term inal sisterna denen T tübülleıi-
ııe bitişik büyük bölmeler. Kas lifi longitudinal ke­ Kalsiyum İyonlarını S a rk o p lazm ik Sıvıdan
silerek elektron mikrogıafi alınırsa tübülün yanın­ G eri Alan Kalsiyum Pom paları. Kalsiyum iyon­
daki komşu sisternalar görülebilir. Ortada bir sant­ ları bir kez sarkoplazmik tübüllerden serbestleyip
ral tübül ile iki yanında büyük sisternalardaıı olu­ m iyofibıillere difüze olursa, konsantrasyonu mi-
şan yapı bir triad (üçlü) görüntüsü verir. Bu yapı, yofibriler sıvıda yüksek kaldığı sürece kas kasılm a­
Şekil 7-5’de ve 6-3’ün elektron mikrografında gös­ sı devam edecektir. Ancak, sarkoplazm ik ıetikulu-
terilmiştir. mun duvarlarında yerleşmiş olan aktif kalsiyum
Şekil 7 -5 ’te görüldüğü gibi, kurbağa gibi aşağı pom paları, kalsiyum iyonlarını devam lı olarak
gurup hayvanların kasında, her sarkom erde Z m iyofibrillerden tekrar sarkoplazm ik tü b ü lleıe
diskleri düzeyinde yerleşik bir tek T tübül ağı var­ pompalar. Bu pompa, kalsiyum iyonlarını tübülle­
dır. Kalp kası da bu tip T tübül sistem ine sahiptir. rin içinde yaklaşık 1 0 , 0 0 0 kat konsantre edebilir.
M emeli iskelet kasında ise her saıkom er için, kas Ayrıca, retikulumun içinde bulunan kalsekestıin
kasılm asında gerçek mekanik güçlerin oluşturul­ adlı bir protein, iyon halindekinin 40 katı kadar
duğu miyozin filam entleıinin iki ucuna yakın yer­ kalsiyumu bağlayarak, kalsiyum depolanm asında
leşm iş iki T tübül ağı vardır. Dolayısıyla, m em eli 40 kat artış sağlayabilir. Kalsiyumun sarkoplazmik
iskelet kası hızlı uyarılma için optimal bir organi­ retikuluma yoğun transferi, m iyofibıiler sıvıdaki
zasyona sahiptir. total kalsiyum iyonlarını azaltır ( 1 0 7 molardan
daha aza). Böylece, aksiyon potansiyelinden h e­
m en sonraki dönem hariç, miyofibrillerde kalsi­
Sarkoplazmik Retikulumdan Kalsiyum yum iyonları oldukça düşük düzeylerde tutulur.
İyonlarının Serbestlemesi
Kalsiyum İyonlarının Eksitatör Pulsasyonu.
Sarkoplazmik ıetikulumun özgün niteliklerinden Normalde, miyofibıilleri çevreleyen sitozolde 10 7
birisi de veziküler tübüllerin içinde yüksek kon­ m olar’dan düşük olan kalsiyum iyon konsantrasyo­
santrasyonda kalsiyum iyonları içerm esi ve komşu nu, kasılma oluşturamayacak kadar azdır. Dolayı­
T tübülünde aksiyon potansiyeli meydana geldiği sıyla, istirahat durumunda troponin-tropom iyozin
zaman bunları boşaltmasıdır. kompleksi, aktin filam entlerindeki inhibisyonu
Şekil 7-6, T tübülündeki aksiyon potansiyeli­ sürdürerek kası gevşek tutar.
nin, T tübülüne komşu sisternaların uçlarından Diğer taraftan T tiibül-sarkoplazm ik retikulum
akım a neden olduğu gösterm ektedir. Sinyal sis- sistem inin tam uyarılm ası, kalsiyum iyon k on ­
ternaların m em branınd a ve sarkoplazm ik reti- santrasyonunun m iyofibıiler sıvıda 2 X 10 4 m o-

ŞEKİL 7- 6
Kasta uyarılma kasılma bağlantısı, aksiyon p o ­
tansiyeli ile sarkoplazmik retikulumdan kalsi­
yum iyonlarının serbestlemesi ve sonra kalsi­
yum pom pası ile geri alınması.
86 ÜNİTE II • Membran Fizyolojisi, Sinir ve Kas

lara kadar yükselm esine neden olur. Bu düzey, yum aıtış-azalışı kaıdiyak aksiyon potansiyelinin
m aksim um kas kasılm ası için gerekli olan düze­ uzun sürm esi nedeniyle yaklaşık V 3 saniyede
yin (2 x l0 4 molar) yaklaşık 10 katıdır. Hem en sonlanır.)
sonra kalsiyum pom pası, kalsiyum iyonlarını ye­ Kalsiyum pulsasyonu sırasında kas kasılm ası
niden azaltır. İskelet kas lifinde bu kalsiyum meydana gelir. Eğer kasılma kesilmeden uzun süre
"p u lsasy o n u ” to tal olarak san iy en in yaklaşık devam ederse, 6 . Bölümde anlatıldığı gibi, tekrarla­
1 ! 2 0 'si kadar sürer, ancak bazı liflerde birkaç kat yan aksiyon potansiyelleri dizisi ile pulsasyonlar da
fazla, bazılarında az olabilir. Kalp kasında kalsi­ seri halde meydana gelir.

REFERANSLAR
See^also references for Chapters 5 and 6. Harris-NVarrick R M , Hoy R : M otor C ontrol. Row ell L B , Shepherd J T : H andbook o f Phy si­
W est W arw ick, R I: G rass Instrument D ivi­ ology, S e c . 12: E x e rc ise: Regulation and
A m o n o f M J: Electrom yography in C lin ical sion o f A stro-M ed, Inc, 1998. Integration o f M ultiple System s. New Y o rk :
P ractice. New York: C hurchill Livingstone, Jon s JH , Lindstedt S L : Lim its to maximal O xford U niversity Press, 1996.
19 98. perform ance. Annu R ev Physiol 5 5 :5 4 7 , S p ecto r S A , Sivakum ar S : T h e post-polio syn­
A rm strong D L , R o ssie S : Ion C hannel R egu la­ 1993. drome: current con cep ts and treatment. In­
tion. Orlando: A cadem ic Press, 1998. K inishian H, Broadie K , C hiba A, B a te M : fect Med 1 4 :4 6 2 , 1997.
/^shley R H : Ion C hannels. New Y o rk : Oxford T h e drosophila neurom uscular junction : a Sugi H: Current M ethods in M u scle P h y siol­
U niversity Press, 1996. model system fo r studying synaptic devel­ ogy. New Y o rk : O xford U niversity Press,
B row n R H Jr: D ystrophin-associated proteins opm ent and function. Annu R ev Neurosci 1998.
and the m uscular dystrophies. Annu R ev 1 9 :5 4 5 , 1996. Thorsteinsson G: M anagem ent o f post-polio
M ed 4 8 :4 5 7 , 1997. M cD onald T F . Pelzer S , Trautwein W , Pelzer syndrom e. M ayo C lin Proc 7 2 :6 2 7 , 1997.
C onley E C : V oltage-G ated C hannels, V o l. IV . D J: Regulation and modulation o f calcium Toh yam a M , Tak atsuji K : A tlas o f N euroac­
Orlando: A cad em ic Press, 1998. channels in cardiac, skeletal, and smooth tive Substances and T h e ir R eceptors in the
Edm onds B , G ib b A J, Colquhoun D : M ech a­ m uscle cells. Physiol Rev 7 4 :3 6 5 , 1994. Rat. O xford: O xford U n iversity Press,
nism s o f activation o f m uscle n icotinic a ce­ Paw son T : Protein M odules in Signal T ran s­ 1998.
tylch olin e receptors and the tim e course o f duction. B erlin : Springer, 1998. V an der K loot W , M olgo J: Quantal acety lch o­
endplate currents. Annu R ev Physiol 5 7 : Preston D C , Shapiro B E : Electrom yography line release at the vertebrate neurom uscular
4 6 9 , 1995. and N eurom uscular Disorders. Boston: But- ju n ctio n . P hysiol R ev 7 4 :8 9 9 , 1994.
Em erson C , Sw eeney H L: M ethods in M uscle terw orth-Heinem ann, 1998. W arshaw D M : T h e in vitro m otility assay: a
B io lo g y . San D iego: A cadem ic Press, 1997. Raym cnt I, Sm ith C , Yount R G : T h e active window into the m yosin m olecular motor.
F isch b a ch G D , Rosen K M : A R IA : a neuro­ site o f m yosin. Annu Rev Physiol 5 8 :6 7 1 , New s Physiol S ei 1 1 :1 , 1996.
m uscular ju n ction neuregulin. Annu Rev 1996. W asserm an K : Prin ciples o f E x e rcise T esting
N eurosci 2 0 :4 2 9 , 1997. R eilly T , A tkinson G , W aterhouse J : B io lo g i­ and Interpretation. Philad elp hia: Lippincott
Fozzard H A , H anck A : Structure and function cal Rhythm s and E xercise. New Y o rk: O x ­ W illiam s and W ilk in s, 1999.
o f voltage-dependent sodium channels, ford U niversity Press, 1996. W intz K W A : M olecu lar M ech an ism s o f S ig ­
com parison o f brain II and cardiac iso ­ R obinson JD : M oving Q uestions: A H istory o f nalling and M em brane Transport. B erlin :
form s. Physiol R ev 7 6 :3 3 7 1996. M em brane Transport and Bioenergetics. Springer, 1997.
Frob erg K : E x e rcise and Fitn ess. Odense: New Y o rk : O xford U niversity Press, W ood S C , R o ach R C : S p orts and E x e rc ise
O d ense U niversity Press, 1997. 1997. M edicine. New Y o rk : M arcel D ekker, 1994.
Düz Kasın Uyarılması ve i l

Kasılması

nekleri; gözün silyer kasının düz kas lifleri, gözün


DÜZ KASIN KASILMASI irisi, bazı aşağı grup hayvanlardaki üçüncü göz ka­
pağı ve sempatik sinir sistem i ile uyarıldıklarında
6 . ve 7. Bölümlerin konusu iskelet kası idi. Şimdi, tüylerin dikleşmesine neden olan piloerektör kas­
çapı 2 0 kat fazla ve boyu binlerce kat uzun olan is­ lardır.
kelet kasının tersine, genellikle 2-5 mikrometre ça­
pında ve sadece 20-500 mikrometre boyunda, daha Ü n iter Düz Kaslar. "Ü niter” terim i tek kas lifi de­
küçük liflerden oluşan düz kasa dönüyoruz. Kasıl­ mek değildir. Onun yerine, tek bir birim gibi birlik­
m anın iskelet kasındaki birçok özelliği düz kasa da te kasılan yüzlerce veya milyonlarca kas lifi kitlesi
aynen uyarlanabilir. En önemlisi, düz kasta da iske­ anlam ına gelir. Lifler genellikle dem et veya katlar
let kasında olduğu gibi miyozin ve aktin filamentle- halinde düzenlenm iştir ve hücre m em branları bir­
ri arasındaki çekici güçler kasılmaya yol açar. Fakat çok noktada birbirine bitişiktir, bu sayede bir kas
ilerde görüleceği gibi, düz kas liflerinin iç fiziksel lifinde oluşturulan güç yanındakine aktarılabilir.
düzenlenmesi tam am en farklıdır. Ayrıca, hücre m em branlarını birleştiren birçok y a ­
rık bağlantı, iyonların bir hücreden yanındaki
hücreye serbestçe geçm esini sağlar. Dolayısıyla
aksiyon potansiyeli veya basit iyon akımı, bir liften
Düz Kas Tipleri
yanındakine geçip kas liflerinin birlikte kasılm ası­
Her organın düz kası, diğer organlardan; fiziksel na neden olur. Bu düz kas tipi, lifler arasındaki
boyutları, demet veya katlar halinde organizasyon, bağlantılar nedeniyle sinsisyal düz kas olarak da
çeşitli uyaranlara verdiği yanıt, inervasyon özellik­ bilinir. Ayrıca, vücutta barsak, safra kanalları, üre-
leri ve fonksiyon gibi birçok açıdan farklıdır. Şekil ter, uterus ve kan damarları gibi birçok iç organın
8 - 1 ’de de görüldüğü gibi, düz kaslar genelde iki bü ­ duvarında bu tip kas bulunduğu için, bunlara vise­
yük gruba ayrüabilir: çok birim li düz kas ve i'miter ral düz kas da denir.
(veya tek birim li) düz kas.

Çok Birimli Düz Kas. Bu düz kas tipi, birbirinden


ayrı düz kas liflerinden yapılmıştır. Her lif diğerin­ Düz Kasta Kontraktil Süreç
den bağımsız olarak iş görür ve iskelet kası lifinde­
ki gibi, genellikle tek sinir ucu ile ineı ve edilir. Ayrı­
Düz Kas Kasılm asının K im yasal Tem eli
ca, bu liflerin dış yüzleri, iskelet kası liflerindeki gi­
bi, lifleri birbirinden ayırmaya yardım eden ince Düz kas, iskelet kasındaki aktin ve miyozin fila-
kollajen ve glikopıotein fibrillerinden oluşan bir m entlerine benzer kimyasal özelliklere sahip olan
bazal m em bıan tabakası ile kaplanmıştır. aktin ve miyozin filamentlerini içerir. İskelet kasın­
Çok birimli düz kas liflerinin en önemli özelliği, daki, kasılmanın kontrolü için gerekli olan, tropo­
her lifin diğerlerinden bağım sız kasılabilmesi ve nin kompleksini içermez, dolayısıyla kasılmanın
tem el olarak sinir sinyalleri ile kontrol edilm eleri­ kontrol mekanizması farklıdır. Bu durum konunun
dir. Bu durum, büyük oranda sinir-dışı uyaranlar­ ileriki bölümlerinde detaylı olarak tartışılmıştır.
la kontrol edilen viseral düz kaslarla zıttır. Bir baş­ Kimyasal çalışmalar düz kastan elde edilen aktin
ka özellik de, nadiren spontan kasılmalar göster­ ve miyozinin, iskelet kasındaki aktin ve miyozine
meleridir. benzer bir yolla birbiriyle etkileştiğini göstermiştir.
Vücutta bulunan çok birimli düz kasların bazı ör­ Ayrıca, kontraktil süreç kalsiyum iyonları ile aktive

87
88 ÜNİTE II • Membran Fizyolojisi, Sinir ve Kas

mentinin üstüne biner. Bu kasılabilir ünite, iskelet


kasının kasılabilir birim ine benzem ekle birlikte is­
kelet kasındaki yapısal düzenlilik yoktur; onun ye­
rine düz kasın yoğun cisim leri iskelet kasındaki Z
Adventisya
diskleri ile aynı işi yapar.
Bir başka faik daha vardır: Miyozin filametlerin
çoğu “yan kutup" denen çapraz köprülere sahip­
tir,böylece bir yandaki köprüler kasıldığında o tara­
Medyal kas
lifleri fa doğru bir kısalma sağlanırken diğer yandaki
köprülerin kasılması diğer yana doğru kısalma sağ-
Endotel lar.Bu mekanizma miyozinin aktini bir uçta bir ya­
na doğru çekerken başka bir bölümde başka bir ya­
na doğru çekmesini s ağlar. Bu düzenlem enin ö n e­
mi, iskelet kasında kasılmayla kasın boyu % 30 dan
Küçük arter az oranda kısalırken düz kasta bu oranın % 80 e
çıkmasını sağlamasıdır.
Çok birimli düz Üniter düz kas
kas

ŞEKİL 8 • 1
Çok birimli (multi ünite) ve üniter düz kas.

edilir ve kasılmada gerekli olan enerjiyi sağlamak


için adenozin trifosfat (ATP) adenozin difosfata
(ADP) yıkılır.
Diğer taraftan, düz kasla iskelet kasının fiziksel
organizasyonunda olduğu kadar, uyarılma-kasıl-
m a bağıntısı, kasılm a işlem inin kalsiyumla kont­
rolü, kasılm a süresi ve kasılm a işlem i için gerekli
olan enerji miktarı arasında da büyük farklılıklar
vardır.

Düz Kas Kasılmasının Fiziksel Temelleri

Düz kasta iskelet kasındaki aktin ve miyozin fila-


m entleıinin çizgili yerleşimi yoktur. Şimdiki özel
elektron mikrografik teknikler Şekil 8 -2 ’de gösteri­
len fiziksel organizasyonu düşündürmektedir. Şe­
kilde, çok sayıda aktin filam en tlerin in yoğun
cisim lere tutunduğu görülmektedir. Bu cisim lerin
bazıları hücre m em branına tutunmuş, diğerleri
hücre içinde dağılmış, yoğun cisim leri birbirine
bağlayan yapısal proteinler ağı ile yerlerinde tu ­
tulm uştur. Şekil 8 -2 ’de kom şu hücrelerin, bazı
m em bran yoğun cisim lerinin de inteıselüler pro­
tein köprüleri ile birleştiğine dikkat ediniz. Kasıl­ Hücre membranı
ma gücü başlıca bu bağlarla bir hücreden diğerine
geçmektedir.
Kas lifinde dağınık serpilmiş birçok aktif filam en­
te arasında az sayıda miyozin filamenti vardır. Bun­
ların çapı aktin filam entlerinin iki katından fazla­
dır. Elektron mikrografik kesitlerde bakıldığı za­
man, genellikle miyozin filam entlerinin 5-10 katı
kadar aktin filamenti görülür.
Şekil 8-2 ’nin sağında düz kas hücrelerindeki bir
ŞEKİL 8 - 2
kontraktil ünitenin kabul edilen yapısı görülmekte­
Düz kasın fiziksel yapısı. Üst soldaki lif yoğun cisimden yayılan
dir. İki yoğun cisimden çok sayıda aktin filamenti aktin filamentlerini göstermektedir. Alttaki lif sağdaki şekildeki
Uzanmıştır; bu filamentler yoğun cisim lerin arasın­ gibi miyozin filamentleri ile aktin fılamentleri arasındaki ilşkiyi
da orta kısımda yerleşmiş olan tek bir miyozin fila- göstermektedir.
BÖLÜM 8 • Düz Kasın Uyarılması ve Kasılması 89

Düz Kas Kasılmaları ile İskelet Kası Kasılmasının iskelet kasındaki 3-4 kg/cm2’ye kıyasla düz kasta 4-
Karşılaştırılması 6 kg/cm 2 kesit alan kadardır. Bu büyük çekim gü­

cünün, miyozin çapraz köprülerinin aktin fila­


İskelet kaslarının hızlı kasılıp gevşemesine karşın, m entlerine tutunma periyodunun uzun olm asın­
çoğu düz kas kasılması bazen saatler veya günler dan kaynaklandığı düşünülür.
süren uzun süreli tonik kasılmadır. Dolayısıyla, düz
kasın hem fiziksel hem kimyasal özelliklerinin iske­ Düz Kasın Uzun Süre Dayanan Kasılmaları İçin
let kası kasılmasından farklı olacağı açıktır. Bu fark­ "M a n d a l" Mekanizm ası. Düz kas bir kez tam ka­
lılıklar şunlardır. sıldığında, kasın aktivasyon derecesi genellikle
başlangıç seviyesinin çok altına düşürülebilir, an ­
M iyo zin Ç ap raz K öprülerinin Yavaş D ö n g ü ­ cak kas yine de tam kasılma gücünü sürdürebilir.
sü. Düz kasta aktine tutunm a, sonra ondan ayrıl­ Ayrıca, kasılmayı sürdürmek için tüketilen enerji
m a ve yeni bir döngü için tekrar bağlanma şeklin­ genellikle çok azdır, bazen eşdeğer iskelet kasının
de olan çapraz köprü döngüsünün hızı, iskelet ka- sürekli kasılması için gerekli olan enerjinin ^ o o ’ü
sındakinin ! /ıo - '/aoo’ü kadardır. Kasılma gücünü kadardır. Buna “m andal” m ekanizm ası denir. Aynı
belirleyen tem el faktör olan çapraz köprülerin ak­ etki iskelet kasında da ortaya çıkar ancak düz kasa
tin filam entlerine bağlı kalma süresinin, düz kasta oranla çok daha azdır.
oldukça uzadığı düşünülür. Yavaş döngü için olası Mandal mekanizm asının önemi, düz kasta az
bir neden çapraz köprü başlarının iskelet kasında- miktarda enerji kullanarak saatlerce tonik kasılm a­
kinden çok daha az ATPaz aktivitesine sahip ol­ nın sürdürülebilmesini sağlamasıdır. Bunun için az
masıdır. Dolayısıyla başların hareketi için enerji miktarda sinirsel ya da lıorm onal uyarıya gereksi­
sağlayan ATP yıkımı büyük miktarda azalır ve nim vardır.
döngünün hızını da yavaşlatır.
Düz Kasın Stres - G ev şe m esi. Düz kasın diğer
bir önem li özelliği, özellikle boşluklu organlarda
Düz Kas Kasılmasını D evam E ttirm ek İçin G e­
viseral tip düz kasların uzatılm a veya kısaltılm a­
rekli Enerji. Düz kasta aynı kasılma gerimini de­
larından sonraki saniyeler içinde h em en h em en
vam ettirm ek için gerekli olan enerji, iskelet kası­
orijinal kasılm a gücüne dönebilm eleridir. Ö rn e­
nın sadece ‘ /io - '/aoo'üdür. Bunun nedeni çapraz
ğin, m esanedeki sıvı h acm in in aniden artm asına
köprü döngüsünün yavaş olması ve süresinden ba­
bağlı olarak m esane duvarı düz kasının gerilm e­
ğımsız olarak her döngü için sadece bir ATP m ole­
si, kesede aniden basın ç artışına n ed en olur. B u ­
külüne ihtiyaç olunmasıdır.
nunla birlikte, sonraki 15 saniye - dakika sırasın ­
Düz kasın enerji kullanımındaki bu tutumluluk
da m esane duvarında gerim devam etse de, b a ­
bütün vücudun enerji ekonom isinde oldukça
sınç hem en h em en önceki düzeyine döner, D aha
önemlidir, çünkü barsaklar, mesane, safra kesesi ve
sonra, h acim başka bir basam akta arttığında,
diğer iç organlar gibi organlar hem en hem en belir­
tekrar aynı etki oluşur. H acim an id en düştüğü
siz tonik kas kasılmasını devamlı sürdürmelidir.
zam an basın ç başlangıçta çok düşer, ancak bir­
kaç saniye veya dakikada ilk düzeyine döner. Bu
Düz Kasta Kasılma ve Gevşem e Başlangıcının fen om en e stres-gevşem esi ve ters stres gevşem esi
Yavaşlığı. Tipik bir düz kas dokusu uyarıldıktan denir. Bu, boşluklu organın kas liflerinin, uzunlu­
50-100 milisaniye kadar sonra kasılmaya başlar, ğundan bağım sız olarak lıım enind eki basın cı sa ­
yaklaşık ' / 2 saniye sonra tam kasılmaya ulaşır ve bit düzeyde sürdürm esine izin verm esi n ed en iy­
sonraki 1 - 2 saniyede kasılma gücü düşer, dolayısıy­ le önem lidir.
la total kasılma süresi 1-3 saniyedir. Bu, süre olarak Stıes-gevşem e fenom eni m uhtem elen m andal
iskelet kasının bir tek kasılmasının yaklaşık 30 katı­ fenom eni ile yakından ilişkilidir. Kas gerildiğinde
dır. Düz kaslar çok çeşitlidir, dolayısıyla bazı tiple­ mandal fenomeni önce boy değişikliğine direnir.
rin kasılması 0 , 2 saniye iken, bazılarınınki uzun Sonraki saniyeler veya dakikalar içinde miyozin
olup 30 saniye kadardır. başlarının döngüsü sırasında, başlar ayrılıp ileride­
Düz kasta kasılmanın yavaş başlaması ve uzun ki aktin filamentlerine tutunur. Dolayısıyla, kasın
sürmesi m uhtem elen çapraz köprülerin kurulması boyu değişirken kastaki gerilim önceki değerine
ve ayrılmasındaki yavaşlıktan kaynaklanır. Ayrıca, yakındır çünkü kontraktil gücü oluşturan miyozin
uyarılma-kasılma bağıntısı denen, kalsiyum iyon­ çapraz köprülerinin sayısı daha önceki ile aynıdır.
larına yanıt olarak kasılmanın başlaması iskelet ka-
sındakinden çok yavaştır.
Kasılmanın Kalsiyum İyonları İle
Kas Kasılmasının Gücü. Düz kasta miyozin fila- Düzenlenmesi
m entlerinin az olması ve çapraz köprü döngüsü­
nün yavaş olmasına rağmen, düz kasın maksimum İskelet kasında olduğu gibi, çoğu düz kasta da ka­
kasılma gücü iskelet kasınınkinden bile büyüktür - sılm a in tıaselüler kalsiyum iyonlarındaki artış ile
90 ÜNİTE II • Membran Fizyolojisi, Sinir ve Kas

başlar. Kalsiyum artışı düz kas lifinin sinirsel ya tulu kalmasına neden olur. Dolayısıyla, herhangi
da horm onal yolla uyarılm ası, lifin gerilmesi veya bir anda aktin filamentlerine tutulu baş sayısı çok­
lifin kim yasal çevresindeki değişikliklerden kay­ tur. Aktine bağlı başların sayısı statik kasılma gücü­
naklanabilir. nü belirlediği için, gerilim sürdürülür veya ‘'m an­
Ancak düz kasta, iskelet kas kasılmasını sağlayan dallanır”; ancak kas tarafından az enerji kullanılır
kalsiyum iyonlarının bağlandığı düzenleyici prote­ çünkü, bir başın ayrıldığı nadir durumlar dışında,
in olan troponin bulunmaz. Onun yerine düz kas ATP ADP’ye yıkılmaz.
kasılması aşağıda anlatıldığı gibi çok farklı bir m e­
kanizma ile uyarılır.

Kalsiyum İyonlarının Kalmodulinle Birleşmesi- DÜZ KAS KASILMASININ SİNİRSEL


M iyozin Kinaz Aktivasyonu ve M iyozin Başı­ VE HORMONAL KONTROLÜ
nın Fosforilasyonu. Düz kas hücreleri, troponin
yerine, çok miktarda kalmodulin denen bir düzen­ İskelet kası büyük oranda sinir sistem i ile aktive
leyici protein içerirler. Bu protein dört kalsiyum edilse de, düz kas sinir sinyalleri, horm onal uyarı,
iyonu ile reaksiyona girmesi açısından troponine kasın gerilmesi ve bazı başka yollar gibi birçok sin ­
benzese de, kasılmayı başlatm a biçim i yönünden yal tarafından uyarılabilir. Farklılığın başlıca n ed e­
farklıdır. Kalmodulin miyozin çapraz köprülerini ni, düz kas m em branm ın kontraktil işlemi başlata­
aktive ederek kasılmayı başlatır. Aktivasyon ve son­ bilecek birçok reseptör protein tipi içermesidir. İs­
raki kasılma, aşağıdaki sırayla meydana gelir. kelet kasından diğer bir farkı da, bazı reseptör pro­
teinlerin düz kas kasılmasını inhibe etmesidir. D o­
1. Kalsiyum iyonları kalmoduline bağlanır. layısıyla bu bölümde, önce düz kas kasılmasının si­
2. Kalmodulin-kalsiyum kombinasyonu, fosforile edi­
nirsel kontrolünü sonra hormonal ve diğer kontrol­
ci bir enzim olan miyozin kinazla birleşerek onu aktive
eder. lerini tartışacağız.
3. Miyozin başının düzenleyici zincir denen hafif zin­
cirlerinden biri miyozin kinaza yanıt olarak fosforile
olur. Bu zincir fosforile değilken, miyozin başm aktinle Düz Kasın Sinir-Kas Kavşağı
tutunma-ayrılma döngüsü oluşmaz. Fakat regülatör zin­
cir fosforile olduğunda, iskelet kasındaki gibi, baş aktin
Düz Kas Sinir-Kas Kavşağının Fizyolojik A na­
filamenti ile bağlanma ve sonraki bütün döngüsel işlem­
lerden geçme, dolayısıyla kas kasılmasını sağlama kapa­ tom isi. Düz kasta iskelet kası liflerinde bulunan ol­
sitesine sahiptir. dukça düzenli sinir-kas kavşağı yoktur. Onun yeri­
ne, düz kası inerve eden otonom sinir lifleri Şekil 8 -
Kasılmanın Durması - M iyozin Fosfatazın Ro­ 3 ’de görüldüğü gibi, genellikle bir kas lifi tabakası­
lü. Kalsiyum iyon konsantrasyonu kritik bir değe­ nın üstünde diffüz olarak dallanır. Çoğu zaman bu
rin altına düştüğünde, miyozin başının fosforilas­ lifler düz kas lifleri ile direkt temas etmezler, onun
yonu dışında daha önce sözedilen olaylar otomatik yerine yaygın kavşaklar (diffiise jım ctions) transmi-
olarak tersine döner. Bu terse dönüş, düz kas hüc­ ter maddeleri birkaç nanom etreden birkaç mikro­
resi sıvısında bulunan miyozin fosfcıtaz adlı başka metreye varan uzaklıktan düz kası çevreleyen mat-
bir enzime ihtiyaç gösterir. Bu enzim düzenleyici rikse salgılarlar; daha sonra tıansmiter, hücreye dif-
hafif zincirden fosfatı ayırır. Daha sonra döngü du­ füze olur. Ayrıca, birçok kas hücresi tabakasının ol­
rur ve kasılma kesilir. Dolayısıyla, kasın gevşemesi duğu yerlerde, sinir lifleri genellikle sadece dış taba­
için gerekli zaman, büyük ölçüde hücredeki aktif kayı inerve eder ve uyarı daha sonra bu dış tabaka­
miyozin fosfataz miktarı ile belirlenir.

Mandal Fenomenin Düzenlenmesi İçin


Olası Bir Mekanizma

Düz kasta mandal fenom eni önemli olduğundan


ve birçok organda tonusun uzun süre devam etti­
rilmesine izin verdiğinden, onu açıklamak için bir­
çok girişim yapılmıştır. Öne sürülen birçok m eka­
nizma arasında en basit olanı şudur.
Miyozin kinaz ve miyozin fosfataz enzimlerinin
ikisi de güçlü olarak aktive edildiğinde, miyozin
başlarının döngü frekansı ve kasılma hızı büyük
olur. Enzimlerin aktivasyonu azalırken döngü fre­
kansı da düşer, fakat aynı zamanda enzim aktivite-
sinin düşüklüğü miyozin başlarının döngüsel süre­ ŞEKİL 8 - 3
cin daha uzun bir kısmında aktin filamentlerine tu­ Düz kasın inervasyonu.
BÖLÜM 8 • Düz Kasın Uyarılması ve Kasılması 91

dan iç katlara doğru aksiyon potansiyelinin iletimi Ü niter Düz Kasta Aksiyon Potansiyelleri. Vise-
veya transmiter maddenin difüzyonıı ile yayılır. ıal düz kas gibi üniter düz kasta da aksiyon po tan ­
Düz kas liflerini inerve eden aksonlar, iskelet siyeli iskelet kasındaki yolla oluşur. Bir sonraki kı­
kas liflerinin m otor son plak tipinin tipik dalla­ sımda belirtildiği gibi, çok birimli düz kas liflerinin
nan ayak sonlanm asına da sahip değildir. Onun çoğunda ise meydana gelmez.
yerine ince term inal aksonlar eksenleri boyunca Viseral düz kasın aksiyon potansiyelleri iki b i­
dağılan birçok genişlem elerden (varikozite) salgı­ çimde meydana gelir: ( 1 ) sivri potansiyeller, (2 )
lanabilir. G enişlem elerde iskelet kası son plağın­ platolu aksiyon potansiyelleri.
daki gibi transm iter m adde içeren veziküller var­
dır. Sad ece asetilkolin içeren iskelet kas kavşa­ Sivri Potansiyeller. Çoğu ü n iter düz kas tipinde
ğındaki veziküllerin tersine, oton om sinir lifi iskelet kasındaki gibi tipik sivri aksiyon p o ta n si­
sonlanm alarındaki veziküller bazı liflerde a setil­ yeller m eydana gelir. Bu tip aksiyon p otan siyeli­
kolin, bazılarında norepinefritı ve nadiren başka nin süresi Şekil 8-4A’ da görüldüğü gibi 10-50 m i­
m addeler içerir. lisaniyedir. Bu tip aksiyon potansiyelleri elektrik
Özellikle çok birimli düz kaslarda olmak üzere uyarısı, horm onların düz kasa etkisi, sinir lifleri­
bazı genişlemeler, aralarında ancak 20-30 nano- nin transm iter m addeleri, germ e veya kas lifinin
m etrelik mesafe kalacak şekilde direkt olarak kas li­ spontan üretimi gibi birçok yol ile ortaya çık arı­
fi m em branınm üstüne yayılır. Bu mesafe iskelet labilir.
kas kavşağındaki sinaptik yarık genişliğiyle aynıdır.
Bunlara tem as kavşakları denir ve iskelet kasının Platolu Aksiyon Potansiyelleri. Şekil 8-4C ’de pla­
sinir-kas kavşağındaki gibi fonksiyon görür; Bu düz
tolu aksiyon potansiyeli görülmektedir. Bu aksiyon
kas liflerinin latent periyodu, yaygın kavşakla uya­
potansiyelinin başlangıcı tipik sivri potansiyeli ile
rılan liflerinkinden kısadır.
aynıdır. Ancak, kas lifi m em branınm hızlı repolari-
zasyonu gözlenmez, repolarizasyon birkaç yüz-
D üz Kas Sinir-Kas K avşağında E ksitatö r ve den-bin milisaniyeye (1 sn) kadar gecikir. Plato;
İn h ib itö r Transm iter M ad d eler. Düz Kası iner­ üıeter, bazen uterus ve bazı damar düz kasları gibi
ve eden otonom ik sinirler tarafından salgılanan
en önem li transm iter maddeler asetilkolin ve no-
repiııefrindir, fakat hiçbir zam an ikisi aynı sinir li­
finden salgılanmaz. Asetilkolin bazı organlarda
düz kas lifleri için eksitatör, diğerlerinde ise inhi-
bitördür. Bir kas lifini asetilkolin eksite ediyorsa,
kural olarak norepinefrin inhibe eder. Tersine,
asetilkolin lifi inhibe ediyorsa, norepinefrin genel­
likle uyarır.
Fakat bu farklı yanıtların nedeni nedir? Bunun
cevabı, düz kası hem asetilkolin hem de norepi-
nefrinin, hücre m em bıanm d a bulunan kendi re­
sep tör p rotein lerin e bağlanarak inhibe veya eksi­
te etm esidir. Ayrıca, bazı reseptör proteinler eksi-
tatörkeıı diğerleri itıhibitördür. Dolayısıyla, re­
sep törü n tipi asetilkolinin mi yoksa norepinefri- —I I I
10 20 30
nin m i etkili olacağını ve buna bağlı olarak düz
Saniye
kasın inhibe mi, eksite mi edileceğini belirler. Bu
reseptörler 60. Bölüm ’de detaylı biçim de otonom
sinir sistem inin fonksiyonları ile ilintili olarak
tartışılm ıştır.

Düz Kasta Membran Potansiyelleri ve


Aksiyon Potansiyelleri
0.2
Saniye
Düz Kasta M em bran Potansiyelleri. Düz kasta
m em bran potansiyellerinin kaııtitatif değeri bir kas
lifinden diğerine değişir ve aynı zamanda kasın o ŞEKİL 8 - 4
andaki durumuna bağlıdır. Normal istirahat halin­ A, Bir dış uyaranla meydana getirilmiş tipik diiz kas aksiyon
de m em bran potansiyeli genellikle -50 - -60 mili- potansiyeli (sivri potansiyel). zUııtestinal duvarın düz kasında
spontan olarak meydana gelen yavaş ritmik elektriksel dalgalar
volt kadar olup, iskelet kasından yaklaşık 30 mili- tarafından oluşturulan tekrarlanan sivri potansiyeller. C, Uterus
volt daha az negatiftir. düz kas lifinden kaydedilen platolu aksiyon potansiyeli.
92 ÜNİTE II • Membran Fizyolojisi, Sinir ve Kas

düz kas lifi tiplerinde meydana gelen uzun süreli ritmik kasılmalar oluşturabilir. Dolayısıyla, yavaş
kasılmadan sorumlu olabilmesi açısından önem li­ dalgalara pacemaker dalgalar denir. 62. Bölümde
dir. (9 ve 10. Bölümlerde değinildiği gibi, uzun ka­ bu aktivite tipinin barsağın ritmik kasılmalarını
sılma süresi olan kalp kası liflerinde de bu tip aksi­ kontrol ettiğini görüyoruz.
yon potansiyeli görülür.)
Viseral Düz Kasın G erilm e İle U yarılm ası. Vi­
Düz Kas Aksiyon Potansiyellerinin Oluşmasında seral (üniter) düz kas yeterince gerildiğinde, ge­
Kalsiyum Kanallarının Ö nem i. Düz kas hücre zarı, nellikle spontan aksiyon potansiyelleri m eydana
iskelet kasından çok daha fazla voltaj kapılı kalsi­ gelir. Bunlar: (1) norm al yavaş dalga potansiyelle­
yum kanalına, fakat daha az voltaj kapılı sodyum rinin etkilerinin, (2 ) gerilmeye bağlı olarak m em b ­
kanalına sahiptir. Dolayısıyla, çoğu düz kasta aksi­ ran potansiyelinin negatifliğinde m eydana gelen
yon potansiyeli oluşumunda sodyumun katkısı az­ azalma ile birleşm esinden kaynaklanır. Gerilmeye
dır. Onun yerine, aksiyon potansiyelinden başlıca karşı oluşan bu yanıt, sindirim kanalı duvarının
sorumlu olan, kalsiyum iyonlarının lifin içine akı­ aşırı gerilme durumunda otom atik olarak kasıl­
mıdır. Bu, sinir lifleri ve iskelet kas liflerinde sod­ masını ve dolayısıyla gerime direnm esini sağlar.
yum kanallarındaki gibi kendini yeniden oluşturan Örneğin, barsak fazla dolduğu zam an lokal o to ­
(self - rejeııeıatif) şekilde oluşur. Ancak, kalsiyum matik kasılma, barsağın içeriğini, çok dolu olan
kanalları sodyum kanallarından çok daha yavaş bölgeden u zaklaştıracak p eristaltik dalgaların
açılır, fakat ondan daha uzun süre açık kalır. Düz meydana gelm esini sağlar.
kas liflerinin yavaş aksiyon potansiyellerinden bü­
yük ölçüde bu olay sorumludur. Ç o k B irim li D üz Kasın A k s iy o n P o ta n s i­
Aksiyon potansiyeli sırasında hücrelere kalsiyum y e lle ri O lm a d a n D e p o la riz a s y o n u
girişinin diğer bir önemli özelliği de, daha önce tar­
tışıldığı gibi, hücre içine giren kalsiyumun direkt Gözün iris kası veya piloerektör kas gibi çok b i­
etkiyle düz kasta kasılmaya neden olmasıdır. D ola­ rimli düz kas lifleri, norm alde başlıca sinir uyarı­
yısıyla kalsiyum bir defada iki iş görür. larına yanıt olarak kasılır. Sinir uçları bazı çok b i­
rimli düz kaslarda asetilkolin, bazılarında norepi-
Ü n iter Düz Kasta Yavaş Dalga Potansiyelleri nefrin salgılar. Her iki durumda da, transm iter
ve Spontan Aksiyon Potansiyeli Oluşumu. Ba­ maddeler düz kas m em branında depolaıizasyona
zı düz kaslar kendi kendini uyarabilirler. Yani dışar­ neden olur ve bu da kasılma m eydana getirir. G e­
dan bir uyarı olmadan düz kasın içinde aksiyon po­ nellikle aksiyon potansiyelleri m eydana gelmez.
tansiyelleri doğabilir. Bu, özellikle intestinal duvar Bunun nedeni liflerin aksiyon potansiyeli oluştu­
düz kasındaki gibi, yavaş dalga ritmi ile ilişkilidir. ram ayacak kadar küçük olmalarıdır. ( viseral üni­
Barsağm viseral düz kasındaki bu tipik yavaş dalga ter düz kasta aksiyon potansiyeli doğduğunda,
tipi Şekil 8 -4 £ ’de gösterilmiştir. Yavaş dalganın kendi kendine yayılan aksiyon potansiyeli ortaya
kendisi bir aksiyon potansiyeli değildir. Yani, kas li­ çıkm adan önce 30-40 düz kas lifi aynı anda d epo­
finin m em branı boyunca yayılan kendini yenileyen larize olmalıdır.) Ancak, çok birim li düz kas lifle­
bir işlemi değildir. Kas kitlesini oluşturan düz kas rinde aksiyon potansiyeli olm adan bile, tran sm i­
liflerinin lokal bir özelliğidir. ter madde tarafından oluşturulan kav şa k po ta n si­
Yavaş dalga ritminin nedeni bilinmemektedir; yeli denen bir lokal potansiyel "elektıotonik” o la­
ancak yavaş dalgaların, sodyum iyonlarının kas lifi rak bütün lifte yayılır ve kas kasılm ası için gerekli
m em branından dışarı doğru pompalanmasındaki olan da budur.
artm a ve azalmaya bağlı olarak; sodyum hızlı pom ­
palandığında m em bran potansiyelinin daha nega­
tif hale gelmesi ve pompa daha az aktif olduğunda Aksiyon Potansiyeli Olmadan Düz Kas
negatifliğinin azalmasından kaynaklandığı düşü­ Kasılması - Lokal Doku Faktörleri ve
nülmektedir. İyon kanallarının geçirgenliğinin rit­ Hormonların Etkisi
mik olarak artıp azaldığı şeklinde bir düşünce de
vardır. M uhtemelen düz kas kasılmalarının en az yarısı,
Yavaş dalgaların önemi, aksiyon potansiyellerini aksiyon potansiyelleri ile değil, düz kasın kasılabi-
başlatabilmeleridir. Yavaş dalgaların kendisi kas lir makinasına doğrudan etki eden uyarıcı faktör­
kasılmasına neden olamaz, fakat yavaş dalganın lerle başlatılır. Sinirsel olmayan ve aksiyon potansi­
potansiyeli yaklaşık -35 milivoltun üzerine (çoğu yeli doğurmayan uyarıcı faktörlerden en sık görü­
viseral düz kasta aksiyon potansiyeli oluşturabile­ lenler; ( 1 ) lokal doku faktörleri ve (2 ) çeşitli h or­
cek yaklaşık eşik) çıktığı zaman aksiyon potansiye­ monlardır.
li doğar, kas kitlesinde yayılır ve kasılma meydana
gelir. Şekil 8-4B her yavaş dalga tepesinde bir veya Lokal Doku Faktörlerine Yanıt O larak Düz
daha fazla aksiyon potansiyelinin meydana gelişini Kas Kasılması. 17. Bölüm’de aıteriyoller, m etar-
göstermektedir. Bu etki düz kas kitlesinde bir seri teriyoller ve prekapiller sfinkterlerin kasılm asının
BÖLÜM 8 • Düz Kasın Uyarılması ve Kasılması 93

kontrolünü tartıştık. Bu damarlardan küçük olan­ bu enzim ler hücre içinde ikinci h aberciler denen
ların siniri yoktur veya azdır. Ancak düz kas olduk­ siklik adenozin m on ofosfat (cAMP) veya siklik gıı-
ça kontraktildir, çevreleyen interstisyel sıvıdaki lo­ anozin m onofosfatı (cGMP) oluştururlar. cAMP
kal değişikliklere hızla yanıt verir. Bu yolla, güçlü veya cG M P'm indirekt olarak kasılm ayı inhibe
bir lokal feedback kontrol sistem i doku alanına eden bazı enzim lerin fosforilasyon derecesini d e­
bölgesel kan akımını düzenler. Bazı özgül kontrol ğiştirmek gibi etkileri vardır. Özellikle kalsiyum
faktörleri şunlardır: iyonlarını sarkoplazm adan sarkoplazm ik ıetiku-
luma pom palayan pom pa ve hücreden dışarı çı­
1. D o k u d a lokal ok sijen eksikliği d ü z k a sta gevşem eye karan hücre m em bran pom pası aktive edilir; bu
ve dolayısıyla v a zo d ilatasy o n a n ed en olur. etkiler hücre içi kalsiyum konsantrasyonunu dü­
2. Aşırı karb on dioksit v azo d ilatasy o n a se b e p olur. şürerek kasılmayı inhibe eder.
3. H idrojen iyon k o n san trasy o n u n u n artm a sı d a vazo-
d ilatasy on u artırır.

Kasılmaya Neden Olan Kalsiyum


Adenozin, laktik asit, potasyum iyonlarının art­
İyonlarının Kaynakları: 1)Hücre
ması, kalsiyum iyon konsantrasyonunun azalması
ve vücut ısısının azalması gibi faktörler de lokal va­
membranı ve 2) Sarkoplazmik retikulum
zodilatasyona neden olurlar.
Kasılma işlem i düz kasta da iskelet kasındaki gibi
kalsiyum iyonları ile aktive olur, ancak düz kasta
Horm onların Düz Kas Kasılmasına Etkisi. Vü­
cutta dolaşan horm onların çoğu düz kas kasılması­ kalsiyum iyonlarının kaynağı oldukça farklıdır, is ­
nı bir dereceye kadar etkiler ve bazılarının etkileri kelet kas kasılm asında h em en hem en bütün kal­
belirgindir. Kasılmayı etkileyen en önemli kan kay­ siyum iyonlarının kaynağı olan sarkoplazm ik re ­
naklı hormonlar norepiııefrin, epinefrin, asetilko- tikulum fazla gelişm em iştir.Bir çok düz kas tip in ­
lin, anjiotensin, vazopresiıı, oksitosin, serotonin ve de kasılmaya neden olan kalsiyum iyonlarının
histamindir. hem en hepsi aksiyon potansiyeli veya diğer uya­
Kas hücre m em branı o horm on için horm on ka- rılarla ekstraselüler sıvıdan hücre için e girer.Ekst-
püı uyarıcı reseptörler içeriyorsa, horm on düz kas­ ıaselüler sıvıda 1 0 ' 3 m olardan fazla olan kalsiyum
ta kasılmaya neden olur. Tersine, eğer membranda iyon konsantrasyonu sarkoplazm adaki 1 0 ' 7 m ola-
inhibitor reseptörler varsa, horm on inhibisyona n e­ ıa kıyasla oldukça yüksektir ve daha önce işaret
den olur. edildiği gibi, düz kas aksiyon potansiyeli başlıca
kalsiyum iyonlarının hücre için e girm esinden
H orm onlar veya Lokal Doku F aktörleri İle kaynaklanır.
Düz Kasın Uyarılm a M ekanizm ası. Düz kas İskelet kas liflerinin tersine düz kas lifleri çok kü­
m em branında bazı Hormon reseptörleri sodyum çük olduğu için, kalsiyum iyonları düz kasın her ta­
veya kalsiyum iyon kanallarını açarlar ve sinir uya­ rafına diffüze olabilir ve kasılma işlem ini meydana
rısındaki gibi m em branı depolarize ederler. Bazen getirebilir. Diffüzyonun olabilmesi için gereken za­
aksiyon potansiyelleri oluşur veya meydana gel­ man genellikle 200-300 milisaniyedir ve buna kasıl­
miş olan ritmik aksiyon potansiyelleri kuvvetlen­ ma başlam adan önceki latent dönem denir, bu dö­
dirilir. Çoğunlukla aksiyon potansiyeli olmadan nem iskelet kasınınkinden yaklaşık 50 kat uzundur.
depolarizasyon meydana gelir; bu depolarizasyon, Kalsiyum, horm onla aktive edilen kalsiyum k a ­
kasılmayı meydana getiren kalsiyum iyon girişi ile nalları ile de düz kas lifine girip kasılmaya neden
birliktedir. olabilir. Genellikle bu kanalların açılm ası aksiyon
Diğer membran reseptörlerinin uyarılması kasıl­ potansiyeline neden olmaz, norm al m em bran po­
mayı inhibe eder. Örneğin inhibisyon sodyum ve tansiyelini devam ettirecek kadar potasyum iyonu
kalsiyum kanallarını kapatıp pozitif iyonların giri­ hücre dışına çıktığı için istirahat m em bran potan­
şini engelleyerek veya potasyum kanallarını açıp siyeli pek değişmez. Kasılma kalsiyum kanalları
pozitif potasyum iyonlarının dışarı çıkmasını sağ­ açık kaldığı sürece devam eder, çünkü kasılmaya
layarak oluşabilir. Her iki durumda da kas hücresi­ neden olan m em bran potansiyeli değişikliği değil,
nin hücre içi negatifliği artar, bu duruma hiperpo- kalsiyum iyonlarıdır.
larizasyoıı denir.
Bazen horm onlarla, m em bran potansiyeli de­ Sarkoplazm ik Retikulumun Rolü. Bazı düz kas­
ğişmeden de kasılma veya inhibisyon başlatılır. lar orta derecede gelişmiş sarkoplazmik retikulum
Bu durumlarda, horm on m em branda hiçbir ka­ içerir. Şekil 8 -5 ’de hücre m em branına yakın uza­
nalı açm ayan, onun yerine kas lifinde saıkoplaz- nan ayrı sarkoplazmik tübüllerin olduğu bir örnek
mik ıetikulum da kalsiyum iyonlarının salm ımı gi­ görülmektedir. M em branın çukurcuk denen küçük
bi bir internal değişikliğe neden olan reseptörü girintileri bu tübüllerin yüzeyine bitişiktir. Çukuı-
aktive eder; kalsiyum daha sonra kasılmayı indiik- cukların iskelet kasındaki transvers tübül sistem i­
ler. Hücre m em branında ad eııila t siklaz veya gıt- nin gelişmemiş bir eşdeğeri olduğu düşünülm ekte­
a ııtila t siklazı uyararak kasılmayı inhibe eden dir. Çukurcuklaıda bir aksiyon potansiyeli yayıldığı
başka reseptör mekanizm aları da bilinmektedir; zaman, iskelet kasında transvers tübüllerin longi-
94 ÜNİTE II • Membran Fizyolojisi, Sinir ve Kas

Genelde, düz kas lifinde saıkoplazm ik ıetiku-


lum ne kadar gelişkinse o kadar hızlı kasılır, çünkü
hücre m em branından kalsiyum girişi, sarkoplaz-
mik retikulumdan serbestlem esinden çok daha
yavaştır.

Ekstraselüler Kalsiyum iyon K onsantrasyonu­


nun Düz Kas Kasılmasına Etkisi. Ekstraselüler
sıvının kalsiyum iyon konsantrasyonu iskelet kası­
nın kasılması gücüne hem en hiç etkimese de, bu
çoğu düz kas için geçerli değildir. Ekstraselüler sıvı­
nın kalsiyum iyon konsantrasyonu düşük bir düze­
ye indiği zaman düz kas kasılması genellikle tam a­
men durur. Gerçekten de, düşük kalsiyumlu orta­
ma konulduktan birkaç dakika sonra, hatta düz kas
liflerinin sarkoplazmik retikulumu kalsiyumunu
kaybettiğinde bu durum gözlenir. Dolayısıyla, düz
kas kasılmasının gücü büyük oranda ekstraselüler
sıvının kalsiyum iyon konsantrasyonuna bağlıdır 9.
Bölüm'de bunun kalp kası için de geçerli olduğunu
göreceğiz.

Kalsiyum Pompası. Düz kasın gevşemesi için kal­


siyum iyonlarını aktin ve miyozin filaınentlerini
Ş E K İL 8 * 5 çevreleyen intraselüler sıvıdan uzaklaştırmak gere­
Düz kas lifinde sarkoplazmik tübüller ve çukurcuk denen lıücre kir. Bunu, kalsiyum iyonlarını düz kas lifinden
membranı girintileri ile ilişkisi. ekstraselüler sıvıya veya sarkoplazmik retikuluma
pompalayan kalsiyum pompaları yapar. Bu pom ­
palar iskelet kasındaki hızlı çalışan sarkoplazmik
tudinal saıkoplazm ik ıetikulum dan kalsiyumun ıetikulum pompalarına göreli olarak yavaş çalışır.
serbestlem esine neden olm ası gibi, bunun da Dolayısıyla, düz kas kasılmasının süresi iskelet ka­
komşu saıkoplazmik tübüllerden kalsiyum iyonla­ sındaki saniyenin onda veya yüzde biri gibi değil,
rının serbestlem esini uyardığı düşünülmektedir. saniyeler düzeyindedir.

REFERANSLAR

S e e also references for Chapters 5 and 6. Hirst G D S , Edw ards F R : Sym pathetic neuroef­ m unication: the c e ll-to -c e ll m em brane chan­
fector transm ission in arteries and arterioles. nel. Physiol R ev 6 1 :8 2 9 , 1981.
A rm strong D L , R o ssie S: Ion C hannel R e g u la ­ Physiol Rev 6 9 :5 4 6 , 1989. M atthews G G : C ellular Physiology o f Nerve
tion. O rlando: A cadem ic Press, 1 9 98. H ochachka PW : M uscles as M olecular and and M u scle. M aldon, M A : B la ck w ell S c i-
A shley R H : Ion C hannels. New Y ork: O xford M etabo lic M achines. B o c a Raton: C R C cn ce, 1998.
U niversity Press, 1996. Press, 1994. Paul R J: Sm ooth m uscle en ergetics. A nnu R ev
B e rk B C , C orson M A : A ngiotensin II signal H offm an F, Jam ieson JD : C ell Physiology. Physiol 5 1 :3 3 1 , 1989.
transduction in vascular sm ooth m uscle: New Y o rk : O xford U niversity Press, 1997. Pierce G N , C laycon ib W C : N ovel M ethods in
role o f tyrosine kinases. C irc R e s 8 0 :6 0 7 , H orow itz A , M en ice C B , Laporte R , M organ M olecu lar and C ellu lar B io ch em istry o f
1997. K G : M echanism s o f smooth muscle con ­ M uscle. D ordrecht: K luw er A cad em ic Pub­
traction. Physiol Rev 7 6 :9 6 7 , 1996. lishers, 1997.
C arl A j L e e H K , Sanders K M : Regulation o f
Kam m K E , Stull JT : Regulation o f smooth Pusch M , Jen tsch T J: M o lecu la r physiology o f
ion channels in smooth m uscles by calcium .
voltage-gated chlorid e channels. Physiol
A m J Physiol 2 7 1 :C 9 , 1996. m uscle contractile elem ents by second m es­
R ev 7 4 :8 1 3 , 1994.
C onley E C : V oltage-G ated C hannels, V o l. IV . sengers. Annu Rev Physiol 5 1 :2 9 9 , 1989.
Reith M E A : N eurotransm itter Transporters:
O rlando: A cad em ic Press, 1998. K ao C Y , C arsten M E : C ellular A spects o f
Structure, Function, and Regulation. T o -
E g len R M : M uscarin ic R eceptor Subtypes in Sm ooth M uscle Function. Cam bridge: C am ­
towa, N J: Humana Press, 1997.
Sm ooth M uscle. B o c a Raton: C R C Press, bridge U niversity Press, 1997.
Seid el C L , Sch ild m eyer L A : V ascu lar smooth
1997. K eynes R D : Nerve and M uscle, 2nd ed. New
m uscle adaptation to increased load. Annu
Em erson C , Sw eeney H L: M ethods in M uscle Y ork: C am bridge University Press, 1992. R ev Physiol 4 9 :4 8 9 , 1987.
B io lo g y . San D iego: A cad em ic Press, 1997. K oham a K , Sasaki Y : M olecular M echanism s Sperelakis N: C e ll Physiology Sou rce B ook.
Furchgott R F : T h e role o f endothelium in the o f Sm ooth M uscle Contraction. Austin: O rlando: A cad em ic Press, 1998.
responses o f vascular smooth m uscle to Landes C o. 1998. Sugi H: Current M ethods in M u scle P hysiol­
drugs. Annu R ev Pharm acol T o x ic o l 2 4 : K o tlik o ff M I, Kamm K E: M olecular m echa­ ogy. N ew Y o rk : O xford U niversity Press,
175, 1984. nisms o f beta-adrenergic relaxation o f air­ 1998.
G ab ella G : Structural apparatus for force trans­ way smooth m uscle. Annu Rev Physiol Zim m ern PE, Lin V K , M cC on n ell JD :
m ission in smooth m uscle. Physiol R ev 6 4 : 5 8 :1 1 5 , 1996. S m ooth -m uscle physiology. U rol C lin North
4 5 5 , 1984. Low cnstein \VR: Junctional intercellular co m ­ Am 2 3 :2 1 1 , 1996.
9
K alp Kası; B ir P o m p a O la ra k Kalp

10
K a lb in R itm ik U yarılm ası

11
N o rm a l E le k tro k a rd iy o g ra m

12
K alp Kası ve K o ro n e r Kan A kım ı A n o rm a llik le rin in
E le k tro k a rd iy o g ra fik Y orum u; V e ktö rye l A n a liz

13
K a rdiyak A r itm ile r ve E le k tro k a rd iy o g ra fik Y orum u
Bu bölümde, kalp ve dolaşım sistem im tartışmaya rirler. Bu filamentler içiçe geçmiştir ve kasılma sıra­
başlıyoruz. Kalp, Şekil 9 -1 ’de gösterildiği gibi, ger­ sında iskelet kasında olduğu gibi birbirleri üzerin­
çekte iki ayrı pompadan oluşur: Akciğerlere kan de kayarlar (Bkz. Bölüm 6 ). Göreceğimiz gibi kalp
pompalayan sağ k alp ve çevre organlara kan pom ­ kası, başka bakımlardan iskelet kasından oldukça
palayan sol kalp. Bunların her biri, bir atriyum ve farklıdır.
bir ventrikillden oluşan iki bölmeli bir atım pom ­
pasıdır. Atriyum, ventıikül için zayıf bir hazırlayıcı Bir Sinsisyum O la ra k Kalp Kası. Şekil 9-2'de
pompa (ön-pompa) işlevi görür, başlıca görevi kam kalp kası liflerini enine kestiği görülen koyu alan ­
ventıikül içine yöneltmektir. Ventıikül ise, kanı ya lara iııterkale disk adı verilir. Bunlar gerçekte,
pulmoner ya da periferik dolaşıma iten ana kuvve­ kalp kası hücrelerini birbirinden ayıran hücre
ti sağlar. zarlarıdır. Kalp kası lifleri, birbirine seri bağlan ­
Kalpteki özel bir mekanizma, kalbin ritmikliğini mış çok sayıda ayrı hücreden m eydana gelir. An­
(ritmik uyarılar oluşturma yeteneği) sağlar. Aksi­ cak interkale disklerin elektriksel direnci kalp ka­
yon potansiyellerini tüm kalp kası boyunca ileterek sı lifin in dış zarın ın d iren cin in y aln ızca
ritmik kalp atımlarına neden olur. Bu ritmik denet­ 1 /4 oo’üdüri Çünkü hücre zarlarının kaynaşarak
leme sistem i Bölüm 10’da anlatılmıştır. Şimdi bu oluşturduğu, "h a b e rle şen b a ğ la n tıla r” (oluklu
bölümde, kalp kasının özgül niteliklerinden başla­ bağlantı, gap ju n ction ) geçirgendir, iyonların ııis-
yarak, kalbin bir pompa olarak nasıl çalıştığını an­ beten serbest difüzyonuna izin verir. Dolayısıyla,
latacağız. işlevsel açıdan, iyonların kalp kası liflerinin uzun
ekseni boyunca kolaylıkla hareket etm eleri sağla­
nır. Böylece aksiyon potansiyelleri çok küçük bir
engelle karşılaşarak interkale diskleri geçer ve bir
KALP KASININ FİZYOLOJİSİ kalp kası hücresinden diğerine iletilirler. Kalp ka­
sı, bir sinsisyum oluşturacak şekilde biraraya gel­
Kalp başlıca üç tip kalp kasından meydana gelir. miş pekçok kalp kası hücresinden m eydana gelir.
Bunlar, atriyum kası, ventrikiil kası, özelleşmiş Bu sinsisyumdaki kalp hücreleri birbirlerine öyle­
uyarıcı ve iletici kas lifleridir. Kasılma süresinin sine bağlanm ıştır ki, hücrelerden biri uyarılınca,
daha uzun olm ası dışında, atriyum ve ventıikül aksiyon potansiyeli hücreden hücreye kafes işi­
kasları iskelet kasma oldukça benzer şekilde kası­ nin tüm bağlantılarına yayılarak bütün hücrelere
lırlar. Çok az m iktarda kasılabilir fibıil içeren ulaşır.
özelleşm iş uyarı ve ileti lifleri ise, yalnızca belli Kalp gerçekte iki sinsisyumdan meydana gelir.
belirsiz kasılırlar. Bunun yerine ı itm isite ve deği­ Bunlar, iki atriyumun duvarlarını oluşturan atıi-
şik hızlarda ileti oluşturarak, kalbin ritm ik atışını yum sinsisyumıı ve iki ventrikülün duvarlarını
kontrol eden bir uyarı sistem i sağlarlar. oluşturan veııtrikül sinsisyumuclur Atriyumlarla
ventriküller arasındaki kapak açıklıklarını çevrele­
yen fibröz doku, atriyumları ventrikiillerden ayırır.
Kalp Kasının Fizyolojik Anatomisi Normalde aksiyon potansiyelleri, atriyum sinsisyu-
m undan ventıikül sinsisyumuna yalnızca özelleş­
Kalp kasının tipik histolojik görünümü Şekil 9-2’de miş bir ileti sistem i aracılığıyla çapları birkaç m ili­
izlenmektedir. Bölünen, biraraya gelen ve tekrar metre olan ileti liflerinin oluşturduğu atriyoventri-
ayrılan kalp kası liflerinin, kafes işine benzer şekil­ kiiler (A-VJ d em et ile) iletilebilir. A-V demet Bölüm
de düzenlendiği görülmektedir. Kalp kasının tipik 10’da ayrıntılarıyla tartışılmıştır. Kalbin kas kitlesi­
bir iskelet kası gibi çizgili olduğu da bu görünüm­ nin bu şekilde iki işlevsel sinsisyuma bölünmesi,
den hem en anlaşılmaktadır. Dahası, kalp kasının atriyumların ventrikiillerden kısa bir süre önce ka­
tipik miyofibıilleri, iskelet kasındakilerin hemen sılmasına olanak verir. Bu da kalp pompasının et­
hem en aynı olan aktiıı ve miyoziıı filam eutleri içe­ kinliği açısından önemlidir.

96
BÖLÜM 9 • Kalp Kası; Bir Pompa Olarak Kalp 97

BAŞ VE ÜST EKSTREMİTE „-Düzlük


+20
0 -
S S S
-2 0 -
-40-
Aorta -60-
Pulmoner arter -80-
-1 0 0 - Purkinje lifi
+20- -Düzlük
0
vena kava -20
Sağ -4 0
atriyum Pulmoner ven -6 0
-8 0
Sol atriyum -100 Ventrikül kası
kapak
Aort kapağı
2
kapak Mitral kapak Saniye
Sağ
ventrikül Sol ventrikül Ş E K İL 9 - 3
İnferiyor Bir Purkinje ve bir venlrikiil kas lifinden mikroelektrotlarla
vena kava kaydedilen ritmik aksiyon potansiyelleri.

t kalp kasındaki kasılmanın iskelet kasındakine kı­


yasla 15 kez daha uzun sürmesine neden olur.
GÖVDE VE BACAKLAR
Uzun Aksiyon Potansiyeli ve Platonun N e d e ­
Ş E K İL 9 - 1 ni. Bu noktada şu soruları sorm am ız gerekir: Ne­
Kalbin yapısı ve kalp boşluklarında kanın akışı.
den kalp kasında aksiyon potansiyeli bu kadar
uzun sürer ve neden iskelet kasında değil de kalp
kasında bir plato vardır? Bu soruların tem el biyofi-
Kalp Kasında Aksiyon Potansiyelleri ziksel cevapları Bölüm 5 ’de verilmiştir, fakat bunla­
rı, burada tekrar özetlemekte yarar vardır.
Kalp ve iskelet kası zarlarının özellikleri arasın­
Şekil 9 ,3 ’deki alt kayıtta gösterilen aksiyon potansi­
daki en az iki temel farklılık, kalp kasında aksiyon
yeli ventrikül kasından kaydedilmiş olup, 105 mili-
potansiyelinin uzun sürm esinden ve platonun
volttur. Yüzbeş milivolt, zar potansiyelinin, norm al­
oluşmasından sorumludur.
de oldukça negatif olan değerinin üzerine çıkarak
Birincisi, iskelet kasında aksiyon potansiyeli n e­
düşük bir pozitif değer olan yaklaşık + 2 0 milivolt’a
redeyse tamamen, çok büyük miktarlarda sodyum
ulaşırken gösterdiği değişimin miktarıdır. Pozitif
iyonunun iskelet kası lifine girmesine izin veren
kısma aşm a potansiyeli (oveıshoot potential) adı
çok sayıda hızlı sodyum kanalının aniden açılması
verilir. Başlangıçtaki dikenden (spike) sonra zar, at-
ile meydana gelir. Bu kanallara “hızlı” kanallar adı
riyum kasında yaklaşık 0 . 2 saniye, ventrikül kasında
verilmiştir, çünkü yalnızca birkaç 1 /1 0 . 0 0 0 saniye
ise yaklaşık 0.3 saniye süreyle depolarize kalarak,
süresince açık kalır ve sonra aniden kapanırlar. Ka­
Şekil 9 -3 ’de de görüldüğü gibi, bir düzlük (plato)
nallar kapandıktan sonra repolarizasyon başlar ve
oluşturur. Platonun sonunda ani repolarizasyon
bir başka 1 /1 0 . 0 0 0 saniye veya daha uzun bir süre
olur. Aksiyon potansiyelinde bu platonun varlığı, içerisinde aksiyon potansiyeli son bulur.
Diğer yandan, kalp kasında, aksiyon potansiyeli iki
tür kanalın açılması ile meydana gelir: ( 1 ) iskelet ka-
sındakilerin aynısı olan hızlı sodyum kanalları, (2 )
başka bir grup kanal olan yavaş kalsiyum kanalları,
ki bunlara kalsiyum-sodyum kanalları da denir. Bu
ikinci gruptaki kanallar daha yavaş açıldıkları için
hızlı sodyum kanallarından farklıdır. Fakat daha da
önemlisi, birkaç 1 / 1 0 saniye süresince açık kalırlar.
Bu süre içerisinde çok büyük miktarlarda kalsiyum
ve sodyum iyonu, bu kanallardan geçerek kalp kası
lifinin içine akarlar. Bu akış, uzun süreli bir depolaıi-
zasyon sağlayarak aksiyon potansiyelindeki platoyu
oluşturur. Dahası, aksiyon potansiyeli sırasında kasa
giren kalsiyum iyonları, kas kasılması olayının uyarıl­
masına aracı olarak, önemli bir görev yaparlar. Bu
bölümde daha som a tarüşıldığı gibi bu durum, kalp
Ş E K İL 9 - 2 kası ve iskelet kası arasındaki bir başka farklılıktır.
K alp k a s ın ın b a ğ la n tılı "s in s is y a l" y ap ısı. Hem aksiyon potansiyelinin uzamasına hem de
98 ÜNİTE III • Kalp

platonun oluşmasına neden olan, kalp kası ve iske­ le bir durum Şekil 9-4’de, ikinci örnekteki erken
let kası arasındaki ikinci temel işlevsel farklılık şu­ prematüre kasılma ile gösterilmiştir.
dur: aksiyon potansiyelinin başlamasından hem en Atriyum kasının cevapsız dönem i ventrikülün-
sonra iskelet kasında gözlenmeyen bir olay meyda­ kinden çok daha kısadır (atrium laıda yaklaşık 0.15
na gelir, kalp kası zarının potasyum geçirgenliği saniyeye karşılık ventrikiillerde 0.25-0.30 sn)
yaklaşık beşte birine kadar azalır. Potasyum geçir­
genliğindeki bu azalma, aşırı miktarda kalsiyumun Uyarılm a-Kasılm a Bağlantısı-Transvers Tü-
yukarıda belirtilen kalsiyum kanallarından hücre b ülle rin ve Kalsiyum İyonlarının G örevleri
içine akm asına bağlı olabilir. Nedeni ne olursa ol­
sun, aksiyon potansiyelinin platosu sırasında po­
“Uyarılma-Kasılma Bağlantısı” terimi, aksiyon p o ­
tasyum geçirgenliğinin azalması, potasyum iyonla­
tansiyelinin kas m iyofibrilleıinin kasılmasını sağla­
rının hücre dışına akışını önemli derecede azalta­ mak için kullandığı mekanizmayı ifade eder. Bu ko­
rak potansiyelin dinlenim düzeyine dönmesini ge­ nu iskelet kası için Bölüm 7 ’de tartışılmıştır. Kalp
ciktirir. Yavaş kalsiyum-sodyum kanalları 0.2-0.3 kasında bu mekanizmada da farklılıklar olup, bun­
saniyenin sonunda kapanınca, kalsiyum ve sod­ ların kalp kasının kasılma özellikleri üzerinde
yum iyonlarının hücre içine akışı durur, zarın po­ önemli etkileri vardır.
tasyum geçirgenliği hızla artar. Lif hızla potasyum İskelet kası için de geçerli olduğu gibi, bir aksiyon
kaybedince, zar potansiyeli dinlenim düzeyine geri potansiyeli kalp kasının zarı üzerine ilerlerken ayaıı
döner, böylece aksiyon potansiyeli son bulur. zamanda transveıs (T) tübiillerin zarları boyunca
da ilerleyerek, kalp kası lifinin iç kısımlarına yayılır.
Kalp Kasında İleti Hızı. Aksiyon potansiyelinin T tübiillerindeki aksiyon potansiyelleri longitüdinel
hem atriyum hem de ventrikül kaslarının liflerin­ sarkoplazmik tübüllerin zarlarını etkileyerek, kalsi­
deki ileti hızı, yaklaşık 0.3-0.5 m/sıı’dir. Bu hız, çok yum iyonlarının hızla sarkoplazmik ıetikulumdan
kalın sinir liflerindeki hızın yaklaşık 1 /250’si, iskelet kasın saıkoplazm asına serbestlem esine neden
kası liflerindeki lıızın yaklaşık 1 /1 0 ’udur. İleti hızı, olurlar. Bu kalsiyum iyonları, salınmalarım izleyen
özelleşmiş ileti sistem inin (Purkinje lifleri) çoğu birkaç 1 / 1 0 0 0 saniye içerisinde miyofıbriller içine
bölümünde 4 m/sıı kadar büyük olabilir. Bu sistem yayılır; aktin ve miyozinin birbirleri üzerinde kay­
Bölüm 10’da açıklandığı gibi uyarıcı sinyallerin malarını sağlayan kimyasal tepkimeleri katalizleye­
kalpte hızla iletilmesini sağlar. rek kas kasılmasına neden olurlar.
Buraya kadar uyarılm a-kasılm a bağlantısının
Kalp Kasında Cevapsız Dönem (R efrakter Pe- mekanizması iskelet kasındaki ile aynıdır, fakat çok
riyod). Kalp kası, bütün uyarılabilir dokular gibi farklı ikinci bir etki daha vardır. Sarkoplazmik reti-
aksiyon potansiyeli sırasında yeniden uyarılmaya kulumun sisternalarından sarkoplazmaya serbest­
cevap vermez. Dolayısıyla kalbin cevapsız dönemi, leyen kalsiyum iyonlarına ek olarak, aksiyon potan­
Şekil 9 -4 ’iin solunda da görüldüğü gibi, kalp kası­ siyeli sırasında T tübülleriııden de sarkoplazmaya
nın daha önce uyarılmış bir bölgesinin normal bir büyük miktarda kalsiyum difüzyonu gerçekleşir. T
kalp uyarısı ile yeniden uyarılmasının mümkün ol­ tiibüllerinden gelen bu ek kalsiyum olmasaydı kalp
madığı zaman aralığıdır. Ventrikülün normal ce­ kasının kasılma kuvveti kesinlikle ve önemli ölçüde
vapsız dönemi 0.25 ila 0.30 saniye olup, aksiyon azalırdı. Çünkü kalp kasının sarkoplazmik retikulu-
potansiyelinin süresi kadardır. Buna ek olarak, yak­ mu, iskelet kasınınkine oranla daha az gelişmiştir
laşık 0.05 saniye süren bir göreceli cevapsız dönem ve tam bir kasılma sağlayacak kadar kalsiyum içer­
de vardır. Bu süre içerisinde kası uyarmak norm al­ mez. Diğer yandan T tübüllerinin çapı kalp kasında
den daha zordur, fakat yine de kas uyarılabilir. Böy­ iskelet kasındakiniıı 5 katı büyüklüktedir. Bu da,
hacm in 25 kat büyük olduğu anlam ına gelir. Ayrıca,
T tübüllerinin içinde büyük miktarda mukopolisak-
karid bulunur; ‘bunlar elektronegatif yüklüdür ve
bol miktarda kalsiyum iyonu bağlayarak çok daha
fazla kalsiyum iyonunun depolanmasını sağlarlar.
Bu kalsiyum iyonları, T tiibülünde aksiyon potansi­
yeli oluştuğu zaman kalp kası lifinin içine difiize ol­
maya hazır şekilde saklanır.
Kalp kasının kasılma kuvveti, büyük ölçüde, hüc-
redışı sıvılardaki kalsiyum iyonlarının yoğunluğu­
na bağlıdır. Bunun nedeni, kalp kasının inteıstis-
yumundaki hücre dışı sıvısının, doğrudan doğruya
kalp kası liflerinin dışına açılan T tübüllerinin uçla­
rından süzülerek T tiibüllerine de girmesidir, sonuç
olarak, T tübül sistem inin içerdiği kalsiyum iyonla­
ŞEKİL 9 - 4
rının miktarı -kalp kası kasılmasını başlatmaya ha­
Kalp kasılmasında cevapsız dönem (refrakter periyod) ve görece­ zır kalsiyum iyonları- büyük ölçüde hücıedışı sıvı­
li cevapsız dönem (rölatif refrakter periyod), erken ve geç prema­
türe kasılmaların etkisi. Prematüre kasılmaların iskelet kasından nın kalsiyum iyonu yoğunluğuna bağlıdır.
farklı olarak dalga stımasyonu yaratmadığına dikkat ediniz. (Tersine, iskelet kasının kasılma kuvveti, hiicredışı
BÖLÜM 9 • Kalp Kası; Bir Pompa Olarak Kalp 99

sıvıdaki kalsiyum yoğunluğundan hemen hemen hiç


etkilenmez. Çünkü kasılmaya hemen tamamen iske­ KALP DÖNGÜSÜ
let kası lifinin kendi içindeki sarkoplazmik retiku-
lumdan serbestlenen kalsiyum iyonları neden olur.) Bir kalp atımının başlangıcından, bir sonraki kalp atı­
Kalbin aksiyon potansiyelindeki platonun sonun­ mının başlangıcına kadar- gerçekleşen kalp olaylarına
da, kalsiyum iyonlarının kas lifinin içine akışı ani­ kalp döngüsü (kardiyak siklus) adı verilir. Her bir dön­
den son bulur ve sarkoplazmadaki kalsiyum iyonla­ gü, Bölüm 10’da da anlaüldığı gibi, sinüs düğümünde
rı hızla hem sarkoplazmik retikuluma hem de T tü- bir aksiyon potansiyelinin kendiliğinden oluşması ile
büllerine geri pompalanır. Sonuç olarak yeni bir ak­ başlar. Bu düğüm, sağ atriyumun superiyor lateıal du­
siyon potansiyeli oluşuncaya kadar- kasılma durur. varında, superior vena kavanın ağzına yakın yerleş­
miştir. Aksiyon potansiyeli hızla her iki atriyuma ve
Kasılmanın Süresi. Kalp kası, aksiyon potansiyeli baş­ oradan da A-V demet ile ventriküllere yayılır. Atriyum-
ladıktan birkaç milisaniye sonra kasılmaya başlar. Kasıl­ lardan ventriküllere geçişi sağlayan ileti sisteminin
ma, aksiyon potansiyelinin son bulmasından birkaç mi­ özel düzeni sayesinde kalp uyarısı, atriyumlardan
lisaniye sonraya kadar devam eder. Dolayısıyla, kalp ka­ venüiküllere 1 / 1 0 saniyeden daha uzun süren bk ge­
sında kasılmanın süresini aksiyon potansiyelinin süresi
cikme ile geçer. Bu gecikme, atriyumların venüikül-
belirler. Bu süre, atriyum kasında yaklaşık 0.2 saniye ve
lerden önce kasılarak, kuvvetli venüikül kasılmasın­
ventrikül kasındaki yaklaşık 0.3 saniyedir.
dan önce kam ventriküllere pompalamasını sağlar. Bu
Kalp Hızının Kasılmanın Süresine Etkisi. Kalp hızı artın­ şekilde, atriyumlar venüiküller için hazırlayıcı pom ­
ca, kalbin kasılma ve gevşeme evrelerini kapsayan her palar olarak görev yaparlar. Ventrikiiller ise kanı da­
bir tam döngüsünün süresi kısalır. Aksiyon potansiyeli­ mar sisteminde iten ana güç kaynağını oluştururlar.
nin süresi ve kasılma dönemi (sistol) de kısalır. Fakat bu
kısalmanın oranı, gevşeme evresindeki (diyastol) kısal­
manın oranı kadar büyük değildir. Dakikada 72 atımlık
Sistol ve Diyastol
normal bir kalp hızında, kasılma dönemi bütün bir dön­
günün yaklaşık %40’ıdır. Kalp hızı normalin 3 katı ise bu Kalp döngüsü, kalbin kan ile dolduğu, diyastol adı ve­
dönem, tüm döngünün yaklaşık %65’idir. Bu, çok hızlı rilen bir gevşeme döneminden ve bunu izleyen, sistol
attığı zaman kalbin, bazen bir sonraki kasılmadan önce adı verilen bir kasılma döneminden meydana gelir.
kalp boşluklarının tamamen dolmasına olanak verecek Kalp döngüsü sırasındaki çeşitli olaylar Şekil 9-
kadar uzun bir süre gevşek kalmadığı anlamına gelir. 5 ’de görülmektedir. Üst kısımdaki üç eğri, sırasıyla

-Eşhacimli gevşeme
Fırlatma Hızlı içe akım
Eşhacimli Diyastaz
Atriyum sistolü
kasılma

120
Aort
kapağı
100 -
açılır
D) Aort basıncı
X
E
E
60 -
A-V kapak
0w
3 40
C0 A-V kapa
20 -

Atriyum basıncı
0 -
_ 130 Ventrikül basıncı

Ventrikül hacmi
90 -|

50
Elektrokardiyogram

Fonokardiyogram

Diyastol
ŞEKİL 9 - 5
Sol ventrikülün işlevi ile ilgili olarak kalp döngüsünde ortaya çıkan olaylar. Şekilde sol atriyum basıncı, sol ventrikül
basıncı, aort basıncı, ventrikül hacmi, elektrokardiyogram ve fono kardiyogramdaki değişiklikler görülmektedir.
100 ÜNİTE III • Kalp

aorta, sol ventrikül ve sol atıiyumdaki basınç deği­ c dalgası ventriküller k asılm ay a b a şla d ığ ı z a m a n b e li­
şikliklerini göstermektedir. Dördüncü eğri ventrikül rir. Bu dalga kısm en ventrikül k a sılm a sın ın b a şla n g ıc ın ­
hacmindeki değişiklikleri, beşinci elektıokardiyog- d a kü çü k bir m iktarda kanın atriy u m lara geri ak m asın a,
ramı, altıncı ise kalbin -özellikle kalp kapaklarının- fakat olasılıkla da b a şlıc a A-V kapakların , ven trikülleıde-
ki b asın cın artm ası neden iyle, geriye atriy u m lara doğru
pompalarken çıkardığı seslerin kaydı olan fonokar-
esn em esin e bağlıdır.
diyogramı temsil etmektedir. Okuyucunun bu şekli v dalgası ventrikül kasılm asın ın so n u n a doğru belirir,
ayrıntılı olarak incelemesi ve gösterilen bütün olay­ ventrikül k asılm ası sıra sın d a A-V kap ak lar k apalı iken,
ların nedenlerini kavraması özellikle önemlidir. kanın ven lerden atriy u m lara y av a şça a k m a sın a bağlıdır.
Ventrikül k asılm ası son bulup, A-V k ap ak lar açılın ca b u
kan h ızla ventriküllere ak ar ve v d a lg ası kaybolur.
Elektrokardiyogramın Kalp Döngüsü ile
İlişkisi
Ventriküllerin Pompa Olarak Görevi
Şekil 9 -5 ’deki elektrokardiyogram, Bölüm 11, 12 ve
13’de tartışılan P,Q,R,S ve T dalgalarını gösterm ek­ Ventriküllerin Dolması. Ventrikül sistolü sırasında
tedir. Bu dalgalar, kalpte oluşan ve vücut yüzeyin­ A-V kapaklar kapalı olduğu için atriyumlaıda büyük
den elektrokardiyogıaf ile kaydedilen elektriksel miktarlarda kan birikir. Dolayısıyla, sistol sona erip
voltajlardır. P dalgası, depolarizasyonun atriyum- ventrikül basınçları düşük diyastolik değerlerine ge­
lara yayılm ası ile oluşur. Bunu izleyen atriyum ka­ ri iner inmez, orta derecede ai tmiş olan atriyum b a ­
sılması, P dalgasından hem en sonra, atriyum b a­ sınçları, hemen A-V kapakları iterek açar ve Şekil 9-
sıncı eğrisinde hafif bir yükselmeye neden olur. 5’de ventrikül hacmi eğrisindeki yükselme ile göste­
P dalgasının başlangıcından yaklaşık 0.16 saniye rildiği gibi, kanın hızla ventriküllere akmasını sağlar.
sonra, ventrikiillerin depolarizasyonuna bağlı ola­ Buna ventriküllerin hızlı dolma dönemi adı verilir.
rak QRS dalgaları belirir. Ventıiküllerin depolari- Hızlı dolma dönemi yaklaşık olarak diyastolün
zasyonu, şekilde de görüldüğü gibi, ventriküllerin ilk üçte birini kapsar. Diyastolün ikinci üçte birinde
kasılm asına ve ventrikül basıncının yükselmeye normalde ventriküllere yalnızca çok küçük bir m ik­
başlam asına neden olur. Dolayısıyla, QRS komp­ tarda kan akımı olur. Bu kan, venlerden atriyum la­
leksi ventrikül sistolünün başlangıcından çok kısa ra boşalmaya devam eden ve atriyumlardan da
bir süre önce başlar. doğrudan ventriküllere geçen kandır.
Elektrokardiyogramda son olarak ventrikiillerin Diyastolün son üçte birinde atriyumlar kasılır ve
T dalgası izlenir. Bu dalga, ventrikül kası liflerinin kanın ventriküllere akışı için ek bir itici güç oluştu­
gevşemeye başladığı zamanı, yani ventriküllerin rurlar. Bu da, her bir kalp döngüsü sırasında ventri­
repolarizasyon evresini temsil eder. Dolayısıyla, T küllerin dolmasının yaklaşık % 25’inden sorumludur.
dalgası ventrikül kasılmasının son bulmasından kı­
sa bir süre önce meydana gelir. Ventriküllerin Sistol Sırasında Boşalması

Atriyumların Hazırlayıcı Pompa Olarak Eş hacimli (izovolem ik, izom etrik) Kasılma D ö n e ­
Görevi mi. Şekil 9 -5 ’de de görüldüğü gibi ventrikül kasıl­
ması başladıktan hem en sonra, ventrikül basıncı
Kanın büyük venlerden atriyumlara akışı normalde aniden yükselir ve A-V kapakların kapanm asına
süreklidir; kanın yaklaşık % 75’i atriyumlar kasılma­ neden olur. Bu andan itibaren ventriküllerin, aorta
dan önce atriyumların içinden geçip doğrudan ve pulmoner arterdeki basınçlara rağmen sem ilu­
ventriküllere akar. Bunu izleyen atriyum kasılması, nar (aortik ve pulmoner) kapakları iterek açm aları­
genellikle ventriküllerin dolm asının geri kalan na yetecek kadar basıncı oluşturmaları için 0 ,0 2 -
% 25'ind eıı sorumludur. Dolayısıyla, atriyumlar 0,03 saniyeye dalia gerek vardır. Dolayısıyla, bu sü­
ventriküllerin pompa olarak etkinliğini %25 ora­ re içerisinde ventriküllerde kasılma olur, fakat hiç
nında artıran hazırlayıcı pompalar olarak görev ya­ boşalma olmaz. Bu döneme, kasta gerimin arttığı­
parlar. Ancak, bu ek %25 etkinlik olmasa bile kalp, nı fakat kas liflerinde kısalma meydana gelmediği­
çoğu koşulda, yeterli düzeyde çalışmaya devam ni ifade etmek için eşhacim li (izovolemik) veya
edebilir. Çünkü kalp, normalde vücudun kan ge­ eşuzunlukta (izometrik) kasılm a dönem i adı veri­
reksiniminden % 300-400 daha fazlasını pom pala­ lir. (Bu tam anlamıyla doğru değildir, çünkü apeks-
ma kapasitesine sahiptir. Dolayısıyla, kişi egzersiz ten tabana kısalma ve çevresel uzama olur.)
yapmadığı takdirde, atriyumlar görev yapmadığı
zaman oluşan farkı fark etmek zordur. Egzersiz Fırlatma (Ejeksiyon) D önem i. Sol ventrikül basın­
anında ise nefes darlığı başta olmak üzere, bazen cı 80 mm Hg’nin biraz üzerine ve sağ ventrikül ba­
kalp yetersizliğinin akut belirtileri gelişir. sıncı 8 mm Hg’nin biraz üzerine) çıktığı zaman,
ventrikül basınçları sem ilunar kapakları iterek
Atriyumlardaki Basınç Değişikliklerime ve v Dalga­ açar. Kan, hem en ventriküllerden dışarı akmaya
ları. Şekil 9-5’deki atriyum b asın cı eğrisin de üç an a b a ­
başlar; kanın yaklaşık % 7 0 ’i fırlatma dönem inin ilk
sın ç artışı dikkati çeker. B un lar a, c ve v atriyum basınç
dalg aları olarak adlandırılır. üçte biri sırasında, geri kalan % 30’u ise sonraki üç­
a dalgasın a atriy um k a sılm ası n eden olur. Genellikle, te ikisi sırasında boşalır. Dolayısıyla ilk üçte birlik
atriy u m k asılm a sı sırasın d a sağ atriyum b asın cı 4-6 m m döneme lıızlı fırlatm a dönemi, son üçte ikilik dö­
Hg, sol atriyum b asın cı ise yaklaşık 7-8 m m I Ig yükselir. neme de yavaş fırlatm a dönem i adı verilir.
BÖLÜM 9 • Kalp Kası; Bir Pompa Olarak Kalp 101

Eşhacim li (İz o m e trik ) G e vş em e D ö n e m i.


Ventriküllerin, sistolün sonunda aniden gevşem e­ MİTRAL KAPAK
ye başlaması, ventrikül içi basınçların hızla düş­ -------Yaprak
m esine neden olur. Büyük arterlerde gerilme n e­
deni ile yükselmiş olan basınçların kanı hem en
------- Korda tendina
ventrikülleıe doğru geri itm esi ile aoıtik ve pul-
m oner kapaklar bir çarpm a sesi çıkararak kapa­
nırlar. Bunu izleyen 0.03-0.06 saniye süresince Papiller kaslar
ventrikül hacm i değişmediği halde, ventrikül kası­
nın gevşemeye devam etm esi izovolem ikveya. izo­
m etrik gevşem e dönem ini oluşturur. Ventrikül içi
basınçlar, bu dönem sırasında hızla diyastoldeki
düşük değerlerine geri dönerler. Bunu izleyerek
ventıikülün yeni bir pom palam a döngüsünü b aş­ Yaprak
latm ak üzere A-V kapaklar açılır.
AORT KAPAĞI
Diyastol-Sonu Hacmi, Sistol-Sonu Hacmi ve
Vurum Hacmi. Diyastol sırasında dolan herbir ŞEKİL 9 - 6
ventrikülün hacm i normalde 1 1 0 - 1 2 0 mililitreye Mitral ve aort kapakları.
yükselir. Bu hacim diyastol-sonıı lıacm i olarak bili­
nir. Bunu izleyen sistol sırasında ventriküller boşa­
lınca, herbirinin hacm i yaklaşık 70 mililitre azalır. gelleıier. Bir korda tendina yırtılıısa veya papiller
Buna atnn hacm i denilir. Herbir ventrikülde geride kasların biri felç olursa, kapaklar geriye doğru faz­
kalan hacim yaklaşık 40-50 mililitre olup, sistol-so- laca esnerler. Bazen öyle çok esnerler ki şiddetli ka­
nıı h acm i adını alır. Diyastol-sonu hacminin fırlatı­ çak meydana gelir. Bu da, şiddetli ve hatta ölümcül
lan oranına ejeksiyon fraksiyonu adı verilir - genel­ kalp yetersizliğine neden olur.
likle yaklaşık % 60’a eşittir.
Sistol-sonu hacmi, kalp kuvvetli kasıldığı zaman A o rt ve Pulm oner Kapaklar. Aort ve pulm oner
1 0 - 2 0 mililitre gibi küçük değerlere kadar düşebilir.
semilunar kapakların işlevi, A-V kapaklarınkinden
Diğer yandan, diyastol sırasında ventriküllere çok oldukça farklıdır. Birincisi, sistol sonunda çok yük­
büyük miktarlarda kan akımı olursa diyastol-sonu sek olan arter basınçları, sem ilunar kapakların bir
hacim ler normal bir kalpte 150-180 mililitreye ka­ çarpma sesi çıkararak aniden kapanmalarına n e ­
dar artabilir. Hem diyastol sonu hacmini artırarak, den olur, A-V kapaklar ise çok daha yavaş kapanır­
hem de sistol-sonu hacm ini azaltarak vurum h ac­ lar. İkincisi, açıklıkları daha küçük olduğu için ka­
mi bazen normalin iki katma çıkartılabilir. nın aort ve pulmoner kapaklardan fırlatılma lıızı,
çok daha geniş olan A-V kapaklardaki hızdan ol­
Kapakların İşlevi dukça büyüktür. Ayrıca, semilunar kapakların ke­
narları hızlı fırlatma ve hızlı kapanma nedeniyle A-
A triyo v en trik ü ler Kapaklar. A-V k ap aklar (777- V kapaklara kıyasla çok daha fazla m ekanik aşın­
kiispid ve m itral kap aklar) sistol sırasında kanın mayla karşı karşıyadır. Ve son olarak, sem ilunar ka­
atriyumlardan ventriküllere geri akmasını engeller. paklarda A-V kapakları destekleyen korda tendina-
Sem ilunar k a p a k la r ise (aort ve pulm oner kapak­ lar yoktur. Şekil 9 -6 ’da gösterilen anatom ik yapıla­
lar) diyastol sırasında kanın aorta ve pulmoner ar­ rından açıkça anlaşıldığı gibi aoı tik ve pulmoner
terlerden ventrikül içine geri akmasını engeller. Şe­ kapaklar, aşırı fizik zorlanmalara dayanacak şekil­
kil 9-6 ’da gösterilen tüm bu kapaklar, tam amen p a ­ de uyum sağlamışlardır.
s if olarak kapanır ve açılırlar. Yani geriye doğru bir
basınç farkı kanı geriye doğru itince kapanır, ileriye
doğru bir basınç farla kanı ileriye doğru itince açı­ Aort Basıncı Eğrisi
lırlar. Anatomik nedenlerle, zar gibi ince olan A-V
kapakların kapanması için geriye akıma hem en h e­ Sol ventrikül kasıldığı zam an, v entrikül basıncı aort
m en hiç gerek yoktur, daha ağır olan semilunar ka­ kapağı açılıncaya kadar hızla yükselir. Bundan so n ­
pakların kapanması ise birkaç milisaniye süren ol­ ra ise, Şekil 9 -5 ’de de görüldüğü gibi ventrikül için ­
dukça kuvvetli bir geriye akımı gerektirir. deki basıncın yükselmesi yavaşlar. Çünkü kan h e­
men ventıiküllerden aortaya akar.
Papiller kasların G örevi. Şekil 9-6 ’da, korda tendi- Arterlere giren kan arter duvarlarının gerilm esi­
ııa ile A-V kapakların yapraklarına tutunan papiller ne ve basıncın yükselmesine neden olur, sistol so ­
kaslar da görülmektedir, papiller kaslar, ventrikül nunda sol ventrikül kan fırlatmayı durdurup, aort
duvarı kasıldığı zaman kasılırlar, fakat beklenenin kapağı kapandığı zaman ise arterlerin esnek to p al­
tersine, kapakların kapanm asına yardım etmezler. lanma özelliği (elastic ıecoil) sayesinde, diyastol sı­
Bunun yerine, kapakların yapraklarını ventrikülle­ rasında bile arterlerde yüksek basınç korunur.
rin içine doğru çekip, ventrikül kasılması sırasında Aort kapağı kapandığı zaman aort basıncı eğri­
geriye, atriyuma doğru çok fazla esnemelerini en- sinde bir çentik meydana gelir. Bunun nedeni, ka­
102 ÜNİTE III • Kalp

pağın kapanmasından hem en önce kanın kısa bir Ventrikülün Pompalama işlevinin Grafik Analizi
süre için geriye doğru akması ve bunu izleyerek ge­
ri akımın aniden durmasıdır. Şekil 9-7’de görülen grafik diyagram sol ventrikülün
Aortadaki basınç aort kapağı kapandıktan sonra pompalama mekaniğini açıklamak için özellikle faydalı­
diyastol boyunca yavaş yavaş düşer, çünkü gerilen dır. Şeklin en önemli parçaları, “diyastol basıncı” ve “sis­
esnek arterlerde birikmiş olan kan sürekli olarak tol basıncı" olarak isimlendirilmiş iki kalın siyah eğridir.
çevre damarlar yolu ile venlere geri akar. Aort ba­ Bu eğriler hacim- basınç eğrileridir.
Diyastol basıncı eğrisi, kalp giderek artan miktarlarda
sıncı ventrikül yeniden kasılmadan önce, genellik­
kan ile doldurulup, ventrikül kasılmadan hemen önce
le yaklaşık 80 mmHg’ya (diyastol basıncı) düşer, ki
diyastol basıncı ki bu ventrikülün diyastol-sonu basıncı-
bu ventrikül kasılması sırasında aortada meydana dır) ölçülerek elde edilir.
gelen en yüksek basınç olan 120 mm Hg’nın (sistol Sistol basıncı eğrisi, ventrikülün her bir doluş hacmin­
basıncı) üçte ikisidir. de kasılması sırasında meydana gelen en yüksek sistol
Pulm oner arterdeki basınç eğrisi aortadakine basıncı ölçülerek elde edilir.
benzer. Tek fark, Bölüm 14’de tartışıldığı gibi ba­ Ventrikül hacmi yaklaşık 150 mililitrenin üzerine çı­
sınçların aortadakileıin sadece altıda biri kadar ol­ kıncaya kadar, diyastol basıncı pek fazla yükselmez.
masıdır. Dolayısıyla bu hacme kadar, kan atriyumlardan ventri­
küllere kolaylıkla akabilir. 150 mililitrenin üzerinde,
kısmen kalbin fibröz dokusunun daha fazla gerileme­
K alp S esjerinin Kalbin P o m p alam a mesine, kısmen de kalbi saran perikaıdın son haddine
İşlevi ile İlişkisi kadar gerilmiş olmasına bağlı olarak, diyastol basıncı
hızla artar.
Kalbi bir stetoskop ile dinlerken kapakların açıldığını Ventrikül hacmi giderek artırılırsa, ventrikül kasılması
duymayız, çünkü nisbeten yavaş gelişen bir olay olan sırasında ölçülen sistol basıncı da hızla artar ve ventrikül
açılma, ses çıkarmaz. Fakat kapaklar kapanınca gelişen hacmi 150-170 mililitre iken en yüksek değerine erişir.
ani basınç farklarının kapakların yapraklarında ve çevre­ Hacim daha da artarsa, sistol basıncı eğrisindeki düşü­
deki sıvılarda neden olduğu titreşimler, göğüse tüm yön­ şün de gösterdiği gibi, bazı koşullar altında sistol basıncı
lerde yayılan sesler çıkarır. düşer. Çünkü bu büyük hacimlerde kalp kasının aktin ve
Ventrikül kasıldığı zaman, ilk olarak A-V kapaklarının miyozin fılamentleri, kalp lifinin kasılma kuvvetinin op­
kapanması ile oluşan bir ses duyarız. Frekansı (perdesi, timum düzeyin altına düşmesine neden olacak kadar
pilch) düşük, süresi nisbeten uzun olan bu titreşim, bi­ birbirlerinden uzaklaşırlar.
rinci kalp sesi olarak bilinir. Sistol sonunda aort ve pul­ Şekilde uyarılmamış normal bir sol ventrikül için en
moner kapaklar kapanırken nisbeten hızlı bir çarpma yüksek sistol basıncının 250 ile 300 mırıl Ig arasında ol­
sesi duyarız, çünkü bu kapaklar hızlı kapanır ve çevrede­ duğuna özellikle dikkat ediniz. Bu durum kalbin kuvve­
ki herşey sadece kısa bir süre titreşir. Bu ses ikinci kalp tine göre geniş değişkenlik gösterir.
sesi olarak bilinir. Normal bir sağ ventrikül için maksimum sistolik
Kalp seslerinin tam nedenleri Bölüm 23’de oskültas- basınç 60 ile 80 mmHg arasındadır.
yon ile bağlantılı olarak, ayrıntısıyla tartışılmıştır.

K albin Y ap tığı İş

Kalbin vurum işi, kalbin her bir kalp vurumu sırasında


arterlere kan pompalarken işe dönüştürdüğü enerjinin
miktarıdır. Dakika işi, bir dakikada işe dönüştürülen
enerjinin toplam miktarı olup, vurum işi ile dakikadaki 300-ı
kalp atım hızının çarpımına eşittir.
Kalbin yaptığı iş iki şekildedir. İlk olarak oldukça bü­
yük bir kısmı kanı düşük basınçlı venlerden yüksek ba­
sınçlı arterlere hareket ettirmek için kullanılır. Buna ha-
cim-basmç işi veya dış iş adı verilir. İkinci olarak enerji­
nin küçük bir kısmı, kana aortik ve pulmoner kapaklar­
dan fırlatılma hızını kazandırmak için kullanılır. Yapılan
işin bu kısmı, kan akımının kinetik enerjisidir.
Sağ ventrikülün yaptığı dış iş, normalde sol ventrikü-
liin yaptığı işin yaklaşık altıda biridir. Çünkü bu iki vent-
rikül farklı sistol basınçlarına karşı pompalama yapmak
zorundadır.
Dış iş sol ventrikülün her bir kalp vurumu sırasında
kanın basıncını yükseltmek için yaptığı iş vurum hacmi­
nin fırlatma hızının karesi ile çarpımına eşittir.
Genellikle, sol ventrikülün kan akımının kinetik ener­
jisini oluşturmak için yapması gereken iş, ventrikülün
yaptığı toplam işin yalnızca yaklaşık yüzde biridir, dola­
yısıyla toplam vurum işi hesaplanırken ihmal edilir. Ka­ ŞEKİL 9 • 7
nın daralmış kapaktan büyük bir hızla aktığı aort darlığı Sistol ve diyastol sırasında sol ventrikül hacm i ile
gibi bazı bozukluk durumlarında, kanın kinetik enerjisi­ intraventrikiiler basınç ilişkisi. Ayrıca, kalp siklusu sırasında int-
ni sağlamak için, kalbin yaptığı toplam işin %50’sinden raventriküler hacim ve basınç değişmeleri, “hacim basınç di-
daha fazlası gerekebilir. yagramı”da kırmızı kalın çizgilerle gösterilmiştir.
BÖLÜM 9 • Kalp Kası; Bir Pompa Olarak Kalp 103

Kalp Döngüsü Sırasındaki "Hacim-Basınç D iyagra­ Ventrikül için artyiik ventrikülden çıkan arterdeki b a ­
mı", Kalbin Yaptığı iş. Şekil 9-7’deki kırmızı eğriler, sol sınçtır. bu, şekil 9-7’de h ac im -b a sın ç d iy agram ın ın Evre
ventrikül için, kalp d ö n g ü sü n ü n h acim -b asın ç d iy ag ra­ III eğrisin in ifade ettiği sistol b a sın c ın a eşittir (Aılyiık
m ı adı verilen bir halkayı m e y d an a getirirler. Bu d iy ag­ b azen b a sın ç yerine k a b ac a d o laşım d ak i diren ç olarak
ram dört evreye ayrılır. kabul edilir).
ö n y ü k ve artyük kavram larının ö n e m i şu d u r: kalbin
Evre I: Doluş Dönemi. B a sm ç -h a c im çizgisin in bu
veya d olaşım ın pekçok işlev b o zu k lu ğ u n d a ventrikül
evresi, ven trikül h ac m i y ak laşık 45 m ililitre, d i­
d o lm a sı sırasın daki b asın ç (önyük), ventrikül k a sılm a sı­
y asto l b a sın c ı ise y ak laşık 0 m m H g iken başlar, nın karşısın d ak i arter b asın cı (artyük) veya h er ikisi b ir­
k ırk b eş m ililitre bir ön ceki kalp atım ın d an so n ra
den n orm ald en büyük ö lçü de uzaklaşırlar.
ve n trik ü ld e k alan kan m iktarı olup, sistol-sonıt
lıacmi ad ın ı alır. V enöz k an ın sol atriy u m d an
ven trik ü le ak m asıy la ventrikül h acm i 70 m ililitre
artarak , diyastol-sonıı hacmi adı verilen, n o rm a l­ Kalp Kasılm ası İçin G ereken Kim yasal
d e y ak laşık 115 m ililitreye yükselir. D olayısıyla, Enerji, K albin O ksijen K ullanım ı
h a c im - b a sın ç d iy ag ram ı b irin ci evre sır a sın d a "I”
ile işa re tle n m iş çizgi b o y u n ca ilerlerken, h acim Kalp kası, iskelet kası gibi, kasılm a işini y a p m a k için k im ­
115 m ililitreye, d iy asto l b a sın c ı ise y ak laşık 5 y asal enerji kullanır. Bu enerji b a şlıc a y ağ asitlerinin , ve
m m H g ’ya çıkar. d a h a az m iktarlard a da laktat ve glikoz b a şta o lm ak ü z e ­
Evre II: Eşhacimli Kasılma Dönemi. E şh acim li k asıl­ re diğer b esin lerin o k sid atif m e ta b o liz m a sın d a n elde
m a sıra sın d a ventrikülün h acm i d eğişm ez, çünkü edilir. D olayısıyla, kalbin oksijen tüketim hızı, kalb in iş
b ü tü n kap ak lar kapalıdır. Fakat ventrikül içindeki yapark en açığ a çıkardığı kim yasal en erjin in m ü k e m m e l
b asın ç yükselerek ao rtad ak i b asın cın değerine, y a ­ bir ölçütüdür. Bu enerjiyi aç ığ a çıkaran çeşitli kim yasal
ni y ak laşık 80 m m H g ’ya eşitlenir. Bu olayları "II” tepkim eler, B ölü m 67 ve 68'de tartışılm ıştır.
ile işare tle n m iş çizgi tem sil eder.
Evre III: Fırlatma Dönemi. F ırlatm a sıra sın d a kalp Kalp Kasılmasının Verimi. Kas k asılm a sı sırasın d a ,
d a h a fazla k asıldığı için sistol b asın cı d a h a da kim yasal en erjin in çoğu ısıya, çok kü çü k b ir kısm ı ise y a ­
yükselir. Aynı z a m a n d a ventrikülün h acm i k ü çü ­ pılan işe dönüştürülü r. Yapılan işin, h a rc a n a n kim y asal
lür, çü n k ü ao rt k ap ağı açılır ve kan artık ventrikül- enerjiye oran ın a, kalp kasılmasının verimi vey a sa d e c e
lerden ao rtay a akar. D olayısıyla, "IH ” ile işare tle n ­ kalbin verimi adı verilir. N orm al b ir kalbin en yüksek v e ­
m iş olan eğri, b u fırlatm a dön em i sırasın d a sistol rim i %20 ile 25 arasın dadır, kalp y etersizliğin d e % 5-10'a
b a sın c ın d a ve h acim d e m e y d an a gelen değişik lik ­ k adar düşebilir.
leri gösterir.
Evre IV: Eşhacimli Gevşeme Dönemi. Fırlatm a d ö n e ­
m in in so n u n d a ao rt k ap ağı kap an ır ve ventrikül
b asın c ı diy asto l b asın cı düzeyin e geri iner. “IV" ile
işare tle n m iş çizgi, h içbir h acim değişikliği o lm a k ­ KALBİN POMPALAMA İŞLEVİNİN
sızın ventrikül içi b a sın c ın d a m ey d an a gelen bu DÜZENLENMESİ
az alm a y ı gösterir, b öylece ventrikül kendi b a şla m a
n o k tasın a geri döner, ventrikülde yaklaşık 45 m ili­ Dinlenme halindeki bir kişide, kalp dakikada yal­
litre kan kalm ıştır ve atriy u m b asın cı genellikle 0 nızca 4-6 Litre kan pompalar. Ağır egzersiz sırasın­
m m H g ’y a yakındır. da kalbin bu miktarın dört ila yedi katını pom pala­
Fiziğin tem el kurallarını iyi kavram ış olan okuyucular, ması gerekebilir. Bu bölümde kalbin kalp debisin­
b u lıa c im -b a sın ç çizgesin in sınırlarını belirlediği alanın deki bu tür aşırı artışlara uyum sağlayabilmek için
(gölgeli alan ın s a ğ kısm ı, Dİ ile işaretli), bir kasılm a d ö n ­ kullandığı yollar tartışılacaktır.
g ü sü sıra sın d a ven trikülün yaptığı net dış işi tem sil etti­ K albin pom paladığı h acm in d ü z en len m esi
ğini fark edeceklerdir. Kalp k asılm asın ı inceleyen d en ey ­ başlıca iki yolla olur (1) Kalbe akan kanın h a c­
sel ç a lışm a la rd a b u çizelge kalbin yaptığı işi h esap lam ak m indeki değişikliklere cevap olarak kalbin p o m ­
için kullanılır.
palam a işlevinin iç-kaynaklı (intreıısek) d üzen­
K alp b ü y ü k m ik tarlard a kan p o m p ala d ığ ı zam an , iş d i­
lenm esi (2) Kalbin otonom sinir sistem i ile dü­
y agram ı d a h a gen iş olur, yani, ventrikül artık diyastol s ı­
ra sın d a d a h a fazla kan la do ld u ğu için sa ğ a doğru g e n iş­
zenlenm esi.
ler, ventrikül d a h a b ü y ü k bir b asın ç la kasıldığı için d ah a
y ü k seğe çıkar ve ventrikül kasıldığı za m a n d a h a küçük
h acim lere in diği için -özellikle de eğer sem p atik sinir s is ­ Kalbin Pompalama İşlevinin İntrensek Dü-
tem i ven trikülü u y ararak aktivitesiııi artırm ış ise- g e n e l­ zenlenmesi-Frank’Starling Mekanizması
likle so la d o ğ ru genişler.
Bölüm 20’de kalbin bir dakikada pompaladığı kanın
Ö n yü k (Preload) ve A rty ü k (Afterload) K avram ­ miktarını, venleıden kalbe akan kanın miktarı olan ve­
ları. K asın k a sılm a özellik lerin i d e ğe rlen d irirk e n , k a ­
nöz dönüşün belirlediği görülmektedir. Yani, vücuttaki
s ılm a y a b a ş la d ığ ın d a k a s ü z erin d ek i gerim in d e r e c e s i­
n in y an i önyükiın ve k a sın k a sılm a kuvvetini h angi her çevre doku, kendi kan akımım denetler ve tüm
yüke k a rşı k u lla n d ığ ın ın y an i artyükiin b e lirle n m e si çevre dokulardan geçen bütün bölgesel kan akımları­
ö n e m lid ir. nın toplamı venler yoluyla sağ atriyuma geri döner.
Genellikle, ven trikülün d o ld u ğu an daki d iyastol-son ıı Y ». Telen bu kanı kendiliğinden sistemik arterlere
b asın cı kalp k asılm a sı için önyük kabul edilir. onui' , böylece kan tekrar dolaşıma katılır.
104 ÜNİTE III • Kalp

Kalbin gelen kanın hacm inde meydana gelen de­


Sol v. atım işi (gram metre)
ğişikliklere karşı gösterdiği iç-kaynaklı uyum sağla­
40
ma yeteneğine, yaklaşık yüzyıl önce yaşamış olan
iki büyük fizyologun; Frank ve Starling'in anısına, 30
k albin Fraıık-Starlin g m ekan izm ası adı verilir.
20
Frank-Starling mekanizması tem el olarak, kalp ka­
sı doluş sırasında ne kadar çok gerilirse, kasılmanın 10

kuvvetinin ve aoıtaya pompalanan kanın miktarı­


nın da o kadar büyük olacağı anlamına gelir. Bu şu 10 20

şekilde de ifade edilebilir: fizyolojik sınırlar içeri­ Sol atriyum orta basıncı Sağ atriyum orta basıncı
(mm Hg) (mm Hg)
sinde kalp, venlerde norm alden fa z la m iktarda kan
birikm esine izin verm eyecek şekilde, kendisine ge­ ŞEKİL 9 - 9
len kanın tam am ını pom palar. Köpekte sol ve sağ ventrikül işlev eğrileri, ventrikül atım işinin
sol ve sağ atriyum ortalama basınçlarının fonksiyonu olduğunu
gösteriyor. (Eğriler Sarnoff’un bulgularına göre çizilmiştir.
Frank-Starling M ekanizm asının Açıklanması Physiol Rev. 35: 107, 1955).
N edir? Ventriküllere normalden daha fazla kan
akımı olunca, kalp kası daha çok gerilir. Bu ise, kal­
bin daha büyük bir kuvvetle kasılmasına neden
olur. Çünkü bu durumda aktin ve miyozin fila- teryel basınç altında (80 ile 140 mmHg arasında)
m entleıi kuvvet oluşumu için neredeyse optimum normal olarak çalışan bir kalp işlevi sırasında kalp
derecede içiçe geçmiş duruma gelirler. Dolayısıyla debisi hem en tam am en kan akımının dokulardan
ventrikül, pom palam a kuvveti arttığı için normalin akış hızına bağlıdır, bunu da sonuçta kanın kalbe
üzerindeki kanı kendiliğinden arterlere pompalar. venöz dönüşü kontrol eder.
Optimum bir boya kadar gerilen bir kasın, daha
büyük bir kuvvetle kasılabilme yeteneği sadece Ventrikül işlev Eğrileri
kalp kasının değil Bölüm 6 ’da açıklandığı gibi tüm
çizgili kasların bir özelliğidir. Ventrikülün kan pompalamadaki işlevsel yeteneği­
Kalbin hacmi artırılınca, kalp kasının gerilmesi ni ifade etm enin en iyi yollarından biri Şekil 9-9 ve
gibi önemli bir etkinin yanısıra, kalbin pompalama Şekil 9 -1 0 ’da gösterilen ventrikül işlev eğrileridir.
gücünü artıran başka bir etki daha meydana gelir. Şekil 9 -9 ’da vıırıım işi eğrisi adı verilen bir çeşit
Sağ atriyum duvarının gerilmesinin kalp hızını ventrikül işlevi eğrisi görülmektedir. Atriyum b a ­
doğrudan % 1 0 - 2 0 oranında artırması da bir daki­ sıncı arttıkça, atım işinin de kalbin gücünün sınırı­
kada pom palanan kanın miktarının artmasına yal ­ na ulaşıncaya kadar arttığına dikkat ediniz.
dım eder ancak bu etkinin katkısı Frank-Starling iş- Şekil 9 -1 0 ’da ventrikülün d ak ika işi eğrisi adı ve­
leyişininkinden çok daha azdır. rilen başka bir çeşit ventrikül işlev eğrisi görülm ek­
tedir. Hayvanlardan uyarlanan değerlere dayanan
A rteryel Kan Basıncı Yükündeki Artış Belli bir bu iki eğri insan kalbinin her iki ventrikülünün iş­
Sınıra Kadar Kalp D ebisini Azaltm az levlerini temsil etmektedir. Atriyumlardan birinin
basıncı artınca, buna karşılık gelen ventrikülün bir
Şekil 9-8 de aortadaki arteryel basınç artışının,or­ dakikada pompaladığı hacim de artar.
talama arteryel basınç yaklaşık 160 mmHg düzeyi­ Bu nedenle, ventrikül işlev eğrileri kalbin Frank-
ne yükselinceye kadar kalp debisini azaltmadığına Starling işleyişini ifade etm enin başka bir yoludur.
dikkat edin. Bir başka deyişle, normal sistemik ar- Yani ventriküller daha yüksek atriyum basınçları ile

ÇL

Arter basıncı (mm Hg)

ŞEKİL 9 - 8
Arteryel basınçtaki 160 mmHg basınç düzeyine kadar büyük
değişmeler karşısında bile kalp debisinin değişmezliği. Ancak ŞEKİL 9 - 10
arteryel kan basıncının normal değişim sınırlarının üstüne yük­ Köpeklerdeki bulgulardan aktarılan değerlere göre insan kalbi­
selmesiyle, basınç yükü karşısında kalp yetersizliği başlar. nin sağ ve sol ventrikül diıüenim debilerinin yaklaşık eğrileri.
BÖLÜM 9 • Kalp Kası; Bir Pompa Olarak Kalp 105

K albin P arasem p atik (Vagus) S in irle rle U y a ­


rılm ası. Kuvvetli vagal uyarılar kalp atım larını
birkaç saniye süreyle durdurabilir, fakat bundan
sonra kalp genellikle "k açar” ve 2 0 -4 0 atım /daki­
ka hızında atm aya başlar. Ek olarak, kuvvetli v a­
gus uyarıları kalbin kasılm a kuvvetini % 20-30
oranında azaltabilir. Bu azalm a d aha büyük d e­
ğildir, çünkü vagus lifleri kalbin güçlü k asılm ası­
nın m eydana geldiği ventriküİlerden çok, başlıca
atriyum lara yayılırlar. Bununla b erab er kalp h ı­
zındaki belirgin bir azalm a kalp kasılm asındaki
hafif bir azalmayla bir araya gelince, özellikle de
kalp büyük bir iş yükü altında çalışıyor ise, vent-
riküllerin pom palam a gücünü % 50 veya daha
fazla azaltabilir.

Sem patik ve Parasem patik U yarıların Kalp İş­


levi Eğrisine Etkileri. Şekil 9 -1 2 ’de dört kalp işlev
Kalp sinirleri.(Kalbe giden vaguslar parasempatik sinirlerdir.) eğrisi görülmektedir. Bunlar Şekil 9-10'daki ventri-
kül işlev eğrilerinin hem en hem en aynısıdır, fakat,
bunlar tek bir ventrikülün değil de tüm kalbin işle­
vini temsil ederler; kalbin girişindeki sağ atriyum
dolunca, ventrikülün hacm i ve kalp kasılmasının basıncı ile aoı taya atılan kalp debisi arasındaki iliş­
kuvveti artar; bu da kalbin daha fazla miktarda ka­ kiyi gösterirler.
nı arterlere pompalamasına neden olur. Şekil 9-12'deki eğriler belli bir sağ atriyum basın­
cında, artan sempatik uyarıların kalp debisini artır­
K a lb in S e m p a tik ve P ara se m p a tik dığını, artan parasempatik uyarıların ise azalttığını
S in irle rle D e n e tle n m e s i gösterirler. Sinir uyarılarının debide neden olduğu
değişiklikler kalbin hızında ve kasılm a kuvvetinde
Kalbin pompalama etkinliği, Şekil 9-11'de gösteril­ meydana gelen değişikliklere bağlıdır, çünkü bu n ­
diği gibi kalbi besleyen çok sayıda sem patik ve p a ­ ların her ikisi de kalp debisini etkiler.
rasem patik (vagııs) sinirin yoğun denetimi altında­
dır. Sempatik uyarılar kalbin bir dakikada pom pa­
ladığı kanın miktarı olan kalp debisini çoğu zaman
% 100'den daha fazla arttırabilir. Tersine, vagııs (pa­
rasempatik) uyarıları kalp debisini sıfıra veya h e­
m en hem en sıfıra düşürebilir.

Kalbin Sem patik Sinirlerle Uyarılması. Kuvvet­


li sem patik uyarılar kalp hızını erişkin insanlarda
180-200 ve nadiren genç insanlarda 250 vuruya ka­
dar artırabilir. Ayrıca sempatik uyarılar kalp kasının
kasılma kuvvetini de artırarak pompalanan kanın
hacm ini ve fırlatma basıncını da artırır. Bu neden­
le sem patik uyanlar, daha önce tartışılan Frank-
Starling işleyişinin kalp debisinde neden olabilece­
ği artışa ek olarak debiyi çoğu zaman iki üç katı ka­
dar daha artırabilir.
Diğer yandan sempatik sinir sistemi inhibe edile­
rek kalbin pompalama gücü orta derecede azaltıla­
bilir: Normal koşullarda, kalbi besleyen sempatik
sinir lifleri, kalbin pompalama gücünü hiçbir sem ­
patik uyarı olmaksızın gerçekleşecek olanın yakla­
şık %30 üzerinde tutacak şekilde, kalbe yavaş bir
hızda sürekli uyarılar taşırlar. Dolayısıyla sempatik Sağ atriyum basncı (mm Hg)
sinir sistem inin işlevinin normalin altına düşürül­
m esi hem kalp hızını hem de ventrikülün kasılma ŞEKİL 9 - 12
kuvvetini azaltarak kalbin pom palam a gücünü Farklı derecelerde sempatik ve parasempatik uyarıların, kalp
norm alin %30 kadar altına düşürür. debisi eğrisi üzerine etkisi.
106 ÜNİTE III • Kalp

yaparak, kalpte spastik kasılmaya yol açar. Bunun


Potasyum ve Kalsiyum İyonlarının Kalp
nedeni, kalsiyum iyonlarının bu bölümde daha ö n ­
İşlevine Etkileri ce açıklandığı gibi kas kasılması olayının uyarılma­
sında doğrudan etkili olmasıdır. Tam tersine, kalsi­
Bölüm 5'de zar potansiyelleri tartışılırken, potas­
yum iyonlarının zar potansiyelleri ve aksiyon po­ yum iyonlarının yetersiz olması, yüksek potasyu­
tansiyelleri üzerinde belirgin bir etkisi olduğu b e­ mun etkisine benzer şekilde kalbin gevşemesine
lirtilmiştir ve Bölüm 6 ’da kalsiyum iyonlarının kas neden olur. Normalde kan kalsiyum iyon düzeyi
kasılması olayının başlatılmasında özellikle önem ­ dar sınırlar içerisinde düzenlendiği için, norm alin
li bir rol oynadığına işaret edilmiştir. Dolayısıyla, dışındaki kalsiyum konsantrasyonlarının kalbe e t­
bu iki iyonun hücredışı sıvılardaki yoğunluklarının kileri, nadiren klinik önem kazanır.
kalbin pom palam a gücü üzerinde de önemli etki­
leri olması beklenir.
Isının Kalp Üzerindeki Etkileri
Potasyum İyonlarının Etkisi. Hiicredışı sıvılardaki
aşırı potasyum, kalbin fazlasıyla geniş ve gevşek ha­ Yüksek ısı, örneğin kişinin ateşi yükseldiği zaman
le gelmesine ve kalp hızının yavaşlamasına neden gözlenen ısı artışı, kalp hızının büyük oranda art­
olur. Büyük miktarlar, aynı zamanda, kalp uyarısının masına neden olur, hatta bazen norm alin iki katına
A-V demet yolu ile atriyumlardan ventriküllere iletil­ çıkarır. Düşük ısı kalp hızını büyük oranda azaltır,
mesini de kesebilir. Potasyum yoğunluğunun yal­ öyle ki bir insan 60-70°F (15,5 - 2 1 ,1°C) sınırları içe­
nızca 8-12 mEq/lt’ye (normal değerin iki veya üç ka­ risinde lıipotermi nedeniyle ölüme yaklaştığı za­
tı) yükselmesi kalbi öylesine zayıf düşürebilir ve rit­ man dakikada birkaç atıma kadar düşm esine n e ­
mini bozabilir ki, ölüme bile neden olabilir. den olur. Bu etkiler olasılıkla, ısının kas zarının
Bu etkiler, kısmen hücredışı sıvılardaki yüksek iyonlara geçirgenliğini artırarak, öz-uyarılma olayı­
potasyum yoğunluğunun Bölüm 5 ’de açıklandığı nı hızlandırmasına bağlıdır.
gibi kalp kası liflerinin dinlenim zar potansiyelini Isının orta derecede artması, kalbin kasılm a kuv­
azaltm asına bağlıdır. Zar potansiyeli azalınca aksi­ vetini, çoğu zaman geçici olarak artırır, fakat ısının
yon potansiyelinin şiddeti de (intensity) azalır, ki uzun süre yüksek kalması kalbin m etabolik sistem ­
bu kalp kasılmasını giderek daha zayıf düşürür. lerini tüketerek güçsüzlüğe neden olur. Bu nedenle
kalbin optimal işlev görmesi büyük ölçüde vücut
Kalsiyum İyonlarının Etkisi. Kalsiyum iyonları­ ısısının Bölüm 73’de açıklanan ısı kontrol m ekaniz­
nın artışı, potasyum iyonlarının tam tersi etkiler malarıyla uygun biçimde kontrolüne bağlıdır.

REFERANSLAR
S e c also referen ces for C hapter 10. Driedzic W R , G esser H: Energy m etabolism R ossant J : M ouse m utants and cardiac d evel­
and contractility in ectothcrm ic vertebrate opment: new m olecu lar insights into cardi-
A bd cl-aleem S , Low e J E : C ardiac M etabo lism hearts: hypoxia, acidosis, and low tem pera­ ogenesis. C irc R es 7 8 :3 4 9 , 1996.
in H ealth and D isease. B o sto n : K luw er A c ­ ture. Physiol R ev 7 4 :2 2 1 , 1994. Sadoshim a J, Izum o S : T h e cellu lar and m o­
adem ic Publishers, 1998. G adsby DC: T he Na/K pump o f cardiac cells. lecular response o f cardiac m yocytes to m e­
Hers D M , B assan i JW , B assan i R A : N a-Ca Annu R ev B iophys B io en g 1 3 :3 7 3 , 1984. chanical stress. Annu R ev P hy siol 5 9 :5 5 1 ,
exch an g e and C a fluxes during contraction G uyton A C . Jo n es C E , C olem an T G : C ircu la­ 1997.
and relaxation in mam m alian ventricular tory Physiology: Cardiac Output and Its S a rn o ff S J : M yocardial contractility as de­
m uscle. Ann N Y A cad S c i 7 7 9 : 4 3 0 . 1996. Regulation, 2nd ed. Philadelphia: \VB scribed by ventricular function curves. Phy­
B rady A J: M echan ical properties o f isolated Saunders, 1973. siol R ev 3 5 :1 0 7 , 1955.
cardiac m yocytes. Physiol R ev 7 1 :4 1 3 , Guyton A C : Determ ination o f cardiac output
Sow ers JR : Insulin and insulin-like growth fac­
1991. by equating venous return curves With ca r­
tor in normal and pathological cardiovascu­
Brow n H, K ozlow ski R, D avey P: Physiology diac response curves. Physiol R ev 3 5 :1 2 3 ,
lar physiology. H ypertension 2 9 :6 9 1 , 1997.
and Pharm acology o f the Heart. Oxford: 1955.
Starling EH : T h e L in acre L ecture on the Law'
B la ck w ell S c ien c e , 1997. Johnson R G , K ronias EG : Cardiac Sarcop las­
o f the Heart. London: Longm ans G reen &
C rozatier B : Stretch-induced m odifications o f mic Reticulum and Regulation o f C ontrac­
C o.. 1918.
m yocardial perform ance: from ventricular tility. New Y ork: New Y o rk A cadem y o f
function to cellu la r and m olecular m echa­ S cien ce s, 1998. Swynghedauw B : Developm ental and fu n c­
nism s. C ard iovasc R es 3 2 :2 5 , 1996. L evitsky M G , Hall S M , M cD onough KH: C ar­ tional adaptation o f contractile proteins in
Deal K K . England S K , Tam kun M M : M olecu ­ diopulmonary Physiology in A nesthesiol­ cardiac and skeletal m uscles. P hysiol R ev
lar physiology o f cardiac potassium chan­ ogy. New York: M cG raw -H ill, 1997. 6 6 :7 1 0 , 1986.
nels. Physiol R ev 7 6 :4 9 . 1996. Opie LH : The Heart: Physiology, from C ell to T o bacm an L S : T h in filam ent-m ediated regu la­
D es iard in s T A : Cardiopulm onary Anatomy Circulation. Philadelphia: Lippincott-Raven, tion o f cardiac contraction. Annu R e v Phy­
and Physiology. A lbany: D elm ar Publishers, 1998. siol 5 8 :4 4 7 , 1996.
1998. Page E, Shibata Y : Perm eable ju n ctio n s b e­ W inegrad S : Calcium release from card iac sar­
Dhein S : C ard iac Gap Junction s. B a se l: Kar- tween cardiac cells. Annu Rev Physiol 4 3 : coplasm ic reticulum . Annu R e v P hysiol 4 4 :
ger. 1998. 4 3 1 , 1981. 4 5 1 , 1982.
Kalp (1) kalp kasının ıitınik (düzenli aralıklarla tek­ labilir filament içermezler; çevrelerindeki, 10-15
rarlayan) kasılmasını sağlamak için ritmik uyarılar mikrometre çapta olan atıiyum kası liflerinden
doğuran ve (2 ) bu uyarıları hızla bütün kalbe ileten, farklı olarak, her birinin çapı 3-5 mikrometredir, si­
özelleşmiş bir elektrojenik sistemle donatılmıştır. nüs lifleri doğrudan doğruya atıiyum liflerine bağ­
Bu sistem düzgün olarak çalıştığı zaman atriyumlar, lanırlar. sinüs düğümünde başlayan bir aksiyon
ventriküllerden yaklaşık 1 / 6 saniye önce kasılırlar. potansiyeli bu sayede derhal atriyumlara yayılır.
Bu da ventriküllerin kanı akciğerlere ve çevre dolaşı­
ma pompalamadan önce daha fazla dolmalarını Sinüs L ifle rin in K e n d iliğ in d e n O lu ş a n
sağlar. Sistemin bir başka önemli özelliği, ventrikül­
E le ktrikse l R itm ik liğ i
lerin tüm bölgelerinin hemen hemen aynı anda ka­
sılmasını sağlamasıdır ki bu da ventrikül boşlukla­ Pekçok kalp lifinin sahip olduğu öz-uyarılm a özel­
rında yeterli basıncın oluşması için gereklidir. liği, kendiliğinden ritmik ateşlem elere ve kasılm a­
Kalbin bu ritmik ve iletici sistemi, kalp hastalıkla­ lara neden olabilen bir olaydır. Bu durum özellikle
rı ile, özellikle de yetersiz kan akımına bağlı kalp kalbin özelleşmiş ileti sistem inin lifleri için geçerli-
dokusu iskemisi ile kolaylıkla hasar görür. Hasarlar dir. Sistemin öz-uyarılmayı en belirgin şekilde orta­
çoğu zaman kalp ritminin düzensizleşmesine veya ya koyan bölümü sinüs düğümünün lifleridir. Bu
kalp boşluklarının kasılma sıralamasının bozulm a­ nedenle, bu bölümde daha sonra ayrıntılı olarak
sına neden olur ve kalbin bir pompa olarak etkinli­ tartışılacağı gibi kalbin tam am ının atım hızını n o r­
ği çoğu zaman ciddi biçimde, ölüme bile neden malde sinüs düğümü denetler. Öncelikle bu kendi­
olabilecek kadar etkilenir. liğinden oluşan ritmikliği açıklayalım.

Sinüs Düğümü Ritm ikiiğinin İşleyişi. Bir sinüs


düğümü lifinden üç kalp atımı süresince kaydedi­
KALBİN ÖZELLEŞMİŞ UYARI VE İLETİ len aksiyon potansiyelleri, Şekil 10-2’de tek bir
SİSTEMİ ventrikül kas lifi aksiyon potansiyeli ile karşılaştır­
malı olarak gösterilmiştir. Sinüs düğümü lifindeki
Kalbin kasılmalarını düzenleyen özelleşmiş uyarı ve potansiyelin ateşlem eler arasında, yalnızca -55 ila -
ileti sistemi Şekil 10-1'de görülmektedir. Şekilde 60 milivolt negatifliği olduğuna, buna karşılık vent­
normal ritmik uyarıları doğuran sinüs düğümü (ay­ rikül kası lifinin potansiyelinin -85 ila -90 milivolt
nı zamanda sinoatriyal veya S- A düğüm olarak da olduğuna dikkat ediniz. Bu değerin daha az negatif
adlandırılır); uyarıları sinüs düğümünden atriyo- obuasının nedeni sinüs liflerinin hücre zarlarının
ventriküler (A-V) düğüme ileten düğümler arası doğal yapısının Sodyum iyonunu sızdırması ve gi­
yollar, atriyumlardan gelen uyarıların ventrikülleıe ren pozitif yüklü sodyum iyonlarının hücre içi n e ­
geçişini geciktiren A-V düğüm ; uyarıları atriyumlar­ gatifliğini büyük ölçüde nötralize etmesidir.
dan ventrikülleıe ileten A-V dem et; kalp uyarılarını Sinüs düğümü liflerinin ritmikliğini açıklamaya
ventriküllerin bütün bölgelerine ileten sol ve sağ çalışmadan önce Bölüm 5 ve 9 ’daki tartışmalardan
Purkiııje lifi dem etleri görülmektedir. kalp kasında aksiyon potansiyelini oluşturan voltaj
değişikliklerinin meydana gelm esinde üç tür zar
iyon kanalının önemli görevleri olduğunu hatırla­
Sinüs Düğümü (Sinoatriyal Düğüm) yınız. Bunlar (1) lıızlı sodyum kan alları (2) yavaş
kalsiyum-sodyum kanalları ve (3) potasyum k a n a l­
Sinüs düğümü, sinoatriyal düğüm de denir küçük, larıdır. Ventrikül kasında pozitif sodyum iyonları­
yassı, elips şeklinde, özelleşmiş bir kas şerididir; nın lif içine doğru hızla akmalarına bağlı olarak
yaklaşık 3 mm genişliğinde, 15 mm uzunluğunda gözlenen, hızlı, diken benzeri aksiyon potansiyeli
ve 1 1 mm kalınlığındadır; sağ atriyumun superiyor başlangıcından, hızlı sodyum kanallarının birkaç
posterolateral duvarında, superiyor vena kavanın 1 / 1 0 0 0 0 saniye süresince açık kalmaları sorum lu­
ağzının hem en altında ve hafifçe lateralinde yerleş­ dur. Bunu izleyen aksiyon potansiyeli platosu, baş­
miştir. Bu düğümün lifleri hem en hem en hiç kası- lıca yavaş kalsiyum-sodyum kanallarının daha ya-

107
108 ÜNİTE III • Kalp

kanalları aktive olur, hem kalsiyum hem de sod­


yum iyonları kanallardan hızla içeri girerek aksiyon
potansiyelini oluştururlar. Dolayısıyla, sinüs düğü­
mü liflerinin doğasında var olan sodyum sızdırma
özelliği, liflerde öz-uyarılmaya neden olur.
Sodyum iyonu sızıntısı neden sinüs düğümü lif­
lerinin daima depolaıize kalmasına yol açmaz? Ce­
vap şudur: aksiyon potansiyeli sırasında meydana
gelen iki olay bunu engeller. Birincisi, kalsiyum-
sodyum kanalları, açılm alarını izleyen yaklaşık
100-150 milisaniye içerisinde inaktive olur (yani,
kapanırlar). İkincisi, hem en hem en aynı anda çok
sayıda potasyum kanalı açılır, dolayısıyla, kalsiyum
ve sodyum, iyonlarının kalsiyum- sodyum kanalla­
rından geçerek hücre içine akışları dururken, aynı
zamanda büyük miktarlarda pozitif potasyum iyo­
nu da liften dışarı doğru diffüze olur ve böylece ak­
siyon potansiyeli son bulur. Dahası potasyum ka­
nalları birkaç 1 / 1 0 saniye daha açık kalarak çok b ü ­
ŞEKİL 10- 1
yük miktarlarda pozitif potasyum yükünü hücre dı­
Kalbin sinüs düğümü ve Pıırkiııje sistemi. Ayrıca A-V düğüm, şına çıkarırlar. Bu da geçici olarak lif içinde kayda
atriyumun düğümler arası yolları ve veııtiküllerin dalları da
gösterilmiştir. değer miktarda negatiflik fazlalığ ın a neden olur.
Buna hiperpolarizasyoıı adı verilir. Bu hiperpolari-
zasyon, aksiyon potansiyelinin sonunda zar “dinle-
nim” potansiyelini başlangıçta yaklaşık -50 ila -60
vaş açılmalarına ve yaklaşık 3/10 saniye açık kal­ milivolta kadar aşağıya çeker.
m asına bağlıdır. Son olarak, potasyum kanallarının Son olarak, bu yeni hiperpolaıizasyon durum u­
açılmaya başlaması ve büyük miktarlarda potas­ nun neden sürekli korunmadığını açıklam ak gere­
yum iyonunun lifin dışına doğru difüzyonu, zar kir. Neden, aksiyon potansiyelinin sona erm esini
potansiyelini dinlenme düzeyine geıi döndürür. izleyen birkaç 1 / 1 0 saniye esnasında, giderek da­
Fakat sinüs düğümü liflerinde "dinlenim" potan­ ha çok potasyum kanalının kapanm aya başlam a­
siyelinin negatifliği çok daha az olduğu için -90 mV sıdır. İçeriye sızan sodyum iyonları bir kez daha
yerine yalnızca -55 milivolt- bu kanalların görevi potasyum iyonlarının dışa akışının üstesinden ge­
farklıdır. Aslında bu negatiflik düzeyinde hızlı sod­ lerek ‘‘dinlenim ” potansiyelinin bir kez daha yuka­
yum kanalları "işlevlerini yitirirler”, yani tıkanırlar. rı doğru kaymasına neden olur. Sonuçta, p o tan si­
Çünkü zar potansiyeli yaklaşık -60 milivoltdan da­ yel yaklaşık -40 milivoltta ateşlem e için gerekli
ha az negatif bir değerde birkaç milisaniyeden da­ olan eşik değere ulaşır. Bundan sonra bütün bu
ha uzun süreyle kaldığı zaman, hücre zarının iç kıs­ olaylar yeniden başlar: öz-uyarılma, aksiyon p o ­
mında bulunan ve hızlı sodyum kanallarını kapa­ tansiyelinin sonlanm ası, aksiyon potansiyelini iz­
tan inaktivasyon kapıları kapanır ve o konumda leyen hiperpolaıizasyon, “dinlenim " potansiyeli­
kalırlar. Dolayısıyla yalnızca yavaş kalsium-sod- nin yeniden eşik değere doğru kayması, yeni bir
yum kanalları açılabilir (yani “aktive olabilir”) ve döngüyü başlatacak olan yeniden-uyarılm a. Bu
böylece aksiyon potansiyelini oluşturabilirler. So­
nuç olarak, aksiyon potansiyeli ventrikül kasında-
kine kıyasla daha yavaş gelişir ve geıi dönüş de
ventrikül lifindeki gibi ani olmayıp yavaş bir potan­ — Sinüs
siyel azalması şeklinde gerçekleşir. düğümü lili

Sinüs D üğüm ü Liflerinin Öz-Uyarılması. Sinüs


düğümü liflerinin dışındaki pozitif sodyum iyonla­
rı, hiicredışı sıvıdaki yüksek sodyum iyonu yoğun­
luğuna ve dinlenme halindeki liflerin içindeki n e­
gatif elektriksel yüke bağlı olarak, normalde bile
içeri sızma eğilimindedir. Dahası, dinlenme halin­
deki düğüm lifleri, sodyum iyonlarının geçişine za­
ten açık olan belli sayıda kanal içerirler. Pozitif yük­ ı----------------i---------------- r
lü sodyum iyonlarının bu etkilere bağlı olarak içeri­ 0 1 2 3
Saniyeler
ye akması zar potansiyelinin yükselmesine neden
olur. "Dinlenim” potansiyeli böylece Şekil 10-2'de ŞEKİL 1 0- 2
görüldüğü gibi, iki kalp atımı arasında yavaş yavaş
Bir sinüs düğümü lifinin ritmik ateşlemeleri. Ayrıca sinüs düğü­
yükselir. Potansiyel yaklaşık -40 milivolt değerinde­ münün aksiyon potansiyeli, bir ventrikül kası lifîninki ile kar-
ki eşik voltaja ulaştığı zaman, kalsiyum-sodyum şılaştırılmıştır.
BÖLÜM 10 • Kalbin Ritmik Uyarılması 109

olaylar bir insanın hayatı boyunca durmaksızın


Düğümlerarası
devam eder. yollar /ç
Bağlantı lifleri

A-V düğüm
Düğümlerarası Yollar ve Kalp Uyarısının
Atriyumlardan Geçişi

Sinüs düğümü liflerinin uçları, bunları çevreleyen at-


riyum kası lifleri ile kaynaşır. Sinüs düğümünde do­ Atriyoventriküler
ğan aksiyon potansiyelleri bu liflere doğru hareket fibröz doku
ederler. Aksiyon potansiyelleri bu yolla atriyumun A-V demetin
kas kitlesinin tümüne ve oradan da A-V düğüme ya­ geçiş bölümü
yılırlar. Pek çok atriyum kasında ileti hızı yaklaşık 0.3
m/san.'dir. Atriyum kası liflerinin birkaç küçük deme­ A-V demetin
distal bölümü
tinde ileti biraz daha hızlıdır, yaklaşık 1 m/san. Bun­
lardan, ön (anteriyor) (itriyumlararası şerit adı verilen Sol dal
bir tanesi, atriyumların ön duvarlarından geçerek sol
atriyuma ulaşır; Ayrıca aüiyumların duvarlarından Sağ dal
kıvrılarak geçen ve A-V düğümde sonlanan diğer üç
küçük demet de kalp uyarısını yine bu yüksek hızla
iletirler. Sırasıyla, ön (anteriyor), orta (middle)ve arka
(posteriyor) düğümlerarası yollar adı verilen bu üç septumu
küçük demet Şekil 10-1'de gösterilmiştir. Bu demet­
Ş E K İL 1 0 - 3
lerde iletinin daha hızlı olmasının nedeni, demetlerin
A-V düğümün düzeni. Rakamlar, uyarının sinüs düğümünde
atriyum kası ile karışmış olarak birkaç özelleşmiş ile­ doğuşundan itibaren geçen zaman aralığım ifade etmektedir.
ti lifi içermeleridir. Bu lifler ventriküllerin hızlı ileten Değerler, insan için tahminen belirlenmiştir.
Puıkinje liflerine benzerler. Purkinje lifleri ileride tar­
tışılacaktır.

Bu durumda A-V düğüm ve A-V demet sistem in­


A-V Düğüm, Uyarının Atriyumlardan deki gecikme yaklaşık 0.13 saniye olup, sinüs düğü­
Ventriküllere İletilmesinin Gecikmesi mü ile A-V düğüm arasında meydana gelen 0.03 sa­
niyelik ilk gecikme ile birlikte uyarıcı sinyalin vent-
İleti sistemi, kalp uyarısının atriyumlardan ventri­ rikül kasına ulaşmasına kadar geçen süre toplam
küllere doğru çok hızlı hareket edemeyeceği şekil­ 0.16 saniyedir.
de düzenlenmiştir, bu gecikme, atriyumlara ventri-
küller kasılm aya başlam adan önce içeriklerini Yavaş İletinin N edeni. Bağlantı liflerinde, düğüm
ventriküllere boşaltmaları için zaman tanır. Kalp liflerinde ve A-V demetin geçiş liflerinde iletinin
uyarısının atriyumlardan ventriküllere geçişini ge­ son derece yavaş olması kısmen, bu liflerin boyut­
ciktiren oluşumlar başlıca A-V Düğüm ve onunla larının normal atriyum kası liflerinin boyutlarına
bağlantılı ileti lifleridir. oranla oldukça küçük olmasından kaynaklanır. An­
A-V Düğüm şekil 10-1'de gösterildiği gibi, tıiküs- cak yavaş iletinin büyük bölümü m uhtem elen ileti
pid kapağın hem en arkasında ve koroner sinüsün yolunda bulunan ardışık kas hücreleri arasındaki
ağzının yanında, sağ atriyumun arka duvarında gap ju n ction ların (yarık bağlantıların)sayısının
yerleşmiştir. Bu düğümün çeşitli bölümleri, dii- azalmış olmasına bağlıdır. Bu nedenle uyarıcı iyon­
ğümlererası atriyum yollarının lifleri ve A-V demet ların bir hücreden diğerine iletilm esine büyük bir
ile yaptığı bağlantılar Şekil 10-3’de çizilirlerle göste­ direnç vardır. Böylece, bir sonraki hücrenin neden
rilmiştir. Kalp uyartısının sinüs düğümünde doğ­ yavaş uyarıldığı kolayca anlaşılabilir.
ması ile A-V düğüm sistem inin çeşitli noktalarına
ulaşması arasında geçen yaklaşık zaman aralıkları
da şekil üzerinde bir saniyenin bölümleri ile ifade Ventriküler Purkinje Sisteminde Hızlı
edilmiştir. Uyarının düğümlererası yolda hareket İleti
ederek, sinüs düğümünde doğduktan yaklaşık 0.03
saniye sonra A-V düğüme ulaştığına dikkat ediniz. Purkinje lifleri, A-V demet içinde, A-V düğümden
Uyarı ventriküllere geçm ek için A-V demetin geçiş ventriküllere uzanırlar. A-V fibröz doku engelinin
bölüm üne girmeden önce A-V düğümde 0.09 sani­ içinden geçen başlangıç kısmı dışında, Purkinje lif­
ye daha geciktirilir. A-V düğümün geçiş bölüm ün­ lerinin işlevsel özellikleri, A-V düğümdeki liflerin
de 0.04 saniyelik son bir gecikme daha meydana özelliklerinin tam am en tersidir. Bunlar çok büyük
gelir. Geçiş bölümü, atriyumları ventrikiillerden liflerdir, normal ventrikiil kası liflerinden bile daha
ayıran fibröz dokunun içinden geçen çok sayıda büyüktürler, aksiyon potansiyelerini 1.5-4.0 m/san.
küçük demetcikten meydana gelir. hızla iletirler. Bu hız, normal kalp kasındaki hızın
110 ÜNİTE III • Kalp

yaklaşık 6 katı, bazı A-V bağlantı liflerindeki hızın Kalp Uyarısının Ventrikül Kasında
ise 150 katıdır. Bu sayede kalp uyarısının neredeyse İletilmesi
•derhal bütün ventrikiil sistem ine geçmesi m üm ­
kün olur.
Uyarı Purkinje liflerinin uçlarına ulaştıktan sonra,
Purkinje liflerini oluşturan ardışık kalp hücreleri
ventrikül kası kitlesi boyunca bizzat ventrikül kası
arasındaki inteıkale disklerde yer alan yarık bağ­ lifleri tarafından iletilir. Burada ileti hızı yalnızca
lantıların geçirgenliğinin yüksek düzeyde olm ası­ 0.3-0.5 m/san. olup, Purkinje liflerindekinin a ltı­
nın, purkinje liflerinin aksiyon potansiyelini hızlı d a biridir.
iletmesine neden olduğuna inanılmaktadır. Böyle- Kalp kası aralarında fibröz septum lar bulunan
ce iyonlar bir hücreden diğerine kolaylıkla iletilir ve iki kat sarm al tabaka halinde kalbin çevresini s a ­
ileti hızı artar. rar. Bu nedenle kalp uyarısı doğrudan dışarıya,
Purkinje lifleri, aynı zamanda az sayıda miyofib- kalbin yüzeyine doğru hareket etm ez. Bunun yeri­
ıil de içerirler. Bu da uyarının iletimi sırasında bel­ ne sarm alların yönünde ve yüzeye doğru açı yapa­
li belirsiz kasıldıkları anlam ına gelir. rak ilerler. Dolayısıyla uyarının ventrikülün endo-
kardiyal yüzeyinden epikardiyal yüzeyine yayıl­
ması ek olarak 0.03 saniye daha gerektirir. Bu süre,
A -V D e m e tte Tek Yönlü İleti. A-V demetin ken­ iletinin Purkinje sistem inin ventıiküllere ait kıs­
dine has bir özelliği de anormal durumlar dışında, m ının tam am ına yayılması için gerekli olan süre­
aksiyon potansiyellerinin demet yolu ile geriye, ye hem en hem en eşittir. Böylece, kalp uyarısının
ventriküllerden atriyumlara doğru hareket edem e­ ilk dem et dallarından son ventrikül kası liflerine
mesidir. Böylece kalp uyarılarının bu yolla ventri­ kadar yayılması norm al bir kalpte yaklaşık 0.06 sa ­
küllerden atriyumlara yeniden- girmesi (re-entry) niye sürer.
engellenir. İleti sadece atriyumlardan ventrikiillere,
ileriye doğru gerçekleşir.
Dahası, sürekli bir fibıöz doku engeli, hatırlana­ Kalp Uyarısının Kalbe Yayılmasının
cağı gibi A-V dem etin dışında kalan her yerde atıi- Özeti
yum kasını ventrikül kasından ayırır. Bir kısmı Ş e­
kil 10-3’de gösterilen bu doku, norm alde atriyum- Kalp uyarısının insan kalbinin tam amına yayılma­
larla ventriküller arasında kalp uyarısının geçişini sı Şekil 10-4’te özetlenmiştir. Şekildeki rakamlar
engelleyen bir yalıtkan gibi davranır. Uyarı yalnız­ kalp uyarısının sinüs düğümünde doğuşundan kal­
ca A-V dem et ile ve ileriye doğru iletilebilir. (Nadi­ bin değişik kısımlarına ulaşmasına dek geçen za­
ren fibröz- engelin içinden A-V dem etden farklı
bir yerde anorm al bir kas köprüsü geçer. Böyle ko­
şullarda kalp uyarısı ventriküllerden atriyumlara
yeniden-girebilir ve ciddi bir kalp aritm isine n e ­
den olabilir.)

Purkinje Liflerinin V e n trikü ller İçindeki Dağı-


lımı-Sağ ve Sol Dallar. A-V dem etin distal bölü­
mü, atriyum ve ventrikül kasları arasındaki fibröz
dokunun içinden geçtikten sonra, ventrikül sep-
tum unun içinde, Şekil 10-1 ve Şekil 10-3'de görül­
düğü gibi aşağıya kalbin apeksine doğru 5-15 m i­
limetre ilerler. Dem et burada, septum un her iki
yanında endokaıdın altında seyreden sol ve sağ
d allara ayı dır. Bu dallar, her iki ventrikül boşluğu­
nu çevrelem ek üzere, aşağıya ventrikül apeksine
ve oradan da arkaya kalbin tabanına doğru, gide­
rek daha küçük dallara ayrılarak ilerler. En uçtaki
Purkinje lifleri, kas kitlesinin içinde 1/3 derinliğe
kadar ilerler ve en sonunda kalp kası lifleri ile de­
vamlılık kazanırlar.
Kalp uyarısının ventrikül septumundaki demet
dallarına girdiği andan Purkinje liflerinin uçlarına
ulaştığı ana kadar geçen toplam süre yalnızca orta­ Ş E K İL 1 0 - 4
lama 0.03 saniyedir. Öyle ki, kalp uyarısı bir kez Pur­
Kalp uyarısının kalpte yayılması, uyarının kalbin çeşitli bölüm ­
kinje sistem ine girdi mi, neredeyse anında bütün lerinde belirme zamanı (saniyenin bölümleri ile ifade edilmiş­
ventriküler kas kitlesine yayılır. tir) ile gösterilmiştir.
BÖLÜM 10 • Kalbin Ritmik Uyarılması 111

m an aralıklarını bir saniyenin bölümleri ile ifade kalbin atımlarını denetler. Dolayısıyla sinüs düğü­
eder. Uyarının atriyumlar boyunca orta hızda ya­ mü kalbin normal uyarı odağıdır ( p a cem ak er , hız
yıldığına, fakat ventrikül septumundaki A-V dem e­ belirleyicisi).
te ulaşmadan önce A-V düğüm bölgesinde 0.1 sa­
niyeden daha fazla geciktirildiğine dikkat ediniz. Anorm al Uyarı O dakları (E kto p ik Pacem aker).
Uyarı, dem ete girdikten sonra Purkinje liflerinde Bazen kalbin farklı bir bölümü sinüs diiğümünde-
hızla ilerleyerek ventriküllerin endokardiyal yüze­ kinden daha yüksek bir ateşleme hızı kazanır. Bu
yinin tam am ına, bundan sonra da ventrikül kasın­ durum sıklıkla A-V düğüm veya Purkinje lifleri
da yavaşça ilerleyerek epikardiyal yüzeye yayılır. anormal şekilde çalıştıkları zaman m eydana gelir.
Okuyucunun, kalp uyarısının kalpte izlediği yolu Bu iki halde, kalbin uyarı odağı sinüs düğümünden
A-V düğüme veya Purkinje liflerine kayar. Çok daha
ve uyarının kalbin değişik kısımlarına ulaşması için
nadir durumlarda atriyum veya ventrikül kasları­
gereken süreleri ayrıntılı olarak öğrenmesi son de­
nın bir noktası aşırı derecede uyaıılabilirlik kazanır
rece önemlidir. Çünkü, bu sürecin eksiksiz ve sayı­
ve uyarı odağı haline gelir.
sal olarak bilinmesi Bölüm 11-13’de tartışılan elekt­
Sinüs düğümü dışındaki uyarı odaklarına ektop ik
rokardiyografinin anlaşılması için gereklidir.
uyarı odağı adı verilir. Ektopik bir uyarı odağı, kal­
bin çeşitli bölümlerinin olağandışı bir sıralamayla
kasılmalarına neden olur ve kalp pom pasının çok
zayıflamasına yol açabilir.
KALPTE UYARILMA VE İLETİNİN Sinüs düğümünden gelen uyarıların kalbin diğer
DENETLENMESİ bölümlerine iletilmesinin kesintiye uğraması, uya­
rı odağının yer değiştirmesinin başka bir nedenidir.
Kalbin Uyarı Odağı (Pacemaker) Olarak Yeni uyarı odağı çoğunlukla A-V düğümde veya A-
Sinüs Düğümü V demetin ventriküllere doğru ilerleyen geçiş bölü­
münde ortaya çıkar.
Kalp uyarısının doğması ve kalbe yayılması ile ilgi­ A-V kesinti (A-V blok) meydan geldiği zam an -ya­
li tartışm anın buraya kadar olan kısmında uyarının ni kalp uyarısı A-V düğüm ve dem et sistem i aracılı­
norm alde sinüs düğümünden doğduğu dikkate ğı ile atriyumlardan ventriküllere geçemediği za­
alınmıştır. Olağandışı koşullarda durum böyle de­ m an- atriyumlar sinüs düğümü ritm inin normal
ğildir. Çünkü kalbin diğer bölümleri de sinüs düğü­ hızı ile atmaya devam ederler; diğer yandan ventri­
mü liflerine benzer şekilde ritmik kasılmalar sergi­ küllerin Purkinje sistem inde beliren yeni bir uyarı
leyebilirler. Bu durum, özellikle A-V düğüm lifleri odağı ventrikül kasını dakikada 15 ile 40 atım ara­
ve Purkinje lifleri için geçerlidir. sındaki yeni bir hızda uyarmaya başlar. Purkinje
Bir dış odak tarafından uyarılmadıkları zaman A- sistemi, ani bir kesintiden sonra 5-20 saniye g eç­
V düğüm lifleri, kendi iç kaynaklı (intrinsik) ritim ­ meden kendi ritmik uyartılarım oluşturmaya b aş­
leri ile dakikada 40-60 kez, Purkinje lifleri ise daki­ lamaz. Çünkü Purkinje lifleri kesintiden önce hızlı
kada 15-40 kez ateşleme yaparlar. Bu hızlar, sinüs sinüs uyartılarının etkisi altında baskılanm ış bir
düğümünün normal hızı olan dakikada 70-80 kez- haldedir. Bu 5-20 saniye süresince ventriküller kan
den farklıdır. pompalayamaz: ilk 4-5 saniyeden sonra beyin kan
Dolayısıyla sormamız gereken soru şudur: Ne­ akım ının yetersizliğine bağlı olarak kişi bayılır.
den kalbin ritm ini A-V düğüm veya Purkinje lifleri Kalp atımının bu şekilde gecikmeli olarak yeniden
değil de sinüs düğümü denetler. Bunun cevabı şu başlam asına Stokes-Adams sendrom u adı verilir.
gerçekte yatar; sinüs düğümünün ateşleme hızı A- Gecikme döneminin çok uzun olması ölümle so ­
V düğüm veya Purkinje liflerine kıyasla oldukça nuçlanabilir.
yüksektir. Sinüs düğümünün her ateşleylişinde
oluşan uyarılar hem A-V düğüme hem de Purkinje
liflerine iletilir ve bunların uyarılabilir zarlarını Ventrikül Kasının Eşzamanlı Kasılma­
ateşlerler, daha sonra bu dokularda ve sinüs düğü­ sında Purkinje Sisteminin Görevi
münde aksiyon potansiyeli hem en hem en aynı an ­
da son bulur ve dokular hiperpolarize olur. Fakat, Kalp uyarısının dar bir zaman aralığı içerisinde
hipeıpolaıizasyon sinüs düğümünde diğer ikisin- ventriküllerin hem en hem en bütün kısımlarına
dekinden çok daha çabuk kaybolur ve düğüm yeni­ ulaştığı, ilk ventrikül kası lifini norm alde son ventri­
den ateşler. Öyle ki, A-V düğüm veya Purkinje lifle­ kül kası lifinden yalnızca 0.03-0.06 saniye önce
ri öz-uyarılmaları için gereken eşik değerine ulaşa­ uyardığı, Purkinje sistemi anlatılırken açıklanmıştı.
madan önce sinüs düğümü yeni bir uyarı oluştu­ Bu durum her iki ventriküldeki ventrikül kaslarının
rur. Sinüs düğümünden gelen yeni uyarı, hem A-V tüm bölümlerinin hemen hem en aynı anda kasıl­
düğümü hem de Purkinje liflerini yeniden ateşler. maya başlamalarını ve yaklaşık 0.3 saniye boyunca
Bu olaylar sürekli tekrarlar. Öz-uyarılma yeteneği­ kasılı kalmalarını sağlar. Ventrikül boşluklarının et­
ne sahip olan diğer dokularda öz-uyarılma gerçek­ kin pompalama yapabilmeleri için bu şekilde senk-
leşm eden önce sinüs düğümü bunları uyarır. ıonize kasılmaları gerekir. Kalp uyarısı ventrikül ka­
Böylece, ritmik ateşleme hızı kalbin diğer böliim- sı boyunca yavaş ilerleseydi, ventrikül kitlesinin ç o ­
lerindekinden daha yüksek olan sinüs düğümü, ğu bölümleri geri kalanından önce kasılır ve bu du­
112 ÜNİTE III • Kalp

rumda tüm pompanın etkinliği önemli ölçüde aza­ mal düzeyinden belirgin ölçüde daha negatif olan
lırdı. Gerçekten de bazı kalp yetersizliği türlerinde - bir düzeyde, -55 ila -60 milivoltluk norm al düzey­
ki bunların birkaçı Bölüm 12 ve 13’de tartışılmıştır-, den -65 ila -75 milivolta kadar azaltır. Dolayısıyla,
ileti yavaşlar ve ventriküllerin pompa olarak etkinli­ dinlenim zar potansiyelinde sodyum sızıntısının
ği olasılıkla %20-30 oranında azalır. neden olduğu kaymanın, uyarılma için gereken
eşik potansiyele ulaşması daha uzun zam an alır.
Bu da düğüm liflerinin ritmik hızını oldukça ya­
Kalp Ritminin ve Uyarı İletisinin Kalp vaşlatır. Eğer vagus uyarıları yeterince kuvvetli
Sinirleriyle Denetlenmesi: Sempatik ve iseler sinüs düğümünde ritmik öz-uyaıılm ayı dur­
Parasempatik Sinirler durabilirler.
Hiperpolarizasyon durumu A-V düğümde, aksi­
Kalp, bir önceki bölümde, Şekil 9-1 1 ’de görüldüğü yon potansiyeli sırasında yalnızca küçük miktarlar­
gibi hem sem patik hem de parasem patik sinirler­ da akım oluşturabilen çok küçük bağlantı liflerinin,
ce beslenir. Parasem patik sinirler (vaguslar) başlı­ düğüm liflerini uyarmasını güçleştirir. Dolayısıyla
ca sinüs ve A-V düğümlerinde, daha az oranda kalp uyarısının kavşak liflerinden geçerek düğüm
her iki atriyumun kasında, çok daha az oranda da liflerine iletilmesi sırasında güvenlik fak tö rü küçü­
ventrikül kasında dağılım gösterir. Diğer yandan lür. Orta derecede bir küçülme yalnızca uyarının
sem patik sinirler, kalbin bütün bölüm lerinde: iletilmesini geciktirir. Ancak büyük ölçüde bir azal­
ventrikül kasında, olduğu gibi yoğun bir dağılım m a iletiyi tam am en keser.
gösterir.
Sem patik Uyarıların Kalp Ritm ine ve İletiye
P arasem p atik U yarıların (Vagus) Kalp R itm i­ Etkisi. Sempatik uyarıların kalp üzerindeki etkile­
ni ve İletisini Yavaşlatm a ve H a tta Kesm e E t­ ri, esasen vagus uyarılarının neden olduğu etkilerin
kisi - V entrikü llerin Kaçışı (Ventricular Esca- tersidir. Birincisi, sinüs düğümünün ateşlem e hızı­
pe). Kalbi besleyen parasem patik sinirlerin (va­ nı artırırlar. İkincisi, kalbin bütün bölümlerinde
guslar) uyarılm ası vagus uçlarından asetilkolin ileti hızını ve uyarılabilirlik düzeyini artırırlar.
horm onu nu n serbestlem esine neden olur. Bu Üçüncüsü, Bölüm 9’da tartışıldığı gibi hem atıiyum
horm onun kalp üzerinde iki tem el etkisi vardır, hem de ventrikül kasının kasılma kuvvetini büyük
birincisi, sinüs düğümü ritminin hızını azaltır. ölçüde artırırlar.
İkincisi, A-V düğüm ile atıiyum kası arasında yer Kısa cası, sempatik uyarılar kalbin bütün aktivi-
alan A-V kavşak liflerinin uyarılabilirliğini azalta­ teleıini artırırlar, maksimum düzeydeki uyarılar,
rak kalp uyarısının ventriküllere geçişinde kesinti­ kalbin atım hızını yaklaşık üç misline, kasılma kuv­
ye neden olur. Zayıf veya orta kuvvetteki vagus vetini yaklaşık iki misline çıkarır.
uyarıları kalbin pom palam a hızını çoğu zaman
yarısına kadar yavaşlatır. Şiddetli vagus uyarıları Sem p atik Etkinin işleyişi. Sem patik sinirlerin
ise sinüs düğümünün ritmik uyarılarını durdura­ uyarılm ası, sem patik sinir uçlarından n orepin ef-
bilir veya kalp uyarısının A-V kavşaktan geçişini rin horm onunun serbestlem esine neden olur. Bu
kesintiye uğratabilir. Her iki durumda ritmik uya­ horm onun kalp kası lifleri üzerindeki etkisinin
rılar artık ventriküllere ulaşmaz. Ventriküllerin işleyişi tam olarak bilinm em ekte, lif zarının so d ­
atım ları genellikle 5-20 saniye için durur. Fakat yum ve kalsiyum geçirgenliğini artırdığına in a ­
daha sonra Purkinje liflerinin bir noktası, genellik­ nılmaktadır. sinüs düğümünde sodyum geçir­
le de A-V dem etin ventrikül septumundaki bölü­ genliğinin artm ası, daha pozitif bir dinlenm e p o ­
m ünün içinde olm ak üzere, kendi ritm ini geliştirir tansiyeline neden olur ve zar potansiyelinin yu­
ve ventriküllerin dakikada 15-40 atımlık bir hız ile karıya, öz-uyarılm a için gerekli olan eşik değere
kasılm alarına neden olur, bu olaya ventrikiiler k a ­ doğru kayma hızını artırır. Her iki olay da öz-uya-
çış adı verilir. rılm anın başlam asını çabuklaştırarak kalp hızını
artırır.
Vagus Etkilerinin işleyişi. Vagus sinirinin uçların­ A-V düğümde sodyum geçirgenliğinin artması,
dan serbestleyen asetilkolin, lif zarının potasyum aksiyon potansiyelinin ileti lifinin bir sonraki bölü­
geçirgenliğini önemli ölçüde artırır. Bu da potasyu­ münü uyarmasını kolaylaştırarak, atriyumlardan
mun hızla ileti liflerinden dışarıya doğru sızmasına ventriküllere iletilme süresini kısaltır.
yol açar. Sızıntı, liflerin içindeki negatifliği artırır. Sem patik uyarıların etkisi ile kalp kasının kasıl­
H iperpolarizasyon adı verilen bu etki, Bölüm 5 ’de ma kuvvetinde meydana gelen artıştan kısm en
açıklandığı gibi uyaıılabilir dokuyu daha zor uyarı- kalsiyum iyonu geçirgenliğinin artm ası sorum lu­
labilir hale getirir. dur. Çünkü, m iyofibrillerin kasılma işlem inin uya­
Hiperpolarizasyon durumu sinüs düğümünde, rılm asında kalsiyum iyonlarının önem li bir görevi
düğüm liflerinin "dinlenim ” zar potansiyelini nor­ vardır.
BÖLÜM 10 • Kalbin Ritmik Uyarılması 113

REFERANSLAR
Armstrong C M : Voltage-dependent ion chan­ Jow ett N I: Cardiovascular M onitoring. L o n ­ O pie LH : T h e H eart: P h ysiology, from C ell to
nels and their gating. Physiol R ev 7 2 : don: W hurr Publishers, 1997. Circulation. Philadelphia: Lippincott-R aven,
(Su p p I):S5, 1992. K astor JA : A rrhythmias. Philadelphia: NVB 1998.
Barry D M , N erbonne JM : M yocardial potas­ Saunders C o, 1994. Parer J T : H andbook o f F e ta l Heart R ate M o n i­
sium channels: electrophysiological and m o­ K elly R A , Balligand JL . Sm ith T\V: Nitric o x ­ toring. Philadelphia: W B Saunders Co,
lecular diversity. Annu R ev Physiol 5 8 :3 6 3 , ide and cardiac function. C irc R es 7 9 :3 6 3 , 1997.
1996. 1996. Parati G , D İR ieıızo M , M a n cia G : Neural car­
Brown 11, K ozlow ski R , Davey P: Physiology Levitsky M G , Hall S M , M cDonough KH: C ar­ diovascular regulation and 24-h ou r blood
and Pharm acology o f the Heart. Oxford: diopulmonary Physiology in A nesthesiol­ pressure and heart rate variability. A nn N Y
B lackw ell S cien tific, 1997. Acad S ei 7 8 3 :4 7 , 1996.
ogy. New York: M cG raw -H ill, 1997.
Catalano JT : G uide to E C G A nalysis. Philadel­ Sch uessler R B , B oin ear JP , Brom berg B I: O ri­
Loew enstein W R : Junctional intercellular com ­
phia: J B Lippincott. 1993. gin o f the sinus impulse. J C ard iovasc E le c ­
m unication: the c ell-to -cell m embrane chan­
Conley E C : V oltage-G ated C hannels, V ol. IV. trophysiol 7 :2 6 3 , 1996.
nel, Physiol Rev 6 1 :8 2 9 , 1981.
Orlando: A cadem ic Press, 1998. Suraw icz B : Electrop hysiologic B a sis o f E C G
Lombardi F , M alliani A. Pagani M , Cerutti S:
De M ello \VC, Ja n sc M J: Heart C ell C om m u­ and C ardiac A rrhythm ias. B altim ore: W il­
Heart rate variability and its sympatho-
nication in H ealth and D isease. Boston: liam s & W ilkin s, 1995.
vagal modulation. C ardiovasc R es 3 2 :2 0 8 ,
Kluw er A cad cm ic, 1998. W alker M JA , Pugsley M K : M ethods in C ar­
Des Jardins T A : Cardiopulmonary Anatomy 1996. diac E lectro-ph ysiology. B o c a R aton: C R C
and Physiology. Albany: D clm ar Publishers, Nom a A: Ionic m echanism s o f the cardiac Press, 1998.
1998. pacem aker potential. Jpn Heart H 3 7 :6 7 3 , W inegrad S : Endothelial cell regulation o f
Hainsworth R : R eflexes from the heart. Phy­ 1996. contractility o f the heart. Annu R ev Physiol
siol Rev 7 1 :6 1 7 , 1991. O ’Leary D S : Heart rate control during exercise 5 9 :5 0 5 , 1997.
Jalife J: B asic Cardiac Electrophysiology for by baroreceptors and skeletal m uscle af­ Zipes DP, Ja life J : C ardiac Electrophysiology,
the C linician. Armonk, N Y : Futura Publish­ férents. M ed Sei Sports Exerc 18:210. 3rd ed. Philadelphia: W B Saunders C o,
ers. 1998. 1996. 1999.
Kalp uyarısı kalp boyunca ilerlerken kalbi çevreleyen do­ üzerindeki elektrotlardan soldaki, lifin dışına dokundu­
kulara elektrik akımları yayılır. Bu akımların küçük bir ğu yerde bir negatiflik alanı, sağdaki elektrot ise bir pozi­
miktarı vücut yüzeyine kadar ilerler. Deri üzerine, kalbin tiflik alanı içerisindedir. Bu da voltmetrenin pozitif bir
karşılıklı iki yanına elektrodlar yerleştirilirse bu akımla­ kayıt yapmasına neden olur. Kas lifinin sağında, elekt­
rın doğurduğu elektrik potansiyeller kaydedilebilir. Bu rotlar arasındaki potansiyelin, yüksek hızda kayıt yapan
kayıt elektrokardiyografi! olarak bilinir. Kalbin iki atımı bir voltmetre ile yapılmış olan kaydı görülmektedir. De­
sırasında kaydedilen normal bir elektrokaıdiyogıam Şe­ polarizasyon Şekil ll-2A’daki lifin orta noktasına ulaştığı
kil 1 1 - 1 ’de gösterilmiştir. zaman, bu potansiyel kaydının en büyük pozitif değere
yükseldiğine dikkat ediniz.
Şekil ll-2 B ’de depolarizasyon kas lifinin tamamına
yayılmıştır. Sağdaki kayıt ise sıfır başlangıç çizgisine
N O R M A L E L E K T R O K A R D İY O G R A M IN geri dönmüştür. Çünkü şimdi elektrotların her ikisi de
eşit negatifiikteki alanlardadır. Tamamlanmış olan dal­
Ö ZELLİK LER İ
ga bir depolarizasyon dalgasıdır. Çünkü depolarizas­
yonun tüm kas lifi boyunca yayılmasına bağlı olarak
Normal elektrokardiyogram (Şekil 11-1), bir P dalgası,
oluşur.
bir QRS kompleksi ve bir T dalgasından oluşur. QRS
Kas lifinin repolaıizasyonunu gösteren Şekil ll-2 C ’de,
kompleksi her zaman olmamakla beraber çoğu zaman
pozitiflik lifin dışına geı i dönmüştür. Bu durum soldan
üç ayrı dalgadan; Q dalgası, R dalgası ve S dalgasından
sağa doğru lifin yarısına kadar ilerlemiştir. Bu anda sol­
oluşur.
daki elektrot bir pozitiflik, sağdaki elektrot ise bir nega­
Atriyumlar kasılmadan önce depolarize olurken, mey­
tiflik alanı içindedir. Bu, Şekil ll-2A’daki polaritenin ter­
dana gelen elektrik potansiyelleri P dalgasını oluşturur.
sidir. Bunun sonucunda, sağda görüldüğü gibi kayıt ne­
Ventrikiiller kasılmadan önce depolarize olurlarken yani
gatif hale gelir.
depolarizasyon dalgası ventrikiillere yayılırken meydana
Şekil ll-2D'de kas lifi tamamen repolarize olmuştur.
gelen potansiyeller, QRS kompleksini oluşturur. Dolayı­
Şimdi her iki elektrot da pozitiflik alanları içindedir, öy­
sıyla hem P dalgası hem de QRS kompleksinin parçalan
le ki aralarında herhangi bir potansiyel kayıt edilmez.
depolarizasyon dalgalarıdır. Bu nedenle sağdaki kayıtta potansiyel bir kez daha sı­
Ventriküller depolarizasyon durumundan eski du­
fır düzeyine geri döner. Tamamlanmış olan negatif dal­
rumlarına geri dönerlerken meydana gelen potansiyel­
ga bir repolarizasyon dalgasıdır. Çünkü repolarizasyo-
ler, T dalgasını oluştururlar. Ventrikül kasında bu işlem,
nun tüm kas lifi boyunca yayılmasına bağlı olarak mey­
normalde depolarizasyondan 0.25-0.35 saniye sonra
dana gelir.
meydana gelir ve bu dalga repolarizasyon dalgası olarak
bilinir.
Bu nedenle elektrokardiyogram hem depolarizasyon Ventrikül Kasının Tekevreli (Monofazik) Aksiyon
hem de repolarizasyon dalgalarından meydana gelir. Potansiyelinin Q RS Ve T Dalgalan ile İlişkisi. Ventri­
Depolarizasyonun ve ıepolarizasyonun ilkeleri Bölüm kül kasının Bölüm 10’da tartışılan tekevreli aksiyon po­
5’de tartışılmıştır. Elektrokardiyografide depolarizasyon tansiyeli, normal olarak 0.25-0.35 saniye sürer. Şekil 11-
ve repolarizasyon dalgalarının birbirlerinden ayırt edil­ 3’ün üst bölümünde tek bir ventrikül kası lifinin içine
mesi öylesine önemlidir ki, daha geniş olarak açıklan­ yerleştirilmiş bir mikroeleklrot ile kaydedilen bir tekev­
maları gerekir. reli aksiyon potansiyeli gösterilmiştir. Bu aksiyon potan­
siyelinin yukarı doğru çizdiği eğri depolarizasyoııa, po­
tansiyelin başlangıç çizgisine geri dönüşü ise repolari-
D ep o larizasyo n D algaların a Karşı zasyona bağlı olarak meydana gelir.
R epolarizasyo n D algaları Şeklin alt bölümünde görülen ve aynı ventrikülden ya­
pılmış olan eşzamanlı elektrokardiyogram kaydına dik­
Biı kardiyak kas lifi Şekil 11-2'de depolarizasyon ve repo- kat ediniz. Bu kayıttaki QRS dalgası tekevreli aksiyon po­
larizasyonun döı t evresinde gösterilmiştir. Depolarizas­ tansiyelinin başlangıcında, T dalgası ise sonunda belirir.
yon sırasında lif içindeki normal negatif potansiyel kay­ Ayrıca ventrikül kası tamamı ile polarize veya depolarize
bolur ve zar potansiyeli tersine döner, yani içeride hafif­ iken elektrokardiyogramda hiç bir potansiyel kaydedil­
çe pozitif, dışarıda hafifçe negatif hale gelir. mediğine de özellikle dikkat ediniz. Yalnızca kas kısmen
Şekil ll-2A’da, içeride pozitif dışarıda negatif kırmızı polarize veya depolarize iken ventriküliin bir bölümün­
yükler ile gösterilen depolarizasyon, soldan sağa, doğru den diğerine ve dolayısıyla da vücut yüzeyine doğru
hareket etmektedir; lifin ilk yarısı depolarize olmuştur, akım meydana gelir ve bu akım elektrokardiyogıamı
kalan yarısı ise hala polarize durumdadır. Dolayısıyla, lif oluşturur.

114
BÖLÜM 11 • Normal Elektrokardiyogram 115

1 saniye
i ■■ ■ 1
+ 2 —i İÜ- :;-4;
TîH'rn:
4 H—Htt i ;
+ 1 -
1 : Ht:: lllİ
. ;
; £
î ı\\^m
S 1: ’H r Ş i; -==İH
r—; m İt Ali İLİ 111
*; '•
İ İH - r p
t_ l •!!:
-2 —1
P-R aralığı = 0.16 saniye

Ş E K İL 11 - 1
Normal elektrokardiyogram.

(Üstle) Bir ventrikül kası lifinden kaydedilmiş tekevreli aksiyon


potansiyeli, normal kalp işlevi sırasındaki hızlı depolarizasyo-
nu, bıınu izleyen ve plato evresi sırasında yavaş, sona doğru ise
Atriyum ve V entrikü l K asılm alarının hızlı gelişen repolarizasyonu göstermektedir. (Altta) Eşzamanlı
Elektrokardiyo gram D algaları ile İlişkisi kaydedilen elektrokardiyogram.

K as kasılm asın ın b aşlay ab ilm e si için depolarizasyo n u n ,


k asılm anın kim y asal olayların ı b aşlatm ak üzere kas b o ­
y u n ca y ay ılm ası gerekir. D olayısıyla P dalgası, atriyum Fakat liflerin ç o ğ u n d a 0.35 san iye so n ra y a k a d a r repola-
kasılmasının başlangıcında, QRS dalgası ise venlrikiil ıizasy o n b aşlam a z. D olayısıyla re p o larizasy o n olayı y ak ­
kasılmasının başlangıcında m e y d an a gelir. Ventriküller, laşık 0.15 san iy e gibi uzun bir süreye yayılır. 13u n ed en le
rep olarizasy on b itük ten birkaç m ilisan iye son raya, T n orm al elektrokardiyogram ın T dalgası ç o ğu n lu k la u z a ­
dalgasın ın so n u n a k a d a r kasılı kalırlar. m ış bir dalgadır. T dalgasın ın voltajı, QRS k o m p lek sin in
Atriyum lar P dalgasın d an yaklaşık 0,15-0,20 saniye so n ­ voltajın d an çok d a h a küçüktür. Bu d a k ısm en T d a lg a sı­
ra repolarize olurlar. Bu olay elektrokardiyogram da tam nın uzun o lm a sın a bağlıdır.
QRS dalgasın ın kaydedildiği an d a m çy d an a gelir. D olayı­
sıyla atriyal T dalgası olarak bilinen atriyum repolarizas-
yonu dalgası, çoğunlukla, çok d ah a büyük olan QRS d a l­ Elektrokardiyogram da V o ltaj ve Z am an
gasın ın içinde kaybolur. Bu n eden le atriyum un T dalgası, Ayarı
elektrokardiyogram da nadiren izlenir.
Ventriküllerin rep o larizasy o n d algası, n orm al elektro- B ütün e lek trok ard iy og ram kayıtları, ü z e rin d e uygun
kardiyogram ın T dalgasıdır. Genellikle ventrikül kasının ayar çizgileri olan kayıt kağıd ın a yapılır. Ayar çizgileri ya
bazı lifleri, d e p o la riza sy o n dalgasın ın b aşlan g ıcın d an kağıt üzerin d e ö n ced en vardır (kalem li kayıt cihazı ku lla­
yaklaşık 0.20 san iy e so n ra rep olarize olm ay a başlarlar. nıldığı za m an olduğu gibi) ya d a kağıt üzerin e elcktro-
kardiyogram la aynı a n d a kayıt edilir (fotoğraflı elektro-
kardiyograflarda old u ğu gibi).
Stan d art bir elektrok ardiy ogram da yatay ay ar çizgileri,
Şekil 11-1'de gö rü ld ü ğü gibi yukarıya veya aşa ğ ıy a doğru
on küçük b ö lü m bir m ilivolta karşılık gelecek şekilde
ayarlanm ıştır. Yukarı yündeki voltajlar pozitif, a şa ğ ı yön-
dekiler ise negatiftir.
E lek trokardiyogram d a dikey çizgiler za m a n ay ar çizgi­
leridir. Yatay d o ğ ru ltu d a h er inç (2.54 cm ) 1 san iy ed ir ve
her inç koyu dikey çizgiler ile, genellikle b e ş b ö lü m e ay ­
rılm ıştır. Koyu dikey çizgiler arasın d ak i uzaklık, 0.20 s a ­
niyeyi tem sil eder. Bu aralıkların her biri de, in ce çizgiler
ile b e şe r küçük aralığa ayrılm ıştır. Küçük aralıkların h eı-
biri, 0.04 san iyeyi tem sil eder.

Elektrokardiyogram da Normal Voltajlar. N orm al


elektrokardiyogram daki d algaların voltajları, elektrotla­
rın vücut yüzeyin e uy gulan ış yön tem in e ve kalb e ne k a­
dar yakın olduk ların a bağlıdır. Bir elektrot tam kalbin
Repolarizasyon üzerine, ikinci bir elektrot ise v ü c u d u n b a şk a h erh an gi
dalgası bir yerine yerleştirildiği z am an , QRS kom p lek sin in v o lta­
jı 3-4 m ilivolt k ad ar büyük olabilir. Kalp kası zarın d an
do ğ ru d an kaydedilen 110 m ilivoltluk tekevreli aksiyon
++++++++++++++++++ potan siyeli ile k arşılaştırıldığın d a bu voltaj bile k ü çü k ­
0.30 saniye
tür. E lektorkardiyograın her iki kol veya bir kol ve bir b a ­
Ş E K İL 1 1 - 2 cak üzerindeki elektrotlardan kaydedildiği za m a n QRS
Bir kalp kası lifinden depolarizasyon dalgasının (A veB) ve repo­ kom pleksin in voltajı, R d algasın ın tep e sin d e n S d a lg a sı­
larizasyon dalgasının (C ve D) kaydedilmesi. nın alt u c u n a k ad ar genellikle yaklaşık 1 m ilivoltlur. P
116 ÜNİTE III « Kalp

dalgasının voltajı 0.1 ile 0.3 milivolt arasında, T dalgası­


nın voltajı ise 0.2 ile 0.3 milivolt arasındadır.

P-Q Veya P-R Aralığı. P dalgasının başlangıcı ile QHS dal­


gasının başlangıcı arasındaki süre, atriyumların kasılmaya
başlaması ile ventriküllerin kasılmaya başlaması arasında­
ki zaman aralığıdır. Bu döneme P-Q aralığı denir. Normal
P-Q aralığı yaklaşık 0.16 saniyedir. Bu aralığa bazen P-R
aralığı da denilir, çünkü çoğu zaman Q dalgası oluşmaz.

Q-T Aralığı. Ventrikül kasılması yaklaşık olarak Q dalga­


sının başlangıcından T dalgasının sonuna kadar sürer.
Bu aralığa Q-T aralığı adı verilir ve genellikle yaklaşık
0.35 saniyedir.
Ş E K İL 1 1 - 4
Elektrokardiyogram dan Kalp Atım Hızının Belirlen­
Merkezinde depolarize olmuş bir kalp kası kitlesinin yüzeyinde
mesi. Kalbin atım hızı elektrokardiyogramdan kolaylıkla meydana gelen anlık potansiyeller.
belirlenebilir. Çünkü kalp hızı, iki ardışık atım arasında­
ki zaman aralığının matematiksel tersidir. Eğer iki atım
arasında zaman ayar çizgileri ile belirlenen aralık 1 sani­
ye ise kalp hızı dakikada 60 atımdır. Ardışık iki QRS
kompleksi arasındaki aralık normalde yaklaşık 0.83 sani­
tüm kalp hücrelerinin dışı pozitif içi negatiftir. Bölüm
yedir. Bu da dakikada 60/0.83 veya 72 atımlık kalp hızına
5’de zar potansiyelleri tartışılırken ortaya konan ne­
karşılık gelir.
denlerden dolayı kalp sinsisyumunun bir alanı depo­
larize olur olmaz, negatif yükler depolarize kas lifleri­
nin dışına sızarak kalbin hala normal polarize durum­
da olan yüzeyine oranla bu bölgeyi şekildeki negatif
E L E K T R O K A R D İY O G R A M K A Y D E T M E N İN işaretlerle gösterildiği gibi elektronegatif hale getirirl­
YÖ NTEM LERİ er. Dolayısıyla şeklin sağında gösterildiği gibi negatif
ucu depolarizasyon alanına, pozitif ucu ise hala pola­
Kalp kasının kalbin her atımı sırasında oluşturduğu rize olan alanlardan birine bağlanan bir voltmetre po­
elektrik akımları, bazen kalbin karşılık gelen tarafındaki zitif kayıt yapar.
elektrik potansiyellerini ve polaritelerini 0 . 0 1 saniyeden Elektrot yerleştirmenin ve voltmetre ölçümünün diğer
daha kısa bir sürede değiştirirler. Dolayısıyla elektıokar- iki olasılığı da Şekil 11-4'de gösterilmiştir. Okuyucunun
diyogramı kaydedecek olan her cihazın potansiyeldeki bunları dikkatle incelemesi vefarklı elektrot yerleşimleri­
bu değişikliklere hızla cevap verebilmesi gerekir. Bu ne karşılık gelen voltmetre ölçümlerinin nasıl oluştuğu­
amaçla genellikle iki tür kayıt cihazı kullanılır. nu açıklayabilmesi gerekir. Kalpte depolarizasyon tüm
yönlere doğru yayıldığı için şekilde gösterilen potansiyel
K alem li Kayıt C ihazı farkları yalnızca birkaç milisaniye sürer. Voltajın gerçek
anlamda ölçülmesi ancak yüksek hızlı bir kayıt cihazı ile
Çoğu modern klinik elektrokardiyograf, bir kalem ile, ha­ mümkün olur.
reket eden bir kağıt üzerine doğrudan yazan kalem yazı-
cılı kayıt cihazı kullanır. Kalem bazen bir ucu bir mürek­ G öğüste Kalp E trafınd aki E lek trik A kım ları
kep deposuna bağlı olan bir tüptür. Kalemin kayıt yapan
ucu ise kalemi ileriye ve geriye doğru yüksek hızda hare­
ket ettirebilen güçlü bir elektromıknatıs sistemine bağlı­ Şekil 11-5’de ventrikül kasının göğüs içindeki yerleşimi
dır. Kağıt ileri doğru hareket ederken kalem clcktrokardi- görülmektedir. Çoğunluğu hava ile dolu olsa da akciğerler
yogramı kaydeder. Kalemin hareketi ise hasta üzerinde­ bile şaşırtıcı derecede iletkendirler. Kalbi çevreleyen diğer
ki elektrokardiyograf elektrotlarına bağlanmış olan uy­ dokulardaki sıvılar ise elektriği çok daha kolay iletirler.
gun bir elektronik yükseltici aracılığı ile denetlenir. Dolayısıyla kalp gerçekte iletken bir ortamda asılı dur­
Diğer kalemli kayıt sistemleri yazıcı uçta mürekkep bu­ maktadır. Ventriküllerin bir parçası geri kalanına göre
lunmasına gerek bırakmayan özel kağıtlar kullanırlar. Bu elektronegatif hale geldiği zaman, elektrik akımları şekil­
kağıtların bir türü ısıya maruz kaldığı zaman siyaha döner, den dikkati çekeceği üzere büyük dairesel yollar çizerek
yazıcı uç ise en uç kısmından geçen elektrik akımı ile çok ısı­ depolarize alandan polarize alana doğru hareket ederler.
nır. Diğer bir kağıt türü, elektrik akımı yazıcı uçtan geçerek Bölüm 1 0 ’daki Puıkinje sistemi ile ilgili tartışmadan
kağıt üzerinden, kağıdın arkasındaki bir elektroda doğru anımsanacağı gibi, kalp uyarısı Şekil 11-5’de renkli alan­
hareket ettiği zaman siyaha döner. Böylece yazıcı uç kağıt lar ve negatif işaretler ile gösterildiği gibi, ventriküllerin
üzerinde dokunduğu her yerde siyah bir çizgi bırakır. ilk olarak septumuna, bundan kısa bir süre sonra da ka­
lan kısmının endokardiyal yüzeyine ulaşır. Bu durum
ventriküllerin içine elektronegatiflik, dış duvarlarına ise
elektropozitiflik sağlar. Akımlar ventrikülleri çevreleyen
A K IM L A R IN K A LP D Ö N G Ü S Ü S IR A S IN D A sıvıların içerisinde, şekildeki eğri oklarla gösterildiği gibi
KALP Ç E V R E S İN D E K İ H A REKETLER İ elips şeklinde yollar çizerek hareker ederler. Eğer okuyu­
cu akımların tüm hareket çizgilerinin (elips şeklindeki
Kısmen Depolarize Olmuş Sinsisyal Bir Kalp
çizgiler) cebirsel ortalamasını alırsa, ortalama akım ha­
Kası Kitlesinden Elektrik Potansiyellerin Kaydı reketinin, negatiflik kalbin tabanına pozitiflik ise kalbin
apeksine gelecek şekilde oluştuğunu bulacaktır. Akım,
Şekil 11-4’de merkez noktasından uyarılmış sinsisyal depolarizasyon sürecinin geri kalan bölümünün
bir kalp kası kitlesi görülmektedir. Uyarılmadan önce çoğunda depolarizasyon, ventrikül kası içinde endokar-
BÖLÜM 11 • Normal Elektrokardiyogram 117

elektron egatif oldu ğu zam an elektrok ardiy ograf pozitif,


yani elektrokardiyogram daki sıfır voltaj çizgisin in ü z e ­
rinde kayıt yapar. Bunun tersi sö zk o n u su o ld u ğ u zam an ,
elektrokardiyograf çizginin altın d a kayıt y apar.

II. Derivasyon. II. Kol-bacak derivasyonu kaydedilirken


elektrokardiyografin negatif ucu sağ kola, pozitif ucu ise sol
bacağa bağlanır. Dolayısıyla sağ kol, sol b acağ a n azaran n e ­
gatif olduğu zam an elektrokardiyograf pozitif kayıt yapar.

III. Derivasyon. III. K ol-bacak deriv asy o n u k ay d ed ilir­


ken elektrokardiyografin negatif ucu sol kola, pozitif ucu
ise sol bacağa bağlanır. Bu da, sol kol, sol b a c a ğ a n azaran
n e g a tif oldu ğu za m an elektrokardiyografin p o z itif kayıt
y aptığı an la m ın a gelir.

Einthoven Üçgeni. Şekil 11-6’d a kalb in etrafın a Eintho­


ven Üçgeni adı verilen bir ü çgen çizilm iştir. B u rad a, iki
kolun ve sol b acağ ın kalbi çevreleyen b ir ü çgen in k ö şe le ­
rini olu ştu rd u ğu şekille ifade edilm ektedir. Ü çgen in ü st
kısm ın daki iki kö şe iki kolun, alt k ö şe ise sol b a c a ğ ın k a l­
bin etrafındaki sıvılar ile elektriksel olarak b ağ lan tı y a p ­
tığı n ok talan tem sil eder.
Akımın göğüste, kısmen depolarize olmuş ventriküllerin
etrafındaki hareketi. Einthoven Kanunu. Einthoven kanunu, üç b ip o la r kol-
b ac ak elektrokardiyografi d e ıiv asy o n u n u n h erh an gi iki­
sinin h erh an gi bir an daki elektrik potan siy elleri bilindiği
takdirde, iiçü n cü sü n ü n m atem atiksel o la rak d iğer ikisi­
diyal yüzey den dışarı doğru yayılırken, aynı yönde h are ­ nin b asit toplam ı ile bulun ab ileceğin i söyler. (Bu to p la ­
kete d evam eder. D ep olarizasy on ventrikiiller içinde iz­ m a yapılırken farklı d eıivasyon larm p o z itif ve n e g a tif
lediği yolu n u ta m a m la m a d a n h em en önce, akım ın o rta ­ işaretlerin in de değerlend irm eye alın m ası gerektiğin e
la m a h areket y ö n ü yaklaşık 1/100 san iye süreyle ters d ö ­ dikkat ediniz.)
ner ve akım bu kez ap ek steıı tab an a doğru hareket eder. Örneğin Şekil 11-6’da görüldüğü gibi, belli bir an d a v ü ­
Ç ünkü kalb in d e p o la rize olan en so n bölü m ü ventrikül­
lerin kalbin ta b a n ın d a kalan dış duvarlarıdır.
Bu n e d e n le akım , n orm al bir kalpte n egatiften poziti­
fe, d e p o la riza sy o n d ö n g ü sü n ü n en son kısm ı h ariç h e ­
+ 0.5 mV
m en h em en tam am ı sıra sın d a çoğu n lu kla ta b an d a n
a p e k se doğru h areket eder. D olayısıyla Şekil 11-5’de g ö s ­
terildiği gibi v ü cu d u n yüzeyine bir voltm etre b ağ lan ırsa
ta b a n a yakın olan elektrot n egatif, ap e k se yakın olan
elektrot ise pozitif o lacak ve voltm etre elektrokardiyog-
ıa m d a p o z itif bir kayıt yapacaktır.

E LE K T R O K A R D İY O G R A F İ DERİVASYONLAR

Üç B ip olar E kstrem ite Derivasyonu


+0.3 mV
Şekil 11-6 d a , sta n d a r t b ip o la r ek strem ite d erivasyo n-
ları o la rak ad lan d ırıla n elek trok ard iy ogram ları k a y d e t­
m e k için h a sta n ın ekstrem iteleriy le elek trok ard iy og raf
a ra sın d a k i elektriksel b a ğ la n tıla r gö rülm ek tedir. ''B i­
p o la r" terim i elek tro k ard iy o g ram ın vücut üzerin d ek i +0.7 mV
iki e le k tro tta n (bu d u r u m d a kol ve b acak lard an ) k a y ­
d e d ild iğ i a n la m ın a gelir. Bu n e d e n le bir “d e riv a sy o n ”
v ü c u t ile b ağ la n tılı o la n tek b ir tel değil, fakat iki tel ve
b u n ların ele k tro tların d an m e y d a n a gelen ve e le k tro ­
k a rd iy o g raf ile bir devre ta m a m la y a n b ir b ağ lan tıd ır. II. Derivasyon
G e rç e k b ir elek trok ard iy og raf, hareket eden bir kağıt
ü z e rin e y ü k se k h ızd a kayıt y ap a n b ir voltm etre o lm a k ­
la b e rab e r, şek ild ek i h er d e riv a sy o ııd a bir elektrik v o lt­ +1.0 mV
m e tre ile g ö ste rilm iştir.

I. Derivasyon. I. K ol-bacak derivasyonu kaydedilirken Ş E K İL 11 -6


elektrokardiyografin negatif ucu sağ kola, pozitif ucu ise Elektrotların, standart elektrokardiyografi derivasyonlarını kay­
sol kola bağlanır. D olayısıyla s a ğ kolun g ö ğü s kafesin e betmek için kurallara uygun olarak yerleştirilmesi. Einthoven
b ağ la n d ığ ı nokta, sol kolun b ağlan dığı noktaya n azaran üçgeni de göğüs üzerine çizilmiştir.
118 ÜNİTE III • Kalp

Göğüs derivasyonlarını kaydetmek için vücudun elektrokardi-


yografa bağlanması.
Ş E K İL 1 1 - 7
Üç standart, elektrokardiyografi derivasyonundan kaydedilen
normal elektrokardiyogramlar.
Bu iki durumun -kalp miyopatileri ve kalp aritmileri
elektrokardiyografık değerlendirmesi Bölüm 12 ve 13’de
ayrı ayrı tartışılmıştır.
cudun ortalama potansiyeline göre sağ kolun 0 , 2 milivolt
negatif, sol kolun 0.3 milivolt pozitif, sol bacağın ise 1.0
Göğüs Derivasyonları (Prekordiyal Derivasyonlar)
milivolt pozitif olduğunu varsayalım. Şekildeki voltmetre­
lere bakarak, 1. derivasyonun 0.5 milivoltlukbir pozitif po­
tansiyel kaydettiği görülebilir. Çünkü bu, sağ koldaki -0.2 Sıklıkla kalbin üzerinde, göğüs kafesinin ön yüzeyine Şe­
milivolt ile sol koldaki +0.3 milivolt arasındaki farktır. kil 1 1 -8 ’de gösterilen altı ayrı kırmızı noktadan birine yer­
Benzer şekilde III. derivasyon 0.7 milivoltluk bir pozitif leştirilen bir elektrot ile elektrokardiyogramlar kaydedilir.
potansiyel ve II.derivasyon 1.2 milivoltluk bir pozitif po­ Bu elektrot elektrokardiyografin pozitif ucuna bağlanır.
tansiyel kaydeder. Çünkü bunlar kendilerine ait kol-bacak Indifferent elektrot adı verilen negatif elektrot ise normal­
çiftleri arasındaki anlık potansiyel farklarıdır. de elektrik dirençler aracılığı ile şekilde de gösterildiği gi­
Şimdi, I. ve III. derivasyonlardaki voltajların toplamı­ bi, aynı anda sağ kol, sol kol ve sol bacağın her üçüne de
nın II. derivasyondaki voltaja eşit olduğuna dikkat edi­ bağlanır. Altı standart göğüs derivasyonu genellikle göğüs
niz. Yani 0.5 ile 0.7’nin toplamı 1.2’ye eşittir. Einthoven elektrodu şekilde gösterilen altı noktanın herbirine sıra ile
kanunu adı verilen bu kural, elektrokardiyogram kayde­ yerleştirilerek göğüs kafesinin ön duvarından kaydedilir.
dilirken, her bir an için matematiksel olarak doğrudur. Şekil 11-8’de gösterilen yöntem ile yapılan çeşitli kayıtlar
Vı, V2, V 3 , V.}, V 5 veV6 derivasyonları olarak bilinirler.
Üç Standart Bipolar Kol-Bacak Derivasyonundan Normal bir kalbin bu altı standart göğüs derivasyonu
Kaydedilen Normal Elektrokardiyogramlar. Derivas­ ile kaydedilen elektrokaıdiyogramları, Şekil 11-9'da gös­
yon 1, II ve IH’ün elektrokardiyogram kayıtları Şekil 11- 7’de terilmiştir. Kalbin yüzeyi göğüs duvarına yakın olduğu
gösterilmiştir. Şekilde açıkça görüldüğü gibi bu üç derivas­ için her göğüs derivasyonu aslında elektrodun hemen
yonun lıerbirindeki elektrokardiyogramlar birbirine ben­ altındaki kalp kasının elektrik potansiyellerini kaydeder.
Dolayısıyla ventriküllerin, özellikle de ön ventrikül duva­
zer. Çünkü hepsi de pozitif P dalgalan ve pozitif T dalgala­
rının nispeten küçük bozuklukları, göğüs derivasyonla-
rı kaydeder; her eleklrokardiyogramda QRS kompleksinin
büyük bir kısmı yine pozitiftir. rından kaydedilen elektrokardiyogramlarda sıklıkla be­
lirgin değişikliklere neden olurlar.
Bu üç elektrokardiyogramın incelemesinde, herhangi
bir anda 1. ve III. derivasyonlardaki potansiyellerin topla­
mının II. deıivasyondaki potansiyele eşil olduğu, bu ne­
denle de Einthoven kanununun geçerli olduğu, dikkatli
ölçümler ile gösterilebilir.
Bütün bipolar kol-bacak derivasyonlarının kayıtları
birbirine benzer olduğu için, çeşitli kalp aritmilerini teş­
his etmek istediğimiz zaman hangi derivasyonu kaydet­
tiğimizin çok fazla önemi yoktur. Çünkü aritmilerin teş­
hisi, aslında kalp döngüsündeki çeşitli dalgalar arasında­
ki zaman ilişkilerine dayanır. Diğer yandan, ventrikül ve­
ya airiyum kasındaki veya ileli sistemindeki bir hasarı
teşhis etmek islediğimiz zaman hangi derivasyonları
kaydettiğimiz son derece önemlidir. Çünkü kalp kasın­
daki bozukluklar bazı derivasyonlardaki elektrokardi-
yogramların şeklini önemli ölçüde değiştirirken diğer Allı standart göğüs derivasyonundan kaydedilen elektrokardi­
derivasyonları hiç etkilemeyebilir. yogramlar
BÖLÜM 11 • Normal Elektrokardiyogram 119

vasyonlarda apekse daha yakındır. Bu da depolaıizasyo-


nuıı büyük kısmında elektropozitifliğin yönüdür.

Büyütülm üş (A ugm ented) E kstrem ite


Derivasyonları

Sıklıkla kullanılan bir başka derivasyon sistemi,


büyütülmüş ımipolar kol-bacak derivasyonlarıdır. Bu tür
kayıtta, kol ve bacakların ikisi elektrik dirençler aracılığı
ile elektrokardiyografin negatif ucuna, üçüncüsü ise
pozitif ucuna bağlanır. Pozitif uç sağ kolda iken derivasy-
Ş E K İL 1 1 - 1 0 ona aVR derivasyonu, sol kolda iken aVL derivasyonu,
Üç büyütülmüş unipolar kol-bacak derivasyonundan kaydadi- sol bacakta iken aVF derivasyonu adı verilir.
leıı normal elektrokardiyogramlar. Büyütülmüş unipolar kol-bacak derivasyonlarının
normal kayıtları Şekil 11-10’da gösterilmiştir. aVR
derivasyonlarmdan alman kayıdın ters dönmüş olması
dışında büyütülmüş derivasyonların hepsi standart kol
Vı ve V2 derivasyonlarında normal bir kalbin QRS ka­ bacak derivasyonu kayıtlarına benzer.
yıtları aslında negatiftir. Çünkü Şekil 11-8’de görüldüğü
gibi, göğüs elektrodu bu derivasyonlarda kalbin apeksin-
den çok tabanına yakındır ki bu da ventrikiilün depola-
rizasyon sürecinin çoğunda elektronegatifliğin yönüdür. REFERANSLAR • -
Diğer yandan V4 , V5 ve Vr, derivasyonlarındaki QRS
kompleksleri pozitiftir. Çünkü göğüs elektrodu bu deri- 13.Bölümün kaynaklarına bakınız.
Kalp Kası ve Koroner Kan Akımı
Anormalliklerinin
Elektrokardiyografik Yorumu:
Vektöryel Analiz

Uyarının kalp boyunca iletilmesi ile ilgili Bölüm 10’daki tar­


tışm adan açıkça an laşılacağı gibi, iletinin ilerleyişindeki
Vektö rü n Yönünün Derece C insinden B elir­
herhangi bir değişiklik kalp etrafında olağandışı p otan si­ tilm esi
yellerin olu şm asın a ve b u n a bağlı olarak elektrokardiyog-
Şekil 12-2’de g ö rü ld ü ğ ü gibi y a ta y o la ra k k işin in so l t a ­
ram daki dalgaların şekillerinin değişm esine neden olabilir.
ra fın a d o ğ ru y ö n e len b ir vektör için 0 d e re c e s i y ö n ü n ­
Bu nedenle, değişik elektrokardiyogram derivasyonların-
de u z an ıy o r denir. V ektörlerin d e re c e si b u sıfır b a ş l a n ­
daki değişik dalgaların şekilleri çözüm lenerek, kalp kasının
gıç n o k ta sın d a n itib aren s a a t y ö n ü n d e ilerler. V ektör
ciddi bozukluklarının h em en hem en hepsi tespit edilebilir.
y u k a rıd an aşa ğ ıy a d o ğ ru u z a n ıy o r sa y ö n ü + 9 0 d e re c e ;
kişin in so lu n d a n s a ğ ın a d o ğ ru u z a n ıy o r sa y ö n ü + 1 8 0
d e re c e ; y u karıya d o ğ ru u z a n ıy o rsa y ö n ü -90 v e y a + 2 7 0
d ereced ir.
E L E K T R O K A R D İY O G R A M IN V E K TÖ R Y E L
N o rm al b ir kalp te orta Q1İS v ektörü ad ı verilen ve
Ç Ö Z Ü M L E M E S İN İN İLKELERİ d e p o la ıiz a s y o n d a lg a sı ven trik ü llere y ay ılırk en m e y ­
d a n a gelen kalp v e k tö rü n ü n o r ta la m a y ö n ü , y a k la şık
+59 dereced ir. Bu vektör Şekil 12-2’n in m e rk e z in d e n
E lek trik P o tansiyellerini G österm ek İçin
g e ç e c e k şek ild e çizilm iş o lan , +59 d e re c e y ö n ü n d e k i A
V e ktö rle rin K ullanılm ası vek törü ile g ö ste rilm iştir. Bu d e m e k tir ki, k a lb in ap ek -
Kalp b ozuk luklarının elektrokardiyogram dalgaların ın si, b u b ö lü m d e ile rid e tartışıla c ağ ı gib i, d e p o la riz a s -
şekillerini n asıl etkilediğini an layab ilm ek için, vektör yon d a lg a sın ın ç o ğ u n d a kalb in t a b a n ın a n a z a r a n p o ­
k avram ın ı ve vektörel çözü m lem eyi kalbin içindeki ve zitif kalır.
e trafın daki elektrik potan siyellere uygulandığı şekli ile
öğren m ek gerekir.
K alp d ö n g ü sü n ü n belirli bir an ın d a kalpteki akım ın H er S tand art B ipolar Derivasyonuıı ve Uni-
belirli bir y ön e d oğ ru hareket ettiği üzerinde, B ölüm polar Ekstrem ite D erivasyonlarınm Ekseni
1 l ’d c birkaç kez durulm uştu r. Bir vektör, akım h arek etle­
rinin o lu ştu rd u ğ u elektrik potan siyelin in yön ün ü g ö ste ­ Ü ç s ta n d a r t b ip o la r ve ü ç u n ip o la r k o l-b a c a k d e riv a s-
ren bir ok olup, okun ııcıı p o z itif yöndedir. Ayrıca ku ralla­ y o n u B ö lü m 11'de an latılm ıştır. H er d e ıiv a sy o n , v ü ­
ra göre, oku n uzunluğu potansiyelin voltajına orantılı c u tta, k alb in karşılıklı iki y a n m a b a ğ la n m ış b ir çift
o larak çizilir. e le k tro tta n ib are t olup, n e g a tif e le k tro tta n p o z itife
d o ğ ru o la n y ön e o derivasyonuıı "e k se n i" den ilir. I. de-
riv a sy o n her iki kola y e rleştirilen iki e le k tro tta n k a y d e ­
Herhangi Bir Anda Kalpteki "Sonuç Vektörü".Vent- dilir. E lektrotlar, p o z itif elek trot s o ld a o la c a k şe k ild e
rikül se p tu m u n u n ve h er iki ventriküliin lateral eııdokar- y atay d o ğ ru ltu d a yer ald ıkları için I. d eı iv a sy o n u n e k ­
diyal d u varların ın bir kısm ın ın d epolarizasyo n u , Şekil se n i 0 d erecedir.
12-1’de gölgeli alan ve n egatif işaretler ile gösterilm iştir. II. derivasyon kaydedilirken elektrotlar s a ğ kol ve sol
Elektrik akım ı, kalbin içindeki bu d epolarize olm u ş a la n ­ b a c a ğ a yerleştirilir. Sağ kol gövdeye s a ğ ü st k ö şede, sol
lar ile kalb in dışın daki d ep o larize o lm am ış alan lar a r a ­ b ac ak ise sol alt kö şed e bağlanır. D olay ısıy la b u derivas-
sın d a, elip s şeklin deki oklar ile gösterildiği üzere hareket yon un yönü yaklaşık +60 derecedir.
eder. Akım ayrıca, kalp boşlukların ın için de de d e p o la ri­ B en zer bir çözü m lem e y apılırsa III. deriv asy o n u ıı e k ­
ze o lm u ş alan lard an p olarize alan lara doğru hareket sen in in yaklaşık +120 derecede, aV^ eksen in in yaklaşık
eder. Küçük bir m iktar akım kalbin içerisin d e yukarıya +210 derece, aVp’nin eksenin in +90 d e re ce ve aV ı/nin e k ­
d o ğ ıu h arek et e d e rse de, çok d ah a büyük m iktardaki sen in in de -30 derece olduğu görülebilir. B ütün bu deı i-
akım ventriküllerin dışın da, aşa ğ ıy a ap ek se doğru h are ­ v a sy o n la ıa ait eksenlerin yönleri Şekil 12-3’de altıgen re­
ket eder. D olayısıyla b u özel an d a oluşan potan siyelin feran s sistem i adı verilen diy agram ile gö sterilm iştir.
an lık o rta la m a vektör adi verilen toplam vektörü, ventri­ Elektrotların polaı iteleı i artı ve eksi işaretleri ile g ö ste ril­
küllerin m erk ezin den gcçecek şekilde kalbin tab an ın d a n miştir. Bu bölüm ün geri kalan kısm ını an lay a b ilm ek için
ap e k sin e d o ğ ru çizilm iştir. D ah ası, bu akım ların m iktarı okuyucunun bu eksen ve polariteleri, özellikle de /., II. ve
bü y ü k o ld u ğ u için, potan siy el de büyük, vektör ise nis- III. b ip olar ko l-b a ca k derivasyonlarınınkiııi öğrenm esi
bcteıı uzundur. gerekir.

120
BÖLÜM 12 • Kalp Kası ve Koroner Kan Akımı Anormalliklerinin Elektrokardiyografik Yorumu: 121

Ş E K İL 12 - 4
I. derivasyon ekseni üzerinde B izdüşüm vektörünün belirlen­
mesi. A vektörü ventriküllerin anlık potansiyelini temsil etmek­
tedir.

Ş E K İL 12 - 1 Değişik Derivasyotılardan K aydedilen


Kısmen depolarize olmuş kalbin ortalama vektörü. Potansiyellerin Vektöryel A n alizi

Kalbin etrafındaki potan siyelleri vektörlerle g ö ste rm e ­


-9 0 ° nin kurallarını ve d erivasyo n larm eksen lerin i tartışm ış
+270° o ld u ğ u m u z a göre, artık bu bilgileri bir ara y a koyarak b e ­
lirli bir kalp vektörü için her d e riv a sy o n d a kayıt edilecek
olan potan siyeli b ulabiliriz.
Şekil 12-4’de kısm en d e p o larize o lm u ş bir kalp g ö rü l­
m ektedir; A vektörü kalpteki akım hareketinin anlık o rta
yön ün ü ve p otan siy elin i tem sil eder. B u örn ek te p o ta n ­
siyelin yön ü + 55 derecedir; voltajı ise 2 m ilivolt olarak
kabul edilecektir. 0 derece y ö n ü n d e 1. d e riv asy o n u n e k ­
sen i A vektörün ün tab an ın d a n g eçecek şekilde ç izilm iş­
tir. 1. d eriv asy o n d a A vektörün deki voltajın ne k ad arın ın
kayıt edileceğin i belirlem ek için, A v ek törü n ü n u cu n d a n
1 derivasyon u n ek sen in e doğru ve 1. d eriv asy o n u n e k se ­
nine dik olacak şekilde b ir çizgi çizilir. B u n d an so n ra, e k ­
sen b oy u n ca izdüşüm vektörü (B) çizilir. Bu vektörün
ucu 1. derivasyon u n eksen in in pozitif u cu n u işaret eder.
Bu da 1. derivasyo n u n elektrok ardiy ogram ın daki anlık
kaydın pozitif olacağı an la m ın a gelir. K aydedilen voltaj,
B ’nin uzu n lu ğu A'nııı u z u n lu ğ u n a b ö lü n ü p 2 m ilivolt ile
çarpıldığı zam an b u lu n an değere v eya y ak laşık 1 m ilivol-
ta eşit olacaktır.
Ş E K İL 12 - 2
Vektöıyel çözü m lem enin bir b aşk a örneği şekil 12-5’de
Birkaç farklı kalpte potansiyellerin yönünü göstermek için çizi­
len vektörler.

+ Ş E K İL 12 - 5
1. derivasyon ekseni üzerinde B izdüşüm vektörünün belirlen­
Ş E K İL 12 - 3 mesi. A vektörü ventriküllerin anlık potansiyelini temsil etmek­
Üç bipolar ve tiç unipolar derivasyonun eksenleri. ledir.
122 ÜNİTE III • Kalp

N O R M A L E L E K T R O K A R D İY O G R A M IN
V E K TÖ R Y E L A N A L İZ İ

V entriküllerin D epolarizasyonu Sırasın d a


Oluşan V ektö rler-Q R S K om pleksi

Kalp uyarısı atriyoventriküler demet yolu ile ventriküllle-


ıe girdiği zaman ventriküllerin ilk depolarize olan kısmı
septumun sol endokardiyal yüzeyidir. Bu depolarizas-
yon Şekil 12-7A’da ventriküllerin gölgeli kısmı ile göste­
rildiği gibi, septumun her iki endokardiyal yüzeyini de
kaplamak üzere hızla yayılır. Şekil 12-7B ve C’de görüldü­
ğü gibi, depolarizasyon daha sonra iki ventrikülün endo­
Ş E K İL 12 - 6 kardiyal yüzeyleri boyunca yayılır. Son olarak da, Şekil
I..II. ve III. derivasyonlaıdaki izdüşüm vektörlerinin belirlen­ 12-7C,D ve E’de görüldüğü gibi, ventrikül kası içinde iler­
mesi. A vektörü ventriküllerin anlık potansiyelini temsil etmek­ leyerek kalbin dışına doğru yayılır.
tedir. Ventrikül depolarizasyonunun Şekil 12-7'nin A’dan
E’ye kadar olan bölümleri ile gösterilen her bir evresin­
deki anlık elektrik potansiyeli, her şekilde ventrikül üze­
rine çizilen bir vektör ile ifade edilmiştir. Üç standart
elektrokardiyografi derivasyonunun her birinde kayde­
görülmektedir. Bu örnekte A vektörü, başka bir kalpte dilecek olan voltajları belirlemek için, bu vektörlerin
ventrikül depolarizasyonunun belirli bir anındaki elekt­ herbiri bir önceki bölümde tarif edilen yöntem ile çö­
riksel potansiyeli temsil eder. Kalbin sol tarafı sağ tarafına zümlenmiştir. Şeklin her basamağının sağ kısmında QRS
göre daha hızlı depolarize olmaktadır. Bu örnekte vektö­ kompleksinin meydana gelişi adım adım gösterilmiştir.
rün yönü 1 0 0 derece, voltajı ise yine 2 milivolttur. 1. deri- Bir derivasyondaki pozitif bir vektörün, elektrokardiyog­
vasyonda kaydedilen potansiyeli belirlemek için 1. deri- ram kaydının sıfır çizgisinin üzerinde olmasına, negatif
vasyonun eksenine dik bir çizgi çizer ve B izdüşüm vektö­ bir vektörün ise kaydın sıfır çizgisinin altında olmasına
rünü buluruz. B Vektörü çok kısa ve bu kez negatif yönde­ neden olacağını aklınızda tutunuz.
dir. Bu da, bu anda 1. derivasyondaki kaydın negatif (clekt- Vektörlerin çözümlenmesi konusunda daha fazla iler­
rokardiyogramdaki sıfır çizgisinin altında), kaydedilen lemeden önce Şekil 12-7'degösterilen normal ardışık vek­
voltajın ise az olacağı yaklaşık -0.3 mV anlamına gelir. Bu törlerin çözümlenmesinin anlaşılması gerekir. Bu çö­
şekil, kalbin vektörü bir derivasyonun eksenine neredeyse zümlemelerin herbiri, daha önce anlatılan yöntemle de­
dik oldıığıı zaman bu derivasyonıın elektrokardiyogıa- taylı olarak incelenmelidir.
mında kaydedilen voltajın çok düşük olduğunu gösterir. Şekil 12-7A da ventrikül kası depolarize olmaya yeni
Diğer yandan, kalbin vektörü bir derivasyon ile neredeyse başlamıştır. Depolarizasyoııun başlangıcından yaklaşık
aynı eksende olduğu zaman, vektörün bütün voltajı kay­ 0.01 saniye sonraki an görülmektedir. Bu anda vektör kı­
dedilecektir. sadır. Çünkü ventriküllerin yalnızca küçük bir kısmı -
septum- depolarize olmuştur. Dolayısıyla ventrikül kası­
nın sağında, bütün derivasyonların kayıtlarında görül­
Üç Standart Bipolar Kol-Bacak Derivasyonundaki düğü gibi, elektrokardiyografik voltajların hepsi düşük­
Potansiyellerin V ektöryel Çözüm lem esi. Şekil 1 2 - tür. II. derivasyondaki voltaj I. ve III. derivasyonlardaki
6 ’daki A vektörü kısmen depolarize olmuş bir ventri- voltajlardan daha büyüktür. Çünkü kalbin vektörü II. de-
külün anlık elektrikli potansiyelini gösterir. Bu anda rivasyonun ekseni ile esasen aynı yönde uzanır.
üç standart bipolar kol-bacak derivasyonunun herbi- Depolarizasyoııun başlangıcından yaklaşık 0.02 sani­
rinin elektrokardiyogramında kaydedilen potansiyel­ ye sonraki anı gösteren Şekil 12-7B’de, kalp vektörü
leri bulmak için, şekilde görüldüğü gibi, A vektörünün uzundur. Çünkü artık ventriküllerin çoğu depolarize ol­
muştur. Dolayısıyla da bütün elektrokardiyografi deri-
ucundan farklı derivasyonları temsil eden çizgilerin
vasyonlarındaki voltajlar artmıştır.
herbirine dik inen çizgiler(kesikli çizgiler) çizilir. B iz­
Şekil 12-7Cüe, depolarizasyoııun başlangıcından yak­
düşüm vektörü o anda I. derivasyonda kaydedilen po­
laşık 0.035 saniye sonra, kalp vektörü kısalmaya başla­
tansiyeli, C izdüşüm vektörü II. derivasyonda kaydedi­
mıştır. Elektrokardiyografide kaydedilen voltajlar da da­
len potansiyeli, D izdüşüm vektörü ise III. derivasyon­
ha düşüktür. Çünkü şimdi kalp apeksiniıı dışı elektrone­
da kaydedilen potansiyeli gösterir. Derivasyonların gatiftir ve kalbin diğer epikaıdiyal yüzeylerindeki pozitif­
hepsinde elektrokardiyogram kaydı pozitiftir, yani sıfır liğin büyük bir kısmını nötralize eder. Ayrıca vektörün
çizgisinin üzerindedir. Çünkü bu derivasyonların ek­ ekseni de göğsün sol tarafına doğru kaymaya başlamış­
senleri üzerindeki izdüşüm vektörleri, pozitif yönü tır. Çünkü sol ventrikül, sağa oranla biraz daha yavaş de­
işaret ederler. I. derivasyondaki potansiyel, kalbin A polarize olur. Dolayısıyla da 1. derivasyondaki voltajın 111.
vektörü ile gösterilen esas potansiyelinin yarısıdır. II. derivasyondakine oranı artar.
derivasyondaki potansiyel hemen hemen kalptekine Şekil 12-7Dde, depolarizasyoııun başlangıcından yakla­
eşittir, III. derivasyondaki ise kalptekinin yaklaşık üçte şık 0.05 saniye sonra, kalp vektörü sol ventrikülün tabanı­
biridir. na doğru işaret eder ve kısadır. Çünkü ventrikül kasının
Büyütülmüş kol-bacak derivasyonlarında kaydedilen po­ yalnızca çok küçük bir kısmı hala pozitif polaıitededir.
tansiyelleri belirlemek için de benzer bir çözümleme kulla­ Vektörün bu andaki yönüne bağlı olarak 11. ve III. derivas-
nılabilir. Ancak bu kez, Şekil 12-6’da kullanılan standart bi­ yonlarda kaydedilen voltajların her ikisi de negatif -yani
polar kol-bacak derivasyonu eksenlerinin yerine büyütül­ çizginin altında-, 1. derivasyondaki voltaj ise hala pozitiftir.
müş derivasyonların eksenleri (Bkz. Şekil 12-3) kullanılır. Şekil 12-7E’de, depolarizasyoııun başlangıcından yak­
BÖLÜM 12 • Kalp Kası ve Koroner Kan Akımı Anormalliklerinin E lektrokardiyografi Yorumu: 123

Ş E K İL 1 2 - 7
Ventriküllerin renkli alanları depolarize olmuştur (-); beyaz alanlar hala polarizedir (+). A, Veııtrikül depolarizasyonunun
başlangıcından 0.01 saniye sonra ventrikül vektörleri ve QRS kompleksleri; B, depolarizasyonunun başlangıcından 0.02
saniye sonra; C, depolarizasyonunun başlangıcından 0.035 saniye sonra; D, depolarizasyonunun başlangıcından 0.05 saniye
sonra; E, Ventrikül depolarizasyonu tamamlandıktan sonra, başlangıçtan 0.06 saniye sonra.

laşık 0.06 saniye sonra, ventrikülün kas kitlesinin tama­ dan sonra ventrikül kası boyunca ilerleyen repolarizas­
mı depolarize olmuştur. Öyle ki, kalbin etrafında hiç yon, QRS kompleksinin başlangıcından yaklaşık 0.35 sa­
akım hareketi yoktur ve hiç elektrik potansiyeli oluşmaz. niye sonra tamamlanır. Repolarizasyon olayı elcktrokar-
Vektör sıfır olur ve bütün derivasyonlardaki voltajlar da diyogramdaT dalgasına neden olur.
sıfır olur. İlk olarak septum ve ventrikül kasının diğer endokar-
Böylece üç standart bipolar kol-bacak derivasyonun- diyal alanları depolarize oldukları için, ilk olarak yine
daki QRS kompleksleri tamamlanır. bu alanların repolarize olmaları mantıklı görünür. Fa­
Bazen derivasyonlardan en az birindeki QKS komp­ kat gerçekte durum böyle değildir. Çünkü septumda ve
leksinin başlangıcında, Şekil 12-7'de görülmeyen hafif diğer endokardiyal alanlarda kasılma süresi daha uzun­
bir çökme vardır. Q dalgası adı verilen bu çökme, septu- dur ve dolayısıyla bu alanlar kalbin dış yüzeyinin çoğu­
mun sol tarafının sağ tarafından önce depolarize olmaya na oranla daha yavaş repolarize olurlar. Ventrikül kası­
başlamasına bağlıdır ki bu, olağan, tabandan-apekse nın ilk olarak repolarize olan en biiyiik kısmı, ventrikül­
doğru olan vektörün oluşmasından saniyenin bir lerin bütün dış yüzeyi ve özellikle de kalbin apeksine ya­
bölümü kadar önce, soldan sağa doğıu zayıf bir vektör kın olan kısmıdır. Diğer yandan endokardiyal alanlar,
oluşturur. Şekil 12-7'de görülen başlıca pozitif sapma R normalde en son repolarize olurlar. Kasılma sırasında
dalgası, son negatif sapma ise S dalgasıdır. yükselen ventrikül içi basıncın, endokardiyal alanlara
koroner kan akımını oldukça azaltarak, endokardiyal
alanlardaki repolarizasyon olayını yavaşlatmasının, re-
R epo larizasyo n S ırasında polarizasyondaki olağandışı sıralamaya neden olduğu­
E lektro kard iyo g ram -T D algası na inanılmaktadır.
Ventriküllerin dış, apikal yüzeyleri, iç, taban yüzeyle­
Ventrikül kasının depolarize olmasının ardından, elekt- rinden önce repolarize oldukları için, repolarizasyon sıra­
rokardiyogramda gözlenebilecek düzeyde repolarizas­ sında kalp vektörünün pozitif ucu kalbin apeksine doğru­
yon başlamadan önce, yaklaşık 0.15 saniye geçer. Bun­ dur. Bunun için ventriküllerin repolarizasyonu sırasında
124 ÜNİTE III • Kalp

kalp vektörünün baskın yönü tabandan apekse doğrudur.


Bu ayın zamanda depolarizasyon sırasındaki vektörün de
baskın yönüdür. Sonuç olarak, iiç normal bipolar kol-ba-
cak derivasyonııııda T dalgası pozitiftir. Bu ayın zamanda
normal QRS birleşiminin çoğunun da polaritesidir.
Ventriküllerin re p o larizasy o n u n u n 5 evresi Şekil 12-
8'de giderek artan b e y az alan lar ile -repolarizasyon alan-
ları- gösterilm iştir. Vektör so n evrede k ay b o lu n caya k a­
dar, her evrede tab a n d a n a p e k se doğrudur. B aşlan gıçta
vektör n isb e te n küçüktür, çün kü rep olarizasy on alanı
küçüktür. D ah a so n ra rcp o larizasy o n u n derecesi arttığı
için vektör giderek kuvvetlenir. Son olarak vektör yeni­
den zayıflar, çün kü geri kalan dep o larizasy o n alanları o
k ad ar kü çü ktür ki akım hareketinin toplam m iktarı a z a l­
m ay a başlar. Bu değişiklikler vektörün, kalbin yaklaşık
yarısı polarize ve diğer yarısı dep o larize iken en büyük
o ld u ğu n u gösterir.
R epolarizasy on sıra sın d a üç sta n d art b ip o lar kol-ba-
cak derivasyo n u n u n elektrok ardiy ogram ın da m e y d an a Atriyumların depolarizasyonu ve P dalgasının meydana gelişi.
gelen değişiklikler, re p o lariz asy o n u n ilerleyen evrelerini Atriyumların vektörü ve üç standart derivasyondaki sonuç vek­
gö steren ventriküllerin h erbiriııin altın d a belirtilm iştir. törleri de gösterilmiştir. Sağ tarafta atriyumun P ve T dalgalan
Olayın tam am ın ın g e rçek le şm esi için gereken 0.15 s a n i­ vardır.
yeden u z u n ca bir sü re içerisin d e elektrokardiyogram ın T
d a lgası m e y d an a gelir.

kaydedilen elektrokardiyogram lar genellikle bu derivas-


Atriyum ların D ep olarizasyonu -P Dalgası yonların her ü ç ü n d e de, Şekil 12-9’d a gö sterild iği gibi,
pozitiftir. A triyum ların d e p o la riza sy o n u n u n kaydı P d a l­
gası olarak bilinir.
Atriyum ların d e p o la riza sy o n u sin ü s d ü ğ ü m ü n d e b aşlar
ve b ü tü n yön lerde atriy u m lara yayılır. D olayısıyla atri-
y u m larda elektron egatifliğin ilk n oktası, yaklaşık olarak, Atriyum ların Repolarizasyonu-Atriyum larm T
sin ü s d ü ğ ü m ü n ü n b u lu n d u ğ u su periy or ven a kava giri- Dalgası. D ep olarizasy on d algası, atriy u m kası b o y u n ca
şindedir. A triyıım lardaki elektriksel potansiyelin depola- veııtriküllere oranla çok daha yavaş yayılır. D olayısıyla
rizasy on u n b aşlan g ıcın d a k i yönü, Şekil 12-9’d a gö steril­ sin ü s dü ğ ü m ü etrafındaki kas, atriy um ların distal b ö lü ­
m iştir. N orm al atriyum d e p o larizasy o n u b oy u n ca vektör m ün dek i kastan u zun süre ön ce d e p o la rize olur. Bu n e ­
genellikle b u y ön de kalır. den le atriyum ların ilk olarak rep olarizc olan alan ı, yine
Bu n ed en le akım hareketin in atriyum ların d e p o la ri­ ilk olarak dep olarize olan sin ü s d ü ğ ü m ü b ölgesidir. Bu
zasyo n u sırasın d ak i vektörü, ven tıiküllerdeki ile h em en du ru m ventriküllerdekinden tam am en farklıdır. R e p o la­
h em en aynı yön dedir. Bu yön 1., II. ve III. sta n d art b ip o ­ rizasy on b aşlad ığın d a, sin ü s d ü ğ ü m ü n ü n etrafın daki
lar kol-bacak d erivasyo n ların ın eksenlerinin yönü ile ay ­ bölge atriyum ların geri k alan ın a oran la p o z itif h ale gelir.
nı olduğu için, d e p o larizasy o n sırasın d a atriyum lardan D olayısıyla atriyumların repolarizasyon vektörü, depola­
rizasyon vektörü ile zıt yöndedir. (Bu d u ru m u n yin e vent-
rikülİerde m ey d an a gelenin tersi o ld u ğ u n a dikkat e d i­
niz.) Şekil 12-9’un sa ğ ın d a gö sterildiği gibi, atriy um ların
T dalgası atriyum ların P d algasın d an y ak laşık 0.15 s a n i­
ye so n ra m ey d an a gelir. Fakat b u T d algası, P d a lgasın ın
tersin e sıfır b aşlan g ıç çizgisin in diğer tarafındad ır. Yani
üç sta n d art b ip o lar ko l-b acak d e ıiv a sy o n u ııd a n orm al
olarak p ozitif değil negatiftir.
A triyum T d a lg a sı n o rm al e le k tro k a rd iy o g ra m d a ,
ventriküliin QRS ko m pleksi ile h em en h em en aynı a n d a
belirir. D olayısıyla elek trok ard iy ogram d a b azı o lağan d ışı
d u ru m lard a kay dedilse bile çoğu z a m a n d a h a büyük
olan QRS kom pleksinin için de kaybolur.

V ektörkardiyogram

I Uyarı m iy okardiy u m a yayılırken kalpteki akım h arek eti­


nin vektörün ün h ızla değiştiği d a h a ö nceki tartışm a lard a
belirtilm işti. Vektör iki b ak ım d an değişir: Birincisi, vek­
jL r ı \ _____ ¿ v törün voltajının artıp a z a lm a sın a bağlı olarak, boyu uzar
ve kısalır; İkincisi, kalbin elektrik potan siy elin in o rta la ­
m a y ön ün ün d e ğ işm e sin e bağlı olarak vektör de yön d e ­
Ş E K İL 12 • 8 ğiştirir. Şekil 12-10’d a gö rü ld ü ğ ü gibi, vektöıkardiyog­
Ventriküllerin repolarizasyonu sırasında T dalgasının meydana ram, kardiyak siklusun farklı an ların d a vektörlerde m e y ­
gelişi. Repolarizasyonun ilk evresinin veklöryel çözümlemesi d a n a gelen b u değişiklikleri gösterir.
de gösterilmiştir. T dalgasının başlangıcından sonuna kadar Şekil 12-10’daki vek törkardiy ogram da, 5 nok tası sıfır
geçen toplanı süre yaklaşık 0.15 saniyedir. başlangıç noktasıdır. Bu n okta b ü tü n vektörlerin n egatif
BÖLÜM 12 • Kalp Kası ve Koroner Kan Akımı Anormalliklerinin Elektrokardiyografi Yorumu: 125

S tand art Derivasyon E lektro kardiyo g ram la-


rindan Elektriksel Eksenin B elirlen m esi

Kalbin elektriksel ekseni, klinikte genellikle vektörkardi­


yogram ile değil, standari bipolar kol-bacak derivasyonla-
rıııın elektrokardiyogramları kullanılarak saptanır. Şekil
1 2 - 1 1 ’de bu amaçla kullanılan bir yöntem gösterilmiştir.
Standart derivasyonlar kaydedildikten sonra, I ve Ill.deri-
vasyonların net potansiyeli ve polaritesi belirlenir. Şekil­
deki I. derivasyonda kayıl pozitiftir. III. derivasyonda ise
kayıt çoğunlukJa pozitif fakat, döngünün bir kısmında ne­
gatiftir. Kaydın herhangi bir bölümü negatif ise, o derivas-
yonun net potansiyelini belirlemek için 1. ve III. derivas-
yonların QRS komplekslerinin sağında oklar ile gösterildi­
ği gibi, bu negatif potansiyel, pozitif potansiyelden çıkarı­
lır. (Bazı kardiyologlar daha hassas olmak için, negatif
Ş E K İL 12 - 10
dalganın alanını pozitif dalganın alanından çıkarırlar.) III.
derivasyondaki QRS dalgasının negatif kısmını pozitif kıs­
QRS ve T vektörkardiyograınları. mından çıkardıktan sonra, her net potansiyel kendi deri-
vasyonunun ekseni üzerinde, potansiyelin tabanı eksen­
lerin kesişme noktasına gelecek şekilde, Şekil 12-11'de
gösterildiği gibi işaretlenir.
I. derivasyondaki net potansiyel pozitif ise, I. derivasyo-
ucudur. Kalp hareketsizken, vektörün pozitif ucu da sıfır nu temsil eden çizgi boyunca pozitif yönde, bu potansiyel
noktasında kalır, çünkü hiçbir elektrik potansiyeli oluş­ negatif ise negatif yönde işaretlenir. III. derivasyonda da
mamıştır. Fakat, ventrikül depolaıizasyonunun başlan­ net potansiyel, labanı kesişme noktasına gelecek şekilde
gıcında, kalple akım harekeli başlar başlamaz, vektörün yerleştirilir; pozitif ise 111. derivasyonu temsil eden çizgi bo­
pozitif ucu sıfır başlangıç noktasından uzaklaşır. yunca pozitif yönde, negatif ise negatif yönde işaretlenir.
Seplum depolaıize olduğu zaman, vektör, aşağıya kal­ Ventrikulün ortalama elektriksel potansiyelinin gerçek
bin apeksiııe doğru uzanır, nisbeten zayıftır ve 1 . vektö­ vektörünü bulmak için, I. ve III. derivasyonlardaki iki net
rün pozitif ucuyla gösterildiği üzere vektörkardiyogra- potansiyelin tepesinden dik çizgiler çizilir. Vektörel çö­
mın ilk kısmını meydana getirir. Kalbin daha geniş ke­ zümleme yoluyla, bu iki dik çizginin kesişme noktası
simleri depolarize oldukça, vektör giderek kuvvetlenir ve ventrikiıllcrin gerçek orla QRS vektörünün tepesini, iki
çoğu zaman bir yana doğru hafifçe kayar. Şekil 12-10’da- derivasyonun eksenlerinin kesişme noktası ise gerçek
ki 2 . vektör, 1 . vektörden yaklaşık 0 . 0 2 saniye sonraki de- vektörün negatif ucunu temsil eder. Dolayısıyla ortala­
polarizasyoıı durumunu temsil eder. Kalbin 0.02 saniye ma QRS vektörü bu iki nokta arasına çizilir. Vektörün bo­
daha sonraki potansiyelini 3. vektör temsil eder. Dör­ yu ventriküllerin depolarizasyonu sırasında meydana
düncü vektör ise bundan 0 . 0 1 saniye daha sonra meyda­ gelen yaklaşık ortalama potansiyeli, vektörün yönü ise
na gelir. Sonunda kalp tamamen depolarize olur ve vek­ ortalama elektriksel ekseni temsil eder. Normal ventri-
tör 5 noktasında gösterildiği gibi, bir kez daha sıfır olur. küllcrin ortalama elektriksel ekseninin yönü, Şekil 12-
Vektörlerin pozitif uçlarının meydana getirdiği elips 11 ’de belirtildiği gibi, + 59 derece pozitiftir.
biçimindeki şekle, QRS vektörkardiyogramı adı verilir. Eksen Sapm asına Neden O lan A n orm al
Kalbin altına ve üstüne yerleştirilen vücut yüzeyi
V entrikül Durum lar
elektrotları osiloskobıın dikey plakalarına, kalbin her iki
yanına yerleştirilen yüzey elektrotları da yatay plakalara
bağlandığı takdirde, vektörkardiyogram anında bir osi-
loskoba kaydedilebilir. Vektör değişince, osiloskoptaki Ventrikül ortalama elektriksel ekseni yaklaşık 59 derece
ışıklı nokta değişen vektörün pozitif ucunun çizdiği yolu ise de, bu eksen normal bir kalple bile solda yaklaşık 2 0
izleyerek osiloskop ekranına vektörkardiyogramı çizer. dereceye, sağda yaklaşık 1 0 0 dereceye kadar kayabilir.

V E N T R İK Ü L Q R S ’IN IN O R TA LA M A
ELE K TR İK S E L E K S EN İ VE Ö N E M İ A
Ventrikül depolarizasyonunuıı Şekil 12-10’da görülen
vektörkardiyogramı (QRS vektörkardiyogramı), normal
bir kalbe aittir. Bu vektörkardiyogramda, ventriklillere
ait vektörlerde baskın olan yönün normalde kalbin
apeksine doğru olduğuna, yani ventriküllerin dcpolari-
zasyon siklusunun çoğu kısmında cleklrik potansiyelle­
rinin yönünün (negatiften pozitife) ventriküllerin taba­
nından apeksine doğru olduğuna dikkal ediniz. Potansi­
yelin depolarizasyon sırasındaki baskın yönüne ventri­
küllerin ortalama elektriksel ekseni veya ortalama QRS
vektörü denir. Normal ventriküllerin ortalama elektriksel
ekseni 59 derecedir. Kalbin belirli bazı patolojik durum­ Ş E K İL 12- 11
larında, bu yön oldukça değişir, hatta bazen kalbin leıs İki elektrokardiyografi derivasyonundan (I. ve III. derivasyon)
kutbuna doğrudur. kalbin ortalama elektriksel ekseninin bcMılenmesi.
126 ÜNİTE III • Kalp

Normal farkılılıklarm nedenleri başlıca, farklı kalplerde


Purkinje sisteminin dağılımında veya bizzat kasın yapı­
sında gözlenen anatomik farklılıklardır. Aşağıda belirti­
len durumlar, bu normal sınırların dışında eksen sapma­
sına neden olabilirler.

Kalbin Duruşunun Değişmesi. Eğer kalbin kendisi sola


açı yaparsa, kalbin ortalama elektriksel ekseni de sola doğ­
ru kayacaktır. Bu tür kaymalar (1) derin ekspirasyon
sonunda; (2 ) kişi yattığı zaman (çünkü karıniçi organlar yu­
karıya diyafragmaya doğru bası yapacaktır); (3) sıklıkla tık­
naz ve şişman kişilerde (bunların diyafragmaları normalde
daima yukarıya kalbe doğru bası yapar) meydana gelir.
Benzer şekilde, kalbin sağa doğru açı yapması davent-
riküllerin ortalama elektriksel ekseninin sağa doğru kay­
masına neden olur. Bu durum (1) derin inspirasyon sıra­
sında; (2) kişi ayağa kalktığı zaman ve (3) kalpleri nor­ Ill
malde aşağı doğru asılı duran uzun boylu ve zayıf insan­
larda meydana gelir.

Bir Ventrikülün Hipertrofisi. Bir ventrikülde hipertrofi


meydana gelirse, kalbin ekseni M nedenden dolayı hipert-
roflnin meydana geldiği ventrikiile doğru kayar. Birincisi,
kalbin hipertrofi meydana gelen tarafında diğer tarafa kı­
yasla çok daha büyük miktarlarda kas bulunur. Bu da o ta­
rafta aşırı miktarda elektrik potansiyelinin oluşmasına ne­
den olur. İkincisi, depolarizasyon dalgasının lıipertrofiye
uğramış ventrikiil boyunca hareketi daha uzun zaman alır.
Sonuç olarak normal ventrikül, hipcrtrofiye uğramış vent-
riki'ılden çok daha önce depolarize -yani negatif- olur. Bu
III
da kalbin normal tarafından hala pozitif yüklü olan lıipert-
rofiye uğramış ventriküle doğru güçlü bir vektöre neden Ş E K İL 12 - 13
olur. Böylece eksen hipertrofik ventriküle doğru sapar.
Pulmoner kapak darlığına bağlı sağ ventrikül hipertrofisiniıı
yüksek voltajlı elektrokardiyogramı. Belirgin sağ esen sapm ası
Sol Ventrikül Hipertrofisine Bağlı sol Eksen Sapması­ ve QRS kompleksinde hafif uzama da görülmektedir.
nın Vektöryel Çözümlemesi. Şekil 1 2 - 1 2 ’de bir elektro-
kardiyogramın üç standart bipolar kol-bacak derivas-
yonu görülmektedir. Çözümleme yapıldığı zaman sol
eksen sapması olduğu ve ortalama elektriksel eksenin - 15 derece yönüne işaret ettiği saptanmıştır. Bu, sol
ventrikülün kas kitlesinin artmasına bağlı tipik bir
elektrokardiyogramdır. Bu örnekte eksen sapması hi­
pertansiyona (yüksek kan basıncı) bağlıdır. Sol ventri­
kül kanı yükselmiş sistemik arter basıncına karşı pom­
palayabilmek için hipertrofıye uğramıştır. Aort kapağı
darlığına, aorta kapağı kaçağına veya sağ ventrikülün
nisbcten normal büyüklükde kalıp sol ventrikülün bü­
yüdüğü birkaç konjenital kalp bozukluğuna bağlı ola­
rak sol ventrikül hipertrofisi meydana geldiği zaman da
benzer bir sol eksen sapması olur.

Sağ Ventrikül Hipertrofisine Bağlı Sağ Eksen Sapması­


nın Vektöryel Çözümlemesi. Şekil 12-13'deki elektrokar-
III diyogramda, belirgin sağ eksen sapması görülmektedir.
Elektriksel eksen yaklaşık 170 derece olup, ventriküllerin
normal ortalama elektrik ekseni olan 59 derecenin 111
derece sağındadır. Bu şekilde gösterilen sağ eksen sap­
ması, sağ ventrikülün konjenital pulmoner kapak darlığı
nedeni ile hipertrofıye uğramasına bağlıdır. Sağ eksen
sapması, Fallot tetralojisi ve ventrikiillerarası septum de-
fekti gibi sağ ventrikülün hipertrofıye uğramasına neden
olan diğer konjenital kalp hastalıklarında da meydana
gelebilir.

Dal Bloğu Eksen Sapmasına Neden Olur. Genellikle


ventriküllerin iki lateral duvarı hemen aynı anda depola­
III rize olur. Çünkü Purkinje sisteminin hem sol hem de sağ
demet dallan kalp uyarısını bu iki ventrikül duvarının
E32BŒ BQ I endokaıdiyal yüzeylerine hemen hemen aynı anda iletir.
Ilipertansif kalp hastalığında sol eksen sapması, (hipertrofik sol Sonuç olarak, iki ventrikülün oluşturduğu potansiyeller
ventrikül) QHS kompleksinin hafifçe uzadığına da dikkat ediniz. neredeyse birbirlerini nötralize ederler. Ana dallardan
BÖLÜM 12 • Kalp Kası ve Koroner Kan Akımı Anormalliklerinin E lektrokardiyografi Yorumu: 157

birinde kesinti meydana gelirse kalp uyarısı normal


ventriküle diğerinden çok daha önce yayılır. Dolayısıyla
iki ventrikülün depolarizasyonu ayaıı anda gerçekleşmez
ve depolarizasyon potansiyelleri birbirlerini nötralize et­
mez. Sonuç olarak aşağıda anlatılacağı gibi eksen sap­
ması meydana gelir.

Sol Dal Bloğunda Meydana Gelen Sol Eksen Sapması­


nın Vektöryel Çözümlemesi. Sol dalda kesinti meydana
geldiğinde kalp depolarizasyonu sağ ventrikül boyunca
sol ventriküle oranla iki üç misli daha hızlı yayılır. Buna
bağlı olarak sağ ventrikül tamamen depolarize (negatif)
olduktan sonra, sol ventrikülün çoğu kısmı uzun bir sü­
re polaıize (pozitif) kalır. Böylece depolarizasyon olayı­
nın çoğu kısmında sağ ventrikül elektronegatif olurken
sol ventrikül elektropozitif kalır ve kuvvetli bir vektör sağ
ventrikülden sol ventriküle doğru uzanır. Diğer bir de­ Ş E K İL 12 -1 5
yişle, belirgin sol eksen sapması yaklaşık -50 derece var­ Sağ dal bloğuna bağlı sağ eksen sapması. Çok uzamış QRS kom­
dır. Çünkü vektörün pozitif ucu sol ventriküle doğrudur. pleksine de dikkat ediniz.
Sol dal kesintisine bağlı tipik sol eksen sapması Şekil 12-
14’tc gösterilmiştir.
Purkinje sisteminde blok meydana geldiğinde uyarı­
nın iletilmesi yavaşladığı için, eksen sapmasına ek ola­ kül elektropozitif kalır. Dolayısıyla negatif ucu sol vent­
rak, Şekil 12- 14'teki QRS dalgalarının aşırı geniş olmasın­ riküle pozitif ucu ise sağ ventriküle doğru olan kuvvetli
dan etkilenen kalp bölgesinde depolarizasyonun çok bir velâör meydana gelir. Diğer bir deyişle, belirgin sağ
yavaşlaması sorumludur. Bu durum bu bölümde ileride eksen sapması olur.
daha ayrıntılı olarak tartışılmıştır. QRS kompleksinin Şekil 12-15’te sağ dal bloğuna bağlı sağ eksen sapması
uzamış olması bu durumu hipertrofiye bağlı eksen sap­ gösterilmiş ve vektörü çözümlenmiştir. Yavaş ileti nede­
masından ayırır. ni ile eksenin yaklaşık 105 derece olduğu QRS komplek­
sinin uzadığı görülmektedir.
Sağ Dal Bloğunda Meydana Gelen Sağ Eksen Sap­
masının Vektöryel Çözümlemesi. Sağ dalda blok mey­
dana geldiğinde, sol ventrikül sağ ventriküle göre hızlı
depolarize olur , bu nedenle kalbin sol yanı sağ O R S K O M P L E K S İN D E A N O R M A L
yanından !/ı0 saniye daha önce elektronegatiflik VOLTAJLARA N ED EN OLA N D U R U M L A R
kazanır. Sol ventrikül elektronegatif olurken sağ ventri-

S tand art B ipolar Ekstrem ite


Derivasyonlarm da V o lta j A rtm ası

Üç standart bipolar kol-bacak derivasyonunda, R dalga­


sının tepesinden S dalgasının alt ucuna kadar ölçülen
voltaj normalde 0.5 ile 2.0 milivolt arasında değişmekte
olup, III. derivasyon çoğunlukla en düşük, II. derivasyon
ise en yüksek voltajı kaydeder. Fakat bu ilişkiler normal
bir kalpte bile daima doğru değildir. Genellikle, üç stan­
dart derivaşyona ait QRS komplekslerinin toplamı volta­
jı 4 milivolttan büyük ise hastanın yüksek voltajlı bir
elektrokardiyogramı olduğu kabul edilir.
QRS komplekslerinde voltajın yüksek olması, çoğu za­
III man aşırı yüklenmenin kalbin herhangi bir bölümünde
neden olduğu kas hipertrofisinin, kalbin kas kitlesini ar­
tırmasına bağlıdır.-örneğin, sağ ventrikül kam daralmış
bir pulmoner kapaktan pompalamak zorunda kaldığın­
da, sol ventrikül ise kişinin kan basıncı yüksek olduğun­
da hipertrofiye uğrar. Kas miktarının artması, kalbin et­
rafında oluşan elektrik miktarının da artmasına neden
olur. Sonuç olarak, Şekil 12-12 ve 12-13’de de görüldüğü
gibi, elektrokardiyografi derivasyonlarmda kaydedilen
elektrik potansiyeller normalden oldukça büyüktür.

E lektrokardiyogram da V o ltaj A za lm a s ı

Kalp Miyopatilerine Bağlı Voltaj Azalm ası. QRS


kompleksinin voltajının azalmasının en sık rastlanan ne­
Ş E K İL 12 • 14 denlerinden biri, bir dizi eski miyokard infarktüsünün kas
Sol dal bloğuna bağlı sol eksen sapması. Büyük ölçüde uzamış kitlesini azaltmasıdır. Bu durum ayııı zamanda depolarizas­
QRS kompleksine de dikkat ediniz. yon dalgasının veniriküller boyunca yavaş hareket etmesine
128 ÜNİTE III • Kalp

mesidir. Bu tür uzamalar çoğu zaman vcntriküllerin bi­


rinde veya her ikisinde hipertrofi veya dilatasyon mey­
dana geldiğinde, uyarının daha uzun bir yol katetmek
zorunda kalmasına bağlı olarak ortaya çıkar. Normal
QRS kompleksi 0.06 ila 0.08 saniye sürer. Sol veya sağ
ventrikül hipertrofisi veya dilatasyonuna ise QHS komp­
leksi 0.09 ile 0.12 saniyeye kadar uzayabilir.
II
Purkinje Sistem in deki B lo klara Bağlı
U zam ış QRS K om pleksleri
i
Purkinje liflerinde kesinti meydana geldiğinde, kalp uya­
rısının Purkinje sistemi yerine ventrikül kasları aracılığı
ile iletilmesi gerekir. Bu da uyarının ileti hızını yaklaşık
olarak normalin üçte biri ila dörtte birine kadar yavaşla­
tır. Dolayısıyla eğer dallardan birinde tam blok meydana
gelirse, QHS kompleksinin süresi genellikle 0.14 saniyeye
kadar veya daha fazla uzar.
Ş E K İL 1 2 - 1 6 Bir QRS kompleksi 0.09 saniyeden daha uzun sürerse,
Ventrikiillerde eski miyokard infarktüsüııe bağlı bölgesel genellikle olağandışı bir uzama olduğu kabul edilir. 0 . 1 2
hasarın bulgusu düşük voltajlı elektrokardiyogramdır. saniyeden daha uzun sürdüğünde ise, Şekil 12-14 ve 12-
15’deki dal bloğuna ait elektrokardiyogramlarda da gö­
rüldüğü gibi, uzamanın ventıiküllerin herhangi bir ye­
de neden olarak, kalbin çoğu bölümlerinin bir anda ve kitle rinde ileti sisteminde meydana gelen patolojik bir bloğa
bağlı olduğu kesin gibidir.
halinde depolarize olmasını engeller. Sonuç olarak QRS
kompleksinin az çok uzamasına ve voltajının da azalmasına
neden olur. Bölgesel bloklara ve ventrikiillerde kas kitlesi
kaybına neden olan çok sayıda küçük infarktüsden sonra Karm aşık QRS K o m p lekslerine N eden Olan
sıklıkla rastlanan, tipik düşük voltajlı elektrokardiyogram ve Durum lar
uzamış QHS kompleksi Şekil 12-16da gösterilmiştir.
Karmaşık şekilli QRS birleşimleri çoğunlukla iki duruma
Kalp Çevresindeki Koşullara Bağlı Voltaj Azalması. bağlıdır. Birincisi, ventrikül sisteminin çeşitli alanların­
Elektrokardiyografi derivasyonlaıında voltaj azalması­ da kalp kasının hasar görmesinin ardından kasın yerini
nın en önemli nedenlerinden biri perikardda sıvı ninni­ skar dokusunun almasıdır. İkincisi, uyarının Purkinje
sidir. ITticredışı sıvı elektrik akımlarını kolaylıkla ilettiği sisteminde iletilmesi sırasında bölgesel kesintiler mey­
için, kalpten dışarı doğru hareket eden elektriğin büyük dana gelmesidir. Bölgesel bloklar bazen ventıiküllerin
bir kısmı, kalbin bir bölümünden diğerine perikardiyal pekçok noktasında meydene gelir. Kalp uyarısının ileti­
efiizyondan geçerek iletilir. Bunun için efüzyon, kalbin minin buna bağlı olarak düzensizleşmesi, voltajlarda ani
meydana getirdiği elektrik potansiyellerine "kısa devre" kaymalara ve eksen sapmalarına neden olur. Bu da, Şekil
yaptırarak, vücudun dış yüzeylerine ulaşan clektrokardi- 12-14’de de görüldüğü gibi, bazı elektrokardiyografi de-
yografik voltajları azaltır. Plevral efüzyon da daha küçük rivasyoıılarmda iki hatta üç tepe oluşturur.
derecede olmakla beraber, kalbin etrafındaki elektriğe
"kısa devre” yaptırarak vücut yüzeyindeki ve elektrokar-
diyogramlardaki voltajları azaltır.
Pulmoner anıfîzenı perikardiyal efiizyondan farklı bir Z E D E L E N M E A K IM I
yolla elektrokardiyografik potansiyelleri azaltabilir. Pul­
moner amfizemde elektrik akımının akciğerler boyunca Pekçok farklı kalp bozukluğu, özellikle de kalp kasının ken­
iletilmesi belirgin olarak baskılanır. Çünkü akciğerlerde disine hasar verenler, çoğu zaman kalbin bir bölümünün,
aşırı miktarda hava vardır. Ayrıca göğüs kafesi genişle­ kısmen veya tamamen, sürekli depolarize kalmasına neden
miştir ve akciğerler kalbi normalden daha fazla sarma olurlar. Bu durumda, patolojik olarak depolarize olmuş
eğilimindedir. Dolayısıyla akciğerler, elektrik voltajının alanlar ile normal polarize alanlar arasında akım oluşur.
kalpten vücut yüzeyine yayılmasını engelleyen bir yalıt­ Buna zedelenme akımı denilir. Kalbin zedelenmiş alanları­
kan gibi davranırlar. Bu da çeşitli derivasyonlardaki nın depolarize oldukları için negatif okluklarına ve çevre sı­
elektrokardiyografik voltajların azalmasına neden olur. vılara negatif yükler yaydıklarına, kalbin geri kalanının ise
pozitif olduğuna özellikle dikkat ediniz,
Zedelenme akımına neden olabilecek bazı bozukluklar
şunlardır: (1) Mekanik travma zarları o derece geçirgen
U Z A M IŞ V E K A R M A Ş IK B İÇ İM L İ Q R S halde tutar ki, tam repolarizasyon gerçekleşemez. (2 ) En­
feksiyon olayları kas zarına zarar verir. (3) Kasta bölgesel is-
KOM PLEKSLERİ
kemi alanları meydana getiren koroner tıkanma, kalpte
zedelenme akımının, en sık rastlanan nedenidir, iskemi sı­
Kalp H ipertrofisin e veya D ilatasyonuna rasında koroner kan akımı kalp kasına normal işlevini de­
B ağlı U zam ış Q R S K om pleksleri vam ettirmesine yetecek kadar besin maddesi taşımaz.

Depolarizasyon ventriküller boyunca yayılmaya devam


ettikçe, yani ventrikülleıin bir kısmı depolarize olup bir Zedelenm e Akımının QRS Kompleksine Etkisi
kısmı hala polarize kaldıkça, QRS kompleksi de devam
eder. Dolayısıyla uzamış QUS kompleksinin nedeni da­ Şekil 12-17de, sol ventrikül tabanındaki gölgeli alanda, ye­
ima, uyarının ventriküller boyunca iletisinin ıızıın siir- ni bir iııfarktiis (koroner kan akımı kaybı) meydana gel-
BÖLÜM 12 • Kalp Kası ve Koroner Kan Akımı Anormalliklerinin Elektrokardiyografik Yorumu: 129

Zedelenen J N o ktas ı-Z ed elen m e A kım ının A n a lizi İçin


S ıfır Başlangıç Potansiyeli

Elektrokardiyogram kaydı için kullanılan elektrokardiyog­


rafi makinalarının, kalbin etrafında hiçbir akım hareketinin
olmadığı anı belirleyebileceği düşünülebilir. Fakat vücutta,
“deri potansiyelleri’ nden ve vücudun farklı bölümlerindeki
iyon yoğunluklarının farklı oluşundan kaynaklanan akım­
lar gibi, pekçok başıboş akım vardır. Dolayasıyla her iki ko­
la veya bir kol ve bir bacağa elektrotlar bağlandığında, bu
başıboş akımlar elektrokaıdiyogramda sıfır başlangıç sevi­
=/— = r — \ yesinin önceden belirlenmesini imkansız kılar. Bu neden­
lerle, sıfır potansiyel seviyesini belirlemek için şu yöntem
kullanılmalıdır: Depolarizasyon dalgasının kalp boyunca
yayılmasını tamamladığı an, QRS birleşiminin bitişindeki
nokta ile belirlenir. Tam bu noktada, hem hasarlanmış hem
de normal bölümler dahil olmak üzere ventriküllerin bütün
bölümleri depolarize olmuştur, öyle ki kalbin etrafında hiç­
Zedelenme akımı Zedelenme akımı bir akım hareketi yoktur. Bu noktada zedelenme akımı bile
kaybolur. Dolayısıyla elektrokardiyogramın bu andaki po­
Ş E K İL 12 - 17 tansiyeli sıfır voltajdadır. Şekil 12-18'dc gösterilen bu nokta,
elektrokardiyogramın '} noktası” olarak bilinir.
Zedelenme akımının elektrokardiyograma etkisi.
Zedelenme akımının neden olduğu zedelenme, po­
tansiyelinin elektriksel eksenini çözümlemek için, elekt-
rokardiyogıamda J noktasının seviyesinden geçen yatay
bir çizgi çizilir. Bu yatay çizgi elektrokardiyogramın sıfır
potansiyel seviyesidir. Zedelenme akımının neden oldu­
ğu bütün potansiyeller bu çizgiye göre ölçülmelidir.
iniştir. Dolayısıyla T-P aralığı sırasında -yani normal vent-
rikül kası polarize iken- sol vcntriküliın tabanındaki in- Zedelenm e Potansiyelinin Ekseni Ç izilirken J
farktüslü alandan, ventriküJlerin geri kalan kısmına doğru Noktasından Faydalanılması. Şekil 1 2 - 1 0 ’deki elektıo-
olağandışı bir negatif akım hareketi olur. Bu "zedelenme kardiyogramlar I. ve III. derivasyoıılardan kaydedilmiş
akımının" vektörü, şekildeki birinci kalpte görüldüğü gibi, olup, her ikisinde de zedelenme akımları görülmektedir.
yaklaşık 125 derece yönünde olup, vektörün tabanı yani
negatif ucu zedeli kasa doğrudur. Şeklin alt kısımlarında
görüldüğü gibi, QRS kompleksi başlamadan önce, bu vek­
tör I. derivasyonda sıfır potansiyel çizgisinin altında bir
başlangıç kaydına neden olıır. Çünkü zedelenme akımının
1. derivasyondaki izdüşüm vektörü, I. derivasyonun ekse­
ninin negatif ucuna doğru işaret eder. II. derivasyonda ka­
yıt çizginin üzerindedir çünkü izdüşüm vektörü II. deri­
vasyonun pozitif terminalini işaret etmektedir. III. derivas­
yonda akımın izdüşüm vektörü III. derivasyonun pozitif
terminali ile aynı yöndedir, böylece kayıt pozitiftir. Dahası,
zedelenme akımının vektörü neredeyse III. derivasyonun
ekseni ile çakıştığı için III. derivasyondaki zedelenme akı­ 'J" noktası
mının voltajı diğer iki kayıttakinden çok daha büyüktür.
Bundan sonra kalpte normal depolarizasyon olayı de­
vam eder, önce septum depolarize olur ve depolarizas­
yon aşağıya apekse ve geriye ventiküllerin tabanına doğ­
ru yayılır. Ventriküllerin tamamen depolarize olan en
son kısmı sağ ventrikülün tabanıdır. Çünkü sol ventrikü-
liin tabanında daha önçeden tam ve kalıcı depolarizas­
yon gerçekleşmiştir. Şekildeki gibi vektörel çözümleme
yapılırsa, ventrikiiller boyunca ilerleyen depolarizasyon
dalgasının meydana getirdiği elektrokardiyogram, Şekil
12-17’de görüldüğü gibi, grafik olarak çizilebilir.
Depolarizasyon olayının sonunda, Şekil 12-17’de son­
dan bir önceki evrede görüldüğü gibi kalp tamamen de­
polarize olduğunda, bütün ventriki'ıl kası negatif durum­
dadır. Dolayısıyla elektıokardiyogramın bu anında,
veııtrikül kası etrafında hiçbir akım hareketi olmaz. Çün­
kü şimdi hem zedelenmiş kalp kası hem de kasılabilen
kas depolarize olmuşlardır.
Bunu izleyen repolarizasyon sırasında, sol ventrikülün ze­
delenmiş tabanındaki kalıcı depolarizasyon alanı hariç kal­ Ş E K İL 12 • 18
bin tamamı repolarize olur. Bu nedenle repolarizasyon, Şe­ Elektrokardiyogramın sıfır başlangıç potansiyeli olarak J nok­
kil 12-17’de en sağda dikkati çekeceği üzere, her derivasyon­ tası. Ayrıca zedelenme akımının eksenini çizme yöntemi de
da zedelenme akımının yeniden belirmesine neden olur. gösterilmiştir (altta).
130 ÜNİTE III • Kalp

Başka bir deyişle, bu elektrokardiyogranıların J noktala­ ■'¡İ F T rj!T:


rı, T-P dilimi ile aynı çizgi üzerinde değildir. Her iki kayıt­ \tM m
ta da J noktasından geçecek şekilde çizilmiş olan yatay »r»r

bir çizgi sıfır voltaj seviyesini temsil eder. Zedelenme Î~ î


] ij:j

akımının voltajı, oklar ile gösterildiği gibi, her derivas-


yonda elektrokardiyogramda T-P diliminin (zedelenme
akımı olduğunda, kalp atımları arasındaki bölgedir) se­
viyesi ile sıfır voltaj potansiyelinin seviyesi arasındaki
lü ü jjij
farka eşittir. 1. derivasyonda zedelenme akımı nedeniyle Ü I.İİÜ
kaydedilen voltaj, sıfır potansiyel seviyesinin üzerinde­ ifH'nfi f r ıiff

dir, dolayısıyla da pozitiftir. Diğer yandan III. derivas­ ir r n fîjî


iP İr TU i ; n;
yonda T-P dilimi sıfır voltaj seviyesinin altındadır, dola­
III
yısıyla da zedelenme akımının voltajı negatiftir.
Şekil 12-18’in alt kısmında, zedelenme akımının I. ve
III. derivasyonlardaki voltajları, bu derivasyonların koor­
dinatları üzerinde işaretlenmiş ve bütün ventrikül kitlesi
için zedelenme potansiyelinin sonuç vektörü, daha önce
anlatılmış olan yöntemle belirlenmiştir. Bu örnekte ze­
delenme akımının vektörü, ventrikiillerin sağ tarafından
sola ve hafifçe yukarı doğru uzanır; ekseni yaklaşık -30 +1
derecedir.
Zedelenme akımının vektörü doğrudan ventrikiiller
üzerine yerleştirildiğinde, vektörün negatif ucu ventri-
küllerin kalıcı biçimde depolarize olmuş "zedeli"alanına
doğru işaret eder. Şekil 12-18’deki örnekte zedeli alan sağ
ventrikülüıı lateral duvarındadır.
(Bu analiz oldukça karmaşıktır. Ancak öğrenci burayı
tümüyle kavraymcaya kadar tekrar tekrar çalışmalıdır. Ş E K İL 12- 19
Elektrokardiyografide buradan daha önemli bir özellik Akut ön duvar infarktiisünde zedelenme akımı. V2 derivasyo-
yoktur.) nundaki belirgin zedelenme akımına dikkat ediniz.

S-T Segm entinin Kaym ası. Elektrokardiyogramın


QRS kompleksinin bitişi ile T dalgasının başlangıcı
arasındaki bölümüne S-Tsegmenti adı verilir. J nokta­
sı bu segmentin başlangıcındadır. Dolayısıyla elektro­ meydana gelir; Şekil 12-19 ve 12-20’de gösterildiği gibi,
kardiyografi derivasyonlarının birinde bir zedelenme kalp atımlarının arasındaki T-P aralığı sırasında ventri-
akımı meydana geldiğinde, elektrokardiyogramın S-T kiillerin infarktüs alanından dışarı doğru kuvvetli bir ze­
ve T-P segmentlerinin kayıtta aynı voltaj düzeyinde ol­ delenme akımı olur. Dolayısıyla akut koroner tromboz-
madığı farkedilir. Gerçekte, sıfır ekseninden uzağa ka­ dan sonra kaydedilen elektrokaıdiyogramların en önem­
yan, S-T segmenti değil T-P segmentidir. Fakat çoğu li teşhis bulgularından biri zedelenme akımıdır.
kişi başlangıç düzeyi olarak, J noktasını değil elektıo-
kaıdiyogramınT-P segmenti kabul etmeye şartlanmış­
tır. Dolayısıyla bir elektrokardiyogramda bir zedelen­
me akımı belirdiği zaman, S-T segmenti elektrokardi-
yogı amdaki normal seviyesinden uzaklaşmış gibi gö­
rünür ve buna S-T segment kayması adı verilir. Bir
elektrokardiyogramda S-T segment kayması gördüğü­
müzde, elektrokardiyogramın zedelenme akımının
özelliklerini taşıdığını hemen anlarız. Gerçekte, çoğu
elektrokardiyogram okuyucusu, zedelenme akımın­
dan değil fakat basitçe S-T segment kaymasından söz
eder, ki bu da aynı anlama gelir.

Z e d e le n m e A kım ının N edeni O larak


K oroner İskem i

Kalp kasına giden kan akımının yetersiz olması üç ne­


denle kasın metabolizmasını baskılar. Bunlar (1) oksijen
eksikliği; (2 ) aşırı miktarlarda karbon dioksit birikimi ve
(3) yeterli besinin olmayışıdır. Buna bağlı olarak, şiddet­
li miyokard iskemisi olan alanlarda zarlar repolarize ola­
maz. Çoğu zaman kalp kası ölmez, çünkü kan akımı zar­
ların repolaıizasyonu için yetersiz olsa bile kasın canlılı­
ğını sürdürmesi için yeterlidir. Bu durum sürdükçe, her
kalp atımının diyastolik bölümü (T-P bölümü) sırasında
zedelenme akımı devam eder. Ş E K İL 12 • 20
Koroner tıkanmadan sonra kalp kasında aşırı iskemi M ut arka duvar apikal infarktiisünde zedelenme akımı.
BÖLÜM 12 • Kalp Kası ve Koroner Kan Akımı Anormalliklerinin Elektrokardiyografik Yorumu: 131

A ku t Ön (Anteriyor) Duvar İnfarktüsü. Şekil 12-


19’da, akut ön duvar kalp infarktüsü geçirmiş bir hasta­
dan kaydedilen, üç standart bipolar kol-bacak derivas-
yonuna ve bir göğüs derivasyonuna ait elektrokardiyog-
ramlar görülmektedir. Bu elektrokardiyogramın en
önemli teşhis bulgusu, göğüs derivasyonu V2 deki yoğun
zedelenme akımıdır. Bu elektrokardiyogramın J nokta­
sından geçen bir sıfır potansiyel çizgisi çizilirse, T-P ara­
lığında kuvvetli bir negatif zedelenme potansiyeli bulu­
nur. Bu da kalbin ön kısmı üzerindeki göğüs elektrodu-
nun kuvvetli bir negatif potansiyel alanı içerisinde oldu­
ğu anlamına gelir. Diğer bir deyişle, zedelenme potansi­ Aynı gün 1 hafta 3 hafta
yelinin vektörünün negatif ucu göğüs duvarına karşıdır.
Bu demektir ki, zedelenme akımı veııtriküllerin ön duva­ Ş E K İL 12 • 21
rından yayılmaktadır ve bu durumun teşhisi ön duvar
infarktüsüdür. Orta derecedeki arka duvar infarktsiinden sonra, miyokard
I. ve III. derivasyonlardaki zedelenme akımları çözüm­ iyileşirken zedelenme akımının kaybolduğu gösterilmiştir (V3
derivasyonu).
lendiğinde, zedelenme akımının I. derivasyonda negatif
bir potansiyele, III. derivasyonda ise pozitif bir potansiye­
le neden olduğu bulunur. Bu demektir ki, kalpteki zede­
lenme akımının sonuç vektörü yaklaşık +150 derece olup,
vektörün negatif ucu sol ventriküle, pozitif ucu ise sağ görülmektedir. Zedelenme akımının akut infarktiisten he­
ventriküle doğru işaret eder. Bunun için bu elektrokardi- men sonra kuvvetli olduğu (T-P segmenti, J noktası ve S-T
yogramdaki zedelenme akımı, kalbin ön duvarının yanısı- segmentine göre pozitif yönde yer değiştirmiştir), fakat
ra, başlıca sol ventriküldeıı geliyor gibi görünmektedir. yaklaşık 1 hafta sonra belirgin derecede azaldığı ve 3 haf­
Dolayısıyla bu ön duvar infarktüsüniin, olasılıkla sol ko­ ta sonra da kaybolduğu bu elektrokardiyogramda görüle­
roner arterin ön inen dalının trombozuna bağlı olarak bilir. Bundan sonraki 1 yıl içerisinde elektrokardiyogram
pek fazla değişmez. Kollateral koroner kan akımı infark­
meydana geldiğinden şüplıelenilmelidir.
tüslü alanın çoğuna uygun miktarda besini yeniden sağla­
Arka (Posteriyor) Duvar İnfarktüsü. Şekil 12-20’de ar­ makta yeterli olursa, orta derecedeki bir akut kalp infark-
ka duvar infarktüsü geçirmiş bir hastanın üç standart bi­ tüsünden sonra iyileşme genellikle bu şekilde olur.
polar kol-bacak derivasyonu ve bir göğüs derivasyonu Diğer yandan, koroner infarktüslü bazı hastalarda in­
görülmekledir. Bu elektrokardiyogramın da başlıca teş­ farktüslü alanda, yeterli miktarda koroner kan akımı as­
his bulgusu göğüs derivasyonundadır. Bu derivasyonuıı la yeniden başlamaz; kalp kasının bir kısmı ölür, kalbin
1 noktasından geçen bir sıfır potansiyel başlangıç çizgisi
bu alanında göreceli bir koroner yetersizlik belirsiz bir
çizilirse, T-P aralığındaki zedelenme akımının potansi­ süre devam eder. Kas ölmez ve skar dokusuyla yer değiş­
yelinin pozitif olduğu açıkça görülür. Bu demektir ki, tirmezse, göreceli iskemi devam ettiği sürece, özellikle
vektörün pozitif ucu göğüs duvarında, negatif ucu (zede- de kalbi aşırı yükleyen egzersizler sırasında, sürekli ola­
li ucu) ise göğüs duvarından uzaktadır. Diğer bir deyişle, rak zedelenme akımı yayar.
zedelenme akımı kalbin göğüs duvarının karşısındaki ar­
ka kısmından gelmektedir. Bu tür elektrokardiyogramın, İyileşmiş Eski Miyokard İnfarktüsü. 1. ve III. derivas-
arka duvar infarktüsüniin teşhisinin temelini oluştur­ yonların anteriyor ve posteriyor infarktüslerin akut dö­
masının nedeni de budur. nemlerinden yaklaşık 1 yıl sonraki görünümleri, Şekil
Şekil 12-20’deki II. ve III. derivasyonlaıın zedelenme 12-22’de gösterilmiştir. Bunlar, bu tür iyileşmiş miyokard
akımlan çözümlenirse, her ikisindeki zedelenme potan­ infaıktüsleriııde QRS komplekslerinin "ideal” denilebile­
siyelinin de negatif olduğu açıkça görülür. Şekildeki gibi cek şekilleridir. Anteriyor infarktiiste, sol ventrikülün ön
vektörel çözümleme yapılırsa, zedelenme potansiyelinin duvarının kas kitlesinde meydana gelen kayıp nedeni ile,
vektörünün yaklaşık - 95 derece olup, vektörün negatif I. derivasyonun QRS kompleksinin başlangıcında genel­
ucunun aşağı, pozitif ucunun ise yukarı doğru işaret et­ likle bir Q dalgası belirir. Posteriyor infarktüste ise, vent­
tiği bulunur. Göğüs derivasyonu, infarktüsiin kalbin arka rikülün arka apikal bölümündeki kas kaybına bağlı ola­
duvarında, II. ve III. derivasyonların zedelenme akımları rak, III. derivasyonun QRS kompleksinin başlangıcında
ise infarktüsün kalbin apeks bölümünde olduğunu dü­ bir Q dalgası belirir.
şündürüyorsa, bu infarktüsün sol ventrikülün arka du­ Pski anteriyor ve posteriyor kalp infarktüsü vakaları­
varında ve apekse yakın olduğundan şüphelenilmelidir. nın hepsinde gözlenen elbette ki bu şekiller değildir. Böl­

Kalbin D iğer Bölümlerinin İnfarktüsü. Ön ve arka du­


var infarktüslerinin tartışmaları sırasında daha önce anla­
tılan işlemlerin aynısı uygulanarak, kalbin hangi bölümü­
nü etkilemiş olursa olsun, zedelenme akımı yayan her in- Anteriyor Posteriyor
farktüs alanının yerini belirlemek mümkündür. Bu tür
vektörel çözümleme yapılırken, zedelenme potansiyelinin
ı '-Mü ffiSns
vektörünün pozitif ucunun normal kalp kasma doğru, ne­
gatif ucunun ise kalbin zedelenme akımını yayan hasarlı
kısınma doğru işaret ettiği hatırlanmalıdır.

Akut Koroner Trombozun İyileşmesi. Şekil 1 2 -2 1 'deki


V3 göğüs derivasyonu akut posteriyor infarktüslü bir has­
taya ait olup, bu derivasyonun elektrokardiyogramında Rski ön ve arka duvar infarktüslerinin elektrokardiyogramları.
infarktüsün meydana geldiği günde, meydana geldiği Ön duvar infarktüsiinde I. derivasyonda arka duvar iııfark-
günden 1 hafta, 3 hafta ve 1 yıl sonra oluşan değişiklikler tüsünde ise III. derivasyonda Q dalgası görülmektedir.
132 ÜNİTE III • Kalp

tilmesi çok gecikirse, T dalgası hemen hemen daima QRS


kompleksi ile ters polaritede meydana gelir.
Şekil 12-15’de ve Bölüm 13'deki birkaç şekilde ileti
Purkinje sistemi aracılığı ile gerçekleşmez. Buna bağlı
olarak ileti hızı oldukça düşüktür. Bu gecikmeli iletiye se­
bep olan durum sol dal bloğu veya sağ dal bloğu veya
prematüre ventrikiil kasılması vb.olsa bile, her durumda
T dalgası QRS kompleksi ile ters polaritededir.

Ventriküllerin apeksindeki hafif iskemiye bağlı, ters dönmüş T V entrikül Kasının Bazı K ısım larında
dalgaları.
D epolarizasyonun U zam asına Bağlı
A norm al T D algaları

Ventriküllerin apeksinin depolarizasyon süresinde anor­


gesel kas kayıpları ve bölgesel ileti kesintileri QRS komp­ mal bir uzama meydana gelirse, yani aksiyon potansiye­
leksinde şu bozukluklara neden olabilirler: karmaşık bi­ li uzarsa, ventriküllerin repolarizasyonu normalde oldu­
çimler (örneğin, belirgin Q dalgası), voltaj azalması ve ğu gibi apekste başlamayacaktır. Bunun yerine, ventri­
küllerin tabanı apeksten daha önce repolarize olacak ve
her zamankinin tersine, repolarizasyon vektörü apeks­
Angina Pektoris'te Zedelenm e Akımı. "AnginaPekto- ten kalbin tabanına doğru işaret edecektir. Buna bağlı
ris”, üst göğüs kafesinin pektoral bölgelerinde hissedilen olarak, üç standart derivasyondaki T dalgaları da, her za­
kalp ağrısıdır. Bu ağrı çoğunlukla boyuna ve sol koldan manki gibi pozitif değil negatif olacaktır. Kalbin apikal
aşağıya doğru yayılır. Ağrının nedeni kalbin göreceli iske- kasının depolarizasyon süresinin uzaması gibi basit bir
misidir. Genellikle hasta sakinken ağrı hissetmez; fakat olay bile, T dalgasında belirgin değişikliklere, hatta Şekil
kalbini aşırı çalıştırdığı an ağrı başlar. 12-23’de görüldüğü gibi bütün polariteııin değişmesine
Şiddetli angina pektoris sırasında çoğunlukla bir zede­ neden olabilir.
lenme akımı meydana gelir. Çünkü göreceli koroner ye­ Kalp kasında depolarizasyon süresinin uzamasının,
tersizlik artık, diyastol sırasında kalbin bazı bölgelerinde en sık sebebi hafif iskemidir. Iskemi kalbin yalnızca bir
zarların yeterince repolarize olmalarını engelleyebilecek alanında meydana geldiğinde, bu alanın depolarizasyon
kadar artmıştır. süresi diğer bölümlerdekine kıyasla çok fazla uzar. So­
nuç olarak T dalgasında belirli değişiklikler meydana ge­
lebilir. tskemi, kronik ilerleyici koroner tıkanmaya, akut
koroner tıkanmaya veya egzersiz sırasında meydana ge­
T D A LG A S I A N O R M A L L İK LE R İ len göreceli koroner yetersizliğe bağlı olabilir.
Hafif koroner yetersizliği tespit etmenin bir yolu, has­
T dalgasının normalde bütün standart bipolar ekstremi- taya egzersiz yaptırdıktan hemen sonra elektrokardiyog-
te deıivasyonlarında pozitif olduğu ve bu durumun, ram kaydedip, T dalgasında değişiklik meydana gelip
apeksin ve ventriküllerin dış yüzeylerinin, endokardiyal gelmediğine bakmaktır. T dalgasındaki değişikliklerin
yüzeylerinden önce repolarize olmasına bağlı olduğu bu özgül olması gerekmez. Çünkü, herhangi bir derivasyo-
bölümde daha önce belirtilmişti. Kalpte repolarizasyo- nunT dalgasındaki herhangi bir değişiklik -örneğin, ters
nun izlediği bu yön, depolarizasyonun izlediği yönün dönme veya ikievreli bir dalga-, çoğu zaman ventrikül
tersidir. (Standart derivasyonlaıda T dalgasının pozitif kasının bir parçasının depolarizasyon süresinin kalbin
olmasının temel kuralları şimdiye kadar anlaşılmamış geri kalan bölümüne kıyasla, olasılıkla da göreceli koro­
ise, okuyucunun önümüzdeki birkaç bölüme devam et­ ner yetersizliğe bağlı olarak belirgin ölçüde uzadığının
meden önce, daha önccki detaylı tartışmayı iyice gözden yeterli delilidir.
geçirmesi gerekir.)
Repolarizasyon olağan sıralama ile gerçekleşmezse, Dijitalin T Dalgasına Etkisi. Dijital, Bölüm 2 2 ’de tartı­
olağandışı T dalgaları meydana gelir. Çeşitli etkenler re- şıldığı gibi, göreceli koroner yetersizlikte kalp kasının ka­
polarizasyonun sıralamasını değiştirebilir. sılma kuvvetini artırmak amacı ile kullanılabilen bir ilaç­
tır. Dijital aynı zamanda, ventrikül kasının hepsinde ve­
ya çoğunluğunda kalp kasının depolarizasyon süresini
D ep o larizasyo n D algasının Yavaş hemen hemen aynı oranda artırır. Fakat dijital aşırı doz­
İle tilm e sin in T D algasına Etkisi da verildiğinde, kalbin bir bölümünün depolarizasyon
süresi, diğer bölümlerine oranla çok daha fazla artabilir.
Şekil 12-14’e geri dönüp, QRS kompleksinin belirgin bi­
çimde uzamış olduğuna dikkat ediniz. Bu uzamanın nede­
ni, sol dal bloğuna bağlı olarak sol ventrikülde iletinin ge­
cikmesidir. Sol ventrikül, sağ ventrikül depolarize olduk­
tan yaklaşık 0,08 saniye sonra depolarize olur. Bu da sola
doğru kuvvetli bir ortalama QRS vektörü oluşturur. Sağ ve
sol ventritül kitlelerinin cevapsız dönemleri birbirlerinden
çok farklı değildir. Dolayısıyla sağ ventrikül sol ventrikül-
den çok daha önce repolarize olmaya başlar. Bu da T dal­
gası sırasında sağ ventrikülde pozitifliğe ve sol ventrikülde
ııegatifliğe neden olur. Diğer bir deyişle, T dalgasının orta­
lama ekseni sağa doğru sapar, ki bu aynı elektrokardiyog-
Ş E K İL 12 • 24
ramdaki QRS kompleksinin orta elektriksel ekseninin ter­
sidir. Depolarizasyon uyarısının ventriküller boyunca ile- Dijital zehirlenmesine bağlı, bifajikT dalgası.
BÖLÜM 12 • Kalp Kası ve Koroner Kan Akımı Anormalliklerinin Elektrokardiyografik Yorumu: 133

Sonuç olarak elektrokardiyografi derivasyonlarınm bi­ uyarısının kalbin çeşitli bölümlerine iletilmesinde kesin­
rinde veya daha fazlasında, T dalgasının ters dönmesi tiye neden olarak çeşitli aritmileri başlatabilir. Klinikte,
veya ikievreliT dalgaları gibi özgül olmayan değişiklikler dijitalin etkilerinin hafif T dalgası bozuklukları evresin­
meydana gelebilir. Aşırı dijital kullanımına bağlı ikievre- den öteye geçmesine izin verilmemesi tercih edilir.
li bir T dalgası Şekil 12-24’te gösterilmiştir. Aynı zaman­ Dolayısıyla dijitalize hastaların olağan izlenmesinde
da küçük bir miktar zedelenme akımı da vardır. Bu du­ elektrokardiyografi kullanılır.
rum olasılıkla ventrikül kasının bir bölümünün sürekli
depolarizasyoııuna bağlıdır.
Dijital kullanımı sırasında T dalgasında meydana ge­
len değişiklikler, dijital zehirlenmesinin en erken bulgu­ REFERANSLAR
larıdır. Hastaya bundan daha fazla dijital verilirse, kuv­
vetli zedelenme akımları gelişebilir. Ayrıca dijital kalp Bölüm 13'ün kaynaklarına bakınız.
Kardiyak Aritm iler ve
Elektrokardiyografik Yorumu

Kalbin hatalı çalıştığı tehlikeli durumların bazıları, kalp şok durumuna girerse, refleks uyarılar kalbin hızını daki­
kası bozukluğuna değil kalbin ritminin bozulmasına kada 150 ila 180 atıma kadar artırır.
bağlıdır. Örneğin, bazen atriyumların atımları ventrikül- Miyokardiyumun basit zayıflıkları da, genellikle kalp
leıin atımları ile bağlantısını kaybeder; öyle ki atriyum- hızını artırır. Çünkü zayıflayan kalbin arter ağına normal
lar artık ventrikülier için hazırlayıcı görevi yapmazlar. miktarda kan pompalamaması, sempatik reflekslere ne­
Bu bölümün amacı, sık rastlanan kalp aritmilerini, den olur; bu da kalp hızını artırır.
bunların kalp pompasına etkilerini ve elektrokardiyog­
rafi ile nasıl teşhis edildiklerini tartışmaktır. Kalp aritmi­
lerinin nedeni genellikle kalbin ritim ve ileti sisteminde Bradikardi
meydana gelen aşağıdaki bozukluklardan bir tanesi veya
birkaçının birleşimidir: “Bradikardi” terimi kalp hızının yavaşlaması anlamına
1. Uyarı odağının anormal ritmi. gelir, genellikle dakikada 60 atımdan daha düşük hızları
2. Uyarı odağının sinüs düğümünden kalbin diğer bö­ tanımlar. Bradikardi, Şekil 13-2’deki elektrokardiyog-
lümlerine kayması ramda gösterilmiştir.
3. Uyarının kalp boyunca iletilmesinin çeşitli noktalar­
da kesintiye uğraması Atletlerde Bradikardi. Bir atletin kalbi, normal bir in­
4. Kalpte uyarı iletiminin anormal yollar izlemesi sanın kalbine kıyasla oldukça kuvvetlidir. Bu da atletin
5. Kalbin herhangi bir yerinde kendiliğinden anormal kalbinin her atımda daha büyük bir atım hacmini pom­
uyarıların doğması palamasını sağlar. Her atımla birlikte arter ağına pompa­
lanan aşırı miktardaki kanın dolaşımın feedback refleks­
lerini veya diğer etkileri harekete geçirmesi, dinlenme
halindeki atlette bradikardiye neden olur.
B ...............................
A N O R M A L S IN U S R İTİM L E R İ Vagal Uyarılara Bağlı Bradikardi. Vagus sinirini uya­
ran her dolaşım refleksi, kalbin hızını oldukça azaltabilir.
Çünkü parasempatik uyarılara neden olan asetilkolin
T aşikard i kalp işlevi üzerinde inhibitör etki yapar. Bunun belki de
en çarpıcı örneği, karotid sinüs sendromu olan hastalar­
“Taşikardi" terimi kalp hızının artması anlamına gelir,
da gözlenir. Bu hastalarda, karotis arterin karotis sinüs
genellikle dakikada 1 0 0 atımdan daha büyük hızları ta­ bölgesindeki arterosklerotik bir olay, arter duvarında yer
nımlar. Taşikardili bir hastadan kaydedilmiş bir elektıo- alan basınç reseptörlerinde (baroreseptörler) aşırı du­
kardiyogram Şekil 13-1’de görülmektedir. Bu elektrokar- yarlılığa neden olur. Sonuçta, boyun üzerindeki hafif bir
diyogram kalp atımlarının hızı dışında normaldir. QRS basınç, kuvvetli bir baroreseptör refleksine neden olarak
komplekslerinin arasındaki zaman aralıklarından belir­ kalpte yoğun vagus uyarılarına ve aşırı bradikardiye yol
lenen hız dakikada yaklaşık 150, normal hız ise dakikada açar. Gerçekten de bu refleks bazen 5-10 saniye kalbi
72’dir. durduracak kadar kuvvetlidir.
Taşikaıdinin genel nedenleri, vücut ısısının artışı, kal­
bin sempatik sinirlerce uyarılması ve kalbin zehirlenme
durumlarıdır.
Sinüs Aritm isi
Yaklaşık 105°F (40.5°C) vücut ısısına kadar, vücut ısı­
sında meydana gelen her bir derece Fahrenlıeit yüksel­ Kalp hızının normal ve derin solunum sırasındaki kaıdi-
me, kalp hızında dakikada yaklaşık 1 0 atımlık bir artışa yotakometre kaydı Şekil 13-3'de görülmektedir. Kardiyo-
(her derece Celcius için 18 atım) neden olur. 105°F’ın takometre, ardışık dikenlerin yükseklikleri aracılığı ile
üzerinde ise, ateşin kalp kasını giderek zayıflatmasına elektrokardiyogramda iki QRS kompleksinin arasındaki
bağlı olarak kalp hızı azalabilir. Ateş taşikardiyc neden süreyi kaydeden bir cihazdır. Şekildeki kayıtta, sakin so­
olur; çünkü yüksek ısı sinüs düğümünün metabolik hızı­ lunum döngüsünün çeşitli evreleri sırasında, kalp hızı­
nı artırır, bu ise doğrudan düğümün uyarılabilirliğini ve nın yaklaşık %5 oranında artıp azaldığına dikkat ediniz.
ritminin hızını artırır. Şekil 13-3’ün sağında gösterildiği gibi, kalp hızı derin so­
Bu kitabın pekçok yerinde tartışıldığı gibi, pekçok et­ lunum sırasında, her bir solunum döngüsü ile beraber,
ken sempatik sinir sisteminin kalbi uyarmasına neden normalde bile % 30 oranında artar ve azalır.
olabilir. Örneğin, bir hasta kan kaybedip şok ya da yaıı- Sempatik ve parasempatik sinirlerin sinüs düğümüne

134
BÖLÜM 13 • Kardiyak Aritm iler ve Elektrokardiyografik Yorumu 135

Ş E K İL 13 • 3
Kardiyotakometre ile saptanmış sinüs aritmisi. Soldaki kayıt ki­
Sinüs taşikardisi (I. derivasyon). şi normal solunum yaparken, sağdaki ise derin solunum yapar
ken alınmıştır.

ulaşan sinyallerinin kuvvetini değiştiren her dolaşım ref­


leksi, sinüs aritmisine neden olabilir. Şekil 13-3’de göste­
rilen, solunuma bağlı sinüs aritmisi, başlıca medulladaki 4. Kalbin vargııs sinirleri ile aşırı uyarılması da, nadir
solunum merkezinin sinyallerinin, solunumun inspiras- durumlarda uyarının A-V düğümden geçişini engeller.
yon ve ekspirasyon evreleri sırasında, vazomotor merke­ Bu tür vagal uyarılma, daha önce bradikaı di ile ilgili ola­
ze doğru “taşmalarına” bağlıdır. Taşan sinyaller, sempatik rak tartışıldığı gibi, nadiren karotis sinüs sendromlu kişi­
sinirler ve vaguslar aracılığı ile kalbe iletilen uyarıların sa­ lerde baroreseptörlerin kuvvetle uyarılmasına bağlı ola­
yısında ardışık artışlara ve azalmalara neden olur. rak meydana gelir.

Yarım (Incom plete) A triyo ve n trikü le r Kalp Bloğu

U Y A R IN IN İL E T İM İN D E M E Y D A N A GELEN Uzamış P-R (veya P-Q) Aralığı-Birinci Derece Blok.


Kalp normal hızı ile atarken, P dalgasının başlangıcı ile
B LO K LA R A BAĞLI A N O R M A L R İT İM L E R QHS kompleksinin başlangıcı arasında geçen normal sü­
re yaklaşık 0.16 saniyedir. P-R aralığı genellikle, kalp
Sino atriyal Blok atımları hızlanınca kısalır, kalp atımları yavaşlayınca ise
uzar. Normal hızı ile atan bir kalpte P-R aralığı yaklaşık
Sinüs düğümünün uyarısı, nadiren atriyum kasına geçe­ 0.20 saniyenin üzerine çıkarsa, P-R aralığının uzadığı ve
meden kesintiye uğrar. Şekil 13-4’te P dalgalarının ani­ hastada birinci derece yarı kalp bloğu olduğu söylenir.
den son bulması ile gösterilen bu olay, atriyumların dur­ Şekil 13-5’de P-R aralığı uzamış bir elektrokardiyogıam
masına neden olur. Fakat ventriküller yeni bir ritim ge­ görülmektedir. Bu örnekte aralık yaklaşık 0.30 saniyedir.
liştirirler. Bu ritmin uyarısı genellikle atriyoventriküler Bu nedenle birinci derece blok, gerçek bir ileti kesintisi
(A-V) düğümden kaynaklanır; öyle ki, ventriküllerin QRS olarak değil, atriyumlardan ventriküllere geçişin gecik­
T kompleksi yavaşlar, fakat başka hiçbir şekilde değiş­ mesi olarak tanımlanır.
mezler. P-R aralığı nadiren 0.35 ila 0.45 saniyenin üzerine çı­
kar. Çünkü aralık bu kadar uzadığı zaman, A-V düğüm ve
demetten geçiş o derece baskılanır ki, ileti tamamen du­
A triyo ven triküler Blok rur. Bazı kalp hastalıklarının -örneğin, ateşli romatizma-
şiddetini belirlemenin bir yolu, P-R aralığını ölçmektir.
Uyarıların normalde atriyumlardan ventriküllere tek ge­
çiş yolu, His demeti olarak da bilinen A-V demettir. Uya­ İkinci Derece Blok. A-V kavşaktan geçiş P-R aralığı 0.25
rının bu demetteki ileri hızını azaltabilen veya iletimde ila 0.45 saniye olacak kadar yavaşlarsa, A-V düğüme ula­
kesintiye neden olabilen çeşitli durumlar şunlardır: şan aksiyon potansiyelleri bazen A-V düğümü geçecek
1. A-V düğüm veya A-V demetlerinin iskemisi, çoğun­ kadar kuvvetli olur, bazen de olmaz. Bu durumda atri-
lukla atriyumlardan ventriküllere geçişi geciktirir veya yumlar ventrikiıllerden daha yüksek bir hızla atarlar ve
keser. Miyokard iskemisine neden olabilen koroner ye­ ventriküllerde "kayıp atımlar” olduğu söylenir. Buna
tersizlik, benzer şekilde A-V düğüm ve demette de iske- ikinci derece kalp bloğu adı verilir.
miye neden olabilir. Şekil 13-6’da P-R aralıkları 0.30 saniyedir, iletinin atri­
2 . Skar dokusunun veya kalbin kalsifiye bölümlerinin yumlardan ventriküllere geçmemesine bağlı bir kayıp
A-V demete bası yapması, atriyumlardan ventriküllere atım da görülmektedir.
geçişi geciktirebilir veya kesebilir. Bazen ventriküllerin her iki atımından biri kaybolur;
3. A-V düğümün veya A-V demetin enflamasyonu atri- kalpte “2 : 1 ritmi” gelişir ve ventriküllerin her bir atımına
yumlarla ventriküller arasındaki iletimi zayıflatabilir. karşılık atriyumlar iki kez atar. Bazen 3:2 veya 3:1 gibi ri­
Fnflamasyon genellikle difteri ve ateşli romatizma gibi timler de gelişir.
çeşitli miyokarditlere bağlıdır.

S-A blok

:' ...... 4
■ : .B îl

Ş E K İL 1 3 - 4
Ş E K İL 13 • 2 Sinoatriyal düğüm kesintisi ve A-V düğüm kaynaklı ritim (III.
S in ü s b ra d ik a rd is i (III. d e riv a sy o n ). derivasyon).
136 ÜNİTE III • Kalp

Ş E K İL 1 3 - 5 Ş E K İL 13 • 7
Birinci derece bloğa bağlı, uzamış P-R aralığı (II. derivasyon)
Tam A-V bloğu (II. derivasyon)

Tam A-V Blok (Üçüncü Derece Blok). A-V düğüm ve A- elektrik stimülatör olup, elektrotları çoğunlukla sağ
V demette iletinin zayıflamasına neden olan dunun şid­
ventı iküle bağlanır. Uyarı odağı ventrikülleri denetim al­
detlenirse, uyarının atriyumlardan ventıiküllere geçişi ta­
tına alan sürekli ve ritmik uyarılar sağlar. Piller yaklaşık
mamen kesilir. Bu durumda, Şekil 13-7’de görüldüğü gibi,
her 5 yılda bir yenilenir.
P dalgaları QRS T kompleksleri ile ilişkilerini tamamen
kaybederler. Bu elektrokardiyogramda atriyumlann atım
hızının dakikada yaklaşık 1 0 0 , ventriklillerin atım hızının Yarım (Kısm i) İn traven trikü ler B lo k-
ise dakikada 40’tan az olduğuna dikkat ediniz. Dahası P Elektriksel D eğ iş ke n lik (A ltern an s)
dalgalarının ritmi ile QRS-T komplekslerinin ritmi ara­
sında hiçbir ilişki yoktur; çünkü ventriküller atriyumlann A-V kesintiye neden olabilen etkenlerin çoğu, aynı za­
denetiminden "kaçmışlardır" ve sıklıkla A-V düğüm ya da manda ventriküllcrin Purkinje sisteminin periferik kı­
A-V demetler tarafından oluşturulan ritmik uyarıların sımlarında da uyarının iletilmesinde bloğa neden olabi­
kontrolünde, kendi doğal hızları ile atmaktadırlar. lir. Bazen yarım ventriküliçi kesinti meydana gelir; öyle
ki uyarı bazı kalp döngüleri sırasında kalbin bir bölümü­
Stokes-Adams Sendromu - Ventriküler Kaçış. A-V kesinti ne iletilemez, bazı döngülerde ise iletilir. Yarım kesinti
meydana gelen bazı hastalarda tam kesinti belirir ve kay­ meydana gelen döngülerde QRS kompleksi oldukça
bolur. Yani uyarılar bir süre için atriyumlardan veııtrikülle- anormal olabilir. Elektriksel değişkenlik olarak bilinen ve
re iletilir ve sonra aniden iletim durur. Tam kesintinin sü­ ventriküliçi kısmi kesintiye bağlı olarak her iki kalp atı­
resi birkaç saniye, birkaç dakika veya birkaç saat olabilir mından birinde meydana gelen durum Şekil 13-8'de gö­
veya iletinin geri dönmesi için haftalar veya daha uzun za­ rülmektedir. Bu elektrokardiyogramda ayrıca taşikardi
man geçmesi gerekebilir. Bu durum özellikle ileti siste­ de görülmektedir. Burada taşikardi olasılıkla kesintinin
minde sınır düzeyde iskemi olan kalplerde meydana gelir. sebebidir. Çünkü kalp hızı yüksek olduğu zaman Purkin­
A-V iletideki ilk kesintiden hemen sonra, aşın hız bas­ je sisteminin bölümlerinin, cevapsız dönemden ardışık
kısı adı verilen olaya bağlı olarak, 5 ila 30 saniye için her kalp atımına cevap verecek kadar çabuk çıkması im­
ventrikül kasılmaları durur. Yani ventriküller kendi doğal kansız olabilir. Ayrıca iskemi, miyokardit ve dijital zehir­
hız ve ritimlerinden daha büyük bir hızla atriyumlar ta­ lenmesi gibi kalbi zayıflatan çoğu durum da yarım vent­
rafından güdüldükleri için, uyarılabilirlikleri baskılan- riküliçi bloğa ve buna bağlı olarak da elektriksel değiş­
mıştır. Sonunda, Purkinje sisteminin kesintinin ilerisin­ kenliğe neden olabilir.
deki bir bölümü, genellikle de A-V düğümün distal bölü­
münde, düğümün içerisindeki kesinti noktasının ileri­
sinde bir bölge veya A-V demette bir bölüm dakikada 15
ila 40 atımlık bir hızla ritmik ateşlemeler oluşturmaya
başlar ve ventıiküllerin uyarı odağı görevini üstlenir. Bu­ ERKEN (P R E M A T Ü R E ) V U R U L A R
na ventrikiilerkaçış denilir.
Beyin kan akımı olmaksızın 4 ila 5 saniyeden daha fazla Erken vuru, kalbin, normal kasılmanın beklendiği andan
işlevini sürdüıemediği için, hastaların çoğu tam kesinti önce kasılmasıdır. Bu duruma aynı zamanda ekstrasis­
meydana geldikten birkaç saniye sonra bayılır. Çünkü tol, prematüre vuru veya ektopik vuru da denilir.
kalp ventriküller “kaçıncaya" kadar, 5 ila 30 saniye süreyle
hiç kan pompalamaz. Fakat kaçıştan sonra yavaşça atan Erken Vurunun Nedenleri. Çoğu erken kasılma, kalpte,
ventriküller, genellikle kişiyi hızla ayıltmaya ve idame et­ kalp ritmi sırasında beklenmedik anlarda olağandışı uya­
tirmeye yetecek kadar kanı pompalarlar. Bu aralıklı bayıl­ rılar doğuran ektopik odakların varlığına bağlıdır. Ekto­
ma nöbetleri Stokes-Adams Sendromu olarak bilinir. pik odak oluşumunun olası nedenleri arasında şunlar sa­
Ventıiküllerin tam bloğu izleyen durgunluğu, nadiren yılabilir: (1 ) bölgesel iskemi alanları; (2 ) kalbin çeşitli
hastanın sağlığı için zararlı hale gelecek veya ölüme bile noktalarındaki küçük kalsifiye plakların komşu kalp kası­
neden olacak kadar uzun sürer. Bu nedenle bu hastala­ na bası yaparak bazı lifleri harekele geçirmesi; (3) A-V
rın çoğuna yapay bir uyarı odağı takılır. Yapay uyarı oda­ düğüm, Purkinje sistemi veya miyokardiyumun, ilaçlar,
ğı, pil ile çalışan ve cilt altına yerleştirilen küçük bir nikotin veya kafeinin toksik iritasyonu ile harekete geçi­
rilmesi. Kalp kateterizasyonu sırasında mekanik etkilere

Kayıp vuru
f t -r ir if H : İr ff*İ: r :: T i : ’ ?I ^ î* ! ~î
; ; s i :■ ı; • \
İ K İ l ’U i l i L i İ İ . J l İH
\

İP İ p | p l a li pi _

f : -V T ’ y :İ
¥ I :
i' ' 1 : . • İ

Ş E K İL 13 • 6 Ş E K İL 13 - 8
İkinci derece, yarım A-V blok (V3 derivasyoııu). Kısmi venUiküliçi blok "elektriksel değişkenlik" (111. derivasyon)
BÖLÜM 13 • Kardiyak Aritm iler ve E lektrokardiyografi Yorumu 137

Erken vuru
Erken vuru

Ş E K İL 1 3 - 9
Airiyum kaynaklı erken kasılma (I. derivasyon).
A-V diiğüm kaynaklı erken kasılma (III. derivasyon).

bağlı erken kasılmalara da sıklıkla rastlanır. Kateter sağ


ventriküle girip endokardiyuma bası yaptığında sıklıkla
çok sayıda erken kasılma meydana gelir.
ma görülmektedir. VKEV’leıin elektrokardiyogramdaki
özel etkileri şunlardır:
Atriyum K aynaklı Erken Vurular 1. QRS kompleksi genellikle belirgin olarak uzar. Se­
bep, uyarının Purkinje sistemi aracılığı ile değil de, başlı­
Şekil 13-9’da atriyum kaynaklı bir erken kasılma görül­ ca yavaş ileten ventrikül kası aracılığı ile iletilmesidir.
mektedir. Bu atımın P dalgası kalp döngüsünde çok er­ 2. Aşağıdaki nedenlerle QRS birleşiminin voltajı yük­
ken meydana gelir; P-R aralığı ise atımın ektopik kayna­ sektir: Normal uyarı kalpten geçerken her iki ventrikül-
ğının A-V düğümün yakınında olduğuna gösterecek şe­ den de hemen hemen aynı anda geçer. Sonuç olarak
kilde kısadır. Ayrıca erken kasılma ile bir sonraki kasılma normal bir kalpte kalbin her iki yanının depolarizasyon
arasındaki süre de hafifçe uzamıştır. Tamamlayıcı du­ dalgalan birbirlerini kısmen nötralize ederler. Bir VKEV
raklama (compensatory pause) adı verilen bu durumun meydana geldiğinde ise, uyarı yalnızca bir yönde hareket
nedenlerinden biri, erken kasılmanın alriyumda sinüs ettiği için, bu tür bir nötralizasyon etkisi olmaz; kalbin
düğümünden uzakta bir yerden kaynaklanması ve uyarı­ bir yanının tamamı diğerinden önce depolarize olur. Bu
nın sinüs düğümünü ateşlemeden önce önemli miktar­ da Şekil 13-11 de görüldüğü gibi yoğun elektrik potansi­
da atriyum kasından geçmek zorunda kalmasıdır. Sonuç yelleri oluşturur.
olarak, erken döngüde (prematüre siki us) sinüs düğümü 3. Hemen hemen bütün VKEV'leri izleyen T dalgaları­
geç ateşler ve bu durum sinüs düğümünün bir sonraki nın potansiyellerinin polaritesi QRS kompleksininkinin
ateşlemesinin de geç meydana gelmesine neden olur. tersidir. Kalp kası boyunca uyarının yavaş iletilmesi, ilk
Atriyum kaynaklı erken kasılmalar, sağlıklı insanlarda depolarize olan alanın yine ilk olarak repolarize olması­
sıklıkla, kalpleri kesinlikle sağlıklı durumda olan atletler­ na neden olur.
de de bazen meydana gelir. Aşırı sigara içilmesi gibi et­
kenlere bağlı hafif zehirlenme durumları, uykusuzluk,
aşırı miktarda kahve içilmesi, alkolizm ve çeşitli ilaçların
kullanımı da bu tür kasılmalara neden olabilir.

Eksik Nabız. Kalp beklenenden önce kasıldığında,


veııtiküller normal miktarda kanla dolmuş olmaya­
cakları için, kasılma sırasında atım hacmi azalacak ve­ •
* ,j\

| i.:-
j\ 4 * ^ 1 |
:
’ : jM •i i ' ■1 "T 1 1 î
_ j J [

i. : ; l ; :1
: : j j ! j ."T ' . ^ " İ -i " ; ^ İ I i : •; i- : j
ya hemen hemen sıfır olacaktır. Dolayısıyla bir erken : -i ; *. j \:.i i- Lu , : . Vl.: ! •: • . .:
kasılmadan sonra perifere doğru ilerleyen nabız dal­ ) I : : : *:

gası, radyal arterden hissedilemeyecek kadar zayıf


olabilir. Bu nedenle kalbin kasılmalarının sayısına kı­
yasla, radyalde hissedilen nabzın sayısında eksiklik
meydana gelir.
f M K - t r
i l\

A -V Düğüm veya A -V D em et Kaynaklı Erken


Vurular

Şekil 13-10’da A-V düğüm veya A-V demet kaynaklı bir


erken kasılma görülmektedir. Erken kasılmaya ait kayıt­
ta P dalgası yoktur P dalgası, erken kasılmanın QRS-T
kompleksinin üzerine eklenmiştir. Çünkü kalp uyarısı
ventriküllerde ileri doğru hareket ederken, aynı zaman­
da atriyumlarda da geriye doğru hareket eder. P dalgası
QRS-T kompleksinin şeklini bozar, fakat kendisi komp­
leksten ayırdedilemez.
Genelde A-V düğüm kaynaklı erken kasılmaların önemi
ve nedenleri atriyum kaynaklı erken kasılmalar ile aynıdır. Ş E K İL 13- 11
Büyük olağandışı QRS-T kompleksleri ile kendini gösteren ven­
trikül kaynaklı erken vurular (VKEV’ler) (II. ve III. derivasyon-
V e ııtrik ü l K aynaklı Erken Vurular (VKEV) lar). Erken kasılmaların ekseni, bölüm 12’de anlatılan vektörel
çözümlemenin kurallarına uygun olarak işaretlenmiştir. Vektör,
Şekil 13-11’deki elektıokardiyogramda normal kasılma­ VKEV’lerin kaynağının ventrikiillerin tabanına yakın olduğunu
lar ile ardışık bir dizi ventrikül kaynaklı prematüre kasıl­ göstermektedir.
138 ÜNİTE III • Kalp

Bazı VKEV’ler n ed en leri açısın d an görece olarak iyi


huyludur, sigara, kahve, uykusuzluk, çeşitli h afif zeh ir­
len m e du ru m ları ve h atta d u y gu sal h uzursuzluklar gibi
etkenlere bağlıdırlar. D iğer y an d a n çoğu VKEV, kalbin
en fark tü sü veya iskem ili alan ların ın sın ırların da m e y d a­
n a gelen b a şıb o ş u y an la ra ve tekrar-giren sinyallere b a ğ ­
lıdır. D olayısıyla bu tür VKEV’lerin varlığı hafife alın m a­ Atriyum kaynaklı paroksism al taşikandi. Başlangıç kaydın
m alıdır. İstatistik ler kay d ad e ğ er say ıd a VKEV’leri olan ki­ ortasındadır (I. derivasyoıı).
şilerin , o la sılık la V KEV ’le ıd e n b irin in b a şla ttığ ı ani
ölü m cü l ventrikül fib ıila sy o n u n a girm e risklerinin n or­
m ald en çok d a h a fazla o ld u ğ u n u ortaya çıkarm ıştır. Bu
risk, b u b ö lü m d e d a h a so n ra açıklan dığı gibi, VKEV özel­ önceki atım a ait n orm al T dalgasının üzerine eklendiği
likle fibrilasyon o lu şu m u n a h a s s a s d ön em de, tam T d a l­ görülebilir. Bu durum p aro k sism al taşik aıd in in odağının
gasın ın b itişin d e, venlrikü ller cevap sız d ö n em d en çıkar­ atriy u m da old u ğu n u gösterir. Fakat P d algası n orm al o l­
ken m e y d an a geldiği takd irde büyüktür. m a d ığın a göre o dak sin ü s d ü ğ ü m ü n e yakın değildir.

Ventrikül Kaynaklı Ektopik Erken Kasılma Odağının A-V Düğüm Kaynaklı Paroksismal Taşikardi. Paroksi-
Vektörel Çözümlemesi. B ölü m 12’de vektörel ç ö zü m ­ m al taşikardi çoğu za m an A-V d ü ğ ü m kaynaklı o la ğ a n d ı­
lem en in kuralları anlatılm ıştır. Şekil 13-11'deki elektro- şı bir ritim e bağlıdır. Bu du ru m genellikle n orm al QRS-T
kardiy ogram a b u kuralları uygulayarak VKEV’in odağı k o m pleksin e n ed en olur, fakat P d a lg ası yoktur veya g iz ­
olan noktaya şu şekilde b ulab iliriz: Erken kasılm aların II. lidir.
ve III. deıiv asy o n lard ak i p otan siy ellerin in h er ikisinin de Birlikte supraven triküler taşikardi ad ın ı alan, atriyum
kuvvetle p o zitif o ld u ğ u n a dikkat ediniz. II. ve III. deri- veya A-V d ü ğü m kaynaklı p aro k sim al taşikardiler, g e n e l­
vasy oııların ek se n le rin e b u p o tan siy elleri işaretleyip, likle gen ç ve sağlıklı kişilerde m e y d an a gelir ve b u kişiler­
kalbin o rta la m a QRS vektörü için vektörel çözü m lem e de taşikardi eğilim i ergenlikten so n ra kaybolur. S u p ra ­
y ap arsak , b u erken k asılm an ın vektörün ün n egatif u c u ­ ventriküler taşikardi kişiyi genellikle çok korkutur ve n ö ­
n un (odak) kalbin ta b a n ın d a olduğun u, p ozitif ucunun bet sıra sın d a gü çsü z lü ğe n eden olabilir, fakat n öb etler
ise ap e k se doğru old u ğ u n u buluru z. Bu n edenle, kalbin n adiren kalıcı h asara n ed en olur.
b u erken k a sılm a s ır a sın d a dep o larize olan ilk kısm ı
ventriküllerin tab an ın a yakındır. D olayısıyla da b u rası V en trikü l Kaynaklı Paro ksism al Taşikardi
ektopik o d ağın yeridir.
Şekil 13-13’de tipik, kısa bir ventrikül kaymaklı taşikardi
n öb eti görülm ektedir. Ventrikül kaynaklı p a ro k sism a l ta-
şikardin in elektrokardiyogram ı, a rala rın d a h içb ir n o r­
P A R O K S İS M A L T A Ş İK A R D İ m al atım olm aksızın birbirini izleyen bir dizi ventrikül
kaynaklı erkenvuru gö rü n ü m ü n d ed ir.
Atriyum lar, P u ıkin je siste m i ve ventriküller dahil olm ak Ventrikül kaynaklı p a ro k sism a l taşikardin in genellikle
üzere, kalbin h erh an gi bir yerindeki bir bozukluk, kalple ciddi bir du ru m o lm asın ın iki n eden i vardır. Birincisi,
h er y ön e doğru yayılan hızlı, ritm ik uyarıların a te şle n ­ veııtriküllerde kayda d eğer bir iskem ik h a sa r olm ad ık ça
m e sin e n ed en olabilir. B u du ru m u n en sık n edeninin, genellikle bu tür taşikardi m e y d an a gelm ez. İkincisi,
bir b ö lge d e özden-tekrar- u y arılm alara (self-re-excitati- ventrikül kaynaklı taşikardi sıklıkla ö lü m cü l bir du ru m
on) yol açan y en iden -giriş yolları o ld u ğ u n a in an ılm ak ta­ olan ventrikül fib rilasyon u n a neden olur; çün kü bir s o n ­
dır. Ritm i hızlı old u ğu için, b u yeni o dak kalbin uyarı raki b ö lü m d e tartışılacağı gibi, ventrikül kasın ı h ızla ar-
o d ağı h alin e gelir. d a rd a uyarır.
"P aro k sism al" terim i an id e n b aşlay an ve birkaç s a n i­ B azen dijital zeh irlen m esi de ventrikül kaynaklı taşi-
ye, birkaç dakika, birkaç s a a t veya d a h a uzun süren n ö ­ kardilere n ed en olan h a s s a s o d ak lar oluşturur. D iğer
b etler h alin de, kalp hızın ın artm asın ı ifade eder. N ö b e t­ y an d an kalp kasın ın c e v ap sız d ö n em in i u z ata n ve u y a ­
ler b aşlad ık ları gibi an id e n so n bulur ve uyarı odağı rılm a eşiğini yükselten quinidin e, ventrikül kaynaklı ta-
an ın d a sin ü s d ü ğ ü m ü n e geri döner. şikardiye n eden olan h a s s a s n ok taları en gellem ek için
P aro ksism al taşikardi, çoğu za m an bir vagu s refleksi kullanılabilir.
b aşlatılarak durduru labilir. Bu a m a ç la ku llanılan ilginç
bir vagu s refleksi, gözlere ağrıya n eden olacak kadar b a ­
sın ç uy gulan dığı za m a n m e y d an a gelir. Karotid sin ü sle ­
re b a stırm a k d a b azen taşikardiyi durdurab ilecek kadar
VE N TR İK Ü L F İB R İL A S Y O N U
kuvvetli bir vagu s refleksi başlatab ilir. Çeşitli ilaçlar da
kullanılabilir. Sıklıkla k u llan ılan q u in idiııe ve lidoca-
Bütün kalp aritm ilerinin en ciddisi, a n ın d a tedavi e d il­
in e’in h er ikisi de, ak siyon p otasiy eli oluşurken kalp kası
m ediği takdirde h em en d a im a ölü m e n ed en olan v e n tri­
zarının so d y u m geçirgen liğin d e m e y d an a gelen norm al
kül fibrilasyonudur.
artışı baskılay arak , n ö b e te n ed en olan bölgen in ritmik
ateşlem elerin i keser.

Atriyum Kaynaklı Paroksism al Taşikardi

Şekil 13-12’deki elek tro k aıd iy o g ram ın o rta sın d a kalp


atım hızının an iden artarak dak ik ad a yaklaşık 95 atım dan
yaklaşık 150 atım a çıktığı görülm ektedir. Elektrokardi-
yogram dikkatle in celen diğinde, hızlı kalp atım ı nöbeti
sırasın d a, her QKS-T k o m pleksin den ön ce ters bir P d al­
gasın ın m ey d an a geldiği ve b u P dalgasın ın kısm en bir Ventrikül kaynaklı paroksismal taşikardi (III. derivasyon)
BÖLÜM 13 • Kardiyak Aritm iler ve E lektrokardiyografi Yorumu 139

Ventrikül fıbrilasyonu, ventrikiil kası kitlesi içinde teh­ uyarılırsa, uyarı, saat 1 2 noktasına geri dönımceye kadar
likeli bir şekilde dolaşan kalp uyarılarının, ventrikül kası­ çember etrafında ilerleyecektir. İlk uyarılan kas lifleri ha­
nın önce bir bölümünü, daha sonra bir başka bölümünü la cevapsız dönemde iseler, cevapsız kas ikinci bir uyarı­
ve daha sonra bir başkasını uyararak sonunda kendi yı iletmeyeceği için uyarı sönecektir. Bu uyarının çember
kendilerini geri beslemeleri ve aynı ventrikül kasını tek­ etrafında harekete devam etmesine, yani uyarının daha
rar tekrar durmadan yeniden uyarmalarına bağlıdır. Bu önce uyarılmış kasa yeniden-girmesine neden olabile­
gerçekleştiği zaman ventrikül kasının pek çok küçük bö­ cek üç değişik durum vardır.
lümü aynı anda kasılacak, eş miktarda pek çok bölümü Birincisi, eğer çemberin etrafındaki yol uzunsa, uyarı
de gevşeyecektir. Bu nedenle ventrikül kası asla kalbin saat 1 2 noktasına geri dönünceye kadar, ilk uyarılan kas
normal pompalama döngüsünün gerektirdiği gibi toplu cevapsız dönemden çıkacak ve uyarı halka etrafında tek­
halde ve uyumlu olarak kasılmayacaktır. Dolayısıyla çok rar tekrar dönmeye devam edecektir.
sayıda uyarı sinyalinin ventriküller boyunca hareket et­ İkincisi, yolun uzunluğu sabit kalıp, iletinin hızı yete­
mesine rağmen ventrikül boşlukları ne genişler ne de rince yavaşlarsa, uyan saat 1 2 noktasına geri dönünceye
küçülür, fakat hiç kan pompalamadan veya önemsiz kadar uzun zaman geçecektir. Bu sırada, ilk uyarılan kas
miktarlarda kan pompalayarak kısmen kasılı belirsiz bir cevapsız dönemden çıkabilecek ve uyaı ı çember etrafın­
evrede kalırlar. Dolayısıyla fibrilasyon başladıktan sonra da tekrar tekrar dönmeye devam edebilecektir.
beyin kan akımının durmasına bağlı olarak, 4-5 saniye Üçtincüsü, kasın cevapsız dönemi büyük ölçüde kısa­
içinde bilinç kaybı olur, birkaç dakika içinde de vücudun labilir. Uyarı bu durumda da halka etrafında tekrar tek­
tüm dokularında geri dönüşümü olmayan ölüm başlar. rar dönebilecektir.
Pek çok etken ventrikül fibrilasyonunu başlatabilir; bir Bu olayların hepsi, insan kalbinin değişik patolojik
saniye önce normal bir kalp atımı gerçekleşmişken bir durumlarında meydana gelir. Bu durumlar şunlardır:
saniye sonra ventriküller fibrile olurlar. Fibrilasyonu (1) Yolun uzaması tipik olarak dilate kalplerde meyda­
başlatabilecek en önemli nedenler ( 1 ) kalbin ani elektrik na gelir. (2) İleti hızının azalması çoğu zaman Purkinje
şokuna maruz kalması ve (2 ) kalp kasının ya da özelleş­ sisteminde blok meydana gelmesine, kas iskemisine,
miş ileti sisteminin veya her ikisinin iskemisidir. yüksek kan potasyum düzeylerine veya pekçok diğer
etkene bağlıdır. (3) Cevapsız dönemin kısalması ço­
ğunlukla epinefrin gibi çeşitli ilaçlara bağlı olarak veya
tekrarlayan elektrik uyarılardan sonra meydana gelir.
Y e n id en -G iriş O layı-V entrikül Fibrilasyonu- Yeniden giriş, pekçok kalp rahatsızlığında anormal ka­
nun N ed en i O larak “Ç em ber H a re k e tle ri” sılma biçimlerine veya sinüs düğümünün hız belirleyi­
ci etkisini engelleyen anormal kalp ritimlerine neden
Normal bir kalp uyarısı ventriküllcrin tamamına yayıl­ olabilir.
dıktan sonra gidecek bir yeri kalmaz, çünkü bu anda bü­
tün ventrikül kası cevapsız dönemdedir ve uyarıyı artık Fibrilasyonun Zincirlem e Tepkim e Mekanizması
iletemez. Dolayısıyla bu uyarı söner ve kalp sinüs düğü­
münden doğacak yeni bir aksiyon potansiyelini bekle­ Ventrikül fibrilasyonunda, kalp kasında aynı anda farklı
meye başlar. yönlere doğru yayılan pekçok ayrı ve küçük kasılma dal­
Bazı durumlarda olaylar bu normal sıralama ile ger­ gası görürüz. Fibrilasyonun yeniden-giren uyarıları, Şe­
çekleşmez. Bu nedenle yeııiden-girişe neden olup, vent­ kil 13-14’te görüldüğü gibi bir halka etrafında hareket
rikül fıbrilasyonunun çember hareketlerini başlatabilen eden bir tek uyartıdan ibaret değildir; zincir tepkimesi
durumları daha detaylı olarak inceleyelim. görünümünde bir dizi dalga haline gelmişlerdir. Fibrilas-
Şekil 13-14’te halka biçiminde kesilmiş birkaç küçük yondaki bu olayı açıklamanın en iyi yollarından biri, 60
kalp kası şeridi görülmektedir. Böyle bir şerit saat 12 devirli alternatif elektrik akımının neden olduğu elektrik
noktasında uyarının tek yönde hareket edeceği şekilde şokunun fibrilasyonu nasıl başlattığını anlatmaktır.

60 Devirli Alternatif Akıma Bağlı Fibrilasyon. Şekil


Normal yol 13-15’teki kalp A’nın ventrikiillerinin merkezi bir noktası­
na, uyarıcı bir elektrot aracılığı ile 60 devirli bir elektrik
uyarısı uygulanmıştır. Elektrik uyarının birinci deviri bir
depolarizasyon dalgasının bütün yönlerde yayılmasına
neden olarak, elektrot altındaki kasın tamamını cevapsız
döneme sokar. Yaklaşık 0.25 saniye sonra, bu kasın bir
kısmı cevapsız dönemden çıkmaya başlar. Kasın bazı bö­
lümleri, diğer bölümlerden önce cevapsız dönemden çı­
Tamamen
cevapsız
kar. Olayların bu durumu kalp A üzerinde, uyarılabilir
kalp kasını temsil eden daha açık renk alanlar ve hala ce­
vapsız olan kası temsil eden koyu renk alanlar ile gösteril­
Tamamen miştir. Elektrottan gelen yeni uyarılar, şimdi uyarıların
cevapsız
Göreceli olarak her yönde değil fakat kalp boyunca yalnızca belirli yön­
cevapsız lerde hareket etmesine neden olabilirler. Kalp A’daki bazı
uyarılar, kısa bir mesafe ilerledikten sonra kalbin cevap­
sız alanlarına ulaşır ve kesintiye uğrarlar. Diğer uyarılar
Uzun yol ise, cevapsız alanların arasından geçerek, kasın uyarılabi-
lir bölgelerinde harekete devam ederler. Bu anda, hepsi
aynı anda meydana gelen ve fibrilasyon durumu ile so­
Ş E K İL 13 - 14 nuçlanan birkaç olay hızla, peşpeşe ortaya çıkar.
Kısa yolda uyarının söndüğünü, uzun yolda ise sürekli iletil­ Birincisi, uyarıların bazı yönlerde kesintiye uğrarken di­
diğini gösteren çember hareketi. ğer yönlerde başarıyla iletilmesi, yeniden-giren sinyallerin
140 ÜNİTE III • Kalp

çekte, bu h a ssa s d ö n e m d e u y gu lan acak bir tek elektrik


Uyarı
şoku bile çoğu zam an , kalbin cev ap sız alan ları etrafın da
noktası
tek y ön de yayılan tu h af biçim li uyarıların m e y d an a g e l­
m e sin e ve dolayısıyla d a fibrilasyon un b a şla m a sın a n e ­
den olabilir.

Ventrikül Fibrilasyonunda E lektrokardiyogram

Ventrikül fib rilasyon un u n elektrok ardiy ogram ı Şekil 13-


16’d a gö rü ld ü ğ ü gibi k arm aşık tır ve h içb ir türden d ü ­
zenli bir ritm i yoktur. Ventrikül fib rila sy o n u n u n erken
evrelerinde n isb e ten d ah a b ü y ü k kas kitleleri aynı a n d a
kasılır ve elektrok ardiy ogram da kab a, d ü z e n siz d a lg a la ­
Sönen ra n ed en olurlar. Yalnızca birkaç san iy e so n ra ventrikiil-
uyarılar lerin k a b a k asılm aları k aybolu r ve elektrok ardiy ogram
d ü şü k voltajlı ve so n d erece d ü z e n siz d a lg ala r çizm ey e
başlar. Ventrikül fib rilasyon u n u n tek rarlay an b ir elekt-
Ş E K İL 13 • 15
rokardiyografik şekli yoktur. Yalnızca, elektrik p o ta n s i­
A, Cevapsız kas alanlarının bulunduğu bir kalpte fibrilasyonun
yellerde sürekli olarak ani değişiklikler m e y d a n a gelir.
başlaması; B. Fbrilasyon yaratan uyarıların fıbrilasyoııdaki ven-
trikülde sürekli iletilmesi. Ç ünkü kalptek i ak ım lar ö n ce bir y ö n d e , d a h a so n ra ise
bir b a şk a y ön de h arek et eder, belli bir d ö n g ü y ü n adiren
tekrarlarlar.
E lektrokardiyogram daki d algaların voltajı, ventrikül
fib rilasyon u ilk b aşlad ığı za m a n yaklaşık 0.5 m ilivolttur,
m ey d an a gelm esi için gereken koşullardan birini sağlar. fakat o k ad ar hızlı zayıflar ki, 20 ila 30 san iy e so n ra g e n e l­
Yani, bazı depolarizasyon dalgalarının kalp etrafında yal­ likle sa d c c e 0.2 ile 0.3 nıilivolt olur. Ventrikül fib rilasyon u
nız bir yönde iletilmesine n ed en olur. b aşlad ık tan 10 dakika veya d a h a uzun b ir sü re so n ra, 0.1
İkincisi, kalbin h ızla uyarılm ası, kalp k a sın d a her ikisi nıilivolt gibi çok dü şü k voltajlar veya d a h a azı k ay d e d ile ­
de ç e m b e r h areketini h azırlayan iki değişikliğe n eden bilir. D ah a ön ce de belirtildiği üzere, k a lb e a n ın d a elekt­
olur: (1) K alp te ileti hızının yavaşlaması uyarılara kalp ro şo k verilm esi gibi etkili bir tedavi ile du rd u ru lm ad ığı
e trafın d a h arek et etm eleri için d a h a u zun süre sağlar. (2) takdirde ventrikül fibrilasyon u ölü m cü ldü r. E lektroşok
K asın ce v ap sız d ön em i kısalır. Bu da uyarının d a h a ön ce bir son raki b ö lü m d e anlatılm ıştır.
u y arılm ış kalp k asın a n o rm ald e n çok d a h a k ısa bir süre
iç erisin d e y en id en -girm esin i sağlar.
Ventriküllerin Elektroşok İle D efibrilasyonu
Ü ç ü n c ü sü fib rilasy o n u n en ön em li özelliklerin d en
biri, k alp A’d a g ö ste rild iği gibi, uyarıların bölünmesidir.
Z ay ıf bir altern an ak ım ven trik ü lleri d a im a fib r ila sy o ­
Bir d e p o la riz a sy o n d a lg ası kalbin c e v ap sız b ir ala n ın a
n a so k s a da, v e n tıik ü lle rd e n k ısa b ir sü re için ge çirile n
u laştığ ı z a m a n , b u alan ın her iki y an ın d a n d o la n ara k
kuvvetli bir elektrik akım ı, ven trik ü l k a sın ın ta m a m ın ı
ilerler. B ö y lece bir tek u y arıd an iki uyarı m e y d an a gelir.
aynı a n d a c e v a p sız d ö n e m e so k a ra k fib r ila s y o n u d u r ­
D iğer bir c e v a p sız a la n a ulaştık ları z a m a n b u n ların h eı -
d u rab ilir. Bu a m a ç la k alb in iki y a n ın a y e rle ştirile n
biri de b ö lü n e re k iki yeni uyarı; d a h a o luştururlar. Bu
ele k tro tlard an y oğu n bir ak ım geçirilir. Akım ven trikül
şek ild e, aynı a n d a p e k ço k y ön d e h areket ed en p e k ço k
liflerin in ç o ğ u n a u la şa ra k v e n trik ü lle rin b ü tü n b ö ­
k ü çü k d e p o la riz a sy o n d a lg ası m e y d a n a gelen e k ad ar
lü m lerin i aynı a n d a u y arır vc c e v a p sız h ale getirir. B ü ­
zincirleme bir tepkime ile, kalp te sürekli o larak p e k ço k tün u y arılar d u ru r ve k alp 3 ila 5 sa n iy e s e s s iz kalır,
yeni d a lg a oluşur. D ah ası b u düzensiz uyarı hareketinin
b u n d a n so n ra gen ellikle s in ü s d ü ğ ü m ü n d e n gelen
uyanların bir çember çizerek hareket etmesine neden ol­ u y arılarla y e n id e n a tm a y a b aşlar. F a k a t v en trik ü lleri
ması ileti yolunu oldukça uzatır, ki bu da fibrilasyonu fib rila sy o n a so k m u ş olan y e n id e n - g iıiş o d a ğ ı ç o ğ u z a ­
devam ettiren durumlardan biridir. K alp te aynı z a m a n ­ m a n varlığın ı sü rd ü rü r. Bu d a fib r ila sy o n u d e rh al y e ­
d a sürekli o la rak d ü z e n siz yerleşim li ce v a p sız ala n lar da
n id e n b aşlatab ilir.
olu şu r.
Elektrotlar kalbin iki y an m a d o ğ ru d an y erleştirildiğin ­
K ısır bir dö n g ü n ü n b aşlad ığın ı kolaylıkla görebiliriz:
de, 0.1 san iy e süreyle uygulan an 110 voltluk 60 devirli a l­
D a h a fazla uyarı m e y d an a gelir, b u n lar d a h a fazla c e v a p ­
tern atif akım ile veya birkaç 1/1000 san iy e süreyle u y gu ­
sız k as alan ların a, cev ap sız alan lar ise uyarıların d ah a
lan an 1000 voltluk doğru akım ile genellikle fib rilasyon
çok b ö lü n m e sin e n ed en olurlar. D olayısıyla, kalp kasının
durdurulabilir. Elektrotlar Şekil 13-17’de gö rü ld ü ğü gibi
h erh an gi bir alan ı c e v ap sız d ö n e m d e n çıkar çıkm az, bu
gö ğü s duvarın a yerleştirildiği za m an , büy ük bir elektrik
a la n a y e n id eıı-giıecek bir uyarı çoktan hazırdır.
k a p a sitö r birkaç bin volta k ad ar yüklen dikten so n ra ka-
Şekil 13-15’teki kalp B, fibrilasyon un so n evresini g ö s ­
pasitö riin elektrotlardan ve k alpten b irk aç 1/1000 san iy e
term ektedir. B u rad a h er yünde hareket eden pekçok
uyarı görülebilir. Bunların bazıları b ölün erek uyarı sa y ı­
sını arttırır, b azıları d a cevap sız alan lard a söner.

Ventrikül Fibrilasyonunun Oluşması İçin Hassas Dö­


nem. Kalp d ö n g ü sü sırasın d a kalp k asın d a aynı an d a
h em c e v ap sız d ö n e m d e olan hem de o lm ayan alanların
b u lu n ab ild iği za m an , tam kalbin bir önceki kalp d ö n g ü ­
sü n d e n çık m ak ta o ld u ğ u an dır - yani kalp kasılmasının
tam sonudur. D olayısıyla dön gü n ü n bu a n m a ventriklil- Ş E K İL 13- 16
leı in fib rilasyon a hassas oldukları dönem adı verilir. G er­
V en trik ü l fib rila sy o n u (II. d e riv a sy o n ).
BÖLÜM 13 • Kardiyak Aritm iler ve E lektrokardiyografi Yorumu 141

Birkaç milisaniye için


birkaç bin volt

Atriyum Atriyum
flatteri fibrilasyonu

Ş E K İL 13 - 18
Atriyum fibrilasyonu ve atriyum Halterinde uyarıların yollan.

Ş E K İL 13- 17 boşalmasını engelleyen kalp kapağı hasarlarına veya atri-


yumlarda aşırı miktarda kan birikmesine neden olan vent­
Ventrikül fibrilasyonunun durdurulması için göğiise elektrik
rikül yetmezliğine bağlıdır. Atriyum duvarlarının dilate ol­
akımı uygulanması.
ması ileti yolunun uzamasına ve yavaş iletiye neden olur.
Bunların her ikisi de atriyum fibrilasyonunu hazırlar.

içerisinde geçecek şekilde boşalması sağlanır. Laboratu- Atriyumlarm Atriyum Fibrilasyonu Sırasındaki Pom­
varımızda anestezi altındaki bir köpeğin kalbi göğüs du­ palama Özellikleri. Ventrikiillerin ventrikül fibrilasyo­
varı üzerinden 130 kez defıbrile edilmiş ve köpek mü­ nu sırasında kan pompalamamaları ile aynı nedenler­
kemmelen normal durumda kalmıştır. den dolayı atriyuıular da atriyum fibrilasyonu sırasında
kan pompalamazlar. Dolayısıyla atriyumlar ventriküller
için hazırlayıcı pompalar olarak işe yaramaz hale gelir­
Defibrilasyona Yardım Am acıyla Kalbin Elle
ler. Bu durumda bile kan pasif olarak atriyumlaıdan ge­
Pompalanması (K ardiyopulm oner Resusitasyon) çip ventrikülleıe akar ve ventrikül pompasının etkinliği
yalnızca yüzde 20 ila 30 oranında azalır. Dolayısıyla,
Kalp, fibrilasyon başladıktan sonra 1 dakika içinde defib- ventrikül fibrilasyonunun ölümcül olmasına karşın, atri­
rile edilmediği takdirde, sadece defibrilasyon ile yeniden yum fibrilasyonu olan bir kişi kalbin pompalama etkinli­
canlanamayacak kadar zayıf düşer, çünkü koroner kan ğinin genelde azalmış olmasına rağmen aylarca ve hatta
akımı ile beslenemez. Fakat kalbi önce el ile pompalayıp yıllarca yaşayabilir.
(aralıklı sıkıştırma) daha sonra defıbrile ederek hayata
döndürmek mümkündür. Bu şekilde aortaya küçük mik­ Atriyum Fibrilasyonunda Elektrokardiyogram. Atriyum
tarlarda kan gönderilerek koroner kan akımı başlatılabi­ fibrilasyonımdaki elektrokardiyogram Şekil 13-19’da gö­
lir. Çoğunlukla birkaç dakika sonra elektrik defibrilasyon rülmektedir. Atriyum fibrilasyonu sırasında pekçok kü­
mümkün olur. Gerçekten de bazı fibıile olmuş kalpler, çük depolarizasyon dalgası bütün yönlerde atriyumlara
başarıyla defıbrile edilmeden önce, 90 dakika kadar yayılır. Dalgalar zayıf olduğu ve belirli bir anda pekçoğu
uzun bir süre elle pompalanmışlır. zıt polaritede olduğu için genellikle birbirlerini neredey­
Göğüs kafesini açmaksızın kalbi pompalamanın bir se tamamen nötralize ederler. Dolayısıyla elektrokardi-
yöntemi yapay solunum ile birlikte göğüs duvarına aralık­ yogramda ya hiç P dalgası görülemez, ya da ince, yüksek
lı olarak ve kuvvetli hamlelerle basınç uygulamaktır. Buna frekanslı, çok düşük voltajlı dalgalar içeren bir kayıt yapı­
kardiyopulmoner resusitasyon veya basitçe CPR denilir. lır. Diğer yandan venlriktillerde herhangi bir patoloji ol­
Beyine 5 ila 8 dakikadan daha uzun süre kan akımı olma­ madığı takdirde QRS-T komplekleri normaldir, fakat aşa­
ması, genellikle kalıcı zihinsel bozukluklara ve halta beynin ğıda belirtilen nedenlerle zamanlamaları düzensizdir.
haraplanmasma neden olur. Kalp hayata döndürülse bile,
kişi beyin hasarının etkilerine bağlı olarak ölebilir veya ya- Atriyum Fibrilasyonu Sırasında Ventriküler Ritmik
şasa bile kalıcı zihinsel bozukluk meydana gelebilir. Düzensizliği. Atriyumlar fibrilasyonda iken, uyarılar at­
riyum kasından A-V düğüme hızlı fakat aynı zamanda
düzensiz olarak ulaşırlar. A-V düğüm bir uyarıdan sonra
0.35 saniye geçmeden ikinci bir uyarıyı geçirmeyeceği
A T R İY U M F İB R İL A S Y O N U için, iki ventrikül kasılması arasında en azından 0.35 sa­
niye olmalıdır. Buna ek olarak, düzensiz fîbrilatuar uya­
rılardan birinin A-V düğüme ulaşması için de 0 ila 0.6 sa­
A-V demet bağlantısı dışında, atriyumun kas kitlesi ile
niye arasında değişen bir süreye gerek vardır. Bu neden -
ventrikülün kas kitlesinin birbirlerinden yalıtkan bir fib-
röz doku ile ayrıldıklarını hatırlayınız. Dolayısıyla venlri-
kül fibrilasyonu çoğu zaman atriyum fibrilasyonu ol­
maksızın gerçekleşir. Benzer şekilde, atriyum fibrilasyo­
nu da çoğu zaman ventrikül fibrilasyonu olmaksızın ger­
çekleşir. Bu durum Şekil 13-18'in sağında gösterilmiştir.
Olayın ventrikül kitlesi yerine sadece atriyum kası kitle­
sinde meydana gelmesi dışında, atriyum fibrilasyonunun
işleyişi ventrikül fibrilasyonununki ile aynıdır. Atriyum fib­
rilasyonunun sık rastlanan bir nedeni atriyumun genişle­
mesidir. Genişleme, atriyumlarm venlriküllere yeterince A triyum fib rila sy o n u (I. d e riv a sy o n )
142 ÜNİTE III • Kalp

le ardışık iki ventrikül kasılması arasındaki süre cn az


yaklaşık 0.35 saniye ile en fazla yaklaşık 0.95 saniye ara­
sında değişir. Bu da oldukça düzensiz kalp atımlarına
neden olur. Gerçekte bu düzensizlik Şekil 13-19'daki
elektıokardiyogramda değişken aralıklardaki kalp atım­
larıyla gösterildiği gibi, durumun teşhisinde kullanılan
klinik bulgulardan biridir. Ayrıca atriyumlardaki fibıila-
tuar uyarıların hızı yüksek olduğu için, ventrikiillerin hı­ Atriyum flatteri 2:1 ve 3:1 riUni (1. derivasyon).
zı da yüksek olup genellikle dakikada 125 ile 150 atım
arasındadır.

Atriyum Fibrilasyonunun Elektroşokla Tedavisi. Atriyum flatterinin tipik eleklrokardiyogramı Şekil 13-
Ventrikül fibrilasyonu elektroşok yolu ile normal ritme 20’de görülmektedir. Kas kitleleri yarı uyumlu kasıldıkla­
geri döndürülebileceği gibi, atriyum fibrilasyonu da rı için P dalgaları kuvvetlidir. Fakat kayıtta yalnızca atri-
elektroşokla döndürülebilir. Yöntem ventrikiilün dön­ yumların her iki veya üç atımından sonra bir P dalgasını
dürülmesi ile tamamen aynı olup -bir tek kuvvetli bir QRS-T kompleksi izlediğine ve 2:1 ve 3:1 ritminin
elektrik şokunun atriyumlardan geçirilmesi- kalbin oluştuğuna dikkat ediniz.
tamamı birkaç saniye için cevapsız döneme sokulur.
Eğer kalp bunun için yeterli ise genellikle normal bir
ritim başlar.
KALP D U R M A S I
A triyum F latteri
Kalbin ritim ve ileti sisteminin son ciddi bozukluğu kal­
Atriyum flatteri, çember hareketinin atriyumlarda neden bin durmasıdır. Bu, kalbin bütün ritmik uyarılarının son
olduğu diğer bir durumdur. Atriyum fibıilasyonundan bulmasına, yani kendiliğinden oluşan hiçbir ritmin kal­
farkı, elektrik sinyalin bir tek büyük dalga halinde ve da­ mamasına bağlıdır.
ima tek yönde atriyumun kas kitlesi etrafında tekrar tek­ Kalp durması, özellikle derin anestezi sırasında hasta­
rar hareket etmesidir. Şekil 13-18’in solunda gösterildiği ların yetersiz solunum nedeniyle ciddi hipoksiye girme­
gibi bu dalga genellikle, superiyor ve inferiyor vena kava- lerine bağlı olarak meydana gelir. Hipoksi kas liflerinin
larm açıklıkları etrafında yukarı, aşağı ve tekrar yukarı ve ileti liflerinin, zarlarının iki yanındaki normal elektro­
doğru hareket eder. lit yoğunluk farklarını korumalarını engeller. Bu da lifle­
Atriyum flattleri atriyumların genellikle dakikada 200 rin uyarılabilirliğiııi, kendiliğinden oluşan ıitmikliği yok
ile 350 atım arasındaki yüksek bir hızla kasılmalarına ne­ edecek kadar etkileyebilir.
den olur. Fakat atriyumların bir tarafı kasılırken diğer ta­ Çoğu kalp durması durumunda normal bir kalp ritmi­
rafı gevşediği için atriyumların pompaladığı kanın mik­ nin yeniden sağlanması için kardiyopulmoner resusitas-
tarı düşüktür. Dahası, sinyaller A-V düğüme hepsinin ge­ yon oldukça başarılıdır. Bazı hastalarda ağır bir ıniyo-
çemeyeceği kadar hızlı ulaşırlar. Çünkü A-V düğümün ve kard hastalığı kalıcı veya yarı kalıcı kalp durmasına ne­
A-V demetin cevapsız dönemi atriyum sinyallerinin yal­ den olarak, ani ölüme yol açabilir. Çoğu vakada implan-
nızca bir kısmını geçirecek kadar uzundur. Dolayısıyla te edilmiş elektronik bir uyarı odağından sağlanan rit­
ventrikiillerin lıerbir atımına karşılık atriyumlarda iki ve­ mik elektrik uyarılar hastaları yıllarca hayatta tutmak
ya üç atım gerçekleşir. için başarıyla kullanılmıştır.

REFERANSLAR

A sh cro ft F M : Ion Channels & D isease. O r­ vascular surgery. J Am Coll Surg 1 82:530, M cC u lley M E , Bennett R L : S T segm ent m oni­
lando: A cad em ic Press, 1998. 1996. toring in the pediatric IC U : detecting m yo­
Cliou T C : Electrocardiography in C linical G illis A M : T h e current status o f the implanta­ cardial isch em ia in children. C rit C are
P ractice. Philadelphia: W B Saunders Co, b le cardioverter defibrillator. Annu Rev Nurse 1 7 :8 1 , 1997.
1991. M ed 4 7 :8 5 , 1996. M ulcahy D: Continuous electrocardiographic
C ollin s L J : T h e ro le o f hormone replacement G uyton A C , C row ell JW : A stereovectorcar- m onitoring. B r J Hosp M ed 5 7 :3 6 , 1997.
therapy in the primary’ and secondary pre­ diograph. J Lab C lin Med 4 0 :7 2 6 , 1952. O bcid A l: Echocard iography in C lin ical Prac­
vention o f coronary artery' disease. E d u ca­ Ja life J: B a s ic Cardiac Electrophysiology for tice. Philadelphia: J B Lippincott, 1992.
tional H ighlights newsletter. A m erican C o l­ the C lin ician . A rm onk, N Y : Futura Publish­ Pallotta B S , W agon er P K : V oltage-dependent
lege o f C ardiology 1 3:1, 1998. ers, 1998. potassium channels sin ce Hodgkin and
C ox J L , Sundt T M III: T h e surgical m anage­ Josephson M E : C linical Cardiac Electrophysi­ Huxley. P hysiol R ev 7 2 :(S u p p l):S 4 9 ,
m ent o f atrial fibrillation. Annu R ev Med ology. Baltim ore: W illiam s & W ilkins, 1 9 9 2 .'
4 8 :5 1 1 , 1997. 1993. Suraw icz B : Electro p h ysiologic B a sis o f EC G
Falk R H , Podrid P J: Atrial Fibrillation: M ech a­ K astor, JA : Arrhythm ias. Philadelphia: W B and C ard iac A rrhythm ias. Baltim ore: W il­
nism s and M anagem ent. New Y ork: Raven Saunders C o, 1994. liam s & W ilk in s, 1995.
Press, 1992. K eating M T : T h e long Q T syndrome: a review van W ijngaard en W J, Ja m es D K , Sym onds
Feinstem N, M cC artney P: Fetal Heart M on i­ o f recent m olecular genetic and physiologic E M : T h e fetal electrocardiogram . Baillieres
toring. Dubuque, IA : Kendall/Hunt Publish­ d iscoveries. M edicine 7 5 :1 , 1996. C lin Obstet G yn aecol 1 0 :2 7 3 , 1996.
ers, 1997. L iberthson R R : Sudden death from cardiac W agner G S : M arriott’s Practical E lectrocard i­
Fu ster V : Syndrom es o f A therosclerosis. A r- causes in children and young adults. N ography. Baltim ore: W illia m s & W ilkins,
m onk, N Y : Futura Publishing Co, 1996. Engl J M ed 3 3 4 :1 0 3 9 , 1996. 1994.
G annedahl PE, Edner M , Ljungqvist OH: Lynch C III: C ardiac Electrophysiology: Peri­ W alker M JA , Pugsley M K : M ethods in C ar­
Com puterized vectorcardiography for im ­ operative Considerations. Philadelphia: JB diac Electro -p h ysiology. B o c a Raton: CRC
proved perioperative cardiac monitoring in Lippincott, 1994. Press, 1998.
ÜNİTE
Dolaşım

14
D o la şım S iste m i; Basınç, A kım ve D ire n cin T ıb b i Fizik P re nsiple ri

15
D a m a rla rın G e rile b ilm e Y e te n e ğ i ve A rte ry e l ve V enöz S iste m le rin
F o n ksiyo n la rı

16
M ik ro d o la ş ım ve L e n fa tik sistem ; K a p ille r Sıvı D e ğ iş im i, İn te rstisye l
Sıvı ve Lenfa A kım ı

17
Kan A kım ın ın D o k u la r T arafından Lokal K o n tro lü ve H o rm o n a l
D ü z e n le m e

18
D o la şım ın Sinirsel D ü z e n le n m e si ve A rte ry e l Basıncın Hızlı K o n tro lü

19
A rte ry e l Basıncın U zun-S üreli D ü ze n le n m e si ve H ip e rta n s iy o n d a
B ö b re k le rin Baskın ro lü ; Basınç K o n tro lü n d e B ü tü n le ş tiric i S istem

20
K alp D e b is i, V enöz D ö n ü ş ve D ü ze n le n m e si

21
E gze rsizde Kas Kan A kım ı ve K ardiyak D e b i; K o ro n e r D o la şım ve
İskem ik K alp H astalığı

22
K alp Y e te rsizliğ i

23
K alp se sleri; V a lv ü le r ve K o n je n ita l K alp D e fe k tle rin İn D in a m iğ i

24
D o la şım Şoku ve T e d a visin in Fizyolojisi
Dolaşım Sistemi; Basınç, Akım ve
Direncin Tıbbi Fiziği

Dolaşım sistem inin görevi, besinleri dokulara taşı­ kapillerlere geçen kan akımını büyük ölçüde değiş­
mak, artık maddeleri dokulardan uzaklaştırmak, tirebilirler.
hormonları vücudun bir bölümünden diğerine ta­ Kapillerlerin görevi sıvı, besin maddeleri, elekt­
şımak ve genel olarak tüm hücrelerin optimal işlev rolitler, hormonlar ve diğer maddelerin kan ile in-
görebilmesi ve yaşayabilmesi için tüm doku sıvıla­ terstisyel sıvı arasında değişimini sağlamaktır. Bu
rında uygun çevreyi korumak, böylece dokuların göreve uygun olarak, kapiller çeperi çok incedir ve
gereksinimini karşılamaktır. çok sayıdaki kapiller p orlar su ve küçük moleküllü
Bazen, kan akımının dokuların ihtiyacına göre maddelere geçirgendir.
nasıl kontrol edildiğini ve dolaşımdaki kanı damar­ Venüller, kapillerleıden gelen kanı toplarlar. Biı-
larda ilerletmek için gerekli kalp debisi ve arteryel leşerek daha büyük venleıi oluştururlar.
basıncı sağlamak üzere kalp ve dolaşım sisteminin Veııler dokulardan kalbe dönen kan için taşıma
nasıl kontrol edildiğini anlamak zordur. Kan h ac­ kanalları olarak görev yaparlar, fakat bir başka
mini kontrol eden m ekanizm alar nelerdir, dolaşım önemli fonksiyonları da büyük bir kan deposu ola­
sistem inin diğer fonksiyonları ile ilişkisi nedir? rak hizmet görmektir. Venöz sistemdeki basınç çok
Bunlar, aşağıdaki dolaşım sistemi konularında ce­ düşük olduğu için, ven çeperleri incedir. Yine de
vap vermeyi amaçladığımız sorulardan bazılarıdır. kas içerirler, kaslar venlerin daralm asına ya da gev­
şem esine izin verir, böylece vücudun gereksinimi­
ne göre az ya da çok miktarda kan depolayan, kont­
rol edilebilir bir depo olarak çalışırlar.
DOLAŞIMIN FİZİKSEL
Dolaşım Sisteminin Değişik Bölümlerinde Kan
KARAKTERİSTİKLERİ
Hacimleri. Dolaşımdaki kanın en büyük bölümü,
sistemik venlerde bulunur. Şekil 14-1 vücuttaki tüm
Dolaşım sistemi, Şekil 14-1’de gösterildiği gibi, sis­
kanın % 84‘ünün sistemik dolaşımda, %16'sının ise
tem ik dolaşım ve pıılm oner dolaşım olmak üzere
Akciğer ve kalpte bulunduğunu gösteriyor. Sistemik
iki bölüm de incelenir. Sistemik dolaşım akciğerler
dolaşımında bulunan % 84’ün % 64’ii venlerde, %
dışındaki bütün vücut dokularının kan ihtiyacını
13’ü arterlerde, % 7 ’si sistemik arteriyol ve kapiller-
karşıladığı için, bilyük dolaşım ya da periferik d o la ­
lerde bulunur. Tüm kanın yüzde yedisi kalbde, yüz­
şım diye de bilinir.
de dokuzu pulmoner damarlarda bulunur.
Vücuttaki her dokunun damar sistemi birtakım
En şaşırtıcı olanı, sistem ik dolaşım kapillerle-
farklı özellikler göstermekle birlikte, damarların
rinde çok az miktarda kan bulunm asıdır. Yine de
fonksiyonları ile ilgili bazı genel prensipler siste­
sistem ik dolaşım ın en önem li fonksiyonu, m ad ­
min bütün bölümlerine uygulanabilir. Bu bölümün
delerin kan ile dokular arasında iki yönde difüz-
amacı bu genel prensipleri tartışmaktır.
yonu, burada gerçekleşm ektedir. Çok önem li
olan bu fonksiyon, ayrıntılı olarak Bölüm 16’da
Dolaşım Sisteminin Fonksiyonel Bölümleri. Do­
tartışılacaktır.
laşım sistemi fonksiyonlarının ayrıntılarını tartış­
madan önce her bir bölüm ün rolünün anlaşılması
Enine Kesit Alanları ve Kan Akımının Hızı.Aynı
önemlidir.
tipteki sistem ik damarların yanyana konulduğu
Arterlerin fonksiyonu, kanı dokulara yüksek b a ­
düşünülürse, bunların yaklaşık enine kesit alanlar
sınç altında taşımaktır. Bu nedenle arterler, güçlü
şöyle olacaktır:
bir damar çeperine sahiptirler ve kan arterlerde
hızlı akar. Damar cm2
Arteriyoller, arteriyel sistem in son küçük dalları­ Aorta 2.5
dır ve içinden kanın kapillerlere gönderildiği kont­ Küçük arterler 20
rol ka p a k la n olarak görev yaparlar. Arteriyoller, aı - Arteriyoller 40
teriyolü tam amen kapayabilen ya da birkaç kat ge­ Kapillerler 2500
Venüller 250
nişlem esine izin veren güçlü kas tabakası ile sarıl­ Küçük veııler 80
mıştır. Böylece dokuların ihtiyacına cevap olarak Vena kavalar 8

144
BÖLÜM 14 • Dolaşım Sistemi; Basınç, Akım ve Direncin Tıbbi Fiziği 145

kada aynı miktarda kan aktığına göre, kan akım h ı­


zı, enine kesit alanı üe ters orantılıdır. Böylece, din-
lenim esnasında hız, aoı tada 33 cm/sn, fakat kapil-
lerde bunun 1/1000 kadarı, ya da yaklaşık 0.3
mm/saniyedir. Bununla beraber, kapillerlerin
uzunlukları sadece 0.3 -1 mm kadar olduğundan,
Aorta
kan kapillerleıde sadece 1 ile 3 saniye kadar kalır.
Vena kava Kapiller çeperi boyunca gerçekleşen bütün difüz-
superiyor yonun bu olağanüstü kısa zaman parçasında ta ­
Kalp - %7 mamlanması, şaşırtıcı bir gerçektir.

Dolaşım Sisteminin Çeşitli Bölümlerinde Ba­


sınçlar. Kalp, kanı sürekli olarak aoı taya pom pala­
Arterler
dığı için, aoıtadaki basınç yaklaşık ortalam a 1 0 0
Vena kava - %13
mmHg gibi yüksek bir değerdedir. Diğer yandan,
inferiyor
kalbin pompalama etkinliği pulsatil olduğundan,
Şekil 14-2’de görüldüğü gibi, aıteryel basınç, 120
mmHg’lik sistolikve 80 mmHg’lik diyastolik basınç
arasında değişir. Kan sistem ik d olaşım da ilerledik­
çe basınç giderek düşer ve kalbin sağ atriyumuna
boşaldığı vena kavaların sonuna ulaşıldığında yak­
laşık 0 mml-Ig olur.
Sistemik kapillerlerdeki basınç, arteıiyoler uçta 35
Venter,
mmHg’lik yüksek bir basınçtan, venöz uçtaki 10
venüller,
venöz sinüs mmHg’lik düşük bir basınca kadar değişir, fakat da­
- %64 mar yatağının büyük bir bölümündeki ortalama
fonksiyonel basınç, yaklaşık 17 mmHg’dır. Bu basınç,
Ş E K İL 14 • 1 kapiller porlarmdan çok küçük miktarda plazma sız­
D olaşım sisteminin değişik bölümlerindeki kan hacminin masına neden olacak kadar düşük olduğu halde, b e­
(toplam hacmin yüzdesi olarak dağılımı.
sinler kolaylıkla doku hücrelerine difiize olabilirler.
Şekil 14-2’nin sağında, pulm oner dolaşım ın fark­
lı bölümlerindeki basınçlar ayrı ayrı gösterilmiştir.
Venlerin kesit alanının arterlerinkinden daha bü­ Pulmoner arterlerde basınç, aortada olduğu gibi,
yük olduğu özellikle dikkati çekmektedir. Kendi pulsasyonludur, fakat basınç düzeyi, oldukça dü­
çaplarındaki arterlerin ortalama yaklaşık dört katı şüktür. Sistolik basınç yaklaşık 25 mmHg, diyastolik
kadar olduğu görülmektedir. Bu, arteryel sistem e basınç yaklaşık 8 mmHg, ortalama pulm oner arte­
göre venöz sistem de ne kadar büyük bir kan depo­ ryel basınç ise sadece 16 mmHg’dır. Pulm oner ka­
su bulunduğunu açıklar. piller basınç ortalama 7 mmHg’dir. Yine de, bir da­
Dolaşım sistem inin her segmentinden her daki­ kikada akciğerlerden geçen kan akımı sistem ik do­

Ş E K İL 14 - 2
Yatay durumda uzanan bir bireyde dolaşım sisteminin çeşitli bölümlerinde kan basınçları.
146 ÜNİTE IV • Dolaşım

laşım dan geçen miktar ile aynıdır. Pulmoner kapil- saatler ve günler içinde böbrekler, hem basıncı
leıdeki kanın, pulmoner alveollerdeki oksijen ve kontrol eden hormonları salgılamak, hem de kan
diğer gazlarla karşılaşacağı ve kanın kalbe dönm e­ hacm ini düzenlemekle basınç kontrolünde önemli
den önce ulaşması gereken mesafe kısa olduğu bir ek rol oynarlar.
için, pulmoner sistemdeki düşük basınç, akciğerle­ Özet olarak, lokal dokuların gereksinimleri, dola­
rin ihtiyacına uygundur. şım sistemi tarafından karşılanmaktadır. Bu bölü­
mün kalan kısmında kan akımı düzenlenm esinin
temel ayrıntıları ile, kardiyak debi ve arteryel b a ­
sıncın kontrolünü tartışmaya başlayacağız.

DOLAŞIM FONKSİYONUNUN TEMEL


TEORİSİ
BASINÇ, AKIM VE DİRENÇ
Dolaşımın fonksiyonunun ayrıntıları karmaşık ol­
makla birlikte, sistem in bütün işlevlerinin tem elin­
ARASINDAKİ İLİŞKİLER
de üç ana ilke bulunur:
Bir kan damarındaki akım, iki faktör tarafından b e ­
lirlenir: ( 1 ) damaı ın iki ucu arasındaki basınç fark ı
1. Vücuttaki Bütün Dokuların Kan Akımı, Da­
(basınç gıadyam da denir) ki bu, kanı damarda iten
ima Doku İhtiyaçlarına Göre Hassas Biçimde
kuvvettir, (2 ) damar direnci denilen, damar boyun­
Kontrol Edilir. Dokular aktif ise, istiıahattekinden
ca kan akımına karşı oluşan direnç. Şekil 14-3 dola­
daha fazla bazen istirahat düzeyinin 20-30 katı kan
şım sistem inin herhangi bir yerindeki bir kan da­
akım ına ihtiyaçları vardır. Fakat kalp, normal ola­
marı üzerinde bu ilişkileri gösteriyor.
rak kalp debisini 4-7 kattan fazla aıttıramaz. Böyle-
P1 damarın başlangıcındaki basıncı gösteriyor.
ce, belirli bir dokunun, kan akımı artışına ihtiyacı
Diğer uçtaki basınç, P2dir. Akıma karşı direnç (R)
olduğunda, vücudun bütün dokularında kan akı­
damarın bütün iç yüzeyi boyunca oluşan sürtünme
mını arttırmak mümkün değildir. Bunun yerine,
sonucu ortaya çıkar. Damar içindeki akım, OJuıı
her dokunun mikro damarları sürekli olarak doku­
yasası olarak adlandırılan aşağıdaki formül ile h e­
nun gereksinimlerini, oksijen ve besinlerin yeterli
saplanabilir:
olup olmadığını ve karbon dioksit ve diğer artık
maddelerin birikip birikmediğini kontrol ederler. AP
Bunlar, lokal kan akımını doku aktivitesi için gerek­ Q= —
li düzeyde tutarlar. Ayrıca dolaşımın sinirsel kont­ R ( 1)
rolü de doku kan akımı kontrolüne birtakım ek
özellikler kazandırır. Burada Q kan akımı, AP damarın iki ucu arasında­
ki basınç farkı (Pı-P2), R dirençtir. Bu formül kan
2. Kardiyak Debi Başlıca, Lokal Doku Akımları­ akımının basınç farkı ile doğru, fakat direnç ile ters
nın Tümü Tarafından Kontrol Edilir. Kan bir doku­ orantılı olduğunu gösterir.
dan geçtikten sonra venler yolu ile hemen kalbe dö­ Kan akımını damardaki mutlak basıncın değil,
ner. Kalp, kendisine gelen bu ai tmiş kan akımına ce ­ damarın iki ucu arasındaki basınç farkın ın belirle­
vap olarak, hemen hem en tamamını geldiği yerdeki diğine dikkat çekmek isteriz. Örneğin, segmentin
arterlere geri pompalar. Bu anlamda, kalp dokuların iki ucunda da basınç 100 mmHg ise, 100 mmHg b a­
ihtiyacına cevap veren bir otomat olarak çalışır. Bu­ sınca rağmen iki uç arasında basınç farkı bulunm a­
nunla beraber kalp, bu görevinde tam yeterli değil­ dığından akım olmayacaktır.
dir. Böylece sıklıkla, gerekli miktarda kanın pompa­ Ohm yasası öğrencilerin dolaşım hemodinamiği-
lamasını sağlamak için özel sinir sinyalleri şeklinde ni anlaması için gerekli olan en önemli ilişkileri ifa­
yardıma gereksinim duyar. de eder. Bu formülün çok büyük önemi nedeni ile
okuyucunun, formülün diğer cebirsel şekillerini de
3. A rte ry e l Basınç, Genellikle Lokal Akım hatırdan çıkarmaması gerekir:
Kontrolü ya da Kalp Debisi Kontrolü M ekaniz­
malarından Bağımsız Olarak Düzenlenir. Dola­ AP = Q x R (2)
şım sistemi, arteryel basıncı düzenleyen yaygın bir AP
sistem le donatılmıştır. Örneğin: Eğer herhangi bir R=• (3)
zamanda basınç, 100 mmHg’lik normal ortalama
seviyenin altına düşerse, sinirsel refleksler, basıncı
önceki norm al değerine yükseltmek için saniyeler
Basınç farkı
içinde, bir seri dolaşım değişikliğine neden olur. Pı >P2
Arterlerde daha fazla kan birikimi için, kalbin pom ­ Kan Akımı
palama gücü sinirsel sinyallerle arttırılır, kalbe da­
(L
'«\\ t /
ha fazla kan sağlamak için büyük veııöz yedekler Direnç
kontrakte olur ve tüm vücuttaki arteıyollerin çoğu,
Ş E K İL 14 - 3
arter ağında daha fazla kan birikmesi için genel
konstı iksiyon gösterir. Sonra, daha uzun dönemde, Basınç, direnç ve kan akımı arasındaki ilişkiler.
BÖLÜM 14 * Dolaşım Sistemi; Basınç, Akım ve Direncin Tıbbi Fiziği 147

Ş E K İL 14 - 4
Elektromanyetik tipte bir akım saati. A,
Elektromanyetik alandaki bir telde elekt­
romotor gücün gelişmesi. R, Kuvvetli bir
manyetik alan içine yerleştirilen dam ar­
dan kan akışı sırasında damara uygula­
nan elektrodlardan elektromotor gücün
kaydedilmesi. C, Damara sürekli uygula­
nabilen m odern bir elektromanyetik
akım saati.

hem güçlü mıknatıs hem de elektrodlar bulunmaktadır.


Kan Akımı Elektromanyetik akım saatinin özel bir üstünlüğü,
akımda 0 . 0 1 saniyeden daha kısa bir zaman içinde geli­
Kan akımı deyimi basitçe, dolaşımın belirli bir nok­ şen değişimleri kaydedebilmesi, böylece sabit akım gibi,
tasından belirli bir zaman içinde geçen kan miktarı akımdaki pulsatil değişimleri doğru kaydetmeye elveriş­
anlam ına gelir. Genellikle kan akımı d a kika d a m ili­ li olmasıdır.
litre ya da litre ile belirtilirse de, saniyede mililitre ya
da başka bir akım birimi ile de ifade edilebilir. Ultrasonik Doppler >ıkım Ölçer. Elektromanyetik
İstirahat halindeki erişkin bir insanda tüm dola­ akım saati ile aynı avante jların çoğuna sahip olan ve da­
şımdaki kan akımı yaklaşık dakikada 5000 mİ ka­ mara dışarıdan uygulan? bilen diğer bir akım ölçer Şekil
14-5’te gösterilen ultrascnik Doppler akım ölçeridir. Bu
dardır. Bu, birim zamanda kalp tarafından pom pa­
saatin duvarına küçük bir piezoelektrik kristal monte
lanan kan miktarını belirttiği için, kalp debisi adını edilmiştir. Bu kristal uygun bir elektronik aygıta bağlan­
alır. dığı zaman, akıntı yönünde, kanın aktığı sürece saniyede
birkaç milyon frekanslı bir ses oluşturur. Ses dalgalarının
bir kısmı akan kan içindeki alyuvarlardan yansıyarak
Kan Akımını Ö lçm e Yöntem leri kristale geri döner. Bu yansıyan dalgalar, kristalin yay­
dıklarından, eritrositler kristalden uzaklaşmakta olduk­
Akımı ölçmek için, birçok mekanik ve mekanoelektrik ları için daha düşük frekanslıdır. Buna Doppler etkisi de­
araçlar seri olarak bir kan damarına sokulabilir ya da ba­ nir (Aynı etki düdük çalarak geçen bir tren sesinden de
zı örneklerde, damarın dışına uygulanabilir. Bunlara farkedilir. Tren yaklaşırken duyulan düdük sesi, tren
flo\vmetre’ler (akım ölçerler) denilir. uzaklaşırken ani olarak kalınlaşır).
Şekil 14-5 daki akım ölçerde çok yüksek frekanslı ses
Elektrom anyetik Akım Ölçer. Damarı açmadan kan dalgaları belirli aralarla kesilerek, yansıyan dalgalar, kris­
akımını ölçebilen aletlerin en önemlilerinden biri, elekt­ talden elektronik bir alet yardımı ile büyütülerek alınır.
romanyetik akım saati olup, çalışma prensibi Şekil 14- Cihazın diğer bir bölümü yayılan ve yansıyan dalgalar
4’te gösterilmiştir. Şekil 14-4A manyetik alanda çapraz
şekilde hızla hareket eden bir telde elektromotor kuvve­
tin oluşumunu göstermektedir. Bu, elektrik jeneratörün­
de elektrik üretiminin çok iyi bilinen bir ilkesidir. Şekil
14-B’de aynı ilkenin manyetik alanda hareket eden kan­ Kristal
da elektromotor kuvvetin üretimine uygulanışı görül­
mektedir. Burada bir kan daman kuvvetli bir mıknatısın
kutuplan arasına yerleştirilir ve elektrodlar damarın iki
tarafına, manyetik alan çizgilerine dik olarak konur. Kan
damardan aktığı zaman, iki elektrod arasında akım hızı Yayılan Yansıyan
ile orantılı olarak gelişen elektriksel voltaj uygun bir dalga dalga
elektrik akım saati ya da elektronik araç ile ölçülebilir. Ş E K İL 14 - 5
Şekil 14-4C’de büyük damarlarda kan akımını ölçmede
kullanılan gerçek bir alet görülmektedir. Bu alet içinde, Ultrasonik Doppler akımmetresi.
148 ÜNİTE IV • Dolaşım

arasındaki frekans farkını tayin eder. Böylece kan akını


100 mmHg basınç
hızı tayin edilir.
Elektromanyetik akım saati gibi Doppler akım saati de
sabit akımdaki kadar iyi bir şekilde, hızlı pulsatil değişik­
likleri de ölçmeye elverişlidir. O

D am arlarda Kanın Lam iner Akımı 0 basınç

Kanın uzun, düz bir damardan sabit bir hızla akışı düz­ Hareket eden isli kağıt
gün bir akıştır. Bu akımda kan tabakaları çeperden aynı
uzaklıkta akmaya devam eder. Aynı şekilde kanın orta bö­ Yüzgeç
Antikoagulan
lümü de damarın merkezindeki yerini korur. Bu çeşit akı­ eriyiği
ma laminer ya da düzgün akım denir. Bunun tcısi olan
giıdaplı akımda, aşağıda belirtileceği gibi, kan damarda
her doğrultuda akarak damar içinde sürekli karışır.
Civalı
Laminer Akım Esnasında Parabolik Hız Profili. Lami­ manometre
ner akım meydana geldiği zaman, damarın merkezinde­
ki akım hızı kenarlardan çok fazladır. Bu, Şekil 14-6’da
gösterilen deney ile kanıtlanabilir. A borusunun sol tara­
fına renkli bir sıvı, sağ tarafına da berrak bir sıvı konmuş­
tur ve damarda akım yoktur. Sıvılar akıtıldığı zaman 1 sa­
niye sonra B borusunda görüldüğü gibi, iki sıvı arasında Civalı manometre ile arteryel basınç kaydı. Bu nıetod, fizyoloji
parabolik bir sınır çizgisi belirir. Damarın çeperine yakın tarihi boyunca kan basıncını kaydetmek için yukarıda göste­
sıvı kısmı hemen hiç hareket etmediği halde çeperden rilen biçimde uygulanmıştır.
uzaklaştıkça daha fazla olmak üzere, ortada en çok iler­
leyen bir akım görülmektedir. Bu etki, kan akım hızının
parabolik profili olarak adlandırılır.
Parabolik profilin nedeni aşağıdaki gibidir. Damara
değen tabakadaki sıvı molekülleri çeperle arasındaki ad-
hezyon kuvveti nedeni ile zor hareket ederler. Diğer mo­
lekül tabakaları bunların üzerinden kayar. Üçüncü İkin­ Bazen de basınç, santim etre su ile ölçülür (cm
cinin, dördüncü iiçüncünün üzerinden böyle kayar. H2 0 ). 10 cm su basıncı, su sütununu 10 cm’ye çıka­
Bundan dolayı damarın ortasındaki sıvı hızlı hareket ran basınç demektir. Bir milimetre civa 1.36 cm su­
eder, çünkü orta bölümle çeper arasında birçok kayan ya eşdeğerdir. Çünkü civanın özgül ağırlığı suyun
molekül tabakası vardır. Halbuki, çepere yakın sıvının bu 13.6 katı ve 1 cm, 1 m m ’nin 10 katıdır.
avantajı yoktur.
Kan Basıncı Ölçümünde Y üksek D uyarlıklı Y ö n ­
temler. Civalı manometredeki civanın eylemsizliği bü­
yük olduğundan hızla inip çıkamaz. Bu nedenle, sabit
Kan Basıncı basınç düzeyini kaydetmek için mükemmel bir araç ol­
duğu halde, saniyede birden fazla hızla gelişen siklik
Standart Basınç Birimleri. Kan basıncı hem en basınç değişikliklerine cevap veremez. Basınçtaki hızlı
daima milimetre civa (mmHg) ile belirtilir. Çünkü değişimleri kayıt etmek gerektiğinde başka tipteki kay­
eskiden beri kan basıncının ölçümü için standart dediciler gerekmiştir. Şekil 14-8’de üç elektronik basınç
olarak (Şekil 14-7’de gösterilen) civalı m anom etre­ tıansdüserinin temel prensipleri gösterilmiştir. Bunlar
ler kullanılmıştır. Gerçekten, kan basıncı kanın da­ basıncı elektrik sinyallerine çevirerek, yüksek hızdaki
elektrikli kaydedicilere iletirler. Transdüserlerin hepsin­
mar çeperinin herhangi bir birim alanına uygula­
de sıvı kamarasının bir duvarını oluşturan çok ince ve
dığı basınç demektir. Bir damarda basıncın 50 çok esnek bir metal membran bulunur. Bu sıvı kamara­
m m llg olduğu söylendiği zaman, bu, kanın uygu­ sı, bir iğne ya da kateterle içindeki basınç ölçülecek da­
ladığı kuvvetlerin bir civa sütununu 50 mm'lik dü­ mara bağlanır. Basınç yükseldiği zaman membran ha­
zeye çıkarabileceği anlamına gelir. Eğer basınç 100 fifçe dışarıya yükselir ve basınç düştüğü zaman dinle­
mmHg ise civa sütunu 100 mm'ye çıkacaktır. nin! durumuna döner.
Şekil 14-OA’da membıanın üzerinde bir inç'in binde
birleri kadar yükseklikte basit bir metal plak yerleştiril­
miştir. Membran yukarı yükseldiği zaman membran,
plağa yaklaşır, membranla plak arasındaki kapasitans
artar ve uygun bir elektronik sistemle bu değişildik kay­
dedilebilir.
A Şekil 14-8B’de membıanın üzerine küçük bir demir
parçası yerleştirilmiştir. Membran hareketi ile bir bobine
doğru hareket edebilen demirin, bobinde yalattığı in-
B
düktans değişimi elektronik olarak kaydedilir.
Son olarak, Şekil 14-8C’de çok ince esnek bir tel
Ş E K İL 14 • 6 membrana bağlanmıştır. Bu tel çok geıildiği zaman di­
Damarın merkezinde daha hızlı akan parabolik kan akımını renci yükselir. Daha az geıildiği zaman direnci azalır. Bu
gösteren deney. A: Akım başlamadan önce sıvılar, B: Akım değişiklikler bir elektronik sistem yardımı ile kaydedile­
başladıktan 1 saniye sonra aynı sıvılar. bilir.
BÖLÜM 14 • Dolaşım Sistemi; Basınç, Akım ve Direncin Tıbbi Fiziği 149

lenim durumundaki bir kişide 1 0 0 ml/sn’ye yakın­


dır ve sistem ik arterler ile sistem ik venler arasın­
daki basınç farkı da, yaklaşık 100 m m H g’dır. Böy-
lece, sistem ik dolaşım içindeki total periferik d i­
renç yuvarlak rakamla, 100/100 ya da 1 PRU’dur.
Vücuttaki tüm kan damarlarının kuvvetle daral­
dığı bazı koşullarda, toplam periferik direnç 4
PRU'ya kadar yükselebildiği gibi, damarlar çok ge­
nişlediği zaman da 0 . 2 PRU’ya kadar düşebilir.
Pulmoner sistemde, ortalama aıteıiy el basınç
yaklaşık 16 mmHg ve ortalama sol atriyum b asın cı­
da 2 mmHg olduğuna göre, net basınç farkı 14
mmHg’dır. Böylece, yuvarlak hesap, kalp debisi
normal 1 0 0 ml/sn iken toplam pulm oner vesküler
direnç 0.14 PRU olarak hesaplanır (sistemik dolaşı­
mın yaklaşık yedide biri).

Damarda Kanın "İletkenliği" ve Dirençle İlişki­


si. iletkenlik, bir damardaki belirli bir basınç farkı­
na karşılık oluşan kan akımının ölçüsüdür. Bu ge­
nellikle, ml/sn/mmHg b asınçla, bazen lit-
re/sn/mmHg ya da diğer kan akımı ve basıncı b i­
rimleri ile belirtilebilir.
Aşağıdaki eşitlikten kolayca anlaşılabileceği gibi,
iletkenlik direncin tersidir.
Ş E K İL 14 ■ 8
Hızlı değişen kan basınçlarını kayıt için kullanılan üç elektronik 1

transdüser tipinin ilkeleri (Metin içinde açıklanmıştır.) İletkenlik = ---------- (5)


Direnç

Bir Damarın Çapındaki Çok Küçük D eğişiklik­


ler Onun İletkenliğini Önem li Biçimde Değiş­
Yüksek duyarlı kayıt sistemlerinin bazıları ile saniyede tirir. Bir damarda çapının hafifçe değişm esi, kan
500 kadar basınç değişikliğini kaydedilebilir. Yaygın ola­ akımı düz ise, kanın iletilm esini çok büyük oran­
rak kullanılan kaydediciler, Şekil 14-8’deki ıekorder kağı­ da değiştirir. Bu etki Şekil 14-9A’daki deneyde b e ­
dı üzerinde gösterilen biçimde saniyede 2 0 - 1 0 0 siklus gi­ lirgin şekilde görülmektedir. Üç ayrı damarın iki
bi hızlı oluşan basınç değişimlerini kaydedebilecek ka­ uçları arasındaki basınç farkı aynı, 100 mmHg ol­
pasitededir. duğu halde, çapları göreceli olarak 1,2 ve 4'tiir. Bu
damarların çap lan ancak dört kat arttığı halde,

Kan Akımına Direnç

Direnç Birimleri. Damarlardaki kan akımını güç­


leştiren direnci doğrudan ölçm e olanağı yoktur.
Bunun yerine, direnç, kan akımı ve damardaki ba­
A T e n 1 ml/dak.
sınç faikının ölçülm esinden hesaplanabilir. Eğer
Basınç = d - 2
dam arın iki noktası arasındaki basınç farkı 1 100 - c
j 16 ml/dak.
mmHg ve akım 1 ml/sn ise direncin 1 periferik di­ mmHg d =4
r 256 ml/dak.
renç birimi olduğu söylenir. Çoğunlukla PRU (p e-
ripheral resistance unit) olarak kısaltılır.

CGS Birimleri İle Direncin Anlatımı. Bazen direnç, CGS


(santimetre, gram, saniye) diye adlandırılan temel fizik­ B
sel birim ile belirtilir. Bu birim, dyn saniye/santimet-
reS’dir. Bu birimlerle direnç, aşağıdaki formül ile hesap­ ©
lanabilir: Küçük damar

dynXsn \ 1333Xmm Hg

( ----------- I

cm 5 /
= --------------------

ml/sn
Toplam P eriferik Direnç ve Toplam Pulmoner
(4)

ŞE K İL 1 4 - 9
Geniş damar

Direnç. D olaşım sistem indeki kanın akış hızı dm- çeperinden uzaklaştıkça, akım hızlanmaktadır.
150 ÜNİTE IV • Dolaşım

(kan akımı sırası ile, 1,16, 256 ml/dk olur) kan akı­
mı 256 kat artmıştır. Böylece, dam arın iletkenliği
aşağıdaki formüle uygun olarak çapuı dördüncü 100
kuvveti ile orantılı çoğalmıştır.
90
80
İletkenlik <*>çap '1 (6)
70
Poiseuille Yasası. Çapın büyümesi ile iletkenlikte görü­
60
len bu büyük artışın nedeni Şekil 14-9B ile açıklanabilir.
Şekilde bir küçük, bir büyük damarın enine kesitleri gö­ 50
rülmektedir. Damarların içindeki konsantrik halkalar,
her halkadaki hızın daha önccki bölümde tanışılan lami- 40
ııar akım nedeni ile diğerlerinden farklı oluşunu göster­
mektedir. öyle ki, damar çeperine değen halkadaki kan, 30
damar endoteli ile arasındaki adlıezyon nedeni ile zorla 20
akmaktadır. İkinci halkadaki kan onun üstünden kay­
makta ve bu yüzden daha büyük hızla akmaktadır. 10
Üçüncü, dördüncü, beşinci ve altıncı halkalarda kan ay­
nı şekilde giderek artan hızla akmaktadır. Böylece, da­
mara en yakın kan en yavaş, oysa ortadaki ise en büyük
Normal Anemi Polisitemi
hızla akmaktadır.
Küçük damarlarda hemen bütün kan kitlesi çepere ya­
kın olduğundan çok yavaş akar. Kanın oldukça hızlı akan Ş E K İL 14- 10
merkez akımı bulunmamaktadır. Normal kişilerde, anemi ve polisitemili hastalarda hematokrit
Akan kanın bütün konsantrik halkalarındaki hızların değerleri.
entegrasyonundan ve hızların halkaların alanları ile çar­
pımından Poiseuille yasası olarak bilinen aşağıdaki for­
mül elde edilebilir:

rcAPr1 Kan H e m a to k rit ve V is k o z ite s in in D a ­


Q = (7) m a r D ire n ci ve Kan A kım ı Ü ze rin e Etkisi
8 rcl
Poiseuille yasasındaki önemli faktörlerden biri, ka­
Burada Q kanın akış hızı, AP damarın iki ucu arasındaki nın viskozitesidir. Tüm diğer faktörler değişmemek
basınç farkı, r damarın yarıçapı, 1 damarın uzunluğu ve kaydı ile, viskozite ne kadar büyürse, damarda
n kanın vizkozitesidir.
akım o kadar azalır. N orm al kan viskozitesi suyun
Denklemde özellikle kan akış hızının damar yarı çapı­
nın dördüncü kuvveti ile doğru orantılı olması damarda viskozitesinin y aklaşık 3 katıdır.
kan akış hızını saptayan en önemli faktörün kan damarı­ Fakat kanı bu kadar viskoz yapan nedir? Viskozi­
nın çapı (yarıçapın iki katı) olduğunu bir kez daha kanı­ teyi temel olarak kanda asılı şekilde duran çok mik­
tlamaktadır. tarda eritrosit oluşturur. Eritrositlerin lıeıbiri da­
mar duvarına ve diğer hücrelere karşı büyük bir
sürtünme meydana getirir.
A rte riy o le r Direncin Saptanm asında Dam ar
Çapının "Dördüncü K u vv et Yasasının" Ö n e ­ Hem atokrit. Kandaki hücrelerin yüzde oranına lıe-
mi. Sistem ik dolaşım da, direncin yaklaşık üçte m atokrit denir. Bu yüzden eğer bir kişide hem atok­
ikisi, küçük arteriyolleıdedir. A rteriyollerin iç rit 40 ise, kan volümünün yüzde kırkı hücre, geri ka­
çapları 4 m ikrom etreyle 25 m ikrom etre arasında lanı plazmadır. Erkeklerde hematokrit ortalama 42,
değişir. Bununla beraber güçlü dam ar duvarı ya­ kadınlarda 38 kadardır. Bu değerler kişilerde anemi
pıları iç çaplarının 4 katm a kadar olan değişiklik­ olup olmamasına, vücut faaliyetine, kişinin yaşadı­
lere izin verir. 4. kuvvet yasasından daha önce da­ ğı yüksekliğe göre çok geniş sınırlar arasında deği­
m ar çapları ile kan akımı arasındaki ilişkide söz şir. Bu etkiler 32. Bölüm’de alyuvarlar ve onların ok­
edildi. D am ar çapında 4 katlık bir artış görülür­ sijen taşıma fonksiyonu ile ilişkisinde tartışıldı.
ken, kan akım ında teorik olarak 256 kat bir artış Hematokrit Şekil 14-10’da gösterildiği gibi, taksi­
olmaktadır. Bu nedenle, bu 4. kuvvet yasası, do­ matlı bir tüpte kan santrifüje edilerek tayin edilir.
kulara kan akım ını tam am en durdurmak ya da Taksimattan hücrelerin yüzdesi doğrudan okunabilir.
dokulara daha fazla kan verm ek için, bölgesel do­
ku sinyalleri ya da sinirsel uyarılara dam ar çap ın ­ H em atokritin Kan Viskozitesine Etkisi. Hema­
daki kiiçük değişiklikler ile cevap verilm esine tokrit artarken kanın viskozitesi de Şekil 14-11’de
olanak tanır. Gerçekten, m aksim um arteriyoler gösterildiği gibi aşırı biçim de artar. Normal hema-
konstriksiyoıı ve m aksim um arterivoler dilatas- tokrittetüm kanın viskozitesinin yaklaşık 3 olduğu­
yon sınırları arasında, küçük doku alanlar .1 iç’il­ nu kabul edersek bu tüm kanın aynı tüpte akışını
de, kan akım ında yüz kattan fazla değişiklik kay­ sağlamak için suya göre 3 kat fazla bir kuvvet gerek­
dedilmiştir. tiği anlamına gelir. Polisitemide olduğu gibi, hema-
BÖLÜM 14 • Dolaşım Sistemi; Basınç, Akım ve Direncin Tıbbi Fiziği 151

tokrit 60 7 0 ’e yükseldiği zaman, kan viskozitesi su-


yunkinin 1 0 katı kadar olabilir ve kan damarların­
daki akışı, büyük ölçüde geciktirilir.
Kan viskozitesini etkileyen başka bir faktör de
plazmadaki proteinlerin konsantrasyonu ve tiple­
ridir. Fakat bu etkiler, hematokritin etkisinden çok
daha az olduğu için, hemodinamik incelem eler yö­
nünden önem taşımaz. Kan plazmasının viskozite­
si suyunkinin yaklaşık 1.5 katıdır.

Basıncın Doku Kan Akımı ve Damar


Direnci Üzerine Etkileri

Buraya kadaıki tartışmalardan, arteryel basınçtaki


bir artışın vücudun çeşitli dokularındaki kan akı­ Ş E K İL 14- 12
mını aynı oranda artıracağı ümit edilir. Ancak kan Arteryel basıncın damarlarda sempatik uyarı ya da baskılama
akımı üzerine basıncın etkisi, Şekil 14-12’de görül­ aracılığıyla damar çapının değiştirilmesi sırasında kan akımı
düğü gibi, beklenenden daha büyüktür. Bunun n e­ üzerine etkisi.
deni arteryel basıncın yalnız kanı damarlarda iler-

letmekle kalmayıp, aynı zamanda damarları geniş­


leterek direnci de azaltmasıdır. Böylece artan b a ­
sınç kan akımını iki ayrı yoldan çoğaltır ve dokula­
rın çoğunda 100 mmHg arteryel basınçtaki kan akı­
mı 50 mmllg'daki kan akımından genellikle 4 ile 6
kez fazla olur.
Şekil 14-12’de aynı zamanda peıiferik kan da­
marlarında artan ya da azalan sem patik uyarı tara­
fından oluşan kan akımındaki büyük değişiklikler
görülmektedir. Bu nedenle şekilde gösterildiği gibi
sem patik stimülasyonun inhibisyonu damarları
çok genişleterek kan akımını iki kat ya da daha faz­
la artırabilir. Tersine çok kuvvetli sem patik stimü-
lasyon damarları o kadar daraltabilir ki kan akımı
bazen yüksek arteryel basınca rağmen sıfıra kadar
inebilir.

Ş E K İL 1 4- 11
Hematokritin viskoziteye etkisi. Bölüm 15’iıı kaynaklarına bakınız.
Damarların Gerilebilme Yeteneği,
Arteryel ve Venöz Sistemlerin
Fonksiyonları

bir basınç artışı, aynı boyutlardaki bir vende, bir


DAMARLARIN GERİLEBİLME YETENEĞİ arterdekine oranla 8 kat fazla kan birikmesine n e ­
den olur.
Pulmoner dolaşımda, venler sistem ik dolaşım-
Bütün damarların gerilebilir olması vasküler siste­
dakilere benzer. Ancak pulmoner arterler, siste­
min önem li bir karakteristiğidir. Bölüm 14’de bu
mik arterlerin altıda biri kadar bir basınç altında­
özelliğin örneklerini görmekteyiz; arteriyolde b a­
dır, bu nedenle gerilebilirlikleıi, sistem ik dolaşım ­
sınç arttığında, bu basınç artışı arteriyollerin dila-
daki gibi, venlerin sekizde biri değil, venlerin yarı­
tasyonuna ve dirençlerinin azalmasına yol açar.
sı kadardır.
Sonuçta genellikle kan akımında beklenenin en az
iki katı bir artışın gelişmesi, yalnız basınçtaki yük­
selmeye bağlı değil, aynı zamanda azalan dirence
de bağlıdır.
Vasküler Kompliyans (veya Kapasitans)
D am arların gerilebilm e yeteneğinin dolaşım
Hemodinamik araştırmalarda tek tek damarların
fonksiyonlarında başka önemli rolleri de vardır.
gerilebilme yeteneklerini bilmekten daha önemlisi,
Örneğin; arterlerin esnek yapısı, kalbin kanı pulsá­
dolaşımın belirli bir bölgesinde her bir m m Hg ba­
til olarak pom palam asına uyum sağlam alarına
sınç artışına karşılık depo edilebilen kan m iktarını
olanak tanır. Bu özellik kanın, dokuların çok küçük
bilmektir. Bu değere söz konusu vasküler yatağın
damarları içinde hem en hem en tam am en düzgün
kom pliyansı veya kapasitansı denir.
ve sürekli akımını sağlar.
Bütün damarlar içerisinde en fazla gerilebilme
yeteneği olan damarlar venlerdir. Oldukça hafif bir Hacim artışı
basınç artışı bile venlerde 0.5-1 litre fazladan kan Vasküler kompliyans = ---------------- (2)
depolanm asına sebep olur. Bundan dolayı venler, Basınç artışı
dolaşımda başka bir yerde herhangi bir zamanda
gerektiğinde kullanılmak üzere büyük miktarlarda­ Kompliyans ve gerilebilirlik birbirinden biraz fark­
ki kanın depolamasını sağlar. lıdır. Çok gerilebilen küçük hacimdeki bir damarın
kompliyansı, çok geniş fakat az gerilebilen bir da­
Damarların G erilebilm e Yetenekleri İle İlgili mardan daha fazla olabilir. Çünkü kompliyans ge­
Birimler. Damarların gerilebilme yeteneği, basınç­ rilebilirlik ile hacm in çarpım ına eşittir.
taki herbir mm Hg artışa karşılık gelen hacim artış Bir venin, bir artere göre kompliyansı 24 kat faz­
oranıyla aşağıdaki formüle göre ifade edilir: ladır. Çünkü venin hacm i yaklaşık 3 kat fazla oldu­
ğu gibi gerilebilme yeteneği de yaklaşık 8 kat fazla­
Hacim artışı dır (8x3=24).
Vasküler gerilehilirlik =------------------------------------ (1)
Basınç artışı x orjinal hacim Arteryel ve V en ö z D o laşım ların
Hacim • Basınç Eğrileri
Şöyle ki, 1 mm Hg kadar bir basınç yükselmesi ön­
ceden 1 0 mİ kan içeren bir damarda 1 ml’lik bir ha­ Bir damardaki veya dolaşımın herhangi bir bölge­
cim artışına sebep oluyorsa, bu durumda vasküler sindeki basınç ile hacim arasındaki ilişkiyi belirle­
gerilebilirlik 1 mm Hg için 0,1 veya her 1 mm Hg ar­ mede kullanışlı bir yöntem de h acim -basm ç eğrile­
tış için % 1 0 değerinde olacaktır. rinin (basınç-hacinı eğrisi de denir) çizilmesidir.
Şekil 15-1’de normal sistemik arteryel ve venöz sis­
A rte r ve Verilerin Geri lebi Ii rlikleri Arasındaki temlerin hacim -basm ç eğrileri iki düz çizgi ile gös­
Farklar: Anatomik olarak arterlerin duvarları ven- terilmiştir. Erişkin bir kişide, büyük arterler, küçük
lerinkinden çok daha kalındır. Bu yüzden venler arterler ve arteriyolleıden oluşan sistem de 750 ini
arterlerden 8 kat daha fazla gerilebilir. Yani belli kan bulunurken, ortalam a arteryel basın ç 1 0 0

152
BÖLÜM 15 • Damarların Gerilebilme Yeteneği, Arteryel ve Venöz Sistemlerin Fonksiyonları 153

m m H g’dir; kan miktarı 500 ml’ye düştüğü zaman


basınç sıfıra düşmektedir.
Diğer taraftan, normalde 2500-3000 mİ kan bu­
lunduran venöz sistemde, venöz basıncı sadece bir­
kaç mm Hg değiştirebilmek için mevcut hacimde
çok büyük değişiklikler gerekir. Bu, sağlıklı bir bireye
500ml kadar fazla miktarda kanın birkaç dakika
içinde, dolaşım işlevlerinde büyük bir değişikliğe
neden olmadan transfüze edilebilmesini açıklar.

Sem patik Stimülasyon Veya Sempatik İnhibis-


yonun A rteryel Ve Venöz Sistemlerde Hacim -
Basınç İlişkileri Üzerine Etkileri. Şekil 15-1’de
sem patik stimülasyon ve sempatik inhibisyonun
4
hacim -basınç eğrileri üzerine olan etkileri de göste­
rilmiştir. Sempatik uyarının, damar çeperinde düz Dakika
kas tonüsünü artırarak her hacimde arter veya ven- Ş E K İL 1 5 - 2
leıde basıncın yükselmesine neden olduğu bilin­ Bir venöz segmente enjekte edilen ve birkaç dakika sonra geri
mektedir. Sempatik inhibisyon ise eşdeğer hacim ­ alman az miktardaki kanın damar içi basıncına etkisi. Geciken
lerde basıncı düşürmektedir. Dolaşımın herhangi kompliyans ilkelerini göstermektedir.
bir bölgesinde, damar boyutlarında sempatik sis­
tem aracılığıyla değişiklik yaparak damarların kont­
rolü, kanın diğer bölgelere aktarılması yönünden
sürenin geçmesiyle, damar duvarının tekrar normal bir
oldukça önemlidir. Örneğin, tüm sistemik dolaşım­
basıncın oluşumunu sağlayacak bir şekilde gecikmiş bir
da vasküler tonüsteki bir artış, kalbe dönen kan gevşeme göstermesi anlamına gelmektedir. Şekil 15-2de
hacm inde sıklıkla büyük bir artışa neden olur. Bu, bu etki gösterilmektedir. Şekilde, basınç iki ucu kapatılan
organizmanın, kalbin pompalama gücünü yükselt­ küçük bir ven parçasında kaydedilmiştir. Basıncı 5 mm
mekte kullandığı başlıca yöntemdir. ITg’dan 12 mm Hg’ya çıkarabilecek fazladan bir miktar
Vasküler kapasitenin sem patik kontrolü, kanama kan, hızla enjekte edilir. Enjeksiyondan sonra hiç kan
sırasında da özellikle büyük önem taşır. Damarlar­ alınmadığı halde, basıncın hemen düşmeye başladığı ve
bir kaç dakika sonra yaklaşık 9 mm Hg değerine ulaştığı
da özellikle venleıde sempatik tonüsün artması,
görülür. Bir diğer deyişle enjekte edilen kan derhal elastik
damar çaplarını küçülterek, total kan hacm inin bir gerilmeye yol açmış fakat sonrasında venin düz kas lif­
% 25’i kaybedilse bile dolaşımın norm al olarak de­ leri uzamaya başlamış, gerim buna bağlı olarak düşmüş­
vam ını sağlar. tür. Bütün düz kaslar için karakteristik olan bu etkiye Bö­
lüm 8 de izah edildiği gibi stres-gevşeme adı verilir.
Şekil 15-2’de gösterilen deneyde geciken kompliyans
D am arların Geciken Kom pliyansı oluştuktan sonra fazladan verilen kan hızla alınır, bunu
(S tres-G evşeıne) izleyerek basınç oldukça düşük bir değere iner. Daha
sonra düz kaslar başlangıçtaki gerim değerlerine döner­
"Geciken kompliyans” terimi hacim artışına maruz kalan ler ve bir kaç dakika sonra, vasküler basıncın 5 mm Hg
bir damarın başlangıçta büyük miktarda basınç artışı gös­ değerine döndüğü gözlenir.
termesi, fakat dakikalardan saatlere kadar varabilen bir Geciken kompliyans, oldukça fazla kan transfüzyonu-
nun gerekli olduğu durumlarda, dolaşımın bu fazladan
dolaşıma giren kan miktarına uyumunu sağlayan en de­
ğerli mekanizmadır. Aynı zamanda, zıt yöndeki geciken
bir kompliyans ciddi hemoraji sonrası dakikalar veya sa­
atler içerisinde, azalan kan hacmine karşı dolaşımı oto­
140- I I' matik olarak düzenleyen yollardan birisidir.
—“ Sempatik uyarı
120- —.- - Sempatik inhibisyon
...... Arteryel sistem
100 — Venö2 sistem
ARTERYEL BASINÇ PULSASYONLARI
80 I |ı Normal hacim
(NABIZLARI)
60

m 40- Kalbin her bir vurumuyla yeni bir kan dalgası arter­
leri doldurur. Eğer arterlerin gerilebilme yeteneği
20
olmasaydı kan dokularda yalnızca sistol boyunca
Normal l^cim'
akar, diyastolde hiç kan akımı görülmezdi. Arterle­
500 1000 1500 2000 2500 3000 3500 rin gerilebilme yetenekleri ile kan akımına karşı di­
Hacim (mİ) rençlerinin oluşturduğu kombinasyon, kanın kapil-
Ş E K İL 15- 1 lerlere ulaşıncaya kadar neredeyse hiçbir pulsasyon
Sempatik uyan vc inhibisyonun etkilerini gösteren, sistemik kalmayacak şekilde, pulsasyonları azaltır. Bu yüz­
arteryel ve venöz sistemlere ait hacim-basınç eğrileri den, dokuların kan akımı pulsatil değil süreklidir.
154 ÜNİTE IV • Dolaşım

Eksponansiyel doğru akan kanın azalmasına bağlı olarak nabız


basıncı büyük oranda azalır.
Patent duktus arteriyozusta, sol ventı ikül tarafın­
dan aoıtaya pompalanan kanın yarısı veya daha
fazlası açık olan duktustan hızla pulm oner artere
geçiş göstermekte ve böylece bir sonraki vurum­
dan önce diyastolik basınç önemli ölçüde azalmak­
tadır.
Aort regürjitasyonıında, aort kapağı bulunm a­
maktadır. Bundan dolayı her vurumdan sonra da­
ha önce aoı taya pompalanmış olan kan derhal tek­
rar sol ventriküle geri döner. Bunun bir sonucu ola­
rak, kalp vurumları arasında aort basıncı sıfıra dü­
şebilir. Kapanan bir aort kapağı olmadığından, n a­
bız eğrisinde hiçbir çentik oluşumu da gözlenmez.

Ş E K İL 1 5 - 3
Çıkan aortadan kaydedilen normal basınç pulsasyon eğrisi Basınç Pulsasyonunun Periferik
(Opdyke: Fed. Proc. 11:734,1952)
Arterlere Yayılması

Kalp sistolde kanı aortaya fırlattığında, aoıtadaki


hareketsiz kanın ani hareketi önlem esi nedeniyle,
Şekil 15-3’te aorta kökünde kaydedilen basınç önce sadece aortam n pıoksimali genişlem e göste­
pulsasyonlarının tipik bir kaydı gösterilmektedir. rir. Aorta merkezinde yükselen basınç bu hareket­
Normal genç erişkinde her pulsasyonun tepe nok­ sizliği yenerek gerilen kısmın önündeki basınç dal­
tasındaki basınç sistolik basınç olup yaklaşık 1 2 0 gasının Şekil 15-5'te görüldüğü gibi aorta boyunca
mm Hg ve en düşük noktasındaki basınç diyastolik daha ileriye yayılmasını sağlar. Bu olaya basınç
basınç olup yaklaşık 80 mm Hg kadardır. Bu iki b a­ pulsasyonunun arterlerde yayılm ası adı verilir.
sınç arasındaki fark yaklaşık 40 mm Hg olup nabız Normal aortta basınç pulsasyonunun yayılma h ı­
basıncı adını alır. zı 3-5 m/sn, büyük arterlerde 7-10 m/sn ve küçük
Nabız basıncını iki önemli faktör etkiler: (1) Kal­ arterlerde 15-35 m/sn kadardır. Genellikle herhan­
bin vurum h acm i ve (2 ) arter sistem inin total gi bir vaskiiler segmentte kompliyans arttıkça ya­
kom pliyansı (total gerilebilm e yeteneği) Üçüncü, yılma hızı azalır. Bu durum, aortada iletinin yavaş
daha az önemli bir faktör de sistol esnasında kalbin olmasını ve kompliyansı daha az olan küçük distal
fırlatma karakteristiğidir. arterlerde ileti hızının daha fazla olmasını açıklar.
Genel olarak; kalbin vurum hacmi artıkça heıbir Aortada basınç pulsasyon hızı kan akım h ızın ­
vurumda arter sistem ine atılan kan miktarı da ar­ dan 15 kat hatta daha fazladır, çünkü basın ç pul-
tar, böylece sistol ve diyastol sırasında basınç yük­ sasyonu çok küçük hacim de ileri doğru hareket
selmesi ve düşmesi daha büyük olur, nabız basıncı
yükselir.
Diğer yandan arteı yel sistemin kompliyansı azal­
dıkça, arterler içine pompalanan belli hacimdeki
kanın oluşturacağı basınç artacaktır. Örneğin: Şekil
15-4’deki üst ortadaki basınç eğrisiyle gösterildiği
gibi, arterlerin arteriyoskleroz ile sertleşm esinden
ve buna bağlı olarak kompliyans gösteremeyişle-
rinden dolayı bazen yaşlılıkta nabız basıncı nor­
malin iki katına kadar yükselir. Normal Arteriyoskleroz Aort stenozu
Sonuç olarak; nabız basıncı, vurum hacminin, 160-
arter sisteminin kom pliyansm a oranından yaklaşık
olarak belirlenebilir. Dolaşımda bu iki faktörden 120 -
herhangi birini değiştiren bir durum nabız basıncı­
nı da etkileyecektir. 80-
Normal
A n o rm a l Basınç Pulsasyon E ğrile ri 40-

Patent duktus
Dolaşımdaki bazı koşullar nabız basıncı değişiklik­ 0-
arteriyozus
lerine ek olarak anormal pulsasyon dalgalarına da Aort
neden olur. Bunlar arasında özellikle Şekil 15-4’te regürjitasyonu

de gösterildiği gibi, aort stenozu, patent duktus ar- Ş E K İL 15 • 4


teriyozus ve aort regürjitasyonu dikkat çekicidir. Arteriyoskleroz, aort stenozu, patent duktus arteriyozus ve aort
Aort stenozıında, daralan aort kapağından dışarı regürjitasyonıında nabız basıncı eğrileri.
BÖLÜM 15 • Damarların Gerilebilme Yeteneği, Arteryel ve Venöz Sistemlerin Fonksiyonları 155

yoğunluğunun giderek azaldığını gösteren en altta­


ki üç eğriye dikkat ediniz. Gerçekte, ancak aort pul-
sasyonlaıı oldukça geniş olduğunda veya arteriyol­
ler çok fazla dilatasyona uğradığında kapillerlerde
pulsasyonlar gözlenebilir.
Pulsasyonun peıifeıd e giderek azalması olayına
basınç pulsasyonunun sönm esi adı verilir. Bunun
iki sebebi vardır: ( 1 ) kanın damarlarda hareketine
karşı direnç ve (2) damarların kompliyansı. Damar
direnci pulsasyonun sönm esine neden olur, çü n ­
kü direnç arttıkça pulsasyonun ilerlem esi güçleşir.
Koınpliyans pulsasyonu söndürür çünkü kompli-
yans arttıkça basınç dalgasının önündeki kan m ik­
tarı da artar, kjın m iktarının artışı basıncın artm a­
sına da neden olur. Sonuç olarak, sönm enin dere­
cesi direnç ile kom pliyansın çarpım ı ile doğru
orantılıdır.
ŞEKİL 15 - 5
Nabız basıncının aorta boyunca ilerleme aşamaları.
Sistolik ve Diyastolik Basınçların
Ölçülmesinde Klinik Yöntemler
eden kanın neden olduğu basit bir basın ç dalga­
Hastalarda gerektiğinde bazı özel in celem elerd e
sından ibarettir.
kullanılm akla beraber, daha önceki bölüm de ta ­
rif edildiği gibi rutin olarak bir artere iğne uygu­
Küçük A rterler, A rteriyoller ve Kapillerde Ba­
layarak çeşitli basın ç ölçen aletler ile kan b a sın ­
sınç Pulsasyonunun Sönmesi. Periferik damar­
cının ölçülm esi im kansızdır. Onun yerine, klinis-
larda, basınç pulsasyon eğrisindeki tipik değişiklik­
yenler genellikle oskültasyon yön tem in i k ullana­
ler Şekil 15-6’da gösterilmektedir. Küçük arterlerde,
rak ind irektyol ile sistolik ve diyastolik b a sın çla ­
arteriyollerde ve özellikle kapillerleıde pulsasyon
rı ölçerler.

Oskültasyon Y ö n tem i, Şekil 15-7’de sistolik ve


diyastolik basıncı tayin etmek için kullanılan os­
kültasyon yöntem i gösterilmektedir. Antekübital
arter üzerine bir steteskop yerleştirilir, üst kola sa­
rılan m anşet şişirilir. Arter kan ile dolu kalacak şe ­
kilde, çok küçük bir basınç ile m anşet kolu sıkıştır­
dığı sürece, kan damar içinde pulsatil olarak ak­
m akla birlikte steteskopta hiçbir ses işitilm ez.

Sesler

J ____ ı____I____ ı____I____ ı___ i____ı____1_


120 100 80

L 150
O)
7 100 £
: E
- 50

Zaman (sn)

ŞEKİL 1 5 - 6 ŞEKİL 1 5 - 7
Daha küçük damarlara doğru ilerleyen nabız dalgasındaki Sistolik ve diyastolik arteryel basınçların oskültasyon metodu
değişikliklere ait nabız basıncı eğrileri. ile ölçülmesi.
156 ÜNİTE IV • Dolaşım

M anşetteki basınç arteryel basınç siklüsünün bir


dönem inde arteri kapatacak kadar fazla olduğun­
da her pulsasyonda bir ses işitilir. Bu seslere Korot­
k o ff sesleri denir.
Koıotkoff seslerinin esas nedeni hala tam olarak
bilinmemekle beraber, kanın kısmen kapatılmış
olan damardan fırlatılmasıyla oluştuğuna inanıl­
maktadır. Fırlatma m anşetin ilerisindeki açık da­
marda türbülansa neden olur, bu da steteskopta
duyulan vibrasyonları oluşturur.
Oskültasyon yöntemiyle kan basıncı ölçülürken,
önce manşetteki basınç arteryel sistolik basıncın
üzerine çıkarılır. Bu basınç arteryel sistolik basıncın
üstünde olduğu sürece, bıakiyal arter kollabe du­
rumda kalır ve basınç siklüsii boyunca kan arterin alt
kısmına akamaz. Bu nedenle arterin alt bölümünde ŞEKİL 1 5 - 8
Koıotkoff sesleri de duyulamaz. Daha sonra m anşe­ Sistolik diyastolik ve ortalam a arteryel basınçların yaşla
tin basıncı yavaş yavaş azaltılır. Manşetteki basınç değişimi Gölgeli alanlar yaklaşık normal sınırları göstermekte­
dir.
sistolik basıncın altına iner inmez kan sistolik basın­
cın tepe noktasında manşetin altındaki damardan
geçer ve antekübital arterde kalp vurumu ile eş za­
manlı olarak h a fif vurum tarzında sesler işitilmeye sınçlarııı ortalamasıdır. Bu basınç, sistolik ve diyas­
başlanır. Bu seslerin işitilmeye başlandığı an m an­ tolik basınçların ortalaması ile eşit değildir, çünkü;
şetle bağlantılı olan manometrenin gösterdiği basınç kardiyak sikliisün büyük bölümünde basınç diyas­
düzeyi yaklaşık olarak sistolik basınca eşittir. tolik basınca daha yakındır. Bu yüzden ortalama ar­
Manşetteki basınç daha da indirilirse, Korotkoff ter basıncı diyastolik basıncın yaklaşık % 60’ı ve sis­
seslerinin kalitesi değişir, hafif vurumlar yerine daha tolik basıncın ise % 40’ı olarak tayin edilir. Şekil 15-
ritmik ve sert sesler duyulur. Daha sonra manşetteki 8 ’de bütün yaşlarda, özellikle daha ileri yaşlarda, or­
basınç diyastolik basınca eşit olduğunda, artık di­ talama basıncın sistolik basınca göre daha çok di­
yastol sırasında arter sıkışmamaktadır, yani seslerin yastolik basınca yakın olduğuna dikkat ediniz.
oluşumuna neden olan temel faktör (kanın sıkıştırıl­
mış arterden fırlatılması) artık mevcut değildir. Bu
nedenle, sesler aniden örtülü ve boğuk bir nitelik
kazanır, o zaman genellikle manşetteki basınç 5-10 VENLER VE FONKSİYONLARI
m m daha indirilince tamamen kaybolur. Korotkoff
seslerinin boğuk nitelik aldığı manometre basıncı Uzun yıllar venlerin sadece kanın kalbe dönüş yol­
yaklaşık olarak diyastolik basınca eşittir. ları olduğu düşünülmüş, fakat dolaşımın sürdüıü-
Sistolik ve diyastolik basıncın oskültasyon yönte­ lebilmesini sağlayan birçok işlevi olduğu giderek
mi ile belirlenmesi tam am en hatasız değildir, ge­ açıkça anlaşılmıştır. Kasılma ve genişleme yetenek­
nellikle arterlerden direkt olarak yapılan ölçümler­ leriyle fazla miktarda kanı depo edip, dolaşımın
den % 1 0 kadar farklı değerler alınabilmektedir. herhangi bir yerinde gerektiği zaman hazır durum­
da tutmaları özellikle önemlidir. Peıifeıik venler
Oskültasyon M etodu İle Ölçülen Norm al A rter venöz pompa denen mekanizm a ile kanı ileriye
Basınçları. Şekil 15-8 değişik yaşlardaki yaklaşık doğru iterek, kalp debisinin düzenlenm esine de
normal sistolik ve diyastolik basınçları göstermek­ yardımcı olurlar. Bu önemli fonksiyon Bölüm 20'de
tedir. Yaşlanmanın kan basıncı kontrol mekaniz­ ayrıntılı olarak tartışılacaktır.
maları üzerindeki etkisi sonucunda, yaşlanmayla
birlikte kan basıncında giderek bir artış meydana
gelmektedir. Arteryel kan basıncının uzun süreli Venöz Basınçlar-Sağ Atriyum Basıncı
düzenlenmesinden temel olarak böbreklerin so­ (Santral Venöz Basınç) Ve Periferik
rumlu olduğunu Bölüm 19’da göreceğiz. Özellikle Venöz Basınçlar
50 yaşın üzerinde, yaşlanmayla görülen belirli de­
ğişikliklerin gerçekte böbrekler tarafından oluştu­ Venlerin çeşitli fonksiyonlarını anlamak için önce
rulduğu iyi bilinmektedir. venlerdeki basınç ve bu basıncın nasıl düzenlendiği
60 yaşın üzerinde tek başuıa sistolik basınçta görü­ hakkında bir şeyler bilmek gerekir.
len yükselme son dönem arteroskleroz sonucu arter­ Bütün sistemik venlerdeıı gelen kan sağ atriyuma
lerin sertleşmesine bağlıdır. Bu durum sistolik basınç­ akar; böylece sağ atriyunıdaki basınca sıklıkla sant­
ta bir fırlamaya ve daha önce de açıklandığı gibi nabız ral venöz basınç denir.
basıncında çok ciddi bir yükselmeye sebep olur. Sağ atriyum basıncı, kalbin kanı sağ atriyum ve
sağ ventrikiilden akciğerlere p om p a la m a yeteneği
Ortalama A rter Basıncı. Ortalama arter basıncı ve kanın periferik velilerden geriye, ka lbe dön m e
belirli bir zaman periyodu içinde ölçülen bütün ba- eğilimi arasındaki denge ile düzenlenir. Eğer kalp
BÖLÜM 15 • Damarların Gerilebilme Yeteneği, Arteryel ve Venöz Sistemlerin Fonksiyonları 157

güçlü bir şekilde pompalarsa sağ atriyum basıncı fından sıkıştırılır; böylece kan akımı engellenir.
azalır. Öte yandan kalbin zayıflığı sağ atriyum basın­ Örneğin kollardan gelen venler dik açılar nedeniy­
cını artırır. Benzer biçimde, venlerden sağ atıiyuma le birinci kaburga üzerinde sıkışırlar. İkincisi, b o ­
kanın hızlı akmasına neden olan herhangi bir etken yun venlerindeki basıncın çoğu kez, boynun dışın­
de sağ atriyum basıncını yükseltir. Venöz dönüşü (ve daki atm osfer basıncından daha düşük düzeye in ­
aynı zamanda sağ atriyum basıncını) artıran bazı fak­ mesi venlerin kollabe olmalarına yol açar. Son ola­
törler şunlardır: ( 1 ) kan hacminin artması, (2 ) bütün rak, karın içinde seyreden venler çok defa farklı or­
vücutta büyük damarların tonusunun arünasıyle pe- ganlar ve intra-abdom inal basınç tarafından sıkış­
riferik venöz basıncın yükselmesi, (3) peıifeıik diren­ tırılır ve böylece oval ya da yarık durumda kısmen
ci düşürerek, arterlerden venlere kanın hızlı akışını kollabe hale gelirler. Bu nedenlerle büyük venler
sağlayan arteıiyollerin dilatasyonu. genellikle kan akım ın a önem li ölçüde direnç göste­
Sağ atriyum basıncını düzenleyen faktörler aynı rirler. Böylece periferik venlerdeki basınç sağ atri­
şekilde kalp debisinin regülasyonuna da katılırlar. yum basıncından 4-6 mml-Ig daha yüksek değerde
Kalp tarafından pom palanan kan miktarı hem kal­ bulunur.
bin pom palam a yeteneğine hem de peıiferik da­
marlardan kalbe dönen kana bağımlıdır. Bu neden­ Yüksek Sağ A triyu m Basıncının P eriferik V e ­
le sağ atriyum basıncının düzenlenmesini, kalp de­ nöz Basınç Üzerine Etkisi. Sağ atriyum basıncı
bisinin regülasyonu ile ilişkili olarak Bölüm 20’de norm al 0 mmHg değerinin üzerine çıkarsa kan
daha geniş tartışacağız. büyük venlerden geri itilmeye başlar ve bu venleri
N orm al sağ atriyum basıncı, vücudu çevrele­ açar. Periferik venlerdeki basınç, bu venlerde bü ­
yen atm osfer basın cın a hem en hem en eşit olup yük venalar arasındaki tüm kollaps noktaları açı­
yaklaşık “O” m m H g’dır. Bununla beraber, ağır lıncaya kadar yükselmez. Bu genellikle sağ atri­
kalp yetersizliği, aşırı m iktarda kanın kalbe gel­ yum basıncı yaklaşık +4 ile 6 mm Hg’ye yükselince
m esine ve kalp tarafından periferik dam arlara ortaya çıkar. Eğer sağ atriyum basıncı daha fazla
gönderilm esine neden olan, m asif kan transfüz- yükselirse, basınçtaki bu ek artış periferik venöz
yonu gibi anorm al koşullarda 20-30 m m H g’ya basınca da yansır. Kalbin, sağ atriyum basıncının
kadar yükselebilir. 4-6 mmHg değerine yükselmesi için çok zayıf düş­
Sağ atriyum basıncının alt sınırı genellikle -3 ile müş olması gerekir, bu nedenle kalp yetm ezliği­
-5 mmHg kadardır. Bu basınç, peıikard ve kalbi sa­ nin ilk dönem inde periferik venöz basın ç yüksek
ran intraplevral boşlukların basıncıdır. Sağ atri­ değildir.
yum basıncının bu çok düşük değerlere inmesi,
kalbin olağanüstü güçlü pompalaması ya da ağır Abdominal Basıncın, Bacakların Venöz Basıncı­
bir kanam adan sonra veya periferden kalbe kan na Etkisi. Normal periton boşluğundaki basınç or­
akımının çok azaldığı durumlarda görülür. talama 6 mmHg kadardır. Fakat gebelik, periton
boşluğunda sıvı toplanması ya da büyük tüm örler­
V en ö z D ire n ç ve P e rife rik V enöz Basınç de bu basınç 15-30 mmHg’ya kadar yükselebilir. Bu
durumda, bacak venleıindeki basınç, abdom inal
Büyük venler genişledikleri zaman hem en hemen basınçtan daha yüksek olmalıdır ki, abdom inal
dirençleri yoktur. Bununla beraber Şekil 15-9’da venler açılsın ve kan bacaklardan kalbe doğru aka­
gösterildiği gibi, büyük venler göğüs boşluğuna gi­ bilsin. Bu nedenle, intraabdom inal b asın ç 20
rişlerinde, birçok noktada etraftaki dokular tara­ mmHg ise femoral venlerde de basınç en az 20
mmHg olur.

H id ro s ta tik Basıncın Venöz Basınca Etkisi

Herhangi bir su kitlesinde, suyun yüzeyindeki b a ­


sınç atmosfer basıncına eşittir, fakat yüzeyden aşa­
Boyunda atmosfer ğıya doğru her 13.6 mm mesafede basınç 1 mmHg
basıncıyla kollaps yükselir. Suyun ağırlığından kaynaklanan bu basın­
ca gravitasyonel basınç ya da hidrostatik basınç adı
Kaburga kollapsı
verilir.
Koltukaltı kollapsı Hidrostatik basınç, Şekil 15-10’da gösterildiği gi­
intratorasik basınç bi, damarların içinde bulunan kanın ağırlığı n ed e­
=-4 mm niyle insanın vasküler sisteminde de ortaya çıkar.
Şahıs ayakta dururken, sağ atriyumdaki basınç
Abdominal basınç yaklaşık 0 mmHg düzeyinde kalır. Çünkü kalp bu
kollapsı noktada toplanan kanı arterlere pompalar. Halbuki
hiç hareket etm eden ayakta duran bir kişide ayak
venleıindeki basınç, basitçe kalple ayaklar arasın­
ŞEKİL 1 5 - 9 daki mesafede bulunan kanın ağırlığı nedeniyle,
Toraksa giren venleri kollabe olmaya zorlayan faktörler. yaklaşık 90 mmHg kadardır. Vücudun öteki bölge-
158 ÜNİTE IV • Dolaşım

Ancak, kafatası içindeki venler sıkıştırılamayan


bir boşlukta bulunduklarından kollabe olmazlar.
Bunun sonucu olarak dural sinüslerde n egatif b a ­
sınç vardır; ayakta durma sırasında kafanın üst nok­
tası ile tabanı arasındaki hidrostatik "emm e’’den
dolayı sagittal sinüsteki venöz basınç yaklaşık - 1 0
mm Hg’dır. Bu nedenle cerrahi girişim sırasında sa­
gittal sinüs açılırsa, hava derhal bu ven içine emilir;
ve hatta aşağıya doğru gidip kalpte hava embolisi
yapabilir. Bu durumda kalp kapakları istenilen şe­
kilde fonksiyon yapamaz, hatta ölüm olabilir.

Hidrostatik Faktörün A rte r ve Ö teki Basınçlar


Üzerine Etkisi. Hidrostatik basınç venleri olduğu
kadar arter ve kapilleıierdeki periferik basınçları da
etkiler. Örneğin ayakta duran bir şahısta kalp düze­
yinde arteryel basınç 100 mm Hg iken ayaklarında­
ki arter basıncı 190 mm Hg kadardır. Böylece, her­
hangi bir zamanda arter basıncı 100 mm Hg denil­
diğinde bu genel olarak kalbin hidrostatik düzeyin­
deki basınç anlamını taşır.

Ven K apakları ve V enöz P o m p a n ın


V enöz basınç Ü zerine E tkile ri

Velilerdeki kapaklar düşünülmezse, ayakta hareket­


siz duran bir erişkinde hidrostatik basınç nedeniyle
ayaklardaki venöz basınç daima +90 mmHg kadar
olacakür. Bununla beraber bacaklar hareket ettirilin­
ce kasların kasılması, kaslarda ya da onlara bitişik
yapılardaki venleri sıkıştırır ve içlerindeki kanı iter.
Ayrıca, Şekil 15-11'de gösterildiği gibi, verilerdeki ka­
paklar o şekilde yerleşmişlerdir ki, kanın akış yönü
ŞEKİL 15- 10 ancak kalbe doğru olabilir. Bunun sonucu, şahıs
Ayakta duran bir kişide hidrostatik basıncın vücuttaki venöz
basınçlara etkisi.

Derin ven
lerindeki basınç da bu düzeyle orantılı olarak 0 ila
90 mm arasında değişir.
Kol yenlerinde, üst kaburga düzeyinde, subklavia
Birleştirici ven
veninin bu kaburga üzerinden geçerken sıkışması ne­
deniyle basınç genellikle + 6 mmHg kadardır. Hidros­
tatik basınç, kol boyunca aşağıya doğru, birinci kabur­ Yüzeysel ven
ga düzeyinin alandaki mesafe ile belirlenir. Eğer el ile
kaburga düzeyi arasındaki hidrostatik faik 29 mmHg
ise, bu basınç venin kaburgayı geçmesi sırasında sıkış­
masından kaynaklanan 6 mmHg basınca eklenir ve
böylece el verilerindeki total basınç 35 mmHg olur.
Vertikal durumda boyun venleri saçlı deriden iti­
baren boynun dışındaki atmosfer basıncının etkisiy­
le hem en tamamen kollabe durumdadır. Bu kollaps
durumu, venleıin uzunluğunca basıncın sıfır olarak
kalmasına yol açar. Bunun nedeni, basıncı bu düze­ Kapak
yin üzerine çıkarma eğiliminin venleri açması sonu­
cu kan akımının hızlanması ve basıncın tekrar sıfıra
gelmesidir. Basıncın bu kollaps düzeyinden daha
aşağıya inmesi de venleıin daha fazla kollabe olma­
larına ve böylece dirençlerinin artması ve basıncın ŞEKİL 15 -11
tekrar geriye sıfır değerine dönmesine neden oluf. Bacaktaki ven kapakları
BÖLÜM 15 • Damarların Gerilebilme Yeteneği, Arteryel ve Venöz Sistemlerin Fonksiyonları 159

ayaklarını hareket ettirdiği ya da kaslarını gerdiği za­ rumda en iyi tedavi, bacakların en az kalp düzeyin­
man belirli bir miktarda kan kalbe doğru gönderile­ de bir pozisyona yükseltilmesidir. Fakat bacaklara
rek, ilgili vücut venlerinde basınç azaltılır. Bu pompa uygulanan sıkı bandajlar da ödem ve sonuçların­
sistemi “venöz pompa" ya da "kas pompası" olarak dan korunmada önemli ölçüde yardımcı olur.
bilinir. Bu pompa, olağan durumlarda, yürüyen bir
erişkinin ayaklarındaki ven basıncını 25 mmHg’dan Ven Basıncının Klinik Tahmini. Ven basıncı çoğu zaman
daha diişük bir düzeyde tutmaya yeterlidir. basitçe, periferik venleriıı, özellikle boyun yenlerinin, dol­
Eğer tam hareketsiz olarak ayakta durulursa, ven gunlukları gözlenerek tahmin edilir. Örneğin, normal kişi­
lerde oturur durumda boyun venleri hiçbir zaman dolgun
pom pası çalışmadığı için bacakların aşağı kısm ın­
değildir. Bununla beraber sağ atriyum basıncı 10 mm
da ven basıncı, 30 saniye içinde, tam 90 mmHg’lık Hg'ya kadar yükseldiği zaman, oturur durumda bile boy­
hidrostatik basınca yükselir. Bu durumlarda, kapil- nun alt bölümündeki venler belirginleşmeye başlar; sağ
leıdeki basınç da yükseldiğinden dolaşım siste­ atriyum basıncı +15 mmHg olduğu zaman genellikle bo­
m inden doku aralıklarına sıvı sızar. Sonuçta, ayak­ yamdaki verilerin tümü dolgun duruma gelir.
lar şişer ve kan hacmi azalır. Askerlerin hazırol du­
rumunda olduğu gibi, ayakta tam hareketsiz durul­ Ven Basıncı ve Sağ Atriyum Basıncının Doğrudan Öl­
duğunda ilk 15 dakika içinde, dolaşım sisteminden çülmesi. Venöz basınç, bir basınç kaydediciye bağlı en­
kan hacm inin % 1 0 - 2 0 kadarı kaybedilir. jektör iğnesini doğrudan venin içine uygulamak sure­
tiyle kolayca ölçülebilir.
Sağ atriyum basıncının duyarlı bir şekilde ölçülmesi
Ven Kapaklarının Yetersizliği ve Variköz Venler. ise, ancak bir kateterin sağ atriyuma kadar sevkedilmesi
Ven sistemindeki kapaklar sıklıkla yetersiz duruma yöntemiyle gerçekleştirilir. Bu kateter uygun bir basınç
gelebilir, hatta bazen harap olabilir. Bu durum, ölçen apareye bağlanır. Bu şekilde santral venöz katcteı-
özellikle gebelikte ve zam anının çoğunluğunu le basıncın ölçülmesi, kalbin pompalama yeteneğini de­
ayakta geçirenlerde, venleıin uzun bir süre aşırı ba­ ğerlendirmek için hastaneye yatırılan bazı kalp hastala­
sınç altında genişlemesi sonucu ortaya çıkar. Venle- rında hemen hemen rutin olarak uygulanmaktadır.
rin genişlemesi enine kesit alanlarını artırır, fakat
Ven ve Ö teki Dolaşım Basınçlarının
kapakların büyüklüğü artmaz. Bu nedenle büyük
Ö lçülm esinde Basıncın Referans Düzeyi
venlerde kapaklar venaları tam olarak kapatmaz ve
kanın geriye akışını bloke edemez. Bu durum orta­
Şimdiye kadar yaptığımız tartışmalarda, sağ atriyum ba­
ya çıktığında bacak velilerindeki basınç daha da ar­
sıncının 0 mm Hg ve arter basıncının 100 mm Hg oldu­
tarak ven pompasını etkisiz duruma getirir; bu, ğundan söz edildi, fakat dolaşım sistemindeki bu basınç
venleıi daha da genişleterek, sonunda kapakların için referans düzeyi olarak kabul edilen bir hidrostatik
fonksiyonunu tam amen ortadan kaldırır. Böylece basınç düzeyi belirtilmedi. Dolaşım sisteminde, hidros­
şahısta, bütün bacakta, özellikle bacağın aşağı kıs­ tatik basıncın vücut durumuna bağlı olarak 1-2 mm Hg
m ında deri altında genişlemiş, balon gibi çıkıntılar­ değiştiği yalnız bir nokta vardır. Bu, Şekil 15-12 gösteril­
la karakterize “varisli venler” gelişir. Ven pom pası­ diği gibi, triküspid kapağın düzeyidir. Bu nedenle bu bö­
nın yetersiz olması nedeniyle, venöz ve kapiller ba­ lümde tartışılan bütün basınç ölçümleri, basınç ölçül­
mesinde referans düzeyi kabul edilen triküspid kapağının
sınç çok yükselir ve bu şahısların bir kaç dakikadan
düzeyine göre değerlendirilmektedir.
fazla ayakta durmaları halinde, sıvının kapillerler- Triküspid kapakta hidrostatik etkilerin bulunmaması,
den dokuya sızmasıyla bacaklarında sürekli ödem ­ bu noktadaki hidrostatik basınç değişmelerini kalbin
ler oluşur. Ödem, besleyici materyalin kapilleıden otomatik olarak engellemesine bağlıdır. Bu engelleme
kas ve deri hücrelerine yeterli difüzyonunu engelle­ şöyle gerçekleşir:
diğinden kaslar ağrılı ve zayıf duruma gelir; deride Eğer triküspid kapakta basınç hafifçe normalin üzeri­
sıklıkla gangrenli ülserler gelişir. Kuşkusuz bu du­ ne çıkarsa, sağ ventrikül normalden daha fazla dolar. Bu,

Sağ ventrikül

ŞEKİL 15 -12
Normal referans noktası
Triküspid kapakta basınç
ölçümü için referans
noktasının yeri.
160 ÜNİTE IV • Dolaşım

kalbin kanı daha fazla pompalamasına neden olarak, ge­


nellikle triküspid kapaktaki basıncı normal ortalama de­
ğerine doğru düşürür, öte yandan, bu noktada basınç
düşerse sağ ventrikül yeterli şekilde dolmaz, pompala­
ması azalır ve triküspid basıncı tekrar normale dönünce- Pulpa
ye kadar venöz sistemde göllenir. Diğer bir deyimle, tri­
küspid kapakta kalp bir feedback basınç regülatörü gibi Kapillerler
çalışır.
Bir insan sırt üstü yattığı zaman, triküspid noktası Venöz sinüsler
göğüs kalınlığının tanı olarak % 60 kadar ön kısmında
yer alır. Bu yüzden, bu nokta sıfır basınç referans düze­ Ven
yidir. Arter

Verilerin Kan Depolama İşlevi


Dalağın fonksiyonel yapıları (Bloom ve Fawset’ten modifiye
edilmiştir. ATextbook of Histology 10 th ed Philadelphia, VVB
Bölüm 14’de işaret edildiği gibi dolaşım sistem in­ Saunders Company 1975.
deki bütün kanın yüzde 60’tan fazlası genellikle sis-
teıııik venlerde bulunur. Bu nedenle sıklıkla, siste-
mik venleıin dolaşımın kan d ep olan gibi görev
yaptığı söylenir.
Vücuttan kan kaybı olduğu ve arter basıncı düş­ Alyuvarlar tıabeküller tarafından yakalanırken,
meye başladığı zaman, Bölüm 18’de tartışıldığı gi­ plazma venöz sinüslere ve oradan da tekrar genel
bi, kaıotis sinüsleri ve dolaşımın öteki basınca du­ dolaşıma geri döner. Sem patik sinir sistem i uyarı­
yar bölgelerinden basınç refleksleri doğar; bunlar lıp dalakta veya dalak dam arlarında kontıaksiyo-
venleıe sem patik sinyaller göndererek kasılmaları­ na neden olduğunda, dalağın büyük miktarlarda
nı sağlar ve kan kaybının neden olduğu eksiklik gi­ ekstra alyuvar ihtiva eden özel bir deposu olan kır­
derilmiş olur. Gerçekten de, total kan hacm inin mızı pulpa bu ekstra alyuvarları genel dolaşım a
yüzde 2 0 kadarının kaybından sonra bile, ven siste­ gönderir. Aşağı sınıf hayvanlarda depolanan bu
minin bu değişken deposu nedeniyle dolaşım sis­ ekstra alyuvar hücreleri insanlara oranla oldukça
temi hem en hem en normal şekilde fonksiyonunu fazla olmakla beraber insanda 50 m l’ye varabilen
sürdürür. miktarlarda dolaşım a salınabilen konsantre alyu­
var hücreleri kan hem atokrit değerini % l - 2 ora­
nında yükseltebilir.
Ö zel Kan D ep o la rı. D olaşım sistem inin bazı
Dalak pulpasının akyuvarların birikerek toplan­
bölgeleri o kadar geniştir ki, özel olarak buralara
dığı diğer bölgesine beyaz pu lpa denir. Burada üre­
"kan d e p o la n ” adı verilir. Bunlar şöyle sıralana­ tilen lenfoid hücreler lenf düğümlerindeki lenfoid
b ilird i) bazen dolaşım a 1 0 0 mİ kan verecek ka­
hücrelerin benzeridir. Bu hücreler Bölüm 3 4 ’de a n ­
dar kasılabilen d a la k , (2 ) dolaşım a bir kaç yüz
latılan im mun sistem in bir paıçasıdırlar.
m ililitre kan verebilen karaciğ er sinüsleri (3) 300
ıııl kadar kan verebilen büyük a bd o ıııin a l venler,
(4) yine birkaç yüz m ililitre kan sağlayan deri a l­ Dalağın Kanı Temizleme Fonksiyonu-Yaşlı Hücrele­
tın d a k i venöz pleksiisler. Kalp ve akciğerler siste- rin Uzaklaştırılması. Kan sinüslere girmeden önce, da­
lak pulpasmdan geçerken sıkışmaktadır. Bu nedenle,
mik ven depo sistem inin parçaları değildir ama,
frajil eritrositlerin bu travmaya dayanamıyacakları
kan deposu olarak düşünülmelidir. Örneğin kalp beklenir. Böylece vücutta yıpranan birçok eritrositle­
sem patik stim ülasyoıı sırasında hacm ini küçül­ rin ölümü dalakta olmaktadır. Hücreler parçalandık­
terek 50-100 mİ kanı dolaşım a verir, pulm oner tan sonra hemoglobin açığa çıkar ve hücre stroması
basın ç çok düştüğü zam an akciğerler de 1 0 0 - 2 0 0 dalağın retiküloeııdotelyal hücreleri tarafından sindi­
mİ ile dolaşım a katkıda bulunur. rilir.

Bir Alyuvar D eposu Olarak Dalak. Şekil 15-13’de Dalağın Retiküloendotelyal Hücreleri. Dalağın pulpası
görüldüğü gibi, dalakta kanın depolandığı iki alan birçok büyük, fagositik retiküloendotelyal hücreler içe­
bulunur; venöz sinüsler ve pulpa. Küçük damarlar rir, venöz sinüslerin çeperinde de benzer hücreler bu­
lunmaktadır. Bu hücreler karaciğerin venöz sinüslerin­
doğrudan venöz sinüslere açılır ve bu sinüsler de
de olduğu gibi, bir temizleme sistemi oluştururlar. Kan
aynı venöz sistem in herhangi bir bölümünde ol­
enfeksiyon ajanlarıyla istila edildiği zaman, dalağın reti­
duğu gibi genişleyerek büyük miktarda kanı depo­ küloendotelyal hücreleri, artık maddeleri, bakteri, para­
larlar. zit vb. etkenleri hızla uzaklaştırırlar. Keza birçok enfek­
Dalak pulpasında kapillerler o kadar geçirgen­ siyon durumunda dalak, aynen lenf düğümleri gibi ge­
dir ki; bütün kan, kırınızı pulpayı oluşturmak üze­ nişleyerek, temizleme fonksiyonunu daha etkin bir şe­
re kapiller duvardan tıabekül ağına geçiş gösterir. kilde sürdürür.
BÖLÜM 15 • Damarların Gerilebilme Yeteneği, Arteryel ve Venöz Sistemlerin Fonksiyonları 161

REFERANSLAR
B u ck cy JC Jr. G affney FA , Lane I.D . et al: Regulation. Philadelphia: W B Saunders C o, M ohrm an D E , H eller L J: C ard iovascu lar Phys­
Central venous pressure in space. J Appl 1973. iology. New Y ork: M cG raw -H ill, 1997.
Physiol 8 1 :1 9 , 1996. Guyton AC, Jo nes C E, C olem an T G : Evidence M onos E , B e rcz i V , Nadasy G : L o ca l control
Chang J B , Prasad K , Olsen E A : T extb oo k o f for tissue oxygen demand as the m ajor fa c­ o f veins: b iom ech an ical, m etab o lic, and hu­
A ngiology. New Y o rk: Springer, 1998. tor causing autoregulation. C irc R es 1 4 :60, moral aspects. Physiol R ev 7 5 :6 1 1 , 1995.
D avies PF, Barbee K A , V olin M V , et al: S p a ­ 1964. N iles J L : Antineutrophil cytoplasm ic antibod­
tial relationships in early signaling events Guyton J R : M echanical control o f smooth ies in the classification o f vasculitis. Annu
o f flow-mediated endothelial m echanotrans- m uscle growth. In: Seidel C L , W eisbrodt Rev Med 4 7 :3 0 3 , 1996.
duction. Annu Rev Physiol 5 9 :5 2 7 . 1997. N W : Hypertrophic Response in Sm ooth Notarius C F , M agder S : C entral venous pres­
G oldberg ID, Rosen E M : Regulation o f A ngi- M uscle. B o c a Raton: C R C Press, 1987, sure during exercise: role o f m uscle pump.
ogenesis. Basel: Birkhauser, 1997. p 121. Can J Physiol Pharm acol 7 4 :6 4 7 . 1996.
Gunga HC, R o ck er L, Behn C , et al: Shift H alliday A: An Introduction to V ascular B io l­ Pohl U, deW it C : Interaction o f nitric oxide
w orking in the Chilean Andes ( > 3 , 6 0 0 m) ogy: From Physiology to Pathophysiology. with m yogenic and adrenergic vasoconstric­
and its influence on erythropoietin and the Cam bridge: Cam bridge U niversity Press, tor processes in the control o f m icrocircula-
low-pressure system. J Appl Physiol 8 1 : 1998. tory blood flow. Pflugers A rch 4 3 2 :R 1 0 7 ,
84 6 , 1996. H um m ler E , R o ssier B C : Physiological and 1996. f
Guyton A C : Peripheral circulation. Annu R ev pathophysiological role o f the epithelial s o ­ Rothe C F : M ean circulatory' filling pressure: its
Physiol 2 1 :2 3 9 , 1959. dium channel in the control o f blood pres­ m eaning and m easurem ent. J Appl Physiol
Guyton A C : Arterial Pressure and H yperten­ sure. Kidney B lo od Press R es 1 9 :1 6 0 , 7 4 :4 9 9 , 1993.
sion. Philadelphia: \VB Saunders C o, 1980. 1996. Schw inn D A : New A dvances in V ascu lar B io l­
Guyton AC, Greganti FP: A physiologic refer­ Jaco bsen TN : Sym pathtic reflex regulation o f ogy and M o lecu lar C ardiovascular M edi­
ence point for measuring circulation pres­ the peripheral circultion in humans. Danish cine. Baltim ore: W illiam s & W ilkin s, 1998.
sures in the dog— particularly venous pres­ Med Bull 4 3 :1 2 6 , 1996. Strandness D E , van B red a A : V ascular D is­
sure. Am J Physiol 1 8 5 :1 3 7 , 1956. Krupski NVC: Review o f V ascular Surgery. eases: S u rgical and Interventional Therapy.
Guyton AC, Jo n es C E : Central venous pres­ Philadelphia: W B Saunders C o, 1994. New Y ork: Churchill Livin gston e, 1994.
sure: physiological significance and clin ical M ancia G , Om boni S: Ambulatory blood pres­ Tow nsend R R , Ford V : A m bulatory blood
im plications. Am Heart J 8 6 :4 3 1 , 1973. sure, blood pressure variability and antihy­ pressure m onitoring: com in g o f age in
Guyton A C , Jo n es C E , C olem an T G : C ircu la ­ pertensive treatment. C lin E xp Hyperten 18: nephrology. J Am S o c Nephrol 7 :2 2 7 9 ,
tory Physiology: Cardiac Output and Its 4 4 9 , 1996. 1996.
Mikrodolaşım ve Lenfatik Sistem:
Kapiller Sıvı Değişimi, Intertisyel
Sıvı ve Lenf Akımı

Mikrosiıkülasyon, dolaşımın en önemli fonksiyonu nal arteriyoller) ise süreklilik gösteren bir kas tabakası ile
olan besin m addelerinin d oku lara taşınm ası ve çevrili değildirler, ancak şekil 16-1’de büyük siyah lekeler
hücresel atıkların uzaklaştırılm ası işlevini görür. olarak gösterilen ara noktalarda, düz kas lifleri tarafın­
dan çevrilmişlerdir.
Küçük arteıiyoller her bir doku alanına giden kan
Gerçek kapillerlerin metarteriyollerden çıktığı nokta­
akımını kontrol ederken, dokulardaki lokal faktör­
larda kapillerin genellikle düz kas lifleri tarafından çev­
ler arteriyollerin çapını kontrol eder. Bu nedenle relendiği görülür. Bu yapıya prekapiller sfmkter'ler adı
genellikle her dokunun, kendi ihtiyaçlarına göre verilmektedir. Sfinkter, kapillerlerin girişini kapayıp
kan akımını belirlediği kabul edilmektedir. Bu ko­ açabilir.
nu detayları ile 17. Bölümde tartışılmıştır. Veniiller, arteriyollerdeıı çok daha büyük damarlardır
Kapillerler geçirgenliği fazla, tek sıra endotel hüc­ ve kas tabakaları da arteriyollere göre daha incedir. An­
relerinden oluşmuş, çok ince yapılardır. Burada, cak burada hatırlanması gereken nokta venüllerin için­
dokular ve kan arasında besin m addelerinin ve deki basıncın arteriyollere göre daha az olduğudur. Böy-
lece veniiller zayıf kas yapılarına karşın önemli miktarda
hücresel atıkların değişimi görülür. Yüzey alanı kasılma gösterebilirler.
500-700 metre kare (yaklaşık bir futbol sahasının Kapiller yataktaki tipik düzenlenme vücudun bütün
sekizde biri kadar) olan yaklaşık 1 0 milyar kapiller kısımlarında görülmeyebilir. Ancak benzer yapılanmala­
vücudun tümünde bu fonksiyonu yerine getirmek­ rın amacı aynıdır. En önemlisi metarteıiyollerin (eğer
tedir. Gerçekte herhangi bir fonksiyonel hücrenin bulunuyorsa prekapiller sfınkterlerin) bulundukları do­
kapillerden 20-30 mikrometreden daha uzak olm a­ ku ile çok yakın bir ilişkide olmalarıdır. Bu sayede doku­
sı enderdir. lardaki lokal değişiklikler (besin maddelerinin konsant­
rasyonu, metabolik son ürünler, hidrojen iyonları, vb)
Bu bölümün amacı, maddelerin kan ve intertis-
metarteriyoller üzerinde direkt etki göstererek dokudaki
yel sıvı arasında değişimini ve özellikle kan ve in-
kan akımını her dakika kontrol edebilir.
teıtisyel sıvı arasında kapiller duvardan transfer
olan sıvı hacm ini etkileyen faktörleri tartışmaktır.
Kapiller Duvarın Yapısı. Şekil 16-2, özellikle kas
ve bağ dokusu olmak üzere vücudun birçok orga­
nında bulunan tipik bir kapiller duvarın ultramik-
ıoskopik yapısını göstermektedir. Görüldüğü gibi
Mikrodolaşım ve Kapiller Sistemin Yapısı
damar duvarı dışardan bir bazal m em bran ile çev­
Her organın ınikrosirktilasyonu bu organın özel gereksi­ relenmiş tek sıra endotel hücrelerinden oluşm ak­
nimlerini karşılamak üzere organize olmuştur. Genelde tadır. Duvarın total kalınlığı 0.5 mikrometredir.
organa giren her besleyici arter altı ile sekiz kez dallan­ 4-9 mikrometre olan kapiller çapı ancak kırmızı
ma gösterdikten sonra arteriyol olarak adlandırılacak ka­ kan hücrelerinin veya diğer kan hücrelerinin sürtü­
dar küçülür ve genellikle iç çapı 2 0 mikrometreden daha nerek geçebilmesi için yeterlidir.
küçük hale gelir, daha sonra arteriyoller iki ile beş kez
dallanıp kanı kapillerlere ulaştırdıkları uç noktalarda 5-9
Kapiller M em brandaki "Porlar". Şekil 16-2’ye
mikrometre çapına inerler.
Şekil 16-1, mezenterik kapiller yatakta kanın kapiller­ bakıldığında kapillerin iç kısmı ile dışını birbirine
lere arteriyol ile girip veniil ile terkedişiııi göstermekle­ bağlayan iki küçük geçit görülecektir. Bunlardan
dir. Arteriyolden gelen kan bazı fizyologlar tarafından bir tanesi, komşu endotel hücreleri arasında bulu­
terminal arteryol de denilen nıetarteriyollere geçmekte­ nan ve oldukça dar olan hücreler arası yarıktır. Bu
dir. Metarteriyoller arteriyoller ile kapillerler arası bir ya­ yarıklardan her biri endotel hücrelerini bir arada
pıya sahiptir. Metarteryolü terk eden kanın bir kısmı bü­ tutan kısa protein uzantıları tarafından periyodik
yük ve öncelikli kanallar denen kapillerlere, bir kısmı ise olarak kesilmekte ancak her bir uzantı kısa bir m e­
küçük olduğu için gerçek kapiller olarak adlandırılan ka­
safeden sonra kırılmaktadır. Böylece kırılan uzantı­
pillerlere girer. Kan, kapilleıieri geçtikten sonra venüle
girer ve genel dolaşıma katılır. ların arasından sıvı geçişi gerçekleşebilir. Yarık-
Arteriyoller gelişmiş kas yapısı içerdikleri için çapları­ porlar normalde açıldığı yaklaşık olarak 6-7 n an o ­
nı büyük oranda değiştirebilirler. Metarteriyoller (termi­ metre (60-70 angstrom) olan, oldukça uniform bir

162
BÖLÜM 16 • Kapiller Sıvı Değişimi, interstısyel Sıvı ve Lenf Akımı IGJ

Bazı Organ Kapillerlerinde Görülen Özel Por Tiple­


ri. Organların kapillerlerinde bulunan por sistemi orga­
nın spesifik gereksinmelerini karşılamak üzere farklılık­
lar gösterebilmektedir. Bunlardan bazıları:

1. Beyinde endotel hücreleri arasındaki sıkı bağlantı­


lar (tight junetions) sadece küçük moleküllerin beyin
dokusuna geçişine izin verir.
2. Karaciğerde tamamen tersi bir durum söz konusu­
dur. Kapiller endotel hücreleri arasındaki yarıklar geniş
bir açıklık gösterdiği için plazmada erimiş halde bulu­
nan bütün maddeler (plazma proteinleri de dahil olmak
ŞEKİL 16- 1 üzere) kandan rahatlıkla karaciğer intertisyel aralığına
Mezenterik kapiller yatağın yapısı. (Zweifach: Factors
geçebilir.
Regulating Blood Pressure. New «York, Josiah Macy, Jr., Barsak kapillerlerdeki porlar ise kas ve karaciğer do­
Foundation, 1950). kusu arasında bir yer almaktadır.
3. Böbreğin glomeriiler yumağında bulunan çok sayı­
da küçük oval pencereler; endotel hücresini ortadan pe-
netre ederek büyük miktarda maddenin endotel hücre­
leri arasındaki yarıklardan geçmeden glomerülerden filt­
yapı gösterirler. Bu açıklık bir protein molekülü re olmasını sağlar.
olan albuminin çapından biraz daha küçüktür.
Endotel hücreleri arasındaki yarıklar sadece hüc­
re kenarlarında bulunduğu için kapillerlerin total
yüzey alanının 1 /1 0 0 0 ’ninden daha fazlasını oluş­
KAPİLLERLERDE KAN AKIM I-
turmaz. Ancak su moleküllerinin, suda eriyen bir
çok diğer iyonların ve maddelerin termal hareketi VAZOM OSYON
çok hızlı olduğu için, bu maddeler "yarık porlar”
vasıtasıyla kapillerlerin içi ve dışı arasından kolay­ Kan, kapillerlerden genellikle sürekli bir şekilde ak­
lıkla diffüze olabilirler. maz. Bunun yerine her saniye veya daldkada bir,
Endotel hücrelerindeki diğer/bir oluşum da çok aralıklı olarak akar veya akım durur. Bu aralıklı ola­
sayıda bulunan küçük plazm alem m al veziküllerdir. ya m etarteriyolleıin ve prekapiller sfinkterlerin
Bunlar hücrenin bir yüzünde oluşan ve az miktar­ (bazen çok düşük arteriyollerin de) aralıklı kasıl­
larda plazma veya ekstraselüler sıvıyı içine alabilen ması anlam ına gelen vazomosyon adı verilir.
küçük paketçikleıdir. Daha sonra endotel hücresi
boyunca yavaşça hareket ederler. Aynı zamanda ba­ Vazom osyonun Regülasyonu. Bugüne kadar
zı vezikülleıin Şekil 16-2’de gösterildiği gibi memb- yapılan çalışm aların sonuçları m etarteriyollerin
ran boyunca dizilip veziküler bir kanal oluşturduk­ ve prekapiller sfinkterlerin açılıp kapanm a dere­
ları da düşünülmektedir. Ancak laboratuar hayvan­ cesini belirleyen en önem li faktörün, dokudaki
larında yapılan dikkatli çalışmalar plazmalemmal oksijen konsantrasyonu olduğunu gösterm iştir.
vezikülleıin kapiller duvardan madde transportun- Oksijen kullanım ı fazlalaştığında kan akım ına izin
da küçük bir rol oynadığını düşündürmektedir. veren aralıklı periyodlar daha sık görülür, ve her
bir periyodun süresi uzar. Bu olay dokuya daha
fazla miktarda oksijen (aynı zam anda besin m ad ­
deleri) taşınm asını sağlar. Kan akımını belirleyen
bu etki ve bunun gibi diğer faktörler bölüm 17’de
Endotel hücre tartışılmıştır.
/

Kapiller Sistemin Ortalama Fonksiyonu


V' ' v'/
Veziküler kanal ' / Kapiller sistem deki kan akımının aralıklı olm asına
Plazmalemmal \ karşın, fonksiyonun tam amı düşünüldüğünde do­
veziküler kularda çok sayıda kapiller olduğu için ortalam a
/.\ \ : P bir fonksiyondan bahsedilebilir. Bu nedenle, ka­
: . Bazal piller yataktaki ortaklın a kan akını hızı, orta lam a
membran ka p iller basıncı, ve m addelerin kapillerlerdeki
İntersellüler kandan çevre intertisyel sıvıya ortalam a geçiş h ı­
yarık zından söz edilir. Bu bölüm ün kalan kısm ında bu
ortalam a değerler dikkate alınacaktır. Ancak o rta­
ŞEKİL 1 6 - 2
lam a değerlerin gerçekte milyarlarca bağım sız ka-
Kapiller duvarın yapısı. Komşu endotel hücreleri arasındaki
intersellüler yarıklara dikkat ediniz; birçok suda eriyebilen
pillerin fonksiyonu olduğu, herbirinin dokularda­
maddenin kapiller membrandan bu yarık aracılığı ile diffüze ki lokal değişikliklere bağlı olarak çalıştığı unutul­
olduğuna inanılmaktadır. mamalıdır.
164 ÜNİTE IV • Dolaşım

iyonları, klor iyonları, ve glikoz sayılabilir. Endotel


KAN VE İNTERSTİSYEL SIVI ARASIN­ hücreleri arasındaki yarıkların kapiller yüzey alanı­
nın 1 /1 0 0 0 ’inden daha fazla yer tutmamasına kar­
DA BESİNLERİN VE DİĞER şın, yarıklardaki moleküllerin termal hareketi çok
MADDELERİN DEĞİŞİMİ fazla olduğu için bu çok küçük alan bile su ve suda
eriyebilir maddelerin önemli oranda yarık-porlar-
Kapiller Membrandan Difüzyon dan diffüze olabilmesine olanak verir. Su molekülle­
rinin kapiller membrandan diffüzyonunun, kop il­
Maddelerin plazma ile interstisyel sıvı arasındaki lerden lineer bir şekilde akan plazm anın akış hızın­
geçişini sağlayan en önemli yol difüzyoııdur. Şekil dan 80 kat fazla olm ası bu m addelerin diffiizyon h ı­
16-3, kanın kapiller boyunca geçişi sırasında çok zı hakkında fik ir verebilir. Bu olay, plazmanın tüm
sayıda su m olekülünün ve erimiş partikülün kapil­ kapiller boyunca ilerlemeden önce plazmanın su
ler duvar boyunca ileri-geri difüze olduğunu ve bu kısmının intertisyel sıvının suyu ile 80 kez değiştiği­
sırada interstisyel sıvı ile plazmanın sürekli bir şe­ ni göstermektedir.
kilde karıştığını göstermektedir. Difüzyon su m ole­
küllerinin ve erimiş m addelerin termal hareketin­ Porlardan Geçişte Moleküler Büyüklüğün Etkisi.
den meydana gelmektedir. Faiklı partiküller önce Kapillerlerdeki hücreler arası yaıık-porlarm geniş­
bir yönde hareket etm ekte daha sonra farklı yöne liği 6-7 nanometredir. Bu genişlik, kapiller porlar­
hareket etmeye başlayarak rastlantrsal bir şekilde dan geçen en küçük molekül olan su m olekülün­
her yönde ilerlemektedir. den 20 kat daha büyüktür. Diğer taraftan, plazma
proteinlerinin çapı porlarııı genişliğinden biraz da­
Yağda Eriyebilen M ad d eler D irekt Olarak Ka­ ha büyüktür. Sodyum iyonları, klor iyonları, glikoz,
piller Endotel Hücre M em branından Difüze ve üre gibi diğer moleküllerin çapı bu iki örneğin
Olabilir. Eğer bir madde yağda eriyebilir özellikte ortasında yer almaktadır. Bu nedenle değişik m ad­
ise porlardan geçm ek zorunda kalmadan direkt delerin kapiller por p erm eabiliteleıi m oleküler
olarak kapiller hücre m em branından geçebilir. Bu çaplarına göre değişmektedir.
tür maddeler arasında özellikle oksijen ve karbon Tablo 16-1, genelde kapiller m em brandan geçiş
dioksid sayılabilir. Bu maddeler kapiller membra- yapan maddelerin kastaki ıölatif kapiller por peı-
11111 bütün alanlarından geçebildiği için kapiller meabilitelerini göstermektedir. Tabloda glikoz m o­
mem brandan transport hızları sodyum iyonları ve lekülünün perıııeabilitesi su molekülüne göre 0 . 6
glikoz gibi yağda erimeyen birçok maddeye göre kat olarak görülürken, albumin molekülünün per-
çok daha fazladır. meabilitesi çok az, suya geçirgenliğin 1 0 0 0 de l ’i
kadar gözükmektedir.
Suda Eriyen M addeler Sadece Kapiller Memb- Bu konuda dikkat edilmesi gereken nokta, deği­
randaki Hücreler Arası Porlardan Diffüze Olabi­ şik doku kapilleılerinin perm eabilite karakteris­
lir. Dokunun ihtiyacı olan birçok madde suda eriye­ tiklerinin de çok farklı olabileceğidir. Örneğin ka­
bilir özellik gösterdiği için endotel hücrelerinin Iipid raciğer kapiller sinüzoidlerinin perm eabilitesi çok
özellikteki membranlarmdan geçemez. Bu tür mad­ fazla olduğundan plazm a proteinleri bile, su ve
deler arasında su moleküllerinin kendisi, sodyum diğer maddeler gibi kapiller duvarı kolaylıkla ge­
çebilmektedir. Ayrıca böbrek glom erular kapilleı-
leıinin suya geçirgenliği, kas kapilleıieıi ile karşı­
laştırıldığında 500 kat daha fazla olm akla beraber
Arteryel Venöz glomerular ve kas kapillerlerinin proteine geçir­
uç Kan kapilleri uç genliği yaklaşık aynıdır. Bazı dokuların perm eabi-
litesinin diğerlerinden neden daha fazla olduğu

TABLO 16- 1
Farklı Büyüklükteki M oleküllerin Kas K ap ille r
Porlarındaki Göreceli Perm eabiliteleıi

M adde M oleküler Ağırlık Perm eabilite

Su 18 1.00
NaCl 58.5 0.96
Üre 60 0.8
Glikoz 180 0.6
Sukroz 342 0.4
Inülin 5,000 0.2
M iyoglobin 17,600 0.03
H em aglobin 68,000 0.01
Albumin 69,000 0.001
Ş E K İL 1 6 - 3
Sıvı moleküllerinin ve erimiş maddelerin kapiller ve interstisyel Pappenheimer, Physiol. Rev., 33:387, 1953’den modifiye edil­
sıvı arasındaki difüzyonu. miştir.
BÖLÜM 16 • Kapiller Sıvı Değişimi, interstisyel Sıvı ve Lenf Akımı 165

bu bölüm ün ilerleyen kısımlarında daha net bir


şekilde anlaşılacaktır. Buna örnek olarak karaci­
ğerde, kan ve karaciğer parankimal hücreleri ara­
sında büyük miktarda görülen madde alışverişi
veya böbreğin idrar oluşumu için bol sıvı filtıas-
yonuna ihtiyacı gösterilebilir.

Konstrasyon Farkının Kapiller Mem bran Bo­ S erb est sıvı


yunca Görülen N e t Difüzyona Etkisi. Bir m ad­ vezikülleri
denin herhangi bîr m em bran boyunca net difüz-
yon hızı m em branın iki tarafındaki konsantrasyon Proteoglikan
filamentler
fa r k la r ı ile doğru orantılıdır. Bu olay, kapiller
m em branın iki tarafındaki konsantrasyon farkı ne
kadar büyükse m em branın bir tarafına doğru net
madde hareketinin de o kadar büyük olacağını gös­
terir. Normalde kandaki oksijen konsantrasyonu
interstisyel sıvıdan daha büyüktür. Bu nedenle bü­
yük miktarda oksijen kandan interstisyel sıvıya ge­ Intersüsyumım yapısı. Proteoglikan filamentler kollagen lif
çebilir. Bu olayın tersi de görülür. Yani, karbon di- demetlerinin arasını doldurmaktadır. Serbest sıvı vezikülleri ve
oksidin dokularda kana göre daha yüksek konsant­ küçük miktarda serbest sıvı birikintileri görülmektedir.
rasyonda olm ası karbon dioksidin dokulardan
uzaklaştırılarak kana geçmesini sağlar.
Dokuların beslenm esi için önemli olan birçok
maddenin kapiller m em bran boyunca diffüzyoıı
hızı çok fazla olduğu için küçük bir konsantrasyon
şarı çıkamadığı için interstisyel sıvının içeriği, pro­
farkı bile plazma ve intertisyel sıvı arasında nor­
teinleri çok daha az miktarda içerm esi dışında
malden fazla madde geçişi için yeterli olur. Örne­
plazma ile aynıdır. İnterstisyel sıvı proteoglikan fi-
ğin kapillerlerin hem en dışındaki intertisyel sıvının
lam entleıin arasındaki çok küçük boşluklar içinde
oksijen konsantrasyonu muhtem elen kan plazma­
hapis olmuş durumdadır. Proteoglikan filam entler
sındaki konsantrasyonundan % 1 oranında azdır.
ve onların içinde hapis olmuş sıvı, je l özelliği gös­
Ancak % 1’lik fark bile doku metabolizması için ge­
terdiği için doku jeli olarak adlandırılmaktadır.
rekli olan bütün oksijenin kandan intertisyel aralı­
Proteoglikan filamentlerin fazla sayıda olması
ğa geçm esi için yeteılidir.
nedeniyle sıvının doku jeli içinden akm ası zordur.
Bunun yerme, büyük sayıdaki moleküllerin bera­
berce hareket etmesinden çok moleküllerin kinetik
hareketliliği nedeniyle bîr yerden diğer yere doğru
İNTERSTİSYUM VE İNTERSTİSYEL SIVI diffiize olması söz konusudur.
Jeldeki diffüzyon hızı serbest sıvıdaki diffüzyo-
Vücudun yaklaşık altıda birini interstisyıım ola­ nun yaklaşık yüzde 95-99’u oranındadır. Kapillerler
rak adlandırılan hücreler arası boşluk oluştur­ ile hücreler arasındaki kısa mesafede görülen bu
maktadır. Bu boşluklardaki sıvıya interstisyel sıvı diffüzyon sadece su m oleküllerinin değil elektrolit­
adı verilir. ler, hücresel atıklar, oksijen, karbon dioksid gibi çe ­
İnterstisyumun yapısı Şekil 16-4’te gösterilmiştir. şitli maddelerin de interstisyumdan hızlı bir şekil­
İnterstisyıım iki temel tip katı (solid) yapı içerm ek­ de geçişini sağlar.
tedir. 1 - kollagen lif demetleri ve 2 - proteoglikaıı fi-
lamentler. Kollagen lif demetleri interstisyıım için­ İnterstisyum daki "S e rb es t" Sıvı. Her n e kadar
de uzun mesafeler boyunca uzanır. Bunlar oldukça norm ald e interstisyum daki sıv ın ın ta m a m ın a
sağlam ve bu nedenle dokuların sıkılığını yani ge- yakını doku jeli içinde hapis olm uş durum da ise
ıim -direncinin büyük bir kısmım sağlayan yapılar­ de proteoglikan filam entlerden bağım sız, bu n e ­
dır. Diğer taraftan proteoglikan filamentler yüzde denle de serbest olarak akabilen kü çiik sıvı vezi-
9 8 ’i hyalüıonik asid, yüzde 2 ’si proteinden oluşan, kiilleri ve sıvı dereciklerin e rastlanabilir. D olaşı­
çok ince kıvrık moleküllerdir. Bu moleküller o ka­ ma bir boya enjekte edildiğinde bu boyanın in-
dar incedir ki ışıkmikroskopu ile görülemezler hat­ terstisyum boyunca ilerliyerek h ü crelerin yüzleri
ta elektron mikroskopu ile bile gösterilmeleri zor­ ve kollagen lifler boyunca uzanan küçük sıvı b iri­
dur. Bunlar çok ince retiküler filamenterleıden olu­ kintilerine ulaştığı görülür. N orm al dokulardaki
şan ve "fırça-kıir olarak adlandırılan bir yapı oluş­ serbest sıvı m iktarı azdır ve genellikle yüzde l ’i
tururlar. geçm ez. Ancak dokuda ödem gelişirse bu serbest
sıvı derecikleri ve veziküıller a n o rm a l bir şek ild e
İnterstisyel "Jel". İnteıstisyumdaki sıvı, filtıas- genişleyerek, sıvının yarısı veya yarıdan fazlası
yon veya diffüzyon yolu ile kapilleılerden gelmek­ p roteoglik an fila m en tlerd en b a ğ ım sız olarak
tedir. Proteinler kapiller duvarlardan kolaylıkla dı- akan sıvı haline gelebilir.
166 ÜNİTE IV • Dolaşım

m
PLAZMA VE İNTERSTİSYEL SIVI
PROTEİNLERİ PLAZMA VE İNTERS­
TİSYEL SIVI HACİMLERİNİ BELİR­
LEMEDE ÖZELLİKLE ÖNEMLİDİR

Kapilleıier içindeki basınç, sıvı ve içinde çözünen


maddelerin kapiller porlardaıı geçerek inteıstisyel B arsak Arteryel basınç
aralığa geçm esini sağlar. Bu olaya zıt olarak, plaz­
Venöz basınç
m a proteinleri tarafından meydana getirilen ozrno-
tik basınç (kolloid osmotik basınç olaıakda adlan­
dırılır) sıvıların inteıstisyel alanlardan kana osmoz
yolu ile geçişini sağlar. Bu osmotik basınç, önemli
miktarda sıvı volümünün kandan interstisyel alana
kaybını engeller. Aynı şekilde önemli olan bir diğer
sistem de interstisyel alanlara sızan küçük m iktar­
lardaki proteinlerin dolaşıma geri döndürtilmesini
sağlayan lenfatik sistemdir. Bu bölümün kalan kı­
sımlarında bu etkilerin plazma ve interstisyel sıvı
volümlerini nasıl kontrol ettiği tartışılacaktır.
100 50 0
Kapiller Membrandan Sıvı Geçişini Belirleyen
Arteryel basınç - Venöz basınç
Dört Ana Etken. Şekil 16-5 sıvının kandan interstis­
yel sıvıya doğru mu yoksa ters yönde mi akacağını be­ Ş E K İL 16 - 6
lirleyen dört ana gücü göstermektedir. Bu güçlere ilk
Kapiller basıncın ölçümünde izogravimetrik metod.
defa bu dört ana etkenin önemini gösteren bilim ada­
mı olduğu için “Starling güçleri” adı verilir.

Bu güçler:
m ikropipetle kam ile edilerek, ortalam a kapiller b a ­
1. K apiller basınç (Fk), sıvıya kapiller m e m b ran d an
sıncın yaklaşık olarak 25 mmHg olarak ölçüldüğü
d ışarıy a do ğ ru iten güç.
2. interstisyel sun basıncı (Pis), pozitif olduğu zam an ve (2 ) kapiller basıncının fonksiyonel olarak indi-
sıvıyı in terstisy u m d an kapiller m em b ran ın içine iten, n e ­ rekt ölçülüp yaklaşık 17 ııımHg olarak saptandığı
g atif olduğu za m a n ise ters yön de hareketlendiren güç. yöntemlerdir.
3. Plazm a kolloid osm otik basıncı (np), kapiller m e m b ­
ran dan içeriye doğru sıvı osm o zu n a neden olan güç. Kapiller Basıncın Mikropipet Yöntemi ile Ölçü­
4. İnterstisyel sıvı kolloid osm otik basıncı (FTis), şu a ­ mü. Kapiller basıncı kanülasyon yöntemi ile ölçmek
nın kapiller m e m b ra n d an dışarı o sm ozu n u sağlayan güç. için mikıoskopik bir cam pipet doğrudan kapillerin
içine sokulur ve basınç uygun bir mikıomanometre
Şimdi bu güçlerin her birini daha ayrıntılı tartışa­ sistemi ile kaydedilir. Bu yöntem kullanılarak hayvan
biliriz. dokularında ve insan tırnak dibindeki büyük kapil-
leıierde ölçümler yapılmıştır. Bu ölçümler ile kapil­
lerlerin arteriyel uçlarında 30-40 mmHg, venöz uçla­
Kapiller Basınç rında 10-15 mmHg, orta kısımlarında ise yaklaşık 25
mml-Ig değerleri elde edilmiştir.
Kapiller basıncı ölçm ek için iki deneysel yöntem
kullanılmıştır. Bunlar: (1) kapillerlerin direkt olarak Kapiller Basıncın İzogravim etrik M e to d İle
İndirekt "Fonksiyonel" Ölçümü. Şekil 16-6, ka
piller basıncın indirekt olarak, izogravim etrik yön ­
Kapiller Plazma kolloid \ tem ile ölçümünü göstermektedir. Şekil, gravimet-
basın ç osmotik basıncı \ rik bir teraziye yerleştirilen ince barsak segm entini
(Pk) (np)
göstermektedir. Baısağın kan ile tıansfüzyonu sağ­
J___ l - j lanmıştır. Aı teryel basınç azaltıldığında buna bağlı
olarak kapiller basınçta da azalma meydana gel­
1
İnterstisyel sıvı
. i
İnterstisyel sıvı
mekte bu olay, plazma proteinlerinin osm otik b a ­
sıncı nedeniyle barsak duvarından sıvı absorpsiyo-
basıncı kolloid osmotik nuna izin verip barsak ağırlığını azaltmaktadır. So ­
(Pis) (Ilii) nuçta terazinin ibresinde ani bir değişme görül­
Ş E K İL 1 6 - 5 mektedir. Barsak ağırlığında meydana gelen bu
azalmayı engellemek için aı teryel basıııçtf. azalma
Membrandaki porlardan sıvının kapiller membrandan dışarı
veya içeri itilmesine etkili olan sıvı basıncı ve kolloid osmotik ile meydana gelen değişikliği kom panse edecek
basınç güçleri. oranda venöz basınç artırılmaktadır. Diğer bir de­
BÖLÜM 16 • Kapiller Sıvı Değişimi, İnterstisyel Sıvı ve Lenf A ! ırnı 137

yişle arteıyel basınç azaltılıp venöz basınç artırılır­ Mikropipet Kullanılarak İnterstisyel Sıvı Basıncının
ken kapiller basınç sabit kalmaktadır (organ ağırlı­ Ölçülmesi. Kapiller b asın cı ölçm ek için ku llanılan mikro-
ğında değişim olmadığı için). pipetin benzeri, interstisyel sıvı basın cın ın ölçü m ü n d e de
kullanılabilir. M ikropipetin ucu yaklaşık 1 m ikrom etre ç a ­
Şeklin aşağı bölümünde barsak ağırlığındaki de­
p ın da olm akla b erab er bu çap interstisyum daki proteog-
ğişimleri tam am en etkisiz hale getiren arteıyel ve
likan filam entlerin arasın d aki b oşlu k lard an en az 20 kat
venöz basınç değişiklikleri gösterilmiştir. Arteryel daha büyüktür. Bu neden le ölçülen b asın ç m uh tem elen
ve venöz çizgiler birbirini 17 mmHg değerinde kes­ serb est sıvı topluluklarının basıncıdır.
mektedir. Bu nedenle kapiller basıncın 17 mmHg M ikropipet yön tem i ku llan ılm ası ile eld e edilen ilk ö l­
düzeyinde olması gerekir. Aksi takdirde kapiller du­ çü m ler -1 ile +2 m m H g a ra sm d a d e ğ işm iş an c a k g e n e l­
var boyunca sıvı fıltrasyonu veya absorpsiyonu gö­ likle pozitif değerler bu lu n m u ştu r. Bu ö lçü m y ön tem i ile
rülecektir. Sonuç olarak, “fonksiyonel” kapiller ba­ den eyim kazan ıldık ça o rta la m a değerlerin -2 m m H g d ü ­
zeyinde olduğu, gevşek d o ku lard a ise atm o sfe rik b a s ın ç ­
sınç değeri ortalama 17 mmHg’dır.
tan b iraz d ah a az değerler b u lu n d u ğ u o rta y a çıkm ıştır.

Fonksiyonel Kapiller Basıncın Mikropipet Yönte­ İçi Boş Delikli Kapsüller Kullanılarak Serbest İnter­
mi ile Ölçülen Değerden Daha Az Olmasının N e­ stisyel Sıvı Basıncının Ölçümü. Şekil 16-7’de gö sterilen
deni. Yukarıda anlaülan iki modelin aynı kapiller ba­ intertisyel sıvı b asın cın ın iııdirekt y ö n tem le ölçüm işle ­
sınç değerlerini vermediği açıktır. İzogravimetrik yön­ mi şu şekilde açıklanabilir. Ü zerin de yaklaşık yüz k ad ar
tem, sıvının kapillerleıden dışarı veya içeri girmesini delik içeren içi b o ş p lastik bir k a p sü l dok u için e im p la n ­
sağlayan tüm güçlerin dengesini göstermektedir. Bu te edilir ve cerrahi y aran ın iyileşm esi için yaklaşık 1 ay
beklenir. Bu süren in so n u n d a doku içeriye d o ğ ru b ü y ü ­
güçler arasındaki denge normal durumu gösterdiği
yerek kap sü lü n iç yüzünü sarar. Ayrıca içerideki b o şlu k ­
için ortalama fonksiyonel kapiller basınç izogravi- la biriken sıvı interstisyel sıvı ile kavite iç in d e se rb e stç e
nıetrik yöntem ile ölçülen basınca yakın olmalıdır. Bu gidip gelebilecek şekilde deliklerden geçebilir. Bu n e ­
nedenle gerçek fonksiyonel kapiller basıncın yaklaşık denle kavitenin içindeki se rb e st sıvının b asın c ı in te rstis­
17 mmHg olduğuna inanılmaktadır. yel sıvı b asın cın a eşit olm alıdır. D eriden ve k ap sü l ü z e ­
Kanülasyon yönteminin neden daha yüksek değer­ rindeki deliklerden b irin d en geçerek k a p sü l için e so k u ­
leri verdiğini açıklamak kolaydır. En önemli neden, lan bir iğne ve uygun b ir m a n o m e tre ku llan ılarak b asın ç
ölçülür.
bu tür ölçümlerin kanın, açık olan arteryel uçtan ka­
Bu yön tem ku llan ılarak çap ı 2 cm olan k a p sü lle r ile
piller içine aktif olarak akabildiği kapillerlerde yapıl­ y apılan ölçü m ler n orm al gevşek derialtı d o k u lard a -
masıdır. Ancak daha önceki tartışmadan da hatırla­ 6m m H g gibi bir değerin b u lu n m asın ı sağ lam ıştır. A ncak
nacağı gibi normal vazomosyon siklusunun büyük d ah a küçük kapsü ller ile y apılan ö lçü m ler m ik rop ip et
bir bölümünde metarteriyoller ve prekapiller sfink- yön tem i ile y apılan ölçü m lere b en zer şek ild e -2 m m H g
terler kapalıdır. Bu durumda kapalı olan bölgenin ile­ değerin e yakın değerlerin b u lu n m asın a yol açm ıştır.
risindeki basıncın kapillerin venöz ucundaki basmca
eşit olması gerekir (yaklaşık 10 mmHg). Yani kapiller Pamuk Fitillerin Dokuya Yerleştirilmesi ile Serbest
İnterstisyel Sıvı Basıncının Ölçümü. Bir diğer yön tem ise
içi ortalama basınç değerleri belirli bir zaman dilimi bir teflon tübiin hazırlanıp (içine iki ucun dan dışarıya çıka­
içinde düşünüldüğünde, fonksiyonel ortalama kapil­ cak şekilde yaklaşık sekiz pam u k lifin yerleştirilm esinden
ler basıncın, kapillerleıin arteryel ucundan ziyade ve­ sonra) doku içine im plante edilm esi ile uygulanm aktadır.
nöz ucundaki basmca yakın olması beklenir. Pam uk lifleri fitil gibi dışarı uzandıkları için çevredeki doku
Fonksiyonel kapiller basıncın kanülasyonla ölçü­ sıvıları ile rahatça ilişkiye geçip interstisyel sıvı basıncını
len değerlerden daha düşük olmasının iki farklı n e­ teflon tübün içine iletmektedir. M anom etrik ölçüm ler ile
deni daha vardır. Bunlardan birincisi, venöz kapil- bu basıncın ölçülm esi kolaydır. Bu teknik kullanılarak gev­
şek derialtı dokuda yapılan ölçüm ler de -1, -3 m m H g gibi
lerlerin arteryel kapillerlere göre çok daha fazla sa­
negatif değerler elde edilmiştir.
yıda olmasıdır. İkincisi, venöz kapillerlerlerin peı-
m eabilitesinin arteryel kapillerlere göre birkaç kat
daha fazla olmasıdır. Bu ilave iki neden fonksiyonel
kapiller basıncın neden daha düşük değerlerde ol­ İmplante
duğunun anlaşılmasını kolaylaştırmaktadır. Deri edilen kapsül Kan damarları

İnterstisyel Sıvı Basıncı

Kapiller basınç ölçüm yöntemlerinde olduğu gibi in­


terstisyel sıvı basıncının da ölçülmesinde değişik yön­
temler kullanılmaktadır. Bu ölçüm sonuçları arasmda
az da olsa farklılıklar görülse de genelde atmosferik
basınçtan birkaç milimetre civa düşük değerler bulun­
maktadır. Buna negatif interstisyel sıvı basıncı denir.
En sık kullanılan yöntemler arasında (1) mikropipet
kullanılarak dokuların direkt kanüiasyonu, (2 ) delikli
dolduran sıvı
kapsüllerin dokuya implante edilmesi yöntemi ile ba­
sıncın ölçümü, ve (3) doku içine yerleştirilmiş pamuk
fitiller aracılığı ile basıncm ölçülmesini sayabiliriz. İnterstisyel sıvı basıncının ölçümünde perfore kapsül metodu.
168 ÜNİTE IV • Dolaşım

Sıkıca Sarılmış Dokulardaki dok ulardan sıvı a b so rb e etm esi için k a n a en jek te e d il­
m esi gibi durum lar da ortaya çıkabilir. Bu d in am ik d e ğ i­
İnterstisyel Sıvı Basıncı şiklikler kapsül b asın cı gerçek in terstisy el b asın ç ile d e n ­
gelen m eden ölçülem ez.
Beynin içine yerleştiği kafatası, böbrekleri saran
fibıöz kapsül, kasların çevresindeki fibıöz kılıf, Ö zet-Gevşek Derialtı Dokudaki O rtalam a N e ­
gözdeki sklera örneklerinde olduğu gibi vücuttaki g atif İnterstisyel Sıvı Basıncı. Yukarıda değinilen
bazı dokular sıkı bir kılıf ile kaplanmıştır. Bu organ­ farklı yöntemler birbirine yakın değerler vermekle
ların çoğunda ölçüm yöntemi ne olursa olsun in ­ beraber birçok fizyolog arasındaki genel düşünce,
terstisyel sıvı basıncı genellikle pozitif olarak bu­ gevşek subkutanöz dokudaki gerçek interstisyel sı­
lunmaktadır. Ancak bu interstisyel sıvı basınçları vı basıncının atmosferik basınçtan biraz daha az
çoğu kez çevrelerindeki dokuların basınçlarından olduğudur. Ortalama basınç olarak kabul edilen
daha az olarak bulunmaktadır. Örneğin bir hay­ değer yaklaşık -3 mmHg’dır.
vanda beyni saran serebrospinal sıvı basıncı yakla­
şık +10 mmHg değerinde iken beyin interstisyel sı­ N e g a tif Basıncın Tem el N e d e n i L e n fa tik
vı basıncı +4 ile + 6 mmHg arasında değişmektedir.
S istem in P o m p a la m a Y e te n e ğ id ir
Böbreklerde, böbrekleri çevreleyen kapsüller ba­
sınç ortalama +13 mmHg düzeyinde iken bulunan
Lenfatik sistem bu bölüm ün daha sonraki kısım la­
interstisyel sıvı basınçları +6 mmHg civarındadır.
rında tartışılacak olmakla beraber bu sistem in in ­
Eğer deri üzerindeki basıncın atmosferik basınca
terstisyel sıvı basıncının belirlenm esindeki temel
eşit olduğu yani “sıfır basınç" olduğu düşünülürse
rolünü anlamak zorundayız. Lenfatik sistem ; fazla
genel bir kural olarak, normal interstisyel basıncın
sıvıyı, protein moleküllerini, yıkım ürünlerini ve
dokunun çevresindeki basınca göre birkaç m ili­
doku aralığındaki diğer maddeleri ortadan kaldı­
m etre civa daha negatif olduğu söylenebilir.
rarak “temizleyici" bir sistem olarak işlev görm ek­
tedir. Sıvı term inal lenfatik kapillerlere girdiğinde
Gevşek Derialtı Dokusundaki Gerçek dokuda meydana gelen herhangi bir hareket lenfin
interstisyel Sıvı Basıncı Subatmosferik mi? lenfatik sistem boyunca ilerlem esini ve sonunda
dolaşıma katılmasını sağlar. Eğer dokularda ser­
İnterstisyel sıvı basın cın ın bir çok d ok u d a n egatif o lm a ­ best sıvı birikimi olursa bu şekilde doku hareketle­
sı kavram ı, in teıstisy el sıvı b asın cın ın her za m an p o zitif ri ile meydana gelen ilerlem e biriken sıvının uzak­
o lm a sı h alin de açık lan m ası gü ç olan klinik gözlem ler
laştırılmasını sağlar. Yapılan araştırmalar, kapilleı-
n eden iy le g ü n d em e gelm iştir. Bu gözlem lerden bazıları
lerden sızan sıvı miktarı az olduğunda (birçok do­
şöylcdir:
1. Eğer bir deri gref'i vücud un içbükey bir yüzeyine
kuda olduğu gibi lenfatik kapillerlerin ve doku h a­
yerleştirilecek o lu rsa (örn eğin gözün çık arılm asın d an reketlerinin aralıklı olarak negatif basınç oluştura­
so n ra göz çukurun a) deri yerleştirilen yere y ap ışm ad an cak şekilde pom palam a yapıp gevşek dokularda
ü n ce g re f’in altın a sıvı birikm esi görülür. Ikın a ilave o la ­ görülen ortalama negatif basıncı (atm osferik ba­
rak deri k ısalm a gö sterir ve konkav d u ru m d an u z ak la ş­ sınçtan biraz daha az) oluşturabileceğini göster­
m a y a çalışır. Ancak, derin in altın da gelişen n e gatif güç miştir. Bahsedilen lenfatik pom palam a sistem inin
içeriye doğru sıvı a b so ıb siy o n u ııa n eden olurken deriyi detaylarından bu bölümün ilerleyen kısımlarında
tekrar konkav h ale getirir.
bahsedilecektir.
2. Skrotum , aksiller b oşluk, gö zkapağın ın alt kısm ı gi­
bi gevşek derialtı dokuya büyük m iktarlard a sıvı enjekte
e tm ek için 1 m m H g p ozitif b asın çtan d a h a azı ycterlidir.
Bu ala n lara enjeksiyon y ap ıld ığ ın d a n o rm ald e in terstis­ Plazma Kolloid Osmotik Basıncı
yel b o şlu k ta b u lu n an sıvı m iktarından 100 kal d a h a faz­
la m ik tard a sıvı girebildiği h alde p o z itif b asın ç artışı yak­ Plazmadaki Proteinler Kolloid O sm otik Basın­
laşık 2 m m lIg düzeyini aşm am ak tad ır. Bu gözlem lerin ca N eden Olur. Bölüm 4'deki temel tartışm ada sa ­
ö n em i, sağ lam interstisyel lifler içerm eyen dokuların s ı­ dece yarı geçirgen bir zarın porlarından geçem e­
vı b irikim in i cn gelleyem iyeceğin i gö sterm esidir. Bu n e ­ yen molekül veya iyonların osm otik basınç oluştu­
den le, böyle bir sıvı birikim ini engelleyen b aşk a m e k a­
rabileceğinden bahsedilmişti. Proteinler kapiller
n izm alar bulunm alıdır.
3. İnterstisyel sıvılar ile d in am ik bir d en ge h alin d e b u ­ membranın porlarını rahatlıkla geçem eyen erimiş
lu n an bir çok doğal vücut b o şlu ğu n d ak i se rb e st sıvının maddeler oldukları için, kapiller m em brandaki os­
b asın cı n e g a tif olarak ölçülm üştür. B un lardan bazıları: motik basınçtan sorumlu olan maddelerdir. Bu os­
motik basıncı, hücre zarında görülen osm otik b a­
Intraplevıal b oşluk: -8 m m H g sınçtan ayırmak için kolloid osm otik basınç veya
E klem sinovyal b oşluğu: -4 ile -6 m m H g on kotik basınç olarak adlandırırız. Kolloid terimi
E pidural boşluk: -4 ile -6 m m H g. protein solüsyonlarının gerçek moleküler solüs­
yonlar olmasına karşın kolloid solüsyonlara benze­
4. İn teıstisyel sıvı b asın cın ın ö lçü m ü n d e kullanılan
tilmesinden kaynaklanmaktadır. (Hücre zarında
im p lan tc k a p sü l yöntem i bu b a sın ç ta m e y d a n a gelen
değişiklikleri belirlem ek için kullanılabilir. Tahm in e d ile ­ görülen osmotik basıncın kolloid osm otik b asın ç­
b ileceği gibi bu değişiklikleri (1) aı teryel b asın cın a r tm a ­ tan ayrılabilmesi için total osm otik basınç deyimi
sı veya az alm a sı, (2) çevre doku b oşlu k ların a sıvı e n jek si­ kullanılır. Bunun nedeni vücut sıvılarındaki bütün
yonu veya (3) k o n san tre kolloid osm otik bir m ad d en in erimiş maddelerin hücre zarında osm otik basınç
BÖLÜM 16 • Kapiller Sıvı Değişimi, Interstisyel Sıvı ve Lenf Akımı 169

oluşturabilmesidir. Kapiller membrandaki porların teıstisyel sıvı arasındaki normal sıvı değişimini n a ­
büyük olması nedeniyle bu olay kapiller membran sıl devam ettirdiğini görebiliriz.
için geçerli değildir). Kapillerlerin arteıyel uçlarındaki ortalama basınç
venöz uca göre yaklaşık 15-25 mmHg daha büyüktür.
Plazma Kolloid Osmotik Bazmcmın Norma! De­ Bu fark nedeni ile sıvı kapillerlerin arteryel uçlarından
ğerleri. Normal bir insanın plazmasındaki kolloid “filtre” olurken venöz uçlardan kapiller içine geri emil­
osmotik basınç değeri yaklaşık 28 mmHg düzeyinde­ mektedir. Gerçekte küçük bir miktar sıvı kapillerlerin
dir. Bunun 19 mmHg’sı erimiş haldeki proteinlerden, arteıyel uçlardan venöz uçlarına doğru doku içinde
9 mmHg ise proteinlerin Donnan etkisi ile tutmuş ol­ “akmaktadır”. Bu akımın dinamiği şöyledir.
duğu katyonlardan kaynaklanmaktadır.
K ap illerin A rte ry e l Ucundan F iltra sy o n a
Farklı Plazma Proteinlerinin Kolloid Osmotik Basın­ N eden Olan Güçlerin Analizi. Kapiller m em b ıa-
ca Etkisi. P lazm a protein leri, o rta la m a m olekül ağırlığı nın aı teriyel ucunda etkili olarak kapiller m em b-
69.000 olan alb u m in , 140,000 olan globulin ve 400,000
randa harekete neden olan ortalam a güçler aşağı­
olan fıb rin ojen protein lerin in bir karışım ıdır. Yani bir
gram globulin deki m olekül sayısı, 1 gram alb um in in
da belirtilmiştir.
m olekül say ısın ın yaklaşık yarısı kadardır. Öte y an dan 1
gram fibı in ojen , 1 gram alb u m in in m olekül sayısının a l­ mmHg
tıda birini içerir. B ölüm 4 ’de b ah sed ile n osm otik b asın ç Sıvıyı dışarıya doğru iten güçler
k o n u su n d a d a tartışıldığı gibi osm otik b asın ç erim iş h al­ Kapiller basın ç 30
deki m oleküllerin büyüklüğü tarafın dan değil m olekü lle­ N egatif interstisyel serbest sıvı basıncı 3
rin sayısı tarafın dan b elirlenm ekledir. Moleküller, kütle­ İnterstisyel sıvı kolloid osm otik basıncı 8
leri değil sayıları b ak ım ın d an değerlen dirildiğinde, a ş a ­
DIŞARIYA İTEN GÜÇLERİN TOPLAM? 41
ğıdaki tab lo n orm al p la z m a d a farklı tiplerdeki p rotein le­
rin rö latif kütlesel k o n san trasy o n ları ile b u n a bağlı o la ­ Sıvıyı içeriye dogrıı ilen güçler
rak to p lam p lazm a kolloid o sm o tik b asın c a yaptıkları Plazm a kolloid osm otik basıncı 28
katkıyı gö sterm ek tedir.
İÇERİYE İTEN GÜÇLERİN TOPLAMI 28

________ __ g/dl ____ _ Up (mmHg) Güçlerin toplamı


Dışarı 41
A lb um in 4.5 21.8 İçeri 28
G lob ulin ler 2.5 6.0
NET DIŞARIYA İTEN GÜÇ (ARTERYEL UÇTA) 13
Fibrinojeıı 0.3 0.2
T oplam 7.3 28.0 Kapillerin arteryel ucundaki güçlerin toplam ı 13
mmHg’lık net bir filtrasyon basıncı ile sıvıyı damar
Yani, p lazm a toplam kolloid osm otik basıncının yaklaşık
dışına doğru hareket ettirmektedir.
yüzde 80’i album in fraksiyonundan, yüzde 20’si globulin-
lerden kaynaklanırken fibrinojenin katkısı önem sizdir. Ka­ 13 mmHg'llk bu filtrasyon basıncı akan kan plaz­
piller dinam ik açısın dan özellikle önem li olan albümindir. masının yaklaşık yüzde 0.5’inin kapillerlerin arter­
yel ucundan çıkarak interstisyel aralığa filtre olm a­
sına neden olur.
Interstisyel Sıvının Kolloid Osmotik Basıncı
Kapillerin Venöz Ucundan Görülen Reabsorp-
Her ne kadar ortalama kapiller bir porun büyüklü­ siyonun Analizi. Kapillerlerin venöz ucundaki b a ­
ğü plazma proteinlerinin büyüklüğünden daha kü­ sıncın düşük olması güç dengesinin aşağıda göste­
çük ise de, bu bütün porlar için geçerli değildir. Bu rildiği gibi absorpsiyon tarafına doğru kaymasına
nedenle küçük miktarda da olsa, proteinler porlar- neden olur.
dan interstisyel aralığa geçerler.
mmHg
Gerçekte, interstisyel sıvının tümündeki (ortala­
m a 1 2 litre) toplam protein miktarı plazmanın için­ Sıvıyı içeriye doğru ilen güçler
deki toplam miktardan daha büyüktür. Bunun n e­ Plazm a kolloid osm otik basıncı 28
deni interstisyel sıvı hacminin plazmaya göre 4 kat İÇERİ İTEN GÜÇLERİN TOPLAMI 28
daha fazla olmasıdır. Bu durumda interstisyel sıvı­ Sıvıyı dışarıya doğru iten güçler
daki ortalam a protein konsantrasyonu genellikle Kapiller basın ç (venöz uçla) 10
plazmadakinin yüzde 4 0 ’ı veya 3 g/dİ kadardır. Bu N egatif interstisyel serbest sıvı basıncı 3
miktardaki proteinin meydana getirdiği ortalama İnterstisyel sıvı kolloid osm otik basıncı 8
kolloid osmotik basınç değeri interstisyel sıvıda, DIŞARI İTEN GÜÇLERİN TOPLAMI 21
yaklaşık olarak 8 mmHg’ dır. Güçlerin toplamı
İçeri 28
Dışarı 21
Kapiller Membrandan Sıvı Hacmi Değişimi NET İÇERİYE ÇEKEN GÜÇ 7

Kapiller m em braııda görülen sıvı hareketini etkile- Yani sıvının içeriye doğru hareketi için sonuçta si­
yen çeşitli faktörler bilindiğine göre bunları bir ara- vıyı kapiller içine iten güç (28 mmHg) interstisyel
da düşünerek norm al kapillerlerin plazma ile in- geri emilim gücünden (21 mmHg) daha büyüktür.
170 ÜNİTE IV • Dolaşım

7 mmHg’lık fark kapillerlerin venöz uçlarındaki re- Filtrasyon sabiti vücudun değişik kısımları için da­
absorpsiyon basınadır. Bahsedilen reabsoıpsiyon kikada, her bir milimetre civa için, 1 0 0 gram doku
basıncı filtrasyon basıncına göıe oldukça düşüktür. başına filtrasyon hızı olarak da ifade edilebilir. Bu
Ancak venöz kapillerlerin arteryel kapillerlere göre durumda filtrasyon sabitinin ortalama bir dokuda
sayıca daha fazla ve daha geçirgen olduğu hatırlan­ yaklaşık olarak 0.01 ıııl/dak/mmHg/lOO g doku ol­
malıdır. Bu nedenle sıvının içeriye hareketini sağla­ duğu görülür. Dokular arasında kapiller sistemlerde­
mak için daha az basınca ihtiyaç vardır. ki büyük farklılıklar nedeni ile filtrasyon sabiü faiklı
Reabsorpsiyon basıncı kapillerlerin arteıyel uçla­ dokularda yüz kata kadar değişiklikler gösterebilir.
rından filtre olan sıvının yaklaşık onda dokuzunun Beyin ve kas dokusunda bu değerler çok küçük iken
venöz uçlardan geri emilimi sağlar, geriye kalan sıvı derialtı dokuda ortalama bir değerde, barsakta fazla,
lenfatik damarlar içine akar. porlarm sayıca fazla ve geniş olduğu karaciğer ve
böbrek glomerüllerinde ise çok yüksektir. Bu neden­
le proteinlerin kapiller membrandan peım eabilitele-
Kapiller Değişimde Starling Dengesi ri de çok fazla değişiklik göstermektedir. Kas dokusu
interstisyumundaki protein konsantrasyonu yakla­
E.H. Starling'in yüzyıl önce belirtiği gibi normal ko­ şık 1.5 g/dl iken derialtı dokuda 2 g/dl, ince barsakta
şullar altında, bazı kapillerlerden dışarı filtre edilen 4 g/dl, karaciğerde ise 6 g/dl düzeyindedir.
sıvı miktarı ile diğer kapillerlerden reabsorbe edi­
len miktar arasında eşite yakın bir denge vardır. Az G ü ç le rd e k i A n o rm a l D e n g e s iz lik le rin
miktarda da olsa eşitsizliğe neden olan sıvı ise len­ K a p ille r M e m b ra n Ü ze rin e Etkisi
fatikler yolu ile geri döner.
Aşağıdaki tablo Starling dengesinin temelini gös­ Eğer ortalam a kapiller basınç 17 m m H g'nın üzeri­
termektedir. Bu tabloda kapillerlerin arteryel ve ve­ ne çıkarsa sıvıların doku içine filtrasyonuna neden
nöz uçları arasındaki basınçlar ortalama bir değer olan net güç de artar. Ortalama kapiller basınçta 20
olan fonksiyonel kapiller basınç olarak kabul edil­ mmHg’lık bir artış net filtrasyon basıncının 0.3
miştir. Bu değer 17.3 m m Hg olarak hesaplanmıştır. mmHg değerinden 20.3 mmHg’ya yükselmesine
neden olur. Bu durumda normalde interstisyel ara­
mmHg lığa filtre olan net sıvının miktarında da 6 8 katlık
Sıvıyı dışarıya doğru iten ortalam a güçler bir artış görülür. Fazla miktarda sıvının birikimini
O rtalam a kapiller b asın ç 17.3 engellemek için lenfatik sistem deki norm al sıvı
N egatif interstisyel se rb est sıvı basıncı 3.0 akışının 6 8 kat artması gerekecektir. Bu değer ge­
İnterstisyel sıvı koiloid osm otik basıncı 8.0 nelde lenfatik sistem in taşıyabileceği miktardan 2 -
DIŞARIYA İTEN GÜÇLERİN TOPLAMI 28.3 3 kat daha fazladır. Sonuçta sıvı interstisyel alanda
birikmeye başlayıp ödem gelişir.
Sıvıyı içeriye doğru iten ortalam a güçler Tersine, eğer kapiller basınç çok düşük bir değe­
Pİazm a koiloid osm otik b asın cı 28.0
re inerse net filtrasyon yerine sıvının kapiller içine
İÇERİYE İTON GÜÇLERİN TOPLAMI 28.0 net reabsoıpsiyonu görülür ve interstisyel sıvı h ac­
minde azalma pahasına kan volümünde artma
Güçlerin toplam ı
Dışarı 28.3 meydana gelir.
İçeri 28.0 Kapiller m em branda görülen dengesizlikler ve
NET DIŞARIYA İTEN GÜÇ
bunların değişik ödem tiplerindeki rolleri Bölüm
0.3
25’te tartışılmıştır.
Toplam kapiller dolaşım için toplam dışarı iten
güçler ile (28.3 mmHg) toplam içeri iten güçler
(28.0 mmHg) arasında yakın bir denge bulmuş ol­
duk. Güçler arasında görülen küçük miktardaki LENFATİK SİSTEM
eşitsizlik (0.3 mmHg) interstisyel alana reabsorbe
edilen miktara göre filtrasyon ile daha fazla sıvı gir­ Lenfatik sistem sıvının interstisyel alandan kana ak­
mesine neden olur. Filtrasyondaki bu fazlalığa net masını sağlayan alternatif bir yol oluşturmaktadır.
filtrasyon adı verilir ve sıvının lenfatikler yoluyla En önemlisi ise lenfatiklerin proteinler ve büyük
dolaşıma geri dönmesini sağlar. Bütün vücuttaki partiküller gibi, kapiller kana doğrudan absoıpsiyo-
normal filtrasyon hızı sadece 2 ml/dak.’dır. nu mümkün olmayan maddeleri doku aralıkların­
dan uzaklaştırabilmesidir. Proteinlerin interstisyel
Filtrasyon S ab iti. Ö nceki örnekte kapiller alanlardan uzaklaştırılması yaşamsal bir olaydır ve
m em branda 0.3 mmHg düzeyinde görülen güçler aksadığında yaklaşık 24 saat içinde ölüm görülür.
arasındaki net dengesizlik bütün vücutta dakika­
da 2 mİ net sıvı filtrasyonuna neden olmaktadır. Vücudun Lenf K analları
Bu değer her bir m ilim etre civa dengesizlik için
düşünülürse net filtrasyonun dakikada, bir m ili­ V ücuttaki h em en h em en b ü tü n d o k u lar fazla m iktardaki
metre civa basınç farkı için 6.67 mililitre olduğu sıvıyı interstisyel ala n d an uzak laştırab ilecek le n f s is t e ­
hesaplanabilir. Bu değer filtrasyon sabiti olarak m ine sahiptir. İstisn alar a ra sın d a derin in yüzeysel k ısım ­
adlandırılmaktadır. ları, san tral sinir sistem i, periferik sin irlerin iç kısım ları,
BÖLÜM 16 • Kapiller Sıvı Değişimi, Interstisyel Sıvı ve Lenf Akımı 171

k asların e n d o m isy u m tab ak ası ve kem ikler sayılabilir. Bu bir yolu olmayan geri emilimini sağlaması açısın ­
d o k u lar bile p relen fatikler olarak ad lan dırılan ve inter- dan lenfatiklerin önemi büyüktür. Bu maddeler
tisyel sıvının ak ab ildiği küçük intertisyel kan allar içer­ önemli bir engel ile karşılaşmadan kolayca lenfatik
m ektedir. Bu sıvı so n u ç o larak lenfatik d a m arla ra veya
kapillerlere girerler. Bunun nedeni Şekil 16-9'de
b ey in d e o ld u ğ u gibi se re b ro sp in a l sıvıya k arışarak direkt
gösterilen lenfatik kapillerlerin özel yapısıdır. Bu
olarak k a n a geri döner.
V ü cu d u n a şa ğ ı k ısım ların dan gelen lenf, torasik k a n a l şekilde kapiller endotel hücrelerinin çevredeki bağ
ile ak arak şekil 16-8’d a gösterildiği gibi sol internal jugu- dokusuna bağlayıcı filanıentleri ile tutunduğunu
lar ven ile su b k lavian venin birleşim n o k tasın d a ven öz gösterilmektedir. Genellikle komşu endotel h ücre­
siste m e b oşalır. lerinin birleşim yerlerinde bir endotel hücresinin
B a şın so l kısm ı, so l kol ve g ö ğ ü s b ö lge sin in çeşitli kı­ kenarı serbest bir şekilde hareket eden içeriye d ö­
sım la rın d a n g e le n le n f de venlere k a rışm ad a n ö n ce to ­ nük bir kapak oluşturacak şekilde komşu hücrenin
ra sik k a n a la girer.
kenarı ile üst üste gelmektedir. Böylelikle kapillerin
B oyun ve b a ş ın s a ğ k ısm ın d an , sa ğ kol ve to ıak s b ö ­
içine doğru açılan küçük bir valf sistem i oluşm ak­
lü m le rin d e n to p la n a n le n f ise sağ le n f k an alın a karışır
ve d a h a so n ra s a ğ su b k la v ia n ven ile in tern al ju g u le r tadır. İntertisyel sıvı, içindeki paıtiküllerle birlikte
v en in b irle şim n o k ta sın d a ven ö z siste m e boşalır. valfı itip açabilir ve direkt olarak lenfatik kapillerin
içine akabilir. Ancak bu sıvı bir kez içeri girdikten
Terminal Lenfatik Kapiller ve Perm eabiliteleri. sonra lenfatik kapilleri kolaylıkla terk edemez. Bu­
Arteryel kapillerlerden filtre olan sıvının büyük bir nun nedeni geri akımın valfı kapamasıdır. Lenfa­
kısmı hücreler arasından akarak kapillerlerin venöz tikler terminal lenfatik kapillerin uç kısımlarından
uçlarından geri emilirler. Ancak bu sıvının yaklaşık başlayıp kan dolaşımına katıldıkları noktalardaki
olarak onda biri venöz kapillerlerden reabsorbe ol­ büyük damarlara kadar valflar içerir.
mak yerine lenfatik kapillerlere girerek kana geri
döner. Normalde bu lenfin toplam miktarı günde
sadece 2-3 litredir. Lenf Yapımı
Lenfatikler ile kana geıi dönen sıvı miktarının az
olm asına karşın proteinler gibi moleküller ağırlığı Lenf, in terstisy el sıvıdan o lu şarak len fa tik ler
büyük maddelerin kana geri dönmesi için başka içinde akar. Bu nedenle len f içerik olarak kaynak-

Sentinel
Subklavyan ven
Sağ lenf kanalı
Torasik kanal

Aksiller

Sistema şili

jdominal düğümler

Kasık düğüm leri

Periferik lenfatikler

Ş E K İL 1 6 - 8
Lenfatik sistem.
172 ÜNİTE IV • Dolaşım

(atmosferik basınç) biraz üzerine doğru yükseldik­


çe akımın 20 kat veya daha fazla arttığı görülür. Bu
nedenle interstisyel sıvı basıncını artıran herhangi
bir faktör normalde lenf akımını da artırır. Bu fak­
törler arasında:

Kapiller basın cın yükselm esi


P lazm a kolloid osm otik basın cın ın d ü şm e si
İnterstisyel sıvı proteininin artm ası
Kapiller perm eabilitenin artm ası sayılabilir.

Bu faktörlerin hepsi kapiller m em branda sıvı de­


ğişiminin interstisyum lehine olm asına yol açarak
interstisyel sıvı hacmini, interstisyel sıvı basıncını
ve lenf akımını aynı anda artırır.
Ancak şekil 16-10’da da görüldüğü gibi interstis­
Ş E K İL 16 - 9 yel sıvı basıncı atmosferik basınçtan (OmmHg) 1
Lenfatik kapillerlerin biiyük molekül ağırlıklı maddelerin lenfe veya 2 milimetre civa daha yüksek olduğunda lenf
geçişine olanak veren özel yapısı. akımındaki artış durur. Bunun m uhtem el nedeni,
doku basıncındaki artmanın sadece lenfatik kapil-
lerlere giren sıvı miktarını artırmakla kalmayıp ay­
nı zamanda büyük lenfatiklerin dış yüzlerine de
basınç yaparak lenf akımını azaltmasıdır. Yüksek
landığı dokudaki interstisyel sıvı ile aynı b ileşim ­
basınç değerlerinde bahsedilen bu İki faktör birbi­
dedir.
rini tam am en dengelemektedir. Böylece lenf akımı
Birçok dokudaki interstisyel sıvı protein konsant­
“maksimum lenf akım hızı" denen bir hıza ulaşır.
rasyonu 2 g/dl değerinde iken bu dokulardan akan
Bu, şekil 16-10’ da üstteki plato ile gösterilmiştir.
lenfteki protein konsantrasyonu da bu değere ya­
kındır. Diğer taraftan karaciğerde meydana gelen
Lenfatik Pompa Lenf Akımını A rtırır. Bütün le n ­
lenfin protein konsantrasyonu 6 g/dl, baısaklardan
fatik kanallarda valiler vardır. Tipik olanları şekil
akan lenfin protein konsantrasyonu ise 3-4 g/dl
1 6 -1 1 ’de lenfatik kapillerlerin için e boşaldığı
düzeyine kadar çıkar. Vücuttaki bütün lenfin yakla­
toplayıcı lenfatikler de gösterilmiştir.
şık üçte ikisi karaciğer ve barsaklar tarafından oluş­
İnsanda ve hayvanda hareket halindeki lenfatik­
turulduğu için vücudun bütün alanlarından gelen
lerin görüntülenmesi, toplayıcı lenfatiklerin veya
lenfin karışımı olan torasik lenfteki protein kon­
daha büyük lenf damarların duvarındaki düz kasın
santrasyonu 3-5 g/dl arasında değişmektedir.
sıvı ile gerilmesi sonucunda otom atik olarak kasıl­
Lenfatik sistem aynı zamanda gastrointestinal
dığını göstermiştir. Ayrıca valiler arasındaki her bir
sistem den besin m addelerinin absorpsiyonunu
sağlayan ana yollardan birini oluşturmaktadır. Bö­
lüm 65’te tartışıldığı gibi özellikle yağların absorp-
siyonunda büyük önem taşır. Gerçekten de yağlı
besin alınm asından sonra torasik lenf kanalı yüzde
1 - 2 oranında yağ içerebilir.

Ayrıca, bakteri gibi büyük partikülleı* lenfatik ka­


pillerlerin endotel hücreleri arasından ilerleyerek
lenf içine girebilirler. Lenf düğümlerinden geçtikçe
bu paıtiküller Bölüm 33 ’te anlatıldığı gibi parçala­
narak etkisizleştirilirler.

Lenf Akım Hızı

Dinlenm e halindeki bir insanda torasik kanaldan


saaatte 1 0 0 mililitre, diğer kanallardan da 2 0 m ili­
litre olmak üzere toplam saatte 1 2 0 mİ ve günde 2 -
3 litre lenf akımı vardır.

İnterstisyel Sıvı Basıncının Lenf Akımı Üzerine


Etkisi. Şekil 16-1 l ’de köpek bacağında, değişik dü­ Ş E K İL 16 - 10
zeylerdeki interstisyel sıvı basıncının lenf akımı Bir köpeğin bacağında lenf akımı ile interstisyel sıvı basıncı
üzerindeki etkisi gösterilmiştir. Görüldüğü gibi in ­ arasındaki ilişki. İnterstisyel basıncın atmosferik basıncın (0
mnıHg) biraz üzerine çıkması halinde lenf akımının maksimum
terstisyel sıvı basıncı - 6 mmHg’dan daha negatif ol­ düzeye (Pr) eriştiğine dikkat ediniz. (Dr. Ilarry Gibson ve Dr.
duğunda lenf akimı yavaştır. Basınç 0 m m llg ’mıı Aubrey Taylorun izniyle).
BÖLÜM 16 • Kapiller Sıvı Değişimi, interstisyel Sıvı ve Lenf Akımı 173

Porlar

Valiler

Lenfatik
kapillerler

Toplayıcı lenfatikler
Ş E K İL 16- 11
Lenfatik kapillerlerin, toplayıcı kapiiler-
lerin ve lenfatik valilerin yapısı.

lenfatik segm ent kendi başına fonksiyon gören denle basınç, lenfi, hücresel bileşkelere doğru it­
otomatik bir pompa gibi çalışabilir. Bu olay, seg- mek yerine toplayıcı lenfatiklere doğru yönlendir­
m entin dolduğu zaman kasılması ve sıvıyı valfden mektedir.
geçirerek bir sonraki lenfatik segm ente pom pala­ Lenfatik kapillerlerin endotel hücreleri kasılabilen
ması anlam ına gelmektedir. Yeni segmentin dol­ aktomiyosin filamentleri içermektedir. Bazı hayvan
ması ve bir kaç saniye sonra bu segmentin de kasıl­ dokularında yapılan çalışmalar (örneğin yarasa ka­
ması ile olay, sıvı tam anlamıyla boşaltılıncaya ka­ nadı) bu fılamentlerin birçok küçük kan ve lenfatik
dar bütün lenfatik damarlar boyunca devam eder. damarda görüldüğü gibi ritmik kasılmalara yol açtı­
Toıasik lenf kanalı gibi çok büyük bir lenf dam arın­ ğını göstermiştir. Bu nedenle büyük müsküler lenfa­
da lenfatik pompa 50-100 mmHg’ya kadar çıkabi­ tiklerde görülen kasılmalara ek olarak lenfatik pom ­
len basınçlara neden olabilir. panın en azından bir kısmı lenfatik kapiller endotel
hücre kasılmalarından meydana gelebilir.
L en fatik lerin D ıştan, A ralıklı S ık ıştırılm a sın a
Bağlı Pom palam a. Lenf damarlarının intrensek Lenf Akımını Belirleyen Faktörlerin Ö ze ti. Yu­
kasılmaları ile meydana gelen pom palamaya ek karıda anlatılanların ışığı altında lenf akımını belir­
olarak aralıklı bir şekilde lenf damarını sıkıştıran leyen iki temel faktör olduğu görülebilir. 1 - inters­
herhangi bir eksteı nal faktör pompalam aya neden tisyel sıvı basıncı. 2 - lenfatik pom panın aktivitesi.
olabilir. Önem sırasına göre bu faktörler aşağıda Kabaca denilebilir ki, len f akını Iıızı interstisyel sıvı
belirtilmiştir. basıncı ve lenfatik pom panın aktivitesi tarafından
belirlenmektedir.
Çevredeki vücut kaslarının kasılması
Vücudun çeşitli kısımlarının hareketi
Arteryel pulsasyonlar İnterstisyel Sıvı Protein
Dokular üzerine vücut dışı objeler tarafından bası yapılması. Konsantrasyonu, İnterstisyel Sıvı Hacmi
ve İnterstisyel Sıvı Basıncının
Lenfatik pompa egzersiz sırasında çok aktif bir rol
Kontrolünde Lenfatik Sistemin Rolü
oynayarak lenf akımını 10-30 kez artırabilmektedir.
Diğer taraftan dinlenme durumunda lenf akımı
Lenfatik sistemin doku aralıklarındaki fazla sıvıyı ve
hem en hem en sıfıra iner.
proteini dolaşıma geri döndüren bir taşım a sistemi
olduğu açıktır. Bu nedenle lenfatik sistem (1) inters­
Lenfatik K apiller Pompa. Bazı fizyologlar büyük tisyel sıvıdaki protein konsantrasyonunun, (2 ) in ­
lenf damarlarındaki lenfatik pompaya ek olarak terstisyel sıvı hacminin (3) interstisyel sıvı basıncı­
term inal lenfatik kapillerlerin de özel bir şekilde nın kontrolünde temel bir rol oynamaktadır. Şimdi
lenfi pompalayabildiğine inanmaktadır. Daha ö n ­ bu faktörler arasındaki etkileşimi açıklayalım.
ce açıklandığı gibi lenfatik kapillerlerin duvarları Öncelikle küçük miktarlarda proteinin kan kapil-
bağlayıcı-filam entler ile çevre dokunun hücreleri­ lerlerinden sürekli bir şekilde interstisyel aralığa
ne siloca tutunmaktadır. Fazla miktardaki sıvı do­ sızdığını hatırlayalım. Ancak çok küçük miktarda
kuya girip dokunun şişm esine yol açtığında bağla- interstisyel protein kan kapillerlerinin venöz uçla­
yıcı-filam entler lenfatik kapillerlerin açılm asına rından dolaşıma geri dönebilir. Bu nedenle prote­
neden olarak endotel hücreleri arasındaki birleş­ inler interstisyel sıvıda birikme eğilimi gösterirler
m e yerlerinden sıvının lenfatik kapiller içine ak­ ve daha sonra da interstisyel sıvı kolloid osmotik
m asına neden olmaktadır. Doku sıkıştığında ise basıncını artırırlar.
kapiller içindeki basınç artmakta ve endotel h ü c­ İkinci olarak, interstisyel sıvıda artan kolloid os­
relerinin birbiri üzerine gelen serbest uçlarının bir motik basınç kapiller membrandaki güçler denge­
valf gibi kapanm asına neden olmaktadır. Bu n e ­ sini interstisyuma sıvı filtrasyonu lehine değiştirir.
174 ÜNİTE IV • Dolaşım

Üçüncü olarak interstisyel sıvı basıncındaki artış Vücut Dokularını Bir Arada Tutma Anlamında
daha önce açıklandığı gibi lenf akım hızını büyük N egatif İnterstisyel Sıvı Basıncının Önemi.
ölçüde artırır. Bu, interstisyel alanda biriken fazla
miktardaki sıvının ve proteinin uzaklaştırılmasını Geleneksel olarak vücuttaki farklı dokuların tam a­
sağlar. men bağ dokusu lifleri tarafından bir arada tutuldu­
İnterstisyel sıvı protein konsantrasyonunun b e­ ğu düşünülür. Ancak vücuttaki birçok dokuda bağ
lirli bir düzeye ulaşması interstisyel sıvı volümün­ dokusu lifleri bulunmamaktadır. Bu özellikle doku­
de ve interstisyel sıvı basıncında buna uyan bir ların birbiri üzerinde yerleşip kayabildiği durumlar­
yükselmeye neden olur ve lenfatik sistem ile dola­ da görülür (örneğin derinin, elin arka kısmı üzerinde
şım a geri dönen protein ve sıvı miktarının artarak veya yüzde rahatça kayabilmesi gibi). Ancak bu alan­
kan kapillerlerinden sızan miktar ile dengede kal­ larda bile dokular bir arada tutulur ve kısmi bir va­
m asını sağlar. Bu nedenle bu faktörlerin tümü b e­ kum etkisi yaratan negatif interstisyel sıvı basıncının
lirli bir değerde denge durumuna ulaşır. Denge du­ bu olayda rolü vardır. Bu dokular negatif basınçlarını
rumu kan kapillerlerinden sıvı ve protein sızma kaybettikleri zaman bu alanlara sıvı birikimi görülür
oranı değişmedikçe sabit kalır. ve Bölüm 25’de tartışılacağı gibi ödem gelişir.

REFERANSLAR
A ukland K , R eed R K : Interstitial-lym phatic tissue fluid m obility. C irc R es 1 9 :4 1 2 , hypothesis o f m icrov ascular fluid exchange
m echanism s in the control o f extracellular 1966. and its significance a fter 1 0 0 years. E xp
fluid volum e. Physiol R ev 7 3 :1 , 1993. Guyton AC, T ay lor A E , G ranger H J: C ircu la­ Physiol 8 2 :1 , 1997.
B ic k n e ll R J , L ew is C E . Ferrara N: Tumour tory Physiology II. D ynam ics and Control Mohrman D E . H eller L J : C ard iovascu lar Phys­
A ngiogenesis. O xford: O xford University o f the Body Fluids. Philadelphia: W B Saun­ iology. New York: M cG raw -H ill, 1997.
Press, 1997. ders C o, 1975. N icoll PA , T ay lor A E: Lym ph form ation and
Born G V R , Schw artz C J: V ascular Endothe­ H aller H: Endothelial function: general con sid ­ flow. Annu R ev Physiol 3 9 :7 3 , 1977.
lium . Stuttgart: Shattaucr, 1997. erations. Drugs 53(Supp) 1 ):I, 1997. N ilius B , V iana F , Droogm ans G : Ion channels
B ra ce R A , G uyton A C : Interaction o f trans- H alliday A : An Introduction to V ascular B io l­ in vascular endothelium . Annu R e v Physiol
cap illary Starling forces in the isolated dog ogy: From Physiology to Pathophysiology. 5 9 :1 4 5 , 1997.
forelim b . Am J Physiol 2 3 3 :H 1 3 6 , 1977. Cam bridge: Cam bridge U niversity Press, Pries A R , S eco m b T W , G aehtgens P: Biop hy s­
Catravas JD , C allow A D , Ryan U S : V ascular 1998. ical aspects o f blood flow in the m icrov as­
Endothelium . New Y o rk : Plenum Press, Halperin M L , G oldstein M B : Fluid, E lectro ­ culature. C ardiovasc R e s 3 2 :6 5 4 , 1996.
1998. lyte, and A cid -B a se Physiology: A Problem Rippe B , Haraldsson B : Transport o f m acro-
Chang J B , Prasad K , O lsen E A : T ex tb oo k o f B ased Approach. Philadelphia: W B Saun­ m olecules across m icrovascular w alls: the
A n giology. New Y ork: Springer, 1998. ders C o, 1994. tw o-pore theory. Physiol R ev 7 4 :1 6 3 , 1994.
Coleridge S m ith PD : M icrocircu lation in V e ­ Heliums JD : Sim ulation o f intraluminal gas Ruoslahti E , Engvall E : Integrins and vascular
nous D isease. A ustin: Landes B io scien ce , transport processes in the m icrocirculation. extracellular m atrix assem bly. J Clin Invest
1998. Ann Biom ed Eng 2 4 :1 , 1996. 9 9 :1 1 4 9 , 1997.
D eja n a E : Endothelial adherens ju n ctio ns: im ­ Hepple R T : A new m easurement o f tissue ca p ­ Schiffrin E L : T h e endothelium o f resistance
plication s in the control o f vascular perm e­ illarity: the capillary-to-fibre perim eter e x ­ arteries: physiology and role in hyperten­
ability and angiogenesis. J C lin Invest 9 8 : change index. Can J Appl Physiol 2 2 :1 1 , sion. Prostaglandins Leukot E ssent Fatty
19 4 9 , 1996. 1997. A cid s, 5 4 :1 7 , 1996.
D e B o e r A G , Sutano W : Drug Transport Highsmith R F : Endothelin: M olecular Biology, Schm id-Schonbein G W : T h e lym phatic trans­
A cross the B lo o d -B ra in Barrier. Australia: Physiology, and Pathology. Totow a, NJ: port m echanism s. B io e n g S c i N ew s 17 :5 1 ,
Harwood A cad em ic, 1997. Humana Press, 1998. 1993.
Foldi M : T h e brain and the lym phatic system Landis E M : C apillary pressure and capillary Schw artz S M , R eidy M A , d e B lo is D : Factors
(II). Lym phology 2 9 :1 0 , 1996. Franco- perm eability. Physiol Rev 1 4 :4 0 4 , 1934. important in arterial narrow ing. J H ypertens
I 4 :S 7 I , 1996.
Obregon A, M ontoro R , U rena J, Lopez- Landis E M , Pappcnheim er J R : Exch an ge o f
Schw inn D A : N ew A dvances in V ascu lar B io l­
B arn cs J : M odulation o f voltage-gated C a2~ substances through the capillary w alls. In:
ogy and M olecular C ard iovascu lar M ed i­
channels by 0 2 tension: sign ifican ce for ar­ H am ilton W F (ed): Handbook o f Physiol­
cine. Baltim ore: W illia m s & W ilk in s, 1998.
terial oxygen chcm oreception. Adv Exp ogy. S e c . 2, V ol. 2 . Baltim ore: W illiam s &
Skalak T C , Price R J: T h e role o f m echanical
M ed B io l 4 1 0 :9 7 , 1996. W ilkins, 1 9 63, p 96 1 .
stresses in m icrov ascular rem odeling. M i­
G oldberg ID , Rosen E M : R egulation o f A ngio ­ Lan gille B L : A rterial rem odeling: relation to
crocirculation 3 :1 4 3 , 1996.
gen esis. B a s e l: Birkhauser, 1997. hem odynam ics. Can J Physiol 7 4 :8 3 4 ,
T ay lor A E , G ranger D N : Exch an ge o f m acro-
G uyton A C : Concept o f negative interstitial 1996.
m olecules across the m icrocirculation. In:
pressure based on pressures in implanted Levy M M : Pulm onary capillary pressure: clin i­
Renkin EM , M ich el C C (cd s): H andbook o f
perforated capsules. C irc R es 1 2 :3 9 9 , 1963. cal im plications. C rit C are C lin 1 2:819,
Physiology. S e c . 2 , V o l. IV . Bethesda:
G uyton A C : Interstitial fluid pressure: II. Pres- 1996.
A m erican P h y siolog ical S o ciety , 1984,
sure-volum e curves o f interstitial space. L ey K : M olecular m echanism s o f leukocytc p 467.
C irc R e s 1 6 :4 5 2 . 1965. recruitm ent in the inflammatory process. Vanhoutte PM : V asod ilation : V ascular Sm ooth
Guyton A C , G ranger H J, T ay lor A E: Intersti­ Cardiovasc R es 3 2 :7 3 3 , 1996. M uscle, Peptides, A uton om ic N erves, and
tial fluid pressure. Ph ysiol Rev 5 1 :5 2 7 , M aeda N: Erythrocyte rheology in m icrocircu- Endothelium . New Y o rk : R aven Press,
1971. lation. Jpn J Physiol 4 6 :1 , 1996. 1988.
Guyton A C , Prather J , S ch eel K , M cG eh ee J: M aragoudakis M E : A ngiogenesis. New York: W ood M B , G ilbert A : M icro v ascu lar B o n e R e ­
Interstitial fluid pressure: IV . Its e ffe ct on Plenum Press, 1998. construction. S t. L ou is: M osby, 1997.
fluid m ovem ent through the capillary w all. M aruyam a Y , Hori M , Jan ick i JD : C ardiovas­ Zeidel M L : Low perm eabilities o f apical m em ­
C irc R e s 1 9 :1 0 2 2 , 1966. cular Rem odeling and Functional Interac­ branes o f barrier ep ith elia: what m akes w a­
Guyton A C , S ch eel K, M urphree D: Interstitial tion. T o k y o : Springer, 1997. tertight m em branes w atertight? Am J Phys­
fluid pressure: III. Its e ffe ct on resistance to M ichel C C : Starling: the formulation o f his iol 2 7 L F 2 4 3 , 1996.
Kan Akımının Dokular Tarafından
Lokal Kontrolü ve Humoral
Düzenleme

halindeki kasların m etabolik aktivitesi çok az ol­


DOKUNUN GEREKSİNİMİNE GÖRE duğu için buna bağlı olarak kan akım ı da düşük­
tür (sadece 4 ml/dak/100 g). Ancak ağır egzersiz
KAN AKIM ININ LOKAL KONTROLÜ
sırasında kasın m etabolik aktivitesi 60 kat veya
daha fazla arttığı için, kan akım ı da yaklaşık 2 0
Dolaşımın en temel kurallarından birisi her doku­
kat artarak 1 0 0 gram kas başına 80 ml/dak değe­
nun kendi kan akımını m etabolik gereksinimlerine
rine kadar çıkabilir.
göre yine kendisinin belirlemesidir.
Dokuların kan akım ına neden ihtiyacı vardır?
Kan Akımı Kontrolünün Lokal Dokular Tarafın­
Bu soruya cevap olarak aşağıdaki faktörleri sırala­
yabiliriz. dan Yapılmasının Önem i. Basit bir soru sorulabi­
lir: Tüm dokulara, dokunun aktivitesinin az ya da
1. O ksijenin d ok u lara taşın m ası çok olmasına bakmadan, dokunun gereksinimleri­
2. Glikoz, am in o asitler, y ağ asitleri gibi b e sin m a d d e ­ ni her zaman karşılayacak kadar çok kan akımı n e ­
lerinin do k u lara taşın m a sı
den sağlanmıyor? Bu sorunun yanıtı da aynı dere­
3. K arbon d iok sidin d ok u lard an uzaklaştırılm ası
4. H idrojen iyonların ın dok u lardan uzaklaştırılm ası cede basittir: Bunu sağlayabilmek için gereken kan
5. D okulardaki diğer iyonların ko n san trasy on ların ın miktarı, kalbin pompalayabileceği düzeyin çok üs­
d e n g e le n m e si tündedir.
6. Ç eşitli h orm o nların ve sp esifik m oleküllerin farklı Yapılan deneysel çalışmalar her organa giden
d ok u lara taşın m a sı kan akımının ne eksik ne fazla, o organın m inimal
ihtiyaçlarını karşılayacak oranda düzenlendiğini
Ayrıca belirli organlar kan akımına özel gereksi­ göstermiştir. Örneğin, en önemli ihtiyacı oksijen
nim gösterirler. Örneğin derideki kan akımı vücut­ olan dokulara giden kan akımı bu ihtiyacın biraz
tan ısı kaybı miktarını belirleyerek vücut ısısının daha fazlasını karşılayacak düzeyde (bundan daha
kontrolünü sağlar. Yeterli miktarda plazmanın bö b ­ fazla değil) tutulmaktadır. Lokal kan akımının bu
reklere gidişi sayesinde vücuttaki atık maddelerin şekilde kontrol edilmesi dokuların beslenm e b o ­
böbreklerden atılması sağlanır. zukluğu ile karşılaşmasını engellerken kalbin iş yü­
Daha sonra da görüleceği gibi bu faktörlerin bir­ kü de minimumda tutulmuş olur.
çoğu lokal kan akımının kontrolünde çok önemli
roller oynar.

D eğişik O rgan Ve D okuların Kan Akım ındaki H


Farklılıklar. Genelde bir organın m etabolizm ası KAN AKIM ININ KONTROL
ne kadar fazlaysa kan akımı da o kadar fazla olur. MEKANİZMASI
Örneğin Tablo 17-1’de çeşitli salgı bezlerindeki
kan akım ının oldukça fazla olduğu görülm ekte­ Lokal kan akımı iki kısımda incelenebilir. 1- akut
dir; tiıoid veya adrenal bezlerin 1 gramı başına kontrol ve 2 - uzun süreli kontrol.
düşen kan akımı miktarı birkaç yüz mililitre civa­ Akut kontrol arteriyoller, metarteriyoller ve pıeka-
rında, dakikada toplam 1350 mİ kan alan karaci­ piller sfinkterlerin lokal konstrüksiyonlarmdaki hızlı
ğerdeki kan akımı değeri ise 95 ml/dak/lOOg ola­ değişikliklerle gerçekleşüı ilirve lokal doku için gerek­
rak bilinm ektedir. li kan akımını sağlamak üzere dakikalar veya saniye­
Böbreklerdeki kan akımı değerinin çok fazla ol­ ler içinde görülür.
duğu tablodan anlaşılmaktadır (360ml/min/100g). Uzun süreli kontrol ise, günler, haftalar hatta ay­
Bunun nedeni böbreklerin vücuttaki atıkları tem iz­ lar içerisinde akımda meydana gelen yavaş değişik­
leyebilmek için fazla miktarda kana ihtiyacı olm a­ likler anlamına gelir. Genel olarak, uzun sürede
sıdır. meydana gelen değişiklikler dokuların ihtiyacı olan
Diğer taraftan iskelet kaslarının total vücut kan akımının kontrolünde daha iyi sonuçlar verir.
ağırlığının yüzde 3 0 -4 0 ’ım oluşturm alarına rağ­ Bu değişiklikler dokuya kanı getiren damarların sa ­
m en irıa k tif halindeki kan akımı değerlerinin yısında veya fiziksel boyutlarında artm a veya azal­
total 750 ml/dak. olm ası şaşırtıcıdır. D inlenm e ma şeklinde kendini gösterir.

175
176 ÜNİTE IV • Dolaşım

TABLO 17- 1
Bazal Koşullarda Farklı Doku ve Organlardaki Kan
Akımı
Yüzde ın l/dak ın l/dak /100g
Beyin 14 700 50
Kalp 4 200 70
Bronşlar 2 100 25
Böbrekler 22 1100 360
Karaciğer 27 1350 95
Poıtal (21) (1050)
Arteryel (6) (300)
Kas (inaktif) 15 750 4
Kemik 5 250 3
Deri (soğuk hava) 6 300 3 Ş E K İL 17 - 2
Tiroid bezi 1 50 160
İzole köpek bacağında arteryel oksijen satürasyonunun kan
Adrenal bezler 0.5 25 300 akımına etkisi.
D iğer d okular 3.5 175 1.3
Toplam 100.0 5000 -
Dr. L.A. Sapirstein’in verileri baz alınmıştır. sijen taşıma kapasitesini engeller) (4) siyanür zehir­
lenmesinde (zehir dokuların oksijen kullanmasını
engeller) olduğu gibi dokulardaki oksijen miktarı
düştüğü anda dokuya giden kan akımında belirgin
Lokal Kan Akımının Akut Kontrolü bir artma meydana gelir. Şekil 17-2’de, arteryel oksi­
jen satürasyonunun normalin yüzde 25'ine düşme­
Doku Metabolizm asının Lokal Kan Akımı Ü ze­ si halinde izole bacak prepaıatına giden kan akımı-
rindeki Etkisi. Şekil 17-1'de, kasta, lokal doku içe­ nm yaklaşık üç kat arttığı görülmektedir. Bu olay,
risinde artan metabolizma hızının kan akımı üze­ kan akımının kanda azalan oksijen miktarını karşı­
rindeki etkisi gösterilmektedir. Görüldüğü gibi m e­ lamak için hemen hemen yeterli olabilecek oranda
tabolizmada norm alin sekiz katı bir atış meydana artarak otomatik bir şekilde dokulara sabit bir oksi­
gelirse kan akımı akut bir şekilde dört kat artmak­ jen sunumu sağladığını göstermektedir. Dokunun
tadır. Başlangıçta kan akımındaki artış, m etaboliz­ siyanür ile zehirlenmesi halinde lokal kan akımı ye­
madaki artıştan daha azdır. M etabolizm a kandaki di katlık bir artış gösterebilmektedir. Bu olay, oksijen
besin maddelerinin çoğunu tüketebilecek oranda yetersizliğinin doku kan akımını artıran en önemli
artarsa, metabolizm anın daha da fazla artması için etmenlerden biri olduğunu gösterir.
gerekli besin maddelerini sağlayacak olan kan akı­ Doku metabolizma hızı veya oksijen ihtiyacı değiş­
mının da beraber artması gereklidir. tiğinde lokal kan akımında meydana gelen değişiklik­
leri açıklayan iki temel teori öne sürülmüştür. Bunlar
Oksijen M iktarı Değiştiğinde Lokal Kan Akımı­ 1 - vazodilatatör teori, 2 - oksijen ihtiyaç teorisidir.
nın Akut Regülasyonu. Dokunun beslenmesi için
gerekli olan en önemli maddelerden bir tanesi oksi­ Akut Lokal Kan Akımı Regülasyonunda Vazodila­
jendir. (1) Yüksek irtifada, (2) pnömoni de, (3) kar­ tatör Teori -Adenozinin Özel Rolü. Bu teoriye gö­
bon monoksid zehirlenmesinde (hemoglobinin ok­ re, metabolizma lıızı ne kadar fazla ise veya oksijen
(veya diğer besin maddeleri) düzeyi ne kadar az ise
vazodilatatör m addenin oluşumu da o kadar fazla
olacaktır. Daha sonra vazodilatatör maddenin pre-
kapiller sfinkteılere, m etarteriyollere ve arteriyolle-
re diffüze olarak dilatasyona neden olduğuna in a­
nılır. Öne sürülen vazodilatatör maddeler arasında
adenozin, karbon dioksid, laktik asit, adeııozin fo s ­
fa t bileşikleri, histanıin, potasyum iyonları ve h id ­
rojen iyonları sayılabilir.
Vazodilatatör teorilerin bir çoğunda, vazodilatatör
maddelerin doku oksijenasyonu azaldığında ortaya
çıktığı düşünülür. Örneğin deneysel çalışmalar oksi­
jen düzeyinin azaldığı hallerde dokulardan laktik asit
ve adenozin açığa çıktığını göstermiştir. Bu maddeler
güçlü vazodilatasyona neden olabilir ve lokal kan
akımının regülasyonunda rol oynayabilir.
Bazı fizyologlar, adenozinin lokal kan akımının
regülasyonunda rol oynayan en önem li lokal vazo­
Ş E K İL 17 - 1 dilatatör olduğunu ileri sürmektedir. Örneğin, ko­
Artan metabolizma hızının doku kan akımına etkisi. roner kan akımı yetersiz olduğunda küçük m iktar­
BÖLÜM 17 • Kan Akımının Dokular Tarafından Lokal Kontrolü ve Humoral Düzenleme 177

larda adenozinin açığa çıktığına ve kalpte lokal va-


zodilatasyona neden olaıak kan akımını normale
doğıu düzelttiğine inanılmaktadır. Ayrıca, kalp
norm alin üstünde aktif hale geldiğinde ve m etabo­
lizması arttığında fazlalaşan oksijen iitilizasyonu
nedeniyle ( 1 ) kalp kası oksijen konsantrasyonunda
düşme meydana gelmektedir ve (2 ) buna bağlı ade-
nozin trifosfatın harcanması ve (3) adenozin oluşu­
munda artm a görülmektedir. Meydana gelen bu
adenozinin hücre dışına sızarak koroner vazodila-
tasyona ve aktif kalbin ihtiyacını karşılayacak kan
akımı artışına neden olduğuna inanılmaktadır.
Bu alandaki araştırma kanıtları daha az olmakla
beraber, bazı fizyologlar aynı adenozin m ekaniz­
m asının iskelet kasında ve daha birçok dokuda da
önem li bir ı ol oynadığına inanmaktadır.
Lokal kan akımının regülasyonunda ileri sürülen
vazodilatatör teorilerin aksayan noktası, doku ok­
sijeni azaldığında veya m etabolik ihtiyaç arttığında Ş E K İL 17 - 3
meydana gelen kan akımı artışlarının tek bir vazo­ Akut lokal fecdback kan akımı kontrolünü açıklayan bir
dilatatör maddeye bağlı olduğunu kanıtlamanın doku,birim alanının görünümü.
güç olmasıdır. Diğer taraftan kan akımındaki artış­
lar farklı vazodilatatörlerin kombine etkisi sonu­
cunda meydana gelebilir.
Dokudaki oksijen konsantrasyonunun kan akı­
Kan Akımının Lokal Kontrolünde Oksijen İhtiyaç mını nasıl düzenlediğini şöyle açıklayabiliriz. Düz
Teorisi. Vasküler teori birçok fizyolog tarafından kas dokusu oksijen (veya oksijenin yanında diğer
kabul edilmekle beraber birkaç nedenden dolayı beslenm e faktörlerine) ihtiyacı olan bir yapı oldu­
bazı fizyologlar başka bir teori üzerinde de dur­ ğundan, oksijen konsantrasyonu arttıkça kasılı ola­
muşlardır. Bu teoriye oksijen ihtiyaç teorisi veya rak kalabilmesi veya sfinkterlerin kasılma gücü ar­
daha doğru olarak beslenm e m addeleri ihtiyaç te­ tacaktır. Bu nedenle dokudaki oksijen miktarı b e­
orisi denmektedir (çünkü oksijen dışında diğer lirli bir düzeyi aştığında prekapiller sfinkterler ve
beslenm e maddeleri de olaya katılabilir). Oksijen metarteriyoller m uhtem elen kapanacak ve doku
(diğer beslenm e faktörleri de dahil olmak üzere) fazla oksijeni kullanıncaya kadar da kapalı kalacak­
vasküler kasın kasılabilmesi için gereklidir. Bu n e­ tır. Oksijen konsantrasyonu yeterince düştüğünde
denle oksijen veya diğer beslenm e faktörlerinin ye­ ise sfinkterler tekrar açılacak ve bu döngü devam
tersizliği söz konusu olduğunda kan damarlarının edecektir.
doğal olarak dilate olacağını düşünmek mantıklı­ Sonuç olaıak elimizdeki bulgular dokuların me-
dır. Ayrıca artan metabolizma sonucu oksijenin tabolik ihtiyaçlarına göre kan akımının düzenlen­
ütilizasyonunda meydana gelen artma teorik ola­ mesi olayını vazodilatatör veya oksijen ihtiyaç te­
rak lokal kan damarlarında oksijen miktarını azal­ orileri ile açıklayabilmektedir. Belki de her iki m e­
tacak bunun sonucunda lokal vazodilatasyon m ey­ kanizma beraber çalışmaktadır.
dana gelecektir.
Şekil 17-3’de oksijen ihtiyaç teorisinin çalışma Lokal Kan Akımının K ontrolünde Oksijenin
şekli gösterilmiştir. Şekilde doku-ünitesi olarak ad­ Yanısıra D iğ er Beslenme Faktörlerin in Olası
landırılabilecek yapı; metarteriyol, tek bir kapiller Rolü. Özel durumlarda, perfüze olan doku kanın ­
damar ve çevre dokusundan oluşmaktadır. Kapille- daki glikoz m iktarının birkaç dakikadan fazla sü ­
rin başlangıç noktasında prekapiller sfnıkter, me- reyle düşük olm asının dokuda lokal vazodilatas-
tarteriyolün etrafında da diğer düz kas lifleri bu­ yona yol açtığı gösterilmiştir. Ayrıca aynı etki ami-
lunmaktadır. Yarasa kanadı gibi ince bir dokunun no asitler veya yağ asitleri gibi diğer besin m ad ­
ışık mikroskobu altında çalışılması sırasında pre­ delerinin eksikliğinde de ortaya çıkabilir. Ancak
kapiller sfinkterlerin tam olarak kapalı veya tam a­ bu konu üzerinde henüz yeterince çalışılm am ış­
m en açık oldukları ve metarteriyollerde meydana tır. Vazodilatasyon vitam in eksikliği ile görülen
gelen kasılmaların değişik derecelerde olduğu gö­ bir hastalık olan beriberide de görülm ektedir (bu
rülebilir. Herhangi bir zamanda açık halde bulu­ hastalıkta tiamin, niasiıı ve riboflaviıı gibi B vita­
nan prekapiller sfinkterlerin sayısı dokunun bes­ m inlerinde eksiklik süz konusudur). B eriberi h as­
lenm e ihtiyacına göre değişmektedir. Ayrıca preka­ talığında periferik damarlardaki kan akım ı iki üç
piller sfinkterler ve metarteriyoller siklik olarak da­ kat artm ış olabilir. Bu vitam inler ATP sentezinde
kikada birkaç kez açılıp kapanmakta, açık oldukla­ kullanılan oksidatif fosforilasyon m ekanizm aları­
rı süre dokuların metabolik ihtiyacına göre değişik­ nın işleyişinde gerekli olduğu için eksikliklerinde
lik göstermektedir. Belirli bir sırayla açılıp kapan­ düz kas tonusunda azalm a ve buna bağlı vazodi­
ma olayına vazomosyon adı verilir. latasyon görülebilir.
178 ÜNİTE IV • Dolaşım

Kan Akımının Metabolik Kontrolüne


Özel Örnekler
Lokal kan akım ının kontrolü ile ilgili şimdiye kadar
açıklanan mekanizm alar “metabolik mekanizm a­
lar" olarak adlandırılabilir çünkü hepsi dokuların
m etabolik gereksinm elerine cevap vermektedir,
Lokal kan akımının metabolik kontrolünde iki özel
durum daha vardır. Bunlar; reaktif hiperenıi ve a k ­
tif hiperem i olarak adlandırılabilir.

R eaktif H iperem i. Bir dokunun kan akımı birkaç


saniye veya dakika süreyle kesildikten sonra tekrar
kanlandırılırsa dokuya giden kan akımı normale
Arteryel basınç (mm Hg)
göre döı t-yedi kat artar; eğer kansız bırakılan süre
birkaç saniye ise kan akımında meydana gelen ar­ Ş E K İL 17 - 4
tış da bir kaç saniye süreyle olur. Ancak kan akımı Kasta, artan arteryel kan basıncının kan akımı üzerindeki etkisi.
bir saat veya daha fazla süreyle engellenirse bunu Düz eğri, arteryel basıncın birkaç dakika süreyle artırılması
takip eden tekrar kanlanma döneminde kan akı­ halindeki etkiyi göstermektedir. Çizgili eğri, arteryel basıncın
mında görülen artış da bir saat kadar sürebilir. Bu çok yavaş bir şekilde haftalar içinde artırılması durumundaki
etkiyi göstermektedir.
olaya rea k tif hiperem i adı verilmektedir. Reaktif hi­
peremi lokal kan akımının metabolik kontrolünün
bîr başka boyutu olarak karşımıza çıkar. Bunun n e­
deni kan akımı engellendiğinde vazodilatasyona
neden olan bütün faktörlerin harekete geçmesidir. 4 ’te “akut" olarak gösterilen kısımdaki arteryel b a ­
Kısa süreli vasküler tıkanmayı takip eden reaktif hi­ sınç değerlerine uygunluk gösterecektir. Arteryel
peremi dönem inde kan akımında görülen artış tı­ basıncın yaklaşık 70 mmHg ile 175 m mHg değerle­
kanm a sırasında m eydana gelen oksijen azlığını ri arasında olması halinde arteryel basınç yüzde
geri ödemeye yetecek kadardır. Bu mekanizma do­ 150 artsa bile kan akımının sadece yüzde otuzluk
kuya giden oksijen ve diğer besin maddeleri ile lo­ bir artış göstermesi dikkat çekicidir.
kal kan akımı regülasyonu arasındaki ilişkiyi net bir Yaklaşık yüz yıl önce otoregülasyonu açıklayacak
şekilde göstermektedir. iki mekanizm a ileri sürülmüştür. 1 - m etabolik te­
ori, 2 - miyojenik teori.
A k tif H iperem i. Egzersiz halindeki kas, hipersek- M etabolik teori kan akımı kontrolü ile ilgili ö n ce­
resyon periyodundaki gastrointestinal bezler veya ki tartışma düşünüldüğünde kolaylıkla anlaşıla­
ani m ental aktivite gösteren beyin örneğinde oldu­ caktır. Arteryel basınç arttığında fazla miktardaki
ğu gibi eğer bir doku aktif hale gelirse bu dokuya gi­ akım dokulara fazla miktarda oksijen ve besin
den kan miktarı da artar. Lokal kan akımı kontro­ m addelerinin gitmesine neden olacak ve bu m ad­
lündeki temel mekanizmalar hatırlanırsa buradaki deler de kan damarlarının kasılmasını sağlayarak
a k t if hiperem i kolaylıkla açıklanabilir. Lokal m eta­ artmış basınca rağmen akımı norm al düzeylerine
bolizma hızındaki artış hücrelerin doku sıvıların­ geri döndürecektir.
daki besin maddelerini harcayarak büyük m iktar­ Miyojenik teori ise otoregülasyonun doku m eta­
larda vazodilatatör maddelerin birikmesine yol bolizması ile ilgisi olmayan başka bir bileşeni oluş­
açacaktır. Sonuç olarak lokal kan damarlarında turur. Bu teori küçük kan damarlar ının gerilmesi h a­
gevşeme ve kan akımında artma olacaktır. Bu şekil­ linde damar duvarındaki düz kasın kasılması ilkesi­
de, aktif doku yeni fonksiyon düzeyine göre besin ne dayanmaktadır. Bu nedenle artan kan basıncının
maddelerini daha fazla alır. damarı germesi durumunda vasküler kontraksiyon
Daha önce belirtildiği gibi, yoğun egzersiz sıra­ ile kan akımının normale yakın düzeylere geri dön­
sında iskelet kasında meydana gelen aktif hipere­ düğü düşünülür. Sonuç olarak düşük basınç düzey­
mi, lokal kan akımını 2 0 kat arttırabilir. lerinde damar duvarındaki gerilme de az olur ve düz
kasın gevşemesine bağlı akım artar.
A rte ry e l Basıncın N o rm a le G öre D eğişm esi Miyojenik otoregülasyonun bütün vücut için ge­
H a lin d e Kan A kım ının "O to re g ü la s y o n u "- çerli ve güçlü bir mekanizma olduğunu düşünmek
" M e ta b o lik " ve " M iy o je n ik " M ekanizm alar şu nedenle zordur. Basınçta meydana gelen artma
kan damarlarının gerilmesine yol açar ve bu da va-
Arteryel basınçta meydana gelen ani bir artış vücu­ zokonstriksiyona neden olur. Artan konstriksiyon
dun herhangi bir dokusuna giden kan akımını da periferik direnci arttıracak ve kan basıncının daha
arürır. Bir dakikadan daha kısa bir sürede, birçok da yükselmesine neden olacaktır. Basınçta meyda­
dokudaki kan akımı normal düzeyine geri döner. na gelen sekonder artış daha fazla gerilmeye neden
Kan akımının normale dönüşüne “kan akımının olup vazokonstriksiyon ve kan basıncının daha da
otoregülasyonu” adı verilir. Otoregülasyon görül­ fazla yükselmesine neden olacaktır. Yani kısır bir
dükten sonra birçok dokudaki kan akımı Şekil 17- döngü oluşacak ve bu döngü sonucu bedenin
BÖLÜM 17 • Kan Akımının Dokular Tarafından Lokal Kontrolü ve Humoral Düzenleme 179

bütün bölgelerinde kan akımı azalarak ölüm e Bu olay, mikrovasküler kan akımı arttığı zaman bü­
neden olabilecektir. yük damarların çapında sekonder bir artışa neden ol­
duğu için önemli bir mekanizmadır. Böyle bir etkinin
Bazı Ö ze! D o k u la rd a Kan A kım ının Ö zel olmadığı düşünülürse, lokal kan akımı kontrol meka­
K o n tro lü nizmalarının etkinliğinin azaldığı veya tamamen or­
tadan kalktığı görülecektir. Çünkü kan akımına karşı
Lokal kan akımının kontrolünde önemli olan genel oluşan rezistansın büyük bir bölümü arterler ve arte-
mekanizmalar vücuttaki tüm dokularda geçerli ol­ riyoller tarafından meydana getirilmektedir.
m akla birlikte bazı özel alanlarda farklı m ekaniz­
m alar işlev görmektedir. Lokal kan akım ının
m etabolik kontrolünün iki özel örneği ıea k tif Kan Akımının Uzun Süreli Kontrolü
hiperem i ve aktif hiperemidir.
Buraya kadar tartışılan lokal kan akımı konüol m e­
1. Böbreklerde kan akım ının kontrolü tubuloglom eru- kanizmalarının çoğu lokal doku koşulları değiştikten
la rg eri beslem e adı verilen bir m ek an izm a ile olm aktadır. birkaç saniye veya dakika içinde etkili olmaktadır. An­
T u bu lo glom erü ler feed back m ekan izm ad a, distal tiibü-
cak akut mekanizmaların tam anlamıyla etkili olması
liin b aşlan g ıcın d a, tübül içindeki sıvının b ileşim i, m aku-
la d e n sa ad ı verilen ve tübiilün, ju kstaglo m erü ler ap arey
halinde bile kan akımı kontrolü açısından dokunun
h iz asın d a afferent arteriyolle k o m şu olduğu b ö lg e d e yer gerçek gereksinmelerini karşılama yolunda dörtde üç­
alan tiibüler epitelyal yapı tarafından saptanır. G lom e- lük bir mesafe alınmış olmaktadır. Örneğin, arteryel
rullerde, fazla m iktarda sıvı kan dan tübüler siste m içine basınç aniden 100 mmHg değerinden 150 mmHg de­
filtre old u ğ u n d a m akula d e n sad a oluşan uygun cevap lar ğerine yükseldiğinde kan akımı da aniden yüzde 1 0 0
say e sin d e afferent ve efferent arteriyollerde k asılm a m ey ­ oranında artar. Bunu izleyen 30 sn ile 2 dk içinde kan
d a n a gelir. Bu şekilde b öb rek kan akım ı ve glom erular akımı düşerek orijinal kontrol değerinin ancak yüzde
filtrasyon oranı n orm al düzeyine doğru geri döner. Bu 15 fazlası olacak düzeye iner. Bu olay akut üp lokal ıe-
m ek an izm an ın detayları B ölüm 2 6 ’da tartışılm ıştır.
giilasyonun hızını göstermektedir. Aynı zamanda kan
2. Beyinde kan akım ının doku o k sije n asy o n u n a göre
ay a rlan m asın ın yanı sıra karbon diok sid ve h id rojen akımında meydana gelen yüzde 15’lik arüş nedeniyle
iyon k o n san trasy on ları d a ön em li bir rol oyn am aktadır. de tam bir regülasyon olamadığını gösteril'.
B un ların h erh an gi birin de m e y d an a gelen artış sereb ral Akut regülasyona ilave olaıak, saatler, günler ve aylar
d a m arla rı gen işleterek biriken karb on dioksid ve h id ro ­ içerisinde uzun süreli lokal kan akımı kontrol meka­
je n iyonlarının o rtam d an u zaklaştırılm asın ı sağlar. Bu, nizmaları gelişmektedir. Uzun süreli konüol, akut m e­
beyn in ek sitatö r fonksiyonlarının karbon diok sid ve h id ­ kanizmalara göre çok daha tam bir regülasyon sağlar.
ro jen iyon kon san trasy on ların ın kesin kon trolün e bağlı Örneğin yukarıdaki örnekteki arteryel basınç değeri
o lm a sı neden iy le önem lidir. Serebral kan akım ı kontrol
sürekli bir şekilde 150 mmHg değerinde kalırsa birkaç
m e k an izm aları B ölü m 61’de tartışılm ıştır.
hafta içinde dokulara giden kan akımının tamamen
normal düzeyine doğru geri döndüğü görülecektir. Şe­
M ik ro v a s k ü le r Kan A kım ı A rttığ ın d a kil 17-4’deki çizgili eğriye bakıldığında lokal kan akımı
B üyü k A rte rle rin D ila te O lm a kontrolünde uzun süreli regülasyonun etkinlik derece­
M e k a n iz m a s ı-E n d o te l Kaynaklı si belirgin bir şekil görülmektedir. Buradan, uzun süre­
G e v ş e tic i F a ktö r (N itrik O ksid ) li regülasyonun ortaya çıkması için gerekli zaman geç­
tiği takdirde arteryel basıncın 50 ile 250 mmHg değer­
Doku kan akımını kontrol eden lokal m ekanizm a­ leri arasında uzun süreli değişmesinin, lokal kan akımı
lar sadece dokunun yakınındaki küçük mikroda- üzerinde çok az etkili olduğu anlaşılmaktadır.
marları genişletebilir. Bunun nedeni vazodilatatör Kan akımının uzun süreli düzenlenmesi özellikle
maddelerin ve oksijen azlığının sadece çevre da­ bir dokunun metabolik ihtiyaçları değiştiği zaman
marlara ulaşabilmesi, orta ve büyük damarlara et­ önem kazanır. Bir dokunun aktivitesi kronik olarak
kili olamamasıdır. Dolaşımın mikrovasküler yata­ artarsa ihtiyaç duyduğu oksijen ve besin maddesi
ğında kan akımı arttığında sekonder olarak, farklı miktarı da artar. Bu durumda eğer dolaşım siste­
bir mekanizm a ile büyük arterlerde de dilatasyon minde bir patoloji yoksa ya da yanıt veremeyecek
oluşur. Bu mekanizma şöyle açıklanabilir. kadar yaşlı değilse-kan damarları bir kaç hafta içinde
Aı teriyoller ve küçük arterlerdeki endotel hücreleri dokunun gereksinimini karşılayacak biçimde artar.
arteryel duvarın kasılma derecesini etkileyebilen çe­
şitli maddeleri sentez edip salabilirler. Bu vazodilata­
tör maddelerden en önemlisi endotel-kaynaklı gevşe­ Uzun Süreli Regülasyonun Mekanizma-
tici fa k tö r zû\ verilen bir moleküldür. Bu faktör büyük ları-Doku Damarlanmasındaki Değişikler
olasılıkla kan yarı ömrü sadece 6 saniye olan nitrik
oksid molekülüdür. Arterler içinden hızla akan kanın Uzun süreli kan akımı regiilasyonunun mekanizması
damar duvarına yapüğı sürtünme endotel hücreleri doku damarlanmasındaki artıştır. Örneğin eğer doku
üzerinde sürtiinme-stresi (shear-sües) adı verilen metabolizması uzun süreli artarsa damarlanmada
olaya neden olur. Meydana gelen sües endotel hücre­ artma, azalırsa damarlanmada da azalma görülür.
lerine akım yönünde bası uygulayarak nitrik oksid Sonuç olarak dokunun ihtiyaçlarına göre, damaı-
serbestlemesini önemli miktarda artırır. Niüik oksid lanmasında yeniden yapılanma meydana gelir. Yeni­
arteryel duvarı gevşeterek dilatasyona neden olur. den yapılanma çok genç olan hayvanlarda hızla gö-
180 ÜNİTE IV • Dolaşım

riilür (günler içerisinde). Nedbe (skar) dokusu veya ya da hatta daha büyük damarlar haline gelmeye
kanseıöz dokuda olduğu gibi yeni büyüyen doku başlar. Anjiojenez, lokal dokudaki metabolik faktör­
içinde de bu olay hızlıdır. Uzun süreli regülasyonun ler sayesinde yeni damarların oluşum mekanizması­
yerleşmesi için gerekli olan zaman yeni doğanda bir­ nı açıklamaktadır.
kaç gün iken yaşlı bir insanda aylar hatta yıllar süre­ Steroid hormonlar gibi bazı maddeler, kan da­
bilir. Ayrıca sonuçta gelişen cevap genç dokularda marları üzerine tam am en zıt bir etki yaparak hatta
yaşlı olanlara güre çok daha fazladır. Bu nedenle ye­ bazen damar hücrelerinin ayrışmasına ve dam arla­
ni doğandaki dam arlanma dokunun kan akımı için rın ortadan kalkmasına neden olurlar. Böylece, ge­
olan ihtiyaçlarını tamamen karşıüyabilirken, yaşlı reksinim olduğunda kan damarları artabilir ya da
dokularda damarlanma sıklıkla doku kan akımı ihti­ diğer zamanlarda ortadan kalkabilir.
yacının arkasında kalır.
Damarlanma Ortalam a Kan Akım ı İhtiyacına
Uzun Süreli Regülasyonda Oksijenin Rolü. Oksi­ Göre Değil, Maksimum Gereksinim e Göre Be­
jen sadece kan akımının akut kontrolünde değil uzun lirlenir: Uzun süreli damarlanm adaki önemli bir
sineli kontrolünde de önemli bir rol oynamaktadır. özellik, dam aılanm am n ortalama kan akımı gerek­
Bu etkinin bir türü, atmosferik oksijenin az olduğu siniminden çok m aksim um gereksinim tarafından
yüksek irtifada yaşayan hayvanların dokularında gö­ belirlenmesidir. Örneğin ağır egzersiz sırasında
rülen artmış damarlanma şeklinde ortaya çıkar. Ayrı­ kan akımı gereksinimi, dinlenm e durumunun 6 - 8
ca fetal hayatta düşük oksijene maruz bırakılan ta­ katı kadar artar. Akımdaki bu büyük artış, hergün
vuklardaki vasküler ileünin normale göre iki kat fazla en fazla bir kaç dakika dışında gerekli olmayabilir.
olduğu görülmüştür. Bu etki tedavi amacıyla oksijen Ancak bu kısa süreli gereksinim, kaslara gereken 6 -
çadırına konan prematüre bebeklerde de dramatik 8 kat artışı sağlayacak damarları oluşturmaya yete­

bir şekilde ortaya çıkmıştır. Fazla oksijen gözün reti­ cek VEGF nin salimini için yeterlidir. Bu kapasite
na tabakasında yeni damar oluşumunun büyük ölçü­ gelişmemiş olsaydı, bireyin ağır egzersiz yaptığı her
de durmasına hatta mevcut kapillerlerin dejeneras­ durumda kaslar gerekli besin desteğini alamadığı
yonuna neden olmuştur. Bebekler oksijenli ortam­ için kasılma gücü azalacaktı.
dan alındıklarında gelişen oksijen azlığını kompanse Ancak fazladan damar yapısı geliştikten sonra bu
eünek için yeni damar oluşumunda anormal bir arüş damarlar normalde kapalı durumda kalır, oksijen
görülmektedir. Dam arlanmada meydana gelen anor­ eksikliği, sinirsel vazodilatatör uyarılar ya da
mal artış gözün vitıöz humor kısmına da ulaşıp kö­ fazladan akımı sağlayacak diğer lokal uyarılar
rlüğe kadar gidebilecek fonksiyon kaybına neden olmadıkça açılmaz.
olabilmektedir (Bu olay retrolental fibroplazi olarak
adlandırılır).
Kollateral Dolaşımın Gelişimi-Uzun
Yeni D a m a rla rın O lu ş m a s ı-"V a s k ü le r Süreli Lokal Kan Akımı Düzenleme
E n d o te ly a l B ü yü m e F a k tö rle ri" Fenomeni

Hem en hem en hepsi peptid yapısında olan bir dü­ Bir arter veya ven bloke edildiğinde bloke olan yerin
zineden fazla anjiojenik faktör bilinmektedir. Bun­ çevresinde yeni vasküler kanallar oluşmaya başlar ve
lar arasında tanımlanan üç tanesi unskiiler eudote- etkilenen dokuya kısmen de olsa kanın tekrar gitm e­
liyal büyüm e faktörü (VEGF), fibroblast büyüm e sini sağlar. Bu olaydaki ilk basamak blokajın altında
faktörü , atıjiojenin olarak bilinmektedir. Bu m ole­ ve üstünde kalan alanlar arasında bağlantıyı sağlayan
küller tümör dokusundan veya kanlanması yetersiz çevre vasküler yatakta genişleme meydana gelmesi­
olan dokulardan izole edilmişlerdir. Olasılıkla, dir. Bu dilatasyon ilk bir iki dakika içerisinde görülür
vasküler büyüme faktörlerinin ("anjiojenik” faktör­ ve küçük damarlar çevresindeki düz kasın metabolik
ler de denir) oluşumuna yol açan doku oksijeni ya nedenlerle gevşemesinden kaynaklanır. Kollateral
da diğer besin maddeleri veya her ikisinin yetersiz damarların başlangıçta görülen genişlemesini takip
olmasıdır. eden dönemde kan akımı, dokunun ihtiyaçları için
Anjiojenik faktörlerin hepsi yeni damar oluşumu­ gerekli olan akımın genellikle dörtte bilinden daha
na aynı mekanizma ile neden olmaktadır. Yeni olu­ azdır. Daha sonraki ilk saatlerde damarlarda daha
şan damarlar diğer küçük damarlardan filizlenmek­ fazla açılma meydana gelebilir ve 1 gün içinde doku
tedir. İlk basamak, filizlenme noktasında endotel ihtiyaçlarının yarısı, bunu takip eden birkaç gün için­
hücre bazal membranmda görülen erimedir. Bu ola­ de de tamamı karşılanabilir. Kollateral damar büyü­
yı, yeni endotel hücrelerinin hızla çoğalıp damar du­ mesi olaydan aylar sonra bile devam eder ve çoğu za­
varından bir kordon şeklinde yayılarak anjiojenik man tek ve büyük bir damar oluşturmak yerine bir­
faktöre doğru hızla ilerlemesi takip eder. Her bir kor­ çok küçük kollateral damar oluşumu şeklinde kendi­
dondaki endotel hücreleri bölünmeye devam eder ni gösteril'. Dinlenme halinde kan akımı genellikle
ve sonuçta tüp şeklini almaya başlar. Sonuçta, mey­ normal iken doku aktivitesi arttığında yeni oluşan ka­
dana gelen tüp diğer bir tüp ile birleşir ve meydana nallar maksimum kan akımı sağlamakta ender olarak
gelen yeni kapiller yataktan kan akmaya başlar. Eğer yeterlidir.
akım yeterince fazlaysa düz kas hücreleri damar du­ Sonuç olarak kollateral damarların gelişimi akut
varını istila etmeye başlar ve meydana gelen yeni da­ ve uzun süreli lokal kan akımı kontrol m ekanizm a­
marlardan bazıları küçük arteriyoller veya venüller larının genel ilkelerini izler. Akut kontrol hızlı bir
BÖLÜM 17 • Kan Akımının Dokular Tarafından Lokal Kontrolü ve Hurnoral Düzenleme 181

m etabolik dilatasyona neden olurken, olay haftalar Vazopressin. Vazopressin antidiiıretik horm on ol-
ve aylar içerisinde damarların büyümesi ve yeni rak da adlandırılmakta ve vazokonstriktör olarak
damarlar oluşması ile devam eder. anjiotensinden bile güçlü olduğu kabul edilm ekte­
Kollateıal kan damarlarının oluşumuna en önem ­ dir (belki de vücuttaki en güçlü kasıcı ajan). Hipo-
li örnek koroner damarlardan birinin trombüs so­ talamusta oluşan vazopressin (Bölüm 7 5 ’e bakınız)
nucunda tıkanmasından sonra görülmektedir. Alt­ sinir aksonu boyunca taşınarak kana karıştığı yer
mış yaşına gelen hemen hemen bütün insanların en olan arka hipofiz bezine ulaşmaktadır.
az bir küçük koroner damarı tıkanmıştır. Yine birçok Vazopressinin dolaşım fonksiyonu üzerine
insan bu olayın farkında değildir çünkü kollateıal önemli etkileri olan bir horm on olduğu açıktır. An­
damarlar hızla gelişerek miyokaıd hasarı oluşmasını cak çok küçük miktarlarda salgılandığı için bir çok
engellemektedir. Ciddi bir kalp krizi durumunda ise fizyolog, vazopressinin vasküler kontrol üzerinde
meydana gelen trombüs kollateıal gelişimine ola­ küçük bir rol oynadığını kabul etmektedir. Diğer ta­
nak vermeyecek şekilde hızla oluşmaktadır. raftan, yapılan deneysel çalışmalar ciddi kanam a
halinde dolaşımdaki vazopressin konsantrasyonu­
nun kan basıncını 60 m m Hgyükselterek birçok do­
kuda normal seviyeye getirebilecek kadar yüksek
DOLAŞIMIN HÜMORAL REGÜLASYONU olduğunu göstermektedir.
Ayrıca, Bölüm 28’de tartışıldığı gibi vazopressinin
Dolaşımın humoral regülasyonu, vücut sıvılarına renal tübülleıden su reabsorpsiyonunun kontro­
salgılanan veya absoıbe edilen hormonlar ve iyon­ lünde çok önemli bir işlevi vardır. Bu horm on vücut
lar tarafından meydana getirilen ıegülasyon anla­ sıvı hacm inin konüoliine yardım eder, antidiüıetik
mına gelmektedir. Bu maddelerden bazıları özel hormon adını almasının nedeni budıır.
salgı bezleri tarafından yapılıp kana verilerek bü­
tün vücuda yayılmaktadır. Diğerleri ise lokal doku Endotelin-Hasarlanmış Kan Damarlarında Güçlü
alanlarında oluşarak sadece lokal dolaşımı etkile­ Bir Vazokonstriktör. Anjiotensin ve vazopressinin,
mektedir. Humoral faktörlerden dolaşım fonksi­ vazokonstriktör etkileri ile yarışabilecek bir diğer
yonlarına en çok etkili olanları şunlardır; madde de büyük bir peptid olan ( 2 1 amino asit) en-
dotelindn. Endotelin sadece nanogıam düzeylerin­
de bile güçlü bir vazokonstriktör etki oluşturabilir ve
Vazokonstriktör Ajanlar endotel hücreleri ile hemen hem en bütün kan hüc­
relerinde bulunmaktadır. Endotelin serbestlem esi­
Norepinefrin ve Epinefrin. Özellikle norepinef- nin doğal stimülatörü dokularda meydana gelen
rin güçlü bir vazokonstriktör hormondur. Epinefri- ezilme veya travmalize edici kimyasal bir maddenin
ııin vazokonstriktör etkisi daha azdır çünkü bazı enjeksiyonu ile oluşan endotel hücre hasarıdır. Kan
durumlarda zayıf bir vazodilatatör etki gösterebilir damarında meydana gelen ciddi bir hasarı izleyerek
(kalp aktivitesi arttığında koroner arterlerde dila- lokal olarak serbestleyen endotelin vazokonstriksi-
tasyon). yona neden olarak çapı 5 milimetreye kadar olan ar­
Egzersiz veya stres sırasında sempatik sinir siste­ terlerde yırtılma veya ezilme sonucu meydana gelen
minin vücudun birçok veya tüm bölümlerinde uya­ aşırı kanamayı engelleyebilir.
rılması durumunda dokulardaki sempatik sinir uçla­
rından norepinefrin serbestleyerek arteriyollerin,
venleıin, ve kalbin uyarıldığı görülür. Adrenal me- Vazodilatatör Ajanlar
dulladaki sempatik sinirlerin uyarılması buradan da
kana norepinefrin ve epinefrin salgılanmasına yol Bradikinin. Kininler olarak adlandırılan çeşitli
açmaktadır. Bu hormonlar vücudun bütün kısımları­ maddeler kanda ve bazı organ sıvılarında oluşarak
na ulaşarak direkt sempatik stimülasyonun meyda­ güçlü vazodilatasyona neden olabilirler.
na getirdiği uyarıcı etkinin hemen hemen benzeri bir Küçük polipeptidler olan kininler pıoteolitik en ­
etki ile çift taraflı bir kontrol sistemi oluştururlar. zimler ile plazma ve doku sıvılarında bulunan al-
fa2-globıılinleıden ayrılırlar. Proteolitik enzim ler­
Anjiotensin. Anjiotensin bilinen vazokonstriktör den özellikle önemli olanı kan ve doku sıvılarında
maddelerin en güçlü olanlarından biridir. Bir gra­ inaktif formda bulunan kallikreindu. Kallikrein,
mın m ilyonda biri insanda aıteıy el basıncı 50 kanın doku inflamasyonu ve benzer kimyasal-fizik-
rnnıHg veya daha üst bir düzeye yükseltebilir. sel etkenler sonucund a kan ve dokularda ki
Anjiotensin etkisini küçük arteriyolleri güçlü bir şe­ yumuşama ile aktive olur. Aktive olan kallikrein, al-
kilde kasarak gösterir. Eğer bu olay izole bir doku ala­ fa2 -globulinler üzerinde etkili olarak kallidiıı adı
nında görülürse bu alana giden kan akımı ciddi bir şe­ verilen kininin serbestlem esine neden olur. Daha
kilde azalmış olur. Anjiotensiııin asıl önemi vücuttaki sonra kallidin doku enzimleri tarafından bıadikiııi-
bütün arteriyolleıe aynı anda etkili olarak total peıife- ne çevrilir. Bradikinin oluştuktan sonra karboksi-
rik rezistansı artırıp kan basıncım yükseltmesi nede­ pepdidaz veya Bölüm 19’da tartışılan ve anjioten­
niyle ortaya çıkar. Bu nedenle anjiotensin çeşitli renal sin oluşumunda önemli rol oynayan kaıboksip ep -
ve adrenokorükal stimüle edici etkileri ile birlikte aı te- tidaz ya da dönüştürücü (converting) enzim tara­
ıiyel basıncın regülasyonunda önemli bir rol oynar. fından inaktive edildiği için sadece birkaç dakika
Bu konu Bölüm 19da detaylı bir şekilde tartışılmıştır. süreyle etkili olabilir. Aktive olmuş kallikrein enzi­
182 ÜNİTE IV • Dolaşım

mi vücut sıvılarında bulunan kallikrenin inhibitörü


İyonların ve Diğer Kimyasal Faktörlerin
tarafından inaktive edilir.
Bradikinin güçlü bir vazodilatasyona ye kapiller
Vasküler Kontroldeki Rolleri
perm eabilited e artışa neden olur. Örneğin 1 mik-
Birçok farklı iyon ve kimyasal faktör kan damarlarında
rogram bradikininin bir insanın brakiyal arterine
gevşeme veya kasılmaya yol açabilir. Bunların bir çoğu­
enjekte edilmesi halinde koldaki kan akımı 6 kat
nun dolaşımın genel regülasyonunda küçük bir rolü ol­
artmaktadır. Ayrıca daha az miktarlar lokal olarak
makla beraber özel etkileri aşağıda anlatıldığı gibidir.
doku içine enjekte edilirse kapiller porların çapın­
Kalsiyum iyon konsantrasyonunda artma vazo-
da artmaya neden olarak ödem gelişmesine yol
konstriksiyona neden olur. Bu etki Bölüm 8 'de tartı­
açar.
şıldığı gibi kalsiyumun düz kas üzerindeki genel sti-
İnflamasyona uğramış dokularda kininlerin kan
mülatör özelliğinden kaynaklanmaktadır.
akımının ve kapiller permeabilitenin regülasyonun-
Potasyum iyon konsantrasyonunda artma vazodi­
da rol oynadığına dair bulgular vardır. Ayrıca bradi­
latasyona neden olur. Bu etki potasyum iyonlarının
kininin deri ve gastrointestinal sistem kan akımının
düz kas kontraksiyonunu inhibe etmesine bağlıdır.
regülasyonunda rol oynadığına da inanılmaktadır.
Magnezyum iyon konsantrasyonunda artma mag­
nezyum iyonlarının genel olarak düz kası inhibe etme­
Histam în. Histamin hasara ve inflamasyona uğra­ leri nedeniyle güçlü bir vazodilatasyona neden olur.
yan veya allerjik reaksiyona maruz kalan hem en Anyonlar arasında sadece asetat ve sitratın kan
hem en bütün dokulardan serbestleyebilir. Hista- damarları üzerinde anlamlı etkisi vardır. Her ikisi de
nıinin büyük bir kısmı hasarlı dokudaki m ast hüc­ orta derecede vazodilatasyona neden olur.
relerinden veya kandaki bazofillerden kaynaklan­ Hidrojen iyon konsantrasyonunun artması (pH'da
maktadır. azalma) arteriyollerde vazodilatasyona neden olur.
Histamin arteriyoİlerde güçlü bir vazodilatasyona Hidrojen iyon konsantrasyonunda h a fif derecede
yol açar ve bradikinin gibi kapiller porların genişleme­ azalma meydana gelmesi arteriyoler daralmaya ne­
sine, plazma proteinlerinin ve sıvının doku içine sız­ den olurken belirgin bir azalma dilatasyona yol açar.
masına neden olur. Bir çok patolojik durumda hista­ Karbon dioksid konsantrasyonunda artma birçok
min tarafından meydana getirilen arteriyoler vazodi- dokuda orta derecede, beyinde ise belirgin vazodi­
latasyon ve aitmiş kapiller por çapı nedeniyle fazla latasyona neden olur. Karbon dioksidin beyindeki
miktarda sıvı doku içine geçer ve ödem gelişir. Hista- vazomotor merkeze etkili olması ise çok güçlü indi-
minin lokal vazodilatatör ve ödem oluşturucu etkisi ıek bir etki meydana getirerek sempatik vazokonst-
özellikle allerjik reaksiyonlarda önemlidir ve Bölüm ıiktör sistem aracılığı ile tüm vücutta belirgin
34’de tartışılmıştır. vazokonstriksiyona neden olur.

REFERANSLAR

A alkjaer C , Poslon L: E ffects o f pH on vascu­ Ferrara N. D avis-Sm yth T: T he biology o f dent oxygen sensing and assem bly o f inter­
lar tension: which are the important m echa­ vascular endothelial growth factor. Endocr acting transcription factors. K idney Int 51:
nism s? J Vase Res 3 3 :3 4 7 . 1996. Rev 18:4, 1997. 5 4 8 , 1997.
Banchero N: Cardiovascular responses to G iannattasio C, Failla M, Mangoni A A, el al: Hudlicka O, Brown M , Egginton S : A ngio-
ch ron ic hypoxia. Annu Rev Physiol 4 9 :4 6 5 , Evaluation o f arterial com pliance in hu­ gcncsis in skeletal and cardiac m uscle. Phy­
1987. mans. Clin Exp Hypertens 1 8 :3 4 7 , siol R ev 7 2 :3 6 9 . 1992.
Bangsbo J : O xygen deficit: a measure o f the 1996. L eisch ik R , R ose J, Caspari G . et al: Contrast
anaerobic energy production during intense Goldberg ID. Rosen E M : Regulation o f Angi­ echocardiolography for assessm ent o f m yo­
exercise? Can J Appl Physiol 2 1 :3 5 0 . 1996. ogenesis. Basel: Birkhauser, 1997. cardial perfusion. H erz 2 2 :4 0 . 1997.
B e ck L Jr . D ’Amore PA: V ascu lar develop­ G ranger H J. Guyton AC: Autoregulation o f the Levy A P, Levy N S, Iliopoulas O, et al: R egu­
ment: cellular and m olecular regulation. total system ic circulation following destruc­ lation o f vascular endothelial growth factor
F A S E B J 11:365, 1997. tion o f the central nervous system in the by hypoxia and its modulation by the von
B ickn ell R J, Lew is C E , Ferrara N: Tum our dog. C irc Res 2 5 :3 7 9 , 1969. Hippel-Lindau tum or suppressor gene. K id­
A ngiogenesis. Oxford: Oxford University G riendling K K , Alexander R\V: Endothelial ney Int 5 1 :5 7 5 , 1997.
Press, 1997. control o f the cardiovascular system: recent Mnruyama Y , Hori M , Jan ick i JD : Cardiovas­
B isc h o ff J : C ell adhesion and angiogenesis. J advances. F A S E B 1 10:283, 1996. cular Rem odeling and Functional Interac­
Clin Invest 9 9 :3 7 3 , 1997. Guyton A C : Integrative hemodynamics. In: tion. T ok yo: Springer, 1997.
Born G V R , Schw artz C J: V ascular Endothe­ Sodem an NVA Jr. Sodeman TM (eds): Path­ M cV eigh G E: Arterial com pliance in hyperten­
lium. Stuttgart: Shattauer, 1997. ologic Physiology: Mechanism s o f Disease. sion and diabetes m ellilus. Am J Nephrol
Chang J B . Prasad K,- Olsen EA : T extbook o f 6th cd. Philadelphia: \YB Saunders Co. 1 6 :2 1 7 , 1996.
A ngiology. New Y ork: Springer, 1998. 1979, p. 169. M uller JM . Davis M J, C hilian W M : Integrated
C oleridge Sm ith PD: M icrocirculation in V e­ Guyton AC, Colem an T G , G ranger H J: C ircu­ regulation o f pressure and flow in the coro­
nous D isease. Austin: Landes B ioscien ce, lation: overall regulation. Annu Rev Physiol nary m icrocirculation. C ardiovasc Res 32:
1998. 3 4 :1 3 ,1 9 7 2 . 6 6 8 , 1996.
Cow ley A W , Guyton AC: Quantification o f in­ Guyton A C , Jon es C E . Coleman T G : Cardiac O ’ Donnell M E, Owen N E: Regulation o f ion
termediate steps in the renin-angiotensin- Output and Its Regulation. Philadelphia: pumps and carriers in vascular smooth mus­
vasoconstrictor feedback loop in the dog. \VB Saunders C o. 1973. cle . Physiol R ev 7 4 :6 8 3 , 1994.
C irc Res 3 0 :5 5 7 , 1972. Highsmith R F: Endothclin: M olecular Biology, Renkin E M : Control o f m icrocirculation and
Crnac J, Schm idt M C , T heissen P, S cch tem U: Physiology, and Pathology. Totow a, NJ: W ood-tissue exchange. In: Renkin KM,
A ssessm ent o f myocardial perfusion by Humana Press, 1998. M ichel CC (eds): H andbook o f Physiology,
magnetic resonance imaging, ile r z 2 2 :1 6 , Huang L E , Ho V , Arany Z, et at: Erythropoie­ S ec. 2, Vol. IV . B cth esda: A m erican Physi­
1997. tin gene regulation depends on heme-depen­ ological S o ciety , 1 9 8 4 , p 627.
BÖLÜM 17 • Ka:ı Ak' n mn Dokular Tarafından Lokal Kontrolü ve Humoral Düzenleme 183

Rosenthal D L , Guylon A C : H em odynam ics o f ing fast x-ray computed tomography. Herz lipid low ering m easures on coronary perfu­
collateral vasodilatation follow ing femoral 2 2 :2 9 , 1997. sion. Z Kardiol 86(Su ppl 1):4 3 , 1997.
artery occlusion in anesthetized dogs. C irc Sem enza G L , A gani F , Booth G , et al: S truc­ Uren NG, C rake T : R e sistiv e vessel function
R es 2 3 :2 3 9 , 19 6 8 . tural and functional analysis o f hypoxia-in- in coronary artery d isease. Heart 7 6 :2 9 9 ,
Rubanyi G M : Endothelin. New Y o rk : Oxford ducible factor 1. Kidney Int 5 1 :5 5 3 , 1997. 1996.
University Press, 1992. Shovlin C L , S co tt J: Inherited diseases o f the vom Dahl J: Exam ination o f m yocardial perfu­
Schmermund, A . B e ll M R , L erm an L O , R it­ vasculature. Annu R ev Physiol 5 8 :4 8 3 , sion with positron em issio n tom ography: a
man E L , Rum berger JA : Q uantitative evalu 1996. clin ically useful and valid m ethod? Herz
ation o f regional m yocardial perfusion us­ Steinm etz A, M aisch B , N oll B : E ffe cts o f 2 2 :1 , 1997.
Dolaşımın Sinirsel Düzenlenmesi ve
Arteryel Basıncın Hızlı Kontrolü

sfinkterler ve metarteıiyollerin çoğunun sem patik


DOLAŞIMIN SİNİRSEL DÜZENLENMESİ inneı vasyonunun bulunmadığı belirtilmiştir.
Kiiçük arterler ve arteriyollerin inııervasyonu
17. Bölüm ’de tartışıldığı gibi sinir sistem i, doku sempatik uyarı ile bu damarlarda direnç artışına
kan akım ının her dokuda ayrı ayrı ayarlanm asın­ böylece dokulara ulaşan kan akımının azalm asın a
da pek etkili olmaz, bu düzenlem e lokal doku kan imkan tanımaktadır.
akım ı kontrol m ekanizm aları ile yapılır. Sinir sis­ Büyük damarların, özellikle velilerin inııervasyo-
tem i bunun yerine kan akım ının vücudun değişik nu, sem patik uyarının bu dam arların hacm ini
bölgelerine yeniden dağılım ının düzenlenm esi, azaltm asına sağlar. Bu, kalbe dönen kan miktarını
kalbin pom palam a gücünün artırılm ası ve özel­ artırır, böylece bu bölümün ilerdeki kısımlarında
likle kan basın cın ın hızlı kontrol m ekanizm aları­ göreceğimiz gibi kalbin pompa işlevinin düzenlen­
nın çalışm ası gibi daha genel fonksiyonlardan mesinde önemli rol oynar.
sorumludur. Kalbe Giden Sem patik Sinir Lifleri. Kan dam ar­
Sinir sistem inin dolaşım ı kontrolü hem en h e ­ larına ulaşan sem patik sinir liflerine ek olarak sem ­
m en tam am en otonom sinir sistem i aracılığı ile patik lifler, 9. Bölüm’de tartışıldığı gibi aynı zam an­
sağlanır. Bu sistem in tüm fonksiyonları 60. Bö- da kalbe de giderler. Sempatik stimülasyonun kal­
liim ’de sunulm uştur. O tonom sinir sistem inin bin aktivitesini, hem kalp hızını hem de pom pala­
dolaşım ın kontrolü ile ilgili özel anatom ik ve ma gücünü artırarak belirgin olarak güçlendirdiği
fonksiyonel karakteristikleri özel bir ilgi gerektir­ hatırlanmalıdır.
mektedir.
Kalp Fonksiyonlarının ve Ö z e llik le Kalp
Hızının Parasem patik K ontrolü. Parasem patik
sinir sistemi diğer birçok otonom fonksiyon için
Otonom Sinir Sistemi
oldukça önemli bir yere sahipken dolaşım ın dü­
Günümüzde otonom sinir sistem inin dolaşım ile zenlenm esinde sadece küçük bir rolü vardır. D o­
ilgili en önemli bölümü olarak bilinen sem patik si­ laşım için gerçekten önem li olan tek etkisi medul-
nir sistemidir. Daha sonra inceleyeceğimiz gibi, p a ­ ladan direkt olarak vagıts siniri ile kalbe ulaşan
rasem patik sinir sistem i de kalp fonksiyonlarının parasem p atik lifler yoluyla kalp hızını kontrol e t­
düzenlenmesine katılımı nedeni ile önem taşır. mesidir. Şekil 18-1 ’de vagus, kesikli renkli çizgi ile
gösterilmiştir.
Sem patik Sinir Sİstemi. Dolaşım ın sem patik si­ Parasempatik uyarımın kalp fonksiyonları üze­
nir sistem i tarafınd an kontrolünün anatom ik rindeki etkileri 9 Bölüm’de ayrıntılı olarak tartışıl­
esasları şekil 18-1’de gösterilmiştir. Sempatik va- mıştır. Esas olarak parasempatik uyarım kalp h ı­
zom otor sinir lifleri omuriliği (medulla spiııalis) zında belirgin bir azalm a ve kalp kası kasılabilirli­
tüm torasik ve ilk iki lum bar spinal sinirler ile ter- ğinde hafif bir azalma meydana getirir.
keder. Daha sonra sem p a tik zincir içine giren
sem patik lifler oradan dolaşım a iki ayrı yol ile ula­ S em patik V azokonstriktör Sistem ve
şır: ( 1 ) tem el olarak iç organların damarlarını ve Santral Sinir Sistemi Tarafından K ontrolü
kalbi inııerve eden özel sem p atik sinirler ile (2 )
başlıca periferik alanların dam arlarını innerve Sem patik sinirler çok miktarda vazokonstriktör lif
eden spinal'sinirler ile. Bu liflerin medulla spiııalis taşırken ancak küçük bir miktar vazodilatatör lif
ile sem patik zincirler içindeki ayrıntılı yolları B ö ­ taşırlar. Vazokonstriktör lifler dolaşım ın tüm b ö ­
lüm 6 0 ’da tartışılmıştır. lüm lerine dağılmıştır. Bu dağılım bazı dokularda
diğerlerine nazaran daha fazladır. Bu lifler özellik­
Kan Damarlarının Sem patik İnnervasyoıuı. Şekil le böbrekler, sindirim sistem i organları, dalak ve
18-2’de sem patik sinir liflerinin kan damarlarına deride daha etkin, iskelet kası ve beyinde daha
dağılım ları gösterilirken kapillerler, pıekapiller güçsüzdür.

184
BÖLÜM 18 • Dolaşımın Sinirsel Düzenlenmesi ve Arteryel Basıncın Hızlı Kontrolü 185

Vazomotor merkez

Kan
Sempatik damarları
zincir

Vazokonstriktör
Kardiyoinhibitör
Vazodilatatr

Kan
damarları

Ş E K İL 18 - 1
Dolaşımın sempatik sinirler tarafından kontrolünün anatomisi.

Vazom otor M erkez ve Vazokonstriktör Sistem 3. Duysal a la n ise çift taraflı olarak , m e d u lla ve p o n ­
Üzerindeki Kontrolü. Şekil 18-1 ve 18-3'de gösteril­ su n alt kısm ın ın ark a-y an b ö lü m ü n d e b u lu n a n ııükle-
diği gibi esas olarak medullanın retiküler maddesi ve u s trak tus so lita riu s d a b u lu n m a k ta d ır. Bu b ö lg e d e k i
n ö ro n la r tem el olarak g lo ss o fa r in g e u s ve v a g u s sin ir le ­
ponsun 1/3 alt bölümünde, iki taraflı olarak yerleş­
rin d en d u y sal sin y aller alm a k tad ır. D u y sal a la n d a n
miş olan alana vazomotor merkez denilmektedir. Bu k a y n ak lan an sin y aller ise h em v a z o k o n strik tö r ve h em
merkez parasempatik uyaranları kalbe vagus siniri de v a zo d ilatö r alan ların ak tiv itele rin in d ü z e n le n m e s i­
ile ulaştırırken sempatik uyaranları nıedulla spinalis n e yardım cı o lm a k ta ve b ö y lece bir ç o k d o la şım fo n k ­
ve periferik sempatik sinirler yolu ile vücuttaki he­ siy o n u n u n “refleks'' k o n tro lü n d e ro l o y n am a k tad ır.
men tüm kan damarlarına ulaştırır. D ah a so n ra a ç ık lay a ca ğ ım ız gibi, kan b a sın c ın ın k o n t­
Vazomotor merkezin tüm organizasyonu çok ro lü n d e rol alan b a ıo r e s e p tö r refleks b u n a ö rn e k o la ­
açık olm asa da deneyler sonucunda burada bulu­ rak verilebilir.
nan bazı önemli alanlar tanımlanabilmiştir.
Kan Damarlarının S em patik V a zo ko n s triktö r
1. M edu llan ın ön-yan b ö lgesin d e vazokonstriktör alan Tonus İle Sürekli Parsiyel Kasılması. Normal
çift taraflı olarak yerleşm iştir. Lideri tüm m e d u lla spin a- koşullarda vazomotor m erkezin vazokonstriktör
lisd e d ağılm ış olup se m p a tik sinir sistem in in vazokonst- alanı, sem patik vazokonstriktör sinir lifleri üzerin­
riktör n öron ların ı uyarırlar.
den tüm vücuda sürekli olarak uyarı gönderm ek­
2. M edu llan ın alt y arısın ın ön -yan k ısm ın d a vazodila-
tedir. Bu uyarı liflerde yaklaşık saniyede 1.5 ila 2
talör alan çift taraflı yerleşm iştir. Bu n ö ro n lard an kay­
n ak lan an liflerin projeksiyon u yukarı vazok on strik tör kez kesintisiz ve yavaş tetiklem e m eydana getirir.
a la n a d oğ ru olup vazokon striktör aktiviteyi inhibe e d e ­ Bu sürekli uyarı sem patik vazokon striktör tonus
rek v azo d ilatasy o n a n eden olm aktadır. olarak adlandırılır. Bu uyarılar kan dam arlarında
186 ÜNİTE IV • Dolaşım

Arterler
Motor

Ş E K İL 1 8 - 2
Sistemik dolaşımın sempatik innervasyonu.

u azom otor tonııs adı verilen kısmi bir kasılma


oluşturur.
Şekil 18-4 vazokonstıiktör tonusun önem ini
açıklam aktadır. Bu şekildeki deneyde bir hayva­
na m erkezi sinir sistem inden p erifeıe sem patik
sinir uyarılarını engelleyecek şekilde tam spinal
an estezi uygulanmıştır. Sonuç olarak arter b asın ­ Ş E K İL 18*3
cı 100 m m H g’d an 50 m m H g’ya düşmüştür. Bu Dolaşımın sinirsel kontrolünde önemli role sahip olan beyin
düşüş vücutta vazokonstriktör tonusun etkisini alanları. Kesikli çizgiler inlıibitör yolları temsil etmektedir.
gösterm ektedir. Bir kaç dakika sonra intravenöz
olarak az m iktarda norepinefrin isim li horm on
en jekte edilm iştir. N orepinefrin tüm vücuttaki kasılm asının derecesini ayarlarken diğer yandan
se m p a tik sinir liflerin d en salm an h o rm o n a l kalp aktivitesini de kontrol etm ektedir. V azom o­
m addedir. Bu horm on, kan ile tüm dam arlara ta ­ tor merkezin yan bölüm leri sem patik sinir lifleri
şınırken bir kez daha vazokoııstriksiyon oluşm uş ile kalbe eksitatör uyarılar göndererek kalp hızı
ve arter basıncı, 1 - 2 dakika boyunca, n o rep in ef­ ve kasılm a gücünü artırırken, vazom otor m erke­
rin parçalanıncaya kadar norm al değerinin de zin vagusun dorscıl m otor çekirdeğ i ile tam karşı
üzerine çıkmıştır. karşıya bulunan orta bölüm ü, vagus siniri ile kal­
be kalp hızını azaltıcı uyarılar gönderir. Böylece
K alp A k tiv ite s in in V a z o m o to r M e rk e z c e vazom otor merkez kalp aktivitesini h em artıra­
K o n tro lü . V azom otor merkez bir yandan dam ar bilm ekte hem de azaltabilm ektedir. Kalp aktivi-

150-

125
Total spinal anestezi

Norepinefrin enjeksiyonu

Ş E K İL 1 8 - 4
- | ----------------- 1----------------- 1----------------- !------------------1----------------- i—
0 5 10 15 20 25 Total spinal anestezinin arter
Dakika basıncı üzerindeki etkisi, vazomo­
tor tonusunun kaybı ile basınçta
belirli bir düşüş görülmektedir.
BÖLÜM 18 • Dolaşımın Sinirsel Düzenlenmesi ve Arteryel Basıncın Hızlı Kontrolü 187

tesi genellikle vücutta vazokonstıiksiyon oluş­ V azodilatatör siste m in san tral sinir siste m i tarafın dan
m ası ile artarken vazokonstriksiyonun inlıibisyo- kontrolü sırasın d a ku llan ılan yollar Şekil 18-3’de kesikli
nu ile azalmaktadır. çizgilerle gösterilm iştir. Sistem i ko n tro l eden b a şlıc a b e ­
yin b ölgesi ön hipotalam ustur.

Vazom otor M erkezin Yüksek Beyin M erkezle­


Sempatik Dilatatör Sistemin Önemi. İn san d a s e m p a ­
ri Tarafından Kontrolü. Pons, m ezensefaloıı vedi- tik vazo d ilatatö r siste m in d o laşım ın k o n tro lü n d e ö n e m ­
en sefalon daki retiküler m addeye ait bir çok alan, li bir ro lü n ü n b u lu n d u ğ u şüph elidir. B u n u n n eden i, k a s ­
vazomotor merkezi inhibe veya eksite edebilir. Re- lara giden se m p a tik sin irlerde o lu ştu ru lan tam b loğu n
tiküler madde Şekil 18-3’de taranmış çift yoğun kasların gereksinim lerin e uygun k a n la n m a y eten ek le­
gösterilen alandır. Genel olarak retiküler maddenin rinde bir bozukluk m e y d a n a getirm iyor oluşudu r. A ncak
daha çok yan ve üst bölgeleri eksitasyona neden yine de egzersiz b a şla n g ıc ın d a se m p a tik v azo d ilatatö r
siste m iskelet k asların d a v a zo d ilatasy o n u n b a şla tılm a ­
olurken, daha ortada ve alt kısımlarda kalan bölge­
sın d a etkili olm ak ta ve b u n u n s o n u c u n d a kan akım ın ın
ler inhibisyona neden olur. önceden artışı k a sd a yüksek o ra n d a b e sin ihtiyacı d o ğ ­
Hipotalamus, vazokonstriktör sistemin kontro­ m a d an m e y d an a gelebilm ektedir.
lünde önemli bir role sahiptir. Bu bölge, vazomotor
merkez üzerinde güçlü eksitatör veya inhibitör etki Em osyonel B ayılm a-V a zo vagal S e n ko p . G ü ç lü
gösterebilmektedir. Hipotalamusun arka-yan kı­ e m o sy o n e l so ru n y a şa y a n kişilerd e b a y ılm a ile s o n la ­
sımları esas olarak eksitasyon, ön bölgeler ise uyarı­ n an ilginç bir v a z o d ila ta tö r re ak siy o n olu şu r. K as v a z o ­
lan ön hipotalamus bölgesine bağlı olarak hafif eksi­ d ilatatö r siste m i gü çlü b ir şe k ild e ak tive olur; aynı z a ­
m a n d a vagal k a rd iy o in h ib itö r m e rk e z k a lb e g ü çlü u y a ­
tasyon ya da inhibisyon meydana getirmektedir.
rılar gö n d ere re k kalp h ızın ı d ü şü rü r. Kan b a sın c ı h ızla
Serebral korteksin bir çok bölgesi vazomotor mer­ d ü şer; b u n u n s o n u c u n d a b ey in kan a k ım ın d a a z a lm a
kezi inhibe veya eksite edebilir. Örneğin motor kor­ ile birlikte kişi b ilin c in i k ay beder. O lu şa n b u tab lo y a
teksin uyarılması vazomotor merkezi, önce hipotala- v a zo v agal se n k o p ad ı verilir. E m o sy o n e l b a y ılm a s ü r e ­
musa, oradan vazomotor merkeze giden uyaranlar ci se re b ra l k o ıte k ste o lu şa n ra h a tsız ed ici d ü şü n c e le re
yoluyla eksite eder. Ayrıca ön temporallob, froııtal b ağ lı olarak b a şla m a k ta d ır. K o rte k sd e n b a şla y a n yol
koı tekse ait orbitalalanlar, cingıılatgirusun ön kısım­ o la sılık la ön h ip o ta la m u s d a v a z o d ila ta tö r m erk eze,
o rad a n m e d u lla d ak i v a g a l m erk ezlere, so n o la ra k da
ları, amigdala, septımı ve lıippokampusun uyarılma­
m e d u lla sp iııa lis ile k asların v a z o d ila ta tö r sin irlerin e
sı uyarılan bölgenin yerine ve uyarının şiddetine bağ­
uzanır.
lı olarak vazomotor merkezi eksite veya inhibe eder.
Beynin geniş bölümü kaıdiyovasküler fonksiyon­
lar üzerine oldukça detaylı etkilere sahiptir.

N o rep in e frin - S em patik V a zo ko n s triktö r ARTER B A S IN C IN IN H IZ L I K O N T R O L Ü N D E


Transm itter M add e. Vazokonstriktör sinir uçla­ S İN İR S İS T E M İN İN ROLÜ
rından salınan madde noıepinefrindir. Norepinef­
rin, direkt olarak damar düz kası üzerindeki alfa re­ Dolaşımın sinirsel kontrolünün en önemli fonksi­
septörler olarak bilinen reseptörlere bağlanarak yonlarından biri kan basıncında hızlı yükselmeler
vazokonstıiksiyona neden olur. Bu etkiler 60. Bö­ sağlayabilme kapasitesidir. Bu am açla, sempatik
lümde tartışılmıştır. sinir sistem inin tüm vazokonstriktör ve kalp hızın­
da artış sağlayıcı fonksiyonları birlikte uyarılır. Aynı
Adrenal Medulla ve Sempatik Vazokonstriktör zamanda kalbe giden parasem patik vagal inhibitör
Sistem İle İlişkisi. Sempatik uyarılar tüm kan damar­ uyarılar da inhibe olur. Bunların sonucunda eşza­
larına iletildiği an, aynı zamanda adrenal medullaya manlı olarak, hepsi arter basıncının yükselmesini
da ulaşmaktadır. Bu uyarılar sonucunda adrenal me- sağlayacak olan üç tem el değişiklik meydana gelir.
dulladan dolaşıma norepinefrin ve epinefrin salgıla­ Bu değişiklikler şöyle sıralanabilir:
nır. Bu iki hormon kan ile tüm vücuda dağılarak kan
damarlarını direkt olarak etkiler ve çoğunlukla da va- 1. Vücuttaki tüm arteriyollerde d a ra lm a m eydan a gelir.
Bu total periferik direnci yükselterek kan ın arterlerden
zokonstriksiyona neden olur. Ancak kimi zaman epi­
ak ışın a engel olur ve arter b a ş m a n ın ın a r tm a sın a yol
nefrin vazodilatasyona neden olmaktadır. Bunun ne­
açar.
deni, epinefrinin bazı belli dokulardaki damarlarda 2. Başta venler o lm a k üzere d o la şım d a k i diğer bütün
çoğunlukla dilatasyona neden olan "beta” reseptör büyük d a m arla r d a güçlü bir şekild e daralır. Bu kanın g e ­
uyarıcı etkisidir. Bu konu 60. Bölümde tartışılmıştır. niş periferik d a m ar yatak ların dan k alb e y ön len m esin e
ve kalp b oşlukların daki k an h ac m in in a rtm a sın a n eden
olur. Bu da kalbin d a h a güçlü k a sılm a sın a ve d a h a çok
Sem patik Vazodilatatör Sistem ve Santral Sinir kanin p o m p a la n m a sın a n ed en olur. So n u ç olarak yine
Sistemi Tarafından Kontrolü arteryel b asın ç yükselir.
3. Son olarak otonom sinir sistemi tarafından kalbin di­
İskelet kasların a giden se m p a tik sinirler se m p atik v a z o ­ rekt olarak uyarılması kalbin p om p alam a fonksiyonunu
ko n strik tör lifler ile birlikte v azo d ilatatö r lifler de taşır. daha da artırır. Bu etkinin büyük bölüm ü zam an zam an
Kedi gibi d a h a ilkel h ay van larda, bu liflerlerin u ç ların ­ norm alin iiç katı kadar yükselen kalp hızı artışına bağlıdır.
d an norepin efrin yerin e asetil kolin serb estler. Prim at­ Ek olarak sem patik sinir kaynaklı uyarılar direkt olarak kalp
lard a ise vazod ilatasy on , epinefrinin k a s d a m arla rın d a kasının kasılm a gücünü etkileyerek kalbin p o m p alam a h ac­
b u lu n an b e ta resep tö r ü zerin e olan etk isin e bağlıdır. minin artm asın a neden olur. Böylece güçlü sem patik uyarı
188 ÜNİTE IV • Dolaşım

altında kalp bir kaç dakika için norm al şartlar altındakindcn A rte ry e l B a ro re s e p tö r K o n tro l S iste m i-
iki ila üç kat fazla kan pom palayabilm ektcdir. Bu etki de kan
b asın cın d a dah a da fazla bir artış nedeni olmaktadır.
B a ro re s e p tö r R e fle ksler

Aıter basıncının kontrolünde şimdiye kadar en iyi


A rte r Basıncının Sinirlerle Kontrolünün Hızı.
bilinen sinirsel mekanizma baroreseptör reflekstir.
Arter basıncının sinirsel kontrolünde en önemli
Temel olarak, bu refleks, birkaç büyük sistemik arte­
özellik yanıtın hızıdır. Yanıt birkaç saniye içerisinde
rin duvarında yer alan, baroıeseptörler ve ya presso-
başlayıp, basıncı normalin iki katı seviyeye 5 ila 10
reseptörler olarak adlandırılan gerim reseptörleri ta­
saniyede getirebilecek kadar hızlı gelişir. Tam tersi,
rafından başlatılır. Basınçta meydana gelen artış ba-
sinirsel uyarının ani olarak inhibisyonu arter ba­
roreseptörleıi gerer ve santral sinir sistem ine uyarı­
sıncını 10 ila 40 saniye içinde normalin yarısına ka­
lar gönderilmesine neden olur. Bu sinyallere yanıt
dar düşürebilir. Bütün bunlardan ötürü arter b a ­
olarak otonom sinir sisteminden kaynaklanan ‘‘fe­
sıncının sinirsel kontrolü bilinen en hızlı basınç
edback" uyarılar dolaşıma ulaşır ve arter basıncını
kontrol mekanizmasıdır.
düşürerek normal seviyelerine döndürür.

Baroreseptörler ve İnnervasyonlarının Fizyo­


Kas Egzersizi ve Diğer Stres Tiplerinde lojik Anatomisi. Baroreseptörler, arterlerin du­
Arteryel Basıncın Yükselmesi varlarında serpinti tarzında yerleşmiş sinir son-
lanmaları olup, gerildikleıinde uyarılırlar. Göğüs
Sinir sistem inin arter basın cını artırm a yeteneği boşluğu ve boyunda bulunan hem en tüm büyük
için verilebilecek önem li bir örnek kas egzersizi arterlerin duvarında birkaç baroreseptör yerleşmiş
sırasında basın cın yükselmesidir. Ağır egzersiz olmakla birlikte Şekil 18-5’de gösterildiği gibi b a ­
sırasında kaslar oldukça artm ış kan akım ına ih ti­ roreseptörler ( 1 ) kaıotis bifuıkasyonunun hem en
yaç duyarlar. Bu artışın bir kısmı, Bölüm 17'de üzerinde, karotis siniisii olarak adlandırılan bölge­
anlatıldığı gibi kasa ait dam arlarda, artm ış m eta­ de, her iki internal karotis arterinin duvarlarında
bo lizm aya bağlı yerel vazodilatasyon sonucu ve (2 ) aort kavsinin duvarında oldukça yoğun ola­
m eydana gelir. Ek olarak egzersiz sırasında eşza­ rak bulunmaktadır.
m anlı arter basıncı artışı da kan akım ını artırır. Ayrıca Şekil 18-5’de, her iki karotis sinüsünden
Ağır egzersiz sırasında çoğunlukla arter basıncı çok küçük bir sinir, Ilering siniri ile glossofaıingeus
% 30 ila 40 kadar artar. Bu artış kan akım ını iki sinire giden, glossofaringeus sinirle beyin sapının
katm a kadar çıkartır. medüller alanında bulunan traktııs solitariıısa ula­
Egzersiz sırasında arter basıncının yükselmesi­ şan uyaranları göstermektedir. Aort kavsinden çı­
nin şu nedenle olduğuna inanılmaktadır: Sinir sis­ kan uyaranlar vagus siniri yolu ile m edullanın aynı
tem inin motor alanları egzersiz sırasında aktive bölgesine ulaşırlar.
olurken beynin retikiiler aktive edici sistemi de ak­
tive olmakta, bu aktivasyonla birlikte vazomotor
m erkezin vazokonstriktör ve kardiyoakseleratör
alanları da uyarılmaktadır. Bunların sonucunda ar­
ter basıncı, kas aktivitesindeki artış ile birlikte bir
anda artmaktadır.
Kas aktivitesi dışında bir çok stres çeşidinde de
benzer kan basıncı artışları olabilmektedir. Ö rne­
ğin aşırı korku sırasında arter basıncı bir kaç saniye
içerisinde sıklıkla normalin iki katına kadar çıkar. Glossofaringeus siniri
Alarm reaksiyonu olarak adlandırılan bu reaksiyon
ile basınç artışı tehlikeden kaçış sırasında kullanı­ Karotis cismi
lacak kas veya kasları besleyecek kanı hızla sağla­
Karotis sinüsü
maktadır.

Vagus siniri
Normal Arter Basıncının Korunmasında
Refleks Mekanizmalar

O tonom sinir sistem inin egzersiz ve stres sırasın ­


Aort baroreseptörleri
da arter basıncını yükseltici fonksiyonlarının dı­
şında arter basıncını norm al sınırları içerisinde
tutm ak için devrede olan birçok bilinçdışı özel
sin irse l kontrol m ekan izm ası bulunm aktadır.
Bunların hem en tam am ı bir sonraki kısım da
açıklanacak olan n eg a tif fe e d b a c k refleks m e k a ­ Ş E K İL 1 8 - 5
nizm alarıdır. Arter basıncının kontrolünde baroreseptör sistem.
BÖLÜM 18 • Dolaşımın Sinirsel Düzenlenmesi ve Arteryel Basıncın Hızlı Kontrolü 189

olarak hem perifeıik dirençte hem de kalp debisin­


de meydana gelen azalma ile arter basıncım düşür­
mektedir. Buna karşın düşük basınç tam tersi etki
göstermekte, refleks olarak basıncın yükselmesine
ve normal seviyesine dönmesine neden olmaktadır.
Şekil 18-7’de arter basıncında ana karotis aıteri-
leıinin kapanması sonucu oluşan refleks değişik­
likler görülmektedir. Bu karotis sinüsünde basıncı
azaltacak, sonuç olarak baroreseptörler inaktif h a­
le geçecek ve vazomotor merkez üzerindeki inhibi-
tör etkileri ortadan kalkacaktır. Vazomotor merkez
normalden daha fazla aktif hale geçerek arter b a­
sıncının yükselmesine ve kaıotislerin bağlandığı 1 0
dakika boyunca yüksek kalmasına neden olur. B a­
ğın açılması, basıncın kısa süren bir aşırı kompan-
sasyon nedeniyle hızla normalin biraz altına düş­
mesine ve bir dakika kadar sonra norm ale dönm e­
sine neden olur.
Ş E K İL 1 8 - 6
Arter basıncının değişik seviyelerinde meydana gelen barore- Vücut Postüründeki D eğişiklikler Sırasında Baro­
septör yanıtları reseptörlerin Fonksiyonları. Kişi yatar haldeyken
ayağa kalktığında baroreseptörlerin kan basıncını
sabit tutm a yetenekleri önemlidir. Ayağa kalkar
Baroreseptörlerin Basınca Yanıtları. Şekil 18- kalkmaz baş ve vücudun üst tarafında arter basıncı
6 ’da değişik arter basınçlarının Hering sinirindeki düşme eğilimine girer. Bu kısımdaki basıncın belir­
uyarı hızı üzerine etkisini gösterilmektedir. Karotis li şekilde düşmesi bilinç kaybına neden olabilir.
sinüsünde bulunan baroreseptörlerin 0 ila 60 Düşen basınç baroıeseptörleri etkileyerek ani bir
mmHg arasındaki basınçlarda uyarılmachklaıına refleksin başlam asına neden olur. Bu refleks ile
dikkat ediniz. Ancak 60 mmHg’nm üzerinde, 180 tüm vücutta kuvvetli sempatik uyarı meydana ge­
mmHg’da maksimuma ulaşana kadar gittikçe artan lerek baş ile vücudun üst bölümlerindeki basınç
hızlarda yanıt verirler. Aoı tik baroreseptörlerin ya­ azalmasını en aza indirir.
nıtları karotis reseptörlerinin yanıtlarına benzer,
ancak aort reseptörleri 30 mmHg ve daha yüksek Baroreseptör Kontrol Sisteminin "Tam ponlam a"
basınçlarda devreye girerler. Fonksiyonu. Baroreseptör sistem, arter basıncında
Yaklaşık 100 mmHg olan normal ar ter basıncın­ meydana gelen artış ve azalışlara zıt yönde etkisi
da meydana gelecek en ufak bir değişiklik sonu­ nedeniyle basınç tam pon sistemi olarak adlandırıl­
cunda devreye giren kuvvetli otonom refleksler ile makta ve baroreseptörlerden kaynak alan sinirlere
arter basıncının normale döndüğüne dikkat edil­ tam pon sinirler denilmektedir.
melidir. Böylece baroreseptör feedback mekaniz­ Şekil 1 8 -8 ’de baroreseptörlerin bu tam p o n la­
m asının en etkili şekilde fonksiyon gösterdiği yer ma fonksiyonlarının önem i gösterilm ektedir. Bu
en fazla ihtiyaç duyulduğu basınç aralığıdır.
Baıoreseptörler arter basıncındaki değişikliklere
çok hızlı yanıt verirler; ancak uyarı hızı sistol sıra­
sında artmakta, diastol sırasında ise azalmaktadır.
Dahası, baıoreseptörler hızlı değişen basınçlara du­
rağan basınçlardan çok daha fazla yanıt vermekte­
dir. Yani, ortalama arter basıncı 150 mmHg civarın­
da hızla artış gösterirken meydana gelen uyarı ileti­
mi, ortalama basınç 150 mmHg’da sabit iken mey­
dana gelen uyarı iletiminden iki kat fazla olabilir.
Diğer taraftan eğer basınç düşüyorsa uyarı hızı, sa­
bit düzeydeki uyarı hızının dörtte biri kadardır.

Baroreseptörler Tarafından Başlatılan Refleks.


Baroreseptörlerden gelen uyarılar, medullada trak-
tus solitariusa ulaştıktan sonra ortaya çıkan ikincil
uyarılar medulladaki vazokonstıiktör merkezi iıılıi-
be ederken vngal parasem patik m erkezi uyarır. Or­
taya çıkan net etki ( 1 ) perifeıik dolaşımdaki velile­
rin ve arteriyollerin vazodilatasyonu (2 ) kalp hızın­ Ş E K İL 1 8 - 7
d a ve kasılm a gücünde azalmadır. Bu nedenle baro­ Her iki ana karotis arteri klampe edilerek oluşturulan tipik karo­
reseptörlerin arter basıncı ile uyarılması, refleks tis sinüs refleksi (her iki vagus siniri kesildikten sonra).
190 ÜNİTE IV • Dolaşım

A rte r Basıncının Uzun Süreli D üzenlenm esin­


Normal
200 de B aro resep tör Sistem in Etkisizliği-B arore-
sep törlerin A d ap tasyo n u . B aroreseptör k on t­
-rr '■H R -4' rol sistem i arter b asın cın ın uzun süreli düzen­
-M
lenm esinde basit bir ned enle çok az etkili ya da
hiç etkisizdir. B aıoresep törler m aruz kaldıkları
100
basınç ne düzeyde olursa olsun bir iki gün içe ri­
sinde ona adapte olurlar. Öyle ki, b asın ç norm al
değeri olan 100 m m H g’den 160 m m H g’ye yükse­
O)
x lirse, ilk olarak çok sayıda baroreseptör uyaran
ortaya çıkar. Sonraki bir kaç saniye içersinde
E ° 24 uyaran ateşlem e hızı önem li ölçüde azalır; bunu
izleyen bir iki gün içerisind e azalm a yavaş olarak
devam eder ve bu süre sonunda arter b asın cı 160
mmHg olm asına karşın uyaran hızı norm al sevi­
yesine döner.
Aksine arter basıncı çok düştüğünde baroresep-
törler önce hiç bir uyaran iletmezken birkaç gün
sonra baroreseptör uyaran ateşlem esi giderek oriji­
nal kontrol düzeyine döner.
Baıoreseptörlerin “adapte olma” özellikleri, bir­
kaç günden uzun süren arter basıncı değişiklikle­
rinde baroreseptör refleksin bir kontrol sistem i ola­
rak fonksiyon görmesini engeller. Gerçekten de Şe­
Ş E K İL 1 8 - 8 kil 18-8 ve 18-9’da uzun bir zaman aralığı dikkate
Normal bir köpekten (üstteki şekil) ve aynı köpekte baroresep- alındığında, baroreseptörler bulunsun veya bulun­
törler denerve edüdikten haftalar sonra (alttaki şekil) yapılmış 2 masın ortalama arter basıncının nerdeyse tam a­
saatlik arter basıncı kaydı. (Cowley, Liard ve Guyton'dan: Circ.
Res., 32: 564, 1973. American Heart Association’ın izniyle). men aynı kaldığı görülebilir. Bu, baroreseptör siste­
min arter basıncının anlık veya saatlik ani değişik­
likleri önlemede çok güçlü bir mekanizm a olm ası­
na rağmen, arter basıncının uzun süreli düzenlen­
m esinde önem inin olm adığını göstermektedir. Ar­
şeklin üst kısm ında yer alan kayıt norm al bir kö­ ter basıncının uzun süreli düzenlenmesi için 19.
pekten 2 saat boyunca alm an arter basıncını gös­ Bölümde tartışılmış olan böbıek-vücut sıvısı-ba-
term ekte, alt tarafta bulunan kayıt ise hem karo-
tis sinüsünden hem de aortadaki b aroıeseptör-
leıd en kaynaklanan sinir liflerinin çıkarıldığı bir
köpekten alınan arter basın cın ı gösterm ektedir.
D enerve köpekte yatm a, ayağa kalkma, h ey ecan ­
lanm a, yem ek yeme, defekasyon, gürültüye m a­
ruz kalma gibi günlük, basit bir olay esnasında
m eydana gelen abartılı b asın ç değişikliklerine
dikkat ediniz.
Şekil 18-9’da normal ve denerve köpekten 24 sa­
at boyunca alınan arter basıncı kayıtlarındaki fre­
kans dağılımları bulunmaktadır. Baroreseptörler
normal durumdayken arter basıncının gün boyun­
ca (ortalama) 85 ila 115 mmHg’lık dar bir alanda
kaldığına hatta günün çok uzun hir bölümünde h e ­
m en hem en (ortalama) 100 mmHg olduğuna dikkat
ediniz. Diğer yandan baroreseptör denervasyo-
nundaıı sonra frekans dağılım eğrisi oldukça geniş­
lemiş, basınç aralığı 2.5 kat artmış, zaman zaman
50 mmHg’ya kadar düşerken sıklıkla 160 mmHg’ye
kadar yükselmiştir. Bu şekilde arteryel baroresep­
tör sistem in yokluğunda, basınçta aşırı değişiklik­
ler ortaya çıkmaktadır. Ortalama arter basıncı (mm Hg)
Kısaca arteryel baroreseptör sistem in başlıca gö­ Ş E K İL 18 -9
revi, arter basıncında meydana gelen günlük deği­
Normal bir köpekten ve aynı köpekte baroreseptörler denerve
şiklikleri, baroreseptör sistem bulunmadığında or­ edildikten haftalar sonra yapılmış 24 saatlik arter basıncı
taya çıkacak değişikliklerin yarısı ya da üçte biri ka­ frekans dağılım eğrileri. (Co\vley, I.iard ve Guyton’dan: Circ.
dar azaltmaktır. Res., 32: 564, 1973. American Heart Associatioıı’ın izniyle).
BÖLÜM 18 • Dolaşımın Sinirsel Düzenlenmesi ve Arteryel Basıncın Hızlı Kontrolü 191

sınç kontrol sistemi gibi başka kontrol sistem lerine den olur. Bu refleks diişük-basınç reseptörleri aracılığıy­
gereksinim duyulur. la diğer peıiferik arteriyollerde oluşan refleks ile aynı ol­
masına rağmen böbreklerde beklenmedik kadar güçlü
A rte r Basıncının Karotis ve A o rt K em oreseptör- etki gösterir. Aynı zamanda sinyaller eşzamanlı olarak
hipotalamusa da iletilerek antidiiiretik hormon salgısını
leri Tarafından Kontrolü-O ksijen Eksikliğinin
inhibe etmekte ve böbrek fonksiyonları indirekt olarak
A rte r Basıncına Etkisi da etkilenmektedir. Afferent arteriyollerde azalmış olan
direnç, glomerül kapiller basıncı artırarak böbrek tubu-
Baroreseptör basınç kontrol sistemi ile yakın ilişkisi olan luslarıııa sıvı filtrasyonunun artmasına neden olur. Anti-
kemoreseptör refleks, baroreseptör refleks ile hemen he­ diüıetik hormonun azalması tubuluslardan sıvı geri
men aynı şekilde çalışmakla beraber yanıtın ortaya çıkışı­ emilimini azaltır. Bu iki etkinin kombinasyonu idrarla
na gerim reseptörleri yerine kemoreseptörler neden olur. hızla sıvı kaybına neden olarak kan hacminin normale
Kemoıeseptörler, kimyasal duyarlığı olan hücrelerdir, dönmesinde güçlü bir yol olarak hizmet eder. (Ayrıca Bö­
oksijen yokluğuna, karbon dioksid artışına veya hidrojen lüm 19’da atriyal gerilmenin böbreklerde hormonal bir
iyonlarının artışına duyarlıdırlar. Bu reseptörler birkaç etki başlattığı -atriyal natriiiretik peptid- ve bu etkinin
küçük organa yerleşmiş olup 1 - 2 mm büyüklüğündedir. idrarla sıvı atılımını daha da artırarak kan hacmini nor­
Yerleşimleri her bir ana karotis arterin çatallarıma yerin­ male döndürmedeki önemi incelenecektir).
deki iki karotis cismi ve aorta bitişik birkaç aortik cisim­ Aşırı hacim artışından sonra kan hacminin normale
den oluşmaktadır. Kemoreseptörler, baroreseptörlere ait döndiirülmesine yönelik tüm bu mekanizmalar hacim
lifler ile birlikte Hering ve vagus sinirleri ile vazomotor düzenleyici olduğu kadar indirekt yoldan basınç düzen­
merkeze ulaşan sinir liflerini uyarırlar. leyici olarak da görev yaparlar. Çünkü, hacim yükselme­
Her karotis veya aort cismi küçük bir besleyici arter ta­ si kalp debisin artırarak arter basıncını yükseltir. Bu ha­
rafından bol miktarda kan almakta, böylece kemoresep­ cim refleksi mekanizması, kan hacmi kontrol mekaniz­
törler her zaman arter kanı ile yakın ilişki içinde bulun­ maları ile birlikte Bölüm 29’da tekrar tartışılmıştır.
maktadır. Arteryel basınç kritik bir düzeyin altına düştü­
ğü zaman, kemoreseptörlere ulaşan kan akımı azalır, bu­ Kalp Hızının Atriyal Refleks Tarafından Kontrolü
na bağlı olarak kullanılan oksijen miktarı azalırken, hid­ (Bainbridge Refleksi). Atriyumlardaki basıncın artma­
rojen ve karbondioksid iyonlarının miktarı artar, bu de­ sı bazen % 75'e kadar varan oranlarda kalp hızı artışına
ğişiklikler kemoreseptörleri uyarır. neden olur. Bu artışın küçük bir bölümü, atriyal hacmin­
Kemoreseptörlerden kaynaklanan uyarılar vazomotor deki artış sonucu sinüs düğümünün gerilmesine bağlı
merkeze iletilerek burayı uyarırlar ve bu da arter basıncı­ direkt bir etkidir. 10. Bölümde işaret edildiği gibi böylesi
nın artmasına neden olur. Bu refleks arter basıncı çok düş­ direkt bir gerim kalp hızını en çok % 15 kadar artırabilir.
tüğünde tekrar normal seviyeye dönmesine yardımcı olur. Meydana gelen ek % 40 ila 60 artış ise Bainbridge reflek­
Kemoreseptör refleks normal arter basıncı sınırları si adı verilen bir refleks nedeniyle onaya çıkar. Bainbrid­
içersinde güçlü bir arter basıncı kontrolü sağlamaz. Bu­ ge refleksini başlatan atriyal gerim reseptörlerinin affe­
nun nedeni arter basıncı 80 mmHg’nm altına düşmeden rent uyarımları vagus sinirleri ile beyinde medullaya ile­
güçlü olarak uyarılamamalarıdır. Bu nedenle kemore­ tirler. Daha sonra vagus ve sempatik sinirler ile geriye
septör refleks özellikle düşük basınçlarda basıncın daha dönen efferent uyarımlar kalbin hızını ve olasılıkla kasıl­
fazla düşmemesi için önem kazanmaktadır. ma gücünü artırır. Böylece bu refleks kanın velilerde, at-
Kemoreseptörler dolaşımdakinden daha önemli bir riyumda ve pulmoner dolaşımda göllenmesini önleme­
role sahip oldukları solunumun kontrolü ile ilgili olarak ye yardımcı olur. Bu refleks arter basıncının kontrolün­
Bölüm 41’de daha detaylı olarak tartışılacaktır. den farklı bir amaç taşımaktadır.

A rte r Basıncı ve D iğer Dolaşım Faktörlerinin


D üzenlenm esinde Yardımcı Olan Atriyal ve M e rk e zi S inir S istem inin İs k e m ik Y a n ıtı-
P ulm oner A rte r Refleksleri Beyin Kan A kım ın d aki A zalm aya Y a n ıt
O larak A rter Basıncının V a z o m o to r M e rk e z
Atriyumların ve pulmoner arterlerin duvarında, büyük Tarafından Kontrolü
sistemik arterdeki baroreseptör gerim reseptörlerine
benzeyen düşük-basınç reseptörleri adı verilen gerim re­ Kan basıncının sinirsel kontrolünün büyük kısmı, tümü
septörleri bulunmaktadır. Bu düşiik-basınç reseptörleri beynin dışında, periferik dolaşımda yerleşmiş bulunan ba­
kan hacmi değişikliklerine bağlı olarak meydana gelen roreseptörler, kemoreseptörler ve düşiik-basınç reseptörle­
arter basıncı değişikliklerinin minimal olmasında rol oy­ rinden kaynaklanan reflekslerle sağlanır. Aşağı beyin sapın­
nar. Ürnek vermek gerekirse, eğer bütün reseptörleri in- da yerleşik bulunan vazomotor merkeze ulaşan kan akımı
takt olan bir köpeğe 300 mİ hızlı kan infiizyonu yapılırsa, bölgeyi besleyemeyecek yani serebral iskemiye neden ola­
arter basıncı sadece 15 mmHg kadar yükselir. Arteryel cak kadar azalırsa, vazomotor merkezin kendisi iskemiye
baıoreseptörler denerve edildiğinde basınç 40 mmHg direkt olarak yanıt vererek güçlü bir şekilde uyarılır. Böylesi
yükselir. Eğer diişük-basınç reseptörleri de denerve edi­ bir uyarı olduğunda sistemik arter basıncı kalbin pompala­
lirse basınç 100 mmHg yükselecektir. ma gücünün ulaşabileceği en son seviyeye kadar artması ile
Böylece görüldüğü gibi pulmoner arter ve atriyumda- yükselir. Bu etkinin yavaşlamış kan akımının karbon dioksi-
ki düşük-basınç reseptörleri sistemik arter basıncını di vazomotor merkezden uzaklaştıramamasından ötürü
saptayamasalar da düşük-basınç bölgelerinde hacim ar­ meydana geldiğine inanılmaktadır. Bölgedeki karbon diok­
tışına bağlı basınç değişikliklerini saptayıp baroreseptör sid konsantrasyonunun çok artması beyin medullasındaki
refleks yanıtına eşzamanlı olarak ek bir refleks dizisi sempatik sinir sistemi kontrol merkezlerinin çok güçlü ola­
meydana getirerek, arter basıncının kontrolünde etkili rak uyarılmasına neden olmaktadır. Basınç artışına neden
refleks mekanizmasının tümünü güçlendirmektedir. olan vazomotor merkezin uyarılma nedenleri arasında, böl­
gede laktik asit ve diğer asidik maddelerin birikmesi de bu­
Böbrekler Üzerinde Etkili Atriyal Refleksler - Hacim lunmaktadır. Arter basıncının serebral iskemiye yanıt olarak
Refleksi. Atriyumların gerilmesi aynı zamanda böbrek­ yükselmesi merkezi sinir sisteminin iskemik yanıtı ya da sa­
lerin afferent arteriyollerinde refleks bir dilatasyona ne­ dece MSS iskemik yanıtı olarak bilinmektedir.
192 ÜNİTE IV • Dolaşım

İskeminin vazomotor aktivitedc önemi çok büyüktür.


Ortalama arter basıncını en çok 10 dakika içinde 250 ARTER B A S IN C IN IN S İN İR S E L K O N T R O ­
mmHg’ye kadar yükseltebilir. Yoğun serebml iskenıi ile
gelişen sempatik vazokonstı iksiyon çoğu kez o kadar faz­ LÜNDE Ö N E M İ B U LU N A N Ö ZEL HALLER
ladır ki peri ferik damarların bazıları tamamen ya da ta­
mama yakın olarak kapanırlar. Örneğin böbrekler sem­ Kalp D ebisi ve A rter Basıncının A rtm asında
patik uyanlara yanıt olarak idrar yapımını sıklıkla tama­ iskelet Kasları ve S inirlerinin Rolü
men durdururlar. Bu nedenle MSS iskenıik yanıtı tüm
sempatik vazokoııstriktör sistem aktivcıtörlerinin en güç­ Dolaşımın sinirsel kontrolünün büyük kısmı otonom si­
lü/erinden biridir. nir sistemi tarafından yapılmakla beraber iskelet kas ve
sinirlerinin dolaşım fonksiyonları üzerinde önemli rol
Mss İskem ik Yanıtının Arter Basıncı Düzenleyicisi oynadığı en az iki hal aşağıda açıklanmıştır.
O larak Rolü. MSS iskemik yanıtı çok güçlü yapısına
rağmen kan basıncı normalin çok altına, 60 mmHg ve Abdominal Bası Refleksi. Barorescptör ya da kemore-
daha aşağısına düşmedikçe belirgin hale geçmez; en septör refleksler uyarıldığında veya sempatik vazokonst-
fazla uyarılması ise basıncın 15 ila 20 mmHg’ye düşme­ riktör sistemin herhangi bir faktör tarafından uyarılması
si sırasında olur. Bu nedenle her zaman kullanılan nor­ sırasında, uyaranlar, eşzamanlı olarak iskelet sinirleri ta­
mal arter basıncı düzenleme mekanizmalarından biri rafından başla karın kasları olmak üzere tüm iskelet kas­
değildir. Bunun yerine temel olarak, beyin kan akımın­ larına da taşınırlar. Bu, kasların bazal tonuslarını artırır­
daki azalma öldürücü düzeye yaklaştığında arter ba­ ken karın içindeki venöz kan yataklarını sıkıştırmakta ve
sıncında daha fazla azalma meydana gelmemesi için kanın abdominal damar yataklarından kalbe doğru yön­
hızlı ve çok güçlii bir biçimde devreye giren bir acil kont­ lendirilmesini sağlamaktadır. Sonuç olarak kalbe pom­
rol sistemi gibi çalışır. Bu yanıt bazen arter basıncı palanmak üzere daha fazla miktarda kan sağlanmış olur.
kontrol mekanizmasında "son savunma sınırı” olarak Bu yanıtın tümüne abdominal bası refleksi denmektedir.
isimlendirilir. Sonuçta bu refleksin dolaşım üzerindeki etkisi sempatik
vazokoııstriktör uyarıların venler üzerine olan kasıcı et­
kileriyle aynı olup dakika atım hacmi ve arter basıncında
Cushing Reaksiyonu. Cuslıing Reaksiyonu olarak ad­ artışa yol açar.
landırılan mekanizma kraniyal boşluk içinde basıncın Abdominal bası refleksi olasılıkla geçmişte inanıldı­
artması sonucu oluşan özel bir MSS iskemik yanıt tipidir. ğından daha önemlidir. İskelet kasları paralize olan kişi­
Örneğin bejin omurilik sıvı basıncı artarak arter basıncı lerin hipotansif ataklara normal insanlardan daha yatkın
ile aynı seviyeye ulaştığında beyin arterlerini sıkıştırarak olmaları, bu refleksin önemini gösterir.
bölgeye ulaşan kan akımını engeller. Bu da, MSS iskemik
yanıtının ortaya çıkması ile arter basıncının yükselmesi­ Egzersiz Sırasında İskelet Kaslarının Kontraksiyo-
ne neden olur. Arter basıncı, beyin-omurilik sıvı basın­ nu İle Dakika Atım Hacmi ve Arter Basıncı Artışı.
cından daha yüksek düzeye çıktığında kan yeniden be­ Egzersiz sırasında iskelet kasları kasıldığında vücuttaki
yin kan damarlarına ulaşır ve iskemi ortadan kalkar. Ge­ tüm damarları sıkıştırırlar. Hatta egzersize hazırlık sıra­
nellikle, kan basıncı beyin omurilik sıvı basıncının he­ sında bile kasların gerilmesi damarları sıkıştırmaktadır.
men üzerinde bir düzeyde yeni bir denge hali oluştura­ Ortaya çıkan sonuç çok miktarda kanın periferik damar­
rak, beyin kan akımının devamlı olmasını sağlamaktadır. lardan kalp ve akciğerlere kanalize olması ve böylece
Şekil 18-10’da beyin etrafındaki boşluğa basınçlı sıvı uy­ dakika atım hacminin artması şeklindedir. Bu mekaniz­
gulanmasıyla ortaya çıkan Cushing Reaksiyonu gösteril­ ma ciddi egzersiz sırasında dakika atım hacminin bazen
mektedir. 5 hatta 6 kat artabilmesini sağlayan ana nedendir. Daki­
Cushing Reaksiyonu beyin-omurilik sıvı (BOS) basın­ ka atım hacminin artması, egzersiz sırasında arter ba­
cının serebral arterlere baskı yapacak denli artması ha­ sıncının yükselmesinin mutlak sorumlularından biri
linde beyinin yaşamsal merkezlerinin beslenmesinin halini almaktadır. Bu artış genellikle % 20 ila 60 arasın­
engellenmesini önlemektedir. da olmaktadır.

Arter Yazıcı
basıncı

Sıfır BOS basıncında BOS basıncında


artma azalma
Hareketli kağıt

Arter basıncı Ş E K İL 18- 10


Basınç Subaraknoidal
transduseri
şişesi aralığa açılan Beyin omurilik sıvı basıncının (BOS)
bağlantı artması sonucu arter basıncının yük­
selmesi; Cushing reaksiyonu.
BÖLÜM 18 • Dolaşımın Sinirsel Düzenlenmesi ve Arteryel Basıncın Hızlı Kontrolü 193

A rter Basıncında Solunum D algaları 200-


I 160
Her solunum siklüsünde arter basıncı 4-6 mnıHg kadar 120 H
yükselmeler ve alçalmalar gösterir. Buna arter basıncın­
80
da solumun dalgaları adı verilir. Bu dalgalar bazıları ref­
leks niteliğinde olan çeşitli değişik etkiler sonucu ortaya 40
çıkmaktadır. Bu etkiler şöyle sıralanabilir.
1. Her solunum siklüsii sırasında, medulladaki solu­
0
B il— 1
A
num merkezinden kaynaklanan birçok uyarı vazomotor
merkeze doğru da yayılır. Ş E K İL 18 - 11
2 . Her inspirasyon sırasında göğüs boşluğu basıncı
A, MSS iskemik yanıtındaki osilasyonla oluşan vazomotor dal­
normalden daha negatif hale gelir ve buna bağlı olarak
galar. B, Baroreseptör relleks osilasyonuyla oluşan vazomotor
göğüs boşluğundaki damarlar genişler. Bu genişleme so­ dalgalar.
nucunda sol kalbe dönen kan miktarında azalma mey­
dana gelerek dakika atım hacmi ve arter basıncında azal­
maya neden olur.
3. Solunum ile göğüs boşluğundaki damarlarda mey­ mülasyonu azalır ve vazomotor merkezin tekrar aktifleş­
dana gelen basınç değişiklikleri damarlar ve atriyumlar- mesi sağlanır; böylece basınç yine yükselir. Ancak yanıt
da bulunan gerim reseptörlerini uyarırlar. yine bir kaç saniye gecikme ile ortaya çıkar. Basıncın
Solunum dalgaları yaratan bütün bu faktörler arasın­ yükselmesi yeni bir döngüyü başlatır ve osilasyon ardışık
daki ilişkiyi tam olarak incelemek güç olmakla birlikle biçimde sürer.
normal solunum sırasında net sonuç ekspirasyonun er­ Kemoreseptör rejleksde aynı tip dalgalar doğuracak tarz­
ken döneminde arter basıncında artış, solunum siklüsü- da osilasyon gösterebilir. Bu refleks genellikle baroresep­
nün geri kalan bölümünde ise azalma şeklindedir. Derin tör refleks ile eş zamanlı olarak osilasyon oluşturur. Aslın­
soluk alıp verme sırasında kan basıncı 2 0 ınınHg kadar da olasılıkla arter basıncı 40 ila 80 mmHg arasında ikeıı ke­
yükselme ve düşüşler gösterebilir. moreseptör refleks vazomotor dalgaların oluşumunda ana
rolü oynamaktadır. Bunun nedeni bu basınç sınırları için­
de dolaşımın kemoreseptörlerce kontrolünün baroresep-
A rter Basıncında “V a zo m o to r” D algalar- törlerce kontrolünden çok daha güçlü oluşudur.
B asınç R efleks Kontrol S istem lerinin
O silasyonu Mss İskemik Yanıtının Osilasyonu. Şekil 18-1 lA’daki ka­
yıt MSS iskemik basınç kontrol mekanizmasından kaynak­
Hayvanlardan yapılan arter basıncı kayıtlarında sıklıkla so­ lanan osilasyonu göstermektedir. Bu deneyde beyin omu­
lunumdan ileri gelen küçük basınç dalgalarına ek olarak so­ rilik sun basıncı 160 mmHg’ye çıkartılarak serebral damar­
lunum dalgalarına göre yavaş yükselip alçalan çok daha bü­ ların sıkıştırılması yoluyla MSS iskemik yanıtı başlatılmış­
yük dalgalar -her biri 10 ila 40 mmHg arasında farkedilebi- tır. Arter basıncı 160 mmHg’nin üzerine çıktığında iskemi
İir. Her sikliisiin süresi anestezi altındaki köpeklerde 26 sa­ ortadan kalkmış ve sempatik sinir sistemi inaktive olmuş­
niye iken insanda 7 ila 10 saniye arasında değişebilmekte­ tur. Bunun sonucunda arter basıncı hızla normal seviyeye
dir. Bu dalgalar vazomotor dalgalar ve ya “Mayer dalgaları’’ düşmüş ve yeniden medüller iskemi meydana gelmiştir.
olarak adlandırılır. Şekil 18-11’deki arter basıncı kayıtların­ İskemi basınçta bir kez daha yükselmeye neden olmuştur.
da bu tür alçalma yükselme siklüsleri gösterilmektedir. Sonra yine iskemi ortadan kalkmış ve basınç düşmüştür.
Vazomotor dalgaların nedeni, bir kısım aşağıda açıkla­ Bu döngü beyin omurilik sıvı basıncı yüksek kaldığı sürece
nan, genellikle bir veya daha fazla sayıda sinirsel basınç kendini tekrar etmeye devam etmiştir.
kontrol mekanizmasında oluşan osilasyonlardır (dalga­ Bu şekilde, "feedback" kapasitesi yeteri kadar güçlü
lanmalar). olan ve basınç reseptörünün uyarılması ile ardından ge­
len basınç yanıtı arasında gecikme bulunan herhangi bir
Baroreseptör ve Kem oreseptör Reflekslerin Osilas­ basınç kontrol mekanizması osilasyon meydana getire­
yonu. Şekil 18-llB ’de görülen vazomotor dalgalar daha bilir. Vazomotor dalgalar, arter basıncını kontrol eden si­
az yoğunlukta olmakla beraber hemen her zaman de­ nirsel reflekslerin mekanik ve elektriksel kontrol sistem­
neysel basınç kayıtlarında görülen olağan vazomotor lerinde geçerli olan prensiplere uymakta olduğunu gös­
dalgalardır. Temel olarak baroreseptör reflekste meydana terdiğinden büyük ölçüde teorik önem taşırlar. Örneğin
gelen osilasyoıılar sonucunda ortaya çıkarlar. Yani baro- bir uçak otomatik pilot mekanizmasına bağlı iken eğer
reseptörleıin yüksek basınç tarafından uyarılmaları ile feedback "kazanç" çok büyük olursa ve otomatik pilotu
sempatik sinir sistemi inhibe olur ve birkaç saniye sonra yöneten mekanizmada yanıt gecikiyorsa uçak diiz bir
basınç azalır. Basıncın azalmasıyla baroreseptörlcrin sti- rota izleyeceğine her iki yana doğru osilasyon yapar.

REFERANSLAR
Andresen M C , Kunze D L: N uclcus tractus so- pharm acological im plications. Fundamental com pression. B u ll John s H opkins Hosp 12:
litarius— gateway lo neural circulatory co n ­ & Clin. Pharm acol., 11:19, 1997. 2 9 0 . 1901.
trol. Annu R ev Physiol 5 6 :9 3 , 1994. C ow ley A W Jr. Guyton A C : Barorccep to r re­ D ahan A, Teppem a L , B e e k J: Physiology and
Castelano M , Bohm M : T he cardiac beta- flex contribution in angiotensin 11-induced Pharm acology o f Cardiorespiratory Control.
adrenoceptor-mediated signaling pathway hypertension. Circulation 5 0 :6 1 , 1974. B oston : K luw er A cad em ic Publishers,
and its alterations in hypertensive heart dis­ C ow ley A W Jr, M onos E , Guyton A C : Inter­ 1998.
ease. Hypertension 2 9 :7 1 5 , 1997. action o f vasopressin and the baroreceptor Folkow B : Physiological aspects o f primary
Christofi F L , Guan Z, W ood JD , Baidan LV , reflex system in the regulation o f arterial hypertension. Physiol R ev 6 2 :3 4 7 , 1982.
Stokes B T : Purinergic C a 2 + signaling in pressure in the dog. C irc Res 3 4 :5 0 5 , Furness J B , B orn stcin JC , K unze W A , et al:
myeneric neurons via P 2 purinoceptors. Am 1974. Experim ental basis for realistic large-scale
J Physiol 2 7 2 :G 4 6 3 , 1997. Cushing H: Concerning a definite regulatory' com puter sim ulation o f the enteric nervous
C loarec-Blanchard, L.: Heart rate and blood m echanism o f the vasom otor center which system . C lin Exp Pharm acol Physiol 23:
pressure variability in cardiac diseases: controls blood pressure during cerebral 7 8 6 , 1996.
194 ÜNlTE IV • Dola§im

G uyton A C : A rterial Pressure and H yperten­ diopulm onary Physiology in A nesthesiol­ toring. Philadelphia: W B Saunders Co,
sion. Philadelphia: \VB Saunders C o, 19 8 0 . ogy. New York: M cG raw -H ill, 1997. 1997.
G uyton A C : A cu te hypertension in dogs with Mohrm an D L , H eller L J: C ardiovascular Phys­ Persson P B : M odulation o f cardiovascular con ­
cerebral ischem ia. Am J Physiol 1 5 4 :4 5 , iology. New Y ork: M cG raw -H ill, 1997. trol m echanism s and their interaction. Phy­
1948. M uratani H, T cruya 11. Sesoko S , et al: Brain siol R ev 7 6 :1 9 3 , 1996.
G uyton A C , Satterlield JH : V asom otor w aves angiotensin and circulatory control Clin Pohl U , deW it C : Interaction o f nitric oxide
possibly resulting from C N S isch em ic rellex E xp Pharm acol Physiol 2 3 :4 5 8 , 1996. with m yogenic and adrenergic vasoconstric­
o scillation . Am J Physiol 1 7 0 :6 0 1 , 1952. N akao K. Ishii H, Kusunoki M , Yam am ura T , tor processes in the control o f m icrocircula-
G uyton A C , Batson H M , Sm ith C M , A rm ­ Utsunom iya J: Nitric oxide-related neural tory blood flow . Pllugers A rch 4 3 2 :R 1 0 7 ,
strong G : Method fo r studying com petence com ponents in the rat small intestine after 1996.
o f the bod y’s blood pressure regulatory transplantation. Transpl Int 10:19, 1997. Sch roer H: R elevance and reliability o f Lud­
m echanism s and effect o f pressoreceptor N osaka S : M odifications o f arterial barore- w ig ’s scien tific concep tions o f the physiol­
denervation. Am J Physiol 1 6 4 :3 6 0 , 1951. flexes: obligatory roles in cardiovascular ogy o f the m icrocirculation . Pfingers Arch
G uyton A C , et al: Synthesis o f endocrine co n ­ regulation in stress and poststress recovery. 4 3 2 :R 2 3 , 1996.
trol in hypertension. Clin S c i M o lcc M ed Jpn J Physiol 4 6 :2 7 1 , 1996. Sagaw a K: B aroreflex control o f system ic arte­
5 1 :3 1 9 , 1976. O ’ Leary D S: Heart rate control during exercise rial pressure and vascular bed. In: Shepcrd
Hall J E , G uyton A C : Changes in renal h em o­ by baroreceptors and skeletal muscle affer- JT , A bboud F M (ed s): Handbook o f Physi­
dynam ics and renin release caused by in­ ents. Med S ci Sports E xerc 2 8 :2 1 0 , ology, S e c . 2 , V ol. III. Bethesda: American
creased plasm a oncotic pressure. Am J Ph y­ 1996. Physiological S o ciety , 1 9 83, p 45 3 .
siol 2 3 1 :1 5 5 0 , 1976. Osborn JW : The sym pathetic nervous system T a it J F , T a it S A : Insulin, the renin-angioten-
Jordan D: Central Nervous Control o f A uto­ and long-term regulation o f arterial pres­ sin-aldosterone system and blood pressure.
nom ic Function. A m sterdam : Harwood A c- sure: what are the critical questions? Clin Perspect B io l 4 0 :2 4 6 , 1997.
adcm ic Publishers, 1997. Exp Pharm acol Physiol 2 4 :6 8 , 1997. Zanchetti A , M an cia G : Pathophysiology o f
Levitsky M G , Hall S M , M cDonough KH: C ar­ Parer JT : H andbook o f Fetal Heart Rate M on i­ H ypertension. A m sterdam : Elsevier, 1997.
Arter Basıncının Uzun Süreli
Düzenlenmesi ve Hipertansiyonda
Böbreklerin Baskın Rolü: Basınç
Kontrolünde Entegre Sistem

Bölüm 18’de gördüğümüz gibi sinir sistemi arter lünün temel yapısını oluşturmaktadır. Ancak evri­
basıncının hızlı, kısa-süıeli düzenlenmesinde güç­ min değişik dönemleri boyunca birçok değişikliğin
lü etkinliğe sahip olmasına rağmen arter basıncı eklenmesi ile sistem, kontrol işlevini insanda çok
saatler veya günler boyunca yavaş yavaş değiştiği daha mükemmel hale getirmiştir. Özellikle önemli
takdirde sinirsel mekanizmalar değişiklikleri en­ değişikliklerden biri ıenin-anjiyotensin m ekaniz­
gelleyecek özelliklerinin hem en tam amını birer b i­ masının sistem e eklenmesidir.
rer yitirirler. Öyle ise arter basıncı seviyelerini haf­
talar, aylar boyunca sabit tutan uzun süreli meka­
nizma nedir? Bu bölümde uzun süreli kontrolde Arter Basıncı Kontrolünün Temel
böbreklerin baskın bir rol oynadığını göreceğiz.
Mekanizmalarından Basınç Dîürezinin
Kantitatif Olarak İncelenmesi
Şekil 19-1'de değişik arter basınçlarının atılan idrar
A R TE R B A S IN C IN IN K O N T R O LÜ N D E hacmi üzerine yaklaşık ortalama etkileri ve basınç
B Ö B R E K -V Ü C U T S IV IS I S İS T E M İ diiirezi olarak adlandırılan, basınç artışıyla beraber
atılan hacimde görülen artış gösterilmektedir. Ş e­
Arter basıncının kontrolünde böbrek-vücut sıvısı kildeki eğri, böbrek atını eğrisi veya böbrek fo n k si­
sistem i basit bir mekanizm a şeklinde çalışır. Vücut yon eğrisi adını almaktadır. 50 mmHg’lik bir arter
çok fazla ekstraseliiler sıvı içerdiğinde kan hacmi basıncında idrar atılım ı esas olarak O’dır. 1 0 0
ve arter basıncı yükselir. Basıncın yükselmesi di­ ıumHg basınçta idrar atılımı norm al seviyede, 200
rekt bir etki ile böbreklerin fazla ekstıaselüler sıvıyı mmHg’da ise normal seviyesinin altı ila sekiz katı
atm asına neden olur ve bu da basıncı tekrar nor­ kadardır. Dahası, yüksek basınç sadece atılan idrar
male döndürür. hacm ini artırmakla kalmaz, benzer bir etki ile sod­
Hayvanlar aleminin evrimsel soyoluş (filogenez) yum atılması da artırır. Bu fenom ene basınç natri-
tarihinde basıncın kontrolünde rol alan böbrek-vü- iirezi denmektedir.
cut sıvısı sistemi ilkel sistemler arasındadır. En ilkel
omurgalılardan yılan balığı benzeri küçük bir balık Arter Basıncının Kontrolünde Böbrek - Vücut Sıvı­
olan “hagfish" de bile bütünüyle çalışmaktadır. Bu sı Sisteminin Etkinliğini Gösteren Bir Deney. Şcl I
hayvanın arter basıncı 8 ila 14 mmHg kadar düşük 19-2’de gösterilen köpekler üzerinde yapılmış dene
olup hemen hemen doğrudan kan hacmi ile orantı­ de kan basıncını kontrol eden tüm sinirsel refleks nn
lı olarak artmaktadır. Hagfish sürekli olarak deniz kanizmalar bloke edildikten sonra arter basıncı 400 im
suyu içer. Bu su emilerek kana karışmakta ve kan civarında bir kan transfüzyonuyla ani olarak yükseltil-
hacmi ile birlikte basıncını da artırmaktadır. Ancak miştir Dakika atım hacminin hızla normal seviyenin
basınç çok yükseldiğinde böbrek kolayca fazlalık ya­ yaklaşık iki katma çıkışına ve ortalama arter basıncı­
ratan hacmi idrar ile atarak basıncı normale dön­ nın istirahat sırasındaki seviyesinin 115 mmHg üstü­
dürmektedir. Basınç düşük olduğunda böbrek alı­ ne, yani 205 mmHg’ye yükselişine dikkat ediniz. Orta­
nan sıvıdan çok daha azını atar. Böylece hacim ve daki eğride artan arter basıncının idrar atılımı üzerine
basınç tekrar normal seviyelerine çekilmiş olur. olan etkisi görülmektedir. Bu etki sonucunda idrar atı­
Çağlar boyunca basıncın kontrolünde rol alan bu lımı 12 kat artış göstermektedir. Bu büyük çaplı sıvı
ilkel mekanizma varlığını aynen hagfish'deki şek­ kaybı ile beraber hem dakika atım hacmi hem de arter
liyle sürdürmüştür. İnsanda da böbreklerden atılan basıncı takip eden saat içerisinde normale dönmekte­
su ve tuz tıpkı hagfishde olduğu gibi basınç deği­ dir. Bu deneyden görülebileceği gibi böbreklerin sıvı
şikliklerine bağlıdır. İnsanda arter basıncında mey­ hacmini vücuttan uzaklaştırabilme ve arter basıncını
dana gelecek birkaç milimetre cıva artış böbrekler­ normale döndürme yeteneği büyüktür.
den su ve tuz atılımım ikiye katlayabilmektedir. Su­
yun basınca bağlı atılımına basınç diiirezi, tuzun Basıncın Böbrek - Vücut Sıvısı Sistemi Tarafın­
atılımına ise basınç natriilrezi denmektedir. dan Kontrolünün Grafiksel Analizi, "Sonsuz
İnsanlarda böbrek-vücut sıvısı sistemi denetimi Kazanç" Özelliğinin Gösterilmesi. Şekil 19-3’de
lıagfish’de olduğu gibi basıncın uzun süreli kontro­ arter basıncının böbrek-vücut sıvısı sistem i ile

195
196 ÜNİTE IV • Dolaşım

8-
«O* Su ve tuzun böbrek atım hacmi
7- Su ve tuz alımı

c 6-
"m
E 5-
o
c
' " 4-
E
o
03 3-
J=
E
2-

2 ı-
32

0-
50 100 150
o 20 40
Arter basıncı (mmHg)
Arter basıncı (mm Hg)
Ş E K İL 19 - 3
Ş E K İL 19 • 1 Böbrek atım hacmi eğrisi ile su ve tuz alım eğrisi eşitlenerek ya­
pılan arter basıncı ayar analizi. Denge noktası, arter basıncının
Perfiize odileıı izole böbrekten kaydedilmiş tipik böbrek atım ayarlanacağı seviyeyi göstermektedir. (Alım sonrası vücuttan
hacmi eğrisi. Şekilde arter basıncı arttığında ortaya çıkan böbrek dışı yollardan kaybedilmiş olan su ve tıız, bu ve bundan
basınç diürezi görülmektedir. sonraki şekillerde ihmal edilmiştir).

kontrolünün analizinde kullanılabilecek bir grafik­ atılımı alımı dengelemek zorundadır. Şekil 19-3’de
sel yöntem gösterilmiştir. Bu analiz birbirini kesen tek bir yerde atılım alımla eşit gözükmektedir. Bu
iki ayrı eğriye dayanmaktadır: ( 1 ) Su ve tuz için yer denge noktası adını alan her iki eğrinin kesiştiği
böbrek atım hacmi eğrisi. Bu eğri Şekil 19-1 ’de gös­ noktadır. Şimdi arter basıncı denge noktasındakin-
terilen böbrek atım hacm i eğrisi ile aynıdır. (2 ) Net den daha farklı bir değer alırsa ne olacağını görelim.
su ve tuz atılımı gösteren eğri (ya da çizgi). Bu eğri Önce arter basıncının 150 nunHg’ya çıktığım
vücuda alınan su ve tuzdan böbrekler dışındaki atı­ varsayalım. Bu seviyede grafikte böbıekden atılan
lım çıkartıldıktan sonra çizilmiştir. su ve tuz alımdan yaklaşık 3 kat daha fazla olmak­
Uzun bir dönem için düşünüldüğünde su ve tuz tadır. Böylece vücut sıvı yitirmekte, kan hacmi
azalmakta ve arter basıncı düşmektedir. Dahası sı­
vının bu "negatif denge” lıali, basınç tam denge
noktasına dönene kadar kesinlikle sona erm eye­
cektir. Arter basıncında denge noktasına göre 1
w__
X) ^ mıııHg’hk bir artış olması halinde bile sıı ve tuz a lı­
o> ra
-o -o nlından dalıa fa z la atılını olm aya devam edecek
« 3- böylece basınç, denge noktasına dönm esi için ge­
rekli olan 1 mmHg kadar azalacaktır.
Şimdi de arter basıncı denge noktasının altına
düşerse neler olacağını görelim. Bu kez su ve tuz
alımı atılımdan daha çok olmaktadır. Böylece vü­
c m cut sıvı hacm i çoğalır, kan hacmi artar ve arter b a ­
- 5
Ş 1 sıncı bir kez daha tam olarak denge noktasına dö­
05 ._ nene kadar yükselir.
-O E
Arter basıncının her zam an tam o larak bu denge
noktasına dönüşü, basıncın böbrek-vücut sıvısı m e­
o kanizm ası ile kontrolündeki sonsuz kazanç ilkesi
w X05 sayesindedir.
-? E
Q) E A rte r Basıncının Uzun Süreli Düzenlenmesini
t: —
< Belirleyen İki Faktör. Şekil 19-3’te uzun sürede
arter basıncı seviyesini düzenleyen iki uzun-dö-
O 10 20 30 40 50 60 nemli faktör de görülebilmektedir. Bu aşağıdaki şe ­
Zaman (dakika) kilde açıklanabilir.
(1) Su ve tuzun renal atımını, (2) su ve tuz alimim
Ş E K İL 19 -2 gösteren iki eğri Şekil 19-3’de gösterildiği gibi, değiş­
Sinirsel basınç kontrol mekanizmalarının bloke edildiği hay­ medikçe, uzun süre boyunca ortalama arter basıncı,
vanlarda kan hacminin artmasıyla dakika kalp atım hacmi, ar­ bu şekildeki denge noktasında yani 100 mmHg’de
ter basıncı ve idrar atım hacmindeki artış. Şekilde bir saat süre­
since idrarla sıvı kaybından sonra arter basıncının normale dö­ sabit tutulacaktır. Denge noktası değeri olan 100
nüşü gösterilmektedir (Dr. Wiliam Dobb’un izniyle). mmHg’yı değiştirmek için iki yol bulunmaktadır.
BÖLÜM 19 • Arter Basıncının Uzun Süreli Düzenlenmesi ve Hipertansiyonda Böbreklerin Baskın Rolü 197

Bunlardan birisi su ve tuz için böbrek atım hacmi törlerden bir tanesi değişecek olursa arter basıncı­
eğrisini kaydırmak, diğeri su ve tuz alımı eğrisi sevi­ nın yeni bir seviyeye ayarlandığı görülecektir. Bu
yesini değiştirmektir. Böylece basitçe ifade etmek yeni arter basıncı her iki yeni eğrinin birbiriyle ke­
gerekirse arter basıncını uzun sürede değiştirebile­ siştiği basınç seviyesi olacaktır.
cek başlıca iki belirleyici faktör şunlardır:
Sıvı Alımı ve Böbrek Fonksiyonları Değişm e­
1. Su ve tuz için böbrek atını hacm i eğrisinin kay­
m a derecesi. den Yüksek Total Periferik Direncin Uzun
2. Sıt ve tuz alım seviyesi. Süreli A rter Basıncı Düzeyine Etkisiz Kalışı

Bu iki faktörün arter basıncının kontrolündeki iş­ Şimdi okuyucular için arter basıncının kontrolün­
levleri Şekil 19-4’de gösterilmiştir. Şeklin A bölümün­ de böbrek-vücut sıvısı mekanizm asını gerçekten
de böbreğe bağlı bir anormallik, böbrek atım hacmi anlayıp anlamadıklarını deneme fırsatı çıkm akta­
eğrisini basıncı 50 mmHg kadar yükseltecek şekilde dır. Arter basıncının hesaplanm asında kullanılan,
sağa kaydırmıştır. Bu durumda denge noktasının da arter basıncı toplam periferik direnç ile d a kika kalp
normalden 50 mmHg daha yükseğe kaydığına dikkat atım hacm inin çarpım ıdır şeklindeki temel denk­
ediniz. Bu nedenle böbrek atım hacmi eğrisi yeni bir lem hatırlanacak olursa, toplam periferik dirençte
basınç seviyesine kaydığında arter basıncının da onu meydana gelecek artışının arter basıncını artıraca­
birkaç gün içinde izleyeceği söylenebilir. ğı açık olarak görülecektir. Şüphesiz toplam perife­
Şekil 19-4’ün B bölümünde su ve tuz alımı düze­ rik direnç akut olarak artarsa arter basıncı da ani
yinde meydana gelen değişikliğin arter basıncını olarak yükselecektir. Ancak böbrek fonksiyonları
nasıl değiştirebileceği gösterilmiştir. Bu durumda normal olarak devam ediyorsa arter basıncındaki
alım dört kez artm ış, denge noktası da 160 akut artış sürmez, arter basıncı yaklaşık bir gün
mmHg’ya, yani normal düzeyin 60 mmHg üzerine içinde normale döner. Bunun sebebi ne olabilir?
çıkacak şekilde kaymıştır. Tersine alım düzeyindeki Bunun yanıtı aşağıdaki şekilde verilebilir: B ö b ­
bir azalma arter basıncını düşürecektir. rekler dışında kalan vücut bölgelerindeki kan da­
Böylece uzun süreli ortalama arter basıncını te­ marlarında artan direnç kan basıncı kontrolünde
m el belirleyici faktörlerin biri ya da her ikisini yani böbrekleıce belirlenen denge noktasını değiştir­
su ve tuz alım seviyesi ile böbrek eğrisinin basınç mez (Şekil 19-3 ve 19-4’e yeniden bakınız). Bu n e ­
ekseni boyunca kayma derecesini değiştirmeden denle böbrekler yüksek arter basıncına derhal b a­
yeni bir değere oturtmak m iim kün değildir. Bu fak- sınç diüıezi ve basınç natıiürezi ile yanıt verirler.
Saatler ve günler içinde vücuttan yüksek miktarlar­
da su ve tuz atılır ve bu durum arter basıncı denge
noktasındaki basınç seviyesine düşene kadar sürer.
Toplam periferik dirençteki artışın arter basıncı­
nı uzun dönemde etkilemeyişi ile ilgili ilkenin ka­
nıtlanması için Şekil 19-5 dikkatlice gözden geçiril­
melidir. Şekilde, uzun dön em de total periferik di­
rencin normalin çok üstünde ya da altında bulun­
duğu, ancak böbreklerden su ve tuz atılmasının
Normal Yükselen normal ya da normale yakın olduğu çeşitli klinik
basınç hallerde yaklaşık kalp debileri ve arter basınçları
gösterilmiştir. Bütün bu farklı hallerde arter basın­
cının kesinlikle normal oluşuna dikkat ediniz.
(Ancak çok dikkat edilmesi gereken bir şey de
toplam periferik direnç arlarken çoğu kez aynı z a ­
m anda böbrek dam arların daki direncin de arttığı,
bunun böbrek fonksiyonlarını değiştirdiği, böylece
Yükselen Şekil 19-4A’da gösterildiği gibi böbrek fonksiyon
basınç eğrisini daha yüksek bir basınç seviyesine taşıyarak
hipertansiyona neden olduğudur. Bu konuyla ilgili
bir örneği daha sonra bölüm içinde vazokonstıik-
tör mekanizmalar ile ortaya çıkan hipertansiyon
konusunu tartışırken göreceğiz. Ancak bu durum­
da hipertansiyonun altında yatan neden toplam
periferik direnç artışı değil, böbrek direncindeki a r­
tıştır ki bu önemli bir farklılıktır).
50 100 150 200
Arter basıncı (mm Hg) Sıvı H a c m in d e k i A rtış A rte r Basıncını
Ş E K İL 19 - 4 Nasıl A rtırır-O to re g ü la s y o n u n Rolü
Arter basıncının yükseltilebileceği iki değişik yolu gösteren eğ­
riler. A, böbrek atını hacmi eğrisinin sağa, daha yüsek basınç Ekstraselüler sıvı hacmindeki artışın arter basıncı­
düzeyine kayması; B, su ve tuz alım düzeyinin yükselmesi. nı yükseltme mekanizması Şekil 19-6’daki şemada
198 ÜNİTE IV • Dolaşım

Bu şem ada özellikle kalp dakika atım hacm inin


arter basıncını iki farklı şekilde yükseltebileceğine
dikkat ediniz. Bunlardan biri (1) yüksek dakika
atım hacm inin basıncı direkt olarak aıürıcı etkisi,
diğeri (2 ) doku kan akımının otoregülasyonu sonu­
cunda oluşan dolaylı bir etkidir. İkinci etki şu şekil­
de açıklanabilir.
Bölüm 17’ye geri dönecek olursak doku kan akı­
mı artacak olursa lokal damarların kasılarak kan
akımını normal seviyesine döndürdüğünü hatırla­
yacağız. Bu olaya dokunun kendi kan akımım ken­
disinin düzenlediğini belirtir şekilde basitçe "oto-
ı egülasyon” adı verilir. Artmış kan hacm i kalp debi­
sini artırdığında tüm dokulara giden kan akımında
artış olur. Bunun sonucunda bu düzenleyici m eka­
40 60 80 100 120 140 160 nizma ile tüm vücuttaki kan damarları kasılır, bu
Total periferik direnç (normalin yüzdesi) da toplam periferik direnci artırır.
Son olarak arter basıncı, d a kika atım hacm i ile
Ş E K İL 19 - 5 toplam periferik direncin çarpım ına eşit olduğun­
Çeşitli klinik bozukluklarda total periferik dirençle arter basıncı dan otoregülasyon mekanizması sonucunda top­
ve kalp debisinin uzıın süreli düzeyleri arasında ilişkiler. Bu ko­
lam periferik dirençte meydana gelecek ikincil bir
şullarda böbrekler normal fonksiyon görmektedir. Şekilde total
periferik direnç değişikliklerinin kalp debisine benzer miktarda artış arter basıncının yükselmesine büyük ölçüde
fakat zıt yünde olduğuna ve arter basıncı üzerine etkisi bulun­ katkıda bulunacaktır. Genellikle kalp debisinde
madığına dikkat ediniz (Guyton: Arterial Pressure and Hyper­ meydana gelecek %5 ila 10'luk bir artış norm al or­
tension, Philadelphia, W.B. Saunders Company, 1980'den alına­
rak basılmıştır. talam a arter b asın cı olan 100 m m H g’yı 150
mmHg’ya kadar artırabilir. Atım hacm indeki bu
hafif artış çoğunlukla ölçülemez.
verilmiştir. Burada birbirini izleyerek gelişen olay­
lar ( 1 ) ekstraseliiler sıvı hacminde artış (2 ) bunun
B öb re k V ücu t Sıvıları A çısından A rte r Ba­
kan hacm ini artırması (3) sonuçta dolaşımın orta­ sıncının D ü ze n le n m e sin d e Tuzun Ö n e m i
lama doluş basıncının artması (4) böylece kalbe
dönen venöz kan miktarında artma (5) bunun kalp Buraya kadar tartışılanlar arter basıncının düzen­
debisini artırması ve (6 ) buna bağlı olarak arter ba­ lenmesinde hacmin önem ini vurgulamışsa da de­
sıncının artması şeklindedir. neysel çalışmalar arter basıncının yükselmesinde
tuz alımındaki artışın su alımındaki artışa oranla
Ekstraselüler sıvı hacminde artış
daha etkili olduğunu göstermiştir. Bunun nedeni
suyun emilir emilmez böbreklerden kolaylıkla atıl­
Kan hacminde artış masına karşın tuzun aynı kolaylıkta anlam am ası­
dır. Tuz vücutta biriktikçe dolaylı olarak iki temel

I
Ortalama dolaşım doluş basıncında artış
nedenle ekstraselüler sıvıyı artırmaktadır:
1. Vücutta fazla miktarda tuz bulunduğunda vü­
cut sıvılarının osmolalitesi artm akta ve bu da susa­
m a m erkezini uyararak ekstraselüler tuz konsant­
Kalbe venöz kan dönüşünde artış rasyonunu norm al seviyelere çekmek için kişinin
fazla miktarda su içm esine yol açmaktadır. Böylece
I
Kalp debisinde artış
ekstraselüler sıvı hacmi artmaktadır.
2 . ekstraselüler sıvı osmolalitesindeki artış hipo-
talam ik-arka hipofizer salgı m ekanizm asını da
uyararak antidiiiretik horm on saliminim artırır. Bu
Otoregülasyon
mekanizma ayrıntılı olarak 28. Bölümde tartışıl­
\
Toplam periferik
mıştır. Antidiüretik horm on idrar olarak atılmadan
önce böbrek tubular sıvısından yüksek miktarlarda
dirençte artış suyun geri em ilimine neden olur; böylece idrar
miktarı azalırken ekstraselüler sıvı hacm i artar.

Arter basıncında yükselme Bu önemli etkiler nedeniyle vücutta biriken tuz


miktarı ekstrase'üler sıvı hacm ini belirleyen ana
Ş E K İL 19 • 6 faktör olmaktadır, ekstraselüler sıvı ve kan hacm in ­
nkstraselülersıvı hacmindeki artışın arter basıncını yükseltme­ de meydana gelecek küçük artışların bile arter b a­
sindeki olaylar zinciri. Kalp debisindeki artışın arter basıncını
hem doğrudan, hem de toplam periferik direnci artırma yoluy­ sıncını oldukça fazla artıracağı düşünülürse vücu­
la dolaylı olarak yükselttiğine dikkat ediniz. da gereksinim dışı alınacak az miktarda tuz bile ar­
BÖLÜM 19 • Arter Basıncının Uzun Süreli Düzenlenmesi ve Hipertansiyonda Böbreklerin Baskın Rolü 199

ter basıncında kayda değer yükselmelere neden çok odaklı kanamalara neden olmakta, buna bağlı
olacaktır. olarak bir çok bölge haraplamııakta ve sonuçta böb­
rek yetersizliği, üremi ve ölüme neden olmaktadır.
“Hacim-yükleme tipi hipertansiyon” adı alan bir
Hipertansiyon (Yüksek Kan Basıncı): tip hipertansiyondan alman dersler arter basın cı­
Çoğunlukla Aşırı Ekstraselüler Sıvı nın düzenlenmesinde önemi bulunan böbrek-vü-
Hacmine Bağlı Bir Olay cut sıvısı hacim m ekanizm asının anlaşılm asında
hayati öneme sahiptir. Hacim-yükleme tipi hiper­
Bir kişide hipertansiyon (ya da "yüksek kan basın­ tansiyon vücutta fazla ekstraselüler sıvı birikimine
cı") bulunduğu söylendiğinde bu, o kişinin ortala­ bağlı olan hipertansiyonu tanım lam ak için kulla­
m a arter basıncının norm al kabul edilen seviyenin nılmaktadır. Bu konuda bazı örnekler aşağıdadır.
üzerinde olduğunu belirtmektedir. İstirahat sıra­
sında 110 mmHg’den yüksek bir ortalam a arter b a­ Böbrek Kitlesinde Azalma İle Birlikte Tuz Atı­
sıncı değeri (normali yaklaşık 90 mmHg civarında­ mında Artışın N eden Olduğu Deneysel Hacim
dır) hipeıtansif bir değer olarak kabul edilir. Bu de­ - Yükleme Tipi Hipertansiyon. Şekil 19-7'de b ö b ­
recede bir artış diyastolik arter basıncı 90 mmHg ve rek kitlesinin % 70’i çıkartılmış bir grup köpekte
sistolik arter basıncı 135 ila 140 mmHg’nın üzerin­ hacim-yükleme tipi hipertansiyonu açıklayan tipik
de olursa ortaya çıkmaktadır. Ciddi hipertansiyon bir deney gösterilmektedir. Eğri üzerindeki daire
olgularında ortalam a arter basıncı 150 ila 170 içine alınmış birinci noktada bir böbreğin iki kutbu
mmHg kadar olabilir. Bu durumda diyastolik b a ­ çıkartılmış, ikinci noktada karşı böbrek tam am en
sınç 130 mmHg ve sistolik basınç 250 mmHg kadar alınmış ve hayvanda normal böbrek kitlesinin a n ­
yüksek olabilir. cak % 3 0 ’u bırakılmıştır. Bu kadar büyük bir kitle­
Arter basıncında meydana gelecek orta dereceli nin çıkartılmasının arter basıncını ortalam a olarak
artışlar bile yaşam süresinin kısalmasına neden ol­ ancak 6 mmHg kadar artırdığına dikkat ediniz. D a­
makta, yüksek basınç sözkonusu olduğunda -nor­ ha sonra köpeklere normal su yerine tuz eriyiği içi-
malin % 50’si kadar yüksek ortalama arter basıncı- rilmiştir. Tuz eriyiği su gereksinimini karşılamadı­
kişinin uygun tedavi görmediği durumda, birkaç ğından köpekler normal hacm in iki dört katı kadar
yıldan fazla yaşaması mümkün olmamaktadır. Hi­ sıvı almışlar ve birkaç gün içinde arter basınçları
pertansiyonun ölüme neden olan etkileri başlıca 3 yaklaşık normalden 40 mmHg daha fazla yüksel­
şekilde özetlenebilir: miştir. İki hafta sonra köpeklerin tuz eriyiği yerine
1. Kalp yükünün artması erken devrede kalp yeter­ musluk suyu içm elerine izin verilmiş ve basınç iki
sizliği ve koroner kalp hastalığına yol açmakta, bu da gün içinde normale dönmüştür. Son olarak dene­
sıklıkla kalp krizi ve ölüm ile sonuçlanmaktadır. yin sonunda köpeklere yeniden tuz eriyiği içiı ilmiş
2. Yüksek basınç sıklıkla beyinde bulunan ana ve bu kez basınç çok daha hızlı olarak ilkinden da­
damarlardan birinde yırtılmaya ve bunu takiben ha yüksek bir düzeyde artmıştır. Bunun nedeni kö­
önem li beyin bölgelerinde hücre ölümü ile karak- peklerin tuz solüsyonunu toleıe edebilmeyi öğren­
teıize serebral infarktiise neden olur. Klinikte bu meleri ve daha fazla içmiş olmalarıdır. Böylece bu
durum "felç” (inme) olarak isimlendirilir. Beynin deney hacim-yükleme tipi hipertansiyonu açıkla­
etkilenen bölümüne bağlı olarak inm e sonucunda yabilmektedir.
paralizi, bunama, körlük veya diğer çeşitli ciddi Okuyucu uzun-süreli arter basıncı düzenlem e­
santral sinir sistemi bozuklukları gelişebilir. sinde belirleyici olan iki faktörü tekim' göz önüne
3. Yüksek basınç hemen her zaman böbreklerde alırsa, Şekil 19-7’de gösterilen biçim iyle hacim-

Ş E K İL 1 9 - 7
Böbrek dokusunun %70’i çıkar­
tılmış dört köpeğe su yerine
%0.9'lıık tuz eriyiği içirilmesinin
arter basıncı üzerine etkisi
(Langston, Guyton, Douglas ve
D orset!: Cirs. Res., 12:508,
1963’den American Heart Asso­ G ün
ciation, Inc. izniyle).
200 ÜNİTE IV • Dolaşım

yükleme tipi hipertansiyonun nedenlerini derhal adaptasyon göstererek basınç artışına karşı etkisiz
anlayacaktır. Öncelikle böbrek kitlesinin normalin kalır. Bu sırada arter basıncı, toplam periferik di­
% 3 0 ’una düşürülmesi böbreklerin tuz atım yete­ renç normal seviyede olm asına rağmen dakika
neğini azaltmıştır. Böylece daha önceki kadar tuz atım hacmindeki artışa bağlı olarak yükselebilece­
atabilm ek için arter basıncının yükselmesi gerek­ ği kadar yükselmiş olur.
mektedir. Bu da reııal fonksiyon eğrisini normal ar­ Dolaşıma ait bu değişkenlerde meydana gelen
ter basıncı seviyesinden daha yükseğe çıkar tmak­ bu erken akut değişiklikler sonrasında birkaç gün
tadır. İkinci olarak su ve tuz alımı normalin beş ila ve hafta içinde daha uzun süreli ikincil değişiklikler
altı katına çıkartılmıştır. Böylece uzun-süreli arter oluşm aya başlam aktadır. Bunlardan özellikle
basıncı düzenlenmesini belirleyen her iki faktör de önemli olanı, kaıdiyak debi tam am en norm al sevi­
artmış ve bu kombinasyon arter basıncında çok yesine düşmüş olmasına rağmen toplam periferik
yüksek artışlara neden olmuştur. dirençteki ilerleyici artıştır. Bir çok deneysel çalış­
ma bu değişikliklerin temel olarak 17. Bölüm ve bu
Hacim - Yüklem e Tipi Hipertansiyon Gelişimi bölümde daha önce açıklandığı şekliyle kan a k ım ı­
Sırasında Dolaşım Fonksiyonlarında M eydana nın uzun-süreli otoregiilasyon m ekanizm aları so ­
Gelen O laylar Dizisi. Hacim-yükleme tipi hiper­ nucu oluştuğunu göstermiştir. Kardiyak debi yük­
tansiyon gelişimi sırasında meydana gelen deği­ selerek hipertansiyona neden olduktan sonra do­
şikliklerin teker teker incelenm esi özellikle öğreti­ kulara ulaşan fazla miktardaki kan lokal aıteriyol-
cidir. Şekil 19-8’de “0.” Gün olarak işaretlenen nok­ leıde giderek artan bir daralmaya neden olmakta
tada bir hafta kadar önce böbrek kitlesi normalin ve doku kan akımını normal seviyeye getirm ekte­
% 3 0 ’u kadar azaltılmıştır. Bu noktada tuz ve su alı­ dir. Tüm bunların sonucunda dakika atım hacmi
mı yaklaşık normalin altı katı kadar artmaktadır. normale dönerken eşzamanlı olarak toplam perife­
Akut olarak gelişen etki ekstraselüler sıvı, kan h ac­ rik direnç ikincil olarak artm aktadır.
mi ve kaıdiyak debinin normalin % 20 ila 40 kadar Ekstraselüler sıvı ve kan hacm inin de dakika atım
artmasıdır. Eş zamanlı olarak arter basıncı sıvı hacmi ile beraber normal seviyelerine geri döndü­
hacm i ve dakika atım hacm i kadar olm asa da art­ ğüne dikkat edilmelidir. Bu iki faktör nedeniyle ger­
maya başlamaktadır. Basınçtaki bu yavaş artışın çekleşir: İlkin arteriyoler dirençteki artış kapiller ba­
nedeni başlangıçta düşüş gösteren toplam perife- sıncını düşürerek doku aralığındaki sıvının kana ge­
rik direnç eğrisi incelenerek anlaşılabilir. Bu düşüş ri emilimine izin vermektedir. İkinci olarak yüksel­
18. Bölümde tartışılan baıoreseptör mekanizm ası­ miş olan arter basıncı böbreklerin vücutta birikmiş
nın basınç artışını kontrol etm esi nedeniyle ortaya fazla sıvıyı atmasına neden olmaktadır.
çıkar. Ancak birkaç gün sonra baroreseptörler Son olarak dolaşımın hacim -yüklem esinin baş­
langıcından haftalarca sonrasındaki son hali in ce­
lenecek olursa şu etkiler görülecektir:

201 1. Hipertansiyon
Ekstraselüler 19~
sıvı hacmi 2. Toplam periferik dirençte belirgin artış
(litre) 16_ 3. Ekstraselüler sıvı hacmi, kan hacm i ve kalp de­
1 5- bisinin tam amen normal seviyeye dönüşü.
6 .0-1
Kan hacmi 5.5 -
(litre) 5 .0 J Bundan ötürü hacinı-yükleme tipi hipertansiyo­
701 nu iki değişik döneme ayırabiliriz.: İlk dönem art­
Kalp debisi 65 mış sıvı hacm inin kalp debisini artırmış olması so­
(litre/dak.) nucunda ortaya çıkmaktadır. Dakika atım hacm in­
deki bu artış hipertansiyona neden olmaktadır. Ha­
T l
Toplam 5-°-
2 8 -1 cim-yükleme tipi hipertansiyondaki ikinci dönem
periferik direnç
(mmHg/litre/ 2 2 - yüksek kan basıncı ve yüksek toplam periferik di­
dak.) renç ile karakteıize olup kalp debisi sıradan ölçüm
150-1 teknikleri ile farkedilemeyecek kadar normale ya­
140 -
kın bir seviyede bulunmaktadır.
Arter basıncı ,30~
(mm Hg)
H acim -yüklem e tipi hipertansiyondaki to talp eri­
ferik direnç yükselm esi hipertansiyon oluştuktan
10 0 --
sonra m eydana gelir ve bu nedenle hipertansiyonun
nedeni olm aktan çok sonucudur.
Ş E K İL 1 9 - 8
H aciın-yüklem e (ipi hipertansiyonda ilk haftalar içiııdc dolaşım B ö b re k le ri O lm a d a n Y aşam larını Yapay
sisteminin önemli parametrelerinde görülen ilerleyici değişik­
likler. Özellikle kalp debisindeki artışın hipertansiyonun temel B ö b re k le S ürdüren H a sta la rd a
nedenini oluşturduğuna dikkat ediniz. Bunu izleyerek otoregii- H a cim -Y ü kle m e T ip i H ip e rta n s iy o n
lasyon mekanizması kalp debisi hemen hemen normale dön­
dürürken to lal periferik dirençle de ikin cil bir artış meydana ge­
tirir. (Guyton: Arterial Pressure and 1lypertension. Philadelphia, Bir hasta yaşamını yapay böbrek ile sürdürüyorsa
W.B. Saunders Company, 1980'den değiştirilerek). vücut sıva hacmini normal seviyede tutmak özellikle
BÖLÜM 19 • Arter Basıncının Uzun Süreli Düzenlenmesi ve Hipertansiyonda Böbreklerin Baskın Rolü 201

önemlidir. Bunun için hasta her diyalize girişte uy­ Arter basıncında azalma
gun miktarda su ve tuzun vücuttan uzaklaştırılması
gerekmektedir. Eğer bu yapılmaz, ektıasellüler sıvı­
nın artmasına izin verilirse aynen Şekil 19-8'de gös­ Renin (böbrek)
terildiği gibi hipertansiyon gelişecektir. Bu durumda
hipertansiyona neden olan kalp debisinin artışıdır.
Daha sonra otoıegülasyon mekanizması toplam pe- Renin eubstratı AnJIyotensIn I
riferik dirençte ikincil bir artışa neden olurken daki­ (Plazma proteini)
ka atım hacmini normal seviyesine geri döndürür.
Böylece sonunda hipertansiyon da yüksek peı iferik
Konverting enzim
direnç tipi hipertansiyon halini alır.
(Akciğer)

Primer A ldosteronizm e Bağlı Hipertansiyon


AnJIyotensIn II
Diğer bir hacim-yükleme tipi hipertansiyon nedeni
vücutta aldosteıon veya bazen diğer steroidleıiıı
artmasıdır. Böbreküstü bezlerinden birinde bulu­ Jlnaktive halde)
nabilecek küçük bir tümör bazen oldukça fazla
Böbreklerde su ve Vazokonstriksiyon
miktarlarda aldosteıon salgılayabilmektedir. Bu tuz tutulması
duruma primer aldosteıonizm adı verilir. 29. Bö­
lümde tartışıldığı gibi aldosteron böbrek tubulle-
riııde su ve tuz geri em ilimini artırmakta, böylece
bu m addelerin idrarla atılm alarını önlerken Arter basıncında artış
ekstıaselüler sıvı hacm ini çoğaltmaktadır. Buna
bağlı olarak hipertansiyon oluşacak, aynı zamanda Ş E K İL 1 9 - 9
tuz alımı artacak olursa basınç çok daha yüksek bir
Arter basıncının kontrolünde renin-anjiyotensin-vazokonstrik-
seviyeye ulaşacaktı. Dahası eğer bu durum aylar ya tör mekanizması.
da yıllar boyu sürecek olursa aldosteron fazlası,
böbreklerde bir takım patolojik değişiklikler mey­
dana getirerek doğrudan aldosterona bağlı su ve jukstaglom eriller hücrelerinde (JG hücreler) sentez
tuz geri emilim artışı dışında, ek olarak ilave su ve edilir ve depolanır. JG hücreler glomerülleıin he­
tuz tutulmasına neden olmaktadır. Bu da hipertan­ men proksimalindeki afferent arteriyolleıin duva­
siyonun ciddi bir hal alm asına neden olmaktadır. rında bulunan farklılaşmış düz kas hücreleridir. Ar­
Yine bu tip hipertansiyonun erken dönem lerin­ ter basıncı düştüğünde böbrek içinde gelişen olay­
de kalp debisi artmakta fakat geç dönemde dakika lar JG hücrelerden bir çok prorenin molekülünün
hacmi genellikle normal seviyesine dönerken top­ parçalanıp renin serbestlem esine neden olurlar.
lam perifeı ik direnç ikincil olarak yükselmektedir. Reninin çoğu kan dolaşımına geçerek tüm vücuda
yayılırken bir bölümü lokal sıvı içinde kalarak bir
böbrek içi işlevleri başlatır.
Reninin kendisi vazoaktif bir madde olmayıp bir
enzimdir. Şekil 19-9'daki şem ada gösterildiği gibi
RENİN-ANJİYOTENSİN SİSTEMİ:
bir başka plazma proteini, globulin yapısındaki re­
BASINÇ KONTROLÜ VE nin substratı (veya anjiyolensinojen) üzerine enzi-
HİPERTANSİYONDAKİ ROLÜ matik bir etki ile 1 0 -amino asitlik bir peptit olan
anjiyotensin I ’in seıbestlenm esine neden olur. An-
Böbrekler arter basıncını ekstraselüler sıvı hacmi jiyotensin I orta derecede vazokonstriktör özellik­
değişiklikleri ile kontrol etme dışında çok güçlü lere sahip olup tek başına dolaşım fonksiyonların­
başka bir basınç kontrol mekanizm asına da sahip­ da anlamlı değişiklikler yapmaya yeterli değildir.
tirler. Bu ıenin-anjiyotensin sistemidir. Renin yaklaşık 30 dakika kadar dolaşımda kalarak
Renin küçük, protein yapısında bir enzim olup anjiyotensin I oluşturmaya devam eder.
arter basıncı çok düştüğünde böbreklerden ser­ Anjiyotensin I, yapımından birkaç saniye sonra
bestler. Renin bir çok yoldan arter basıncının art­ iki amino asidini kaybederek 8 -am ino asitli bir pep­
m asına neden olur ve başlangıçtaki basınç düşüşü­ tit olan anjiyotensin //haline gelir. Bu değişim h e­
nün düzeltilmesine yardımcı olur. men tam amen kanın küçük akciğer damarlarından
geçtiği birkaç saniye içinde gerçekleşir. Bu değişim
akciğer damarlarının endotelinde bulunan konver­
R e n in -A n jiy o te n s in S is te m in in B ö lü m le ri ting enzim adlı bir enzim tarafından katalizlenir.
Anjiyotensin-II oldukça güçlü bir vazokonstrik­
Şekil 19-9’da arter basıncının düzenlenmesinde rol tör olup dolaşım dışında da etkileri bulunmaktadır.
alan ıenin-anjiyotensin sistem fonksiyonları evre Dolaşımda 1 ila 2 dakika kaldıktan sonra anjiyoteıı-
evre gösterilmektedir. siııazlar olarak adlandırılan, değişik dokularda ve
Reninin inaktif formu olan prorenin böbreklerin kanda bulunan enzimlerce inaktive edilir.
202 ÜNİTE IV • Dolaşım

Anjiyotensin-II dolaşımda kaldığı süre içinde kan aktivitesi sinirsel refleksler ve sempatik norepinefrin-
basıncını iki ayrı nedenle artırır. Bunlardan birinci­ epinefrin sistemine oranla oldukça yavaş sayılabilir.
si hızla oluşan vazokonstriksiyondıır. Vazokonstrik-
siyon arteriolleıde oldukça güçlü iken venleıde da­ A n jiy o te n s in in B ö b re k le rd e Su ve Tuz
ha az oranda meydana gelir. Arteıiyollerin kasılma­ T u tulm asına E tk is i-Ö z e llik le A rte r
sı Şekil 19-9’daki şem ada gösterildiği gibi perifeıik Basıncının U zun-S üreli
direnci artırarak arter basıncını yükseltir. Venleıde D ü z e n le n m e s in d e k i Ö n e m i
meydana gelen orta dereceli kasılma ise kalbe ve-
nöz dönüşü artırarak, kalbin yükselen basınca kar­
Anjiyotensiıı böbreklerden su ve tuz tutulmasına
şı pom palam a gücünü artırır.
iki yolla neden olmaktadır:
Anjiyotensinin arter basıncını artırıcı diğer etkisi
böbreklerden su ve tuz at ılım ını azaltm ak yoluyla 1. Anjiyolensin direkt olarak böbrekler üstünde etki
gerçekleşir. Bunun sonucunda ekstraseliiler sıvı göstererek su ve tıız tutulmasına yol açar.
2. Anjiyolensin böbrek üstü bezlerinden aldosteron sal­
hacm i yavaş yavaş artmakta, bu da saatler ve gün­
gılanmasına neden olarak böbrek tubuluslarından su ve
ler içinde arter basıncının yükselmesine neden ol­ tuz geri emUimine neden olur.
maktadır. Bu ekstraseliiler sıvı hacm i mekanizm a­
larına bağlı olarak gelişen uzun süreli etki arter b a­ Bu nedenle kanda ne zaman artm ış miktarlarda
sıncının normal seviyesine döndürülmesinde akut anjiyotensin dolaşm aya başlarsa arter basıncı
vazokonstriktör etkiden daha güçliidür. kontrolünde rolü bulunan tüm uzun-süreli böb-
rek-vücut sıvısı m ekanizm aları otom atik olarak
Renin-Aniiyotensin Sistemi ile Gelişen Va- kendilerini normal arter basıncı seviyesinden daha
zokonstrİKtör Basınç Yanıtının Gücü ve Hızı yüksek bir değere ayarlarlar.

Şekil 19-10’da kanamanın arter basmcı üzerine Anjiyotensinin Direkt Etki İle Böbreklerden Su
olan etkisini iki değişik durumda inceleyen tipik bir ve Tuz Geri Emilimine Yol Açması. Anjiyotensin
deney gösterilmektedir: ( 1 ) renin-aııjiyotensin siste­ böbreklerden su ve tuz tutulmasına yol açacak bir­
mi fonksiyon görürken ve (2 ) sistem fonksiyon dışı kaç böbrek içi etkiye sahiptir. Bunlar arasında belki
bırakılmış iken (sistem ıenin-bloke eden antikorlar- de en önemlisi böbrek damarlarını kasarak böbrek
ca etkisiz bırakılmışür). Arter basıncını akut olarak kan akımını azalünasıdır. Sonuçta glomeriillerden
50 mmHg’ya düşüren bir kanama sonrası renin-anji- tubuluslara daha az miktarda sıvı filtre edilir. Ayrıca
yotensin sistemi fonksiyonel ise arter basıncının 83 peritübüler kapillerleıde kan akımının yavaşlaması
mmHg’ya geri döndüğüne dikkat ediniz. Diğer taraf­ basıncı düşürecek bu da tübüllerden hızlı osmotik
tan renin-anjiyotensin sistemi bloke edildiğinde ar­ sıvı geri emiliminine neden olacaktır. Böylece bu iki
ter basıncı ancak 60 mmHg’ye kadar çıkabilmekte­ nedenle daha az idrar atılacaktır. Ek olarak, anjiyo­
dir. Bu deney renin-anjiyotensin sisteminin ağır bir tensin tübüler hücrelerin kendisine de etki ederek
kanama sonrasında bile arter basıncını en azından su ve tuzun tübüler geri emilimini artırır. Bütün bu
yarı yarıya geri döndürdüğünü göstermektedir. Bu etkilerin net sonucu oldukça belirgin olup bazen id­
nedenle bu mekanizma özellikle dolaşım şoku gibi rar atılımı dört ila altı kez azalır.
hallerde hayat kurtarıcı olabilmektedir.
Renin-anjiyotensin vazokonstriktör sisteminin tam Aldosteron Salgısının Anjiyotensin ile Uyarılma­
olarak aktive olabilmesi için 2 0 dakika civarında za­ sı ve Aldostrenonun Böbreklerden Su ve Tuz
mana gereksinim olduğuna dikkat ediniz. Bu nedenle Tutulmasını Artıran Etkisi. Bölüm 2 9 ’da vücut sıvı­
larının düzenlenmesi ve Bölüm 7 7 ’de böbreküstü
bezi fonksiyonları ile ilişkili olarak tartışıldığı gibi
anjiyotensin aldosteron sekresyonunun en güçlü
düzenleyicilerinden biridir. Bu nedenle renin-anji­
yotensin sistemi aktive olduğunda beraberinde al­
dosteron salgı hızı da artar. Aldosteronun en önem ­
li fonksiyonlarından biri, böbrek tübüllerinden sod­
yum geri em ilim ini anlamlı olarak artırarak
ekstraseliiler sodyum miktarını yükseltmesidir. Bu
daha önce anlatıldığı gibi su tutulmasına neden ola­
rak ekstraseliiler sıvı hacmini artırmakta ve dolaylı
olarak arter basıncının uzun-dönemde de artışına
yol açmaktadır.
Anjiyotensinin böbrekler üzerindeki hem doğru­
dan, hem de aldosteron aracılığıyla ortaya çıkan
Dakika dolaylı etkileri, uzun süreli arteryel basınç kontro­
Ş E K İL 19- 10 lünde önemlidir. Ancak laboratuarım ızda yaptığı­
mız çalışmalar, anjiyotensinin böbrekler üzerinde­
Ciddi bir kanama sonrası renin-anjiyotensiıı-vazokonstriktör
sistem in basıncı dengeleyici etkisi. (Dr. Royce Brough’ım ki doğrudan etkisinin, aldosteron aracılığıyla orta­
deneylerinden alınmıştır). ya çıkan dolaylı etkisine oranla üç-döıt kat daha
BÖLÜM 19 • Arter Basıncının Uzun Süreli Düzenlenmesi ve Hipertansiyonda Böbreklerin Baskın Rolü 203

Kandaki anjiyotensin seviyeleri siyon Şekil 19-12’deki şemada açıklaıımaktadır. Tuz


(normalin katları) aliminin artması ekstraselüler sıvı hacm ini, bu da
arter basıncını artırır. Arter basıncındaki artış b ö b ­
rek kan akımının artmasına neden olarak renin sa ­
lınım hızını oldukça cilt seviyelere düşürür ve bu da
su ve tuzun böbreklerde tutulm asını azaltarak
ekstrasellüler sıvı hacm inin ve sonuç olarak arter
basıncının normale dönmesini sağlar. Bu şekliyle
renin-anjiyotensin sistemi arter basıncını, tuz alı­
mı fazla olsa bile normal ya da norm ale yakın tu t­
maya yardım eden bir otomatik feedback m ekaniz­
ması oluşturur. Tuz alımı norm alden daha az oldu­
ğunda ise tam ters etkiler ortaya çıkar.
Renin-anjiyotensin sistem inin bu etkisinin ö n e­
mini vurgulamak için sistem norm al fonksiyon
gördüğünde tuz alımı 50 kat artsa da arter b asın cı­
nın 4 ila 6 mmHg'dan daha fazla artm ayacağı belir­
tilebilir. Öte yandan renin-anjiyotensin sistem i
bloke olduğu zaman tuz alımındaki aynı seviyede
Ş E K İL 19- 11 bir artış arter basıncını norm aldekinden 1 0 kez da­
ha fazla artırarak, bazen 50 ila 60 mmHg artışa yol
İki farklı anjiyotensin düzeyinin böbrek atım hacmi eğrisine
etkisi. Şekilde arter basıncının anjiyotensin seviyesi düşük açabilecektir.
olduğundan 75 mmHg’lık bir denge noktasına, anjiyotensin
seviyesi yüksek olduğunda ise 115 m m llg’lık bir denge nok­
tasına ayarlandığı görülmektedir. Anjiyotensin İle İlgili Hipertansiyon Tiple­
ri: Renin-Salgılayan Tümör veya Anjiyo­
tensin II İnfüzyonuna Bağlı Hipertansiyon
güçlü olduğunu düşündürmektedir. Oysa dolaylı
etkiler çok daha geniş ölçüde bilinmektedir. Bazı hallerde JG hücrelerinde oluşabilecek bir tü ­
mör çok miktarlarda renin salgılayarak çok m iktar­
Anjiyotensinin Neden Olduğu Arter Basıncı D eği­ da anjiyotensin yapımına neden olmaktadır. Bu
şikliklerinin Kantitatif Analizi. Şekil 19-11 ’de anjiyo­
tensinin arter basıncını kontrolündeki etkisinin kantita­
tif analizi gösterilmektedir. Bu şekilde iki böbrek atım
hacmi eğrisi çizilmiş, ayrıca normal sodyum alım seviye­
si de işaretlenmiştir. Soldaki böbrek atım hacmi eğrisi Tuz alımında artış
kaptopril adlı ilaçla (anjiyotcnsin-I'den anjiyotensin-II
dönüşümünü bloke eden bir ilaç) renin-anjiyotensin sis­
temi bloke edilen köpeklere aittir. Sağdaki eğri ise kan­
daki normal anjiyotensin oluşum düzeyinin yaklaşık 2.5
i
Ekstraselüler sıvı hacminde artış
katı kadar sürekli anjiyotensin infüzyonu yapılan köpek­
lerden ölçülmüştür. Anjiyotensin' etkisi altında böbrek
atım hacminin daha yüksek bir basınç düzeyine kayışına !
dikkat ediniz. Bu kayma yukarda açıklandığı gibi anjiyo­ Arter basıncında artış
tensinin hem direkt böbrek üzerine hem de aldosteron
salgısı aracılığı ile dolaylı etkisi sonucudur.
Son olarak şekilde biri sıfır anjiyotensin düzeyinde ar­
ter basıncı 75 mmHg iken, diğeri yüksek anjiyotensin Renin ve anjiyotensinde azalma
varlığında 115 mmHg arter basıncını gösteren iki farklı
denge noktası olduğuna dikkat ediniz.
Bu nedenlerle anjiyotensinin böbreklerden su ve tuz ı
tutulmasını artırıcı etkisi arter basıncının kronik olarak Böbreklerde su ve tuz tutulmasında azalma
artmasında güçlü bir etkiye sahiptir.

*
Tuz Alımında Büyük Değişiklikler Olmasına Ekstraselüler sıvı hacminde hemen tümüyle normale dönüş
Rağmen Normal A rter Basıncının Sabit Kal­
masında Renin-Anjiyotensin Sisteminin Rolü *
Arter basıncında hemen tümüyle normale dönüş
Renin-anjiyotensin sistem inin belki de en önemli Ş E K İL 19 - 12
fonksiyonu çok fazla ya da çok az miktarda tuz
Artan tuz aliminin arter basıncım artırması sırasında gelişen
alınsa da gerek ekstraseliiler sıvı hacm inin gerekse olaylar dizisi. Şemada arter basıncım normal seviyesine geri
de arter basıncının büyük değişiklikler olmaksızın döndüren renin-anjiyotensin sistem aktivitesinin feedback
sabit değerlerde tutulmasını sağlamasıdır. Bu fonk­ olarak azalması da gösterilmekledir.
204 ÜNİTE IV • Dolaşım

hastaların tümünde ciddi hipertansiyon görülmek­ ve bunu günler sürecek daha yavaş bir artış izler.
tedir. Hayvanlara günler veya haftalar boyunca sü­ Sonuçta çok yüksek bir basınç seviyesine çıkıl­
rekli olarak büyük miktarlarda anjiyotensin infüz- mış olur. Sistem ik arter b asın cı yeni kalıcı basınç
yonu da ciddi hipertansiyon gelişim ine neden ol­ seviyesine ulaştığında renal arter b asın cı ta m a ­
maktadır. m en ya da tam am a yakın bir şekilde norm ale
Anjiyotensinin arter basıncını iki yoldan artırabi­ dönm üş bulunacaktır. Bu şekilde oluşan h ip er­
leceğinden bahsedilmişti. tansiyona, renal arter daralm ası sonucu ortaya
çıkan hipertansiyonun önem li kantitatif özellik­
1. Vücuttaki tüm arteriyollerin kasılmasına yol açıp leri hakkında ilk çalışm aları yapan Dr. G oldb-
toplam periferik direnç ve arter basıncını artırarak. Bu latt’m adına G oldblatt'ın "tek böbrek" h ip ertan si­
etki anjiyotensin infıızyonu başladıktan hemen sonraki
yonu adı verilmektedir.
birkaç saniye içinde ortaya çıkmaktadır.
2 . böbreklerden su ve tuz tutulmasına neden olup bir­
Goldblatt hipertansiyonunda görülen arter b a ­
kaç gün içinde bu yolla da hipertansiyona neden olmak­ sıncındaki erken artışın nedeni renin-anjiyotensin
tadır. Bu kan basıncının yüksek kalmasının temel vazokonstriktör mekanizmasıdır. Renal arter b a­
nedenidir. sın cın ın düşürülm esinden sonra ortaya çıkan
böbrek kan akımında zayıflama Şekil 19-14’de en
G o ld b la tt'ın "Tek-B öbrek" H ipertansiyonu. alttaki eğride belirtildiği gibi böbreklerden çok
Şekil 19- 13’de gösterildiği gibi bir böbrek çıkartı­ miktarda renin salgısına neden olmaktadır. Bu da
lıp diğerinin ıen al arterin e daraltıcı bir aparey ta ­ daha önce açıklandığı gibi kanda anjiyotensin ya­
kılırsa, erken etki, kesikli çizgi ile belirtilen eğride pımına ve arter basıncının akut olarak yükselm esi­
görüldüğü gibi ıenal arterin klemp sonrasındaki ne neden olmaktadır. Renin salgısı bir saat içinde
bölüm ünde basınç azalm ası şeklindedir. Sonraki en üst seviyesine çıkar fakat renal arter basıncının
birkaç dakika içinde sistem ik arter basıncı yük­ norm ale dönm esi ve böbreğin iskeıııiden kurtul­
selm eye başlar ve bu yükselm e günlerce sürer. ması sonucunda 5 ila 7 gün içinde norm al seviye­
B asınç genellikle ilk saat içinde artmaya başlar sine döner.
Arter basıncındaki ikinci artış sıvı tutulması so ­
nucunda ortaya çıkmaktadır. 5 ila 7 gün içinde sıvı
hacmi, arter basıncını yeni seviyesine oturtacak ve
bunun devamını sağlayacak kadar artar. Bu yeni
süreğen basınç seviyesinin kantitatif değeri renal
arterdeki daralmanın derecesine bağlıdır. Daral­
manın gerisinde kalan renal arter bölümündeki
basıncın normal idrar atımını sağlayacak kadar art­
ması için aort basıncının gerektiği kadar yükselm e­
si şarttır.

G oldblatt'ın "İki Böbrek" Hipertansiyonu. Hi­


pertansiyon çoğu kez bir böbrek arteri normal ol­
duğu halde diğerinin arterinde daralma olduğunda
görülmektedir. Bu hipertansiyon şu m ekanizm a­
larla oluşmaktadır: Arteri daralan böbrekte renal
arter basıncı düştüğünden su ve tuz tutulur. Aynı
zamanda "sağlam” böbrekte de iskemik böbrekten
salgılanan renin nedeniyle su ve tuz tutulumu olur.
Reninin oluşturduğu anjiyotensin, karşı böbreğe
ulaşarak orada da su ve tuz tutulmasına neden ol­
maktadır. Böylece iki böbrek de farklı nedenlerle su
ve tuzu tutarlar. Buna bağlı olarak da hipertansiyon
gelişir.

Kronik Olarak Renin Salgılayan Hasta Bir Böb­


reğe Bağlı Hiperansiyon. Çok defa bir ya da her
iki böbrek lokal damar daralmalarına bağlı olarak
hastalanarak sağlam doku yanında yama tarzında
Günler
iskemik bölgeler içerir. Bu durumda hem en hem en
Ş E K İL 19- 13 Goldblatt’ın iki böbrek hipertansiyonuna eşdeğer
Bir böbrek çıkartıldıktan sonra öteki böbreğin arterinin bir bulgular ortaya çıkar. Öyle ki, yer yer iskemik b ö b ­
klemp ile daraltılıp daha sonra açılmasının etkileri. Sistemik rek dokusundan salgılanan renin anjiyotensin II
arter basıncı, böbrek arterinin darlığın distaliııde kalan oluşturarak geri kalan böbrek kitlesinde su ve tuz
kısmındaki basınç ve renin salgı hızına dikkat ediniz. Oluşan
hipertansiyona Glodblatt’ın "tek böbrek" hipertansiyonu adı tutulmasına neden olur. Hiç şüphesiz renal hiper­
verilmektedir. tansiyonun en sık görülme nedenleri arasında y a­
BÖLÜM 19 • Arter Basıncının Uzun Süreli Düzenlenmesi ve Hipertansiyonda Böbreklerin Baskın Rolü 205

m a tarzı iskemik alanlar oluşturan böbrek hastalık­ G ebelik Toksem isinde G örülen H ipertansiyon
ları bulunmaktadır.
Gebelik esnasında bir çok kişide gebelik (oksemisi adlı
seııdroma bağlı olarak hipertansiyon gelişir. I Iipertansi-
H a c im -Y ü k le m e ve Vazoko n striksiyo n yona neden olan temel patolojik anormalliğin glomerü-
İer membranların kalınlaşması olduğu düşünülmektedir
K om binasyonu iie Oluşan D iğer
(belki bir otoimmün oluşuma bağlı olarak). Bu, glome-
H ipertansiyon Tipleri
rüllerden renal tubulııslara sıvı filtrasyonunu azaltmak­
tadır. Arter basıncı, hemen normal miktarda idrar yapı
A o rt Koarktasyonu N edeniyle Vücudun Üst mı için gerekli düzeye yükselecek ve uzun süreli arter ba­
Tarafında G örülen H ipertansiyon sıncı düzeyi de bunu izleyerek artacaktır. Hastalar fazla
miktarda tuz aldıklarında hipertansiyona daha yatkın ol­
Her birkaç bin bebekten biri baş ve üst ekstremitelerc gi­ maktadır.
den arter dallarının altında fakat böbreklerin üstünde
kalan aort darlığı ile dünyaya gelmektedir. Bu tür darlığa N örojenik H ipertansiyon
aort koarktasyonu adı verilmektedir. Bu tür bir darlığın
varlığında kanın büyük kısmı üst vücut bölümlerine Sempatik sinir sisteminin güçlü uyarılması akut hiper­
akarken vücudun alt bölümleri kolateral kan damarları tansiyona yol açmaktadır. Örneğin bir kişi herhangi bir
ile beslenmekte ve aortun üst vc alt bölümlerde damar nedenle heyecanlandığında ya da sinirlendiğinde sem­
direnci çok farklı olmaktadır. Sonuçta vücudun üst kı­ patik sinir sisteminin aşırı uyarılması sonucu tüm vücut­
sımlarında arter basıncı alt tarafa oranla % 55 kadar da­ ta vazokonslriksiyon ve buna bağlı akut hipertansiyon
ha yüksek bulunmakladır. gelişir.
Bu vücudun üst bölümünde görülen hipertansiyonun
mekanizması Goldblatt’ın tek böbrek hipertansiyon me­ Baroreseptörlerin Kesilmesine Bağlı Olarak Gelişen
kanizması ile hemen hemen aynıdır. Eğer daralma mey­ Akut Nörojenik Hipertansiyon. Bir başka akut nöroje­
dana getirecek bir aparat aortada renal arter dallandığı nik hipertansiyon da baroreseptörlerden çıkan sinirler
bölgenin üst kısmına konulursa böbreklere ulaşan kanın kesildiğinde ya da medulla oblangata’nın her iki yanında
basıncı önce düşecek, buna bağlı olarak renin salgılana­ bulunan traktus solitarius (baroreseptörlerden gelen si­
rak anjiyotensin oluşacak ve onun vazokonslriktör etki­ nirlerin beyin sapında sonlandığı bölge) haraplandığm-
sine bağlı olarak vücudun üst tarafında hipertansiyon da oluşmaktadır. Baroreseptörlerden kaynaklanan sin­
meydana gelecektir. Birkaç gün içinde su ve tuz tutulma­ yallerin ani olarak kesilmesi, sinirsel basınç kontrol me­
sı sayesinde böbrekler hizasında arter basıncı yaklaşık kanizmalarında aort ve karotis arterlerindeki arter ba­
normal seviyesine dönecektir. Bununla beraber vücu­ sıncının ani olarak düşmesine benzer etki yaratır. Vazo-
dun üst bölümünde yüksek basınç kalıcı bir hal alacak­ motor merkezin aktivitesjnde ani bir artış olmakta, orta­
tır. Bu durumda böbrekler artık iskemik değildir ve bu lama arter basıncı birden 1 0 0 mmllg’den 160 mmllg’ya
nedenle renin-anjiyotensin seviyeleri normale dönmüş­ kadar artmaktadır. Ancak iki ya da üç gün içinde barore-
tür. Benzer şekilde aort koarktastonunda da alt vücut septör uyaran eksikliği nedeniyle vazomotor merkezin
bölümlerinde arter basıncı hemen hemen normal iken yanıtı söner ve buna baroreseptör basınç kontrol meka­
üst bölgelerde normalin çok üzerindedir. nizmasının merkezi olarak “yeniden ayarlanması" adı
verilir. Bu nedenle baroreseptör sinirlerinin kesilmesi ile
Otoregülasyonun Koarktasyon Hipertansiyonun­ ortaya çıkan nörojenik hipertansiyon kronik değil sade­
daki Rolü. Aort koarktasyonu sonucu ortaya çıkan hi­ ce akut tipte bir hipertansiyondur.
pertansiyonun önemli bir özelliği basınç normalin orta­
lama % 55’i kadar yüksek olmasına rağmen kollara gi­
den kan akımının tamamen normal oluşudur. Ayrıca A lt Sınıf Hayvanlarda Kalıtsal Spontan
basıncın yüksek olmadığı bacaklarda da kan akımı ol­ H ipertansiyon
dukça normaldir. Vücudun üst kısmında arter basıncı %
55 kadar daha yüksekken bu durum nasıl meydana ge­ Kalıtsal spontan hipertansiyon dört fare ve en azından
lebilmektedir? Yanıt kanda bulunan vazokonstriktör bir tavşan ve bir köpek türünde olduğu gibi alt hayvan
maddelerin farklılığı olamaz; çünkü her iki vücut bölü­ türlerinde saptanmıştır. Bu özellikteki sıçan türleri ara­
münde de dolaşan aynı kandır. Benzer şekilde sinir sis­ sında en çok üzerinde çalışılan Okamoto türü olup bu sı­
temi dolaşımın her bölümünü benzer şekilde inerve et­ çanlarda hipertansiyon oluşumunun erken safhalarında
tiğinden damarların sinirsel kontrolünde bir farklılık ol­ sempatik sinir sisteminin normal sıçanlardan daha aktif
masını düşünmek yanlış olacaktır. Tek anlamlı yanıt olduğu hakkında kanıtlar bulunmaktadır. Bununla bera­
aort koarktasyonu sırasında uzun-süıeli otoregülasyo­ ber bu tip hipertansiyonun ileri dönemlerinde böbrek
nun tam anlamıyla devreye girerek farklılığı, lokal doku nefronlarmda iki yapısal değişiklik saptanmıştır: ( 1 )
kan akımı ayarlama mekanizmaları ile % 1 0 0 ’e varan bir preglomeriiler renal arter direncinde artış ve (2 ) glome-
netlikle dengelediği şeklinde olabilir. Sonuçta hem yük­ riil membranlarının geçirgenliğinde azalma. Bu yapısal
sek hem de alçak basınç bölgelerinde lokal kan akımı değişiklikler hipertansiyonun uzun sürmesinin temel
basınç düzeyine göre değil dokunun gereksinimine gö­ nedenlerini oluşturabilir. Hipertansif sıçanların diğer iki
re düzenlenmektedir. türünde de böbrek fonksiyonlarında değişiklikler sap­
Bu gözlemlerin çok önemli oluşunun nedenlerinden tanmıştır.
biıi uzun-süreli otoregiilasyon işlevinin ne kadar mü­
kemmel olabildiğini göstermesidir. Bu gözlemler aynı
zamanda otoregülasyon mekanizmalarının başlangıçta
yüksek kardiyak debi ile oluşan hipertansiyonu daha İnsanda Esansiyel Hipertansiyon
sonra (normal kadiyak debi ile), toplam periferik dirence
bağlı hipertansiyon haline dönüştürdüğünü de göster­ Hipeıtansiyonlu insanların % 90 ila 9 5 ’iııde bulu­
mektedir. nan hipertansiyon “esansiyel hipertansiyon” olarak
2 06 ÜNİTE IV • Dolaşım

tanımlanmaktadır. Bu tanım kısaca hipertansiyo­


nun bilinmeyen nedenlerle ortaya çıktığını belirt­ Tuza bağîı olmayan
——Ttıza-bağlı olan
mektedir. Esansiyel hipertansiyonlu hastaların ço ­
ğunda güçlü bir kaııtsal yatkınlık bulunmakta ve bu i
özellik hipeı tansif alt hayvan sınıflarında da görül­
mektedir.
Ciddi esansiyel hipertansiyonun bazı karakteris­ <3 S
tik özellikleri şunlardır: tu c 4-
> .5 Yüksek alım E B /E
g? r r
1. Ortalama arter basıncı % 40 ila 60 kadar yükselmiş­ «5 § 3 -
tir. Nz
Nor mal Esansiyel
2. Esansiyel hipertansiyonun daha sonraki ağır safha­ hipertansiyon
larında böbrek kan akımı normalin yarısına kadar düş­ Normal alım D
müştür.
3. Böbreklere ulaşan kana karşı direnç iki ila dört kez y -
artmıştır. —t—
4. Böbrek kan akımındaki büyük düşüşe rağmen glo- 50 100 150
merüler filtrasyon hızı sıklıkla normale yakındır. Bunun Arter basıncı (mmHg)
nedeni hipertansiyondaki yüksek arter basıncının glo-
meriillerden böbrek tubulusları içine yeterli fıltrasyonu
sağlayabilmesidir.
5. Kalp debisi normale yakındır. Ş E K İL 19- 14
6 . Total periferik direnç arter basıncında olduğu gibi Tuza duyarlı ve tuza duyarlı olmayan esansiyel hipertansiyonda
arter basıncı düzenlenmesinin analizi. (Guytoıı et al.; Aıınıı.
% 40 ila 60 kadar artmıştır. Rev. Med. 31:15,1980’den alınmıştır).

Son olarak esansiyel hipertansiyonlu kişilerde


bulunan en önemli bulgu:

7. Arter basıncı yüksek olmadıkça böbrekler yeteri ka­


dar su ve tuz atamazlar. Başka bir deyişle esansiyel hi­
pertansiyonlu kişinin ortalama arter basıncı 150 mml lg normal tuz alım seviyesi ve (2) norm al olandan 3.5
ise arter basıncı yapay olarak normal değer olan 1 0 0 kat fazla olan yüksek seviyeli tuz alim ini işaretle­
mmHg’ye düşürülürse (basınç düşüklüğünden başka yelim. Bu durumda tuza-duyarlı olmayan esan si­
böbrek fonksiyonlarını değiştirmeden) tam anüri oluşa­ yel hipertansiyonlu kişilerde norm al tuz alım sevi­
rak basınç eski seviyesi olan 150 mmHg’ye dönene ka­
yesi yüksek tuz alım seviyesine çıkarıldığında arter
dar su ve tuz tutulacaktır.
basıncı değişmenıektedir. Öte yandan tuza-ba-
ğımlı hipertansiyonu bulunan esansiyel h ip eıtan-
Esansiyel hipertansiyonda böbreklerin normal
siyonlularda yüksek tuz alımı hipertansiyonu ar­
basınç düzeyinde yetersizliğe girerek hangi neden­
tırmaktadır.
le su ve tuz atamadıkları bilinmemektedir. Bunun­
Tuza-bağım lı olm ayan ve tu za-bağım lı olan
la birlikte böbreklerde saptanan damarsal değişik­
esansiyel hipertansiyonlu kişiler arasındaki bu
likler anormalliğin damar kökenli olduğunu dü­
fark olasılıkla bu iki tip hastanın böbrek yapı veya
şündürmektedir.
fonksiyonlarının farklı .olm asından kaynaklan­
maktadır.
Esensiyel H ip erta n siy o n d a A r te r Basıncı
Kontrolünün G rafik Analizi. Şekil 19-15 esansi­ Esansiyel Hipertansiyon Tedavisi. Esansiyel h i­
yel hipertansiyonun grafik analizidir. Bu şekildeki pertansiyon iki tip ilaç ile tedavi edilebilir: ( 1 ) b ö b ­
eğriler Şekil 19-13’de norm al böbrek için koyu kır­ rek kan akımını artıran ilaçlar veya (2 ) tubuluslar-
mızı olarak gösterilen sodyum-yüklemeli böbrek dan su ve tuz geri emilimini azaltan ilaçlar.
fonksiyonu eğrisi ile aynıdır. Bu eğriyi kullanma­ Böbrek kan akımını artıran ilaçlar çeşitli vazodi-
nın nedeni şudur: Sodyum-yükleme tipi eğriyi sa­ latatör ilaçlardır. Değişik tipte olup şu şekilde etki
dece sodyum alımmı her gün yeni bir seviyeye ederler: (1) Böbreklere ulaşan sem patik sinir uyarı­
yükselterek incelem ek kolay olup sodyumun b ö b ­ larını inhibe ederek veya sem patik transm iter
reklerden atılm asının denge haline gelmesi bekle­ maddenin böbrek damarları üzerindeki etkisini
nerek bu sırada arter basıncındaki değişiklikler bloke ederek. (2) Böbrek dam arlarının düz kasını
kaydedilebilir. Bu yöntem esansiyel hipertansi­ paralize ederek veya (3) renin-anjiyotensin siste­
yonlu hastalarda kullanılmış ve iki ayrı grup esan­ minin böbrek damarları ve tubuluslar üzerine etki­
siyel hipertansiyonlu hastadan Şekil 19-15’iıı sa­ sini bloke ederek.
ğındaki iki eğri kaydedilmiştir. Bunlar (1) tuza-du- Su ve tuz geri emilimini azaltan ilaçlar arasında
yarlı olm ayan hastalar ve (2 ) tuza duyarlı olan özellikle sodyumun tubulus duvarından aktif
hastalardır. Her iki türde de eğrilerin sağa, norm al transportunu engelleyen ilaçlar bulunmaktadır. Bu
kişilerden daha yüksek basınç seviyelerine kaydı­ tür ilaçlar natriüretik veya diüıetikler olarak adlan­
ğına dikkat ediniz. Şimdi aynı grafik üzerinde (1) dırılır. Bu ilaçlar 31. Bölümde tartışılmıştır.
BÖLÜM 19 • Arter Basıncının Uzun Süreli Düzenlenmesi ve Hipertansiyonda Böbreklerin Baskın Rolü 207

dilimi içinde aktive olanlar ve (3) günler, aylar ve


ARTER BASINCININ ENTEGRE VE yıllar sürecek uzun-siireli arter basıncı kontrolü
sağlayan mekanizmalar. Tüm bu fonksiyonların ba­
ÇOK AŞAMALI OLARAK sıncın kontrolünde nasıl bütün oluşturup entegre
DÜZENLENMESİNİN ÖZETİ bir düzenleme sağladıklarına göz atalım.

Şimdiye kadar arter basıncının düzenlenmesinin Saniyeler Veya D akikalar İçinde Hızla A ktiv ite
tek bir basınç kontrol sistem i tarafından değil her Olan Basınç Kontrol M ekanizm aları. Hızlı akti­
biri özel bir fonksiyona sahip birbiri ile bağlantılı ve olan basınç kontrol mekanizm aları hem en ta­
bir çok sistem tarafından yapıldığı açık olarak anla­ m am en akut sinirsel refleksler ya da sinirsel yanıt­
şılmıştır. Örneğin ciddi kanaması olan bir kişinin lardır. Bunlar (1) baroıeseptör feedback m ekaniz­
arter basıncı hızla düşerken basınç kontrol sistemi ması, (2 ) merkezi sinir sistem inin iskemik yanıtı ve
iki problemle karşı karşıya kalmaktadır. Birincisi (3) kem oıeseptör mekanizmasıdır. Bu m ekaniz­
yaşamı sürdürebilmek ve akut safhayı atlatabilmek malar sadece saniyeler içinde aktive olmakla kal­
için arter basıncını hızla yeterli seviyeye çıkart­ maz ayrıca oldukça güçlü yanıtlar oluştururlar. Ka­
maktır. İkincisi ise kan hacm ini yeterli seviyeye çı­ nam a sonucu oluşan türden basınçtaki herhangi
kartarak arter basıncını sadece yaşamı sürdürebi­ bir akut düşüşten sonra sinirsel m ekanizm alar ( 1 )
lecek seviyeye değil tam am en normal hale getire­ venlerde kasılma ile kalbe kan dönüşünü sağlar (2 )
bilmektir. kalp atım hızı ve kasılma gücünü artırarak kalbin
Bölüm 18’de arter basıncındaki akut değişiklikle­ kan pom palam a kapasitesini artırır ve (3) arteıi-
ri ilk göğüsleyen sinirsel kontrol mekanizmalarını yollerde kasılma oluşturarak kanın arter dışına
inceledik. Bu bölümde ise arter basıncının uzun- akışını azaltır. Tüm bu etkiler arter basıncını ya­
süreli kontrolünde böbreklerin rolünü vurguladık. şam sınırları içinde tutabilm ek için hem en devre­
Ancak bilm ecenin hala çözülmedik noktaları bu­ ye girerler.
lunmaktadır. Şekil 19-15’da bütün bunları toparla­ Bir ilaca aşırı duyarlılık ya da fazla kan transfüz-
mayı amaçladık. yonu gibi nedenlerle basınç ani olarak çok yükse­
Şekil 19-15 anlık (saniyeler içinde) ve uzun-siireli lirse aynı mekanizma tersine çalışarak basıncı tek­
(saatler ve günler boyunca) kontrol yanıtlarını, se­ rar normal sınırlar içine döndürür.
kiz adet arter basıncı kontrol mekanizmasının feed­
back kazanım özelliklerini belirterek göstermekte­ O rta Vadede Etkili Basınç Kontrol M ekanizm a­
dir. Bu mekanizmalar üç gruba ayrılabilir: (1) sani­ ları. Bir kısım basınç kontrol m ekanizm ası akut ar­
yeler ve dakikalar içinde hızlı olarak aktive olanlar; ter basıncı değişikliklerinden sadece birkaç dakika
(2 ) dakika veya saatler sürecek ortalama bir zaman sonra belirgin yanıtlar oluşturur. Şekil 19-15’da
bunlardan üçü gösterilmiştir. (1) Renin-anjiyoten-
sin vazokonstriktör mekanizm ası (2 ) damarların
stres-relaksasyon (geıim -gevşem e) özellikleri ve
(3) gereksinim duyulduğunda kan hacm inin ayar­
lanması için kapiller duvarlarından dolaşım içine
ya da dışına sıvı transferi.
Arter basıncının yarı-akııt düzenlenm esinde re-
nin-anjiyotensiıı vazokonstriktör sistem inin rolü­
nü enine boyuna tartışmış bulunuyoruz. Stres-re-
laksasyon m ekanizm ası ise aşağıdaki örnekle açık­
lanabilir: Kan damarlarındaki basınç çok yükseldi­
ğinde bu damarlar gerilerek genişlemeye başlar ve
dakikalar hatta saatler boyunca bu gerilmeleri de­
vam eder. Bunun sonucunda damarlardaki basınç
normale iner. Damarların bu sürekli olabilen geril­
me özellikleri orta-vadeli bir basınç “tam ponlam a”
özelliği olup stres-relaksasyon mekanizm ası olarak
adlandırılır.
Saniyeler Dakikalar Saatler Günler K apiller sıvı transfer m ekan izm ası kısaca kapil­
Ani basınç değişikliğinden sonra geçen süre ler basıncı çok düştüğünde osmoz ile dokudan do­
laşıma sıvı em ilm esi ve kan hacm inin artm ası so ­
± Renin-anjiyotensin-vazokonslriksiyon
nucu dolaşım basıncını yükseltm esini açıklam ak­
Ş E K İL 19 »15 tadır. Tam tersi, kapiller basınç çok yüksek oldu­
Arter basıncında meydana gelen bir sorun sonucu çeşitli arter ğunda sıvı dolaşım dışına çıkmakta bu da kan h ac­
basıncı kontrol mekanizmalarının değişik dönemlerde aktif mini düşürmek yoluyla dolaşım basıncını da dü­
lıale geçişi. Özellikle bir kaç hafta içinde oluşan böbrek-viicııt şürmektedir.
sıvı basıncı kontrol mekanizmasının sonsuz kazanım özelliğine
dikkat ediniz. (Guyton: Arterial Pressure and Hypertension.
Bu üç orta-vadeli etki m ekanizm ası aktiviteleıi-
Philadelphia, YV.B. Saunders Company, 1980'den alınarak ni 30 dakika ile birkaç saat içinde gösterirler. Etki­
basılmıştır. leri uzun süre, gerektiğinde günlerce sürebilir. Bu
208 ÜNİTE IV • Dolaşım

süre içinde sinirsel m ekanizm alar yorularak git­ durum böbrek-vücut sıvısı mekanizm asının basınç
tikçe aktivitelerini kaybederler; bu da orta-vadeli kontrolü ile ilgili karakteristik özelliklerini değiştir­
basınç kontrol m ekanizm alarının önem ini göster­ mede önemli bir rol oynamaktadır. Bütün bunlara
mektedir. rağmen arter basıncının günlük kontrolünde ıe-
nin-anjiyotensiıı sistem i ile aldosteıon ve böbrek
A rte r Basıncının Düzenlenmesinde Uzun - Sü­ sıvısı mekanizmaları dışında diğer bir faktör de
reli M ekanizmalar. Bu bölüm ün amacı böbrekle­ önemli rol oynamaktadır. Örneğin kişinin tuz alımı
rin uzun süreli arter basıncı kontrolündeki rolünü günden güne çok faiklılık gösterir. Bu bölümde tuz
açıklamaktır. Şekil 19-15’mn en sağında gösterilen aliminin eğer renin-anjiyotensiıı sistem i tam ola­
böbrek-kan akımı basınç kontrol mekanizm ası rak işlev görüyorsa norm alin '/ıo’u ya da normalin
(böbrek-vücut sıvısı basınç kontrol sistemi ile aynı 10-15 katı olmasının ortalam a kan basıncını sade­
mekanizma) birkaç saat içinde belirgin bir yanıt ce birkaç milimetre civa değiştirdiğini görmüştük.
oluşturm akta, ancak arter basıncı kontrolünde Renin-anjiyotensin-aldosteron sistem i olm aksızın
sonsuza kadar uzun bir feedback kazanım oluştur­ aşın tuz alim inin arter basıncı üzerine etkisi 10 kez
maktadır. Böylece bu mekanizma arter basıncını d ah a fazla olacaktır.
kısmen değil tümüyle böbreklerden normal su ve Aı ter basıncı kontrol mekanizm aları yaşam kur­
tuz atılımım sağlayacak seviyeye ulaştırabilmekte­ tarıcı önemde sinirsel basınç kontrolü ile başlayıp
dir. Bu noktada okuyucu bölümün ana konusu orta-vadeli basınç düzenleme mekanizm alarının
olan bu kavramı anlamış olmalıdır. süreğen düzenlemesi ile sürer. Son olarak da b ö b ­
Böbrek-vücut sıvısı mekanizm asının basınç-dü- rek-vücut sıvıları mekanizmasının uzun-süreli b a­
zenleme işlevini etkileyen birçok faktör olduğunu sınç seviyesi ayarlamaları ile denge halini korur. Bu
unutm am ak gerekir. Bunlardan birisi Şekil 19- uzun-süreli mekanizm a renin-anjiyotensin-aldos-
15’da da görülen aldosterondur. Aıter basıncındaki teroıı sistemi, sinir sistem i ve özel hallerde özel
ani bir değişiklik sonrası birkaç saat içinde aldoste- kontrol kapasitesi olan diğer bazı faktörlerle ilişkili
ronun dolaşım üzerindeki etkisi değişmekte ve bu olup ortak hareket etmektedir.

REFERANSLAR

A viv A, A viv H: R eflection s on telom eres, autonom ic output. C lin Exper Pharmacol pertension in obesity. .H ypertension 2 3 :3 8 1 ,
growth, aging and essential hypertension. Physiol 2 4 :9 6 , 1997. 1994.
H ypertension 2 9 :1 0 6 7 , 1997. Fink G D : Long-term sym phatho-excitatory e f­ H aynes R B : Nature and ro le o f observational
B rooks V L : Interactions betw een angiotensin fect o f angioensin II: a m echanism o f spon­ studies in public health policy concerning
II and the sym pathetic nervous sytem in the taneous and renovascular hypertension. Clin the e ffe cts o f dietary salt intake on blood
long-term control o f arterial pressure. C lin Exp Pharm acol Physiol 2 4 :9 1 , 1997. pressure. Am J C lin Nutrition 6 5 :6 2 2 S ,
E xp Pharm acol Physiol 2 4 :8 3 , 1997. G ranger H J, Guyton A C : Autoregulation o f the 1997.
Cody R J: T h e integrated effe cts o f angiotensin total system ic circulation follow ing destruc­ Laragh JH , B ren n er B M : H ypertension: Patho­
11. Am J Cardiol 7 9 :9 . 1997. tion o f the central nervous system in the physiology, D iagnosis, and M anagem ent.
C olem an T G , Guyton A C : T h e pressor role or dog. C irc R es 2 5 :3 7 9 , 1969.' New Y ork: Raven P ress, 1994.
angiotensin in salt deprivation and renal hy­ Guyton A C : Arterial Pressure and H yperten­ L ohm eier T E , C ow ley A W Jr, D eC lue JW ,
pertension. C lin Sci 4 8 :4 5 8 , 1975. sion. Philadelphia: W B Saunders C o, 1980. G uyton A C : Failu re o f chronic aldosterone
C olem an T G , Guyton A C : H ypertension Guyton A C : Acute hypertension in dogs with infusion to increase arterial pressure in dogs
caused by salt loading in the dog. III. Onset cerebral ischem ia. Am J Physiol 154: with angiotensin-induced hypertension. C irc
transients o f cardiac output and other circ u ­ 4 5 ,1 9 4 8 . Res 4 3 :3 8 1 , 1978.
latory variables. C irc Res 2 5 :1 5 3 , 1969. Guyton A C . C olem an T G : Q unatitatiive analy­ Luft F C , W ein berger M IL H eterogeneous re ­
C olem an T G , B ow er JD . Langford H G. G u y­ sis o f the pathophysiology o f hypertension. sponses to changes in dietary salt intake:
ton A C : Regulation o f arterial pressure in C irc Res 2 4 :1 . 1969. the salt-sensitivity paradigm. A m J Clin
the ancphric state. Circulation 4 2 :5 0 9 . 1970. Guyton A C , C ow ley A W Jr, Young D B , el al: Nutrition 6 5 :6 1 2 S . 1 9 97.
C ow ley A W Jr: G enetic and nongenctic deter­ Integration and control o f circulatory func­ M anning R D Jr, C olem an T G , Guyton A C,
m inants o f salt sensitivity and blood pres­ tion. Int R ev Physiol 9 :3 4 1 , 1976. Norman R A Jr . M cC a a R E : Essen tial role
sure. Am J C lin Nutrition 6 5 :5 8 7 S , 1997. Guyton A C , et al: A system s analysis ap­ o f m ean circulatory filling pressure in salt-
C ow ley A W Jr: Long-term control o f arterial proach to understanding long-range arterial induced hypertension. A m J Physiol 2 3 6 :
blood pressure. Physiol Rev 7 2 :2 3 1 , 1992. blood pressure control and hypertension. R 4 0 , 1979.
C ow ley A W Jr, M attson D L , Lu S, Rom an R J: C irc R es 3 5 :1 5 9 , 1974. M atsusaka T , Inchikaw a I: B io lo g ical functions
T h e renal medulla and hypertension. Hyper­ Guyton A C , C olem an T G , C ow ley A W Jr, et o f angiotensin and its receptors. Annu R ev
tension 2 5 :6 6 3 , 1995. al: A rterial pressure regulation: Overriding Physiol 5 9 :3 9 5 , 1997.
D ickinson C J: T h e determ inants o f long-term dom inance o f the kidneys in long-term reg­ O liverio M I, C offm an T M : A n g io ten sin -ll-re-
blood pressure stability: control o f trough ulation and in hypertension. Am J M ed 5 2 : ceptors: new targets fo r antihypertensive
pressure during sleep. J H ypertension 16: 5 8 4 , 1972. therapy. C lin Cardiol 2 0 :3 , 1997.
9 0 7 , 1998. Hall JE . M orse C L , Sm ith M J Jr, Y ou ng D B , Osborn JW : The sym pathetic nervous sytem
F ab e r J J : G raphic form at for teaching long­ G uyton A C : Control o f arterial pressure and and long-term regulation o f arterial pres­
term control o f system ic arterial pressure. renal function during glucocorticoid excess sure: what are the critica l questions? Clin
A m J Physiol 2 7 0 :S 4 0 , 1996. in dogs. Hypertension 2 :1 3 9 , 1980. Exp Pharmacol Physiol 2 4 :6 8 , 1997.
Falkner B , M ich el S : B loo d pressure response Hall J E , Guyton A C , Salgado HC, M cC aa R E , Quan K J. Carlson M D , T h am es M D : M ech a­
to sodium in children and adolescents. Am B a lfe JW : Renal hem odynam ics in acute nisms o f heart rate and arterial blood pres­
J C lin Nutrition 6 5 :6 1 8 S , 1997. and ch ronic angiotensin II hypertension. sure control: im plication s for the patho­
Ferguson A V , Bain s J S : A ctions o f angioten­ Am J Physiol, 2 3 5 :F 1 7 4 , 1978. physiology o f neurocardiogenic syncope.
sin in the subfornical organ and area pos­ Hall J E : Louis K. Dahl M em orial Lecture. R e ­ Pacing C lin Electro p h ysiology 2 0 :7 6 4 ,
trema: im plications for long-term control o f nal and cardiovascular m echanism s o f hy­ 1997.
BÖLÜM 19 • A rter Basıncının Uzun Süreli Düzenlenmesi ve Hipertansiyonda Böbreklerin Baskın Rolü 209

Rothe C F : M ean circulatory filling pressure: ils Staessen JA , I.ijnen P, T h ijs L , Fagard R: Salt sure in humans. H ypertension 2 7 :4 8 ,
meaning and measurem ent. J Appl Physiol and blood pressure in com m unity-based in­ 1996.
7 4 :4 9 9 , 1993. tervention trials. Am J C lin Nutr 6 5 :6 6 1 S , W o lf G, Ziyadeh FN : T h e role o f angiotensin
Sim ons-M orton D G , O barzanek E : D iet and 1997. II in diabeticfnephrophathy: em phasis on
blood pressure in children and adolescents. Stam ler J : T h e IN T F R S A L T Study: back­ nonhem odynam ic m ech an ism s. A m J K id ­
Pediatr Nepthrol 1 1 :2 4 4 , 1997. ground, methods, findings, and im plications. ney D is 2 9 :1 5 3 , 1997.
S kov K, Fenger-G ron J . M ulvany M J: E ffects Am J Clin Nutrition 6 5 :6 2 6 S . 1997. Young D B , Guyton A C : Stead y state aldoster­
o f an angiotensin -converting enzym e inhibi­ T a il J F , T a it S A : Insulin, the renin-angioten- one dose-response relations. C irc R es 4 0 :
tor, a calcium antagonist, and an endothelin sin-aldosterone system and blood pressure. 138, 1977.
receptor antagonist on renal afferen t arterio­ Perspecl B iol Med 4 0 :2 4 6 , 1997. Z anchelti A , M an cia G: Pathop hysiology o f
lar structure. H ypertension 2 8 :4 6 4 , 1996. W einberger M H : S alt sensitivity o f blood pres­ Hypertension. A m sterdam : E lsevier, 1997.
K alp debisi, kalbin bir dakikada aortaya pom pa­ indeksi, 80 yaşında yaklaşık 2.4 litre/dak/m2’ye
ladığı kan miktarıdır. Bu aynı zam anda dolaşım ­ düşer. Bu bölümde daha sonra göreceğimiz gibi,
da akan kan m iktarı olup, maddelerin dokulara kalp debisi yaşam boyunca hem en hem en doğru­
ve dokulardan taşınm asından sorumludur. Bun­ dan tüm vücuttaki metabolik aktiviteyle orantılı
dan dolayı kalp debisi, dolaşım la ilgili olarak göz düzenlenmektedir. Bu nedenle azalan kalp indeksi
önüne alm am ız gereken faktörlerin belki de en yaşla azalan aktivitenin göstergesidir.
önemlisidir.
Veııöz dönüş venlerden sağ atriyuma bir dakika­
da akan kan miktarıdır. Venöz dönüş ve kalp debi­
si, kanın kalpte veya akciğerlerde geçici olarak b i­
KALP DEBİSİNİN VENÖZ DÖNÜŞLE
riktiği veya uzaklaştırıldığı birkaç vuru dışında bir­
birine eşit olmak zorundadır. KONTROLÜ-KALBİN FRANK-
STARLİNG MEKANİZM ASININ ROLÜ

Kalp debisi venöz dönüşle kontrol edilir denildiği


zaman, kalp debisini primer olarak kontrol edenin
KALP DEBİSİNİN DİNLENİM VE kalbin kendisi olmadığı anlatılmaktadır. Onun ye­
AKTİVİTE SIRASINDAKİ NORMAL rine, venöz dönüş olarak adlandırılan venlerden
DEĞERLERİ kalbe kan akışını etkileyen çeşitli peıifeıik dolaşım
faktörleri, primer kontrolörlerdir.
Kalp debisi vücudun aktivite düzeyiyle geniş ölçü­ Kalp debisinin kontrolünde genellikle periferik
de değişir. Bu nedenle, diğer faktörler kadar (1) vü­ faktörlerin daha önemli olmasının ana sebebi; kal­
cut m etabolizm asının düzeyi, (2 ) kişinin egzersiz bin, venlerle sağ atriyuma gelen tüm kanın otom a­
yapması, (3) yaş ve (4) vücut büyüklüğü gibi bazı tik olarak pompalanmasını sağlayan bir m ekaniz:
faktörler kalp debisini etkileyebilir. maya sahip olmasıdır. Kalbin Frank-Starling yasası
Genç, sağlıklı erkeklerde dinlenim sırasında öl­ denilen bu mekanizma Bölüm 9 ’da tartışılmıştır.
çülen en büyük kalp debisi ortalama 5.6 Iitre/dak Bu yasa temel olarak, kalbe gelen kan miktarı arttı­
civarında bulunmuştur. Kadınlar için bu değer ğı zaman kalp odacıklarının duvarının gerildiğini
yüzde 10-20 daha azdır. Artan yaşla vücut aktivite- ifade eder. Gerilmenin bir sonucu olarak kalp kası,
si azaldığı için, yaş faktörü göz önüne alınırsa, ço ­ belirli sınırlar içerisinde olmak üzere daha güçlü
ğu kez yuvarlak bir rakamla erişkin kalp debisi he­ kasılır ve genişlemiş odacıkları her zamanki kadar
men hem en tam 5 litıe/dak olarak verilir. boşaltır. Bundan dolayı, kalbe fazladan gelen kan
otomatik olarak hiç gecikmeden aorta pom palanır
Kalp İndeksi. Kalp debisi vücut büyüklüğü ile belirgin ve tekrar dolaşıma katılır.
şekilde değiştiğinden, farklı yapıdaki kişilerin kalp debi­ Bölüm 10’da tartışılmış olan diğer bir önemli fak­
lerini birbiriyle karşılaştırabilmek için bazı yollar bu­ tör, kalbin gerilmesiyle oluşan kalp hızlanm asının
lunması gerekmiştir. Deneyler, kalp debisinin yaklaşık
etkisidir. Sağ atriyum duvarındaki sinüs düğümü­
olarak vücut yüzeyiyle orantılı arttığını göstermiştir.
Bundan dolayı, vücut yüzeyinin metrekaresi başına kalp nün gerilmesi, düğümün ritmisitesi üzerine kalp
debisi demek olan kalp indeksi terimi sık kullanılır. 70 ki­ hızını yüzde 10-15 arttıracak doğrudan bir etkiye
logramlık normal bir insan 1.7 metrekare vücut yüzeyine sahiptir. Ek olarak, gerilmiş sağ atriyum Bainbridge
sahiptir, buna göre erişkinler için normal ortalama kalp refleksi olarak adlandırılan, ilk olarak beyindeki va-
indeksi 3 litre/dak/m2 vücut yüzeyi olarak bulunur. zomotor merkeze geçen daha sonra sem patik si­
nirler ve vagus yoluyla kalbe dönen sinirsel bir ref­
Yaşın Kalp Debisi Üzerine Etkisi. Şekil 20-1 fark­ leksi başlatarak da kalp hızını arttırır. Hızın artm a­
lı yaşlardaki kalp debisini kalp indeksi olarak gös­ sı daha sonra fazla kanın pom palanm asına yardım
term ektedir. Hızla artarak 10 yaşında 4 lit- eder.
ıe/dak/m 2 ’den daha yüksek değerlere ulaşan kalp Bu nedenle kalp debisi normal, stressiz koşulla-

210
BÖLÜM 20 • Kalp Debisi , Venöz Dönüş ve Düzenlenmeleri 211

" Kalp debisi ve


kalp indeksi
- © - O k s ije n
_M 15-
C tüketimi
E
£
CO
§ 10-

Q-
03

T----- 1----- 1----- i----- 1----- 1----- 1----- T


0 200 400 600 800 1000 1200 1400 1600
Egzersiz sırasındaki iş yükü (kg-m/dak.)
~ı----- 1----- 1----- i----- i----- i----- 1----- r~
0 10 20 30 40 50 60 70 80 Ş E K İL 20 ■ 2
Yaş (yıl) Çeşitli egzersiz düzeylerinde iş yükü ile kalp debisi (sürekli çiz­
gi) ve iş yükü ile oksijen tüketimi (kesikli çizgi) arasındaki ilişki­
Ş E K İL 20 - 1 ler. (Gııyton, Jones ve Coleman’dan: Circulatory Physiology:
Cardiac Output and Its Regulation. Philadelphia, W.B. Saunders
Çeşitli yaşlarda kalp indeksi. (Guyton, Jones ve Coleman’dan: Company, 1973.)
Circulatory Physiology: Cardiac Output and Its Regulation. Phi­
ladelphia, W.B. Saunders Company, 1973.)

bisi düzeyi total periferik dirençteki değişikliklere


tam am en karşıt olarak değişmektedir. Şekilde total
ıın çoğunda hem en hem en tamamen, venöz dönü­
periferik direnç tam amen norm al (şekildeki yüzde
şü belirleyen periferik faktörlerce kontrol edilir.
1 0 0 işareti) olduğu zaman kalp debisinin de n or­
Daha sonra bu bölümde, dönen kan miktarı kalbin
mal olduğuna dikkat edin. Öyleyse total periferik
pom palayabileceğinden fazla olduğunda, kalbin
direnç arttığında kalp debisi düşer; tersine total p e­
kalp debisini sınırladığını göreceğiz.
riferik direnç azaldığında kalp debisi artar. Bölüm
14’de bahsedilen Ohm yasasının bir şekline dikkat
Kalp Debisinin Düzenlenmesi Bütün Lo­ edilirse bu durum kolayca anlaşılabilir:
kal Kan Akımı Düzenlenmelerinin Topla­
Arteryel Basınç
mıdır - Lokal Kan Akımının Çoğunu
Kalp Debisi =
Vücut Metabolizması Düzenler Total Periferik Direnç

Periferik dolaşımın tüm bölümlerindeki lokal kan Bu formülün ve Şekil 2 0 -3 ’ün anlamı basitçe şudur:
akımlarının toplamı, kalbe venöz dönüşü verir. Bu­
na bağlı olarak, kalp debisi düzenlenmesinin tüm
lokal kan akımı düzenlenmelerinin toplamı olduğu
anlaşılmaktadır. Lokal kan akımını düzenleyici m e­
kanizmalar Bölüm 17’de tartışılmıştır. Pek çok do­
kunun kan akımı, başlıca o dokunun m etabolizm a­
sıyla orantılı olarak artar. Örneğin Şekil 20-2’de
farklı egzersiz düzeyleri sırasında gösterildiği gibi,
doku oksijen tüketimi arttığı zaman kan akımı h e­
m en daima artar. Egzersiz düzeyinin her artışında,
oksijen tüketiminin ve kalp debisinin her ikisinin
de paralel şekilde arttığına dikkat edin.
Bu nedenle kalp debisi, başlıca vücuttaki lokal
kan akımını kontrol eden çeşitli faktörlerin toplamı
tarafından belirlenir. Lokal kan akımlarının tümü
venöz dönüşü oluşturmak üzere toplanır ve kalp,
dönen bu kanı sistemde tekrar dolaşmak üzere
otom atik şekilde arterlere geri pompalar. Total periferik direnç (normalin yüzdesi)

Total P eriferik Direncin Uzun Süreli Kalp Ş E K İL 20 - 3


Debisi Düzeyine Etkisi. Şekil 20-3, Şekil 19-5’de Çeşiüi total periferik dirençlerin kalp debisi üzerindeki kronik
aynıdır. Kalp debisinin kontrolündeki çok önemli etkileri; şekilde total periferik dirençle kalp debisi arasındaki
ters ilişki görülmektedir. (Guyton’ dan yeniden basılmıştır:
bir ilke burada tekrar gösterilmektedir: Arteıyel ba­ Arterial Pressure and Hypertension. Philadelphia, W.B. Saun­
sınç norm al tutulduğu zaman, uzun süreli kalp de­ ders Company, 1980.)
212 ÜNİTE IV • Dolaşım

Total peıiferik direncin uzun süreli düzeyi değiştiği Sinirsel Uyarılmanın Kalbin Pompalanmasını Artır­
zaman, kalp debisi tam am en zıt yönde değişecek­ maktaki Etkisi. Sempatik stimıılasyon ve parasempa­
tir. tik inhibisyonun birleşmesinin kalbin pompa etkinliği­
ni arUrmada iki şey yaptığım Bölüm 9’da gördük: (1)
kalp hızında büyük arüş -gençlerde bazen normal dü­
Kalbin Ulaşabileceği Kardiyak Debi zey olan 72 vuru/dak’dan 180-200 vuru/dak'ya kadar
Sınırlıdır - Bu, Kalp Debisi Eğrisinde ve (2 ) artmış “kontraktilite” denilen, kalbin kontraksi-
Plato Düzeyine Neden Olur yon gücünün normalin iki kaüna kadar çıkması. Kalbin
maksimum sinirsel uyarısı, kalp debisinin plato düze­
Kalbin pompalayabileceği kanın miktarında belirli yini bu iki etkinin birleşmesiyle, Şekil 20-4’de en üstte
sınırlar vardır, ve bu sınırlar en iyi kalp debisi eğri­ 25 litre düzeyindeki eğride görüldüğü gibi, normal pla­
sinin şekliyle anlatılır. to eğrisinin hemen hemen iki kaüna çıkarabilir.
Şekil 20-4’de kalın siyah eğri ile verilen normal
kalp debisi eğrisi, sağ atriyumun her basınç düzeyi­ Kalp Hipertrofisinin N eden Olduğu Artm ış
ne karşılık dakikadaki kalp debisini göstermektedir. Pompa Etkinliği. Kalbin kendisinde hasar yapa­
Bu eğri, Bölüm 9 ’da tartışılan ve Şekil 9-12’de göste­ cak kadar aşırı olmayan artmış iş yüklerine maruz
rilen kalp fonksiyon eğrisinin bir tipidir. Bu normal kalması, ağır egzersizin iskelet kaslarında lıipertro-
kalp debisi eğrisinin plato düzeyinin, 5 litre/dak ci­ fiye neden olması gibi, kalp kasının kitlesinde ve
varında olan normal kalp debisinin 2.5 katı, yaklaşık kasılma gücünde artışa yol açar. Örneğin maraton
13 litre/dak olduğuna dikkat ediniz. Buna göre, aşırı koşucularının kalbinde yüzde 50-75 kitle artışı yay­
sinirsel uyarı almadan çalışan normal bir kalp, kalp gındır. Bu durum kalp debisi eğrisinin plato düze­
debisinin kontrolünde kalbin kendisi sınırlayıcı bir yini bazen yüzde 50-100 artırır ve bu nedenle kal­
faktör olmadan önce, normal venöz dönüşün 2.5 ka­ bin, kalp debisinin alışılmış miktarlarından çok da­
tı miktarındaki venöz dönüşü pompalayabilir. ha fazla kan pompalamasına izin verir.
Normal kan pompalamayan kalplere ait diğer bazı Kalbin sinirsel uyarısı ve hipertrofi maraton koşu­
kalp debisi eğrileri Şekil 20-4’de kırmızı renkle göste- cularındaki gibi birleştirilirse, bu etki kalbin dakika­
rilmiştir. Üstteki eğriler normalden daha iyi pompala­ da 30-40 litre kan pompalamasına izin verebilir; bu
yan lıiperefektif kalpler içindir. Alttaki eğriler norma­ artmış pompalama düzeyi koşucunun koşma süre­
lin altında kan pompalayan hipoefektif kalpler içindir. sini belirleyen en önemli faktörlerden biridir.

H ip e re fe k tif K alp ve N e d e n O la b ile n H ip o e fe k tif K albe N e d e n O la n F a k tö rle r


F a k tö rle r
Kalbin kan pompalama yeteneğini azaltan herhan­
gi bir faktör hipoefektifliğe neden olur. Bu faktörle­
Genellikle yalnız iki tip faktör, kalbi normalden da­
rin bazıları şunlardır:
ha iyi bir pompa haline getirebilir. Bunlar (1) sinir­
sel uyarı ve (2 ) kalp kasının hipertıofisidir.
Kalbin sinirsel uyarılmasının inhibisyonu
Kalp vurularının hızında veya ritminde bozulma
ya neden olan patolojik faktörler
Valvüler kalp hastalıkları
Kalbin kanı pompalamak için yenm ek zorunda
olduğu basıncın, hipertansiyonda olduğu gibi
artması
Konjenital kalp hastalığı
Miyokardit
Kardiyak anoksi
Difteriye bağlı ya da diğer tiplerde miyokard
hasarı ya da toksisitesi

Kalp Debisinin Kontrolünde Sinir


Sisteminin Rolü Nedir?

K alp D e b isi ve V enöz D ö n ü ş A rttığ ı


Z am an A rte ry e l Basıncın K o ru n m a s ın d a
S inir S iste m in in Ö n e m i
Sağ atriyum basıncı (mm Hg)
Şekil 20-5, otonom sinir sistemi çalıştığı ve çalışm a­
Ş E K İL 20 • 4
dığı zaman, kalp debisinin kontrolünde ortaya çıkan
Normal kalp ile lıipöefeklif ve hiperefektif kalpler için kalp
önemli bir farklılığı göstermektedir. Sürekli çizgi,
debisi eğrileri. (Guyton, joııes ve Coleman’ dan: Circulatory
Physiology: Cardiac Output and Its Regulation. Philadelphia, vücuttaki tüm dokuların metabolizmasını gerçekten
W.B. Saunders Company, 1973.) de yaklaşık dört katına çıkaran bir madde olan dinit-
BÖLÜM 20 • Kalp Debisi , Venöz Dönüş ve Düzenlenmeleri 213

6- rol oynayarak arteryel basıncın zarar verecek kadar


’</) 5 - düşük düzeylere inmesini önler. Gerçekten egzer­
Dinitrofenol
•S 2 sizde sinir sistemi daha da ileri giderek, arteryel ba­
4-
_Q. ^ sıncın normalin üzerinde artması için ilave sinyal
3
sağlar, böylece kalp debisini fazladan yüzde 50-100
————“
2- arttırıcı görev yapar.
" “ Basınç kont/o!ü ile
1 -
------ Basmç konlrolü o'maksızın
o>
c 100-
t/) 'ÇZ
03 O)
JO X
75-
PATOLOJİK O L A R A K Y Ü K S E K V E D U Ş U K
P -—-
£
aj 50- KALP D EB İLER İ
<
Sağlıklı insanlarda kalp debisi kişiden kişiye şaşılacak
10 20 30 derecede sabittir. Bununla birlikte çok sayıda klinik ano­
Dakikalar mali yüksek veya düşük kalp debisine sebep olabilir.
Bunların daha önemli olanlarının bazıları Şekil 20-6’da
Ş E K İL 20 • 5 gösterilmiştir.
Kalp debisinin kontrolü için önkoşul olarak arteryel basıncın
sinirsel kontrolünün önemini gösteren köpek deneyi. Basınç
kontrolü bulunduğu zaman, metabolik uyarıcı dinitrofcnolün Yüksek Kalp Debisi Hemen Hemen Daima Aza!-
kalp debisini artırdığına; basııç kontrolü bulunmadığı zaman
arteryel basıncın düştüğüne vc kalp debisinin çok az artığına
mış Total Periferik Direnç Nedeniyle Görülür
dikkat edin. ( Deneylerden Dr. M. Banet tarafından çizilmişin)
Şekil 20-6’nın sol tarafı sıklıkla normalden yüksek kalp
debisine ncdcıı olan durumları tanımlamaktadır. Bu du­
rumların ayına özelliklerinden biri bunların tümünün
kronik olarak azalmış total periferik direncin somıcıt ol­
rofenol uygulanması nedeniyle periferik kan da­ malarıdır. Daha sonra açıklayacağımız bu durumların
marlarında oluşan yoğun dilatasyonun normal hay­ hiçbirisi kalbin kendisinin aşııı uyarılmasından kaynak­
vandaki etkisini göstermektedir. Bütün periferik kan lanmaz. Şimdi periferik direnci azaltabilen ve aynı anda
damarlarındaki genişlem enin, arteryel basıncın kalp debisini normalin üzerine çıkartan periferik faktör­
düşmesini önleyen sinirsel kontrol sayesinde arter­ lerin bazılarına bir bakalım.
yel basınçta hemen hemen hiç değişikliğe neden ol­
1 . Beriberi. Bu hastalık tiyamin vitamininin diyetteki
madığına, fakat kalp debisini yaklaşık dört kat arttır­
miktarının yetersizliği nedeniyle ortaya çıkar. Bu vitami­
dığına dikkat ediniz. Bununla beraber, sinir sistemi­ nin eksikliği, dokuların hücresel besinleri kullanma yete­
nin otonom kontrolü bloke edildikten sonra arteryel neğinin ve lokal doku kan akımı mekanizmalarının azal-
basıncı koruyan normal dolaşım reflekslerinin hiç­ ıııasına vc peşinden belirgin vazodilatasyona neden
birisi işleyemez ve böylece damarların dinitrofenol- olur. Bazen total periferik direnç normalin yarısına ka­
le dilatasyonu, arteryel basınçta normalin yaklaşık dar iner. Bunun sonucunda uzun süreli kalp debisi düze­
yarısına kadar şiddetli bir düşmeye neden olur, oysa yi de sıklıkla normalin iki katına çıkar.
2 . Arteriyouenöz fistiil (şaııt). Bu bölümde daha önce
kalp debisi 4 kat yerine yalnızca 1.6 kat al tmıştır.
de belirttiğimiz gibi, büyük arterlerle büyük venler ara­
Normal arteryel basıncın sinirsel refleksler tara­
sında her ne zaman bir fistül (şaııt olarak da adlandırılır)
fından Bölüm 18’de açıklanan mekanizmalarla ko­
oluşursa çok büyük miktarlarda kan doğrudan arterden
runması, periferik dokular kendi lokal kan akımla­ vene akar. Bu da total periferik direnci çok azaltır vc ay­
rını artırmak için damarları genişlettiği zaman, nı şekilde venöz dönüş ve kalp debisini artırır.
yüksek kalp debisinin sağlanması için gereklidir. 3. Hipertiroidizm. Hipertiroidizmdc vücuttaki tüm
dokuların metabolizması çok artmış durumdadır. Ok­
Egzersiz Sırasındaki A rteryel Basınç Artışına sijen kullanımı artar ve dokulardan vazodilatör ürün­
Sinir Sisteminin Etkisi. Sinir sistemi egzersiz sıra­ ler salgılanır. Bu nedenle, vücudun her tarafındaki lo­
sında arteryel basıncın yalnızca düşmesini önle­ kal doku kan akımı kontrol mekanizmaları yüzünden,
total periferik direnç belirgin şekilde düşer; bunun so­
mekle kalmaz aynı zamanda basıncı arttırır da. Bu­
nucunda kalp debisi sıklıkla normalin yüzde 40-80
nun başlıca nedeni şudur: Periferik kaslara egzersi­ üzerine çıkar.
ze neden olan sinyalleri gönderen beyin aktivitesi, 4. Anemi. Anemide iki periferik etki total periferik di­
aynı zamanda otonom merkezlere de dolaşım akti- renci büyük miktarda düşürür. Bunlardan biri düşük
vitesini uyaran sinyaller göndererek venleıde daral­ eritrosit konsantrasyonunun sonucu olan azalmış kan
ma ile kalp hızında ve kontraktilitesinde artmaya se­ viskozitesidir. Diğeri hemoglobin düşmesi nedeniyle do­
bep olur; beraberce etki eden bütün bu değişiklikler, kulara oksijen dağıtımının azalmasıdır; oksijen dağıtımı­
arteryel basıncı hatta normalin de üzerine çıkarta­ nın eksikliği lokal vazodilatasyona yol açar. Bunun sonu­
rak, dokulara daha fazla kan gitmesini sağlar. Bu art­ cu olarak kalp debisi büyük oranda aı tar.
Total periferik direnci kronik olarak azaltan diğer bütün
mış basınç sıklıkla, kalp debisinin egzersiz sırasında
faktörler de kalp debisini arttırır.
fazladan yüzde 50-100 artmasına izin verir.
Özet olarak, lokal dokulardaki damarlar genişle­ Kalbin Pom palam a G ücündeki Artışın Kalp D e b i­
yip kalp debisini norm alin üzerine çıkartmaya ça­ sinin Uzun Süreli A rtışını Sağlam ada Y e tersizliğ i.
lıştığı zaman, sinir sistemi son derece önemli bir Eğer kalp aniden şiddetle uyarılırsa kalp debisi sıklık­
214 ÜNİTE IV • Dolaşım

Ş E K İL 20 ■ 6
Çeşitli patolojik koşullarda kalp
debisi. Parantez içindeki sayılar
her durum da incelenen h asta
sayısını vermektedir. (Guyton, Jo­
nes ve Coleman’ dan: Circulatory
Physiology: Cardiac Output and
Its Regulation. Philadelphia, W.B.
Saunders Company, 1973.)

la yüzde 20-30’luk akut bir artış gösterir. Bu küçük ar­ Periferik Faktörlerin Neden Olduğu Kalp Debisi
tış, kalp kuvvetle uyarılmaya devam etse bile birkaç Azalması - Azalan Venöz Dönüş. Venöz dönüşü etkileyen
dakikadan uzun sürmez. Bunun iki sebebi vardır: (1) herhangi bir faktör kalp debisinde de azalmaya neden
Dokuların artmış kan akımı, önceki bölümde tartışı­ olabilir. Bu faktörlerin bazıları şunlardır:
lan otoregülasyon mekanizmaları nedeniyle kan da­
marlarında otomatik vazokonstriksiyona yol açar ve 1. Kan hacminin azalması. Kalp debisinde azalmaya
bu da venöz dönüşü azaltır ve kalp debisini normale neden olan en yaygın periferik faktör kan hacminin azal­
çevirir. (2) Kalbin akut uyarılmasının sonucunda hafif­ masıdır ve en sık kanama sonucunda ortaya çıkar. Bu
çe yükselen arteryel basınç kapiller basıncı artırır ve durumun kalp debisini neden azalttığı açıktır: Kan kaybı
sıvı kapillerlerin dışına, doku arasına süzülür. Bu sü­ damar sisteminin doluşunu, periferik damarlarda kanın
zülme, kan hacmini azaltır ve venöz dönüş de norma­ kalbe geri dönmesi için gereken basıncı yaratmaya ye­
le çevrilir. Artmış basınç, arteryel basınç ve kalp debi­ terli kan kalmayacak düzeye kadar azaltır.
si normale dönüııceye kadar, saatler ve günler süre­ 2. Akut venöz dihıtasyon. Bazı durumlarda periferik
since, böbreklerden de kan sıvı hacminin yitirilmesine venler akut olarak genişlerler. Bu, en sık sempatik sinir
neden olur. sistemi aniden inaktive olduğu zaman ortaya çıkar. Ör­
Bu nedenle, kalp debisinin kronik yükselmesine ne­ neğin bayılma, çoğu kez sempatik sinir sistemi aktivite-
den olduğu bilinen bütün durumlar, artmış kalp akli- sinin, birden kaybolmasına bağlı olarak periferik kapasi­
vitesinin değil, tolal periferik direnç azalmasının so­ te damarlarının özellikle venlerin genişlemesi sonucu
nucudur. meydana gelir. Bu da vasküler sistemin doluş basıncını
düşürür, çünkü kan hacmi bu gevşemiş periferik kan da­
marlarında artık yeterli basınç oluşturamaz. Sonuç ola­
Düşük Kalp Debisi rak kan damarlarda "göllenir” ve aı tık kalbe dönemez.
3. Büyük venlerin tıkanması. Nadiren, kalbe kan geti­
Şekil 20-6’nın sağ tarafında anormal düşük kalp debisine ren büyük venler obstrüksiyona uğrar, böylece periferik
neden olan birkaç durum görülmektedir. Bunlar iki gru­ damarlardaki kan kalbe dönemez. Buna bağlı olarak da
ba ayrılır: (1 ) kalbin pompa etkinliğinin çok azalmasına kalp debisi belirgin şekilde düşer.
ve (2 ) venöz dönüşün çok azalmasına neden olan anor­
mallikler. Eğer kalp debisi dokulara yeterli besin sağlayacak dü­
zeyin altına düşerse, düşük kalp debisinin sebebinin pe­
Kardiyak Faktörlerin Neden Olduğu Kalp Debisi riferik veya kardiyak faktör olup olmadığına bakılmaksı­
Azalm ası. Herhangi bir sebeple kalp şiddetli hasar gör­ zın kişinin dolaşım şokuna uğradığı söylenir. Bu durum
düğü zaman, hasarın pompalamayı sınırlayıcı düzeyi bir kaç dakika ile bir kaç saat içerisinde öldürücü olabi­
dokular için uygun kan akımı ihtiyacının altına düşebilir. lir. Böliim 24’de ayrıntılı olarak tartışılan dolaşım şoku,
Ağır miyokard infcırktiisü, ağır valviiler kalp hastalığı, böylesine önemli bir klinik sorundur.
miyokardit, kalp tamponadı ve belirli kardiyak metabo­
lizma bozuklukları buna birkaç örnektir. Bunlardan dü­
şük kalp debisiyle sonuçlanmış birkaç tanesinin etkisi
Şekil 2 0 -6 ’da sağda gösterilmektedir. KALP D E B İS İ D Ü Z E N L E N M E S İN İN D A H A
Kalp debisinin vücudun her tarafındaki dokular bes­ K A N TİTA TİF A N A L İZ İ
lenme eksikliği çekmeye başlayacak kadar düştüğü du­
ruma kardiyak şok denir. Bu konu Bölüm 22’de kalp yet­ Kalp debisi düzenlenmesiyle ilgili buraya kadaıki tartış­
ersizliği ile ilgili olarak tümüyle tartışılmıştır. mamız, kalp debisini en basit koşullarda kontrol eden
BÖLÜM 20 • Kalp Debisi , Venöz Dönüş ve Düzenlenmeleri 215

da ±2 mmHg ve zorlu solunumda ±50 mmHg olabilir.


2. Negatif basınca karşı solunum; eğriyi daha negatif
atriyum basıncına (sola) kaydırır.
3. Pozitif basınçlı solunum; eğriyi sağa kaydırır.
4. Göğüs kafesinin açılması; intraplevral basıncı 0 mm
Hg’ya çıkartarak eğriyi 4 mmHg sağa kaydırır.
5. Kalp tamponadı; büyük miktarda sıvının kalbin çev­
resindeki perikard boşluğunda birikmesi sonucunda
eksternal kalp basıncının artması ve eğrinin sağa kayma­
sı anlamına gelir. Şekil 20-7’de kalp tamponadının eğri­
nin üst bölümlerini alt bölümlerinden daha fazla sağa
kaydırdığına dikkat ediniz, çünkü yüksek kalp debisi sı­
rasında kalp boşluğu daha fazla dolduğu için eksternal
kalp basıncı daha yüksek değerlere ulaşır.

Kalp Debisi Eğrilerinin Farklı Modellerinin Kom bi­


Ş E K İL 20 - 7 nasyonu. Şekil 20-8, eksternal kalp basıncının ve kalbin
Çeşitli intraplevral basınç düzeylerinde ve çeşitli kalp tampona- pompa etkinliğinin her ikisinde eşzamanlı olan değişik­
dı derecelerinde kalp debisi eğrileri. (Guyton, Jones ve Coleına- liklerin bir sonucu olarak, kalp debisi eğrisinin değişebi­
n’ dan: Circulatory Physiology: Cardiac Output and Its Regulati­ leceğini göstermektedir. Bu nedenle kalbin pompalama
on. Philadelphia, W.B. Saunders Company, 1973.) yeteneği kadar eksternal basınca ne olduğu da bilinirse,
tek bir kalp debi eğrisiyle kalbin anlık kan pompalama
yeteneği ifade edilebilir.

faktörleri anlamaya yeterlidir. Bununla beraber şiddetli


egzersiz, kalp yetersizliği ve dolaşım şoku gibi özellikle V e n ö z Dönüş Eğrileri
stresli durumlardaki kalp debisi düzenlenmesini anla­
mak için ileriki bölümlerde daha karmaşık analizler ve­ Kalp düzenlenmesinin tam analizinin yapılabilmesi
rilmiştir. için önce tüm sistemik dolaşım gözden geçirilmelidir.
Daha kantitatif analiz yapabilmek için kalp debisi dü­ Sistemik dolaşımın işlevini analiz etmek içinse, kalp ve
zenlenmesiyle ilgili iki temel faktörü ayrı ayrı incelemek akciğeri hayvanın dolaşımından ayırarak yerlerine bir
gerekir: ( 1 ) kalp debisi eğrisiyle gösterilmiş olan kalbin pompa ve yapay oksijenlendirme sistemi koyarız. Bun­
pompalama yeteneği ve (2 ) venöz dönüş eğrisiyle göste­ dan sonra çeşitli dolaşım durumlarında sistemik dola­
rilmiş olan, kalbe venlerden kan akışını etkileyen perife- şımın nasıl çalıştığını belirlemek için; kan hacmi, da­
rik faktörler. Böylece bu eğriler, aynı anda kalp debisini, mar direnci, sağ atriyum basıncı gibi çeşitli faktörler
venöz dönüşü ve sağ atriyum basıncını belirlemek için değiştirilir. Bu çalışmalarda sistemik dolaşımdan kalbe
birbirlerini nasıl etkilediklerini göstermek amacıyla kan­ dönüşü etkileyen üç temel faktör tespit edilebilir. Bun­
titatif şekilde bir araya getirilebilir. lar aşağıdadır:

1. Sağ atriyum basıncı; venlerde geriye doğru bir güç


K a n tita tif A n a lizle rd e K ullanılan Kalp Debisi oluşturarak kanın sağ atriyuma akışını engeller.
Eğrileri

Farklı düzeylerdeki kalp etkinliğinin kantitatif etkilerini


açıklamak için kullanılan kalp debisi eğrilerinin bazıları,
Hiperefektif - İntraplevral
Şekil 20-4’de zaten gösterilmiştir. Bununla beraber gele­ basınç artması
cek konuda açıklandığı gibi, kalbin dışındaki eksternal
basınç değişikliklerinin kalp debisi üzerinde oluşturdu­
ğu etkileri göstermek için ek olarak bir grup eğri gerekir.

Kalbin Dışındaki Eksternal Basıncın Kalp Debisi


Eğrileri Üzerine Etkisi. Şekil 20-7 eksternal kalp basın­
cındaki değişikliklerin kalp debisi eğrisi üzerindeki etki­
sini göstermektedir. Normal eksternal basınç, -4
mmHg’lık normal intraplevral basınçtır (göğüs boşlu­
ğundaki basınç). Şekilde intraplevral basıncın -2
mmHg’ya çıkmasının tüm eğriyi aynı miktarda sağa kay­
dırdığına dikkat ediniz. Bu kayma kalbin dışındaki art­
mış basıncı yenmek için sağ atriyum basıncında 2
mmHg fazlalığa ihtiyaç olduğu için meydana gelir. Aynı
şekilde intraplevral basıncın +2 mmHg’ya çıkması da sağ Sağ atriyum basıncı (mm Hg)
atriyum basıncında, tüm eğriyi 6 mmHg sağa kaydıran, 6
mmHg’lık bir artışı gerektirir. Ş E K İL 20 - 8
İntraplevral basıncı değiştirebilen ve bu suretle kalp
Kalp debisi eğrilerinde iki ana modelin kombinasyonu: şekilde
debisi eğrisinde kaymaya neden olan faktörlerin bazıları
hem ekstrakardiyak basınçtaki hem de kalbin pom pa
şunlardır. etkinliğindeki değişikliklerin etkisi görülmektedir. (Guyton, Jo­
nes ve Coleman’ dan: Circulatory Physiology: Cardiac Output
1. Normal solunum sırasındaki döngiisel değişiklikler, and Its Regulation. Philadelphia, W.B. Saunders Company,
bu değişiklikler normal inspirasyona karşı ekspirasyon- 1973.)
216 ÜNİTE IV • Dolaşım

2. Ortalama sis temik dolıtş basıncıyla (bütün kan akı­ (sıfır basınç) eşit kalır; çünkü bu, hemen dışındaki yu­
mı durdurulduğu zaman sistemik dolaşımın herhangi muşak dokuları ve deriyi sıkıştırarak gevşek venlerin kol-
bir yerinde ölçülen basınçtır -bunu daha sonra ayrıntılı lapsına neden olan havanın basıncıdır. Bundan dolayı,
olarak tartışacağız) ölçülen sistemik dolaşımın doluş de­ sağ atriyum basıncının gerçekten de çok negatif değerle­
recesi; sistemik kam kalbe yöneltir. re düşebilmesine karşın, büyük venlerin göğüse girdiği
3. Periferik damarlar ve sağ atriyum arasında kan akı­ yerdeki venöz basınç pratik olarak asla 0 mmHg’nın altı­
mına direnç. na diişemez. Bunun sonucunda, sağ atriyumdaki çok
negatif basınçlar bile venöz dönüşü, normal atriyum ba­
Gelecek konuda açıklayacağımız gibi, bütün bu faktör­ sıncı olan 0 mml Ig’da mevcut olan venöz dönüşün an­
ler kantitatif olarak venöz dönüş eğrisiyle ifade edilebilir. lamlı şekilde üzerine çıkartamaz.

N orm al Venöz Dönüş Eğrisi O rtalam a Dolaşım Doluş Basıncı, O rtalam a Sis­
tem ik Doluş Basıncı ve Bunların Venöz Dönüşe
Kalp debisi eğrisinin, kalp tarafından pompalanan kanın Etkileri
sağ atriyum basıncıyla ilişkisini göstermesine benzer şe­
kilde, venöz dönüş eğrisi de venöz dönüşün, yani sistemik Ventı iküler fibrilasyoıı veya başka bir nedenle kalbin kan
dolaşımdan kalbe akan kanın sağ atriyum basıncıyla iliş­ pompalaması durduğu zaman, dolaşımın her yerinde
kisini gösterir. kan akımı bir kaç saniye içinde kesilir. Kan akımı olma­
Şekil 20-9’daki eğri normal venöz dönüş eğrisidir. Bu yınca, bir dakika kadar sonra dolaşımın her yerindeki
eğri, kalp yetersizliği sağ atriyum basıncında artışa ne­ basınçlar eşitlenir. Bu dengelenmiş basınç düzeyine, or­
den olduğu zaman arlan atriyal basıncın sistemik dola­ talama dolaşım doluş basıncı denir.
şımdaki geriye doğru etkisiyle, kalbe venöz kan dönüşü­
nün azaldığını gösterir. Eğer bütün dolaşım refleksleri- Ortalama Dolaşım Doluş Basıncına Kan Hacminin
ııin etkileri engellenirse, sağ atriyum basıncı yaklaşık 7 Etkisi. Dolaşımdaki kan hacmi ne kadar fazlaysa ortala­
ııımHg’ya çıktığı zaman venöz dönüş sıfıra iner. Sistemik ma dolaşım doluş basıncı da o kadar büyüktür, çünkü faz­
dolaşım genişleyebildi bir kese olduğu için, sağ atriyum la kan hacmi damarların çeperini germektedir.-Şekil 20-
basıncındaki hafif artışın venöz dönüşte şiddetli düşme­ 1 0 ’daki sürekli eğri, farklı düzeylerdeki kan hacimlerinin
ye neden olması gibi, sağ atriyumun gerisindeki basınç ortalama dolaşım doluş basıncı üzerindeki normal etkile­
artışı da kanın kalbe dönmek yerine bu kesede depolan­ rini göstermektedir. Dikkat ediniz kan hacmi yaklaşık
masına neden olur. 4000 mililitre iken ortalama dolaşım doluş basıncı sıfıra
Sağ atriyum basıncının artarak venöz göllenmeye ne­ yaklaşmaktadır, çünkü bu dolaşımın "germeyen hac-
den olmasıyla beraber, yetersiz kalbin pompalaması da mi”dir; fakat kan hacmi 5000 mililitre olduğunda doluş
sıfıra yaklaşır, böylece arteryel basınç venöz basınca doğ­ basıncı normal değeri olan 7 mmHg’dadır. Benzer şekilde
ru düşer. Bu nedenle, sistemik dolaşımdaki tüm akını daha da yüksek kan hacimlerinde, ortalama dolaşım do­
durduğu zaman, arteryel basınç ve venöz basınç, ortala­ luş basıncı hemen hemen doğrusal şekilde artar.
ma sistemik doluş basıncı olan 7 mmHg'da dengeye gelir.
Dolaşımın Sem patik Sinirlere Uyarılmasının Ortala­
Büyük Venlerdeki Kollap s N edeniyle N e gatif ma Dolaşım Doluş Basıncına Etkisi. Şekil 2 0 - 1 0 ’daki
Atriyum Basınçlarında, Venöz Dönüş Eğrisinde, kesikli eğriler, sırasıyla yüksek ve düşük düzeydeki sem­
Oluşan Plato. Sağ atriyum basıncı sıfırın altına-atmos­ patik uyarıların ortalama dolaşım doluş basıncına etkile­
fer basıncının altı-düştiiğii zaman venöz dönüşteki hızlı rini göstermektedir. Güçlü sempatik uyarı hem bütün
artış aniden kesilir. Sağ atriyum basıncı yaklaşık -2 sistemik kan damarlarını hem de büyük pulmoner da­
mmHg’ya indiği anda venöz dönüş plato düzeyine ula­ marları, ve batta kalbin odacıklarını daraltır. Bundan do­
şır; bundan sonra sağ atriyum basıncı -20, -50 mmHg’ya layı sistemin kapasitesi azalarak belirli bir kan hacmin­
düşse bile bu plato düzeyinde kalır. Plato, göğüse giren deki ortalama dolaşım doluş basıncı artar. Normal kan
venlerin kollapsıııa bağlıdır. Negatif sağ atriyum basıncı hacminde, maksimum bir sempatik uyarı ortalama do­
ven çeperlerini göğüse girdikleri yerde sürekli olarak kol- laşım doluş basıncını 7 mıııHg’dan bu değerin yaklaşık
labe ederek, kanın periferik venlcrdeıı negatif basınçla 2.5 katına veya 17 mmHg’ya çıkarır. Tersine sempatik si­
emilmesini önler. Göğüsün hemen dışındaki venlerdeki nir sisteminin tam inhibisyonu, hem kan damarlarını
basınç, bunun yerine yaklaşık olarak atmosfer basıncına hem de kalbi gevşeterek, ortalama dolaşım doluş basın-

Ş E K İL 20 - 9
Normal venöz dönüş eğrsi.
Sağ atriyum basıncı atmosfer
basıncının altına düştüğü za­
man göğüse giren büyük ven­
lerin kollabe olması, platoya
neden olur. Sağ atriyum ba­
sıncı ortalama sistemik doluş
basıncına eşil olacak kadar
yükseldiği zaman, venöz dö­
Sağ atriyum basıncı (mm Hg) nüşün sıfır olduğuna dikkal
ediniz.
BÖLÜM 20 • Kalp Debisi , Venöz Dönüş ve Düzenlenmeleri 217

Başka bir deyişle sistem ne kadar fazla doluysa kanın kal­


be akışı da o kadar kolaydır. Ve doluluk ne kadar azsa ka­
Kuvvetli sempatik
14 nın kalbe akması o kadar zordur.
uyarı
Normal dolaşım
12- Venöz Dönüş İçin Basınç Gradyanı-Bu Sıfır O lduğu Za­
sistemi
man Venöz Dönüş Yoktur. Sağ atriyum basıncı yüksele­
Tam sempatik rek ortalama sistemik doluş basıncına eşit olduğu za­
10 inhibisyon man, sistemik dolaşımdaki diğer bütün basınçlar da bu
Normal hacim basınca eşit hale gelir. Bunun sonucunda periferik da­
8 - marlarla sağ atriyum arasında artık basınç farkı kalmaz.
Sonuç olarak artık periferik damarlardan sağ atriyuma
kan akımı da yoktur. Bununla beraber, Şekil 20- 1 1 ’deki
venöz dönüş eğrilerinden herhangi birini inceleyerek
görebileceğiniz gibi, sağ atriyum basıncı giderek ortala­
ma sistemik doluş basıncının altına düştüğü zaman, kal­
be kan akımı bununla orantılı bir şekilde artar. Bu de­
2- mektir ki, ortalama sistemik doluş basıncı ile sağ atriyum
basıncı arasındaki fark ne kadar büyükse, venöz dönüş
t
de o kadar büyük olııı: Bu nedenle, bu iki basınç arasın­
1000 2000 3000 4000 5000 6000 7000 daki farka venöz dönüş için basınç gradyanı denir.
Hacim (mİ)
Venöz Dönüşe Direnç
ŞEKİL 2 0 - 10 Ortalama sistemik doluş basıncının venlerdeki kanı pe-
Tüm dolaşımın hacim-basmç eğrileri; şekilde kuvvetli sempatik riferden kalbe doğru iten bir basıncı ifade etmesine ben­
uyarının ve tam sempatik inhibisyonun etkileri görülmektedir. zer şekilde, bu venöz kan akımına karşı direnç de mev­
cuttur. Bu dirence venöz dönüşe direnç denir.
Bir kısmı da arteriyol ve küçük arterlerde meydana
gelmekle beraber, venöz dönüşe direncin büyük bölümü
cını normal değeri olan 7 mmHg’dan yaklaşık 4 venlerde oluşur.
mmllg’ya düşürür. Venlerdeki direnç venöz dönüşe direncin belirlenme­
Şekil 20-10’daıı ayrılmadan önce, eğrilerin özgül bir sinde neden bu derece önemlidir? Bunun cevabı, venler­
şekilde ne kadar dik olduğuna dikkat ediniz. Bu dik deki direnç arttığı zaman sistemik dolaşımın her yanın­
eğim, ortalama dolaşım doluş basıncının kan hacminde­ da kanın göllenmeye başlaması, fakat venler kolayca ge­
ki hafif değişikliklerden veya farklı sempatik aktivite dü­ nişleyebildiği için venöz basınç artışının çok küçük kal­
zeylerinin sistemin kapasitesinde oluşturduğu hafif de­ masıdır. Bundan dolayı, direncin arkasındaki akımın
ğişikliklerden bile ne derece etkilenebileceğinin bir gös­ (venlerin kendi arkalarındaki akım) basınç artışı direnci
tergesidir. yenmek için etkin değildir ve venöz dönüş şiddetli bir şe­
kilde azalır. Öte yandan arteriyol ve küçük arterlerdeki
O rtalam a Sistem ik Doluş Basıncı ve Bunun direnç arttığı zaman kan, venlerin yalnızca 1/30’u kadar
Ortalam a Dolaşım Doluş Basıncıyla İlişkisi. Ortalanın kapasitansa sahip arterlerde birikmektedir. Bundan do­
sistemik doluş basıncı, yani Psf, ortalama dolaşım doluş layı, kanın arterlerde hafifçe birikmesi dahi basıncı çok
basıncından hafifçe farklıdır. Büyük kan damarları kalp­ artırır - veıılerdekinin 30 katı - ve bu yüksek basınç di­
te klemplenerek kan akımı durdurulduktan sonra siste­ rençteki artışın büyük bir bölümünü yendiği için, venöz
mik dolaşımın her yerinde ölçülen basınç ortalama sis­ dönüş çok az düşer. Matematik olarak, venöz dönüşe di­
temik doluş basıncıdır, böylece sistemik dolaşımdaki ba­ rencin yaklaşık üçte ikisini venlerdeki direncin, ve yakla-
sınçlar pulmoner dolaşımdaki basınçlardan bağımsız
olarak ölçülebilir. Canlı hayvanda ölçülmesi hemen he­
men imkansız olmasına rağmen, ortalama sistemik ba­
sınç, venöz dönüşün belirlenmesi için önemli bir ba­
sınçtır. Ortalama sistemik doluş basıncı, ortalama dola­
şım doluş basıncına hemen hemen daima yaklaşık ola­
rak eşittir, çünkü pulmoner dolaşım sistemik dolaşımın
sekizde birinden daha az kapasitansa ve yaklaşık olarak
kan hacminin yalnızca onda birine sahiptir.

Ortalama Sistemik Doluş Basıncındaki D eğişiklik­


lerin Venöz Dönüş Eğrisine Etkisi. Şekil 2 0 - 1 1 , ortala­
ma sistemik doluş basıncında artış veya azalmanın venöz
dönüş eğrisi üzerindeki etkilerini göstermektedir. Şekil
20-11 de, ortalama sistemik doluş basıncının normalde 7 Sağ atriyum basıncı (mm Hg)
mınHg olduğuna dikkat ediniz. Ortalama sistemik doluş ŞEKİL 2 0 - 11
basıncı, şeklin üstündeki eğri için 14 mmHg ve altındaki
eğri için 3.5 mmHg’dır. Bu eğriler, kanla dolu olan dola­ Venöz dönüş eğrileri; şekilde ortalama sistemik doluş basıncı
(Psf) 7 mm Hg olduğu zaman kaydedilen normal eğri ile, orta­
şım sisteminin “gerginliğinin’’ de fazla olması anlamına
lam a sistemik doluş basıncının 3.5-14 mm Hg arasında
gelen ortalama sistemik dolaşım basıncı ne kadar büyük­ değişmesinin bu eğri üzerindeki etkileri görülmektedir. (Guy­
se, venöz dönüş eğrisinin de o kadar çok yukarıya ve sa­ ton, Jones ve Coleman’ dan: Circulatory Physiology: Cardiac
ğa kayacağını göstermektedir. Tersine ortalama sistemik Output and Its Regulation. Philadelphia, W.B. Saunders Com­
doluş basıncının azalması eğriyi aşağıya ve sola kaydırır. pany, li)73.)
218 ÜNİTE IV • Dolaşım

Eş zam an lı Kalp Debisi ve V e n ö z Dönüş


20-1
Eğrilerinin Kullanılm asıyla Kalp D ebisinin ve
Sağ Atriyum Basıncının A n alizi

Dolaşımın bütününde, kalp ve sistemik dolaşım beraber


çalışmak zorundadır. Buna göre (1) sistemik dolaşımdan
dönen kan, kalp debisine eşit olmalıdır ve (2 ) sağ atri­
yum basıncı, kalp ve sistemik dolaşımın her ikisi için de
aynıdır.
Bundan dolayı kalp debisi ve sağ atriyum basıncı şu
şekilde belirlenebilir: (1) Kalbin her an için pompalama
yeteneği tespit edilir ve bu kalp debisi eğrisi şeklinde
gösterilir: (2 ) sistemik dolaşımdan kalbe kan akışının du­
rumu her an tespit edilir ve bu venöz dönüş eğrisi şeklin­
de gösterilir: ve (3) Şekil 20-14’de görüldüğü gibi bu iki
eğriyi kesiştirilir.
Şekildeki siyah eğriler normal kalp debisi eğrisini ve
normal venöz dönüş eğrisini temsil etmektedir. Grafikte
venöz dönüşün kalp debisine eşit olduğu yalnızca bir
nokta, A noktası, vardır ve bu noktada sağ atriyum basın­
Sağ atriyum basınccı (mm Hg) cı, kalp ve sistemik dolaşımın her ikisi için de aynıdır. Bu
ŞEKİL 2 0 - 12 nedenle, normal dolaşımda sağ atriyum basıncı, kalp
debisi ve venöz dönüşün hepsi, denge noktası denen A
Venöz dönüş eğrileri; şekilde "venöz dönüşe direnç” değişiklik­ noktası tarafından temsil edilir.
lerinin etkileri görülmektedir. (Guyton, Jones ve Coleman’ dan:
Circulatory Physiology: Cardiac Output and Its Regulation. Phi­
ladelphia, W.B. Saunders Company, 1973.) Kan Hacmi Artmasının Kalp Debisi Üzerine Etkisi

ii.m il,.. I m jtiU a i'fln il> vört • j d » i •' . :: Kan hacminin ani olarak yaklaşık yüzde 20 artması, kalp
debisini normalin yaklaşık 2,5-3 katına çıkarır. Bu etki­
nin analizi Şekil 20-14’de kesikli çizgi ile gösterilmiştir.
şık üçte birini küçük arter ve arteriyollerdeki direncin
Büyük miktarda fazladan kan infüzyonu yapıldığı anda,
belirlediği tespit edilmiştir.
Venöz dönüş aşağıdaki formülle tespit edilebilir: sistemin artmış doluluğu ortalama sistemik doluş basın­
cını (Psf) 16 mmHg’ya çıkartarak venöz dönüş eğrisini
Psf-PRA sağa kaydırır. Aynı zamanda artmış kan hacmi damarla­
VR = --------- rı genişleterek direnci azaltır ve venöz dönüşe direncin
RVR azalmasıyla eğri yukarıya doğru döner. Bu iki etkinin bir
sonucu olarak Şekil 20-14'deki venöz dönüş eğrisi sürek­
burada VR venöz dönüş, Psf ortalama sistemik doluş ba­ li çizgiden kesikli çizgiye dönüşür. Bu yeni eğri, kalp de­
sıncı, PRA sağ atriyum basıncı ve RVR venöz dönüşe di­ bisinin 2,5-3 kat arttığını ve sağ atriyum basıncının
renci temsil etmektedir. Bunların normal bir insandaki
değerleri: venöz dönüş 5 litre/dak, ortalama sistemik do­
luş basıncı 7 mmHg, sağ atriyum basıncı 0 mmHg ve ve­
nöz dönüşe direnç kan akımının litresi başına 1.4
mmHg’dır.

Venöz Dönüşe Direncin Venöz Dönüş Eğrisi Üzer­


ine Etkisi. Şekil 2 0 - 1 2 , çeşitli venöz dönüşe direnç du­
rumlarının venöz dönüş eğrisi üzerindeki etkilerini
göstermektedir, görüldüğü gibi bu direncin normalin
yarısına inmesi kan akımını iki katma çıkartır ve bu ne­
denle eğri iki kat eğimle yukarıya kayar. Tersine, diren­
cin normalin iki katma çıkması eğriyi yan eğimle aşağı­
ya kaydırır. Bununla beraber sağ atriyum basıncı orta­
lama sistemik doluş basıncına eşit olacak kadar arttığı
zaman, tüm venöz dönüşe direnç düzeylerinde venöz
dönüşün sıfıra eşit hale geldiğine dikkat ediniz, çünkü
kanın akmasını sağlayacak basınç gradyaııı olmadığı
zaman dolaşımdaki dirençler arasında fark yoktur:
akım hala sıfırdır. Bundan dolayı, kalbin yetersizlik de­
recesine bakmaksızın, sağ atriyum basıncının ulaşabile­ Sağ atriyum basıncı (mm Hg)
ceği en yüksek basınç, ortalama sistemik doluş basıncı­
na eşittir. ŞEKİL 20- 13

Venöz Dönüş Eğrisi Modellerinin Kombinasyonu. Venöz dönüş eğrilerindeki başlıca modellerin kombinasyonu;
şekilde ortalama sistemik doluş basıncı (Psf) ile ‘‘venöz dönüşe
Şekil 20-13, ortalama sistemik basınçtaki ve venöz dönü­ direnç”teki eşzamanlı değişikliklerin etkileri görülmektedir.
şe dirençteki eş zamanlı değişikliklerin venöz dönüş eğ­ (Guyton, Jones ve Coleman’ dan: Circulatory Physiology: Cardi­
risi üzerinde yaptığı etkileri, her iki faktörün eş zamanlı ac Output and Its Regulation. Philadelphia, W.B. Saunders Com­
çalışabileceğini göstermektedir. pany, 1973.)
BÖLÜM 20 • Kalp Debisi , Venöz Dönüş ve Düzenlenmeleri 219

olarak kalp debisi, A denge noktasındaki normal değe­


rinden D denge noktasındaki normalin iki katma çıkar -
ve lıenüz sağ atriyum basıncı lıemen lıe?7ien hiç değişme­
miştir. Böylece, farklı derecelerdeki sempatik uyarı kalp
debisini giderek normalin iki katına -en azından kom­
panse edici etkiler oluşuncaya kadarki kısa süre için çı­
kartır.

Sem patik inhibisyonun Kalp D ebisine Etkisi

Sempatik sinir sistemi, total spiııal anesteziyle veya sinir


impulslarının otonom gangliyonlara geçişini bloke eden
heksametonyum gibi bazı ilaçların kullanılmasıyla bloke
edilebilir. Şekil 20-15de en alttaki kısa-kesikli eğriler, to­
tal spinal anestezinin neden olduğu sempatik inhibisyo­
nun etkisini göstermektedir, buna göre ( 1 ) ortalama sis­
temik doluş basıncı yaklaşık 4 mmHg’ya düşer ve (2) kal­
ŞEKİL 20 - 14 bin pompa olarak etkinliği normalin yaklaşık yüzde
Sürekli çizgiler, kalp debisi ve venöz döniiş eğrileri normal
80’ine iner. Kalp debisi A noktasından B noktasına, nor­
olduğu zaman kalp debisi ve sağ atriyum basıncının analizini malin yaklaşık yüzde 60’ına düşmüştür.
göstermektedir. Kan hacminin yüzde yirmisine eşit bir kan
transfüzyomı, venöz dönüş eğrisinin kesikli çizgilerle gösterilen
şekle dönüşmesine neden olur; bunun sonucunda kalp debisi Büyük Bir Arteriyovenöz Fistül Açılmasının Etkisi
ve sağ atriyum basıncı A noktasından B noktasına kayar. (Psf =
ortalama sistemik doluş basıncı.) Şekil 20-16, büyük bir arteriyovenöz fistül açıldıktan
sonra oluşan dolaşım değişikliklerinin çeşitli kademele­
rini göstermektedir, buradaki fistül doğrudan büyük bir
arterle büyük bir ven arasında açılmıştır.
+8 mmHg,ya çıktığını gösteren B noktasında, kalp debisi
eğrisine eşit olmaktadır. 1. A noktasında kesişen iki eğri normal durumu gös­
termektedir.
Kan Hacmi Artışına Yanıt Olarak Başlayan Kom- 2. B noktasında kesişen eğriler, büyük fistülün açıl­
panse Edici Etkiler. Artmış kan hacminin neden oldu­ masından hemen sonraki dolaşım durumunu göster­
ğu kalp debisi artışı sadece bir kaç dakika sürer, çünkü mektedir. Başlıca etkiler ( 1 ) kanın hemen hemen hiç
bazı kompanse edici etkiler hemen o anda oluşmaya engelle karşılaşmadan büyük arterden venöz sisteme
başlar: (1) Artmış kalp debisi kapiller basıncı yükseltir, doğrudan akmasına izin verildiği zaman, periferik do­
böylece sıvı kapillerlerden doku aralarına sızmaya baş­ laşımın direnç elementlerinin çoğu atlanarak, venöz
layarak kan hacmini normale çevirir. (2 ) Venlerdeki ba­
sınç artışı, stres-gevşeme mekanizmasıyla venlerin gide­
rek genişlemesine yol açar, özellikle karaciğer ve dalak
gibi venöz kan depolarının genişlemesi neticesinde, or­
talama sistemik basınç azalır. (3) Periferik dokuların aşı­
rı kan akımı, otoregülasyonla periferik direncin artma­
sına neden olarak, venöz dönüşe direnci yükseltir. Bu
faktörler, ortalama sistemik doluş basıncının normale
dönmesine ve sistemik dolaşımdaki direnç damarları­
nın daralmasına neden olur. Böylece 10-40 dakikalık bir
sürede kalp debisi kademeli bir şekilde hemen hemen
normale döner.

Sem patik Uyarının Kalp D ebisine Etkisi

Sempatik uyarı kalp ve sistemik dolaşımın her ikisini de


etkiler: (1) Kalbi daha kuvvetli bir pompa yapar. (2) Siste­
mik dolaşımda, periferik damarların -özellikle venlerin
kasılmasıyla ortalama sistemik doluş basıncını yükseltir,
ve venöz dönüşe direnci artırır. Şekil 20-15'de, normal
kalp debisi ve venöz dönüş eğrileri koyu çizgilerle göste­
rilmektedir; bu iki eğrinin birbirlerini kestikleri A nokta­
sında normal venöz dönüş ve kalp debisi 5 litre/dak ve
sağ atriyum basıncı 0 mmHgdır. Orta dereceli sempatik
uyarı uzun-kesikli eğrilerle ve maksimum sempatik uya­ ŞEKİL 20- 15
rı noktalı-kesikli kırmızı eğrilerle gösterilmiştir.
kalp debisi üzerine (1) orta derecede sempatik uyarı- A ile C
Maksimum sempatik uyarının (kırmızı eğriler) ortala­ noktaları arası, (2) maksimal sempatik uyarı - D noktası ve (3)
ma sistemik doluş basıncını 17 mmHg'ya yükselttiğine total spinal anestezinin neden olduğu sempatik inlıibisyon-B
(venöz dönüş eğrisinin sıfır venöz dönüş seviyesine noktası. (Guyton, Jones ve Coleman’ dan: Circulatory Physi­
ulaştığı nokta ile gösterilmiştir) ve kalbin pompa etkin­ ology: Cardiac Output and Its Regulation. Philadelphia, W.B. Sa­
liğini yaklaşık yüzde 100 artırdığına dikkat ediniz. Sonuç unders Company, 1973.)
220 ÜNİTE IV • Dolaşım

D iğ e r G ra fik A n a liz le r

Kalp debisinin egzersiz sırasındaki düzenlenmesine ait


grafik analiz Bölüm 21 ’de sunulmuştur, ve kalp debisinin
konjeslif kalp yetersizliğinin çeşitli evrelerinde düzen­
lenmesine ait analizler Bölüm 22’de görülmektedir.

KALP D E B İS İN İ Ö L Ç M E Y Ö N T E M L E R İ

Hayvan deneylerinde aort, pulmoner arter veya kalbe gi­


ren büyük venlere kanül yerleştirilebilir ve herhangi bir
tipteki akım ölçer kullanılarak kalp debisi ölçülebilir. Ör­
neğin elektromanyetik veya ultrasonik akım ölçerler kalp
debisini ölçmek için aort veya pulmoner arterin üzerine
yerleştirilebilir. İnsanlarda kalp debisi nadir durumlar dı­
şında cerrahi işlem gerektirmeyen dolaylı yöntemlerle öl­
çülür. Yaygın olarak kullanılan bu yöntemlerden ikisi, ok­
sijen Fick yöntemi ve indikatör seyreltme yöntemidir.

Kalbin E lektro m an yetik veya U ltras o n ik


ŞEKİL 2 0 - 16
A kım ölçerler ile Ö lçülen N a b ız lı D ebisi
Aniden açılan büyiik bir aı teryovenöz (A-V) fistiil sonrasında,
kalp debisi ve sağ atriyum basıncında ardarda oluşan
değişikliklerin analizi. Analizin kademeleri denge noktalarıyla
Şekil 20-17, köpeğin aort kökünde elektromanyetik akı-
gösterilmiştir; (A) normal durum, (B) A-V fistüliin açılmasının mölçer kullanılarak yapılan bir kan akımı kaydını göster­
hemen sonrası, (C) sempatik reflekslerin aktive olmasından 1 mektedir. Şekilde, kan akımının sistol sırasında bir tepe­
dakika sonrası, ve (D) kan hacminin artmasından ve kalbin ye kadar hızla yükseldiği ve daha sonra sistolüıı sonun­
hipertrofiye olmaya başlamasından bir kaç hafta sonrası. (Gııy- da, saniyenin bir bölümü kadarlık bir süre için, ters yöne
ton, Jones ve Coleman' dan; Circulatory Physiology; Cardiac döndüğü görülmektedir. Bu ters akım aort kapağının ka­
Output and Its Regulation. Philadelphia, W.B. Saunders Com­ panmasına neden olur. Ters akımın küçük bir bölümü,
pany, 1973.)
koroner damarlara kan akımını sağlamak için bütün di­
yastol süresince devam eder.

Kalp Debisinin Oksijen Fick Yöntemi ile


dönüşe direncin büyük oranda azalması nedeniyle, ve­ Ölçülmesi
nöz dönüş eğrisinin aniden ve dik bir eğimle yukarıya
doğru dönmesi ve (2 ) açılan fistül, periferik direnci
Fick prosedürü Şekil 20-18’de açıklanmışür. Bu şekil,
azalttığı ve kalbin karşısındaki arteryel basıncı akut ola­
rak düşürdüğü için kalp debisi eğrisinin seviyesinde ha­ bir dakikada akciğerlerden pulmoner kana 2 0 0 mili­
fif bir artış olmasıdır. B noktasıyla temsil edilen net so­ litre oksijenin absorbe edildiğini göstermektedir. Ay­
nuç, kalp debisinin 5 litre/dak’dan 13 litre/dak’ya çık­ nı zamanda, kalbin sağ tarafına giren kanın litrede
ması ve sağ atriyum basıncında yaklaşık +3 mmHg’lık 160 mililitre oksijen konsantrasyonuna, oysa sol kalp­
artış olmasıdır. ten ayrılan kanın litrede 2 0 0 mililitre oksijen konsant­
3. C noktası sempatik sinir reflekslerinin arteryel ba­ rasyonuna sahip olduğunu da göstermektedir. Bu bil­
sıncı hemen hemen normale çevirdiği, yaklaşık 1 dakika gilerden bir litre kanın akciğerlerden geçerken 40 m i­
sonraki etkileri ve bu reflekslerin neden olduğu diğer iki
lilitre oksijen aldığı hesaplanabilir. Bir dakikada akci­
etkiyi göstermektedir: ( 1 ) tüm damarların daralmasına
bağlı olarak ortalama sistemik doluş basıncının 7 ğerlerden kana absorbe edilen oksijen miktarı 2 0 0
mmHg’dan 9 mmllg’ya çıkması neticesinde venöz dö­ mililitre olduğuna göre, 200 ün 40 a bölünmesiyle bu
nüş eğrisinin 2 mmHg sağa kayması ve (2) kalbin sempa­
tik sinirlerle uyarılması nedeniyle, kalp debisi eğrisinin
daha da yükselmesi. Bu durumda kalp debisi hemen he­
men 16 litre/dak’ya ve sağ atriyum basıncı yaklaşık 4
mmHg’ya yükselir.
4. D noktası birkaç hafta sonraki etkiyi göstermekte­
dir. Bu zaman süresince, hem arteryel basınçtaki hafif
azalmaya, hem de sempatik uyarılmaya bağlı olarak
böbreklerin idrar atımını azaltması sonucu kan hacmi
artmıştır. Bu durumda ortalama sistemik doluş basın­
cı 12 mmHg’ya çıkarak venöz dönüş eğrisini 3 mmHg
daha sağa kaydırır. Kalbin iş yükünün uzun süre art­
ması da, kalp kasında hipertrofiye yol açarak, kalp de­ Saniyeler
bisi eğrisini daha fazla yükseltir. Bundan dolayı şimdi
D noktası, hemen hemen 20 litre/dak’lık kalp debisini ŞEKİL 20 • 17
ve yaklaşık 6 mmHg’lık sağ atriyum basıncını göster­ Aort kökünden elektromanyetik akım ölçer ile kaydedilen
mektedir. nabızlı kan akımı.
BÖLÜM 20 • Kalp Debisi , Venöz Dönüş ve Düzenlenmeleri 221

Saniyeler
ŞEKİL 2 0 - 18
Kalp debisinin ölçülmesinde Fick yöntemi.
ŞEKİL 20 - 19
Seyreltme yöntemiyle kalp debisinin h esaplan m asında
kullanılan, iki ayrı boya konsantrasyonu eğrisi. (Dikdörtgen
alanlar, bu eğriler sırasında arteryel kanda hesaplanan ortala­
ma boya konsantrasyonlarıdır.)
miktar oksijeni absoıbe etmek için bir dakikada pul-
moner dolaşımdan toplam beş tane 1 litrelik kan por­
siyonu geçmelidir. Bundan dolayı, akciğerlerden bir
dakikada geçen kan miktarı 5 litredir ve bu aslında
kalp debisinin de bir ölçüsüdür. Buna göre kalp debi­ şer. Konsantrasyon sıfır noktasına ulaşmadan önce bir
si aşağıdaki formülden hesaplanabilir: miktar boya periferik damarlardan geçerek dolaşımını
tamamlamış ve ikinci defa kalbe dönmüştür. Buna bağ­
lı olarak arterdeki boya konsantrasyonu yeniden artma­
Kalp Debisi (litre/dak) ya başlar. Hesaplama yapabilmek için, eğrinin erken
Akciğerlerden bir dakikada absorbe edilen O2 (ml/dak) iniş safhasını kesikli çizgilerle gösterildiği şekilde sıfır
Arteriyovcnöz 0 2 farkı (mİ/litre kan) noktasına doğru ekstrapole etmek gerekir. Bu yöntem­
le, arterdeki boyanın zanmn-konsantrasyon eğrisi, tek­
rar dolaşım olmadan, ilk bölümde kolayca ölçülebildiği
Fick prosedürünün uygulanması için gereken gibi daha sonraki bölümde de oldukça doğru bir şekil­
karışık venöz kan, genellikle ön koldaki brakiyal de hesaplanabilir.
vene sokulan bir kataterin subklavya veninden Zaman-konsantrasyon eğrisi bir kez belirlendikten
sağ atriyuma ve sonunda da sağ ventıikül veya sonra boyanın eğri süresince arteryel kandaki ortalama
pulm oner artere yerleştirilmesiyle elde edilir. Ar- konsantrasyonu hesaplanabilir. Bu hesaplama Şekil 2 0 -
teıyel kan vücuttaki herhangi bir arterden elde 19’da üstteki eğride, tüm eğrinin altındaki alan ölçülerek
edilebilir ve solunum havasından eksilen oksije­ ve eğri süresince boya konsantrasyonunun ortalaması
nin herhangi bir tipteki oksijen ölçer kullanılarak alınarak yapılmıştır; şekilde üstteki eğrinin altında yera-
lan taranmış alandan kandaki ortalama boya konsant­
saptanm as’yla da akciğerlerde oksijenin emilim
rasyonunun yaklaşık 0,25 mg/dl ve bu ortalama değerin
hızı ölçülü iş olur. süresinin 12 saniye olduğu görülebilir. Bir desilitresinde
0.25 mg boya taşınan kanın 5 ıııg boyanın tümünü 12 sa­
niyede kalp ve akciğerlerden geçebilmesi için kanın 1 -
İn d ik atö r S e yreltm e Y ö n tem i desilitrelik porsiyonlarından, toplam 2 0 tanesinin bu sü­
re içinde kalpten geçmesi gerekmektedir, kalp debisine
Kalp debisinin indikatör seyreltme yöntemiyle ölçül­ eşit olan bu miktar 2 litre/ 1 2 saniye veya 1 0 litre/dak’dır.
mesinde küçük bir miktar indikatör, örneğin boya, bü­ Şekil 20-19’da alttaki eğriden kalp debisi hesaplaması­
yük bir vene veya tercihen sağ atriyuma enjekte edilir. nı okuyucuya bırakıyoruz.
Bu boya süratle sağ kalbe, akciğerlere, sol kalbe ve so­ Özelle kalp debisi aşağıdaki formül kullanılarak belir­
nunda arteryel sisteme geçer. Daha sonra periferik ar­ lenebilir:
terlerin birinden geçen boyanın konsantrasyonu kay­
dedilerek Şekil 20-19’da görülen kırmızı eğrilerden biri­
Kalp debisi (ml/dak.) =
ne benzeyen bir eğri elde edilir. Bu örneklerin her iki­
sinde de sıfır zamanda 5 miligram Cardio-Green boyası
enjekte edilmiştir. Üstteki kayıtta, enjeksiyondan son­ Enjekte edilen boya (mg) x 60
raki yaklaşık 3 saniye içinde arteryel sisteme hiç boya
Eğri süresince bir mililitre \ / Eğrinin

(
geçmemiş, fakat daha sonra arteryel boya konsantras­
yonu yaklaşık 6-7 saniye içinde hızla maksimuma çık­ kandaki ortalama boya j x j süresi
mıştır. Bundan sonra boya konsantrasyonu süratle dü­ konsantrasyonu I \ sn
222 ÜNİTE IV • Dolaşım

REFERANSLAR
B an et M , Guyton A C : E ffe c t o f body m etabo­ (ed): H andbook o f Physiology. S e c 2, V ol. Joh n son R G , K ronias E G : C ard iac S arcop las­
lism on cardiac output: R o le o f the central 2. Baltim ore. W illiam s & W ilkin s, 1963, m ic Reticulum and R egu lation o f C ontrac­
nervous system . Am J Physiol 2 2 0 :6 6 2 , p 1099. tility. New Y ork: New Y o rk A cadem y o f
1971. Guyton A C : Determ ination o f cardiac output S cien ce s, 1998.
B ish o p V S , Ston e H L: Q uantitative description by equating venous return curvcs with ca r­ Jow ett N l: C ardiovascular M onitoring. L o n ­
o f ventricular output curves in co nsciou s diac response curves. Physiol R ev 3 5 :1 2 3 , don: W hurr Publisher, 19 97.
dogs. C irc Res 2 0 :5 8 1 , 1967. 1955. Kern M J: Interventional Physiology Rounds:
Brady A J: M echan ical properties o f isolated G uyton A C , Jo n es C E , C olem an T G : C ircu la­ Case Studies in C oronary Pressure and
cardiac m yocytes. Physiol R e v 7 1 :4 1 3 , tory Physiology: Cardiac Output and Its Flow for C lin ical P ra ctice: New Y ork:
1991. Regulation. Philadelphia: W B Saunders C o, W ile y -L iss, 1998.
A bd el-aleem S, L o w e J E : Cardiac M etabo lism 1973. M aruyam a Y , Hori M . Ja n ick i JD : C ard iovas­
in H ealth and D isease. Bo ston : K luw er A c ­ G uyton A C , Colem an T G , G ranger H J: C ircu ­ cular Rem odeling and Fu nctional Interac­
lation: overall regulation. Annu Rev Physiol tion. T ok yo : Springer, 1997.
adem ic publishers, 1998.
3 4 :1 3 , 1972.
Brow n H. K ozlow ski R, D avey P: Physiology N elson L D : T h e new pulm onary arterial cathe­
G uyton A C , C olem an T G , C ow ley A W Jr. et
and Pharm acology o f the H eart. O xford: ters: right ventricular e je c tio n fraction and
al: System s analysis o f arterial pressure reg­
B lackw ell S c ie n c e , 1997. continuous cardiac output. C rit C are Clin
ulation and hypertension. Ann Biom ed Eng
Fallon J T : C ardiovascular Pathophysiology. 1 2 :7 9 5 , 1996.
1:254. 1972.
' Philadelphia: J B Lippincott, 1994. Prather JW , T ay lo r A E , G uyton A C : E ffe ct o f
Guyton A C , G ranger H J, C olem an T G : A uto­
F igu lla H R, S ch o lz K H : C irculatory Support blood volum e, mean circulatory pressure
regulation o f the total system ic circulation
D evices in Interventional C ardiology. Far­ and stress relaxation on cardiac output. Am
and its relation to control o f cardiac output
mington, C T : S . K arger Publishers Inc, J Physiol 2 1 6 :4 6 7 , 1 9 69.
and arterial pressure. C irc Res 28:(Su p p l
1994. R o th e C F : M ean circulatory filling pressure: its
1)93, 1971.
Grodins F S : Integrative cardiovascular physiol­ Guyton AC et al: R elative im portance o f v e­ meaning and m easurem ent. J Appl Physiol
ogy: a m athem atical synthesis o f cardiac nous and arterial resistance in controlling 7 4 :4 9 9 . 1993.
and blood vessel hem odynam ics. Q Rev venous return and cardiac output. Am J R oth e C F : R efle x control o f veins and vascular
B iol 3 4 :9 3 , 1959. Physiol 1 9 6 :1 0 0 8 , 1959. capacitan ce. Physiol R ev 6 3 :1 2 8 1 , 1983.
Guyton A C : An overall analysis o f a card io­ Guyton A C et al: Venous return at various van Oppen A C , Stigter R H , Bruinse H W : C ar­
vascular regulation. A nesth A nalg 5 6 :7 6 1 . right atrial pressures and the normal venous diac output in normal pregnancy: a critical
1977. return curve. Am J Physiol 1 8 9 :6 0 9 , 1957. review . O bstet G yn ecol 8 7 :3 1 0 , 1996.
Guyton A C : R egulation o f card iac output. N Jansen JE : T h e thermodilution method for the W illerson J T . C ohn JN : Cardiovascular M cdi-
Engl J M ed. 2 7 7 :8 0 5 , 1967. clin ical assessm ent o f cardiac output. Inten­ cin c. New Y ork: Churchill Livingstone,
Guyton A C : Venous return. In : H am ilton W F sive C are Med 2 1 :6 9 1 . 1995. 1994.
Egzersizde Kas Kan Akımı ve
Kardiyak Debi; Koroner Dolaşım
ve iskemik Kalp Hastalığı

Bu bölümde, iskelet kasındaki kan akımı ve kalp Egzersizin kas kontraksiyonu fazında akımın
kasındaki koroner kan akımını tartışacağız. Bu böl­ azalm asının nedeni, kasılmış olan kasın damarlara
gelerdeki kan akımı, tem el olarak, dokuların meta- bası yapmasıdır. Kan damarları üzerinde uzun sü­
bolik gereksinimlerince düzenlenen lokal damar ren basıya neden olan güçlü tetanik kontraksiyon
direnci tarafından denetlenir. sırasında kan akımı tümüyle durabilir.
Ayrıca, (1) egzersiz sırasında kalp debisinin kont­
rolü, (2) kalp krizinin özellikleri ve (3) anjina pekto- Egzersiz Sırasında Kas K apillerinin Açılması.
ıis ağrısı gibi bununla ilişkili bazı konular da bu b ö ­ D inlenm e sırasında bazı kas kapillerlerinde akım
lümde tartışılmışür. çok azdır ya da hiç görülmez. A ncak yoğun egzer­
siz sırasında tüm kapillerler açılır. Bu kapalı ka-
pillerlerin açılmasıyla oksijen ve diğer besinlerin
geçm eleri gereken uzaklık da azalır ve besinlerin
kandan kasa diffüze olabileceği alan iki yada üç
İSKELET KASLARINDA KAN AKIMI VE kat artabilir.
EGZERSİZ SIRASINDA DÜZENLENMESİ

Çok ağır egzersiz, norm al dolaşım sistem inin karşı­ İskelet Kaslarında Kan Akımının
laştığı en stresli durumdur. Bu gerçekten doğrudur, Kontrolü
çünkü bazı egzersiz koşullarında kas kan akımı 2 0
kat artabilir (bu, vücutta herhangi bir dokudaki ar­ Lokal D üzenlem e-K asda O ksijenin A zalm ası
tıştan daha fazla bir artıştır) ayrıca vücuttaki iskelet A kım ı Büyük Ölçüde A rtırır, isk elet kası aktivi-
kas kitlesi çok fazladır. Bu iki etkenin birlikte bulu­ tesi sırasında görülen kan akım ındaki büyük a r­
nuşu, norm al sağlıklı bir erişkinde, toplam kas kan tış, lokal kimyasal etkenlerin doğrudan kas arte-
akımını norm al değeri olan 1 lt/dk’dan ağır egzer­ ıiyolleri üzerine etki ederek vazodilatasyona yol
siz sırasında 20 lt/dk’ya yükseltebilir. Bu düzey, açm asına bağlıdır.
atlet olmayan bir bireyde normal kalp debisini beş Kas kasılması sırasında kan akımındaki bu lokal
kat, iyi antrenm anlı bir atlette 6-7 kat artırmaya ye­ artış, muhtemelen birkaç faktörün aynı anda etkili
tecek bir düzeydir. olmasına bağlıdır. Bu etkenlerin en önem lilerinden
biri, kas dokusunda oksijen konsantrasyonunun
azalmasıdır. Kas aktivitesi sırasında kas, oksijeni
Kaslarda Kan Akımının Hızı hızla kullanılır, bu nedenle doku sıvılarında oksijen
konsantrasyonu düşer. Bu azalma, ya oksijen yok­
D inlenm e durum unda kaslar ortalam a 3-4 luğunda damar duvarının kasılı kalması olanaksız
ml/dak/100 gr kas dokusu kadar kan alır. Yoğun eg­ olduğundan, ya da oksijen eksikliğinde bazı vazo-
zersiz sırasında bu hız 15-25 kat artarak 50-80 dilatatör maddelerin salgılanması nedeniyle, vazo­
ml/dak / 1 0 0 gr kas dokusu düzeyine yükselebilir. dilatasyona yol açar. Geçtiğimiz yıllarda en yaygın
biçim de önerilen vazodilatatör madde, adenozin-
Kas Kontraksiyonları Sırasında Aralıklı Kan dir ama yapılan deneyler, kas arterine doğrudan
Akım ı. Şekil 21-1 şiddetli ritmik kas egzersizi sıra­ infüze edilen çok büyük miktarlardaki adeııozinin
sında insan baldır kasında kan akımı değişiklikleri­ bile iki saatten daha uzun süre vazodilatasyon sağ­
nin kaydedildiği bir çalışmayı göstermektedir. Akı­ layamadığını göstermiştir. Ayrıca, kasların kan da­
mın her kontraksiyon sırasında artıp azaldığına marları adenozinin vazodilatatör etkilerine karşı
dikkat ediniz, kontraksiyon fazı azalmayla, gevşe­ duyarsızlaştırılsa bile, bazı damarların kas aktivite-
me fazı artmayla eşleşmektedir. Ritmik kasılmala­ siııe karşı tam vazodilatasyon yanıtı verebildikleri
rın sonunda, kan akımı birkaç saniye daha yüksek gözlenmiştir.
kalmakta ancak bunu izleyen birkaç dakika içinde Kas kasılması sırasında aktive olan diğer vazodi­
yavaşça norm ale inmektedir. latatör faktörler arasında, potasyum iyonları, ase-

223
224 ÜNİTE IV • Dolaşım

dolaşım sistemi üzerinde üç tem el etki ortaya çı­


kar: ( 1 ) bütün vücutta sempatik sinir sistem inin
kitle deşarjı sonucu dolaşımın uyarılması (2 ) arter-
yel basıncın artması ve (3) kalp debisinin artması.

K itle S e m p a tik D eşarjının E tk ile ri

Egzersizin başında, yalnızca beyinden kasların ka­


sılmasını sağlayan sinyaller kaslara iletilmekle kal­
maz, beyindeki kas kontrol merkezlerinden kalkan
bazı sinyaller vazomotor merkeze iletilerek kitle
sempatik deşarjını başlatır. Eş zam anlı olarak, kal­
Dakika be iletilen parasempatik uyarılar büyük ölçüde
Ş E K İL 21 - 1 baskılanır. Sonuçta dolaşımda üç önem li etki orta­
Güçlü ritmik koııtraksiyonlar sırasında bir bacağın baldırında ya çıkar.
kas egzersizinin kan alanına etkileri. Kontraksiyon sırasındaki Birincisi, kalbin parasempatik etkiden kurtulma­
kan akımı, koııtraksiyonlar arasındaki akımdan çok daha azdır. sı ve kalp üzerindeki sempatik etkinin artması so ­
(Barcroft ve Dornhorst’tan: J Plıysiol 109:402 1949)
nucu kalp hızında ve kasılma gücünde büyük artış
olur, kalp uyarılır.
İkincisi, aktif kaslarda lokal vazodilatatör etkiler
tilkolin, adenozin tıifosfat (ATP), laktik asit ve kar­ tarafından dilate edilen arteriyoller dışında, perife-
bon dioksit bulunmaktadır. Bu maddelerden her rik dolaşım arteriyollerinin çoğunda güçlü vazo­
birinin kas aktivitesi sırasındaki kas kan akımı artı­ konstriksiyon ortaya çıkar. Böylece kalp, kasların
şını kantitatif olarak ne oranda etkilediğini henüz gereksindiği kan akımını sağlamak üzere uyarılır ve
bilmiyoruz; bu konu daha ayrıntılı olarak Bölüm vücudun kas dışı dokularında kan akımı azaltılarak
17'de tartışılmıştır. bu bölgelerin kanı geçici olarak kaslara "ödünç ve­
rilir". Bu etki, kaslara fazladan 2 litre/dk kan sağlar.
Kas Kan Akımının Sinirsel Kontrolü. Lokal doku Bu artışın önemini, yaşamını kurtarmak için koşan
düzenleme mekanizmalarına ek olarak, iskelet kas­ bir kişiyi düşündüğümüzde daha iyi anlayabiliriz.
larında sempatik vazokonstıiktör ve bazı hayvan Bu kişi için koşma hızındaki küçük bir artış bile ya­
türlerinde sempatik vazodilatatör sinirler bulunur. şamla ölüm arasındaki sınırı belirler. Periferik da­
mar yatağındaki iki bölge, koroner ve serebral sis­
Sem patik Vazokonstıiktör Sinirler. Sempatik vazo- temler bu vazokonstıiktör etkinin dışındadır, çü n ­
konstriktör sinir lifleri norepinefrin salgılarlar ve kü bu bölgelerde vazokonstıiktör inervasyon zayıf­
maksimal olarak uyarıldıklarında kasın kan akımını tır. Böyle olması gereklidir de çünkü egzersiz sıra­
normalin yarısı ile dörtte birine kadar azaltabilirler. sında iskelet kasları kadar kalp ve beyin de önem li­
Bu oranlar, sempatik sinirlerin, vücudun başka bazı dir.
alanlarında kan akımını tümüyle durduracak kadar Üçüncüsii, venlerin kas çeperleri ve dolaşım ın d i­
şiddetli vazokonstriksiyona yol açtığı göz önüne alı­ ğer depo bölgeleri güçlü biçim de kon trakte olarak
nırsa, fazla yüksek değildir. Ancak bu düzeydeki bir ortalam a sistem ik doluş basıncını büyük oranda
vazokonstriksiyon bile, kasların çoğuna giden kan artırırlar. Bölüm 20’de öğrendiğimiz gibi, bu, kanın
akımının azalmasının istendiği dolaşım şoku ve kalbe venöz dönüşünü artıran en önem li faktörler­
başka tip streslerde fizyolojik açıdan önem taşır. den biridir, böylece kalp debisi artar.
Sempatik vazokonstıiktör sinir sonlanmalarında
salgılanan norepinefrine ek olarak, yoğun egzersiz
E gzersiz Sırasında A rte ry e l Kan
sırasında böbreküstü bezi medullasından çok mik­
tarda norepinefriıı ve bunun birkaç misli epinefrin,
B asıncının A rtış ı-A rta n S e m p a tik
dolaşıma salgılanır. Dolaşımdaki norepinefrin, doğ­ A k tiv ite n in Ö n e m li Bir S on u cu
rudan sempatik sinir uyarılması sonucu salgılanan
norepinefrin gibi, vazokonstıiktör etki gösterir. Oysa Egzersiz sırasında sempatik aktivite artışının en
epinefrin, hafif ya da orta derecede bir vazodilatatör önem li etkilerinden biri, arteryel basıncı artırm ası­
etkiye sahiptir, çünkü vazokonstıiktör alfa reseptör­ dır. Bu artış, bir çok uyarıcı etkiden kaynaklanır. Bu
lerine bağlanan norepinefrinin tersine, daha çok etkiler arasında şunlar sayılabilir: ( 1 ) aktif kas do­
damarların vazodilatatör beta reseptörlerini uyarır. kusunda ve vücuttaki dokuların çoğunda arteıiyol
Bu reseptörler Bölüm 60’da tartışılmıştır. ve küçük arterlerin vazokonstriksiyonu (2 ) kalbin
pompa aktivitesinin artması (3) tem el olarak venöz
kontıaksiyoııa bağlı olarak ortalam a sistem ik doluş
Egzersiz Sırasında Dolaşımın Yeniden basıncındaki büyük artış. Bu faktörler birlikte etki­
Ayarlanması li olarak egzersiz sırasında kan basıncını daima ar­
tırırlar. Bu artış 20 mmHg kadar küçük, 80 mmHg
Egzersiz sırasında kasların gereksinim duyduğu kadar büyük olabilir. Artışın düzeyi, egzersizin ger­
büyük miktarda kan akımını karşılayabilmek için çekleştirildiği koşullara bağlıdır. Bir birey egzersizi
BÖLÜM 21 • Egzersizde Kas Kan Akımı ve Kardiyak Debi; Iskemide Koroner Dolaşım 225

gergin koşullar altında yapıyor ama yalnızca birkaç Arteryel kan basıncının, egzersiz sırasında genel­
kasını kullanıyorsa, sempatik yanıt tüm vücutta et­ likle olduğu gibi %30 oranında arttığını varsaya­
kili olacak, ama vazodilatasyon, yalnızca aktif olan lım. Bu % 30’luk artış, kanı doku dam arlarına %30
bu birkaç kas grubunda ortaya çıkacaktır. Bu du­ oranda daha büyük bir güçle itecektir. Bu, basınç
rumda net etki, vazokonstriksiyondur ve ortalam a artışının en önemli etkisi değildir, çünkü basınç,
aı teıyel kan basıncı 170 mmHg’ye kadar çıkabilir. kan damarlarını dilate ederek akımda ayrıca bir
Böyle bir durum, bir merdivenin üzerinde başının % 1 0 0 'lük artışa neden olur. Böylece sekiz kat art­
üstündeki bir yere çivi çakan bir insanda ortaya çı­ mış kan akımının %30 artmasıyla artış 10.4 kata
kabilir. Bu durumdaki gerginlik belirgindir ve kas yükselir, bunun da ikiye katlanm asıyla artış yirmi
vazodilatasyonu görece olarak azdır. kattan fazla olabilir.
Diğer yandan, koşu ya da yüzme gibi tüm bede­
nin katıldığı bir egzersiz yapan bireyde, aı teı yel ba­ Eazersiz Sırasında K alp D e b is i A rtışın ın
sınçtaki artış yalnızca 20-40 mmHg arasında ger­ Ö nem i
çekleşir. Basınçta büyük bir artış görülmemesinin
nedeni büyük kas kitlelerinde ortaya çıkan aşırı va-
Egzersiz sırasında bir çok farklı fizyolojik etki, eg­
zodilatasyondur.
zersizin şiddeti attıkça kalp debisini de artırır. D e­
Seyrek rastlanan bazı durumlarda bazı birey­
bideki bu artış, çalışan kasların gereksindiği çok
lerde sem patik sinir sistem i ya cerrahi m üdahale
miktarda oksijen ve diğer besinlerin kaslara ulaş­
son ucu ya da konjenital olarak bulunm ayabilir.
ması için gereklidir. Aslında, kas işinin perform an­
Böyle bir birey egzersiz yaptığı zam an, arteryel
sının belirlenmesinde, dolaşım sistem inin ağır eg­
b asın ç artacağı yerde düşer - bazen norm alin ya­
zersiz sırasında kalp debisini artırma yeteneği, ka­
rısına kadar - ve kalp debisi, norm alin yalnızca
sın kendi gücü kadar önemlidir. Örneğin kalp debi­
üçte biri oranında artar. Bu durumda, egzersiz sı­
sini artırabilen maraton koşucularının çoğu rekor
rasında sem patik aktivite artışının ve arteryel
kırabilmektedir.
b asın ç artışının önem i kolayca anlaşılabilir.
Ağır Egzersizde Kalp Debisi Değişikliklerinin
Egzersiz Sırasında Kan Basıncının A rtışı Grafik Analizi. Şekil 21-2, ağır egzersiz sırasında
N ed e n Ö nem ledir? Laboratuar deneylerinde ortaya çıkan büyük değişikliklerin grafik analizini
kaslar m aksimal olarak uyarıldığı halde kan basın­ göstermektedir. A noktasında kesişen siyah kalp
cı artışı engellenirse kan akımı nadiren sekiz kat debisi ve venöz dönüş eğrileri norm al dolaşımın
kadar artabilir. Oysa, maraton koşucularında, din­ analizini, B noktasında kesişen kırmızı eğriler ağır
lenm e durumunda tüm vücutta 1 lt/dk olan akı­ egzersiz analizini, vermektedir. Kalp debisindeki
m ın maksim al egzersiz sırasında 2 0 lt/dk’ya kadar büyük artış için, hem kalp debisi eğrisinin hem de
çıktığı bilinmektedir. Bu durumda egzersiz sırasın­ venöz dönüş eğrisinin büyük oranda değişmesi ge­
da kan akımının basit laboratuvar deneyleri sıra­ rektiğine dikkat ediniz.
sındaki artıştan çok daha fazla olabildiği kolayca Kalp debisi eğrisindeki artış düzeyini anlam ak
görülmektedir. Aradaki fark nedir? Fark, norm al kolaydır. Bu artış hem en h em en tam am en sem ­
egzersiz sırasında kan basıncının da artmasıdır. patik uyarı sonucu n abzın 170-190/dakikaya,

Ş E K İL 21 -2
Ağır egzersizin başlangıcında
sağ atriyum basıncı ve kalp de­
bisindeki değişikliklerin grafik
analizi. Siyah eğriler normal
dolaşım, kırmızı eğriler ağır eg­
zersiz.
226 ÜNİTE IV • Dolaşım

kalbin kasılm a gücünün ise iki kat artm asına Koroner Kan Akımının Fizyolojik
bağlıdır. D ebi eğrisinde artış göıülm eseydi, kalp
Anatomisi
debisindeki artış norm al kalbin plato düzeyiyle
sınırlı olacaktı ve kalp debisindeki artış 4 kat ye­
Şekil 21-3 kalbi, koroner dam arlarla birlikte gös­
rine (bazı m araton koşucularında 7 kat) yalnızca
termektedir. Ana koroner arterlerin kalbin yüze­
2,5 kat olacaktı.
yinde yer aldığına ve daha küçük arterlerin yüzey­
Şimdi venöz dönüş eğrilerine bakalım. Normal
den kalp kası içine penetre olduğuna dikkat edi­
venöz dönüş eğrisinde hiç bir değişiklik olmasaydı niz. Kalp besleyici desteğini tam am en bu arterler­
egzersiz sırasında kalp debisi pek yükselemezdi. le alır. Endokaıd yüzeyindeki yalnızca l/ıo m m ka­
Çünkü normal eğrinin en üst plato düzeyi yalnızca lınlıktaki bir bölge doğrudan kalp boşlukları için ­
6 litre/dakika’dır. Bu eğride iki önemli değişiklik or­
deki kandan yeterli besini alabilir bu nedenle ka­
taya çıkar: sın bu şekilde beslenm esi fazla ö n em taşımaz.
Sol koroner arter, sol ventıikülün ön ve yan bölü­
1. Ağır egzersizin başlangıcında ortalam a siste- mlerini beslerken sağ koroner arter sağ ventrikülün
mik doluş basıncı büyük ölçüde artar. Bu, kısmen büyük bir bölümünü ve insanların % 80-90’ında sol
venleıin ve dolaşımın diğer kapasitif bölgelerinin ventrikülün arka bölümünü besler.
sem patik uyarılmasından kaynaklanır. Ayrıca karın Sol ventıikülden gelen venöz kan akımının bü­
kaslarının ve diğer kasların gerilmesi birçok iç or­ yük bölümü koroner sin üs yoluyla toplanır (toplam
gan damarlarına basınç yapar, böylece tüm kapasi­ koroner kan akımının % 75’i) sağ ventrikülden ge­
tif sistem üzerine daha fazla basınç uygulanması len venöz kan ise, koroner sinüse değil, küçük an-
sağlanarak ortalama sistemik doluş basıncı daha teriyor kardiyak nenlerle doğrudan sağ atriyuma
da artırılır. Maksimal egzersizde bu iki etken birlik­ dökülür. Koroner kan akımının çok küçük bir bölü­
te etki göstererek normalde 7 mmHg olan ortalama mü küçük thebesian v o d er aracılığıyla kalbe geri
sistem ik doluş basıncını 30 mmHg’ye kadar yük­ döner. Bu venler tüm kalp boşluklarında doğrudan
seltebilir kalbin içine boşalırlar.
2. Venöz dönüş eğrisinin eğimi yukarı doğru dö­
ner. Bu, aktif kas dokusundaki hem en bütün kan
damarlarında direncin azalmasından kaynaklanır. Normal Koroner Kan Akımı
Bu, venöz dönüşe direnci azaltır, böylece venöz dö­
nüş eğrisinin eğimi artar. İnsanda ortalama dinlenme koroner kan akımı 225
O rtalam a sistem ik doluş basın cın ın artm ası ve ml/dk.’dır, bu değer toplam kalp debisinin %4-
venöz dönüşe direncin azalm asının ortak etki­ 5'idir.
siyle venöz dönüş eğrisinin düzeyi tümüyle yük­ Ağır egzersiz sırasında genç bir erişkinde kalp
selir. debisi dört-yedi kat artabilir ve bu kan daha yük­
sek bir arteıyel basınca karşı pom palanır. Sonuç
Venöz dönüş eğrisi ve kalp debisi eğrisindeki olarak kalp, ağır koşullar altında iş kapasitesini 6 -
değişikliklere yanıt olarak sağ atriyum basıncı ve 8 kat artırabilir. Koroner kan akım ı kalbin gerek­
kalp debisi arasında şekil 2 1 -2 ’de B noktasıyla gös­ sinim duyduğu besinleri sağlayabilm ek için üç-
terilen yeni bir denge durumu oluşur. A noktası döı t kat artabilir. Bu artış iş yükünün artışı kadar
ise norm al düzeydeki dengeyi gösterm ektedir. fazla değildir. Bu, koroner kan akım ının kalbin
Özellikle sağ atriyal basıncın çok az değiştiğine enerji harcam asına oranının azaldığı anlam ına
dikkat edin, artış yalnızca 1,5 mmHg kadardır.
G erçekte kalbi güçlü olan bir bireyde, sağ atriyum
basıncı, egzersiz sırasında kalpteki sem patik uya­
rının büyük ölçüde artışı nedeniyle norm alin de
altına düşer.

KORONER DOLAŞIM

Zengin batılı ülkelerde tüm ölümlerin üçte biri ko­


roner arter hastalıklarından kaynaklanmaktadır ve
hem en hem en bütün yaşlıların koroner arter dola­
şımlarında en azından bir ölçüde bozulma görül­
mektedir. Bu nedenle, koroner dolaşımın fizyoloji­
si ve fizyopatolojisi, tıbbın en önemli konularından
biridir.
Koroner damarlar
BÖLÜM 21 • Egzersizde Kas Kan Akımı ve Kardiyak Debi; iskemide Koroner Dolaşım 227

gelir. Kan akım ındaki bu görece azalmayı denge­


Epikardiyal koroner arterler
lem ek üzere kalpte en erji kullanım ının “verim li­
liği” artar.

Koroner Kan Akımında Fazik Değişiklikler-Kalp


Kası Basısının Etkisi. Şekil 21-4 insanda sol ventri-
küler koroner sistemdeki besleyici kapillerlerden,
sistol ve diyastol sırasında geçen bir dakikadaki kan
akımını, daha alt grup hayvanlara ait deneylerden Subendokardiyal arteryel pleksus
uyarlanmış olarak göstermektedir. Bu çizimde, sol
ventrikülde kan akımının, vücudun diğer damar ya­
taklarında görülenin tersine sistol sırasında düşük Ş E K İL 21 - 5
bir düzeye indiğine dikkat ediniz. Bunun nedeni, sol Epikardiyal, intramüsküler ve subendokardiyal koroner damar
yapısının şeması.
ventrikül kasının sistol sırasında intramüsküler da­
marlara güçlü bir bası uygulamasıdır.
Diyastol sırasında, kalp kası gevşer ve sol ventri­
kül kapillerleıindeki tıkanıklık ortadan kalkar, kan
bütün diyastol boyunca damarlardan serbestçe basınca eşitken, en dış tabakada atm osfer b asın ­
cından yalnızca biraz yüksektir. Bu basınç gradya-
akar.
Sağ ventriküldeki kapillerde de kan akımı kalp nının önemi, kalp kasının iç katların da intranıiyo-
siklüsüne göre fazik bir değişiklik gösterir ancak kardiyal basıncın dış katların da oran la ço k yüksek
sağ ventrikülün kasılma gücü, sol ventrikülünkin- olm ası ve subendokardiyal bölgelerdeki d a m a rla ­
den çok daha az olduğu için, bu zıt fazik değişiklik­ rın d a h a fa z la basıya uğramasıdır.
ler kısmen ortaya çıkar. Şekil 21-5 kalp kasının faiklı derinliklerinde yer
alan koroner damarların özel düzenlenmesini gös­
Epikardiyal ve Subendokardiyal Kan A kım ları­ termektedir. Kalbin yüzeyindeki geniş epikardiyal
nın Karşılaştırılması-İntramiyokardiyal Basın­ koroner arterler kalbi besler. Daha küçük intra-
cın Etkisi. Kalp kontraksiyonu sırasında, tüm kalp muskuler arterler kasa penetre olarak endokarda
kası ventriküllerin merkezine doğru sıkışır. Bu du­ kadar yolu üzerindeki bölgelere gerekli besinleri
rumda ventrikül boşluğunun hem en altındaki kas sağlar. Endokardın hem en altında subendokardi­
tabakası (subendokardiyal tabaka) kanı sıkıştırır, yal arter pleksusu bulunur. Sistol sırasında kalp ka­
ventrikülün ortalarında yer alan tabaka hem vent­ sı kontıaktil güçlerinin yüksek olduğu sol ventri­
rikül içindeki kanı hem de subendokardiyal kas ta­ külde, subendokardiyal pleksusda kan akımı h e ­
bakasını sıkıştırır. Kalbin en dışındaki kas tabakası men hem en sıfıra düşer. Sistol sırasında akımın
ise ventrikül içindeki kam, subendokardiyal kas ta­ böyle tam am en durmasını kompanse etm ek üzere
bakasını ve ortadaki kas tabakasını sıkıştırır. Bu subendokardiyal arteriyel pleksus, orta ve dış bes­
durumda sistol sırasında kalp kası içinde bir doku leyici arterlere göre daha geniştir. Böylece, diyastol
basınç gradyanı gelişir, subendokardiyal kas tab a­ sırasında subendokardiyal arterlerde kan akımı dış
kasında basınç hem en hem en ventrikül içindeki tabakalardaki arterlere oranla önemli ölçüde fazla
olur. Bu bölümde daha sonra, subendokardiyal ve
epikardiyal arterler arasındaki bu kan akımı farkla­
rının koroner iskeminin belli tiplerinde önem li rol
oynadığını göreceğiz.

Sol ventrikül
300- kapillerlerl Koroner Kan Akımının Kontrolü

Lokal M e ta b o liz m a , K o ro n e r Kan


A kım ın ın Tem el B e lirle y ic is id ir
E 200-

Koroner sistemde kan akımı hem en hem en tümüy­


le kalp kasının besin gereksinimine yanıt olarak or­
100-
taya çıkan lokal vazodilatasyon tarafından düzen­
lenir. Bu mekanizma kalbe gelen sinirler ister sağ­
lam olsun, isterse kesilmiş olsun aynı düzeyde işlev
görür. Yani, nedeni ne olursa olsun kasılma gücü­
nün artışı, koroner kan akımı hızının da eşzamanlı
Sistol Diyastol olarak artışına yol açar. Tersine, aktivitenin azalm a­
Ş E K İL 21 -4 sına kan akımında azalma eşlik eder. Kan akımının
bu lokal düzenlenmesi, özellikle vücudun tüm ün­
Kardiyak sistol vcdiyastol esnasında, insan sol ventrikülünün
koroner kapillerlerindeıı fazik kan akımı (köpek çalışmalarının deki iskelet kas kitlesinde olduğu gibi, diğer doku­
sonuçlarından uyarlanmıştır.) larda görülenlerle özdeştir.
228 ÜNİTE IV • Dolaşım

Oksijen Gereksinimi Lokal Koroner Kan Akımı Çoğu kez doğrudan etkilere zıt yönde olan dolay­
Düzenlenmesinde Temel Bir Faktördür. Koroner lı etkiler ise koroner kan akımının norm al kontro­
kan akımı, hemen hemen tümüyle kasın oksijen ge­ lünde çok daha önemli bir rol oynar. Noropinefriıı
reksinimiyle orantılı olarak düzenlenir. Normal din­ salınmasına yol açan sem patik uyarı hem kalp fre­
lenme koşulları altında bile, kan kalp kası içinden kansını hem de kasılma gücünü, m etabolizm a hı­
geçerken, koroner arter kanındaki oksijenin yaklaşık zıyla birlikte artırır. Kalp aktivitesinin artması, lokal
%70'i tutulur. Geride alınabilecek daha fazla oksijen kan akımını düzenleyici mekanizm aların vazodila­
kalmadığı için, kan akımı artmadıkça kalp kasının tasyon yönüne kaymasına ve kan akımının kalp ka­
daha fazla oksijenlenmesi mümkün değildir. Kan sının metabolik gereksinimleri oranında artmasına
akımı, hem en hemen tamamen kalbin metabolik neden olur. Tersine, vagal uyarı asetil kolin serbest­
oksijen tüketimiyle orantılı olarak artar. lemesine yol açar, asetil kolin, kalbi yavaşlatır ve
Aitmiş oksijen tüketiminin hangi mekanizmayla kasılma gücünü biraz azaltır. Bu etkiler kalbin oksi­
koroner dilatasyona neden olduğu kesin olarak b i­ jen gereksinimini azaltır, böylece dolaylı olarak ko­
linmemektedir. Birçok araştırıcı, kalpdeki oksijen ronerlerin daralmasına yol açar.
konsantrasyonunun azalmasının, kas hücrelerin­
den bazı vazodilatör maddelerin serbestleıım esine Sinirsel Uyarıların K oroner Dam arlar Üzerine
yol açtığını, bu maddelerin arteriyolleri dilate etti­ Doğrudan Etkisi. Parasempatik (vagal) sinir lifle­
ğini öne sürmektedir. Vazodilatatör etkisi en fazla rinin ventıiküler damarlar üzerine dağılımı az ol­
olan maddelerden biri, adeııozindir. Kalp kasında duğu için p arasem patik stimulasyon doğrudan et­
oksijen konsantrasyonu çok düştüğü zaman hücre­ kiyle koroner arterleri çok az oran da dilate edebilir.
lerin büyük bölümünde ATR adenozin monofosfa- Koroner damarlar üzerine sem patik sinir dağılı­
ta yıkılır. Bu maddenin bir miktarı da daha da kü­ mı çok daha fazladır. Bölüm 6 0 ’da, sem patik siste­
çük parçalara bölünerek kalp kasının doku sıvıları­ min nörotransm iteıi olan norepinefrin ve epinefıi-
na adenozin’in serbestlem esine yol açar. Adenozin, nin, kan damarı duvarında dilatatör ya da konstrik-
vazodilatasyonu sağladıktan sonra büyük bir ço ­ tör reseptör bulunm asına bağlı olarak, ya vazodila­
ğunluğu kalp hücreleri tarafından yeniden kulla­ tatör ya da vazodikonstıiktör etki gösterebileceğini
nılmak üzere geri emilir. göreceğiz. Konstıiktör reseptörler alfa reseptörleri,
Adenozin saptanan tek vazodilatatör madde de­ dilatatör reseptörler beta reseptörleri adını alır. Ko­
ğildir. Diğer vazodilatatörler arasında adenozin roner damarlarda hem alfa hem de beta reseptörle­
fosfat bileşikleri, potasyum iyonu, hidrojen iyonu, ri bulunur. Genelde epikardiyal koroner dam arlar­
karbon dioksit, bradikinin ve muhtem elen pros- da alfa reseptörler, intramüsküler arterlerde ise b e­
taglandiııler bulunmaktadır. ta reseptörler baskındır. Bu durumda, sempatik
Ancak vazodilatatör hipotezde bazı güçlükler bu­ uyarı, en azından teorik olarak tüm koroner da­
lunmaktadır. Örneğin, adenoziııin vazodilatatör marlarda hafif bir dilatasyon ya da konstriksiyona
etkilerini engelleyen ya da kısmen engelleyen ilaç­ yol açabilir, ama genellikle konstriksiyon ağır b a ­
lar kalp kası aktivitesinin artm asına bağlı vazodila­ sar. Ancak bazı insanlarda alfa vazokonstıiktör etki
tasyonu önleyememektedir. Ayrıca, iskelet kasında baskındır ve bu kişilerde şiddetli sem patik uyarı sı­
yapılan çalışmalar, adenozinin sürekli infüzyonu- rasında vazospastik miyokard iskemisi ve anjiııal
nun yalnızca 1-3 saat süreyle vazodilatasyon sağla­ ağrı görülür.
yabildiğini göstermiştir, oysa adenozinin vazodila­ Ancak şu noktayı bir kez daha vurgulam alıyız
tatör etkisi ortadan kalktıktan sonra bile kas aktivi- ki, miyokaıdiyal kan akım ının tem el b elirleyicile­
tesi sürdüğü sürece damarlar dilate kalmaktadır. ri, m etabolik etkenleı-özellikle de m iyokaıdiyal
Koroner arter dilatasyonunu açıklayan bir başka oksijen tüketimidir. Sinirsel uyarının doğrudan
kuram, aksi kamtlanıncaya kadar akılda tutulmalı­ etkileri kan akım ını değiştirdiğinde m etabolik
dır. Kalp kasında oksijen, gereksinim düzeyinin altı­ faktörler, saniyeler içinde bu değişikliğin ü ste­
na düştüğü zaman, yalnız kalp kas hücreleri değil, sinden gelir.
damar düz kas hücreleri de oksijensiz kalır. Bu,
kolayca vazodilatasyona yol açabilir. Çünkü,
koroner damarları yüksek arkeıyel basınca karşı Kalp Kası Metabolizmasının Özel Nitelikleri
kontrakte durumda tutmak için gereksinim duyulan
enerji yoktur. Ancak bu kuram da sorunsuz değildir, 67 ile 72. Bölümler arasında anlatılan genel hücre­
çünkü koroner arterlerin tam olarak kasılı durumda sel m etabolizm anın tem el ilkeleri diğer dokular
kalabilmesi için gereken oksijen miktarı çok azdır. gibi, kalp-dokusu için de geçerlidir, ancak bazı
kantitatif farklar vardır. En önem li fark, dinlenm e
K o ro n e r Kan A kım ın ın S inirsel K o n tro lü koşullarında kalbin en erji g ereksin im in in
% 70’inin karbonhidratlar yerine yağ asitlerinden
Kalbe gelen otonom sinirlerin uyarılması koroner karşılanmasıdır. Oysa aııaerobikya da iskemik ko­
kan akımını doğrudan ve dolaylı olarak etkileyebilir. şullar altında, diğer dokularda olduğu gibi, kalp
Doğrudan etkiler, koroner damarlar üzerine vagus- m etabolizm asında da anaeıobik glikoliz, enerji
tan asetil kolinin, sempatik sinirlerden norepinefıi- gereksinimini karşılamak üzere devreye girer. Bu
nin serbestlemesiyle ortaya çıkan sinirsel transmit­ yol, kalbin büyük enerji gereksinim inin yalnızca
ter maddelerin doğrudan etkilerinden kaynaklanır. küçük bir bölüm ünü karşılayabilir. Ayrıca, glikoliz
BÖLÜM 21 • Egzersizde Kas Kan Akımı ve Kardiyak Debi; Iskemide Koroner Dolaşım 229

yüksek miktarda kan glikozunu kullanır ve aynı A k u t K o ro n e r Tıkanm a


zam anda kalp dokusunda çok miktarda laktik asit
oluşum una yol açar. Laktik asit, bu bölümde daha Koroner arterin akut tıkanması çoğu kez zaten da­
sonra tartışılacağı gibi m uhtem elen iskemi sıra­ ha önce ciddi bir aterosklerotik koroner kalp hasta­
sında ortaya çıkan ağrıdan da sorumludur. lığı bulunan kişilerde ortaya çıkar am a hiç bir za­
Diğer dokularda olduğu gibi kalpte de metabolik
man koroner dolaşımının normal olduğu bir birey­
enerjinin % 95’i mitokondıilerde ATP oluşumu için
de görülmez. Koroner tıkanma, aşağıda iki tanesi
kullanılan besinlerden sağlanır. ATP, hücresel işlevler
açıklanan birkaç etkinin herhangi birinden kay­
için gereken enerjiyi taşıyıcı olarak işlev yapar. Ağır naklanabilir.
koroner iskemide ATP, adenozin difosfata, adenozin
monofosfata ve adenozine yıkılır. Hücre mem bıanı
1. Aterosklerotik plak, trombiis adı verilen ve so ­
adenozine geçirgen olduğu için, çok miktarda ade­
nuçta damarı tıkayan lokal bir pıhtı oluşum una yol
nozin hücreden çıkarak dolaşıma karışabilir. Daha
açabilir. Trombüs, genellikle plağın endoteli zede­
önce de belirtildiği gibi, iskemi sırasında hücreden
lediği böylece akan kanla doğrudan tem asta oldu­
serbestleyen bu adenozinin koroner hipoksi sırasın­
ğu bölgede oluşur. Plağın yüzeyi düzgün değildir,
da koroner arterlerde dilatasyona yol açan madde­
bu yüzeye tıom bositler yapışmaya başlar, fibrin
lerden biri olduğuna inanılmaktadır. Adenozinin
oluşur ve kan hücreleri, damar tıkanıncaya kadar
hücreden kaybının ciddi hücresel sonuçları da var­
genişleyen bir pıhtı içinde toplanırlar. Ya da nadi­
dır. 30 dakikalık kısa bir ciddi iskemi sırasında bile,
ren pıhtı oluştuğu yerden kopup koroner arter ağa­
kalp kası hücresindeki adenin nükleotidin yarısı kay-
cının daha küçük dallarından birini tıkamak üzere
bed ilebilir. Üstelik bu kayıp ancak saatte % 2 ’lik bir
kan akımıyla sürüklenir. Bir trom büsün bu şekilde
adenin sentezi hızıyla yerine konabilir. Bu durumda,
arter boyunca sürüklenip daha uçtaki bir damarı tı­
yarım saat ya da daha uzun süren ağır bir iskemiden
kamasına enıboli adı verilir.
sonra koroner iskeminin düzelmesinin kalp hücrele­
2 . Klinisyenlerin çoğu, koroner arter vazospaz-
rinin canlı kalmasını sağlamak açısından pek yararı
mınm da ani damar tıkanıklığına yol açtığına inan­
olmaz. Bu, miyokard iskemisinden sonra kalp hücre­
maktadır. Spazm doğrudan aterosklerotik plağın
lerinin ölümünün en önemli nedenlerinden biridir.
kenarlarında bulunan arteryel çeper düz kasının ir-
Ayrıca Bölüm 24’de tartışıldığı gibi, dolaşım şokunun
ıitasyonundan kaynaklanabileceği gibi koroner kas
son dönemindeki kalp zayıflamasının da en önemli
kontraksiyonunayol açan sinirsel bir refleksdeıı de
nedenlerinden biridir.
kaynaklanabilir. Spazm daha sonra, sekoııder o la ­
r a k bir trombüs oluşumuna yol açabilir.
İskemik Kalp Hastalığı
Kalpte Kollateral Dolaşımın Yaşam Kurtarıcı
Batı toplumlaıında en sık ölüm nedeni yetersiz koro­ Önemi. Koroner arterlerde yavaş gelişen bir aterosk­
ner kan akımına bağlı iskemik kalp hastalığıdır. lerotik oluşumun ya da ani bir tıkanmanın kalbe ve­
Amerika Birleşik Devletlerinde insanların %35’i bu receği zararın ağırlığı, büyük ölçüde, kollateral bir do­
nedenle ölmektedir. Bazı ölümler akut koroner tı­ laşımın varlığına ya da tıkanmadan sonra kısa bir sü­
kanma ya da fıbrilasyon sonucu aniden görülmekte­ re içinde kollateral gelişme hızına bağlıdır.
dir. Diğerlerinde ise kalbin pompa yeteneğinin gide­ Normal bir kalpte büyük koroner arterler arasın­
rek bozulması sonucu haftalar ya da aylar süren bir da hemen hem en hiç bir bağlantı yoktur. Ancak
dönem sonunda ölüm görülür. Bu bölümde, koroner çapları 20 ile 250 mikrometre arasında değişen da­
iskemi sorununu yani akut koroner tıkanma ve mi­ ha küçük çaplı arterler arasında Şekil 2 1 -6 ’da göste­
yokard infaıktüsünü de tartışacağız.Bölüm 2 2 ’ de ise rildiği gibi anastomozlar bulunur.
giderek artan koroner iskeminin en sık görülen Büyük koroner arterlerden birinde ani bir tıkan­
nedeni olan koııjestif kalp yetersizliğini tartışacağız. ma oluştuğunda birkaç saniye içinde küçük anasto­
mozlar dilate olur. Ancak bu küçük kollateralleıden
İskem ik Kalp Hastalığının N edeni O larak geçen kan akımı kalp kas hücrelerinin canlı kalması
A teroskleroz. Koroner kan akımın azalmasının en için gereken miktarın ancak yarısını karşılayabilir.
sık rastlanan nedeni ateroskleıozdur. Ateıosklerotik Kollateral damarların çapı bundan sonraki 8-24 saat
süreç, lipid metabolizmasıyla bağlantılı olarak Bö­ içinde daha fazla genişlemez. Ancak daha sonra kol­
lüm 6 8 ’de tartışılmıştır. Bu süreç kısaca şöyle gelişir: lateral kan akımı giderek artmaya başlar, iki ya da
Ateroskieroza genetik yatkınlığı olan bazı kişilerde üçüncü gün iki katına çıkar ve yaklaşık bir ay sonra
ya da fazla miktarda yağ ve kolesterol alanlarda, çok daha önce iskemik olan alanda kan akımı tamamen
miktarda kolesterol, tüm vücuttaki arteriyollerin en- normal ya da normale yakın bir düzeye yükselmiş
dotelyumu altında giderek artan biçimde birikmeye olur. Aslında bu akım, artan metabolik yükü karşıla­
başlar. Daha sonra, bu birikme bölgeleri fibröz doku mak üzere daha fazla da artabilir, Bu kollateral ka­
tarafından kaplanır ve sıklıkla kalsifiye olur. Sonuç, nalların gelişimi sayesinde hastaların çoğunda eğer
damar lümenini kısmen ya da tamamen kapatan tıkanmanın geliştiği alan çok geniş değilse çeşitli
aterosklerotik bir plağın oluşumudur. tipteki koroner tıkanmalar iyileşebilir.
Ateıosklerotik plağın sık oluştuğu yerlerden biri, ana Ateroskleroz koroner arterleri aniden değil de yıl­
koroner arterin ilk biıkaç santüneüelik bölümüdür. lar süren bir dönemde tıkarsa kollateral damarlar
230 ÜNİTE IV • Dolaşım

Arter kikada 1.3 mİ oksijene gereksinim duyar. Normal


dinlenme koşullarında sol ventrikül kasma 1 0 0 gr
kas dokusu başına dakikada 8 mİ oksijen ulaşır. Bu
nedenle normal dinlenme durumundaki kan akımı­
nın % 15-30’u bile hücrelerin yaşamasına yetecektir.
Ancak bir infarktın hiç kollateral kan akımı olmayan
merkezi bölümünde hücreler ölür.

Subendokardiyal înfarktüs. Kasın daha dış b ö ­


lümlerinde lnfarktüse ait hiç bir bulgu gözlenmese
bile subendokardiyal kas tabakası sıklıkla infarkte
olur. Bunun nedeni, daha önce de açıklandığı gibi,
normal koşullar altında bile kasın bu bölgesinin
ventrikül içindeki yüksek basınç nedeniyle yeterin­
ce kanlanamamasıdır. Bu durumda kalbin herhan­
gi bir bölgesinde kan akımını güçleştiren herhangi
bir neden önce subendokardiyal bölgede hasara
neden olacak, hasar daha sonra epikaıda doğru ya­
yılacaktır.

Akut Koroner Tıkanmayı İzleyen Ölüm


Ş E K İL 2 1 - 6 Nedenleri
Koroner arter sistemdeki küçiik anastomozlar.
Akut miyokard infarktüsünden sonra ölümün te­
mel nedenleri şunlardır: ( 1 ) kalp debisinin azalm a­
sı (2 ) pulmoner venlerde kanın göllenmesi sonucu
aterosklerozla birlikte gelişebilir. Bu durumda böy­ ortaya çıkan pulmoner ödem (3) kalp fıbıilasyonu
le bir kişide hiçbir zaman akut kalp disfonksiyonu (4) kalbin rüptürü (yırtılması).
gelişmez. Ancak sklerotik süreç, gerekli kan akımı­
nı sağlayan kollateıal gelişimden daha hızlı gelişe­ Kalp Debisinin A zalm ası-Sistolik G erim ve
bilir, hatta bazen kollaterallerde de ateroskleroz or­ K ardiyak Şok. Bazı kalp kası lifleri işlevini yitir­
taya çıkabilir. Bu durum ortaya çıktığı zaman kalp diği ve diğerleri de büyük bir güçle kasılm ayı b a ­
kasının iş kapasitesi ciddi biçim de kısıtlanmaya şaram adığı zam an, iskem iden etkilen en ventri-
başlar ve kalbin normalde gereksinim duyulan ka­ kıilün genel pom palam a yeteneği görece olarak
nı bile pom palayam am asına neden olabilir. Bu, baskılanır. Aslında kalbin genel pom palam a y e­
kalp yetersizliğinin en sık rasüanan nedenlerinden teneği de, Şekil 2 1 -7 ’de gösterilen, sistolik gerim
birisidir ve çoğu kez yaşlı insanlarda ortaya çıkar. adı verilen bir olay nedeniyle um ulandan çok da-

M iy o k a rd Infa rktü sü

Akut koroner tıkanmadan hemen sonra tıkanmanın


uç kısmında kalan bölgede kan akımı, çevre dokuda
küçük miktardaki kollateral dolaşım dışında, durur.
Hiç kan almayan ya da aldığı kan kalp kasının işlev­
lerini yerine getirmesine yetmeyen bölgeye iııfarkt
bölgesi, olayın tümüne miyokard infarktüsü denir.
İnfarktüsün gelişiminden kısa bir süre sonra kol­
lateral kan infarkt alanına sızar ve bu lokal kan da­
marlarının giderek genişlemesiyle birlikte bu bölge­
nin hareketsiz kanla dolmasına yol açar. Aynı dö­
nemde kas lifleri kandaki son oksijen kırıntılarını da
kullanır ve hemoglobin tamamen indirgenerek koyu
mavi bir renk alır. înfarktüs alanı mavi-kahverengi
bir görünümdedir ve bu bölgedeki damarlar, kan
akımı olmamasına rağmen kanla dolu ve genişlemiş
olarak görülür. Daha sonraki dönemde damar du­
varlarının geçirgenliği artar ve dokuda ödem gelişir,
kalp hücreleri kısıtlanan metabolizma nedeniyle
şişmeye başlarlar. Kanlanmanın sağlanamaması
durumunda birkaç saat içinde hücreler ölür. Kalp
kası, yaşayabilmek için 1 0 0 gr kas dokusu başına da­ tskemik bir kalp kası alanında sistolik gerilme.
BÖLÜM 21 • Egzersizde Kas Kan Akımı ve Kardiyak Debi; Iskemide Koroner Dolaşım 231

ha fazla baskılanır. Ventrikül kasının norm al b ö ­ artırdığını ve böylece fibrilasyona eğilim doğurabi­
lüm leri kasıldığı zam an, ölü ya da yalnızca işlev­ leceğini göstermiştir.
siz olan kas bölüm leri, ventrikül içinde artan b a ­ 2. Kasın iskemisi, bölüm 12’de akut miyokard in-
sın ç nedeniyle dışa doğru itilir. Bu durum da farktüsü geçiren hastaların elektrokardiyogramla-
ventrikül kasının pom palam a gücünün büyük rında tanımlanan bir zedelen m e a k ım ın a neden
bölüm ü, işlevsiz kalp kasının balonlaşm ası için olur. İskemik kas dokusu repolarize olamaz, bu n e­
kullanılm ış olur. denle kalbin herhangi başka bir bölgesine göre dış
Kalp, yeterli miktarda kanı pompalayacak biçim ­ yüzeyi negatif kalır. Bu durumda bu iskemik bölge­
de kasılamadığı zaman, kalp yetersizliği ve perife- den başlayan akımlar kalbin diğer bölgelerine doğ­
ıik iskemi sonucu peıiferik dokularda ölüm kaçı­ ru yayılır ve anormal im pulslara yol açarak fibrilas­
nılmazdır. Bu durum koroner şok, kardiyojenik şok, yona neden olabilir.
kardiyak şok ya da düşük kalp debili şok olarak ad­ 3. Geniş infarktüsden sonra, tem el olarak kalbin
landırılır. Bu konu Bölüm 22’de tartışılmıştır. Sol yeterince kan pom palayam am asına bağlı olarak
ventrikülün %40'ı infarkte olduğunda hem en her güçlü sem patik refleksler gelişir. Sem patik uyarı
zam an kardiyak şok ortaya çıkar. Kardiyak şokun kalbin uyarılabilirliğini artırarak fibrilasyonu ko­
görüldüğü hastaların % 85’i ölür. laylaştırabilir.
4. İııfarktüsün neden olduğu kalp kası güçsü­
Kanın Venöz Sistemde Göllenmesi. Kalp kanı zlüğü ventrikiillerin büyük ölçüde dilate olm asına
ileri doğru pompalayamadığı zaman biriken kan yol açar. Bu, bir uyarının kalpte dolaşması gereken
akciğer ya da sistemik dolaşım damarlarında birik­ uzunluğu artırır ve kalp kasında infarktüslü alan
meye başlar. Bu durum hem sağ hem de sol atri- çevresinde anormal bir ileti yolunu oluşm asına yol
yum basıncının artışına yol açar. açar. Her iki etki de kalpte çem ber hareketi (circus
Kapiller basınç da özellikle akciğerlerde artar. Bu movements) oluşumuna yol açar. Bölüm 13’de tar­
etkiler infarktüsten sonraki ilk birkaç saat içinde tışıldığı gibi, ventrikülde ileti yolunun aşırı uzam a­
fazla sorun yaratmaz ama birkaç gün sonra şu n e­ sı, ıefrakter dönemden daha önce çıkmış olan kasa,
denlerle sem ptomlar ortaya çıkmaya başlar. Kalp ayrı uyarının tekrar-giriş (re-enteı) yapm asına n e ­
debisinin azalması böbreklere ulaşan kan akımını den olabilir. Böylece yeni bir eksitasyon dalgası
azaltır. Bölüm 22’de belirtilen nedenlerle böbrekle­ başlar ve bu ardı ardına sürebilir.
rin idrar atım miktarı azalır. Bu, kan hacm inin gi­
derek artm asına ve konjestif sem ptom lara yol açar. İnfarktüs Alanının Rüptürü. Akut bir infarktüsten
Sonuçta miyokard infarktüsünden sonra bir kaç sonraki ilk gün içinde kalbin iskemik bölümünün
gün iyi gözüken hastaların bir bölüm ünde akut rüptür tehlikesi azdır ancak geniş bir alanı tutan bir
pulm oner ödem gelişir ve çoğu kez ödem sem p­ infarktüsden birkaç gün sonra, ölü kas lifleri d eje­
tom larının başlamasından birkaç saat sonra ölüm nere olmaya başlar ve ölü doku gerilerek çok in ce­
ortaya çıkar. lir. Böyle bir durumda ölü bölge her sistolde dışa
doğru balonlanır ve gerim her sistolde giderek ar­
M iy o k a rd İnfarktüsünden Sonra V en trikü l tarak sonunda bu bölgenin yırtılm asına neden
Fibrilasyonu. Koroner tıkanm adan ölenlerin olur. Ağır bir miyokard infarktüsünden sonra kal­
önem li bir bölümünde ölüm nedeni ani ventrikü- bin röntgenle değerlendirilme am açlarından biıi,
ler fibrilasyondur. Fibrilasyon gelişme eğilimi özel­ sistolik gerilme derecesinin kötüleşip kötüleşm edi­
likle geniş bir infarktüsten sonra daha yüksektir ğini izlemektir.
am a küçük bir tıkanmadan sonra da ortaya çıkabi­ Bir ventrikül yırtıldığı zam an perikard boşluğuna
lir. Koroner yetersizliği olan hastaların bazıları in- dolan kan hızla kalp tam p on ad m a yol açar. Bu,
farktüs geçirmeden, ventriküler fibrilasyon nede­ kalbin, perikard boşluğuna dolan kan tarafından
niyle ölür. baskılanması demektir. Kalbin böyle baskılanması
Koroner infarktüsden sonra iki dönem, fibrilas­ nedeniyle kan sağ atıiyum a dolamaz, hasta kalp
yon gelişimi için özellikle tehlikelidir. İlk dönem in ­ debisinin birdenbire düşmesi nedeniyle ölür.
farktüsden sonraki ilk on dakikadır. Bundan sonra
görece olarak güvenli kısa dönemi izleyerek 1 saat
ya da daha sonra başlayan ve birkaç saat süren
ikinci bir irıitabilite dönemi ortaya çıkar. Fibrilas­
Akut Miyokard İnfarktüsünün İyileşme
yon infarktüsden günler sonra da ortaya çıkabilir. Aşamaları
Kalpte fibrilasyona eğilim yaratan en az dört fak­
tör sıralanabilir: Şekil 2 1 -8 ’iıı üst bölüm ünde akut koroner tık an ­
m anın etkileri, solda, küçük bir kas bölgesinde
1. Kalp kasında dolaşımın akut olarak durması is­ iskemi gelişen hastada; sağda, geniş bir kas b ö l­
kemik kas dokusundan potasyumun hızla kaybe­ gesinde iskemi olan bir h astada görülm ektedir.
dilm esin e yol açar. Potasyum konsantrasyonu art­ Küçük bir alanda iskem i varsa çok küçük bir kas
mış ekstraselüler sıvı kalp kas hücrelerini çevreler. bölgesi ölür ya da h iç kas ölüm ü görülm ez, ancak
Koroner sistem e potasyum enjekte edilerek yapı­ kasın bir bölgesi kas kontraksiyonları için gerekli
lan deneyler, ekstraselüler potasyum konsantras­ besin sağlanam adığı için geçici olarak işlevini yi­
yonunun artmasının kalp kasında uyarılabilirliği tirebilir.
232 ÜNİTE IV • Dolaşım

gereksinimi artar. Ayrıca kalbin iskem ik alanını


besleyen anastomozlu dam arlar kalbin norm al
bölgelerine de kan sağlarlar. Kalp norm alden da­
ha aktif olduğunda norm al kalp kas dokusunun
damarları büyük ölçüde dilate olur. Bu, koroner
damarlara gelen kanın büyük bölüm ünün normal
kas dokusuna aktarılm asına ve iskem ik alana kan
taşıyan anastoınozlaıa ulaşan kanın azalm asına
yol açar, bu iskemik koşulları kötüleştirir. Buna
"koroner hırsızlık” sendromu denir. Sonuç olarak,
miyokard infarktüslii hastalard a tedavinin en
önem li faktörlerinden biri iyileşm e dönem inde
mutlak istirahattir.

Ş E K İL 21 -8
Yukarıda, küçük ve büyük bir alanda miyokard iskemisi.
Aşağıda miyokard infarktüsünün iyileşme aşamaları. Miyokard İnfarktüsünün İyileşmesinden
Sonra Kalp Fonksiyonu

Geniş bir alanı tutan miyokard infarktüsünden


sonra nadiren kalp tam am en eski gücüne kavuşur.
Daha sık olarak pompa işlevi, kalıcı olarak normal
İskemik alan geniş ise, bölgenin ortasında yer
kalp düzeyinin altına düşer. Bu, kişinin kalp yeter­
alan bazı kas lifleri kan akımının kesilmesinden
sizliğine girmesini ya da dinlenm e durumunda
sonra 1-3 saat içinde hızla ölebilirler. Ölü bölgenin
kalp debisinin normalin altına düşm esini gerektir­
hem en dışında da işlevsiz kas bölgesi yer alır çün­
mez. Çünkü normalde kalp vücut gereksiniminin
kü bu bölge kasılamaz ve uyarıyı iletemez. Bu işlev­
300 katı kadar kanı pom palam a yeteneğindedir.
siz bölgenin dışında kalabilen ama hafif iskemi n e­
Bu, kalp yedeğinin %300 olduğu anlam ına gelir.
deniyle güçsüz olan bir bölge bulunur.
Kalp yedeği %100 azalsa bile kişi norm al sakin bir
aktivite gerçekleştirebilir ama kalbi aşırı yükleye­
Ölü Kasın N edbe Dokusuna Dönüşmesi. Şekil cek ağır egzersiz yapamaz.
2 1- 8 ’in alt kısmında geniş bir miyokard infarktü-
sünden sonra iyileşme aşamaları gösterilmektedir.
Tıkanm adan hemen sonra iskemik bölgenin orta­
sındaki kas dokusu ölür. Bunu izleyen günler için ­ Koroner Hastalıkta Ağrı
de ölü bölge büyür çünkü uzayan iskemi sınırdaki
bir çok lifin ölümüne yol açar. Aynı dönemde kolla- Normalde insan kalbini “h issed em ez” am a iske­
terallerin sürekli infarkte bölgenin dış tarafına doğ­ mik kalp kası genellikle ağrı duyusu uyandırır.
ru genişlemesi nedeniyle kasın işlevsiz bölümü gi­ Ağrının nedeni tam olarak bilinm em ekted ir ama
derek küçülür. Birkaç gün ile 3 hafta arasında işlev­ iskem inin kasda laktik asit gibi asidik m addelerin
siz kas alanı ya normale döner ya da ölür. Aynı süre ya da histam in, kininler ya da hücresel p ıoteolitik
içinde ölü bölgede fibıöz doku gelişmeye başlar, enzim ler gibi diğer ağrı uyandıran m addelerin b i­
çünkü iskemi fibroblastların gelişimini uyarır ve rikim ine yol açtığına inanılm aktadır. Anorm al
fibröz dokunun normalden daha fazla gelişmesine maddelerin bu yüksek konsantrasyonları kalp ka­
yol açar. Böylece ölü doku aşamalı olarak fibıotik sında sinir uçlarını uyarmakta ve ağrı duyusu af­
dokuya dönüşür. Daha sonra, fibröz dokunun ge­ ferent sem patik sinirlerle m erkezi sinir sistem ine
nelde kasılma ve küçülme özelliği nedeniyle fibröz iletilmektedir.
nedbe birkaç aydan bir yıla kadar değişen bir dö­
nem de küçülür.
Son olarak, kalpteki normal alanlar giderek hi- A n jin a P ektoris
pertrofiye olur ve kalp dokusundaki kaybı hiç de­
ğilse kısmen kompanse eder. Böylece kalp ya kıs­ Koroner dam arları giderek d aralan hastaların
m en yada tam amen iyileşmiş olur. pek çoğunda an jin a p ektoris olarak isim len d iri­
len kalp ağrısı görülür ve kalbin yükü, koroner
M iyo kard İnfarktüsü Tedavisinde D inlenm e­ akım a göre fazla geldiği durum da ortaya çıkar.
nin Ö nem i. Kalp kasında hücre ölümünün dü ze­ Bu ağrı genellikle sternum un üst kısm ında h isse­
yi, iskem i derecesi x k a lp kasının m etabolizm a d e­ dilir ve vücudun sol kol, sol om uz, boyun ve yüz
recesi tarafından belirlenir. Kalp kası m etaboliz­ gibi yüzey bölg elerin e de yayılır. Sağ kol ve
ması, egzersiz, şiddetli heyecan yada yorgunluk omuzda da hissedilebilir. Ağrının bu dağılım ının
sonucunda olduğu gibi artarsa kalbin yaşam ını nedeni, kalbin em briyonik yaşam da kollar gibi
sürdürm esi için gereken oksijen ve diğer besinlere boyundan gelişmesidir. Bu n ed en le bu yapılar
BÖLÜM 21 • Egzersizde Kas Kan Akımı ve Kardiyak Debi; iskemide Koroner Dolaşım 233

ağrı sinirlerini aynı m edulla spinalis segm entin- marlar arasında anastom oz yapılır. Operasyon sı­
den alırlar. rasında bir ile beş arasında ven gıeft, her biri tı­
Kronik anjinası olan hastaların çoğu egzersiz sı­ kanm anın ötesindeki koroner damarlara bağlana­
rasında ya da heyecanlandıklarında kalp m etabo­ cak şekilde yerleştirilir. Gıeft için kullanlan tipik
lizmasının artması ya da sempatik vazokonstriktör venler, hastanın bacağından alınan uzun yüzeysel
sinir uyarılarının etkisiyle koroner damarların da­ safen venlerdir.
ralması sonucu ağrı hisseder. Ağrı genellikle yalnız­ Ameliyattan sonra anjinal ağrı çoğu hastada ge­
ca bir kaç dakika sürer. Ancak bazı hastalarda iske- çer. Ayrıca operasyondan önce kalbi çok fazla hasar
mi ağır ve uzun süreli olabilir, ağrı sürekli buluna­ görmemiş hastalarda koroner bypass uygulaması
bilir. Ağrı genellikle sıcak, baskılayıcı, boğucu ola­ normal sağkalım süresi sağlayabilir. Ancak kalp
rak nitelendirilir, hastalar genellikle böyle bir ağrı ağır biçim de haraplanmışsa bypass uygulamasının
duyduklarında bütün işlerini bırakıp tümüyle din­ değeri azdır.
lenmeye geçerler.

İlaçla Tedavi. Bazı vazodilatatör ilaçlar, akut bir an- Koroner Anjiyoplasti. Son 15 yıl içinde, kısmen
jinal atak sırasında verildiğinde ağrıyı hem en dur­ tıkalı damarları tam olarak tıkanm adan önce a ç­
durur. Nitrogliserin ve diğer nitratlar sıklıkla, kulla­ mak için bir uygulama yapılmaktadır. Koroner arter
nılan vazodilatatörlerdir. anjiyoplasti olarak isim lendirilen bu uygulama
Anjina pektoıisin uzun süreli tedavisinde kulla­ şöyle gerçekleştirilir; Çapı 1 m ilim etre olan ve
nılan bir diğer grup ilaç, propranolol gibi beta blo- ucunda bir balon bulunan bir kateter radyolojik
kerlerdir. Bu ilaçlar beta sempatik reseptörleri blo­ yönlendirme ile koroner damar sistemi içine soku­
ke ederek heyecanlanm a ya da egzersiz sırasında lur ve balon uç, kısmen tıkalı damarın üzerine ge­
sempatik uyarının kalp hızı ve kalp m etabolizm ası­ linceye kadar ilerletilir. Daha sonra balon birkaç at­
nı artırmasını engellerler. Böylece beta blokerleıle mosfer basınçla şişiıilir, damarın daralmış bölgesi
tedavi kalbin stresli koşullarda fazladan metabolik gerilerek genişletilir. Bu işlemden sonra tıkalı da­
oksijene duyduğu gereksinimi azaltır. Bu, açıkça marda kan akımı üç ya da dört kat artar ve anjiyop­
anlaşılabileceği gibi anjinal atakların şiddetini ve lasti yapılan hastaların dörtte üçünde iskem ik
sıklığını azaltır. sem ptomlar en azından birkaç yıl ortadan kalkar.
Ancak çok sayıda hastaya yine de koroner bypass
yapılması gerekir.
Koroner Hastalığın Cerrahi Tedavisi A teıoskleıotik koroner arterleri açm ak için d a­
ha yeni uygulam alar deneysel olarak geliştiril­
A ortik-K oroner Bypass Cerrahi. Koroner yeter­ meye çalışılm aktadır. Bunlardan biri, bir koroner
sizliği olan hastaların çoğunda, koroner damarda­ arter k ateteriııin ucuna yerleştirilen bir lazer
ki darlık bölgesi küçük bir alanda bulunur ve bu kaynağından oluşm aktadır. Lazer ışını, alttaki
noktanın dışında kalan bölgelerde damar normal dam ar duvarına önem li bir zarar verm eden lez-
ya da hem en hemen normaldir. Geçtiğimiz 30 yır yonu temizler.
içinde aoıtik-koıoner bypass olarak isimlendirilen Bir başka gelişme, anjiyoplastiyle açılan koroner
bir cerrahi yöntem geliştirilmiştir. Bu yöntemde arter içine küçük m etal bir "kılıf” m yerleştirilm e­
küçük ven greftleri ile aort ve periferik koroner da­ sidir. Böylece restenoz önlenir.

REFERANSLAR
B e lle r G A : C linical N uclear C ardiology. Ph ila­ Dahan A, Teppem a L , B eek J: Physiology and tory Pathology: C ardiac Output and Its
delphia: W B Saunders C o. 1994. Pharm acology o f Cardio-respiratory C o n ­ R egulation. Philadelphia: W B Saunders Co,
B ittl JA : A dvances in coronary angioplasty. trol. B oston: Kluw er A cadem ic Publishers, 1973.
New Engl J Med 3 3 5 :1 2 9 0 , 1996. 1998. H a jja r K A , Nachm an R L : T h e role o f lipopro-
Braunw ald E: Heart D isease: A T ex tb o o k o f D ietz N M , Jo y n er M J, Shepherd J T : V aso va­ tein (a) in atherogenesis and throm bosis.
Cardiovascular M edicine. Philadcphia: W B gal syncope and skeletal muscle vasodilata­ Annu R ev M ed 4 7 :4 2 3 , 1996.
Saunders C o. 1992. tion: the continuing conundrum. Pacing K irklin JW , B arratt-B o yes B G : C ardiac S u r­
C ollins R, Peto R , B aigcn t C , S leig h t P: A spi­ Clin Electrophysiol 2 0 :7 7 5 , 1997. gery. New York: Churchill Livingstone,
rin, heparin, and fibrinolytic therapy in sus­ Fallon JT : C ardiovascular Pathophysiology: A 1993.
pected acute myocardial infarction. New Problem Oriented Approach. Philadelphia. K latsk y A L : A lco h o l, coronary disease, and
Engl J M ed 3 3 6 :8 4 7 , 1997. J B Lippincott, 1994. hypertension. Annu R ev Med 4 7 :1 4 9 ,
C ooke JP , Dzau V J: Nitric oxide synthase: G reen D J. O 'D risco ll G . Blanksby B A , T ay lo r 1996.
role in the genesis o f vascular disease. R R : Control o f skeletal m uscle blood How L ash JM : Regulation o f skeletal m uscle blood
Annu R ev M ed 4 8 :4 S 9 , 1997. during dynam ic exercise: contribution o f flow during contractions. Proc S o c Exp B iol
Copper G : B a sic determ inants o f m yocardial endothelium-derived nitric oxide. Sports M ed 2 1 1 :2 1 8 , 1996.
hypertrophy: a review o f m olecular m echa­ Med 2 1 :1 1 9 . 1996. Laughlin M H , M cA llister R M , Jasp crse J L , el
nism s. Annu Rev Med 4 8 :1 3 , 1997. Guyton R A , Daggett W M : T h e evolution o f al: Endothelium -m edicated control o f the
C rnac J , Schm idt M C . Theissen P. Sech tem V : m yocardial infarction: Physiological basis coronary' circulation: exe rcise training-in­
A ssessm ent o f m yocardial perfusion by for clin ical intervention. Int Rev Physiol 9: duced vascular adaptations. Sports Med 22:
m agnetic resonance im aging. Her/. 2 2 :1 6 , 3 0 5 , 1976. 2 2 S , 1996.
1997. Guyton A C , Jon es C E, C olem an T G : C ircu la­ L eisch ik R, R ose J , Caspari G ; el al: Contrast
234 ÜNlTE IV • Dola§im

echocardiography for assessm ent o f m yo­ Pappenhcim er J R : Passage o f m olecules Schm erm und A, B e ll M R , Lerm an LO , Ritman
cardial perfusion. Herz 2 2 :4 0 , 1997. through capillary w alls. Physiol R ev 3 3 : E L , Rum berger JA : Q uantitative evaluation
L lo y d -Jo n es D M , Bloch K D : T h e vascular b i­ 3 8 7 , 1953. o f regional m yocardial perfusion using fast
ology o f nitric oxide and its role in athcro- Puybasset L , B c a M L , Ghaleh B , G iudicelli x-ray com puted tom ography. H erz 2 2 :2 9 ,
genesis. Annu R ev M ed 4 7 :3 6 5 , 1996. J F , Bordeaux A: Coronary and system ic he­ 1997.
M ajesk y M W : A little V E G F goes a long way. modynam ic e ffects o f sustained inhibition T y son S R : G ero nto lo gical Nursing Care. Phila­
Therapeu tic angiogenesis by direct injection o f nitric oxide synthesis in conscious dogs. delphia: W B Saunders C o, 1999.
o f vascular endothelial growth factor-en cod ­ C irc R es 7 9 :3 4 3 , 1996. Um pierrez G E , S tile s R G , K leinbart J , Krendel
ing plasm id DN A. Circulation 9 4 :3 0 6 2 , R ah im toola S H : Hibernating myocardium has D A , W atts N B : D iab etic m uscle infarction.
1996. reduced blood (low at rest that increases A m J Med 1 0 1 :2 4 5 , 1996.
M aruyam a Y , Hori M , Janick i JD : C ard iovas­ with low -dose dobutamine. Circulation 9 4 : U ren N G . C rake T : R esistiv e vessel function
cular R em od eling and Functional In terac­ 3 0 5 5 , 1996. in coronary artery disease. Heart 7 6 :2 9 9 ,
tion. T o k y o : Springer, 1997. R e ib c r JH C , Serruys P W : Progress in Quanti­ 1996.
M cA lliste r R M , Delp M D , Laughlin M H : A tative C oronary A rteriography. Hingham, van der W all E E , V liegen H W , de R o os A,
review o f e ffe cts o f hypothyroidism on vas­ M A : K luw er A cadem ic Publishers, 1994. B m s c h k e A V : M agn etic resonance tech ­
cular transport in skeletal m uscle during e x ­ R o w ell L B : Neural control o f m uscle blood niques fo r assessm en t o f m yocardial v iabil­
ercise. Can J Appl Physiol 2 2 :1 , 1997. flow: im portance during dynam ic exercise. ity. J C ard iovasc Pharm acol 2 8 :S 3 7 , 1996.
M iura M : Regulation and failure o f coronary Clin E xp Pharm acol Physiol 2 4 :1 1 7 , 1997. W eb er PC , L e a f A : A therosclero sis: C ellular
circulation . Jpn Heart J 3 7 :5 8 5 , 1996. Rubin B B , Rom aschin A . W alker PM , Gute Interactions, Grow th F actors, and Lipids.
M ubagw a K , M ullane K , Flam cng W : R o le o f D C , K orihuis R J: M echanism s o f postis- New Y o rk : R av en Press, 1994.
adenosine in the heart and circulation. C ar- ch em ic injury in skeletal m uscle: interven­ W eir E K , R eeve H L, Cornfield D N , et al: D i­
diovasc R es 3 2 :7 9 7 , 1996. tion strategies. J Appl Physiol 8 0 :3 6 9 , versity o f response in vascular sm ooth mus­
M uller JM , D avis M J, C hilian W M : Integrated 1996. cle c ells to changes in oxygen tension. K id­
regulation o f pressure and flow in the c o ro ­ S ch ach in g cr V , Z eih er A M : Alterations o f cor­ ney Int 5 1 :4 6 2 , 1997.
nary m icrocirculation. Cardiovasc R e s 3 2 : onary blood flow and myocardial perfusion. W iltgen C M , B rew ster D C : Current status o f
6 6 8 , 1996. Heart 7 6 :2 9 5 , 1996. the surgical treatm ent o f patients with c a ­
O ’ B rien Cousins S : E x ercise, A ging, and Sch ap er W , Ito W D : M olccu lar m echanism s o f rotid artery disease: the surgical m anage­
H ealth. W ashington: T a y lo r & Francis, coronary collateral vessel growth. C irc Res ment o f carotid ath erosclerosis. Annu Rev
1997. 7 9 :9 1 1 , 1996. M ed 4 8 :6 9 , 1997.
Kalp Yetersizliği J ı

Belki de hekim tarafından tedavi edilmesi gereken mmHg’a yükselmiş durumdadır. Bu düşük kalp
en önem li hastalık, kalbin kanı pom palam a yete­ debisi yaşamın belki birkaç saat devam ettirilm e­
neğini azaltan herhangi bir durumda oluşabilen si için yeterlidir, ancak bilinç kaybı olaya eşlik
kalp yetersizliğidir. Neden, genellikle azalmış koro­ edebilir. Genellikle bu akut evre yanlızca birkaç
ner kan akımı sonucu miyokard kontraktilitesinin saniye kadar sürer. Çünkü, aşağıda açıklandığı şe ­
(kasılma yeteneğinin) azalmasıdır. Ancak, pom pa­ kilde haraplanm ış kalp için büyük oranda kom-
lama yetersizliği, kalp kapaklarının harabiyeti, kalp panse edici olabilen sem patik refleksler hem en
çevresinde dış basınç, B vitamini eksikliği, primer devreye girer.
kalp kası hastalığı veya kalbin pom palam a etkinli­
ğini azaltan herhangi diğer bir anormallik sonucu A ku t Kalp Yetersizliğinin Sem patik Refleksler­
da oluşabilir. Bu bölümde esas olarak iskemik kalp le Kompansasyonu. Kalp debisi tehlikeli derece­
hastalığının neden olduğu kalp yetersizliğini tartı­ de düşük düzeye indiği zaman Bölüm 18'de tartışı­
şacağız. Bölüm 23’de valvüler ve konjenital kalp lan dolaşım reflekslerinin çoğu hem en aktive olur.
hastalıkları ele alınacaktır. Bunların en iyi bilineni arteıyel basıncın azalm a­
sıyla aktifleşen baroreseptör reflekstir. Olasılıkla ke-
Kalp Yetersizliğinin Tanımı. “Kalp yetersizliği” te­ m oıeseptör refleks, m erkezi sinir sistem inin iskem ik
rimi basitçe kalbin vücudun gereksinim ini ka rşıla­ cevabı ve hatta hasara uğramış kalpten kay n a kla­
m aya yetecek m iktarda katıı p o m p a la m a vt\ersizli- nan refleksler de sinirsel cevaba katılırlar. Fakat,
ği demektir. hangi refleksler aktive olursa olsun sem patikler
birkaç saniye içinde kuvvetle uyarılırken, parasem ­
patikler ıesiprok olarak aynı anda inhibe olurlar.
Kuvvetli sempatik stimülasyon dolaşım üzerinde
iki büyük etkiye sahiptir: Birincisi bizzat kalp üze­
KALP YETERSİZLİĞİMDE DOLAŞIM rinde, İkincisi periferik damar sistem i üzerinde.
DİNAMİKLERİ Eğer ventrikül kasının tam amı diffüz olarak harap­
lanmış fakat halen fonksiyonel ise, sem patik sti­
mülasyon bu haraplanmış kas dokusunu güçlendi­
Orta Derecede Ka'jp Yetersizliğinin Akut rir. Eğer kasın bir bölümü fonksiyonsuz, bir bölü­
Etkileri mü hala normal ise normal kas sem patik stim ülas-
yonla kuvvetle uyarılır, bu yolla fonksiyon yapm a­
Miyokard infarktü sünde olduğu gibi kalp aniden yan kas için kısmi kompansasyon sağlanır. Böylece
ciddi olarak hasa.r görürse, kalbin pom palam a ye­ kalp sem patik inıplusların etkisi altın da genellikle
teneği derhal azalır. Sonuç olarak iki önemli etki yüzde 100 güçlenerek d a h a kuvvetli bir p om p a h a ­
oluşur; ( 1 ) kal’p debisinde azalma ve (2 ) sistem ik line gelir. Bu etki Şekil 22-1’de gösterilmiştir. Bura­
venöz basınci'n artm asına bağlı olarak kanın veri­ da sempatik kompansasyon sonrası kalp kası debi­
lerde göllenn\esi. Bu etkiler Şekil 2 2 -1 ’de şem atik si eğrisinin iki kat kadar yükseldiği görülmektedir
olarak göster ilmiştir. Bu şekil öncelikle norm al bir (noktalı eğri).
kalp debisi Eğrisini göstermektedir ve bu eğri üze­ Sempatik stimülasyon, dolaşım sistem inde kan
rindeki A J.ıoktası dinlenim koşullarında 5 lit­ damarlarının çoğunun, özellikle venlerin tonusunu
re/ dak.’lık norm al bir kalp debisi ve 0 mmHg’lık artırdığı için, ortalam a sistemik doluş basıncını 1 2 -
sağ atrium basıncı ile normal fonksiyon noktasıdır. 14 mmHg’ya, hemen hemen normalin yüzde 100’ü
Kalp haraplanm ağa başladıktan hem en sonra, üzerine yükselterek venöz dönüş eğilimini de artırır.
kalp debisi eğrisi hızla düşmeye başlar, grafiğin Bölüm 20'de tartışıldığı gibi bu durum, kanın kalbe
altında kısa çizgilerle gösterilen en düşük eğriye geri dönme eğilimini önemli derecede artırır. Bu n e­
iner. Birkaç saniye içinde B noktasında yeni bir denle, hasarlanmış kalp, olağandan daha fazla ka­
dolaşım durumu gelişir. Bu durumda kalp debisi nın gelişi ve sağ atriyum basıncının daha da yüksel­
norm alin beşte ikisi kadar olan 2 litre/dak’ya düş­ mesi ile daha da güçlenir. Bu da kalbin daha büyük
müştür. Oysa kalbe dönen kanın sağ atriyumda miktarlarda kan pompalamasına yardım eder. Böy­
g ö llen m esi ned eniy le sağ atriyum b a sın cı 4 lece Şekil 22-1’de kalp debisinin 4.2 litre/dak. ve sağ

235
236 ÜNİTE IV • Dolaşım

lardı. Günümüzde vücut sıvısı ve kan hacm indeki


15-1
hafif bir artışın venöz dönüşü artırm ası nedeniyle
kalbin azalmış pom palam a yeteneğini kom panse
* — +Jo rm 3İ kalp eden önemli bir faktör olduğu bilinmektedir. Art­
Kısmen iyüeşmiş kalp mış kan volümü iki yolla venöz dönüşü artırır: B i­
---Hasarlanmış kalp + rincisi, ortalam a sistem ik doluş basıncını yüksel­
sempalk sfcmuiasyon tir, bu da kalbe kan akım ın ı sağlayan basınç grad-
Akut olarak hasa/lanmış ka'p
yanını büyütür. İkincisi, venleri gerer, bu venöz di­
renci azaltır ve böylece kanın kalbe dönm esi ko­
laylaşır.
Eğer kalp önemli ölçüde haraplanm am ışsa, ve­
nöz dönüşün artması kalbin azalmış pom palam a
0 - — “1----- 1----- 1------1------1----- 1------I------I------1 yeteneğini çoğu kez tam olarak düzeltebilir -o ka­
-4 -2 0 +2 +4 +6 +8 +10 +12 +14 dar ki kalbin pom palam a yeteneği norm alin yüzde
Sağ atriyum basıncı (mm Hg) 40-50’sine düşmüş olsa bile, artmış venöz dönüş
dinlenim koşullarında genellikle tam am en normal
Ş E K İL 22 - 1
bir kalp debisini sağlayabilir.
Akut miyokard infarktüsiinden sonra kalp debisi eğrisindeki de- Kalbin maksimal pom palam a yeteneği daha faz­
ğeşiklikler. Kalp debisi ve sağ atriyum basıncı A noktasından D
noktasına doğru saniyeler, dakikalar, günler ve haftalar içinde la düştüğü zaman böbreklere kan akımı aşırı dere­
değişir (kalın çizgiyle gösterilen). cede azalır, öyle ki idrarla çıkarılan tuz ve su vücu­
da alınandan daha az olur. Bu nedenle sıvı ıetansi-
yonu başlar ve bunu önlemek için etkili tedavi giri­
atıiyum basıncının 5 mmHg okluğu yeni dolaşım şimleri yapılmadığı sürece devam eder. Ayrıca kalp
durumu C noktasıyla gösterilmiştir. maksimum pom palam a kapasitesinde çalıştığı için
Sem patik refleksler yaklaşik 30 saniye içinde bu aşırı sıvı dolaşım üzerinde pek fazla bir yararlı
maksimal düzeye çıkarlar. Bu nedenle ani olarak etki oluşturmaz, bunun yerine tüm vücutta ciddi
orta şiddette kalp krizi geçiren bir kişi kalp ağrısı ve ödem gelişir, bu da zararlı olabilir ve ölüme yol
birkaç saniyelik baygınlıktan başka bir şey hisset­ açabilir.
mez. Bundan kısa süre sonra ağrı devam etse de
sem patik reflekslerin kompansasyonları yardımıy­ AğıT Kalp Yetersizliğ ind e Aşırı Sıvı Tutulm a­
la kalp debisi sakin durumdaki kişiye tam am en ye­ sının Zararlı E tkileri. Kalp yetersizliğinde orta
terli olacak düzeye geri dönebilir. derecede sıvı retansiyonunun yararlı etkilerine
karşın, aşırı sıvı retansiyonlu ağır yetersizlikte,
ciddi fizyolojik .sonuçlara yol açar. B unlar (1) kal­
Yetersizliğin Kronik Evresi - Kalp Debi­ bin aşırı gerilmedi ve böylece kalp zayıflığının
sini Kompanse Etmede Sıvı Tutulması daha da artm ası; (2 ) p u lm o n er ödem e ned en ola­
cak şekilde sıvının akciğerlere filtıasyonu ve b u ­
Akut bir kalp kr izinin ilk birkaç dakikasından sonra na bağlı olarak kanın o k sijen len m esin d e y eter­
uzun süren ikinci evre başlar. Bu dönem başlıca iki sizlik ve (3) vücudun türtf periferik dokularında
olayla nitelenir: (1) Böbrekler aracılığıyla sıvı tutul­ yaygın ödem gelişimidir. /\Şin sıvının bu zararlı
ması ve (2) Bölüm 2 1 ’de tartışıldığı gibi genellikle etkileri bu bölüm ün daha .sonraki kısım larında
birkaç haftadan aylara kadar uzayan bir sürede kal­ tartışılacaktır.
bin giderek düzelmesi.

M iy o k a rd İn fa rk tü s ü n d e n ijo n ra
B ö b re k le rle Su T utulm ası ve Kan M iyo ka rd ın İyileşm esi
H a c m in d e S a a tle r ve G ü n le r İçin de
A rtm a Miyokard iııfarktüsü sonucu kalp am olarak harap-
landıktan sonra vücudun doğal ta mir süreçleri
Düşük kalp debisi böbrek fonksiyonu üzerinde normal kalp fonksiyonlarım geri getirm ek üzere
önemli bir etkiye sahiptir. Bazen, kalp debisi nor­ ivedilikle çalışmaya başlar. Yeni kollate rai damarlar
malin yarısı ila üçte ikisine indiği zaman anüri olur. infaıkt alanının periferik bölgelerine ilerlem eye
Genel olarak, kalp debisi normalden önemli dere­ başlar ve genellikle kenar kesimlerdeki ikasın çoğu­
cede düşük olduğu sürece idrar çıkarılması da aza­ nun yeniden fonksiyon kazanm asını sağlar. Ayrıca
lır ve genellikle akut bir kalp krizinden sonra kalp haraplanmamış kas lıipertrofiye uğrar;, bu yolla
debisi herhangi bir yolla tam am en veya kısmen kalp haraplanmasıyla oluşan fonksiyon kaybının
normale dönm edikçe düşük düzeyde kalır. çoğu karşılanmış olur.
D üzelm en in d erecesi kalp h a s a rın ın tip in e
K alp Y e te rs izliğ in d e O rta D ere c ed e Sıvı bağlıdır ve hiç düzelm e o lm am asın d an tam iyi­
Retansiyonunun Yararlı Etkileri. Eskiden kardi­ leşm eye kadar farklılık gösterir. G en eld e, m iyo­
yologların çoğu, sıvı tutulmasının kalp yetersizli­ kard infarktüsünden sonra kalp birkaç g ü n ya da
ğinde daima zararlı etkiye sahip olduğunu sanır­ hafta içinde hızla düzeltir ve 5-7 haftad a son iyi­
BÖLÜM 22 • Kalp Yetersizliği 237

leşm e durum una ulaşır. Ancak bazen iyileşm e yonuna bağlı olarak artmış kan volümü) kalpteki güç­
aylar sürer. süzlüğün devam etmesine karşın kalp debisini nor­
mal bir düzeyde tutabildiğini göstermektedir. Bunun­
Kısmi İyileşmeden Sonra Kalp Debisi Eğrisi. la birlikte kronik kalp güçsüzlüğünün sonuçlarından
Şekil 2 2 -1 ’de uzun kesik çizgili eğri akut miyokard biri sağ atriyum basıncındaki kronik arüştır; Şekil 22-
infarktüsünden bir hafta kadar sonra kısmen dü­ l ’de 6 mmHg olarak görülmektedir. Özellikle ileri yaş­
zelmiş kalbin fonksiyonunu göstermektedir. Bu sü­ lardaki birçok kişide dinlenim durumunda kalp debi­
rede önemli miktarda sıvı da vücutta tutulmuş ve si normal olduğu halde, değişik derecelerde kompan­
venöz dönüş eğilimi belirgin olarak artmıştır. Bu se kalp yetersizliği nedeniyle sağ atriyum basıncı ha­
nedenle sağ atriyum basıncı daha da yükselmiştir. fiften orta dereceye kadar yükselmiştir. Bu kişiler kalp­
Sonuç olarak dolaşımın durumu şimdi C noktasın­ lerindeki hasarın farkında olmayabilirler, çünkü baş­
dan D noktasına değişmiştir. Bu nokta 5 lit- langıçta belli olmayacak kadar küçük olan hasar iler­
re/dak.lık normal bir kalp debisini göstermektedir, ledikçe ona uygun kompansasyon gelişmiştir.
fakat sağ atriyum basıncı 6 mmHg'ya yükselmiştir. Bir kişide kompanse kalp yetersizliği olduğu za­
Kalp debisinin normale dönmesi nedeniyle, b ö b ­ man herhangi bir ağır egzersiz yapm a girişimi akut
rek debisi de normale dönecektir ve ilave sıvı re- yetersizlik semptomlarının hem en ortaya çıkm ası­
tansiyonu oluşmayacaktır. Ancak, oluşmuş ıetan- na neden olur. Çünkü kalp pom palam a kapasitesi­
siyon, vücut sıvılarını hafif yükselmiş durumda tut­ ni egzersizi sürdürmek için gerekli olan düzeye
maya devam eder. Bu nedenle şekilde D noktasıyla yükseltemez. Bu nedenle kompanse kalp yetersizli­
gösterilen yüksek sağ atriyum basıncı hariç olmak ğinde kalp yedeğinin azalmış olduğu ifade edilir.
üzere, şahıs şimdi istirahat durum unda kaldığı sü­ Kalp yedeği kavramı tam olarak bölüm ün sonunda
rece norm al kardiyovasküler dinamiklere sahiptir. tartışılacaktır.
Eğer kalp önemli derecede iyileşir ve eğer uygun
miktarda sıvı retansiyonu olursa sempatik stimülas­
yon aşağıdaki nedenlerle giderek normale döner: Ağır Kalp Yetersizliğinin Dinamiği -
Kalbin kısmi iyileşmesi kalp debisi eğrisine ve art­ Dekompanse Kalp Yetersizliği
mış kan volümü de venöz dönüş üzerine sempatik
stimülasyonunkine benzer etki yapar. Böylece bu iki Eğer kalp ağır bir şekilde hasara uğrarsa ne sempatik
faktör geliştikçe kalp yetersizliğinin akut safhasın­ sinir reflekslerine de sıvı retansiyonu kompansasyo-
daki sempatik stimülasyonun yol açtığı hızlı nabız, na yeterli olmaz ve zayıflamış kalp normal bir kalp
derinin soğuk oluşu ve solgunluk giderek kaybolur. debisi pompalayamaz. Sonuç olarak, kalp debisi nor­
mal böbrek fonksiyonunu sağlayacak değere yüksele-
mez. Sıvı retansiyonu devam eder, kişide ödem gittik­
çe artar ve olayların bu durumu sonuçta ölüme götü­
Akut Kalp Yetersizliği Sonrası Oluşan rür. Buna dekompanse kalp yetersizliği denir.
Değişikliklerin Özeti - “Kompanse Kalp Böylece dekompanse kalp yetersizliğinin ana n e ­
Yetersizliği” deni böbreklerin günlük gerekli m iktarda sıvıyı
ekskrete etmeleri için kalbin yeterli m iktardaki kanı
Son bir kaç kısımda tartışılan olayları özetlemek p om p alam ad aki zayıflığıdır.
için akut, orta şiddette bir kalp krizi sonrasındaki
dolaşım dinamiği değişiklikleri şu evrelere ayrılabi­ Dekompanse Kalp Yetersizliğinin G rafik Anali­
lir. ( 1 ) kalp haraplanmasmın ani etkisi; (2 ) başlıca zi. Şekil 22-2’de büyük oranda azalmış bir kalp de­
ilk 30 saniye ila 1 dakika içinde sempatik sinir siste­ bisi eğrisi görülmektedir. Eğri aşırı derecede zayıf­
mi ile kompansasyon; ve (3) kalbin kısmi düzelme­ lamış ve güçlenemeyen bir kalbin fonksiyonunu
si ve renal sıvı retansiyonu sonucu kronik kom pan­ tanımlamaktadır. Bu eğri üzerindeki A noktası hiç
sasyon. Bütün bu değişiklikler Şekil 2 2 -1 ’de kalın bir kompansasyon oluşmadan önceki dolaşımın
çizgi ile şem atik olarak üzerinde gösterilmiştir. Bu yaklaşık durumunu, B noktası sem patik stim ülas­
çizgi üzerinde; dolaşımın normal durumu (A nok­ yonla olabildiğince kompansasyon sağlandıktan
tası), kalp krizinden birkaç saniye sonra fakat sem ­ sonraki, fakat aşırı sıvı retansiyonu başlamadan
patik refleksler oluşmadan önceki durum (B nokta­ önceki durumu gösteriyor. B noktasında kalp debi­
sı), sem patik stimülasyonla kalp debisinin norm a­ si 4 litre/dak.’ya ve sağ atriyum basıncı 5 mmHg’ya
le doğru yükselmesi (C noktası), ve günler ya da yükselmiştir. Kişi nisbeten iyi durumda görünm ek­
haftalar alan kalbin iyileşmesi ve sıvı retansiyonu tedir, fakat bu durum aşağıdaki nedenlerle statik
süreci sonrasında kalp debisinin normale dönüşü kalmayacaktır: Kalp debisi böbreklerin yeterli mik­
(D noktası) görülmektedir. Bu son durum k om p a n ­ tarda sıvıyı atmasına yetecek kadar yükselmez. Bu
se kalp yetersizliği olarak adlandırılır. nedenle sıvı retansiyonu azalmadan devam eder ve
sonuçta ölüme yol açabilir. Bu olaylar kantitatif
Kompanse Kalp Yetersizliği. Şekil 2 2 - 1 ’de kalp de­ olarak aşağıdaki gibi açıklanabilir.
bisi eğrisinde işaret edildiği gibi kalbin pompalama Şekil 22-2’de 5 litrelik bir kalp debisi düzeyindeki
yeteneğinin hala normalin yarısından daha düşük dü­ kesikli çizgiye dikkat ediniz. Bu böbreklerin normal
zeyde olduğuna özellikle dikkat ediniz. Bu, sağ atri­ sıvı dengesini tekrar oluşturabilmeleri için -yani
yum basıncını artıran faktörlerin (başlıca sıvı ıetansi- tuz ve suyun vücuda alındıkları düzeyde atılabil­
238 ÜNİTE IV • Dolaşım

Normal sıvı dengesi için kritik

Ş E K İL 22 - 2
Dckompanse kalp hastalığını gösteren
büyük oranda dcprese olmuş kalp debi­
si eğrisi. Giderek artan sıvı retansiyonu
sağ atriyıım basıncını yükseltir ve kalp
debisi A noktasından F noktasına deği­
şir.

m esi için- gerekli olan kritik kalp debisi düzeyidir. durumu başlıca, giderek artan ödem ve özellikle ak­
Bu düzeyin altındaki herhangi bir kalp debisinde ciğerlerde krepitan railer ve dispneye (hava açlığı)
daha önce tartışılmış olan sıvı retansiyonu m eka­ yol açan akciğer ödemi ile belirlenir. Bütün klinikçi-
nizm alarının hepsi çalışır ve vücut sıvı volümleri ler olaylar bu aşamaya geldiği zaman, tedavinin ba­
gittikçe artar. Sıvı volümündeki bu ilerleyici artış şarısız kalarak hızla ölüme götürdüğünü bilirler.
nedeniyle ortalama sistemik doluş basıncı yüksel­
meye devam eder; bu da giderek artan miktarlarda Dekompansasyonun Tedavisi. Dekompansasyon
kanı sağ atriyuma gönderir, böylece sağ atriyum süreci genellikle şu yollarla durdurulabilir. (1) Belir­
basıncı artar. Bir gün ya da daha sonra dolaşımın li yollardan birisiyle özellikle dijital gibi kardiyoto­
durumu Şekil 22-2'deki B noktasından sağ atriyum nik bir ilaç verilerek kalbi kuvvetlendirmek, böbrek
basın cın ın 7 m m H g’ya, kaip debisinin 4.2 Iit- fonksiyonlarının tekrar normale dönmesi için yeter­
re/dak.ya yükseldiği C noktasına değişir. Kalp debi­ li miktarlarda kan pompalayabilecek gücü kazandır­
sinin hala böbreklerden normal miktarda sıvı atıl­ mak ya da (2 ) diıiretik vererek veya su ve tuz alimim
m asına yetecek düzeyde olmadığına dikkat ediniz. azaltarak düşük kalp debisine rağmen sıvı alımı ve
Bu yüzden sıvı retansiyonu devam eder ve ertesi atılması arasında denge oluşturmak.
gün veya daha sonra sağ atriyum basın cı 9 Her iki yöntem de normal sıvı dengesini kurarak,
mmHg’ya yükselerek dolaşım D noktasıyla tanım ­ yani en azından vücuda giren miktarda sıvının çıkma­
lanan duruma gelir. Kalp debisi hala normal sıvı sını sağlayarak dekompansasyon sürecini durdurur.
dengesini oluşturmaya yeterli değildir.
Sıvı retansiyonu birkaç gün daha sürdükten son­ Dijital Gibi Kardiyotonik İlaçların Etki Mekanizma­
ra sağ atriyum basıncı daha da yükselir, fakat şimdi sı. Dijital gibi kardiyotonik ilaçlar kalbi norm al bir
kalp fonksiyon eğrisi daha aşağı bir düzeye doğru kişiye uygulandığında kalp kasının kasılma gücünü
düşmeye başlar. Bu düşüş kalbin aşırı gerilmesi, artırmada çok az etkilidirler. Kronik kalp yetersizli­
kalp kasının ödemi ve kalbin pompalama etkinliği­ ği olan kişiye verildiğinde aynı ilaçlar zayıf miyo-
ni azaltan diğer faktörlerden ileri gelir. Bu durum­ kardın gücünü bazen yüzde 50 -100 artırabilirler.
da daha fazla sıvı retansiyonunun dolaşıma yarar­ Bu nedenle kronik kalp yetersizliğinde tedavinin
dan çok zarar getireceği açıktır. Kalp debisi hala başlıca dayanağını oluştururlar.
norm al böbrek fonksiyonunu sağlamaya yetecek Dijital ve diğer kardiyotonik glikozidlerin kalp
yükseklikte değildir. Sıvı retansiyonu sadece devam kontraksiyonlarını kuvvetlendirici etkilerinin kas lif­
etmekle kalmaz, kalp debisinin azalması nedeniyle lerinde kalsiyum iyonlarının miktarını artırmalarına
hızlanır. Sonuç olarak birkaç gün içinde dolaşımın bağlı olduğuna inanılmaktadır. Zayıflamış kalp ka­
durumu kalp debisinin 2.5 litre/dakikadan daha az sında, sarkoplazmik retikulum normal miktarda kal­
ve sağ atriyum basıncının 16 mmHg olduğu F nok­ siyum tutamaz ve bu nedenle kasın tam kontraksi-
tasına ulaşır. Bu durum şimdi yaşamla bağdaşm az­ yon yapmasına yetecek miktarda kalsiyum iyonlarını
lığa yaklaşmış veya ulaşmıştır ve hasta kaybedilir. kalp kası liflerinin seıbest-sıvı kompartmanına sala-
Kalp yetersizliğinin gittikçe ağırlaştığı bu duru­ maz. Dijitalin etkisi normalde kalsiyumu hücre dışı­
ma d ekom p an se k a lp yetersizliği adı verilir. na pompalayan kalp kası hücre membranlarınm kal­
Böylece, bu analizden kalp debisinin normal siyum pompasını baskılamaktadır. Kalsiyum iyonla­
böbrek fonksiyonu için gerekli olan kritik düzeye rı doğal olarak membrandan içeri sızma eğiliminde
yükselme yetersizliğinin sonuçları görülebilir. Bun­ olduklarından, bu mekanizma normalde bu hücre­
lar ( 1 ) gittikçe artan sıvı retansiyonu ve bunun yol lerde kalsiyum konsantrasyonunun aşırı yükselme­
açtığı (2 ) ortalama sistemik doluş basıncının gide­ sini önlemek için gereklidir. Bununla birlikte kalp ye­
rek artması ve (3) sağ atriyum basıncının gittikçe tersizliği durumunda ekstra kalsiyum gereklidir ve
yükselmesidir. Sonuçta kalp o kadar gerilir veya o bu kasın kasılma kuvvetini artırır. Bu nedenle ılımlı
kadar ödem yapar ki az miktardaki kanı bile pom- miktarda kullanılan dijital kalsiyum pompalama
palayamaz ve bu nedenle tamamen yetersiz hale mekanizmasını baskılamak ve hücre içi kalsiyum
gelir. Klinik olarak dekompansasyonun bu ciddi düzeyinin yükselmesini sağlamak için yararlıdır.
BÖLÜM 22 • Kalp Yetersizliği 239

donanımını azaltır, bu kalbi daha zayıf hale getirir,


TEK TARAFLI SOL KALP YETERSİZLİĞİ bu durum ise şoku daha da kötüleştirir. Süreç, so­
nuçta bir kalp harabiyeti kısır döngüsü haline gelir.
Bu bölümdeki tartışmalarda biz kalp yetersizliğini Miyokard infarktüsiinün neden olduğu kardiyojenik
bir bütün olarak ele aldık. Ancak çok sayıdaki hasta­ şokta bu sorun mevcut koroner blokaj tarafından
da, özellikle akut yetersizliği olanlarda, başlangıçta önemli derecede şiddetlendirilir. Örneğin, normal
sol taraf yetersizliği, sağ taraf yetersizliğine göre bas­ bir kalpte kalp harabiyeünin başlamasından önce
kındır ve nadir bazı durumlarda önemli sol taraf ye­ arteıyel basıncın genellikle yaklaşık 45 mmHg’nın
tersizliği olmaksızın sağ kalp yetersizliği vardır. Bu altına düşmesi gerekir. Bununla birlikte bir ana koro­
nedenle özellikle tek taraflı sol kalp yetersizliğinin ner damarı bloke olan bir kalpte aıteryel basınç 80-
spesifik özelliklerini tartışma gereği duyduk. 90 mmHg’ya düştüğü zaman haıabiyet başlar. Diğer
Sağ kalp yetersizliği ile birlikte olmayan sol kalp bir deyişle miyokard infarktüsü sonrası arteryel ba­
yetersizliğinde, sağ kalbin normal gücü ile kan sü­ sınçtaki en küçük düşme bile kalp harabiyeti kısır
rekli olarak akciğerlere pompalanır. Buna karşın ak­ döngüsünü başlatabilir. Bu nedenle miyokard in-
ciğerlerden gelen kan yeterli bir şekilde sistemik do­ faıktüsünün tedavisinde kısa hipotansiyon dönem­
laşıma pompalanmaz. Sonuçta büyük miktarda kan lerinin bile önlenmesi çok büyük öneme sahiptir.
sistemik dolaşımdan pulmoner dolaşıma kaydığı
için, ortalam a pulm oner doluş basıncı yükselir. Tedavinin Fizyolojisi. Çeşitli kom panse edici sü ­
Akciğerlerdeki kan hacm i arttıkça, pulmoner ka- reçler kalp debisini yaşam ı devam ettirecek düze­
piller basınç da artar, ve eğer bu yaklaşık olarak 28 ye döndüremeden önce hasta sıklıkla kardiyojenik
mmHg’ya eşit olan plazma kolloid osmotik basın­ şoktan ölür. Bu nedenle, bu durumun tedavisi akut
cının üzerinde bir değere yükselirse sıvı kapillerler- kalp krizi ataklarının düzeltilmesinde en önem li
den intertisyel alanlara ve alveollere sızmaya baş­ problemlerden biridir. Eğer fonksiyon gören vent-
lar, sonuçta pulmoner ödem oluşur. rikül kası haraplanm a belirtileri gösteriyorsa ge­
Bu nedenle pulm oner d a m a r konjesyonu ve p ul­ nellikle kalbi güçlendirmek için acil dijitalizasyon
m on er ödem sol kalp yetersizliğinin en önemli uygulanır. Yine arteryel basınca destek olm ak üze­
problemlerinden biridir. Şiddetli, akut sol kalp ye­ re tam kan, plazma infüzyonu veya kan basıncını
tersizliğinde pulmoner ödem bazen o kadar hızlı yükselten bir ilaç kullanılır. Eğer arteryel basınç
gelişir ki, 20-30 dakikada boğulma ile ölüme neden yeterince yüksek düzeye getirilebilirse, koroner
olur. Konuyu bu bölümün sonlarında daha ayrıntı­ kan akımı vücudun uygun kom pansasyon m eka­
lı olarak tar tışacağız. nizmaları şoku düzeltinceye kadar harabiyet kısır
döngüsünü önleyebilecek yeterince yüksek bir de­
ğere çıkarılabilir.
Aşağıdaki işlemlerden biri uygulanarak kardiyo­
jenik şoklu hastanın hayatını kurtarmada bazı b a­
DÜŞÜK - DEBİLİ KALP YETERSİZLİĞİ şarılar da elde edilmiştir: ( 1 ) koroner arterdeki pıh­
tının cerrahi olarak çıkarılması, genellikle koroner
■ KARDİYOJENİK ŞOK
by-pass gıefti ile birlikte veya (2 ) tıkalı koroner ar­
terin katateıizasyonu ve pıhtının erim esini sağla­
Akut kalp krizleri ve sıklıkla uzun süren, yavaş iler­
yan streptokinaz veya d oku tipi plazm in ojen akti-
leyen kalp bozuklukları periyotları sonrasında bir­
vatör enzimlerin infüzyonu. Eğer bu işlem 1 saat
çok durumda kalp yaşam için gerekli kan akımının
içinde uygulanırsa sonuçlar nadiren olumsuzdur,
minimal miktarlarını bile pompalamada yetersiz
ancak 3 saatten sonraki uygulamalar çok az yarar
kalır. Buna bağlı olarak genellikle birkaç saat ile bir­
sağlar veya hiç yararlı olmaz.
kaç gün içinde ölüme yol açacak şekilde tüm vücut
dokuları etkilenir ve hatta haraplanmaya başlar.
Bölüm 24 ’de açıklandığı şekilde bu tablo bir dola­
şım şokudur. Beslenme eksikliğinden sadece kaıdi-
yovasküler sistem zarar görmez, vücudun geri ka­ KALP YETERSİZLİĞİ OLAN
lan kısmı da hasara uğrar ve ölüme götürür. Kalbin HASTALARDA ÖDEM
pompalama yetersizliğinin yol açtığı bu dolaşım
şoku sendromuna kardiyojenik şok veya basitçe Akut Kalp Yetersizliği Periferik Ödem e Neden
kardiyak şok denir. Bazen güç yetersizliği sendronıu Olmaz. Akut sol kalp yetersizliğinin hızlı pulmoner
olarak isimlendirilir. Bir kişide kardiyojenik şok ge­ ödem gelişimi ile akciğerlerin şiddetli konjesyonuna
lişince en iyi tedaviyle bile hayatta kalma oranı ge­ ve hatta dakikalar ve saatler içinde ölüme neden ol­
nellikle yüzde 15’den azdır. masına karşın, herhangi bir tipte akut kalp yetersizli­
ği hızlı periferik ödem oluşmasına yol açmaz. Bu Şe­
Kardiyojenik Şokta Kalp Haraplanması Kısır kil 22-3 kullanılarak en iyi şekilde açıklanabilir. Daha
Döngüsü. Bölüm 24'deki dolaşım şoku tartışmasın­ önce normal olan bir kalbin pompa etkinliği akut ola­
da şokun gelişimi sırasında koroner kan akımı azal­ rak zayıfladığında, aort basıncı düşer ve sağ atriyum
dığı zaman kalbin giderek daha fazla haraplanma basıncı yükselir. Kalp debisi sıfıra yaklaştıkça iki ba­
eğiliminde olduğu vurgulanmıştı. Şöyle ki şok sıra­ sınç 13 mmHg dolaylarında bir denge değerinde bir­
sında oluşan arteıyel basınç düşüklüğü koroner kan birine yaklaşır. Kapiller basınç da 17 mmHg’lik nor-
240 ÜNİTE IV • Dolaşım

nin salınımında önemli artışa neden olur, bu da Bö­


lüm 19’da tanımlanan mekanizmayla anjiyotensin
oluşumuna yol açar. Anjiyotensin böbrek arteıiyol-
leri üzerinde böbrek kan akımını daha da azaltan di­
rekt bir etkiye sahiptir. Bu özellikle peıitübüler ka­
piller basıncı düşürür, böylece su ve tuzun böbrek
tübüllerinden büyük oranda artmış ıeabsoıpsiyo-
nuna neden olur. Bu nedenle idrarla su ve tuz kaybı
büyük oranda azalır, öyle ki vücut sıvılarındaki su ve
tuz miktarları artar.

3. Ai tm iş Aldosteron Sekresyonu. Kalp yetersiz­


liğinin kronik evresinde adrenal korteksten büyük
miktarlarda aldosteron salınır. Bu, başlıca anji-
Kalp debisi otensiııin aldosteron sekresyonunu stim üle edici
Ş E K İL 22 - 3 etkisinden kaynaklanır. Yine, aldosteron sekıesyo-
Kalp debisi normalden sıfıra doğru düşürken, ortalama aort nundaki artma kısm en artm ış plazm a potasyu­
basıncı kapiller basınç ve sağ atriyum basıncındaki ilerleyici muna bağlı olabilir. Çünkü yüksek potasyum, al­
değişiklikler. dosteron sekresyonunun bilinen en güçlü uyaran­
larından biridir. Kalp yetersizliğinde azalm ış b ö b ­
mal değerinden 13 mmHg’lik denge basıncına düşer. rek fonksiyonlarına yanıt olarak potasyum kon­
Böylece, şiddetli akut kalp yetersizliği, periferik kapil­ santrasyonu yükselir. Yükselmiş aldosteron dü­
ler basınçta yükselmeden ziyade bir düşmeye neden zeyleri böbrek tübüiüslerinden sodyum geri emi-
olur. İnsan deneyimleri yanında hayvan deneyleri de limini daha da artırır, bu da su geri em ilim inde iki
akut kalp yetersizliğinin hızlı periferik ödem gelişimi­ nedenle sekonder artışa yol açar. Birincisi sodyum
ne yol açmadığını göstermektedir. geri emildikçe böbrek intestisiyel sıvılarında os-
motik basıncın artm asına karşın tübüller içinde
osmotik basınç düşer, bu değişiklikler suyun os-
Böbrekler Tarafından Sıvı Tutulması - Kalp
mozla kana geçişine yol açar. İkincisi, absorbe
Yetersizliğinde Periferik Ö dem in Nedeni edilen sodyum ve ona eşlik eden anyonlar, başlıca
klor iyonları vücudun her yerinde ekstıaselüler sı­
Total kalp yetersizliği veya sağ kalp yetersizliğinden
vıların osmotik konsantrasyonunu artırır, bu ise
1 gün kadar sonra periferik ödem oluşmaya başlar,
Bölüm 2 9 ’da ele alınm ış olan hipotalam ik posteri-
başlıca nedeni böbreklerin yol açtığı sıvı retansiyo-
yor hipofiz sistem inden an tidiilretik horm on sek­
nudur. Sıvı retansiyonu ortalama sistemik doluş
resyonunu uyarır. Antidiüıetik horm on da suyun
basıncını artırır, sonuçta kanın kalbe geri dönme
tübüler ıeabsorpsiyonunda daha büyük bir artış
eğilimi artar. Bu, sağ atriyum basıncını daha yük­
sağlar.
sek bir değere çıkarır ve aıteryel basıncı normale
döndürür. Bu nedenle kapiller basınç d a önem li
Atriyal Natriüretik Faktörün Kardiyak Dekom-
derece artar ve sıvının dokuya geçm esine ve şiddet­ pansasyonu Geciktirici Rolü. Atriyal natriüretik
li ödem gelişmesine neden olur.
faktör (ANF) kalbin atriyum duvarları gerildiğinde
Kalp yetersizliği sırasında böbreklerin idrar çı­
bu bölgeden salgılanan bir hormondur. Kalp yeter­
karm alındaki azalmanın bilinen üç nedeni vardır.
sizliği hemen daima her iki atriyum basıncında aşırı
Bunların hepsi belki eşit derecede önemlidir fakat
artışa neden olduğundan ağır kalp yetersizliğinde
farklı yollarla etkili olurlar.
atriyum duvarlarının gerilmesi kanda dolaşan ANF
düzeylerini 5 -10 kat artırır. ANF ise böbrekler üze­
1. Azalm ış G lom erüler Filtrasyoıı. Kalp debi­
rinde tuz ve su atılmasını büyük oranda artırıcı etki­
sindeki bu azalma ( 1 ) arteryel basıncın azalm ası ve
ye sahiptir. Bu nedenle, ANF kalp yetersizliğinin aşı­
(2 ) böbrek affeıen t arteriyollerinirı şiddetli sem patik
rı konjestif semptomlarını önlemeye yardım eden
konstriksiyonu nedeniyle, böbreklerde glomerüler doğal bir role sahiptir. ANF’nin ıenal etkileri Bölüm
basıncı azaltma eğilimindedir. Sonuç olarak, orta
29'da tartışılmıştır.
derecedeki kalp yetersizliği hariç olmak üzere glo­
merüler filtrasyon hızı normalden daha düşük olur.
Bölüm 26 -29’daki böbrek fonksiyonlarının tartışıl­ K ro nik K alp Y e te rs iz liğ in d e A k u t A k c iğ e r
masından glom erüler filtrasyondaki h a fif bir a z a l­ Ö d e m i-Ö ld ü rü c ü (Letal) Bir Kısır D ö n g ü
m anın bile genellikle idrar çıkarılm asını önem li d e­
recede azalttığı ortaya çıkmaktadır. Kalp debisi nor­ Kalp yetersizliğinde sık karşılaşılan bir ölüm nede­
malin yarısına düştüğü zaman, bu hem en daima ni, uzun süreden beri kronik kalp yetersizliği olan
tam bir anüri ile sonuçlanabilir. hastalarda oluşan akut akciğer ödemidir. Yeni bir
kalp hasaıı olmadan akut pulm oner ödem gelişen
2. R enin-A njiyotensin Sistem in in Aktivasyoııu kişide, genellikle ağır egzersiz, bazı em osyonel
ve Su ve Tuzun Böbrek T ü bülüslerin d e Artmış stresler veya hatta aşırı soğuk gibi geçici olarak kal­
R eabso ı psiyonu. Böbrek kan akımının azalması re­ bin aşırı yüklenmesine yol açan faktörler bulun­
BÖLÜM 22 • Kalp Yetersizliği 241

maktadır. Bu akut pulmoner ödemin aşağıdaki kı­ Atlet


sır döngüden kaynaklandığına inanılmaktadır: 600-,

500-
1. Periferik dolaşımdan gelen venöz dönüşün artı­ Normal
şı zaten zayıf olan sol ventrikülün yükünü geçici ola­ 400-
>5) Orta derecede
rak artırır. Sol kalbin pompalama kapasitesi sınırlı kapak hastalığı
1 300- Orta şiddette
olduğundan kan akciğerlerde göllenmeye başlar. koroner
2. Akciğerlerdeki kanın artışı pulmoner kapiller % 200 hastalık Difteri
basıncı yükseltir ve az miktarda sıvı akciğer dokula­
100- Ağır koroner Ağır kapak
rı ve alveolleıe sızmaya başlar.
tromboz hastalığı
3. Akciğerlerde sıvı arttıkça kanın oksijenlenme 0

derecesi azalır. Normal m ■ ■ ■ ■


işleyiş
4. Kanda oksijen azalması kalbi daha da zayıflatır
ve periferik vazodilatasyona yol açar. Ş E K İL 22 - 4
5. Periferik vazodilatasyon periferik dolaşımdan Çeşitli koşullarda kalp yedeği (rezem), iki durumda sıfırdan
venöz dönüşü daha çok artırır. düşük rezerv görülüyor.
6 . Artmış venöz dönüş akciğerlerde kanın göl-
lenm esini daha da artırır. Bu da akciğerlerde daha
fazla sıvı transüdasyonuna, arteryel oksijen satu-
ıasyonunda daha büyük düşmeye, venöz dönüşün miyokard hasarı, valvüler kalp hastalığı ve pek çok
daha da artm asına ve benzerlerine neden olur. diğer faktörlerden kaynaklanabilir. Bunların bir
Böylece bir kısır döngü yerleşmiştir. kısmı Şekil 22-4’de gösterilmiştir.

Bu kısır döngü belirli bir kritik noktanın ötesine Düşük Kalp Yedeğinin Tanısı - Egzersiz Testi.
geçince cesur tedavi girişimleri uygulanmaz ise Kalp yedekleri düşük olan kişiler dinlenim duru­
hastanın ölümüne kadar devam eder. Süreci geri munda kaldıkları sürece genellikle kalp hastası ol­
döndiirebilen ve hastanın hayatını kurtarabilen te­ duklarını bilmezler. Düşük kalp yedeği tanısı genel­
davi tipleri şunları içerir: likle kişiye tıeadmillde egzersiz yaptırılarak veya
merdiven testi ile konulabilir. Kalbin yükünün art­
1. Kanın çoğunu venlerde tutmak üzere kollara masıyla küçük miktardaki yedek hızla kullanılır ve
ve bacaklara turnike uygulanarak sol kalbin iş yü­ kalp debisi vücudun yeni aktivitesini sürdürmek için
künün azaltılması yeterli derecede yt'ıkselemez. Akut etkiler şunlardır:
2. Hastadan kan alınması,
3. Vücuttan hızlı su kaybı oluşturmak üzere furo- 1. Kalbin dokulara yeterli kan pompalayamam a-
semid gibi hızlı etkili bir diüretik verilmesi. sı sonucu ani ve bazen şiddetli nefes darlığı (disp-
4. Kanın oksijen saturasyonu düşüklüğünü, kalp ne) olur, bu doku iskemisine yol açar ve hava açlığı
bozulmasını ve periferik vazodilatasyoııu düzelt­ duygusu yaratır.
mek için hastaya saf oksijen solutulması. 2. Kas iskemisine bağlı şiddetli kas yorgunluğu
5. Kalbi güçlendirmek için hastaya ouabaiıı gibi gelişir, böylece kişinin egzersizi sürdürme gücünü
hızlı etkili kaıdiyotonik bir ilaç verilmesi. kısıtlar.
Akut akciğer ödenm inin bu kısır döngüsü o ka­ 3. Kalp frekansında aşırı artma olur, çünkü sinir­
dar hızlı ilerleyebilir ki 2 0 dakika - 1 saat içinde ölü­ sel refleksler yetersiz kalp debisini yükseltmek için
me götürebilir. Bu nedenle başarılı olacak herhan­ şiddetle aktive olurlar.
gi bir tedavi acilen uygulanmalıdır. Egzersiz testleri kardiyologların gereçleıinden-
dir. Kalp debisi ölçümlerinin yerini tutan bu testler
kliniklerin çoğunda kolayca yapılamaz.

KALP YEDEĞİ (Kardiyak Rezerv)

Kalp debisinin normalin üzerinde yükselebileceği EK


maksimal yüzde oranına kalp yedeği denir. Sağlıklı
genç erişkinde kalp yedeği yüzde 300-400’dür. Atle­
tik antıem anlı kişilerde bazen yüzde 500-600’diir, Kalp Yetersizliğinin Analizi İçin
oysa kalp yetersizliğinde rezerv yoktur. Normal re­ Kantitatif Grafik Metodu
zerve örnek olarak ağır egzersiz sırasında sağlıklı
genç erişkinde kalp debisi normalin yaklaşık 5 katı­ Bu bölümde yaptığımız gibi başlıca kalitatif bir
na çıkabilir: bu normalin üzerinde yüzde 400'lük mantık kullanarak kalp yetersizliğinin genel pren­
bir yükselmedir-yani kalp yedeği yüzde 400’diir. siplerinin çoğunu anlatmak mümkünse de, kanti­
Kalbin yeterli kan pompalamasını önleyen her tatif bir yaklaşımla kalp yetersizliğindeki farklı fak­
faktör kalp yedeğini azaltır. Bu, iskemik kalp hasta­ törlerin önemi daha derinlemesine kavranabilir.
lığı, primer miyokard hastalığı, vitamin eksikliği, Böyle bir yaklaşım Bölüm 2 0 ’de kalp debisi ıegülas-
242 ÜNİTE IV • Dolaşım

rileri şimdi C noktasında yani, 5 mmHg’lık bir sağ


atıiyum basıncı ve 4 litre/dak.’lık bir kalp debisin­
de dengelenir.

Sonraki Birkaç Gün İçinde Kompansasyon. Ta-


kibeden hafta içinde kalp debisi ve venöz dönüş
eğrileri şu nedenlerle noktalı eğrilere yükselil-: ( 1 )
kalbin bir miktar düzelmesi ve (2 ) tuz ve suyun ıe-
nal ıetansiyonu, bu ortalama sistem ik doluş basın­
cını daha da yükseltir -12 mmHg’nın üstüne, iki ye­
ni eğri, noktalı eğriler, şimdi D noktasında denge­
dedir. Böylece, kalp debisi şimdi norm ale dönm üş­
Ş E K İL 22 • 5 tür. Ancak sağ atriyum basıncı daha da yükselerek
6 mmHg’ya ulaşmıştır. Kalp debisi şimdi normal
Kalp yetersizliğinin farklı evrelerinde kalp debisi ve sağ atriyıım
basıncındaki ilerleyici değişiklikler. olduğundan böbrek debisi de normaldir. Öyle ki sı­
vı dengesi oluşmuştur. Bazı ilave dış faktör değişik­
likleri kalp debisi veya venöz dönüş eğrilerini de-
ğiştirinceye kadar, dolaşım sistem i normal kalp de­
yonunun analizi için bildirilen grafik yöntemidir.
bisi ve yükselmiş bir sağ atriyum basıncı ile stabil
Bu bölüm ün geri kalan kesimlerinde kalp yetersiz­
kalarak fonksiyonuna devam edecektir.
liğinin bazı yönlerini bu grafik tekniğini kullanarak
Analiz için bu teknik kullanılarak özellikle orta
analiz edeceğiz.
derecede sıvı retansiyoııunun önem i ve giderek ye­
ni stabil bir dolaşım durumuna nasıl yol açtığı gö­
A k u t K alp Y e te rsizliğ i ve K ro nik
rülebilir, yine kalp yetersizliğinin çeşitli derecele­
K o m p a n s a s y o n u n G ra fik A n a lizi rinde ortalama sistem ik doluş basıncı ve kalp pom ­
palaması arasındaki ilişki görülebilir.
Şekil 22-5 Kalbin ve perifeıik dolaşımın çeşitli du­ Şekil 22-5'de tanım lanan olayların Şekil 2 2 -1 'de
rumlarındaki kalp debisi ve venöz dönüş eğrilerini bildirilenlerle aynı olduğuna, ancak Şekil 2 2 -5 ’de
göstermektedir. İki kalın düz çizgi: ( 1 ) normal kalp bunların daha kantitatif bir tarzda sunulmuş oldu­
debisi eğrisi ve (2 ) normal venöz dönüş eğrisidir. ğuna dikkat ediniz.
Bölüm 20’de işaret edildiği gibi, bu iki eğri normal
kaldığı sürece bu eğrilerden her biri üzerinde dola­ D e k o m p a n s e K alp Y e te rs iz liğ in in G ra fik
şım sistem inin fonksiyon yapacağı tek bir nokta
A n a lizi
vardır. Bu nokta iki eğrinin kesiştiği A noktasıdır.
Bu nedenle dolaşım ın norm al durumu 5 lit-
Şekil 22-6’daki kalp debisi eğrisi Şekil 2 2 -2 ’de görü­
ıe/dak.’lık venöz dönüş ve kalp debisi ile 0
lenle aynıdır. Bu çok düşük eğri bu olguda kalbin
mmHg’lik bir sağ atıiyum basıncıdır.
olabildiğince büyük iyileşme derecesine ulaşabile­
ceğini göstermektedir. Biz bu şekle kalp debisi eğri­
A kut Kalp Krizinin Etkisi. Orta derecede ciddi bir
sinin bu düşük düzeye akut inişinden sonraki gün­
kalp krizinden sonra ilk birkaç dakika içinde kalp
lerde oluşan venöz dönüş eğrilerini ekledik. A n ok­
debisi eğrisi en düşük olan uzun kesikli eğriye iner.
tasında, sıfır zamanında normal venöz dönüş eğri­
Bu birkaç saniye sırasında venöz dönüş eğrisi he­
sine eşit olan eğri, yaklaşık 3 litre/dakika'lık kalp
nüz değişmemiştir, çünkü perifeıik dolaşım siste­
debisini vermektedir. Ancak bu düşük kalp debisi­
mi hala norm al olarak çalışmaktadır. Bunun için
nin neden olduğu sem patik sinir sistemi stimülas-
dolaşımın yeni durumu, yeni venöz dönüş eğrisi­
yonu ortalama sistem ik doluş basıncını 30 saniye
nin normal venöz dönüş eğrisini kestiği B noktasıy­
la belirtilmiştir. Böylece, sağ atıiyum basıncı 4
mmHg’ya yükselirken kalp debisi 2 litıe/dakikaya
düşer.

Sempatik Reflekslerin Etkisi. Somaki 30 saniye


içinde sem patik refleksler çok aktif olurlar. Her iki
eğriyi etkileyerek kısa çizgili eğrilere yükseltirler.
Sempatik stimülasyon kalp debisi eğrisinin plato
düzeyini yüzde 100 artırabilir. Ortalama sistemik
doluş basıncını da (venöz dönüş eğrisinin sıfır ve­
nöz dönüş aksını kestiği noktayla gösterilen) -bir­
kaç milimetre lig yükseltebilir -bu şekilde normal
değer olan 7 m ınHg’dan 10 mmHg’ya yükseldiği S a ğ atriyum basıncı (mm Hg)
görülmektedir. Ortalama sistolik doluş basıncında­ Ş E K İL 22 - 6
ki bu artış tüm venöz dönüş eğrisini sağa ve yukarı
Dekompanse kalp hastalığının grafik analizi. Sıvı retansiyonu
doğru kaydırır. Yeni kalp debisi ve venöz dönüş eğ­ sonucu venöz dönüş eğrisinin gittikçe sağa kayışı görülüyor.
BÖLÜM 22 • Kalp Yetersizliği 243

ürez sonucu böbrekler normalden çok daha fazla


sıvıyı vücuttan atarlar.
İlerleyici sıvı kaybı birkaç günlük periyot içinde
Normal sıvı ortalama sistemik doluş basıncını 11.5 mmHg’ya
dengesi için kritik düşürür ve yeni venöz dönüş eğrisi “birkaç gün
kalp debisi düzeyi sonra" ibareli koyu renkli eğriye dönüşür. Bu eğri
t- dijitalize kalbin kalp debisi eğrisi ile H noktasında,
5 litre/dak.’lık bir kalp debisi ve 4.6 m m Hg’lık sağ
atriyum basıncı düzeyinde eşitlenir. Bu kalp debisi
normal sıvı dengesi için kesinlikle gereklidir. Bu
0 2 4 6 8 10 12
S a ğ atriyum basıncı (mm Hg) nedenle ne daha fazla sıvı kaybedilir ne de kazanı­
lır. Sonuç olarak dolaşım sistemi şim di kararlı du­
Ş E K İL 22 - 7 rumdadır veya diğer bir deyişle dekom panse kalp
Dckompaııse kalp hastalığının tedavisinde dijital’in kalp debisi yetersizliği “kompanse” hale gelmiştir. Bunu diğer
eğrisini yükseltici etkisi görülüyor. Bu da idrar çıkarılmasında bir yolla ifade etmek için dolaşımın son kararlı
artışa yol açarak venöz dönüş eğrisini giderek sola kaydırmak­ denge durumu, üç eğrinin kesişme noktasıyla ta­
tadır.
nımlanır: kalp debisi eğrisi, venöz dönüş eğrisi ve
normal sıvı dengesi için kritik düzey. Bu üç eğri ay­
nı noktada kesiştiği zaman kom panse edici m eka­
içinde 7'den 10.5 mm Hg’ya yükseltir ve venöz dö­ nizmalar dolaşımı otomatik olarak stabilize eder.
nüş eğrisini yukarı ve sağa kaydırarak "otomatik
kom pansasyon” olarak işaretlenmiş eğriyi verir.
Böylece yeni venöz dönüş eğrisi B noktasında kalp Y üksek D e b ili K alp Y e te rs iz liğ in in G ra fik
debisi ile eşitlenir. Kalp debisi, sağ atriyum basıncı­ A n a lizi
nın 5 mmHg’ya yükselmesi pahasına, 4 litre/daki­
kalık bir düzeye ulaşmıştır. Şekil 22-8 yüksek debili kalp yetersizliğinin iki tipi­
4 litre/dak.'lık kalp debisi böbreklerin normal nin analizini vermektedir. Bunlardan biri kalbin
fonksiyonu için hala çok düşüktür. Bu nedenle sıvı pompalama yeteneği azalmadığı halde arteriyove-
ıetansiyonu olur, ortalama sistemik doluş basıncı nöz fistül nedeniyle aşırı venöz dönüş sonucu kal­
10.5’tan hem en hem en 13 mmHg’ya yükselir ve bin aşırı yüklenmesidir. Diğeri beriberiyle oluşan­
dönüş eğrisi "İkinci gün" işaretli olana dönüşür. Bu, dır, bunda azalmış sistemik damar direnci n ed e­
kalp debisi eğrisi ile C noktasında dengelenir, ve niyle venöz dönüş büyük oranda artmıştır, fakat
kalp debisi 4.2 litre/dak.’ya ve sağ atriyum basıncı 7 aynı zamanda kalbin pompalama yeteneği de azal­
mmHg’ya yükselir. mıştır.
İzleyen günlerde kalp debisi norm al böbrek
fonksiyonunu geri getirecek düzeye asla yüksel­ A rteriyovenöz Fistül. Şekildeki koyu siyah eğriler
mez, sıvı retansiyonu devam eder, venöz dönüş eğ­ normal kalp debisi ve normal venöz dönüş eğrileri­
risi sağa kaymaya devam eder, ve venöz dönüş eğ­ ni temsil etmektedir. Bunlar 5 litıe/dak.’lık normal
risi ve kalp debisi arasındaki denge noktası giderek kalp debisi ve 0 nnnHg’lık normal bir sağ atriyum
D noktasına, E noktasına ve sonunda F noktasına basıncını gösteren A noktasında birbiıieriyle kesiş­
kayar. Dengeleme süreci şimdi kalp debisinin aşa­ mektedir.
ğıya doğru eğimi üzerindedir, öyle ki ilave sıvı re­ Şimdi büyük arteriyovenöz fistül (büyük bir ar-
tansiyonu sadece daha ciddi kaıdiyak ödeme ve
kalp debisini kötüleştirici etkiye neden olur. Bu du­
rum ölüm oluşuncaya dek kötüleşmeyi hızlandırır.
Böylece “dekompansasyon" kalp debisi eğrisinin
sıvı alımı ve atımı arasındaki normal dengenin ye­
niden kurulması için gerekli olan 5 litre/dak.'lık
kritik düzeye ulaşamasının bir sonucudur.

Dekompanse Kalp Hastalığında Dijital Tedavi­


si. Dekompansasyon evresinin Şekil 22-6’daki E
noktasına ulaştığını farzedelim ve aynı E noktasını
Şekil 2 2 -7 ’de izleyelim. Bu noktada kalbi güçlendir­
mek ve kalp debisi eğrisini Şekil 22-7’deki kalın eğ­
ri düzeyine yükseltmek için dijital verilir. Bu venöz
dönüş eğrisini hem en değiştirmez. Bu nedenle ye­
ni kalp debisi eğrisi G noktasında venöz dönüş eğ­
risi ile eşitlenir. Şimdi kalp debisi 5.7 litıe/dakikadır
ve norm al sıvı dengesi için gerekli olan 5 lit- Ş E K İL 22 - 8
ıe/dak.’lık kritik düzeyden daha yüksektir. Bu n e­ Yüksek debili kalp yetersizliğine yol açabilen A-V Fistül ve
denle dijitalin iyi bilinen tedavi edici etkisiyle di- beriberi kalp hastalığının grafik analizi
244 ÜNİTE IV • Dolaşım

ter ve büyük bir ven arasındaki doğrudan bağlantı) deki yaklaşık değişikliği göstermektedir. Kalp d ebi­
açılışı nedeniyle sistem ik direncin (total periferik si düzeyi eğrisinin azalmış düzeyi beriberi sendro-
direnç) büyük miktarda düşmüş olduğunu farze- muna yol açan avitaminoz (başlıca tiam in eksikli­
delim. Venöz dönüş eğrisi "A-V fistül” işaretli eğri­ ği) nedeniyle kalbin zayıflaması sonucudur. Kalp
yi vermek üzere yukarı doğru dönecektir. Bu venöz gücünün azalması böbreklere kan akımını azaltır.
dönüş eğrisi 12.5 litre/dak.’lık bir kalp debisi ve 3 Bu nedenle böbreklerde büyük miktarda sıvı tutu­
mmHg’lık bir sağ atriyum basıncı ile B noktasında lur, bu da ortalama sistemik doluş basıncını (venöz
kesişir. Böylece, kalp debisi büyük oranda yüksel­ dönüş eğrisi ile sıfır kalp debisi düzeyinin kesiştiği
miş, sağ atriyum basıncı hafifçe artmış durumda­ noktayla gösterilmektedir) normal düzeyi olan 7
dır ve orta derecede konjesyon belirtileri vardır. mmHg'den 11 mm Hg’ye yükseltir. Bu durum ve­
Eğer kişi egzersiz yapmaya teşebbüs ederse, kalp nöz dönüş eğrisini sağa kaydırır. Nihayet venöz dö­
aıteriyovenöz fistülden geçen ekstra kanı pom pa­ nüş eğrisi normal değerden yukarı doğru döner,
lam ak için hem en hem en maksimum kapasitesini çünkü Bölüm 17’de açıklandığı şekilde avitaminoz
kullanmakta olduğundan küçük bir kalp yedeğine periferik kan damarlarını dilate eder.
sahip olacaktır. Bu durum yetersizlik durumuna İki kesik çizgili eğri beriberideki dolaşım duru­
benzer ve "yüksek debi yetersizliği” adıyla anılır, munu tanımlayan C noktasındakesişir. Bu noktada
fakat gerçekte kalp aşırı venöz dönüşle çok fazla sağ atriyum basıncı 9 mmHg ve kalp debisi n or­
yüklenmiştir. malden % 65 kadar fazladır. Bu yüksek kalp debisi
kalp debisi eğrisindeki plato düzeyinin baskılan­
Beriberi. Şekil 2 2 - 8 ’deki kesikli çizgiler beriberinin mış olmasıyla gösterildiği gibi kalbin güçsüzlüğüne
neden olduğu kalp debisi ve venöz dönüş eğrilerin­ rağmen oluşur.

REFERANSLAR

A lonsozana G L , C hristenson R H : T h e case for lecular m echanism s o f nitric oxide regula­ H illbrand M , Spitz R T : Lip id s, H ealth, and
cardiac troponin T : m arker for effe ctiv e risk tion: potential relevance to cardiovascular Behavior. W ashington: A m erican P sy ch o ­
stratification o f patients with acute cardiac disease. C irc R es 7 3 :2 1 7 , 1993. logical A ssociation, 1 9 97.
ischem ia. C lin Chem 4 2 :8 0 3 , 1996. Doughty RN , Sharpe N: Beta-adrenergic Johnson R G , Kronias E G . Cardiac S arcoplas
Braunw ald E : Heart D isease: A T ex tb o o k for blocking agents in the treatment o f con ges­ m ic Reticulum and Regu lation o f C ontrac­
Card iovascu lar M edicine. Philadelphia: \VB tive heart failure: m echanism s and clin ical tility. New Y ork: New Y o rk A cadem y o f
Saunders C o, 1992. results. Annu Rev Med 4 8 :1 0 3 , 1997. S cien ce s, 1998. .
B row n H, K ozlow ski R , D avey P: Physiology D rexler H, C oats A J: Explaining failure in K oss K L, K ranias EG : Phospholam ban: a
and Pharm acology o f the Heart. O xford: congestive heart failure. Annu R ev Med 4 7 : prominent regulator o f m yocardial con trac­
B la ck w e ll S cien ce , 1997. 2 4 1 , 1996. tility. C irc R e s 7 9 :1 0 5 9 , 1996.
Burnett JC , Jr: Coronar)' endothelial dysfunc­ Flye M W : Atlas o f Organ Transplantation. Lakatta EG : Cardiovascular regulator)' m ech a­
tion in the hypertensive patient: from m yo­ Philadelphia, W B Saunders C o, 1994. nisms in advanced age. Physiol R e v 7 3 :1 9 7 ,
cardial isch em ia to heart failure. J Hum Folkow B , Svanborg A: Physiology o f card io ­ 1993.
Hyperten 11 :4 5 , 1997. vascular aging. Physiol R ev 7 3 :7 2 5 , 1993. M artino T A , Liu P, S ole M J: V iral infection
Chua T P , Piepoli M , C oats A J: A lveolar-cap il­ Gould K L : C oronary Stenosis and Reversing and the pathogenesis o f dilated cardiom yop­
lary' m em brane diffusing capacity and its A therosclerosis. Philadelphia: Lippincott- athy. C irc Res 7 4 :1 8 2 , 1994.
role in the functional capacity o f chronic Raven Publishers, 1998. Peters N S: New insights into m yocardial ar-
heart failure patients. C ard iología 4 2 :2 6 5 , Guyton A C : T he system ic venous system in rhythm ogenesis: distribution o f gap-junc-
1997. cardiac failure. J C hronic D is 9 :4 6 5 . 1959. tional coupling in norm al, isch a em ic and
C ohen, M V , D ow ney JM : M yocardial precon­ Guyton A C , Jo n es C E , C olem an T G : C ircu la­ hypertrophied human hearts. C lin S e i 9 0 :
ditioning prom ises to be a novel approach tory Pathology: Cardiac Output and Its 4 4 7 , 1996.
to the treatm ent o f isch em ic heart disease. Regulation. Philadelphia, W B Saunders C o, Shinbane J S , W ood M A , Jen sen D N , et al:
Annu R e v M ed 4 7 :2 1 , 1996. 1973. Tachycardia-induced cardiom yopathy: a re­
C ollin s L J : T h e role o f horm one replacem ent Hennekens CH, A lbert C M , Godfried S L , G a- view o f animal m odels and c lin ical studies.
therapy in the prim ary and secondary pre­ ziano JM , Buring J E : A djunctive drug ther­ J A m C oll Cardiol 2 9 :7 0 9 , 1997.
vention o f coronary artery disease. New apy o f acute m yocardial in farction — ev i­ Som erville J: M anagem ent o f adults with co n ­
Y o rk : Education al H ighlights, A m erican dence from c lin ica l trials. N Engl J M ed genital heart disease: an in creasing problem .
C o llege o f C ardiology 1 3 :1, 1998. 3 3 5 :1 6 6 0 , 1996. Annu Rev M ed 4 8 :2 8 3 , 1997.
Conn JN : T h e m anagem ent o f chronic heart Hilgem ann DW : T h e cardiac N a-C a exchanger Tyson S R : G erontological Nursing C are. Phila­
failure. N Engl J M ed 3 3 5 :4 9 0 , 1996. in giant m embrane patches. Ann N Y Acad delphia: W B Saunders C o, 1999.
D inerm an J L , Low enstein O J, Sn yder S H : M o ­ Sei 7 7 9 :1 3 6 , 1996.
Kalp Kapakları ve Kalp Sesleri;
Valvülerve Konjenital Kalp
□efektlerinin Dinamiği

ventrikül duvarlarını titreştirir ve kanda titreşimli


KALP SESLERİ bir girdaba neden olur. Komşu dokular aracılığıyla
göğüs duvarlarına iletilen bu titreşim ler steteskop­
Kalp kapaklarının fonksiyonu Bölüm 9 ’da tartışıldı, la ses halinde duyulabilir.
ve kapakların kapan m asın a işitilebilir seslerin eşlik İkinci kalp sesi sem ilunar kapakların ani kapan­
ettiğine değinildi. Kapaklar açılırken genellikle ması nedeniyle oluşur. Semilunar kapaklar kapan­
işitilebilir ses oluşmaz. Bu bölümün ilk kısmının dığı zaman geriye, ventriküllere doğru bom belenir-
am acı normal ve anormal koşullarda seslere neden ler, sonra elastik gerginlikleriyle kanı arterlere geri
olan faktörleri özellikle kapakların kapanmasıyla iterler. Bu olay kısa süre için kanın arter duvarları
ya da kapak bozukluklarında kanın türbülansı, ile ve semiluner kapaklar arasında ve kapaklarla vent­
ortaya çıkan sesleri tartışmaktır. rikül duvarları arasında ileri-geri yansıyan hareke­
tine neden olur. Arter çeperlerinde oluşan vibras­
yonlar arterler boyunca iletilir. Damarların ya da
Normal Kalp Sesleri ventriküllerin titreşimleri göğüs duvarı gibi “ses çı­
karabilir bir engele” çarptığı zam an işitilebilen ses
Normal bir kalp steteskopla dinlenirse genellikle yaratırlar.
“lub, dub, lub, dub, ..." diye tanımlanan bir ses işi­
tilir. "lub” sistol başında atriyoventıiküler (A-V) ka­ Birinci ve İkinci Kalp Seslerinin Süre ve Şiddet­
pakların kapanmasına ve “dub", sistol sonunda se­ leri. Her bir kalp sesinin şiiıesi 0.10 saniyeden b i­
milunar (aoıtik ve pulmoner) kapakların kapan­ raz uzundur -birinci ses 0.14 saniye kadar, İkincisi
m asına eşlik eder. Normal bir kalp periyodunun, 0 . 1 1 saniye kadar. İkinci sesin daha kısa süreli ol­

sistol başında, A-V kapaklar kapandığı zaman baş­ masının nedeni sem iluner kapakların A-V kapakla­
ladığı kabul edildiği için “lub" sesine birinci kalp ra göre daha gergin olmasıdır, bu nedenle A-V ka­
sesi ve "dub"a ikinci kalp sesi adı verilir. paklara göre daha kısa bir süre titreşirler.
Şekil 23-1’de görüldüğü gibi birinci ve ikinci kalp
Birinci ve İkinci Kalp Seslerinin N edenleri. Kalp seslerinde işitilebilir frekans sınırı kulağın duya­
seslerinin nedenleri için ilk açıklama kalp seslerine bildiği en düşük frekansta 40 titreşim/sn’de başlar
kapak yaprakçıklarının birbirine çarpm asından ve 500 titreşim/sn civarına uzanır. Bu sesleri kay­
doğan titreşimlerin yol açtığı şeklinde idi. Fakat ka­ detmek için özel elektronik bir cihaz kullanıldığı
nın tam ponlama etkisiyle bunun ses oluşmasında zaman kaydedilen sesin en büyük kısmı işitm e sı­
çok az etkiye sahip olduğu veya hiç olmadığı göste­ nırının altındaki frekanslardadır, 3-4 titreşim/sa­
rilmiş durumdadır. Bunun yerine sesin nedeni k a ­ niyeye kadar iner ve 2 0 titreşim/sn. civarında yo­
pandıktan hem en sonra gergin kapakların titreş­ ğunlaşır. Bu nedenle bazı kalp sesleri steteskopla
m esi ile birlikte çevredeki kanın, kalp duvarlarının işitilmedikleri halde fonokardiyogıam larda elekt­
ve kalp civarındaki biiyük dam arların vibrasyonu­ ronik olarak kaydedilebilirler.
dur denilmektedir. Yani birinci kalp sesinin oluş­ İkinci kalp sesi iki nedenle birinci kalp sesinden
masında, ventriküllerin kontraksiyonu aniden ka­ daha yüksek frekansa sahiptir: ( 1 ) gerginliği çok da­
nın A-V kapakları (tıiküspid ve mitral kapaklar) ge­ ha az olan A-V kapaklara kıyasla sem ilüner kapak­
ri itmesine neden olur. Bu, korda tendinalar bom- ların daha gergin oluşu ve (2 ) birinci kalp sesinin
belenm eyi aniden duıduıuncaya kadar kapakların vibrasyon sistem ini oluşturan çok daha gevşek
atriyumlara doğru bom belenm esine yol açar. Son­ ventriküllere kıyasla, ikinci ses için başlıca titreşen
ra kapakların elastik gerginlikleri geriye akan kanın kesimler olan arterlerin esneklik katsayısının, daha
tekrar ventrikülleıe doğru ileriye fırlamasına neden büyük oluşu. Klinisyeıı iki sesin spesifik karakteris­
olur. Bu hareket, gergin kapaklarla birlikte kanı ve tiklerini ayırmak için bu ses farklılıklarını kullanır.

245
246 ÜNİTE IV • Dolaşım

Işitile- Kalp sesleri Aort odağı


ve üfürümler I
100 - r Pulmoner odak
1
\ 1

\
1
10-
1 1 Kc)nuşr la
alanı

% 1

A\
.5 0 . 1- 1
o % ?/
Ka İp se 3leri 1
0.01
ve jfürü ileri
0 .001-

0 . 0001 - Mitral odak


0 8 32 64 128 256 512 1024 2048 4096
Frekans-saniyede titreşim 'Triküspid odağı

Ş E K İL 23 • 1 Ş E K İL 23 - 2
Kalp seslerinde çeşidi frekansdaki vibrasyonların amplitüdleri, Her kapak sesinin en iyi işitildiği göğüs bölgeleri.
ve işitme eşiği ile ilişkileri. Görüldüğü gibi işitilebilen seslerin
frekansları 40-500 titreşim / saniye arasındadır. (Buttenvorth,
Chassin and McGrath: Cardiac Auscultation. New York, Grun
and Stratton’dan değiştirilerek alınmıştır 1960). Farklı kalp seslerinin dinlendiği alanlar direkt ola­
rak ilgili oldukları kapakların üzerinde değildir. Aort
alanı sesin aortta yukarı doğru iletimi nedeniyle aort
Üçüncü Kalp Sesi. Bazen diyastolün üçte bir orta boyunca yukarıda, pulmoner bölge pulmoner arter
kesiminin başında zayıf, gurultulu üçüncü bir kalp oyunca yukarıdadır, tıiküspid alanı, sağ ventrikül
sesi işitilir. Bu sesin makul fakat kanıtlanmamış üzerinde ve mitral bölgesi apeks üzerindedir. Kalbin
açıklaması, atriyumlardan ventriküllere hızla akan rotasyonu sonucu sol ventrikülün büyük bölümü
kanın ventrikül duvarları arasında ileri-geri dalga­ sağ ventrikülün arkasında yer aldığından, apeks sol
lanmalarıyla oluştuğu şeklindedir. Bu, bir musluk­ ventrikülün göğüs yüzeyine en yakın kesimidir. Di­
tan bir torbaya su doldurulurken torba içine hızla ğer bir ifadeyle, A-V kapaklarının neden olduğu ses­
akan suyun torba çeperleri arasındaki ileri geri ha­ ler her bir ilgili ventrikül tarafından göğüs duvarına
reketinin çeperde titreşimlere neden olmasına ben ­ iletilir, ve semilunar kapaklara ait sesler özellikle
zer bir durumdur. Üçüncü kalp sesinin diyastolün kalpten çıkan büyük damarlar boyunca iletilir.
orta üçte birine kadar oluşmamasının nedeni, di­
yastol başında ventrikülerdeki kan miktarının yan­ F o n o k a rd iy o g ra m
sım a için gerekli en küçük elastik gerginliğe bile yol
açacak düzeyde olmayışıdır. Bu sesin frekansı ge­ Eğer, düşük frekanslı sesi alabilen özel bir mikrofon
nellikle o kadar düşüktür ki, kulakta işitilemez, an­ göğüs duvarına yerleştirilirse, yüksek hızda yazdırıcı
cak çoğunlukla fonokardiyogramda belirlenebilir. bir apaıeyle kalp sesleri büyütülebilir ve yazdırılabi-
lir. Kayıt trasesine fonokardiyogram denir. Şekil 23-
A triyal Kalp Sesi (Dördüncü Kalp Sesi). Bazı kişi­ 3’de şematik olarak görüldüğü gibi kalp sesleri dal­
lerde fonokardiyogramda bir atriyal kalp sesi kayde­ galar şeklinde ortaya çıkarlar. A trasesi birinci, ikinci
dilmiş olabilir. Ancak frekansı çok düşük olduğu ve üçüncü kalp seslerini ve hatta atriyal sese ait vib­
için-genellikle 2 0 titreşim/saniye veya daha az-ste- rasyonları gösteren bir normal kalp sesleri kaydıdır.
toskopla hiç bir zaman işitilemez. Bu ses atriyum Üçüncü ve atriyal kalp seslerinin çok düşük şiddette
kontraksiyonu sırasında oluşur ve olasılıkla üçüncü
kalp sesine benzer şekilde kanın ventriküllere hızla
akışının yol açtığı vibrasyonlardan kaynaklanır.
3. Atriyal
N o rm a l K alp S eslerinin O s k ü lta s y o n Normal
B ö lg e le ri

Genellikle bir stetoskop yardımı ile vücuttaki ses­ c ------ M


! Aort stenozu
ı -------------------
f ilî
Ww.V"
ı i Mitral yetersizliği ı
lerin dinlenmesine oskültasyon denir. Şekil 23-2
0 -------
göğüs duvarında farklı kapak seslerinin en iyi ayır-
i Aort yetersizliği
dedilebildikleıi alanları göstermektedir. Kapaklarla r ——
*
ilgili tüm sesler bu alanların hepsinden işitilebilir, Mitral stenozu
ancak belirli bir kapak alanında o kapağa ait olan
ses, diğer seslere göre daha yüksek işitilir. Kardiyo­
i Patent duktus arteriyozusi
loglar farklı kapaklardan kaynaklanan sesleri elimi-
nasyon yoluyla ayırırlar: Yani stetoskopu bir bölge­
Diyastol 1 Sistol 1 Diyastol 1 Sistol
den diğerine hareket ettirerek, farklı alanlardaki
seslerin yüksekliğine ve her bir kapağa ait ses kom- Ş E K İL 23 - 3
ponentlerinin giderek belirmesine dikkat ederler. Normal ve anormal kalplerden kaydedilmiş fonokardiyogramlar.
BÖLÜM 23 • Kalp Kapakları ve Kalp Sesleri 247

oluşlarına dikkat ediniz. Üçüncü kalp sesi bireylerin rülmez, bunun tersi de doğrudur, yani stenoz ol­
ancak üçte bir ile yarısında, atriyal kalp sesi bireyle­ madan ıegüıjitasyon olmaz.
rin belki dörtte biri kadarında kaydedilebilir.
Kapak Lezyonlarının D iğer N edenleri. Stenoz
ya da bir veya daha fazla kapak yaprakçığınııı ek­
Kapak Lezyonları sikliği konjenital bir defekt olarak oluşur. Yapıak-
çıklaıın tam yokluğu nadir olmakla birlikte bu b ö ­
R o m a tizm a l K apak Lezyonları lümde daha sonra tartışılacağı gibi konjenital ste­
noz yaygındır.
Kapak lezyonlarının büyük çoğunluğu romatizmal
ateş sonucu oluşur. Romatizmal ateş kalp kapakla­
rına zarar verme ya da haraplam a olasılığı büyük K apak Lezyo n la rının N e d e n O ld u ğ u
olan otoim m ün bir hastalıktır. Olay, genellikle K alp Ü fü tü m le ri
streptokok toksinleriyle aşağıdaki şekilde başlatılır.
Olaylar zinciri hem en daima boğaz enfeksiyonu, Şekil 23-3’deki fonokardiyogramda görüldüğü gibi
kızıl ya da orta kulak enfeksiyonu gibi spesifik ola­ kapak anormalliklerinde “kalp üfürümleri” olarak
rak A grubu hemolitik steptokokların neden oldu­ bilinen bir çok anormal kalp sesleri oluşur.
ğu öncü bir streptokok enfeksiyonu ile başlar.
A o rt Darlığı (Stenozu) Üfürümü. Aort stenozun-
Streptokoklar antikor oluşumuna yol açan çeşitli
da kan sol ventıikülden aort kapağının sadece kü­
proteinler salarlar. Bunlardan en önem lisinin “M ”
çük bir açıldığından fırlatılır. Fırlatmaya karşı koyan
antijeni adı verilen bir protein olduğu kabul edil­
direnç nedeniyle sol ventrikül basıncı bazen 300
mektedir. Antikorlar sadece bu "M ” antijeni ile de­
mmHg’ya kadar yükselir, oysa aorttaki basınç nor­
ğil, fakat aynı zamanda vücudun pekçok farklı do­
maldir. Böylece sistol sırasında kapağın küçülmüş
kuları ile de reaksiyona girerek, sıklıkla şiddetli im ­
açıklığından kanın çok yüksek bir hızda fırlatılması
m ünolojik hasara yol açarlar. Bu reaksiyonlar anti­
ile hortum etkisi yaratılır. Bu aort kökünde kanın
korlar kanda mevcut olduğu sürece - 6 ay veya daha
şiddetle girdaplannıasm a neden olur. Giıdaplı ka­
uzun süre- oluşmaya devam ederler.
nın aort duvarlarına çarpması şiddetli titreşimlere
Romatizmal ateş pekçok vücut kesiminde, fakat
yol açar ve aort üst kesimi ve hatta boyundaki bü­
özellikle kalp kapakları gibi bazı hassas bölgelerde
yük arterler boyunca yayılan kuvvetli bir üfürüme
lıaıabiyete neden olur. Kalp kapağındaki hasarın
neden olur. Bu ses haşindir ve ciddi stenozda bazen
derecesi bu antikorların titreleri ve vücutta bulu­
o kadar şiddetlidir ki hastadan birkaç feet ( 1 metre
nuş süreleri ile doğru orantılıdır. Bu tip reaksiyon­
kadar) uzakta iken duyulabilir. Yine ses titreşimleri
larla ilgili bağışıklık prensipleri Bölüm 34’de tartı­
genellikle göğsün üst ve boynun aşağı bölgelerinde
şılmıştır ve Bölüm 31 ’de de akut glomerülonefritin
elle hissedilebilir. Buna tril (thrill) denir.
benzer bir temele dayandığına dikkat çekilmiştir.
Romatizmal ateşte kalp kapaklarının iltihaplı ke­ A o rt Yetersizliği (Regürjitasyonu) Üfürüm ü.
narları boyunca geniş hemorajik, fibrinöz, şişkin lez- Aort yetersizliğinde sistol sırasında ses işitilmez.
yonlar gelişir. Mitr al kapak, fonksiyonları sırasında di­ Ancak diyastolde kanın aorttan geriye sol ventrikü-
ğer kapaklara göre daha fazla travmaya uğradığından le akması tiz, ıslığa benzer nitelikli, nisbeten yük­
en sık ciddi hasara uğrayan kapaktır. Aort kapağı ikin­ sek perdede, maksimal olarak sol ventrikül üzerin­
ci derecede sıklıkla hasarlanır. Muhtemelen etkinlik­ de duyulan bir üfürüme neden olur. Bu üfürüm sol
leri sırasında karşılaştıkları stresin sol kalp kapakları­ ventrikül içinde mevcut kana doğru fışkıran kanın
na göre daha hafif olması nedeniyle, sağ kalp kapak­ girdaplar oluşturmasından kaynaklanır.
ları, triküspid ve pulmoner kapaklarda, romatizmal
ateş genellikle çok daha hafif hasara neden olur. Mitral Yetersizliği (Regürjitasyonu) Üfürümü.
Mitral yetersizliğinde sistol sırasında kan mitral ka­
Kapaklarda Nedbe (Skar) Oluşumu. Akut roma­ pak yoluyla geriye sol atriyuma akar. Bu da yüksek
tizmal ateş lezyonları sıklıkla kapaklarda ve komşu frekanslı, patlayıcı, ıslık niteliğinde aort yetersizli­
yaprakçıklarında eş zamanlı olarak oluşur ve yaprak- ğindeki sese benzer, en kuvvetli olarak sol atriyuma
çık kenarları birbirine yapışmaya başlar. Haftalar, ay­ yayılan bir sese neden olur. Şekil 23-3 Kayıt C ancak
lar ya da yıllar sonra lezyonlar kapak yaprakçıklaıı- sol atriyum göğüs içinde derinlerde yer aldığından
nın komşu kesimlerini kalıcı olarak birbirine kaynaş­ bu sesi direkt olarak sol atriyum üzerinde işitmek
tıran nedbe dokusuna dönüşür. Kapak yapıakçıkları- güçtür. Sonuç olarak mitral ıegüıjitasyon sesi göğüs
nın normal incelikte ve serbestçe hareket eden ser­ duvarında başlıca sol ventrikül yoluyla iletildiğin­
best kenarları da katı nedbe dokularına dönüşür. den genellikle en iyi şekilde kalbin apeksiııde işitilir.
Yapıakçıkları birbirine sıkıca kaynaşarak yeterli
kan akımını gerçekleştiremediği bir kapak oluşu­ M itral Darlık (Stenoz) Üfürümü. Mitral darlığın­
muna stenoz denir. Diğer taraftan kapak kenarları da kan sol atıiyumdan sol ventıiküle daralmış m it­
nedbe dokusuyla öylesine haraplanabilir ki ventri­ ral kapaktan güçlükle geçer. Sol atrİyumda basınç
küllerin kontraksiyonu sırasında kapanamazlar, kısa periyotlar dışında nadiren 30 mmHg üzerine
kapağın kapalı olması gerektiği zaman kanın regilr- yükseldiğinden kanı sol atıiyumdan sol ventıiküle
jitasyonııyan i geriye akımı olur. Genellikle en azın­ gönderecek büyük bir basınç farkı asla oluşmaz. Bu
dan bir derecede ıegiirjitasyon olmadan stenoz gö­ nedenle, mitral stenozuııda işitilen anorm al sesler
248 ÜNİTE IV • Dolaşım

genellikle zayıf ve çok düşük frekanslıdır, öyle ki ses kas hipertrofisi, aktivitenin en yüksek olduğu p e­
spektrumunun çoğu insanın işitebildiği düşük fre­ riyotlarda sol ventıiküler b asın cı 400 m m H g’ya
kans sınırının altındadır. kadar çıkarabilir; istirahat halindeyken bile ste-
D iyastolün başlan gıcın d a ventrikül içindeki nozlu kapağın iki tarafı arasındaki basınç farkı
kan o kadar az ve ventrikül duvarları o kadar gev­ bazen 100 m m H g’dır.
şektir ki kan ventrikül duvarları arasında ileri geri Şiddetli aort yetersizliğinde hipertrofiye olmuş
hareket etmez. Bu nedenle ağır m itral stenozun- kas bazen sol ventrikülün 250 mİ. gibi yüksek bir
da bile diyastolün ilk üçte birinde üfürüm işitile- atım hacm ini pom palam asını sağlar. Ancak di­
mez. Ancak ilk üçte birinden sonra ventrikül ka­ yastol sırasında bunun dörtte üçü ventriküle geri
nın ileri geri yansım ası için yeterli düzeyde gerilir döner ve ancak dörtte biri aort yolu ile vücuda
ve genellikle alçak, gürültülü bir üfürüm başlar. akar.
Ses vibrasyonlarının frekansının ileri derecede
düşük olması nedeniyle bazen stetoskopla işitile- Kan Volümünde A rtm a. Sol ventrikülün azalmış
mediği halde kalbin apeksi üzerinde “tril” olarak net pom pa hacm ini kom panse eden diğer bir etki
hissedilebilir. kan hacm i artışıdır. Bu, başlangıçta aıteryel b a ­
sınçtaki hafif düşme ile bu basınç azalm asının ak-
K apak Ü fürüm lerinin F o nokardiyogram ları. tive ettiği peıiferik dolaşım refleksleri tarafından
Şekil 23-3'deki B, C, D, ve E fonokaıdiyogram lar böbreğin idrar atım ındaki azalm aya bağlıdır. Bu
sırası ile aort stenozu, m itral yetersizliği, aort ye­ etki kan volümünü artırıp, ortalam a aıteryel b a ­
tersizliği ve mitral darlığı olan hastalara ait ide- sınç norm ale düşünceye kadar sürer. Hafif d erece­
alize edilm iş kayıtları gösterm ektedir. Bu fono- deki doku hipoksisi nedeniyle eritrosit kitlesi de
kardiyogram lardan anlaşıldığı gibi aortun steno- artar.
tik lezyonu bütün üfürüm lerin en şiddetlisine, Kan volümündeki artış kalbe venöz dönüşü artı­
m itral daraltıcı lezyon en zayıfına neden olm ak­ rır. Böylece sol ventrikülün anorm al pompalama
tadır. Fonokardiyogram lar sistol ve diyastolün dinamiğini yenmesi için gereken ekstra güçle kanı
farklı kesim lerinde üfürüm şiddetinin nasıl d e­ pompalaması sağlanır.
ğiştiğini ve her üfürüm ün ıe la tif zam anlam asını
da gösterm ektedir. Aort stenozu ve mitral yeter­
sizliği üfürüm lerinin sad ece sistol sırasında oluş­
S onuçta Sol V e n trik ü l Y e te rs iz liğ i ve
tuğuna, oysa aort yetersizliği ve m itral darlık üfü­ P u lm o n e r Ö d e m G e lişm e si
rüm lerinin sadece diyastolde oluştuğuna özellik­
le dikkat edininiz. Eğer okuyucu bu zam anlam a­ Aort darlığı veya aort yetersizliğinin erken evrele­
yı anlam ıyorsa anlaşılıncaya kadar üzerinde dur­ rinde sol ventrikülün artan yüke karşı intrensek
mak gerekir. adaptasyon yeteneği dinlenim durumundaki kişi­
de sol ventrikülün artmış iş yükü dışında dolaşım
fonksiyonunda önemli anormallikleri önler. Bu n e ­
denle birey ağır bir kalp hastası olduğunu bilm e­
den önce ileri derecede aort stenozu veya aort ye­
VALVÜLER KALP HASTALIĞINDA tersizliği sıklıkla oluşur, aort darlığında sol ventri­
ANORMAL DOLAŞIM DİNAMİĞİ kül basıncı 200 mınHg kadar yüksek olabilir veya
aort yetersizliğinde sol ventrikül atım hacm i n or­
malin iki katı kadar olabilir.
Aort Stenozu ve Aort Yetersizliğine^ Bu iki aort kapağı lezyonunda kritik evrelerden
Dolaşım Dinamiği sonra, sol ventrikül nihayet iş yükünü karşılaya­
maz hale gelir. Sonuç olarak sol ventrikül dilate
Aort darlığında sol ventrikül yeterince boşalamaz, olur ve kalp debisi düşm eye başlar: Kan zayıfla­
oysa aort yetersizliğinde ventr ikül boşaldıktan son­ mış sol ventrikülün gerisinde sol atriyum ve ak­
ra kan tekrar ventriküle döner. Bu nedenle her iki ciğerlerde eş zam anlı olarak birikir. Sol atriyum
durumda da kalbin atım hacm inin net miktarı b asın cı giderek yükselir, ve ortalam a sol atriyum
azalmıştır. basıncı 30-40 m ınHg üzerine çıktığı zam an B ö ­
Dolaşım bozukluğunun şiddetini azaltan birçok lüm 3 8 ’de detaylı olarak tartışılacağı şekilde ak­
önemli kompansasyon mekanizması işlev yapar. Bu ciğerlerde ağır, bazen ölüm e götüren ödem gö­
kompansasyonlardan bazıları aşağıda verilmiştir. rülür.

Sol Ventrikül H ip ertro fisi. Aort stenozu ve aort


yetersizliğinin her ikisinde de ventrikül yükünün Mitral Stenozu ve Mitral
artm ası nedeniyle sol ventrikül kası hipeıtrofiye Regürjitasyonunun Dinamiği
olur. Yetersizlikte aynı zam anda ventrikül boşluğu
geri dönen kanı almak üzere genişler. Bazen sol Mitral stenozunda sol atriyumdan sol ventriküle
ventrikül kas kitlesi dört beş kat artarak kalbin sol kan akımı engellenmiştir. Mitral yetersizliğinde di­
tarafı aşırı derecede büyür. yastolde sol ventriküle dolan kanın çoğu, sistol sı­
Aort kapağı ciddi şekilde daraldığı zam an bu rasında aorta pompalanacağı yerde sol atriyuma
BÖLÜM 23 • Kalp Kapakları ve Kalp Sesleri 249

geri kaçar. Bu her iki koşul kanın sol atriyumdan sol akciğerlerde kanın aşırı derecede birikmesine n e­
ventriküle net hareketini azaltır. den olur ve 1 0 dakika ya da biraz uzun bir süre için­
de ağır hatta letal akciğer ödemi gelişebilir.
M itra l K apak H astalığında Pulm oner Ö dem . Hafif kapak hastalığı olan olgularda bile, kapak
Sol atriyum da kanın birikm esi, sol atıiyum b a ­ fonksiyon bozukluğunun şiddeti ile orantılı olarak
sıncında ilerleyici artışa neden olur. Bu, ağır ak­ kalp yedeği azalır. Bu nedenle, egzersiz sırasında
ciğer ödem i gelişim i ile sonuçlanabilir. Genellik­ kalp debisi gerektiği kadar artamaz, kaslar hızla yo­
le, ortalam a sol atıiyum basın cı 30 mmHg üzeri­ rulur. Yani beden kasları, kan akımının yetersiz
ne yükselinceye kadar ve bazen de 40 m m H g’ya artışı nedeniyle hızla yorgun düşer.
çıkm ad an letal ödem oluşm az. Çünkü akciğerle­
rin lenfatik dam arları birkaç kat genişleyerek sı­
vıyı akciğer dokusundan büyük bir hızla uzaklaş­
tırabilirler.
KONJENİTAL KALP DEFEKTLERİNDE
Sol A triyum Genişlemesi ve Atriyum Fibrilas- ANORMAL DOLAŞIM DİNAM İĞİ
yonu. Sol atıiyumdaki yüksek basınç sol atıiyu-
m un gittikçe genişlemesine yol açar. Bu da kalp im- Nadir olarak, kan ve ilgili kan damarları fetal yaşam
pulsunuıı atriyum duvarlarında katetmesi gerekli sırasında anormal gelişebilir. Bu defektleıe kon je­
mesafeyi artırır. Bu yol sonuçta o kadar uzar ki nital an om aliler denir. Kalp ve ona bağlı kan da­
Bölüm 13 de tartışılan dairesel hareketlerin gelişi­ marlarının konjenital anomalilerinin üç m ajör tipi
mi için eğilim yaratır. Bu nedenle mitral kapak has­ vardır:
talığının evrelerinde özellikle mitral stenozunda (1) Kan akımı kanallarının kalpte bazı noktalarda
çoğunlukla atriyum fibıilasyonu oluşur. Bu, kalbin ya da ilgili büyük damarlarda stenozu (2 ) kanın sol
pom palam a etkinliğini daha da azaltır ve bu n e­ kalp veya aoıtadan geriye sağ kalp ya da pulm oner
denle kalp yetersizliğini daha da ağırlaştırır. artere geçişine yol açan bir anomali. Böylece siste-
mik dolaşımına kan akımı yetersiz olur - bun a so l­
dan sağa şant denir ve (3) kanın sağ kalpten direkt
M itral Kapağı Hastalığında Kompansasyon.
olarak sol kalbe geçişine neden olan bir anorm al­
Aort kapağı hastalığında ve konjenital kalp hasta­
lik, bu durumda akciğerlerde kan akımı zayıtlar,
lıklarının birçok tipinde olduğu gibi mitral kapağı
buna da sağdan sola şant denir.
hastalığında da başlıca böbreklerden sıvı atılm a­
Çeşitli stenotik lezyonların etkileri kolayca anla­
sındaki azalmaya bağlı olarak kan volümü artar.
şılır. Örneğin, konjenital aort kapağı darlığı, kapak
Bu, kalbe venöz dönüşü artırır, böylece kalp yeter­
lezyonlarıyla oluşan aort kapağı stenozu ile aynı di­
sizliğinin etkisinin kompansasyonuna yardım eder.
namik etkilere başlıca, ciddi pulm oner ödem geliş­
Kalp debisi, sol atriyum basıncının yükselmesine
m esine eğilim ve azalmış kadiyak debiye yol açar.
rağmen mitral kapak hastalığının son dönemlerine
Konjenital stenozun diğer bir tipi aort koarktasyo-
kadar fazla düşmez. nu (coarctation)'dur. Bu anomali çoğunlukla diyaf­
Sol atriyum basıncı ve pulmoner kapiller basınç
ram düzeyine yakın görülür ve Bölüm 19 ’da tartışıl­
yükseldikçe kan akciğerlerde göllenmeye başlar. dığı gibi vücudun aşağı kesimine doğru kan akım ı­
Akciğerlerde gelişen ödem şiddetli pulmoner arte- na karşı büyük direnç nedeniyle vücudun üst kıs­
riyol konstriksiyonuna neden olur. Bu iki etki bir­ mında (koarktasyon seviyesinin üzeri) arteryel b a­
likte sistolik pulm oner arter basıncını ve sağ ven­ sıncın aşağı vücut kesimindeki basınçtan genellik­
trikül basıncını bazen normalin iki katı kadar bir le yüzde 55 kadar yüksek olmasına neden olur.
değer olan 60 mmHg'ya kadar yükseltir. Bu da, kal­
bin artmış iş yükünü kısmen kompanse eden sağ
kalp hipertrofisine yol açar.

Patent Duktus Arteriyozus-Soldan Sağa


Şant
Kapak Lezyonu Olan Hastalarda
Egzersiz Sırasındaki Dolaşım Dinamiği Fetal yaşam sırasında akciğerler kollabe duru­
m undadır ve alveolleri kollabe eden akciğer elas­
Egzersiz sırasında büyük miktarda venöz kan perife- tik baskısı (kompresyonu) kan dam arlarının da
rik dolaşımdan kalbe döner. Bu nedenle kalp kapak kollabe halde kalmasını sağlar. Bu nedenle akci­
hastalıklarının faiklı tiplerinde oluşan tüm dinamik ğerlerde kan akımına karşı direnç o kadar büyük­
anormallikleri ileri derecede şiddetlenir. İstirahat tür ki, fetüste pulm oner arteryel basınç yüksektir.
halinde semptom vermeyen orta derecede valvüler Aortadan plasentanın büyük dam arlarına doğru
kalp hastalığında bile ağır egzersiz sırasında genel­ kan akım ına karşı direnç düşük olduğundan, aor-
likle ciddi semptomlar gelişir. Örneğin, aort kapağı tadaki basınç pulm oner ajterdekinden daha dü­
lezyonu olan hastalarda egzersiz akut sol ventriküler şüktür. Bu durum hem en bütün pulm oner arter
yetersizliğe ve onu izleyen akut pulm oner ödem e yol kanının akciğerlere değil, fetuste pulm oner arteri
açabilir. Yine, mitral kapak hastalıklarında, egzersiz, aorta ile birleştiren (Şekil 23-4) özel bir arter olan
250 ÜNİTE IV • Dolaşım

Baş ve üst
ekstremiteler
,t ,i
Sağ akciğer
v>:

Aort
—\------ Duktus
arteriyozus

Sol Ş E K İL 23 - 4
pulmoner
arter Patent duktus arteriyozus,
pembe rengin koyuluğu
Gövde ve alt dolaşımın farktı kesimlerinde
Pulmoner arter
ekstremiteler kanın oksijenlenme derecelerini
göstermektedir.

dııktus cırteriozus yoluyla akm asına neden olur. A kciğerlerde Dolaşımın Tekrarlanması. Patent
Bu, kanın akciğerlere gitm eden fetüsün sistem ik duktuslu daha büyük çocuklarda aort kanının yarı­
arterlerinde hızla dolaşım ını sağlar. Bu şekilde ka­ sı ile üçte ikisi duktus yoluyla geriye doğru pulm o­
nın akciğerlerden geçm em esi fetüs için tehlike ya­ ner artere akar. Sonra akciğerlerden geçerek sol
ratmaz. Çünkü fetüste kan annenin plasentasında ventriküle gelir. Akciğerler ve sol kalp arasındaki bu
oksijenlenir. dolaşım sistemik dolaşımdaki bir tura karşılık iki ya
da daha fazla tekrarlanmaktadır.
D o ğu m d an Sonra Duktusun Kapanması. B e­ Bu kişilerde kalp yetersizliği veya pulm oner kon-
bek doğar doğm az akciğerler hava ile şişer; sad e­ jesyonun geliştiği yaşamın geç evrelerine kadar si-
ce alveoller hava ile dolm akla kalmaz, aynı za­ yanoz görülmez. Gerçekten de yaşam ın erken dö­
m anda pu lm oner dam ar yatağı boyunca kan akı­ neminde kanın akciğerlerden geçişi tekrarlandı­
m ına karşı d iıeç de aşırı şekilde azalır ve pulm o- ğından arteıyel kan normalden daha iyi oksijenle­
ner arter basın cı düşer. Aynı zam anda plasenta nir. Patent duktus arteıiyozusta akciğerler ve sol
yoluyla kan akım ının aniden kesilm esi nedeniyle kalp arasında fazladan kan akımı nedeniyle sol kal­
aort b asın cı yükselir. Böylece aort basıncı yükse­ bin debisi norm alin iki-üç katıdır.
lirken pu lm oner arter basıncı düşer. Sonuç o la­
rak duktus aracılığıyla kan akım ı doğumda a n i­ Azalmış Kalp ve Solunum Yedeği. Patent duktus
den kesilir, kan duktus boyunca aortadan pul­ aıteriyozusun hastalar üzerindeki m ajör etkileri
m oner artere doğru akmaya başlar. Kan akışın­ kalp ve solunum yedeklerini azaltmasıdır. Sol vent-
daki bu yeni durum bebeklerin çoğunda birkaç rikül norm al kalp debisinin iki katını ya da daha
saatle birkaç gün içind e duktus arteıiyozusun fazlasını pom palam aktadır. Pom palayabildiği
kapanm asına ned en olur -ve duktus arteriyozus maksimum miktar kalp hipeıtrofisinden sonra bile
yoluyla kan akımı devam etm ez. Duktusun ka­ normalin dört ila yedi katı kadardır. Bu nedenle eg­
panm asında aorta kanının oksijen konsantras­ zersiz sırasında vücudun geri kalan kısmına net
y onunun fetal yaşam sırasında duktustan geçen kan akımı asla şiddetli aktiviteııin gerektirdiği dü­
pulm oner arter kanına göre iki kat daha fazla zeye çıkamaz. Orta derecede egzersizle bile kişi
oluşunun rol oynadığına inanılm aktadır. Oksijen halsiz kalır ve hatta kalp yetersizliği sonucu bayıla-
duktus kasının kasılm asına neden olur. Bu, B ö ­ bilir.
lüm 8 3 ’de tekrar tartışılacaktır. Yine, akciğerlerde aşırı kan akımı sonucu oluşan
Yaklaşık her 5500 bebekten l ’inde duktus hiç ka­ pulmoner damarlardaki yüksek basınçlar, ekseriya
panmaz. Patent duktus arteriyozus (duktus arteri­ pulmoner konjesyon ve pulmoner ödeme yol açar.
yozus açıklığı) denilen bu durum Şekil 23-4'de gös­ Kalp yükündeki artışın sonucu olarak ve özellikle
terilmiştir. yaşla birlikte pulmoner konjesyonun giderek art­
ması nedeniyle düzeltilm em iş paten t duktuslu
Kalıcı P atent Duktusta Dolaşım Dinamiği. Yeni hastaların çoğu 20-40 yaşları arasında ölür.
doğanın yaşam ının ilk aylarında patent duktus ge­
nellikle şiddetli fonksiyon anormalliğine neden ol­ Kalp Sesleri: M akinam sı Ü fürüm . Patent duk­
maz. Çocuk büyüdükçe, aorta ve pulmoner arter tus arteriyozuslu bebekte, bazen ters yönde akan
basınçları arasındaki fark giderek artar ve buna uy­ kan m iktarı az olabileceğinden anorm al kalp s e s ­
gun olarak aortadan pulmoner artere doğru geriye leri duyulmaz. B ebek büyüyüp 1-3 yaşlarına u la­
kan akımı da artar', çoğunlukla kısmen kapanmış şınca göğüste pulm oner odakta haşin, gurultulu
olan duktusun çapı zamanla giderek artarak duru­ bir üfürüm duyulmaya başlar. Bu ses sistol sıra ­
mu daha da kötüleştirir. sında aort basıncı yükseldiği zam an çok daha
BÖLÜM 23 • Kalp Kapakları ve Kalp Sesleri 251

şiddetlidir, diyastolde aort basıncı düştüğünde 4. Sağ kalp büyük miktarda kanı aorttaki yüksek
şiddeti çok azalır. Her kalp atım ı ile şiddetlenip basınca karşı pompalamak zorunda kaldığından
zayıflayan bu üfüıüm e "m akinam sı üfürüm ” d e­ kas yapısı büyük oranda gelişerek sağ ventrikiilün
nir. Bu üfüıüm ün şem atik fonokardiyogram ı Ş e ­ büyümesine neden olur.
kil 2 3 -3 ’de görülmektedir.
Anormal Dolaşım Dinamiği. Fallot tetralojisinin
Cerrahi Tedavi. Patent duktus arteriyozusuıı cer­ yol açtığı en büyük fizyolojik güçlüğün, kanın şant
rahi tedavisi çok basittir; bütün işlem patent duk- yaparak oksijenlenm eden akciğeri atlam ası olduğu
tusun bağlanması ya da kesilip iki ucunun dikilme­ kolayca anlaşılmaktadır. Kalbe dönen venöz kanın
si şeklindedir. yüzde 75 kadarı oksijenlenm eden sağ ventrikülden
direkt olarak aorta geçer.
Fallot tetralojisi tanısı genellikle şu kriterlere da­
Fallot Tetralojisi ■ Sağdan - Sola Şant yanır. ( 1 ) bebeğin siyanotik (mavi) oluşu, (2 ) bir ka-
teter aracılığı ile sağ ventrikülden kaydedilen basın­
Fallot tetralojisi Şekil 23-5'de görülmektedir. En sık cın yüksek oluşu, (3) kalbin radyolojik görüntüsün­
rastlanan “mavi bebek” nedenidir. Kanın çoğu ak­ de genişlemiş sağ ventrikülü gösteren karakteristik
ciğerlerden geçmez ve bu nedenle aort kanı başlıca değişiklikler ve (4) interventriküler septal defekt, de­
oksijenlenm em iş venöz kandır. Bu durumda eş za­ fekt üzerinde yerleşik aoı tada anormal kan akımı ve
manlı olarak dört anormallik görülür: daralmış pulmoner arter yoluyla daha az kan akımı
gösteren anjiyogramlar (röntgen filmi görüntüleri).
1. Aort soldan değil, sağ ventrikülden çıkar veya
şekilde gösterildiği gibi septumdaki bir açıklık (de­ Cerrahi Tedavi. Fallot tetrolojisi cerrahi olarak b a ­
fekt) üzerine ata biner gibi yerleşiktir. Her iki vent­ şarıyla tedavi edilmektedir. Uygulanan işlem pul­
rikülden kan alır. moner darlığın açılması, septal defektin kapatılm a­
2. Pulmoner arter dardır, öyle ki norm ale göre sı ve aortaya kan akım yolunun düzeltilmesidir. Sa­
çok az miktarda kan sağ ventrikülden akciğere ge­ dece 4-5 yıllık ortalama yaşam süresi başarılı bir
çer; kanın çoğu aortaya geçer. cerrahi girişimle 50 ya da daha uzun yıllara çıkar.
3. Kan ventriküldeki septal defekt yoluyla sol
ventrikülden sağa, oradan da aorta geçer, ya da
doğrudan bu delik üzerine oturmuş olan aortaya Konjenital Anomalilerin Nedeni
geçer.
Koııjenital kalp defektlerinin en yaygın nedenlerin­
den biri gebeliğin ilk trimesterinde, fetüs kalbi olu­
şurken annede bir virüs enfeksiyonudur. Bu dö­
nemde annenin kızamıkçık geçirm esi defekt oluş­
masına eğilim yarattığından jinekologlar ilk tri-
Baş ve üst mesterdeki kızamıkçık enfeksiyonunda gebeliğin
ekstremiteler
sona erdirilmesini tavsiye ederler.
Kalbin bazı konjenital defektleıi kalıtsaldır. Çün­
kü aynı defekt tek yumurta ikizlerinde ve birbirleri­
ni izleyen kuşaklarda görülür. Cerrahi olarak tedavi
edilmiş konjenital kalp hastalarının çocuklarında
konjenital kalp hastalığı bulunm a olasılığı diğer
çocuklardan 10 kat daha fazladır. Konjenital kalp
¿efektlerine çoğunlukla vücuttaki diğer konjenital
defektler de eşlik eder.

KALP CERRAHİSİ SIRASINDA VÜCUT


DIŞI (EKSTRAKORPORAL)
DOLAŞIMIN KULLANILMASI
Kalp çalışmakta iken kalp içi kusurları tam ir etmek
hem en hem en olanaksızdır. Bu nedenle, operas­
yon sırasında kalp ve akciğerlerin yerini almak üze­
re çeşitli tipte yapay kalp-akciğer m akiııaları geliş­
tirilmiştir. Böyle bir sistem e vücut dışı dolaşım adı
verilir. Sistem başlıca bir pompa ve bir oksijenlem e
Fallot tetralojisi, pembe rengin koyuluk derecesi dolaşımın farklı düzeneğinden ibarettir. Kanda hem olize neden ol­
kesimlerinde kanın oksijenlenme derecelerini göstermektedir. mayan herhangi bir pompa tipi uygun olabilir.
252 ÜNİTE IV • Dolaşım

Kanın oksijenlenm esi için uygulanan prensipler


şunlardır ( 1 ) kandan oksijen kabarcıkları geçirmek VALVÜLER VE KONJENİTAL KALP
ve sonra kanı hastaya geri vermeden önce bu ka­
HASTALIKLARINDA KALP
barcıkları uzaklaştırmak, (2 ) kanı oksijen içindeki
geniş plastik bir yüzey üzerinde aşağıya doğru HİPERTROFİSİ
damla damla geçirmek, (3) kanı dönen disklerin
yüzeyinden geçirmek ve (4) kam, oksijen ve karbon Kalp kasının artmış lıipertrofisi, artm ış iş yüküne
diokside geçirgen olan ince mem branlar arasından karşı kalbin adaptasyonunu sağlayan en önemli
veya ince tüplerden geçirmek. mekanizmalardan biridir. Bu yüklerin kaynağı kalp
Çeşitli sistemler, kanın hemolizi, kanda küçük kasının yüksek basınca karşı kontraksiyon yapma
pıhtıların oluşması, küçük oksijen kabarcıkları ve­ zorunluluğudur. Bazı araştırıcılar kasta artan gerili­
ya köpük oluşmasını önleyici ajanın küçük emboli- m in hipertıofiye yol açtığına inanmakta, diğerleri
lerinin hastanın arterlerinden geçm esi olasılığını ise kasta m etabolizma hızı artışının primer stimu-
içeren birçok güçlükler taşımaktadır. Yine, büyük lus olduğunu kabul etmektedirler. Bu görüşlerden
miktarda kanın bütün sistemden geçmesinin ge­ hangisinin doğru olduğuna bakmaksızın kalbin
rekli oluşu, uygun miktarda oksijenlenm enin sağ­ her kamarasındaki hipeıtrofinin yaklaşık ne kadar
lanam am ası ve kanın koagülasyonunu önlemek olduğu, ventrikül atım zamanı, ventrikülün yap­
için sistem de heparin kullanılmasının gerekliliği, ması gereken işe karşılık yenmek zorunda olduğu
heparinin ise cerrahi girişim sırasında yeterli lıe- basınçla çarpılarak hesaplanabilir. Böylece hipert-
mostazı engellemesi, sistem lerin taşıdığı sakınca­ ıofi valvüler ve konjenital hastalık tiplerinin ço ­
lardandır. Ancak, bütün bu güçlüklere rağmen, uz­ ğunda oluşur ve bazen kalp ağırlığının norm al de­
m anların ellerinde, hastalar birçok saat yapay ğeri olan 300 gram yerine 800 grama kadar çıkm a­
kalp-akciğer makinalarına bağlı kalabilmekte, kalp sına neden olur.
içinde girişimler yapılmaktadır.

REFERANSLAR

A llen G S , M urray K D . O lsen D B : C ontrol o f Hoit B D , W alsh R A : Cardiovascular Phy siol­ N ovey D W , Pencak M , Stang JM : T h e Guide
the artificial heart. A S A IO J 4 2 :9 3 2 , 1996. ogy in the G en etically Engineered M ouse. to Heart Sounds. B o c a Raton, F L : C R C
Blu estein D , Einav S : T h e e ffe ct o f varying Norw ell, M A : K luw cr A cadem ic Publishers, Press, 1998.
degrees o f stenosis on the characteristics o f 1998. Parer J T : H andbook o f Fetal Heart R ate M on i­
turbulent pulsatile flow through heart K anter R J, G arson A Jr: A trial arrhythmias toring. Philadelphia: W B Saunders C o,
valves. J B iom ech 2 8 :9 1 5 , 1995. during ch ro n ic follow -up o f surgery for 1997.
B row n H, K ozlow sk i R , D avcy P: Physiology com plex congenital heart disease. Pacing P e rlo ff J K : T h e C lin ical R ecognition o f C o n ­
and Pharm acology o f the H eart. O xford: C lin Electrophysiol 2 0 :5 0 2 , 1997. genital Heart D isease. Philadelphia: W B
B la ck w e ll S cien ce, 1997. Kirklin JW , B arratt-B oyes B G : Cardiac Sur­ Saunders C o, 1994.
C ladelJas M , O riol A , C aralps JM : Quantita­ gery. 2nd ed. New Y o rk: C hurchill L iving­ Saniango-Sp rouse C , Suddaby E C : D evelop­
tive assessm ent o f valvular function after stone, 1993. m ental concern s in children with congenital
cardiac transplantation by pulsed Doppler K ubo H: M arine propellers: the latest topics. heart disease. Curr O pin Cardiol 12:91,
echocardiography. Am J C ardiol 7 3 :1 1 9 7 , A rtif Organs 2 0 :1 0 9 , 1996. 1997 (see com m ents).
1994. S o m erv ille J : M anagem ent o f adults with c o n ­
M aruyam a Y , Hori M , Jan ick i JD : C ardiovas­
genital heart disease: an increasing problem .
D ickinson C J: T h e aetiology o f clubbing and cular Rem odeling and Functional Interac­
Annu R ev M ed 4 8 :2 8 3 , 1997.
hypertrophic osteoarthropathy. Eur J Clin tion. T o k yo: Springer, 1997.
Spevak P J: New developm ents in fetal e ch o ­
Invest 2 3 :3 3 0 , 1993. Nlelgar G R . N asser R M , G ordon S M , et al:
cardiography. CurT O pin Cardiol 12:78,
Fallo n J T : C ardiovascular Pathophysiology. Fungal prosthetic valve endocarditis in 16
1997.
Philadelphia: J B Lippincott, 1994. patients: an 1 1-year exp erience in a tertiary
Topol E J : T ex tb o ok o f Interventional C ard iol­
Feigenbaum H: Echocardiography. Baltim ore: care hospital. M edicine 7 6 :9 4 , 1997. ogy. Philadelphia: W B Saunders C o, 1994.
W illiam s & W ilkin s, 1994. M elvin D B , Sch im a H, Losert U A, W olner E: V ongpatanasin W , H illis LD , Lange R A : Pros­
Findlow D , D o yle E : Congenital heart disease Long-term ventricular w all actuation: can thetic heart valves. N Engl J M ed 3 3 5 :4 0 7 ,
in adults. B r J A naesth 7 8 :4 1 6 , 1997. and should it be system atically explored? 1996.
Hahn C , V lah ak es G J: N onreplacem ent opera­ A rtif Organs 2 0 :6 3 , 1996. W ood M K : A cyan otic lesio n s w ith increased
tions for m itral valve regurgitation. Annu N on S: Congenital heart defects: cyanotic and pulm onary blood flow. N eonatal Network
R e v M ed 4 8 :2 9 5 , 1997. acyanotic. Pediatr Ann 2 6 :9 2 , 1997. 1 6 :17, 1997.
Dolaşım Şoku ve Tedavisinin
Fizyolojisi

D olaşım şokıı bütün vücutta genel kan akımı yeıer- durum ( 1 ) vücutta m etabolizm anın aşırı yükselmesi
sizliği anlamında kullanılır. Bu yetersizlik, kan akı­ sonucu norm al bir kalp debisinin bile yetersiz k a l­
m ının aşırı derecede azalması nedeniyle özellikle ması, veya (2 ) anorm al doku perfüzyonıt durum un­
de oksijen ve diğer maddelerin doku hücrelerine dan kaynaklanabilir. Öyleki kalp debisinin çoğu, ye­
taşınmasının aşırı derecede azalması sonucu, vü­ rel dokuları besleyen damarların dışındaki kan da­
cut dokularında hasar oluşturacak düzeydedir. Biz­ marlarından geçer.
zat kardiyovasküler sistem in kendisi bile -kalp kası, Şokun spesifik nedenleri bu bölüm de daha so n ­
kan damarlarının duvarları, vazomotor sistem ve ra tartışılacaktır. Yeri gelmişken, şokun tüm tiple­
diğer dolaşım kesimleri bozulmaya başlar, öyle ki rinde tüm doku lara veya en azın dan kritik d o k u ­
şok giderek ağırlaşır. lara besin m addesi taşınm ası ve hücresel m eta b o ­
lizm a artıkların ın doku lard an uzaklaştırılm ası
yetersizliğinin ortaya çıktığına işaret etm ek ön em ­
li olacaktır.
ŞOKUN FİZYOLOJİK NEDENLERİ
Dolaşım Şokunda Arteryel Basınç Ne
Kalp Debisi Azalmasına Bağlı Dolaşım Olur?
Şoku
Çoğu hekimin kanısına göre arteryel basınç düzeyi
Şok genellikle kalp debisi yetersizliğinden kaynak­ dolaşım fonksiyonunun yeterliliğinin başlıca ölçü­
südür. Ancak, arter basıncı çok defa ciddi yanılgıla­
lanır. Bu nedenle, kalp debisini azaltan herhangi
bir faktör olasılıkla dolaşım şokuna neden olacak­ ra neden olur. Şahısta çok ciddi bir şok durumu
tır. İki tip faktör kalp debisini şiddetle azaltabilir. olabilir ve yine de kan basıncı normaldir. Çünkü
güçlü sinirsel refleksler basıncın düşmesini önler­
1. Kalbin kanı p om p a la m a yeteneğini azaltan ler. Bazen de arteryel basınç norm alin yarısına in e­
kalp anorm allikleri. Bunlar arasında (1) ıııiyokard bilir, ancak kişi hala normal doku perfüzyonuna
infarktüsii (2) kalbin toksik durumları, (3) ciddi kalp sahiptir ve şokta değildir.
kapağı fonksiyon bozuklukları, (4) kalp aritmileri ve Şokun birçok tipinde, özellikle ciddi kan kaybı­
diğer durumlar bulunur. Kalbin pompalama yetene­ nın neden olduğu şokta kalp debisi ile birlikte arte­
ğinin azalması sonucunda oluşan dolaşım şokuna ryel kan basıncı da azalır, ancak kan basıncındaki
kardiyojenik şok denir. Bu konu bölüm 22’de tartışıl­ düşme kalp debisindeki kadar olmaz.
mış olup kardiyojenik şok gelişen kişilerin yüzde 85
kadarının kaybedildiğine işaret edilmiştir.
2. Venöz dönüşü azaltan faktörler. Azalmış venöz Nedeni Ne Olursa Olsun Dolaşım
dönüşün en sık rastlanan nedeni ( 1 ) kan volümü­ Şokunun Son Evresi Doku Harabiyetidir
nün azalmasıdır, ancak (2 ) d am ar tonusıında özel­
likle venöz kan depolarında tonusun azalması veya Dolaşım şoku kritik bir şiddete ulaşınca olayı b aş­
(3) dolaşımın herhangi bir noktasında, özellikle latan nedene bakmaksızın şok bizzat kendi kendi­
kalbe venöz dönüş yolunda kan akım ının tıkan­ ni ağırlaştırır. Yani, yetersiz kan akımı dolaşım sis­
m ası sonucu da venöz dönüş azalabilir. teminde hasarın başlam asına neden olur. Bu, kalp
debisinin daha da azalmasına yol açar, dolaşım şo ­
kunun gittikçe ağırlaşmasıyla bir kısır döngü olu­
Kan Debisi Azalmaksızın Oluşan şur, ölüme kadar doku perfüzyonu daha da azalır,
Dolaşım Şoku şok giderek daha da ağırlaşır. Dolaşım şokunun b i­
zim burada özellikle üzerinde durduğumuz bu geç
Nadir olarak, kalp debisi normal ve hatta normal­ evresinde uygun bir fizyolojik tedavi çok defa lıızla
den fazla olduğu halde kişi dolaşım şokundadır. Bu yaklaşan kötü sonucu tersine çevirebilir.

253
254 ÜNİTE IV • Dolaşım

basın ç üzerindeki yaklaşık etkilerini gösterm ek­


Şokun Evreleri tedir. Total kan volüm ünün yüzde 10 kadarı, kalp
Dolaşım şokunun özellikleri ağırlık derecelerine debisi ve arteryel b asın ç etkilen m ed en alınabilir.
göre değiştiğinden şok aşağıdaki üç ana evreye ay­ Ancak daha fazla kan kaybı genellikle ilk olarak
kalp debisini, daha sonra kan b a sın cın ı azaltır,
rılır:
total kan volüm ünün yüzde 3 5 ’i ile 45 kadarı
1 . İlerleyici olm ayan evre (bazen kom panse evre kaybedildiği zam an bu nların h er ikisi de sıfıra
de denir), bu evrede dışarıdan tedavi yardımı ol­ düşer.
maksızın dolaşımın norm al kompansasyon meka­
nizmaları tam düzelme sağlayabilir. Şokta S em p atik Refleks K om pansasyonları -
2 . İlerleyici evre, bu dönemde şok ölüme kadar gi­
A rte ry e l Basıncı K orum adaki Ö ze l D e ğ e rle ri.
derek ağırlaşır. Kanam adan sonra arteryel basın çtaki azalm a ve
3. İrreversibl evre, şok o kadar ilerlemiştir ki, bili­ yine toraksın düşük basın ç bölgelerindeki basın ç
nen bütün tedavi yöntemleri, kişi henüz yaşadığı azalm ası kuvvetli sem patik refleksleri başlatır
halde, hayatını kurtarmada yetersiz kalır. (başlıca b aro ıesep tö rler ve düşük b asın ç vaskü-
Şim di İcan volüm ünün azalm asından kaynak­ ler gerim reseptörleri ile başlatılır). Bu refleksler
lanan dolaşım şokunun tem el prensipleri veril­ tüm vücutta sem patik v azokonstıiktör sistem i
m iş olan evrelerini tartışalım . Sonra şoku başla­ uyarır, sonuçta üç önem li etki ortaya çıkar: ( 1 )
tan diğer nedenlerin özel niteliklerini gözden ge­ vücudun büyük kısm ında a rteıiy o ller daralır,
çirebiliriz. böylece total periferik direnç artar. (2 ) Venler ve
venöz depolar daralır, böylece azalm ış kan volü­
m üne rağm en uygun venöz dönüşün devam etti­
rilm esin e y ard ım cı olunur. (3) Kalp etkinliği
HİPOVOLEMİ NEDENİYLE OLUŞAN önem li d ereced e artar, bazen kalbin frekansı
ŞOK-HEMORAJİK ŞOK norm al değeri olan 72 vuru dak.’dan 160-180 vu­
ru/dak.’ya çıkar.
Hipovolemi, kan volümü azlığı anlam ına gelir. En
yaygın hipovolemik şok nedeni, kanamadır.
Reflekslerin D eğeri. Sem patik reflekslerin yok­
Kanama, dolaşım ın doluş basıncını düşürür ve
luğunda kişi ölm ed en önce 30 dakikalık bir süre
buna bağlı olarak venöz dönüşü azaltır. Sonuç ola­
içinde kan volüm ünün sadece yüzde 1 5 -2 0 ’sini
rak kalp debisi norm alin altına düşer ve şok ortaya
kaybedebilir. Buna karşın refleksler m evcut o l­
çıkar. Kanama, kalp debisinin orta derecede azal­
duğu zam an bu değer kan volüm ünün yüzde 30-
m asından hem en hem en tam am en kesilmesine
4 0 ’ma çıkar. Bu ned en le refleksler ölüm e yol a ç ­
kadar, kan kaybı miktarına bağlı olarak, şokun bü­
m adan kaybedilebilecek kan m iktarını, yokluk­
tün derecelerine yol açabilir.
larında m üm kün olan ın yaklaşık iki katına çıka­
rırlar.

Kaybedilen Kan Hacminin Kalp Debisi


Reflekslerin Arteryel Basıncı Korumada, Kalp D e­
ve Arteryel Basınçla İlişkisi
bisini Korumaya Oranla Daha Etkin Oluşu. Tekrar
Şekil 24-1, otuz dakikalık bir süre içinde dolaşım Şekil 2 4 -1 ’e gelirsek, kanam alı kişide arteryel b a ­
sistem ind en kan kaybının kalp debisi ve arteryel sıncın, kalp debisinden daha uzun süre hem en h e­
men normal düzeylere yakın sürdürüldüğüne dik­
kat ediniz. Bunun nedeni sem patik reflekslerin ar­
teryel basıncın devamında debiye göre daha etkin
olmalarıdır. Bu refleksler arteryel basıncı, başlıca
total periferik direnci artırarak yükseltirler ki bu­
nun kalp debisi üzerinde iyileştirici etkisi yoktur.
Bununla birlikte, venleıin sem patik konstriksiyon-
ları, arteryel basıncı korumanın yanısıra venöz dö­
nüş ve kalp debisinin çok fazla düşm eden korun­
masını da sağlar.
Şekil 2 4 -1 ’in arteryel basınç eğrisinde ikinci
plato özellikle ilginçtir. Bu m erkezi sinir sistem i
iskemik cevabının sonucudur. Bu, cevap arteryel
basınç 50 m m H g’nın altına düştüğü zam an, B ö ­
lüm 18'de tartışıldığı şekilde sem patik sinir siste­
m inin aşırı uyarılm asına neden olur. Merkezi si­
Kaybedilen total kan yüzdesi nir sistem i iskem ik cevabının bu etkisi, arteryel
b asın cın aşırı d üşm esini önleyici girişim lerinde
Ş E K İL 24 - 1 sem patik reflekslerin son savunm a hattı olarak
Kanamanın kalp debisi ve arteryel basınç üzerine etkisi. adlandırılır.
BÖLÜM 24 • Dolaşım Şoku ve Tedavisinin Fizyolojisi 255

Koroner ve Serebral Kan Akımının Reflekslerle ilerleyici olmasına yol açar. Yani şok d a h a ağır bir
Korunması. Kalp debisinin azalması durumunda şok tablosuna yol açar, sonuçta dolaşım ın iflası ve
bile arteıyel basıncın normal düzeyde devam etti­ ölüme götüren bir kısır döngüye girilir.
rilmesinin koroner ve serebral dolaşım sistem le­
rindeki kan akımının korunmasında özel bir değe­ İle rle y ic i O lm a y a n Şok - K o m p a n s e Şok
ri vardır. Sempatik stimiilasyon beyin veya kalp da­
marlarını önem li ölçüde daraltmaz. Buna ilaveten, Eğer şok kendisinin ilerlemesine neden olacak ka­
bu damar yataklarının her ikisinde de lokal otoıe- dar ciddi değilse, kişi sonuçta iyileşir. Bu nedenle
gülasyon mükemmeldir, arteıyel basınçtaki orta bu hafif derecedeki şoka ilerleyici olm ayan (noıı-
derecedeki azalmaların kan akımlarını önemli öl­ progresif) şok denir. Kom panse şok olarak da adlan­
çüde etkilemesini önler. Bu nedenle kalp ve beyin­ dırılan bu tabloda sempatik refleksler ve diğer fak­
deki kan akımı arteıyel basınç yaklaşık 70
törler dolaşımın daha da bozulmasını önlemeye
mmHg’nın altına düşmediği sürece normal düzey­
yetecek derecede kompansasyon sağlar.
lerde devam ettirilir. Oysa vücudun diğer pekçok
Kişinin orta derece bir şoktan iyileşm esine n e­
alanlarındaki kan akımı, bu sıradaki vazospazm
den olan faktörler kalp debisi ve arteryel basıncı
nedeniyle norm alin dörtte biri kadar düşük bir dü­
norm al düzeye getirmeye yönelik negatif feed­
zeye inebilir.
back dolaşım kontrol mekanizmalarıdır. Bu m eka­
nizmalar şunları içerir;

İlerleyici Olmayan ve İlerleyici 1. B aroreseptör refleksler, dolaşım da kuvvetli


Hemorajik Şok sem patik stimülasyona yol açarlar.
2. Merkezi sinir sisteminin iskemik cevabı, bütün
Şekil 2 4 -2 ’de farklı derecelerdeki kanam aların ar- vücutta daha da kuvvetli sempatik stimülasyon ya­
teıyel basın ç seyri üzerindeki etkileri gösterm ek ratır. Ancak arteryel basınç 50 mmHg’mn altına in ­
için köpekte yaptığım ız bir deneyin sonuçları gö­
medikçe belirgin olarak aktive olmaz.
rülm ektedir. Köpekler, arteryel kan basın çları
3. Dolaşım sisteminin tersine stıes-gevşemesi, kan
farklı düzeylere düşünceye kadar hızla kanatıldı.
damarlarının azalan kan volümüne uyacak şekilde
Kan basınçları ani olarak 45 mmHg altına düş­ daralın alarma yol açar, öyle ki mevcut kan volüm ü­
m eyen köpeklerin (grup I, II ve III) hepsi iyileşti; nün dolaşım sistem ini daha yeterli bir düzeyde
b asın ç hafifçe düştüğünde iyileşm e hızlı oldu doldurması sağlanmış olur.
(grup I), fakat basın ç hem en hem en 45 mmHg
4. Böbreklerde anjiyotensin oluşumu, perifeıik
seviyesine düştüğü zam an (grup III) iyileşm e ya­ arterleri daraltır, böbreklerde su ve tuzun tutulm a­
vaş oldu. Arteryel b asın ç 45 mmHg altına düştü­ sını sağlar ve bu iki mekanizma ile şokun ilerlem e­
ğü zam an (grup IV, V ve VI) bütün köpekler öldü. sinin önlenm esinde yardımcı olur.
Ancak bunlardan bir çoğu dolaşım sistem i iflas 5. A rka lıipofizden vazopressiıı (an tidiiiretik
etm ed en önce, saatlerce yaşam ve ölüm arasında horm on ) oluşum u, perifeıik arter ve venleri d a­
gidip geldiler. raltır, böbreklerde su tutulm asını büyük oranda
Bu deney, hem oraji derecesi belirli kritik bir dü­ artırır.
zeyin üzerine çıkmadığı sürece dolaşım sistem inin 6 . Kan hacm ini tekrar norm ale döndüren k o m ­
iyileşebileceğini göstermektedir. Bu kritik düzeyin panse edici m ekanizm alar, sindirim kanalında bü­
birkaç mİ üzerindeki kan kaybı yaşamla ölüm ara­ yük miktarda suyun emilimi, inteıstisyel alandan
sındaki sınırın geçilmesine neden olur. Böylece b e­ kan kapillerine sıvı geçişi, böbreklerde su ve tuzun
lirli kritik bir düzeyin üzerindeki kanama şokun tutulmasını içerir. Aitmiş susuzluk hissi ile kişi su
içer ve uygunsa tuzlu besinler alır.

Sem patik refleksler iyileşmeye doğru götüren


acil yardımı sağlar. Çünkü bunlar kanam adan
sonra otuz saniye içinde m aksim al olarak aktive
olurlar. Kan damarları ve veııöz depoların kont-
raksiyonuna neden olan anjiyotensin ve vazopres-
sin ile tersine stıes-gevşem e m ekanizm alarının
tam etkili olabilm eleri için 1 0 dakika ile 1 saat ge­
rekirse de arteryel basıncı ve sistem ik doluş b asın ­
cını yükseltirler ve böylece kalbe kanın dönüşü­
nün artm asına büyük oranda yardım cı olurlar. Ni­
hayet ilave miktarlarda su ve tuzun alınm ası ve
absorpsiyonu yanında inteıstisyel alanlardan ve
sindirim kanalından sıvı absorpsiyonu ile kan vo­
Ş E K İL 24 ■ 2
lüm ünün tekrar düzeltilmesi 1 ila 48 saat gerekti­
Köpeklerde farklı derecelerdeki akut kanamadan sonra ateryel
basıncın seyri. Her egıi, altı köpeğin sonuçlarının ortalamasını rebilir, ama sonuçta şokun ilerleyici evreye girm e­
göstermektedir. mesi sağlanmış olur.
256 ÜNİTE IV • Dolaşım

K a rd iy o v a s k iile r B ozu lm a Kısır D ö n g ü sü palayabilecek yedek güce sahip olmasıdır. Ne var ki


İle O lu şa n "İle rle y ic i Ş o k" şokun en son evrelerinde kalbin iflası şokun ilerle­
mesinde olasılıkla en önemli faktördür.
Şekil 2 4 -3 ’de şokta kalp debisini daha da azaltan
Vazom otor Yetersizliği. Şokun erken evrelerinde
böylece, şokun ilerleyici olmasına neden olan pozi­
tif feed-backleıden bazıları görülmektedir. çeşitli dolaşım refleksleri, kuvvetli sem patik sinir
sistemi aktivitesine neden olurlar. Daha önce tartı­
şıldığı gibi bu kalp debisinin azalmasını geciktirir
Kalp D ep resyo n u . Aıteryel basınç yeterince ve özellikle aıteryel basınç düşmesinin engellen­
düştüğü zam an, k o ro n er kan a k ım ı m iyokardın mesinde yardımcı olur. Ancak; vazomotor merkez
yeterli düzeyde beslen m esi için gerekli düzeyin a l­ kan akımının azaldığı öyle bir noktaya gelir ki m eı-
tına düşer. Bu, kalbi zayıflatır ve böylece kalp d e­
bisi daha da düşer. Bu şekilde pozitif bir feed­
back döngüsü gelişir ve şok giderek daha da ağır­
laşır.
Şekil 24-4'de şok oluştuktan sonra farklı zaman­ 0 zaman
larda kalbin ilerleyici bozulmasını gösteren ve kö­
2 saat
pek deneylerinden insan kalbine uyarlanmış kalp
debisi eğrileri izlenmektedir. Köpek, aıteryel ba­
sınç 30 mmHg’ya düşünceye kadar kanatılmış ve
saat
gerektikçe ilave kanam a veya retraııfüzyon yapıla­
rak basınç bu düzeyde tutulmuştur. İlk 2 saat için­ 1/2 saat
de kalbin bozulmasının minimal olduğuna ancak 4
saate doğru kalbin %40 civarında bozulmuş oldu­ sa a t
ğuna, sonra deneyin son saatleri sırasında, kalbin
hızla ve hem en hem en tam am en tükendiğine dik­
kat ediniz.
Böylece nedeni hem orajik veya bir başka yol ol­
sun ilerleyici şokun önem li özelliklerinden birisi
kalbin giderek bozulmasıdır. Şokun erken evrele­ Sağ atriyum basıncı (mm Hg)
rinde bu, kişinin durumunu çok az etkiler, çünkü
Ş E K İL 24 - 4
ilk saatte kalpdeki zayıflama ciddi değildir. Daha da
Hemorajik şok başladıktan sonra farklı zamanlarda kalp debisi
önemlisi norm alde kalbin vücudun beslenmesi
eğrileri ( Bu eğriler Dr. J.VV. Cro\veU’in köpek deneylerinden elde
için gerekli olandan yüzde 300-400 fazlasını pom ­ edilen verilerin insan kalbine uyarlanmış şeklidir).
BÖLÜM 24 • Dolaşım Şoku ve Tedavisinin Fizyolojisi 257

kezin aktivitesi giderek azalır ve nihayet tam am en


durur. Örneğin, beyin kan akımının tam olarak ke­
silmesi ilk 4-8 dakikadaki bütün sempatik deşarjla­
rın en şiddetlisine neden olur, fakat 10-15 dakika
sonunda vazomotor merkez o kadar deprese olur
ki hiçbir sem patik deşarj belirtisi gösterilemez. Va­
zomotor merkez genellikle şokun erken dönem le­
rinde zayıflamaz, yetersizlik sadece son dönem ler­
de olur.

Küçük Damarların Blokajı-Kanın Çamurlaşması.


Zamanla dolaşım sistemindeki küçük damarların
çoğu bloke olur, bu şokun ilerlemesine neden olur.
Bu blokajın başlamasının nedeni küçük damarlar­
da kan akımının son derece yavaşlamasıdır. Azal­
mış kan akımına rağmen doku m etabolizmasının
devam etm esi nedeniyle büyük miktarlarda karbo­
nik asit ve laktik asit yerel kan damarlarına geçm e­
ye devam ederek lokal olarak kanın asiditesini bü ­
yük oranda artırırlar. Bu asitler ve iskemik dokuda­ Ağır şokta karaciğer lobiilünün merkezindeki nekroz (Dr. J. W.
ki diğer yıkım ürünleri kanın yerel aglütinasyonu Convell’in izniyle).
ve küçük damarlarda pıhtı oluşumu ile tıkanm ala­
ra neden olurlar. Damarlar tam olarak tıkanmasa
bile, hücrelerin birbirine yapışma eğilimi m ikıodo-
laşımda kan akımını zorlaştırır, kanıtı çam urlaş­
m ası terimi bu durumdan kaynaklanır. lıca nedeni, normalde yüksek m etabolik hıza sahip
karaciğer hücrelerini besleyecek yeterli besin m ad­
Kapiller Perm éabilité Artışı. Birçok saat süren desinin sağlanam am ası, ayrıca şokta karaciğer
kapiller hipoksi ve diğer besinlerin eksikliğinden hücrelerinin dolaşım yoluyla toksik ve diğer anor­
sonra kapillerleriıı pem ıeabiJitesi giderek artar ve mal metabolik faktörlere aşırı derecede m aruz kal­
büyük miktarlarda sıvı dokulara geçmeye başlar. masıdır.
Bu kan volümünü ve buna bağlı olarak kalp debisi­ Dokuların çoğunda hücresel harabiyete yol açtı­
ni daha da azaltarak şoku daha ağırlaştırır. ğı bilinen etkiler arasında şunlar sıralanabilir:
Kapiller hipoksi uzun süren ilerleyici şokların 1. Hücre membıanında sodyum ve potasyum aktif
son dönemlerine kadar kapiller permeabiliteyi ar­ taşımım büyük oranda azalır. Bunun sonucunda hüc­
tırmaz. re içinde sodyum ve klor birikir, hücreden potasyum
kaybı olur. Buna ek olarak hücreler şişmeye başlar.
İskemik Dokulardan Toksinlerin Serbestleşm e­ 2. Karaciğer hücrelerinde ve vücudun diğer bir­
si. Şok konusunda yapılan çalışm aların tarihi b o ­ çok dokularında mitokondıi aktivitesi ciddi şekilde
yunca, şokun dokulardan dolaşım sistem inin daha azalır.
fazla bozulmasına yol açan histamin, serotonin ve 3. Lizozomlar geniş doku alanlarında hücre içi
doku enzimleri gibi toksik maddelerin salınm ası­ harabiyetiııi daha da artıran hidrolazlar salarak
na yol açtığı öne sürülmüştür. Kantitatif incelem e­ parçalanırlar.
ler, şokun bazı tiplerinde en azından bir toksinin, 4. Glikoz gibi besin maddelerinin hücresel m eta­
endotoksinin özellikle önemli olduğunu göster­ bolizmaları şokun son evrelerinde ileri derecede
mektedir. azalır. Bazı hormonların aktiviteleri azalır. Örneğin,
insülinin etkinliğinde 2 0 0 kat kadar- azalma olur.
Endotoksin. Endotoksin, barsaklardaki ölü gıam-
ııegatif bakterilerden serbestler. Baısaklarda kan Özellikle aşağıdakiler başta olmak üzere bu etki­
akımının azalması, bu maddenin oluşumunun ve lerin hepsi vücutta birçok organın daha da bozul­
absorpsiyonunun artmasına neden olur. Dolaşım ­ masına yol açar: (1) Karaciğerde birçok m etabolik
daki toksin, hücre beslenm esinin yetersizliğine ve detoksifikasyon fonksiyonu azalır; (2 ) akciğerler­
rağmen, hücresel metabolizmayı büyük miktarda de ödem gelişmesi ile kanın oksijenlenm e yetersiz­
artırır ve kalp depresyonuna yol açan özel bir etki liği olur ve (3) böylece kalp kontraktilitesi daha da
gösterir. Endotoksin, bu bölümde daha sonra tartı­ azalır.
şılacağı gibi şokun bazı tiplerinde, özellikle septik
şokta, m ajör role sahiptir. Ağır Şokta Doku Nekrozu - Farklı Organlarda De­
ğişken Kan Akımı Nedeniyle Oluşan Yama Tarzın­
Genel Hücresel Haraplanma. Şok ağırlaştıkça daki Nekroz Alanları. Şokta bazı organların kan
bütün vücutta genel hücre haı abiyetinin birçok b e­ akımlarının diğerlerinden daha iyi olması nedeniyle
lirtisi ortaya çıkaı-. Özellikle etkilenen bir organ, Şe­ vücudun bütün hücreleri eşit derecede haraplan-
kil 2 4 -5 ’de görüldüğü gibi karaciğerdir. Bunun baş- mazlar. Örneğin, kapillerlerin aı teıyel ucuna komşu
258 ÜNİTE IV • Dolaşım

hücreler aynı kapillerlerin venöz ucuna komşu hüc­ kritik bir kalp debisi düzeyi bulunduğu, kalp debisi
relere göre daha iyi beslenirler. Bu nedenle beslen­ bu düzeyin üzerindeki bireyin şoktan kuıtulabildi-
me eksikliğinin kapillerlerin venöz uçları çevresinde ği halde, kalp debisi bu düzeyin altında olan kişide
daha büyük olması beklenir. Bu etki vücudun çeşidi neden dolaşımı iflas ettiren ve ölüme götüren bir
kısımlarındaki doku alanlarını inceleyen Crovvell ta­ kısır döngüye girdiği kolayca anlaşılabilir.
rafından kesin olarak saptanmışür. Örneğin, şekil
24-5 bir karaciğer lobülünün merkezindeki nekrozu
göstermektedir. Lobülün bu kısmı sinüzoidlerden Geri dönüşsüz (İrreversibl) Şok
geçen kanın en son ulaştığı kesimdir.
Benzer nokta lezyonlar, kalp kasında da oluşur. Şok belirli bir evreye ulaştıktan sonra traıısfüzyon
Ancak burada karaciğerdeki gibi tekrarlayıcı görü­ ve diğer herhangi bir tedavi tipi bireyin hayatını
nüm lerine rastlanamamıştır. Ne var ki, kalpteki kurtaramaz. Bu nedenle şahsın irreversibl şok evre­
lezyonlar şokun son irreverzibl evresinin gelişm e­ sinde olduğu söylenir. Şaşırtıcı şekilde bu geri dö­
sinde olasılıkla büyük bir role sahiptirler. Harapla- nüşsüz evrede bile tedavi, çok nadir olarak arteıyel
yıcı lezyonlar, böbreklerde de, özellikle böbrek tü- basıncı ve hatta kalp debisini kısa periyotlar için
bülüs epitelinde oluşarak, böbrek yetersizliğine ve normal veya normale yakın düzeylere döndürebi­
birkaç gün sonra da üremiden ölüme yol açarlar. lir. Fakat dolaşım sistem i bozulmaya devam eder
Akciğerlerdeki harabiyet genellikle solunum sıkın­ ve birkaç dakika içinde ölüm gerçekleşir.
tısına ve birkaç gün sonra da ölüme neden olur, bu­ Şekil 24-6 bu etkiyi, geri dönüşsüz evrede trans-
na şok akciğeri sendrom u denir. füzyonun bazen kalp debisinin (keza arteryel b a­
sıncın) normale dönmesine yol açabildiğini göster­
Şokta Asidoz. Şokta dokularda oluşan metabolik mektedir. Ancak kalp debisi tekrar hızla düşmeye
bozukluğun çoğu asidoza yol açar. Dokulara ileti­ başlar ve sonraki transfüzyonlar gittikçe daha az e t­
len oksijenin yetersizliği özellikle önemlidir. Bu, kili olur. Kalp hücrelerinde ve diğer dokularda bir-
besin maddelerinin oksidatif metabolizmasını bü ­ şeyler değişmiştir. Bunlar kalbin kan pom palam a
yük oranda azaltır. Bunun sonucunda hücreler yeteneğini hem en bozmazlar, an cak uzun süre
enerjilerini anaerobik glikolizle elde ederler, kanda içinde bu yeteneği azaltır ve ölüme götürürler. B e­
laktik asit miktarı aşırı derecede artar. Buna ek ola­ lirli bir noktanın ötesinde o kadar fazla doku hara-
rak, dokulardaki kan akımı yetersizliği karbon di- biyeti olmuş, vücut sıvılarına o kadar çok yıkıcı ha-
oksidin norm al şekilde uzaklaştırılmasını önler, raplayıcı enzim salınm ış, o kadar şiddetli asidoz
karbon dioksit lokal olarak hücrelerde su ile reaksi­ gelişmiş ve diğer birçok haraplayıcı faktör işe karış­
yona girerek hücre içinde yüksek konsantrasyonda mıştır ki, normal bir kalp debisi bile devam eden
karbonik asit oluşturur. Bu da çeşitli doku tam pon­ tükenmeyi geri döndüremez. Bu nedenle ağır şok­
ları ile reaksiyona girerek diğer intraselüler asidik ta bir evrenin ötesine ulaşıldığında, yoğun tedavi
m addelerin de oluşmasına yol açar. ile kalp debisi kısa süreler için norm ale döndürü­
Böylece, şokun bir başka yıkıcı etkisi de genel ve lürse bile kişi ölüme mahkumdur.
lokal doku asidozudur. Bu ise şokun daha da ilerle­
m esine neden olur. Geri Dönüşsüz Şokta Hücresel Yüksek Enerjili
Fosfat Depolarının Boşalması. Şokun ileri derece­
lerinde vücut dokularındaki özellikle karaciğer ve
Ş okta D o k u la rı H araplayıcı P o zitif F e e d - kalpdeki yüksek enerjili fosfat depoları ileri derece­
b a c k ve İle rle y ic i Ş ok Kısır D ö n g ü s ü de azalır. Kreatin fosfatın hepsi yıkılır ve adenozin
trifosfatın hemen hemen hepsi adenozin difosfat,
Yukarıda tartışılan bütün faktörler şokun daha da adenozin monofosfat ve hatta adenozine yıkılır.
ilerlem esine yol açabilen p ozitif feed -back tiplendk.
Yani şokun derecesindeki her artış şokun daha da
ağırlaşmasına neden olur. Ancak, her pozitif feed-
backin bir kısır döngüye yol açması şart değildir. Bir
kısır döngünün oluşup oluşmaması, pozitif feed-
backin şiddetine bağlıdır. Orta derecedeki şokta, ne­
gatif feed-back mekanizmalar-sempatik refleksler
kan depolarının tersine stres gevşeme mekanizma­
sı, interstisyel alanlardan kana sıvı absorpsiyonu ve
diğerleri-pozitif feed-back etkilerin kolayca üstesin­
den gelebilirler ve böylece iyileşmeyi sağlayabilirler.
Şokun ağır derecelerinde, pozitif feed-back meka­
nizmalar giderek daha da kuvvetli hale gelir, böylece
dolaşımın hızla bozulmasına neden olur, öyle ki do­
laşım ı kontrol eden bütün negatif feed-back sistem ­
ler kalp debisini normale döndüıemezler.
Bölüm l ’de tartışılan pozitif feed-back ve kısır Geri dönüşsüz şokta transfüzyonun ölümü önlemedeki yeter­
döngü ilkeleri tekrar göz önüne alındığında niçin sizliği
BÖLÜM 24 • Dolaşım Şoku ve Tedavisinin Fizyolojisi 259

Sonra bu adenozinin çoğu hücre dışına diffüze ola­ aşırı miktarda plazma geçişidir. Bu, plazma volümü­
rak dolaşan kana geçer ve ürik asite çevrilir, bu ade­ nü büyük ölçüde azaltarak hipovolemik şoka yol açar.
nozin fosfat sistemine dönüşmek üzere tekrar hüc­ Travmaya uğrayan dokuda açığa çıkan toksik fak­
reye giremeyen bir maddedir. Yeni adenozin, saatte törlerin travma sonrasında gelişen şokun nedenle­
hücredeki normal miktarın sadece yüzde 2 ’si kadar rinden biri olabileceğini göstermek için çeşitli giri­
hızla sentezlenebilir, bu da, hücrede boşalan yüksek şimler yapılmıştır. Ancak, çapraz tıansfüzyon de­
enerjili fosfat depolarının yenilenmesinin güç oldu­ neyleri önemli toksik elem ent göstermemiştir.
ğu anlamına gelmektedir. Şokta nihai tükenmeyi ya­ Özet olarak, travmatik şok tem elde hipovolemi-
ratan bir faktör, belki de iıreveızibl son dönemi ya­ den kaynaklanır görünmektedir. Ancak ağrının n e­
ratan faktörlerin en önemlisi, hücrelerdeki yüksek den olduğu orta derecede bir nörojenik şokun da
enerjili bileşiklerin tükenmesidir. katkısı olabilir.

Plazma Kaybına Bağlı Hipovolemik Şok


NÖROJENİK ŞOK - VASKÜLER
Dolaşım sistem inden tam kan kaybı olmasa bile, KAPASİTENİN ARTMASI
plazma kaybı total kan volümünü önemli derecede
azaltacak kadar ciddi olabilir ve hem en hem en bü­ Nadiren kan volümünde hiçbir kayıp olmaksızın şok
tün ayrıntıları bakımından hem oraji ile oluşan şo­ gelişir. Böyle bir durumda damar kapasitesi o kadar
ka benzer tipte bir hipovolemik şoka neden olur. artar ki normal miktardaki kan bile dolaşım sistemini
Aşağıdaki koşullarda ciddi plazma kaybı olur. yeterli derecede dolduramaz. Bunun temel nedenle­
rinden biri vazomotor tonusun tüm vücutta ani ola­
1. B arsak tıkanm ası genellikle plazma volümünü
rak kaybolmasıdır.Ve nleıin yaygın dilatasyonu ile so­
ciddi şekilde azaltan bir nedendir. Tıkanmada bar-
nuçlanan bu durum nörojenik şok olarak bilinir.
sağın gerilmesi barsak dolaşımında venöz kan akı­
Damar kapasitesi ve kan volümü arasındaki ilişki
mını kısmen bloke eder, bu da kapiller basıncı artı­
Bölüm 15’de tartışılmıştır. Orada vasküler kapasite
rır. Kapiller basınç artışı ise sıvının kapillerlerden
artışı veya kan volümündeki azalışın ortalam a sis-
barsak duvarına ve barsak liimenine sızmasına ne­
tem ik doluş basıncını düşürdüğüne, bunun da kal­
den olur. Ayrıca kaybedilen sıvı yüksek protein içe­
be venöz dönüşü azalttığına işaret edilmiştir. Da­
riğine sahiptir, böylece total plazma proteinlerinde
mar dilatasyonunun neden olduğu venöz dönüş
ve plazma volümünde azalma olur.
azalmasına kanın "venöz göllenm esi" denir.
2. Ağır yanıklı hastalarda veya derinin soyulduğu
diğer koşullarda sıyrılmış alanlardan hemn daima
Nörojenik Şok N edenleri. Vazomotor tonus kay­
o kadar çok plazma kaybı olur ki, plazma volümü
bına yol açabilen faktörlerden bazıları aşağıda ve­
önemli derecede azalır.
rilmiştir:
Plazma kaybı sonucu oluşan hipovolemik şok, ek
bir komplikasyon faktörü dışında, hem orojik şokla 1. Derin genel anestezi sıklıkla vazomotor kollaps
hem en hem en aynı karakteristiklere sahiptir. Bu ile nörojenik şoka yol açacak derecede vazomotor
ayrıcalık, kanda eritrosit konsantrasyonunun art­ merkez depresyonu yapar.
masına bağlı olarak kan vizkozitesinin büyük oran­ 2. Spinal anestezi özellikle tüm spinal ilik boyun­
da yükselmesi ve bunun, kan akımının yavaşlama­ ca etkili olduğu zaman sinir sistem inden sem patik
sını pıoveke etmesidir. impuls çıkışını bloke eder ve kuvvetli bir nörojenik
Vücudun bütün sıvı kompartımanlarından sıvı şok nedenidir.
kaybına dehidrasyoıı denir. Bu, kan volümünü o 3. Beyin hasarı genellikle vazomotor kollapsa yol
kadar düşürebilir ki hem oraji sonucu oluşana ben­ açar. Beynin bazal bölgeleri konküzyon ve kontüz-
zer hipovolemik şoka neden olur. Bu şok tipinin yona uğramış çoğu hastada derin nörojenik şok ge­
bazı nedenleri şunlardır: ( 1 ) aşırı terleme, (2 ) şid­ lişir. Yine medüller iskemi ilk birkaç dakikasında
detli diyaıe veya kusma ile sıvı kaybı, (3) nefıotik aşırı vazomotor aktiviteye neden olsa bile uzun sü­
böbrekten aşırı sıvı kaybı, (4) sıvı ve elektrolitlerin ren iskemi (5-10 dakikadan daha uzun sürmesi) va­
yeterli alınmaması ve (5) böbreküstü bezi korteksi- zomotor nöronların inaktivasyonuna ve ağır nöro­
nin haıabiyeti sonucu aldosteron hormonu eksikli­ jenik şok gelişmesine yol açabilir.
ği nedeniyle böbreklerden sodyum, klor ve suyun
geri em iliminin yetersiz oluşu.

ANAFİLAKTİK ŞOK VE HİSTAMİN


Travmaya Bağlı Hipovolemik Şok ŞOKU
Dolaşım şokunun en yaygın nedenlerinden biri vü­ “Anafilaksi” kalp debisi ve kan basıncının aşırı dere­
cudun travmaya maruz kalmasıdır. Şok genellikle cede azaldığı alerjik bir durumdur. Bu Bölüm 34’de
travmanın yol açüğı hemorajiye bağlıdır. Ancak he­ tartışılmıştır. Temel olarak kişinin duyarlı olduğu bir
moraji olmadan da şok gelişebilir; bunun nedeni antijenin dolaşıma girmesinden hem en sonra olu­
travmanın kapillerleri zedelemesi sonucu dokulara şan antijen-antikor reaksiyonu sonucu gelişir. Başlı­
260 ÜNİTE IV • Dolaşım

ca etkilerinden biri kandaki bazofıller ve peıiferik bisi yüksekliği. Bunun nedeni enfekte dokudaki va­
dokulardaki mast hücrelerinin histamin ve benzeri zodilatasyon ile bakteriyel toksinlerin yol açtığı
m addeleri perikapiller dokulara salmalarına neden hücre m etabolizm a lıızı artışı ve yükselmiş vücut
olmasıdır. Histamin, (1) venöz dilatasyona yol aça­ sıcaklığına bağlı olarak vücudun diğer bölgelerinde
rak vasküler kapasiteyi artırır, (2 ) arteriyoler dilatas- de oluşan vazodilatasyondur.
yonla arteıyel basıncı büyük miktarda düşürür ve 4. Kanın "çam urlaşm ası" Olasılıkla doku dejena-
(3) kapiller permeabiliteyi artırarak sıvı ve proteinin ıasyonuna cevap olarak alyuvarların aglütinasyonu
doku alanlarına hızlı geçişine yol açar. Net etki, ve­ sonucu oluşmaktadır.
nöz dönüşte büyük bir azalma ve genellikle birkaç 5. Vücudun geniş alanlarında ıııikropıhtıların
dakika içinde kişiyi ölüme götüren çok ağır şoktur. oluşması. Bu duruma dissém iné intravasküler ko-
Büyük miktarlarda histaminin intravenöz enjek­ agiilasyon denir. Bu olay sırasında pıhtılaşma fak­
siyonunun yol açtığı "histam in şoku” daha hafif törleri aşırı derecede kullanılmış olduğundan diğer
seyretmesine karşın, özellikleri anafilaktik şokun birçok doku içine, özellikle barsak duvarı ve sindi­
hem en hem en aynısıdır. rim kanalına kanamalar olur.
Septik şokun erken evrelerinde hasta genellikle
dolaşım kollapsı belirtileri göstermez, sadece bak­
teriyel enfeksiyon belirtileri vardır. Enfeksiyon
SEPTİK ŞOK ağırlaştıkça dolaşım sistemi genellikle direkt olarak
veya bakteri toksinleriyle sekonder olarak etkilen­
Önceleri halk arasında "kan zehirlenmesi" olarak meye başlar. Sonuçta öyle bir noktaya gelinir ki, di­
bilinen durum, şimdi hekimlerin çoğu tarafından ğer bütün şok tiplerinde ilerlemeye neden olan yol­
septik şok olarak adlandırılmaktadır. Bu, basitçe larla dolaşım hasarı ilerleyici olmaya başlar. Olayı
kandan kaynaklanan yaygın bakteriyel bir enfeksi­ başlatan faktörlerin tam am en farklı olm alarına
yonun bir dokudan diğerine geniş vücut alanlarına karşın, septik şokun son evresi hem orajik şokun
yayılarak aşırı harabiyete yol açması demektir. Sep­ son evresinden büyük farklılık göstermez.
tik şokun birçok değişik tipi vardır. Çünkü, olaya
neden olabilen birçok bakteriyel enfeksiyon tipinin
varlığı yanında, vücudun bir kesimindeki enfeksi­
yon diğer bölgelerdeki enfeksiyona göre farklı etki­
ler oluşturmaktadır.
ŞOKTA TEDAVİNİN FİZYOLOJİSİ
Septik şok hekim için çok önemlidir. Çünkü şokım
bu tipi m odern hastahanelerde kardiyojenik şok d ı­
şın daki diğer şok tiplerinden d ah a sık ölüm e neden Yerine Koyma Tedavisi
olur.
Septik şokun tipik nedenlerinden bazıları aşağı­ Kan ve Plazma Transfüzyonu. Eğer kişi hemoraji
da verilmiştir. nedeniyle şokta ise yapılabilecek en iyi tedavi genel­
1. Steril olmayan koşullarda yapılan aletli düşük­ likle tam kan tıansfiizyonudur. Eğer şok plazma kay­
lerin neden olduğu uterus ve fallop tüplerinin yay­ bına bağlı ise en iyi tedavi plazma verilmesidir. Şok
gın enfeksiyonlarına bağlı peritonit. nedeni dehidrasyon olduğu zaman uygun elektrolit
2. Barsak hastalıklarının, bazen de yaralanm ala­ solüsyon verilmesi şoku düzeltebilir.
rının neden olduğu barsak yırtılmasına bağlı peri­ Savaş koşullarında olduğu gibi tam kan her za­
tonit. man hazır bulunmayabilir. O zaman plazma, kan
3. Streptokok veya stafilokok enfeksiyonu gibi volümünü artırıp normal hem odinam i sağladığı
basit deri enfeksiyonunun yayılmasına bağlı yay­ için tam kan yerine kullanılabilir. Plazma hem atok-
gın enfeksiyon. riti normale getiremez, ancak eğer kalp debisi y e­
4. Spesifik olarak gazlı gangren basiliyle ilk önce terli ise kişi ciddi bozukluklar olmadan hematokri-
dokularda başlayan, nihayet kan yoluyla iç organ­ tin normal değerinin üçte biri civarına inm esine
lara, özellikle karaciğere yayılan yaygın gaııgrenli dayanabilir.
enfeksiyon. Bu nedenle, akut koşullarda hem orajik ve diğer
5. Genellikle kolon basillerinin neden olduğu, hipovolemik şok tiplerinin çoğunun tedavisi için
böbrek veya idrar yollarından kana yayılan enfeksi­ tam kan yerine plazma kullanılması uygundur.
yon. Bazen plazma da bulunmayabilir. Böyle durum­
lar için plazmanın hemodinamik fonksiyonlarının
Septik Şokun Özel Görünümleri. Çok sayıda hemen tümünü sağlayan plazma yerini tutacak ç e ­
septik şok tipinin bulunuşu nedeniyle bu durumu şitli ürünler geliştirilmiştir. Bunlardan biri dekstran
sınıflandırmak güçtür. Bazı özellikleri aşağıda ve­ solüsyonudur.
rilmiştir:
Plazma Yerini Tutmak Üzere Dekstran Solüsyo­
1. Yüksek ateş. nu. Plazma yerine gerçekten etkin olacak bir m ad­
2. Genellikle bütün vücutta, özellikle eııfekte do­ de için birinci koşul dolaşım sistem inde kalması-
kuda belirgin vazodilatasyon. dır-yani kapiller porlardan doku alanlarına filtre ol­
3. Hastaların belki de yarısında görülen kalp de­ mamasıdır. Buna ek olarak solüsyonun toksik ol­
BÖLÜM 24 • Dolaşım Şoku ve Tedavisinin Fizyolojisi 261

maması ve uygulandığında ekstraselüler sıvının şaşağı pozisyon bir çok şok tipinin tedavisinde
elektrolit içeriğini bozmayacak uygun elektrolitlere ilk koşuldur.
sahip olması gereklidir. Plazmanın yerine kullanı­
lacak ürünün dolaşımda kalması için kolloid os- Oksijen Tedavisi. Şok tiplerinin çoğunda en bü ­
motik basınç oluşturmak üzere yeterli derecede yük zararlı etki dokulara oksijen sağlamadaki aşırı
büyük moleküllü bazı maddeler içermelidir. azalmaya bağlı olduğundan, hastaya oksijen solu-
Bu am açla geliştirilen en tatmin edici maddeler­ tulması bazı durumlarda yararlı olabilir. Ancak ço ­
den biri gİükozun büyük bir polisakkaıit polimeri ğunlukla beklenildiğinden daha az yarar sağlar.
olan dekstıandır. Bazı bakteriler büyümeleri sıra­ Çünkü problem genellikle akciğerlerde kanın ye­
sında yan ürün olarak dekstran salgılarlar ve piya­ tersiz oksijeıılenm esi değil, oksijenlenm iş kanın ta-
sadaki dekstran, bakteri kültüründen elde edilir. şınım ının yetersiz oluşudur.
Bakterilerin gelişme koşulları değiştirilerek dekst-
ıam n molekül ağırlığının istenen değerde olması G liko koritko id lerle Tedavi (G likoz M e ta b o liz ­
sağlanabilir. Uygun molekül büyüklüğündeki masını Kontrol Eden Böbreküstü Bezi H o r­
dekstran, kapiller porlardan geçmez ve bu nedenle monları). Glikokoıtikoidler bir kaç nedenle ağır
kolloid osm otik ajan olarak plazma proteinlerinin şoktaki hastaya sıklıkla verilmektedir. (1) D eney­
yerini tutabilir. ler ampirik olarak glikokotikoidleıin şokun son
Kolloid osmotik basınç sağlamak üzere dekstran evresinde kalp gücünü artırdığını gösterm ektedir.
kullanıldığında çok az toksik reaksiyon gözlenmiş­ (2) Glikokoıtikoidler lizozom m em branlarını sta ­
tir; bu nedenle bu maddenin solüsyonları sıvıyı ye­ bilize ederler ve lizozomal enzim lerin hücre si-
rine koyma tedavisinde tatminkar bir şekilde plaz­ toplazm asına geçişini ve böylece zararlı etkilerini
ma yerini tutmaktadır. önlerler ve (3) Glikokoıtikoidler ciddi şekilde h a ­
raplanmış hücrede glikoz m etabolizm asına yar­
dımcı olabilirler.
Şokun Sempatomimetik İlaçlarla
Tedavisi - Bazen Yararlı, Bazen Değildir.

S em patom im etik ilaç, sempatik uyarıyı taklit eden DOLAŞIM DURMASI


ilaçtır. Bu ilaçlar arasında epinefrin ve norepinefri-
ııin yanısıra epinefrin ve norepinefrine benzer etki Dolaşım şoku ile yakından ilgili bir durum kan akı­
gösteren uzun-etkili çok sayıda ilaç yer almaktadır. m ının tam am en kesildiği dolaşım durmasıdır. Bu,
Şokun iki tipinde sem patomimetik ilaçlar özel­ cerrahi operasyon masasında kardiyak arıest veya
likle yarar sağlar. Bunlardan ilki sempatik sinir sis­ ventrikiiler fibrilasyon sonucunda sıklıkla oluşur.
tem inin ciddi olarak baskılandığı nörojenik şoktur. Ventıiküler fibrilasyon, kalbe kuvvetli elektro şok
Sem patom im etik bir ilacın uygulanması azalmış uygulanması ile genellikle durdurulabilir. Temel
sem patik aktivitenin yerini alır ve çoğu kez dolaşım prensipleri Bölüm 13’de tanımlanm ıştı.
fonksiyonunu tam olarak düzeltebilir. Kardiyak arıest (kalp durması) çoğunlukla anes­
Sem patom im etik ilaçların yararlı olduğu ikinci tetik gaz karışımında çok az oksijen bulunm ası ve­
şok tipi histam inin başlıca role sahip olduğu anafi- ya bizzat anestezinin depıese edici etkisi sonucu
laktik şoktur. Sem patom im etik ilaçlar histaminin oluşur. Anestetik maddeyi uzaklaştırıp hastaya uy­
vazodilatasyon yapıcı etkisine karşı gelen vazo- gun miktarda oksijen vererek ve kardiopulmoner
konstriktör bir etkiye sahiptirler. Bu nedenle nore- resusitasyon işlemleri uygulanmasıyla birkaç daki­
pinefrin ya da diğer bir sem patom imetik ilaç ço ­ ka içinde normal kalp ritmi genellikle yeniden sağ­
ğunlukla hayat kurtarıcıdır. lanabilir.
Sem patom im etik ilaçlar hemorajik şokta yarar
sağlamazlar. Bunun nedeni şokun bu tipinde sem ­
patik sinir sistem inin hem en daima dolaşım ref­ Dolaşım Durmasının Beyne Etkisi
leksleri tarafından maksimal derecede aktive edil­
miş (uyarılmış) durumda olmasıdır. Buna bağlı ola­ Dolaşım durmasında özgül bir problem kan akım ı­
rak dolaşan kanda çok fazla norepinefrin ve epinef­
nın durması sonucu beyinde oluşacak haıabiyetin
rin vardır, sepatom im etik ilaçlar ek bir düzeltici et­
önlenmesidir. Dolaşımın 5 dakikadan uzun süre
ki göstermezler.
durması hastaların yarısından fazlasında en azın­
dan kalıcı beyin haıabiyetine yol açar. 1 0 dakika
kadar süren dolaşım durması zihinsel güçleri he­
Diğer Tedaviler men tümüyle veya tama yakın ortadan kaldırır.
Uzun yıllar beyin üzerindeki bu haraplayıcı etki­
Baş Aşağı Pozisyonla Tedavi. Şok tiplerinin nin dolaşım durması sırasında oluşan akut serebral
çoğunda özellikle hem orajik ve nörojenik şokta hipoksiye bağlı olduğu düşünüldü. Ancak deneyler,
başı ayaklardan 30 cm kadar aşağıda tutm ak ve­ beyin kan damarlarında kanın pıhtılaşması ön len ­
nöz dönüşü n sağlanm asına ve bu yolla kalp d e­ diğinde, bunun dolaşım durması sırasındaki hızlı
bisi artışına ileri d erecede yardım cı olur. Bu ba- beyin harabiyetini de önleyeceğini göstermektedir.
262 ÜNİTE IV • Dolaşım

Örneğin, J. W. Crovvell tarafından planlanan bir lam asının beynin hayatta kalış süresini iki-dört kat
hayvan deneyinde dolaşım durmasının başında artırdığı gösterilmiştir.
hayvanın bütün kanı damarlarından alınıp sonra Bu nedenle dolaşım durmasından sonra oluşan
dolaşım arrestinin sonunda yeniden verildi. Böyle- ciddi beyin harabiyetinin temel olarak birçok kü­
ce damar içi pıhtılaşm a oluşmadı. Bu deneyde be­ çük hatta büyük kan damarlarının kan pıhtılarıyla
yin, kalıcı bir beyin harabiyeti olmadan 30 dakika­ kalıcı tıkanması, böylece uzun süreli iskemi ve bu­
lık bir dolaşım durmasına dayanabildi. Yine, kardi- na bağlı nöron ölümü sonucu oluştuğu anlaşıl­
yak arrestten önce hepaıin veya streptokinaz uygu­ maktadır.

REFERANSLAR

Barber A E , Sh ires G T : C e ll dam age after irreversible hem orrhagic shock. Am J Phy­ Maier R V , Bulger EM : Endothelial changes after
shock. New H oriz 4 :1 6 1 , 1 9 9 6 . siol 2 0 6 :3 1 3 . 1964. shock and injury. N ew H oriz 4 :2 1 1 , 1996.
Brown H, K ozlow ski R , D avey P: Physiology Fallon J T : Cardiovascular Pathophysiology: A M ohrm àn D E, H eller L J : C ard iovascu lar Phys­
and Pharm acology o f the Heart. O xford: Problem -O riented A pproach. Philadelphia: iology. New York: M cG ra w -H ill. 1997.
B lackw ell S c ie n c e , 1997. J B Lippincott, 1994. Pflederer T A : E m erg en cy fluid m anagem ent
Buckingham JC , G illie s G E , Cow ell A -M : Guyton A C , Crow ell JW : D ynam ics o f the for hypovolem ia. Postgrad M ed 1 0 0 :2 4 3 ,
Stress, Stress H orm ones, and tin- Immune heart in shock. Fed Proc 2 0 :5 1 , 1961. 2 4 7 , 1996.
System . C hich ester: Joh n W ile . & S o ns,, Guyton A C , Jo n es C E , C olem an T G : C ircu la­ S ch lag G , Redl H: S h o ck , S ep sis, and Organ
1997. tory Physiology: C ardiac Output and Its Failure. New Y ork: Sp rin g er. 1 999.
C hem ow B : New advances in the pharm aco­ Regulation. Philadelphia; W B Saunders C o, van B o m m el E F : Should continuous renal re­
lo g ic approach to circulatory shock. J C lin 1973. placem ent therapy b e used fo r “non-renal”
A nesth 8 :6 7 S , 1996. Jon es C E , C row ell JW , Sm ith E E : A cause- indications in critically ill patients with
C ornw ell E E 3rd, Kennedy F , Rodriguez J: e ffe ct relationship betw een oxygen deficit sh ock? Resuscitation 3 3 :2 5 7 , 1 9 97.
T h e critical care o f the severely injured pa­ and irreversible hem orrhagic shock. Surg W axm an K : Sh ock: ischem ia, reperfusion, and
tient. I. A ssessin g and im proving oxygen G ynecol O bstet 1 2 7 :9 3 , 1968. inflammation. New H oriz 4 :1 5 3 , 1 9 9 6 .
delivery. Surg C lin North Am 7 6 :9 5 9 , Lake C L : C linical M onitoring for A nesthesia W est M A , W ilson C : H yp o xic alterations in
1996. and C ritical Care. Philadelphia: W B Saun­ cellular signal transduction in shock and
Crow ell JW , G uyton A C : Evid en ce favoring a ders Co, 1994. sepsis. New Horiz 4 :1 6 8 , 1996.
cardiac m echanism in irreversible hem or­ Levin E R , Nadler J L : Endocrinology o f C ar­ Y u B P .'C e llu la r d efenses against dam age from
rhagic shock. A m J Physiol 2 0 1 :8 9 3 , 1961. diovascular Function. B osto n : Kluw er A ca ­ reactive oxygen species. P hysiol R e v 7 4 :
Crow ell JW , Sm ith E E : O xygen deficit and dem ic Publishers, 1 9 98. 139, 1994.
I J
Böbrekler ve ■
Vücut Sıvıları
V
25
V ü c u t Sıvı K om partım anları: H ü cre içi ve H ücredışı Sıvılar; H ücrelerarası Sıvı
ve Ö d e m

26
B ö b re k le rd e İd ra r O lu ş u m u : I. G lo m e rü le r F iltrasyo n , B ö b re k Kan A kım ı
ve K o n tro lle ri

27
B ö b re k le rd e İd ra r O lu ş u m u : II. G lo m e rü le r F iltratın T ü b ü lle rd e İşle nm esi

28
E k s tra s e lü le r Sıvı O s m o la rite s i ve S o d yu m K o n sa n tra syo n u n u n D ü z e n le n m e s i

29
Kan H a cm i ve E kstra se lü le r Sıvı H a cm in in K o n tro lü n d e Renal M e k a n iz m a la rın
E n te g ra s y o n u ; ve P otasyum , K alsiyum , F o sfat ve M a g n e z y u m u n Renal
D ü z e n le n m e s i

30
A s it-B a z D e n g e s in in D ü ze n le n m e si

31
İd ra rın Ç ıkarılm ası, D iü re tik le r ve B ö b re k H astalıkları
i J
Vücut Sıvı Kompartımanları:
Hücreiçi ve Hücredışı Sıvılar;
Hücrelerarası Sıvı ve Ödem

Birinci bölümde bahsedildiği gibi homeostasis için varmadığımız, bütün yaşayan insanlarda devam ­
vücut sıvılarının oldukça sabit bileşim ve hacimde lı görülen bu sıvı kaybına gizli (faıkedilm eyen) sı­
tutulması gereklidir. Klinik tıbbın en önemli ve en vı kaybı denir.
sık karşılaşılan sorunlarından bazıları sabit tutul­ Deri yolu ile olan gizli sıvı kaybı terlem eden b a ­
ması gereken vücut sıvılarını kontrol eden sistem ­ ğımsızdır ve hatta doğuştan ter bezleri olmayan şa ­
lerin bozukluklarından kaynaklanır. Böbreklerle il­ hıslarda bile görülür, deriden difüzyon yolu ile sıvı
gili bu ve bundan sonraki bölümlerde, vücut sıvı kaybı günlük ortalama 300 ile 400 m l’dir. Bu kayıp
hacim lerinin düzenlenmesi, hücredışı sıvıların bi­ difüzyonla fazla sıvı kaybına karşı bir bariyer oluş­
leşenlerinin düzenlenm esi, asit-baz dengesinin turan kolesterolle dolu kornifiye deri tabakası tara­
düzenlenm esi ve hücreiçi ile dışı arasındaki sıvı de­ fından minimuma indirilir. Kornifiye tabaka, geniş
ğiş tokuşunun kontrolü tartışılacaktır. yanıklarda olduğu gibi ortadan kalktığı zaman bu ­
harlaşma hızı 1 0 misline kadar artar ve günlük di­
füzyonla sıvı kaybı 3-5 litre olur. Bu nedenle yanık-
lılaıda sıvı kaybını dengelemek için daima intrave-
SIVI ALINMASI VE ATILMASI SABİT nöz olarak bol miktarda sıvı verilmelidir.
KOŞULLARDA DENGEDE OLMALIDIR Solunum yolu aracılığı ile gizli sıvı kaybı günde
ortalam a 300 ile 400 ml’dir. Solunum yollarına gi­
Dış ortam la vücut arasında ve vücudun değişik ren hava vücudu terketmeden önce, su buharı b a ­
kompartmanları arasında devamlı bir madde ve sı­ sıncı 47 ınmHg olacak şekilde su buharına doymuş
vı değiş tokuşu olmasına karşın vücut sıvılarının hale gelir. Alman havanın su buharı basıncı genel­
ıölatif sabitliği’nin korunması oldukça dikkat çeki­ likle 47 mmHg'dan az olduğu için solunum esn a­
cidir. Örneğin, vücut sıvı hacimlerinin artmasını ya sında akciğerler aracılığı ile devamlı su kaybı olur.
da azalm asını engellemek için, çok büyük değişik­ Soğuk havada atmosfer havasının su buharı basın­
likler gösteren sıvı alımı, sıvı atılmasıyla dikkatle cı hem en hem en sıfıra indiği için hava ısısının azal­
eşlenmelidir. ması akciğerler aracılığı ile su kaybını daha da artı­
rır. Bu artış soğuk havada solunum yollarının kuru­
ma hissini açıklar.
Alınan Günlük Su Miktarı
Terle Sıvı Kaybı: Terleme ile kaybedilen su miktarı
Su vücuda iki önemli kaynaktan sağlanır. (1) sıvı fizik aktivite ve ortam ısısına bağlı olarak oldukça
olarak veya besinler içinde alman suyun günlük değişkendir. Normalde terle günlük sıvı kaybı sade­
katkısı normalde 2100 m l’dir. (2) Karbonhidratların ce 1 0 0 mİ kadardır, fakat çok sıcak havada veya aşı­
vücutta oksidasyoııu sonucu sentezlenen su ile rı egzersiz esnasında terle sıvı kaybı nadiren saatte
günde 200 mİ kadar su ilave edilir. Böylece günlük 1 - 2 litreye çıkar. Eğer 2 9 ’cu Bölüm de açıklanacak
alm an su miktarı 2300 mİ civarındadır. (Tablo: 25- susam a mekanizmasının aktivasyoııu ile sıvı alımı
1) Bireyler arasında sıvı alımı oldukça farklılık gös­ artmaz ise bu kayıp, vücut sıvılarını kolayca tükete­
terir, hatta aynı şahısta iklime, alışkanlıklara, fizik cektir.
aktiviteye bağlı olarak değişik günlerde alınan sıvı
miktarı değişir. Feçes ile Su Kaybı: Normalde çok az miktarda sıvı
(günde 100 mİ) feçesle atılır. Bu miktar, şiddetli is­
hali olan şahıslarda günde birkaç litreye çıkabilir.
Vücut Suyunun Günlük Kaybı Bu nedenle ağır ishal bir kaç gün içinde düzelm ez­
se hayatı tehdit eder.
Gizli Sıvı Kaybı: Bazı su kayıpları kesin bir şekil­
de düzenlenem ez, örneğin norm al koşullar altın ­ Böbreklerle Su Kaybı: Vücuttan sıvı kaybının ka­
da solunum sistem inden buharlaşm a ile ve deri­ lan bölümü böbreklerle atılan idrarla gerçekleşir.
den difüzyon yolu ile günde 700 m l’lik devamlı İdrar miktarını kontrol eden çok sayıda m ekaniz­
bir su kaybı olmaktadır. Bilinçli olarak farkına ma vardır. En önemli nokta vücuda sıvı alınması ve

264
BÖLÜM 25 • Vücut Sıvı Kompartmanları: Hücreiçi ve Hücdedışı c ıvılar; Hücrelerarası Sıvı ve Ö dem 265

TABLO 25 ■ 1 KAYBEDİLEN
Böbrekler
Günlük Su Alımı ve Atılımı (ml/gün) Akciğerler.
ALINAN
Ağır,uzun Dışkı
Normal Egzersizde Ter
Deri
Alınan
İçilen sıvılar 2100 ?
Metabolizmadan 200 200
Toplam alman 2300 ?

Çıkarılan
Gizli-Deri 350 350
Gizli-Akciğer 350 650
Terleme 100 5000
Dışkı 100 100
İdrar 1400 500
Toplam çıkarılan 2300 6600

atılması arasındaki dengenin, ayrıca önemli elekt­


rolitlerin alınma ve atılmaları arasındaki dengenin
bu m addelerin böbreklerden atılm a hızları ile
kontrol edilmesidir. Örneğin idrar hacmi dehidıate
şahıslarda günde 0.5 litre gibi az miktarda olabile­
ceği gibi çok fazla miktarda sıvı içen bir şahısta
günde 2 0 litre olabilir.
Bu büyük değişkenlik sodyum, klorür ve p o tas­
yum gibi vücuttaki elektrolitlerin pek çoğu için Ş E K İL 25 - 1
de geçerlidir. Bazı kişilerde günlük sodyum alım ı Kompartmanları ayıran membranlar ve başlıca sıvı kompart-
20 m Eq gibi düşük bir değerde olabilirken bazıla­ manlarını da kapsayan vücut sıvı düzenlenmesinin özeti. Gös­
terilen değerler ortalama 70 Kg’lik bir erkek içindir.
rında günde 300 ile 500 mEq olabilir. Böbrekler
su ve elektrolitlerin atılm asını bu m addelerin alı­
nan m iktarlarına göre ayarlam a işi yanında bazı
hastalık hallerinde gözlenen aşırı su ve elektrolit nedeni kısm en yaşlanm a ile vücutta yağ dokusu
kaybım telafi etm e işi ile yükümlüdür 2 6 ’dan 30 yüzdesi artarken vücut su yüzdesi azalm asıdır.
kadar olan Bölüm lerde böbreklerin bu önem li iş­ Kadınlar erkeklere göre norm alde daha fazla yağ
leri yapm alarına olanak sağlayan m ekanizm alar içerdiklerinden vücut ağırlığının yüzdesi olarak
tartışılm ıştır. ifade edildiğinde erkeklere göre daha az su o ran ı­
na sahip tirler. B ö y lece “o rta la m a ” vü cu t sıvı
k o m p a rtm a n la ıın ı, ta rtıştığ ım ız z a m a n yaşa,
cinsiyete ve obeziteye göre değişiklikler olacağını
VUCUT SIVI KOMPARTMANLARI bilm em iz gerekir.

Total vücut sıvısı iki esas bölüm (kompartman) ara­


sında dağılmıştır. Hücredışı sıvısı ekstraseliiler sıvı
ve hücreiçi sıvısı intraselüler sıvı (Şekil 25-1) Hüc-
HÜCREİÇİ (İNTRASELÜLER) SIVI
ıedışı sıvı da ayrıca lıücrelararası (inteıstisyel) sıvı
ve kan plazm ası olmak üzere iki kısma ayrılır. KOMPARTMANI
Transeliıler sıvı denen bir küçük kom partm an
daha vardır. Bu kom partm ana sinovial, peritone- Vücuttaki 42 litre sıvının yaklaşık 28 litresi 75 tril­
al, peıikaıdiyal, göz içi ve beyin omurilik sıvıları yon hücrenin içinde bulunur ve h ü creiçi sıvısı
dahildir. Bazı hallerde bileşim i plazm a veya hiic- olarak isimlendirilir. Böylece "o rtalam a” bir in ­
relaraıası sıvılarınkinden farklılık gösterirse de sand a h ü creiçi sıvı to p lam vü cu t ağ ırlığın ın
genellikle bu sıvılar özelleşm iş hücredışı sıvılar % 40’ını oluşturur.
olarak kabul edilir. Bütün transselüler sıvı to p ­ Her hücrenin içerdiği sıvı değişik m addelerin
lam 1 - 2 litre kadardır. karışım ından oluşur fakat bu m addelerin kon ­
70 Kg’lık norm al yetişkin bir insanda toplam santrasyonu bir hücreden diğer hücreye oldukça
vücut suyu vücut ağırlığının % 60’ı kadar veya 42 yakındır. G erçekten de ilkel tek hücreli can lılar­
litredir. Bu oran yaşa, cinsiyete veya şişm anlığın dan insana kadar farklı hayvanlarda hücre sıvıla­
d erecesine göre değişebilir. Şahıs yaşlanırken vü­ rının bileşim i belirgin benzerlik gösterir. Bu n e ­
cut ağırlığının sıvı yiizdesi giderek azalır. Bunun denle bütün farklı hücrelerdeki h ü creiçi sıvısı
266 ÜNİTE V • Böbrekler ve Vücut Sıvıları

birlikte tek bir sıvı kom partm anı gibi düşünül­


m ektedir. HÜCREDIŞI VE HÜCREİÇİ SIVILARIN
BİLEŞİMLERİ

Plazma ve interstisyel sıvıyı kapsayan hücredışı sı­


HÜCREDIŞI (EKSTRASELÜLER) SIVI vıyla hücreiçi sıvıların bileşim leri Şekil 25-2, 25-3
KOMPARTMANI ve Tablo 25-2’de karşılaştırılmıştır.

H ü crelerin dışında bu lu nan sıvıların h ep sine


birden hücredışı sıvısı denir. Bu sıvılar toplam
vü cu t ağ ırlığın ın yüzde 2 0 ’sin i o lu ştu rup 70 Hücrelerarası Sıvı ve Plazmanın İyonik
Kg.'lık norm al bir yetişkinde takriben 14 Litredir. Bileşimi Aynıdır
H ücred ışı sıvısı iki önem li bölü m d en oluşur.
B unlardan biri hiicrelararası sıvı (interstisyel sıvı)
Plazma ve hücrelerarası sıvı, birbirinden sadece
hücred ışı sıvının dörtte üçünü oluştururken, di­
geçirgenliği yüksek olan bir m em bran ile ayrıldığı
ğeri bu kom partm am n dörtte birine eşdeğer ve­
için iyonik bileşimleri birbirine benzerdir. Bu iki
ya takriben 3 litre olan p lazm adır. Kanın hücre
kompartman arasında en önem li fark kapillerin
içerm eyen kısmı olan plazm a, kapiller m em b ra­
plazma proteinlerine zayıf geçirgenlik gösterm esi
nın porları aracılığı ile hücrelerarası sıvı ile de­
nedeni ile plazmada protein yoğunluğunun fazla
vamlı iletişim halindedir. Bu porlar proteinler dı­
olmasıdır, dokuların çoğunda hücrelerarası boşlu­
şında hücrelerarası sıvıdaki m addelerin hem en
ğa az miktarda protein sızar.
hep sin e oldukça geçirgendir. Böylece, hücredışı
D oıınan etkisi nedeniyle p ozitif yüklü iyonların
sıvılar sürekli olarak birbirine karışır, bunun so ­
(katyonlar) yoğunluğu h ü crelerarası sıvıya göre
nucu olarak plazm a ve interstisyel sıvının b ileşi­
plazmada hafifçe (%2 kadar) yüksektir. Bu etki şu
m i p roteinler dışında aynıdır. P roteinler plazm a­
şekilde gerçekleşir: plazm a p rotein leri net n ega­
da daha yüksek konsantrasyonda bulunur.
tif yüke sahiptir ve sodyum, potasyum iyonları
gibi pozitif yüklü katyonları bağlam a eğilim ind e­
dir, bundan dolayı fazla m iktarda katyon plazm a
proteinleri ile birlikte plazm ada tutulur. Diğer ta ­
KAN HACMİ raftan negatif yüklü iyonlar (anyonlar)m yoğun­
luğu hücrelerarası sıvıda, plazm aya oranla hafif­
Kan, hem hücredışı (plazm a sıvısı) hem de h ü c­ çe fazla olm a eğilimindedir, çünkü plazm a p ro te­
reiçi sıvısı (eritrosit içi sıvm ) içerir. Ancak kan inlerinin negatif yükü, n egatif yüklü anyonları
ayrı bir sıvı kom partm anı olarak dikkate alınır iter. Ancak pratik açıdan plazm a ve hiicrelararası
çünkü kendine has bir bölüm de dolaşım sistem i
içind e bulunur. Kalp ve dolaşım sistem i d inam i­
ğinin kontrolünde kan hacm i özel bir önem e sa­
hiptir. Katyonlar Anyonlar
150-
Normal bir yetişkinin ortalama kan hacm i vücut
ağırlığının yaklaşık yüzde 7 ’si kadar veya 5 litredir.
O rtalama olarak kanın yüzde 60 kadarı plazma ve
100-
yüzde 40 ’ı eritrosittir, fakat bu değerler yaş, cinsiyet
ve diğer faktörlere bağlı olarak şahıslar arasında
büyük değişmeler gösterir.
50-

Hem atokrit (Paket Eritrosit Hacmi): Hematokrit,


NaH C a+ cı-
kanın santrifüj edilmesiyle hem atokrit tübünün
dibinde sıkı bir çökelti oluşturan hücre fraksiyo­ Mg+
nudur. Sadece eritrositleri çöktürm ek mümkün
değildir, hücrelaraıasına % 3-4 oranında plazma
50-
da sıkışmıştır, bu nedenle gerçek hem atokrit, öl­
çülen hem atokritin yüzde 96 ’sı kadardır.
N orm al erkeklerde ölçülen hem atokrit 0.40 ve
kadınlarda 0.36 kadardır. Şiddetli k a n sızlık ta 100-

(an em i) hem atokrit yaşam ı zorlukla devam etti­


rebilecek bir değer olan 0 . 1 0 ’a kadar düşebilir.
150
Diğer taraftan aşırı eritrosit yapım ının neden o l­
duğu p o lisitem i gibi koşullarda h em ato krit Ş E K İL 25 - 2
0 .6 5 ’e yükselebilir. Hücreiçi ve hücredışı sıvıların en önemli anyon ve katyonları
BÖLÜM 25 • Vücut Sıvı Kompartmanları: Hücreiçi ve Hücredışı Sıvılar; Hüclerarası Sıvı ve Ödem 267

------------ sıvıların iyon konsantrasyonu eşit olarak kabul


edilir.
Yine Şekil 2 5 -2 ’ye bakıldığında plazma ve hücre-
lararası sıvıyı kapsayan hücredışı sıvının fazla m ik­
■Fosfolipidler-280mg/dl tarda sodyum, klorür ve oldukça fazla miktarda bi­
karbonat iyonu içerdiği; potasyum, kalsiyum m ag­
nezyum, fosfat ve organik asit iyonlarının az oldu­
M ğu izlenebilir.
Daha sonra tartışılacağı gibi hücredışı sıvısının
bileşim i değişik m ekanizm alarla fakat özellikle
------------ böbrekler tarafından dikkatli bir şekilde düzenle­
nir. Bu düzenleme hücrelerin sürekli, optimal h ü c­
-Kolesterol-150 mg/dl re fonksiyonu için gereken en uygun besin ve elekt­
rolit konsantrasyonunu içeren bir sıvı içinde bu ­
- ■ lunmasını sağlar.
-
Nötral yağlar-125 mg/dl
Hücreiçi Sıvısının Önemli Bileşenleri
>•Glikoz-100 mg/dl
Vücutta hücreiçi sıvısı hücredışı sıvısından suyu
Üre-15 mg/dl
geçiren fakat elektrolitlerin çoğuna geçirgen olm a­
yan seçici bir hücre zarı ile ayrılmıştır. Hücre zarı
/ Laktik asit-10 mg/dl
>/ vücuttaki farklı hücrelerin içinde benzer bir sıvı b i­
-------------- Ürik asit-3 mg/dl
leşimini muhafaza eder.
Kreatinin-1.5 mg/dl
Hücre dışı sıvısının aksine hücreiçi sıvısı az m ik­
Bilirubin-0.5 mg/dl tarda sodyum ve klorür iyonu içerir, hem en hem en
■Safra tuzları-eser hiç kalsiyum içermez. Bunun yerine hücredışı sıvı­
sında miktarları az olan potasyum ve fosfat iyonla­
Ş E K İL 25 - 3
rı fazla miktarda bulunur, ayrıca oldukça çok mik­
Plazmadaki non-elektrolitlcr
tarda magnezyum ve sülfat iyonu içerir. Hücreler
hem en hem en plazmadakinin 4 misline yakın bol
miktarda protein de içerirler.
T A B L O 25 - 2
Hücredışı ve Hücreiçi Sıvılardaki Osmolar Maddeler
Plazma Hecrelerarası Hücreiçi
(mOsm/litre H20) MOsm/litre H20) (müsm/liter H20)

Na+ 142 139 14


K+ 4.2 4.0 140
Ca++ 1.3 1.2 0
Mg+ 0.8 0.7 20
cı- 108 108 4
HC03- 24 28.3 10
HP0 4 -,H2P0.c 2 2 11
S04- 0.5 0.5 1
Fosfokreatin 45
Karnosin 14
Amino asidler 2 2 8
Kreatin 0.2 0.2 9
Laktat 1.2 1.2 1.5
AdenozinTrifosfat 5
Heksozmonofosfat 3.7
Glikoz 5.6 5.6
Protein 1.2 0.2 4
Üre 4 4 4
Diğerleri 4.8 3.9 10
Total mOsm/litre 301.8 300.8 301.2

Düzeltilmiş osmolar aktivite 282.0 281.0 281.0


(mOsm/litre)

37°C da toplam osmotik 5443 5423 5423


basınç (mmHg)
268 ÜNİTE V • Böbrekler ve Vücut Sıvıları

de konsantrasyonudur, (bölen) Bu örnekte eğer 10


ÇEŞİTLİ VÜCUT SIVI KOMPARTIMAN­ mg/ml boya içeren çözeltinin 1 m l’si B bölm esinde
dağılırsa ve B bölm esinin son konsantrasyonu 0,01
LARINDA SIVI HACİMLERİNİN ÖLÇÜ­ mg/ml ise bu durumda B bölm esinin hacmi aşağı­
MÜ: İNDİKATÖR-SEYRELTME KURALI daki gibi hesaplanır:

Vücutta sıvı kompartmanlarının hacmi, bir kom- 1 mİ x 1 0 mg/ml


partm ana yerleştirilen bir maddenin bütün kom- Hacim B = -------------------------=1000 mİ
partm andaki sıvı içinde yayılması sağlandıktan 0 . 0 1 mg/ml
sonra, o m addenin seyrelme derecesinin ölçülmesi
ile saptanabilir. Şekil 25-4 bir sıvı kom paıtm anın- Bu metod 1-indikatör tüm bölm ede eşit olarak ya­
daki hacm i ölçm ede kullanılan, kitlenin korunma­ yıldığı 2-indikatör sadece ölçülecek B bölmesinde
sı ilkesine dayanan bu “indikatör-seyıeltm e” m eto­ dağıldığı ve 3-indikatör metabolize olmadığı veya
dunu göstermektedir. Bu, bir kompartman içine itıah edilmediği sürece vücuttaki herhangi bir b ö l­
injekte edilen m addenin toplam m iktarının, o menin hacmini hesaplamak için kullanılabilir. D e­
kom paıtm andaki sıvı içinde dağıldıktan sonraki ğişik vücut sıvılarının her birinin hacm ini ölçm ede
toplam miktarına eşit olduğu anlamına gelir. pekçok madde kullanılabilir.
Şekil 25-4’te gösterilen örnekte az miktar boya ve­
ya başka madde A şırıngası içinde bir bölmeye injek­
te edilir ve B bölmesinde görüldüğü gibi o maddenin
bölmenin her tarafında eşit konsantrasyonda dağıla­ Özel Vücut Sıvı Kompartmanlarının
cak şekilde karışmasına imkan tanındıktan sonra da­ Hacimlerinin Belirlenmesi
ğılan maddeyi içeren sıvıdan bir örnek alınarak,
maddenin konsantrasyonu kimyasal, fotoelektriksal Total Vücut sıvısının Ölçülmesi. R ad y o ak tif su (trit­
veya başka bir yöntemle analiz edilir. Eğer kompart- yum , 3H2Ü) veya ağır su (döteryum , 2H 20 ) toplam vü cu t
maııdan sızıntı olmamışsa B ’deki maddenin toplam sıvısının h acim ö lç ü m ü n d e kullanılabilir. Bu su şekilleri
k an a injekte edildikten son raki birkaç sa a t için d e to p lam
miktarı (Hacim B x B ’deki madde konsantrasyonu)
v ü cu t suy u ile karışır ve dilüsyon p re n sib i toplam vücut
injekte edilen maddenin toplam miktarına eşit ola­ suy u n u n h e sa p la n m a sın d a kullanılabilir.
caktır. (Hacim A x A’daki madde konsantrasyonu). Total vü cu t su y u n u n ö lç ü m ü n d e ku llan ılan bir b a şk a
Basit bir düzenleme ile bilinmeyen B bölmesinin m ad d e, y ağ d a çok iyi eriyebilen ve h ü cre zarını ko lay ca
hacmi aşağıdaki gibi hesaplanabilir: geçeb ilen ve h ücreiçi ve h ücrelerarası k o m p a rtm a ııla rd a
eşit olarak dağılabilen cıntipirindir.
Hacim A x Konsantrasyon A
B hacm i = Hücredışı Sıvı Hacminin Ölçümü: H ü credışı sıvının
h acm in in ölçü m ü p la zm a ve h iicrelararası m e sa fe d e d a ­
Konsantrasyon B
ğılan fakat h ücre zarını geçem eyen b irçok m a d d e d e n
h erh an gi birinin ku llan ım ı ile y apılab ilir. R ad yoak tif
Bu hesaplam a için tüm bilinmesi gereken 1-böl­ sodyum , rady oak tif klorür, rady oak tif iy o talam at, tiyo-
meye injekte edilen toplam madde miktarı (eşitlik­ sülfat iyonu ve insü lin b u n lar arasın d ad ır. Bu m a d d e le r­
te bölünen taraf) 2 -karıştıktan sonra sıvıdaki m ad­ den h erh angi biri kan a injekte edilir ve genellikle 30-60
dakika için d e h em en tam am en h ü c re d ışı sıvılard a d a ğ ı­
lır. Ancak rady oak tif so d y u m gibi b u m ad d e le rd e n b a z ı­
ları az m iktarda h ücreiçin e difüze olabilir. Bu n ed en le

TABLO 25 - 3
Vücut Sıvılarının Ölçülmesi
Hacim İndikaıörler

Toplam vücut suyu 3H20 , 2H20 antipirin


H ücredışı sıvı 22Na, 125I-iotalam at, tiyosülfat, itıülin
Hücre içi sıvı Toplam vücut sıvısından hücredışı
sıvı hacm inin Çıkarılm asıyla, h esap
lanarak
Plazma hacmi 125I-albiimin, Evans mavisi boyası (T-1824)
Kan hacm i 51Cr-işaretli kırmızı kan hücreleri,ya
da Kan hacmi = Plazma h acm i/(1-
hematokrit) eşitliği ile Hesaplanarak
Hücreler arası sıvı Hücre dışı sıvı h acm i - plazm a hac
mi eşitliği ile h esaplanarak.

Guyton AC, Hall JE :Human physiology and mechanisms of di­


Indikator dilüsyon yöntemiyle sıvı hacminin ölçülmesi. sease 6th ed.Philadelphia WB Saunders Co. 1997 den alınmıştır.
BÖLÜM 25 • Vücut Sıvı Kompartmanları: Hücreiçi ve Hücredışı Sıvılar; Hüclerarası Sıvı ve Ödem 269

hücredışı sıvı hacmi yerine sıklıkla sodyum alanı veya diğer elektrolitler gibi küçük osm otik etkili m adde­
inülin alanından bahsedilir. ler tarafından belirlenir. Bunun sebebi hücre zarı­
nın suya geçirgen olmasına karşın sodyum ve klo­
Hücreiçi Hacminin Hesaplanması: Hücreiçi hacim doğ­ rür gibi oldukça küçük moleküllere bile kısmen ge­
rudan ölçülemez. Ancak aşağıdaki şekilde hesaplanabilir:
çirgen olmamasıdır. Böylece, su, hücre m em branı-
Hücreiçi hacmi = Tötal vücut sıvısı nı hızla geçer ve hücreiçi sıvının hücredışı sıvıyla
- Hücredışı hacim izotonik olması sağlanır.
Gelecek bölümde sıvının bu iki kom partm anda
Plazma Hacminin Ölçümü: Plazma hacmini ölçmek için kaymasına sebep olan osmotik faktörler ve hücre­
damara eııjekte edildikten sonra kapiller duvarına penet- içi ve hücredışı sıvı hacimleri arasındaki ilişkiyi tar­
re olmayan ve damar sistemi içinde kalan bir madde kul­ tışacağız.
lanılmalıdır. Plazma hacminin ölçümünde genellikle kul­
lanılan maddelerden birisi radyoaktif iyot ile işaretlenmiş
albumindir (125 I-albumin). Ajan zamanda Evans mavisi
(T-1824'de denir) gibi plazma proteinlerine bağlanan bo­

yalar plazma hacminin ölçümünde kullanılabilir. OSM OZ VE OSMOTİK BASINCIN
TEMEL İLKELERİ
Hücrelerarası Sıvı Hacminin Hesaplanması: Hücrele­
rarası sıvı hacmi doğrudan ölçülemez fakat aşağıdaki şe­
kilde hesaplanabilir. 4. Bölüm’de osmoz ve osm otik basıncın tem el ilke­
leri anlatılmıştır. Bu nedenle burada sadece bu
Hücrelerarası sıvı = Hücredışı sıvı hacmi prensiplerin hacim düzenlenmesini ilgilendiren en
-plazma hacmi önemli taraflarını özetleyeceğiz.
Osınoz, suyun yüksek konsantrasyonda bulu ndu­
Kan Hacminin Ölçümü: Eğer yukarıda tanımlanan yön­
ğu bölgeden, d ah a az yoğunluktaki bölgeye net di-
temlerle plazma hacmi ölçülürse ve eğer toplam kan
hacminin hücrelerden oluşan fraksiyonu yani hematok- fiizyonudur. Saf su içine bir katı madde eklendiğin­
ıit de bilinirse kan hacmi aşağıdaki formül yardımı ile de, bu karışımdaki suyun yoğunluğu azalır. Böyle­
hesaplanabilir: ce bir çözeltideki madde konsantrasyonu ne kadar
fazla ise su yoğunluğu o kadar azalır. Bundan baş­
Plazma Hacmi ka, su, solüt yoğunluğunun az (suyun fazla) olduğu
Tolal kan hacmi ---------------------- bölgeden, solüt yoğunluğu fazla olduğu (suyun az
1-Hematokrit olduğu) bölgeye difüze olur.
Örneğin eğer plazma hacmi 3.0 Litre ve hematokrit Hücre zarı suya fazla geçirgen olm asına karşın,
0.40 ise kan hacmi şu şekilde hesaplanabilir. maddelerin çoğuna oldukça az geçirgen olduğun­
dan madde konsantrasyonunun yüksek olduğu ta­
3 litre rafa su geçişi olur. Böylece eğer sodyum klorür gibi
--------- = 5.0 litre bir madde hücre dışı sıvıya ilave edilirse, hücre za­
1- 0,4 rının her iki tarafındaki su konsantrasyonu eşit
oluncaya kadar, su, hızla hücreden m em bran yolu
Kan hacmini ölçmenin bir başka yolu ıadioaktif ma-
ile dışarı çıkar. Aksine eğer sodyum klorür gibi bir
tcryel ile işaretlenmiş eritrositlerin dolaşıma eııjekte
edilmesidir. Bunların dolaşımda karışmasından sonra solüt hücredışı sıvısından uzaklaştırılırsa hücredışı
karışmış kan örneğinin radioaktivitesi ölçülebilir ve top­ sıvısında su konsantrasyonu artacağı için su
lam kan hacmi seyreltme ilkesi kullanılarak hesaplana­ mem bran aracılığı ile dışarıdan hücreiçine girer.
bilir. Eritrositleri işaretlemede sıklıkla kullanılan madde Suyun difüzyon hızına osm oz hızı denir.
eritrosite sıkıca bağlanan radyoaktif krom (51 Cr)dur.
Osm ol ile M ol İlişkisi: Bir sıvının içindeki su y o ­
ğunluğu o çözeltideki katı m adde partiküllerinin
sayısına bağlı olduğundan, kon san trasyon u n ta ­
HÜCREİÇİ VE HÜCREDIŞI SIVILAR nım ı için çözeltideki m addelerin tam bileşim ine
ARASINDA SIVI DEĞİŞİMİ VE OSM O- bakılm aksızın m addelerin toplam kon san trasyo­
TİK DENGENİN DÜZENLENMESİ: nu gereklidir. Bir çözeltideki partiküllerin toplam
sayısı osm ol terim i ile ölçülür. Bir osıııol (Osm)
Ağır hastaların tedavisinde sık rastlanan problem, bir mol katı paıtiküle eşittir. ( 1 m ol= 6 . 0 2 x 1 0 23)
intraselüler ve ekstraselüler kompartmanlardan b i­ Bu nedenle litresinde bir m ol glikoz içeren bir
ri veya her ikisinde yeterli sıvıyı muhafaza etme çözelti 1 osm/litre konsantrasyona sahiptir. Eğer
güçlüğüdür. Bölüm 16’da ve daha sonra bu bölüm ­ sodyum klorürde olduğu gibi m olekül iki paı tikül
de tartışıldığı gibi plazma ve hücrelaraıası alanda oluşturacak şekilde sodyum ve klorür iyonlarına
dağılmış olan ekstraselüler sıvının miktarı başlıca, ayrılırsa, bu durumda 1 mol/litrelik bir çö zelti­
kapiller m em bıandan suyun hareketini yönlendi­ nin osm otik konsantrasyonu 2 osm /litıedir. B en ­
ren hidrostatik ve kolloid osmotik kuvvetler arasın­ zer şekilde (Na2 S 0 4 gibi) 3 iyona ayrışabilen bir
daki denge ile belirlenir. Hücreiçi ve hücredışı mol molekül içeren bir çözeltin in osm otik kon ­
kompartmanlarda sıvı dağılımı ise hücre m em bra- santrasyonu 3 osm/litıedir. B öylece osm ol teri­
nının her iki tarafında bulunan sodyum, klorür ve mi, bir çözeltide bulunan m addenin m olar kon ­
270 ÜNİTE V • Böbrekler ve Vücut Sıvıları

santrasyonund an çok osm otik olarak aktif parti- Bir Solüsyonun Osm otik Basıncının Hesaplan­
kül sayısını gösterir. ması: Hücre m em bıanım n maddelere geçirgen ol­
Genelde vücut sıvılarında osmotik aktiviteyi ifa­ madığı faızedilerek van’t Hoff yasası aracılığı ile bir
de etm ek için osmol, çok büyük bir birimdir. Bu n e­ çözeltinin potansiyel osmotik basıncı hesaplanabi­
denle çoğunlukla osm ol’ün binde biri olan nıilios- lir. Örneğin %0.9’luk sodyum klorür çözeltisinin
m ol (mOsm) birimi kullanılır. osmotik basıncı aşağıdaki gibi hesaplanır: %0.9'luk
sodyum klorür çözeltisi, 100 m l’sinde 0.9 gram ve­
Osmolalite ve Osmolarite: Bir çözeltinin osmolal
ya 9 gr/litıe sodyum klorür içeren sıvı demektir.
konsantrasyonu osmol/Kg su olarak ifade edildiğin­
Sodyum klorüriin molekül ağırlığı 58.5 gm/mol ol­
de osmolalite, osmol/litre olarak ifade edildiğinde
duğundan bu çözeltinin m olaritesi 9 gm/litre’nin
ise osm olarite denir. Vücut sıvıları gibi seyreltik sıvı­
58.5 gm/mol değerine bölünm esi ile bulunur ve
larda fark çok küçük olduğundan, bu iki terim h e­
takriben 0.154 mol/litre dir. Sodyum klor ürün her
m en hem en eş anlamlı olarak kullandabilir. Çoğun­
molekülü 2 osmole eşit olduğu için çözeltinin os­
lukla vücut sıvılarının miktarını kilogram su yerine
molaritesi 0.154 x 2 = 0.308 osm/litıe dir. Bu çözel­
litre olarak ifade etmek daha kolaydır. Bu nedenle
klinikte kullanılan hesaplamaların ve sonraki pek tinin potansiyel osm otik b asın cı böylece 308
çok bölümdeki hesaplamaların çoğunun ifadesinde mOsm/litre x 19.3 mmHg/mOsm/litre veya 5944
osmolaliteden çok osmolarite temel alınmıştır. mmHg olacaktır.
Bu sadece yaklaşık bir hesaplamadır çünkü sod­
O sm o tik Basınç: Seçici geçirgenliğe sahip bir yum ve klorür iyonları çözelü içinde iyonlar arası çe­
m em brandan su moleküllerinin geçişi osmoza zıt kim nedeni ile bağımsız partiküller gibi davranamaz­
yönde bir kuvvet uygulanarak engellenebilir. Osmo- lar. Bu sapmalar osmotik sabite denen düzelüne fak­
zu engellemek için uygulanması gereken kuvvete törü aracılığı ile van’t Hoff yasası kullanılar ak düzelü-
osm otik basınç denir. Burada hatırlanması önemli lebilir. Sodyum klorür için osmotik sabite 0.93 civa­
olan nokta, osmotik basıncın suyun membrandan rındadır. Böylece %0,9'luk sodyum klorür çözeltisinin
net difüzyonunu sağlayan kuvvet olmayıp aksine gerçek osmolaritesi 308 x 0.93 = 286 mOsm/litredir.
mem brandan suyun net difüzyonunu engellemek Pratik amaçla fizyolojik sıvıların osmolaritesi ve os­
için uygulanması gereken kuvvet olduğudur. Böyle- motik basınçları tayin edilirken bazen değişik mad­
ce osmotik basınç, dolaylı olarak bir çözeltinin su ve delerin osmotik sabiteleri ihmal edilir.
solüt konsantrasyonunun ölçüsüdür. Osmotik ba­
sıncı ne kadar fazla ise o sıvının su yoğunluğu o den­
Vücut Sıvılarının Osmolaritesi: Tablo 2 5 -2 ’ye dö­
li azdır, fakat madde yoğunluğu o kadar yüksektir.
nerek plazma, hücrelerarası ve hücredışı sıvıların­
O sm olarite ile Osm otik Basınç Arasındaki İliş­ da bulunan, osmotik aktiviteye sahip değişik m ad­
ki: Bir çözeltinin osmotik basıncı o sıvıdaki osmo- delerin yaklaşık osm olaritelerine dikkat ediniz.
aktif partiküllerin yoğunluğu ile doğru orantılıdır. Hücreler arası sıvının ve plazm anın toplam osmo-
Bu moleküllerin büyük veya küçük oluşuna bakıl­ laritesinin %80 kadarının sodyum ve klorür iyonla­
maksızın doğrudur. Örneğin 70.000 molekül ağır­ rına bağlı olduğu görülmektedir. Halbuki lıücıeiçi
lıklı bir mol albuminin osmotik etkisi, 180 molekül sıvısında toplam osm olaritenin hem en hem en ya­
ağırlığa sahip bir mol glikozunki ile aynıdır. Diğer rısı potasyum iyonlarına aittir ve kalanı diğer bir­
yandan bir m ol sodyum klorür, Na ve C1 olmak üze­ çok hücıeiçi maddeler arasında bölünmüştür.
re iki osm otik aktif partikiile sahiptir ve bu neden­ Tablo 25-2’nin alt kısmında gösterildiği gibi her
le album in veya glikoz molekülünün iki misli o s­ üç kom partmanın toplam osm olaritesi de yaklaşık
motik etkiye sahiptir. Böylece bir çözeltinin osm o­ 300 mOsm/litre'dir. Plazmanınki hücrelerarası ve
tik basıncı, o sıvıdaki katı partiküllerin yoğunluğu­ hücıeiçi sıvılarınkinden 1 mOsm/litre daha yük­
nu ölçen osmolaritesi ile orantılıdır. sektir. Hücrelerarası sıvı ve plazma arasındaki hafif
Van’t Hoff yasasına göre matematiksel olarak ifa­ fark bölüm 16’da anlatıldığı gibi, kapilleıde, hücre­
de edildiğinde osmotik basınç ( tc) aşağıdaki şekilde lerarası aralığa oranla 20 mmHg daha yüksek bir
hesaplanabilir. basınç oluşturan plazma proteinlerinin osmotik
etkisinden kaynaklanır.
n = CRT
Bu formülde C, osm/litre olarak madde yoğunluğu, Vücut Sıvılarının Düzeltilmiş Osm olar A ktivite-
R ideal gaz sabitesi ve T kelvin derecesi cinsinden si: Tablo 2 5 -2 ’niıı alt kısmında plazmanın, hücrele­
(273 + santigıad°) mutlak ısıdır. Eğer 7t genellikle rarası sıvının ve hücıeiçi sıvısının düzeltilmiş os­
biyolojik sıvılaııda kullanılan basınç ünitesi olan molar aktivitesi gösterilmiştir. Bu düzeltmelerin
milim etre civa olarak ifade edilir (mmHg) ve T nor­ nedeni çözeltideki molekül ve iyonların karşılıklı
mal vücut ısısı (273° + 37° = 310° Kelvin) olarak alı­ birbirini çekme veya itmeleridir. Bu iki etki erimiş
nırsa madde yoğunluğu 1.0 m Osm/litre olan bir sı­ maddelerin osmotik aktivitelerinde sırası ile azal­
vının t c değeri takriben 19300 mmHg olarak hesap­ ma ve artmaya yol açar-.
lanır. bu 1.0 Osm/litıe olan bir sıvının n değeri 19,3
mm H g’dır anlam ına gelir. Böylece hücre m em- Vücut Sıvıları Tarafından Uygulanan Total Osmo­
brannın diğer yanında bulunan her miliosmol kon­ tik Basınç: Tablo 25-2 aynı zamanda hücre zarının bir
santrasyon farkı 19.3 mmHg basınç uygular. tarafına saf su diğer tarafına farklı sıvılardan biri ko­
BÖLÜM 25 • Vücut Sıvı Kompartmanları: Hücreiçi ve Hücredışı Sıvılar; Hüclerarası Sıvı ve Ödem 271

nulduğunda uygulayacakları toplam osmotik basınç­ tir ve maddeler hücreyi terkedemez veya hücreye gi­
ları milimetre civa olarak da göstermektedir. Dikkat remez. Böyle bir çözelti, hücrenin ne büzüşmesine
edilmesi gereken nokta, plazma için ortalama 5443 ne de şişmesine sebep olduğu için izotonik denir.
mmHg olan bu basıncın, düzeltilmiş plazma osmola- İzotonik çözeltilere örnek % 0.9’luk sodyum klorür
ıitesi olan 282 mOsm/litrenin 19,3 katı olduğudur. veya %5’lik glikoz çözeltileridir. Bu çözeltiler hücre­
içi ve hücredışı sıvılar arasındaki osmotik dengeyi
bozma tehlikesi olmaksızın kana infüze edilebilme­
leri nedeni ile, klinik uygulamada önemlidir.
HÜCREİÇİ VE HÜCREDIŞI SIVILAR Eğer bir hücre, m em branı geçem eyen solut kon­
ARASINDA OSMOTİK DENGENİN santrasyonu 280 mOsm/litre’den daha az olan h i­
poton ik bir sıvı içine konulursa su hücre içine gire­
KORUNMASI rek hücrenin şişm esine yol açar. Hücre içi ve dışın­
daki sıvıların osm olaritesi eşitleninceye kadar su
Ekstraselüler sıvıdaki madde yoğunluğunda olduk­
hücre içine girmeye devam ederek hücre içini daha
ça küçük bir değişiklik ile hücre membranının iki ta­
seyreltik yaparken hücre dışındaki sıvıyı daha fazla
rafı arasında büyük osmotik basınç gelişebilir. Yuka­
yoğunlaştırır, % 0.9’dan daha az yoğunluktaki sod­
rıda tartışıldığı gibi geçici olmayan (yani hücre
yum klorür solüsyonları hipotoniktir ve hücrelerin
membranını geçemeyen) bir maddenin her bir mili-
şişmesine sebep olurlar.
osm ol yoğunluk farkı için, hücre duvarına 19.3
Eğer bir hücre, m em branı geçem eyen solut yo­
mmHg lik bir osmotik basınç uygulanır. Hücre
ğunluğu yüksek hipertonik bir solüsyon içine ko­
membranının bir yanında saf su bulunursa ve hüc­
nursa, su hücre dışına, hücrelerarası sıvı içine aka­
reiçi sıvının osmolaritesi 280 mOsm/litre olursa
rak hücre içini yoğunlaştırır ve hücredışı sıvısını
hücre membranını etkileyecek potansiyel osmotik
seyreltir. Bu durumda her iki sıvının yoğunluğu eşit
basınç 5400 mmHg’dan fazla olabilir. Bu değer, hüc­
oluncaya kadar hücre büzüşür. Hücrenin büzüş­
reiçi ve dışı sıvılar osmotik dengede olmadığı zaman
mesine neden olan sıvıya hipertonik denir, sod­
suyun membrandan geçmesi için zorlayan kuvvetin
yum kloıürün % 0.9’dan daha yoğun çözeltileri hi-
büyüklüğünü gösterir. Bu kuvveüere bağlı olarak,
pertoniktir.
hücredışı sıvıda membrandan geçemeyen madde
konsantrasyonundaki görece küçük değişiklikler,
İzosmotik, Hiperosm otik ve H ipo-O sm otik Sı­
hücre hacminde çok büyük değişmelere yol açabilir.
vılar: İzotonik, hipotonik ve hipertonik terimleri
sıvıların hücre volümünde değişikliğe sebep olup
İzotonik, Hipotonik ve Hipertonik Sıvılar: Hüc-
olm amasına göre kullanılır. Solüsyonların tonisite-
ıedışı sıvıdaki geçici olmayan maddelerin değişik
si m embrandan geçem eyen maddelerin konsant­
yoğunluklarının hücre hacmine etkileri Şekil 25-5’te
rasyonuna bağlıdır. Ancak bazı maddeler hücre za­
gösterilmiştir. Eğer bir hücre, membranı geçemeyen
rını aşabilirler. Osmolaritesi hücreninki ile aynı
madde yoğunluğu 280 mOsm/litıe olan bir çözelti
olan çözeltilere, maddenin hücre zarını geçip geçe-
içine konulursa hücre şişmez veya büzüşmez, çün­
meyişine bakılmaksızın, izosm otik denir.
kü hücredışı ve hücreiçi sıvılarda su yoğunluğu eşit­
H iperosm otik ve hipoosıııotik terimleri, m adde­
nin hücre zarını geçip geçemeyişi dikkate alınm ak­
sızın normal hücredışı sıvı ile karşılaştırıldığında
daha yüksek veya düşük osmolariteye sahip çözel­
tiler için kullanılır.
Üre gibi hücre zarını oldukça kolay geçebilen
maddeler hücreiçi ve hücredışı sıvılar arasında ge­
çici hacim kaymalarına sebep olurlar, fakat yeterli
zaman verildiğinde bu maddelerin yoğunluğu iki
koınpartmanda eşitlenir ve normal koşullarda h ü c­
IZOTONIK reiçi hacm ine çok az etkileri olur.
değişme yok
Hücreiçi ve Hücredışı Sıvılar Arasındaki Osmotik
Denge Hızla Kurulur: Sıvının hücre zarından transfe­
ri o kadar çabuk olur ki bu iki kompartman arasındaki
osmolarite farkı genellikle saniyeler içinde veya en faz­
la dakikalar içinde düzeltilir. Suyun hücre zarından bu
çabuk hareketi, bütün vücutta hücreiçi ve dışı kom-
partmanlar arasında aynı kısa periyodda tam bir den­
HİPOTONİK genin sağlanacağı anlamına gelmez. Bunun nedeni
Hücre Şişmesi Hücre Büzüşmesi suyun genellikle vücuda barsaklar aracılığı ile girmesi
ve tam bir osmotik denge oluşmadan önce tüm doku­
Ş E K İL 25 - 5 lara kan yolu ile taşınmasıdm Normal şahıslarda su
Hücre hacmi üzerine izotonik (A), hipertonik (B) ve hipotonik içildikten sonra vücudun her tarafında osmotik denge
(C) solüsyonların etkisi. oluşması için 30 dakika gibi bir zaman gerekebilir.
272 ÜNİTE V • Böbrekler ve Vücut Sıvıları

osm oz görülmez. Tek etki, hücred ışı sıvı h a cm i­


ANORMAL DURUMLARDA HÜCREİÇİ nin artışıdır. (Şekil 25-6A) Hücre m e m b ıa m ger­
çekten geçirgen değilm iş gibi davrandığı için
VE HÜCREDIŞI SIVILARIN
sodyum ve klorür büyük çapta hücred ışı sıvıda
OSMOLALİTESİ VE HACİMLERİ kalır.
Eğer hücredışı sıvısına h ip erto n ik bir solüsyon
Hücredışı ve h iicıeiçi hacim lerinde belirgin ilave edilirse hiicredışında osm olarite artar ve
değişmeye neden olabilen bazı faktörler; su alını, suyun hücreden dış kom p artm an a osm ozuna
dehidratasyon, değişik tipte solüsyonların intra- neden olur. (Şekil 25-6B) Yine ilave edilen sodyu­
venöz infüzyonu, gastrointestinal yoldan çok mik­
mun hem en hepsi hücredışı kom partm anda ka­
tarda sıvı kaybı ve terle ya da böbrek yolu ile anor­
lır ve osm otik dengeyi sağlam ak am acı ile h ü cre­
mal miktarda sıvı kayıplarıdır.
lerden hücredışı m esafeye sıvı difüzyonu olur.
Eğer aşağıdaki ana prensipler akılda tutulursa
Net etki hücredışı h acm in d e artış (ilave edilen
hem hücıeiçi ve hücredışı sıvı hacimlerindeki deği­
miktardan daha fazla), hücreiçi sıvı hacm ind e
şiklikleri, hem de başlanması gereken tedavi şekli
azalış ve her iki kom p artm anın osm olaritesind e
hesaplanabilir.
yükselmedir.
Eğer hücredışı sıvısına lıip o to n ik bir sıvı ilave
1- Su, hücre zarlarından çabu k geçtiğinden bir
edilirse, hücredışında osm olarite düşer ve hücre-
kompartmandaki değişiklikten birkaç dakika sonra
dışı suyunun bir kısm ı h ü creiçi ile dışındaki
hiicıeiçi ve hücredışı sıvılarının osm olaıitesi he­
kompartımanların osm olaritesi eşit oluncaya ka­
m en tam am en birbirine eşit olur.
dar, hücrelere difiize olur (Şekil 25-6C ) Ilip o to-
2- Hücre zarı, birçok m addeye karşı tam a yakın
ııik sıvı ilavesi ile hem hücreiçi h em hücredışı sı­
geçirimsiz olduğundan hücreiçi ve hücredışı sıvıla­
vı hacim leri artm ıştır fakat bu artış hücreiçind e
rındaki osmol sayısı, hücredışı kompartımana solut
daha fazladır.
ilave veya kaybı olmadıkça sabit kalır.

Bıı ana prensipleri akılda tutarak hücreiçi ve Hipertonik Tuz Çözeltisi İnfüzyonundan Sonra
hücredışı sıvılarının hacim ve osm olaıitesi üzeri­ Sıvı Kaymaları ve O sm olaritelerin Hesaplan­
ne farklı anorm al koşulların etkilerini analiz ed e­ ması. Farklı solüsyonların infüzyonu ile hücredışı
biliriz. ve hücreiçi sıvı hacimleri ve osm olaıitelerinde or­
taya çıkan etkileri hesaplayabiliriz. Örneğin, b aş­
langıç plazma osmolaritesi 280 mOsm/litre olan 70
Hücredışı Sıvısına Tuz Çözeltisi kg. ağırlığında bir hastanın hücredışı sıvı kompart-
Verilmesinin Etkileri manına yüzde 2.9’luk 2 litre hipertonik sodyum
klorür solusyonu infiize edersek, osm otik denge
Eğer hücredışı sıvı kom partm ana izoton ik tuzlu kurulduktan sonra intraselüler ve ektraseliiler sıvı
su ilave edilirse bu kom partm anın osm olaritesi hacim ve osmolaritelerde ne olacaktır?
değişm ez bu nedenle hücre m em branlarınd an İlk basamak başlangıç koşullarını hesap etmek-

1 I Hücreiçi sıvısı
□ Hücredışı sıvısı

A. İzotonik NaCI
Normal durum ilavesi
LU 3001
— 2
Ç M 200 -

o w 100.
co E
o o r r " " "i- " ı ı
0 10 20 30 40
Hacim

I
C. Hipotonik NaCI B. Hipertonik NaCI
ilavesi ilavesi ŞE K İL 25 - 6
Osmotik dengeye ulaşıldıktan sonra hücre dışı
sıvasına izotonik, hipotonik ve hipertonik solüsyon
ilavesinin etkisi. Normal durum, düz çizgi ile;
' normalden kaymalar, gölgeli alanlarla her şeklin
apsisinde hücreiçi ve hücredışı sıvı kompartıman­
larının hacimleri, ordinatlarda ise kompartman-
ların osmolariteleri gösterilmiştir.
BÖLÜM 25 • Vücut Sıvı Kompartmanları: Hücreiçi ve Hücredışı Sıvılar; Hüclerarası Sıvı ve Ödem 273

tedir, hücreiçi ve hücredışı sıvı hacimlerinin ve her ğını farzedersek, hücreiçi ve dışı kompartmanlardaki
kompartmandaki solutleıinin toplam m iliosm ol sıvıların hacmini hesaplayabiliriz. Hücre içi sıva hacmi
yaklaşık değerlerini hesaplayabiliriz. Eğer hücredı- bu bölmedeki toplam 7840 miliosmolün, yoğunluğa
şı sıvı hacm inin vücut ağırlığının % 2 0 ’si hücreiçi sı­ (312.7 mOsm/litre) bölünmesi ile 25.1 liüe olarak he­
vı hacm inin vücut ağırlığının %40'ı olduğunu far- saplanır. Hücre dışı sıvı hacmi de toplam 5920 milios­
zedersek, hücreiçi ve hücredışı kompartmanlarda- molün yoğunluğa (312.7 mOsm/litre) bölünmesi ile
ki hacim ve konsantrasyonları hesaplayabiliriz. 18.9 litre olarak saptanır. Bu hesaplamalarda eklenen
sodyum klorürün hücredışı kompartmanda kaldığı ve
Basamak 1: Başlangıç Koşulları hücre içine girmediği farzedilir.

Hacim Yoğunluk Total Basamak 3: 2 Litre %2.9 Sodyum K lorür


(litre) (nıOsm/litre) mOsm Eklenmesinin O sm otik Denae O luştuktan Sonraki
Etkisi
Hücredışı sıvısı 14 280 3920
Hücreiçi sıvısı 28 280 7840 Hacim Yoğunluk Total
Total vücut sıvısı 42 280 11,760 (litre) (mOsm/litre) (mOsm)

Bundan sonra 2 litre %2,9’luk sodyum klorür so­ Hücredışı sıvısı 18.9 312.7 5920
lüsyonuyla hücredışı sıvısına ilave edilen toplam Hücreiçi sıvısı 25.1 312.7 7840
miliosmolü hesaplarız, % 2.9’luk sodyum klorür so­ Total vücut sıvısı 44.0 312.7 13,760
lüsyonun anlamı 100 ml'de 2.9 gr veya litrede 29 gm
sodyum klorür var demektir. Sodyum klorüriin m o­
lekül ağırlığı takriben 58 gm/mol olduğundan sod­ Böylece bu örnekten görüleceği gibi 2 litrelik hi-
yum klorür çözeltisinin litresinde yaklaşık 0.5 Mol peı tonik sodyum klorür çözelüsinin ilavesi lıücıe-
sodyum klorür var demektir. 2 Litresinde 1 Mol sod­ dışı sıvı hacminde 4.9 litrelik bir artışa neden olur­
yum klorür bulunmaktadır. 1 mol sodyum klorür 2 ken hücreiçi sıvı hacmini 2.9 litre azaltır.
osmole eşit olduğundan (çünkü sodyum klorüriin întıaselüler ve ekstıaselüler sıvıların hacim ve
her molünde 2 osmoaktif partikül vardır) 2 litre bu osm olaıiteleıindeki değişikliklerin bu yöntem le
çözeltiden ilave etmenin net etkisi hücredışı sıvısına hesaplanması sıvı hacm inin düzenlenmesindeki
2 0 0 0 miliosmol sodyum klorür ilave etmektir.
herhangi bir klinik probleme uygulanabilir. Hücre­
içi ve hücredışı arasında osmotik denge oluşm ası­
2. Basamakta, hücredışı sıvısına 2 liüe hacimle bir­
likte 2 0 0 0 miliosmol sodyum klorür ilave etmenin nın matematiksel yönünün anlaşılması vücutta h e­
men bütün sıvı bozukluklarının ve tedavisinin an ­
ani etkisini hesaplıyoruz. Hücre içi sıvısının hacm in­
laşılması için gerekli olduğundan okuyucu böyle
de ve yoğunluğunda geçici bir süre için bir değişme
hesaplamalara aşina olmalıdır.
olmayacaktır veya hemen bir osmotik denge oluş­
mayacaktır, ancak hücredışındaki sıvının toplam
madde miktarı 2000 miliosmollük bir ilave ile 5920
miliosmole çıkacaktır. Hücredışı kompartman 16 lit­
B E S LE N M E A M A C I İLE V E R İL E N G L İK O Z
relik hacme sahip olduğu için, yoğunluğu, 5920 mili-
osmolün 16'ya bölünmesi ile 370 mOsm/litre olarak VE D İĞ ER S O L Ü S Y O N L A R
hesaplanabilir. Çözelüniıı eklenmesinden sonra aşa­
Başka türlü yeterli besin alam ayan kişilerde beslenm eyi sa ğ ­
ğıdaki geçici değerler hesaplanabilir: lam ak için birçok çözelti tipi dam ar yolu ile verilir. Glikoz ç ö ­
zeltileri yaygın bir şekilde kullanılır, daha az olarak da ami-
Basamak 2: 2 Litre %2.9 Sodyum Klorür Eklenme­ no asit ve hom ojenize edilm iş yağ çözeltileri kullanılır. Bu
sinin Ani Etkisi çözeltiler verildiği zam an osm otik aktif m addelerin yoğun ­
luğu genellikle izotonik değere yakın hale getirilir veya vücut
Hacim Yoğunluk Total sıvılarının osm otik dengesini bozm ayacak şekilde yavaş ve­
(litre) (nıOsm/litre) mOsm rilirler. Glikoz veya diğer besinler m etabolize olduktan so n ­
ra, özellikle ilave sıvı alınm ışsa, geriye fazla su kalır. Genelde
Hücredışı sıvısı 16 370 5920 böbrekler bu suyu çok seyreltik idrar şeklinde atarlar. Bu ne­
Hücreiçi sıvısı 28 280 7840 denle net sonuç, vücuda sadece besinlerin ilavesidir.
Total vücut sıvısı 44 denge oluşmaz 13,760

Üçüncü basamakta, osmotik denge oluştuktan son­


raki hacim ve yoğunlukları hesaplarız. Bu durumda

S IV I H A C M İN İN D Ü Z E N L E N M E S İN D E
hücreiçi ve hücredışı sıvı komparkmanlarındaki yo­
K L İN İK B O ZU K LU K LA R : H İP O N A T R E M İ VE
ğunluklar eşit olacaktır ve 13.760 mOsm olan toplam
H İP E R N A T R E M İ
vücut osmolaritesinin, 44 litre olan toplam vücut sıvı­
sı miktarına bölünmesi ile konsantrasyon 312.7 H astanın sıvı d u ru m u n u n tay in in de klin isyen in kolay­
mOsm/litre olarak hesaplanabilir. Böylece, osmotik lıkla u laşab ileceği ölçüm , p la zm a so d y u m k o n sa n tra sy o ­
denge oluştuktan sonra bütün vücut sıvı kompaıt- nudur. Plazm a o sm o la ıite si rutin olarak ölçü lm ez fakat
manlarındaki sıvılar aynı yoğunlukta olur. Eğer vücut­ sod y u m ve b erab erin dek i anyon, (b aşlıc a klorür) hücre-
tan solut veya su kaybı olmadığı, hiicreiçinden dışarı dışı sıvı osm olaritesin in % 90’d an fazla sın d a n so ru m lu
veya dışarıdan içeriye sodyum klorür hareketi olmadı­ olduğu için, p la z m a sod y u m y oğun luğu, pek çok koşul
274 ÜNİTE V • Böbrekler ve Vücut Sıvıları

altında mantıklı bir plazma osmolarite göstergesidir.


Plazma sodyum konsantrasyonu normal değerin altına
düştüğünde (142 mEq/l'nin altına) şahısta hiponatremi
ÖDEM: DOKULARDA AŞIRI SIVI
(sodyum azlığı) olduğu söylenir. Sodyum konsantrasyo­ TOPLANMASI
nu normal değerin üstüne çıktığında hipernatremiden
(sodyum fazlalığından) sözedilir. Vücut dokularında fazla sıvı bulunm asına ödem
denir. Ödem çoğunlukla tem el olarak hücredışı sıvı
H ip o n atrem i N edenleri: Su F azlalığ ı veya kompartmamnda ortaya çıkar fakat hücreiçi sıvı­
Sodyum Kaybı larda da görülebilir.

Plazma sodyum konsantrasyonunun azalması hücredışı


sıvıdan sodyum klorür kaybı veya fazla su ilavesi sonucu Hücreiçi Ödem
olabilir. Sadece sodyum klorür kaybı genellikle hipoos-
motik dehidratasyona ve hücredışı sıvı hacminin azal­ Hücre şişmesi, özellikle iki koşulda gelişir: (1) do­
masına neden olur. Sodyum klorür kaybı nedeni ile hi­ kuların metabolik sistem lerinin baskılanm ası ve
ponatremi yapan koşullar arasında aşırı terleme, ishal ve (2 ) hücrelerde yeterli besin eksikliği. Örneğin, do­
kusma sayılabilir. Böbreklerin sodyum tutma yeteneğini
kulara gelen kan akımı azaldığı zaman, oksijen ve
baskılayan diüretiklerin aşırı kullanımı ve sodyum kay­
bettirici bazı tip böbrek hastalıkları da orta şiddette hi- besinlerin ulaşımı da azalır, eğer kan akımı, norm al
ponatremiye neden olabilir. Aldosteron hormon salgısı­ doku metabolizm asını sağlayamayacak kadar aza­
nın azalmasından ileri gelen Addison hastalığı da böb­ lırsa, hücre zarının iyonik pompaları baskılanır. Bu
reklerin sodyum geri emilim kapasitesini bozar ve orta olduğu zaman normalde hücreiçine sızan sodyum
şiddette bir hiponatremiye sebep olabilir. iyonu, artık hücredışına pom palanam az ve hücre-
Hiponatremi, hücredışı sıvısında sodyum miktarını içinde fazla sodyum birikmesi, hücre içine su os-
seyrelten, aşırı su birikimi ile birlikte de görülebilir, bu ko­ mozuna yol açar. Bazan bu bir doku bölgesinde -
şula hipooosmotikaşırıhidrasyon (fazla su birikimi) denir. örneğin iskemik bir bacağın tümünde- hücre h ac­
Örneğin, aşırı miktarda antidiüıetik hormon salgılanma­
mini normalin iki üç misli arttırır. Bu durum, ge­
sı, böbrek tiıbüllerinden fazla su geri emilimine neden
olarak, hiponatremi ve aşırı hidıasyona yol açabilir. nellikle doku ölümünün başlangıcıdır.
Hücre içi ödemi doku yangılarında (inflamas-
yoıı) da ortaya çıkar. înflam asyon genellikle hücre
H ipernatrem i N edenleri: Su Kaybı veya zarı üzerine doğrudan etki ederek geçirgenliğini ar­
Sodyum F azlalığ ı tırır ve sodyum ve diğer iyonları izleyerek suyun os-
mozla hücreye girmesine izin verir.
Osmolaritede artışa da yol açan yüksek plazma sodyum
miktarı ya hücredışı sıvısından su kaybı sonucu sodyum
iyonlarının yoğunlaşmasına bağlı olabilir veya hücredışı
sıvısına fazla sodyum eklenmesinden kaynaklanabilir. Hücredışı Ödem
Hücre dışı sıvısından sadece su kaybı olduğu zaman hi­
perosmotik dehidratasyon ortaya çıkar. Bu durum böb­ Ekstraselüler bölgede aşırı sıvı biriktiği zaman, hücıe-
reklerin su geri emebilmeleri için gerekli olan antidiiire- dışı ödem ortaya çıkar. Hücredışı ödemin iki genel se­
tik hormon sekresyonu yetersizliğinde de ortaya çıkabi­ bebi vardır. (1) Kapiller yoluyla plazmadan hücrelara-
lir. Antidiüretik hormon eksikliği sonucu böbrekler fazla rası mesafeye normalden fazla sıvı kaçağı, (2) Lenfatik­
miktarda seyreltik idrar çıkararak (diabetes insipitus de­ lerin, hücrelerarası mesafeden sıvıyı tekrar kana dom
nen hastalık) dehidratasyona ve hücredışı sıvısında sod­ dürmelerinde yetersizlik olması. Daha soma tarüşıldı-
yum klorür yoğunluğunun artmasına neden olurlar. Ba­
ğı gibi hücrelerarasında fazla sıvı birikmesinin en yay­
zı tip böbrek hastalıklarında böbrekler antidiüretik hor­
mona cevap veremeyerek bir tip "nefrojenik”diabetes iıı- gın klinik nedeni kapillerdeıı aşırı sıvı filtrasyonudur.
sipitus'a neden olur, hipernatreminin en yaygın neden­
lerinden birisi hücrelerarası sıvı hacminin azalışı ile bir­ K a p ille r F iltra syo n u A rtıra n F a k tö rle r
likte olan ve vücuttan kaybedilenden daha az su alındığı
hallerde görülen dehidratasyondur. Bu, ağır egzersiz sı­ Aşırı kapiller filtrasyonun nedenini anlamak için
rasındaki terleme ile de ortaya çıkabilir. bölüm 16’da tartışılmış olan kapiller sıvı filtrasyo-
Hipernatremi hücredışı sıvıya fazla miktarda sodyum
nunun etmenlerini tekrardan gözden geçirmekte
klorür ilavesi sonucu da oluşabilir. Bu sıklıkla hiperos­
motik aşırıhidrasyonla sonuçlanır çünkü ekstraselüler yarar vardır. M atematiksel olarak kapiller fıltrasyon
sıvıda aşırı sodyum klorür bulunması genellikle böbrek­ hızı şu şekilde ifade edilir.
ler tarafından su tutulmasına da neden olur. Mesela sod­
yum tutucu hormon olan aldesteronun fazla salgılan­ Filtrasyon = Kf x (Pc - P¡r - nc + n¡f),
ması orta dereceli bir hipernatremi ve aşırıhidrasyona
sebep olabilir. Hipernatreminin şiddetli olmayışının ne­ Burada Kf kapiller filtıasyon sabiti, (kapillerin per-
deni, artmış aldosteron sekresyonuııun böbreklerden maeabilite ve yüzey alanmınm katkısı), Pjf hücrele­
sodyuma ek olarak daha fazla miktarda su geri emilme­ rarası sıvının hidrostatik basıncı, nc kapiller plazma
sine de neden olmasıdır.
kolloid ozmotik-onkotik-basıncı ve Kjf hücrelerarası
Böylece plazma sodyum konsantrasyonunu analiz
eden ve uygun tedaviye karar veren kişi öncelikle bozuk­ sıvının kolloid osmotik - onkotik- basıncıdır. Bu
luğa neden olan temel etkenin sodyum kaybı veya biriki­ eşitlikten kolayca görüleceği gibi kapiller filıasyon
mi mi, yoksa su kaybı veya birikimi mi olduğunu belirle­ sabitinin artması, kapiller hidrostatik basınç artışı
melidir. veya plazma kalloid osmotik (onkotik) basınç azal-
BÖLÜM 25 • Vücut Sıvı Kompartmanları: Hücreiçi ve Hücredışı Sıvılar; Hüclerarası Sıvı ve Ödem 275

nıası şeklindeki değişikliklerden herbiri, kopiller filt- A- Kanser


rasyon hızında artışa neden olacaktır. B- Enfeksiyonlar (Örneğin filaria nematodları)
C- Cerrahi
L e n fa tik T ıkanıklık Ö d e m e N e d e n O lu r D-Lenf damarlarının doğuştan yokluğu veya
anormalliği

Lenfatik tıkanıklık ortaya çıktığında hücrelerarası Bu özeüemeden, hücrelerarası mesafeye kapillerden


m esafeye sızan proteinlerin uzaklaştırılamaması sıvı ve protein filtrasyonunu artıran üç ana etken olduğu
nedeni ile oluşan ödem özellikle şiddetlidir. Prote­ görülebilir: (1) Kapiller hidrostatik basınç artması (2)
in konsantrasyonunun artması hücrelerarası m e­ Plazma kolloid osmotik basıncı azalması ve (3) Kapiller
safede kolloid ozmotik basıncı artırarak daha fazla porlardan sıvı ve protein sızmasına neden olan kapiller
miktarda sıvıyı kapiller dışına çeker. geçirgenliğin artması
Lenf bezlerinin filaria nematodlarının enfeksiyo­
Kalp Yetersizliğinin Neden Olduğu Ödem: En ciddi
nunda olduğu gibi lenf akımının tıkanıklığına yol
ve önemli ödem sebeplerinden birisi kalp yetersizliğidir.
açan enfeksiyonları özellikle ağır ödeme neden olur. Kalp yetersizliğinde kalp normal olarak venlerden arter­
Ayrıca bazı kanser tiplerinde veya lenf damarlarının lere kam pompalamakta yetersiz kalır, venlerden pom-
çıkarıldığı veya tıkandığı bazı cerrahi işlemlerden palanamayan katı, venöz ve kapiller basıncı artırarak da­
sonra da lenf damarlarında tıkanıklık ortaya çıkabi­ ha fazla kapiller filtrasyona sebep olur. Ayrıca arter ba­
lir. Örneğin radikal meme çıkarılmasından (mastek- sıncındaki diişme böbreklerden atılan tuz ve suyun azal­
tomi) sonra fazla sayıda lenf damarı da çıkarılmış ol­ masına neden olarak kan hacmini ve daha sonra kapiller
duğu için meme ve kol bölgesinden sıvının uzaklaş­ hidrostatik basıncı yükseltir ve ödemin daha da artması­
na neden olur. Böbreklere giden kanın azalması aynı za­
tırılması bozularak ödeme sebep olur ve doku ara­
manda renin salgısını stimüle ederek angiotensin II olu­
lıklarının şişmesine yol açar. Bu tip cerrahi girişim­ şumunda ve aldosteron salgısında artışa neden olur. Bu
den sonra, birkaç lenf damarı zamanla tekrar büyü­ ikisi de böbreklerden su ve tuz geri emiliminde ilave ar­
yeceği için hücrelerarası ödem genellikle geçicidir. tışa neden olurlar. Böylece tedavi edilmeyen kalp yeter­
sizliklerinde bütün bu faktörler birlikte çalışarak ciddi
bir genel ödeme sebep olurlar.
E kstraselü ler Ö dem N edenlerinin Ö zeti:
Sol kalp yetersizliği olan fakat kalbin sağ tarafında
önemli bir yetersizliği bulunmayan hastalarda kan sağ
Pek çok koşul kapillerden normalden fazla sıvı sızmasına kalp aracılığı ile akciğerlere normal pompalanır fakat çok
yol açarak veya lenfatik tıkanma ile iııterstisyumdan sıvı­ zayıflamış olan sol kalp tarafından pulmoner venlerden
nın dolaşıma geri dönmesini engelleyerek, hücrelerarası
kolaylıkla alınamaz. Sonuç olarak pulmoner kapillerler
mesafede sıvı birikimine neden olabilir. Aşağıda bu iki
dahil bütün pulmoner damarlarda basınç normalin üstü­
tip anormalliğin neden olduğu ekstraselüler ödeme yol
ne çıkarak hayatı tehdit eden pulmoner ödeme yol açar.
açan değişik koşullar listelenmiştir.
Tedavi edilmediği zaman akciğerlerde sıvı birikimi hızla
I- Kapiller Basınç Artışı; ilerleyerek birkaç saat içinde ölüme neden olur.
A- Böbreklerin aşırı su ve tuz tutması
1- Akut veya kronik böbrek yetersizliği Böbreklerin Su ve Tuz Tutmasına Bağlı Ödem: Daha
2 - Mineralokortikoid fazlalığı önce tartışıldığı gibi ilave edilen sodyum klorürün önemli
B- Venöz basınç artışı kısmı hücredışı kompartmanda kalır, sadece çok az kısmı
1- Kalp yetersizliği hücrelere girer. Bu nedenle su ve tuz itrahındaıı sorumlu
2- Venöz tıkanıklık olan böbreklerin hastalıklarında fazla miktarda sodyum
3- Ven pompalarının yetersizliği klorür ve su, hücredışı sıvıya ilave edilir. Bu tuz ve suyun
(a) Kas paralizisi önemli kısmı kandan hücrelerarası alana sızar, bir kısmı
(b) Vücut kısımlarının hareketsizliği kanda kalır. Bunun başlıca etkisi (1) hücrelerarası sıvı hac­
(c) Ven kapaklarının yetersizliği minde artışa neden olması (ekstraselüler ödem) ve (2) Bö­
C- Arteriyoler direnç azalışı lüm 19’da açıklandığı gibi artmış kan hacmi nedeni ile hi­
1 - Vücut ısısının aşırı artışı pertansiyon yapmasıdır. İnflamasyoıı nedeni ile böbrek
2- Sempatik sinir sistemi yetersizliği glomerülleriııin hasar gördüğü ve bu nedenle yeterli sıvıyı
3- Damar genişletici (vazodilatatör) ilaçlar filtre edemeyen akut glomerulonefrit gelişmiş çocuklar ör­
II-Plazma Proteinlerinin Azalması neğinde de bütün vücutta ekstraselüler yaygın ödem vardır
A- İdrarla protein kaybı (nefrotik sendrom) ve bu çocuklarda genellikle ciddi hipertansiyon gelişir.
B- Deri bütünlüğünün kaybolduğu bölgelerden
protein kaybı
1- Yanıklar Plazma Proteinlerinin Azalmasına Bağlı Ödem: Nor­
2- Yaralar mal miktarda protein yapılmasında yetersizlik nedeni ile
C- Protein yapım bozuklukları veya plazmadan proteinlerin sızmasına bağlı olarak
1 - Karaciğer hastalığı plazma protein konsantrasyonunda azalma, plazma kol­
2- Ciddi protein veya kalori malnütrisyonu loid osmotik basıncında düşmeye sebep olur. Bu da bü­
III- Kapiller Geçirgenlik Artışı tün vücutta kapiller filtrasyonun ve hücrelerarası öde­
A-Histamin ve diğer bağışıklık ürünlerinin min artmasına yol açar.
salınmasına yol açan bağışıklık reaksiyonları Plazma protein konsantrasyonunda azalma yapan en
B- Toksinler önemli sebeplerden birisi, bir böbrek hastalığında, nef-
C- Bakteriyel enfeksiyonlar ıotik sendrom denen durumda, idrarla protein kaybıdır.
D- Vitamin eksikliği, özellikle C vitamini Çoğul tip böbrek hastalığı böbrek glomeıüllerinin
E- Uzun süren iskemi membranlarında harabiyete neden olarak membıanm
F- Yanıklar plazma proteinlerini sızdırmasına ve bu proteinlerin
IV- Lenf Dönüşünün Tıkanması fazla miktarda idrara geçmesine sebep olur. Bu kayıp vü­
276 ÜNİTE V • Böbrekler ve Vücut Sıvıları

cu d u n protein se n le z le m e yeteneğini aştığı za m an p la z ­


m a p rotein lerin in k o n sa n trasy o n u n d a bir a z alm a ortaya
çıkar. P lazm a protein k o n san trasy o n u 2.5 gm /1 0 0 mİ al­
tına d ü ştü ğ ü za m a n tü m v ü cu tta yaygın, ciddi ödem g ö ­
rülür.
K araciğer sirozu, p la zm a protein k o n san trasy o n u n d a
a z a lm a y ap a n b ir b a şk a durum dur. Siıoz, karaciğer pa-
ren k im al h ücreleri b o y u n ca gen iş çap ta fibröz doku g e ­
lişm esi dem ektir. Bunun so n u cu , bıı hücreler yeterli
p la z m a proteini y apam azlar, p lazm a kolloid osm otik b a ­
sın cın ın az alm a sı ile yaygın ö d e m gelişir.
K araciğer sirozu n u n ö d e m e n eden olm asın ın bir b a ş ­
ka n eden i, a b d o m in a l portal ven kanını taşıy an d a m a r­
ların gen el d o la şım a b o şalm a d an önce, karaciğerden g e ­
çerken fib ıö z dok u tarafın dan b askıy a uğram asıdır. Por-
tal ven k an ak ım ın dak i bu blokaj, gastroin testin al b ö lg e ­
deki kapiller h id rostatik b asın cı artırarak, d ah a fazla ş u a ­
nın, p la z m a d a n karın içi a la n a filtre o lm a sın a n eden
olur. Bu oldu ğu za m an , yüksek portal kapiller b asın ç ve
a z a lm ış p la z m a protein ko n san trasy o n u n u n ortak etki-
sile assit den en fazla m iktarda sıvı ve protein içeren sıvı
karın b o şlu ğ u n d a birikir.

N O R M A L KOŞULLARDA Ö D EM İ
E N G E L L E Y E N G Ü V E N L İK F A K T Ö R L E R İ
basıncı (mm Hg)

Birçok anormallik ödeme neden olabilirse de genelde Ş E K İL 25 ■ 7


ödemin gelişebilmesi için bozukluğun şiddeüi olması Deri gibi gevşek dokularda, toplam hacim, serbest sıvı hacmi ve
gerekir. Bunun sebebi hücrelerarası alanda sıvı biriki­ jel sıvı hacmini kapsayan iııterstisyel sıvı hacmiyle, iııterstisyel
mini üç emniyet faktörünün engellemesidir. (1) Hüc­ sıvı hidrostatik basıncı arasındaki ilişki. Sadece hücreler arası
sıvı basıncı pozitif olduğu zaman önemli miktarda serbest sıvı
reler arası sıvının basıncı negatif sınırlarda iken hücre­ oluştuğuna dikkat ediniz (Guyton, Gıaııger ve Taylor; Physiol
lerarası kompliyansın düşük olması (2 ) lenf akımının Rev51: 527, 1971’ den değiştirilmiştir).
10 ile 50 misli artma yeteneğinin olması (3) kapiller
filtıasyon arttığı zaman hücrelerarası mesafedeki pro­
teinlerin lenfatik akımla uzaklaştırılması ile hücrelera­
hatırlamak gerekir. Hücreler arası sıvının hidrosta­
rası sıvı kolloid osmotik basıncının azalması.
tik basıncı arttığı zaman, bu artmış basınç kapiller
filtıasyonun sürmesine engel olur. Böylece hücre­
N egatif Basınç Sınırlarında Hücrelerarası Dü­ lerarası sıvının hidrostatik basıncı negatif sınırlar­
şük Kompliyansın Sağladığı Güvenlik Faktörü da olduğu sürece hücrelerarası sıvı h acm ind e
küçük değişiklikler iııterstisyel sıvı hidrostatik b a­
sıncında görece büyük artışa neden olarak, sıvının
Bölüm 16’da vücutta derialtı gevşek dokularının
dokulara filtıasyonuna engel olur.
çoğunda hücrelerarası sıvı hidrostatik basıncının
Normal hücrelerarası hidrostatik b asın ç-3
atm osfer basıncının hafifçe altında-3 mmHg civa­
mmHg civarında olduğundan dokular içinde fazla
rında olduğu bildirilmiştir. Dokulardaki bu hafif
miktarda sıvı birikmeye başlam adan önce hücrele­
em m e gücü dokuları biıarada tutmaya yardım
rarası sıvı hidrostatik basıncı 3 mmHg kadar artmış
eder. Şekil 25-7'de hücrelararasmda farklı seviye­
olmalıdır. Bu nedenle hücrelerarası sıvı basıncında
lerdeki sıvı basıncı ile hücrelararası sıvı hacm i ara­
takriben 3 mmHg’lık değişiklik ödem e karşı bir em ­
sındaki yaklaşık ilişkinin hayvan çalışmalarından
niyet faktörüdür.
insana uyarlanmış şekli görülmektedir. Hücrelera­
Bir kez hücrelerarası sıvının hidrostatik basıncı 0
rası sıvı basıncı -3 mmHg’da iken hücrelararası sıvı
mmHg’nın üstüne yükselirse, dokunun kompli-
hacm i 12 İl civarındadır. Şekil 25-7’de aynı zam an­
yansı belirgin şekilde artar ve hücrelerarası sıvının
da hücrelerarası sıvı basıncı negatif düzeyde kaldı­
hidrostatik basıncında çok az ilave artışa karşın
ğı sürece, iııterstisyel sıvı hacmindeki küçük deği­
fazla miktarda sıvının birikmesine olanak sağlar.
şikliklerin, hidrostatik basınçta görece büyük artış­
Böylece pozitif doku içi basınç sınırlarında doku
lara neden olduğu görülmektedir. Bu nedenle ne­
kompliyansında büyük artış olması nedeni ile öde­
gatif basınç sınırlarında, dokuların kompliyansı,
me karşı bu emniyet faktörü kaybolur.
yani her mmHg basınç değişikliğine yanıt olarak
gösterdiği hacim değişikliği, düşüktür.
Hücreler Arasında Sıvı Birikiminin Önlenmesinde
Düşük kompliyans negatif basınç sınırlarında Hücreler Arası Jel'in Önemi: Şekil 25-7'de lıücrelara-
ödem oluşmasına karşı emniyet faktörü olarak na­ rası sıvı b asın cı n egatif iken n orm al d o k u lard a m evcut
sıl çalışır? Bu sorunun yanıtını vermek için daha sıvının h ep sin in pratik olarak jel h alin d e old u ğ u g ö rü l­
önce tartışılmış olan kapiller filtrasyoıı etmenlerini m ektedir. Yani sıvı p ıoteog lik an ağ ın a bağlı olup birkaç
BÖLÜM 25 • Vücut Sıvı Kompartmanları: Hücreiçi ve Hücredışı Sıvılar; Hüclerarası Sıvı ve Ödem 277

yüz mikrometreden daha geniş çaptaki bir alanda pratik Lenfatikler ödeme karşı emniyet faktörü olarak
olarak hiç serbest sıvı yoktur. Jelin önemi, trilyonlarca davranırlar, çünkü dokularda sıvı birikmeye başla­
proteoglikan lifinin fjrçamsı çıkıntılarının engellemesi dığı zaman lenf akımı 10 ila 50 kat artabilir. Bu ar­
nedeni ile sıvının kolayca akmasının önlenmiş olması­ tış, lenfatiklerin, artmış kapiller filtrasyona yanıt
dır. Aynı zamanda hücrelerarası sıvı basıncı en negatif
olarak, filtre olan fazla miktarda sıvıyı ve proteinle­
değerlere indiği zaman bile pıoteoglikan liflerin oluştur­
duğu ağın baskıya karşı elastik bir direnç göstermesi ne­ ri uzaklaştırmasına olanak sağlar ve hücrelerarası
deni ile genellikle jel önemli değişme göstermez. Böyle­ sıvı basıncının pozitif değerlere yükselmesini ö n ­
ce sıvı basıncının negatif olduğu sınırlarda, emme basın­ ler. Artmış lenfatik akımın yarattığı emniyet faktö­
cının birkaç mınllg negatif veya 10-20 mmHg negatif rünün, yaklaşık 7 mmHg civarında olduğu hesap­
arasında olmasına bakmaksızın, hücrelerarası sıvı hacmi lanmıştır.
çok fazla değişmez. Başka kelimelerle ifade edilecek
olursa, basıncın negatif olduğu sınırlarda, dokuların
kompliyansı çok düşüktür.
Ö d e m e Karşı E m n iy e t F a ktö rü O la ra k
Aksine hücrelerarası basınç pozitif sınırlara yükseldiği H ücrelerarası Sıvıdan P ro te in le rin
zaman dokularda, çok fazla miktarda serbest sıvı birikimi "U za kla ştırılm a sı"
vardır. Bu basınç sınırlarında, dokuların esnekliği, hidros­
tatik basınçta çok hafif artışla çok fazla miktarda sıvı bi- Hücreler arasına fazla miktarda sıvı filtre olduğu za­
riktirebilecek kadar fazladır. Proteoglikan liflerin fırçamsı man hücrelerarası sıvının basıncı yükselerek lenf akı­
çıkıntılarını birbirinden uzaklaştırdığı için biriken fazla mının artışına sebep olur. Dokuların pekçoğunda ka-
sıvının önemli kısmı "serbest sıvıdır”. Sıvı, jel formunda
pillerden dışarı filtre edilebilenden daha fazla protein
olmadığı için doku aralıklarında serbestçe hareket eder.
Bu tip ödem oluştuğu zaman buna iz (gode) bırakan uzaklaştırıldığı için, lenf akımı artarken hücrelerarası
ödem (pitting ödem) denir çünkü parmakla dokuya bası­ mesafedeki protein konsantrasyonu azalır. Bunun ne­
lınca sıvı, basılan bölgenin dışına itilir, parmak kaldırdığı deni kapillerlerin lenf damarlarına oranla proteinlere
zaman, çevre dokulardan sıvı bu bölgeye geri dönünceye geçirgen olmayışıdır. Bundan dolayı lenf akımı artar­
kadar, birkaç saniye süre ile deride bir çukur kalır. ken proteinler hücrelerarası sıvıdan “uzaklaştırılır”.
Bu ödem tipi, hücrelerin şişmesine veya hücrelerarası Proteinlerden oluşan hücrelerarası sıvının kollo­
sıvının fibıinojen ile pıhtılaşması nedeni ile sıvının hüc­ id osmotik basıncı, sıvıyı kapillerden dışarı doğru
relerarası mesafede serbestçe hareket edemediği (gode)
çektiğinden, hücrelerarası sıvı proteinlerinin azal­
iz bııakmıyan (non pitting) ödem tipinden ayrılır.
ması, kapillere etki eden net filtrasyon kuvvetini
Proteoglikan Liflerinin Hücreler İçin Yer Tutucu O la­ düşürür ve daha fazla sıvı birikimini önler. Bu etki­
rak Önemi ve Dokulardaki Sıvının Hızlı Hareketinin nin sağladığı em niyet faktörünün takriben 7
Önlenmesi: Interstisyel alanda proteoglikan lifleri çok mmHg olduğu hesaplanmıştır.
daha geniş olan kollajen lifleri ile birlikte hücrelerarasın-
da boşluk yaratıcı gibi davranır. Besin maddeleri ve iyon­ Ö dem i Önleyen Em niyet Faktörlerinin Ö zeti
lar hücre zarından kolaylıkla difüze olmaz, bu nedenle
hlicrelerarasında yeterli mesafe olmadığı zaman, birbi­ Ödeme karşı çalışan bütün emniyet faktörleri bir araya
rinden belirli uzaklıkta yerleşmiş bulunan hücreler ile getirilerek aşağıdaki şekilde özetlenebilir.
kan kapilleri arasında bu besinlerin, elektrolitlerin ve
hücre atıklarının değişimi çabuk olamaz. 1. Negatif basınç sınırlarında diişük doku kompliyan-
Preteoglikan lifleri aynı zamanda dokular arasında sı­ sının sebep olduğu emniyet faktörü takriben 3
vının çok kolay akmasını engeller. Eğer proteoglikan fila- mınHg’dır.
menüeri olmasaydı şahsın basitçe ayağa kalkması büyük 2. Artmış lenf akımının neden olduğu emniyet faktörü
miktarda hücrelerarası sıvının vücudun üst kısmından takriben 7 mmHg’dır.
vücudun alt kısmına doğru hareketine neden olacaktı. 3. Hücrelerarası alanda proteinlerin uzaklaştırılması­
Ödemde olduğu gibi, hücreleraıasında çok fazla miktar­ na bağlı emniyet faktörü 7 mmllg’dır.
da sıvı biriktiğinde bu ekstra sıvı hiicrelerarasında kolay­ Böylece toplam ödem emniyet faktörü 17 mmHg ka­
ca akabileceği geniş kanallar oluştur. Bu yüzden bacak­ dardır. Bunun anlamı ciddi bir ödem gelişmeden önce
larda şiddetli ödem olduğunda bacakların basitçe yukarı periferik dokulardaki kapiller basıncın teorik olarak 17
kaldırılmasıyle sıklıkla ödem sıvısının bir kısmı azalabilir. mmHg civarında veya normal değerinin takriben iki
Sıvı yoğun proteoglikan liflerin arasından kolayca misli yükselebileceğidir.
akamadığı halde, sıvıdaki birçok madde, dokulardan
normal diffiizyon hızının %95’i oranında diffüze olabilir.
Sonuçta hücrelerarası alandaki proteoglikan liflerinin
besinlerin hücrelere geçişine ve atıkların hücrelerden
uzaklaştırılmasına olumsuz etkisi olmaz. VÜCUDUN “POTANSİYEL
BOŞLUKLARINDAKİ” SIVILAR
Ö d e m e Karşı E m n iy e t F a ktörü O la ra k
L e n f A kım ı A rtm a sı Potansiyel boşlukları tanımlamanın belki en iyi yolu,
bazı örnekleri sıralamaktır: plevra boşluğu, perikard
Lenfatik sistem in ana görevi, hücrelerarası m esafe­ boşluğu, periton boşluğu, buısalar dahil eklem boş­
ye kapilleıden filtre olan sıvı ve proteinleri dolaşı­ lukları. Gerçekte bütün bu potansiyel boşluklarda
ma döndürmektir. Filtre edilen proteinler ve sıvı­ yüzeyler hemen hemen birbiri ile temas halindedir,
nın devamlı kana geri gönderilmesi olmasa idi sadece arada ince bir sıvı tabakası vardır ve yüzeyler
plazma hacm i çabucak azalır ve eşzamanlı olarak birbiri üzerinde kayar. Kaymayı kolaylaştırmak am a­
hücrelerarası ödem ortaya çıkardı. cı ile kıvamlı, pıoteinsi bir sıvı yüzeyleri ıslatır.
278 ÜNİTE V • Böbrekler ve Vücut Sıvıları

Potansiyel Boşluklar ile Kapiller Arasında Sıvı dokularda ödem oluştuğu zaman, ödem sıvısı potan­
D eğişim i Olur: Potansiyel boşlukların yüzey siyel boşlukta da toplanır ve efiızyon olarak isimlen­
m em branı genellikle sıvıların, elektrolitlerin, hatta dirilir. Böylece lenf tıkanması veya aşırı kapiller filt-
proteinlerin geçişine karşı bir direnç göstermez. Bu ıasyona neden olabilen pek çok anoımallikden her­
maddelerin tümü boşluklar ile çevredeki hücrele­ hangi bilisi, hücrelerarası alandaki ödeme benzer
rarası sıvı arasında her iki yönde oldukça kolay h a­ yolla efüzyona sebep olur. Karuı boşluğu özellikle
reket ederler. Bu nedenle her potansiyel boşluk efüzyon sıvısı toplanmasma yatkındır ve bu durum­
gerçekte geniş bir doku mesafesidir. Bunun sonucu da toplanan ödem sıvısına assit adı verilir. Ciddi ol­
olarak potansiyel boşluğa bitişik kapilleıdeki sıvı gularda 2 0 litre veya daha fazla assit sıvısı birikebilir.
sadece hücrelerarası sıvıya değil fakat potansiyel Plevral, perikardial ve eklem boşlukları gibi diğer
mesafeye de difüze olur. potansiyel boşluklar vücutta yaygın ödem olduğu
zaman ciddi bir şekilde şişebilir. Ayrıca bu boşluk­
Potansiyel Boşluklardaki P roteinlerin Lenf lardan birinde yaralanma ya da genel bir enfeksi­
Damarları ile Uzaklaştırılması: Kapillerden sız­ yon, lenf drenajını engelleyerek boşluklardan yal­
m a sonucu potansiyel mesafede toplanan protein­ nızca birinde izole şişmeye neden olur.
ler, vücuttaki hücrelerarası sıvıda toplanan prote­ Plevral boşlukta sıvı değişiminin dinamiği ayrın­
inlerin benzeridir. Proteinlerin lenfatikler veya di­ tılı biçimde bölüm 3 8 ’de tartışılmıştır. Bu dinamik­
ğer kanallar aracılığı ile uzaklaştırılması ve dolaşı­ ler diğer potansiyel boşluklardaki dinamik için de
m a döndürülmesi gerekir. Her potansiyel boşluk örnektir. Şu nokta özellikle ilginçtir, norm al sıvı
doğrudan veya dolaylı olarak lenf damarları ile basıncı ödemin bulunmadığı koşullarda, tüm po­
bağlantılıdır. Bazı hallerde, plevral ve peritonal ka- tansiyel boşluklarda, subkutan dokulardan daha
viteleıde olduğu gibi, büyük lenf damarları doğru­ negatiftir (subatmosferiktir). Örneğin hücrelerarası
dan bu boşluklardan başlar. sıvı hidrostatik basın ç plevral boşlukta-7 ile - 8
mmHg civarındadır, eklem boşluklarında-3 ile-5
Potansiyel Boşluklardaki Ödem Sıvısına "Efüz- mmHg arasında ve perikaıdiyal boşlukta-5 ile - 6
yon" Denir. Potansiyel boşluklara bitişik deri altı mmHg kadardır.

REFERANSLAR

A ndreoli T E (ed): M em brane Physiology. New G uyton A C , G ranger H I, Tay lo r A E : Intersti­ Reed R K , W oie K , Rubin K : Integrins and
Y ork: Plenum Press, 1980. tial fluid pressure. Physiol Rev 5 1 :5 2 7 , 1971. control o f interstitial fluid pressure. News
Aukland K : W h y don’t our feet sw ell in the L ang F, G illian L , Bu sch M , et al: Functional Physiol S c i 1 2 :4 2 , 1 9 9 7 .
upright position? News Physiol S c i 9 :2 1 4 , sign ifican ce o f cell volume regulatory R o se B D : C linical Phy siolog y o f A cid -B ase
1994. m echanism s. Physiol R ev 7 8 :2 4 7 , 1998. and E lectrolyte D isorders. New Y ork:
Aukland K , R eed R K : Interstitial-lym phatic L evy M : Hepatorenal syndrome. Kidney Int M cG raw -H ill, 1994.
m echanism s in the control o f extracellu lar 4 3 :7 3 7 , 1993. S ch rier R W : Body fluid regulation in health
fluid volum e. Physiol Rev 7 3 :1 , 1993. M cK n igh t D C , G rantham J, L e a f A: Ph ysio­ and disease: a unifying hypothesis. Ann In ­
B ad r K , Ichikaw a I: Physical and biological logical and pathophysiological responses to tern M ed 1 1 3 :1 5 5 , 1 9 9 0 .
properties o f body fluid electrolytes. In changes in extracellu lar osm olality. In S e l­ S ch ultz S G : B a s ic Prin ciples o f M em brane
Ichikaw a I (ed ): Pediatric T extbook o f F lu ­ din D W , G iebisch G (ed s): T h e K idney— Transport. C am bridge: C am brid ge U niver­
ids and E lectrolytes. B altim ore: W illiam s & Physiology and Pathophysiology. New sity Press, 1980.
W ilkin s. 1990. Y o rk : Raven Press, 1992. Sm ith K : Fluids and E lectroly tes: A C oncep ­
B e rl T : Treatin g hyponatrem ia. Kidney Int 37: M ich el C C : Fluid m ovements through capillary tual A pproach. N ew Y o rk : Churchill L iv ­
1 00 6 , 1990. ingstone, 1980.
w alls. In Renkin E M , M ichel C C (eds):
C ogan M G : Fluid and E lectroly tes— P h y siol­ Spring K R , H offm an E K : C ellular volume
H andbook o f Physiology, S ection 2. The
control. In Seld in D W , G ieb isch G (ed s):
o gy and Pathophysiology. Norw alk, C T : C ardiovascular System , V o l. IV . Baltim ore:
T h e K idney— P h ysiology and Pathophysiol­
A ppleton & Lange, 1991. W illiam s & W ilkins, 1984.
ogy. 2nd ed. New Y o rk : Raven Press, 1992.
D aw so n D C : W ater transport— principles and M ich el C C : O ne hundred years o f Starling’s
T ay lo r A E: C apillary fluid filtration. Starling
perspectives. In Seldin D W , G iebisch G hypothesis. New s Physiol S c i 1 1 :2 2 9 , 1996.
fo rces and lymph flow. C irc R es 4 9 : 5 5 7 -
(ed s): T h e K idn ey— Physiology and Path o­ M iller JA , T o b e S W , Skorecki K L : Control o f
5 7 5 , 1981.
physiology. New York: Raven Press, 1992. extracellu lar fluid volume and the patho­
T ay lo r A E, G ranger DN : E xch an ge o f m acro-
D eW eer P: C ellular sodium-potassium trans­ p hysiology o f edema form ation. In Brenner
m olecules across the m icrocirculation. In
port. In Seld in D W , G iebisch G (ed): T h e B M , R ecto r F C (eds): T h e Kidney. 5th ed. Renkin E M , M ich el C C (ed s): H andbook o f
K idney— Physiology and Pathophysiology. Philadelphia: W B Saunders C o, 1996. Physiology. S ection 2 , T h e Cardiovascular
2nd ed. New Y ork: Raven Press, 1992. Palm er B F , Alpern R J, Seldin DW : Pathophys­ System , V ol. IV . Baltim ore: W illiam s &
G uyton A C , T a y lo r A E, G ranger H J: C ircu la­ iology o f edem a form ation. In Seldin DW , W ilkin s, 1984.
tory Physiology II: D ynam ics and Control G ieb isch G (ed s): T he K idney— Physiology V erbalis JG : H yponatrem ia: answered and un­
o f the B o d y Fluids. Philadelphia: W B S au n ­ and Pathophysiology. 2nd ed. New York: answered questions. A m J K idney D is 18:
ders C o , 1975. Raven Press, 1992. 5 4 6 , 1991.
Böbreklerde idrar Oluşumu: 1.
Glomerüler Filtrasyon, Böbrek Kan
Akımı ve Kontrolleri

bu yıkım ürünleri de, yapıldıkları kadar çabuk orga­


HOMEOSTAZİSTE BÖBREKLERİN nizmadan uzaklaştırılmalıdır. Böbrekler aynı za­
manda toksinlerin çoğunu ve organizmada yapılan
İŞLEVİ veya pestisit, ilaçlar ve besin katkı maddeleri gibi dı­
şarıdan alınan diğer yabancı maddeleri de atar
Çoğumuz böbreklerin fonksiyonlarından önemli
birinin vücudu, dışarıdan alınan veya vücutta m e­
tabolizma sonucu oluşan atıklardan kurtarma ol­ Su Ve Elektrolit Dengesinin Düzenlenmesi: Ho-
duğunu biliriz. Oldukça kritik olan ikinci görev, vü­ meostasisin devamı için elektrolitlerin ve suyun
cut sıvılarının hacim ve bileşimini kontrol etmektir. atılması alınan miktarları ile tam uyum içinde ol­
Vücutta su ve bütün elektrolitlerin, giren (sindiril­ malıdır. Eğer alınan, atılanı aşarsa o m addenin vü­
meye veya ınetabolik yapıma bağlı) ve çıkan (atıla­ cuttaki miktarı artar. Eğer alınan atılandan az ise o
na veya metabolik tüketime bağlı) miktarları ara­ maddenin vücuttaki miktarı azalır.
sındaki denge, önemli ölçüde böbrekler tarafından Su ve birçok elektrolitin alınması, genellikle kişi­
sağlanır. Böbreklerin bu düzenleyici görevi hücre­ nin yeme ve içme alışkanlıkları tarafından yönlendi­
lerin, değişik aktivitelerini gerçekleştirebilmeleri rir ve böbreklerin, atma hızını, değişik maddelerin
için gerekli çevrenin sabit tutulmasını sağlar. alınışına göre ayarlamasını gerektirir. Şekil 26-1,
Böbrekler, en önemli görevlerini plazmayı süze­ sodyum alınışında 30 mEq/gün gibi düşük değer­
rek (filtre ederek) ve süzüntüden (fıltıattan) vücu­ den 300 mEq/gün gibi yüksek miktara çıkan 10 mis­
dun ihtiyacına göre maddeleri değişik hızda uzak­ li ani artışa, böbreklerin cevabını gösteriyor. Sod­
laştırarak yaparlar. Son olarak, böbrekler gerekli yum alınmasının artışından sonra ki 2-3 gün içinde
m addeleri kana geri döndürürken istenm eyen böbrekten atılma da 300 mEq/gün civarına yükselir
maddeleri idrarla itrah ederek filtrattan ve dolayısı ve böylece alınan ile atılan arasında denge, tekrar
ile kandan uzaklaştırırlar. kurulur. Ancak böbreğin fazla sodyum alınmasına
Her ne kadar bu bölüm ve sonraki birkaç bölüm 2-3 günlük uyumu sırasında, hücıedışı sıvıda hafif
başlıca böbreklerden atılım ın kontrolü üzerine artış yapacak orta dereceli bir sodyum birikimi olur
yoğunlaşmışsa da böbreklerin aşağıdakiler dahil ve bu, böbreklerin sodyum atılmasını artırmaları
pek çok görevi yüklendiğini hatırlamak önemlidir. için gerekli işareti veren hormonal değişikliklerin ve
diğer telafi edici cevapların tetiğini çeker.
Yabancı m addelerin ve m etabolik artıkların Böbreklerin sodyum itrahını sodyum alınmasında­
atılması ki değişikliğe yanıt olarak değiştirme yetenekleri çok
Su ve elektrolit dengesinin düzenlenmesi fazladır. Deneysel çalışmalar, normal insanlarda,
Vücut sıvılarının osm olalitesinin ve elektrolit plazma sodyum konsantrasyonu ya da ekstraselüler
yoğunluğunun düzenlenmesi sıvı hacminde hafif değişikliklerle, sodyum aliminin
Asit baz dengesinin düzenlenmesi 1500 mEq/giine kadar çıkarılabileceğini (normalden
Arteryel kan basıncının düzenlenmesi 10 kat fazla) ve 10 mEq/güne kadar azaltılabileceğini
Hormonların salgılanm ası,m etabolize edilmesi (normalden 10 kat az) göstermiştir. Bu aynı zamanda
ve ekskresyonu su ve kloriir, potasyum, kalsiyum, hidrojen, magnez­
Glukoneogenez yum ve fosfat gibi diğer elekrolitlerin çoğu için de
doğrudur. Gelecek birkaç bölümde böbreklerin bu
Yabancı Kimyasal M addelerin ve M etabolik Yı­ hayranlık verici lıomeostatik taktikleri uygulamasına
kım Ürünlerinin, İlaçların ve Hormon M etabolit- izin veren özel mekanizmaları tartışacağız.
lerinin Atılması. Böbreklerin başlıca amacı vücu­
dun ihtiyacı kalmayan m etabolizm a ürünlerini A rte r Basıncının Düzenlenmesi. Bölüm 19’da a n ­
uzaklaştırmaktır. Bu ürünler arasında üre (amiııo latıldığı gibi böbrekler değişebilir miktarda su ve
asitlerin metabolizmasından), kreatiniıı (kas kreati- sodyumu itrah ederek uzun süreli arter basıncının
ninden), ürik asit (nükleik asitlerden), hemoglobin düzenlenmesinde önemli rol oynarlar. Ayrıca b ö b ­
yıkım ının son ürünleri (bilüribin gibi) ve değişik rekler vazoaktif faktörleri veya vazoaktif ürünlerin
horm on nıetabolitleri sayılabilir. Elektrolitler gibi (örneğin anjiyotensin II) yapımına neden olan ıe-

279
280 ÜNİTE V • Böbrekler ve Vücut Sıvıları

dur. Ağır böbrek hastalığı olanlarda veya böbrek­


Sodyum leri çıkarılm ış ve hem odialize alınan hastalarda
birikimi
eritropoietin yapım ının azalm ası sonucu ağır
o j 300-
Sodyum Alınan anem i gelişir.
alınması ve
atılması 200' 1,25-Dihidroksi Vitam in D3 Yapımının D üzen­
(mEq/gün) \ Sodyum
Atılma Kaybı lenmesi. Böbrekler bu vitaminin l ’inci pozisyo­
100
nuna bir hidroksil ilave ederek vitamin D ’nin aktif
şeklini, 1,25-dihidıoksi vitamin D 3’ü (kalsitriyol)
o
yaparlar. Kalsitriyol kemiklerde norm al kalsiyum
toplanm ası ve gastıointestinal sistem den kalsi­
15 yum em ilimi için gereklidir.Bölüm 79 ’de belirtildi­
ği gibi, vitamin D, kalsiyum ve fosfat düzenlenm e­
Hücredışı
Sıvı Hacmi10_ sinde önem li rol oynar.
(litre)
5 Glikoz Sentezi. Böbrekler uzun süreli açlık esna­
i -----1---- 1---- 1-----r
-4 -2 0 2 4 6 8 10 12 14 sında amino asitlerden ve diğer öncüllerden glııko-
Zaman (Günler) neojenez denen işlemle glikoz sentezler. Uzun sü­
reli açlık esnasında böbreklerin kana glikoz ilave
Ş E K İL 26 - 1
etme kapasitesi karaciğerinki ile yarışır.
Sodyum alımmda 10 misli arüşın (30dan 300 mEq/gün'e artış)
idrarla sodyum çıkarılması ve lıücredışı sıvı hacmine etkisi. Kronik böbrek hastalıklarında veya akut böbrek
Taranmış kısımlar alınan ile atılan sodyum arasındaki farktan yetersizliğinde bu hom eostatik fonksiyonlar bozu­
hesaplanan net sodyum birikimi veya kaybını temsil ediyor. lur ve vücut sıvı hacm i ve bileşiminde ciddi bozuk­
luklar çabucak ortaya çıkar. Tam böbrek yetersiz­
liğinde eğer vücut sıvı ve elektrolit dengelerini kıs­
men düzeltmek için hemodiyaliz gibi klinik bir
müdahale yapılmazsa birkaç gün içinde vücutta
nin gibi maddeleri salgılayarak, kısa süreli arter ba­
potasyum, asitler, sıvı ve diğer maddeler, ölüme yol
sıncı düzenlenmesine de katkıda bulunurlar.
açmaya yetecek miktarda birikir.

Asit-Baz Dengesinin Düzenlenmesi. Böbrekler


asit itrah ederek ve vücut sıvılarının tampon stok­
larını düzenleyerek akciğerler ile birlikte asit-baz
düzenlenmesine katkıda bulunurlar ve vücut sıvı­ BÖBREKLERİN FİZYOLOJİK
larını tamponlarlar. Böbrekler proteinlerin m eta­ ANATOMİSİ
bolizması sırasında oluşan sülfürik ve fosforik asit
gibi bazı asit tiplerini uzaklaştıran tek organdır.
Böbreklerin ve Üriner Yolların Genel
E ritrosit Yapımının Düzenlenm esi. Böbrekler Organizasyonu
Bölüm 3 2 ’de değinildiği gibi, eritrosit yapım ını
stim iile eden eritropoietini salgılarlar. Böbrekler­ İki böbrek, periton boşluğunun dışında ve karın ar­
den eıitropoietin salınım ında h ip oksi önem li bir ka duvarında yer alırlar (Şekil 26-2). Yetişkin insanda
uyarandır. Normal şahıslarda dolaşımdaki eıitıo - her bir böbreğin ağırlığı 150 gramdır ve yaklaşık bir
poietinin hem en tüm ünden böbrekler sorum lu­ yumruk büyüklüğiindedir. Her böbreğin mediyal

Minor kaliks
Majör kaliks
Nefron (büyütülmüş)
PaP^a
Böbrek korteksi
Böbrek medullası

Böbrek Böbrek pelvisi


Böbrek piramidi

Üreter
Böbrek
Mesane
Üretra Ş E K İL 26 • 2
Böbreklerin ve üriner sistemin genel
organizasyonu.
BÖLÜM 26 • Böbreklerde idrar Oluşumu: I. Glomerüler Filtrasyon, Böbrek Karı Akımı ve Kontrolleri 281

kısmında hilum denen, böbrek arter ve veni lenfa­


tiklerinin, sinirlerin ve nihai idrarın böbrekten, bo-
şaltılıncaya kadar beklediği yer olan mesaneye taşı­ İnterlober arterler
yan üreterleıin girip çıktığı çukur bir bölge bulunur.
Böbrek
Eğer böbrekler en üst noktası ile alt ucu arasındaki arteri
İnterlobüler arterler
uzun ekseninden ikiye kesilecek olursa dış kısımda
korteks, iç kısımda m edulla denen iki ana bölge
ayırdedilir. Böbreğin medullasında böbrek piram it­ Segmental
arterler İnterlobüler
leri denen koni biçimli çok sayıda doku kitleleri bu­ arteriyoller
lunur. Piramitlerin tabanı korteks ile medulla ara­
sındaki sınırından başlar ve üreterin huni biçimli
üst ucunun devamından oluşan böbrek pelvisine
doğru uzanan papillada son bulur. Pelvisin dış sını­
rı M ajör kaliks denen açık ceplerde aşağı doğru uza­ Efferent
arteriyol Glomerül Proksimal
nır ve her papillada tübüllerdeıı idrar toplayan m i­
tübül
nör kalikslere ayrılır. Kalikslerin, pelvisin ve üreter- Jukstaglomemler
leıin duvarları, idrarı, daha sonra tartışılacak olan, aperey Kortikal
toplayıcı tübül
miksiyon ile boşaltılıncaya kadar saklandığı m esa­ Afferent
neye doğru ilerlenen kasıİabilir elemanlar içerir. arteriyol

Arkuat arter
Böbreğin Kanlanması 7/Henle
1f kıvrımı
Arkuat ven
Böbreğin kan akımı normalde kalp debisinin % 22’si
veya yaklaşık dakikada 1100 m l’dir. Böbrek arteri, hi­
lum bölgesinden böbreğe girer ve interlober, arkuat, Peritübüler kapiller
interlobiller (ıadial arterler de denir) arterlere ve a f­ Toplayıcı kanal
ferent arteriyoliere ayrılır. Afferent arteriyoller, plaz­
ma proteinleri dışında, çok miktarda su ve madde­ Ş E K İL 26 • 3
nin filtre edilerek idrar yapımının başladığı (Şekil Böbreğe kan sağlayan ana damarları ve her bir nefroııun
26-3) glomerüllerdeki glom erüler kapillerleri oluştu­ mikrodolaşım şemasını gösteren insan böbrek kesiti.
rur. Her glomeriil kapilleıinin distal ucu, böbrek tii-
büllerini çevreleyen ve peritiibüler kapiller denen
ikinci bir kapiller ağı oluşturan ejferent arteriyolıı Böbrekler nefronlaıı yenileyem ezler. Bu nedenle,
oluşturmak için biraraya gelirler. böbrek hasarı, hastalık veya norm al yaşlanm a ile
Böbrek kan dolaşımı, iki ayrı kapiller yatağı olan böbreklerdeki nefron sayısı giderek azalır. 40 ya­
özel bir dolaşımdır, glomerüler ve tübül çevresi (peıi- şından sonra işlev gören nefron sayısı genellikle
tübüleı) kapillerler seri şeklinde düzenlenmişlerdir ve her 1 0 yıl için % 1 0 azalır, böylece 80 yaşında b ir­
birbirlerinden, her iki kapiller yatakta da hidrostatik çok insanda 40 yaştakinden %40 daha az işlevsel
basıncın düzenlenmesine-yardımcı olan efferent ar- nefron vardır. Bu kayıp hayatı tehdit edici değildir
teriyol ile ayrılırlar. Glomerüler kapilleıdeki yüksek çünkü kalan nefronlardaki adaptif değişiklikler
hidrostatik basınç (takriben 60 mmHg) sıvının çabuk Bölüm 3 1 ’de belirtildiği gibi onların uygun m ik­
filtrasyonuna neden olur, oysa peritübüler kapillerde tarda su, elektrolit ve m etabolik artık atm alarına
çok daha düşük olan (13 mmHg civarında) hidrosta­ olanak sağlar.
tik basınç sıvının çabuk geri emilimine olanak sağlar. Her nefroııun iki ana bölüm ü vardır. (1) kandan
Böbrekler afferent ve efferent arteriyollerin direncini büyük miktarda sıvının filtre olduğu glom eriil (glo­
ayarlayarak, hem glomerüler, hem peritübüler kapil­ merüler kapiller) ve (2) Böbrek pelvisi içindeki yolu
lerde hidrostatik basıncı düzenler, böylece vücudun boyunca, filtre edilen sıvının idrara dönüştüğü
homeostatik ihtiyaçlarına cevabın glomerüler filtras­ uzun bir tübül.
yon hızım ve/veya tübiiler geri emilimi değiştirirler. Glomeriil, diğer kapiller ağlar ile karşılaştırıl­
Peritübüler kapillerler aıteıiyoler damarlara pa­ dığında, dalia yüksek hidrostatik b asın ca (60
ralel seyreden venöz sistem in damarlarına boşalır­ mmHg kadar) sahip, dallanan ve anastom oz yapan
lar ve bunlar da sırası ile interlobiller veıı, arkııat kapiller bir ağdan oluşmuştur. Glomerüler kapiller­
ven, interlober ven ve nihayet böbreği renal artere ler, epitel hücreleri ile örtülmüştür ve tüm glome-
komşu olarak terkeden böbrek veııini oluştururlar. rül Bowman kapsülü ile sarılmıştır. Glomerüler ka-
pilleıden filtre olan sıvı, Bowman kapsülü içine ve
sonra böbrek korteksinde yer alan p roksim al tübiil
Böbreğin Fonksiyonel Birimi Olan içine akar (Şekil 26-4).
Nefron Sıvı, proksimal tübiilden böbrek medullasının de­
rinliklerine doğru inen Henle kıvrım ına akar. Her
İn san d a h er böbrek, idrar o lu ştu rm a y e te ­ kıvrımın bir inen (descending) bir de çıkan (ascen­
neğine sahip bir milyon kadar nefrondaıı oluşur. ding) kolu vardır. İnen kolun ve çıkan kolun alt ucu-
282 ÜNİTE V • Böbrekler ve Vücut Sıvıları

Jukstamedüller nefıonların vasküler damarları


Proksimal tübül Kodeks
Distal tübül kortikal nefronlarınkinden farklıdır. Kortikal nef-
Birleştirici tübül ronların bütün tübüler sistem i yoğun bir peritübü-
ler kapiller ağ ile çevrelenmiştir. Jukstamedüller
nefıonların glomerüllerinden ayrılan uzun efferent
Brovvman
kapsülü arteriyoieri dış medullaya kadar uzanır ve medulla-
Makula densa mn derinliklerine doğru Henle kıvrımı ile yan yana
Kortikal
toplayıa tübül seyreden vasa recta denen özel bir peritübüler ka­
Henle kıvrımı
piller ağ oluşturur. Henle kıvrımı gibi vasa recta da
Çıkan kolun Medulla kortekse doğru döner ve kortikal venlere dökülür.
kalın kısmı M edulladaki bu özelleşm iş kapiller ağ idrarın
Çıkan kolun
ince kısmı — Medüller yoğunlaştırılmasında önemli role sahiptir.
inen kol toplayıcı tübül

GLOMERÜLER FİLTRASYON, TÜBÜ­


Toplayıcı kanal LER GERİ EMİLİM VE TÜBÜLER SEK-
Ş E K İL 26 - 4 RESYON SONUCU İDRAR OLUŞUMU
Nefroııun başlıca bölümleri. Değişik tübüler segmentlerin
görece uzunluğu ölçeğe uygun biçimde çizilmiştir. Şekil 2 6 -6 ’da görüldüğü gibi değişik maddelerin id­
rarla atılma hızı böbrekte üç işlem in toplamıdır. ( 1 )
glomerüler filtrasyon (2 ) maddelerin böbrek tübül-
nun duvarları çok incedir, bu nedenle Henle kıvrı­ lerinden kana geri emilimi ve (3) kandan m addele­
mının ince kısmı (segmenti) olarak isimlendirilir. rin böbrek tübüllerine sekresyonu. M atematiksel
Henle kıvrımının inen kolu, kortekse doğru dönüş olarak
yaptıktan sonra, tübüler sistemin diğer kısımlarında
olduğu gibi duvarı kalınlaşır ve bundan dolayı, çı­ İdrarla atılma hızı = Filtrasyon hızı
kan kolun kalın segmenti olarak adlandırılır. - Geri emilim hızı + Sekresyon hızı
Çıkan kalın kolun sonunda, duvarında bir plak
içeren kısa bölüme n ıakııla deıısa denir. Daha son ­ İdrar oluşumu, proteinsiz fazla miktarda sıvının
ra tartışılacağı gibi, maküla densa, nefron fonksiyo­ glomerüler kapillerden Bowman kapsülü içine filt-
nunun kontrolünde önem li rol oynar. Maküla den- rasyonu ile başlar. Proteinler hariç plazmadaki
sadan sonra sıvı proksimal tübül gibi böbreğin kor- maddelerin çoğu serbestçe Bowman kapsülü içine
teksinde yerleşmiş olan distal tübiile ulaşır. Distal filtre olduğu için, Bowman kapsülü içindeki glome-
tübülü, birleştirici (connecting) tübül ve kortikal
toplayıcı (collecting) tübül izler. Sıvı, buradan, kor­
tikal toplayıcı kan ala ulaşır. 8 - 1 0 adet kortikal top­
layıcı kanalın başlangıç kısımları birleşerek medul- Kortikal
Efferent
lada seyreden ve m edıtller toplayıcı kan al denen arteriyol
daha geniş bir toplayıcı kanal yaparlar. Toplayıcı Afferent
kanallar birleşerek giderek daha genişleyen kanal­ arteriyol
ları oluştururlar ve sonunda papillaııın tepesi ara­ Interlobüler
arter
cılığı ile böbrek pelvisine boşalırlar. Her böbrekte
her biri 4000 nefıondan idrar toplayan 250 kadar
çok geniş toplayıcı kanal vardır.
Kalın Henle
kıvrımı
N efron Yapısında Bölgesel Farklar: Kortikal Ve
Jukstam eduller N efronlar: Her ne kadar yukarı­ Vaza rekta
da tanım lanan kısımların hepsi her nefıonda mev­
cutsa da, nefronun böbrek kitlesinin içinde bulun­
duğu derinliğe bağlı olarak bazı farklılıklar vardır.
G lom eıülleri korteksin dış kısm ında yerleşm iş İnce Henle
i Toplayıcı kıvrımı
olanlara kortikal nefronlar denir. Bunların medulla | kanal
içinde sadece çok kısa bir mesafeye inen kısa Hen­ ia i
le kıvrımları vardır (Şekil 26-5). •2 i
Chİ
Nefıonların % 20-30 kadarının glömerülleri kor­
teksin derin kısımlarında medullaya yakın bölgede Bellini
yerleşmiştir ve ju kstam ediiller nefronlar denir. Bu duktusları
nefıonların uzun Henle kıvrımları medullanın de­ Ş E K İL 26 - 5
rinliklerine kadar iner, bazıları böbrek papillasının Kortikal ve jukstameduller nefronlar arasında farklılık ve kan
tepesine kadar uzanır. damarları ile tübül yapıları arasındaki şematik ilişkiler.
BÖLÜM 26 • Böbreklerde İdrar Oluşumu: I. Glomerüler Filtrasyon, Böbrek Kan Akımı ve Kontrolleri 283

serbestçe filtre olur, fakat tübüllerden ne geri em i­


Afferent Efferent lir ne de sekrete edilir. Bu nedenle A m addesinin it-
ralı hızı filtre edildiği hıza eşittir. Vücutta kreatinin
gibi bazı yıkım ürünleri böbreklerde böyle işlem
görür, filtre edilen miktarın hepsi atılır.
B maddesi serbestçe filtre edilir, fakat aynı za­
manda tübülden kısmen kana geri emilir. Bu n e ­
denle B maddesinin idrarla itrah edilm e hızı glo­
merüler kapillerden filtrasyon hızından daha azdır.
Bu durumda itrah hızı, filtrasyon hızından geri
emilim hızının çıkarılması ile hesaplanır. Vücuttaki
birçok elektrolit için bu tipik bir örnektir.
C maddesi glomerüler kapillerden serbestçe filt­
re edilir fakat bütün filtre edilen miktar tübüllerden
kana geri emildiği için idrarla atılmaz. Bu şekilde
kandaki amino asitler, glikoz gibi bazı besin m ad ­
delerinde görülür ve onların vücut sıvılarında ko­
runmasına olanak sağlar.
D maddesi serbestçe glomerüler kapillerden filt­
re edilir ve geri emilmez, fakat ek olarak peritübü­
ler kapiller kandan böbrek tiibülü içine salgılanır.
Böylece bir maddenin kandan kolayca uzaklaştırıl­
masına ve idrarla fazla miktarda atılm asına olanak
sağlanır. Bu durumda, atılma hızı, filtrasyon hızına
sekresyon hızının ilavesi ile hesaplanır.
Ş E K İ L 26 • 6 Plazmadaki her m addenin itrahı için, filtrasyon,
Böbrekle idrar birleşimini belirleyen ana işlemler. Bir mad­ geri em ilim ve sekresyonun sonucu özel bir hız
denin idrarla atılma hızı, o maddenin filtre edilme hızından, karışımı ortaya çıkar. Bir m addenin idrarla atılm a
geri emilim hızının çıkarılması ve peritübüler kapiller kandan
tübül içine salgılanma hızının eklenmesine eşittir.
hızı bu üç ana böbrek fonksiyonunun hızlarına
bağlıdır.

rüler filtratta, bu m addelerin konsantrasyonları


plazmanınkine eşittir. Filtre olan sıvı Bowman kap­ Değişik Maddelerin Filtrasyon, Geri
sülünü terkedip tübüller boyunca ilerlerken için­ Emilim ve Sekresyonu
deki spesifik solütlerin ve suyun geri emilerek kana
geçm esi veya başka maddelerin peritübüler (tübül Genelde idrar oluşumunda tübüler geri emilim mik­
çevresi) kapillerden tübül içine salgılanması nede­ tar olarak tübüler sekresyondan daha önemlidir, fa­
ni ile değişikliğe uğrar. kat potasyum, hidrojen iyonları ve diğer birkaç mad­
Şekil 26-7, dört hipotetik maddeyi böbreklerin iş­ denin idrarla atılan miktarlarının tayininde sekres­
lem e şeklini gösteriyor. A maddesi glomerüllerden yon önemli rol oynar. Kandan, temizlenmesi gereken

A B C D

A maddesi ( ^ ~ JJ] b m addesi^-' maddesi^"” ]İD m a d d e s i^ ’

'
s î

V. )
;r u
İdrar İdrar İdrar İdrar
Ş E K İL 26 - 7
4 Hipotetik maddenin böbrekler tarafından işlenmesi. A panelindeki madde serbestçe filtre
edilir fakat geri emilmez. B panelindeki madde serbestçe filtre edilir fakat filtre olan yükün
bir kısmı tübüllerden kana geri emilir. Panel C’deki m adde tübülden serbestçe filtre olıır fakat
filtre olan maddenin hepsi tübülden kana geri emildiği için idrarla itrah edilmez. D panelin­
deki madde serbestçe filtre olıır ve geri emilmez fakat peritübüler kapillerden böbrek tiibül-
leriııe sekrete olur.
284 ÜNİTE V • Böbrekler ve Vücut Sıvıları

maddelerin çoğu, özellikle üre, kreatinin, ürik asit, lar. Kapillerleriıı pek çoğu gibi, glomerüler kapiller
tiratlar gibi metabolizma son ürünleri, çok az geri lerde proteinlere oldukça geçirimsizdir, bundan
emilirler ve bundan dolayı idrarla fazla miktarda aü- dolayı glomerüler filtrat denen fıltrasyon sıvısı esas
lırlar. Bazı yabancı maddeler ve kimyasal maddeler olarak proteinsizdir ve eritrosit dahil hücresel ele­
de çok az geri emilir, ayrıca kandan tübül içine salgı­ man içermez.
lanırlar, böylece atılma hızları yükseltilir. Diğer taraf­ Tuzlar ve glikoz, aminoasitler gibi plazma prote­
tan sodyum, klorür ve bikarbonat iyonları gibi elekt­ inlerine bağlanmayan organik moleküller dahil,
rolitler fazla miktarda geri emilirler ve bu nedenle id­ plazmanın yapısındaki diğer maddelerin konsant­
rarda sadece küçük miktarlarda görülürler. Amino rasyonu, plazma ve glomerüler filtıatta aynıdır.
asitler, glikoz gibi bazı besin maddeleri tübiilden ta­ Kalsiyum ve yağ asitleri gibi bazı küçük molekül
mamen geri emilirler ve glomerüler kapillerden fazla ağırlıklı maddeler kısmen proteinlere bağlı olduk­
miktarlarda filtre olsalar bile idrarda görünmezler. ları için serbestçe filtre edilemediklerinden bu ge­
Bu işlemlerin her biri -glomerüler fıltrasyon, tü- nellemenin dışındadır. Hemen hem en plazma kal­
büler geıi emilim ve tübüler sekresyon- vücudun siyumunun yarısı ve plazma yağ asidleıinin çoğu
gereksinimine göre düzenlenir. Örneğin vücutta faz­ proteinlere bağlıdır ve bu bağlı kısımlar glomerüler
la sodyum olduğu zaman sodyum fıltrasyon hızı ar­ kapillerden filtre olmaz.
tar ve idrarla itrah edilen sodyum miktarı da artarak,
filtre edilen sodyumun az bir kısmı geri emilir.
M addelerin çoğunun fıltrasyon ve geri emilim
hızları atılm a hızlarından büyük oranda fazladır. GFR, Böbrek Plazma Akımının Yaklaşık
Bu nedenle filtrasyon veya geri emilimde çok kü­ Yüzde 20’si Kadardır
çük bir değişiklik böbrek itrahında büyük değişik­
liklere yol açabilir. Örneğin, eğer tübüler geri emili- Diğer kapillerlerde olduğu gibi GFR de (1) kapiller
min sabit kaldığını düşünürsek, glomerüler filtras­ membrana etki eden kolloid osmotik basınç ve hid­
yon hızında (Glomerular filtration rate: GFR) sade­ rostatik basınç arasındaki denge ve (2 ) kapillerin filt­
ce % 10'luk bir artış (180’den 198 litre/gün) idrar rasyon yapan yüzey ve geçirgenliğinin ölçütü olan
hacm ini 13 kat (1.5’tan 19.5 litre/gün) artırır. Ger­ kapiller filtrasyon sabitesi (Kf) tarafından tayin edilir.
çekte glomerüler filtrasyon ve tübüler geri emilim, Yüksek hidrostatik basınç ve büyük Kf değeri nedeni
böbrek itrahında gerekli değişikliği sağlamak üzere ile glomerüler kapiller diğer birçok kapillerden çok
genellikle birbiri ile uyumlu davranış gösterirler. dalia yüksek filtrasyon hızına sahiptir. Normal yetiş­
kin bir insanda GFR ortalama 125 ml/dakika veya
Neden Fazla Miktarda Solüt Filtre Edilir ve Son­ 180 litre/gündür. Böbrek plazma akımının filtre edi­
ra Önemli Kısmı Geri Emilir? İnsan, böyle fazla mik­ len kısmı (filtrasyon fraksiyonu) 0.2 civarındadır. Bu­
tarda su ve soliitün önce fil üre edilip sonra bu madde­ nun anlamı böbreğe gelen plazmanın % 2 0 ’sinin glo-
lerin önemli kısmının geri emilmesinin mantığını me­ meıül kapilleri tarafından filtre edilmesidir. Filtras­
rak edebilir. Yüksek GFR’nin avantajlarından biıi, atıl­ yon fraksiyonu aşağıdaki şekilde hesaplanır.
maları temel olarak glomerüler filtrasyona bağlı olan
metabolik atıkların, böbrekler tarafından çabuk bir Filtrasyon Fraksiyonu = GFR/Böbıek Plazma Akımı
şekilde vücuttan uzaklaştırılmasına olanak sağlaması­
dır. Metabolik atıkların pek çoğu tübüllerden pek az
geri emilir ve bundan dolayı vücuttan etkin bñ şekilde Glomerüler Kapiller Membran
uzaklaştırılmaları GFR’nin yüksekliğine bağlıdır.
Yüksek GFR’nin ikinci üstünlüğü vücut sıvılarının Glom erüler kapiller m em bran, diğer kapiller
her gün defalarca filtre olmasına ve böbrekler tarfın- m em branlaıa benzerdir, sadece genelde iki yerine,
daıı işleme tabi tutulmasına olanak sağlamasıdır. burada, üç büyük tabaka vardır. ( 1 ) kapiller eııdote-
Bütün plazma hacminin sadece 3 litre, oysa GFR’nın li, (2) bazal m em bran ve (3) kapiller bazal m em b-
180 litıe/gün olması bütün plazmanın her gün böb­ ranın dış yüzeyini çevreleyen epitelyal hücre (podo-
rekler tarafından 60 kez işleme tabi tutulduğu ve filt­ sit) tabakası. (Şekil 26-8). Bu tabakalar birlikte filt­
re edildiği anlamına gelir. Bu yüksek GFR, böbrekle­ rasyon bariyerini oluşturur ve üç katm ana rağmen
re vücut sıvılarının hacm ini ve bileşimini kesin ve normal kapillerden birkaç yüz kez daha fazla m ad­
çabuk bir şekilde kontrol olanağı verir. de ve suyu filtre eder. Bu yüksek filtrasyon hızına
karşın glomerüler kapiller m em bran norm alde
plazma proteinlerinin çıkışını engeller.
H Glomerüler kapiller membrandan yüksek fıltrasyon
GLOMERÜLER FİLTRASYON-İDRAR lıızı kısmen membramn kendine has özelliklerine
OLUŞUMUNDA İLK BASAMAK bağlıdır. Kapiller eııdotelyum, karaciğerde bulunan
pencereli kapilleıe benzer şekilde, pencere (feııestra)
denen binlerce küçük oyuk ile delinmiştir. Pencerele­
Glomerüler Filtratın Bileşimi rin oldukça geniş olması nedeni ile endotel, plazma
proteinlerine karşı temel bariyer gibi davranmaz.
îdrar oluşumu, fazla miktarda sıvının glomerüler Endoteli bir bazal m em bran çevreler. Arasından
kapillerden Bovvman kapsülüne filtrasyonu ile baş­ su ve küçük solütlerin geçebileceği genişlikte ine-
BÖLÜM 26 • Böbreklerde İdrar Oluşumu: I. Glomerüler Filtrasyon, Böbrek Kan Akımı ve Kontrolleri 285

T A B L O 26 - 1
^ V /P ro k s im a l tübül
Maddelerin Glomerülden Filtre Edilebilirlikleri,
Molekül Ağırlıkları Artıkça Azalır
Madde Molekül Ağırlığı Filtre Edilebilirliği
Kapiller yumak
Su 18 1.0
Sodyum 23 1.0
Bowman boşluğu arteriyol Glikoz 180 1.0
tnülin 5,500 1.0
Bowman kapsülü ^ erent arteriyol Miyoglobin 17,000 0.75
Albümin 69,000 0.005

oranda filtre olduğu anlamını taşır. Sodyum gibi


elektrolitler ve glikoz gibi küçük organik bileşiklerin
serbestçe filtre edildikleri hatırlanmalıdır. Molekül­
lerin molekül ağırlığı albumininkine yaklaşırken filt­
re olabilirlikleri de hızla azalarak sıfıra yaklaşır.

N eg atif Yüklü Büyük M oleküller Aynı Büyük-


lükdeki Pozitif Yüklü M oleküllere Oranla Daha
Zor Filtre Olurlar. Plazma proteinlerinden albü-
Ş E K İL 26 - 8 minin molekül çapı sadece 6 nm civarındadır, hal­
A, Glomerüler kapillerin ince yapısı B; Glomerüler kapiller
buki glomerüler mem branın porlarının 8 nm (80
yatağın kesiti ve ana bileşenleri: Kapiller endotel, bazal mcm- aııgstrom) civarında olduğu düşünülür. Albüminin
braıı; epitel (podositler) negatif yükü ve bazal m em bran proteoglikanlarının
negatif yüklerinin sebep olduğu elektrostatik itme
nedeni ile albüminin fıltrasyonu kısıtlanmıştır.
safe bulunan kollajen ve proteoglikan fibıil ağın­ Şekil 26-9 değişik molekül ağırlığındaki dekst-
dan yapıldığı için bol miktarda su ve küçük madde­ ı anların glom erülden filtrasyonuna elektrik yükü­
leri filtre edebilir. Bazal m em branın plazma prote­ nün nasıl etki ettiğini göstermektedir. Dekstranlar
inlerinin geçişini etkin bir şekilde önlemesinin kıs­ nötral, negatif veya pozitif yüklü olarak üretilebi­
m en sebebi, proteoglikanlaıın güçlü negatif elekt­ len polisakkaritlerdir. herhangi bir m olekül çap ın ­
rik yüküne sahip olmalarıdır. da, pozitif yüklü moleküllerin negatif yüklü o lan ­
Glomerüler membranın son kısmı glomeıülün dış lara göre daha kolay filtre edildiklerine dikkat edi­
yüzeyini döşeyen epitelyal hücrelerdir. Bu hücreler niz. Aynı molekül ağırlığına sahip nötral dekstıan,
kesintisiz değildir kapillerin dış yüzeyini çevreleyen pozitif yüklü olandan daha kolay filtre olur. Filtre
ayak şeklinde çıkıntılar (podosiüeı) vardır. (Tekrar olabilirlikteki bu farklılıkların sebebi, norm alde
Şekil 26-8’e bakınız). Bu ayaksı çıkıntılar glomerüler net negatif yüke sahip plazma proteinlerine nega-
filtratın geçtiği dar, slit por denen aralıklar ile birbi­
rinden ayrılmıştır. Her ne kadar epitelyal hücreler
filtrata engel teşkil ederlerse de, plazma proteinleri­
ne esas direnci, bazal membran oluşturuyor gibi gö­
rünmektedir. Elektriksel olarak negatif yüke sahip
epitel hücreleri de Plazma proteinlerinin filtrasyo-
nuııa ayrıca bir kısıtlama getirir. Böylece glomerüler
kapiller duvarın bütün tabakaları plazma proteinle­
rinin filtrasyonuna karşı bir bariyer oluşturur.

Maddelerin Filtre Olabilirliğini Onların Elektrik


Yükleri ve Büyüklükleri Belirler. Birçok kapilleıe
göre glomerüler kapiller membran daha kalındır fa­
kat çok daha fazla porlu olduğundan suyu yüksek
hızda filtre eder. Filtrasyon hızının yüksek olmasına
karşın, glomerüler filtrasyon bariyeri elektrik yükle­
Etkin molekül çapı (A)
rine ve büyüklüklerine göre, hangi molekülün filtre
edileceğinin belirlenmesinde seçici davranır. Tablo Ş E K İL 26 - 9
26-1’de değişik moleküllerin büyüklüğünün, filtre Glomerüler kapillerden dekstranın filtre olabilirliğine elektrik­
olabilirliğine etkisinin listesi verilmiştir. Bir madde­ sel yükün ve molekül büyüklüğünün etkisi. 1.0 değeri m ad­
nin filtre olabilirliği 1 . 0 ise, o madde, su gibi serbest­ denin su kadar serbestçe filtre olduğunu, 0 değeri filtre ola­
madığını gösterir. Dekstranlar nötral, negatif yüklü veya pozitif
çe filtre oluyor demektir, filtre olabilirliğin 0.75 ol­ yüklü olarak değişebilen molekül büyüklüğünde üretilebilen
ması ise bir maddenin suyun geçiş hızının %75’i polisakkaridlerdir.
286 ÜNİTE V • Böbrekler ve Vücut Sıvıları

tif yüklü bazal m em brnın önem li sınırlam a getir­ Her ne kadar insanlarda GFR’nin normal belirle­
mesidir. yicileri doğrudan ölçülmemişse de köpek ve sıçan
Bazı böbrek hastalıklarında böbrekte faıkedilir gibi hayvanlarda tayin edilmiştir. Hayvanlardan el­
bir histolojik değişiklik olm adan önce bazal de edilen bu sonuçlar temel alınarak insanlarda
m em branın negatif yükü kaybolur. M inim al değiş­ filtıasyonu sağlayan veya ona engel olan kuvvetle­
miş nefropati denen bu durumda bazal m em bran- rin yaklaşık normal değerlerinin aşağıdaki gibi ol­
daki negatif yüklerin kaybı sonucu, bazı düşük m o­ duğuna inanılır (Şekil 26 -1 0 ’a bakınız).
lekül ağırlıklı proteinler, özellikle albumin filtre
edilir ve idrarda görülür, proteinini veya albunıi- Filtıasyonu kolaylaştıran kuvvetler (ınmHg)
niiri denen durum ortaya çıkar.
Glomerüler Hidrostatik Basınç 60
Bowman Kapsülünün Kolloid Osmotik Basıncı 0

GLOMERÜLER FİLTRASYON HIZINI Filtrasyoııa Engel olan Kuvvetler (ınmHg)


BELİRLEYEN FAKTÖRLER Bowman Kapsülü Hidrostatik Basıncı 18
Glomerüler Kapiller kolloid Osmotik Basınç 32
GFR (1) Net filtrasyoıı basıncını veren, glomerüler
m embrana etki eden hidrostatik ve kolloid osmatik
Net Filtrasyon Basıncı = 6 0 - 1 8 - 3 2
basınçların toplamı ve (2) Kf tarafından belirlenir.
= + 10 mmHg
Matematiksel olarak, GFR, Kf sabiti ve net filtrasyon
basıncının çarpımına eşittir şeklinde ifade edilir.
Böylece GFR aşağıdaki şekilde ifade edilebilir.

GFR = Kf X Net Filtrasyon Basıncı


GFR=KfX (PG - PB - 7tg + 7tb)

Net filtrasyon basıncı, glomerüler kapilleıden filt-


Bu değerlerin bazıları farklı fizyolojik koşullarda
rasyonu kolaylaşüran veya engelleyen kolloid osmo­
belirgin şekilde değişebilir, oysa diğerleri, aşağıda
tik ve hidrostatik basınçların toplamını verir (Şekil
tartışıldığı gibi, özellikle hastalık hallerinde değişir.
26-10). Bu kuvvetlere (1) filtıasyonu teşvik eden glo-
m eıul kapiller içindeki hidrostatik basınç (glomerü­
ler hidrostatik basınç (Pg), (2 ) kapillerin dışındaki
filtrasyonu engelleyen Bowman Kapsülü içindeki Glomerüler Kapiller Sabitesi (Kf)’nin Art­
hidrostatik basınç (Pu), (3) fıltrasyona karşı duran ması, GFR’yi Artırır
glomerüler kapiller plazma proteinlerinin kolloid os­
motik basıncı (jtg) ve (4) Bowman kapsülü içindeki K f, glomerüler kapiller yatağın sıvı geçirgenliğini ve
proteinlerin, filtrasyonu kolaylaştıran, kolloid osmo­ yüzey genişliğini ölçen parametredir. K f doğrudan
tik basıncı (tîb) dahildir. Normal koşullar altında glo­ ölçülemez, fakat glomerüler filtrasyonun net filt­
merüler fıltrattaki proteinlerin konsantrasyonu o rasyon basıncına bölünmesi ile deneysel olarak h e­
denli düşüktür ki Bowman kapsülü içindeki sıvının saplanır:
kolloid osmotik basıncı sıfır olarak kabul edilir.
K f= GFR / Net Filtrasyon Basıncı

Her iki böbrek için toplam GFR yaklaşık 125


ml/dakika ve net filtrasyon basıncı 10 mmHg ol­
Glomerüler Glomerölor duğu için K f 12.5 mİ/dakika/mmHg civarında he­
Hidrostatik Kolloid Osmotik' saplanır. K f böbreğin 100 gramı başına ifade edildiği
Basınç Basıncı
(60 mm IIfj) (32 mm Hg) zaman ortalama 4.2 ml/dakika/mmHg/100 gr böb­
rek ağırlığı değeri elde edilir ki bu değer vücudun
I t
diğer bölgelerindeki kapüler sistemlerin çoğunun K f
değerinden 400 kez daha fazladır. Ortalama Kf vücu­
dun diğer bütün dokularında 1 0 0 gram başına sade­
Bowman ce 0.01 ml/dakika/mmHg’dır. Glomerüler kapiller-
KapaOlû
Basıncı deki bu yüksek K f, glomerülün sıvı filtrasyon hızının
(18 mm Hg) fazla olmasına çok büyük oranda katkıda bulunur.
Kf'nin artması GFR’yi arttırır, azalmış Kf, GFR’yi
azaltır. Ancak Kf değişiklikleri, GFR’nin günden güne
Glomerüler Bowman Glomerüler düzenlenmesinde muhtemelen temel bir mekaniz­
Hidrostatik Kapsülü Onkotik ma değildir. Fakat bazı hastalıklar fonksiyon gören
Net filtrasyon basıncı = Basınç Basınç ~ Basınç
(10 mm Hg) (60 mm Hg) (18 mm Hg) (32 mm Hg) glomerııl kapiller sayısını azaltarak filtrasyon yüzey
genişliğini azaltır veya glomerüler kapiller membran
Ş E K İL 2 6 - 10 kalınlığını artırıp, sıvı geçirgenliğini azaltarak Kf’i
Glomerüler kapillerden fıltrasyona sebep olan kuvvetlerin azaltır. Örneğin kronik kontrolsüz hipertansiyon ve­
özeti. Gösterilen değerler normal insanlar için hesaplanmıştır. ya diabetes mellitusta glomerüler kapiller membran
BÖLÜM 26 • Böbreklerde İdrar Oluşumu: I. Glomerüler Filtrasyon, Böbrek Kan Akımı ve Kontrolleri 287

kalınlığı artar, Kf değeri giderek azalır ve sonunda ka- m anın norm al kolloid osm otik b asın cın ın 28
pillerlerde o denli şiddetli hasar olur ki kapiller fonk­ mmHg olduğu varsayılıısa, kan, kapillerin efferent
siyonunda tamamen veya ciddi kayıp görülür. arteriyol ucuna ulaştığı zaman bu değer 36 mmHg’
ya yükselir. Bundan dolayı glom erüler kapiller
plazma proteinlerinin ortalam a kolloid osm otik
B ow m an K apsülünde H id ro statik Basıncın
A rtm ası G F R ’yi A za ltır basıncı 28 ile 36 mmHg’nin ortalarında veya 32
mmHg kadardır.
Glomerüler kapiller kolloid osm otik basıncı böy­
Bowman kapsülü ve proksimal tübülün farklı nok­
lece iki faktör tarafından belirlenir: ( 1 ) arteıyel
talarında, mikropipet kullanılarak yapılan doğru­
plazma kolloid osmotik basıncı ve (2 ) glomerül ka-
dan hidrostatik basınç ölçümleri, normal koşullar­
pillerinden filtre olan plazma fraksiyonu (filtrasyon
da insanlarda Bowm an kapsül basıncının, 18
fraksiyonu). Arteryel plazma kolloid osm otik b a ­
mmHg kadar olduğunu düşündürmektedir. Bow­
sıncının artması glomerüler kapiller kolloid osm o­
m an kapsülü içinde hidrostatik basınç artması
tik basıncı artırır; bu, GFR’yi azaltır.
GFR’yi azaltır, halbuki bu basıncın azalması ile
Filtrasyon fraksiyonunun artması da plazm a p ro­
GFR artar. Ancak Bowman kapsülündeki basınç
teinlerini konsantre eder ve glom erüler kolloid os­
değişiklikleri GFR'nin düzenlenmesinde tem el et­
m otik basıncı artırır, (Şekil 26-11'e tekrar bakınız).
m en değildir.
Filtrasyon fraksiyonu, GFR/böbrek plazma akımı
İdrar yolları tıkanıklığı ile ilişkili bazı patolojik
olarak tanımlandığı için, filtrasyon fraksiyonu ya
koşullarda, Bowman kapsül basıncı artarak GFR’de
GFR'nin artması ile veya böbrek plazma akımının
önemli ölçüde azalmaya yol açabilir. Örneğin kalsi­
azalması ile artırılabilir. Örneğin böbrek plazma akı­
yum veya ürik asit çökelmesi, üriner sistemde sık­
mında GFR’de başlangıçta değişme olmaksızın bir
lıkla üreterde yerleşen taş oluşumuna yol açar, böy-
azalış, filtrasyon fraksiyonunda artışa neden olacak,
lece idrarın üriner sistem de akışını tıkayarak Bow­
bu glomerüler kapiller kolloid osmotik basıncı yük­
man kapsülü içinde basıncı yükseltir. Bu, GFR’yi
selterek GFR’de düşmeye yol açacaktır. Bu sebeple
azaltır ve eğer tıkanıklık açılmazsa giderek böbrek
böbrek plazma akımındaki değişiklik, glomerüler
hasarı, hatta tahribi olur.
hidrostatik basınç değişikliğinden bağımsız olarak
GFR’yi etkileyebilir. Renal kan akımı artışı ile baş­
langıçta daha az plazma fraksiyonu glomerüler ka­
Glomerüler Kapiller Kolloid Osmotik
piller dışına filtre edilir, glomerüler kapiller kolloid
Basınç Artması GFR’yi azaltır
osmotik basınçta daha yavaş artışa neden olarak
GFR üzerinde daha az baskılayıcı etki gösterir. Bu­
Kan, afferent aı teriyolden glomerüler kapiller yolu
nun sonucu olarak, sabit bir glom erüler hidrostatik
ile efferent arteriyolleıe geçerken plazma protein
basınçta bile, glomerül içine dah a hızlı kan akım ı
konsantrasyonunda %20 civarında artış olur (Şekil
GFR'de artışa yol açacak ve glom eriile d a h a yavaş
26-11). Bu artışın nedeni kapillerde sıvının yaklaşık
hızda kan akım ı, GFRde azalm aya neden olacaktır.
beşte birinin Bovvman kapsülü içine filtre olması,
böylece filtre olm ayan plazm a proteinlerinin
yoğunlaşmasıdır. Glomerüler kapillere giren plaz­ Glomerüler Kapiller Hidrostatik Basınç
Artması GFR’yi Artırır

Glom erüler kapiller hidrostatik b asın ç insanda


Filtrasyon
Fraksiyonu
doğrudan ölçülmemiştir fakat norm al koşullarda
60 mmHg olarak hesaplanmıştır. Glomerüler hid­
t rostatik basınç değişiklikleri GFR'nin fizyolojik dü­
Normal
zenlenmesinde temel rol oynar. Glomerüler hid­
rostatik basıncın artması GFR'yi artırır, glomerüler
hidrostatik basınçta azalma GFR'yi azaltır.
Glomerüler hidrostatik basıncı, her biri fizyolojik
kontrol altında olan üç değişken tayin eder. ( 1 ) a r­
ter basıncı, (2) afferent arteriyol direnci ve (3) effe­
rent arteriyol direnci.
Arteryel basınç artışı glomerüler hidrostatik b a­
Afferent Glomerüler kapiller Efferent sınçta yükselmeye yol açarak GFR'yi artırır. Ancak
uç uzunluğu uç aşağıda tartışıldığı gibi bu etki, kan basıncı dalga­
Ş E K İL 26 • 11 lanmalar gösterirken glomerüler basıncı oldukça
Glomerüler kapiller boyunca akan plazmadaki kolloid osmotik sabit tutan otoregülatör mekanizm alar ile tam pon-
basınç artışı. Normal olarak glomerüler kapillerde sıvının beşte lanır.
biri Bowman kapsülü içine filtre olur, Filtre olamayan proteinler Afferent aıteriyolde direnç artışı glomerüler hid­
yoğunlaşır. Filtrasyon fraksiyonunda artış (GFR/böbrek plazma rostatik basıncı ve GFR’yi azaltır. Aksine afferent
akımı) glomerüler kapiller boyunca plazma kolloid osmotik
basınç hızında artış yapar ve filtrasyon fraksiyonunda azalış arteriyol genişlemesi, hem glomerüler hidrostatik
aksi etki gösterir. basıncı, hem de GFR’yi artırır (Şekil 26-12).
288 ÜNİTE V • Böbrekler ve Vücut Sıvıları

etkisi daralmanın şiddetine bağlıdır, orta şiddette­


Glomerüler ki daralma GFR’yi yükseltir fakat şiddetli efferent
150 2000
Filtrasyon arteriyol daralması (dirençte 3 katından daha fazla
Hızı
</) artış) GFR de azalmaya yol açar.
fÖ*y’"
03 100
•Normal 1400 m. Tablo 2 6 -2 ’de değişik GFR’yi belirleyen bazı fak­
İZ 5 törlerin azalma ve artışlarının GFR’ye etkisi özet­
ŞE lenmiştir.
o N 50 800 E
Renal kan
akımı
200

tfferent arteriyoller direnç BÖBREK KAN AKIM I


(x normal)

Ortalam a 70 kg’lık bir insanda her iki böbreğe gi­


250 r 2000 den kanın m iktarı dakikada 1 2 0 0 mİ veya kalp
200 debisinin % 2 1 'i kadardır. İki böbreğin birlikte to-
<0 tal vücut ağırlığının sadece % 0 .4 ’ünü olu ştu r­
±5 Ctf 150 - 14 0 0
:Normal duğu dikkate alındığında diğer organlara göre
100 Renal kan böbreklerin oldukça fazla kan aldıkları kolaylıkla
Glomerüler akımı - 800 0) -ES görülebilir.
I± 50 .o
Filtrasyon Diğer dokularda olduğu gibi, böbrekte de kan
o
Hızı
CD T------- ="7 200 akımı besin maddelerini taşır ve m etabolik artıkla­
1 2 3 4 rı uzaklaştırır. Ancak böbrek kan akımı böbreğin bu
Afferent arteriyoller direnç
(x normal) gereksinimlerini karşılaması için gerekenden çok
fazladır. Bu fazla kan akımının amacı, vücut sıvı h a ­
Ş E K İL 26 - 12 cimleri ve madde yoğunluklarını tam olarak dü­
Glomerüler filtrasyon hızı ve böbrek kan akımı üzerine afferent zenlemede gereken yüksek glomerüler filtrasyon
ve efferent arteriyol direnç değişikliklerinin etkisi. hızı için yeterli plazmayı sağlamaktır. Beklenebile­
ceği gibi böbrek kan akımını düzenleyen m ekaniz­
malar, GFR kontrol mekanizmaları ve böbreklerin
itrah fonksiyonları ile yakından ilişkilidir.

Efferent aıteriyollerin daralması glomerüler ka-


pilleıden kanın çıkışma karşı direnci artırır. Bu,
Böbrek Kan Akımını Belirleyen
glomerüler kapiller hidrostatik basıncı artırır ve ef­
ferent arteriyol direnci yüksek kaldığı sürece b ö b ­
Faktörler
rek kan akımı çok fazla azalmaz, GFR hafifçe artar
(Bakınız Şekil 26-12) efferent arteriyol daralması Böbrek kan akımı böbrek damarları arasındaki b a­
aynı zamanda böbrek kan akımını da azalttığın­ sınç farkının (böbrek arter ve veni arasındaki hid-
dan, efferent arteriyol direnci artarken, filtrasyon
fraksiyonu ve glomerüler kolloid osmotik basınç TABLO 26 * 2
artar. Bu durumda, eğer efferent arteriyoldeki da­
Glomerüler Filtrasyon Hızını Azaltabilen
ralma fazlaysa (normalin 3 katı kadar altmışsa),
Faktörlerin özeti
kolloid osmotik basınçtaki artış, efferent arteriyol
Fiziksel Fizyolojik/patolojik nedenler
daralm asının neden olduğu glomerüler kapiller belirleyiciler’
hidrostatik basınçtaki artışı aşar. Bu ortaya çıktığı
i Kf —) i GFR Böbrek hastalığı, diabetes mellitus,
zaman, filtrasyonu sağlayan net kuvvet gerçekte
hipertansiyon
azalarak GFR de bir azalmaya sebep olur.
î PR -> i GFR Üriner sistem tıkanması (örn. böbrek taşı)
Böylece efferent arteriyol daralması GFR üzerine bi-
fazik (ikili) bir etkiye sahiptir. Orta dereceli daralmada î jtg -» i GFR Azalan Reııal kan akımı, plazm a prot. artışı
GFR de hafif artış vardır, fakat şiddetli daralmada GFR 4 Pg-> i GFR
de azalma görülür. Şiddetli daralmada GFR’deki azal­ • t A p —> -İ P g 1 Arteryel kan basıncında düşme (otoregülas
manın esas sebebi şu şekilde açıklanabilir: efferent yon nedeniyle küçük bir etkiye sahip)
daralma artığı ve plazma protein konsantrasyonu . i Re -> İP G -t Anjiyotensin II azalması (Anjiyotensiıı II
yükseldiğinde, Donnan etkisine bağlı olarak kolloid oluşumunu bloke eden ilaçlar)
osmotik basınçta non-lineer bir arüş olur. Daha yük­ o T ııA İ pg t Sempatik aktivite artışı, vazokonstriktör
sek protein konsantrasyonu, kolloid osmotik basıncı hormonlar (örn.norepinefrin, endoteliıı)
daha hızlı yükseltir, çünkü Bölüm 16’da tartışıldığı gi­
bi, plazma proteinlerine bağlı iyonların karşılıklı etki­ ’ Belirleyicilerde ters yönde değişme genellikle GFH yi artırır.
leşimi de osmotik bir etki gösterir. Kf: glomerüler filtrasyon sabiti, Pn: Bowman kapsülünde hidros­
tatik basınç, nG: Glomerüler kapiller kolloid osmotik basınç,
Özetle afferent arteriyollerin daralması daima P(;:glomerüler kapiller hidrostatik basınç, A|>: Sistemik arteryel ba­
GFR’yi azaltır. Oysa efferent arteriyol daralmasının sınç, R|.;: efferent arteriyoler direnç R,v afferent arteriyoler direnç.
BÖLÜM 26 • Böbreklerde İdrar Oluşumu: I. Glomerüler Filtrasyon, Böbrek Kan Akımı ve Kontrolleri 289

TABLO 26 - 3 ritiibüler kapiller sisteminin özelleşmiş bir kısmı olan


vaza rekta tarafından sağlanır. Bu damarlar medulla-
Normal Böbrek Dolaşımındaki Yaklaşık Basınçlar
ve Dirençler da Henle kıvrımlarına paralel olarak derinlere ilerler
ve sonra kortekse dönerek venöz sisteme dökülürler.
D am ar Totaliıı %'si Bölüm 28’de anlatıldığı gibi vaza rekta böbreklerin
Basınçları olarak böbrek
konsantre idrar yapmasında önemli rol oynarlar.
D am ar Başlangıç Son dam ar direnci

Böbrek arteri 100 100 ~0


İnterlober arkuat ve -100 85 - 16
interlobüler arterler
Afferent arteriyol 85 60 -26 BÖBREK KAN AKIM ININ VE
Glom erüler kapillerler 60 59 - 1 GLOMERÜLER FİLTRASYONUN
Efferent arteriyol 59 18 -43
Peritiibüler kapiller 18 8 - 10
FİZYOLOJİK KONTROLÜ
İnterlober, interlobüler
ve arkuat venler 8 4 -4 Fizyolojik kontrol amacıyla kullanılan ve en değiş­
Böbrek veni 4 -4 - 0 ken olan GFR determinantları, glomerüler hidros­
tatik basınç ve glomerüler kapiller kolloid osmotik
basınçtır. Bu değişkenler sem patik sinir sistem in­
rostatik basınç farkı) toplam böbrek damar diren­ den, hormonlardan ve otokoidlerden (böbrekler­
cine bölünmesi ile tayin edilir. den salgılanan ve lokal olarak etki eden vazoaktif
maddeler) ve böbreğin içindeki diğer feedback
Böbrek Kan Akımı = kontrollerden de etkilenirler.
(Böbrek arter basıncı - böbrek ven basıncı)
Toplam böbrek damar direnci
Sempatik Sinir Sistemi Aktivasyonu
Böbrek arter basıncı, sistemik arter basıncına ya­
GFR’yi Azaltır
kındır ve böbrek ven basıncı genellikle ortalama 3-
Hem afferent ve hem de efferent aı teriyoller dahil bü­
4 mmHg kadardır. Diğer damar yataklarında ol­
tün böbrek damarları, özellikle sempatik sinir liflerin­
duğu gibi böbrekteki toplam damar direnci arter­
den zengindir. Böbrek sempatik sinirlerinin kuvvetli
ler, aıteriyoller, kapillerler ve venler dahil damarla­
aktivasyonu böbrek arteıiyollerini daraltabilir ve böb­
rın her bir segmentindeki dirençlerin toplamından
rek kan akımı ve GFR’yi azaltabilir. Orta veya hafif
oluşur (Tablo 26-3).
sempatik uyarı, GFR ve böbrek kan akımı üzerine az
Böbrek damarlarının direncinin çoğu interlobüler
etkiye sahiptir. Örneğin karotid sinüs baroreseptörle-
arterler, afferent aıteiyoller ve efferent arteriyoller-
ıinin veya kardiyopulmoner reseptörlerin basınçla­
den oluşan üç önemli damar segmentine aittir. Bu
rında orta derecede azalma sonucu oluşan sempatik
damarların direnci, aşağıda tartışıldığı gibi, sempatik
sinir sisteminin refleks aküvasyonunun, böbrek kan
sinir sistemi, değişik hormonlar ve lokal böbrek içi
akımı ve GFR üzerine etkisi azdır. Ayrıca arter basın­
kontrol mekanizmaları ile kontrol edilir. Eğer böbrek
cındaki değişikliklere baroreseptörler dakikalar ve sa­
arter ve veninde basınç sabit kalırsa, böbrekteki da­
atler içinde adapte olduğu için böbrek kan akımının
mar segmentleıinden herhangi birinde direnç artışı,
ve GFR’nin uzun süreli kontrolünde bu refleks meka­
böbrek kanı akımında azalmaya yol açar, oysa damar
nizmaların önemli rolü yok gibi görünmektedir.
direncinde azalma böbrek kan akımını artırır.
Reııal sempatik sinirlerin GFR’yi azaltmada en
Her ne kadar böbrek kan akımı üzerine arteryel
önemli etkileri; savunma reaksiyonu, beyin iskemi-
basınç değişikliklerinin bazı etkileri varsa da, böb­
si ya da ağır hem oıajide olduğu gibi, birkaç dakika
rekler, arter basıncı 80 ile 170 mmHg sınırları ara­
ile birkaç saat arasında süren ağır, akut durum lar­
sında değişirken böbrek kan akımını ve GFR’yi ol­
da ortaya çıkar. Normal istiıahatteki bir insanda
dukça sabit tutacak otoregiilasyon denen etkin m e­
böbreklerde sempatik tonus fazla değildir.
kanizmalara sahiptir. Bu otoregiilasyon kapasitesi,
bu bölümün daha sonraki kısımlarında detayları
ile tartışılacağı gibi tam amen böbreğe özgü m eka­
Böbrek Dolaşımının Hormonal ve
nizmalar aracılığı ile olur.
Otokoid Kontrolü

Tablo 26-4’de özetlendiği gibi GFR’ye ve böbrek


B ö b rek K orteksirıin Kan A kım ı ile kan akımına etki edebilen pek çok horm on ve oto­
K arşılaştırıldığında B öbrek M edüllasının koid vardır.
V a za R ektasında Kan A kım ı Çok A zdır
Adrenalin, Noradrenalin ve Endotelin Böbrek
Böbreğin ınedullasındaki kan akımı toplam böbrek Damarlarını Daraltır ve GFR'yi Azaltır. Afferent
kan akımının sadece % 1 - 2 ’sini oluşturduğundan böb­ ve efferent arteıiyolleri daraltan ve GFR ve ıenal
reğin dış kısmı olan böbrek korteksi, böbrek kan akı­ kan akımında azalmaya yol açan horm onlar ara­
mının çoğunu alır. Böbrek medullasına giden kan, pe- sında adrenal medulladan salgılanan ııorepinefrin
290 ÜNİTE V • Böbrekler ve Vücut Sıvıları

Endotelden Kaynaklanan N itrik Oksit, Böb­


rek D am ar Direncini A zaltır ve G FR 'yi A rttırır.
G FR 'ye Etkili Hormon ve O tokoidler
Endotelden kayn aklan an nitrik oksit, bütün vücut
H orm on ya da Otokoid GFR’ye Etkisi dam arlarının endotelinden salgılanan ve damar
Noradrenalin i direncini azaltan bir otokoiddir. Bazal seviyede bir
Adrenalin i nitrik oksit yapımı, böbreklerde aşırı dam ar daral­
Endotelin i m asının önlenm esinde ve norm al miktarda sod ­
Angiotensin II <-> (-lönler)
Endotelden kaynaklanan nitrik oksit t
yum ve su atılm asında önem li gibi gözükm ekte­
Prostaglandin t dir. Nitrik oksit yapım ını inhibe ed en ilaçların v e­
rilmesi, böbrek damar direncini artırır ve GFR’yi
ve idrarla sodyum itrahını azaltarak, sonunda kan
basıncının yükselmesine sebep olur. Bozulmuş
ve epinefrin bulunur. Genellikle bu hormonların nitrik oksit yapımı bazı hipertansiyonlu hastalar­
kan seviyeleri sem patik sinir sistem inin aktivitesi- da böbrek damar daralm asına ve kan basıncı yük­
ne paraleldir, böylece şiddetli kanama gibi uç ko­ selm esine katkıda bulunabilir.
şullar hariç, noradrenalin ve adrenalin böbrek he-
modinamiğine çok az etkilidir. Prostaglandinler ve Bradikinin GFH yi artırır.
Bir başka damar daraltıcı olan endotelin, diğer Damarları genişleten ve böbrek kan akımını ve
dokular gibi böbrek dam arlarının hasar görmüş GFR’yi arttıran diğer hormonlar ve otokoidler ara­
endotel hücrelerinden salınan bir peptiddir. Bu sında prostaglandinler (PGE 2 ve PGI2) ve bradiki­
otokoidin fizyolojik rolü tam olarak anlaşılam a­ nin sayılabilir. Bu maddeler Bölüm 17’de anlatıl­
mıştır. Ancak, bir kan damarı yaralandığı zaman, mıştır. Bu vazodilatatör maddelerin norm al koşul­
hasar gören eııdotelden salgılanan bu güçlü da­ larda renal kan akımı ya da GFR’n in düzenlenm e­
m ar daraltıcı (kan kaybını azaltarak) hem ostaza sinde temel bir önemi yok gibi gözükmektedir ama
katkıda bulunabilir. Araştırıcılar, plazma end ote­ sem patik sinirlerin anjiyotensin II üzerindeki renal
lin seviyelerinin damar hasarı ile birlikte olan ge­ vazokonstriktör etkisini, özellikle de afferent arteri­
belik toksemisi, akut böbrek yetersizliği ve kronik yol üzerindeki etkisini zayıflatabilirler.
üremi gibi bazı hastalık hallerinde de artmış ol­ Prostaglandinler, afferent arteriyollerin daral­
duğunu bulmuşlardır. Bu fizyopatolojik koşullar­ masını önleyerek GFR ve renal kan akımında aşırı
da endotelinin azalm ış GFR ve böbrek vazokonst- bir azalmayı engelleyebilir. Örneğin hacim azalm a­
ıiksiyonuna katkısı bulunup bulunmadığı bilin­ sı veya cerrahi girişim gibi stres koşullarında aspi­
memektedir. rin gibi prostaglandin sentezini inhibe eden stero-
id olmayan anti-inflam atuar ilaçların verilm esi
Anjiyotensin II Efferent A rteriyollerl Daraltır. GFR'de önemli azalmaya neden olur.
Güçlü bir damar daraltıcı olan anjiyotensin II, lokal
olarak üretilen bir otokoid olduğu kadar dolaşan
bir horm on olarak da kabul edilir. Çünkü hem sis-
temik dolaşımda, hem de böbreklerde yapılır. Anji­
yotensin II tercihen efferent arteriyolleri daralttığı KÂN AKIM ININ VE GFR’NİN
için artmış anjiyotensin II seviyeleri glomerüler OTOREGÜLASYONU
hidrostatik basıncı artırırken, böbrek kan akımını
azaltır. Artmış anjiyotensin II yapımının, genellikle Arteryel kan basıncında belirgin değişikliklere kar­
GFR'de azalma eğilimiyle birlikte bulunan, arteryel şın böbrek içi feedback mekanizm alar normalde
basıncın düştüğü ya da hacim azalmasıyla ilişkili böbrek kan akımını ve GFR'yi oldukça sabit tutar­
koşullarda görüldüğü unutulmamalıdır. Bu koşul­ lar. Bu mekanizmalar vücuttan çıkarılmış, sistem ik
larda artmış anjiyotensin II düzeyi efferent arteri- etkilerden bağımsız fakat kanla peıfüze edilen
yolü daraltarak, glomerüler hidrostatik basıncın ve böbreklerde de fonksiyona devam ederler. Böbrek
GFR’nin azalmasını önler. Ancak efferent arteriyol kan akımı ve GFR’deki bu görece sabitlik otoregi'ı-
daralm asına bağlı renal kan akımı azalması, peıi- lasyotı olarak adlandırılır (Şekil 26-13).
tübüler kapillerleıden akımın azalmasına yol açar, Böbrek dahil diğer dokuların çoğunda kan akımı
bu da Bölüm 27 ’de tartışıldığı gibi, su ve sodyum otoıegiilasyonunun esas görevi kan basıncı değişik­
em iliminin artm asına neden olur. liklerine karşın, dokulara oksijen ve diğer besinlerin
Düşük sodyum diyeti veya hacim azalmasında getirilmesinin ve metabolizma yıkım ürünlerinin
görülen artmış anjiyotensin II seviyeleri, GFR’nin uzaklaştırılmasının normal düzeyde tutulmasıdır.
korunmasına, üre, kreatinin gibi atılımları glom e­ Böbreklere bu fonksiyonlar için gerekenden çok da­
rüler filtrasyona bağlı metabolik artıkların normal ha fazla kan gelmektedir. Böbreklerde otoregiilasyo-
itrahma yardım eder, aynı zamanda anjiyotensin nun ana görevi GFR’yi oldukça sabit tutmak ve su ve
II’nin oluşturduğu efferent arteriyol daralması, madde atılımının kesin kontrolünü sağlamaktır.
sodyum ve su geri em ilimini artırarak kan basıncı Şahsın günlük aktiviteleıi esnasında kan basın­
ve hacm ini norm ale çevirir. Anjiyotensin Il'nin cında önemli oynamalar olm asına karşın GFR n or­
GFR “otoregiilasyonuna” yardımcı olan bu etkisi malde gün boyunca kısmen sabit kalır. Örneğin
daha ayrıntılı tartışılacaktır. kan basıncında 75 mmHg’ya kadar varan düşme
BÖLÜM 26 • Böbreklerde İdrar Oluşumu: I. Glomerüler Filtrasyon, Böbrek Kan Akımı ve Kontrolleri 291

Fakat gerçekte arter b asın cın d a böyle bir


1600 r 160 değişiklik iki nedenle idrar hacm ini çok daha az
etkiler: ( 1 ) böbrek otoregülasyonu GFR’de olacak
10 -—
1200 120CÖ değişiklikleri önler ve (2 ) böbrek tübüllerinde glo-
£ m
il § m erülotübüler denge denen (Bölüm 2 7 ’de tartışıl­
800 80 » E dı) ve GFR artınca tübüllerin geri em ilim hızını ar­
o _
40
c5 ^ tırmaya olanak veren bir ilave uyum m ekanizm a­
400 E1
” “ Böbrek kan akımı o sı vardır. Bu özel kontrol m ekanizm alarına karşın
“~*Glomerû!er Filtrasyon Hızı O arteryel kan basıncı artışı böbrek su ve sodyum
0J L 0
atılm asına önem li etki yapar; buna basınç diüıezi
veya basınç natıiürezi denir, bu, vücut sıvı h acm i­
nin ve arteryel basıncın düzenlenm esinde çok
önemlidir.

1 5w
Sr "
GFR Otoregülasyonunda
Tübüloglomerüler Feedback’in Rolü

Otoregülasyon işlevini gerçekleştirmek için b ö b ­


rekler makula densadaki sodyum kloı ür yoğunluğu
Arteryel basınç (mm Hg) değişiklikleriyle renal arteriyoler direncin kontrolü
Ş E K İL 26 - 13 arasında bağlantı kuran bir feedback m ekanizm a­
ya sahiptir. Bu feedback, distal tübüle oldukça sabit
Renal arteryel basınç değişiklikleri sırasında renal kan akımı ve
glomerüler filtrasyon hızının otoregülasyoııu ancak idrar miktarda sodyum klorür gönderilmesini garantile­
akımında otoregiilasyon görülmemesi. meye yardım eder ve yokluğunda ortaya çıkacak
olan ani ve büyük atılım değişikliklerini önler. Bir­
çok halde bu feedback, böbrek kan akımı ve GFR
otoregülasyonunu birbirine paralel olarak yapar.
Ancak bu mekanizma özel olarak GFR'nin stabili-
veya 160 mmHg’ya kadar yükselmeler GFR’de sa­ zasyonuııa yöneltildiğinden, aşağıda tartışılacağı
dece yüzde bir-iki kadar bir değişiklik yapar. Genel­ gibi, renal kan akımında değişiklik pahasına GFR
de renal kan akımı GFR’yle paralel olarak düzenle­ otoregülasyonunun yapıldığı durumlar vardır.
nir ama belli bazı koşullarda GFR’nin otoregülas- Tübüloglom erüler feedback m ekanizm anın
yonu daha etkindir. GFR’yi kontrol için birlikte hareket eden iki kom-
ponenti vardır: ( 1 ) afferent arteriyoler feedback
mekanizma ve (2 ) effereııt arteriyoler feedback m e­
Renal İtrahta Aşırı Değişmelerin kanizma. Bu feedback m ekanizm alar jukstaglom e-
Önlenmesinde GFR Otoregülasyonunun rüler kom pleksin özel anatom ik yerleşim ine
Önemi bağımlıdır (Şekil 26-14).
lukstaglomerüler kompleks distal tübülün baş­
Böbreğin otoregülasyon mekanizmaları %100 mü­ langıcındaki maküla densa hücreleri ve afferent ve
kemmel değildir, fakat yokluğunda kan basıncın­ efferent arteriyolleıin duvarlarındaki jukstaglome-
daki değişikliklere eşlik edecek olan GFR ve böb­ rüler hücrelerden oluşur. Maküla densa distal tiı-
reklerden su ve madde atılmasındaki potansiyel bülde afferent ve efferent aı teriyollerle temas eden
büyük değişiklikleri önler. Glomerüler filtrasyo- bir grup özelleşmiş epitel hücresidir. Maküla densa
nun, tübüler geri em ilimin ve renal itrahın görece hücrelerinin arteriyollere doğru yönlenm iş hücre
büyüklüğü dikkate alındığında, otoıegiilatör m eka­ içi sekresyon organelleri olan Golgi cihazı içerm e­
nizmalar olmadığında ortaya çıkan renal atılım leri, bu hücrelerin arterlere doğru bir madde salgı-
değişikliklerinden, otoıegiilasyonun kantitatif öne­ layabilecekleıini düşündürmektedir.
mi anlaşılabilir.
Normalde GFR günde 180 litredir, bunun 178.5 M aküla D ensa'da Sodyum K lo rü r Azalm ası
litresi tübülden geri emilir, 1.5 litre/gün sıvı idrarla A ffe re n t A rte riy o lle rd e G en işlem eye Sebep
atılır. Otoregülasyon yokluğunda kan basıncında O lur ve Renin Salgısı A rtar. M aküla densa
kısmen küçük bir artış (100’den 125 mmHg’ya) GFR hücreleri tam olarak anlaşılm am ış olan uyarılar
de benzeri % 25’lik artışa sebep olacaktır (180 L'den aracılığı ile distal tübüle ulaşan sıvının h acim
225 litre/gün). Eğer tübüler geri emilim 178.5/gün değişikliklerini algılarlar. D eneysel çalışm alar,
değerinde sabit kalırsa bu idrarın toplam miktarın­ azalm ış GFR’nin Henle kıvrımında akım ı yavaş­
da 30 mislinden fazla artış yaparak idrar akımını latabileceğim ve çıkan Henle kolunda sodyum ve
46.5 litre/gün'e çıkaracaktır. (GFR ile tubuler geri klorür iyonlarının geri em ilim iııde artışa sebep
emilim arasındaki fark). Toplam plazma miktarı sa­ olarak m aküla densa hücrelerine ulaşan sodyum
dece 3 litre olduğu için böyle bir değişiklik kan h ac­ klorür konsantrasyonunun azalm asına yol a ça ­
mini çok çabuk tüketecektir. b ileceğ in i düşündürm ektedir. Sodyum klorür
292 ÜNİTE V • Böbrekler ve Vücut Sıvıları

Glomerül epiteli

er hücreler

arteriyol

arteriyol
iç elastik lamina

Düz kas
hücreleri
Ş E K İL 2 6 - 14
Bazal membran Jukstaglom erüler apareyin yapısı ve
nefron fonksiyonunun kontrolünde olası
Distal tübül rolü.

yoğunluğundaki bu azalm a, m aküla densadan,


iki etkiye sahip bir uyarıyı başlatır (Şekil 26-15):
( 1 ) afferent aıterio l direncini azaltarak glom erü­
ler hidrostatik b asın cı artırır ve G FR’nin norm ale
dönm esine yardım eder ve ( 2 ) reninin esas d ep o ­
landığı yer olan afferent ve efferent arteriyollerin
jukstaglom erüler hücrelerind en serb estlem esini
artırır. Bu hücrelerden salgılanan renin, bir e n ­
zim görevi yaparak anjiyotensin H’ye d önüşecek
olan anjiyotensin I yapım ını artırır. Son u çta a n ji­
yotensin II efferent arteriyolleıi daraltır, böylece
glom erüler hidrostatik basın cı artırarak GFR’yi
norm ale doğru çevirir.
Arteryel basınç değişiklikleri sırasında etkin bir
GFR otoıegülasyonu için tü büloglom erüler feed ­
back m ekanizm anın bu iki kom p on en ti birlikte
çalışarak özel anatom ik bir oluşum olan ju k stag ­
lom erüler aparey aracılığı ile hem afferent hem
efferent aıteriyollere feedback uyarılar gönd erir­
ler. Bu m ekanizm aların her ikisi birlikte çalışır­
ken arteryel b asın çta 75 m mHg ile 160 m m H g
arasında geniş oynam alar olsa bile GFR çok az
değişir.

Böbrek Perfüzyonunun Azalması Sırasında Anjiyo­


tensin II Yapımının Blokajı G FR'yi Daha da Azaltır.
Yukarıda tartışıldığı gibi b öb rek perfüzyon b asın cı n o r­
m alin altına d ü ştü ğü za m a n an jiy o ten sin H’nin efferent
arteı iyollerde d a h a baskın olan daraltıcı etkisi g lo m e rü ­
ler h idrostatik b asın ç ta ve G FR ’de ciddi azalm aların ö n ­
len m esin e yardım eder. B öb rek arteriyel b asın cı n o rm a ­
lin altın a d ü ştü ğ ü n d e an jiyo ten sin II y apım ın ı b a sk ıla ­
Arteryel kan basıncının azalınası esnasında glmerüler filtrasyon yan (anjiyoten sin d ö n ü ştü rü c ü en zim in h ibitörleı i), v e ­
hızı ve glomerüler hidrostatik basıncın otoregiilasyonunda ya anjiyotensin etkisini bloke eden (an jiy oten sin II aııta-
maküla densa feedback mekanizması. gonistleri) ilaçların verilm esi GFR'de h er za m an k in d en
BÖLÜM 26 • Böbreklerde İdrar Oluşumu: I. Glomerüler Filtrasyon, Böbrek Kan Akımı ve Kontrolleri 293

d a h a fazla az alm a y a yol açar. Bu neden le böbrek arter li et yem eği yedikten so n ra 1 veya 2 sa a t için d e GFR ve
sten ozu olan (böbrek arterin d e kısm i tıkanıklık) yüksek b öb rek kan ak ım ın da % 20-30’luk artış olur.
kan b asın çlı h astaların tedavisi e sn asın d a bu ilaçların Bu artışın kesin m ek an izm a tam o larak a n la şılm a m ış­
ku llanılışının ö n em li bir yan etkisi, G FR ’niıı akut böbrek tır fakat olası açıklam alardan birisi a şa ğ ıd a k i gibidir:
yetersizliğine s e b e p olacak kadar azalm asıdır. Yine de, Protein den zen gin yem ek kan aıııin o asit düzeyin i artırır.
takip altın da, GFR de ciddi a z alm a olm adığı sürece anji- Bunlar p roksim al tübü ld en geri emilir. A m ino asit ve
y oten sin II b lokajı y ap a n ilaçlar, h ipertan siyon , k o ııjestif so d y u m proksim al tübüllerden birlikte geri em ildiği için
kalp y etm ezliği ve d iğer birçok ko şu ld a yararlı olabilecek artm ış am in o asit geri em ilim i aynı z a m a n d a prok sim al
tedavi ajanlarıdır. tü bü ld en so d y u m geri em ilim ini de teşvik eder. M akula
d e n say a u la şa n sod y u m m iktarındaki b u a z a lm a y u k arı­
d a b ah sed ild iği gibi liib ü loglom erü ler fe e d b a ck m e k a ­
GFR’nin ve Böbrek Kan Akımının n izm a aracılığı ile afferent arteriyolde d iren ç d ü şm e sin e
Miyojenik Otoregülasyonu n eden olur. Afferent arteriyolde diren ç a z a lm a sı reııal
kan akım ı ve G FR ’yi yükseltir. A rtm ış GFR, üre gibi p r o ­
Oldukça sabit bir GFR ve böbrek kan akımının de­ tein m etab o lizm asın ın yıkım ürünlerinin atım ın ı artırır­
ken, sod y u m atım ının h em en tam am en n o rm al sın ırlar­
vam ına katkıda bulunan ikinci bir mekanizma, ar-
d a k alm asın a olan ak tanır.
teryel basıncın artm ası esnasında gerime karşı
Kontrolsüz diabetes mellituslularda kan glikoz düzeyi
kan dam arlarının tek tek direnç yeteneğine veri­ çok yükseldiği zaman böbrek kan akımı ve GFR’d eki be­
len isim olan m iyojen ik m ekanizm adır. Bütün vü­ lirgin yükselmeyi benzer bir mekanizma ile açıklamak
cutta küçük arterlerde (özellikle küçük arteriyol- mümkündü): Glikoz da, am in o asitlerin b azıları gibi,
leı de) tek tek yapılan çalışm alar damar düz kasla­ p roksim al tübü ld en sody u m ile birlikte geri em ildiği
rının duvar geıim inin artm asına veya damar du­ için, tü b ü lleıe u laşan glikoz m iktarının artm ası, on u n la
varının gerilm esine, kasılarak cevap verdiğini gös­ birlikte fazla sod y u m geri em ilm esin e s e b e p olur, bu da
ıııaküla d e n say a ulaşan sodyum klorüriin az alm a sın a,
termiştir. D am ar duvarının gerilmesi hücre dışın­
tü b ü lo glom eı üler feed back m e k an izm a aracılığıyla a ffe ­
dan hücre içine kalsiyum girişinin artm asına ve
rent arteriyolün gen işlem esin e ve b u n u izleyerek b öb rek
Bölüm 8 ’de anlatılan m ekanizm alarla kasılmasına kan akım ı ve G FR ’de artışa n eden olur.
olanak verir. Bu kasılm a damarın aşırı gerilm esi­ Bu örnekler, renal kan akımı ve G FR ’nin, tiibüloglo-
nin önlenm esinde kullanılır ve aynı zamanda ar- m erü ler feed b ack ile d en etlen en tem el d eğişk en ler o l­
teryel basınç arttığı zaman, damar direncini artı­ m adığın ı gösterm ektedir. Bu feed b ack m e k an izm an ın
rarak, böbrek kan akımının ve GFR’nin aşırı art­ tem el a m acı idrarın so n işlem lerden geçtiği yer olan dis-
m asını önler. tal tübüllere sab it m iktarda sody u m kloriir u la şm a sın ı
Vücuttaki arteriyollerin m uhtemelen pek çoğun­ garantilem ektir. Böylece, m aku la d e n sa d a n ön ceki tü llü ­
ler b ö lged e sod y u m em ilim i artıran h erh an gi bir b o zu k ­
da m iyojenik m ekanizm a çalışıyorsa da bunun
luk, renal kan akım ı ve G FR ’de artışa n e d e n o lacak , b ö y ­
böbrek kan akımı ve GFR otoregülasyonundaki lece su ve so d y u m atılm ası norm al d ü z e y d e tu tu la b ile ­
önemi bazı fizyologlar tarafından sorgulanmakta­ cektir (Şekil 26-15’e tekrar bakınız).
dır çünkü bu basınca duyarlı mekanizmanın GFR P roksim al tübüler geri em ilim az ald ığın d a, olaylar d i­
veya böbrek kan akımındaki değişiklikleri doğru­ zisi aksi y ön de ortaya çıkar. Ö rneğin tetrasiklin gibi ila ç ­
dan algılamasının bir anlamı yoktur. lar veya ağır m etallerle ortaya çıkan p ro k sim al tübül h a ­
sarların d a, tü b ü lü n so d y u m klorür geri e m m e y e te ­
n eğin d e a z alm a vardır. Bunun so n u cu fazla m ik tard a
B ö brek Kan A kım ın ı ve G FR ’yi Artıran Diğer so d y u m klorür distal tübiile ulaşır ve uygun d ü zeltm e
F aktörler: Y ü k s e k P rotein Diyeti ve Kan y ap ılm ad ığın d a hızla aşırı h acim a z a lm a sın a n e d e n olur.
G likozunun A rtm ası Bu ko şu llard a m ak ü la d e n say a u la şa n fazla m ik tard a
so d y u m kloriire yanıt olarak ortaya çıkan, tü biiloglo m e-
Pek çok k o şu ld a GFR ve b öb rek kan akım ı oldukça sab it rüler fe ed b ack ’e bağlı b öb rek d a m ar d a ralm a sı, ön em li
ise de b u p aram e tre le rin an lam lı olarak değiştiği d u ru m ­ düzeltici m ek an izm alard an birisidir. I3u örn ek ler s o d ­
lar vardır. Ö rn eğin [azla protein alınmasının hem GFR yum klorür, diğer tübüler sıvı soliitleri vc tü b ü ler sıvı h a ­
hem böbrek kan akımını artırdığı bilinir. Kronik olarak cim lerinin distal tübiile uygun h ızd a u la şm a sın ı ve b ö y ­
yüksek protein li diyette, diyetle fazla et alındığı hallerde lece b u m addelerin uygun m iktarların ı id rarla itrah et­
old u ğ u gibi, GFR ve b ö b rek kan akım ı artışı kısm en b ö b ­ m eyi garan tilem ed e feed b ack m ek an izm aların ön em in i
reklerin b ü y ü m e sin e bağlıdır. A ncak kişi yüksek p rotein ­ gösterir.

REFERANSLAR
A rendshorst W J, N avar L G : R en a l circulation m em lar ultrafiltration. N En gl J M ed 148: ogy. In M cG regor G A , S ev er P (ed s): C ur­
and glom erular hem odynam ics. In Sch rier 2 7 7 , 1977. rent A dvances in A C E Inhibition. London:
R W , G ottschalk C W (ed s): D iseases o f the Davis JO , Freem an RH : M cchunism s regulat­ C hurchill Livin g ston e, 1 9 93.
Kidney. 5th ed. B o sto n : L ittle, B row n , ing renin release. Physiol R e v 5 6 :1 , 1976. Hull J E , Brands M W : Intrarenal and circu lat­
1993. Dworkin L D , Bren n er B M : T h e renal circu la ­ ing angiotensin 11 and renal fun ction. In
Braam B , M itch ell K D , K oom ans H A , Navar tions. In B renner B M , R e c to r F C (ed s): T h e R obertson J I S , N icholls M G (ed s): T h e
LG : R elevan ce o f the tubuloglom erular Kidney. 5th ed. Philadelphia: \VB Saunders R cnin-A ngiotensin S y stem . Lon don: G ow er
feedback m echanism in pathophysiology. J C o, 1996. M edical Publishing, 1 9 9 3 .
A m S o c N ephrol 4 :1 2 7 5 , 1 9 93. Hall JF., Brands M W : Intrarcnal actions o f an­ Hall J E , Guyton A C , B rands M W : C ontrol o f
B renner B M , H umes H D : M ech an ics o f glo- giotensin It: physiology and palhophysiol- sodium excretion and arterial pressure by
294 ÜNİTE V • Böbrekler ve Vücut Sıvıları

intrarenal m echanism s and the renin-angio- Persson A EG , B oberg U: T h e Juxtaglom erular and lymphatics. In Seld in D W , G ieb isch G
tensin system. In Laragh JH , B ren n er B M Apparatus. Amsterdam, Elsevier, 1988. (eds): T h e K idn ey— Phy sio lo g y and Patho­
(ed s): H ypertension: Pathophysiology, D iag­ Schnerm ann J , Haberle D A , D avis JM , Thurau physiology. 2nd ed. N ew Y o rk : Raven
nosis, and M anagem ent. 2nd ed. New Y ork: K : Tubuloglom erular feedback control o f Press, 1992.
Raven Press, 1995. renal vascular resistance. In NVindhager E E V altin H, S ch afer J : R enal Fu nction. 3rd ed.
Hura C, Stein JH : Renal blood flow. In W ind- (ed): Handbook o f Physiology, S ection 8, Boston: Little, Brow n, 1995.
hager E E (ed): H andbook o f Physiology, Renal Physiology. New Y ork: Oxford U ni­ Van V liet, B N , Hall JE , Loh m eier T E , M izelle
Sectio n 8, R en al Physiology. New York: versity Press, 1992. H L: Renal circulation. In Bennett T , G ardi­
Oxford U niversity Press. 1992. Sm ith H\V: T h e Kidney: Structure and Fu nc­ ner S (eds): Nervous C on trol o f B lo o d V e s ­
Kriz W , K aissling B : Structural organization tion in Health and D isease. N ew Y ork: O x ­ sels. London: Harwood A cad em ic Pu blish­
o f the m am m alian kidney. In Scld in D\V, ford U niversity Press. 1951. ers, 1996.
G iebisch G (eds): T h e lü d n e y — Physiology T isher C C , Madsen K M : Anatomy o f the kid­ Vander A J: Renal Physiology. 4th ed. New
and Pathophysiology. 2nd ed. New York: ney. In Brenner B M , R ccto r F C (eds): T h e Y o rk : M cG raw -H ill, 19 9 1 .
Raven Press, 1992. Kidney. 5th ed. Philadelphia: W B Saunders W esson IG Jr: Physiology o f the Human K id ­
M addox D A , B renner B M : G lo m cm lar ultralil- C o , 1996. ney. New Y o rk: Grune & Stratton, 1969.
tration. In Brenn er B M , R c c to r F C (ed s): Ulfendahl H R, NVolgast M : Renal circulation
T h e K idney, 5th cd. Philadelphia: W B
Saunders C o, 1996.
Böbreklerde İdrar Oluşumu: II.
G lom erüler Filtratın Tübüllerde
İşlenmesi

şılaştırıldığında glom erüler filtrasyon ve tübüler ge­


BÖBREK TÜBÜLLERİ TARAFINDAN ri em ilim işlemi m iktar olarak çok fazladır. Bunun
anlamı, glomerüler filtrasyon veya tübüler geri
GERİ EMİLİM VE SALGILAMA emilimde küçük değişikliklerin idrarla atılmada ol­
dukça fazla değişiklik yapma potansiyeline sahip
Glomerüler filtrat böbrek tiibüllerine girdiği zaman
olduğudur. Örneğin GFR sabit kalırsa tübüler geri
idrar olarak atılmadan önce tübülün birbirini izle­
emilimde 178.5 litreden 160.7 litreye %10'luk, aza­
yen kısımları boyunca akar -proksim al tiibül, R en­
lış, günlük idrar hacmini 1,5 litreden 19.3 litreye çı­
le kıvrımı, distal tiibül, toplayıcı tiibül ve nihayet
karacaktır (hemen hem en 13 misli artış). Ancak
toplayıcı kanal- Bu yol boyunca bazı maddeler se-
gerçekte tübüler geri emilim ile GFR değişiklikleri
lektif olarak tübülden kana geri emilir, bazıları ise
arasındaki yakın koordinasyon nedeni ile idrar it-
kandan tübül lümenine salgılanır. Sonunda idrar
rahında büyük oynamalar engellenir.
oluşur ve idrardaki bütün maddeler aşağıda göste­
İkinci olarak, seçicilikten oldukça uzak olan (pro­
rildiği gibi-glomeıüler filtrasyon, tübüler geri emi-
teinler veya proteinlere bağlı maddeler dışında,
lim ve tübüler salgılamadan oluşan-üç ana böbrek
plazmadaki çözülen maddelerin hepsi filtre edilir)
işlem inin toplamını temsil eder.
glomerüler filtrasyondan farklı olarak, tübüler geri
em ilim seçicidir. Glikoz ve am inoasitler gibi bazı
İdrarla atım = Glomerüler Filtrasyon
maddelerin hem en hem en tam amı tübüllerden ge­
-Tübüler geri emilim+Tübüler salgılama
ri emilir, böylece idrarla atılma hızları sıfırdır. Plaz­
madaki sodyum, klorür ve bikarbonat gibi birçok
Birçok maddenin idrarla son atılım hızını sapta­
iyon da, oldukça yüksek geri em ilim e sahiptir fakat
mada geri emilim, sekresyondan çok daha önemli
bunların geri emilim ve idrarla atılma hızları vücu­
rol oynar. Ancak sekresyon, idrarda çıkan potas­
dun ihtiyacına bağlı olarak değişkendir. Diğer ta­
yum iyonları, hidrojen iyonları ve birkaç başka
raftan üre ve kreaünin gibi bazı yıkım ürünleri tü ­
m addenin önemli kısmından sorumludur.
büllerden çok az emilir ve oldukça fazla miktarda
itrah edilirler.
Böylece böbrekler, faiklı maddeleri geri emdikleri
Tübüler Geri Emilim Seçicidir ve Miktar hızı kontrol ederek, vücut sıvılarının bileşiminin ke­
Olarak Fazladır sin kontrolü için gerekli bir yetenek olan, solütlerin
(çözülen maddeler) birbirinden bağımsız olarak
Tablo 27-1 böbreklerden serbestçe filtre olan ve de­
atılmasını düzenler. Bu bölümde, böbreklerde farklı
ğişik hızlarda geri em ilen birçok maddeyi göster­
maddelerin değişen hızda seçici olarak geri emili-
mektedir.
mine olanak sağlayan mekanizmalar tartışılacaktır.
Bu m addelerden her birinin hangi hızda filtre ol­
duğu şu şekilde hesaplanır:

Filtrasyon = Glomerüler Filtrasyon Hızı


X Plazma Konsantrasyonu TÜBÜLER GERİ EMİLİM PASİF VE
AKTİF MEKANİZMALARI KAPSAR
Bu hesaplamada maddelerin serbestçe filtre ol­
dukları ve plazma proteinlerine bağlanmadıkları Geri emilecek bir madde önce (a) tübüler epitel
farzedilir. Örneğin eğer plazma glikoz konsantras­ mem brandan böbrek hücreler arası sıvısı içine ve
yonu 1 gr/Litre ise günde filtre olan glikoz miktarı sonra (b) peritiibüler kapiller zar aracılığı ile kana
takriben 180 Litre/gün X 1 gr/litreveya 180 gr/gün- geri taşınmalıdır (Şekil 27-1). Bu nedenle su ve so ­
dür. Gerçekte filtre olan glikozun hepsi geri emildi- lütlerin geri emiliminde bir seri taşınm a basamağı
ğinden glikoz geri emilimi de 180 gr/gündür. bulunur. Tübüler epitelden hücreler arası sıvıya ta­
Tablo 2 7 -1 ’de 2 nokta hem en dikkati çeker. Birin­ şınma Bölüm 4 ’te vücudun diğer m em branların-
cisi birçok m addenin idrarla atılan m iktarı ile k a r­ dan geçişler için tartışılmış olan bazı m ekanizm a­

295
296 ÜNİTE V • Böbrekler ve Vücut Sıvıları

TABLO 27 - 1
D eğişik M addelerin Böbrekler Tarafından Filtrasyon, Geri Emilim ve Salgılanma Hızları

Filtre olan Geri emilen Itrah edilen Filtre olan yükün


Miktar Miktar Miktar geri em ilm e %’si

Glikoz (gr/gün) 180 180 0 100


Bikarbonat (inF.q/gün) 4,320 4,318 2 >9 9 .9
Sodyum (m Eq/gün) 25,560 25,410 150 99.4
Klor (m Eq/gün) 19,440 19,260 180 99.1
Potasyum (m Eq/giin) 756 664 92 87.8
Ure (gr/gün) 46.8 23.4 23.4 50
Kreatinin (gr/gün) 1.8 0 1.8 0

lar kullanılarak, aktif veya pasif yollarla gerçekleşti­ önem li kısmı transselüler yolu kullanır. Bazı nef-
rilir. Örneğin soliitler veya su, doğrudan hücre roıı segm entleıinde, özellikle proksimal tübülde,
m em branlarından geçebilecekleri gibi (tram elliiler su da paraseliller yoldan geçer ve suda erimiş
yol) hücreler arasındaki birleşme bölgelerinden de maddeler, özellikle potasyum, magnezyum ve klor
geçebilirler (paraseliller, hücrelerarası yol). Tübüler iyonları, geri emilen sıvı ile birlikte, hücreler ara­
sıvıdan hücreler arası sıvıya geçtikten sonra, su ve sından taşınır.
soliitler peıitübüler kapiller duvara kadar olan yolu
katedeıek kolloid osmotik ve hidrostatik kuvvetler Tübüler M em bran Aracılığı ile Prim er A k tif
aracılığı ile ııltrafiltrasyon (kitle akım ı) ile kana ge­ Transport ATP'nin Hidrolizine Bağımlıdır. Pri­
çerler. Peritübiiler kapillerler, diğer birçok kapille- m er a k tif taşınmanın özelliği solütleriyoğunluk ve­
rin venöz ucu gibi davranmaktadır, çünkü burası, ya elektriksel gradyana zıt yönde taşıyabilmesidir.
sıvı ve maddelerin hücreler arası alandan damar Bu aktif taşınma için gereken enerji, m em brana
içine geri emilmesini sağlayan net güçlerin bulun­ bağlı ATP az enzimi aracılığı ile ATP’nin hidrolizin­
duğu bölgedir. den sağlanır. Solütleri bağlayan ve m em brandan
geçiren ATPaz, aynı zamanda transport m ekaniz­
masının bir bileşenidir. Primer aktif taşıyıcılar ara­
sında, sodyıım-potasyıım ATP az, hidrojen ATPaz,
Aktif Taşıma
hidrojeıı-potasyum ATP az ve kalsiyum ATP az sayı­
labilir.
Aktif transport, bir maddeyi elektıokimyasal gıad-
yana zıt yönde taşıyabilir ve metabolizmadan elde
edilecek enerjiye gereksinim duyar. Adenozin tri-
fosfatın (ATP) hidrolizi gibi, bir enerji kaynağıyla
doğrudan eşleşmiş olan transport, prim er a k tif
transport olarak isimlendirilir. Buna güzel bir ör­
nek, böbrek tübiillerinin birçok bölümü boyunca
fonksiyon yapan sodyum-potasyum ATP az pom ­
pasıdır. İyon farkından kaynaklanan enerjide oldu­
ğu gibi, bir enerji kaynağı ile dolaylı olarak eşleşen
transporta, sekoııder a k t if transport denir. Böbrek
tübiilünden glikozun geri emilimi, sekoııder aktif
transporta örnektir. Maddeler tübüller tarafından
aktif ve/veya pasif mekanizmalarla geri emilirler,
su daima pasif fizik mekanizmalarla, yani fazla su,
az soliit yoğunluğu bulunan bölgeden; fazla solut,
az su bulunan bölgeye doğru geçişi anlamına gelen
osmoz ile emilir.

M a d d e le r Epitel Hücreleri İçinden veya A ra ­


sından Taşınabilir. Diğer epitel hücreleri gibi b ö b ­
rek tübül hücreleri de sıkı bağlarla (tiglıt junctioıı)
bir arada tutulurlar. Hücreler arası yan boşluklar Ş E K İL 27 - 1
bu sıkı bağlantıların arkasında kalır ve tübül epitel Filtre olan sıı ve soliitlerin tübüler Iümenden epitel hücrelerini
hücrelerini birbirinden ayırır. Solütler transseliiler geçerek renal interstisyıım yoluyla kana geri emilmesi. Solütler
yolla veya hücreler arasındaki sıkı bağlantılar ve hücrelerin içinden (transselüler yol) pasif difüzyon veya aktif
hücreler arası mesafeyi geçerek paraseliller yolla taşınma ile veya hücrelerin arasından (paracelıılar yol) difiiz-
yonla geçerler. Su hücreler içinde veya arasından osm oz ile nak­
geri em ilebilir veya salgılanabilirler. Sodyum her ledilir. Su ve solütlerln hücreler arası mesafeden peritiibüler
iki yolla geçebilen bir madde olm asına karşın kapillere geçmesi ııltrafıltrasyon (kitle akımı) ile olur.
BÖLÜM 27 • Böbreklerde İdrar Oluşumu: II. Glomerüler Filtratın Tübüllerde İşlenmesi 297

Şekil 27-2'de gösterildiği gibi primer aktif taşın­ manda glikoz ve amino asitler gibi diğer maddelerin
maya güzel bir örnek, proksimal tübül membranın- sekonder aktif taşınmasında da oldukça önemlidir.
dan sodyumun geri emilmesidir. Tübüler epitel Böylece, tübüler lümenden kana net sodyum ge­
hücresinin bazolateral tarafında, hücre membranı, ri emilimi, en az 3 basamakta gerçekleşir.
ATP’yi hidrolize ederek açığa çıkan enerjiyi, sodyum
iyonunu hücreden, hücreler arası mesafeye taşıma­ 1. Membranın bazolateral tarafındaki sodyum-
da kullanan bol miktarda sodyum-potasyum ATP az potasyum ATP az pompası tarafından oluşturulan
sistemi içerir. Aynı anda potasyum da hücreler arası elektıokimyasal fark ile sodyum, apikal m em braıı
mesafeden hücre içine nakledilir. Bu iyon pompası­ da denen lüminal m em brandan, hücreye doğru di-
nın çalışması, hücre içinde düşük sodyum ve yüksek füze olur.
potasyum yoğunluğunu koruyarak hücre içinde -70 2. Sodyum, luminal m em brandan tubuler hücre
mVolt civarında negatif yük yaratır. Sodyumun b a ­ içine bazolateral m em brandan sodyum-potasyum
zolateral membrandan hücre dışına pompalanma­ ATP az aracılığı ile konsantrasyon ve elektriksel far­
sı, hücrenin liim inal membranından sodyumun di- ka zıt yönde taşınır.
füzyonunu kolaylaştırır. Na, tübül lümeninden hüc­ 3. Sodyum, su ve diğer maddeler, hidrostatik ve
reye iki nedenle girer: (1) Hücrede sodyum yoğunlu­ kolloid osmotik basınç farklarının yönlendirdiği ult-
ğunun düşük olması (12 mEq/litıe) ve tübüler sıvıda rafiltıasyon denen pasif bir hareketle hücreler arası
sodyum konsantrasyonunun yüksek olması (140 sı\ndan, peritübiller kapiller içine geri emilirler.
mEq/litre) nedeni ile hücreye sodyumu çeken bir
yoğunluk farkı vardır. (2 ) Hücre içindeki negatif -70 Tübüler M em bran Yolu ile Sekonder A k tif
mVolt potansiyel farkı pozitif yüklü sodyum iyonla­ Transport. Sekonder aktif taşınmada, iki veya daha
rını tübüler lümenden hücre içine çeker. fazla madde özel bir membran proteini (taşıyıcı bir
Sodyumun, sodyum-potasyum ATP az aracılığı ile molekül) ile ilişkiye girer ve hücre membranından
aktif geri emilimi, tübüllerin büyük bölümünde gö­ birlikte nakledilir. Bir madde, örneğin sodyum,
rülür. Nefronun bazı kısımlarında, fazla miktarda elektıokimyasal gradyan yönünde hücreye girerken
sodyumun hücre içine geçişini kolaylaştıran bazı açığa çıkan enerji bir başka maddeyi, mesela gliko­
yapılar bulunur. Proksimal tiibülde membranın lü- zu elektıokimyasal yoğunluk farkına rağmen içeri
ıııinal tarafında (lümene bakan tarafı) yüzey alanını taşır. Böylece sekonder aktif taşınma, ATP’den veya
takriben 2 0 kez artıran yoğun bir fıı çamsı kenar var­ başka yüksek enerjili fosfat kaynaklarından doğru­
dır. Aynı zamanda mem bıanın luminal yüzeyinde, dan enerji kullanmaz, burada kullanılan enerjinin
sodyum iyonlarını lümiııal taraftan bağlayan ve kaynağı, kendi elektıokimyasal gradyanı yönünde
hücre içine bırakarak sodyumun membrandan k o ­ taşınan başka bir maddenin, eşzamanlı kolaylaştı­
laylaştırılmış difiizyonla hücreye taşınmasını sağla­ rılmış difuzyonu sırasında açığa çıkan enerjidir.
yan sodyum taşıyıcı proteinler vardır. Sodyum taşı­ Şekil 27-3, proksimal tübiilde glikoz ve am ino-
yıcı proteinler, daha sonra değinileceği gibi, aynı za- asitlerin sekonder aktif taşınm asını gösterm ekte­
dir. Her iki madde için de fırçamsı kenardaki özel
bir taşıyıcı protein, sodyum iyonu ile am inoasit ve­
ya glikoz molekülünü aynı anda bağlar. Bu taşınm a
mekanizmaları, gerçekte bütün glikoz ve am ino-
Peritübüler I > Tübül epitel ; Tübül
Kapiller İ \ hücresi J Lümeni asitleıi tübüler lümenden taşıyabilecek kadar et­
kindir. Hücreye girdikten sonra glikoz ve am ino-
asitler, hücre içi yüksek glikoz ve am inoasit yoğun­
luğunun yönlendirdiği kolaylaştırılmış difüzyoıı ile
bazolateral membrandan dışarı çıkarlar.
Glikozun kimyasal gıadyana zıt yönde taşınması,
doğrudan ATP kullanmasa da, glikozun emilimi,
( - 3 ınV)
bazolateral membrandaki sodyum -potasyum ATP
az pom pasının harcadığı enerjiye bağlıdır. Bu
pom panın aktivitesi, sodyumun, luminal m em bra-
nı kolaylaştırılmış diffüzyonla geçebilm esi için ge­
Fırçamsı kenar reken elektıokimyasal gradyanı korur ve sodyu­
(Luminal membran) mun hücre içine bu yokuş aşağı diffüzyonuyla, gli­
kozun luminal yüzeyden eş zamanlı “yokuş yukarı”
Hücrelerarası Bazal Sıkı bağlantı
taşınması için gerekli enerjiyi sağlayan, işte bu
sıvı membran Hücrelerarası boşluk
gradyandır. Bu yüzden glikozun bu şekilde emilimi
Ş E K İL 27 - 2 “sekonder aktif transport” olarak isimlendirilir,
Tübüler epitel hücrelerinden sodyumun aktif taşınmasının ana çünkü glikozun kendisi bir kimyasal gıadyana zıt
mekanizması. Bazolateral membrandaki sodyum potasyum yönde em ilir am a bu, sodyum un prim er aktif
pompası hücre içindeki sodyumu hücre dışına taşıyarak hücre tıansportuna "sekonder”dir.
içinde negatif elektrik yükü ve düşük sodyum yoğunluğu
Hatırlanması gereken bir başka önemli nokta,
yaratır. Düşük hücre içi sodyum yoğunluğu ve negatif elektrik
yük sodyum iyonlarının tübül lümeninden fırçamsı kenar yolu geri emilim işleminin diğer basamakları pasif olsa
ile hücre içine difiize olmasına neden olur. bile, emilimde yer alan en az bir basamağın primer
298 ÜNİTE V • Böbrekler ve Vücut Sıvıları

Hücreler Tübüler Tübüler


cılık eder. Sodyum hücre içine taşınırken hidrojen
arası alan hücre lümen iyonları aksi yönde dışarı doğru lümen içine aktarı­
lır. Primer ve sekonder aktif taşınm anın ana ilkele­
ri ayrıntılı olarak bölüm 4 ’te tartışılmıştır.

Pinositoz-Proteinlerin Emiliminde A k tif Bir Ta­


şınma Mekanizması. Tübülün bazı kısımları, özel­
likle proksimal tübül, proteinler gibi büyük m ole­
külleri pinositoz ile geri emer. Bu işlemde, protein
lumiııal m em branın fırçam sı kenarına tutunur,
sonra hücre içine doğru çukurlaşır sonra da göm ü­
lür ve proteini içeren bir vezikül (kesecik) oluşur.
Bir kez hücre içine girince, protein, amiııo asitleri­
ne yıkılır ve sonra bazolateral m em bıandan hücre­
ler arası sıvıya geri emilir. Pinositoz, enerji gerektir­
diği için, bir çeşit aktif taşınm a olarak kabul edilir.

A ktif Olarak Geri Emilen M ad d eler için M aksi­


mum Taşınma. Aküf olarak geri em ilen veya salgı­
lanan solütlerin pek çoğunun taşınabilm esinde bir
sınır vardır ki sıklıkla buna taşım a m aksim um u
(maksimum transport) denir. Bu sınır, tübüllere,
taşıyıcı proteinler ve taşım a sürecinde yer alan öz­
gül enzimlerin kapasitesini aşan miktarda madde
ulaştığı zaman, (tübüle ulaşan madde miktarına
tübüler yük denir) spesifik taşım a sistem lerinin
Sekonder aktif aşınma mekanizmaları. Üstteki iki hücrede, tü­ doyması nedeniyle ortaya çıkar.
büler epitel hücrenin fırçamsı kenarından aminoasit ve gliko­ Proksimal tiibüldeki glikoz taşıyıcı sistem güzel
zun sodyumla birlikte taşınması (Co-transport) ve bazolateral
ınembrandan kolaylaştırılmış diffzyonla hücreler arası alana bir örnektir. Normal koşullarda idrarda ölçülebilir
geçişleri gösterilmektedir. Alttaki hücrede, hidrojen iyonunun glikoz görülmez, çünkü filtre olan glikozun hepsi
zıt taşınması gösterilmiştir. Hidrojen iyonu fırçamsı kenarı ge­ proksimal tübülden geri emilir. Fakat filtre olan
çerek, hücre içinden tübüler lümene taşımr.Sodyum iyonları­
nın hücre içine girişi, bazolateral membrandaki Na-K ATPaz
yük, tübülün glikoz em ebilm e kapasitesini aştığı
pompasının sağlandığı elektrokimyasal gradyan sayesinde, yo­ zaman idrarla glikoz atılır.
kuş aşağı bir taşınmadır. Sodyum için oluşan bu gradyaııın Yetişkin insanda, glikoz için m aksimal taşım a
enerjisi, hidrojen iyonlarının hücre içinden tübüler lümene kapasitesi, ortalama 320 mg/dakika, halbuki filtre
geçişi için kullanılır.
edilen glikoz yükü sadece 125 mg/ml’dır. [GFR x
plazma glikoz konsantrasyonu = 125 ml/dakika xl
mg/ml]. Filtre olan glikoz yükünü 320 mg/dakika­
nın üstüne çıkaran GFR ve/veya plazma glikoz
veya sekonder aktif olması halinde, bir maddenin konsantrasyonundaki büyük artışlarda filtre olan
aktif taşınm asından bahsedilir. Glikoz geri emili- fazla glikoz geri em ilem eyeıek idrara geçer.
minde sekonder aktif taşınm a lüminal m em bıanda Şekil 27,4, tübüler glikoz yükü, tübüler maksimal
fakat pasif kolaylaştırılmış difüzyon bazolateral glikoz taşınması ve idrarla glikoz atılm a hızı arasın­
m em bıanda görülür ve peritiibüler kapilleıde pasif daki ilişkiyi gösteriyor. Tübüler yük norm al değe­
kitle akımı ortaya çıkar. rinde olduğu zaman (125 mg/dakika) idrarla glikoz
kaybı olmadığına dikkat ediniz. Ancak, tübüler yük
Tübüller İçine Sekonder A k tif Salgılama. Birkaç 2 2 0 mg/dakika’nın üstüne çıktığında, az miktarda

madde, tübüllere sekonder aktif taşınma ile salgıla­ glikoz idrarda görünmeye başlar, bu noktaya glikoz
nır. Bu genellikle sodyum iyonu ile zıt yönde (coıııı- için eşik denir, idrarda, glikozun (eşik değer) m a k ­
ter transport) bir taşımadır. Zıt yönde taşımada, sim al taşınmaya ulaşılm adan önce görülm eye b a ş­
maddelerden birinin düşük yoğunluğa doğru ta­ ladığına dikkat edilmelidir. Eşik değer ile m aksimal
şınm asından açığa çıkan enerji (örneğin sodyum taşınm a arasındaki bu farkın bir nedeni bütün nef-
iyonu), ikinci maddenin yüksek yoğunluğa doğru roııların glikoz için aynı m aksimal taşım a kapasite­
aksi yönde taşınm asını mümkün kılar. sine sahip olmayışları ve bazı nefronlarııı, diğerleri
Zıt taşınmaya bir örnek, şekil 2 7 -3 ’te gösterildiği kendi maksimal sınırlarına erişm eden önce glikozu
gibi, proksimal tübülün lüminal m em branında itrah etmeleridir. Bütün ııefronlar glikoz geri em ili­
sodyum geri emilimiyle eşleşmiş olan hidrojen m inde kendi m aksim al taşım a kapasitelerine ulaş­
iyonlarının aktif salgılanmasıdır. Bu örnekte, sod­ tığı zam an böbrek için m aksim al transport k a p a si­
yum ile hidrojenin zıt taşınması ile (couııter trans­ tesine ulaşır.
port) hücre içine sodyum girişi hidrojen çıkışı ile Normal bir bireyin plazma glikoz değeri, asla id­
eşleşmiştir. Bu taşınmaya, lüminal m em branııı fır- rarda glikoz atılmasına yetecek yükseklikte değil­
çam sı kenarında bulunan spesifik bir protein ara­ dir. Oysa kontrolsüz diabetes m ellitıısda plazma
BÖLÜM 27 • Böbreklerde İdrar Oluşumu: II. Glomerüler Filtratın Tübüllerde İşlenmesi 299

farkına ve maddenin tübülde kalma zam anına, ya­


ni tübiiler akım hızını bağlıdır.
Bazı a k tif olarak taşm an m addeler d e zam an ve
yoğunluğa bağlı taşınm a özelliklerine sahiptir. Bir
örnek, proksimal tübiildeki sodyum geri em ilim i-
dir. Proksimal tübülde sodyum geri em ilim inin bir
maksimal taşınma göstermeyişinin asıl nedeni ak­
tif taşınm anın maksimal hızının yanında başka
faktörlerin de geri emilim hızım sınırlamasıdır. Ör­
neğin, proksimal tübülde bazolateıal sodyum -po-
tasyum ATP az pompasının maksimal taşım a kapa­
sitesi genellikle gerçek net sodyum geri em ilim h ı­
zından çok daha fazladır. Bunun nedenlerinden b i­
Filtre olan glikoz yükü risi hücre dışına taşınan sodyumun önem li kısm ı­
(m g/d ak) nın lümene epitelin sıkı bağlantıları yolu ile geri
sızmasıdır. Bu geri sızmanın hızı pek çok faktöre
Ş E K İL 27 - 4 bağlıdır. Bunlar: (a) sıkı bağlantıların geçirgenliği
Filtre olan glikoz yükü, böbrek tübüllerindeıı glikoz geri çinilim ve (b) hücreler arası sı\adan peritübiiler kapillere
hızı ve idrarla glikoz itrah lıızı arasındaki ilişkiler. Maksimum kitle akımı hızını tayin eden hücreler arası fiziksel
taşınma, glikozun tlibülden maksimal olarak geri emilebileceği
hızdır. Glikoz eşiği glikozun idrarda ilk görülmeye başladığı an­ kuvvetlerdir. Bu nedenle proksimal tübülde sod­
daki filtre olan glikoz yükünü gösterir. yum taşınması tübüler maksimal taşınm adan çok,
zaman ve yoğunluğa bağlı taşınma (gradient-time
transport)nın prensiplerine uymaktadır. Bu d e­
mektir ki proksimal tübülde sodyum konsantras­
glikoz değeri filtre olan glikozun maksimal taşınma yonu ne kadar yüksek ise geri emilim hızı da o d en­
kapasitesini aşmaya yetecek ve idrarda glikoz atıl­ li fazladır. Aynı zamanda tübüler sıvı akım hızı ne
m asına neden olacak kadar yükselebilir. Tübüller- denli yavaşsa, proksimal tübülden geri em ilebile-
den aktif olarak geıi em ilen maddeler için önemli cek sodyum yüzdesi o kadar fazladır.
maksimal taşım a kapasitelerinden bazıları aşağı­ Nefronun daha alt (distal) kısımlarında epitel
daki gibidir. hücreleri çok daha sıkı bağlantılara sahiptir ve çok
daha az miktarda sodyum geçişi olur. Bu bölgeler­
Madde Maksimal taşınma de sodyum geri emilimi diğer aktif geri em ilim gös­
Glikoz 320 mg/dakika teren maddeleıinkine benzer şekilde m aksimal ta ­
Fosfat 0.10 mM/dakika şınma gösterir. Ayrıca bu maksimal taşınm a aldos-
Sulfat 0.06 mM/dakika teron gibi bazı hormonlara yanıt olarak artar.
Aminoasitler 1,5 mM/dakika
Ürat 15 mg/dakika
Laktat 75 mg/dakika
Plazma proteini 30 mg/dakika Osmoz ile Su Geri Emilimi Başlıca
Sodyum Geri Emilimi ile Eşleşir
A k tif O larak Salgılanan Maddelerin Taşıma
Maksim um ları. Aşağıda gösterildiği gibi aktif ola­ Solütler aktif veya pasif taşınma ile tübül dışına nak­
rak salgılanan maddeler de maksimal taşınma gös­ ledildikleri zaman yoğunlukları hücreler arasında
terir. artarken tübül içinde azalır. Bunun yarattığı kon­
santrasyon farkı,.suyun solütle aynı yönde, tübül lil-
Madde Maksimal Taşınma meninden hücreler arası mesafeye doğru osmozuna
Kreatinin 16 mg/dakika neden olur. Böbrek tübüllerinin bazı kısımlarının,
Paraaminohippüıik asit 80 mg/dakika özellikle proksimal tübülün suya karşı fazla geçirgen
olması, su geri emiliminin çok çabuk olmasına ne­
Taşınan Fakat Maksimal Transportu Olmayan den olduğundan, tübül membranının iki tarafı ara­
M addeler. Aktif olarak taşınan solütlerin sıklıkla sında çok az bir solüt yoğunluk farkı vardır.
maksimal taşınm a kapasitesi olmasının nedeni tii- Osmotik su akımının büyük kısmı, epitel hücre­
büler yük arttığı zaman taşıyıcı sistem in doygunlu­ leri arasındaki sıkı bağlantı bölgeleri aracılığı ile ol­
ğa ulaşmasıdır. P asif ola ra k geri emilen m addeler duğu kadar hücreler yolu ile de olur. Bunun nedeni
m aksim al taşınm a göstermezler çünkü taşınma daha önce tartışılmış olduğu gibi, hücreler arasın­
hızlarım ( 1 ) m em brandan maddenin difüzyonu daki sıkı bağlantıların, kelimenin düşündiifdüğü
için elektrokimyasal yoğunluk farkı (2 ) maddeye kadar sıkı olmayıp su ve diğer küçük iyonların
karşı m em branın geçirgenliği ve (3) maddenin bu­ önemli miktarda geçm esine izin vermesidir. Bu
lunduğu sıvının tübülde kalma süresi gibi başka özellikle, suya karşı oldukça geçirgen, sodyum,
faktörler belirler. Bu tip taşınmaya, zam an a ve fa r ­ klor, potasyum, kalsiyum ve magnezyum gibi iyon­
ka bağlı (gradient-time transport) taşınma denir, lara daha az fakat önemli geçirgenliği olan proksi­
çünkü taşınm a lıızı elektrokimyasal konsantrasyon mal tübül için doğrudur.
300 ÜNİTE V • Böbrekler ve Vücut Sıvıları

Su, osmozla sıkı bağlantılardan geçerken aynı za­


manda solveııt sürüklem esi denen bir mekanizma
ile, beraberinde solütlerin bazılarını da taşır ve su­
yun, organik solütlerin ve iyonların geri emilimi,
sodyum geri emilimi ile eşleştiği için, sodyum geri
emiliminde değişikliğin su ve diğer birçok solütiin
geri em ilimi üzerine önem li etkisi olur.
Nefronuıı en distal kısmında ilen le kıvrımların­
dan itibaren toplayıcı tübüle kadar olan kısımlarda
sıkı bağlantılar, su ve solütlere karşı çok daha az ge­
çirgen hal alır ve epitel hücrelerinin yüzey genişliği
de oldukça azalmıştır. Bundan dolayı su osmoz ile
kolaylıkla nıem branı geçemez. Antidiiiretik hor­
m on (ADI-I) distal ve toplayıcı tübüllerde su geçir­
genliğini, daha sonra tartışılacağı gibi, büyük oran­
da artırır.
Böylece, tübüler epitelden su geçişi, osmotik
fark ne kadar fazla olursa olsun, ancak m em bran
suya geçirgen ise ortaya çıkabilir. Proksimal tübül-
de su geçirgenliği daima fazladır ve su, solütler ka­ Sodyıımun geri emiliıniııe üre, klorür ve su geri emilimin eşlik
dar çabuk emilir. Ile n le ’nin çıkan kolunda su ge­ etme mekanizmaları.
çirgenliği daim a düşük olduğundan büyük osm o­
tik farka karşın hem en hiç su geri em ilimi olmaz.
Tiibülün son kısımlarında -distal tübül, toplayıcı
tübül ve toplayıcı kanallar- su geçirgenliği Bir başka metabolizm a yıkım ürünü kreatinin,
ADH’nun varlığı veya yokluğuna bağlı olarak yük­ üreden daha büyük bir moleküldür ve tübüler
sek veya düşük olabilir. membran buna özellikle geçirgen değildir. Bu n e ­
denle kreatininin filtre olan kısmı hem en hem en
hiç geri emilime uğramaz ve pratik olarak glome-
Pasif Difüzyonia Klorür, Üre ve Diğer riılden filtre olan kreatinin tümü idrarla atılır.
Maddelerin Geri Emilimi

Epitel hücreleri boyunca sodyum geri emildiğinde


klorür gibi negatif iyonlar, elektrik potansiyeli ne­
deni ile sodyum ile birlikte taşınır. Yani pozitif yük­ NEFRONUN DEĞİŞİK KISIMLARIN­
lü sodyum iyonları lümen dışına çıkarken hücrele­
rarası mesafeye göre lünıen içini daha negatif yük­
DAN GERİ EMİLİM VE SALGILAMA
lü bırakır. Bu, hücreler arası yolla (paracelular
Daha önceki bölümlerde, tübüler m em brandan su
pathway) klorür iyonlarının pasif olarak difüzyo-
ve solütlerin taşınmasındaki ana prensipler tartışıl­
nuna neden olur. Su tübülden osmoz ile geri enıil-
mıştı. Bu genelleme akılda tutularak, şimdi de tü-
diği zaman, tübül lümeni içinde klorür iyonunun
büllerin belirli bölgelerinin özel atını işlem lerinde
yoğunluk artışı nedeni ile ilave klorür geri emilimi
uyguladıkları farklı özellikler tartışılabilir. Sadece
olur. (Şekil 27-5) Böylece elektrik potansiyeli ve
miktar olarak çok önemli olan m addelerin taşınm a
klorür yoğunluk farkı aracılığı ile sodyum iyonu­
fonksiyonları, özellikle sodyum, klorür, su ile ilgisi
nun aktif taşınması, pasif klorür taşınmasıyla ya­
olanlar tartışılacaktır. Bundan sonraki bölümlerde
kından ilişkilidir.
diğer özel maddelerin tübülün değişik bölgelerin­
Klorür iyonları sekoııder aktif taşınm a ile de em i­
den geri emilim ve salgılanması anlatılacaktır.
lirler. Klor geri emilimindeki en önemli sekoııder
aktif transport m ekanizm ası, klorün luıııinal
m em brandan sodyumla birlikte taşınm ası (co-
tıansportu)dur. Proksimal Tübülde Geri Emilim
Üre de, tübülden klorür iyonlarından çok daha
az oranda pasif olarak geri emilir. Suyun tübülden Normalde, filtre olan su ve sodyumun yaklaşık
sodyum iyonuna eşlik ederek pasif olarak em ilm e­ % 65’i ve filtre olan klorürün daha az bölümü, filtrat
si sırasında tübül lüm eııinde üre yoğunluğu artar Heııle kulpuna ulaşmadan önce proksimal tübül­
(bkz. Şekil 27-5). Bu artış, ürenin emilimi lehine yo­ den geri emilir. Bu yüzden oranlar daha sonra tar­
ğunluk farkı oluşturur. Ancak üre tübülden su gibi tışılacak olan farklı fizyolojik koşullarda artar veya
fazla geçemez. Bu nedenle glomeriiler kapilleıden azalır.
filtre edilen ürenin yaklaşık yarısı pasif olarak tü­
bülden geri emilir. Metabolizma yıkım ürünü olan Proksimal Tübül Yüksek Bir A k tif ve Pasif G e­
ürenin kalan kısmı idrara geçerek böbrekler tara­ ri Emilim Kapasitesine Sahiptir. Şekil 2 7 -6 ’da
fından bol miktarda atılır. gösterildiği gibi, proksimal tübülün yüksek geri
BÖLÜM 27 • Böbreklerde İdrar Oluşumu: II. Glomerüler Filtratın Tübüllerde İşlenmesi 301

koz ve bikarbonat ve organik iyonlarla taşınarak


geriye klorüıden yoğun sıvı bıraktığından, proksi­
65 %
mal tübülün ikinci yarısında birinci kısmı ile karşı­
laştırıldığında klorür oldukça yüksek yoğunlukta
bulunur (105’e karşı 140 mEq/litre). Tübülün bu
kısmında klorür iyonları, hücreler arası birleşm e
bölgelerinden difiizyonla böbrek hücreler arası sı­
vısına geçerler.

Proksimal Tübül Boyunca Solütlerin Yoğunlu­


ğu. Şekil 27-7 proksimal tübül boyunca değişik
solütlerin yoğunluk değişikliğini gösterm ektedir.
Ş E K İL 27 - 6 Her ne kadar proksimal tübül boyunca sodyum
Proksimal tiibülde başlıca taşınma mekanizmalarının ve hücre m iktarı belirgin şekilde azalırsa da, sodyum y o ­
ince yapısının özellikleri. Proksimal tübül filtre olan sodyumun, ğunluğu (ve total osm olaıite) kısm en sabit kalır
klorürün. bikarbonatın ve potasyumun yaklaşık %65’ini ve filtre çünkü proksimal tübülün suya geçirgenliği çok
edilen glikoz ve aminoasitlerin hepsini geri emer. Proksimal
tübül aynı zam anda organik asidleri bazları ve hidrojen iyon­ fazla olduğundan su, sodyumla birlikte geıi emilir.
larını tübüler lümen içine salgılar. Glikoz, am ino asitler ve bikarbonat gibi bazı orga­
nik solütler suya oranla çok daha hızlı emildiğin-
deıı bunların yoğunlukları proksim al tübül b o ­
yunca giderek azalır. Kreatiniıı gibi aktif olarak
em ilem eyeıı ve m em bıam n daha az geçirgen ol­
emilim kapasitesi onun hücresel özelliklerinden duğu diğer organik solütlerin yoğunluğu, proksi­
kaynaklanır. Proksimal tübül epitel hücrelerinin mal tübül boyunca artar. O sm o laıite şeklinde
m etabolik aktiviteleıi oldukça fazladır ve bu aktif yansıyan total solüt yoğunluğu, nefronun bu kıs­
taşınm a işlem lerini destekleyecek bol miktarda m ının suya aşırı geçirgenliği nedeni ile bütün
m itokondıi içerirler. Ayrıca proksimal tübül epitel proksimal tübül boyunca değişm em iş kalır.
hücreleri liiminal (apikal) kısımlarında oldukça ge­
lişmiş fırçamsı kenarlara sahiptir. Ayrıca hücrelera­
rası mesafede fazla miktarda labirent ve kanallar
içerirler ki bunların hepsi birlikte, proksimal tübül
epitel hücrelerinde sodyum iyonu ve diğer m adde­
leri çabuk geıi em ecek geniş bir lüminal mem bran
yüzey artışı sağlar.
Aşırı genişlemiş epitel membran fırçamsı kenarı,
aynı zam anda taşıyıcı protein molekülleri ile de
yüklüdür. Bu taşıyıcılar sodyum iyonunun önemli
kısmının m em brandan amino asitler ve glikoz gibi
organik besin maddeleri ile birlikte taşınm asında
(co -transport) rol alırlar. Sodyumun kalan kısmı lü-
m enden başka maddeleri salgılarken sodyumu
hücre için taşıyan zıt taşınma (counter transport)
mekanizm ası ile alınır. Bölüm 30 ’da anlatıldığı gibi
hidrojen iyonlarının tübül lümenine salgılanması
bikarbonat iyonlarının lüm enden alınm asında
önem li bir basamaktır, (H+ ve H C 03- bileşerek
H2 C 0 3 'ü oluşturur, bu, daha sonra H2 O ve C 0 2 ’ye
dönüşür).
Her ne kadar sodyum, kloıür ve suyun m e m b ­
randan geçm esinde esas enerjiyi sodyum -potas-
yum ATP az sağlıyorsa da, proksim al tübülün üst
ve alt kısım larında sodyum ve klorürün tübiil-
Toplam proksimal tübül uzunluğunun %si
den taşınm a m ekanizm alarında bazı farklılıklar
vardır. Ş E K İL 27 - 7
Proksimal tübülün ilk yarısında sodyum, glikoz
Farklı maddelerin yoğunluklarının proksimal tübülün kıvrımlı
am inoasitler ve diğer solütlerle birlikte (co-trans- kısmı boyunca bu maddelerin glomerüler filtrattaki miktar­
port) taşınarak geri emilir. Fakat proksimal tübülün larına göre uğradığı değişiklikler. 1.0 değeri maddenin glom­
ikinci yalısında em ilecek az miktarda glikoz ve erüler filtrattaki değeri ile tübüler sıvıdaki konsantrasyonunun
am ino asit kalır, bunun yerine sodyum, bu yarıda aynı olduğunu gösterir. 1.0den küçük değerler, maddenin
sudan daha fazla geri emiidiğini gösterir, 1.0’den büyük
başlıca klorür iyonları ile birlikte geri emilir. Proksi­ değerler ise maddenin suya oranla daha yavaş emiidiğini gös­
mal tübülün başlangıç kısımlarında sodyum, gli­ terir.
302 ÜNİTE V • Böbrekler ve Viicut Sıvıları

O rg an ik A sit v e Bazların Proksim al Tübülden


Salgılanm ası. Pıoksimal tübül safiri tuzlan, o ksa ­ Henle’nin ince inen
lat, iirat, katekolan ıiııler gibi önemli miktarda or­ kıvrımı
ganik asidleıin ve bazların da salgılandığı kısımdır.
Bu maddelerden çoğu m etabolizm a son ürünleri­
dir ve çabuk bir şekilde vücuttan uzaklaştırılmalı-
dır. Bu m addelerin glomerüler kapilleıden filtras-
yoııa ek olar ak proksimal tübül içine salgılanm ala­
rı ve tübüler sistem in hiçbir yerinden hem en hiç
geri em ilm eyişleri idrarla çabuk atılmalarına katkı­
da bulunur.
M etabolizm a altıklarına ek olarak böbrekler pek
Henle’nin kalın çıkan
çok zararlı potansiyele sahip ilaç ve toksinleri de kolu
tübül hücreleri aracılığı ile tübül liimenine salgıla­
yarak kanı bu maddelerden çabuk bir şekilde te­
mizler. Penisilin ve salisilatlar gibi bazı ilaç örnek­
lerinde olduğu gibi, böbreklerin bu ilaçları çabuk
uzaklaştırması, etkin tedavi dozunun elde edilm e­
sinde problem yaratır.
Proksimal tübülden çabuk salgılanan bir başka
madde, paraaminohippürik asittir (PAH). PAH o
denli çabuk salgılanır ki normal bir şahısta böbreğe
gelen plazmadaki PAH’ın % 90’ı böbreklerden idrar
aracılığı ile itrah edilir. Bu nedenle daha sonra tar­
Ş E K İL 27 • 8
tışılacağı gibi PAH klirensi böbrek plazma akımının (Üstle) inen ince Henle kıvrımının ve (altta) Henle’nin çıkan
kalın bölümünün özellekleri. İnce Henle kıvrımının inen kısmı
göstergesi olarak kullanılabilir. suya karşı oldukça fazla, solütlerin çoğuna karşı ise orta dere­
cede geçirgendir. Ancak az sayada mitokondri içerir ve aktif geri
emilim hiç görülmez ya da çok az görülür. Kalın çıkan Henle
kıvrımı filtre olan sodyum, potasyum ve klorür yükünün
%25'ini ve kalsiyum, bikarbonat ve magnezyumun önemli mik­
Henle Kıvrımından Solüt ve Su tarını geri emer. Bu segment aynı zam anda tübül lümenine
Taşınması hidrojen iyonlarım da salgılar.

Henle kıvrımı, inen ince Henle, çıkan ince Henle ve


çıkan kalın Henle kısımları olarak, fonksiyonu
farklı üç bölgeden oluşur. İnce inen ve çıkan bölge­
ler ism inden de anlaşılacağı gibi fırçamsı kenarı ol­ Çıkan kalın Heııle’de solut geri em ilim inin en
mayan, birkaç mitokondri içeren, metabolikaktivi- önem li bileşeni, epitel hücrelerinin bazolateıal
tesi m inim al olan ince epitel hücrelerine sahiptir m em branlaıındaki sodyum -potasyum ATP az
(Şekil 27-8). pompasıdır. Proksimal tübülde olduğu gibi, kalın
İnce Henle'nin inen kısmı suya çok fazla, üre ve çıkan Henle’de de diğer solütlerin geri em iliminin,
sodyum dahil solütlerin çoğuna orta derecede ge­ hücrede sodyum yoğunluğunu düşük tutan sod­
çirgendir. Nefıonun bu kısmının ana fonksiyonu yum potasyum ATPaz pom pasının geri em ebilm e
duvarından maddeleri basit difüzyonla geçirmek­ kapasitesi ile yakın bağlantısı vardır. Düşük hücre
tir. Filtre olan suyun takriben %20'si Henle kulpun­ içi sodyum -konsantrasyonu, tübüler lüm enden
dan geri emilir ve hem en hem en bunun tümü bu hücreye, sodyum yoğunluk farkı yaratır. Çıkan k a ­
inen ince Henle kısmında gerçekleşir, çünkü çıkan lın Henle kulpunda liim inal m em braııdaıı hücre
ince ve kalın Henle kollarının idrarın yoğunlaştırıl­ içine sodyum taşınması başlıca 1-sodyum 1-potas­
m asında önem taşıyan bir özellikleri, suya hiç ge­ yum ve 2-kloriir girişini sağlayan bir taşıyıcıyla (co-
çirgen olmayışlarıdır. transporter) yapılır. (Şekil 27-9). Liiminal m em b-
Çıkan kolun yarısından itibaren başlayan kalın ıandaki bu taşıyıcı protein (co-transporter) sodyu­
Henle kısmı ıııetabolik aktivitesi yüksek; sodyum, mun yüksek yoğunluktaki lümenden, düşük yo­
klorür ve potasyumun aktif olarak geri em ilimine ğunluktaki hücre içine geçişi sırasında açığa çıkan
olanak sağlayan kalın epitel hücrelerine sahiptir. enerjiyi, potasyumu yoğunluk farkına karşı hücre­
(Bkz şekil 27-8). Filtre olan sodyum,klor ve potas­ ye taşımada kullanılır.
yum yükünün yüzde 25 ’i, büyük bölüm ü çıkan ka­ Kalın inen kolda, tubuler lüm enin interstisyel sı­
lın koldan olmak üzere, henle kıvrımından emilir. vıya oranla hafifçe daha pozitif yüklü olması nede­
Kalsiyum, magnezyum, bikarbonat gibi diğer iyon­ niyle Mg++, Ca++, Na+ ve K+ gibi katyonlar da paıa-
ların önem li bir miktarı da, çıkan kalın Henle ko­ selüler yolla önemli ölçüde geri emilir. 1 -sodyum,
lundan emilir, çıkan Henlenin ince kısmının geri 2 -klor, 1 -potasyum zıt taşıma yolu hücre içine eşit
em m e kapasitesi, kalın kısmından çok daha az ol­ miktarda katyon ve anyon girişini sağlar ama po­
duğundan bu kısımdan bu solütlerin herhangi biri­ tasyum iyonlarının az miktarda liim en içine kaçışı
nin em ilen miktarı önemli değildir. tübüler lümende yaklaşık + 8 mV luk bir pozitif yük
BÖLÜM 27 • Böbreklerde İdrar Oluşumu: II. Glomerüler Filtratın Tübüllerde İşlenmesi 303

yum, potasyum ve klor dahil iyonların önem li


Renal Tübül Tübül
kısm ını çabuk bir şekilde geri em erken su ve ü re­
ye karşı hiç geçirgen değildir. T ü büler sıvı burada
seyıeltildiği için, bu bölge, d ilü e ed ici (seyreltici)
bölge adını alır.

Distal Tübülün Son Kısımları ve Kortikal


Toplayıcı Tübül

Distal tübülün ikinci yarısı ve onu izleyen toplayıcı


tübül, benzer fonksiyonel özelliklere sahiptir. Ana­
tomik olarak iki farklı tip hücreden oluşurlar, esas
hücreler (priııcipal) ve iııterkale hücreler (Şekil 27-
10). Principal hücreler lümenden sodyum ve su ge­
ri emer, lümene potasyum salgılarlar.

Esas Hücreler Sodyum Geri Em er ve Potas­


Ş E K İL 27 - 9 yum Salgılarlar. Esas hücreler tarafından sodyum
Henle’nin çıkan kalın kolunda sodyum, klorür ve potasyum ge­ geri em ilim i ve potasyum salgdanm ası her hücre­
ri emilim mekanizmaları. Bazolateral hücre zarındaki sodyum-
potasyum ATP az pompası, hücre içinde sodyum yoğunluğu­
nin basolateral tarafındaki sodyum-potasyum AT-
nun düşük olmasını, negatif elektriksel yük bulunmasını sağlar. Paz pompasının aktivitesine bağlıdır. Bu pompa,
Lüminal membrandaki 1 sodyum 2 klorür ve 1 potasyumu taşı­
yan (co transporter) birlikte taşıyıcı sodyumun hücre içindeki
düşük elektrokimyasal yoğunluğa doğru taşınması sırasında
açığa çıkan potansiyel enerjiyi kullanarak bu üç iyonu tübül lü-
meninden hücre içine taşır.Sodyum tübüler hücre içine sod-
yum-hidrojen zıt-taşınmasıyla da taşınır. Hücreler arası sıvıya
oranla hafifçe pozitif yüklü olan tübüler lümen (+8 mV), Mgf+ Distal
ve Ca++ gibi katyonları paraselülcr yolla iııterstisyel sıvıya iter.

oluşturur. Bu pozitif yük, Mg++ ve Ca++ gibi katyon­


ların tübüler lümenden paraselüler aralık yoluyla
iııterstisyel sıvıya geçm esine neden olur.
Kalın çıkan kol hücreleri luminal hücre memb-
ranlarmda, bu segm entte sodyumu geri emilimini
ve hidrojen sekresyonuııu sağlayan sodyum-hidıo-
jen zıt-taşıyıcılarına da sahiptir.
Çıkan kalın henle kıvrımı suya karşı gerçekte ge­ Distal tübülün son kısmı
çirgen olmadığından bu seğm enle ulaşan suyun ve toplayıcı kanallar
önemli kısmı fazla miktarda solüt geri emilimine Esas
rağmen lümende kalır. Böylece 28. Bölümde çok hücre
daha ayrıntılı bir şekilde tartışılacağı gibi, idrarın
değişik koşullar altında böbrekler tarafından sey­
reltilm esine veya yoğunlaştırılmasına olanak sağla­
mada önemli olan bu mekanizma ile çıkan kalın
Henle kulpundan distal tübüle doğru akan sıvı çok
fazla seyreltilir.

Distal Tübül Ş E K İL 27 - 10
Toplayıcı kanallar, distal tübülün ilk ve son kısmının hücresel
H enle kulpunun çıkan kalın kolu distal tübüle ince yapıları ve transport özellekleri. Distal tübülün ilk kısmı çı­
boşalır. Distal tübülün ilk kısmı, aynı n efıon d a kan kalın Henle kıvrımının özelliklerinin çoğuna sahiptir ve
sodyum, klorür, kalsiyum ve magnezyumu geri emer, fakat su
GFR ve kan akım ını kontrol eden feed -back k o n t­ ve üreyi hiç geçirmez. Distal tübülün son kısmı ve kortikal top­
rol sağlayan ju kstag lom erü ler k om p leksi oluştu­ layıcı tübiiller iki farklı tip hücreden oluşur: Esas Hücreler ve in-
rur. D istal tübülün bundan sonraki kısmı olduk­ terkalc hücreler. Esas hücreler lümenden sodyum geri emer ve
ça kıvrımlıdır ve Henle kıvrım ının çıkan kalın lümene potasyum salgılar, lnterkale hücreler lümenden potas­
yum ve bikarbonatiyonlarım geri emer ve hidrojşıı iyonunu sal­
kısmı ile arasında geri em ilim özellikleri y önü n­ gılarlar. Nefronun bu segmentindcn su geri çinilimi antidiüretik
den oldukça fazla benzerlikler vardır, yani so d ­ hormonun kontrolü altındadır.
304 ÜNİTE V • Böbrekler ve Vücut Sıvıları

hücre içinde düşük sodyum yoğunluğunu korur ve Medüller Toplayıcı Kanal


böylece özel kanallar aracılığı ile sodyumun hücre
içine girmesine olanak sağlar. Kandan tübüler lü- Medüller toplayıcı kanallar filtre edilen su ve sod­
m ene bu hücreler aracılığı ile potasyum salgısı iki yumun % 1 0 dan azını geri emerler, am a idrarı işle­
basamaklıdır (1) Hücre içinde yüksek potasyum me tabi tutan son yer olmaları nedeni ile idrarla
yoğunluğunu sağlayan sodyum, potasyum ATP az atılacak solüt ve su m iktarının belirlem esinde çok
aracılığı ile potasyum hücreye girer (2) Hücreye gir­ önemli rol oynarlar.
dikten sonra potasyum yoğunluk faikı yönünde Toplayıcı kanalların epitel hücreleri düz yüzeyli,
hücreden lümen sıvısına difiizyonla geçer. oldukça az mitokondıili, kübik şekilli hücrelerdir.
Bazı özellikleri şunlardır:
İnterkale Hücreler Hidrojen İyonlarını Salgılar,
1. Medüller toplayıcı kanalların suya karşı geçir­
Bikarbonat ve Potasyum İyonlarını Geri Emer­
genlikleri ADH ile kontrol edilir. Yüksek ADH dü­
ler. İnterkale hücrelerden hidrojen sekresyonuna
zeylerinde suyun medüller hücreler arası mesafeye
hidrojen ATP az taşınm a mekanizm ası aracılık
çabucak geri emilmesi sağlanır. Böylece idrar h a c­
eder. Bu hücrelerde su ve karbon dioksitten karbo­
mi azalırken aynı zamanda idrardaki solütlerin
nik asidin ayrışması ile hidrojen ve bikarbonat
önemli kısmı da yoğunlaştırılır.
iyonları oluşur. Hidrojen iyonu tübüler lümene sal­
2. Toplayıcı tübüllerdeki kontrolden farklı olarak
gılanırken her bir hidrojen iyonuna karşılık da ba-
medüller toplayıcı kanallar üreye geçirgendir. M e­
zolateıal mem brandan geri em ilecek bir bikarbo­
düller kanallardaki ürenin bir kısmı medüller hüc­
nat iyonu hazır olur. Bu mekanizma daha ayrıntılı
reler arası bölgeye geri emilerek böbreğin bu böl­
bir şekilde bölüm 30'da sunulmuştur. İnterkale
gesindeki osm olaıitenin yükselmesine yardım eder
hücreler aynı zamanda potasyum iyonlarını da çok
ve böbreklerin idrarı yoğunlaştırm a yeteneğine
iyi anlaşılmamış bir mekanizma ile geri emerler.
katkıda bulunur.
Distal tübüliln son kısm ının ve kortikal toplayıcı
3. Medüller toplayıcı kanallar kortikal toplayıcı
tübiillerin fonksiyonel özellikleri aşağıdaki şekilde
tiibüllerde görüldüğü gibi büyük yoğunluk farkına
özetlenebilir:
karşın hidrojen iyonlarını salgılama yeteneğine sa­
hiptirler. Böylece medüller toplayıcı kanallar da
1. Distal tübülün idrarı seyrelten ilk kısımlarına
asid baz düzenlenmesinde anahtar rol oynarlar.
benzer şekilde bu iki kısmın tübüler m em branı da
üreye geçirgen değildir. Böylece bu bölümlere ula­
şan tüm üre, idrarla atılmak üzere burayı terkeder. Farklı Solütlerin Farklı Tübül
Ancak medüller toplayıcı kanallarda bir miktar üre
Bölgelerindeki Yoğunluklarının Özeti
geri emilir.
2. Hem distal tübülün son kısmı, hem kortikal top­
Tübüler sıvı içinde konsantre olsun veya olm asın,
layıcı tübül segmenüeri sodyum iyonlarını geri emer
bir solütiin yoğunlaştırılm ası suyun geri em ilim i-
ve geri emilim hızı özellikle aldosteıon olmak üzere
hormonlarla kontrol edilir. Bu segmentier, aynı za­
ne göre solütiin geri em ilm e derecesi ile belirlenir.
manda potasyum iyonunu da peritiibüler kapiller-
den tubuler lümene sekıete ederler. Aldosteıon, bu
sekresyonu da kontrol eder. Vücut sıvılarındaki po­
tasyum konsantrasyonu gibi başka bazı faktörler de
potasyum sekresyonunun kontrolünde etkilidir. Medüller toplayıcı kanal
3. Bu nefronların interkale hücreleri aktif hidro­
je n ATP az mekanizması ile hidrojen iyonu salgılar­
lar. Bu işlem proksimal tübüldeki sekonder aktif
hidrojen iyonu salgılanmasından farklıdır, çünkü
hidrojen iyonunu 1 / 1 0 0 0 gibi büyük bir yoğunluk
farkına rağm en salgılam a yeteneğine sahiptir.
Proksimal tübiilde sekonder aktif salgılanma ile ol­
dukça küçük bir yoğunluk farkı (4 ile 10 misli) oluş­

I
turabilen mekanizmadan farklıdır. Böylece inter­
kale hücreler vücut sıvılarının asid-baz düzenlen­
mesinde anahtar rol oynarlar-.
4. Distal tübülün son kısmının ve koıtikal topla­
yıcı tübüllerin suya karşı geçirgenliği vazopressiıı
de denen antidiüıetik hormon tarafından kontrol Ş E K İL 27- 11
edilir. Yüksek ADH düzeylerinde bu tübül segment- Medüller toplayıcı kanalın hücresel ince yapısı ve taşıma özel-
leri suya karşı geçirgendir, fakat ADH yokluğunda likleri.Medüller toplayıcı kanallar sodyumu aktif olarak geri
suya geçirgenliği tam amen kaybederler. Bu özellik, emer, hidrojen iyonlarını sekrete eder ve bu tübüler segmentte
geri emilen üreye geçirgendir.Medüller toplayıcı kanallarda su
idrarın seyreltilme veya yoğunlaştırılma derecesi­ emilimi anti diüıetik hormon konsantrasyonu tarafından kont­
nin kontrolünde önemli bir mekanizmadır. rol edilir.
BÖLÜM 27 • Böbreklerde İdrar Oluşumu: II. Glomerüler Filtratırı Tübüllerde İşlenmesi 305

Eğer su geri em ilim yıizdesi daha fazla ise madde gereksinim duyduğundan, tümüyle geri emilerek
daha yoğun hale gelir. Eğer daha fazla oranda so- idrarla hem en hiç kaybedilmezler.
lüt geri em ilirse maddenin yoğunluğu daha sey-
ıeltik kalır.
Şekil 27-12 farklı tübiil bölgelerinde en önemli
solütlerin yoğunlaştırılma derecelerini göstermek­ TÜBÜLER GERİ EMİLİMİN
tedir. Şeklin sol tarafında görüldüğü gibi, her mad­
DÜZENLENMESİ
denin ultrafıltrattaki yoğunluğu 1 . 0 olarak kabul
edildiği için bu şekildeki bütün değerler nisbi yo­
Glomerüler filtrasyon ile tübüler geri emilim ara­
ğunluktur. Filtıat, tübüler sistem içinde ilerledikçe sında kesin bir dengenin korunması gerektiğinden,
su, solütten daha fazla emilirse, yoğunluk giderek glomerüler filtratın kontrolünde olduğu gibi, tübü­
1 ,0 ’den yüksek değerlere ulaşır veya eğer solut geri
ler geri emilimi de düzenleyen sayısız sinirsel, hor-
emilimi suyunkinden fazla olursa yoğunluk gide­ monal ve bölgesel mekanizma vardır. Tübüler geri
rek 1.0’den daha az olur. Aynı zamanda eğer bir so- emilimin önemli özelliklerinden biri, bazı madde­
lüt tübüler lümene salgılanıyorsa bu da tübüler sı­ lerin geıi emiliminin, özellikle horm onal kontrol
vıda yoğunluğu yükseltir. mekanizmaları aracılığıyla, bağımsız olarak düzen-
Şekil 27.12’iıı üst kısmında gösterilen kreatiııin lenebilmesidir.
ve üre gibi maddeler, idrarda oldukça yoğun hale
gelirler. Genellikle bu maddelere vücutta gereksi­
nim yoktur ve böbrekler bunları çok az veya hiç ge­
ri em m ez hatta onları tübül sıvısına salgılayarak id­ Glomerülotübüler Denge-Artan Tübüler
rarla fazla miktarda atılmasını sağlar. Yüke Yanıt Olarak Tübüllerin Geri
Diğer taraftan şeklin alt kısmında gösterilen gli­ Emilim Hızını Artırma Yeteneği
koz ve amino asitler gibi maddeler vücut bunlara
Tübüler geri emilim hızını kontrol eden en temel
mekanizmalardan birisi, artmış tübüler yüke (art­
mış tübüler akıma) yanıt olarak tübüllerin geri
emilim hızlarını artırma yetenekleridir. Buna glo-
m erülotiibüler denge denir. Örneğin GFR 125’teıı
505 e kadar 150 ml/dakikaya yükselirse pıoksim al tübülün
100.0 m utlak geri em ilim hızı da 81 ml/dakikadan
25e
(GFR’nin % 65’i) yaklaşık 97,5 mİ/dakikaya yükselir.
50.0
Bu durumda, glomerülotübüler denge, pıoksimal
tübüllerde GFR’nin geri emilim oranı % 65’de sabit
20.0
kalsa bile, filtrasyon yükü arttıkça geri emilim hızı­
10.0
nın da arttığı anlamına gelir.
Glomerülotübüler denge, tübülün diğer bölgele­
rinde de, özellikle ilenle kıvrımında bir ölçüde gö­
rülür. Bunu sağlayan mekanizm a tam anlaşılm a­
mıştır fakat daha sonra tartışılacağı gibi böbrek tü-
5 büliı ve kısmen onu çevreleyen böbrek hücrelera­
î . 1.0 rası bölgesinde ortaya çıkan fiziksel kuvvet değişik­
jt:
J2 liklerine bağlı olabilir. Glom erülotübüler denge
C0.50
>D5 mekanizması hormonlardan bağımsız olarak orta­
-ß ya çıkabilir ve tam izole edilmiş böbreklerde hatta
0.20 tam amen izole proksimal tübül segm cntlerinde de
gösterilebilir.
0.10
HCOı Glomerülotübüler dengenin önemi, GFR arttığı
0.05 zaman, distal tübül segm entine aşırı yük binm esi­
ni engellemeye yardımcı oluşudur. Glomerülotü­
0.02 büler denge kendiliğinden, GFR değişikliklerinin
idrar itrahına etkilerini tam ponlam ada ikinci bir
Proksimal Henle Distal Toplayıcı savunma hattı gibi davranır. (Savunmanın birinci
Tübül Kıvrımı Tübül Kanal
hattı yukarıda tartışılmış olan, böbrek otoregiilas-
yon mekanizmaları, özellikle GFR’de değişiklikleri
Ş E K İL 27 • 12 önlemeye yardımcı olan tübiiloglom erüler feed
Tübüler sistemin farklı noktalarında, farklı maddelerin ortala­ back’diı). Glomerülotübüler ve otoregülatuar den­
ma yoğunluklarının, aynı maddelerin, glomerüler nitrattaki yo­ ge mekanizmaları birlikte çalışarak, aıteıyel basınç
ğunluklarına göre değişmesi. 1.0 değeri bir maddenin glomerü­ değişiklikleri sırasında ya da sodyum ve hacim ho-
ler filtratta bulunan yoğunluğu ile tübüler sıvıdaki yoğunluğu­
meostazisini ciddi olarak bozabilecek başka bir so ­
nun aynı olduğunu gösterir. 1.0den küçük değer maddenin su­
dan daha çabuk emildiğini gösterir, 1.0den büyük değer mad­ run sözkonıısu olduğunda, distal tübülden sıvı akı­
denin sudan daha az geri emildiğini gösterir. şının büyük ölçüde değişmesini engeller.
306 ÜNİTE V • Böbrekler ve Vücut Sıvıları

Peritübüler Kapiller ve Böbrek ve zorlaştıran normal kuvvetlerin yaklaşık değerle­


rini gösteriyor. Normal peritübüler kapiller basınç
İnterstisyel Sıvısının Fiziksel Kuvvetleri
yaklaşık 13 mmHg ve böbrek hücreler arası sıvısı­
nın hidrostatik basıncı ortalama 6 mmHg olduğu
Hidrostaük ve kolloid osmotik güçler, bu fiziksel güç­
için peritübüler kapiller ile intertisyel sıvı arasında­
lerin glomeriiler kapillerlerde filtıasyon hızını kont­
ki 7 mmHg’lık pozitif bir basınç farkı sıvının geri
rol ettiği gibi peritübüler kapillerlerde geri emilim
emilimine karşı koyar. Bu basınç geri em ilimin le­
hızımda denetler. Peritübüler kapiller geri emilimde-
hine olan kolloid osmotik basıncı dengelem ekten
ki değişiklik, renal interstisyumda hidrostatik ve kol­
uzaktır. Geri emilim lehine olan plazma kolloid os­
loid osmotik basınçları değiştirir, bu değişiklik renal
motik basıncı 32 mmHg civarındadır. Geri em ilim i­
tübüllerden su ve madde geri emilimini değiştirir.
ni engelleyen böbrek intertisyum undaki kolloid
osmotik basınç ise 15 mmHg civarında olduğun­
Geri Emilim Hızı ve Fiziksel Kuvvetlerin N o r­
dan geri emilime neden olacak net kolloid osmotik
mal D eğerleri. Glomerüler filtıat böbrek tübülleri
basınç 17 mmHg’dır. Bu nedenle net hidrostatik
boyunca geçerken normalde suyun ve katı madde­
kuvvetleri (7 mmHg) aksi yönde etkili net kolloid
lerin çoğunun % 99’dan fazlası geri emilir. Sıvı ve
ozmotik basınçtan (17 mmHg) çıkararak takriben
elektrolitler, böbrek tübülünden hücreler arası m e­
10 mmHg’lık net bir geri emilim kuvveti elde edilir.
safeye ve buradan da peritübüler kapillere emilir,
Bu glomerüler kapillerde bulunana benzer fakat
peritübüler kapilleıde geri em ilim in normal hızı
aksi yönde yüksek bir değerdir.
124 ml/dakikadır.
Peritübüler kapillerde sıvı geri emilim hızına kat­
Peritübüler kapillere geçiş hızı şu şekilde hesap­
kıda bulunan diğer faktör, kapiller alanın genişliği
lanabilir.
ve geçirgenliğin fazlalığı nedeni ile filtıasyon sabi­
tinin (K f) büyüklüğüdür. Geri emilim norm alde 124
Geri Emilim = Kf x Net geri emilim kuvveti
ml/dakika ve net geri em en basınç 10 mmHg oldu­
ğundan net geri em ilim b asın cı 12,4 ml/daki-
Net geri em ici kuvvet, peritübüler kapillere sıvı
ka/mmHg’dır.
ve maddeleri iten ve çeken hidrostatik ve kolloid
ozmotik basınçların toplamıdır. Bu kuvvetler (1)
Peritübüler Kapillerde Fizik Kuvvetlerin Dü­
peritübüler kapillerdeki hidrostatik basınç (peri­
zenlenmesi. Böbrek hemodinamiğindeki değişik­
tübüler hidrostatik basınç, Pc) (2 ) Kapillerin dışın­
liklerden doğrudan etkilenen peritübüler kapiller
daki böbrek hücreler arası m esafesinin hidrostatik
geri emilimin iki değişkeni, peritübüler kapiller
basıncını (Pjf); (3) Geri em ilim in lehine olan peri­
kolloid osmotik basınç ve hidrostatik basınçtır.
tübüler kapiller plazm a proteinlerinin kolloid os­
Peritübüler kapiller hidrostatik basınca etki eden
motik basıncını (7tc) ve (4) geri emilime aksi yönde
faktörler şunlardır: (1) aı teryel Basınç: Arteryel b a­
etki eden böbrek hücreler arası m esafesinin içer­
sınç artışı peritübüler hidrostatik basınç artışına
diği proteinlerin kolloid osmotik basıncını (nif)
yol açar ve geri emilim hızını azaltır, bu etki böbrek
kapsar.
kan akımını ve böbrek kan damarlarında, hidrosta­
Şekil 27-13 peritübüler geri emilimi kolaylaştıran
tik basıncı oldukça sabit tutan otoıegülasyon m e­
kanizmaları ile bir dereceye kadar tamponlanır. (2 )
Afferent ve efferent arteriyollerdeki direnç artışı; is­
ter afferent ister eferent arteriyoldeki direnç artsın,
Peritübüler Hücrelerarası Tübül Lümen
kapiller sıvı Hücresi peritübüler kapiller hidrostatik basınç azalır. Effe­
rent arteriyol daralması, glomerüler kapiller hid­
rostatik basıncı artırırsa da peritübüler kapiller
hidrostatik basıncı düşürür.
Peritübüler kapillerden geri emilimi etkileyen ikin­
ci ana faktör peritübüler kapillerdeki plazmanın kol­
loid osmotik basıncıdır. Kolloid osmotik basıncın artı­
şı, peritübüler kapiller geri emilimini artırır. Peritü­
büler kapillerin kolloid osmotik basıncını tayin eden
faktörler şunlardır: (1) Sistemik plazm a kolloid os­
m otik basıncı; sistemik kanın kolloid osmotik basın­
cının artması peritübüler kolloid osmotik basınçta
artışa neden olarak geri emilimi artırır, (2 ) filtrasyon
Ş E K İL 27 - 13
fiaksiyonıt; filtrasyon fraksiyonu ne denli yüksekse,
Peritübüler kapillerden sodyum ve su geri emilimini tayin glomerüldeıı filüe olan plazma miktarı o kadar fazla­
eden hidrostatik ve kolloid osmotik kuvvetlerin özeti.
Gösterilen sayısal değerler insan için hesaplanmış normal dır. Bunun sonucu geride kalan plazma proteinleri­
değerlerdir. Böbrek tübül hücrelerinden geri emilen sıvı ve nin yoğunluğu da o oranda artar. Böylece filtrasyon
solütlerin peritübüler kapillere geçmesini sağlayan net geri fraksiyonunun artması, peritübüler kapillerin geri
emilim basıncı normalde 10 mınHg kadardır. Pc peritübüler emilim hızında artışa neden olur. Filtrasyon fraksiyo­
kapiller hidrostatik basıncı, Pır Hücrelerarası sıvının hidrosta­
tik basıncı, nc peritübüler kapiller osmotik basınç, Tîjf hücreler­ nu, GFR/böbıek plazma akımı olarak tanımlandığı
arası sıvının kolloid osmotik basıncı. için, artmış filtrasyon fraksiyonu GFR artışı veya böb-
BÖLÜM 27 • Böbreklerde İdrar Oluşumu: II. Glomerüler Filtratın Tübiillerde İşlenmesi 307

TABLO 27 - 2 bağlantılı olduğu söylenen kısımlar gerçekte ol­


dukça sızdırıcıdır ve hatırı sayılır miktarda sod­
Peritübüler Kapillerin Geri Emilimine Etki
yum, bu birleşme bölgeleri aracılığı ile her iki yön ­
Edebilen Faktörler
de difüzyona uğrayabilir. Peritübüler kapillerin
Î P C-> 1 Geri emilim normalde yüksek olan geri emilim hızı nedeni ile
• i Ra - > Î P c tübüler lümene çok az sıvı ve solüt geri geçebilir.
• i Re -> î Pc
Diğer yandan, peritübüler kapiller geri em ilimin
• î Arter Basıncı T Pc
azalması, interstisyel sıvı hidrostatik basıncını artı­
t jtc- » I Geri emilim
rır ve tübüler lümene daha fazla su ve madde kaçı­
• T rcA -» 1' rcc
şı yönünde bir eğilim doğurur, böylece net geri
• î F F - > Î jtc
emilim hızı azalır (Şekil 27-14’e tekrar bakınız).
Kf —» t Geri emilim Peritübüler kapiller geri emilim, norm al değerin
üstüne çıktığı zaman, aksi durum söz konusudur.
Pc tü b ü lü çevreleyen kapiller sim b a sın cı, R.\ ve Re sırası ile a ffe re n t ve
effe re ııt arte riy o ler dirençler, nc p eritü b ü ler kapiller kolloid o sm o tik b a ­ Başlangıçta peritübüler kapiller tarafından geri
sın ç . rt,\ arteriy ol plazm a kolloid ozm otik b a sın cı, FF filtrasyon oran ı, Kf emilimde bir artış hücrelerarası sıvının hidrostatik
p e ritü b ü ler kap iller filtrasyon sabiti.
basıncında azalmaya yol açar ve hücrelerarası sıvı­
nın kolloid osmotik basıncını artırır. Bu kuvvetlerin
her ikisi de, su ve solütlerin tübül lüm eninden h ü c­
reler arası mesafeye hareketini kolaylaştırır; bu n e ­
ıek plazma akımının azalması sonucu ortaya çıkabi­ denle tübüler lümene su ve solüt geri kaçışı azalır
lir. Anjiyotensin II gibi bazı böbrek damar daralücıla- ve net tübüler geri emilim artar.
rı, daha sonra tarüşılacağı gibi, böbrek plazma akımı­
nı azaltır ve filtrasyon fraksiyonunu artırırlar.
Peritübüler Kf deki değişiklikler de geri emilim
hızına etki edebilir çünkü Kf kapillerin yüzey alanı­
nın ve geçirgenliğinin ölçüsüdür. Kf de artış geri Normal
em ilim i artırır, oysa Kfazalması peritübüler kapiller
geri em ilim i azaltır. Fizyolojik koşulların pek ço ­
Peritübüler Böbrek Tübül Lümen
ğunda Kf kısmen sabit kalır.
Kapiller Hücreler Hücreleri
Tablo 27-2 peritübüler kapiller geri emilim hızına arası sıvısı
etki eden faktörleri özetlemektedir.

Böbrek Hücrelerarası Mesafesinin H idrosta­


tik ve Kolloid Osm otik Basınçları. Peritübüler
ııııı m ı Na*
kapillerin fiziksel kuvvetlerinde değişikler, tübülü
Net geri
çevreleyen hücrelerarası mesafedeki fiziksel kuv­ emilim
vetleri değiştirerek tübüler geri emilimi etkiler. Ör­ 0 0 D0 0 < C JB II ooao h2o
neğin, peritübüler kapiller mem bran üzerinde et­
kili olan geri emilim kuvvetleri, ya peritübüler hid­ -Na+, H20
rostatik basıncın artması ya da peritübüler kapiller
kolloid osmotik basıncın azalması nedeniyle azal­ - n
Geri emilim azalması
dığı zaman, interstisyumdan peritübüler kapillere
sıvı ve madde emilimi azalır. Bu da böbreğin hücre­
lerarası mesafesindeki sıvı hidrostatik basıncını ar­
tırır ve interstisyumda proteinlerin seyreltilmesi
nedeni ile kolloid osmotik basıncı azaltır. Böbrek
hücrelerarası mesafesinin fizik kuvvetlerindeki bu İlil Na+
değişiklikler, özellikle proksimal tübüllerde olmak
üzere, böbrek tübülleıinden interstisyel sıvıya doğ­ 0000 h2o
ru net geri emilimi azaltır.
Tübüler geri emilime etki eden kolloid osmotik
ve hidrostatik basınç değişikliklerinin m ekanizm a­ ı ı ı ı ^ Na+
ları, solüt ve su geri emilim yolları incelenerek an ­ ••»•[> h2o
laşılabilir (Şekil 27-14) Solütler bir kez aktif veya
pasif taşınm a ile hücreler arası kanallara veya b ö b ­
reğin hücrelerarası mesafesine girince, su, tübül lü- Ş E K İL 2 7 - 14
m eninden osıııoz ile hücreler arasına geçer. Su ve Normal koşullar altında (üstte) ve peritübüler kapiller kolloid
solütler bir kez hücreler arası mesafeye girdikten osmotik basınç (rcc) azalması veya kapiller hidrostatik basınç
sonra ya kapiller tarafından süpürülüp götürülür­ (Pc) arUşı sırasında (altta) peritübüler kapiller geri emilim.
ler veya tübül epitel hücrelerinin arasındaki birleş­ Azalmış peritübüler kapiller geri emilim özellikle proksimal
tiibülde sodyum ve suyun geri emilimini azaltarak tübüler epi­
me bölgelerinden tübüler lümene geri dönerler. tel hücrelerinin sıkı bağlantıları üzerinden tübüler lümene geri
Proksimal tübiilün epitel hücreleri arasındaki sıkı sızan su ve sodyum miktarını artırır.
308 ÜNİTE V • Böbrekler ve Vücut Sıvıları

Böylece peritübüler kapillerden su ve madde Benzer şekilde sodyum alınması değiştiği zaman,
alınm a hızı, ıenal interstisyıımdaki hidrostatik ve böbrekler, diğer elektrolit ve su itıahm da önemli
kolloid osmotik basınç değişiklikleri aracılığıyla, değişiklik yapmaksızın idrarla sodyum itrahında
tübüler liim enden inteıstisyuma su ve madde geri uygun ayarlamayı yapmalıdırlar. Vücuttaki birkaç
emilim hızıyla eşlenmiştir. Bundan dolayı peritü­ hormon, tübüler ıeabsorbsiyonun farklı elektrolit­
büler kapiller geri em ilim ini arttıran kuvvetler, ge­ ler ve su için bu özgüllüğünü sağlar. Tablo 27-3 tü­
nellikle aynı zam an d a böbrek tübüllerindeıı geri büler geri emilimi düzenleyen en önem li horm on­
em ilim i d e arttırırlar. Aksine, peritübüler kapiller lardan bazılarını, tübülleıde başlıca etki ettikleri
geri em ilim in de inlıibisyon yapan lıem odin am ik bölgeleri, su ve solütlerin atılm asına etkilerini
değişiklikler aynı zam an d a su ve solü tier in tiibül- özetlemektedir. Bu hormonlardan bazıları bölüm
den geri em ilim ini d e iııhibe ederler. 29 ve 3 0 ’da daha ayrıntılı bir şekilde tartışılmıştır
fakat, burada, bir iki paragrafta bunların böbrek tü-
Arteryel Basıncın Çıkan İdrar Hacmine bülleıine etkileri kısa bir şekilde özetlenecektir.
Etkisi: Basınç- Natriürez ve Basınç-
Aldosteron, Sodyum Geri Emilimini ve Potas­
Diürez Mekanizmaları yum Salgılanmasını Artırır. Adrenal korteksin zo­
na glomeıulosa hücrelerinden salgılanan aldoste-
Arter basıncında küçük bir artış bile basınç tıatri- ron, böbrek tübüllerinden sodyum geri emilimi ve
iirezi veya basınç diiirezi denen bir olayla, idrarla potasyum salgılanmasının önemli bir düzenleyicisi­
atılan su ve sodyumun artmasına neden olur. Bö­ dir. Aldosteronım başlıca etki ettiği bölge, kortikal
lüm 2 6 ’da tarif edilen otoregülasyon nedeni ile ar­ toplayıcı tübüllerin esas hücreleridir. Aldosteronun
ter basıncının 75 ile 160 mmHg sınırları arasındaki sodyum geri emilimiyle birlikte potasyum sekresyo-
artışlarının GFR ve böbrek kan akımı üzerine çok nunu da artırma mekanizması, kortikal toplayıcı tü-
hafif etkisi olur. GFR'de hafif artış olması kısmen bül membranının bazolateıal kısımlarındaki sod­
artmış arteryel basıncın idrar akımına yansımasına yum potasyum ATP az pompasını stimiıle etmesidir.
neden olur. Böbıek hastalıklarında sıklıkla görül­ Aldosteı on aynı zamanda membranın lüminal tara­
düğü gibi, GFR otoregülasyonu bozulduğu zaman fında sodyuma karşı geçirgenliği de artırır.
arteryel basınç artışları GFR'de çok daha fazla artı­ Adrenal bezin harabiyeti veya bozukluğunda gö­
şa yol açar. rüldüğü gibi, (Addison Hastalığı) aldosteı on yoklu­
Yükselmiş böbrek arter basıncının ikinci etkisi, ğunda vücutta önemli sodyum kaybı ve potasyum
filtre olan sodyum ve suyun tübiiller tarafından ge­ birikimi görülür. Aksine adrenal tümörlü hastalar­
ri emilen yiizdesinin azalması sonucu çıkarılan id­ da görüldüğü gibi (Conıı sendromu) aşırı aldoste-
rarın artmasıdır. Bu etkiden sorumlu mekanizma, ron salgılanması, vücutta sodyum birikimi ve po­
kısm en peritübüler kapilleıde, özellikle böbrek tasyum tükenmesine yol açar. Minimal düzeylerde
medullasımn vasa ıektasında, hidrostatik basıncın aldosteıon mevcut olduğu sürece sodyum dengesi
hafif yükselmesi ve sonuçta böbrek hücrelerarası günlük düzenlemeler ile sağlanırsa da aldosteron
sıvı hidrostatik basıncının artışıdır. Daha önce tar­ salgısındaki yetersizlik böbrek potasyum itrahını
tışıldığı gibi, böbreğin hücıelaraıası sıvı hidrostatik ve vücut sıvılarındaki potasyum konsantrasyonu­
basıncının artışı, sodyumun tübüler lümene geri nu anlamlı şekilde bozar. Bu yüzden, aldosteron,
sızmasını artırarak sodyum ve suyun net geri em i­ sodyum yoğunluğundan çok, potasyum yoğunlu­
lim hızını azaltır ve böbrek arteryel basıncı arttığı ğunun düzenlenmesinde daha önemlidir.
zaman idrar akım hızının artmasına sebep olur.
Basınç-diüıez ve basınç-natriürez mekanizması­ Anjiyotensin II, Sodyum ve Su Geri Emilimini Ar­
na katkıda bulunan üçüncü faktör, angiotensin II tırır. Anjiyotensin II vücudun belki de en güçlü sod­
yapımıdır. Anjiyotensin II, bizzat tiibüllerden sod­ yum tutucu hormonudur. Bölüm 19’da tartışıldığı gibi,
yum geri em ilimini artırırken, sodyum emilimini Anjiyotensin II yapımı, hemoraji (kanama) veya vücut
daha da artıracak olan aldosteıon salgısını da sti- sıvılarından su ve tuz kaybı gibi, kan basıncı düşmesi
müle eder. Böylece arteryel basınç arttığı zaman, ve/veya hücıedışı sıvısının azalması ile birlikte olan
azalmış anjiyotensin II yapımı, sodyum geri emili- koşullarda artar. Ai tmiş anjiyotensin II yapımı, üç te­
minin azalm asına katkıda bulunur. mel etki ile böbrek tübüllerinden su ve sodyum geri
emilimini artırarak, kan basıncının ve hücre dışı sıvısı
miktarının normale çevrilmesine yardım eder.
Tübüler Geri Emilimin Hormonal
Kontrolü 1. Anjiyotensin II, aldosteron salgısını stim iıle
eder, bu sodyum geri emilimini artırır.
Vücut sıvı hacim lerinin ve solüt yoğunluklarının 2. Anjiyotensin II, efferent arteriyolleri daraltarak
ince bir şekilde düzenlenmesi suyun ve farklı soliit- sodyum ve su geri emilimini artıran peritübüler ka­
lerin böbrekler tarafından değişebilir hızlarda, ba­ piller dinamiği etkiler. Önce, efferent arteıiyol da­
zen birbirinden bağımsız olarak atılmasını zorunlu ralması, özellikle pı oksimal tiibülde net tübüler ge­
kılar. Örneğin, potasyum alınması arttığı zaman, ri emilimi artıran peritübüler kapiller hidrostatik
böbrekler, diğer elektrolitlerin ve sodyumun itıahı- basıncı azaltır. İkinci olarak, efferent arteriyol da­
nı aynı tutarken, potasyumu fazla itrah etmelidir. ralması böbrek kan akımını azaltarak glomeriilde
BÖLÜM 27 • Böbreklerde İdrar Oluşumu: II. Glomerüler Filtratın Tübüllerde İşlenmesi 309

TABLO 27 - 3
Tübüler Geri Emilimi Düzenleyen Hormonlar
Hormon Etki Yeri Etkileri
Aldosleron Toplayıcı kanal î NaCI, Su geri emilim i, t K+ salgısı
Angiotensin II Proksimal tübül, Henle’nin t NaCI ve Su geri em ilim i, î H+ salgısı
çıkan kalın kolu/D istal tübtil
Anlidiüretik horm on Oistal tübül/ toplayıcı tlibüleve kanal î Su geri emilim i
Alriyal Natriüretik pepiid Distal tübiil/ toplayıcı tiibüle ve kanal 4- NaCI geri emilimi
Paratroid 1lormon Proksimal tübül/ Henleniıı 4- P 0 4— geri em ilim i, C a+* geri emilim i
çıkan kalın kotu, distal tübül

filtrasyon fraksiyonunu artırır ve peritübüler kapil- magnezyum geri em ilim ini artırm ak gibi başka e t­
leıde protein yoğunluğunu ve kolloid osmotik b a­ kileri de vardır.
sıncı yükseltir; bu, peritübüler geri em ici kuvveti
artırarak tübüler sodyum ve su geri emilimini yük­
seltir. Sempatik Sinir Sistemi Aktivasyonu
3. Anjiyotensin II, doğrudan sodyum geri emili- Sodyum Geri Emilimini Artırır
m ini, özellikle p roksim al tiibiilde stim üle eder.
Doğrudan etkilerinden birisi tübüler hücrelerin Sempatik sinir sistemi aktivasyonu hem efferent
bazolateral m em bıanında sodyum potasyum ATP hemde afferent aıteriyolü daraltarak GFR’de azal­
az pompasını stimüle etmektir. İkinci etkisi özellik­ maya yol açtığı için sodyum ve su itrahını azaltır
le proksimal tübülün lüminal m em bıanında sod- (tablo 27-4). Sempatik aktivasyon aynı zamanda
yum -hidrojen değişimini stimüle etmektir. Böylece proksimal lubiilden ve çıkan kalın ilen le kolundan
Anjiyotensin II, proksimal tübülde hem luminal sodyum geri emilimini artırır. Ve son olarak, sem ­
hem bazolateral meıııbrandan sodyum geçişini sti­ patik sinir sistemi uyarılması, renin ve anjiyotensin
müle eder. II yapımını artırır, bu horm onlar sodyumun tübü­
Anjiyotensin H’nin bu birden fazla etkisi, böbrek­ ler geri emilimini artırır, ıenal itrahını azaltır.
lerin, anjiyotensin II arttığında önemli miktarda
sodyum tutmasına neden olur.

ADH, Su Geri Emilimini Artırır. ADH’nın en önem­


BÖBREK FONKSİYONLARINI
li etkisi, distal tübül, toplayıcı tübül ve toplayıcı kanal
epitellerinde suya karşı geçirgenliği artırmaktadır. Bu ÖLÇMEK İÇİN KLİRENS
etki, dehidıatasyon gibi durumlarda, vücutta su tu­ YÖNTEMLERİNİN KULLANILMASI
tulmasına yardımcı olur. ADH eksikliğinde, distal tü-
büllerin, toplayıcı tiibüllerin ve toplayıcı kanalların Farklı maddelerin plazmadan uzaklaştırılma hızları,
suya karşı geçirgenliği azalır ve böbreklerden itralı böbreklerin değişik maddeleri itıalı etmedeki etkin­
edilen idrar miktarı çok artar. Böylece ADH'nın etki­ liklerini ölçmede faydalı bir yaklaşım sağlar. Birim
leri idrarın seyreltilme veya yoğunlaştırılma derecesi­ zam anda böbrekler tarafından bir m addeden tam a­
nin konüoliinde anahtar rol oynar.Bu konuyla ilgili men arındırılan plazm a miktarı, o m addenin böbrek
ayrıntılar 28. ve 75. bölümlerde tartışılmıştır. kürelisini verir. Bu biraz özet bir görüştür çünkü bir
maddeden tamamen arındırılan tek bir plazma hac­
A triyal N atriüretik Peptid Sodyum ve Su Geri mi yoktur. Ancak bu görüş böbreklerin itrah fonksi­
Emilimini Azaltır. Plazma hacm inin artması sonu­ yonunu ölçmede faydalı bir yaklaşım sağlar ve aşağı­
cu kalp atriyumlarındaki özel hücrelerin gerilmesi da tartışıldığı kadar, böbreklere gelen kan akım hızı­
ile atriyal natriüretik peptid denen bir protein sal­ nı saptamada olduğu gibi, glomerüler filtrasyon, tü­
gılanır. Bu peptid düzeylerinin artması da özellikle büler geri emilim ve tübüler sekıesyon gibi böbrekle­
toplayıcı kanallardan olmak üzere böbrek tübülle- rin temel fonksiyonlarını ölçmede de kullanılabilir.
ıind en sodyum ve su geri emilimini inhibe eder. Kliıeııs prensibini anlayabilmek için aşağıdaki ör­
Sodyum ve su geri emilimindeki bu azalma, idrar neği dikkate alalım: Eğer böbreklere gelen plazma­
miktarını artırarak kan hacminin normale çevril­ nın her ml’sinde bir maddeden 1 mg bulunuyorsa ve
m esine yardımcı olur. bu maddenin idrar içine itrah edilen miktarı da da­
kikada 1 mg ise, o zaman bir dakikada, 1 mİ plazma
Paratiroid Horm on Kalsiyum Geri Emilimini bu maddeden arındırılıyor demektir. Böylece kli-
A rtırır. Paratiroid horm on vücutta kalsiyum dü­ ıens, bir birim zamanda idrarla itralı edilen madde
zenleyici horm onlar içinde en önem lilerinden b i­ miktarını sağlamak için gerekecek plazma hacmi
risidir. Böbreklere başlıca etkisi, tübüllerden, özel­ demektir. Matematiksel olarak tanımlandığında:
likle kalın çıkan Menle kolunda, kalsiyum geri
Cs x P s = Us xV,
em ilim ini artırmaktır. Bölüm 2 9 ’da anlatılacağı gi­
bi, paratroid horm onun proksimal tübiilden fos­ Bu formülde Cs, S m addesinin uzaklaştırılma hızı,
fat geri em ilim ini baskılamak, Heııle kulpundan Ps, maddenin plazmadaki yoğunluğu, V İdrar akım
310 ÜNİTE V • Böbrekler ve Vücut Sıvıları

Böbrek İşlevini Ölçmede Kürensin Kullanılması.

Terim Eşitlik (formül) Birim

Us xV
Klireııs hızı(Cs) ml/dk
S Ps

Glomerüler filtrasyon hızı(GFR) GFR = UinüUnXV


Plnülin

Klirens oranı Klirens oranı = ^s ■ yok


Q nülin
U pahxV
Efektif renal plazma akımı (ERPF) ERPF = Cpah = ---- ml/dk
i PAH

D C pah = (UpAH XV/PPAH)


Renal plazma akımı (RPF) RPF = —--------------------------- ml/dk
EpAH (PpAH - V pah ) / P pAH

U pAHXVpah
PpAH ' VpAH
RPF
Renal kan akımı (RBF) RBF = ---------------- ml/dk
1- Hematocrit
Ekskresyoıı hızı Ekskresyoıı lıızı = Us x V ıııg/dk, mmol/dk ya da mEq/dk
Geri emilim hızı Geri emilim hızı = Filtre olan yük - Ekskresyoıı hızı mg/dk, mmol/dk ya da mEq/dk
= (GFR x Ps) - (Us x V)
Sekresyon hızı Sekresyon hızı = Ekskresyoıı hızı - Filtre olan yük mg/dk, mmol/dk ya da mEq/dk

s, bir madde; U, idrar konsantrasyonu; V, idrar akım hızı; P, Plazma konsantrasyonu; PAH, para-aminohippurik asit; P pah, renal arteryel PAH konsantrasyonu;
Epah. ekstraksiyon oranı;

hızı, Us S maddesinin idrardaki yoğunluğudur. Bu halde, inülinin idrarla atılma hızının, plazma inülin kon-
eşitlik yeniden düzenlendiğinde kliıens aşağıdaki santrasyonuna bölünmesi ile (ki 125 ml/dakika değerini
gibi ifade edilebilir: verir), inülin klirensi hesaplanabilir. Böylece 125 mİ
plazmanın, idrarda çıkan inülin miktarını sağlayacak şe-
Us x V kilde, bir dakikada böbreklerden filtre edilmesi gerekir.
Cs = -------- GFR tayininde kullanılan tek madde inülin değildir.
Ps Kreatinin ve radyoaktif iothatamat gibi başka maddeler
Böylece bir maddenin böbreklerden klirensi, o
m addenin idrarla atılma hızının (Us xV ), plazm a­
daki yoğunluğuna bölünmesi ile hesaplanabilir.

İnsülin Klirensi GFR H esaplanm asında


K u lla n ılab ilir

Eğer bir madde su kadar serbest filtre ediliyorsa ve böb­


rek tübiillerinde geri emilmiyor veya salgılanmıyorsa, o
zaman o maddenin idrarla atılan miktarı (Us x V) böb­ F
rekler tarafından filtre edilen miktarına (GFR x Ps) eşit r
olacaktır. Böylece
OR
GFR x Ps = Us xV
OR
CÎFR, aşağıdaki gibi, maddenin kürelisinden hesaplana­
bilir:
___ UsxV
GFR = ------- = Cs
Ps

Bu özelliklere sahip bir madde, yaklaşık 5200 molekül


ağırlıklı bir polisakkarid olan inülindir. GFR'yi ölçmek
için, vücutta üretilmeyen ve bazı bitkilerin köklerinde
bulunan inülin vücuda damar yolu ile verilir. Ş E K İL 27 - 15
Şekil 27-15 böbreklerin inüline davranışını gösteriyor. İnülin klirensi kullanılarak böbreklerden gomerüler filtrasyon hı­
Bu örnekte plazma konsantrasyonu 1 mg/ml, idrar kon­ zının ölçülmesi. İnülin glomerüler kapillerden serbsetçe filtre edi­
santrasyonu 125 mg/ml ve idrar akım hızı dakikada 1 lir, fakat böbrek tübüllerinden geri emilmez. Pinüiin plazma inülin
ml’dir. Böylece dakikada 125 mg inülin idrara geçer, o yoğunluğu; Ui„Qün idrar inülin yoğunluğu, V idrar akım hızı.
BÖLÜM 27 • Böbreklerde İdrar Oluşumu: II. Glomerüler Filtratın Tübüllerde İşlenmesi 311

de klinikte GFR ö lç ü m ü n d e kullanılm aktadır. Kreatinin m ad d en in takriben % 90’ı böbrekler tarafın d an u z a k la ş­


iskelet k a s m e ta b o lizm asın ın bir ara ürü n ü old u ğu için tırılır. Bu n ed en le b öb rek p la z m a akım ının y ak laşık h e ­
p la z m a d a old u k ça sab it k o n san trasy o n d a b u lu n u r ve sa p la n m a sın d a PAH klirensi kullanılabilir. D ah a doğru
h asta y a d a m ard an verilm esin e gerek yoktur. Bu n eden le değer elde etm ek için b öbreklerle atıla n a ek olarak k a n ­
kreatinin klirensi belki d e klinikte kullanılan en yaygın d a kalan PAH y ü zd esi de ölçülebilir. K an d an u z ak la ştırı­
GFR ölçüm yöntem idir. A ncak kreatinin, GFR için m ü ­ lan PAH yüzdesin e, PAH ekstraksiyoıı oram d e n ir ve n o r­
kem m el bir gö sterg e değildir, çün kü az m iktarda kreati­ m al böbreklerde o rta la m a %90 kadardır. H a sta b ö b re k ­
nin tübü ller tarafın d an salgılan ır ve idrarla atılan kıeati- lerde h asarlı tübü llerin tübül sıvısı için e yeterli PAH sal-
nin m iktarı Filtre olan m iktardan biraz fazladır. Ö lçüm gılayam ayışları n ed en i ile bu oran azalır.
y ön tem in deki h afif bir h a ta n eden i ile p lazm a kreatinin Böbrek p la zm a akım ının h e sa p la n m a sı aşa ğ ıd ak i ö r­
k o n sa n trasy o n u n o rm ald e n yüksek ölçülür. Ş a n s eseri nekle gösterilebilir. P lazm a PAII k o n sa n trasy o n u n u n
b u iki h ata birbirin i d en geler ve GFR ö lçü m ü n d e kreati­ 0.01 m g /m l, idrar k o n san trasy o n u n u n 5.85 m g /m l, idrar
nin klirensi güvenilir so n u ç verir. akım hızının da 1 m l/d ak ik a old u ğ u n u farzed elim . PAH
klirensi idrarla PAII atılm a hızının (5.85 x 1 m l/d ak ik a),
p lazm a PAH k o n sa n trasy o n u n a (0.01 m g /m l) b ö lü n m e si
PAH Klirensi, Böbrek Plazma Akımını ile h esaplan abilir. B öylece PAH klirensi 5.85 m l/d ak ik a
olarak bulunur.
Ölçmede Kullanılabilir Eğer PAH ekstıak siyon oranı %90 ise gerçek b öb rek
p lazm a akım ı 585 m l/d ak ik an ın 0.9 ’a b ö lü n m e si ile 650
Teorik olarak eğer bir m a d d e tam am en p la zm a d an u z ak ­
m l/d ak ik a olarak elde edilebilir. B öylece total b öb rek
laştırm ıyorsa o m a d d e n in uzak laştırılm a hızı, (klirens h ı­
p lazm a akım ı aşağıd ak i şekilde h esap lan ab ilir.
zı) total b ö b re k p la z m a ak ım ın a eşit olm alıdır. Bir b aşk a
deyişle b ö b re ğ e kan ile gelen m a d d e m iktarı (böbrek
Total B öbrek P lazm a Akımı
p la z m a akım ı x Ps) id rarla itralı edilen m iktara (U sxV)
= PAH Klirensi / PAH e k stıak siy o n oran ı
eşit olacaktır. B öylece b öb rek p la zm a akım ı (RPF) a ş a ğ ı­
daki form ü l aracılığı ile h esap lan ab ilir.
E kstraksiyon oranı (EPAh). b öb rek arteriyel kan (P pah)
ve b öbrek venöz kan (V pAh) ko n san trasy on ların ın farkı­
Us xV
RPF = ------- = C S nın, arter PAH k o n sa n trasy o n u n a b ö lü n m e si ile h e s a p la ­
nır.
Ps

GFR, to p lam p la z m a akım ının sa d e c e % 20’si o ld u ğ u n ­ P pah - V pah


d a n p la z m a d a n tam am e n uzaklaştırılan bir m a d d e g lo ­ E pah = --------------
PpAH
m erü ler filtrasyoııa ilaveten tü bü llerden de salgılan m alı-
dır. (Şekil 27-16) b öb rekler tarafın d an tam am en u z ak la ş­
B öbreğe giden total kan akım ı, h em ato k rit (kandaki
tırıldığı bilin en bir m a d d e yoktur. A ncak PAH d en en bir
eritrositlerin yüzdesi) ve b öbrek p la z m a ak ım ı yardım ı
ile h esaplan abilir. Eğer h em atokrit 0.45 ve total b öbrek
p lazm a akım ı 650 m l/d ak ik a ise total b ö b rek kan akım ı
650/(1-0.45)= 1182 m l/dak ik adır.

Filtrasyon Fraksiyonu, G FR’nin B öbrek P la z ­


ma Akım ına Bölünm esi ile H esap lan ab ilir

G lom erülden filtre olan p la z m a m iktarını gö steren filt­


rasyon fraksiyon u nu h e sa p la m a k için, ö n ce b ö b rek p la z ­
m a akım ı (PAH klirensi) ve GFR (inülin klirensi) b ilin m e ­
lidir. Eğer b öbrek p la z m a akım ı (RPF) 650 m l/d ak ik a ve
GFR 125 m l/d ak ik a ise filtrasyon fraksiyonu (FF) a ş a ğ ı­
daki şekilde h esaplan abilir.

FF = G FR /RPF = 125/650 = 0.19

B öbrek K lirenslerinden T übüler Geri


Em ilim in veya Sekresyonun H esap lan m ası

Eğer bir m ad d en in glo m erü ler filtrasyon ve böbrekle


UpAH= 5.85 mg/rnl atım hızı bilinirse, b öb rek tiib üllerin den o m a d d e n in net
V = 1 ml/dk.
geri em ilim i veya net sekresyon u olup o lm ad ığ ı h e sa p la ­
Ş E K İL 27 • 16 nabilir. Ö rneğin m a d d e n in itralı hızı (U s x V) m ad d en in
Böbreklerden para-aminohippurikasit (PAH) klirensi kullanılarak filtre olan yükün d en (GFR xPs) d a h a a z ise, o m a d d e n in
böbrek plazma akımının ölçülmesi. PAH glomerüler kapil- bir kısm ı b öb rek liib ülütıden geri em iliyor dem ektir. Ak­
lcrinden serbestçe filtre olur, aynı zamanda peritübüler kapiller sin e eğer bir m ad d e n in atım hızı, filtre olan yükten d a h a
kandan tüblil lümeııi içine salgılanır. Böbrek arterinin fazla ise, o za m an id rard a görülen m a d d e m iktarı g lo m e ­
plazmasındaki PAH miktarı, idrarla atılan PAH miktarına eşit rülden filtre edilen ve tübü llerden salg ılan a n m iktarın
gibidir. Bu nedenle böbrek plazma akımı PA11 klirensiııden (Cpah) toplam ını tem sil ediyor dem ektir.
hesaplanabilir. Daha doğru olması için, böbreği terkettiği sırada
A şağıdaki örnekler tü b ü ler geri em ilim h e s a p la n m a s ı­
kanda bulunan PAH yiizdesi kullanılarak düzeltme yapılabilir.
P p a u arteryel plazma PAH yoğunluğu: UPAh idrar yoğunluğu; V
nı gösteriyor. H a sta d an aşağıd ak i değerlerin elde e dilm iş
idrar akını hızı. oldu ğu n u farzedelim :
312 ÜNİTE V • Böbrekler ve Vücut Sıvıları

İdrar akım hızı = 1 m l/d ak ik a hızı inüliniııkine eşitse o m a d d e sa d e c e filtre ediliyor fa ­


İdrar sod y u m k o n san trasy o n u (U,\a) = 70 m E q /lt = kat geri em ilm iyor ve salgılan m ıyo rd u n (2) eğer bir m a d ­
70 ]iE q/m l denin klirensi in ülin kü relisin den d a lıa a z ise o m a d d e
P lazm a Sody u m k o n san trasy on u = 140 m E q /lt = nefron tü b ü lü n d en geri em iliyor dem ek tir ve (3) eğer bir
140 jiE q /m l m ad d en in klirens hızı in ülin in k in den fa z la ise o m a d d e
GFR (inülin klirensi) = 100 m l/d ak ik a nefron tü bü lü n den salgılan ıyor dem ektir. Böbrekler t a ­
Bu örnekte, filtre olan so d y u m yükü, GFR x P.\'a veya rafından itrah edilen bazı m ad d elerin yak laşık klirens
100 m l/d ak ik a x 140 |.ıEq/m l = 14000 p E q /d ak ik a’dır. hızlarının üstesi a şa ğ ıd a verilm iştir.
İdrarla atılan sody u m (U N a x idrar akını hızı) 70
pE q/dakika'dır. Bu n ed en le tiiüler so d y u m geri em ilim i M addeler K lirens Hızı (m l/dak ik a)
filtre olan sod y u m yükü ile idrarla itralı edilen Na a ra sın ­
daki farka eşittir veya 14000 p E q /d ak ik a-70 pE q /d ak ik a Glikoz 0
= 13930 p E q /d ak ik a’dtr. Sodyum 0.9
Klorür 1.3
Farklı Solütlerin Klirensleri ile İnülin Klirensinin Kar­ Potasyum 12.0
şılaştırılması. GFR ölçü m ü olan inülin klirensi ile bir Fosfat 25.0
b a şk a m ad d en in klirensinin k arşılaştırılm ası ile a şa ğ ıd a ­ İnülin 125.0
ki gen ellem eler yapılabilir. (1) E ğer bir m ad d en in klirens Kreatinin 140.0

REFERANSLAR

Aukland K , Bogusky R T ; Rciikin E M : Renal Hall I E , Brands M W : The renin-angiotensin- ju s t a matter o f good bookkeeping? I Am
co rtical inierstitium and fluid absorption by aldostcronc system : renal m echanism s and S o c Nephrol 4 :1 9 2 9 , 1 9 9 4 .
peritubular capillaries. Am I Physiol 2 6 6 : circulatory hom eostasis. In: Seldin D W , S ch afer IA , Reeves W B , Andreoli T E : M echa­
F I 7 5 , 1994. G icb isch G (eds): T h e K idney: Physiology nisms o f fluid transport across renal tubules.
B e r n ' C A , Ives H E, R ector F C Jr: Renal trans­ and Pathophysiology. 3rd ed. New York: In: W indhager E E (ed): H andbook o f Phys­
port o f glucose, am ino acids, sodium, ch lo ­ Raven Press, 2 0 0 0 . iology, S ectio n 8 , Renal Physiology. New
ride, and water. In: B renner B M , R ecto r FC Hall JE , Guyton AC, Brands M W : Control o f York: Oxford U niversity Press, 1992.
(eds): T h e K idney. 5lh ed. Philadelphia: sodium excretion and arterial pressure by Schuster V L , Scldon D W : R en al clearance. In:
\VB Saunders C o, 1996. intrarenal m echanism s and the renin- Selin D W , G iebisch G (ed s): T he K idney:
B rey er M D , Ando Y : Hormonal signaling and angiotensin system. In: Laragh IH . Brenner Physiology and Pathophysiology, Vol. 1.
regulation o f salt and w ater transport ill the BM (eds): Hypertension: Pathophysiology, 2nd ed. New Y o rk : R aven Press, 1992.
collecting duct. Ann R ev Physiol 5 6 :7 1 1 , Diagnosis, and M anagement. New Y o rk: Seldin D W , G ieb isch G (ed s): T h e Regulation
1994. Raven Press, 1995, pp 1 4 5 1 - 1 4 7 6 . o f Sodium and Chloride B a la n ce. New
Burckhardt G, Gregor R: Principles o f electro ­ Knepper M A , W ade I B , Terris I, et al: Renal Y ork: Raven Press, 1990.
lyte transport across plasma mem branes o f aquaporins. Kidney Int 4 9 :1 7 1 2 , 1996. Sm ith H W : T he K idney: Structure and Func­
renal tubular cells. In: W indhager E E (ed): tion in Health and D isease. New York: O x ­
K nox FG , G ranger JP : Control o f sodium e x ­
Handbook o f Physiology, S ection 8, Renal ford U niversity Press, 1951.
cretion: the kidney produces under pressure.
Physiology. New York: O xford University Suki W N , Rouse D : Renal transport o f c a l­
News Physiol S ci 2 :2 6 , 1982.
Press, 1992. cium , m agnesium , and phosphate. In: B ren ­
Koeppen B M , Stanton B A : Renal Physiology.
D iB on a G F, Kopp U: Neural control o f renal ner B M , R ector FC (ed s): T h e K idney. 5th
St. Louis: M o s b y -Y e a r B ook, 1992.
function. Physiol Rev 7 7 :7 5 , 1997. ed. Philadelphia: W B Saunders C o, 1996.
M arver D (ed): Corticosteroids and the kidney.
G ranger IP : Pressure natriuresis: role o f renal Van V liet B N , Hall J E , L oh m eier T E , Lcland
Sem in Nephrol 1 0:311, 1990.
interstitial hydrostatic pressure. H yperten­ M izelle H: Renal circulation: In: Bennett T ,
Pritchard J B . M iller DS: Proximal tubular
sion 19 (suppl. 1):I, 1992. Gardiner S (eds): Nervous C ontrol o f B lood
Gunning M E, Ingelfinger 1R, King A I. B ren ­ transport o f organic anions and cations. In:
V essels. London: Harwood A cadem ic Pub­
ner B M : V asoactive peptides and the kid­ Seldin D W , G icb isch G (eds): T h e Kidney: lishers, 1996, pp 3 7 1 - 4 3 3 .
ney. In: Brenner B M . Rector F C (eds): The Physiology and Pathophysiology. 2nd ed. Vander A I: Renal Physiology. 4th ed. New
Kidney. 5th ed. Philadelphia: \VB Saunders New Y o rk: Raven Press, 1992. York: M cG raw -H ill, 1 9 91.
Co, 1996. Reeves W B . Andreoli T E : Renal epithelial W ilcox C S , Baylis C , W in go C S : G lom erular-
Hall IE : The kidney. In: Ingram D. Blo ch R F chloride channels. Ann Rev Physiol 5 4 :2 9 . tubular balance and proxim al regulation. In:
(eds): M athem atical M ethods in M edicine. 1992. Seld in D W , G iebisch G (ed s): T he K idney:
New York: lohn W iley & Son s, 1984. Rom an R I, Zou A -P : Influence o f the renal Physiology and Pathophysiology. 2nd ed.
Hall IE : Angiotensin II and long-term arterial medullary circulation on the control o f so­ New Y ork: Raven Press, 1992.
pressure regulation: the overriding dom i­ dium excretion. Am J Physiol 2 4 5 :R 9 6 3 , Zeidel, M L : Hormonal regulation o f inner
nance o f the kidney. I Am S o c Nephrol 10 1993. m edullary collectin g duct sodium transport.
(suppl 12 ):s2 5 S, 1999. S chafer JA : Salt and water hom eostasis— is it A m J Physiol 2 6 :F 1 5 9 , 1993.
Ekstraselüler Sıvı Osmolaritesi ve
Sodyum Konsantrasyonu
Düzenlenmesi

Vücut hücrelerinin amaçlarına uygun olarak fonk­


Antidiüretik hormon İdrar
siyon yapabilmeleri için, elektrolitlerin ve diğer eri­
miş maddelerin (solütleriıı) nisbeten sabit bir kon­
Konsantrasyonunu Kontrol Eder
santrasyonda tutulduğu ekstraselüler sıvı içinde
Renal su atılmasını, erimiş madde atılm a hızından
bulunm aları gerekir. Ekstraselüler sıvıdaki erimiş
bağımsız değiştirerek, plazm a osm olaritesini ve
m addelerin total konsantrasyonu -ve dolayısıyla
sodyum konsantrasyonunu düzenleyen çok güçlü
osm olaritesi- erimiş madde miktarının ekstraselü­
bir feedback sistem vardır, bu feedback m ekaniz­
ler sıvı hacm ine bölünmesiyle belirlenir. Böylece,
manın başlıca etkili maddesi, vazopressin olarak da
ekstraselüler sıvı sodyum konsantrasyonu ve os­
bilinen, antidiüretik horm on (ADH)’dır.
m olaritesi büyük bir oranda ekstraselüler su mikta­
Vücut sıvılarının osmolaritesi norm alin üzerine
rı tarafından düzenlenir. Vücuttaki su miktarı ise
çıktığı zaman (bu, vücut sıvılarında erimiş madde
( 1 ) susamayı belirleyen faktörler tarafından düzen­
miktarının çok konsantre olduğunu gösterir), arka
lenen sıvı alımı ve (2 ) glomeıüler filtrasyon ve tü-
lıipofiz bezi daha fazla ADH salgılar, ADH distal tü-
büler geri emilimi etkileyen birçok faktör tarafın­
bülleriıı ve toplayıcı kanalların suya olan geçirgen­
dan kontrol edilen ıenal su atımı ile belirlenir.
liğini artırır. Bu, büyük miktarda suyun reabsorbe
Bu bölümde, biz özellikle (1) fazla suyun, bö b ­
edilmesine ve ıenal erimiş madde atılma hızında
reklerden dilüe idrar halinde atılmasını sağlayan
önemli bir değişiklik olmaksızın idrar hacm inin
m ekanizm aları; (2 ) böbreklerin konsantre idrar
azalmasını sağlar.
oluşturarak suyu tutmasını sağlayan m ekanizm a­
Vücutta aşırı su bulunduğu ve ekstraselüler sıvı
ları; (3) ekstraselüler sıvı sodyum konsantrasyonu
osmolaritesi azaldığı zaman, arka hipofizdeıı ADH
ve osmolaritesini kontrol eden ıenal feedback m e­
salgılanması azalır, bu sayede distal tübülün ve
kanizmaları; ve (4) ekstraselüler sıvı hacmi, osmo-
toplayıcı kanalların suya geçirgenliği azalır, büyük
laıite ve sodyum konsantrasyonunu da kontrol et­
miktarlarda sulandırılmış idrarın atılması sağlanır.
meye yardım eden, su ve tuz alımlarını belirleyen
Böylece, ADH horm onunun varlığı veya yokluğu,
susam a ve tuz alım isteği ile ilgili mekanizmaları
böbreklerin ya sulandırılmış ya da konsantre edil­
tartışacağız.
miş idrar çıkarılmasını büyük oranda belirler.

Sulandırılmış İdrar Çıkarılmasının Renal


BÖBREK FAZLA SUYU DİLÜE İDRAR Mekanizmaları
OLUŞTURARAK ATAR
Vücutta büyük bir miktarda su fazlası bulunduğu
Normal böbrek çok farklı değişikliklere yanıt olarak zaman, böbrekler 2 0 litıe/gün kadar çok miktarda
idrardaki su ve erimiş madde oranlarını değiştir­ ve 50 mOsm/litre’ye kadar düşük konsantrasyonda
m ek için çok büyük kapasiteye sahiptir. Vücutta idrar atabilirler. Böbrekler bu zor işi erimiş madde
aşırı su bulunduğu ve vücut sıvı osmolaritesi düş­ ıeabsorbsiyonunu sürdürürken distal tiibül sonu
tüğü zaman, böbrekler 50 mOsm/litre’ye kadar dü­ ve toplayıcı kanalların da dahil olduğu nefronun
şük osm olaıitcli idrar atabilirler, bu normal ekstra­ distal parçalarından büyük miktarlarda suyu reab­
selüler sıvı osmolaritesinin sadece altıda biri kadar sorbe etmeyerek başarırlar.
bir konsantrasyondur. Tersine, su yetersizliği ve Şekil 28-1 bir insanda 1 litre su alımından sonra
ekstraselüler sıvı osmolaritesi yüksek olduğu za­ yaklaşık ıenal cevapları göstermektedir. Dikkat edi­
m an, böbrekler 1200-1400 mOsm/litıe’ye kadar lirse, su alımından sonraki 45 dakika içinde idrar
konsantre idrar oluşturabilirler. Böbrekler büyük hacmi normalin 6 katına kadar artar. Ancak, idrar­
hacim de sulandırılmış idrarı veya küçük hacimde la atılan toplam erimiş madde miktarı nisbeten sa­
konsantre idrarı, sodyum ve potasyum gibi erimiş bit kalır çünkü, oluşturulan idrar çok dilüedir ve id­
maddelerin idrarla atılma hızında büyük değişik­ rar osmolaritesi 600’den yaklaşık 100 mOsm/litıeye
likler yapmaksızın atabilirler. Su atılmasının erimiş düşmüştür. Böylece, aşırı su alım ından sonra, b ö b ­
madde atılmasından bağımsız düzenlenme yete­ rekler fazla suyu vücuttan uzaklaştırır fakat idrarla
neği, özellikle sıvı aliminin sınırlı olduğu durum­ aşırı miktarda erimiş madde atılmaz.
larda yaşam ın sürdürülebilmesi için gereklidir. Başlangıçta glomeri'ıler filtıat oluşturulduğu za-

313
314 ÜNİTE V • Böbrekler ve Vücut Sıvıları

1 İt Su içme meydana gelir; bu, proksimal tübül sıvısının plaz­


maya göre izosmotik 300m 0sm /litrelik bir osmola-
ritede, kalması demektir. Sıvı Henle kulpunun inen
kolundan aşağı doğru geçerken, su osmoz yoluyla
reabsorbe edilir ve tübüler sıvı etrafını çevreleyen,
oldukça hipertonik olan ıenal medullanın inteıs-
tisyel sıvısı ile osnıotik dengeye ulaşıı-başlangıçta-
ki glomerüler filtıat osm olaritesinin yaklaşık 4 katı
kadardır. Bundan dolayı, tübüler sıvı iç medullaya
doğru akarken daha da konsantre olur.

Tübüler Sıvı Henle Kıvrımının Çıkan Kolunda Di­


lüe Olmaya Başlar: Henle kıvrımının çıkan kolun­
da, özellikle kalın parçasında, sodyum, potasyum ve
klorür tercihli olarak reabsorbe edilir. Ancak, tübü­
ler segmentin bu parçası, büyük miktarlarda ADH
varlığında bile, suya geçirgen değildir. Bundan dola­
yı, tübüler sıvı Henle kıvrımının çıkan kolundan yu­
karı distal tubulus’un başlangıç kısmına doğru akar­
ken osmolaritesi gittikçe azalarak distal tubulus’un
başlangıç kısmına girdiği zaman lOOmOsm/litre ka­
Zaman (dak.) dar dilüe olur. Böylece, ADH olup olm am asına b a ­
kılmaksızın, distal tubuler segmentin başlangıç kıs­
Ş E K İL 28 - 1
mından ayrılan sıvı plazm a osmolaritesinin sadece
Bir litre su içtikten sonra insandaki su diürezi. Su içimi sonrası,
büyük bir hacim halinde diliie idrar atılımına sebep olan idrar
3 ’d e 1 'i kadar bir osmolariteyle, hipo-osmotiktir.
hacmindeki arüşa ve idrar osmolaritesinin azalmasına; ancak,
böbrekler tarafından atılan toplam erimiş madde miktarının Distal ve Toplayıcı Kanallardaki Tübüler Sıvı
nispeten sabit kaldığına dikkat ediniz. Böbreklerin bu yanıtı aşı­ A D H Yokluğunda Daha da Dilüe olur: Dilüe sıvı
rı su alımı sırasında plazma osmolaritesiııdeki önemli azalma­
ları önler. distal tubulus başlangıç kısmından distal kıvrımlı
tübülün son kısmına doğru geçerken, koı tikal top­
layıcı kanal ve toplayıcı kanalda, ilave bir sodyum
klorür reabsorbsiyonu vardır. ADH yokluğunda, tü ­
man, filtratın osmolaritesi plazmayla yaklaşık aynı­ bülün bu kısmı suya da geçirgen değildir ve erimiş
dır. (300m 0sm /litre). Fazla suyun atılması için, filt- maddelerin ilave olarak reabsorbsiyonu tübüler sı­
ıatın tübül boyunca ilerlerken dilüe edilmesi ge­ vının daha da dilüe olm asına sıvı osm olaritesinin
reklidir. Şekil 28-2’de gösterildiği gibi, bu durum SOmOsm/litre'ye kadar azalmasına neden olur. Su­
sudan daha çok erimiş madde reabsorbsiyonu ile yun reabsorbe edilememesi ve devam eden erimiş
sağlanır, fakat bu aşağıda anlatıldığı gibi tübüler madde reabsorbsiyonu büyük hacimlerde dilüe id­
sistem sadece belli segmentlerinde gerçekleşir. rar oluşumuna yol açar.
Özetlenirse, dilüe bir idrarı oluşturmak için m e­
Tübüler Sıvı Proksimal Tübül İçinde İzosmotik kanizma, su reabsorbe edilemezken, tübüler siste­
Kalır: Filtıat sıvısı proksimal tübüle doğru akar­ min distal segmentlerinden erimiş madde reab-
ken, erimiş maddeler ve su aynı oranlarda reabsor­ sorbsiyonunun sürmesidir. Henle kıvrımının çıkan
be edilir, böylece çok az osmolarite değişiklikleri kolundan ve distal tübülün başlangıç kısmından

Ş E K İL 28 - 1
ADH düzeyleri çok düşük olduğu zaman dilüe idrar oluşu­
mu. Henle kıvrımının çıkan kolunda, tübüler sıvının çok
dilüe olduğuna dikkat ediniz. Tübüler sıvı distal tübüller
ve toplayıcı tübüllerde, sodyum klorür reabsorbsiyonu ve
ADH düzeyleri çok düşük olduğu zaman su reabsorbsiyo-
nunun olmamasıyla daha fazla sulandırılır. Su reabsorbsi-
yoııunun olmaması ve erimiş madde reabsorbsiyonunun
devam etmesi büyük hacimler halinde sulandırılmış idrar
oluşumuna yol açar (sayısal değerler litrede mOsm’dür.)
BÖLÜM 28 • Ekstraselüler Sıvı Osmolaritesi ve Sodyum Konsantrasyonunun Düzenlenmesi 315

ayrılan sıvı, ADH düzeyine bakılmaksızın, her za­ 1 litre içm ek toplam olarak 2 4 0 0 m 0 sm erim iş katı m a d d e ­
m an dilüedir. ADH yokluğunda, distal tübül sonu nin kazanım ı olacaktır. Eğer m aksim al idrarı konsantre
ve toplayıcı kanallarda idrar daha da dilüe edilir ve edebilm e derecesi 1200 m ü sm /litre ise, 2 4 0 0 m ü sm ’lik bir
idrarı dışarı atm ak için gereken idrar h acm i 2400 m O sm ’ün
büyük hacim de dilüe idrar atılır.
1200 m O sm ’e bölüm ü kadar yani, veya 2 litre olurdu. Böy­
lece, içilen her bir litre deniz suyu için, alın an erim iş katı
m addeyi atabilm ek için idrar h acm in in 2 litre olm ası gere­
kecektir. Bu durum içilen her bir litre den iz suyu için v ü ­
BÖBREKLER KONSANTRE İDRAR cuttan ekstra olarak net 1 litre sıvı kaybıyla son uçlan ır ve
deniz suyu içen deniz kazazedelerin de görülen hızlı delıid-
OLUŞTURARAK SUYUN VÜCUTTA ratasyonu açıklar. Diğer yandan , bir den iz kazazedesinin
TUTULMASINI SAĞLARLAR sah ip olduğu Avusturalya zıplayan faresi içm ek istediği k a­
dar deniz suyunu hiçbir soru n çıkm adan içebilirdi.
Böbreklerin plazmadan daha konsantre bir idrar
oluşturma yeteneği aralarında insanların da bulun­
duğu karada yaşayan memelilerin yaşamlarını sürdü­ Konsantre İdrar Atılması İçin
rebilmeleri için şarttır. Su akciğerlerde soluk verme Gerekenler- Yüksek ADH Seviyeleri ve
havasına buharlaşma ile, gastıointestinal kanalda fe- Hiperosmotik Renal Medulla
çes ile, deride bulaılaşma ve terleme ile ve böbrekler­
de idrarın çıkarılmasıyla sürekli vücuttan kaybedilir. Konsantre bir idrar oluşturmak için gerekli faktörler
Sıvı alımı bu kaybı karşılamak için gereklidir, fakat şunlardır: ( 1 ) distal tübüllerin ve toplayıcı kanalların
böbreklerin küçük bir hacim içinde idrarı konsantre suya olan geçirgenliklerini artıran, bu sayede bu tii-
etme yeteneği özellikle su aliminin kısıtlı olduğu du­ büler segmentlerin suyu yeğleyerek reabsorbe et­
rumlarda homeostazisin korunması için gerekli sıvı mesini sağlayan, yüksek bir ADH seviyesi ve (2) yük­
alimim en aza indiren önemli bir fonksiyondur. sek ADH seviyeleri varlığında su reabsorbsiyonunun
Vücutta bir su yetersizliği olduğu zaman, böbrekler, olması için gerekli osmotik gradyanı sağlayan, yük­
su geri emilimi artırıp idrar hacmini azaltırken, erimiş sek bir renal medulla inteısitisyel sıvı osmolaritesi.
madde atılımını sürdürerek konsantre bir idrar oluş­ Normal olarak toplayıcı kanalların etrafını çevre­
tururlar. İnsan böbreği plazma osmolaritesinin 4-5 leyen renal medulla interstisyumu oldukça hiperos-
kaü, 1200-1400m0sm/litreye kadar maksimal bir id­ motiktir, böylece ADH seviyeleri yüksek olduğu za­
rar konsantrasyonu oluşturabilir. Bazı çöl hayvanları, man, su, tübül m em bıanından renal interstisyu-
örneğin Avusturalya zıplayan faresi (bir cins kangu­ mun içine doğru osmoz yoluyla hareket eder; bura­
ru), idrarı 10,000 mOsm/litre’ye kadar konsantre ede­ dan da vaza rekta ile tekrar kana taşınıp uzaklaştırı­
bilir. Bu yetenek hayvanın su içmeksizin çölde yaşa­ lır. Böylece, idrarı konsantre edebilmesi gücü ADH
masına izin verir; yeterli su, alınan yiyeceklerden ve seviyesi ve renal medullanm hiperosm olaıite dere­
yiyeceklerin metabolizması sırasında vücutta üretilen cesiyle sınırlıdır. ADH salgılanmasını kontrol eden
sudan elde edilebilir. Sulu çevrelere adapte olan hay­ faktörleri daha sonra tartışacağız, fakat şimdi renal
vanların, örneğin kunduzun, idrarı konsantre etme medulla interstisyel sıvısını hiperosmotik yapan iş­
yeteneği çok azdır; kunduzlar idrarı sadece lemlerin neler olduğunu tartışacağız. Bu işlem zıt
SOOmOsm/litre’ye kadar konsantre edebilirler. akım m ekanizm ası olarak bilinen olayları içerir.
Zıt akını mekanizması Henle kıvrımının özel a n a ­
Z o ru n lu İdrar Hacmi tomik düzenlenmesine ve renal m edullanm özelleş­
miş peritiibiiler kapilleri olan vaza rekta sistemine
Böbreklerin idrarı m aksim al k o n san tre ed e b ilm e y ete­ dayalı bir mekanizmadır. İnsanlarda, nefronlaıın
neği v ü c u d a alın an iyonların ve m e ta b o liz m a artığı yaklaşık %25’i Henle kıvrımı ve vaza rektaları, kortek-
ürün lerin vücuttan atılm ası için h ergü n olu ştu ru lm ası
se dönmeden önce medullanm derinlerine kadar
gereken idrar h acm in in ne k a d a r olacağın ı belirler. 70 kg.
inen Jukstanıedüller glomeriiler nefronlardır. Henle
ağırlığın d a n orm al bir in san her gün 6 0 0 m 0 s m kadar
e rim iş m addeyi dışarı atm ak zorun dadır. Eğer m ak sim al kıvrımlarının bazıları medulladan renal pelvise doğru
id rar k o n san trasy on yeten eği 1 2 0 0 m 0 sm /litre ise, z o ­ uzanan renal papilla uçlarına kadar inerler. Henle’nin
ru nlu idrar h acm i olarak ad lan dırılan , atılm ası gereken uzun kıvrımlarına paralel olarak vaza rekta da renal
en az idrar h acm i, aşağıd ak i gibi h esaplan abilir. koı tekse dönmeden önce medullanm içlerine kadar
uzanır. Son olarak, aülmadan önce hiperosmotik re­
600 m O sm /g ü n nal medullaya doğru idrarı taşıyan toplayıcı kanallar
---------------------= 0.5 lt/giin
1200 m O sm /lt
da zıt akım mekanizması içinde kritik bir rol oynarlar.

İdrarla bu m in im al h acim kaybı, içm e su y u n u n b u lu n ­


m ad ığı zam an lard a, deriden , so lu n u m y olun dan ve gast- Zıt Akım Mekanizması Hiperosmotik
ıo in te stin al kan ald an olan su kayıplarına bağlı deh idra- Renal Medulla İnterstisyumu Oluşturur
tasy o n a katkıda bulunur.
in sa n b öb reğin in idrarı an c a k m ak sim u m 1200
Vücudun hem en hemen tüm kısımlarında inters­
m O sm /litreye kadar konsantre edebilm e yeteneği ile sınır­
tisyel sıvının osmolaritesi plazma osm olaritesine
lı olm ası, bir kişi deniz suyu içm ek isterse ileri derecede de-
h idratasyon gelişm esinin n edenini açıklar. Okyanuslardaki benzer olarak, 300 mOsm/litre kadardır (Bölüm
tuz konsantrasyonu osm olaritesi 2000-2400 m ü sm /litre 2 5 ’de tartışıldığı gibi, moleküller arası çekim ve it­
arasın d a olan, ortalam a yüzde 3 sodyum kloriir kadardır. me gücü gözöniine alınarak düzeltilm iş osıııolar
K onsantrasyonu 2 400m 0sm /litre olan bir d eniz suyun dan aktivite 282 mOsm/litre civarındadır. Böbrek me-
316 ÜNİTE V • Böbrekler ve Vücut Sıvıları

dullasındaki inteıstisyel sıvının osmolaritesi çok Çıkan kolunun tersine, Henle kıvrımının inen ko­
daha yüksektir, gittikçe artarak medullanın pelvik lu suya çok geçirgendir ve tübüler sıvı osmolaritesi
ucunda 1200-1400 mOsm/litreye kadar ulaşır. Bu renal medulla osm olaıitesiyle hızlı bir şekilde eşit­
duıum ıen al medulla interstisyum unda erim iş lenir. Bundan dolayı, Henle’nin inen kolundan in ­
maddelerin sudan çok daha fazla biriktiğini ifade terstisyum içine su diffüzyonla dışarı itilir ve tübü­
eder. Medullada yüksek erimiş madde konsantras­ ler sıvı osmolaritesi Henle kıvrımının ucuna doğru
yonuna bir kez ulaşıldıktan sonra, bu durum m e­ aktıkça kademeli olarak yükselir.
dullada su ve erimiş maddelerin içeri ve dışarı akış­
ları dengelenerek korunur. H iperosm otik Renal M ed u lle r İnterstisyum
Renal medulla içinde yüksek erimiş madde kon- Oluşumuna Yol Açan Basamaklar. Henle kıvrımı­
santrasyo oluşturulmasına katkıda bulunan başlıca nın bu karakteristiklerini akılda tutarak, şimdi re­
faktörler aşağıda sıralanmıştır: nal medullanın nasıl hiperosmotik olduğunu tartı­
şalım. İlk olarak, Henle kıvrımını dolduran sıvının
1 . 1-Ienle kıvrımının çıkan kolunun kalın kısmın­
pıoksimal tübülden ayrılan 300 mOsm/litre kon-
dan, sodyumun aktif taşınmayla, potasyum, klor ve santrasyonlu sıvının aynısı olduğunu kabul edelim
diğer iyonların birlikte taşınmayla meduller inters- (Şekil 28-3 Basamak 1). Bundan sonra Henle kıvrı­
tisyuma taşınması. mının çıkan kaim kolu üzerindeki aktif pompa ça ­
2. Toplayıcı kanallardan medulla interstisyumu lıştırıldığında, tübül içindeki konsantrasyon azalır
içine iyonların aktif taşınması
ve interstisyel konsantrasyon yükselir; bu pompa
3. İç medulla toplayıcı kanallardan medulla in­
tübüler sıvı ve interstisyel sıvı arasında 2 0 0
terstisyumu içine büyük miktarlarda ürenin pasif
mOsm/litre konsantrasyon gradyanı oluşturur (Ba­
difüzyonu
samak 2 ). Gradyan limiti 200 mOsm/litre kadardır
4. Medüller tübüllerden medüller interstisyuma,
çünkü 200 mOsm/litre konsantrasyon gradyanına
geri em ilen soliitlere oranla çok daha az miktarda
ulaşıldığı zaman, iyonların paıaselüler yolla tübül
su diffüzyonu olması.
içine geri diffüzyonu, lüm en dışına yönelik iyonla­
rın birbirine zıt diffüzyonu ile dengelenir.
Renal Medullada Erimiş Maddelerin Tutulmasını
Üçüncü adım, Heııle kıvrımının inen kolu n daki
Sağlayan Henle Kıvrımının Özel Nitelikleri. Hen-
tübüler sıvı ve interstisyel sıvının aşağı koldan dışa­
le kıvrımının taşıma özellikleri distal tübülün, korti­
rıya suyun osmoz nedeniyle osmotik eşitliğe hızla
kal toplayıcı tübülleriıı ve iç medulla toplayıcı ka­
ulaşmasıdır. İyonların, Henle kıvrımı kalın çıkan
nalları ile birlikte Tablo 28-1 'de özetlenmiştir.
kolundan dışarı taşınmasının devam etmesi n ed e­
Yüksek medulla osmolaritesinin en önemli nedeni
niyle osmolarite 400 mOsm/litrcde muhafaza edi­
Henle kıvrımının kalın çıkan kolundan sodyumun ak­
lir. Böylece, kalın çıkan koldan sodyumun aktif
tif olarak potasyum, klorür ve diğer iyonların birlikte
transportla dışarı taşınması, zıt akımla başaıılabi-
taşınmayla inteıstisyum içine taşınmasıdır. Bu pompa
lenden çok daha az bir değer olan, 2 0 0 mOsm/lit-
interstisyel sıvı ve tübül lümeni arasında 200 mOsm
relik bir konsantrasyon gradyanı oluşturabilir.
kadar bir konsantrasyon gradyanı oluşturabilir. Kalın
Dördüncü basamak, şuanın proksimal tübülden
çıkan kol suyu hiç geçirmediği için, erimiş maddelerin
Henle kıvrımı içine akmasıdır, bu daha önce aşağı
interstisyum içine pompalanmasına osmotik su akışı
inen kolda oluşturulan hiperosmotik sıvının çıkan
eşlik etmez. Böylece, çıkan kalın koldan dışarı sodyum
kol içine alınmasına neden olur. Bu sıvı çıkan kol
ve diğer iyonların aktif taşınması, sudan çok daha faz­
içine girer girmez, eklenen iyonlar geride suyu bı­
la erimiş maddenin renal medulla interstisyumuna ila­
rakarak, interstisyel sıvı osm olaritesi 500
ve olmasına neden oku'. Henle kıvrımının, suya da ge­
mOsm/litreye yükselinceye ve 200 mOsm/litrelik
çirgen olmayan, çıkan ince kolunda renal medulla in­
bir gradyan oluşuncaya kadar interstisyuma pom ­
terstisyumu erimiş madde konsantrasyonunu daha da
palanır (5. Basamak). Daha sonra bir kez daha, aşa­
yükselten pasif sodyum klorür ı eabsorbsiyonu vardır.
ğı inen koldaki sıvı hiperosmotik medulla, inters­
tisyel sı\ayla eşitliğe ulaşır (6 . Basamak) ve hiperos­
motik tübüler sıvı, Henle kıvrımının aşağı inen ko­
lundan çıkan kol içine akarken, erimiş madde sü­
İdrar Konsantrasyonu-Tübiil Niteliklerinin Özeti rekli olarak tübül dışına pompalanmaya ve medul­
Geçirgenlik la interstisyumu içinde biriktirilmeye devam eder.
Aktif NaCl
transportu h 2o NaCI Üre Bu basamaklar defalarca tekrarlandığında, net etki,
sudan çok daha fazla erimiş katı maddenin artarak
Proksimal tübül ++ ++ + + medullaya geçişidir, yeterli zaman dilimi içinde, bu iş­
İnce inen kol 0 ++ + + lem basam ak basam ak erimiş m addeleri medullada
İnce çıkan kol 0 0 + +
Kalın çıkan kol ++ 0 0 0
tutar ve Heııle kıvrımının kalın çıkan kolundan dışarı
Distal tübül + + AD1İ 0 0 iyonların aktif pom palanm ası ile oluşturulan kon­
Kortikal toplayıcı + + ADH 0 0 santrasyon gradyanını çoğaltarak sonuçta, interstisyel
tübül sıvı osmolaritesini 1200-1400 mOsm/litreye yükseltir.
İç m edulla toplayıcı + + ADH 0 ++ Böylece, Henle kıvrımının çıkan kalın kolu tara­
kanal
fından sodyum klorüıün tekrar tekrar reabsoıbsi-
0, minimal düzeyde aktif iraıısport ya da geçirgenlik; +,orta derecede aktif
transpnrt ya da geçirgenlik; ++ yüksek düzeyde aktif transport ya da geçirgenlik;
yonu ve Henle kıvrımı içine proksimal tübülden
+ ADH, suya yalnızca ADII varlığında geçirgen. yeni sodyum klorüıün sürekli içeriye akışı ters
BÖLÜM 28 • Ekstraselüler Sıvı Osmolaritesi ve Sodyum Konsantrasyonunun Düzenlenmesi 317

4-6. adımların yinelenmesi

Ş E K İL 28 - 3
Hiperösmotik renal medıılla oluşumunda Henle kıvrımındaki zıt akım çoğaltıcı sistem (Sayısal değerler litrede mOsm’dür).

akım çoğaltıcı (counter current multiplier) olarak molaritesi yaklaşık 100 mOsm/litre kadar diliiedir
adlandırılır. Henle kıvrımının çıkan kolundan sod­ (Şekil 28-4). Distal tübülün başlangıç kısmı, tübü­
yum klorür reabsoıbsiyonu sürekli yeni gelen sod­ ler sıvıyı daha fazla sulandırır çünkü bu segm entte
yum klorür ilavesiyle sürdürülür, böylece medulla de Henle kıvrımının çıkan kolu gibi, sodyum klorür
iııterstisyumunda sodyum klorür konsantrasyonu tübül dışına aktif olarak taşınır, fakat su geçirgenli­
"çoğaltılır”. ği fazla değildir.
Sıvı koı tikal toplayıcı tübül içine akarken, reab­
sorbe edilen su miktarı özellikle ADH’nın plazma
Konsantre İdrar Çıkarılmasında Toplayı­ konsantrasyonuna bağlıdır. ADH yokluğunda, bu
cı Kanallar ve Distal Tübülün Rolü segm ent suya hem en hem en hiç geçirgen değildir
ve suyu reabsorbe edem ez fakat erim iş madde re-
Tübüler sıvı Henle kıvrımından ayrılıp renal koı- absorbsiyonu sürer ve idrar daha ileri derecede
teksteki distal kıvrımlı tübül içine aktığı sırada, os- sulandırılır. ADH konsantrasyonu yüksek olduğu

Ş E K İL 28 - 4
ADH düzeyleri yüksek okluğu zaman konsant­
re edilmiş bir idrar oluşumu. Henle kıvrımını
terkedeıı sıvının diltıe olduğuna fakat, distal tii-
biillerden ve toplayıcı tübüllerden su absorbe
edilirken konsantre edildiğine dikkat ediniz.
Yüksek ADH düzeylerinde, idrar osmolaritesi
papilladaki renal medulla interstisyel sıvısının
1200 mOsın/ litre kadar olan osmolaritesi ile
aynıdır (sayısal değerler litrede mOsm’dür.)
318 ÜNİTE V • Böbrekler ve Vücut Sıvıları

zam an, kortikal toplayıcı tübül suya oldukça ge­ em ilimine karşın, tübüler sıvıda ve sonuçta idrar­
çirgendir, öyle ki, büyük miktarlarda su tübiilden da yüksek bir üre konsantrasyonunun korun­
korteks interstisyumu içine reabsorbe edilir, bura­ masını sağlar.
dan su hızla peıitü büler kapillerler tarafından Ürenin, idrarın yoğunlaşmasına önem li ölçüde
uzaklaştırılır. Bu büyiik m iktarlarda suyun renal katkıda bulunduğu, ürenin nitrojenli aıtık ürün
m edu lla yerine kortekse geri em ilm esi, yüksek m e­ olarak bol miktarda oluştuğu fazla proteinli diyetle
d u lla interstisyel sıvı osm olaritesinin koru n m ası­ beslenen kişilerde idrar konsantrasyonunun daha
n a yardım eder. iyi yapılabildiğinin gösterilmesiyle kanıtlanmıştır.
T ü biiler sıvı, m eduller toplayıcı kanallar b o ­ Malnütrisyon, medulla interstisyunıunda düşük
yunca akarken, tübüler sıvıdan interstisyum içi­ bir üre konsantrasyonuna ve idrarı konsantre ede­
ne su ıeabsorbsiyonu görülür, fakat toplam su bilme yeteneğinde önemli düzeyde yetersizliğe yol
m iktarı korteks interstisyum uııa geçen su ile kar­ açar.
şılaştırıldığında daha azdır. Geri em ilen su vaza
ıek ta tarafından hızla venöz kana taşınarak uzak­ Ürenin Toplayıcı Kanaldan Henle Kıvrımına
laştırılır. ADH yüksek seviyelerde olduğu zaman, Yeniden Dolaşımı H iperosm otik Renal Medulla
toplayıcı kanallar suya geçirgenlik kazanırlar, öy­ Oluşumuna Katkıda Bulunur. Normal bir şahıs,
le ki toplayıcı kanalların sonundaki sıvı renal m e- filtre edilen üre yükünün %40 ile 60 kadarını idrar­
dullanın interstisyel sıvısıyle aynı osm olariteye - la dışarı atar. Genelde, üre atılım hızı başlıca iki
1200 mOsm/litre kadar- (Bkz. Şekil 28-3) çıkar. faktör tarafından belirlenir. (1) Plazmadaki üre
Böylece, müm kün olduğu kadar çok su reabsor­ konsantrasyonu ve (2 ) Glomerüler filtıasyon hızı
be edilerek, böbrekler konsantre idrar oluşturur­ (GFR). GFR’de büyük azalma görülen böbrek has­
lar, bu sayede su ekstraseliiler sıvıya geri kazan­ talarında, plazma üre konsantrasyonu önemli dü­
dırılır ve vücut su eksikliğini kom panse ederken zeyde artar, GFR’deki düşmeye rağmen, filtre edi­
idrarda erim iş madde atılm ası da norm al m iktar­ len üre yükü ve idrarla üre atılma hızı norm al sevi­
larda tutulur. yesine (üre üretim hızına eşittir) döner.
Proksimal tübülde filtre edilen ürenin % 30- 40 ı
geri emilir ancak tübüler sıvının üre konsantras­
yonu yine de artar çünkü üre su kadar kolay geçe­
Ürenin Renal Medulla İnterstisyumunun mez. Tübüler sıvı Henle kıvrımının ince segm ent-
Hiperosmotik Olmasına ve Konsantre leri içine akarken üre konsantrasyonu artmaya
İdrar Oluşumuna Katkısı devam eder. Bu hem Henle kıvrımının inen kolun­
dan medüller interstisyum a su reabsoıbsiyonu
Şimdiye kadar, sadece sodyum kloıürün hiperos­ nedeniyle ve hem de m edulla interstisyum undan
motik renal medulla inteısitisyum una katkısını dü­ Henle kıvrımının ince kolu içine bir m iktar üre
şündük. Ancak, böbrek maksimal olarak konsantre diffüzyonu sonucu ortaya çıkar (Şekil 28-5). Henle
bir idrar oluşturduğu zaman üre renal medulla in­ kıvrımının kalın kolu, distal tübül ve kortikal top­
terstisyum osm olaritesine %40 oranında (500 layıcı tübülün hepsi üreye geçirgen değildir. B ö b ­
mOsm/litre) katkıda bulunur. Sodyum klorürden rek konsantre bir idrar oluşturduğu ve yüksek dü­
farklı olarak, üre tübiilden pasif olarak geri emilir, zeylerde ADH bulunduğu zaman, kortikal toplayı­
su eksikliğinde ve ADH’nın kan konsantrasyonları cı tübül ve distal tübülden su geri em ilim i, ürenin
yüksek olduğu zaman, büyük miktarlarda üre iç tübüler sıvı konsantrasyonunu daha da yükseltir.
medulla toplayıcı kanallarından interstisyum içine Sıvı iç m eduller toplayıcı kanal içine akarken, tü ­
pasif olarak geri emilir. büler sıvı üre konsantrasyonunun yüksek olması,
Ürenin renal medullaya reabsorbsiyon m ekaniz­ ürenin medulla interstisyum u içine diffüze olm a­
ması aşağıdaki gibidir: Su, Henlenin çıkan kolun­ sına neden olur. Medulla interstisyum u içine ge­
dan yukarı distal tübül içine ve kortikal toplayıcı çen ürenin az bir kısmı, sonunda H enle kıvrımının
tübiillere geçerken çok az üre geri emilir çünkü bu ince koluna diffüze olur, öyle ki üre, Henle kıvrı­
segm entier üreye geçirgen değildir (Bkz. Tablo 28- m ının çıkan kolundan yukarı distal tübüle, korti­
1). yüksek ADH konsantrasyonlarında, su kortikal kal toplayıcı tübülden tekrar aşağı m eduller topla­
toplayıcı tübiilden hızla geri emilir ve üre konsant­ yıcı kanal içine geri döner. Bu yolla, üıe idrarla dı­
rasyonu hızla artar çiinkü tübülün bu parçası üre­ şarı atılmadan ön ce tubuler sistem in bu term inal
ye çok geçirgen değildir. Daha sonra, tiibül sıvısı iç parçalarında birkaç kez dolaştırılır. Üre döngüsü­
medulla toplayıcı kanallar için akarken, su ıeab- nün her seferinde üre daha yüksek bir konsantras­
sorbsiyonu devam eder, bu durum sıvıda daha da yona ulaştırılır.
yüksek konsantrasyonda üre birikim ine sebep Ü renin tekrar dolaşım ı hip erosm otik bir renal
olur. İç medulla toplayıcı kanalının tübiil sıvısında medulla oluşturm ak için ek bir m ekanizm a sağ­
ürenin bu yüksek konsantrasyonu büyük m iktar­ lar. Çünkü üre böbrekler tarafından atılm ası ge­
larda ürenin tübül dışına, renal interstisyuma doğ­ reken en bol atık ürünlerdendir, ürenin idrarla
ru diffüzyonuna neden olur çünkü bu segment atılm adan ön ce konsantrasyonu na katılan bu
üreye oldukça geçirgendir ve ADH bu geçirgenliği m ekanizm a suyun kısıtlı olduğu durum larda vü­
daha da artırır. Üre ve suyun aynı anda iç medulla cut sıvısının korunm ası açısınd an biiyük önem
toplayıcı kanallarının dışına hareketi, üre geri taşır.
BÖLÜM 28 • Ekstraselüler Sıvı Osmolaritesi ve Sodyum Konsantrasyonunun Düzenlenmesi 319

Ş E K İL 28 • 5
Toplayıcı kanaldan interstisyel sıvıya absoıbe
edilen ürenin tekrar dolaşımı. Bu üre daha son­
ra Heııle kıvrımına, oradan distal tiibüle ve so ­
nunda tekrar toplayıcı kanala geçer. Ürenin
tekrar dolaşımı reııal medullada ürenin tutul­
masına yardım eder ve reııal medullanın hipe-
ıosmolaritesine katkıda bulunur, (sayısal de­
ğerler büyük miktarlarda ADH bulunduğu za­
man, antidiürez sırasında ürenin miliosmolari-
teleridir).

Vaza Rektadaki Ters Akım Değişimi medulla interstisyum unda olduğu gibi yaklaşık
Renal Medullanın Hiperosmolaritesini 1200 mOsm/litıelik bir konsantrasyona sahiptir.
Kan medulla inteıstisyumu içine geri diffüzyonu ve
Korur
gerekse suyun vaza rekta içine hareketi ile gittikçe
diliie olur.
Renal medullaya kan akımı böbreğin bu parçasın­
Böylece vaza rekta boyunca büyük miktarlarda
daki hücrelerin metabolik ihtiyaçlarını karşılamak
sıvı ve erimiş madde değişimi olm asına rağmen,
için sağlanmak zorundadır. Özel bir medulla kan
akım sistem i olmasaydı, ters akım çoğaltıcı sistem
tarafından renal medulla içine pom palanan erimiş
kaü maddeler hızla ortamdan uzaklaştırılır ve m e­
dulla hipeıosm olaritesi bozulurdu.
Vaza Rekta Meduller interstisyum
Renal medulla kan akımının yüksek erimiş madde mOsm/lt mOsm/lt
konsantrasyonlarının korunmasına katkıda bulu­
nan iki önem li özelliği vardır.

1. M edulla kan akım ı azdır, total renal kan akımı­


i 300
✓ (
350 300

Solüt 600
nın sadece % 1 -2 'sini oluşturur, bu yavaş kan akımı 600 •Solüt
600
dokuların metabolik ihtiyaçlarını karşılamak için
600
yeterlidir, fakat medulla interstisyumundan erimiş s
Solüt
— V—

madde kaybını en aza indirmeye yardım eder. N. "~ h 2o - "' -Solüt


co
o
o

800 800
2. Vaza rekta, ters akını değişim sistemi olarak ça ­
lışır, medulla intersitisyumundan erimiş maddele­ s 900
Solüt' " - h 2o - " ' 1000
rin uzaklaştırılması bu sayede en aza indirilir. -Solüt
1000 1000
Ters akım alış-veriş mekanizması aşağıdaki gibi 1200
çalışır V J
1200 1200

(Şekil 28-6): Kan vaza rekta yoluyla renal medulla


ve koı teks bağlantı sınırında medullaya girer ve çı­
Ş E K İL 28 - 6
kar. Vaza rekta, diğer kapillerler gibi, plazma prote­ Vaza rektada zıt akım değişimi. Vaza rektanın aşağı inen kolun­
dan aşağı akan plazma, suyun kandan dışarı diffüzyonu ve eri­
inleri hariç, kandaki erimiş maddelere oldukça ge­ miş maddelerin renal interstisyel sıvıdan kana doğru diffüzyo­
çirgendir. Kan medulla içinden papillaya doğru nu nedeniyle daha hiperosmotik olur. Vaza rektanın çıkan ko­
inerken, kısmen interstisyumdan erimiş madde gi­ lunda, erimiş maddeler interstisyel sıvı içine, su da vaza rekta
rişi yoluyla ve kısmen de iııterstisyum içine su kay­ içine geri diffüzyona uğrar. Şeklin sağ tarafında gösterildiği gibi,
büyük miktarlarda erimiş madde vaza rektanın U şeklinde ka-
bı yoluyla gittikçe artan derecede konsantre edilir. pillerleri olmasaydı reııal medulladan kaybedilebilirdi (sayısal
Kan vaza ıektanın uçlarına ulaştığı zaman, tıpkı değerler litrede mOsm’dür).
320 ÜNİTE V • Böbrekler ve Vücut Sıvıları

ters akım değiştirici olarak hareket eden vaza rekta den dalia azdır; sonuç olarak, inen kol tübül sıvı os­
kapillerinin "U" şekli nedeniyle renal medullanın molaritesi de daha az konsantre edilir. Bu durum
her seviyesindeki interstisyel sıvı konsantrasyo­ ADH seviyeleri düşük ve böbrek büyük hacimde di-
nunun net dilüsyonu çok azdır. Böylece vaza rekta ltie idrar oluştururken toplayıcı kanallardan medul­
m edulla Idperosnıolaritesiııi yaratm az fa k a t m e­ la interstisyumuna ürenin kısmen daha az absorbe
didla lıiperosm olaritesinin dağılm asını önler. edilmesinden kaynaklanır.
Vaza rekta damarlarının “U” şekilli yapısı interstis-
yumdan erimiş madde kaybını en aza indirir fakat bu Henle'nin Çıkan İnce Kolu. Henle’nin çıkan ince
kapillerlerde ıeabsorbsiyona yardım eden kolloid os- kolu aslında suya geçirgen değildir fakat sodyum
motik ve hidrostatik basınçların bilinen etkisiyle kan klorüre çok geçirgendir. Henle’nin inen kolunda
içine sıvı ve erimiş maddelerin toplu halde akışını ön­ suyun em ilm esine bağlı olarak, tübüler sıvıda sod­
lemez. Böylece, normal koşullar aluııda, vaza rekta, yum klorür konsantrasyonunun yüksek olması n e ­
sadece medulla tübiillerinden absorbe edildiği kadar deniyle, ince çıkan koldan medüller interstisyuma
su ve erimiş maddeleri taşıyarak uzaklaştırır ve ters bir miktar sodyum klorür pasif diffüzyonu görülür.
akım mekanizması tarafından oluşturulan yüksek eri­ Böylece, sodyum klorüriin tübül dışına difüzyonu
miş madde konsantrasyonu korunur. ve suyun tübül içinde kalması tübüler sıvıyı gittik­
çe sulandırır. Toplayıcı kanallardan medulla inters­
Meduilar Kan Akımı Artışı İdrarın Konsantre Edil­ tisyumuna absorbe edilen bir kısım üre de çıkan
me Yeteneğini Azaltabilir. Belli vazodilatörler renal kola diffüze olur, böylece tübüler sistem e geri dö­
medulla kan akımını oldukça artırabilirler, bu sayede ner ve renal medulladan ürenin uzaklaştırılmasını
renal medulladan erimiş maddelerin bir kısmı "yıka­ önlemeye yardım eder. Bu üre geıi-dönüşüm ü hi-
narak uzaklaştırılır” ve maksimum idrar konsantras­ perosmotik renal medulla oluşumuna katkıda bu ­
yon kapasitesini düşürürler. Kan basıncındaki büyük lunan ilave bir mekanizmadır.
artışlar renal medulla kan akımını böbreğin diğer böl­
gelerinden çok daha fazla oranlarda artırırlar ve lıipe- Henle'nin Çıkan Kalın Kolu. Henle’nin çıkan ko­
rosmotik interstisyumun bozulmasına yol açarak id­ lunun kaim parçası suyu hem en hiç geçirmez, fa­
rar koıısanüasyon derecesini düşürürler. Yukarıda tar­ kat büyük miktarlarda sodyum, klorür, potasyum
tışıldığı gibi, böbreğin maksimum idrar konsanUe ve diğer iyonlar tübülden medulla interstisyumuna
edebilme yeteneği sadece ADH düzeyi tarafından de­ aktif olarak taşınır. Bu nedenle, Henle kıvrımının
ğil, renal medulla interstisyel sıvı osmolaritesi tarafın­ çıkan kalın kolundaki sıvı çok suludur ve konsant­
dan da belirlenir. Hatta ADH’ııin maksimal düzeyle­ rasyonu 100 mOsm/litreye kadar düşer.
rinde bile, eğer medulla kan akımı renal medulladaki
lıiperosmolariteyi azaltacak derece artmışsa idrarı Distal Tübül Başlangıcı. Distal tübül başlangıcı
konsantre etme kapasitesi düşer. Henle’nin çıkan kalın kolununkine benzer özellik­
ler taşır, öyle ki tübüler sıvı, su tübül içinde kalırken
erimiş maddeler geri emilerek daha da sulanır.
İdrarı Konsantre Etme Mekanizması ve
Tübüllerin Farklı Segmentlerinde Osmo- Distal Tübül Sonu Ve Kortikal Toplayıcı Kanallar.
larite Değişikliklerinin Özeti Distal tübülün son kısımlarında ve kortikal toplayıcı
kanallarda, sıvının osmolaritesi, ADH’nııı varlığına
Nefronuıı farklı bölümlerinden geçerken tübüler veya yokluğuna bağlıdır. ADH’nın yüksek düzeylerin­
sıvı hacmindeki ve osmolaritesindeki değişiklikler de, bu kanallar suya oldukça geçirgendir, böylece bü­
Şekil 2 8 -7 ’de gösterilmiştir. yük miktarlarda sınain reabsorbe olması sağlanır. An­
cak, nefıonun bu parçasında üre geçirgenliği çok ol­
Proksimal Tübül. Filtre edilen elektrolitlerin %65 ka­ madığından suyun emilmesi, üre konsantrasyonu­
darı pıoksimal tiibülde reabsorbe edilir. Ancak, tübü­ nun artışı ile sonuçlanır. Bu durum distal tübiil ve
ler membranlar suya oldukça geçirgendir, öyle ki her toplayıcı kanala iletilen ürenin çoğunun iç medulla
ne zaman erimiş maddeler reabsorbe edilse, su da toplayıcı kanallarına geçmesine izin verir ve buradan
osmoz yoluyla tübüler membıandan içeri diffüze üre sonuçta ya geri emilir ya da idrarla dışarı atılır.
olur. Bu nedenle, sıvı osmolaritesi aynen glomerüler ADII yokluğunda, distal tübül son kısımlarında ve
filtıatta olduğu gibi, 300 mOsm/litre civarında kalır. kortikal toplayıcı tübülde çok az su geri emilir; bu ne­
denle, bu segmentlerde iyonların sürekli aktif reab-
Henle Kıvrımının İnen Kolu. Sıvı Henle kıvrımının soıbsiyonu sonucu osmolarite daha da azalır.
inen kolundan aşağı akarken, su ıuedulla içine ab­
sorbe edilir. Aşağı inen kol suya oldukça geçirgen fa­ İç Medulla Toplayıcı Kanalları. İç medulla toplayıcı
kat sodyum klorür ve üreye çok az geçirgendir. Böy­ kanallarındaki sıvının konsantrasyonu da (1) ADH ve
lece inen kıvrım içindeki sıvının osmolaritesi, kan (2 ) ters akım mekanizması tarafından oluşturulan
ADH konsantrasyonu yüksek olduğu zaman, gide­ medulla interstisyumunun osmolaritesine bağımlı­
rek artacak interstisyel sıvının osmolaritesi olan dır. Büyük miktarlarda ADH varlığında, bu kanallar
1200 mOsm’e kadar çıkacaktır. Düşük ADII kon­ suya oldukça geçirgendir ve su, tübülden interstisyu­
santrasyonlarında, sulu bir idrar oluşturulurken, ma tübüler sıvının osmoük basıncı, meduller inters­
medulla interstisyel osmolaritesi 1200 mOsm/litre­ tisyumun osmotik basıncına eşitleninceye kadar
BÖLÜM 28 • Ekstraselüler Sıvı Osmolaritesi ve Sodyum Konsantrasyonunun Düzenlenmesi 321

25 nil 0.2 mİ

Ş E K İL 28 - 7
Yüksek ADH düzeyleri varlığında ve ADH
yokluğunda, tübiiler sıvı, farklı tübüler seg-
ınentlerde olan değişiklikler, (sayısal değerler
dakikada mililitre cinsinden yaklaşık hacim­
leri veya farklı tübüler segmentier boyunca Proksimal Henle Kıvrımı Distal Toplayıcı
akan sıvının litresindeki mOsm cinsinden os- lübül tübül kanallar
molarite değerlerini göstermektedir).

(1200-1400 mOsın/lt) diffiize olur. Böylece, ADH dü­ erimiş maddenin her gün için atılımı şartsa ve eğer
zeyleri yüksek olduğu zaman, çok konsantre, fakat maksimal idrar konsantre etme gücü 1 2 0 0 m 0 sm/lit-
küçük hacimli bir idrar üretilir. Su ıeabsorbsiyonun re ise en azından 1 litre idrar yapımı gerekir.
tübüler sıvıda üre konsantrasyonunu artırması ve iç
medulla toplayıcı kanallarının üreye oldukça geçir­
gen olması, kanallardaki oldukça yüksek konsaııü as-
yondaki ürenin çoğunun tübüler lümen dışına, m e­ BÖBREKLERDE İDRARIN
dulla inteıstisyumuna diffüzyonuna neden olur. Üre­ KONSANTRASYONU VE SULANDIRILMA­
nin renal medullada görülen fakat kortekste görül­ SININ HESAPLANMASI: “SERBEST SU”
meyen bu absoıbsiyonu, medulla interstisyumunun VE OSMOLAR KLİRENSLER
yüksek osmolaritesine ve böbreğin yüksek derecede
konsantre edebilme yeteneğine katkıda bulunur. İdrarın k o n san trasy on u veya d ilü sy on u işlem i b ö b re k le ­
Bu tartışmadan açıkça anlaşılamayan düşündürü­ rin su ve erim iş m ad d eleri bir derecey e k a d a r b irb irin ­
cü birkaç önemli nokta vardır. İlk önce, sodyum klo- den b ağım sız atm asın ı gerektirir, id rar su lan d ıııld ığ ı z a ­
ıür, medulla interstisyumunun hiperosmolaritesine m an, erim iş m ad d elerd en d a h a fazla su atılır. Tersine, id ­
rar yoğunlaştırıldığı z a m a n sıvıda erim iş m a d d e le r s u ­
katkıda bulunan başlıca erimiş maddelerden biri ol­
dan d ah a fazla atılırlar.
masına rağmen, böbrek, ihtiyaç duyulduğu zaman, K andan erim iş m ad d elerin toplam klirensi o sm o la r
çok az sodyum kloriir içeren oldukça konsantre idrar klirens (Cosm) olarak ifade edilebilir; Bu bir d ak ik ad a e ri­
çıkartabilir. Bu şartlar altında idrarın hiperosmolaıi- m iş m addelerden tem izlen en p la zm a h a c m in in ö lç ü sü ­
tesi diğer erimiş katı madde konsantrasyonlarının, dür. Bir m adden in klirensi aynı y olla h esap lan ab ilir.
özellikle üre ve kıeatinin gibi atık ürünlerin yüksek
olmasına bağlıdır. Düşük sodyum alımıyla birlikte Uosm x V
olan delıidratasyon buna bir örnektir. Bölüm 29'da (josm=
P o sm
tartışıldığı gibi, düşük sodyum alımı anjiyotensin II
ve aldosteıon hormonlarının yapımını artırır. Bu iki U0sm. idrar osm olaritesi; V, idrar akım hızı ve Posm, plazm a
hormon birlikte tübülleıden sadece sodyum ıeab- osmolaritesidir. Örneğin, eğer plazm a osm olaritesi, 300
sorbsiyonuna neden olurken, üre ve diğer erimiş mOsm/litre; idrar osm olaritesi, 600 m O sm /litre ve idrar
maddeleri tübülde bırakarak oldukça yüksek kon- akım lıızı, lm l/d k (0.001 litre/dak) ise osm olar idrar atılım
santrasyonlu idrar olumuşunu sağlar. hızı 0.6 m O sm /dak. (600 m O sm /litre x 0.001 litre/dak) ve
osm olar klirens 0.6 m O sm /dak bölü 3 0 0 m 0 sm /litrc ya da
İkin ci olarak, sodyum atılm asında artış olm aksı­
0.002 litre/dak (2.0 m l/dk)’dır. Bu her bir dakikada 2 mİ p laz­
zın çok m iktarda dilüe idrar çıkarılabilir. Bu, ADH manın sıvıda erim iş m addelerden tem izlenm esi demektir.
sekıesyonu azaltılarak başarılabilir, böylece daha
ileri distal tübül segmeııtlerinde sodyum ıeabsoıb- "Serbest-Su Klirensi" Kavramı Kullanılarak İdrarla
siyonunda önemli bir değişiklik olmaksızın su re- Atılan Su ve Erimiş Maddelerin Nisbi Hızları Tayin
absoıbsiyonu azaltılır. Edilebilir. Serbest-su klirensi (C112O) su atılım hızı (idrar
Son olarak, şu akıldan çıkarılmamalıdır, böbreğin akım hızı) ve o sm o lar klirens arasın d ak i fark olarak h e ­
maksimum konsantre etme gücünün ve atılması ge­ sap lan ab ilir:
reken erimiş madde miktarının belirlediği, zorunlu
bir idrar hacm i vardır. Bu nedenle, eğer büyük mik­ (UusmXV)
C H20 = V - C 0sm = V ---------------
tarlarda erimiş madde atılması gerekli ise, bu mad­ ( P o sm )
delerin atılması, minimum miktarda suyla birlikte
olmak zorundadır. Örneğin, eğer 1 2 0 0 m 0 sm/litıelik Böylece, serbest-su klirens hızı, böbrekler tarafından erim iş
322 ÜNİTE V • Böbrekler ve Vücut Sıvıları

m addeden-yoksun suyun atılm a hızını temsil eder. Serbest- naklanır. Her iki durum da da büyük hacim lerde dilüe idrar
su klirensi pozitif olduğu zaman, aşın su böbrekler tarafın­ oluşturulur. Eğer sıvı alımı artan idrar hacm i miktarı kadar
dan idrarla atılmaktadır; serbest-su klirensi negatif olduğu artırılam azsa, bu durum dehidratasyona yol açar.
zaman, erimiş madde fazlası böbrekler tarafından idrara ı/e­ Özellikle, renal m edulla hasarı yapan lar b aşta olm ak
rilerek kandan uzaklaştırılmakta ve su korunmaktadır. üzere renal hastalıkların bir çok tipleri kon san trasyon m e­
Y ukarıda tartışılan örneği kullanırsak, eğer idrar akım kanizm asını bozar. Henle kıvrımı fonksiyonundaki bozuk­
hızı 1 m l/d k ve o sm o la r klirens 2 m l/d k ise se rb e st su kli­ luklar da bu segm en te elektrolit reabsorbsiyon unu inlıibe
rensi - 1 m l/d k . b u lu n u rd u . Bu b öb reklerden suy un eri­ eden diüretiklerde olduğu gibi, idrarı konsantra etm e yete­
m iş m a d d e le rd e n d a h a fazla atılm ası yerine, böbrekler, neğini bozabilirler. Belli ilaçlar, örneğin lityum (manik-
gerçekte su yetersizliği d u ru m ların d a old u ğ u gibi, suyu depresif hastalıkları tedavi etm ek için kulanılır) ve tetrasik-
tekrar siste m ik d o la şım a geri kazan dırıyor dem ektir. linler (antibiyotik olarak kullanılır), distal nefron segm ent-
Böylece, her ne zaman idrar osmolaritesi plazma osmola- lerinin ADH’ya cevap verm e özelliğini bozabilirler.
ritesinden daha yüksek olursa, serbest-su klirensi suyun
korunduğunu işaret etmek üzere negatif olacaktır.
B öbrekler su lan d ırılm ış bir idrar oluşturdukları zam an
(bu idrar o sm o la ıite sin in p lazm a osm o laritesin d en d a ­
h a a z o lm ası h alidir), se rb e st-su klirensi b öbreklerde eri­ EKSTRASELÜLER SIVI
m iş m a d d e d e n d a h a fazla suy un p lazm ad an uzaklaştırıl­ OSMOLARİTESİ VE SODYUM
dığını gö steren p o zitif bir d eğer olacaktır, böylece, "ser-
b e st- su ” o larak ad lan dırılan erim iş m a d d e d e n yoksun su KONSANTRASYONUNUN KONTROLÜ
v ü cu ttan kaybedilir ve se rb e st-su klirensi pozitif olduğu
za m an , p la z m a k o n san tre edilir. Ekstraselüler sıvı osmolaritesinin ve sodyum konsant­
rasyonunun düzenlenmesi birbiıiyle çok yakından
bağlıdır, çünkü sodyum ekstraselüler ortamda en çok
bulunan iyondur. Plazma sodyum konsanüasyonıı
normal olarak 145 ± 5 mEq/litre’nin dar aralıkları için­
İD R A R I Y O Ğ U N L A Ş T IR M A M E K A N İZ M A S I
de düzenlenil', ortalama konsantrasyonu 142 mEq/lit-
BOZUKLUKLARI
ıe kadardır. Osmolarite ortalama 300m0sm/litre ka­
B öbreklerin idrarı uygun şekilde kon san tre ve dilüe etm e dardır (iyonlar arası çekim açısından düzeltildiğinde
y eten eğin deki bir b ozuk luk aşağıd ak i anorm alliklerin en yaklaşık 282 mOsm/lt) ve % ± 2,3’den fazla değişimler
az b irin d e ortaya çıkabilir. çok nadirdir. Daha önce Bölüm 25'de tartışıldığı gibi,
bu değişkenler hassasiyetle kontrol edilmelidir, çünkü
1. Uygunsuz ADil sekresyonıı. Ya çok fazla ya da çok az bunlar sıvının intraselüler ve ekstraselüler bölümleri
ADII salg ısı böbrekler tarafın dan sıvı kon trolün de a n o r­ arasında dağılımını belirler.
m alliklerle son uçlan ır.
2. Ters-akını mekanizmasındaki bozukluk. H iperos-
m otik bir m e d u lla in terstisy u m u idrarı m ak sim u m y o­
ğu n la ştırm ak için şarttır. ADH düzeyinden b ağ ım sız o la ­ Plazma Sodyum Konsantrasyonundan
rak m a k sim u m idrar yo ğu n laştırılm ası m e d u lla interstis- Plazma Osmolaritesinin Tayini
yu m u n u n h ip e ro sm o larite derecesiyle sınırlıdır.
3. Distal tübiil, toplayıcı tüıbiil ve toplayıcı kanalların Çoğu klinik laboratuvarlaıında, plazm a osm olari­
ADH'ya cevap verememeleri. tesi rutin ölçümlerden değildir. Ancak, sodyum ve
onunla bağlantılı anyonlar, ekstraselüler bölüm ün
A D H Yapımının Yokluğu: "M erkezi" Diabetes İnsipi-
erimiş maddelerinin yaklaşık % 94’ünden sorum lu­
tus. Arka h ip ofizden ADH se rb e stle n m e si veya ü retim i­
nin o lm a m ası kafa y aralan m aları v eya enfeksiyonlar s o ­ dur, plazma osmolaritesi ( P 0 s m ) yaklaşık olarak aşa­
n u cu ya d a d o ğ u şta n olabilir. Ç ün kü distal tü bü ler seg- ğıdaki gibi hesaplanabilir.
m en tler ADH y ok lu ğu n d a su reab so rb e edem ezler. Bu
d u ru m " merkezi" diabetes insipitııs olarak adlandırılır, P o sm =2 . 1 x Plazma sodyum konsantrasyonu
b ü y ü k bir h acim d e su lan d ırılm ış idrar olu şu m u yla s o ­
n u çlan ır ve idrar h acim leri 15 İt/gün değerini aşabilir. Bu Örneğin, 142mEq/litre olan bir plazma sodyum
b ö lü m ü n d a h a son raki k ısım ların da tartışılan su sa m a konsantrasyonunda, plazma osm olaritesi yukarı­
m ek an izm aları, v ü cu ttan aşırı su kaybedildiği za m an ak- daki formülden 298.2mOsm/litre olarak hesapla­
tive edilir; b u neden le, kişi yeteri k adar su içtiği sürece, nabilir. Daha kesin hesap için, özellikle renal hasta­
vü cu t sıv ısın d a büyük az alm a lar oluşm az. Bu d u ru m d a lıklarla bağlantılı durumlarda, diğer iki erimiş
klinik olarak in sa n la rd a b a şlıc a gözlen en anorm allik, b ü ­
madde, glikoz ve üre, hesaba dahil edilmelidir.
yük h acim lerd e dilüe idrardır. Ancak, sıvı alim inin kısıt­
Plazma osmolaritesinin bu şekilde hesaplanm ası
lan d ığı bir h asta n e o rta m ın d a veya h astan ın bilincini
kaybettiği (örneğin kafa y aralan m ası nedeniyle) d u ru m ­ direkt yapılan ölçümlerde bulunan değerlere, %
d a, ileri d e rcc e d e d eh id ratasy on hızla ortaya çıkabilir. birkaç sayılık hatalar içinde oldukça yakındır.
Normal olarak, sodyum iyonları ve bağlantılı an­
Böbreklerin ADH'ya Cevap Verme Bozukluğu: "Nef- yonlar (başlıca bikarbonat ve kloıüı) ekstraselüler
rojenik" Diabetes İnsipitus. Normal ya d a yükselmiş osmolaritenin yaklaşık %94 kadarını temsil eder, üre
ADH düzeylerinin bulunduğu fakat distal tubulus seg- ve glikoz da toplam osmolariteye yüzde 3-5 civarın­
inentleri AD H ’ya uygun cevap veremediği durum lar vardır.
da katkıda bulunur. Ancak, üre çoğu membrandan
Bu durum "nefrojenik"diabetes insipitııs olarak bilinir çün ­
kü anorm allik böbreklerdedir. Bu anormallik, hiperosm o-
kolayca geçtiğinden, normal şartlar altında efektif
tik renal m edulla interstisyum unu oluşturan zıt akım m e­ osmotik basınç üzerine çok az etkilidir. Bundan do­
kanizm anın yetersizliğinden ya d a distal ve toplayıcı ttibili­ layı, ekstraselüler sıvıda sodyum iyonları ve sodyum
lerle toplayıcı kanalların ADH'ya yanıt verm eyişinden kay­ bağlantılı anyonlar hücre m em bıam boyunca sıvı
BÖLÜM 28 • Ekstraseliiler Sıvı Osmolaritesi ve Sodyum Konsantrasyonunun Düzenlenmesi 323

hareketinin esas belirleyicileridir. Sonuç olarak, os- nukleustaki diğer sinir hücrelerine sinir uyarıları
molaritenin kontrolünü ve sodyum iyon konsant­ gönderilir, daha sonra bu sinyaller hipofiz bezi sa­
rasyonunun kontrolünü aynı zamanda tartışabiliriz. pından aşağı arka hipofize iletilir.
Böbreklerde su ve sodyum atılım miktarını bir­ 3. Posteriyor hipofize iletilen aksiyon potansiyel­
çok mekanizma kontrol etm esine rağmen, iki esas leri sinir sonlarında sekresyon graniilleri (ya da ve-
sistem özellikle ekstraseliiler sıvı osm olaritesi ve zikülleıi) olarak depolanan ADH’nın serbestlem e­
sodyum konsantrasyonunun düzenlenm esine katı­ sini uyarır.
lırlar. (1) Osmoreseptör-ADH sistemi ve (2) Susama 4. ADH kan dolaşımına girer ve böbreklere taşı­
m ekanizm ası. nır, böbreklerde iç meduller toplayıcı kanallar, kor-
tikal toplayıcı tübüller ve distal tübülleıin son kıs­
mında su geçirgenliğini artırır.
5. Distal nefron segmentlerinde su geçirgenliği­
nin artması su reabsorbsiyoııunun artm asına, h a c­
Osmoreseptör-ADH Feedback Sistemi
mi az, yoğunluğu fazla idrar atılm asına sebep olur.
Şekil 28-8 ekstraseliiler sıvı sodyum konsantrasyonu
Böylece, sodyum ve diğer erimiş maddeler idrarla
ve osmolariteııin konüolünde osmoreseptöı-ADH fe­
atılırken, vücutta su tutulur. Bu ekstraselüler sıvıda
edback sisteminin temel elemanlarını göstermekte­
erimiş maddelerin sulandırılmasına yol açar, bu
dir. Örneğin, osmolarite (plazma sodyum konsanüas-
yolla ekstraselüler sıvıdaki aşırı yoğunlaşma düzel­
yonu) su yetersizliği sebebiyle normalin üzerine çıktı-
tilmiş olur.
ğı zaman bu feedback sistem aşağıdaki gibi çalışır:
Ekstraselüler sıvı çok fazla dilüe olduğunda (hi-
1. Ekstraselüler sıvı osm olaıitesinde bir artış po-osmotic) yukarıda sıralanan olayların tam tersi
(pratik terminolojide plazma sodyum konsantras­ olur. Örneğin, aşırı su içildiğinde ve ekstraselüler
yonunda bir artış demektir) osm oreseptör hücreler sıvı osm olaıitesinde bir azalmada, daha az ADH
olarak adlandırılan anteriyor hipotalam usta supra- oluşur, renal tübül su geçirgenlikleri azalır, daha az
optik nukleusların yakınında yerleşmiş özel sinir su reabsoıbe edilir ve büyük hacim lerde sulandırıl­
hücrelerinin büzüşmesine sebep olur. mış idrar oluşur. Bu da vücut sıvılarını konsantre
2. Osmoreseptör hücrelerin büzüşmesi bu hüc­ eder ve plazma osmolaritesi norm ale döner.
relerde aksiyon potansiyeli oluşturur; supıaoptik

Hipotalamusun Supraoptik ve Paravent-


riküler Çekirdeklerinde ADH Sentezi ve
Arka Hipofizden ADH Serbestlenmesi
Şekil 28-9 ADH’nın sentezlendiği ve salgılandığı hipo-
talamus ve hipofiz bezinin nöroanatomisini göster­
mektedir. Hipotalamusta supraoptik ve paraventrikii-
ler nukleuslarda ADHsentezleyen iki tip magnosellüler
(biiyük) nöron bulunur. Bunların yaklaşık 6 'da 5’i sup­
raoptik nukleusta ve yaklaşık 6 ’da l ’i paraventriküler
nukleusta bulunur. Bu nukleuslann her ikisi arka hipo­
fize uzanan aksonal uzantılara sahiptir. ADH sentezle-
nir sentezleıımez, nöıonlann aksonlarından aşağı pos­
teriyor hipofiz bezinde sonlanan nöron uçlarına taşı­
nır. Supraoptik ve paraventriküler nukleuslar osmola­
rite ve diğer faktörlerdeki değişikliklerle uyarıldıkları
zaman, sinil’ impulsları aşağı doğru ilerleyerek bu sinir­
lerin sonlandıkları yere gelil-, membıan geçirgenlikleri
değişir ve kalsiyum girişi artar. Sinir sonlanmalarımn
salgı grandilerinde (veziküller olarak da adlandırılır)
depolanan ADH, kalsiyum girişi arüşına cevap olarak
serbestler. Serbestleyen ADH daha sonra arka hipofizin
kapiller dolaşımıyla sistemik dolaşıma taşınıı-.
Osmotik bir uyarıya cevap olarak ADH salgılan­
ması çok hızlıdır, öyle ki plazma ADH düzeyleri da­
kikalar içinde birkaç kat artabilir, bu sayede renal su
atılmasını değiştirmek için hızlı bir mesaj sağlanır.
Osmolarite ve ADH salgılanmasının kontrolünde
önemli ikinci ııöıonal alan, AV3V bölgesi olarak ad­
landırılan 3. ventrikillün anteroventral bölgesi boyun­
ca uzanan geniş bir salladır. Bu bölgenin üst parça­
Sıı yoksunluğuna cevap olarak ekstraselüler sıvı osmolaritesi-
nin düzenlenmesinde osmoreseptör-ADH feedback mekaniz­ sında subfornikal organ olarak adlandırılan bir yapı
ması. ve alt tarafta lam iııa terminalisin organımı vascıılo-
324 ÜNİTE V • Böbrekler ve Vücut Sıvıları

osm olaıite değişikliklerine lıızla cevap vererek,


aşağıda tartışıldığı gibi, ADH sekresyoııu ve susa­
ma üzerinde çok güçlü bir kontrol uygularlar.

ADH serbestlenmesinirı Azalmış Arteryel


Basınç ve/veya Azalmış Kan Hacmi Tara­
fından Kardiyovasküler Refleks Uyarımı

ADH serbestlenm esi, kan basıncında ve/veya kan


hacminde azalmalara cevap olarak kardiyovasküler
refleksler tarafından da kontrol edilir. Bu refleksler
( 1 ) arteryel baro-reseptörler refleks ve (2 ) kardiyo-
pulm oner refleksleri kapsar, her ikisi de Bölüm
18’de tartışılmıştır. Bu refleks yollar aortik yay ve
kaıotis siniisdeki gibi dolaşımın yüksek basınç böl­
gelerinden ve özellikle kardiyak atriyumdaki düşük
basınç bölgelerinden kaynaklanırlar. Affeıent uya­
rılar tıaktus solitariusun nukleuslarında sinaps ya­
pan glossofariııgeus ve vagus sinirleri tarafından
taşınır. Bu ııukleuslardan ayrılan sinir yolları, sin­
yalleri ADII sentez ve sekresyonunu kontrol eden
hipotalamik nukleuslara iletir.
Böylece artm ış osm olariteye ek olarak iki diğer
uyarı, ADH sekresyonunu artırır: (1) arteryel basınç
akım azalmış azalması ve (2 ) hem oraji sırasında görüldüğü gibi,
ve konsantre kan hacmi azalması, hem orajide görüldüğü gibi
Ş E K İL 28 - 9 kan basıncı ve kan hacm inin azaldığı her durumda
ADH’nın sentezlcndiği hipotalamusıın ve ADH’mn serbestlen- ADH böbrekler tarafından sıvı geri emilim artışına
diği arka hipofiz bezinin nöroanatomisi. neden olur ve kan hacmi ile kan basıncının norm a­
le dönmesine yardım eder.

ADH Sekresyonunu Uyarmada


sıınııı olarak adlandırılan başka bir yapı vardır. Bu iki Kardiyovasküler Refleksler ve
organ arasında, onlarla olduğu kadar, beynin medul-
Osmolaritenin Kantitatif Önemi
lasındaki kan basıncı kontrol merkezleri ve supraop-
tik nukleuslarla da çok yönlü sinir bağlantıları olan
medicm preoptik nukleus uzanır. AV3V bölgesinin lez- Şekil 28-10’da gösterildiği gibi, ya efektif kan h a c­
yonlaıı ADH salgısı, susama, sodyum gereksiniminin minde bir azalma veya ekstıaselüler sıvı osm olaıi-
kontrolü ve kan basıncı kontrolünde çok yönlü bo­ tesiııde bir artma ADH salgısını uyarır. Ancak ADH,
zukluklara yol açar. Bu bölgenin elektriksel olarak ve­ osmolaritedeki küçük değişikliklere, benzer seviye­
ya anjiotensin II tarafından uyarılması ADH salgısı, deki kan hacmi değişikliklerinden daha fazla du-
susama ve sodyum gereksinimini değiştirebilir. yarlıdır. Örneğin, plazma osmolaritesindeki sadece
AV3V bölgesinin ve supıaoptik nukleuslaıın ya­ % 1’lik bir değişim ADH düzeylerini artırmaya ye-
kın alanlarında, ekstrasellüler sıvı osmolaritesin- terlidir. Tanı aksine, kan kaybı sonrası, plazma
deki küçük artışlarla uyarılan nöronal hücreler var­ ADH düzeyleri kan hacmi %10 azalıncaya kadar
dır; dolayısıyla, osm oıeseptörler terimi bu nöronla­ pek değişmez. Kan hacmindeki daha büyük azal­
rı tarif etmek için de kullanılmaktadır, bu hücreler malar, ADH düzeylerini lıızla artırır. Böylece, kan
supıaoptik nukleusa onların iıııpuls ateşlemelerini hacm indeki ciddi azalmalarda, kardiyovasküler
kontrol etmek ve ADH salgılatmak için sinir sinyal­ refleksler ADH salgısını uyarmada büyük bir rol oy­
leri gönderirler. Bu nöronlar büyük bir olasılıkla nar. Ancak, basit dehidratasyon sırasında ADH sal­
ekştraşelüler sıvı osmolaritesindeki artmaya cevap gısının günlük düzenlenmesi başlıca plazma os­
olarak susamayı da uyarırlar. molaritesindeki değişimlerden etkilenir.
Subforııikal organ ve lamina terminalisin oıga-
nuııı vaskülozumuııda damarlar, beyin dokusuna
kandan pek çok iyonun diffüzyonunu önleyen ve ADH Salgılanmasında Diğer Uyaranlar
beynin diğer her tarafında bulunan tipik kan-beyin
bariyerinden yoksundur. Bu durum, bu bölgede lo­ ADH salgısı, Tablo 2 8 -2 ’de gösterildiği gibi, hor­
kal inteıstisyel sıvı ve kan arasında iyonların ve di­ monlar ve çeşitli ilaçlar kadar merkezi sinir siste­
ğer erimiş maddelerin geçişini mümkün kılar. So­ mine yapılan diğer uyarılar tarafından da azaltıla­
nuç olarak, osm oıeseptörler ekstraseliiler sıvının bilir ya da çoğaltılabilir. Örneğin, m ide bulantısı
BÖLÜM 28 • Ekstraselüler Sıvı Osmolarıtesi ve Sodyum Konsantrasyonunun Düzenlenmesi 325

® izotonik Hacim Azalması I TABLO 28 - 2 İ P İ


° İzovolemik Osmotik Artış A D H Sekresyonun Düzenlenmesi
ADH artm ası ADH azalm ası
50- Pavp = 1.3e-°-17vol
î Plazm a osm olaritesi 1 Plazm a osm olaritesi
45-
1 Kan Hacmi î Kan Hacmi
40- 4- Kan Basıncı î Kan Basıncı
E 35-
m M ide bulantısı
CL 3U- Hipoksi
û. 25-
> Pavp = 2.5 A Osm + 2.0 İlaçlar İlaçlar
<
a? 20- Morfin Alkol
F
ro 1b - Nikotin Klonidin (antihipertansif ilaç)
CL Siklofosfam id Haloperidol (D opam in blokeri)
10-
5-
o-
Merkezi Sinir Sistemi Susama Merkezleri
5 10 15 20
% Değişiklik
Şekil 28-9’da belirtildiği gibi, ADH salgısını artıran 3.
ventrikülün anteroventral duvarı boyunca uzanan
Ş E K İL 28 > 10 alan susamayı da uyarır. Preoptik ııukleusda antero­
Artmış plazma osmolaritesi veya azalmış kan hacminin arjiııin lateral olarak yerleşmiş, başka bir küçük alan elekt­
vazopressin (AVP) olarak da adlandırılan plazma ADI I seviyele­ riksel olarak uyarıldığı zaman, uyarıldığı sürece su
ri üzeri etkisi. (Dunn FL, Brennan TJ, Nelson AE, Robertson GL;
içmenin sürmesine sebep olur. Bütün bu alanlar
et al: J. Clin. Invest., 52:3212, 1973 den yeniden çizilerek The
American Society of Clinical Investigation'll! izniyle.) hep birlikte susama merkezi olarak adlandırılır.
Susama merkezi nöronları, hipeıtonik tuz çözel­
tilerinin enjeksiyonlarına içme davranışını uyara­
rak cevap verir. Bu hücreler, susama m ekanizm ası­
nı uyarmak için, hemen tam amen ADH sekıesyo-
ADH salgısı için potent bir uyarıcıdır, ADH kusma nunu uyaran osmoreseptörlerle aynı yolu kullana­
sonrası normalin 100 kaüııa kadar artabilir. Ayrıca, rak, osmoreseptör gibi işlev görürler.
nikotin ve m orfin gibi ilaçlar ADIT salgısını uyarır­ Üçüncü ventriküldeki serebıospinal sıvıda os-
ken bazı ilaçlar, örneğin alkol, ADH salgılanmasını molarite artması içmeyi uyarmada benzer bir etki­
inhibe eder. Alkol alımı sonrası ortaya çıkan önem ­ ye sahiptir. AV3V bölgesinin alt son ucunda, hem en
li derecede diürez kısmen ADH salgılanmasının in- ventriküler yüzeyin altında uzanan lam ina termi-
hibisyonu sonucudur. nalasin organımı uaskulosıımıı olasılıkla bu cevabı
ADH salgısının bir çok ilaç tarafından uyarılması iletmeye, çok yakından katılır.
ya da inhibe edilmesinin detaylı mekanizmaları
çok az anlaşılmıştır, fakat bu ilaçların etkilerinin b i­
linmesi bazı klinik durumlarda bozulmuş sodyum Susamanın Uyarılması
ve hacim düzenlenmesinin nedenlerini anlamak
açısından önem li olabilir. Tablo 28-3, susama için bilinen bazı uyarıları özet­
lemektedir. En önemlilerinden biri susam a m er­
kezlerinde intraseliiler delıidratasyoııa yol açan,
artm ış ekstraselüler sıvı osmolaritesidir, bu yolla
susama hissi uyarılır. Bu cevabın değeri açıktır: su­
EKSTRASELÜLER SIVI sam a ekstraselüler sıvıların sulandırılmasına ve os-
OSMOLARİTESİNİN VE SODYUM m olaritenin normale dönmesine yardım eder.
KONSANTRASYONUNUN Ekstraselüler sıvı hacm inde ve arteryel basınçtaki
KONTROLÜNDE SUSAMANIN ROLÜ azalm alar artmış plazma osmolaritesi tarafından
uyarılandan bağımsız bir yolla susamayı da uyarır.
Böbrekler, su yokluğu sırasında osm oıeseptör- Böylece, kanama ile oluşan kan hacm i kaybı, plaz-
ADH feedback sistemi yoluyla sıvı kaybını en aza
indirirler. Buna ek olarak, gastıointestinal kanal, TABLO 28 - 3
solunum ve terleme yoluyla olan sıvı kaybını den­ Susamanın Kontrolü
gelemek açısından sıvı alımı gereklidir. Sıvı alımı,
Su sam ada Artma Susam ada Azalm a
susama mekanizması tarafından düzenlenir. Bu
mekanizma osmoreseptör-ADH mekanizması ile T Osm olarite i Osm olarite
birlikte ekstraselüler sıvı osmolaritesi ve sodyum I Kan Hacmi T Kan Hacmi
konsantrasyonunun hassas kontrolünü sürdürür. i Kan Basıncı î Kan Basıncı
ADH sekresyonunun kontrol edilmesine katılan t Anjiyotensin II i Anjiyotensin II
uyarıların birçoğu, su alımı için bilinçli istek olarak
Ağız kuruluğu Mide gerilm esi
tanımlanan susamayı da artırır.
326 ÜNİTE V • Böbrekler ve Vücut Sıvıları

ma osm olaıitesinde bir değişim olmamasına rağ­ zaman, su içme isteğine sebep olan susama meka­
men susamayı uyarır. Bu durum muhtemelen do­ nizması aktive edilir. Bu, su içimi için eşik değer ola­
laşımdaki sistem ik arteryel ve kardiyopulmoner rak adlandırılır. Böylece, plazma osmolaritesindeki
baroreseptörler yoluyla gelen nöral uyarılar nede­ küçük artışlar bile normalde su içilmesine yol açar,
niyle ortaya çıkar. eksüaselüler sıvı osmolaritesi ve hacmi normale dö­
Susama için bir üçüncü önemli uyarı anjiyotensiıı ner. Bu yolla, ekstraselüler sıvı osmolaritesi ve sod­
ildir. Hayvanlardaki çalışmalar anjiotensin II’nin sub- yum konsantrasyonu hassas olarak kontrol edilir.
fornikal organ ve lamina terminalisin orgaııum vasku-
lozumu üzerine etkili olduğunu göstermiştir. Bu alan­
lar kaıı-beyin bariyeri dışında olduğundan anjiyoten- Ekstraselüler Sıvı Osmolaritesi ve Sod­
sin II gibi peptidlerin bu beyin alanlarından dokular yum Konsantrasyonunun Kontrolünde
içine diffüzyonuna izin vermektedirler. Anjiyotensin II Osmoreseptör-ADH ve Susama Meka­
aynı zamanda hipovolemi ve düşük kan basıncıyla nizmalarının Entegre Edilmiş Yanıtları
bağlantılı faktörlerce de uyarıldığı için, anjiyotensin
H’nin susama üzerine etkisi, böbrekler üzerine sıvı atıl­ Normal kişilerde, osmoreseptöı-ADH ve susama
masını azaltıcı diğer etkileri ile birlikte kan basıncı ve
mekanizmaları, dehidratasyonun sürekli etkilerine
kan hacminin normale doğru dönmesine yardım eder. rağmen ekstraselüler sıvı osmolaritesi ve sodyum
Daha başka faktörlerde su alimini etkileyebilir: konsantrasyonunu tam olarak düzenlemek için bir-
Ağız ve özofagus m iiköz m em branlarım n kuruluğu biıiyle uyum içinde çalışırlar. Örneğin, yüksek tuz
susama hissini ortaya çıkarabilir. Sonuç olarak, su alımı gibi ilave etkilerde bile bu feedback sistemler
gastrointestinal kanaldan henüz emilmemesine ve plazma osmolaritesini oldukça sabit tutmaya yeter-
ekstraselüler sıvı osmolaritesine henüz bir etkisi ol­ lidir. Şekil 28-11 normalin 6 katı kadar yüksek sod­
mamasına rağmen, susamış bir kişi su içimi sonrası
yum alımında bile ADH ve susama mekanizmaları­
hemen susama hissinden kurtulup rahatlayabilir nın her ikisi de normal fonksiyonlarını yaptıkları sü­
Gastroinestinal ve faringeal uyarılar susamayı etki­ rece plazma sodyum konsantrasyonunun hemen
ler: Örneğin Özofagusun dış ortama bağlandığı hay­ hemen hiç değişmediğini göstermektedir.
vani aıdaki su asla kana absorbe edilmediği halde su iç­ Ya ADH ya da susama mekanizmasından biri çalış­
me sonrası, geçici olmasına rağmen, susamada kısmi madığı zaman, diğeri, günlük zorunlu idrar hacmi ve
bir azalma olur. Gastıointesünal gerilme de susamayı solunum, terleme ve gastrointesünal su kaybını den­
kısmen azaltabilir; örneğin, midedeki bir balonun ba­ gelemeye yeterli su alındığı sürece ekstraselüler os-
sitçe şişirilmesi sıklıkla susama hissini bastırabilir. An­ molarite ve sodyum konsantrasyonunu oldukça etkili
cak, gastrointestinal ve faringeal mekanizmalar yoluy­ bir şekilde kontrol edebilir. Ancak, eğer ADH ve susa­
la susama hislerinin rahatlaması kısa sürelidir; su içme ma mekanizmalarının her ikisi de aynı anda çalışmaz­
isteği sadece plazma osmolaritesi ve/veya kan hacmi larsa, ne sodyum konsantrasyonu ne de osmolarite
normale döndüğü zaman tamamiyle başarılabilir. uygun bir şekilde kontrol edilebilir; böylece, ADH-su-
Hayvanların ve insanların sıvı alimim “ölçme” yete­
neği önemlidir çünkü bu ölçüm fazla hidıasyonu ön­
ler. Kişi su içtikten soma, suyun reabsoıbe edilmesi ve
bütün vücuda dağıtılması için 30-60 dakika gerekebi­
152
lir. Eğer susama hissi su içtikten sonra geçici olarak
bastırılmazsa, şahıs daha fazla su içmeye devam eder,
sonuç olarak aşırı su birikimine ve vücut sıvılarının
aşırı sulandırılmasına yol açar. Deneysel çalışmalar 148-
susamış hayvanların asla dehidratasyon durumunu
ADH-Susama /
düzeltmek için gerekenden fazla su içmediklerini gös­ alsteml bloke /
termiştir. Hayvanların hemen hemen tam plazma os-
iz 144-
edilmiş •
molaritesini ve hacmini normale döndürmeye yete­
cek miktarda su içmeleri son derece dikkat çekicidir.

140-
İçmenin Osmolar Uyarımı İçin Eşik Değer

Metabolizma sonucu üretilen ya da dışarıdan alınan


136
erimiş maddeleri atmak için, kişi dehidıatasyonda 0 ~ 30 60 EK) 120 150 180
olsa bile, böbrekler en azından bir kısım sıvıyı sürek­ Sodyum alımı (mEq/gün)
li aünak zorundadır. Su buharlaşmayla akciğerler­
den, gastrointestinal kanaldan, terleme ve buharlaş­ Ş E K İL 28- 11
ma yoluyla deriden de kaybedilir. Bundan dolayı, Köpeklerde ekstraselüler sıvı sodyum konsantrasyonu üzerine
artmış ekstraselüler sıvı sodyum konsantrasyonu ve sodyum altınındaki büyük değişikliklerin etkisi (1) Normal ko­
osmolaritesi ile sonuçlanan dehidıatasyona her za­ şullar altında (2) ADH ve susam a feedback sistemleri bloklan-
dıktan sonra. Ekstraselüler sıvı sodyum konsantrasyonunun
man bir meyil vardır. Sodyum konsantrasyonu sade­ kontrolünün bu feedback sistemlerin yokluğunda yetersiz ol­
ce 2mEq/litıe kadar normal değerin üzerine çıktığı duğuna dikkat ediniz. (Dr. David B. Yonııgen’in izniyle).
BÖLÜM 28 • Ekstraselüler Sıvı Osmolaritesi ve Sodyum Konsantrasyonunun Düzenlenmesi 327

sama sistemini tümüyle bloke ettikten sonra sodyum teron feedback sistem i o lm asa bile plazm a sodyum kon ­
alımı artırıldığı zaman plazma sodyum konsantrasyo­ san trasy on u n u n olduk ça iyi d ü zen len eb ild iğ in e işaret
nunda oldukça büyük değişiklikler meydana gelir. eder. Deneyin aynısı anjiyotensin II o lu şu m u bloklandık-
tan sonra tekrarlandığında aynı son uçlar elde edilmiştir.
ADH-susama mekanizmalarının yokluğunda, sod­
Anjiyotensin II ve aldosterondaki değişikliklerin p lazm a
yum alımındaki değişiklikler sırasında su alimini artı­ sody um konsantrasyonu üzerine çok fazla etkisinin o lm a­
racak ya da böbrekler tarafından suyun tutulmasını m asının b aşlıca iki sebebi vardır. Birincisi, yukarıda tartı­
sağlayacak başka hiçbir feedback mekanizma yoktur. şıldığı gibi, anjiyotensin II ve aldosteron, renal tübüllerde
sodyum ve su reabsorbsiyonunun her ikisini de artırır, fa ­
kat sodyum konsantrasyonunda çok az değişiklikle, ekst­
E kstraselü ler Sıvı O sm olaritesi ve Sodyum raselüler sıvı h acm in de ve sodyum miktarında artışlara
Y oğ u n lu ğ u nu n K ontrolünde A njiyotensin II yol açar. İkincisi, A D H -susam a m ek an izm ası fonksiyonel
ve A ld o steron u n Rolü olduğu sürece, artm ış plazm a sodyum ko n san trasy on u n a
doğru herhangi bir eğilim, ekstraselüler sıvıyı tekrar nor­
B ö lü m -2 7 ’de tartışıldığı gibi, an jiyoten sin II ve a ld o ste ­ m ale doğru sulandırm aya yönelik, p lazm a ADH sekresyo-
ronun h er ikisi de reııal tübüllerden so d y u m re a b so ıb si- n uııda artm a ya da su alim inin artm asıyla k o m p an se ed i­
y o n u n u d ü z e n le m e d e önem li bir rol oynarlar. Sody u m lir. A D II-susam a sistem i, norm al koşullar altın da sodyum
alım ı az o ld u ğ u zam an bu h orm on ların artm ış düzeyleri konsantrasyonunu düzenlem ede anjiyoten sin II ve a ld o s­
b öb rek lerd en so d y u m reab so rb siy o n u n u uyarır ve böy- teron sistem lerinden çok d ah a ağır basar. A ldosteronun
lece so d y u m alım ı n orm alin % 10’n a k ad ar d ü şü rü lse b i­ aşırı yüksek düzeylerde olduğu prinıer aldosteroııizmli
le b ü y ü k so d y u m kayıpları önlenir. Tersine, yüksek s o d ­ hastalarda bile, plazm a sodyum k o n san trasy on u sad ece
y um ah ırım da, b u h orm o n ların yapım ları azalarak b ö b ­ norm alin 3-5 m Eq/litre üzerine çıkar.
reklerden b ü y ü k m iktarlard a sody u m atım ın a izin verir. A ldosteron sekresyon un un , ad re n ale k to m i ya d a A d­
Böbreklerde sodyum atılım m ı dü zenlem ede ald osteron d iso n h astalığı (aldosteron salgısı çok az alm ış y a d a hiç
ve an jiyoten sin Il’nin ön em i nedeniyle, bu horm onların yoktur) neden iyle hiç görülm ediği k o şu lla rd a b ö b re k le r­
ekstraselüler sıvı sody u m konsan trasyonunun d ü zen len ­ den sod y u m kaybı büyük ölçü d e artar ve p la z m a s o d ­
m esin d e de ön em li bir rol oynadıklarım dü şü n m ek h a ta ­ y um ko n san trasy on u bu n eden le düşer. B u n u n n e d e n le ­
lıdır. Bu h orm o n lar ekstraselüler sıvıdaki sodyum mikta­ rinden biri sod y u m u n büyük kayıplarıdır, so n u ç ta kardi-
rını artırm aların a rağm en, anjiyotensin II ve ald osteron yovasküler refleksler yoluyla su s a m a m e k a n izm asın ı a k ­
so d y u m ile birlikte suyun reabsorbsiyon un u artırarak tive ed en ciddi volüm kayıpları ve kan b a sın c ı a z a lm a la ­
ekstraselüler sıvıda su miktarını da artırırlar. Bu nedenle, rı gelişecektir. Bu durum , b u koşu llar altın d a vü cu t sıvı
an jiyo ten sin 11 ve aldosteron , olağan dışı koşullar dışın da, volüm lerindeki azalm ayı en aza in d irm ey e yardım eden
sod y u m konsantrasyonu üzerine çok az etkiye sahiptir. su alım ın d a artış o lm a sın a rağm en , p la z m a so d y u m
Ekstraselüler sıvının sodyum düzenlenm esinde ald o ste ­ k o n san trasy on u n u n d a h a d a a z a lm a sın a yol açar.
ronun b u n isbeten önem sizliği şekil 28-12’deki deneylerde Böylece, A D H -su sam a m e k a n izm ası sa ğ la m o lsa bile
gösterilm iştir. Bu şekil, iki koşul altında altı kattan fazla p la z m a so d y u m k o n san trasy o n u n u ön em li o ra n d a d e ­
sodyum alım ı değişikliğinin plazm a sodyum k o n san tras­ ğiştirebilecek olağan dışı d u ru m lar vardır. Yine de, ADII-
yonu üzerine etkilerini göstermektedir. (1) N orm al koşullar su s a m a m ek an izm ası ekstraselü ler sıvı o sm o la rite si ve
altında ve (2) Aldosteron feedback sistem i, adrenal bezler so d y u m k o n san trasy on u n u n ko n tro lü n d e v ü cu ttak i en
çıkartılarak ve plazm a seviyelerini aşağı ve yukarı değiştir­ güçlü feed b ack sistem dir.
m eyecek sabit bir hızla hayvanlara aldosteron infüze e d e ­
rek bloklandıktaıı sonra. Dikkat edilirse sodyum alımı altı
kat arttığı zam an, p lazm a konsantrasyonu lıer iki d urum da
d a sad e ce % 1-2 kadar değişm iştir. Bu fonksiyonel bir aldos-
EK STR A SELÜLER S IV I S O D Y U M
K O N S A N T R A S Y O N U VE H A C M İN İN
K O N TR O LÜ N D E T U Z -İŞ T A H I

N ormal ekstraselüler sıvı hacm inin ve sody u m kon san tras­


150- yonunun korunması, sodyum atılm ası ve sodyum alım ı ara­
Normal sında bir dengeyi gerektirir. Modern toplum larda, sodyum
140- alımı hem en her zam an h om eostaz için gerekenden daha
Aldosteron sistemi fazladır. Gerçekte, insanlar norm al olarak 10-20m Eq/gün
bloklandıktan sonra sodyum alarak fonksiyon ve canlılıklarını sürdürebilm eleri­
130-
ne rağmen, hazır gıdalarla beslenen sanayileşm iş kültürle­
rin insanlarında ortalam a sodyum alımı genel olarak 100-
120 -
200m Eq/gün arasında değişir. Böylece, çoğu insan h om eos­
taz için gerekenden çok daha fazla m iktarlarda sodyum al­
110 -
maktadırlar. Genellikle norm alin üzerinde aldığım ız sody u ­
mun, hipertansiyon gibi, belli bazı kardiyovasküler hastalık­
100 - ı----- r- lara katkıda bulunabileceğine ilişkin kanıtlar vardır.
30 60 "üO 120 150 180 210
Tuz iştahı, kısmen, insanların ve hayvanların tuza ihtiya­
Sodyum alımı (mEq/gün)
cı olup olm adıklarına bakm aksızın, tuzu ve yiyip-içmeyi
Ş E K İL 28 - 12 sevmeleri gerçeğine dayanır. Vücutta sody um azlığı varsa
davranışsal olarak tuz elde etm eye yönelik tuz gereksinim i­
Köpeklerde ekstraselliiler sıvı sodyum konsantrasyonu üzerine ni düzenleyen bir m ekanizm a da vardır. Bu, doğal olarak
sodyum alımındaki büyük değişikliklerin etkisi (1) Normal ko­
düşük-sodyum lu yiyeceklerle beslenen otçul hayvanlar için
şullar altında (2) Aldosteron feedback sistemi bloklandıktaıı
sonra. Sodyum konsantrasyonun aldosteron feedback kontrolü özellikle önemlidir, fakat şiddetli tuz iştahı, örneğin Addison
olsun ya da olmasın, sodyum atımlarındaki bu geniş aralığa rağ­ hastalığında olduğu gibi, aşırı sodyum yetersizliği bulunan
men nispeten sabit olarak tutulduğuna dikkat ediniz. insanlarda da önemli olabilir. Bu örnekte, idrarla aşın sod-
328 ÜNİTE V • Böbrekler ve Vücut Sıvıları

yum kaybına seb ep olan aldesteron sekresyoııunda bozuk­ Tuz a lm a arzu su n u n ııöron al m e k a n izm ası su s a m a
luk vardır ve ekstraselüler sıvı hacm inde azalm a ve sodyum m ek an izm asın d ak iııe benzer. Beyin AV3V b ö lgesin deki
konsantrasyonunda azalm aya yol açar; bu değişikliklerin aynı n öro n al m erkezlerin bazıları h em su sa m a y a ve h em
her ikisi de tuz alm a arzusunu ortaya çıkarır. de tuz a lm a arzu su n a katılırlar, çünkü h ay van lard a bu
Genel olarak, tuz alma arzusunu uyandırdığına inanı­ bölgenin lezyonları sıklıkla su s a m a ve tuz alm a a r z u su ­
lan iki temel uyarı şunlardır. (1) ekstraselüler sıvı sodyum nun her ikisini b irden aynı an d a etkiler. D ü şü k kan b a ­
konsantrasyonunda azalma, (2) kan hacmi veya kan ba­ sın cı veya azalm ış kan h acm iyle o rtay a çıkan d o laşım
sıncı azalması ile bağlantılı kan dolaşımı yetersizliği. refleksleri de hem su sam a y ı h em de tu z a lm a arzu su n u
Bunlar susamayı oluşturan asıl uyarıların aynısıdır. aynı a n d a etkiler.

REFERANSLAR

A gre P , B on hivers, M , B o rg n ia M J: T h e aqua- 8, Renal Physiology, V ol. II. New Y o rk : R oy D R , Layton H E, Ja m iso n R L : C ountercur­
porins, blueprints fo r cellu lar plum bing sy s­ Oxford U niversity Press, 1992. rent m echanism and its regulation. In: S e l-
tem s. J B io l C hem 2 7 3 :1 4 6 5 9 , 1998. K nepper M A , R ector F C Jr: U rine concentra­ din D W , G ieb isch G (ed s). T h e K idney:
B an kir L : U rea and the kidney. In: Brenner tion and dilution. In: Bren n er B M , R ector Physiology and Pathophysiology, New
B M , R e cto r F C (ed s): T h e K idney. 5th ed. F C , (eds): T h e K idney. 5th ed. Philad el­ Y o rk : Raven Press, 1 9 92.
Philadelphia: W B Saunders C o, 1996. phia: W B Saunders C o, 1996. Sands JM : Regulation o f ren al urea transport­
Fitzsim m ons J T : Physiology and pathophysiol­ K okko J : T h e role o f the co llectin g duct in ers. J Am S o c N ephrol 1 0 : 6 3 5 - 6 4 6 , 1999.
ogy o f thirst and sodium appetite. In: S el- urinary concentration. K idney Int 3 1 :6 0 6 , V and er A T : Renal Physiology. 4th ed. New
din D W , G ieb isch G (ed s): T h e K idney: 1987. Y o rk : M cG raw -H ill, 1991.
Physiology and Pathophysiology. 2nd ed. Marsh D J, K nepper M A : R en al handling o f Young D B , Pan Y J , G uyton A C : C ontrol o f
New Y o rk : R aven Press, 1 9 92. . urea. In: W indhager E E (ed ): H andbook o f extracellu lar sodium concentration by anti­
Harris H W Jr. Zeidel M L : C ell biology o f Physiology, S ectio n 8, R e n a l Physiology, diuretic horm one-thirst feed b ack m ech a­
vasopressin. In: B renner B M , R e c to r F C V ol. U. New Y o rk : O xford U niversity nism. Am J Physiol 2 3 2 :R 1 4 5 , 1977.
(ed s): T h e K idney. 5th ed. Philadelphia: Press, 1992. Young D B , M cC aa R E , Pan Y J , G uyton A C:
W B Saunders C o , 19 9 6 . Robertson G L , B c rl T : Pathophysiology o f w a­ E ffectiveness o f the aldosterone-sodium
Jam ison R L , G erhig J J : U rinary concentration ter m etabolism . In: Bren ner B M , R e cto r FC and -potassium feedback con trol system .
and dilution: physiology. In: W indhager E E (eds): T h e Kidney. 5th ed. Philadelphia: A m J Physiol 2 3 1 :9 4 5 , 1976.
(ed ): H andbook o f Ph y siolog y, S ection W B Saunders C o, 1996.

I
Ekstraselüler Sıvı Hacmi ve ■ ■. ■ l ı
Kan Hacminin Kontrolünde ı \ b
Renal Mekanizmaların Entegrasyonu;
Potasyum, Kalsiyum, Fosfat ve
Magnezyumun Renal Düzenlenmesi
Ekstraselüler sıvı hacmi, esas olarak suyıın ve tuzun ıaıenal kompansasyonlar tükendiği zamanlarda,
alımı ve atımı arasındaki denge ile belirlenir. Çoğu du­ kan basıncındaki değişiklikler, dolaşım horm onla­
rumda, tuz ve sıvı alımları fizyolojik kontrol mekaniz­ rındaki değişiklikler ve sempatik sinir sistemi aktivi-
malarından çok, kişinin alışkanlıkları tarafından yön­ tesindeki değişimler gibi sistemik ayarlamalar olaya
lendirilir. Onun için, ekstraselüler hacim düzenlen­ katılmak zorundadır. Bu ayarlamalar hom eostazis
mesinin sorumluluğu çoğunlukla, normal koşullar al­ bütünlüğünde düşünülürse oldukça pahalıya mal
tında su ve tuz atımlarını su ve tuz alımlarma uydur­ olur çünkü bu olaylar, uzun vadede, bütün vücuda
mak zorunda olan böbreklere bırakılmıştır. zarar verebilecek diğer değişikliklere neden olurlar.
Ekstraselüler sıvı hacm inin düzenlenm esi tar­ Ancak, bu ayarlamalar gereklidir. Çünkü sodyum
tışm asında, ekstraselüler sıvıdaki sodyum kloriir alımı ve atımı arasında devam eden bir dengesizlik
m iktarını düzenleyen faktörleri de dikkate alırız, hızla sıvı toplanmasına ya da sıvı kaybına yol açar
çünkü ekstraselüler sıvının sodyum kloriir içeri­ ve birkaç gün içinde kardiyovasküler yetersizliğe se­
ğindeki değişimler, çoğu kez ekstraselüler sıvı bep olabilir. Böylece, böbrek fonksiyonundaki
hacm inde, antidiüıetik horm on (ADH)-susama anormalliklere cevap olarak ortaya çıkan sistemik
m ekanizm alarını da harekete geçiren paralel de­ ayarlamalar, sodyum atımını tekrar alımla dengele­
ğişikliklere neden olur. ADH-susama m ekanizm a­ meyi amaçlayan gerekli bir değişim şeklinde görü­
ları normal olarak fonksiyon yaptıkları zaman, lebilir.
ekstraselüler su miktarındaki benzer bir değişim ­
le karşılanır. Böylece ozmolarite ve sodyum kon­
Sodyumun Atımı Glomerüler Filtrasyon
santrasyonu nisbeten sabit tutulur.
Bu bölümde, böbreklerde su ve tuz atılm asını veya Tübüler Sodyum Reabsorbsiyon
kontrol eden çeşitli faktörlerin fizyopatolojik du­ Hızlarındaki Değişiklikler Tarafından
rum lar ve norm al şartlar altında ekstraselüler sıvı Kontrol Edilir
hacm i ve kan hacm ini kontrol etm ek için nasıl ko­
Sodyum ve su atılım ını etkileyen iki değişken, filt­
ordine edildiğini tartışacağız.
rasyon hızı ve reabsorbsiyon hızıdır:
Atım = Glomerüler filtrasyon
- Tübüler reabsoı psiyon
SODYUM VE SU ATIMINI DÜZENLE­
Glomerüler filtrasyon hızı' (GFR) norm al olarak
YEN KONTROL MEKANİZMALARI 180 litre/giin, tübüler reabsorbsiyon 178,5 lit-
re/giin ve çıkartılan idrar miktarı 1,5 litre/gün ka­
Sabit denge koşullarında sodyum alımıyla dardır. Böylece, potansiyel olarak GFR’deki veya
atımı hassas bir şekilde eşleştirilir tübüler reabsorbsiyondaki küçük değişiklikler re­
nal idrar atılmasında büyük değişikliklere neden
Sodyum atımı ya da bu konuyla ilgili herhangi bir olabilir. Örneğin, GFR’deki %5 artış (189 litre/giin)
elektrolitin atımı genel çerçeve içinde düşünüldü­ eğer tübüler kom pansasyonlar olmasaydı, idrar
ğünde hatırlanması gereken önemli bir gerçek, hacm inde 9 litıe/günlük bir artışa neden olurdu;
norm al koşullar altında böbreklerde atımın, alımla bu durum vücut sıvı hacim lerinde hızla çok kötü
belirlenmesidir. Yaşamı sürdürmek için, kişi aldığı sonuçlara yol açabilecek değişikliklere neden olur­
sodyum miktarını uzun dönemde hem en hem en du. Benzer biçim de tübüler reabsorbsiyondaki kü­
tam amiyle dışarı atmalıdır. Bu nedenle, böbrek çük değişiklikler, GFR’deki kom pansatuvar düzelt­
fonksiyonunda büyük değişikliklere neden olan melerin yokluğunda, idrar hacm inde ve sodyum
bozulduklarda bile sodyum alımı ve atımı arasın­ atımında çok büyük değişikliklere yol açabilir. Tü ­
daki denge çoğunlukla birkaç gün içinde düzeltilir. büler reabsorbsiyon ve GFR genellikle ince bir şe­
Eğer böbrek fonksiyonundaki bozukluklar çok kilde düzenlenir, böylece su ve tuzun böbrekler­
ciddi değilse, sodyum dengesi, tem el olarak den atılması, alımlarıyla tam olarak eşlenebilir.
ekstraselüler sıvı hacmindeki çok küçük değişiklik­ GFR’yi veya tübüler reabsoıbsiyonu değiştiren
lerle birlikte intraıenal ayarlamalar veya diğer siste- bozukluklarda bile, idrar atılmasındaki değişimler
mik düzeltmeler tarafından sağlanabilir. Fakat böb­ çeşitli tam ponlayıcı mekanizm alarla en aza indiri­
rekleri etkileyen bozuklukların ciddi olduğu ve int- lir. Örneğin, eğer böbrekte vazodilatasyon olursa ve
330 ÜNİTE V • Böbrekler ve Vücut Sıvıları

GFR artarsa (yüksek ateş ve belli bazı ilaçlarla oldu­


ğu gibi), bu durum tübüllere ulaşan sodyum kloıür • Kronik
miktarını artırır, bu en az iki intrarenal kompansa- •Akut
tuvar mekanizmayı harekete geçirir: (1) Glomeriilo
tübiiler denge olarak adlandırılan, filtre edilen sod­ <D
yum kloıür fazlasının çoğunun ıeabsorbsiyonunu
E ^
sağlayan tübüler reabsoıbsiyon artışı ve (2) Distal
tübıile ulaşan sodyum kloriirün artmasıyla aferent •oo §
o
V) c
arteriyolün daralmasına yol açan, böylece GFR’yi

eor
norm ale döndüren makulci deıısa geribildirim. Bu­ T " 1 ----- 1------1-------1------ 1------ 1
nun gibi, proksimal tübiıldeki veya Henle kıvrımın­ 0 20 40 60 100 120 140 160 100 200
daki tübüler reabsoıbsiyon anormallikleri aynı int­ Arter Basıncı (mm Hg)
rarenal geribildirimlerle kısmen telafi edilir.
Çünkü bu iki m ekanizm anın hiçbiri distal sod­ Ş E K İL 29 - 1
yum kloıür dağıtım ını tam amiyle norm ale d ön­ Böbreklerde sodyum atımı üzerine arteryel basıncın akut ve
kronik etkileri (basınç natriürezi). Arter basıncındaki kronik ar­
d ü recek kadar m ü kem m el çalışm az, gerek tışların, arter basıncındaki akut artışlar sırasında ölçülenlerden
G FR’deki değişiklikler, gerekse tübüler ıeabsorbsi- çok daha fazla sodyum atımına sebep olduğuna dikkat ediniz.
yon, idrarda sodyum ve su atılm asında önem li de­
ğişikliklere yol açabilirler. Bu durum ortaya çıktı­
ğında, kan basıncındaki ve farklı horm onlardaki basıncındaki kronik artışlarla, basınç natriüıezinin
değişiklikler gibi sodyum atılm asını sodyum alı- etkisi büyük ölçüde artar. Çünkü artan kan basıncı
mıyla eşitleyen diğer geribildirim m ekanizm aları kısa bir süre sonra, renin serbestlem esini baskılar
devreye girer. Bunu izleyen birkaç bölümde, bu ve böylece, anjiyotensin II ve aldosteron oluşumu
m ekanizm aların sodyum ve su dengesini birlikte azalır. Daha önce tartışıldığı gibi, anjiyotensin II ve
nasıl kontrol ettiklerini ve bunu yaparken aldosteron düzeylerinin azalm ası renal tübüler
ekstraselüler sıvı hacm ini de kontrol ettiklerini sodyum ıeabsorbsiyonunu inhibe eder, bu yüzden
gözden geçireceğiz. Ancak, akıldan çıkarm am alı­ artmış kan basıncının su ve sodyum atılımını yük­
yız ki, bütün bu feed-back m ekanizm alar su ve selten direkt etkilerini artırır.
sodyum un renal atım ını ya GFR ya da tübüler re-
absorbsiyonu değiştirerek kontrol ederler.
Basınç Natriürezi ve Diürezi Vücut Sıvı
Hacimlerini ve Arter Basıncını Düzenle­
VÜCUT SODYUM VE SIVI DENGESİNİN mede Bir Renal-Vücut Sıvı Feedback
KORUNMASINDA BASINÇ NATRİÜRE- Sisteminin Anahtar Elemanlarıdır
ZİNİN VE BASINÇ DİÜREZİNİN ÖNEMİ Artmış kan basıncının atılan idrar miktarını yükselt­
me etkisi, Şekil 29-2’de gösterildiği gibi, sıvı alımı ve
Kan hacm inin ve ekstraselüler sıvı hacm inin oldu­ atılımı arasındaki dengeyi korumak için çalışan
ğu kadar, sodyum ve sıvı dengesinin korunm ası­ güçlü bir feedback sistem inin parçasıdır. Bu, esas
nın kontrolü için de belki en güçlü mekanizm a, olarak Bölüm 19’da arter kan basıncı kontrolü için
basın ç natıiürezi ve basınç diiirezi mekanizm aları tartışılan mekanizmanın aynısıdır. Bu bölümde işa­
olarak adlandırılan kan basıncının sodyum ve su ret edildiği gibi, ekstraselüler sıvı hacm i, kan hacmi,
atılm ası üzerine etkisidir. Bölüm 19’da tartışıldığı kalp debisi, arteryel basınç ve atılan idrar miktarı,
gibi, böbrekler ve dolaşım sistem i arasındaki bu bu temel feedback m ekanizm anın ayrı parçaları
feedback, uzun süreli kan basıncı düzenlenm e­ olarak tümüyle aynı zamanda kontrol edilir.
sinde de başrolü oynar. Sodyum ve sıvı alımındaki değişiklikler sırasın­
B asınç diüıezi kan basıncı artışına bağlı idrar da, bu feedback m ekanizm a, sıvı dengesinin ko­
m iktarındaki artış olarak tanımlanırken, basınç runması ve kan hacm i, ekstraselüler sıvı h acm i ve
natıiürezi, yükselmiş kan basıncıyla birlikte sod­ arter kan basıncındaki değişimleri en aza indir­
yum atılm asındaki artış demektir. Çünkü basınç meye şöyle yardım eder:
diiirezi ve natrilirezi çoğu kez birlikte oluşur, aşa­
ğıdaki tartışm ada biz bu m ekanizm aları basitçe 1. Vücuda idrar atım düzeyinin üzerinde sıvı
“basınç natıiürezi” olarak tanımlayacağız. alınması, (suyla birlikte sodyum alındığı da varsa­
Şekil 29-1, idrarla sodyum çıkışı üzerine arter ba­ yılarak) sıvının geçici olarak vücutta birikm esine
sıncının etkisini göstermektedir. Kan basıncındaki yol açar.
30-50 mmHg’lik akut artışların idrar sodyum çıkı­ 2. Sıvı alımı, atılan idrar m iktarını aştığı sürece,
şında 2-3 katlık bir artışa neden olduğuna dikkat sıvı kanda ve in teıstisy el alanlard a birikir ve
ediniz. Bu etki sem patik sinir sistemi veya anjiyo- ekstraselüler sıvı hacm inde ve kan hacm inde p a­
tensin II, ADH ya da aldosteıorl gibi değişik hor­ ralel artışlara sebep olur.
m onların aktiviteleıindeki değişimlerden bağım ­ 3. Kan hacm indeki bir artış, ortalam a dolaşım
sızdır, çünkü basınç natriürezi bu faktörlerin etkisi­ dolma basıncını artırır,
nin kaldırıldığı izole bir böbrekte gösterilebilir. Kan 4. Ortalama dolaşım dolma basıncındaki artış
BÖLÜM 29 • Renal Mekanizmaların Entegresyonu 331

Ş E K İL 29 - 2
Kan hacmi, ekstraselüler
sıvı hacmi vc arter basın­
cının kontrolünde temel
renal-vücut sıvı feedback
mekanizması. Kesiksiz
çizgiler pozitif etkileri,
kesikli çizgiler negatif et­
kileri göstermektedir.

venöz dönüş için basınç gradyanını yükseltir. Kan Hacmi ve Ekstraselüler Sıvı Hacmi
5. Venöz dönüş için artmış basınç gıadyam kalp Düzenlenmesinin İnce Ayarı
debisini artırır.
6 . Artmış kalp debisi, arter basıncım yükseltir.
Şekil 29-2'yi incelersek, günlük sıvı alım laıında
7. Artmış arter basıncı basınç diürez yoluyla id­ aşırı değişikliklere rağmen kan h acm in in niçin h e ­
rar çıkışını artırır. Normal basınç natriüıezi ilişki­
m en hem en tam am iyle sabit kaldığını görebiliriz.
sinin dikliği, kan basıncında sadece küçük bir ar­
Bunun nedeni şudur: (1) Kan hacm indeki küçük
tışın bile idrar atılm asında birkaç kat artış gerek­
bir değişiklik, kalp debisinde önem li bir değişime
tirdiğine işaret eder. sebep olur. (2 ) Kalp debisinde küçük bir değişiklik
8 . Artmış sıvı atım ı artm ış alımı dengeler ve da­
kan basıncında büyük bir değişikliğe sebep olur.
ha fazla sıvı birikim ini önler. (3) Kan basıncında küçük bir değişiklik idrar çıkı­
şında büyük bir değişikliğe sebep olur. Bu faktör­
Böylece, ıenal-vücut sıvı feedback m ekanizm a­ lerin hepsi birbirini çoğaltarak kan h acm in in etki­
sı, artm ış tuz ve su alımı sırasında vücutta sürekli li feedback kontrolünü sağlar.
su ve tuz birikim ini önler. Böbrek fonksiyonu n or­ H em oıaji nedeniyle tam kan kaybının görüldü­
mal olduğu ve basınç diürez m ekanizm ası etkili ğü her durumda, olaylar aynı sırayla m eydana ge-
bir şekilde çalıştığı sürece, tuz ve su alımındaki
büyük değişikliklere, kan hacm i, ekstıasclüler sıvı
hacm i, kalp debisi ve arter basıncında sadece çok
küçük değişikliklerle uyum sağlanabilir.
Sıvı alımı norm alin altına düştüğü zaman ardışık
olaylar ters yönde ortaya çıkar. Bu durumda, ar-
teıyel basınçta düşmenin yanışım, kan hacm i ve
ektraselüler hacim de de bir azalma eğilimi vardır.
Kan basıncında küçük bir azalma bile, idrar çıkı­
şında büyük bir azalmaya sebep olur, böylece kan
basıncı, kan hacm i veya ekstraselüler sıvı hacm in­
deki çok küçük değişikliklerle sıvı dengesinin ko­
runması sağlanır. Bu mekanizmanın, kan hacm in­
deki büyük değişiklikleri önlem e etkinliği Şekil 29-
3'de gösterilmiştir. Şekil 29-3 buharlaşma veya di­
ğer önlenem eyen sıvı kayıplarını yerine koymaya
yeterli olmayan, çok düşük alımlar dışında, günlük Ş E K İL 29 - 3
su ve elektrolit altınlarındaki büyük farklılıklara
Kan hacmi üzerine günlük sıvı alımındaki değişikliklerin yakla­
rağmen kan hacmindeki değişikliklerin faıkedil- şık etkisi. Normal sınırlar içindeki günlük sıvı alanlarında kan
m eyecek kadar az olduğunu göstermektedir. hacminin nispeten sabit kaldığına dikkat ediniz.
332 ÜNİTE V • Böbrekler ve Vücut Sıvıları

lir. Bu durumda, kanda kırmızı kan hücreleri ve Geri kalanı interstisyel alan lara dağıtılır,
plazm a proteinleri kaybını gidermeye çalışan di­ ekstraseliiler sıvı hacm i, norm alin % 30-50’sinden
ğer paralel m ekanizm alar çalışırken böbrekler ta ­ daha fazla yükseldiği zam an, hem en hem en bü ­
rafından sıvı tutulur. Kırmızı kan hücre üretimini tün ilave sıvı interstisyel alanlara gider ve küçük
uyarmak için gereken eritropoietin ve diğer fak­ bir kısmı kanda kalır. Bu durum, interstisyel sıvı
törlerin eksikliğinde görüldüğü gibi eğer kırmızı basıncı, normal negatif değerinden pozitife yük­
kan hücre hacm i anorm allikleri devam ederse, selince, doku interstisyel alanlarının genişlem esi­
plazm a hacm i basitçe farkı tam am layacak ve ge­ ne ve daha sonra büyük miktarlarda sıvının in ­
nel kan hacm i, düşük kırmızı kan hücre kütlesine terstisyel sıvı basıncında çok fazla yükselme o l­
rağm en norm ale dönecektir. maksızın dokulara geçebilm esine bağlıdır. Diğer
bir deyişle, dokuların kompliyansı çok arttığında
dokularda sıvı birikim ine engel olan interstisyel
sıvı basıncındaki artış nedeniyle ödem e karşı gü­
EKSTRASELÜLER SIVININ venlik faktörü kaybolur. Böylece, norm al şartlar
İNTERSTİSYEL ALANLAR VE DAMAR altında, interstisyel aralıklar bazen 10-30 litreyi
SİSTEM İ ARASINDA DAĞILIMI bulan fazla suyun bir “taşm a” rezervuarı olarak
hareket eder. Bölüm 2 5 ’de açıklandığı gibi, bu du­
Şekil 2 9 -2 ’den görülebileceği gibi, kan hacm i ve rum ödeme sebep olur. Fakat bu m ekanizm a aynı
ekstraseliiler sıvı hacm i çoğunlukla birbirine p a­ zam anda dolaşım ın fazla sıvısını boşaltan önem li
ralel kontrol edilir. Alınan sıvı başlangıçta doğruca bir subap olarak da hareket eder ve pulm oner
kana gider, fakat sonra plazm a ve inteıstisyel ödem e ve kalp yetersizliğine yol açab ilecek teh li­
alanlar arasında hızla dağıtılır. Bu nedenle kan keli aşırı yüke karşı kardiyovasküler sistem i korur.
hacm i ve ekstraseliiler sıvı hacm i genellikle aynı Özetlenirse, ekstıaselüler sıvı hacm i ve kan h a c­
anda kontrol edilir. Ancak, ekstraseliiler sıvı dağı­ mi aynı anda kontrol edilir, fakat kan ve interstis-
lım ının, interstisyel alanlar ve kan arasında olduk­ yum arasındaki sıvı dağılım m iktarının ölçüsü, ka­
ça değişebildiği durumlar vardır. Bölüm 25’de tar­ piller m em bran boyunca sıvı alışveriş dinamikleri
tışıldığı gibi, interstisyel ala n la rd a sıvı birikim ine kadar, interstisyel alanlar ve dolaşım ın fiziksel
sebep olabilen başlıca fa k tö rle r şunlardır: (1) ka- özelliklerine de bağımlıdır.
p iller basınçta artm a, (2) p la z m a kolloid ozm otik
basın cın da a z a lm a ve (3) k a p iller geçirgenlikte
artm a ve (4) len fatik dam arların tıkanm ası. Bütün
bu koşullarda, ekstraseliiler sıvının büyük bir kıs­ SİNİRSEL VE HORMONAL FAKTÖR­
mı farklı bir şekilde interstisyel alanlara dağıtılır. LER RENAL-VÜCUT SIVI FEEDBACK
Şekil 29-4 interstisyel alanlar ve dam ar sistemi KONTROLÜNÜN ETKİNLİĞİNİ ARTIRIR
arasındaki sıvının norm al ve ödem varlığında da­
ğılımını göstermektedir. Çok fazla sıvı alımı ya da Bölüm 2 7 ’de, GFR ve tübüler reabsorbsiyonu etki­
sıvının renal çıkışında bir azalm a sonucu kanda leyen sinirsel ve horm onal faktörleri ve dolayısıy­
küçük miktarlarda sıvı biriktiği zaman, sıvının la tuzun ve suyun renal yolla atım larını tartışm ış­
% 20-30 kadarı kanda kalır ve kan hacm ini artırır. tık. Normal insanlarda, bu sinirsel ve horm onal
mekanizm alar basınç natriürez ve basınç diürez
mekanizmaları ile uyum içinde hareket ederek
onları günden güne değişen koşullara cevap ola­
rak oluşan kan hacm inde, ekstraseliiler sıvı h a c­
minde ve aıteryel basınçtaki değişiklikleri en aza
indirmek açısından daha etkili yaparlar. Öte yan­
dan, böbrek fonksiyonu bozuklukları ya da b ö b ­
rekleri etkileyen çeşitli sinirsel ve horm onal anor­
mallikler, aşağıda tartışıldığı gibi, vücut sıvı h a­
cimleri ve kan basıncında önem li değişikliklere
yol açarlar.

Renai Atımın Sempatik Sinir Sistemi ile


Kontrolü: Arteryel Baroreseptör ve Dü-
şük-Basınç Gerim Reseptör Refleksleri
Ş E K İL 2 9 - 4
Ekstraseliiler sıvı hacmi ve kan hacmi arasındaki ilişki. Şekil Böbreklerin sempatik inervasyonun yoğun olması
normal aralıkta oldukça doğrusal ilişkiyi, fakat ekstraseliiler sı­ nedeniyle, sem patik aktivitedeki değişiklikler, bazı
vı hacmi aşırı olduğu zam an kan hacmindeki yükselmenin
koşullar altında, ekstraseliiler sıvı hacm inin düzen­
durduğunu göstermektedir. Bu olduğu zaman, intersitisyel
alanlarda ilave ekstraseliiler sıvı hacmi bulunur ve ödem or­ lenmesi kadar, renal sodyum ve su atılmasını da
taya çıkar. değiştirebilirler. Örneğin, kan hacm i lıem oraji ile
BÖLÜM 29 • Renal Mekanizmaların Entegresyonu 333

düşürüldüğü zaman, pulmoner kan damarları ve


toraksın diğer düşük basınç bölgelerindeki basınç­
lar azalır, sem patik sinir sistem inin refleks aktivas-
yonuna sebep olur. Bu da sodyum ve su atımını
birkaç etkiyle azaltan renal sempatik sinir aktivite-
sini artırır. (1) GFR'deki azalmayla sonuçlanan re­
nal arteriyollerin daralması; (2 ) su ve tuzun artmış
tübüler reabsorbsiyonu ve (3) renin serbestlem esi­
nin uyarılması ve tübüler reabsorbsiyonu daha da
artıran anjiyotensin II ile aldosteıon oluşumunun
artması. Eğer kan hacmindeki azalma, sistemik ar-
teıiyel basıncı daha da azaltacak kadar büyükse, Arter basıncı (mmHg)
aoıtik yay ve kaıotis sinüste bulunan aıteıiyel ba- Ş E K İL 29 - 5
roreseptörlerin germilerinin azalması nedeniyle
Aşırı anjiyotensin II oluşumunun ve oluşumun bloklanmasınm
sem patik sinir sistemi daha ileri düzeyde aktive renal basınç natriürez eğrisi üzerine etkileri. Yüksek seviyelerde
olur. Bütün bu refleksler hep birlikte hem oraji gibi anjiyotensin II oluşumunun basınç natriürez eğrisinin eğimini
akut durumlarda ortaya çıkan kan hacm i azalm ası­ azaltarak, kan basıncını sodyum alınlındaki değişikliklere çok
duyarlı yaptığına dikkat ediniz. Anjiyotensin II oluşumun bloke
nı hızla düzeltmede önemli rol oynarlar. Renal edilmesi basınç natriürezini daha düşük kan basınçlarına kay­
sem patik aktivitenin refleks inhibisyonu büyük dırır.
miktarlarda tuz ve su içeren bir yemek yenildikten
sonra akut olarak ortaya çıkan dolaşımdaki sıvı faz­
lasının hızla atılmasına da katkıda bulunabilir.
zulmayla görülen bazı hipeıtansif hastalarda ortaya
çıktığı gibi, artmış sodyum alımına yanıt olarak, an­
Renal Atımın Kontrolünde jiyotensin seviyeleri azaltılamazsa(yüksek anjiyo­
Anjiyotensin ll’nin Rolü tensin II eğrisi), basınç natriürezi eğrisi artık eskisi
gibi dik değildir. Bu yüzden, sodyum alımı yükseldi­
Sodyum ıtrahım vücutta en güçlü kontrol edenler­ ği zaman, sodyum dengesini muhafaza etmek ve
den biri anjiyotensin Il’dir. Sodyum ve sıvı alınlın­ sodyum atımını artırmak için kan basıncında çok
daki değişiklikler, anjiyotensin II oluşumunda zıt daha fazla artışlara ihtiyaç duyulur. Örneğin, birçok
yöndeki değişikliklerle bağlantılıdır ve bu, vücut kişide, sodyum alımında 1 0 katlık bir artış, sadece
sodyum ile sıvı dengelerinin korunmasına büyük birkaç mmHg’lıkkan basıncı artışına sebep olurken;
ölçüde katkıda bulunur. Diğer bir deyişle, sodyum aşırı sodyum alımına uygun olarak anjiyotensin II
alımı norm alin üzerine yükseldiği zaman, renin oluşumu baskılanamayan kişilerde, sodyum alınlın­
sekresyonu azalır, bu anjiyotensin II oluşum unun daki aynı seviyedeki yükseliş, kan basıncında 50
azalm asına neden olur. Anjiyotensin II tübüler ııımHg’ye varan yükselmelere 1 1 2 den olur. Böylece,
sodyum reabsorbsiyonunu artıran birkaç önem li sodyum fazlası olduğu zaman, anjiyotensin II olu­
etkiye sahip olduğu için Bölüm 27’de açıklandığı şumunu baskılama yetersizliği, basınç natriürezinin
gibi, anjiyotensin II seviyesinde bir azalma, sod­ eğimini azaltır ve Bölüm 19’da tartışıldığı gibi, arter
yum ve suyun tübüler reabsorbsiyonunu azaltır, basıncını tuza çok duyarlı yapar.
böylece böbreklerden sodyum ve su atım ı artar. Böbreğin su ve tuz atma yeteneğini geliştirmede
Net sonuç sodyum alımı arttığı zaman ortaya çıka­ anjiyotensin ll’nin etkilerini bloke etmek için kulla­
bilecek ekstraselüler sıvı hacmi ve arter basın cın ­ nılan ilaçların önemi klinik olarak ispatlanmıştır. An­
daki yükselmeyi en aza indirilmesidir. jiyotensin II oluşumu, bir anjiyotensin dönüştürücü
Tersine sodyum alımı normalin altına düştüğün­ enzim inlıibitörü (Şekil 29-5), veya anjiyotensin II re­
de, anjiyotensin II seviyelerindeki artma sodyum septör aııtagonisü ile bloke edildiğinde ıenal-basınç
ve suyun tutulmasını sağlar ve ortaya çıkabilecek natriürez eğrisi daha düşük basınçlara kaymıştır; bu,
arteriyel kan basıncındaki azalmalara karşı koyar. böbreklerin sodyum atma yeteneğinde bir artışa işa­
Böylece, renin-anjiyotensin sistemindeki değişik­ ret eder, çünkü normal düzeylerde sodyum atılması
likler, kan basıncının ve vücut sıvı hacimlerinin sta- artık düşük kan basınçlarında sürdürülebilir. Basınç
bilitesinin sağlanması için basınç natriürez m eka­ natriürezindeki bu kayma anjiyotensin dönüştürücü
nizm asının güçlü bir çoğaltıcısı gibi hareket eder. enzim inhibitörlerinin ve anjiyotensin II reseptör an-
tagonistlerinin hipertansiyonlu hastalarda kronik
Basınç Natriürezinin Etkisini A rtırm ada A njiyo­ kan basıncı düşürücü etkilerinin temelini oluşturur.
tensin ll'nin Önem i. Basınç natriürez mekanizma­
sını dalıa etkili yapmada anjiyotensin ilinin önemi Yüksek A njiyotensin il M ik ta rı, E kstraselüler
şekil 29-5’te gösterilmiştir. Dikkat edilirse, natriüre- Sıvı Hacm inde Büyük A rtışlara N e d e n O lm az
zin anjiyotensin kontrolü tamamen fonksiyonel ol­ Çünkü A rtm ış A rte ry e l Basınç A njiyotensin
duğu zaman, basınç natriürez eğil işi diktir (normal Aracılı Sodyum Tutulmasını D en g e ler. Anjiyo­
eğri), bu durum sodyum alımı yükseldiği zaman tensin l l ’nin vücutta sodyum ve su birikim ine yol
sodyum atımını artırmak için kan basıncında sade­ açan en güçlü horm onlardan biri olm asına rağ­
ce küçük değişikliklerin gerektiğine işaret eder. men, dolaşımdaki anjiyotensin H’de ne bir azal­
Tersine, renin saliminim azaltma yeteneğinde bo- m anın ne de bir artm anın ekstraselüler sıvı hacm i
334 ÜNİTE V • Böbrekler ve Vücut Sıvıları

veya kan hacm ine büyük bir etkisi yoktur. Bunun yum ve su atım ında artma, ekstraseliiler sıvı h a c­
nedeni, böbreğin renin salgılayan tümöründe an- minde azalma ve düşük kan basın cın a doğru bir
jiyotensin II seviyelerindeki büyük artışlarda oldu­ eğilim vardır. Aldosteronun tam am iyle yokluğun­
ğu gibi, yüksek anjiyotensin II seviyelerinin baş­ da, eğer kişinin su ve tuzun idrarla atım ındaki ar­
langıçta böbreklerde sodyum ve su tutulmasına ve tışı dengeleyecek kadar büyük m iktarlarda tuz ye­
ekstıaselüler sıvı hacm inde küçük bir artışa neden m esi ve büyük miktarlarda su içm esine izin veril­
olmasıdır. Bu, böbrek su ve sodyum çıkışında hızlı mezse, ciddi hacim kaybı olabilir.
artışlara sebep olan kan basıncında bir yükselme­
yi de başlatır, bu yolla anjiyotensin H'nin sodyum Renai Atımın Kontrolünde ADH’nın Rolü
ve su-tutucu etkileri giderilir ve yüksek bir kan ba­
sıncında sodyum çıkışı ve alımı arasındaki denge Böliim 2 8 ’de tartışıldığı gibi, böbreklerin, norm al
tekrar kurulur. Tersine, bir anjiyotensin-dönüştü- miktarlarda tuz atarken, düşük hacim de konsant­
ıücti enzim inhibitörü verildiği zaman ortaya çık­ re bir idrar oluşturm asında ADH önem li bir rol
tığı gibi, anjiyotensin II oluşumu bloke edildikten oynar. Bu etki özellikle, plazma ADH seviyelerini
sonra başlangıçta su ve sodyum kaybı vardır, fakat oldukça yükselten su yoksunluğu sırasında ö n em ­
kan basıncındaki düşme bu etkiyi dengeler ve sod­ lidir. Su yoksunluğu sırasında artan ADH da b ö b ­
yum atımı tekrar norm ale döner. reklerde su reabsorbsiyonunu artırır ve aksi du­
rum da ortaya çıkacak arter b a sın cın d a k i ve
ekstraseliiler sıvı hacm indeki azalm ayı en aza in ­
Renal Atımın Kontrolünde Aldosteronun dirmeye yardım eder. 24-48 saatlik su yoksunluğu
Rolü ekstıaselüler sıvı hacm inde ve arter basıncında
sadece küçük bir azalmaya sebep olur. Ancak,
Aldosteron, özellikle kortikal toplayıcı tübülde eğer ADH’nın etkileri, distal ve toplayıcı tübülleı-
sodyum reabs'orbsiyonunu artırır. Artmış sodyum de su reabsorbsiyonunu artıran A D II’nın etkisini
reabsorbsiyonu, artm ış su reabsorbsiyonu ve p o ­ antagonize eden bir ilaçla engellenirse, aynı süre­
tasyum sekresyonuyla da bağlantılıdır. Bundan deki su yoksunluğu hem ekstıaselüler sıvı hacm i
dolayı, aldosteronun net etkisi böbreklerde sod­ ve hem de arter basıncında önem li bir düşmeye
yum ve su tutulm asını sağlamak fakat idrarla p o ­ neden olur.
tasyum atılm asını artırmaktır. Tersine, ekstraseliiler hacim artm ışsa, ADH se­
Aldosteronun sodyum dengesini düzenlemedeki viyelerinde aza lm a böbreklerde su reabsorbsiyo­
fonksiyonu, anjiyotensin II için yukarıda anlatılan nunu düşürür, böylece aşırı h acm in vücuttan atıl­
olaylarla çok yakından bağlantılıdır. Kısaca, sodyum m asına yardım eder.
alımındaki azalma, aldosteroıı sekresyonunu uyaran
anjiyotensin II seviyelerini artırır, aldosteıon idrar Aşırı A D H Sekresyonu Genellikle Ekstraselüler
sodyum ıtrahında azalmaya neden olur ve böylece Sıvı Hacminde Küçük Artışlara Fakat Sodyum
sodyum dengesi korunur. Tersine yüksek sodyum alı­ Konsantrasyonunda Büyük Azalm alara Sebep
nlında, aldosteıon yapımının baskılanması tübüler Olur. ADH ekstraselüler sıvı hacm inin düzenlen­
reabsorbsiyonu azaltır ve böbreklerden büyük mik­ mesinde önemli olduğu halde, ADH’nın aşırı dü­
tarlarda sodyum atılmasına izin verir. Böylece, aldos- zeyleri arteıyel basınçta veya ekstraselüler sıvı h a c­
teıon yapımındaki değişiklikler, tuz alımındaki deği­ m inde nadiren büyük artışlara ned en olur.
şimler sırasında sodyum dengesinin korunması için ADH'nın hayvanlara büyük miktarlardaki infüzyo­
basınç natriüıez mekanizmasına da yardım eder. nu başlangıçta ekstraselüler sıvı hacm inde % 10-15
artışa ve su tutulmasına sebep olur. Bu artmış h a ti­
Aldosteronun Kronik Aşırı Salgılanmasında, me cevap olarak arteıyel basınç yükselirken, aşırı
A rter Basıncı Yükselirken Böbrekler Sodyum hacm in fazlası basınç diiirez m ekanizm ası nede­
Tutmaktan "Kaçarlar". Aldosteronun sodyum re­ niyle atılır. ADH infüzyonuııdan birkaç hafta sonra,
absorbsiyonu üzerine güçlü etkileri olmasına rağ­ kan hacmi ve ekstraselüler sıvı hacm i % 5-10’dan
men, adrenal bez tümörlü (Conn’s Sendromu) has­ daha fazla yükselmez ve arteıyel basınç da 1 0 mm
talarda olduğu gibi, aldosteronun aşırı yapımı veya Hg’daıı dalıa az yükselir. Aynı durum, ADH seviye­
aşırı aldosteıon infüzyonu olduğu zaman, böbrek­ lerinin birkaç kat yükselebileceği uygunsuz ADH
lerdeki sodyum ıeabsorbsiyonunda artma ve sod­ sendronuı olan hastalar için de doğrudur.
yum atımında görülen azalmalar geçicidir. Sodyum Böylece, yüksek ADH düzeyleri ekstraselüler so d ­
ve h acim retansiyonundan 1-3 gün sonra, yum iyon konsantrasyonunda cid d i az alm a lara
ekstraseliiler sıvı hacm i yaklaşık %10-15 kadar yük­ sebep olduğu halde, vücut sıvı hacm inde ve arter
selir ve arteriycl kan basıncında eşzamanlı bir artış basıncında büyük artışlara neden olmaz. Buna se­
görülür. Arter basıncı yeteri kadar yükseldiği za­ bep böbreklerde artmış su ıeabsorbsiyonunun
man, böbrekler sodyum ve su tutmaktan "kaçarlar" ekstraselüler sodyumu sulandırm ası ve aynı za­
ve bundan sonra, sürekli yüksek düzeylerde aldos- manda, kan basıncındaki küçük artışın, basınç
teron bulunm asına rağmen, günlük alıma eşit mik­ natriürezi yoluyla ekstraselüler sıvıdan idrarla
tarda sodyum atarlar. Aldosteroıı kaçışı için esas n e­ sodyum kaybına neden olmasıdır.
den aı teriyel basınç yükseldiği zaman ortaya çıkan Supraoptik nukleuslaıın harabiyeti nedeniyle
basınç natriürezi ve diiiıezidir. ADH salgılama yeteneklerini kaybeden hastalarda
Yeteri kadar aldosteroıı salgılayamayan adrenal idrar hacm i normalin 5-10 katı olabilir. Bu durum,
yeteısizlikli hastalarda (Addison hastalığı), sod ­ sıvı dengesinin korunması için, hem en her zam an
BÖLÜM 29 • Renal Mekanizmaların Entegresyonu 335

yeteri kadar su içilerek kom panse edilir. Eğer su tışa sebep olur. Vücutta sodyum atım ını artırm a­
alım ı serbest değilse, ADH salgı yetersizliği kan da çeşitli mekanizm aları tetikleyen başlıca neden,
hacm ind e ve arteryel basınçta önem li azalm alara ekstraselüler sıvı hacm indeki bu küçük artıştır. Bu
yol açabilir. mekanizm alar arasında aşağıdakiler bulunur:
1. Pulmoner kan damarları ve sağ atriyum un ge­
Renal Atımın Kontrolünde Atriyal rim reseptörlerinden kaynaklanan diişü k-basın ç
Natriüretik Peptidin Rolü reseptör reflekslerinin aktivasyonıı. G erim resep­
törlerinden sinyaller beyin sapına gider ve bu ra­
Buraya kadar, ekstraselüler sıvı hacm inin kontro­ daki böbrekler giden sem patik sinir aktivitesiııi
lünde sodyum- ve su-tutucu horm onların başlıca baskılayarak tübüler sodyum reabsorbsiyonunu
rolünü tartıştık. Ancak, bazı araştırıcılar natriüretik azaltırlar. Bu m ekanizm a büyük m iktarlarda tuz
olarak adlandırılan hormonların da hacim düzen­ ve su alım ından sonra ilk birkaç saat için - ya da
lenm esine katkıda bulunabileceğine inanmaktadır. belki de ilk gün için - en önem li m ekanizm adır.
En önem li natriüretik hormonlardan biri, kalp atri­ 2. Ekstraselüler sıvı hacm inin genişlem esiyle a r ­
yal kas liflerinden serbestlenen, atriyal natriüretik ter basıncında oluşan kü çü k artışlar basınç natri-
p ep tid (ANP) olarak adlandırılan bir peptiddir. Bu ürezi yoluyla sodyum atılm asını artırır.
peptidin salgısını sağlayan uyarının aşırı kan h ac­ 3. Aitmiş arteryel basınç ve ekstraselüler basınç
m inin etkisiyle atriyumların aşırı gerilmesi olduğu sonucu anjiyotenin II oluşum u baskılanır, anjiyo­
düşünülmektedir. Kalp atriyumundan serbestlen­ tensin H’nin sodyum reabsorbsiyonunu artıran
dikten sonra, ANP dolaşıma girer ve böbrekler üze­ normal etkisinin ortadan kalkması sonucu tübül
rine etki ederek toplayıcı kanallardan sodyum re- sodyum reabsorbsiyonu azalır. Ayrıca, anjiyotensin
absorbsiyonunda azalmaya ve GFR’de küçük art­ H’deki düşme aldosteron salgısını azaltır, böylece
m alara sebep olur. ANP’nin bu birleşik etkileri su tübüler sodyum reabsorbsiyonu daha da azalır.
ve tuz atımında artışlara yol açarak aşırı kan h acm i­ 4. Natriüretik sistemlerin, özellikle ANP’nin uya­
nin dengelenm esine yardım eder. rılması da artmış sodyum atımına katkıda bulunur.
ANP seviyelerindeki değişiklikler, m uhtem elen
sıı ve tuz alım ında artışlar gibi çeşitli bozukluklar Böylece, sodyum alim inin arttığı durumlarda
sırasında, kan hacm indeki değişiklikleri en aza in ­ natriüretik sistem lerin birleştirilm iş aktivasyonu
dirm eye yardım eder. Ancak, ANP’nin aşırı üreti­ ile sodyum- ve su-tutucu sistem lerin baskılaıım a-
m i veya hatta ANP’nin tam am iyle yokluğu kan sı sodyum atım ında bir artışa yol açar. Sodyum
hacm inde büyük değişikliklere neden olmaz, çü n ­ alımı normal düzeylerin altına düştüğü zam an
kü basınç natıiürezini harekete geçirerek kan b a ­ ters yönde değişiklikler gelişir.
sıncında küçük değişikliklerle bu etkilerin ü ste­
sinden kolayca gelinebilir. Örneğin, büyük m ik­
tarlarda ANP infüzyonu başlangıçta idrarla su ve
tuz atılm asını yükseltir ve kan hacm inde çok az KAN H A C M İ VE E K S TR A S E L Ü L E R S IV I
azalm alara neden olur. ANP fazlalığının sürm esi­ H A C M İN D E B Ü Y Ü K A R T IŞ L A R A N E D E N
ne rağmen, 24 saatten daha az bir zamanda, idrar OLAN D U R U M L A R
çıkışını norm ale geri döndüren kan basıncındaki
küçük bir azalma ile bu etki norm ale döndürülür. Kaıı hacmi ve ekstraselüler sıvı hacmini oldukça sabit
düzeyde muhafaza eden güçlü düzenleyici mekaniz­
malara rağmen, bu değişkenlerin her ikisinde de bü­
yük artışlara neden olabilen anormal durumlar vardır.
Hemen hemen bütiiıı bu durumlar aşağıda görüleceği
SODYUM ALIMINDAKİ DEĞİŞİKLİK­ gibi dolaşım bozukluklarından kaynaklanır.
LERE ENTEGRE EDİLMİŞ YANITLAR
Kalp H astalıkların ın N eden O lduğu A rtm ış
Normal şartlar altında sodyum ve sıvı ıtıahını dü­ Kan Hacmi ve E kstraselü ler Sıvı H acm i
zenleyen farklı kontrol sistem lerinin entegrasyo­
nunu, diyetle giderek artan miktarda sodyum alı­ Konjestif kalp yetersizliğinde, kan hacmi % 15-20 ve
nlına verilen hom eostatik cevapları gözden geçi­ ekstraselüler sıvı hacmi bazen % 2 0 0 ya da daha fazla ar­
rerek, özetleyebiliriz. D aha önce de tartışıldığı gi­ tabilir. Bunun nedeni şekil 29-2’nin tekrar incelenmesi
ile anlaşılabilir. Başlangıçta, kalp yetersizliği, kalp debi­
bi, böbrekler norm alin 1 0 ’da l ’i kadar düşükten
sini azaltır ve kan basıncı azalmasına yol açar. Bu da çok
norm alin 1 0 katı yüksekliğe kadar değişebilen yönlü sodyum tutucu sistemleri, özellikle renin-anjiyo-
alım laıa uyum sağlayacak şekilde su ve tuz atım ı­ tensin, aldosteron ve sempatik sinir sistemlerini aktive
nı şaşırtıcı bir değiştirme yeteneğine sahiptir. eder. Buna ek olarak, düşük basıncın kendisi böbrekler­
de su ve tuz tutulmasına neden olur. Bundan dolayı,
Yüksek Sodyum Alımı, A ntinatriüretik Sistem­ böbrekler arteryel kan basıncını ve kalp debisini nor­
leri Baskılar ve N atriü retik Sistemleri A ktive male döndürmek için sıvıyı tutarlar. Gerçekten, eğer
kalp yetersizliği çok ciddi değilse, kan hacmindeki yük­
Eder. Sodyum alımı artırıldığında, sodyum atımı
selme, sıklıkla kalp debisini ve arter basıncını hemen
başlangıçta alımın hafifçe gerisinde kalır. Bu ge­ hemen tamamen normale geri döndürebilir ve zayıfla­
cikm e total sodyum dengesinde küçük bir artışa mış kalbin yeterli pompalamayı gerçekleştirmesini sağ­
yol açarak ekstraselüler sıvı hacm inde hafif bir ar­ layan kan ve ekstraselüler sıvı hacmindeki artış devam
336 ÜNİTE V • Böbrekler ve Vücut Sıvıları

etmekle birlikte, sodyum atılması artarak sonunda nor­ dan interstisyel sıvı içine sıvı ve protein sızıntısının aktive
male geı i döner. Ancak, eğer kalp oldukça zayıflamışsa, ettiği, örneğin renin-anjiyotensin sistemi, aldosteroıı ve
kan basıncı idrar çıkışını normale döndürmeye yetecek olasılıkla sempatik sinir sistemi gibi çeşitli sodyum-tutucu
kadar artmayabilir. Bu durum ortaya çıktığı zaman, ki­ sistemlerin aktivasyonunu da kapsayan, çok yönlü meka­
şide ciddi dolaşım konjesyoııu gelişiııceye kadar böb­ nizmalar yoluyla gerçekleşir. Böbrekler, su ve sodyum tu­
rekler sıvı tutmayı sürdürecek ve sonunda, özellikle pul- tulmasını plazma hacmi normale yaklaşıncaya kadar sür­
moner ödeme bağlı ölüm gerçekleşecektir. dürür. Ancak, büyük miktarlarda sodyum ve su tutulması
Bundan dolayı, kalp yetersizliği, kalp kapağı hasta­ plazma protein konsantrasyonunu daha da dilüe eder ve
lıkları ve kalbin doğumsal anomalilerinde, kan hac­ vücut dokuları içine daha fazla sıvı sızmasına sebep olur.
mindeki artış kan basıncı ve kalp debisini normale ge­ Net sonuç, eğer plazma proteinlerini yerine koyacak teda-
ri döndürmeye yardım eden önemli bir dolaşım kom- xa yapılamazsa, çok fazla ekstraselüler ödem oluncaya ka­
pansasyonudur. Bu durum, zayıflamış kalpte bile ya­ dar böbreklerde yoğun sıvı kazanımının sürmesidir.
şamı sürdürecek düzeyde bir İcalp debisinin pompa­
lanmasına izin verir. K araciğer S iro zu-K araciğ erd e P la zm a P ro ­
tein leri S en tezin in A zalm as ı ve B ö b rek ler
Y ü k s e k D olaşım K apasitesinin N eden Yoluyla Sodyum Tutulm ası
O lduğu Kan Hacm i Artışı
Karaciğer sirozunda, nefrotik sendromda ortaya çıkan
Vasküler kapasiteyi artıran her durum bu ekstra kapasite­ olaylar aynı sırayla ortaya çıkar. Aradaki tek fark, plazma
yi dolduracak kan hacminin artışına da sebep olur. Vas­ proteinlerinin, karaciğer hücrelerinin haıabiyeti nedeniyle
küler kapasitede bir artış, başlangıçta ortalama dolaşım yeterince yapılamadıkları için azalmasıdır. Siroz portal kan
doluş basıncını düşürerek (Bkz. Şekil 29.2) kalp debisin­ akımının karaciğer içinden akışını engelleyen karaciğer ya­
de ve arteryel basınçta artışa yol açar. Basınçtaki düşüş, pısındaki büyük miktarlarda fibröz doku oluşumuyla da
ekstra kapasiteyi doldurmaya yetecek kan hacmi artışı bağlantılıdır. Bu da portal damar yatağı boyunca kapiller
gerçekleşinceye kadar böbreklerde su ve tuz tutulmasına basıncı yükselterek, assit olarak adlandırılan, peıitoneal
sebep olur. Örneğin, gebelikte, uterus, plasenta ve kadın boşluk içine protein ve sun sızmasına katkıda bulunur. Do­
vücudunun diğer genişlemiş organlarının artmış vaskü­ laşımdan sıvı ve protein kaybolunca, renal yanıtlar plazma
ler kapasitesi kan hacmini %15-25 düzeyinde artırır. Ben­ hacim azalmasıyla bağlantılı diğer koşullarda gözlenenlere
zer biçimde, bacaklarında büyük variköz venleıi olan benzer. Yani, böbrekler plazma hacmi ve arter basıncı nor­
hastalarda, kan hacmi bu ekstra vasküler kapasiteyi dol­ male döniinceye kadar su ve tuz retansiyonunu sürdürür­
duracak kadar artar, nadir vakalarda tutulabilen ekstra ler. Bazı durumlarda aslında sirozdaki artmış vasküler ka­
kan hacmi bir litreyi bulur. Bu durumda, vasküler yatak pasite nedeniyle plazma hacmi normalin üstüne çıkabilir;
yeterince dolup, kan basıncı renal sıvı atımının günlük sı­ portal dolaşımdaki yüksek basınçlar venlerin distansiyo-
vı alımıyla eşlenebildiği düzeye yükselinceye kadar böb­ nuna yol açarak vasküler kapasiteyi artırabilirler.
rekler su ve tuz tutmaya devam ederler.

POTASYUM ATIMI VE EKSTRASELÜ­


NORMAL KAN HACMİ DEĞERLERİN­
LER SIVIDA POTASYUM KONSANT­
DE OLUP EKSTRASELÜLER SIVI
RASYONUNUN DÜZENLENMESİ
HACM İNDE BÜYÜK ARTIŞLARA
NEDEN OLAN DURUMLAR Ekstraselüler sıvı potasyum konsantrasyonu normal
olarak 4,2 mEq/lt civarında, nadiren ±0,3 mEq/lt’den
Ekstraselüler sıvı hacminin önemli derecede arttığı fa­ dalıa fazla yükselerek ya da düşerek, hassas bir şekilde
kat kan hacminin normal kaldığı ya da hatta biraz azal­ düzenlenir. Bu hassas kontrol, hücre fonksiyonlarının
dığı bir kaç durum vardır. Bu durumlar çoğu kez kan
çoğunun ekstraselüler sıvı potasyum konsantrasyo­
hacmini azaltmaya yol açabilen interstisyuma sıvı ve
protein sızıntısıyla başlar. Bu durumlara böbreklerin nundaki değişikliklere duyarlı olması nedeniyle gerek­
cevabı kanama sonrası cevaba benzer. Yani, böbrekler lidir. Örneğin, plazma potasyum konsantrasyonunda
kan hacmini normale döndürme çabası ile su ve tuzu sadece 4 mEq/lt’lik bir artış kalp aritmilerine sebep
tutarlar. Ancak, sıvının çoğu interstisyuma geçerek da­ olabilir ve daha yüksek potasyum konsantrasyonları
ha da fazla ödeme yol açar. kalbin fıbrilasyonuna ya da durmasına yol açabilir.
Ekstraselüler potasyum konsantrasyonunu dü­
N e fro tik S en d ro m -İdrarla P lazm a P ro te in le ­ zenlem ede özel bir güçlük toplam vücut potasyu­
rinin Kaybı ve B öbreklerin Sodyum Tutm ası m unun % 95’inin h ü crelerin için d e ve sad ece
% 2’sinin ekstraselüler sıvıda bulunm asıdır (Şekil
Ekstraselüler ödeme yol açan genel mekanizmalar Bölüm
29-6). Yaklaşık 28 litre ekstraselüler sıvıya (vücut
25’de gözden geçirilmiştir. Ödemin en önemli klinik se­
beplerinden biri nefrotiksendrom olarak adlandırılır. Nef­ ağırlığının % 40’ı) ve 14 litre ekstraselüler sıvıya
rotik seııdromda, glomerülün artmış geçirgenliği nedeniy­ (vücut ağırlığının % 20’si) sahip 70 kg. ağırlığında­
le glomerüler kapillerden, filtrat ve idrar içine büyük mik­ ki bir yetişkinde, 3920 mEq kadar potasyum h ü c­
tarlarda protein sızar. Bazen her gün idrarda 30-50 gr. plaz­ reler içinde ve sadece 59m Eq kadar potasyum
ma proteini kaybedilebilip plazma protein konsantrasyo­ ekstraselüler sıvıda bulunur. Potasyum içeren bir
nu normalin 1/3'ünden daha aza düşebilir. Plazma prote­ öğün yemek genellikle 50 mEq kadar ve günlük
in konsantrasyonunda düşme sonucu plazma kolloid os- alını ekseriya 50-200 mEq/giin arasında p otas­
motik basıncı azalır. Bu vücudun her tarafındaki kapiller­
den çeşitli dokulara büyük miktarlarda sıvının filtre olma­ yum içerir; bundan dolayı, alınan potasyum un
sına yol açar, böylece ödem gelişir ve plazma hacmi azalır. ekstraselüler sıvıdan hızla atılm a yetersizliği, ya­
Nefrotik sendromda renal sodyum tutulması, plazma­ şamı tehdit eden lıiperkalenıi'ye (plazm a potas-
BÖLÜM 29 • Renal Mekanizmaların Entegresyonu 337

insülin yetmezliği olan kişilerde besin alimim takiben


K+ Alımı sN plazma potasyum düzeyinde görülen artış normale
100 m E q /g ü n x Ekstraselüler Intraselüler göre daha yüksektir. İnsülin enjeksiyonu ise hipeıkale-
Sıvı K+ Sıvı K+ miyi düzeltmeye yardım edebilir.

4,2 mEq/Lt 140 mEq/Lt


Aldosteron Hücre içine Potasyum Alimini Artırır.
x 14 Lt x 28 Lt Artmış potasyum alımı aldosteron sekresyonunu da
uyarır, aldosteron da hücrenin potasyum alimim artı­
59 mEq 3920 mEq rır. Aşırı aldosteron serbestlenmesi (Conn sendromu)
kısmen ekstraselüler potasyumun hücre içine girmesi­
K* Atımı ne bağlı olarak neredeyse değişmez bir şekilde hipoka-
İdrar 92 mEq/giin lemi ile birliktedir. Aksine, aldosteron yapımında ek­
Feçes 8 mEq/gürı siklik olan hastalarda (Addison hastalığı) sıklıkla po­
100 mEq/flün tasyumun ekstraselüler boşlukta birikimine olduğu
kadar potasyumun ıenal ıetansiyonuna bağlı klinik
Ş E K İL 29 • 6 olarak belirgin hiperkalemi vardır.
Normal potasyum alımı, vücut sıvılarında potasyum dağılımı
ve vücuttan potasyum atılması. P-adrenerjik Uyarı Potasyum un Hücresel Alimini
Artırır. Katekolamiıılerin, özellikle epinefıiııin artmış
sekresyonu daha çok p2-adreneıjik reseptörlerin akti-
yum konsantrasyonunda artma) yol açabilir. Bu­ vasyontı yoluyla potasyumun ekstraselüler sıvıdan
nun gibi, çabuk ve uygun kom panse edici cevap­ intıaselüler sıvıya hareketine yol açabilir. Hipertansi­
ların yokluğunda, ekstraselüler sıvıdan küçük bir yonun (İ2 -adrenerjik reseptör blokerleıi ile, örneğin
potasyum kaybı, şiddetli Iıipokalejni'ye (düşük pıopıanolol ile tedavisi potasyumun hücre dışına ha­
plazma potasyum konsantrasyonuna) yol açabilir. reketine yol açar ve hiperkalemiye doğru bir yatkınlık
Potasyum dengesi tem el olarak, böbrek yoluyla yaratır.
atım a bağlıdır, çünkü feçes ile atılan miktar, p o ­
A sit-b az Bozuklukları Potasyum D ağılım ında D e ­
tasyum alim inin sadece yaklaşık % 5-10 kadarıdır.
ğişikliklere Yol Açabilir. Metabolik asidoz kısmen
Böylece, norm al potasyum dengesinin korunm a­ hücrelerden potasyum kaybına yol açarak ekstrase­
sı, diğer elektrolitlerin çoğu için de geçerli olduğu lüler potasyum konsantrasyonunu artırır, buna kar­
gibi, alımdaki geniş çeşitliliklere yanıt olarak b ö b ­ şılık metabolik alkaloz ekstraselüler sıvı potasyum
reklerin potasyum atım larını hızla ve hassas bir konsantrasyonunu düşürür. Potasyumun iç dağılımı­
şekilde ayarlamalarını gerektirir. na hidrojen iyon konsantrasyonunun etkisinden so­
Ekstraselüler ve intıaselüler kompartmanlar ara­ rumlu mekanizmalar tam olarak anlaşılamadığı hal­
sında potasyum dağılımının kontrolü de potasyum de, artmış hidrojen iyonu konsantrasyonunun bir et­
homeostazında önemli rol oynar. Toplam vücut po­ kisi sodyum-potasyum trifosfataz (ATPaz)’ın aktivi-
tasyumunun yüzde 98’inden fazlası hücre içinde tesini azaltmaktır. Bu da, hücresel potasyum alimini
bulunduğuna göre, hücreler hiperkalemide ekstra­ azaltarak ekstraselüler potasyum konsantrasyonuna
yükseltir.
selüler fazla potasyum için taşma bölgesi ve hipoka-
lemide potasyum kaynağı olarak görev görürler. Hücre Lizisi Ekstraselüler Potasyum Konsantrasyo­
Dolayısıyla, potasyumun hücre içi ve hücre dışı sıvı nunun Artmasına Yol Açar. Hücreler haraplandıkça,
kompartmanları arasında yeniden dağılımı, ekstra­ hücre içindeki yüksek miktarlardaki potasyum ekstra­
selüler sıvı potasyum konsantrasyonundaki deği­ selüler kompartmana serbestlenir. Bu durum, şiddetli
şikliklere karşı ilk savunma hattını oluşturur. kas hasarında ya da eritrosit lizisinde olduğu gibi yük­
sek oranlarda doku haıaplandığında anlamlı hiperka­
Potasyumun İç Dağılımının Düzenlenmesi lemiye yol açabilir.

A ğır Egzersiz İskelet Kasından Potasyum Serbest-


Normal gıda alimim takiben, alınan potasyum
lenmesine Yol Açarak Hiperkalem iye Neden O labi­
hücre içine hızla hareket etm ese idi ekstraselüler lir. Uzun süreli egzersizde iskelet kasından ekstraselii-
potasyum konsantrasyonu ölüm cül bir düzeye
yükselirdi. Örneğin, 40 miliekivalan potasyumun
TABLO 29 - 1
(sebze ve meyveden zengin bir öğünde bulunan
miktarda) 14 litrelik ekstraselüler sıvı hacm ine ab ­ Hücre içi ve dışı arasında potasyum dağılımını
sorbe olm ası eğer tüm potasyum ekstraselüler değiştirebilen faktörler
kom paıtm anda kalsaydı plazma potasyum kon­
K+’u hücre içine K+'u hücre dışına
santrasyonunu 2,9 mEq/l kadar artırırdı. Neyse ki kaydıran faktörler kaydıran faktörler
besinle alm an potasyum un çoğu böbreklerin faz­ (Ekstraselüler |K+)'u azaltan) (Ekstraselüler (K+]’u artıran)
lasını uzaklaştırm asına kadar hızla hücre içine h a­
İnsülin İnsülin yetersizliği
reket eder. Tablo 29-1 potasyum un hücre içi ve dı­ (diabetes mellitus)
şı kom partm anlar arasındaki dağılımını etkileyen Aldosteron Aldosteron yetersizliği
faktörlerin bir kısmını özetlemektedir. (Addison hastalığı)
ß-adrenerjik stimülasyon ß-adrenerjik blokaj
insülin Hücre içine Potasyum Alimini Uyarır. Yemek Alkaloz Asidoz
Hücre lizisi
sonrası potasyumun hücreye alimini uyaran en önem­
Şiddetli egzersiz
li faktörlerden biıi insülindir. Diabetes mellitusa bağlı
338 ÜNİTE V • Böbrekler ve Vücut Sıvıları

ler sıvıya potasyum serbestlenir. Genellikle hiperkale- ten sabittir ve plazma potasyum konsantrasyonu
mi hafiftir, fakat fi-adrenerjik reseptörlerle tedavi edi­ hassas olarak düzenlenir. Belli bazı renal hastalık­
len hastalarda veya insülin eksikliği olanlarda ağır eg­ larda olduğu gibi GFR’de ileri derecede azalmalar,
zersizden sonra hipeıkalemi klinik olarak belirgin hale ciddi potasyum birikim ine ve hipeıkalem iye n e ­
gelebilir. Nadir durumlarda, egzersiz sonrası hiperka- den olabilir.
lemi kaıdiyak aritmiye ve ani ölüme yol açabilecek ka­
Şekil 29-7 norm al şartlar altında potasyum un
dar şiddetli olabilir.
tübüler işlen m esin i özetlem ektedir. Filtre edilen
Artm ış Ekstraselüler Sıvı Ozm olaritesi Potasyu­ potasyum un yaklaşık % 65’i proksim al tübülde
mun Hücrelerden Ekstraselüler Sıvıya Geçişine Yol reabsorbe edilir. Filtre edilen potasyu m un % 25-
Açar. Artmış ekstraselüler sıvı ozmolaritesi suyun hüc­ 3 0 ’u, sodyum ve kloriir ile aktif olarak birlikte ta ­
re dışına ozmotik akımına yol açar. Hücresel dehidra- şındığı (kotranspoıt) H enle kıvrım ının özellikle
tasyon hücre içi potasyum düzeyini artırarak bu yolla kalın çıkan kolundan reabsorbe edilir. Proksim al
hücre dışına potasyum difüzyonuna ve ekstraselüler tübül ve Henle kıvrım ında, filtre ed ilen p o ta s­
sıvı potasyum konsantrasyonunda artışa neden olur.
yum yükünün n isp eten sabit bir fraksiyonu re ­
Azalmış ekstraselüler sıvı ozmolaritesi zıt etkiye sahip­
tir. Diabetes mellitusta, plazma glikoz düzeyindeki bü­ absorbe edilir. Bu segm entlerd e potasyum reab-
yük artışlar ekstraselüler ozmolariteyi artırarak hücre soıbsiyonundaki değişiklikler, potasyu m atılm a­
dehidratasyonuna ve potasyumun hücrelerden ekstra­ sını etkileyebilir, fakat p o tasy u m atım ın d aki
selüler sıvıya hareketine yol açar. günlük değişiklikler, proksim al tübül ya da H en­
le kıvrım ındaki reabsorbsiyon değişikliklerine
bağlı değildir.
Renal Potasyum Atımına Genel Bir Bakış
Potasyum Atımında Günlük Değişimin Çoğu
Potasyum itrahı 3 renal işlem in toplam ı tarafın­ Distal ve Toplayıcı Tübüllerde Potasyum Ser-
dan belirlenir: ( 1 ) potasyum filtrasyon hızı (glo- bestlenmesindeki Değişikliklere Bağlıdır. Potas­
m eriiler filtrasyon hızı, GFR, plazma potasyum yum atımını düzenlemede en önem li yerler, distal
konsantrasyonuyla çarpılır) (2 ) tübiillerde p otas­ tübiiller ve kortikal toplayıcı kanallardır. Bu tübüler
yum reabsorbsiyon hızı ye (3) tübiillerde potasyum segmentlerde, vücut ihtiyaçlarına bağlı olarak p o ­
sekresyon lıızı. Potasyum filtıasyonunun normal tasyum bazen reabsorbe edilir, bazen sekresyona
hızı yaklaşık 756 mEq/gündür (GFR, 180 litre gün, uğrar. 100 mEq/gün olan normal potasyum alınlın­
plazm a potasyumu, 4,2m Eq/litıe ile çarpılır); bu da, böbrekler yaklaşık 92m Eq/gün potasyum at­
filtrasyon hızı daha önceden tartışıldığı gibi GFR mak zorundadır (kalan 8 mEq feçesle kaybedilir).
otoregiilasyon m ekanizm aları nedeniyle, nispe­ Potasyumun bu m iktarının üçte bir kadarı (31

% 65 % 4
(491/mEg/gün) (31 mEq/gün)
756 mEq/gün
(180 It/gün x 4.2 mEq/lt) T
\

^ % 27
(204 mEq/gün)

i
% 12
(92 mEq/gün)
Ş E K İL 29 - 7
Renal tübüllerde potasyum reabsorbsiyon ve sekresyon bölgeleri. Potasyum proksimal tübülde ve Henle kul­
punun çıkan kolunda reabsorbe edilir, öyle ki filtre edilen yükün sadece % 8 kadarı distal tübüle ulaşır, distal
tübül ve toplayıcı kanallara salgılanan potasyum bu miktara eklenir, böylece günlük atım glomerüler kapil-
lerdeıı filtre edilen potasyumun % 12’si kadardır. Yüzde oranlar filtre edilen yiikım ne kadarının farklı tübüler
segmenüerde reabsorbe edildiğini ya da salgılandığım göstermektedir.
BÖLÜM 29 • Renal Mekanizmaların Entegresyonu 339

mEq/gün) distal tübül ve toplayıcı kanallar içine Renal ı Esas Tübüler


salgılanır. İnterstisyel I Lümen
Hücreler
Yüksek potasyum alımlarında, gerekli ekstra po­ Sıvı
tasyum atımı hem en hemen tamamen, toplayıcı tü-
büller ve distal tübüUer içine potasyum sekresyonu-
nu artırarak başarılır. Gerçekte, oldukça yüksek po-
tasyumlu diyetlerde, potasyum atım hızı glomeriiler
fıltıattaki potasyum miktarını aşabilir. Bu durum,
nefronun distal segmentleıinde potasyum sekıesyo-
nu için güçlü bir mekanizmanın varlığını gösterir.
Potasyum alımı norm alin altına düştüğü za­
man, distal tübül ve toplayıcı kanallardaki potas­
yum sekresyon hızı azalır ve idrar potasyum sek-
ıesyonunda azalm a görülür. Potasyum alımında
olağan dışı azalm alarda, nefronun distal seg- 0 mV -70 mV -50 mV
m en tlerin d e potasyum un net reabsoıbsiyon u
Ş E K İL 29 - 8
vardır ve potasyum atım ı glomeriiler filtrattaki
potasyum un % 1’iııe kadar düşer (10mEq/gün’den Distal tübül ve toplayıcı kanalların esas hücrelerinde potasyum
sekresyonu ve sodyum reabsorbsiyonuııun mekanizması.
daha az). Bu seviyelerin altındaki potasyum alım-
larında, ileri derecede hipokalem i gelişebilir.
Böylece, potasyum itrahının günlük düzenlen­
m esi vücudun ihtiyaçlarına bağlı olarak, potasyu­ nunun elektrokimyasal gradyanı ve (3) luminal
m un ya reabsorbe edildiği ya da salgılandığı yer mem branın potasyuma geçirgenliğidir. Potasyum
olan kortikal toplayıcı kanallar ve distal tübül so ­ sekresyonunun bu üç belirleyicisi de aşağıda tartı­
nunda gerçekleştirilir. Bundan sonraki bölümde, şılan faktörler tarafından düzenlenir.
potasyum sekresyonunun temel mekanizm alarını
ve bu işlem i düzenleyen faktörleri inceleyeceğiz. İnterkale Hücreler Potasyum Eksikliğinde Potas­
yum Reabsorbe Edebilirler. Ciddi potasyum eksikliği
Distal Tübüllerin İleri Bölümleri ve olduğu durumlarda, distal tübüliin ileri bölümlerinde
Kortikal Toplayıcı Kanallardaki Esas ve toplayıcı kanallarda potasyum sekresyonu durur ve
gerçekte net potasyum ıeabsorbsiyonu görülür. Bu ıe-
Hücrelerde Potasyum Sekresyonu absorbsiyon interkale hücreler yoluyla geıekleşir. Bu
reabsoıbsiyon işlemi tamamiyle anlaşılmamıştır ama
Distal tübüllerin ileri bölümleri ve kortikal toplayı­ luminal membranda bulunan bir hidrojeıı-potasyum
cı kanallardaki potasyum salgılayan hücreler esas ATPaz transport mekanizmasının katkısı olduğuna
hücreler olarak adlandırılır ve bu bölgelerdeki epi- inanılmaktadır. Bu taşıyıcı, tübüler lümen içine salgı­
tel hücrelerin yaklaşık % 90'ını oluşturur.Şekil 29-8 lanan hidrojene karşılık potasyumu reabsorbe eder ve
esas hücreler tarafından potasyum sekresyonunun daha sonra potasyum, hücrenin bazolateıal membra-
tem el hücresel mekanizmalarını göstermektedir. nından geçerek kana diffüze olur, fakat normal koşul­
lar altında, bu yol potasyum atımının kontrolünde kü­
Kandan tübüler lümen içine potasyum sekresyo­
çük bir rol oynar.
nu iki aşamalı bir işlemdir, hücrenin bazolateıal
m em branm daki sodyum-potasyum adenozin tri-
fosfataz (ATPaz) pompasının inteıstisyumdan h ü c­ Potasyum Sekresyonunu Düzenleyen
re içine potasyumu almasıyla başlar. Bu pompa,
Faktörlerin Özeti: Plazma Potasyum
sodyumu hücre dışına, interstisyum içine gönde­
rirken, aynı zamanda potasyumu hücre içine alır. Konsantrasyonu, Aldosteron, Tübüler
İşlemin ikinci basamağı, potasyumun hücre için ­ Akım Hızı ve Hidrojen İyonu
den tübül sıvısı içine pasif difüzyonudıır. Sodyum-
potasyum ATPaz pompası, yüksek bir hücre içi po­ Potasyum atım ının normal düzenlenm esi, topla­
tasyum konsantrasyonu yaratarak potasyum un yıcı kanallar ve distal tübüliin esas hücreleri tara­
hücreden tübüler lüm en içine pasif difüzyonıı için fından salgılanan potasyum değişikliklerine bağlı
itici bir güç sağlar. Esas hücrelerin luminal m em b- olduğu için, bu hücrelerden sekresyonu etkileyen
ıanı potasyuma oldukça geçirgendir. Bu yüksek ge­ başlıca faktörleri tartışacağız. Esas hücrelerden
çirgenliğin bir nedeni de, özellikle potasyum iyon­ potasyum sekresyonunu uyaran en önem li faktör­
larına geçirgen özel kanalların varlığıdır, böylece ler şunlardır: (1) Artmış ekstraselüler sıvı p otas­
m em bıandan bu iyonların difüzyonuna izin verilir. yum konsantrasyonu, (2) artmış aldosteron ve (3)
artmış tübüler akım hızı.
Esas Hücreler Tarafından Potasyum Sekresyo­ Potasyum sekresyonunu azaltan bir faktör, art­
nunun Kontrolü. Distal tübüliin ileri bölümleri ve mış hidrojen iyon konsantrasyonudur (asidoz).
kortikal toplayıcı kanalın esas hücrelerince potas­
yum salgılanmasını kontrol eden başlıca faktörler Artmış Ekstraselüler Sıvı Potasyum Konsant­
(1) sodyum-potasyum ATPaz pompasının aktivite- rasyonu Potasyum Sekresyonunu Uyarır. Korti­
si, (2 ) kandan tübüler liimene potasyum sekresyo- kal toplayıcı kanallar ve distal tübül son b ölü m le­
340 ÜNİTE V • Böbrekler ve Vücut Sıvıları

rinde potasyum sekresyon hızı, artmış ekstraselli-


ler sıvı potasyum konsantrasyonu tarafından di­
rekt olarak uyarılır ve şekil 2 9 -9 ’da gösterildiği gibi
potasyum atım ında bir artışa yol açar. Bu etki
özellikle ekstraselüler sıvı potasyum konsantras­
yonu yaklaşık 4,1 mEq/litre üzerine yükseldiği za­
man, daha belirgindir. Bu nedenle, bu etki potas­
yum sekresyonunu artırm ak ve ekstraselüler sıvı « E
-g o
potasyum iyon konsantrasyonunu düzenlemek cö O
T_
için en önem li m ekanizm alardan biri olarak hiz­
E ?
m et eder.
Ekstraselüler sıvı potasyum konsantrasyonunda
artışın potasyum sekresyonunu artırm asına n e­
den olan üç m ekanizm a vardır: ( 1 ) artmış ekstra­
selüler sıvı potasyum konsantrasyonu, sodyum- Serum potasyum konsantrasyonu (mEq/Lt)
potasyum ATPaz pom pasını uyarır, böylece bazo­
lateral m em brandan potasyum alımı artar. Bu da Ş E K İL 29 - 10
potasyum un lum inal m em brandan tübül içine di- Ekstraselüler sıvı potasyum iyon konsantrasyonunun plazma al­
füzyonuna neden olan intraselüler potasyum iyon dosteron konsantrasyonu üzerine etkisi. Potasyum konsantras­
yonundaki küçük değişikliklerin aldesteron konsantrasyonunda
konsantrasyonunu artırır. (2) Artmış ekstraselüler
biiyük değişikliklere neden olduğuna dikkat ediniz.
potasyum konsantrasyonu renal interstisyel sıvı­
dan epitel hücre içine potasyum gradyanım artı­
rır; bu potasyum hücre iyonlarının hücre içinden kana, aynı zam anda potasyumu hücre içine p o m ­
bazolateral m em brana doğru geriye sızm asını palayan sodyum potasyum ATPaz pom pası aracı­
azaltır. (3) Artmış potasyum konsantrasyonu ad­ lık yapmaktadır. Böylece, aldosteron da esas h ü c­
renal k o ıtek sten ald o stero n serb estlen m esin i relerin potasyum sekresyon hızını kontrolde güç­
uyararak, bundan sonraki bölümde tartışıldığı gi­ lü bir etkiye sahiptir.
bi, potasyum sekresyonunu daha fazla uyarır. Aldosteronun ikinci bir etkisi, lum inal m em bra-
nın potasyuma olan geçirgenliğini artırmak, bu
Aldosteron Potasyum Sekresyonunu Uyarır. yolla aldosteronun potasyum sekresyonunu artı­
Bölüm 28 ’de aldosteronıın, ileri distal tübül b ö ­ ran etkisini güçlendirmektir. Bu nedenle, Şekil 29-
lümleri ve toplayıcı kanallardaki esas hücreler ta ­ 9 ’da gösterildiği gibi, aldosteron, potasyum sek­
rafından sodyum iyonlarının aktif ıeabsorbsiyo- resyonunu artıran güçlü bir etkiye sahiptir.
nunu uyardığını tartışmıştık. Bu etkide sodyumu
hücrenin bazolateral m em branından dışarıya ve A rtm ış E kstraselüler Potasyum iyon K o n sa n t­
rasyonu A ld o s te ro n S ekresyonunu Uyarır. Ne­
gatif feedback kontrol sistemlerinde, kontrol edilen
faktör genellikle kontrolü yapan üzerine bir feed­
back etkiye sahiptir. Aldosteron-potasyum kontrol
sistemi gözönüne alındığında, adrenal bezden al­
dosteron sekresyon hızı, ekstraselüler sıvı potas­
yum iyon konsantrasyonu ile güçlü bir şekilde
kontrol edilir. Şekil 29-10 plazma potasyum kon­
santrasyonunda 3mEq/litre kadar bir artışın plaz­
ma aldosteron konsantrasyonunu yaklaşık O’dan 60
ng / 1 0 0 m l’ye kadar artırabildiğini göstermektedir,
bu hem en hem en normalin 1 0 katıdır.
Aldosteron sekresyonunu uyaran potasyum iyon
konsantrasyonunun etkisi Şekil 29-11'de gösterildi­
ği gibi, potasyum atımını düzenleyen güçlü bir fe­
edback sisteminin parçasıdır. Bu feedback sistem ­
de, plazma potasyum konsantrasyonundaki bir ar­
tış aldosteron sekresyonunu uyarır ve kan aldoste­
Plazma aldosteron /normalin katları) ron seviyesi artar (Blok 1). Kan aldosteron seviye­
I I I I I
3.2 3.5 3.8 4.1 4.4 sindeki artış, böbreklerde potasyum atım ında
Ekstraselüler K+ konsantrasyonu (mEq/lt)
önemli bir artışa neden olur (Blok 2). Artmış potas­
Ş E K İL 29 - 9 yum atımı ekstraselüler sıvı potasyum konsantras­
Plazma aldosteron konsantrasyonu (üstteki eğri) ve ekstraselü­ yonunu tekrar normale doğru düşürür (Blok 3 ve
ler potasyum iyon konsantrasyonunun (alttaki eğri) idrarla p o ­ 4). Böylece, potasyum alımı arttığı zaman, bu feed­
tasyum atılma hızı üzerine etkisi. Bu faktörler kortikal toplayıcı
kanalların esas hücreleri tarafından potasyum sekresyonuını
back mekanizma, artmış ekstraselüler potasyum
uyarırlar. (Young: Am. J. Physiol. 244: F28, 1983'deki verilerden konsantrasyonunun direkt etkisiyle sin e ıjistik
çizilmiştir.) olarak potasyum atımını yükseltir (Şekil 29-12).
BÖLÜM 29 • Renal Mekanizmaların Entegresyonu 341

K+ alımı

ŞEKİL 29 • 11
Ekstraselüler sıvı potasyum konsantrasyonunun aldesteroıı
(Aid) tarafından kontrolünde temel feedback mekanizma.

A ld o s te ro n F ee db a ck S istem inin E n g e lle n m e ­


si P otasyum K o nsantrasyonunun K o n tro lü n ü Yüksek potasyum aliminin potasyum atılmasını artırdığı başlı­
B ü yük Ö lç ü d e Bozar. Addison hastalığı olan ca mekanizmalar. Plazma potasyum konsantrasyonunun art­
hastalarda olduğu gibi, aldosteron sekresyonu- masının direkt olarak kortikal toplayıcı kanallarda potasyum
sekresyonunu yükselttiğine ve indirekt olarak plazma aldoste­
nun yolduğunda, potasyumun renal sekresyonu ron konsantrasyonunu yükselterek potasyum sekresyonunu ar
bozulur, böylece ekstraselüler sıvı potasyum kon­ tırdığıııa dikkat ediniz.
santrasyonu tehlikeli derecede yüksek seviyelere
çıkar. Tersine, aşırı aldosteron sekresyonunda
(prim er aldosteronizm ), potasyum sekresyonu
nıe, potasyum sek resyon u n u uyarır. Tersine,
büyük ölçüde artar, böbreklerden potasyum kay­
sodyum eksikliğinin ned en olduğu gibi, distal
bına neden olur ve böylece hipokalemiye yol açar.
tübül akım hızında bir azalm a potasyu m sek res­
Potasyum konsantrasyonunu kontrol eden al­
yonunu düşürür.
dosteron feedback sistem inin özel sayısal önem i
Yiiksek-hacm e bağlı artm ış akım hızının etki
şekil 2 9 -1 3 ’te gösterilmiştir. Bu deneyde, köpek­
mekanizması aşağıdaki gibidir: Potasyum tübüler
lerde potasyum alımı 2 koşul altında hem en h e ­
m en 7 kat artırılmıştır: (1) Normal koşullar altında sıvı içine salgılandığı zaman, lum inal potasyum
ve (2 ) aldosteron feedback sistem i bloklandıktan konsantrasyonu artar, bu ndan dolayı lu m inal
sonra. Bunun için adrenal bezler çıkarılıp plazma m em bıandan potasyum difüzyonunu sürdüren
aldosteron konsantrasyonunu ne artıracak ne de kuvvet azalır. Fakat artm ış tübüler akım hızına
azaltacak olan sabit bir hızda hayvanlara aldoste­
ron infüzyonu yapılmıştır.
Normal hayvanlarda, potasyum alım ında 7 kat­
lık bir artışın potasyum konsantrasyonunda sad e­
ce, 4 ,2 ’den 4,3m Eq/litıe’ye hafif bir artışa neden
olduğuna dikkat ediniz. Böylece, aldosteron feed­
back sistem i normal fonksiyon gördüğü zaman,
potasyum konsantrasyonu potasyum alınlındaki
büyiik değişikliklere rağmen, hassas bir şekilde
kontrol edilir.
Aldosteron feedback sistem i bloklandığı zaman,
potasyum alınlındaki aynı düzeydeki artışlar p o ­
tasyum konsantrasyonunda çok daha büyük bir
artışa, 3 ,8 ’den yaklaşık 4,7mEq/litre’ye yükselm e­
ye neden olur. Böylece, potasyum konsantrasyo­
n u nu n kontrolü ald osteron feed back sistem i
bloklandığı zam an büyük oranda bozulur. Potas­
yum düzenlenm esinin benzer bir bozukluğu, ör­
neğin ya Addison Hastalığı (çok az aldosteron) ya
da prim er aldosteronizm li (çok fazla aldosteron)
hastalarda olduğu gibi, aldosteron feedback sis­
tem leri çok zayıf işlev yapan insanlarda gözlenir. ŞEKİL 29- 13
Ekstraselüler sıvı potasyum konsantrasyonu üzerine potasyum
A rtm ış Distal Tübüler Akım Hızı Potasyum alımındaki büyük değişikliklerin etkisi normal koşullar altında
(kesiksiz çizgi) ve aldosteron feedback bloklandıktan sonra
Sekresyonunu Uyarır. D iü ıetik ilaç tedavisi, (kesikli çizgi). Aldosteron sistemi bloklandıktan sonra, potas­
yüksek sodyum alımı veya h acim artışınd a o l­ yum konsantrasyonu düzenlenmesinin büyiik ölçüde bozul­
duğu gibi, distal tübül akını hızında bir yüksel- duğuna dikkat ediniz. (Dr. David B. Young’m izniyle)
342 ÜNİTE V • Böbrekler ve Vücut Sıvıları

bağlı olarak salgılanan potasyum konsantrasyo­ vitesini azaltmasıdır. Bu da iııtraselüler potasyum


nundaki yükselme en aza indirilir. Bu yüzden, net konsantrasyonunu azaltır ve so n u çta lum iııal
potasyum sekresyonu, artmış tübüler akım hızı m em brandan tiibül içine potasyum un pasif di-
tarafından uyarılır. füzyonu azalır.
Artmış tübüler akım hızının etkisi, özellikle sod ­
yum alım ındaki değişiklikler sırasında, norm al Birkaç gü n d en d a h a u zu n sü ren a s id o z d a id ra rla p o ­
tasy u m ıtrah ın da bir a rtm a vardır. Bu etk in in m e k a n iz­
potasyu m atım ını korum aya yardım etm ed e
m a sı kısm en , kronik a sid o z u n p ro k sim a l tü bü l so d y u m
önemlidir. Örneğin, yüksek sodyum alımında, al- klorür ve su re a b so rb siy o n u n u in h ib e etm esid ir, b ıı d is ­
d osteron sekresyonu azalır, bu potasyum sekres- tal h acm i artırır, bu n eden le, p o ta sy u m se k resy o n u u y a ­
yon hızını azaltır ve potasyumun idrarla atılm ası rılır. B u etki h id rojen iyonlarının so d y u m -p o ta sy u m  T -
azalır. D aha önceki paragrafta tartışıldığı gibi, Paz p o m p a sı üzerindeki in lıibitör etk isin i o rta d a n k ald ı­
yüksek sodyum alımında ortaya çıkan distal tiibül rır. Böylece, kronik asidoz potasınım kaybına yol açar­
yüksek akım lıızı, potasyum sekresyonunun art­ ken, akııt asidoz potasyum atılmasını azaltır.
m asına yol açar (Şekil 29-14). Bu nedenle, yüksek
sodyum alim inin iki etkisi, azalmış aldosteron
sekresyonu ve yüksek tübüler akım hızı, birbirini m
zıt etkiler, böylece potasyum atım ında çok az bir RENAL KALSİYUM ATIMI VE
değişiklik olur. Buna benzer olarak, düşük so d ­ EKSTRASELÜLER KALSİYUM İYON
yum alım ınd a, potasyum sekresyonu üzerine KONSANTRASYONUNUN KONTROLÜ
azalm ış tübüler akım hızı ve artmış aldosteron
sekresyonunun birbirine zıt etkileri nedeniyle p o ­ Kalsiyum iyon konsantrasyonunu düzenleyen m e­
tasyum atım ında yine çok az bir değişiklik vardır. kanizmalar ile kalsiyunı-düzenleyici hormonlar,
paıatiroid hormon (PTH) ve kalsitoninin endokri­
A ku t Asidoz Potasyum Sekresyonunu Azaltır.
nolojisi, Bölüm 79’da ayrıntılarıyla tartışılmıştır.
E kstıaselüler sıvının hidrojen iyon konsantrasyo­
Ekstıaselüler sıvı kalsiyum iyon konsantrasyonu
nundaki akut artışlar (asidoz) potasyum sekresyo­
2,4 niEq/litre olan norm al düzeyinin yüzde birka­
nunu düşürürken azalmış hidrojen iyon konsant­
çı içinde kalacak şekilde çok sıkı kontrol edilir.
rasyonu (alkaloz) potasyum sekresyonunu artırır.
Kalsiyum iyon konsantrasyonu düşük seviyelere
Artmış hidrojen iyon konsantrasyonunun p otas­
indiği zam an (hipokalsenıi), sinir ve kas hücreleri­
yum sekresyonunu iııhibe etm esinin başlıca m e­
nin uyarılabilirliği önem li derecede artar ve nadir
kanizm ası sodyum -potasyuııı ATPaz pom pa akti-
durumlarda h ip okalsem ik tetaııiyle son u çlan abi­
lir. Bu, spastik iskelet kas kasılmalarıyla karakteı i-
zedir. H iperkalseıni (artmış kalsiyum konsantras­
yonu) nöıom üsküler uyarılabilirliği azaltır ve kalp
aritm ilerine yol açabilir.
Plazmadaki total kalsiyumun yüzde 50 kadarı
(5,0 mEq/litre) hücre m em bıanlarında biyolojik
aktiviteye sahip şekli olan iyonize halde bulunur.
Kalsiyumun geri kalanı ya plazm a proteinlerine
bağlı (yüzde 40 kadar) ya da sitıat ve fosfat gibi an ­
yonlarla iyonize olmayan kom pleks bileşik h alin ­
dedir (yüzde 1 0 kadar).
Plazma hidrojen iyon konsantrasyonundaki d e­
ğişiklikler plazma proteinlerine bağlı kalsiyum
miktarını etkileyebilir. Asidozda daha az kalsiyum
plazma proteinlerine bağlanır. Tersine alkalozda,
daha çok miktarda kalsiyum plazm a proteinlerine
bağlanır. Bu nedenle, alkolozlu hastalar, h ip okal-
senıik tetaniye d a h a dııyarlıdır.
Vücuttaki diğer m addeler gibi, kalsiyum alımı
da uzun vadede kalsiyumun net kaybıyla denge­
lenmelidir. Ancak, sodyum ve klorür gibi iyonlar­
dan farklı olarak kalsiyum atım ının büyük bir kıs­
mı feçesle olur. Normal olarak, alm an kalsiyumun
sadece yüzde 1 0 kadarı intestinal kanaldan absor­
Yliksek sodyum alımmın renal potasyum atımı üzerine etkisi. be edilir ve geri kalanı feçesle atılır. Belli koşullar
Yüksek sodyumlu bir diyetin korlikal toplayıcı kanallarda p o ­
tasyum salgılanmasında azalmaya yol açan plazma aldosteron altında, feçesle kalsiyum atılm ası kalsiyum alim i­
seviyesini azaltığıııa dikkat ediniz. Ancak, yüksek-sodyum di­ ni aşabilir, çünkü kalsiyum intestinal lüm ene de
yeti potasyum sekresyonunu arttırmaya yol açan korlikal top- salgılanabilir. Bu nedenle, Bölüm 7 9 ’da tartışıldığı
İayıcı kanala sıvı ulaşımını artırır. Yüksek-sodyumlıı bir diyetin
zıt etkileri birbirini yok eder, böylece potasyum atımında çok
gibi, gastrointestinal kanal ve intestinal kalsiyum
az bir değişiklik olur. absoıbsiyonu ile sekresyonunu etkileyen düzen­
BÖLÜM 29 • Renal Mekanizmaların Entegresyonu 343

leyici m ekanizm alar, kalsiyum hom eostazında


çok önem li bir rol oynarlar.
Vücuttaki kalsiyumun hemen hepsi (% 99) kemik­
lerde depo edilir, sadece % 1 kadarı, ekstraselüler sıvı­
da ve yüzde 0, l ’i instraselüler sıvıda bulunur. Bu ne­
denle, kemik, eksıaselüler sıvı kalsiyum konsantras­
yonu azalmaya başladığı zaman bir kalsiyum kayna­
ğı olarak ve kalsiyum depolamak geıeküğinde büyük
bir depo olarak hareket eder. Kem ik tarafından kalsi­
yumun alımı ve serbestlenmesinin en önemli düzen­
leyicilerinden biri PTHdır. Ekstraselüler sıvı kalsiyum
konsantrasyonu normalin altına düştüğü zaman,
paratiroid bezleri doğrudan düşük kalsiyum düzeyi
tarafından uyarılır ve PTH sekresyonu artar. Dalia ParaLiroid hormon ve vitamin D aracılığıyla plazm a iyonize
sonra bu hormon kemikler üzerine direkt etki ederek kalsiyum konsantrasyonundaki azalmanın düzeltilmesi.
kemik tuzlarının ıeabsorbsiyonunu (kemiklerde tuz­
ların serbestlenmesi) artırır, sonuçta ekstraselüler sı­
vıya büyük miktarlarda kalsiyum serbestler, böylece yuııı atımı vücut ihtiyaçlarına göre ayarlanır. Kal­
kalsiyum düzeyleri normale döner. Kalsiyum iyon siyum alınıında bir artış olduğu zam an, artan
konsantrasyonu yükseldiği zaman, PTII sekresyonu miktarın çoğu feçesle kaybedilir ancak ıen al kalsi­
azalır, öyle ki arük hemen hemen hiç kemik rezorpsi- yum atım ında da artm a vardır. Kalsiyum eksikli­
yonu oluşmaz, bunun yerine, şimdi fazla kalsiyum ğinde, artmış tübül reabsorbsiyonu sonucu b ö b ­
yeni kemik oluşumu sebebiyle kemiklerde biriktirilir. reklerden kalsiyum atım ı azalır.
Böylece, kalsiyum iyon konsantrasyonunun günlük Renal tübüler kalsiyum reabsorbsiyonunu kont­
düzenlenmesi, büyük oranda PTH’nın kemik reab- rol eden başlıca faktörlerden biri PTH'dır. PTH dü­
sorbsiyonu üzerine etkisi aracılığıyla olmaktadır. zeyi arttığında, Henle’nin kalın çıkan kolundan ve
Ancak, kemikler tükenmeyen bir kalsiyum kay­ distal ttibülden kalsiyum geri em ilim i artar, idrar­
nağı değildir. Onun için, uzun vadede, kalsiyum la kalsiyum atımı azalır. Tersine PTH ’nın azalm a­
alımı böbrekler ve gastrointestinal kanaldan kalsi­ sı, distal tübül ve Henle kıvrımında reabsorbsiyo­
yum atımıyla dengelenmek zorundadır. Böbrekler nu azaltarak kalsiyum atım ını artırır.
ve gastrointestinal kanalda kalsiyum reabsoıbsiyo- Proksimal tübiilde, kalsiyum reabsorbsiyonu ge­
nunun en önemli düzenleyicisi PTH’dır. Böylece, nellikle sodyum ve su reabsoıbsiyonuna paralel
PTH plazm a kalsiyum konsantrasyonunu başlıca gerçekleşir. Bu nedenle, ekstraselüler hacim artışı
üç etkiyle düzenler: (1) kem ik rezorbsiyonunıı uya­ ya da artmış arteriyel basınç durumlarında -her iki
rarak; (2) intestinal kalsiyum reabsorbsiyonunu ar­ durumda da proksimal sodyum ve su reabsorbsiyo­
tıran Vitamin D aktivasyonunıı uyararak ve direkt nu azalır- kalsiyum reabsoıbsiyonunda da bir azal­
etki ile ıenal tübüler kalsiyum reabsorpsiyonunu ma vardır, sonuç olarak, kalsiyumun idrarla atımı
artırarak (Şekil 29-15). Gastrointestinal kalsiyum artar. Tersine, ekstraselüler hacim veya kan basıncı
reabsorbsiyonu ve kemiklerde kalsiyum alış-verişi- azalmasında, daha çok artmış proksimal tübül re­
nin kontrolü başka bir bölümde tartışılmıştır ve bu absorbsiyonu nedeniyle kalsiyum atımı azalır.
bölümün geri kalanı ıenal kalsiyum itrahının kont­ Kalsiyum reabsorbsiyonunu etkileyen başka bir
rol mekanizmaları üzerine odaklanmıştır. faktör fosfatın plazma konsantrasyonudur. Plaz­
ma fosfatındaki bir artış, renal tiibüllerde kalsi­
Kalsiyum Atımının Böbrekler Tarafından yum reabsorbsiyonunu artıran, dolayısıyla kalsi­
Kontrolü yum atımını azaltan PTH’yi uyarır. Plazma fosfat
konsantrasyonunda azalma ile tersi gerçekleşir.
Kalsiyum reabsorbsiyonu metabolik asidoz tara­
Kalsiyum, böbreklerde hem filtre ve hem de reab­
fından uyarılır ve metabolik alkaloz tarafından da
sorbe edildiği fakat salgılanmadığı için, renal kal­
inhibe edilir. Hidrojen iyon konsantrasyonunun kal­
siyum atımı aşağıdaki gibi hesaplanabilir:
siyum atımı üzerine etkisinin çoğu, distal tiibüldeki
Reııal Kalsiyum Atımı kalsiyum reabsorbsiyonu değişikliklerine bağlıdır.
= Filtre edilen kalsiyum - Reabsorbe edilen kalsiyum Renal tübüllerde kalsiyum reabsorbsiyonunu
etkilediği bilinen faktörlerin bir özeti Tablo 29-
Plazma kalsiyumunun sadece % 50 kadarı iyon
2 'de gösterilmektedir.
halinde, geri kalanı plazma proteinlerine bağlı
olarak bulunur. Bundan dolayı, plazma kalsiyu­
m unun sadece %50 kadarı glomerülde filtre edile­
bilir. Normal olarak, filtre edilen kalsiyumun %99
kadarı tiibüllerde reabsorbe edilir ve filtre edilen RENAL FOSFAT ATIMININ
kalsiyumun %65 kadarı proksimal tübiilde, %25- DÜZENLENMESİ
30 kadarı Heııle kıvrımında ve % 4-9 kadarı distal
tübül ve toplayıcı tiibüllerde reabsorbe edilir. Bu Böbreklerde fosfat itıah ı aşağıdaki gibi açıklana­
reabsorbsiyon şekli sodyuıııunkine benzer. bilen bir taşma m ekanizm ası ile kontrol edilir: Re­
Diğer iyonlar için de doğru olduğu gibi, kalsi- nal tübüllerde transport m aksim um u norm alde
344 ÜNİTE V • Böbrekler ve Vücut Sıvıları

T A B L O 29 - 2
Renal Kalsiyum Atımını Değiştiren Faktörler RENAL MAGNEZYUM ATIMI VE EKST­
RASELÜLER MAGNEZYUM İYON
i Kalsiyum atımı î Kalsiyum atımı
T paıatiroid hormon (PTH) i PTII
KONSANTRASYONUNUN KONTROLÜ
1 ekstraselüler sıvı hacmi t ekstraselüler sıvı hacmi
4 kan basıncı T kan basıncı Vücut magnezyumunun yarısından daha fazlası
T plazma fosfatı 4- plazma fosfatı kemiklerde depolanm ıştır; geri kalanının çoğu
metabolik asidoz metabolik alkaloz
hücreler içinde, % 1 ’den daha azı ekstraselüler sı­
vitamin D3
vıdadır. Total plazma magnezyum konsantrasyo­
nu 1 , 8 mEq/litre kadar olm asına rağm en, bunun
yarısından fazlası plazma proteinlerine bağlı ola­
rak bulunur. Bu nedenle, serbest m agnezyum iyo­
nu konsantrasyonu sadece 0,8m Eq/litıe kadardır.
0, İmM/dak kadar olan fosfat reabsorbsiyonu var­
Magnezyumun norm al günlük alım ı 250-300
dır. Bu miktardan daha az fosfat gloıneriiler filt-
mg/gün kadardır, fakat bu alımın sadece yarısı gast­
ıatta bulunduğu zaman, filtre edilen tüm fosfat
rointestinal kanaldan absorbe edilir. Magnezyum
reabsorbe edilir. Fosfat miktarı bunu aştığında,
dengesini muhafaza etm ek için, böbrekler, günlük
fa z la fosfat atılır. Onun için GFR’yi 125 ml/dk. faı-
magnezyum aliminin yarısı kadar ya da 125-150
zedeısek, ekstraseliiler sıvı fosfat konsantrasyonu,
mg/gün olan bu magnezyumu atıııak zorundadır.
0,1 mM/dk.’lık tübiiler fosfat yükü oluşturan 0,8
Böbrekler normal olarak glomeı üler fıltıattaki mag­
mM/litre civarındaki bir eşik değerin üzerine yük­
nezyumun %10-15 kadarını idrarla atarlar.
seldiği zam an fosfat norm al olarak idrarda görül­
Magnezyumun renal itıahı m agnezyum fazlalığı
m eye başlar. Çoğu insan et ve süt ürünleriyle bol
sırasında önem li ölçüde artabilir veya m agnez­
miktarlarda fosfat aldığı için, fosfat konsantrasyo­
yum eksikliği sırasında h em en hem en sıfır düze­
nu genellikle 1 mM/litrenin üzerinde kalır ve id­ yine inebilir. Magnezyum, çoğu enzim lerin akti-
rarda sürekli olarak fosfat atılır.
vasyonunıı da kapsayan, vücutta birçok biyokim ­
T übüler fosfat reabsoıbsiyonunda değişiklikler yasal işlemlere katıldığı için, konsantrasyonu çok
fosfat atım ını da etkileyebilir. Örneğin, düşük fos­ sıkı düzenlenmelidir.
fatlı bir diyet, zaman içinde, ıeabsorbsiyonda ge­ Magnezyum atım ının düzenlenm esi esas olarak
çerli olan fosfat transport m aksim um unu artırır, tü bü ler reabsorbsiyon u d eğiştirerek sağlanır.
böylece fosfatın idrarla atılma eğilim ini azaltır. Proksimal tübiil genellikle filtre edilen m agnezyu­
PTII iki etkiyle fosfat konsantrasyonunu düzen­ mun sadece % 25 kadarını reabsorbe eder. Reab-
lem ede önem li rol oynayabilir: (1) PTH kemik ıe- soıbsiyonun esas yeri, filtre edilen m agnezyum
sorbsiyonuııu artırır, bu sayede kemik tuzlarından yükünün % 65 kadarının reabsorbe edildiği Herıle
büyük miktarlarda fosfat iyonunun ekstraselüler kıvrımıdır. Filtre edilen m agnezyum un sadece kü­
sıvı içine geçm esini sağlar ve (2) PTH ıenal tiibiil- çük bir miktarı (genellikle % 5 ’den az) distal ve
leıde fosfat için transport m aksim um unu azaltır, toplayıcı tübiillerde reabsorbe edilir.
böylece tübüler fosfatın büyük bir kısmı idrarla Magnezyum atım ını düzenleyen m ekanizm alar
kaybedilir. Böylece, p lazm a PTH'suun yükseldiği iyi anlaşılmamıştır, fakat a şa ğ ıd a ki bozu klu klar
h er durum da, tübüler fo sfa t reabsorbsiyonu azalır magnezyum atım ın da artm aya y ol açar: (1) Art­
ve d a h a fa z la fo sfa t atılır. Fosfat, PTH ve kalsiyum mış ekstraselüler sıvı m agnezyum konsantrasyo­
arasındaki bu ilişkiler, dalia detaylı olarak bölüm nu, (2) ekstraselüler hacim genişlem esi ve (3) a rt­
7 9 ’da tartışılmıştır. mış ekstraseliiler sıvı kalsiyum konsantrasyonu.

REFERANSLAR
B allerm an B J , Zeidel M L : Atrial natriuretic (ed s): H ypertension: Pathophysiology, D iag­ din D W , G ieb isch G (ed s): T h e K idney,
horm one. In: Seldin D W , G iebisch G (eels): nosis and M anagem ent. 2nd ed. New York: Physiology and Pathop hysiology. 2nd ed.
T h e K idney: Physiology and Pathophysiol­ Raven Press, 1995. New Y o rk: R aven Press. 1992.
ogy. 2nd ed. New Y ork: Raven Press. 1992. Conrad K P, Dunn Nl: Renal prostaglandins G ieb isch G , M aln ic G, B e rlin e r R W : Control
Bem d t T J , K nox FG : Renal regulation o f and other eicosanoids. In: W indhager E E o f renal potassium excretion . In: B renner
phosphate cxcretio n. In: Seldin D W , G ic ­ (ed ): Handbook o f Physiology. Section 8 , B M . R ecto r FC (eds): T h e Kidney. 5th cd.
b isch G (ed s): T h e K idney: Physiology and R enal Physiology. New Y ork: Oxford U n i­ Philadelphia: W B Saunders C o , 1996.
Pathophysiology. 2nd ed. New Y o rk : Raven versity Press, 1992. G ranger JP : Pressure natriuresis: role o f renal
Press, 1992. C ow ley A W Jr : Long-term control o f arterial interstitial hydrostatic pressure. H yperten­
Brands M W , A lon so -G alicia M , M ize lie ML, pressure. Physiol Rev 7 2 :2 3 1 , 1992. sion 19 (suppl I): 19, 1992.
et al: C hronic converting enzym e inhibition deW ardener H E, C larkson E M : C onccpt o f na­ G ranger JP , Sch n ack en b erg C G , Novak J , el
im proves cardiac output and fluid balance triuretic horm one. Physiol Rev 6 5 :6 5 8 , al: R o le o f nitric oxide in m odulating the
during heart failure. A m J Physiol 2 6 4 : 1985. long-term renal and hypertensive action o f
R 414. D iB on a G F: R o le o f renal nerves in edema norepinephrine. H ypertension 2 9 :2 0 5 ,
B renn er B M , Ballerm ann B J , G unning M B, form ation. News Physiol S ci 9 :1 8 3 , 1994. 1997.
Zeidel M L : D iverse b iological actions o f Dunn M J (ed): Prostaglandins and the Kidney. G ross M , K um ar R : V itam in D endocrine sys­
atrial natriuretic peptide. Physiol R ev 70: Bioch em istry, Physiology, Pharm acology, tem and calcium and phosphorous hom eo­
6 6 5 , 1990. and C lin ical A pplications. New' Y o rk: P le­ stasis. In: W indhager E E (ed ): H andbook o f
C arretero O A , S c ic li A G : The kallikrein-kinin num, 1983. P h ysiology, S ection 8 . Renal Physiology.
system as a regulator o f cardiovascular and Fitzsim m ons JT : Physiology and pathophysiol­ New Y ork: O xford U n iversity Press, 1992.
renal function. In: Laragh JH , Brenner B M ogy o f thirst and sodium appetite. In: S e l- Guyton A C : A bnorm al renal function and au-
BÔLÜM 29 • Renal Mekanizmalann Entegresyonu 345

toregulation in essential hypertension. H y­ K nox FG , G ranger JP : C ontrol o f sodium e x ­ J r (eds): T h e Kidney. 4 th ed. Philadelphia:
pertension 18 (suppl III):III4 9 , 1991. cretion: an integrative approach. In: W in- W B Saunders C o, 1 9 86.
Guyton A C : B lood pressure co n tro l— special dha'ger E E (ed): Handbook o f Physiology. R o sa R M , W illiam s M E , Epstein FH : E xtrare-
role o f the kidneys and body fluids. S cien ce S ectio n 8 , Renal Physiology. N ew Y o rk : nal potassium regu lation. In: Seldin D W ,
2 5 2 :1 8 1 3 , 1991. Oxford U niversity Press. 1992. G ieb isch G (ed s): T h e K idney: Physiology
Guyton A C : K idn eys and fluids in pressure Laragh JH , B renner B M : H ypertension: Path o­ and Pathophysiology. 2nd ed. New Y o rk :
regulation: sm all volum e but large pressure physiology, D iagnosis and M anagem ent. R av en Press, 1992.
changes. H ypertension 19 (suppl 1): 12, 2nd ed. New Y o rk: Raven Press, 1995. R o ssier B C , Palm er LG : M ech an ism s o f aldos­
1992. Laragh JH , Sealey J E : Renin-angiotensin- terone action on sodium and potassium
Hall JE : A ngiotensin II and long-term arterial aldosterone system and the renal regulation transport. In: Seldin D W , G ieb isch G (eds):
pressure regulation: the overriding dom i­ o f sodium, potassium , and blood pressure T h e K idney: P h ysiology and P athop hysiol­
nance o f the kidney. J Am S o c Nephrol 10 hom eostasis. In: W indhager E E (ed ): H and­ ogy. 2nd ed. New Y o rk : Raven Press, 1992.
(suppl 1 2 ):s2 5 8 , 1999. book o f Physiology, S ection 8 , R enal P h y s­ Stanton B A , G ieb isch G H : R en al potassium
Hall JE , Brands M W : Intrarenal and circulat­ iology, V ol. 11. New York: O xford U niver­ transport. In: W indhager E E (ed ): H and­
ing angiotensin II and renal function. In: sity Press, 1992. b ook o f Physiology, S e c tio n 8 , R enal Phys­
Robertson J I S . N icholls M G (eds): T h e L ohineier T E . Hildebrandt D A : Renal nerves iology. New Y o rk : O xford U niversity Press,
Renin-A ngiotensin System , V o l. 1. London: prom ote sodium excretion in angiotensin- 1992.
G ow er M edical Publishing, 1993. Sutton R A L , D irks JH : D isturban ces o f c a l­
induced hypertension. H ypertension 3 1 :4 2 9 ,
Hall JE , Brands M W , Sliek E : Central role o f cium and m agnesium m etabolism . In: B ren ­
1998.
the kidneys and abnorm al fluid volume co n ­ ner B M , R ector FC (ed s): T h e K idney. 5th
L o hn ieier T E , M iz clle H L, R einhart G A , et al:
trol in hypertension. J Hum Hypertens 10: cd. Philadelphia: W B Saunders C o, 1996.
Atrial natriuretic peptide and sodium hom e­
633, 1996. W ein er ID, W in go C S : H yperkalem ia: a poten­
ostasis in com pensated heart failure. Am J
Hall JE , Guyton A C , Brands M W : Control o f tial silent killer. J Am S o c Nephrol 9 :1 5 3 5 ,
Physiol 2 7 L R 1 3 5 3 , 1996.
sodium excretion and arterial pressure by 1999.
M anning R E : E ffe c ts o f hypopreteinem ia on
intrarenal m echanism s and the renin-angio- W right F S , G ieb isch G: R egu lation o f p otas­
blood volume and arterial pressure in
tensin system . In: Laragh JH , B renner B M , sium excretion. In: S eld in D W , G ieb isch G
volum e-loaded dogs. Am J Physiol 159:
(eds): H ypertension: Pathophysiology, D iag ­ (ed s): T h e K idney: Phy sio log y and Patho­
H 1 3 1 7 , 1990.
nosis, and M anagem ent. New Y o rk: Raven physiology. 2nd ed. N ew Y o rk : Raven
Press, 1995. Manning R D Jr. Hu L. R e ck e lh o ff J: R o le o f
Press, 1992.
Honig A: S a lt and w ater m etabolism in acute nitric oxide in the arterial pressure and re­ Young D B : A nalysis o f long-term potassium
high-altitude hyp oxia: role o f peripheral ar­ nal adaptations to long-term changes in s o ­ regulation. E n docr R e v 6 :2 4 , 1985.
terial chem oreceptors. N ew s Physiol S c i 4: dium intake. Am J Physiol 2 7 2 :R 1 162, Young D B : Quantitative an alysis o f aldoster­
109. 1989. 1997. o n e ’s ro le in potassium regulation. Am J
King A J: Endothelins: m ultifunctional peptides Robertson G L : Regulation o f vasopressin se ­ Physiol 2 5 5 :F 8 1 1 , 1 9 88.
with potent v asoactive properties. In: Lar­ cretion. In: Seld in D W , G ieb isch G (eds): Young D B : Potassium hom eostasis and blood-
agh JH , Brenn er B M (eds): H ypertension: T h e K idney: Physiology and Pathophysiol­ pressure and sodium -volum e regulation. In:
Pathophysiology, D iagnosis and M anage­ ogy. 2nd ed. New Y ork: Raven Press, 1992. Laragh JH , B renn er B M (ed s): H yperten­
ment. 2nd ed. N ew Y o rk : R aven Press, Robertson G L, B e rl T: Pathophysiology o f w a­ sion: Pathophysiology, D iagn osis and M an­
1995. ter m etabolism . In: B ren n er B M , R e cto r F C agem ent. New Y ork: R a v en Press, 1990.
Hidrojen iyon dengesinin düzenlenm esi birçok m
yönden vücutta diğer iyonlar için olan düzenlem e­ ASİT VE BAZLAR-TANIMLARI VE
nin benzeridir. Örneğin lıom eostazı oluşturmak ANLAMLARI
için hidrojen iyonlarının alımı ve üretimi ile hidro­
je n iyonlarının vücuttan net atımı arasında bir Bir h id rojen iyo n u , b ir h id ro je n a to m u n d a n ay rılan tek
denge olmalıdır. Bu diğer iyonlar için de geçerlidir b ir s e rb e st p ro to n d u r. H id rojen a to m u iç ere n ve s o lü s ­
ve böbrekler hidrojen iyon atım ının düzenlenm e­ y o n lard a h id ro je n iyo n u v eren m o le k ü lle re asitler d e ­
sinde bir anahtar rolü oynarlar. Ancak ekstraselü- n ilm ekted ir. Ö rn eğin h id ro k lo rik a sit (HC1) su için d e
ler sıvı hidrojen iyon konsantrasyonunun hassas iyoııize o la rak h id ro je n iyon ları (H+) ve k lo rü r iyon ları
bir şekilde kontrolü basitçe böbreklerden hidrojen (C1-) o lu ş tu r u r la r . B e n z e r ş e k ild e k a r b o n ik a s it
iyonlarının atılması olmayıp çok komplike işlem ­ (H2 C 03) s u d a iy o n ize o la rak H + ve b ik a r b o n a t iy o n la ­
rını (HCO3 ') o lu ştu ru r.
leri de kapsamaktadır. Hem ekstıaselüler hem int-
Baz, h id ro je n iyon u k a b u l e d e n b ir iyon veya bir m o ­
raselüler sıvıda normal hidrojen iyon konsantras­
leküldür. Ö rn eğin b ik arb o n at iyon u (H C O 3 -) b ir bazdır,
yonunun korunması için gerekli olan, kan, hücre­ zira bir h id ro je n iyon u ile b irle şeıe k H 2C O 3 olu ştu ru r.
ler ve akciğerlerin de katıldığı çok yönlü bir asit- B en zer şek ild e IlPO.ı= b ir b az d ır çü n k ü bir h id ro jen iy o ­
baz tam pon m ekanizm ası da vardır. nu alarak H 2P 04- oluşturur. V ücuttaki p ro tein ler de b a z
Bu bölüm de, farklı vücut sıvılarında asit-baz gibi fonksiyon y aparlar, zira protein leri y a p a n b azı am i-
kontrol sistem lerin in tem el birim lerinden biri 110 asitler net n e g a tif yüke sah ip tirler ve b u n la r d a k o ­
olan ıen al hid rojen iyon atım ı ve reabsoıbsiyo- lay ca h id rojen iyon ların ı alırlar. A lyuvarlardaki protein
nu, bikarbonat iyonları üretim i ve salgılanm ası­ h em o g lo b in ve v ü c u d u n d iğer h ü crelerin d ek i p ro tein ler
na özel ö n em verilerek, hid rojen iyon kon san t­ vücut b azların ın en ön em lileri arasın d ad ırlar.
"B a z ” terim i ç o ğ u n lu k la "alkali” terim i ile aynı a n la m ­
rasyonunun düzenlenm esine yardım cı olan ç e ­
d a ku llan ılm aktadır. Bir alkali b ir v ey a birden fazla a lk a ­
şitli m ekanizm alar tartışılm aktadır. li m etal (so d y u m , p o tasy u m , lityum ve b en zerleri) ile b ir
h idroksil iyonu (OH-) gibi o ld u k ça kuvvetli b ir b azik
iyon un b irle şm e si so n u c u o lu şa n b ir m olek üldür. Bu
m o lek ü llerin b az ik b ö lü m le ri so lü s y o n d a n h id ro je n
HİDROJEN İYON KONSANTRASYONU iyonların ı a lm a k için hızlı bir şekilde re a k siy o n a girerler
ve dolayısıy la tipik b a z k ab u l edilirler. B e n ze r n e d e n le r­
HASSAS OLARAK DÜZENLENMEKTEDİR le "alkaloz "te rim i v ü c u t sıvıların d a h id ro jen iyonlarının
a z alm a sın ı ve tersin e o la rak “asidoz" d a fazla h id rojen
Vücuttaki tüm enzim sistem lerin in h em en hepsi iyonu b u lu n m a sın ı b elirtm ektedir.
hid rojen iyon konsantrasyonundan etkilendikle­
rinden, hidrojen iyon konsantrasyonunun h a s­ Kuvvetli ve Zayıf Asitler ve Bazlar. Kuvvetli bir asit
sas bir şekilde düzenlenm esi gereklidir. Zira h id ­ hızlı b ir şe k ild e ay rılarak s o lü sy o n a özellik le fa z la m ik ­
rojen iyon konsantrasyonundaki değişiklikler h e ­ ta rd a H+ verendir. B u n a b ir ö rn e k H C l’dir. Z ay ıf a sitle r
iy o n ların a ay rılm ay a d a h a az m ey illid irler ve b u n e ­
m en h em en tüm hücreleri ve vücut fonksiyonla­
d e n le d a h a a z H+ se r b e s tle r le r . B u n a ö r n e k ise
rını etkilem ektedir.
H2C 03’dir. Kuvvetli b ir b az , H+ ile ç a b u k ve g ü çlü bir
Diğer iyonlara oranla vücut sıvılarındaki hidro­ re a k siy o n a girerek b u n la r la hızlı bir şe ild e b irleşen d ir.
je n iyon konsantrasyonu düşük düzeyde tutul­ Tipik bir ö rn e k H+ ile re a k siy o n a girerek su (H 20 ) o lu ş ­
maktadır. Örneğin ekstıaselüler sıvıdaki sodyum tu ru lan O H -dir. T ip ik b ir z a y ıf b a z HC0 3 ’tır ç ü n k ü H +
konsantrasyonu (142 mEq/litıe) ortalam a olarak ile O H -’e o ra n la d a h a z a y ıf bir şe k ild e b ağ la n ır. N o r­
sadece 0.0Ö004 mEq/litre olan norm al hidrojen m al a sit-b a z d ü z e n le n m e sin d e gö re v ala n e k stıa se lü -
iyon konsantrasyonundan 3,5 milyon kat kadar ler sıvıdak i asit ve b a z la rın ç o ğ u z a y ıf a sit ve b azlard ır.
daha fazladır. Aynı şekilde önem li olarak ekstıase- D etaylı o la rak in c e le d iğ im iz en ö n e m lileri H2C 0 3 ve
ltiler sıvıdaki hidrojen iyon konsantrasyonundaki b ik a rb o n a t b azıdır.
norm al değişimler sodyum iyon konsantrasyo­
Vücut Sıvılarının Norm al Hidrojen İyon Konsant­
nundaki norm al değişim lerin sadece milyonda
rasyonu ve pH D eğeri İle A sid o z ve Alkalozda
biri kadardır. Bu nedenle hid rojen iyonu düzen­ Oluşan D eğişiklikler. Y u k arıd a b e lirtild iğ i gib i kan
lenm esindeki hassasiyet hidrojenin çeşitli fonksi­ h id ro je n iyon k o n sa n tr a s y o n u n o r m a ld e k e sin s ın ır ­
yonları yönünden önem ini vurgulamaktadır. lar iç in d e tu tu lu r ve n o rm a l d e ğ e r y ak laşık 0 ,00004

346
BÖLÜM 30 • Asit-Baz Dengesinin Düzenlenmesi 347

m E q /litı*e (40 n E q /litrc ) dir. N o rm al d e ğ iş im le r s a d e ­


c e y a k la şık 3 ile 5 n E q /litr e a r a s ın d a o lu r fak at aşırı
d u r u m la r d a ö lü m e n e d e n o lm a k sız ın 10 n H q/litre
HİDROJEN İYON KONSANTRASYONUN­
d ü z e y in e k a d a r d ü ş e r ve 160 n E q /litıe k a d a r y ü k se ğ e DAKİ DEĞİŞİMLERE KARŞI SAVUNMA:
d e çık ab ilir. TAMPONLAR, AKCİĞERLER VE BÖBREKLER
H idrojen iyon kon san trasyon u n orm alde d ü şü k dü zey ­
d e o ld u ğ u n d an ve b u küçük sayılar güçlük o lu ştu rd u ğ u n ­ Asidoz ve alkalozu önlem ek için vücut sıvılarında
d a n pH b irim i kullanılarak hidrojen iyon k o n san trasy o ­ hidrojen iyon konsantrasyonunu düzenleyen baş­
n u n u logaritm ik sk alad a belirtm ek ad et h aline gelm iştir.
lıca üç sistem vardır: ( 1 ) vücut sıvılarının kim yasal
pH , aşağıd ak i form ül kullanılarak gerçek hidrojen iyonu
asit-baz tam pon sistemleri, hidrojen iyon konsant­
k o n sa n trasy o n u n u verm ektedir (hidrojen iyon k o n sa n t­
rasyonunda aşııı değişimi engellem ek için asit veya
rasy o n u [H+] litrede ekivalan olarak belirtilm ektedir).
baz ile hızla birleşirler; (2 ) solunum merkezi, ekst­
raselüler sıvılardan C 0 2’in uzaklaştırılmasını (ve
pH = 1° 8 T h T = _log t H+1 böylece karbonik asidin) düzenler; ve (3) böbrekler,
Ö rn eğin n o rm a l [H+] 40 m E q /litre d ir (0,00000004 asidoz veya alkaloz sırasında asit veya alkali idrar
E q /litıe ). Bu n e d e n le n o rm al pH : çıkarılmasını sağlayarak ekstraselüler sıvı hidrojen
iyon konsantrasyonunu norm ale döndürür.
p H = - lo g (0.00000004] Hidrojen iyon konsantrasyonunda bir değişiklik
p H = 7.4 olduğu zam an vücut sıvılarındaki tam pon sistem ­
Bu fo rm ü ld e n pH ile h id ro je n iyon k o n sa n tr a s y o n u ­ leri bu değişikliği en düşük düzeyde tutm ak için
n u n ters o ran tılı o ld u ğ u gö rü lm ek ted ir. Bu n e d e n le bir saniyeden kısa zam anda reaksiyona girerler.
d ü ş ü k p H y ü k se k h id ro je n iyon k o n sa n tr a sy o n u ve Tampon sistem ler hidrojen iyonlarını vücuttan at­
y ü k se k pH ise d ü şü k h id ro je n iyon k o n sa n tr a sy o n u m az veya onları vücutta artırmaz, fakat denge ye­
a n la m ın a gelir. niden kuruluncaya kadar onları bağlı tutar. İkinci
A rteryel k a n d a pH 7,4 v e n ö z kan ve in te ıstisy e l sıv ı­ savunm a hattı olan solunum sistem i de vücutta
la r d a ise d o k u la rd a n gelen ilave k a rb o n d io k sit ( C 0 2) C 0 2 ve böylece H 2 C 0 3'in azaltılm asını tem in e t­
ile o lu ştu ru la n I I 2 C O 3 n ed en iy le pH y ak laşık 7,35 d ü ­ m ek için birkaç dakika içinde etkili olur. Bu iki sa ­
z e y in d e d ir (T ab lo 30-1). N orm al arteriy el k a n pH d e ­ vunma lıatü, vücuttan fazla asit veya baz aülm ası-
ğ e ri 7,4 o ld u ğ u n d a n pH b u d e ğe rin altın a d ü ştü ğ ü n d e 111 sağlayan ve yavaş devreye giren ü çün cü savun­
b ir ş a h ıs t a a s id o z o ld u ğ u ve pH 7,4 ü s tü n e çık tığ ın d a ma lıattı olan böbrekler tepki gösterinceye kadar,
ise a lk a lo z o ld u ğ u kab u l edilir. Bir in sa n ın b irk aç s a a t ­ hidrojen iyon konsantrasyonunun fazla değişm e­
ten fa z la y a şa y a b ile c e ğ i en d ü şü k pH d e ğe ri y ak laşık sini engeller. Diğer iki savunm a sistem ine göre
6,8 v e en y ü k se k sın ır ise y ak laşık 8 ,0 ’dir.
böbrekler nisbeten yavaş ve saatlerden günlere
H ü cre lerin m e ta b o liz m a so n u c u asit, özellikle, H 2C 0 3
kadar uzayan sürede etkili olm asına rağm en asit-
ü retm e le ri n ed en iy le in traselü ler pH genellikle p la z m a
baz düzenlem e sistem inin en güçlüsüdür.
p i l d e ğ e rin d e n h afifçe düşüktür. H iicre tip in e bağlı o la ­
rak in trase lü le r sıvı pH d eğerin in 6,0 ile 7,4 a ra sın d a d e ­
ğiştiği tah m in edilm ektedir. D o k u lard a h ip ok si ve d o k u ­
lara y e te rsiz kan akım ı asit birikim in e n ed en olu r ve in t­
ra se lü le r pH b u n ed en le düşebilir. VÜCUT SIVILARINDA HİDROJEN
E k str a se lü le r sıvın ın a sit-b a z d u r u m u n a b ağ lı o la rak İYONLARININ TAM PONLANMASI
id ra r p H d e ğ e ri 4,5-8,0 a r a s ın d a değişeb ilir. İlerid e a n ­
latıld ığ ı g ib i b ö b re k le r d e ğ işe n o r a n la r d a asit v ey a b a z Tam pon, hidrojen iyonlarını çift yönlü reaksi­
a ta r a k e k stra se lü le r sıvılard ak i h id rojen iyon k o n sa n t­
yonla bağlayan herhangi bir m addedir. Tam pon-
ra sy o n u n d a k i an o rm allik le ri d ü z e n le m e d e b a ş lıc a ro ­
lam a reaksiyonunun genel form ülü şu şekildedir;
lü o y n am a k tad ır.
A sid ik v ü c u t sıvıları için en b elirgin ö rn e k B ö lü m
6 4 'd e an la tıld ığ ı gib i m id e m u k o z a sın d a k i o k sin tik (pa- Tam pon + H+ ■< H T am p o n
ı iyetal) h ü c re le rin m id e için e salg ılan d ığ ı HCI s a lg ıs ı­
dır. Bu h ü crelerd ek i h id ro jen iyon k o n sa n tr a sy o n u k a ­ Bu örnekte serbest bir H+ tam ponla bağlanarak
n ın h id ro je n k o n sa n tr a sy o n u n d a n 4 m ilyon kez d a h a zayıf bir asit (II Tampon) oluşturur. Bu, ya çözün­
fa z la o lu p pH 0,8 dü zey in d ed ir. meyen bir molekül olarak kalır veya tekrar ayrılarak
Bu bölüm ün ilerdeki kısımlarında ekstraselüler Tampon ve II+ oluşturur. Hidrojen iyon konsant­
sıvı hidrojen iyon konsantrasyonu anlatılmaktadır. rasyonu arttığı zaman reaksiyon sağa doğru yönelir
ve tampon olduğu sürece daha fazla hidrojen iyo­
nu tampona bağlanır. Tersine olarak hidrojen iyon
konsantrasyonu azaldığı zam an reaksiyon sola
Vücut Sıvılarının pH ve H+ Konsantrasyonları doğru yönelir ve hidrojen iyonları tam pondan ayrı­
lır. Bu şekilde hidrojen iyon konsantrasyonundaki
___________ H + k o n san trasy o n u m E q /lt pH değişiklikler en düşük düzeyde tutulur.
E k strase lü le r sıvı Vücutta hergün büyük miktarda asit oluştuğu ve
A rteryel kan 4,0 x İO-5 7,40 vücut sıvılarında düşük hidrojen iyon konsantras­
V enöz kan 4,5 x 1 0 5 7,35 yonu buluduğu gözönüne alındığında, vücut sıvı
İn te ıstisy e l sıvı 4,5 x 10-5 7,35 tam ponlarının önem i h em en anlaşılır. Örneğin
İn traselü ler sıvı 1 x İO 3 i l a 4 x 10-5 6,0 ila 7,4
hergün yaklaşık 80 miliekivalan hidrojen alınır ve­
İd rar 3 x 10 2 ila 1 x 10-5 4,5 ila 8,0
0,8
ya m etabolizm a sonucu üretilirken, vücut sıvıları­
G a strik HCI 160
nın hidrojen iyon konsantrasyonu norm alde sa­
348 ÜNİTE V • Böbrekler ve Vücut Sıvıları

dece 0,00004 mEq/litre’ dir. Tam ponlam a olm a­ Bikarbonat tam pon solusyonuna sodyum h id ­
saydı, günlük alınan ve üretilen asit, vücut sıvı roksit (NaOI I) gibi kuvvetli bir baz ilave edildiğin­
hidrojen iyon konsantrasyonunda çok büyük de­ de ters yönde raksiyonlar oluşur:
ğişikliklere neden olacakü.
A sit-baz tam ponların etkileri, belki de ekstra- NaOH + H2 C 0 3 — > N aH C 0 3 + H20
seltiler sıvıda m iktar olarak en önem lisi olan b i­
k arbonat tam pon sistem incelenerek en iyi şekil­ Bu d urum da N aO H ’deki h id ro k sil iy o n ları
de açıklanabilir. (OH ) daha fazla ITC 03' olu ştu rm ak için H 2 C 0 3
ile birleşir. Böylece zayıf baz olan N aH C 0 3 kuv-
veüi baz olan NaOH’in yerini alır. Aynı zam an d a
H 2 C 0 3 konsantrasyonu azalarak (NaOH ile reak ­
BİKARBONAT TAMPON SİSTEMİ siyona girerek) ve y erine H20 ile b irleşeıek daha
fazla C 0 2 oluşm asına ned en olur.
Bikarbonat tam pon sistem i, içinde iki madde bu ­
lunan bir solüsyondur; (1) zayıf bir asit H 2 C 0 3 ve C 0 2 + H20 H2 CO3 î HCO 3 " + H+
(2 ) N aH C 0 3 gibi bir bikarbonat tuzu. + +
H 2 C 0 3 vücutta C 0 2’in H20 ile reaksiyonu sonu ­ NaOH Na
cu oluşturulur:
k a r b o n ik
Böylece bunların net sonucu kan C 0 2 düzeyin­
a ıılıid r ^ de bir- azalma eğilimidir; fakat kanda C 0 2 azalışı
C 0 2 + H20 ■ H 2c o 3 solunum u inhibe eder ve solunum la atılan C 0 2
miktarı da azalır. Kandaki H C 0 3' artışı böbrekler­
Bu reaksiyon yavaştır ve k a rbon ik an hidraz e n ­ de H C 03' atım ının artm ası ile dengelenir.
zim i olm azsa çok az miktarda H2 C 0 3 oluşturulur.
Bu enzim özellikle C 0 2’nin serbest kaldığı akciğer Bikarbonat Tampon Sisteminin
alveollerinin duvarlarında çok miktarda m evcut­ Kantitatif Dinamiği
tur, karbonik anhidraz keza C 0 2'in H20 ile reaksi­
yona girerek H 2 C 0 2 oluşturduğu böbrek ttibülleri H2 C 0 3 dahil tüm asitler belli ölçüde iyonize olurlar.
epitel hücrelerinde de bulunmaktadır. Kütlesel denge gözönüne alınırsa hidrojen iyonları ve
H 2 C 0 3 zayıfça iyonize olarak az miktarda H+ ve bikarbonat iyonlarının konsantrasyonları H2 C 0 3 kon­
H 2 C 0 3‘ oluşturur: santrasyonu ile orantılıdır.

H++ H C 03' h 2c o 3 h ++ h c o 3-

Bu sistem in ikinci m addesi ekstraseliiler sıvıda Herhangi bir asit için, asidin konsantrasyonu ile di­
çoğunlukla sodyum bikarbonat (N aH C03) olarak sosiye olan iyonlarının konsantrasyonu arasındaki iliş­
görülen bikarbonat tuzlarıdır. N aH C0 3 hem en h e ­ ki disosiasyon sabiti K' olarak tanımlanır:
m en tam am en iyonize olarak aşağıdaki şekilde b i­ H+x H C O 3-
karbonat iyonları (H C 03 ) ve sodyum iyonları K’ = (1)
h 2c o 3
(Na+) oluşturur;
Bu eşitlik, bir H2 C 0 3 solüsyonundaki serbest hidro­
Na H C 0 3 Na+ + H C 03‘ jen iyonlarının miktarının eşitliğini şu şekilde gösterir:

Şimdi tüm sistemi biraraya koyarsak şunu görürüz: H+= K’ x H2C° 3 (2)
h c o 3-

c o 2 + h 2o H2 C 0 3^ F * ^ H ++ H CO 3'
Disosiye olmamış H2 C 0 3 konsantrasyonu solüsyon
içinde ölçülemez çünkü hızla C 0 2 ve II20 veya HCÜ3'
şeklinde disosiye olurlar. Bununla beraber kanda eri­
yen C 0 2 miktarı disosiye olmamış, H2 C 0 3 miktarı ile
H 2 C 0 3’ün zayıf olarak disosiye olm ası nedeniy­ doğrudan orantılıdır. Dolayısıyla eşitlik (2) yeniden şu
le Hf konsantrasyonu çok azdır. şekilde yazılabilir.
B iıkarbonat tam pon solusyonuna HC1 gibi kuv­ CO?
vetli asit ilave edildiğinde asitten oluşan (MCI — > H+= K’ X (3)
HCO,
H* + C1-) hid rojen iyon konsantrasyonu artışı
H C 0 3- tarafından tanıponlanır. H2 C0 3 ve C0 2 arasındaki oran 1/400 olduğundan eşit­
lik (3) için disosiasyon sabiti (K), eşitlik (2)'deki disosias-
t H++ H C 0 3‘ — > H 2 C 0 3 — > C 0 2 + H2 O yon sabitinin (K’) sadece yaklaşık 1/400’ü kadardır.
Eşitlik (3) solüsyonda eriyen toplam C 0 2 miktarı olarak
yazılabilir. Bununla beraber birçok klinik laboratuvarı ger­
Sonuçta, daha fazla H2 C 0 3 oluşturularak C 0 2 ve
çek C0 2 miktarı yerine kan C0 2 basıncını (PC02) ölçmek­
H20 üretiminin artmasına neden olur. Bu reaksiyon­ tedir. Ancak kandaki C 0 2 miktarı, PC02 ile C02’in eriyebil-
da kuvvetli asitteki (HC1) hidrojen iyonlarının H C 03‘ ıne katsayısının çarpımının lineer bir fonksiyonudur; fiz­
ile reaksiyona girerek çok zayıf bir asit olan H2 C 0 3’i yolojik şartlarda, C 0 2 eriyebilme katsayı vücut ısısında
ve bunun da C 0 2 ve H2 0 ’yu oluşturduğu görülmek­ 0,03 mmol/mmHg olur. Bunun anlamı ölçülen her PC0 2
tedir. Fazla C 0 2 solunumu güçlü bir şekilde uyarır ve mmHg basıncı için kanda 0,03 milimol H2 C0 3 bulunma­
bu da ekstraseliiler sıvıdaki C 0 2’in atılmasını sağlar. sıdır. Bu nedenle eşitlik (3) şu şekilde yeniden yazılabilir:
BÖLÜM 30 • Asit-Baz Dengesinin Düzenlenmesi 349

Bikarbonat Tampon Sistemi Titrasyon Eğrisi. Ekst-


(0,03 x P C 0 2)
H+= K X (4) ıaselüler sıvıdaki HCO3 ' / C 0 2 oranı değiştiğinde geli­
h c o 3- şen ekstıaselüler sıvı pH değeri değişimleri Şekil 30 -
Herderson - Hasselbalch Eşitliği. Yukarıda anlatıldığı l ’de gösterilmektedir. Bu iki değer eşit olduğu zaman,
gibi hidrojen iyon konsantrasyonunu gerçek konsant­ eşitlik (8 )'in sağ tarafı (log 1) olur ve bu da sıfırdır. Bu
rasyon yerine pH birimi ile ifade etmek daha yaygındır. nedenle tampon sistemin iki değeri eşit olduğunda so­
Hatırlarsak pH şu şekilde tanımlanmaktadır, pH =- log lusyonun pH değeri bikarbonat tampon sisteminin pK
H+. (6 ,Î) değerinin aynısı olur. Sisteme baz ilave edildiğin­
Disosiasyoıı sabiti de benzer şekilde belirtilebilir: de erimiş C 02’in bir kısmı HC03‘’e çevrilir ve bu da
HCO3 - / C 0 2 oranının artmasına neden olarak Hen­
pK = - l o g K derson-Hasselbalch eşitliğinden anlaşılacağı gibi
pH’yı artırır. Asit ilave edildiğinde HC03' ile tampone
Böylece eşitlik (4)'teki hidrojen iyon konsantrasyo­ edilir ve sonra erimiş C 0 2’e dönüştürülerek HC03‘ /
nunu, eşitliğin negatif logaritmasını alarak, şu şekilde Cü 2 oranını azaltır ve ekstraseliilcr sıvıdaki pH’yı dü­
ifade edebiliriz, şürür.

(0,03 X P C 0 2) "Tampon Gücü" Tampon M addelerin Görece


- log H+= - log pK - log (5)
HCO, Konsantrasyonları ve M iktarı ile Belirlenir. Şekil
30-1 'deki titrasyon eğrisinde birçok nokta bellidir. Bi­
Bunun sonunda,
rincisi tampon sistemdeki maddelerin herbiri (HCO;f
(0,03 X P C 0 2) ve C 0 2) toplam konsantrasyonunun yüzde ellisini
pH = pK - log . (6)
P 1 b HCCV oluşturuyorsa sistemin pH’sı, pK ile aynı olur. İkinci
olarak, tampon sistemin en etkili olduğu yer pH’nııı
Negatif logaritma ile işlem yapmak yerine, logaritma
sistem pK'sına yakın bulunduğu eğrinin orta noktası­
kuralını uygulayarak, logaritma değerini ters çevirmek
dır. Bunun anlamı, sisteme giren herhangi bir miktar­
ve son bölümdeki pay ve paydanın yerlerini değiştir­
daki asit veya baz için pH değişiminin, pH'nın siste­
mek şu eşitliği verir:
min pK’sına yakın olması halinde, en düşük düzeyde
oluşudur. Tampon sistem pK’ııın her iki tarafında bile,
pH = pK + log (Q Q 3 x p c 0 2 ) (7) 1,0 pH birimi, değişim için etkilidir. Bunun için bikar­
bonat tampon sistem pH 5,1’den 7,1 birime kadar de­
Bikarbonat tampon sistemi için pH değeri 6.1 oldu­ ğişmektedir. Bu limitlerin ötesinde tamponlama gücü
ğundan eşitlik (7) şu şekilde yeniden yazılabilir. hızla azalır. Ve bütün C 02’in tamamı HC03*’ çevrildi­
HCO 3 - ğinde veya bütün HC0 3 ’ın tamamı C 02'e dönüştürül­
pH =6,1 + log (8) düğü zaman tamponlama gücü tükenmiş olur.
0,03 x P C 0 2
Tamponların görece konsantrasyonlarına ek olarak,
Eşitlik 8 Henderson-Hasselbach eşitliğidir ve bikarbo­ bir sistemdeki tamponun gücünü belirlemede tam­
nat iyonunun molar konsantrasyonu ve PC0 2 biliniyor­ ponların mutlak konsantrasyonları da önemli bir fak­
sa bununla bir solusyonun pH değeri hesaplanabilir. tördür. Tamponların konsantrasyonları düşük oldu­
Henderson-Hasselbalch eşitliğinden bikarbonat ğunda solüsyona çok az miktarlarda asit veya baz ilave
iyon konsantrasyonundaki bir artışın pH artışına ne­ edilmesi pH’yı belirgin şekilde değiştirir.
den olduğu ve asit baz dengesini alkaloza doğru çekti­
ği belirgindir. PC0 2 değerindeki bir artış pH azalışına Bikarbonat Tampon Sistemi En Önem li Ekstra-
neden olur ve asit-baz dengesini asidoza doğru çeker. selüler Tampondur. Şekil 3 0 -1 ’deki titrasyon eğ­
Henderson-Hasselbalch eşitliği normal pH düzen­ risine bakarak, b ikarbon at tam pon sistem in in
lenmesi ve ekstıaselüler sıvıdaki asit-baz dengesini
giiçlü olduğu iki ned en le tahm in edilem ez: ( 1 )
açıklamanın yanısııa, ekstıaselüler sıvı asit ve baz ya­
pısının fizyolojik kontrolü hakkında da bilgi verir. Da­
ha ileride anlatıldığı gibi, bikarbonat konsantrasyonu
tem elde böbrekler tarafından düzenlenirken
ekstıaselüler sıvıdaki PCO2 düzeyi de solunum hızı ile
kontrol edilir. Solunumun hızlandırılması ile akciğerler
plazmadan daha fazla C 0 2 uzaklaştırır, solunum ya­
vaşlaması ile PC0 2 artar. Normal fizyolojik asit-baz lıo-
meostazı bu iki organın, akciğerler ve böbreklerin, ko-
oıdineli çalışması ile sağlanır ve bu kontrol mekaniz­
malarından biri veya ikisi de çalışmadığında ekstrase-
ltiler sıvıdaki PC0 2 veya bikarbonat konsantrasyonu
değişir ve asit-baz dengesi bozuklukları oluşur.
Asit-baz dengesi bozuklukları ekstıaselüler sıvıdaki
bikarbonat konsantrasyonunda oluşan bir değişiklik
sonucu geliştiği zaman nıetabolik asit-baz bozukluğu
olarak isimlendirilir. Bu nedenle bikarbonat konsant­
rasyonundaki bir azalma sonucu asidoz olduğunda
nıetabolik asidoz olarak tanımlanırken, bikarbonat
konsantrasyonundaki bir artış sonucu olan alkaloza
ise nıetabolik alkaloz denilmektedir. Ş E K İL 30 - 1
PC02’de bir artış sonucu olan asidoza solıımımsal ve C 0 2 (veya IÎ2C 0 3) formundaki tamponların yiizdele-
IIC O 3 -
asidoz denilirken, PC02’deki bir düşüş sonucu olan al­ ri değiştiğinde ekstraseliilcr sıvıdaki pH ’yı gösteren bikarbonat
kaloz da solıınıınısal a İka loz olarak tanımlanır. tampon sistemi için titrasyon eğrisi.
350 ÜNİTE V • Böbrekler ve Vücut Sıvıları

B ik arbonat tam pon sistem in pK değeri 6,1 iken cünü arttırır ve (2 ) tübüler sıvı ekstraselüler sıvıdan
ekstraselüler sıvı pH ’sı yaklaşık 7,4 kadardır. B u ­ belirgin şekilde düşük pIT değerine sahip olduğun­
nun anlam ı IICO 3 ' form undaki b ikarbon at ta m ­ dan tamponun işlem görme aralığını sistemin pK
pon sistem inin erim iş C 0 2 form una oranla yak­ değerine (6 ,8 ) yakın bir değere getiık.
laşık 20 kat daha fazla olmasıdır. Bu ned enle bu F osfat tam p on sistem i iııtra selü ler sıvıların
sistem tam ponlam a eğrisinde eğim in düşük ve tam p on lan m asın d a d a ö n em lid ir çünkü bu s m -
tam p o n lam a gücünün zayıf olduğu bölüm de e t­ ladaki fosfat konsantrasyonu ekstraselüler sıvı-
lardakinden birkaç kat daha fazladır. Ayrıca iııt-
kili olm aktadır. (2) B ikarbonat sistem in in iki ele­
raselüler sıvıların pH değerleri de ekstraselüler
m an ın ın , C 0 2 ve H CCV'ın konsantrasyonları faz­
sıvılarınkindeıı düşük olduğundan, ekstraselüler
la değildir.
sıvılara oranla fosfat tam pon sistem in in pK de­
Bu özelliklere rağm en bikarbonat tam pon sis­
ğerine genellikle daha yakın olur.
tem i vücuttaki en güçlü ekstraselüler tam pon
sistem idir.Bu belirgin çelişki genellikle tam pon
sistem in iki elem anı, ITCO3 ' ve C 0 2 düzeylerinin,
PROTEİNLER ÖNEMLİ
aşağıda açıklandığı gibi sırasıyla böbrekler ve ak­
ciğerler tarafından düzenlenm esi nedeniyle olur.
İNTRASELÜLER TAMPONLARDIR
Bu d üzenlem enin sonucu olarak ek sü aselü ler sı­
Proteinler özellikle hücreler içind eki yüksek k o n ­
vının pH düzeyi, böbrekler tarafından IİC O 3 -
santrasyonları nedeniyle vücutta en fazla bulu­
atılm asın ın veya sentezinin ve akciğerler tarafın ­ nan tam ponlar arasındadır.
dan da C 0 2 atılm a oranının d üzenlenm esi ile Hücrelerin pH’sı ekstraselüler sıvınınkinden h a­
h assas bir şekilde kontrol edilir. fifçe düşük olm asına rağmen yine de ekstraselüler
sıvı pTI değişimleri ile orantılı olarak değişirler.
Hücre m enıbranında az miktarda hidrojen ve b i­
FOSFAT TAMPON SİSTEMİ VE İNTRA- karbonat iyonları d i füzyonu vardır ancak eritro­
sitlerdeki hızlı geçiş ve dengelenm e dışında hücre
SELÜLER TAMPON VE BÖBREK TÜBÜ- içinde bu iyonların ekstaseliiler sıvı ile d engelen­
LER SIVI TAMPONU OLARAK ÖNEMİ m esi birkaç saati almaktadır. Bununla beraber
C 0 2 bütün hücre nıem branlarıııdan kolayca g eçe­
Fosfat tam pon sistem i ekstraselüler sıvı tam ponu bilmektedir. B ikarbon at tam pon sistem inin ele­
olarak büyük bir önem e sahip olm am asına rağ­ m anlarının bu difüzyonu, ekstraselüler pH d ü ze­
men, böbrek tübüler sıvı ve intraselliiler sıvıların yinde değişim ler olduğu zam an iııtraselüler sıvıla­
tam ponlanm asında başlıca rolü oynamaktadır. rın pH'sııun değişm esine neden olur. Bu nedenle
Fosfat tam pon sistem inin ana elem anları H2 P 0 4‘ hücreler içindeki tam pon sistem ler ekstraselüler
ve H P 0 4= olmaktadır. HC1 gibi kuvvetli asit bu iki sıvıların pIT değişim lerini de engeller ancak m ak­
m adde karışımına ilave edildiğinde, H P 0 4=bazı ta­ simum olarak etkin olabilm eleri için birkaç saat
rafından hidrojen alınır ve II 2 P 0 4' oluşturulur: gereklidir.
Eritrositlerde hemoglobin en önemli tampondur:
IT O + Na2 H P 0 4 — > NaH 2 P 0 4 + NaCI
H++ H b ^ * = * r HITb
B u reaksiyon sonucund a kuvveüi asit HC1, za­
y ıf asit NaIT2 P 0 4 ile yer değiştirir ve pH'daki aza­ Deneysel çalışmalar vücut sıvılarındaki toplam
lış m in im u m düzeyde tutulur. kimyasal tam ponlanıanm yüzde 60-70 kadarının
Tam pon sistem e NaOH gibi kuvvetli bir baz hücreler içinde olduğunu gösterm ektedir ve bu­
girdiğinde OH', H 2 P 0 4' ile tam poıılanır ve H P 0 4= nun büyük çoğunluğu da iııtraselüler proteinler­
+ H 20 oluşturur: den kaynaklanmaktadır. Ancak eritrositler hariç
hidrojen iyonlarının ve bikarbonat iyonlarının
NaOH + NaH 2 P 0 4 — » Na 2 H P 0 4 + H20 hücre nıem branlarından yavaş geçişi, iııtraselüler
proteinlerin eksüaselüler asit-baz anormalliklerini
B u durum da, kuvvetli baz NaOH zayıf bir baz
tamponlaıııadaki maksimum etkilerini birkaç saat
olan Na 2 I I P 0 4 ile yer değiştirerek pH ’daki artışın
geciktirir.
çok az düzeyde olm ası sağlanır.
Hücreler içindeki protein konsantrasyonunun
Fosfat tam pon sistem in pK değeri 6 ,8 ’dir ve bu
yüksekliği yanında tam ponlama güçlerine katkı sağ­
d eğer vücut sıvılarının norm al pH değeri olan
layan diğer bir faktör de bu protein sistemlerindeki
7 ,4 ’ten fazla farklı değildir; bu ise sistem in m ak­
pK değerinin 7,4 değerine oldukça yakın olmasıdır.
sim u m a yalcın tam ponlam a gücünde çalışm ası­
n a im kan verir. Ancak ekstraselüler sıvıdaki k on ­
san trasyonu düşüktür ve b ik arb o n at tam pon İzohidrik Kural: Ortak Bir Solüsyondaki
konsantrasyonu nun yaklaşık sad ece yüzde 8 k a­ Tüm Tamponlar Aynı Hidrojen ¡yon
darıdır. Bu nedenle ekstraselüler sıvıdaki fosfat Konsantrasyonu ile Dengededir
sistem in in toplam tam ponlam a gücü, bikarb o ­
nat tam p on sistem ind en çok daha azdır. Vücut sıvılarındaki tampon sistemlerini bireysel olarak
Ekstraselüler sıvıdaki oldukça önemsiz rolünün etki yapıyormuş gibi inceliyoruz. Ancak hidrojen iyo­
aksine olarak fosfat tam pon sistemi özellikle böbrek­ nu tüm sistemlerde reaksiyonlara ortak olduğundan
lerin tübüler sıvısında iki nedenle çok önemlidir: (1 ) tümü birlikte çalışır. Bu nedenle ekstraselüler sıvıda
fosfat genellikle tübüleıde yüksek konsantrasyona hidrojen iyon konsantrasyonunda bir değişiklik oldu­
ulaşır ve böylece fosfat sisteminin tamponlama gü­ ğu zaman tampon sistemlerin dengesi aynı zamanda
BÖLÜM 30 • Asit-Baz Dengesinin Düzenlenmesi 351

değişir. Bu işleme izohidrik kıtral denir ve aşağıdaki


formülle gösterilmektedir:
TT T„ HA, T, HA2 ta HA3
= K, x — = K2x — = K3X —
Kı, K2 ve K3 sırasıyla üç asidin disosiasyon sabitleri­
dir; HAı, HA2, HA3 ve Aı, Â2, A3 ise üç tampon sistemde
bazları oluşturan serbest negatif iyonların konsantras­
yonlarıdır.
Bu kuralın anlamı şudur: tampon sistemlerin birini
değiştiren herhangi bir durum diğerlerinin tümünün
de dengesini değiştirir; zira tampon sistemler gerçekte
birinden diğerine hidrojen iyonları alıp vererek tam-
ponlama yaparlar.

0.5 1.0 1.5 2.0


Alveoler ventilasyon hızı (normal = 1)
ASİT - BAZ DENGESİNDE
SOLUNUMSAL DÜZENLEME Ş E K İL 30 - 2
Alveoler ventilasyon hızının artması veya azalmasının neden
oldıığıı ekstraselüler sıvıdaki pH değişimlerinin normalin kat­
Asit-baz bozukluklarında ikinci savunma hattı akci­ ları ile gösterilmesi.
ğerler tarafından ekstıaselüler sıvı C 0 2 konsantras­
yonunun kontrolüdür. Venlilasyondaki artış
ekstraselüler sıvıdan C 0 2 atılmasını sağlar ve etkili
bir şekilde hidrojen iyon konsantrasyonunu azaltır.
Tersine olarak da, ventilasyonıın azalışı C 0 2 düzeyi­ Şekil 30-2 alveolar ventilasyon h ızın ın azalm a­
ni yükseltir ve böylece ekstraselüler sıvıda hidrojen sı veya artm ası sonucund a kanda oluşan yaklaşık
iyon konsantrasyonunu arürır. pH değişim lerini gösterm ektedir. Alveoler veııti-
lasyonun norm alin iki m isline çıkm asın ın ekstra­
selüler sıva p il değerini yaklaşık 0,23 kadar artır­
CCVin Akciğerler Yoluyla Uzaklaştırılması m asına dikkat etm elidir. Normal alveoler v en ti­
Metabolik CO2 Oluşumunu Dengeler lasyon varlığında, vücut şuaları pH ’sı 7,40 ise,
yaklaşık 7 ,6 3 ’e çıkarır. Tersine olarak da, alveoler
C 0 2 hücre içi m etabolik işlem lerle vücutta sürekli v en tilasyon ıın n o rm a lin dörtte b irin e in m esi
olarak oluşturulmaktadır. Oluşturulduktan sonra pH ’yı 0,45 azaltır. Eğer n orm al ventilasyonda pH
hücrelerden inteıstisyel sıvı ve kana difiize olur ve 7,4 ise ventilasyonıın n orm alin dörtte birin e in ­
kanla akciğerlere taşınır, orada alveolleıe difiize m esi pH ’yı 6 ,9 5 ’e indirir. Alveoler ventilasyon b e ­
olur ve sonra pulm oner ventilasyon ile atm osfere lirgin bir şekilde norm ald en 15 kat kadar yüksek
atılır. O rtalam a olarak ekstraselüler sıvılarda eri­ değere çıkabildiğinden, vücut sıvıları pH düzeyi­
miş halde yaklaşık 1,2 mol/litre C 0 2 bulunur ve bu nin solunum sistem i tarafından ne kadar d eğişti­
da P C 0 2 olarak 40 m m Hg’ya eşittir. rilebileceği anlaşılabilir.
Eğer metabolik olarak C 0 2 oluşum hızı artarsa,
ekstıaselüler sıvı P C 0 2 düzeyi de benzer şekilde ar­
tar. Bunun aksine olarak, azalan metabolik hız P C 0 2 Artan Hidrojen ¡yon Konsantrasyonu
düzeyini düşürür. Eğer pulmoner ventilasyon hızı ar­ Alveoler Ventilasyonu Uyarır
tarsa akciğerlerden fazla C 0 2 atılır ve ekstraselüler sı­
vı P C 0 2 düzeyi düşer. Bu nedenle pulmoner ventilas- Sadece alveoler ventilasyon hızı vücut sıvıların­
yonda veya dokularda C 0 2 oluşum hızındaki deği­ daki P C 0 2 düzeyini değiştirerek h id rojen iyon
şimler ekstraselüler sıvı P C 0 2 düzeyini de değiştirir. konsantrasyonunu etkilem ez, b u n u n tersin e o la ­
rak hidrojen iyon konsantrasyonu da alveoler
ventilasyon hızını etkiler. Şekil 30-3 alveoler v en ­
tilasyon hızının norm alin 4-5 katma çıkm asının
Artan Alveoler Ventilasyon, Ekstrase­ p il değerinin norm al değer olan 7 ,4 ’ten vücut için
lüler Sıvı Hidrojen İyon Konsantras­ kuvvetli asidik değer olan 7 ,0 ’ye azalışını göster­
yonunu Azaltır ve pH’yı Yükseltir mektedir. Tersine olarak plazma pH değeri 7,4 üs­
tüne çıkarsa, bu ventilasyon hızında azalışa n e ­
Eğer metabolik C 0 2 oluşumu sabit kalırsa, ekstrase­ den olur. Grafikten görüleceği gibi birim pH deği­
lüler sıvıdaki P C 0 2 düzeyini etkileyen yegane faktör şimi başına ventilasyon hızındaki değişim, düşük
alveoler ventilasyon hızıdır. Alveoler ventilasyon 11 e pH düzeylerinde (artan hidrojen iyon konsantras­
kadar yüksek olursa P C 0 2 o kadar düşer ve tersine yonunda) yüksek pH düzeylerine (azalan hidrojen
olarak alveolar ventilasyon hızı ne kadar düşerse iyon konsantrasyonunda) oranla daha fazladır.
P C 0 2 o kadar yüksek olur. Daha önce tartışıldığı gibi, Bunun nedeni pH düzeyindeki artışa (azalan hid­
C 0 2 konsantrasyonu arttığı zaman H2 C 0 3 konsant­ rojen iyon konsantrasyonu) bağlı olarak alveoler
rasyonu ve hidrojen iyon konsantrasyonu da artarak ventilasyon hızı azaldığında, kana geçen oksijen
ekstraselüler sıvı pH düzeyini düşürürler. miktarı azalır ve kandaki oksijen paısiyel basıncı
352 ÜNİTE V • Böbrekler ve Vücut Sıvıları

veya 7 ,3 ’e getirir. Bu yanıt 3-12 dakika içinde


gerçekleşir.

Solunum Sisteminin Tamponlama Gücü. Asit-


b az dengesinin solu n u m la d ü zen len m esi fiz y o lo ­
jik tipte bir tam pon sistem dir, çünkü çok daha
yavaş tepki gösterip dengesizliği düzelten b ö b ­
rekler etki edinceye kadar h id rojen iyon k on san t­
rasyonunun çok fazla değişm esini önlem ek için
hızlı bir şekilde dengeyi korur. G enel olarak solu ­
num sistem in in tü ııı ta m p o n la m a k ap asitesi
ekstraselüler sıvıdaki diğer kim yasal tam p o n la­
rın birleşim inden 1 - 2 kat kadar daha büyüktür.
Yani bu m ekanizm a ile kim yasal tam ponların
tam ponlandığının bir veya iki katı kadar asit ve­
Arteryel kanın pH’sı
ya baz tam ponlanır.
Ş E K İL 30 - 3
Kan pH düzeyinin alveolerveııtilasyon hızına etkisi. Akciğer Fonksiyonlarında Bozukluk Solunum­
sal Asidoza Yol Açabilir. Şim diye kadar n orm a l
solunum sal m ekan izm anın h id ro jen iyon k o n ­
sa n tra sy o n u n d a k i ta m p o n la m a d eğişiklikleri
üzerindeki rolü in celen d i. B u n u n la b erab er s o ­
da (P 0 2) azalır ve bıı ise ventilasyon hızını uyarıcı lu n u m d ak i a n o rm a llik ler d e hid rojen iyon k on ­
etki yapar. Bu nedenle pH düzeyindeki bir artışa santrasyonunda değişim lere n ed en olabilir. Ö r­
yanıt olarak gelişen solunum sal düzenlem e pH neğin şiddetli am fızem gibi bir akciğer fonksi­
düzeyindeki belirgin bir azalışta olduğu kadar et­ yon bozukluğu, akciğerlerin C 0 2’i uzaklaştırm a
kili değildir. yeteneğini azaltır ve bu da ekstraselüler sıvıda
C 0 2 birikim ine ve so lu n u m sal a sid o z a doğru bir
Hidrojen İyon Konsantrasyonunun Solunum eğilim e ned en olur. Keza m etabo lik asidoza te p ­
Sistemi İle Feedback Kontrolü. Artan hidrojen ki yeteneği de bozulm uştur. Çünkü norm ald e a r­
iyon konsantrasyonu solunum u uyardığı ve b u ­ tan ventilasyon etkisiyle P C 0 2’deki k on ıpan satu-
nun karşılığında artan alveoler ventilasyon h id ­ var azalm a da b o zulm uştur. B u durum larda
ro jen iyon konsantrasyonunu azalttığı için solu­ böbrekler, ekstraselüler sıvıda b a şlan gıçta olu ­
num sistem i hidrojen iyon konsantrasyonunun şan kim yasal ta m p o n la m a so n ra sın d a pH 'yı
kontrolünde tipik bir n egatif feed back kontrol norm ale döndüren yegane fizyolojik m ekan iz­
m ekanizm ası olarak görev alır: m a olarak kalırlar.

Î[H + ]— > î A lveolerveııtilasyon


A 1
® [--------------------------- i PcOz
ASİT-BAZ DENGESİNİN BÖBREKLER
TARAFINDAN KONTROLÜ
Yani, hid rojen iyon konsantrasyonu ne zam an
n o rm alin üzerine çıkarsa solu nu m sistem i uya­ Böbrekler asidik veya bazik idrar atılm asını sağla­
rılır ve alveoler ventilasyon artar. Bu, ekstıaselü- yarak asit-baz dengesini kontrol ederler. Asidik id ­
ler sıvılardaki P C 0 2 düzeyini düşürür ve hidro­ rar ekstraselüler sıvıdaki asit m iktarını azaltırken,
je n iyon konsantrasyonunu azaltarak norm ale bazik idrar çıkarılm ası ekstraselüler sıvıdan baz
getirir. Tersine olarak eğer h id ro jen iyon kon ­ atılmasını sağlar.
santrasyonu n o rm alin altına düşerse solunum Böbreklerin asidik veya bazik idrar atm asını
sistem i deprese olur, alveoler ventilasyon azalır sağlayan m ekanizm a şu şekildedir: Tübüllere çok
ve hid rojen iyon konsantrasyonu norm al düze­ miktarda bikarbonat iyonu fíltre edilir ve eğer bu
yine çıkar. idrarla atılırsa kandan baz alınmış olur. Diğer ta ­
raftan tübiiler lünıene tübiiler epitel hücreleri ta ­
Hidrojen İyon Konsantrasyonunda Solunum­ rafından çok miktarda hidrojen iyonu salgılanır ve
sal Kontrolün Etkinliği. Solu nu m sistem i d ışın ­ böylece kandan asit uzaklaştırılmış olur. Eğer filt­
da bazı bozukluklar pH düzeyini değiştirdiği za­ re edilen bikarbonat iyonlarından daha fazla hid­
m an, solunum sal kontrol h id rojen iyon kon ­ rojen iyonları salgılanırsa ekstraselüler sıvılardan
santrasyonunu tanı olarak n orm ale getirem ez. asit kaybı oluşur. Tersine olarak da, salgılanan hid­
N orm ald e h id ro jen iyon k o n san trasyo n u n u n rojen iyonundan dalia fazla bikarbonat filtre edi­
kontrolü için solunum sistem i yüzde 50-75 ara­ lirse baz kaybı olacaktır.
sında bir etkinliğe sahip tir ve bu da l ’e 3 bir fe­ Daha önce açıklandığı gibi, genellikle proteinle­
ed b ack k azanca ned en olm aktadır. Eğer hid ro­ rin m etabolizm asından olm ak üzere vücut her-
je n iyon konsantrasyonu ekstraselüler sıvıya asit gün yaklaşık 80 miliekivalan uçucu olm ayan asit­
ilavesiyle anid en artarsa ve pH 7 ,4 ’ten 7,0'ye dü­ ler oluşturur. Bu asitlere uçucu olm ayan asitler d e­
şerse solu num sistem i pH değerini yaklaşık 7,2 nilir, çünkü bunlar H 2 C 0 3 değillerdir ve dolayısıy-
BÖLÜM 30 • Asit-Baz Dengesinin Düzenlenmesi 353

la akciğerlerden atılamazlar. Bu asitlerin vücuttan ekstraselüler sıvı hidrojen iyon konsantrasyonunu


uzaklaştırılm ası için başlıca m ekanizm a böbrekler düzenler. ( 1 ) hidrojen iyon salgılanm ası, (2 ) filtre
ile atımdır. Böbrekler ayııca idrarla bikarbonat edilen bik arbon a t iyonlarının geri em ilim i ve (3)
kaybını da önlem elidir ve bu görev kantitatif ola­ yeni b ika rb on at iyonlarının üretimi. Bu işlem lerin
rak uçucu olm ayan asitlerin atılm asından daha tüm ü sonraki birkaç bölüm de açıklandığı gibi, ay­
önem lidir. Hergiin böbrekler norm al şartlarda nı tem el m ekanizm alar ile gerçekleştirilir.
4320 miliekivalan bikarbonat filtre ederler (180 lit-
ıe/gün x 24 mEq/litre) ve bunun h em en h em en
tam am ı tübiillerden geri emilir ve böylece ekstra-
selüler sıvıların prim er tam pon sistem inin korun­ BÖBREK TUBÜLLERİNDEN HİDROJEN
m ası sağlanır. İYONLARININ SALGILANMASI VE Bİ­
D aha sonra açıklanacağı gibi, hem bikarbonat
KARBONAT İYONLARININ GERİ EMİLİMİ
geri em ilim i hem de hidrojen iyonlarının atım ı tü-
büllerden hidrojen iyonu sekresyonu işlem i ile Hidrojen iyon salgılanması ve bikarbonat geri em i­
gerçekleştirilir. Bikarbonat iyonu geri em ilm eden limi Menle kulbunun inen ve çıkan ince kolu hariç
ön ce H 2 C 0 3 oluşturm ak üzere salgılanan bir hid­ tübüllerin hem en hem en tüm bölüm lerinde olu­
rojen iyonu ile reaksiyona girmek zorundadır. Filt­ şur. Şekil 30-4 tlibüllerde bikarbonat geri emilimini
re edilen bikarbonatın geri emilimi için lıergün özetlemektedir. Geri em ilen her bikarbonat iyonu
4320 miliekivalan hidrojen iyonu salgılanmalıdır. için bir hidrojen iyonu salgılanması gerektiği unu­
Ayııca heıgün üretilen uçucu olmayan asitlerin tulmamalıdır. Bikarbonat geri enıilim inin (ve hid­
vücuttan atılm ası için ilave bir 80 miliekivalan rojen iyon salgılanmasının) yaklaşık yüzde 80-90
hidrojen iyonu sekresyonu gerekir ve lıergün tü- kadarı proksimal tüblillerde oluşur ve distal tübül-
büler sıvıya salgılanan toplam 4400 miliekivalan ler ile toplayıcı kanallara sadece az miktarda bikar­
hidrojen iyonunu oluşturur. bonat geçer. Henle'nin kalın çıkan kolunda, filtre
Ekstıaselüler sıvı hidrojen iyon konsantrasyo­ edilen bikarbonatın bir yüzde 1 0 kadarı daha geri
nunda bir azalm a olduğu zam an (alkaloz) böbrek­ emilir ve kalan kısmının geri em ilim i ise distal tü-
ler filtre edilen bikarbonatın tam amını geri alm az­ bül ve toplayıcı kanallarda oluşur. D aha önce açık­
lar ve böylece bikarbonat atımı artar. Bikarbonat landığı gibi bikarbonatın geri eıııilim m ekanizm ası
iyonları norm alde ekstraselüler sıvıdaki hidrojeni tübüler hidrojen iyon salgılanması işlem ini de kap­
tanıponladığındaıı, bu bikarbonat kaybı ekstrase­ samaktadır. Fakat bu işlemde farklı tübüler seg­
lüler sıvıya hidrojen iyonu eklenmesiyle aynıdır. m entier görev aldığından bazı farklılıklar vardır.
Bu nedenle, alkalozda bikarbonat iyonlarının atıl­
m ası ekstraselüler sıvı hidrojen iyon konsantras­
yonunu norm ale getirir. Hidrojen İyonları Tübüllerin
Asidozda böbrekler idrara bikarbonat salgıla­ Başlangıç Bölümlerinde Sekonder
mazlar, fakat filtre edilen bikarbonatın tümünü ge­ Aktif Transport ile Salgılanır
ri alır ve yeni bikarbonat oluşturarak ekstraselüler
sıvıya verirler. Bu işlem ekstraselüler sıvı hidrojen Proksimal tübüllerin, Henle’nin çıkan kolunun
iyon konsantrasyonunu normale döndürür. kalın parçasının ve distal tübüllerin epitel h ücre­
Sonuç olarak, böbrekler iiç tem el m ekan izm a ile leri Şekil 3 0 -5 ’te görüldüğü gibi sodyum -hidrojen

% 85

^ > % 4 ,g
(215 mEq/gün)

J ı v
karbonat yiizdelerinin geri emilimi
ve geri emilen miliekivalan miktarla­
rı da gösterilmektedir.
(1 mEq/gün)
354 ÜNİTE V • Böbrekler ve Vücut Sıvıları

karşılıklı değişimi ile tübüler sıvı içine hidrojen p eritiibüler kapiller kana ulaşır. B unu n n et s o ­
iyonu salgılarlar. Bu hidrojen iyonunun sekonder nucu ise tübüler lü m en e salgılanan h er bir h id ­
aktif salgılanm ası sodyum un luminal m em bran- rojen iyonu için bir bikarbonat iyonunu n kana
dan hücre içine geçişi ile birlikte olur ve konsant­ geçm esidir.
rasyon gradyanına karşı hidrojen iyon salgılanm a­
sı için gerekli enerji sodyumu hücre içine çeken Filtre Edilen Bikarbonat İyonları
sodyum gradyanından sağlanır. Bu gradyan ba- Tübüllerdeki Hidrojen İyonları ile
zolaterai m em brand aki sodyum -potasyum ade- Etkileşim Sonucu Geri Emilirler
nozin tıifosfataz (ATPaz) pom pası ile oluşur. B i­
karbonatın yüzde 9 0 ’ından fazlası bu şekilde ge­ Bikarbonat iyonları renal tübüler hücrelerin lü­
ri alınırken tübüllerden hergün yaklaşık 3900 mi- m en tarafındaki m em branlarından kolayca geçe­
liekivalan hid rojen iyonu salgılanm ası gerekir. m ezler; bıi nedenle glomerulusta fíltre edilen b i­
Bununla beraber bu m ekanizm a tübiil sıvısında karbonat iyonları doğrudan geri em ilem ezler. B u ­
çok yüksek hidrojen iyon konsantrasyonu oluş­ nun yerine bikarbonat özel bir işlem ile geri em i­
turm az; tübüler sıvı ancak tübüler sistem in son lir, bu işlem de önce hidrojen iyonları ile birleşerek
bölü m lerinde çok asidik hale gelir. H2 C 0 3 oluştururlar ve bu da sonunda Şekil 3 0 -5 ’te
Şekil 30-5 hidrojen iyon salgılanması işleminin görüldüğü gibi C 0 2 ve H 2 0 ’ya ayrılır.
nasıl bikarbonat geri emilimini gerçekleştirdiğini Bikarbonat iyonlarının bu reabsorpsiyonu glo­
göstermektedir. Salgılanma işlemi C 0 2’nin tübüler m erulusta filtre edilen bikarbonat iyonları ve tü­
hücrelere difüzyonu veya tübüler epitel hücrelerde­ büler h ü creler tarafınd an salgılan an h id ro jen
ki metabolizma ile başlar. C 0 2 karbonik anlıidraz iyonları arasında tübülleıde bir reaksiyon tarafın­
enzimi etkisiyle H20 ile birleşerek H2 C 0 3 oluşturur dan başlatılır. Oluşturulan H 2 C 0 3 daha sonra C 0 2
ve bu da H C 03- ve H+’na disosiye olur. Hidrojen ve H2 0 ’ya disosiye olur. C 0 2 tübüler m em bran-
iyonları hücreden tübüler liimene sodyum-hidro- dan kolaylıkla geçebilir; bu ned enle hızla tübüler
jen karşılıklı değişimi ile salgılanır. Bu işlemde sod­ hücreye difüze olarak orada karbonik anlıidraz et­
yum tübülün lümeninden hücre içine doğru hare­ kisi altında H20 ile birleşir ve yeni bir H 2 C 0 3 m o ­
ket eder ve önce hücre membranının lümen tara­ lekülü oluşturur. Bu oluşan H 2 C 0 3 disosiye olarak
fındaki kenarında taşıyıcı bir protein ile bağlanır; bikarbonat iyonu ve hidrojen iyonunu oluşturur
aynı zamanda hücre içinde bir hidrojen iyonu da ve oluşan bikarbonat iyonu bazolateral m e m b ­
aynı taşıyıcı proteine bağlanır. Sodyum düşük kon­ randan interstisyel sıvıya difüze olur ve oradan
santrasyon gradyanına karşı hücre içine bazolateral peritübüler kapiller kana geçer. Bu nedenle tübü­
membrandaki sodyum-potasyum ATPaz pompası ler epitel hücrelerde bir hidrojen iyonu oluşturul­
yardımıyla girer. Hücre içine doğru olan sodyum duğu za m an bir b ik arb on a t iyonu d a oluşturulur
ve k a n a geçirilir. Tübülleıe filtre edilen bikarbonat
gradyanı, aksi istikamette hücre içinden tübüler lü-
iyonları ile ekstıaselüler sıvıya geçen bikarbonat
m ene doğru hidrojen iyonu geçişi için enerji sağlar.
iyonları gerçekte ayııı olmadığı halde, bu reaksi­
H ücre için d e oluşturulan bikarbon at iyonu
yonların net etkisi, tübüllerden bikarbonat iyonla­
(h id rojen iyonu H 2 C 0 3'ten disosiye olduğu za­
rının "reabsorpsiyonu”dur.
m an) bazolateral m em bran d an geçerek düşük
kon santrasyona doğru renal inteıstisyel sıvıya ve
Bikarbonat İyonları Tübüllerde Hidrojen İyonla­
rına Karşı Titre Edilmektedir. Normal şartlar al­
tında tübüler hidrojen iyon salgılanm a miktarı
Renal yaklaşık 4400 mEq/gün ve bikarbonat iyonlarının
Tübüler Tübüler
interstisyel I lümen flltrasyonu 4320 mEq/gün kadardır. Yani, tübülle-
sıvı hücreler
ıe giren bu iki iyonun miktarı h em en h em en eşit­
Na+ + HCOj-
tir ve birbiri ile birleşerek C 0 2 ve H20 oluştururlar.
Bu nedenle tübüllerde bikarbonat iyonları ve hid ­
rojen iyonlarının norm alde birbirini "titre’' ettikle­
ri söylenmektedir.
İdrarla atılacak hidrojen iyonlarının genellikle
hafif bir fazlalığı olm ası nedeniyle titrasyon işlem i
tübüllerde tanı değildir. Bu fazla hidrojen iyonları
(yaklaşık 80 mEq/gün) vücutta m etabolizm a tara­
fından üretilen uçucu olmayan asitlerin atılm ası­
dır. Aşağıda açıklandığı gibi, bu hid rojen iyonları­
nın çoğu serbest hidrojen iyonları olarak değil, da­
ha çok diğer ü ıiner tam ponlar, özellikle fosfat ve
Ş E K İL 30 • 5 am onyak ile birlikte atılırlar.
(1) Renal tiiBüller içine hidrojen iyonlarının aktif salgılanması, M etabolik alkalozda olduğu gibi idrarda hidro­
(2) karbondioksit ve suyu oluşturmak amacıyla disosiye olan je n iyonlarından dalia fazla bikarbonat iyonları
karbonik asidi meydana getirmek için hidrojen iyonları ile bir­ varsa, fazla bikarbonat geri em ilem ez ve bu şekil­
leşen bikarbonatın tübüler geri çinilimi ve (3) salgılanan hidro­ de fazla bikarbonat iyonları tübüllerde bırakılarak
jen iyonlarının karşılıklı değişiminde sodyum iyonlarının geri
emilimi için gerekli hücresel mekanizmalar. Bu mekanizma ile
sonuçta idrarla atılır ve bu işlem m etabolik alkalo-
hidrojen iyonu salgılanması proksimal tiibüller, Henle’nin kalın zun düzeltilm esine yardım eder.
çıkan kolu ve distal tübüllerin ilk bölümlerinde görülür. Asidozda, bikarbonat iyonları ile karşılaştırıldı­
BÖLÜM 30 • Asit-Baz Dengesinin Düzenlenmesi 355

ğında fazla miktarda hidrojen iyonları vardır, bıı salgılanan her hidrojen iyonu için bir bikarbonat
durum bikarbonatın tam am ının reabsorpsiyoııu- iyonu geri emilir. Temel farklılık, nefronun ilk b ö ­
na neden olur ve fazla hidrojen iyonları ise idrarla lümlerindeki gibi karşılıklı değişim işlem i ile değil
atılır. Bu fazla hidrojen iyonları tübiillerde fosfat hidrojenin lüm en tarafındaki m em b ıan d an aktif
ve am onyak tarafından tamponların' ve sonuçta H+ pom pası ile geçişidir.
tuz olarak atılırlar. Bu şekilde böbreklerin asidoz Distal tübüllerin son kısımları ile toplayıcı ka­
veya alkalozu düzeltmedeki tem el m ekanizm ası nallardaki hidrojen iyon salgılanm asının, salgıla­
bikarbonat iyonuna karşı hidrojen iyonunun tam nan hidrojen iyonlarının sadece yüzde 5 kadarını
olm ayan bir şekilde ütrasyonudur ve bu ikisinden oluşturm asına rağm en, bu m ekanizm a m aksi­
birini idrara geçirirken ekstraselüler sıvıdan uzak­ m um asidik bir idrar oluşum u için önemlidir.
laştırm ış olur. Proksimal tübiillerde büyük m iktarlard a hidrojen
iyonu salgılanm asına rağm en hid rojen iyon kon ­
Distal Tübüllerin Son Bölümleri ve Toplayı­ santrasyonu nefronun bu bölüm ünde sad ece üç
cı Kanallardaki İnterkale Hücrelerde Hidro­ veya dört kat artırılabilir. Diğer taraftan hidrojen
iyon konsantrasyonu toplayıcı kanallarda 900 ka­
jen İyonlarının Primer Aktif Salgılanması
ta kadar artırılabilir. Bu işlem, tübüler sıvı pH de­
ğerini normal böbreklerde oluşabilecek en düşük
D istal tübüllerin son kısımlarından başlayıp tübü­ pH olan yaklaşık 4 ,5 ’a düşürür.
ler sistem in kalan kısmında devam ederek tübüler
epitel hücreleri başlıca p rim er a k t if transport ile
hidrojen iyonları salgılarlar. Bu taşınm anın özel­
likleri proksimal tübül ve ilen le kulbunda oldu­ FAZLA HİDROJEN İYONLARININ
ğundan farklıdır.
Prim er aktif hidrojen iyon salgılanm asının m e ­ TÜBÜLLERDE FOSFAT VE A M O NYAK
kanizm ası Şekil 30-6’da gösterilmektedir. Bu işlem TAMPONLARI İLE BİRLEŞMESİ-YENİ
tübüler hücrelerin lüm eıı tarafındaki m em bıanla- BİKARBONAT İYONLARININ
ıın d a hidrojen iyonlarının, spesifik bir protein, OLUŞUMU İÇİN BİR M EKANİZM A
lıidrojen-taşıyan bir ATPaz, tarafından doğrudan
taşınm ası şeklinde oluşur. Hidrojen iyonlarının
Tübüler sıvıya filtre edilen bikarbonattan daha
pom palanm ası için gerekli enerji ATP’nin adeno-
fazla olarak hidrojen iyonları salgılandığuıda, hid ­
zin difosfata parçalanm asından elde edilir.
rojen iyonlarının sadece ufak bir bölü m ü idrarda
Hidrojen iyonlarının prim er aktif salgılanm ası
iyonik formda (H+) şeklinde atılabilir. Bunun n e ­
distal tübüllerin son kısımları ve toplayıcı kanal­
deni, idrarın m inim um pH değeri yaklaşık 4,5 ka­
lardaki interkale hücreler denen özel hücrelerde
dar olup bu da hidrojen iyon konsantrasyonu ola­
oluşur. Bu hücrelerde hidrojen salgılanm ası iki
rak 10 4 '5 nıEq/litre veya 0,03 mEq/liüe’ye eşittir.
adım da gerçekleşir: ( 1 ) bu hücrelerdeki erimiş
Bu nedenle oluşturulan her litre idrar ile m aksi­
C 0 2 H20 ile birleşerek I i 2 C 0 3 oluşturur ve (2 )
m um olarak yaklaşık sadece 0,03 miliekivalan ser­
H 2 C 0 3 daha sonra, kana geıi em ilen bikarbonat
best hidrojen iyonu atılabilir. Eğer hid rojen iyonu
iyonlarına ve hidrojen ATPaz m ekanizm ası ile tü-
solüsyonda serbest olarak kalsaydı, m etabolizm a
b ü lle ıe salgılanan h id ro jen iyonlarına ayrılır.
sonucu lıergün oluşturulan 80 miliekivalan uçucu
Proksimal tübüllerdeki işlem lere benzer şekilde,
olmayan asidin atılması için yaklaşık 2667 litre id­
rar çıkarılması gerekirdi.
Renal Tübüler Tübüler İdrarla büyük miktarlarda hid rojen iyonu atım ı
interstisyel hücreler lümen (bazen 500 ıııEq/giın kadar yüksek) genelde tübü­
sıvı ler sıvıda hidrojen iyonlarının tam ponlarla birleşi­
mi sonucu gerçekleştirilir. En önem li tam ponlar
c r-— cı- cr fosfat tam pon ve am onyak tam pondur. D aha az
önem e sahip üıat ve sitıat gibi daha zayıf tam pon
h c o 3~ + h+ - H+ sistem ler de vardır.
Hidrojen iyonları tübüler sıvıda bikarbonat ile
t
h 2c o 3 ütre edildiğinde, yukarıda açıklandığı gibi salgıla­
t nan her hidrojen iyonu için, bu bir bikarbonat iyo­
h2o nu geri emilimi ile sonuçlanır. Fakat idrarda fazla
+ Karbonik hidrojen iyonları varsa bunlar bikarbonat dışında­
co 2 CO^nhidraz ki diğer tam ponlarla birleşir ve kana girebilen ye­
ni bikarbonat iyonları üretim i ile işlem sonuçlanır.
Bu nedenle, ekstraselüler sıvıda fazla hidrojen
iyonları olduğu zam an böbrekler sad ece filtre edi­
Ş E K İL 30 - 6
len bikarbonatın geri em ilim ini değil onun yanın­
Distal tübüller ve toplayıcı kanalların epitel hücrelerinin lümen da yeni bikarbonat üretimini de yaparak asidoz
tarafındaki membranlarında hidrojen iyonlarının aktif transpor- durumunda ekstraselüler sıvıdaki bikarbonat kay­
lu. Salgılanan her bir hidrojen iyonu için bir bikarbonat iyonu­ bının yerine konm asına yardım ederler. Gelecek
nun absorbe edildiği ve bir klor iyonunun hidrojen iyonu ile bir­
likte pasif olarak salgılandığı görülmektedir. Bu mekanizma ile iki bölüm de yeni bikarbonat oluşum una yardımcı
hidrojen iyon salgılanması, distal tübüllerin son kısımları ile olan fosfat ve am onyak tam pon m ekanizm alar
toplayıcı kanallardaki interkale hücrelerde oluşmaktadır. açıklanın aktadır.
356 ÜNİTE V • Böbrekler ve Vücut Sıvıları

Fazla Hidrojeni İdrara Taşıyan ve Renal Proksimal Tübüler


interstisyel I Tübüler lümen
Yeni Bikarbonat Oluşturan Fosfat sıvı hücreler
Tampon Sistemi

Fosfat tam pon sistem i H P 0 4= ve H 2 P 0 4 "’ten oluş­


maktadır. Tübüler sıvıdan suyun ıeabsorpsiyonu
ve bu ikisinin nisbeten daha az olan geri em ilimi
nedeniyle tübüler sıvıda konsantre hale gelirler.
Bu nedenle, fosfat önem li bir eksüaselüler sıvı
tam ponu olm am asına rağm en tübüler sıvıda çok
dalıa fazla etkindir.
Fosfatı tübüler tam pon olarak önem li yapan di­
ğer bir faktör de gerçekte bu sistem in pK değerinin
6 , 8 kadar olmasıdır. Normal şartlarda idrar hafifçe
asidiktir ve idrar pH’sı fosfat tam pon sistem inin
Proksimal tiibül hücrelerinde amonyum iyonu (NH4+) oluşumu
pK değerine yakındır. Bu nedenle, fosfat tam pon ve salgılanması. Glutamin, hücrelerde metabolize olarak NH4+
sistem i tübülleıde normalde kendisinin en etkili ve bikarbonat oluşturur. Amonyum iyonu bir sodyum -N R j+
pH'sına yakın bir değerde fonksiyon yapar. pompası yardımıyla aktif olarak lümene salgılanır. Metabolize
olan her glutamin molekülünden iki NH^+ oluşturulur ve sal­
Şekil 30-7, hid rojen iyonlarının fosfat tam ponu
gılanır ve iki H C O 3- kana döner.
ile birlikte salgılanm a işlem lerini ve kana yeni b i­
karbonat ilavesi m ekanizm asını gösterm ektedir.
H idrojen iyonu sekresyonu m ekanizm ası dalıa
ö n ce tanım landığı gibidir. Tübüler sıvıda fazla dir. Bu işlem böbreklerin ekstraselüler sıvı bikar­
b ik arb o n at iyonları olduğu sü rece salgılanan bonat depolarını yenilem e y eten eğin in m ekan iz­
hid ro jen iyonlarının çoğu bikarbonat iyonları ile m asını gösterm ektedir.
birleşirler. Ancak, bikarbonatın tüm ü geri em i­ Normal şartlarda filtre edilen fosfatın çoğun lu ­
lin ce ve hidrojen iyonları ile bağlanacak bikoıb o- ğu geri em ilir ve hidrojen iyonlarının tam pon-
ııat iyonu kalm ayınca fazla h id ro jen iyonları lanm ası için sadece 30-40 m Eq/giın kadarı kulla­
H P 0 4 = ve diğer tübüler tam ponlarla bağlanırlar. nılır. Bu nedenle, asidozda tü bü ler sı\adaki fazla
H idrojen iyonları H P 0 4= ile birleşeıek H 2 P 0 4- hid rojen iyonlarının çoğunun tam p o n laıım ası
oluşturduktan sonra, fazla hidrojeni taşıyan so d ­ am onyak tam pon sistem i tarafından yapılır.
yum tuzları (NaH 2 P 0 4) şeklinde atılabilirler.
Yukarıda açıklanan hidrojen iyonu atım ı işle­
m inde daha önce tartışılana göre önem li bir fark­ Amonyak Tampon Sistemi Tarafından
lılık vardır. Bu durum da tübüler hücrede oluştu­ Fazla Hidrojen İyonu Atılm ası ve Yeni
rulan ve peritübüler kana geçen bikarbonat iyo­ Bikarbonat Oluşumu
nu, filtre edilen bikarbonatın yerine k on m asın ­
dan ziyade, kana giren net bikarbonat kazancını Tübüler sıvıdaki ikinci bir özel tam p on sistem ,
gösterm ektedir. Bu n ed en le ne znm aıı tübüler lii- hatta k antitatif olarak fosfat tam p on sistem den
m eııe salg ılan an bir hidrojen iyonu b ik a rb o n a t­ daha önem lisi, am onyak (NH3) ve am onyum iyo­
tan ziy a d e b a şk a bir tam p on a bağlanırsa, bunun nundan (NH4+) oluşm aktadır. G lutam inden sen-
n et etkisi k a n a y eni bir b ik a rb o n a t iyonu ilavesi- tezlenen am onyum iyonu, proksim al tü bü lleıin,
Henle kulbunun kalın çıkan kolunun ve distal tü-
büllerin epitel hücrelerinin için e aktif olarak ge­
Rena! Tübüler Tübüler çer (Şekil 30-8). H ücre içine girince h er bir gluta­
interstisyel hücreler lümen
sıvı min m olekülü m etabolize olarak iki NH4+ ve iki
I-IC O 3 - iyonu oluşturur. NH4+, tü bü ler lü ıııen e
geri em ilen sodyum la yer değiştiren bir karşılıklı
-N a +
değişim m ekanizm ası ile salgılanır. H C 0 3- geri
em ilen sodyum iyonu (Na+) ile birlikte bazolate-
K- ral ınem brandan interstisyel sıvıya geçer ve peri-
H C O 3 -< ■hco 3 + h *
t tubüler kapiller tarafından alınır. B öylece proksi­
H2C03 mal tübüllerde m etabolize olan h er glutam in
I Karbonik molekülü için iki NH4+ iyonu idrara salgılanır ve
H2o anhidraz iki H C O 3 - iyonu kana geri emilir. Bu işlem le olu ş­
co2 +
co? turulan HCO3-, yeni b ik a rb o n a t iyonlarını m ey­
d a n a gelirir.
Toplayıcı kanallarda tübüler sıvıya NH4+ iyon ­
Ş E K İL 30 • 7 larının ilavesi farklı bir m ekanizm a ile oluşur (Şe­
kil 30-9). Burada hidrojen iyonu tü bü ler m em -
Salgılanan hidrojen iyonlarının filtre edilen fosfat (NaHPOH
tarafından tamponlaııması. Salgılanan bir hidrojen iyonıı ile re­
bran tarafın d an lü m en e sa lg ılan ır.L ü m en d e
aksiyona giren her NaHPO^- için kana yeni bir bikarbonat am onyak (NH3) NH4+,u oluşturur ve bu da id rar­
geçişine dikkat edilmelidir. la atılır. Toplayıcı kanallar N II3’a karşı geçirgen-
BÖLÜM 30 • Asit-Baz Dengesinin Düzenlenmesi 357

Toplayıcı gösterm ektedir (kana hid rojen iyonu ilavesi de


. Ren.al I Tübüler Tübüler
lümen aynıdır). Alkalozda, bikarbonat iyonu atılm ası
ınterstısyel hücreler
C IV I V------------------------- (kaııa hid rojen iyonu ilavesi) plazm a pH değeri­
nin norm ale d önm esine yardım eder.
Belli bir zaman içinde kan a geçen yeni bikarbon at
Na+
miktarı, salgılanan ve tübüler lümende bikarbonat
K+ (ATP)
Cl olmayan idrar tam ponları ile bağlanan hidrojen
-----HCO3- + Hf __ V = 4 .
iyonları miktarına eşittir. Yukarıda açıklandığı şekil­
i de bikarbonat olmayan tamponların başlıca kayna­
H2co3
A Karbonik ğı NH4+ve fosfattır. Bu nedenle kana geçen bikarbo­
N H / + C l'
nat miktarı (ve NH4+ tarafından atılan hidrojen iyo­
nu) NH4+ atımının ölçülmesi ile hesaplanır (idrar
akış hızı ile idrar NH4+ konsantrasyonu çarpılır).
İdrarla atılan diğer b ik arb o n at-o lm ay an ve
Ş E K İL 30 - 9 NH4+- olmayan tam ponların kalanı titre edilebilen
Toplayıcı kanallarda hidrojen iyon salgılanmasının amonyak asit gibi bir değerin belirlenm esi ile hesaplanır.
(N H 3 ) tarafından tamponlanması. Amonyak tübüler liimeııe İdrardaki titre edilebilen asit miktarı, idrarı NaOH
difiize olur, orada salgılanan hidrojen iyonları ile reaksiyona gi­ gibi kuvvetli bir baz ile norm al plazm a pH ve glo-
rerek NH4+ oluşturur ve sonra atılır. Atılan her NH.|+ için tübü­
m eruler filtrat pH değeri olan 7 ,4 ’e titre ederek öl­
ler hücrelerde yeni bir bikarbonat iyonu oluşturulur ve kana
döner. çülür. Bu titıasyon işlemi, tübüler lüm ende atılan
hidrojen iyonlarıyla tübüler sıvının titre edilm esi­
ni sağlayan olayları tersine çevirir. Bu nedenle id­
dir ve kolaylıkla tübüler lü m ene difüze olur. Bu­ rar pH düzeyini 7 ,4 ’e döndüren gerekli miliekiva-
nunla beraber tübüUerin bu bölü m ünü n lum inal lan NaOH miktarı, tübüler sıvıya atılan ve fosfat ve
m em bran ı NI-L}+’a çok dalıa az geçirgendir; bu diğer organik tam ponlarla birleşen nıiliekivalan
ned enle bir kez h id rojen iyonu NH3 ile reaksiyo­ H+ m iktarına eşit olur. Titre edilebilen asit ölçümü
n a girdikten ve NH4+ oluşturduktan sonra, NH4+ NH4+ ile bağlı olan hidrojen iyonlarını kapsamaz,
tübüler lüm ende kalır ve idrarla atılır. Atılan her zira am onyak-am onyum reaksiyonunun pK değe­
NH4+için yeni bir H C 03- oluşturulur ue k a n a e k ­ ri 9,2'dir ve NaOH ile pH 7 ,4 ’e titrasyon, NH4+’dan
lenir. hidrojen iyonlarını uzaklaştıramaz.
Böylece böbreklerden net asit atım ı şu şekilde
Kronik Asidoz N H 4+ A tım ını A rtırır. Renal belirlenebilir:
am onyak-am onyum tam pon sistem inin önem li
b ir yönü fizyolojik kontrole tabi oluşudur. Ekst- Net asit atım ı = NH4+ atımı
raselüler sıvı hidrojen iyon konsantrasyonunda + idrarda titre edilebilen asit - bikarbonat
bir artış, renal glutam in m etabolizm asını uyarır atımı
ve böylece NH4+ ve h id rojen tam ponlanm asında
kullanılm ak üzere yeni bikarbonat oluşum unu Bikarbonat atım ının çıkarılm asının sebebi, bikar­
artırır; hid rojen iyon konsantrasyonundaki bir bon at iyonlarının kaybının kana geçen hidrojen
düşüş ise ters etki yapar. iyonlarının aynısı olmasıdır. Asit-baz dengesini
Normal şartlarda am onyak tam pon sistem ta ­ korum ak için, n et asit atım ı vücuttaki uçucu ol­
rafından atılan hid rojen iyonu böbrekler tarafın­ mayan asit üretim ine eşit olmalıdır. Asidozda, net
dan atılan asidin yaklaşık yüzde 5 0 ’si ve oluşturu­ asit atım ı, özellikle artan NH4+ atım ı nedeniyle,
lan yeni bikarbonatın da yüzde 5 0 ’sine eşit ol­ belirgin olarak artarak kandan asit uzaklaştırır.
maktadır. Ancak kronik asidozda NH4+ atılm a h ı­ Net asit atımı keza kana eklenen n et bikarbonat
zı 500 mEq/gün kadar yüksek m iktarlara çıkar. m iktarına da eşittir. Bu nedenle, a sid oz d a NH4' ue
Bu n ed en le kro n ik a sid o z sırasın d a asit a tılm a sı­ idrarla atılan titre ed ilebilir asit m iktarı arttıkça
nı sağlayan başlıca m e k a n iz m a NH4+ atılm asıdır. k an a geçen net b ik a rb o n a t m iktarı d a artar.
Bu işlem ayrıca kronik asidoz sırasında yeni b i­ Alkalozda titre edilebilen asit ve NIT4+ atım ı sı­
karbonat oluşturan tem el m ekanizm adır. fıra düşerken H C 0 3- atım ı artar. Bıı n ed en le a lk a ­
lozda n eg atif bir net asit salg ılan m ası uardıı: Bu­
nun anlam ı, kandan n et bikarbonat kaybı (kana
eklenen hid rojen iyonu ile aynıdır) ve b öb rek ler­
RENAL ASİT-BAZ ATIMININ de yeni bikarbonat oluşturulm am asıdır.
HESAPLANMASI

Yukanda açıklanan prensipler tem el alınarak, b ö b ­ Renal Tübüler Hidrojen İyon


reklerin kandan net asit aüıııı ile n et bikarbonat Salgılanmasının Düzenlenmesi
ilavesi veya aünıı aşağıdaki şekilde hesaplanabilir.
B ik a rb o n a t atım ı, idrar akış hızı ile idrar bikar­ Yukarıda açıklandığı şekilde, tü bü ler epitelde
bo n at konsantrasyonu çarpılarak hesaplanır. Bu­ hid rojen iyonu salgılanm ası, h em bikarbon at ge­
lunan sayı böbreklerin kandan ne kadar hızlı bir ri em ilim i hem de titre edilebilir asit oluşum u ile
şekilde b ik arb o n at iy o n ların ı uzaklaştırdığını ilgili olan yeni bikarbonat üretim i için gereklidir.
358 ÜNİTE V • Böbrekler ve Vücut Sıvıları

Bu ned enle hidrojen iyon salgılanm a hızı, b ö b ­ mekanizmaları açıklandı. Bu bölümde ise anorm al
reklerin asit-baz lıom eostazındaki fonksiyonları­ bir durum oluştuğunda böbreklerin ekstraselüler
nı etkili bir şekilde oluşturabilm eleri için dikkatli sıvıların pH düzeyini nasıl ayarladığı anlatılacaktır.
bir şekilde düzenlenm elidir. Normal şartlarda Henderson-H asselbalch eşitliğine, yani eşitlik
böbrek tübülleri filtre edilen h em en h em en tüm (8 )'e dönersek, ekstıaselüler sıvıda H C 0 37 C 0 2
bikarbon atın geri em ilim i için en azından yeterli oranı azalıp pH düzeyinde bir azalm aya neden
hidrojen iyonu salgılam alıdır ve vücutta m eta b o ­ olursa asidoz oluştuğu görülmektedir. Eğer bu
lizm a sonucu hergün üretilen uçucu olm ayan oran H C O 3 ' düzeyinde bir düşüş nedeniyle azalır­
asitlerin titre edilebilir asit veya NH4+ olarak atıl­ sa bu tip asidoza nıetabolik asidoz denilmektedir.
m ası için yeterli hid rojen iyonu kalmalıdır. Eğer P C 0 2 düzeyindeki bir artış nedeniyle pH dü­
Alkalozda, hidrojen iyonunun tü bü ler sekıes- şerse bu tip asidoza ise solunum sal asidoz denir.
yonu, bikarbonat geri em ilim inin tam olarak ger­
çekleşem eyeceği kadar düşük bir düzeye indiri­
lerek, böbreklerin bikarbonat atılm asını artırm a­ Asidoz Böbrek Tübüler Sıvısındaki
larına im kan verir. Bu durum da titre edilebilir HCO3' /H + Oranını Azaltır
asit ve am onyak atılm az, çünkü b ikaıb o n at-o l-
m ayan tam ponlarla bağlanacak fazla hidrojen Solunumsal veya nıetabolik her iki tip asidoz duru­
iyonu yoktur ve bu ned enle alkalozda idrara yeni mu da renal tübüler sıvıda bikarbonat-hidrojen
bikarbonat ilavesi olm az. Diğer taraftan, asidoz- iyonları oranında azalışa neden olur. Sonuçta, renal
da, tübüler hidrojen iyon salgılanm ası tüm filtre tübüllerde fazla hidrojen iyonları vardır ve bu bikar­
edilen bikarbonatı geri alm aya y etecek kadar ar­ bonat iyonlarının tümünün geri emilimine neden
tırılm alı ve yine de büyük m iktarlarda NH4+ ve olur ve yine de idrar tamponları NH4+ ve H P 04= ile
titre edilebilir asit salgılam ak için yeterli hidrojen bağlanacak ilave hidrojen iyonları da kalır. Böylece,
iyonları bırakılm alı ve böylece kana çok m iktarda asidozda böbrekler tüm filtre edilen bikarbonatı geri
bikarbonat geçişine katkıda bulunulm alıdır. alilken NH4+ ve titre edilebilir asit oluşumu vasıta­
Asidozda tübüllerden hidrojen iyon salgısının sıyla yeni bikarbonat oluşumuna da katla sağlarlar.
artırılm ası için en önem li uyarımlar; (1) ekstıa- Metabolik asidozda, bikarbonat iyonlarının aza­
selüler sıvıda PC02 düzeyindeki bir artış ve (2) lan filtrasyonu nedeniyle tübüler sıvıda bikarbonat
ekstraseliller sıvının hidrojen iyon koıısantrasyo- iyonlarından daha çok hidrojen iyonu buluııuı: Bu
nundaki bir artıştır (diişük pH). azalmış bikarbonat iyon filtrasyonu, bikarbonat
Tübüler hücreler kandaki P C 0 2 artışına solu­ konsantrasyonunun ekstraselüler sıvıda azalışı n e­
num asidozunda olduğu gibi doğrudan tepki gös­ deniyle olur.
tererek hidrojen iyon atım hızını şu şekilde artırır­ Solunumsal asidozda tübüler sıvıdaki fazla hid­
lar: Artan P C 0 2 tübüler hücrelerdeki P C 0 2 düzeyi­ rojen iyonu genellikle hidrojen iyonu salgılanması­
ni de artırarak tübüler hücrelerde H+ oluşumunu nı stimüle edeıı ekstraselüler sıvı PCO2 düzeyindeki
artırır ve bunun sonucu hidrojen iyonu atılm asını artışa bağlıdır.
stim üle eder. Hidrojen iyon salgısını stim üle eden Daha önce açıklandığı gibi, ister solunuma bağlı
ikinci faktör, ekstıaselüler sıvı hidrojen iyon kon­ veya ister metabolik olsun, kronik asidozda NH4+
santrasyonundaki artıştır (dü şü kpH). üretiminde bir artış vardır ve bu da hidrojen iyonla­
Bazı fizyopatolojik şarüarda hid rojen iyon sal­ rının atılmasına ilave katkı sağlar ve ekstraselüler sı­
gısını artıran özel bir faktör aşırı a ld o steıo n salgı­ vıya yeni bikarbonat eklenmesini tem in eder. Şid­
sıdır. Aldosteron toplayıcı kanallardaki inteıkale detli kronik asidozda 500 mEq/gün kadar yüksek
hücrelerden hidrojen iyonu salgılanm asını sti­ düzeyde hidrojen iyonu idrarla genellikle NH4+ for­
m üle eder. Böylece Conn sendrom unda olduğu munda atılırken, bunun karşılığında 500 mEq/gün
gibi, aşırı ald osteıon salgısı tübüler sıvıya fazla kadar yeni bikarbonatın kana eklenmesine katkıda
hidrojen iyonu salgılanm asına ned en olur ve b u ­ bulunulmuş olur.
nun son u cu nd a da kana eklen en bikarb o n at Dolayısıyla, kronik asidozda, tübiiller tarafından
m iktarı artar. Aşırı ald o steıo n salgısı olan h a sta ­ artmış hidrojen iyonu sekresyonu vücuttan fazla
larda bu durum genellikle alkaloza ned en olur. hidrojen iyonlarının uzaklaştırılmasına ve ekstrase­
A lkalozda h id ro jen iyonu salg ılan m asın d a lüler sıvıdaki bikarbonat iyonlarının m iktarının ar­
azalm a vardır. Bu durum, solunum sal alkalozda tırılmasına yardım eder. Bu da bikarbonat tampon
olduğu gibi ekstraselüler P C 0 2 azalışı sonucunda sisteminin bikarbonat bölümünü artırarak, Hen­
veya lıen ı solunum sal lıem de nıetabolik alkaloz­ derson-Hasselbalch denklemine uygun olarak ekst­
da olduğu gibi hidrojen iyon konsantrasyonunda raselüler pH’yı yükseltip asidozu düzeltir. Eğer asi­
azalm a sonucunda oluşur. doz metabolik kaynaklı ise, akciğerler tarafından ek
bir düzenleme ile azaltılan P C 0 2 de asidozu düzelt­
meye yardım eder.
ASİDOZUN RENAL DÜZELTİLMESİ- Tablo 30-2, hem solunumsal ve nıetabolik asidoz
hem de solunumsal ve metabolik alkaloz ile ilişkili
HİDROJEN İYON ATIMININ ARTIŞI VE özellikleri özetlemektedir ve bunlar gelecek bölüm ­
EKSTRASELÜLER SIVIYA de anlatılacaktır. Solunumsal asidozda pH'da bir
BİKARBONAT İYONU İLAVESİ düşüş, ekstraselüler sıvı hidrojen iyon konsantras­
yonunda bir artış ve asidozun başlangıç nedeni
Şimdiye kadar böbreklerin hidrojen iyonlarının olan P C 02’de bir artış olduğuna dikkat edilmelidir.
salgılanma ve bikarbonat iyonlarının geri emilim Düzenleyici yanıt, böbreklerden ekstraselüler sıvıya
BÖLÜM 30 • Asit-Baz Dengesinin Düzenlenmesi 359

böbrek tübüllerinden hidrojen iyonu salgı hızının


azalm asına neden olur. Hidrojen iyon salgısının
Başlıca Asit-Baz Bozukluklarının Özellikleri
azalışı da renal tübüler sıvı içindeki hidrojen iyon­
PH H+ PC02 h c o 3‘ larının miktarını azaltir. Bunun sonucunda filtre
Normal 7,4 40 ııEq/L 40m m IIg 24 mEq/L edilen H C 0 3"ın tümü ile reaksiyona girecek yeter­
Solunumsal asidoz 1 î îî î li hidrojen iyonu kalmaz. Bu nedenle hidrojen
Solunumsal alkaloz t i u 1 iyonları ile reaksiyona giremeyen H C 0 3' geri em il­
Metabolik asidoz i î i m ez ve idrar la atılır. Bu, plazma H C 0 3' konsanüas-
Metabolik alkaloz î i î fi
yonunun düşüşü ve alkalozun düzeltilmesi ile so ­
Başlangıçtaki olay çift okla (J1 veya U)gösterilmektedir. Solunu­ nuçlanır. Bu nedenle solunum sal alkalozd a
ma bağlı asit-baz bozuklukları PC02 düzeyindeki bir artış veya PC02’in azalışına karşı düzenleyici yanıt, artan re­
azalış ile başlarken metabolik bozukluklar H C O 3 " düzeyinde bir nal bikarbonat atılmasının neden olduğu plazm a
artış veya azalış ile başlar. bikarbonat konsantrasyonundaki düşüştür.
Metabolik alkalozda pH düzeyinde bir artış ve
hidrojen iyon konsantrasyonunda bir düşüş vardır.
yeni bikarbon at katılm ası sonucu plazm a HCO3- Ancak, m etabolik alkalozun nedeni ekstıaselüler sı­
dilzeyindeki artış şeklindedir. H C 03-’deki yükseliş, vı bikarbonat iyon konsantrasyonundaki artıştır. Bu
P C 0 2 artışını durdurarak plazma pH düzeyinin nor­ durum P C 0 2 düzeyini artıran ve ekstraselüler sıvı
male dönüşüne yardım eder. pH düzeyinin normale dönmesine yardımcı olan
Metabolik asidozda pH düzeyinde yine bir düşüş solunum hızındaki azalma ile kısmen düzeltilir. Bu­
na ilave olarak ekstraselüler sıvıdaki bikarbonat
ve ekstraselüler sıvı hidrojen iyon konsantrasyo­
konsantrasyonunun artışı filtre edilen bikarbonat
nunda bir artış vardır. Bununla beraber bu durum­
miktarında artışa yol açar ve bu da renal tübüler sı­
da başlıca anormallik plazma H C O 3 - düzeyinde bir
vıda salgılanan hidrojen iyonlarından daha fazla
düşüştür. Temel düzenlemeler, PC02 düzeyini azalt­
miktarda bikarbonat iyonu varlığına neden olur.
m ak amacıyla ventilasyon hızının artışım ve ekstra­ Tübüler sıvıdaki fazla bikarbonat iyonları reaksiyo­
selüler sıvıya yeni bikarbonat ekleyerek ekstraselüler na girecek hidrojen iyonları olmadığından geri emi-
HC03' düzeyindeki düşüşü minimal düzeyde tut­ lemez ve bu nedenle idrarla atılır. M etabolik alka­
maya yardımcı olan böbrek düzenlemesini içermek­ lozda temel düzenlemeler, PC02 düzeyini yükselt­
tedir. m ek üzere ventilasyon hızının azaltılması ve ekstra­
selüler sıvı bikarbonat iyon konsantrasyonunda
başlangıçta gözlenen yükselmeyi azaltm ak üzere re­
nal bikarbonat iyonu atımının artırılmasıdır.
ALKALOZUN RENAL DÜZELTİLMESİ-
HİDROJEN İYONLARININ TÜBÜLER
SEKRESYONUNUN AZALIŞI VE BİKAR­
ASİT-BAZ DENGESİ BOZUKLUKLARININ
BONAT İYONLARININ ATIMININ ARTIŞI
KLİNİK NEDENLERİ
Alkalozdaki düzenleyici m ekanizm a tem elde asi­
dozda görülenin tersidir. Alkalozda ekstraselüler
Azalan Ventilasyon ve Artan PC02
sıvıda HCO 3 /CO2 oranı artarak, H en d eıso n -
Nedeniyle Oluşan Solunumsal Asidoz
H asselb alch eşitliğind en an laşılab ileceğ i gibi,
pH ’da bir artışa (hidrojen iyon konsantrasyo­ Daha önce açıklandığı gibi, pulmoner ventilasyon hı­
nunda bir düşüş) neden olur. zını azaltan herhangi bir faktör ekstraselüler sıvıdaki
PC0 2 düzeyini de artırmaktadır. Bu durum H2 C 0 3 ve
hidrojen iyon konsantrasyonunda artış oluşturarak
A lkaloz Böbrek Tübüler Sıvısındaki asidoza neden olur. Asidoz, solunumdaki bir anormal­
H C 0 3‘ /H + Oranını Artırır lik nedeniyle oluştuğundan solunumsal asidoz denilir.
Solunumsal asidoz bazen solunum merkezini tahrip
Alkalozun m etabolik ya da solunum sal anom ali­ eden patolojik durumlardan veya akciğerlerin C 0 2’i
lerle gelişm esinden bağım sız olarak, tübüler sıvı­ atma gücünün azalmasından oluşur. Örneğin medulla
da bikarbonat iyonlarının hidrojen iyonlarına ora­ oblongatada bulunan solunum merkezinin tahribi so­
nında yine de bir ar tış vardır. Bunun net etkisi b i­ lunumsal asidoza yol açabilir. Keza solunum sistemin­
karbonat iyonlarının fazlalığıdır ve bu tübüUerden deki hava yollarının tıkanması, pnömoni veya pulmo­
geri em ilem ez, dolayısıyla idrarla atılır. Bu ned en ­ ner membran yüzey alanının azalmasının yanısıra,
le alkalozda bikarbonat renal atım la eksüaselüler kan ile alveoler hava arasında gaz alışverişini bozan
herhangi bir faktör de solunumsal asidoza neden olur.
sıvıdan uzaklaştırılır ve bu işlem ekstraselüler sıvı­
Solunumsal asidozda düzenleyici mekanizmalar (1)
ya hidrojen iyonu ekleniyormuş gibi aynı etkiyi
vücut sıvılarının tampon sistemleri ve (2 ) bozukluğu
yapar. Bu da hidrojen iyon konsantrasyonunun ve
düzeltmek için birkaç güne ihtiyacı olan böbreklerdir.
pH ’nın norm ale dönm esine yardımcı olur.
Tablo 30-2 solunum sa! ve m etabolik alkalozun
bütün özelliklerini göstermektedir. Solunumsal a l­ Solunumsal Alkaloz Ventilasyonun Artma­
kalozda ekstr aselüler sıvı pH değerinde bir artış ve sı ve PC02’mn Azalması Sonucu Oluşur
hidrojen iyon konsantrasyonunda bir düşüş vardır.
Alkalozun nedeni hiperventilasyon sonucu plazm a Solunumsal alkaloz akciğerlerin normalden fazla ven-
PC02 düzeyindeki azalmadır. P C 0 2 düşüşü som a tilasyonu nedeniyle olur. Bu durum nadiren fiziksel
360 ÜNİTE V • Böbrekler ve Vücut Sıvıları

patolojik şartlar nedeniyle görülür. Ancak çoğu kez Besinlerle A sit Alımı. Nadiren besinlerle çok miktar­
psikonöroz, bir şahsı alkaloza sokacak derecede aşırı larda asit alınır. Bununla beraber bazen bazı asidik ze­
hızlı solunuma neden olabilir. Keza bir şahıs yüksek ir- hirlerin alınması ile oluşan zehirlenme sonucunda da
tifaya çıktığında da fizyolojik bir alkaloz oluşur. Hava­ şiddetli metabolik asidoz görülebilir. Bunların bazıları
daki düşük oksijen içeriği solunumu stimüle ederek asetilsalisilik asit (aspirin) ve metil alkoldür (metaboli­
fazla C0 2 atılmasına ve hafif solunumsal alkaloza ne­ ze olduğunda foımik asit oluşturur).
den olur. Bir kez daha tekrarlayacak olursak, temel dü­
zenleme mekanizmaları vücut sıvılarındaki kimyasal Kronik Renal Yetersizlik. Böbrek fonksiyonları belir­
tamponlar ve böbreklerin bikarbonat atımını artırma gin şekilde yetersizleşirse vücut sıvılarında böbrekle­
yeteneğidir. rin atamadığı zayıf asitlerin anyonları birikir. Buna
ilave olarak glomeruler filtrasyoıı hızının azalması
Metabolik Asidoz Ekstraselüler Sıvı Bikarbonat fosfat ve NH4+ atımını da düşürür ve vücut sıvılarına
Konsantrasyonunun Azalması Sonucu Oluşur eklenen bikarbonat miktarı da azalır. Bu nedenlerle
kronik renal yetersizlik şiddetli metabolik asidoz ile
Metabolik asidoz terimi, vücut sıvılarında fazla C02 birlikte olabilir.
oluşumunun neden olduğu durum hariç, tüm diğer
tipteki asidoz durumlarını kapsamaktadır. Metabolik Metabolik Alkaloz Ekstraselüler
asidoz çeşitli genel nedenler sonucu oluşabilir: (1 ) Sıvı Bikarbonat Konsantrasyonunun
Normalde vücutta oluşan metabolik asitlerin böbrek­ Artması Sonucu Oluşur.
ler tarafından anlamaması, (2 ) vücutta fazla miktarda
metabolik asit oluşumu, (3) vücuttaki metabolik asitle­ Vücutta fazla bikarbonat birikimi veya fazla hidrojen iyo­
re sindirim veya iııfüzyon yoluyla asit ilavesi ve (4) vü­ nu kaybı oluşursa metabolik alkaloz ile sonuçlanır. Meta­
cut sıvılarına asit ilavesi edilmesi ile aynı etkiye sahip bolik alkaloz metabolik asidoz kadar sık görülmez. Meta­
olan, vücut sıvılarından baz kaybı. Metabolik asidoza bolik alkalozun bazı nedenleri de aşağıda verilmiştir.
neden olan bazı özel durumlar aşağıda verilmiştir.
Diüretikler (Karbonik Anhidraz İnhibitörleri Hariç)
Renal Tübüler Asidoz. Bu tip asidoz böbreklerde hid­ Verilmesi İle Oluşan Alkaloz. Tüm diüretikler tlibiil-
rojen iyon atımı veya bikarbonat geri emiliminde ya­ lerde sıvı akışını artırırlar, özellikle distal tübiil ve top­
hut her ikisinde de olan bir düzensizlik sonucu oluşur. layıcı kanallarda sıvı akışının hızlanmasına neden
Bu bozukluk genelde iki tiptedir: (1) idrarla bikarbonat olurlar. Bu da nefronun bu bölümlerinde sodyum
atılmasına neden olan renal tübüler bikarbonat geri iyonlarının geri emilimini artırır. Bu bölümlerde sod­
emiliminin yetmezliği, veya (2 ) normal asidik idıar çı­ yum geri emilimi hidrojen iyon salgılanması ile karşı­
karılmasını sağlayan renal tübüler hidrojen salgılama lıklı olduğundan, artan sodyum geri emilimi hidrojen
mekanizmasının yetersizliği nedeniyle alkali idrar çı­ iyon salgılanmasının ve bikarbonat geri emiliminin ar­
karılması. Bu durumda yetersiz miktarda titre edilebi­ tışına yol açar. Bu değişiklikler ekstraselüler sıvı bikar­
lir asit ve NH4+ atılır ve bu nedenle vücut sıvılarında bonat konsantrasyonunda artış ile alkaloz oluşumuna
net asit birikimi oluşur. Renal tübüler asidozun bazı neden olur.
nedenleri arasında kronik böbrek yetmezliği, aldoste-
ron sekresyonunda yetersizlik (Addison hastalığı) ve Fazla Aldosteron Metabolik Alkaloz Oluşturur. Adre­
Fanconi sendromu gibi tübüler fonksiyonları bozan nal bezler tarafından büyük miktarda aldosteron salgı­
çeşitli heıediterve ediıısel bozukluklar bulunmaktadır. landığında hafif bir metabolik alkaloz gelişir. Daha önce
anlatıldığı gibi aldosteron distal tübiil ve toplayıcı kanal­
Diyare. Şiddetli diyaıe metabolik asidozun olasılıkla larda sodyum geri emilimini artırır ve aynı zamanda da
en fazla görülen nedenidir. Bu asidozun sebebi feçes ile toplayıcı kanallardaki hücrelerden hidrojen iyon salgı­
büyük miktarlarda sodyum bikarbonat kaybıdır. Gast- lanmasını stimüle eder. Hidrojen iyon salgılanmasının
ıointestinal salgılar normalde çok miktarda bikarbo­ bu artışı hidrojen iyonlanmn atılmasını da arürır ve böy­
nat içerir ve diyare bu bikarbonat iyonlarının vücuttan lece metabolik alkaloza neden olur.
atılmasına neden olur ki bu da idrarla büyük miktar­
larda bikarbonat kaybı gibi aynı etkiye sahiptir. Meta­ Gastrik İçeriğin Kusulması Metabolik Alkaloz O luş­
bolik asidozun bu formu genelde çok ağırdır ve özellik­ turur. Gastrointestinal kanalın alt bölümlerinin içeriği
le küçük çocuklarda ölüme neden olabilir. olmaksızın sadece mide içeriğinin kusulması, mide
mukozası tarafından salgılanan HC1 kaybına neden
İntestinal İçeriğin Kusulması. Sadece gastıik içeriğin olur. Bunun net sonucu ekstraselüler sıvıdan asit kay­
kusma ile çıkarılması, mide salgısı çok asidik olduğun­ bı ve metabolik alkaloz oluşumudur. Bu tip alkaloz
dan, asit kaybına ve alkaloza doğrıı bir gidişe neden özellikle hipertrofık pilor sfinkteıi kasları ile oluşan pi-
olur. Ancak gastıointestinal kanalın daha alt kısımla­ lor obstrüksiyoııuna sahip yeni doğanlarda meydana
rından bazen oluşabilen büyük miktarlardaki kusma­ gelir.
lar da bikarbonat kaybına yol açar ve diyarede olduğu
gibi asidoza neden olur. Alkali İlaçların Alım ıyla Oluşan M etabolik Alkaloz.
Metabolik alkolozun en yaygın nedenlerinden biri
Diabetes Mellitus. Pankreastan salgılanan iıısülin sal­ gastrit veya peptik ülser tedavisi nedeniyle sodyum bi­
gısının eksikliği ile oluşan diabetes mellitus, glikozun karbonat gibi alkali ilaçların tüketilmesidir.
metabolizma için normal kullanımını engeller. Bunun
yerine bazı yağlar asetoasetik aside parçalanır ve do­
kularda glikoz yerine enerji kaynağı olarak kullanılır. A S İD O Z V E Y A A LK A LO Z T E D A V İS İ
Şiddetli diabetes mellitusta kan asetoasetik asit düzey­
leri çok yükselerek metabolik asidoza neden olabilir. Asidoz veya alkaloz için en iyi tedavi anormalliğe neden
Bu asidozu önlemek için idrarla bazen 500 mmol/gün olan durumu düzeltmektir. Bu işlem, özellikle akciğer
kadar yüksek miktarlarda asit atılır. fonksiyonlarının bozukluğu veya böbrek yetersizliğine
BÖLÜM 30 • Asit-Baz Dengesinin Düzenlenmesi 361

neden olan kronik hallerde çoğunlukla zor olabilir. Böy­ bozukluk asidoz ise ve plazma PC0 2 düzeyi artmışsa
le durumlarda ekstraselüler sıvıdaki fazla asit veya bazı asidoz solunuma bağlı olmalıdır. Renal düzenlemeden
nötralize etmek için çeşitli maddeler kullanılabilir. sonra solunumsal asidozda plazma bikarbonat kon­
Fazla asidi nötralize etmek için ağızdan büyük mik­ santrasyonu normalin üzerine çıkabilir. Bu nedenle,
tarlarda sodyum bikarbonat verilebilir. Sodyum bikar­ basit bir solunumsal asidozda kısmi renal düzenleme­
bonat gastrointestinal kanaldan kana emilir ve bikar­ den sonra beklenen değerler, düşük plazma pH düzeyi,
bonat tampon sisteminin bikarbonat bölümünü artı­ artmış PC0 2 ve artmış plazma bikarbonat konsantras­
rarak pH düzeyini normale doğru yükseltir. Sodyum yonu olacaktır.
bikarbonat intravenöz olarak da verilebilir, ancak böy­ Metabolik asidoz için de plazma pH düzeyinde bir
le bir tedavinin fizyolojik olarak potansiyel tehlikeleri azalma olacaktır. Bununla beraber, metabolik asidoz­
nedeniyle bunun yerine sodyum laktatve sodyum glu- da başlıca anomali plazma bikarbonat konsantrasyo­
konat gibi diğer maddeler daha fazla kullanılır. Bu mo­ nundaki bir düşüştür. Bu nedenle, düşük bikarbonat
leküllerin laktat ve glukoııat bölümleri vücutta meta­ konsantrasyonu düşük bir pH ile birlikte ise, asidoza
bolize olarak sodyumu ekstraselüler sıvılar içinde sod­ sebep metabolik bir etken olmalıdır. Basit metabolik
yum bikarbonat formunda bırakırlar ve böylece sıvı­ asidozda, solunumsal asidozdaki PC0 2 artışının aksine
lardaki pH düzeyini normale döndürürler. olarak, kısmi solunumsal düzenlemeden sonra düşük
Alkaloz tedavisi için ağızdan amonyum A'/orür veri­ pH, düşük plazma bikarbonat konsantrasyonu ve PC0 2
lebilir. Amonyum kloıür kana absoıbe edildikten son­ düzeyinde azalma beklenecektir.
ra amonyak bölümü karaciğerde üreye çevrilir. Bu re­ Alkaloz tiplerini sınıflandırma işlemleri aynı temel
aksiyon HCl oluşturur ve serbest kalan HCl hemen vü­ aşamaları kapsamaktadır. Birincisi alkalozda plazma
cut sıvılarındaki tamponlar ile reaksiyona girer ve hid­ pH düzeyinde bir artış olmasıdır. Eğer pH düzeyindeki
rojen iyon konsantrasyonunu asidik yöne çeker. artış PC0 2 azalışı ile ilişkili ise, alkalozda solunuma
Amonyum klorür bazen intravenöz olarak da verilir, bağlı bir neden olmalıdır. Buna karşılık, pH düzeyin­
ancak amonyum iyonu aynı zamanda çok toksiktir ve deki artış artan H C O 3 ' ile ilişkili ise, alkalozda metabo­
bu işlem tehlikeli olabilir. Ender olarak kullanılan diğer lik bir neden olmalıdır. Bıı nedenle, basit solunumsal
bir madde de lizin monohidrokloriirdür. alkalozda normale göre şu plazma değerleri beklenebi­
lir: artmış pH, azalmış PCÖ2 ve düşük plazm a HCO3
konsantrasyonu. Basit metabolik alkalozda ise yüksek
pH, artmış plazma HCO3 konsantrasyonu ve artmış
ASİT-BAZ BOZUKLUKLARININ ANALİZİ VE PC0 2 beklenecektir.
KLİNİK ÖLÇÜMLER
Karışık Asit-Baz Bozuklukları ve Tanı için
Asit-baz bozukluklarının uygun tedavisi iyi bir teşhis Asit-Baz Nomogramının Kullanımı
gerektirir. Yukarıda açıklanan basit bir asit-baz bozuk­
luğu için aı teıiyel kan örneğinde üç kriterin analizin­ Bazı durumlarda asit-baz bozuklukları uygun düzenle­
den teşhis yapılabilir: pH, plazma bikarbonat konsant­ yici yanıtlarla birlikte olmaz. Böyle olduğunda bozuk­
rasyonu ve PC02. luğa karışık asit-baz bozukluğu denilmektedir. Bunun
Şekil 30-10’da görüldüğü gibi basit asit-baz bozukluk­ anlamı asit-baz bozukluğu için iki veya daha fazla ne­
larının teşhisi çeşitli aşamaları içermektedir. Bozuklu­ denin olmasıdır. Örneğin düşük pH'lı bir hasta asido-
ğun asidoz veya alkaloz olduğu pH düzeyinin incelen­ tik olarak sınıflandırılır. Eğer bozukluk metabolik ne­
mesi ile belirlenebilir. 7,4’ten düşük bir pH düzeyi asi- denle olmuşsa, buna düşük plazma bikarbonat kon­
dozu gösterirken, 7,4’ten fazla pH ise alkalozu belirtir. santrasyonu ve uygun solunum düzenlemesinden
İkinci adım plazma PC0 2 düzeyini ve bikarbonat sonra ise düşük PC0 2 eşlik edecektir. Ancak, eğer dü­
konsantrasyonunu incelemektir. PC0 2 için normal de­ şük plazma pH ve düşük bikarbonat konsantrasyonu
ğer 40 mmHg ve bikarbonat için 24 mEq/litredir. Eğer artmış PC0 2 ile birlikte ise, asidoza yol açan metabolik

Arteriyel kan örneği

<7.4 pH? >7.4

Asidoz Alkaloz
HCO3 HCO3
PCO2
<40 mm Hg

Metabolik Solunumsal Metabolik Solunumsal

Ş E K İL 3 0 - 1 0
Solunumsal Renal Solunumsal Renal
Basit asit-baz bozukluklarının analizi. Eğer düzen­ Düzenleme Düzenleme Düzenleme Düzenleme
leyici yanıtlar şeklin altında görülenlerden belirgin
Pco2 h c o 2- Pco2 h c o 2-
olarak farklı iseler karışık bir asit-baz bozukluğu
beklenebilir. <40 mm Hg >24 mEq/Lt >40 mm Hg <24 mEq/Lt
362 ÜNİTE V • Böbrekler ve Vücut Sıvıları

bir nedenin yanısııa solunuma bağlı bir nedenin de ol­ değerleri içerdiğini düşünelim: pH 7,30, plazma bikar­
duğu beklenebilecektir. Bu nedenle bozukluk, karışık bonat konsantrasyonu 12,0 mEq/litre ve plazma PCO2
bir asidoz olarak sınıflandırılacaktır. Örneğin diyaıe 25 ııımHg. Bu değerler ile nomograma bakıldığında
nedeni ile gastrointestinal kanaldan akut bikarbonat basit bir metabolik asidoz olduğu, uygun solunumsal
kaybı olan bir hastada oluşan metabolik asidoza ilave­ kompansasyonunun PC0 2 değerini normal değer olan
ten amfizem olabilir ve beraberinde solunumsal asi­ 40 mmHg’dan 25 mmHg'ya düşürdüğü görülebilir.
doz oluşumu görülebilir. İkinci bir örnek şu değerlere sahip bir hasta olsun:
Asit-baz bozukluklarını teşhis için uygun bir yol şe­ pH 7,15, plazma bikarbonat konsantrasyonu 7
kil 30-11'de görüldüğü gibi bir asit-baz nomogramının mEq/litre ve plazma PCÖ2 düzeyi 50 mnıHg. Bu örnek­
kullanımıdır. Bu şekil bir kişideki asidoz veya alkaloz te hasta asidotiktir ve plazma bikarbonat konsantras­
tipini ve şiddetini belirlemede kullanılır. Bu asit-baz yonu normal değer olan 24 mEq/litreden düşük oldu­
diyagramında Henderson-Hasselbalch eşitliğine göre ğundan metabolik bir nedenin olabileceği görülür. An­
pH, bikarbonat konsantrasyonu ve PC0 2 değerleri bir­ cak normalde PC0 2 değerini düşürecek solunum kom-
birini kesmektedir. Merkezdeki açık daire normal de­ pansasyonu yoktur ve PC0 2 normal değer olan 40
ğerleri ve normal sınırlar içinde kabul edilebilecek mmHg’nın hafifçe üzerine çıkmıştır. Bu durum, meta­
sapmaları göstermektedir. Şekildeki gölgeli alanlar ba­ bolik asidoz ile birlikte asidozun bir solunumsal nede­
sit metabolik ve solunumsal bozukluklara karşı olan ninin de olduğu karışık asit-baz bozukluklarında mev­
normal düzenleyici yanıtların %95’lik güvenlik sınırla­ cuttur.
rını göstermektedir. Asit-baz nomogramı, anormal pH, PC0 2 ve plazma
Bu şekil kullanıldığında tam bir düzenleyici yanıtın bikarbonat konsantrasyonu oluşturan bozuklukların
(kompansasyon) oluşumu için yeterli sürenin geçtiği tipini ve şiddetini belirlemede hızlı bir yöntem olarak
varsayılmalıdır. Bu süreler, primer metabolik bozuk­ kullanılmaktadır. Klinik ortamda, hastanın anlattıkları
luklarda solunumsal kompansasyon için 6 - 1 2 saat ve ve diğer fiziksel bulgular da asit-baz bozukluklarının
başlıca solunuma bağlı bozukluklarda metabolik kom­ nedenleri ve tedavisiyle ilgili önemli ipuçlarını sağla­
pansasyon için 3-5 gündür. Eğer söz konusu değer ko­ maktadır.
yu bölgelerde ise, basit bir asit-baz bozukluğu olabile­
ceğini gösterir. Diğer taraftan pH, bikarbonat veya Asit-Baz Bozukluklarının Tanısında
PCO2 değerleri koyu bölgelerin dışında yer almışsa bu Anyon Farkının Kullanılması
durum karışık bir asit-baz bozukluğu olabileceğini be­
lirtir. Elektriksel ııötraliteyi sağlamak için plazmadaki anyon
Gölgeli bölgelerde bir asit-baz değerinin bulunması, ve katyon konsantrasyonlarının eşit olması gereklidir.
o bozukluğun daima basit bir asit-baz bozukluğu ol­ Dolayısıyla, plazmada gerçek bir "anyon farkı” yoktur.
duğu anlamına gelmediği bilinmelidir. Bu durum akıl­ Ancak, klinik laboratuvarlarda sadece bazı belirli kat­
da tutularak asit-baz nomogramı bir asit-baz bozuklu­ yon ve anyonlar rutin olarak ölçülmektedir. Normalde
ğunun spesifik tipi ve ağırlığını belirlemede hızlı bir ölçülen katyon Na+ve anyonlar da CE ve HC0 3 'dır. An­
yöntem olarak kullanılabilir. yon farjcı (ki bu tanısal bir kavramdır) ölçülmeyen an­
Örneğin bir hastadan alınan arteriyel plazmanın şu yonlar ile ölçülmeyen katyonlar arasındaki farktır ve
yaklaşık olarak hesaplandığında:

60 Plazma anyon farkı = [Na+] - IH C O 3 -] - [CI-]


56
= 1 4 4 - 2 4 - 1 0 8 = 10 mEq/L
2 52
Eğer ölçülmeyen anyonlar yükselirse veya ölçülme­
48
cr M etabolik
yen katyonlar düşerse anyon farkı artacaktır. Ölçülme­
UJ 44 i Kronik \
yen en önemli katyonlar arasında kalsiyum, magnez­
alkaloz /
E, 40 solunumsal
\ asidoz 1 yum ve potasyum, ve başta gelen ölçülmeyen anyonlar
'cO 36 arasında da albümin, fosfat, sülfat ve diğer organik an­
O Akut
O 32 solunumsal. yonlar sayılabilir. Genellikle ölçülmeyen anyonlar öl­
X
1—' 28 asidpz "t çülmeyen katyonlardan fazla olduğu için, anyon farkı
CO
E 24 .Normal 8 ile 16 mEq/L arasındadır.
N
ro 20 Akut I Plazma anyon farkı temel olarak metabolik asidozun
CL solunui farklı nedenlerinin tanısında kullanılır. Metabolik asi-
© 16
>, dozda, plazmada HCO3- düşüktür. Eğer plazma sod­
İD 12 ¿Kronik j yum konsantrasyonu değişmediyse, anyonların kon-
< 8 IsolunumsaT
4 ’alkaloz

0
7.20 7.30 7.40 7.50 7.60 7.70 7.80
TABLO 30 • 3
Arteryel kan pH değeri
Normal veya Artmış Plazma Anyon Farkıyla Birlikte
Ş E K İL 30 - 11 Olan Metabolik Asidoz
Arteryel kan p l l ’sı arteryel plazma H C03- ve PC02 değerlerim Artmış Anyon Farkı Normal Anyon Farkı
gösteren asit-baz nomogramı. Ortadaki açık bölüm normal şa­ (Normokloremi) (Hiperkloremi) .
hıslardaki asit-baz durumu için uygun sınırları göstermektedir. Diabetes mellitus (ketoasidoz) Diyare
Nomogramdaki gölgeli bölgeler ise basit metabolik ve solunu­ Laktik asidoz Renal tübüler asidoz
ma bağlı bozukluklardaki normal koıııpanzasyon için uygun sı­ Kronik böbrek yetmezliği
nırlar ıgöstermektedir. Gölgeli bölgeler dışında kalan değerler Aspirin (asetilsalisilik asit) zehirlenmesi
için karışık asit-baz bozukluğu durumundan ştiphelenilmelidir. Metil alkol zehirlenmesi
(Cogan MC, Rector FC, Jr. Acide-Base Disorders in tlıe Kidney 3 Etilen glikol zehirlenmesi
rd ed. W.B. Sounders Co., 1986’dan uyarlanmıştır.)
BÖLÜM 30 • Asit-Baz Dengesinin Düzenlenmesi 363

santıasyonu (ya Cl' ya da ölçülmeyen bir anyon) elekt- dır. Metabolik asidoz uçucu olmayan asitlerde artış (HCl
ronötraliteyi korumak için artmak zorundadır. Eğer hariç)ile oluşmuşsa, örneğin laktik asit veya ketoasitler
plazma Cl ’u plazma HC03‘’mdaki düşmeyle orantılı gibi, plazma anyon farkı artacaktır çünkü HCCV'daki
olarak artarsa, anyon farkı normal kalacaktır, ve buna düşüş Cl ’daki eşit bir aıtış ile eşleşmemiştir. Normal ya
sıklıkla hiperkloremik metabolik asidoz denmektedir. da artmış anyon farkı ile birlikte olan bazı metabolik asi­
Eğer plazma HCCV'mdaki azalmaya artmış Cl' eşlik doz örnekleri Tablo 30-3'de gösterilmiştir. Anyon faikını
etmezse, ölçülmeyen anyonların düzeyleri artmalıdır ve hesaplayarak metabolik asidozun olası sebeplerinin ba­
sonuçta da hesaplanan anyon farkında bir artış olmalı­ zılarına sınırlama getirmemiz mümkün olabilir.

REFERANSLAR
Alpcrn, R. J., and Rector, F. C., Jr.: Renal Philadelphia: YVB Saunders Co, 1996. ebisch G (eds): The Kidney: Physi­
acidification: Cellular mechanisms of Galla, J. H., et al.: Adaptations to chloride ology and Pathophysiology. 2nd ed.
tubular transport and regulation. In depletion alkalosis. Am. J. Physiol., New York: Raven Press. 1992.
Windhager, E. E. (ed.): Handbook of 261:11771, 1991. Rose, B. D.: Clinical physiology' of acid,
Physiology', Section 8. Renal Physi­ Gennari FJ, Maddox DA: Renal regulati­ base and electrolyte disorders.
ology. New York, Oxford University on of acid-base homeostasis: integra­ McGraw-IIill, Inc., New York, 1994.
Press, 1992. ted response. In: Seldin DYV, Giebisch Schuster, V. L.: Function and regulation
Alpern RJ, Rector PC Jr: Renal acidificati­ G (eds): The Kidney: Physiology' and of collecting duct intercalated cells.
on m echanism s. In: Brenner BM, Pathophysiology. 2nd ed. New York: Annu. Rev. Physiol., 55:267, 1993.
Rector PC (eds): The Kidney. 5th ed. Raven Press, 1992. Schwartz, J. H.: Renal acid-base transport:
Philadelphia: WB Saunders Co, 1996. Good DYV: Ammonium transport by the The regulatory role of the inner m e­
Boron WF: Control of intracellular pH. thick ascending limb of Henle’s loop. dullary collecting duct. Kidney Int.,
In: Seldin DYV, Giebisch G (eds): The Ann Rev Physiol 56:623, 1994. 47:333, 1995.
Kidney: Physiology and Pathophysi­ Halperin, M. L., and Goldstein, M. B.: Y'ander, A. T.: Renal Physiology, 4th Ed.
ology. 2nd ed. New York: Raven Press, Fluid, Electrolyte and Acid-Base New York, McGraw-Hill, 1991.
1992. Physiology', 2nd Ed. Philadelphia, YV. YVeinman, E. J., and Shenolikan S.: Regu­
DuBose TD Jr, Cogan MG, Rector PC Jr: B. Saunders Co., 1994. lation of the renal brush border
Acid-base disorders. In: Brenner BM, Madias NE, Cohen JJ: Respiratory alkalo­ membrane Na+-H+ exchanger. Annu.
Rector PC (eds): The Kidney 5th ed. sis and acidosis. In: Seldin DYV, Gi­ Rev. Physiol., 55:289, 1993.
tan oluşmuştur. Bu bölgedeki kasa internalsfînkterdenir.
MİKSİYON Bunun doğal tonusu kesenin boynuna ve posteriyor
üretı aya normalde idrarın geçişini engeller ve bu neden­
le kesenin gövdesinde basınç kritik bir eşik değerin üze­
Miksiyon (idrar çıkarma, işeme) idrar kesesi (mesane) rine çıkıncaya kadar da kesenin boşalmasını engeller.
dolduğunda onun boşaltılması işlemidir. Bu işlem iki Posteriyor üretradan sonra iiretra ürogenital diyaf­
ana adımı içermektedir: ( 1 ) idrar kesesi, duvarındaki ge­ ramdan geçer. Burada kesenin eksternal sfinkteri deni­
rim eşik düzeyin üzerine çıkıncaya kadar, yavaş yavaş len bir kas tabakası bulunmaktadır. Sadece düz kas
dolar, bu daha sonra ikinci adımı başlatır, (2 ) idrar kese­ içeren kesenin gövdesi ve boynun aksine bu kas istem­
sini boşaltan miksiyon refleksi denilen sinirsel bir refleks li çizgili kastan oluşmaktadır. Eksternal sfinkter kası si­
oluşur veya eğer bu gerçekleşmezse, en azından bilinçli nir sisteminin istemli kontrolü altındadır ve istemsiz
idrar çıkarma arzusu dogmasına neden olur. Miksiyon kontroller keseyi boşaltma teşebbüsünde olduğunda
refleksi otonom medulla spiııalis refleksi olmasına rağ­ bile istemli olarak idrar çıkarılmasını engelleyebilir.
men, serebral koıteks veya beyin sapındaki merkezler
tarafından inhibe edilebilir veya kolaylaştırılabilir.
İdrar Kesesinin İnervasyonu
İdrar kesesinin başlıca inervasyonu pelvik sinirlerle
İDRAR KESESİNİN FİZYOLOJİK olur. Bu sinirler, sakral pleksus vasıtasıyla medulla spi-
ANATOMİSİ VE SİNİRSEL BAĞLANTILARI nalise S-2 ve S-3 sakral segmeııtleriyle bağlanır. Pelvik
sinirler içinde dıtysal ve motor lifler bulunmaktadır.
İdrar kesesi (mesane) Şekil 31-1’de görüldüğü gibi iki Duysal lifler kese duvarının gerginliğinin derecesini al­
ana parçadan oluşan bir düz kas haznesinden oluş­ gılarlar. Posteriyor üretradan gelen gerginlik sinyalleri
maktadır: ( 1 ) idrarın toplandığı temel bölüm olan göv­ özellikle güçlüdiir ve kesenin boşaltılmasını sağlayan
de ve (2 ) gövdenin huni şeklindeki uzantısı olan boyun reflekslerin başlatılmasından sorumludur.
ürogenital üçgenden öne ve aşağıya uzanarak üretıaya Pelvik sinirlerdeki motor sinirler parasem patik lifler­
bağlanmaktadır. İdrar kesesinin boynunun alt kısmına dir. Bunlar kese duvarında bulunan gangliyonlaıda
iiretra ile bağlantısı nedeniyle posteriyor i'ıretra da de­ sonlaııırlar. Kısa postganliyoner sinirler daha sonra
nilmektedir. detrusor kası ineı ve ederler.
İdrar kesesinin düz kasına detrıısor kası denilmekte­ Pelvik sinirlere ilave olarak kesenin fonksiyonu için
dir. Bu kasın lifleri tüm yönlere doğru uzanır ve kasıldı­ önemli diğer iki tip inversayoıı daha vardır. En önemlisi
ğında kese içinde basıncı 40-60 mmHg’ya yükseltebilir. pııdendal sinir vasıtasıyla kesenin eksternal sfinkteriııe
Bu nedenle, detıusor kasın kontraksiyonu idrar kesesi­ gelen iskelet motor lifleridir. Bunlar somatik sinir lifleri­
nin boşaltılmasının temel adımıdır. Detrusor kasının dir ve sfinkterin iskelet kaslarını inerve ve kontrol eder­
düz kas hücreleri biıbirleriyle bağlantılıdır ve böylece ler. Kese, ayrıca, omuriğin L-2 segmentine bağlanan lıi-
bir kas hücresinden diğerine düşük -dirençli elektriksel pogastrik s/m'/'vasıtasıyla sempatik zincirden de sempa­
geçişler oluşur. Bu nedenle, bir aksiyon potansiyeli bir tik inervasyon almaktadır. Bu sempatik lifler olasılıkla
hücreden diğerine geçerek tüm detrusor kasına yayılır kan damarlarını stimüle etmektedirler ve kesenin kont­
ve tüm kesenin aynı zamanda kasılmasını sağlar. raksiyonu ile çok az ilgileri vardır. Bazı duysal lifler sem­
İdrar kesesinin arka duvarında boynun hemen üstün­ patik sinirlerin içinde seyrederler ve dolgunluk ve bazı
de trigon denilen küçük, üçgen şeklinde bir bölge bulu­ durumlarda ağrı algılama yönünden önemli olabilirler.
nur. Trigonun en alt ucu, kesenin boynundan posteri­
yor üretıaya açılır ve iki iireter ise keseye trigonun üst
iki köşesinden girer. Trigon, kese iç yüzeyini kaplayan
mukozanın düz olması ile belirlenir, aksine, geri kalan İDRARIN ÜRETERLER İLE BÖBREKTEN
kese mukazası rugaları oluşturan kıvrımlar yapar. Her
iki üı eter detrusor kasa oblik olarak girer ve keseye açıl­ İDRAR KESESİNE AKTARILMASI
madan önce mukozanın altında 1 - 2 cm kadar ilerlerler.
Kesenin boynu (posteriyor iiretra) 2-3 cm uzunluktadır İdrar kesesinden çıkarılan idrar, genelde toplayıcı
ve duvar çok miktarda elastik doku içeren detrusor kas­ kanalları terkeden sıvı ile aynı yapıdadır; ıen al ka-

364
BÖLÜM 31 • Miksiyon, Diüretikler ve Böbrek Hastalıkları 365

Üreter

Gövde

Trigon
Kese boynu
(Posteriyor üretra)
Ş E K İL 31 - 1 Eksternal sfinkter
îdrar kesesi (mesane) ve
inervasyonu.

liksler ve üreterler ile idrar kesesine geçerken idra­ Ü reterlerd e Ağrı Duyusu ve Ü reterorenal Ref­
rın yapısında belirgin bir değişiklik olmaz. leks. Üreterler ağrı sinir lifleri bakım ından zen ­
Toplayıcı kanallardan renal kaliksler içine doğru gindir. Bir üreter tıkandığında (örneğin bir üretra
akan idrar renal kaliksleri gerginleştirir ve bu nla­ taşı tarafından) şiddetli ağrı ile birlikte yoğun ref­
rın mevcut pacem aker aktivileı ini artırır, bu işlem leks konstıiksiyon görülür. Ayrıca, ağrı uyarımları
de renal pelvisten yayılarak üreter boyunca aşağı­ sem patik refleks ile böbreği de etkileyerek renal
ya doğru inen peıistaltik kontraksiyonlaıı başlatır; arteıiyollerin daralm asına neden olarak böbrek­
böylece idrarı renal pelvisten idrar kesesine doğru lerden idrar çıkışını da azaltır. Bu etkiye üreterore­
harekete geçirir. Ü reterlerin duvarları düz kas içe­ nal refleks denir ve tıkanmış bir iireteri olan b ö b ­
rirler ve hem sem patik hem de parasem patik si­ reğin pelvisi içine fazla sıvı akım ının engellen m e­
nirlerin yanısıra üreterlerin tüm uzunluğu boyun­ si yönünden önemlidir.
ca uzanan intıam ural bir sinir pleksusu ve sinir lif­
leri ile ineı ve olurlar. Diğer viseıal düz kaslarda ol­
duğu gibi üreteıdeki p eıistaltik kontraksiyonlar
İD R A R K E S E S İN İN D O L M A S I V E K ES E
p a rasem p atik u yarım lar ile artırılır ve sem patik
D U V A R I T O N U S U ; S İS T O M E T R O G R A M
uyarım la iııh ibe edilir.
Üreterler Şekil 3 1 -1 ’de görüldüğü gibi idrar ke­ İdrar kesesi idrar ile doldukça kese içi basıncındaki
sesine trigon bölgesinden detrıısor kasından geçe­ yaklaşık değişiklikler Şekil 31-2'de gösterilmektedir.
rek girerler. Normalde üreterler kese duvarı içinde
birkaç santim etre ilerlerler. Detrıısor kasının n or­
mal tonusu kese duvarında iiıeterleri sıkıştırır ve
böylece miksiyon sırasında kese içinde basınç art­
tığında veya keseye basınç uygulandığında idrarın Miksiyon
geriye akışım engeller. Üreter boyunca oluşan her kasılmaları
peıistaltik dalga üreter içinde basıncı artırarak ke­
se duvarındaki geçişi de açar ve idrarın kese içine
akışına im kan tanır.
Bazı insanlarda kese duvarında üreteıin ilerledi­
ği m esafe norm alden azdır ve miksiyonda kesenin
kontıaksiyonu sırasında üreterler her zaman tam
olarak kapanamazlar. Bunun sonucu olarak bir
m iktar idrar geriye üreterler içine ittirilir ve bu du­ 100 200 300
rum a vezikoiireteral reflii denir. Bu tip reflii (geri­
Hacim (mililitre)
ye kaçış) olayı üreterlerin genişlem esine yol açar
ve eğer şiddetli ise renal kaliksler ve renal medulla Ş E K İL 31 -2
yapısında basıncı artırarak bu bölgelerde hasara Miksiyon (idrar çıkarına, işeme) refleksi ile oluşan akut basınç dal­
yol açabilir. galarını da gösteren (kesik çizgili çıkıntılar) normal sistomelrogram
366 ÜNİTE V • Böbrekler ve Vücut Sıvıları

Kesede idrar olmadığı zaman kese içi basıncı neredey­ olan istem li kasıcı sinyallerden daha kuvetli ise
se sıfırdır; fakat 30-50 mİ idrar toplandığında basınç 5- miksiyon olur. Eğer değilse kese daha fazla dolun­
10 santimetre suya yükselir. Ek olarak 200-300 mİ ka­ caya ve miksiyon refleksi daha güçlü hale gelin ce­
dar idrar girişi, basınçta sadece ufak bir ilave yüksel­ ye kadar işem e olmaz.
meye yol açar; basınçtaki bu sabit düzey kese duvarı­
nın kendisinin intrensek tonusu nedeniyle olur. Kese­
de 300-400 ml'nin üzerinde idrar toplanması basıncın Beyin Tarafından Miksiyonun
hızlı bir şekilde artışına neden olur. Kolaylaştırılması veya İnhibisyonu
Kesenin doluşu sırasında tonik basınç değişiklikleri
üzerinde gözlenenler basınçtaki periyodik akut artışlar­
dır ve birkaç saniyeden bir dakikadan fazia bir süreye Miksiyon refleksi tam am en otonom spinal bir ref­
kadar sürerler. Basınç yükseltileri, sadece birkaç santim lekstir, fakat beyindeki merkezler tarafından inhibe
su kadar veya 1 0 0 santimetre su basıncından daha fazla edilebilir veya kolaylaştırılabilir. Bu merkezler şu n ­
olabilir. Sistometrogramdaki bu basınç dalgalarına mik- lardır: (1) Beyin sapın da genelde ponsta yer alan
siyon dalgalan denilir ve miksiyon refleksi ile oluşur. güçlü kolaylaştırıcı ve inhibe edici m erkezler ve (2 )
serebral koı tekste yer alan çeşitli merkezler, bunlar
genelde inhibe edicidir fakat uyarıcı da olabilirler.
Miksiyon refleksi miksiyonun tem el sorum lusu­
MİKSİYO N REFLEKSİ dur, ancak yüksek m erkezler aşağıda gösterildiği
gibi norm alde son kontrolü sağlarlar:
Tekrar Şekil 3 1 -2’ye bakıldığında görülebileceği gi­
bi, kese doldukça kesik çizgilerle gösterildiği 1. Yüksek merkezler, miksiyonun istenm esi ko­
şekilde birçok m iksiyon kontraksiyonıı görülmeye şulu haricinde, miksiyon refleksini kısm en inhibe
başlanır. Bunlar kese duvarındaki duysal gerim re­ durumda tutar.
septörlerinin ve özellikle daha yüksek kese içi b a­ 2. Yüksek m erkezler miksiyon refleksi oluşsa b i­
sınçlarında, idrar dolmaya başladığı zaman poste- le, uygun bir zam ana kadar eksternal kese sfinkte-
ıiyor iiretra bölgesinde reseptörlerin başlattığı ge­ rinin sürekli tonik kontraksiyonıı ile miksiyonu
rim refleksi sonucudur. Kese gerim reseptörlerin­ geciktirebilirler.
den başlayan duysal sinyaller pelvik sinirler vasıta­ 3. İşem e zam anı geldiğinde koıtikal merkezler,
sıyla spinal koıd sakral segm entine iletilir ve sonra sakral miksiyon merkezlerine kolaylaştırıcı etki
refleks olarak aynı sinirler içindeki parasem patik yaparak miksiyon refleksinin başlam asına yardım
sinir lifleriyle tekrar geriye keseye iletilirler. ederler ve aynı zam anda eksternal üriner sfinkteıi
Kese kısm en dolduğunda miksiyon kontıaksi- inhibe ederek işem enin gerçekleşm esini sağlarlar.
yonlaı ı genelde bir dakikadan daha az bir zaman istem li işem e genelde şu şekilde başlatılır: Ö nce
içinde kendiliğinden gevşer, detıusor kası koııt- şahıs istemli olarak abdom inal kaslarının kasıl­
raksiyonu durdurur ve basınç tekrar bazal düzeye masını sağlar ve bu işlem kesedeki basıncı artıra­
düşer. Kese dolmaya devam ettikçe miksiyon ref­ rak idrarın basınçla kese boynuna ve posteriyor
leksleri daha sıklaşarak detı usor kasının daha faz­ üretıaya girm esini sağlar ve böylece duvarlarını
la kontıaksiyon yapm asına neden olur. da gerginleştirir. Bunun sonucu gerim reseptörle­
Miksiyon refleksi bir kez başladığında “kendi- ri uyarılır ve bunlar miksiyon refleksini uyarırken
kendini uyarıcı"dır. Kesenin başlangıçtaki kont- eksternal üretral sfinkteri de inhibe ederler. Nor­
ıaksiyonu gerim reseptörlerini aktive ederek kese­ malde bütün idrar boşaltılır, nadiren kesede 5-10
ye ve posteriyor üretıaya duysal uyarımları artırır mİ kadar idrar kalabilir.
ve bu da kesede refleks kontraksiyonları sürdürür;
böylece bu işlem kese güçlü bir kontıaksiyon dü­
zeyine eıişinceye kadar tekrar eder. Birkaç saniye
ile bir dakikadan biraz fazla bir süre sonra kendi- MİKSİYON ANOMALİLERİ
kendini uyarıcı refleks zayıflamaya başlar ve m ik­
siyon refleksinin tekrarlam a döngüsü sona ererek Duysal Sinir Liflerinin Tahribiyle Oluşan Atonik Kese.
kesenin gevşem esine yol açar. Eğer keseden medulla spinalise giden duysal lifler tahrip
M iksiyon refleksi şu işlem lerin tanı bir döngüsü­ olmuş ve bu yüzden keseden gerim sinyalleri iletimi en­
gellenmiş ise miksiyon refleks kontraksiyonları oluşmaz.
nü içerm ektedir: (1 ) basıncın dereceli ve hızlı artı­ Böyle olduğu zaman, medulla spinalisten keseye gelen
şı, (2) basıncın sabit tutulduğu bir dönem , ve (3) eferent lifler ve beyin ile nöı ojenik bağlantılar sağlam ol­
basıncın kese ba z a l tonusuna dönüşü. Bir kez m ik­ duğu halde hasta kesesinin kontrolünü yapamaz. Peri­
siyon refleksi oluşup da kesenin tam am ı boşalm a­ yodik olarak boşalmak yerine kese kapasitesi kadar dolar
mış ise, bu refleksin sinirsel uyarımları diğer bir ve zaman zaman üıetradan birkaç damla idrar akar. Bu
miksiyon refleksi oluşuncaya kadar birkaç dakika­ dununa taşnıa enkontiııansı denir.
dan bir saate kadar veya daha fazla süre için inhi- Atonik kese oluşumunda en yaygın neden medulla
be edilmiş durumda kalır. Kese daha fazla dolduk­ spinalisin sakral bölgesine olan ezici yaralanmadır. Ba­
zı hastalıklar da medulla spinalise giren doısal kök si­
ça refleksler daha sık ve daha güçlü oluşur.
nir liflerinde tahribata neden olabilirler. Örneğin fren­
Miksiyon refleksi yeteri kadar güçlü bir şekilde gi (sifiliz) doısal kök sinir lifleri etrafında konstriktif
oluştuktan sonra, p u d e n d a l sinir ile eksternal flbıoz oluşturarak bu liflerin tahrip olmasına yol aça­
sfiııktere iıılıibe edici başka bir refleks gönderir. bilir. Bu duruma tabes dorsalis ve bunun sonucu olu­
Eğer bu inhibisyon, beyinde eksternal sfiııktere şan keseye ise tabes kesesi denilmektedir.
BÖLÜM 31 • Miksiyon, Diüretikler ve Böbrek Hastalıkları 367

Sakral Bölge Üzerindeki Medulla Spinalis Tahribatı


İle Oluşan Otom atik İdrar Kesesi. Eğer medulla spi­ Diüretik Tedavisi
nalis sakral bölümün üstünde tahrip olmuş fakat sak­
ral segmentler sağlam ise tipik miksiyon refleksleri
oluşabilir. Ancak, bu refleksler artık beyin tarafından
kontrol edilemez. Medulla spinaliste tahribat oluştuk­
tan sonraki ilk birkaç günden birkaç haftaya kadaıki
sürede, beyin sapı ve serebrumdan gelen kolaylaştırıcı
uyarımların ani kaybının neden olduğu "spinal şok"
durumu sebebiyle miksiyon refleksi kaybolur. Ancak
eğer aşırı gerginlik sonucu kesenin hasarım engelle­
mek amacıyla kateter ile periyodik olarak idrar boşaltı­
lırsa, tipik miksiyon refleksleri oluşuncaya kadar mik­
siyon refleks uyarımları yavaş yavaş çoğalır ve sonun­
da periyodik boşalma işlemi (fakat kontrolsüz olan)
oluşur.
Bazı hastalar, bu durumda bazen miksiyon refleksi­ (U -i=
ni oluşturan genital bölgede deri uyarımı ile (kaşıma 2 = - 1 4 .0
veya gıdıklama) işemeyi yine de kontrol edebilirler. ÇD g I

Beyinden Gelen İnhibitör Sinyallerin Kaybı Sonucu LU ,ö -u


İnhibe Olmayan Nörojenik İdrar Kesesi. Başka bir J'
miksiyon anomalisi inhibe edilemeyen nörojenik idrar T 1 1
kesesidir ve nisbeten kontrolsuz ve sık miksiyon oluşu­ n — ı— ı— ı— ı— i— ı— ı— rn — ı— i— ı— ı— ı
-4 -2 0 2 4 6 8
muna yol açar. Bu duruma inhibitör sinyallerin büyük
çoğunluğunun iletimine engel olan kısmi bir beyin sa­ Zaman (Günler)
pı veya medulla spinalis tahribatı neden olur. Böylece
Ş E K İL 31 - 3
kolaylaştırıcı uyarımlar sürekli olarak medulla spina-
listen sakral merkezlere geçerler ve ufak miktarda bir Diüretik alımı sırasında sodyum atımı ve ekstraselüler sıvı hacmi.
idrar bile kontrolsuz miksiyon refleksini oluşturur ve Sodyum atımında ani artışla birlikte ekstraselüler sıvı hacminde
bir azalma olmaktadır. Eğer sodyum alımı sabit tutulursa, düzen­
dolayısıyla sık işemeye neden olur. leyici mekanizmalar sodyum altınını tekrar alıma eşit düzeye
getirecek ve böylece sodyum dengesi tekrar oluşacaktır.


DİÜRETİKLER VE ETKİ MEKANİZMALARI
ödem azalıp da, arteriyel basınç ve ekstraselüler sıvıda
Diüretikler adından anlaşıldığı gibi, idrar çıkarma hızım azalma meydana geldikten sonra, yani denge duru­
artıran maddelerdir. Diüretiklerin çoğu soliit maddele­ munda, idrar çıkışı su alımına eşit hale gelir.
rin özellikle de sodyum ve klorüriin atılmasını artırırlar. Klinik kullanım için değişik etki mekanizmalarına
Gerçekte klinikte kullanılan diüretiklerin çoğu ti\büller- sahip çok sayıda diüretik mevcuttur ve bunlar ıenal
de sodyum geri emilim hızını azaltarak etkirler ve bu da nefronun çeşitli bölgelerinde tübüler reabsorbsiyoııu
natriüreze (sodyum atımının artışı) ve dolayısıyla diiire- inhibe ederler. Diüretiklerin genel sınıflandırılması ve
ze (su atımının artışı) neden olur. Diğer bir deyişle, su etki mekanizmaları Tablo 31-1’de gösterilmektedir.
atımının artışı birçok olayda tübüler sodyum geri emili-
minin inhibisyonu sonucu oluşur, zira tubüllerde kalan
sodyum ozmotik olarak su geri emilimini de azaltır. Po­ Ozmotik Diüretikler Tübüler Sıvıda Ozmotik Ba­
tasyum, klor, magnezyum ve kalsiyum gibi birçok solüt sıncı Artırarak Su Reabsorbsiyonurıu Azaltırlar
maddenin ıenal tubiiler geri emiliıııi de aynı şekilde
sodyum geri emiliminden sekonder olarak etkilenir, di­ Kana böbrek tübüllerinden kolayca geıi emilemeyen
üretiklerin çoğu da bu maddelerin atılmasını artırır. maddelerin enjeksiyonu örneğin üıe, mannitol ve suk-
Diüretiklerin en yaygın klinik kullanımı, özellikle ıoz gibi maddelerin verilmesi, tübülleıde ozmotik ola­
ödem ve hipertansiyon ile birlikte seyreden hastalık­ rak aktif molekül veya iyonların konsantrasyonunu be­
larda ekstraselüler sıvı hacmini azaltmak amacıyla lirgin şekilde artırır. Bu maddelerin ozmotik basınçları
olur. Bölüm 25'te açıklandığı gibi, vücuttan sodyum su geri emilimini büyük miktarda azaltır ve idrara çok
atımı genelde ekstraselüler sıvı hacmini de azaltır, bu fazla tübüler sıvı geçişine yol açar.
nedenle ekstraselüler sıvı hacminin arttığı klinik bo­ Tübüler sıvıdan fazla miktardaki solüt maddelerin
zukluklarda diüretikler yaygın olarak kullanılır. emilmesinin yetersizliği ile birlikte seyreden bazı has­
Bazı diüretiklerin verilmesini takiben birkaç dakika talıklarda da büyük hacimlerde idrar çıkarılır. Öıneğiıı
içinde idrar çıkışı 20 mislinden fazlaya çıkabilir. Ancak diabetes mellitusta kan glikoz konsantrasyonu yüksek
diüretiklerin çoğunun böbreklerin tuz ve su atımına et­ düzeylere çıkar ve filtre edilen glikoz miktarı artarak
kileri birkaç gün içinde gelişir (Şekil 31-3). Bunun nede­ tübüllerin glikoz geri emilim kapasitesinin üzerine çı­
ni azalan ekstraselüler sıvı hacmi etkisiyle diğer düzen­ kar (glikozun maksimum taşınmasını aşar). Plazma
leyici mekanizmaların aktive edilmesidir. Örneğin ekst­ glikoz konsantrasyonu 250 mg/dl üzerine çıktığında
raselüler sıvı hacminde bir azalma genelde aı teriyel ba­ fazla glikozun çok az bir kısmı tübülleıden geıi alınabi­
sıncı ve glomerüler fıltrasyon hızını (GFR) düşürür ve lir, bunun yerine fazlası tübiillerde kalır ve ozmotik di­
renin salgısı ile anjiyotensiıı II oluşumunu artırır, bu üretik olarak etki yapar ve idrarla fazla sıvı atılmasına
tepkiler hep birlikte sonuçta idrar çıkışında diüretikle­ neden olur. Gerçekte “diabetes” ismi yüksek miktarda
rin kronik etkisini baskılarlar. Böylece başlangıçta di­ idrar çıkarma anlamındadır. Diabetes mellituslu has­
üretiklerin kullanılmasına yol açan hipertansiyon veya talarda, yüksek miktarda idrar çıkarılması, susuzluk
368 ÜNİTE V • Böbrekler ve Vücut Sıvıları

Diüretiklerin Sınıflandırılm ası, Etki Mekanizmaları ve Tübüler Etki Bölgeleri


Diüretik Sınıfı Etki Mekanizması Tübüler Etki Bölgesi
Ozmotik diüretikler Tübüler sıvı ozmolaritesini artınp su ve solüt geri emilimini inhibe eder Başlıca poksimal tübüller
Henle diüretikleri Lümen tarafındaki membranda Na-K-CI taşınmasını inhibe eder Henle kulbunun kalın
çıkan kolu
Tiazid diüretikler Lümen tarafındaki membranda Na-CI geçişinin inhibisyonu Distal tübüllerin başı
Karbonik anhidraz H C 03- geri emiliminin ve H+ salgılanmasınm inhibisyonu ile Proksimal tübüller
inhibitörleri Na+ geri emilimini azaltır
Aldosteronun kompetetif Tübüler reseptörlerde aldosteron etkisini inhibe eder, Na+ Toplayıcı kanallar
inhibitörleri rearbsorpsiyonu azalır, K+salgılanması artar
Sodyum kanal blokerleri Lümen tarafındaki membranda Na+ kanallarına Na+ girişini bloke eder. Toplayıcı kanallar
Na+ reabsorpsiyonıı azalır ve Ka+ salgılanması azalır

mekanizmasının aktive edilmesine bağlı su aliminin Karbonik Anhidraz İnhibitörleri Proksimal


artışı ile dengelenir. Tübüllerde Sodyum-Bikarbonat Geri
Emilimini Bloke Ederler
Kulp (Henle Kulbu) Diüretikleri Henle’nin
Kalın Çıkan Kolunda Aktif Sodyum-Klorür- Asetazolamid (Diamox), Bölüm 30’da açıklandığı gibi,
Potasyum Reabsorbsiyonunu Azaltır proksimal tübülde bikarbonat geri emilimi için gerekli
olan karbonik anhidraz enzimini inhibe eder. Karbo­
nik anhidraz enzimi karbonik anhidraz inhibitörleıi-
Furosemid, etakrinikasitve bıım etaııid güçlü diüıetik-
ııin başlıca etki bölgesi olan proksimal tübülde çok
leıdir. Henle kulbunun kalın çıkan kolunda epitel hüc­ miktarda bulunur. Bir miktar karbonik anhidraz da di­
renin lümen tarafındaki membranlarındaki 1 -sodyum, ğer tübüler hücrelerde, örneğin toplayıcı kanalın inteı-
2 -klor, 1 -potasyum ortak taşıyıcısını bloke ederek aktif
kale hücrelerinde bulunur.
geri emilimlerini azaltırlar. Bu diüretikler klinikte kul­ Proksimal tübüllerde hidrojen iyon salgılanması ve bi­
lanılan en güçlü diüretikler arasındadır. karbonat geri emilimi, lümen tarafındaki membranda
Henle kulbunda lümen tarafındaki membraııda aktif sodyum-hidrojen karşılıklı değişim mekanizması vasıta­
soydum-klorür-potasyum taşınmasını bloke ederek bu sıyla, sodyum geri emilimi ile birlikte olduğundan, bikar­
diüretikler sodyum, klor, potasyum ve diğer elektrolit­ bonat geri emiliminin azalması sodyum geri emilimini
lerle birlikte su atımını da artırırlar. Bu etkileri çeşitli şe­ de azaltır. Tübüler sıvıdan sodyum ve bikarbonat geri
killerde oluşur: (1) Bunlar nefronun distal tübülüne ge­ emilimlerinin bloke edilmesi, bunların tübüler sıvıda ka­
çen solüt miktarını çok artırırlar ve bu da su geri emili- larak ozmotik diüıetik gibi etki yapmalarına neden olur.
mini engelleyen bir ozmotik etken olarak etki yapar: (2 ) Tahmin edilebileceği gibi, karbonik anhidraz inhibitörle-
Henle kulbundan medullanın intersitisyel bölgesine riııin bir dezavantajı, idrarda aşırı bikarbonat iyonu kay­
iyon geçişini engelleyerek medulla inteıstisyel sıvı oz- bına bağlı olarak bir miktar asidoza neden olmalarıdır.
molaritesini düşürürler ve bu da zıt akım işleminin ça­
lışmasını bozar. Bu etki nedeniyle Henle kulbu diüretik­ Aldosteronun Yarışmacı (Kompetetif) İnhibitör­
leri böbreklerin idrarı konsantre etme veya dilüe etme leri Kortikal Toplayıcı Tübüllerde Sodyum Geri
yeteneğine zarar verir. Henle kulbunda sodyum ve klor Emilimini ve Potasyum Salgılanmasını Azaltır
geri emiliminin inhibisyonu nedeniyle bu iyonlar aıtan
su atımı ile birlikte daha fazla atıldıklarında idrarın di­ Spironolakton ve benzeri maddeler, kortikal toplayıcı
lüe edilmesi bozulur. Diğer taraftan, bu iyonların renal epitel hücrelerdeki aldosteron bağlanan reseptörlere
mediiller sıvı konsantrasyonunun düşmesi ve bunun bağlanmak üzere aldosteron ile yarışırlar ve bunun so­
sonucu renal meduller ozmolariteniıı düşmesi nedeniy­ nucunda bu tübüler bölümde sodyum geri emilimi ile
le de, idrarın konsantre edilnıesibozu\ur. Sonuçta topla­ potasyum salgılanması azalır. Böylece tübül içinde ka­
yıcı kanallardan sıvı geri emilimi azalır ve böbreklerin lan sodyum, ozmotik diüretik olarak etki yaparak su ve
maksimum konsantre etme yeteneği de oldukça düşer. sodyum atımının artışına neden olur. Bu ilaçlar aldos­
Buna ilave olarak, renal meduller inteıstisyel sıvı ozıno- teron etkisini bloke ederek tübüllerden potasyum sal-
larite azalışı Henle kulbunun inen kolunda su geri emi- galanmasını da düşürdüklerinden bu durum kimi za­
limini de azaltır. Çok sayıdaki bu etkiler nedeniyle akut man ekstraseliiler sıvı potasyum konsantrasyonunu da
hallerde glomeriiler filtıatın yüzde 20-30 kadarı idrara aşırı miktarda artırır. Bu nedenle spironolakton ve di­
geçerek birkaç dakika içinde idrar çıkarılmasının 25 kat ğer aldosteron inhibitörlerine potasyum tutucu diüre­
kadar artırılmasına neden olur. tikler adı verilir, idrarda potasyum kaybına neden olan
diğer birçok diüretiklerin aksine, aldosteron antago-
nistleri potasyumu "tutucu” etki yaparlar.
Tiazid Diüretikler Distal Tübüllerin
Başlangıcında Sodyum-Klorür Geri Toplayıcı Tübüllerdeki
Emilimini İnhibe Ederler Sodyum Kanallarını Bloke Eden Diüretikler
Sodyum Geri Emilimini Azaltır
Klortiazid gibi tiazid türevleri distal tübüllerin başlan­
gıç kısmında tübüler hücrelerin lümen tarafındaki Anıiloridve triamteren de toplayıcı kanallarda spirono­
membranlarında sodyum-klor taşıyıcısını bloke ede­ lakton etkisine benzer şekilde sodyum geri emilimini
rek etki yaparlar. Uygun şartlarda bu etkenler glome- ve potasyum salgılanmasını inhibe ederler. Ancak hüc­
riiler fıkratın yüzde 5-10 kadarının idrara geçişine ne­ resel düzeyde bu ilaçlar toplayıcı kanalların lümen ta­
den olurlar. Bu miktar normalde distal tübüllerden ge­ rafındaki membıanlarının epitel hücrelerinin sodyum
ri emilen sodyum miktarı kadardır. kanallarını bloke ederek sodyum girişini engeller. Epi-
BÖLÜM 31 • Miksiyon, Diüretikler ve Böbrek Hastalıkları 369

tel hücrelere sodyum girişinin azalması nedeniyle hüc­ deni, vücut sıvı hacimlerinin ve soliit konsantrasyonları­
relerin bazolateral membranlarından sodyum geçişi de nın etkili bir şekilde düzenlenmesi için gerekli olan yük­
azalır ve böylece sodyum-potasyum adenozin tı ifosfat sek glomeıüler filtrasyon hızını sağlamak amacıyla, ye­
aktivitesi de düşer. Bu azalan aktivite hücre içine potas­ terli plazma temin etmektir. Azalan böbrek kan akımına
yum taşınmasını da azaltır ve sonuçta tübüler sıvıya genelde GFR düşüşü ve idrar ile su ve soliit atımının aza­
potasyum salgılanmasını azaltır. Bu nedenle sodyum lışı da katılır. Sonuçta, akut olarak böbrek kan akımını
kanal bloke edicileri de, potasyum tutucu diüıetikleı- azaltan nedenler oligilriye neden olur. Bu durumda aza­
dendir ve idrarla potasyum atılma hızını düşürürler. lan idrar miktarı su ve solüt tüketiminin altında kalır.
Eğer böbrek kan akımı belirgin şekilde düşmüş ise idrar
atılması tamamen kesilir ve bu duruma aniiri denir.
Böbrek kan akımı yaklaşık normalin yüzde 20’siııin al­
BÖBREK HASTALIKLARI tına düşmediği sürece, eğer iskemi nedeni böbrek hücre­
lerinde tahribat yapmadan düzeltilirse akut böbrek yet­
Böbrek hastalıkları dünyada birçok ülkede ölümün ersizliği genelde normale döner. Bazı dokuların aksine,
böbrekler, hücrelerde gerçek bir tahribat oluşmadan kan
ve morbiditenin en önemli nedenleri arasındadır.
akımında büyük çaplı bir düşüşe maruz kalmaya daya­
Örneğin 1999 yılında Amerika’da 20 milyon kadar in­ nabilirler. Bıınun nedeni, böbrek kan akımı azaldığında,
sanın böbrek hastası olduğu ve bunun da en önemli GFR ve glomeruluslardan filtre edilen sodyum kloriir
iş gücü kaybı nedeni olduğu tahmin edilmektedir. miktarı da (aynı zamanda su ve diğer elektrolitlerin filt­
Böbrek hastaları iki grupta toplanabilir: (1) Akut rasyon hızları da) azalır. Bu işlem normal böbreğin ener­
böbrek yetersizliği, böbrek kısmen veya tamamen jisinin ve oksijen tüketiminin büyük çoğunluğunu kulla­
çalışamaz hale gelir, fakat sonuçta iyileşerek hemen nan tübüler sodyum kloriir geri emilim miktarını da dü­
hem en normal fonksiyonuna döner, ve (2 ) kronik şürür. Böylece böbrek kan akımı ve GFR azaldığında
böbreğin oksijen ihtiyacı da düşer. GFR sıfır değere yak­
böbrek yetersizliği, zaman içinde gittikçe artan sayı­ laşırsa böbreğin oksijen tüketimi, sodyum geri emilimi-
da nefı onun fonksiyon kaybı gelişir ve böbrek fonk­ ni yapmadan ancak böbrek tübüler hücrelerini canlı tut­
siyonu azalır. Bu iki grup içinde böbrek kan damar­ maya yetecek düzeye yaklaşır. Kan akımı genellikle bazal
larını, glomerulusları, tübülleri, böbrek interstisyu- düzey olan toplam böbrek kan akımının yüzde 2 0 ’siııin
munu, üreterler ve idrar kesesi dahil üriner kanalın altına düşerse, böbrek hücreleri hipoksik duruma girer­
böbrek dışındaki bölümlerini etkileyen çok çeşitli ler ve böbrek kan akımında ilave düşüşler olur ve eğer
özel böbrek hastalıkları bulunmaktadır. Bu bölüm ­ uzun sürer ise, böbrek hücrelerinin özellikle tübüler epi-
tel hücrelerinin tahribatına, hatta ölümüne neden olabi­
de böbrek hastalıklarının en önemlilerinin sadece
lir. Eğer prerenal akut böbrek yetersizliğinin nedeni dü­
birkaç tanesinde görülen belirgin fizyolojik anom a­ zeltilmez ve böbrek iskemisi birkaç saatten fazla sürerse,
liler açıklanmaktadır. bu tip böbrek yetersizliği aşağıda açıklandığı gibi "intra-
ıeııal akut böbrek yetersizliği”ııe dönüşebilir.
Böbrek kan akımında akut azalma hastanede yatan
hastalardaki akut böbrek yetersizliğinin yaygın nede­
AKUT BÖBREK YETERSİZLİĞİ nidir. Tablo 31-2'de azalan böbrek kan akımı ve prere­
nal akut böbrek yetersizliğinin bazı yaygın sebepleri
gösterilmektedir.
Akut böbrek yetersizliğinin nedenleri üç temel gru­
ba ayrılmaktadır. Böbrekteki Anomalilerin Neden Olduğu
İntrarenal Akut Böbrek Yetersizliği
1. Böbreklere yetersiz kan akımı sonucu olan böbrek
yetersizliği. Bu duruma, böbreğe gelmeden başka ano­ Böbrek içinden köken alan ve idrar oluşumunu hızlı bir
maliler neden olduğu için prerenal akut böbrek yet­ şekilde düşüren anomaliler, iııtrareııal akut böbrek
ersizliği denir. Bunun nedeni, (a) kalp dakika hacmi­ yetersizliği genel sınıfı içinde yer almaktadırlar. Bu sınıf­
nin azaldığı ve düşük kan basıncı ile seyreden kalp yet­ taki akut böbrek yetmezlikleri daha sonra şu gruplara
ersizliği, veya (b) şiddetli kanama gibi kan hacminin
düştüğü ve düşük kan basıncı ile ilişkili durumlardır.
TABLO 31 - 2
2. Böbreğin bizzat içindeki kan damarlarını, glo-
merulusları veya tübülleri etkileyen anomaliler n e­ Prerenal Akut Böbrek Yetersizliğinin Bazı
deniyle oluşan iııtrarenal nkııt böbrek yetersizliği. Nedenleri
3. Kalikslerden idrar torbasına kadar olan üriner 1. İntravasküler hacim azalması
sistemin toplayıcı sisteminin herhangi bir bölgesinin Hemoraji (travma, operasyon, doğıım sonrası, gastrointestinal)
Diyare veya kusma
tıkanmasının neden olduğu postrenal akut böbrek
Yanıklar
yetersizliği. Böbreğin dışında, üriner kanalın tıkan­ 2. Kalp yetersizliği
masına sebep olan en önemli nedenler kalsiyum, ürat Miyokard infarktiisii
ve sistin çökmesi sonucu oluşan böbrek taşlarıdır. Kapak hasarları
3. Primer reııal hemodinamik anomaliler
Renal arter stenozıı, reııal arter veya veninin emboli veya
trombozu
Böbrekte Kan Akımı Azalması Sonucu Prostaglandin sentezinin aşırı blokajı (aspirin)
Oluşan Prerenal Akut Böbrek Yetersizliği 4. Periferik vazodilatasyon ve bunun sonucunda oluşan
hipotansiyon
Böbrekler normalde llOOml/dak veya kalp dakika hac­ Anafilaklik şok
minin yüzde 20-25 kadarı olan bir kan akımı almaktadır. Anestezi
Böbreklere bu yüksek miktarda kan akımının temel ne­ Sepsis, şiddetli enfeksiyonlar
370 ÜNİTE V • Böbrekler ve Vücut Sıvıları

da ayrılabilir: (a) glomerüler kapiller veya diğer küçük relere yetersiz oksijen ve besin maddesi temini ve (2 )
böbrek damarlarını tahrip eden durumlar, (b) böbrek tübüler epitel hücrelerini yok eden zehirler, toksinler
tübüler epitelini tahrip eden durumlar, (c) böbrek in- veya ilaçlardır.
teıstisyumunda hasara neden olan durumlar. Bu tip sı­
nıflandırma hasarın yerine göre olmaktadır, ancak böb­ Şiddetli Böbrek iskemesinin Neden Olduğu Akut
rek damarları ve tübüler sistem fonksiyonel olarak bir­ Tübüler Nekroz. Böbreklerde şiddetli iskemi, dolaşım
birlerine bağımlı olduklarından, böbrek kan damarla­ şoku ile veya böbreklere kan teminini aşırı şekilde en­
rında olan tahribat tübüler hasara yol açarken, belirgin gelleyen diğer bozukluklar sonucunda oluşabilir. Eğer
tübüler hasarlar da böbrek kan damarlarında hasara ne­ iskemi böbrek tübüler epitel hücrelerine besin madde­
den olabilir. İntrarenal akut böbrek yetersizliğinin ne­ si ve oksijen teminini bozacak derecede şiddetli ise ve
denleri Tablo 31-3'de liste halinde verilmektedir. bu durum uzun sürerse, epitel hücrelerde hasar veya
sonuçta yıkım oluşabilir. Böyle olduğunda tübüler
Glomerülonefritn Neden Olduğu Akut Böbrek Ye­ hücreler "dökülür" ve ııefronların çoğunu tıkar ve böy-
tersizliği. Akut glomerulonefrit bir tip intrarenal akut lece tıkanan nefronlarda idrar akışı olmaz. Etkilenen
böbrek yetersizliğidir ve çoğunlukla glomerülleı i tah­ nefıonlar, kan akımı normale döndüğünde bile, tübül-
rip eden anormal bir immün reaksiyon sonucunda ol­ ler tıkalı olduğu sürece idrar çıkaramazlar.
maktadır. Bu hastalığı olan hastaların yaklaşık yüzde Tübüler epitelde iskemik hasarın en yaygın nedeni
95’inde glomerüllerin tahribi, vücudun başka bir ye­ daha önce açıklandığı gibi, dolaşım şoku ile ilgili olan
rinde, çoğunlukla da bazı A grubu beta streptokokların akut böbrek yetersizliğinin prerenal sebepleridir.
neden olduğu bir enfeksiyondan 1-3 hafta sonra görü­
lür. Bu enfeksiyon bir stıeptokoksik boğaz ağrısı, stıep- Toksinler veya İlaçların Neden Olduğu Akut Tübüler
totoksik tonsillit veya hatta derinin streptokok enfeksi­ Nekroz. Tübüler epiteli tahrip ederek akut böbrek
yonu olabilir. Böbrekleri tahrip eden enfeksiyonun yetersizliğine yol açabilen böbrek zehirleri ve ilaçlar
kendisi değildir. Streptokok antijene karşı takibeden uzun bir liste oluşturmaktadır. Bunların bazıları karbon
birkaç haftada antikorlar gelişir. Antikorlar antijenlerle tetrakloıür, ağır metaller (civa ve kurşun gibi), etilen
reaksiyona girerek erimeyen immün kompleksler ya­ glikol (antifrizin temel maddesi), çeşitli insektisitler ve
parlar ve bunlar da glomerüllerde, özellikle glomerü- anbiyotik olarak kullanılan (tetrasiklinler gibi) ve belir­
İün, bazal membıanında tutulurlar. li kanser tedavilerinde kullanılan cis-platinum gibi çe­
İmmün kompleks glomerüllerde birikince glomerül­ şitli ilaçlardır. Bu maddelerin herbiri böbrek tübüler
lerin birçok hücresi çoğalmaya başlar, fakat özellikle epitel hücrelerinde farklı toksik etki yaparak birçoğu­
endotel ve epitel katlar arasında yer alan epitel hücre­ nun ölümüne neden olur. Sonuçta epitel hücreleri ba­
ler ve mezenşimal hücreler çoğalırlar. Buna ilave ola­ zal membrandan dökülürler ve tübülleri tıkarlar. Bazen
rak glomerüllerde çok sayıda akyuvar tutulur. Bu infla- bazal membran da tahrip olur. Eğer bazal membran
matııvar tepki sonucunda, glomerüllerin çoğu bloke sağlam kalırsa tübüler epitel hücreler yüzey boyunca
olur ve bloke olmayanlar da aşırı geçirgen hale gelerek çoğalarak 1 0 - 2 0 gün içinde kendilerini tamir ederler.
glomerüler kapiller kanından glomerüler filtrata alyu­
var ve protein kaçışına yol açarlar. Şiddetli durumlarda
böbrek tamamen kitlenir (total renal shutdovvn). Alt Üriner Kanalın Anomalilerinin Neden
Glomerüllerin akut inflamasyonu genelde iki hafta Olduğu Postrenal Akut Böbrek Yetersizliği
içinde hafifler ve hastaların çoğunda birkaç haftadan
birkaç aya kadar olan sürede böbrekler normal fonksi­ Böbrek kan akımı ve diğer fonksiyonlar başlangıçta nor­
yonuna döner. Ancak bazen glomerüllerin çoğu onarı- mal olsa bile, alt üriner kanaldaki çeşitli anomaliler id­
lamayacak düzeyde tahrip olur ve hastaların küçük bir rar akımını kısmen veya tamamen durdurur ve böylece
kısmında ise ilerleyen böbrek bozukluğu sürerek bu akut böbrek yetersizliğine neden olabilirler. Eğer sadece
bölümde daha sonra açıklanacak olan progressif k/o- bir böbrekten idrar çıkışı durmuşsa, diğer böbrek ekst-
ııik böbrek yetersizliğine yol açar. raselüler elektrolit ve solüt düzeyini ve ekstraselüler sıvı
hacmini ııisbeten normal seviyede tutmak amacıyla, çı­
A ku t Böbrek Yetersizliğinin Bir Nedeni Olan Tübü­ kardığı idrar miktarım yeteri kadar artırdığından vücut
ler Nekroz. Intarenal akut böbrek yetersizliğinin diğer sıvı yapısında büyük bir değişiklik görülmez. Bu tip böb­
bir nedeni tübülleıdeki epitel hücrelerin tahribi ile rek yetersizliğinde, eğer problemin temel nedenleri bir­
oluşan tübüler nekrozdur. Tübüler nekrozun bazı yay­ kaç saat içinde düzeltilirse, böbrek normal fonksiyonu­
gın nedenleri: ( 1 ) şiddetli iskemi ve tübüler epitel hiıc- na dönebilir. Ancak üriner kanalın birkaç gün veya haf­
talar süren kronik tıkanıklıkları geri dönüşü olmayan
(irreverzibl) böbrek tahribatına neden olur.
TABLO 31 - 3 Postrenal akut yetersizliğin bazı nedenleri şunlardır;
İntrarenal Akut Böbrek Yetersizliğinin Bazı (1 ) üreterlerin veya renal pelvislerin büyük taşlar veya
Nedenleri kan pıhtıları ile bilateıal tıkanması, (2 ) kesenin tıkan­
ması ve (3) üretranm tıkanması.
1. Küçük dam ar ve/veya glomerüler hasar
Vaskülit (poliarteritis nodoza)
Kolesterol embolisi
Malign hipertansiyon Akut Böbrek Yetersizliğinin
Akut glomerulonefrit
2. Tübüler Epitel Hasarı
Fizyolojik Etkileri
İskemi sonucu akut tübiiler nekroz
Toksinler nedeniyle akut tübüler nekroz (ağır metaller, eti­ Akut böbrek yetersizliği orta derecede ise, temel fiz­
len glikol, insektisiüer, zehirli mantarlar, karbontetraklorür) yolojik etki, suyun, metabolik atık ürünlerin ve
3. Renal Interstisyel Hasar elektrolitlerin kanda ve ekstraselüler sıvıda biriki­
Akut piyeloenefrit
Akut allerjik intertisyel nefrit
midir. Bu da su ve tuz yüklenm esine ve dolayısıyla
ödeme ve hipertansiyona yol açabilir. Ancak fazla
BÖLÜM 31 • Miksiyon, Diüretikler ve Böbrek Hastalıkları 371

potasyum tutulması, akut böbrek yetersizliği hasta­


Son-Dönem Böbrek Hastalığına
larında daha ciddi tehlikelere neden olabilir, zira
plazma potasyum konsantrasyonunun 8 mEq/lit- Yol Açan Kronik Böbrek
ıe’den daha fazla artışı (normalin sadece iki katı hi- Yetersizliğinin Kısır Döngüsü
peıkalemi) öldürücü olabilir. Yeterli hidrojen iyonu
anlamadığı için akut böbrek yetersizliği olan hasta­ Birçok durumda böbreklerde oluşan ilk hasar, böbrek
larda metabolik asidoz gelişebilir ve bu da öldürü­ fonksiyonunun giderek daha fazla bozulmasuıa ve şah­
cü olabilir veya hiperkalemiyi ağırlaştırır. sın yaşamak için diyaliz tedavisine veya böbrek transp­
Şiddetli akut böbrek yetersizliği vakalarının ço ­ lantasyonuna gerek duyulacak noktaya ulaşmasına yol
açan nefron kayıpları artışıyla sonuçlanır. Bu duruma
ğunda tam anüri görülür. Böbrek fonksiyonları nor­
m ale döndürülem ezse veya vücuttaki fazla su, son-döııem böbrek hastalığı (SDBH) denilmektedir.
Laboıatuvar hayvanlarında yapılan çalışmalar,
elektrolit ve metabolik aük ürünlerin aülması için
böbreğin büyük bölümlerinin operasyonla alınması­
böbrek diyalizi kullanılmazsa hasta 8-14 gün içinde
nın kalan nefıonlarda uyum sağlayıcı değişikliklere
ölür. İdrar çıkışının azalm asının diğer etkileri ve ya­
yol açarak tek bir nefrondaki kan akımının artışına,
pay böbrek ile tedavi, kronik böbrek yetersizliği ile
GFR artışına ve kalan nefronlarda artmış idrar çıkışı­
ilgili olan gelecek bölümde açıklanacaktır.
na neden olduğunu göstermektedir. Bu değişiklikler­
de hangi mekanizmanın sorumlu olduğu tam olarak
anlaşılmamakla birlikte, bıma kalan nefronlarda hi-
pertrofinin yanısıra (yaşayan ııefronlardaki çeşitli
KRONİK BÖBREK YETERSİZLİĞİ: oluşumların büyümesi) vasküler direnci ve tübüler
FONKSİYONEL NEFRONLARIN SAYI­ geri emilimi azaltan fonksiyonel değişikliklerin katıl­
SINDA GERİ DÖNÜŞÜM SÜZ AZALMA dığı görülmektedir. Bu uyum sağlayıcı değişiklikler,
normal böbrek kitlesinin yüzde 20-30 kadarı kalan
Kronik böbrek yetersizliği çok sayıda fonksiyonel nef- bir hastada bile, normal miktarda su ve solüt atımına
ronun geri-dönüşümsüz kaybı sonucu oluşur. Ciddi imkan vermektedir. Birkaç yıl sonra, renal fonksiyon
değişiklikleri, kalan nefıonların, özellikle bunların
klinik belirtiler çoğunlukla fonksiyonel nefron sayısı
glomerülüslerinin tahribatına yol açabilir.
normalin en az yüzde 70 altına düşünceye kadar gö­
Somadan oluşan bu ilave tahribaün nedeni bilin­
rülmez. Gerçekte fonksiyonel nefron sayısı normal de­
memektedir, fakat bazı araştırıcılar bunun kalan glo­
ğerin yüzde 20-30’unun altına düşünceye kadar elekt­
merüllerde gerilmeye veya artan basınca bağlı oldu­
rolitlerin çoğunun normal kan konsantrasyonları ve
ğuna inanmaktadırlar. Bunun nedeni ise, fonksiyonel
normal vücut sıvı hacmi, nisbeten dengede tutulabilir.
vazodilatasyon veya artmış kan basıncıdır. Basınçta-
Tablo 31-4'de kronik böbrek yetersizliğinin en
ki kronik artış ve küçük arteriyollerin ve glomerülle-
önemli nedenlerinden bazıları verilmektedir. Ge­
rin gerginliğinin, bu damarların sklerozu ile sonuç­
nelde kronik böbrek yetersizliği, akut böbrek yeter­
landığına (normal dokunun yerini bağ dokunun al­
sizliği gibi kan damarlarında, glomerüllerde, tübül­ ması) inanılmaktadır. Bu sklerotik lezyoıılar böbrek
lerde, böbrek interstisyumunda ve alt üriner kanal­ fonksiyonlarının daha da azalmasına yol açarak, ka­
da oluşan bozukluklar sonucu görülür. lan nefronlarda yeniden uyum sağlayıcı değişimlere
Kronik böbrek yetersizliğine yol açan çok çeşitli ve yavaş yavaş gelişen kötü bir döngüye ve sonuçta
hastalıklar olmasına rağmen, sonuç genelde aynı, son-dönem böbrek yetersizliğine neden olur (Şekil
fonksiyonel nefron sayısında azalmadır. 31-4). Bu ilerleyen böbrek fonksiyon kaybım yavaşla­
tan yegane kanıtlanan yöntem, özellikle anjiyotensm
II oluşumunu bloke eden anjiyotensin-çevirici enzim
TABLO 31 - 4 inhibitörleri gibi ilaçlar kullanarak arteriyel basıncı
ve glomerüler hidrostatik basıncı düşürmektir.
Kronik Böbrek Yetersizliğinin Bazı Nedenleri
Tablo 31-5 son-dönem böbrek yetersizliğinin en yay­
1. Metabolik bozukluklar gın nedenlerini vermektedir. 1980’li yılların başlarında,
Diabetes mellitus glomerülonefritin bütün şekillerinin son-dönem böb­
Amiloidoz rek yetersizliğinin başlamasına neden olan en yaygın
2. Renal vasküler bozukluklar etken olduğuna inanılırdı. Son yıllarda diabetes melli-
Ateroskleroz
Nefroskleroz - hipertansiyon tııs ve hipertansiyonun son dönem böbrek yetersizliği­
3. İmmünolojik bozukluklar ne yol açan önde gelen nedenler olduğu anlaşılmıştır.
Glomerülonefrit
Poliarlerilis nodoza
Lupus eritematozus Kronik Böbrek Yetersizliğinin Bir Nedeni
4. Enfeksiyoıüar
Piyoloııefrit Olarak Böbrek Damarlarının Hasarı
Tüberküloz
5. Primcr tübüler bozukluklar Vasküler lezyonların birçok tipi böbreklerde iskemiye
Nefrotoksinler (analjezikler, ağır metaller) ve böbrek dokusunun ölümüne yol açabilir. Bunların
6. Üriner kanal tıkanmaları
Döbrek taşları en yaygınları, ( 1 ) ilerleyici sklerotik daralma ile seyre­
Prostat hipertrofisi den büyük böbrek arterlerindeki ateroskleroz, (2 ) bü­
Üretra daralması yük arterlerden bir veya daha fazlasının tıkanmasına da
7. Konjcnital bozukluklar neden olan fibronıuskiilerhiperplazive (3) küçük arter­
Polikistik hastalık ler, arteriyoller ve glomerüllerin sklerotik lezyonlarının
Konjenital böbrek dokusu yokluğu (renal hipoplazi)
neden olduğu yaygın bir durum olan ııefıosklerozdur.
372 ÜNİTE V • Böbrekler ve Vücut Sıvıları

Primer Böbrek Nefroskleroz ve glomerüloskleroz insanlann çoğun­


Hastalığı da 40 yaşından sonra belirli ölçülerde görülür ve bun­
dan sonraki her 1 0 yılda fonksiyonel nefronların yüzde
I Nefron sayısı 10 oranında azalmasına neden olur (Şekil 31-5). Glo-
merüllerin ve nefron fonksiyonlarının tümündeki bu
kayıp hem böbrek kan akımında hem de GFR'de gide­
rek daha fazla azalma ile belirgin olur. “Normal” insan­
larda bile, 80 yaşında böbrek plazma akımı ve GFR
yüzde 40-50 oranında azalır.
Nefroskleroz ve glomerülosklerozuıı sıklığı ve şiddeti,
Glomerüler Yaşayan hipertansiyon ve/veya diabetes mellitııs olduğunda aşı­
Skleroz Nefronların rı derecede artar. Gerçekte diabetes mellitııs ve hiper­
Hipertrofi ve tansiyon, daha önce de açıklandığı gibi son-dönem
Vazodilatasyonu böbrek hastalığının en yaygın iki nedenidir. Böylece,
I Arteryel şiddetli hipertansiyon ile birlikte seyreden beııign nef­
roskleroz, hızla gelişen bir malignant nefıoskleıoza yol
açabilir. Malignant nefrosklerozuıı belirgin histolojik

P lomerüler
Basınç
* ve/veya
görünümleri, etkilenen nefıonda şiddetli iskemi ile bir­
likte, arteıiyollerde fıbrinoid birikimlerin oluşumunu
ve damarların kademeli olarak kalınlaşmasını içermek­
Filtrasyon
tedir. Bilinmeyen nedenlerle malign nefroskleroz ve
şiddetli glomerüloskleroz gelişme insidansları, siyah
Ş E K İL 31 - 4 ırkta aynı yaşta olup benzer şiddet derecesinde hiper­
Primer böbrek hastalıklarında görülen kısır döngü. Hastalık tansiyon ve/veya diabete sahip beyaz ırka oranla, belir­
nedeniyle nefronların kaybı, kalan glomerüler kapillerlerde gin oranda daha fazla olmaktadır.
basıncı ve akımı artırır. Bunun sonucu bu ''normal" kapilleıler
de tahrip olarak ilerleyen skleroza ve sonuçta bu glomeriillerin
de kaybına yol açar. Kronik Böbrek Yetersizliğinin Bir Nedeni
Olan Glomerüllerin Hasarı-Glomerülonefrit

Kronik glomerülonefrit, böbreğin glomerüllerinin kapil-


Büyük arterlerin aterosklerotik veya hiperplazik lez- ler kıvrımlarında inflamasyon ve tahribata neden olan
yonları, genelde bir böbreği diğerinden daha fazla etki­ birkaç hastalığın sonucunda oluşur. Bu hastalığın akut
ler ve böylece tek taraflı böbrek fonksiyonunun kay­ formunun aksine, kronik glomerülonefrit yavaş gelişir
bolmasına sebep olur. Bölüm 19’da açıklandığı gibi, bir ve çoğu kez geri döııüşümsüz böbrek yetersizliğine yol
böbreğin arteri normal iken diğerinin arteri daralırsa açar. Bu, akut glomerülonefriti izleyen primer bir böbrek
sıklıkla hipertansiyon görülür ve bu durum “iki böbrek hastalığı veya lupıts eritenıatoz gibi sistemik hastalıklar­
Goldblatt hipertansiyonu”na benzerdi. dan sonra sekonder olarak gelişen bir hastalık olabilir.
Böbrek hastalıklarının en yaygın formu olan beııign Çoğunlukla kronik glomerülonefrit glomerüler
nefroskleroz, 60 yaşından sonra ölen insanların yakla­ membraııda antijen-aııtikor komplekslerinin birikim­
şık yüzde 70’inin postmortem incelenmesinde belirli leri ile başlar. Akut glomeriilonefritin aksine, glomerü-
ölçülerde görülmektedir. Vasküler lezyonların bu tipi, lonefritin kronik formu olan hastaların sadece çok az
böbreğin küçük interlobuler arterlerinde ve afereııt ar- bir yiizdesine streptokok infeksiyonları neden olmak­
teriyollerinde görülür. Bu damarların intima tabakala­ tadır. Glomerüler membıanlarda aııtijen-antikor
rına plazma sızması ile başladığına inanılmaktadır. Bu komplekslerinin birikiminin sonucunda inflamasyon,
durum, bu damarların orta katlarında fıbrinoid kalın­ membranların giderek artan kalınlaşması ve neticede
tıların birikmesine neden olur ve bunu damar çeperi­ glomerüllerin fibröz doku ile kaplanması görülür. Has­
nin yavaş yavaş kalınlaşması izler, sonuçta damarı da­ talığın daha sonraki döneminde glomerüler membra-
raltır ve bazı durumlarda tıkar. Küçük böbrek arterleri
arasında kollateıal dolaşım olmadığından bu tip tıkan­
maların bir veya birden fazlası belirli sayıda nefronun
tahribatına neden olur. Bunun sonucunda böbrek do­
kusunun çoğu küçük miktarlarda Fıbröz doku ile yer
değiştirir. Skleroz, glomerüller içinde oluşursa, bu glo-
meruler tahribata glomerüloskleroz denilmektedir.

TABLO 31 - 5
Son-Dönem Böbrek Hastalıklarının (SDBH) En
Yaygın Nedenleri
Toplam (SDBH)
Neden Hasta Yiizdesi
Diabetes mellitus 41
Hipertansiyon 28 Yaş (yıllar)
Glomerülonefrit 11
Polikistik böbrek hastalığı 3 Ş E K İL 31 - 5
Diğer/bilinmeyen 18
Yaşlanmanın fonksiyonel gloınerül sayısı üzerindeki etkisi.
BÖLÜM 31 • Miksiyon, Diüretikler ve Böbrek Hastalıkları 373

nın kalınlaşması nedeniyle, glomeriiler kapiller filtras- ler ve glomerüler membraıı pernıeabilitesini oldukça
yon katsayısı aşırı derecede azalır. Hastalığın son dö­ artırır; (2 ) amiloidoz, kan damarlarının duvarlarında
neminde birçok glomeriilün yerini fibröz doku alır ve anormal pıoteinoid maddelerin birikimi sonucunda
bıınıın sonucu sıvı filtre edemezler. oluşur ve glomerülleriıı bazal membı anında ciddi tah­
ribata neden olur; ve (3) minimal değişimli nefrotik
sendrom, glomerüller ve kapiller membranda ışık mik­
Kronik Böbrek Yetersizliğinin Bir Nedeni Ola­ roskobu ile belirleııebilecek herhangi bir temel bozuk­
rak Böbrek İnterstisyum Hasarı-Piyelonefrit luk yoktur. Bölüm 26da anlatıldığı gibi, minimal deği­
şimli ııefıopati, normalde glomerüler kapiller bazal
Böbrek interstisyumunun primer veya sekonder has­ membranıııda mevcut olaıı negatif yükün kaybı ile iliş­
talığına inteıstisyel nefıit denilmektedir. Genelde bu kilidir. immünolojik çalışmalar, bazı vakalarda, anor­
durum, her bir nefronu tahrip eden vasküler, glomerü- mal immün reaksiyonların varlığını da gösterdiği için,
ler veya tübüler yıkım sonucunda oluşabilir veya böb­ negatif yükün kaybının ıııembrandaki antikor etkisi
rek interstisyumunun zehirler, ilaçlar ve bakteriyel en­ sonucu olabileceği öne sürülmüştür.
feksiyonlarla tahribatını kapsayabilir. Glomerüler kapiller bazal membranın negatif yükü­
Bakteriyel enfeksiyonların neden olduğu renal in- nün kaybı normalde bazal ıııembrandaki negatif yü­
terstisyel hasara piyelonefiit denilmektedir. Enfeksi­ kün geri ittiği negatif yüklü plazma proteinlerinin,
yon farklı tipteki bakterilerden meydana gelebilir, özellikle albüminin, glomeriiler membrandan kolay­
özellikle üriner kanalın feçesle kontaminasyonu so­ lıkla geçişine yol açar.
nucu Escherichia coli’den oluşabilir. Bu bakteriler Minimal değişimli nefropati erişkinlerde, fakat da­
böbreklere ya kan yoluyla ulaşırlar, veya daha yaygın ha sık olarak 2 - 6 yaşları arasındaki çocuklarda görü­
olarak alt üriner kanaldan üreterler yoluyla böbreğe lür. Glomerüler kapiller membranın artan perıııeabi-
çıkabilirler. litesi hergün idrarla 40 gr’a kadar çıkabilen plazma
Normal idrar kesesinin bakterileri kolayca temizle­ proteini kaybına yol açar ve bu miktar genç bir çocuk
yebilecek özellikte olmasına rağmen, keseden bakteri­ için oldukça fazladır. Bunun sonucunda çocuğun
lerin atılmasına engel olan iki genel klinik durum bu­ plazma protein konsantrasyonu çoğu kez 2 gramın
lunmaktadır: ( 1 ) kesenin tam olarak boşalamaması ve altına ve kolloid ozmotik basınç normal değer olan
içeride bir miktar idrar kalıntısı kalması ve (2 ) idrar 28’den 10 mm Hg’nın altına düşer. Plazmadaki bu
akışına engel olan bir tıkanmanın mevcut oluşu. İdrar düşük kolloid ozmotik basınç sonucu, vücudun her
kesesinden bakteriler anlamadığında, bunlar çoğalır­ bölgesindeki kapiller damarlardan çok miktarda sıvı
lar ve kesede inflamasyoıı gelişir, bu duruma sistit de­ dokulara sızar ve Bölüm 25’de anlatıldığı gibi şiddet­
nilmektedir. Sistit bir kez oluşunca, böbreklere çıkma­ li ödeme neden olur.
dan lokalize olarak kalır veya bazı hastalarda bir ya da
her iki üreterin de miksiyon sırasında idrarı yukarı it­
tirdiği patolojik bir durumda renal pelvise kadar çıka­
bilir. Bu duruma vezikoiireteral refiii denilir ve miksi­
Kronik Böbrek Yetersizliğinde
yon sırasında kese duvarının üreterleri tam kapataıııa- Anormal Nefron Fonksiyonu
ması neticesinde oluşur. Bunun sonucunda yukarıya
böbreklere doğru bir miktar idrar ittirilmiş olur ve Fonksiyonel Nefronlarm Kaybı, Kalan N efron-
oııun da taşıdığı bakteriler renal pelvise ve renal nıe- ların Daha Fazla Su ve Solüt Atmasını G e rek ti­
dullaya çıkar ve piyeloııefrite ilişkin bir enfeksiyon ve rir. GFR azalmasına yol açabilecek fonksiyonel nef­
inflamasyoıı başlatabilirler. ron sayısındaki azalmanın böbreklerden su ve solüt
Piyelonefrit medullada başladığı için, ilk başladığın­ atımını da azaltacağı beklenir. Ancak nefıonların
da medullaııın fonksiyonlarını korteksten daha fazla yüzde 70 kadarını bile kaybeden hastalar, vücut sı­
etkiler. Medullaııın temel fonksiyonu idrarın konsant­
vılarında herhangi bir ciddi birikim olmaksızın
re edilmesinde zıt-akıııı mekanizmasının çalışması ol­
normal miktarda su ve elektrolit atımı yapabilm ek­
duğu için piyeloııefritli hastaların idrarı konsantre et­
me yeteneklerinde sıklıkla anlamlı bozulmalar vardır. tedirler. Nefron sayısında daha fazla düşüş ise,
Uzun süreli piyelonefritte, böbreklerin bakteriler ta­ elektrolit ve sıvı birikimine yol açar ve nefron sayısı
rafından istilası, sadece renal medulla iııterstisyumıın- normalin yüzde 5-10 düzeyine indiğinde genellikle
da değil, tübüller, glomerüller ve böbreğin diğer tüm ölüm olur.
yapılarında da ilerleyici hasara neden olur. Elektrolitlerin aksine, üre ve kıeatinin gibi bir­
çok metabolik artık ürün, tahrip olan nefroııların
Nefrotik Sendrom-Artmış Glomerüler Permé­ sayısıyla doğru orantılı olarak vücutta birikirler.
abilité Sonucunda İdrarda Protein Atılması Bunun nedeni kıeatinin ve üre gibi m addelerin
atılmalarının büyük ölçüde glom erüler filtrasyon?
Böbrek hastalığı olan birçok hastada, idrarda fazla bağlı olmasıdır. Bunlar elektrolitler gibi güçlü bir
miktarda plazma proteinlerinin kaybı ile karakterize şekilde geri emilemez. Örneğin kreatinin geri emi-
nefrotik sendrom denilen bir durum oluşur. Bazen lemez ve dolayısıyla atım hızı filtre edildiği hıza
böbreğin fonksiyonlarında başka temel bozukluk be­
eşit olıır:
lirtileri olmadan da gelişebilir, fakat çoğunlukla belirli
derecelerde böbrek yetersizliği ile ilişkilidir.
İdrarda protein kaybının nedeni glomeriiler nıeıııb- Kıeatinin filtıasyoıı oranı
ramıı permeabilitesiııiıı artmasıdır. Bundan dolayı, bu = GFR x Plazma kreatinin konsantrasyonu
membranın pernıeabilitesini artıran herhangi bir has­ = Kreatinin atını oranı
talık nefrotik seııdroma neden olabilir. Bu hastalıklar
şunlardır; ( 1 ) kronik glomerülonefi it, glomerülleri etki­ Bu nedenle, eğer GFR azalırsa kreatinin atım oranı
374 ÜNİTE V • Böbrekler ve Vücut Sıvıları

100-

tr cü
UL T3
o ^ 50

Pozitif
2-1
Denge
r Üretim Glomerüler Filtrasyon Hızı (Normalin Yüzdesi)

Ş E K İL 31 - 7
}/ Atim —GFR xP Kreatinin
Kronik böbrek yetmezliğinde farklı tipteki soliit maddeler için
temsili adaptasyon modelleri. A eğrisi üre, kreatinin gibi filtre
edilip az emilen maddelerin yaklaşık plazma konsantrasyon
değişimlerini göstermektedir. B eğrisi fosfat ve iirat gibi solü t
maddelerin yaklaşık konsantrasyonlarını gösterir. C eğrisi sod­
2 yum ve klorür gibi maddelerin yaklaşık konsantrasyonlarını
göstermektedir.
Günler

Ş E K İL 31 ■ 6
Kreatinin üretim oram aynı kaldığı zaman, glomerüler filtras­ GFR’da aşırı bir düşüş olsa bile (Şekil 31-7'de C eğ­
yon hızının yüzde 50 azaltılmasının serum kreatinin konsant­
rasyonuna ve kreatinin atımına etkisi. risi) hem en hem en sabit tutulur. Bu işlem bu elekt­
rolitlerin tübüler reabsopsiyonlarının çok azaltıl­
masıyla oluşturulur. Örneğin, fonksiyonel nefron-
ların yüzde 75 oranında kaybında, kalan h eıbir nef-
ron normal şaıtlardakinin dört misli kadar daha
da aynı şekilde azalarak vücut sıvılarında kreatinin
fazla sodyum ve dört misli hacim atımı yapmalıdır­
birikimine ve normal düzeye (vücutta üretilen kre­
lar (Tablo 31-6).
atinin oranına eşit) döniinceye kadar kreatinin
Bu adaptasyon, kısmen kalan her nefronda hem
konsantrasyonunun yükselmesine neden olur (Şe­
kan damarları ve glomeıüllerin hipertrofileıi, hem
kil 31-6). Yani, normal şartlarda, GFR’deki düşüşe
de kan damarlarının genişlemesine yol açan fonk­
rağmen kreatüıin atım oıanı kreatinin üretim ora­
siyonel değişiklikler sonucunda artmış kan akımı
nına eşit olur; ancak bu normal kreatinin atım ora­
ve artmış GFR'a bağlı olarak oluşur. Toplam GFR'de
nı, Şekil 3 1 -7 ’deki A eğrisinde gösterildiği gibi, art­
aşırı bir düşüş olsa bile, tübülleıin su ve solüt emi-
mış plazma kreatinin konsantrasyonunun kullanıl­
ması sayesinde gerçekleşir.
Fosfat, ürat ve hidrojen iyonları gibi maddeler,
GFR norm alin yüzde 20-30 altına düşünceye ka­
dar, çoğunlukla normal sınırlar içinde tutulurlar. TABLO 31 - 6
Bunun sonucu olarak, bu maddelerin plazma kon­
Böbrek Yetm ezliğinde Toplam Böbrek Atım ı ve
santrasyonu Şekil 31-7'deki B eğrisinde gösterildiği
Nefron Başına Atım
gibi yükselir, ancak bu GFR’nin düşüşüyle orantılı
değildir. GFR düştüğünde bu solüt maddelerin nis- Normal Nefronlarm
% 75 kaybı
beten sabit plazma konsantrasyonlarının sağlan­
ması, bu maddelerin glomerüler kapilleıden filtre Nefron sayısı 2,000,000 500,000
Toplam GFR (ml/dak) 125 40
edilen m iktarlarının nisbeten daha fazla fraksiyo­ Tek nefron GFR (ııl/dak) 62,5 80
nunun atılmasıyla gerçekleşir; bu durum tübüler Tüm ııefronlar için 1,5 1,5
reabsorbsiyon oranının azaltılması veya bazı du­ atılan hacim (ml/dak)
Tek ııefrondan ,75 3.0
rumlarda ise tübüler sekresyon oranının artırılma­
atılan hacim (ııl/dak)
sı ile olur.
Sodyum ve klor iyonlarının konsantrasyonları GFR, glomerüler filtrasyon hızı
BÖLÜM 31 • Miksiyon, Diüretikler ve Böbrek Hastalıkları 375

1.050-1 düğünde, ekstıaselüler sıvıdaki çeşitli maddelerin yak­


laşık konsantrasyonları Şekil 31-9’da gösterildiği gibi
,1.040- olur. Önemli etkiler şunlardır: ( 1 ) su ve tuz tutulmasın­
dan dolayı genel bir ödem, (2 ) normal asidik ürünleri
>o> vücuttan atan böbreklerdeki yetersizlik sonucu asidoz,
« 1.030-
(3) vücudun protein metabolik son ürünlerini atama­
İzostenüri
ması neticesinde özellikle üre, kreatinin ve ürik asit gi­
=o 1 . 0 2 0 bi protein-olmayan azotlu maddelerin (NPN) yüksek
c
(Ö konsantrasyonu ve (4) böbrekler tarafından atılan f e ­
Glomerüler filtrat özgül ağırlığı
■O1 .0 1 0 H noller, sülfatlar, fosfatlar, potasyum ve guaııidin bazla­
rı gibi diğer maddelerin yüksek konsantrasyonu. Bu ge­
1.000- nel duruma vücut sıvılarındaki yüksek üre konsantras­
2,000,000 1.500,000 1,000,000 500,000 yonu nedeniyle üremi denir.
Her iki böbrekteki nefron sayısı
Böbrek Yetersizliğinde Su Retansiyonu ve Ödem
Ş E K İL 31 - 8 Gelişimi. Eğer akut böbrek yetersizliği başladıktan he­
Fonksiyonel nefronların sayısındaki azalma ile hastalarda men sonra su tüketimi kısıtlanırsa, toplam vücut sıvı
izostenüri gelişimi. miktarı sadece hafifçe artar. Eğer sıvı alımı durdurula­
maz ve hasta normal susama mekanizmasına tepki
olarak su içerse, vücut sıvıları hemen ve hızlı bir şekil­
de artmaya başlar.
lim hızlarını düşürmeleri yolu ile böbrek atımı nor­ Kronik kısmi böbrek yetersizliğinde, böbrek fonksi­
mal düzeyde korunabilir. yonları normal düzeyin yüzde 30 veya daha altına dü­
şünceye kadar, tuz ve sıvı alımı fazla olmadığı sürece,
sıvı birikimi aşırı olmaz. Bunun nedeni, daha önce
İzostenüri-B öbreklerin İdrarı Konsantre veya
açıklandığı gibi, kalan nefroııların daha fazla miktarda
Dilüe Edem em esi. Hastalıklı böbreklerin kalan tuz ve su atımı sağlamasıdır. Az miktarda sıvı retansi­
nefıonlarındaki hızlı tübüler akımın önem li bir e t­ yonu olsa bile, iskemik böbrek hastalığında olduğu gi­
kisi, böbrek tübüllerinin idrarı konsantre etm e ve­ bi, çoğunlukla artan renin ve anjiyotensin II miktarı
ya dilüe etm e yeteneklerini kaybetmesidir. B öbre­ kronik böbrek yetersizliğinde şiddetli hipertansiyona
ğin konsantre etm e gücü şu nedenlerle yetersiz neden olur. Böbrek fonksiyonu yaşam için diyalize ge­
olur; ( 1 ) tübüler sıvının toplayıcı kanallardan hızlı rek olacak kadar azalan hastaların hemen hepsinde hi­
geçişi yetersiz su geri em ilim ine yol açar ve (2 ) pertansiyon gelişir. Bu hastaların çoğunda, tuz alimi­
hem Henle kulbunda hem de toplayıcı kanallarda­ nin ciddi kısıtlanması ve ekstraseliiler sıvının diyaliz
ile uzaklaştırılması hipertansiyonu kontrol edebilir.
ki hızlı akış, zıt-akım mekanizm asının medulla iıı-
Diğer hastalarda hipertansiyon diyaliz ile fazla sod­
terstisyel sıvı solütlerini etkin bir şekilde konsant­ yum atılmasından sonra da devam eder. Bu grupta is­
re etm esini engeller. Bu nedenle, gittikçe fazla sa­ kemik böbreğin alınması, fazla renin salgı kaynağı ve
yıda nefron tahrip oldukça, böbreklerin m aksi­ dolayısıyla artan anjiyotensin II oluşumuna yol açan
m um konsantre etm e yeteneği azalır ve idrarın oz- nedenin uzaklaştırılmasını sağlayacağı için, çoğu kez
m olaıitesi ve özgül ağırlığı (toplam soliit konsant­ hipertansiyonu (diyaliz ile sıvı retansiyonu önlendiği
rasyonunun bir göstergesi), Şekil 31-8'de gösteril­ sürece) düzeltir.
diği gibi, glomerüler filtratın ozmolarite ve özgül
Üremi-Üre ve D iğer Protein-Olmayan Azoklu Mad­
ağırlığına yaklaşır.
delerin (NPN) Artışı (Azotemi). Protein olmayan
Henle kulbunda sıvının hızlı geçişi ve ııefronun azotlu maddeler üre, ürik asit, kreatinin ve daha az
bu bölümündeki tübüler sıvıda üre gibi solüt mad­ önemli bazı maddeleri kapsamaktadır. Bunlar genelde
delerin nisbeten yüksek konsantrasyonda olması protein metabolizmasının son ürünleridir ve hücreler­
nedeniyle, nefron sayısı azaldıkça böbreğin dilüe
etme mekanizması da yetersiz olur. Sonuçta, bö b ­
reğin dilüe etme kapasitesi tam olmaz ve idrarın
minimum ozmolaritesi ve özgül ağırlığı glomerüler
filtratınkine yaklaşır.
Kronik böbrek yetersizliğinde konsantre etme
mekanizması dilüe etme mekanizmasından daha
fazla bozulduğu için, önemli bir klinik böbrek fonk­
siyon testi, hastanın 1 2 saat veya daha fazla dehid-
rate olduğu zaman böbreklerin idrarı ne ölçüde
konsantre ettiğinin ölçülmesidir.

Böbrek Yetersizliğinin Vücut Sıvılarına


Etkisi-Üremi
Böbrek yetersizliğinin vücut sıvılarına etkisi, (1) su ve
gıda alımına ve (2 ) böbrek fonksiyonundaki bozukluk Ş E K İL 31 - 9
derecesine bağlıdır. Tam böbrek yetersizliği olan bir Böbreklerin kilitlenmesinin (Renal shutdown) ekstraseliiler sıvı
hastanın aynı miktarda su ve besin tükettiği düşünül­ bileşenlerine etkisi.
376 ÜNİTE V • Böbrekler ve Vücut Sıvıları

de normal protein metabolizmasının devamının sağ­ den olur ve kan basıncını daha da artırır ve böylece de­
lanması için vücuttan atılmaları gerekir. Bunların kon­ vam ederek son-dönem böbrek hastalığı gelişir.
santrasyonları, özellikle ürenin konsantrasyonu, total Böbrek hastalıklarının her tipi hipertansiyona ne­
böbrek yetersizliğinde 1 - 2 hafta içinde 1 0 kata kadar den olmaz, zira böbreklerin bazı bölümlerinin tahriba­
çıkabilir. Kronik böbrek yetersizliğinde, konsantrasyon tı hipertansiyon oluşmaksızın üremiye yol açar. Ancak
yaklaşık olarak fonksiyonel nefronlaıdaki azalma dere­ bazı böbrek tahribatları özellikle hipertansiyon oluşu­
cesiyle orantılı bir şekilde yükselir. Bu nedenle, bu muna yatkındırlar. Böbrek hastalıklarının hipeıtansif
maddelerin, özellikle üre ve kreatinin kontsantrasyon- veya nonhipertansif etkilerle bağlantılı olarak yapılan
laıının ölçümü böbrek yetersizliğinin derecesinin be­ sınıflandırması aşağıda verilmektedir.
lirlenmesi için önemli bir bilgi sağlar.
Böbreklerin Sodym ve Su Atım Gücünü Azaltarak Hi­
Böbrek Yetersizliğinde Asidoz. Vücut hergün normal­ pertansiyona Yol Açan Renal Lezyonlar. Böbreklerin
de metabolik bazlardan en az 50-80 milimol daha fazla sodyum ve su atım güçlerini azaltan böbrek lezyonları ço­
metabolik asit oluşturur. Bu nedenle, böbrekler fonksi­ ğunlukla hipertansiyona neden olurlar. Bu nedenle, GFR
yon yapamazsa vücut sıvılarında asit birikimi olur. Vücııt azalmasına veya tübüler reabsorbsiyonun artışına neden
sıvılarındaki tamponlar, normalde ekstıaselüler sıvı hid­ olan lezyonlar çeşitli derecelerde hipertansiyona yol açar­
rojen iyon konsantrasyonunda ölümcül bir artış olmak­ lar. Hipertansiyona neden olan bazı spesifik tip böbrek
sızın 500-1000 milimol asidi tampone ederler ve kemik­ anomalileri aşağıda verilmektedir.
lerdeki fosfat bileşikleri de ilave birkaç bin milimol hid­
1. Renal vaskiiler direncin artışı, böbrek kan akımını
rojen iyonunu tampone ederler. Ancak bu tamponlama
ve GFR’u azaltır. Buna bir örnek renal arter stenozu-
gücü tükenince kan pH düzeyi hızlı şekilde düşer ve has­
ıuın neden olduğu hipertansiyondur.
ta komaya girer ve pH 6 , 8 altına inerse de ölür.
2. Azalmış glomerüler kapiller filtrasyon katsayısı,
GFR’u düşürür. Buna örnek, glomerüler kapiller
Kronik Böbrek Yetersizliğinde Eritropoietin Salgısın­ membranın kalınlaşmasına ve infiamasyonuna neden
da Azalmanın Neden Olduğu Anemi. Şiddetli kronik olan ve böylece glomerüler kapiller filtrasyon katsayı­
böbrek yetersizliği olan hastalarda hemen daima anemi sını düşüren kronik glomeriilonefrittir.
gelişir. Bunun en önemli nedeni kemik iliğini uyarıp al­ 3. Aşırı tübüler sodyum reabsorbsiyonıt. Buna örnek,
yuvar yapımını sağlayan eıitropoietinin böbreklerden özellikle koıtikal toplayıcı kanallarda sodyum geri
salgılanmasının azalışıdır. Eğer böbrekler ciddi bir şekil­ emilimini artıran aşırı aldosteroıı salgılanmasıyla olu­
de tahrip olmuşlarsa, yeterli düzeyde eritropoietin sal­ şan hipertansiyondur.
gılamazlar ve bu da alyuvar yapımının düşüşüne ve do­
layısıyla anemiye yol açar. Hipertansiyon oluşunca, basınç natriürezi ve basınç
diürezine bağlı olarak, sodyum ve suyun böbreklerden
Kronuk Böbrek Yetersizliğinde A ktif D Vitamini Ya­ atımı normale döner ve böylece suyun ve sodyumun
pımının Azalm asıyla ve Böbreklerde Fosfat Retan- alımı ve atımı tekrar dengelenir. Renal vaskiiler dirençte
siyonuyla Meydana Gelen Osteomalazi. Uzun süren büyük bir artış veya glomerüler kapiller katsayısında
böbrek yetersizliği, kemiklerin kısmen absoı be olduğu azalış olsa bile, aı teıiyel kan basıncı yükseldikten sonra
ve sonunda çok zayıfladığı bir durıım olan osteoınala- GFR yeniden normal düzeyine döner. Benzer şekilde,
zi’y e neden olur. Bu durumun önemli bir nedeni şu­ fazla aldosteroıı salgılanmasında olduğu gibi, tübüler
dur: D vitamini iki-aşamalı bir işlemle dönüşüme uğ­ reabsorbsiyon arttığında idrar atım hızı başlangıçta
rar, önce karaciğerde sonra böbreklerde, baısaklaıdan azalsa da kan basıncı yükseldiğinde normale döner.
kalsiyum emilimini artırmak için, 1,25-dihidıoksikole- Böylece hipertansiyon geliştikten sonra hipertansiyon
kalsifeıola dönüşmesi gerekir. Bu nedenle böbreklerde dışında sodyum ve su atımında herhangi bir bozukluk
ciddi tahribat kandaki aktif D vitaminini oldukça dü­ belirtisi görülmez. Bölüm 19da açıklandığı gibi, yüksek
şürür ve bunun sonucunda ise kalsiyumun baısaklar- arteriyel kan basıncında sodyum ve suyun normal atı­
dan emilimi ve kemiklere kalsiyum sağlanabilirliği dü­ mı, basınç natriüıez ve basınç diürezinin daha yüksek
şer. bir arteriyel basınca ayarlanmış olduğunu gösterir.
Kronik böbrek yetersizliğinde kemik demiııeralizas-
yonunun önemli bir diğer nedeni de, azalan GFR so­ Yamalı Böbrek Tahribatı ve Renin Salgısının A rtışı­
nucu serum fosfat konsantrasyonundaki artıştır. Se­ nın Neden Olduğu Hipertansiyon. Renal arterin aşı­
rum fosfat düzeyinde aıtış, plazmada fosfatın kalsi­ rı şekilde daraldığı durumda olduğu gibi, eğer böbre­
yum ile bağlanmasını artırır, böylece plazmada iyonize ğin bir parçası iskemik ise ve bir parçası iskemik değil­
kalsiyum konsantrasyonunu azaltır ve bu da paıatiro- se, iskemik böbrek dokusu fazla miktarda renin salgı­
id hormon salgılanmasını uyarır. Bunun sonucu olu­ lar. Bu salgı anjiyotensin 11 oluşumuna ve o da hiper­
şan sekonder hiperpaıatiroidizm, kemiklerden kalsi­ tansiyona neden olabilir. Bu hipertansiyonu takip ede­
yum iyonunun salıverilmesini artırarak kemiklerin da­ cek olan en olası olaylar, Bölüm 19’da açıklandığı gibi,
ha fazla demineralizasyonuna neden olur. şu şekilde gelişir; ( 1 ) iskemik böbrek dokusunun bizzat
kendisi normalden daha fazla su ve tuz atımı yapar, (2 )
iskemik böbreğin salgıladığı renin salgısı ve bunun so­
Hipertansiyon ve Böbrek Hastalıkları nucu artan anjiyotensin II oluşumu böbreğin iskemik
olmayan dokusunu da etkileyerek tuz ve su tutulması­
Bu bölümde daha önce açıklandığı gibi, hipertansiyon, na neden olur ve (3) fazla su ve tuz, normalde olduğu
böbreklerin kan damarlarının ve glomerüllerin hasarı­ şekilde hipertansiyona neden olur.
nı alevlendirir ve bu nedenle son-dönem böbrek Benzer tipte bir hipertansiyon, böbreğin biri veya her
hastalığının temel nedenidir. Bunun tersine olarak da, ikisinde yama tarzında bazı alanlarda damar yaralan­
Bölüm 19'da açıklandığı gibi, böbrek fonksiyonların­ ması veya aıteriyoskleroz sonucu iskemik olmasıyla
daki anormallikler de hipertansiyona neden olabilirler. oluşabilir. Bunun sonucunda iskemik nefronlar daha az
Bu sebeple hipertansiyon ve böbrek hastalıkları ara­ tuz ve su atımı yaparken daha fazla renin salgılayarak
sındaki ilişki bazı durumlarda tehlikeli bir kısır döngü anjiyotensin II oluşumunu hızlandırırlar. Yüksek düzey­
oluşturur, böbrek tahribatı kan basıncında artışa yol deki anjiyotensin II, çevresindeki normal nefıonların
açar, bu da böbreklerin daha fazla haı aplanmasına ne­ sodyum ve tuz atımı yeteneklerini bozar. Sonuçta hiper­
BÖLÜM 31 • Miksiyon, Diüretikler ve Böbrek Hastalıkları 377

tansiyon gelişerek böbreklerin sodyum ve tuz atımı dü­ ekstraseliiler sıvıların fosfat konsantrasyonu büyük çap­
zelir ve böylece yüksek kan basıncı oluşumu sonucunda ta hücresel bir bozukluğa yol açmadan oldukça değişe­
tuz ve suyıın alımı ile atımı dengelenmiş olur. bilmektedir. Uzun bir süre devam eden düşük fosfat
konsantrasyonu, kemiklerin kalsifikasyonunu düşüre­
Tüm Nefronların Kaybının Neden Olduğu Böbrek rek kişilerde raşitzm oluşumuna neden olur. Ayrıca, Bö­
Hastalıkları Hipertansiyon Oluşturmayabilir Fakat lüm 79da açıklandığı gibi bu tip raşitizmler, normal tip­
Böbrek Yetersizliğe Yol Açar. Bir böbreğin ve diğer teki raşitizmlerde görülen hızlı yanıtın aksine, D vitami­
böbreğin bir parçasının kaybında olduğu gibi, nefron- ni tedavisine karşı direnç gösterirler.
laıdaıı çoğunun kaybı halinde, eğer kaybedilen böbrek
dokusu fazla ise daima böbrek yetersizliği gelişir. Eğer Renal Tübüler Asidoz-Tübüllerin Hidrojen iyonu
kalan nefronlar normal ve tuz alımı fazla değilse, bu du­ Salgılama Yetersizliği. Bu bozuklukta böbrek tübülle-
rum klinik belirtili hipertansiyona neden olmayabilir, ıi yeterli miktarda hidrojen iyonu salgılayaıııazlar. Bu­
çünkü kan basıncındaki ufak bir artış bile, sadece çok az nun sonucunda sürekli olarak idrarla fazla miktarda
nefron sağlam kalsa bile idrarla yeleri kadar su ve tuz bikarbonat kaybolur. Bu durum Bölüm 30'da tartışıldı­
atımı sağlanıncaya dek GFR’m artıracak ve tübüler sod­ ğı gibi, kanda ve ekstraseliiler sıvıda sürekli bir meta­
yum reabsoıbsiyoııunu azaltacaktır. Diğer taraftan bu bolik asidoza neden olur. Bu tip böbrek bozukluğu ka­
tip anomalisi olan bir hastada, eğer fazla miktarda tuz lıtsal bozukluklar nedeniyle veya böbrek tübüllerinde
tüketimi gibi ek yüklenmeler olursa hasta şiddetli hiper- yaygın bir yaralanma sonucu görülür.
tansif olabilir. Bu durumda böbrekler kalan çok az sayı­
daki fonksiyonel nefıonlarla yeteri kadar tuz atılmasını Nefrojenik Diabetes İnsipitus-Böbreklerin Antidi-
sağlayamazlar. üretik Hormona Cevap Verememesi. Bazen böbrek
tübülleıi aııtidiüretik hormona tepki göstermeyerek
fazla miktarda dilüe idrar çıkarılmasına neden olur.
Hastaya yeterli miktarda su verildiği takdirde bu du­
Ö ZG Ü L TÜ B Ü LER B O ZU K LU K LA R rum nadiren aşırı bir bozukluk yapar. Ancak yeterli su
verilmezse hasta hızla dehidrate olur.
Bölüm 27’de, tübüler epitel membranından farklı
maddelerin geçişinden özgül taşıma mekanizmaları­ Fanconi Sendromu-Böbrek Tübüllerinde Genel Geri
nın sorumlu olduğu belirtilmişti. Bölüm 3’de ise her Emilim Bozukluğu. Fanconi sendromu genelde hemen
hücresel enzimin ve her taşıyıcı proteinin nııkleusta hemen ttim amino asitlerin, glikozun ve fosfatın idrarla
sorumlu bir gen tarafından oluşturulduğu vurgulan­ atımının artışı ile ilişkilidir. Şiddetli olaylarda başka be­
mıştı. Eğer gerekli gen yok ise veya anormal ise, tübiil- lirtiler de gözlenir, bunlar; (1 ) metabolik aisdozla sonuç­
leıde uygun taşıyıcı proteinlerden biri veya böbrek tü­ lanan sodyum bikarbonat geri emilim yetersizliği, (2 )
büler epitel hücrelerinde de soliit traıısportu için ge­ potasyumun bazen de kalsiyumun atımlarının artışı ve
rekli enzimlerden biri bulunmayabilir. Bu sebeple, tü­ (3) nefrojenik diabetes insipitustur.
büler meıııbrandan madde gruplarının veya her bir Fanconi sendromunun bir çok nedeni vardır, bunlar
maddenin taşınmasında birçok kalıtsal tübüler bozuk­ böbrek tübiiler hücrelerinde çeşitli maddelerin taşın­
luklar görülür. Ayrıca tübüler epitel membranında tok­ masının genel bir yetersizliğinden sonuçlanmaktadır.
sinler veya iskeminin oluşturduğu tahribat da önemli Bu nedenler; (1) hücre taşıma mekanizmalarında ka­
böbrek tübüler bozukluklarına neden olabilir. lıtsal bozukluklar, (2 ) böbrek tübüler epitel hücrelerini
tahrip eden toksinler veya ilaçlar ve (3) iskenıi sonu­
Renal Glikozüri-Böbrekte G likoz Geri Emilim Yeter­ cunda böbrek tübtil hücrelerinin hasarıdır. Tübüler
sizliği. Bu durumda kan glikoz konsantrasyonu nor­ tahribatın neden olduğu Fanconi sendromunda özel­
mal olabilir fakat glikozun tübüler geri emilimi için ta­ likle pı oksimal tübüller etkilenirler, zira tahrip edici et­
şıma.mekanizmaları çok kısıtlanmış veya kaybolmuş­ kisi olan birçok toksin ve ilacın emilim ve salgılanma­
tur. Sonuçta normal kan glikoz düzeyine rağmen, her sını bu hücreler yapmaktadırlar.
gün idrarla çok miktarda glikoz atılır. Diabetes ınelli-
tusta da idrarda glikoz bulunması nedeniyle, diabetes
mellitus tanısı konulmadan önce nisbeteıı benign bir
durum olan renal glikozürinin mutlaka açıklığa kavuş­
BÖBREK YETERSİZLİĞİNİN YA P A Y
turulması gerekir.
BÖBREK İLE DİYALİZ YAPILARAK TEDAVİSİ
Aminoasitüri-Böbreklerin Amino Asit Geri Emilim Ye­
tersizliği. Bazı amino asitler reabsorbsiyon için aynı ta­ Akut veya kronik olsun böbrek fonksiyonlarının aşırı
şınma sistemini paylaşırlarken diğer bazı anıiııo asitler kaybı yaşamı tehlikeye sokar ve toksik atık maddelerin
kendilerine ait taşınma sistemlerine sahiptirler. Tüm vücuttan atılması ve vücut sıvı hacminin ve bileşimi­
aıııino asitlerin yetersiz ıeabsorbsiyonu sonucunda na­ nin korunması gerekir. Bu işlem yapay böbrek ile diya­
diren genel anıinoasitilri denilen bir durum da oluşur; liz yoluyla sağlanır. Belirli tipteki akııt böbrek yetersiz­
daha sık olabilen özel taşıyıcı sistemlerin yetersizliği ise, liklerinde, yapay bir böbrek hastanın böbreği normal
şu sonuçları verebilir. ( 1 ) esansiyel sistiniiri, çok miktar­ fonksiyonuna döniinceye kadar hastayı rahatlatmak
da sistin geri emilemez ve çoğunlukla idrarda kıistalize için kullanılabilir. Eğer böbrek kaybı dönüşümsiiz ise,
olarak böbrek taşlarını oluşturur; (2 ) basit glisiniiri, gli- yaşamın sürdürülmesi için diyalizin sürekli olarak ya­
siıı geri emilemez; ve (3) beta-amiııo-izobütirik asitüıi, pılması gerekir. Dönüşümsüz böbrek yetersizliği olan
tüm insanların yaklaşık yüzde beşinde görülür fakat gö­ veya böbrekleri tamamen alınmış binlerce insan 15-20
rünüşte temel klinik bir belirtisi yoktur. yıl süre diyalizde kalabilmektedir. Diyaliz normal vü­
cut sıvı bileşimini tam olarak koruyamadığı ve böbrek­
Renal Hipofosfatemi-Böbreklerde Fosfat Geri Emi­ lerin yaptığı çok yönlü fonksiyonları da yapamadığı
lim Yetersizliği. Renal fosfateıııide, vücut sıvıları fosfat için yapay böbreğe bağlı yaşayan hastaların sağlığı ge­
konsantrasyonu çok düştüğü zaman böbrek tübülleıi nelde bozuktur. Böbrek fonksiyonlarının kalıcı kaybı­
yeterli düzeyde fosfat geri emilimi yapamazlar. Bu du­ nın daha iyi bir tedavisi, böbrek nakli ile, fonksiyonel
rum hemen ciddi bir anormalliğe neden olmaz zira böbrek dokusu temin edilerek sağlanır.
378 ÜNİTE V • Böbrekler ve Vücut Sıvıları

lam kan miktarı her zaman genelde 500 mililitreden


Yarıgeçirgen azdır, akış hızı dakikada birkaç yüz mililitre olabilir ve
zar Akan kan toplam difiizyon yüzey alanı da 0 ,6 -2 ,5 metre kare ka­
dardır. Yapay böbrekte kanın pıhtılaşmasını önlemek
için kan yapay böbreğe girerken az miktarda heparin
Atık Su Akan diyaliz iııfüze edilmektedir.
ürünler______ sıvısı Solüt maddelerin difüzyonuna ilave olarak diyaliz
cihazındaki membranda suyun ve solüt maddelerin
filtıasyon işlemini artırıcı hidrostatik basınç uygula­
narak su ve solüt maddelerin büyük miktarlarda ge­
çişi de sağlanabilir ve bu filtrasyon şekline "kütle a k ı­
mı" denilir.

Diyaliz Sıvısı. Tablo 31-7’de tipik bir diyaliz sıvısı ile


normal ve üıemik plazma arasındaki içerik farklılıkları
görülmektedir. Diyaliz sıvısındaki iyon ve diğer mad­
delerin konsantrasyonlarının normal plazma veya üıe-
Diyaliz Diyaliz sıvısı mik plazma ile aynı olmadığı dikkat çekicidir. Bunun
sıvısı içeri dışarı
yerine diyaliz sırasında membrandan su ve solüt mad­
delerin uygun geçişi için gerekli olan düzeylerde tutul­
maktadırlar.
Diyaliz sıvısında fosfat, üre, üıat, sülfat ve kreatinin
bulunmadığı ancak üremik kanda yüksek konsantras­
yonlarda olduğu da görülmektedir. Bu nedenle, üre­
mik bir hastaya diyaliz yapıldığında bu maddeler bü­
yük miktarlarda diyaliz sıvısına geçerler.
Taze diyaliz Sabit sıcaklık Kullanılmış diyaliz Yapay böbreğin etkinliği bir dakikada farklı madde­
sıvısı banyosu sıvısı lerden temizlenen plazma hacmi ile ifade edilebilir. Bu
ölçüt, Bölüm 27'de açıklandığı gibi, böbreklerin isten­
meyen maddeleri vücuttan atmadaki fonksiyonel et­
kinliklerinin açıklanmasında geçerli olan ile aynıdır.
Yapay böbrekler plazmadan üreyi 100-225 ml/dak. gi­
Yapay böbrekle diyaliz, prensibi. bi bir oranda temizlemektedirler, bu da üre atımı için
yapay böbreğin iki normal böbreğin birlikte fonksi­
yonlarının iki misli kadar hızda fonksiyon yaptığını
göstermektedir, çünkü normal üre klirensi sadece 70
ml/dakikadır. Ayrıca yapay böbrek, bir günde sadece
Diyalizin Temel Prensipleri. Yapay böbreğin temel
4-6 saat süreyle ve haftada da üç kez kullanılmaktadır.
prensibi ince bir membranla bağlı olan çok küçük kan
Bu nedenle, normal böbreğin yerine yapay böbrek ça­
kanallarından kanın sürekli akışıdır. Membranın diğer
lıştığı zaman, toplam plazma klirensi yine de sınırlı ol­
tarafında kandaki istenmeyen maddelerin difüzyonla
maktadır. Bunun yanışım, yapay böbreğin, normal
geçtiği bir diyaliz sıvısı bulunur.
böbreğin diğer fonksiyonlarım, örneğin alyuvar yapı­
Şekil 31-10’da içinde iki ince selofan membran ara­
mı için gerekli olan eıitropoietin salgılanması gibi iş­
sından kanın ve membranın dışında da diyaliz sıvısı­
lemleri yapamayacağı da unutulmamalıdır.
nın aktığı bir tip yapay böbrek şeması görülmektedir.
Selofan, plazmadaki proteinler hariç diğer maddelerin
her iki yönde, plazmadan diyaliz sıvısına veya diyaliz
sıvısından plazmaya geçişine imkan verecek düzeyde TABLO 31 - 7
porlu yapıdadır. Eğer bir maddenin plazmadaki kon­
santrasyonu diyaliz sıvısındakinden fazla ise bu mad­ Diyaliz Sıvısı ile Normal ve Üremik Plazmaların
denin plazmadan diyaliz sıvısına net geçişi olur. Karşılaştırılması
Diyaliz membı anında soliit maddelerin geçişi çeşit­ Normal Diyaliz Üremik
li faktörlere bağlıdır, ( 1 ) iki solüsyon arasındaki soliit Bileşenleri Plazma Sıvısı Plazma
madde konsantrasyon farklılığı, (2 ) membranın solüt
Elektrolitler (mEq/lt)
maddeye karşı geçirgenliği, (3) membranın yüzey ala­
Na+ 142 133 142
nı ve (4) membranda kan ve sıvının temasta kaldığı sü­ K+ 5 1,0 7
renin uzunluğu. Ca++ 3 3,0 2
Konsantrasyon farklılığı en fazla olduğu zaman (di­ Mg++ 1,5 1,5 1,5
yaliz başladığında) solüt maddelerin maksimum geçi­ cı- 107 105 107
şi gerçekleşir ve konsantrasyon farklılığı azaldığında h c o 3- 24 35,7 14
düşer. "Hemodiyaliz”de olduğu gibi kan ve diyaliz sıvı­ Laktai- 1,2 1,2 1,2
sının yapay böbrekten aktığı bir akış sisteminde, kon­ HPOr 3 0 9
santrasyon farklılığının kaybolması ve solütün ıııemb- Ürat- 0,3 0 2
Sülfat= 0,5 0 3
ıandan difiizyonun optiıııal düzeyde tutulması, kan
Elektrolit olmayanlar (mg/dl)
veya diyaliz sıvısından birinin veya her ikisinin de akış Glikoz 100 125 100
hızlarının artırılması ile sağlanabilir. Üre 26 0 200
Normal çalışan yapay bir böbrekte kan venalara Kreatinin 1 0 6
doğru sürekli veya aralıklı akar. Yapay böbrekteki top­
BÖLÜM 31 • Miksiyon, Diüretikler ve Böbrek Hastalıkları 379

REFERANSLAR

A ppel G B , Pirani C L , D ’A ati V : R en al vascu­ D iagn osis and M anagem ent. New Y o rk : Lazarus JM , D en ker B M , O w en W F Jr : H e ­
lar com p lication s o f sy stem ic lupus erythe­ Raven Press, 1994. m odialysis. In: B ren n er B M , R e c to r F C
m atosus. J A m S o c N ephrol 4 :1 4 9 9 , 1994. H all J E : R en al function in 1-kidney, 1-clip hy­ (ed s): T h e K idney. 5th ed. P hilad elp hia:
B e c k F , Thuran K , Straun th aler G : Pathophysi­ pertension and low -renin essential hyperten­ \VB Saunders C o , 1 9 9 6 , pp 2 4 2 4 - 2 5 0 6 .
olo g y and p ath obioch em istry o f acute renal sion. A m J H ypertens 4 (suppl): 5 2 3 s , L e a f A , Cotran R S : R en al Pathop hysiology.
failure. In : Seld in D\V, G ieb isch G (ed s): 1991. 2nd ed. New Y o rk: O x fo rd U n iversity
T h e K idn ey: Phy sio lo g y and Pathop h ysiol­ H all JE , Brands M W , H enegar J R , S k ek E W - Press, 1980.
M : A bnorm al kidney function-as. a cause Lifto n R P : M olecu lar gen etics o f human blood
ogy. 2 n d ed. New Y o rk : R av en Press, 1992.
and a con seq u en ce o f ob esity hypertension. pressure variation. S c ie n c e 2 7 2 :6 7 6 ,
B o n v en trc J V : M ech an ism s o f isch em ic acute
C lin E xp Pharm acol Physiol 2 5 :6 5 , 1998. 1996.
renal failure. K idney Int 4 3 :1 1 6 0 , 1993.
H all JE , Brands M W , S h ek E : C entral role o f L u ft F C : M olecu lar gen etics o f hum an hyper­
B ra ter D C : R e sista n ce to diuretics: m ech a­
the kidneys and abnorm al fluid volum e c o n ­ tension. J H ypertens 1 6 :1 8 7 1 , 1998.
nism s and clin ica l im plication s. Adv N e­ trol in hypertension. J Hum H ypertens 10: M assry S G , G lassock R J: T e x tb o o k o f N eph­
phrol 2 2 :3 4 9 , 1993. 6 3 3 , 1996. rology. 2nd ed. B a ltim o re: W illia m s & W il­
B ren n e r B M , G a rcia D L , A nderson S . G lom er­ H ammerman M R , O 'S h e a M , M iller S B : R o le
kins, 1988.
uli and blood pressure— less o f one, more o f growth factors in regulation o f renal
Parving HH, O sterby R , A nderson P W , H sueh
o f the o th er? Am J H ypertens 1 :3 3 5 , 1988. growth. Annu R e v Physiol 5 5 :3 0 5 , 1993.
W A : D iab etic nephropathy. In: B ren n e r
B ren n er B M , L a z a m s J M (ed s): A cu te Renal Humphreys M H : M echan ism s and m anage­
B M , R ecto r F C (ed s): T h e K idney. 5th ed.
Failu re. P hilad elp hia: \VB Saunders C o, ment o f nephrotic syndrom e. K idney Int 4 3 :
Philadelphia: W B Saunders C o , 1996.
1983. 1 160, 1993.
Ruggenenti P, Rem uzzi G : Nephropathy o f
D ’ A gati V : T h e m any m asks o f fo c a l segm en ­ Izzo JL , B la c k H R (ed s): H ypertension Prim er.
type-2 diabetes m ellitus. J A m S o c N ephrol
tal glom eru losclero sis. K idn ey Int 4 6 :1 2 2 3 , 2nd ed. D allas: A m erican H eart A sso cia ­
9 :2 1 5 7 , 1998.
1994. tion, 1999.
Johnson R J: T h e glom erular response to in­ S ch rier R W , G ottsch alk C W (ed s): D isease s o f
F in e L G , N orm an J T , K ujubu D A , K n e ch y .A : the K idney. 5th ed. B o s to n : L ittle , B row n ,
ju ry: progression or resolution? K idney Int
R en al hypertrophy. In: Seld in D W , G ie ­ 1992.
4 5 :1 7 6 9 , 1994.
b isch G (ed s): T h e K idney: Physiology and Seidm an E J (ed): Current U ro lo g ie Therapy.
K elley V R , Sukhatm e V P : G en e transfer in the
Pathop hysiology. 2nd ed. New Y o rk : Raven Philadelphia: W B Saunders C o , 1994.
kidney. A m J P hysiol 2 7 6 : F I , 1999.
Press, 1 9 9 2 , pp 3 1 1 3 - 3 1 3 4 . K lah r S: O bstructive nephropathy. K idney Int Sim on D B , Lifton R P : Ion transport m utations
G uyton A C , H all J E , C olem an T G , et al: The 5 4 :2 8 6 , 1998. in G itelm an 's and B a rtte r’s syndrom e. Curr
dom inant ro le o f the kidneys in long-term K oeppen B M , Stanton B A : R en al Physiology. Opin N ephrol H ypertens 7 :4 3 , 1998.
arterial pressure regulation in norm al and S t. Lo u is: M o s b y -Y e a r B o o k , 1992. W ilco x C : D iuretics. In: B ren n e r B M , R e c to r
hypertensive states. In: Laragh JH , B renn er K urtzman N A : Disorders o f distal acidification. F C (eds): T he K idney. 5th ed. Philadelphia:
B M (ed s): H ypertension: Pathophysiology, K idney Int 3 8 :7 2 0 , 1990. W B Saunders C o , 1 9 9 6 .
ıV ,l|C '"f f : . l l p W ' : '< I I|ICU1)CI f/y y f ; ,.-t
(■/ II Ilıt t jM , Ir :• > v :.j < [f

\ l1'!" .1» , '»■ H " C"' 1< i !

■ I > A ‘-< - lo i m i '■>] i l i <s .'!<( i I1 l|j»- l i i f n i ' ¿ıp ' v i" - 11111 i mı iıtw " u ’
1‘ / ! ! - I i; V i ................ ’ " I I ' I ' » ! - ■' I " MJ ^Cjiuıcı yy,' imui- ;■ ı|> C/A (cq •) Q|■ •' ca

I " VI ‘ y|t« IIK (':■(<'): U>1 >*•"'!■ 1 NM'*" |£fl$ft'.ur.V|l |. K " '' (..* A1I-t'M’f l||l? uf
111 ’ .f .J t y ll ı.ıfjf. «*>,( )!'■ •!I I ' |. . | li' /. | ‘ | :
.

.'•» 1 1i M 'M '. i / / i :, >y ) ,» w

İllin ®)1 iUq f 'l B MIUJOI // ¡'|i ıJ v


VI f*-‘î ?JLî (;

I *m 11 e.iı' . J'i|¿ iı " i*'- "i (ini! ' ifprtVj


ir il lf B 1'" « ! - V I H \ ' I j 'i l l ’ -UvI U f V , I; V;

l.< |ir.ı./ | (j| f • I , I .'* Ç U İ ( Î | >' 'J

l!lı I." tyj ( ! ■ IV/'tl» /. l<Ai' I /*»<-*îı


UN ¡TE «

Kan Hücreleri,
Bağışıklık ve
Kan Pıhtılaşması

32
A lv u y a rla r, A n e m i ve P o lisite m i

33
V ü c u d u n E nfe ksiyo na D iren ci: I. L ö ko sitle r, G ra n ü lo s itie r M o -
n o s it-M a k ro fa j S istem i ve İnfla m a syo n

34
V ü c u d u n E nfe ksiyo na D ire n ci: II. B ağışıklık ve A le rji

35
Kan G ru p la rı; T ra nsfüzyon; D o ku ve O rg a n T ra n splan tasyo n u

36
H e m o s ta z ve Kan Pıhtılaşm ası

i'in i imİ* ‘ u fI f ' ) i n f p b )h o li;r ıi'jll pv tı.\iI lı;/i ıııto v

I
Bu bölüm ile kan hücrelerini ve kan ile yakından m em branı, hücre içeriğine göre geniş olduğu için
ilişkili m a k ro fa j sistem i ve lenfatik sistem hücrele­ şekil değişikliği (deformasyon) sırasında m em b-
rini tartışm aya başlayacağız. İlk olarak vücudun ıan büyük oranda gerilmez ve sonuçta hücre bir­
tüm hücreleri arasında en bol miktarda bulunan çok diğer hücrenin aksine yırtılmaz.
ve dokulara oksijen iletm ek için gerekli olan alyu­
varların fonksiyonlarını tanıtalım. Kanda Eritrosit Konsantrasyonu. Normalde bir
milimetıeküpteki eritrosit sayısı erkekte 5.200.000
(±300.000) ve kadında 4.700.000 (±300.000) dir.
Yüksek irtifalarda yaşayanlarda, eritrosit sayısı yük­
A l y u v a r l a r ( e r İt r o s ît l e r ) seltir. Bu daha sonra tartışılacaktır.

Eritrosit olarak da bilinen alyuvarların esas fonk­ Hücre İçindeki Hemoglobin M iktarı. Alyuvarlar
siyonu akciğerlerden dokulara oksijeni ileten h e­ hücre sıvılarında hem oglobini 34 gı/dl hücre dü­
m og lobin i taşımaktır. Bazı aşağı sınıf hayvanlarda, zeyine kadar yoğunlaşüım a yeteneğindedirler. An­
hem oglobin, eritrosit içinde değildir, plazmada cak konsantrasyon hiçbir zam an bu değeri aşmaz,
serbest protein halinde dolaşır. İnsanda, plazm a­ çünkü hücrelerin hem oglobin oluşturm a m eka­
da serbest olarak bulunduğunda, kanın kapillerle- nizm asının m etabolik sınırı bu kadardır. Hatta
rinden her geçişinde yaklaşık % 3 kadarı kapiller norm al bireylerde hem oglobin yüzdesi hem en da­
m em bıan ınd an doku aralıklarına veya böbrekte ima lıeıbir hücrenin maksimum değerine yakın­
glom erüler m em bıanınd an glomerüler filtrata sı­ dır. Ancak, kemik iliğinde hem oglobin yapım ında
zar. Bu yüzden hem oglobin, dolaşımda kalabil­ yetersizlik olduğunda, hücrelerdeki hem oglobin
m ek için eritrosit içinde olmalıdır. yüzdesi bu değerin belirgin olarak altına düşebilir
Eritrositlerin, hem oglobin taşım anın yanında ve hücreyi dolduran hem oglobin miktarı azaldığı
başka fonksiyonları da vardır. Örneğin, karbon di- için eritrosit hacm i azalabilir.
oksid ve su arasındaki reaksiyonu katalize eden ve H em atokıit değeri (kan hücrelerinin yüzdesi -
bu tersinir reaksiyonun hızını binlerce kez artıran norm alde % 40-45 kadardır) ve lıe ıb ir hücredeki
karbonik anhidrazı büyük miktarda içerirler. Bu h em o g lo b in m iktarı n orm al old uğunda, tüm
reaksiyonun çabukluğu sayesinde büyük m iktar­ kandaki hem oglobin miktarı erkeklerde ortalam a
da karbon dioksid, kandaki su ile reaksiyona gire­ 16 g/dL, kadınlarda ortalam a 14 g/dL'dir. Bölüm
rek, dokulardan akciğere bikaıkonat iyonu (H C 03‘ 4 0 ’da oksijenin taşınm ası ile ilgili olarak tartışıldı­
) halinde taşınır. Yine, hücre içindeki hem oglobin ğı gibi, saf hem oglobinin gramı yaklaşık 1,39 m i­
m ükem m el bir asit-baz tam ponudur (çoğu prote­ lilitre oksijen ile bağlanm a yeteneğindedir. Bu
in gibi), bu yüzden eritrositler tam kanın tam pon- nedenle, norm alde her desilitre kanda erkekte
lam a gücünün önem li bir kısmından sorum ludur­ yaklaşık 21 mililitre, kadında da 19 m ililitre oksi­
lar. je n taşınabilir.

A lyuvarların Şekli ve Büyüklüğü. Şekil 3 2 -3 ’de


görülen norm al alyuvarlar bikonkav disk şeklin­ Alyuvarların Üretimi
de olup, ortalam a çapları yaklaşık 7,8 m ikrom et­
re ve kalınlıkları da en kalın noktada 2,5 m ikro­ Alyuvar Üreten Vücut Bölgeleri. Em bıiyonik ya­
m etre, m erkezde de 1 m ikrom etre veya daha az­ şam ın ilk birkaç haftasında primitif, çekirdekli al­
dır. Eritrosit ortalam a hacm i ise 90-95 m ikrom et- yuvarlar vitelliis kesesinde üretilir. G ebeliğin ikinci
reküptür. tıim esteri sırasında d a la k ve len f dü ğü m lerin de de
Eritrositlerin şekli, hücreler kapillerleıden ge­ önem li miktarda eritrosit yapımı olm akla birlikte
çerken belirgin olarak değişebilir. Gerçekte alyu­ alyuvarların üretildiği esas organ karaciğerdir. G e­
varlar "kese" şeklinde olup hem en hem en her şek­ beliğin son ayında ve doğumdan sonra ise alyuvar­
le değişebilirler. Hatta normal hücrelerde, hücre lar tümüyle k em ik iliğinde yapılır.

382
BÖLÜM 32 • Alvuyarlar, Anemi ve Polisitemi 383

çok-yöıılü h em op oietik k ö k hücre adlı hücrelerden


kaynaklanır. Şekil 32-2 çok yönlü hücrelerin çeşit­
Vertebra li peıiferik kan hücrelerini oluşturm ak üzere bir­
biri ardına bölünm elerini gösterm ektedir. Kişinin
yaşamı boyunca üreyen bu hücrelerin bir kısmı,
orijinal çok yönlü hücrelerin aynısı olarak kalıp,
sayıları yaşla azalmakla birlikte kem ik iliğinde
“T------- T“ kaynak oluştururlar. Ü retilm iş kök hücrelerin bü ­
30 40
yük kısmı ise, şekil 3 2 -2 ’nin sağ tarafında görülen
Yaş (yıl)
diğer hücrelere farklılaşır. İlk basam aklardaki h ü c­
relerin çok yönlü kök hücreden farkları belirlene-
Ş E K İL 32 - 1 m em esine rağmen, özel hücre serilerine yönlen-
Parklı yaşlarda, çeşitli kemik iliklerine ait alyuvar üretim hızları. mişlerdir ve yönlenm iş kök hücreler olarak adlan­
dırılırlar.
Farklı yönlenmiş kök hücreler, kültür ortam ların­
da özel tipte kan hücrelerine ait koloniler oluştu­
Şekil 32-1'de görüldüğü gibi 5 yaşına kadar tüm rurlar. Eritrosit üreten yönlenm iş kök hücreye, ko­
kemiklerin ilikleri eritrosit yapar, fakat yaklaşık 2 0 loni oluşturan b iıim -eritro sit (colon y-foım in g
yaşından sonra hum erus ve tibyanm pıoksim al unit-erythrocyte) denir ve CFU-E kısaltm ası bu kök
bölüm leri dışında uzun kemiklerin ilikleri yağla­ hücre tipini tanımlamak için kullanılır. Benzer şe ­
nır ve alyuvar yapımı durur. Bu yaştan sonra erit­ kilde gıanülositleıi ve m onositleıi oluşturan koloni
rosit yapımı vertebıalar, sternum, kostalar ve ilyak yapıcı birimler de CFU-GM olarak tanımlanır.
kem ik gibi m em bıan öz kemiklerin iliklerinde d e­ Farklı kök hücrelerin büyüm e ve çoğalm aları
vam eder. Yaş arttıkça, bu kemiklerde bile ilik da­ büyüm e indükleyiciler olarak adlandırılan çok
ha az üretken olur. sayıda protein tarafından kontrol edilir. Herbiri-
nin farklı özellikleri olan dört tem el büyüm e in-
Kan H ü c re le rin in O luşm ası dükleyicisi tanım lanm ıştır. B unlardan bir tanesi
olan interlökin-3, farklı tipteki tüm kök h ü crele­
Çok-Yönlü H em atopoietik Kök Hücreler, Büyü­ rinin büyüm e ve ürem esini kolaylaştırırken, di­
me İndükleyiciler ve Farklılaşma İndükleyiciler. ğerleri yanlızca yönlenm iş kök h ü crelerin özel
D olaşan kandaki tüm hücreler, kemik iliğindeki tiplerinin büyüm esini kolaylaştırır.

-► Eritrositler

CFU-B CFU-E
(Koloni oluşturan (Koloni oluşturan
birim-blast) birim-eritrositler)
Granûlo8İtler

PHSC CFU-M CFU-GM


Monoaltler
(Çok yönlü (Koloni oluşturan (Koloni oluşturan birim- X
hematopoietik birim-dalak) granülositler, monositler)
Makrofajlar
kök hücre)

*- Megakaryosltler

\
TYombosttlor

T-Lenfosltler
Ş E K İL 32 - 2
Kemik iliğinde
orjiııal çokyönlü
h em ato p o ie tik
kök hücreden PHSC LSC B-Lonfosltler
(PHSC) çeşitli (Lenfoid kök hücre)
farklı perifcrik
kan hücreleri­
nin oluşumu
384 ÜNİTE VI • Kan Hücreleri, Bağışıklık ve Kan Pıhtılaşması

Büyüme indükleyiciler, hücrelerin farklılaşm a­ rı için bazofil eritbıoblastlar denir, bu evredeki hüc­
sını değil, büyümeyi kolaylaştırırlar. Farklılaşma relerde çok az miktarda hemoglobin vardır. Sonraki
indükleyicileı i adını alan bir diğer grup proteinler kuşaklarda Şekil 32-3’de görüldüğü gibi hücreler
de hücrelerin farklılaşmasını kolaylaştırma fonk­ yaklaşık % 34’e kadar hemoglobinle dolmaya başlar,
siyonunu üstlenir. Bunların her biri kök hücrele­ nukleus yoğunlaşarak küçülür ve sonuçta kalıntısı
rin bir tipinin, erişkin kan hücrelerin son tipine hücre dışına atılır. Aynı zamanda endoplazmik ıeti-
doğru bir veya daha fazla basam akta farklılaşm a­ kulum reabsorbe edilir. Bu evredeki hücreye ıetikü-
sına neden olur. losit denir, çünkü daha az miktarda da olsa Golgi
Büyüme ve farklılaşma indükleyicilerinin olu­ apereyi kalıntısı, mitokondri ve diğer az miktardaki
şum u kemik iliği dışındaki faktörler tarafından sitoplazmik oıganelden oluşan bazofilik materyal
kontrol edilir. Örneğin, bu bölüm de daha sonra içerir. Bu retikülosit evresi sırasında, hücreler kemik
tartışacağım ız gibi, vücudun düşük oksijene uzun iliğinden diyapedez yoluyla (kapiller membranm
süre maruz kalması sonucunda büyüme ve farklı­ porlarından sıkışarak) kan kapillerlerine geçerler.
laşm anın uyarılması ile eritrosit sayısında büyük Retikülositte geriye kalan bazofilik m ateryal
artış olur. Bazı akyuvarlarda olduğu gibi, enfeksi­ normalde 1 - 2 günde kaybolur ve hücre artık olgun
yon hastalıkları büyüm e, farklılaşm aya neden eritrosittir. Retikiilositlerin öm rü kısa olduğu için
olur ve sonuçta enfeksiyonla savaşmada gerekli konsantrasyonları norm alde kanın tüm alyuvarla­
olan özel tipte akyuvarların oluşum una yol açar. rının yüzde birinden daha azdır.

A ly u v a rla rın Farklılaşm a E vreleri A ly u v a r Ü re tim in in D ü z e n le n m e s i-


E ritro p o ie tin in Rolü
Alyuvar serisine ait tanım lanabilen ilk hücre, şekil
3 2 -3 ’de görülen proeritıoblasttır. Bu hücrelerin D olaşım sistem indeki total alyuvar kütlesi, dar
büyük kısmı, uygun stim ülasyonlar sonucu, CFU- sınırlar içind e düzenlenir. Öyle ki, akciğerden
E kök hücrelerinden oluşurlar. dokulara yeterli doku tıa n sp o rtu n u sağlayacak
Pıoeritroblast bir kez oluşunca, çeşitli kereler bö­ uygun m iktarda alyuvarın d aim a b u lu nm asın a
lünerek sonuçta pek çok olgun alyuvarları oluştu­ rağm en, hücreler kan akım ına engel o lacak k a ­
rur. İlk kuşak hücrelere, bazik boyalarla boyandıkla­ dar fazla m iktara da ulaşm az. Bu kontrol m eka-

ALYUVARLARIN OLUŞUMU

Proeritroblast
m

Bazofil
eritroblast İM »
»W
Mikrositik,
hipokromik anemi

Polikromatofil
eritroblast
t İ J-«
Ortokromatik
eritroblast

-Vs*
%
Retikülosit
m 4S & İ

Eritrosit
Megaloblastik Eritroblastozis fetalis
anemi

Ş E K İL 32 - 3
Alyuvarların oluşumu ve farklı anemi tiplerindeki alyuvarlar
BÖLÜM 32 • Alvuyarlar, Anemi ve Polisitemi 385

etiri dir. Eritropoietin yokluğunda, alyuvar ü reti­


m inin stim ülasyonunda, hipoksi ya çok az etkin ­
Hematopoletlk kök hücre
dir veya etkisizdir. Diğer yandan, eritrop oietin
Böbrek S I sistem i fonksiyonel iken, hipoksi, eritrop oietin
Ny i Proerttroblastlar
yapım ında belirgin artışa ned en olur ve eritrop o ­
[ Eritropoietin i ietin de hipoksi düzelinceye kadar alyuvar yapı­
Alyuvarlar
I m ını artırır.
Azalma
Doku oksijenlenmesi
Eritropoietin Yapımında Böbreklerin Rolü. Nor­
t mal kişilerde tüm eritropoietinin % 9 0 ’ı böbrek­
Azalma lerde, geriye kalanı da esas olarak karaciğerde ya­
pılır. Eritropoietinin böbreklerdeki kesin yapım
Oksijenlenmeyi azaltan faktörler
yeri bilinmemektedir. Olasılıkla, renal tlibüler epi-
1. Düşük kan hacmi
tel h ü creleri eritrop oietin sekrete etm ektedir,
2. Anemi
3. Hemoglobin azlığı
çünkü anem ik kan peritübliler kapillerlerden yük­
4. Azalmış kan akımı sek oranda oksijen harcayan peritübüler h ü crele­
5. Akciğer hastalığı re yeterli oksijen sağlayamaz, böylece eritrop oie­
tin yapımı stim üle olur.
Ş E K İL 32 - 4 Hipoksi, böbreklerde değil de vücudun diğer
bölgelerinde olduğu zam an da, eritropoietin sek-
Çeşitli faktörlerle doku oksijenlenmesi azaldığı zaman,
eritropoictin mekanizmasının alyuvar üretimini artırma resyonunu stim üle eder, bu da, bu horm onun
fonksiyonu. üretimi için böbreklere ilave sinyaller gönderen
böbrek dışı bazı algılayıcıların olabileceğini dü­
şündürür. Özellikle hem epinefrin hem de norepi-
n izm ası h akk ın d a bild iklerim iz şekil 3 2 - 4 ’de nefrin ve bazı pıostaglandinler eritıopietin üreti­
gösterilm iştir. mini stimüle eder.
Her iki böbreği çıkarılan insanlarda veya b ö b ­
A lyuvar Ü retim inin Temel Düzenleyicisi O la­ rekler bir renal hastalıkla haraplandığında, kişide
rak Doku Oksijenlenm esi. Dokulara taşm an ok­ derin bir anem i gelişir, çünkü norm al eritropoieti­
sijen m iktarının azalm asına ned en olan her ko­ nin % 1 0 ’u diğer dokularda (esas olarak karaciğer­
şul alyuvar üretim hızını artırır. Böylece kişi, h e- de) yapılır, bu da vücudun ihtiyacı olan alyuvar
m orâji veya bir başka ned enle aşırı anem ik hale yapım ının yanlızca üçte biri veya yarısına y etecek
gelm eye başladığında kem ik iliği derhal büyiik kadardır.
m iktarda alyuvar üretm eye başlar. Yine, kemik
iliğinin büyük bir kısm ının herhangi bir nedenle, E ritrosit Yapımı Ü zerine E ritrop o ietin in E tk i­
özellikle X -ışm ı ile tedavi sonucu haıabiyeti, ka­ si. İnsan ya da hayvan düşük oksijen a tm o sferi­
lan kem ik iliğinin h ip erplazisine ned en olur, ne konulduğunda, eritropoietin dakikalar ile sa ­
böylece vücudun alyuvar gereksinim ini sağlam a­ atler içind e yükselm eye başlar ve 24 saat için d e
ya çalışır. m aksim um düzeye ulaşılır. Ancak yaklaşık 5 gün
H avadaki o ksijen m iktarının büyük oranda som aya kadar dolaşım da hem en h iç yeni alyu­
azaldığı çok yüksek yerlerde, dokulara yetersiz ok­ var görülm ez. Bu faktörün yanısıra daha başka
sijen taşınır ve alyuvar yapımı belirgin olarak ar­ araştırm alar da, eritrop oietin in önem li etkisin in
tar. Alyuvar üretim hızını kontrol eden, kandaki kem ik iliğinde h em atopoietik kök h ü cred en pro-
alyuvar konsantrasyonu değil, dokunun oksijen eritroblast üretim ini stim üle ettiğini g österm iş­
ih tiy acın a göre h ü crelerin oksijen taşım adaki tir. Ayrıca bir kez pıoeritrob lastlar o lu şu n ca erit­
fonksiyonel yeteneğidir. ropoietin, hücrelerin farklı eritrob lastik evreleri
Periferik damarlarda kan akımında azalmaya norm ald en daha hızlı geçm elerine n ed e n olarak,
neden olan çeşitli dolaşım bozukluklarında ve yeni hücrelerin üretim ini hızlandım '. H ücrelerin
özellikle de akciğerlerden kanın geçişi sırasında hızlı üretim i, birey düşük oksijen ortam ın d a kal­
oksijen absorpsiyonunda yetersizliğe neden olan dığı sürece veya düşiik oksijene rağm en dokula­
durumlarda da alyuvar üretim hızı artabilir. Bu ra yeterli düzeyde oksijen i ta şıy a b ilecek kafi
özellikle uzun süreli kalp yetersizliğinde ve çeşitli m iktarda alyuvar oluşana kadar sürer; bu du­
akciğer hastalıklarında görülür, çünkü bu koşullar rumda, eritrop oietin üretim hızı gerekli alyuvar
sonucundaki doku hipoksisi, alyuvar üretim hızı­ yapım ını koruyacak fakat fazlasına yol açm ay a­
nı artırarak h em atokıitte artışa ve genelikle total cak düzeye iner.
kan hacm inde de artışa neden olur. Eritropoietin yokluğunda, kemik iliğinde az sa ­
yıda alyuvar yapılır. Bir diğer aşırılık ise çok fazla
E ritropoietinin A lyuvar Ü retim ini Stimüle Edi­ eritropoietin yapıldığında olur ve eğer yeterli m ik­
ci Fonksiyonu ve Hipoksiye Cevap O larak tarda dem ir ve diğer gerekli besin m addeleri var­
Oluşması. Alyuvar üretim ini stim üle eden esas sa, alyuvarların yapım hızı belki de on kat veya d a­
faktör d olaşım daki yaklaşık 34,000 m oleküler ha fazla artabilir. Bu yüzden, alyuvar üretim inde
ağulıkta bir glikoprotein h orm on olan eritropoi- eritropoietin kontrol m ekanizm ası çok güçlüdür.
386 ÜNİTE VI • Kan Hücreleri, Bağışıklık ve Kan Pıhtılaşması

Alyuvarların O lgunlaşm ası (M atürasyonu) - V itam in B 12 sind irim k a n a lın d a n em ilin ce,
büyük m iktarlarda karaciğerde d ep o lan ır ve k e­
V itam in B12 (Siyanokobalam in) ve
m ik iliği ya da vücudun diğer d oku ların ın ih ti­
Folik A sit G ereksinim i yacı oldukça yavaş yavaş salınır. H eıgü n n orm al
alyuvar olgunlaşm ası için y aln ızca 1 ila 3 m ik-
Azalan alyuvarların yeniden yapılması için ihtiyaç
ıo gram gibi m inim u m m iktarda v itam in B 1 2 g e­
devam ettiğinden, kemik iliğindeki hücreler, vü­
rekir ve karaciğer ve diğer vücut dokularındaki
cudun en hızlı büyüyen ve üreyen hücreleridir. Bu
n orm al depo ise bu m iktarın yaklaşık 1 0 0 0 katı
yüzden de tahm in edilebileceği gibi, olgunlaşm a­
kadardır. Bu yüzden olgunlaşm a kusuru a n e m i­
ları ve üretim hızları bireyin beslenm e durum un­
si için B ] 2 absorpsiyon bozukluğunun 3-4 yıl
dan şiddetle etkilenir.
sü rm esi gerekir.
Alyuvarların son olgunlaşm alarında iki vita­
m in, vitam in B 1 2 v e f o lik a sit özellikle önemlidir.
Folik Asit (P tero ilg lu tam ik Asit) Eksikliğine
Her ikisi de DNA sentezi için gereklidir, çünkü
Bağlı O lgunlaşm a Kusuru. Folik asit norm alde,
her ikisi de DNA’nın tem el yapı taşlarından biri
yeşil sebzelerde, bazı meyvalarda, karaciğer ve
olan tim idin trifosfaün yapım ında, farklı yollarda
diğer etlerde bulunur. Ama pişirm e sırasında ko­
gereklidir. Bu yüzden, vitam in B 12 veya folik asi­
laylıkla haraplanır. Ayrıca sık görülen bir in ce b a ­
din yokluğunda, DNA azalır ve buna bağlı olarak
rsak hastalığı olan şu pıu gibi sindirim kanalı a b ­
nükleer olgunlaşm a ve bölü nm e yetersiz olur.
sorpsiyon bozukluğu olan insanlarda h em folik
B u n d an başka, kem ik iliğind eki eıitro b la stik
asit hem de vitam in B 12’nin absorpsiyonu ciddi
hücreler ürem e hızlarının yavaşlam asına ilave­
şekilde güçleşm iştir. Bu yüzden çeşitli olgunlaş­
ten m a k ro sit diye adlandırılan norm alden bü ­
m a kusuru durum larında neden, hem folik asit
yük, hücre m em branı dayanıksız, sıklıkla irregü-
hem de vitam in B 12’n in absorpsiyonunda y eter­
ler, geniş, alışılm ış bikonkav disk yerine oval şe ­
sizliktir.
killi alyuvarlar üretirler. Bu iyi gelişm em iş h ücre­
ler dolaşım a kaüldıktan sonra, oksijeni norm al
olarak taşıyabilirler, fakat dayanıksızlıkları n ed e­
niyle yaşam süreleri kısa olup norm alin yarısı ve­ Hemoglobin Yapımı
ya üçte biri kadardır. Bu yüzden, vitam in B 12 ve­
ya folik asit eksikliğinin eritıopoiezde olgunlaş­ Hemoglobin sentezi pıoeritroblastlarda başlar ve
m a yetersizliğine n e d e n olduğu söylenir. önem siz düzeyde de olsa ıetikülosit evresinde b i­
Anormal hücrelerin görülme nedeni şöyledir: le devam eder. Çünkü ıetikülositler kemik iliğini
Hücrelerin uygun miktarda DNA sentezleyem e- terk edip kana geçtikten sonra az miktarda da ol­
m eleıi hücrenin üretim inin yavaşlamasına yol a ç­ sa bir - iki gün hem oglobin yapım ını sürdürürler.
ar. DNA'nın anom alileri nedeniyle, hücre m em b- Şekil 32-5 hemoglobin oluşumunun temel kim­
ranının ve hücre iskeletinin yapısal kom ponentle- yasal aşamalarını göstermektedir. İlk önce, Bölüm
ri de bozulur, bu da anorm al hücre şekillerine ve 6 7 ’de açıklandığı gibi, Krebs siklusunda süksinil-
özellikle hücre m em bran frajilitesinde şiddetle CoA oluşur, glisin ile bağlanarak pirol molekülünü
artmaya neden olur. oluşturur. Ardından dört pirol birleşeıek protopor-
Fırin DC’u yapar, daha sonra demir ile birleşerek henı
molekülünü oluşturur. En sonunda her hem m ole­
Vitamin B12'nin Yetersiz Absorpsiyonuna Bağlı külü, ribozomlarda sentezlenen globin adlı bir uzun
Olgunlaşma Kusuru-Pernisiyöz Anemi. Olgun­ polipeptid zinciri ile bağlanarak hem oglobinin bir
laşma yetersizliğinin yaygın bir nedeni sindirim alt birimi olan bir hemoglobin zincirini yapar (Şekil
kanalından vitamin B 12'nin emilim yetersizliğidir. 32-6). Bu zincirlerin herbirinin meloküler ağırlığı
Bunun sıklıkla görüldüğü pernisiyöz aneminin te­ yaklaşık 16.000'dir, dört tanesi gevşekçe bağlanarak
mel nedeni atrofik gastrik nıukoza' mn normal m i­ tüm hemoglobin molekülünü oluşturur.
de salgılarını yetersiz sekrete etmesidir. Mide bez­ Farklı hem oglobin alttiplerinde polipeptid kıs­
lerinin paıiyetal hücrelerinden, gıdalardaki vita­ m ının am ino asit içeriğine bağlı olarak çeşid i ha-
min B 12 ile bağlanarak B 12’yi barsaktan emilim için
uygun hale getiren intrensek faktör diye adlandırı­
lan bir glikoprotein salgılanır. Bunu şu yolla yapar:
A P
(1) intrensek faktör vitamin B 12 ile sıkıca bağlanır. I I
Bu bağlı durumda B 12 gastrointestinal enzimlerle c c
sindirilmekten korunur. (2) Bağlı durumda iken, II II
I. 2 süksinil-CoA + 2 glisin -------------------- ►- HC CH
intrensek faktör ileumun mukoza hücrelerinin fırç-
amsı kenarı m em branlaıındaki özgül reseptör böl­
gelerine bağlanır. (3) Bundan sonraki birkaç saatte II. 4 pirol — ► protoporfirin IX H
pinositoz ile kana taşınır, intrensek faktör ve vita­ III. protoporfinin IX + Fe++ — ►Hem
min m em branda birlikte taşınırlar. IV. hem + polipeptid — hemoglobin zinciri (« veya (î)
Bu yüzden intrensek faktör yokluğu hem bar- V. 2 a zinciri + 2 p zinciri— ►hemoglobin A
saktaki sindirim enzim lerinin etkisiyle, hem de
absoıpsiyon bozukluğu nedeni ile ciddi vitamin
kaybına neden olur. Hemoglobinin oluşumu
BÖLÜM 32 • Alvuyarlar, Anemi ve Polisitemi 387

Oksijen, hem oglobin m olekülündeki dem irin


iki pozitif bağı ile birleşmez. Bunun yerine demir
atom unun koordinasyon bağlarından bir tanesi
ile gevşekçe bağlanır. Bu aşırı derecede zayıf bir
bağdır, bu yüzden birlik kolayca bozulabilir. Ayrı­
ca oksijen iyonik oksjen değildir, iki oksijen ato ­
mundan oluşan moleküler oksijen halinde taşınır,
dokularda bağlantının zayıflığı ve kolayca tersinir
olm ası nedeniyle iyonik oksijen yerine çözünm üş
moleküler oksijen halinde doku sıvılarına geçer.

Demir Metabolizması

Demir hem oglobin, m iyoglobin ve sitokromlar, si-


tokrom oksidaz, peıoksidaz gibi diğer maddeler
COOH ' COOH
ve katalaz oluşumunda önem li olduğu için vücut­
*1*
ta dem irin hangi yollarla kullanıldığının anlaşıl­
N\ r
ması gereklidir.
Polipeplid Vücuttaki total demir miktarı ortalam 4-5 gram ­
(hemoglobin zinciri - a veya p) dır, bunun yaklaşık yüzde 6 5 ’i hem oglobindedir.
Yüzde 4 kadarı miyoglobinde, yüzde l ’i de intra-
seltiler oksidasyonu kolaylaştıran çeşitli hem b ile­
Ş E K İL 32 - 6 şiklerinde, yüzde 0 . 1 ’i de kan plazm asında tıan -
Hemoglobin molekülünün temel yapısı; hemoglobin feırin proteini ile birleşir, ve yüzde 15 ile 30 kada­
molekülünü oluşturmak üzere biraraya gelen dört hem rı da esas olarak feıritin halinde retikiiloendoteli-
zincirinden bir tanesi görülüyor.
yal sistem ve karaciğer parankinı hücrelerinde de­
polanır.

Demirin Taşınması ve Depolanması. Demirin


fif farklılıklar vardır. Zincirlerin farklı tipleri, alfa
zincirleri, b eta zincirleri, g am a zincirleri ve delta transportu, depolanması ve m etabolizm ası şekil
zincirleridir. Erişkin insanda en sık rastlanan h e ­ 32-7’de gösterilmiştir ve aşağıdaki gibi açıklanabi­
m oglobin çeşidi olan h em og lobin A, iki a lfa z in ­ lir. Demir ince bağsaktan absoıbe edildiği zaman
ciri ve ik i beta zincirinin birleşm esinden oluşur. hızla kan plazmasındaki bir beta globulin olan
H em oglobin A’nın moleküler ağırlığı 64.458’dir. apotransferrin ile birleşerek transferin’i yapar ve
Her bir zincirde bir hem pıostetik grubu olduğu plazmada taşınır. Demir, globulin molekülü ile
için her hem oglobin molekülünde 4 demir atomu gevşekçe bağlandığı için, sonuçta vücudun h er­
vardır; bunların herbiri de 1 molekül oksijen bağ- hangi bir noktasındaki herhangi bir doku hücresi­
layabildiğinden, her hem oglobin molekülü ile 4 ne serbestleyebilir. Kandaki fazla demir, vücudun
m olekül oksijen ( 8 atom oksijen) taşınabilir. tüm hücrelerinde fa k a t özellikle karaciğer hepato-
H em oglobin zincirlerinin doğası, hem oglobinin sitleıinde ve daha az oranda da kemik iliğinin reti-
oksijen bağlam a eğilimini belirler. Zincir anor­ küloendotelyal hücrelerinde birikir. Alıcı olan hüc­
mallikleri hem oglobin molekülünün fiziksel n ite­ re sitoplazmasında başlıca apofeıritin proteini ile
liklerini değiştirebilir. Örneğin, orak hücreli a n e ­ bağlanarak feıritini yapar. Apoferritinin moleküler
m id e iki beta zincirin herbirinde bir noktada glu- ağırlığı yaklaşık 460.000’dir ve bu büyük molekül ile
tam ik asit, valin am inoasidi ile yer değiştirmiştir. değişik miktarlarda demir radikalleri birleşebilir,
Böyle bir hem oglobin düşük oksijen basıncında bu yüzden ferritin büyük miktarlarda veya yalnızca
kalırsa, alyuvar içinde uzunluğu bazen 15 m ikro­ küçük miktarda demir içerebilir. Feıritin şeklinde
metreyi bulan kristaller oluşturur. Bu da hücrele­ depolanan bu demire depo dem ir adı verilir.
rin çok küçük kapillerlerden geçm esini hem en Depo havuzdaki demirin daha küçük miktarı
hem en olanaksız hale getirir ve kristallerin sivri h em osiderin adlı çözünm eyen form dadır. Bu,
uçları hücre m em branlarını yırtarak orak hücreli özellikle, vücuttaki total demir miktarı, apoferritin
anem iye neden olur. depo havuzunun kapasitesini aşacak miktarda ol­
duğu zam an geçerlidir. Hem osiderin, hücrelerde
Hemoglobinin Oksijenle Birleşmesi.Hemoglobin özellikle büyük yığınlar oluşturur ve bunun son u ­
molekülünün en önemli özelliği oksijenle gevşek ve cunda histolojik tekniklerle doku kesitlerinde b o ­
tersinir olarak bağlanma yeteneğidir. Vücutta h e­ yanabilir ve mikroskobik olarak büyük partikiiller
moglobinin başlıca fonksiyonu akciğerlerde oksi­ halinde gözlenebilir. Ferritin de boyanabilir fakat
jen le bağlanabilme ve ardından, oksijen gaz basın­ ferritin partikülleri çok küçük ve dağılmış olduğu
cı akciğerlerden çok daha düşük olan doku kapiller- için genellikle yalnızca elektron m ikroskobu ile
lerinde, bu oksijeni bırakma yeteneğine bağlı oldu­ görülebilir.
ğundan, bu nitelik solunum sistemi ile ilişkili B ö­ Plazmadaki demir miktarı çok düşük düzeylere
lüm 4 0 ’da ayrıntılı olarak tartışılmıştır. indiğinde ferritinden demir oldukça kolay ayrılır­
388 ÜNİTE VI • Kan Hücreleri, Bağışıklık ve Kan Pıhtılaşması

Emilen Fe++ Atılan Fe— günlük 0.6 mg ŞE K İL 32 - 7


(ince barsak)
Kan kaybı Demir taşınması ve metabolizması
(menstruasyonda günlük 0.7
mg Fe)

ken, hem osiderinden ayrılması daha zordur. D e­ Dem ir emilim hızı oldukça yavaştır, m aksim um
m ir vücudun gereksinim duyulan bölgelerine, lıız, günde ancak bir kaç miligramdır. Bu dem ektir
plazm ada transferrin halinde taşınır. ki, besinlerde aşırı miktarda dem ir olsa dahi bu ­
Transferrin m olekülünün kendine has bir özel­ nun yalnızca küçük bir kısmı absorbe edilebilir.
liği kem ik iliğindeki eritroblastlarm hücre ınem b-
ranlarındaki reseptörlerle kuvvetle bağlanm ası­ Absorpsiyon Hızının Kontrolü İle Total Vücut
dır. Ardından, bağlı dem ir ile birlikte eritroblast­ Demirinin Düzenlenmesi. Vücut demir ile satiire
larm içine endositoz ile alınır. Burada transferrin hale geldiğinde (doygunluğa ulaştığında), demir
dem iri h em in sentezinin yapıldığı m itokondrile- depo bölgelerindeki tüm apofeıritin, demir ile bağ­
re direkt olarak bırakır. Kanlarında uygun m iktar­ lanmıştır ve demirin barsaklardan absorpsiyon h ı­
larda transferrin bulunm ayan bireylerde eritrob- zı büyük oranda azalmaya başlar. Diğer yandan,
lastlara dem ir taşınm ası yetersiz olacağı için cid ­ demir depolarından demir boşaldığında, absorbsi-
di hipokrom ik anem iye neden olabilir, bu du­ yon hızı, demir depolarının doymuş olduğu duru­
rum da alyuvarların sayısı azalm ıştır ve hem oglo­ m a göre beş kat veya daha fazla artar. Böylece, to ­
bin içerikleri de norm alden azdır. tal vücut demiri, büyük oranda absorpsiyon hızı­
Alyuvarlar öm ürlerini tamamlayıp yıkıldıkları nın değiştirilmesiyle düzenlenir.
zam an hücrelerden salınan hem oglobin, m oııo-
sit-m akrofaj sistem inin hücreleri tarafından alı­ Demir Emiliminin Düzenlenmesinde Feedback
nır. Burada serbest dem ir ayrılır ve esas olarak fer­ Mekanizmalar. Demir emiliminin düzenlenm esin­
ritin havuzunda depolanır veya yeni hem oglobin de en azından bazı rollere sahip iki m ekanizm a şun­
sentezi için tekrar kullanılır. lardır: (1) Vücuttaki tüm apoferritin, demir ile doy­
gunluğa ulaşmaya başladığında, tran sferrin g do­
Günlük D em ir Kaybı. İnsanda hergün yaklaşık kulara demir serbestlemesi güçleşmeye başlar. So­
0,6 miligram demir başlıca feçes ile atılır. Kanama nuç olarak, normalde demir ile yalnızca 1/3 oranın­
olduğunda kaybedilen demir miktarı artar. Kadın­ da doymuş olan transferrin hem en tam am en demir
larda m enstrüel kan kaybı ortalam a olarak 1,3 ile bağlanır, bu yüzden barsakların mukozal hücre­
mg/giin kadar dem ir kaybına neden olur. lerinden hem en hemen hiç yeni demir alamaz. Bu
sürecin son evresinde, mukozal hücrelerde biriken
D e m irin S in d irim K analından E m ilim i fazla demirin kendisi, barsak lüm eninden demirin
aktif absorpsiyonunu baskılar. (2) Vücutta fazla de­
D em ir ince barsağın her kesim inden çoğunlukla mir deposu olduğunda, karaciğer apotransferin ya­
aşağıdaki m ekanizm a ile emilir. Karaciğer ılımlı pım hızını azaltır, böylece plazmada ve safrada bu
miktarda aportran sferriıı’i safraya sekrete eder ve dem ir-taşıyıcı-molekülün konsantrasyonu azalır.
safra kanalı ile duodenum a akar. İnce barsakta Bu yüzden intestinal apotıansferrin mekanizması
apotransfeırin, serbest demir ve diyetteki dem i­ ile daha az demir emilir ve daha az demir barsak
rin en önem li iki kaynağı olan etteki miyoglobin epitel hücresinden dışarı taşınarak plazmada plaz­
ve hem oglobin gibi bazı demir bileşikleri ile bağ­ ma transferrinine bağlı olarak taşınır.
lanır. Bu kom binasyona transferrin denir. Intesti­ Ancak, demir em ilim inin düzenlenm esinde bu
nal epitel hücrelerine doğru çekilerek m em bran feedback kontrol m ekanizm alarına rağmen, birey
reseptörlerine bağlanır. Ardından, pinositoz ile çok aşırı miktarda demir bileşikleri yerse, fazla
transferrin molekülü, taşıdığı demir ile birlikte miktarda demir kana geçer ve vücutta retiküloen-
epitel hücrelerine absorbe olur ve daha sonra bu dotelyal hücrelerde hem osiderin halinde yoğun
hü crelerden alttaki kan dam arlarına salınarak birikim ler olabilir. O zam an bu çok tehlikeli bir
plazma transferrinini oluşturur. durum yaratabilir.
BÖLÜM 32 • Alvuyarlar, Anemi ve Polisitemi 389

fakat bu alyuvar k on san trasyon u n u n d üşm esine


ALYUVARLARIN YIK IM I neden olur. Eğer ikinci bir kanam a olm azsa, a l­
yuvar konsantrasyonu 3 ile 6 h aftad a n orm ale
Alyuvarlar kem ik iliğinden d olaşım sistem in e döner.
çıktıkları zam an norm alde yıkılm adan ö n ce o r­ Kronik kan kaybında, kişi sıklıkla hem oglobin
talam a 120 gün dolaşım da kalırlar. Olgun alyu­ oluşumu için yeterli demiri kaybedilen hızla bar-
varlarda çekirdek, m itokondri veya endoplazm ik saklaıdan absorbe edem ez. Bu yüzden alyuvarla­
ıetik u lu m o lm am asına rağm en, yine de glikozu rın içinde az miktarda hem oglobin üretilerek şekil
m eto bilize ed ebilen az m iktarda ad enozin tıi- 32-3'de görüldüğü gibi m ikrositik hipokrom ik
fosfat olu ştu rabilen sitoplazm ik enzim ler vardır. anem i ortaya çıkar.
Bu enzim ler aynı zam anda: (1) H ücre m em bra-
m n ın şekil değiştirebilm esini devam ettirir; (2 ) A plastik Anem i. Kem ik iliği aplazisi, fonksiyo­
İyonların m em bran d an geçişini sürdürür; (3) nel kem ik iliğinin yokluğu anlam ındadır. Ö rn e­
h ü cren in h em oglobinind eki dem iri feırik form ğin, kem ik iliğinin ta m a m en y ık ım ın a ned en
(oksijen taşıyam ayan m ethem og lob in o lu şum u ­ olacak şiddetli nükleer bom bard ım an lard a gam ­
n a n ed en olur) yerine ferroz form da tu tar ve (4) m a ışını radyasyonuna m aruz kalan bireyde bir­
alyuvarlardaki p roteinlerin oksidasyonunu ö n ­ kaç hafta içinde öldürücü (letal) an em i olur.
ler. Alyuvarlardaki bu m etabolik sistem ler za­ Benzer şekilde aşırı X -ışın ı uygulanm ası, bazı
m an la giderek daha az aktif hale gelir ve y aşam ­ endüstriyel kim yasal m ad d eler ve h a tta ilaçlar,
sal olaylar zayıfladığı için hücre daha kırügan kişiyi duyarlı hale getirerek b en zer etkilere n e ­
(frajil) olm aya başlar. den olabilir.
Alyuvar m em branı kolay zedelenebilir hale gel­
m eye başladığında, dolaşımdaki bazı dar nokta­ M egaloblastik Anem i. V itam in B 12, folik asit ve
lardan geçerken hücreler yırtılır. Alyuvarların ço ­ mide mukozasındaki intrensek faktöre ilişkin da­
ğu dalağın kırmızı pulpasından geçerken sıkışarak ha önceki tartışm adan rahatlıkla anlaşılacağı gibi
parçalanır. Burada 8 m ikrom etre çapındaki alyu­ bu faktörlerden herhangi birinin azalm ası, kemik
varların geçm esi gereken kırmızı pulpanın yapısal iliğinde eıitroblast üretim ini yavaşlatabilecektir.
trabekülaları arasındaki aralık 3 m ikrom etre ge­ Sonuç olarak, tu haf şekilli, geniş m egaloblastlar
nişliktedir. Dalak çıkarıldığı zam an dolaşan kan­ gelişir. Yani, pem isiyöz anem ide olduğu gibi m i­
daki anorm al hücrelerin ve yaşlı hücrelerin sayısı de m ukozasının atrofisi veya total gastrektom i
belirgin olarak artar. sonucu m idenin tam am en yokluğu m egaloblas­
tik anem iye neden olur. Ayrıca vitam in B12 ve di­
H em oglobinin Yıkım ı. Alyuvarlar vücudun ç e ­ ğer vitam in B bileşiklerinin a b so ıp siy o n u n u n
şitli kesim lerindeki fakat özellikle karaciğerde azaldığı intestinal şuprulu hastalarda sıklıkla m e­
(Kupffer hücreleri), dalakta ve kem ik iliğindeki galoblastik anem i gelişir. Eritroblastlar, norm al
m akrofajlar tarafından hızla fagosite edildiğinde sayıda alyuvar oluşturm ak için yeterli hızda bölü-
h em o g lo bin açığa çıkar. Sonraki birkaç saat ile nem edikleri için norm alden daha büyük, acaip
gün için d e m akrofajlar hem og lob in d en dem iri şekilli ve frajil m em branlı h ücreler oluşur. Bu
ayırarak, kana geri verirler. D em ir de kanda hücreler kolaylıkla parçalanır, bireyin yeterli sa­
tran sfe rlin ile taşınarak ya kem ir iliğinde yeni yıda alyuvarlara şiddetle gereksinim duym asına
alyuvar üretim inde kullanılır veya karaciğer ve yol açar.
diğer dokularda feıritin halind e depolanır. H e­
m oglobin m olekülünün porfirin kısmı m akrofaj- H em o litik A nem i. Birçoğu h ered iter ed inilen
laıd a bir dizi değişim basam ağınd an geçerek çeşitli alyuvar anorm allikleri, h ü creleri frajil h a ­
safra pigm enti bilüribine çevrilip kana verilir ve le getirerek özellikle dalaktaki kapillerlerd en g e­
so n ra karaciğer tarafından safraya sekrete edilir; çerken kolaylıkla p arçalan m aların a yol açar. B a ­
bu karaciğer fonksiyonları ile ilgili olarak Bölüm zı hem olitik hastalıklarda alyuvarlar n orm al s a ­
7 0 ’de tartışılm ıştır. yıda veya norm ald en daha fazla ü ıe tilse bile, a l­
yuvar yaşam süresi o denli kısadır ki, ciddi a n e ­
m i ile sonuçlanır. Bu tip a n em ile rin bazıları
şunlardır:
Herediter sferositozis’te alyuvarlar çok küçüktür
ANEMİLER ve bikonkav disk yerine küreseldir. Bu hücreler sı­
kışmaz çünkü bikonkav disklerdeki kese benzeri
Anem iler alyuvarların çok hızlı kaybı veya çok ya­ hücre m em bran yapısının norm al gevşekliği yok­
vaş üretimi nedeniyle olabilen alyuvar eksikliği tur. Dalak pulpasından geçerken hafif bir sıkışma
demektir. Bazı anem i tipleri ve fizyolojik ned en le­ ile bile kolaylıkla parçalanırlar.
ri şunlardır: Batı Afrika ve Am erikalı siyah ırkta yüzde 0.3
ile 0 . 1 oranında b u lu nan o r a k h ü creli a n em id e,
Kan Kaybı Anemisi. Hızlı kan kaybından sonra, bu bölüm de daha ö n ce açıkland ığı şekilde, h ü c­
vü cu t plazm ayı 1 ile 3 gün içind e yerine koyar, reler h em o lo b in m o lekü lü n ü n a n o rm al b eta
390 ÜNİTE VI • Kan Hücreleri, Bağışıklık ve Kan Pıhtılaşması

zin cirleri nedeniyle oluşan h em o g lo b in S adlı


an o rm al tipte h em oglobin içerirler. Bu h em o g ­ POLİSİTEMİ
lo b in düşük konsantrasyonda ok sijen le karşılaş­
tığında, alyuvar içind e uzun kristaller halind e Sekonder Polisitemi. Yüksek yerlerde olduğu gi­
çöker. Bu kristaller hücreyi uzatarak, bikonkav bi oksijen m iktarının azlığı nedeniyle doku hi-
disk yerin e orak görünüm ü verirler. H em oglo­ poksik olmaya başladığında veya kalp yetersizli­
b in çökün tüleri aynı zam anda h ücre m em b ra- ğinde olduğu gibi dokulara oksijen bırakılm asın­
n ın ı da zedeler, bu yüzden hücreler son d erece da yetersizlik nedeniyle, kan yapıcı organlar o to ­
fıa jil olm aya başlar, ciddi anem iye n ed en olur. matik olarak daha fazla miktarda alyuvar üretirler.
Bu tarz hastalar sıklıkla orak hücre hastalığı Bu duruma sekon der polisitem i denir ve alyuvar
“kriz”i diye adlandırılan bir kısır döngüye girer­ sayısı sıklıkla 6 - 7 milyon/mm3’e norm alin yakla­
ler, dokulardaki düşük oksijen b asın cı orak laş­ şık %30 üstüne yükselir.
m aya n ed en olur, bu durum oksijen b a sın cın ı Sekonder polisitem inin en yaygın tipi 4000-
daha da düşürerek daha fazla oraklaşm a ve al­ 5000 metre yükseklikte yaşayan yerlilerde olan//z-
yuvar harabiyetin e yol açar. Bu sü reç bir kez yolojik polisitem idir. Kan sayım ı genellikle 6-7
b aşlad ığınd a hızla ilerleyerek birkaç saat içind e milyon m m 3’tür, bu durumda bireyler yoğunluğu
alyuvar kitlesinde ciddi bir azalm a ile sıklıkla azalmış atmosferde bile iş verim liliklerini yüksek
ö lü m e götürür. oranda tutabilm e yeteneğindedirler.
E ritroblastozis fetalis'de fetüsün Rh- pozitif al­
yuvarları R h-negatif annenin antikorları ile h a ­ Polisitemia Vera (Eritremi). Fizyolojik polistemi-
raplanır. Bu antikorlar hücreleri frajil hale getire­ den başka polisitem ia vera olarak bilinen durumda
rek b eb eğ in ciddi bir anem i ile doğm asına neden alyuvar sayısı 7-8 milyon/mm 3 ve hem atokıit değe­
olur. Bu durum Bölüm 3 5 ’de kandaki Rh faktörü ri de yüzde 60-70’dir. Polisitemia vera alyuvar üre­
ile ilgili olarak tartışılmıştır. Eritroblastozis feta- ten hemositoblastik hücre serisinde genetik ano­
liste yıkılm ış hücrelerin yerine yeni alyuvar yapı­ mali nedeniyle olur. Kök hücreler alyuvar üretimini
m ın ın çok hızlanm ası kana salm an alyuvarların hücreler çok fazla sayıda olduğu zam an bile dur­
erken blast form larının sayılarının artm asına n e ­ durmaz. Meme hücrelerinin özel bir tipinin aşırı
den olur. yapım ının yol açtığı bir m em e tüm öründekine
benzer tarzda, buna da alyuvarların aşırı üretimi
neden olur. Bu durumda genellikle akyuvarlar ve
trombositlerin de yapımı artmıştır.
Polisitem ia veıada yalnız h em a to k ıit artm az,
ANEM İNİN
aynı zam anda total kan h acm i de n orm alin iki
DOLAŞIM SİSTEMİNE ETKİLERİ katm a kadar artar. Sonuçta, tüm dam ar sistem i
şiddetle dolgunlaşır. Ayrıca, kapillerlerin çoğu
Kanın viskozitesi, Bölüm 14'de tartışıldığı gibi h e ­ viskoz (yoğun) kan ile tıkanm aya b aşlar çünkü
m en tüm üyle alyuvarların k on santrasyonu na polisitem ia verada kanın viskozitesi bazen n o r­
bağlıdır. Normalde kanın viskozitesi suyun yakla­ m alin 3 katına kadar çıkarak suyun viskozitesinin
şık 3 katı olduğu halde ağır anem ide kan viskozi­ 1 0 m isline ulaşır.
tesi suyun 1,5 katına kadar düşebilir. Bu, periferik
dam arlarda kan akımına direnci azaltır, bu yüz­
den norm alden daha fazla miktarda kan dokular­ Polisiteminin
dan geçerek kalbe döner. Hatta kanda oksijen ta- Dolaşım Sistemine Etkileri
şınım ının azalması sonucunda gelişen hipoksi,
periferik damarlarda dilatasyona neden olarak, Polisitemide kanın viskozitesi çok arttığı için, d a­
kalbe dönen kan miktarını daha da artırır, kalp marlarda kan akışı genellikle yavaşlar. Kalbe kan
debisi yükselir. Böylece anem inin önem li etkile­ dönüşünü düzenleyen faktörlere bağlı olarak B ö ­
rinden birisi kalbin p om p a la m a y a bağlı iş yü kü ­ lüm 2 0 ’de tartışıldığı gibi, viskozitenin artışı kalbe
nün artmasıdır. venöz dönüş hızının azalm asına yol açar. Diğer
Anem ide artm ış kalp debisi anem inin etkileri­ yandan polisitemide kan h acm inin büyük oranda
nin çoğunu kısm en ortadan kaldırır. Çünkü her artması da venöz dönüşün artm asına neden olur.
birim m iktardaki kanı yalnız küçük m iktarda ok­ Gerçekte kalp debisi norm alden ço k fazla değişim
sijen taşım asına rağmen, kan akım hızı artarak, göstermez, çünkü bu iki faktör az veya çok birbiri­
dokulara h em en h em en norm al m iktarda o ksije­ ni nötralize eder.
ni bırakabilir. Ancak anem ili kişi egzersize b a ş­ Polisitemili bireylerin çoğunda arteriyel basınç
larsa, kalbi bu durumda pom paladığından daha norm aldir ancak üçte birinde basın ç yükselmiştir.
fazla kanı pom palam a yeteneğinde değildir. So ­ Bu demektir ki, kan basıncını düzenleyen m eka­
n u ç olarak, egzersiz sırasında dokunun oksijen nizmalar viskozite artışına bağlı periferik direnç
gereksinim i çok artacağından, ciddi doku hipok- artışını ve buna bağlı kan b asın cı artışı eğilim ini
sisine bağlı olarak genellikle akut kalp yetersizli­ etkisiz duruma getirir. Belli sınırların ötesinde bu
ği gelişir. regiilasyon çalışmaz.
BÖLÜM 32 • Alvuyarlar, Anemi ve Polisitemi 391

Cilt rengi, büyük oranda subpapiller venöz fazla miktarda hem oglobin deoksijene olur. Bu
pleksustaki kan miktarına bağlıdır. Polisitemia ve- deoksijene hem oglobinin mavi rengi, oksijene h e ­
ıada bu pleksustaki kan m iktarı çok artmıştır. Hat­ m oglobinin kırmızı rengini maskeler. Bu yüzden
ta kan, venöz pleksusa geçm eden önce kapiller- polisitem ia veralı bireyin cilt rengi hafif, m avim si
lerden yavaşlayarak geçerken, norm alden daha kırmızı (siyanotik) görünümlüdür.

REFERANSLAR
Adamson JW: Regulation of red blood Messinezy M, Pearson TC: Polycydie- for clinical monitoring. AACN Clini­
cell production. Am J Med 101:4S, mia. Mol Aspects Med 17:189, 1996. cal Issues 7:198, 1996.
1996. Minetti G, Low PS: Erythrocyte signal Taccone A: Bone Marrow Conversion in
de Silva DM, Askwith CC, Kaplan J: Mo­ transduction pathways and their Magnetic Resonance Imaging. Ber­
lecular mechanism of iron uptake in possible functions. Curr Opin Hema- lin: Blackwell Science, 1997.
eukaryotes, Physiol Rev 76:31, 1996. tol 4:116, 1997. Testa NG, Lord BI, Dexter TM: Hemato­
Epstein FH: Oxygen and renal m etabo­ Perutz MF: Science Is Not a Quiet Life: poietic Lineages in Health and Dise­
lism. Kidney Int 51:381, 1997. Unravelling the Atomic Mechanism ase. New York: Dekker, 1997.
Erslev AJ, Besarab A: Erythropoietin in of Haemoglobin. River Edge, NJ: Travis J: A protein that helps the body
the padiogenesis and treatment of World Scientific, 1997. pump iron. Science News 152:68,
the anemia of chronic renal failure. Ratcliffe PJ, Ebert BL, Firth JD, et al: 1997.
Kidney Int 51:622, 1997. Oxygen regulated gene expression: Ward KM, Lehmann CA, Leiken AM: Cli­
Estabrook RYV: The remarkable P450s: a erythropoietin as a model system. nical Laboratory Instrumentation
historical overview of these versatile Kidney Int 51:514, 1997. and Autamation: Principles, Applica­
hemeprotein catalysts. FASEB J Rodack BF: Diagnostic Hematology. Phi- tion and Selection. Philedelphia: WB
10:202, 1996. ledelphia: WB Saunders Co, 1994. Saunders Co, 1994.
Goodnough LT, MonkTG, Andriole GL: Stamatoyannopoulos G, Nienhuis AW, Young NS, Maciejevvski J:The pathophy­
Erythropoietin therapy. N Engl J Med Majerus PVV, Varmus H: The Molecu­ siology of acquired aplastic anemia.
336:933, 1997. lar Basis of Blood Diseases. Phile- N Engl J Med 336:1365, 1997.
Maxwell PH, Fergusen DJ, Nicholls LG, delphia: WB Saunders CO, 1994.
et al: Sites of erythropoietin produc­ Szaflarski NL: Physiologic effects of nor­
tion. Kidney Int 51:393, 1997 movolemic anemia: implication
Vücudun Enfeksiyonlara Direnci:
I. Lokositler, Granülositler,
Monosit-Makrofaj Sistemi ve
İnflamasyon

Vücudum uz bakteri, viı us, m antar ve parazitlere p o lim o rfo n ü k leer eonizofiller, p o lim o rfo n ü k leer
karşı her zam an açıktır, bunların hepsi norm alde bazofiller, m onositler, lenfositler ve seyrek olarak
deride, ağızda, solunum yollarında, sindirim ka­ da p la z m a hücreleridir. Ayrıca ço k sayıda tıo m -
nalında, gözün m em branlarm d a ve h atta ü ıin er bosit bulunur, bu nlar kem ik iliğinde b u lu nan ve
kanalda değişen m iktarlarda bulunur. Bu ajan la­ akyuvarlara benzeyen bir başka h ücre tipi olan
rın çoğu, eğer daha derin dokulara yayılırsa, cid ­ m egakaryositlerin parçalarıdır. İlk üç tip hücre
di hastalıklara neden olabilirler. Ayrıca bu n o r­ polim orfonükleer hücrelerdir, Şekil 3 3 -1 ’de 7, 10
m alde var olanlara ek olarak, yüksek oranda en- ve 1 2 num aralar ile gösterildiği gibi granüler gö­
feksiyöz diğer bakteri ve viruslarla zam an zam an rünüm lü oldukları için g ran ü lositler olarak veya
karşılaşırız ve bunlar pnöm oııi, streptokok en ­ klinik term in olojid e çok nükleuslu oldukları için
feksiyonu ve tifo gibi öldürücü hastalıklara n e ­ "poli” diye adlandırılırlar.
den olabilir. G ranülositler ve m on ositler yayılım cı organiz­
Vücudum uz, farklı enfeksiyöz ve toksik a ja n ­ mayı esas olarak sindirerek yani fa g o sito z ile vü­
larla savaşm ak için özel bir sistem e sahiptir. Bu cudu korurlar. Lenfosit ve plazm a hücrelerinin
sistem kandaki lokositler (akyuvarlar) ve lökosit- fonksiyonu ise tem eld e im m ün sistem ile ilişkili­
lerd en kaynaklanan doku hücrelerind en oluş­ dir, bu Bölüm 34'de tartışılm ıştır. Son olarak
muştur. Bu hücreler b iıa ıa d a çalışarak, iki yolla trom b ositleıin fonksiyonu kanın pıhtılaşm a m e ­
hastalıkları önlerler. (1) Yayılımcı ajanları fagosi­ kanizm asını aktive etm ektir, bu da B ölü m 36'da
toz ile harap ederek ve (2 ) antikorlar ve duyarlı tartışılmıştır.
lenfositler oluşturarak; bunların biri ya da ikisiy­
le birlikte yayılımcıyı, harap edebilir veya inakti­ Kandaki Çeşitli Akyuvarların Konsantrasyonu.
ve edebilirler. Bu bölüm bu yöntem lerd en ilkini Erişkin insanda m ilim etre küp kanda 7.000 kadar
içerm ektedir. Bölüm 34 ise İkincisi ile ilgilidir. akyuvar vardır (5 m ilyon alyuvar ile karşılaştırın).
Tüm akyuvarların farklı hücre tiplerin in norm al
yüzdeleıi yaklaşık olarak şöyledir:

LOKOSİTLER (AKYUVARLAR) Polim orfonükleer nötrofiller % 62.0


Polim orfonükleer eozinofiller % 2.3
Lokositler vücudun savunm a sistem inin h are­ Polim orfonükleer bazofiller % 0.4
ketli birimleridir. Kısm en kem ik iliğinde ( gran ü ­ M onositler % 5.3
lositler, ıııon ositler ve az say ıd a lenfosit ) oluşurlar. Lenfositler % 30.0
O luştuktan sonra, kan ile kullanılacakları farklı
vücut bölgelerine taşınırlar. Akyuvarların gerçek Yalnız hücre parçacıkları olan tro m b o sitleıin sa ­
ön em leri çoğunun spesifik olarak ciddi enfeksi­ yıları m ilim etre küp kanda norm ald e 300.000 ka­
yon ve inflam asyon bölgelerine taşınm alarıdır, dardır.
böylece olabilecek herhangi bir enfeksiyon a ja n ı­
na karşı hızlı ve güçlü bir savunm a sağlarlar. D a­ Lökositlerin Oluşumu
ha sonra göreceğim iz gibi, granülositler ve m o-
nositler y abancı yayılımcıyı “arayıp bulm a ve ha- Çok yönlü lıem atop oietik kök hü cren in , farklı
ı aplam a” özel yeteneğine sahiptir. tiplerdeki yönlenm iş, kök hücrelere doğru erken
farklılaşm ası önceki bölüm d e Şekil 3 2 -2 ’de gös­
terilmiştir. Bu hücrelerden alyuvar yapım ı için
Lökositlerin Genel Özellikleri yönlenm eden başka aky u v ar oluşum u için iki
ana seri, m iyelositik ve lenfositik seriler de olu ­
A kyuvar Tipleri. Kanda norm alde altı çeşit akyu­ şur. Şekil 3 3 -1 ’in sol tarafında m iyeloblasttan
var bulunur. Bunlar p o lim o rfo n ü k leer nötıofiller, başlayarak m iyelositik seri ve sağ tarafında da

392
BÖLÜM 33 • Vücudun Enfeksiyonlara Direnci: I. Lokositler, Granülositler, Monosit-Makrofaj Sistemi ve Inflamasyon 393

Miyelositlerin Oluşumu Lenfositlerin Oluşumu

i <~ İ
13
•V
■i
4 . , *
Ş E K İL 33 - 1
Akyuvarların oluşumu. 14
Miyeloid serideki farklı
hücreler. 1, Miyeloblast; 2,
Promiyelosit; 3, Megakar-
yosit; 4, Nötrofıl miyelosit;
5, Genç nötrofıl metarçıi- 15
yelosit; 6, "Ç om ak’ nötro-
fil metamiyelosit; 7, Poli-
morfoııükleer ııötrofil; 8,
Eozinofil miyelosit; 9, Eo-
ziııofıl metamiyelosit; 10, 16
Polimorfontikleer eozitıo- A ' / '
fil; 11, Bazofil miyelosit;
12, Polimorfoniikleer ba-
zofil; 13 - 16, Monosit olu­
şum evreleri

len fo b la stta ıı başlayarak letıfositik seri görül­ la enfekte bölgeye gider, fonksiyonlarını yerine geti­
m ektedir. rir ve süreç içinde kendi kendilerini haraplarlar.
Granülositler ve m onositler yalnız kemik iliğin­ M onositleıin taşınm a zam anı da kısadır, kapil-
de oluşur. Lenfositler ve plazma hücreleri esas ola­ ler m em brand an dokulara g eçm ed en ö n ce 1 0 - 2 0
rak lenfoid dokularda, lenf bezleri, dalak, timus, saat kadar dolaşım da kalırlar. Dokularda şişerek
tonsiller, vücudun çeşitli yerlerindeki lenfoid do­ genişlerler, doku m ak ro fajlaıı h a lin e gelm eye
kularda, özellikle kemik iliğinde ve barsak duvarı başlarlar ve bu form da fagositik fonksiyonları s ı­
epiteli altında uzanan Peyer plaklarında üretilirler. rasında yıkılm adıkça aylarca h a tta yıllarca yaşa­
Kemik iliğinde oluşan akyuvarlar, özellikle de gra­ yabilirler. D aha sonra ayrıntılı olarak tartışılacak
nülositler, dolaşım sisteminde gerek duyuluncaya olan bu d oku m akrofajları, doku m akrofaj siste­
kadar, ilikte depolanırlar. Ardından, ihtiyaç duyul­ m inin tem elini oluşturarak dokularda enfeksi­
duğunda daha sonra tartışılacak çeşitli faktörler yonlara karşı sürekli bir savunm a sağlarlar.
bunların salınım ına yol açar. Normalde tüm kanda Lenfositler, len f düğümleri ve diğer lenfoid d o ­
dolaşanın üç katı kadar gıanülosit ilikte depolanır. kudan lenfatik drenaj ile sürekli olarak dolaşım a
Bu yaklaşık altı günlük gıanülosit kaynağı sağlar. katılırlar. Ardından birkaç saat sonra, diapedez
G eçici olarak kanda taşınan az sayıda lenfosit ile dokulara geçerler. D aha sonra tekrar lenfe gi­
dışında lenfositlerin çok büyük kısm ı lenfoid d o­ rerler ya lenfoid dokuya ya da kana tekrar tekrar
kunun çeşitli bölgelerinde depolanır. dönerler; böylece tüm vücutta len fositlerin sü ­
Şekil 3 3 -1 ’de görüldüğü gibi, m agakaryositler rekli dolaşım ı vardır. Lenfositlerin yaşam süresi,
(3 nolıı hücre) de kem ik iliğinde oluşur ve kemik vücudun bu hücrelere gereksinim ine göre h a fta ­
iliği hü crelerin in m iyeloid grubunun parçasıdıı- larca, aylarca, hatta yıllarca olabilir.
lar. Bu m egakaryositler kem ik iliğinde parçalanır, Kandaki trom bositler yaklaşık h er on günde bir
p la telet veya trom bosit olarak bilinen küçük p ar­ değişir, bir başka deyişle, hergüıı, m ilim etre küp
çaları k an a g eçer.B u n lar kan p ıh tılaşm asın ı kan için yaklaşık 30.000 trom b osit yapılır.
başlatm ad a çok önemlidirler.

Akyuvarların Yaşam Süresi NÖTROFİLLERİN VE MAKROFAJLA-


RIN SAVUNMA ÖZELLİKLERİ
Kanda akyuvarların başlıca bulunma nedeni kemik
iliğinden veya lenfoid dokudan gereksinim duyulan Nötrofiller ve m akıofajlar esas olarak yayılım cı
yerlere taşınmalarıdır. Kemik iliğinden salındıktan bakteriler, viruslar ve diğer zedeleyici ajanlarla
sonra gıanülositlerin ömrü normalde dolaşım ka­ savaşır ve harap eder. Nötrofiller, bakteriler ve vi-
nında 4-8 saat, dokularda da 4-5 gündür. Ciddi doku ruslarla dolaşan kanda bile savaşıp, onları harap
enfeksiyonlarında bu toplam yaşam süresi genellik­ ed ebilen olgun hücrelerdir. Diğer y and an ınakro-
le birkaç saate kadar düşer çünkü granülositler hız­ fajlar yaşam larına enfeksiyon ajanları ile savaş­
394 ÜNİTE VI • Kan Hücreleri, Bağışıklık ve Kan Pıhtılaşması

m a yetenekleri kısıtlı, henüz tam gelişm em iş kan ğa çıkan d ejen eratif ürünler, (3) iltihaplı dokuda
m o n ositleri şeklinde başlarlar. Ancak dokulara aktive olan "kom plem an kom pleksi”nin (Bölüm
geçtikleri anda şişm eye başlarlar, bazen çapları 3 4 ’de tartışılm ıştır) çeşitli reaksiyon ürünleri ve
beş m isli artarak 60 ila 80 m ikrom etreye kadar (4) iltihaplı bölgede plazm a pıhtılaşm asın ın n e ­
ulaşır, çıplak gözle rahatlıkla görülebilirler. Ayrı­ den olduğu çeşidi reaksiyon ürünleri ve diğer
ca sitoplazm alarında çok sayıda lizozom gelişe­ maddelerdir.
rek, sitoplazm aya granül ile dolu kese görünüm ü Şekil 3 3 -2 ’de görüldüğü gibi kem otaksi, kem o-
verir. Bu hücrelere artık m a k r o fa j denir ve h asta­ taktik m ad d enin konsantrasyon farkına bağlıdır.
lık etkenleri ile savaşm a yetenekleri fazladır. Konsantrasyon, kaynağın yakınında en yüksektir
ve akyuvarların doğrusal h areketine n ed en olur.
Akyuvarlar Doku Aralıklarına Diapedez İle Gi­ Kem otaksi iltihaplı dokudan 100 m ikrom etre
rer. N ötrofiller ve m on o sitler kan dam arlarının uzağa kadar etkindir. H em en h içb ir doku kapil-
porlarından sıkışarak diapedez ile geçebilirler. lerlerden 50 m ikrom etreden daha uzakta o lm a­
Por, hücre büyüklüğünden çok küçük olduğunda dığı için kem otaktik sinyal kapillerleıden iltih ap­
bile bu m üm kündür, başlan gıçta hücrenin küçük lı bölgeye doğru kalabalık bir akyuvar kitlesini ra­
bir kısm ı poıd an kayar, Şekil 3 3 -2 ’de görüldüğü hatlıkla hareket ettirebilir.
gibi kayan kısım anid en porun genişliğine uya­
cak kadar sıkışır.
Fagositoz
Akyuvarlar Doku Alanlarında Am eboid Hare­
ketle İlerler. Hem nötrofiller hem de m akrofajlar Nötrofil ve m akrofajlarm en ön em li fonksiyonla­
Bölüm 2 ’de anlaüldığı gibi dokularda am eboid rı olan fagositoz saldırgan ajanın h ü cresel sind i­
hareketle ilerlerler. H ücrelerin bir kısmı 40 mik- rimi demektir.
rom etre/dak. gibi büyük bir hızla hareket ederek, Fagositler, fagosite edilecek m ateryalde seçici
çoğu kez h er dakika kendi boylarının birkaç katı olmalıdır, aksi takdirde vücudun n orm al yapıları
kadar yol alırlar. ve hücreleri de sindirilir. Fagositozun olup o lm a­
m ası özellikle üç seçici işlem e dayanır.
A kyuvarlar İnflamasyonlu Doku Bölgelerine İlk olarak vücudun doğal yapılarının pekçoğu
Kemotaksi ile Çekilirler. Dokudaki çok çeşitli fagositoza dirençli olan pürüzsüz yüzeylere sa ­
kim yasal m addeler hem nötrofilleıin hem de hiptir. Fakat eğer yüzey pürüzlü lıale gelirse, fa­
m ak ro fajlarm bu kim yasal m adde kaynağına gositoz olasılığı artar.
doğru hareketine ned en olurlar. Şekil 3 3 -2 ’de gö­ İkincisi, vücudun doğal yapılarının çoğu, fago­
rülen bu olay kem otaksi olarak bilinir. Doku ilti­ sitleri iten koruyucu, protein kılıflara sahiptir.
haplandığı zam an, iltihaplı bölgeye doğru kem o- Diğer yandan ölü dokularda ve y aban cı paı tikül-
taksiye ned en olan en az bir düzine farklı ürün leıin çoğunda genellikle koruyucu kılıf yoktur, bu
ortaya çıkar. Bunlar (1) bazı bakteriyel ya da viral da onları fagositoz için uygun hale getirir.
toksinler, (2 ) iltihaplı dokunun kendisinden açı- Ü çüncü olarak, vücut bazı y ab an cı oluşum ları
farkeden özel bir sistem e sahiptir. Bu, bölüm
3 4 ’de tartışılan im m ün sistem in bir fonksiyonu­
dur. Im m ü n sistem , bakteri gibi enfeksiyöz a ja n ­
lara karşı a n tik orla r geliştirir. Ardından an tikor­
lar bakteri m em branlarına tutunur ve böylece
bakteri fagositoz için elverişli hale getirilir. Bunu
yapm ak için, antikor m olekülü B ölü m 3 4 ’de tar­
tışılan im m ün sistem in bir p arçası olan k o m p le ­
m an şelalesinin C3 ürünü ile birleşir. D aha sonra
C3 m olekülü fagosit m em branınd aki resep tö rle­
re tutunur, böylece fagositoz başlar. Bu seçm e ve
fagositoz sürecine opsoıüzasyon denir.

N ötrofillerle Fagositoz. Dokulara g iıen n ötro fil­


ler, olgun hücreler oldukları için derhal fagosito­
za başlayabilirler. Fagosite ed ilecek p aıtikü le
yaklaşınca nötrofil ö n ce partiküle tutunur ve
Marjinas yon madde sonra partikül etrafında h er yöne doğru psödo-
potlar uzatır. Karşılıklı psöd opotlar birbiri ile
kaynaşır. Böylece içinde fagosite edilen partikülü
bulunduran kapalı bir bölm e yaratır. Ardından
bu bö lm e sitoplazm ik kavitenin için e doğru ç ö ­
Ş E K İL 33 - 2 ker ve hücre m em bran ınd an ayrılarak sitoplaz-
Nötrofillerin diapedez ile kapiller porlarından ve kemotaksi ile m a içinde serb estçe yüzen fa g o sitik vezikiilü {fa -
zedelenmiş dokıı bölgesine doğru hareketi gozom da denir) oluşturur.
BÖLÜM 33 • Vücudun Enfeksiyonlara Direnci: I. Lokositler, Granülositler, Monosit-Makrofaj Sistemi ve inflamasyon 395

Bir nötrofil, kendisi inaktive olup, ölm ed en ö n ­


ce genellikle 3-20 bakteriyi fagosite edebilir. MONOSİT - MAKROFAJ SİSTEM İ
(RETİKÜLOENDOTELYAL SİSTEM )
M akrofajlarla Fagositoz. M akrofajlar, Bölü m
3 4’de tanım landığı şekilde im m ün sistem tara­ Yukarıdaki paragraflarda ıııak ro fajları dokular
fınd an aktive edildiklerinde, n ötıofillerd en çok arasında gezebilm e yeteneği olan, h areketli h ü c ­
daha güçlü fagositoz yapabilirler, genellikle 1 0 0 reler olarak tanım ladık. Ancak m o n o sitlerin çok
b ak teriy i fagosite ed eb ilecek yeten ek ted irler. büyük bir kısmı, dokuyu geçtikten ve m ak ıofaj
Nötrofiller, bakterilerden daha büyük partikiille- haline geldikten sonra, dokulara tu tu nm aya b a ş­
ri fagosite edem ezken, bunlar çok daha büyük lar ve özel koruyucu fonksiyonlarını sergilem ek
p aıtikü lleri örneğin tüm bir alyuvarı veya n ad i­ üzere çağrılıııcaya kadar aylarca h atta yıllarca tu ­
ren de olsa sıtm a parazitlerini bile yutabilirler. tunm uş olarak kalırlar. Bunlar da, büyük m iktar­
Ayrıca m akrofajlar, paıtikülleri sindirdikten so n ­ da bakteri, virüs, nekrotik doku ve dokudaki di­
ra, artık ürünlerini atabilir ve çoğunlukla daha ğer yabancı paı tikülleri m obil m akrofajlarla aynı
aylarca yaşayabilirler. oranda fagosite etm e yeteneğindedirler. Uygun
şekilde uyarıldıklarında, bağlı kon u m ların d an
Partiküllerin Çoğu Fagosite Edilince, İntraselü- ayrılırlar ve hareketli m akrofajlar h alin e gelerek,
ler Enzim ler Tarafından Sindirilir. Bir yabancı, keıııotaksiye ve inflam atuvar sü reç ile ilgili diğer
partikül fagosite edildiğinde, lizozom lar ve diğer uyaranlara cevap verirler. Böylece, vücudun tüm
sitoplazm ik granüller derhal fagositik vezikül ile bölgelerinde geniş bir yayılım ı o lan "m on osit-
tem asa geçerler ve m em branları vezikül m em b - m akrofaj sistem i” bulunur.
ranı ile kaynaşarak, çeşitli sindirim enzim lerini M onositler, hareketli m akrofajlar, sa b it doku
ve bakterisidal ajanları vezikül içine boşaltırlar. m akrofajları ve kem ik iliği, d alak ve le n f d ü ­
B öylece fagositik vezikül sindirim vezikülü h a li­ ğüm lerindeki az sayıda ö z elleşm iş en d o te l h ü c ­
n e gelir ve derhal fagosite edilen paıtikülün sin ­ relerin in h ep sin e bird en retik ü lo en d o tely a l sis­
dirim i başlar. tem denir. A ncak bu h ü crelerin h ep si veya h e ­
N ötrofiller ve m akrofajlar, özellikle bakterileri m en h em en h ep si m o n o sitik kök h ü crelerd en
ve diğer yabancı paı tikülleri sindirm eye yarayan kaynaklanm ıştır. A ncak “retik ü lo n d o tely a l sis­
p roteolitik enzim ler ile dolu bol m iktarda lizozo- tem ” terim i tıp literatü rü n d e “m o ııo s it-m a k r o -
m a sahiptir. M akrofajların lizozom ları (nötrofil- f a j sistem i" nden daha iyi bilind iği için , tü ııı d o ­
le ıin değil) ayrıca bazı bakterilerde bulunan k a­ kularda, fakat özellikle h arap ed ilm esi g ereken
lın lipid m em branı sindiren fazla m iktarda lipaz- fazla m iktarda partikül, toksin veya isten m e y e n
lar içerirler. diğer m ad d ellerin bulunduğu doku b ö lg e le rin ­
de, b u lu nan yaygın fagositik sistem olarak h a ­
tırlanm alıdır.
N ö tro fille r ve M ak ro fa jla r B akterileri Ö ld ü ­
re b ilirler. Yutulan b ak terilerin fagozom lard a
Deri ve Derialtı Dokulardaki Doku M akrofajla-
sin d irim in e ek olarak n ö tro filler ve m ak ro fajlar
rı (Histiyositler). N orm alde deri, en feksiyon
lizo zo m al en zim lerin yetersiz kaldığı d u ru m ­
ajanlarına geçirgen olm am asına rağm en, cilt ze­
lard a b ile b irço k bakteriyi öld ü ren b ak terisid al
delendiğinde bu durum bozulur. D eri altı doku­
a ja n la ra da sahip tirler. Bu özellikle sin d irim
larda enfeksiyon başladığı zam an, ardından lokal
en z im le ri ile yıkım larını ö nleyen koruyucu kı­
inflam asyon gelişir, doku m akrofajları in situ b ö ­
lıflar ve diğer faktörlere sahip bazı b a k teriler
lünebilir ve daha çok m akrofaj oluşur. D aha so n ­
iç in ö nem lid ir. Ö ldürücü etkin in çoğu, fago-
ra, önceden anlatıldığı şekilde enfeksiyon a ja n la ­
zom m em b ran ların d ak i en zim ler veya p ero k si-
rına tutunarak, haraplayıcı n o rm al fonksiyonla­
z o m diye ad land ırılan özel o rg an eller ta ra fın ­ rını sergilerler.
d an o lu ştu ru lan çeşitli güçlü o k sid e ed ic i a ja n ­
la rın sonucud u r. Bu okside ed ici a ja n la r büyük Lenf Düğümlerindeki M akrofajlar. D okulara gi­
m ik tard a sü p ero k sit ( 0 2 ), h id ro jen peroksit ren, bakteri gibi partikiiler oluşum ların h içb iri
(H 2 0 2) ve hidroksil iyonu (-O H ') nu kapsar, gerçekte kapiller m em b ran d an kana direkt o la­
h ep si az m iktarlard a bile b irço k b a k teri için ö l­ rak a b so ıb e edilem ez. Bunun yerine, partiküller
dürücü d ür. Ayrıca lizozom al en zim lerd en bir dokuda lokal olarak harap edilm ezse, lenfe girer
ta n e si o lan m iyeloperoksid az, H 2 0 2 ile kloriir ve len f damarları yolu ile lenfatik akış boyunca
iyon u arasın d aki reaksiyonu katalize ed erek aralıklı yerleşm iş bulunan le n f d üğüm lerine doğ­
aşırı d ereced e bak terisid al olan h ip ok lo rit o lu ­ ru taşınırlar. Yabancı partiküller sin ü slerin ağsı
şu m u n u sağlar. yapısında bulunan d oku m a k ro fa jla rı tarafından
A ncak bazı bakteriler, özellikle tü berküloz b a ­ tutulurlar.
sili, lizozom al sindirim e dirençli kılıfa sahip tir Şekil 33-3 le n f düğüm ünün genel yapısını gös­
ve b azen de nötrofil ve m akrofajların öldürücü term ektedir; lenf, len f düğüm ünün kapsülünden
etkilerin e d irençli m addeler salgılarlar. Bu çeşit aferen t len fatiklerle girer, ardından m ed iiller si­
b ak teriler sıklıkla çeşitli kronik hastalıklara n e ­ nüslere doğru akar ve son olarak h ilu stan efereııt
d en olurlar. lenfatiklere geçer. Sinüsler çok sayıda m akrofaj
396 ÜNİTE V I • Kan Hücreleri, Bağışıklık ve Kan Pıhtılaşması

Aferent lenfatikler
Primer A.
nodül Kapsül
Kapakçık
Subkapsüler
sinüs
Medüller
sinüslerdeki
lenf Germinal
merkez
Hilus YV I Medüller kordon
Eferent lenfatikler

Ş E K İL 33 - 3
Bir lenf düğümünün fonksiyonel şeması (Ham: Histology.
Philadelphia, J-B Lippincott Company, 1969’d an alınarak
yeniden çizilmiştir.)

Kupffer hücreleri
ile kaplıdır ve eğer herhangi bir partikül sinü sle­
Ş E K İL 33 • 4
re girerse m akrofajlar onu fagosite eder ve vü cu ­
da yayılım ını önler. Karaciğer sinüslerini döşeyen Kupffer hücrelerinin Çini
mürekkebi partikülleriııi fagosite edişleri görülüyor.
(Copenlıaver et akBaileys Textbook of Histology. Baltimore,
A kciğerlerdeki A lveo ler M akrofajlar. Yayılım cı Williams & Wilkins, 1971'den alınarak yeniden çizilmiştir.)
o rg anizm aların sıklıkla vücuda girdiği bir yol da
akciğerlerdir. Alveol duvarının yapısınd a çok
sayıda doku ınakrofajı bulunur. B unlar alveolle-
re tu tu n m ay a başlayan paı tikülleri fagosite ed e ­ Dalak, len f düğüm lerine benzer, yalnızca d a­
bilirler. E ğer partikiiller sindirilebilirse, m ak ro ­ lakta doku aralıklarından le n f yerin e kan akar.
fajlar bu n ları sind irebilir ve sindirim ürünlerini Şekil 33-5 dalağın küçük p eıiferik bir segm entin i
len fe salarlar. Eğer partikül sind irilem ezse, y a­ gösterm ektedir. Küçük bir arterin dalak kapsü­
v aşça eritilen e kadar -şayet m ü m kü n se- m ak ro­ lünden geçerek d a la k p u lp a sın a girdiğine ve kü­
fajlar bu süre boyu n ca partikül etrafınd a sıklıkla çük kapillerlerde sonlandığına dikkat ediniz. Ka-
b ir “dev h ü cre” kapsülü oluştururlar. Bu tarz pillerler bol porludur, tüm kanın, kapillerleıden
kapsüller sıklıkla tüberkül az basili, silisyum toz kırmızı pulpa kordonlarına g eçm esin e izin verir­
p arçacık ları ve h atta karbon paıtikü lleri etrafın ­ ler. Kan kordonların trab ek ü lalaıın d an geçerek
da oluşur. giderek sıkışır ve venöz sinüslerin en d otel duvar­
larından geçerek sistem ik d olaşım a döner. Kır­
Karaciğer Sinüslerindeki Makrofajlar (Kupffer mızı pulpanın trabekülalarında ço k sayıda m ak­
Hücreleri). Bakterilerin vücuda yayılmasında bir rofaj bulunur ve venöz sinüslerde d e yine m akro-
diğer yol da sindirim kanalıdır. Çok sayıda bakteri
sürekli olarak sindirim sistem i m ukozasından
portal kana girer. Bu kan, genel dolaşıma katılm a­
dan önce, karaciğer sinüslerinden geçer, bu sinüs­
lerde Şekil 3 3 -4 ’de görüldüğü gibi Kupffer hücrele­
ri denilen doku makrofajları bulunur. Bu hücreler
o denli etkin bir partikül filtrasyon sistem i oluştu­
rurlar ki, sindirim kanalındaki bakterilerin hem en
hem en hiç biri portal kandan genel sistem ik dola­ Pulpa
şım a geçm eyi başaram az. Gerçekten de Kupffer
Kapillerler
hücreleri ile fagositozun hareketli resimleri ile,
1 / 1 0 0 saniyeden daha kısa süre içinde bir bakteri­
Venöz Sinüsler
nin fagositozu gösterilmiştir.
Ven
Dalak ve Kemik İliği Makrofajları. E ğeryayılım - Arter
cı organizm a genel dolaşım a girmeyi başarırsa,
burada doku m akrofaj sistem i savunm asının di­
ğer elem anları özellikle dalak ve kemik iliği m ak-
rofajları ile karşılaşır. Her iki dokuda da m akro­ Ş E K İL 33 • 5
fajlar bu iki organın retiküler ağına tu tu nm uşlar­
Dalağın fonksiyonel yapıları (Bloom and Fawcett. Textbook of
dır ve y aban cı partiküllerle tem asa geçtiklerinde Histology. Philadelphia, W. B. Saunders Company, 1975’den
o nları fagosite ederler. değiştirilerek alınmıştır.)
BÖLÜM 33 • Vücudun Enfeksiyonlara Direnci: I. Lokositler, Granülositler, Monosit-Makrofaj Sistemi ve Inflamasyon 397

fajlar boldur. Kanın, kırm ızı pulpa kordonları eğilimleri daha büyüktür ve stafilokoklaıd an d a­
arasındaki bu özgün geçişi , özellikle yaşlı ve ha çok ölüm e neden olurlar.
anorm al alyuvarlar dahil olm ak üzere kandaki is­
tenm eyen artıkların fagositozu için m ükem m el
bir olanak sağlar. İnflamasyon Sırasında M akrofaj ve
Nötrofil Yanıtları

Enfeksiyona Karşı İlk Savunma H a ttı doku


İNFLAMASYON, NÖTROFİL VE M akrofajıdır. İn flam asy o n b aşlad ık tan sonra,
MAKROFAJLARIN FONKSİYONU dakikalar için d e dokuda var o lan m akrofajlar
deri altı dokudaki histiyositler, akciğerdeki alv e­
oler m akrofajlar, beyindeki m ikrogliyalar ve di­
İnflamasyon ğerleri, h em en fagositik ak tiv iteleıin e başlarlar.
İnflam asyon veya en feksiyon ü rü n leri ile aktive
Bakteri, travma, kim yasal maddeler, sıcaklık ve edildiğinde ilk etki bu h ü crelerin hızla g en işle­
herhangi diğer bir olay nedeniyle, yaralanan d o­ m eleridir. Sonra, daha ö n ce sa b it olan m a k ro ­
kudan, dokuda çarpıcı ikincil değişikliklere n e ­ fajlar b ağlarınd an ayrılarak h areketli h ale gelir­
den olan çeşitli m addeler salınır. T üm doku deği­ ler ve ilk bir kaç saat için d e en feksiyon a karşı ilk
şiklikleri kom pleksine in flam asyon denir. savunm a h attın ı oluştururlar. Bu erken m obilize
înflam asyon u n özellikleri: ( 1 ) lokal kan d a­ olan m ak ıo fajların sayıları genellikle çok fazla
m arlarında vazodilatasyona bağlı lokal kan akı­ değildir.
m ı artışı, ( 2 ) kapiller p erm eabiliten in artm ası ile
büyük m iktarda sıvının interstisyel aralığa sız­ İnflamasyon Bölgesine N ö tro fil Yayılımı ikinci
m ası, (3) interstisyel aralıktaki sıvının, kapilleı- Savunma H a ttıd ır. İn flam asy o n b a şla d ık ta n
lerden sızan fazla m iktardaki fibrin o jen ve diğer sonraki ilk saat içind e veya daha son ra çok sayı­
proteinler nedeniyle pıhtılaşm ası, (4) çok sayıda da nötrofil kandan inflam asyon bölgesin e doğru
granülosit ve m o n o sitin dokuya göçü ve (5) d o­ yayılm aya başlar. B u n u n n ed en i inflam asyon
ku h ü crelerin in şişm esidir. Bu reaksiyonlara n e ­ bölgesinden açığa çıkan ürünlerin aşağıdaki re ­
den olan birçok doku ü rünlerinden bazıları lıis- aksiyonları başlatm asıdır. (1) Kapiller endotelin
tanıin, brad ikin iıı, serotonin, prostaglaııdinler, iç yüzünü değiştirerek n ö tıo fillerin inflam asyon
k o m p le m a n sistem inin çeşitli farklı reaksiyon bölgesinde kapiller duvarına y ap ışm asına ned en
ürünleri (Bölüm 3 4 ’de tanım lanm ıştır), kan p ıh ­ olur. Bu etkiye m arjiııasyoıı denir ve Şekil 3 3 -2 ’de
tılaşm a sistem in in reaksiyon ürünleri ve duyarlı görülm ektedir. (2 ) K apillerlerin ve küçük venül-
T h ü creleri tarafından salm an len fokiıı diye a d ­ lerin endotel h ücrelerin in birbirlerin d en ayrıl­
lan d ırılan çeşitli m a d d e le r (Bölüm 3 4 ’de tartışıl­ m asına yol açarak, n ö tıo fillerin doku aralıklarına
dığı gibi im m ün sistem in bir kısm ıdır) dir. Bu d iy a p ed ez ile g eçm esin e y e te ce k büyüklükte
m ad delerin çoğu, m akrofaj sistem in i kuvvetle açıklıklar oluştururlar. (3) Înflam asyonun diğer
aktive eder ve birkaç saat içinde, m akrofajlar y a­ ürünleri önceki bölüm de açıklandığı gibi n ö tıo -
ralanm ış dokuyu parçalam aya başlar, hatta b a ­ fillerin, inflam asyon bölgesine k em o ta k sisiııe n e ­
zen m akrofajlar h alen canlı olan doku h ü creleri­ den olurlar.
n e de zarar verirler. Böylece doku yaralanm ası başladıktan sonra,
birkaç saat içinde, bölge nötrofillerle dolar. Nöt-
Înflamasyonun "Duvar Ö rm e" Etkisi. İnflam as- ıofiller olgun hücreler oldukları için, derhal bak­
yonun ilk sonuçlarınd an birisi, yaralanan bölge terileri öldürüp yaban cı oluşum ları uzaklaştırıcı
ile diğer doku arasında “duvar örm esi"dir. İlti­ tem izlik fonksiyonlarına başlam aya hazırdırlar.
haplı bölgedeki doku aralıkları ve lenfatikler fib ­
rin ojen pıhtısı ile bloke olur ve sıvı aralıklarda Kandaki Nötrofillerde Akut Artış-" N ötrofili". Akut,
güçlükle akar. Bu duvar örm e olayı bakteri veya ciddi inflam asyon başladıktan sonra, birkaç saat
toksik ürünlerin yayılım ını geciktirir. içinde kandaki nötrofilller d ö ıt-b eş m isli artarak,
İnflam atuvar olayın şiddeti genellikle doku y a ­ n orm alde m ikrolitrede 4 0 0 0 -5 0 0 0 iken, 15.000-
ralan m asının derecesi ile orantılıdır. Örneğin, 2 5 .000’e çıkarlar. Bu durum a nötrofili denir, kan­
dokulara yayılan stafilokoklar aşırı derecede ö l­ daki nötrofil say ısın ın artm ası anlam ınd ad ır.
dürücü hücresel toksinler salar. Son uçta in fla­ Nötrofili kana geçen inflam asyon ü rün lerin in k e­
m asyon, stafilokokun kendisinin çoğalıp yayılma mik iliği kapilleıierine etki ederek depo nötrofil-
hızından çok daha hızla gelişir. Bu yüzden lokal lerin hızla dolaşım a katılm ası son u cu ortaya ç ı­
stafilokok enfeksiyonlarında tipik olarak hızla kar. Bu da iltihaplı doku bölgesinde daha çok sa ­
duvar örülür ve vücuda yayılım engellenir. Diğer yıda nötrofil bu lu nm asın a yol açar.
yandan, streptotoklar böyle lokal doku harabiye-
tine neden olmazlar. Bu yüzden duvar-örm e o la­ Üçüncü savunma H a ttı O larak İltihaplı D oku­
yı yavaş gelişirken streptokoklar çoğalır ve h are­ ya İkinci M akro faj Yayılımı. N ö tıo fillerin yayılı­
ket eder. Stafilokoklar dokularda daha tahrip ed i­ m ı ile birlikte m o n o sitle r de kand an in flam as-
ci oldukları halde streptokokların vücuda yayılım yonlu dokuya göçer ve genişleyerek m akrofaj
398 ÜNİTE VI • Kan Hücreleri, Bağışıklık ve Kan Pıhtılaşması

h alin e gelirler. Ancak, d olaşan kandaki m o n o sit


İNFLAMASYON
sayısı düşüktür, ayrıca kem ik iliğindeki m on o-
sitle ıin depo havuzu, nötrofillerd en d aha azdır.
B u y ü zd en in fla m a sy o n lu d oku b ö lg esin d e
m a k ıo fa jla rm yerleşm esi, n ötrofillerd en biraz
d ah a yavaştır, etkin olm aları için günler gerekir.
H atta inflam asyonlu dokuya yayıldıktan sonra
bile m o n o sitler hala im m atü r hücrelerdir, daha
bü yü k çap a u laşıncaya kadar şişm eleri ve sayı­
sız m iktarda lizozoııı g eliştirm eleri için 8 saat
veya daha uzun süre gereklidir, an cak bu ndan
so n ra tam kapasite ile fagositoz yapabilirler. An­
cak günler, haftalar son ra so n u çta m akrofajlar
in flam asyonlu doku bölgesind eki en baskın fa-
gositik h ücre h aline gelirler çü nkü kem ik iliğin­
de m o n o sit üretim i aşağıda açıklandığı şekilde
ço k artm ıştır.
D aha ön ce işaret edildiği gibi m akrofajlar nöt-
rofilleıe oranla daha çok bakteriyi (yaklaşık beş
katı) ve daha büyük parüklilleri, h atta nötrofille-
ıin kendilerini bile ve büyük m iktarda nekıotik
dokuyu fagosite edebilirler. Ayrıca m akrofajlar,
Bölüm 3 4 ’de tartıştığım ız gibi antikor yapım ının
başlam asınd a önem li rol oynarlar.

Dördüncü Savunma H attı Olarak Kemik İliğin­


de Granülosit ve M onosit Yapımının Artması.
Dördüncü savunma hattı, hem granülosit, h em de
m onositleıin yapım ının artmasıdır. Bu iliğin gıa-
ııülositik ve m onositik progenitör hücrelerinin sü-
m ülasyonu ile olur. Ancak yeni oluşan granülosit
ve m onositleıin iliği terk edecek evreye gelmeleri
3-4 gün sürer. Eğer inflamasyonlu dokudaki uya­
ran devam ederse, kem ik iliği bu hücreleri aylarca
hatta yıllarca fazla miktarda, bazen norm alin 2 0 - Granûlosltler
50 katı oranında üretebilir. Monositler/ Makrofajlar

M a k ro fa j ve Ş E K İL 33 - 6
N ö tro fil C e va b ın ın F e e d b a c k K o n tro lü İnflamasyonlu dokudaki aktif makrofajlardan salman çeşitli
biiyüme faktörlerine cevap olarak granülasitler ve monosit-
makrofajlarm kemik iliğinde üretiminin kontrolü. (TNF, tümör
İn flam asy o n a m ak ro faj-n ötro fil cev ab ın d a iki nekroz faktörü; IL-1, interlökin-1; GM-CSF, granülosit-monosit
düzined en fazla faktör işe karışm akla birlikle koloni stümüle edici faktör; G-CSF, granülosit koloni stiimüle
bunlardan beş tanesin in baskın rolü olduğuna edici faktör; M-CSF, monosit koloni stümüle edici faktör.)
inanılır. Şekil 3 3 -6 ’da görüldüğü gibi bunlar b a ş­
lıca: (1) tü m ör-nekroz fa k tö r ü (TNF), (2) iııterlö-
kin-1 (IL-1), (3) g ra n iilo sit-m o n o sitko lo n istim il-
le ed ici fa k t ö r [G M -CSF), (4) gran ü losit k olo n i sti-
m ü le ed ici fa k t ö r (G-CSF), ve (5) m on osit kolon i m asyon nedenini uzaklaştıran güçlü bir feed ­
stim iile ed ici fa k t ö r (M -C SF)’diir. back m ekanizm ası sağlar.
Bu faktörler in flam asyo n lu dokudaki aktif
m akrofajlar ve T hücreleri tarafından ve daha az Püy (irin) O lu ş u m u
m iktarda da inflam asyonlu dokudaki diğer h ü c­
reler tarafından oluşturulur. Nötrofiller ve m akrofajlar çok sayıda bakteri ve
Granülosit ve m onositleıin kemik iliğinde üıeti- nekıotik dokuyu yuttuğunda, n ötrofillerin ta m a ­
m inin artm asının nedeni başlıca üç koloni stim ii- mı, m akıofajlarm da çok büyük olm ayan bir k ıs­
le edici faktördür. Bunlardan biri olan GM-CSF mı sonuçta ölür. G ünler sonra, inflam asyonlu
hem granülosit, hem de m onosit üretim ini stilim ­ dokuda içinde değişen m iktarlarda n ek ıo tik do­
le ederken, diğer ikisi, G-CSF ve M -CSF sırasıyla ku parçaları, ölü nötrofiller, ölü m akrofajlar ve
granülosit ve m onosit yapım ını stim iile eder. doku sıvısı bulunduran bir kavite oluşturur. Bu
TNF, IL-1 ve koloni stim üle edici faktörlerin bu karışım genellikle püy (irin) olarak bilinir. Enfek­
bileşim i, diğer önem li faktörlerle birlikte doku siyon bastırıldıktan sonra, püydeki ölü hücreler
inflam asyonu ile başlayan ve koruyucu akyuvar­ ve nektrotik doku, günler için d e giderek otolize
ların oluşum u ile devam eden ve so n u çta infla- uğrar ve son ürün genellikle doku lıarabiyetinin
BÖLÜM 33 • Vücudun Enfeksiyonlara Direnci: I. Lokositler, Granülositler, Monosit-Makrofaj Sistemi ve İnflamasyon 399

belirtilerin in çoğu kayboluııcaya kadar çevrede­ az m iktarda bradikinin ve seroto n in de salarlar.


ki dokular tarafından absorbe edilir. G erçekten de inflam asyon sırasında bu m ad d e­
leri serbestleten başlıca hücreler inflam asyonlu
dokudaki m ast hücreleridir.
M ast hücreleri ve bazofiller alerjik reaksiyonla­
EOZİNOFİLLER rın bazı tiplerinde çok önem li rol oynarlar. Ç ün­
kü alerjik reaksiyona sebep olan antikor tipi olan
Eozinofiller norm alde kandaki tüm lökositlerin IgE (Bkz. Bölüm 34) m ast h ücreleri ve bazofillere
yüzde 2 kadarını oluşturur. Eozinofiller zayıf fa­ özel tutunm a eğilimindedir. D aha sonra, özgül
gositlerdir ve kem otaksi gösterirler, fakat nötrofil- a n tijen antikor ile reaksiyona girdiği zam an,
lerle kıyaslandığında eozinofillerin belli tip enfek­ m eydana gelen an tijen -an tikor bağ lan m ası m ast
siyonlara karşı korunm ada önem leri kuşkuludur. hücresi veya bazofilde yırtılm aya n ed en olur ve
Diğer yandan eozinofiller paraziter enfeksi- çok büyük m iktarlarda histam in, bradikinin, s e ­
yonlu kişilerde sıklıkla çok miktarda üretirler ve rotonin, heparin, anaflaksinin yavaş tepkiyen
parazitli dokulara göçerler. Parazitlerin çoğu eo- m addesi ve birkaç lizozom al enzim serbestlenir.
zinofiler veya diğer fagositik hücreler tarafından Bunlar, lokal vasküler ve doku reaksiyonlarına
fagosite ed ilem ey ecek kadar büyük o lm asın a yol açarak, çoğunda olm asa da, pek çok alerjik
rağm en eozinofiller özel yüzey m olekülleri yo­ reaksiyona ned en olurlar. Bu reaksiyonlar ayrın­
luyla parazitlere tutunurlar ve birçoğunu öldü­ tılarıyla Bölüm 3 4 ’de tartışılm ıştır.
ren m ad d eleri salgılarlar. Örneğin dünyadaki en
yaygın enfeksiyonlardan biri olan şistozom iya-
zis, bazı ülkelerde toplum un üçte birinde bu lu ­
n an bir parazit enfeksiyonudur ve parazit vücu­ LÖKOPENİ
dun herhan gi bir bölgesini tutar. Eozinofiller
kendilerini parazitin genç form larına bağlarlar Lökopeni veya agıanülositoz olarak bilin en ve
ve onların çoğunu öldürürler. Bunu çeşitli yollar­ nadiren ortaya çıkan klinik durum da, kem ik iliği
la yaparlar: ( 1 ) m odifiye lizozom lar olan granül- akyuvar yapım ını durdurarak vücudu bakterilere
leıin d en hidıolitik enzim leri salarak, (2 ) olasılık­ ve dokuları istila eden diğer ajan lara karşı k oru n ­
la, oksijenin özellikle öldürücü olan yüksek dere­ m asız bırakır.
cede ıeak tif form larını salarak ve (3) granülleıin- Normalde, insan vücudu birçok bakteri ile sim -
den biiyü k b a z ik protein diye adlandırılan yük­ biyoz halinde yaşar çünkü vücudun bü tü n m ü-
sek d ereced e laıvasidal polipeptidi salarak. köz m em b ıan ları sürekli olarak çok sayıda b ak te­
Am erika Birleşik D evletlerinde eozinofiliye n e ­ ri ile karşılaşır. Ağızda h em en daim a, çeşitli spi-
den olan bir diğer paraziter hastalık trişinozistir ıoket, pnöm okok ve streptokok türü bakteriler
ve p işm em iş infekte dom uz eti yedikten sonra bulunur ve aynı bakteriler, daha az m iktarda tüm
tıişin ella paraziti ("dom uz kurdu”)n in kaslara y a­ solunum yollarında vardır. Distal sind irim kanalı
yılm ası ile olur. özellikle kolon basili ile doludur. H atta gözlerde,
Eozinofiller özellikle alerjik reaksiyonların ol­ üretra ve vajinada daim a bakteriler bulunabilir.
duğu dokularda, örneğin astım lı kişilerde akci­ Akyuvar sayısındaki herhangi bir azalm a, vü cu t­
ğerlerin p eıibronşiyal dokularında ve alerjik cilt ta zaten var olan bakterilerin derhal dokulara ya­
reaksiyonlarından son ra deride toplanm a eğili­ yılm asına yol açar. Kemik iliği akyuvar yapım ını
m indedirler. Bir sonraki bölüm de tartışacağım ız durdurduktan iki gün sonra ağız ve kolonda ül­
gibi, alerjik reaksiyonlar kısm en m ast hiirceleri serler görülebilir veya kişide ağır solu n u m en fek ­
ve bazofillerin katılm aları nedeniyle olur; bu siyonları gelişir. Ardından ülserlerdeki bakteriler
m ast hücreleri ve bazofiller, eozinofillerin infla- hızla çevre dokulara ve kana yayılırlar. Tedavi
m asyonlu alerjik dokuya göç etm esine neden edilm ezse, akut total lökopeninin b a şla m a sın ­
olan eo z in o fil k em o ta k tik fa k tö r ü salarlar. Eozi­ dan bir haftadan az bir süre sonra sıklıkla ölüm
nofillerin, m ast hücreleri ve bazofillerden salgıla­ gerçekleşir.
n an inflam asyonu uyarıcı m addelerin bir kısm ı­ Nükleer patlam a nedeniyle vücudun gam m a
nı detoksifiye ettiğine inanılır ve olasılıkla aler- ışınları ile irıadiyasyonu, veya b en zen veya an tıa-
jen -a n tik o r kom pleksini yıkarak fagosite eder, sen çekirdeği içeren kimyasal m addeler veya ilaç­
böylece lokal inflam atuvar sürecin yayılım ını ö n ­ larla karşılaşma, kem ik iliği aplazisine ned en olur.
lerler. Gerçekten de bilinen ilaçların bazıları örneğin
kloıam fenikol (antibiyotik), tiyouıasil (tiıotoksi-
koz tedavisinde kullanılır) ve hatta çeşitli barbitii-
ıat hipııotikler agıanülositoz (veya k em ik iliği ap-
BAZOFİLLER lazisi, kemik iliğinde h içbir hücrenin -alyuvar da-
hil- üretilm em esidir) nedenleridir, böylece bu
D olaşan kandaki bazofiller, vücuttaki kapillerle- hastalığın tüm enfeksiyon aşam aları gelişir.
ıin çoğunu n h em en dışında yerleşik büyük m ast Kemik iliğinin iııadiyasyon harabiyetinden so n ­
hü crelerin e benzer. Hem bazofiller, hem de m ast ra, bazı kök hücreler, m iyeloblastlar ve hem osi-
hücreleri, kanın pıhtılaşm asını önleyen heparin' i toblastlar genellikle ilikte zedelenm eden kalırlar
salarlar. M ast hücreleri ve bazofiller, histam in ve ve yeterli zam an sağlandığında kem ik iliğini reje-
400 ÜNİTE VI • Kan Hücreleri, Bağışıklık ve Kan Pıhtılaşması

nere etm e yeteneğindedirler. Enfeksiyonları e n ­ Lösem ik hücreler, özellikle çok indiferansiye


gelleyen antibiyotikler ve diğer ilaçlarla uygun şe ­ hücreler, akyuvarların enfeksiyonlara karşı genel
kilde tedavi edüen hastada, genellikle birkaç hafta korum a sağlayıcı fonksiyonundan yoksundurlar.
ile birkaç ay içinde kan hücreleri konsantrasyonu­
nu norm ale getirecek yeterli kem ik iliği oluşur.
Löseminin Vücuttaki Etkileri

Lösem inin ilk etkfsi, vücudun anorm al bölgele­


LÖSEMİLER rinde lösem ik h ü crelerin m etastatik gelişimidir.
Kemik iliğindeki lösem ik hücreler, o denli hızla
Akyuvarların kontrolsüz üretim i, bir m iyeloid ya çoğalabilir ki, çevredeki kem iğe hızla yayılırlar,
da lenfoid hü crenin kanseröz m utasyonu n ed e­ ağrıya ned en olurlar ve sonunda kolay kem ik kı­
niyle ortaya çıkar. Bu, dolaşan kanda anorm al rıklarına eğilim olur. H em en h em en tüm lö sem i­
akyuvarların sayısının çok artm ası ile karakterize ler, lösem in in kem ik iliği veya le n f düğüm lerin­
lösem iye ned en olur. den kaynaklanm asına bakm aksızın dalak, len f
düğümleri, karaciğer ve özellikle dam ar bö lg ele­
Lösemi Tipleri. Lösem iler iki genel tipe ayrılır. rine yayılırlar. Bu bölgelerin herhangi birinde
L en fo id lösem iler ve m iy eloid lösemiler. Lenfoid hızla büyüyen hücreler çevre dokulara yayılır, bu
lösem iler, lenfoid hücrelerin kanseröz üretimi dokuların m etabolik elem en tlerin i kullanır ve
nedeniyle olur, genellikle le n f düğüm leri veya di­ son uçta doku harabiyetine ned en olur.
ğer lenfoid dokularda başlar ve sonra vücudun L ö sem in in g enel etkileri, en fek siy o n ların g e­
diğer bölgelerine yayılır. İkinci lösem i tipi olan lişm esi, ağır a n em i ve tro m b o sito p e n i (tıo m b o -
m iyeloid lösem i, kem ik iliğindeki genç miyeloid sitle ıin eksikliği)’ye bağlı k an am a eğilim idir. Bu
hücrelerin kanseröz üretim i ile başlar ve sonra etkiler, n o rm al kem ik iliği ve len foid h ü crelerin
vücuda yayılır. Öyle ki, akyuvarlar çeşitli ekstıa- fonksiyonsuz lö sem ik h ü creler ile yer d eğ iştir­
m edüller organlarda özellikle de len f düğümleri, m esi sonucudur.
dalak ve karaciğerde üretilir. Son olarak, lö se m in in vü cu ttak i belki de en
Miyeloid lösem ide, kanseröz süreç ara sıra, kıs­ ön em li etkisi, büyüyen kanserli h ü creler ta ra ­
m i farklılaşmış hücreler üretir, bunlar rıötrofilik fından m eta b o lik m ad d elerin a şırı k u lla n ım ı­
lösem i, eozin ofilik lösem i, b azofilik lösem i veya dır. L ösem ik doku y en i h ü creleri o kadar hızlı
m on ositik lösem i olarak adlandırılabilirler. Ancak üretir ki, vücut sıvılarında b esin m ad d elerin e
daha sıklıkla lösem i hücreleri şekilsiz, değişikliğe özellikle am in o asitler ve v itam in lere gereksi­
uğram am ış (indiferansiye) ve norm al akyuvarla­ n im ço k artar. B u n a bağlı olarak h a sta n ın e n e r­
rın hiçbirine benzem eyen türdendir. Genellikle jis i çok azalır ve am in o asitlerin aşırı kullanım ı,
daha indiferansiye hücreler daha ak u t lösemiye v ü cu d u n n o rm a l p ro te in d o k u la rın ın h ız la
ned en olur ve eğer tedavi edilm ezse genellikle bir­ azalm asın a n ed en olur. B öylece lö sem ik doku
kaç ay içinde ölüm e yol açar. D aha difeıansiye büyürken, diğer dokular g erilem eye başlar. M e­
(farklılaşmış) hücrelerde süreç oldukça kron ik tab o lik açlık y ete rin ce uzun sü rd ü k ten sonra,
olabilir, bazen 1 0 - 2 0 yıla kadar yavaş yavaş gelişir. tek b a şın a ölüm n ed e n i olm aya yeterlidir.

REFERANSLAR
Blaser MJ: The bacteria behind ulcers. nism s of cytotoxic T lymphocytes. alth and Disease. New York: Marcel
Sci Am 274:104, 1996. News Physiol Sci 13:17, 1998. Dekker, 1997.
Bochner BS: Adhesion Molecules in Al­ Guiney DG: Regulation of bacterial vi­ Lockshin RA, Zakeri Z, Tilly JL: When
lergic Disease. New York: Marcel rulence gene expression by die host Cells Die. New York: Wiley-Liss,
Dekker, 1997. environment. Clin Invest 99:565, 1998.
Brown F, Haaheim LR, Schild GC: Mo­ 1997. Lukic, ML: Immunoregulation in He-
dulation of the Tissue Immune Res­ HoggJC, DoerschukCM: Leukocyte aldi and Disease. San Diego: Acade­
ponse to Vaccine Antigens. New traffic in the lung. Annu Rev Physiol mic Press, 1997.
York: Karger, 1998. 57:97, 1995. Mandell GL, et al: Principles and Practi­
Burnett AK, Fden OB: The treatment of Jullien D, StengerS, Ernst WA, Modlin ce of Infectious Diseases. 4di ed.
acute leukaemia. Lancet 349:270, RL: GDI presentation of microbial New York: Churchill Livingstone,
1997. nonpeptide antigens to T cells. J 1994.
Clancy J: Basic Concepts in Im m uno­ Clin Invest 99:2071, 1997. Marchuk GI: Mathematical Modeling of
logy. New York: McGraw-Hill, 1998. Karre K: Specificity, Function and Deve­ Immune Response in infectious Dise­
C ossart P: H ost/path ogen in teracti­ lopment of NK Cells: The Effector ases. Boston: Klmver Academic, 1997.
ons: subversion o f the m am m alian Arm of Innate Immunity. New York: Marsh JA, Kendall MD: The Physiology
cell cytoskeleton by invasive b ac ­ Springer, 1998. of Immunity. Boca Raton, FL: CRC
teria. J Clin Invest 99:2307, Kaspers GJL, Pieters R, Meerman AJP: Press, 1996.
1997. Drug Resistance In Leukemia and McKenzie S, et al: Textbook o f Hemato­
Granger DN, Schmid-Schoenbein GW: Lymphoma. New York: Plenum Pess, logy. Baltimore: Williams & Wilkins,
Physiology and Pathophysiology of 1999. 1994.
Leukocyte Adhesion. Bethesda, MD: Levy GN: Prostaglandin H synthases, Persson CG, et al: EpiUielium, microcir­
American Physiological Society, nonsteroidal anti-inflammatory culation and eosinophils-new as­
1995. drugs and colon cancer. FASEB ] pects of the allergic airway in vivo.
Greaves MF: Aetiology of acute leuka­ 11:234, 1997. Allergy 52:241, 1997.
emia. Lancet 349:344, 1997. Lipscomb MF, Russell SW: Lung M ac­ Robinson JP, Babcock GF: Phagocyte
Groweurth R Filgveira L: Killing m echa­ rophages and Dentritic Cells in He­ Function. New York: Wiley-Liss, 1998.
BÖLÜM 33 • Vücudun Enfeksiyonlara Direnci: I. Lokositler, Granülositler, Monosit-Makrofaj Sistemi ve inflamasyon 401

Rodack BF: Diagnostic Hematology. Sawyers CL: Molecular genetics of Warrel RP Jr: Pathogenesis and m an ­
Philadelphia: WB Saunders Co, acute leukaemia. Lancet 349:196, agement of acute promyelocytic
1994. 1997. leukemia. Annu Rev Med 47:555,
Rodger 1VV, Botting JII, Dahlen SH: Thorbecke GJ, Isiagbe VK: The Biology 1996.
Leukotrienes. London: William of Germinal Centers in Lymphoid Yakura, II: Kinases and Phosphatates in
Harvey Press, 199». Tissue. Georgetown, TX: Springer- phocyte and Neuronal Signaling.
Sandlund ]T, Downing JR, Crist WM: Verlag, 1998. Tokyo: Springer, 1997.
Non-Hodgkin’s lymphoma in child­ Warasco WA: Intracellular Antibodies.
hood. N Engl I Med 334:1238, 199G. Austin, TX: Landes Bioscience, 1997.
J î
Vücudun Enfeksiyona Direnci:
II. Bağışıklık ve Alerji

canlıların yabancı dokuları gibi istilacılara karşı


DOĞAL BAĞIŞIKLIK (İM M ÜNİTE) çok güçlü özgül bağışıklık geliştirm e y eten eğin e
sahiptir. Buna edin sel b a ğ ışık lık denir. Ediıısel
İnsan vücudu doku ve organlarına zarar verebile­ bağışıklık özgül organizm alara ve toksinlere sa l­
cek hem en her türde organizma ve toksine karşı di­ dırıp yokeden antikorları ve a k tif len fo sitleri
renç gösterm e yeteneğine sahiptir. Bu özellik bağı­ üreten özel bir im nıü ıı sistem tarafınd an sağ la­
şıklık adını alır. Bağışıklığın büyük bölümü vücu­ nır. Bu bölü m bu im nıüıı m ekan izm alar ve b u n ­
dun ancak bir bakteıiyel hastalık ya da toksine kar­ larla ilişkili reaksiyonları (özellikle a lleıjik reak­
şı haftalar ya da aylar içinde geliştirdiği eclinsel b a ­ siyonları) ele alacaktır.
ğışıklıktır. Diğer bir bölüm bağışıklık ise hastalık Edinsel bağışıklık çok güçlü koru n m a sağlar.
oluşturan organizmalara yönelik özgül bir süreçten Ö rneğin botu lin u m u ıı p aıalitik toksini ya da te-
çok genel özelliklerin sonunda gelişir. Bu tip bağı­ tanu sun tetani olu ştu ran toksin i gibi bazı tok­
şıklık d oğ al bağışıklık adını alır. Şu süreçleri kapsar: sinlerin öldürücü d ozunun 1 0 0 . 0 0 0 katına karşı
korunm ak an cak bağışıklık ile olanaklı o lm ak ta­
1. Bakteri ve diğer saldırganların kan akyuvar­
ları ve doku m akrofaj sistem i hücreleri tarafın­ dır. Bu bölü m d e açık lan acağı gibi, “aşılam a"
dan fagosite edilm esi (Bölüm 33). olarak b ilin en işlem in, in sa n la rın h astalık ve
2. Ağız yoluyla alınan organizm aların m ide asit toksinlere karşı k orun m asın d aki ö n em i de bu
salgısı ve sindirim enzim leri ile haraplanm ası. nedenledir.
3. D erinin organizmaların istilasına karşı direnci.
4. Kanda yabancı organizm a ve toksinlere bağ­
lanıp, zarar veren kimyasal aracıların bulunm ası. Edinsel Bağışıklığın Temel Tipleri
Bu aracıların bazıları (1) bakterilere saldırıp onla­
rın parçalanm alarına neden olan mukolitik poli- V ücutta birbiıiyle yakından ilişkili iki tür edinsel
sakkaıid yapıdaki lizoziıır, (2 ) bazı gıam -pozitif bağışıklık gelişir. Birisinde vücut istilacıya karşı
bakterilerle etkileşen ya da onları inaktif hale ge­ globulin yapısında, dolaşan a n tik o rla r geliştirir.
tiren b a z ik polipeptidler, (3) daha sonra anlatıla­ Bu tip bağışıklık h iım oral bağ ışıkh ky a. da B h ü c­
cak olan ve bakterileri haraplam ak üzere çeşitli re bağışıklığı (B lenfositleri antikorları ürettikleri
yollarla akliflenebilen 2 0 kadar proteinin oluştur­ için) adını alır. İkinci tip edinsel bağışıklık ise çok
duğu k o m p lem a n kom p leksi; (4) yabancı hücre, sayıda a k t if T leııfositin oluşum u ile geliştirilir.
tü m ör hücresi ve hatta bazı enfekte olmuş h ücre­ Bu özgül lenfositler yabancı m addeyi yoketm eye
leri tanıyıp öldürm e yeteneği olan doğ al katil len­ yöneliktir. Bu tip bağışıklık hücresel b a ğ ışık lık ya
fositlerdir. da T hücre bağışıklığı (aktif lenfositler T len fo sit­
leri olduğu için) adını alır.
Bu doğal bağışıklık insan vücudunu hayvanla­
H em en ileride göreceğim iz gibi, antikorlar ve
rın bazı paıalitik viıal enfeksiyonlarına, domuz
aktif lenfositler vücutta lenfoid dokuda üretilir.
kolerası, sığır vebası ve enfekte köpeklerin çoğu­
nu öldüren "distem per” (gençlik hastalığı) gibi Öncelikle, antijen ile uyarılan im m ü n yanıt sü re­
hastalıklara karşı dirençli kılar. Diğer yandan da­ cinin başlangıcı ele alınacaktır.
ha aşağı gelişm e aşam asındaki birçok hayvan ise
insan için haıaplayıcı öldürücü olabilen poliyo-
m iyelit, kabakulak, insan kolerası, kızamık ve si- Edinsel Bağışıklığın Her İki Türü de
filiz gibi hastalıklara karşı dirençli hatta bağışık Antijenler Tarafından Başlatılır
(korunm uş)'tırlar.
Edinsel bağışıklık y ab an cı o rganizm a ya da to k ­
sinle karşılaşm adan ö n ce gelişm ed iğin e göre,
vücudun ilk istilayı algılayabilen m ek a n iz m a la ­
EDİMSEL BAĞIŞIKLIK rı bulunm alıdır. Her toksin ya da h er organizm a
kend isine özgü en az bir ya da d ah a ço k k im ya­
D oğal bağışıklık yanında, insan vücudu öldürü­ sal bileşik taşır. G enel olarak bu b ileşikler p ro te ­
cü bakteriler, virüsler, toksinler ve h atta diğer in ya da polisakkaıid yapısınd ad ır ve ed in sel b a ­

402
BÖLÜM 34 • Vücudun Enfeksiyona Direnci: II. Bağışıklık ve Alerji 403

ğışıklığı bu yapı taşlan başlatır. Bu m ad d eler a n ­ tijen leri karşılar. So n olarak dalak ve k em ik iliği
tijen adım alır. ise dolaşan kana u laşan a n tije n ik a ja n la rın y a ­
Bir m addenin an tijenik olabilm esi için g enel­ k alan m asın d a ö n em li rol alm aktadır.
likle yüksek molekül ağırlıklı, 8 . 0 0 0 ya da daha
fazla ağırlıklı olm ası gerekir. Ayrıca antijenik ol­ Hücresel ve Hiimöral Bağışıklığı İki Tip Lenfo­
m a özelliği büyük bileşiğin yüzeyinde düzenli sit, Sırasıyla T ve B Lenfositi Geliştirir. Normal
olarak tekrarlanan ve ep itop adı verilen m olekü- lenfoid dokunun lenfositleri m ikroskopta in c e ­
ler grupların bulunm asına bağlıdır. Protein ve lendiğinde birbirine benzer görünse de aslında
büyük polisakkaridleıin kim yasal özellikleri bu bu hücreler iki ana gruba ayrılmıştır. Bu gruplar­
tip grupların varlığını gösterm ekte ve bu (stere- dan biri olan T lenfositleri “h ü cresel bağışıklığı”
okim yasal) özellik her iki grubun kuvvetli a n tije­ sağlayacak olan aktif lenfositlerin oluşum undan
nik özelliğini açıklamaktadır. sorumludur. Diğer grup olan B len fositleri ise
“hiim öral bağışıklığı” sağlayan antikorların yapı­
H aptenler. Molekül ağırlığı 8 .0 0 0 ’in altında olan m ından sorumludur.
m addeler nadiren antijen özelliği kazansalar da, Her iki tip lenfosit em briyoda p lu rip oten t (ç ok-
düşük m olekül ağırlıklı m addelere karşı bağışık­ yönlü) h em a to p o ietik k ö k hiicre d en kaynaklana­
lık gelişim i yine de özel bir yolla sağlanabilir: rak farklılaşır ve olgun lenfositleri oluşturur. Olu­
H apteıı adını alan küçük m olekül ağırlıklı bileşik­ şan lenfositler sonuç olarak lenfoid dokuya y er­
ler ö n ce antijenik özellikli bir m adde; örneğin bir
leşirler. Ancak bu aşam adan ö n ce farklılaşm ala­
protein ile birleştiıilirse, bu bileşim bir im m ün
rını tam am lam ak ya da ön işlem den geçm ek
yanıt oluşum u sağlar. Bu bileşim e karşı gelişen
üzere farklı yollar izlerler.
antikorlar ya da aktif lenfositler çoğunlukla b ile­
Lenfositlerden aktif T lenfositlerini oluşturacak
şim i oluşturan hapten ve p roteine karşı ayrı ayrı
olanlar önce tim us b ezin e göç eder ve bu organ­
da y an ıt verirler. Böylece haptenle ikinci karşılaş­
da seçilerek işlenirler. Bu ned enle "T" lenfositleri
m ada antikor ve lenfositlerin bazıları organizm a­
adını alan bu lenfositler hücresel (hücre-aracılı)
da yayılm a ve hasar g erçek leşm ed en h em en
bağışıklıktan sorum ludurlar.
h ap ten e yanıt verirler.
Lenfositlerin antikor yapım ını ü stlen en B le n ­
Bu tür im m ün yanıt olu ştu ran h ap ten ler ge­
fositleri grubu ise fetal y aşam ın orta dönem inde
nellikle düşük m olekül ağırlıklı ilaçlar, tozda b u ­
karaciğerde, geç fetal d önem ve doğum so n rasın ­
lu nan kim yasal m addeler, hayvan derisi artıkla­
da ise kem ik iliğinde işlenirler. Bu hücre grubu
rı (kepek), dökülen deri artıkları, endüstriyel
önce kuşlarda keşfedilm iş ve bu grubun, m e m e­
kim yasal m addeler, zehirli sarm aşık toksini vb.
lilerde bulunm ayan, bursa o fF a b ric iu s adlı yapı­
olabilir.
da işlendiği gösterilm iştir. Bu ned en le bu hücre
grubu “B ” lenfositleri olarak adlandırılır ve hü-
Lenfositler Edinsel Bağışıklığın m oıal bağışıklıktan sorum ludurlar.
Şekil 34-1 her iki lenfosit sistem in d e sırasıyla,
Temelidir
aktif T lenfositi ve antikor oluşum unu g öster­
mektedir.
Edinsel bağışıklık vücut lenfosit sistem in in ürü­
nüdür. Lenfositlerin genetik nedenlere bağlı ek­
sikliğinde, radyasyon ya da kim yasallarla h arap-
lan m asınd a edinsel bağışıklık gelişem ez. Bu tür
T ve B Lenfositlerin Ön-İşlenmesi
bir bozukluğu olan bir bebek yoğun tedavi al­
m azsa doğumu izleyen günlerde ağır bakteıiyel Vücuttaki lenfositlerin tüm ü em briyonu n y ö n ­
enfeksiyonlarla kaybedilir. Dolayısıyla lenfositler lendirilm iş lenfositik kök hü crelerin d en gelişir,
in san ın hayatta kalm ası için gereklidir. ancak bu kök hücreleri kendi başlarına aktif T
L en fo sitlerin çok büyük bir m iktarı le n f d ü ­ lenfositi ya da antikor oluşturm a yeten eğin e sa ­
ğ ü m lerin d e yer alır, an cak bir kısm ı da d a la k , hip değildirler. Bu yeteneği k azanab ilm eleri için
g a stro in testiııa l katı alın s ııb m u k o z a ta b a k a sı tim ıısta ya da B hücresi işlen m e alanlarında fark­
ve k e m ik iliği gibi ö zelleşm iş lenfoid dokularda lılaşm alarını sürdürm eleri gerekm ektedir.
da bulunur. Lenfoid doku, vü cu tta istilacı org a­
n izm a ya da toksinin giriş y erind e h en ü z daha Timus Bezi T Lenfositlerini İşler. T lenfositleri
fazla yayılm ad an y ak alan m asın ı sağlayacak ş e ­ kemik iliğinde geliştikten sonra, ö n ce tim us b ezi­
kilde dağılm ıştır. Ç oğunlukla istilacı aja n ö n ce ne göçerler. Burada çok hızlı bölü n erek çoğalır ve
doku sıvılarına geçer, sonra len fatik dam arlar çok sayıda farklı a n tijen e karşı y anıt geliştirebile­
aracılığıyla le n f d üğüm lerin e ve diğer lenfoid cek şekilde çeşitlendirilirler. Bu tim ik len fo sitle­
d okulara taşınır. Ö rneğin g astro in testiııal k a n a ­ rin herbiı inin bir a n tijen e karşı özgül yanıt vere­
lın lenfoid dokusu barsak yoluyla giren a n tije n ­ cek şekilde gelişm esi dem ektir. Bu süreç m ilyon­
leri karşılar. Boğaz ve farinks bölgesi lenfoid larca farklı a n tijen in h erb iıin i tanıyan başka bir
dokusu (bad em cikler ve ad en o id leı) üst so lu ­ timik lenfosit gelişinceye dek sürer. Bu şekilde iş­
num yolu ile giren a n tijen le ri yakalayabilecek lenm iş çok sayıda farklı T lenfositi tim usu teıke-
şekild e yer alır. L en f d üğüm lerind eki lenfoid der ve vücut lenfoid dokularında konaklam ak
dokıı vü cu du n p e ıife ıik dokularınd an giren a n ­ üzere dağılırlar.
40 4 ÜNİTE VI • Kan Hücreleri, Bağışıklık ve Kan Pıhtılaşması

Hücresel Bağışıklık

Timus

Ş E K İL 34 ■1

Bir lenf düğümünde


antijene yanıt olarak
antikor ve duyarlaştı­
rılmış lenfositlerin
oluşumu. Bu şekil ay­
nı zamanda lenf dü­
Fetal karaciğer? ğümünde hücresel ve
Kemik iliği lıümorai immiin sü­
reçlerden sorumlu ti-
Hümoral Bağışıklık
mik (T) ve bursal (B)
lenfositlerin kökeni­
ni göstermektedir.

Tim us aynı zam anda tim usu terkeden T len fo ­ B len fo sitleri iki açıd a n T le n fo sitlerin d en
sitlerin vücudun kendi d okularında b u lu nan farklıdır: İlk olarak a n tijen e karşı T h ü crelerin d e
p rotein ve diğer yapıdaki antijenlere karşı yanıt olduğu gibi tüm h ücre reaktivite geliştirm ez, B
verm em esini de sağlar, yoksa bu T lenfositleri lenfositleri aktif olarak ıea k tif m ad d eler olan
yalnızca birkaç günde organizm ayı öldürecektir. antikorları salgılam aktadırlar. A ntikorlar a n tije ­
Tim us olgunlaşan ve tim ustan serb estlen ecek ni bağlam a ve yoketm e özelliğine sahip büyük
olan T lenfositlerinin seçim inde ö n ce lenfositleri protein m olekülleridir. Bu m ekan izm alar bu b ö ­
organizm anın tüm özgül “ö z-an tijen ”leri ile kar­ lüm ve 33. B ölü m ’de açık lan m ak tad ır. İkinci
şılaştırır. Bu karşılaşm ada bu antijenlere yanıt farkları ise, B len fo sitlerin in T len fo sitlerin d en
veren T lenfositleri im ha edilir ve tim ustan salı­ de daha fazla çeşitlilik g österm esi, farklı özgül
verilm ek yerine fagosite edilirler. Tim usta olgun­ ıeaktivitesi olan m ilyon larca B len fo sit a n tik o ­
laşan lenfositlerin % 90’ı bu şekilde yok edildik­ runun üretilebilm esidir.
ten son ra sonunda salıverildiler, vücudun kendi B lenfositleri de T lenfositleri gibi işlendikten
an tijen lerin e değil, bakteri, toksin ya da başka b i­ sonra vücutta bulunan lenfoid dokuya göçerler
rinden aktarılan doku gibi yabancı kaynaklı an ti­ ve bu dokuda T lenfositlere yakın, fakat farklı
jen lere reaksiyon verirler. bölgelerde konaklarlar.
T im u sta T len fo sitlerin in ö ıı-işlen işi büyük
oranda doğum dan h em en ö n ce ya da doğum u
izleyen birkaç ayda gerçekleşir. Bu d önem d en
T Lenfosit ve B Lenfosit Antikorlarının
so n ra tim us bezinin uzaklaştırılm ası bağışıklık
sistem in in T lenfosit işlevlerini zayıflatır, ancak
Antijenlerini Çok Özgül Olarak
o rtad an kaldırm az. Oysa ki tiıııus bezin in d o­ Tamması-Lenfosit Klonlarının Rolü
ğum dan aylar ön ce uzaklaştırılm ası tüm h ü cre­
sel bağışıklığın gelişim ini engeller. H ücresel b a ­ Özgül bir antijen lenfoid dokuda T ve B len fo sit­
ğışıklık ise kalp ve böbrek gibi organ nakillerinde leri ile karşılaşırsa, belirli T lenfositleri uyarılır,
doku reddinden sorum lu olduğu için, doğum ­ aküf T hücrelerini oluşturur ve belirli B len fo sit­
dan belirli bir süre ö n ce tim usu uzaklaştırılm ış leri antikor üretim ine başlar. Aktif T hücreleri ve
hayvanlara yapılan organ nakillerinde doku red ­ antikorlar yine özgül olarak yalnızca gelişim leri­
di söz konusu olmaz. ni uyaran an tijene y anıt verirler. Bu özgül yanıtın
m ekanizm ası aşağıdaki şekilde gelişir.
K araciğer ve Kemik İliği B Lenfositleri İşler. B
len fo sitlerin gelişim i ve olgunlaşm ası ile ilgili Miyonlarca Özgül Lenfosit Lenfoid Dokuda
bilgiler T len fositlerine göre çok daha azdır. İn ­ Hazır B eklem ektedir. Uygun a n tije n ile u yarıl­
san d a B len fo sitlerin in fetal d ö n em in o rtasın d a dığında spesifik aktif T h ü cresi ya da antikor
karaciğerde, geç fetal dönem d e ve doğum dan oluşturacak m ilyonlarca hazır T ve B lenfositi
so n ra ise kem ik iliğinde ön işlem lerin in g erçek ­ bulunm aktadır. Bu hazır len fo sitlerin h er biri
leştiği bilinm ektedir. tek bir an tijen i tanıyan tek bir T h ü cresi ya da
BÖLÜM 34 • Vücudun Enfeksiyona Direnci: II. Bağışıklık ve Alerji 405

tek bir tip antikor o lu ştu rabilm e y eten eğin e sa ­ yon sürecini başlatacaktır. T lenfositlerind e ise
hiptir. Ve yalnızca onu aktive ed eb ilen özgül a n ­ antikorlara benzeyen ve yiizey reseptör p rotein le­
tijen i bu hücreyi uyaıabilm ektedir. Özgül len fo ­ ri (ya da T hücre işaretleyicileri) adını alan m o le­
sit an tijen i tarafın d an uyarıldığında uyarılan küller T-lıücre m em bran yüzeyinde yer alır ve
lenfosit olağanüstü sayıda artar ve bölünerek bunlar da bu hücreleri uyaran tek özgül an tijen e
kendini yenid en üretir. Eğer bu hücre bir B le n ­ özgü yapılardır.
fositi ise, b u n d an gelişen hü creler antikor salgı­
layacak ve bu antikorlar vücutta yayılarak d ola­ A ktivasyon Sürecinde M ak ro fa jla rın Rolü.
şacaklardır. Eğer uyarılan hücre b ir T lenfositi Lenfoid dokuda len fositlerin yanısıra m ilyonlar­
ise, b u n d an gelişen h ü creler duyarlaştırılm ış T ca m akrofaj bulunm aktadır. Bunlar le n f düğü­
hücreleri olacak, bu n lar le n f sıvısına salınacak, mü, dalak ve diğer lenfoid dokuların siniizoidle-
bu rad an kana ve doku sıvılarına taşın acak ve ıin d e sıralanır ve le n f düğümü len fositlerin in
le n f sıvısına geri d ö necek, bu dolaşım ı aylar h a t­ karşısında yer alır. V ücuda giren istilacıların b ü ­
ta yıllarca sürdürebileceklerdir. yük bir kısm ı ö n ce m akrofajlarca fagosite edilir
Tek bir tip antikor üretim i ya da T h ücre gelişi­ ve kısm en sind irim e uğrar, saldırgandan kay­
m ine kaynaklık ed ebilen farklı len fositlerin h eı- naklanan an tijen ik yapılar m ak rofajın sitozolün-
biri bir len fosit k lo n u adını alm aktadır. Her klo- de açığa çıkar. M akrofajlar bu an tijen leri direkt
ıııın tüm lenfositleri b irb irin e ben zer ve aslında olarak h ücred en hücreye ilişki ile len fositlere g e­
tek ya da az sayıda özgül len fo sitten kaynaklan­ çirirler ve özgül len fosit klonunun aktivasyonu-
m aktadır. na yol açarlar. Ayrıca m akrofajlar özgül le n fo sit­
lerin büyüm e ve çoğalm asını kolaylaştıran özel
bir aktivatör m adde salgılar. Bu m adde interlö-
Çok Sayıda Lenfosit Klonunun Kökeni kiıı -1 adını alır.

Yalnızca yüzlerce ya da birkaç bin kadar gen B Lenfositlerin A ktivasyonunda T L en fo sitle­


tüm farklı antikor ve T len fo sitlerin i kodlam ak- rinin Rolü. A n tijen lerin büyük çoğunluğu T
tadır. Başlang ıçta, özellikle h er farklı p roteinin len fo sitleri ve B len fo sitlerin i b irlikte uyarır.
yapım ı için bir genin gerektiği göz ön ü n e alın d ı­ O luşan T h ü crelerin in yard ım cı h ü cre adını
ğında, böyle az sayıda genle lenfoid dokuda m il­ alan b ir kısm ı genel olarak sito k in ler adı v eri­
yon larca farklı antikor m olekülü ya da T h ü cre­ len ve B len fo sitlerin i uyaran m ad d eler (birlik­
sinin n asıl geliştiği bir sırdı. Bu sır artık çözü l­ te le ııfo k in ler ad ını alırlar) salgılarlar. G erçek ­
m üştür. Bağışıklık sistem in in hü crelerin i olu ş­ ten de bu T h ü crelerin in y ard ım ı o lm a d a n B
turan an a kök h ü cred e tü m T ve B h ücre tip leri­ h ü crelerin in oluşturduğu a n tiko r m iktarı g e ­
n in oluşum u için gerekli g enlerin tüm ü hiç b u ­ nellikle ço k düşük kalır. Y ardım cı h ü creler ve B
lunm am aktadır. T ü m gen yerine ço k sayıda gen h ü creleri arasın d aki bu eşgü dü m lü ilişkiyi T
seg m enti -aslınd a bu seg m en tleıd en yüzleıcesi- h ü cre bağışıklık m ek a n iz m a la rın ı a n lattık tan
bulunm aktadır. T ve B lenfo sitlerin in gelişim so n ra tekrar tartışacağ ız.
aşam aların d a bu gen seg n ıen tle ıi rastgele birbi-
ı iyle birleşir ve g enlerin tü m ü nü tam am lar. Her
hücred e yüzlerce farklı gen seg m enti b u lu n m a­ B Lenfosit Sisteminin Özgül Yanları-
sı ve bu n ların h er h ü cred e birleşm e sıralam ala­
Hümöral Bağışıklık ve Antikorlar
rında rastgele o lu şab ilecek çeşitlilik göz önüne
alındığında, m ilyonlar h atta m ilyarlarca farklı Plazma H ücreleri Tarafından A n tik o r Yapımı.
çe şid in o lu şm ası a n la şıla b ilm e d e d ir. So n u ç Özgül a n tije n le k arşılaşm ad an ö n ce B len fo sit
olarak olu şan h er işlevsel T ve B lenfositi için k lo n lan len foid dokuda sessiz kalırlar. Y aban cı
g en yapısı tek bir a n tijen e özgü kodlanıayı sağ­ a n tijen in girişiyle len foid dokudaki m a k ro fa j­
lar. Bu olgun h ü creler özgün T ve B hücreleri lar a n tije n i fago site ed er ve so n ra onu k om şu B
olarak len foid dokuya dağılan ve y erleşen h ü c­ len fo sitlere sunarlar. Ayrıca a n tije n aynı z a ­
releri oluşturm aktadırlar. m an d a T h ü crelerin e de su n u lm ak tad ır ve bu
şekilde ak tiflen en "y a rd ım cı” T h ü creleri de,
B ir L e n fo s it K lo n u n u U yarm a aşağıda d aha geniş an la ta ca ğ ım ız B le n fo s itle ­
(A k tiva syo n ) M ekanizm ası rin in ak tiv asyon un a katkıda bu lu nu rlar. Bu a n ­
tijen e özgü B len fo sitleri h em e n büyür ve len-
Her lenfosit klonu yalnızca tek bir tip an tijene (ya fo b la s t g örü n ü m ü kazanırlar. L eııfo b la stla rın
da aynı stereokim yasal özelliklere sahip benzer bir kısm ı d ah a da farklılaşarak p lazm a h ü c re le ­
antijenlere) yanıt verebilirler. Bunun nedeni şu­ rinin prekü rsörii olan p la z m a b la s tla r a d ö n ü ­
dur: B lenfositlerinde, h er hücrenin m em bran şürler. Bu h ü crelerd e sito p lazm a g en işler ve
yüzeyinde, yalnızca tek tip özgül an tijen ile özgül kaba en d o p lazm ik retiku lu m aşırı çoğalır. B u n ­
olarak bağlan abilecek 1 0 0 . 0 0 0 antikor molekülü lar so n ra h er 1 0 sa a tte b ir kez b ö lü n erek , y ak la­
yer alır. Bu yüzden uygun antijen ortaya çıkarsa şık dokuz b ö lü n m e ile, to p lan ı 4 günde lıe rb iıi
hızla hücre m enıbram n a yapışacak, bu bağlan­ 500 kadar o ıjin a l p la z m a b la stta n o lu şan to p lu ­
m a aşağıda ayrıntısıyla anlatılacak olan aktivas­ luklar oluştururlar. Olgun p lazm a h ü c re s i b u n -
4 06 ÜNİTE VI • Kan Hücreleri, Bağışıklık ve Kan Pıhtılaşması

A n tik o rla rın D oğası

Antikorlar im m ünoglobulin d enilen gam m a glo-


b u linlerdir ve m olekü l ağırlıkları 160.000 ile
970.000 arasındadır. G enellikle tüm plazm a p ro ­
teinlerinin % 2 0 ’sini oluştururlar.
Tüm im ıııünoglobulinler bir h a f i f ve bir ağır
p olip ep tid zincirinin birleşm esinden oluşurlar;
çoğunluğu şekil 3 4 -3 ’de görüldüğü gibi 2 ağır ve 2
hafif zincirin bir birleşim idir. Ancak bazı im m ü-
noglobulinler 1 0 tane ağır ve 1 0 tan e hafif zincirin
birleşimidir ve ağır-nıolekül-ağırlıklı im nıünoglo-
bulinleri oluştururlar. Yine de bü tü n im m ünoglo-
bulinleıde her ağır zincirin bir ucu bir hafif zincir
ile paralel bulunur ve bir hafif-ağır zincir çiftini
Ş E K İL 34 • 2 oluşturur. Her im m ünoglobulinde en az 2 olm ak
Dolaşan kanda ilk antijen enjeksiyonuna ve aylar sonra yapılan üzere 1 0 kadar bu şekilde çift bulunur.
ikinci antijen enjeksiyonuna karşı gelişen antikor yanıtının za­ Şekil 3 4 -3 ’de gölgeli alan h er h afif ve ağır zin ci­
mana göre gelişimi. rin değişken kısım olarak adlandırılan bölü m leri­
ni; geri kalan kısım ise sa b it kısım denilen p a rça ­
yı gösterm ektedir. D eğişken bölge h er özgül an ti­
kor için farklıdır ve belirli bir a n tijen e özgül o la­
dan so n ra in an ılm ay acak bir hızla gam m a g lo ­ rak bağlanan bölge burasıdır. Sabit bölge antiko­
b u lin y apısınd aki an tiko rları üretir. Her plaz­ run dokulara yayılm a, dokularda özgül yapılara
m a h ü cresin d e san iy ed e 2 0 0 0 m olekü l üretilir. yapışm a, k o m p lem a n k o m p lek sin e bağlanm a,
m eıııbranlardan geçm e ve diğer biyolojik özellik­
A ntikorlar le n f sıvısına salg ılan ır ve bu yolla
kan d o laşım ın a taşın ırlar. B u sü reç p lazm a lerini belirler.
h ü cresin in tükenip ö lm e sin e dek günler ya da
Antikorların Özgüllüğü. Her antikor tek bir b e ­
h a fta la rca sürer.
lirli an tijen e özgüdür; bunu sağlayan, ağır ve h a ­
fif zincirin değişken bölgelerinde yer alan anıino
"Bellek" Hücrelerinin Gelişimi-Birincil ve ikincil asitlerin her antikor için özel olan yapısal düze­
Yanıt Farkı. Uyarılan bir B lenfosit klonundan ge­ nidir. Her an tijen in özgüllüğü için am iııo asit o r­
lişen lenfoblastların bazıları plazm a hücresine ganizasyonu farklı bir sterik şekil gösterir, böyle-
dönüşmeyip, daha az sayıda ve ana klonun b en ­ ce antijen bu yapı ile karşılaştığında a n tijen in
zeri yeni B lenfositine dönüşürler. Başka bir de­ çok sayıdaki prostetik grubu, kendisinin ayna gö­
yişle, başlangıçta özgül olarak uyarılm ış olan B rüntüsü olup antikor üzerinde yer alan bölgelere
hücre topluluğu belirgin olarak büyür. Ve yeni B uyar, antijen ile antikor arasında lıızlı ve sıkı bir
lenfositleri ana lenfosit kloııuna eklenir. Onlar da bağlanm a oluşur. Antikor y eterin ce özgül ise an-
lenfoid dokuda konaklam ak üzere dolaşım a katı­ tijeıı-antikor arasında oluşan çok sayıda 1 ) lıid-
lır, ancak bunlar tekrar aynı antijen le uyarılıncaya ıofobik bağ 2) hid rojen bağları 3) iyonik çekim ler
dek bağışıklık sistem açısından sessiz kalırlar. Bu
lenfositler b ellek hücreleri olarak adlandırılır. Ay­
nı an tijen le sonraki karşılaşm a çok daha hızlı ve Antijen bağlama
çok daha güçlü bir antikor yanıtı oluşturacaktır,
çünkü başlangıçta özgül klonun ana B len fositle­
rinden daha çok sayıda bellek hücresi bu lu n­
m aktadır. Değişken
Şekil 34-2 özgün an tijen le ilk karşılaşm ada or­ bölge
taya çıkan birin cil yanılttı ve aynı an tijen le ikinci
karşılaşm ada oluşan ikin cil y an ıtta antikor üreti­
mi farkını gösterm ektedir. B irincil yanıtın ortaya
çıkışındaki gecikm eye, şiddetinin zayıflığına ve
Sabit
süresinin kısalığına dikkat ediniz. Buna karşılık bölge
ikincil yanıt antijenle karşılaşm ayı izleyerek h e ­
m en (saatler içinde) başlar, çok daha şiddetlidir
ve antikor yapım ı sadece birkaç hafta değil aylar­
ca sürer.
İkincil yanıtın şiddetinde ve süresindeki artış, Ş E K İL 34 - 3
a şıla m a uygulam alarında an tijen in ned en çok Tipik bir lgG antikorunun yapısı, iki hafif ve iki ağır polipeptid
sayıda ve birkaç hafta ya da ay aralıklarla uygu­ zincirinin birleşmesinden oluştuğunu göstermektedir. Antijen
landığını da açıklam aktadır. zincirlerin değişken bölgelerindeki iki ayrı uca bağlanmaktadır.
BÖLÜM 34 • Vücudun Enfeksiyona Direnci: II. Bağışıklık ve Alerji 407

4) van der W aals kuvvetleri sayesinde bu an tijen -


antikor çifti çok güçlü bir birleşm e gerçekleştirir­
ler. Bu etkileşim term odinam ik kitle olayı yasası­
na da uyar:

Ka —
A ntijen -antikor bileşim inin konsantrasyonu
Antikor konsantrasyonu x antijen konsantrasyonu

Ka afinite sabiti olarak adlandırılır ve antikorun


an tijen i ne kadar güçlü bağladığının ölçüsüdür.
Şekil 3 4 -3 'de gösterilen antikor yapısında a n ti­
je n in bağlanabileceği iki değişken bölge yapısı
bulunduğuna, bu na bağlı olarak bu antikorun b i­
v alan bir antikor olduğuna dikkat ediniz. Anti­
korların 1 0 h afif ve 1 0 ağır zincirin birleşm esiyle Antijen moleküllerinin iki değerlikli (bivalan) antikorlarla birbi­
rine bağlanması.
oluşan küçük bir grubunun 1 0 tane b a ğ lan m a
bölgesi bulunm aktadır.
h ücresel ajanın m em bram n a saldırıp h ü cren in
Antikorların Sınıflandırılması. Antikorların IgM, parçalanm asına neden olabilirler.
IgG, IgA, IgD ve IgE olarak tanımlanan beş ana gru­ Antikorların antijenik istilacılara yönelik bu di­
bu bulunur. Ig imünoglobulin sözcüğünün kısaltıl­ rekt etkileri norm al koşullarda vücudu istilacıla­
masıdır, diğer harfler ise grupları belirler. ra karşı korum ada yeterince güçlü değildir. Koru­
Bu bölü m d e ele alınan sınırlı konu ile ilgili ola­ m anın büyük bir kısmı aşağıda an latılacak olan
rak iki antikor grubu önem lidir: IgG grubu biva- kom plem an sistem inin yükseltici etkisind en kay­
lan antikorlardır ve norm al insanda tüm antikor­ naklanır.
ların % 75’iııi oluşturur. IgE grubu ise antikorların
çok küçük bir bölü m ünü oluşturur, ancak özel­ A n tik o r Etkisi İçin K o m p le m a n S istem i
likle alleıji gelişim inde çok önemlidir. IgM grubu
da önem lidir, çünkü birincil yanıtta oluşan an ti­ “K om p lem an ”, çoğunluğu en zim p rek ü ısö rü
korların büyük bir bölüm ü bu gruptandır. Bu a n ­ olan toplam 2 0 kadar proteini kapsayan genel bir
tikorların 1 0 tan e bağlanm a bölgesi vardır ve y a­ tanım dır. Bu sistem de tem el role sahip olanlar
pıları onları istilacılara karşı korunm ada, çok az Şekil 3 4 -5 ’de gösterilen C1-C9, B ve D isim leri v e­
b u lu nm alarına rağm en, çok etkili hale getirir. rilen toplam 11 proteindir. N orm alde bu p ro tein ­
lerin tüm ü plazm a proteinleridir ve k ap illeıieı-
A n tik o rla rın Etki M e ka nizm aları den dokuya sızan plazm ada da bulunurlar. E n ­
zim prekürsörleri norm alde inaktiftiıier, ve daha
Antikorlar vücuda giren istilacılara karşı koruyu­ çok klasik yolla aktiflenebilirler:
cu etkilerini iki yolla gösterirler: ( 1 ) İstilacıya d i­
rekt sa ld ın ile u e{ 2 ) k o m p lem a n sistem ini uyara­ Klasik Yol. Klasik yol a n tijen -an tik o r reaksiyonu
rak, k o m p le m a n m sald ırg an lan y o k etm ey ey ö n e­ ile uyarılır. Antijen antikor ile b ağ lan ın ca antikor
lik ço k sa y ıd a k i etk i m ekan izm asın ı başlatm ası yapısındaki “sabit” bölgede bu lu n an özgül bir ıe-
yolu yla etk ili olur. aktif bölgesi açığa çıkar ya da aktiflenir. Ardın­
dan, bu bölge kom plem an sistem in in C1 p ro te­
Antikorların Saldırganlara D irekt Etkisi. Şekil
inini bağlayarak Şekil 34-5'de gösterilen ve C1
34-4 an tijen lere (gölgelendirilm iş şekiller) yanıt
proenzim inin aktivasyonu ile başlayan ardışık
veren antikorları (Y harfi şeklinde gösterilm iş)
reaksiyonlar zincirini tetikler. K om plem an siste­
gösterm ektedir. Antikorların bivalan özelliği ve
m i aktivasyonunun bu aşam asınd a birkaç a n ti­
çoğu istilacının üzerinde birden çok an tijen ik
jen -an tiko r kom binasyonu yeterlidir. Aktiflenen
bölgen in bulu nm ası sayesinde, antikorlar saldır­
C 1 enzim i zincirin izleyen a ş a m a la r ın d a artan
ganı aşağıda anlatılan yollarla zaraısızlaştırabil-
m ekted iıier: m iktarlard a en zim leri a k tifler ve küçük ölçekte
başlayan aktivasyonla başlayıp "a rtm ış” reaksi­
1. A gliitinasyon ile bakteri ya da eritrositler gi­ yon gelişir. Şekilde gösterildiği gibi birçok son
bi yüzeyinde an tijen taşıyan çok sayıda büyük ürün oluşur ve bunların çoğu istilacı organizm a­
partikliller küm eleşm e oluşturacak şekilde b irb i­ nın ya da toksinin zararlı etkilerini engelleyici e t­
rine bağlanır. kiler gösterirler. İçlerinde daha ön em li olan etki­
2 . Presipitasyonda, çözünebilen antijenle (teta- ler aşağıda belirtilm iştir:
nus toksini gibi) antikorun oluşturduğu kompleks
büyüyerek çözünürlüğünü kaybeder ve çökelir, 1. Opsonizasyon ve fagositoz. K om plem an re­
3. N ötralizasyoııda, antijenik ajanın toksik kı­ aksiyon zincirinin bir ürünü olan C3b, n ö tıo fil ve
sım ları antikorlarla örtülür, m akrofajların fagositozunu uyarır ve onların a n ­
4. Lizis ile bazı güçlü antikorlar direkt olarak tijen -an tikor kom pleksini bağlam ış olan bakteri-
40 8 ÜNİTE V I • Kan Hücreleri, Bağışıklık ve Kan Pıhtılaşması

Antljen-antlkor kompleksi

Bakteri opsonlzasyonu
_T
►. Mast hücresi ve
bazoflllerl aktifler
Ü4 + C2

Lökosttlarln
kamotakslsl

Mikroorganizma
B ve D > Ş E K İL 34 • 5
C6 + C7
Komplemanın klasik yolla akti-
vasyonu ile gerçekleşen reaksi­
yon zinciri. (Alexander ve Good:
08 4- 09 *
Fundamentals of Clinical Im­
munology. Philadelphia, \V. B.
Saunders Company, 1977’den
değiştirilerek alınmıştır.)

yi içlerine alm alarını sağlar. Bu işlem opsonizas-


T Lenfosit Sisteminin
yon adını alır. Bu yokedüen bakteri sayısını yüz­
Özellikleri-Aktif T Hücreleri ve
lerce kat artırabilir.
2. Lizis. K om plem an reaksiyon zincirinin en
“Hücresel Bağışıklık”
önem li ürünlerinden b iıi litik kom p leks adını
alan , k om p lem an fak törlerin d en b irçoğu n u n A k tif T Hücrelerinin Lenfoid D okudan Ser­
oluşturduğu ve C 5b6789 olarak gösterilen 1 1 1 0 le- bestlenmesi ve Bellek Hücrelerinin Oluşumu.
kiiler komplekstir. Bu kom pleksin bakteri ya da Uygun an tijen in kom şu m a k ro fa jla ıca su n u l­
diğer istilacı organizm aların m em branlarm ı di­ m asını izleyerek lenfoid dokuda a n tijen e özgü T
rekt yırtm a etkisi vardır. len fosit klonu h ü creleri çoğalır ve aktif B h ü cre­
3. Agliitinasyon. Kom plem an ürünlerinin isti­ lerinin antikor salıverm esin e paralel olarak, çok
lacı organizm anın yüzeyini değiştirerek b irbirle­ sayıda aktif T h ü cresi açığa çıkar. Tem el fark a n ­
rine yapışm alarını ve aglütinasyoııunu kolaylaş­ tikorların serb estlen m esi yerine, yapılan aktif T
tırıcı etkileri vardır. h ü c re le rin in le n f sıv ısın a se ıb e stle n m e sid ir.
4. V iruslann nötralizasyonu. Kom plem an e n ­ B unlar sonra d olaşım a geçer ve kapiler duvarın­
zim leri ve diğer kom plem an ürünlerinin bazı vi- dan doku aralıklarına, oradan tekrar le n f sıvısı­
ru slaıın yapılarına saldırarak onları avirulan hale na ve dolaşım a geçerek tü ııı vücuda yayılır. Bu
getirm e özellikleri vardır. dolaşım defalarca tekrarlanarak aylar h atta yıl­
5. K em otaksi. C5a fragm anı nötrofil ve nıakro- larca sürebilir.
fajların kem otaksisini ve böylece çok sayıda fa­ T lenfosit bellek hücreleri de, aynen antikor sis­
gositin aııtijeııik ajan ın bulunduğu bölgeye göç­ tem inde B bellek hücrelerinde olduğu gibi olu ş­
m esini sağlar. turulurlar. Bir T lenfosit klonu b ir an tijen le uya­
6 . M as t hücresi ve bazofil aktivasyonu. C3a, C4a rıldığında oluşan yeni lenfositlerin çoğu aynı le n ­
ve C5a ıııast hücresi ve bazofılleri aktifleyerek bun- fosit klonunuıı devam ını oluşturm ak üzere o le n ­
ların lokal sıvılara histam in, lıepaıin ve diğer m ad­ foid dokuda kalırlar; hatta aslında bu bellek h ü c ­
deleri salgılamalarını sağlarlar. Bu maddeler de ya­ releri tüm vücuttaki lenfoid dokuya dağılırlar. Bu
nıt olarak bölgesel kan akımını, dokulara sıvı ve yüzden aynı an tijen le bir sonraki karşılaşm ada
plazma proteinlerinin sızmasını arüıır ve aııtijeııik aktif T hücrelerinin serb estlenm esi birinci karşı­
ajanın hareketsizleştirilm esini ve inaktivasyonunu laşm aya göre, çok daha lıızlı ve çok daha güçlü
sağlarlar. Bu m addeler aynı zamanda 33. Bölümde olarak gelişir.
ele alınan iııflamasyonda ve bu bölüm de tartışıla­
cak olan alerjide önem li rol oynarlar. T Lenfositlerinin A ntijen R esep tö rleri. A n ti­
7. İn flam atııvar etkiler. Mast hücreleri ve bazofıl- je n le r T h ü crelerin in yüzeyindeki resep tör m o ­
leıi uyararak oluşturdukları inflamatııvar etkileri­ lek ü llerin e an tiko rlara b ağlad ıkları gibi b a ğ la ­
nin yanısıra, diğer birçok kompleman ürününün nırlar. Bu resep tö r m o lek ü llerin in a n tiko ru n
de lokal inflamatuvar etkisi vardır. Bunlar, aitm iş d eğişken b ö lg esi gibi bir d eğ işk en b irim i v a r­
olan kan akımını daha da artırarak kapillerlerden dır, a n ca k bu m olekü lü n kök b ö lü m ü sıkıca
dokuya protein sızm asını ve proteinlerin doku ara­ h ü cre n ıe n ıb ra n ın a bağlıdır. H er b ir T h ü c re ­
lıklarında pıhtılaşarak saldırgan organizmaların sind e 1 0 0 . 0 0 0 kadar bir re sep tö r b ö lg esi b u ­
dokular arasından geçerek yayılmasını engellerler. lunm aktadır.
BÖLÜM 34 • Vücudun Enfeksiyona Direnci: II. Bağışıklık ve Alerji 409

T Hücre Tipleri ve Bunların Farklı Antijen


İşlevleri

T h ü crelerinin farklı tiplerinin bulunduğu açıklık


kazanm ıştır. T hücreleri üç ana gruba ayrılırlar:
(1) Yardımcı T hücreleri (2) S itotoksik T hücreleri
(3) B askılayıcı (Süpresör) T hücreleri. Bu grupla­
rın h eıb irin in işlevi oldukça farklıdır.

Y ardım cı T H ü cre le ri-B a ğ ışıklığ ın


D ü z e n le n m e s in d e k i G e n e l R olleri

Yardımcı T hücreleri T hücrelerinin en büyük gru­


bunu oluştururlar, tüm T hücrelerinin dörtte üçü
yardımcı T hücreleridir. İsim lerinden de anlaşıldı­
ğı gibi bağışıklık sistem i işlevlerine çok yönlü ola­
rak yardım cı olurlar. Aslında Şekil 3 4 -6 ’da gösteril­
diği gibi, tüm bağışıklık sistem i işlevlerinde ana
düzenleyici görevi üstlenirler. Bu işlevi salgıladık­
ları bir dizi leııfokiıı adı verilen bağışıklık sistem i­
nin diğer hücreleri ve kemik iliği hücreleri üzerine
etkili protein yapısındaki aracı moleküller ile ya­
parlar. Yardımcı T hücrelerinin salgıladığı lenfo-
kinler arasında aşağıdakiler önemlidir:
r ^ r IgG
I ,gA
-

ln te ılö k in - 2 Antijen—
Interlökin-3
în terlök in-4 igE

Interlökin-5
Ş E K İL 34 - 6
ln terlö k in - 6
G ıanü losit-m onosit koloni stim üle edici faktör Yardımcı T hücrelerinin belirleyici rolünün vurgulanarak im ­
inim sistem düzenlenmesi. MHC. Majör histokompatibilite
İn teıfero n -y
kompleksi.

Lenfokinlerin Spesifik Düzenleyici İşlevleri. Yar­


dımcı T hücrelerinin lenfokinleri olmadan bağışıklık
sisteminin geri kalanı felç olmuş gibidir. Aslında lökinin B hücreleri üzerine öyle güçlü etkileri vardır
ediıısel bağışıklık yetersizliği sendromu (AIDS-ac- ki, bunlar B-hiicresi uyarıcı faktörler ya daB -hü cre-
quiıed immunodeficiency syndrome) virusu da yar­ si büyüme faktörleri olarak adlandırılmışlardır.
dımcı T hücrelerini inaktifleyip yok ederek vücudu
enfeksiyöz hastalığa karşı tümüyle korumasız bırak­ M akrofaj Sistem in in Aktivasyonu. L enfokinler
makta ve bu yüzden artık iyi bilinen AIDS’in hızla öl­ makrofajları da etkilerler. İlk olarak, kem otaksik
dürücü etkilerini göstermektedir. Özgül düzenleyici olarak inflam asyonlu dokuya göçen m akrofajları
işlevlerin bazıları şunlardır: yavaşlatarak veya durdurarak inflam asyonlu d o­
kuda birikm elerini sağlarlar. İkinci olarak nıakro-
S ito to k s ik T H ücreleri ve Baskılayıcı T H üc­ fajları aktifleyeıek fagositozu güçlendirir ve çok
re le rin in B üyüm e ve Ç oğalm alarını Uyarma. sayıda istilacı organizm aya saldırıp y ok etm eleıi-
A ntijenlerin çoğu yardım cı T hü crelerinin yoklu­ ni kolaylaştırırlar.
ğunda, sitotoksik ve baskılayıcı T hü crelerin i
oluşturan klonlan ancak çok zayıf uyarırlar. îıı- Yardımcı Hücrelerin Kendi K endilerini Feed back
teıiö k in - 2 leııfokini özellikle sitotoksik ve baskı­ Uyarıcı Etkisi. Leııfokinlerden b azılarının, özel­
layıcı T hücrelerinin büyüm e ve çoğalm asına likle interlökin- 2 'nin, pozitif feed b ack ile yar­
kuvvetle uyarıcı etki yapar. Ayrıca diğer len fokin ­ dımcı T hücrelerinin aktivasyonlarını uyarıcı e t­
lerin, daha zayıf, benzer etkileri vardır. kisi vardır. Bu etki hem yardım cı hücre yanıtını,
hem de genel olarak istilacı an tijen e karşı gelişen
Plazma Hücreleri ve A ntikorları O luşturm ak tüm bağışıklık yanıtını artırır.
Ü zere B Hücrelerinin Büyüme ve Farklılaşma­
larının Uyarılması. Antijenin, B-hücrelerinin geli­ S ito to ksik T H ü cre le ri
şimi, çoğalması, plazma hücrelerini oluşturması ve
antikor salgılaması üzerine direkt etkisi de, yardım­ Sitotoksik T hücresi m ikroorganizm aları ve bazen
cı T hücrelerinin “yardımı” olmadan oldukça zayıf­ de vücudun kendi hücrelerini öldürebilen direkt
tır. Tüm interlökinler, özellikle interlökin 4, 5 ve 6 , saldırı hücresidir. Bu nedenle bu hücrelere katil
B-hücıesi yanıtında rol alırlar. Aslında bu üç inter- hücre denir. Sitotoksik hücreler üzerinde bulunan
41 0 ÜNİTE VI • Kan Hücreleri, Bağışıklık ve Kan Pıhtılaşması

reseptör proteinleri, onların özgül bağlandıkları yarak, aşağıda tartışacağım ız, in ım ü n toleransta
an tijen i taşıyan organizmaya ya da hücreye bağ­ önem li bir rol oynuyor olm ası olasıdır.
lanm alarını sağlarlar. Sonra bu hücreler bağlan­
dıkları hücreyi şekil 3 4 -7 ’de görüldüğü gibi öldü­
rürler. Bağlanm adan sonra sitotoksik T hücreleri Edinsel Bağışıklık Sisteminin Kişinin
perforiıı adı verilen, saldırılan hücrelerin m em b- Kendi Dokularına Toleransı-Timusta
ranınd a büyük yuvarlak delikler oluşturan d elik ve Kemik İliğindeki Önişlemenin Rolü
açıcı proteinleri salgılarlar. Bunun üzerine h ü cre­
lerarası sıvı hızla hücre içine dolar. Ayrıca sitotok­ Eğer kişi kendi dokularına karşı bağışıklık kazan-
sik h ü cre saldırdığı hücre içine sitotoksik m adde­ saydı, edinsel bağışıklık kişinin kendi vücudunu
ler de salgılar. H em en ardından saldırılan hücre yokedeıdi. Bağışıklık m ekanizm aları kişinin vü­
şişer ve çoğunlukla bunun ardından hızla erir. cudunu, norm alde, bakteri ve viruslardan farklı
Sitotoksik katil hücrelerin kurbanlarına delik açıp olarak "tan ır” ve kişinin bağışıklık sistem i kendi
toksik maddeleri verdikten sonra kendilerini uzak­ an tijen lerine karşı çok az antikor ya da aktif T
laştırıp başka birçok hücreyi öldürebilme yeteneği­ hücresi oluşturur.
ne sahip olmaları özellikle önemlidir. Gerçekten de
bütün istilacıların uzaklaştırılmasından sonra bile Toleransın Çoğu Önişleme Sırasında G erçekle­
bu hücreler dokularda varlığını sürdürebilmektedir. şen Klon Seçiminin Sonucudur. Tolerans olayının
Bazı sitotoksikT hücreleri virııslarla enfekte olmuş büyük oranda T lenfositlerinin tim usta önişlenme-
doku hücrelerine özellikle zararlıdır, çünkü birçok si ve B lenfositlerinin insanda kemik iliğinde öniş-
virüs parçacığı bu hücrelerin membıanlarında kalır lenıııesi sırasında geliştiğine inanılmaktadır. Bu
ve viral antijenlere karşı T hücre yanıtını uyarır. Sito­ inancın nedeni lenfositlerin bu iki organda gelişimi
toksik hücreler kanserli hücreler, kalp nakli ile akta­ sırasında fetusa kuvvetli bir antijenin eııjekte edil­
rılan hücreler ve vücuda yabancı olan tüm hücrele­ mesinin, lenfoid dokuda enjekte edilen bu antijene
rin yokedilmesinde de önemli rol oynarlar. özgü lenfosit klonlarının gelişimini engellemesidir.
Ayrıca deneyler tim usta henüz olgunlaşm am ış
B askılayıcı (= S ü presö r) T H ü cre le ri olan özgül lenfositlerin kuvvetli bir antijenle karşı­
laştırıldığında lenfoblastik gelişim gösterdiklerini,
Baskılayıcı T hücreleri ile ilgili bilinenler diğer belirgin olarak çoğaldıklarını ve sonra uyarıcı anti­
gruplara göre çok daha azdır, ancak bu hücreler jenle birleştiklerini göstermiştir. Bu etkinin, hücre­
h em sitotoksik hem de yardım cı T hücrelerin i lerin tüm vücut lenfoid dokusuna göçleri ve koloni-
baskılayabilm ektedirler. Baskılayıcı işlevlerin di­ zasyonları gerçekleşmeden önce, timik epitelyal
ğer h ücrelerin etkinliklerini düzenlem e, in ın ıün hücrelerince yokedilmelerine yol açtığına inanıl­
y anıtın vücuda zarar verebilecek aşırı reaksiyon­ maktadır.
lar oluşturm alarını engellem e am acın a yönelik Bu yüzden lenfositlerin tim u sta ve kem ik ili­
ğinde işlenm esi sırasında, vücudun kendi doku­
olduğu düşünülm ektedir. Bu nedenle, baskılayı­
larına özgül olan tüm ya da çoğu len fosit klonla-
cı hücreler yardım cı hücrelerle birlikte d ü zen le­
ıın ın , vücut antijenleri ile sürekli karşılaştırılarak
y ici T hücreleri olarak sınıflandırılm aktadır. B a s­
kendi kendine yokettiıildiği düşünülm ektedir.
kılayıcı T hücrelerinin bağışıklık sistem inin kişi­
n in kendi dokularına saldırm a yeteneğini sınırla-
Tolerans Mekanizmalarının Yetersizliği Otoim-
mün Hastalıklara Yol Açar. Bazen insanlar kendi
dokularına karşı inımün toleranslarım kaybederler.
Sitotiksik T hücreleri Bu durum artan yaşla birlikte daha sık görülür. Ço­
/ y : : \ (katil hücreler) ğunlukla vücut dokularının lıaıabiyetinden sonra
vücudun "kendi-antijenleıinin” büyük miktarlarda
Sitotoksik i dolaşıma katılması ve olasılıkla bunlara karşı T
ve sindirici t e H r -------- x hücre ya da antikor yanıtı şeklinde edinsel bir bağı­
enzimler^
şıklığın gelişimi ile ortaya çıkar.

im i
XX, O toin ım ü ııite ile gelişen özgül h astalık lar a ra ­
sında şunlar bulunur: ( 1 ) ro m a tiz m a ] ateşte vü ­
cut, streptokokların özgül bir toksini ile k arşılaş­
rM ; mayı izleyerek bu m olekü lü n keııdi a n tije n le ri­
ne benzeyen bir ep itop u ııa karşı geliştirdiği y a ­
Saldırılan i \ nıtla eklem ve kalp, özellikle kalp kap akçıkları­
nın dokusuna karşı im m iin yanıt verir (2 ) bir tip
Antijen hücre özgül bağlanma
g lo m eriılo n efritte kişi, g lo n ıe rü lle ıin b a z a l
reseptörleri
m em b ran m a karşı bağışıklık geliştirir (3) m y ast­
h en ia graviste k a s-sin ir kavşağın d a b u lu n a n
Antijenler asetilkolin reseptör p ro tein lerin e karşı gelişen
bağışıklık felce yol a ça r ve (4) lu pııs eriten ıa-
Ş E K İL 34 - 7 töz’â e kişi b irçok vücut dokusuna aynı an d a b a ­
İstilacı bir hücrenin duyarlaştırılmış lenfositleıce direkt yok ğışıklık geliştirir ve hastalık yaygın h a sa ra ve sık ­
edilmesi. lıkla hızlı ölüm e yol açar.
BÖLÜM 34 • Vücudun Enfeksiyona Direnci: II. Bağışıklık ve Alerji 411

Aşılama ta olduğu gibi, sarm aşık toksini kendi başın a d o­


kuya fazla zarar verm ez. Ancak tekrarlanan karşı­
Aşılama çok uzun yıllardır özgiil hastalıklara kar­ laşm alarla aktif yardım cı ve sito to k sik T h ü crele­
şı edinsel bağışıklık geliştirm ek am acıyla kulla­ rinin oluşum una yol açar. Sonra zeh ir toksini ile
nılmaktadır. Kişi, hastalık oluşturm ası m üm kün yeniden karşılaşm ayı izleyerek bir gün içinde ak­
olm ayan, ancak kim yasal olarak antijenlerini ta­ tif T hücreleri zehirli sarm aşık toksinine yanıt
şıyan ölü organizm alarla aşılanabilir. Bu tip aşı­ olarak büyük m iktarlarda dolaşım dan deriye ge­
lam a tifoid ateş, boğm aca, difteri ve birçok başka çerler. Ve, aynı anda, bu T hücreleri h ü cresel bir
bakteıiyel hastalığa karşı korunm ak am acıyla bağışıklık oluştururlar. Bu tip bağışıklığın, aktif T
kullanılmaktadır. Aynı şekilde kim yasallarla iş­ hücrelerind en birçok toksik m adde salgısına ve
lem görmüş ve toksik özelliğini kaybetm iş, ancak aynı zam anda dokularda m ak ro fajlaıın birik m e­
bağışıklığı uyaracak an tijen ik özelliğini kaybet­ sine ve bu birikim in sonuçlarına yol açtığı h a tır­
m em iş toksinlere karşı da bağışıklık sağlanabilir. lanırsa, bazı gecikm iş tip alerji reaksiyonlarının
Bu işlem tetanııs, botilizm ve diğer toksik h a sta ­ ciddi doku hasarın a ned en olabileceği an laşıla­
lıklara karşı korunm ada kullanılmaktadır. Son bilir. Normal koşullarda, hasar an tijen in girdiği
olarak kişi “zayıflatılm ış" canlı organizm alarla dokuda olur, örneğin zehirli sarm aşık ile deride
enfekte edilerek de aşılanabilir. Bu organizm alar olurken, hava yoluyla giren a n tijen ler ile akciğer­
ya özel kültür koşullarında yaşatılarak ya da h a s­ lerde oluşur ve akciğer ödem i ve astın a atakları­
talık oluşturam ayacak kadar çok m utasyon g eçi­ na neden olur.
rip, am a özgün an tijen lerini hala taşıyacağı şekil­
de bir dizi hayvanda çoğaltılarak hazırlanırlar. Bu
işlem çocuk felci, kızamık, su çiçeği ve diğer bir­
IgE Antikorları Fazla Olan Alerjik
çok viıal hastalığa karşı korunm ada uygulan­ Kişilerdeki Alerjiler
maktadır.
Bazı kişilerin alerjiye eğilim i vardır. Bu alerjiler
a to p ik alerji olarak adlandırılır, çünkü bunlar
Pasif Bağışıklık im m ün sistem in sıradan yanıtları değildir. A lerji­
ye eğilim ebeveynden çocuğa genetik olarak ge­
Şim diye dek tartışılan edinsel bağışıklık tipleri­ çer ve kanda çok m iktarda IgE an tikoru bu lu n ­
nin tüm ü a k t if bağ ışıklık durumlarıdır. Yani kişi­ m ası ile belirlenir. Bu antikorlara, daha sık bu lu ­
nin vücudu yabancı bir istilacıya karşı yanıt ola­ nan IgG antikorlarından ayırm ak am acıyla, re-
rak antikor ya da aktif T hücresi geliştirmektedir. ajiıı ya da duyarlaştırıcı a n tik o r adı verilir. Eğer
Halbuki kişide an tijen enjeksiyonu olm adan da bir alerjen (IgE tipinde reajin antikoru ile yanıt
geçici bağışıklık oluşturulabilir. Bu, an tijen e kar­ veren özgül a n tijen e denir) vücuda girerse, bir
şı aktif olarak bağışıklanm ış bir başka kişinin ka­ a le ıje n -ıe a jin reaksiyonu ve ardından alerjik re­
nından ya da hayvandan elde edilen antikorla­ aksiyon gelişir.
rın, aktif T hücrelerinin ya da ikisinin bir arada IgE antikorlarının (ıeajinler) karakteristik bir
verilm esi ile sağlanır. Antikorlar 2-3 hafta kadar özelliği m ast hücreleri ve bazofilleıe karşı olan
vücutta kalır ve bu sürede kişi hastalığa karşı ko­ kuvvetli tutunm a eğilimleridir. G erçekten de tek
runm uş olur. Aktif T hücreleri bir başka insandan bir m ast hücresi ya da bazofil yarım m ilyon ka­
aktarılm ışsa birkaç hafta, bir hayvandan aktarıl­ dar IgE antikor m olekülü bağlayabilir. Sonra, çok
m ışsa birkaç saat ya da birkaç gün kadar etkili sayıda bağlanm a bölgesi bulunan bir a n tijen (bir
olur. Bu şekilde antikorların tıanfüzyonu ya da alerjen) bir m ast hü cresi ya da bazofile tutunm uş
lenfositlerle sağlanan bağışıklığa p a s if bağ ışıklık olan birçok IgE antikor m olekülüne bağlandığın­
denilm ektedir. da sadece an tijen in b ağlanan antikor m olekü lle­
rini fiziksel olarak b asitçe birb irin e çekm esi so ­
nucu hücre m em b ran ın d a ani bir değişiklik ol­
maktadır. Bu şekilde bazofil ya da m ast h ü crele­
ALERJİ VE AŞIRI DUYARLIK rinin çoğu yırtılır; diğerleri ise yırtılm adan gıa-
nüllerini boşaltır ve granüllerinde hazır bu lu n ­
Bağışıklığın istenm eyen önem li bir yan etkisi b a ­ mayan ek m addeler salgılarlar. H em en serb estle­
zı durum larda gelişen alerji ya da diğer im m ün nen ya da h em en ardından salgılanan m addeler
aşırıduyaıiık tipleridir. Alerji ve aşırıduyaıiık re­ arasında histam in, p ıotea z, a n a fla ksiııiıı yavaş
aksiyonlarının, bazıları yalnızca alerjiye eğilimi etkili m ad d esi (toksik lö k o trien leıin bir karışım ı­
olan kişilerde gelişen, farklı tipleri vardır. dır), eozin ofil k em o ta k sik m addesi, ııötrofil ke-
m otaksik m addesi, hep ariıı ve trom bosit aktifle-
yici fa k tö rler bulunur. Bu m addeler lokal kan d a­
Aktif T Hücrelerinin Yol Açtığı Alerji: m arlarının dilatasyonu, eozinofil ve nötrofillerin
Gecikmiş Alerji Reaksiyonu bölgeye çekilm esi, p ıo teaz ile lokal doku hasarı,
kapiller geçirgenliğinde artış ve dokulara sıvı
Gecikm iş aşırıduyaıiık reaksiyonuna antikorlar kaybı ve lokal düz kas h ü crelerinin kasılm ası gibi
değil, a k t i f i hücreleri yol açar. Zehirli sarm aşık­ olaylara yol açarlar. Böylece a le ıje n -ıe a jin reaksi-
412 ÜNİTE VI • Kan Hücreleri, Bağışıklık ve Kan Pıhtılaşması

yonu nım geliştiği dokuya göre, değişik tipte bir genlik artışı ile dakikalar içind e deride sınırlı
dizi norm al dışı doku yanıtı oluşabilir. Bu şekilde alanlarda şişm eye ned en olur. Şişm e bölgelerine
oluşan değişik tip alerjik reaksiyonlar şunlardır: genel olarak ürtiker denir. A ntijenle karşılaşm a­
dan önce uygulanacak an tihistam inik ilaçlar ür­
Anaflaksi. Özgül bir a le ıje n doğrudan dam ara tiker gelişim ini engeller.
verilirse, vücutta geniş alanlarda kan bazofilleri
ve küçük d am arların h em en dışında yerleşm iş Saman Nezlesi. Sam an nezlesin d e a le ıje n -re-
m ast hü creleri ile reaksiyon verebilir. Ancak bu ajiıı reaksiyonu bu ru n d a m eyd ana gelir. R eaksi­
olay eğer bu hücreler daha ö n ce IgE reajin lerin yon ile açığa çıkan histam in bölgesel dam ar ge­
bağlanm ası ile d uyarlılaştırılm ışsa gerçekleşir. nişlem esi ile kapiller b a sın ç artışı ve kapiler ge­
B öylece dam ar sistem i ve ilişkili dokularda ge­ çirgenlik artışına n ed en olur. Her iki etki hızla
niş bir alerjik reaksiyon görülür. B u n a a n a fla k s i burun dokusuna sıvı sızm asını ve b u ru n m u ko­
denir. D olaşım a katılm ak üzere serb estle n e n zasının şişm esini ve salgı y ap m asın ı sağlar. B u ­
h istam in tüm vücutta vazod ilatasyona ve d ola­ rada da an tih istam in ik ilaçların kullanım ı şiş­
şım d an belirgin plazm a kaybına yol açan kapi- meyi engeller. A lerjen -reajin reaksiyonunun di­
ller geçirgenlik artışın a n ed en olur. H istam inin ğer ürünleri, bu rund a iritasyon ile ilaç tedavisi­
etkilerini engelleyen ep in efıin uygulanm adığı ne rağm en tipik h ap şırm a sen d ro m u n a yol a ç ­
takdirde bu reaksiyonun geliştiği kişilerin çoğu maya devam ederler.
dakikalar içind e dolaşım şoku ile kaybedilirler.
H ücrelerd en aynı zam and a a n a fla k sin in yavaş Astım. Astını çoğunlukla “alerjik” tip kişilerde or­
etk ili m a d d esi adını alan lö k o trien lerin bir karı­ taya çıkar. Bu durum da alerjen -reajin reaksiyonu
şım ı da serbestlenir. Bu lö k o trien ler bıon şiy ol akciğer bronşiyollerinde gerçekleşir. Bu süreçte
düz kaslarında spazm a yol açarak astım b en ze­ ıııast hücrelerinden serb estlen en en önem li ürü­
ri ataklara ve bazen boğu lm a ile ölü m e neden nün bıonşiyol düz kaslarında kasılm aya yol açan
olabilirler. an aflaksin in yavaş etkili m a d d esi olduğu düşü­
nülmektedir. Sonuç olarak kişinin solunum güç­
Ürtiker. Ü rtiker an tijen in özgül deri bölgelerine lüğü olur ve alerjik reaksiyonun ürünleri o rtam ­
girip bölgesel anaflaktoid reaksiyon geliştirm esi­ dan uzaklaştırılıncaya dek sürer. Antihistanıinik-
n in sonucudur. Bölgesel olarak serbestlenen his- leıin verilm esi astım ın gelişim ine etkili olm az
tam iıı ( 1 ) vazodilatasyon yoluyla h em en gelişen çünkü h ista m in in astın ı reak siy o n ların ın
bir k ız a rık lık ve (2 ) kapillerlerde bölgesel geçir­ gelişim inde önem li bir rolü yoktur.

REFERANSLAR
Bochner BS: Adhesion Molecules in Al­ Lukic ML: Immunoregulation in Health Samelson LE: Lymphocyte Activation.
lergic Disease. New York: Marcel Der- in Healdi and Disease. San Diego: Farmington, CT: Karger, 1994.
ker, 1997. Academic Press, 1997. Sanderson CJ: Interleukin-5: From Mole­
Brown F, Haaheim LR, Schild GC: Modu­ Mackinnon El': Immunity in athletes. Int cule to Drug Traget for Asthma. New
lation of the Tissue Immune Respon­ J Sports Med 18:S62, 1997. York: Marcel Dekker, 1999.
se to Vaccine Antigens. New York: Marchuk GI: Mathematical Modelling of Schroeder JT, Kagey-Sobotka A, Lichens-
Karger, 1998. Immune Response in Infectious Dise­ tein LM: The role the basophil in aller­
Buckingham JC, Gillies GO, Cowell A-M: ases. Boston: Kluwer Academic, 1997. gic inflammation. Allergy 50:463,1995.
Stress, Stress Hormones, and the Im­ Marks AR: Cellular functions of iinmu- Seilmeyer DE, Grunfeld C: Endocrine
mune System. Chichester: John Wiley nophilins. Physiol Rev 76:631, 1996. and metabolic disturbances in hu­
& Sons, 1997. Marsh JA, Kendall MD:The Physiology of man immuno deficiency virus infec­
Clancy J: Basic Concepts in Immunology'. Immunity. Boca Raton, FL: CRC tion and the acquired immune defici­
New York: McGraw-Hill, 1998. Press, 1996. ency virus infection and the acquired
DeVita VT Jr, et al: AIDS: Etiology, Diag­ Miossec R van den BergWB, Firestein GS: immune deficiency syndrome. En-
nosis, Treatment and Prevention. 3rd T Cells in Arthritis. Boston: Birkha- docrltev 17:518, 1996.
ed. Philadelphia: JB Lippincott, 1992. user Verlag, 1998. Thorbecke GJ, Isiagbe VK: The Biology of
Glass JDJolm son RT: Human immuno­ Nilsson G, Metcalfe DD: Contemporary Germinal Centers in Lymphoid Tissue.
deficiency virus and the brain. Annu issues in mast cell biology. Allergy Georgetown,TX: Springer-Verlag, 1998.
RevNeurosci 19:1, 1996. Asthma Proc 17:59, 1996. Turgeon ML: Fundamentals of Immuno-
Hukkanan MVJ, Polak JM, Hughes S: Nit­ Paul WE: Fundamental Immunology. hematology. Baltimore: Williams &
ric Oxide in Bone and Joint Disease. New York: Raven Press, 1994. Wilkins, 1995.
New York: Cambridge University Pedersen BK: Exercise Immunology. New van de Winkel JGJ, Hogarth PM: The Im­
Press, 1998. York: Chapman & Hall, 1997. munoglobulin Receptors and Their
Husband AJ, Sao S, McClure SJ, et al: An­ Perna FM, Schneiderman N, I.aPerriere A: Physiological and Pathological Roles
tigen delivery strategies for mucosal Psychological stress, exercise and im­ in Immunity. Boston: Kluwer Acade­
vaccines. Int J Parasitol 26:825, 1996. munity. Int J Sports Med 18:S78, 1997. mic, 1998.
Karre K: Specificity, Function, and Deve­ Plotkin SA, Mortimer FJ Jr: Vaccines. Phi­ Volanakis JF, Frank MM: The Human
lopment of NK Cells: The Effector ladelphia. WB Saunders Co, 1994. Complement System in Health and Di­
Arm of Innate Immunity. New York: Rabin BS: Stress, Immune Function, and sease. New York: Marcel Dekker, 1998.
Springer, 1998. Health. New York: Wiley-I.iss, 1999. Warasco WA: Intracellular Antibodies.
Knox JP: The use of antibodies to study Ryan JJ: Inerleukin-4 and its receptor: es­ Austin, TX: Landes Bioscience, 1997.
the architecture and developmental sential mediators of the allergic res­ Weiner HL: Oral tolerance for the treat­
regulation of plant cell walls, lnt Rev ponse. J Allergy Clin Immunol 99:1, ment of autoimmune diseases. Annu
Cytol 171:79, 1997. 1997. Rev Med 48:341, 1997.
Kan Grupları; Transfüzyon; Doku ve
Organ Transplantasyonu

3 5 - 1 ’de g österild iği şekilde A ve B a g lü tin o je n ­


ANTİJENİTE KANDA İMMÜN lerin in b u lu nu p b u lu n m a m a sın a göre, 4 ana 0-
REAKSİYONLARA YOL AÇAR A-B tip in e ayrılır. A ya da B a g lü tin o j e n lerin in
ik isin in de b u lu n m a m a sı d u ru m u n d a kan g ru ­
Bir bireyden diğerine kan tıansfüzyonları ilk kez bu “O ” grubudur. Sad ece A a g lü tin o je n i varsa
denendiğinde ancak bir kısm ı başarılı olmuştur. “A” grubu, sa d ece B ag lü tin o jen i varsa “B" g ru ­
Sıklıkla eritrositlerin h em en ya da gecikm iş kü­ bu, h em “A”, h em de "B " a g lü tin o jen i varsa aA B ”
m eleşm e (aglitinasyonu) ve hem olizi sonucunda grubudur.
bazen ölüm e dek gidebilen tipik kan reaksiyonla­
rı görülm üştür. D aha sonra farklı bireylerin k an ­ Farklı Kan G ru p la rın ın G ö re ce Sıklıkları.
larının farklı im m ünolojik ve aııtijenik özellikle­ Beyaz ırkta farklı kan gruplarının sıklığı aşağıda­
rinin olduğu, bir kanın plazm asındaki antikorla­ ki gibidir:
rın diğer bir kandaki eritrosit yüzeyindeki an ti­
jen lerle reaksiyon verdiği keşfedilmiştir. Uygun 0 %47
ön lem ler alınırsa alıcı ve verici kanlarında reaksi­ A %41
yona yol açacak antikor ve antijenlerin olup o l­ B %9
m adığı ön ced en belirlenebilir. AB %3

Kan Hücrelerinde Antijenlerin Çeşitliliği. İnsan Bu oranların gösterdiği gibi O ve A genleri sık, B
kan hücrelerinde, özellikle hücre m em branlarm - geni seyrek bulumaktadır.
da, h er biri an tijen -an tik o r etkileşim lerine yol
açab ilen sık bulunan en az 30 adet ve daha nadir A g lü tin o je n le rin G e n etik O la ra k B elirlen m e­
gözlenen yüzlerce başka an tijen bulunm uştur. si. İki çift k rozom u n h er b irin d e b u lu n a n iki
Bu an tijen lerin çoğu zayıftır ve yalnızca akrabalık gen O -A-B gru p ların ı belirler. A lelom o rfik y a ­
tayini için kullanılan genlerin kalıtımı gibi araş­ pıdaki bu iki gen h er üç tip ten h erh a n g i biri
tırm alar için ö nem taşırlar. olabilir, a n ca k h er k ro m ozo m d a y a ln ız ca tek
İki grup antijen diğerlerine göre daha sıklıkla b ir tip, Tip O, Tip A ya da Tip B b u lu nu r. Tip O
k an transfü zyon reaksiyo n ların a yol açarlar. ya büyük orand a, ya da ta m a m e n işlevsizd ir ve
Bunlar 0-A -B ve Rh sistem i antijenleridir. h ü creler ü stü n d e Tip O a g lü tin o je n o lu ştu r­
m az. Tip A ve Tip B gen leri ise h ü cre le rin ü z e­
rin d e g ü çlü a g lü tin o je n le rin o lm a s ın a yol
açarlar.
Tablo 3 5 -1 ’de gösterildiği şekilde 6 olası gen
0-A-B KAN GRUPLARI kom binasyonu vardır: 0 0 , OA, OB, AA, BB ve AB.
Her bireyde ancak biri bulunan bu gen k o m b i­
A ve B Antijenleri- Aglütinojenler nasyonları genotip olarak adlandırılır.
Tabloda görüleceği gibi genotipi 0 0 olan bir
Tip A ve Tip B adlı iki an tijen nüfusun büyük bir birey aglütonojen yapam az, kan grubu “0 ”dır,
çoğunluğunda eritrosit hücrelerinin yüzeyinde G enotipi AA ya da OA olanlar Tip A aglü tinojen
bulunurlar. Bu an tijen ler (aglütinojen de denir, yaparlar, kan grupları “A”dır. G enotipi OB ve BB
çünkü kan hü crelerinin aglütinasyonuna neden olanlar “B ” kan grubu, AB olanlar “AB” kan gru­
olurlar) kan tran sfü zyo n reaksiyo n ların a yol budur.
açarlar. Kalıtım özelliği nedeniyle bir bireyin kan
h ü crelerind e bu antijen lerin biri ya da ikisi bulu­
nabilir, ya da h içbiri görülm ez. Aglütininler

Ana 0-A-B Kan T ip leri. Bir bireyden d iğerine Bir bireyin eritrosit hücrelerinde Tip A aglü tino­
kan nakli için , alıcı ve verici kan grupları Tablo je n yoksa plazm ada anti-A agliitinitıler olarak bi-

413
4 14 ÜNİTE VI • Kan Hücreleri, Bağışıklık ve Kan Pıhtılaşması

TABLO 35 - 1 Bu aglü tininler n ed en ag lü tin ojen i olm ayan


bireylerde üretilm ektedirler? Bu so ru n u n yanıtı
K an G ru p la rı ile G e n o tip le r v e Y ap ısal
yiyecekler, b ak teriler ve diğer yollarla vücuda gi­
A g lü tin o je n le ri v e A g lü tin in le ri
ren ço k az m iktardaki A ve B tipi an tijen lerd ir ve
Kan bu an tijen ler anti-A ve an ti-B ag lü tin in o lu şu ­
Genotipler Grupları Aglütinojenler Aglütininler m u nu başlatırlar. Ö rneğin A o lm ayan (non-A)
00 0 - Anti-A ve kan grubu olan bir alıcıya A grubu kan infüzyo-
Anti-B ııu tipik bir im m ün y anıta yol a ça r ve daha ö n ­
OA veya AA A A Anti-B cekin d en çok fazla m iktarda anti-A aglü tin in y a­
013 veya BB B B Anti-A p ılm asını sağlar. Ayrıca yeni d oğand a lıe ıııe n
AB AB A ve B - h iç aglütinin olm am ası aglütinin olu şum u n un
neredeyse tam am ın ın doğum so n rası olduğunu
gösterm ektedir.

linen antikorlar gelişir. Benzer şekilde Tip B aglü-


tin o jen yokluğunda anti-B aglütininler görülür. Transfüzyon Reaksiyonlarında
Bu n e d e n le yin e Tablo 3 5 - 1 ’de g österild iği ş e ­ Aglütinasyon Süreci
kilde O grubu kan ag lü tin o jen içerm ese de
h em anti-A h em de a n ti-B a g lü tin iıı içerir, A Kanlar uyuşm az ise, anti-A ve an ti-B plazm a ag-
grubu kan Tip-A a g lü tin o jen ve an ti-B agliiti- lütİninleri A ya da B aglütinojen içeren kırm ızı
nin, B grubu kan T ip -B a g lü tin o jen ve anti-A katı hücreleri (eritrositler) ile karıştıkları zam an
ag liitin in bu lu nd u ru r. AB grubu kand a ise hem kırm ızı kan hücreleri şu şekilde küm eleşir: Aglü-
A, h em de B ag lü tin o je n le ri bulu nu r, agliitin in tininler kırmızı kan hücrelerine bağlanırlar, aglü­
bu lu nm az. tininler 2 (IgG) ya da 10 (IgM) bağlanm a bölgesi
taşıdıklarından bir aglitünin aynı anda 2 ya da
Farklı Yaşlarda A gliitinin Titreleri. D oğum un daha fazla kırm ızı kan h ücresine bağlanabilir ve
h em e n sonrasın d a plazm adaki agliitinin m ikta­ hücrelerin birbirin e yapışm asına yol açar. Bu
rı sıfıra yakındır. D oğu m d an 2-8 ay son ra b eb ek hücreler birlikte çökerek aglütinasyon oluşturur­
agliitin in yapm aya başlar; eğer hücrelerde Tip - lar. Çökm üş h ücreler dolaşım da küçük kan d a­
A ag lü tin o jen yoksa anti-A aglütiniıı, Tip B aglü­ m arlarını tıkarlar. Bunu izleyen birkaç saatle gün
tin o je n yoksa an ti-B aglü tinin yapar. Şekil 35-1 arasında ya h ü crelerin fiziksel bozulm aları ya da
farklı yaşlarda anti-A ve an ti-B aglütiniıı tü rele­ fagositik beyaz kan hücrelerinin saldırısı ile çö k ­
rindeki değişiklikleri gösterm ekted ir. Antikor m üş hücreler yıkılırlar ve plazm aya hem oglobini
titreleri 8 - 1 0 yaşları dolayında m aksim u m düze­ salarak "h em oliz” oluştururlar.
ye ulaşılır, ilerleyen yaşla titıe le r düşer.
Bazı Transfüzyon Reaksiyonlarında A kut H e­
Plazmadaki Aglütininlerin Kaynağı. Diğer an ti­ moliz Olur. Alıcı ve verici kanlarının uygunsuz
korlar gibi aglütininler de gam m a globülinleıdir olduğu bazı durum larda bazen kırm ızı kan h ü c­
ve diğer antikorları ü reten h ü creleıce üretilirler. relerinin dolaşan kanda ani h em olizi görülür. Bu
Çoğu IgG ve IgM türü iııınıünoglobülin m olekül­ durum da antikorların k on ıp len ıan sistem in i ak-
leridir. tifleyerek eritrositleri yıkmaları söz konusudur.
Bölüm 3 4 ’de tanım landığı gibi, bu sü reçte p ıo te-
olitik enzim lerin (litik kom pleks) serb estlenm esi
400n ile m em braıılar parçalanır.
B ve O grubu kanda
anti-A aglütininler Ani vasküler lıenıoliz, gecikm iş h em olizin izle­
A ve O grubu kanda diği aglütinasyona göre daha az görülür, çünkü
anti-B aglütininler
lizisiıı oluşm ası için yalnızca yüksek antikor tü ­
resinin değil, farklı bir antikor tipinin (daha çok
IgM antikorlarının) de bulunm ası gerekm ekte­
200- dir. Bu antikorlara h em olizin ler denm ektedir.

Kan Grubu Tayini

Bir kan transfüzyonu ö n cesin d e uygunluk a ç ı­


sınd an alıcı ve v ericin in kan gruplarının tayini
gereklidir. Bu k a n grubu tayini olarak ad lan d ırı­
lır ve şu şekilde yapılır: Kan h ü creleri ö n ce p la z ­
Yaş (yıllar)
m ad an ayrılarak serum fizyolojikle sulandırılır,
Ş E K İL 35 • 1 daha sonra bir kısım anti-A aglütinin ile, diğer
Kan B ve A olan kişilerin kanlarında bulunan anti-A ve anti-B bir kısım an ti-B aglütinin ile karıştırılır. Birkaç
aglütininlerin farklı yaşlarda ortalama litreleri. dakika son ra karışım a m ikroskop altında bakılır.
BÖLÜM 35 • Kan Grupları; Transfüzyon; Doku ve Organ Transplantasyonu 415

TABLO 35 - 2 hafif olm ak üzere transfüzyon reaksiyonlarına


yol açabileceği bilinm elidir.
F a rk lı K an G ru p la rın ın H ü cre le rin d e a n ti-A ve
Beyaz ırkın yaklaşık % 8 5 ’i Rh p ozitif ve % 15'i
A n ti-B A g lü tin in le rle A g lü tin a s y o n la rın a G ö re
Rh negatiftir. Amerikalı siyah ırkta Rh pozitifliği
K an G ru b u B elirle n m e si
% 95’i, Afıika’lı siyah ırkta % 1 0 0 ’ü bulur.
Serumlar
Eritrosit
Tipi Anti-A Anti-B Rh İmmün Yanıtı
0 - -

A + -

B - + Anti-Rh Aglütininlerinin Oluşumu. Rh faktörü


AB + + taşıyan eritrositler ya da protein türü nde yıkım
ürünleri, kanında Rh faktörü olm ayan (yani Rh
negatif) bireylere en jekte edildiğinde yavaş bir
şekilde aııti-Rh aglütininler oluşur. A glütininle-
Eğer eritrositler küm eleşm işlerse, yani “aglüti- rin m aksim um yoğunluğu 2 -4 ay için d e görülür.
n asy on ” varsa, an tijen -an tik o r reaksiyonu o l­ Bireyler arasında im m ün yanıtın şiddeti farklıdır.
m uş dem ektir. Rh faktörü ile birden fazla tem as h alin d e Rh n e ­
Tablo 3 5 -2 dört kan grubunun h erb iri için ag- gatif birey sonunda Rh faktörün e "aşırı duyarlı”
liitin asy o n u n varlığı (+) ya da yokluğunu (-) g ös­ hale gelir.
term ektedir. O grubu kırmızı kan h ü creleri aglü-
tin o je n taşım azlar ve anti-A ve a n ti-B serum la Rh Transfüzyon Reaksiyonlarının Özellikleri.
reaksiyon verm ezler. A grubu kan, A tipi aglliti- Eğer Rh negatif bir in san Rh p ozitif kanla daha
n o jen bulundurduğu için an ti-B seru m la aglüti- önceden tem as etm em iş ise Rh p ozitif kan traııs-
n asy on gösterir. B grubu kanda B agliitin o jen le- füzyonu ani reaksiyona yol açm az. A ncak trans-
ri vardır ve an ti-B ag lü tin ojen leri ile aglütinas- füzyonu izleyen 2-4 hafta için d e yeterli m iktara
y on yapar. AB grubu kanda ise A ve B ag lü tin o ­ ulaşan anti-R h antikorlar kanda h alen dolaşan
je n le ri vardır ve her iki tip aglütininle aglütinas- tıansfüze eritositlerin aglütinasyonuna yol a ç a ­
yon gözlenir. bilirler. Bu hücreler daha son ra doku nıakrofaj
sistem i tarafından yıkılır. Bu n ed en le gecikm iş
hafif bir transfüzyon reaksiyonu görülür. Tekrar­
lanan Rh pozitif kan transfüzyonu sonrasınd a ise
transfüzyon reaksiyonları artar ve uygunsuz A ya
Rh KÂN GRUBLARI da B grubu kanlardan kaynaklanan reaksiyonlar
kadar şiddetli olabilir.
O-A-B sistem i ile beraber Rh sistem i de kan
transfüzyonununda önem taşır. O-A-B sistem i ile
E ritro b la s to s is F etalis ("Y e n id o ğ a n ın
Rh sistem i arasında en önem li fark, O-A-B siste­ H e m o litik H a s ta lığ ı")
m in d e transfü zyon reaksiyo n ların a yol aça n
plazm a aglü tininleıin kendiliğinden gelişm esine Eritroblastosis fetalis, fetus ve yen id oğan ın erit­
karşın, Rh sistem inde spontan aglü tin in leıin h e ­ rositlerinin aglütinasyonu ve fagositozu ile k en ­
m en hiç görülm em esidir. Rh sistem inde ciddi bir dini gösteren bir hastalığıdır. Çoğu eritro b lasto ­
transfü zyon reaksiyonu olu ştu racak m iktarda sis fetalis olgusunda an n e Rh negatif, b ab a ise Rh
aglütiniıı oluşum u için, bireyin ya kan transfüz- pozitiftir. Bebek b ab asın d an Rh p ozitif an tijen i
yonu ya da annen in antijeni taşıyan bir beb ek sa ­ alır, anne ise beb eğin Rh an tijen i ile karşılaştık­
hibi olm ası gibi, Rh an tijen in e yüksek dozda m a ­ tan sonra anti-R h aglütüninler geliştirir. P lasen ­
ruz kalm ası gereklidir. tadan geçen aglütininler fetu su n kanınd a eritro ­
sit aglütinasyonuna yol açarlar.
Rh Antijenleri-"Rh Pozitif" ve"RH N eg a tif" Ki­
şiler. Rh an tijenlerinin Rh faktörü olarak ad lan ­ Hastalığın Sıklığı. B irin ci Rh çocu ğ u n a ham ile
dırılan ve sık görülen 6 tipi vardır: Bunlar C, D, E, olan Rh negatif anne genellikle b eb eğ e zarar ve­
c d ve e olarak adlandırılırlar. C an tijen in i taşıyan recek ölçüde anti-R h aglütiniıı yapam az. Ancak
bir insan c an tijen in i bulundurm az, ancak C a n ­ ikinci Rh pozitif beb ek lerin % 3 ’ü, ü çü n cü b e b e k ­
tijeni olm ayan herkeste c an tijen i vardır. Aynı du­ lerin % 1 0 ’u eritroblastosis fetalis bulguları taşır,
rum D-d ve E-e antijenleri için de geçerlidir. Aynı izleyen gebeliklerde sıklık giderek artar.
zam anda kalıtım özellikleri nedeniyle her insan
her üç an tijen İkilisinden birer tane taşır. Annenin A n tiko rların ın Fetus Ü stü n deki E t­
Tip D an tijen toplum da çok yaygındır ve diğer kisi. A nnede g elişen a n ti-R h a n tik o rla r p la s e n ­
gruplara göre daha antijeniktir. Bu ned en le bu ta m e m b ra n ı yoluyla yavaş o larak fetu s k a n ın a
an tijen i taşıyanlar “Rh pozitif", taşım ayanlar “Rh difüze olur ve fetu su n k a n ın d a ag lü tin a sy o n
n e g a tif” olarak değerlendirilir. Ancak Rh negatif yapar. A glütiııe e ritro sitler d ah a so n ra h e n ıo li-
insanlarda bile, diğer Rh an tijen lerinin de, daha ze uğrar ve h em o g lo b in serb estle şir. M ak ro faj-
416 ÜNİTE VI • Kan Hücreleri, Bağışıklık ve Kan Pıhtılaşması

lar h em o g lo b in i cild in sararm a sın a yol a çan ıu b in e çevıelir ve 70. Bölüm de tartışıldığı gibi
(sarılık) b ilirü b in e çevirirler. O luşan an tikorlar karaciğer tarafından safraya verilir. V ücut şuala­
v ü cu d u n diğer h ü crelerin e saldırıp on lara da rındaki bilirubin yoğunluğu sıklıkla vücut doku­
zarar verebilirler. larına sarı bir renk verecek ölçüde artarak sarılık
yapar -dokular safra pigm enti ile sarı renk alır.
E ritroblastotisis'in Klinik Tablosu. Sarılık geli­ Ancak karaciğer fonksiyonları norm al ise bir gün
şen, eıitro b la sto sisliy e n id o ğ a n genelde doğum içinde yıkılan kan m iktarı 400 m ililitreyi aşana
sırasın d a an em ik tir ve an n ed en gelen an ti-R h dek sarılık görülm ez.
a g lü tin in ler b eb eğ in kanınd a 1 - 2 ay d aha d o la ­
şıp d aha ço k sayıda eritrositin yıkım ına yol Transfüzyon Reaksiyonlarından Sonra A kut
açarlar. Böbrek Yetmezliği. Transfüzyon reaksiyonlar­
B ebeğin hem atop oetik dokuları hem olize uğ­ ının en ölüm cül olanlarından biıi birkaç dakika
rayan eritrositleri yenilem eye çalışırlar. Karaciğer ile birkaç saat içinde başlayabilen ve böbrek y et­
ve dalak çok büyür ve gebeliğin ortasındaki n o r­ m ezliğin d en h astayı ölü m e g ö tü ıe b ile n akut
m al hızla eritrosit üretirler. Hücrelerin hızlı yapı­ böbrek yetmezliğidir.
m ı nedeniyle çekirdekli, blastik hücreler dahil B öbrek yetm ezliğinin 3 n ed eni olduğu d ü şü ­
birçok erken tip hücre dolaşım sistem ine verilir, nülm ektedir: B unlardan b irin cisi transfüzyon
h astalığa eritıoblastosis fetalis denillm esinin n e ­ reaksiyonu sırasında gelişen a n tijen -a n tik o r y a ­
deni de budur. n ıtın ın hem olize uğrayan kandan şiddetli ıen a l
E ritıoblastosis fetaliste ölüm nedeni genellikle vazokonstıiksiyona yol açan toksik m ad d elerin
ağır anem i olm akla beraber, anem iye rağm en y a­ serb estlem esin e ned en olm asıdır. İkin ci ned en
şayan birçok çocukta bilirubinin sinir h ü crele­ h em olize uğrayan hücrelerden toksik m a d d ele­
rinde çöküp yıkım larına yol açm ası sonucu geli­ rin oluşum una ek olarak eritrositlerin kaybının
şen ve k em ik teru s denen durum nedeniyle kalıcı sıklıkla şoka ned en olm asıdır. A rteriyel kan b a ­
m ental bozukluklar ya da beynin m otor b ölgele­ sın cı çok düşer ve renal kan akım ı ile idrar çıkışı
rinin hasarı görülür. azalır. Ü çü n cü olarak ise d olaşan kandaki se r­
b est hem oglobin m iktarının, h em o g lo b in i b a ğ ­
Eritroblastotik Yenidoğanm Tedavisi. Eritrob- layan bir plazm a p ıo ten i olan h ap to g lo b iin in in
lastosis fetalisin standart tedavisi yenidoğanm b ağ la y a b ileceğ i m iktarı a şm a sı d u ru m u n d a,
k anın ın R h-n egatif kanla değiştirilm esidir. Bu fazla h em o g lo b in glom erüler m e m b ra n la ıd a n
durum da 400 mililitre kadar R h-negatif kan 1.5 b öbrek tu bü llerine sızar. Eğer bu m iktar az ise
saat ve üstü sürede infüze edilirken, yenidoğanm tü bü ler ep iteld eıı yeniden kana geri em ilir ve
kendi R h-pozitif kanı da uzaklaştırılır. Bu işlem zarar verm ez, m iktar çok ise küçük b ir kısm ı
b ilirubini düşük tutm ak ve keınikterusu ö n le­ em ilebilir. A ncak su em ilim in in devam etm esi
m ek üzere ilk birkaç hafta içinde birkaç kez tek ­ nedeniyle tü bü ler h em oglobin kon san trasyon u
rarlanabilir. Altı ya da daha fazla hafta içinde artm aya devam eder, özellikle asidik bir idrar
tıan sfü ze edilen Rh n egatif kan bebeğin kendi varlığında, h em og lob in tiibüllerde çö k er ve tı­
R h -pozitif kanı ile yenilenirken anneden gelen kanm aya yol açar. B öylece renal vazokonstriksi-
an ti-R h aglütininler de yıkılırlar. yon, dolaşım şoku ve tü bü ler tık an m a hep b ir­
likte akut böbrek yetm ezliğine yol açarlar. Eğer
tıkanm a tam olur ve yetm ezlik düzelm ez ise su ­
Kan Uyuşmazlığına Bağlı Transfüzyon ni b öbrek ile tedavi (diyaliz) olm ad ıkça, 31. B ö-
Reaksiyonları lüm ’de anlatıldığı gibi, hasta 7 -1 2 gün içind e
kaybedilir.
Eğer bir kan grubuna ait verici kanı başka bir kan
grubu taşıyan bir alıcıya verilirse, verici kam ıu n
eritrositlerinin aglütinasyonu ile bir transfüzyon
reaksiyonu oluşm a olasılığı yüksektir. Tıansfüze DOKU VE ORGAN NAKLİ
edilen kanın alıcının eritrositlerini yıkım a uğrat­ (TRANSPLANTASYONU)
m a olasılığı düşüktür, çünkü verici kanının plaz­
m a kısm ı alıcının tüm plazm ası içinde seyrelir ve E ritrositlerin transfü zyon reaksiyo n ların a yol
infüze edilen aglütininlerin titresi reaksiyona yol açan farklı an tijen lerinin çoğu, başka a n tijen le r­
açam ayacak kadar düşer. Öte yandan infüze edi­ le birlikte, diğer hücrelerde de bulunur. Sonuçta
len az miktardaki kan alıcının plazm asındaki ag­ nakledilen her yabancı hücre im im in y anıt ve re ­
lütinin yoğunluğunu önem li ölçüde seyreltmez. aksiyonlara yol açabilir. Başka bir ifade ile çoğu
Bu ned enle alıcının aglütininleri vericinin h ü cre­ alıcı, yabancı bakteriler ya da eritrositlerin istila­
lerini aglütine eder. sına direndiği gibi yabancı doku h ücreleri tara­
D aha ö n ce açıklandığı gibi tüm transfüzyon re­ fından istilaya da direnir.
aksiyonlarında ya lıem olizinlere bağlı ani h em o ­
liz, ya da küm eleşm iş hücrelerin fagositozuna O togreftler, İzogreftler, A llogreftler ve Kse-
bağlı geç hem oliz görülür. Eritrositlerden ser­ nogreftler. Aynı hayvanın bir bölgesinden başka
b estlen en hem oglobin fagositler tarafından bili- bir bölgesine doku ya da organ nakline otogreft;
BÖLÜM 35 • Kan Grupları; Transfüzyon; Doku ve Organ Transplantasyonu 417

tek yum urta ikizinin birinden diğerine nakile Bazı HLA an tijen lerin in antijenik özelliği fazla
izogreft; bir insandan diğerine ya da ayııı türde iki değildir, bu ned enle allogreft kabulü için alıcı ve
hayvan arasındaki nakile allogreft ve bir hayvan­ verici arasında bazı an tijen lerin tam uyumu zo­
dan insana ya da iki farklı hayvan türü arasındaki runlu değildir. Bu nedenle, a lıcı-v eıici arasında
nakile ksenogreft denmektedir. m üm kün olan en yakın uyum un sağlanm ası ile
greft işlem leri daha az tehlikeli h ale gelmiştir.
Hücresel Dokuların Nakli. O togıeft ve izogreft- Doku tiplem esinde en uygun eşleşm eler kardeş­
leıd e nakledilen hücreler alıcı ile hem en taıııe- ler ile ebeveyıı-çocuk arasındadır. Tek yum urta
m en aynı tip antijenleri taşırlar ve yeterli kan d o­ ikizlerinde tam uyum vardır ve aralarındaki n a ­
laşım ı sağlandığı sürece sınırsız yaşarlar. Diğer killerde im m ün yanıt nedeniyle ıed h em en h iç ­
taraftan ksenogıeftlerde ise im m ün reaksiyon bir zam an görülm ez.
h em en her zam an olur ve im m ün yanıtı önleye­
cek özgün bir tedavi uygulanm adığı sürece nakli G re ft R e d d in in İm m ü n S istem in
izleyen 1-5 hafta içinde tüm nakledilen doku Baskılanm ası ile Ö n le n m e s i
hücreleri ölür.
Bir insand an diğerine deneysel olarak ya da Eğer im m ün sistem tam am ıyla baskılanm ış o l­
tedavi am acıyla başarılı bir şekilde nakledilen saydı, greft reddi olm ayacaktı. G erçekten im m ün
farklı organ ve dokular arasın d a cilt, böbrek, sistem i ciddi olarak baskılanm ış bir kişide greft,
kalp, karaciğer, salgı bezleri, kem ik iliği ve ak ci­ reddi önleyici tedavi uygulanm aksızın başarılı
ğer sayılabilir. A lıcı-veıici arasınd a uygun doku olabilir. Normal bir kişide en iyi doku tiplem esi
“eşlem eleri” ile birçok b ö brek allogıefti 5-15 yıl, ile bile, allogreftler im m ün sistem i baskılayıcı te-
karaciğer ve kalp allogreftleri ise 1-15 yıl süreyle ıap ötik işlem ler u ygulanm adan an cak birkaç
yaşam aktadır. hafta doku reddine karşı dayanabilir. T hücreleri
greft hücrelerini öldürm ede önem li bir bölüm ü
oluşturduğu için bunların baskılanm ası plazm a
Nakledilen Dokuda İmmün a n tik o rların ın b a sk ıla n n ıa sın d a n çok d aha
Reaksiyonu Aşma Çabaları önemlidir. Bu am açla kullanılan ilaçların bazıları
aşağıdakilerdir:
Belli doku ve organların nakledilm esinin yüksek
potansiyel önem i nedeniyle nakille ilişkili anti- 1. Böbreküstü bezi korteksin den izole edilen gli-
jen -an tik o r reaksiyonlarını önlem ek üzere çok ko ko rtiko id h o rm o n la r (ya d a g liko ko ı tikoid et­
çab a harcanm ıştır. Aşağıda sözü edilen özgül kili ilaçlar) lenfoid dokunun büyüm esini baskı­
yöntem lerin belli ölçüde klinik ve deneysel b a şa ­ lar ve böylece antikor ve T h ü cresi gelişim ini
rı sağladığı görülmüştür. azaltırlar.
2. L enfoid sistem e toksik etki y ap an ve böylece
D o ku T ip le m e s i - H LA A n tije n antikor ve T hücresi gelişim ini durduran azatlıi-
K o m p le ksi o pıin gibi ilaçlar.
3. S/â;/os/;o/7 /zyardım cı T hücresi gelişim ine öz­
Greft reddinde en önem li antijenler IILA a n tijen ­ gü inhibitör etkisiyle özellikle T -h iicıe ıed reaksi­
leri olarak adlandırılan bir kom plekstir. Yüzelli y on u n u n d urd u ru lm asın d a etkili olm aktadır.
farklı tipi olm akla beraber her bireyin hücre yü­ Tüm diğer ilaçların içinde im m ün sistem in diğer
zeylerinde bu antijen lerin ancak 6 tanesi bu lu ­ bölüm lerini baskılam adığı için en değerli ilaç o l­
nur. Böylece trilyonun üstünde farklı kom b in as­ duğu gösterilmiştir.
yon oluşm aktadır. So n u ç olarak tek yum urta
ikizleri hariç iki farklı bireyin altı aynı HLA a n tije­ Bu ilaçların kullanım ı kullanıcıyı enfeksiyon
nini taşım ası neredeyse olanaksızdır. Bu a n tijen ­ hastalıklarına karşı korunm asız bırakır; bazen
lerin herhangi birine ciddi bağışıklık gelişm esi bakteıiyel ve viıal hastalıklar artar. Ayrıca kanser
greft ıejeksiyonuna yol açabilir. sıklığı im m ün sistem i baskılanm ış kişide birkaç
HLA a n tijen le ri doku h ü c re le ri y anın d a löko- kat artmıştır, çünkü im m ün sistem olasılıkla er­
sitler ü stü nd e de bulu nu rlar. Bu n ed en le bu ken kanser hücrelerini henüz çoğalm adan yok
a n tije n le r için doku tip lem e si k and an izole etm ede önem li rol oynam aktadır.
ed ilen len fo sitlerin m e m b ra n la rı ü zerin d e y a ­ Özetle insanda canlı doku transplantasyonu
pılır. L en fo sitler uygun a n ti-s e ıu m ve k onıple- bugüne dek sınırlı ancak ön em li başarılar sağla­
m an la karıştırılırlar, in k ü b asyo ıı so n rası le n fo ­ mıştır. Diğer yandan eğer alıcının verici dokusu­
sitlerd e m e m b ra n h asarı olup olm ad ığı bir na yönelen im ıııün yanıtı durdurulur am a bu sı­
supravital bo yan ın alın m a hızı d eğ erlen d irile­ rada alıcının enfeksiyonlara d irencinin azaltıl-
rek saptanır. m am ası başarılırsa son u çlar hızla değişecektir.
418 ÜNİTE VI • Kan Hücreleri, Bağışıklık ve Kan Pıhtılaşması

REFERANSLAR

Antm an K: When are bone marrow mune deficiency. Annu Rev Med Shpall EJ, Cagnoni PJ, Bearman SI, et al:
transplants considered? Sci Am 48:93,1997. Peripheral blood stem cells for au ­
275:124, 1996. Moulds JM, Nowicki S, Moulds JJ, Nowic- tografting. Annu Rev Med 48:241,
Appukuttan PS: Anti-alpha-galactoside ki BJ: Human blood groups: inciden­ 1997.
antibody of the human plasm a. In­ tal receptors for virues and bacteria. Singal DP: Immunological Effects of Blo­
dian J Biochem Biophys 33:159, Transfusion 36:362, 1996. od Transfusion. Boca Raton, FL: CRC
1996. Old LJ: Immunotherapy for cancer. Sci Press, 1994.
Avent ND: Human erythrocyte antigen Am 275: 136, 1996. Stamatoyannopoulos G, Nienhuis AW,
expression: its molecular bases. Br J Parker P, Chao NJ, Ben-Ezra J, et al: Majerus PYV, Varmus H: The Molecu­
Biomed Sci 54:16, 1997. Polymyositis as a manifestation of lar Basis of Blood Diseases. Phila­
Dunbar CE: Gene transfer to hem atopo­ chronic graft-versus-host disease. delphia: WB Saunders Co, 1994.
ietic stem cells: implications for gene Medicine 75:179, 1996. Sykes M: Immunobiology of transplanta­
therapy of human disease. Annu Rev Pisciotto PT: Blood Transfusion Therapy. tion. FASEB J 10:721, 1996.
Med 47:11, 1996. Farmington, CT: S. Karger Publishers, Taccone A: Bone Marrow Conversion in
Hackel E, AuBuchon JP: Advances in 1993. Magnetic Resonance Imaging. Berlin:
Transplantation. Farmington, CT: S. Rodack BF: Diagnostic Hematology. Phi­ Blackwell Science, 1997.
Karger Publishers, 1993. ladelphia: WB Saunders Co, 1994. Telen MJ: Erythrocyte blood group anti­
Hillman RS: Hematology in Clinical Itudmann SV: Blood Banking: Concepts gens: polymorphisms of functionally
Practice. Hightstown, NJ: McGraw- and Applications. Philadelphia: WB important molecules. Semin Hema-
Hill, 1994. Saunders Co, 1994. tol 33:302, 1996.
Lee ML, Gale IIP, Yap PL: Use of intrave­ Sadler JE: Combined factors V and VIII Testa NG, Lord BI, Dexter TM: Hemato­
nous immunoglobulin to prevenl or deficiency climbs onto the map. J poietic Lineages in Health and Dise­
treat infections in persons with im ­ Clin Invest 99:555, 1997. ase. New York: Dekker, 1997.
likle kan pıhtısı yerine trom bosit tıkacı ile kapatı­
HEMOSTAZDAKİ OLAYLAR lır. Bunun önem ini anlam ak için trom bositlerin
doğasını tartışacağız.
Hemostaz, kan kaybının önlenm esi anlam ına ge­
lir. Bir dam ar zedelendiği ya da yırtıldığında çeşit­ T ro m b o sitle rin Fiziksel ve Kimyasal
li m ekanizm alarla hem ostaz sağlanır. Bu m eka­ K arakteristikleri
nizmalar: (1) Dam ar spazmı, (2) Trombosit tıkacı
oluşumu, (3) Kanın koagülasyonu sonucu, kan Trombositler yuvarlak ya da oval, 1-4 mikron ça ­
pıhtısı oluşumu, (4) Fibröz dokunun pıhtı içine pında küçük disklerdir. Kemik iliğinde nıegakaryo-
doğru büyümesiyle damardaki deliğin kalıcı ola­ sitlerdeıı oluşurlar. Megakaryositler kemik iliğinde
rak kapatılmasıdır. hem atopoietik serinin oldukça büyük hücreleri­
dirler veya kemik iliğinde ya da kana geçtikten bir
süre sonra özellikle pulm oner kapillerleıden geç­
Damar Spazmı meye çalışırken parçalanarak trom bositleri oluş­
tururlar. Trom bositlerin kandaki norm al konsant­
Kan damarı kesildikten veya yırtıldıktan hemen rasyonları m ilim etıekiipte 150.000-300.000’dir.
sonra, travm anın dam ar üzerine etkisi ile damar Nükleusları olm am asına ve çoğalam am alarına
duvarı kasılır; bu derhal hasarlanan damardan karşın trom bositler hücrenin birçok fonksiyonel
kan kaybının azalm asına neden olur. Kasılma si­ karakteristiklerini taşırlar. Sitoplazm alaıında ç e ­
nirsel refleksler, lokal m iyojenik spazm ve hasarla- şitli aktif faktörler vardır. Bunlar; (1) T rom bositle­
ııan dokular ile trom bositlerden kaynaklanan lo ­ rin kasılm asını sağlayan ve kas hiicrelerindekine
kal hum oıal faktörler sonucu gelişir. Sinirsel ref­ benzeyen a k tin ve nıiyozin m olekü lleri ile diğer
leksler, hasarlanan dam ar ve çevre dokulardan bir koııtraktil protein olan trom bosteııin; (2) Ç e­
kaynaklanan ağrı veya diğer uyarılar ile başlatılır. şitli enzim leri sentezleyen ve çok miktarda kalsi­
Vazokonstıiksiyonun büyük kısmı olasılıkla da­ yum iyonlarını depolayan en d o p la z m ik ıetikıı-
mar duvarına doğrudan hasarla başlayan lokal lu m v e Golgi apareyinin kalıntıları; (3) M itokond-
m iyojenik kasılm alar sonucu gelişir. Daha küçük ri, ATP ueADP oluşturabilen enzim sistem leri; (4)
dam arlarda vazokonstıiksiyonun büyük kısm ın­ Lokal horm onlar olan birçok dam arsal ve diğer
dan vazokonstriktör bir madde olan trom boksaıı lokal doku reaksiyonlarını sağlayan prostagladiıı-
A2’yi serbestleten trom bositler sorumludur. leri sentezleyen enzim sistem leri; (5) D aha sonra
D am ar ne kadar çok zedelenirse spazm d erece­ kan pıh tılaşm asıyla ilişkili olarak ta rtışıla ca k
si o kadar büyük olur; buna göre keskin bir aletle önem li bir protein olan fibrin stabilize ed ici f a k ­
yaralanan kan damarı ezilen bir damardan daha tör, (6 ) D am ar endolel hücrelerinin, dam ar düz
çok kanar. Bu lokal dam ar spazmı dakikalar ve kas hücrelerinin ve fibroblastların çoğalm a ve
hatta saatlerce sürebilir ve bu süre içinde trom bo­ büyüm elerini ve böylece hasarlı dam ar duvarları­
sit tıkacı oluşumu ve kan pıhtılaşm ası gelişir. nın tam iri için gerekli hücresel büyümeyi sağla­
Hemostaz olayında damar spazmının değeri, bir yan büyüm e faktörü .
şahsın bacağında ezilme şeklinde bir travma oldu­ Trom bositlerin hücre m em branı da önemlidir.
ğu zaman gösterilebilir. Bu şartlarda, anteriyor tibi- Yüzeylerini kaplayan glikoprotein örtüsü trom b o­
al arter gibi geniş bir arterin zedelemesinde bile sitlerin norm al endotele yapışm asını önlerken,
kuvvetli spazm yardımıyla letal kan kaybı önlenir. damar çeperlerinin hasarlanan alanlarına, özel­
likle zedelenen endotel hücrelerine ve dam ar ç e ­
perinde daha derinlerde açığa çıkan kollajene ya­
Trombosit Tıkacı Oluşumu pışm alarını sağlar. Aynı zamanda, m em branda
çok miktarda fo sfo lip id ler bulunur, bunlar daha
Eğer damardaki hasar çok küçükse -vücutta heı- sonra tartışılacağı gibi kan-pıhtılaşm a sürecini
giin birçok küçük damarsal delikler oluşur- genel­ birçok noktada aktive edici rol oynar.

419
420 ÜNİTE VI • Kan Hücreleri, Bağışıklık ve Kan Pıhtılaşması

Görüldüğü gibi, trom bosit çok aktif bir yapıdır.


Yarı ömrü dolaşımda 8-10 gündür; bu süre sonun­
da yaşam süreçleri sona erer ve dolaşımdan başlıca
doku m akıofajları tarafından uzaklaştırılırlar.
Tıom bositlerin yarısından fazlası kanın dalakta sıkı
trabektiler ağ yapısından geçm esi sırasında, mak-
ıofajlar tarafından tutularak kandan uzaklaştırılır.

T ro m b o sit Tıkaç M ekanizm ası

Dam ar yırtıklarının tamiri tıom bositlerin önemli


bazı fonksiyonlarına dayanmaktadır: Trombositler 2. Trombositlerin 4. Fibrin tıkacı
hasara uğrayan damar yüzeyine, örneğin damar aglütinasyonu oluşur
yüzeyindeki kollajen liflere ve hatta hasarlı endotel
hücrelerine dokundukları zam an karakteristikleri­
ni açık bir şekilde değiştirirler. Şişmeye başlarlar;
düzensiz bir şekil alarak, yüzeylerinden sayısız
psödopodlar uzatırlar; koııtraktil proteinleri güçlü 3. Fibrin oluşmaya 5. Pıhtı büzüşür
bir şekilde kasılarak çok sayıda aktif faktörler içe­ başlar
ren granüllerin serbestlem elerini sağlarlar; yapış­
Ş E K İL 36 - 1
kan hale gelirler ve dokulardaki kollajene ve von
Travmatize kan damarında pıhtılaşma işlemi (YV.H.Seegers: He­
VVillebrand fa k tö rü denen bir proteine tutunurlar; mostatic Agents. Springfield, III., Charles C Thomas, 19‘18’den
çok miktarda ADP salgılarlar; enzimleri trom bok- modifiye edilmiştir.)
san A2’yi oluştururlar. ADP ve tıom boksan daha
sonra çevredeki trom bositlere etki ile onları da ak-
tive ederler ve bu yeni aktiflenmiş trombositleıde ortaya çıkar. ITasarlanan dam ar duvarı ve trom bo-
yapışkanlıkları sayesinde başlangıçta aktiflenmiş sitlerden kaynaklanan aktivatör m addeler ve h a ­
trombositlere yapışırlar. Böylece, damarın yırtılan şatlanan damar duvarına yapışan kan proteinleri
herhangi bir noktasında, hasara uğrayan damar pıhtılaşm a sürecini başlatır. Bu sürecin fiziksel
duvarı ya da damar dışı dokular, gittikçe artan sa­ olayları şekil 3 6 -1 ’de gösterilmiştir; kimyasal olay­
yıda trom bositin aktive olması ve bu aktiflenen ları ise bölümde daha sonra tartışılacaktır.
tıom bositlerin de yeni tıom bositleri aktive etm e­ Dam arın yırtılm asından 3-6 dakika sonra, eğer
siyle gelişen bir kısır döngüyü başlatarak trom bosit damardaki delik çok geniş değilse, açıklığın tümü
tıkacının oluşumunu sağlarlar. Başlangıçta zayıf ya da dam arın yırtılan ucu pıhtı ile dolar. 2 0 daki­
olan bu tıkaç, damar yırtığı küçükse kan kaybını ka ya da 1 saat sonra, pıhtı büzüşür (ıetıakte olur);
önlem ede başarılıdır. Daha ileride açıklanacağı gi­ bu damarı daha da fazla kapatır. D aha sonra tartı­
bi, pıhtılaşm a sürecinin sonraki aşamalarında, f i b ­ şılacağı gibi, trom bositler pıhtı rekraksiyoııunda
rin iplikleri oluşarak trom bositlere bağlanır ve da önem li rol oynarlar.
böylece sıkı ve dayanıklı bir tıkaç oluşur.

Damar Deliklerinin Kapatılmasında Trombosit- TABLO 36 - 1


lerin Önemi. Eğer damardaki yırtılma küçükse, Kanda Bulunan Pıhtılaşma Faktörleri ve Eşanlamlıları
trom bosit tıkacı kan kaybını tek başına tam am en Pıhtılaşma faktörü Eşanlamlıları
durdurur, fakat delik büyükse kanam ayı durdur­
Fibrinojen Faktör I
mak için trom bosit tıkacına ek olarak kan pıhtılaş­ Protrombin Faktör II
m ası da gerekir. Doku faktörü Faktör III; dokıı tromboplastiııi
Trombosit tıkaç mekanizması, gün içinde yüzler- Kalsiyum Faktör İV
cesi görülen çok küçük damarlardaki ve endotel Faktör V Proakseleriıı; labil faktör, Ac-
globıılin; (Ac-G)
hücrelerindeki yırtıkların kapatılması için son dere­ Faktör VII Serum protrombin konversiyon
ce önemlidir. Gerçekte, endotel hücrelerindeki çok akseleratörü (SPCA)
sayıda küçük delikler genellikle trombositler tara­ prokoııvertin; stabil faktör
fından kapatılırlar; trombositler endotel hücreleriy­ Faktör VIII Antihemoülik faktör (AHF);
Antihemofilik globulin (AHG);
le kaynaşarak bir endotel hücre membranı oluşma­ antihemofilik faktör A
sını sağlarlar. Trombosit sayısı çok az olan bir kişide, Faktör IX Plazma tromboplastin
derialtı ve tüm internal dokularda normal kişilerde L'funuAnpnl i /PTPV
KU111|JUİ1Lİ111 Plırict mac
i'-*#» V_»llllollllclo
izlenmeyen, yüzlerce küçük hemorajik odak gelişir. faktör; antihemofilik faktör B
Faktör X Stuart faktör; Stuart-Prower faktör
Faktör XI Plazma tromboplastin antesedam
Yırtılan Damarda Kan Pıhtılaşması (PTA); antihemofilik faktör C
Faktör XII Hagcman faktör
Faktör XIII Fibrin stabilize edici faktör
Hem ostazın üçüncü m ekanizm ası kan pıhtısı olu­ Prekallikrein Fletcher faktör
şumudur. D am ar duvarı ağır biçim de hasarlan- Yüksek molekül Fitzgerald faktör; HMYVK
ıııışsa 15-20 saniye içinde pıhtı gelişmeye başlar; ağırlıklı kininojeıı
Trombositler
lıasarlanm a hafifse, pıhtılaşm a 1 - 2 dakika içinde
BOLÜM 36 • Hemostaz ve Kan Pıhtılaşması 421

Fibröz Organizasyon ya da Pıhtının Erimesi Protrombin

---- ► Ca+t
Pıhtı bir kez oluştuktan sonra, iki ayrı yönde geliş­
me gösterebilir: (1) Fibroblastlarca istila edildik­
- Trombin
ten sonra tüm pıhtı bağ dokusuna dönüşür, ya da
(2) pıhtı eriyebilir. D am ar duvarındaki küçük bir
delikte oluşan pıhtı genellikle bir kaç saat içinde Fibrinojen--------------------►- Fibrinojen monomeri
fibroblastlarca istilaya uğrar (bu olay trom bosit- Ca
leı den salgılanan büyü m e fa k tö rü ile kısmen hız- ,r Fibrin iplikçikleri #
ladırılıı). Bu faaliyet, pıhtının tümüyle fibröz d o­ Trombin—► aktif fibrin
kuya dönüşm esi için 1 - 2 hafta kadar daha sürer. stabilize edici faktör----- ►-
Diğer yandan, kanın dokulara sızm asında oldu­
ğu gibi, fazla miktarda kan pıhtılaşarak büyük bir Çapraz bağlı fibrin iplikçikleri
pıhtı oluştuğunda, pıhtının kendi içindeki özel
m addeler aktif hale geçerek enzimatik etki ile pıh­ Ş E K İL 36 ■ 2
tıyı eritirler, bu konular bölümde daha sonra tartı­ Protrombinin trombiııe çevrilmesi ve fibrinojeııin fibrin iplik­
şılacaktır. çiklerini oluşturmak üzere polimerizasyomı.

trombin 10-15 sn içinde fibrinojen m oleküllerinin


fibrin iplikçiklerine p o lim erizasyon u n a sebep
PIHTILAŞMA MEKANİZMASI
olur. Buna göre kan pıhtılaşm asında hız sınırlayıcı
faktör genellikle protrombin aktivatöıünün oluşu­
Temel Teori. Kan ve dokularda kan pıhtılaşm ası­
mudur, çünkü bu noktadan sonraki reaksiyonlar
nı etkileyen 50’den fazla önem li madde bulun­
pılıtı oluşturmak için hızlı bir şekilde gelişir.
m uştur. Bunların bazıları pıhtılaşm ayı sağlar,
Tıom bositler de protrom binin trom bine d önü­
bunlara prokoagiilaıı denir, diğerleri pıhtılaşmayı
şümünde önem li rol oynarlar. Çünkü protrom bi­
inhibe ederler, bunlara ise antikoagiilan denm ek­
nin çoğu, lıasarlanan dokuya daha önceden bağ­
tedir. Kanın pıhtılaşıp pıhtılaşm am ası, bu iki grup
lanmış olan tıom bositler üzerindeki protrom bin
m adde arasındaki dengeye bağlıdır. Normalde an-
reseptörleri ile birleşir. Bu bağlanm a, pıhtılaşm a­
tikoagülanlar baskındır ve kan pıhtılaşmaz; ama
nın gerekli olduğu dokuda protrom binden troııı-
bir dam ar zedelendiğinde lıasarlanan alandaki
binin oluşumunu hızlandırır.
prokoagiilanlar "aktive” olarak antikoagiilanlara
baskın hale gelirler ve pıhtı oluşur.
Protrombin ve Trombin. Protrom bin 68.700 nıo-
lükül ağırlığında alfa2'globulin olan bir plazm a
Genel M ekanizm a. Koagiilasyon konusunda çalı­ proteinidir. Normal olarak plazm ada yaklaşık 15
şan tüm araştırmacılar pıhtılaşmanın 3 ana basa­
mg/dl konsantrasyonda bulunur. Stabil olmayan
m akta meydana geldiği konusunda birleşirler: ( 1 ) bir proteindir ve kolayca daha küçük bileşiklere
D am arın yırtılması ya da kanın kendisinin hasaı- parçalanabilir. Bu bileşiklerden biri 33.700 m ole­
lanm asına cevap olarak kanda bir düzineden fazla kül ağırlığı ile protrom binin hem en hem en yarısı
pıhtılaşm a faktörünün rol oynadığı bir dizi kimya­ kadar olan trom bindiı :
sal reaksiyonlar kompleksi meydana gelir. Net so­ Protrom bin karaciğerde sürekli olarak sentezle-
nuç, aktive olan tüm maddelerin protrom bin akti- ııir ve pıhtılaşm a için vücudun tüm bölgelerinde
vatörii denen bir kompleks oluşturmasıdır. (2 ) kullanılır. Eğer karaciğerde protrom bin üretimi
Protrom bin aktivatörü protrom binin trom biııe d ö­ azalırsa, plazmadaki konsantrasyonu bir ya da
nüşümünü katalizler. (3) Trombin bir enzim görevi birkaç gün içinde norm al pıhtışm ayı sağlayacak
y a p a m k fibrin ojen i fibrin iplikçilerine çevirir, daha miktarın çok altına düşer.
sonra fibrin iplikçikleri tıombositler, kan hücreleri Daha sonra tartışılacak olan diğer dört pıhtılaş­
ve plazmayı da içine alarak pıhtıyı oluşturur. ma faktörüne benzer şekilde, protrom binin normal
İlk olarak protrom binin trom biııe dönüşümüyle oluşumu için de karaciğerin K vitam inine gereksi­
başlayan pıhtı oluşum mekanizm asını, sonra da nimi vardır. Bu yüzden, K vitamini eksikliği ya da
geriye dönerek protrom bin aktivatöıünün oluştu­ normal protrombin oluşumunu önleyen bir karaci­
ğu pıhtılaşm a işlem inin ilk basamaklarını tartışa­ ğer hastalığının varlığı protrom bin düzeyini, kana­
cağız. ma eğilimine neden olacak kadar düşürebilir.

Protrombinin Trombine Dönüşümü Fibrinojenin Fibrine Dönüşümü-Pıhtı


Oluşumu
Kan dam arının yırtılması ya da kandaki bazı özel
aktivatör maddelerin lıasarlanm ası sonucu oluşan Fibrinojen. Fibronojen plazmada 100-700 mg/dl
protrom bin aktivatörü daha sonra ortamda yeterli miktarlarında bulunan yüksek molekül ağırlıklı
Ca++ varlığında, protrom binin trom bine dönüş­ (340.000) bir proteindir. Fibrinojen karaciğerde
m esine neden olur (Şekil 36-2). Bunu takiben yapılır ve karaciğer hastalıklarında protrom bin
422 ÜNİTE VI • Kan Hücreleri, Bağışıklık ve Kan Pıhtılaşması

konsantrasyonu gibi bazen fibıinojenin dolaşım ­ ne bağlanırlar. Bununyamsıra, pıhtının içinde tutulan
daki konsantrasyonu da azalır. trombositler fibrin - stabilize edici faktör gibi bazı
Büyük moleküler yapısı nedeniyle normalde az pıokoagülan maddeleri salgılamaya devanı ederek
miktarda fibrinojen interstisyel sıvılara geçer; fıbri- komşu fibrin iplikçikleri arasında daha fazla çapraz
nojen koagiilasyon işlemindeki esas faktörlerden bağlaıın oluşumunu sağlarlar. Ayrıca trombositler, ya­
biri olduğu için de interstisyel sıvı genellikle çok az pılarında bulunan kontraktil proteinler olan trombos-
pıhtılaşır ya da hiç pıhtılaşmaz. Ancak kapilleriıı tenin, aktin ve miyozin moleküllerini aktive ederek
perm eabilitesi patolojik olarak artarsa fibrinojen fibrine bağlı tronıbositlerin güçlü kasılmalarına yol
pıhtılaşmaya yetecek miktarlarda doku sıvısı içine açarlar ve bu şekilde pıhtı kasılmasına doğrudan katı­
geçer ve plazma ve tam kanın pıhtılaşmasına ben ­ lırlar. Bu aynı zamanda fibrin ağının küçülmesine yar­
zer şekilde bu sıvılar da pıhtılaşır. dım eder. Kasılına trombin ve tıombositlerin mito-
kondıi, endoplazmikretikülum, Golgi apereyi gibi or-
Fibrin Oluşumunda Trombinin Fibrinojene Etki­ ganellerinde bulunan kalsiyum depolarından salınan
si. Trombin, pıoteolitik etkisi olan protein yapısında kalsiyum iyonları ile aktive olur ve hızlandırılır.
bir enzimdir. Fibrinojen üzerine etkiyle heıbir fibri­ Pıhtı ıetrakte olduğunda, yırtılan kan damarları­
nojen molekülünden dört düşük molekül ağırlıklı nın uçları birbirlerine doğru çekilir ve böylece ola­
peptidi ayırır ve diğer fibrin molekülleriyle kendili­ sılıkla hemostazın son aşamasına katılıyor olabilir.
ğinden polimerize olma yeteneği taşıyan bir m ole­
kül olan fibrin m on om eri’n ı oluşturur. Böylece fib­
Pıhtı Oluşumunun Kısır Döngüsü
rin monomer molekülleri saniyeler içinde pıhtının
retikulumıtnu oluşturacak olan uzun fibrin iplikçik­
Kan pıhtısı gelişmeye başlar başlamaz dakikalar
lerine polimerize olurlar.
içinde çevresindeki kana da yayılır. Yani, pıhtının
Bu polimerizasyonun ilk aşamasında fibrin m o­
kendisi bir kısır döngü oluşturarak (pozitif feed-
nomer molekülleri zayıf nonkovalan hidrojen bağ­
back) daha fazla pıhtılaşmaya neden olur. Bunun
larıyla birarada tutulur ve yeni oluşan iplikçikler de
en önemli nedenlerinden biri trom binin pıoteolo-
diğerleriyle çapraz bağlar yapmaz. Bu yüzden olu­
tik aktivitesinin fibıinojenin yamsıra diğer birçok
şan pıhtı zayıftır ve kolayca çözülebilir. Sonraki bir
pıhtılaşma faktörleri üzerinde etkili olmasıdır. Ör­
kaç dakika içinde fibrin retikulumunu oldukça güç­
neğin, trombin protrombin üzerine doğrudan pro-
lendirecek diğer bir işlem gelişir. Fibrin - stabilize
teolitik etki göstererek daha fazla trom bin oluşm a­
edici fa k tö r adı verilen, normalde plazma globulin-
sına yol açar ve bu da protrombin aktivatörü oluşu­
lerinde az miktarda bulunan ama pıhtı içinde tutu­
munda sorumlu pıhtılaşma faktörleri üzerine e t­
lan trombositlerden de salınan bir madde bu işlemi
kindir. (Daha sonraki paragraflarda tartışılacağı gi­
sağlar. Fibrin-stabilize edici faktör fibrin liflerine et­
bi bu etkiler, faktör VII, IX, X, XI ve X II’nin aktivite-
ki etmeden önce kendisi aktive edilmelidir. Fibrin
lerinin hızlandırılması ve tronıbositlerin agregas-
oluşumuna sebep olan trombin aynı zamanda fib­
yonuduı). Kritik miktarda trombin oluştuğunda,
rin - stabilize edici faktörü de aktive eder. Bu aktif
daha fazla kanın pıhtılaşmasına ve daha fazla tronı-
madde daha sonra, fibrin monomer molekülleri
bin meydana gelmesine yol açan bir kısır döngü ge­
arasında kovalan bağlar ile komşu fibrin iplikçikle­
lişir; böylece kan pıhtısı herhangi bir şekilde durdu-
ri arasında çok sayıda çapraz bağlar kurulmasını
ruluncaya kadar büyümeye devanı eder.
sağlayan bir enzim görevi yapar. Böylece fibrin ağı­
nın üç boyutlu yapısını kuvvetlendirir.
Pıhtılaşmanın Başlaması: Protrombin
Kan Pıhtısı. Pıhtı tüm yönlerde uzanan ve kan Aktivatörü Oluşumu
hücreleri, trombositler ve plazmayı içinde tutan
fibrin yumağından oluşmuştur. Fibrin iplikçikleri Buraya kadar pıhtılaşma işleminin kendisi tartışıl­
kan damarlarının haşatlanan yüzeylerine de yapı­ dıktan sonra artık en başta pıhtılaşmayı başlatan da­
şır, böylece pıhtı herhangi bir damar yırtığını kapa­ ha karmaşık mekanizmalara dönmek gerekmekte­
tır ve kan kaybını önler. dir. Bu mekanizmalar, damar duvarı ve komşu doku­
ların veya kanıtı travmaya uğraması ya da kanın h a ­
Pıhtı Retraksiyonu (Büzüşmesi) - Serum. Pıhtı şatlanmış endotel hücreleriyle veya kan damarı en-
oluştuktan sonra birkaç dakika içinde kasılmaya doteli dışındaki kollajen ve diğer doku elemanlarıyla
başlar ve genellikle 20-60 dakika içinde pıhtı içinde­ teması sonucu aktive olurlar. Her durumda, prot­
ki sıvının çoğu ayrılır. Bu açığa çıkan sıvıya serum rombin aktivatörü oluşumuna yol açarlar ve bu da
denir, çünkü içinde fibrinojen ve diğer birçok pıhtı­ protrombinin trombine dönüşümüne ve tüm diğer
laşma faktörleri bulunmaz: serum plazmadan bu pıhtılaşma aşamalarının gelişmesine neden olur.
nedenle farklıdır. Bu faktörlerin yokluğu nedeniyle Protrombin aktivatörü gerçekte birbirleriyle sü ­
serum pılıtılaşamaz. rekli etkileşim halinde olan iki yolla oluşturulur. ( 1 )
Pıhtının ıetraksiyonunda trombositler önemli rol damar duvarı ve çevresindeki dokuların travmaya
oynar. Bu nedenle, pıhtının retıakte olamaması dola­ uğramasıyla başlayan ekstreıısek y o f ve (2 ) kanın
şımdaki trombosit sayısının azaldığının bir gösterge­ kendi içinde başlayan intrensekyol.
sidir. Kan pıhtısı içindeki tıombositlerin elektron mik- Hem ekstrensek ve hem de intrensek yolda bir seri
rograftleri göstermektedir ki, trombositler farklı iplik­ farklı plazma proteinleri ve özellikle beta-globulinler
çikleri birbirine bağlayacak şekilde fibrin iplikçikleri­ önemli rol oynar. Daha önce tar tışılan pıhtılaşma işle­
BÖLÜM 36 • Hemostaz ve Kan Pıhtılaşması 423

minde görev alan faktörlerle birlikte tümüne kan-pıh- ya da damar duvarındaki kollajenle teması kanda iki
tılaşma faktörleri adı verilir ve bunlar çoğunlukla pro- önemli pıhtılaşma faktörünü değiştirir: faktör XII ve
teolitik enzimlerin inaktif formlarıdır. Aktif formları­ trombositler. Faktör XII kollajenle veya cam gibi ıs­
na dönüştürüldüklerinde enzimatik etkileri ile pıhtı­ lanabilir bir yüzeyle temas ettiğinde yeni bir konfi-
laşma işleminin seri reaksiyonlarına neden olurlar. gürasyon alarak "aktif faktör XH” denen proteolitik
Tablo 36-1’de sıralanan pıhtılaşma faktörlerinin bir enzime dönüşür. Aynı zamanda, kanın travmaya
çoğu Romen rakamlarıyla belirtilirler. Aktif formda uğraması, tıombositlerin dekollajene veya ıslanabi­
oldukları belirtilmek istendiğinde ise Romen raka­ lir bir yüzeye yapışarak (ya da başka bir nedenle)
m ının ardına bir küçük a harfi konulur; faktör hasarlanmasına neden olur ve bunun sonucunda,
VlH’in aktif formu Villa olarak gösterilir. daha sonraki pıhtılaşma reaksiyonlarında rol oyna­
yan tronıbosit fa k tö r 3 denen lipoproteini içeren
Pıhtılaşmanın Başlam asında Ekstrensek trombosit fosfolipidleıi ortama serbestlenir.
M ekanizm a 2. FaktörXVin aktivasyoıııı. Aktif faktör XII faktör
XI’i enzimatik olarak aktive eder ki bu intrensek yo­
lun ikinci aşamasıdır. Bu reaksiyon için ayrıca yü k­
Protrombin aktivatörü oluşumunu başlatan ekstren­
sek mekanizma damar duvarı veya ekstravasküler sek m olekül ağırlıklı (HMW) kiniııojen'e gereksi­
dokuların travmaya uğraması ile aktive olur ve Şekil nim vardır ve pıekallikrein ile de hızlandırılır.
36-3’te gösterilen aşamalar doğrultusunda gelişir; 3. Faktör DCun a k tif fa k tö r XI tarafından aktivas-
1. Dokıı faktörü serbestlenmesi. Travmatize doku­ yonıı. Aktif faktör XI sonra enzimatik etki ile faktör
dan dokıı faktörü ya da doku trom boplastini denen IX'u aktive eder.
çeşitli faktörler kompleksi serbestlenir. Bu komp­ 4. Faktör X’uıı aktivasyonu-Faktör VlIVin rolü.
leks başlıca doku membranlarından gelen fosfoli- Aktif faktör XI, faktör VIII, trom bosit fosfolipidleri
pidler ile önemli bir proteolitik enzim içeren bir li­ ve travmatize trom bositleıden salınan faktör 3 bir­
poprotein kom pleksinden oluşur. likte etki göstererek faktör X'u aktive ederler. Faktör
2. Faktör X'un aktivasyonu-FaktörVlI ve doku fa k ­ VIII veya tıom bositlerin eksikliğinde bu aşamanın
törünün rolü. Doku faktörünün lipoprotein komp­ yetersiz olacağı açıktır. Faktör VIII klasik hem ofili
leksi koagülasyon faktörü VII ile kompleks oluşturur hastalarında eksik olan faktördür ve bu nedenle aıı-
ve, kalsiyum iyonları varlığında faktör X üzerine en­ tihem ofilik fa k tö r olarak da adlandırılır. Trom bosit­
zimatik etki göstererek aktiffaktörX u (Xa) oluşturur. ler ise trom bositopeni denen kanam a hastalığında
3. A ktif faktör X'un protrombin oluşumu üzerine eksik olan pıhtılaşma faktörüdür.
etkisi-Faktör V’in rolü. Aktif faktör X hemen doku 5. Protrombin aktivatöıii oluşumunda aktif faktör
faktörünün parçası olan doku fosfolipidleriyle ya da X'un etkisi- Faktör V’in rolü. İntrensek yolun bu aşama­
trombositleıden serbestlenen fosfolipidlerle birlikte sı ekstrensek yolun son aşamasının aynısıdır. Yani, aktif
faktör V ile biıieşerek protrombin aktivatörü denen faktör X, faktör V ve trombosit veya doku fosfolipidle­
kompleksi oluşturur. Birkaç saniye içinde, bu prot- riyle biıieşerek protrombin aktivatörü kompleksini
rombini trombine parçalar ve pıhtılaşma işlemi da­ oluşturur. Bunu takiben, proüombin aküvatörü sani­
ha önce açıklandığı gibi devam eder. Başlangıçta, yeler içinde proüombinin üombine parçalanmasını
protrombin aktivatörü kompleksi içindeki faktör V başlaür ve bu şekilde daha önce bahsedildiği gibi pıhtı­
inaktiftir; fakat pıhtılaşma işlemi ve trombin oluşu­ laşma işleminin son basamakları harekete geçmiş olur.
mu başlandığında, trombinin proteolitik etkisiyle
faktör V aktive olur. Bu daha sonra protrombin akti- İntrensek ve Ekstrensek Yollarda
vasyonuııu güçlü bir şekilde hızlandırır. Böylece, son Kalsiyum İyonlarının rolü
protrombin aktivatör kompleksinde, aküf faktör X
protıombini trombine çeviren gerçek bir proteaz gö­ İntrensek yolun ilk iki basamağı dışında, bütün reak­
revi yapar, aküf faktör V bu proteaz aktivitesini bü­ siyonların başlatılabilmesi veya hızlandırılabilmesi
yük ölçüde güçlendirir ve fosfolipidler ise olayı daha için kalsiyum iyonlarına gereksinim vardır. Bu neden­
da hızlandırırlar. İşlem bir kez başladıktan sonra, le kalsiyum iyonlarının yokluğunda kan pıhtılaşmaz.
trombinin faktör V üzerinden, p ozitif feed back etki Canlılarda kalsiyum iyon konsantrasyonu hiçbir
ile, tüm olayı hızlandırdığına özellikle dikkat ediniz. zaman kanın pıhtılaşma kinetiğini etkileyecek dü­
zeylere düşmez. Diğer yandan, bir kişiden kan alın­
Pıhtılaşmanın Başlam asında İntrensek dığında kalsiyum iyon konsantrasyonu pıhtılaşma
M ekanizm a için eşik düzeyin altına düşürülerek kanın pıhtılaş­
ması engellenebilir. Bu amaçla ya kan sitrat iyonla­
Protrombin oluşumunu ve dolayısıyla pıhtılaşmayı rı gibi maddelerle reaksiyona sokularak kalsiyum
başlatan ikinci mekanizma kanın kendisinin trav­ deiyonize edilir ya da oksalat iyonları ile kalsiyu­
maya uğraması veya kanın travmatize bir damar mun pıesipitasyonu sağlanır.
duvarındaki kollajenle teması sonucu başlar ve
sonra Şekil 36-4’te gösterilen aşağıdaki reaksiyonlar Ekstrensek ve İntrensek Yollar Arasındaki Etki­
zinciri ile devam eder. leşim—Kanın Pıhtılaşmaya Başlamasının Özeti

1. Kanın travmaya uğraması (1) fa k t ö r Xll'nin ak- Yukarıdaki şemada da gösterildiği gibi, kan damarı­
tivasyonuna ve (2) tronıbosit fosfolipidleriııin ser- nın yırtılmasından sonra pıhtılaşm a ekstrensek ve
bestlennıesine neden olur. Kanın travmaya uğraması intrensek sistem lerin aynı anda aktivasyonu ile
42 4 ÜNİTE VI • Kan Hücreleri, Bağışıklık ve Kan Pıhtılaşması

Doku travması

(1)

t
Ca++

f e ü l ü .f t U S J
Pıhtılaşma mekanizmasını başlatan ekstıensek yo!.

Kanda travma veya


kollajenle temas

-►Aktif faktör XII


I (HMW kinojen, prekallikrein)
• Aktif faktör XI
Ca++
IX-
I f ► Aktif faktör IX
VIII
Ca++
Villa

x — , ► Aklif laklüı X------- — --------------

Trombosit
fosfolipidleri
Trombin -Ca4

. - u ,
Protrombin
Trombosit aktivatörü
fosfolipidleri \ j
Protrombin ----------^ Tr ombi n

C a++

Ş E K İL 36 - 4
Pıhtılaşma mekanizmasını başlatan intrensek yol.
BÖLÜM 36 • Hemostaz ve Kan Pıhtılaşması 425

başlatılır. Doku faktörü ekstrensek yolu başlatırken, Heparin molekülü yüksek negatif yüklü koııjuge
faktör XII ve trombositleı in damar duvarındaki kol- bir polisakkariddir. Tek başına antikoagülaıı etkin­
lajenle teması intrensek yolu aktive eder. liği çok az ya da hiç yoktur, fakat antitrom bin III ile
Ekstrensek ve intrensek yollar arasındaki en birleştiğinde antitrombin IIl'ün trombini uzaklaş­
önemli farklardan biri ekstrensek yolıııı patlayıcı tırma etkinliğini yüz kattan bin kata kadar arttır­
doğasıdır; bir kez başlatıldıktan sonra gelişme hızı mak suretiyle antikoagiilan etki gösterir. Bu ned en­
yalnızca travmatize clokulardan serbestlenen doku le, ortamda fazla miktarda heparin bulunduğunda,
faktörü ile kanda bulunan faktör X, VII ve V miktar­ dolaşımdaki serbest trombinin antitrom bin III ile
ları ile sınırlandırılabilir. Ciddi doku travmasında uzaklaştırılması çok hızlı olur.
pıhtılaşma 15 saniye gibi kısa bir sürede oluşabilir. Heparin-antitrombin III kompleksi trombinin ya-
İntrensek yol ise daha yavaş gelişir; pıhtılaşmanın msıra diğer bazı aktif pıhtılaşma faktörlerini de or­
oluşması için 1 - 6 dakikaya gereksinim vardır. tamdan uzaklaştırarak antikoagülaıı aktiviteyi artırır­
lar. Bu faktörler aktif XII, XI, IX ve X’dır.
Heparin vücutta birçok farklı hücrelerde üretilir,
Normal Damar Sisteminde Pıhtılaşmanın fakat özellikle büyük miktarlarda heparin tüm vü­
Önlenmesi, İntravasküler Antikoagülanlar cutta peı ikapiller bağ dokusuna yerleşmiş olan ba-
zofilik m ast hücreleri tarafından yapılır. Bu hücreler
Endotel Yüzeyi Faktörleri. Normal damar siste­ tarafından sürekli olarak salgılanan az miktarda h e ­
minde pıhülaşmayı önleyen en önemli faktörler ola­ parin dolaşım sistem ine geçer. Ayrıca, fonksiyonel
sılıkla ( 1 ) endotelin düzgünlüğü: intrensek pıhtılaşma olarak mast hücrelerine benzer olan kanın bazofil
sisteminin aktivasyonunu önler; (2 ) glikokoliks taba­ hücreleri de küçük miktarlarda heparini plazmaya
kası: endotelin iç yüzüne adsorbe olan mukopolisak- serbestlerler.
karid pıhülaşma faktörlerini ve tıombositleri iterek Mast hücreleri akciğer kapillerleıini çevreleyen
pıhtılaşmanın aktivasyonunu engeller; ve (3) endotel dokuda bol miktarda ve daha az olarak da karaci­
membranına bağlı bir protein olan trombomödulin: ğer kapillerlerinde bulunurlar. Bu alanlarda n e ­
trombini bağlar. Trombomodulin ile trombinin bağ­ den çok miktarda h ep aıine gereksinim olduğunu
lanması pıhtılaşmayı yalnızca trombini ortamdan anlam ak zor değildir; yavaş akan venöz kanda
uzaklaştırmak suretiyle önlemez, fakat trombomodu- oluşan pek çok em bolik pıhtılar akciğer ve karaci­
lin-trombin kompleksi bir plazma proteini olan pro­ ğer kapillerleıine ulaşır ve buralarda yeterli m ik­
tein C’yi de aktive eder ve protein C, faktör V veVHI’i tarda hepaıinin varlığı pıhtıların daha fazla büyü­
inaktive etm ek yoluyla antikoagiilan etkinlik gösterir. m esini önler.
Endotel duvarı hasarlandığmda, hem düzgünlüğü­
nü ve hem de glikokaliks-tıombomodulin tabakasını
kaybeder; bunun sonucunda faktör XII ve trombositler Kan Pıhtısının Erimesi-Plazmin
aktive olarak pıhtılaşmanın intrensek yolu başlatılmış
olur. Eğer faktör XII ve trombositler endotel altındaki Plazma proteinleri plazm iııojen (veya profibrin o-
kollajenle temas ederse, aktivasyon daha da güçlü olur. lizin) adı verilen bir öglobulin içerirler ve bu pro­
tein aktive olduğunda plazm in (veya fibrin olizin)
Fibrinin A ntitıo m b in Etkinliği ve Antitrom bin denen bir maddeye dönüşür. Plazmin, pankreas
III. Kanın kendi içindeki en önemli antikoagülan­ salgısının en önemli pıoteolitik sindirim enzimi
lar, trombini kandan uzaklaştıranlaıdır. Bunların olan tıipsine yapıca benzer. Bu enzim, fibrin iplik­
arasında en güçlü etkinlik gösterenlerdi) pıhtılaş­ çiklerinin yanısıra çevre kanda bulunan fibıin o-
ma işlemi sırasında oluşan fibrin iplikçikleri ve (2 ) jen, faktör V, faktör VIII, protrom bin ve faktör XII
antitrom bin III ve ya antitrom bin-lıeparitı kofaktö- gibi maddeleri de sindirir. Bu nedenle, kan pıhtısı
rü de denilen bir alfa-globulindir. içinde plazmin oluştuğunda, pıhtının erim esine
Pıhtı oluşumu sırasında, pıotrom binden meyda­ ve pıhtılaşm a faktörlerinin çoğunun haıaplanm a-
na gelen trombinin yaklaşık % 85-90’ı oluşan fibrin sına neden olur; hatta bazen kanın hipokoagüla-
iplikçiklerine adsorbe olur. Bu olay, trombinin geri­ bilitesine yol açar.
ye kalan kana yayılmasını önler ve böylece pıhtının
geniş alanlara yayılmasını engeller. Plazm inojenin A k tiv e Olm asıyla Plazmin
Fibrin iplikçiklerine adsorbe olmayan trombin Oluşumu. Pıhtı Erimesi. Bir pıhtı oluştuğunda,
ise antitrombin III ile birleşir. Antitrombin III trom­ çok miktarda plazm iııojen de diğer plazma prote­
binin fibıinojen üzerine olan etkisini bloke eder ve inleri ile birlikte pıhtının içinde tutulur, fakat aktive
sonraki 1 2 - 2 0 dakika içinde bağlı durumdaki trom­ olana kadar plazmine dönüşmez ya da pıhtıyı erit­
bini inaktive eder. mez. Yaralanan dokular ve damar eııdoteli çok ya­
vaş olarak doku plaztninojen aktivatörii (t-PA) adı
Heparin. Diğer güçlü bir antikoagiilan da hepariıı- verilen güçlü bir aktivatör salgılarlar ve bu madde
dir. Normalde kandaki konsantrasyonu düşük ol­ pıhtı kanamayı durdurduktan bir gün ya da daha
duğundan, yalnızca sınırlı fizyolojik koşullarda sonra, plazminojeni plazmine çevirir ve pıhtıyı or­
önemli antikoagiilan etkinlik gösterir. Diğer yan­ tadan kaldırır. Gerçekte, kan akımının pıhtılarla
dan, klinikte bir farmakolojik ajan olarak damar içi bloke edildiği birçok küçük kan damarları bu m e­
pıhtılaşmayı önlemede çok daha yüksek konsant­ kanizma ile tekrar açılırlar.Bu nedenle, plazmin sis­
rasyonları yaygın şekilde kullanılır. teminin özellikle önemli bir işlevi, başka türlü temiz­
426 ÜNİTE VI • Kan Hücreleri, Bağışıklık ve Kan Pıhtılaşması

lenmesi mümkün olmayan ve eninde sonunda mil­ Hemofili


yonlarca küçük peıifeıik damarı tıkayacak olan küçük
pıhtıları uzaklaştırmaktır.
Hemofili hem en yalnızca erkeklerde görülen bir
kanama eğilimidir. Vakaların % 85’inde fa k tö r VIII
eksikliğine veya an om alisin e bağlıdır. Hemofilinin
bu tipine hem ofili A veya klasik h em ofili adı verilir.
İNSANDA AŞIRI KANAMAYA NEDEN ABD'de 10.000 erkekten l ’inde klasik hemofili var­
OLAN DURUMLAR dır. Hemofili hastalarının kalan % 15’iııde faktör IX
eksikliğine bağlı kanam a eğilimi görülür. Her iki
Aşırı kanama birçok kan pıhtılaşma faktörlerinden faktör de dişi kromozomlarıyla resesif özellikli ge­
herhangi birinin eksikliği sonucu ortaya çıkabilir. netik geçiş gösterir. Bu nedenle, kadınlarda iki X
Geniş çaplı araştırmalara konu olan üç özel tip ka­ kromozomundan en az biri uygun genleri taşıya­
nam a eğilimi burada tartışılacaktır. Bunlar: (1) K vi­ cağından hemofili görülmez. Bununla birlikte ka­
tamini eksikliğine bağlı kanama, (2) hemofili, ve (3) dınlar hem ofili taşıyıcısı olabilirler; erkek çocukla­
trombositopeni (trombosit eksikliği)’dir. rının yarısına hastalığı ve kız çocuklarının yarısına
da taşıyıcılık özelliğini geçirirler.
G enetik yetersizliğin ciddiyetine bağlı olarak
K Vitamini Eksikliğine Bağlı Protrombin, hem ofilide kanam a değişik derecelerde görülür.
Faktör VII, Faktör IX ve Faktör X Azalması Kanam a genellikle travm aya bağlıdır, fakat ağır
ve uzamış kanam aya ned en olabilecek travma
Birkaçı dışında, kan pıhtılaşma faktörlerinin çoğu derecesi o kadar hafiftir ki çoğunlukla fark ed ile­
karaciğerde yapılır. Bu nedenle, karaciğerin lıepatit, mez. Bir diş çekim i sonrası kanam a haftalarca
siroz ve akııt sarı atrofi gibi hastalıkları pıhtılaşma sürebilir.
sistem ini bazen o kadar baskılayabilirler ki, hasta­ Faktör VIII iki kom ponentten oluşmuştur: M ole­
da ciddi kanama eğilimi ortaya çıkar. kül ağırlığı milyonlarla ölçülen büyük komponent
Karaciğerde pıhtılaşm a faktörlerinin yapımını ve molekül ağırlığı yaklaşık 230.000 olan küçük
baskılayan diğer bir neden de K vitamini eksikliği­ komponent. Küçük kom ponent pıhtılaşm anın in t­
dir. K vitamini protrom bin, fa k tö r VII, fa k tö r IX, f a k ­ rensek yolunda çok önemlidir ve faktör V lII’in bu
tör X ve protein Cgibi beş önemli pıhtılaşma faktö­ parçasının eksikliği klasik hemofiliye neden olur.
rünün yapımı için gereklidir. K vitamini yokluğun­ Farklı karakteristik özellikler taşıyan diğer bir kana­
da bu pıhtılaşma faktörlerinin yetersizliği ciddi ka­ ma hastalığı olan von VVillebrand hastalığı büyük
nama eğilimine yol açabilir. komponentin yokluğuna bağlıdır.
K vitamini intestinal kanalda bakteriler tarafın­ Klasik hemofilili bir kişide ağır ve uzamış kana­
dan sürekli olarak sentezlenir. Bu nedenle, intesti­
ma geliştiğinde gerçek anlamda etkin olan tek te ­
nal bakteri florası henüz gelişmemiş olan yeni do­
davi saflaştırılmış faktör VIII enjeksiyonudur. Fak­
ğanlar dışında, K vitamininin diyetteki eksikliğine
tör VIII çok pahalıdır ve yalnızca insan kanından ve
bağlı yetersizliği normal insanlarda çok nadir görü­
çok az miktarlarda elde edilebildiğinden bulunm a­
lür. K vitamini yağda eriyebildiği ve normalde yağ­
sı kısıtlıdır.
larla birlikte kana absorbe olduğu için gastıointes-
tinal hastalıklarda, gastıointestinal kanalda yağ
emiliminin bozulması sonucu sıklıkla K vitamini
eksikliği görülür.
Trombositopeni
K vitamini eksikliğinin en sık nedenlerinden b i­
ri safra kanallarının tıkanm ası veya karaciğer has­ Trombositopeni, dolaşım sistem inde çok az sayıda
talığı sonucunda, karaciğerin safrayı gastrointesti- trombosit bulunmasıdır. Trombositopenili kişiler­
ııal kanala salgılayamamasıdır. Safranın yetersiz de de hemofilideki gibi kanama eğilimi vardır. Fa­
olması yağ sindirimi ve em ilim ini bozar ve bu yol­ kat kanama genellikle hemofilidekinin aksine pek
la K vitam ininin em ilim i de baskılanm ış olur. Böy- çok küçük venül ve kapillerlerden olur. Sonuçta
lece karaciğer hastalıklarında, hem K vitamininin tüm vücut dokularında küçük, noktasal hem oraji-
yetersiz emilimi ve hem de karaciğer hücrelerin­ ler oluşur. Bu kişilerin cildinde görülen çok sayıda
deki hasara bağlı olarak protrom bin ve diğer fak­ küçük morumsu lekeler nedeniyle hastalığa troııı-
törlerin yapımı azalır. Bu nedenle, karaciğer has­ bositopenik pıırpııra adı verilir. Daha önce belirtil­
talığı olan kişilere veya safra yollan tıkanıklığında diği gibi, tı ombositler kapillerler ve diğer küçük da­
cerrahi girişim öncesi hastalara K vitamini enjek­ marlardaki ufak yırtıkların tamirinde önem li rol oy­
siyonu yapılır. K vitam ini eksikliği olan kişiye ope­ narlar.
rasyondan 4-8 saat önce K vitam ini verilirse ve Trombosit sayısı milimetre küpte 50.000’in altına
eğer karaciğer paıankim hücrelerinin en az yarısı düşmedikçe kanam a görülmez. T ıom bositlerin
norm al fonksiyon yapıyorsa, pıhtılaşm a faktörleri normal değerleri 150.000-300.000 arasındadır,
operasyon sırasında aşırı kanamayı önlemeye ye­ milimetre küpte 1 0 .0 0 0 ’in altındaki düzeyler genel­
tecek düzeyde yapılırlar. likle ölümcüldür.
BÖLÜM 36 • Hemostaz ve Kan Pıhtılaşması 427

Kanda spesifik trombosit sayımları yapılmadan tromboze bölgeye doğrudan verildiğinde plazminoje-
bile trom bositopeninin varlığı, kan pıhtısının ıet- nin plazmine dönüşümünü aktive eder ve plazmin de
ıakte olup olmadığına bakılarak tahmin edilebilir. damar içi pıhtıyı eritir. Örneğin, bir koroner arterdeki
Çünkü daha önce de belirtildiği gibi, pıhtı ıetıaksi- trombotik tıkanmanın ilk bir saati içinde kullanılırsa
yonu norm alde pıhtının fibrin ağında bulunan çok kalp ciddi hasardan korunmuş olur.
sayıdaki trombositlerden salman birçok ek koagii- Plazminojeni aynı yolla plazmine çeviren diğer
lasyon faktörlerine bağlıdır. bir madde de streptokiııazdır Bazı tip (3-hemolitik
Trom bositopenili kişilerin çoğunda idiyopatik streptokoklar tarafından yapılır ve koroner arterler­
trom bositopeni denilen nedeni bilinmeyen bir h as­ deki pıhtıların eritilmesinde t-PA’ya eşit bir etkinlik
talık vardır. Bu hastaların çoğunda trom bositleıe gösterir.
karşı gelişen ve onları haraplayan spesifik antikor­
lar saptanmıştır. Bu antikorlar bazen başka kişiler­
den transfüzyon sonucu ortaya çıkmakla birlikte, Femoral Venöz Tromboz ve Masif
genellikle bilinmeyen bir nedenle kişinin kendi Pulmoner Emboli
trom bositlerine karşı otoim m unite oluşm asına
bağlı olarak gelişir. Vücutta herhangi bir damarda pıhtılaşma, hem en
Trombositopenili hastalara çok miktarda trom ­ daima kan akımının saatlerce bloke olmasıyla m ey­
bosit içeren taze tam kan transfüzyonu kanamayı dana geldiğinden, yatağa bağımlı hastalarda im-
1-4 gün için durdurabilir. Spleııektom i de genellikle mobilizasyon ve buna ek olarak dizlerin altına yas­
oldukça yararlı ve hatta bazen tamamen tedavi edi­ tık konularak yükseltilmesi bir veya daha fazla b a­
cidir, çünkü dalak çok miktarda trombositi ve özel­ cak venasında staz sonucu sıklıkla damar içi pıhtı­
likle hasarlanımş olanları kandan uzaklaştırır. laşmaya yol açar. Daha sonra pıhtı başlıca yavaş
kan akımı yönünde, bazen tüm bacak venleri b o ­
yunca büyüyerek, hatta ilyak vene ve vefıa kava in-
feriyöıe kadar ulaşabilir. Sonra, her 10 vakadan b i­
İNSANDA TROMBOEMBOLİK rinde pıhtının büyük bir parçası damar çeperine
DURUMLAR tutunduğu yerden koparak, venöz kan içinde ser­
bestçe hareket eder ve sağ kalbe ve oradan da pul­
Trombüs ve Emboli. Bir kan damarında oluşan m oner arterlere taşınarak pulmoner arterlerin m a­
anormal pıhtıya trombüs denir. Pıhtı bir kez oluş­ sif tıkanmasına neden olur. Bu olaya m a sif p u lm o­
tuktan sonra, pıhtının yanından geçen sürekli kan ner em bolizm adı verilir. Eğer pıhtı her iki pulm o­
akımı pıhtıyı yerinden koparıp kan akımıyla birlik­ ner arteri tıkayacak kadar büyükse hem en ölüm gö­
te sürükleme eğilimindedir; böyle serbest dolaşan rülür. Eğer yalnızca bir pulmoner arter veya daha
pıhtılara em boli denir. Emboli genellikle dolaşım küçük bir dal tıkanırsa ölüm görülmeyebilir ya da
sistem inin dar bir noktasına gelinceye kadar dola­ pıhtı pulmoner damarlarda giderek büyür ve birkaç
şımı durdurmaz. Bu nedenle, büyük arterlerden ve­ saat ya da birkaç gün sonra ölüme yol açabilir. Fa­
ya sol kalpten kaynaklanan emboli beyin, böbrek­ kat yine t-PA tedavisi yaşam kurtarıcı olabilir.
ler veya başka bir bölgedeki daha küçük sistemik
arterler ve arteıiyolleri tıkar. Veııöz sistemden ve
sağ kalpten kaynaklanan emboli ise akciğer damar­ Yaygın Damariçi Pıhtılaşma
larına doğru sürüklenerek pulmoner arter emboliz-
m ine yol açar. Bazen pıhtılaşma mekanizması dolaşım ın geniş
alanlarında aktive olarak yaygın d am ar içi pıhtılaş­
Tromboembolik Durumların Nedenleri. İnsan­ ması denen duruma yol açar. Bu durum sıklıkla,
larda tromboembolik olaylar genellikle iki nedene vücutta büyük miktarda travmaya uğramış veya ölü
bağlıdır: (1) D am ar endotel yüzeyinin düzgünlüğü­ dokulardan yüksek düzeyde doku faktörünün kana
nün bozulm ası - arteıiyoskleroz, enfeksiyon veya serbestlenm esi sonucu gelişir. Genellikle pıhtılar
travmaya bağlı- pıhtılaşma işlemini başlatır. (2) K a­ küçük fakat çok sayıdadır ve küçük periferik kan
nın dam arlarda akışının çok yavaşlam ası da trom ­ damarlarının büyük çoğunluğunu tıkarlar. Bu du­
bin ve diğer prokoagiilanların sürekli yapımına bağ­ rum özellikle septisemik şokta, dolaşımdaki bakte­
lı olarak pıhtılaşmaya neden olur. Bunlar kandan rilerin veya bakteri toksinlerinin -başlıca endotok-
başlıca karaciğerin Kupffer hücreleri olmak üzere siııleriıı- pıhtılaşma mekanizmalarını aktive etm e­
makrofaj sistemi tarafından uzaklaştırılırlar. Eğer leri nedeniyle gelişir. Küçük periferik damarların tı­
kan çok yavaş akıyorsa, lokal bölgelerde prokoagü- kanması dokulara oksijen ve diğer besin m addele­
lanların konsantrasyonları pıhtılaşmayı başlatmaya rinin taşınmasını büyük ölçüde azaltır ve bu durum
yetecek düzeylere ulaşır. Kan hızlı aktığında ise bu şok tablosunu daha da ağırlaştırır. Septisemik şo­
maddeler hemen büyük miktarda kanla karışarak kun %85 veya daha yüksek oranlarda letal olm ası­
karaciğerden geçiş sırasında uzaklaştırılırlar. nın nedenlerinden biri de budur.
Yaygın damar içi pıhtılaşm asının ilginç bir özel­
Damar İçi Pıhtıların Tedavisinde t-Pa veya Strep- liği, hastanın sıklıkla kanamaya başlamasıdır. Bu­
tokinaz Kullanımı. Genetik mühendisliğiyle elde nun nedeni, çok miktarda pıhtılaşm a faktörlerinin
edilmiş t-PA mevcuttur. t-PA bir kateter aracılığıyla yaygın pıhtılaşma ile ortamdan uzaklaştırılması ve
428 ÜNİTE VI • Kan Hücreleri, Bağışıklık ve Kan Pıhtılaşması

kalan kanın normal hem ostazım sağlamak için çok ve faktör XH’nin temasla oluşan aktivasyonu önle­
az miktarda prokoagülan maddenin ortamda kal­ mesidir. Diğer yandan normal cam tüplerde temas
masıdır. sonucu aktivasyon nedeniyle hızla pıhtı oluşumu
gözlenir.
H epaıin vücut dışında da kanın pıhtılaşmasını
önlemede kullanılabilir. Özellikle, kanın kalp-akci-
KLİNİK KULLANIMDA ğer makinasından veya yapay böbrekten geçip tek­
ANTİKOAGÜLANLAR rar kişiye dönmesi gereken tüm cerrahi işlemlerde
heparin kullanılır.
Bazı trom boem bolik durumlarda koagülasyon işle­ Kanda kalsiyum iyon konsantrasyonunu düşüren
minin geciktirilmesi istenir. Bu amaçla çeşitli anti- çeşitli maddeler de vücut dışında kanın pıhtılaşm a­
koagülanlar geliştirilmiştir. Bunların içinde klinikte sını önlemek için kullanılabilir. Örneğin, çok az
en çok kullanılanlar heparin ve kumarinlerdu. miktarda çözünür oksalat bileşiklerinin kan örneği­
ne karıştırılması plazmada kalsiyum oksalatın pre-
sipitasyonuna ve kalsiyum iyonu düzeylerinin pıh­
İntravenöz Antikoagülan Olarak Heparin tılaşmayı bloke edecek kadar düşmesine yol açar.
Pıhtılaşmanın önlenmesinde kullanılan diğer bir
Piyasada bulunan hepariıı birkaç farklı hayvan do­ kalsiyum deiyonize edici ajan sodyum, am onyum
kusundan elde edilmiş ve oldukça saf bir formda veya potasyum sitrattır. Sitıat iyonları kanda kalsi­
hazırlanmıştır. Kilogram başına 0.5-1 miligram gibi yum iyonları ile biıieşerek iyonize olmayan kalsi­
düşük dozların enjeksiyonu normalde yaklaşık 6 yum bileşikleri oluştururlar ve iyonize kalsiyum az­
dakika olan pıhtılaşma zamanını 30 dakika veya lığı pıhtılaşmayı engeller. Sitrat antikoagülanların
üzerine çıkarır. Pıhtılaşma zamanındaki bu değişik­ oksalat antikoagiilanlardan önemli bir üstünlüğü
lik aniden ortaya çıkar ve bu sayede trom boem bo­ oksalatın vücuda toksik olmasına karşın bir miktar
lik durumun ortaya çıkmasını hızla önler ya da ge­ sitratm intravenöz olarak enjekte edilebilmesidir.
lişimini yavaşlatır. Enjeksiyondan sonra sitrat iyonları birkaç dakika
Heparin etkisi yaklaşık 1,5-4 saat sürer. Enjekte içinde karaciğer tarafından kandan uzaklaştırılarak
edilen hepaıin kanda heparinaz enzimi tarafından glikoza polimerize olur veya enerji için doğrudan
parçalanır. metabolize olurlar. Bu nedenle, sitıatla pıhtılaşm a­
sı durdurulmuş 500 mİ kan birkaç dakika içinde
herhangi bir soruna yol açmaksızın alıcıya enjekte
Antikoagülan Olarak Kumarinler edilebilir. Eğer karaciğerde bir hasar varsa ya da bü ­
yük miktarda sitratlı kan veya plazma çok hızlı ola­
Birkum arin, örneğin warfarin hastaya verildiğinde, rak verilirse, sitrat iyonları yeteri kadar hızlı uzak-
tümü karaciğerde yapılan protrombin, faktör VII, IX laştırılamayabilir ve sitrat kan kalsiyum düzeyini
ve X düzeyleri düşmeye başlar ki bu olay, warfarinin büyük ölçüde azaltarak tetaniye ve konvülziyon so ­
bu bileşiklerin karaciğerde yapımı üzerine güçlü nucu ölüme yol açabilir.
depıesan etkisinin olduğunu göstermektedir. War­
farin bu etkisini, protrombin ve diğer üç pıhtılaşma
faktörünün yapımı sırasındaki enzimatik reaksiyon­
larda aktif bölgeler için K vitamini ile yarışarak ve KAN PIHTILAŞMA TESTLERİ
böylece K vitamininin etkinliğini önleyerek gösterir.
Etkin dozda warfarin uygulandığında, kanın ko- Kanama Zamanı
agülan aktivitesi 1 2 saatin sonunda norm alin
% 50’sine ve 24 saatin sonunda % 20’sine düşer. Di­ Keskin bir aletle parmak ucu veya kulak m emesi
ğer bir deyişle, koagülasyon işlemi hem en bloke ol­ delindiğinde genellikle kanama 1 - 6 dakikada son ­
maz, çünkü plazmada halen bulunan protrombin lanır. Kanama zamanı büyük ölçüde kesinin derin­
ve diğer faktörlerin tüketilmesi için zamana gerek­ liğine ve test anında parmaktaki hiperem inin dere­
sinim vardır. cesine bağlıdır. Çeşitli pıhtılaşma faktörlerinin ek­
Kumarin tedavisi kesildikten 1-3 gün sonra ko­ sikliği kanama zamanını uzatabilir, fakat özellikle
agülasyon normale döner. trombositlerin eksikliğine bağlı olarak kanama za­
manı uzar.

Kanın Vücut Dışında Pıhtılaşmasının


Önlenmesi Pıhtılaşma Zamanı

Vücut dışına alman ve cam bir tüpte bekletilen ka­ Pıhtılaşma zamanının saptanması için birçok yön­
nın yaklaşık 6 dakikada pıhtılaşmasına karşın, sili- temler geliştirilmiştir. En sık kullanılan yöntem ka­
konize kap lard a tutulan kan 1 saat ya da daha uzun nı kimyasal olarak temiz bir cam tüpe koyarak pıh-
bir süre pıhtılaşmaz. Bu gecikmenin nedeni, siliko- tılaşıncaya kadar 30 saniyede bir eğmektir. Bu yön­
ııize yüzeylerin, intrensek pıhtılaşma mekanizma­ temle normal pıhtılaşma zamanı yaklaşık 6 - 1 0 da­
sını başlatmada önem li rol oynayan tıombositler kika olarak saptanır.Pıhtılaşma zamanını daha ke­
BÖLÜM 36» Hemostaz ve Kan Pıhtılaşması 429

sin oiaıak belirleyebilmek için birden fazla tüpün


kullanıldığı yöntemler de vardır. 100 . 0 -
Ne yazık ki, pıhtılaşma zamanı ölçüm metoduna
bağlı olarak değişir, bu nedenle birçok klinikte artık
kullanılmamaktadır. Bunun yerine, karmaşık kim­
yasal yöntem ler kullanarak pıhtılaşma faktörlerinin
bizzat kendilerinin ölçümleri yapılmaktadır.

Protrombin Zamanı 50.0-

Pı otrom bin zamanı kandaki total protrombin mik­


tarının bir göstergesidir. Şekil 36-5 protrom bin
25.0-
konsantrasyonu ile protrombin zamanı arasındaki
ilişkiyi göstermektedir. Protrombin zamanı tayini
12.5-
için aşağıdaki işlemler yapılır: 6.25-
H astadan alınan kan hem en oksalatlan aıak o-L
p ro tıo m b in in tıo m bin e dönüşm esi engellenir.
i ------1----- 1------ 1------ 1------r
0 10 20 30 40 50 60
D aha sonra, büyük miktarda kalsiyum iyonu ve Protrombin zamanı (saniye)
doku faktörü aniden oksalatlı kanla karıştırılır.
Kalsiyum, oksalatın etkisini bloke eder ve doku
faktörü de ekstrensek yolla protıom binden tıom - Ş E K İL 36 - 5
Kanda protrombin konsantrasyonunun protrombin zamanı ile
bin oluşm asını aktive eder. Pıhtılaşm anın olması ilişkisi.
için gereken zamana protrom bin zam an ı denir
çünkü zam anın kısalığı protrom bin konsantras­
yonu ile belirlenmektedir. Normal protrom bin za­ rilmiştir. Bu testlerin lıerbirinde, tayini yapılan fak­
manı 12 saniye kadardır. Her laboıatuvarda, Şekil töre ek olarak kalsiyum iyonları ve diğer faktörler
3 6 -5 ’de olduğu gibi, protrombin konsantrasyonu de oksalatlı kana aynı anda eklenir ve protrombin
ile protrom bin zamanı arasındaki ilişkiyi gösteren zamanı tayinindekine benzer şekilde koagülasyon
bir eğri kullanılan yöntem e göre çizilerek pıot- zamanı saptanır. Eğer ölçülen faktörün eksikliği
rom binin kandaki miktarı saptanır. varsa zaman belirgin olarak uzar. Bu süre de,
Vücuttaki diğer pıhtılaşma faktörlerinin miktar­ çalışılan faktörün konsantrasyonunu ölçmede kul­
larını saptamak için de buna benzer testler gelişti- lanılabilmektedir.

REFERANSLAR
A kkem ian JW , V an W illigen G : Platelet a cti­ G insberg J S : M anagem ent o f venous throm bo­ R osse W F : Paroxysm al nocturnal hem oglobin­
vation via trim eric G TP -bind ing proteins. em bolism . N Engl J Med 3 3 5 :1 8 1 6 . 1996. uria as a m olecular disease. M ed icin e 76:
H aem ostasis 2 6 :1 9 9 . 1996. Hathaway W E , G oodnight SH Jr: Disorders o f 6 3 , 1997.
A ndrew s R K , Lopez JA . Berndt M C : M olecu­ H em ostasis and Throm bosis. Hightstown, Rudmann S V : B lo od Ban kin g : C oncepts and
lar m echanism s o f platelet adhesion and ac­ N J: M cG raw -H ill, 1993. A pplications. Philadelphia: W B Saunders
tivation. Int J B ioch em Cell B io l 2 9 :9 1 , H eesen M , W inking M , K em kes-M atthcs B , ct C o, 1994.
1997. al: W hat the neurosurgeon needs to know Speidel C M : Procoagulant activity on injured
B od y S C : Platelet activation and interactions about the coagulation system . Surg Neurol ' arteries and associated throm bosis mediated
with the m icrovascular. J Cardiovasc Phar­ 4 7 :3 2 , 1997. prim arily by the com plex o f tissue factor
m acol 2 7 :S 13, 1996. Hogg P J, B o c k PE: M odulation o f thrombin and Factor V ila . Coron A rtery D is 7 :5 7 ,
Bom b eli T , M u eller M , H acberli A : A nticoag­ and heparin activities by fibrin. Throm b 1996.
ulant properties o f the vascular endothe­ H aem ost 7 7 :4 2 4 , 1997. Stam atoyannopoulos G. N ienhuis A W , M a-
lium. Throm b Hacmost 7 7 :4 0 8 , 1997. Kaushansky K: Throm bopoietin: understanding jeru s PW , Varm us H: T h e M olecu lar B asis
B rech er A , Kote'rba A P, B a sista M H : C oagula­ and manipulating platelet production. Annu o f B lood D iseases. Philadelphia: W B S au n ­
tion protein function. III. E ffe c t o f acctalde- ders C o, 1994.
R ev M ed 4 8 :1 , 1997.
hyde upon the activation o f prothrombin. T esta N G . Lord B I, D exter T M : H em atopoietic
K earon D, Hirsh J: M anagem ent o f anticoagu-
A lcoho l 1 3 :4 2 3 , 1996. Lineages in Health and D isease. New Y ork:
lation before and after elective surgery. N
C olm an R W , et al: H em ostasis and Thro m b o ­ Dekker, 1997.
Engl J M ed 3 3 6 :1 5 0 6 , 1997.
sis: B a s ic Principles and C linical Practice. W u K K : Platelet activation m echanism s and
Pineo G F, Hull R D : Low -m olecular-w eight
Philadelphia: J B Lippincott, 1994. markers in arterial throm bosis. J Intern M ed
heparin: prophylaxis and treatment o f ve­ 2 3 9 :1 7 , 1996.
C om erota A J: Throm bolytic Therapy in V ascu­
lar D isease. Philadelphia: J B Lippincott, nous throm boem bolism . Annu Rev M ed 4 8 : W u K K , Thiagarajan P: R o le o f endothelium
1994. 7 9 , 1997. in throm bosis and h em ostasis. Annu Rev
D oolittle R F , Everse S J. Spraggon G : Human Raum a A L, R aulis A, Pasanen M , el al: Cou- M ed 4 7 :3 1 5 , 1996.
fibroinogen: anticipating a 3-dim ensional marin 7-hydroxylation in long-term adher­ Z oller B , Hillarp A , Bcrntorp E , D ahlback B :
structure. F A S E B J 1 0 :1 4 6 4 , 1996. ents o f a strict uncooked vegan diet. Eur J A ctivated protein C resistance due to a
Engelberg H: A ctions o f heparin in the athero­ Clin Pharm acol 5 0 :1 3 3 , 1996. com m on Factor V gene mutation is a m ajor
sclero tic process. Pharmacol R e v 4 8 :3 2 7 , Rodack B F : D iagnostic H em atology. Philadel­ risk factor for venous throm bosis. Annu
1996. phia: W B Saunders C o, 1994. R ev M ed 4 8 :4 5 , 1997.
utiıjf'rl ul' ırılrjfd m u rjın ljil »yolı|i*' I I iî j K i i i U

ı ıif1 ujmri iicfiyln ıı ;:/fi- e. ı tı<; ı.b l rfır j .ı 1 i im.,; r'/ı


in i I îlifB n ıır» 1 , •< ' ı * ' ıim ıu M .ııhı;ı ‘ kt*?» î iT ilın r.llır-1

i m i i i J ı ı i n ı J u i c ] l i i i o j i (ı*.l«Yit I i m . m ı - ıırc lm n ııo ı‘l


.
ı ■ l ı n ı i ' b i » c n m r v n i t l n ı ı i u . n j -ili ujk / . t j j j<ıı. fin I
111i V I t. Jf fl(l> s I lİÇİ fflO'l) l ) T | ’ I .* 11 J l j i ; r :.j,;|li

(.. ir oc us or
r u
(: ( iıU 'jf t ) II! MI S n i d l l ı u l j ' ' 1‘ l

ı /; i 'f l ı w v j b ‘ > ■■ '>»1(1 i i i n . l l ; r iılr ,lr ..’/l o , M i l i y j . i l ¡¡'i


- İ l i O l J fl . b f i " l ı ı j o fJo'ıff İİOV v f ı :n |f,f*» :j|ı ıi
!i I I I . 1 (1 1 .\ t i I •İ M | l > 4 J O I < | I I İ İ I 1 I J H U ^ r ( I M I I . ' ' l t ı > ^ ı l i f i l I I r l ■) (> ] « I ı l ı t ' I
. ,ı 1 ; t' iı i u r u ş u l u İ l i n

/.ı ıınlfııorJo 'ttj ,rı\ıv\>, muv>m\v i l 11ü ;>


f r.l ı ı uftcı rs- v ii : 7 i-i ı î ti < ■»ı i n i ı >1 î^*«» n ü . l i i r . i r ı ı Ü ı ■

ilk li * )'!! ■ >i | ;V lifi )! i;İ ) I 1 I M •/<■ r İ l l i İM' > 'i ' »İlli '! fi dtUO l)<Hq ,i 11: * J;.;i ı l< • •.b . i)

,’i I' l :.1■ - ' ). m I I. . M! II l.l •


ıı i 'iın niiffafti'tötdrv) j -q i . :;lıidıc] ıt jjib İJİB tlıriiiV

ıl

-
if.il I ■ ı ı • . ı .! •
I J
Solunum
¥ 1 1

37
A k c iğ e r V e n tila s y o n u

38
P u lm o n e r D o la şım ; P u lm o n e r Ö d e m ; Plevra Sıvısı

39
G az D e ğ iş im in in Fiziksel İlke le ri; S olun u m M e m b ra n la rın d a O k s ije n ve
K a rb o n D io k s it D ifü z y o n u

40
K anda ve V ü c u t S ıvılarında O ksije n ve K arbo n D io k s id in Taşınması

41
S o lu n u m R e g üla syo nu

42
S o lu n u m Y e te rsizliğ i - P a to fiz y o lo ji, Tanı, O ksije n Tedavisi
Solunumun amacı, dokulara oksijen sağlamak ve leşirler. Böylece maksimal inspirasyonda göğüs ka­
karbon dioksidi uzaklaştırmaktır. Bu amacı gerçek­ fesinin arkadan öne doğru çapı ekspiıasyondaki ça­
leştirirken, solunum dört büyük fonksiyonel olaylar pın %20'si kadar artar. Bu yüzden göğüs kafesini
dizisi.halinde bölümlenebilir: ( 1 ) havanın atmosfer yükselten kaslar inspirasyon kasları; aşağı çeken
ve akciğer alveolleıi arasında içe ve dışa akımı, akci­ kaslar da ekspirasyoıı kasları olarak sınıflandırılır­
ğer ventilasyonu; (2 ) alveoller ile kan arasında oksi­ lar. Göğüs kafesini yükselten en önemli kaslar, eks-
jen ve karbon dioksidiıı difiizyonu; (3) gerekli oksije­ ternal (dış) interkostal kaslardır. Fakat aynı zam an­
ni hücrelere taşımak ve oluşan karbon dioksidi hüc­ da ( 1 ) sternumu yukarı doğru kaldıran sternocleido-
relerden uzaklaştırmak üzere kanda ve viicut sanla­ m astoid kaslar (2 ), kaburgaların çoğunu yukarı kal­
rında oksijen ve karbon dioksit taşm m asıve (4) solu­ dıran m. serratııs anterior (3) ve ilk iki kaburgayı yu­
num regülasyonu ve solunumun diğer yönleri. Bu karı kaldıran m. scaleni (4) göğüs kafesini yükselten
bölüm akciğer ventilasyonunun iıdelenmesiyle ilgi­ diğer yardımcı kaslardır.
lidir; bunu takip eden beş bölüm diğer solunum Ekspirasyoıı sırasında göğüs kafesini aşağı doğru
fonksiyonları ve özel solunum problemlerinin fizyo­ çeken kaslar ( 1 ) alt kaburgaları aşağı doğru çekm e­
lojisiyle ilgili konuları kapsayacaktır. de ve aynı zamanda diğer abdominal kaslarla bir­
likte karın için organlarını yukarıya, diyaframa
doğru sıkıştırmada etkili m. reetus abdom in alis ve
(2 ) internal (iç) interkostal kaslardır.
Şekil 37-1 aynı zamanda eksteınal ve internal inter­
SOLUNUM MEKANİĞİ
kostal kasların inspirasyon ve ekspiıasyon oluşu­
mundaki etki mekanizmalarını göstermektedir. Solda
Akciğerleri Genişleten ve Daraltan görüldüğü gibi, ekspirasyonda, kaburgalar, arkadan
Kaslar öne aşağı doğru bir açı yapar ve eksteınal interkostal
kaslar öne ve aşağı doğru uzanırlar. Bu kaslar kasıl­
Akciğerler; (1) göğüs boşluğunu dikine olarak uza­ dıklarında, üst kaburgaları, alt kaburgalara göre öne
tan veya kısaltan diyaframın aşağı ve yukarı hareke­ doğru çekerler. Bu hareket, kaburgaları bir kaldıraç
tiyle ve (2 ) göğüs boşluğunun ön-arka çapını artıran gibi yukarı doğru yükselterek inspirasyona neden
ve azaltan kaburgaların yukarı ve aşağı hareketi ile olur. Internal interkostal kasların kaburgalar arasın­
olmak üzere iki yolla genişleyebilir ve büzülebilirler. daki açısı zıt yöndedir. Bu nedenle inspirasyondaki-
Şekil 37-1 bu iki mekanizmayı göstermektedir. nin tersine kaldıraç gibi kaburgaları aşağıya çekmek
Normal sakin solunum, yukarıda belirtilen iki suretiyle ekspirasyoıı kasları olarak görev yaparlar.
mekanizmadan tam amen birincisiyle; yani diyaf­
ramın hareketi ile gerçekleşmektedir. İnspirasyon
sırasında, diyaframın kasılması akciğerlerin alt b ö ­ Akciğerlerde Havanın İçe ve Dışa
lümlerini aşağıya doğru çeker. Bunu takip eden Hareketi-Buna Neden Olan Basınçlar
ekspirasyonda, diyafram gevşer; akciğerlerin göğüs
çeperinin ve karın dokularının elastik biizülm eye- Akciğerler, şişmiş durumda kalmasını sağlayacak
teııekleri akciğerleri sıkıştırır. Ancak, şiddetli solu­ bir kuvvet olmadığı sürece, bir balon gibi kollabe
num sırasında elastik kuvvetler gerekli hızda ekspi- olacak ve içindeki havayı tam am en tı akea yoluyla
rasyon meydana getirecek güçte değildir. Bunun dışarı boşaltacak elastik bir yapıdadır. M ediasteıı-
için gerekli fazladan güç, esas olarak karın kasları­ de hilumundaıı asıldığı yer dışında akciğer ile gö­
nın kasılmasıyla karın organlarının diyaframı alt­ ğüs kafesinin duvarı arasında hiçbir bağlantı da
tan yukarı doğru itmesiyle elde edilir. bulunmamaktadır. Bunun yerine, akciğerler göğüs
Akciğerleri genişleten ikinci mekanizma göğüs boşluğunda hareketlerini kolaylaştıran ince bir
kafesinin yukarı doğru kaldırılmasıdır. Şekil 37-1’in plevral sıvı tabakası ile çevrelenmiş bir halde, tam
sol tarafında görüldüğü gibi, kaburgalar doğal isti­ anlamıyla göğüs boşluğunda yüzmektedirler. Ü ste­
rahat durumunda sternumu geriye omurgaya yak­ lik, fazla sıvının devamlı lenfatik kanallara em ilm e­
laştıracak şekilde aşağı doğru eğimlidirler. Göğüs si, akciğer plevrasının viseıal yüzü ve toraks boşlu­
kafesi yükseldiği zam an kaburgalar, sternumu ğunun paıiyetal plevra yüzü arasında hafif bir em ­
omurgadan öne doğru uzaklaştıracak şekilde diiz- me basıncı oluşturur. Bu yüzden, iki akciğer göğüs

432
BÖLÜM 37 • Akciğer Ventilasyonu 433

Artmış vertikal havanın akciğerlere girmesi için yeterlidir.


çap Ekspirasyonda tam tersine değişiklikler meydana
Artmış ön-arka gelir. Alveoler basınç +1 cm su kadar yükselir ve bu
çap Yükselmiş basınç, inspiıasyoııda alman 0. 5 litre havayı, 2 ve­
göğüs
Dış kafesi
ya 3 saniyelik ekspirasyon süresince akciğerlerden
interkostaller dışarıya atar.
gevşemiş
İÇ Transpulmoner Basınç. Son olarak, Şekil 3 7 -2 ’de
interkostaller alveoler ve plevral basınçlar arasındaki basınç farkı
gevşemiş
görülmektedir. Bu basınç farkına transpulm oner
Abdominal Diyafram basınç adı verilir. Bu alveoller ve akciğerlerin dış
kaslar kasılmış kontraksiyonu
yüzü arasındaki basınç farkıdır ve akciğerlerde b ü ­
zülm e basıncı olarak adlandırılan ve genişleyen her
Ş E K İL 37 - 1 bölgede akciğerleri kollapsa yönlendiren elastik
Ekspirasyon ve iııspirasyon sırasında göğiis kafesinin daralma
kuvvetlerin bir ölçüsüdür.
ve genişleme mekanizması. Özellikle diyaframın kontraksiyo-
nu, kaburgaların yükselmesi ve interkostal kasların fonksiyon­
ları gösterilmiştir. A k c iğ e rle rin K om p liya n sı

Transpulmoner basınçtaki her birim artışa karşı


akciğerlerin genişleme derecesine kom pliyans adı
boşluğu genişledikçe ve daraldıkça kaygan bir or­ verilir. Ortalama erişkin bir insanda, her iki akci­
tamda serbestçe kayma dışında göğüs duvarında ğerde birden, normal total kompliyans yaklaşık 2 0 0
sanki yapıştırılmış gibi durmaktadır. ml/cnı su basıncıdır. Bu, transpulmoner basıncın 1
cm su artması ile akciğerlerin 2 0 0 mİ genişlemesi
Plevral Basınç ve S o lu n u m H a re ke tle ri demektir.
S ırasındaki D e ğ iş ik lik le ri
Akciğerlerin Kompliyans Diyagramı. Şekil 37-3,
Plevıal basınç, akciğer plevıası ve göğüs çeperi transpulmoner basınç değişikliklerine karşı akciğer­
plevrası arasındaki dar alanda bulunan sıvı basın­ deki hacim değişiklikleri ilişkisini gösteren bir şekil­
cıdır. Yukarıda belirtildiği gibi, bu basınç, normalde dir. İııspirasyon ve ekspirasyon için ilişkinin farklı ol­
hafif emici yani hafif negatif bir basınçtır. Insipiras- duğu görülmektedir. Her eğri, transpulmoner basın­
yonuıı başlangıcında normal plevıa basıncı - 5 cm cın küçük basamaklar halinde değiştirilip, akciğer
su civarındadır ve bu basınç, akciğerlerin istirahat hacminin sonraki aşamalar arasında sabit bir düzeye
durumunda açık kalması için gerekli emme basın­
cını oluşturur. Daha sonra normal iııspirasyon sıra­
sında göğüs kafesinin genişlemesi, ortalama -7,5
cm su’ya kadar düşen daha negatif bir basınç yara­
tır ve gittikçe artan bir kuvvet ile akciğerlerin yüze­
yini çeker.
Plevral basınç ve akciğer hacim değişiklikleri ara­ f o . 50
sındaki bu ilişkiler Şekil 3 7 -2 ’de gösterilmiştir, lns- »Ol
pirasyonda plevral basınç negativitesinin - 5 ’ ten - i 0.25
&
7,5’a artması ve üst kısımda akciğer hacminde 0,5
litre artış görülmektedir. Bunu takip eden ekspiras­
yon sırasında olaylar tam am en tersinedir. E
o
5 +2
A lv e o le r Basınç
o
Alveoler basınç, akciğer alveollerinin.içindeki ba­
-2
sınçtır. Glottisin açık olduğu ve akciğerlerden, içeri
veya dışarı hiçbir hava akımının olmadığı durum­
-4-
da, solunum ağacının tüm bölgelerinde ve alveol-
leıe giden tüııı yollardaki basınçlar, atmosfer b a­ -6
sıncına eşittir ve 0 cm H 20 basıncı olarak değerlen­
dirilir. îııspirasyonda havanın içe doğru akışını sağ­ m -t Plevral ;
lamak üzere, alveollerdeki basınç atmosfer basın­ m
cından hafifçe daha düşük bir düzeye inmelidir. ; inspirasyon j Ekspirasyon
Şekil 3 7 -2 ’deki ikinci koyu çizgi, alveoler basıncın
normal inspiıasyoııda yaklaşık - 1 cm su basıncına Ş E K İL 37 - 2
düştüğünü göstermektedir. Bu zayıf negatif basınç Normal solunum sırasında akciğer hacmi, alveolar basınç, plev­
2 saniyelik iııspirasyon sırasında yaklaşık 0,5 litre ral basınç ve transpulmoner basınçlardaki değişiklikler.
434 ÜNİTE V II • Solunum

nucuna varılır.
Ayrıca akciğerlerin yüzey gerim elastik kuvvetle­
ri, “surfaktan" denilen bir m addenin alveoler sıvıda
bulunm am ası durumunda büyük ölçüde değişir.
Bu yüzden suıfaktan ve yüzey gerim kuvvetleri ile
ilişkisini inceleyelim.

"S u rfa k ta n ", Y üzey G e rim i ve A k c iğ e r­


lerin K ollapsı

Yüzey Geriminin Esası. Su, hava ile bir yüzey


oluşturduğunda suyun yüzeyindeki moleküller bir­
birlerine karşı kuvvetli bir çekime sahiptirler. Bu­
nun sonucu olarak, su yüzeyi her zaman büzülme
eğilimindedir. Bu, yağmur damlalarını birarada tu ­
tan şeydir. Yani yağmur damlasının tüm yüzey çev­
Plevral basınç (cm H20)
resinde su moleküllerinden oluşan sıkı bir kontrak­
Ş E K İL 37 - 3 til zar bulunmaktadır. Şimdi bu prensiplerin aksini
Normal bir kişide kompliyans şekli. Bıı şekil sadece akciğerlerin düşünelim ve alveollerin iç yüzeylerinde ne oldu­
kompliyansım göstermektedir. ğunu görelim. Burada da su yüzeyi daima büzül­
meye meyleder. Bu, havaya bronşlar yoluyla alveol­
lerin dışına itmeye zorlar ve bu sırada alveollerin
(ve akciğerlerde diğer hava boşluklarının) kollabe
olmasına neden olur. Bu olay akciğerlerdeki tüm
gelmesi beklenerek çizilmiştir. İki eğri, itıspirasyon
hava boşluklarında meydana geldiği için, sonuçta,
kompliyans eğrisi ve ekspirasyon kompliyans eğrisi akciğerlerin tam am ında yüzey gerim elastik kuvve­
olarak adlandırılır. Diyagramın tamamı akciğerlerin
ti denilen bir elastik kasılına kuvvetine neden olur.
kompliyans şekli olarak belirtilir.
Kompliyans şeklinin özellikleri, akciğerlerin elas­ "Surfaktan" ve Yüzey Gerimi Üzerine Etkisi.
tik k u v v e t l e r i y l e belirlenmektedir. Bu kuvvetler iki
Surfaktan bir sıvının yüzeyi üzerine yayıldığı za­
bölüme ayrılabilir: ( 1 ) bizzat akciğer dokusunun man yüzey gerimini önemli derecede azaltan bir
elastik kuvvetleri ve (2 ) alveol ve akciğerlerin diğer yüzey aktif ajandır. Alveollerin yüzey alanının yak­
hava boşlukları duvarlarının iç yüzeyini kaplayan laşık % 1 0 ’unu oluşturan surfaktan salgılayan özel
sıvının yüzey gerim i ile oluşan elastik kuvvet. epitel hücreleri tarafından salgılanır. Bu hücreler,
Akciğerlerin elastik kuvvetleri, esas olarak, akci­ lipid partiküller içeren granüler hücrelerdir. Tip II
ğer parankimi içinde bulunan elastin ve kollajen alveoler epitel hücreler olarak adlandırılırlar.
liflerle sağlanır. Havası boşalmış akciğerlerde bu Surfaktan, birçok fosfolipid, protein ve iyonlar
lifler, elastik olarak kasılmış ve yumak halini almış­ içeren kompleks bir karışımdır. En önem li bileşeni
tır; akciğerler genişlediği zaman açılır ve gerilirler. fosfolipid d ip a lm ito ilfo sfatid ilkolin , su rfaktan
Böylece boyları uzar fakat norm al durumlarına apoproteiııleri ve kalsiyum zyo/?larıdır. Daha az
dönmek için hala elastik bir kuvvet oluştururlar. önemli birçok fosfolipid içinde, dipalnıitoilfosfati-
Yüzey gerimi ile oluşan elastik kuvvetler çok da­ dilkoliıı, yüzey geriminin düşürülmesinden so-
ha karmaşıktır. Bununla beraber, normal akciğer­
lerde yüzey gerimi, total elastik kuvvetlerin yakla­
şık 2/3’ünden sorumludur. Yüzey geriminin önemi,
hava ve fizyolojik serumla doldurulan akciğerlerin
kompliyanslarının karşılaştırıldığı Şekil 37-4’te gö­
rülmektedir. Hava ile doldurulduğunda, alveolar
sıvı tabakası ve alveolleıdeki hava arasında bir etki­
leşim vardır. Akciğerin fizyolojik serumla doldurul­
ması durumunda, hava-sıvı etkileşimi söz konusu
değildir; bu yüzden yüzey gerim etkisi bulunma­
maktadır. Fizyolojik serumla dolu akciğerde sadece
doku elastik kuvvetleri etkilidir.
Hava ile dolu akciğerleri genişletmek için gerekli
traııspulmoner basınçların fizyolojik serumla dolu
akciğerleri genişletm ek için gerekli basınçlardan
yaklaşık üç kat daha yüksek olduğu belirtilmekte­
dir. Böylece, hava ile dolu akciğerlerde büzülmeye
neden olan toplam akciğer elastikiyetinin 1/3’iin- Ş E K İL 37 • 4
den doku elastik kuvvetlerinin; buna karşı 2/3’ün­ Hava ve fizyolojik serumla dolu akciğerlerin kompliyans şekille­
den yüzey gerim kuvvetlerinin sorumlu olduğu so­ rinin karşılaştırılması.
BÖLÜM 37 • Akciğer Ventilasyonu 435

rumludur. Her fosfolipid molekülünün bir kısmı G ö ğ ü s Kafesi ve A k c iğ e rle rin B irlik te
hidrofıliktir ve alveolleri çevreleyen sıvıda erir. Bu­ K o m p liya n sı
na karşın, molekülün lipid kısmı hidrofobiktir ve
havayla tem asta olduğu yerde hidrofobik bir yüzey
Tüm solunum sisteminin kompliyansı (akciğerler
oluşturarak havaya doğru yönlenmiştir. Bu yüzey,
ve göğüs kafesi birlikte) tam am en gevşemiş veya
saf suyun yüzey geıim inin 1 / 1 2 ila 1 /2 ’sine sahiptir
paıalize bir kişinin akciğerlerinin genişlem esi sıra­
Farklı oranda su içeren sıvıların yüzey gerim de­
sında ölçülür. Bunu yapmak için, akciğer basınç ve
ğeri birim olarak yaklaşık şu şekildedir; saf su için,
hacimleri kaydedilirken bir miktar hava akciğerlere
72 din/cm, alveolleri çevreleyen ancak surfaktan
gönderilir. Tüm solunum sistem ini şişirmek için
içerm eyen norm al sıvı için 50 din/cm, normal mik­
gerekli basınç aynı akciğerleri göğüs kafesinden çı­
tarlarda surfaktan içeren alveoler sıvı için 5-30
kardıktan sonra şişirmek için gerekli basıncın h e­
din/cm arasındadır.
men hem en iki katı kadardır. Bu yüzden akciğer-
göğüs sistem inin birlikte kompliyansı tek başına
Kapalı Alveollerde Yüzey Gerimi İle Oluşan Kollaps
akciğerlerininkinin yarısı kadardır. Tek başına akci­
Basıncı. E ğer akciğerlerin h ava b oşlukların dan d allan an
h a v a yolları k a p a n ırsa , b o şlu k ların b ü z ü lm e sin e yol ğerler için 2 0 0 ml/cm ile karşılaştırıldığında, siste­
aç a n yüzey gerim i, alveollerde havayı dışarıya d oğ ru iten min birlikte kompliyansı 1 1 0 mililitre/cm sudur.
p o z itif bir b asın ç yaratacaktır. Küresel bir h ava b o şlu ­ Üstelik akciğerler büyük hacimlere genişlediği veya
ğ u n d a b u şekilde olu şan b asın cın m iktarı aşağıd ak i for­ çok düşük hacimlere büziildüğünde göğüs kafesi­
m ü ld e n h esap lan ab ilir: nin sınırlaması aşırı derecede artar; bu sınırlara
yaklaşıldığında akciğer-toıaks sistem inin birlikte
2 X Yüzey Gerim i kompliyansı tek başına akciğerleıinkiııin 1/5’ine
B asın ç =
alveolü n y arıçap ı kadar düşebilir.

Yaklaşık 100 m ikrom etre yarıçaplı ve normal siirfaktan ile


Solunum " İş"i
k ap la n m ış o rtalam a boyutta bir alveol için, oluşan b asın ç
4 cm su b asın cı (3 m m H g) olarak h esaplanır. Eğer alveol- N orm al sakin so lu n u m d a h em en h em en tüm so lu n u m
ler s a f su ile kaplı ise bu değer 18 cm su b asın cı (4l/2 katı kasları kon traksiyon un un sa d e c e in sp iıa sy o n sırasın d a
d a h a büyük) olarak h esaplan acaktır. Böylece surfaktanın m e y d an a geldiği; b u n a karşın e k sp irasy o n u n h em en h e ­
akciğerleri gen işlem iş h ald e tutm ak için gerekli tran sp u l­ m en tam am iy le akciğer ve g ö ğü s kafesi y apıların ın e la s ­
m o n e r b asın ç m iktarını az altm ad a ne k adar önem li o ld u ­ tik b ü zü lm e yeteneği ile m e y d an a gelen p a s if bir olay o l­
ğu ortaya çıkar. duğu d ah a ön ced en belirtilm iştir. Bu d u ru m d a , so lu n u m
kasları norm alde, e k sp irasy o n d a değil, s a d e c e in sp iras-
yoııu gerçekleştirm ek için " i ş ” yapar.
Yüzey Gerimi İle Oluşan Kollaps Basıncı Üzerine Alve­ İııspirasyon işi 3 b ölüm e ayrılabilir: (1) kompliyans işi
ol Büyüklüğünün Etkisi. Yukarıdaki form ülden, alveoller­ veya elastik iş olarak ad lan dırılan ak ciğer ve g ö ğü sü n
de m ey dan a gelen kollaps basıncının alveol yarı çapı ile ters elastik kuvvetlerine karşı akciğerlerin ge n işle m esi için
orantılı olduğu görülmektedir. Bunun anlam ı, alveoller kü­ gereken iş (2) dokıı direnci işi o larak a d lan d ırıla n akciğer
çüldükçe kollaps basıncının büyüyeceğidir. Böylece, alve- ve gö ğü s çeperi yapılarının v iskozitesin i y en m ek için y a ­
ollerin norm al yarı çapının yarısına sahip olm ası du ru ­ pılan iş ve (3) havayolu direnci işi diye ad lan d ırıla n ak c i­
m u n d a (100 yerine 50 m ikrometre olduğunda) kollaps b a ­ ğerlerin içine havanın akışı sıra sın d a h av a yolu d ire n ci­
sıncı d ah a önce belirtilenin iki katı olacaktır. Bu durum , nin yenm ek için gerekli iş. Bu üç çeşit iş Şekil 3 7 -5 ’te üç
özellikle alveollerin çoğunun norm alin 1/4’iinden dah a farklı taralı alan h alinde grafik olarak gösterilm ektedir.
küçük yarıçapa sahip olduğu küçük prem atüre bebeklerde Bu şekilde, "in sp irasy o n ” o larak işaretlen en eğri inspi-
önem lidir. Üstelik, norm al olarak, surfaktanın alveoller içi­ rasyon sırasın d a plevral basınç ve akciğer hacmindeki
ne sekresyonu, gebeliğin 6. ve 7. aylar arasın a kadar, hatta değişiklikleri gösterm ektedir. Şekildeki taralı tü m alan
bazı bebeklerde bundan d ah a sonra bile, başlam az. Buna in sp irasy on o lu şu m u sırasın d a in sp irasy o n kasları ta ra ­
bağlı olarak, çoğu prem atüre bebeklerin alveollerinde çok fından akciğer üzerinde y apılan total işi gö sterm ek tedir.
az veya hiç surfaktan bulunm az, ve bu bebeklerin akciğer­ Taralı alan in spirasyon sırasın d a y ap ılan üç ç e şit işi g ö s ­
leri bazen norm al erişkine göre altı ila sekiz kat d ah a fazla terecek şekilde üç se gm e n te bölünür. B u n lar aşa ğ ıd ak i
oran d a aşırı büzülm e eğilimi gösterir. Bu durum a, yenido- gibi açıklanabilir.
ğanııı sıkıntılı solunum sendromu adı verilmektedir. Uy­
gun biçim de, özellikle sürekli pozitif basınçlı solunum uy­ Kompliyans İşi. G ölgelendirilm iş en koyu alan ak ciğe r­
gulanarak, dikkatle tedavi edilm ezse ölüm le sonuçlanır. lerin elastik güçlere karşı gen işlem esi için gerekli olan
kom pliyan s işini gösterm ektedir. Bu ge n işle m e, h acm i
ile gen işlem e o lu ştu rm ası için gerekli o rta la m a b asın cın
Akciğer Genişlemesi Üzeine Göğüs çarp ım ın d an h esaplan abilir. Bu en koyu gölgeli ala n a
Kafesinin Etkisi eşittir. Yani,
A V . AP
K om pliyan s işi = ---------
Şimdiye kadar, göğüs kafesini düşünmeksizin sa­ 2
b u ra d a AV hacim deki artış, AP ise in traplevral b a sın ç ta ­
dece akciğerlerin genişleyebilme yeteneğini tartış­
ki artışı gösterm ektedir.
tık. Göğüs kafesi akciğerleıinkine benzer şekilde
kendine özgü elastik ve viskoz özelliklere sahiptir. Doku Direnci İşi. En açık gölgeli olarak gö sterilen alan,
Hatta göğüste akciğerler bulunmasa bile göğüs ka­ akciğerlerin viskozitesini y enm ek için gerekli iş ile o r a n ­
fesini genişletmek için kas kuvveti gerekirdi. tılıdır.
436 ÜNİTE V II • Solunum

nı k a rşıla m ak için ku llan ılm aktadır. Ağır e gz ersizd e , s o ­


lu n u m için gerekli enerji m iktarı, özellikle k işid e h e r­
h an g i b ir d ü zeyd e artm ış h avayo lu diren ci v e y a d ü şü k
ak ciğer k o m p liy an sı sö z k o n u su ise 50 kat k a d a r a r ta b i­
lir. Bu y ü zden bir k işin in y ap a b ile ce ğ i e g z ersizin ş id d e ­
tindeki en b ü y ü k k ısıtla m ala rd a n biri, k işin in tek b a ş ı­
n a so lu n u m olayları için yeterli k a s e n e rjisi s a ğ la y a b il­
m e yeten eğidir.

AKCİĞER HACİM VE KAPASİTELERİ

Akciğer Hacim Değişikliklerinin


Kaydedilmesi - Spirometri

Akciğer ventilasyonunun incelenm esinde basit bir


yöntem olan spirom etri akciğerlere giren ve çıkan
(cmH20 )
hava hacim lerinin kaydedilmesidir. Tipik basit bin
Ş E K İL 37 - 5
spirometre şekil 3 7 -6 ’ da gösterilmiştir. Bu, bir su
Soluk alma sırasında gerçekleştirilen üç tip işin grafik olarak kabının üzerine ters çevrilmiş ve bir ağırlık ile den­
gösterilmesi: (1) kompliyans işi (2) doku direnci işi (3) havayolu
direnci işi. gelenmiş bir silindirden oluşur. Silindirde solunum
gazı, genellikle hava veya oksijen bulunur ve bir
boru ağız ile gaz kamarasını birbirine bağlar. Kişi
bu gaz kamarasından soluk alır veya kamaraya so ­
Havayolu Direnci İşi. So n olarak, Şekil 37-5’tc orta d e ­
luk verirse silindir yükselir veya alçalır ve uygun
reced e gölgeli gö sterilen alan , akciğer h avayollarından
h av a ak ışın a karşı diren ci yenm ek için gerekli işi g ö ste r­
hareketler bir kimograf üzerine kaydedilir.
m ektedir. Şekil 37-7, farklı solunum koşullarında akciğer
hacim değişikliklerini belirten bir spirogramı gös­
Göğüs Kafesini Genişletmek ve Daraltmak İçin Ge­ termektedir. Akciğer ventilasyonundaki değişiklik­
rekli Ek İş. Şekil 37-5’den h esap lan an solun um işi, göğtis leri kolayca tanımlayabilmek amacıyla akciğerler­
kafesine değil, sad e c e akciğerlere uygulanır. Bununla b e ­ deki hava bu şekil üzerinde, aşağıda ortalama genç
raber, total akciğer-toraks sistem kom pliyansının, tek b a ­ bir erkek için belirtildiği şekilde, dört hacim ve dört
şın a akciğerlerin kom pliyansının sad e ce yarısından biraz
kapasiteye ayrılmıştır.
fazla oldu ğu n u görm üştük. Bu yüzden, total akciğer-to-
ıak s sistem in in norm al gen işlem esi ve daralm ası için g e ­
rekli enerji sad e c e akciğerlerin gen işlem esi için gerekli A k c iğ e r H a cim le ri
enerjinin yaklaşık iki katı kadardır.
Şekil 3 7 -7 ’de solda, birbirine eklendikleri zaman,
Farklı Tip İşlerin Karşılaştırılması. Şekil 37-5'te açıkça genişleyebilen akciğerlerin m aksim um hacm ine
gö rü ld ü ğ ü gibi, n orm al sak in so lu n u m d a so lu n u m k a s­ eşdeğer dört akciğer hacm i belirtilmiştir. Bu h a ­
ları tarafın d an y ap ılan işin çoğu akciğerlerin gen işletil­
cim lerin anlamları şöyledir:
m esi için kullanılır. N o rm ald e total işin sad e ce düşük bir
y iizd esi dok u diren cin i (doku viskozitesini) y enm ek için;
o n d a n b iraz d a h a fazlası d a h avayolu direncini yenm ek 1. Soluk hacm i (tidal volüm) her norm al solu­
için yapılır. D iğer y an d an , so lu n u m faaliyeti arttığında, num hareketi ile akciğerlere alınan veya akciğerler­
h ava so lu n u m yollarını büyük bir hızla geçm ek zo ru n d a den çıkarılan hava hacmidir, miktarı ortalam a 500
k aldığın dan y ap ılan işin d a h a büyük bir bölüm ü h avayo­ mİ kadardır.
lu direncin i y enm ek için kullanılır.
P u lm on er h astalık lard a, ço ğu zam an işin üç çeşidi de
çok artar. A kciğer fib rozisine neden olan h astalık lard a
özellikle k o m p liy an s işi ve doku direnci işi; havayolu tı­
kan ıklığın a n e d e n olan h astalık lard a özellikle havayolu
direnç işi artm aktadır.
N orm al sakin so lu n u m d a ekspirasyon, akciğerlerin ve
g ö ğü s kafesinin esnekliği nedeniyle büzülm esi son ucu
m ey dan a geldiğinden, kasların yaptığı bir iş yoktur. Solu ­
num faaliyeti arttığında veya havayolu direnci ve doku d i­
renci yükseldiğinde ekspirasyon işi ortaya çıkar ve hatta
h azan inspirasyon işinden çok d ah a fazla olabilir. Böyle bir
d u ru m astım da gerçekleşir. Astım da, nedeni daha son ra
açıklanacağı gibi, ekspirasyoııda havayolu direnci birçok
kat artarken in sp irasy on d a çok dah a az oranda artar.

Solunum İçin Enerji Gereksinim i. N orm al sak in s o lu ­


n u m s ır a s ın d a , v ü c u t ta ra fın d a n h a rc a n a n to p la m
en e rjin in s a d e c e % 3-5’i ak ciğerlerd e so lu n u m olay ları­ Spirometrenin şematik yapısı.
BÖLÜM 37 • Akciğer Ventilasyonu 437

İnspirasyon

Ş E K İL 37 - 7
Normal solunum, maksimum inspirasyon ve ekspi-
rasyon sırasında solunum hareketlerini gösteren
Zaman
şekil.

2 . İnspirasyon rezerv hacm i, normal soluk hacm i­ Tiim akciğer hacim ve kapasiteleri, kadın larda
nin üzerine alınabilen fazladan soluk hacmidir; ge­ erkeklerdekiııden % 20-25 d ah a düşüktür İri ve at­
nel olarak aşağı yukarı 3000 m l’ye eşittir. letik kişilerde, küçük ve zayıf kişileıdekinden daha
3. Ekspirasyoıı rezerv hacm i, normal bir ekspiras- yüksektir.
yon hareketinden sonra, zorlu bir ekspirasyonla
fazladan çıkarılabileıı hava hacmidir; bunun değe­
ri normal olarak 1 1 0 0 mİ civarındadır. Akciğer Fonksiyonlarının İn celen m esin d e
4. Rezidiiel (tortu) hacim , en zorlu bir ekspiıas- K ullanılan K ısaltm a ve S e m b o lle r
yondan sonra akciğerlerde kalan hava hacmidir. Bu
hacim yaklaşık 1 2 0 0 mİ kadardır. Spironıetri, akciğer uzm an ların ın gü n lü k olarak ku llan ­
dığı birçok ölçüm y ö n tem lerin d en s a d e c e biridir. Ü ste ­
lik, d a h a son raki tartışm alard a, ölçüm y ö n tem lerin in ç o ­
A k c iğ e r K a p a site le ri ğunun ağırlıklı olarak m ate m atik işlem lerin e d a y a n d ığ ı­
nı göreceğiz. Bu h esa p lam a ları ko lay laştırm ak ve akciğer
Solunum döngüsünde olayları tanımlarken, bazen fonksiyon değerlerini g ö sterm ek için b irçok k ısaltm a ve
yukarıdaki hacim lerin iki ya da daha fazlasının bir­ sem b o l stan d ard ize edilm iştir. Bun ların ön em li olan ları
likte değerlendirilmesi gerekebilir. Böyle kombi­ Tablo 37-1’de verilm ektedir. Bu se m b o lleri kullan arak,
nasyonlar akciğer kapasiteleri olarak adlandırılır. b u ra d a akciğer h acim ve k apasiteleri arasın d ak i bazı iliş ­
kileri gö sterm ek için b asit cebirsel işlem leri veriyoruz.
Şekil 37-7’de sağda, aşağıda açıklanacak olan akci­
Ö ğrenciler b u n lar ü zerin d e d ü şü n erek ilişkileri d a h a iyi
ğer kapasiteleri belirtilmiştir.
anlayabilirler.

1 . İnspirasyon kapasitesi; solu k hacm i ile inpi- VC= IRV + Vt + ERV


rasyon rezervinin toplam ına eşittir. Bu bir kişinin, VC= IC + ERV
norm al ekspiıasyon düzeyinden başlayarak, akci­ TLC = VC + RV
ğerlerin m aksim um olarak gerilm esine kadar ins- TLC = IC + FRC
piıasyon la alınabilen (yaklaşık 3500 mİ) hava FRC = BRV + RV
hacmidir.
2. Fonksiyonel rezidiiel kapasite; ekspirasyoıı re­
Fonksiyonel R ezidüel K apasite, R ezid iiel
zervi ile rezidiiel hacm in toplamına eşittir. Bu nor­
Hacim ve Total A kciğer K apasitesi Tayinleri
mal ekspiıasyonun sonunda akciğerlerde kalan
- Helyum Dilüsyon Y ö n tem i
(yaklaşık 2300 mİ) hava miktarıdır.
3. Vital kapasite; inspirasyon rezervi hacm i, soluk Fonksiyonel rezidüel kap asite, h er bir n o rm al ekspiras-
h acm i ve ekspirasyoıı rezervlerinin toplamına eşit­ y on daıı so n ra ak ciğerlerde kalan h ava h ac m id ir ve ak c i­
tir. Bu, kişinin akciğerleri maksimum düzeyine ka­ ğer fonksiyonları açısın d an önem lidir. D eğeri, b azı tip
dar doldurduktan sonra, maksimal bir ekspiras­ akciğer h astalık ların da ön em li o ran d a d e ğiştiğ in d en , bu
yonla akciğerlerden çıkarabildiği (yaklaşık 4600 mİ) k apasiten in ö lçü lm esi sıklıkla istenir. Fon ksiyon el rezi­
hava miktarıdır. düel kapasiten in yaklaşık yarısın ı olu ştu ran akciğerlerin
rezidüel hava h acm i e k sp irasy o n la çık arılam ad ığ ı için,
4. Total akciğer kapasitesi; akciğerlerin, mümkün
fonksiyonel rezidüel k a p a site ö lçü m ü n d e sp iro m etre d i­
olan en geniş inspirasyon hareketi ile gerilmesin­
rekt olarak ku llanılam az. Fonksiyonel rezid üel k a p a site
den sonraki (yaklaşık 5800 mİ) maksimum hacm i­ ölçü m ü için spirom etre, iııdirekt yön tem le, a ş a ğ ıd a aç ık ­
dir. Bu hacim, vital kapasite ile rezidiiel hacm in lan acağı gibi, genellikle h elyum d ilü sy on yö n te m i yoluy­
toplamına eşittir. la kullanılır.
438 ÜNİTE V II • Solunum

TABLO 37 - 1
Akciğer fonksiyonlarında kullanılan kısaltmalar ve Semboller

vT Soluk hacm i PB atm osfer basıncı


FRC fonksiyonel rezidüel kapasite Palv alveoler basınç
ERV ekspirasyon rezerv hacm i Ppl plevral basınç
RV rezidüel h acim P02 oksijen parsiyel basıncı
IC inspirasyon kapasitesi PC02 karbon dioksit parsiyel basıncı
IRV inspirasyon rezerv hacm i pn2 azot parsiyel basıncı
TLC total akciğer kapasitesi Pao2 arteriyel kan oksijen parsiyel basıncı
vc vital kapasite Paco2 arteriyel kanda karbon dioksit parsiyel basıncı
Raw h avanın akciğerlere akışı için PAo2 alveoler oksijen parsiyel basın cı
trakeobronşiyal ağacın direnci PAco2 alveoler karbondioksit parsiyel basıncı
C kom pliyan s PAH2o alveoler su parsiyel basıncı
v„ ölü boşluk hacm i R solun um bölüm ü
VA alveoler hacim Q kalp debisi
v, dakika inspirasyon hacm i QS şant akımı
Vr dakika ekspirasyon hacm i
VA dakikada alveoler veııtilasyon C ao 2 arteriyel kanda oksijen kon san trasyon u
V 02 dakika oksijen tüketim i CVo2 karışık venöz kanda oksijen kon san trasyon u
vco2 dakikada uzaklaştırılan karbon dioksit miktarı
vco dakika karbon m on ok sid alınım ı So2 h em oglobin in oksijen satürasyon u
DL02 akciğerlerin dakika oksijen difüzyon
kapasitesi
DLC0 akciğerlerin dakika karbon m onoksit Sao2 arteriyel kanda h em oglob in in oksijen
difüzyon kapasitesi ile doygunluk yüzdesi

'»iı m m , .T ) Iit i J 11 ı <r. ıf ; | o l j ; ı c ı o / ı n


Belirli h acim deki bir spirom etre, belirli ko n san trasy on ­ hacmi ile soluk frekansının çarpımına eşittir. Normal
d a h ava-helyum karışım ı ile doldurulur. Spirom etreden soluk hacmi yaklaşık 500 mİ; normal soluk frekansı da­
so lu m a d an ön ce denek norm al bir ekspirasyon yapar. Bu kikada ortalama 12’dir. Bu yüzden ortalam a solunum
e k sp irasy o n u n u n so n u n d a ak ciğerlerd e kalan h acim
dakika hacmi 6 litıe/dakdıı: Solunum dakika hacmi 1,5
fonksiyonel rezidüel kapasiteye eşittir. Bu an d a kişi he­
m en spirom etreden solum aya b aşlar ve spirom etredeki litre/d ak ve soluk frekansı dakikada 2 ile 4 soluğa kadar
gazlar akciğerlerdeki gazlarla karışır. Sonuçta, helyum düşük olan bir kişi ancak kısa bir süre yaşayabilir.
fonksiyonel rezidüel kapasite gazları ile diliie olur. Fonk­ Genç bir erkekte nadiren soluk frekansı dakikada
siyonel rezidüel k apasite h acm i aşağıdaki denklem kulla­ 40 ile 50’ye yükselebilir ve soluk hacm i vital kapasi­
n ılarak helyum un seyrelm e oran ından h esaplanabilir. te kadar; yaklaşık 4600 m l’ye kadar artabilir. Bu, da­
kikada 200 litreden daha büyük veya norm alin 30
katından fazla bir solunum dakika hacm i demektir.
Çoğu kişi bu değerin 1/2 ya da 2/3'ünü bir dakika­
dan daha uzun süre devam ettiremez.
B u rad a:

FRC Fon ksiyon el rezidüel kapasite, Cİhc H elyum un s p i­


ro m etred ek i b aşlan g ıç k o n san trasy on u , Cfne H elyum un
sp iro m etred ek i so n k o n san trasy on u , ViSpjr spirom etre- A LVEO LER V E N T İL A S Y O N
nin b aşlan g ıç h acm idir. ı . / ı , l l ‘ İ m It'U’r ı i . r . l ! v ) i l » l i f l i , f i i l ■ ı - i ı ı n ' liti
Fonksiyonel rezidüel kapasite tayin edildikten sonra, re­ Pulmoner ventilasyoıı sisteminde en önem li faktör
zidüel hacim , fonksiyonel rezidüel kapasiteden ek spiras­
akciğerlerin pulmoner damarlara yakın gaz değişi­
yon rezervinin çıkarılm asıyla tayin edilebilir. Total akciğer
kapasitesi de fonksiyonel rezidüel kapasiteye inspirasyon
minin yapıldığı bölgelerinde havanın devamlı ye­
kapasitesin in ilave edilm esiyle hesaplanabilir. Yani, nilenmesidir. Bu bölgeler, alveoller, alveol keseleri,
alveol kanalları ve respiratuvar bronşiyolleri kapsa­
RV = FRC + ERV maktadır. Bu bölgelere yeni havanın ulaşma hızına
ve alveoler ventilasyoıı denir. Bununla beraber n o r­
TLC = FRC + IC mal sakin solunum sırasında, soluk hacm indeki
hava, terminal bıonşiyollere kadar olan solunum
yollarım doldurur, yani inspire edilen havanın çok
SOLUK HACMİ VE FREKANSIN küçük bir bölümü alveollere ulaşabilir. Bu yüzden,
yeni havanın terminal bronşiyollerden alveolleıin
ÇARPIMINDAN SOLUNUM DAKİKA
içine kadar olan kısa mesafeyi nasıl geçtiği sorusu
HACMİNİN HESAPLANMASI akla gelir. Cevap, difiizyondıır. Difüzyon, m olekül­
Solunum dakika hacmi, bir dakikada solunum yolları­ lerin kinetik hareketi ile oluşur. Her gaz molekülü
na giren yeni havanın toplam miktarıdır. Bu, soluk diğer gaz molekülleri arasında hızla hareket eder.
BÖLÜM 37 • Akciğer Ventilasyonu 439

Solunum havasındaki gaz moleküllerinin hareket b oşluk h acm in i gösterm ektedir. Koyu tara n m ış alan ise,
hızı, çok yüksektir ve terminal bronşiyolleıden al- ekspirasy on h avasın ın alveold en gelen ve için d e azot
veolleıe olan mesafe çok kısadır, gazlar geri kalan b u lu n an kısm ını verm ektedir. Böylece a şa ğ ıd a k i eşitlik­
ten ölü b o şlu k h acm i tayin edilebilir:
mesafeyi saniyenin bölümü içinde aşarlar.
Noktalı alan X V e
VD = -------------------------------------
Ölü Boşluk ve Alveoler Ventilasyon Koyu alan + N oktalı alan ’
Üzerine Etkisi
Vd ölü boşlu k havasım , Ve total ekspirasyon havası
h acm in i ifade etm ektedir.
Kişinin soluduğu havanın bir kısmı gaz değişimi­
Ö rneğin; grafikteki noktalı alan 30 c m 2, koyu taran m ış
nin meydana geldiği bölgelere ulaşamaz, onun ye­
alan 70 cm 2, total ekspirasy on h acm i 500 mİ. o lsu n , b u ­
rine burun, farinks ve trakea gibi, gaz değişiminin n a göre boşluk:
meydana gelmediği havayollarını doldurur. Bu ha­
vaya gaz değişim olaylarında kullanılmadığı için 30
ölü boşluk havası denir; gaz değişiminin olmadığı --------- X 500 ya d a 150 mİ. olacaktır.
hava yollarına da ölü boşluk adı verilmektedir. 30 + 70
Ekspiıasyonda alveolleıden gelen hava aünosfere
ulaşmadan önce ilk olarak bu ölü boşluktaki hava çı­ Normal Ölü Boşluk Hacmi. N orm al ölü b o şlu k h av ası
karılır. Bu yüzden ölü boşluk, ekspirasyon gazlarının gen ç erişkin de 150 mİ. kadardır. Bu değer, y aşla h afif a r­
tış gösterir.
akciğerlerden çıkarılmasında bir dezavantaj oluşturur.

Ölü Boşluk Hacminin Ölçülmesi. Ölü b oşlu k hacm in in Anatom ik ve Fizyolojik Ölü Boşluk. B iraz ö n c e ölü
ö lç ü lm e sin d e ku llan ılan b asit bir yön tem Şekil 37-8’deki b o şlu ğ u n ö lç ü lm e sin d e tan ım la n an y ö n te m , g a z d e ğ i­
grafikte gösterilm iştir. Bu ölçü m ü y ap m ak için, şah ıs şim in in yer ald ığı b ö lü m d ışın d a, so lu n u m s iste m in d e
h ızla ok sijen d en derin b ir n efes alır. Böylece ölü boşluk b ü tü n ala n ların h acm in i k a p sa r ki, b u n a a n a to m ik ölü
tam am en ok sijen le dolar. Bir kısım oksijen alveol h av a sı­ boşlu k adı verilir. F ak at b az e n , alv eo llerin b ir b ö lü m ü
n a k arışm ak la birlikte, ta m a m e n alveol h avasın ın yerini fo n k siy o n el d u r u m d a o lm a y a b ilir ya d a b u alv eo llere
alm az. Son ra, şah ıs h ızla n itrojen kaydı y apan alete e k s­ b itişik p u lm o n e r kapillerlerd e k an ak ım ın ın h iç o lm a ­
pirasyon yapar. Şekilde gö rü ld ü ğ ü gibi ekspirasy on h a ­ m a sı vey a çok za y ıf o lm a sı n ed en iy le k ısm e n fon k siy on
v a sın d a çıkarılan n itrojen d erh al belli olur. Ekspirasyon- y ap arlar. Bu k o şu lla rd a b u ala n lar d a ö lü b o şlu k gibi
la çıkarılan h avan ın ilk b ö lü m ü , tam am en oksijenle d o l­ kab u l edilir. S o n u ç o larak , fiz y o lo jik ölü bo şlu k; a n a to ­
m u ş ölü b o şlu k tan kaynaklanır. Bu yüzden nitrojen kay­ m ik ölü b o şlu k la , alv eo le r ölü b o şlu ğ u n to p la m ın a
dının erken d ö n em lerin d e, y aln ızca oksijen görülm ekte eşittir diyebiliriz. N o rm al şa h ısla rd a , ak c iğ e rle rd e b ü ­
olup, b u sıra d a n itrojen k o n san trasy on u sıfırdır. D ah a tün alv eo ller fo n k siy o n el d u r u m d a o ld u ğ u n d a n , a n a ­
so n ra alveol h av a sın d an gelen n itrojen alete erişir ve n it­ tom ik ve fizy olojik ölü b o şlu k h em en h e m e n b irb irin e
rojen k o n san trasy o n u h ızla yükselir. Çünkü alveoler h a ­ eşit b u lu n u r. Fakat, ak ciğerlerin b azı k ısm la r ın d a fo n k ­
v a d a b u lu n an bol m ik tard a n itrojen, ölü boşluktaki h a ­ siyon y a p m a y a n ya d a k ısm e n fo n k siy o n a k atılan a lv e ­
vayla k arışm ay a b aşlam ıştır. B u n d an so n ra da ekspiras- oller taşıy an kişilerde fizy olojik ölü b o ş lu k b a z e n a n a ­
yon la h ava çık m ay a d e v a m eder, böylece ölü b oşlu k h a ­ to m ik ö lü b o şlu ğ u n 10 k atm a, 1-2 litreye u la şa b ilir. Bu
vası tüm üyle so lu n u m y o lu n d an dışarı atılır ve sad e ce prob lem ler, B ö lü m 3 9 ’d a p u lm o n e r g a z d e ğ işim le ri ile,
alveoler h av a kalır. K aydedilen n itrojen kon san trasyon u, B ö lü m 4 2 ’de b az ı p u lm o n e r h a sta lık la rla ilişkili o la rak
n itrojenin alveol k o n sa n trasy o n u n a eşit hale gelince, ş e ­ ele alın acak tır.
kilde gö rü ld ü ğ ü gibi grafik düzleşir. Şekil 37-8’de n ok ta­
larla taran m ış olan alan , için d e nitrojen b ulun m ay an ölü
Alveoler Ventilasyon Hızı

Dakikada alveoler ventilasyon, bir dakikada alveol­


lere ve öteki bitişik gaz değişimi alanlarına giren
yeni havanın total hacmidir. Bu, solunum frekansı
ile her solukta alveollere giren yeni hava miktarının
çarpılmasından elde edilen değerdir.

Va = Frekans. (VT - V d )

Va dakikada alveoler ventilasyon hacm ini, frekans


dakikada solunum frekansı, V-r soluk hacm i (tidal
volüm), V d ölü boşluk hacm ini göstermektedir.
Örneğin soluk hacmi 500 m İ ., ölü boşluk hacmi
150 mİ. ve solunum frekansı dakikada 12 ise, nor­
Çıkarılan hava (mİ) mal alveoler ventilasyon 12 x (500 - 150) ya da da­
Ş E K İL 37 - 8 kikada 4200 mİ. olur.
Tek bir soluk saf oksijen inspirasyonundan sonra, çıkarılan ha­
Alveoler ventilasyon, alveollerde, oksijen ve kar­
vada azot konsantrasyonundaki değişikliklerin kaydı. Bu kayıt bon dioksit konsantrasyonlarını belirleyen başlıca
ölü boşluk hacminin hesaplanmasında kullanılır. faktörlerden birisidir. Bu nedenle, gaz değişimi
440 ÜNİTE V II • Solunum

problemlerinin incelendiği bundan sonraki bölüm­ Broşiyal Ağaçta Hava Akımına Direnç. Normal solu ­
lerde alveoler ventilasyonun önemi görülecektir. num koşullarında, solun um yolunda h ava akım ı kolaylık­
la sağlanır. Bu şekilde norm al sakin bir so lu n u m için, alve-
olle atm osfer havası arasın d a 1 san tim etre su basın cın d an
daha az bir b asın ç gıadyanın ın olm ası yeterlidir. Hava ak ı­
m ına en büyük direnç, bronşiyollerdeki küçük hava y olla­
S O L U N U M Y O L L A R IN IN F O N K S İY O N U rında değil, tıakeaya yakın d ah a büyük b ron şlarda m ey d a­
na gelir. Buradaki yüksek direncin nedeni, sayıları yaklaşık
65,000 olan paralel term inal bronşiyollere oranla, bu bir­
Trakea, Bronşlar ve B ronşiyoller kaç geniş bron ştan çok az h ava geçişinin olabilm esidir.
Fakat, h astalık sıra sın d a d u ru m değişir. Bu d u ru m d a,
Şekil 37-9, so lu n u m sistem in i, özellikle so lu n u m yolları­ d ah a küçük bronşiyoller, h ava ak ım ın a direnci b elirle­
m ede çok d a h a büyük rol oynarlar. B u n u n iki n ed en i
nı gösterm ektedir. H ava, b u ru n ve larinksten geçtikten
vardır: ( 1) boyutların ın küçük o lm a sın d an dolayı, k o lay ­
so n ra, trakea, b ron ş ve bron şiyoller yoluyla akciğerlere
lıkla tıkanabilirler (2) çep erlerin d e d a h a fazla düz kas
dağılır.
bu lu n d u ğ u n d an , kolaylıkla daralırlar.
B ü tü n so lu n u m y o lla rın d a en ö n e m li p r o b le m le r­
d e n b iıi, h av an ın alv eo lle rc ko lay lıkla giriş çıkışını
s a ğ la y a c a k şe k ild e so lu n u m y olların ın açık tu tu lm a sı­
Bronşiyal Kas Yapısının Sinirsel ve Lokal Kontrolü -
Bronşiyollerin "Sem patik" Dilatasyonu. B ron şiy olle­
dır. K o llap sı ön ley en kıkırdak h alk a lar trak ea ç e v re si­
rin sem p atik sinir lifleriyle direkt kon trolü d a h a zayıftır.
n in y ak laşık altıd a b e şin i k a p la y a c a k şe k ild e sıralanır.
Çünkü, akciğerin m erkezi kısım ların a doğru, sa d e c e b ir­
B ro n ş çe p e rle rin d e k i kıkırdak plaklar, b ro n şla r a b e lir­
kaç sem p atik sinir lifi ulaşabilir. Bıına karşılık, bron şiyal
li bir sertlik verd iği h ald e, ak ciğerin aç ılıp b ü z ü lm e h a ­
ağaç, ad ren al b ezd en se m p a tik uyarıyla kan d o la şım ın a
reketini e n g e lle m e z . Bu plaklar, b ro n şla r d a lla n d ık ça
salınan n orepin efrin ve e p in e fıin ile d a h a çok k a rşıla ş­
az ala rak , ç a p ı 1,5 m ilim e tre d e n a z olan b ro n şiy o llerd e
m aktadır. Beta reseptörleri d a h a fazla stim ü le etm esi n e ­
kay bolu r. Ö te y a n d a n , b ro n şiy o llerin ç e p e rin d e kol-
deniyle özellikle epin efrin o lm ak üzere, b u h orm o n ların
la p sı ö n le y en h e rh an g i b ir se rt y apı b u lu n m a z . Bunlar,
her ikisi de, b ron şiyal ağ acın d ilatasy o n u n a n ed en olur.
a lv eo lle ıi g e n işle te n tra n sp u lm o n e r b a sın ç la r la g e n iş ­
lerler. Yani, alv eo lle r g e n işle rk e n , b ro n şiy o lle r de g e ­ Bronşiyollerin Parasempatik Konstriksiyonu. V agus
nişler. sinirinden köken alan birkaç p arase m p atik sinir lifi, ak ci­
ğer parankim ine de uzanm aktadır. Bu sinirler aktive e d il­
Bronş ve Bronşiyollerin Çepesindeki Kaslar ve dikleri zam an asetilkolin salgılayarak, bronşiyollerde h a ­
Kontrolü. Trakea ve b ron şların kıkırdak plakların b u ­ fiften orta dereceye kadar olabilen bir d aralm a yaparlar.
lun m adığı tüm b ölgelerin d e çeperleri b aşlıca düz k a slar­ Parasem patik stim ü lasyon u n tek b aşın a ciddi bir b ro n şi­
dan oluşur. B ronşiyol çeperleri ise h em en h em en tam a­ yol koııstriksiyonuna yol açm ası şüph eli olm akla birlikte,
m en d ü z k a slard an ibarettir. A ncak, term inal bronşiyol astım gibi bir hastalık nedeniyle bir m iktar daralm ış olan
y a da respiratııvar bronşiyol adı verilen son b ölüm lerin ­ bronşiyollerde, sinirsel stim ü lasyon ek bir kasılm a y a p a ­
de çok az düz k as lifi b ulun m ak tadır. Birçok ob striiktif rak durum u kötüleştirir. Bu koşullarda atropin gibi, asetil-
ak ciğer h astalığın d a, b izzat b u d ü z kasların aşırı kasıl­ kolinin etkisini bloke eden ilaçlar, çoğu kez b ron şiyoleıi
m asıy la b ro n şlar ve b ron şiy oller daralır. gevşeterek daralm ayı düzeltirler.

Konkalar

Glottis----------------
Larinks, ses telleri Farinks
Özofagus
Trakea

Pulmoner
arterler
Pulmoner
venler

Ş E K İL 37 - 9
Alveoller
Solunum yollan
BÖLÜM 37 • Akciğer Ventilasyonu 441

B azen , ak ciğerlerd en kaynaklan an reflekslerle p a ra ­ m e n açılır ve ak ciğerlerd e b a sın ç a ltın d a k i h a v a patlar


se m p a tik sinirler aktive olur. Bunların çoğu, so lu n u m gibi hızla dışarı atılır. B öylece, dışarı a tıla n h av a n ın hızı
y ollarındaki epitelin zararlı gazlar, tozlar, sigara d um an ı b az e n sa a tte 75 ile 100 m ile u laşab ilir. D a h a d a ö n e m li­
y a d a b ro n şiy al enfek siyon larla iritasyonu so n u c u n d a si, ak ciğerlerin kuvvetle sık ışm ası b ro n şları ve trakeayı
oluşur. Ayrıca k ü çü k p u lm o n er arterleri tıkayan m ikro- (trak ean ın kıkırdaksız kısm ı içeriye d o ğ ru girerek) kol-
e m b o lilcr o ld u ğ u n d a da, sıklıkla bronşiyoler d aralm a lab e e d e r ve bronşlarla trakeanın yarık h alin i alan lü-
refleksi oluşur. m e n in d e n h ava dışarı fırlatılır. I Iızla h are k e t e d e n h ava,
b ro n ş ve trak ead a b u lu n an b ü tü n y a b a n c ı cisim le ri de
Lokal Faktörler Sıklıkla Bronşiyoler Daralmaya N e­ birlikte sürükler.
den Olurlar. A k ciğerlerd e o lu şa n b irçok hiim oral m a d ­
de, b ro n şiy o llerd e o ld u k ça aktif o larak kon strik siy on Aksırık Refleksi
yaratır. B u n la rd a n en ö n em li iki tan esi, histanıin ve
anaflcıksinin yavaş etkili maddesi adı verilen m ad d ed ir. Aksırık refleksi, öksürük refleksine çok b enzer. Fakat
B u n ların h er ikisi de, alerjik reaksiyon lar sıra sın d a ö z el­ farklı olarak alt so lu n u m y olların da değil, b u ru n y o lla­
likle, h av ad ak i p o len lerin so lu n m a sıy la gelişen alerjik rın da gelişir. Aksırık refleksini b a şla ta n u y aran b u ru n
re a k siy o n la rd a , m a st h ücreleri tarafın d an ak ciğer d o ­ yollarının iritasyonudur. Burun y olların d an aferen t im -
k u su n a salın ırlar. Bu n ed en le, alerjik a stım d a o rtaya ç ı­ pu lslar 5. kafa çifti ile m edu lladak i refleks m erk ezin e
kan h av a yolu o b strü k siy o n ların d a an a h tar rolü o y n ar­ ulaşır, ö k sü rü k refleksinde oldu ğu gibi bir seri reaksiyon
lar. Bu, özellikle an a fla k sin in y av aş etkili m a d d e si için gelişir. A ncak uvula aşağıy a doğru in d iğ in d e n büyük
geçerlidir. m iktarda h ava, ağızla birlikte b u ru n d an d a d ışarı atılır.
Ayrıca h ava y olların a d u m an , toz, sülfür dioksid ve s is ­ Böylece b u ru n yolları y ab an cı m a d d e le rin d e n tem iz len ­
te b u lu n an bazı asitli elem en tler gibi iritan m addelerin m iş olur.
g irm esi, sin irsel o lm ay an benzeri lokal reaksiyon ları
b aşlatarak , bron şiyolleriıı d aralm a sın a yol açar.
Burnun Solunum daki Fonksiyonu
Solunum Yollarının Mukoza Örtüsü ve Yolların
Tem izlenm esinde Silya Etkinliği
Ila v a b u ru n d an geçerken, burun b o şlu ğ u n d a üç değişik
fonksiyon gerçekleşir. (1) Şekil 37-9’d a gö sterild iği gibi
B u r u n d a n te rm in a l b ıo n şiy o lle re k a d a r b ü tü n s o lu ­ kon kalarm ve se p tu m u n total alan ı 160 c m 2'i b u lan gen iş
n u m y olları, y üzey i, ö rten m ü k iis ta b a k a sıy la n em li yüzeyi tarafın dan hava ısıtılır (2) h ava b u rn u n a rk a sın a
tutulur. Bu ın iık ü s, k ısm e n çe p e ri k ap lay an e p iteld ek i u la şm a d a n tamanıiyle nemlenir (3) hava kısmen filtre
g o b le t lıü cre le rd cn , k ısm e n de su b m o k o z a d a k i k ü çü k edilir. Bu fonksiyonların tüm ü ü st so lu n u m yollarının
b e z le rd e n gelir. M ü k ü s aynı z a m a n d a yüzeyi n e m le n ­ havayı düzenleyici (air con ditionin g) fo n k siy o n u olarak
d irici ö zelliğiy le iıısp ir a sy o n h av a sın d ak i k ü çü k p arti- isim lendirilir. Genellikle, tıak eay a v a rm a d a n ö n c e h av a­
külleri tu ta ra k alv eo llere girm elerin i önler. D ah a s o n ­ nın sıcaklığı, vücut ısısın d an 1°F k ad ar farklıdır, su b u h a ­
ra, m ü k ü s a ş a ğ ıd a an la tıld ığ ı şe k ild e so lu n u m y o lla ­ rı b asın c ı ise tam sa tü ra sy o n a y ü zde 2 -3 'ü oran ı k ad ar
rın d an u zak laştırılır. yaklaşır. Şah ıs tıak e o sto m id e oldu ğu gib i h avayı direkt
B u ru n ve d a h a a ş a ğ ı so lu n u m y o lları, te r m in a l olarak trak eadan solu rsa, so ğ u tu cu ve özellikle ku ru tu cu
b ıo n şiy o lle r e dek, h e rb irin d e 200 silya b u lu n an , silya- etki, akciğerlerin alt b ö lü m lerin de ciddi h a sa r a ve en fek ­
lı e p ite l h ü cre le riy le kaplıd ır. B u n lar B ö lü m 2 ’de a ç ık ­ siy o n lara neden olur.
la n a n m e k a n iz m a ile sa n iy e d e 10-20 v u ru ş o lm a k ü z e ­
re, sü re k li ç a r p m a h arek eti y a p a rla r ve "h a m le lıareke- Burnun Filtrasyon Görevi. Burun deliklerinin g e rişin ­
ti”n in y ö n ü d a im a farin k se d oğru d u r. B öy lece, aşa ğ ı deki kıllar, büyoik partiküllerin içeri g irm e sin in ö n le n ­
so lu n u m y o lların d ak i sily u m la r yukarı d o ğ ru , b u ru n - m e sin d e önem lidir. D ah a ön em lisi p artik ü llerin tiirbüı-
d a k ile r ise a ş a ğ ı d o ğ ru v u ru m y ap ar. Bu sürekli ç a r p ­ lan çökme ile uzaklaştırılm asıdır. Ila v a b u ru n y olların ­
m a la r m üki'ısü, y ak laşık 1 c m /d a k ik a h ızla farin k se dan geçerken kon kalar (havanın tü rb iila n sın a n ed en o l­
d o ğ ru h are k e t ettirir. D a h a so n ra m ü k ü s ve için dek i duk ların dan türbinatlar olarak d a ad lan dırılır), se p tu m
tu tu lm u ş o la n p a rtik ü lle r ya y u tu lu r ya d a ö k sü rü k r e f­ ve farinks çeperi gibi pek çok engelleyici, y ön d eğiştirici
leksi ile d ışa rıy a atılır. y apıy a çarpar. H ava bu en gellerden h erh an gi birin e h er
çarp ışın d a hareket yönünü d eğiştirm ek z o ru n d a kalır;
Ö ksürük Refleksi h av a d a asılı duran partiküller, h av ad an d a h a büy'ük kü t­
le ve m o m e n tu m a sah ip oldu k ların d an , g id iş yönlerini
B ro n şlar ve trak ea çok duyarlı old u ğu n d an , yab an cı h ava k a d a r hızlı değiştirem ezler. B u n e d e n le yol b o y u n ­
m a d d e le r ve diğer iritan lar öksürük refleksini başlatır. ca engellerin yaizeyine çarparak ilerler ve m u k o za ö rtü sü
Larin k s ve karin a (trak ean ın b ron şlara ayrıldığı nokta) tarafın dan tutularak, silyalarla farinkse iletildikten so n ra
özellikle çok duyarlı olduğu gibi, term inal b roıışiyoller yoı tu lurlar.
ve öncelikle alveoller, sülfür dioksid, klor gibi yakıcı kim ­
yasal m a d d e le re duyarlıdır. Solu n u m yolların dan aferen t Solunum Yollarında Tutulan Partiküllerin Büyüklüğü.
im pıılslar, b a şlıc a vagu s siniri ile m ed u lla oh lon gataya H avad aki partiküllerin so lu n m a sın ı e n g e lle y e n n az al
iletilir. M ed u llad ak i n öron devreleri ile tetiklenen o to ­ tü rb ü lan s m e k a n izm ası o k a d a r etk in d ir ki, 6 m ik ro ­
m atik olaylar zinciri şöyle sıralanır: m e tre d e n d a h a b ü y ü k ç a p a sah ip partik üller, b u y o ld an
İlk olarak, in sp iıa sy o n la yaklaşık 2,5 litre hava içeri alı­ h em en hiç akciğerlere u la şa m a z . Bu b ü y ü k lü k e ritro sit­
nır. İkinci olarak , e p ig lo ttis k ap an ır ve se s b an tları sık ı­ lerin ç a p ın d a n d a h a küçüktür. B öy lece h av a d ak i toz ve
c a k a p a n a ra k havayı ak ciğerlerd e h ap sed er. Ü ç ü n cü öteki b ü y ü k partik üller ak ciğerlere u la şm a d a n ö n ce
olarak, a b d o m in a l k a slar kuvvetle kasılarak diyafram ı uzaklaştırılır.
yukarı d o ğ ru iter. İç in terk ostal kaslar gibi d iğer e k sp i­ Ç ap ları 1-5 m ikrom etre olan partik ü ller ise, yerçekimi­
rasy o n k asları d a şid d e tle kasılır, so n u ç ta ak ciğer içi b a ­ ne bağlı çökme n edeniyle küçük bronşiy'oller için e y erle­
sın cı 100 m m H g , ya d a d a h a yüksek değere çıkar. D ö r­ şirler. Ö rneğin, köm ür işçilerin de çöken toz partikiilleri
d ü n c ü olarak , e p ig lo ttis ve s e s b an tları birden ta m a ­ ile gelişen term inal bron şiyoler h astalık çok yaygındır.
442 ÜNİTE V II • Solunum

Tiroid
kıkırdak Tıroaritenoid
kas

Ses Tam Hafif Ara durum


Lateral
çıkıntısı abduksiyon abduksiyon yüksek fısıltı
krikoaritenoid Ş E K İL 3 7 - 1 0
kas
A, larinksin anatom isi B, konuş­
manın (fonasyoııun) değişik tip­
Aritenoid lerinde ses tellerinin durumu
kıkırdak Posteriyor Hafif Konuşma gösterilmiştir. (Greene’den de­
Transvers fısıltı ğiştirilerek: The Voice and its Di­
krikoaritenoid
aritenoid kas sorders. 4 tlı cd. Philadelphia,
kas
J.B. Lippincott Company 1980)

D ah a d a kü çü k partiküllerin bir kısm ı (1 m ikrom etre ç a ­ rın birb irin e n e k ad ar sık ıca yaklaştıklarıyla ve k e n arları­
p ın d an k ü çü k o la n la r ) alveol çeperin d en difüzyon a u ğ ­ nın kü tlesiyle d e ilgilidir.
rayarak alv eo ler sıvıya yapışırlar. Fakat 0,5 m ikrom etre­ Şekil 3 7 - lOA’d a m ü k öz m e m b ıa n kaldırılıp, plika voka-
den d a h a kü çü k b irçok partikül, alveol h av asın d a s ü s ­ lislerin d iseksiyo n u yla ortaya çıkan y ap ılar gö ste rilm e k ­
p an siy on h alin de k alarak e k sp irasy o n la dışarı çıkarılır­ tedir. Her bir kıvrım ın h em en iç k ısm ın d a vokal ligatnaıı
lar. Ö rneğin, sig a ra d u m an ın d ak i partiküllerin çapı 0,3 (ses b an d ı) den ilen güçlü elastik b an tla r vardır. Bu se s
m ikrom etre kadardır. B un ların h em en hiçbiri alveollere b an tları ön d e tiroid kıkırdağın o rtasın a (boyn un ön k ıs­
u la şm a d ık ça, so lu n u m y olların da çökm ez. Ancak, 1/3 m ın d a çıkıntı şeklin de görülen ve A dem e lm ası denilen
k ad arı difüzyon yolu ile alveollerde p resip itasy o n a uğrar. kıkırdak), ark a d a ise iki aritenoid kıkırdağın "vokal çı­
Geri kalanı ek sp irasy o n h avası ile dışarı atılır. kıntılar" den ilen b ölü m lerin e y ap ışm ış olup, b u y ap ılar
A lveollerde tu tu lan p artik ü llerin bir kısm ı, B ölüm ara sın d a gerili olarak bulunm aktadır. T iroid ve ariten oid
3 3 ’te açıklan d ığı gibi, b a şlıc a alveoler makrofajlar ta ra ­ kıkırdakların h er ikisi de şekil 37-10’d a gö ste rilm e m iş
fın dan, diğerleri ak ciğer lenfatikleri yoluyla uzaklaştırılır. olan krikoid kıkırdakla birlikte a şa ğ ıd a n b aşlay arak s ı­
P artiküllerin fazla sı alv eo ler se p tu m lard a kalın laşan fib- rayla artik u lasy o n a katılm aktadır.
roz d ok u b ü y ü m e sin e yol açarak, kalıcı fonksiyon b ozu k ­ S e s kıvrım ları, tiroid ve ariten oid kıkırdaklardan, kri­
lukları yaratır. koid kıkırdağa doğru u zan an kasların ak tivasyo nu yla, ti­
roid kıkırdağa doğru ö n e veya ariten o id kıkırdaklara
d oğru arkaya o lacak şekilde gerilcbilirler. Ses b an tların ın
Ses Ç ıkarm a (V o kalizasyo n ) yan k ısım ların d a ve se s kıvrım larının için d e yer alan ti-
ro ariten o id kaslar, ariten oid kıkırdakları tiroid kıkırdağa
K on u şm a, y aln ızca so lu n u m sistem in i ilgilen dirm em ek­ d o ğ ıu çekerek, se s kıvrım larını gevşetebilirler. Bu k a sla ­
tedir. Ayrıca: (1) B ölü m 57'de tartışıldığı gibi beyin kor- rın kon traksiyonları se s ban tların ın şekillerini farklı s e s ­
teksin deki özel k o n u şm a kontrol m erkezleri, (2) b eyin ­ lerin çık arılm ası sırasın d a kontrol eder. Bu k aslarla se s
deki so lu n u m kontrol m erkezleri (3) ağız ve burun b o ş ­ b an tların ın ken arlarının şekli ve kalınlığı değiştirilerek,
luklarındaki artikiilasyon ve rez o n an sla ilişkili y apılarla yüksek perdeli se sle r keskin, d a h a b a s se sle r kü n t h ale
d a ilgilidir. K on u şm a, iki ayrı m ekan ik fon ksiyon dan getirilebilir.
o lu şm ak tad ır: ( 1) fonasyon, larinksin fonksiyonudur, (2) Son olarak, ariten oid ve krikoid kıkırdaklar a ra sın d a
artikiilasyon, ağız y apıları ile ilgilidir. y erleşm iş b u lu n an bazı küçük laringeal kaslar, b u kıkır­
d ak lara iç ya d a dış rotasy on yaptırarak, birb irlerin e d o ğ ­
Fonasyon. Larin k s özellikle bir vibratör gibi görev y a p ­ ru y ak laştırarak ya d a birbirin den u zaklaştırarak , s e s kıv­
m ak ü zere a d a p te olm u ştu r. Titreşen elem enti oluşturan rım ların a şekil 37-1 OB’de görülen farklı b içim leri verirler.
plika v ok alisler (ses kıvrım ları) sıklıkla vokal kordlar (ses
telleri) olarak adlandırılır. S e s kıvrım ları, larinksin yan Artikülasyon ve Rezonans. A rtikiilasyon ü ç a n a o r­
du v arların d a, glo ttisin m erk ezin e doğru girintilerden g an la gerçekleştirilir: dudaklar, dil ve yumuşak damak.
olu şm aktadır. B unların gerim ve durum ları, larinksin Bu organ ların hareketini tartışm aya p ek gerek yoktur
bazı özel kasları ile düzenlenir. çünkü h ep im iz konuşurken bu organ ların n asıl h areket
Şekil 37-10B, la ıin g o sk o p la glottise b ak ıldığın da se s ettiğini biliriz.
kıvrım larının d u ru m u n u gösterm ektedir. N orm al so lu ­ Ağız, burun ve b u ru n la bağlantılı sinüsler, farinks ve
n um sırasın d a , kıvrım lar h avan ın kolayca geçebileceği göğüs boşluğu re zo n atö r olarak işlev yapar. Yine h ep im iz
şek ild e gen işlem iştir. F on asyon sırasın d a kıvrımlar, a ra ­ bu yapıların rezon atör niteliklerini biliriz. Ö rn eğin n azal
ların d an h av a geçerken , vib rasy on olu ştu racak şekilde rezon atörlerin işlevi, ağır soğu k algınlığı geçiren bir k işi­
birb irlerin e yaklaşırlar. V ibrasyonun derecesi, b aşlıc a de bu rezon atöre h ava geçişinin en gellen m esiy le, se sin
kıvrım ların gerilm e düzeyi ile belirlenir. Ayrıca kıvrım la­ niteliğinin değiştiği d u ru m d a görülebilir.

IU,1 III
----- ------ — ----- 11 —

A gostoni F : Th ickn ess and pressure o f the respiratory physiology. Adv Physiol E du ca­ physics. Annu Rev P hysiol 5 7 :6 3 5 ,
pleural liquid. In : Fishm an A P, H echt HH tion 1 8 :S -5 9 , 1997. 1995.
(ed s): T h e Pulm onary C ircu lation and Inter­ Badr M S : E ffect o f ventilator)' drive on upper Bunch M : D ynam ics o f the Sin gin g V o ice .
stitial S p a ce. C h icago: U niversity o f C hi­ airw ay patency in humans during N R E M W ien: Springer, 1997.
cago Press, 1 9 6 9 . p 6 5 . sleep. R es Physiol 1 0 3 :1 , 1996. C lem ents JA : Lung surfactant: a personal per­
A m Physiol S o c : R efresh er course for teaching Ban sil R , Stanley E , LaM ont J T : M ucin bio- spective. Annu Rev Physiol 5 9 :1 , 1997.
BÖLÜM 37 • Akciger Ventilasyonu 443

Crystal R G : T h e Lung: Scien tific Foundations. Levitsky M G . Hall S M . M cDonough KH: C ar­ M edicine. Philadelphia: \VB Saunders C o,
Philadelphia: Lippincott-R aven, 1997. diopulmonary Physiology in A nesthesiol­ 1994.
D antzler W H : Handbook o f Physiology. S ec. ogy. New Y o rk: M cG raw -H ill, 1997. Paine R 3rd, Sim on RH : Expanding the fron­
13. C om parative Physiology. New Y ork: M anganelli P, S alafli F, Pesci A: C linical and tiers o f lung biology through the creative
O xford U niversity Press, 1997. subclin ical alveolitis in connective tissue use o f alveolar epithelial c e lls in culture.
Donn S A : N eonatal and Pcdiatric Pulmonary diseases assessed by bronchoalveolar Am J Physiol 2 7 0 :L 4 8 4 , 1996.
G rap hics. A rm onk, N Y : Futura, 1998. lavage. Sem in A rthritis Rheum 2 6 :7 4 0 , Rahn H. O tis A B , C hadw ick L E , Fenn W O :
Edelm an JD , Bavaria J. K asser L R . et al: B i ­ 1997'. T h e pressure-volum e diagram o f the thorax
lateral sequential lung transplantation for M assaro G D , M assaro D: Form ation o f pulm o­ and lung. Am J Physiol 1 4 6 :1 6 1 , 1946.
pulm onary alveolar m icrolithiasis. Chest nary alveoli and gas-exchange surface area: R ow ell L B , Shepherd JT : H andbook o f Physi­
1 1 2 :1 1 4 0 , 1997. quantitation and regulation. Annu Rev Phy­ ology. S e c . 12. E x ercise: Regulation and
Fregly M J (ed): Handbook o f Physiology. S ec. siol 5 8 :7 3 , 1996. Integration o f M ultiple System s. New York:
4. Environm ental Physiology. Belhesda, M atthay M A . Folkesson H G. Verkm an A S: O xford U niversity P ress, 1996.
M D : A m erican P h ysiological So ciety, S a lt and w ater transport across alveolar and S afllotti U: A lveolar type II c e lls at the cro ss­
1996. distal airw ay epithelia in the adult lung. road o f inflam m ation, librogenesis, and neo­
G reen R J. R u oss S J , Kraft S A , ct al: Pulm o­ A m J Physiol 2 7 0 :L 4 8 7 . 1996. plasia. Am J Pathol 1 4 9 :1 4 2 3 , 1996.
nary capillaritis and alveolar hemorrhage. M atuschak G M , L ech n er A J: Targeting the a l­ Saldana M J: Pathology o f Pulm onary D isease.
C hest 1 1 0 :1 3 0 5 , 1996. veolar epithelium in acute lung injur)': ke- Philadelphia: J B Lippincott, 1994.
Schw ab R J: Properties o f tissues surrounding
Grippi NÍA: Pulm onary Pathophysiology: A ratinocyte growth factor and-regulaiion o f
the upper airw ay. S lee p 19 :S 170, 1996.
Problem -oriented Approach. Philadelphia: the alveolar epithelial barrier. C rit Care
Springhouse C orporation: A uscultation Skills:
J B Lippincott, 1994. M ed 2 4 :9 0 5 , 1996.
Breath and Heart Sounds. Springhouse, PA:
H lastala M P , R obertson H T: C om plexity in M cG ow an S E , Torday J S : The pulmonary li-
Springhouse, 1 9 98.
S tructure and Function o f the Lung. New potibroblast (lipid interstitial ce ll) and its
Stew art A G : A irw ay W all R em od elling in
Y o rk : M arcel D ekker, 1998. contributions to alveolar development.
A sthm a. B o c a Raton, F L : C R C Press, 1997.
K asper M , H aroske G : A lterations in the alve­ Annu Rev Physiol 5 9 :4 3 , 1997.
T orran ce R W : C arbon m onoxide excretion , not
olar epithelium after injury leading to pul­ M etra M , Dei C as L : R o le o f exercise ventila­
oxygen secretion ? A dv E xp M ed B iol 4 1 0 :
m onary fibrosis. Histol Histopathol 1 1 :4 6 3 , tion in the limitation o f functional capacity 33 5 , 1996.
1996. in patients with con gestive heart failure. Uhal B D : C ell c y c le kin etics in the alveolar
Kirby R R , G ravenstein N: C lin ical A nesthesia B a sic R es Cardiol 9 1 :3 1 , 1996. epithelium . Am J Physiol 2 7 2 :L I 0 3 1 , 1997.
P ractice. Philadelphia: \YB Saunders C o, M ilic-E m ili J: Applied Physiology in Respira­ U hlig S , T a y lo r A E : M ethods in Pulm onary
. 1994. tory M ech anics. New York: Springer, Research . B a se l: B irkh au ser V erlag, 1998.
Kuhn C 3rd: Repairing the cab les o f the lung. 1998. W est J B : Respiratory P h ysiology. New York:
Am J R espir C ell M ol B io l 1 7 :2 8 7 , 1997. M iller Q A D , B ianch i A L. Bishop B: Neural Oxford U n iversity Press, 1996.
Laszlo G : Pulm onary Function: A Guide for C ontrol o f the Respiratory M uscles. B o ca W iddicom be J: A irw ay and alveolar perm e­
C lin icians. New Y o rk: C am bridge U niver­ Raton. F L : C R C Press, 1997. ability and su rface liquid thickness: theory.
sity Press, 1994. M urray J F , Nadel JA : T ex tb oo k o f Respiratory J Appl Physiol 8 2 :3 , 1997.
Kan akımının dağılımı ve diğer hemodinamikle ilgi­
li belirli problemler pulmoner dolaşıma özeldir, ve PULMONER SİSTEMDEKİ BASINÇLAR
akciğerlerin gaz değişim fonksiyonu için özellikle
önemlidir. Bundan dolayı, aşağıdaki bölüm, pulmo­ Sağ Ventrikülde Basınç N ab ız Eğrisi. Pulm o­
ner dolaşımın kendine özgü özellikleriyle ilgilidir.
ner arter ve sağ ventrikül basınç nabız eğrileri Ş e­
kil 3 8 -1 ’in alt kısmında gösterilmiştir. Bu eğriler,
şeklin daha üst kısmında gösterilen çok daha yük­
P U L M O N E R D O L A Ş IM S İS T E M İN İN sek aort basınç eğrileri ile terstirler. Normal in sa­
F İZ Y O L O JİK A N A T O M İS İ nın sağ ventıikülündeki sistolik basın ç yaklaşık 25
mmHg ve diyastolik b a sın ç yaklaşık 0-1
PU LM O N ER DAMARLAR. Pu lm oner arler sa ğ ventrikül m m H g’dır. Değerler sol ventriküldeki değerlerin
ap e k si a rk a sın d a sa d e c e 5 cm kadar uzanır, so n ra sıra ­ yaklaşık beşte biridir.
sıyla iki ak ciğere kan taşıyan, sa ğ ve sol an a dallara ayrı­
lır. P u lm on er arter aynı za m a n d a ince bir dam ardır. D a­ Pulmoner A rterdeki Basınçlar. Şekil 3 8 -1 ’de de
m a r duvarı kalınlığı ao rtan ın üçte biri, ven a c ava’nın ise gösterildiği gibi, sistol esnasında, pulm oner arter­
yaklaşık iki katıdır. B u n u n la birlikte, b ütü n p u lm o n er a r­
deki basınç, esas olarak sağ ventriküldeki basınca
terlerin h a tta d a h a küçük arterler ve arteriyollerin ç a p la ­
rı siste m ik d o laşım ın arterlerinkin den d a h a geniştir. D a­
eşittir. Bununla birlikte, pulm oner kapak sistol so ­
m arların çok in ce ve gen işleyebilir olm ası, p u lm o n er ar- nunda kapandıktan sonra, ventriküler basınç hız­
teı iyel siste m e tüm sistem ik arteryel yapıya b en zer olan, lıca düşer, oysa pulmoner arteryel basınç, kan ak­
yaklaşık o rta la m a 7 m l/m m H g ’lık büyük bir esneklik ciğerlerin kapillerlerinde akarken çok daha yavaş
(k om pliyan s) sağlar. Bu büyük kom pliyan s, p u lm o n er düşer.
arterlerin, s a ğ ventrikül vurum h acm in in yaklaşık üçte Şekil 3 8 -2 ’de görüldüğü gibi, norm al insanda sis­
ikisin e u y um g ö ste rm e sin e o lan ak tanır. tolik pulm oner arteryel basınç yaklaşık 25 mmHg;
P u lm on er arterler gibi pu lm o n er v enler de kısadır, fa ­
diastolik pulm oner arteryel basınç yaklaşık 8 m m
kat gen işley eb ilm e özellikleri sistem ik d o laşım velilerine
benzerdir.
Hg ve ortalam a p u lm on er arteriyel basın ç 15
mmHg’dır.
Bronş Damarları. Total kardiyak debinin yaklaşık % 1-
2’lik miktarı bir kaç bronşlyal arter yoluyla da akciğerlere Pulmoner Kapiller Basınç. Şekil 3 8 -2 ’de çizildiği
gelirler. Bu bronşiyal arler kanı, pulm on er arterlerdeki kıs­ gibi, ortalama pulmoner kapiller basınç dolaylı
m en o k sijen siz kanın aksine, oksijenlenm işkandn. Bu kan, olarak yaklaşık 7 mmHg olarak hesap edilmiştir. Bu
b a ğ dokusu, se p ta ile büyük ve küçük bronşları içeren ak­ düşük kapiller basıncın önemi, kapillerlerin sıvı
ciğerin d estek dok usun u besler. Bu bronşiyal arteriyel kan,
değişimi fonksiyonlarıyla ilgili bölüm de detaylı bir
d estek dokularını besledikten sora, pulm oner venlere b o ­
şalır ve sağ atriyum a geri dönm ek yerine sol atl iyuma gi­
şekilde tartışılacaktır.
rer. Sol atriyum a gelen kandan dolayı, sol vetıtrikiiler debi,
sa ğ ventriküler debiden yaklaşık % l-2 dah a fazladır. Sol A triya l ve Pulm oner Venöz Basınçlar. Ana
pulm oner venlerde ve sol atıiyum da ortalam a
Lenfatikler. Lenfatikler, term inal bıoşiyolleri çevreleyen basınç sırtüstü yatan insanda yaklaşık 2 mmHg
b ağ d o k u su b oşlukları içinde b aşlay an , akciğerin tüm kadardır. Bu, 1 mmHg’dan 5 m m H g’a kadar deği­
d e stek d ok u ların d an gelir ve akciğer h ilu m u n a oradan şebilir.
d a s a ğ d u k tu s le n fatik u sa gider. Alveollere giren, parti-
Bir kateteri kalp boşluklarından, sol atriyuma ge­
kiiller kısm en bu kan allarla tem izlenir ve akciğer kapille-
rlerin den sızan p la z m a proteinleri de, akciğer d ok u ların ­
çirmek zor olduğu için, normal insanda doğrudan
d a n uzaklaştırılır, böylece akciğer ödem in i ö n lem ed e sol atriyal basıncı ölçmek genellikle uygun değildir.
yardım cıdırlar. Bununla birlikte, sol atriyal basınç çoğunlukla pul-

444
BÖLÜM 38 • Pulmoner Dolaşım; Pulmoner Ödem ; Plevra Sıvısı 445

Kardiyak Patolojinin Bir Sonucu O larak Pulm o­


ner ve Sistemik Dolaşım Sistemleri Arasında Kan
Kayması. Mitral darlık veya mitral yetm ezliğin bir
sonucu olarak mitral kapaktan kan akım ına direnç
oluşumu ya da sol kalp yetmezliği, kanın pulmoner
dolaşımda tutulmasına neden olur. Pulmoner kan
hacmi bazen % 1 0 0 artar, bu da pulm oner vasküler
basınçta artışa neden olur.
Sistemik dolaşımın hacmi, pulm oner sistem in
yaklaşık dokuz katı olduğu için, bir sistem den diğe­
rine kan kayması pulm oner sistemi oldukça çok e t­
kiler, fakat genellikle sadece orta derecede sistem ik
etkiler oluşturur.

AKCİĞERLERDEN KAN AKIM I VE


Ş E K İL 38 • 1 DAĞILIMI
Sağ ventrikül, pulmoner aı ter ve aorttda basınç eğrileri.
Akciğerlerden kan akımı esas olarak kardiyak debi­
ye eşittir. Bu nedenle kardiyak debiyi kontrol eden
faktörler -Bölüm 20’de tartışıldığı gibi, başıca peıi-
ferik faktörler- pulmoner kan akımını da kontrol
m oner tıkanm a (wedge) basıncı denilen ölçüm ile
ederler. Birçok şartlar altında, pulm oner damarlar,
yaklaşık olarak hesaplanabilir. Bu işlemde, kalbin
azalmış basınçla daralan, artmış basınçla genişle­
sağ tarafına bir kateter sokulur, sonra pulmoner ar­
yen esnek tüpler gibi pasif olarak çalışırlar. Kanın
ter yoluyla, pulmoner arterin küçük dallarından bi­
yeterli havalanması için, kanın, alveollerin en iyi
rine ulaşılır; sonunda küçük arter dalında sıkıca yeı-
havalandığı akciğer segm entlerine dağıtılm ası
leşinceye kadar kateter itilir. Kateteıden ölçülen “tı­
önemlidir. Bu aşağıdaki mekanizma ile başarılır.
kanma basın cı” denilen basınç yaklaşık 5 mm
Hg’dır. Küçük arter içinde bütün kan akımı durdu­
Lokal Alveoler Kan Akımı Üzerine Azalmış
rulduğundan ve arterden uzanan kan damarları
Alveoler Oksijenin Etkisi- Pulmoner Kan Akımı
pulmoner kapillerler vasıtasıyla, pulmoner yenler­
Dağılımının O tom atik Kontrolü. Alveolleıdeki ok­
deki kan ile hemen hemen direkt bağlantı yaptıkla­
sijen konsantrasyonu normalin altına düştüğü za­
rından, bu tıkanma basıncı sol atriyal basınçtan ge­
man- özellikle normalin % 70 altına düştüğünde
nellikle sadece 2-3 mrnHg kadar fazladır. Sol atriyal
(73 mıııHg P 0 2’dan aşağı) - komşu kan damarları,
basınç yükseldiğinde, aynı şekilde pulmoner tıkan­
sonraki 3-10 dakika içinde yavaşça kasılır, aşırı de­
ma basıncı da yükselir. Bu nedenle, tıkanma basınç
recede düşük oksijen düzeylerinde damar direnci
ölçümleri, konjestif kalp yetmezliğinde sol atriyal
beş kattan fazla artar. Bu durum, düşük oksijene
basınçtaki değişimleri ölçmek için sıklıkla kullanılır.
cevap olarak oluşan kasılma yerine, gevşeme yanıtı
veren sistem ik dam arlardaki etkiye terstir. Düşük
oksijen konsantrasyonunun akciğerlerden henüz
keşfedilmemiş bazı vazokonstriktör m addelerin
AKCİĞERLERİN KAN HACMİ
seıb estlen m esin e neden olduğuna inanılır. Bu
madde küçük arterlerin kasılmasına yardım eder.
Akciğerlerin kan hacm i yaklaşık 450 mililitredir. Bu
da dolaşım sistemindeki tüm kan hacm inin % 9 ’u
kadardır. Bu kanın yaklaşık 70 mililitresi pulmoner
kapillerlerde bulunur ve geri kalanı arterler ve veli­
ler arasında aşağı yukarı eşit olarak bölünmüştür.

Bir Kan Deposu Olarak Akciğerler. Çeşitli fizyo­


lojik ve patolojik şartlar altında akciğerlerdeki kan
miktarı normalin yarısından, normalin iki katına
kadar değişebilir. Örneğin bir trompete üflendiği
zamanki gibi kişi çok şiddetle havayı üflediğinde
bu akciğerlerde yüksek basınç oluşturur, ve 250 m i­
lilitre kadar kan pulmoner dolaşımdan sistemik arter kapillerler atriyum
dolaşıma atılır. Ayrıca kanama ile sistemik dola­
şımdan olan kan kaybı, kanın otomatik olarak akci­ Ş E K İL 38 - 2
ğerlerden sistem ik damarlara kayması ile kısmen Akciğerin farklı damarlarındaki basınçlar. S, sistollik;
yerine konabilir. M, ortalama; Ddiyastolik. Kırmızı eğri, arteriyel nabız.
446 ÜNİTE V II • Solunum

Bu vazokonstıiktörün alveoler epitel hücreleri ta­


rafından lıipoksik koşullarda salgılanabileceği ileri
sürülmektedir.
Pulmoner vasküler direnç üzerine düşük oksijen
seviyesinin bu etkisi önemli bir görev görür: en faz­
la etkili olduğu yere kan akımını yönlendirmek. Al­
veollerin bazıları az havalandığı zaman, bu alveol-
leıdeki oksijen konsantrasyonunun düşmesiyle, lo­
kal damarlar kasılır. Bu, daha iyi havalanan akci­
ğerlerin diğer kısımlarına daha çok kanın akmasına
neden olur, böylece havalanma derecesiyle oranlı
bir şekilde farklı pulmoner alanlara kan akımım
dağıtmak için otomatik bir kontrol sistemi oluştu­
rulur.

B Ö LG ES EL P U L M O N E R KAN A K IM IN A
A K C İĞ E R L E R D E K İ H İD R O S T A T İK B A S IN Ç
F A R K L A R IN IN ETK İS İ
Akciğerin 3 kan akım bölgesinde kan akımı mekanikleri:
B ölü m 15'te, ay akta d u ran bir in san ın ay ağın daki b a sın ­ 1. Bölge, akım y o k - çünkü alveoler hava basınç (Palv) arteryel
cın, kalp düzeyin deki b a sın ç ta n 90 m m H g k ad ar fazla basınçtan daha büyüktür; 2. Bölge, aralıklı akını - çünkü
olab ileceğin e dikkat çekilm iştir. Bu kanın kendi ağırlığı sistolik arteryel basınç alveoler hava basıncından daha fazladır,
ile yani hidrostatik basınç ile olm aktadır. Aynı etki fakat fakat diyastolik arteryel basınç alveoler basıncın alüna düşer; 3.
d a h a az derecede, ak ciğerlerd e de görülür. N orm alde, Bölge, devamlı akım - çünkü arteryel basınç ve pulmoner kapil-
d im dik duran erişkinde, ak ciğerlerin en alt n ok tası ile en ler basınç (Ppc) her zaman alveoler hava basıncından büyük
kalır.
ü st n ok tası arası 30 cm ’dir. Bu, kalbin ü st tarafın da 15
m m H g ve altın d a 8 m m H g o lm ak üzere 23 m m H g’lık bir
b a sın ç farkını oluşturur. Ayakta du ran b ir kişinin ak ciğe­
rinin en ü st kısm ın d a p u lm o n e r arteryel b asın ç lar kalp aşağı akciğer b ö lü m ü n d e yaklaşık b eş kat fazla akım o l­
seviyesin deki p u lm o n er arteryel b asın ç tan yaklaşık 15 du ğ u n a dikkat edilm elidir. Bu farkları açık lam ay a y ar­
m m H g k ad ar d a h a azdır ve akciğerlerin en alt k ısm ın da dım etm esi için, akciğerler üç b ölgey e ayrılır. Kan akım ı
b asın ç yaklaşık 8 m m H g d a h a fazladır. Böyle b asın ç fark­ palern leri Şekil 38-4’te gayet farklı o larak g ö ste rilm e k te ­
ları, akciğerlerin farklı b ö lgelerin deki kan ak ım larına ol­ dir. Bu farkları açıklayalım .
d u k ç a etkilidir. Bu, akciğerdeki h id rostatik seviyelere
karşılık ak ciğer d o k u su n u n ü n itesi b a şın a kan akım ını Pulm oner Kan A kım ının 1.,2. ve 3. B ölgeleri
tan ım layan Şekil 38-3'deki alttaki eğri ile gö sterilm ek te­
dir. D in len m e h alin de iken ay ak ta d u rm a p o zisy o n u n d a Alveol duvarların daki kapillerler içlerind eki k an b asın c ı
akciğerin tep e k ısm ın d a az akım old u ğu n a, fakat d ah a ile genişletilirken, aynı a n d a dış y an d ak i alv eo ler h ava
basın çı ile sıkıştırılırlar. Bu n eden le, alv eo ler h av a b a s ın ­
cı kapiller kan b a sın c ın d an d a h a b ü y ü k old u ğu za m an ,
kapillerler kap an ır ve kan akım ı durur. Fizyolojik ve p a ­
tolojik değişik d u ru m lard a, p u lm o n er kan akım ın ın a ş a ­
ğıdaki üç olası b ö lgelerin den h erh an gi biri bulun ab ilir:

1. Bölge: K alp döngüsünün herhan gi bir bölüm ü sıra­


sında kan akım ı yoktur, çün kü ak ciğerin o b ö lg e sin d e lo ­
kal kapiller b asın ç, kalp d ö n g ü sü n ü n h erh an g i bir a n ın ­
daki alveoler h av a b asın c ın d an d a h a fa z la y ükselm ez.
2. Bölge: S a d e ce p u lm o n er arteryel b a sın ç artışları s ı­
rasın d a olu şan aralıklı kan akım ı. Ç ün k ü sistolik b asın ç ,
alveoler h ava b asın c ın d an d a h a fazladır, fak at diyastolik
b asın ç alveoler b a sın çtan d a h a azdır.
3. Bölge: Devam lı kan akım ı çün kü alv eo lar kapiller
b asın ç, b ü tü n kalp sik lu su sü re sin ce alv eo ler h av a b a ­
sın cın dan d a h a yüksektir.

N o rm al olarak, ak c iğ e rle r s a d e c e 2. ve 3. b ö lg e tipi


kan ak ım ın a sa h ip tir -2 . b ö lg e (aralıklı akım ) a p e k ste
Akciğer düzeyi ve 3. b ö lge (d evam lı akım ) b ü tü n a ş a ğ ı b ö lg e le rd e .
A çıklayacak o lu rsak , b ir kişi dik p o z isy o n d a d u r d u ­
ğu n d a, ak ciğer a p e k sin d e p u lm o n e r arteryel b a sın ç
Ayakta duran bir şahısta hem egzersiz, hem de dinlenim sıra­ kalp d ü zey in d ek i b a s ın ç ta n y ak laşık 15 m m H g k a d a r
sında akciğerlerin farklı düzeylerinde kan akımı. Şahıs
d a h a azdır. Bu n e d e n le, ap ik al sisto lik b a s ın ç s a d e c e
dinlenirken, kan akımının akciğerlerin tepesinde pek yavaş ol­
duğuna, kan akımının çoğunun akciğerlerin daha alt 10 m m H g ’dır. (K alp d ü z e y in d e 25 m m H g ek si 15
bölgelerinden geçtiğine dikkat ediniz. m m H g ’lık h id ro statik b a s ın ç farkı). B u b a sın ç , sıfır
BÖLÜM 38 • Pulmoner Dolaşım; Pulmoner Ödem; Plevra Sıvısı 447

Ağır Egzersizde Pulmoner Dolaşım


Üzerine Kardiyak Debi Artışının Etkisi

Ağır egzersiz esnasında, akciğerlerden geçen kan


akımı 4-7 kat artar. Bu fazladan akım akciğerlerde
üç şekilde oluşur: ( 1 ) bazen üç kat kadar olabilen,
açık kapillerlerin sayısında artış ile (2 ) bütün kapil-
lerlerin genişlemesi ve her bir kapilleıden geçen
kan akım hızının iki kattan daha fazla artm ası ile;
ve (3) pulmoner arteriyel basınçtaki artış ile n o r­
mal kişide, bu ilk iki değişim birlikte pulm oner vas­
küler direnci o kadar fazla azaltır ki, pulm oner ar­
teriyel basınç maksimum egzersizde bile çok az
Kalp debisi (It/dk) yükselir; bu etki Şekil 3 8 -5 ’de gösterilmiştir.
Egzersiz esnasında akciğerlerin yüksek oranda
Ş E K İL 38 - 5
artmış kan akımına uyum gösterm e yeteneği, sağ
Egzersizde kalp debisi artışının pulmoner arteriyel basınç üzer­
kalbin enerjisini korur ve pulm oner kapiller b a ­
ine etkisi.
sınçta anlamlı bir artışı önler, böylece yüksek kalp
debisi sırasında pulmoner ödem gelişimi önlenir.
o la n alv eo le r h av a b a s ın c ın d a n büyüktür, b ö y lece kan
s isto l s ır a s ın d a p u lm o n e r ap ik al k ap illerlere akar. D i­
ğer y a n d a n , d iy a sto l sır a s ın d a , kalp d ü zey in d ek i 8 Sol Kalp Yetersizliğinin Bir Sonucu
m m H g ’lık d ia sto lik b a sın ç , d iy asto lik ak ım a s e b e p o l­ Olarak Sol Atriyum Basıncı Yükseldiğinde
m a k için ge re k sin ile n 15 m m H g ’lık h id ro statik b a sın ç Pulmoner Dolaşımın Fonksiyonu
g rad y a n ın ı a ş a c a k şe k ild e kan ı g ö n d erm e y e yeterli o l­
m a z. B u n e d e n le , ak ciğ e rin a p e k s k ısm ın d ak i k an a k ı­
m ı aralıklıdır, b u ak ım sisto l e s n a s ın d a vardır, fak at d i­
y a sto l s ır a s ın d a kesilir. B u n a 2. b ö lg e kan akım ı denir.
Sol kalp yetersizliğinde, kan sol atriyumda göllen-
İkinci b ö lg e kan ak ım ı n o rm a l ak ciğerlerd e kalp d ü z e ­ meye başlar. Sonuç olarak, sol atriyum basıncı olay
yin in y a k la şık 10 cm . ü z e rin d e b a ş la r ve o ra d a n a k c i­ esnasında 1-5 mmHg’lık normal değerlerinden 40-
ğe rlerin te p e sin e yayılır. 50 mmHg’a yükselebilir. İlk atriyal basınç yüksel­
Kalp düzeyin in y ak laşık 10 cm ü zerin d en en a şa ğ ıy a mesi (yaklaşık 7 mmHg’a kadar) pulm oner dolaşım
k a d a r yayılan ak ciğerlerin d a h a alt b ölgelerin de, h em fonksiyonu üzerine hemen hem en hiç etkili değil­
sistol h em de diy astol sıra sın d a p u lm o n er arteriyel b a ­ dir, çünkü bu ilk yükselme ile kan akımı pulmoner
sın ç, sıfır alv eo ler h av a b asın c ın d an d a h a yüksek b u lu n ­ arterlerden hem en hemen aynı kolaylıkta devam
m aktadır. Bu se b e p le , 3. b ö lge d e devam lı kan akım ı v a r­
edebilsin diye sadece venüller genişletilir ve birçok
dır. Ayrıca, b ir kişi y atar durum dayk en , hiçbir akciğer
kapiller açılır. Şekil 38-6, düşük düzeylerdeki artmış
b ölgesi kalp d ü zeyin den bir kaç cm 'den d ah a fazla yük­
sek te değildir. Bu d u ru m d a n orm al in sa n d a kan akım ı sol atriyal basınçlarda, pulmoner arter basıncında
tam am iy le a p e k sle ıi de k a p say a ca k şekilde 3. bölgedir. hem en hemen hiç değişme olmadığını gösterm ek­
tedir. Çünkü sağlıklı bir kişide sol atriyal basınç çok
ağır egzersiz esnasında bile + 6 mmHg üzerine h e­
1. Bölge Kan Akım ı, Yalnız Anormal Şartlar Altında men hem en hiç yükselmez, sol atriyal basınçtaki
Oluşur. Kalp sik lu su sıra sın d a hiçbir zam an görülm eyen değişimler, sol kalp yetersizliği hariç, gerçekte pul­
1 . b ölge kan akım ı, ya p u lm o n er sistolik arteryel b a s ın ­ moner dolaşım fonksiyonu üzerine etkili değildir.
cın çok d ü şü k olduğu, y a d a alveoler b asın cın ak ım a izin Ancak, sol kalp yetersizliği olduğunda ve sol atri­
verm ey ecek k a d a r yüksek olduğu zam an oluşur. Ö rn e­
yal basınç 7 veya 8 mmHg’dan daha fazla yükseldi-
ğin, eğer dim d ik duran bir kişi intraalveolar b asın ç n o r­
m ald en en az 10 m ıııH g k a d a r d a h a fazla, fakat p u lm o ­
ner sistolik b a sın ç n o rm al oldu ğu d u ru m d a pozitif h ava
b a sın c ın a karşı so lu n u m y ap a rsa , o za m an en azın dan 30-
ak ciğer ap e k sle rin d e - hiç kan akım ının o lm a d ığ ı- 1. b ö l­
ge kan akım ı beklenir. 1 . b ö lge kan ak ım ın a diğer bir ö r­ <D D ) 25-
nek, dik d u ran bir kişide p u lm o n er sistolik arteryel b a ­ Ö)^ 20 - Normal
cro E aralık
sın cın so n derece d ü ştü ğ ü h ipovolem ik durum dadır. E
CD ' 15-
CO
o =
E ..
10 -

A kciğerin Farklı Kısım larındaki Kan Akımı Üzerine


Egzersizin Etkisi. Şekil 3 8 -3 ’e tekrar bakıldığın da, b ü ­
tün ak ciğer k ısım ların d a kan akışının egzersiz sırasın d a —I----- 1----- 1----- 1----- 1
arttığı görülm ektedir. A kciğerin tep esin d e ak ım d a artış 0 5 10 15 20 25
% 700-800 olurken, akciğerin alt kısım ların daki artış % Sol atriyum basıncı
200-300’d en d a h a fazla olm az. Bu farkılılıklar seb eb iy le (mm Hg)
egzersiz sır a sın d a o lu şan p u lm o n er vasküler b asın çlar
Ş E K İL 38 * 6
old u k ça yüksektir, ve b u du ru m tüm akciğerleri etkili bir
şekilde 3. b ö lge akım şeklin e çevirir. Pulmoner arteryel basınç üzerine sol atrium basıncının etkisi.
448 ÜNİTE V II • Solunum

ği zaman, Şekil 38-6’da da görüldüğü gibi, sol atri- 2. Akciğerdeki interstisyel sıvı basıncı, peıiferik
yal basınçtaki ilave yükselmeler, pulmoner aı teryel derialtı dokusundakinden biraz daha negatiftir.
basınçta da hem en hem en eşit artışla birlikte sağ (Bu iki şekilde ölçülmüştür: pulm oner interstisyu-
kalp üzerinde yükün artm asına neden olıır. ma bir mikropipet sokarak yaklaşık -5 mmHg’lık
Ayrıca, sol atriyal basınçlarda 7 veya 8 mmHg bir değer ve alveollerden sıvının geri emilme basın­
üzeri herhangi bir artış, kapiller basıncı hem en he­ cını ölçerek yaklaşık - 8 mmHg’lık bir değer).
men eşit büyüklükte artırır. Sol atriyal basınç, ka­ 3. Pulmoner kapillerler protein moleküllerini gö­
piller basınçta benzer artışlara neden olarak, 30 receli olarak sızdırırlar; öyle ki, pulm oner in ter­
mmHg üzerine yükseldiği zaman, bölüm içinde stisyel sıvının kolloid ozmotik basıncı yaklaşık 14
daha sonra tartışacağımız gibi, olasılıkla pulmoner mm Hg’dır, peıiferik dokularda ise bunun yalısın­
ödem gelişecektir. dan daha azdır.
4. Alveol duvarları aşırı incedir ve alveol yüzeyini
örten alveol epiteli o kadar zayıftır ki atm osfer b a ­
m sıncından daha büyük (0 mnıHg’dan fazla) herhan­
PULMONER KAPİLLER DİNAMİK gi bir interstisyel pozitif basınç ile yırtılır, interstis­
yel boşluklardan alveoller içine sıvı boşalm asına
Alveoler hava ile pulmoner kapiller kan arasında neden olur.
gazların değişimi 39. Bölümde tartışılmıştır. Ancak,
alveol duvarlarının çok sayıda kapiller ile çevrelen­ Şimdi, bu sayısal farklılıkların pulmoner sıvı di­
diğine, ve çoğu yerdeki yan yana kapillerleıin nere­ namiğini nasıl etkilediğini görelim.
deyse birbirlerine değdiğine dikkat ediniz. Bundan
dolayı, sıklıkla belirtilen kapiller kanın, alveoler Akciğerdeki İnterstisyel Sıvı Basıncı ve D iğer
duvarlardaki bireysel damarlarda akması yerine Basınçlar Arasındaki İlişkiler. Şekil 38-7, pulm o­
"tabaka” şeklinde a b ın göstermesidir. ner kapilleri, pulmoner alveolü ve kapiller ve alve­
ol arasındaki interstisyel boşluğu drene eden lenfa­
Pulmoner Kapiller Basınç. Pulmoner kapiller ba­ tik kapilleri gösteriyor. Aşağıdaki tabloda kapiller
sıncın direkt ölçümü yapılamaz. Bununla birlikte, membıandaki kuvvetlerin dengesine dikkat ediniz.
pulmoner kapiller basıncın Bölüm 16’da tanımlan­
mış bir teknik kullanılarak "izogıavimetik” ölçümü, mmHg
7 mmHg’lık bir değeri vermiştir. Ortalama sol atri­
Kapillerlerden pulm oner iııterstisyuma
yal basınç yaklaşık 2 mmHg ve ortalama pulmoner sıvı hareketine yol açan kuvvetler:
arter basıncı sadece 15 mmHg’dır. Ortalama pul­ Kapiller basınç 7
moner kapiller basınç bu iki değer arasında bir yer­ İnterstisyel sıvı kolloid ozm otik basıncı 14
de bulunmak zorunda olduğu için, 7 mmHg'lık de­ N egatif interstisyel sıvı basıncı 8
ğer olasılıkla yaklaşık olarak doğrudur. TO P L A M D IŞA Ç IK A R IC I K U V V E T 29

Kapillerler içine sıvı em ilim ine


Kapillerlerde Kan Kalış Süresinin Uzunluğu. Bü­ yol açan kuvvetler:
tün pulmoner kapillerleıin tüm enine kesit alanları­ Plazma kolloid ozm otik basınç 28
nın histolojik çalışmalarından, kardiyak debi nor­ TO P L A M İ Ç E R İ D F T U T U C U K U V V ET 28
mal olduğunda, kanın yaklaşık 0 , 8 saniyede pulmo­
ner kapillerlerden geçtiği hesaplanabilir. Kalp debi­ Böylece, normal dışa çıkarıcı kuvvetler, içeride
si arttığı zaman, bu süre 0,3 saniyeye kadar azalabi­ tutan kuvvetlerden hafifçe daha fazladır. Pulmoner
lir. Bu kısalma çok daha büyük olabilirdi, ancak nor­ kapiller mem bıandaki ortalam a filtrasyon basıncı
malde kapalı bulunan ve artmış kan akımına uyum aşağıdaki gibi hesaplanabilir:
sağlamak üzere açılan ek kapillerlerden dolayı daha
fazla kısalma olmaz. Böylece kapillerlerden geçen mmHg
kan 1 saniyeden kısa sürede, fazla karbon dioksidi- Toplam dışarı çıkarıcı kuvvet +29
ni kaybeder ve oksijenlenmiş olur. Toplam içeride tutucu kuvvet -2 8
N E T ORTALAM A FİLT RA SYO N BA SIN C I +1

Akciğerlerdeki Sıvının Kapiller Değişimi Bu net filtrasyon basıncı pulmoner kapillerler­


ve Pulmoner İnterstisyel Sıvı Dinamiği den interstisyel boşluklara sıvının devamlı bir ş e ­
kilde hafifçe akışına neden olur ve alveolleıde bu ­
Akciğer kapillerleri ile sıvı değişiminin dinamiği,
harlaşan küçük bir miktar haricinde bu sıvı pul­
nitelik olarak peıiferik dokulaıdakine benzerdir.
moner lenfatik sistem yoluyla dolaşıma geri pom ­
Bununla birlikte, nicelik bakım ından önemli farklı­
palanır.
lıklar vardır.
1. Yaklaşık 7 mmHg'lık pulmoner kapiller basınç, N eg a tif İnterstisyel Basınç ve A lveolleri "K u­
peıiferik dokulardaki yaklaşık 17 mmHg’lık olduk­ ru" Tutma Mekanizması. Akciğer fonksiyonların­
ça yüksek fonksiyonel kapiller basınçla kıyaslandı­ da en önemli problemlerden biri, alveolleriıı neden
ğında, düşüktür. sıvı ile dolmadığını anlamaktır. İlk söylenecek etki,
BÖLÜM 38 • Pulmoner Dolaşım; Pulmoner Ödem; Plevra Sıvısı 449

Sıvı Hareketine Neden Olan B a sın çlar so lu m a ile veya pn öm on i gibi e n fek siy on lar neden iyle
p u lm o n er kapiller m em b ran ın h a ra p la n m a sı. Bunların
KAPİLLER ALVEOL h erb iri kapiller d ışın a h em p la z m a pro tein lerin in h em
de sıvının hızla sız m asın a n eden olur.

Pulmoner Ödem G üvenlik Faktörü. H a y v an lard a


y ap ılan den eylerde, beürgin p u lm o n e r ö d e m o lu ş m a ­
d a n önce, n o rm ald e p u lm o n e r k a p ille r b a sın c ın en
az ın d a n p la z m a kolloid o zm o tik b a s ın c ın a e şit b ir d ü ­
zeye y ü k se ltilm e si gerektiği b u lu n m u ştu r. Ö rn eğin , Ş e ­
kil 38-8 köpeklerd e, farklı d ü z e y le rd e so l atriy al b a s ın ­
cın ö d e m o lu şu m hızını artırıcı etk isin i g ö sterir. Sol a t ­
riyal b asın c ın her y ü k selişin in , p u lm o n e r k a p ille r b a ­
sın cı, sol atriyal b asın ç tan 1-2 m m H g d a h a fa z la y ü k ­
selttiği h atırlan m alıd ır. Bu şek ild e, so l atriy al b a s ın ç 23
m m H g 'n ın üzerin e çıkar ç ık m a z (p u lm o n e r k ap ille r
b a sın ç 25 m m H g ’nın ü z erin d e iken ), sıvı ak c iğ e rle rd e
to p la n m a y a b a şla r ve hızla artar; b a s ın ç d a y ü k se lm e ­
ye d e v a m eder. P u lm on er k a p ille r b a s ın ç h en ü z 25
m m H g'n ın altın d a iken, p u lm o n e r sıv ıd a an la m lı artış
Ş E K İL 38 - 7 o lm a z. K öp ek lerde p la z m a ko llo id o z m o tik b a sın ç , 25
Akciğerlerin alveoler membran (sağda) ve kapillerlerinde (sol­ m m H g ’lık kritik b a sın ç d ü zey in e h e m e n h e m e n eşittir.
da) hidrostatik ve ozmotik kuvvetler. Pulmoner interstisyel b oş­ Bu n ed en le, n o rm al olarak 28 m m H g ’lık bir p la z m a
luktan sıvıyı pompalayan bir lenfatiği de (ortada) göstermekte­ kolloid o zm o tik b a sın c ın a sa h ip in sa n d a , p u lm o n e r
dir. (Gııyton, Taylor, and Granger: Dynamics and Circulatory ö d e m e s e b e p o lm a sı için p u lm o n e r k a p ille r b a sın c ın 7
Phsiology II: Control of the Body Fluids. Philadelphia, W. B. ın m H g ’lık n o rm al d ü z e y in d e n 28 m m llg 'd a n d a h a
Saunders Company, 1975’den değiştirelerek.) y ü k se ğ e çık artılm ası gerekliği ö n g ö rü le b ilir. Bu da,
p u lm o n e r ö d e m e karşı y ak laşık 21 m ırılIg 'lık bir g ü ­
v en lik faktörüdür.

Kronik Durumlarda G üvenlik Faktörü. P u lm on er k a p il­


alveoler epiteliıı, sıvıya interstisyel boşluğun dışına ler b asın ç kronik olarak yüksek k a ld ığ ın d a (en az 2 h afta
alveolleıin içine sızdırmadan tutmasıdır. Bu doğru süreyle), akciğerler pu lm o n er ö d e m e çok d a h a fazla d i­
değildir, çünkü büyük miktarda su ve elektrolitlerin rençli olurlar, çünkü lenf d am arları o ld u k ç a ge n işle y e b i­
yanısıra büyük protein moleküllerini bile geçirebi­ lir, interstisyel aralıklardan sıvı taşım a k a p a site lerin i o la ­
len alveol epitel hücreleri arasında daima az sayıda sılıkla 10 kat kadar d ah a fazla artırırlar. B u n d an dolaya,
açıklıklar vardır. kronik mitral sten ozlu bir h a s ta d a belirgin p u lm o n er
ö d e m gelişm eksizin 40-45 m m l Ig’lık bir p u lm o n e r k a p il­
Bununla birlikte, eğer pulmoner kapillerler ve
ler b asın ç ölçülebilir.
pulm oner lenfatik sistem in normalde interstisyel
So n u ç olarak, pu lm o n er ö d e m e karşı gü ven lik faktörü,
boşluklarda hafif bir n egatif basıncı koruduğu ha­ kron ik p u lm o n e r ö d e m d e , ak u t d u r u m la r d a k i 21
tırlanırsa, alveol içindeki fazla sıvının alveoler epi­
tel hücreleri arası küçük açıklıklardan akciğer in-
terstisynm una mekanik olarak basitçe emilerek or­
tadan kaldırılacağı açıktır. Daha sonra, fazla sıvı ya
pulm oner lenfatikler yoluyla taşınır ya da pulm o­ (/>
>
ner kapillerlere emilir. Böylece, normal şartlar al­ </) >03 Q
cd 9_
tında, alveoller, alveolleıi nemli tutmak için epitel- E 3
<D - 8 -

*o
deıı yüzeye sızan küçük bir miktar sıvı hariç, “kuru" :0
15 . 9 7 -
bir durumda tutulur. a> q3 _
CÖ >o) 6 -
03 o
cn -M
cd
r-
5-
P u lm o n e r Ö dem 4 -

3 -
P u lm o n e r ö d e m , ö d e m in vü c u tta h erh an gi b ir y erde
o lu ştu ğ u şe k ild e oluşur. P u lm o n er in terstisy el sıvı b a ­ . 2 -

sın cın ı, n e g a tifte n p ozitife çık aran h erh an gi bir faktör, 1-


alv co llcrin ve p u lm o n e r in terstisy al alan ların b ü y ü k 0 »
m ik ta r d a s e r b e s t sıvı ile an id e n d o lm a sın a n e d e n o la ­ i—
caktır. 10 15 20 25 30 35 40 45 50

P u lm on er öd em in en sık sebep leri aşağıd ak i gibidir: Sol alriyum basıncı (mm Hg)

1. P u lm on er ven öz b asın ç ve pu lm o n er kapiller b a ­ Ş E K İL 38 - 8


sın ç ta çok b ü y ü k artışlara ve alveolleıin ve interstisyel
Sol atriyum basıncı (ve aynı zamanda pulmoner kapiller
alan ların sıvı ile d o lm a sın a n eden olan m itral kapak h a s ­ basınç) arttığında akciğer dokusuna olan sıvı kaybının hızı.
talığı veya sol kalp yetersizliği. (Guyton ve Lindsey'deıı: Circ. Kes., 7:649, 1959. The American
2. Klor veya kükürt dioksid gazı gibi zararlı m ad d eleri Heart Association, İliç'in izniyle.)
450 ÜNİTE V II • Solunum

m m H g ’lık n o rm al değerle kıyasladığın d a 30-35 m H g ’ya


yükselebilir. Venöz

Akut Pulmoner Ödem de Ölümün Çabukluğu. Pul­


m o n e r k apiller b asın ç, güvenlik faktör düzeyinin hafifçe
ü stü n e ç ık sa bile, ö ldü rü cü pu lm o n er ödem saatler için ­
de o lu şa b ilir ve h atta kapiller b asın ç güvenlik faktör d ü ­
zeyin in 25-30 m m H g ü stü n e yükselse bile, ödem 20-30
dakika için d e oluşabilir. Böylece, pu lm o n er kapiller b a ­
sın cın b az e n 50 m m H g ’ya yükseldiği akut sol kalp yeter­
sizliğin de, ölü m sıklıkla akut pu lm o n er ö d em d en 30 d a ­
kik adan d a h a kısa bir za m a n için de olur.

PLE V R A B O Ş L U Ğ U N D A K İ SIV IL A R

A kciğerler n o rm al so lu n u m e sn a sın d a ge n işle d iğ in d e ve


k ü çü ld ü ğ ü n d e , plevra kavitesi için de ön ce pary etal ve Ş E K İL 38 - 9
v ise ıal plevra a ra sın d a ince bir m u k oid sıvı tab ak ası b u ­ hıtraplevral boşluklarda sıvı değişim dinamiği.
lunur.
Şekil 38-9 plcvral b oşlu k ta sıvı değişim in in dinam iğini
gösteriyor. Plevra m em b ran ı, plevral b o şlu ğ a az bir m ik­
tar in terstisy el sıvının devam lı olarak sızdığı porlu bir
m e ze n k im al se rö z m em b ran dır. Bu sıvılar, b erab erin d e için, akciğerleri gen işlem iş d u ru m d a tu tm a k için plevral
plevral sıvıya m ukoid bir karekter veren doku p ro tein le­ sıvı b asın cı, d a im a en az -4 m m H g k a d a r n e g a tif o lm a lı­
rini taşırlar. Bu d u ru m , hareketli akciğerlerin çok kolay­ dır. G erçek ölçüm ler, bu b asın cın genellikle akciğerlerin
ca k a y m a sın a izin verm ektedir. ko llap s b asın c ın d an birkaç m ilim etre civa d a h a negatif,
H erbir plevral kavitede b ulun an sıvının toplam m ik ta­ yani -7 m m H g civarında oldu ğu n u gösterir. B öylece
rı azdır, s a d e c e b irkaç mililitredir. Miktar, iki plevrayı plevra sıvısının negativitesi, kay gan laştırıcı o larak işlev
ay ırm ak için yeterli o lan d an biraz fazla olduğu za m a n gören çok ince tab ak a h alindeki m u k o id sıvı h ariç, n o r­
fazlalık d o ğ ru d an plevral b oşluktan ( 1) m ed iasten e, (2) m al akciğerleri gö ğü s kafesinin p ary e tal p le v rasın a d o ğ ­
diy afram ın ü st y ü zü n e ve (3) paryetal plevranm yan y ü z­ ru sık ıca çekilm iş olarak tutar.
lerin e açılan lenfatik d a m arla r ile uzaklaştırılır. Bu n e ­
denle, pary etal ve v ise ıal plevra arasın d aki plevrcı boşlu­ Plevral Efiizyon. Plevral efüzyon, plevral b o şlu k ta çok
ğu, potan siyel bir boşluktur, çünkü n orm ald e açıkça fi­ m iktarda se rb e st sıvı top lan m ası dem ektir. D okulardaki
ziksel bir b o şlu k olm ay acak k ad ar dardır. öd e m sıvısının eşd eğerid ir ve plevral b o şlu ğ u n ö d e m i
denilebilir. Efiizyonun olası sebep leri, B ö lü m 2 5 ’de tartı­
Plevra Sıvısındaki N egatif Basınç. Akciğerlerin b ü zü l­ şılan, diğer dokulardaki ö d em se b e p le ri b en zerid ir: (1)
m eye yatkınlığı, onları k o lla p sa götürm eye n eden o la c a ­ plevral b oşlu ktan lenfatik drenajın b lok e o lm ası; (2) kalp
ğı için, g e n işle m iş akciğerleri bu şekilde tutm ak için ak ­ yetersizliği; bu aşırı yüksek perifeı ik ve p u lm o n e r k a p il­
ciğerlerin d ışın d a d a im a n e ga tif bir kuvvet gereklidir. Bu, ler b asın c a n eden olur ve plevral b o şlu ğ a aşırı m ik tard a
n o rm al plevra b o şlu ğ u n d a n e g a tif bir b asın ç la sağlanır. sıvı geçişin e yol açar; (3) p lazm a k o llo id o szm o tik b a s ın ­
Bu n e g a tif b asın cın tem el n edeni, lenfatiklerle b oşlu ktan cın çok azalm ası, aşırı sun sız m asın a yol açar; ve (4) p le v ­
sıvının p o m p ala n ıy o r o lm asıd ır (bu aynı za m a n d a v ü cu ­ ral b o şlu ğ u n plevral yüzeylerinin h erh an gi bir n ed en le
d u n birçok doku b o şlu ğ u n d a b u lu n an n egatif b asın cın in flam asy on u veya enfeksiyonu; bıı k apiller m e m b ıa m
d a esasıd ır). Akciğerlerin n orm ald e k o llap sa yatkınlıkla­ b o za r ve hem p la z m a protein lerin in h em de sıvın ın b o ş ­
rı -4 m m H g civarın d a (-5 veya -6 cm su basın cı) olduğu lu ğa hızlıca ak m asın a n eden olur.

REFERANSLAR
A gostoni E: M echan ics o f the pleural space. G aar K A Jr, T a y lo r A E , G uyton A C : E ffe c t o f Renkin EM (eds): Pu lm onary Edem a. B a lti­
Physiol R ev 5 2 :5 7 , 1972. lung edem a on pulm onary capillary pres­ more: W averly Press, 1979, p 65.
B ad csch D B : C lin ical trials in pulmonary h y­ sure. A m J Physiol 2 1 6 :1 3 7 0 , 1969. H lastala M P, Robertson H T : C om plexity in
pertension. Annu R ev M ed 4 8 :3 9 9 , 1997. G aar K A Jr, T a y lo r A E, Ow ens L J , Guyton Structure and Function o f the Lung. New
Crystal R G : T h e Lung: S cien tific Foundations. A C : E ffects o f capillary pressure and Y o rk : M arcel Dekker, 1998.
Philadelphia: Lippincott-R aven, 1997. plasm a protein on developm ent o f pulm o­ Irvin C G : E x ercise physiology. A llergy
Dahl O E : T h e ro le o f the pulm onary circu la­ nary edem a. Am J Physiol 2 1 3 :7 9 , 1967. Asthm a Proc 1 7 :3 2 7 , 1996.
tion in the regulation o f coagulation and Guyton A C , Lindsey A W : E ffe c t o f elevated Levy M M : Pulmonary cap illary pressure: c lin i­
fibrinolysis in relation to m ajor surgery. J left atrial pressure and decreased plasma cal im plications. C rit C are C lin 1 2 :8 1 9 ,
Card iothorac V ase Anesth 1 1 :3 2 2 , 1997. protein concentration on the developm ent 1996.
D unsm ore S E , R annels D E: Extracellu lar ma­ o f pulmonary edema. C irc R e s 7 :6 4 9 , Matalon S , B en o s D J, Ja ck so n R M : B iop h y si­
trix b iology in the lung. A m J Physiol 27 0 : 1959. cal and m olecular properties o f am iloride-
L 3 , 1 9 96. Guyton A C , T ay lor A E, G ranger H J: C ircu la­ inhihitable N a 4 ch an n els in alveolar
Fishm an A P . R cn k in E M (ed s): Pulmonary tory Physiology. II. D ynam ics and Control epithelial cells. Am J P hysiol 2 7 L L 1 ,
Edem a. Baltim o re: A m erican Physiological o f (he Body Fluids. Philadelphia: W B Saun ­ 1996.
S o c ie ty , 1979. ders C o, 1975. M atthay M A , Folkesson H G , V erkm an A S :
Fraser R S , Paré JA P . Fraser R G , Paré PD: Guyton A C , Parker JC , T a y lo r A E, Jackson Salt and w ater transport across alveolar and
Syn op sis o f D iseases o f the C hest. 2nd ed. T E , M offatt D S : Fo rces governing water distal airway epith elia in the adult lung.
Philadelphia: W B Saunders C o, 1994. movement in the lung. In: Fishm an A P, Am J Physiol 2 7 0 :L 4 8 7 , 1996.
BÖLÜM 38 • Pulmoner Dolaşım; Pulmoner Ödem ; Plevra Sıvısı 451

M eyer B J , M e y e r A , Guyton A C : Interstitial T ay lo r A E, G aar K, Guyton A C : Na24 space, W est J B : Pulmonary' Pathophysiology. T he E s ­
fluid pressure. V . N egative pressure in the D 20 space, and blood volume in isolated sentials. 4th ed. B altim ore: W illiam s &
lungs. C irc Res 2 2 :2 6 3 , 19 6 8 . dog lung. Am J Physiol 2 1 1 :6 6 , 1966. W ilkins, 1992.
Parker JC , Guyton A C , T ay lo r A E : Pulmonary T a y lo r A E , Guyton A C , Bishop V S : Perm e­ W est J B : Respiratory P h y sio log y— T h e E sse n ­
interstitial and capillary pressures estimated ability o f the alveolar m embrane to solutes. tials. 5th ed. Baltim o re: W illiam s & W il­
from intra-alveolar fluid pressures. J Appl C irc R es 1 6 :3 5 3 , 1965. kins, 1994.
Physiol 4 4 :2 6 7 , 1978. Thom pson J S , M orice AH : Neutral endopepti-
Rubin L J: Prim ary pulmonary hypertension. N dase inhibitors and the pulmonary circu la­
Engl J Med 3 3 6 :1 1 1 , 1997. tion. G en Pharm acol 2 7 :5 8 1 , 1996.
Gaz Değişiminin Fiziksel İlkeleri;
Solunum Membranlarında Oksijen
ve Karbon Dioksit Difüzyonu

Alveollerin taze hava ile havalandırılm asından G az Karışım ındaki G az B asın çları-G azların
sonra, solunum sürecinin ikinci adımı, oksijenin "Parsiyel B asınçları”
alveollerden pulmoner kana ve karbon dioksidin
zıt yönde difüzyonııdıır. Difiizyon basitçe, m ole­ Basınç, kinetik olarak hareket eden m olek ü llerin sürekli
küllerin solunum mem branından her iki yöne olan olarak bir yüzeye çarp m a sı n eden iy le oluşur. Böylece,
rastlantısal hareketlerdir. Bununla beraber, solu­ solu n u m yolları ve alveollerin yüzeyine etki eden gazın
num fizyolojisinde, sadece difüzyonun gerçekleşti­ olu ştu rdu ğu b asın ç, h erh angi b ir an d a , m olek üllerin o
yüzeye çarp m asıy la olu şan to p lam kuvvetle orantılıdır.
ği temel mekanizma ile değil, difüzyonun hızı ile
Bu, toplam basıncın gaz m olekü llerin in konsantrasyonu
de ilgilenilir. Bu da, difiizyon ve gaz değişimi fiziği­
ile doğru orantılı olduğu an la m ın a gelir.
nin derinliğine anlaşılmasını gerektiren çok daha Solun um fizyolojisinde, b aşlıca, o k sijen , azot ve k ar­
karmaşık bir problemdir. bon diok sidd en olu şan karışım larla ilgilenilir. Bu g a zla r­
dan her birinin difiizyon hızı, aynı gazın tek b a şın a o lu ş­
turduğu b asın ç ile doğı u oran tılıdır ki; b u b a sın c a parsi­
yel (kısmi) basınç denir. Şim d i p arsiyel b asın ç k a v ra m ı­
nın üzerind e du rm am ız gerekiyor.
Bileşim i yaklaşık olarak, %79 azot ve %21 ok sijen d en
D İF Ü Z Y O N VE G A Z P A R S İY E L
m e y d an a gelen havaya d ü şü n elim . D en iz seviyesin de, bu
B A S IN Ç L A R IN IN F İZ İĞ İ karışım ın toplam b asın cı 760 m m llg ’dir. Yukarıdaki, b a ­
sıncın m olek üler tem elin in tan ım ın d an d a an laşıldığı
G az D ifüzyonunun M o le k ü le r Tem eli üzere, her gaz, kendi k o n san trasy o n u ile doğru orantılı
olarak toplam b a sın c a katk ıda b ulun ur. Bun d an dolaya,
So lu n u m fizyolojisi ile ilgili gazların h epsi, birbirlerinin 760 mırıl Ig’lık b asın cın % 79’luk b ö lü m ü az o ta (yaklaşık
ara sın d a se rb e stçe hareket eden m oleküllerdir. 13u se r­ 600 m m H g) ve % 21’lik b ölü m ü de o k sije n e (yaklaşık 160
b est h areketler sürecin e "difiizyon” denir. Aynı olay, vücut ııım H g) aittir. Böylece, b u k a rışım d a a z o tu n p arsiyel b a ­
dok u ve sıvıların da erim iş olan gazlar için de geçerlidir. sıncı 600 m m H g; oksijenin ki ise 160 ııım H g ’dır; toplam
D ifü z y o n u n g e rç e k le şm e si için, b ir en erji k a y n a ğ ın a b asın ç 760 m m H g olup, parsiyel b asın ç ların toplam ıdır.
g e r e k sin im vardır. Bu en erji, m o le k ü llerin h are k e tsiz Bir karışım daki g azların b asın çları, ayoa ayoa, P o2, P c o 2,
o ld u ğ u m u tla k sıfır sıcak lığ ı h ariç, m o le k ü llerin ken di Pn2, Ph20, PHe şeklin de ifade edilir.
k in e tik e n e rjisin d e n sağ lan ır. F izik sel o la rak b irb irin e
tu tu n m a y a n se rb e st m o le k ü ller için b u n u n an la m ı,
d iğ e r m o le k ü llerd e n b irin e ç a ıp ın c a y a k a d a r y ü ksek Suda ve D okularda Ç özünen G a zla rın
h ız d a d o ğ ru sa l h arek et etm elerid ir. M o lek üller ç a r p ­ Basınçları
m a ile y ön d e ğiştire re k , d iğer b a şk a m o le k ü llerle ç a r ­
p ış a n a k a d a r h are k e tle rin e d e v a m ederler. Bu şekilde, Suda ya da vücut dokularında erim iş olan gazlar da basın ç
m o le k ü lle r b irb irleri a r a s ın d a h ızla ve ra stg e le h arek et uygular; çünkü erim iş moleküller rastgele hareket eder ve
eder. kinetik enerjiye sahiptirler. Ayrıca, erim iş gaz molekülleri
hücre zarı gibi bir yüzeyle karşılaştığında, tıpkı gaz fazın­
daki gazın kendi parsiyel basıncını uygulam ası gibi basın ç
Bir Gazın Tek Yöndeki Net Difüzyonu-Konsantras- uygular. Erimiş gazların parsiyel basın cı, gaz fazındaki g a z­
yon Gradyanmın Etkisi. Eğer bir gaz b ölm esin in ya da larda olduğu gibi P02, P co2, P n 2, PHe şeklinde ifade edilir.
eriyiğin bir tarafın da yüksek ko n san trasy o n d a, diğer ta­
rafın d a ise d ü şü k k o n sa n trasy o n d a gaz b u lu n u y orsa, Ş e ­ Bir Sıvıda Erimiş Olan Gazın Basıncım Belirleyen
kil 3 9 -1 'de gösterildiği gibi, yüksek k o n san trasy o n a la ­ Faktörler. Bir gazın eriyikteki konsantrasyonu, sad e ce b a ­
n ın dan B’ye doğru d ifüze olacak m olekül m iktarı, B tara­ sıncı ile değil, aynı za m an d a o gazın erim e katsayısı ile b e ­
fın dan A’ya doğru difüze olacak m olekül m iktarın dan lirlenir. Bazı molekül tipleri, özellikle karbon dioksid, fizik­
çok d a h a fazladır. B un d an dolayı, okların u zu n lu ğu n d a n sel veya kimyasal olarak su molekülleri tarafından çekilir­
gö riilü ğü gibi, lıer iki yön e doğru difiizyon hızı orantılı ken, diğer bazı gazlar itilir. Moleküllerin çekimi sayesinde,
olarak farklıdır. basıncın çok fazla artm asına gerek kalm adan, çözeltide da-

452
BÖLÜM 39 • Gaz Değişiminin Fiziksel İlkeleri 453

Çözünmüş gaz molekülleri ne geçm esidir. Su m oleküllerinin y ü zey d en k u rtu lm ay a


çalıştığı b a sın c a su y u n b u h ar basıncı denir. 3 7 °C ’lik
n o rm a l v ü c u t sıc a k lığ ın d a , bu b u h a r b a s ın c ı 47
m m H g ’dır. B u n d an dolayı, g az karışım ı ta m a m e n nem -
len m işse-etrafın d ak i su ile "d en g ed e" o ld u ğ u n d a - gaz
k arışım ın daki suyun parsiyel b asın cı d a 47 m m H g ’dır.
D iğer parsiyel b asın ç lar gibi, bu p arsiy el b a sın ç d a
PH20 ile gösterilir.
Suyun b u h ar b asın cı tam am iy le su y u n sıcak lığ ın a
bağlıdır. Sıcaklık arttıkça, m oleküllerin kinetik aklivitesi
Ş E K İL 3 9 - 1 de artar. Böylece yüzeye yakın su m oleküllerinin gaz fa­
Oksijenin bir uçtan (A) diğer uca (B) difüzyonu. Okların uzun­ zına geçm e olasılığı d a artar. Örneğin, su y u n b u h ar b a ­
lukları arasındaki fark net difıizyonu gösterir. sıncı 0 ° C ’de 5 m m H g; 100°C ’dc de 760 m m H g ’dır. A m a
h atırlan m ası gereken en önem li değer, v ü cu t sıcak lığın ­
daki 47 m m H g’lik b u h ar basıncıdır.

ha çok m olekül eriyebilir. Öte yandan, molekülleri itilen


gazların çok d ah a az say ıd a m olekülünün çözünebilm esi G azların Sıvılarda D ifü zy o n u -N e t D ifüzyona
için dah a yüksek basın çlar gerekir. Bu ilişki Henry yasası Neden Olan Basınç Farkı
adıyla bilinen aşağıdaki form ülle gösterilebilir.

Eriyen gazın konsantrasyonu


Basınç = ------------------------------------- Şim di, tekrar difüzyon so ru n u n a geri dön elim . Y ukarıda­
Erime katsayısı ki tartışm ad an an laşılacağı üzere, gazın b asın cı bir a la n ­
da d iğeıin k in d en d ah a yüksek ise, yüksek b asın ç ala n ın ­
B asın ç atm o sfe r olarak (1 atm . = 760 m m H g), k o n sa n t­ dan d ü şü k b asın ç alan ın a doğru net difüzyon olur. Tek­
rasyon d a birim h acim su d a erim iş olan gazın h acm i ile rar, Şekil 39-1’e dön elim . Bu şekilde, y üksek b asın ç a la ­
ifad e edildiğin de, önem li so lu n u m gazlarının erim e k at­ nındaki m oleküllerin, sayıların ın çok o lm a sın d an dolayı,
sayıları, vü cu t sıcak lığın d a aşağıd ak i gibidir: d ü şük b asın ç alan ın a rastlan tısal h areket etm e olasılığı,
zıt yünde h areket edecek m oleküllerinkin den d a h a fa z ­
O ksijen 0,024 ladır. B u n u n la birlikte, bazı m oleküller d ü şü k b asın ç a la ­
K arbon dioksit 0,57 n ın dan yüksek b asın ç alan ın a geçer. B u n d an dolayı,
K arbon m on ok sit 0,018 yüksek b asın ç alan ın d an d ü şü k b a sın ç ala n ın a doğru
Azot 0,012 gazların net difüzyonu, b u yöne doğru h areket eden m o ­
H elyum 0,008 leküller ile zıt y ön de hareket eden m oleküllerin fa r k ın a
eşittir. Bu olay iki b ölgen in gaz b asın çları arasın d ak i fark
Bu tab lo d an görülüyor ki, karbon dioksidin eriyebilirliği ile doğru orantılıdır ki bu farka difüzyon için basın ç fa ik ı
oksijeninkinin 20 katıdır; ve oksijen de diğer üç gazdan denir.
çok d ah a kolay erir.

Sıvılardaki N et D ifüzyon Hızının Ö lçülm esi. B a ­


A lveo llerd eki G az Fazı ile Pulm oner Kanda Eri­
sın ç fark ın a ek olarak , b a şk a b irç o k fak tö r sıv ıd ak i g a z
miş Faz A rasınd aki D ifüzyon. A lveollerdeki s o lu ­
d ifü zy o n u n u n hızını etkiler: ( 1) g a zın sıvı iç e risin d e
n u m g azların ın k arışım ı için dek i her gazın p arsiy e l
e rim e kab iliy eti, (2) sıvın ın en in e k esit a la n ı. (3) gazın
b asın c ı, o gazın m o lek ü llerin i, ö n ce alv eo ler m e m b r a ­
d a ğ ıla c a ğ ı m e sa fe , (4) gazın m o le k ü le r ağırlığı, (5) s ı ­
n a, so n r a alv eo le r k a p ille rle ıd e k i k a n a ge ç m e si için
vının sıcak lığ ı. V ü cu t sıcak lığ ı, belirli ö lç ü le r iç in d e
z o rla m a y a eğilim lidir. Aynı gazın , k a n d a erim iş o lan
sa b it k a ld ığ ın d a n , so n fak tör g e n ellik le d ik k ate a lın ­
m o lek ü lleri ise kan ın sıvı k ısm ın d a rastla n tısa l şe k il­
m az.
lerd e sıçrar, b az ıları d a tek rar alv eollere geri döner.
G eri d ö n ü ş h ızları, k an d ak i p arsiy e l b asın ç ları ile d o ğ ­ I Ierhangi bir b asın ç değişikliğinde, gazın erim e kab ili­
ru oran tılıdır. yeti ne kadar yüksekse, o kadar çok say ıd a m olekül d i­
S o n u ç ta g azın net difüzyonu h an gi tara fa d o ğru o la ­ füzyon a uğrar. Ayrıca, difüzyon yolunun en in e kesidi ııe
caktır? N et d ifü zy o n u , iki p arsiy el b a sın ç arasın d ak i k adar büyükse, di füze olan toplam m olekül sayısı o k a ­
fark b elirler. E ğer g a zın alv eo llerd ek i p arsiyel b asın c ı dar fazla olur. D iğer taraftan, m oleküllerin diflize o la c a ­
d a h a fa z la ise -n o rm a ld e o k sijen için b ö y led ir-k an a ğı yol ne k a d a r u zu n sa, difüzyonun tam a m la n m a sı o k a ­
d a h a fa z la m o lek ü l gider. B öy lece ok sijen tüm v ü c u d a dar çok zam an alır. Son u ç olarak, m oleküllerin kinetik
yayılır. E ğer k an d ak i g az b a sın c ı d a h a y ü k sek se -n o r­ h areketlerinin hızı (m oleküler ağırlığının kaıekökü ile
m a ld e k arb o n d io k sid için böy led ir- net difüzyon alvc- ters orantılıdır) ne kadar büyükse, gazın difüzyon hızı d a
o llerdeki g a z fazın a d o ğ ru olacaktır. B öylece k arb on o kadar büyü k olur. Bu faktörlerin tüm ü aşağıd ak i gibi
d io k sit a k c iğ e rle rd en alv eo llerdeki g az fazın a d oğru tek form ülle ifade edilebilir:
geçer.
AP x A x S

Su Buharı Basıncı

H ava, so lu n u m y olların a girdiğin de, su h em en b u y olla­ D, difüzyon (dağılım ) hızı; AP, difüzyon y olun un iki ucu
rın y ü zey in d en b u h a rla şa ra k h avayı n em lendirir. B u ­ arasın d aki b asın ç farkı; A, bu yolun en ine kesit alan ı; S,
n un se b e b i, çeşitli erim iş g a z m olekülleri gibi, su m o le ­ gazın çözü nü rlüğü; d, difüzyon yolunun u zu n lu ğu ; MW
küllerinin de sürekli su y ü zey in d en ku rtu larak gaz h ali­ gazın m oleküler ağırlığıdır.
454 ÜNİTE V II • Solunum

F orm ülden de açıkça görülüyor ki, gazın kendi özellik­


leri form üldeki iki faktörü belirler: Ç özün ürlük ve m o le-
küler ağırlık. Bu iki faktör, difiizyon katsayısı (S/VMYV) ile
orantılıdır. Ayrıca, farklı gazların aynı b asın ç düzeyindeki
difüzyon hızları da difüzyon k atsayısı ile orantılıdır. O ksi­
1. soluk 3. soluk
jenin difüzyon katsayısın ı 1 kab ul edersek, vücut sıvıları
içinde b u lu n an ve so lu n u m aç ısın d an ön em i olan g azla­
rın görece (rölatif) difüzyon katsayıları aşağıd ak i gibidir:

O ksijen 1,0
K arbon dioksit 20,3
K arbon m o n o k sit 0,81 4. soluk 8. soluk 12. soluk 16. soluk
N itrojen 0,53 Ş E K İL 39 - 2
H elyum 0,95 Bir gazın, alveolierden birbirini izleyen soluklarla ekspirasyonu.

Gazların Dokularda Difüzyonu


çok az miktarda bulunur. Atmosfer havası solunum
Solu n u m b ak ım ın d an ön em li olan gazların tüm ü, y a ğ ­ yollarına girer girmez, solunum yüzeylerini kapla­
lard a ve dolayısıyla h ücre za rın d a yüksek çözü nü rlüğe yan sıvılarla karşılaşır ve alveollere girmeden önce
sahiptir. Bu neden le, gazların dok ulardak i hareketini g e ­ tam amen nemlendirilir.
n iş ölçüde sın ırlay an etken, h ücre zarın d an geçiş hızları 37°C’lik normal vücut sıcaklığında, su buharı b a ­
değil, doku sıvılarındaki difüzyon hızıdır. Bun d an dolaya
sıncı 47 mmHg’dır, dolayısıyla alveoler havadaki
so lu n u m m e m b ra n ı d a dahil o lm ak üzere, gazların d o ­
ku lardaki difüzyonu, yukarıdaki listed e gösterildiği gibi,
suyun parsiyel (kısmi) basıncı da 47 mmHg’dir. Al-
gazların su d ak i difüzyoriuna eşittir. veollerdeki toplam basınç atm osfer basıncından
(760 mmHg) daha yüksek olamayacağı için bu su
buharı, inspirasyon havasındaki tüm diğer gazları
seyreltir. Tablo 39.1’in 3. sütununda havanın nem-
lendirilmesinin, deniz seviyesinde, atm osfer hava­
ALVEOLER HAVANIN BİLEŞİMİ- sındaki 159 mmHg’lık oksijenin parsiyel basıncını,
ATMOSFER HAVASI İLE İLİŞKİSİ nemlendirilmiş havadaki 149 m mHg’lık değere dü­
şürdüğü görülüyor. Ayrıca nitrojenin parsiyel b a­
Tablo 39-1'de 5. sütundaki alveoler havanın bileşi­ sıncı da 597 mmHg’dan 563 mmHg’ya düşer.
mi 1 . sütundaki atm osfer havasının bileşimiyle
karşılaştırıldığında görüleceği gibi alveoler havanın
gaz konsantrasyonları ile atmosfer havasının gaz
konsantrasyonları hiç de aynı değildir. Bu farklılık­ Alveollerdeki Oksijen Konsantrasyonu
ların çeşitli nedenleri vardır. İlk olarak, alveoler ha­ ve Parsiyel Basıncı
va her solukta atmosfer havasıyla kısmen değişir,
tamamiyle değil. İkinci olarak, oksijen sürekli ola­ Bölüm 37’de, normal ekspirasyon sonunda akciğer­
rak alveoler havadan absorbe edilir. Üçüncü ola­ lerde kalan hava miktarı olarak tanımlanan fonksiyo­
rak, karbon dioksit sürekli olarak pulmoner kan­ nel (işlevsel) rezidiiel kapasitenin yaklaşık 2300 mİ ol­
dan alveollere difüze olur. Ve son olarak, solunum duğu belirtilmişü. Ancak her normal solukla 350 mİ.
yollarına giren kuru atm osfer havası, henüz alveol­ yeni hava alveollere girerken, aynı miktardaki eski al­
lere ulaşmadan nemlendirilir. veoler hava dışarı çıkarılır. Bundan dolayı, her soluk­
ta, yeni atmosfer havasıyla yer değiştiren eski alveoler
Havanın Solunum Yollarına Girdiğinde Nem- havanın miktarı, total alveoler havanın 1/7’si kadar­
lendirilmesi. Tablo 3 9 -1 ’in 1. sütunu, atmosfer h a­ dır. Böylece, alveoler havanın çoğunun değişmesi
vasının hem en hem en tam am ının nitrojen ve oksi­ için birçok soluğa ihtiyaç vardır. Şekil 39-2, alveoler
jenden oluştuğunu gösteriyor. Normalde hem en havanın bu yavaş yenilenme hızını gösterir. Şekildeki
hem en hiç karbon dioksit içermez, su buharı ise ilk alveol bir gazla tamamen dolmuştur. Onaltıncı so-

TABLO 39 - 1
Akciğerlere giren ve çıkan solunum gazlarının parsiyel basınçları (Deniz Seviyesinde)
Atm osfer H avası* N emlendirilmiş Hava Alveoler Hava Ekspirasyon Havası
(mmHg) (mmHg) (mmHg) (mmHg)

n2 597,0 (% 78,62) 563.4 (%74,09) 569,0 (% 74,9) 566.0 (% 74,5)


0 2 159,0 (% 20,84) 149.3 (% 19,67) 104,0 (% 13,6) 120.0 (% 15,7)
co2 0,3 (% 0,04) 0.3 (% 0,04) 40,0 (% 5,3) 27.0 (% 3,6)
H20 3,7 (% 0,50) 47.0 (% 6,20) 47,0 (% 6,2) 47.0 (% 6,2)

TOTAL 760.0 (% 100,00) 760.0 (% 100,00) 760.0 (% 100,0) 760.0 (% 100,0)

* O rtalam a sıcaklıkta ve açık b ir günde


BÖLÜM 39 • Gaz Değişiminin Fiziksel İlkeleri 455

100- jen girer. Oksijen ne kadar absoıbsiyoııa uğrarsa,


alveollerdeki konsantrasyonu o kadar düşer. Diğer
îi-göoH taraftan atmosferden oksijen ne kadar hızlı alveol-
CÖ N lere alınırsa, konsantrasyonu o kadar yüksek olur.
.a o
—' >>
=> r- 6 0 H Bundan dolayı, alveollerdeki oksijen konsantrasyo­
nu ve dolayısıyla oksijen parsiyel basıncı, ilk olarak
2 o 40- oksijenin kana absorbsiyonu, ikinci olarak da yeni
C w oksijenin akciğerlere giriş hızıyla kojıtrol edilir.
g ~ 20- Şekil 39-4, alveoler ventilasyon ve kana oksijen
w absorbsiyon hızının alveoler oksijen parsiyel b a ­
£ o 0- sıncı (P ao 2) üzerine etkilerini göstermektedir. Düz
çizgi, 250 ml/dak'lık oksijen absorbsiyon hızını,
Zaman (saniye)
noktalı eğri ise 1 0 0 0 ml/dak.’lık oksijen absorbsi­
Ş E K İ L 39 - 3 yon hızını belirtmektedir. 4,2 litre/dak.’lık normal
Bir gazın alveollerdeıı uzaklaştırılma hızı. ventilasyon hızında, ve 250 ml/dak.’lık oksijen tü­
ketiminde, normali gösteren nokta şekil 3 9 -4 ’te A
noktasıdır. Şekilde ayrıca, orta dereceli egzersizde
luktan sonra bile, bu gazın alveollerden tamamen olduğu gibi, 1 0 0 0 ml/dak.’lık oksijen absorbsiyon
ıızaklaştırılamadığına dikkat ediniz. hızında, alveoler oksijenin parsiyel basıncının 104
Şekil 39-3, alveollerdeki yabancı gazın normal mmHg düzeyinde kalması için, alveoler ventilasyo-
uzaklaştırılma hızını grafik şeklinde gösterm ekte­ nun dört katına çıkması gerektiği de gösteriliyor.
dir. Normal alveoler ventilasyon ile 17 saniyede ga­ Şekil 39-4'de bir diğer etki gösterilmektedir. Alve­
zın yaklaşık yarısı uzaklaştırılmıştır. Kişinin alve­ oler ventilasyonun aşırı artması, deniz seviyesinde
oler ventilasyon hızı normalin yarısına inerse, ga­ atmosfer havası soluyan bir kişide alveoler P 0 2 ’yi
zın yarısı 34 saniyede; normalin iki katına çıkarsa 149 mmHg’nın üzerine hiçbir şekilde çıkaramaz,
d ayaıısı 8 saniyede uzaklaştırılmaktadır. çünkü bu basınç su buharı ile doymuş havadaki
maksimum (P02) oksijen parsiyel basıncıdır. Eğer
A lveol Havasının Yavaş Değişiminin Önemi. Al­ kişi oksijen parsiyel basıncı 149 mmHg’dan daha
veoler havanın bu yavaş değişimi, kandaki gaz kon­ yüksek bir gaz karışımı solursa, alveoler ventilasyon
santrasyonlarının ani değişimlerinin önlenm esi maksimuma yaklaşırken alveoler P 0 2 de aynı düze­
bakım ından önem taşır. ye ulaşabilir.
Bu, solunum kontrol mekanizmasının daha karar­
lı (stabil) olmasını sağlar. Böylece, solunum geçici
olarak duraksadığında, dokuların oksijenlenmesin- Alveollerde Karbon Dioksidin
de, dokudaki karbon dioksit konsantrasyonunda ve Konsantrasyonu ve Parsiyel Basıncı
doku pH'smda aşırı artış ve düşüşler engellenir.
Vücutta, sürekli şekilde oluşan karbon dioksit, al-
veollere geçer ve buradan da ventilasyonla uzaklaş­
Alveollerdeki Oksijenin Konsantrasyonu tırılır. Şekil 39-5, alveolar ventilasyonun, iki farklı
ve Parsiyel Basıncı karbon dioksit atılma hızında, 2 0 0 ve 800 ml/dak.
hızında, alveoler PCO2 üzerine olan etkilerini gös-
Oksijen sürekli olarak akciğerlerdeki kana absorbe
edilir ve devamlı atmosferden alveolleıe yeni oksi­

175-
Maksimum ventilasyonun üst sınırı
150 150-
250 mİ 0 2/dak
\ 800 mİ COg/dak
125- cö en 125 \
O. I l
i tİtounaJ-aLveolej: P D 2
1 00 - o5 E 100-
ö E
Û)
II 75-
<c
c </)
75

50 - c «o 50-

/ 1000 mİ 0 2/dak "^ •-.^^ N o rm a l aîveoîerPC02


O 25-
2 5 -| O 200 mİ C 0 2/dak ~

— I-----------1-----------1---------- i---------- 1-----------1---------- i-----------1 —T- —1


0 5 10 15 20 25 30 35 40 10 20 25 30 35 40

Alveoler ventlasyon (Lt/dak.) Alveoler ventilasyon (Lt/dak)

Ş E K İL 39 • 4 Ş E K İL 39 - 5
250ml/dk vclOOO ml/dk'lık iki ayrı oksijen absorbsiyon hızında, 200 ml/dk ve 800 ml/dk’lık iki ayrı C 0 2 atım hızında alveoler
farklı düzeylerdeki alveoler ventilasyonun, alveoler P02 üzerine ventilasyonun, alveoler PC02’ye etkisi. A noktası normal işleyiş
etkisi. A noktası normaldeki işleyiş noktasıdır. noktasıdır.
456 ÜNİTE V II • Solunum

SOLUNUM MEMBRANINDA
GAZLARIN DİFÜZYONU

Solunum Ünitesi. Şekil 3 9 -7 ’de görüldüğü gibi,


"solunum ü nitesi” respiratuvar bronşiyoller, a l ­
veoler kanallar, atriyıım lar ve alveollerdetı (iki
akciğerde yaklaşık 300 milyon adet ve ortalam a
çapı 0,2 mm) oluşur. Alveol duvarları son derece
incedir ve Şekil 3 9 -8 ’de görüldüğü gibi, araların­
daki kapilleılerle birlikte sağlam bir örgü olu ştu ­
rurlar. G erçekten, kapiller ağın yoğunluğu n ed e­
niyle, alveoler duvarda kanın bir tabaka halinde
Ekspirasyon hava hacmi (mİ) aktığı söylenir. Alveoler gazlar bu nedenle kapil-
lerleıdeki kana çok çok yakın bulunurlar. S o n u ç­
Ş E K İL 39 - 6 ta, alveoler hava ve pulm oner kan arasındaki gaz
Normal ekspirasyon havasının çeşitli bölümlerinde oksijen ve alışverişi, sadece alveolleıde değil, akciğerlerin
karbondioksit parsiyel basınçları. tüm term inal kısım larındaki m e m b ıa n la r b o ­
yunca görülür. Bu m em bıanlar, solu n u m m em b-
ranı ya da pu lm on er nıem bran olarak bilinir.

Solunum Mem branı. Şekil 39-9’da, solda enine


teım ektedir. Kesiksiz eğıi, kaıbondioksidin 200 kesiti çizilmiş solunum m em branının ince yapısı,
ml/dak. normal hızla atılışını göstermektedir. 4,2 sağda ise bir alyuvar görülmektedir. Burada, oksije­
litıe/dk.’lık norm al alveoler veııtilasyon hızında, nin alveollerden alyuvarlara ve karbon dioksitiıı de
alveoler P C 0 2 için normali gösteren nokta, Şekil ters yönde difüzyonu belirtilm iştir. Solunum
3 9 -5 ’te A noktası olarak gösterilen 40 mmHg’dır. membranının farklı tabakaları şöyledir:
Şekil 3 9 -5 ’te iki önemli nokta daha dikkati çek­
mektedir. Birincisi, alveoler PC02, karbon dioksit
atım hızıyla orantılı o larak artar. Bu artış 800 1. Alveolü kaplayan sıvı tabakası; bu tabaka, sıvı­
ml/dak C 0 2 atım hızını temsil eden noktalı eğrinin nın yüzey gerilimini azaltan süıfaktanı da içerir.
yükselm esi ile gösterilm iştir. İkincisi, alveoler 2 . İn ce epiteliyal hücrelerden oluşan alveol
PC 02, alveoler veııtilasyonla ters orantılı olarak epiteli
azalır. Bu nedenle alveolleıdeki oksijen ve karbon 3. Epitel bazal membranı
dioksit konsantrasyonları ve parsiyel basınçlarını,
4. Alveol epiteli ile kapiller m em bıan arasında
hem bu iki gazın absorbsiyon ve atım hızları, hem
kalan ince bir interstisyel boşluk.
de alveolar ventilasyon hızı belirler.
5. Birçok yerinde epitel bazal m em branı ile kay­
naşmış kapiller bazal membranı
6 . Kapiller endotel membranı.

Ekspirasyon Havası
Çok sayıdaki katm an a rağm en , so lu n u m
E k sp ira sy o n h av a sı, ölü b o şlu k h av a sı ile alveol h a v a ­ m em b ran ın ın kalınlığı bazı b ö lü m lerin d e 0 , 2
sın ın k a rışım ıd ır ve b ile şim i b u n ed en le, b irin cisi ölü m ikrom etre kadar incedir; hücre nükleuslarım n
b o şlu k h a v a sın ın o ran ı ile, İkincisi de alv eo ler h av a bulunduğu kısım lar dışında ise o rtalam a 0 , 6
o ran ı ile b e lirlen ir. Şekil 3 9 -6 'd a e k sp irasy o n b o y u n c a, mikrom etredir.
e k sp ir a sy o n h a v a sın d a o k sije n ve k arb on d io k sit p a r ­
Histolojik incelem elerle norm al erişkinde solu­
siyel b a sın ç la r ın d a k i p r o g r e sif d e ğ işm e le r g ö rü lm e k ­
num m em branının toplam alanının 70 m 2’ye ulaş­
tedir. Bu h a v a n ın ilk b ö lü m ü n ü o lu ştu ra n ölü b o şlu k
h av a sı, T ab lo 3 9 - 1 ’in 3. sü tu n u n d a g ö ste rild iğ i gibi, tığı hesaplanmıştır. Bu alan 25 x 30 ayak (1 ayak
n e m le n d ir ilm iş h av ad ır. S o n r a alveol h av ası ile ölü 30,5 cm) büyüklüğünde bir odanın tabanına eşittir.
b o şlu k h a v a sı g ittik çe a rta n o r a n d a karışır; s o n u n d a Herhangi bir anda akciğer kapillerlerinde bulunan
ölü b o şlu k h a v a sı ta m a m e n b o ş a lır ve s a d e c e alv eo l kan miktarı 60-140 m l’dir. Bu kadar az miktarda ka­
h a v a sı kalır. Bu n e d e n le alveol h av asın ı in c e le m e k nın, 25 x 30 ayak’lık bir yüzeye yayıldığı düşünülür­
için, zo rlu b ir e k sp ir a sy o n h av a sın ın en so n b ö lü m ü ­ se, solunumla gaz alışverişinin hızını anlam ak ko­
nü to p la m a k gerekir.
laylaşır.
N orm al ek sp irasy o n h avası, hem ölü b oşlu k h avası
hem de alv eo ler h ava içerdiği için, gaz k o n san trasy o n la­
Pulm oner kapillerlerin ortalam a çapı 5 m ikro­
rı ve p arsiyel b asın çları, T ablo 39-1'de sütu n 7 ’de g ö ste ­ m etre olduğundan eritrositlerin sıkışarak g eç­
rildiği gibidir, yani gaz. k o n san trasy on ları alveol h avası m esi gerekir. Bu nedenle eritrosit m em bran ı ge­
ile n em li atm o sfe r h avası arasın d adır. nellikle kapiller duvarına değdiğinden oksijen ve
BOLUM 39 • Gaz Değişiminin Fiziksel İlkeleri 457

Ş E K İL 39 • 7
Respiratuvar lobtil. (W.S.
Millcr’den: The Luııg.
Springfield II., Charles
C Thomas 1947)

k arb o n dioksitin difüzyon h ızın ı yavaşlatan füzyon hızı, m em bran kalınlığı ile ters orantılı ol­
ö nem li miktarda plazm adan geçm esi gerekmez. duğundan, bu kalınlığı norm alin 2-3 katına çıka­
Bu olay da difüzyon hızını artırır. ran herhangi bir faktör, gaz değişim ini önem li öl­
çüde bozar.
Solunum nıem branının yüzey alan ı birçok koşul­
da büyük ölçüde azalabilir. Örneğin, bir akciğerin
Solunum Membranında Gazların tam amen çıkarılması total yüzeyi norm alin yarısı­
Difüzyon Hızını Etkileyen Faktörler na indirir. Keza, am fizenıde birçok alveol duvarının
erimesiyle alveoller biıleşebilir. Bu şekilde oluşan
D aha önceki tartışm ada belirtilen suyun difüz- yeni boşluklar orijinal alveolleıden çok geniş oldu­
yonu ile ilgili form ü ller ve ilkeler, solu n u m ğu halde, alveol duvarlarının kaybı, solunum
m em branınd a gazların difüzyoııu için de kulla­ membranının yüzey alanını 5 kat azaltır. Total yü­
nılabilir. Bir gazın m em bıan d an geçiş hızını b e ­ zey alanı normalin yaklaşık 1/3 ya da 1/4'üne indi­
lirleyen faktörler: ( 1 ) m en ıbran kalın lığ ı, (2 ) ği zaman, gazların değişimi istirahat koşullarında
m em b ıan yüzey alanı, (3) m enıbran içinde gazın bile büyük ölçüde engellenir. Sportif yarışmalarda
difüzyon katsayısı, ve (4) m em branın iki tarafı ve ağır egzersiz koşullarında akciğer yüzeyinde en
arasındaki gazın basın ç farkıdır. küçük bir azalma bile solunum gazlarının değişi­
Solunum nıem branının kalınlığı, m em branın mini ciddi şekilde bozabilir.
inteıstisyel aralığında ve alveolde ödem sonucu Solunum mem branındaıı her bir gazın geçişi için
bazen artabilir: bu durumda solunum gazları yal­ difüzyon katsayısı, onun m em bıand a eriyebilirliği
nız m em brandaıı değil, bu sıvıdan da geçmelidir. ile doğru, m olekül ağırlığının karekö kii ile ters
Bazı pulm oner hastalıklar da, akciğerde fibıöz do­ orantılıdır. Yukarıda açıkladığımız gibi solunum
ku oluşturarak solunum m em bıanm ın bazı b ö ­ membranındaıı difüzyon lıızı sudakine eşittir. Be­
lüm lerinin kalınlığını artırırlar. M em bıandan di­ lirli bir basınçta karbon dioksit, m em bıan d a oksi­
458 ÜNİTE V II • Solunum

Alveol

Kapillerler

Ş E K İL 39 • 8
A, Alveol duvarını kapla­
Alveol
yan kapillerlerin yüzeysel
görünüşü. (Maloney ve
Alveol Castle’den: Resp Physi-
ol.,7: 150, 1969 ASP Biolo-
gical and Medical Press
Nortlı-Holland Divisi-
Perivasküler on'un izniyle) B, alveoler
interslisyel alan duvarlar ve damarların
enine kesiti.

jen e göre 2 0 kat hızlı difiizyon gösterir; oksijen de duğu gibi alveoldeki gazın parsiyel basıncı kanda-
nitrojenden iki kat hızlı difüze olur. kinden büyük olduğu zaman alveolden kana net
Solunum m embranından geçiş için basınç farkı, difiizyon; karbon dioksidde olduğu gibi gazın kan­
alveolleıdeki gazın parsiyel basıncı ile bu gazın daki parsiyel basıncı alveoldekiııden büyük olduğu
kandaki parsiyel basıncı arasındaki farktan ibaret­ zaman da kandan alveollere net difüzyon olur.
tir. Alveollerde bir gazın parsiyel basıncı, onun b i­
rim zamanda, birim alveol yüzeyine çarpan m ole­
küllerinin sayısını; kandaki parsiyel basıncı da, Solunum Membranından Difüzyon
m em branın karşı tarafına kaçmaya çalışan m ole­ Kapasitesi
kül sayısını temsil eder. Bunun için, bu iki basınç
arasındaki fark gazın mem brandan net geçiş eğili­ Solunum membranının alveoller ile pulmoner kan
m inin ölçüsü olarak kabul edilebilir. Oksijende ol­ arasındaki gaz değişim ini sağlam a yeteneği,
BÖLÜM 39 • Gaz Değişiminin Fiziksel İlkeleri 459

Kapiller bazal nın yüzey alanının artm ası ve (2 ) bu bölüm de d a­


membran ha sonra detaylı açıklanacak olan uentilasyon-
Epitelyal
baza! Kapiller endotel perfiizyon oran ı d en en , alveol k a p ille rle ıin in
perfüzyonu ve alveollerin ventilasyonu arasında
daha iyi bir uyumun sağlanm ası sayılabilir. B u n ­
Alveoler
epitel dan dolayı egzersiz sırasında kanın o ksijen len -
m esindeki artış yalnızca alveoler ventilasyonla
Sıvı ve değil aynı zam anda solunum m em b ran ın ın kana
surfaktan oksijeni iletm e kapasitesinin büyük oranda a rt­
tabaka ması ile olur.

Alveol Kapiller Karbon Dioksit İçin Difüzyon Kapasitesi. Aşağı­


Difüzyon Oksijen
da sayılan teknik güçlükler nedeniyle karbon diok­
sit için difüzyon kapasitesi şimdiye kadar ölçüle-
memiştir: C 0 2 solunum m em branındaıı o kadar
hızlı difüzyona uğrar ki, pulm oner kanda ortalam a
PCO2 , alveoler P co2’den çok az farklıdır. Ortalama 1
mmHg’dan az olan bu farkı mevcut tekniklerle ö lç­
mek mümkün değildir.
Bununla beraber, diğer gazların difüzyon ö l­
çüm leri, difüzyon kapasitesinin gazların difüz­
yon katsayıları ile doğru orantılı değiştiğini gös­
term iştir. Karbon dioksit difüzyon katsayısı oksi­
jen in 2 0 katı olduğundan, karbon dioksit için d i­
füzyon kapasitesinin istirahat halinde 4 0 0-450
mİ, egzersizde 1200-1300 ml/dak/mmHg olm ası
beklenir.
Şekil 39-10’da, istirahat ve egzersiz sırasında kar­
Solunum ınembrant ince yapısının enine kesiti. bon monoksit oksijen ve karbon dioksit için ölçülen
ya da hesaplanan difüzyon kapasiteleri karşılaştırıl­
maktadır. Şekilde karbon dioksit için difüzyon kapa-

m em branın difüzyon kapasiresi olarak ifade edilir


ve 1 nınıHg basınç fa r k ı ile bir d a k ik a d a m em braıı-
dan difüzyona uğrayan gaz hacm in i gösterir.
Yukarıda tartışılan bütün faktörler solunum 1300-
nıem branının difüzyon kapasitesini etkileyebilir. □ İstirahat
1200 - EJ Egzersiz
Oksijen İçin Difüzyon Kapasitesi. Ortalama ya­
1100
pıda genç bir erkekte, istirahat halinde oksijen için
difüzyon k a p a sitesi ortalam a 21 m l/dak/m m 1000-
H g’d ıı : Fonksiyonel açıdan bunun anlamı nedir?
900-
Normal sakin solunumda solunum m em branının
iki tarafı arasında ortalam a 11 111111 Hg oksijen b a­ 800-
sınç farkı vardır. Bu basıncın difüzyon kapasitesi
r 700
ile çarpımı ( 1 1 x 2 1 ) solunum m em branındaıı bir
dakikada difüzyona uğrayan 230 ıııl oksijen h ac­ 600
mini verir ki, bu da vücudun oksijen kullanma h ı­
500
zına eşittir.
400
Egzersizde O ksijen Difüzyon Kapasitesi D eğ i­
300
şiklikleri. Alveoler ventilasyon ve pulm oner kan
akım ının büyük oranda arttığı ağır egzersizde v e­ 200
ya diğer koşullarda, oksijen için difüzyon kapasi­
100
tesi genç erkeklerde dakikada m aksim um 65
ml/dak/ ııınıH g'ya yükselir ki bu da, istirahat h a ­
lindeki difüzyon kapasitesinin yaklaşık üç katı
CO 0 2 C 02
kadardır. Bu artışı sağlayan faktörler arasında, (1)
ön ced en kapalı olan çok sayıda pulm oner kapil- Ş E K İL 3 9 - 10
le ıin açılm ası veya açık olan kapillerlerin dilatas- Normal akciğerlerde istirahat ve egzersiz sırasında karbon
yonu ile oksijenin difüzyona uğrayabileceği ka- monoksit, oksijen ve karbon dioksit difüzyon kapatiseleri.
460 ÜNİTE V II • Solunum

sitesinin çok fazla olduğu ve egzersizin tüm gazların ventilasyon -perfüzyon oranı (Va /Q) d a n o rm ald ir denir.
difüzyon kapasitesine etkisi gösterilmektedir. Eğer ven tilasyon (VA) sıfır fakat h ala alv eo ld e perfüzyon
(Q) varsa ven tilasy on -perfüzyon oranı sıfır olur. Ya d a d i­
D ifüzyon Kapasitesinin Ölçülm esi-Karbon Moııok- ğer ekstrem d u ru m d a oldu ğu gibi, yeterli ven tilasy on
sid Yöntem i. O ksijen d ifüzy on k a p a site sin in h e s a p ­ (VA) oluyor, fakat perfüzyon (Q) sıfır ise oran son su zd u r.
la n m a sı için, (1) alv eo le r P 0 2, (2) p u lm o n e r k a n d a P 0 2 , Oranın sıfır ya da so n su z old u ğu her iki d u ru m d a da, il­
(3) o k sije n in kan tara fın d an k u llan ım hızı ölçülebilir. gili alveollerin so lu n u m m e m b ıa n la rm d a n g az d e ğ işim ­
lerinin olm am ası, bu kavram ın ö n e m in i gösterir. Bu n e ­
A n cak p u lm o n e r k a n d a PO2 ö lç ü m ü için kolay ve gü v e ­
n ilir bir m e to d b u lu n m a d ığ ın d a n , d en ey sel bir am a ç denle, bu iki ekstrem d u ru m u ve s o lu n u m d a yarattığı s o ­
n uçları ele alacağız.
y o k sa, pratik te ok sijen difüzy on k a p a site si b u y o ld an
h e sa p la n m a z .
O ksijen difüzyon k ap asitesin in do ğ ru d an ölçü m ü n d e
V A /Q Sıfır Olduğu Zaman Alveoler Oksijen ve Kar­
ra stla n a n gü çlü kler n edeniyle, fizyologlar, karb on m o-
bon Dioksit Parsiyel Basınçları. Hiç alveoler ventilasyo-
nun olm adığı, VA/Q’nuıı sıfıra eşit oldu ğu du ru m da, alve­
ııo k sid difüzyon k ap asite sin i ölçerek b u n d an oksijen d i­
oldeki h ava kanın oksijen ve karbon dioksiti ile den gelenir
füzyon k ap asite sin i h esap larlar. K arbon m o n o k sid m e ­
çünkü bu gazlar kan ve alveoler hava ara sın d a difiizyona
to d u n u n tem el ilkesi şöyle tan ım lan ab ilir: Küçük bir
uğrar. Kapillerleri perfüze edeıı kan sistem ik sirk ü lasy on ­
m ik tard a karb on m o n o k sid so lu n u m la alv eo lleıe alın ­
dan akciğerlere geri dön en venöz kan oldu ğu için, alve­
dıktan son ra, alveol h avası örnekleri alınarak, alveoller-
oler gazlarla den gelenen , venöz kandaki gazlardır. Bölüm
deki karb on m o n o k sid parsiyel b asın cı ölçülür. Kandaki
40'da göreceğim iz gibi n orm al ven öz k a n d a (V) P 0 2 40
k arb on m o n o k sid parsiyel b a sın c ı sıfırdır, çün kü h e m o g ­
m nıHg, P C 0 2 45 m m H g’dır. Bu basınçlar, kan akım ının o l­
lo b in karb on m onoksiclle o k ad ar hızlı birleşir ki b asın ç
duğu fakat ventilasyonun b u lu n m ad ığı alveolleıdeki bu
o lu ş m a sı için za m a n k alm az. 13u n e d e n le so lu n u m
gazların norm al parsiyel basınçlarıdır.
m e m b ra n ın d a karb on m o n o k sid için b asın ç farkı on un
alv eo ler gaz örneğindeki parsiyel b asın c ın a eşittir. Belli
VA /Q Sonsuz Olduğu Zaman A lveoler Oksijen ve
bir sü re d e a b s o ıb e edilen karb on m o n o k sid h acm in i ö l­
Karbon Dioksit Parsiyel Basınçlar. A lveoler g az p a r s i­
ç ü p b u n u alveoler karbon m o n o k sid parsiyel b asın c ın a
yel b asın çları üzerine, Va/Q ’ n un sıfıra e şit old u ğu d u ­
b ö lm ek suretiyle karbon m o n o k sid difüzyon kap asitesi
rum ile Va/Q ’nun so n su z oldu ğu d u ru m u n etkisi b ü tü ­
güvenilir şekilde tayin edilir.
nüyle farklıdır çiinkii alv eo ld en k arb o n dioksiti alacak ,
K arb o n m o n o k sid difiizyon k a p a site sin i oksijen difiiz­ oksijeni kana taşıy acak olan kapiller k an akım ı yoktur.
yon k a p a site sin e çevirm ek için bu d eğer 1,23 gibi bir fak­ Bu d u ru m d a alveoler gazlar ven öz k an la d e n ge le ııe m e-
törle çarpılır, çün kü oksijen için difüzyon katsayısı kar­ yeceği için, alveol h av ası n em li iıısp iıa sy o n h av a sın a
b o n m o n o k sid difüzyon k atsayısın ın 1,23 katıdır. Bu eşit olur. Böylece in sp irasy o n h av ası k a n a ok sijen ver­
y ö n tem le, gen ç erişkin erkeklerde karb on m o n o k sid için m ez ve karbon diok sit alm az. S o n u ç ta , n em li in sp ira s­
o rta la m a difüzyon k a p a site si 17 m l/d a k /m m llg ; oksijen yon h av a sın d a P 0 2 149 m m H g, P C 0 2 0 m m H g o ld u ğ u n a
için d ifü zy o n k a p a site si b u n u n 1,23 katı y an i 21 göre, b u değerler alveoldeki iki gazın p arsiy e l b a sın ç la rı­
m l/d a k /m m H g b ulunur. nı oluşturur.

V A /Q Normal Olduğu Zaman Gaz Değişim i ve A l­


veoler Parsiyel Basınçlar. H em v en tilasy on h em de
p u lm o n er kapiller kan akım ı n orm al o ld u ğ u z a m a n (bu
V E N T İL A S Y O N -P E R F Ü Z Y O N O R A N IN IN alveoler perftizyonun n orm al oldu ğu an la m ın d a d ır) s o ­
A L V E O LE R G AZ K O N S A N T R A S Y O N U lunum m e m b ra n ın d a ok sijen ve k arb o n dioksit d e ğ işim ­
leri optim al d eğerdedir ve alveoler P 0 2, ven ö z kan (40
Ü Z E R İN E ETK İS İ
m m H g) ve in sp irasy on h avası (149 m m l lg) arasın d a, 104
m m l Ig olan norm al değerdedir. P C 0 2 d e aynı şek ild e v e ­
Bıı b ö lü m ü n önceki kısım ların da alveoler P 0 2 ve P C 0 2’yi
n öz k an d a 45 m m llg , in sp irasy o n h a v a sın d a 0 m m llg
iki faktörün b elirlediğini öğrenm iştik. B unlar: (1) alv e­
olan iki uç arasın d a yan i 40 m m H g o lan n o rm al d e ğ e r­
oler v en tilasy on hızı, (2) oksijen ve karbon dioksitiıı s o ­
lerdedir. Böylece n orm al şartlar altın d a alv eo ler h av a d a
lu n u m m e m b ıa n la rm d an ge ç m e hızıdır. B u n u n la b e ra ­
o rtalam a P 0 2 104 m m H g, P C 0 2 40 m ırılIg ’dır.
b er d a h a önceki tartışm alard a, b ü tiin alv eo lleıd e venti-
lasy o n u n eşit oldu ğu ve alveoler kapiller b o y u n ca kan
ak ım ın ın h er alveol için aynı oldu ğu kabul edilm işti. Oy­ P 0 2 -P C 0 2 , V A /Q Ç izelg esi
s a özellikle birçok akciğer h astalık ların d a, h atta bazı
n o rm al d u ru m lard a bile, akciğerlerin bazı alan ları iyi Yukarıdaki b ölü m d e su n u lan kav ram lar Şekil 3 9-11’de
ven tile olur fakat kan akım ı yoktur, diğer alan ları m ü ­ gö rüldüğü gibi, P 0 2-P C 0 2, VA/Q çizelgesi d en en bir g r a ­
k em m el kan ak ım ın a sah ip k en iyi ventile o la m az veya fik yardım ıyla kolayca gösterilebilir. Bu çizelgedeki eğri
çok az olur, ile r iki d u ru m d a da, so lu n u m m em b ran la- den iz düzeyinde h ava solu y an ve v e n ö z k a n d a gaz b a ­
rın d an gaz değişim i ağır şekilde bozulu r; böylece norm al sınçları n orm al olan ş a h ısta VA/Q'nun sıfır ile so n su z a
total ven tilasyon ve n orm al total p u lm o n er kan ak ım ın a eşit sınırları arasın d ak i tüm P 0 2, P C 0 2 ko m b in asy o n
rağm en , bu ventilasyon ve kan akım ları akciğerlerin ayrı olanaklarını gösterm ek tedir. V noktası V a/Q sıfıra eşit o l­
b ö lgelerin d e yer ald ığın dan , kişi ciddi so lu n u m gü çlü ğü duğu zam an P 0 2 ve P C 0 2 değerlerin i gö sterm ek ted ir. Bu
için d e olabilir. Bıı neden le alveoler v en tilasy on ile alv e­ n o k tad a P 0 2 40 m m H g, P C 0 2 45 m m H g olup ven ö z kan
oler kan akım ı ara sın d a böyle bir den gesizlik b u lu n d u ğ u değerlerin e eşittir.
z a m a n so lu n u m gaz d eğişim in i an la m a m ız a yardım Eğrinin öteki u c u n d a V a /Q so n su z a eşittir. İn sp irasy o n
e den yeni bir kavram geliştirilm iştir. Bu kavram ventilas­ h avasını tem sil eden I n o k tasın d a P C 0 2 sıfır iken P 0 2
yon-perfüzyon oranıdır. 149 m m llg bulunur.
V en tilasyon -perfüzyon oranı, k an titatif olarak VA/Q Eğri üzerinde, V a/Q n orm al old u ğ u z a m a n n orm al a l­
şek lin d e ifade edilir. Bir alveold e VA (alveoler v en tilas­ veol h avasın dak i değerler de işaret edilm iştir. Bu n o k ta­
yon) n orm alk en , Q (kan akım ı) d a n orm alse, o alveolde da P 0 2 104 m m H g, P C 0 2 40 m ıııH g ’dır.
BÖLÜM 39 • Gaz Değişiminin Fiziksel İlkeleri 461

ventilasyon toplamına fizyolojik ölü boşluk denir. Fizyo­


lojik ölü boşluk klinik akciğer fonksiyon laboratuvarında
kan ve ekspirasyon havası ölçümleri yapılarak Bohr eşit­
liği yardımıyla hesaplanır.

VDfiz F‘ko2 - PeCo2


Vt Paco2 '

VDfiz Fizyolojik ölü boşluk


VT Soluk hacmi
Paco2 Arteryel kan karbon dioksit parsiyel basıncı
Peco2 Tüm ekspirasyon havasında ortalama karbon
P 0 2 (mm Hg) dioksit parsiyel basıncı

Ş E K İL 3 9 - 1 1 Fizyolojik ölü boşluk büyüdüğü zaman ventilasyon işi­


Normal PO2-PCO2, VA/Q çizelgesi. nin büyük bir kısmı boşuna tüketilir. Çünkü değiştirilen
hava hiçbir zaman kana erişemez.

Ventilasyon Perfüzyon O ranında


A n o rm allikler
“F izy o lo jik Ş a n t” Kavram ı (V A /Q N orm alin
A ltınd a O ld uğunda) Normal Akciğerin Alt Ve Üst Bölgelerinde Anormal
V A /Q Değerleri. Normal bir kişide ayakla dururken ak­
Va /Q normalin altında olduğu zaman, alveol kapiller- ciğerlerin üst bölümünde hem kan akımı, hem de alve­
leriııdeki kana yeterli oksijeni sağlayacak ventilasyoıı oler ventilasyon, alt bölgelerden belirgin olarak daha az­
yoktur. Bunun için, pulmoner kapillcrlerden geçen ve- dır. Ancak kan akımı ventilasyondan çok daha fazla azal­
nöz kanın belirli bir bölümü oksijenlenmez. Bu fraksi­ mıştır. Böylece akciğerin apeksinde Va/Q ideal oranın
yona, şant kanı denir. Bundan başka alveoler kapiller- 2,5 katına çıktığından bu akciğer alanında orta derecede
leriıı dışında, bronşiyal damarlardan da (normalde bir fizyolojik ölü boşluk bulunur.
kalp debisinin % 2 kadarı) böyle oksijenlenmeyen şaııt Akciğer tabanında ise buna tamamen zıt bir durum
kanı akar. vardır, kan akımına göre ventilasyon çok düşüktür. Va/Q
Bu şantlardaki kanın dakikadaki miktarına fizyolojik ideal değerin 0.6 katı olur. Bu nedenle bu alanda kanın
şaııt denir. Fizyolojik şaııt, kliniklerde pulmoner fonksi­ küçük bir kısmı normal olarak oksijenlenmez ve fizyolo­
yon laboratuvarlarında ınikst ve 11öz kan ve aıteryel jik şant ohıştumr.
kanda oksijen konsantrasyonu tayin edilerek ölçülür. O halde, akciğerlerin en üst ve en alt bölgelerinde
Bu değerlerden fizyolojik şant aşağıdaki eşitliğe göre ventilasyon perfüzyon arasındaki eşitsizlik oksijen ve
hesaplanabilir. karbon dioksid değişiminde akciğerin verimliliğini
hafifçe azaltır. Egzersiz sırasında ise akciğerin üst kıs­
Q ps C i 02 - Cao2 mına giden kan akımı belirgin şekilde artarak fizyolo­
Qr Ci02 - Cvo2' jik ölü boşluğu küçültür ve gaz değişiminin verimliliği
optimuma yaklaşır.

QP S Dakikadaki fizyolojik şant akımı Kronik O bstrüktif A kciğer Hastalıklarında Anormal


QT Kalp dakika hacmi V A /Q Değerleri. Uzun süre sigara içen kişilerin çoğun­
Cİ0 2 Veııtilasyon-peıfüzyon oranı "ideal” olduğu da, çeşitli derecelerde bronş tıkanması olur. Bunların
zaman arteryel kanda oksijen konsantrasyonu büyük bir bölümünde akciğerlerde zamanla ciddi şekil­
Cao2 Arteriyel kanda ölçülen oksijen konsantrasyonu de havanın hapsedilmesi sonucu amfizem gelişir. Amfi-
Cv02 Mikst venöz kanda ölçülen oksijen konsantrasyonu, zem alveol duvarlarının haraplanmasına yol açar. Bu
göstermektedir. hastalıkta anormal VA/Q’ye neden olan iki faktör vardır.
Fizyolojik şant arttıkça akciğerlerden oksijenlenmeden Birincisi, birçok küçük bronşiyol tıkandığından bunların
geçen kan miktarı da artar. gerisindeki alveollerde ventilasyonun olmayışı VA/Q de­
ğerini sıfıra yaklaştırır. İkinci olarak, akciğerlerde alveol
duvarlarının lıaraplandığı fakat alveoler ventilasyonun
henüz devam ettiği bölgelerde kan gazlarını taşıyacak
“F izy o lo jik Ö lii B o şlu k” Kavramı ( V A /6 yeterli kan akımı olmadığından ventilasyonun büyük
N orm ald en Büyük O lduğunda) kısmı boşa gitmiştir.
Böylece kronik obstrüktif akciğer hastalıklarında bazı
Alveollerin bazılarında, ventilasyon yüksek fakat kan bölgeler ciddi fizyolojik şantlar gösterirler, diğer alanlar­
akımı düşük olduğu zaman alveolden kan akımıyla taşı­ da fizyolojik ölü boşluk önemli derecede büyür. Gaz deği­
nabilecek miktardan çok daha fazla oksijen bulunur. Bu şim organı olan akciğerlerin verimliliğini büyük ölçüde
durumda ventilasyonun büyük kısmı boşuna harcan­ azaltan bu faktörler bazen bu verimi normalin 1 /1 0 ’una
mıştır. Solunum yollarının anatomik ölü boşluk alanla­ indirirler. Bu olay, günümüzde akciğer yetersizliğinin
rında da ventilasyon boşa gitmiştir. Bu iki tip boşa giden önde gelen nedenidir.
462 ÜNİTE V II • Solunum

REFERANSLAR
A rie ff A I: H ypoxia, M etabo lic A cid o sis and Levitzky M G , H all S M : C ardiopulm onary Poets C F , Soulhall DP: N oninvasive m onitor­
the C ircu lation. New Y o rk : O xford U niver­ Physiology in A nesthesiology. H ightstow n, ing o f oxygenation in infants and children:
sity Press, 1992. N J: M cG raw -H ill, 1994. practical considerations and areas o f c o n ­
B each ey W : Respiratory C are A natom y and M cQ uaid K E . Keenan A K : Endothelial barrier cern. Pediatrics 9 3 :7 3 7 , 1994.
Physiology. S t. L o u is: M osb y, 19 9 8 . dysfunction and oxidative stress: roles for Rahn H, Farhi E E : V en tilation , perfusion, and
C rystal R G : T h e Lung: S c ien tific Foundations. nitric oxide? Exp Physiol 8 2 :3 6 9 , 1997. gas exchan g e— the Va/Q co n cep t. In: Fenn
Philadelphia: L ip p in cott-R aven , 1997. M ilhorn H T Jr. Pulley PE Jr: A theoretical W O , Rahn H (eds): H andbook o f Phy siol­
D es Jardins T A : C ardiopulm onary A natom y study o f pulmonary capillary gas exchange ogy. S e c . 3. V o l. I. B a ltim o re: W illiam s &
and Physiology. A lbany, N Y : D elm ar, and venous admixture. Bio p h y s J 8 :3 3 7 ,
W ilkin s, 1964, p 125.
1998. 1968.
Rahn H, Fenn W O : A G raphical A nalysis o f
Grippi M A : Pulm onary Pathop hysiology: A O 'D o n oh ue W J: L on g-Term O xygen Therapy.
Respiratory G a s E xch an ge. W ashington,
Problem -oriented A pproach. Philadelphia: New York: M arcel D ekkcr, 1995.
D C : A m erican Phy siolo g ical S o ciety , 1955.
J B Lippincott, 1994. Otis A B : Quantitative relationships in steady-
Sibbald , W J, M essm er K , Fin k M P: Tissue
Guyton A C , N ich ols R J, Farish C A : A n arteri­ state gas exchange. In : Fenn \VQ, Rahn H
ovenous oxygen differen ce recorder. J Appl (ed s): H andbook o f Physiology. S ec. 3, O xygenation in A cute M edicin e. New
Physiol 1 0 :1 5 8 , 1957. V o l. I. Baltim ore: W illiam s & W ilkins, Y ork: Springer, 1998.
H arrison D K , D elpy D T : O xyg en Transport to 1964. p 6 8 1 . U hlig S , Tay lor A E : M eth ods in Pulm onary
Tissue. New Y o rk : Plenum Press, 1997. Paine R 3rd, Sim on RI1: Expanding the fron­ Research. B a se l: B irkh au ser V erlag, 1998.
H eliums JD , N air P K , Huang N S , O hshim a N: tiers o f lung biology through the creative W eibel E R , Federspiel W J, Fryder-D offey F,
Stimulation o f intralum inal gas transport use o f alveolar epithelial c ells in culture. et al: M orphom elric m odel for pulm onary
processes in the m icrocirculation . Ann B io - A m J Physiol 2 7 0 :L 4 8 4 , 1996. diffusing capacity. I. M em bran e diffusing
med Eng 2 4 :1 , 1996. Persson C G : Epithelial c e lls: barrier functions capacity. R espir Physiol 9 3 :1 2 5 , 1993.
K irby R R , G ravenstein N: C lin ical A nesthesia and shedding-restitution m echanism s. A m J W est J B : Respiratory P h y sio lo g y — T h e E sse n ­
Practice. Philadelphia: \VB Saunders, 1994. R espir C rit Care M ed 1 5 3 :S 9 , 1996. tials. Baltim ore: W illiam s & W ilk in s, 1994.
Kanda ve Vücut Sıvılarında Oksijen ı ı

ve Karbon Dioksidin Taşınması

Oksijen, alveollerden pulmoner kana difüzyonla


geçtikten sonra hücrelerin kullanımı için salındığı Oksijenin Pulmoner Kan Yoluyla Alınması
doku kapilleılerine, esas olarak hem oglobinle bir­
Şekil 4 0 -1 ’in üst bölümünde pulm oner kapilleıe
leşmiş halde taşınır. Eritrositlerdeki hem oglobinin
komşu bir pulmoner alveol ile oksijen m olekülleri­
varlığı, kanın sıvı kısmında çözünmüş olarak taşı­
nin alveoler hava ve pulm oner kan arasındaki di-
nabilen oksijen miktarından 30 ila 100 kat daha
füzyonu gösterilmiştir. Alveolde gaz halindeki oksi­
fazla oksijen taşınm asına olanak sağlar.
jenin basıncı (P 0 2) ortalama 104 mm Hg iken, ka-
Doku hücrelerinde, çeşitli besin maddeleri ile re­
pillere giren venöz kanda P 0 2 ortalam ası sadece 40
aksiyona giren oksijen, büyük miktarlarda karbon
mmHg’dır, çünkü oksijenin büyük bir bölümü kan
dioksit oluşturur. Bu da, ardından doku kapillerine
peıiferik dokulardan geçerken uzaklaşır. Bundan
girer ve geriye akciğerlere taşınır. Karbon dioksit
dolayı, oksijenin pulmoner kapillere difüzyonuna
de, oksijen gibi, kanda taşınmasını 15-20 kat artı­
neden olan başlangıç basınç farkı 104-40, veya 64
ran kimyasal maddelere bağlanır.
mmHg’dır. Kapillerin altındaki eğri, kapillere geçen
Bu bölüm ün amacı, kanda ve vücut sıvılarında
kanda P 0 2’nin hızlı yükselişini gösterm ektedir.
oksijen ve karbon dioksit taşınm asının fiziksel ve
Kan kapiller boyunca olan uzaklığının üçte birine
kimyasal prensiplerinin nitelik ve niceliklerini sun­
ulaştığında P 0 2 alveol havası ile eşit hale gelerek
maktır.
yaklaşık 104 mmHg olur.

Egzersiz Süresince Pulmoner Kanın Oksijen


AKCİĞERLERDE, KANDA VE Alımı. Yorucu egzersiz süresince, kişinin vücudu­
DOKULARDA OKSİJEN VE KARBON nun oksijen ihtiyacı norm alin 20 katm a çıkar. Aynı
DİOKSİT BASINÇLARI zamanda artan kaıdiyak debi nedeniyle, kanın ka-
pilleıde kalış süresi, ek kapillerlerin açılm asına rağ­
Böliim 3 9 ’un tartışmalarında, gazların bir nokta­ m en normalin yarısından daha aza iner. Bu neden­
dan diğerine hareket edebileceği ve bu hareket n e­ lerle kanın oksijenlenmesi olumsuz etkilenir. Fakat
deninin her zaman için ilk nokta ile diğeri arasın­ pulmoner m em bıandan oksijenin difüzyonu için
daki basınç farkı olduğu belirtilmişti. Böylece oksi­ olan büyük güvenlik faktörü nedeniyle, yine de kan
je n de alveollerdeki oksijen basıncı (P 0 2) pulm o­ pulmoner kapillerleri terkedeıken neredeyse ta m a­
ner kandaki P 0 2’den daha fazla olduğu için alveol­ men oksijenle doyurulmuştur. Şimdi bunu açıkla­
lerden pulm oner kapilleıe doğru difüze olur. Daha yalım.
sonra dokularda, kapiller kandaki yüksek P 0 2, ok­ Birincisi, Bölüm 39’da egzersiz süresince oksijen
sijenin hücrelere doğru difüzyonuna neden olur. difüzyon kapasitesinin yaklaşık üç kat arttığı söy­
Aksine, oksijen, hücrelerde karbon dioksit oluş­ lenmişti. Bu olay difüzyona katılan kapillerlerin yü­
turm ak üzere m etabolize olduğu zaman, karbon zey alanı artışının ve akciğerlerin üst kısmında ven-
dioksit basıncı (P C 02)yüksek bir değere ulaşır, bu tilasyon-perfüzyon oranının ideale yaklaşmasının
da karbon dioksidin doku kapillerine difüzyonuna bir sonucudur.
neden olur. Benzer şekilde, pulm oner kapiller İkincisi, Şekil 40-1’de görüldüğü gibi, normal pul­
kandaki P C 0 2, alveollerden büyük olduğu için moner kan akımı süresince, kapillerlerin üçte birini
karbon dioksit kandan da alveollere geçer. geçen kan tamamen oksijenle doymuş duruma ge­
Temelde oksijen ve karbon dioksidin kan yoluyla lir. Bu geçişin kalan üçte ikilik kısmında ise çok az ek
taşınm ası difiizyona ve kanın hareketine bağlıdır. oksijen kana girer. Yani, kan normalde tam oksijen­
Şimdi bu etkilerden sorumlu faktörlerin nicelikleri­ lenmesi için gereken süreden üç kat daha uzun bir
ni tartışacağız. zaman kapilleıde kalmaktadır. Bundan dolayı, eg-

463
464 ÜNİTE V II • Solunum

Alveol P02=104 mm Hg
Kapillerin Kapillerin
arteryel ucu venöz ucu
f ^ ^ Pulnioner kapiîler ^ ^
V yiPQ 2=40 mm Hg___________ P Q 2= 1 0 4 mm H g y () P 0 2= 95 mm Hg 40 mm

Ş E K İL 40 - 3
lin dokıı kapilleriııden hücrelere oksijen difiizyonu.

m an lan m ası adı verilen bu olay, sol kalpten aoı-


taya pom palanan kanda P 0 2’niıı 95 m m H g’ya
düşm esine neden olur. Dolaşım sistem in d e fark­
lı noktalardaki kan P 0 2 değişiklikleri Şekil 40-
2 ’de gösterilmiştir.
Ş E K İL 40 - 1
Oksijenin pulnioner kapiller kanı tarafından alınması (Bu
şekildeki eğri Milhorn and Pıılley: Biophys. J., 8:337, 1968’inden
verilerinden çizilmiştir.
Oksijenin Periferik Kapillerlerden Doku
Sıvısına Difüzyonu

zersizde, kapillerlerde kalma süresi kısalsa dahi, kan Arteryel kan periferik dokulara ulaştığında, kapil-
hala tama yakın oksijenlenmektedir. lerlerdeki P 0 2 hala 95 mmHg’dır. Diğer yandan, Şe­
kil 4 0 -3 ’de gösterildiği gibi, doku hücrelerini çevre­
leyen interstisyel sıvıda P 0 2 sadece 40 mmHg’dır.
Böylece başlangıçta oksijenin kandan dokulara
Oksijenin Arteryel Kanda Taşınması doğru hızla difüzyona uğramasına neden olacak
çok yüksek basınç faikı sağlanmıştır. Bu nedenle,
Akciğerlerden sol atriyum a giren kanın % 98’i al- kapiller P 0 2, inteıstisyumdaki 40 m m H g’lik basınç
veoler kapillerlerden geçer ve açıklandığı gibi düzeyine hemen düşer. Bundan dolayı, doku kapil-
104 m m H g kadar bir P 0 2 düzeyine kadar oksi- lerlerini teıkeden ve venalara giren kanda P 0 2 dü­
jen lenir. Kanın diğer % 2’si aoıtad an bıonşiyal zeyi 40 mmHg kadardır.
dolaşım a doğrudan geçerek akciğerlerin derin
dokularını kanlandırır ve pulm oner hava ile te ­ Kan Akım Hızının İnterstisyel Sıvı PC V sine Etkisi.
m as etm ez. Bu kan akımı gaz değişim bölgelerine Eğer bir dokudaki kan ak ım ın da artış olu rsa, o dokuya
belli bir sü red e taşın an oksijen m iktarı a rla r ve orantılı
uğram adığı için “şant" akımı adını alır. Akciğer­
olarak d ok u d a P 0 2 artar. 13u etki Şekil 40-4'te g ö ste ril­
leri teıked en şant kanının P 0 2’si norm al venöz
miştir. A kım da, n orm ale göre % 400’lük bir artış, P 0 2 ’yi
kanda olduğu gibi yaklaşık 40 m m H g’dır. Bu kan, şekilde görülen A n ok tasın dak i 40 m m llg ’d an 13 n o k ta­
p u lm oner venleıde, alveoler kapillerlerden gelen sın daki 66 m m H g’lık düzeye yükseltir. B u n a rağm en ,
oksijenlenm iş kanla karışır. Kanın venöz hav­ m ak sim al kan ak ım ın da bile, P 0 2 ’ııin yükseleb ileceği

P u lm o n er Kısıtlanmayan kan akımının üst sınırı

Kan akımı (normalin yüzdesi)


Pulmoner kapiller kaıı, arteryel kan ve sistemik kapiller kanda­
ki P 0 2 değişiklikleri ve "venöz harmanlanma” etkisi gösteril­
Ş E K İL 40 - 4
miştir. Kan akımı ve oksijen tüketim hızının doku PO2 üzerine etkisi.
BÖLÜM 40 • Kanda ve Vücut Sıvılarında Oksijen ve Karbondioksidin Taşınması 465

ü st sın ır 95 m m llg ’dır. Ç ün kü arteriyel kandaki oksijen


Alveoler P C 02=40 mm Hg
b asın cı b u kadardır.

D o ku M e ta b o lizm a H ızın ın İn te rstisy e l S ıvı PO a'si- İ t - II -İt, H=#<


Pulmoner kapıller )
ne E tk isi. E ğer hücreler m e ta b o lizm a için n orm ald en PCO?=45 mm Ha________ PCQg=40 mm Hay
fazla oksijen kullanırsa, interstisyel sıvı PO2 düzeyi d ü ş ­
m e eğilim in e girer. Şekil 40-4’de b u etki, h ücresel oksijen
k u llan ım ı arttığın d a interstisyel sıvı PCVnin d ü şm e si ve­
y a ku llan ım azald ığın d a PCVnin artm ası şeklin de gö rü l­
m ektedir.
Özetle, dok udaki P 0 2 düzeyi (1) oksijen in k an d a d o k u ­
lara taşın m a hızı ve (2) d ok u lard a oksijen in kullanım h ı­
zı arasın d ak i d en ge ile belirlenir.

Oksijenin Periferik Doku Kapillerlerin-


den Doku Hücrelerine Difüzyonu
Ş E K İL 40 - 6
Oksijen hücreler tarafından sürekli kullanılmakta­ Pulmoner kandan alveole karbondioksidin difüzyonu (bu eğri,
dır. Bu nedenle intrasellüler P 0 2, kapillerlerdeki Milhorn and Pulley: Bioplıys. J., 8:337, 1968’deki verilerden
çizilmiştir.)
P 0 2 ’den düşüktür. Birçok durumda da, kapillerler
ve hücreler arasında belirgin bir uzaklık vardır.
Bundan dolayı, normal hücreiçi P 0 2 düzeyleri, 5
mm Hg alt sınırdan 40 mıııHg üst sınıra (basit can ­
lılarda doğrudan ölçüm ile) değişmekle beraber, tecek olan basınç farklarından çok daha azdır. Bu
ortalam a 23 mmHg’dır. Hücrede oksijen kullanan basınçlar şöyledir:
kimyasal süreçlerin tam desteği için normalde ge­
1 . Hücreiçi P C 02, yaklaşık 46 mmHg: interstisyel
reken oksijen basıncı sadece 1-3 mmHg olduğu
için, 23 mmHg'lık bu düşük hücresel P 0 2 düzeyi b i­ P C 02, yaklaşık 45 mmHg; böylece, Şekil 4 0 -5 ’de
le geniş bir güvenlik faktörü sağlamaktadır. gösterildiği gibi sadece 1 mmHg’lık bir basınç farkı
oluşmaktadır.
2. Dokulara giren arteryel kandaki P C 0 2, 40
Karbon Dioksidin Periferik Doku mmHg; dokulardan ayrılan venöz kanda P C 0 2,
yaklaşık 45 mmHg; böylece Şekil 40-5'te gösterildi­
Hücrelerinden Doku Kapillerlerine ve
ği gibi, doku kapiller kanı, 45 mmHg olan interstis­
Pulmoner Kapillerlerden Alveollere
yel P C 0 2 ile tam denge haline gelir.
Difüzyonu 3. Pulm oner kapillerleıe giren venöz kanda
P C 0 2, 45 mmHg, alveol havasında P C 0 2, 40
Oksijen hücreler tarafından kullanıldığı zaman, ço ­
mmHg’ dır böylece sadece 5 mmHg’lik bir basınç
ğu karbon dioksid haline döner ve hücreiçi P C 0 2
farkı pulmoner kapillerlerden alveollere doğru ge­
artar. Böylece, karbon dioksid hücrelerden doku
rekli olan karbon dioksit difüzyonunu sağlar. D a­
kapillerlerine difüze olur ve kan yoluyla akciğerlere
hası, Şekil 4 0 -6 ’da gösterildiği gibi, pulm oner kapil­
taşınır. Akciğerlerde pulmoner kapillerlerden alve­
ler kanda P C 02, kapiller uzunluğunun üçte birini
ollere difüze olur. Yani gaz taşınm a zincirindeki her
geçm eden önce alveoler P C 0 2 düzeyi olan 40
bir noktada karbon dioksid oksijen difüzyonunun
mmHg’ya düşer. Bu etki oksijen difüzyonu için da­
tam aksi doğrultuda difüze olmaktadır. Yine de,
ha önce gözlenmişti, fakat ters yönde idi.
karbon dioksid ve oksijen difüzyonları arasında
önem li bir fark vardır: Karbon dioksid, oksijenden
Doku Metabolizm ası ve Kan Akımının İnters­
20 kat d a h a hızlı difiizyona uğramaktadır. Bu n e ­
tisyel PC 02'ye Etkisi. Doku kapiller kan akımı ve
denle, karbon dioksid difüzyonuna neden olan b a­
doku metabolizması, P C 0 2 düzeyini, P 0 2’yi etkile­
sınç farkları, her durumda oksijen difüzyonuna ye­
diğinin tam tersi bir yolla etkiler. Aşağıda sıralanan
bu etkiler Şekil 4 0 -7 ’de görülmektedir.

1. Kan akımında normalden (A noktası), norm a­


lin dörtte birine (B noktası) olan bir azalma, doku­
Kapillerin Kapillerin da P C 02’m normal değeri olan 45 m mHg’den, 60
arteriyel ucu venöz ucu mmHg’ya yükseltir. Tersine, kan akım ının norm al­
() 40 mm Hg 45 mm Hg Q den altı kat artması (C noktası), P C 0 2’nı norm al
değerden 41 mmHg’ya düşürür. Bu değer doku ka­
pillerlerine giren arteriyel kandaki P C 0 2 düzeyi
olan 40 mmHg’ya oldukça yakındır.
Ş E K İL 40 - 5 2. M etabolikhızda 10 katlık bir artış kan akımının
Doku kapillerleriııde kan tarafından karbon dioksid alımı. her düzeyinde interstisyel sıvı P C 0 2’nı büyük oıan-
466 ÜNİTE V II • Solunum

120 -
rasyoıı) yiizdesi denir. Arterlerdeki kanda P 0 2 yak­
laşık 95 mmHg olduğu için, disosiyasyon eğrisin­
den, arteryel kanın gen elde oksijen doygunluğu­
100 -
nun yüzde 97 olduğunu görebiliriz. Diğer yandan,
dokulardan gelen norm al venöz kanda P 0 2 yakla­
80- şık 40 mmHg ve hem oglobin satiirasyonu y aklaşık
yüzde 75'tir.
O 10 x Normal metabolizma
o 60-
CL
Normal metabolizma" Kan Hemoglobini ile Birleşebilen Maksimum
Oksijen M iktarı. Normal bir kişinin kanı her 1 0 0
f Kıstlanmayan kan akımının alt sınırı
mililitrede 15 gram hem oglobin içerir ve hem oglo­
11/4 Normal metabolizma
binin her gramı en fazla yaklaşık 1,34 mililitre oksi­
20-
jen bağlayabilir (hemoglobin kimyasal olarak saf
olduğunda 1,39 mililitredir, fakat bu, m ethem oglo-
100 200 300 400 500 600 binde olduğu gibi saflığını bozan etkenlerle azaltı­
lır). Bundan dolayı ortalam a olarak 100 mililitre
kandaki hemoglobin yüzde yüz doygunluğa ulaştı­
ğında tam olarak 20 mililitre (15x1.34=20.1 mİ) ok­
Ş E K İL 40 ■ 7
sijen bağlar. Bu genellikle yüzde yirm i hacim olarak
Kaıı akımı ve metabolik hızın doku PC 02’ı üzerine etkisi.
ifade edilir. Normal bir kişi için oksijen-hem oglo-
bin disosiyasyon eğrisi, hem oglobinin satürasyon
yüzdesi yerine Şekil 4 0 -8 ’in en sağındaki eksende
gösterildiği gibi yüzde oksijen hacm i olarak da söy­
da artırır. M etabolizmanın normalin dörtte birine lenebilir.
düşmesi ise interstisyel sıvı P C 02’ım 41 mmHg’ya
düşürür. Bu değer de aıteıiyel kan değeri olan 40
Dokularda Hemoglobinden Serbestlenen O k­
mmHg'ya çok yakındır.
sijen M iktarı. Yüzde 97 oranında doyurulmuş n o r­
mal arteriyel kanda, hem oglobine bağlı toplam ok­
sijen miktarı 100 mİ. kanda yaklaşık 19,4 ml'dir (Şe­
kil 40-9). Doku kapillerlerinden geçerken bu miktar
KANDA OKSİJENİN TAŞINMASI
azalır, ortalama 14,4 mİ olur (40 mmHg P 0 2, yüzde
75 doymuş hemoglobin). Yani, n orm al koşullar a l­
Normalde, akciğerlerden dokulara taşınan oksije­
tında kanın her 100 ml'si ile doku lara y aklaşık 5 nü.
nin yaklaşık % 97’si eritrosit içinde hemoglobinle
oksijen taşınmaktadır.
kimyasal bileşik halinde taşınır. Kalan yüzde 3 ise,
plazmada ve hücre sıvısında çözünmüş durumda
taşınır. Böylece, norm al koşullar altında, oksijenin A ğ ır Egzersiz Süresince O ksijen Taşınması.
dokulara taşınması hem en hemen tamamıyla h e­ Ağır egzersizde, kas hücreleri hızla oksijen tüketir
m oglobin ile olur. ve aşırı durumlarda, interstisyel sıvıda P 0 2 15
mmHg’ya kadar düşebilir. Bu b asınçta, her 100
mİ kanda sadece 4,4 mİ kadar oksijen h em oglobi­
ne bağlı olarak kalır (Şekil 40-9). Böylece, 19,4-
Oksijenin Hemoglobinle Geridönüşümlü 4,4, ya da 15 mİ. oksijen, her 100 mİ kan ile doku­
Bağlanması lara verilen oksijen miktardır. Bu durum da kanın
her bir hacm i için norm alden üç kat daha fazla
Hemoglobinin kimyası Bölüm 32’de sunulmuş ve oksijen taşınır. İyi antrenm anlı m araton koşan a t­
oksijen molekülünün, hemoglobinin hem kısmıyla letlerde kalp debisinin norm ale göre altı ila yedi
gevşek ve geridönüşümlü olarak bağlandığı belir­ kat arttığını hatırlarsak, bu ikisinin çarpım ıyla
tilmişti. Pulmoner kapillerleıde olduğu gibi P 0 2 dokulara oksijen taşınm asında 2 0 kat bir artış
yüksek olduğu zaman, oksijen hemoglobine bağla­ sağlanmış olur: bu erişilebilecek üst sınıra yakın­
nır, fakat doku kapillerlerinde olduğu gibi P 0 2 dü­ dır. (Konu içinde daha sonra göreceğim iz gibi, eg­
şük ise oksijen hemoglobinden serbest bırakılır. Bu zersizde birkaç başka faktör daha oksijen taşın ­
olay, tüm oksijenin akciğerlerden dokulara taşın­ masını kolaylaştırır, sonuç olarak kasta P 0 2 sıklık­
ması için temeldir. la norm alin biraz altına düşer).

Oksijen-Hernoglobin Disosiyasyon Eğrisi. Ok- Yararlanm a (Ütilizasyon) K at Sayısı. Doku ka­


sijen-lıem oglobin disosiyasyon eğrisini gösteren pillerlerinden geçerken oksijen in i bırakan kan
Şekil 4 0 -8 ’de kan P 0 2’si arttığında oksijene bağlı yüzdesine y ararlan m a katsayısı denir. Normal
hem oglobin oranının giderek daha da artışı görül­ değeri, önceki tartışm alardan da anlaşıldığı gibi,
mektedir. Buna hem oglobinin doygunluk (satii- yüzde 2 5 ’tir. Yorucu egzersiz sü resin ce tüm vü­
BÖLÜM 40 • Kanda ve Vücut Sıvılarında Oksijen ve Karbondioksidin Taşınması 467

Ş E K İL 40 - 8
Oksijen-hemoglobin disosiyasyou eğrisi. Oksijen gaz basıncı (mm Hg)

cutta yararlanm a katsayısı yüzde 7 5 -8 5 ’e çıkabi­ oksijene gereksinim gösterir. Şekil 40-9’daki oksijen-
lir. Ve kan akım ının aşırı yavaş olduğu veya m eta- hemoglobin disosiyasyou eğrisine tekrar dönecek
bolik hızın yüksek olduğu lokal doku bölgelerin­ olursak, 5 mİ oksijen salınması için, P 0 2’nın 40
de yararlanm a katsayısının yüzde 1 0 0 ’e yaklaştı­ mmHg’ya düşmesi gerektiği görülür. Bu nedenle do­
ğı belirlenm iştir - yani, neredeyse tüm oksijen b ı­ kuda P 0 2 normal olarak 40 mmHg üzerine yıiksel-
rakılm ış demektir. meyecektir. Çünkü, eğer bu gerçekleşecek olursa
dokuların gereksindiği oksijen hemoglobinden ser-
bestlenmeyecektir. Bu durumda hemoglobin nor­
Hemoglobinin Doku Oksijen P 02’sine mal olarak dokulardaki gaz basıncına 40 mmHg dü­
“Tampon” Etkisi zeyinde bir üst sınır oluşturur.
Diğer yandan, ağır egzersizde, çok fazla m iktar­
Hemoglobin, dokulara oksijen taşınması için ge­ larda oksijen (normalin 2 0 katından fazla) hem og­
rekli olduğu gibi, yaşam için vazgeçilmez olan te­ lobinden dokulara aktarılmalıdır. Fakat, disosiyas-
mel bir işlev daha görür. Bu da, bir “doku oksijen yon eğrisinin eğiminin dik olması ve azalmış P 0 2
tam pon” sistemi gibi işlev görmesidir. Kandaki he­ sonucunda doku kan akımının artması nedenleriy­
moglobin aslında dokulardaki oksijen basıncının le, bu ancak doku P 0 2’s iniıı bir miktar daha düş­
stabilizasyonundan da sorumludur. Bu olay aşağı­ mesi ile (15 ila 25 ınmHg düzeyine kadar) sağlana­
daki şekilde açıklanabilir. bilir; böylece, P 0 2’da küçük bir düşme büyük mik­
tarlarda oksijenin seıbestlenm esine neden olur.
Hemoglobinin Dokularda Sabit P 0 2'm Koruma­ Görülüyor ki, kandaki hem oglobin oksijeni do­
daki Rolü. Bazal koşullar altında dokular kapiller­ kulara 15-40 mmHg arasında oldukça sabit tutulan
lerden geçen kanın her desilitresinden yaklaşık 5 mİ. bir basınçta otomatik olarak taşır.

Atm osferdeki Oksijen Konsantrasyonu Belirgin


Şekilde Değiştiği Zaman Hemoglobinin Tampon
bağlı 0 2 Etkisi Doku P 0 2'ım Yine de Oldukça Sabit Tu­
tar. Alveolleıdeki normal P 0 2 104 mmHg civarında­
dır, fakat dağa çıkıldığında veya uçakla yükselindi-
ğiııde, P 0 2 kolayca bu değerin yarısından daha aza
düşebilir. Veya basınç kamaraları ya da derin sular­
da olduğu gibi sıkıştırılmış hava bulunan alanlara
girildiği zaman P 0 2 bu değerin 1 0 katına yükselebi­
lir. Bu durumda dahi, doku P 0 2 düzeyi çok az deği­
şir. Şimdi bunu açıklayalım.
Şekil 4 0 -8 ’deki oksijen-hem oglobin disosiyasyou
eğrisinden de görülebileceği gibi, alveoler P 0 2 60
40 60 80 100 120 140 mmHg düzeyine kadar düştüğünde arteriyel he­
Kanda oksijen basıncı (P 02) (mm Hg)
moglobinin hala %89 doygunluktadır, yani normal
Ş E K İL 40 - 9 doygunluk olan yüzde 97’deıı sadece yüzde 8 dü­
şüktür. Dahası, dokular kanın her mililitresinden 5
Kanın her 100 ml’sinde hemoglobinle bağlanmış olarak taşman
oksijenin miktarına kan P 0 2 ’nm etkisi. mililitrelik oksijeni hala almaktadır; bu oksijeni
468 ÜNİTE V II • Solunum

alabilmek için venöz kandaki P 0 2, norm al değerin ranlardan üç tanesi, ( 1 ) artmış karbon dioksid kon­
sadece 5 mmHg altına, 35 mmHg'ya düşer. Böyle- santrasyonu, (2) artmış kan sıcaklığı ve (3) artmış
ce, alveoler P 0 2de 1 0 4 ’ten 60 mmHg’ya olan belir­ 2,3-difosfogliserat (DPG)’tır, 2,3 DPG normal ola­
gin düşmeye rağmen, doku P 0 2’si çok zor değişir. rak kanda bulunan fakat farklı koşullarda farklı
Diğer yandan, alveoler P 0 2 500 mmHg kadar konsantrasyonlarda olan bir fosfat bileşiğidir.
yüksek bir değere ulaştığı zaman, hemoglobinin
maksimum oksijen doygunluğu asla yüzde 1 0 0 ’ün Karbon D ioksit ve H id rojen İyonlarının Oksi-
üzerine çıkmaz. Bu da normal düzey olan yüzde jen -H em o glob in Disosiyasyon Eğrisini K ay­
9 7 ’den sadece yüzde 3 fazladır. Aynı zamanda, bi­ dırması İle D okulara A rtm ış O ksijen A k ta rı-
razdan tartışılacağı gibi, az bir miktarda oksijen de mı-Bohr Etkisi. Kandaki karbon dioksid ve h id ­
kan sıvısında çözünür. Daha sonra, kan, doku ka- rojen iyon değişikliklerine yanıt olarak gelişen
pilleılerinden geçtiği zaman birkaç mililitre oksije­ oksijen-hem oglobin eğrisindeki kaym anın, ak ci­
ni daha dokulara kaybeder. Bu kayıp da otomatik ğerlerde kanın o ksijen len m esin i artırm ada ve
olarak kapiller kandaki P 0 2’yi norm al 40 oksijenin kandan dokulara geçm esini artırm ada
mmHg’nm sadece birkaç milimetre üzerinde bir belirgin bir etkisi vardır. Buna B olır etkisi denir
değere düşürür. ve şöyle açıklanabilir: Kan akciğerlerden g eçti­
Sonuçta, alveoler P 0 2 düzeyinin çok büyük de­ ğinde, karbon dioksid kandan alveolleıe difüze
ğişkenlik gösterm esine rağmen -60 mmHg'dan 500 olur. Böylece kanda P C 0 2 düşer ve son uçta kan
mmHg’ya- dokudaki P 0 2 düzeyinin normale göre karbonik asidindeki azalm a nedeniyle hidrojen
birkaç milimetreden fazla değişmemesi kan he­ iyon konsantrasyonu azalır. Her iki etki Şekil 40-
moglobininin doku oksijen tam ponu olarak fonksi­ 1 0 ’da gösterildiği gibi, o ksijen -h em oglobin d iso­
yonunu güzel bir şekilde göstermektedir. siyasyon eğrisini sola ve yukarı kaydırır. Bu n e ­
denle herhangi bir alveoler P 0 2 düzeyinde h e ­
m oglobine bağlanan oksijen m iktarı belirgin o la ­
Oksijen-Hemoglobin Disosiyasyon
rak artar. Böylece dokulara daha fazla oksijen ta ­
Eğrisini Kaydıran Faktörler ve Oksijen şınır.
Taşınmasındaki Önemleri Daha sonra kan doku kapillerleıine ulaştığında,
tam amen zıt bir etki meydana gelir. Dokulardan
Şekil 40-8 ve 40-9’daki oksijen-hem oglobin disosi­ kana geçen karbon dioksid eğriyi sağa kaydırarak,
yasyon eğrileri normal, ortalama kan içindir. Buna oksijenin hemoglobinden ayrılmasını ve dokulara
rağmen, Şekil 40-10’da gösterildiği gibi bir takım aslında olabileceğinden daha fazla oksijen aktarıl­
faktörler bu eğriyi sağa ya da sola kaydırabilir. masını sağlar.
pH’nın normal değer olan 7,4’ten 7,2'ye düşmesi
ile kan hafifçe asidik olduğu zaman, oksijen-he- DPG' nin Etkisi. Kandaki norm al DPG oksijen-he­
moglobin disosiyasyon eğrisinin ortalam a yüzde moglobin eğrisini her zaman hafifçe sağa kaymış
15 kadar sağa kaydığı, şekilde gösterilmiştir. Diğer durumda tutar. Ek olarak, birkaç saatten daha faz­
yandan pH 7,6’ya çıkarsa, eğri aynı derecede sola la süren hipoksik koşullarda kandaki DPG miktarı
kayar. artar ve oksijen-hem oglobin eğrisini daha fazla sa ­
p il değişimlerine ek olarak, eğriyi kaydıran bir­ ğa kaydırır. Bu durumda, DPG artışının olmadığı
kaç faktör daha bilinmektedir: Eğriyi sağa kaydı- duruma kıyasla 10 mmHg daha yüksek oksijen b a ­
sınçlarında dokulara oksijen serbestlem esi gerçek­
leşir. Dolayısıyla, bazı koşullar altında, bu olay hi-
poksiye ve özellikle doku kan akımının yetersiz ol­
duğu durumlardaki lıipoksiye uyum için önemli
bir mekanizma olabilir.

Egzersiz Süresince Disosiyasyon Eğrisinde


Kayma. Egzersizde, birkaç faktör disosiyasyon eğ­
risini sağa kaydırır. Egzersiz yapan kaslarda geniş
miktarda karbon dioksit ve ek olarak birçok asit sa ­
lıverilir. Bunlar birlikte kas kapiller kanında hidro­
jen iyon konsanüasyonunu artırırlar. Ek olarak, ka­
sın sıcaklığı 2-3 °C artar. Bu da kas liflerine daha
fazla oksijen sağlanmasını artırabilir. Tüm bu fak­
törler beraberce kas kapiller kan ın a ait oksijen-he-
0 10 20 30 40 50 60 70 80 90 100110120130140
moglobitı disosiyasyon eğrisini sağa kaydırır. Bu
Oksijen gaz basıncı (mm Hg)
sağ-yönde kayma kimi zaman 40 mmHg kadar
yüksek P 0 2’lerde (normal istirahat değerine eşit)
oksijenin yüzde 75-85'i hem oglobinden ayıılıyor-
(1) hidrojen iyonlarında, (2) C02, (3) sıcaklık veya (4) 2,3-difos-
fogliscrat (DI’G) 4 da artış ile oksijen-hemoglobin disosiyasyon ken dahi, oksijenin kasa serbestlenm esine izin ve­
eğrisinin sağa kayması. rir. Sonra akciğerlerde, kayma zıt doğrultuda görü­
BÖLÜM 40 • Kanda ve Vücut Sıvılarında Oksijen ve Karbondioksidin Taşınması 469

lür, böylece alveollerden daha fazla miktarlarda ok­ Oksijen Kullanımında Kapillerden Hücreye Di-
sijen alınm ası sağlanır. füzyon Uzaklığının Etkisi. Hücreler bir kapiller­
den nadiren 50 mikrometreden daha uzakta bulu­
nabilir ve oksijen, m etabolizma için gerekli olan
Oksijenin Hücreler Tarafından miktarlarda, kapillerden hücreye rahatça difüze
Metabolik Kullanımı olabilir. Buna rağmen, nadiren hücreler kapiller­
den bu mesafeden daha uzakta yerleşmiş olabilir
Hücreiçi P 0 2 ,nm Oksijen Kullanım Hızına Etki­ ve bu hücrelere oksijen difüzyon hızı, hücre içi
si. Hücrelerde sadece küçük bir düzeyde oksijen P 0 2’yi kritik düzey olan 1 mmHg’nın altına indire­
basıncı, norm al hücreiçi kimyasal reaksiyonlar için cek kadar düşük olabilir. 1 mmHg hücreiçi m aksi­
yeterlidir. Bunun nedeni, Bölüm 67’de tartışılan mum metabolizma için gerekli olan düzeydir. Böy­
hücrenin solunumsal enzim sistemlerinin, hücre­ lece, bu koşullar altında, hücrelerin oksijen kulla­
sel POa’nın 1 mmHg’dan fazla olduğu zaman oksi­ nımı difiizyonla sınırlıdır denilebilir ve artık hücre­
jen sağlanabilirliğiıı kimyasal reaksiyonların hızları lerdeki ADP miktarları ile düzenlenmez. Bu olay
için sınırlayıcı bir faktör olmayacak şekilde ayar­ patolojik durumlar dışında asla görülmez.
lanmış olmasıdır. Bu durumda esas sınırlayıcı fak­
tör, hücrelerdeki eıdenozin difosfat (ADP) konsant­ Oksijenin M etabolik Kullanımına Kan Akımının
rasyonudur. Bu etki, hücre içi P 0 2 ile ADP’nin deği­ Etkisi. Herhangi bir dokuda bir dakikada sağlana­
şik konsantrasyonlarında oksijen kullanım hızı bilen total oksijen miktarı: (1) Kanın her desilitresi
arasındaki ilişkiyi gösteren Şekil 40-11'de görül­ içinde taşınan oksijen düzeyine, (2 ) kan akım hızı­
mektedir. Hücreiçi P 0 2’nin 1 mmHg’nın üzerinde na bağlıdır. Eğer kan akım hızı sıfıra düşerse, sağla­
olduğu her durumda, oksijen kullanım hızı h er­ nabilen oksijen miktarı da sıfıra düşer. Böylece, b a ­
hangi bir ADP konsantrasyonu için sabittir. Diğer zı durumlarda dokudaki kan akım hızı bu kadar
yandan ADP konsantrasyonu değiştiği zaman bu­ düşük olduğu zaman, doku P 0 2 düzeyi maksimal
nunla orantılı olarak oksijen kullanım hızı değişir. hücre içi metabolizması için gereken 1 mmHg’lık
Bölüm 3 'de açıklandığı gibi, adenozin trifosfat kritik düzeyin altına düşebilir. Bu koşullar altında,
(ATP) hücrelerde enerji sağlamak için kullanıldığın­ dokunun oksijen kullanım hızı, kan akım ı ile sınır­
da, ADP’ye çevrilir. ADP'nin artan konsantrasyonu, landırılır. Ne difüzyon ile sınırlı olan, ne de kan akı­
sırasıyla hem oksijenin, hem de çeşitli besinlerin mıyla sınırlı olan oksijen kullanımı uzun süreli de­
enerji açığa çıkarmak üzere metabolik kullanımını vam edebilir. Çünkü, hücreler bu durumlarda h a­
artırır. Bu enerji ADP’nin ATP’ye çevrilmesinde kul­ yatlarının devamı için gereken oksijenden daha
lanılır. Bundan dolayı, norm al koşullar altında, azını alırlar.
hücrelerin oksijen kullanım hızı, enerji tüketim hız­
ları ile kontrol edilir. Bu da ATPden ADP yapını h ı­ Çözünmüş Halde Oksijen Taşınması
zıdır. Sadece, hücreiçi P 0 2'nın çok düşük olduğu
durumlarda (1 mmHg’dan az) oksijenin sağlanabi- 95 m m H g ’lık n orm al arteryel PCVde, y ak laşık 0,29 m ili­
lirliği sınırlayıcı duruma gelebilir. litre oksijen, kan sıvısının her d esilitresin d e ç ö zü n m ü ş
o la rak b ulun ur. D oku k ap ille rle rin d e kan P 0 2 ’si 40
m m H g ’ya d ü ştü ğü za m an sa d e c e 0,12 m ililitre oksijen
ç ö zü n m ü ş halde kalır. D iğer b ir deyişle, kan ın h er d e s i­
ADP = 1 V2 normal litresin de 0,17 mililitre oksijen, n o rm ald e ç ö z ü n m ü ş o la ­
rak dok ulara taşınır. Bu miktar, h em o g lo b in in taşıdığı 5
m ililitre ile kıyaslanabilir. B u n d an dolayı, ç ö zü n m ü ş o la ­
rak dok u lara taşın an ok sijen m iktarı, totalin sa d e c e y ü z­
de 3 ’ii kadardır; yüzde 97’iik kısım h em o glo b in le taşınır.
Yorucu egzersiz süresince, h em oglobinin dokulara ok si­
jen bırakm ası 3 kat arttığı zam an çözü n m ü ş h alde taşınan
m iktar yüzde 1,5'a kadar düşer. Eğer bir kişi çok, am a çok
yüksek alveoler P 0 2 ’lerde soluk alırsa, çö zü n m ü ş halde ta ­
şın an miktar dah a çok artabilir. Bazen, dokulardaki bu a şı­
rı oksijen, "oksijen zehirlenm esi”ne neden olabilir. Bu ra­
hatsızlıkta, felçler hatta ölüm görülebilir. Bu konu, Bölüm
44'de yüksek basınçta solum a ile ilişkili olarak tartışılmıştır.

Hemoglobinin Karbon Monoksitle


Birleşmesi-Oksijenin Ayrılması
K arbon m on ok sit, h em oglob in m o le k ü lü n d e oksijen le
İntrasellüler P02 (mm Hg) aynı n ok tay a bağlan ır ve b u n d an dolayı, ok sijen i h e m o g ­
lob ind en ayırabilir. Bunun d a ö te sin d e o k sijen e göre h e ­
Ş E K İL 4 0 - 1 1 m o g lo b in e ilgisi (afinitesi) 250 kat fazladır. B u özellik Ş e ­
Hücreler tarafından 0 2 kullanım hızına intraselüler P 0 2’nın kil 40-12’deki karbon m o n o k sit-h e m o glo b in d iso siy as-
etkisi. İntraselüler adenozin difosfat (ADP) konsantrasyonu yon eğrisin de görülm ektedir. Bu eğri ok sijen -h em o g lo -
arttıkça, oksijen kullanım hızının arttığına dikkat ediniz. bin disosiy asy on eğrisiyle h em en h em en aynıdır. S a d e ce
470 ÜNİTE V II • Solunum

00 ku hücrelerinin dışına çıkar. K apilleıe girişte kar­


bon dioksit, çok kısa süren fiziksel ve kimyasal
reaksiyonları başlatır. Şekil 4 0 -1 3 ’te gösterildiği
gibi bunlar karbon dioksit taşınm ası için vazge­
çilmezdir.

Çözünmüş D urm da Karbon D io ks it Trans-


p o rtu . Karbon dioksidin küçük bir kısmı, akci­
ğerlere çözü nm üş halde taşınır. Bu noktada,
PCCVnin venöz kanda 45 mmHg, arteıiyel kan­
da 40 m m H g olduğunu h atırla y a lım . 45
0.1 0.2 0.3 m ıııH g’da kan sıvısında çözünen karbon dioksit
Karbon monoksit gaz basıncı (mm Hg) m iktarı 2,7 ml/dl. (yüzde 2,7 h acim ) dir. 40
m m H g’da çözünm üş miktar 2,4 m ililitredir ya da
Ş E K İL 4 0 - 1 2
0,3 m ililitrelik fark vardır. Bundan dolayı, sadece
Karbon monoksit-hemoglobin disosiyasyon eğrisi, Karbonmo-
ııoksidin hemoglobin ile birleştiği çok düşük karbon monoksit
0,3 m ililitrelik karbon dioksit h er 100 mililitre
basınç düzeylerine dikkat ediniz. kan içinde çözünm üş halde taşınır. Bu m iktar
norm alde karbon dioksit ta şın m a sın ın yüzde
7 ’sidir.
a b siste gö sterilen k arb on m o n o k sid basın cı, Şekil 40-
H'deki o k sijen -h em o g lo b in disosiyasyon eğrisindekinin Karbon Dioksidin B ikarbonat İyonu Şeklinde
1/250'si düzeyindedir. Bu n eden le, alveollerdeki sa d e c e Taşınması.
0,4 m m H g ’lık karb on m o n o k sid basıncı, h em oglob in e
b a ğ la n m a a ç ısın d an n orm al alveoler oksijen in 1 /250’si
olup (100 m m H g), ok sijen le eşit olarak y arışm ay a yeter- E ritrositlerd e Karbon D ioksidin Su İle Reaksiyo-
lidir ve h em oglob in in yarısı, oksijen yerine karbon m o- n u-K arbonik Anhidrazın Etkisi. Kanda çözünen
ııokside b ağ lan ab ilir. Bu n ed en le sad e c e 0,6 m m H g’lık karbon dioksit su ile reaksiyona girerek karbonik
bir k arb on m o n o k sid b asın c ı (havadakinin yaklaşık faiz­ asidi oluşturur. Eğer eritrositlerin içinde karbon
de 0.1 ’i) ölü m cü l olabilir.
dioksit ve su arasındaki bu reaksiyonu katalizle­
K arb on m o n o k sid le ciddi olarak zeh irlen m iş bir h asta
s a f o k sijen u y gu lan m asıy la tedavi edilebilir. Çünkü yük­
yerek reaksiyon hızını 5000 kat artıran ve k a r b o ­
sek alveoler b asın çlard ak i oksijen, karb on m on ok sid i nik a n h id raz adı verilen enzim bulunm asaydı,
h em o glo b in d e n çok d a h a hızlı ayırır. H asta oksijenle b ir­ reaksiyon önem kazanm ayacak kadar yavaş ger­
likte y ü zde 5 ’lik karb on d iok sid u y gu lan m asın d an d a çekleşecekti. Plazm ada birçok saniyeler veya da­
faydalan abilir. Çünkü, b u yolla solu n u m m erkezi kuv­ kikalar içinde gerçekleşm ek yerine, eritrositlerde
vetle uyarılm ış olur. Böylece alveoler ventilasyoıı artar ve bu reaksiyon saniyenin küçük bir bölüm ünde
alv eo le r karb on m o n o k sid k o n sa n trasy o n u azalarak ,
tam dengeye ulaşır. Bu sayede kan doku kapiller-
k an d an karb on m o n o k sid d a h a çab u k uzaklaştırılır.
K an daki karbon m o n o k sid yoğun ok sijen ve karbon
lerini terketm edeıı önce kırmızı kan h ü crelerin ­
diok sid ted avisi ile, ted avisiz d u ru m a göre, 10 kat d ah a deki su ile çok büyük m iktarlarda karbon dioksit
hızlı uzaklaştırılabilir. reaksiyona girebilir.

KARBON DİOKSİDİN KANDA


TAŞINMASI Kapiller

Kan yoluyla karbon dioksidin taşınması, oksijen taşın­ interstisyel


ması gibi sorun yaratmaz. Çünkü, birçok anormal ko­ sıvı
Hücre
şullarda dahi, karbon dioksid oksijene göre çok daha
büyük miktarlarda taşınabilir. Fakat kandaki karbon
dioksit miktarı Bölüm 30’da tartışıldığı gibi, vücut sıvı­
larındaki asit-baz dengesi açısından önemlidir.
Normal istirahat koşulları altında, kanıtı her 100
m ililitresinde ortalam a 4 m ililitrelik karbon dioksit
C0 2- "002
o
doku lardan akciğerlere taşınır.

C 0 2 taşınma şekilleri
1. C 0 2 =%7
Karbon Dioksidin Kimyasal Taşınma 2. Hgb • C 0 2 = %23
Şekilleri 3. HCOy = %70

Taşınm a sürecine başlam ak için, karbon dioksit Ş E K İL 4 0 - 13


çözü nm üş m oleküler karbon dioksit şeklinde do- Kanda karbon dioksidin taşınması.
BÖLÜM 40 • Kanda ve Vücut Sıvılarında Oksijen ve Karbondioksidin Taşınması 471

Karbonik Asidin, Bikarbonat ve Hidrojen İyonları­


na Ayrılması. Saniyenin bir başka bölümünde de
eritrositlerde oluşan karbonik asit, (H2 C 0 3) hidro­
jen ve bikarbon at iyonlarına (H+ ve H C 0 3 -)ayrılır.
Hidrojen iyonlarının çoğunluğu eritrositlerdeki h e­
m oglobinle birleşir. Çünkü hemoglobin proteini
kuvvetli bir asit-baz tamponudur. Sırasıyla, bikar­
bonat iyonlarının çoğu alyuvarlardan plazmaya ge­
çerken klor iyonları da onların yerini almak üzere
alyuvarlara girer. Bu olay, alyuvar m embranında
bulunan ve bu iki iyonu zıt yönlerde hızla taşıyan
özel bir bikarbonat-kloriir taşıyıcı proteininin var­
lığı sayesinde mümkün olur. Böylece venöz eritro­
sitlerin klorür içeriği, arteriyel eritrositlerden daha Karbon dioksit gaz basıncı (mm Hg)
fazla olur. Buna klorür kaym ası adı verilir.
Ş E K İL 40 - 14
Alyuvarlarda karbon dioksit ve suyun, karbonik
Karbon dioksit dissosiyasyon eğrisi
anhidraz etkisi altında geridönüşümlü birleşm ele­
ri, dokulardan akciğerlere karbon dioksit taşınm a­
sının yüzde 70'inden sorumludur. Dolayısıyla kar­
bon dioksidin bu şekilde taşınması, tüm taşıma şekillerinde toplam kan karbon dioksidinin
yöntem lerinin en önemlisidir. Gerçekten, bir kar­ P C 0 2’ye bağımlılığını göstermektedir; bu eğri k<7 /-
bonik anhidraz inhibitörü (asetazolamid) bir hay­ bon dioksid disosiyasyon eğrisi adını alır.
vana karbonik anhidrazı bloke etmek için uygulan­ Normal kanda P C 0 2 değişikliklerinin, dar bir ara­
dığı zam an, dokulardan karbon dioksit taşınması lıkta, arteriyel kanda 40 mmHg ve venöz kanda 45
öyle zayıflar ki, dokuda P C 0 2 norm aldeki 45 mmHg, olduğuna dikkat ediniz. Kandaki normal
mmHg yerine 80 mmHg’ya yükselir. karbon dioksit konsantrasyonunun yüzde 50 ha­
cim olduğuna ve dokulardan akciğerlere karbon di­
Karbon Dioksidin Hemoglobin ve Plazma Pro­ oksit taşınması süresince sadece yüzde 4 hacimlik
tein leri İle Kombinasyon Halinde Taşınması- kısmının alınıp verildiğine de dikkat ediniz. Buna
K arbam inohem oglobin. Su ile etkileşimine ek göre, kan dokulardan geçerken, konsantrasyon
olarak, karbon dioksid, hemoglobin moleküllerinin yüzde 52 hacime yükselir ve akciğerlerden geçer­
am in radikalleri ile de reaksiyona girerek karbanıi- ken yüzde 48 hacim e düşer.
ııohem oglobin (C 0 2 ITgb) bileşiğini oluşturur. Kar­
bon dioksidin hemoglobinle olan bu birleşimi gev­
şek bir bağ ile oluşan geridönüşümlü bir reaksiyon­ Hemoglobinin Oksijenle Bağlanmasında
dur. Karbon dioksit, P C 02’nin doku kapillerleıine Karbon Dioksidin Serbestlenmesi-C02
göre daha düşük olduğu alveollere kolayca bırakı­ Taşınmasını Artırmada Haldane Etkisi
lır. Karbon dioksidin küçük bir bölümü de aynı yol­
dan plazma proteinleri ile reaksiyona girer. Fakat Bu bölümde daha önce, kan karbon dioksidinde
bu proteinlerin miktarı, hem oglobin miktarının bir artışın, oksijeni hem oglobinden ayıracağından
dörtte biri kadar olduğu için, bu etkileşim daha az ve bunun oksijen taşınm asını artırmada önem li bir
önemlidir. faktör olduğundan söz edilmişti. Bunun tersi de
Dokulardan akciğerlere, hemoglobin ve plazma doğrudur: oksijenin hem oglobine bağlanması, kar­
proteinleri ile kombinasyon halinde taşınabilen kar­ bon dioksidi kandan uzaklaştırma eğilimi yaratır.
bon dioksid miktarı teorik olarak, taşınan total mik­ Gerçekten, H aldane etkisi adı verilen bu etki, kar­
tarın % 30’u kadardır. Bu da her 100 mililitre kanda bon dioksid taşınmasını artırmada, kantitatif ola­
1,5 mililitre karbon dioksit eder. Ancak, bu reaksi­ rak, oksijen transpoıtunu artıran Bohr etkisine kı­
yon, karbon dioksidin alyuvarlarda bulunan su ile yasla çok daha önemlidir.
girdiği reaksiyona göre çok daha yavaş olduğundan, Haldane etkisi sonucunda akciğerlerde hem og­
bu mekanizmanın karbon dioksid taşınmasında lobinle birleşen oksijen hem oglobini güçlü bir asit
% 2 0 ’den fazla yarar sağlayacağı kuşkuludur. haline getirir. Bu durumda karbon dioksit kandan
alveollere iki yolla geçer: ( 1 ) Daha yüksek derecede
asidik olan hemoglobinin karbon dioksidle birleşe-
Karbon Dioksit Disosiyasyon Eğrisi ıekkarbam inohem oglobin oluşturma eğilimi daha
azdır. Böylece kanda kaıbam inohem oglobin halin­
Görüldüğü gibi, karbon dioksit kanda farklı biçim ­ de bulunan karbon dioksidin çoğu ayrılarak uzak­
lerde bulunabilmektedir: ( 1 ) serbest karbon dioksit laştırılmış olur. (2) Hemoglobinin artan asiditesi ile
olarak ve (2 ) su, hemoglobin ve plazma proteinleri hidrojen iyon salimini artar ve bu iyonlar bikarbo­
ile kimyasal bileşikler halinde. Bütün bu biçim ler­ nat iyonlarıyla birleşerek karbonik asit oluşturul.
de kanda bulunan karbon dioksidin total miktarı Daha sonra bu asit de su ve karbon diokside ayrılır.
P C 0 2’ye bağlıdır. Şekil 40-14’teki eğri, tüm taşınma Karbon dioksit kandan alveollere geçer.
472 ÜNİTE VII • Solunum

dioksid miktarım ve dokulardan alınan kaı bon diok­


sid miktarını iki kat artırır.

Karbon Dioksit Taşınması Süresince


Kanda Asidite Değişimi

Karbon dioksit dokulardan kana geçtiğinde oluşan


karbonik asit, kan pH’sını düşürür. Yine de, bu asi­
din kandaki tamponlarla reaksiyonu, hidrojen iyon
konsantrasyonunun büyük ölçüde yükselmesini
engeller (ve pH’nın büyük ölçüde düşm esini de e n ­
geller). Genellikle arteryel kanda pH yaklaşık
7,41 'dir; doku kapillerleıinden karbon dioksidi al­
dığında pH’nın venöz değeri yaklaşık 7,37 olur. Di­
ğer bir deyişle, 0,04 birimlik bir pH değişikliği ger­
çekleşir. Kandaki karbon dioksit akciğerlerde bıra­
ŞEKİL 4 0 - 15
kıldığında ise pH tekrar arteryel değerine yükselir.
Po2 100 mmHg olduğunda karbon dioksit disosiyasyon eğrileri­ Egzersizde, yüksek metabolik aktivite durumların­
nin bölümleri. Karbon dioksit taşınması üzerine Haldane etkisi
ok ile gösterilmiştir. da veya dokulardaki kan akımı çok yavaş olduğun­
da doku kanındaki (ve dokuların kendinde) pH dü­
şüklüğü 0,50 kadar, normalin 12 katı kadar, olabilir.
Bu da ciddi doku asidozuna yol açar.
Haldane etkisi, doku kapillerlerinde, oksijenin
hem oglobini terketmesi nedeniyle kaıbon dioksi-
din bağlanmasını artırır. Akciğerlerde ise, hem og­
lobinin oksijen bağlaması nedeniyle karbon diok- S O L U N U M B Ö LÜ M Ü
sidin serbestlenm esini artırır.
Akciğerlerden d ok ulara n orm al ok sijen ta şın m a sı kanın
Şekil 40- 15’te kantitatif olarak dokulardan akciğer­
her 100 m ililitresinde y aklaşık 5 mİ. iken, do k u lard an a k ­
lere kaıbon dioksid taşınmasında Haldane etkisi’nin
ciğerlere karbon dioksit taşın m a sı 4 mİ. ‘dir. O halde,
önemi görülmektedir. Bu şekil, iki kaıbon dioksit di­ n orm al din lenm e koşulları altın da, alın an ok sijen in y ü z­
sosiyasyon eğrisinin küçük birer kısımlarını göster­ de 8 2 ’si kadar karbon dioksit atılır. Atılan k arb o n d io k si­
mektedir. Kesiksiz eğri P 0 2’nin akciğerlerde olduğu din alın an oksijen oran ın a solumımsal değişim oranı (so­
gibi 100 mmHg olduğu zamanı, kesikli eğri ise, doku lunum bölümü; R) denir.
kapillerlerinde olduğu gibi P 0 2’nin 40 mmHg oldu­ K arbon dioksit atım hızı
ğu zamanı göstermektedir. Kesikli eğride A noktası R = ------------------------------------
dokulardaki 45 mmHg’lik normal P C 02’nda karbon Oksijen alım hızı
dioksidin yüzde 52 hacminin kanla birleşmesini R değeri, farklı m etab olik k o şu llar altın d a değişir. E ğer
gösterm ektedir. Akciğerlere girişte, P 0 2 100 bir kişi vü cu t m e tab o lizm ası için özellikle k arb on h id rat
mmHg’ya yükselirken P C 0 2 40 mmHg’ya düşer. ku llan ıyorsa R değeri 1,00’dir. D iğer y an d an , özellikle
Eğer Haldane etkisi sayesinde karbon dioksit disosi­ yağları kullan ıyorsa R değeri 0,7'ye d üşer. B u farklılığın
yasyon eğrisi kayma göstermeseydi kanın karbon se b e b i şu d u r: o k sijen , k a rb o n h id ra tla rla m e ta b o liz e
dioksid içeriği sadece yüzde 50 hacime düşecek ve ed ildiğin de h arcan an bir m olekül ok sijen d en , 1 m olekül
k arb on dioksit oluşur. O ksijen, y ağ larla reak siy o n a gird i­
karbon dioksidde yüzde 2 hacimlik bir azalma ola­
ği za m an karbon dioksit yerine s u oluşur. D iğer bir d e ­
caktı. Buna rağmen, akciğerlerde P 0 2 artışı karbon
yişle, dokulardaki kimyasal reaksiyonların solumımsal
dioksit disosiyasyon eğrisini, kesikliden kesiksiz eğ­ oranları, y ağlar m etab olize ed ild iğin d e 1,00 yerin e 0,7
riye doğru indirir böylece karbon dioksit içeriği yüz­ olur. D oku so lu n u m sa l oranı B ölü m 7 1 'de tartışılm ıştır.
de 48 hacim e düşer (B noktası). Bu olay yüzde 2 ha­ O rtalam a m iktarlarda karb on h id rat, y ağ ve protein
cimlik ek bir karbon dioksit kaybı sağlar. Böylece, içeren bir diyetle b eslen en bir kişi için o rta la m a R d e ğ e ­
Haldane etkisi kandan akciğerlere bırakılan karbon ri 0,825 olarak kabul edilm ektedir.

REFERANSLAR
A ric ff A I: H ypoxia, M etabo lic A cid osis and M ech an ism s o f D isease. 5th ed. Philadel­ Haldane J S , Priestley JG : Respiration. New
the C irculation. New Y o rk : O xford U niver­ phia: NVB Saunders C o, 1974. p 371. Haven, C T : Y a le U niversity Press, 1935.
sity Press, 1992. Grippi M A : Pulm onary Pathophysiology. P h il­ Harrison D K , D elpy D T : O xygen Transport to
Crow ell JW , Sm ith E E : D eterm inants o f the adelphia: J B Lippincott, 1994. Tissue. New Y o rk : Plenum Press, 1997.
optim al hem atocrit. J Appl Physiol 2 2 :5 0 1 , Grodins F S , Yam ashiro S M : O ptim ization o f Hepple R T ; A new m easurem ent o f tissue cap ­
1967. m am m alian respiratory gas transport sys­ illarity: the capillary -to-fib re perim eter e x ­
Forster R E : Pulm onary ventilation and blood tem. Annu Rev Biophys Bioen g 4 :1 1 5 , 1973. change index. C an J Appl P h y siol 2 2 :1 1 ,
gas exchange. In: Sodem an \VA Jr, Sode- Haddad G G , L ister G : T issu e O xygen D epri­ 1997.
m an W A (ed s): Pathologic Physiology: vation. New Y ork: M arcel D ekker, 1996. Jon es C E , C row ell JW , S m ith E E : D eterm ina­
BÖLÜM 40 • Kanda ve Vücut Sıvılarında Oksijen ve Karbondioksidin Taşınması 473

tion o f m ean tissue oxygen tensions by im ­ M ills P: O xyg en— friend or foe? B r V e t J Sib bald W J, M essm er K , F in k M P : T issu e O x ­
planted perforated capsules. J Appl Physiol 1 5 1 :2 2 5 , 1995. ygenation in A cute M ed icin e. New Y ork:
2 6 :6 3 0 , 1969. M urray J F , N adel JA : T extb o ok o f Respiratory Springer, 1998.
L e ff A R , S ch um acker P T : Respiratory Ph ysiol­ M edicine. Philadelphia: W B Saunders C o, Stainsby W N , B a rcla y J K : O xyg en uptake by
ogy: B a sics and A pplications. Philadelphia: 1994. striated m uscle. M u scle B io l 1:2 7 3, 1972.
W B Saunders C o, 1993. N ikinm aa M : M em brane transport and control Sternberg S : H em oglobin m o le cu le 's secret re­
Levitzky M G , H all S M : Cardiopulm onary o f hem oglobin-oxygen affinity in nucleated vealed. S c i New s 1 4 9 :1 8 0 , 1996.
Physiology in A nesthesiology. H ightstow n, erythrocytes. Physiol R ev 7 2 :3 0 1 , 1992. W agner PD : D eterm inants o f m axim al oxygen
N J: M cG raw -H ill, 1994. Nohl H, Staniek, K , G ille L: Im balance o f transport and utilization. Annu R ev Physiol
Lu bbers D W , Baum gartl H : H eterogeneities oxygen activation and energy m etabolism 5 8 :2 1 , 1996.
and profiles o f oxygen pressure in brain and as a consequence or m ediator o f aging. Exp W est J B : R espiratory P h ysiology: T h e E sse n ­
kidney as exam ples o f the p 0 2 distribution G erontol 3 2 :4 8 5 , 1997. tials. Baltim ore: W illiam s & W ilkin s, 1994.
in the living tissue. K idney Int 5 1 :3 7 2 , Perutz M F : S cien ce Is N ot a Quiet L ife. U n ­ W est M A , W ilso n C : H yp ox ic alterations in
1997. ravelling the A tom ic M echanism o f H aem o­ cellu lar signal transduction in shock and
M alley W J: C lin ical B lood G ases: A pplication globin. R iv er Edge, N J: W orld Scien tific, sepsis. N ew H oriz 4 :1 6 8 , 1996.
and N oninvasive A lternatives. Philadelphia: 1997. Z ijlstra W G , M aas A H, M oran R F : D efinition,
W B Saunders C o, 1990. R o y T K , Popel A S: Theoretical predictions o f sign ifican ce and m easurem ent o f quantities
M ich el C C : T h e transport o f oxygen and car­ end-capillary P o 2 in m uscles o f athletic and pertaining to the oxygen carrying properties
bon dioxide by the blood. In: M T P Interna­ nonathletic anim als at V o ^ ia x . A m J Phy­ o f human blood. Scan d J C lin L a b Invest
tional R eview o f S cien ce : Physiology. V ol. siol 271 :H 721, 1996. 2 2 4 :2 7 , 1996.
2. Baltim ore: U niversity Park Press, 1974,
p 67.
Solunum Regülasyonu

Sinir sistemi, normalde alveoler ventilasyon hızını, Dorsal Solunum Grubu N öronların Ritmik İns­
organizmanın gereksinimine göre, arteriyel oksijen pirasyon Deşarjları. Solunum ritmini esas olarak
(PO 2 ) ve karbon dioksit (P C 02) basınçlarını, aşırı dorsal solunum nöron grubu belirler. Bu alana ge­
egzersiz ve çeşitli solunum güçlüklerinde bile, sabit len tüm periferik sinirler bloke edilip beyin sapı
tutacak şekilde düzenler. medullanın üst ve alt bölgelerinden enine olarak
Bu bölümde sinir sistem inin solunumun düzen­ kesilse bile, ritmik inspirasyon dönem lerini yaratan
lenmesindeki görevleri ele alınacaktır. aksiyon potansiyelleri oluşmaya devam eder. Bu
kendiliğinden tekrarlayan deşarjların nedeni hala
bilinmemektedir. İlkel hayvanlarda, sinir ağındaki
bir grup nöronun ikinci bir grubu uyardığı ve uya­
SOLUNUM MERKEZİ rılan bu ikinci nöron grubunun da kendisini uya­
ran sinir grubunu inhibe ettiği gösterilmiştir. Belir­
Solıııııını merkezi, medulla oblongata ve ponsta bi- li bir zaman sonra, bu m ekanizm a kendini tekrar­
lateral olarak yerleşim gösteren çeşitli nöron grup­ layarak hayvanın yaşamı boyunca sürer. Bu neden­
larından oluşmuştur. Bunlar Şekil 4 1 -1 ’de görül­ le solunum fizyologlarının çoğu solunum un temel
mektedir. Bu nöronlar üç ana gruba ayrılmıştır (1) ritminden sadece dorsal solunum grubunun değil,
dorsal solunum grubu, m edullanın doısal bölge­ medulla ve medullaya komşu bölgelerde yer alan
sinde yer alır ve esas olarak iııspirasyondan sorum ­ benzer sinir ağlarının da sorum lu olduklarına
ludur, (2 ) ventralsolunum grubu, medullanın vent- inanmaktadır.
ro-lateıal kısmında yer alır. İçerdiği farklı nöron
gruplarının uyarılmasına bağlı olarak inspirasyon İnspirasyonda "Ram pa" Sinyali. Diyafram gibi
ya da ekspiıasyonu gerçekleştirir, (3) p n öm otaksik esas inspirasyon kaslarına iletilen sinir sinyali, ak­
merkez, ponsun dorsal üst kısmında yer alır. Solu­ siyon potansiyelinin doğuşu ile anında bir patlama
num hızı ve tipinin belirlenm esine yardım eder. şeklinde gelişmez. Normal solunum da bu sinyal ilk
Solunum düzenlenmesinde dorsal solunum grubu önce zayıf olarak başlayıp, bir rampada gibi 2 sani­
ana rolü oynamaktadır. Bu nedenle önce bu gru­ ye kadar giderek yükselir. Sonra bunu izleyen 3 sa­
bun fonksiyonunu tartışacağız. niye için aniden kesilir. Böylece diyafram gevşer,
akciğer ve göğüs kafesinin geri çekilme kuvveti ile
ekspirasyon sağlanır. Başka bir döngü için inspiras­
Dorsal Solunum Grubu Nöronlarının yon sinyali yeniden başlar ve arada ekspirasyon
İnspirasyon ve Solunum Ritminin oluşur. Bu olay tekrarlayarak devam eder. Bu n e­
Düzenlenmesindeki Görevleri denle solunum sinyaline “ram pa sinyali” denm ek­
tedir. Bu sinyal tipi, inspirasyonda akciğer hacm i­
Dorsal solunum nöron grubu, yaklaşık tüm medulla nin hızla değil, yavaş yavaş genişlem esini sağlar.
boyunca uzanır. Nöronların hem en tümü nükleııs İnspirasyon rampası iki yolla kontrol edilir:
traktus solitariusta yerleşmişlerdir. Ayrıca, medulla-
nın retiküler madde yakınındaki çeşitli nöronların 1. Rampa sinyalinin yükselme hızının kontrolü
da solunum kontrolüne katkısı vardır. Nükleus trak­ ile çok hızlı solunum sırasında ram pa hızlanarak
tus solitariusta, aynı zamanda ( 1 ) periferik kimore- akciğerlerin hızlı dolması sağlanır.
septörleıden, (2) baroreseptörlerden ve (3) akciğer­ 2. Rampanın ani olarak kesildiği sınır noktasının
lerdeki çeşitli reseptör tiplerinden duysal informas- kontrolü. Bu solunum hızının kontrolünde genel
yonlar taşıyan vagus ve glossofaringeus sinirlerin yöntemdir; yani ram pa ne kadar erken biterse, ins­
duysal lifleri de sonlanır. Tüm bu periferik bölgeler­ pirasyon süresi de o kadar kısa olur ve henüz anla­
den gelen sinyaller daha sonra tartışacağımız gibi şılamayan bir nedenle, bu aynı zam anda ekspiras­
solunum düzenlenmesine yardımcı olurlar. yon süresini de kısaltır. Böylece solunum hızlanır.

474
BÖLÜM 41 • Solunum Regülasyonu 475

3. Artan pulmoner ventilasyonu karşılam ak üze­


re, solunum uyartıları normalden daha büyük bir
değere eriştiğinde, solunum sinyalleri dorsal solu­
Pnömotaksik merkez num alanının temel osilatör m ekanizm asından,
ventral solunum nöronlarına ulaşır. Sonuç olarak,
ventral solunum alanı daha sonra solunum dürtü­
Dördüncü
lerine payına düşen katkıda bulunur.
Ventrikül ? Apnöstik merkez 4. Ventral gruptaki nöronların bazılarının elektrik­
Dorsal
solunum sel olarak uyarılması inspirasyona; buna karşı diğer­
Vental lerinin uyarılması ekspiıasyona neden olur. Bu ne­
grubu solunum grubu
(İnspirasyon) denle bu nöronlar hem inspirasyon ve hem de eks-
(Ekspiasyon ve İnspirasyon)
piıasyona katkıda bulunurlar. Bunlar özellikle eks-
pirasyon sırasında abdominal kaslar için güçlü eks-
Vagus ve piratuvar sinyallerin oluşturulmasında önemlidir­
glossofaringeus fc Solunum motor ler. Böylece bu alan yüksek bir düzeyde pulmoner
yolları ventilasyon gerektiğinde, özellikle egzersizde, az çok
Ş E K İL 41 - 1 aşırı bir dürtü mekanizması olarak görev yapar.
Solunum merkezinin organizasyonu.
Alt Ponsta Bir “Apnöstik Merkezcin
Bulunma Olasılığı
Pnömotaksik Merkez İnspirasyon Süresini Solunum merkezi fonksiyonları hakkındaki bilgileri­
Sınırlandırır ve Solunum Frekansını Artırır mizi daha da karışüran ponsun alt bölümünde a p ­
nöstik merkez denilen bir başka tuhaf merkezin var­
Üst ponsun nükleus parabraclüalis’inde dorsal ola­ lığıdır. Medullaya gelen vaguslar kesildiği ve ponsun
rak yerleşen pn öm otaksik merkez, sinyallerini inspi- orta bölgesinden enine bir kesitle pnömotaksik m er­
ıasyonla ilgili alanlara iletir. Bunların birinci etkisi, kez ile bağlantıları ortadan kaldırıldığı zaman bu
inspirasyon rampasının kapanma noktasını kontrol merkezin fonksiyonu gösterilebilir. Sonuç olarak, alt
ederek akciğer siklusunun dolma süresini düzenle­ ponstaki apnöstik merkez sinyallerini, inspirasyonu
mektir. Pnömotaksik sinyaller kuvvetlendiği zaman oluşturan rampa sinyallerinin "kapatılmasını” önle­
inspirasyon 0,5 saniye gibi kısa bir sürede tamamla­ mek veya geciktirmek üzere doısal solunum grubu
nır ve böylece akciğerlere giren hava miktarı azalır. nöronlarına ulaştırır. Böylece akciğerler hemen he­
Aksine pnömotaksik sinyaller zayıfladığı zaman ins­ men tamamiyle hava ile dolu hale gelir ve sadece
pirasyon 5 saniye veya daha uzun bir süre devam arada bir kısa ekspirasyon ile duraksama oluşur.
eder, böylece akciğerler daha fazla hava ile dolar. Apnöstik merkezin fonksiyonu anlaşılamamıştır,
Bu nedenle pnömotaksik merkezin görevi, esas fakat olasılıkla inspirasyon derinliğinin düzenlen­
olarak inspirasyonu sınırlamaktır. înspirasyonun kı­ mesinde, pnömotaksik merkez ile birlikte görev
sıtlanması, aynı zamanda ekspiıasyonu ve tüm solu­ yapmaktadır.
num periyodunu kısaltmak suretiyle solunum fre­
kansını artıran sekonder bir etkiye sahiptir. Güçlü bir Akciğerin Genişleme Sinyalleri İle
pnömotaksik sinyal, solunum frekansını dakikada İnspirasyonun Smırlandmlması-
30-40’a yükseltebilirken, zayıf pnömotaksik sinyal, Hering-Breuer Genişleme Refleksi
hızı dakikada sadece 3 ila 5 solunuma indirebilir.
Tamamiyle beyin sapı içinde işleyen sinirsel meka­
Hem İnspirasyon Hem de Ekspirasyonda Gö­ nizmalara ilave olarak, akciğerlerden refleks olarak
rev Yapan Ventral Solunum Grubu Nöronlar kaynaklanan sinirsel uyaranlar, solunum kontrolü­
ne yardım ederler. Bunlardan en önemlisi, akciğer­
Dorsal solunum grubu nöronlarına göre aşağı yukarı lerin her yanında bronş ve bıonşiyollerin duvarla­
5 mm anteriyor ve lateral olarak medullanın her iki rındaki kas tabakası içinde lokalize olan ve akciğer­
tarafında lokalize olan; rostral olarak niikleııs am bi- ler aşırı gerildiği zaman sinyallerini vagus sinirleri
guııs ve kaudal olarak nükleus retroambiguııs'ta yer­ içinde dorsal solunum grubu nöronlara gönderen
leşik nöronlar, "ventral solunun ? grubu nöronlar”dır. gerim reseptörleridir. Bu sinyaller, inspirasyonu,
Bu nöronlar grubunun görevleri, birçok önemli yön­ pnömotaksik merkezden gelen sinyallerle aynı yön­
den dorsal solunum grubununkilerden farklıdır. de etkiler. Şöyle ki; akciğerler aşırı derecede genişle­
diği zaman, gerim reseptörleri, inspirasyon ram pa­
1. Ventral solunum grubu nöronlar, normal sakin sını “kapatan" ve böylece daha ileri bir inspirasyonu
solunum sırasında hemen hemen tamamıyla inaktif durduran uygun bir geribildirim mekanizmasını ha­
durumdadır. Bu yüzden normal sakin solunum sade­ rekete geçirir. Bu, Hering-Breuer inflasyon (genişle­
ce dorsal solunum grubundan tekrarlanan inspiras­ me) refleksi olarak adlandırılır. Bıı refleks, aynı za­
yon sinyallerinin esas olarak diyaframa iletilmesiyle manda, aynen pnömotaksik merkezden gelen sin­
meydana getirilir. Ekspiıasyon ise, akciğerlerin ve gö­ yallerle olduğu gibi, solunum hızını da artırır.
ğüs kafesinin elastik geri çekilme özelliğiyle oluşur. İnsanda soluk hacmindeki artış, aşağı yukarı 1,5 lit­
2. Ventral solunum nöronlarının, solunumu dü­ reden daha büyük bir değere ulaşıncaya kadar belki
zenleyen asıl ritmik osilasyonda doğrudan görev de Hering-Breuer refleksi uyarılmaz. Bu nedenle, bu
aldığına dair bir bulgu yoktur. refleks normal solunum kontrolüne önemli bir katı­
476 ÜNİTE V II • Solunum

lımdan ziyade, esas olarak akciğerin aşırı gerilmesini


önleyen koruyucu bir mekanizma gibi görülmektedir.

Solunum Merkezi Aktivitesimn Genel Kontrolü

Şimdiye kadar, inspirasyon ve ekspirasyona neden


olan temel mekanizmaları tartıştık. Fakat, aynı zaman­
da vücudun solunum gereksinimlerine göre, solunum
kontrol sinyallerinin nasıl artüğını veya azaldığını bil­
mek de önemlidir. Örneğin; ağır egzersiz sırasında, ok­
sijen kullanımı ve karbon dioksid oluşum hızları sıklık­
la normalin 20 katı kadar artmaktadır. Bu durum, pul-
moner ventilasyonda uygun artışı gerektirir.
Bu bölümün geri kalan kısmının esas amacı, so­
lunumun vücudun gereksinimlerine cevap verecek
şekilde düzenlenmesini tartışmaktır.
Ş E K İL 41 - 2
İnspirasyon merkezinin, ventral medüller yüzeyden 1 mnı’nin
küçük bir bölümü kadar altında bilateıal olarak yerleşmiş bulu­
SOLUNUMUN KİMYASAL KONTROLÜ nan kimosensitif alan tarafından uyarılması. Kimosensitif alanı
başlıca sıvıdaki karbondioksid ile artan hidrojen iyonlarının
Solunumun esas amacı, dokularda oksijen, karbon di- uyardığı da görülmektedir.
oksit ve hidrojen iyonlarının uygun konsantrasyonları­
nı devam ettirmektir. Solunum aküvitesinin bunların
her birindeki değişikliklere karşı oldukça duyarlı olma­ lar için olasılıkla tek önem li direkt uyaranın hidro­
sı, bu amacı gerçekleştirmek açısından bir avantajdır. jen iyonları olduğuna inanılmaktadır. Bununla bir­
Kanda karbon dioksit veya hidrojen iyonlarının likte, hidrojen iyonları kan - beyin bariyerini veya
fazlalığı esas olarak bizzat solunum merkezini uyarır. kan - serebrospinal sıvı bariyerini kolayca geçe­
Sonuçta solunum kaslarına giden hem inspirasyon mezler. Bu nedenle, aşağıda açıklandığı gibi, kar­
ve hem de ekspirasyon sinyalleri önemli ölçüde artar. bon dioksidin bu nöronları hidrojen iyon konsant­
Diğer yandan oksijen, solunum kontrolü açısın­ rasyonunu değiştirmek suretiyle sekonder olarak
dan beyindeki solunum merkezleri üzerine önemli uyardığına inanılm asına rağmen, kanda hidrojen
direkt bir etkiye sahip değildir. Bunun yerine hemen iyon konsantrasyonundaki değişiklikler, kim osen­
hemen tamamıyla glomııs aortikum ve glomııs karo- sitif nöronları uyarmada, karbon diokside göre b e­
tikuınlarda bulunan periferik kimoreseptörler üzeri­ lirgin olarak daha zayıf bir etkiye sahiptir.
ne etki eder ve bunlar, solunum konüolü için uygun
sinirsel sinyalleri solunum merkezine iletirler.
İlk olarak, bizzat solunum merkezinin karbon di­
oksit ve hidrojen iyonları ile uyarılmasını ele alalım. K im o s e n s itif A la n ın U ya rılm a sın d a Kan
K a rb o n D io k s id in in Etkisi
Solunum Merkez Aktivitesimn Karbon
Dioksit ve Hidrojen İyonları İle Direkt Karbon dioksidin, kim osensitif alandaki nöronları
Kimyasal Kontrolü uyarmada zayıf bir direkt etkiye sahip olm asına
karşın, indiıekt etkisi çok daha kuvvetlidir. Bu etki­
Solunum M erkezinin Kimosensitif Alanı. Şimdi­ sini, dokulardaki su ile karbonik asit meydana ge­
ye kadar solunum merkezinin üç esas alanından tirmek suretiyle gösterir. Bu da hidrojen ve bikar­
bahsetm iştik. Dorsal solunum grubu nöronlar, bonat iyonları halinde ayrışır; hidrojen iyonlarının
ventıal solunum grubu ve pnömotaksik merkez. kuvvetli bir direkt uyarıcı etkisi bulunmaktadır. Bu
Bunların hiçbirinin, kanın karbon dioksit veya hid­ reaksiyonlar Şekil 41-2'de gösterilmiştir.
rojen iyon konsantrasyonundaki değişiklikler ile Neden kan karbon dioksidi kim osensitif nöron­
direkt olarak etkilenmediğine inanılmaktadır. Bu­ ları uyarmada kan hidrojen iyonlaıınkinden daha
nun yerine medulla oblongatanın ventral yüzeyi­ kuvvetli bir etkiye sahiptir? Bunun cevabı; kan-be-
nin sadece 1/5 mm altında bilateıal olarak uzanan yin ve kan-serebıospinal sıvı bariyerlerinden her
ve Şekil 4 1 -2 ’de görülen farklı bir nöronal alan, ikisinin de, hidrojen iyonlarına kar şı hem en hem en
duysal bir kim osen sitif alan lokalize edilmiştir. Bu tamamıyle im peım eabl olması; buna karşı karbon
alan, kanın P C 0 2 veya hidrojen iyon konsantrasyo­ dioksidin bu bariyerlerden sanki bariyer yokm uş­
nundaki değişikliklerine karşı oldukça dııyarlıdır ve çasına kolaylıkla geçebilm esidir. Sonuçta, kan
solunum merkezinin diğer bölümlerini uyarır. P C 02’ı arttığı zaman, hem medulla oblongata in-
terstisyel sıvı ve hem de serebrospinal sıvı P C 0 2’nı
K im o s e n s itif N ö ro n la rın H id ro je n iy o n la ­ artırır. Karbon dioksit bu sıvılarda derhal su ile hid­
rına C e va b ı-O la sılıkla P rim e r u ya ra n rojen iyonlarını meydana getirmek üzere reaksiyo­
na girer. Böylece kanda karbon dioksit konsantras­
Kimosensitif alandaki duyarlı nöronlar, özellikle yonu arttığı zaman kim osensitif alan içinde, kanın
hidrojen iyonları ile uyarılırlar. Gerçekte bu nöron- hidrojen iyon konsantrasyonu arttığı zam ankinden
BÖLÜM 41 * Solunum Regülasyonu 477

çok daha fazla hidrojen iyonu serbestlenir. Bu n e­


denle, solunum merkez aktivitesi, kanın hidrojen
iyon değişikliğinden çok kan karbon dioksidindeki
değişikliklerden etkilenecektir. Bu gerçeği daha
sonra kantitatif olarak tartışacağız.

İlk Bir-İki Günden Sonra Karbon Dioksidin Uya­


rıcı Etkisinin Azalması. Solunum merkezinin kar­
bon dioksid ile uyarılması ilk birkaç saatte yüksek­
tir; fakat daha sonra kademeli olarak azalarak biı -iki
gün içinde başlangıçtaki etkinin yaklaşık 1/5’ine ka­
dar düşer. Bu azalmanın bir bölümü karbon dioksi­
din ilk olarak hidrojen iyon konsantrasyonunu ar­
tırm asından sonra böbreklerin hidrojen iyon kon­
santrasyonunu eski normal düzeyine ayarlaması ile
sağlanır. Böbrekler bunu kanın bikarbonatını artı­
rarak gerçekleştirir. Bikarbonat iyonları kanda ve
serebrospinal sıvıda konsantrasyonlarını azaltmak
üzere hidrojen iyonları ile birleşir. Fakat çok daha
önemlisi, saatler süren bir dönem sonunda bikar­
bonat iyonları aynı zamanda kaıı-beyin ve kan-se-
ıebrospinal sıvı bariyerlerinden yavaş olarak difüz- P C O 2 (m m Hg)
I I I I I i I I
yonla solunum nöronları üzerine ulaşır ve oradaki 7 .6 7 .5 7 .4 7 .3 7 .2 7.1 7 .0 6 .9

hidrojen iyonları ile birleşeıek konsantrasyonunu PH

norm al veya normale yakın bir değere indirir. Ş E K İL 41 - 3


Bu nedenle, kan karbon dioksit konsantrasyonun­ Arteriyel PCO2 artmasının ve arteryel pH azalmasının (hidrojen
daki bir değişiklik solunum kontrolü üzerinde kuv­ iyon konsantrasyonu artışının) alveoler ventilasyon hızına etki­
vetli a kut bir etkiye ve buna karşın birkaç günlük leri.
adaptasyondan sonra zayıf bir kronik etkiye sahipür.

Kan PC 02'si ve H id ro je n iyon mesi durumunda bile, dokulara hemen hemen tama-
K o n s a n tra s y o n u n u n A lv e o le r miyle normal değerlerde oksijen sağladığını öğrendik.
V e n tila s y o n Ü ze rin e K a n tita tif E tkile ri Bu yüzden, özel durumlar dışında, akciğer ventilasyo-
nu normalin yansının biraz aşağısından, normalin 2 0
Şekil 41-3, kan P C 0 2 ve kan pH’sının (hidrojen iyon veya daha fazla kaü yüksek değerlere kadar- değişmesi­
konsantrasyonuna ters orantılı logaritmik bir ölçü ne rağmen dokulara uygun oksijen taşınabilmektedir.
olan) alveoler venülasyon üzerine etkilerini yaklaşık Diğer yandan hem kan ve hem de doku P C 02’ı pulmo­
kantitatif bir şekilde göstermektedir. Görüldüğü gibi, ner ventilasyon hızı ile hemen hemen tamamıyla ters
P C 0 2’deki artışın neden olduğu hiperventilasyon orantılı olduğundan bu durum karbon dioksit için ge­
çok belirgindir. Fakat aynı zamanda hidrojen iyon çerli değildir. Bu nedenle, evrim, oksijeni değil, karbon
konsantrasyonundaki artış (yani pFI azalması) solu­ dioksidi solunumun temel deneüeyicisi yapmıştır.
num üzerinde çok daha düşük bir etkiye sahipür. Bu özel durumlara rağmen, dokularda oksijen ek­
Son olarak, normal kan d a değeri 35-75 mrnHg sikliği oluşturacak bir aksaklık meydana geldiğinde
arasında değişen P C 0 2’lerde alveoler ventilasyon- vücut, solunumun düzenlenmesi için, beyindeki so­
da büyük değişikliklerin meydana geldiğine dikkat lunum merkezleri dışında, perifeıik kimoreseptöı-
ediniz. Bu, solunumun düzenlenmesinde karbon lerde lokalize olan özel bir mekanizmaya sahiptir.
dioksit değişikliklerinin çok büyük bir etkiye sahip Sonraki kısımda açıklanacağı gibi bu mekanizma
olduğunu gösterir. Aksine, 7,3-7,5 değerleri arasın­ kan oksijeni çok düşük değerlere, esas olarak PO? 70
da değişen normal kan pH’sında solunumdaki de­ mmHg’nin altına indiğinde, cevap vermektedir.
ğişiklik 1 0 kat daha azdır.

S o lu n u m M e rk e z in in D ire k t K o n tro lü
SOLUNUM AKTİVİTESİNİN
İçin O k s ije n in Ö n e m s iz O luşu
KONTROLÜNDE PERİFERİK
Oksijen konsantrasyonundaki değişikliklerin ger­ KİMORESEPTÖR SİSTEMİ-OKSİJENİN
çekte bizzat solunum merkezleri üzerine, solunum SOLUNUM KONTROLÜNDEKİ ROLÜ
dürtülerini değiştirmede direktb'n etkisi bulunm a­
maktadır (oysa, diğer bölümde açıklanacağı gibi, Solunum faaliyetinin düzenlenm esinde bizzat so­
peıiferik kimoreseptörler üzerinden indirekt bir et­ lunum merkezlerine ilave olarak bir başka m eka­
kisi bulunmaktadır). nizma daha bulunmaktadır. Bu Şekil 4 1 -4 ’te görü­
Bölüm 40’ta hemoglobin-oksijen tampon sistemi­ len periferik kinıoreseptör sistem idir Kim oreseptör
nin, pulmoner P 0 2’ııın 60 mmHg gibi düşük bir değer denilen özel, kimyasal maddelere karşı duyarlı si­
ile 1000 mmHg gibi yüksek bir değer arasında değiş- nir reseptörleri, beynin dışında birçok alanayeıleş-
478 ÜNİTE V II • Solunum

zeyleıinde, impuls frekansının özel bir duyarlığa sa­


hip olduğu belirtilmektedir.

Kimoreseptör Alcfcivitesi Üzerine Karbon Dioksit


ve Hidrojen İyon Konsantrasyonunun Etkisi. Kar­
bon dioksit veya hidrojen iyon konsantrasyonunda
bir artma kimoreseptörleri uyarır ve solunum aktivi-
tesi indirekt bir şekilde artar. Bununla beraber bu iki
faktörün bizzat solunum merkezi üzerine direkt etki­
si kimoreseptörler yoluyla olan etkisinden çok daha
giiçlüdür (yaklaşık yedi kat kadar güçlü). Bu yüzden
bunların kimoreseptörler üzerinden olan indirekt et­
kisi pratik olarak ihmal edilebilir. Karbon dioksidin
peıifeıik ve santral etkileri arasındaki fark, kimore­
septörlerin peıifeıik uyarılmasının, santral uyarılma­
dan beş kat daha hızlı olmasıdır. Bu yüzden, perifeı ik
kimoreseptörler egzersizin başlangıcında karbon di-
okside karşı cevap hızını artırabilir.
Ş E K İL 41 -4
Solunumun glomus karotikum ve glomus aortikum'larda bulu­ Oksijen Eksikliğinde Kimoreseptörlerin Uyarıl­
nan periferikkimoreseplörlerle düzenlenmesi.
masının Temel Mekanizması. Düşük P 0 2’nin glo-
mus karotikum ve aortikum’daki sinir uçlarını nasıl
uyardığı tam anlamıyla bilinmemektedir. Bununla
inişlerdir. Bunlar aynı zamanda karbon dioksid ve beraber, bu cisimciklerde sinir uçları ile direkt ve in­
hidrojen iyon konsantrasyonundaki değişikliklere direkt olarak sinaps yapan ve glom ııs hücreleri adı
de cevap vermelerine karşın özellikle kandaki oksi­ verilen glandiiler hücrelere benzer, çok sayıda, ka­
jen değişikliklerini algılamada önemlidirler. Kimo- rakteristik hücreler bulunmaktadır. Bazı araştırma­
ıeseptörler solunum aktivitesinin düzenlenmesine cılar bu yüzden, bu hücrelerin kimoreseptör olarak
yardımcı olmak üzere sinirsel sinyalleri beyindeki görev yapabileceğini ve sinir uçlarını uyaıabileceği-
solunum merkezlerine ulaştırırlar. ni düşünmektedirler. Bununla beraber, diğer çalış­
Kimoreseptörlerin büyük kısmı karotis cisim ci­ malar bizzat sinir uçlarının düşük P 0 2’ye direkt ola­
ğinde (glomııs karotikum ) lokalize edilmiştir. Bu­ rak duyarlı olduğunu düşündürmektedir.
nunla beraber Şekil 4 1 -4 ’te görülen, aort cisim cik­
lerinde (glomııs aortikum ) de önemli bir oranda
bulunurlar. Birkaçı da başka yerlerde; vücudun to-
A rte ry e l K a rb o n D io k s it ve H id ro je n
ıasik ve abdominal bölgelerindeki diğer arterlerle iyo n K on sa n tra syo n la r! N o rm a l D ü z e y ­
yakın ilişkili olarak yerleşim gösterirler. d e y k e n D üşük A rte ry e l P C V n in Etkisi
Karotis cisimciği, iki taraflı olarak, arteria karotis
kommunislerin çatallanma bölgelerinde bulunur ve Şekil 41-6, P C 0 2 ve hidrojen iyon konsantrasyonla­
bunların duysal sinir lifleri Hering siniri ile glossofa- rı normal değerlerinde sabit kaldığı sürece, düşük
ringeus sinirine katılır; medullada dorsal solunum arteriyel P 0 2’nin alveoler ventilasyon üzerine etki­
alanına ulaşırlar. Aort cisimcikleri, aort kavsi boyun­ sini göstermektedir. Başka bir ifade ile, sadece ki­
ca yerleşim gösterirler; duysal sinir lifleri vaguslar m oreseptörler üzerine düşük oksijenin etkisiyle
içinde yine dorsal solunum alanlarında sonlanır. oluşan solunum dürtüleri bulunmaktadır. Şekil, ar­
Bu kimoıeseptör cisimciklerinin herbiri direkt ola­ teryel P 0 2 ’nin, 100 mmHg’den daha yüksek değer-
rak yakınındaki arter gövdesinden küçük bir arter
yoluyla özel bir kan akımına sahiptirler. Üstelik, ci­
simciklere gelen kan akımı, dakikada kendi ağırlıkla­
rının 20 katı gibi aşırı bir değere ulaşmaktadır. Bu ne­ 800
denle akan kandan uzaklaştırılan oksijen yüzdesi
gerçekten sıfırdır. Bunun anlamı; ki tn o reseptörler ve -
nöz kanla değil, sürekli olarak arteriyel kanla temas
halindedir ve P 0 2’ları arteriyel P 0 2 ile aynıdır. 'o jo 400
co
1 â
Kimoreseptörlerin Düşük Arteryel Oksijen ile « .§
Uyarılması. Arteryel oksijen konsantrasyonundaki
değişiklikler bizzat solunum merkezlerini direkt ola­
rak uyarma etkisine sahip değildir. Fakat arteryel
kanda oksijen konsantrasyonu normal değerinin al­
tına düştüğünde, kimoreseptörler aşırı derecede Arteryel P 02 (mm Hg)
uyarılırlar. Faiklı düzeylerde arteryel P 0 2’nin glo-
mus karotikumdan başlayan sinir impuls frekansı Ş E K İL 41 - 5
üzerine etkisi Şekil 41-5’te gösterilmiştir. Burada, ar­ Kedide karotis cisimciği impuls frekansı üzerine arteryel
teriyel oksijen hemoglobin satürasyonunun hızla PCVniıı etkisi (Eğri esas olarak Voıı Euler olmak üzere birçok
azaldığı, 60 ile 30 mmHg arasındaki arteryel P 0 2 dü- kaynağın verilerine dayanılarak çizilmiştir.)
BÖLÜM 41 • Solunum Regülasyonu 479

-40 Alveoler Ventilasyon Üzerine, PC02, pH


ve P 02’nın Birlikte Etkileri
Şekil 41-7 P 0 2, P C 0 2 ve pH gibi kimyasal faktörle­
30 rin, birlikte alveoler ventilasyonu etkilem e şeklini
özetlemektedir. Bu diyagramı anlam ak için, ilk ön ­
ce dört düz çizgiye dikkat ediniz. Bu çizgiler 40
mmHg, 50 mmHg, 60 mmHg ve 100 mmHg gibi
-20 farklı arteryel P 0 2 seviyesinde kaydedilmiştir. Bu
çizgilerin herbiri için, P C 0 2 düşükten yüksek sevi­
— PC02 yelere değiştirilmiştir. Eğriler alveoler ventilasyon
Ventilasyon üzerine P C 02’nin etkisini göstermektedir. Böylece,
—r~ —r~ ı 10 bu düz çizgiler topluluğu alveoler P C 0 2 ve P 0 2’nin
160 140 120 100 80 40 20 ventilasyon üzerine birlikte etkilerini açıklar.
Arteriyel P02 (mm Hg)
Şimdi de kesikli çizgileri inceleyelim. Düz çizgiler
Ş E K İL 41 -6 kan pH’sı 7,4 iken; kesikli çizgiler ise pH 7,3 iken ölçül­
Alttaki eğri, alveoler ventilasyon üzerine farklı düzeylerde müştür. Şimdi elimizde, iki pH değerinde, solunum
arteriyel PCVııin etkisini göstermektedir. P()2 normal düzeyi üzerine P C 0 2 ve P 0 2’nin birlikte etkilerini gösteren iki
olan 100 mmllg'dan 20 mmHg'ya düştüğünde solunumda altı eğri grubu bulunmaktadır. Daha yüksek pH’larda di­
kat artma meydana gelmekledir. Üstteki eğri, arteriyel PCCVnin yagramın sağına, daha düşük pH’larda diyagramın so­
deney süresince sabit düzeyde tutulduğunu göstermektedir;
luna yerleştirilecek şekilde başka eğriler de çizebiliriz.
pH da sabit tutulmuştur.
Böylece, bu diyagram kullanılarak, alveoler
P C 0 2, alveoler P 0 2 ve arteryel p l l ’ın farklı kom bi­
nasyonlarında, alveoler ventilasyon düzeyi ö n ce­
den hesaplanabilecektir.
lerde bulunduğu sürece solunum üzerine hem en
hem en hiç etkisinin olmadığını göstermektedir.
100 m m H g’den daha düşük basınçlarda, örneğin
arteriyel P 0 2 60 mmHg’ya düştüğünde, solunum EGZERSİZDE SOLUNUM
yaklaşık olarak iki kat; çok düşük P 0 2’leıde ise beş
kat kadar artabilir. Bu koşullarda düşük arteriyel REGÜLASYONU
P 0 2 tahmin edileceği gibi solunum olaylarını şid­
Şiddetli egzersizde, oksijen tüketimi ve karbon dioksit
detli bir şekilde uyararır.
yapımı 20 kat kadar artabilir. Yine sağlıklı bir sporcuda
Şekil 41-9’daki oksijen tüketimi ile ventilasyon arasın­
daki ilişkide gösterildiği gibi, alveoler ventilasyon ar­
K ro n ik O la ra k D üşük O2 S olunm ası tan metabolizma basamaklarıyla hemen hemen aynı
S o lu n u m u Daha da Fazla U yarır- biçimde artar. Bu yüzden, arteryel P 0 2, PC 0 2 ve pH
A k lim a tiz a s y a n O layı neredeyse tamamen normal seviyede kalır.

Dağcılar, saatlerce değil de günlerce sürecek şekilde


yavaş olarak dağa çıktıklarında, atmosferdeki çok da­
ha düşük oksijen konsanüasyonlaıına, hızlı olarak
çıktıkları zamankinden daha fazla dayanabildiklerini
gözlemişlerdir. Buna düşük oksijene uyum (aklimati-
zasyon) denir. Bunun nedeni beyin sapındaki solu­
num merkezinin 2-3 gün içinde arteryel P C 0 2 ve hid­
rojen iyonları değişikliklerine karşı duyarlığın 4/5’ini
kaybetmesidir. Normal koşullarda karbon dioksidin
azalması solunumu inhibe eder. Oysa bu durumda
böyle bir etki görülmez ve kronik oksijen azalması,
akut oksijen azalmasına oranla alveoler ventilasyonu
çok daha fazla artırır. Düşük oksijene akut olarak ma­
ruz kalındığında solunumda meydana gelmesi bekle­
nen %70 artma yerine; alveoler ventilasyon 2-3 gün­
lük düşük oksijenden sonra çoğu kez %400-500 artar.
Bu, dağcıya ilave oksijen için en büyük yardımı sağlar.
Pratik bir örnek verilecek olursa, tecrübeli dağcılar bi­
Alveoler P C 02 (mm Hg)
le 5500-6000m’lik bir yüksekliğe bir günde çıkarlarsa,
oksijen eksikliği açısından bir güçlükle karşılaşabilir­
Ş E K İL 41 - 7
ler. Oysa 9000m’den daha fazla bir yüksekliği olan
Everest dağının zirvesine, düşük P 0 2 ile oluşan solu­ PC02,PÜ2 ve p ll’nın alveoler ventilasyon üzerine ortak etkileri­
ni gösteren diyagram gruplan. (Cımninglıaın DJC ve Uoyd B13
num dürtülerinin tamamen ııyunı sağlamasına izin tarafından sunulan verilere göre çizilmiştir. The Regulation of
verecek yavaşlıkta tırmanılması durumunda, ilave Human Respiration. Oxford: Blacvvell Scientific Publicationu,
oksijene gerek kalmamıştır. 1963.)
48 0 ÜNİTE V II • Solunum

ıasyon ve ekspirasyon siklusu arasında P C 0 2 ve


P 0 2 belirgin olarak değişir. Bazı deneyler göster­
mektedir ki, kan gazlarında oluşan bu geniş çaplı
oynamalar, ortalama değerler norm al düzeyde kal­
sa bile, solunumu stimüle eder.
Bununla beraber, kanın kimyasal değişiklikleri
için henüz zaman varken, solunum da büyük ölçü­
deki artışın egzersizin başlangıcından hem en son ­
ra ortaya çıkması, solunumdaki artıştan büyük öl­
çüde yukarıda belirtilen iki n öıojenik etkenin so ­
rumlu olduğunu göstermektedir: ( 1 ) beynin üst
merkezlerinden kaynaklanan uyarıcı im pulslar ve
(2 ) propriyoseptif uyarıcı reflekslerdir.

Egzersiz Süresince Solunumun D üzenlenm e­


Ş E K İL 41 - 8 sinde Sinirsel ve Kimyasal F aktö rler Arasında­
Egzersizin oksijen tüketimi ve ventilasyon hızı üzerine etkisi. ki İlişkiler. Bir kişi egzersiz yaptığı zam an genellik­
(J.S. Gray'den: Pulmonary Ventilation and its Physiological
le sinirsel faktörler, solunum merkezini tam olarak
Regulation. Springfield, Illinois, Charles C Thomas, 1950.)
egzersiz için gerekli olan fazla oksijen ihtiyacını
karşılayacak ve fazla karbon dioksidi atacak dü­
zeyde uyarır. Bununla beraber, nadiren sinirsel
impulslar solunum merkezini uyarmada çok kuv­
Egzersiz sırasındaki artmış ventilasyona neden vetli veya çok zayıf kalabilir. İşte, o zam an kimya­
olan faktörleri analiz ederken, bu durum, egzersiz
sal faktörler, karbon dioksit ve vücut sıvılarındaki
sırasında vücut sıvılarındaki C 0 2 artışı, hidrojen
hidrojen iyon konsantrasyonunu norm al düzeyde
iyonları artışı ve oksijenin düşüşüne bağlanabilir.
tutabilmek için solunumdaki son düzenlenmeyi
Oysa arteryel P C 0 2, pH ve P 0 2 ölçüm leri genellik­
yapmada önemli bir rol oynarlar. Bu etki 41-9'da
le anlam lı değişiklikler gösterm ez bu yüzden b u n ­
gösterilmiştir. Burada alttaki eğri bir dakikalık eg­
ların hiçbiri solunumu uyaracak değerlere ulaş­
zersiz periyodu süresince alveoler ventilasyon de­
mazlar.
ğişikliklerini; üstteki eğri P C 0 2 değişikliklerini gös­
Bu durumda şu soru sorulmalıdır: Egzersiz sıra­ term ektedir. Egzersiz başladığı sırada alveoler
sında şiddetli ventilasyonun nedeni nedir? Bu soru ventilasyondaki ilk artışın arteryel P C 0 2’deki artış­
tam olarak cevaplanamamıştır, fakat en azından iki
la aynı anda olmadığına dikkat ediniz. Aslında,
etkinin ağır bastığı söylenebilir.
ventilasyondaki bu artış genellikle arteryel
P C 0 2 ’yi, şekilde görüldüğü gibi, norm alin altına
1. Beynin, kas kasılm ası için im pulslar gönd e­
indirir. Egzersiz başladığında kan karbon dioksidi-
rirken, solunum m erkezini uyarmak üzere beyin
sapına kollateral im pulslar gönderdiğine in a n ıl­
m aktadır. Bu, egzersiz sırasında beyindeki üst
m erkezlerin beyin sapındaki vazom otor merkezi
uyararak arteryel basıncı artırm asına b en zem ek ­
tedir.
2. Egzersiz sırasında, özellikle kol ve bacak ol­
m ak üzere vücut hareketlerinin, solunum m erke­
zine eksitatör impulslar gönderen eklem ve kas
propıiyoseptörlerini uyararak akciğer ventilasyo-
nunu artırdığına inanılmaktadır. Bu inanışın n e ­
deni, kol ve bacakların pasif hareketleri sırasında,
akciğer ventilasyonunun genellikle birkaç kat art­
masıdır. Ayrıca bu artma, eğer kol ve bacaklardan
gelen duysal sinirler bloke edilirse m eydana gel­
m eyecektir.

Egzersiz sırasında akciğer ventilasyon artışında


diğer faktörler de önemli olabilir. Örneğin bazı de­
neysel çalışmalar, egzersiz süresince kaslarda geli­
şen hipoksinin solunum merkezine doğru afferent
sinir impulsları oluşturarak solunumu eksite ettiği­ Ş E K İL 41 -9
ni düşündürmektedir. Aynı zamanda, çalışan kas­ Bir dakikalık egzersiz periyodu sırasında ve egzersizden sonra
alveoler ventilasyon ve arteryel PC02 değişiklikleri (Köpekler­
lar, aşırı miktarda karbon dioksit oluşturduğu ve deki bulgulardan insan için hesaplanmıştır; Bainton’dan: J.
çok fazla oksijen kullandığı için, solunumun inspi- Appl. Physiol 33:778, 1972.)
BÖLÜM 41 0 Solunum Regülasyonu 481

değerlerinin de depresör etkisi olduğunu göster­


mektedir.

Egzersizde Solunum D üzenlenm esi İçin G e­


rekli N örojenik F aktör Ö ğrenilm iş Bir Yanıt
Olabilir. Birçok deney, beynin egzersiz süresince
ventilasyon yanıtı eğrisini kaydırma yeteneğinin,
Şekil 4 1 -10da gösterildiği gibi, en azından kıs­
men, öğrenilm iş bir yanıt olduğunu düşündür­
mektedir. Tekrarlayan egzersizlerle beyin, kan
kimyasal faktörlerini norm al düzeylerde tutm ak
için gereken uygun sinyal miktarını daha kolay
sağlamaktadır. Aynı zamanda, beyindeki yüksek
öğrenme m erkezlerinin bir kısmının, hatta belki
de seıebral koıteksin, bu öğrenilmiş solunuııısal
kontrol faktöründe önem li olduğunu gösteren
birçok neden vardır. Buna inanm ak için bir n e ­
den, serebıal koı teks anestezi altında iken beynin
diğer kısımları anestezide olmadığında, anestezi­
den etkilenm eyen beyin sapındaki solunum kont­
rol sistem inin, kas aktivitesi süresince aıteryel
kan gazlarını norm al değerde tutm a yeteneğini
kaybetmesidir.
Ş E K İL 41 - 10
Atlette maksimal egzersizin alveoler PC02’yi kaydıran yaklaşık
etkileri - ventilasyon cevap eğrisi normal düzeyden çok dalıa
yüksek. Kaymanın nörojenik faktörlerden kaynaİdandığına ina­ S O LU N U M U ETKİLEYEN DİĞER FAKTÖRLER
nılmaktadır. Kayma, hem dinlenim hem de egzersiz sırasında
arteriyel PCO2’ nin hemen hemen tam olarak normal 40
m m llg’d a kalmasını sağlayan değerdedir. Solunumun İstemli Kontrolü. B uray a kadar, so lu n u m
kon trolün de iste m siz siste m i tartıştık. B u n a rağm en h e ­
pim iz biliyoruz ki, so lu n u m istem li olarak kontrol e d ile ­
bilir ve kişi k an d a P 0 2, PCÜ 2 ve pH 'da ciddi değişiklikler
nin ventilasyonla atılm asının nedeni, beynin solu­ o lu ştu rabilecek boy u tta h ip erven tilasy on veya h ipoven -
tilasyon yapabilir.
numu "beklenen” şekilde uyarmasıdır. Böylece, ih­
Solu n u m u n istem li kon trolün ün m e d u llad ak i s o lu ­
tiyaç doğmadan önce fazladan alveoler ventilas­ num m erkezi aracılığıyla o lm ad ığ ı zan n ed ilm ek ted ir.
yon sağlanır. Ancak yaklaşık 30-40 saniye sonra, Bun un yerine, istem li kontrolün nöral yolları d o ğ ru d an
aktif kaslardan kana geçen karbon dioksit miktarı, korteks ve diğer yüksek m erk ezlerden a şa ğ ıy a d o ğ ru kor-
artmış ventilasyon düzeyi ile dengelenir. Böylece tikospinal traktusa, b u ra d an d a so lu n u m kasların ı u y a­
ran spin al n öro n lara geçer.
aı teryel P C 0 2 şekilde görüldüğü gibi egzersiz peri­
yodunun birinci dakikasının sonuna doğru nor­
Hava Yollarındaki İritan Reseptörlerin Etkisi. Tıa-
male döner. kea, b ro n şlar ve b roıışiyo llcrin epiteli, so lu n u m y o lları­
Şekil 41-10, solunum kontrolünü, bu defa daha n a giren b azı h ita n la rla uyarılan ve pıılın on er iritan re­
kantitatif olarak, diğer bir yoldan özetlemektedir. septörler den ilen duysal sin ir so n la n m a la rın a sah iptir.
Şekilde alttaki eğri, dinlenme esnasında alveoler Bun lar B ölü m 3 9 d a tartışıld ığı gibi ök sü rü k ve ak sırığa
ventilasyon üzerine farklı düzeylerdeki aıteryel se b e p olur. Bunlar, aynı z a m a n d a , o lasılık la astım ve
am fizem gibi h astalık lard a, b ron şiy al k o n strik siy o n d a n
P C 02’nin etkisini göstermektedir. Üstteki eğri ise,
soru m lu du rlar.
ağır egzersiz süresince, solunum merkezine gelen
nörojenik uyarının oluşturduğu kaymayı göster­ Akciğer "J Reseptörlerinin Fonksiyonu. Az m iktarda
mektedir. İki eğrinin de üzerindeki işaretli noktalar, duysal sinir son lan m ası, alveol duvarlarınd a pıılm on er
önce dinlenme durumunda ve sonra da egzersizde kapillerlere yakın olarak (juxtaposition) yerleşm iştir, bu
aıteryel P C 02’yi işaret etmektedir. Her iki örnekte nedenle bun lara "] reseptörleri’’ denir. Bu reseptörler
özellikle pıılm on er kapilleıler kanla genişlediği zam an v e ­
de P C 0 2’nin 40 mmHg’lık normal düzeylerde oldu­
ya konjestif kalp yetersizliği gibi d u ru m larda görülen pul-
ğuna dikkat ediniz. Diğer bir deyişle, nörojenik fak­ m on er ödem olu ştu ğu n d a uyarılır. J reseptörlerin in fonk­
tör eğriyi yaklaşık 20 kat yukarı doğru kaydırır. Böy­ siyonel rolleri b ilin m em esin e rağm en, bun ların uy arılm a­
lece ventilasyon, oksijen tüketimi ve karbon dioksit sı, belki de kişiye disp n e h issini verm ektedir.
serbestlenm e hızını karşılayarak, arteriyel P 0 2 ve
P C 02’yi normal değerlerine yakın düzeyde tutar. Beyin Ödeminin Etkisi. So lu n u m m erkezin in aktivite­
si, beyin sarsın tısı so n u c u o lu şan , akut beyin ödem i ile
Şekil 4 1 -10da üstteki eğri, egzersiz süresince, ar­ b askılan ab ilir veya iııaktive olabilir. Ö rn eğin: Baş, sert
teriyel P C 0 2 40 mmHg’lık normal değerini aşacak bir cism e çarptığın d a, h a şa tla n m ış beyân d o k u su n d a
olursa bunun ventilasyon üzerine stimülatör etki ödem gelişir; se re b ıal arterlere b ası olur. Böylece, sereb-
gösterdiğini ve 40 mmHg’mn altına düşen P C 0 2 ral kan d o laşım ı tam o larak veya k ısm en engellenir.
482 ÜNİTE V II • Solunum

Bazen, beyin öd em in d en kaynaklan an solu n u m d e p ­


resyonu, m ann itol çözeltisi gibi h iperton ik çözeltilerin
in travenöz enjeksiyonu ile geçici olarak azaltılabilir. Bu
solüsyonlar, beyindeki sıvının bir kısm ını ozm otik yollar­
la uzaklaştırır ve intrakraniyal b asın cı azaltarak, birkaç
dakika içinde b azen so lu n u m u n geri dön m esin i sağlar.

Anestezi. Solu n u m du rm asın ın ve so lu n u m d e p re sy o ­


n u n u n belki de en yaygın n eden i, an estetikler veya n a r­
kotiklerin aşırı doz kullanım ıdır. Ö rneğin: Sod y u m p e n ­
tobarb ital, h aloten gibi diğer an estetiklere göre, so lu ­ ŞE K İL 41 - 11
n u m m erkezini d a h a fazla d e p re se ettiği için, kötü bir C h e y n e -S to k e s s o lu n u m u , d ü z ç iz g i p u lm o n e r k a n d a P C 0 2
anestetiktir. Bir zam an lar, m orfin bir an estetik olarak d e ğ iş ik lik le rin i, k e s ik li ç iz g i s o lu n u m m erk ezi s ıv ıla r ın d a
ku llanılm ıştı. Fakat, şim d i bu ilaç sad e c e , an estetiklere g e c ik e n P C 0 2 d e ğ iş ik lik le rin i g ö s te r m e k te d ir .
ek olarak kullanılm aktadır. Ç ünkü, so lu n u m m erkezini
b ü y ü k o ran d a d e p re se ettiği h alde, sereb ral korteksi
an esteziy e so k m a kabiliyeti azdır.
1. Akciğerlerden beyne kem taşın m asın da uzun bir g e­
cikm e olduğu zam an, kan dak i g a z d eğişim i n o rm ald en
P eriyo dik Solunum d ah a u zun sürer. Bu k o şu llar altın da, d ok uların ve kanın,
gazları d e p o la m a k a p a site si aşılır, bu d u ru m d a p eriy o­
Periyodik solunum d en ilen so lu n u m an o m alisi, bazı dik solu n u m d ü rtü sü b askın h ale gelir ve C h eyn e-Stokes
h astalık du ru m ların d a görülür. Kişi kısa bir sü re için d e ­ so lu n u m u başlar. Bu tip C heyne Sto k es so lu n u m u , sık ­
lin solu k alır ve so n ra so lu n u m yavaşlar, b az e n bir süre lıkla ciddi kalp yetersizliği olan h a sta la rd a görülür. Ç ü n ­
için tam am en durur. Siklııs b öy lece devam eder. kü kalbin sol tarafı b ü y ü m ü ş ve kan ak ım ı yavaşlam ıştır.
Periyodik solun um un en sık görülen tipi, yaklaşık her Bunun so n u cu n d a, kan gazların ın ak ciğerlerd en b eyn e
40-60 saniye arasın d a tekrarlayan solunum daki artış ve taşın m ası gecikir. G erçek ten , kronik kalp yetersizliği
azalm alarla karakterize olan, Cheyne-Stokes solunumudur. olan h astalard a C h eyne-Stokes so lu n u m u , ay larca bir
görünür, bir kaybolur.
Cheyne-Stokes Solunumunun Temel Mekaniması. 2. Cheyne-Stokes solunum unun ikinci bir nedeni, solu­
C h eyn e-Stokes so lu n u m u n u n an a se b e b i şu d u r: Bir kişi num kontrol bölgelerinde artan negatif geribildirimdir. B u­
aşırı m iktarda so lu d u ğ u zam an , p u lm o n er kan dan çok nun anlamı, kandaki karbon dioksit veya oksijen değişim i­
fazla karb on dioksit atar ve kan oksijen in i artırır. P u lm o­ nin ventilasyonda norm ale göre dah a büyük değişm eye yol
n er kanın b eyn e u laşıp ven tilasy on u b ask ılam a sı için açmasıdır. Örneğin: PCO2, 3 m m H g yükseldiği zam an, ven­
birkaç san iy e sü re geçer. Bu süre içinde, kişi fazlad an bir­ tilasyonda norm alde görülen 2-3 kat artış yerine, aynı 3
kaç san iy e d a h a aşırı ven tilasyon yapar. B u n d an dolayı, mmHg, ventilasyonu 10-20 kat artırır. Bu durum da, beynin
so lu n u m m erkezi cevap verene kadar, çok fazla b ask ı­ periyodik solunum için geribildirime olan yatkınlığı yeterin­
lan m ış olur. Son ra, karşıt siklu s b aşlar. K arbon dioksit ce kuvvetlenerek, akciğerler ve beyin arasın d a ekstra bir kan
p u lm o n er k an d a artar ve ok sijen azalır. A rdın dan tekrar, akım gecikm esi olm adan , C heyne-Stokes solu n u m u n u
beyn in yeni değişikliklere y an ıt v erm esin d en ön ce bir­ oluşturacak şekilde artar. Bu tip Cheyne-Stokes solunum u,
kaç san iy e geçer. Beyin, yanıt verdiği za m an , kişi derin esasen beyin hasarı olan hastalarda görülür. Beyin hasarı,
n e fe s alır. Böylece, siklus devam eder gider. solunum uyansını birkaç saniye için tam am iyle baskılar;
C h eyne-Stokes so lu n u m u n u n e sa s n eden i, herkeste sonra kan karbon dioksidindeki artış, büyük bir kuvvetle b u ­
vardır. Fakat, bu m e k an izm a yüksek o ran d a “b askılan ­ nu geriye döndürür. Bu tip Cheyne-Stokes Solunum u, sıklık­
m ış tır". Bunun nedeni, kan sıvısının ve so lu n u m m erk e­ la beyinde fonksiyon bozukluğundan ölüm ün habercisidir.
zi kontrol bölgelerin in , b ü y ü k m iktarlard a d e p o lan m ış
ve kim yasal olarak b ağ la n m ış karb on d iok sid ile oksijene C heyne-Stokes so lu n u m u sü re sin ce, p u lm o n er ve s o ­
sah ip olm asıdır. N orm al olarak, akciğerler, ekstra karbon lun um m erkezi PCO2 değişikliklerinin tipik kayıtlan, Ş e ­
d iok sid olu ştu rarak veya ok sijen a z a lm a sın a yol açarak kil 41-11 'de gösterilm iştir. P u lm on er kan P C 0 2 d e ğişik ­
b irkaç san iy e için de periyodik so lu n u m u n bir sonraki liklerinin solu n u m n öro n ların dak i P C 0 2’yi etkilediğine
sik lu su n u ortaya çıkaram az. İki ayrı koşu l altın d a b ask ı­ dikkat ediniz. Ve so lu n u m derinliği, ven tilasy on u n m e y ­
layıcı faktörlerin etkisinin azaldığı ve C h eyn e-Stokes s o ­ d a n a geldiği p u lm o n er kan dak i P C 0 2 ile değil, b e y in d e ­
lu n u m u n u n m e y d an a çıktığı d ü şün ülm ek tedir. ki P C 0 2 ile uyuşm aktadır.

REFERANSLAR

A ck cr H: P o 2 chem oreceplion in arterial ehe- Bu nch M : D ynam ics o f ihe Singing V o ice . Breathing. 2nd ed. New Y o rk : M arcel D ek-
m oreceptors. Annu R ev Physiol 5 1 :8 3 5 , W ien : Springer, 1997. ker, 1994.
1989. C ohen M I: Central determinants o f respiratory D es Jardins T A : C ardiopulm onary A natom y
B arn es-P J: A utonom ic Control o f the R espira- rhythm. Annu R ev Physiol 4 3 :9 1 , 1981. and Physiology. A lbany, N Y : D elm ar,
tory System . A m sterdam: Harwood A ca- C oleridge H M , C oleridge JC G : Pulmonary re- 1998.
dem ic Publishers, 1997. flexes: neural m echanism s o f pulmonary de- Farnsw orth W E : Figu rin g out w hy w e breathe.
Bianchi A L , D enavil-Sau bic M , Cham pagnat J : fense. Annu Rev Physiol 5 6 :6 9 , 1994. M ed H ypotheses 4 8 :2 2 9 , 1997.
Central control o f breathing in m am m als: Dahan A , Teppem a L, B eek J : Physiology and G eorgopoulos D , R o u sso s C : C ontrol o f
neuronal circuitry, m em brane properties, Pharm acology o f Cardiorespiratory Control. breathing in m ech an ically ventilated pa-
and neurotransmitters. Physiol R ev 7 5 :1 , B oston : K luw er A cadem ic Publishers, 1998. tients. Eu r R esp ir J 9 :2 1 5 1 , 1996.
1995. D em psey JA , P ack A I: Regulation o f G onzalez C , A lm araz L , O b eso A , R ig ual R :
BÖLÜM 41 • Solunum Regülasyonu 483

Carotid body chem oreceptors: from natural Johnson P: Birth under w ater— to breathe or Orem J: E x citato ry drive to the respiratory
stimuli to sensory discharges. Physiol R ev not to breathe. B r J O bstet G ynaecol 103: system in R E M sleep. S lee p 19 :S 154.
7 4 :8 2 9 , 1 9 9 4 . 2 0 2 , 1996. 1996.
Guyton A C , C row ell JW , M oore JW : T h e b a­ Levitsky M G , H all S M , M cD onough K H : C ar­ Paterson D J: Potassium and breathing in e x e r­
sic oscillatin g m echanism o f C heyne-Stokes diopulmonary Physiology in A nesthesiol­ cise. Sports M ed 2 3 :1 4 9 , 1997.
breathing. A m J Physiol 1 8 7 :3 9 5 , 1956. ogy. New Y o rk : M cG raw -H ill, 1997. R ig atto H: R egu lation o f fetal breathing. R e -
Haddad G G , Jian g C : 0 2-sensing m echanism s Looga R: R efle x cardiovascular responses to prod F ertil D ev 8 :2 3 , 1996.
in e xcita b le ce lls: role o f plasma m em brane lung inflation: a review . R esp ir Physiol 109: Row ell L B , Shepherd J T : H andbook o f P h y si­
K + channels. Annu R ev P hysiol 5 9 :2 3 , 9 5 , 1997. ology. S e c . 12: E x e rc ise: Regu lation and
1997. M erini J J , Slutsky A S : Phy siolog ical B a sis o f Integration o f M ultiple S ystem s. New Y ork:
Harper R M : T h e cerebral regulation o f cardio­ Ventilatory Support. New Y o rk : M arcel Oxford U niversity P ress, 1996.
vascular and respiratory functions. Sem in Dekker, 1998. S h ea S A : Behaviou ral.an d arousal-related in­
Pediatr N eurol 3 :1 3 , 1996. M ilh om H T Jr, B en ton R, R o ss R , et al: A fluences on breathing in humans. E x p Phy­
Hlastala M P, B erg er H J: Physiology o f R esp i­ m athem atical model o f the human respira­ siol 8 1 :1 , 1996.
ration. New Y o rk: O xford U niversity Press, tory control system . Bioph ys J 5 :2 7 , 1965. V on Eu ler C , Lagererantz H: N eurobiology o f
1996. M ilh om H T Jr, Guyton A C : A n analog co m ­ the C ontrol o f Breathin g. New Y o rk : R aven
Jacobsohn E , A ronson S , O ’C onnor M : M o ni­ puter analysis o f C h eyn e-Stokes breathing. Press, 1987.
toring respiratory function. In t A nesthesiol J Appl Physiol 2 0 :3 2 8 , 1965. W est J (ed ): Respiratory Phy siolog y: People
Clin 3 4 :1 , 1996. M iller Q A D , B ian ch i A L, B ish op B : Neural and Ideas. Bethesda, M D : A m erican Phy si­
Jam m es Y , Zattara-H artm ann M C , Bad ier M : Control o f the Respiratory M u scles. B o c a ological S o ciety , 1996.
Functional con seq u en ccs o f acute and Raton, F L : C R C Press, 1997. W est J B : Respiratory P h ysiology. New Y o rk :
chronic hypoxia on respiratory and skeletal M urray J F , Nadel JA : T ex tb o o k o f Respiratory Oxford U niversity Press, 1996.
muscles in m am m als. Physiology 1 1 8 :1 5 , M edicine. Philadelphia: W B Saunders Co,
1997. 1994.
Solunum Yetersizliği- Fizyopatoloji,
Tanı, Oksijen Tedavisi

Solunum sistemi hastalıklarının çoğunda tanı ve Kanda P C 0 2 Ölçülmesi. Cam elektıotlu bir pH
tedavi, büyük ölçüde solunum ve gaz değişiminin metre aşağıda açıklanan şekilde kan C 0 2 değerini
tem el fizyolojik prensiplerinin anlaşılmasına da­ belirlem ede kullanılabilir: C 0 2 zayıf bikarbonat
yanmaktadır. Solunum sistemi hastalıklarının b a­ eriyiği ile temas edince bir denge oluşuncaya kadar
zıları ventilasyonun yetersizliğinden kaynaklanır­ karbon dioksid sıvıda erir. Bu denge durumunda
ken, diğerleri pulmoner membranlardan difiizyon- eriyiğin pH’sı 30. Bölümde tartışılan Henderson-
da veya kanın akciğerlerden dokulara taşımındaki Hasselbalch eşitliği uyarınca, eriyikteki C 0 2 ve b i­
anormalliklerden doğar. Bu durumların herbiriııde karbonat iyon konsantrasyonlarının fonksiyonu­
tedavi, çoğu kez o kadar farklıdır ki, basitçe bir “so­ dur, yani:
lunum yetersizliği" tanısı koymak tatmin edici ol­
maktan uzak kalır. HCCV
pH= lo g ----------- + 6 . 1
C02
Solunum Anomalilerini İncelemede
Kullanılan Yöntemler Cam elektrot kanda C 0 2’i ölçmek için kullanıldı­
ğında, bir minyatür cam elektrot konsantrasyonu
Daha önceki birkaç bölümde, vital kapasite, soluk bilinen ince bir tabaka sodyum bikarbonat eriyiği
havası, fonksiyonel rezidüel kapasite, ölü boşluk, ile kaplanır, bu da karbon dioksidin kandan eriyiğe
fizyolojik şant ve fizyolojik ölü boşluk ölçümlerini difüzyonuna elverişli ince bir plastik m em branla
içeren solunum anomalilerini araştıran bir dizi kandan ayrılır. Bu ölçüm için sadece bir veya birkaç
yöntemi tartıştık. Bu rutin ölçümler, klinik akciğer damla kan gereklidir. Daha sonra pH cam elektrot­
fizyologlarının kullandığı yöntemlerin ancak bir la ölçülür ve yukarıdaki formül kullanılarak C 0 2
bölümüdür. Diğer bazı ilginç aletler burada tartışıl­ hesaplanır.
mıştır.
Kanda PO 2 Ölçülm esi. Bir sıvıdaki oksijen k on ­
santrasyonu p olarog rafi tekniği ile ölçülebilir.
Kan Gazları ve pH’nın İncelenmesi Elektrik akımı, küçük bir negatif elektrot ile sıvı
arasından geçer. Eğer elektrottaki voltaj, eriyikte­
Akciğer fonksiyonlarını belirleyen en önemli testler ki voltajdan - 0 , 6 volttan daha farklı ise, oksijen
arasında kan P 0 2, P C 0 2 ve pFI ölçümleri yer alır. elektıodun üzerinde toplanacaktır. Elektrottan
Ayrıca, akut solunum zorluğu ya da akut asit-baz geçen akım ın hızı oksijen konsantrasyonu ile (ve
dengesi bozukluklarında uygun tedavinin seçilm e­ dolayısıyla P 0 2 ile de) doğru orantılıdır. Pratikte
si için, bu ölçümlerin hızla yapılması önemlidir. yüzeyi yaklaşık 1 m m 2 olan bir n egatif platin
Bunu yapmak için, birkaç dakika içinde ve birkaç elektrot kullanılır. Elektrot oksijenin difüzyonu­
damla kanla çalışan basit ve hızlı yöntemler gelişti­ na izin veren, fakat elektıod için “zeh ir” o lab ile­
rilmiştir. Bu yöntemler aşağıda belirtilmiştir. cek protein ve diğer m addelerin difüzyonunu
engelleyen bir ince plastik m em branla kandan
Kan pH'sının Ölçülmesi. Kan pH'sı, bütün kimya ayrılmıştır.
laboıatuvarlarında kullanılan tipte cam pH elekt- Genellikle, pH, C 0 2 ve P 0 2 ölçümü yapan aletler
ıoduyla ölçülür. Bu am açla kullanılan elektrot çok aynı alet içine yerleştirilmiştir ve bütün bu ölçüm ­
küçültülmüş olduğundan bir ya da birkaç damla ler bir dakika gibi kısa bir zamanda tek küçük bir
kan ölçüm için yeterlidir. Cam elektrotta oluşan kan örneğinde yapılabilir. Böylece, kan gazları ve
voltaj pU ’nın direkt değeridir ve bu genellikle ya bir pHdaki değişmeler hasta başında neredeyse an be
voltmetrede okunur ya da kağıt üzerine kaydedilir. an izlenebilir.

484
BÖLÜM 42 • Solunum Yetersizliği- Fizyopatoloji, Tanı, Oksijen Tedavisi 485

sonra, akciğer hacm inin tüm düzeylerinde, daha


fazla hava çıkaramayacağı m aksim um ekspiras­
yon akımım veriyor. Kişinin hızla 400 litre/dak.
‘daıı fazla bir m aksim um ekspirasyon hava a k ım ı­
na eriştiğine dikkat ediniz. Bundan sonra kişi ne
kadar zorlaşa da erişebileceği m aksim um akım
sabit kalır.
Akciğer hacmi küçüldükçe, maksimum ekspiras­
yon akımının da küçüldüğüne dikkat ediniz. Bu­
nun başlıca nedeni genişlemiş akciğerde bronş ve
bronşiyollerin dıştan akciğer dokularının esnek
elementleri tarafından çekilerek kısmen açık tutul­
masıdır. Oysa akciğerler küçüldüğünde bu yapılar
gevşer, bronş ve bronşiyoller dış basınç etkisinde
daha kolay kollabe olurlar, bu da giderek m aksi­
mum ekspirasyon akımını azaltır.

Maksimum Ekspirasyon Akım-Hacim Eğrisinde


Anormallikler. Şekil 42-2, norm al maksim um eks­
Ş E K İL 42 - 1 pirasyon akım-hacim eğrisini ve beraberinde iki tip
A, Maksimum zorlu ekspirasyon sırasında solunum yollarının akciğer hastalığında, büzülmüş (konstrikte) akci­
kollabe olması. Bu etki ekspirasyon akım hızını kısıtlar. B, ğerler ve havayollarının kısmen tıkanmasında, elde
Akciğer hacminin maksimum ekspirasyon hava akımına etkisi.
Akciğer hacmi küçüldükçe maksimum ekspirasyon hava akımı edilen iki ek akım-hacim eğrisini gösteriyor.
da azalmaktadır. Büzülm üş akciğerde, total akciğer kapasitesi
(TLC) ve tortu hacm in (rezidüel hacim=RV) her iki­
sinin de azaldığına dikkat ediniz. Ayrıca akciğerler
genişleyerek normal hacim lerini kazanam adığın­
Maksimum Ekspirasyon Akımının Ölçülmesi dan en zorlu ekspiıasyonda bile maksimum ekspi­
rasyon akımı, normal eğriye eşit bir yükselme gös­
Birçok solunum sistem i hastalığında, özellikle teremez. Büzülmüş akciğer hastalıkları tüberküloz
astım da, ekspirasyon sırasında daha fazla olmak ve silikozisv.b. gibi akciğerin fibrotik hastalıklarım
üzere hava akım ına karşı direnç çok artar. Bu, ve kifoz, skolyoz ve fibrotik plörezi gibi göğüs kafe­
aşağıdaki gibi tanım lanabilen m aksim u m ek sp i­ sini daraltan hastalıkları kapsar.
rasyon a k ım ı kavramını gündem e getirir. Kişi Solunum yollarının tıkanması ile ilgili hastalık­
zorlu bir ekspirasyon yaptığı zam an, ekspirasyon larda genellikle solunum yollarının kapanm a eğili­
hava akım ı, çok daha fazla bir güçle artıram aya­ mi fazla olduğu için ekspirasyon inspirasyondan
cağı bir m aksim um a erişir. Bu, m aksim um ekspi­ çok daha zordur. Tersine, inspirasyonda negatif
rasyon akımıdır. M aksim um ekspirasyon akımı, intraplevral basınç solunum yollarını “açıcı” bir et­
akciğerler hem en hem en boşken büyük bir h a ­ ki yaptığından, aynı zamanda alveolleıi de açar. Bu
cim de hava ile doldurulduğu zam an daha b ü ­ nedenle hava kolayca akciğere girer fakat orada
yüktür. Bu prensipler Şekil 42-1 incelendiğinde hapsedilir. Aylar ya da yıllar süren bir dönem için-
anlaşılabilir.
Şekil 42-1 A, göğüs kafesinin sıkışmasıyla alveol-
lerin dışına ve hava yollarına uygulanan basıncın
etkisini gösteriyor. Oklar, alveol ve bronşiyolleıin
~ 5001 ■“ “ ■Normal
her ikisine de dıştan aynı miktarda basıncın uygu­
landığını işaret ediyor. Bu basınç sadece havanın
0
3 Hava yolu tıkanması
E 400- ------ Büzülmüş akciğerler
alveollerden bronşiyollere itilmesine değil, aym za­
I
m anda bronşiyollerin kollabe olmasına da yönelik­
tir, bu ise havanın dışa doğru hareketine zıt yönde­ î15
300-
dir. Bronşiyoller hem en tam amen kollabe olduktan JZ
sonra, ekspirasyonun daha fazla zorlanması, alve- o 200-
</)
oler basıncı daha fazla artırabilir, fakat aynı zam an­ S
da bronşiyollerin kollapsını ve hava direncini de £ 100 -
111
eşit miktarda artırır, böylece akımın artmasını en ­
geller. Sonuç olarak ekspirasyon gücünün kritik bir 0 -
değerinden sonra maksimum ekspirasyon akımına 5 4 3
erişilmiş olur. Akciğer hacmi (litre)
Şekil 41-1B, bronşiyoler kollapsın m aksim um Ş E K İL 42 - 2
ekspirasyon akımı üzerindeki etkisini gösteriyor.
Akciğer büzülmesi ve solunum yollarının tıkanmasına bağlı iki
Eğrinin bu bölümündeki kayıt, sağlıklı bir kişi solunum anormalliğinin maksimum ekspirasyon akış-hacim
m üm kün olduğunca fazla havayı içine aldıktan eğrisine etkisi. TLC: total akciğer kapasitesi; RV: rezidüel hacim
486 ÜNİTE V II • Solunum

de, bu etki Şekil 4 2 -2 ’de sol taraftaki kırmızı eğride mindedir. Bu nedenle kaydedilen birinci saniyede­
gösterildiği gibi hem TLC’ni hem de RV’i artırır. Ay­ ki zorlu ekspirasyon hacimlerini (FEVİ) (Şekil 42-
rıca solunum yollarının kapanması ve daha kolay 3A’ya bakınız) normal ile karşılaştırmak önemlidir.
kollabe olması nedeniyle maksimum ekspiıasyon Normal kişide birinci saniyede çıkarılan zorlu vital
akımı çok azalır. kapasitenin total vital kapasiteye oranı (FEV1/FVC)
Hava yolunda ciddi bir tıkanmaya neden olan kla­ yaklaşık yüzde 80 kadardır. Şekil 42 -3 B ’de havayolu
sik bir hastalık astımdır. Amfîzemin bazı gelişme ev­ tıkanmasında bu değer % 47’ye inmiştir. Ciddi solu­
relerinde de ciddi hava yolu tıkanması görülür. num yolu obstıüksiyonun görüldüğü akut astımda
yüzde 2 0 d en daha aşağı düşebilir.

Zorlu Ekspirasyon Vital Kapasitesi ve


Zorlu Ekspirasyon Hacmi
ÖZGÜL PULMONER ANOMALİLERİN
Çok yararlı, aynı zamanda çok basit diğer bir klinik FİZYOLOJİK ÖZELLİKLERİ
akciğer testi de bir spirometre ile zorlu ekspirasyon
vital kapasitesinin (FVC) kaydıdır. Şekil 42-3Ada ak­ Kronik Pulmoner Amfizem
ciğeri normal olan bir kişiden, Şekil 42-3Bde solu­
num yolu obstıüksiyonu olan bir hastadan alman Pulm oner am fizem terimi gerçekte, akciğerlerde
kayıtlar- görülmektedir. Zorlu ekspirasyon vital kapa­ fazla hava bulunması anlam ına gelir. Bununla b e­
sitesini ölçerken, şahıs ilk olarak total akciğer kapasi­ raber kronik pulmoner am fızemden söz edildiğin­
tesine kadar maksimum bir inspiıasyon yapar, sonra de, genel olarak hastaların büyük çoğunluğunda
da spirometreye maksimum ekspirasyon çabası ile uzun süre sigara içmeye bağlı olarak gelişen obst-
olabildiğince hızlı ve tüm havayı verecek bir ekspi­ ıüktifve haraplayıcı kompleks süreçler anlaşılır. Bu
rasyon yapar. Zamana karşı kaydedilen eğrinin aşağı durum aşağıda sıralanan akciğerlerdeki ana fizyo-
inen kolu zorlu vital kapasiteyi göstermektedir. patolojik olaylardan kaynaklanır:
Şimdi norm al akciğerler ve havayolu obstı iiksi-
yonundan elde edilen iki kayıt arasındaki farkı in ­ 1. Bronş ve bronşiyolleıi m ite eden duman ya da
celeyelim. FVC’lerin total hacim değişimleri he­ başka maddelerin inhalasyonu ile gelişen kronik en­
m en hem en eşittir. Bu iki şahsın tem el akciğer ha­ feksiyon. Kronik enfeksiyonun başlıca nedeni, irritan
cim lerinde küçük farklar olduğunu gösterir. Diğer maddelerin havayollarının normal koruyucu meka­
yandan, büyük fark, şahısların ekspiıasyonla çıka­ nizmasını ciddi şekilde bozmasıdır. Nikotinin etkisiy­
rabildikleri havanın özellikle ilk saniyedeki hac- le solunum epiteli siliyalarının kısmen paralize olma­
sı da buna dahildir. Böylece müküs solunum yolların­
da kolayca hareket edemez, atrlamaz. Ayrıca, aşırı
müküs sekresyonu stimulasyonu durumu daha da
NORMAL
kötüleştirir. Alveoler makrofajların inhibisyonu en­
Maksimum feksiyon savaşında bu hücrelerin etkinliklerini azaltır.
2. Enfeksiyon, aşırı müküs ve bronşiyol epitelinin
inflamasyonlu ödemi ile birlikte birçok havayolu­
nun kronik tıkanm asına neden olur.
3. Havayollarının tıkanması, özellikle ekspiıasyo-
nu zorlaştırarak alveollerde havanın hapsolm asına
ve alveollerin gerilmesine yol açar. Bu, akciğerlerde
enfeksiyonla kombine olunca, alveol çeperlerinde
yüzde 50-80'e varan belirgin harap lan m alara n e ­
den olur. Bu nedenle amfizemli bir akciğerin son
o HAVA YOLU TIKANMASI durumu Şekil 42-4 (üst) ve 42-5'de gösterilmiştir.
-C

Kronik amfîzemin etkileri, hastalığın ağırlığına,


akciğerin parankimal harabiyetine karşı bronşiyol
tıkanmasının görece derecesine bağlı olarak çok
değişkendir. Çeşitli anomaliler arasında aşağıdaki­
ler sıralanabilir.

1. Bronşiyollerin Ukanması solunum yollarının d i­


rencini çok artırır ve solunum işi çok artar. Şahsın
Saniye
ekspirasyon sırasında havayı bronşiyollere itmesi
özellikle zorlaşır, çünkü ekspiıasyonda akciğerin dı­
şındaki basınç sadece alveolleıi değil aynı zamanda
Zorlu vital kapasite kayıtları: A. Normal şahısla ve B. Hava yolu
bıonşiyolleri de sıkıştırır, dirençlerini artırır.
tıkanması olan şahısta. (Hacim grafiğindeki "sıfır” tortu havanın 2 Alveol çeperindeki önemli kayıp, akciğer difiiz-
hacmine eşittir). yon kapasitesini önemli ölçüde azaltarak, akciğer­
BÖLÜM 42 • Solunum Yetersizliği- Fizyopatoloji, Tanı, Oksijen Tedavisi 487

Ş E K İL 42 - 4
Amfizemli akciğer (üstte) normal akciğere
(altta) göre büyük alveoler harabiyet gös­
teriyor (Patricia Delaney’in izni ile
Department of Anatomy, The Medical
College of Wisconsin).

lerin kanı oksijenlendirm e ve karbon dioksidi m al ventilasyon-perfiizyon oranlarına neden olur,


uzaklaştırma kapasitesini azaltır. çok düşük Va/Q ile bazı bölgelerde (fizyolojik şant)
3. Akciğerin bazı bölgelerinde tıkanma süreci di­ kanın gaz değişimi zayıflar ve çok yüksek Va/Q ile
ğer bölgelerinden daha ileri derecededir. Böylece diğer bölgelerde (fizyolojik ölii boşluk) ventilasyo-
bazı akciğer kısımlarında ventilasyon iyi olduğu nun boşa gitmesine neden olur, her iki etki de aynı
halde diğerlerinde zayıftır. Bu, aşırı derecede an or­ akciğerlerde görülür.

Alveollerin

Normal Pnömoni Pnömoni

Ş E K İL 42 - 5
Pnömoni ve amfizemde akciğer değişiklikleri
488 ÜNİTE V II • Solunum

Şekil 42-6 pnöm onide ventilasyon-perfiizyon


Pulmoner arteryel kan oranının azalm asının etkilerini gösterm ektedir;
0 2 ile %60 satüre kan, gaz değişiminin yapıldığı akciğerden geçerken
yüzde 97 satüre olurken, değişimin yapılmadığı ak­
Pnömoni ciğerde sadece yüzde 60 satürasyonda kalıyor, so ­
nuçta aort kanı ortalam a satiirasyonu yüzde 78 ile
Sol pulmoner Sağ pulmoner
normalin çok altında oluyor.
ven % 97 ven % 60
satüre satüre
Aorta kan 1/2 = %97 Atelektazi
V2 = %60
Ortalama = %78
Atelektazi alveollerin kollapsı demektir. Bir akciğe­
rin lokalize bir bölgesinde olduğu gibi, tüm bir lob­
da ya da bir akciğerin tümünde görülebilir. En çok
Ş E K İL 42 - 6 iki nedenden kaynaklanır ( 1 ) solunum yolu tıkan­
Pnömonin pulmoner arter, sağ ve sol pubnoııer ven ve aorttaki
ması ve (2 ) alveol yüzeyini kaplayan sıvıda sürfak-
kan oksijen satiirasyonu üzerine etkisi.
tan eksikliği.

Solunum Yolu Tıkanması. Solunum yolu tıkan­


ması tipindeki atelektazi ( 1 ) birçok küçük bronşun
4. Alveol çeperlerinin büyük bölüm ünün kaybı müküsle tıkanması ya da (2 ) bir ana bronşun geniş
aynı zamanda içinden kan geçen pulm oner kapil- bir ıııüküs tıkaç veya kanser gibi katı bir madde ile
lerlerin sayısını da azaltır. Sonuç olarak pulmoner kapanması sonucu ortaya çıkar: Tıkanm anın geri­
vasküler direnç önemli ölçüde artarak pulm oner sinde hapsedilen hava, pulm oner kapilleıde akan
hipertansiyona neden olur. Bu durum sıklıkla sağ kan tarafından birkaç dakika ya da saatte absoıbe
kalbin aşırı yüklenmesiyle sağ-kalp yetersizliğine olur. Eğer akciğer dokusu yeterince esnek ise, bu
yol açar. alveollerin basitçe kollapsına yol açar. Fakat eğer
Kronik amfizem genellikle uzun yıllar içinde ya­ akciğer fibıöz doku ile sertleşm işse kollabe ola­
vaş yavaş gelişir. Hastada birçok alveol çeperi kay­ maz, bu koşullarda alveoldeki havanın absorpsi-
bı ve birçok alveolün hipoventilasyonu ile hipoksi yonu alveol içinde çok büyük bir negatif basınç ya­
ve hipeıkapni gelişir. Bütün bu etkilerin net sonu­ ratır. Öyle ki, sıvı pulm oner kapillerlerden alveol­
cu, ağır ve uzun süreli hava açlığının yıllarca devam lerin içine çekilir, bu da alveollerin ödem sıvısıyla
ederek hipoksi ve hiperkapni ile ölüme götürmesi- tam amen dolmasına neden olur. Bu, etki hem en
dir-sigara içimi için ödenen yüksek bir bedel. daima bir akciğerin tüm ü atelektaziye uğradığı za­
m an görülür. Akciğerin m a sif kollapsı denen bu
durumda göğüs çeperinin ve m ediyastenin katı n i­
Pnömoni teliği, akciğerlerin tam am en kollabe olm ası yerine,
ancak yaklaşık yarı hacm ine kadar küçülmesine
P nöm on i terimi, Şekil 42-5’de gösterildiği gibi, bazı izin verir.
ya da tüm alveollerin sıvı ve kan hücreleriyle dol­ Tüm akciğerin m asif kollapsı (atelektazi) pulm o­
duğu akciğer iltihabını tanımlar. Pnöm oninin en ner fonksiyonlar üzerine Şekil 4 2 -7 ’de gösterilen
yaygın tipi, çoğunlukla pnömokokların neden ol­ etkileri yapar. Akciğer dokusunun kollapsı yalnız
duğu bakteriyel pnöm onidir. Hastalık alveollerde alveollerin kapanmasına değil, akciğer dam arları­
enfeksiyonla başlar; pulmoner m em bıan iltihapla­ nın kan akım ın a direncinin de artm asına neden
narak porlarm genişlemesiyle sıvı hatta eritrosit ve olur. Bu direnç artması kısmen kollapsın kendisin­
lökositler kandan alveollere geçer. Böylece enfekte den kaynaklanmaktadır. Çünkü, akciğer hacm i kü-
alveoller giderek sıvı ve hücrelerle dolar ve bakteri­
lerin alveolden alveole geçmesiyle enfeksiyon yayı­
lır. Sonuçta, akciğerin geniş bir alanı bazen bütün
bir lob ya da hatta bir akciğerin tümü, sıvı ve hücre Pulmoner arteryel kan
kalıntılarıyla dolarak “sertleşir” (konsolidasyon). 0 2 ile %60 satüre
Pnöm onide akciğerlerin solunum fonksiyonu Atelektazi
hastalığın çeşitli aşamalarında değişir. Başlangıçta
pnöm oni yalnız bir akciğeri tutar, kan akımı akci­ Sağ pulmoner ven
ğerde normal olarak devam ederken, alveoler ven- Sol pulmoner % 60 satüre-akım
tilasyon azalmıştır. Bu, akciğerde iki önemli ano­ ven % 97 1/5 normal
satüre
mali yaratır; ( 1 ) solunum m em branlarınm total
Aorta: kan 5/6 = %97
fonksiyonel yüzey alanı azalır ve (2 ) ventilasyon- 1/6 = %60
perfüzyon oranı düşer. Bu etkilerin her ikisi de di- Ortalama satürasyon = %91
füzyon kapasitesini düşürerek hipoksenıi (düşük
kan oksijeni) ve hiperkapııiye (yüksek kan karbon Ş E K İL 42 - 7
dioksidi) yol açar. Atelektazinin aorlik kcııı oksijen satiirasyonu üzerine etkisi.
BÖLÜM 42 • Solunum Yetersizliği- Fizyopatoloji, Tanı, Oksijen Tedavisi 489

çüldükçe damarlar üzerinde baskı ve katlanmalara len m ast hücresine tutunm uş antikorlarla reaksi­
neden olur. Ek olarak ko lla be alveollerdeki hipoksi, yona girer ve m ast hücrelerinden birçok farklı
Bölian 38'de açıklandığı gibi vazokonstriksiyonu madde seıbestlenm esine neden olur. Bunlar ara­
d ah a d a artırır. sında histam iıı, an aflaksin iıı yavaş-etkili m addesi
Vasküler konstriksiyon nedeniyle, atelektaziye (bu madde lökotriyenleriıı bir karışımıdır), eozi-
uğramış akciğerde kan akımı yavaşlar. Kanın b ü ­ n ofilik kem o taktik fa k t ö r ve bradikin in bulunur.
yük bir kısm ı ventilasyonun yapıldığı akciğere Bütün bu faktörlerin bileşik etkisi, özellikle anaf-
kaydığından gaz değişim i bozulm adan devam laksinin yavaş etkili m addesinin etkisi, ( 1 ) küçük
eder. Şekil 42-7'd e gösterilen durum da kanın bronşiyollerin çeperinde lokalize ödem oluştur­
5/6’sı ventilasyon devam eden akciğerden geçer­ mak, bronşiyollerin lüm enine koyu bir müküs sal­
ken ancak 1/6’sı atelektazili akciğerden geçer. So ­ gılam ak ve (2 ) b ron şiyollerin düz kaslarınd a
nuçta, ventilasyon-peıfüzyon oranı çok az değişti­ spazm oluşturmaktır. Böylece solunum yollarının
ği için, bir akciğerde ventilasyonun total kaybına direnci çok artar.
rağmen aortadaki kanın oksijen satürasyonu h a­ Bölümde daha önce tartışıldığı gibi astım da
fifçe azalmıştır. bronşiyollerin çapı ekspirasyon sırasında inspiras-
yona göre daha fazla küçülür, astım da ekspirasyon
A kciğer Kollapsı N edeni Olarak Sürfaktan Ek­ sırasında artan intrapulmoner basınç bronşların
sikliği. Sürfaktanm alveollerde sekresyonu ve dış yüzüne de baskı yapar. Broıışiyoller zaten kıs­
fonksiyonu Bölüm 3 7d e tartışılm ıştı. Sürfaktan men kapalı olduklarından, dışarıdan yapılan bu ek
maddesinin özel alveoler epiteliyal hücreler tara­ basınç özellikle ekspirasyon sırasında ciddi bir tı­
fından alveollerin çeperini örten sıvıya salgılandı­ kanma yaratır. Astımlı kişiler rahat inspirasyon
ğına işaret edilmişti. Bu madde alveollerin yüzey yaptıkları halde, ekspirasyonda büyük güçlükle
gerilimini 2 - 1 0 kat azaltarak alveoler kollapsı önle­ karşılaşırlar. Klinik ölçümler, maksimum ekspiras­
mede en büyük rolü oynar. Bununla beraber, yeni yon hızı ve zam anlı ekspirasyon hacm inin çok
doğan prem atüre bebeklerde görülen hiyalin azalmış olduğunu gösterir. Bu durum daha sonra
m em bratı hastalığı (sıkıntılı solunum sendrotnu da tartışılacağı gibi dispne veya “hava açlığına” da n e ­
denir) gibi koşullarda alveoller tarafından salgıla­ den olur.
nan sürfaktan çok azalır. Sonuç olarak alveoler sıvı­ Fonksiyonel rezidüel kapasite ve akciğerin to r­
nın yüzey gerilimi o kadar yükselir ki, bu bebekle­ tu hacm i astm atik n ö b etler sırasında çok artar,
rin akciğerlerinde ciddi şekilde kollaps eğilimine çünkü ekspirasyonda havayı dışarıya atm ak çok
yol açar ya da akciğerler sıvı ile dolar. Bölüm 37d e zorlaşm ıştır. Yıllar sonra göğüs kafesi kalıcı o la­
açıklandığı gibi bu bebeklerin çoğu akciğerlerin rak genişler, "fıçı göğüs" gelişir ve fonksiyonel re­
atelektazik alanlarının genişlemesiyle boğulma so­ zidüel kapasite ve rezidüel h acim kalıcı olarak
nucu ölürler. artar.

Astım Tüberküloz

Astım bronşiyol düz kaslarının solunum u çok Tü berkülozd a, tü berkü loz b a sili a k ciğ erlerd e
zorlaştıran spastik kasılm asıyla karakterize bir kendine özgü bir doku reaksiyonuna neden olur.
hastalıktır. Populasyonda yüzde 3-5 oranında o l­ Bu reaksiyonda (1) enfekte bölge m akrofajlar ta ­
m ak üzere yaşam ın herhangi bir dönem inde gö­ rafından işgal edilir ve (2 ) lezyon fib ıö z doku ile
rülür. G enel nedeni bronşiyollerin havadaki ya­ çevrilerek "tü b eık ü l” oluşturur. Bu çevreleyerek
ban cı m addelere aşırı duyarlığıdır. Otuz yaşın al­ sınırlam a olayı, tüberküloz basilinin akciğerde
tında olan daha genç hastalarda yaklaşık yüzde yayılm asının sınırlanm asına yardım ederek, e n ­
70 alerjik aşırı duyarlık, özellikle bitki polen leri­ feksiyona karşı koruyucu sürecin bir bölü m ünü
ne duyarlıktan kaynaklanır. D aha yaşlı h astalar­ oluşturur. Bununla beraber tüberkülozla tem as
da ise ned en h em en daima, siste bulunan irri- eden kişiler, eğer tedavi edilm ezlerse yüzde 3 ka­
tanlar gibi, nonalerjik irritanlara karşı aşırı du­ darında sınırlam a olayı başarısız olur ve tü b er­
yarlıktır. küloz basili tüm akciğere yayılarak, büyük apse
Astım ın alerjik tipinde alerjik reaksiyonların kaviteleri ile akciğer dokusunda ileri derecede
şöyle geliştiği sanılmaktadır: Tipik alerjik reaksi­ harabiyet yapar. B öylece tüberkülozun ileri d ö ­
yon gösteren şahıslarda anorm al miktarda im mü- n em lerinde akciğeri kaplayan fibröz doku, fonk­
noglobulin E (lgE) yapm a eğilimi vardır, bu anti­ siyon yapan akciğer dokusunun total alanını kü­
korlar özgül antijenleri ile karşılaştıkları zaman çültür. Bu etkilerle (1) pulm oner ventilasyon için
Bölüm 3 4 d e açıklandığı gibi alerjik reaksiyonları solunum kaslarının yapm ası gerekli "iş ” artar, vi­
geliştirirler. Astımda bu antikorlar akciğer inters- tal k a p a site ve solunum ka p asitesi düşer; (2 ) s o ­
tisyum unda küçük bronş ve bronşiyollerle yakın lunum total alan ın ın aza lm ası ve m em bratı k a ­
ilişki gösteren m ast hücrelerine tutunurlar. Şahıs lınlığının artm ası giderek difüzyon kapasitesini
duyarlı olduğu poleni solunum yolu ile aldığı za­ düşürür; ve (3) akciğerlerdeki a n o rm a l ventilas-
m an (şahısta buna karşı IgE antikorları vardır) p o ­ yoıı-perfüzyon oranı pulm oner difüzyon kapasi­
49 0 ÜNİTE V II • Solunum

tesin i daha da azaltır. zulmuştur.


■ Hipoksinin Vücuttaki Etkileri. Hipoksi yeteri de­
HİPOKSİ VE OKSİJEN TEDAVİSİ recede ağırsa hücrelerin ölümüne neden olabilir.
Fakat daha hafif dereceleri başlıca, (1) zihin faaliye­
Bu bölüm ün son birkaç başlık altında tartıştığı­ tini depresyona uğratarak bazen komaya götürür,
m ız koşulların hem en hepsi önem li derecede ve (2) kasların iş kapasitesini azaltır. Bu etkiler B ö ­
hücresel hipoksiye neden olabilir. Bunların bazı­ lüm 4 3 'te yüksek irtifa fizyolojisiyle ilişkileri içinde
larında oksijen tedavisi büyük değer taşırken, b a ­ tartışılmıştır.
zılarında orta derecede değere sahiptir, bazıların­
da ise neredeyse hiç değeri yoktur. Bu nedenle hi-
poksinin farklı tiplerini ayırt etm ek önemlidir; Çeşitli Tip Hipoksilerde Oksijen Tedavisi
sonra da oksijen tedavisinin fizyolojik ilkelerini
tartışabiliriz. Hipoksi nedenlerinin tanım layıcı sı­ Oksijen tedavisi (1) hastanın başını içine alan oksi­
nıflam ası şöyledir: jen “çadırı” uygulayarak (2 ) bir maske aracılığı ile
ya saf oksijen ya da yüksek konsantrasyonda oksi­
1. Dış nedenlere bağlı olarak akciğerlerin yetersiz ok- jen vererek, veya (3) bir intranazal tüp yardımıyla
sijenlenmesi oksijen verilerek yapılır.
a. Atmosferde oksijen eksikliği Farklı hipoksi tiplerinin tem el fizyolojik prensip­
b. Hipoventilasyon (nöıomüsküler bozukluklar) lerini hatırlayarak, oksijen tedavisinin ne zaman
2. Pulmoner hastalık değer taşıdığına, ve eğer öyle ise ne kadar etkili ola­
a. Solunum yolu direncinin artması ya da pulmo­ cağına kolayca karar verilebilir.
ner kompliyansın azalmasına bağlı hipovenülas- Atmosferik hipokside, oksijen tedavisi, solunum
yon havasında düşük olan oksijen düzeyini düzeltece­
b. Alveoler venülasyon - peıfüzyon oranının eşit ğinden yüzde 1 0 0 etkin tedavi sağlar.
olmayan dağılımı (fizyolojik ölü boşluğun artma­ Hipoventilasyon hipoksisinde, yüzde 100 oksijen
sı ve fizyolojik şant dahil) solunumu ile şahıs, her solukta hava solunum u­
c. Solunum membıanlarında difiizyonunun nun beş katı oksijeni alveollerine alır. Burada da
azalması oksijen tedavisi son derece yararlıdır. (Bununla b e ­
3. Venözden-arteryele şantlar ("sağdan sola” kaıdiyak raber, hipoventilasyonun neden olduğu kanda aşı­
şant) rı karbon dioksid bulunm asına bir yararı olmaz).
4. Kanda dokulara taşınan oksijenin yetersiz olması Alveoler m em bran difiizyoıı bozukluğu sonucu
a. Anemi ya da anormal hemoglobin oluşan hipoksidehipaven ü lasyon hipoksisine b en ­
b. Genel dolaşım yetersizliği zer sonuç elde edilir. Çünkü oksijen tedavisi, akci­
c. Lokalize dolaşım yetersizliği (peıiferik, seıebral, ğerlerde P 0 2’yi norm al değeri olan yaklaşık 1 0 0
koroner damarlar) mmHg’dan 600 mmHg gibi yüksek bir düzeye çıka­
d. Doku ödemi rır. Bu, alveolleıle kan arasındaki oksijen gradyanı-
5. Dokuların oksijeni kullanma yeteneğindeki yeter­ nı normal değeri olan 60 mmHg’dan 560 mmHg’ya
sizlik yükselterek yüzde 800’den daha fazla artırır. Difüz-
a. Hücresel enzimlerin zehirlenmesi yon hipoksisinde oksijen tedavisinin bu çok yararlı
b. Hücresel metabolik kapasitenin, toksisite, vita­ etkisi Şekil 4 2 -8 ’de gösterilmiştir. Akciğer ödemi
min yetersizliği ya da diğer faktörler nedeniyle olan bu hastada, pulmoner kan tedavisiz duruma
oksijen kullanmadaki azalması.

Hipoksi tiplerinin bu sınıflaması bölümde daha


300-,
önce tartışılanlarla anlaşılabilir. Sınıflamadaki hi­
poksi tiplerinden sadece biri daha fazla açıklamayı
gerektirir; bu da vücudun doku hücrelerinin oksije­ i >< Oksijen çadırı tedavisi ile Alveoler P02
ni kullanma yeteneklerindeki yetersizliktir. —— Normal alveoler PO2
200 Pulmoner ödem + 0 2 tedavisi
— Tedavisiz pulmoner ödem
D okuda Oksijen Kullanımı Yetersizliği. Doku­
ların oksijen kullanım ındaki yetersizliğinin klasik
nedeni siyanür zehirlenm esidir. Bu zehirlenm ede S 100
sitokrom oksid az enzim inin etkisi siyanürle ta ­
m am en bloke olur-öyle ki bol miktarda oksijen Kapiller
bulunsa bile doku bunu kullanam az. Dokudaki
bazı oksidatif enzim sistem leri ya da diğer ele­
m entlerin yetersizliği de bu tip hipoksiye yol açar. Arteryel uç Venöz uç
Bunun özel bir örneği beriberi hastalığında görü­ Pulmoner Kapillerdeki Kan
lür. Bu hastalıkta oksijenin dokularda kullanılm a­ Ş E K İL 42 - 8
sındaki birçok önem li aşam alar ve karbon diok-
Oksijen çadırı tedavisi uygulanan ve uygulanmayan pulmoner
sid oluşumu B vitam ini yetersizliği nedeniyle b o ­ ödemde oksijenin pulmoner kapiller kana absorpsiyonu.
BÖLÜM 42 • Solunum Yetersizliği- Fizyopatoloji, Tanı, Oksijen Tedavisi 491

göre 8 kat daha hızlı oksijen almaktadır. açlığı” ağırlaşır. P C 0 2 80-100 mHg’ye yükseldiğin­
Anemi, oksijenin an orm al hem oglobinle taşın­ de ise şahıs letarjik duruma gelir ve bazen yarı-ko-
ması, d olaşım yetersizliği ya da fizyolojik şantın ne­ rna görülür. P C 0 2 120-150 ınmHg olunca anestezi
den olduğu hipokside, oksijen tedavisinin etkisi ve ölüm meydana gelir. Yüksek düzeylerde P C 0 2
çok azdır, çünkü, alveollerde zaten oksijen vardır. koşullarında, aşırı karbon dioksit solunum u stimü-
Problem yeterli oksijenin dokulara taşınmasındaki le edeceği yerde depıese eder ve böylece bir kısır
mekanizmalardadır. Alveoler oksijen maksimum döngü gelişir:( 1 ) daha fazla karbon dioksit, (2 ) so ­
aı tırılsa bile, hemoglobinle taşınan oksijen çok zor lunumda daha da azalma, (3) sonra daha fazla kar­
değişir, ancak yüzde 7-30 kadar ekstra oksijen kan­ bon dioksit, ve böylece devam eder - hızla respiıa-
da erimiş durumda taşınabilir. Bu küçük miktarda­ tuvar ölüme götürür.
ki ekstra oksijen yaşamla ölüm arasındaki farkı b e­
lirleyebilir.
Oksijenin kullanım yetersizliğinden doğan h i­
p oksi tiplerinde ne oksijenin akciğer tarafından tu­
Siyanoz
tulm ası ne de dokulara taşınmasında anormallik
“Siyanoz” teriminin anlamı, derinin mavimtrak bir
vardır. Bunun yerine, dokunun metabolik enzim
renk almasıdır ve nedeni deri damarlarında, özel­
sistem i kendisine ulaşan oksijenden yararlanamaz.
likle kapillerlerde deoksijene hem oglobin miktarı­
Böylece, oksijen tedavisinin herhangi ölçülebilir
nın artmasıdır. Bu deoksijene hem oglobinin koyu
bir yararı olması beklenmez.
mavi-mor rengi bütün cilde yayılır.
Genel olarak arteryel kan desilitre başına 5 gram ­
dan fazla deoksijene hemoglobin içeriyorsa belir­
gin siyanoz görülür. Anenıili şahıs hem en hiç siya-
notik olmaz, çünkü arteryel kanında deoksijene
HİPERKAPNİ
olacak 5 gram hemoglobini bulunmamaktadır. Öte
yandan, polisitem ia vera'da görüldüğü gibi aşırı
I-Iiperkapni, vücut sıvılarında karbon dioksit birik­
eritrositi olan bir şahısta, diğer bakımlardan nor­
m esi anlam ına gelir.
mal koşullar altında bile, çok miktardaki hem oglo­
İlk bakışta, hipoksi yaratan herhangi bir so lu ­
bin sıklıkla siyanoza yol açar.
num durum unun hiperkapniye de ned en o la ca ­
ğı düşünülür. Fakat, hipoksi hipoventilasyon ya
da d o la şım yetersizliği ile ortaya çıkm ışsa ancak
o zam an hip eıkap ni de hipoksiyle beraber b u lu ­ Dispne
nur.
Hipoksi, havada oksijen azlığı, hem oglobin azlı­ D ispne ruhsal sıkıntı duygusu ile birlikte ven ti­
ğı, ya d a o k sid a tif enzimlerin zehirlenmesiyle, ye­ lasyonun hava isteğini karşılayam am ası an lam ı­
terli oksijen sağlanamaması ya da dokunun oksije­ na gelir. Bunun yaygın bir eşan lam lısı h av a a ç lı­
ni kullanamaması sonucu gelişir. Böylece, hem en ğı dır.
anlaşılacağı gibi hiperkapni bu tip hipoksilere eşlik Dispne duyusunun gelişmesine en az üç faktör
etmez. etkili olur: Bunlar (1) vücut sıvılarındaki solunum
Keza hipoksi pulmoner membranlardan ya da gazlarında anormallik, özellikle hiperkapni ve daha
dokulardan difüzyonun bozukluğuna bağlı ise ge­ az ölçüde hipoksi; (2 ) yeterli ventilasyonu sağla­
nellikle aynı zamanda ciddi bir hiperkapni de orta­ mak için solunum kaslarının yapmak zorunda ol­
ya çıkmaz, çünkü karbon dioksit oksijene göre 2 0 duğu iş; ve (3) zihinsel durum.
kat daha hızla difüzyona uğrar. Ayrıca hiperkapni Özellikle vücut sıvılarında aşırı karbon dioksid
pulm oner ventilasyonu artırır, bu, hipoksiyi dü­ biriktiği zaman şahısta ağır bir dispne gelişir. Bazen
zeltm ese de hipeıkapniyi derhal düzeltir. vücut sıvılarında karbon dioksit ve oksijen düzey­
Aksine, hipoksi, hipoventilasyon sonucu ise, leri tam amen normal olabilir, fakat şahıs, solunum
atm osfer ile alveoller arasında karbon dioksid gazlarındaki bu düzeyi sağlayabilmek için güçlü
geçişi, oksijen geçişi kadar bozulur. Böylece h i­ solunum yapmak zorundadır. Bu durumlarda solu­
perkapni daim a hipoksiye eşlik eder. D olaşım y e­ num kaslarının zorlu faaliyeti şahısta ağır dispne
tersizliğinde kan akım ının azalm ası, dokularda duyusu yaratır.
karbon dioksidin uzaklaştırılm asını güçleştire­ Son olarak, şahsın solunum fonksiyonları nor­
rek, doku hipeıkapnisi yaratır. Bununla beraber mal olduğu halde ruhsal bozukluklar nedeniyle
kanın karbon dioksidi taşım a kapasitesi, o k sije­ dispne ortaya çıkabilir. Buna nörojen ik dispne ya
ne göre üç kattan daha fazla olduğu için, bu ko­ da emosyoııel dispne denir. Örneğin hem en herkes,
şullarda bile hiperkapni, hipoksiden çok daha az bir an solunum olayını düşündüğünde aniden her
düzeydedir. zamankinden biraz daha derin bir nefes alır. Çün­
Alveoler P C 0 2 60'tan 75 mmHg’e yükseldiği za­ kü hafif bir dispne hissetmiştir. Bu duygu, küçük ya
m an şahıs yapabileceği kadar hızlı ve derin solu­ da kalabalık bir odaya girdiğinde, psikolojik olarak
num yapar ve aynı zamanda dispııe denen “hava yeterli miktarda hava alamayacağı korkusuna kapı­
492 ÜNİTE V II • Solunum

Ş E K İL 42 - 9
A, Resüsitatör. B, Tank respirator

lan şahıslarda çok artar. tank respiratöıünü gösteriyor. Tankın, başm karşı ta­
rafındaki kenarında bir deri diyafram, motor yardı­
YAPAY SOLUNUM mıyla ileri geri hareket ettirilerek tankın içindeki ba­
sınç yeteri kadar yükseltilip alçaltılır. Deri diyafram
Resüsitatör. Resüsitatörlerin farklı çalışma ilkele­ içeriye doğru hareket ederken, vücut etrafında oluşan
rine dayanan bir çok tipi vardır. Şekil 42-9A'da gös­ pozitif basınç ekspiıasyona neden olur; diyafram dı­
terildiği gibi, resüsitatör, bir oksijen ya da hava de­ şa doğru hareket edince negatif basınç inspirasyon
posu; kesikli pozitif basınç uygulayan bir m ekaniz­ yaratır. Respiratör üzerindeki kontrol valvleri pozetif
ma; ve hastanın yüzüne uyan bir maske ya da siste­ ve negatif basınçları ayarlar. Şöyleki, inspirasyona n e­
mi endotrekeal tüpe bağlayan bir sistemden iba­ den olan negatif basınç -10 ila -20 cmH 2 0 ’ya düşer­
rettir. Bu cihaz pozitif basınç verdiği dönemde ha­ ken pozitif basınç 0 ila +5 cm H20 düzeyine çıkar.
vayı maskeden hastanın ciğerlerine iterken, kalan
dönemde havanın pasif olarak akciğerlerden çıkışı­ Resüsitatör ve Tank Respiratörün Venöz D ö ­
na izin verir. nüşe Etkisi. Hava pozitif basınçla akciğere itildi­
İlk resüsitatörler, aşırı pozitif basınçla, akciğer­ ği zaman, ya da tank respiratörde olduğu gibi h a s­
lerde ciddi hasara neden olduklarından kullanıl­ tanın vücudunu saran basınç çok azaldığı fakat
maları sakıncalı görülmüştür. Şimdi resüsitatörle­ trekea burun yolu ile atm osfer b asıncına açık ol­
rin ayarlanabilen pozitif-basınç limitleri vardır ve duğu zam an göğüs boşluğu içindeki basın ç vücu­
sıklıkla norm al akciğerler için 12-15 cm su basıncı­ dun her tarafındaki basınçtan büyüktür. Böylece
na ayarlanır. Fakat kompliyans göstermeyen akci­ periferik venlerden kanın göğüse akm ası engelle­
ğerler için bazen daha yüksek basınçlara çıkılır. nir. Sonuçta resüsitatör ya da tank respiratörde
yüksek pozitif basınç uygulaması ile kardiyak debi
Tank Respiratör. Şekil 42-9B, hastanın başı, esnek bazen letal düzeye inebilir. Örneğin, akciğerlerde
fakat hava geçirmeyen bir yakalıkla tanka bağlı olmak birkaç dakika sürekli 30 mmHg basın ca m aruz
üzere dışarıda, bütün vücudu tankın içinde kalan bir kalma, kalbe venöz dönüşün yetersizliğiyle ölüm e

REFERANSLAR

A m erican Ph y siolog ical S o c iety : R efresh er B e a ch ey W : Respiratory C are A natom y and ing the developm ent o f acute respiratory
course for teaching respiratory physiology. Ph ysiology. S t. Louis: M osby, 1998. distress syndrom e. A nnu R ev M ed 4 8 :4 2 9 ,
A dv Physiol Education 1 8 :S -5 9 , 1997. C olten H R, K rause J E : Pulm onary inflam m a­ 1997.
A ppen zeller O , M artignoni E : T h e autonom ic tion— a balancing act. N Engl J M ed 3 3 6 : Crystal R G : T h e Lung: S c ien tific Foundations.
nervous sytem and hypoxia: mountain med­ 1094, 1997. Philadelphia: L ippin cott-R aven , 1997.
icine. J Auton Nerv S yst 5 7 :1 , 19 9 6 . Connelly K G , Repine J E : M arkers for predict­ D antzler W H : Handbook o f P h ysiology, S e c .
BÖLÜM 42 • Solunum Yetersizliği- Fizyopatoloji, Tanı, Oksijen Tedavisi 493

13 C om parative Physiology. New York: Practice. Philadelphia: W B Saunders Co, A cute eosin op h ilic pneum onia. M ed icine
O xford U niversity Press, 1997. 1994. 7 5 :3 3 4 , 1996.
FitzG erald JM , M acklem P : Fatal asthma. K o tlik o ff M I, K am m K E : M olecular m echa­ Sanderson C J: In terleu kin -5: From M olecu le to
Annu R ev M ed 4 7 :1 6 1 , 1996. nism s o f beta-adrenergic relaxation o f air­ Drug T arget for A sthm a. New Y o rk : M ar­
G autier H: Interactions among m etabolic rate, way sm ooth m uscle. Annu R ev Physiol 5 8 : cel D ekker, 1 9 99.
hypoxia, and control o f breathing. J Appl 115, 1996. S ca n n cll G : Leu ko cyte respon ses to hypoxic/
Physiol 8 1 :5 2 1 , 1996. L efrak S S , Yusen R D , Trulock E P , el al: R e ­ ischem ic conditions. N ew H oriz 4 :1 7 9 ,
Haddad G G , L ister G : Tissue O xygen D epri­ cent advances in surgery fo r emphysema. 1996.
vation. New Y ork: M arcel D ekker, 1996. Annu R ev M ed 4 8 :3 8 7 , 1997. S co tt PH, B clh am C M , P e a co ck A l, Plevin R:
H arrison D K , Delpy D T : O xygen Transport to Levitsky M G , Hall S M , M cDonough KH: C ar­ Intracellular signalling pathways that regu­
Tissu e. New Y o rk : Plenum Press, 1997. diopulmonary Physiology in A nesthesiol­ late vascular cell proliferation: e ffe ct o f hy­
H lastala M P, B erg er H J: Physiology o f R esp i­ ogy. New Y o rk : M cG raw -H ill, 1997. poxia. E x p Physiol 8 2 :3 1 7 , 1997.
ration. New Y o rk: Oxford U niversity Press, Lipscom b M F, R u ssel S W : Lung M acrophages Sibbald W J, M essm er K , Fink M P : T issu e O x ­
1996. ygenation in A cute M ed icin e. N ew Y ork:
and D endritic C ells in Health and Disease.
Springer. 1998.
H lastala M P , Robertson H T: C om plexity in New Y ork: M arcel Dekker, 1997.
Springhouse C orp oration: A uscultation S k ills:
Structure and Function o f the Lung. New M erini J J , Slutsky A S : Physiological B asis o f
Breath and H eart Sounds. Springhouse, PA :
Y o rk : M arcel Dekker, 1998. V entilatory Support. New Y ork: M arcel
Springhouse C orp ., 1 9 9 8 .
H olm P: Endothelin in the pulmonary circu la ­ Dekker, 1998.
Stern R C : T h e diagnosis o f cy stic fibrosis. N
tion with special reference to hypoxic pul­ M iller Q A D , B ian ch i A L , B ishop B : Neural
Engl J M ed 3 3 6 :4 8 7 , 1997.
m onary vasoconstriction. Scand Cardiovasc C ontrol o f the Respiratory M uscles. B o c a
Stew art A G : A irw ay W all R em od elling in
J 4 6 :1 , 1997. R aton, F L : C R C Press, 1997.
Asthm a. B o c a Raton, F L : C R C Press, 1997.
Jarnm es Y , Zattara-Hartmann M C , B a d icr M : M urray J F : Pulm onary com plications o f H IV U hlig S, T ay lo r A E : M ethods in Pulm onary
Functional consequences o f acute and infection. Annu R ev Med 4 7 :1 1 7 , 1996. Research. B a se l: Birkh auser V erlag, 1 9 9 8 .'
chron ic hypoxia on respiratory and skeletal Pearson F G : T h o racic Surgery. New Y o rk: W agner JA , G ardner P: Tow ard cy stic fibrosis
m uscles in m am m als. Com p B iochem Phy­ C hurchill Livingstone, 1995. gene therapy. Annu R e v M ed 4 8 :2 0 3 , 1997.
siol A Physiol 1 1 8 :1 5 , 1997. Perutz M F : S c ie n c e Is N ot a Quiet L ife. U n­ Yan S F , O gaw a S , Stern D M . Pinsky D J: Hy­
Johnston M V : H ypoxic and isch em ic disorders ravelling the A tom ic M echanism o f H aem o­ poxia-induced m odulation o f endothelial
o f infants and children. B rain D ev 1 9 :2 3 5 , globin. R iv er Edge, N J: W orld Scientific, cell properties: regulation o f barrier func­
1997. 1997. tion and expression o f in terleukin- 6 . K idney
K irby R R , G ravenstein N: C linical A nesthesia Popc-H arm an A L , Davis W B , A llen E D , et al: Ini 5 1 :4 1 9 , 1 9 97.
i ,r. .('İ <!Îyırv. i ıl' l>. A>f ı

!
.f.C'.'l ttt.lH I • /rf'J
i n ıv ^ v r i^ ffi. ' t ! vi

lu n r i. .(M.flt i • İl m n il I 'I m l“ . 1

I ¡*l İKİ bat/ Lt, 'i I ;) •I / .j .t J| j ; İ J İ r i t i M J l l n 'J

Auî( ti-’A yi u t' i' ıtfill J " l l'/t ' f l I <J< 51 H U I -t I .i lil i

*K'I ■r.ul> jr/t.l t ü t l tu iilt>


r> ,t'l r.i| iWi.iM ■i ı'jJnl i b.rı. >ıu utî h
f . ılıt .i •> I . f t ) ' il i . ‘tl> 1H|f '> lt.1 t. ffltW
ÜNİTE
Havacılık, Uzay, Sualtı
Dalış Fizyolojisi
VIII

43
H avacılık, Y üksek İrtifa ve Uzay F izyo lo jisi

44
Sualtı Dalış F izyo lo jisi ve D iğ e r H ip e rb a rik K oşu lla r
İnsanlar havacılık, dağcılık ve uzay taşıtlarıyla git­ tepesinde (87000 m) ölçüldüğü gibi, barom etrik
tikçe daha yüksek irtifalara çıkarken yüksekliğin ve basıncın 253 mmHg olduğunu farzedelim . B u ­
düşük gaz basıncının olduğu kadar akseleratör nun 47 mmHg b asın cı su b u h arın a ait olduğuna
kuvvetlerin, ağırlıksızlık vb faktörlerin insan vücu­ göre geride kalan öteki gazların b a sın cı 206
du üzerindeki etkilerini anlam ak daha büyük mml-Ig olacaktır. A klim atize olm u ş kişide bu 206
önem kazanmıştır. Bu bölümde bu problem ler ele mm Hg’n ın 7 m m ’si karbon dioksidin basıncıdır,
alınacaktır. geride sadece 199 ınmHg gaz b asın cı kalır ki b u ­
nun da beşte biri oksijen, beşte dördü n itro jen e
ait olacaktır; ya da alveoler P 0 2 40 mm Hg o la­
caktır. Kalan bu alveoler oksijenin bir kısm ı da
DÜŞÜK OKSİJEN BASINCININ kana absorbe olduğu için alveolde 35 m mHg ok­
sijen basıncı kalır. Özetle Everestin zirvesinde
VÜCUTTAKİ ETKİLERİ
ancak çok iyi aklim atize olm uş b ir kişi yaşam ını
güçlükle sürdürebilir. Fakat, daha sonra tartışa­
Çeşitli Yüksekliklerde Barom etrik Basınçlar.
cağımız gibi şahıs saf oksijen soluyorsa etki çok
Tablo 4 3 -İd e farklı irtifalarda barom etrik basıncın
farklı olacaktır.
ve oksijen basıncının yaklaşık değerleri verilmiştir.
Tabloda görüldüğü gibi deniz düzeyinde barom et­
Çeşitli İrtifalarda A lveoler P 0 2. Tablo 4 3 -1 'de
rik basınç 760 mmHg; 3000 m’de 523 ııımHg olur,
beşinci kolon aklimatize olmuş ve olm am ış iki şah ­
15. 000 m de ise 87 m ıııHg’ya iner. Barom etrik ba­
sın hava solurken çeşitli iıtifalardaki yaklaşık alve­
sınçtaki bu düşme, yüksek-iıtifa fizyolojisindeki
oler P 0 2 değerlerini gösteriyor. Deniz düzeyinde
tüm hipoksi problem lerinin temel nedenidir. Çün­
alveoler P 0 2 104 ııımHg; 6000 m de aklim atize o l­
kü barom etrik basıncın düşmesi ile orantılı olarak
m am ış kişide 40 mmHg iken aklim atize kişide 53
oksijen paısiyel basıncı da total barom etrik basın­
mıııHg’dır. Bu iki şahıs arasındaki fark daha sonra
cın % 2 1 ’inden biraz daha az olmak üzere azalır-
tartışacağımız gibi aklimatize kişide ventilasyonun
deniz düzeyinde 159 mmHg iken 15. 000 m de 18
yaklaşık beş kat artmasından ileri gelir.
mmHg olur.
Çeşitli İrtifalarda Hem oglobinin Oksijenle Sa-
türasyonu. Şekil 43-1, çeşitli irtifalarda hava ve ok­
Farklı Yüksekliklerde Alveoler P 0 2
sijen solunumu sırasında arteryel oksijen satüras-
yonunu göstermektedir. Yaklaşık 3000 m yüksekli­
Karbon Dioksit ve Su Buharının A lveoler O k­
ğe kadar, hatta hava solum a sırasında bile arteryel
sijeni Azaltması. Yüksek irtifada da karbon diok­
oksijen satürasyonu en az yüzde doksan gibi yük­
sit sürekli olarak pulmoner kandan alveollere atı­
sek bir değerde kalır, 3000 m üzerinde arteryel ok­
lır. Aynı zamanda solunum yüzeylerinden de ins-
sijen satürasyonu giderek düşer ve şeklin sol tara­
piı asyon havasına katılır. Böylece bu iki gaz alveol-
fındaki eğride görüldüğü gibi 6000 m yükseklikte
leıdeki oksijeni seyrelterek konsantrasyonunu dü­
yüzde 70 olur, daha da yükseklerde çok daha fazla
şürür.
düşer.
Su buharı basıncı, vücut temperatürü normal
kaldıkça, irtifaya bakm aksızın, alveollerde 47
mmHg olarak kalır. Karbon diokside gelince, çok
yüksek irtifaya çıkıldığında, alveoler PCO 2 deniz Çeşitli Yüksekliklerde Saf Oksijen Solu­
düzeyindeki değeri olan 40 m m H gd an daha numunun Alveoler P 0 2 Üzerine Etkisi
aşağıya düşer. İyi aklim atize olm uş bir kişi ventilas-
yonunu beş katı artırarak P C 02'yi 7mm Hg’ya kadar Şahıs hava yerine saf oksijen soluduğu zam an al­
indirir. Çünkü solunum artmıştır. veollerde daha önce çoğu nitrojenin kapladığı
Şim di bu iki gazın basınçlarının alveolar oksi­ alan oksijenle dolar. Böylece 9000 m de uçuş ya­
jen i nasıl etkilediğini görelim. Örneğin, Everest pan havacının alveoler P 0 2 değeri hava solum a-

496
BÖLÜM 43 • Havacılık, Yüksek İrtifa ve Uzay Fizyolojisi 497

TABLO 43 - 1
A kut O larak Düşük Atm osfer Basınçlarına Maruz Kalmanın Alveoler Gaz Konsantrasyonları Ve
Arteryel Oksijen Satürasyonuna E t k ile r i* ___ __
Hava Solunum u Saf Oksijen Solunum u

Arteryel Arteryel
Barom etrik Havada Alveolde Alveolde Oksijen Alveolde Alveolde Oksijen
Basınç P02 PC 02 P 02 Satürasyonu PC 02 P02 Satürasyonu
Yükseklik (m) (mm Hg) (mm Hg) (mm Hg) (mm Hg) (%) (mm Hg) (mm Hg) (%)

0 760 159 40 (40) 104 (104) 97 (97) 40 673 100


3000 523 110 36 (23) 61(77) 90 (92) 40 436 100
6000 349 73 24 (10) 40 (53) 73 (85) 40 262 100
9000 226 47 24(7) 18 30) 24 (38) 40 139 99
12000 141 29 36 58 84
15000 87 18 24 16 15

‘ Parantez içindeki sayılar aklimatize değerlerdir.

daki 18 mmHg yerine 139 mmHg olur (Tablo 43- sıncı ayarlanmamış uçakta hava solunuyorsa çıka­
l 'e bakınız). bilecek yüksekliğin ‘‘tavan”ı 6906 metre, oksijen
Şekil 4 3 -ld e ikinci eğri oksijen solunumu sıra­ sağlayan aperey mükemmel çalıştığı takdirde saf
sında çeşitli yüksekliklerdeki arteryel oksijen satü- oksijen solunumu ile, 14. 100 m olacaktır.
rasyonunu göstermektedir. Satiırasyonun 11. 700
metreye çıkıncaya kadar yüzde 90’ın üzerinde kal­
dığına, sonra hızla düşerek 14. 100 m de yüzde Hipoksinin Akut Etkileri
5 0 ’ye indiğine dikkat ediniz.
Hipoksinin bazı önemli etkileri yaklaşık 3600 m et­
K a lb in Basıncı A ya rla n m ış U çaklarda rede başlayan uyku hali, tembellik, zihin ve kas
yorgunluğu, bazen baş ağrısı, seyrek olarak mide
H ava ya da O k s ije n S o lu n u m u Sırasında
bulantısı, bazen öfori şeklinde ortaya çıkar. Bütün
"T a v a n " Kavram ı bu belirtiler ilerleyerek 4000 m üzerinde kas kasıl­
ması, konvülziyon ve 6900 m üzerinde ise aklim ati­
Şekil 4 3 -ld e k i iki arteryel oksijen satürasyon eğrisi
ze olmamış şahısta komaya kadar gider.
karşılaştırılırsa, havacının oksijen soluduğu zaman
Hipoksinin en önemli etkilerinden biri m ental
hava soluyan kişiye göre çok daha yükseklere çıka­ yeteneklerin ve buna bağlı olarak karar verme, bel­
bileceği görülür. Örneğin, 14,100 m’de oksijen solu­ lek ve ince motor hareketlerin yapılm asının gide­
num unda arteryel satürasyon yüzde 50dir ve bu
rek azalmasıdır. Şöyle ki, aklim atize olm amış bir
6900 m etrede hava solunumu yapıldığındaki oksi­ havacı 4500 metrede 1 saat kalırsa zihni yetenekle­
je n satürasyonuna eşdeğerdir. Buna ek olarak, akli­
ri normalin yaklaşık yüzde 50 kadarına, 18 saat ka­
matize olmamış şahısta arteryel oksijen satürasyo­ lırsa yüzde 2 0 kadarına iner.
nu yüzde 50’ye düşünceye kadar bilinç kaybı olm a­
maktadır. Bu nedenle, lasa bir süre için kabin ba-
Düşük Oksijene Aklimatizasyon

Şahıs günlerce, haftalarca ya da yıllarca yüksek irüfada


kalırsa giderek düşük P 0 2'ye aklimatize olur ve bu dü­
şük oksijen vücutta daha az zararlı etkiye neden olur.
Hipoksinin etkisinde olmadan şahıs daha çok çalışa­
bilir ya da daha yükseklere çıkabilir. Aklimatizasyonu
sağlayan başlıca gelişmeler şöyle sıralanabilir. (1 ) pul-
moner ventilasyon büyük ölçüde artar, (2 ) eritrositler
çoğalır, (3) akciğerlerin difüzyon kapasitesi yükselir,
(4) dokuların vaskiilaritesi artar ve (5) düşük P 0 2’ye
karşın hücrelerin oksijeni kullanma yetenekleri gelişil'.

P ulm oner Ventilasyonun A rtm as ı. Ani olarak


çok düşük P 0 2’ye m aruz kalındığında, kem ore-
sep tö rlerin u yarılm ası alv eoler v en tilasy o n u
m aksim um yüzde 60 oranında artırır. Bu, yüksek
Ş E K İL 43 ■ 1 irtifada ani bir kom pansasyon sağlar. Böylece ki­
Ilava ve saf oksijen solunumu sırasında yüksekliğin arteryel şinin, ventilasyonunun artm adığı durum a göre
oksijen saturasyoııu üzerine etkisi. birkaç yüz m etre daha yükseğe çıkm asın a yar­
498 ÜNİTE V III • Havacılık, Uzay ve Sualtı Fizyolojisi

dım eder. Eğer şahıs çok yüksek irtifada bir kaç Aklim atizasyonda Dolaşım Sistem i-Kapillerite-
gün kalırsa ventilasyon giderek daha da artarak nin Artması. Yüksek irtifaya çıkıldığında kalp de­
ortalam a norm alin beş katı olabilir (norm alin bisi derhal yüzde otuz kadar artar. Fakat bu artış,
yüzde 400 üzerinde). Ventilasyonun giderek bu kanın hematokrit değerinin yükselmesiyle yeniden
kadar artm asının tem el nedeni aşağıda açıklan­ normale döner. Böylece dokulara taşınan oksijen
mıştır. miktarı normal kalır-yani ancak çok yükseğe çıkıl­
Yüksek iıtifaya çıkar çıkm az pulm oner venti- dığında ağır hipoksi gelişir.
lasyonunun yüzde 65 oranında artm ası, çok m ik­ Başka bir dolaşım adaptasyonu da akciğer dışı
tarda C 0 2’nin vücuttan atılm asına neden olur ve dokudaki sistem ik dolaşım kapiller sayısındaki art­
so n u çta vücut sıvılarında P C 0 2 azalırken pH madır. Buna kapilleritenin artm ası denir. Bu, daha
yükselir. Bu değişikliklerin her ikisi de solunum sonraki yaşamlarında yüksekliğe çıkanlardan çok,
m erkezini in lıibe e d e r k i bu da d iişü k P 0 2'nin ka- özellikle yüksek irtifada doğup büyüyen hayvanlar­
rotis ve cıortik g lom u slard a bulu nan perifeı ik so ­ da görülür. Kronik hipoksiye maruz kalan dokular­
lunum kem oresep törlerin i uyaran etkisin e karşıt­ da kapillerite artması özellikle belirgindir. Yüksek
tır. Yüksek irtifaya çıkışı izleyen 2-5 gün içinde bu irtifalarda hipoksiyle birlikte pulmoner hipertansi­
inhibisyon söner ve artık solunum merkezi hi- yonun sağ ventrikülde yarattığı yük, sağ ventrikül
poksiden kaynaklanan kem oreseptör uyarılm a­ kasında kapillariteyi yüzde birkaç kez artırır.
sına tam güçle yanıt verir ve ventilasyon norm a­
lin yaklaşık beş katı artar. İnhibisyondaki sö n m e­
Hücresel A klim atizasyon. 3900-5000 m irtifada
nin ned eninin beyin dokusunda olduğu kadar
yerleşik yaşayan hayvanlarda m itokondriler ve
serebı ospinal sıvıda da bikarbonat iyon konsant­
bazı hücresel oksidatif enzim sistem leri deniz dü­
rasyonunun azalm ası olduğuna inanılmaktadır.
zeyinde yaşayanlarınkine göre artm ış durum da­
Bu değişiklikler solunum m erkezi kem oreseptör
dır. Buna göre aklim atize insanların da bu hay­
nöronlarının çevresindeki sıvıda pH değerini dü­
vanlar gibi deniz düzeyinde yaşayanlara göre ok­
şürür, böylece m erkezin aktivitesi artar (Bu etki­
sijeni daha etkili bir şekilde kullanabildikleri dü­
nin daha ayrıntılı tartışm ası için Bölüm 4 1 ’e b a ­
şünülmektedir.
kınız).

Aklimatizasyon Sırasında Eritrositlerin ve H e­


moglobinin Artması. Bölüm 3 2 ’de bahsedildiği Yüksek İrtifalarda Yaşayan Yerli
gibi, hipoksi eritrositlerin üretim ini artıran en Topluluklarda Doğal Aklimatizasyon
önemli uyarandır. Genelde düşük oksijene tam ak­
limatizasyon geliştiğinde hematoksit normal değe­
And ve Himalayalaıda birçok yerli 3500 m irtifada
ri olan % 40-45’ten ortalam a %60'a, hemoglobin de
yaşamaktadır. Perudaki And dağlarında bir grup
normal 15 g/dl (%15)'den yaklaşık 20 g/dl (%20)’ye
topluluk sürekli olarak 5100 m’de yaşar, 5700 m et­
yükselir. redeki m aden ocaklarında çalışırlar. Bunların bir
Ayrıca, kan hacmi çoğu kez yüzde 20-30 oranın­
çoğu bu irtifada doğmuştur ve öm ür boyu orada
da arttığı için dolaşımdaki hemoglobinin total artı­
kalmışlardır. Aklimatizasyon tüm yönleriyle ele
şı yüzde 50 veya daha fazladır. alındığında bu yerlilerin, alçak bölge halkından
Hemoglobin ve kan hacmindeki bu artışlar yavaş
olup çok iyi aklimatize olan, hatta 1 0 yıldan daha
gelişir, öyle ki ilk iki haftalık süre içinde hemen he­ fazla bir süre yüksek yerlerde oturanlardan daha
men hiç etki görülmez, bir ay kadar sonra yarım,
üstün oldukları görülmektedir. Aklim atizasyon
ancak aylar sonra tam artış ortaya çıkar. yerlilerde çocukluk yaşında başlar. Göğüs çapı
özellikle genişler, geri kalan vücut kısmı ise daha
Aklim atizasyon Sırasında Difüzyon Kapasite­ küçük kalır. Böylece ventilasyon kapasitesi vücut
sinin A rtm as ı. A nım sanacağı gibi pulm oner kitlesine göre daha yüksek bir oranda bulunur. Ay­
m em bıanlardan oksijenin norm al difüzyon kapa­ rıca kalpleri, özellikle sağ kalp alçak irtifada yaşa-
sitesi yaklaşık 21 ml/mmHg/dk’dır ve bu difüzyon yanlarınkine göre önem li ölçüde genişlemiştir. Bu,
kapasitesi egzersizde üç kat artabilir. Difüzyon ka­ kanın çok yüksek pulmoner arter basıncı ile çok
pasitesinde buna benzer bir artış yüksek irtifada geniş bir pulmoner kapiller sistem e pom palanm a­
görülür. Artışın bir bölümü, kapiller alanı ve oksi­ sını sağlar.
jen in kana difüzyon yüzeyini genişleten pulmoner Bu yerlilerde oksijenin kandan dokulara verilm e­
kan hacmindeki büyük artıştan kaynaklanıyor ola­ si de çok kolaylaşmıştır. Şekil 4 3 -2 ’de deniz düze­
bilir. Diğer bölümü ise, alveoler m em branın yüzey yinde yaşayanlarla 4500 m’de yaşayanların hemog-
alanını genişleten akciğer hacmindeki artmanın lobin-oksijen disosiyasyon eğrisi görülmektedir.
sonucudur. Son bölümü ise, pulmoner aı teıyel ba­ Yüksek irtifa yerlilerinde arteryel P 0 2 ancak 40
sınçtaki yükselmeden ileri gelir; bu basınç artışı mmHg’dır. Fakat büyük miktarda hem oglobin taşı­
kanı norm alden daha çok sayıdaki alveoler kapil- dıkları için aıteıyel kanda taşıdıkları total oksijen
lerler içine yöneltir. Kan özellikle normal koşullar­ miktarı, düşük irtifa yerlilerinkinden fazladır. Dik­
da perfüzyonu iyi olmayan akciğerlerin üst b ö ­ kat edilirse, yüksek irtifa yerlilerinde venöz P 0 2,
lümlerine yöneltilir. aşağıda yaşayanların venöz P 0 2’sinden sadece 15
BÖLÜM 43 • Havacılık, Yüksek İrtifa ve Uzay Fizyolojisi 499

Kronik Dağ Hastalığı


Dağda yaşayanlar
CO
C\

r 1
J
OvJ
CD

(4500 m) Çok uzun süre yüksek irtifada kalan şahısta bazen


b 24-
’ (>
Arteryel değerler kronik dağ hastalığı gelişir. Ortaya çıkan belirtiler

s ı
22-
vO
şöyledir: ( 1 ) eritrosit kitlesi ve hem atokrit çok yük­
O" 20- ------
— 18-
selir, (2 ) pulmoner arteryel basınç aklimatizasyon-
Deniz düzeyinde yaşayanlar da görülen normal artışın çok üzerine çıkar, (3) sağ
-2
2 . 16-
b 14- kalp çok genişler, (4) peıifeıik arteryel basınç düş­
c
12- meye başlar, (5) konjestif kalp yetersizliği gelişir, (6 )
Cf)
V
1U- şahıs daha düşük irtifalara nakledilmezse ölüm
O
8- görülür.
12
eti
T i
b- Bu olaylar dizisinin nedeni üç yönlüdür: Birincisi
C
4- eritrosit kitlesi o kadar büyüktür ki kanın viskozite­
2- si birkaç kat artar; bu, ilk aşamada doku kan akımı­
0. nı azaltır ve böylece dokulara oksijen taşınması da
0 20 40 60 80 100 120 140 azalır. İkinci olarak akciğer hipoksisi nedeniyle pul­
Kandaki oksijen basıncı (P02 ) (mm Hg) moner arteriyoller aşırı vazospastik duruma geçer­
ler. Bölüm 38’de açıklandığı gibi bu olay normalde
Ş E K İL 43 - 2 kanın, havalanması iyi olmayan bölgelerden hava­
lanması daha iyi olan oksijenli alveolleıe kaymasına
Yüksek irtifa (üstteki eğıi) ve deniz düzeyinde (aşağıdaki eğri)
yaşayanların kan oksijeıı-disosiyasyon eğrileri, kendi doğal neden olur. Fakat tüm arteriyolleıin daralmış olm a­
ortamlarında ölçülen arteryel ve venöz P02 değerlerini ve oksi­ sı nedeniyle tüm alveoller düşük oksijen düzeyin­
jen içeriklerini gösteriyor. (Oxygen-dissociatioıı curves for dedir. Sonuçta pulmoner arteryel basıncın aşırı
bloods oflıigh-altitude and sea-level residents. PAHO Scientiflc
Pııblication No. 140, Life and Higlı Altitude, 19R6 ’dan). yüklenmesiyle sağ kalp yetersizliği gelişir. Üçüncü
olarak, pulmoner arteıiyollerin spazmı, kanın bü­
yük kısmını alveolleıin bulunmadığı pulm oner da­
marlara yöneltir. Bu ise kanın oksijenlenmediği pul­
moner şaııt akımını artırır ve sonuç daha kötüye gi­
mmHg daha az olduğu görülür. Bu da, yüksek irti- der. Bu kişilerin büyük bölümü daha düşük iıtifaya
faya doğal olarak aklimatize olmuş yerlilerde oksi­ nakledilince günler ya da haftalar içinde iyileşirler.
jen in dokulara transportunun çok etkin biçim de
gelişmiş olduğunu gösterir.
Akut Dağ Hastalığı ve Yüksek İrtifada
Pulmoner Ödem
Yüksek İrtifada İş Kapasitesi:
Akiimatizasyonun Etkisi Hızla yüksek iı tifaya çıkan kişilerin küçük bir yüzde-
si akut olarak hastalanırlar ve eğer oksijen verilmez
Hipoksi, daha önce tartıştığımız gibi m ental dep­ ya da düşük iı tifaya taşınmazlarsa ölebilirler. Hasta­
resyon yanında, tüm kaslarda iş kapasitesini de dü­ lık yükseğe çıktıktan birkaç saat ile 2 gün kadar son­
şürür. Bu kapasite azalması yalnız iskelet kasların­ ra başlar ve hastalıkta sıklıkla iki olay görülür.
da değil, maksimum debisi azalmış olan kalpte b i­
le ortaya çıkar. Genel olarak iş kapasitesi, vücudun 1. Akut Serebral Ödem. Ö dem in , sercb ral dam arların
alabileceği maksimum oksijen miktarının azalm a­ h ip oksin in n eden o ld u ğ u lokal v a z o d ilatasy o n ıın d an
sıyla doğru orantılı olarak düşer. kaynaklandığı san ılm aktad ır. A rteıiyollerin d ilatasy on u
Akiimatizasyonun iş kapasitesindeki önemi ile il­ kapiller basın cı artırarak beyin d o k u ların a sıvı sız m a sın a
gili bir fikir vermek için şu örneği verelim: Bir kişi­ n eden olur. Serebral öd cııı ağır ory an tasy o n b ozuk luğu
ve serebral fonksiyon b o zu k lu ğu n a b ağlı diğer etkilere
nin iş kapasitesi aklimatize olup olmadığına göre
yol açar.
5100 m etrede aşağıdaki gibi değişir. 2. Akut Pulm oner Ödem. Ö d em in n ed en i b a la tam b i­
linm em ekle beraber, şöyle bir açık lam a ileri sü rü lm e k te ­
Yüzde dir: Ağır hipoksi p u lm o n er arteıiy o llerd e kuvvetli vazo-
konstriksiyon yapar. Fakat d a m a r d a ra lm a sı akciğerin
Aklimatize olmadan 50 bazı bölgelerin de öteki b ölgelerin den d a h a fazladır, git­
2 Aylık Aklimatizasyonla 68 tikçe d ah a fazla p u lm o n er kan h en ü z d a ralm a m ış az
3960 m. de yaşayan fakat m iktardaki d am arlara kayar. Akciğerin bu alan ların d a
kapiller b asın cın özellikle artarak lokal ö d e m g e lişm e si­
5100 metrede çalışan yerlilerde 87
ne n eden olduğu ileri sürü lm ek tedir. O lay gittikçe d ah a
genişleyerek akciğerin büyük b ö lü m ü n e yayılır ve ağır
Görüldüğü gibi, doğal olarak aklimatize olmuş p u lm o n er fonksiyon b ozuk luğu ile ö lü m e götürebilir.
yerlilerin yüksek irtifada günlük iş kapasiteleri h e ­ Ş a h sa oksijen so lu n u m u sağ lan ırsa, gen ellikle birkaç s a ­
m en hem en normal kişilerin deniz düzeyindeki ka­ at içinde du ru m u düzelir.
pasiteleriyle aynıdır, fakat düşük irtifa yerlileri çok
iyi aklimatize olsalar bile hiç bir zaman bu sonuca Bazı şahıslar, hipoksiye karşı aşırı pulm oner vas-
ulaşamazlar. küler reaksiyon gösterirler, ıeaktivite norm alin bir­
500 ÜNİTE V III • Havacılık, Uzay ve Sualtı Fizyolojisi

kaç katı olabilir. Bu kişiler akut yüksek-irtifa pul- mHg’dır. Vücudun aşağı bölümlerindeki damarlarda
m oner ödemine özellikle yatkındırlar. basınç yükselirken damarları pasif olarak genişler
ve vücudun yukarı bölümlerindeki kanın büyük kıs­
mı aşağı bölgelerdeki damarlara kayar. Kalp, kendi­
ne dönen kan olmayınca pompa görevini yapama­
HAVACILIK VE UZAY yacağı için büyük miktardaki kan vücudun aşağı
bölümlerinde göllenir, kalp debisi düşer.
FİZYOLOJİSİNDE AKSELERASYON
Şekii 43-3, oturan bir şahsa aniden +3,3 G’lik akse­
KUVVETLERİNİN VÜCUDA ETKİLERİ lerasyon kuvveti uygulandığı zaman sistolik ve di-
yastolik basınçlarda meydana gelen değişmeleri
Uçaklarda ve uzay gemilerinde hareketin hız ve
gösteriyor. Her iki basıncın da ilk birkaç saniyede 22
yönünün ani değişmeleri nedeniyle uçuş sırasında
mmHg'nın altına düştüğüne, sonraki 10-15 saniye
çeşitli tipte akseleıasyon (ivme) kuvvetleri vücudu
içinde sistolik basıncık yaklaşık 55 mmHg, diyastolik
etkiler. Uçuşun başında basit doğrusal bir akseleras-
basıncın da 20 mmHg olduğuna dikkat ediniz. Bu
yon gelişir. Uçuşun sonunda da deselerasyon; ve ara­
sekonder iyileşme başlıca baroreseptörlerle sağlanır.
cın her dönüşünde sentrifügal akseleıasyon görülür.
Akselerasyon 4 ila 6 G’den daha büyük olursa bir­
kaç saniye içinde göz kararması, kısa bir süre sonra
da bilinç kaybı yapar. Eğer bu büyük akselerasyon
Sentrifügal Akselerasyon Kuvvetleri devam edecek olursa şahıs ölür.

U çak dönüş yaptığı zam an gelişen sentrifügal ak­ Vertebra Üzerine Etkiler. Çok yüksek akseleras­
selerasyon kuvveti aşağıdaki eşitlikten hesap la­ yon kuvvetleri bir saniyeden daha kısa bir süre için
nabilir. bile uygulansa vertebrada kırık yapabilir. Orta ya­
pıda bir insanın oturur durumda, vertebra kırığı ol­
mv 2
f = -------- madan dayanabileceği pozitif akselerasyon yakla­
r ’ şık 20 G'dir.

Burada f sentrifügal akselerasyon kuvveti, m cis­ N eg a tif G. Negatif G’nin vücuttaki etkileri daha az
min kitlesi, v uçuş hızı, r dönüş kavsinin yarı çap ı­ dramatik olmakla beraber, sürekli uygulandığında
nı gösterir. Bu formülden anlaşıldığı gibi hız arttı­ pozitif G’den çok daha zararlı olur. Havacı uçağa bir
kça sentrifügal akselerasyon kuvveti hızın karesiy­ kavis çizdirirken gelişen -4 ila -5G’Iik negatif akse­
le orantılı olarak artar. Yine akselerasyon kuvveti­ lerasyon kuvvetleri baş bölgesinde ani yoğun bir
nin dönüşün keskinliği ile doğru orantılı olacağı da hipeıem iden başka bir etki yapmaz. Fakat bazen
açıktır (yarı çap küçüldükçe). beyin ödemi sonucu 15-20 dakika süren psişik b o ­
zukluklar görülür.
A kseleratö r Kuvvetinin Ölçülmesi-"G". Şahıs Negatif G kuvvetleri bazen o kadar büyük olur ki,
otururken, onu oturduğu yere doğru iten kuvvet kan büyük bir kuvvetle başa santrifüje olur ve beyin
yerçekiminden doğar ve ağırlığına eşittir. Bu kuv­ kan basıncı 300-400 mmHg’ya yükselir ve bazen ba­
vetin şiddetine, yerçekimine eşit olduğu için +1G şın yüzeyindeki ve beyindeki küçük kan damarların­
deriz. Eğer bir dalıştan sonra yükselirken koltuğa da yırtılmalar meydana gelir. Bununla beraber kran-
doğru iten kuvvet, kişinin ağırlığının beş katı olur­ yum içindeki damarlar, aşağıda açıklanan nedenler­
sa, koltuğa uygulanan kuvvet +5 G'dir. le yırtılmaya daha az yatkındır; kan kraniyal damar-
Eğer uçak dışa doğru bir kavis çizerken uçuş ke­
meriyle yerinde tutuluyorsa, vücuduna negatif G
uygulanır; eğer kemerine zıt yönde ve ağırlığına
eşit bir kuvvetin etkisinde ise, bu negatif kuvvet -
1G’dir.

Sentrifügal Akselerasyon Kuvvetinin (Pozitif G)


Vücuda Etkileri
İE 50 -
m-—-
Dolaşım Sistem ine Etkileri. Sentrifügal akseleras­ c n
< u t -------i------- 1------- 1------ 1------- 1------ 1-----
yon kuvvetinin en önemli etkisi dolaşım sistemi 0 5 10 15 20 25 30
üzerinde ortaya çıkar. Çünkü hareket kabiliyeti G kuvvetinin başlangıcından semptomların
olan kan, sentrifügal kuvvetlerin etkisinde yer gelişimine kadar geçen süre
değiştirebilir. (saniye)
Bir havacı pozitif G’ye maruz kalırsa, kan vücudu­
Ş E K İL 43 - 3
nun aşağı kısımlarına doğru santrifüje olur. Santri­
füj kuvveti +5G olduğu zaman hidrostatik basınç +3.3 G değerinde bir ivmeye ani maruz kalına ve akselerasyonıın
devamı sırasında arteryel sistolik ve diyastolik basınç değişiklik­
normalin beş katına çıkar ya da 450 mmHg olur; leri. (Martin ve Henry’dcn modifiye edilmiştir.; J. Aviatioıı Med.,
oturur durumda bile bu basınç hemen hemen 300 22:382, 1951).
BÖLÜM 43 • Havacılık, Yüksek İrtifa ve Uzay Fizyolojisi 501

lara doğru santrifüje olurken, serebrospinal sıvı da 1 0 -ı


başa doğru santrifüje edilerek çok artmış olan sıvı
basıncıyla beynin etrafında bir yastık gibi destek
sağlar ve böylece damarların yırtılmasını önler.
Gözler kranyumla korunmadığı için güçlü nega­
tif G sırasında gözlerde hiperemi görülür. Sonuç
olarak gözlerde "kırmızı" görme alanı ile karakteri-
ze geçici körlük (ıedout) olur.

Vücudun Sentrifügal Akselerasyon K uvvetle­


rinden Korunması. Havacıları pozitif G sırasında
oluşan dolaşım kollapsına karşı korumak üzere öz­
gül işlem ler ve apereyler geliştirilmiştir. İlk olarak, .^Birinci _ ı __ İkinci _ Uzay
havacı karın kaslarını ileri derecede sıkıştırır ve öne ateşlenmel * ateşleme gemisi
doğru eğilerek karnına baskı yaparsa, kanının karın
bölgesindeki geniş damarlarda göllenmesini önle­ Dakika
yerek göz kararmasının ortaya çıkmasını geciktire­
bilir. Ayrıca özel olarak hazırlanan “anti-G ” elbise­ Ş E K İL 43 - 4
leri kanın karın alt bölgesinde ve bacaklarda göl­ Uzay aracının kalkışı sırasında akselerasyon kuvvetleri.
lenm esini önler. En basit yöntem G artarken basınç
torbalarını şişirerek karın ve bacaklara pozitif bası­
nç uygulamaktır. Teorik olarak tank içinde ya da su
dolu elbise içinde bulunan pilotun çok yüksek de­ venle deselerasyon sağlarken, 100 M ach’lık bir hız­
recede pozitif ve negatif akselerasyona dayanması da (gezegenler arası uzay uçuşlarında) güvenli bir
mümkündür. Çünkü su içinde gelişerek vücuda ba­ deselerasyon için 1 0 . 0 0 0 millik bir m esafe gerekir.
sınç yapan kuvvetin sentrifügal akselerasyon sıra­ Bu farkın nedeni deselerasyon sırasında açığa çı­
sında vücuda etkili kuvvetlerle tam bir denge ha­ kan total enerjinin hızın karesi ile orantılı olması ve
linde olması beklenir. Bununla beraber akciğerler­ güvenlik mesafesini tek başına 1 0 . 0 0 0 kat artırm a­
deki hava yine de kalp ve akciğer dokularının yer sıdır. Buna ek olarak insan, uzun süren deseleıas-
değiştirmesine izin verir ve su içinde olmasına kar­ yona, eğer deselerasyon periyodu uzun ise, kısa sü­
şın diyafıagmada ciddi anormal durumlar gelişebi­ reliye göre daha iyi dayanabilir. Bu nedenle yüksek
lir. Böylece bütün bu işlem ler uygulansa bile gü­ hızın deselerasyonu, düşük hıza göre daha yavaş
venlik sınırı hala 10 G'den daha az bir değerde kal­ tamamlanmalıdır.
maktadır.
Paraşütle A tlam a d a D eselerasyon K u v v e tle ­
ri. Bir havacı uçaktan paraşütle atladığı zam an,
Doğrusal Akselerasyon Kuvvetlerinin başlangıçta düşüş hızı saniyede 0 m etredir. Fakat
Vücuda Etkileri yerçekim inin akselerasyon kuvvetiyle birin ci sa­
niyede düşme hızı 9. 6 m/sn (hava direnci yok­
Uzay Yolculuğunda Akselerasyon Kuvvetleri. sa), ikinci saniyede 19. 2 m/sn olm ak üzere gide­
Uçaklardan farklı olarak uzay araçları ani dönüşler rek artar. Düşüş hızı arttıkça düşüşü yavaşlatan
yapamazlar. Bu nedenle, uzay aracı anormal dö­ hava direnci de artar. Sonunda hava direncinin
nüşler yapmadıkça sentrifügal akselerasyon kuv­ deselerasyon gücü, yerçekim inin akselerasyon
vetleri önemsiz kalır. Diğer yandan, uzaya fırlatma gücü ile tam denge haline gelir. Yaklaşık 12 sa n i­
sırasında akselerasyon, iniş sırasında da deseleras- ye sonra (yeryüzüne yakın, hava yoğunluğunu en
yon çok önemli doğrusal (lineer) tip akselerasyon büyük olduğu yerde) ve 420 m’de şahıs 109-119
yaratır. mil/saat (52 m/sn) term inal hızla düşüyor ola­
Şekil 43-4 üç aşam alı bir uzay aracının fırlatıl­ caktır.
m ası sırasında gelişen tipik akselerasyon gra­ Eğer paraşütçü paraşüt açılm adan term inal hıza
fiğini gösteriyor. Birinci ateşlem e 9 G kadar, İkin­ ulaşırsa "açılma şoku yükü” denen, yaklaşık 600 kg.
cisi 8 G kadar akselerasyon yaratır. Ayakta dik p o ­ lık bir kuvvet paraşüte uygulanmış olur.
zisyonda insan vücudu bu kadar akselerasyona Normal büyüklükte bir paraşüt, paraşütçünün
dayanm az, fakat yarı yatar durumda, ak seleras­ düşüşünü term inal hızın yaklaşık 1/9 değerine
yon eksen in e tıansvers pozisy on d a iken, aksele­ düşürür. Başka bir deyişle yere iniş hızı 6 m/san
rasyon güçlerinin daha birçok dakika devam e t­ olur, ve yere çarpm a hızı paraşütsüz inişin 1 /8 l 'i
m esin e karşın kolaylıkla dayanabilir. Bu nedenle kadardır. Bu durumda bile eğer paraşütçü iniş iç­
astronotlar için yatar koltukların kullanıldığını in özel bir eğitim alm am ışsa çarpm a kuvveti vü­
görüyoruz. cutta önem li hasar yapmaya yeterli olacaktır. G e­
Uzay aracının yeniden atmosfere girdiği desele- rçekte yere çarpm a hızı 2 m etrelik bir yükseklik­
rasyon sırasında da problemler görülür. Şahıs uzay ten düşme sırasında gelişen kuvvete eşittir. Eğer
yolculuğunda 1 M ach (ses hızı ve hızlı uçakların h ı­ paraşütçü ö n ced en uyarılm am ışsa, ayaklarını
zı) hızla yol alıyorsa 0 , 1 2 millik bir mesafede gü- bükm eden yere çarparken vücudun iskelet ekseni
502 ÜNİTE V III • Havacılık, Uzay ve Sualtı Fizyolojisi

boyunca gelişen büyük akselerasyon kuvvetleri mez, çünkü nerede olursa olsun yerçekimi hala
pelvis, vertebra ya da bacaklarda kırıklara neden aktiftir. Ancak yerçekimi hem uzay aracı hem de
olur. Bundan dolayı eğitimli paraşütçüler dizleri­ kişi üzerinde etki eden yörüngenin sentrifügal gü­
ni bükerek, kasları gerilmiş durumda çarpm a şo ­ cü ile dengededir. Böylece, hem uzay aracı hem de
kunu karşılar. içindeki şahıs aynı akselerasyon gücü ile aynı
yönde çekilmektedir. Bu nedenle şahıs uzay aracı­
nın herhangi bir duvarına doğru çekilmez.

KAPALI UZAY ARACINDA “YAPAY Ağırlıksızlığın Fizyolojik Problemleri. Ağırlıksız­


lığın fizyolojik problemleri kanıtlanmamıştır. Prob­
İKLİM ”
lemlerin çoğu ağıısızlığın üç etkisiyle ilişkili görül­
mektedir; ( 1 ) yolculuğun ilk birkaç gününde hareket
Dış uzayda atmosfer bulunmadığından, uzay aracın­
hastalığı, (2 ) hidrostatik basınç yaratan yerçekiminin
da atmosfer ve iklim koşulları yapay olarak sağlan­
eksikliğinde sıvıların yer değiştirmesi, (3) yerçekimi­
malıdır. En önemlisi, boğulmayı önlemek için oksi­
ne karşı koyan kas kontraksiyonlarının eksikliği ne­
jen konsantrasyonu yeteri kadar yüksek ve karbon
deniyle fiziksel aktivitenin azalması.
dioksid konsantrasyonu yeteri kadar düşük olmalı­
Uzay yolculuğunun ilk 2 ile 5 gününde astronot­
dır. Daha önceleri bazı uzay kuruluşlarında kapsül
ların yüzde 50 kadarında, bulantı, bazen kusma ile
260 mmHg basıncında saf oksijen doldurularak kul­
seyreden hareket hastalığı görülür. Bu, belki de alı­
lanılmıştı. Fakat uzay mekiklerinde total basıncı 760
şılmıştan farklı hareket sinyallerinin beynin denge
mmHg olan ve yaklaşık normal hava gibi oksijenin
merkezlerine ulaşması, fakat yer çekimi ile ilgili
dört katı nitrojenden oluşan gaz karışımları kullanıl­
sinyallerin olmayışı ile ortaya çıkar.
dı. Karışımda nitrojenin bulunması yangın ve patla­
Uzun süre uzayda kalmanın gözlenen etkileri
ma olasılığını büyük ölçüde azaltır. Nitrojen aynı za­
şöyle sıralanabilir; (1 ) kan hacm inin azalması, (2 )
manda, akciğerde lokal atelektazi odaklarının geliş­
eritrosit kitlesinde azalma, (3) kas gücü ve çalışma
mesini de engeller. Oysa saf oksijen solumada, oksi­
kapasitesinde azalma, ( 4) maksimum kalp debisi­
jenin çabuk absoıbe olmasıyla küçük bronşiyoller
nin azalması, (5) kemik kitlesinin ve kemiklerden
müköz tıkaçlarla geçici olarak bloke olmaktadır.
kalsiyum ve fosfatın kaybı. Bu etkilerin büyük bölü­
Birkaç aydan fazla süren uzay uçuşları için yeter­
mü uzun bir süre yatakta kalan hastalarda da görü­
li miktarda oksijen ile karbon dioksidi absoıbe ede­
lür. Bu nedenle uzun süreli uzay laboıatuvar prog­
cek maddeleri taşımak pratik değildir. Bu nedenle
ramlarında geniş egzersiz programları uygulanmaya
“tekrar kullanımı” sağlayan tekniklerin kullanımı
başlandı. Yukarıda sıralanan etkilerin çoğu bu prog­
uygun görülmüştür. Tekrar kullanma işlemlerinden
ramla büyük ölçüde azalırken kemik kaybı önlene­
bazıları saf fiziksel işlemlerdir; oksijen serbestle­
medi. Daha önceki uzay laboratuvar çalışmalarında
mek için damıtma ve suyun elektrolizi gibi. Diğer
egzersiz programları fazla ağır değildi, astronotların
yöntemler, büyük klorofil depoları nedeniyle yo­
dünyaya döndükten sonraki ilk birkaç gün çalışma
sunlan kullanarak fotosentez yoluyla besin m ad­
kapasiteleri ağır şekilde azalmış bulunuyordu. Aynı
desi oluşturarak, aynı zamanda karbon dioksitten
zamanda kan hacm inin azalmış olması ve belki ar­
oksijen elde etmek gibi biyolojik metodlara daya­
teryel basınç kontrol mekanizmalarının azalmış ya-
nır. Tekrar kullanım için tam am en pratik bir siste­
nıdarı nedeniyle, ilk birkaç gün ayakta durma sıra­
me henüz ulaşılamamıştır.
sında bayılma eğilimi (bu hala belli oranda devam
eden bir belirtidir) görülüyordu.
Astronot uzay ortamına girdikten sonraki ilk bir­
UZAYDA AĞIRLIKSIZLIK kaç gün ya da haftada maksimuma çıkan ağırlıksız­
lık etkileri, biri dışında, daha sonra artış göstermez
Bir gezegenin etrafındaki yörüngede ya da fırlatıl­ kemik kaybı aylar boyu devam eder, bu belki kemik
mam ış bir uzay aracında bulunan insan, ağırlık­ depolanmasını stimiile etmek için fazladan yerçeki­
sızlık duyusunu hisseder. Bu, şahsın aracın tabanı­ mi stresine gereksinimden ileri gelmektedir. Bu n e­
na, yanlarına ya da tavanına çekilmeyip aracın iç­ denle uygun egzersiz programları ile ağırlıksızlığın
inde basitçe yüzmesi demektir. Bu olay şahsa etki­ fizyolojik problemleri uzun uzay yolculuklarında bi­
li yerçekimi kuvvetlerinin eksikliğinden ileri gel­ le ciddi problem olmaktan çıkacaktır.

REFERANSLAR

C oleridge H M , Coleridge JC G : Pulmonary re­ and contractility in ectotherm ic vertebrate current con cep ts. Annu R ev M ed 4 7 :2 6 7 ,
flexes: neural m echanism s o f pulmonary hearts: hypoxia, acidosis, and low tempera­ 1996.
d efense. Annu Rev Physiol 5 6 :6 9 , ture. Physiol R ev 7 4 :2 2 1 , 1994. Hultgren H: High A ltitude M ed icin e. San
1994. Honig A : Salt and w ater m etabolism in acute F ran cisco : Hultgren, 1997.
D antzler W H : Handbook o f Physiology, See. high-aliiiude hypoxia: role o f peripheral ar­ Hultgren HN: High altitude pulm onary edema:
13 C om parative Physiology. New York: terial chem oreceptors. News Physiol Sci h em odynam ic aspects. Int J Sports Med
O xford U niversity Press. 1997. 4 :1 0 9 , 1989. 1 8 :20, 1997.
D riedzic W R , G esser H: Energy m etabolism Hultgren HN: H igh-altitude pulmonary' edema: M onge C, L cö n -V ela rd e F : P h ysiological ad­
BÖLÜM 43 • Havacılık, Yüksek İrtifa ve Uzay Fizyolojisi 503

aptation to high altitude: oxygen transport crit ratio on survival o f unacclim atized dogs W est J B : Human physiology at extrem e alti­
in m ammals and birds. Physiol R ev at simulated high altitude. Am J Physiol tude on M ount Everest. S c ien c e 2 2 3 :7 8 4 ,
7 1 :1 1 3 5 , 1991. 2 0 5 :1 1 7 2 , 1963. 1 9 84.
Ozawa T , Tatsum i K , Hori T : B io d efcn sc Sm ith E E , Crow ell JW : R o le o f the hem atocrit W est J B : C lim bing M ount Everest without
M echanism s A gainst Environm ental Stress. in altitude acclim atization. A erospace M ed oxygen. News Physiol S c i 1:25, 1986.
H eidelberg: S p rin ger-V erlag, 1998. 3 8 :3 9 , 1966. W est J B : M an in space. N ew s Physiol S ci
R yles M T , Pilm anis A A : T h e initial signs and Staub NC: Pulmonary intravascular m acro­ 1 :1 9 8 . 1986.
sym ptom s o f altitude decom pression sick ­ phages. Annu R e v Physiol 5 6 :4 7 , 1994. W est J B : High L ife — A History' o f H igh-A lti-
ness. A viat S p a ce Environ M ed 6 7 :9 8 3 , Sutton JR , Jo n es N L, Griffith L , Pugh C E: tude Physiology and M ed icine. Bethesda,
1996. Exercise at altitude. Annu R ev Physiol M D : A m erican Ph y siolog ical S o c iety , 1998.
Sartori C , Tru eb L , Sch errer U : H igh-altitude 4 5 :4 2 7 , 1983. Y u B P : C ellular defenses against dam age from
pulm onary edem a: m echanism s and m an­ Travis J : Brains in space. S c i News 1 4 9 :2 8 , reactive oxygen species. Physiol Rev
agement. C ardiología 4 2 :5 5 9 , 1997. 1996. 7 4 :1 3 9 , 1994.
Sm ith E E , C row ell J\V: Influence o f hem ato­
Sualtı Dalış Fizyolojisi ve Diğer
Hiperbarik Koşullar

İnsanlar deniz dibine daldığında çevrelerindeki bunların herbiri yüksek basınçlarda zaman zaman
basınç çok artar. AJkciğerleıin kollabe olmaması ciddi fizyolojik etkilere neden olabilirler.
için, hava da yüksek basınç altında verilmelidir. Bu
da akciğerlerdeki kanı çok yüksek alveoler gaz bar Yüksek N itrojen Basıncında N itrojen N arkozu.
sinema maruz bırakır; bu duruma hiperbarizm de­ Havanın yaklaşık beşte dördü nitrojendir. Deniz
nir. Belirli sınırların dışında, bu yüksek basınçlar düzeyindeki basınçta nitrojenin vücut fonksiyon­
vücut fizyolojisinde çok önemli değişikliklere n e­ ları üzerine bilinen bir etkisi yoktur, fakat yüksek
den olabilir. basınçlarda çeşitli derecelerde narkoza yol açab i­
lir. Dalgıç deniz dibinde bir saat veya daha fazla
Deniz Derinliğinin Basınçla İlişkisi. 1 0 m derin­ kalır ve basınçlı hava solursa hafif narkozun ilk b e ­
likteki bir deniz suyu sütunu, tabanına yeıyüzün- lirtisinin görüldüğü derinlik yaklaşık 40 metredir;
deki atm osfer kadar bir basınç uygular. O halde ok­ bu düzeyde neşe belirtileri gösterm eye ve ilgisinin
yanusun 1 0 m altındaki bir insan, bir atmosferi su çoğunu kaybetmeye başlar. 50-60 m etrede uyu­
yüzeyindeki havanın, ikinci atmosferi de suyun şukluk olur. 66-80 m etrede gücü önem li ölçüde
kendi ağırlığından olmak üzere 2 atm osfeılik ba­ azalır ve sıklıkla gerek duyduğu işi yapmakta çok
sınca rnaruz kalır. Yirmi metrede basınç 3 atm os­ beceriksizdir. 80 m etreden daha derinde (8 . 5 at­
ferdir ve Şekil 4 4-1’deki tabloya uygun olarak bu ar­ mosfer basıncı) uzun süre kalırsa nitrojen narko­
tış devam eder. zunun bir sonucu olarak genelde dalgıç iş yapa­
maz hale gelir.
Derinliğin Gazların Hacmi Üzerine Etkisi-Boy- Nitrojen narkozu alkol zehirlenm esine benzer
le Yasası. Derinliğin diğer bir önem li etkisi de gaz­ karekteristiklere sahiptir ve bu nedenle sıklıkla “de­
ların gittikçe daha küçük hacim lere sıkıştırılması­ rinlik sarhoşluğu” olarak tanımlanır.
dır. Şekil 4 4 -1 ’in alt kısmı, deniz düzeyinde 1 litre Narkotik etkin in m ekan izm asın ın tüm gaz
hava içeren çan şeklinde bir kabı göstermektedir. anestetiklerdeki ile aynı olduğuna inanılmaktadır.
Basıncın 2 atm osfer olduğu deniz altındaki 10 Yani, n itrojen vücut yağında serb estçe erir ve
nı'de hacim sadece yarım litreye sıkıştırılmış ve 8 diğer bir çok anestetik gazlar gibi, nöronların
atmosferde (70 m) 1/8 litreye sıkıştırılmıştır. Böy- mem branlarındaki yağlı m addelerde de erir ve f i ­
lece sıkıştırılmış belli bir miktardaki gazın hacmi ziksel etkisi ile m em branlardan iyonik iletkenliği
basınçla ters orantılıdır. Böyle yasası denilen bu fi­ değiştirerek nöronal uyarılmayı azaltır.
ziksel prensip dalışlarda çok önemlidir. Çünkü ar­
tan basınç akciğerler de dahil vücudun hava boş­
luklarını kollabe edebilir ve sıklıkla ciddi harabiye-
te neden olur. Yüksek Basınçlarda Oksijen Toksisitesi
Bu bölümde bir çok kez geçen gerçek hacim ile
Aşırı Yüksek PC Vnin Kanda Oksijen Taşınma­
deniz düzeyindeki h acm i birbirinden ayırmak ge­
sı Üzerine Etkisi. Kanda P 0 2 100 m m H g'nın üze­
rekir. Örneğin, 90 m derinlikteki 1 litrelik bir gerçek
rine çıktığı zam an plazm ada erim iş halde bulu­
hacim den bahsedersek; bu deniz düzeyinde 1 0 lit­
nan oksijen m iktarı önem li oranda artar. Bu alve­
re hacmindeki hava ile aynı miktardadır.
oler P 0 2’nin 3000 m m H g’yı aşm ası dışında,
Bölüm 4 0 ’ta gösterilen oksijen hem oglobin disso-
siyasyoıı eğrisinin aynısı Şekil 4 4 -2 ’de gösteril­
mektedir. Ayrıca her P 0 2 düzeyinde plazm ada eri­
GAZLARIN YÜKSEK PARSIYEL BA­ miş oksijen hacm i de tanım lanm ıştır. Görüldüğü
SINÇLARININ VÜCUTTAKİ ETKİLERİ gibi, alveoler PCVnin norm al sınırları içinde eri­
miş oksijen kandaki total oksijene göre hem en h e ­
Ilava soluyan bir dalgıcın normal olarak maruz kal­ men yok gibidir, fakat basınç giderek binlerce m i­
dığı gazlar nitrojen, oksijen ve karbon dioksittir ve limetre cıvaya yükseldiğinde total oksijenin büyük

504
BÖLÜM 44 • Sualtı Dalış Fizyolojisi ve Diğer Hiperbarik Koşullar 505

da P 0 2 hala yaklaşık 1 2 0 0 mmHg’dır; bu, oksijenin


Derinlik (m) Atmosfer normal değeri olan 40 mmHg yerine son derece
Deniz düzeyi 1 yüksek basınçta dokulara verildiği anlam ına gelir.
10 2 Böylece bir kere P 0 2 kritik düzeyin üzerine yüksel­
20 3 diğinde hemoglobin oksijen tam pon m ekanizm ası
100 4
40 5 (Bölüm 60’ta tartışılmıştır) doku P 0 2'sini artık n or­
50 6 mal güvenlik sınırları olan 20 ila 60 mmHg arasın­
60 7 da tutma yeteneğini gösteremez.
90 10
120 13
150 16 A kut Oksijen Zehirlenmesi. Çok yüksek alveoler
oksijen basıncında oksijen solunduğunda oluşan
j Sl. aşırı derecede yüksek doku P 0 2’nın vücudun bir
çok dokusuna zararlı olabileceği kolayca anlaşıla­
1 Litre bilir. Bu özellikle beyin dokusu için doğrudur. Ger­
Deniz yüzeyi
çekten, 4 atmosfer basıncında oksijene (P 0 2=3040
j Sl mmHg) rnaruz kalan birçok insanda 30 dk sonra
1/2 Litre 10 m konvülziyonlar ve onu izleyen koma görülür. Kon-
vülziyonlar çok defa bir ön işaret verm eden birden
bire gelişir ve deniz altındaki dalgıçlarda ölüme n e­
den olur.
Akut oksijen zehirlenmesinde karşılaşılan diğer
belirtiler m ide bulantısı, kas kram pları, baş d ö n m e­
si, görm e bozukluğu, irritabilité ve oryantasyon b o ­
V4 Litre
zukluğunu içermektedir.
30 m
Egzersiz oksijen toksisitesine karşı dalgıcın du­
yarlığını daha çok artırır ve istirahat halinde olan
şahıstakine nazaran sem ptom ların daha erken ve
çok daha şiddetli olarak ortaya çıkm asına neden
olur.

Sinir Sistemi Oksijen Toksisitesinin Nedeni Olarak


Aşırı Intraselüler Oksidasyon - "O kside Edici Ser­
best Radikaller". Molekiiler oksijenin (O2) diğer kim-

30
j Cl
1/8 Litre 70 m

25-

Ş E K İL 44 - 1
20-
Deniz derinliğinin basınç (üstteki tablo) ve gaz hacimleri (altta)
üzerine etkisi.

15- Kanda total O 2


—Hemoglobinle Oksijen
bir kışımı hem oglobine bağlanmak yerine erimiş zehirlenmesi
birleşik
olarak bulunur. Plazmada erimiş
10-
------Normal alveoler
Yüksek A lveoler P02'nin Doku P 0 2'si Üzerine oksijen basıncı
Etkisi. Akciğerlerde P 0 2’nin yaklaşık 3000 mmHg
(4 atm osfer basıncı) olduğunu farzedelim. Şekil 44- 5-
2'ye bakıldığında A noktasında gösterildiği gibi her
1 0 0 mİ kandaki total oksijen miktarının yaklaşık

yüzde 29 hacimde yüzde 20 ’lik hacim hem oglobin­


le bağlanmış ve yüzde 9 hacim de plazmada erimiş 760 1520 2280 3040
olduğu anlaşılır. Bu kan doku kapillerleıinden ge­ Akciğerlerde oksijen parsiyel basıncı (mm Hg)
çerken dokular her 100 mİ kandan yaklaşık 5 mİ
alarak norm al oksijen miktarını kullanır ve doku Ş E K İL 44 - 2
kapillerlerini terk eden kanda oksijen miktarı hala, Çok yüksek PCVlerde plazmada erimiş durumda bulunan ve
yüzde 24 hacimdedir (şekilde B noktası). Bu nokta- hemoglobinle birleşmiş olan oksijen miktarı.
506 ÜNİTE V III • Havacılık, Uzay ve Sualtı Dalış Fizyolojisi

yasal bileşikleri oksitleme yeteneği çok azdır. Bunun karbon dioksit sıklıkla aygıtın ölü hava boşlukların­
yerine önce oksijenin bir "aktif” forma çevrilmesi ge­ da birikir ve dalgıç tarafından tekrar solunur. Alve­
rekir. Birçok aktif oksijen formu vardır; bunlara ser­ oler karbon dioksit basıncı (PC 02) yaklaşık (80
best oksijen radikalleri denir. Bunların en önemlile­ mmHg’ya, yani normal alveollerdekinin iki katına
rinden biri süpeıoksid serbest radikali (0 2-), diğeri de çıkıncaya kadar dalgıç bu birikimi kısm en veya ta­
hidrojen peıoksid formundaki peroksid radikalidir. m am en toleıe eder. Solunum dakika hacm i, artan
Doku P 0 2’si 40 mmHg normal değerinde bulunduğu karbon dioksidi kompanse etmek için maksimum
zaman büe erimiş moleküler oksijenden sürekli ola­ 8 - 1 1 kat kadar artar. 80 mm Hg seviyesinin üzerin­
rak az miktarda okside edici serbest radikaller oluşur. de durum dayanılmaz olur ve sonunda solunum
Bununla beraber, dokular bu serbest radikalleri hızla merkezi P C 0 2’nin negatif m etabolik etkisinden do­
uzaklaştıran, özellikle peıoksidaz, katalaz ve siıpe- layı uyarılma yerine depresyona uğrar. Dalgıcın s o ­
roksid dismutazı da içeren çeşitli enzimler taşırlar. Bu lunumunda kompansasyon yerine azalma başlar.
nedenle hemoglobin-oksijen tampon mekanizması Bunu ek olarak, Bölüm 4 2 ’de tartışıldığı gibi, dal­
uygun fonksiyon yapüğı ve normal doku P 0 2’sini de­ gıçta gelişen şiddetli soluııumsal asidoz, faiklı de­
vam ettndiği sürece okside edici serbest radikaller recelerde uyuşukluk, narkoz ve sonuçta anestezi
öyle hızlı uzaklaştırılırlar ki, dokularda ya çok az etki­ meydana getirir.
li olurlar ya da hiç etkili olmazlar.
Öte yandan, kritik alveolar P 0 2 değerinin üzerinde
(yaklaşık 2 atmosfer P 0 2 üzerinde), hemoglobin ok­ Yüksek Basınca Maruz Kalan Dalgıcın
sijen tampon mekanizması yetersiz kalır ve o zaman Dekompresyonu
doku P02’si yüzlerce ya da binlerce milimetre cıvaya
yükselebilir. Sonuç olarak çok miktardaki okside edi­ Kişi uzun bir süre yüksek basınç altında solursa vü­
ci serbest radikaller karşısında, onları uzaklaştıracak cut sıvılarında eriyen nitrojen miktarı çoğalır. Bu­
enzim sistemleri yetersiz kalarak hücrelerde ciddi nun nedeni şöyle açıklanabilir: Pulmoner kapilleı-
hasar ve hatta öldürücü etkiler gösterirler. Bu temel leıden akan kan, aynı solunan hava karışımındaki
etkilerden biri hücrelerin bir çok membranöz yapıla­ kadar yüksek basınca kadar nitrojenle satüre olur.
rının esas bileşenleri olan doymamış yağ asitlerini Saatler sonra vücudun tüm dokularına, onları eri­
okside etmek, öteki de bazı hücresel enzimleri oksi­ miş nitrojenle satüre etmeye yetecek kadar nitro­
de etmekle hücrenin metabolik sistemlerini ağır şe­ jen taşınır. Nitrojen vücutta m etabolize edilm e­
kilde haıaplamaktır. Sinir dokusu yüksek lipid içe­ diğinden akciğerlerdeki nitrojen basıncı azalıncaya
riğinden dolayı özellikle duyarlıdır. Bu nedenle, akut kadar erimiş durumda kalır. Bu arada nitrojen ters
oksijen toksisitesinin akut öldürücü etkilerinin çoğu yöndeki solunum süreciyle atılır, fakat bu atılım sa ­
beynin fonksiyon bozukluğu ile ilgilidir. atler sürer ve “dekompresyon hastalığı” denilen
birçok problemin kaynağını oluşturur.
Akciğer Yetmezliğine Neden Olan Kronik Oksijen
Zehirlenmesi. İnsan, yukarıda belirtilen sinir siste­ Çeşitli Derinliklerde Vücut Sıvılarında Eriyen
mi akut oksijen toksisitesi gelişmeden, ancak 1 at­ Nitrojen Hacmi. Deniz düzeyinde, tüm vücutta
mosfer oksijen basıncına hemen hemen süresiz ola­ yaklaşık 1 litre nitrojen erimiş haldedir. Bunun ya­
rak maruz kalabilir. Bununla beraber 12 saat kadar 1 rısından biraz azı vücut suyunda, yarıdan biraz faz­
atmosfer oksijene maruz kaldıktan sonra, bronş ve lası da vücut yağında erimiş durumdadır. Yağ do­
alveol çeperinin harabiyetinin neden olduğu solu­ kusunun normalde vücudun % 15’ini oluşturması
num yolu konjesyonu, pulm oner ödem ve atelektazi gerçeğine rağmen bu doğrudur, çünkü nitrojen su ­
gelişmeye başlar. Diğer dokularda olmayan ve akci­ ya göre yağda beş kat daha fazla eriyebilir. Dalgıç
ğerlerde görülen bu etkinin nedeni akciğer yüzeyi­ nitrojenle satüre olduktan sonra, farklı derinlikler­
nin yüksek oksijen basıncına direkt olarak maruz de vücutta eriyen deniz-düızeyindeki nitrojen h a c ­
kalmasıdır; buna karşılık, hemoglobin-oksijen tam­ m i aşağıdaki gibidir:
pon sistemi nedeniyle havadaki P 0 2 yaklaşık 2 at­
mosferden daha az kaldığı sürece oksijen diğer do­ Metre Litre
kulara hem en hemen normal P 0 2’de seıbesüenir.
10 2~
Büyük Derinliklerde Karbon Dioksit Toksisitesi. 30 4
Eğer başlığı uygun bir şekilde yapılmış ve çalışıyorsa 60 7
dalgıcın karbon dioksid toksisitesinden ileri gelen 90 10
herhangi bir sorunu olmaz, çünkü derinlik yalnız
başına alveollerdeki karbon dioksit parsiyel basıncı­ Tüm vücut dokularındaki hidrojen gaz basıncı­
nı artırmaz. Derinliğin vücutta karbon dioksid olu­ nın alveollerdeki nitrojen gaz basıncıyla dengeye
şum hızını çoğaltmayacağı, dalgıç normal tidal vo­ gelmesi için saatler gerekir. Kan akımının ve nitro­
lümde solumaya devam ettiği sürece, karbon dioksi- jen diffüzyonunun yeterli hızda olm am ası ned e­
di oluştuğu kadar dışarı atmayı sürdürdüğüne göre niyle denge hem en sağlanamaz. Vücut sıvılarında
alveoler karbon dioksit parsiyel basıncının normal eriyen nitrojen 1 saatten daha az bir sürede hem en
değerde kalacağı açıktır. tam am en dengeye gelir, fakat yağ dokusu nitrojen
Bununla beraber, dalgıç başlığı ve farklı tip solu­ transpoıtuna beş kat daha fazla süreyle gerek du­
num aygıtları gibi, bazı tip dalgıç donanımlarında, yar ve nisbeten zayıf bir kan donanım ına sahip ol­
BÖLÜM 44 • Sualtı Dalış Fizyolojisi ve Diğer Hiperbarik Koşullar 507

duğu için ancak saatler sonra dengeye ulaşabilir. türe” durumda erimiş halde saatlerce kalabildikleri
Bu nedenle eğer kişi sadece bir kaç dakika deniz di­ için birkaç dakikadan birkaç saate kadar kabarcık­
binde kalırsa vücut sıvılarında ve dokularında fazla lar oluşmayabilir.
nitrojen erimez, oysa derin düzeyde saatlerce kalır­
sa hem sıvılar hem de dokular nitrojenle neredeyse Dekompresyon Hastalığının Sem ptom ları. D e­
satüre olur. kompresyon hastalığı sem ptom larının çoğu çeşitli
dokulardaki kan damarlarının gaz kabarcıklarıyla
D e k o m p re s y o n H as ta lığ ı (Eş A n lam lıla rı: tıkanması sonucu oluşur. İlk olarak, sadece en kü­
Vurgun, Basınçlı Hava H astalığı, Caisson, çük damarlar çok küçük kabarcıklar tarafından tı­
Dalgıç Paralizisi, D isbarizm . Eğer bir dalgıç kanır, fakat kabarcıklar birleştikleri için, gittikçe
çok m iktarda nitrojenin vücudunda erim esi için daha büyük damarlar etkilenir. Sonuçta doku iske-
y eterince uzun süre deniz dibinde kalır ve daha m isive bazen de doku ölümü görülür.
sonra aniden su yüzeyine dönerse, intraselüler Dekom presyon hastalığı görülen insanların
ya da ekstraselüler olm ak üzere vücut sıvılarında çoğundaki semptomlar- bacak ve kolların eklem ve
önem li miktarda nitrojen kabarcıkları oluşur ve kaslarındaki ağrıdır ve dekompresyon hastalığı ge­
bu kabarcıklar vücudun hem en herhangi bir b ö l­ lişenlerin yaklaşık yüzde 8 9 ’unu etkiler. Eklem
gesinde oluşan kabarcıkların sayı ve çapına bağlı ağrısı nedeniyle “bends” terimi bu durum için sık­
küçük ya da ciddi hasarlara neden olur; bu ''de­ lıkla kullanılır.
kom presyon hastalığı”dır. Dekompresyon hastalığı gelişen şahısların yüzde
Kabarcık oluşumunu hazırlayan temel nedenler 5 ila 10’unda sinir sistem i sem ptom ları görülür.
Şekil 44-3’te görülmektedir. Şekil 44-3A da, dalgıcın Bunlar, yüzde 5'inde baş dönmesi, felç veya kol-
dokuları 3918 mmHg’lık yüksek nitrojen basıncıyla laps, yüzde 3 ’ünde ise bilinç kaybıdır. Felç geçici
dengelenmiştir. Bu durum normalden 6 , 5 kat daha olabilir, fakat bazı durumlarda hasar kalıcıdır.
fazla nitrojenin dokularda erimesini sağlar. Dalgıç Sonuç olarak, dekompresyon hastalığının oluş­
deniz dibinde kaldığı sürece dıştan vücuduna uy­ tuğu şahısların yaklaşık yüz 2 ’sinde çok sayıdaki
gulanan basınç (5000 mmHg) gazları erimiş halde mikrokabarcıkların akciğer kapillerlerini tıkaması
tutmaya yeterli olacak şekilde tüm vücut dokularını sonucu “boğulma” gelişir. Ciddi nefes darlığıyla ka-
komprese eder. Fakat dalgıç aniden su yüzeyine ıakteıize bu durum sıklıkla şiddetli pulm oner
yükselirse vücudun dış yüzeyine uygulanan basınç ödem ve bazen ölümle sonuçlanır.
ancak 1 atmosfer (760 mmHg) olur, buna karşılık
vücut iç sıvılarındaki su buharı, karbon dioksid, ok­ Nitrojenin Vücuttan Atılması; Dekom presyon
sijen ve nitrojen basınçlarının toplamı olan 4065 Çizelgeleri. Dalgıç yüzeye yavaşça çıkarılırsa, eri­
mmHg’lık basınç vücuda dıştan yapılan basınçtan miş nitrojen dekompresyon hastalığını önlemeye
çok daha fazladır ve bunun yaklaşık yüzde 97’si eri­ yetecek bir hızla akciğerlerden atılır. Total nitroje­
miş nitrojenden dolayıdır. Bu nedenle gazlar erimiş nin yaklaşık üçte ikisi 1 saat içinde yaklaşık yüzde
durumdan çıkıp dokularda özellikle kanda kabar­ 90'ı da 6 saat içinde serbestlenir.
cıklar oluşturarak küçük damarları tıkarlar. Bazen Amerika Birleşik Devletleri Deniz Kuvvetleri gü­
gazlar kabarcık haline dönüşmeden önce “süper sa- venli bir dekompresyon işlemi için özel dekomp­
resyon çizelgesi hazırlamıştır. Öğrenciye dekom p­
resyon hakkında bir fikir vermek için hava soluyan
ve 57 metre derinlikte 60 dakika kalmış olan bir dal­
Vücudun Dışındaki Basınç
gıcın dekompresyon programı aşağıda verilmiştir.
Ani dekorrpresyon-
dan soma
15 m derinlikte 10 dakika
Oj = 159 mm Hg 12 m derinlikte 17 dakika
N2 = 601
9 m derinlikte 19 dakika
6 m derinlikte 50 dakika
3 m derinlikte 84 dakika

Böylece, derinde yalnızca 1 saatlik bir çalışm a


periyodu için total dekompresyon süresi yaklaşık 3
saattir.
4068 mm Hg
Vücut sıvılarında Vücut sıvılarında
gaz basıncı gaz basıncı Tank Dekompresyonu ve Dekom presyon Has­
H;0 = 47 mm Hg HîO = 47 mm Hg talığının Tedavisi. Profesyonel dalgıçların de­
L C02= 40 2
CO = 40
02 = 60 Oî = 60 kompresyonu için yaygın olarak kullanılan diğer
N; = 3918 N2-3918
bir işlem de dalgıcı basınçlı tanka koymak ve daha
sonra yukarda belirtilen çizelgeyi esas alarak basın­
Ş E K İL 44 - 3 cı normal atmosferik basınca kadar dereceli bir şe­
Vücudun içinde ve dışında gaz basınçları. (Ada) 5000 mm Hg'lık kilde düşürmektir.
toplanı basınçta hava solunduğunda vücudun yüksek gaz
Tankta dekompresyon, yüzeye çıktıktan dakika­
basıncı ile satürasyonu, (B'de) vücut normal atmosfer basıncına
(7(S0 mm Hg) döndüğünde dokuda kabarcık oluşumundan lar hatta saatler sonra bile dekompresyon hastalığı
sorumlu aşın yüksek vücut içi basıncı. semptomları gelişen şahısların tedavisi için daha
508 ÜNİTE V III • Havacılık, Uzay ve Sualtı Dalış Fizyolojisi

da önemlidir. Bu durumda, dalgıç derin bir düzey­


de derhal ıekomprese ecfllir. Daha sonra dekomp-
ıesyon, mutad dekompıesyon süresinin birkaç katı
bir zaman içinde uygulanır.

"Satürasyon Dalışı" ve Derin Dalışlarda Hel-


yum-Oksijen Karışımlarının Kullanılması. Dalgıç­
lar çok derin düzeylerde - 75 m ila 303 m arası - ça­
lışmak zorunda kalırlarsa sıklıkla, çalışacakları or-
tamdakine yakın bir basınçta dekompıese kalacak
şekilde günlerce veya haftalarca büyük bir tankta
yaşarlar. Bu, vücut doku ve sıvılarını, daldıklarında
maruz kalacakları gazlarla satüre duruma getirir.
Daha sonra çalışmayı takiben aynı tanka döndükle­
rinde basıçta önemli değişiklikler olmaz ve böylece
dekompresyon kabarcıkları oluşmaz.
Çok d eıiıı dalışlarda, özellikle satürasyon dalışla­
rı esnasında genellikle gaz karışımında üç neden­
den dolayı nitrojen yerine helyum kullanılır: ( 1 )
silindirleri
nitrojenin ancak beşte biri kadar narkotik etkiye
sahiptir; (2 ) nitrojenin ancak yarısı kadar vücut do­ Ş E K İL 44 - 4
kularında erir ve çözünen kısmı nitrojenden birkaç
Açık-devre, isteğe bağımlı tipte bir SCUBA aygıtı.
kat daha hızlı bir şekilde doku dışına difüze olarak
dekompresyon hastalığı sem ptomlarını azaltır, ve
(3) helyumun düşük yoğunlukta (nitrojen yoğun­
luğunun yedide biri) olması solunuma karşı hava fif bir negatif soluk basıncıyla akciğerlere girişine izin
yolu direncini minimum düzeyde tutar. Bu durum veren ve daha sonra hafif bir pozitif basınçla denize
son derece önemlidir, çünkü yüksek derecede verilmesini sağlayan (“isteğe bağlı") inhalasyon ve
komprese edilen nitrojen öyle yoğunlaşır ki hava ekspirasyon valv kombinasyonu ve (4) "ölü boşluğu”
yolu direnci son derece artar, bazen soluk almak küçük olan bir maske ve tüp sistemi.
için yapılan dayanıklılık sınırını aşar. İsteğe bağlı valv sistemi aşağıdaki gibi çalışır: İlk
Sonuç olarak, çok derin dalışlarda gaz karışımın­ aşama indirgeyici valv tanktan gelen basıncı azal­
daki oksijen konsantrasyonunu azaltmak önemlidir, tır, böylece maskeye gelen hava çevredeki su basın­
aksi takdirde oksijen toksisitesi gelişir. Örneğin 2 1 0 cından hafifçe yüksektir. Gaz karışımı sürekli ola­
metrelik ( 2 2 atmosfer basıncı) bir derinlikte yüzde rak maskeye akmaz. Bunun yerine, her inspiras-
l ’lik bir oksijen karışımı dalgıcın ihtiyaç duyduğu yonla maske üzerindeki isteğe bağlı çalışan valvde-
oksijeni sağlayabilir, buna karşılık yüzde 2 1 ’lik oksi­ ki hafif negatif basınç bu valvin diyafragmasım içe­
jen karışımı (havadaki oran) 30 dakika kadar kısa bir ri doğru çeker ve bu otomatik olarak havanın hor­
süre içinde, nöbetlere neden olabilecek şekilde 4 at­ tumdan serbestlenerek maskeye ve akciğerlere gi­
mosferden daha fazla bir P 0 2’yi akciğerlere verir. rişini sağlar. Bu şekilde sadece inhalasyon için ge­
rekli hava miktarı maskeye girer. Daha sonra ekspi-
rasyonda hava tanka geri dönemez, bunun yerine
ekspirasyon valvi ile denize atılır.
Bu tip su ciğerinin kullanılmasında en büyük
SCUBA (SUCİĞERİ) İLE DALIŞ problem kişinin derinde kaimi?zamanının sınırlı ol­
(SELF-CONTAINED UNDERWATER masıdır; örneğin, 60 m derinlikte sadece bir kaç da­
BREATHING APPARATUS) kika kalmak mümkündür. Bunun nedeni, karbon di-
oksidin akciğerlerden temizlenmesi için tanktan da­
1940’lardan önce hemen tüm dalışlar, dalgıca su yü­ ha fazla hava akımının gerekli olmasıdır-derinlik art­
zeyinden havanın pompalandığı bir hortuma bağlı tıkça hacitnler küçük çaplarla sıkıştırıldığı için, ge­
dalgıç başlığı kullanılarak yapılırdı. Daha sonra rekli hava akımının miktarı da o kadar artacaktır.
1943’te Jacques Cousteau İngilizce self-contained
underwater breathing apparatus olan ve adı herkes
tarafından SCUBA olarak bilinen su ciğeri apareyini
geliştirdi. Tüm spor ve ticari dalışların yüzde 99'dan D EN IZ A L TIL A R D Â Ö ZEL F İZ Y O L O JİK
fazlasında kullanılan SCUBA aparey tipi Şekil 44-4’te PR O B LEM LER
gösterilen açık devre sistemidir (ing. Open circuit de­
mand system). Bu sistem aşağıdaki kısımlardan olu­ DENİZALTIDAN KAÇMA. Aslında denizaltılarla il­
şur: ( 1 ) komprese edilen hava veya diğer bazı gaz ka­ gili, özellikle batık bir denizaltıdan kaçmak gerek­
rışımlarını içeren bir veya daha fazla tank, (2 ) ilk aşa­ tiğinde rastlanan problemler, derin deniz dalışla­
mada tanktan gelen basıncı sabit düşük bir basınç rında rastlanan problemlerin aynıdır. Özel tipte
seviyesine getiren "indirgeyici” valv, (3) havanın ha- herhangi bir aygıt kullanmaksızın 90 m kadar d e­
BÖLÜM 44 • Sualtı Dalış Fizyolojisi ve Diğer Hiperbarik Koşullar 509

rinlikte bile kurtulmak mümkündür. Bununla b e­ ■


raber, teorik olarak uygun solunum aygıtı, özellikle HİPERBARİK OKSİJEN TEDAVİSİ
helyum kullanıldığında 180 m ya da daha fazla de­
rinlikten kurtulmak mümkündür.
Kurtulmada en tem el problemlerden biri hava Yüksek oksijen basın cın ın (hiperbarik oksijen)
em bolizminin önlenmesidir. Kişi yukarı çıkarken, yoğun okside edici özelliklerinin, bir çok önemli
akciğerlerdeki gazların genişleyerek bazen pulm o­ klinik vakada değerli teıapötik etkilere sahip olabi­
ner bir damarı yırtması gazların pulmoner vasküler leceği öğrenilmiştir. Bu nedenle, şimdi bir çok tıp
sistem e geçm esine neden olur ve dolaşım emboli- merkezinde hastaların içine konarak hiperbarik
sine yolaçar. Bu nedenle, kişi yukarı çıkarken sü­ oksijenle tedavi edilebileceği büyük basınç tankla­
rekli olarak bilinçli ekspirasyon yapmalıdır. rı vardır. Oksijen genellikle 2-3 atmosferlik P 0 2 ’ler-
Yukarı çıkış sırasında genişleyen gazların ak­ de maske ya da intratrakealtııple uygulanır. Bu sı­
ciğerlerden dışarı çıkarılması, solunum yapılmasa rada vücudun dışındaki normal hava da aynı yük­
bile, akciğerlerde biriken karbon dioksidin dışarı sek basınçta tutulur. Oksijen toksisitesinden so ­
atılması için çok defa yeterli hızda olur. Bu, kanda rumlu okside edici serbest radikallerin teıapötik
karbon dioksid konsantrasyonunu belirli düzeyde yarardan da sorumlu olduklarına inanılmaktadır.
tutarak şahısta soluma isteğini önler. Böylece kişi Hiperbarik oksijen tedavisinin özellikle yararlı ol­
çıkış esnasında daha uzun bir zaman için soluğunu duğu bazı durumlar aşağıdadır.
tutabilir. I-Iibeıbarik oksijenin en başarılı kullanımı olası­
lıkla gazlı gangren tedavisinde olmaktadır. Bu du­
Denizaltının İç O rtam ında Sağlık Problemleri. ruma neden olan bakteriler -clostridyum organiz­
Kaçış bir yana bırakılırsa, denizaltı hekimliği, ge­ maları- anaerobik koşullarda en iyi geliştikleri için,
nellikle denizaltı ortamındaki tehlikeleri önlemek yaklaşık 70 mmHg’dan daha büyük olan oksijen
için birçok m ühendislik problem lerini ele alır. basınçlarında büyümeleri engellenir. Bu nedenle,
Atom denizaltılarında radyasyon tehlikesi sorunu dokuların hiperbarik oksijenasyonu sıklıkla enfek­
davardır, fakat uygun korunma ile deniz dibine da­ siyon sürecini duraklatır ve böylece, daha önce h e­
lan m ürettebatın aldığı radyasyon miktarı deniz men hem en yüzde 1 0 0 öldürücü olan bir durum
yüzeyinin üstünde kozmik ışınlardan alınan rad­ birçok vakada erken hiperbarik oksijen uygulama­
yasyondan daha az bir düzeyde tutulur. sıyla tedavi edilebilmektedir.
İkinci olarak, arasıra denizaltı atmosferine geçen Çalışmaların sonuçları, gazlı gangren tedavisinde
zehirli gazların derhal kontrolü gerekir. Örneğin, olduğu gibi lepranın tedavisinde de hiperbarik oksi-
denizaltı ile haftalarca derinde kalma sırasında jenasyonun dramatik bir etkiye sahip olduğunu dü­
m ürettebat tarafından sigara içilmesi, eğer hava­ şündürmektedir. Lepra basili de duyarlığı nedeniyle
dan uzaklaştırılmazsa, karbon monoksid zehirlen­ yüksek oksijen basıncında haraplanır.
m esine neden olacak kadar karbon monoksid ser­ Hiperbarik oksijen tedavisinin değerli olduğu ya
bestlem esine yol açar. Bazen de soğutucu sistem ­ da olabileceği diğer durumlar dekompıesyon hasta­
lerdeki tüplerden sızan freon gazı da toksisiteye yol lığı, arteryel gaz embolisi, karbon monoksid zehir­
açacak miktara ulaşabilir. lenmesi, osteomiyelit ve miyokaıd infarktüsüdür.

REFERANSLAR

Bennett P B , E llio tt DH: T h e P h y siolog y and G am arra JA : Decom pression Sickness. H agers­ M echanism s A gainst Environm ental Stress.
M edicine o f D iving. Philadelphia: W B town, M D : Harper & R ow , 1974. H eidelberg: Sprin g er-V erlag, 1998.
Saunders C o, 1993. H alsey M J: E ffe cts o f high pressure on the Santam aria JP , W illiam s E T III, Desautels DA:
B ov e A A : B o v e and D avis’ D iving M edicine. central nervous system . Physiol Rev H yperbaric oxygen therapy in pediatrics.
3rd ed. Philadelphia: W B Saunders C o. 6 2 :1 3 4 1 , 1982. Adv Pediatr 4 2 :3 3 5 , 1995.
1997. Jam ieso n D , C hance B . Cadenas E , Boveris A: Surm an M W : An introduction to hyperbaric
B u tler F K Jr: D iving and hyperbaric ophthal­ T h e relation o f free radical production to oxygen therapy for the E T nurse. J W ound
m ology. Surv Ophthalm ol 3 9 :3 4 7 , 1995. hypcroxia. Annu R ev Physiol 4 8 :7 0 3 , Ostom y C ontinence Nursing 2 3 :8 0 , 1996.
Crystal R G , W est J B : Lung Injury. New Y o rk: 1986. T ib b ie s P M , Edelsberg J S : H yperbaric-oxygen
Raven Press. 1992. M oon R E , Vann R D , Bennett P B : The physi­ therapy. N Engl J M ed 3 3 4 :1 6 4 2 , 1996.
Fridovich I: Superoxide radical: an endogenous ology o f decom pression illness. S c i Am Y ou ng T : H yperbaric oxygen therapy in
toxicant. Annu Rev Pharm acol T o x ic o l 2 7 3 :7 0 , 1995. wound managem ent. B r J Nursing 4 :7 9 6 ,
2 3 :2 3 9 , 1983. Ozaw a T , Tatsurni K, Hori T : B iodefen se 1995.

*ıu 1 ı- ıi•.11 i;!j i v m i';;l i;Jjî*ı■11»I/îıı.:i!ı .•( mr/l ı.-î



( 11 ■111 # 2! ( .IhlH İV .K jili 111111 '1 i . I t f *( i • '' A ı.V ı, K ı l iıjıl rf^b.ı'iljıi'jlıliiio İJJi(y) t:*j f;l»M U İıu ıu>
.ı'i'jîfh ü 'i * ı f*» a i 'İ '>i< ,J ‘fn .in ö rıiiıirıi'ilo d i'i .
i r l u l u <(ir 'in li.J > İ İ m î j k i >1 i l n *»h K İ j r r J ı ; / > ! u j i i . l f ) i i ı ! ı j f | . i ) \ ;< I : i - * f > y o I , i n ;j f i m I . •b t a l n ı h n # ' »I'r
i i û f i l f i l l | , lı I ' . l v t O I J J İ r t J H / n .IM i.il litl İ p t i
H o d u o m ı r,|n|. >■/ t u l u ı i o i > - r ' r ı * m i v m ı ) ; ^ ! > ı t - j . i.-»
- s! l i i i . ı >m 'd , ' i ı , I i> ■ fİ * î - jl ib > ı v b- H - » l ı i ' i i i / !o i>.-: i l i / ! i i - | ı . s l | r £ i ? i ; l ♦•»l . f i * »l ' * »i ' t u . f j . ı i i ı (<»•• ->ı u
I r ( ) 'i . , ı . III- n . I ‘ >|İ I .|i. " 7 | |
( | ) i ; » ; n i i j f ; 7 n u v - l ü u p v j il / i î l i c l V ,ıı;| n t.'^oı
•^ i î m n .l\ : ; fi'J ııbfiieı/U aolty M r;!u Y
>l'i'V u ı y ı ; ¡ ı h r v / R ı l İTr ı11 h » n iv ff» bı rı <b ııiıb ııîu iv a h M ı.. c i n i n | i : y m ı ı ı ı ı ı l ı v , ı *>r ı ı t ı i ç i l i p i ı ı > x ı b n ı b ı y h a $ i *
ııiw*ıt) M İh i.v.'> il> ı ı o t l ı ı J ıi'i/ liıid .b ı-.tr ;i ,.lid
ılıif: ! ,n.l ,ıi ılı m Ijviij j l n j v y f .b l» -I''» n ı ^1 ı ^ u r r ı i ı ı / ;

•ıl^iiil . V j I u ü i f i i y u ı ı ;11 u l u , : ı M n l ı ; . ; . J f j i k J i j )
iiimi d lo,* ıii^ı m;(ıı/ \ mİ rıu.vıı ..ılı;!« ı.brin?» 1ta:>/i>İı(>
. Iİ I i ( ÎJS tJ I I f
lif e J •. I . 11br ' İ l m i l i ) • il > f l U * . İ 7 l i l ) * ) l U V \ £ l W , ; l , \ V \\\\ I.U ll

.tıiy i i /i * n J ih ıiıllı^ u , ' ■ ! i ( ) o i ‘i i rı v»> i'w m l ,-^jJf|ji..:j:I fil« H l'ıb .)>•• H 1 1 1 1 I r.J> ,/ ı i < l >’ J 7ı ı
,J. mu ıln t î i ‘j|*>iii t t i I M. bıııniı,J u ı ' İ R K İ ı t u l » •!4i 11•»11
. ' » I n - j l » " t ı ;M .ı i r i ı .b rn iiy iıd ı Î U j m i . I ı f m * .i id itıtiî ■>! ■ i ı i . M İ i ‘ 1 ı M t t t , H.fîflîij İlim <ı i •
-;lu l/ıu ı.b lıl.h / ım o y -'f.h flii İd X\ ınd u ^ m m f.Î u > Î 4 » l >

id ; ><iıV î . i ' i .I» • ’ »!>(»<:> *.ı7 l u ı - U ı ı v u h i n i i m " , , t f ; - /* .• j j b M M İ d i h . v i f i ’j b l i ı ; i f i ( ı » İ T n I n w g ' ı r ) #. ! ı ; l . ı ı b n . v ı . b


n :ı 1ıiih liri u u l n t (iM fihlvi UUİ ofosity hmtti-im n m ı \ı/ıub lir.) N u ı i i ı >/ M î y L ı . i ı | { i l ı . l ı . m » î ; î î >j j * i ı f j n ı rıı;I
b>;ı i i i . i i i . l i , d . 1 . 1 1. 1 1 uv * i m ı.vo;. •>b » ı i / 1rîf.ı f i i f i / ' i ' M İ y
ıiıIm r b y < ı \ i i b i i d .sı; i ; ı ! ı ; h r r o b / i O Y « R ' /
ıh ııiri. ,h a) r i'i|{ itı^ ık ı^ j.iııl ıiıtv . nı m liim ç ılu ) iı o n i iiI^chm i! ıllırsiı m i u ^ ıü iı; ,;-?ı;*/;ln i n ı i - i i
. v iıijŞaniO .ıi i iıloi)iıo4 liflini) ııııı.U ft;
r 'O b D . O i J ^ u l ı l n i j i ı ' ı ■ı - l i * > Tİ»I >!İ ij ı i ı « ; ı h r j u r m y n /ıo j u b ı n ; ’ i: i i.* i iîi'..! !)lm ir;l) ı m 'ı,ılı,ıl ili ı î İ ı , : i ı tv»i •
r mâ i ^ j i,' hmIi iİ t n rılc ıı ı iıu la ıı u/rrı
. l l f U i l t j l - 1 ) I i l i l i iı İM :t l flU jİ İl i >!: W V ı v ıı l ı i ı i , ) \ ı»i.- I ııo m ( i ı a h i y l , . - v k j -î r r j l i ! v n r ı c b
ıy ?. iıi. | n n n ı ı ı ı culıı.;-! n . h > ! i i » n l o u ' - i l n r ı o n ; M) m

¡iı1 b i ü / i o ' " : 11 i i o t h ı ; . « .ı '.■•’• ' i t i ı \ ı ; / 1 r'io rc . ı»*il İ ı , / m v M i .1 * ' ! o i ı , l > ı ı;;. i ı . v > ı î m ; trf ı l ' i b i » I n r i ı ! I> *ı|

ıi’.y .-i.,,' (t-' .ı ı ;, n<i i1, ün 'i.

..l ı I ı’l !• <11111l


•İl Ilı !!(,!’ • ' .
' >l\I / 1 l.lll
ÜNİTE

Sinir Sistemi: A.
Genel İlkeler ve
Duysal Fizyoloji

45
S inir S iste m in in O rg a n iz a s y o n u ; S inapsların Tem el
F o n ksiyo n la rı ve T ra n s m ite r M a d d e le r

46
D uysal R e s e p tö rle r; B ilg in in İşle n m e sin d e N ö ro n a l D e v re le r

47
S o m a tik D u y u la r: I. G enel O rg a n iz a s y o n ; D okunm a ve
D u ru m D uyuları

48
S o m a tik D u yu la r: II. A ğ rı, Baş A ğrısı ve Isı D uyuları
Sinir Sisteminin Organizasyonu;
Sinapsların Temel Fonksiyonları ve
Transmiter Maddeler

Sinir sistemi, uyguladığı kontrol işlevlerinin kar­ septörler olabilir. Bu duysal deneyim ani reaksi­
maşıklığı yönünden benzersizdir. Çeşitli duyu or­ yonlara neden olabilir ya da anısı bellekte, dakika­
ganlarından milyonlarca bilgi parçası alır, vücudun lar, haftalar ya da yıllarca depo edilerek, gelecekte­
cevaplarını oluşturmak üzere onları entegre eder. ki vücut reaksiyonlarının saptanm asına yardım
Sinir sistemini tartışmaya başlamadan önce, oku­ edebilir.
yucular Bölüm 5 ve 7 ’de verilen m em bran potansi­ Şekil 4 5 -2 ’de duysal sistem in, tüm vücut yüze­
yellerinin ilkeleri ve sinyallerin nöromüsküler bağ­ yindeki ve derin yapılarındaki reseptörlerden ge­
lantıdaki iletisi bölümlerini gözden geçirmelidir. len duysal bilgiyi ileten som atik bölü m ü gösteril­
miştir. Bu bilgi, merkezi sinir sistem ine periferik
sinirler yolu ile girer ve şu yapılarda yer alan çok
sayıdaki prim er duysal alanlara iletilir: (1) Medul-
SİNİR SİSTEM İNİN GENEL la spinalisin tüm düzeyleri; (2 ) m edulla oblonga-
ta, pons ve m ezensefalonun retiküler maddesi; (3)
ORGANİZASYONU
serebellum ; (4) talam us ve (5) beyin koıteksinin
som atik duysal alanları. Sinyaller bu prim er duy­
Merkezi Sinir Sistemi Nöronu-Temel sal alanlara ek olarak sinir sistem inin diğer bütün
alanlarına da iletilir.
Fonksiyonel Birim

Merkezi sinir sistemi 100 milyardan fazla nöron­ Motor Bölüm-Uygulama (Efektör) Organları
dan oluşmuştur. Şekil 4 5 : 1 serebral m otor korteks-
te bulunan tipik bir nöronu göstermektedir. Gelen Sinir sistem inin en önemli temel rolü çeşitli vücut
sinyaller nöronal dendritlerdeki veya hücre gövde­ aktivitelerinin kontrolüdür. Bunu, (1) bütün vücut­
sindeki sinapslar aracılığıyla nörona girerler. Farklı taki iskelet kaslarının kontraksiyonunu (2 ) iç or­
tipteki nöronlar için sayıları birkaç yüz veya ganlardaki düz kasların kontraksiyonunu, ve (3)
2 0 0 .0 0 0 ’e kadar varan, giriş lifleri ile yapılan böyle vücudun birçok yerlerindeki iç ve dış salgı bezleri­
sinaptik bağlantılar vardır. Diğer taraftan, çıkış sin­ nin salgılamalarını denetleyerek yürütür. Bütün bu
yalleri tek aksonda yol alarak nöronu terk ederler, aktivitelere sinir sistem inin m otor fonksiyonları,
fakat bu akson merkezi sinir sistem inin diğer kı­ kas ve bezlere de, sinir sinyalleri ile gönderilen
sımlarına veya vücudun perifeıik bölümlerine git­ em irleri uyguladıkları için uygulam a organları
mek üzere pek çok dallara ayrılır. (efektör) adı verilir.
Sinapsların bir özelliği sinyallerin nadir koşullar Şekil 4 5 -3 ’de sinir sistem inin iskelet kaslarının
haricinde normal olarak yalnız hep ileri yönde kontraksiyonlarını kontrol eden m otor sinir ekseni
(aksondan dendritlere) gitmesidir. Bu özellik sin­ görülmektedir. Bu eksene paralel olarak, düz kasla­
yallerin gerekli sinirsel fonksiyonları yerine getir­ rı ve bezleri kontrol eden benzer bir sistem de oto­
mesi için istenilen yönde iletilm esine izin verir. İle­ nom sinir sistemidir. Otonom sinir sistem i Bölüm
ride göreceğimiz gibi nöronlar sinir sistem inin 60’da ele alınacaktır.
fonksiyonlarını belirleyen pek çok çeşitli sinirsel Şekil 4 5 -3 ’cJe iskelet kaslarının, merkezi sinir sis­
ağları oluşturmuşlardır. teminin çeşitli düzeylerinden kontrol edildiğine
dikkat ediniz: (1) Omurilik; (2) medulla oblongata,
pons ve mezensefalonun retiküler maddesi, (3) b a­
Sinir Sisteminin Duysal Bölüınü-Duysal zal gangliyoıılar, (4) serebellum, (5) motor korteks.
Reseptörler Bütün bu farklı alanların vücut hareketlerinin
kontrolünde özgül rolleri bulunmaktadır. Alt böl­
Sinir sistemi aktivitelerinin çoğu duysal reseptörler­ geler, özellikle duysal uyaranlara vücudun ani, oto­
den gelen duysal bilgilerle başlar. Bu reseptörler, matik cevaplar vermesi, yukarı bölgeler de beyin­
görme reseptörleri, işitm e reseptörleri, vücut yüze­ deki düşünce süreçlerinin ürünü olan vücut hare­
yindeki dokunma reseptörleri ya da öteki çeşitli re­ ketlerinin kontrolü ile ilgilidirler.

512
BÖLÜM 45 • Sinir Sisteminin Organizasyonu; Sinapsların Temel Fonksiyonları ve Transmiter M addeler 513

çekmek ve buna ek olarak da tüm vücudun soba­


dan uzaklaştırılması, belki de, ağrıyla bağırma gibi
cevapların da verilmesidir.

Bilginin İşlenmesinde Sinapsların Rolü. N öron­


ların birbirine bağlantı yerleri olan sinapslar sin ­
yal iletisinin kontrolü yönünden üstünlüğü olan
bölgelerdir. Bu bölüm de daha sonra sinaps fonk­
siyonlarını ayrıntıları ile tartışacağ ız. Burada
Dendiritler önem li olan, sinir sistem inde sinir sinyallerinin
dağılma yönlerini sinapsların belirlem esidir. Bazı
sinapslar sinyalleri bir nörondan ötekine kolaylık­
la iletirken, bazıları da ancak güçlükle iletir. Bun­
dan başka, sinir sistem inin öteki alanlarından ge­
len kolaylaştırıcı ya da inlıibe edici sinyaller, si-
napsları bazen iletiye açarak, bazen de kapatarak
Hücre gövdesi
kontrol ederler. Dahası, bazı postsinaptik n öron­
lar çok sayıda impulsa cevap verirken, diğerleri
ancak birkaçına cevap verir. Böylece sinapslar çok
defa zayıf sinyalleri duraklatıp, kuvvetlilerin ge­
çm esine izin vererek, sıklıkla bazı zayıf sinyalleri
seçip büyüterek ve çoğu kez sinyalleri tek bir yöne
Akson
değil, fakat çeşitli yönlere göndererek, seçici bir
faaliyet gösterirler.
Sinapslar

Omurilik <

İkinci sıra nöronlar

Ş E K İL 45 - 1 Somestetik
Beynin büyük bir nöronunun yapısı ve önemli fonksiyonel alan Motor
kısımları gösterilmiştir. (Guyton’dan: Basic Neuroscience: / ^korteks
Anatomy and Physiology, Philadelphia, W.B. Saunders
Company, 1987).
Talamus

Bulboretiküler
iormasyorı^ .

i Pons
Bilgilerin İşlenmesi-Sinir Sisteminin Serebellum tMedulla
y
“İntegratif” Fonksiyonu

Sinir sistem inin başta gelen görevlerinden biri, ge­ J Ağrı, soğuk, sıcak
len bilgileri, uygun motor cevaplar yaratacak şekil­ (Serbest sinir uçları)
Omurilik
de işlemektir. Gerçekten, beyin gelen duysal bilgi­ Basınç
(pacini korpuskülü)
lerin yüzde 99’daıı fazlasını geçersiz ve önemsiz (Genişlemiş uçlu reseptör)
olarak ayırır. Örneğin, genellikle giysilere değen vü­
cut bölümlerinden, otururken uygulanan basınç­ Dokunma
(Meissner korpuskülü)
tan hiç haberdar olmayız. Ayııı şekilde, dikkat, gör­
me alanındaki cisimlerden belirli bir tanesine yö­ Kas iğciği
neltilir. Çevredeki sürekli gürültü genellikle bilinç­ Golgi tendon
altı düzeyde algılanır. apareyi Kinestetik
reseptör
Önemli duysal bilgi seçildikten sonra, istenen ce­
vabı oluşturmak için beyindeki uygun integratif ve
Eklem
m otor bölgelere gönderilir. Bilgilerin bu şekilde
yönlendirilme ve işlenm esine sinir sistem inin in­
tegratif fonksiyonu adı verilir. Eğer bir şahıs elini sı­
cak bir sobaya değdirirse, istenen cevap eli geri Sinir sisteminde somatik duysal eksen.
514 ÜNİTE IX • Sinir Sistemi: A. Genel İlkeler ve Duysal Fizyoloji

izlenimleri depo edilen anılarla karşılaştırmaktan


Motor alan ibarettir. Anılar yeni duysal bilginin seçim ine ve
ileride kullanılmak üzere uygun depo alanlarına ya
da vücudun hem en yanıt verebilmesi için motor
alanlara gönderilmesine yardımcı olur.

MERKEZİ SİNİR SİSTEMİ FO NK SİYO ­


NUNUN BAŞLICA DÜZEYLERİ

İnsan sinir sistemi, kalıtsal olarak filogenetik geli­


şimdeki her aşamanın özgül karakteristiklerini ta­
şır. Bu kalıtım nedeniyle merkezi sinir sistem inin
fonksiyonları üç esas düzeye özgül nitelikler taşı­
maktadır: ( 1 ) Medulla. spinalis düzeyi, (2 ) alt beyin
veya subkortikal düzey, ve (3) yüksek beyin veya
korteks düzeyi .

Medulla Spinalis Düzeyi


Medulla spinalisi çoğu kez yalnız vücudun perife-
rinden gelen sinyalleri beyne ya da ters yönde b e­
yinden vücuda ileten bir kanal olarak düşünürüz.
Ancak bu gerçeğe uymaz. Omurilik boyun hizasın­
Ş E K İL 45 ■ 3 da kesildikten sonra bile birçok organize medulla
Sinir sisteminin motor ekseni. spinalis fonksiyonları devam eder, örneğin, m e­
dulla spinalisteki çeşitli devreler aşağıdaki fonksi­
yonları sürdürür: ( 1 ) yürüme hareketleri, (2 ) vücu­
dun bazı kısımlarının ağrı oluşturan cisimlerden
uzaklaşmasını sağlayan refleksler, (3) vücudu, yer
çekimine karşı taşımak üzere bacakları sertleştiren
^B ilg in in Depolanması-Bellek refleksler (4) lokal kan damarlarını, gastrointestinal
hareketleri ve idrar atımını kontrol eden refleksler.
Önemli duysal bilginin ancak küçük bir bölümü Gerçekten de, sinir sistem inin üst bölgeleri sin­
ani bir motor cevap yaratır. Geri kalanın büyük b ö ­ yalleri vücutta peıifere yalnız direkt olarak gönder­
lümü, motor aktivitenin gelecekteki kontrolünde mekle kalmayıp, medulla spinalisin kontrol m er­
ve düşünme işleminde kullanılmak üzere depo edi­ kezlerine de gönderir, daha doğrusu, bu medulla
lir. Bu depo işlem inin büyük bölümü beyin kortek- spinalis merkezlerine görevlerini yapmaları için
sinde olursa da, beyin tabanında, hatta omurilikte “em reder”.
de az miktarlarda bilgi depo edilebilir.
B ellek dediğimiz, bilginin depo işlemi de sinaps-
larm fonksiyonudur. Yani, belirli tiplerdeki duysal Alt Beyin ya da Subkortikal Düzey
sinyalleri geçiren sinaps dizileri, aynı sinyalleri bir
dahaki sefere daha kolay iletme yeteneği kazanır­ Vücutta, bilinçaltı adını verdiğimiz faaliyetlerin
lar. Bu olaya fasilitasyon (kolaylaştırma) diyoruz. hepsi olm asa bile çoğu, beynin alt bölümleri, m e­
Duysal sinyaller sinapslaıdan birçok defalar geçtik­ dulla oblongata, pons, m ezensefalon, hipotala-
ten sonra, sinapslar o kadar kolaylaşır ki, bizzat b e­ mus, talamus, serebellum ve bazal gangliyonlar ta­
yinden doğan sinyaller, duysal giriş uyaıılmasa bi­ rafından kontrol edilir. Arter basıncı ve solunum un
le, impulsların aynı sinaps dizilerinden iletisine bilinçaltı kontrolü başlıca medulla oblongata ve
neden olur. Bu, şahısta orijinal duyuların algılan­ ponsta olur. Dengenin kontrolü, serebellum un eski
m asına yol açar. Aslında olay duyuların hatırlan­ bölümleri ile medulla oblongata, pons ve m ezen-
m asından ibarettir. sefalonun retiküler maddesinin ortak bir fonksiyo­
Sinapslarda yer alan fasilitasyon olayının kesin nudur. Besinlerin tadına cevap olarak uyanan tü­
mekanizmalarını bilmiyoruz, ancak bu konuda bi­ kürük salgısı, dudak yalama gibi beslenm e refleks­
linenleri ve bellek olayı ile ilgili ayrıntıları Bölüm leri medulla, pons, m ezensefalon, amigdala ve hi-
57 ’de tartışacağız. potalamus gibi alanlardan kontrol edilir. Ve çeşitli
Anılar bir kere sinir sisteminde depo edildikten duygulanımlar, hiddet, heyecan, seksüel yanıt, ağ­
sonra, işlenm e m ekanizm asının bir bölüm ünü rıya ve zevk almaya verilen reaksiyonlar hayvanlar­
oluştururlar. Beyinde düşünme işlemi, yeni duysal da korteks harabiyetinden sonra da gerçekleşebilir.
BÖLÜM 45 • Sinir Sisteminin Organizasyonu; Sinapsların Temel Fonksiyonları ve Transmiter M addeler 515

Üst Beyin ya da Kortikal Düzey bir merkezi işleme ünitesinin de eklenmesi gerekir. Bu
ünite de beynimizde dikkatimizi önce bir düşünce veya
duygu ya da motor aktiviteye, sonra da ötekine vb. yö­
Sinir sisteminin medulla spinaiis ve alt beyin düzey­ nelterek bir seri kompleks düşünce ya da hareketi yara­
lerindeki fonksiyonlarını yeniden saydıktan sonra tan mekanizmanın benzeridir.
beyin koıteksine yapacak ne kalmaktadır? Bunun Şekil 45-4 modern bir bilgisayarın şemasını göster­
yanıtı karmaşıktır, ancak beynin son derece geniş mektedir. Bu şemanın kısaca incelenmesi bile, sinir sis­
bir bellek deposu olması faktörü ile başlanabilir. temiyle benzerliklerini ortaya koymaya yeterli olur. Çok
Korteks hiçbir zaman yalnız çalışmaz; her zaman si­ amaçlı bir bilgisayarın temel unsurları ile insan sinir sis­
nir sisteminin alt merkezleri ile birlikte çalışır. temi arasındaki benzerlikler, beynin aslında temel olarak
duysal bilgileri sürekli olarak toplayıp depo edilmiş bilgi­
Beyin korteksi olmadan, alt beyin fonksiyonları
lerle birlikte vücut aktivitelerinin günlük ilerleyişini ida­
çoğu kez hassas değildir. Kortikal bilginin geniş de­ re etmek için kullanan bir bilgisayar olduğunu gösterir.
posu, bu fonksiyonları am aca uygun, kesin ve has­
sas işlemlere çevirir.
Nihayet beyin korteksi, düşünme işlemlerinin
çoğu için temel yapıdır, fakat bu işlemde tek başına
MERKEZİ SINIR SİSTEMİ SINAPSLARI
işlev göremez. Gerçekten alt merkezler, beyin kor-
teksinde uyanıklığa neden olur ve bellek bankasını
Her tıp öğrencisinin bildiği gibi, sinir sistem inde
beynin düşünme mekanizmalarına açar.
bilgi, aksiyon potansiyelleri şeklinde, birbirini izle­
Böylece sinir sistem inin her bölüm ünün özgül
yen nöronlar boyunca ilerletilir. Bu aksiyon potan­
fonksiyonları yerine getirdiğini görüyoruz. Ama,
siyellere basitçe “sinir impulsları” (uyarılalı) denir.
depolanmış bilgiler dünyasını zihnin kullanımına
Ancak, ek olarak, her impuls (1) iletisi bir nörondan
açan koıtekstir.
ötekine geçerken duraklatılabilir, (2 ) tek bir im-
pulstan tekrarlayan impulslara dönüşebilir, ya da
(3) başka nöronlardan gelenlerle entegre edilerek,
birbirini izleyen nöronlarda çok daha karmaşık bir
SİNİR SİSTEMİNİN BİR ELEKTRONİK karakter kazanabilir. Bütün bu işlevler nöronların
BİLGİSAYARLA KARŞILAŞTIRILMASI sinaptik fonksiyonları olarak sınıflandırılabilir.
Elektronik bilgisayarlar pek çok farklı bilim adamları ta­
rafından dünyanın çeşitli laboratuvarlarında ilk üretildi­
ği zaman, kısa sürede bu makinelerin hepsinin sinir sis­
Sinaps Tipleri-Kimyasal ve Elektriksel
temiyle birçok ortak yönlerinin bulunduğu görüldü. İlk Sinapslar
olarak, hepsinin giriş (input) devreleri sinir sisteminin
duysal bölümü ve çıkış (output) devreleri motor bölümü İki çeşit sinaps bulunmaktadır: (1) Kim yasal sinaps
ile karşılaştırılabilir. Girişlerle çıkışlar arasındaki iletici ve (2 ) elektriksel sinaps.
yolda çeşitli bilgi işlem fonksiyonlarını yürüten meka­
İnsan sinir sisteminde sinyal iletiminde kullanılan
nizmalar vardır.
Basit bilgisayarlarda çıkış sinyalleri, doğrudan giriş sinapsların hem en hepsi kim yasal sinapslardır.
sinyalleri ile kontrol edilir. Bu işlemler medulla spinalis- Bunlarda ilk nöron, sinaps bölgesinde nörotransmi-
teki basit reflekslere benzetilebilir. Ancak, daha karmaşık ter adı verilen bir kimyasal madde (ya da sıklıkla ba­
bilgisayarlarda çıkışı hem giriş sinyalleri, hem de bilgisa­ sitçe transmiter m adde denir)salgılar ve bu transmi­
yarların belleğinde daha önceden depo edilmiş bulunan ter nöronun eksite veya inhibe ettiği ya da başka
bilgiler saptar; bu da daha karmaşık reflekslere ve sinir yoldan duyarlığını değiştirdiği ikinci nöronun
sisteminin üst düzeylerindeki bilgi işlem mekanizmala­ membıanındaki reseptör proteinleri etküer. Şimdi­
rına benzemektedir. Bundan başka, bilgisayarları daha
ye kadar 40’tan fazla transmiter maddesi bulunmuş­
da geliştirmek için, tüm işlemlerin dizilişini saptayacak
tur. Bu maddeler arasında asetilkolin, norepinefıin,
histamin, gama-aminobütirik asit (GABA), glisin,
serotonin ve glutamat en çok bilinenleridir.
Buna kaışüık, elektriksel sinapslar, elektriği bir
Problem*-- Giriş Çıkış — Yanıt hücreden ötekine ileten direkt kanallardır. Bunların
çoğu küçük protein tübülleıinden ibarettir. Yarık
I r r bağlantılar adı verilen bu yapılar bir hücrenin için­
t den ötekine iyonların serbest hareketlerini sağlar.
Çözme ilk İşlem
işlemi I sonuçları
Dnuçli sonuçları Bunlar Bölüm 4 ’te tartışılmışür. Merkezi sinir siste­
Bilgi
TT deposu
minde az sayıda bulunan yarık bağlantıların önemi
TT bilinmiyor. Öte yandan yanyana bulunan viseral düz
kas lifleri arasında (Bölüm 8 ) ve kalp kası hücreleri
1} Merkezi işlem Hesap
ünitesi ünitesi
arasında (Bölüm 10) aksiyon potansiyelleri bu geçit
bölgeleri ya da benzeri bağlantılarla iletilmektedir.

Ş E K İL 45 - 4 Kimyasal Sinapslarda "Tek Yönlü" İleti. Sinir


Çok amaçlı elektronik bilgisayarın şeması. Temel öğeler ve bir- sistem i sinyallerinin iletilm e şekli bak.m ından
birleriyle ilişkileri gösterilmiştir. kimyasal sinapslaıı son derece elverişli kılan çok
516 ÜNİTE IX • Sinir Sistemi: A. Genel İlkeler ve Duysal Fizyoloji

küçük presinaptik term inal adı verilen düğümler


bulunur. Bunların yaklaşık yüzde 80 ila 9 5 ’i dend-
ritlerin yüzeyinde yalnız yüzde 5-20 kadarı da so ­
ma üzerinde yer alır. Bu presinaptik sonlanm alar
çok sayıda başka nöronlardan kaynaklanan sinir
liflerinin uçlarıdır. Daha sonra görüleceği gibi, pre­
sinaptik terminallerin birçoğu eksitatör karakterde
olup postsinaptik nöronu eksite eden bir madde
salgılar, inhibitor olanlar ise postsinaptik nöronu
inhibe eden bir madde salgılarlar.
Medulla spinalis ve beynin öteki bölümlerindeki
nöronlar anteriyör motor nöronlardan, ( 1 ) hücre
gövdesinin büyüklüğü, (2 ) dendritleıin sayısı, uzun­
luğu ve hemen hem en sıfırdan birçok santimetrele­
re kadar değişebilen boyları, (3) aksonların çap ve
boyları, (4) presinaptik terminallerin yalnız birkaç
taneden ikiyüz binlere ulaşan sayıları yönünden ay­
rılırlar. Bu farklar, sinir sisteminin çeşidi bölgeleri­
nin gelen sinyallere değişik yanıüar vererek, böylece
değişik fonksiyonları yürütmelerini sağlar.

Presinaptik Terminaller. Elektron mikroskopik


incelemeler presinaptik term inallerin çeşitli anato­
mik şekillerde bulunduklarını, fakat çoğunun kü­
çük yuvarlak ya da oval yumrular şeklinde olduğu­
nu göstermiştir. Bu nedenle çoğunlukla bu yapıları
tanımlayan term inal yumruları, düğmeler, soıı-
Ş E K İL 45 - 5 ayaklar, veya sinaptik yum rular gibi farklı terimlere
Tipik bir aııteriyör motor nöronun soma ve dendritleri üzerin­ rastlanır.
de presinaptik terminaller gösterilmiştir. Tek aksona da dikkat Şekil 45-6’da presinaptik term inalin tem el yapısı
ediniz. görülüyor. Presinaptik term inal genellikle 200-300
angstrom genişlikte bir sinaps aralığı ile postsinap­
tik nöron somasından ayrılmıştır. Terminalin için ­
önem li bir özelliği vardır: Sinapslar sinyalleri da­ de sinapsın eksitatör ya da inhibitor fonksiyonuyla
im a tek yönlü iletir. Yani sinyal, nörotransmiteri sa­ ilgili iki iç yapı bulunur: Transmiter vezikülleri ve
lıveren presinaptik nörondan, transm iterin etki nıitokoııdriler. Transmiter veziküllerinde bulunan
yaptığı postsinaptik nörona iletilir. Bu ilkeye kim­ transmiter m addesi sinaps aralığına seıbestlendiği
yasal sinapslarda tek yönlii ileti adı verilir. Bu özel­ zaman postsinaptik nöronu eksite ya da inbibe
lik sinyallerin elektriksel sinapslardaki çift yönlü eder. Nöron membranı eksitatör reseptörleri içeri­
iletisinden tam amen farklıdır. yorsa eksitasyon, inhibitor reseptörleri içeriyorsa
Tek yönlü ileti mekanizmasının önemi üzerinde inhibisyon görülür. Mitokondriler yeni transmiter
bir an düşünelim. Bu ileti sinyallerin belirli bir
am aca yönelmesini sağlar. Gerçekten sinir siste­
m inde ve perifeıik sinirlerin terminallerinde ileti­
len sinyallerin özel olarak belirli alanlarda odak­
lanmasını, sinir sisteminde sayısız algılama, motor
kontrol, bellek ve pek çok başka fonksiyonların yü­ Transmiter
rütülmesini sağlar. vezikülleri

Mitokondriler
Sinapsların Fizyolojik Anatomisi
\
Şekil 45-5 m edulla spinalisin ön boynuzundaki Presinaptik
tipik bir ön m otor nöronu gösteriyor. Bu nöron
Reseptör
başlıca üç kısımdan oluşm uştur: Som a, nöronun proteinler
ana gövdesidir; tek bir akson som a bölüm ünden Sinaps aralığı
om uriliği terkeden p erifeıik sinire uzanır; deııd- (200-300
ritler so m ad an m edulla sp in alisi çevreleyen angstrom)
Nöron Som ası
alanlara dallanarak uzanan 1 m m ’lik çok sayıda
uzantılardır.
Motor nöronda dendrit ve soma yüzeylerinde Ş E K İL 45 - 6
1 0 . 0 0 0 kadar veya 2 0 0 .0 0 0 ’den daha fazla sayıda Sinapsın fizyolojik anatomisi.
BÖLÜM 45 • Sinir Sisteminin Organizasyonu; Sinapsların Temel Fonksiyonları ve Transmiter M addeler 517

maddelerin sentezi için gerekli enerjiyi sağlayan haberci" aktivatörüdür. Bu maddeler daha sonra
adenozin trifosfatı sentezler. belirli hücresel fonksiyonları değiştirmek üzere
Bir aksiyon potansiyeli pıesinaptik terminale ya­ “ikinci haberci" görevi üstlenirler.
yıldığı zaman, m em bran depolaıizasyonu az sayı­
da veziküliin sinaps aralığına boşalmasına neden İyon Kanalları. Postsinaptik nöron m em branında-
olur. Serbestlenen transmiter postsinaptik nöron ki iyon kanalları genellikle iki tiptir: ( 1 ) katyon k a ­
m em branı geçirgenliğinde ani bir değişiklik yara­ nalları, çoğunlukla sodyum iyonlarının faJcat b a ­
tır; bu da nöronun reseptör özelliklerine göre post­ zen de potasyum ve kalsiyum iyonlarının geçişine
sinaptik nöronun eksitasyon ya da inhibisyonuna izin verir, (2 ) anyon kanalları, daha çok klorür
yol açar. iyonlarının fakat çok az miktarda diğer anyonların
geçişine izin verir.
A k s iy o n P o ta n s iy e lle rin P re sin a p tik Sodyum iyonlarını ileten kat}>oıı kan alları nega­
T e rm in a lle rd e n T ra n sm ite rin tif yüklüdür. Bu yükler, kanal çapı hidrate sodyum
S e rb e s tle tm e s in e Yol A çan M eka nizm a iyonunkinden daha büyük çapa ulaştığında pozitif
yüklü sodyum iyonlarını çekerler. Fakat aynı nega­
-K a lsiyu m İyon la rın ın Rolü
tif yükler klorür iyonlarını ve diğer anyonları iterler
ve geçişlerini önlerler.
Presinaptik term inali kaplayan hücre membranı-
Anyon kanallarına gelince, kanal çapları yeterin­
na presin aptik nıem bran adı verilir ve burada çok
ce büyüdüğünde klorür iyonları kanallardan geçe­
sayıda voltaj-kapılı kalsiyum kanalları bulunur.
rek, ters yönde ilerlerler. Ancak sodyum, potasyum
Bu nedenle, bu kanalların çok az sayıda bulundu­
ve kalsiyum katyonları iyonlarının hidrate şekilleri
ğu sinir lifinin öteki bölgelerinden oldukça farklı­
geçiş için çok büyük olduklarından engellenirler.
dır. Aksiyon potansiyeli term inali depolaıize ettiği
Daha sonra göreceğimiz gibi, sodyum kanalları­
zaman, çok sayıda kalsiyum iyonu bu kanallardan
nın açılması postsinaptik nöronu uyarır. Böylece
term inalin içine akar. Sinaps aralığına serbestle­
sodyum kanallarını açan transmiter madde eksita-
nen transm iterin miktarı term inale giren kalsi­
yum iyonlarının sayısı ile doğrudan ilişkilidir. Kal­
tör transmiter olarak adlandırılır. Diğer taraftan a ç­
ılan klorür kanalları nöronları inhibe ederler ve bu
siyum iyonlarının bu serbestlem e mekanizmaları
transmiter maddeler inhibitor transmiter olarak
tam bilinm iyorsa da aşağıdaki tarzda olduğu sa­
adlandırılırlar.
nılmaktadır.
Transmiter madde bir iyon kanalını aktive etti­
Kalsiyum iyonları presinaptik terminale girdikle­
ğinde, kanal genellikle milisaniyenin bir bölümü
ri zaman presinaptik m em branm iç yüzeyindeki
içerisinde açılır; transmiter madde artık mevcut ol­
serbestlem e yerleri adı verilen özel protein molekül­
madığında kanal aynı hızla kapanır. Bu nedenle,
lerine bağlanırlar. Bu da bağlanma bölgelerine ya­
iyon kanallarının açılması ve kapanması postsi­
kın transm iter veziküllerinin de m em bıana bağla­
naptik nöronların hızlı aktivasyonuna veya hızlı in ­
narak onunla kaynaşmaları, sonunda da, eksositoz
hibisyonuna neden olurlar.
olayı ile dışa açılmalarına neden olur. Her bir aksi­
yon potansiyelinden sonra birkaç vezikiil transmi-
Postsinaptik N öronda "İkinci H aberci" Sis­
terleıini aralığa boşaltır. Nörotransm iter olarak
tem . Sinir sistem inin pek çok fonksiyonu (örne­
asetilkolin depolayan bu veziküllerin her birinde
ğin belleğin işlenm esindeki gibi) başlangıçtaki
2 . 0 0 0 - 1 0 . 0 0 0 arası asetilkolin molekülleri bulunur.
transm iter m addesi uzaklaştıktan sonra nöronlar­
Presinaptik terminalde, birkaç yüz aksiyon potan­
da saniyelerden aylara kadar sürebilen değişiklik­
siyelden 1 0 .0 0 0 ’den daha fazla sayıda aksiyon po­
leri gerektirir. İyon kanalları uzatılmış postsinap­
tansiyeli iletmeye yetecek miktarda vezikül vardır.
tik n öıonal değişiklikleri oluşturmak için uygun
değildir, çünkü bu kanallar transm iter madde ar­
T ra n s m ite r M a d d e n in P o stsin a p tik
tık mevcut olm adığında milisaniyeler içinde ka­
N ö ro n a E tk is i-"R e s e p tö r P r o te in le r in panırlar. Çoğu kez, uzatılm ış n öron aktivitesi
F o n ksiyo n u postsinaptik nöron hücresinin içinde “ikinci h a­
b erci” bir kimyasal sistem i aktive etm ekle elde
Şekil 45-6’da görüldüğü gibi, sinaps bölgesinde edilir ve daha sonra ikinci haberci uzamış etkiye
postsinaptik nöron m em branında çok sayıda re­ neden olur.
septör proteinleri bulunur. Bu reseptörlerin iki İkinci haberci sistem in birçok çeşidi vardır. Nö­
önemli bileşeni vardır: (1) Membrandan sinaps ronlarda en çok görülen ikinci haberci G-proteinle-
aralığına uzanarak presinaptik terminalden nörot- ri diye adlandırılan bir grup proteini kullanır. Şekil
ransm iterle birleşen bir bağlan m a bölüm ü, (2 ) 45-7’nin üst sol köşesi transmiter madde tarafın­
postsinaptik nöronun m em bran boyunca içine ka­ dan aktive edilen bir m em bran reseptör proteinini
dar uzanan iyonofor bölüm . İyonofor iki tipten biri göstermektedir. Bir G-proteini reseptör proteininin
olabilir: ( 1 ) belirli tipteki iyonların kanallardan ge­ hücrenin iç kısmına uzanan kısmına bağlanmıştır.
çm esine izin veren iyon kan alı veya (2 ) iyon kanalı G-proteini de üç bölümden oluşur: G-proteininin
olmayan, fakat bunun yerine hücre sitoplazması- aktivatör kısmı olan bir a bölümü, reseptör prote­
mn içine uzanan ve postsinaptik nöronun içinde ine komşu olan hücre zarının içine G-proteinini
bir veya daha fazla maddeyi aktive eden bir "ikinci bağlayan beta ((3) ve gama y bölümleridir. Bir sinir
518 ÜNİTE IX • Sinir Sistemi: A. Genel İlkeler ve Duysal Fizyoloji

Ş E K İL 45 - 7
Başlangıç nöronundaki
transmiter madde ile ikinci
nöronun sitoplazm asına
öncelikle G-proteini ser­
bestleyerek ikinci nöronun
aktive edilmesini sağlayan
"ikinci haberci” sistem. Şe­
kilde G-proteinin birbirini
takip eden dört etkisi gös­
GTP terilmektedir. 1. İkinci nö­
ronun m em branm daki
iyon kanallarının açılması,
cGMP 2. nöronun membranında-
ki enzim sisteminin aktive
edilmesi, 3. intraselüler
enzim sistem inin aktive
edilmesi; ve/veya 4. İkinci
kimyasal aktivatörler değişiklikler nöronda gen transkrip­
siyonunun oluşması.

impulsu tarafından aktive edildiğinde G-proteini- olsun, farklı nöron yollarının yanıtlam a özellikleri­
nin a kısmı, p ve y kısımlarından ayrılır ve böylece ni değiştirmeleri için çok önemlidir. Bu konuya si­
hücrenin sitoplazması içinde hareket serbestliği el­ nir sistem inin bellek fonksiyonlarım tartıştığımız
de eder. Bölüm 57’de detaylı bir şekilde yer vereceğiz.
Ayrılan a. -bölümü her nöronun özelliğine bağlı
olarak sitoplazmada bir veya daha fazla fonksiyon P o stsin a p tik M e m b ra n d a E k s ita tö r ve
gösterir. Şekil 45-7 meydana gelebilecek dört değişik­ in h ib ito r R e s e p tö rle r
liği göstermektedir. Bu değişiklikler aşağıdaki gibidir:
Bazı postsinaptik reseptörler aktive edildiklerinde
1. Postsinaptik hücre m em branı boyunca özel iyon postsinaptik nöronu uyarırlar, bazıları da inhibisyona
kanallarının açılması. Şeklin sağ üst köşesinde G- neden olurlar. Hem inhibitor, hem eksitatör tipteki
pıoteinine yanıt olarak açılan bir potasyum kanalı reseptörlerin bulunmasının önemi, sinir fonksiyonu­
görülmektedir; bu kanal, ikinci haberci sistemi kul­ na ek bir boyut vererek eksitasyonun olduğu kadar si­
lanmadan direkt aktive olan iyon kanallarının hızlı nirsel aktivitelerin de sınırlanmasının sağlanmasıdır.
kapanmasının aksine genellikle uzun süre açık kalır. Eksitasyon veya inhibisyona sebep olan farklı re­
2. Nöron hücresinde siklik adenozin nıono fosfat septörler tarafından kullanılan farklı moleküler
(cAMP) veya siklik guanozin m onofosfat (cGMP)'m mekanizmalar ve m em bran m ekanizm aları aşağı­
aktivasyonu. Nöronlarda çok özel metabolik meka­ daki gibidir.
nizmayı ya siklik AMP’nin veya siklik GMP’nin kont­
rol edebildiğini haürlayınız. Böylece hücre yapısının Eksitasyon
uzun süreli değişimi de dahil olmak üzere pek çok
kimyasal sonucun alınmasına neden olur. Bu durum 1. Fazla sayıdaki p o z itif elektrik yükünün, postsi­
nöronun uzun-süreli uyarılabilirliğini değiştirir. naptik hücrenin içine akm asını sağ lam ak üzere
3. Bir veya d a h a fa z la sayıda intraselüler enzimin sodyum kanallarının açılm ası. Bu durum, m em b­
aktivasyonu. G-proteini, intraselüler enzimlerden ran potansiyelini eksitasyon için gerekli olan eşik
bir veya daha fazlasını direkt olarak aktive edebilir. değerine doğru pozitif yönde artırır. Eksitasyona
Enzimler de, hücredeki pek çok spesifik kimyasal neden olmanın en fazla kullanılan şeklidir.
fonksiyonlardan herhangi birine sebep olabilirler. 2. Kloriir veya potasyum kan alların dan biri veya
4. Gen transkripsiyonunun aktivasyonu. Bu bel­ her ikisi aracılığı ile baskılanm ış ileti. Bu negatif
ki de postsinaptik nöronun ikinci haberci sistem ­ yüklü klorür iyonlarının postsinaptik nöronun iç ­
lerinin en önemlisidir. Gen transkripsiyonu, n ö ­ ine difüzyonlarını veya pozitif yüklü iyonların dışa­
ronda yeni proteinlerin oluşm asına neden olabilir rı difüzyonlarını azaltır. Her iki durumda da içerde­
ve bu proteinler de hücrenin m etabolik m ekaniz­ ki mem bran potansiyeli norm alden daha pozitif
malarım veya yapısını değiştirebilirler. Özellikle hale gelir ki, bu da eksitasyondur.
uzun-süreli bellek işlem lerinde, uygun olarak akti­ 3. Hücre aktivitesiııi uyarm ak için hücrenin iç
ve edilen nöronlarda yapısal değişiklikler oluştuğu m etabolizm asındaki çeşitli değişiklikler veya bazı
bilinmektedir. durumlarda, eksitatör m em bran reseptörlerinin
Böylece, nörondaki ikinci haberci sistemlerinin sayısında artış ya da inhibitor m em bran reseptör­
aktivasyonu, ister G-proteini ister diğer proteinler lerinin sayısında azalma olmasıdır.
BÖLÜM 45 • Sinir Sisteminin Organizasyonu; Sinapsların Temel Fonksiyonları ve Transmiter M addeler 519

İnhibisyon
Nöropeptidler, Yavaş Etkili Transmiterier
1. Reseptör m olekülü aracılığıyla klorür iyon k a ­
nallarının açılm ası. Bu durum negatif yüklü klorür Hipotalamik-serbestletici hormonlar
Tirotropin-serbestletici hormon
iyonlarının postsinaptik nöronun dışından içine
Luteinizan hormon-serbestletici hormon
doğru hızlı difüzyonuna izin verir, böylece negatif Somatostatin (büyüme hormonu inhibitör faktörü)
yükleri içeri taşır ve içerdeki negativiteyi artırır ki Hipofiz peptidleri
bu da inhibisyondur. ACTH
2. Reseptör aracılığıyla potasyum iyonlarının ile­ p-Eııdorfin
a-Melanosit-stimüle edici hormon
tim inde artış. Bu artış, pozitif potasyum iyonları­ Prolaktin
nın dışarı difüzyonunu sağlar ki, bu da yine inhi­ Luteinizan hormon
bisyondur. Tirotropin
3. Hücresel metabolik fonksiyonları inhibe eden Büyüme hormonu
Vazopressin
veya inhibitör sinaptik reseptörlerin sayılarını artı­ Oksitosin
ran veya eksitatör reseptörlerin sayısını azaltan re­ Barsak ve beyinde etkili peptidler
septör enzim lerinin aktive edilmesi. Lösin enkafalin
Metionin enkafalin
P maddesi
Gastrin
Sinaptik Transmiterier Olarak Kolesistokinin
Fonksiyon Gören Kimyasal Maddeler Vazoaktif intestinal polipeptid (VİP)
Sinir büyüme faktörü
Beyin kaynaklı ııörotropik faktör
Elliden fazla kimyasal maddenin sinaptik transm i­
Nörotensiıı
ter olarak fonksiyon gördüğü kanıtlanmış, ya da İnsülin
ileri sürülmüştür. Bunların bir çoğu Tablo 45-1 ve Glukagon
45-2 ’de iki grup sinaptik transmiter olarak verilmiş­ Başka dokulardan
tir. Tablolardan ilki hızlı hareket eden küçük-mole- Anjiyotensin II
Bradikinin
küllü tıansm iterleri kapsar. Diğeri, daha büyük Karnozin
moleküler yapıya sahip ve daha yavaş hareket eden Uyku peptidleri
nöropeptidleri kapsar. Kalsitonin
Hızlı hareket eden küçük moleküllü transmiter-
ler beyne duysal sinyallerin ve kaslara motor sin­
yallerin iletilmesi gibi sinir sistem inin ani cevapla­ taşınım ile absorbe edilirler. Daha soma, bir aksiyon
rının bir çoğuna neden olanlardır. Diğer taraftan potansiyelin presinaptik terminale ulaştığı her seferde,
nöropeptidler genellikle reseptörlerin sayılarında birkaç vezikül transmiterlerini aynı anda sinaptik ara­
uzun süreli değişmeler, bazı iyon kanallarının uzun lığa bırakırlar; bu olay daha önce anlatılan mekanizma
süreli açılması ve kapanması ve belki de sinapsla- ile milisaniye veya daha kısa bir sürede oluşur. Trans­
rın sayıları ve büyüklüklerinin bile uzun süreli de­ miterin küçük-molekül tipinin postsinaptik membran
ğişmesi gibi uzun-süreli etkilere neden olurlar. reseptörleri üzerindeki daha somaki etkisi de genellik­
le bir milisaniye veya daha kısa sürede oluşur. Genel­
K ü ç ü k -M o le k ü llü , Hızlı H a re ke t Eden likle etki, iyon kanalları aracılığıyla geçirgenliği artıran
T ra n s m ite rie r veya azaltan bir reseptör proteinini aküve etmektir. Ör­
neğin eksitasyona neden olan sodyum iletimini veya
Pek çok durumda küçük-molekül tipi transmiterier inhibisyona neden olan potasyum veya klor iletimini
presinaptik terminalin sitozolünde sentezlenir ve daha artırmak gibi. Bazen transmiterlerin küçük-molekül
sonra terminaldeki birçok transmiter vezikülüne aktif tipleri iyon kanallarını açmak yerine reseptörler tara­
fından aktive edilen enzimleri stimüle ederler, bu da
hücrenin iç metabolik işleyişini değiştiril'.

Küçük-Moleküllü, Hızlı Etkili Transmiterier Küçük-Molekül Tipindeki Veziküllerin Yeniden


Kazanımı. Küçük-moleküllü üansmiterleri depola­
Sınıf I:
Asetilkolin yan ve serbestleyen veziki'ıller, sürekli olarak yeniden
Sınıf II: Aminler değerlendirilirler, yani tekrar tekrar kullanılırlar. Si­
Norepiııefrin naptik membranla kaynaşıp transmiter maddelerini
Epinefrin
boşaltmak için açıldıktan sonra, vezikül membram
Dopam in
Serotonin önce sinaptik membranın bir parçası haline gelir. An­
Histamin cak, saniyelerle, dakikalarla ölçülebilecek sürede
Sınıf III: Amino Asitler membranın vezikül parçası presinaptik terminalin iç­
Gama-Aminobütirik asit (GABA)
ine doğru geri çekilir ve yeni vezikül oluşturmak üzere
Glisin
Glutamat koparak aynim Bu vezikül içinde hala yeni transmiter
Aspartat maddeyi sentezlemek ve/veya yoğunlaştırmak için
Sınıf IV: gerekli uygun taşıyıcı proteinler bulunur.
Nitrik oksit (NO) Asetilkolin yukarıda anlatılan sentez ve salınım
520 ÜNİTE IX • Sinir Sistemi: A. Genel İlkeler ve Duysal Fizyoloji

prensiplerine uyan tipik bir' kiıçük-molekül transmi- N itrik oksit genellikle uzun süreli davranış ve
terdir. Bu transmiter madde presinaptik terminalde bellekten sorum lu beyin bölgelerinde görülür.
kolin asetiltransfemz enzimi varlığında asetil koeıı- Bundan dolayı bu transm iter sistem şim diye ka­
zim A ve kolinden sentezlenir. Daha sonra özel vezi- dar anlaşılam ayan davranış ve bellek fonksiyon­
küllerine taşınır. Veziküller siııaptik aralığa asetilkolin larını açıklam aya yardım edebilir. Nitrik oksit,
serbestlediğinde, siııaptik aralığın boşluğunu doldu­ presinaptik term inalde oluşumu ve postsinaptik
ran pıoteoglikan retikulumuna bağlı koliııesteraz en­ nöronlar üzerindeki etki m ekanizm aları b akı­
zimiyle hızlı bir şekilde tekıar asetat ve koline parç­ m ından diğer küçük-m oleküllü transm iterlerden
alanır. Fakat, daha sonra veziküller kazanılır ve kolin farklıdır. Diğer tran sm iterler gibi, presinaptik
de tekrar yeni asetilkolin sentezinde yeniden kullanıl­ term inaldeki veziküllerde önceden sentezlenip
mak üzere aktif olarak terminale taşınır. depo edilm ez. Aksine nitrik oksit, gerek duyuldu­
ğunda sentezlenir ve vezikülleıden serb estlen ­
Önemli Bazı Küçük - Molekül Transmiterlerin mek yerine, birkaç saniye içerisinde presinaptik
Ö ze llik le ri. Küçük-nıolekiil tıan sm iterin en term inallerden dışarı difiize olur. D aha sonra
önemlileri aşağıda verilmiştir. kom şu postsinaptik nörona difüze olur. P ostsi­
Asetilkolin beynin birçok alanlarındaki nöronlar­ naptik nöronda, m em bran potansiyelini fazla
da salgılanır fakat özellikle bulunduğu nöronlar şöy­ değiştirmez, ancak bunun yerine saniyeler, daki­
le sıralanabilir: Motor korteksin büyük piramidal kalar ve belki de daha uzun bir süre için nöronun
hücreleri, bazal gangliyonlardaki birçok farklı nö­ uyarılabilirliğini modifiye eden hücre içi m eta­
ronlar, iskelet kaslarını ineı ve eden motor nöronlar, bolik fonksiyonları değiştirir.
otonom sinir sisteminin tüm pregangliyoner nöron­
ları ile parasempatik sistemin postgangliyoner nö­ N ö ro p e p tid le r
ronları ve sempatik sistemin bazı postgangliyoner
nöronları. Asetilkolinin çoğunlukla eksitatör etkisi Nöropeptidler farklı bir şekilde sentez edilen, hare­
vardır; ancak bazı peıiferik parasempatik sinir uçla­ ketleri yavaş olan ve diğer yönlerden de küçük-m o­
rının, vagus sinirleri ile kalbin inhibisyonu gibi, in- leküllü transmiterlerden tam am en farklı olan bir
hibitör etkileri de olduğu bilinmektedir. grup transmiterlerdir.
N orepinefrin hücre gövdeleri beyin sapında ve Nöropeptidler presinaptik terminalin sitozolüııde
hipotalam usta yer alan birçok nöron tarafından sentezlenmezler. Bunun yerine nöıonal hücre göv­
salgılanırlar. N orepinefrin salgılayan nöronlar desindeki ribozomlar tarafından büyük protein m o­
özellikle ponstaki lokus serııleıısta yer alıp uzantı­ leküllerinin bir parçası olarak sentezlenirler. Protein
larını beyinde geniş alanlara göndererek beynin molekülleri önce hücre gövdesinin endoplazmik re-
tüm aktivitelerini ve uyanıklık düzeyinin artırılma­ tikulumuna, daha sonra da iki değişikliğin gerçekleş­
sı gibi zihinsel faaliyetleri kontrol ederler. Bu alan­ tiği Golgi apareyine giderler: önce protein enzimatik
ların birçoğunda norepinefrin eksitatör reseptörle­ olarak küçük parçalara bölünerek ya nöropeptid ya
ri, bazılarında ise inhibitör reseptörleri uyarır. No­ da nöropeptid pıeküısör maddesini serbestler. Son­
repinefrin aynı zamanda sem patik sinir sisteminin ra Golgi apareyi sitoplazmaya serbestlenen nörot-
postgangliyoner liflerin çoğu tarafından salgılana­ ransmiteri küçük transmiter vezikülleri halinde pa­
rak bazı organları eksite, bazılarını da inhibe eder. ketler. Daha sonra transmiter vezikülleri günde bir­
D opam iıı substansiya nigradan kaynaklanan n ö­ kaç cm gibi oldukça yavaş bir hızla akson sitoplaz-
ronlardan serbestlenir. Bu nöronların uzantıları, masının aksonal akım ıyla sinir liflerinin uçlarına ka­
başlıca bazal gaııgliyonların korpus striatumunda dar taşınırlar. Son olarak bu veziküller küçiik-mole-
sonlanırlar. Dopaminin etkisi genellikle inhibis- küllü transmiterleıde olduğu gibi aksiyon potansiye­
yoridur. line yanıt olarak transmiterlerini serbestlerler. Ancak
Glisin başlıca medulla spinalis sinapslarında sal­ vezikül otolize edilir ve yeniden kullanılmaz.
gılanır. Büyük olasılıkla daima inhibitör transmiter N öropeptidlerin oluşum u zahm etli bir işlem
olarak işlev görür. olduğu için, bunlar küçük-m oleküllü tıan sm iter-
G am a-am in obiitirik asid (GABA) medulla spi­ lere göre daha az m iktarda salınırlar. N öropep­
nalis, serebellum , bazal gangliyoıılar ve korteksin tidlerin küçük-m oleküllü transm iterlerden ge­
birçok alanlarındaki sinir terminalleri tarafından nellikle bin kez ya da daha fazla etkin olm aları bu
serbestlenir. Daima inhibisyona neden olduğu sa­ açığı kapatır. N öropeptidlerin diğer önem li bir
nılmaktadır. özelliği de daha uzun süreli etkilere neden o lm a­
G lııtam at m uhtem elen birçok duysal yolların larıdır. Bu uzun süreli etkilerden bazıları, kalsi­
presinaptik term inallerinde ve korteksin birçok yum porlarının kapanm ası, hücrenin m etabolik
alanlarında serbestlenir. Daima eksitasyona neden işleyişindeki değişiklikler, hücre çekirdeğindeki
olduğu sanılmaktadır. özel genlerin aktivasyonu veya deaktivasyonun-
Serotoniıı, beyin sapında median rafede başlayan daki değişiklikler ve eksitatör veya in h ibitör re­
ve beynin ve omuriliğin birçok alanlarına özellikle septörlerin sayılarındaki uzun süreli değişm eler
hipotalamusa uzanan çekirdeklerinden salgılanır. gibi sıralanabilir. Bu etkilerden bazıları günler, ya
Serotoninin spinal ağrı yollarında daima inhibitör da hatta aylar veya yıllar sürebilir. N öropeptidle­
etkisinin bulunduğu, şahsın ruh halini kontrol ettiği rin fonksiyonları konusundaki bilgilerim iz henüz
ve belki de uykuya neden olduğuna inanılmaktadır. gelişm eye başlam ıştır.
BÖLÜM 45 • Sinir Sisteminin Organizasyonu; Sinapsların Temel Fonksiyonları ve Transmiter M addeler 521

Nöronal Eksitasyon Sırasında Gelişen ıumundaki sinir membranındaki iyon kanallarından,


sodyum iyonlarına göre, daha kolay sızar.
Elektriksel Olaylar Şekil 45-8 klorür iyonlarının ekstıaselüler sıvıda
yüksek, fakat nöron içinde düşük konsantrasyonda
Sinirsel eksitasyonlaıın elektriksel m ekanizm ası
olduğunu gösteriyor. Aynı zamanda klorür iyonla­
özellikle medulla spinalisin ön boynuzundaki bü­
rına karşı m embranın oldukça geçirgen olduğu ve
yük motor nöronlarda incelenmiştir. Bu nedenle
belki de zayıf bir klorür pom pasının da bulunabile­
ilerideki birkaç konuda tanım lanan olaylar özellik­
ceği işaret edilmiştir. Nöronun içinde klorür iyon­
le bu nöronlara aittir. Bazı sayısal farklar bir yana
larının düşük konsantrasyonda olm asının başlıca
bırakılırsa, aynı ilkeleri sinir sistemindeki diğer nö­
nedeni nöronun içindeki -65 milivolttur. Böylece,
ronların çoğuna da uygulamak mümkündür.
bu negatif potansiyel, negatif yüklü klorür iyonları­
nı mem branın dışındaki konsantrasyon farkı içeri-
Nöron Gövdesindeki Membran Dinlenim Potansi­
dekinden çok daha fazla oluncaya kadar m em bran
yeli. Şekil 45-8de bir motor nöronun soma bölümün­
potlarından dışarıya doğru iter.
de membran dinlenim potansiyelinin yaklaşık -65 mi-
Burada Bölüm 4 ve 5 ’te m em bran potansiyeli ile
livolt olduğu görülüyor. Bu geniş perifeı ik sinir lifleri ve
iyon konsantrasyon farkları hakkında öğrendikleri­
iskelet kası liflerinde ölçülen -90 milivolttan biraz daha
mizi bir kere daha hatırlayalım. Hatırlanacağı gibi,
düşüktür. Voltajın düşük düzeyde olması nöronun ek-
m embranın iki tarafındaki elektriksel potansiyel
sitabilite derecesinin hem pozitif hem de negatif kont­
farkı, eğer uygun p o laıite ve büyüklükte ise,
rolüne olanak sağlaması bakımından önemlidir. Yani,
m embranın iç ve dışı arasındaki konsantrasyon
voltajın daha az negatif bir değere indirilmesi nöron
farklılıklarına rağmen, iyon hareketlerini tam am en
membranını daha duyarlı yapar; voltajın daha negatif
engelleyebilir. Bir iyon türünün hareketini tam a­
bir değere yükseltilmesi de nöronu daha az uyarılabilir
men engelleyebileıı böyle bir potansiyele o iyon iç ­
hale getirir. Bu, bir sonraki bölümde tartışılacağı gibi,
in Nenıst potansiyeli adı verilir. Bu potansiyel aşa­
nöron fonksiyonunun iki şeklinüı -eksitasyon ya da in-
ğıdaki denklemle hesaplanabilir:
lıibisyon- temelini oluşturur.
İçerdekikonsantrasyon \
N öronda Soma Membranının İki Tarafı Arasındaki
iyonların Konsantrasyon Farklılıkları. Şekil 45-8 n ö ­
ronda som a m em branının iki tarafı arasında nöron
fonksiyonu için en önemli olan üç iyonun konsant­
( --------------------------------- |

Dışardaki konsantrasyonJ

rasyon faiklarını göstermektedir: Bu iyonlar; sod­ Burada EMF, milivolt cinsinden m em branın için­
yum, potasyum ve klorür iyonlarıdır. deki Nernst potansiyelidir. Pozitif iyonlar için n e­
En üstte, sodyum iyon konsantrasyonunun ekst- gatif (-), negatif iyonlar için pozitif (+) olacaktır.
ı aselüler sıvıda yüksek (142 mEq/litre), nöron için­ Şimdi üç iyon için iyon hareketlerini tam durdu­
de ise düşük olduğu görülüyor (14 mEq/litre). Bu ran Nernst potansiyellerini hesaplayalım: Sodyum,
sodyum konsantrasyon gradyanını yaratan, sodyu­ potasyum ve klorür.
mu sürekli olarak nöronun dışına pompalayan Sodyum konsantrasyonu Şekil 45-8’de gösterildiği
sodyum pompasıdır. gibi, dışarıda 142 mEq/litre, içeride 14 mEq/litre
Şekil potasyum iyon konsantrasyonunun nöronun olursa sodyum kanallarından sodyum iyon hareketi­
soma bölümünün içinde yüksek (120 mEq/litre) fakat ni önleyecek membran potansiyeli +61 milivolt ola­
ekstıaselüler sıvıda düşük olduğu görülüyor (4,5 caktır. Ancak ölçülen gerçek membran potansiyeli
mEq/litıe). Bu potasyumu içeriye doğru pompalayan +61 milivolt değil, -65 milivolttur. Gerçekte, içeriye
bir potasyum pompasının da bulunduğunu gösterir. sızan sodyum iyonları sodyum pompasıyla hemen
(Bölüm 4'te açıklandığı şekilde Na+-K+ pompasının geriye dışarıya doğru pompalanarak nöron içindeki -
öteki yarısı). Ancak, potasyum iyonları dinlenim du- 65 milivoltluk negatif potansiyeli korunur.
Potasyum iyonları için konsantrasyon gradyanı
nöronun içinde 120 mEq/litre, dışında 4,5 mEq/litre-
dir. Bu da nöronun içinde - 8 6 milivoltluk bir Nernst
potansiyeli demektir ki, gerçekte ölçülen -65 mili­
volttan daha negatiftir. Bu nedenle potasyum iyonla­
rının nöronun dışına difüze olmaya eğilimleri vardır,
ancak bu eğilim potasyum iyonlarının sürekli olarak
geriye içeriye doğru pompalanması ile önlenir.
Son olarak klorür iyon gradyanı dışarda 107 mEq/lit­
re ve içeride 8 mEq/litre iken nöronun içinde Nernst
potansiyeli -70 milivolt olarak hesaplanır. Bu değer öl­
çülen gerçek değer olan -65 milivolttan biraz daha ne-
gaüf bir değerdir. Böylece klorür iyonları nöronların iç­
ine sızmaya çalışırlar. Ancak sızan iyonlar belki de ak­
tif bir klor pompası ile dışarıya geri taşınırlar.
K’ öronda som a membranının iki tarafı arasında sodyum,
Bu üç Nerııst potansiyelini ve iyonların difüzyon
potasyum ve klorür iyonlarının dağılımı. Bu intrasomal m em ­
bran potansiyelinin kaynağını oluşturmaktadır. eğilimlerinin doğrultusunu hatırda tutunuz. Çün­
kü bu bilgi, reseptör iyon kanallarının sinaptik uya­
522 ÜNİTE IX • Sinir Sistemi: A. Genel ilkeler ve Duysal Fizyoloji

rılmasıyla gerçekleşen nöronun eksitasyon ve inhi- Pozitif yüklü sodyum iyonlarının hızla nöronun
bisyonunu anlamada önem li olacaktır. içine akışı m em bran dinlenim potansiyelinin n e ­
gatifliğini kısmen nötürleştirir. Böylece Şekil 45-
Somanın İçinde Potansiyelin Eşit Dağılımı. Nöron 9B ’de m em bran potansiyeli -65 milivolttan -45 mi-
som asındaki iııtraselüler sıvı çok iletken bir eriyik­ livolta çıkar. Nöronun norm al istirahat potansiyeli­
tir. Bundan başka nöronal som anın çok geniş ol­ nin üstündeki bu yükselmeye (yani daha az negatif
m ası da (10-80 m ikro-metre çapında) elektrik akı­ bir değere ulaşmaya) eksitatör postsinaptik p ota n ­
m ının som anın içinde bir bölümden başka bir b ö ­ siyel (veya EPSP) adı verilir. Çünkü bu potansiyel
lüm e geçişinde hem en hem en hiç direnç olm am a­ yeteri kadar yükselince nöronda bir aksiyon potan­
sına neden olur. Böylece, intrasomal sıvının h er­ siyeli yaratarak onu uyarır. Bu örnekte EPSP +20
hangi bir bölgesindeki potansiyel değişimi som a­ milivolttur (başlangıç değerinden 2 0 milivolt daha
nın her noktasına hem en hem en eşit olarak yayılır. pozitiftir).
Bu ilke, ileride göreceğimiz gibi nörona çeşitli kay­ Ancak, burada uyarmak gerekir ki, tek bir presi­
naklardan gelen sinyallerin “sumasyori'u yönün­ naptik term inalin deşarjı nöron potansiyelini h i­
den büyük önem taşır. çbir zam an -65 milivolttan -45 m ilivolta çıkara­
maz. Amplitüdün artm ası için birçok term inalden
Sinaptik Eksitasyonurı Postsinaptik M em bran- deşarjların eşzam anlı olarak gelm esi (ön m otor
daki Etkisi - Eksitatör Postsinaptik Potansiyel. nöron için genellikle yaklaşık 40-80 adet) ya da kı­
Şekil 45-9A, yüzeyinde uyarılmamış bir presinaptik sa aralarla birbirini izlem esi gerekir. Bu, ileride
term inal bulunan, istirahat halindeki bir nöronu detaylı olarak tartışılacağı gibi sum asyon olayı ile
gösteriyor. Som anın her yerinde m embran dinle- sağlanır.
nim potansiyeli -65 milivolttur. vj
şekil 45-9B ’de presinaptik terminalden term inal Nöronu Terkeden Aksonun Başlangıç Seg-
ile nöronun som a m em bram arasındaki aralığa bir m entinde Aksiyon Potansiyelin Doğuşu - Eksi­
transm iter serbestlenmiştir. Bu transmiter m em b- tasyon Eşiği. EPSP yeterince yükselince, nihayet
randaki eksitatör reseptöre etki yaparak, m em bra- bir aksiyon potansiyelini başlatacak noktaya ula­
rıın Na+’a geçirgenliğini artırmıştır. Nöronun için ­ şır. Ancak aksiyon potansiyeli som a m em branında
deki yüksek sodyum gradyanı ve yüksek elektriksel eksitatör sinapslara bitişik bölgede başlam az. B u ­
negativiteden dolayı sodyum iyonları m em bıanın nun yerine, aksonun som adan ayrıldığı başlangıç
içine doğru hareket ederler. segm entinde başlar. Aksiyon potansiyelin kaynağı­
nın bu nokta olm asının ana nedeni, som anın nis-
beten az sayıda voltaj-kapılı sodyum kanallarına
sahip olması ve bu yüzden EPSP'in bir aksiyon p o ­
tansiyeli yaratmaya yetecek kadar kanalı açam a-
masıdır. Öte yandan, başlangıç segm entindeki
voltaj-kapılı sodyum kanallarının konsantrasyonu
yedi kat daha fazla olduğundan, aksiyon potan si­
yeli som aya göre çok daha kolay doğabilir. Başlan­
gıç segm entinde bir aksiyon potansiyeli yaratacak
EPSP’in değeri +10 ile +20 milivolt arasındadır. Bu,
som a için gerekli olan yaklaşık +30 milivolt değe­
rine zıttır.
Aksonun başlangıç
segmenti Aksiyon potansiyeli bir kez başladıktan sonra,
Eksitatör. hem akson boyunca perifere, hem de geriye, som a­
B ya doğru yayılır. Birçok durumlarda dendritlere ya­
yılırsa da hepsine geçemez, çünkü onlarda da so ­
ma gibi çok az sayıda voltaj-kapılı sodyum kanalla­
Uyarılmış Nöron Aksiyon potansiyelinin rı bulunur ve dolayısıyla hem en hem en hiç aksiyon
yayılması potansiyeli meydana getiremez.
Cl- girişi Böylece Şekil 45-9B'de görüldüğü gibi, nöronun
eksitasyon için eşik değeri yaklaşık -45 milivolttur
Inhibitor
ki bu +20 milivoltluk bir EPSP'in, yani, -65 milivolt-
luk normal dinlenim potansiyelinden 2 0 milivolt
daha pozitif bir değerin karşılığıdır.
Ç’k'Ş1 jnhibe Edilen Nöron

Ş E K İL 45 - 9 1 Nöronal İnhibisyonda Elektriksel Olaylar


Bir nöronun üç durumu, a. Istirahatteki nöron. B. Uyarılmış du­
rumdaki nöron; nöron içi potansiyel sodyum girişi ile daha po­ İnhibitör Sinapsların Postsinaptik M em b ra n a
zitif yani daha az negatif olmuştur. C. İnhibe edilen nöronda
potasyum iyon çıkışı ve kloriir iyon girişi ile intranöral m em b­ Etkisi - İnhibitör Postsinaptik Potansiyel . İn ­
ran potansiyeli daha negatif olmuştur. hibitör sinaps sodyum kanalları yerine başlıca
BÖLÜM 45 • Sinir Sisteminin Organizasyonu; Sinapsların Temel Fonksiyonları ve Transmiter M addeler 523

klorür kanallarını açarak, klorür iyonlarının ko­ P o s ts in a p tik P o ta n siye lin Z a m a n Süreci \ r
layca geçişini sağlar. Şimdi, inhibitör sinapsların
postsinaptik nöronu nasıl inhibe ettiklerini an la­ Bir ön motor nöron uyarıldığı zaman nöron membra-
yabilm ek için, klorür iyonları ile ilgili Nernst p o ­ ııı ancak 1 2 jnilisaniye kadar sodyum iyonlarına yük­
tansiyelleri hakkında öğrendiklerimizi hatırlaya­ sek bir geçirgenlik gösterir. Bu sürede sodyum iyonla­
lım. Bu potansiyeli klorür iyonları için -70 m ili­ rı postsinaptik hücrenin içine hızla difüze olarak nö­
volt olarak hesaplam ıştık. Görüldüğü gibi, bu p o ­ ron içi potansiyeli yükseltip EPSP yaratırlar. Şekil 45-
tansiyel istirahat halindeki nöron m em branının 10'da bu olay alttaki iki eğri ile gösterilmiştir. Bu potan­
içinde m evcut -65 milivoltluk potansiyelden daha siyel daha sonraki 15 milisaniye içinde yavaşça azalır.
negatiftir. Bu nedenle, potasyum ve klorür kanal­ Çünkü fazla pozitif yüklerin uyarılmış nörondan dışa­
larının açılm ası sırasında, potasyum iyonlarının rıya sızması ve normal dinlenim membran potansiye­
dışa göçm esi m em bran potansiyelini norm alden linin yeniden oluşturulması için bu süre gereklidir.
daha negatif yapacak; klorür iyonlarının içe gö­ İnhibitör postsinaptik potansiyel (IPSP) için tam
çm esi de bu negatifliği daha artıracaktır. İntrase- aksi bir olay gelişir. Yani, inhibitör sinapslar m em b­
lüler negatiflik derecesindeki bu artışa h iperpola- ran p erm eabilitesini potasyum ve/veya klorür
rizasyon adı verilir. Bu da m em bran potansiyelini iyonları için 1 ^_ milisaniye kadar artırırlar, bu da
eksitasyon eşiğinden çok uzaklaştırdığı için n öro­ nöron içindeki potansiyeli norm alden daha negatif
nu inhibe eder. Bu nedenle, m em branın negativi- bir değere indirerek IPSP’i yaratır. Bu potansiyel de
tesinde norm al dinlenim potansiyelinden öteye 15 milisaniye sonra yok olur.
bir artışa in hibitör p ostsin ap tik potansiyel (IPSP) Başka tür transm iter maddeleri, başka nöron çe ­
adı verilir. şitleri üzerine etki ederek yüzlerce milisaniye, h at­
Şekil 45-9C ’de inhibitör sinapsların uyarılması­ ta belki de saniye, dakika, ya da saatlerce eksite ya
nın mem bran potansiyeline etkisi belirtilmiştir. Şe­ da inhibe edebilirler. Bu, özellikle nöropeptid
kilde görüldüğü gibi, klorür iyonlarının hücre içine transmiter maddeler için geçerlidir.
veya potasyum iyonlarının hücre dışına akışları,
m em bran potansiyelini normal değeri olan -65 m i­ N ö ro n la rd a U zam sal (Spasyal) v /
livolttan daha negatif bir değere, -70 milivolta in­ S u m a s y o n -A te ş le m e Eşiği
dirmiştir. M embran potansiyelindeki bu 5 milivolt­
luk fazla negatiflik IPSP’dir. O halde örneğimizde Daha önce bir nöron yüzeyindeki tek bir presinap­
IPSP -5 milivolttur. tik term inalin nöronu asla eksite edemeyeceği b e ­
lirtilmişti. Bunun nedeni, tek bir term inalden ser­
bestlenen yeterli miktardaki transm iter m addesi­
nin yaratacağı eksitatör postsinaptik potansiyelin
P re sin a p tik in h ib is y o n
genellikle^.5-1 milivolttan fazla olm aması, halbuki
Nöron membranındaki inhibitör sinapslarda geli­ eksitasyon eşiğine ulaşmak için 1 0 - 2 0 milivoltun
şen ve postsinaptik inhibisyon adı verilen inhibis­ gerekmesidir. Buna karşın, bir nöron havuzundaki
yon dışında, başka bir inhibisyon da sinyal daha si- uyarılma sırasında birçok presinaptik terminaller
napsa ulaşmadan ortaya çıkabilir. Presinaptik inhi­ genellikle aynı zamanda uyarılırlar. Bu terminaller
nöron üzerinde geniş bir alana dağılmış olsalar b i­
bisyon adı verilen bu tip inhibisyonun şöyle gelişti­
le etkileri sunıasyona uğrar. Bu sumasyon şöyle aç­
ği sanılıyor.
ıklanabilir: Daha önce, som anın tek bir noktasın-
Presinaptik inhibisyonda, inhibisyon presinap­
tik term inal sinir liflerinin üzerindeki inhibitör si-
napsların deşarjı ile, daha bu lifler postsinaptik
nöron üzerinde sonlanm ad an gelişir. Pek çok r { ^ — 16 Sinapsm alefler.rr.ssı
+20
olayda salınan inhibitör transm iter madde GABA
Aksiyon potansiyeli ',8)—8 Sinapsm a'.eflanT.esi
(gam a-am inobütirik asit)’dır. GABA anyon kanal­ o-l Sinapsm a!«j!enmesi
larının açılm asına özel etkiyle çok miktarda klorür
iyonlarının term inal fibrile difüzyonunu sağlar. ^ -2 0
o
Bu iyonların negatif yükleri, bir aksiyon potansi­ >
Eksitatör postsinaptik
yeli term inal fibrile ulaştığında içeri giren pozitif Ü -4 0 -
potansiyeli
yüklü sodyum iyonlarının eksitatör etkisini büyük
-6 0 -
ölçüde yok eder. Böylece bu term inal fibrildeki ak­
siyon potansiyeli, postsinaptik nöronun eksitas­ ^ 'M e m b ra n dinlenim potansiyele
-8 0 —ı------ 1------ r~— ı----- n----- —r~ —1------ 1
yon derecesini düşürerek büyük ölçüde kendisi de 12 14 16
azalır. Milisaniye
Sinir sistem inin pek çok duysal yollarında presi­ Ş E K İL 4 5 - 10
naptik inhibisyon oluşur. Yani komşu terminal sinir Eksitatör postsinaptik potansiyeller yalnızca birkaç sinapsm
lifleri karşılıklı olarak birbirlerini inhibe ederler ki, eşzamanlı ateşlenmesinin aksiyon potansiyelini yaratmak için
gerekli potansiyel oluşumunu sağlam adığı ancak pekçok
bu duysal yollarda sinyallerin etrafa yayılımını en
sinapsın eşzamanlı ateşlenmesinin eksitasyon eşiği için gerekli
aza indirir. Bu olayı daha detaylı bir şekilde bir son­ potansiyel birikimini oluşturacağı ve superim poze aksiyon
raki bölümde tartışacağız. potansiyeline sebep olduğu gösterilmektedir.
52 4 ÜNİTE IX • Sinir Sistemi: A. Genel İlkeler ve Duysal Fizyoloji

daki potansiyel değişiminin som anın her tarafında Nöronların Eksitasyonunda Dendritlerin
hem en hem en eşit olarak yayıldığına işaret edil­
Özel Fonksiyonları
mişti. Büyük nöronal hücre gövdesinde çok yüksek
elektriksel iletkenlik olduğu için bu doğrudur. Böy-
D entritlerin Geniş Uzamsal (Spasiyal) Eksitas­
lece eşzamanlı olarak deşarj yapan her bir eksitatör
yon Alanları. Ön m otor nöronun som a bölüm ün­
sinaps somadaki potansiyeli bir milivoltun kesri
den bütün doğrultularda 500-1000 mikrometrelik
kadar daha pozitif yapar. EPSP yeteri kadar büyü­
dendritler uzanırlar. Böylece bu dendritler motor
yerek ateşlem e eşiğine eıişildiği zaman, başlangıç
nöron etrafındaki geniş bir spasiyal alandan sinyal­
segmentinden bir aksiyon potansiyeli doğar. Bu et­
leri toplarlar. Bu nitelikleri çok sayıda faiklı presi-
ki Şekil 45-1 0 ’da birçok eksitatör postsiııaptik po­
naptik nöronlardan gelen sinyallerin sumasyonu
tansiyellerle gösterilmiştir. Şeklin altındaki postsi-
için büyük olanak sağlar.
naptik potansiyel dört eksitatör sinapsın eş zam an­
Ayrıca, tüm presinaptik term inallerin ancak yüz­
lı uyarılmasıyla gelişmiştir. Onun üstündeki daha
de 5 ila 20'sinin ön m otor nöronun som asında son-
yüksek potansiyel 8 sinapsın uyarılmasıyla; son
lanmalarına karşılık yüzde 80 ile 95'inin dendritler-
olarak daha da yüksek EPSP ise 16 sinapsın uyarıl­
de sonlanması da önemlidir. Böylece nöronlara
ması sonucu meydana gelmiştir. Bu son durumda
dendritleıden taşman sinyallerin eksitasyondaki
başlangıç segmentinde bir aksiyon potansiyel oluş­
payları daha büyük olur.
muştur.
M em bran üzerinde genişçe yayılmış çok sayıda
Dendritlerin Bir Çoğu Aksiyon Potansiyelleri
term inalin uyarılmasıyla gelişen eşzamanlı postsi-
İletemez - Fakat Elektronik İletim ile Sinyalleri
naptik potansiyellerin bu şekilde birikimine uzam ­
İletebilirler. Birçok dendritlerin membıanlarında
sal (spasiyal) sıımasyon adı verilir.
göreceli olarak az sayıda voltaj-kapılı sodyum kana­
lı bulunduğundan aksiyon potansiyelleri iletemez­
T e m p o ra l sum asyon ler, bu yüzden de aksiyon potansiyelin oluşması için
Bir terminalin her ateşlenişinde serbestlenen nö- gerekli uyarılma eşikleri çok yüksektir. Ancak bunlar
rotıansm iter madde m em bran kanallarını bir m ili­ dendritleıden somaya elektrotonik akım ları iletebi­
saniye kadar açar. Postsinaptik potansiyel 15 m ili­ lirler. Elektrotonik akım, iletisi, elektrik akımının
saniye kadar devam ettiğinden, aynı kanalların dendrit sıvısında aksiyon potansiyeli yaratmadan
ikinci defa açılması postsinaptik potansiyeli daha direkt yayılımı demektir. Nöronların bu akımlarla
yüksek düzeye çıkarır. Böylece term inalin uyarılma uyarılmasının (veya inhibisyonunun) bazı özgül
hızı arttıkça etkin postsinaptik potansiyeller artar. yönleri şöyle sıralanabilir:
Eğer tek bir pıesinaptik terminalin deşarjlarıyla
peşpeşe postsinaptik potansiyeller yeteri kadar Dendritlerde Elektrotonik İletinin Zayıflaması-So-
hızla gelişiyorlarsa, nöron yüzeyinde genişçe dağıl­ maya Yakın Sinapslarda Daha Büyük Eksitatör (ve­
mış eşzamanlı potansiyeller gibi birikime uğraya­ ya Inhibitör) Etki. Şekil 45-11’deki nöronun dendrit-
bilirler. Bu birikime tem poral sumasyon adı verilir. leıi üzerinde çok sayıda eksitatör ve inhibitör si-
napslar vardır. Şeklin solundaki iki dendıitin ucuna
inhibitor ve Eksitatör Postsinaptik Potansiyelle­ yakın eksitatör etkiler görülmektedir. Bu uçlardaki
rin Eşzamanlı Sumasyonları. Bir IPSP membran eksitatör postsinaptik potansiyellerin yüksek düzey-
potansiyelini daha negatif değere indirme eğilimi
gösterirken, aynı anda bir IPSP de potansiyeli yitk-
seltme eğiliminde ise, bu iki etki bazen tamamen bir­
birini sıfırlar ya da kısmen sıfırlar. Bir nöron bir
EPSP’le uyarılırken aynı zamanda başka bir kaynak­
tan gelen bir inhibitor sinyal postsinaptik potansiye­
li kolaylıkla eksitasyon için gerekli eşik değerin altına
indirerek nöronun aktivitesini durdurabilir.

N ö ro n la rın "F a s ilita s y o n "u


Çoğu kez, sümasyona uğramış postsinaptik potan­
siyel doğal olarak eksitatördür, fakat eksitasyon iç­
in gerekli eşik değere ulaşacak kadar yüksek değil­
dir. Bu takdirde nöronda fasilitasyondan -kolaylaş­
m a- söz edilir. Yani m em bran potansiyeli ateşleme
eşiğine norm alden daha yakın olmakla birlikte he­
nüz ona ulaşamamıştır. Bununla birlikte, nörona
başka bir kaynaktan gelen sinyal onu kolayca uya­
rabilir. Sinir sistemindeki yaygın sinyaller, çok defa Ş E K İL 45- 11
geniş nöron gruplarında fasilitasyon yaratarak on­ Bir nöronun dendritler üzerindeki presinaptik terminallerle
uyarılması. Özellikle eksitatör elektronik potansiyellerin solda­
ları başka kaynaklardan gelecek uyaranlara hızla ve
ki iki deııdritte gittikçe azaldığına, en üstteki dendritte de den-
kolaylıkla cevap verebilecek duruma getirirler. dritik eksitasyonun inhibisyonuna dikkat ediniz.
BÖLÜM 45 • Sinir Sisteminin Organizasyonu; Sinapsların Temel Fonksiyonları ve Transmiter M addeler 525

lerine dikkat ediniz, yani bu noktalarda membran


potansiyeli daha az negatiftir. Ancak, eksitatör post-
sinaptik potansiyellerin büyük bir bölümü somaya s
ulaşmadan kaybolur. Bunun nedeni dendıitleıin m
uzun ve ince olmaları, membranlarının da ince ve 2
elektrik akımının dışarı sızmasına neden olacak şe- -g*
kilde potasyum ve kloıür iyonlarına fazlasıyla geçir-
gen olmasıdır. Böylece eksitatör potansiyelin büyük ~
bir bölümü somaya ulaşmadan membrandan dışa- -8
riya sızar. Membran potansiyelinin dendıit boyunca ğ'
somaya doğru elektronik yayılması sırasında, gitti­
kçe azalmasına sönen ileti adı verilir.
Ancak, eksitatör sinapslar ne kadar somaya ya­
kınsa, iletideki sönm enin de o kadar az olacağı aç­
ıktır. Bu nedenle somaya yakın sinapsların eksita­ Eksitasyon durumu (çeşitli düzeylerde)
tör veya inhibitör etkileri somadan uzak olanlara
göre daha fazladır. Ş E K İL 45 - 12
Eksitasyon düzeyleri gittikçe artan çeşitli nöron tiplerinin yanıt
D endritlerde Eksitasyon ve İnhibisyonun Su- karakteristikleri.
masyonu. Şekil 45-1 1 ’deki en üstteki dendıitin
hem eksitatör, hem de inhibitör sinapslarla uyarıl­
dığı gösterilmiştir. Dendritin ucunda kuvvetli bir kanslaıı da artırılır. Aynı şekilde nöronun üzerine in ­
eksitatör postsinaptik potansiyel olduğu halde, so ­ hibitör durum bindirilerek frekansları düşürülebilir
maya yakın bölümünde iki inhibitör sinapsın aynı ve hatta ateşleme tamamen durdurulabilir.
dendritte etki ettiği görülmektedir. Bu inhibitör si­ Farklı nöronlar, farklı cevap verirler, farklı eksi­
napslar, eksitatör etkiyi sıfıra indirecek bir hiperpo- tasyon eşik değerlerine sahiptirler ve maksimal de­
larizasyon voltajı sağlayarak, somaya doğru yalnız­ şarj frekansları büyük değişiklikler gösterir. Biraz
ca hafif bir inhibisyonu elektrotonik olarak iletirler. hayal gücüyle, birçok farklı tipte cevap karakteris­
Yani, dendıitler de somada olduğu gibi, eksitatör tiklerine sahip nöronların varlığının sinir sistem i­
ve inhibitör postsinaptik potansiyellerin sumasyo- nin büyük farklılıklar gösteren fonksiyonlarını yeri­
nunu gerçekleştirebilirler. ne getirmedeki önemini anlayabiliriz.
Şekilde aynı zamanda tam akson tepeciğinde ve
başlangıç segmentinde bulunan pek çok inhibitör
sinapslar gösterilmektedir. Bu yerleşim özellikle
güçlü bir inhibisyon sağlar, çünkü aksiyon potansi­ SİNAPTİK İLETİNİN BAZI ÖZEL
yelinin normal olarak oluştuğu bu özel noktanın KARAKTERİSTİKLERİ
eksitasyon eşiğinin artmasında direkt etkisi vardır.
Sinaptik İletide Yorgunluk. Eksitatör sinapslar
hızlı olarak yineleyen uyarılar alırsa, postsinaptik
Nöronun Eksitasypn Düzeyi ile nöron önce yüksek frekansta deşarj yapar, fakat m i­
Ateşleme Hızının İlişkisi lisaniye ya da saniyeler geçtikçe frekans gittikçe
azalır. Buna sinaps iletisinde yorgunluk denir.
"Eksitasyon Durumu". Nöronun “eksitasyon du­ Yorgunluk, sinaps iletisinin çok önemli bir karakte­
rum u” aldığı eksitatör uyarıların sumasyon derece­ ristiğidir. Çünkü sinir sisteminde bir bölge aşırı uyarıl­
si ile tanımlanır. Eğer herhangi bir anda, nöron in- dığı zaman bir süre sonra yorgunluk, bu aşırı uyarıla-
hibisyondan daha yüksek düzeyde eksitasyon al­ bilirliğin yitirilmesine neden olur. Örneğin, epileptik
mışsa eksitasyon durum undadır denir. Öte yan­ konvülsiyon sırasında beyindeki aşırı eksitabilitenin
dan, eksitasyondan çok inhibisyon varsa inhibis­ bir süre sonra kaybolması, konvülsiyonun bitmesi yö­
yon durum unda olduğu söylenir. nünden son derece önemlidir. Yani yorgunluğun oluş­
Nöronun eksitasyon durumu eksitasyon eşiğinin ması fazla nöronal aktiviteye karşı bir korunma meka­
üzerine çıkarsa, eksitasyon durumu bu düzeyde kal­ nizmasıdır. Bu, Bölüm 46’da yansıyan nöronal devre­
dığı müddetçe nöron tekrarlayan ateşlemeler yapar. lerin tanımlanması sırasında tekrar ele alınacaktır.
Şekil 45-12 farklı derecelerdeki eksitatör durumlara Yorgunluk mekanizması presinaptik terminalde
üç tip nöronun verdiği yanıtları göstermektedir. Nö­ transmiter madde deposunun tükenmesine bağlıdır.
ron l'in eksitasyon eşiğinin düşük, fakat nöron 3 ’ün Hepsi değilse bile, nöronların çoğundaki eksitatör
eksitasyon eşiğinin yüksek olduğuna dikkat ediniz. terminallerde yalnız 1 0 . 0 0 0 kadar aksiyon potan­
Fakat aynı şekilde nöron 2’nin en düşük maksimum siyeli oluşturacak kadar eksitatör tıansmiterin depo
deşarj frekansına, nöron 3’ün ise en yüksek maksi­ edilebildiği, bunun da birkaç saniye ile birkaç dakika
mum deşarj frekansına sahip olduğuna dikkat ediniz. arasında hızlı uyarılma ile tükenebileceği hesaplan­
Normal eksitatör durum bile eşik değerinden yük­ mıştır. Bundan başka yorgunluk olayında iki faktö­
sek olduğundan merkezi sinir sistemindeki bazı nö­ rün daha rol oynayacağı düşünülebilir: ( 1 ) postsi­
ronlar sürekli ateşlerler. Bu nöronların eksitatör du­ naptik membran reseptörlerinin ilerleyici inaktivas-
rumları daha da artırılarak genellikle ateşleme fre- yonu ve (2 ) postsinaptik nöronda inhibitör etki ya-
526 ÜNİTE IX • Sinir Sistemi: A. Genel İlkeler ve Duysal Fizyoloji

pan postsinaptik nöron hücresinin içinde iyonların yon eşiğini indirmek yerine bazı inhibitör nörotrans-
yavaş yavaş anormal konsantrasyonlara ulaşmasıdır. miterlerin nöronlar üzerindeki etkisini inhibe ettiği,
özellikle medulla spinaliste glisinin etkisini inhibe etti­
Asidoz ve Alkalozun Sinaptik İletiye Etkisi. Nöron­ ği bilinmektedir. Böylece eksitatör transmiterlerin et­
lar çevrelerindeki iııterstisyel sıvının pil değişimlerine kisinin üstünlük kazanmasıyla nöronlar o kadar uyarı­
büyük duyarlık gösterirler. Alkaloz nöron eksitabUitesini lırlar ki hızla yineleyen deşarjlar sonucu ağır tonik kas
çok artırır. Örneğin arteriyel pH’nın 7,4’den 7,8 ila 8,0’e spazmları gelişir.
çıkması nöron eksitabilitesini artırarak serebral konvül- Anestetiklerin çoğu, sinir sisteminin birçok bölümle­
siyonları yaratır. Aşırı solunum aktivitesiyle arteryel rinde membranların eksitasyon için gerekli eşik değerle­
pH’nın bir an için yükselmesi epileptik konvülsiyon eği­ rini yükselterek sinaps iletisini azaltır. Anestetiklerin ço­
limi olan şahıslarda epilepsi nöbeti yaratmaya yeterli ğunun lipidlerde erime nitelikleri nedeniyle, nöron
olur. membranlarınm fiziksel karakteristiklerini değiştirerek,
Öte yandan asidoz nöron aktivitesini biiyiik ölçüde eksitatör ajanlara daha güç cevap verecek duruma getir­
bastırır; pH'nm 7,4’ten 7,0’ye düşmesi genellikle komaya meleri olasıdır.
götürür. Örneğin, ağır diyabetik ve üremik asidozlarda
daima koma gelişir. Sinaptik Gecikme. Aksiyon potansiyelinin presinaptik
nörondan postsinaptik nörona iletisi sırasında gerekli
Hipoksinin Sinaps İletisine Etkisi. Nöron eksitabilite- olayların gelişimi belirli bir zaman alır: ( 1 ) presinaptik
si aynı zamanda büyük ölçüde yeterli oksijen kaynağına terminalden transmiterin serbestlenmesi, (2 ) transmite-
bağımlıdır. Birkaç saniye kadar oksijen sağlanamazsa rin postsinaptik nöron membranına difüzyonu, (3)
nöronlar eksitabilitelerini tamamen kaybedebilirler. Ge­ transmiterin membran reseptörüne etkisi, (4) reseptö­
nellikle beyin dolaşımı geçici olarak kesildiğinde şahıs­ rün membran permeabilitesini artırması, ve (5) sodyu­
larda 3-7 saniye içinde bilinç kaybı görülür. mun içeriye difüzyonunun eksitatör postsinaptik potan­
siyeli aksiyon potansiyeli yaratabilecek düzeye yükselt­
İlaçların Sinaps İletisine Etkisi. Bazı ilaçların nöron mesi. Çok sayıda eksitatör sinapslar eşzamanlı uyarılsa
eksitabilitesini azalttığı, bazılarının da artırdığı bilin­ bile, bütün bu olayların gelişmesi için, en az 0,5 milisa-
mektedir. Örneğin kahve, çay ve kakaoda sırasıyla bu­ niyelik bir süre geçer. Sinaptik gecikme adı verilen bu sü­
lunan kafein, teofilin, teobromin'in sinirsel uyarılabi- re şu bakımdan önemlidir: Nörofizyologlar giriş iınpuls-
lirliği, nöronların uyarılma eşiğini düşürerek artırdıkla­ ları serisi ile çıkış impulsları arasındaki minimal gecikme
rı ileri sürülmektedir. Ayrıca nöron aktivitesini artıran süresini ölçerek, devredeki sinapsların sayısını tahmin
ajanlar arasında en iyi bilineni olan strikninin, eksitas- edebilirler.

REFERANSLAR

A m eric S D , Briion i JD : N euronal N icotin ic C ellular Approaches to Neural D ev elo p ­ G age F , Christen Y : Iso latio n, C haracterization
R eceptors. New Y o rk: W iley , 19 9 9 . m ent. Beth esda, M D : A m erican P h y sio lo g i­ and U tilization o f C N S Stem C ells. B erlin :
Baev K V : B io lo g ica l Neural N etw orks. B o s ­ cal Society, 1997. Springer, 1997.
ton: Birkhauser, 1998. Curragh E F : A proposed m echanism for m em ­ G arcia-A no veros J , C orey D P : T h e m olecules
B asar E : B rain Fu nction and O scilla tio n s. B e r ­ ory and learning based upon very high fre­ o f m echanosensation. Annu R e v N eurosci
lin: Springer, 1998. quency signals in the serotoncrgic neuronal 2 0 :5 6 7 , 1997.
. B e e ch D J: A ction s o f neurotransm itters and system . J Physiol Paris 9 1 :6 3 , 1997. G oda Y , S u d h of T C : C alciu m regulation o f
other m essengers on C V + ch an n els and K + Curragh E F : T h e state o f co n sciou sncss and ncurotransm itter release: reliability unrelia­
channels in sm ooth m uscle c e lls. P h arm acol very high frequency signalling in the sero­ b le? C urr Opin C ell B io l 9 :5 1 3 , 1997.
T h er 7 3 :9 1 , 1 9 97. tonergic neuronal system. J Physiol Paris G oldstein D S : N ovel catech o lam in ergic sys­
Bennett M R : N on-adrenergic n on-ch olinergic 9 1 :6 9 , 1997. tem s. Adv P h arm acol 4 2 :8 1 9 , 1998.
(N A N C) transm ission to sm ooth m uscle: 35 D antzler \VH: H andbook o f Physiology. S ec. G uem iann T , S chon eberg T , Sch u ltz G : Fu nc­
years on. Prog N eurobiol 5 2 :1 5 9 , 1 9 97. 13, C om parative Physiology. New Y o rk :
tional and structural co m p lexity o f signal
O xford U niversity Press, 1997.
B o ltz J , C astellani V : How do w iring m o le ­ transduction via G -proteia-cou pled recep­
D e V ries G J, V illalba C : Brain sexual dim or­
cules specify co rtical co n n ectio n s? C e ll T is ­ tors. Annu R e v N eurosci 2 0 :3 9 9 , 1997.
phism and sex differences in parental and
sue R es 2 9 0 :3 0 7 , 1997. H aines D E , Ard M D : Fundam ental N eurosci­
other social behaviors. Ann N Y A cad S c i
Brann D W , B h at G K , L am ar C A , M ahesh V B : ence. New Y o rk : C hurchill Livingstone,
8 0 7 :2 7 3 , 1997.
Gaseous transmitters and neuroendocrine 1 9 97.
D rescher U: M olccu lar B a se s o f A xonal
regulation. N curoendocrinology 6 5 :3 8 5 , H ausson E , O lsson T , T on n back L : On A stro ­
G row th and Pathfinding. B e rlin : Springer,
1997. cytes and Glutam ate N eurotransm ission:
1997.
Carpenter R H S : N europhysiology. N ew Y o rk : New W aves in B rain Inform ation P ro cess­
D rescher U, Faissner A , K lein R , et al: A xon al
Oxford U niversity Press, 1 9 9 7 . ing. A ustin, T X : Landes B io sc ie n c e , 1997.
growth and pathfinding: from phenomena
Catterall \VA: C ellular and m olecular b iology H em m ati-Brivanlou A, M elto n D : V ertebrate
to m olecules. C ell T issu e R e s 2 9 0 :1 8 7 ,
o f voltage-gated sodium ch an n els. Physiol 1997. neural induction. Aniiu R ev Neurosci 2 0 :4 3 ,
R e v 7 2 (suppl): S 1 5 , 1992. E h rlich Y M : M olecular and C ellular M e ch a ­ 1997.
C halliss R A J: R ccep to r Sign al Transduction nism s o f Neuronal Plasticity. New Y ork: Ja n s D A : T h e M ob ile R ecep to r H ypothesis:
Protocols. T oto w a, N J: H umana Press, Plenum Press. 1998. T h e R o le o f M em bran e R ecep to r Lateral
1997. Faissn er A : T h e tenascin gene fam ily in axon M ovem ent in Sign al Transduction. New
C ordo P, B e ll C C , H em ad S R : M oto r Learning growth and guidance. C ell T issu e R es 2 9 0 : Y o rk : Chapm an & H all, 1 9 9 7 .
and Synaptic P lasticity in the C erebellum . 3 3 1 , 1997. Jo n es S W , E lrn slie K S : Transm itter modulation
Cam bridge: C am brid ge U n iversity Press, F e sce R , V allo rta F , M eldolesi J : T h e m em ­ o f neuronal calcium channels. J M em br
19 9 7 . brane fusion m achine and neurotransm itter B io l 1 5 5 :1 , 1997.
C ow an W M , Jcssell T M (ed s): M olecu lar and release. Neurochem Int 2 8 :1 5 , 1996. K atz P S : Beyond N eurotransm ission: N euro­
BÖLÜM 45 • Sinir Sisteminin Organizasyonu; Sinapsların Temel Fonksiyonları ve Transmiter M addeler 527

m odulation and Its Im portance for Inform a­ M iz e A R : N itric O xide in Brain Developm ent, Shepherd G M : T h e S yn ap tic O rganization o f
tion P ro cessin g. New Y o rk: O xford U n iver­ Plasticity, and D isease. New Y o rk : E lsev ier, the B ra in . New Y o rk : O xford U uiversity
sity Press, 1 9 99. 1998. Press, 19 9 8 .
K osty ak P . P lasticity in N erve C ell Function. M orrison JH , H o f P R : L ife and death o f neu­ Sp yer K M , Lam bert JH , T h o m as T : C entral
N ew Y o rk : O xford U niversity Press, 1998. rons in the aging brain. S c ie n c e 2 7 8 :4 1 2 , nervous system con trol o f cardio vascular
L am D M : Neurotransm itters in th e vertebrate 1997. function: neural m echanism s and novel
retina. Invest Ophthalmol V is S e i 3 8 :5 5 3 , N elson N: H om eostasis o f energy conduction, m odulators. C lin E x p Ph arm acol P hysiol
1997. neurotransm itters, cytotox ic compounds and 2 4 :7 4 3 , 1997.
Lam ing P R : G lia l C ells: T h eir R o le in B e h a v ­ metal ions. J E x p B io l 2 0 0 :3 3 1 , 1997. Stein P S G : Neurons, N etw orks, and M o to r B e ­
ior. N ew Y o rk : C am bridge U niversity N eve K A , N eve R L : T h e D opam ine Receptors. havior. C am bridge, M A : M IT Press, 1997.
Press, 1 9 9 8 . T o tow a, N J: Humana Press, 1997. S to eck li E T : M o lecu lar m ech an ism s o f growth
L ed een R W : Sphingolipids as S ig n a l M odula­ Papanicolaou A C : Fundam entals o f B rain Im ­ c o n e guidance: stop and g o ? C e ll T issu e
aging. Eaton, PA : Sw ets & Leitlinger, R e s 2 9 0 :4 4 1 , 1997.
tors in the Nervous System . N ew Y o rk :
Tohyam a M , T ak atsu ji K : A tlas o f N cu roac-
N ew Y o rk A cad em y o f S c ien c e s, 1 9 98. 1998.
tive S ubstan ces and T h e ir R ecep to rs in the
L ev itt P , Harvey J A ; Friedm an E , et al: New P aw son T : Protein M odules in Signal T ran s­
R at. O xford : O xford U n iversity P ress, 1998.
evid en ce for neurotransm itter influences on duction. B erlin : Springer, 1998.
van Leeuw en F W : N euronal D egeneration and
brain developm ent. Trends N eurosci 2 0 :2 6 9 , R evest P , L o n g sta ff A : M olecu lar N eurosci­
R egeneration. New Y o rk : E lse v ier, 1998.
1997. ence. New Y o rk : Springer, 1998.
V erbern e A J, L a m W , O w ens N C , S arto r D :
L iu Y , Edw ards R H : T h e role o f vesicu lar Rhoads A R , Friedberg F : Sequence m otifs fo r
Supram edullary m odulation o f sym pathetic
transport proteins in synaptic transm ission calm odulin recognition. F A S E B J 1 1 :3 3 1 ,
vasom otor function. C lin E x p P h arm acol
and neural degeneration. Annu R ev N eu­ 1997.
Physiol 2 4 :7 4 8 , 1997.
ro sci 2 0 :1 2 5 , 1 9 97. R o lls E T , T reves A : Neural Netw orks and
W ilding J , NViddowson P , W illia m s G : N euro­
L iisch er H -R , C lam ann H/P: R elation betw een B ra in Fu nction. O xford : O xford U niversity b iology. B r M ed B u ll 5 3 :2 8 6 , 1 997.
structure and function in inform ation trans­ Press, 1998. W intz K W A : M olecu lar M ech an ism s o f S ig ­
fer in spinal m onosynaptic reflex. Physiol Rudom in P, R o m o R , M endell L M : Presynap- nalling and M em bran e Transport. B e rlin :
R ev 7 2 :7 1 , 1 9 9 2 . tic Inhibition and Neural Control. N ew S pringer, 1997.
M arg olis R U , M argolis R K : C hondroitin sul­ Y o rk : O xford U niversity Press, 1998. Z a cca i J , M assou lie J, D avid F : From C e ll to
fate proteoglycans as m ediators o f axon Seeds N W , S ico n olfi L B , H affke S P : Neuronal B rain . New Y o rk : E lse v ier, 19 9 8 .
growth and pathfinding. C e ll T issu e R es extracellu lar proteases facilitate cell m igra­ Zhou J , Bradford H F: N erv e growth factors
2 9 0 :3 4 3 , 1 9 9 7 . tion, axonal growth, and pathfinding. Cell and the control o f neurotransm itter pheno­
M isu lis K E : E ssen tia ls o f C lin ical N europhysi­ T issu e R e s 2 9 0 :3 6 7 , 1997. type selection in the m am m alian central
ology. B o sto n : Butlerw orth-H einem ann, Shaw G : N eurofilam ents. B e rlin : Springer, nervous system . Prog N eurobiol 5 3 :2 7 ,
1997. 1998. 1997.
Duyu Reseptörleri; Bilginin
İşlenmesinde Nöron Devreleri

Sinir sistem ine gelen bilgiler, dokunma, ses, ışık, leridir. Bunun cevabı "duyarlıklarının farklı” oluşu­
ağrı, soğuk, sıcak gibi duysal uyarıları algılayan dur. Yani, her reseptör tipi, özel olarak planlandığı
duysal reseptörler tarafından sağlanır. Bu bölümün uyaran çeşidine büyük duyarlık gösterir, ötekileri­
amacı bu reseptörlerin duysal uyaranları sinir sin­ ne de, eğer normal şiddette iseler hem en hem en
yallerine çevirme mekanizmalarını ve aynı zam an­ hiç cevap vermez. Nitekim koni ve basiller ışığa b ü ­
da, sinyallerde taşınan bilginin sinir sisteminde n a ­ yük duyarlık gösterirken, sıcak, soğuk, göz küresine
sıl işlendiğini tartışmaktır. basınç ya da kandaki kimyasal değişikliklere h e ­
m en hem en hiç cevap vermezler. Hipotalamustaki
supıaoptik çekirdekteki ozmoreseptörlerin vücut
sıvıları ozmolalitesindeki en küçük değişiklikleri
bildirdikleri halde, sese cevap verdikleri asla görül­
DUYU RESEPTÖRLERİNİN TİPLERİ memiştir. Nihayet derideki ağrı reseptörleri adi do­
VE DUYARLI OLDUKLARI DUYSAL kunma ve basınç stimulusları ile hem en hiç uyarıl-
UYARANLAR madıkları halde, dokunma uyaranı dokuyu harap -
layacak kadar ağır olursa çok aktif bir duruma ge­
Tablo 4 6 -1 'de vücuttaki duysal reseptörler listelen­ çerler.
miş ve sınıflandırılmıştır. Tabloda görüldüğü gibi
duysal reseptörler beş gruba ayrılabilir: ( 1 ) ıneka- Duysal M o d a lite - "İş a re tle n m iş Y o l"
noreseptörler, reseptöre ya da reseptöre komşu do­ İlkesi
kulara uygulanan basınç ya da gerilmeyi algılarlar;
(2 ) termoreseptörler, sıcaklık değişikliklerini, bazı­ Algıladığımız duyuların ana tiplerine -ağrı, dokun­
ları sıcağı bazıları da soğuğu olmak üzere, bildirir­ ma, görüntü ses vb.- duyuların m odalitesi adı veri­
ler; (3) ııosiseptörler (ağrı reseptörleri) dokularda lir. Duyuların bu farklı m odalitelerde algılanmasına
meydana gelen fiziksel veya kimyasal hasarı bildi­ karşın sinir lifleri yalnız impulslaıı iletmektedir.
rirler; (4) elektrom anyetik reseptörler, gözde retina Acaba, farklı sinir lifleri bu farklı modalitedeki du­
üzerine düşen ışığı bildirirler ve (5) kem oreseptör- yulalı nasıl iletmektedir?
ler, ağızdaki tad, burundaki koku, arteıyel kandaki Bunun cevabı, her sinir traktıısunun merkezi si­
oksijen düzeyini, vücut sıvılarındaki ozmolaliteyi, nir sistem inde özgül bir noktada sonlanm ası ve lif
karbon dioksit konsantrasyonunu ve belki de vü­ uyarıldığı zaman duyunun da lifin sonlandığı nok­
cut kimyasında rol oynayan öteki faktörleri bildi­ taya bağlı olmasıdır. Örneğin eğer bir ağrı lifi uyarı­
rirler. lırsa, hangi çeşit uyaran uygulanırsa uygulansın al­
Bu bölümde, başlıca perifeıik mekanoıeseptör- gılanan ağrıdır. Uyaran, elektrik akımı, lifin kendi­
ler olmak üzere özgül reseptör tiplerinden birkaçı­ nin ısıtılması, lifin ezilmesi olabilir veya doku hüc­
nın fonksiyonunu tartışarak reseptörlerin çalışma relerinin hasar görmesi ile ağrı alan sinir uçlarının
m ekanizmalarını tanımlayacağız. Diğer reseptörler uyarılması olabilir. Şahıs ağrı duyar. Aynı şekilde,
duysal sistemlerle ilgili olarak diğer bölümlerde bir dokunma lifi dokunma reseptörünün elektrik­
tartışılmıştır. Şekil 46-1 deride ya da vücuttaki de­ sel ya da başka şekilde uyarılmasıyla stimüle edilir­
rin dokularda bulunan mekanoreseptörleıin tiple­ se şahıs dokunma duyusu alır, çünkü dokunma lif­
rini göstermektedir. leri beyinde özgül dokunma alanlarına ulaşır. B en ­
zer olarak retinadan başlayan lifler beynin görme
alanlarında, kulaktan başlayanlar beynin işitme
Reseptörlerin Farklı Duyarlıkları alanlarında ve sıcaklıkla ilgili lifler de sıcaklık alan­
larında sonlanır.
Yanıtlanması gereken ilk soru, iki ayrı tipteki duysal Sinir liflerinin tek bir modaliteyi ileten özgüllü­
reseptörün farklı duysal uyaranları nasıl bildirdik­ ğüne işaretlenmiş yol ilkesi adı verilir.

528
BÖLÜM 46 • Duyu Reseptörleri; Bilginin İşlenmesinde Nöronal Devreler 529

TABLO 46 - 1
D u yu R e se p tö rle rin in S ın ıfla n d ırılm a sı
I. M ekanoreseptörler
D okunm a duyusu (epiderm is ve derm iş)
Serbest sinir sonlanm aları
Geniş sinir sonlanm aları
Merkel diskleri Serbest Geniş sinir
Birçok başka çeşidi sinir uçları sonlanması
Yaygın sonlanm alar
Ruffini sonlanm aları
Kapsüllii uçlar
M eissner cisimcikleri
Krause cisimcikleri
Kıl dibi organları
Derin doku duyarlığı
Serbest sinir sonlanm aları
Geniş sinir sonlanm aları Pacini Meissner
Yaygın sonlanm alar cisimciği cisimciği
Ruffini uçları
Kapsüllü sonlanm alar
Pacini cisimcikleri
Başka çeşitleri
Kas sonlanm aları
Kas igcikleri
Golgi tendon reseptörleri
İşitme
Kokleanın ses reseptörleri Ruffini Golgi tendon
Denge sonlanması apareyi
Vestibüler reseptörler
Artcryel basınç Ş E K İL 46 - 1
Karotis sinusu ve aorta baroreseptörleri Somatik duysal sinir soıılanmalarının çeşitli tipleri.
II. Term oreseptörler
Soğuk
Soğuk reseptörleri
Sıcak
Sıcak reseptörleri
III. N osiseptörler etkisi reseptörün m em bran potansiyelini değiştir­
Ağrı
mektir. Potansiyeldeki bu değişikliğe reseptör p o ­
Serbest sinir uçları
IV. Elektromanyetik Reseptörler tansiyeli denir.
Görm e
Koniler Reseptör Potansiyelinin M ekanizm ası. Farklı
Basiller reseptörlerin çeşitli yollardan biri ile uyarılması re­
V. Kem oreseptörler
septör potansiyeli yaratır: ( 1 ) reseptörün mekanik
Tat
Tat tomurcukları reseptörleri şekil değişikliğinin membranı gererek iyon kanalla­
Koku rını açmasıyla; (2 ) kimyasal bir maddenin m em b-
Olfaktör epiteliıı reseptörleri ıana uygulanması sonucu iyon kanallarını açm a­
Arteryel Oksijen sıyla; (3) m embranın sıcaklığının değişmesi sonu­
G lom us karotikum ve aortikum reseptörleri
Ozınolalite cu m embran geçirgenliğinin değişmesiyle; ve (4)
Olasılıkla supraoptik çekirdek nöronları reseptöre düşen ışık gibi elektromanyetik radyas­
Kan C 0 2’i yonların etkileriyle, doğrudan ya da dolaylı olarak
Medulla oblongata yüzeyinde ya da içindeki reseptörler membran karakteristiklerinin değişmesi suretiyle
ile glomus aortikum ve karotikum reseptörleri
membran kanallarından iyon akışı sağlanır. Resep­
Kan glikoz, am ino asit ve yağ asitleri
H ipotalam ustaki reseptörler törlerin uyarılmasında bu dört faiklı yolun bilinen
duysal reseptör tipleriyle uygunluk gösterdiği h a­
tırlanacaktır. Bu koşulların hepsinde m em bran po­
tansiyelini değiştiren tem el neden, reseptör
membranı geçirgenliğinin değişmesiyle iyonların
difüzyoııundaki artış veya azalışlarla m em bran p o ­
DUYSAL UYARANLARIN SİNİR tansiyelinin değişmesidir.
İMPULSLARINA ÇEVRİLMESİ
Maksimum Reseptör Potansiyeli A m plitüdü.
Duysal reseptör potansiyellerinin çoğunun m aksi­
Sinir Sonlamalarmda Yerel Akımlar- mum amplitüdü 100 milivolt civarındadır. M em b­
Reseptör Potansiyelleri ran sodyum iyonlarına maksimum geçirgen hale
geldiğindeki voltaj değişikliği ve aksiyon potansi­
Bütün duyu reseptörlerinin ortak bir özelliği vardır. yellerinde kaydedilen m aksimum voltaj da yaklaşık
Reseptörü hangi tipte uyaran uyarırsa uyarsın, ilk bu değerdedir.
530 ÜNİTE IX • Sinir Sistemi: A. Genel Prensipler ve Duyu Fizyolojisi

_ ^ Aksiyon
ReseptOrpotansiyeli potansiyeli
Deforme
alan

+ ++ + +

Ş E K İL 46 - 3
Bir pacini cisimciğinde oluşan reseptör potansiyeli ile duysal
sinirin uyarılması. (Loewenstein’den değiştirilerek: Ann. N. Y.
Ş E K İL 46 - 2 Acad. Sci., 94:510.1961).
Reseptör potansiyeli eşik değerin üstüne çıktıktan sonra resep­
tör potansiyeli ile aksiyon potansiyeli arasındaki tipik ilişki.
Uyaran Şiddeti İle Reseptör Potansiyeli A ra ­
sındaki İlişki. Şekil 4 6 -4 ’de bir pacini cisim ciğinin
merkezine deneysel olarak uygulanan mekanik b a ­
Reseptör Potansiyeli İle Aksiyon Potansiyeli­
sıncın gittikçe arttırılmasıyla oluşan reseptör p o ­
nin İlişkisi. Reseptör potansiyeli, reseptörün bağlı
tansiyelinin değişen am plitüdü görülm ektedir.
bulunduğu sinir lifinde aksiyon potansiyeli yarata­
Amplitüdün başlangıçta hızla arttığına, fakat yük­
cak eşiğitı üstüne yükseldiği zaman Şekil 46-2'de
sek uyaran şiddetinde hızdaki artışın gittikçe azal­
gösterildiği gibi aksiyon potansiyeli belirmeye baş­
dığına dikkat ediniz.
lar. Reseptör potansiyeli eşik değerin üstünde daha
Genelde duysal reseptörlerden iletilen ardışık ak­
fazla yükseldikçe aksiyon potansiyelinin frekansı­
siyon potansiyellerinin frekansı, reseptör potansiye­
nın arttığına dikkat ediniz.
lindeki artışa bağlı olarak artar. Bu bilgiyi Şekil 46-
4'deki verilerle birlikte incelediğimizde zayıf duysal
Pacini C is im c ik le rin d e R e se p tö r uyaranın, en azından bazı duysal sinyalleri ortaya
P o ta n s iy e li-R e ş e p tö r F o n ksiyo n u n u çıkarttığını ve reseptörün yoğun stimülasyonunun
A ç ıkla ya n Bir Ö rn e k aksiyon potansiyeleıinin sayılarının artmasında git­
tikçe daha az etkin olduklarını görürüz. Bu hemen
Öğrenciler bu noktada Şekil 46-1’de gösterilen pa­ hemen tüm duysal reseptörler tarafından kullanılan
cini cisim ciğinin anatomik yapısını yeniden göz­ oldukça önemli bir prensiptir. Bu prensip reseptö­
den geçirmelidirler. Cisimciğin ortasındaki çekir­ rün zayıf duysal deneyime karşı daha duyarlı olma­
dek bölümünde merkezi bir sinir lifinin uzandığına sını fakat yine de duysal deneyim aşırı olana kadar
dikkat ediniz. Bunun etrafında birçok konsantrik maksimum ateşleme hızına ulaşmamasını sağlar.
kapsül tabakaları yer alır, böylece kapsülün dışında Bu da reseptörün çok zayıftan çok şiddetliye kadar
herhangi bir yerdeki basınç merkezi lifi uzatacak, geniş bir cevap aralığının olmasını sağlar.
bereleyecek veya şeklini değiştirecektir.
Şekil 46-3’de mikrocerrahi yolu ile bir kapsül taba­
kası hariç diğer kapsül tabakalarının çıkarıldığı pa­
cini cisimciğinin merkezi lifi gösterilmektedir. Kap­ 100
sül içerisindeki merkezi lifin en uç kısmı miyelinsiz- 90H
dir, ancak lif peıifeıik duyu sinirine ulaşmak üzere
80
cisimcikten ayrılmadan hemen önce miyelinlenir.
ro -o 70-
Şekil aynı zamanda pacini cisimciğinde reseptör
potansiyelinin oluşma mekanizmasını da gösterir. 60-
Cisimciğe uygulanan basınç ile deforme olan ter­ ‘2 50-
a.
0) o
m inal lifin alanının küçüklüğüne ve pozitif yüklü w .ti 40-
sodyum iyonlarının lifin içine difüzyonuna izin ve­ P o.
30
cD c£ö
<
ren m embrandaki iyon kanallarının açıldığına dik­ 20
kat ediniz. Bu olay lifin içinde artan bir pozitiflik
10
meydana getirir, bu bir "reseptör potansiyeledir.
Bu reseptör potansiyeli daha sonra kırmızı oklarla
0 ~T—ı— r~t—ı— r “ı 1—I
0 20 40 60 80 100
gösterildiği gibi lifin boyunca yayılan, lokal devre Uyaran şiddeti (yüzde)
akımlarını oluşturur. Pacini cisimciğinin kapsülü
içinde yeralan birinci Ranvier boğumunda bu lokal Ş E K İL 46 * 4
akım lifin m em branını depolaıize eder. Bu olay da­ Pacini cisimciğine uygulanan uyaran şiddetli ile reseptör
ha sonra sinir lifinden merkezi sinir sistem ine doğ­ potansiyeli arasındaki ilişki. (Loewenstein’den değiştirilerek:
ru iletilen tipik aksiyon potansiyellerini başlatır. Ann. N. Y. Acad. Sci., 94: 510.1961).
BÖLÜM 46 • Duyu Reseptörleri; Bilginin İşlenmesinde Nöronal Devreler 531

Reseptörlerin Adaptasyonu elastik yapıya sahiptir, bunun için cisim ciğ in bir
tarafına şeklini değiştirici bir kuvvet aniden uy­
Bütün duysal reseptörlere özgii bir nitelik de uya­ gulandığında bu kuvvet cisim ciğin viskoz yapı­
ranlara bir süre sonra kısmen ya da tam am en şınca m erkezi sinir lifinin aynı tarafına doğrudan
ad ap te olmalarıdır. Yani, sürekli bir duysal uyaran iletilir böylece reseptör potansiyeli ortaya çıkar.
uygulandığı zaman, reseptör başlangıçta yüksek Ancak saniyenin birkaç yüzde biri içind e cisim ­
impuls hızında cevap verir, daha sonra, nihayet cikteki sıvı yeniden dağılır, ve tüm cisim cik b o ­
birçoğu cevap vermeyene kadar, cevabın lıızı gide­ yunca basın ç eşitlenir. Bu olay m erkezi sinir lifi­
rek azalır. nin bütün yüzeyine eşit basınç uygulanm asını
Şekil 46-5, bazı tip reseptörlerdeki tipik adaptas­ sağladığı için reseptör potansiyeli artık ortaya
yonu göstermektedir. Pacini cisimciklerinin son çıkmaz, yani reseptör potansiyeli b asın ç ilk uy­
derece hızlı, kıl dibi reseptörlerinin bir saniye için­ gulandığında görülür. Fakat daha sonra basın ç
de, buna karşın bazı eklem kapsülü ve kas iğcikleri devam ettiği halde saniyenin küçük bir bölüm ü
reseptörlerinin ise yavaş adapte olduklarına dikkat kadar sürede kaybolur.
ediniz. Pacini cisim ciğinde adaptasyon m ekanizm ala­
Bazı duysal reseptörler diğerlerinden çok daha rından İkincisi, çok daha yavaş işleyen akoıııodas-
fazla uyum göstermektedir. Örneğin, pacini ci­ yoıı mekanizmasıdır ve bizzat sinir lifinin içinde
simciği bir saniyenin yüzde biri içinde uyaranın yer alır. Eğer kapsül çıkarıldıktan sonra ince bir
“kalkm asına” adapte olmakta, kıl dibi reseptörle­ cam çubukla merkezi çekirdek deforme edilmeye
rinde ise, bu adaptasyon bir saniye veya daha faz­ devam edilirse, sinir lifinin ucunda yavaş yavaş
la sürmektedir. Belki, bütün diğer tnekaııoresep- akomodasyon gelişir. Bu büyük olasılıkla sinir lifi
törler de sonunda tam am en adapte olurlar, fakat m em bıanındaki sodyum kanallarının "inaktivas-
bu bazılarında saatler ya da günler alır, bundan yonu” sonucudur. Bölüm 5 ’de açıklandığı gibi sod­
dolayı “adapte olmayan” reseptörler olarak anılır­ yum kanallarındaki akımın kendisi kanalların git­
lar. Bir m ekanoreseptöı ün tam am en adaptasyonu tikçe kapanmasına yol açar.
için ölçülen en uzun süre iki gündür, bu birçok Olasılıkla, bu iki genel adaptasyon mekanizması
aorta ve kaıotis baroreseptörleri için adaptasyon öteki bütün mekanoıeseptörlere de uygulanabilir.
süresidir. Buna göre adaptasyon kısmen bizzat kendi yapıla­
Mekanoreseptör olmayanların bazıları örneğin, rının tekrar düzenlenmesinden, kısmen de term i­
kem oıeseptörler ve ağrı reseptörleri büyük bir ola­ nal sinir lifinin akomodasyonundan kaynaklan­
sılıkla hiçbir zaman tam adapte olmazlar. maktadır.

Reseptörlerin A daptasyon Mekanizması. Re­ Yavaş A d a p te Olan R esep tö rlerin Sürekli


septörlerde reseptör potansiyelinin doğuşu gibi Uyaran Ş iddetini Algılam ası - "Tonik" R esep­
adaptasyon olayı da tipe özgü niteliklere sahiptir. tö rler. Yavaş adapte olan reseptörler uyaran b u ­
Örneğin gözde, basil ve koniler ışığa duyarlı kimya­ lunduğu sürece im pulsları beyne gönderm eye
sal m addelerin konsantrasyonlarını değiştirerek devam ederler (ya da en az dakikalar veya sa a t­
adapte olurlar (Bu Bölüm 50’de tartışılacaktır). lerce). Böylece beyin vücudun durumu ve çevre­
M ekanoıeseptörler arasında adaptasyon a çı­ siyle ilişkisinden sürekli olarak haberdar olur.
sından en ayrıntılı biçim de incelenm iş olanı p a­ Örneğin, kas iğcikleri ve Golgi teııd on apareyleri
cini cisim ciğidir. Bu reseptörlerde adaptasyon iki merkezi sinir sistem ine her an için kasların kont-
yoldan gelişir. Birincisi pacini cisim ciği visko- ıaksiyon durum unu ve tendonlar üzerindeki yü­
kü bildirirler.
Daha başka yavaş adapte olan reseptörler arasın­
da vestibuler apaıeyin makula reseptörleri ve ağrı
reseptörleri, arteryel sistem in baroreseptörleri, ka-
ıotis ve aorta glomuslarındaki kem oıeseptörleri sa­
yılabilir.
Yavaş adapte olan reseptörlere, bilgiyi saatlerce
iletmeye devam ettiklerinden ton ik reseptörler
denir.

Hızlı A dapte Olan Reseptörlerin Uyaran Şidde­


tindeki Değişmeleri Algılanması - "Hız Resep­
törleri", "Hareket Reseptörleri" Veya "Fazik
Reseptörler". Hızlı adapte olan reseptörler sadece
uyaran şiddeti değiştiğinde uyarıldığı için sürekli
Saniyeler sinyal yayamayacaklardır. Böylece, ancak gerçekten
ŞEKİL 46 - 5 bir değişiklik varsa kuvvetle cevap verirler. İletilen
Çeşitli tiplerdeki reseptörlerde adaptasyon. Bazı reseptörlerde impulsların sayısı da değişikliğin hızı ile doğru oran­
hızlı, bazılarında da yavaş adaptasyon görülmektedir. tılıdır. Bu nedenle böyle reseptörlere hız reseptörü,
532 ÜNİTE IX • Sinir Sistemi: A. Genel Prensipler ve Duyu Fizyolojisi

hareket reseptörü ya da fa z ik reseptör denir. Örneğin


Pacini cisimciklerinde, dokuya uygulanan ani bir Miyelinli Miyelinsiz
basınç bu reseptörü birkaç milisaniye uyarır, ve ba­
sınç devam etse bile daha sonra eksitasyon görül­ Çap (mikron)
mez. Daha sonra basınç kalktığı zaman yeniden bir 20 15 10 5 1 2.0 0.5
sinyal gönderirler. Diğer yandan pacini cisimciği
İleti hızı (m /sn)
hızlı doku deformasyonlarımn sinir sisteminde ileti­
120 90 60 30 6 2.0 0.5
si yönünden son derece önemlidir, ancak vücuda
Genel sınıflandırma
uygulanan sabit basınçlarda bilginin iletisi bakımın­
dan yararlı değildir. A'

Hız Reseptörlerinin Ö nem i- Ö n ced en Sezm e


Fonksiyonları. Eğer vücut durumunda meydana
gelen değişikliklerin hızı bilinirse, vücudun birkaç Duysal sinir sınıflaması
saniye, hatta dakika sonra kazanacağı durumu ön­
IV
ceden kestirmek mümkün olur. Örneğin kulaktaki ia - L
vestibıiler apareyin yarım daire kanalları, dairesel — IB;-
bir hareket başladığı zaman, başın dönme hızını Duysal fonksiyonlar
bildirir. Bu bilgilenme yardımıyla şahıs sonraki iki Kas iğciği Kas
¡Kas iğciği j
(primer sonlanma) dor
(sekcjıdo sorfanma)
saniye içinde ne kadar döneceğini kestirebilir ve Kas tendonu (Goigi
vücut hareketini dengeyi koruyacak şekilde önce­ tendon organı)
» Kıl dbi reseptörleri ı
den ayarlar. Aynı şekilde eklem kapsüllerine yakın
Vibrasyon (Pajcini
olarak bulunan reseptörler vücudun çeşitli bölüm ­ cisimciğ')!
ı 1
İnce ayrım'ı dokunma
1ı Kaba dokunma
lerinin hareket hızlarının saptanm asına yardımcı (Meissner ge iij uçîarı) ve basınç
olurlar. Böylece, koşarken bu reseptörden gelen i Derin basınç ve dokunma
bilgilerle, önceden, saniyenin belirli bir bölümü
içinde ayakların nerede bulunacağı kestirilebilir ve Batıcı ağrı
bacak kaslarına gönderilecek m otor sinyallerle Soğuk
şahsın, vücut durumu önceden düzeltilerek düş­
mesi önlenir. Bu önceden sezme fonksiyonu olm a­ Motor fonksiyon
dan şalısın koşması mümkün değildir. İskelet kası (Acı (¡pi) Kas İğciği (Ay t'pi) Sempatik (C tipi)

20 15 10 1 2.0 0.5
Sinir Liderinin çapları (mikrometre)

FARKLI TİPLERDE SİNYALLERİ İLETEN ŞEKİL 46 * 6


SİNİR LİFLERİ VE SİNİR LİFLERİNİN Sinir liflerinin fizyolojik sınıflaması ve fonksiyonları.
FİZYOLOJİK SINIFLANDIRILMASI
Bazı sinyallerin m erkezi sin ir siste m in e veya m erkezi si­
nir siste m in d e n perifere çok hızlı iletilm esi gerekir, aksi
takdirde, bu bilgiler y ararsız olur. Bu duysal sinyallere sın d an d a h a u zun m e safe y e 1 sn ’d e ilettiğine dikkat e d i­
örnek olarak, koşark en san iy en in bölüm leri için de b ey ­ niz. Öte y an dan , en ince lifler im p u lsları 0,5 m /s n gibi
ne b acak ların anlık p o zisy o n u n u ileten duy sal sinyalleri d ü şü k bir h ızla iletirler. Bu liflerle im p u lsların ay ak b a ş
gösterebiliriz. B un u n tam tersi olarak da, sürekli ve künt p a rm a ğın d an m e d u lla sp in alise k ad ar u la şm a sı için y ak ­
ağrılar gibi bazı duysal bilginin hızlı iletisi gerekm ez, bu laşık iki san iye geçer.
y ü zden yavaş ileten lifler yeterli olur. Şekil 46-6’d a g ö ste ­
rildiği gibi, sin ir lifleri ç a p la n 0.5 ile 20 m ikrom etre a ra ­ Duyu Fizyologlarının Kullandığı Başka Bİr Sınıflan­
sın d a d eğişir - d a h a büyük çap takilerin ileti hızları d ah a dırma. Bazı kayıt teknikleri ile A a lifleri iki alt g ru b a ay ­
büyüktür. İleti hızı 0,5 ile 120 m /sn arasın d adır. rılabilir; an cak b u teknikler ku llan ılarak Ap ve Ay liflerini
ayırdetm ek kolay değildir. Bu n ed en le duyu fizyologları
Sinir Liflerinin Genel Sınıflandırması. Şekil 46-6’da çoğu kez aşağıd ak i sın ıflan d ırm ay ı ön görürler:
gösterildiği gibi, farklı sin ir lifleri "genel sın ıflan d ırm a”
ve "du ysal sinir sın ıflan d ırm a sı” şeklin de sın ıflan m ak ta­ G ru p la. Kas iğciklerindeki an n ü lo sp iral so n lan m a ları
dır. G enel sın ıflan d ırm a d a lifler A ve C liflerine ayrılır, A k a p sar (o rtalam a çapları 17 m ikrom etre olan b u lifler g e ­
lifleri de a , p, y, ve 5 olm ak üzere alt gru p ların a ayrılır. nel sın ıflan d ırm ad a a -tip i A liflerden ibarettir).
A tipi lifler sp iııa l sin irlerin tipik ın iyelinli lifleridir. C
tipi lifler ise in ce, m iyelinsiz liflerdir ve im p u lsları d ü ­ G ru p Ib. G olgi ten d o n o rgan ın d an b aşlay an liflerdir
şü k h ızd a iletirler. C tipi lifler p eriferik sinirlerin ç o ­ (çapları 16 m ikrom etre k ad ar olan bu lifler de a -tip i A lif­
ğ u n d a d u y sal liflerin y a rısın d a n fazla sın ı o lu ştu rd u ğ u lere uyar).
gibi o to n o m p o stg a n g liy o n e r liflerin de h ep sin i o lu ş ­
tururlar. G ru p II. Birçok deri d o k u n m a re se p tö rü n d en ve kas
Çeşitli sinir liflerinin çap ları, ileti hızları ve fon ksiy on ­ iğciklerin dek i y aygın so n la n m a la rd a n k ay n ak lan ırlar
ları d a şekilde gösterilm iştir. O ldu kça kalın liflerin im- (çapları yaklaşık 8 m ikrom etre olan b u lifler gen el sın ıf­
pulsları, 120 m /sn gibi, b ü y ü k bir h ızla bir futbol s a h a ­ lan dırm adak i p - vey - tipi A liflerine uyarlar).
BÖLÜM 46 • Duyu Reseptörleri; Bilginin İşlenmesinde Nöronal Devreler 533

Grup III. Sıcaklık, k ab a dok u n m a ve batıcı ağrıları ileten


liflerdir (ortalam a 3 m ikrom etre çap ın d a olan bu lifler ge­
nel sın ıflan d ırm ad a 8-tipi A lifleri grub un a girerler).
G rup IV. Ağrı, k a şın m a , sıcaklık, k ab a d o k u n m a d u y u ­
larını ileten m iy elin siz liflerdir (0,5-2 m ikrom etre ç ap ın ­
da, gen el sın ıflan d ırm a d a C gru b u lifler denilen grub a
girerler).

SİNİR TRAKTUSLARINDA FARKLI


ŞİDDETTE SİNYALLERİN İLETİMİ-
SPASİYAL VE TEMPORAL
SUM ASYON
Ş E K İL 46 - 8
Her bir sinyalin daima taşınması gerekli nitelikle­ Sinyal şiddetinin sinir impulslannda frekans modülasyon seri­
rinden biri şiddetidir, örneğin ağrının şiddeti gibi. sine dönüşümü. Yukarıda sinyalin şiddeti, aşağıda da ayrı sinir
Şiddetin bu farklı dereceleri ya ileten paralel liflerin impulsları görülmektedir. B11 bir temporal sıımasyona örnektir.
sayısı artırılarak ya da tek bir lifte daha fazla im-
pulsların iletilmesiyle taşınır. Bu iki mekanizmaya
sırasıyla spasiyal (uzamsal) sumasyon ve temporal
finin reseptif alanının ortasına battığı zam an bu
sumasyon denir.
lifin uyarılma derecesi, iğne reseptif alanının pe-
S p asiy al (U zam sal) Su m asy o n . Şekil 46-7 spasi­ rifeıine battığında olduğundan çok daha büyük­
y a l sum asyon olayını gösterir. Şekilde görüldüğü tür.
gibi, sinyalin şiddetinin gittikçe artışı, gittikçe ar­ Şekil 46-7’nin alt bölümünde deri alanlarından
tan sayıda liflerdeki iletiyle sağlanmaktadır. Şekil­ gelen sinir demetinde enine kesitin üç farklı görün­
de derinin bir bölüm ünün çok sayıda paralel ağrı tüsü verilmiştir. Solda zayıf bir uyaranla yalnız or­
lifiyle inerve edildiği görülmektedir. Bunların her tadaki tek sinir lifinin kuvvetle uyarıldığı (içi dolu
biri ağrı reseptörü görevi yapan yüzlerce küçük yuvarlak), komşu liflerin ise zayıf olarak uyarıldığı
serbest sinir ucuna dallanmıştır. Böylece bir ağrı (yarı dolu yuvarlaklar) belirtilmiştir. Öteki iki enine
lifinden ayrılan lifler çok defa deride 5 cm çap ın ­ kesitte, sırasıyla orta şiddette ve şiddetli uyaranlar­
da geniş bir deri alanına dağılır. Bu alana lifin re­ la gittikçe daha çok sayıda lifin uyarıldığı görül­
sep tör a la n ı adı verilir. Alanın merkezinde uçların mektedir. Böylece sinyaller güçlendikçe daha çok
sayısı büyük olduğu halde, çevreye doğru azalır. life yayılırlar. Bu spasiyal sumasyon olayıdır.
Şekilde aynı zam anda, sinir lifleri dallarının öteki
ağrı liflerinin dallarıyla üst üste gelişi de görülü­ Tem poral Sum asyon. Sinyalin gittikçe artan şid­
detini iletmek için ikinci yol da, her bir lifteki sinir
yor. Böylece iğne batışı genellikle birçok ağrı lifle­
rini eşzam anlı olarak uyarır. İğne belirli bir ağrı li- impulsları frekansını yükseltm ektir, buna tem poral
sumasyon adı verilir. Şekil 46-8 bunu gösterm ekte­
dir, şeklin üst bölümünde şiddeti değişen bir sin ­
yal, alt bölümünde de sinir lifiyle iletilen impulslar
görülmektedir.

NÖRON HAVUZLARINDA SİNYALLE­


RİN İLETİLMESİ VE İŞLENMESİ

Merkezi sinir sistemi gerçekten yüzlerce, hatta bin­


lerce nöronal havuzu kapsar, bunların bazılarında az
sayıda, bazılarında da çok büyük sayılar da nöron bu­
ASfivaA lunur. Örneğin tüm beyin korteksi tek büyük bir nö­
( 1 ron havuzu olarak düşünülebilir. Bazal gangliyonlar,
V• £ * 1
talamusun özgün çekirdekleri, serebellum, mezen-
sefalon, pons ve medulla oblongatada da böyle nö­
Zayıf Orta Kuvvetli
stimulus stimulus stimulus ron havuzları bulunur. Medulla spinalisin arka gri
maddesinin tümü ve ön gri maddesinin tümü de bi­
Ş E K İL 46 - 7 rer uzun nöron havuzu olarak dikkate alınırlar.
Her havuzun kendi özgün organizasyon karakte­
İğne batırılan bir deri bölgesinden başlayan sinir gövdesi için­
deki ağrı liflerinin uyarılma modelleri. Bu bir spasiyal sıımas- ristikleri sinyallerin kendine özgün biçim de işlen­
yoııa örnektir. mesini sağlar, böylece sinir sistemi faiklı fonksi-
534 ÜNİTE IX • Sinir Sistemi: A. Genel Prensipler ve Duyu Fizyolojisi

rı terminalin eşzamanlı deşarjını düşünelim. Eğer


öğrenciler, her bir giriş lifinin nöronların her biri
üzerindeki terminallerini sayarlarsa göreceklerdir ki
giriş lifi 1, a nöronunda deşarj sağlamak için gere­
kenden daha fazla terminale sahiptir. Bu nedenle gi­
riş lifi l ’den, bu nörona gelen uyarana eksitatör sti-
ınıılus, ya da eksitasyon eşiğinin üstünde olduğu
için eşik üstü uyaran adı verilir.
Giriş lifi l ’in, aynı zamanda b ve c nöronları üze­
rinde terminalleri varsa da bunlar eksitasyona ye­
terli değildir. Ancak bu terminallerin deşarjları her
iki nöronu da öteki giriş liflerinden gelecek sinyal­
lerle daha fazla duyarlı olabilir hale getirirler.Bu
nedenle nöronlara gelen stimulusa eşikaltı, nöron­
lara da kolaylaştırılm ış nöronlar denir.
Benzer şekilde giriş lifi 2'deıı, d nöronuna eşik
üstü, b ve c nöronlarına eşik altı fakat kolaylaştırıcı
impulslar gelmektedir.
Şekil 46-9 bir nöron havuzunun çok dar bir alanı­
nı büyütülmüş olarak vermektedir. Çünkü Şekil 46-
1 0 ’da görüldüğü gibi her bir giriş sinir lifi kendi da­
ğılma alanında yüzlerce ya da binlerce nörona çok
sayıda dallanma terminalleri verir. Bu şekilde m er­
Ş E K İL 46 - 9
kezde yuvarlak içine alınmış koyu renkli alandaki
Bir nöron havuzunun temel organizasyonu.
tüm nöronlar giriş lifleriyle uyarılırlar. Bundan do­
layı bu alana giriş lifinin deşarj bölgesi ya da eksi­
tasyon bölgesi ya da linıinal alan denir. İki yanda
yonların yürütülmesini başarabilir. Ancak bu h a­
bulunan nöronlar ise eksite olmamış fakat kolay­
vuzlar farklı fonksiyon gösterdikleri halde, ilerideki
laşmıştır. Bu bölgelere de kolaylaştırılm ış bölge ya
sayfalarda tanım lanacağı gibi benzer birçok fonksi­
da eşik altı veya sııblim in al bölge adı verilir.
yon prensiplerine de sahiptirler.
Nöron Havuzunun İnhibisyonu. Giriş liflerinin
bazılarının nöronları eksite değil inhibe ettiğini h a ­
Sinyallerin Nöron Havuzlarındaki tırlamalıyız. Bu olay kolaylaştırmanın tersidir ve
Duraklardan Geçişi inhibitör dalların dağıldığı bölgeye inhibitör bölge
denir. İnhibisyonun derecesi bölgenin m erkezin­
Sinyallerin Duraklardan Geçişini Sağlayan Nö- deki sonlanm aların çokluğu nedeniyle daha yük­
ronal Organizasyon. Şekil 46-9’da birçok nöron­ sektir; çevreye doğru gittikçe daha azalır.
dan oluşan nöron havuzundaki solda “giriş" lifleri,
sağda da “çıkış” lifleri görülmektedir. Her bir giriş S in ya lle rin N ö ro n H a vu zu n d a n G e ç e r­
lifi, önce yüzlerce, daha sonra da binlerce terminal
ken D a llanm ası (D iverjansa U ğram ası)
life bölünerek ortalama bin ya da daha fazla term i­
nal lifle nöron havuzunda geniş bir alandaki n ö ­
Bir nöron havuzuna giren sinyallerin çoğunlukla
ronların dendiıitleri ya da hücre gövdeleriyle si-
havuzdan ayrılırken daha çok sayıda sinir lifini
naps yapar. Dendiritler genelde havuzda yüzlerce
uyardığı görülür. Bu olaya diverjans denir. Tam a­
hatta binlerce mikrometreye kadar ulaşan alana
men farklı amaçları olan başlıca iki çeşit diverjans
yayılarak dallanırlar. Gelen sinir liflerinden her biri
vardır.
ile uyarılan nöron alanına uyarılm a alanı adı veri­
lir. Şekil 46-9’da her bir giriş lifinden çok sayıda gi­
riş terminallerinin nörona en yakın alanda olduğu­
na fakat nöronlardan uzaklaştıkça terminallerin
sayısının gittikçe azaldığına dikkat ediniz. } Kolaylaştırılmış
bölge
Eşik ve Eşikaltı Uyaranlar-Eksitasyon ve Kolay­
laştırma (Fasilitasyon). Bölüm 45’de sinaps fonksi­ Giriş sinir li
Deşarj bölgesi
yonları anlatılırken tek bir eksitatör pıesinaptik ter­
minal deşarjının hem en hemen hiçbir zaman post-
sinaptik nöronda bir aksiyon potansiyeline sebep } Kolaylaştırılmış
olamayacağına işaret edilmişti. Eksitasyon yarata­ bölge
bilmek için ya eşzamanlı olarak birçok giriş termi­
nalinin aynı nöron üzerinde deşarj yapmaları ya da Ş E K İL 4 6 - 10
eksitasyonlaıın hızla birbirini izlemesi gerekir. Ör­ Bir nöron havuzunda "deşarj" bölgesi ve "kolaylaştırılmış" böl­
nek olarak Şekil 46-9’daki nöronlardan birine altı ay­ geler.
BÖLÜM 46 • Duyu Reseptörleri; Bilginin İşlenmesinde Nöronal Devreler 535

Kaynak Kaynak
no:1

o O 9 O O <3 Kaynak
no:3

Mültipli traktus diverjansı


B

Ş E K İL 46* 11 Ş E K İL 4 6 - 12
î!lö ro n .. y ° ltaru],daki d iverjan s. A, bir traktusta sinyalin Tek bir nöron üzerinde çok sayıda giriş liflerinin "konverjansı",
“büyütülmesini sağlayan diverjans. B. sinyalin farklı alanlara A Tgk kaynaktan gelen giriş UÎ,eri. B, Çeşidi kaynaklardan giriş
dağılmasını sağlayan multıpı traktus diverjansı. j.fleri 1 ° ° 1 °

Şekil 46-11 A'da kuvvetlendirici tipte bir diverjans lardan gönderilen sinyaller de kas fonksiyonunu
görülmektedir. Giriş sinyalleri geçtikleri yollarda kontrol etmek için ön m otor nöronda konveıjansa
birbirini takip eden gittikçe artan sayıda nöronlara uğrarlar.
yayılırlar. Bu tipteki diverjans iskelet kaslarını kont­ Farklı kaynaklardan gelen bilginin konverjansı
rol eden koıtikospinal yolun karakteristiğidir. Mo­ sonucu hazırlanan cevap bütün bu farklı tipteki
tor koı tekste bir büyük piramidal hücre, fazlasıyla bilginin bileşkesidir. Böylece, konverjans merkezi
kolaylaştırıldığı koşullarda, sayısı 1 0 .0 0 0 'e kadar sinir sistem inin çeşitli bilgi türlerinin korelasyon ve
ulaşan kas liflerini eksite eder. birikiminde kullandığı önemli bir yöntemdir.
İkinci tip diverjans Şekil 46-11 B ’de gösterilen
m iiltipl traktus diverjansıdır. Bu örnekte sinyaller
sinir gölcüğünden iki ayrı doğrultuda taşınırlar, ö r ­
Hem Eksitatör Hem de Inhibitor Çıkış
neğin medulla spinalisin arka kordonlarında ileti­
Sinyalleri Yaratan Nöronal Devreler
len informasyon beynin alt bölgelerinde iki ayrı yol
Bazen bir nöron havuzuna gelen sinyal bir doğrul­
izler: (1) Seıebellum a ve (2) beynin alt bölgelerin­
tuda eksitatör çıkış sinyali yaratırken, öteki doğrul­
den talamus ve beyin korteksiııe. Benzer şekilde ta-
tuda da inhibitor çıkış sinyali yaratabilir. Örneğin
lam usta duysal bilginin hem en hepsi hem talamu-
medulla spinaliste bir nöron grubu ayağın ileri bir
sun daha derin yapılarına hem de aynı zamanda
hareketi için eksitatör sinyal gönderirken, başka bir
beyin korteksinin farklı kısımlarına iletilir.
nöron grubu da eşzamanlı olarak, ayağın ileri hare­
ketine direnci kaldırmak üzere, bacağın arka kasla­
Sinyallerin Birleşmesi (Konverjansı) rını inhibe eder. Bütün antagonist kas çiftlerinin
kontrolünde karakteristik olan bu tip devrelere re-
"Konverjans” bir tek nöronu eksite etmek için çok
siprok inhibisyon devreleri adı verilir.
sayıda giriş liflerinden sinyallerin toplanmasıdır.
Şekil 46-13 inhibisyonun hangi yoldan sağlandı­
Şekil 46-12 A tek bir kaynaktan konverjansı göste­
ğını göstermektedir. Giriş lifi eksitatör çıkış yolunu
rir. Yani gelen lif yolunda çok sayıdaki terminaller
doğrudan uyardığı halde, inhibitor bir ara nöron
aynı nöron üzerinde sonlanırlar. Bu durum nöron­
(nöron 2 ), nöron gölcüğünün İkinci çıkış yolunu
ların tek bir giriş terminalinden gelen aksiyon po­
inhibe etmek için farklı tipte bir transm iter madde
tansiyeliyle hem en hem en hiç bir zaman uyarılma-
dığını göstermesi bakımından önemlidir. Fakat çok
sayıda giriş terminallerindeki aksiyon potansiyelle­
ri nöronun deşarjı için gerekli eşik değere ulaştıra­
cak yeterli spasiyal sumasyoııu sağlar. Eksitatör sinapslar
Şekil 46-12 B ’de gösterildiği gibi konverjans, bir­ Y 1
Giriş lifi ,no:1
ço k kaynaktan gelen giriş sinyallerinin (eksitatör -Cc> -Eksitasyon
veya inhibitöı) konverjansı da olabilir. Örneğin, no:2
medulla spinalis ara nöronlarında ( 1 ) periferik si­
~-<o no:3 •İnhibisyon
nirlerden omuriliğe giren lifler, (2 ) omuriliğin bir
segm entinden diğerine geçen propriyospinal lifler,
inhlbttör elnapa
(3) beyin koı teksiııden gelen kortikospinal lifler ve
(4) beyinden omuriliğe inen birçok diğer uzun yol­ Ş E K İL 4 6 - 13
lar konverjans gösterir. Daha sonra bu ara nöıon- Inhibitor devre. Nöron 2 bir inhibitor nörondur.
536 ÜNİTE IX • Sinir Sistemi: A. Genel Prensipler ve Duyu Fizyolojisi

lir. Bu yineleyen deşarj serisi birçok m ilisaniye


Giriş devam eder.

Sinyal Uzamasına Sebep Olan Yansıyan (Osila-


Giriş tör) Devreler. Sinir sistem indeki devrelerin en
önemlilerinden biri de yansıyan ya da osilatör dev­
relerdir. Bu tip devreler nöron devresinin içinde yer
alan pozitif feedback tarafından oluşturulur. Bu
pozitif feedback de aynı devrenin girişini yeniden
eksite eder. Sonuçta devre bir kere uyarıldığında,
uzun süre yineleyen deşarjlar yapar.
Giriş
Yansıyan devrelerin olası çeşitli modelleri Şekil
46 -1 4 ’de görülmektedir. Bunlardan en basiti, tek
bir nöronu ilgilendiren, Şekil 46-14 A’da verilmiştir.
Burada çıkış nöronu basitçe gönderdiği bir kollate-
ral life kendi dendritleıini ya da som asını uyarabi­
lir. Böylece nöron biıkez deşarj yaptığı zaman feed­
back uyarılar uzun süreli deşarjlar yaratabilir.
Şekil 46-14 B’de feedback devresine bir kaç nöro­
Inhibisyon
nun daha katılmasıyla, başlangıç deşarjı ile feedback
sinyali arasındaki sürenin uzadığı görülmektedir. Şe­
kil 46-14 C yansıyan devreye hem inhibitor, hem de
eksitatör liflerin etkisiyle oluşan daha kompleks bir
sistemi vermektedir. Kolaylaştırıcı bir sinyal yansı­
manın şiddet ve frekansını artırırken, inhibitor bir
sinyal yansımayı baskılar veya durdurur.
Şekil 46-14 D yansıyan devrelerin çoğunda çok
sayıda paralel liflerin bulunuşunu ve her hücresel
istasyonda term inal liflerinin dağılımını göster­
mektedir. Böylece bir sistem de yansıyan sinyal,
Ş E K İL 46 - 14 yansımaya katılan paralel liflerin toplam sayısına
Gittikçe dalia kompleksleşen yansıyan devreler. göre zayıf ya da kuvvetli olabilir.

Bir Yansıyan Devreden Sinyal Uzamasının Ö zel­


salar. Bu devre tipinin beynin birçok bölgelerinde­ likleri. Şekil 46-15 tipik bir yansıyan devreyi gös­
ki aşırı aktivitenin önlenm esi bakımından önemli termektedir. Girişi sinyali 1 milisaniye kadar sür­
olduğu düşünülmektedir. düğü halde, çıkış birçok milisaniye hatta dakika­
larca sürebilmektedir. Şekil, yansım a sırasında ç ı­
kış sinyalinin şiddetinin genellikle yüksek bir dü­
Bir Nöron H avuzunda Sinyalin U zatılm ası -
zeye kadar arttığını ve sonra kritik bir düzeye doğ­
“A rd -d e şa rj”
ru azalarak aniden tümüyle kaybolduğunu göster­
mektedir. Yansımanın bu ani kayboluşunun n ed e­
Şim diye kadar, yalnızca nöron havuzları boyun­
ni, devredeki sinaptik bileşkelerin yorgunluğudur.
ca nakledilen sinyallerden söz ettik. Ancak pek-
Kritik bir düzeyin ötesindeki yorgunluk, devrede­
çok olayda havuza giren sinyal tam am landıktan
ki bir sonraki nöronun uyarılm asını eşik düzeyin
sonra bile birkaç m ilisaniyeden dakikalar kadar
uzayan çıkış d eşarjına sebep olur. Bu uzamaya
s o n ıa d a n -b o ş a lm a (ard-deşarj) denir. Bu aıd-de-
şa ıja sebep olan en önem li m ekanizm alar aşağı­
daki gibidir.

Sinaptik A rd -D eşarj. Bir nöronun som a ya da


d en d ıitleıin in yüzeyindeki eksitatör sinapslardan
deşarjlar geldiği zam an nöronda gelişen postsi-
naptik potansiyel birkaç milisaniye devam eder,
özellikle uzun-süreli sinaptik transm iterlerin gö­
rev yaptığı sinapslarda çok daha uzun olabilir. Bu
potansiyel süresince nöron eksite olmaya devam
ederek, Bölüm 45'de açıklandığı gibi, sürekli bir Ş E K İL 46 - 15
çıkış im puls dizisi oluşur. Böylece, tek başına si­
Tek bir giriş uyaranından sonra, bir yansıyan devreden alınan
naptik "ard-deşarj” m ekanizm ası ile bile, tek bir tipik çıkış sinyalleri. Fasilitasyon ve inhibisyonun ekileri
ani giriş im pulsu sürekli bir sinyal çıkışı yaratabi­ görülmektedir.
BÖLÜM 46 • Duyu Reseptörleri; Bilginin İşlenmesinde Nöronal Devreler 537

Şekil 46-16'da ya intrensek nöron uyarılabilirliği


ya da yansıyan devreler sonucu bir nöron havu­
zundan sürekli bir sinyal çıkışı görülmektedir. Eksi-
tatör giriş sinyalinin, çıkış sinyalini çok artırdığı, in-
lıibitör giriş sinyalinin ise çıkışı çok azalttığına dik­
kat ediniz. Radyo yayınları ile ilgisi olan öğrencile­
rin kolaylıkla tanıyabilecekleri gibi, bu bir taşıyıcı
dalga tipinde bilgi taşınımıdır. Yani, eksitatör ve in-
hibitör kontrol sinyalleri çıkış sinyalinin nedeni de­
ğildir, fakat onu kontrol ederler. Taşıyıcı dalga siste­
m inin sinyalin şiddetini artırıp azaltabileceğ in i
gördük. Bu tipteki bilgi iletisi negatif bilgi için ol­
mayıp, yalnız pozitif bilgi içindir. Bilginin bu türlü
iletisi otonom sinir sisteminde, damar tonusu, bar­
sak tonusu, irisin konstriksiyon derecesi ve kalp h ı­
zının vb. kontrolü için kullanılır. Yani, bunların her
Ş E K İL 46 - 16 biri aynı giriş lifleri ile artırılabilir veya azaltılabilir
Tek bir giriş uyaranından sonra, bir yansıyan devreden alınan - ateşleme hızı normalin üstüne çıkınca artar, ateş­
tipik çıkış sinyalleri. Fasilitasyon ve inhibisyonun ekileri
leme normalin altına düşünce azalır.
görülmektedir.

Ritmik Sinyal Çıkışı


Birçok nöron devreleri ritmik çıkış sinyalleri yayar­
altına düşürür, böylece devredeki geribildirim lar; örneğin, medulla ve ponstaki solunum m erke­
aniden kopar. Sinyalin sona erene kadarki süresi, zinden kaynaklanan ritmik solunum sinyalleri gibi.
beynin diğer bölüm lerinden gelerek devreyi güç­ Bu ritmik solunum sinyalleri yaşam boyunca de­
lendiren ya da inhibe eden sinyallerle de kontrol vam eder. Oysa köpeğin arka bacaklarındaki kaşın­
edilebilmektedir. ma refleksi ya da, hayvanlardaki yürüme hareketle­
Çıkış sinyallerinin bu özellikteki kayıtları, ayağın ri gibi bazı ritmik sinyallerde ise, ilgili devrede sin ­
ağrılı uyaranla uyarılmasını takiben fleksör refleks­ yali başlatmak için giriş uyaranı gerekir.
te yer alan kası uyaran motor sinirlerden elde edil­ Deneysel olarak çalışılan bütün ritmik sinyallerin
miştir (Şekil 46-18'de gösterildiği gibi). tamamı veya çoğunun eksitatör veya inhibitör sin ­
yallerin birinin diğerini beslediği yansıyan devreler
veya yansıyan devreler dizisi olduğu bulunmuştur.
Nöronal Devrelerden Sürekli Sinyal Eksitatör veya inhibitör sinyaller, çıkış sinyalinin
Çıkışı ritmik amplitüdünü artırabilir veya azaltabilir, ö r ­
neğin Şekil 46-17’de, frenik sinirdeki ritmik solu-
Bazı nöronal devreler uyarıcı giriş sinyalleri olm a­
dan sürekli çıkış sinyalleri yaymaktadır. En az iki
mekanizma bu etkiye sebep olur: ( 1 ) sürekli intren­
sek nöron deşarjı ve (2 ) sürekli yansıyan sinyaller.

İntrensek Nöron Eksitabilitesinin Yarattığı Sü­


rekli Deşarjlar. Diğer uyarılabilen dokularda oldu­
ğu gibi nöronlar da eksitatör membran potansiyeli
belirli bir eşik değerin üzerine yükselirse, yineleyen
deşarjlar yapar. Birçok nöronların membran potan­
siyelleri, hatta normal durumda bile, sürekli impuls
yayacak kadar yüksektir. Bu özellikle serebellumun
çok sayıdaki nöronlarında ve medulla spinalis ara
nöronlarının çoğunda görülür. Bu hücrelerin yaydı­
ğı impulslaıın, frekansı eksitatör sinyallerle artar, in-
hibitör sinyallerle azalır; inhibitör sinyaller bazen
ateşleme hızını sıfıra azaltabilir.
Karotis cisminin gittikçe
Bilgi İletim Yolu Olarak Yansıyan Devrelerden artan uyarılması
Yayılan Sürekli Sinyaller. Yansıyan bir devre yan­
sımayı durduracak kadar yorulmaz, sürekli impuls Ş E K İL 4 6 - 17
kaynağı olabilir. Yansıma havuzuna giren inhibitör Sumasyona uğramış sinir impulslarmın solunum merkezinden
ritmik çıkışı solunumu artırmak amacıyla, karotis cisminin git­
impulslar çıkış sinyalini azaltabilir, hatta söndüre- tikçe daha fazla uyarılmasının diyafram kasma ulaşan frenik
bilirkeıı, eksitatör impulslar çıkış sinyalini yüksel­ sinir sinyalinin hem şiddetini hem de frekansını artırdığı
tebilirler. görülmektedir.
538 ÜNİTE IX • Sinir Sistemi: A. Genel Prensipler ve Duyu Fizyolojisi

num sinyalleri gösterilmiştir. Bununla beraber ka-


ıotis cismi artan arteriyel oksijen eksikliği ile uyarı­
lırsa, bu ritmik sinyal modelinin amplitüd ve fre­
kansı gittikçe artar.

NÖRONAL DEVRELERİN KARARLILIK


VE KARARSIZLIĞI

Beynin hem en hem en bütün bölümlerinin doğru­


dan ya da dolaylı olarak birbirine bağlanmış olm a­
sı ciddi bir problem yaratır. Eğer birinci bölüm Saniye
İkincisini uyarır, ikinci üçüncüsünü, üçüncü dör­
düncüsünü uyarırsa ve bu şekilde devam ederse Ş E K İL 4 6 - 18
sonunda tekrar birinci uyarılır. Böylece beynin her­ Ardarda fleksör reflekslerin refleks yoldaki iletide yorgunluk
hangi bir bölüm üne giren sinyalin sürekli bir devre oluşturması görülmektedir.
yaıataıak, bütün bölümleri tekrar tekrar uyaracağı
açıktır. Eğer böyle olsaydı, kontrol edilemeyen bir
yığın yansıyan sinyallerle beynin bütün devreleri
işgal edilecek ve bilgi sinyallerinin hiçbiri iletile- Sinirsel Yolun Duyarlığının Yorulma M ekaniz­
meyecekti. Epileptik n öbet sırasında beynin yaygın masıyla, O tom atik Olarak Kısa Süreli D üzen­
alanlarında böyle bir etki görülür. lenmesi. Şimdi yorulma olayını beyindeki yollara
Acaba merkezi sinir sistem i bunun her zaman uygulayalım. Aşırı kullanılanlar yorulurlar ve böy­
oluşmasını nasıl önler? Bunun cevabı bütün m er­ lece duyarlıkları azalır. Öte yandan, daha az kulla­
kezi sinir sistem inde işleyen iki temel mekanizm a­ nılanlar, istirahatte bulunduğundan, duyarlıkları
da yatar: ( 1 ) inhibitör devreler ve (2 ) sinapslaıın artar. Böylece yorgunluk ve dinlenme, sinir siste­
yorgunluğu. mindeki devrelerin duyarlığını değiştirerek, onla­
rın etkin görev yapacakları duyarlık sınırları içinde
kalmalarını sağlar.
Sinir Sisteminin Fonksiyonlarının Karar­
lılığını Sağlayan İnhibitör Mekanizmalar Sinaps Duyarlığının Sinaps R eseptörlerinin Sa­
yılarının Artması ve Azalması İle Uzun Süreli
Beynin geniş alanlarında iki tipte inhibitör devre Değişm eleri. Sinapslaıdaki uzun-süreli duyarlık,
sinyallerin aşırı yayılmasını engeller: ( 1 ) bir sinirsel aşırı aktivite sırasında sinaps bölgesindeki resep­
yolun sonunda aynı yolun eksitatör başlangıç n ö­ tör proteinlerinin azalması, aktivite azaldığında
ronlarına dönen inhibitör geribildirim devreleri, ise sayılarının artması ile büyük ölçüde değiştirile­
bu devreler hem en hem en bütün duysal sinir yol­ bilir. Bunun mekanizm ası aşağıdaki gibidir: Re­
larında görülür; term inal aşırı uyarılınca duysal septör proteinler sürekli olarak "endoplazm ik ıeti-
yoldaki hem giriş nöronlarım hem de ara nöronları küler-Golgi apareyi sistem i”ııde yapılıp, sürekli
iııhibe ederler; ve (2 ) beynin geniş alanları, bazı n ö ­ olarak reseptör nöron sinaptik m em bıan ın a yer­
ron havuzlarınin kaba inhibitör kontrolü altında­ leştirilmektedir. Sinapslar aşırı şekilde kullanıldığı
dır. Örneğin bazı bazal gangliyonlar motor kontrol zaman transmiter maddenin fazlası reseptör p ro ­
sistem i boyunca inhibitör etki yapar. teinle birleşir, bu reseptörlerin birçoğu sürekli ola­
rak inaktive edilir ve sinaptik m em bıandan uzak­
laştırılırlar.
Sinir Sisteminde Kararlılık Sağlama Yö­ Devrelerin kendine özgü fonksiyonunu tam ola­
nünden Sinaps Yorgunluğu rak yürütebilmesi için sinaptik duyarlığın gereken
düzeye ayarlanmasında, diğer kontrol m ekanizm a­
Sinaps yorgunluğu, basitçe eksitasyon süresi uzadık­ ları kadar reseptör sayılarının artması ya da azal­
ça ve kuvvetlendikçe sinaptik iletimin giderek daha masının da sürekli rol oynaması beklenir. Bir an
zayıflaması anlamına gelir. Şekil 46-18 bir hayvanda için, bu devrelerden yalnızca birkaçının duyarlı­
ayak tabanında ağrılı uyaranla aıdarda yaratılan üç ğında anormal yükselişin ne kadar ciddi sonuçlar
lleksör refleksi göstermektedir. Her kayıtta kontrak- doğurabileceğini düşünelim. Bu durumda bekle­
siyon gücünün giderek biraz daha azaldığına yani neceği gibi sürekli kas krampları, nöbetler, psişik
kuvvetin düştüğüne dikkat ediniz. Bunun fleksör ref­ bozukluklar, halüsinasyonlar, m ental gerginlik ve
leks yayındaki sinapslarda yorulma sonucu olduğu diğer sinirsel bozukluklar gelişecektir. Fakat bu
zannedilmektedir. Ayrıca refleksler arasındaki süre otomatik kontroller, devrelerin duyarlığını, tekrar
kısaldıkça bir sonraki refleks cevabın şiddeti de düş­ çok aktif veya çok bastırılmış duruma geçecekleri
mektedir. Böylece aşırı kullanılan nöron devrelerinin zamana kadar, kontrol edilebilecek sınırlar içinde
çoğunda duyarlık giderek basürılır. tutarlar.
BÖLÜM 46 • Duyu Reseptörleri; Bilginin İşlenmesinde Nöronal Devreler 539

REFERANSLAR
B a e v K V : B io lo g ica l Neural N etw orks. B o s ­ Jo n es L A : Peripheral m echanism s o f touch and the B rain . New Y o rk: O xford U niversity
ton: Birkhauser, 1998. proprioception. C an J Physiol Pharm acol Press, 1998.
B a sa r E : B ra in Function and O scillation s. B er­ 7 2 :4 8 4 , 1994. Stein P S G : Neurons, N etw orks, and M otor B e ­
lin: Springer, 1998. K alaska J F : Central neural m echanism s o f havior. C am bridge, M A : M IT Press, 1997.
B u isseret P: Influence o f extraocu lar m uscle touch and proprioception. Can J Physiol Takahashi J S : M olecular n euro biolo gy and g e ­
proprioception on vision. Physiol R ev 7 5 : Pharm acol 7 2 :5 4 2 . 1 9 94. n etics o f circadian rhythm s in m am m als.
3 2 3 , 1995. Kostyak P: Plasticity in N erve C ell Function. Annu R ev N eurosci 1 8 :5 3 1 , 1 9 9 5 .
C h alliss R A J: R ecep to r Sign al Transduction New Y o rk : Oxford U niversity Press, 1998. Toliyam a M , Takatsuji K : A tlas o f N euroac-
P rotocols. T otow a, N J: H umana Press, M aw S , Frank J, G reig G : A spinal circuitry tivc Substances and T h e ir R ecep to rs in the
1997. sim ulator as a teaching tool fo r neurom us­ Rat. O xford: O xford U n iversity Press, 1998.
C hokroverty S : Propriospinal m yoclonus. Clin cular physiology. Am J Physiol 2 7 0 :S 5 0 . T o v ee M J: T h e Speed o f Th ou gh t: Inform ation
N eurosci 3 :2 1 9 , 1995. 1996. Processing in (he C erebral Corlc.x. A ustin,
D ietz V : Human neuronal control o f autom atic N eve K A , Neve R L : T h e D opam ine R eceptors. T X : RG Landes, 1998.
functional m ovem ents: interaction betw een Totow a, N J: Humana Press, 1997. Uhl C : A nalysis o f N europhysiological B rain
central program s and afferen t input. Physiol N icoiehs M A L : M ethods in Neural Ensem ble Functioning. New Y o rk : Springer, 1999.
R e v 7 2 :3 3 . 1 9 92. Recordings. B o c a R alo n , F L : C R C Press, U su n off K G , M arani E , S ch o en JH R : T he T r i­
G authier G M , V erch er JL , B lo u in J : E g o c e n ­ 1998. gem inal System in M an. B e rlin : Springer,
1997.
tric visual target position and v elocity cod­ Pearson K G : Proprioceptive regulation o f lo c o ­
V aliant L G : C ircuits o f the M ind. N ew Y ork:
ing: role o f o cular m uscle proprioccption. m otion. Curr Opin N eurobiol 5 :7 8 6 , 1995.
O xford U niversity Press, 1 9 94.
Ann Biom ed Eng 2 3 :4 2 3 , 1 9 95. P ierrolt-D cseilligny E: Tran sm ission o f the
van Lceuw en FVV: N euronal D egeneration and
H ansson H, O isson T . T o n n back L : O n A stro ­ . cortical com m and fo r human voluntary
Regeneration. New Y o rk : E lse v ier, 1998.
cytes and G lutam ate N eurotransm ission: m ovem ent through cerv ical propriospinal
W agm an M : C ognitive S c ie n c e and the S y m ­
New W aves in B rain In form ation P rocess­ premotoneurons. Prog N eurobiol 4 8 :4 8 9 ,
b o lic Operations o f H uman and A rtificial
ing. A ustin, T X : Landes B io sc ie n c e , 1997. 1996.
Intelligence. W estport, C T : Praeger, 1997.
Harris J : How the B rain T a lk s to Itself. New Purves D: Neural A ctivity and the G row th o f
NVintz K W A : M olecular M ech an ism s o f S ig ­
Y o rk : H aworth Press, 1998. the Brain. N ew Y ork: C am bridge U niver­
nalling and M em brane Transport. B erlin :
Ivry R B , R o berlso n L C : T h e T w o Sid es o f sity Press, 1994. Springer, 1997.
Percep tion . Cam bridge, M A : M IT Press, Ro lls E T , Treves A : Neural Netw orks and W ood JN , D ocherty R : C h em ical activators o f
1998 . Brain Function. O xford: O xford U niversity sensory neurons. Annu R e v P h y siol 5 9 :4 5 7 ,
Jan s D A : T h e M o b ile R eceptor H ypothesis: Press, 1998. 1997.
T h e R o le o f M em brane R e ce p to r Lateral Rudomin P, R o m o R , M endell L M : Presynap- Z accai J . M assou lie J , David F : From C e ll to
M ovem en t in S ign al Transduction , N e w tic Inhibition and Neural C ontrol. New Brain . New Y o rk : E lsev ier. 19 9 8 .
Y ork: C hapm an & H all, 1997. York: Oxford U niversity Press, 1998. Z iv 1, B a x te r D A , B yrn e JH : S im u lator for
Jcro scli J , Prym ka M : Proprioccption and jo in t R ugg M D : C ognitive N cu roscience. H ove, E n ­ neural networks and actio n potentials: de­
stability. K n ee Su rg Sports Traurnalol A r­ gland: Psychology Press, 1997. scription and application. J N europhvsiol
throse 4 :1 7 1 , 1 9 96. Shepherd G M : T he Syn aplic O rganization o f 7 1 :2 9 4 , 1994.
Somatik Duyular: I. Genel
Organizasyon; Dokunma ve Durum
Duyuları

Som atik duyular vücuttan gelen duysal bilgileri duyusu genel olarak deri veya hem en deri altında­
toplayan sinirsel mekanizmalardır. Bu duyular gör­ ki dokularda bulunan dokunma reseptörlerinin
me işitme, koklama, tat ve denge ile ifade edilen uyarılması sonucu ortaya çıkar; (2 ) basınç duyusu
özel duyulardan farklılık gösterir. genellikle daha derin dokulardaki şekil değişiklikle­
ri ile oluşur; (3) vibrasyon duyusu, hızlı, tekrarlayı-
cı duysal sinyallerle oluşur, fakat dokunma ve b a­
Somatik Duyuların Sınıflandırılması sınç ile ilgili bazı reseptörler kullanılır, bunlar özel­
likle hızlı adapte olan reseptörlerdir.
Somatik duyular, 3 fizyolojik tipe ayrılır: (1) vücu­
dun bazı dokularının mekanik yer değiştirmesi ile Dokunma Reseptörleri. Birbirinden farklı en az
uyarılan, dokunma ve pozisyon duyularını içeren altı tip dokunma reseptörü bilinmektedir, ancak
m ekanoreseptif som atik duyular; (2 ) sıcak ve soğuğu bunlara benzer daha pek çok reseptör vardır. Bu re­
algılayan term oreseptif duyular, (3) dokularda hasar septörlerden bazıları Şekil 4 6 -1 ’de gösterilmiştir.
yapan herhangi bir faktör tarafından aktive edilen Bunların özel karakteristikleri aşağıdadır.
ağrı duyusu. Bu bölüm mekanoreseptif dokunma ve İlk olarak, derinin her tarafında ve diğer bazı do­
pozisyon duyuları ile ilgilidir. Bölüm 48’de ise ter­ kularda bulunan, dokunma ve basınca duyarlı bazı
moreseptif ve ağrı duyulan tartışılmaktadır. serbest sinir uçlarıdır. Örneğin, serbest sinir uçla­
Dokunma duyuları, dokunm a, basınç, vibrasyon rından başka hiç bir sinir sonlanm ası içerm eyen
ve gıdıklanm a duyularını, pozisyon duyuları ise göz korneasına hafif bir temas bile, dokunma ve
statik pozisyon ve hareketin hızı gibi duyuları içerir. basınç duyusu oluşturur.
İkinci olarak, bir önceki bölümde şekil 4 6 -1 'de
Somatik Duyuların Diğer Sınıflandırılmaları. So­ gösterilmiş, özel duyarlılıkta bir dokunma reseptö­
matik duyular farklı, ama aslında çok da aykırı ol­ rü olan Meissııer korpüskülüdür. Bu reseptörde
mayan bir şekilde de sınıflandırılabilirler. kapsül içinde bulunan uzun sinir uçları büyük
E ksteıoreseptif duyular, vücudun dış yüzeyinden myelinli (Ap tipi) bir duyu siniri lifini uyarır. Kapsü­
gelen duyulardır. Propriyoseptif duyular, vücudun lün içinde pek çok dallanmış terminal sinir iplik­
pozisyon duyuları, tendon ve kas duyuları, ayak ta­ çikleri bulunur. Bu reseptörler derinin (tüysüz deri
banlarından gelen basınç duyuları ve hatta genelde denilen) kılsız kısımlarında ve kısmen parm ak uç­
bir som atik duyudan ziyade "özel” bir duyu olarak larında, dudaklarda ve dokunm a duyularının
kabul edilen denge duyusu gibi vücudun fiziksel uzamsal özelliklerini ayırt etme yeteneğinin yüksek
durumu hakkında bilgi veren duyulardır. derecede gelişmiş olduğu diğer deri bölgelerinde
Viseral duyular, vücudun iç organlarından gelen bol miktarda bulunur. Meissner korpüsküllerinin
duyulardır; bu terim yerine “iç organlardan gelen uyarıldıktan sonra saniyenin fraksiyonları kadar kı­
duyular” da aynı anlamda kullanılabilir. sa sürelerde adaptasyon göstermeleri, bunların dü-
Derin duyular, fasyalar, kaslar ve kemik gibi derin şük-frekanslı vibrasyona duyarlı oldukları kadar,
dokulardan gelen duyulardır. Bunlar başlıca "de­ özellikle çok hafif cisimlerin deri üstündeki hareke­
rin” basınç, ağrı ve vibrasyon duyularıdır. tine de duyarlı olduklarını gösterir.
Üçüncü olarak, çok sayıda Meissner koıpüskülü
içeren parmak uçları ile diğer alanlar, aynı zamanda
Merkel disklerinin bir tipi şeklinde Şekil 47-1’de gös­
terilen çok sayıda genişlemiş uçlu dokunm a reseptö­
DOKUNMA DUYULARININ rü de içerir. Derinin kıllı kısımlarında da hem en he­
ALGILANMASI VE İLETİMİ men hiç Meissner korpüskülü olmasa bile az sayıda
genişlemiş uçlu reseptör bulunur. Bu reseptörler
Dokunma, Basınç ve Vibrasyon Gibi Duyular başlangıçta kuvvetli fakat sonra kısmen adapte olan
Arasındaki İlişkiler. Dokunma, basınç ve vibras­ sinyaller ve daha sonra devamlı olarak daha zayıf
yon genelde ayrı duyular olarak sınıflandırılsa da, uyarılar doğuran ve yavaş adaptasyon gösteren re­
hepsi aynı tip reseptörler tarafından algılanır. Bun­ septörlerdir ve Meissner koıpüsküllerinden farklı­
ların arasında üç tem el fark vardır: ( 1 ) dokunma dırlar. Böylece bunlar varolan durum ile ilgili uyarı­

540
BÖLÜM 47 • Somatik Duyular: I. Genel Organizasyon; Dokunma ve Durum Duyuları 541

Iggo kubbe reseptörü. Epitelin alt


yüzeyine sıkıca dizilen ve büyük tek
bir miyelinli lifle inerve olan çok
sayıdaki Merkel disklerine dikkat
ediniz. (Iggo ve Muir’dan; J.
Plıysiol.,200: 763, 1969).

lar yollayarak, kişinin derisine sürekli olarak temas Periferik Sinir Liflerinde Dokunma Duyusunun
eden cisimlerin farkında olmasını sağlar. Merkel İletilmesi. Meissner korpüskülleri, Iggo kubbe re­
diskleri Şekil 47-1'de gösterildiği gibi genellikle deri septörleri, kıl reseptörleri, pacini korpüskülleri ve
epitelinin alt kısmından yukarıya doğru projeksiyon Ruffini sonlanmalaıı gibi hemen hem en özelleşmiş
yapan Iggo ku bbe reseptörü denilen tek bir reseptör tüm duysal reseptörler, ileü hızları 30 ile 70 m/sn.
organı olarak gruplaşırlar. Bu, epitelin o noktada dı­ arasında olan Aptipi sinir lifleri ile sinyallerini iletir­
şarı çıkıntı yaparak bir kubbe meydana getirmesine ler. Diğer taraftan serbest sinir sonlanmaları olan
ve çok hassas bir reseptör oluşturmasına sebep olur. dokunma reseptörleri sinyallerini, başlıca, ileti hız­
Ayrıca Merkel disklerinin tüm grubu büyük, tek bir ları 5 ile 30 m/sn. olan ince tip A8 miyelinli lifleri ile
miyelinli sinir lifi ile inerve edilir (Ap tipi). Yukarıda iletirler. Dokunmaya ilişkin bazı serbest sinir son-
tartışılan Meissner koıpüsküllerinin yanısıra, bu re­ lanmaları, hızları saniyede bir metrenin kesirlerin­
septörler vücutta spesifik yüzey alanlarının dokun­ den 2 m/sn’ye kadar olan C tipi miyelinsiz lifler yo­
ma duyusunu lokalize etmede ve dokunulan yüze­ luyla ileti yaparlar; omuriliğe ve alt beyin sapma
yin yapısını saptamada çok önemli rol oynarlar. gönderilen bu sinyaller olasılıkla gıdıklanma duyu­
Dördüncü olarak, vücut üzerindeki ince kılların sunun iletilmesine yardımcı olurlar.
hareketi, kılların alt kısmını çevreleyen sinir lifleri­ Deri üzerinde lokalizasyonu kesin olarak tayin
ni uyarır. Böylece her kıl ve bazalindeki sinir lifi, kıl edilebilen, şiddetindeki küçük değişikliklerin ayı­
son-orgaııı olarak adlandırılır ve aynı zamanda bir rımı yapılabilen veya duysal sinyal şiddetindeki
dokunma reseptörüdür. Bu reseptör kolayca adap­ hızlı değişikliklerin algılanabildiği, daha kritik tip ­
te olur ve böylece Meissner korpüskülü gibi esas teki duysal sinyallerin hepsi daha hızlı ileten duy­
olarak vücut yüzeyindeki nesnelerin hareketini ve­ sal sinir lifleri ile taşınır. Diğer taraftan basınç, iyi
ya vücutla ilk temasını saptar. lokalize edilem eyen dokunm a ve özellikle gıdık­
Beşinci olarak, bir önceki bölümde Şekil 46-1’de lanm a daha kaba tipte olan sinyaller gibi, daha ya­
gösterildiği gibi çok dallanmış, kapsülle çevrili son- vaş olarak ve sinir dem eti içerisinde çok daha az
lanmaları olan derinin derin tabakalarında ve ayrıca yer gereksinimi olan çok ince sinir lifleri yolu ile
derin dokularda yer alan çok sayıdaki Ruffini son- iletilirler.
organlarıdır. Bu sonlanmalar çok az adaptasyon
gösterirler ve bu nedenle ağır ve devamlı dokunma
sinyalleri ve basınç sinyalleri gibi deri ve derin do­
kulardaki deformasyonların devamlı durumlarını Vibrasyonun Algılanması
haber vermede önemlidirler. Bunlar aynı zamanda
eklem kapsüllerinde de bulunurlar ve eklemin ro­ Tüm farklı dokunma reseptörleri vibrasyonu algıla­
tasyon derecesini bildirmede yardımcı olurlar. mada rol alırlar; bununla birlikte farklı reseptörler
Altıncı, hem en deri altında ve ayrıca vücudun de­ vibrasyonun farklı frekanslarını saptarlar. Pacini
rin fasyal dokularında uzanan ve Bölüm 46’da ay­ korpüskülleri 30’dan 800 devir/sn’ye kadar olan vib­
rıntıları ile tartışılan p acin i korpüskiilleridir. Bunlar rasyonları bildirebilirler, çünkü bunlar dokuların
sadece dokuların süratli hareketleri ile uyarılırlar hızlı deformasyonuna hemen o anda çok hızlı cevap
çünkü bir saniyenin yüzde bir kaçı içerisinde adap­ verirler, sinyallerini de saniyede 1 0 0 0 impulstan faz­
te olurlar. Bundan dolayı, özellikle doku vibrasyonu lasını iletebilen AB tipi sinir lifleri ile iletirler.
veya dokuların mekanik durumlarındaki diğer hızlı Düşük frekanstan 2' den 80 devir/sn. kadar olan
değişmeleri saptamada önemlidirler. vibrasyonlar, diğer dokunma reseptörlerini, özel­
542 ÜNİTE IX • Sinir Sistemi: A. Genel İlkeler ve Duyu Fizyolojisi

likle de pacini korpüskülleıinden daha az hızda linli liflerden (çapı ortalama 4 pm olan) oluşmuştur.
adapte olan M eissner korpüsküllerini stim üle İki sistem arasındaki diğer farklılık, kaynaklarına
ederler. kıyasla doısal kolon-medyal lemniskal sistem in si­
nir liflerinin yüksek derecede uzamsal oıyantasyo-
na, anterolateral sistem in ise daha az derecede
Gıdıklanma ve Kaşınma uzamsal oryantasyona sahip olmasıdır.
Bu farklılıklar, doğrudan doğruya iki sistem tara­
Nörofizyolojik çalışmalar, sadece gıdıklanma ve fından iletilebilen duysal bilgilerin tiplerini tanım ­
kaşınma duyuları hakkında bilgi veren çok hassas, larlar. Temporal ve uzamsal doğruluk ile lıızlı iletil­
hızlı adapte olan m ekanoreseptif serbest sinir soıı- mesi gereken duysal bilgiler başlıca doısal kolon-
lanm alarınm varlığını kanıtlamıştır. Ayrıca bu son- medyal lemniskal sistem içerisinde taşınır, oysa
lanmalar, genellikle sadece gıdıklanma ve kaşınma büyük uzamsal doğrulukla veya lıızlı iletilmesine
duyularını bildiren hem en hemen tek doku olan gerek olmayan bilgiler başlıca anterolateral sistem
derinin yüzeysel tabakalarında bulunurlar. Bu du­ ile taşınır.
yu, yavaş tip ağrıyı taşıyan liflere benzeyen ince C Anterolateral sistem in doısal sistem de olmayan
tipi miyelinsiz liflerle iletilir. özel bir yeteneği vardır: duysal m odaliteleıin geniş
Kaşınma duyusunun amacı, olasılıkla deri üze­ bir spektrumunu iletme yeteneği -ağıı, sıcaklık, so ­
rinde yürüyen bit gibi veya bir sinek ısırması gibi ğuk ve kaba dokunma duyuları gibi-. Bunların ço ­
hafif yüzeysel uyaranlara dikkati çekmek içindir ve ğu Bölüm 4 8 ’de ayrıntılı olarak tartışılmıştır. D oısal
bildirilen sinyaller kaşınma refleksini veya intanın sistem tek başına, daha çok farklı tipte olan m eka­
verdiği rahatsızlıktan kurtulmak için diğer manev­ noreseptif duyular ile sınırlanmıştır.
raların yapılmasını sağlar. Bu farklılığı akılda tutarak şimdi iki sistem de ile­
Kaşınma yolu ile eğer iritan uzaklaştırılırsa veya tilen duyu tiplerini sıralayabiliriz.
kaşınma ağrı oluşturacak kadar kuvvetli ise, kaşın­
ma duyusu yatıştııılabilir. Bölüm 48'de açıklandığı
Dorsal K olo n -M ed yal Lem niskal Sistem
gibi, ağrı sinyallerinin kaşınma sinyallerini omuri­
likte lateıal inhibisyon ile inhibe ettiğine inanıl­ 1. S tim u lu su n yüksek d erecede lok alizasy on u n u g e ­
maktadır. rektiren d o k u n m a duyuları
2. U yaran ın şiddetin in h a ssa s derecelen d irilm esin in
tam olarak iletilm esini gerektiren d o k u n m a d u y u lan
3. V ibrasyon duyuları gibi fazik du y u lar
4. Deri üzerindeki hareketleri ileten du y u lar
SOM ATİK UYARILARI MERKEZİ 5. Pozisyon duyuları
SİNİR SİSTEM İNE İLETEN DUYSAL 6. B asın ç şiddetin in h a s s a s derecelerin i d e ğe rlen d ir­
m ekle ilgili b asın ç duyuları
YOLLAR

Vücudun somatik segmentleıinden gelen hemen A n te ro la te ral Sistem


hemen tüm duysal bilgiler spiııal sinirlerin arka
kökleri ile omuriliğe girerler (ön köklerle giren, öne­ 1. Ağrı
2. Soğu k ve sıcak duyuların ın h er ikisini de k ap say an
mi kesin olarak bilinmeyen birkaç lif dışında). Bu­
ısı duyuları
nunla birlikte duysal sinyaller, omuriliğe giriş nokta­ 3 V ücut yüzeyi üzerin d e sa d e c e k a b a lok alizasy on y e­
sından itibaren beyne doğru alternatif 2 duysal yol­ teneği olan k ab a d o k u n m a ve b asın ç d u y u lan
dan biri ile taşınırlar. 1) Dorsal kolon-m edyal lem ­ 4 G ıdık lan m a ve k aşın m a duyuları
niskal sistem veya 2) Anterolateral sistem. Bu iki sis­ 5. C insel duyular
tem talamus seviyesinde tekrar kısmen birleşirler.
D oısal kolon-medyal lemniskal sistemle sinyal­
ler, adının da belirttiği gibi, başlıca omuriliğin dor­
sal kolonu nda taşınır, sinaps yaptıktan ve medulla DORSAL KOLON-MEDYAL LEMNİSKAL
spiııalisin karşı tarafına geçtikten sonra, yukarıya SİSTEMDE İLETİ
beyin sapına oradan talamusa m edyal lemniskus
yolu ile taşınır. D orsal K o lo n -M ed yal Lem niskal S istem in
Diğer taraftan, anterolateral sistemde sinyaller, A natom isi
spiııal gri cevherin arka boynuzlarından çıktıktan
sonra omuriliğin karşı tarafına geçer ve beyin sapı­ Şekil 47-2’de sp in al kök lifinin s a ğ tarafın d a gö sterild iği
nın tüm seviyelerinde ve talamusta sona ermek gibi, spin al sinirlerin arka kökleri om u riliğe girdiklerin ­
üzere omuriliğin posteriyor ve lateral beyaz kolon­ de, özelleşm iş m ek an oreseptörlerd en gelen g e n iş m iy e ­
larında yükselir. linli lifler h em en bir m e d y a ld a lv e bir la t e ıa l rto /o lu ştu r­
Doısal kolon-medyal lemniskal sistem, beyne sin­ m ak üzere ayrılırlar. M edyal dal do rsal kolon iç erisin d e
yukarıya doğru d ön er ve tüm seyri b o y u n ca d o rsal kolon
yallerini 30 ila 110 ııı/sn kadar hızlarda ileten geniş
yolu ile beyne doğru ilerler.
miyelinli sinir liflerinden meydana gelmiştir. Oysa Lateral dal, omuriliğin gri cevherinin arka boynuzuna gi­
anterolateral sistem sinyallerini saniyede birkaç met­ rer ve omuriliğin gri cevherinin hem en hem en tüm orta ve
reden 40 m/sn’ye ulaşan hızda ileten daha ince miye­ posteriyor kısımlarındaki nöronlarla sinapslar yaparak çok
BÖLÜM 47 • Somatik Duyular: I. Genel Organizasyon; Dokunma ve Durum Duyuları 543

Lissauer Korteks
Spinal sinir Dorsal kolon
traktüsü
Lamina marginalis
Spinoservikal
traktüsü Substantia gelatinosa

Dorsal Anterolateral
spinösere spinotalamik yol
bellar trak
tüs

Ventral
spinosere-
ventrobazal
bellar trak-
kompleksi
tüs

Ş E K İL 47 ■ 2
Omuriliğin enine kesiti. Omuriliğin gri cevherindeki I’deıı IX’a Medulla oblongata
sıralanan anatomik laminalar ve beyaz kolonlarında çıkan
duysal yollar (kırmızı ile) gösterilmiştir. Medyal lemniskus

Dorsal kolon
çekirdekleri
kereler dallanır. Sırayla uyarılan nöronlar 3 fonksiyona yar­
Dorsal kök liflerinin çıkan
dım ederler: (1) Bazıları, omurilikte dorsal kolona giren dalları
lifleri vererek yukarıya beyne ilerlerler. (2) Nöronların çoğu,
Bölüm 54’te tartışılan lokal omurilik reflekslerini oluşturur­ Omurilik
lar. (3) Diğerleri, Bölüm 56’da serebellumun fonksiyonlarına
ilişkin olarak tartışıldığı gibi, spinoserebellar yolların oluşu­ Spinoservikal
muna neden olurlar. yol

Dorsal Kolon - Medyal Lemniskal Yol. Şekil 47-3’te Dorsal kök ve


dorsal kolona giren sinir liflerinin hiç kesintiye uğrama­ spinal gangliyon
dan yukarıya medullaya doğru, sinaps yaptıkları dorsal
kolon çekirdeklerine ilerlediklerine dikkat ediniz (cune-
atıısve gracilis çekirdekleri). Buradan itibaren ikinci-sıra Ş E K İL 47 - 3
nöronları hemen karşı tarafta çaprazlaşırlar ve yukarıya Kritik tipteki dokunma sinyallerini ileten dorsal kolon ve spino-
talamusa, medyal lemniskııs olarak adlandırılan, bilate­ serebelleryollar. (Ranson ve Clark’tan modifiye edilmiştir: Ana­
ral beyin sapı yollatma doğru devam ederler. Beyin sapı­ tomiy of the Nervous System. Philadelphia, YV.B. Saunders
na doğru olan bu yolda, medyal lemniskus trigeminal si­ Company, 1959).
nirin duysal çekirdeklerinden gelen ek liflerle birleşir;
doısal kolon liflerinin vücut için yerine getirdiği fonksi­
yonlar gibi, bu lifler de başın aynı duysal fonksiyonlarına
hizmet ederler.
Talamusta, dorsal kolondan gelen medyal lemniskal
lifler, ventral posterolateral çekirdekte sonlanırken, tri­
geminal çekirdekten gelenler ventral posteromedyal çe­
kirdekte sonlanırlar. Anterolateral sistemden gelen bazı
liflerin sonlandığı posteriyor talaıııik çekirdek ile birlik­
te, bu iki çekirdek beraberce ventrobazal kompleks ola­
rak adlandırılırlar. Şekil 47-4’te gösterildiği gibi, ventro­
bazal kompleksten gelen üçüncil-sıra sinir lifleri soma­
tik duysal alan 1 olarak adlandırılan, başlıca serebral
korteksin postsantral girusuna projeksiyon yaparlar
(Bkz. Şekil 47-6).

Dorsal Kolon-Medyal Lemniskal Sistem­


deki Sinir Liflerinin Uzamsal Oryantasyonu
D oısal kolon-medyal lemniskal sistemin farklı bir
özelliği de vücudun ayrı kısımlarından gelen sinir
liflerinin ayıı uzamsal oryantasyonlarmm yol b o ­
yunca korunmasıdır. Örneğin, doısal kolon içeri­
sinde vücudun alt kısımlarından gelen lifler m erke­
ze doğru uzanırlar, oysa giderek daha yüksek seg­ Ş E K İL 47 - 4
m enter seviyelerden omuriliğe girenler lateral ola­
Talamustan, somatik duysal kortekse uzanan dorsal kolon-
rak birbirini izleyen tabakalar oluştururlar. medyal lemniskal sistemin projeksiyonu. (Brodal’d an modifiye
Talamusta gövdenin uç kısımları ventrobazal edilmiştir: Neurological Anatomiy in relation to Clinical Medi­
kompleksin daha çok lateral kısımları ile temsil cine. New York, Oxford University Press, 1969).
544 ÜNİTE IX • Sinir Sistemi: A. Genel ilkeler ve Duyu Fizyolojisi

edilerek, kafa ve yüz ise kompleksin medyal kom-


ponenti ile temsil edilerek farklı uzamsal oryantas-
yon hala korunmaktadır. Medyal lemniskusun me-
dulladaki çaprazlaşmasından dolayı, vücudun sol
tarafı talamusun sağ kısmı ile, vücudun sağ tarafı
talam usun sol kısmı ile temsil edilir.

Somatik Duysal Korteks


Serebral korteksin somatik duyudaki rolünü tartış­
m adan önce korteksin çeşitli alanlarının oryantas-
yonunu vermemiz gerekmektedir. Şekil 47-5, insan
serebral korteksinin histolojik yapı farklılıklarına
dayanarak Brodm anıı alanları olarak adlandırılan Ş E K İL 47 - 6
50 faiklı alana ayrıldığını gösteren bir haritadır. Bu İki somatik duysal kortikal alan, somatik duysal alan I ve II.
h arita çok önemlidir, çünkü num aralandırılan
alanlar tüm nörofizyologlar ve nörologlar tarafın­
dan insan korteksinin değişik fonksiyonel alanları­
nı beİirtmede fiilen kullanılır hale gelmiştir.
Somatik Duysal Alanlar I ve II. Şekil 47-6, anteıi-
Şekilde geniş santralfissüriln (santral sıılkııs ola­
yor pariyetal lobda somatik duysal alan /ve som atik
rak da adlandırılır) beynin içinde horizontal olarak
duysal alan II olarak adlandırılan iki alanı göster­
uzandığına dikkat ediniz. Genellikle, duyu modili-
mektedir. İki alana bölünmenin sebebi, bu iki alanın
telerinin tümünden gelen duysal sinyaller, serebral
her birinin vücudun farklı bölümlerinin belirgin ve
kortekste santral fissürün posteriyorunda sonlanır.
ayrı uzamsal oryantasyonlarını bulundurmasıdır.
Genel olarak, pariyetal lobun ön yarısı hem en he­
Bununla beraber, somatik duysal olan I epeyce ge­
m en tam am en algılama ve som atik duysal sinyalle­
niştir ve duysal alan H'den çok daha önemlidir, yay­
rin yorumlanması ile, ve arka yarısı daha da yüksek
gın olarak kullanılan “somatik duysal korteks” terimi
düzeylerde yorumlama ile ilgilidir.
hemen hemen daima alan I’i ifade eder. Şekil 47-6’da
Görme sinyalleri oksipital lobda ve işitme ile ilgi­
vücudun bütün bölümlerinin isimleriyle gösterildiği
li sinyaller temporal lobda sonlanırlar.
gibi somatik duysal alan I'de vücudun farklı bölüm­
Diğer taraftan, santral fissüre kadar olan ve fron-
lerinin yüksek dereceli lokalizasyonu vardır. Aksine,
tal lobun arka yarısını oluşturan korteksin anteri-
somatik duysal alan H'de lokalizasyon zayıftır, bu­
yor kısmı hem en hem en tam am en kasların kontro­
nunla birlikte kabaca yüz anteıiyorda, kollar ortada
lü ve vücut hareketlerine aittir. Bu m otor kontrolün
ve bacaklar posteıiyorda temsil edilir.
büyük bir kısmı, motor korteksi vücudun değişik
Somatik duysal alan II'nin fonksiyonu hakkında çok
bölüm lerinin pozisyonları ve hareketleri hakkında
az şey bilindiği için çok iyi tartışılamamaktadır. Vücu­
haberdar durumda tutan ve korteksin duysal kı­
dun her iki tarafından yukarıya doğru iletilen, bazı
sımlarından gelen sinyallerle kontrol edilir.
sinyallerin beyin sapından bu alana girdiği bilinmek­
tedir. Ek olarak, birçok sinyal ikincil olarak duysal alan
I’den geldiği gibi, beynin diğer duysal alanlarından,
hatta görsel ve işitsel alanlardan bile gelmektedir.
Santral
fissür
Aksine, somatik duysal alan I'in fonksiyonu çok
ayrıntılı olarak çalışılmıştır ve som atik duyular hak­
kında bildiklerinizin çoğunun somatik duysal alan
I’in fonksiyonları ile açıklandığı görülmektedir.

Vücudun Farklı Bölümlerinden Gelen Sinyalle­


rin Somatik Duysal Alan I'de Uzamsal Oryan-
tasyonu. Somatik duysal alan I, insan serebral kor­
teksinin postsantıal giıusunda bulunan santral fis­
sürün hem en arkasında uzanm aktadır (Bıod-
m ann’ın 3, 1 ve 2 nolu alanları).
Lateral
Bu alanda vücudun farklı bölgelerinden gelen so­
fissür matik duysal sinyalleri algılamak için belirgin bir
uzamsal oryantasyon mevcuttur. Şekil 47-7, postsant-
Ş E K İL 47 - 5 ral girus seviyesinde beyin içinden geçen enine kesiti
İnsan serebral korteksinin 'Brodmanıı alanları' şeklinde adlan­ göstermektedir. Somatik duysal alan I’in ayrı bölgele­
dırılan yapısal olarak farklı bölgeleri. Primer somatik alanı oluş­ rinde vücudun farklı bölümlerinin temsili gösteril­
turan 1,2. ve 3. alanlara ve somatik duysal asosiyasyoıı alanım miştir. Korteksin her iki tarafı vücudun karşı tarafına
oluşturan 5. ve 7. alanlara dikkat ediniz. (Everett’eıı; Functional
Neuroanatomy, 5 th. ed. Philadelphia, Lea & Febiger, 1965. ait duysal bilgileri alır (yüzün aynı tarafından gelen
Brodmann’dan modifıye). duysal bilgilerin çok az bir kısmı isüsna olmak üzere).
BÖLÜM 47 • Somatik Duyular: I. Genel Organizasyon; Dokunma ve Durum Duyuları 545

üzere, serebıal korteksin ilgili diğer kısım larına ak­


sonlar gönderirler.
4.V ve VI. tabakalardaki nöronlar sinir sistem inin
daha derin bölümlerine aksonlar gönderirler. V. ta­
bakada olanlar daha geniştir ve bazal gangliyonlar,
beyin sapı ve omurilik gibi daha uzak alanlara
C /'v V yO ?P O i
kontrol sinyallerini sağlamak üzere yayılırlar. VI. ta­
bakadan gelen, özellikle fazla sayıdaki aksonlar se-
rebral koıteksten talamusa geribildirim sinyalleri
-Y ® > V t e
sağlamak üzere, talamusa uzanırlar.
*— Üst dudak

Dudaklar Duysal K orteks Ç ok Sayıda D ike y N ö ro n


I — Alt dudak K olon la rı İçerir; B unların H e rb iri S pe sifik
Dişler, dişetleri ve çene Bir Duysal M o d a lite ile V ü c u t Ü ze rin d e
— DM Farklı Bir Duysal N o ktayı S ap ta r
Farenks
Karın-içi
Fonksiyonel olarak, somatik duysal korteksin n ö ­
ronları korteksin 6 tabakası boyunca uzanan veıti-
kal kolonlar halinde düzenlenmişlerdir. Her kolo­
nun 0,3’ten 0,5 mm.'ye kadar çapı vardır ve belki de
Ş E K İL 47 - 7 10.000 nöronal hücre gövdesi içerir. Bu kolonlardan
Farklı vücut bölgelerinin korteksin somatik duysal alan I’d e herbiri tek bir spesifik duysal modaliteye hizmet
temsili (Penfield ve Rasmussen’den: Cerebral Cortex of Man: A
eder, bazı kolonlar eklem çevresindeki gerilme re­
Clinical Study of Localization of Function. New York, Macmillan
Company, 1968). septörlerine, bazıları dokunmayı algılayan tüylerin
stimülasyonuna, diğerleri deri üzerinde lokalize ol­
muş farklı basınç noktalarına ve benzerlerine cevap
Vücudun bazı alanları somatik kortekste geniş verirler. Sinyallerin koıtekse ilk girdiği yer olan IV
alanlar ile temsil edilirler -dudaklar hepsinden tabakadaki nöron kolonları neredeyse tam am en
fazla olmak üzere bunu, yüz ve başparm ak izler - birbirinden ayrı fonksiyon görür. Başka kolon sevi­
oysa gövde ve vücudun daha alt kısımları göreceli yelerinde, duysal sinyallerin anlamlarının analizine
olarak küçük alanlarla temsil edilir. Bu alanların başlanmasına izin veren etkileşimler oluşur.
büyüklükleri, vücudun her bir periferik alanındaki Postsantral girusun en öndeki 5 ila 10 m ilim etre­
özelleşmiş duysal reseptörlerin sayısı ile doğru lik kısmında, santral fissürün derininde yerleşen
orantılıdır. Örneğin, dudaklarda ve başparm akta
çok fazla sayıda özelleşmiş sinir sonlanmaları bu ­
lunurken, gövde derisinde sadece birkaç tane bu­
lunur.
Baş, somatik duysal alan I'in en lateıal kısmında
temsil edilirken, vücudun daha alt kısmının med-
yal olarak temsil edildiğine dikkat ediniz.

S o m a tik D uysal K o rte ksin Tabakaları ve


B unların F o n ksiyo n la rı

Seıebıal koı teks, Şekil 47-8’de gösterildiği gibi yüze­


ye bitişik olaıak I. tabaka ile başlayan ve daha derine
ilerleyerek VI. tabakaya kadar uzanan 6 adet nöron
tabakası içerir. Beklenildiği gibi, her tabakadaki nö­
ronlar, diğer tabakalaıdakilerden farklı fonksiyonlar
yaparlar. Bu fonksiyonlardan bazıları şöyledir:

1. Gelen duysal sinyaller, ilk olarak IV. nöronal taba­


kayı uyarırlar, sonra sinyal hem korteksin yüzeyine
doğru hem de daha derin tabakalara doğru yayılır.
2. I. ve II. tabakalar, korteksin özgül bir bölge-
sininde kolaylaştırıcı rol oynayabilen alt beyin
m erkezlerinden gelen yaygın ve spesifik olmayan Ş E K İL 47 ■ 8
bir giriş (input) alırlar; bu sistem Bölüm 5 7 ’de Beyin korteksinin yapısı, I, moleküler tabaka; II, dış graııüler ta­
açıklanm ıştı. Bu giriş başlıca uyarılan bölgenin baka; III, piramidal hücre tabakası; IV, iç granüler tabaka; V. bü­
yük piramidal hücre tabakası ve VI. polimorfik füziform hücre
genel uyarılabilirlik düzeyini kontrol eder. tabakalarını göstermektedir. (Ransoıı vc Clark’tan [Brod-
3. II. ve III. tabakalardaki nöronlar, korpus kallo- mann’dan sonra]: Anatomy of Nervous System. Philadelphia, W.
sum aracılığıyla beynin karşı tarafı da dahil olmak B. Saunders Company, 1959).
546 ÜNİTE IX • Sinir Sistemi: A. Genel İlkeler ve Duyu Fizyolojisi

Brodmaıın’ın 3a alanında, vertikal kolonların oran­ Somatik asosiyasyon alanında elektriksel stimü-
tısızca geniş bir parçası, kas, tendon veya eklem ge­ lasyon yapılması, bazen kişinin karmaşık somatik
rilme reseptörlerine cevap verir. Bunlardan gelen bir duyu deneyimine, hatta bazen bıçak veya top
sinyallerin birçoğu ardından santral fissürün he­ gibi bir nesneyi “hissetm esine” neden olabilir. Bu
m en anteriyoıunda yerleşmiş motor koıtekse doğ­ nedenle somatik duysal asosiyasyon alanının, pıi-
rudan dağılırlar ve kas fonksiyonunu kontrole yar­ mer somatik duysal alan içindeki çeşitli noktalar­
dımcı olurlar. dan gelen bilgileri, anlamlarım deşifre etmek için
Somatik duysal korteks I içinde, daha posteriyo- birleştirdiği açıkça görülmektedir. Bu ayrıca som a­
ıa ilerlenildiği zaman, yavaş adapte olan deri re­ tik duysal asosiyasyon alanına giren nöron yolları­
septörlerine giderek daha fazla vertikal kolon ce­ nın anatomik düzenlemesine de uymaktadır, çü n ­
vap verir ve sonra daha posteriyorda daha da fazla kü bu alan: (1) somatik duysal alan I’den, (2 ) tala­
sayıda kolon derin basınca duyarlıdır. musun ventıobazal çekirdeğinden, (3) talamusun
Somatik duysal alan I’in en posteriyor kısmında, diğer alanlarından, (4) görme korteksinden, (5)
deri üzerinde bir uyaran belirli bir yönde hareket işitme korteksinden gelen sinyalleri alır.
ediyorsa vertikal kolonların sadece yaklaşık % 6 ’sı
cevap verir. Yani, bu duysal sinyallerin yorumunun Somatik Asosiyasyon Alanının Uzaklaştırılması­
daha da yüksek bir derecesidir. Sinyallerin somatik nın Etkisi-Amorfosentez. Somatik asosiyasyon
duysal alan I’den merkeze ve sonradan tartışacağı­ alanının bir tarafı çıkarıldığı zaman, kişi vücudun
mız, som atik asosiyasyon alanı olarak adlandırılan karşı tarafında karmaşık nesneleri ve karmaşık şe­
posteriyor pariyetal kortekse yayılması ile olay da­ killeri dokunarak hissetme yöntemi ile tanıma yete­
ha da karmaşık hale gelir. neğini kaybeder. Ayrıca, kişi karşı tarafta vücudu­
nun şeklini algılama yeteneğini kaybeder. Özellikle
Somatik Duysal Alan l'in Fonksiyonları ilginç olan, kişinin vücudunun karşı tarafından ha­
bersiz olması yani, orada olduğunu unutması de­
Somatik duysal alan l ’in bilateral olarak genişçe çı­ mektir. Bu nedenle diğer tarafını kullanmayı, sıklık­
karılması, aşağıdaki duysal değerlendirme şekille­ la motor fonksiyonlar için bile unutur. Aynı şekilde
rinin kaybı ile sonuçlanır: nesneleri hissederken kişi, nesnenin sadece bir tara­
1. Kişi vücudun faiklı bölümlerindeki farklı du­ fını hissetme eğilimi gösterir ve diğer tarafının var
yuları ayrı bir şekilde lokalize edemez. Bununla be­ olduğunu dahi unutur. Bu karmaşık duyu eksikliği
raber, kişi bu duyuları kabaca lokalize edebilir, ör­ am orfoseııtez olarak adlandırılır.
neğin bir ele lokalize edebilir. Bu durum, normalde
beyin sapı, talamus veya serebral korteksin bazı
Dorsal Kolon-Medyal Lemniskal
bölümlerinin somatik duyularla ilgili sayılmamala­
rına rağmen, belli derecelerde lokalizasyon yapa­
Sistemdeki Sinyal İletisinin Tüm
bildiklerini gösterir. Özellikleri ve Analizi
2. Kişi vücuduna uygulanan hassas basınç dere­
celerini değerlendiremez. Dorsal Kolon-Medyal Lemniskal Sistemde Temel
3. Kişi nesnelerin ağırlıklarına karar veremez. Nöronal Devre. Şekil 47-9'un alt kısmı, her sinaptik
4. Nesnelerin şekilleri ve biçimleri hakkında bir aşamada dallanmanın (diverjaııs)meydana geldiği
karar veremez. Buna astereognozi denir. dorsal kolon yolunun nöronal devresinin temel orga­
5. Maddelerin yapısı hakkında karar veremez, nizasyonunu göstermektedir. Şeklin üst kısmı, deri
çünkü böyle bir değerlendirme, değerlendirilmesi üzerindeki tek bir reseptör uyaranının, o reseptörün
gereken yüzey üzerinde parmakların hareketi ile bağlantı kurduğu tüm koıtikal nöronlarda aynı oran­
oluşan oldukça hassas duyulara bağımlıdır. da deşarja neden olmadığını göstermektedir. Bunun
Listede ağrı ve ısı duyularında kayıp ile ilgili hiçbir yerine, en fazla deşarj yapan koı tikal nöronlar, her re­
şey söylenmediğine dikkat ediniz. Somatik duysal septör için olan kortikal "bölge”nin merkezi kısmında
alan l'in yokluğunda, bu duyu modaliteleriııi değer­ bulunanlardır. Bu nedenle, zayıf bir stimulus sadece
lendirmede nitelik veya şiddet bakımından anlamlı en merkezdeki nöronların ateşlemesine neden olur.
bir değişiklik olmaz. Fakat daha da önemlisi ağrı ve Daha güçlü bir stimulus yine daha çok nöronun ateş­
ısı duyuları zayıf olarak lokalize edilir. Bu durum, lenmesine neden olur, fakat merkezdekiler, merkez­
ağrı ve ısının her ikisinin de kaynağını lokalize et­ den daha uzakta olanlara göre yine de oldukça yük­
menin, olasılıkla somatik duysal alan I’deki vücu­ sek bir hızda deşarj yaparlar.
dun topografik haritasına bağlı olduğunu gösterir.
İki-Nokta Diskriminasyonu. Dokunma diskriminas-
yonunu ölçmek amacıyla sıklıkla kullanılan bir me-
Somatik Duysal Asosiyasyon Alanları tod, kişinin “iki-nokta diskriminasyon (ayırt etme) ye­
ten eğin i belirlemektir. Bu testte, iki iğne deri üzerine
Somatik duysal alan l ’in arkasında, pariyetal korteks hafifçe bastırılır ve kişi uyaranı iki noktada veya bir
içine yerleşmiş olan serebral korteksin 5. ve 7. Bıod- noktada hissettiğini belirtir. Kişinin parmak uçlarında
mann alanları (Şekil 47-5), somatik duysal alanlara toplu iğneler birbirine 1 ile 2 mm. kadar yakın olduğu
giren duysal bilgilerin deşifre edilmesinde önemli zaman iki ayrı noktayı ayırt edebilir. Bununla birlikte,
rol oynarlar. Bu yüzden bu alanlar som atik duysal kişinin sırtında iki ayrı noktanın ayırt edilebilmesi için
asosiyasyon alanları olarak adlandırılmaktadır. iğneler genellikle 30 ile 70 mm. kadar aralıklı olmalı-
BÖLÜM 47 • Somatik Duyular: I. Genel Organizasyon; Dokunma ve Durum Duyuları 547

deki nöronlara inhibitor sinyaller iletir. Bunlar, temel


Kuvvetli uyaran
olarak, inhibitor bir transmiter salgılayan ek inteınö-
ronlar boyunca ilerlerler.
Lateral inhibisyonun önemi, uyarıcı sinyallerin
lateral dağılımını bloke etmesidir ve böylece, se-
ıebral koıtekste algılanan duysal modeldeki zıtlık
derecesi artırılmış olur.
Dorsal kolon sisteminde ise, her siııaptik seviyede
örneğin, ( 1 ) dorsal kolon çekirdeklerinde, (2 ) tala-
musun ventıobazal çekirdeğinde ve (3)kortekste la­
teral inhibitor sinyaller oluşur. Lateral inhibisyon,
bu seviyelerin her birinde uyarıcı sinyalin lateral ya­
yılımını bloke etmeye yardım eder. Sonuç olarak,
uyarılmaya ait tepe noktaları iyice belirginleşir ve
çevredeki yaygın uyarılmanın büyük bölümü bloke
Korteks edilir. Bu etki, Şekil 47-10’da iki kırmızı eğri ile gös­
terilmektedir. Lateral inhibisyonun şiddeti çok bü­
yük olduğu zaman tepe noktalarının tam am en ay­
rıldığı görülmektedir. Bu mekanizma, stimulasyo-
nun tepe alanları ile çevre alanları arasındaki zıtlığı
Talamus vurgulamaktadır. Böylece algılanan uzamsal m ode­
lin kontrastlığı veya keskinliği çok fazla artar.

Hızlı Değişen ve Tekrarlayan Duyuların İletilmesi.


Doısal kolon sistemi, hızlı değişen peıiferik koşullarla
Dorsal kolon ilgili duyulan haber vermede özel bir değere sahiptir.
çekirdekleri
Kaydedilen aksiyon potansiyellerine dayanılarak, bu
____ JL sistemin saniyenin 1/400’ü kadar kısa sürede değişen
Deride tek nokta uyaranı
uyaranları fark edebildiği söylenebilir.
Ş E K İL 47 - 9
Vibrasyon Duyusu. Vibrasyon sinyalleri hızla tekrar-
İğne ucu şeklindeki uyaran sinyalinin kortekse iletilmesi. layıcıdır ve saniyede 700 döngüye kadar olanlar vib­
rasyon olarak algılanabilir. Daha yüksek frekanslı vib­
rasyon sinyalleri pacini korpüsküllerinden kaynakla­
dır. Bu farklılığın sebebi iki alandaki özelleşmiş do- nabilirler, fakat daha düşük frekanslı sinyaller (sani-
kunma reseptörlerinin faiklı sayılaıda olmasıdn. yecje yaklaşık 200’ün altında) Meissner korpüskülle-
Şekil 47-10 dorsal kolon yolunda diğeı tüm duysal rinden bile kaynaklanabilirler. Bu sinyaller sadece
yollarda olduğu gibi iki-nokta diskriminasyon bilgi- dorsal kolon yolu içinde iletilirler. Bu nedenden dola-
sinin iletilme mekanizmasını göstermektedir. Bu şe­
kil, deri üzerinde kuvvetli şekilde stimüle edilen iki
komşu noktayı ve uyarılan iki noktadan gelen sin­
yaller tarafından uyarılan somatik duysal koıteks
alanını (oldukça genişlemiş) göstermektedir. Siyah
eğri, deri üzerinde her iki noktanın eşzamanlı olarak
uyarıldığı esnadaki kortikal uyarımın uzamsal m o­
delini göstermektedir. Uyarımın geriye kalan bölge­
sinde 2 ayrı tepe olduğuna dikkat ediniz. Bir yarıkla
ayrılan bu iki tepe duysal koı teksin tek bir nokta ye­
rine, uyaran iki noktanın varlığını belirlemesine izin
verir. Duyuların iki nokta stimulasyonu arasında
ayırım yapma yeteneği, bir sonraki bölümde açık­
landığı gibi, lateral inhibisyon denilen diğer bir m e­
kanizma ile kuvvetli şekilde etkilenmektedir.

Lateral İnhibisyonun (Çevre İnhibisyonu da De­


nir) Algılanan Uzamsal Modeldeki Zıtlık Derece­
sinin Artırılmasına Etkisi. Bölüm 46’da belirtildiği
gibi, aslında her duysal yol, uyarıldığında, eşzamanlı
olarak lateral inhibitor sinyallere neden olur; bunlar
Ş E K İL 4 7 - 10
uyarıcı sinyallerin yan taraflarına dağılır ve komşu
nöronları inhibe ederler. Örneğin, bir doısal kolon l£nc ucu Şeklindeki iki kom şu uyarandan kortekse sinyallerin
, , . ... , . . tT _ iletilmesi. Siyah eğri ‘‘çevre" inhibisyonu olmadan kortikal
çekirdeğinde uyaıılmış bıı noronu ele alalım. Uyarıcı uyarılma modelini ve renkli iki eğri "çevre'’ inhibisyonu ile olan
merkezi sinyalden başka, kısa kollateral yollar çevre- modeli temsil etmektedir.
548 ÜNİTE IX • Sinir Sistemi: A. Genel İlkeler ve Duyu Fizyolojisi

yı, vücudun çeşitli peı iferik kısımlarına bir diyapazon geliştirmişlerdir, ancak farklı metotların sonuçları nadiren
ile vibrasyon uygulanması, dorsal kolonun fonksiyo­ birbirleriyle uyum gösterir. Duysal şiddet arttıkça şiddet
nel bütünlüğünü muayene etmek amacıyla nörolog­ ayırımının azaldığına ilişkin temel yasa hemen hemen
lar tarafından kullanılan önemli bir yöntemdir. tüm duysal modalitelere uygulanabilir. Bu yasanın iki for­
mülü, duysal yorumlamanın fizyopsikoloji alanında etraf­
lı olarak tartışılmıştır: Weber-Fechner Kuralı ve Güç Kuralı.
Duysal Uyaran Şiddetinin Yorumu
Weber-Fechner Kuralı-Stimulusun Kuvvetinin "Ora-
Duysal uyaranların çoğunun esas amacı, vücudun duru­ nı"m Algılam a. İlk olarak Weber daha sonra da Fechner
mu ve çevresindekiler hakkında kişiyi haberdar etmektir. 1800’lerin ortalarında, şu prensibi önermişlerdir: uyaran
Bu nedenle, duysal uyaran şiddetinin sinir sisteminin kuvvetinin derecesi, yaklaşık olarak, uyaran kuvvetinin
yüksek seviyelerine iletilmesi ile ilgili olan bazı ilkeleri logaritması ile orantılı olarak fark edilmektedir.Yam, ki­
kısaca tartışmamız önemlidir. şinin 30 gram taşırken ağırlıktaki 1 gramlık artışı, 300
Akla gelen ilk soru, çok büyük değişkenlikler gösteren gramı taşırken de 1 0 gramlık bir artışı algılaması bu
şiddetlerdeki duysal deneyimlerinin iletilmesinin duysal prensibin tipik bir denemesi olarak gösterilebilir. Böyle­
sistem için nasıl mümkün olduğudur? Örneğin, işitme sis­ ce, bir değişikliğin algılanması için gerekli olan uyaran
temi, olabilecek en zayıf fısıltıyı algılayabilir, fakat patlayı­ kuvvetindeki değişikliğin oranı esas olarak sabit kalır, lo-
cı bir sesin anlamını da kavrayabilir; bu iki deneyimin ses garitmik prensibe göre l ’e 30’dur. Bunu matematiksel
şiddetleri arasında 1 0 milyar kattan daha fazla fark vardır; olarak ifade etmek için;
gözler yarım milyon kata kadar değişen şiddetlerdeki gör­
sel görüntüleri görebilirler, veya deri 1 0 . 0 0 0 ile 1 0 0 . 0 0 0 Yorumlanan sinyal kuvveti = log (uyaran) + Sabit
katlık basınç değişikliklerini algılayabilir.
Bu etkilerin kısmen bir açıklaması olarak, bir önceki bö­ Daha yakın zamanda, Weber-Fechner kuralının sadece
lümdeki Şekil 46-4, pacini korpiiskiilü tarafından oluştu­ yüksek şiddetlerdeki görsel, işitsel ve deriye ait duysal al­
rulan reseptör potansiyeli ile duysal uyaranın şiddeti ara­ gılamalar için sayısal olarak kusursuz olduğu anlaşılmış­
sındaki ilişkiyi göstermektedir. Düşük uyaran şiddetinde, tır ve diğer birçok duysal algılama şekillerine pek uygun
şiddetteki hafif değişiklikler potansiyeli belirgin şekilde ar­ olmamaktadır.
tırır, oysa uyaran şiddetinin yüksek düzeylerinde reseptör Weber-Fechner prensibi yine de hatırlanması gereken
potansiyelindeki ilave artışlar daha zayıf olmaktadır. Böy- iyi bir kuraldır. Çünkü arka plandaki duysal uyaranların
lece, pacini korpüskülü düşük şiddet düzeylerinde uya­ yüksek şiddette olması durumunda, uyarandaki ek deği­
randaki en küçük değişiklikleri hassas olarak ölçme yete­ şikliğin daha büyük olması gerektiği vurgulanmaktadır.
neğine sahiptir. Fakat yüksek şiddet düzeylerinde, resep­
tör potansiyelinde aynı miktarda değişiklik oluşturması Güç Kuralı. Fizyopsikologlar tarafından iyi bir matema­
için uyarandaki değişiklik çok daha büyük olmalıdır. tiksel ilişki bulmak için yapılan diğer bir girişim, güç ku­
Kulağın kokleası tarafından sesin saptanması için geçerli ralı olarak bilinen şu formüldür:
olan transdüksiyon mekanizması, uyaran şiddetinin dere­
celerini ayırmaya yarayan başka bir metodu sergilemekte­ Yorumlanan sinyal kuvveti = K .(Uyaran -k)v
dir. Ses, baziler membran üzerinde spesifik bir noktada vib­
rasyon oluşturduğu zaman, zayıf vibrasyon sadece maksi­ Bu formülde, y üssü ile K ve k sabitleri her duyu tipi için
mum vibrasyon noktasındaki tüy hücrelerini uyarır. Fakat farklıdır.
vibrasyon şiddeti arttıkça sadece bu tüy hücreleri daha şid­ Şekil 47-11’de gösterildiği gibi, bu güç kuralı ilişkisi çift
detli stimüle edilir hale gelmez, aynı zamanda maksimum logaritmik koordinaüar kullanılarak ve y, K ve k sabitleri
vibrasyon noktasından daha uzakta her yöndeki çok daha için uygun sayısal değerler bulunarak bir grafik üzerinde
fazla tüy hücreleri de stimiile edilirler. Böylece giderek artan işaretlendiğinde, herhangi bir duysal algılama tipi için
sayılarda sinir lifleriyle iletilen sinyaller, uyaran şiddetinin yorumlanan uyaran kuvveti ve gerçek uyaran kuvveti
merkezi sinir sistemine iletildiği bir başka mekanizmadır. arasında geniş bir aralık boyunca doğrusal bir ilişki elde
Bu mekanizmaya ek olarak, her bir sinir lifinde uyaran şid­ edilir. Ancak, şekilde gösterildiği gibi bu güç kuralı ilişki­
detinin impuls hızı üzerine olan direkt etkisi ve birçok baş­ si bile çok düşük ve çok yüksek uyaran kuvvetlerinde ba­
ka mekanizma, bazı duysal sistemlerin yüz binden milyar­ şarısız olmaktadır.
larca kata kadar değişen uyaran şiddet düzeylerinde olduk­
ça güvenilir şekilde iş görmelerini mümkün kılmaktadır.
Durum (Pozisyon) Duyuları
Duysal Algılam adaki Çok Geniş Şiddet Aralığının
Önemi. Yaşayabileceğimiz duysal algılamaların şiddet
aralığı bu kadar geniş olmasaydı, çeşitli duyu sistemleri­ Pozisyon duyulan, sıklıkla propriyoseptif duyular
nin sıklıkla yanlış bir aralıkta çalışması söz konusu olabi­ olarak da isimlendirilirler. Bunlar iki alt gruba ayrı­
lirdi. Bu, birçok insanın bir ışık ölçer kullanmadan, fotoğ­ labilir: ( 1 ) statik pozisyon duyusu, vücudun farklı
raf makinasına düşen ışığı ayarlama çabası ile örncklen- bölümlerinin bir diğerine göre oryantasyonunun
dirilebilir. Işık şiddetini sezgileri ile ayarlamaya çalışan bilinçli algılanması anlamına gelir, (2 ) hareket du­
bir kimse, hemen her zaman aydınlık günlerde filme faz­ yusunun hızı, kin estezive ya d in am ik propriyosep-
la ışık düşürür, alaca karanlıkta ise az ışık düşürür. Buna siyon olarak da adlandırılır.
karşılık, insan gözü parlak gün ışığında ve alaca karanlık­
ta görsel cisimleri bütün detayları ile ayırt edebilmekte­
dir; filme düşürülmesi gereken ışık şiddetinin çok dar Pozisyonun Duysal Reseptörleri. Hem statik hem
aralığı nedeniyle, fotoğraf makinası bunu yapamaz. de dinamik pozisyonun bilinmesi, tüm düzlemlerdeki
tüm eklemlerin açılanma derecelerinden ve bunların
değişiklik oranlarından haberdar olunmasına bağlı­
Uyaran Şiddetinin Değerlendirilmesi dır. Bundan dolayı reseptörlerin çok yönlü değişik üp-
Fizyopsikologlar, duysal uyaran şiddetinin kişi tarafından leri, eklem açısını belirlemede yardımcı olur ve birlik­
değerlendirilmesini muayene etmek için çeşitli metotlar te pozisyon duyusu için kullanılırlar. Dokunma deri
BÖLÜM 47 • Somatik Duyular: I. Genel Organizasyon; Dokunma ve Durum Duyuları 549

reseptörleri ve eklemlere yakın deri reseptörlerinin


her ikisi de kullanılır. Deri reseptörlerinin çok bol ol­
duğu parmaklarda, pozisyonu tanımanın yarısı kada­
rının deri reseptörleri yoluyla algılandığına inanıl­
maktadır. Diğer taraftan, vücudun daha geniş eklem­
lerinin çoğu için derin reseptörler daha önemlidir.
Hareketin orta bölümünde eklemin açılanm ası­
nı belirlem ek için en önemli reseptörlerin kas iğ-
cikleri olduğuna inanılmaktadır. Bunlar, Bölüm
5 4 ’te göreceğimiz gibi, kas hareketini kontrol et­
meye yardımda son derece önemlidirler. Bir ekle­
min açısı değiştiği zaman bazı kaslar gevşerken di­
ğerleri gerilirler ve kas iğciklerinden gelen geril­
meye ilişkin bilgi, eklem açılarının karmaşık karşı­
lıklı ilişkilerini deşifre etm ek için omuriliğin enteg­ Ş E K İL 4 7 - 12
rasyon sistem ine ve dorsal kolon sistem inin daha Diz eklemi hareket aralığında hareket ettirildiğinde talamik
yüksek bölgelerine geçer. veııtrobazal kompleksin diz eklemine ait reseptör alanındaki
Eklem açılanm asının en uç noktasında eklem le­ beş farklı nöronun tipik yanıtları (Eğriler Mountcastle et al.: J.
Neurophysiol., 26:807, 1963’deki verilerden çizilmiştir).
rin çevresindeki bağların ve derin dokuların geril­
mesi, pozisyonu belirlemede önemli ek bir faktör­
dür. Bunun için kullanılan duysal sonlanma tipleri
pacini korpüskülleri, Ruffini sonlanmaları ve kas
tendonları içerisinde bulunan Golgi tendon resep­ lem reseptörlerinden gelen sinyallerin, talam ik
törlerine benzer reseptörlerdir. nöronlara ulaştıkları anda o b ö lg ed e entegre
Pacini korpüskülleri ve kas iğcikleri özellikle edilm eleri, sinyallerin bir dereceye kadar om u ri­
hızlı değişiklikleri belirlem ek için adapte olm uş­ likte veya talam usta işlendiklerini g österm ekte­
lardır. Dolayısıyla, bu reseptörler hareketin ölçü ­ dir.
sünü saptam ada en çok sorumlu olan reseptörler
olabilirler.

D orsal K olo n -M ed yal Lemniskal Yolda Pozis­ KÂBA DOKUNMA SİNYALLERİNİN


yon Duyusu Bilgisinin İşlenmesi. Şekil 47-
1 2 ’nin incelenm esiyle, eklem rotasyonuna cevap
ANTEROLATERAL YOLDA İLETİLMESİ
veren ta la m ik nöronların 2 çeşit olduğu görülür:
Anterolateral yol, dorsal kolon yolunun tersine,
( 1 ) eklem tam rotasyonda iken m aksim um olarak
sinyal kaynağının yüksek oranda lokalizasyonu-
uyarılanlar ve ( 2 ) eklem en küçük rotasyonda
nu gerektirm eyen ve şiddetin h assas d erecelen ­
iken m aksim um olarak uyarılanlar. Ayrıca, 40 ila
d irm elerin in ayırt ed ilm esin i g erek tirm ey en
6 0 ’m üzerindeki rotasyon açıların d a n ö ro n al
duysal sinyalleri iletir. İletilen sinyal çeşitleri; ağ­
uyarılm anın şiddeti değişir. Böylece, bireysel ek-
rı, sıcak, soğuk, kaba dokunm a, gıdıklanm a, ka­
şınm a ve cinsel duyuları içerm ektedir. Bölüm
4 8 ’de ağrı ve sıcaklık duyuları özel olarak tartışıl­
mıştır.

A n tero lateral Yolun A natom isi

Anterolateral lifler, birçok arka kök duysal sinir lifinin


omuriliğe girdikten sonra sonlandığı arka boynuzlarda­
ki başlıca lamina I, İV, V ve Vl’dan (Şekil 47-2) kaynakla­
nırlar.
Şekil 47-13’te gösterildiği gibi, anterolateral lifler,
omuriliğin anteriyor kommissiirii içinde karşı tarafa, an­
teriyor ve lateral beyaz kolonlara geçerek yukarıya beyne
doğru anteriyor spinotalamik ve lateral spinotalamik
traktus yoluyla yönelirler.
Spinotalamik yolun üst sınırı başlıca 2 türlüdür: (1)
beyin sapının retikiiler çekirdekleri boyunca ve (2 ) tala-
musun 2 farklı nükleer kompleksinde: veııtrobazal
kompleks ve intralaminar çekirdekler içinde. Genel ola­
rak dokunma sinyalleri başlıca veııtrobazal komplekse
Ş E K İL 47 - 11 iletilir ve dorsal kolon dokunma sinyallerinin sonlandığı,
aynı ventral posteriyor lateral ve medyal talamik çekir­
Gerçek uyaran şiddeti iie psişik olarak algılanan şiddet
arasındaki "güç y asası”nın şematik olarak gösterilşi. Güç deklerde sonlanırlar. Buradan itibaren sinyaller, dorsal
yasasının çok düşiik veya çok yüksek uyaran şiddetlerinde kolondan gelen sinyallerle birlikte somatik duysal kor­
geçerli olmadığına dikkat ediniz. tekse iletilirler.
550 ÜNİTE IX • Sinir Sistemi: A. Genel İlkeler ve Duyu Fizyolojisi

Korteks
S O M A T İK D U Y S A L F O N K S İY O N U N B A ZI
Ö ZEL D U R U M L A R I

Somatik Duyuda Talamusun Fonksiyonu


Bir in san ın so m a tik duysal korteksi h a ra p edildiği z a ­
m an, kişi h a ssa s do k u n m a duyarlığın ın ço ğu n u k a y b e ­
Talamusun der, fakat k ab a do k u n m a duyarlığının çok a z bir kısm ı
ventrobazal ve geıi döner. Bu yüzden , talam u s n o rm al olarak bu tip b il­
intralaminar gileri kortekse iletm ek şeklin de fon ksiyon gö rd ü ğ ü h a l­
çekirdekleri de, az d a olsa (diğer alt m erkezler gibi) d o k u n m a d u y u ­
larını ayırt etm e yeteneğinin oldu ğu farz edilm elidir.
Mezensefalon
D iğer taraftan , som atik d uysal korteksin kaybının kişinin
ağrı d u y u su n u alg ılam ası ü zerin d e az b ir etkisi ve sıc a k ­
Medial lemniskus
lığın alg ılan m ası üzerind e ise sa d e c e o rta d ü zeyd e bir et­
kisi vardır. B un d an dolayı, beyin sap ın ın , talam u su n ve
Medulla oblangata beynin ilgili diğer b azal bölgelerin in b u duyarlıkları ayırt
etm ed e, olasılıkla d o m in an t rol oy n adıkların a in an m ak
için birçok n ed en vardır. İlginç olarak, h ay v an lard a filo-
genetik ge lişm e d e b u duyarlıklar çok erken o rtay a çık­
Anterolateral m ıştır, b u n a karşılık h a ssa s do k u n m a duyarlıkları ise geç
yolun lateral bir gelişm edir.
bölümü
Omurilik
Duysal Duyarlığın K ortikal K ontrolü -
Anterolateral “K o rtiko fü g a l” S inyaller
yolun anteriyor Arka kök ve
bölümü spinal gangliyon Periferden b eyn e iletilen so m a tik d u y sal siny allere ek
olarak, "k o rtik o fü g a r sinyaller sereb ral ko rtek sten geri-

Ş E K İL 4 7 - 13
Anterolateral yolun anteriyor ve lateral bölümleri.

D iğer taraftan , ağrı sinyallerinin sa d e c e bir kısm ı ven t­


ro b azal k o m p le k se projek siy on yaparlar. B un u n yerine,
B ölü m 4 8 ’de d a h a ayrıntılı olarak tartışıldığı gibi, ağrı
sin y allerin in çoğu beyin sap ın ın refiktiler çekirdeklerine
girerler ve so n ra beyin sap ın d an talam u su n in tralam in ar
çekirdeklerin e yayılırlar.

A nterolateral Yoldaki İletinin Özellikleri. Genel


olarak, şu farklılıklar dışında anterolateral yoldaki
iletide de dorsal kolon-medyal lemniskal sistemdeki
aynı prensipler geçerlidir: (1) ileti hızları 8 ve 40
m/sn arasında değişmektedir, yani hızları dorsal ko-
lon-medyal sistemdekinin sadece üçte biri ile yarısı­
na kadardır; (2 ) özellikle ağrı yollarında, sinyallerin
uzamsal lokalizasyon derecesi zayıftır; (3) şiddetle­
rin derecelendirilmesi de kusursuz değildir, duyula­
rın çoğu 1 0 ’dan 2 0 'ye kadar olan kuvvet derecelerin­
de tanımlanır, dorsal kolon sistemi için ise 1 0 0 ka­
dar derecelendirme vardır; ve (4) hızlı tekrarlayan
sinyalleri iletme yeteneği zayıftır.
Böylece, anterolateral sistem in dorsal kolon-
medyal lemniskal sistem den daha kaba tipte bir
ileti sistem i olduğu açıktır. Buna rağmen, bazı du­
yu m odaliteleıi sadece bu sistemde iletilir ve hiçbir
şekilde dorsal kolon-medyal lemniskal sistemde
iletilmez. Bunlar, kaba dokunma ve basınca ek ola­ Ş E K İL 4 7 - 14
rak, ağrı, sıcaklık, kaşınma, gıdıklanma ve cinsel Dermatomlar. (Grinker and Sahs: Neıırolog. Springfield, III.,
duyulardır. Charles C Thomas, 1966’d an değiştirilerek)
BÖLÜM 47 • Somatik Duyular: I. Genel Organizasyon; Dokunma ve Durum Duyuları 551

ye doğru, talam u su n , m ed u llan ın ve om uriliğin d ah a


Duyuların S egm enter A lanları - D erm ato m lar
aşa ğ ı du y sal ileti n o k taların a iletilir; b u n lar duysal girişin
(input) duyarlığını kontrol ederler. Kortikofügal sinyaller Her spin al sinir, derinin derm atom o larak ad lan d ırılan
in hibitördür, öyle ki, giren sinyallerin şiddeti çok fazla bir "se gm e n te r a la n ı”nı inerve eder. Farklı d e rm ato m lar
olu rsa, kortikofügal siny aller otom atik olarak iletici ç e ­ Şekil 47-14’de gösterilm iştir. A ncak, şek ild e k o m şu d e r­
kirdeklerdeki iletiyi azaltırlar. Bu, iki olaya n eden olur: m ato m lar a rasın d a kesin sın ırlar var gib i g ö ste rilm işse
İlk olarak, duysal sinyallerin k o m şu n ö ro n lara doğru la- de, bu gerçekten uzaktır, çün kü se g m e n tle r a r a sın d a çok
te ıa l yayılım ını azaltır ve böylece, sinyal m odelin deki fazla b in işm e vardır.
zıtlık derccesi artar. İkinci olarak, duy sal sistem i duysal Şekil, om uriliğin en distal segm en tin in d e rm ato m u n -
kalıpları ayart ed eb ilm ek üzere, belli bir duyarlık aralı­ da (d e rm ato m S-5) u zan an vü cu d u n an a l b ö lg e sin i g ö s ­
ğın d a işler bir şekilde tular. Öyle ki, duyarlık, sinyallerin term ektedir. E m briyo da b u rası kuyruk b ö lg e sid ir ve v ü ­
etkisiz kalab ileceği k ad ar çok d ü şü k o lm am alı veya siste ­ cudun en distal kısm ıdır. Bacaklar, d e rm ato m h a rita sın ­
m in k a p a site sin in ö te sin d e k ay bo lacak k ad ar yüksek o l­ dan gö rü ldü ğü gibi, distal sakral se g m e n tle rd e n değil,
m am alıdır. lom ber ve üst sak ral segm en tlerd en gelişir (L-2’d en S -3 ’e
Kortikofügal duysal kon trolün ilkesi sa d e c e som atik kadar). Periferik duyular h asar ile b o z u ld u ğ u zam an ,
siste m değil tü m farklı du y sal siste m le r tarafın dan ku lla­ om urilik h asarın ın m e y d an a gelm iş o lab ile ce ği om urilik
nılır. Ne yazık ki, farklı kortikofügal duysal sistem lerin seviyelerini sap ta m a k için Şekil 47-14’te gösterild iği gibi
ayrıntıları h en ü z yeterin ce kavran m am ıştır. bir d erm ato m h aritası kullanılabilir.

REFERANSLAR
A bem eth y B : T h e B iop h y sica l Foundations o f Grow th and Pathfinding. Berlin: Springer, M ittelstacdt H: Evid ence o f so m atic gravicep-
H uman M ovem ents. Cham paign, IL : Hu­ 1997. tion from new and cla ssica l investigations.
m an K in etics. 1997. F razer A , M o lin o ff P B , W inokur A : B io lo g ica l A cta O tolarygol Supp 1 :1 8 6 , 1995.
A ndersen R A , Snyder L H . B radley D C , K in g B a se s o f Brain Function. New Y o rk : Raven O ’ Leary D D , Schlaggar B L , T u ttle R : S p e cifi­
J : M ultim odal representation o f spacc in the P ress, 1994. cation o f n eocortical areas and th alam ocort­
posterior parietal cortex and its use in plan­ G arcia-A no veros J , C orey DP: T h e m olecules ical con n ection s. Annu R ev N eurosci
ning m ovem ents. Annu R e v N eurosci o f m echanosensation. Annu R e v N eurosci 1 7 :4 1 9 , 1994.
2 0 :3 0 3 , 19 9 7 . 2 0 :5 6 7 , 1997. Ronnett G V , Payne R A : A tale o f two senses.
Bernhard JD : Itch. H ightstow n, N J: M cG raw - Guderman T , S ch on eb erg T , Schultz G : Fu n c­ Neuron 1 5 :1 1 , 1995.
H ill, 1 9 94. tional and structural com plexity o f signal Rudomin P, R o m o R , M en d ell L M : Prcsynap-
B ev an L, Cordo P, Carlton L , Carlton M : P ro ­ transduction via G -protein-coupled recep ­ tic Inhibition and Neural C ontrol. New
prioceptive coordination o f m ovem ent se ­ tors. Annu Rev Neurosci 2 0 :3 9 9 , 1997. Y o rk : O xford U n iversity Press, 1 9 98.
q uences: discrim ination o f jo in t angle ver­ Guyton A C , R eed er R C : Pain and contracture Sakata H, M ikam i A , Fu ster JM : T h e A sso cia­
sus angular distance. J Neurophysiol in poliom yelitis. Arch Neurol Psychiatr tion C ortex. A m sterdam : H arw ood A c a ­
7 1 :1 8 6 2 , 19 9 4 . 6 3 :9 5 4 , 1950. d em ic, 1997.
B o w e r B : Right brain takes m em ories person­ H aines D E , Ard M D : Fundamental N eurosci­ Steriade M , Jon es E G , M c C o rm ic k D : T h a la ­
ence. N ew Y o rk: Churchill Livingstone, mus. A m sterdam: E lse v ier, 1997.
ally: S c i N ew s 1 5 0 :5 , 1996.
1997.
B u rgess N, O ’ K e efe J , and Jeffery' K J: What T h ie r P , K am ath H O : P arietal L o b e C ontribu­
Ivry R B , R obertson LC : T h e Tw o S id es o f
A re the Parietal and H ippocam pal C ontribu­ tions to O rientation in 3 D S p a ce. B e rlin :
Perception. C am bridge, M A : M i l ’ Press,
tions to Spatial C ogn ition ? London: Royal Springer, 1997.
1998.
S o ciety , 1997. T o rre V , A shm ore J F , I-am b T D , M en in i A:
Jan s D A : T h e M ob ile R eceptor H ypothesis:
C ervero R , Laird JM : M echan ism s o f touch- Transduction and adaptation in sensory re­
T h e R o le o f M em brane R ecep to r Lateral
evoked pain (allodynia): a new m odel. Pain ceptor ce lls. J N eurosci 1 5 :7 7 5 7 , 1 995.
M ovem ent in Signal Transduction. New
6 8 :1 3 , 1996. U su n o ff K G , M aran i E, S c h o e n JH R : T h e T r i­
Y o rk : Chapm an & Hall, 1997.
C halliss R A J: R ecep to r S ign al Transduction gem inal System in M an . B e rlin : Springer,
Jo n es L A : Peripheral m echanism s o f touch and
Proto cols. T o tow a, N J: H umana Press, 1997.
proprioception. C an J Physiol Pharm acol
1997. 7 2 :4 8 4 , 1994. W agm an M : C ognitive S c ie n c e and the S y m ­
Chapman C E : A ctiv e versus passive touch: K alaska JF : C entral neural m echanism s o f b olic Operations o f H um an and A rtificial
factors influencing the transm ission o f so­ touch and proprioception. C an J Physiol Intellgence. W e stp o rt,’C T : Pracger, 1997.
m atosensory signals to prim ary som atosen­ Pharm acol 7 2 :5 4 2 , 1994. W ay T P , E arn er K E : A utom atic visual to tac­
sory co rtcx . C an J P hysiol Pharm acol Lund, J S (ed): Sensory Processing in the tile translation. Part I: H um an factors, a c ­
7 2 :5 5 8 , 1994. M am m alian Brain . New Y o rk : O xford U n i­ cess methods, and im age m anipulation.
Cordo P, Carlton L , B ev a n L , et al: Proprio­ versity Press, 1988. IE E E T ran s R ehab il 5 :8 1 , 1 9 97.
ceptive coordination o f m ovem ent se­ M esslinger K : Functional m orphology o f n o ci­ W einberger N M : D ynam ic regulation o f recep ­
quences: ro le o f velo city and position in for­ ceptive and other fine sensory endings (free tive fields and m aps in the adult sensory
m ation. J N europhysiol 7 1 :1 8 4 8 , 1994. nerve endings) in different tissues. Prog cortex. Annu R e v N eu rosci 1 8 :1 2 9 ,
D rescher U: M olecu lar B a se s o f A xonal B rain R e s 1 1 3 :2 7 3 , 1996. 1995.
Somatik Duyular: II. Ağrı, Başağrısı
ve Termal Duyular

Hepsi değilse bile vücuttaki pek çok rahatsızlık ağrı­


ya neden olur. Bunun da ötesinde çeşitli hastalıkları AĞRI RESEPTÖRLERİ VE BUNLARIN
teşhis etme yeteneği, büyük ölçüde, doktorun farklı
niteliklerdeki ağrılar ile ilişkili bilgisine dayanır. Bu
UYARILMASI
nedenlerle bu bölüm başlıca ağrı ve buna bağlı kli­
Bütün Ağrı R eseptörleri Serbest Sinir Uçları­
nik olguların fizyolojik temellerini açıklamaktadır.
dır. Deride ve diğer dokulardaki ağrı reseptörleri­
nin hepsi serbest sinir uçlarıdır. Bunlar derinin
Ağrının Amacı. Esas olarak ağrı, vücut için bir ko­
yüzeysel tabakalarında ve periosteum , arteryel
ruyucu mekanizmadır. Herhangi bir doku hasarlaıı-
duvarlar, eklem yüzleri, kafatasın ın fa k s ve tento-
dığı zaman ortaya çıkar ve kişiyi ağrı uyaranına kar­
riunı’u gibi bazı in teın al dokularda yaygın olarak
şı bir reaksiyon göstermeye sevk eder. Kalça kemik­
bulunurlar. Diğer derin dokuların çoğunda ağrı
leri (ischium’lar) üzerine uzun bir süre oturmak gibi
sonlanm aları oldukça seyrek durumdadır. Yine de
basit aktiviteler bile, vücudun ağırlığı ile basınç al­
herhangi bir yaygın doku hasarı bu seyrek resep ­
tında kalan derinin kan dolaşımını azaltarak, doku
törlerden doğan duyuların sum asyonu ile bu b ö l­
hasarına ve ağrıya neden olabilir. Iskeıııi sonucu de­
gelerde, yavaş-kıonik-sızı tipinde bir ağrı oluştu­
ri ağrısı oluştuğunda, kişi bilinçsiz olarak pozisyon
rabilir.
değiştirir. Ancak omurilik yaralanmalarından sonra
görüldüğü gibi ağrı duyusu kayıplarında, kişi ağrıyı
Üç Tip Uyaran Ağrı Reseptörlerini U yarır - M e ­
farketmeyerek, hareket etmez. Sonuçta basınç olu­
kanik, Termal ve Kimyasal. Ağrı çok çeşitli tipte
şan bölgelerde deri ülserasyonları başlar.
uyaranlarla ortaya çıkabilir. Bunlar, m ekanik, ter­
m al ve kim yasal ağrı uyaranları olarak sınıflandırı­
lır. Genel olarak hızlı ağrı, mekanik ve term al uya­
ranlarla oluşurken; yavaş ağrı ise her üç tip uyaran­
AĞRI TİPLERİ VE NİTELİKLERİ-HIZLI la da ortaya çıkabilir.
AĞRI VE YAVAŞ AĞRI Kimyasal tipte ağrı oluşturan kimyasal m addele­
rin bazıları, bradikiııin, serotonin, histaıııin, p o ta s­
Ağrı iki büyük grupta sınıflandırılmıştır: Hızlı ağrı yum iyonları, asitler, asetilkolin ve proteolitik en­
ve yavaş ağrı. Hızlı ağrı, ağrılı bir uyarandan 0,1 sa­ zimlerdir. Ek olarak, pıostaglan din lerve P m addesi
niye sonra hissedilirken, yavaş ağrı ancak 1 saniye ağrı sonlanmalarının hassasiyetini artırır, fakat di­
veya daha sonra başlar ve saniyeler, hatta dakikalar rekt olarak ağrı sinirlerini uyarmazlar. Kimyasal
boyunca artarak devam eder. Bu bölümde bu iki tip maddeler, bilhassa doku zedelenm elerinden sonra
ağrının ileti yollarının farklı olduğu ve herbiıinin ortaya çıkan yavaş, ızdırap veren ağrının uyarılma­
özgül niteliklere sahip olduğu görülecektir. sında önemlidir.
Hızlı ağrı aynı zamanda, keskin, batıcı, aku t ve
elektrik ağrı gibi pek çok alternatif isimle de tanım ­ Ağrı Reseptörleri A d ap te Olmazlar. Vücuttaki
lanabilir. Bu tip ağrı, deriye bir iğne batırıldığında, pek çok diğer duyu reseptörlerinin tersine, ağrı re­
deri bir bıçakla kesildiğinde veya akut yanıklarda septörleri ya çok az adapte olur veya bazen hiç ol­
hissedilir. Derinin bir elektrik şokuna maruz kal­ mazlar. Buna karşılık bazen, bilhassa yavaş, sızılı ve
ması halinde de bu ağrı duyulur. Vücudun pek çok bulantılı ağrılarda ağrı liflerinin uyarılması, ağrılı
derin dokusunda hızlı, keskin ağrı ortaya çıkmaz. uyaran devam ettiği sürece giderek artar. Ağrı re­
Yavaş ağrı da yavaş yanıcı ağrı, sızı, zonklam a, septörlerindeki bu duyarlılık artışına lıiperaljezi
bıılantılı ağrı ve kronik ağrı gibi çeşitli ek isimlerle denir.
tanımlanır. Bu ağrı genellikle bir doku h a ıab iy eti ile Ağrı reseptörlerinin adaptasyon zayıflığı, kolay­
birliktedir. Uzun ve dayanılmaz bir hale gelebilir. lıkla anlaşılacağı gibi, ağrıya neden olan hasar veri­
Hem deride hem de birçok derin doku ve organda ci uyarı devam ettiği sürece kişinin bunun faikında
ortaya çıkabilir. olmasını sağlamak açısından önemlidir.

552
BÖLÜM 48 • Somatik Duyular: II. Ağrı, Başağrısı ve Termal Duyular 553

Ağrı Nedeni Olarak Doku Hasar Derecesi ğin, bir kan basıncı aletinin m anşeti üst kola sarılır
ve arteryel kan akımı kesilinceye kadar şişirilirse,
Şekil 4 8 -1 ’de gösterildiği gibi normal bir insan, de­ önkol kaslarının egzersizi bazen 15-20 saniye için ­
risinin 45°C'nin üstünde bir sıcaklıkla ısıtılması ha­ de ortaya çıkan şiddetli bir ağrıya yol açar. Kas, eg­
linde ağrı duymaya başlar. Bu aynı zamanda doku­ zersiz yapmadığı takdirde ağrı, 3-4 dakikadan ö n ­
ların hasar görmeye başladığı ısı derecesidir. Hatta ce oluşmaz.
dokular bu sıcaklığın bir süre devam etmesi ile so­ İskemi esnasında oluşan ağrının ileri sürülen se­
nunda tahrip olurlar. Bu nedenle, sıcağa bağlı ola­ beplerinden biri, dokularda anaerobik m etaboliz­
rak ortaya çıkan ağrının sıcağın dokuda oluştura- ma (oksijensiz metabolizma) sonucu biriken bü ­
bildiği harabiyet derecesi ile yakından ilgili olduğu yük miktarlardaki laktik asittir. Aynı zam anda ola­
hem en anlaşılmaktadır. sılıkla hücre hasarına bağlı olarak dokuda biriken,
Bundan başka, ağrının şiddeti, sıcağın oluştur­ bradikinin ve proteolitik enzimler gibi diğer kimya­
duğu hasarın yanında, aynı zamanda bakteriyel sal ajanlar da laktik asitten ayrı olarak ağrı sinir uç­
enfeksiyon, doku iskemisi, ezilme gibi faktörlerin larını uyarırlar.
oluşturduğu hasar derecesine de bağlıdır.
Ağrı Nedeni Olarak Kas Spazmı. Kas spazmı da
Doku Hasarında Kimyasal Ağrı Uyaranlarının ağrının çok sık rastlanan sebeplerinden ve pek çok
Özel Önem i. Hasarlanmış doku ekstıeleri normal klinik ağrı sendromunun tem ellerinden biridir. Bü­
bir derinin altına enjekte edildiğinde, şiddetli bir yük olasılıkla bu ağrı kısmen kas spazm ının direkt
ağrıya neden olur. Kimyasal ağrı reseptörlerini uya­ olarak mekanik-duyarlı ağrı reseptörlerini uyarma­
ran, yukarıdaki listede bulunan bütün kimyasallar sı ile ortaya çıkar. Yine büyük olasılıkla kas spazm ı­
bu ekstrede mevcuttur. Diğerlerine nazaran daha nın kan damarlarında oluşturduğu basınç ile indi­
çok ağrı doğuran kimyasal madde, bradikiııindir. rekt olarak iskemiye yol açm asına bağlıdır. Ayrıca
Pek çok araştırm acı bradikininin doku haıabiyeti- spazm, aynı zamanda kas dokusunda m etabolizm a
ne bağlı ağrıdan sorumlu esas ajan olduğunu iddia hızını artırır; böylece iskemi göreceli olarak artar ve
etmektedir. Ağrı duyumunun şiddeti aynı zamanda bu da ağrı-doğuran kimyasal maddelerin serbest­
potasyum iyon konsantrasyonunun lokal artışı ve lenmesi için ideal bir ortam yaratır.
proteolitik enzimlerdeki artış ile orantılıdır, çünkü
bunlar direkt olarak sinir uçlarını etkileyerek ve si­
nir m em branlaıının iyonlara karşı geçirgenliğini
artırarak ağrıyı uyarmaktadırlar.
AĞRI SİNYALLERİNİN MERKEZİ
Ağrı N edeni O larak Doku İskemisi. Bir doku­ SİNİR SİSTEMİNE İKİLİ İLETİMİ
nun kan akımı bloke olduğunda, doku birkaç daki­
ka içinde çok ağrılı bir hal alır ve doku m etaboliz­ Bütün ağrı reseptörleri çıplak sinir uçlarından ib a­
ması arttıkça, ağrı da daha hızlı ortaya çıkar. Ö rne­ ret olsa bile, bu sonlanmalar ağrı sinyallerini, m er­
kezi sinir sistem ine iki ayrı yolla iletirler. Bu iki yol
en azından kısmen ağrının iki tipine karşılık gelir:
hızlı-keskin ağrı yolu ve yavaş-kroııik ağrı yolu.

Periferik Ağrı Lifleri "Hızıl" ve "Yavaş" Lifler.


Hızlı-keskin ağrı sinyalleri ya mekanik ya da term al
ağrı uyaranları ile oluşturulur; bunlar periferik si­
nirler içinde, ince, 6-30 m/sn hızı olan, A8 tipi lif­
lerle medulla spinalise taşınır. Diğer yandan yavaş-
kronik tip ağrı özellikle kimyasal uyaranlarla oluş­
turulur; fakat aynı zamanda ısrarlı m ekanik ve ter­
mal uyaranlar da bu tip ağrıya yol açabilir. Yavaş-
kronik ağrı, C tipi liflerle, 0,5 ve 2 m/sn’lik bir hızla
iletilir.
Ağrı inervasyonundaki bu ikili sistem nedeni ile,
ani bir ağrı uyaranı genelde bir “çift” ağrı hissi oluş­
turur: A6 lifleri ile beyne iletilen hızlı keskin bir ağ­
rıyı, 1 saniye kadar sonra, C lifleri ile iletilen yavaş
bir ağrı izler. Keskin ağrı hızla şahsı uyarır ve onun
hasar veren uyarandan uzaklaşmasını sağlar. Diğer
taraftan yavaş ağrı zaman geçtikçe daha çok artar.
Isı (°C) Sonunda bu duygu uzun süren ağrı ile dayanılmaz
bir ızdııap oluşturabilir ve kişinin ağrının nedenini
Ş E K İL 48 - 1
ortadan kaldırmak için çabalamaya devam etm esi­
Ağrı oluşturan en düşük cilt ısısını gösteren ve çok sayıda
denekten elde edilmiş dağılım eğrisi (Hardy DJ: Nature of ni Sağlar.
Pain’den 4:22, 1956 değiştirilerek) Ağrı lifleri arka spinal kökler içinde omuriliğe gi­
554 ÜNİTE IX • Sinir Sistemi: A. Genel ilkeler ve Duyu Fizyolojisi

rerek, arka boynuzlardaki nöronlarda sonlanırlar. Somatik


Burada da, yine şekil 48-2 ve 48-3’de görüldüğü gi­
bi, ağrı sinyallerinin beyne iletilmesinde iki sistem
vardır.

Omurilik ve Beyin Sapında İkili Ağrı


İletimi-Neospinotalamik Yol ve
Paleosplnotalamik Yol

Omuriliğe girişte ağrı sinyalleri, (1) neospinotala-


m ik yol ve (2 ) p aleosp iııotalam ik yol olmak üzeıe
iki yol ile beyne iletilirler.

Hızlı A ğrı için N eospinotalam ik Yol. Hızlı tip A5


ağrı lifleri başlıca m ekanik ve akut term al ağrıyı
iletirler. Bunlar Şekil 4 8 -2 ’de görüldüğü gibi esas
olarak arka boynuzlarda lam ina I (lamina marji-
nalis)’de sonlanır. Ve burada neospinotalam ik y o­
lun ikinci nöronlarını uyarırlar. Bu nöronlar h e ­
m en anteıiyor kom issürden medulla spinalisin
karşı tarafına geçerek çapraz yapan uzun lifler ve­
rir ve anteralateral kolonlar içinde yukarı beyne
giderler.
Ş E K İL 48 - 3
N eospinotalam ik Yolun Beyin Sapı ve Talamusta Hızlı batıcı ağrı yolu ve yavaş yanıcı ağrı yolu aracılığıyla ağrı
sinyallerinin arka beyin, talamus ve kortekse iletimi.
Sonlanması. N eospinotalamik yolun birkaç lifi b e ­
yin sapının ıetiküler bölgelerinde sonlanır, ancak
çoğu talamusa kadar giderek, Bölüm 47’de anlatıl­
dığı gibi, dokunma duyularını taşıyan dorsal ko-
lon-medyal lemniskal yol ile birlikte veııtrobazal
cak hızlı ağrıda bile, eğer 1 0 cm 2’lik bir alanda sa ­
kom plekste sonlanır. Yine bir kaçı da talamusun
dece ağrı reseptörleri uyarılır ve aynı anda b era ­
posteıiyor nükleer guruplarında sonlanır. Bu böl­
berinde dokunm a reseptörleri uyarılm azsa loka-
gelerden çıkan sinyaller beynin diğer bazal bölge­
lizasyon zayıf olur. Oysa, dorsal kolon-m edyal
lerine ve somatik duysal koı tekse iletilir.
lem niskal sistem i uyaran dokunm a reseptörleri
de stim üle edilirse, lokalizasyon h em en h em en
Sinir Sistem inin Hızlı Ağrıyı V ücutta Lokalize
tam olur.
E d eb ilm e Yeteneği. H ızlı-keskin tip ağrı, yavaş-
kıonik ağrıya nazaran vücudun farklı kısım ların­
G lutam at, A 5 Tipi Hızlı Ağrı Liflerinin Olası Nö-
da çok daha isabetli olarak lokalize edilebilir. An-
rotransm iteri. G lutam atın omurilikte A5 tipi sinir
sonlanm alaıından salgılanan n öıotran sm iter ol­
duğuna inanılmaktadır. Bu, m erkezi sinir siste­
minde en çok kullanılan ve etki süresi genellikle
Hızlı-keskin sadece birkaç m ilisaniye süren eksitatör transm i-
terlerden biridir.

Yavaş - Kronik Ağrı İletim i için Paleospinotala-


mik Yol. Paleospinotalamik yol daha eski bir sis­
tem olup, ağrıyı bilhassa periferik yavaş-kronik tip
C lifleri ile iletir. Bazı sinyaller yine de A 5 lifleri ile
taşınabilir. Bu yolda periferik liflerin hem en hem en
tamamı arka boynuzlarda lam ina II ve IU’de sonla­
nır. Şekil 4 8 -2 ’de, dorsal kök liflerinin en lateralinde
gösterildiği gibi bu iki lam inaya substaıısiya gelati­
nosa denir. Sinyallerin çoğu daha sonra dorsal boy­
nuzlarda lamina V'e girmeden önce bir ya da daha
çok ilave kısa lifli nöronlardan geçerler. Burada se ­
rinin son nöronu, önce anteıiyor kommisür ile
Akut-keskin ve yavaş-kronik ağrının her ikisinin de beyin omuriliğin karşı tarafına geçen ve aynı anterolate­
sapm a iletilirken medıılla spiııalise girişleri ve medulla spinalis- ral yol içinde yukarı beyne giden hızlı yolun lifleri
ten geçişleri. ile birleşecek uzun aksonlar verir.
BÖLÜM 48 • Somatik Duyular: II. Ağrı, Başağrısı ve Termal Duyular 555

P Maddesi, C Tipi Sinir Sonlanmalarının Olası Ya- madığı anlamına gelmez. Aksine, kortikal som atik
vaş-Kronik Nörotransmiteri. Araştırmacılar, omuri­ duysal alanların elektrikle stimülasyonu, uyarılan
liğe giren C tipi ağrı lifi terminallerinin hem gluta- noktaların yaklaşık % 3’ünde şalısın hafif derecede
mat hem de P maddesi salgıladığını iddia etm ekte­ ağıı duymasına yol açar. Ağıı algılaması prensip
dir. Glutamat tıansmiteri anında etki eder ve etkisi olarak alt merkezlerin bir fonksiyonu olsa bile, kor­
sadece birkaç milisaniye sürer. Diğer taraftan, P teksin ağrının niteliğini tayinde önem li bir rolünün
maddesi çok daha yavaş serbestlenir ve saniyeler olduğuna inanılmaktadır.
hatta dakikalarca konsantrasyonunu korur. Hatta
bir iğne batmasından sonra hissedilen "ikili” ağrı Ağrı Sinyallerinin Tüm Beyin Uyarılabilirliğini
duyusunun kısmen veya tamamen glutamatın hızlı H arekete Geçirebilme Yeteneği. Beyin sapının
bir ağrı duyusu oluşturmasına, buna karşılık P mad­ retiküler bölgelerinde ve talamusun intralam inar
desinin daha yavaş bir ağrı duyusu oluşturmasına niikleuslarında, yavaş-ızdıraplı tip ağrının sonlan-
bağlı olabileceği ileri sürülmektedir. Ayrıntılar bilin­ dığı bölgelerdeki elektriksel stimulasyon, bütün
m ese de öyle görülüyor ki, hızlı ağrının merkezi sinir beynin sinirsel aktivitelerinde kuvvetli bir uyarıcı
sistem ine taşınmasından sorumlu olan nöıotrans- etki ortaya çıkarır. Zaten bu iki bölge Bölüm 5 9 ’da
miter glutamat, buna karşılık yavaş-kronik ağrı ile il­ tartışıldığı gibi, beynin temel uyanıklık sistem inin
gili olan P maddesi (veya diğer ilgili peptitler)dir. bir kısmını oluşturur. Bu, şiddetli ağrısı olan kişile­
rin niçin uyanık kaldığını ve bu durumda uyuma­
Beyin Sapı ve Talamusa Yavaş-Kronik Ağrı Sinyal­ nın mümkün olmadığını açıklar.
lerini Taşıyan Paleospinotalamik Yolun Projeksiyo­
nu. Yavaş-kronik paleospinotalamik yol beyin sa­ A ğrı Yollarının Cerrahi Olarak Kesilm esi. Bazen in­
pında, Şekil 48-3’de gösterilen büyük, pem be-bo- sanlar öyle şiddetli ve dayanılmaz ağrılar çekerler ki (da­
yalı genişçe bir alanda sonlanır. Liflerin yalnızca ha çok hızla ilerleyen kanserlere bağlı olarak) ağrının
mutlaka giderilmesi gerekir. Bunun için, ağrı yolu her­
onda biri ila dörtte biri talamusa gider. Geri kalan
hangi bir noktasında tahrip edilir. Eğer ağı ı vücudun alt
başka üç bölgede sonlanır: (1) Medulla, pons ve bölgelerinde ise, üst toıasik bölgelerde yapılan bir kor-
m ezensefelonun retikiiler ııükleuslarında ; (2 ) m e- clotonıi ağrıyı birkaç hafta veya birkaç ay giderebilir. Bu­
zensefalonun inferiyor ve supeıiyor kolliküllerinin nun için, ağrılı bölgenin karşı tarafındaki omuriliğin ar-
derininde bulunan tektal alanlar, veya (3) Sylvius terolateıal dörtte birlik kısmı tamamen çıkarılır, böylece
yarığının çevresinde, p eria k u a d u ktal gri bölge. anterolateral duysal yollar kesilmiş olur.
Beynin bu alt bölgeleri ızdııap verici tipteki ağrıla­ Ancak kordotomi iki nedenden dolayı ağrının gideril­
rın değerlendirilmesinde önemlidir. Çünkü ağıı mesinde her zaman başarılı olamamaktadır. Birincisi,
vücudun üst bölgelerinden gelen ağıı liflerinin çoğu,
sinyallerinin seıebrum a ulaşmasını bloke etmek
beyne ulaşıncaya kadar omurilikte çapraz yapmaz, dola-
için, m ezensefalonun üstünden beyni kesilmiş de­ yısı ile kordotomi bu lifleri kesmez. İkincisi, ağrı sıklıkla,
ney hayvanlarında, vücudun herhangi bir bölgesi­ daha önce çok zayıf etkileri olan bazı diğer ağrı yolları­
nin travmatize edilmesi halinde bile gözden kaç­ nın (örneğin dorsolateral kolondaki seyrek yollar gibi)
ması mümkün olmayan ızdııap belirtileri ortaya duyarlılığının artışına ve kordotoıııiden sonra oluşan
çıkmaktadır. fıbröz dokunun kalan bu lifleri uyarmasına bağlı olarak
Beyin sapı ağrı bölgelerinden çok sayıda kısa lifli geri döner. Bu yeni ağrı ise genellikle başlangıçtaki ağrı­
nöronlar ağrı sinyallerini yukarı, talamusun intra- ya nazaran çok daha kötüdür.
Ağrının dindirilmesinde diğer bir deneysel cerrahi
lam inar ve santral lateral nükleuslaıına, hipotala-
yöntem, talamusun intralaminar ııükleuslarında lezyon
m usun bazı bölgelerine ve bazal beynin diğer yakın oluşturmaktır. Bu yöntem, ızdırabı dindiren, ancak kişi­
alanlarına taşır. nin "akut” ağrıyı algılamasını bozmayan önemli bir ko­
ruyucu mekanizmadır.
Sinir Sisteminin Yavaş-Kronik Yolda İletilen Ağrı­
nın Lokalizasyonunu Tayin Etmedeki Yetersizliği.
Paleospinotalamik yolda iletilen ağrının lokalizas-
yonu zayıftır, örneğin, yavaş-kronik tip bir ağrı sa ­
dece vücudun büyük bir parçasında, bir kolda veya
BEYİN VE MEDULLA SPİNALİSTE
bir bacakta lokalize edilebilir; kolun veya bacağın AĞRININ BASTIRILMA (“ANALJEZİ”)
belirli bir noktasında lokalize edilemez. Bu durum, SİSTEMİ
yolun multisinaptik, yaygın bağlantıları ile ilgilidir
ve hastaların bazı kronik tipteki ağrıların kaynağını İnsanların ağrıya karşı gösterdikleri reaksiyon de­
lokalize etmedeki güçlüğünü de açıklar. receleri çok değişiktir. Bu değişik davranışlar kıs­
men beynin kendisinin, analjezi sistem i denilen bir
Ağrının Değerlendirilm esinde Retikiiler For­ ağıı kontrol sistem ini aktive ederek, sinir sistem ine
masyon, Talamus ve Serebral Korteksin Fonk­ giren ağrı sinyallerini bastırabilm esine bağlıdır.
siyonu. Seıebıal kortekste somatik duysal bölgele­ Analjezi sistemi şekil 4 8 -4 ’de gösterilmiştir. Bu
rin tam am en çıkarılması bir hayvanın ağrıyı algıla­ sistem, üç temel bileşenden oluşmuştur: (1) Me-
masını bozmaz. Buna göre, retiküler formasyon, zensefalon ve üst ponsta, Sylvius yarığını çevrele­
talamus ve diğer alt beyin merkezlerine giren ağrı yen ve üçüncü ve dördüncü ventıiküllere komşu
uyarıları bilinçli olarak algılanır. Bu, serebral kor­ bulunan, periaku adu ktal gri cevher ve periventri-
teksin normal ağıı değerlendirmesinde rolünün ol­ küler bölgeler. Bu bölgelerden çıkan nöronlar sin-
556 ÜNİTE IX • Sinir Sistemi: A. Genel ilkeler ve Duyu Fizyolojisi

nükleustan köken alan ve omuriliğin dorsal boy­


nuzlarında sonlanan lifler, serotonin salgılarlar. Se­
rotonin ise, lokal omurilik nöronlarının enkefalin
salgılamasına yol açar. Enkefalinin daha sonra hem
C tipi hem de AS tipi liflerin dorsal boynuzlarda si-
naps yaptıkları yerlerde, presinaptik ve postsiııap-
tik inhibisyoııa yol açtığına inanılmaktadır. Bu,
presinaptik inhibisyonu olasılıkla, sinir term inalle­
rinin m embranlarında kalsiyum kanallarını bloke
ederek yapar. Sinaps bölgesinde transm iter ser-
bestlenm esini sağlayan iyon kalsiyum olduğu için,
böyle bir kalsiyum blokajı, presinaptik inhibisyon
ile sonlanır. Analjezi genellikle dakikalar hatta saat­
lerce sürer.
Böylece, analjezi sistemi ağrı sinyallerini, om uri­
likte ilk giriş noktasından bloke edebilir. Hatta, B ö ­
lüm 5 4 ’de anlatılan geri çekme refleksi gibi, ağrı
sinyaline bağlı ortaya çıkabilecek pek çok lokal spi­
nal omurilik refleksini de engeller.
Öyle görülüyor ki, bu analjezik sistem ağrı ileti­
mini başka seviyelerde de, örneğin beyin sapının
retiküler nükleuslarında ve talamusun intralam i-
nar nükleuslarında da inhibe etmektedir.

Beynin Opiat Sistemi-Endorfin ve


Enkefalinler
Otuz yıldan fazla bir süre önce, çok küçük m iktar­
larda morfinin, üçüncü ventrikül etrafındaki peri­
Beyin ve omuriliğin analjezi sistemi. Omurilik düzeyinde gelen
ağrı sinyallerinin inhibisyonu ve beyin sapı ve omurilikte ağrı ventriküler nükleusa veya beyin sapında periaku­
sinyallerini baskılayan eııkefalin-salgılayan nöronların varlığı aduktal gri cevhere enjeksiyonunun büyük ölçüde
gösterilmiştir. analjezi sağladığı keşfedildi. Bundan sonraki araş­
tırmalarda morfin benzeri ajanların, bilhassa opi-
atların, omuriliğin arka boynuzlarında olduğu gibi,
yallerini (2) Rafe m agnus çekirdeği ve nükleus reti- analjezik sistem in diğer pek çok noktalarında da
kularis p aıagigan toselu laris’e gönderirler. Rafe etkili olduğu keşfedildi. Pek çok ilacın nöron eksi-
magnus çekirdeği, pons ve üst medullada yer alan tabilitesini, sinaptik reseptörleri etkileyerek değiş­
ince bir orta hat nükleusu ve ııükleııs retikiilaris tirdiği bilindiğine göre, analjezik sistem e ait "m or­
paragiganîoselularis de medullada lateralde yer al­ fin reseptörlerinin’’, aslında beyinde doğal olarak
mış bir nükleustur. Bu nükleuslardan sinyaller aşa­ salgılanan bazı morfin benzeri nörotransm iterlere
ğıya, om uriliğin doısolateıal kolonuna, (3) om uri­ ait reseptörler olduğu ileri sürüldü. Böylece beynin
liğin dorsal boynuzlarında bulunan bir ağrı iniıibi- doğal opiatları için geniş çaplı araştırmalar başla­
tör kom pleksin e iner. Bu seviyede analjezi sinyalle­ tıldı. Bugün, sinir sisteminin farklı noktalarında,
ri, ağrıyı beyne iletilmeden önce bloke edebilirler. hepsi proopionıelanokortin, proenkefalin ve prodi-
Periakuaduktal gri bölgeye veya rafe magnus çe­ norfin denilen üç büyük protein m olekülünün y ı­
kirdeğine uygulanan bir elektriksel stimulasyon, kım ürünleri olan, yaklaşık bir düzine kadar morfin
dorsal spinal köklerle giren pek çok kuvvetli ağrı benzeri maddg bulundu. Bundan başka, beynin
sinyalini hem en hem en tam am en bastırabilir. Aynı pek çok bölgesinde, bilhassa da analjezik sistem de
şekilde beynin daha üst bölgelerinin stimulasyonu, opiat reseptörlerinin varlığı gösterildi. En önemli
periakuaduktal gri bölgeyi uyaracağından; bilhassa opiat maddeler, (3-endorplıin, m et-enkefalin, lö-
hipotalam usta üçüncü ventriküle yakın periventri- enkefalin ve dinoıfindir.
kiiler nükleus ve biraz daha az etkili olmak üzere yi­ İki enkefalinin beyin sapında ve omurilikte, daha
ne hipotalam usta nıedyal önbeyiıı bandının uyarıl­ önce anlatılan analjezik sistemde önem li olduğu ve
ması da ağrıyı, pek iyi olmasa bile, inhibe eder. p-endorfiniıı hem hipotalamusta, hem de hipofiz
Analjezi sistem inde çeşitli transmiter maddeler bezinde bulunduğu keşfedildi. Dinorfinin özellikle
rol oynar; bilhassa ilgili olanlar, enkefalinler ve se- enkefalinlere benzer şekilde aynı bölgelerde daha
rotonindir. Periventriküler nükleuslar ve periaku­ az miktarlarda olduğu saptandı.
aduktal gri cevherden köken alan pek çok sinir lifi Böylece, beynin opiat sistem ine ait bütün ayrın­
sonlanm ası enkefalin salgılar. Böylece şekil 48-4'de tılar tam olarak anlaşılmış olmamakla birlikte, ge­
gösterildiği gibi, rafe magnus nükleusunda sonla­ rek periakuaduktal gri bölge ve yakınındaki peri­
nan liflerin çoğundan enkefalin serbestlenir. Bu ventriküler bölgelere gelen sinirsel sinyallerle, ge-
BÖLÜM 48 • Somatik Duyular: II. Ağrı, Başağrısı ve Termal Duyular 557

ıekse morfin benzeri ilaçlarla ortaya çıkan analje­


zik sistem aktivasyonunun, periferik sinirlerle
omuriliğe giren ağrı sinyallerini tam olarak veya
neredeyse tam olarak baskıladığı bilinmektedir.

Ağrı İle tim in in D okunm a Duysal S inyalleri


ile İnhibisyonu

Ağrı k o n tro l m e k a n iz m a sın ın a ç ık la n m a s ın d a d iğer


ön em li bir n okta, periferik do k u n m a reseptörlerin den
gelen A(3 tipi kalın duysal liflerin stim u lasy o n u n u n , ağrı
sinyallerinin iletim ini b astırm asıdır. Bu etki olasılıkla bir
tip lokal, lateral in hibisyon so n u c u o rtaya çıkar. Bu, ağ rı­ Viseral sinir Deri sinir
lı b ölgen in yan ın daki derinin ovalan m asın ın ve poıııad- Lifleri Lifleri \
larııı n için ağrıyı hafiflettiğini de açıklar. Bu m ek an izm a I V \ x
ve aynı z a m a n d a m erkezi an aljezik sistem in psikojen ik
ŞE K İL 48 - 5
o larak u y arılm ası, olasılıkla ak u pu n k tu r ile ağrı ted av isi­
nin de tem elin i oluşturm aktadır. Yansıyan ağrı ve yansıyan hiperaljezinin mekanizması.

Ağrının Elektriksel Stimulasyon İle Tedavisi

Kalın duysal sin ir liflerinin elektriksel stim u lasy o n u ile


ağrıyı b a sk ılam a k üzere p ek çok yön tem geliştirilm iştir.
U yarıcı elektrotlar, derin in seçilm iş b ölgelerin e y erleşti­ V İS E R A L A Ğ R I
rilir veya b az e n m ed u lla sp in alise im p lan te edilerek,
d o rsal du y sal kolon un stim u lasy o n u hedeflenir. Klinik teşh iste karın içi ve g ö ğ ü s k afesin d ek i farklı o rg a n ­
B azı h a sta la r d a elektrotlar, ste reo ta k sik olarak, ta la ­ lardan gelen ağrı, iç organ ların in flam asy o n u , en fe k siy o ­
m u su n in tralam in a r n iık le u sların a veya d ie n sefe lo n u n nu ve diğer h astalıkların ın teşh isin d e k u llan ılan birkaç
p eriv en trik iiler ve p e ria k u a d u k ta l b ö lge le rin e y e rle şti­ kriterden biridir. Genel olarak, iç o rg an la rd a ağrı d ışın d a
rilir. H a sta stim u la sy o n d e re ce sin i kendi kon trol e d e b i­ b aşk a m odaliteleri içeren duysal re se p tö rle r b u lu n m az .
lir. Bazı v a k a la rd a d ram a tik iy ileşm eler bildirilm iştir. Aynı z a m a n d a viseral ağıı, birkaç ö n em li a ç ıd a n y ü zey ­
Aynı z a m a n d a , s a d e c e b irkaç d akikalık bir stim u la sy o n - sel ağrıdan farklıdır.
d a n so n ra bile, ağrıdak i a z a lm a sıklıkla 24 sa a te k ad ar V iseral ağrı ile yüzeysel ağrı arasın d ak i en ö n e m li fark­
uzayabilir. lardan biri, iç organ lard a o lu şm u ş çok lok alize bir h a s a ­
rın çok en der olarak şid d etli bir ağrı d o ğ u rm asıd ır. Ö rn e­
ğin, bir cerrah, h asta uyanık iken, an lam lı bir ağrıya yol
aç m a d an , b arsa ğ ı iki p a rç ay a ay ıracak k a d a r kesebilir.
D iğer taraftan , bir iç organ b o y u n ca ağrı sinirlerinin uç­
larında yaygın bir uyarılm a o lu ştu racak h e rh an gi bir
YANSIYAN AĞRI uyaran, şiddetli bir ağrı m e y d an a getirebilir. Ö rneğin,
b arsağın gen iş bir p a rç a sın a ait kan ak ım ın ın tık an m ası
İnsanlar sıklıkla esas ağrıya sebep olan dokudan ile olu şan iskem i, aynı a n d a pek çok yaygın sin ir lifini
uyararak şiddetli ağrıya yol açabilir.
uzak bir vücut kısmında ağrı hissederler. Bu ağrıya
yansıyan ağrı denir. Ağrı genellikle iç organlardan
birinde başlar ve vücut yüzeyindeki bir bölgeye
yansır. Ayrıca ağıı, ağrı doğuran organın tam loka- Gerçek Viseral Ağrının N edenleri
lizasyonuna uymayan bir bölgeye de yansıyabilir.
Böyle farklı tiplerde yansıyan ağrılar hakkında bilgi Iç organların yaygın alan ların d ak i ağrı sin ir uçlarının
uyarılm ası, viseral ağrıya yol açar. İç o rg an a ait d ok u n u n
sahibi olmak, klinik teşhisler açısından önemlidir.
iskem isi, organ yüzeyinin kim y asal h asarı, içi b o ş o rg a n ­
Çünkü pek çok iç organ hastalığı yansıyan ağrıdan
lardaki çizgisiz kasların sp a zm ı, içi b o ş organ ların ç e p e r­
başka belirti vermeyebilir. lerinin gerilm esi ve ligam en tlerin gerilm esi bu tür ağrı
uyaranlarıdır.
Yansıyan Ağrının Mekanizması. Şekil 48-5 pek A slında, torasik ve ab d o m in a l kavitelerd en b aşlay an
çok ağrının olası yansıma mekanizm asını göster­ b ü tü n gerçek viseral ağrılar, o to n o m ik sin irler içinde,
mektedir. Şekilde, viseral ağrı liflerinin dallarının b ilh assa d a se m p a tik sinirler içindeki ağrı liflerin de ta şı­
omurilikte, deriden gelen ağrı liflerinin ulaştığı ay­ nır. Bu lifler ince, C tipi liflerdir ve b u n e d e n le sa d e c e
kronik-sızt-ızdırap tarzı ağrıyı iletirler.
nı ikinci-nöroıılar ile sinaps yaptığı gösterilmiştir.
Viseral ağrı lifleri uyarıldığı zaman, iç organlardan
İsk e m i. İskem i diğer d ok u lardak in e b e n z e r şe k ild e v ise ­
gelen ağrı sinyalleri, deriden gelen ağrı sinyallerini ral ağrıya yol açar. Bu ağrı olasılıkla bradikin in , p ro te o li­
ileten nöronların en azından bazıları tarafından tik en zim ler veya ağrı sinir so n lan m a larm ı uyaran diğer
iletilir. Böylece şalııs bu duyuların deriden kaynak­ m ad d eler gibi asidik m etab olik so n ü rü n lerin o lu şm a sı
landığı hissine kapılır. veya doku dejen erasy on ürün leri n eden iy le olur.
558 ÜNİTE IX • Sinir Sistemi: A. Genel İlkeler ve Duyu Fizyolojisi

Kim yasal Uyaranlar. Sıklıkla hasar yapıcı maddeler,


gaslıointestinal kanaldan periton kavitesine sızar. Örne­ Kalp
ğin, bir mide veya duodenum ülserinin delinmesi ile
proteolitik, asidik mide sıvısı sızar. Bu sıvı viseral perito­ Ö zofagus
nun büyük ölçüde sindirimine yol açar ve dolayısı ile ol­
dukça geniş alanlarda ağrı liflerinin uyarılması ile genel­
likle şiddetli ağrılar meydana gelir.
Karaciğer ve
İçi Boş Bir Organın Spazmı. Barsağın, idrar kesesinin, safra kesesi
safıa kanalının, iireterin veya herhangi bir diğer iç orga­ Pilor
nın spazmı, olasılıkla ağrıyı algılayan sinir uçlarının me­
kanik olarak uyarımı ile ağrıya sebep olur. Veya spazmın Umbilikus
sebebi bu organlara giden kan akımının azalması ile bir­ Apendis ve
likle kasların besin maddelerine olan metabolik gerek­ ince barsak
sinmelerinin artmasıdır. Böylece gelişen göreceli iskemi S a ğ böbrek
şiddetli ağrı doğurabilir. Sol Böbrek
Genellikle spastik bir organda, ağrı birkaç dakikada bir
ritmik olarak artan ve azalan şiddetli kramplar şeklinde Kolon
ortaya çıkar. Ritmik siklus, düz kasın ritmik kontraksi-
yonları sonucu oluşur. Örneğin peristaltik dalganın Üreter
spastik barsakta her yayılımında bir kramp ortaya çıkar.
Kramp tipindeki ağrılar sıklıkla gastroenteritte, kabızlık­ Ş E K İL 48 - 6
ta, menstruasyonda, idrar kesesi hastalıklarında veya
Farklı iç organlardan yansıyan ağrının yüzey alanları.
üreter tıkanmalarında görülür.

İçi Boş Bir Organın Aşırı Gerilmesi. İçi boş bir orga­
nın aşırı dolması yine olasılıkla dokunun aşırı gerilmesi­
ne bağlı olarak ağrı meydana getirir. Aşırı gerilme aynı
zamanda organı çevreleyen damarlar üzerine de baskı
yapacağından, iskemik ağrıya da arttırır. lar genellikle ağrılı organdan uzakta bir vücut yüzeyine
yansıtılır.
DUYARSIZ ORGANLAR Diğer taraftan, direkt olarak pariyetal periton, plevra
ve peıikarddan gelen pariyetal duyular, lokal spinal si­
nirler içinde iletilir ve bu duyular genellikle direkt olarak
Birkaç iç organ bölgesi ağrıya karşı hemen hemen duyar­
ağrılı bölgede lokalize edilebilirler.
sızdır. Bunlar, karaciğer parankiması ve akciğer alveolle-
ridir. Ancak karaciğer kapsiilii hem direkt travmaya hem
de gerilmeye ve safra kanalları da ağrıya karşı hassastır. Viseral Yollarla İletilen Yansıyan A ğrının Lo kalizas­
Akciğerlerle alveoller duyarsız olsa bile, bronşlar vç. pari- yonu. Viseral ağrı vücut yüzeyine yansıdığı zaman şa­
yetal plevra ağrıya karşı çok duyarlıdır. hıs genellikle bunu mutlaka o viseral organın bulundu­
ğu bölgede değil, embriyoda köken aldığı dermatom
İç Organ Hasarının Neden Olduğu Pariyetal Ağrı segmentindc hisseder. Örneğin kalp, boyun ve üst to-
rakstan köken almıştır. Buna göre kalbe ait viseral ağrı
Bir iç oıgan hastalandığı zaman, hastalık pariyetal peri­ lifleri sempatik sinirler içinde C-3 ve T-5 segmentleri
ton, plevra veya perikarda da yayılır. Deride olduğu gi­ arasında omuriliğe girer. Böylece, Şekil 48-6’da görül­
bi, bu pariyetal yüzeyler de, ağrı iııervasyonunu sempa­ düğü gibi kalpten gelen ağrı, boynun yan tarafına,
tik sinirlerden değil, spinal sinirlerden alırlar. Bu ne­ omuzlar ve pektoıal kaslar üzerinden koldan aşağı ve
denle, iç organın üstünü kaplayan pariyetal duvardan göğüste sternuııı altındaki bölgeye yansır. Buraları ken­
kaynaklanan ağrı oldukça keskindir. Bu tip ağrı ile, ger­ di duysal sinir liflerini C-3 ile T-5 arasındaki omurilik
çek viseral ağrı arasındaki fark şöyle vurgulanabilir: p a­ segmentleıine gönderen vücut yüzeyi bölgeleridir. Çok
riyetal peritondan yapılan bir kesi çok ağrılıdır; buna sıklıkla ağrı sağdan ziyade sol tarafta hissedilir. Çünkü
karşılık, viseıal peritonu veya barsak duvarım kesen kalbin sol tarafı, sağdan daha fazla koroner hastalıklara
benzeri bir kesi pek ağrılı değildir, hatta hiç ağrısız bile maruz kalmaktadır.
olabilir. Mide, embriyoda, yaklaşık yedinci ile dokuzuncu toı a-
sik segmentler arasından gelişir. Bu yüzden mide ağrısı,
umbilikıısun üzerinde, anteıiyor epigaslıiyuma yansır.
Viseral Ağrının Lokalizasyonu - Burası yedinci ila dokuzuncu torasik segmentlerle inerve
edilen yüzeysel alanlardır. Şekil 40-6, diğer organlara ait
“Viseral” ve “Pariyetal” İleti Yolları viseral ağrının yansıdığı farklı yüzeysel alanları, genellik­
le o organın embriyoda köken aldığı bölgeleri temsil
Farklı organlardan kaynaklanan ağrının lokalize edil­ ederek göstermektedir.
mesi, birkaç nedenle zordur. Birincisi, beyin başlangıç­
ta farklı iç organların varlığından habersizdir. Bu yüz­
den içten gelen herhangi bir ağrı sadece genel olarak Abdom inal ve Torasik A ğrı İletim inde Pariyetal
lokalize edilebilir. İkincisi, abdomenden ve toıakstan Yol. Viseral organlardan gelen ağrı sıklıkla, yansıyan \n-
gelen duyular merkezi sinir sistemine; gerçek viseral seral yol ve direkt pariyetal yol olmak üzere ağrının iki­
yol ve pariyetal yol olmak üzere iki yolla iletilir. Gerçek li iletimi nedeni ile aynı anda vücudun iki yüzeysel ala­
viseral ağrı otonom sinirler içindeki (hem sempatik nında lokalize edilir. Buna göre, Şekil 48-7, iltihaplı bir
hem de parasempatik) duysal lifler ile iletilir ve duyu- apandisitten başlayan ikili iletimini göstermektedir.
BÖLÜM 48 • Somatik Duyular: II. Ağrı, Başağrısı ve Termal Duyular 559

b ir s ü rü a n o m a li y a şa rla r: İlk o larak , ta la m ik b a ğ la n tı


n ü k le u sla rm ın h ara b iy e ti d o lay ısı ile v ü c u d u n k arşı
y a rısın d a n gelen h e m e n b ü tü n d u y u la r k ay b o lu r. İk in ­
cisi, n o rm a ld e ta la m u sta n k o rtek se ile tile n p o z isy o n
ve k in e ste tik sin y alle rin k a y b ın d a n d o la y ı h a s ta la r d a
atak si (vü cu t h are k e tle rin i h a s s a s o la ra k k o n tro l e d e ­
m e m e ) gelişeb ilir. Ü ç ü n cü sii, b irk a ç h a fta ile b irk a ç ay
so n ra , v ü c u d u n karşı tara fın d ak i b a z ı d u y sa l a lg ıla m a ­
lar d e v a m eder, an c a k b u n la rı o rta y a ç ık a r m a k için
kuvvetli bir u y aran gerekir. D u y u lar o r ta y a çık tıktan
so n ra , za y ıf o la rak lok alize ed ilir ve v ü c u d a n e tip b ir
uyarı v e rilirse verilsin h er z a m a n , h e p si k esk in ağrı
uyandırır. D ö rd ü n c ü sü , şa h ıs y a aşırı h o ş n u ts u z lu k ya
d a n a d ir o la rak aşırı d e re c e d e h o ş a g id e n d u y u la r h is ­
sed er. H o şa g itm e y e n le r sık lıkla ilgili r u h sa l b o z u k lu k ­
lara d a n e d e n olur.
T alam u su n m edyal n ük leusları arter tro m b o z u ile h a ­
rap lan m az. T alam ik se n d ro ıııd a, bu m ed y al n ü k leu sların
fasilite oldu ğu ve y av aş kronik p a le o sp in o ta la m ik ağrı
yolunun duyarlılığını artırarak, p ek çok se k o n d e r d u y gu ­
Ş E K İL 48 - 7 sal algılam aların ortaya ç ık m asın a n e d e n o ld u ğ u d ü ş ü ­
nülm ektedir.
Apendiksteıı viseral ve pariyetal ağrııım iletimi.

H erpes Z o ster (Zona)


A p an d isitte n k a y n a k la n an ağrı im p u lsları, se m p a tik v i­
se ra l ağrı lifleri ile, se m p a tik sinirlere, b u ra d a n d a T-10 B azen b ir h e rp e s v irü sü b ir ark a kök g a n g liy o n u n u en-
ve T -11 se v iy elerin d e m e d u lla sp in a lise girer; b u ağrı fekte edebilir. Bu d u ru m g a n g liy o n u n n o rm a ld e in e ıv e
u m b ilik u su ıı etrafın a yan sır, sızı ve k ram p lar ta rz ın d a ­ ettiği d e rm a to m a l se g m e n tte şid d e tli b ir ağ rıy a yol
dır. D iğer taraftan , iltih aplı ap an d isitin değd iği ya da açar. B ö y lece v ü c u d u n b ir y arısın ı çe v re le y en se g n ıe n -
a b d o m in a l d u v a ra y ap ıştığı b ölgelerdek i p ariy etal p e ri­ ter tip bir ağrı o rtay a çıkar. Bu h a s ta lığ a a ş a ğ ıd a ta n ım ­
to n d an d a ağrı im p u lsları kaynaklanabilir. Bu, direkt lan a n k a b artıla rd a n d olayı h e rp e s z o ste r v e y a “z o n a ”
o larak a b d o m e n in s a ğ alt k ad ran ın d a, direkt olarak iri- denir.
te o lm u ş p e rito n u n ü zerin d e, keskin tipte bir ağrıya s e ­ Ağrının olasılıkla arka kök ga n gliy on u n d ak i n ö ro n la ­
b e p olur. rın virüs en feksiyonu tarafın dan u y arılm ası ile o rtaya
çıktığı düşün ülm ek tedir. A ğrıya yol a ç m a sın ın y an ın d a
virüs, n öro n al sito p lazm ik akını ile periferik ak so n lar b o ­
y u n ca dışarı, b un ların deri term in allerin e taşınır. B u rada
virüs birkaç gün için de veziküller o lu ştu ra n kızarıklıkla­
A Ğ R I V E D İĞ E R S O M A T İK D U YU LA R LA ra yol aç a r ve bir kaç gün so n ra d a b u n lar kabuklanır. B ü ­
tün bu olaylar, enfekte d o rsal kökün b ağlı o ld u ğ u der-
İLGİLİ B A ZI K L İN İK A N O R M A L L İK LE R
m ato m ala n ın d a m e y d an a gelir.

H ip eraljezi
Tik D olore (Ağrılı Tik)
Bir ağrı yolu b azen ileri d ere ce d e uyarılm ış olabilir; ağ rı­
y a karşı böyle bir h ip ersen sitiv ite gelişm esin e, hiperalje­ B azı in sa n la rd a , y ü zü n b ir tara fın d a, b e şin c i v ey a d o ­
zi denir. H iperaljezin in b a şlıc a neden leri (1) primer hi­ k u zu n cu sin irin d u y sal d a ğ ılım a la n ın d a (veya b ir k ıs­
peraljezi den ilen , ağrı reseptörlerin in bizzat kendilerinin m ın d a) h an ç e r gibi s a p la n a n k e sk in b ir ağrı o r ta y a ç ı­
aşırı duyarlığı ve (2) sekonder hiperaljezi denilen, duysal kar. Bu o lay a tik dolore (veya trigeminal nevralji veya
iletinin fasilitasyon udur. glossofaringeal nevralji) den ir. Ağrı an i b ir elektrik ş o ­
G ü n eş yanığı olan bir derin in aşırı duyarlığı prim er hi- k u n a b e n z e r ve b ir d e fa s ın d a b irk aç sa n iy e sü re b ild iğ i
p e raljeziy e örn ek o la rak verilebilir. Ağrı sin irlerin d e gibi, n e re d e y se d e v a m lı d a olabilir. Sık lık la y ü zü n y ü ­
olu ştu ru lan b u aşırı h assasiy e te , h istam in , p ıo staglan - z e y in d e a ğ ız d a vey a b o ğ a z d a aşırı du y arlı tetik n o k ta ­
dinler veya b en zeri lokal doku ürünlerinin se b e p o ld u ­ ları ta ra fın d a n uyarılır. Bu n o k tala r h e m e n h er z a m a n
ğu n a in an ılm aktadır. S ek o n d er h iperaljezi sıklıkla o m u ­ ağrılı bir u y aran y erin e, m e k a n ik etkili b ir u y aran ile
rilik veya talam ııs lezy on ların da ortaya çıkar. Bu lezyon- uyarılır. Ö rn eğin , h a sta b ir lok m ay ı y u ta rk e n , lo k m a
lard an bir kısm ı ileriki b ö lü m lerd e tartışılacaktır. to n sillere d e ğ d iğ in d e , b e şin ci sin irin m a n d ib u le r p a r ­
ç a sın d a , b a ta r ta rz d a şid d e tli k esk in b ir ağrı o r ta y a ç ı­
kabilir.
T alam ik S endrom Tik dolore ağrısı genellikle aşırı duyarlı b ö lg e d e n g e ­
len p eriferik sinirin k esilm esi ile bloke edilebilir. B e şin ­
B a ze n p o ste riy o r se re b ra l arterin , ta la m u su n p o ste ro - ci sin irin d u y sal p a rç a sı genellikle k ran y u m için de, m o ­
v e n tıa l p a rç a sın ı in erv c e d e n p o ste ro la te ra l dalı, b ir tor ve d u y sal köklerin b irb irin d e n ayrı o ld u ğ u b ö lg e d e
tro m b u s ile b lo k e edilebilir. B öy lece ta la m u su n b u kesilir. B öylece d u y sal e le m e n tle r h a ra p olurken, p ek
b ö lg e sin d e k i n ü k le u s d e je n e r e olu r; b u n a k arşılık çok ç iğn e m e hareketi için gerekli olan m o to r p a rç a s a ğ ­
m e d y al ve an te riy o r çek ird ek leri sa ğ la m kalır. H a sta la r lam bırakılır. Bu o p e rasy o n y ü zü n o ta ra fın d a sıkıntı ve-
560 ÜNİTE IX • Sinir Sistemi: A. Genel İlkeler ve Duyu Fizyolojisi

İntrakranyal Kaynaklı Başağrısı


Fasikulus
grasilis Kafatasında Ağrıya-Duyarlı Bölgeler. Beynin kendisi
Lateral hemen hemen tamamen ağrıya duyarsızdır. Hatta kor-
kortikospinal Fasikulus
kuneatus teksin duysal bölgelerinin kesilmesi veya elektriksel sti-
mulasyonu nadiren ağrıya yol açar, bunun yerine uyarı­
Dorsal spino-
Rubrospinal lan duysal korteksin temsil ettiği vücut parçalarında, iğ­
serebellar
ne batar tarzda paresteziler ortaya çıkar. Buna göre baş
Ventral Lateral spino-
ağrısı diye tanımlanan ağrıların çoğu beynin kendinde
Kortikospinal talamik
oluşan bir hasara bağlı değildir.
Olivospinal Ventral splno- Diğer taraftan, beyin çevresindeki venöz sinüslerin geril­
Tektospinal serebellar mesi, tentoriyıınuın ¡tasarlanması veya beynin bazalinde­
Vestibulospinal Spinotektal ki duranın gerilmesi, başağrısı olarak algılanan şiddetli
Ventral spino- ağrılara yol açarlar. Aynı zamanda meninks damarlarını
talamik travmatize eden, ezen veya geren herhangi bir uyaran baş
İnen yollar
Çıkan yollar ağrısı yaratabilir. Orta meningeal arter, ağrıya çok duyarlı
bir yapıdır. Beyin cerrahları, lokal anestezi altında beyin
operasyonları yaparken, bu arterin anestezisine özellikle
Ş E K İL 48 - 8 dikkat ederler.
Sağda başlıca çıkan yolları ve solda başlıca inen yolları gösteren
omurilik enine kesiti. İntrakranyal Baş Ağrısının Yansıdığı Baş Bölgeleri.
Tentoryumun kendi üst yüzeyi de dahil olmak üzere int­
rakranyal kafatasının tentoryumun üstünde kalan böl­
gelerindeki ağrı reseptörlerinin uyarılması/beşinci kran-
yal sinirin serebral parçasında impulslar doğurur. Böyle-
ce başın ön yarısında, bu sinirin inerve ettiği yüzeysel
ren bir anestezi oluşturur. Hatla bazen de ağrıya yol alanlarda, Şekil 48-9’da görüldüğü gibi yansıyan başağıı-
açan lezyonun periferik sinirlerde değil de, beyin sapın­ sı meydana gelir.
daki duysal nükleusta olması sebebi ile operasyon ba­ Diğer taraftan, tentoryumun altından gelen ağrı im-
şarısız olur. pulsları merkezi sinir sistemine başlıca glossofaringeal,
vagal ve ikinci servikal sinirlerle girer. Bu sinirler aynı za­
manda kulakların arkasındaki kafa derisini de inerve
B row n-S equard Sendrom u eder. Bu nedenle, subtentoıyal ağrı uyaranları Şekil 48-
9'da görüldüğü gibi başın arka kısmına yansıyarak, "oksi-
Fğer medulla spinalis tam kesilirse, kesi bölgesinin al­ pital başağrısı”na yol açarlar.
tındaki segmentlerde bütün duyular ve motor fonksi­
yonlar bloke olur. Fakat eğer omuriliğin bir yarısı kesi­ İNTRAKRANYAL BAŞAĞRISI TİPLERİ
lirse, Brown-Sequard sendromu meydana gelir. Böyle
bir keşide aşağıda belirtilen etkiler ortaya çıkar ve bu Menenjit Başağrısı. Bn şiddetli başağrılarından biri, dura­
etkiler, Şekil 48-8’de görülen omurilik yollarının bilin­ nın hassas alanları ve venöz sinüsler etrafındaki hassas böl­
mesi ile tahmin edilebilir. Kesi seviyesinin altında, ay­ geler de dahil olmak üzere bütün meninkslerin iltihaplan­
nı tarafta, bütün segmentlerde motor fonksiyonlar dığı menenjit hastalığında ortaya çıkar. Böyle şiddetli bir
bloke olur. Ancak kesi tarafında duysal modaliteler- hasar, bütün başa yayılan, yansıyan aşırı bir ağrıya yol açar.
den sadece bazılarında kayıplar olur; diğerleri ise kar­
şı tarafta kaybolmuştur. Ağrı, sıcak ve soğuk duyuları
gibi spinotalamik yollar ile taşınan duyular, vücudun
karşı tarafında, kesi seviyesinin iki ila altı segment al­ Beyin sapı ve
tında, bütün dermatomlarda kaybolur. Tersine, sadece Kafatası Serebral serebellar Kafatası
doısal ve dorsolateral kolonlarda taşınan kinestetik ve başağrıları başağrıları
pozisyon duyulan, vibrasyon duyusu, hassas lokali-
zasyoıı ve iki nokta diskriminasyonu gibi duyular, ay­
nı tarafta kesi seviyesinin altındaki bütün dermatom­
larda kaybolur. Hassas, hafif dokunma, kesinin olduğu
tarafta bozulur çünkü bu duyuya ait esas yol olan dor­
sal kolonlar kesilmiştir. İyi lokalize edilemeyen "kaba
dokunma” ise, karşı spinotalamik yol ile iletildiği için
sağlam kalır.

B A Ş A Ğ R IS I

Başağrıları derin bölgelerden gelip, başın yüzeyinde his­ Nazal sinüs ve göze
sedilen, yansıyan ağnlardır. Pek çok baş ağrısı, kranyu- bağlı başağrıları
ınun içinden doğan ağrı stimulasyonları sonucu oluşa­
bildiği gibi, bir kısmı da ııazal sinüslerden olduğu gibi, Ş E K İL 4 8 - 9
kranyumun dış tarafından da gelebilir. Farklı nedenlerden kaynaklanan başağrılarının bölgeleri.
BÖLÜM 48 • Somatik Duyular: II. Ağrı, Başağrısı ve Termal Duyular 561

Düşük Serebrospinal Sıvı Basıncına Bağlı Başağrısı. na, veya frontal sinüs enfeksiyonlarında olduğu gibi ba­
Spinal kanaldan 20 mililitre kadar az bir sıvının çekilme­ şın ön kısmı ile kafa derisinin frontal yüzeylerine yansı­
si, bilhassa hasta ayakta iken şiddetli intrakranyal başağ- yan baş ağrıları ortaya çıkar (Şekil 48-9). Ayrıca, maksil-
rısına sebep olur. Bu miktardaki bir sıvının geri çekilme­ İer sinüsler gibi daha aşağıdaki sinüslerden kaynaklanan
si, normalde beynin serebrospinal sıvı ile gerçekleşen ağrılar yüzde hissedilebilir.
yüzmesini kısmen ortadan kaldırır. Böylece beynin ağır­
lığı çeşitli dural yüzeyleri gerer ve büker, bu da başağrıla- Göz Bozukluklarına Bağlı Başağrısı. Gözün uyum yap­
rına yol açar. masındaki zorluklar, kişinin net görebilmek için silyer
kaslarının aşırı kontraksiyonuna yol açar. Bu kaslar çok
Migren Başağrısı. Migren başağrısı, özel tip bir başağrı- küçük oldukları halde, tonik kontraksiyonlarının ıetıo-
sıdır. Mekanizması tam olarak bilinmemekle birlikte orbital başağrılarına neden olduğuna inanılmaktadır. Ay­
anormal vaskiiler bir olaya bağlı olarak ortaya çıktığı dü­ rıca, gözde uyum sağlamak için yapılan aşırı çabalar çe­
şünülmektedir. şitli yüz kasları ve ekstraoküler kaslarda refleks spazma
Migren başağrısı, bulantı, görme alanının kısmen kay­ yol açarak başağrısının olası bir nedeni olabilir.
bı, görsel aura ve diğer tip duysal halüsinasyonlar gibi Gözlerden kaynaklanan ikinci bir tip başağrısı, gözle­
çeşitli prodromal duyularla başlar. Genellikle prodromal rin ışık ışınları ile aşırı irradyasyonuna, özellikle ultravi-
semptomlar, ağrının başlamasından 30 dakika ile 1 saat yole ışığa maruz kalması ile ortaya çıkar. Güneşe veya
önce başlar. Buna göre migren türü başağrısını açıklaya­ kaynak makiııasmın ışığına birkaç saniye için bakmak
bilecek herhangi bir teorinin, bu prodromal semptomla­ bile, 24 ila 48 saat süren başağrılarına neden olabilir. Ba-
rı da açıklayabilmesi gerekir. şağrısı bazen konjunktivaların "aktinik" iıitasyonu sonu­
Migren başağrısına yol açan nedenleri açıklayan teori­ cunda ortaya çıkabilir ve ağrı, başın yüzeyine veya retro-
lerden biri, uzun süren heyecan ve gerginliklerden sonra, orbital bölgelere yansıtılır. Hatta kaynak makinasından
beyni besleyen arterler dahil, başa ait bazı arterlerin ref­ veya güneşten gelen şiddetli ışığın retinaya odaklanma­
leks vazospazmıdır. Teorik olarak, vazospazm beyin böl­ sı, retinayı yakabilir ve bu da baş ağrısına yol açabilir.
gelerinde iskemi yaratır ve prodromal semptomlardan
bu sorumludur. Daha sonra şiddetli iskeminin sonucun­
da vaskiiler duvara birşeyler olur; olasılıkla damar düz
kaslarında tükenmeye bağlı olarak tonus kaybolur ve

T E R M A L D U YU LA R
kaslar 24 ila 48 saat boyunca tonusu koruma yeteneğini
yitirmiş ve gevşek halde kalır. Damarların içindeki kan
basıncı bunları genişletir ve şiddetli pulsasyonlar doğu­
rur. Tempoıal arter gibi bazı ekslrakranyal arterler de da­
Termal Reseptörler ve Bunların Uyarılması
hil, arter duvarlarının aşırı gerilmesinin, migren ağrısının
gerçek nedenini oluşturduğu öne sürülmektedir. İnsanlar, dondurucu soğuktan soğuğa, serinden
Migren başağrısına yol açan faktörler ile ilgili diğer te­ fa r k edilmeyen serinliğe, ılıktan sıcağa, yakıcı sıca­
oriler arasında yayılan kortikal depresyon, psikolojik ğa değişebilen, sıcak ve soğuğun farklı derecelen­
anomaliler ve serebral ekstraselüler sıvıda aşırı lokal po­ dirmelerini algılayabilirler.
tasyum birikmesine bağlı vazospazm sayılabilir. Termal derecelenme en az üç tip duysal reseptör
ile ayırt edilir: soğuk reseptörleri, sıcak reseptörleri
ALKOLİK BAŞAĞRISI. Pek çok insan aşırı içki atımından
ve ağrı reseptörleri. Ağrı reseptörleri sadece aşırı
sonra baş ağrısı tecrübesini yaşamıştır. Dokular üzerin­
de toksik etkili olan alkolün, meninksleri direkt olarak derecede sıcak ve soğuk ile uyarılır. Bu nedenle, bu
irite ederek, intrakranyal bir ağrıya yol açtığı düşünül­ reseptörler, soğuk ve sıcak reseptörleri ile birlikte
mektedir. "dondurucu soğuk” ve “yakıcı sıcak” duyularından
sorumludurlar.
KABIZLIĞA BAĞLI BAŞAĞRISI. Kabızlık pek çok insanda Soğuk ve sıcak reseptörleri hemen derinin altında,
başağrısına neden olur. Omurilik kesisi olan hastalarda her biri 1 milimetre kadar bir uyarılma çapına sahip,
kabızlık başağrısının ortaya çıkabilmesi bu ağrının ko­ birbirinden ayrılmış, farklı noktalarda yer alırlar. Vü­
londan gelen sinirsel uyaranlarla meydana gelmediğini
cudun pek çok bölgesinde, sıcak reseptörlerinden 3
gösterir. Bu nedenle, bu başağrısı, olasılıkla absorbe edi­
len toksik ürünlerden veyabarsağa sıvı kaybına bağlı do­ ila 1 0 kat daha fazla soğuk reseptörü bulunur ve bu
laşım sistemi bozukluklarından kaynaklanmaktadır. sayılar, dudaklarda santimetre karede 15 ila 25 soğuk
noktası, parmak uçlarında santimetre karede 3-5 so­
ğuk noktası ve gövdenin bazı geniş alanlarında santi­
Ekstrakran yal Tip Başağrısı metre karede 1 soğuk noktası olmak üzere, değişiklik
gösterir.
Kas Spazmına Bağlı Başağrısı. Ruhsal gerginlikler, bil­
hassa kafatasına tutunan kaslar ve oksipital bölgeye bağ­ Psikolojik testlere dayanarak sıcak reseptörlerine
lanan boyun kasları gibi başa ait pek çok kasta, spazmlar ait ayrı sinir sonlanmalarmın olduğu iyi bilinm esi­
oluşturur. Bu spazmların, belli başlı baş ağrısı sebeple­ ne rağmen, bunlar histolojik olarak tanım lanm a­
rinden biri olduğu söylenmektedir. Başa ait spastik kas­ mış tır. Bu reseptörlerin serbest sinir uçları olduğu
ların ağrılarının başın üst bölgelerine yansıyarak, intrak­ tahmin edilmektedir, çünkü sıcak sinyalleri temel
ranyal lezyonlarla aynı tipte ağrılara neden olduğu düşü­ olarak, ancak 0,4 ila 2 m /sn’lik ileti hızına sahip C
nülmektedir. tipi sinir lifleri ile iletilirler.
Diğer taraftan ayrı bir soğuk reseptörünün varlığı
Nazal ve Aksesuar Nazal Yapıların İritasyonunun
Neden Olduğu Baş Ağrısı. Burnun ve bütün nazal si­ gösterilmiştir. Bu özel küçük bir tip, A5 miyelinli sinir
nüslerin muköz membranları ağrıya hafifçe duyarlıdır. sonlanmasıdır ve çok sayıda dallara ayrılır. Bu dalla­
Yine de, enfeksiyonlar veya nazal yapıların diğer iritas- rın uçları, bazal epidermal hücrelerin alt yüzeylerine
yonları genellikle sumasyon gösterir ve gözlerin arkası­ doğru uzanır. Bu reseptörlerden sinyaller A5 sinir lif­
562 ÜNİTE IX • Sinir Sistemi: A. Genel İlkeler ve Duyu Fizyolojisi

leri ile, yaklaşık 20 m/sn hızla iletilir. Bir kısım soğuk veya daha uzun bir süre içinde ise daha yavaş ola­
duyusunun C tipi liflerle de iletiliyor olması, bazı ser­ rak zayıflar. Diğer bir deyişle, reseptör büyük ölçü ­
best sinir uçlarının aynı zamanda soğuk reseptörü de “adapte” olur, fakat % 1 0 0 adaptasyon meydana
olarak da fonksiyon gördüğünü düşündürmektedir. gelmez.
Bu nedenle, termal duyuların, o sıcaklığın sabit
Term al R esep tö rlerin Uyarılm ası-Soğuk, Se­ durumuna karşı cevap oluşturabilmelerine ek ola­
rin, Farksız, Ilık ve Sıcak D uyulan. Şekil 48-10 rak, sıcaklık değişikliklerine karşı da duyarlı olduk­
farklı ısıların dört sinir lifinin cevaplarına olan ları açıktır. Bunun anlamı, deri sıcaklığı aktif olarak
etkilerini gösterm ektedir: ( 1 ) soğuk ile uyarılan düşürüldüğü zaman, sıcaklık aynı soğuk derecesin­
bir ağrı lifi, (2) bir soğuk lifi, (3) bir sıcak lifi, (4) de kalsa bile, şahıs çok daha soğuk hisseder. Tersi­
sıcakla uyarılan bir ağrı lifi. Bu liflerin farklı dü­ ne, eğer sıcaklık aktif olarak yükseltilirse, aynı sabit
zeydeki sıcaklıklara farklı cevaplar verdiklerine sıcaklıkta şahıs daha fazla bir sıcaklık duyar.
özellikle dikkat edilmelidir. Örneğin, ço k soğuk Sıcaklık değişikliklerine karşı verilen yanıtlar, ki­
bölgede (deri, neredeyse donm a noktasına kadar şinin sıcak su dolu küvete ilk girişinde hissettiği aşı­
soğutulsa veya hatta d onduıulsa bile, bu lifler rı sıcak veya ısıtılmış bir odadan dışarıya ilk çıkışta
u yaıılam az) sa d ece ağrı lifleri stim ü le olur. hissettiği aşırı soğuk hissini de açıklamaktadır.
Sıcaklık 10oC -15°C ’ye yükseldiğinde ağrı im puls-
ları kesilir, fakat soğuk reseptörleri, 24°C’de en
Term al R ese ptörlerin U yarılm a M eka nizm aları
üst düzeye ulaşacak ve 40°C ’de zayıflayacak şe­
kilde, uyarılm aya başlar. 30°C ’nin üstünde sıcak
reseptörleri uyarılır, fakat bunlar da 40°C’de sö ­ Soğuk ve sıcak reseptörlerinin, kendi m etabolik
ner. En son olarak, 45°C ’de ağrı reseptörleri uya­ hızlarındaki değişikliklere bağlı olarak uyarıldıkları
rılm aya başlar. Bu arada, aşırı sıcağın soğuk re­ düşünülmektedir. Bu değişiklikler, sıcaklığın in tıa-
septörlerinde oluşturduğu harabiyetten dolayı, selüler kimyasal reaksiyonların hızını, her 10°C’lik
parodoks olarak bazı soğuk lifleri de yeniden fark için 2 kattan daha fazla olmak üzere değiştirdi­
uyarılm aya başlanır. ği gerçeğine bağlıdır. Diğer bir deyişle, term al algı­
Şekil 48-10’dan anlaşılabileceği gibi, kişi farklı lama büyük olasılıkla, sıcak ve soğuğun sinir uçları
termal duyuların derecelerini, farklı tip sinir son- üzerine direkt fiziksel etkilerinden dolayı değil, si­
lanm alarm ın göreceli uyarılmaları ile tayin edebi­ nir uçlarının sıcaklıkla değiştirilen kimyasal uyarıl­
lir. Yine bu şekilden, niçin aşırı soğuk ve sıcağın her masına bağlı olarak ortaya çıkar.
ikisinin de ağrılı olduğu ve niçin bu iki duyunun
şiddetli olması halinde, dondurucu soğuk ve yakıcı Termal Duyuların Uzamsal Sumasyonu. Vücu­
sıcağın hem en hem en aynı hissi oluşturduğu yani dun herhangi bir bölgesinin yüzeysel alanında so ­
ağrılı olduğu kolayca anlaşılabilir. ğuk veya sıcak sonlanmaların sayısının az olm asın­
dan dolayı, küçük bir bölge uyarıldığında sıcaklık
Yükselen ve Düşen Isının Uyarıcı Etkileri-Ter- derecesini tayin etmek zordur. Ancak, vücut yüze­
mal Reseptörlerin A daptasyonu. Bir soğuk re­ yinde geniş bir alanın uyarılması halinde, bütün
septörü aniden çok hızlı bir ısı düşüşüne maruz bölgeye ait termal sinyaller sumasyon yapar. Ö rne­
kalırsa, önce kuvvetle uyarılır, fakat bu uyarı ilk ğin, 0 .0 1°C gibi çok küçük bir sıcaklık değişikliği b i­
birkaç saniye içinde hızla, daha sonraki 30 dakika le, eğer bu değişiklik vücudun bütün yüzeyini aynı
anda etkiliyor ise, fark edilir. Diğer taraftan, bunun
1 0 0 kat fazlası bir sıcaklık değişikliği yalnız 1 santi­

metre karelik bir deri yüzeyini etkilediğinde algı­


lanmayabilir.
Dondurucu Sıcak
Soğuk Serin Farksız Ilık Yakıcı sıcak
soğuk

" ” ■ Soğuk ağrısı Termal Sinyallerin Sinir Sisteminde


Soğuk reseptörleri
" “ ' Sıcak reseptörler
İletimi
Isı ağrısı
Genel olarak term al sinyaller, ağrı sinyalleri ile
6 -k
paralel fakat tüm üyle aynı olm ayan yollardan ta­
şınır. Omuriliğe girişte, sinyaller Lissnııer traktıı-
sıuıda, birkaç segm ent yukarı veya aşağı ilerler ve
sonra dorsal boynuzlarda, lam in a I, II ve IU’de
ağrı lifleri ile aynı bölgede sonlanır. Bir veya daha
fazla om urilik nöronları ile küçük bağlantılar
Sıcaklık (°C) kurduktan sonra, sinyaller uzun, çıkan term al lif­
lere katılır, çapraz yaparak, karşı taraf an tero late­
Ş E K İL 4 8 - 10
ral yola geçer, ve ( 1 ) beyin sapının ıetiküler ala n ­
Bir soğuk-ağrı lifinin, bir soğuk lifinin, bir sıcak lifinin ve bir ısı- larında, (2 ) talam usun ventrobazal kom p leksin­
ağrı lifinin farklı deri ısılarındaki deşarj sıklıkları görülmektedir.
(Bu liflerin yanıtları Zottermaıı, Ilensel ve Kenslıalo’nun ayrı de sonlanır. Bir kısım term al sinyal de ayrıca
deneylerinden elde edilen özgün verilerden çizilmiştir). ventrobazal kom pleksten, som atik duysal kor-
BÖLÜM 48 • Somatik Duyular: II. Ağrı, Başağrısı ve Termal Duyular 563

tekse iletilir. M ikroelektrot çalışm alarıyla, so m a ­ Ayrıca, insanlarda postsantral giıusun çık arılm a­
tik duysal alan I’de bazen bir nöronun derinin sının, sıcaklık d erecelerini ayırt etm e yeteneğini
spesifik bölgelerindeki soğuk veya sıcak duyum ­ azalttığı ancak tam am en ortadan kaldırm adığı
ların a direkt olarak duyarlı olduğu bulunm uştur. bilinmektedir.

REFERANSLAR
A nbar M , G ratt B M : R o le o f nitric oxide in G arcia J, Altm an R D : C hronic pain states: Porter R\V: M anagem ent o f B a c k Pain. 2nd
the physiolopathology o f pain. J Pain pathophysiology and m edical therapy. ed. New Y o rk: C h urch ill L ivin g ston e, 1994.
Sym ptom M anage 1 4 :2 2 5 , 1997. Sem in A rthritis Rh eum 2 7 :1 , 1997. R obinson A J: C entral nervous system path­
B a c h F W : Beta-endorphin in the brain: a role G reenspan JD : N ociceptors and the peripheral ways for pain transm ission and pain c o n ­
in nocicep tion . A cta A naeslhcsiol Scand 4 1 : nervous system ’ s role in pain. J Hand Ther trol: issues relevant to the practicing c lin i­
133, 1 9 9 7 . 1 0 :7 8 , 1997. cian. J Hand T h c r 1 0 :6 4 , 19 9 7 .
B erg eron S , B in ik Y M , K h alife S , Pagidas K : H aines D E , Ard M D : Fundam ental N eurosci­ S akata H , M ikam i A , F u ste r JM : T h e A sso c ia ­
V u lv a r vestibu litis syndrome: a critical re­ ence. New Y o rk : Churchill Livingstone, tion C o rtex. A m sterdam : H arw ood A ca ­
view . C lin J Pain 13 :2 7 , 1997. 1997. d em ic, 1 9 9 7 . î
B o rg G : P erceived E xertion and Pain S cales. H andw erker IIO , K obal G : Psychophysiology Siddall P J, C ousins M J: N eurobiology o f pain.
C ham paign, TL: Human K in ctics, 1998. o f exp erim entally induced pain. Physiol Int A nestliesiol C lin 3 5 :1 , 1 9 97.
B o rso o k D : M o lecu lar N eurobiology o f Pain. R ev 7 3 :6 3 9 , 1993. T o lliso n C D : H andbook o f Pain M anagem ent.
S ea ttle: 1A SP Press, 1 9 97. Ivry R B , R o bertson L C : T h e T w o Sides o f B altim o re: W illiam s & W ilkin s, 1994.
B o w e r B : R ight brain lakes m em ories person­ Perception. C am bridge, M A : M IT Press, U su n off K G , M arani E, Sch o en JH R : T he T r i­
. 1998.
ally. S c i N ew s 1 5 0 :5 , 1996. gem inal System in M a n . B e rlin : Springer,
Jensen T S : O pioids in the brain: supraspinal
C ervero F : Sen sory innervation o f the viscera: 1997.
m echanism s in pain control. A cta Anaesthe-
peripheral basis o f visceral pain. Physiol V o g el G : Illu sio n reveals pain locus in brain.
siol Scan d 4 1 :1 2 3 , 1997.
R e v 7 4 :9 5 , 1 9 94. S c ie n c e 2 7 4 :1 3 0 1 , 1 9 9 6 .
Levy M H : P h arm acologic treatm ent o f cancer
C esare P , M cN aughton P: Peripheral pain W agm an M : C ognitive S c ie n c e and the S y m ­
pain. N E n gl J Med 3 3 5 :1 1 2 4 , 1998.
m ech an ism s. C urr Opin N eurobiol 7 :4 9 3 , bo lic O perations o f H um an and A rtificial
Light A R : T h e Initial Processing o f Pain and
19 9 7 . Its D escen din g C ontrol: Spinal and Trigem ­ Intelligence. W estport, C T : Pracger, 1997.
C h alliss R A J : Receptor Signal Transduction inal System s. Farm ington, C T : S . Karger, W arfield G A : Principles and P ra ctice o f Pain
P roto cols. To tow a, N J: Humana Press, 1992. M anagem ent. H ightstow n, N J: M cG raw -
19 9 7 . M artin L A , H agen N A : N europathic pain in H ill, 1993.
D icken so n A H , C hapm an V, G reen G M : T h e c an cer patients: m echanism s, syndromes, W atkins L R , M a ie r S F : C ytokin es and Pain.
pharm acology o f excitatory and inhibitory and clin ica l controversies. J Pain Sym ptom B asel: Birkh auser V e rla g , 1998.
am ino a c id -m ed ia ted events in the trans­ M anage 1 4 :9 9 , 1997. X u X J , H ao J X , K upers R , et al: M echanism s
m ission and modulation o f pain in the spi­ O lsen J , Edvinsson L : H eadache Pathogenesis. o f central pain. A cta A n aesthesiol Scand
nal cord . G en Pharm acol 2 8 :6 3 3 , 1997, Philadelphia: Lippincott-R aven, 1997. Suppl 1 1 0 :1 2 7 , 1997.
liiflll. >!( i f i f ) . ’ ) i (i 111 '.n f. I«- C| b l l l l ' I: -11 i

inr><-j(i')l‘)y <vtri '■ ■ jyi- in in ln D'l >J> -fit ' *)i/ jh ih •


<»j I > lj ,! >1 iii 11■;*!ixl • ■ ..
. i-uj^utiifnjliid mljiifjlo «11ir/uh Vir.tn rf nil« ¡. u ml

) * IV} I f niilA .1 SI II
V I In t. /rlt-,1.5 I-.-.ij
- illl.fi M M , ' , - I I I. | I ,J| , > l , A 1,1 'rjo il

'j t 'i ' j d l l u i i . f i .il 1 ’ >i Y, <11 (V

.¡I .at ' ll ■■ 'i / i i ' V - .in :i ill I Iji 11 I jj cj i i l o i x ’ li ■ • ; u f i'/i |

V«>!'l I .-.il | L n a i! I .m ;hi

' !• . ... II 'ill. . •'II .> n i l ') i t| M i :i i .' ... . iii' i l i |V 7 > ililii( li| .. i i . In V

■, < i|oi lit) ji •( ' i ' 51». /I . o r ! V)* d jiiu H


VHM , ■- m D Iim ).l in A ,1

,* l I l f 1 A t' ‘ r jlii n il ‘ > . ( if • • ':J J«|) I


. '->• • ( • ' in '. ■ . * lii i .1. 1*1 I I ( i i i :i1 i 'jv . • . il
1 Jiiii \t‘. . ' .11 r .7 /I 'I I1 nil ;<
I i l l I * I. li t i . , i ,11.: ,11)-. 1?. 1 I C I V , r >

\VI < l,i

I i t)iA > . , •!. : I 1 i it'f.r-q O • i j l i . .


.Jivvi i : ;. i ii*i 'a h«•
I ..' 'i'i ■ r .. i/i'| Ifji il -in f 5)A i l

m ’I m ill i . - v i.: '» I ' -In


(ti il'. -t .-.jif ’>'■') '■ a . i l l .A I Jiitli.M ,V V I

• ( I 'l 'lf ll. (I 1*11.1 t y “ 1- " " ' i ‘ *i • <" l ' rJ


' ■ ■) '■11 •>.. M
I*i' HA.»,) <( i' '. j In i 'l I i i i iiir ,ij l i . ii !lih ii I ii.i it n
.u 'I ,f> i •HI
ÜNİTE
Sinir Sistemi:
0 0

B. Özel Duyular

49
Göz: I. Görme Optiği

50
Göz: II. Retinanın Reseptör Olarak ve Sinirsel İşlevi

51
Göz III. Görmenin Merkezi Nörofizyolojisi

52
İşitme Duyusu

53
Kimyasal Duyular-Tat ve Koku
Kırılm a İlkelerin in M erc ek le re U ygulanm ası
OPTİĞİN FİZİKSEL İLKELERİ
Dışbükey (Konveks) Mercemler Işık Işınlarını O d ak­
Gözün optik sistem ini anlayabilm ek için öncelik­
larlar. Şekil 49-2 dışbükey (konveks) bir merceğe giren
paralel ışık ışınlarını göstermektedir. Merceğin merke­
le kırılm a (refraksiyon) fiziği, odaklama ve odak zinden geçen ışık ışınları mercek yüzeyine tam dik ola­
derinliği gibi optiğin tem el ilkeleri iyice kavran­ rak çarparlar ve bu nedenle mercekten kırılmadan ge­
mış olmalıdır. Bu am açla, önce bu fizik prensiple­ çerler. Ancak, merceğin her iki kenarına doğru ışık ışın­
ri kısaca gözden geçirilecek, sonra göz optiği tar­ ları gittikçe artan açılı bir geçiş yüzeyine çarparlar. Bu
tışılacaktır. nedenle, daha dışta yer alan ışınlar merkeze doğru daha
büyük bir kırılma gösterirler. Buna ışınların yakınsan -
ması (konverjansı) adı verilir. Bükülmenin yarısı merce­
Işığın K ırılm ası ğe girerken, yarısı ise merceğin diğer yüzünden çıkarken
oluşur. (Bu noktada ara vermeli ve ışınların merceği terk
Saydam Bİr Cismin Kırılma İndeksi. Işık ışınlan hava­ ederken neden yine merkeze doğru büküldükleri irde­
da yaklaşık 300.000 km/sn hızla ilerlerken katı ve sıvı ci­ lenmelidir.)
simler içinde çok daha yavaş bir hızla yol alırlar. Saydam Son olarak, mercek uygun bir eğriliğe sahipse, merce­
bir cismin kırma (refraktif) indeksi, ışığın havadaki hızı­ ğin farklı kısımlarından geçen paralel ışınların tümü tek
nın cismin içindeki hızına oranıdır. Havanın kendi kırma bir noktadan geçecek şekilde bükülürler. Bu noktaya
indeksi 1 ,0 0 'dir. odak noktası adı verilir.
Eğer ışık belirli bir tip camdan 2 0 0 . 0 0 0 km/sn hızla ge­
çiyorsa, bu camın kırma indeksi 300.000’in 200.000’e bö­ İçbükey (Konkav) Mercekler Işık Işınlarını Iraksarlar
lümüne eşittir, yani 1,50’dir. (Diverjans). Şekil 49-3 içbükey (konkav) bir merceğin
paralel ışık ışınlarına etkisini göstermektedir. Merceğin
Işık Işınlarının, Farklı Kırma İndeklerine Sahip İki tam orta noktasından geçen ışınlar demete dikey bir ge­
Ortamın Geçiş Yüzeyinde Kırılması. Işık dalgalan şe­ çiş yüzeyine çarparlar ve dolayısıyla kırılmadan ilerler­
kil 49-1’de görüldüğü gibi bir demet halinde ilerlerken, ler. Merceğin kenarlarına düşen ışınlar, ortadaki ışınlar­
ışık demetine dik bir geçiş yüzeyine çarparlarsa, dalgalar dan daha önde merceğe girerler. Bu dışbükey mercekte-
ikinci kırıcı ortama yönlerinden sapmadan girerler. Or­ kine zıt bir etkidir ve kenardaki ışık ışınlarının merceğin
taya çıkan tek etki, şekilde dalga cepheleri arasındaki merkezinden geçen ışınlardan uzaklaşarak ıraksanması-
uzaklıkların kısalmasıyla gösterilen, yayılma hızında na yol açar.
azalma ve dalga boyunda kısalmadır. Öte yandan, şeklin Kısaca, içbükey (konkav) mercekler ışık ışınlarını ırak­
alt kısmında gösterildiği gibi, ışık dalgaları açılı bir geçiş sarken, dışbükey (konveks) mercekler ışık ışınlarını ya­
yüzeyinden geçerlerse, iki maddenin kırma indeksleri kınsarlar.
birbirinden farklı olduğu takdirde ışık dalgalan bükülür­
ler. Bu şekilde, ışık dalgaları, kırılma indeksi 1 , 0 0 olan Silindirik Mercekler Işık Işınlarını Yalnız Bir Düzlem ­
havayı teı k ederek kırma indeksi 1,50 olan cam bloğa gir­ de Kırarlar - Küresel Merceklerle Karşılaştırm a. Şe­
mektedir. Işık demeti açılı geçiş yüzeyine ilk değdiğinde, kil 49-4 bir konveks küresel ve bir konveks silindirik mer­
ışığın alt kenarı üst kenarından daha önce cama girmiş­ ceği göstermektedir. Silindirik merceğin iki yanından ge­
tir. Demetin üst kısmındaki dalga cephesi henüz havada len ışık ışınlarını kırdığına, fakat üstten ya da alttan gelen
300.000 km/sn hızla ilerlemeye devam ederken cama ışınları kırmadığına dikkat ediniz. Yani, kırılma sadece
girmiş olan kısmı 200.000 km/sn hıza düşmüştür. Bu du­ bir düzlemde ortaya çıkmakta, diğerinde ise olmamak­
rum, dalga cephesinin üst kısmının alt kısmının önünde tadır. Böylece paralel ışık ışınları bir odak çizgisine doğ­
gitmesi sonucunda dalga cephenin dikeyliğini yitirip sa­ ru bükülürler. Oysa, küresel mercekten geçen ışık ışınla­
ğa bükülmesine yol açar. Işığın hareket yönü her zaman rı, merceğin tüm kenarlarında (her iki düzlemde de)
dalga cephesinin düzlemine dik olduğu için, ışık demeti merkezdeki ışına doğru bükiilmekte ve tüm ışınlar bir
aşağı doğru bükülür. odak noktasına gelmektedirler.
Işık ışınlarının açılı bir geçiş yüzeyinde bükülmesi kı­ Silindirik merceğe örnek olarak içine su doldurulan
rılma (refraksiyon) olarak bilinir. Kırılma derecesinin (1) bir deney tüpünü gösterebiliriz. Deney tüpü güneş ışığı­
iki saydam ortamın kırma indekslerinin oranı ve (2 ) ge­ na tutularak, tüpün diğer yüzüne bir kağıt parçası gittik­
çiş yüzeyi ile giren dalga cephesi arasındaki açının dere­ çe yaklaştırılırsa, belirli bir uzaklıkta, ışık ışınlarının bir
cesine bağlı olarak arttığına özellikle dikkat ediniz. odak çizgisine toplandıkları görülecektir. Öte yandan,

566
BÖLÜM 49 • Göz: I. Görme O p tiğ i 567

Ş E K İL 4 9 - 3
Ş E K İL 49 - 1 Işık ışınlarının konkav küresel merceğin yüzeylerinde kırılması.
Paralel ışınların konkav bir mercekle ıraksanmaları sağlanm ak­
Işık ışınlarına dik (A) (üstte) ve açılı (B) (altta) duran camlara gi­ tadır.
ren dalga cepheleri. Şekil, cama girdikten sonra dalgalar arasın­
daki mesafenin, havadakinin iiçte ikisi oranında kısaldığını gös­
termektedir. Şekil aynı zam anda açılı bir cam yüzeyine düşen
ışık ışınlarının büküldüğünü de göstermektedir. sal kaynak olduğu için ıraksanmaktadırlar. Bu ışınlar nok­
tasal kaynaktan dışa doğru ıraksandıktan içir., şemada da
görüldüğü gibi paralel ışınlarla aynı uzaklıkta odaklarima-
küresel merceğe iyi bir örnek ise basit bir büyüteçtir. maktadırlar. Bir başka deyişle, ıraksanan ışık ışınlan kon­
Böyle bir mercek güneş ışığına karşı tutulur ve merceğin veks bir merceğe girdiklerinde, merceğin diğer tarafında­
diğer yüzüne bir kağıt parçası yaklaştırılırsa, uygun bir ki odaklandıkları noktanın merceğe uzaklığı, giren ışınlar
uzaklıkta ışık ışınları ortak bir odak noktasına toplana­ birbirine paralel olduğundakinden daha fazladır.
caklardır. Şekil 49-6'nın en alt bölümündeki şemada, eğriliği
Konkav silindirik mercekler ışık ışınlarını bir düzlem­ üstteki iki mercekten daha büyük olan bir konveks mer­
de ıraksarken, konveks silindirik mercekler ışık ışınlarını ceğe doğru ıraksanan ışık ışınları gösterilmiştir. Bu şe-
bir düzlemde yakınsarlar.

İki Silindirik Merceğin Dik Açılarla Kombinasyonu Kü­


resel Bir Merceğe Eşittir. Şekil 49-5B birbirine dik açıda
iki konveks silindirik merceği göstermektedir. Dik silin­
dirik mercek, merceğin İki yarımdan geçen ışık ışınlarını
yakınsarken, yatay mercek üst ve alt ışınları yakınsar. Bu
şekilde, tüm ışık ışınları tek bir odak noktasına toplan­
maktadır. Diğer bir deyişle, birbirine elik açıyla yerleştiri­
len iki silindirik mercek, aynı kırma gücüne sahip bir kü­
resel merceğin işlevini yerine getirir.

Bir M erceğ in O d a k U zaklığ ı

Bir konveks merceğin paralel ışınları yakınsadığı odak


noktasının merceğe olan uzaklığına, merceğin odak
uzaklığı denir. Şekil 49-6’da üstteki şema paralel ışık ışın­
larının odaklaşmasını göstermektedir.
Ortadaki şemada, merceğe giren ışınlar, paralel olma­
yıp ışık kaynağı mercekten fazla uzak olmayan bir ııokla-

gelen ışık Odak uzaklığı

Ş E K İL 49 - 2 Ş E K İL 49 - 4
İşık ışınlarının konveks küresel bir merceğin her iki yüzeyinde A, Paralel ışık ışınlarının bir küresel konveks mercekle noktasal
bükülmesi. Paralel ışınların noktasal bir odağa odaklandığı odağa getirilmeleri. B, Paralel ışık ışınlarının bir silindirik kon-
görülmektedir. veks mercekle çizgisel odağa getirilmeleri.
568 ÜNİTE X • Sinir Sistemi: B. Özel Duyular

Odak çizgisi

Uzak kaynaktan
gelen ışık
Noktasal
ışık kaynağı Odak
noktaları

Noktasal kaynaklar

A Noktasal
ışık kaynağı
Noktasal
Odak Ş E K İL 49 - 6
Bu şekilde üstteki iki merceğin gücü aynıdır, ancak üstteki
merceğe giren ışık ışınları paralelken ikinci merceğe girenler
ıraksanmaktadırlar. Paralel ve ıraksanan ışınların odak noktası
üzerine etkileri gösterilmektedir. /Uttaki mercek diğer iki m er­
Ş E K İL 49 - 5 cekten daha yüksek refraktif güce sahiptir, merceğin gücü ne
A, Bir noktasal kaynaktan çıkan ışığın silindirik bir mercekle kadar yüksekse odak noktasının merceğe olan uzaklığının o
odak çizgisine getirilmesi. B, birbirine dik açılı iki silindirik kon­ kadar kısa olduğu gösterilmiştir.
veks mercek. Merceklerden biri ışığı bir düzlemde yakınsarken
diğeri buna dik düzlem de yakınsamaktadır, iki merceğin
bileşkesi, tek küresel konveks mercekle elde edilen odak nok­
tasını vermektedir.

Burada /paralel ışınlar için odak uzaklığını, a mercekten


noktasal ışık kaynağına olan uzaklığı, ve b merceğin her
mada, ışık ışınlarının odaklaştığı noktanın merceğe iki tarafındaki odağın uzaklığını göstermektedir.
uzaklığı, ilk şemadaki daha az konveks olan ancak ışınla­
rın paralel girdiği mercekteki ile tam olarak aynıdır. Hu,
merceğin konveksitesini artırabilmesi koşuluyla, paralel
Dışbükey (Konveks) Mercekte Görüntü Oluşumu
ve ıraksanan ışınların aynı uzaklıkta odaklanabileceğim
göstermektedir. Şekil 49-7, A solunda iki noktasal ışık kaynağı yer alan bir
Merceğin odak uzaklığı, noktasal ışık kaynağının konveks merceği göstermektedir. Konveks bir merceğin
uzaklığı ve odak uzaklığı arasındaki ilişki aşağıdaki for­ orta noktasından geçen ışık ışınları herhangi bir yönde
mülle ifade edilebilir: kırılmadıkları için, her noktasal ışık kaynağından çıkan
1 1 1
ışınlar merceğin diğer tarafında, noktasal kaynak ve
merceğin tnerkeziyle aynı cloğrıı üzerinde yer alan bir
/ a b noktada odaklaşmaktadırlar.

Ş E K İL 49 • 6
A, iki noktasal ışık kaynağın­
dan çıkan ışık ışınları merce­
ğin diğer tarafında iki ayrı
noktaya odaklanmaktadırlar.
B, Konveks küresel bir m er­
cekte görümü oluşumu.
BÖLÜM 49 • Göz: I. Görm e O p tiğ i 569

diyoptri gücünde bir silindirik merceğin yakınsadığı öl­


çüde ıraksıyorsa, bunun kırma gücü -1 diyoptridir. Odak
çizgisi yatay ise, merceğin ekseni 0 derece olarak tanım­
diyoptri
lanır. Odak çizgisi dikey ise eksen 90 derecedir.

GÖZ OPTİĞİ

10 Bir Fotoğraf Makinası Olarak Göz


diyoptri
Şekil 49-9'da gösterilen göz optik açıdan sıradan bir
1 metre fotoğraf makinasma eşdeğerdir. Bir merceğe, deği­
Ş E K İL 49 • 8 şebilen bir ışık geçirme sistem ine (pupilla), ve fil­
Mercek gücünün odak uzaklığına etkisi. me karşılık gelen retinaya sahiptir. Gözün m ercek
sistemi dört kırıcı geçiş yüzeyinden oluşmaktadır:
( 1 ) hava ve korneanın ön yüzü arasındaki geçiş yü­
Merceğin önünde yer alan her nesne gerçekte noktasal zeyi, (2 ) korneanın arka yüzü ve hum ör aköz ara­
ışık kaynaklarının oluşturduğu bir mozaiktir. Bu noktala­ sındaki geçiş yüzeyi, (3) humör aköz ile göz m erce­
rın bazıları çok parlak, bazıları karanlıktır ve renkleri ğinin ön yüzü arasındaki geçiş yüzeyi, ve (4) m erce­
farklılıklar göstermektedir. Ve, nesne üzerindeki her nok­ ğin arka yüzü ile korpus vitreum arasındaki geçiş
tasal ışık kaynağı, merceğin öteki tarafında, merceğin yüzeyi. Havanın kırma indeksi 1; korneanın 1,38;
merkeziyle ışık kaynağını birleştiren doğru üzerinde yer
aköz humörün 1,33; şeffaf m erceğin (ortalama)
alan bir noktada odaklaşmaktadır. Bir beyaz kağıt parça­
sı merceğin odak uzaklığına yerleştirildiğinde, Şekil 49- 1,40; ve vitröz humörün 1,34’dür.
7’nin alt bölümünde gösterildiği gibi, nesnenin bir gö­
rüntüsü oluşturulabilir. Ancak bu görüntü orijinal nes­ İndirgenm iş Göz. Gözün tüm kırıcı yüzeyleri cebir­
neye göre baş aşağı ve sağ ve sol tarafı yer değiştirmiş du­ sel olarak toplanıp tek bir m ercek gibi ele alınırsa,
rumdadır. Bu, fotoğraf makinasının merceğinin görün­ normal gözün optiği sadeleştirilerek ‘‘indirgenmiş
tüyü film üzerine odaklama yöntemidir. göz” olarak şematize edilebilir. Bu, basit hesapla­
malar için faydalıdır. İndirgenmiş gözde, orta nok­
M erceğ in Kırm a Gücünün Ö lçüm ü-D iyoptri tası retinanın 17 mm önünde yer alan, ve toplam
kırma gücü, mercek uzak görmeye uyum sağladı­
Bir mercek ışık ışınlarını ne denli fazla kırıyorsa, "kırma ğında, 59 diyoptri olan tek bir kırıcı yüzeyin bulun­
gücü" de o denli büyüktür. Kırma gücü diyoptri birimiy­ duğu varsayılır.
le ölçülür. Konveks bir merceğin diyoptri türünden kır­ Gözün 59 diyoptri olan kırma gücünün üçte ikisi
ma gücü 1 metrenin odak uzaklığına bölünmesiyle bulu­ mercek tarafından değil, korneanın ön yüzü tara­
nur. Şekil 49-8’de görüldüğü gibi, paralel ışık ışınlarını l
fından sağlanır. Bunun tem el nedeni korneanın
metre ötede odaklayan bir küresel merceğin kırma gücü
+ 1 diyoptridir. Işık ışınlarını gücü + 1 olan bir merceğin kırma indeksinin havanınkinden belirgin ölçüde
iki katı daha güçlü kırabilen bir mercek ise + 2 diyoptri farklı olmasıdır.
gücünde bir mercek olarak tanımlanır ve ışık ışınlarını Öte yandan, göz merceğinin norm alde gözde iki
0,5 m ötede odaklar. Paralel ışık ışınlarını 10 cm (0,10 m) sıvı ortam arasında yer aldığı şekliyle toplam kırma
ötesindeki bir odak noktasına toplayan mercek ise + 1 0 gücü, gözün mercek sistem inin toplam kırma gü­
diyoptri gücündedir. cünün üçte biri, yani 20 diyoptri kadardır. Eğer
Konkav merceklerin kırma güçleri, ışık ışınlarını bir mercek gözden çıkartılıp hava içinde incelenirse
noktaya odaklamayıp ıraksadıkları için, merceğin öte­
kırma gücünün altı kat daha yüksek olduğu bulu-
sindeki odak uzaklığı ile ifade edilemez. Ancak, bir kon­
kav mercek ışık ışınlarını, 1 diyoptri gücündeki bir kon­
veks merceğin yakınsadığı ölçüde ıraksıyor ise bu merce­
ğin gücü -1 diyoptri olarak ifade edilir. Benzer şekilde,
ışık ışınlarını + 1 0 diyoptrilik bir konveks merceğin yakın­ Toplam kırma gücü = 59 diyoptri
sadığı ölçüde ıraksayan bir konkav merceğin gücü de - 1 0
diyoptridir.
Konkav merceklerin, konveks merceklerin kırma güç­
lerini "nötralize” ettiklerine özellikle dikkat ediniz. Bu
nedenle, 1 diyoptrilik bir konkav mercek 1 -diyoptri gü­
cünde bir konveks merceğin önüne yerleştirildiğinde
kırma gücü sıfır olan bir mercek sistemi elde edilir.
Silindirik merceklerin kırma güçleri de küresel mer-
ceklerinkiyle aynı şekilde hesaplanır, ancak silindirik humör 1.40 aköz 1.38 1.00
merceklerde kırma gücüne ek olarak eksenin de tanım­ 1.34 1.33
lanması gereklidir. Bir silindirik mercek paralel ışık ışın­
larını merceğin 1 m ötesindeki bir odak çizgisine odaklı­ Ş E K İL 49 - 9
yorsa, bu merceğin kırma gücü + 1 diyoptridir, öte yan­ Bir fotoğraf makinası olarak göz. Sayılar kırma indekslerini
dan konkav tipte bir silindirik mercek ışık ışınlarını + 1 göstermektedir
570 ÜNİTE X • Sinir Sistemi: B. Özel Duyular

nacaktır. Bu farkın nedeni, merceği saran sıvıların Mercek bağlarının silyer cisme girdikleri yerde
kırma indekslerinin m eıceğinkinden fazla farklı ol­ silyer kas adını alan bir kas yer alır. Bu kas, m erid-
mamasıdır. Farkların küçük olması, mercek geçiş yeııelve sirküler lifler adını alan iki takım düz kas li­
yüzeylerinde ışığın kırılma miktarını büyük ölçüde fi içermektedir. Meridyenel lifler koıneoskleral
azaltmaktadır. Ancak merceğin önemi, bu bölüm ­ bağlantı bölgesine doğru uzanırlar. Bu kas lifleri
de daha sonra tartışılacak olan “akomodasyon"u kasıldığında mercek bağlarının periferik kısmı öne
(uyum) sağlamak üzere eğriliğini belirgin ölçüde ve medyal kısmı korneaya doğru çekilir ve bunun
artırabilm esidir sonucunda mercek üzerindeki gerim belirli ölçüde
azaltılmış olur. Sirküler lifler gözün etrafında daire­
Retinada Görüntünün Oluşumu. Cam bir m erce­ sel olarak düzenlenm işlerdir ve kasıldıklarında
ğin görüntüyü bir kağıt parçası üzerine odaklaması sfinktere benzer bir etki oluşturarak ligam ent bağ­
ile aynı şekilde gözün mercek sistemi de görüntüyü lantılarının oluşturduğu çem berin çapını azaltarak
retina üzerine odaklar. Görüntü nesneye göre ters yine bağların mercek kapsülünü daha az germ ele­
çevrilmiş durumdadır. Ancak, retinadaki bu ters gö­ rini sağlarlar.
rüntü oluşumuna karşın, beyin ters görüntüleri Böylece, her iki tip düz kas lifinin kasılması da
normal gibi değerlendirmeye alıştırıldığı için, nes­ mercek kapsülüne bağlı olan bağları gevşeterek,
neler doğru konumlarında algılanırlar. merceğin, kapsülün esnekliğine bağlı olarak bir b a ­
lon gibi daha küresel bir şekil alm asını sağlar. Bu
nedenle, silyer kas tam am en gevşediğinde m erce­
Akomodasyon Mekanizması ğin diyoptrik gücü olabilecek en küçük değere sa­
hiptir. Öte yandan, silyer kasın en güçlü kasılması
Merceğin kırma gücü küçük çocuklarda istemli ola­ sırasında merceğin diyoptrik gücü en yüksek değe­
rak 20 diyoptriden 34 diyoptriye kadar yi'ıkselülebilir; rine ulaşır.
bu toplam olarak 14 diyoptrilik bir “akomodasyon”
(uyum) sağlar. Bunu sağlamak için merceğin eğriliği Akom odasyon Parasem patik Sinirlerle D e ­
hafif konveks bir mercekten çok konveks bir merceğe netlenir. Silyer kas, 51. Bölüm de açıklanacağı gi­
değiştirilir. Mekanizma aşağıda açıklandığı gibidir: bi, hem en tümüyle beyin sapındaki üçüncü kafa
Gençlerde mercek viskoz, protein içeren fakat çiftinin çekirdeğinden göze iletilen parasem patik
saydam liflerle dolu, güçlü, esnek bir kapsülden sinir sinyalleriyle denetlenir. Parasem patik sinir­
oluşmaktadır. Mercek, kapsülü üzerine herhangi bir lerin uyarılması silyer kasın kasılm asına ve m er­
gerim uygulanmadan gevşek bırakıldığında, büyük cek bağlarının gevşemesiyle m erceğin kırm a gü­
ölçüde mercek kapsülünün esnekliğine bağlı olarak cünün artm asına yol açar. Göz kırm a gücünün
küresel bir şekil alır. Ancak, Şekil 49-10'da gösterildi­ artm ası ile kırma gücü daha az olan göze göre d a­
ği gibi yaklaşık 70 kadar suspansuvar bağ (Ligament) ha yakın nesnelere odaklama özelliği kazanır. Bu
merceği dış çeperine doğru gerecek şekilde lensin nedenle, uzakta yer alan bir nesne göze yaklaştık­
çevresine radyal olarak tutunmuştur. Bu bağlar, ko- ça, gözün nesneyi sürekli odaklayabilm esi için,
roid ile retinanın ön sınırındaki silyer cisimlere bağ­ silyer kasa ulaşan parasem patik im pulsların sayı­
lantıları ile sürekli olarak gerilmiş durumdadırlar. sı gittikçe artmalıdır. (Sem patik uyarm a silyer kas
Bağların gerimi normal dinlenme koşullarında m er­ üzerinde zayıf bir gevşetici etkiye sahiptir: ancak
ceğin görece yassı bir şekilde kalmasını sağlar. 51. Bölüm ’de nörolojisi tartışılan norm al akom o­
dasyon m ekanizm asında bu hem en h em en hiç
rol oynamaz.)

Sklera Presbiyopi. Kişi yaşlandıkça m ercek büyür ve ka­


lınlaşır, ve kısmen mercek proteinlerinin ilerleyici
denatüıasyonu sonucunda esnekliğini yitirir. Bu
nedenle, merceğin şekil değiştirebilme yeteneği
yaşla birlikte ilerleyici tarzda azalır. Akomodasyon
gücü çocuktaki 14 diyoptri değerinden, 45 ila 50
Sirküler
yaş arasında 2 diyoptriye ve 70 yaşta 0 diyoptriye
Koroid lifler
kadar iner. Böylece, mercek hem en hemen tüm
Sklerokorneal Meridyenel
akomodasyon yeteneğini kaybetmiş, “presbiyopi"
bileşke lifler
olarak adlandırılan durum oluşmuştur.
Kişi presbiyopi durumuna ulaştığında göz sürek­
Silyer kas
li olarak hem en hem en sabit bir uzaklığa odaklan­
Suspansuvar (aşıcı) bağlar mış olarak kalır; bu uzaklık her kişide gözün Fiziksel
Mercek özelliklerine bağlı olarak değişir. Gözler artık yakın
ve uzak görmeye uyum yapamaz. Bu nedenle, yaş­
lı bir kişi uzak ve yakın nesneleri net olarak görebil­
mek için üst kısmı uzak, alt kısmı ise yakma odak­
Ş E K İL 49 ■*.10 lamayı (yani okumayı) sağlayan bifokal gözlük kul­
Akomodasyon mekanizması (odaklama). lanmak zorundadır.
BÖLÜM 49 • Göz: I. Görme O p tiğ i 571

Pupilla Çapı

İrisin önemli bir işlevi karanlıkta göze giren ışığı ar­


tırırken aydınlıkta azaltmaktır. Bu mekanizmayı
denetleyen refleksler gözün nörolojisinin tartışıldı­
ğı 51. Bölümde ele alınmaktadır. Emetropi
Pupilladan göze giren ışık miktarı pupilla alanı
veya pupilla çapının karesi ile doğru orantılıdır. İn­
san gözünün pupillasının çapı 1,5 mm kadar küçük
olabileceği gibi 8 mm kadar büyük de olabilir. Bu
nedenle, pupilla açıklığındaki değişimlere bağlı ola­
rak göze giren ışık miktarı 30 kat kadar değişebilir.
Hipermetropi
Mercek Sisteminin Odak Derinliği Pupilla Çapı­
nın Azalmasıyla Artar. Şekil 49-11 pupilla açıklık­
larının çaplan dışında, tümüyle benzer olan iki gözü
göstermektedir. Üstteki gözde pupilla açıklığı kü­
çük, alttaki gözde ise büyüktür. Her iki gözün önün­
de iki noktasal ışık kaynağı bulunmakta ve bunlar­
dan çıkan ışık pupilla açıklığından geçerek retinanın
üstüne odaklanmaktadır. Bunun sonucunda her iki
gözde de retina iki ışık noktasını tam odaklanmış Ş E K İL 4 9 - 12
olarak görmektedir. Ancak şemadan da anlaşılabile­ Paralel ışık ışınları emelropide retinanın üzerinde, hiperme-
ceği gibi, retina öne veya arkaya doğru odak dışı bir tropide retinanın arkasında ve nıiyopide retinanın önünde
konuma getirildiğinde, üstteki gözde her iki ışık odaklanır.
noktasının büyüklüğü fazla değişmezken alttaki
gözde her iki ışık noktasının büyüklüğünde de
önemli bir arüş ortaya çıkacak ve bunlar “bulanık tildiği gibi merkezden geçen ışınların çoğunun her
daireler” şeklinde görüleceklerdir. Bir başka deyişle, zaman odakta olmasıdır.
üstteki mercek sistemi alttakine kıyasla çok daha
büyük bir od ak derinliğine sahiptir. Bir mercek siste­ Kırma Kusurları
mi büyük bir odak derinliğine sahip olduğunda, re­
tina odak düzleminden önemli ölçüde uzaklaştırılsa Emetropi (Normal Görme). Şekil 49-12’de gösterildiği
veya mercek gücü önemli ölçüde değişse de görün­ gibi ıızak bir nesneden gelen paralel ışık ışınları, silyer
tü net bir şekilde odakta tutulabilir. Oysa, mercek kas tümüyle gevşek durumdayken retinada tam odakla­
sisteminin odak derinliği dar ise retinayı odak düz­ nıyorsa, göz normal veya "emetrop” kabul edilir. Bunun
leminden hafifçe hareket ettirmek görmede çok be­ anlamı, emetrop gözün silyer kaslar gevşemiş durum­
dayken tüm uzak nesneleri net olarak görebilmesidir.
lirgin bir bulanıklaşmaya yol açar.
Ancak, yakın nesnelere odaklayabilmek için göz silyer
Olası en büyük odak derinliği, pupilla açıklığı en kasını kasınalı ve bu sırada uygun derecede akomodas-
küçük olduğu durumda elde edilir. Bunun nedeni, yon sağlamalıdır.
çok küçük bir açıklıkta tüm ışık ışınlarının m erce­
ğin merkezinden geçmeleri ve daha önce de belir- Hipermetropi (Uzak Görme). "Uzak-görme” olarak da
tanımlanan hipermetropi genellikle, ya göz küresinin
çok kısa olması, ya da mercek sisteminin çok zayıf olma­
sına bağlı olarak oluşur. Şekil 49-12’nin orta bölümünde
görüldüğü gibi, bu koşulda, gevşemiş mercek sistemi pa­
ralel ışınları retina üzerinde odaklanabilmeleri için ge­
rekli ölçüde kıramamaktadır. Bu anormalliğin üstesin­
den gelebilmek için, silyer kaslar merceğin gücünü artır­
mak üzere kasılmalıdırlar. Bu nedenle, hipermetrop kişi
kaynakları
akomodasyon mekanizmasını kullanarak uzak nesneleri
retina üzerine odaklama yeteneğine sahiptir. Eğer kişi
uzak nesnelere akomodasyon yapmak için silyer kas gü­
cünün sadece küçük bir kısmını kullanmışsa, göze daha
Odak noktası yakın nesneleri de silyer kası maksimal sınıra kadar ka­
sarak netleştirebilir.
İleri yaşlarda, mercek presbiyopik olmaya başlayınca
kaynakları hipermetrop kişi, merceğinin yakın nesneleri ve hatta
uzak nesneleri odaklayabilmek için yeterli derecede ako­
modasyon yapmasını sağlayamaz.

Miyopi (Yakın Görme). Miyopi veya ‘'yakın-görme"de,


Ş E K İL 49- 11 silyer kaslar tümüyle gevşediğinde uzak nesnelerden ge­
Küçük ve büyük pupilla açıklığının odak derinliği üzerine etkisi. len ışık ışınları, Şekil 49-12’nin en alt kısmında göriildü-
572 ÜNİTE X • Sinir Sistemi: B. Özel Duyular

ğü gibi retinanın önünde odaklaşır. Bu genellikle çok Noktasal


uzun bir göz küresi nedeniyle ortaya çıkarsa da, gözün ışık ‘
mercek sisteminin kırma gücünün çok yüksek olmasına
da bağlı olabilir.
Gözün, merceğin kırma gücünü, silyer kas tümüyle
gevşek durumdayken olan kırma gücünden daha fazla
düşürmesini sağlayacak bir mekanizma bulunmamakta­
dır. Bu nedenle, miyop kişi uzak nesneleri retina üzerin­
BD düzlemi iiçin düzlemi (daha az
de net olarak odaklayabilmek için herhangi bir mekaniz­ odak çizgisi BD düzlemi kırma gücü)
maya sahip değildir. Ancak, nesne göze yaklaştıkça so­
(daha fazla kırma gücü)
nunda görüntüsünün retina üzerine odaklanabildiği bir
AC düzlemi
uzaklığa gelir. Bu noktadan sonra, cisim göze daha da
için odak çizgisi
yaklaşırsa, kişi akomodasyon mekanizmasını kullanarak
görüntüyü net olarak odaklanmış durumda tutabilir. Bu
nedenle, miyop kişinin net görme için sınırlayıcı kesin
bir "uzak noktası” bulunmaktadır. Ş E K İL 49 - 14
Astigmatizm, ışık ışınlarının bir düzlemde bir odak uzaklığında
Miyopi ve Hipermetropinin Mercek Kullanımıyla Dü­ odaklaştıklarını, buna dik olan düzlemde ise farklı bir odak
zeltilmesi. Konkav merceklerden geçen ışık ışınlarının uzaklığında odaklaştıklarını göstermektedir.
ıraksandıgı anımsanacaktır. Bu nedenle, eğer gözün kırı­
cı yüzeyleri miyopicle olduğu gibi çok fazla kırma gücüne
sahiplerse, bu aşırı kırma gücü gözün önüne yerleştirilen yer alan düzlemdeki eğriliği kısa ekseni boyunca yer alan
ve ışınları ıraksayan konkav küresel bir mercek ile nötra­ düzlemdeki eğriliğinden daha azdır.
lize edilebilir. Böyle bir düzeltme Şekil 49-13’ün üst şe­ Astigmatik merceğin bir düzlemdeki eğriliği diğer
masında gösterilmiştir. düzleme göre daha az olduğu için, merceğin bir düzlem­
Öte yandan, hipennetropisi olan, yani mercek sistemi de periferik kısmına düşen ışınlar diğer düzlemde peri-
çok zayıf olan kişinin görmesindeki anormallik ise, gö­ ferik kısımlarına düşen ışınlar kadar kırılmazlar. Bu,
zün önüne yerleştirilen konveks bir mercekle kırma gü­ noktasal bir kaynaktan çıkan ve astigmatik bir mercek­
cü eklenerek düzeltilir. Bu tür düzeltme Şekil 49-13’ün ten geçen ışık ışınlarının gösterildiği Şekil 49-14’de gö­
alt şemasında gösterilmiştir. rülmektedir. BD düzlemi olarak gösterilen dikey düz­
Genellikle net görme için gerekli konkav veya konveks lemdeki ışınlar, astigmatik merceğin eğriliğinin dikey
mercek, "deneme ve yanılma” yöntemiyle, yani önce düzlemde yatay diizlemdekine göre daha fazla olması
güçlü bir merceğin, daha sonra da daha güçlü ve daha nedeniyle güçlü bir kırılmaya uğramaktadırlar. Ancak,
zayıf merceklerin en iyi görme keskinliğini sağlayan AC düzlemi olarak gösterilen yatay düzlemdeki ışık ışın­
mercek bulunana dek denenmesiyle belirlenir. ları dikey düzlemdeki ışınlar kadar kırılmamaktadırlar.
Bu nedenle, astigmatik bir mercekten geçen ışık ışınları­
A stigm atizm nın tümü ortak bir odak noktasına gelmez, bir düzlemde
geçenler diğer düzlemde geçenlerden çok daha önde
Astigmatizm, gözün görüntüyü bir düzlemde buna dik odaklanırlar.
olan düzlemden daha farklı bir uzaklıkta odaklaması ne­ Gözün akomodasyon gücü, akomodasyon sırasında
deniyle oluşan bir kırma kusurudur. Bu genellikle, kor­ göz merceğinin eğriliği her iki düzlemde eşit olarak de­
neanın düzlemlerinden birindeki eğriliğinin çok büyük ğiştiği için, astigmatizmi kompaııse edemez. Diğer bir
olmasından kaynaklanır. Gelen ışığa karşı yan duran bir deyişle, her iki düzlemde düzeltme için farklı dereceler­
yumurtanın yüzeyi, astigmatik mercek yüzeyine örnek de akomodasyon gerektiği için, gözlük kullanmaksızın
olarak kabul edilebilir. Yumurtanın uzun ekseni boyunca her iki düzlemde eşzamanlı bir akomodasyon sağlana­
maz. Bu nedenle, astigmatizmde gözlük kullanmadan
hiçbir zaman net odaklı bir görme sağlanamaz.

Astigmatizmin Silindirik Bir Mercekle Düzeltilmesi. As­


tigmatik bir gözün farklı güçlerde iki silindirik merceğin
birbirine dik açıyla yerleştirilmesinden oluşan bir mer­
cek sistemine sahip olduğu düşünülebilir. Bu nedenle,
astigmatizmin düzeltilmesinde başvurulan yöntem, as­
tigmatik merceğin iki düzleminden, birinde odağı düzel­
ten bir küresel merceğin "deneme ve yanılma” ile bulun­
masıdır. Daha sonra ek bir silindirik mercek ile diğer
düzlemdeki hata düzeltilir. Bunun için gerekli silindirik
merceğin hem ekseninin hem de kırma giiciiniin belir­
lenmesi gereklidir.
Bir gözün mercek sisteminin anormal silindirik bileşe­
ninin eksenini belirlemede farklı yöntemler kullanılır. Bu
yöntemlerden biri, Şekil 49-15’te görülen türden paralel
siyah çubukların kullanımına dayanır. Bu paralel çubuk­
ların bazıları dikey, bazıları yatay; diğerleri ise yatay ve
dikey eksenlere farklı açılardadır. Çeşitli küresel mercek­
lerin astigmatik güz önüne deneme-yanılma yöntemiyle
Ş E K İL 49 - 13 yerleştirilmesinin ardından, bu çubukların bazılarının
Miyopinin konkav mercekle ve hipermetropinin konveks mer­ net görüldüğü bunlara dik olanların ise bulanıklığının
cekle düzeltilmesi. giderilemediği belirli bir mercek gücü genellikle buluna­
BÖLÜM 49 • Göz: I. Görme O p tiğ i 573

k o n tak t le n s g ö rü le n n e sn e n in b ü y ü k lü ğ ü ü z e rin e
12
ön em li bir etki y apm azk en , gö zün b irkaç cm ö n ü n e y e r­
leştirilen m ercekler od ağı d üzeltm en in y an ı sıra g ö rü n ­
tünün b ü y ü klü ğü n ü de değiştirirler.

Katarakt

Katarakt genellikle yaşlı kişilerde ortaya çık an yaygın b ir


gö z bozulduğudur. Katarakt, m ercekte y er alan b u lutlu
veya opak bir alan veya alanlardır. K atarakt o lu şu m u n u n
ot erken safh asın d a , bazı m ercek liflerinde protein ler de-
n atüre olur. D ah a son ra, b u protein ler n o rm al say d a m
protein lifleri yerine, o p ak alan lar o lu ştu ra ca k şekilde
koagü le olurlar.
K atarakt gö rm ed e ciddi k ay ıplara yol a ç a c a k ölçü d e
ışık geçişini en gellerse, m erceğin cerrahi y old an çık artıl­
m ası ile ku su r düzeltilir. Bu y ap ıld ığ ın d a g ö z k ırm a g ü ­
cün ün ön em li bir kısm ın ı yitirdiği için, gü çlü b ir konveks
m ercek gözün ön ü n e yerleştirilerek veya y a p a y bir m e r­
cek çıkartılan m erceğin yerine im p lan te edilerek b u k a ­
yıp k arşılan m ış olur.
Ş E K İL 49 - 15
Farklı açısal doğrultulara sahip siyah paralel çubuklardan
oluşan ve astigmatizmin açısını bulmakta kullanılan çizelge. Görme Keskinliği

Kuramsal olarak, bir noktasal kaynaktan gelen ışık


bilir. Bu b ö lü m d e d a h a ö n ce tartışılan optiğin fiziksel il­ retina üzerine odaklandığında sonsuz derecede kü­
kelerin den yola çıkılarak o d a k dışı silindirik bileşen in çük olmalıdır. Ancak, göziin mercek sistemi kusursuz
eksen in in b u lan ık olan çu b u k lara paralel olduğu söy le­ olmadığı için, böyle bir retina noktası, optik sistemin
nebilir. Bu eksen sap ta n d ık tan so n ra, h a sta tüm ça p ra z ­ olabilecek en yüksek çözümlemesi ile dahi genellikle
la şa n çub ukları net gören e dek, o dak dışı çu b u k lara p a ­ 11 mikrometrelik bir çapa sahip olmaktadır. Bu, Şekil
ralel e k sen e sah ip, d ah a gü çlü veya zay ıf pozitif veya n e ­
49-16’da gösterildiği gibi tam merkezde en parlaktır,
g a tif silin dirik m ercekler denenir. Bu b aşarıld ık tan s o n ­
ve kenarlara doğru gidildikçe kararmaktadır.
ra, gö zlü k çü d en küresel dü zeltm e ve uygun ek sen de s i­
lindirik düzeltm eyi bir a r a d a sağ lay an özel bir m ercek Görmenin en gelişmiş olduğu retinanın merkezi
h azırlam ası istenir. kısmındaki fov ead a konilerin ortalam a çapı 1,5
mikrometredir. Bu, ışık noktasının çapının yedide
biri kadardır. Ancak, ışık noktası parlak bir m erke­
O p tik A norm allikle rin Kontakt Lens Kullanımıyla ze ve görece karanlık kenarlara sahip olduğu için
D üzeltilm esi kişi normalde retina üzerinde birbirinden 2 m ikro­
metre uzaklıktaki, yani foveal koninin genişliğin­
Son yıllarda, cam ve plastik kontakt len sler ko rnean ın ön den biraz daha uzak olan iki noktayı ayrımsayabil-
y ü zü n e kolaylıkla yerleştirilebilm ektedir. Bu m ercekler mektedir. Noktaların bu şekilde ayrımsayabilmesi
k orn ean ın ön yüzüyle kon takt len s arasın d a kalan aralı­ de Şekil 49 -1 6 ’da gösterilmiştir.
ğı do ld u ran ince bir gözyaşı tab ak ası ile yerinde tutul­
İnsan gözünün noktasal ışık kaynaklarını ayrımsa­
m aktadır.
K ontakt len sin önem li bir özelliği n o rm ald e korneanın
madaki normal görme keskinliği 25 saniye kadardır.
ön y ü zü n d e olu şan refıaksiy on u h em en h em en sıfırla­ Bu, iki ayrı noktadan gelen ışık ışınlarının göze 25 sani-
m alarıdır. B unun n eden i, kontakt len s ile korneanın ön
yüzü ara sın d a yer alan gözy aşın ın h em en h em en ko rn e­
aya eşit b ir kırm a in d eksin e sah ip olm asıdır. Böylelikle
k orn ean ın ön yüzü artık gö zü n optik siste m in d e ön em li
bir rol oy n am am ak tadır. B un u n yerine, artık kontakt len ­
sin ön y üzü önem kazan m ak tadır. Yani, kontakt lensin
refıak siy on u korn ean ın n orm al kırm a özelliğinin yerini
alm aktadır. Bu du ru m özellikle, gö z k ırm a kusurları kor­
n ean ın an o rm al şeklin den kaynaklan an , örneğin kerato-
k o n ııs adı verilen garip, d ışa kabarık biçim li ko rn eay a s a ­
hip olan h asta lar için önem lidir. Kontakt len s kullanıl­
m ad ığı takdirde, çıkıntılı k o rn ea öyle ağır bir görm e
an o rm alliğin e yol aç a r ki, h erh an gi bir gözlükle g ö rm e ­
nin düzeltilm esi m ü m k ü n olm az. B un a karşın kontakt
len s kullan ıldığın da korn eal ıefraksiyon n ötralize edilir
ve b u n u n yerini kontakt len sin ön y üzün ün n orm al ref-
raksiyonu alır.
K ontakt len s ku llanım ının b aşk a faydaları d a vardır:
(1) kontakt len s gözle birlikte d ön er ve alışılm ış gö zlük­
Ş E K İL 49 ■ 16
lerden çok d a h a gen iş bir net gö rm e alanı sağlar, ve (2) İki noktasal ışık kaynağı için en yüksek görme keskinliği.
574 ÜNİTE X • Sinir Sistemi: B. Özel Duyular

yelik bir açıyla ulaşmaları durumunda, bir yerine iki


ayrı nokta olarak ayrımsanabilmeleıi demektir. Bu da,
normal görme keskinliğine sahip kişinin iki parlak nok­
taya 1 0 metre uzaktan bakması halinde, bunlar arasın­
daki uzaklık 1,5 ila 2 milimetre olduğunda noktaları ay­
rık olarak algılayabilmesi anlamına gelmektedir.
Foveanın çapı 0,5 milim etreden (500 m ikrom et­
re) küçüktür. Bunun anlamı, en yüksek görme kes­
kinliğinin görme alanının 2 dereceden küçük bir
kısmında gerçekleşmesi demektir. Foveal alanın dı­
şında görme keskinliği gittikçe düşerek peıifeıe
yaklaşınca foveaya göre 10 kezden fazla azalır. Bu­
nun nedeni, 51. Bölüm’de tar tışıldığı gibi retinanın Ş E K İL 4 9 - 1 7
periferik alanlarında çok sayıda basil ve konilerin Uzaklığın (1) görüntünün retina üzerindeki büyüklüğü ile ve (2)
stereopsiniıı soııucıı olarak algılanması.
aynı optik sinir lifine bağlanmalarıdır.

Görm e Keskinliğinin Belirlenmesinde Klinik tirmez. Bu şekilde, hareket eden paralaks mekaniz­
Yöntem . Gözleri incelem ek için kullanılan test ması ile yalnız tek göz kullanılsa bile farklı nesnele­
kartı normalde incelenen kişiden 6 m ( 2 0 feet) uza­ rin görece uzaklıkları belirlenebilir.
ğa yerleştirilir, ve eğer kişi 6 m’lik uzaklıktan göre­
bilmesi gereken harfleri görebiliyorsa, o kişinin Uzaklığın Stereopsi ile Belirlenmesi - Binoküler
görmesi normal yani 2 0 / 2 0 görme olarak adlandı­ (Çift Gözle) Görme. Paralaksı algılamanın bir başka
rılır. Eğer kişi aslında 200 feet uzaklıktan görmesi yöntemi de binoküler (çift gözle) görmedir. İki göz
gereken harfleri görebiliyorsa görme 2 0 / 2 0 0 olarak arasında 5 cm den biraz daha fazla bir mesafe bulun­
değerlendirilir. Bir başka deyişle, görmek keskinli­ duğundan, iki retinada oluşan görüntüler birbirinden
ğini ifade etmek için kullanılan klinik yöntem, iki farklıdır. Yani, burun kemerinin 2,5 cm önünde yer
mesafe arasındaki veya kişinin görme keskinliği ile alan bir nesnenin görüntüsü sol gözün retinasının sol
norm al kişinin görme keskinliği arasındaki m ate­ tarafında oluşurken sağ gözün retinasının sağ tarafın­
matiksel oran olarak ifade edilebilir. da oluşur. Buna karşın, burnun 6 m önünde yer alan
küçük bir nesnenin görüntüsü her iki retinanın orta­
sında yaklaşık olarak birbirine karşılık düşen nokta­
Bir Nesnenin Gözden Uzaklığının larda yer alacaktır'. Bu tür paralaks, gözden farklı
Belirlenmesi-Derinlik Algısı uzaklıklarda bulundukları için iki retina üzerindeki
görüntüleri ters olarak yer alan siyah bir nokta ile ka­
Normal görme sistem i uzaklığı başlıca üç yolla al­ reyi gösteren Şekil 49-17’de görülmektedir. Bu, her iki
gılar. Bu olay derinlik algısı olarak bilinir. Bu yollar göz kullanıldığında her zaman ortaya çıkan bir para­
( 1 ) bilinen nesnelerin retina üzerindeki görüntüle­ laks türüdür. İki gözü gören kişinin, yakında yer alan
rinin büyüklüğü, (2 ) hareket eden paralaks feno­ nesnelerin göreceli uzaklıklarını değerlendirme yete­
meni, ve (3) steıeopsi olayıdır. neğinin tek gözü gören şahsa göre çok daha üstün ol­
masını hemen hemen tümüyle bu binoküler paralaks
Bilinen Nesnelerin Retinal Görüntülerin Bü­
yüklüğünden Faydalanarak Uzaklığın Belirlen­ (veya stereopsi) sağlamaktadır. Buna karşın, 30 ila 60
m ene ötesindeki uzaklıklarda derinliğin algılanması
mesi. Bakılan kişinin boyunun 1,80 m olduğu bili­
için stereopsinin yararı yoktur.
nirse, basitçe o kişinin retina üzerindeki görüntü­
sünün büyüklüğünden yola çıkılarak kişinin ne ka­
dar uzakta bulunduğu belirlenebilir. Kişi büyüklük
üzerine bilinçli olarak düşünmez; ancak beyin bo­
yutları bilinen nesnelerin görüntülerinin büyüklü­ OFTALMOSKOP
ğünden nesnenin uzaklığını hesaplamayı öğren­
Oftalmoskop, gözlemcinin diğer bir kişinin gözünün içi­
miştir. ne bakmasını ve retinayı net olarak görebilmesini sağla­
yan bir alettir. Oftalmoskop oldukça karmaşık bir gereç
Uzaklığın Hareket Eden Paralaks Yardımıyla gibi görünmekle birlikle, çalışma ilkeleri oldukça basit­
Saptanması. Gözlerin uzaklığı algılamasını sağla­ tir. Temel bileşenleri Şekil 49-18’de gösterilen oftalmos­
yan bir başka araç hareket eden paıalakstır. Tümüy­ kop şu şekilde açıklanabilir.
le hareketsiz gözlerle uzağa bakıldığında hareket Etnetropik bir gözün retinası üzerine parlak bir ışık
eden paralaks algılanmaz. Ancak, baş hareket ettiril­ noktası düşürüldüğünde, bu ışık noktasından ışınlar gö­
diğinde, yakında yer alan nesnelerin görüntüleri re­ zün mercek sistemine doğru yayılarak yansırlar, ve reti­
na merceğin bir odak uzaklığı kadar gerisinde yer aldığı
tina üzerinde hızla hareket ederken uzakta yer alan
için, bu ışınlar mercek sisteminden geçtikten sonra bir­
nesnelerin görüntüleri neredeyse hareketsiz kalırlar. birlerine paralel olarak yol alırlar. Daha sonra, bu paralel
Örneğin, gözlerin 3 cm önünde bir nesne varken ba­ ışınlar diğer bir kişinin emetropik gözüne girdiklerinde,
şı 3 cm yana hareket ettirmekle görüntü neredeyse retina yine merceğin bir odak uzaklığı kadar gerisinde
tüm retinayı kat ederken, gözün 60 m uzağındaki bir yer aldığından, tekrar retinanın üzerinde bir noktaya
nesnenin görüntüsü algılanabilir düzeyde yer değiş- odaklaşırlar. Bu nedenle, incelenen kişinin retinası iize-
BÖLÜM 49 • Göz: I. Görm e O p tiğ i 575

incelenen göz Gözlemcinin gözü İris


Humör aköz
Fontana boşlukları
Sıvının
akımı Schlemm kanalı
Silyer cisim

Sıvı ve diğer
içeriğin
difüzyonu

Retina
Oftalmaskopun optik sistemi.
damarlarında
difüzyon ve
filtrasyon
ıindeki herhangi bir ışık noktası, gözlemleyen kişinin re­
tinası üzerine odaklanmış bir nokta şeklinde yansır. Böy­
lelikle, bir kişinin retinası ışık yayacak hale getirilirse, o
kişinin retinasının görüntüsü basitçe gözünün içine Optik sinir
doğru bakan gözlemcinin retinası üzerine odaklanır. Bu Ş E K İL 49 - 19
ilkeler ancak tümüyle emetıopik gözlere uygulanabilir.
Sıvının göz içinde oluşumu ve akımı.
Bir oftalmoskop yapabilmek için gerekli olan tek şey
incelcnecek olan retinayı aydınlatabilecek bir araçtır.
Daha sonra, bu retinadan yansıyan ışık gözlemci tarafın­
dan incelenen göze yeterince yaklaşmakla görülebilir. (reabsorpsiyon). Humör aköziin oluşumu ve reabsoıpsi-
İncelenen gözün retinasının aydınlatılabilmesi için, Şe­ yonu arasındaki denge, toplam hacmi ve göziçi basıncı­
kil 49-18'de gösterildiği şekilde açılı bir ayna veya bir nı düzenler.
prizma parçası gözlemlenen gözün önüne yerleştirilerek
ampulden gelen ışık incelenen gözün içine yansıtılır. Bu
şekilde retina, pupilladan geçen ışıkla aydınlatılır, ve H um ör A közün Silyer C isim ler T arafın d an
gözlemci aynanın veya prizmanın kenarından veya ışı­
Ü retim i
ğın pupilladan eğik olarak girmesini gerektirmeyecek şe­
kilde hazırlanmış bir prizmanın içinden bakarak incele­
Aköz humör gözde dakikada ortalama 2-3 mikroliti elik
nen kişinin pupillasından içeriyi görür.
bir hızla üretilmektedir. Bu sıvının neredeyse tümü sil­
Yukarıda bu ilkelerin yalnızca emetropik gözlere uy­ yer uzantılar tarafından salgılanır. Bu uzantılar, silyer ci­
gulanabileceği vurgulanmıştı. Eğer her iki gözden biri­ simden başlayıp mercek bağları ile silyer kasların göz kü­
nin kırma gücü anormal ise, gözlemcinin incelenen reti­ resine yapıştıkları iris arkasındaki boşluğa uzanan kat­
nanın net bir görüntüsünü görebilmesi için kırma gücü­ lanmalardır. Bu silyer uzantıların kesiti Şekil 49-20’de ve
nün düzeltilmesi gereklidir. Bu nedenle, alışılmış oftal­ gözün sıvı kamaralarına göre konumları ise Şekil 49-
moskoplarda bir disk üzerinde bir dizi mercekler yerleş­ 19’da görülmektedir. Katlanmış yapıları sayesinde silyer
tirilmiştir. Bu diskin döndürülmesiyle bir mercekten di­ uzantıların yüzey alanları her gözde 6 santimetre kare
ğerine geçilerek gözlerden bili veya her ikisinden kay­ kadardır. Bu alan, silyer cisimlerin küçük boyutları göz
naklanan kırma kusurunu düzeltecek uygun mercek se­ önüne alındığında büyük bir alandır. Bu uzantıların yü­
çilir. Normal genç erişkinlerde gözler birbirine yaklaştı­
rıldığında, doğal bir akomodasyon refleksi oluşarak her
gözün kırma gücünde + 2 diyoptrilik bir artış ortaya çıkar.
Bunu düzeltebilmek için mercek diskinin yaklaşık -'1 di­ Silyer uzantılar
yoptriye ayarlanması gereklidir.

G Ö Z Ü N S IV I S İS T E M İ-G O Z IÇ I S IV IL A R I

Göz, göz küresinin gergin kalması için yeterli basıncı


sağlayan göziçi sıvısı ile doludur. Şekil 49-19 bu sıvı­ Damar
nın, merceğin önü ve kenarlarında yer alan hıımör tabakası
aköz ve mercekle retina arasında yer alan hıımör vit-
röz olmak üzere iki kısma ayrılarak incelenebileceğini
göstermektedir. Hıımör aköz serbestçe hareket edebi­
len bir sıvı iken, bazen vitröz cisim olarak da adlandı­
rılan hıımör vitröz, büyük ölçüde uzun proteoglikan
moleküllerinden oluşan ince fibriler bir ağ ile bir ara­
da tutulan, jelatin kıvamında bir kitledir. Maddeler
Silyer kas
humör vitröz içinde yavaşça difiize olurlar, ancak sıvı
akım ı çok azdır. Ş E K İL 4 9 - 2 0
Humör aköz sürekli olarak oluşturulur ve geri alınır Silyer uzantıların anatomisi.
576 ÜNİTE X • Sinir Sistemi: B. Özel Duyular

zeyleri sekretuvar epitel hücreleri ile kaplıdır, ve yüksek


Uygulanan basınç
damarlanma gösteren bir alanın yakınında yer alırlar.
Humör aközün neredeyse tamamı silyer uzantıları sa­
ran epitelin aktif salgısı şeklinde oluşmaktadır. Sekıes-
yon, sodyum iyonlarının epitel hücreleri arasındaki
alanlara aktif transportu ile başlamaktadır. Sodyum
iyonları elektriksel nötıaliteyi sağlamak için kloriir ve bi­
karbonat iyonlarını da beraberlerinde çekerler. Daha
sonra, tüm bu iyonlar birlikte, altta yer alan dokudan su­
yun aynı interselüler boşluklara ozmozuna yol açarlar,
ve oluşan çözelti bu boşluklardan silyer uzantıların yü­
zeyine doğru çıkar. Buna ek olarak, amino asitler, askor-
bik asit ve glikoz gibi birçok besin maddesi epitelin iki
tarafı arasında aktif transportla taşınır.

Humör Aközün Gözden Dışarı Akışı


Ilumör aköz silyer uzantılar tarafından oluşturulduk­ Ş E K İL 49 - 22
tan sonra Şekil 49-19’da gösterildiği gibi merceğin bağ­ Tonometrenin ilkeleri.
ları arasından ve daha sonra pupilladan geçerek gö­
zün ön kamarasına akar. Burada sıvı kornea ve iris
arasındaki açıya doğru akar ve daha sonra trabekülle-
rin oluşturduğu bir ağın içinden geçerek ekstraoküler
venlere boşalan Schlemm kanalına geçer. Schlemm
kanalı, gözün etrafım çember şeklinde dolaşan ince için, klinikte bu basıncın ölçümü, ilkesi Şekil 49-22'de
duvarlı bir vendir. Bndotelyal membranı, büyük prote­ gösterilen tonometre ile gerçekleştirilmektedir. Korne­
in molekülleri ve eritrosit büyüklüğündeki küçük par- anın anestezisi lokal anestetik bir madde ile sağlandık­
tikülleıin ön kamaradan Schlemm kanalına geçmesi­ tan sonra tonometrenin tabanı kornea üzerine yerleştiri­
ne olanak tanıyacak kadar porlu bir yapıdadır. lir. Daha sonra, merkezi piston üzerine, buna değen kor­
Schlemm kanalı bir venöz kan damarı olmakla birlikle nea kısmının içeri doğru hareketine yol açacak küçük bir
içine dolan bol miktardaki humör aköz nedeniyle, kuvvet uygulanır. Hareketin miktarı tonometrenin ölçe­
kanla değil, tümüyle humör aköz ile doludur. ğinden okunur ve bu da ıntraoküler basınca göre kalibre
Schlemm kanalından gözün büyük venlerine bağlantı edilir.
yapan küçük venler de sadece humör aköz içerirler ve
aköz venler olarak adlandırılırlar. Intraoküler Basıncın Düzenlenmesi. Intraoküler ba­
sınç normal gözde 15 ± 2 mm Hg düzeyinde sabit tutu­
lur. Bu basıncın düzeyi, büyük ölçüde humör aközün ün
Göziçi (Intraoküler) Basıncı kamaradan Schlemm kanalına akışında karşılaştığı di­
renç tarafından belirlenir. Bu akış direnci, sıvının ön ka­
maranın lateral açılarından Schlemm kanalına geçerken
Normal göz içi basıncı ortalama 15 mm I lg’dır, ve 12-20
içinden sızması gereken trabekül ağından kaynaklan­
mm Hg arasında normal kabul edilir.
maktadır. Bu trabeküller 2-3 mikrometrelik küçük açık­
lıklar içerirler. Basınç arttığında sıvının kanal içine akış
Tonometri. Intraoküler basıncın ölçümü için hastanın
hızı belirgin derecede artmaktadır. Normal gözde 15 mm
gözüne bir iğne batırmak pratik bir yöntem olmadığı
Hg basınçta Schlemm kanalı yoluyla gözü terk eden sıvı
miktarı 2,5 pl/dakikaya ulaşmakta ve silyer cisimden
kaynaklanan sıvı girişine eşiüenmektedir. Bu nedenle,
normalde yaklaşık 15 mm Hg düzeyinde basınç sabit
kalmaktadır.

Trabeküler Alanların ve İn trao k ü ler Sıvının


Tem izlenm esi. Göz içi kanamalar veya enfeksiyon­
larda olduğu gibi humör aköz içinde büyük miktarda
debris oluştuğunda, bunlar Schlemm kanalının giri­
şinde yer alan trabeküler alanda birikirler. Bu debris,
sıvının ön kamaradan uygun şekilde reabsorpsiyonu-
nu engelleyebilir ve bazen az sonra açıklanacağı gibi
glokoma yol açabilir. Ancak, trabeküler plakların yü­
zeylerinde çok sayıda fagositik hücre bulunur. Hemen
Schlemm kanalının ağzında da, debrisi yutma ve ab­
sorbe olabilen küçük moleküler parçalara ayırma ka­
pasitesi çok yüksek olan retiküloendotelyal hücreleri
bol miktarda içeren bir iııterstisyel jel tabakası bulun­
maktadır. Bu fagositik sistem trabeküler alanı temiz
tutar.
Iridokorneal açının anatomisi; humör aközün konjuktival veli­ Ayrıca, irisin yüzeyi ve irisin arkasındaki diğer göziçi
lere akması için gerekli sistemi gösiermektedir. yüzeyler, proteinleri ve küçük parçacıkları fagosite etme
BÖLÜM 49 • Göz: I. G örm e O p tiğ i 577

yeteneğine sahip bir epitelle kaplıdırlar. Böylelikle hu- nin bozulmasına bağlı olarak nöron hasarının artması
mör aközün berrak kalması sağlanmaktadır. da olasıdır.
Çoğu glokom olgusunda, anormal yükseklikteki ba­
Glokom, Önemli Bir Körlük Nedeni. Glokom körlü­ sınç, sıvının iridokorneal açıda, trabeküler alandan
ğün en sık nedenlerinden biridir. Bu, göziçi basıncını pa­ Schlemm kanalına geçişte karşılaştığı direncin sonucu­
tolojik düzeylere, bazen akut olarak 60-70 mm Hg'ya ka­ dur. Örneğin, akut göz inflamasyonunda, beyaz kan hüc­
dar yükseltebilen bir göz hastalığıdır. 20-30 mm Hg’yı releri ve doku debrisi trabeküler boşluklarda tıkanmaya
aşan basınçlar uzun sürdüğünde görme kaybına yol ve göz içi basıncında akut artışa yol açarlar. Kronik ko­
açarlar. Çok yüksek basınçlar günler ve hatta saatler için­ şullarda, özellikle ileri yaşlarda, trabeküler alanın fibröz
de körlüğe yol açabilirler. Basınç arttığında, optik sinirin oklüzyonu en sık nedendir.
aksonları gözü terk ettikleri optik disk bölgesinde sıkışır­ Glokom bazen göze damlatılan ve göz küresine difüze
lar. Bu sıkışma sonucunda, retinada yer alan nöron hüc­ olarak humör aközün sekresyonunu azaltan veya ab-
re gövdelerinden beyne ulaşan uzun optik sinir liflerine sorpsiyonunu artıran ilaçlarla tedavi edilebilir. İlaç teda­
doğru olan aksonal sitoplazma akımının kesildiği sanıl­ visi yetersiz kaldığında, trabekiil boşluklarının açılması
maktadır. Bunun sonucu, liflerin beslenmesinin bozul­ veya göz küresinin sıvı içeren boşlukları ile göz küresinin
ması ve buna bağlı olarak da ilgili nöronların ölümüdür. dışındaki subkoııjunktival alan arasına doğrudan delik­
Ayrıca, göze yine optik diskten giren retina arterinin ba­ ler açılması tarzındaki cerrahi tekniklerle basınç çoğun­
sınç altında kalması sonucunda, retinanın beslenmesi­ lukla yeterli derecede düşürülebilir.

REFERANSLAR
A bram s D : D u k e-E ld er’s Practice o f R e fra c ­ C oster D : Ph y sics for O phthalm ologists. New M athias R T , R a e J L , B a ld o G J: Ph y siolog ical
tion, 10th ed. N ew Y o rk: C hurchill L iv in g ­ Y o rk : C hurchill Livingstone, 1994. properties o f the norm al len s. P hysiol R e v
ston e, 1 9 93. C ro n je S , Harris W F : Short-term keratom etric 7 7 :2 1 , 19 9 7 .
A lbert D M , Ja k o b iec F A : Principles and Prac­ variation in the human eye. Optom V is S ei R a c J L , W atsky M A : Io n ic ch an n els in corneal
tice o f O phthalm ology. Philadelphia: W B 7 4 :4 2 0 , 1997. endothelium . A m J P h y sio l 2 7 0 :C 9 7 5 ,
Saunders C o, 1994. Fraunfclder F T , R o y H (eds): Current O cular 1996.
A tchison D A , C harm an W N , W oods R L : S u b ­ Therapy 4 . Philadelphia: W B Saunders Co, Sch ein m an M : U nderstanding and M anaging
je c tiv e depth-of-focus o f the eye. Optom 1994. V isu al D eficits. T h o ro fa re, N J: S L A C K Inc,
V is S e i 7 4 :5 1 1 , 1997. G riffin J R : O ptom etrie M anagem ent o f R ead ­ 1997.
B en n ett E S , H enry V A : C lin ica l M anual o f ing D ysfunction. Bosto n : Butterw orth-H ei- Sch ein m an M , W ic k B : C lin ic a l M anagem ent
nem ann, 1997. o f B in o cu lar V ision . P hilad elp hia: J B Lip-
C o n tact L en ses. Philadelphia: J B Lippincott,
G uyton D L : Sigh ts and Sounds in Ophthalmol­ pincolt, 1993.
19 94.
ogy: O cu lar M otility and Bin o cu lar Vision. S hield s M B : T ex tb o o k o f G laucom a. B a lti­
B e n tley P J: T h e crystallin e lens o f the eye: an
S t. Lou is: C V M osby C o, 19891 m ore: W illiam s & W ilk in s, 1 9 9 2 .
op tical m icrocosm . N ew s Ph ysiol S e i 1:1 9 5 ,
Ja co b T J , C ivan M M : R o le o f ion channels in Sm ith G , A tchison D A : T h e E y e and Visual
1986.
aqueous hum or form ation. A m J Physiol O ptical Instrum ents. C am b rid ge, U K : C am ­
B ill A : C irculation in the eye. In: Renkin E M ,
2 7 I :C 7 0 3 , 1996. bridge U niversity Press, 1997.
M ich e l C C (cd s): H andbook o f Physiology.
Ku J , P ok om y J , Sm ith V C : Optical density o f T hibos LN , Y e M , Z h ang X , B radley A :
S e c . 2 , V ol. IV . B eth csd a: A m erican P h y si­ the hum an lens. J Opt S o c A m A 1 4 :9 5 3 , Spherical aberration o f the reduced sche­
o lo g ica l S o ciety , 1984, p 1001. 1997. m atic eye w ith ellip tical refracting surface.
B u issere t P : Influence o f extraocular m uscle M argo C B , H amed L M , M am es R N : D iagn os­ Optom V is S c i 7 4 :5 4 8 , 19 9 7 .
proprioception on vision. Physiol R ev 7 5 : tic Problem s in C lin ical Ophthalm ology. W ade N : A Natural H istory o f V isio n . C am ­
3 2 3 , 1995. Philadelphia: W B Saunders C o, 1994. bridge, M A : M IT P ress, 1998.
Retina, renkli görmeden sorumlu olan konileri ve esas Basil ve Koniler. Şekil 50-3, bir fotoreseptöriin (koni ya
olarak karanlıkta görmeden sorumlu olan basilleri içe­ da basil) esas bileşenlerini göstermektedir. Şekil 50-4’te
ren, gözün ışığa duyarlı bölümüdür. Basil ve koniler gösterildiği gibi, konilerin dış bölümü koni biçimindedir.
uyarıldıklarında, sinyaller, retinadaki ardışık nöronlara Genel olarak, basiller konilerden daha dar ve uzundur,
ve sonuçta optik sinir liflerine ve beyin korteksine ile­ ancak bu her zaman böyle değildir. Retinanın periferik
tilir. Bu bölümün amacı, koni ve basillerin hem beyaz bölümlerinde, koniler 5 ila 8 mikrometre çapında iken
hem de renkli ışıkları saptama ve daha sonra görsel basiller 2 ila 5 mikrometre çapındadır; retinanın merke­
şekli optik sinir sinyallerine dönüştürmedeki özgün zi bölümünde, foveada koniler silindir şeklindedir ve
mekanizmaları açıklamaktır. yalnızca, 1,5 mikrometre çapındadır.
Şekil 50-3’te sağda, bir basil ya da koninin ana işlevsel
bölümleri işaretlenmiştir: (1) dış bölüm, (2) iç bölüm, (3)
çekirdekve (4) sinaptik gövde. Dış bölümde, ışığa hassas
fotokimyasal madde bulunur. Bu basillerde rodopsindir
RETİNANIN ANATOMİSİ VE YAPI ve konilerde üç "reıık" fotokimyasal maddeden biridir:
ELEMANLARININ İŞLEVİ genellikle basitçe renk pigmenti olarak adlandırılır,
spektral duyarlılığındaki farklılıklar dışında neredeyse
Retinanın Tabakaları. Şekil 50-1 retinanın tabakalar tamamen rodopsin gibi işlev görür.
halinde düzenlenmiş işlevsel bileşenlerini dıştan içe Şekil 50-3 ve 50-4'teki hem koni hem basillerdeki çok
doğru şu şekilde göstermektedir: ( 1 ) pigment tabakası, sayıdaki diske dikkat ediniz. Konilerde, her bir disk gerç
(2) koni ve basillerin pigment içine uzayan tabakası, (3) ekte katlanmış hücre zarından oluşmuş bir raftır; bu ba­
dış sınırlayıcı zar, (4) koni ve basillerin hücre gövdeleri­ sillerde de basilin tabanına yakın bölümler için doğru­
ni içeren dış nükleer tabaka, (5) dış pleksiform tabaka, dur. Bununla beraber, basilin tepesine doğru, diskler
(6 ) iç nükleer tabaka, (7) iç pleksiform tabaka, (8 ) gang- zardan ayrılırlar ve tümüyle hücrenin içinde uzanan yas­
liyon tabakası, (9) optik sinir lifleri tabakası ve (10) iç sı­ sı çantacıklar halindedirler. Her bir koni ya da basilde
nırlayıcı zar. 1 0 0 0 gibi büyük sayıda disk bulunur.
Işık, gözün mercek sistemini ve vitröz ortamı geçtikten Rodopsin ve renk pigmentleri konjüge proteinlerdir.
sonra iç taraftan retinaya girer (bkz. Şekil 50-1); yani ön­ Disklerin zarına transmembıan proteinler şeklinde
ce gangliyon hücrelerinden ve sonra pleksiform tabaka­ katılırlar. Disklerdeki bu ışığa duyarlı pigmentlerin
lardan, nükleer tabakadan ve nihai olarak retinanın dış konsantrasyonu öyle büyüktür ki, yalnızca pigmentler
tarafında tüm yol boyunca yerleşmiş koni ve basil taba­ dış segmentin tüm kütlesinin yüzde 40 kadarını oluş­
kasına ulaşmadan önce sınırlayıcı zarlardan geçer. Bu tururlar.
mesafe yüzlerce mikrometrelik bir kalınlıktır; görme kes­ Iç segment bilinen sitoplazma ve sitoplazmik organel-
kinliği böylesi homojen olmayan dokudan bu geçişle leri içerir, özel önemi olan mitokondrilerdir; daha sonra
azalır. Bununla beraber, aşağıda tartışıldığı şekilde, reti­ görülecektir ki bu segmentteki mitokondriler fotoresep-
nanın merkezi bölgesinde, iç tabakalar, bu görme kesin­ tör işlevi için enerji sağlamada önemli rol oynamaktadır­
liği kaybını önlemek için yanlara çekilmiştir. lar.
Sinaptik gövde, koni ya da basilin sonraki sinir hücre­
Retinanın Fovea Bölgesi ve Keskin Görmede leri olan, horizontal ve bipolar hücreler ile, bağlantısını
Önemi. Şekil 50-2 de gösterilen, fovea olarak adlandı­ sağlayan bölümüdür ve görme zincirindeki bir sonraki
rılan retinanın merkezindeki küçük alan 1 milimetre aşamayı temsil eder.
kareden biraz fazla bir toplam alana sahiptir ve özellik­
le keskin ve ayrıntılı görme yeteneğine sahiptir. Yalnız­ Retinanın Pigment Tabakası. Pigment tabakasındaki
ca 0,3 milimetre çapındaki foveanın orta bölümü, mer­ siyah melanin pigmenti göz küresindeki ışık yansımala­
kezi fovea adını alır; bu alan tümüyle konilerden oluş­ rını önler; bu net bir görüş iç in çok önemlidir. Bu pig­
muştur ve konileri, retinanın periferinde yer alan ince ment, bir fotoğraf makinasındaki körüğün içindeki siyah
uzun konilerin tersine, özellikle silindir şeklindeki göv­ boyanın işlevinin aynısını gerçekleştirir. O olmasaydı,
deleri ile görüntüdeki ayrıntıların saptanmasına yar­ ışık göz küresi içinde tüm yönlerde dağılır ve keskin bir
dım eden özel bir yapıya sahiptir. Ayrıca, bu bölgede, görüntü oluşumu için gerekli olan karanlık ve aydınlık
kan damarları, gangliyon hücreleri, hücrelerin iç nük­ noktalar arasındaki normal kontrast oluşumu yerine re­
leer tabakası ve pleksiform tabakalar konilerin dosdoğ­ tinanın yaygın olarak aydınlanmasına yol açardı.
ru üstlerinde durmak yerine bir tarafa doğru yer değiş­ Pigment tabakası ve koıoiddeki melaninin önemi, ge­
tirmişlerdir. Bu, ışığın engellenmeden konilere geçme­ netik olarak vücutlarının tüm bölümlerinde melanin ek­
sini sağlar. sikliği gösteren albino kişilerdeki eksiklik ile aydmlatıl-

578
BÖLÜM 50 • Göz: II. Retinanın Reseptör Olarak ve Sinirsel İşlevi 579

ine gömülü olan koni ve basillerin dış segmentlerinin


DIŞ TARAF zarlarından ileri ve geri değişime uğrarlar. İleride, A vita­
Pigmentli tabaka mininin ışığa duyarlı pigmentlerin önemli bir ön mad­
desi olduğunu ve A vitamininin bu değişiminin, resep­
Basil ve konilerin tabakası törlerin ışığa duyarlılıklarının düzenlenmesi için önemli
Dış sınırlayıcı zar olduğunu göreceğiz.
Dış nükleer tabaka Retinanın Kanlanması - M erkezi Retinal Arter ve
Koroid. Retinanın iç tabakaları için besleyici kan deste­
Dış pleksiform tabaka ği, göz küresine optik sinir ile birlikte giren ve sonra tüm
Horizantal hücre iç retina yüzeyini beslemek üzere dallanan merkezi reti­
nal arterden kaynaklanır. Böylece, büyük ölçüde, retina­
iç nükleer tabaka nın, gözün diğer yapılarından bağımsız kendi kan deste­
Müller lifi ği oluşur.
Amakrin hücre Bununla beraber, retinanın dış tabakalarının çoğu, re­
tina ve sklera arasında çok damarsal bir yapı olan koro-
İç pleksiform tabaka idden beslenir. Ayrıca, retinanın dış tabakaları, özellikle
basil ve konilerin dış segmentlerinin beslenmeleri ve
Gangliyon hücreleri
özellikle oksijen gereksinimleri, esasen koroid damarla­
Gangliyonik tabaka rından difüzyona bağımlıdır.

l\ y1\ / \ . .. ___ 11 Stratum optikum (optik tabaka) Retinanın Ayrılması (retina dekolmanı). Nöral retina ba­
zen pigment epitelindeıı ayrılır. Bazı durumlarda böyle
İç sınırlayıcı zar bir ayrılmanın nedeni sıvı ya da kanın retina ve pigment
f t epiteli arasında toplanmasına yol açan göz küresi yara­
lanmasıdır, fakat sıklıkla, retinayı göz küresinin içine
IŞIĞIN YÖNÜ
doğru düzensizce çeken, vitröz sıvıdaki ince kollajen lif­
Ş E K İL 50 - 1 lerin kasılması ile de meydana gelebilir.
Retinal nöronların organizasyonu. (Polyak’tan moclifiye edil­ Kısmen ayrılma yarığı boyunca difüzyonla ve kıs­
miştir: The Retina. (C) 1941 by The Uııiversity of Chicago. Tüm men retinal arter ile retinanın bağımsız kanlanması
hakları saklıdır) sayesinde, ayrılan retina dejenerasyona günlerce da­
yanabilir ve pigment epiteli ile normal ilişkisi sağlana­
cak şekilde cerrahi olarak yerleştirilirse yeniden işlev
mıştır. Albiııo bir kişi çok aydınlık bir alana girdiğinde, görür hale gelebilir. Fakat hemen yerleştirilmezse, so­
retinaya çarpan ışık pigmentsiz retinanın ve alttaki skle- nuçta retina yok olur ve cerrahi tedaviden sonra dahi
ranın beyaz yüzeyleri ile tüm doğrultularda yansıtılır, işlev göremez.
böylece, normalde yalnızca az sayıda koni ya da basili
uyaracak tek bir dar ışık huzmesi her yere yansıtılır ve re­
septörlerin çoğunu uyarır. Bu yüzden, albinoların görme
keskinliği, 2 0 / 2 0 olan normal değer yerine en iyi optik
düzeltme ile dahi nadiren 2 0 / 1 0 0 ila 2 0 /2 0 0 ’den daha iyi GÖRMENİN FOTOKİMYASI
olur.
Pigment tabakası aynı zamanda büyük miktarlarda A Koni ve basillerin her ikisi de ışığa m aruz kaldıkla­
vitamini bulundurur. Bu A vitamini, pigment tabakası iç rında parçalanan kimyasal maddeler içerir ve so ­

Maküla ve merkezindeki foveamn fotomikrografı. Retinanın iç tabakalarının, ışık iletisi ile girişimini azaltmak için yanlara çekil­
diğine dikkat ediniz. (Fawcett’dan: Bloom and Fawcett: A Textbook of Histology. 11 th ed. Philadelphia, W. B. Saunders Company,
1986; courtesy of H. Mizoguchi.)
580 ÜNİTE X • Sinir Sistemi: B Özel Duyular

Rodopsin-Retinal Görme Döngüsü ve


Basillerin Uyarılması
Rodopsln ya Rodopsin ve Rodopsinin Işık Enerjisi ile Parçalan­
da renk ması. Basillerin reünanın pigment tabakasının içine
pigmentinin“
segment uzanan dış segmentinde rodopsin ya da görme boyası
dizildiği ^
olarak adlandırılan ışığa hassas pigment % 40 kadar
membran
konsantrasyonda bulunur. Bu madde skotopsin prote­
katları
ini ile karotenoid pigment retinalin ("retinen” olarak
da adlandırılır) bir kombinasyonudur. Ayrıca, retinalin
1 \-sis retinal adım alan özel bir tipi vardır. Retinalin bu
sis formu önemlidir, çünkü yalnız bu tipi rodopsin
sentezlemek üzere skotopsinle bağlanabilir.
Işık enerjisi rodopsin tarafından soğurulduğunda,
Şekil 50-5’te en üstte gösterildiği şekilde saniyenin
trilyonda biri kadar bir süre içinde parçalanmaya
başlar. Bunun nedeni rodopsinin retinal bölümün­
deki elektronların ışıkla aktive olmalarıdır ki, bu da
bir anda (bir saniyenin trilyonda biri mertebesinde)
retinalin sis şeklinin hep-trans şekline değişimine
yol açar, bu şekli de sis şeklinin aynı kimyasal yapısı­
na sahiptir fakat fiziksel yapısı farklıdır; açılı bir m o­
Sinaptik lekülden ziyade düz bir moleküldür. Hep-trans reti­
cisim nalin reaküf bölgelerinin üç boyutlu yönelimi artık
skotopsin proteini üzerindeki ıeaktif bölgelere uy­
Ş E K İL 50 • 3 madığı için skotopsinden uzağa çekilmeye başlar. O
Basil ve konilerin işlevsel bölümlerinin şematik çizimi. an oluşan ürün h ep - trans retinal ve skotopsinin kıs­
men parçalanmış bir kombüıasyonu olan batoro-
dopsindir. Batorodopsinin kendisi son derece karar­
sız bir bileşiktir ve nanosaniyeler içinde li'ımirodop-
sine bozuşur. Bu daha sonra mikrosaniyeler içinde
nuçta gözden çıkan sinir liflerini uyarırlar. Basiller­ metaıodopsin I'e, sonra yaklaşık bir milisaniye için­
de metarodopsin Il'ye ve sonuç ta çok daha yavaş bir
d eki kimyasal madde rodopsitıdir, konilerdeki kim­
yasal maddeler koni pigm entleridir, bileşimleri ro- şekilde (saniyeler içinde) tam am en parçalanmış
ürünlere, skotopsinve hep-trans retinale bozuşur.
dopsinden çok az farklıdır.
Bu bölümde, esas olarak rodopsin fotokimyası İleride tartıştığımız şekilde, basillerdeki elektrik­
tartışılmaktadır. Ancak aynı prensipleri neredeyse sel değişiklikleri uyaran ve böylece daha sonra gö-
tam am en koni pigmentlerine uygulayabiliriz.

Işık enerjisi
Rodopsin Batorodopsin
(n sn)
(P sn)

Lümirotopsin
(H sn)

I
Metarodopsin I
(dakikalar)
(msn)
I
Metarodopsin II
(sn)

Skotopsin

İzomeraz
11-sis-Retinal^- hep-trans-Retinal

t\ İzomeraz il
11-sis-Retinol-*- hep-trans-Retinal
(A vitamini)
Ş E K İL 50 - 5
Ş E K İL 50 • 4 Işığa maruz kaldığında rodopsinin ayrışm ası ve kimyasal
Bir basil (solda) ve bir koninin (sağda) dış segmenüerinin zar süreçlerle rodopsinin yavaşça yeniden oluşum aşam asını
yapıları. (Courtesy Dr. Richard Young). gösteren basildeki rodopsin-retinal görsel döngüsü.
BÖLÜM 50 • Göz: II. Retinanın Reseptör Olarak ve Sinirsel İşlevi 581

ıüntüyü merkezi sinir sistem ine ileten, aktive o l­ Fakat rodopsinin aktivasyonu nasıl hipeıpolari-
m uş rodopsin de denen metarodopsin Il’dir. zasyona neden olmaktadır? Bunun yanıtı, rodopsi­
nin parçalandığında, basilin dış segm ent m em bra-
Rodopsinin Yeniden Oluşumu. Şekil 50-5’te gö­ nınııı sodyum geçirgenliğini azaltmasıdır. Bu aşağı­
rüldüğü gibi, rodopsinin yeniden oluşumunda ilk daki yolla tüm basil m em branm ın hiperpolarizas-
aşama, hep-M7/?s retinalin II-sis retínale yeniden yonuna yol aç ar.
dönüşümüdür. Bu süreç metabolik enerji gerektirir Şekil 50-6 sodyum iyonlarının basilin iç ve dış
ve retinal izom eraz enzimi ile katalize edilir. 1 1 -sis segmentleri boyunca tam bir elektrik devresi için ­
retinal bir kez oluşunca otomatik olarak skotopsin- de hareketini göstermektedir. Iç segm ent sürekli
le ıodopsini yeniden oluşturmak üzere birleşir, olarak sodyumu basilin içinden dışına pompalar,
oluşan rodopsin, parçalanması İşık enerjisinin so- böylece tüm hücrenin içinde negatif bir potansiyel
ğurulması ile tetikleninceye kadar kararlı kalır. yaratır. Bununla beraber, ışığa duyarlı disklerin yer
aldığı basilin dış segm enti tümüyle farklıdır; bura­
Rodopsin Oluşumunda A Vitam ininin Rolü. da basil membranı, karanlıkta, sodyum iyonlarını
Şekil 5 0 -5 ’te h ep -tıan s retinalin 11-sis retinale dö­ çok sızdırır. Bu yüzden, sodyum iyonları sürekli
nüşebilm esi için ikinci bir kimyasal yol bulundu­ olarak basilin içine geri sızar ve böylece tüm hücre­
ğuna dikkat ediniz. Bu, hep -tıan s retinalin, ilk ola­ nin içindeki negativitenin çoğunu nötralize eder.
rak A vitam ininin bir şekli olan hep -trans retinóle Sonuç ta, normal karanlık koşullarında, basil uya-
dönüşümüdür. Sonra h e p - trans retinol, izomeraz rılmadığında basil m em branm ın iç tarafında azal­
enzim inin etkisiyle 1 1 -sis retinóle dönüştürülür. mış bir elektriksel négativité miktarı vardır, çoğu
Ve, en son olarak 11-sis retinol rodopsin oluştur­ duysal reseptörde bulunan - 70 ila - 80 milivoltluk
mak üzere skotopsinle birleşen 1 1 -sis retinale dö­ alışılmış rakamlardan ziyade - 40 milivolt gibi
nüştürülür. ölçümler yapılır.
A vitamini, hem basillerin sitoplazmasında hem Basilin dış segmentindeki rodopsin ışığa maruz
de retinanın pigment tabakasında bulunur. Böyle- kalıp parçalanmaya başlayınca, basilin iç segm en-
ce, A vitamini, gereksinim duyulduğunda, yeni reti­ tinden dışarı sodyum pom palanm ası devam ettiği
nalin yapılmasını sağlayacak şekilde her zaman el halde bu durum basilin içine doğru olan dış seg-
altında bulundurulur. Öte yandan, retinada fazla m entin sodyum iletkenliğini azaltır. Böylece, şim ­
retinal bulunduğunda, fazla miktar A vitaminine di, içeri doğru sızanlardan daha fazla sodyum iyo­
geri dönüştürülür, böylece, retinadaki ışığa duyarlı nu basili terk eder. Pozitif iyon olduklarından, b a­
pigm ent miktarı azaltılır. İleride göreceğimiz gibi, silin içinde eksilmeleri m em bran içinde negativi-
retinal ve A vitamini arasındaki bu karşılıklı dönü­ teyi artırır ve basile gelen ışık enerjisi ne kadar bü­
şüm farklı ışık şiddetlerine retinanın uzun süreli yük olursa o kadar büyük elektronegativite m eyda­
adaptasyonunda özellikle önemlidir. na gelir, yani hiperpolaıizasyonun derecesi daha

Gece Körlüğü. Gece körlüğü, ciddi A vitamini eksikliği


olan herkeste meydana gelir. Bunun basit nedeni uygun
miktarda retinale dönüşecek yeterli A vitamini olmama­ Rodopsinin
sıdır. Bu yüzden, yapılabilecek rodopsin miktarı ciddi şe­ ayrışması ile
kilde azalır. Bu duruma gece körlüğü denir, çünkü gece azalan kaçak
ışık miktarı yeterli bir görüş için çok azdır, oysa gün ışı­ akımı
ğında aynı biçimde renk pigmentlerinde de azalma ol­
duğu halde koniler yine de uyarılabilirler.
Gece körlüğünün meydana gelebilmesi için, bir kişi­ ©
nin aylarca A vitamininden eksik bir diyetle beslenmesi Sodyum
gereklidir. Çünkü, büyük miktarda A vitamini normal akımı
olarak karaciğerde depo edilir ve gözler için kullanılabi­
lir. Gece körlüğü meydana geldiğinde, bazen A vitamini­
nin damar içine verilmesi ile 1 saatten kısa bir sürede ge­
ri döndüriilebilir. ► Na*

Sodyum
Rodopsin A ktive O ld uğ un da Basilin Uyarılması pompası

Basil R eseptör Potansiyeli Depolarize Edici


Değil H iperpolarize Edicidir. Basil ışığa maruz
kaldığında, oluşan reseptör potansiyeli, hem en h e­
m en diğer tüm duysal reseptörlerdekiııden farklı­
dır. Bu fark, basilin uyarılmasının, basil m em bran
potansiyelinde artm ış negativiteyeyol açmasıdır ki,
bu bir lıiperpolarizasyon halidir. Bu hem en hem en
tüm diğer duysal reseptörlerde meydana gelen Ş E K İL 50 - 6
azalmış negativitenin (“depolaıizasyon olayı”) tam Rodopsin ayrışması ile ortaya çıkan bir lıiperpolarizasyon
tersidir. reseptör potansiyelinin oluşumunun teorik temeli.
582 ÜNİTE X • Sinir Sistemi: B Özel Duyular

fazla olur. Maksimum ışık şiddetinde, m em bran 5. Yaklaşık bir saniye içinde, basilde her zaman
potansiyeli -70 ila 80 milivolta yaklaşır. Bu da po­ bulunan başka bir enzim olan rodopsin kinaz uya­
tasyum iyonunun m em bıan denge potansiyeline rılmış ıodopsini (metarodopsin II) inaktive eder ve
yalandır. şelale tarzındaki tüm olaylar geri dönerek açık sod­
yum kanalları ile normal duruma gelinir.
Reseptör Potansiyelinin Süresi ve Reseptör Po­ Basiller bu şekilde, tek bir ışık fotonunun etkisini,
tansiyelinin Işık Şiddeti ile Logaritm ik İlişkisi. Ani milyonlarca sodyum iyonunun hareketine yol aça­
bir ışık huzmesi retinaya çarptığında, basillerde cak şekilde yükselten önemli bir kimyasal şelale ya­
meydana gelen geçici hiperpolaıizasyon - yani re­ ratmışlardır. Bu, basillerin karanlık koşullardaki
septör potansiyeli-yaklaşık 0,3 saniyede tepe değe­ aşırı hassasiyetini açıklar.
rine ulaşır ve bir saniyeden daha uzun süre devam Koniler basillerden 30 ila 300 kez daha az duyar-
eder. Konilerde, bu değişiklikler dört kat daha hızlı lıdırlar, fakat bu bile çok loş olan alaca karanlıktan
meydana gelir. Böylece, retinanın basilleri üzerine biraz daha fazla olan ışıkta renkli görmeyi sağlar.
yalnızca saniyenin milyonda biri kadar bir süre ile
düşmüş bir görüntü yine de kimi zaman bir saniye­
Koniler Tarafından Renkli Görmenin
den daha uzun bir süre görüntüyü görme hissine
Fotokimyası
yol aç abilir.
Reseptör potansiyelinin diğer bir özelliği, ışık
Bu tartışm anın başında, konilerdeki fotokimyasal
şiddetinin logaritması ile yaklaşık olarak orantılı
olayların hem en tümüyle basillerdeki rodopsinin
olmasıdır. Bu çok önemlidir çünkü, gözün, başka
kimyasal bileşiminin aynısı olduğuna işaret edil­
türlü mümkün olamayacak şekilde, binlerce katlık
mişti. Tek farklılık protein bölümleri opsinlerdedir;
bir aralıktaki ışık şiddetlerini ayırt etmesini sağlar.
konilerdeki fotopsin ler basillerin skotopsininden
farklıdır. Konilerdeki tüm görme pigmentlerinin re­
Rodopsin Parçalanmasının M em bran Sodyum
İletkenliğini Azaltm a Mekanizması - Uyarılma
tinal bölümü basillerdeki ile tümüyle aynıdır. Bu
nedenle, konilerin renge duyarlı pigmentleri, reti­
"Şelalesi". Mümkün olan en küçük kuantal ışık
nal ve fotopsinleıin birleşimleridir.
enerji birimi olan tek bir ışık fotonu, en uygun ko­
Bu bölümde renkli görmenin ilerideki tartışma­
şullar altında basilde yaklaşık 1 milivoltluk ölçüle­
sında, farklı konilerin her birinde renk pigmentleri­
bilir bir reseptör potansiyeline yol açar. Yalnızca 30
nin üç tipinden birinin bulunduğu, böylece konileri
ışık fotonu basilin yarısının doygunluğuna yol
seçici olarak mavi, yeşil ve kırmızı gibi renklere du­
açacaktır. Nasıl olup da böylesi küçük miktarda bir
yarlı yaptığı açıklanacaktır. Bu renk pigmentleri sı­
ışık bu kadar büyük bir uyarılmaya yol açar? Cevap
rasıyla maviye duyarlı pigment, yeşile duyarlı pig­
fotoıeseptörlerde uyarıcı etkiyi aşağıdaki şekilde
bir milyon kat kadar yükselten şelale tarzında çok
ment ve kırmızıya duyarlı pigment olarak adlandırı­
lırlar. Üç tip konideki pigmentlerin soğurma özellik­
hassas bir dizi kimyasal reaksiyonun olmasıdır:
leri sırasıyla 445, 535 ve 570 nanometre ışık dalga
boylarında soğurma tepe değerleri gösterir. Bunlar
1. Foton, rodopsinin 11-sis retinal parçasında bir
aynı zamanda her bir tip koni için tepe ışık duyarlı­
elektronu uyaıır; bu daha önce tartışıldığı ve Şekil
lığının dalga boyları olup retinanın renkleri nasıl
50-5’te gösterildiği şekilde, rodopsinin aktif şekli
ayırt ettiğini açıklamaya başlamaktadır. Bu üç pig­
olan m etarodopsin II oluşumuna yol aç ar.
ment için soğurma eğrileri Şekil 50-7’de görülmek­
2. Uyarılmış rodopsin, basilin disk ve hücre
tedir. Ayrıca, basillerdeki rodopsininin de 505 nano-
membranlarında inaktif şekilde bulunan bir prote­
metıede tepesi olan soğurma eğrisi görülmektedir.
in olan transdiisin'm çok sayıda molekülünü uyara­
cak bir enzim gibi işlev görür.
3. Uyarılmış transdiisin de çok daha fazla sayıda
fosfodiesteraz molekülünü uyarır. Retina Duyarlığının Otomatik Düzenlen-
4. Uyarılmış fosfodiesteraz başka bir enzimdir; mesi-Aydınlığa ve Karanlığa Uyum
çok kısa bir süre içinde pek çok sayıda siklik gu-
anozin m onofosfat (cGMP) molekülünü hidrolize Aydınlığa ve Karanlığa Uyum. Eğer bir kişi uzun
eder, böylece bu molekülü parçalar. Parçalanma­ bir süre parlak ışıkta duıduysa, basil ve konilerdeki
dan önce cGMP basilin dış zarının sodyum kanal fotokimyasal maddelerin büyük bölüm ü retinal ve
proteini ile onu açık durumda olacak şekilde “ayır­ opsinlere geri dönüşmüş olacaktır, dahası, basil ve
mak” üzere bağlanmış durumdadır. Fakat ışıkta, konilerdeki retinalin çoğu da A vitaminine dönüş­
fosfodiesteraz cGM P’yi hidrolize edince, bu ayrıl­ müş olacaktır. Bu iki etkiden ötürü, koni ve basil­
mayı sonlandırır ve sodyum kanalının kapanması­ lerde geriye kalan ışığa duyarlı kimyasal m addele­
na yol açar. Her bir uyarılmış rodopsin molekülü rin konsantrasyonları belirgin şekilde azalır ve bu ­
için yüzlerce kanal kapanır. Bu kanalların her birin­ na uygun olarak gözün ışığa duyarlığı azalır. Buna
den sodyum geçişi çok hızlı olduğundan, kapan­ aydınlığa uyum adı verilir.
mış bir kanal tekrar açılana kadar bir milyondan Öte yandan, eğer kişi uzun süre karanlıkta kalır­
fazla sodyum iyonunun geçişi önlenm iş olur. Sod­ sa, basil ve konilerdeki retinal ve opsiııler yeniden
yum iyonlarının akışındaki bu azalma, daha önce ışığa duyarlı pigmentlere dönüştürülürler. Dahası,
tartışıldığı gibi, basilleri uyaran nedendir. A vitamini, yine ışığa duyarlı pigmentler oluştur-
BÖLÜM 50 • Göz: II. Retinanın Reseptör Olarak ve Sinirsel İşlevi 583

Mavi Yeşil Kırmızı lümde tartışıldığı şekilde, pupilla büyüklüğündeki de­


koni Basiller koni koni ğişmedir. Bu, saniyenin kesirleri içinde, pupiller açık­
lıktan geçen ışık miktarını değiştirerek, yaklaşık 30 kat
uyum sağlar.
Diğer yol, retinanın kendisindeki görme zincirinin
ardışık aşamalarındaki nöronları ve beyni ilgilendiren
E sinirsel uyumdur. Yani, ışık şiddeti ilk arttığında, bipo-
lar hücreler, horizontal hücreler, amakrin hücreler ve
J2 50-
CO gangliyon hücreleri tarafından iletilen uyarıların şid­
detlerinin tümü artar. Halbuki, sinir devresindeki ileti­
nin değişik aşamalarında, bu işaretler hızla azalır. Bu
uyumun derecesi, fotokimyasal sistemin uyumu sıra­
sında gerçekleşen binlerce katlık uyuma kıyasla yalnız­
ca birkaç katlık da olsa, sinirsel uyum pupilla uyumuna
benzer şekilde ve fotokimyasal tam uyum için gerekli
Dalga boyu (nanometre) dakikalar ve saatlerin tersine, saniyenin kesri içinde
| Mor | Mavi | Yeşil | San | Portakal | Kırmızı | meydana gelir.

Ş E K İL 5 0 - 7 G örm ede Aydınlığa ve Karanlığa Uyumun D e ­


İnsan retinasının basil ve üç renk algılayan konilerinin ilgili pig­ ğeri. Maksimum karanlığa uyum ve maksimum
mentlerinin ışık soğurması (Marks, Dobelle ve Mac-Nichol aydınlığa uyum sınırları içinde, göz, ışığa duyarlığı­
kaydedilmiş eğrilerden çizilmiştir, Jr.: Science, 143: 1181, 1964,
and by Brown and Wald: Science, 144: 45, 1964. Copyright 1964 nı aydınlanmadaki değişikliklere uyacak şekilde
by the American Association for the Advancement of Science). 500.000 ila 1.000.000 kat değiştirebilir.
Görüntülerin retina tarafından kaydedilebilmesi,
görüntüdeki hem karanlık hem de aydınlık nokta­
mak üzere retinale geri dönüştürülür; son sınır, b a­ ların saptanmasını gerektirdiğinden, retinanın du­
sil ve konilerdeki opsinlerin miktarı ile belirlenir. yarlığının her zaman ayarlanması ve böylelikle re­
Buna karanlığa uyum adı verilir. septörlerin daha aydınlık alanlara yanıt vermesi
Şekil 50-8, bir kişinin saatlerce parlak ışıkta b u ­ ancak daha karanlık alanlara yanıt verm em esi ge­
lu nd uktan sonra m utlak karanlığa geçtiğinde rekir. Retina uyumunun ayarlanam am asına bir ör­
gözlenen karanlığa uyum sürecini g österm ekte­ nek, kişi sinema salonundan parlak güneş ışığına
dir. Karanlığa ilk girişte retinanın duyarlığının çıkınca meydana gelir, öyle ki, görüntülerdeki ka­
çok düşük olduğuna, fakat 1 dakika içinde h assa­ ranlık noktalar dahi çok parlak gibi görünür ve so ­
siyetin h em en 1 0 kat arttığına, yani retinanın c e ­ nuç olarak tüm görüntü, farklı bölüm leri arasında­
vap verebilm esi için önceden gereken ışık şidde­ ki az kontrast nedeniyle solar. Bu zayıf görüştür ve
tinin 1 /1 0 ’unun yeterli olduğuna dikkat ediniz. görüntünün karanlık bölgelerinin artık reseptörleri
Yirm i dakika sonunda, duyarlılık yaklaşık 6000 aşırı şekilde uyarm ayacak biçim de, retinanın
kez ve 40 dakika sonunda da yaklaşık 25.000 kez uyum sağlamasına kadar zayıf kalır.
artm ıştır. Tersine, bir kişi karanlığa girince, retinanın du­
Şekil 5 0 -8 ’de ortaya çıkan eğriye k ara n lığ a yarlığı genelde öyle azdır ki, görüntüdeki aydınlık
uyum eğrisi adı verilir. Ancak eğrideki girintiye
dikkat ediniz. Eğrinin erken bölüm ü konilerin
uyumu ile meydana gelir, çünkü görm enin uyum
dahil tüm kimyasal olayları konilerde basillerin 100,000
yaklaşık dört katı hızla m eydana gelir. Öte yandan,
koniler, basillerin yaptığı gibi karanlıkta hassasi­
yet değişim ini ona yakın bir derecede hiç bir yer­ 10,000
de gerçekleştirmezler. Bu yüzden, hızlı uyuma
rağmen, koniler yalnızca birkaç dakika sonra uyu­
m a son verirler, oysa yavaş uyum sağlayan basil­ £ 1000
3 1
ler, hassasiyetleri çok büyük miktarda artacak şe ­ X>
Basil ı yurnu

kilde dakikalarca hatta saatlerce uyum sağlamaya
devam ederler. Ek olarak, basillerin daha fazla du­ cc
yarlılığı, retinada, 1 0 0 ya da daha fazla basilin tek
bir gangliyon hücresine konveıjansı ile sağlanır; / /
bu basiller, bu bölümde daha sonra tartışıldığı şe­ / J Koni uy umu
kilde, duyarlılıklarını artıracak şekilde sumasyon / #
gösterirler.
10 20 30 40 50
Aydınlık ve Karanlığa Uyumun Diğer Yolları. Ro- Karanlıkta geçen dakikalar
dopsin veya renkli fotokimyasal maddelerin yoğun­
luklarındaki değişikliklerle ortaya çıkan uyuma ek ola­ Ş E K İL 50 - 8
rak, gözün, aydınlığa ve karanlığa uyumu için başka Koni uyumu ile basil uyumunun ilişkisini gösteren karanlığa
iki mekanizması daha vardır. Bunlardan ilki, 49. Bö­ uyum.
584 ÜNİTE X • Sinir Sistemi: B Özel Duyular

noktalar dahi retinayı uyaramaz. Karanlığa uyum­ ki portakal rengi bir m onokromatik ışığın 99 gibi
dan sonra, aydınlık noktalar kaydedilmeye başlar. bir uyarı değerine (optimum dalga boyundaki tepe
Aydınlığa ve karanlığa uyumun uç örnekleri olarak, uyarımın yüzde 99'u) kadar kırmızı konileri uyardı­
güneş ışığının şiddeti yıldız ışığının şiddetinin 1 0 ğı; yeşil konileri 42 gibi bir uyarı değerine kadar
milyar katı kadardır, buna rağmen göz hem parlak uyardığı fakat mavi konileri hiç uyarmadığı görü­
gün ışığında hem de belli bir dereceye kadar yıldız lür. Öyleyse, bu durumda, üç tip koninin uyarılma
ışığında işlev görebilir. oranlan 99:42:0’dır. Sinir sistemi bu oran dizisini
portakal rengi duyusu olarak yorumlar, ö te yan­
dan, 450 nanometre dalga boyunda m onokrom atik
bir mavi ışık kırmızı konileri 0 uyarı değerine, yeşil
RENKLİ GÖRME konileri 0 uyarı değerine ve mavi konileri 97 uyarı
değerine uyarır. 0:0:97'lik bu oran dizisi sinir siste­
Önceki bölümlerden, farklı konilerin ışığın farklı mi tarafından mavi olarak yorumlanır. Benzer şe ­
renklerine duyarlı olduklarını biliyoruz. Bu bölüm, kilde, 83:83:0 oranı sarı, 31:67:36 oranı yeşil olarak
retinanın görsel spektrumdaki ışığın renklerin fark­ yorumlanır.
lı derecelerini saptama mekanizmalarının tartış­
masıdır. Beyaz Işığın Algılanması. Tüm kırmızı, yeşil ve m a­
vi konilerin yaklaşık eşit uyarımları kişiye beyaz
görme hissi verir. Beyaza karşılık gelen ışığın dalga
Renk Saptamanın Üç -renk Mekanizması boyu yoktur; bunun yerine, beyaz, spektrumdaki
tüm dalga boylarının bileşimidir. Dahası, ilgili koni
Renkli görm enin tüm teorileri, insan gözünün, tiplerini eşit şekilde uyaran yalnız bu üç seçilmiş
yalnızca kırmızı, yeşil ve m aviden ibaret m onok- rengin uygun bileşimi ile retina uyarılarak beyaz
rom atik (tek-renkli) ışıkların farklı k om b in as­ duyusu yaratılabilir.
yonlarda uygun şekilde karıştırılm ası ile elde ed i­
len renklerin h em en hem en tüm derecelerini
sap tam ası şeklindeki iyi bilinen gözleme dayan­
R enk Körlüğü
maktadır.
Kırmız - Yeşil Renk Körlüğü. Gözde renge duyarlı
Üç Tip Koninin Spektral Duyarlıkları.Renk gör­ konilerin tek bir grubu eksik olduğunda, kişi bazı
me testleri ile, insandaki konilerin üç tipinin spekt­ renkleri diğerlerinden ayırt edemez, örneğin, Şekil 50-
ral duyarlıklarının, ilgili konilerde bulunan üç tip 9'da görülebileceği gibi yeşil, sarı, portakal ve kırmızı
pigm entin ışık soğurma eğrileri ile esasen aynı ol­ renklerin dalga boyları 525 ve 675 nanometre arasın­
duğu kanıtlanmıştır. Bunlar Şekil 50-7’de görül­ dadır ve normalde birbirlerinden kırmızı ve yeşil koni­
mektedirler ve aynı zamanda Şekil 50-9’da hafifçe ler tarafından ayırt edilir. Bu iki koniden biri eksik
olursa, kişi bu dört rengi ayırt etmek için artık bu m e­
farklı olarak gösterilmiştir. Bu eğriler renkli görme
kanizmayı kullanamaz; kişi özellikle kırmızıyı yeşilden
olaylarının çoğunu açıklayabilir. ayıramaz ve bu yüzden kırnuzı-yeşil renk körü olduğu
söylenir.
Sinir Sisteminde Rengin Yorumlanması. Şekil Kırmızı konileri olmayan kişi protanop olarak adlandı­
50-9'dan hareketle, 580 nanometre dalga boyunda- rılır; bu kişinin görme spektrumu kırmızı konilerin ek­
sikliğinden dolayı uzun dalga boyunun sonunda belirgin
şekilde kısalmıştır. Yeşil konileri eksik olan renk körü kişi
döteranop olarak adlandırılır; bu kişi, kırmızı konileri
bulunduğu için uzun dalga boylu ışığı saptayacak son
Yeşil Kırmızı
koni koni
derece normal bir görme spektrumuııa sahiptir.
Yeşil-kırmızı renk körlüğü neredeyse tamamen erkek­
lerde ortaya çıkan fakat kadınlar tarafından taşman ge­
netik bir hastalıktır. Yani, dişi X kromozomundaki genler
bu konileri kodlar. Renk körlüğü kadında neredeyse hiç
bir zaman görülmez, çünkü iki X kromozomundan en az
biri hemen hemen her zaman her bir koni tipi için nor­
mal bir gen taşıyacaktır. Ancak erkek yalnız bir X kromo­
zomuna sahiptir, bu yüzden eksik bir gen renk körlüğü­
ne yol açacaktır.
Bir erkekteki X kromozomu hiç bir zaman babadan
gelmediği, her zaman anneden geldiği için, renk körlüğü
_ı anneden oğula geçer ve annenin renk körlüğü taşıyıcısı
700 olduğu söylenir; bu tüm kadınların yaklaşık yüzde 8 ’ini
Dalgaboyu (nanometre) oluşturur.
Mor Mavi Yeşil Sarı Portakal Kırmızı
Mavi Zayıflığı. Bazen azalması söz konusuysa da, mavi
koniler nadiren eksik olur, bu da genetik olarak edinilen
Farklı renklere duyarlı konilerin monokromatikdört renk (mavi, bir durumdur, mavi zayıflığı denen olayın ortaya çıkma­
yeşil, sarı ve portakal) ışıkla uyarılma derecesi. sına yol açar.
BÖLÜM 50 • Göz: II. Retinanın Reseptör Olarak ve Sinirsel İşlevi 585

ÎA-<1
^ JS S S S IS

:,C W

¿ i»

£ V * # * • İVV4
¿¿a. ..F
İki Ishihara kartı. Üstteki: bu kartta
normal bir kişi “74” okurken kırmı-
zı-yeşil renk körü "21” okur. Altta­
» f i? â • ® *# "A .i* > T *V
ki: bu kartta kırmızı körü kişi (pro-
taııop) “4” okur. Normal kişi "42”
okur. (Islıilıara’dan: Test Tor Coloıır
Blindness. Tok>fo, Kanehara and
Co.)

Renk Testi Kartları. Renk körlüğün ü lıızlı şekilde tespit okuyacaktır, oysa kırm ızı körü "p ro tan o p " "2" ve yeşil k ö ­
eden bir m eto t Şekil 50- 10’da gö sterildiği gibi n ok ta kart­ rü "d ö teran op ” "4" okuyacaktır.
ların ın ku llanım ına dayanır. Bu kartlar çok say ıd a farklı Bu kartlar, Şekil 50-9’daki farklı konilerin spektral d u ­
renkte yanıltıcı noktalarla olu ştu ru lm u ştu r. Ü stteki kart­ yarlılık eğrileri ile b erab er in celen irse b azı renkteki n o k ­
ta, n orm al kişi "7 4 ” okuyacaktır, oysa kırm ızı-yeşil renk talara renk körü kişilerce nasıl aşırı ö n em verildiği k o lay ­
körü kişi "21" okuyacaktır. Alttaki kartta, n orm al kişi "4 2 ” ca anlaşılabilir.
586 ÜNİTE X • Sinir Sistemi: B Özel Duyular

leri olaslıkla, görsel resimdeki kontrast derecesinin


RETİNANIN SİNİRSEL İŞLEVİ kontrolüne yardımcı olmaktır.

Retinanın Sinirsel Devresi Konilerden Gangliyon Hücrelerine Olan Görme


Yolu Basil Yolundan Farklıdır. Diğer duyu sistem ­
Bu bölüm ün ilk şekli olan Şekil 50-1 retinadaki si­ lerimizin bir çoğu için doğru olduğu gibi, retinanın
nirsel organizasyonun olağanüstü karm aşasını da hem basil görüşüne dayanan eski bir tip ve hem
göstermektedir. Bunu basitleştirmek için, Şekil 50- de koni görüşüne dayanan yeni bir tip görmesi var­
1 1 , solda periferik retina devresi ve sağda foveal re­ dır. Koni görüşü için gerekli görsel sinyalleri ileten
tina devresi olmak üzere, retinanın sinirsel bağlan­ sinir hücreleri ve sinir lifleri, basil görüşü için görsel
tılarının tem el esaslarım göstermektedir. Farklı si­ sinyalleri taşıyanlardan belirgin şekilde büyüktür ve
nirsel hücre tipleri aşağıdadır: sinyaller beyne iki ila beş kez daha hızlı iletilirler.
Ayrıca, iki sistem için sinir devreleri aşağıdaki gibi
1. Fotoreseptörlerin kendileri: basillerv e koniler. biraz farklıdır.
Bunlar sinyalleri dış pleksiform tabakaya iletirken Şekil 50-11’de en sağda, yeni, hızlı koni sistem ini
bipolar hücreler ve horizontal hücreler ile sinaps temsil eden retinanın foveal bölüm ünden başlayan
yaparlar. görme yolu gösterilmiştir. Bu, direkt yoldaki üç n ö ­
2. Sinyalleri dış pleksiform tabakada, basil ve ko­ ronu gösterir: (1) koniler, (2) bipolar hücreler ve (3)
nilerden bipolar hücre dendritlerine yatay olarak gangliyon hücreleri. Ek olarak, horizontal hücreler
ileten horizontal hücreler. inhibitör sinyalleri dış pleksiform tabaka içinde la-
3. Sinyalleri basil, koni ve horizontal hücreler­ teıal olarak iletirler ve amakrin hücreler iç pleksi­
den, gangliyon hücreleri ve amakrin hücreler ile si­ form tabaka içinde sinyalleri lateral olarak iletirler.
naps yaptıkları iç pleksiform tabakaya ileten b ip o ­ Şekil 50-1 l ’de solda, hem basillerin hem de koni­
lar hücreler. lerin yer aldığı periferik retina için sinirsel bağlan­
4. Sinyalleri iki doğrultuda ileten, bipolar hücre­ tılar gösterilmiştir. Üç bipolar hücre gösterilmiştir;
lerden doğrudan gangliyon hücrelerine ya da iç ortada bulunan yalnız basillerle bağlantıdadır, eski
pleksiform tabaka içinde bipolar hücre aksonları, görüş sistemini temsil eder. Bu durumda bipolar
gangliyon hücreleri dendritleri ve/veya diğer amak­ hücrelerden çıkan sinyal yalnız amakrin hücrelere
rin hücreler arasında ileten am akrin hücreler. geçer ve bunlar da sinyalleri gangliyon hücrelerine
5. Çıkış sinyallerini retinadan optik sinir aracılı­ iletirler. Böylece, saf basil görmesi için, direkt gör­
ğıyla beyne ileten gangliyon hücreleri. me yolunda dört nöron vardır: ( 1 ) basiller, (2 ) bipo­
lar hücreler, (3) amakrin hücreler ve (4) gangliyon
Retinadaki altıncı bir sinirsel hücre tipi de şekil­ hücreleri. Ayrıca, horizontal ve amakrin hücrelerin
de gösterilm eyen, interpleksifonn hücredir. Bu her ikisi de lateral bağlantılar sağlarlar.
hücre sinyalleri retrograd olarak, iç pleksiform ta­ Şekil 50-11 ’in periferik retina devresinde gösteri­
bakadan dış pleksiform tabakaya iletir. Bu sinyalle­ len diğer iki bipolar hücreler, hem basiller hem de
rin tümü inhibitördür ve görsel sinyallerin hori­ koniler ile bağlantı yapar; bu bipolar hücrelerin
zontal hücreler tarafından dış pleksiform tabaka iç çıkış sinyalleri hem direkt olarak hem de amakrin
inde lateral yayılımını kontrol ettiğine inanılır. Rol­ hücreler yolu ile gangliyon hücrelerine geçer.

Retinal N öronlar Tarafından Salman N ö ro t-


ransmiterler. Retinada sinaptik ileti için kullanı­
Pigment tabakası lan nörotransm iterler tümüyle açıklanabilm iş d e­
ğildir. Bununla beraber, basiller ve konilerin her
Koniler ikisi de bipolar hücrelerle yaptıkları sinapslarda
glutam at serbestlerler. Ve, histolojik ve farm ako­
Basiller lojik çalışmalar o bölgede tümü norm alde in h ib i­
tör transmiter olarak işlev gören, g a m a-a m in o büı-
tirik asit, glisin, dopam in , asetilkolin ve indola-
Basil
nıin gibi en azından sekiz çeşit transm iter m ad d e­
çekirdekleri si serbestleyen bir çok tipte am akrin hücrelerin
horizontal 9 Bipolar
bulunduğunu gösterm iştir. Bipolar, horizontal ve
hücre hücre in teıpleksiform h ü crelerin n ö ro tran sm iterleri
Amakrin açık değildir, ancak horizontal hücrelerin en azın­
hücreler dan bazı sinapsları kimyasal iletiden çok elektrik­
U , Gangliyon
sel ileti yaparlar.
—'hücreleri
Retinal Nöronlardaki Çoğu Sinyalin İletisi Aksi­
yon Potansiyeli ile Değil, Elektrotonik İleti ile
Ş E K İL 50- 11 Olur. Görme sinyallerini her zam an aksiyon potan­
Retinanın nöral organizasyonu: solda periferik alan, sağda siyelleri ile ileten tek retinal sinir hücresi gangliyon
toveal alan. hücreleridir ve sinyallerini beyne kadar göndeıir-
BÖLÜM 50 • Göz: II. Retinanın Reseptör Olarak ve Sinirsel İşlevi 587

ler. Önemleri hala soıgulansa da, amakrin hücre­ mış küçük bir ışık noktası gösterilmiştir. Işığın düş­
lerden de zaman zaman aksiyon potansiyeller kay­ tüğü en merkezi bölgeden başlayan görme yollan
dedilebilir. Bunların dışında, tüm retinal nöronlar, uyarılırken, tabakalardaki dendritik ve aksonal dal­
aşağıda açıklandığı şekilde, görm e sinyallerini lanm anın yayılması ile uyarıcı sinyal retinada ge­
elektivton ik ileti ile gönderirler. nişçe yayılacağına, horizontal hücrelerdeki ileti
Elektrotonik ileti nöronal sitoplazma içinde eksi- çevre bölgelerde lateral inhibisyon sağlayarak b u ­
tasyon noktasından çıkış sinapsına kadar tüm yol­ nu önler. Bu, görsel resimdeki kontrastlı kenarların
da aksiyon potansiyeli değil, direkt elektrik akımı iletilm esinde yüksek görme keskinliğine olanak
anlam ına gelir. Gerçekte, basil ve konilerde dahi, sağlayan esas mekanizmadır. Bazı amakrin hücre­
görme sinyallerinin oluştuğu dış segmentlerinden lerin de ek lateral inhibisyon sağlaması ve retina­
sinaptik cisimlere kadar ileti elektrotonik ileti ile nın iç pleksiform tabakasında görsel kontrastın da­
olur. Yani, dış segm entte ışığa reaksiyon olarak hi- ha da artmasını sağlaması olasıdır.
perpolarizasyon meydana geldiği zaman, hem en
hem en aynı hipeıpolarizasyon derecesi direkt
Bazı B ip o la r H ü c re le rin U yarılm ası ve
elektrik akımı yolu ile iletilir, aksiyon potansiyeli
meydana gelmez. Sonra, basil ya da koniden salı­ D iğ e rle rin in In h ib is y o n u -D e p o la riz e ve
verilen transmiter bir bipolar hücreyi ya da hori- H ip e rp o la riz e E dici B ip o la r H ü c re le r
zontal hücreyi uyardığında, bir kez daha sinyal, gi­
rişten çıkışa kadar aksiyon potansiyelleri ile değil, Depolarize edici bipolar hücre ve hiperpolarize ed i­
direkt elektrik akımı ile iletilir. ci bipolar hücre olarak iki tip bipolar hücre, görme
Elektrotonik iletinin önemi, sinyal şiddetinin d e­ yolunda eksite edici ve inhibe edici zıt uyarılar
receli iletisine olanak sağlamasıdır. Böylece, basil oluştururlar. Yani, basil ve koniler uyarıldığı zaman
ve koniler için, hiperpolarizasyona yol açan çıkış bazı bipolar hücreler depolarize ve diğerleri hiper­
sinyalinin şiddeti, aydınlanma şiddeti ile doğrudan polarize olurlar.
ilişkilidir; sinyal aksiyon potansiyellerinde olduğu Bu iki tip bipolar hücredeki yanıtın farklılığı için iki
gibi hep ya da hiç şeklinde değildir. olası açıklama vardır. Bir açıklama, iki bipolar hücre­
nin tümüyle farklı tipte olduğu, basil ve koniler tara­
G ö rse l K o n tra stı A rtıra n Lateral fından serbestlenen glutamat nörotransmiterine ya­
nıt olarak bir tipin depolarize olduğu ve diğer tipin
in h ib is y o n - H o riz o n ta l H ü cre le rin İşlevi hiperpolarize olduğu şeklindedir. Diğer olasılık ise,
bazı bipolar hücrelerin basil ve konilerden direkt
Şekil 50-11’de gösterilen horizontal hücreler, bipo­
uyarı alması, oysa diğerlerinin sinyallerini indirekt
lar hücre dendıitleri ile olduğu gibi, basil ve konile­
olarak bir horizontal hücre aracılığı ile almasıdır. Ho­
rin sinaptik gövdeleri arasında lateral bağlantı ya­
rizontal hücre inhibitör bir hücre olduğu için, elekt­
parlar. Horizontal hücrelerin outputları her zam an
riksel yanıtın polaritesi tersine döner.
iııhibitördür. Bu yüzden, bu lateral bağlantı, tüm
Bipolar yanıtların iki tipinin mekanizmasından
diğer duysal sistemlerde önemli olan aynı lateral
bağımsız olarak, bu fenomenin önemi, bipolar hüc­
inhibisyon olayına olanak sağlar, yani görsel pa-
relerin bir yarısının pozitif sinyalleri diğer yarısının
teınlerin uygun görsel kontrastla merkezi sinir sis­
negatif sinyalleri iletmesine izin vermesidir. Daha
temine kadar iletilmesini sağlamaya yardım eder.
sonra pozitif ve negatif sinyallerin beyne görsel bil­
Bu olayı açıklayan Şekil 50-12'de retinada odaklan­
giyi iletmede birlikte kullanıldıklarını göreceğiz.
Depolarize edici ve hiperpolarize edici bipolar
hücreler arasındaki bu zıt ilişkinin bir diğer önemi
de horizontal hücre m ekanizm asına ek olarak,
ikinci bir lateral inhibisyon mekanizması sağlam a­
Işık huzmesi sıdır. Depolarize ve hiperpolarize edici bipolar
hücreler yanyana uzandıklarından görüntüdeki
kontrast sınırları ayırt edici bir mekanizma oluştu­
rurlar. Bu sınır, doğrudan iki komşu fotoreseptör
Uyarılmış arasında bile uzansa ayırt edici olur. Farklı olarak,
alan lateral inhibisyon için horizontal hücre m ekaniz­
ması çok daha büyük mesafelerde iş görür.

Ne uyarılmış ne
A m a k rin H ü c re le r ve İşlevleri
inhibe edilmiş

M orfolojik ve histokim yasal yollarla 30 kadar


inhibe edilmiş amakrin hücre tipi tanımlanmıştır. Amakrin hücre­
alan lerin yarım düzine kadar tipinin işlevleri karakteri-
ze edilmiştir ve her biri bir diğerinden farklıdır. D i­
Ş E K İL 50 ■ 12 ğer amakrin hücrelerin henüz tanım lanm am ış çok
"Lateral inhibisyon" prensibi: küçük bir ışık huzmesi tarafından
sayıda ek işlevlerinin bulunması olasıdır.
bir retina alanında oluşturulan eksitasyon ve inhibisyon. Amakrin hücrenin bir tipi, basil görmesi için ge-
588 ÜNİTE X • Sinir Sistemi: B Özel Duyular

ıekli olan direkt yolun - yani, basilden bipolar hüc­ gangliyon hücreleri uyarılarının çoğunu, küçük bipo­
relere sonra amakrin hücrelere, sonra gangliyon lar hücreler ve amakrin hücreler yolu ile basillerden
hücrelere - bir parçasıdır. alırlar. Retinada geniş alanları vardır çünkü dendrit-
Amakrin hücrelerin diğer bir tipi görsel sinyalin leri, iç pleksiform tabakada, yaygın alanlardan uyarı
başlangıcında kuvvetle cevap verir ancak cevap alacak şekilde genişçe yayılır.
hızla kaybolur. Diğer amakrin hücreler görsel sin­ Fizyolojik deneylerin yanı sıra histolojiye dayan­
yalin kayboluşunda kuvvetle cevap verir, ancak ce­ dırıldığında, W hücrelerinin görme alanı içinde her
vap yine hızla kaybolur. Yine başka amakrin hücre­ yerde, doğrultusal hareketleri saptam ada özellikle
ler yönden bağımsız olarak basitçe aydınlanmada­ hassas olduğu ve karanlık koşullar altında kaba b a­
ki bir değişikliği işaret edecek şekilde, ışık hem yan­ sil görmemizin büyük bölümü için önem li olabile­
dığında hem de söndüğünde cevap verirler. ceği görülmektedir.
Yine başka bir amakrin hücre tipi, bir ışık nokta­
sının retinada belli bir doğrultuda hareket etm esi­ Görsel Resmin ve Rengin X Hücreleri Tarafın­
ne yanıt verir; bu yüzden, bu amakrin hücrelerin dan iletilmesi. Gangliyon hücrelerinin toplamının
yöne duyarlı oldukları söylenir. yüzde 55’ini oluşturan, ençok sayıda bulunanı X
O halde, bir anlamda, amakrin hücreler görsel hücreleridir. Çapları orta büyüklükte, 10 ve 15 m ik­
sinyallerin retinayı terk etm eden önceki başlangıç rometre arasındadır ve kendi optik sinir liflerinde
analizinde yardımcı ara nöronlardır. uyarıyı yaklaşık 14 m/sn hızla iletirler.
X hücrelerinin alanları küçüktür, çünkü dendrit-
leıi retinada genişçe yayılmaz. Bu sebepten, sinyal­
Gangliyon Hücreleri ler daha çok dar retinal bölgeleri temsil eder. Bu
yüzden, görsel resmin kendi esas olarak X hücrele­
Gangliyon Hücrelerinin Foveada Konilerle ve ri tarafından iletilir. Ayrıca, her X hücresi en az bir
Periferik Retinada Basil ve Konilerle Bağlantısı. koniden uyarı aldığı için, X hücre iletisi olasılıkla
Her retina yaklaşık 100 milyon basil ve 3 milyon ko­ tüm renkli görmeden sorumludur.
ni içerir; oysa gangliyon hücresi sayısı yalnızca 1 , 6
milyon kadardır. Yani, her bir optik sinir lifine orta­ Y Hücrelerinin Görsel Resmindeki Anlık Deği­
lama 60 basil ve 2 koni bağlanır. şimleri İletme işlevi. Y hücreleri tüm hücrelerin en
Periferik retina ve merkezi retina arasında büyük büyük olanlarıdır. Çapları 35 mikrometreyi bulabilir
farklılıklar bulunur. Foveaya yaklaşıldıkça, her bir ve sinyallerini beyne 50 m/sn'lik bir hızla ya da daha
optik life daha az sayıda basil ve koni bağlanır ve hızlı iletirler. Gangliyon hücrelerinin sayıca en az
basil ve konilerin her ikisi de incelir. Bu iki etki, olanlarıdır, toplam rakamın yalnızca yüzde 5'ini
m erkezi retinaya doğru görme keskinliğini giderek oluştururlar. Ayrıca, geniş dendritik alanları vardır,
artırır. Ve en merkezde, merkezi foveada, yalnızca böylece sinyaller, bu hücreler tarafından retinanın
ince koniler bulunur, yaklaşık 35.000 tanedir ve ba­ geniş alanlarından yakalanırlar.
sil yoktur. Ayrıca, Şekil 50-11’de gösterildiği gibi, bu Y gangliyon hücreleri, görsel resimdeki hızlı h a­
bölgeden çıkan optik sinir lifi sayısı koni sayısına reket ya da ışık şiddetindeki hızlı değişiklik gibi hız­
hem en hem en eşittir. Bu, esas olarak, çok daha za­ lı değişimlere amakrin hücrelerin çoğu gibi yanıt
yıf periferik keskinliğe kıyasla, merkezi retinadaki verirler, saniyenin yalnızca kesirleri kadar bir süre
yüksek derecedeki görme keskinliğini açıklar. için yoğun sinyaller gönderirler. Bu gangliyon h ü c­
Periferik ve merkezi retina bölümleri arasındaki releri, şüphesiz, görme alanında herhangi bir yerde
diğer bir farklılık, periferik retinanın zayıf ışığa çok anormal bir görsel olay olduğunda neredeyse anın­
daha fazla duyarlı oluşudur. Bu kısmen basillerin da merkezi sinir sistem ine haber verir; ancak, göz­
ışığa konilerden 30 ila 300 kez daha duyarlı olma lerin hareketi görüntüye doğru hareket ettirilm esi­
gerçeğinden ortaya çıkar, ancak daha periferik reti­ ni sağlayacak uygun ipuçlarını vermesi dışında,
nada 2 0 0 gibi büyük sayılardaki basilin aynı optik olayın yerini hatasız olarak belirleyemez.
sinir lifine bağlanması gerçeği bu duyarlılığı daha
da büyütür, öyle ki, basillerin sinyalleri eklenerek
periferik gangliyon hücrelerinin daha da şiddetli Gangliyon Hücrelerinin Uyarılması
uyarılmasına yol aç ar.
Gangliyon Hücrelerinde Spontan, Sürekli Aksi­
Retinal Gangliyon Hücrelerinin Üç Tipi yon Potansiyelleri. Gangliyon hücrelerinden baş­
ve İlgili Alanları layan uzun optik sinir lifleri beyne giderler. Söz ko­
nusu olan uzun m esafeden dolayı, elektıotonik ile­
W, X ve Y hücreleri olarak belirtilen üç ayrı gangli­ ti metodu artık uygun değildir; bu yüzden, bunun
yon hücresi grubu vardır. Bunların her biri faiklı iş­ yerine gangliyon hücreleri sinyallerini aksiyon po­
leve sahiptir. tansiyelleri şeklinde iletirler. Dahası, uyaıılmadığı
durumlarda dahi, büyük gangliyon hücrelerinden
Basil Görmesinin W Hücreleri ile iletilmesi. Tüm kalkan sinir lifleri daha hızlı ateşlem ek üzere sani­
gangliyon hücrelerinin yaklaşık yüzde 40’ını oluştu­ yede 5 ve 40 arasında değişen hızlarda sürekli sin ­
ran W hücreleri 10 mikrometreden daha küçük çaplı yalleri iletmeye devam ederler. Görsel sinyaller, bu
küçük hücrelerdir ve kendi optik sinir liflerinde sin­ arka alandaki gangliyon hücre aktivitesi ile üst üste
yalleri yalnızca 8 m/sn’lik düşük hızlarda iletirler. Bu binerler.
BÖLÜM 50 • Göz: II. Retinanın Reseptör Olarak ve Sinirsel İşlevi 589

Işık Şiddetindeki Değişikliklerin iletilmesi - Açıl­


ma - Kapanma Cevabı. Birç ok gangliyon hücresi,
özellikle, ışık şiddetindeki değişiklikler ile uyarılırlar.
Bu durum Şekil 50-13’teki sinir uyarılarının kayıtları
ile gösterilmiştir. Üst bölümde, ışık ilk kez aç ıldığın-
da saniyenin kesri kadar süren hızlı uyarılar görül­
mektedir; ancak, bu hız saniyenin kesri içinde azal­
maktadır. Alttaki eğri ışık noktasının yan tarafında
bulunan bir gangliyon hücresinden elde edilmiştir;
bu hücre lateral inhibisyondan dolayı, ışık açıldığın­
da belirgin şekilde inhibe edilmiştir. Sonra, ışık sön-
dürüldüğünde zıt etki meydana gelmiştir, Bu sebep­
ten, bu kayıtlar “açık-kapalı" ve “kapalı-açık” yanıtla­
rı olarak adlandırılır. Bu yanıtların zıt yönelimleri, de-
polarize ve hiperpolarize edici bipolar hücrelerden
kaynaklanmaktadır ve yanıtların geçici doğası kıs­
men benzer geçici yanıtlar veren amakrin hücreler
tarafından oluşturulmuştur.
Gözlerin ışık şiddetindeki değişim leri tespit eden
bu yeteneği merkezi retinada olduğu kadar güçlü
bir şekilde peıiferik retinada da gelişmiştir. Örne­
ğin, görüş alanının periferik bölümünde uçan bir
sivrisinek anında tespit edilir, ö te yandan, sakin bir
şekilde duran aynı sivrisinek görsel saptam a içn
gerekli eşiğin altında kalır. ŞEKİL 50 - 14
Retinada basillerin, horizantal hücrelerin (H), bir bipolar hüc­
Görsel Sahnede Kontrastları Tanımlayan Sin­ renin (B) ve bir gangliyon hücresinin (G) tipik yerleşimi; basil ve
horizontal hücreler arasındaki sinapslarda uyarılma, am a lıori-
yallerin İletilmesi - Lateral İnhibisyonun Rolü zontal hücreler ve bipolar hücreler arasında inhibisyon görül­
mektedir.
Gangliyon hücrelerinin çoğu görsel sahnenin
gerçek aydınlanma düzeyine yanıt vermez; bunun
yerine, esasen sahnenin kontrastlı sınırlarına yanıt
rekt olarak iletilen uyarıcı sinyaller, lateral yollardan
verirler. Bu olay, sahnenin paterninin beyne iletil­
iletilen inhibitor sinyaller tarafından nötralize edili­
m esindeki ana yol gibi göründüğünden önce bu
yor gibidir. Bunun iç in, üç fotoreseptör içeren bir
olayın nasıl, gerçekleştiğini açıklayalım.
devre Şekil 50-14’de gösterilmiştir; bu reseptörlerin
Yaygın bir ışık tüm retinaya uygulandığında, yani
merkezde bulunanı depolarize edici bir bipolar hüc­
düşen ışıkla tüm fotoıeseptörler eşit şekilde uyarıl­
reyi uyarır. Yanlardaki iki reseptör, aynı bipolar hüc­
dığında, gangliyon hücrelerinin kontrasta duyarlı
reye, horizontal hücreler aracılığıyla bağlanmıştır.
olanları ne uyarılır ne de inhibe olur. Bunun nedeni,
Eğer bu reseptörler de ışıkla uyarılırsa, horizontal
fotoıeseptörlerden depolarize edici bipolar hücreler
hücreler direkt uyarıcı sinyali nötralize eder.
yoluyla direkt olarak iletilen sinyallerin uyarıcı ol­
Şimdi, görsel sahnede, bir kontrast sınır oluştu­
masıdır; oysa, hoıizontal hücreler ve hiperpolarize
ğunda neler olduğunu inceleyelim. Yine Şekil 50-
edici bipolar hücreler aracılığı ile lateral olarak ileti­
14'e göre, ortadaki fotoreseptör parlak bir ışık nokta­
len sinyaller inhibe edicidir. Bu yüzden, bir yolla di-
sı ile uyarılırken, yandaki iki fotoreseptöıden birinin
karanlıkta kaldığını varsayalım. Parlak ışık noktası,
bipolar hücre aracılığıyla direkt yolu uyarır. Sonra, ek
Açık Kapalı
olarak, karanlıkta kalan yandaki fotoıeseptörlerden
biri horizontal hücrelerden birinin inhibe olmasına

ı iiımıı yol açar. Sonra, bu hücre bipolar hücre üzerindeki


inhibe edici etkisini kaybeder ve bu bipolar hücrenin
Uyarılma daha da uyarılmasına yol açar. Böylece, görsel kont­
rastın olduğu yerlerde, direkt ve lateral yollardaki
sinyaller birbirlerini kuvvetlendirir.
Lateral inhibisyon Özet olarak, gözdeki lateral inhibisyon mekaniz­
ması diğer birçok duysal sistemdeki gibi işlev görür,
ŞEKİL 5 0 - 13 yani, kontrast saptamaya ve güçlendirmeye yarar.
(1) Bir ışık noktası tarafından uyarılmış alan ve (2) uyarılan nok­
taya hemen komşu bir alanda gangliyon hücrelerinin ışığa
yanıtları; bu alandaki gangliyon hücreleri lateral inhibisyon G a n g liy o n H ü cre le ri Ta ra fın d an Renk
mekanizması ile inhibe edilmiştir. (Granit’teıı modifiye edil­ S in ya lle rin in İle tilm e s i
miştir: Receptors and Sensory Perception: A Discussion of
Aims, Means, and Results of Electrophysiological Research Into
the Process of Reception. New Haven, CT, Yale University Press, Tek bir gangliyon hücresi çok sayıda ya da az sayı­
1955). da koni tarafından uyarılabilir. Üç koni tipinin tü ­
590 ÜNİTE X • Sinir Sistemi: B Özel Duyular

mü - kırmızı, mavi ve yeşil tip - aynı gangliyon renkler arasında zıt bir uyarılma - inhibisyon ilişki­
hücresini uyardığında, gangliyon hücresinden ile­ si gösterirler.
tilen sinyal, spektıum un herhangi bir rengi için Renklerin bu zıt etkilerinin m ekanizm ası şöyle-
olanın aynıdır. Bu sebepten, bu sinyal farklı renk­ dir: Bir renk-tipi koni depolarize edici bipolar h ü c­
lerin saptanm asında rol oynamaz. Aksine, "beyaz” re üzerinden, direkt uyarıcı yolla gangliyon hücre­
bir sinyaldir. sini uyarır, öte yandan, başka bir renk tipi ise hipeı -
Öte yandan, bazı gangliyon hücreleri belli bir polaıize edici bir bipolar hücre üzerinden indirekt
renk koni tarafından uyarılırken, ikinci bir koni tipi inhibitor yolla gangliyon hücresini inhibe eder.
tarafından inhibe edilir. Örneğin, bu durum kırmı­ Bu renk-kontrast m ekanizm asının önemi, reti­
zı ve yeşil koniler için sıkça meydana gelir, kırmızı nanın kendisinin, renkleri ayırt etmeye başladığı
eksitasyona yol açarken yeşil inhibisyona yol açar bir mekanizmayı oluşturmasıdır. Böylece gangli­
ya da tersine, yeşil eksitasyona yol açarken kırmızı yon hücresinin, her bir renk-kontrast tipi bir renk
inhibisyona yol açar. Aynı zıt etki bir taraftan mavi tarafından uyarılırken “zıt renk” tarafından inhibe
koniler diğer taraftan da kırmızı ve yeşil konilerin edilir. Böylece, renk analizi retinada başlar ve tü­
kombinasyonu arasında da vardır; mavi ve sarı müyle beynin bir işlevi değildir.

REFERANSLAR
A lbert D M , Ja k o b iec F A : Prin ciples and Prac­ Hampton G R , N elsen P T : A ge-R elated M a cu ­ Peym an G A , Schulm an J A : Intravitreal S u r­
tice o f Ophthalm ology. Philadelphia: W B lar D egeneration: Principles and Practice. gery: Principles and P ractice. 2nd ed. R ed ­
Saunders C o, 1 9 94. New Y o rk : Raven Press, 1992. ding, M A : A ppleton & L an ge, 1994.
B ack h a ris W , K lie g l R , W ern er J S : C o lo r V i­ Hendee W A , W ells PN T: T h e Perception o f R ao V R , Oprian D D : A ctivatin g m utations o f
sion. B erlin : W alter de Gruyter, 1 9 98. V isual Inform ation. New Y o rk : Springer, rhodopsin and other G protein-coupled re­
B arn es S : A fter transduction: response shaping 1997. ceptors. Annu R ev B io p h y s B io m o l Struct
and control o f transm ission by ion channels Iyer P V , Row land R : O phthalm ic Pathology. 2 5 :2 8 7 , 1996.
o f the photoreceptor inner segm ents. N euro­ New Y ork: Churchill Livingstone, 1994. R o d ieck R W : T h e First Step s in S eein g . S u n ­
scie n c e 5 8 :4 4 7 , 1994. Ja co b s G H : Prim ate photopigm cnts and p ri­ derland, M A : Sin auer A ssocia tes, 1998.
B e rg er JW , F in e S L , M aguire M G : A ge- mate color vision. Proc Natl A cad S e i U S A Sm ith G , A tchison D A : T h e E y e and Visual
related M acu lar Degeneration. S t. Lo u is: 9 3 :5 7 7 , 1996. O ptical Instruments. C am brid ge, U K : C am ­
M osb y, 1999. M argo C E , Hanied L M , M am cs R N : D iagn o s­ bridge U niversity P ress. 1 9 97.
Bloom field S A : O rientation-sensitive am acrine tic Problem s in C linical O pthalm ology. W ade N: A Natural H istory o f V isio n . C am ­
and ganglion c e lls in the rabbit retina. J Philadelphia: W B Saunders C o, 1994. bridge, M A : M IT Press, 1 9 9 8 .
Neurophysiol 7 1 :1 6 7 2 , 1994. M asland R H : U nscram bling co lo r vision. S c i ­ W assle H, B o y co tt B B : Fu n ction al architecture
B o v in o JA : M acu lar Surgery. Redding, M A : ence 2 7 1 :6 1 6 , 1996. o f the mam m alian retina. Ph y siol R e v 7 1 :
A ppleton & Lan ge, 1994. M iller J L , Picon cs A , K orenbrot J I : D iffer­ 4 4 7 , 1991.
C oscas G , C ard illo Piccolin o F : R etin al Pig­ en ces in transduction betw een rod and con e W illiam s D, Sekiguchi N , Brainard D : C olor,
m ent Epithelium and M acu lar D iseases. photoreceptors: an exploration o f the role o f contrast sensitivity, and the co n e m osaic
B o sto n : K lu w e r.1 9 9 8 . calcium hom eostasis. Curr Opin N curobiol P roc Natl A cad S c i U S A 9 0 :9 7 7 0 , 1993.
D e F e lice L J : E le c tric a l Properties o f C ells: 4 :4 8 8 1994. W u S M : Synaptic transm ission in the outer
Patch C lam p fo r B io lo g ists. New Y ork: O lk R J, L ee C M : D iabetic Retinopathy: P racti­ retina. Annu R e v P h y siol 5 6 :1 4 1 , 1994.
Plenum Press, 1997. ca l M anagem ent. Philadelphia: J B Lippin- Zhao S , R izzo lo L J , B arn stab le C J: D ifferenti­
Freem an W R : Practical A tlas o f R etin a l D is ­ cott, 1993. ation and transdiffcrentiation o f the retinal
ease and Therapy. New Y o rk : R av en Press, O w en W G : Ion ic conductances in rod photore­ pigm ent epithelium . Int R e v C ylol 1 7 1 :2 2 5 ,
1993. ceptors. Annu R ev P hysiol 4 9 :7 4 3 , 1987. 1997.
Friedlaender M H : A llergy and Im m unology o f
the E ye. New Y o rk : R aven Press, 1993.
ucundaki dorsal lateral genikülat niikleus içinde
Görme Yolları sonlanır. Dorsal lateral genikülat nükleus iki tem el
işlev görür; ilki, optik traktusun görsel bilgisini, o p ­
İki retinadan görme korteksine giden ana görme tik radyasyon (geııikülokalkarin traktus da denir)
yolları Şekil 51-1’de görülmektedir. Sinir uyarıları yolu ile görme korteksine bağlar. Bu ileti işlevi ku­
retinaları terk edince, optik sinirler aracılığıyla ar­ sursuzdur; öyle ki, retinadan görme korteksine ka­
kaya geçerler. Optik kiazmada, retinaların nazal dar tüm yol boyunca yüksek derecede uzamsal
yanlarından kalkan liflerin tam am ı karşı tarafa ge­ doğrulukla, tam bir biıe-bir ileti vardır.
çerler, diğer taraf temporal retinalardan kalkan lif­ Optik kiazmayı geçtikten sonra, optik traktustaki
lere katılırlar ve optik traktıısu meydana getirirler. liflerin yalısının bir gözden, diğer yarısının diğer göz­
Herbir optik traktusun lifleri dorsal lateral genikii- den kaynaklanarak, iki retina üzerindeki karşılık ge­
lat nükleusta sinaps yapar ve buradan kalkan geni- len noktaları temsil ettiği hatırlanacaktır. Bununla
kiilokalkarin lifler, optik radyasyon (ya da genikii- beraber, iki gözden gelen sinyaller, dorsal lateral geni­
lokalkarin traktus) yolu ile oksipital lobun kalkarin külat nükleus içinde ayrı tutulurlar. Bu nükleus, alü
bölgesindeki primer görme korteksine ulaşır. nükleer tabakadan oluşmuştur. II., III. ve V. tabakalar
Ek olarak, görme lifleri beynin daha eski bölgele­ (ventralden doısale) sinyalleri, ipsilateral retinanın
rine geçerler. (1) Olasılıkla vücudun çeşitli fizolojik temporal bölgesinden alırlar; oysa, I., IV. ve VI. taba­
değişimlerini gece ve gündüzle sinkronize eden sir- kalar sinyalleri karşı gözün nazal retinasından alırlar.
kadiyen ritmin kontrolünü sağlamak üzere, optik İki gözün birbirine karşılık gelen ıetinal alanları, eş­
traktustan hipotalamusun suprakiazmatik niikle- leşmiş tabakalarda yaklaşık olarak birbiri üstüne yer­
ıısuna; (2 ) önemli cisimler üzerine gözün odaklan­ leşmiş nöronlara bağlanırlar ve benzer paralel ileti
ması için refleks hareketleri ve pupilla ışık refleksini görme korteksine kadar tüm yol boyunca korunur.
sağlamak üzere pretektal çekirdeklere, (3) iki gözün Dorsal lateral genikülat nükleusun ikinci önemli
hızlı doğrultusal hareketlerini kontrol etmek üzere işlevi, görme korteksine sinyallerin iletilmesinde
siıperiyör kollikulusa ve (4) olasılıkla, vücudun bazı "kapı” görevi yapmaktır; yani, kortekse sinyallerin
davranışsal işlevlerini kontrole yardım etmek üzere, ne kadarının geçm esine izin verileceğini kontrol
talamusun veııtral lateral genikülat nükleusuna ve etmektir. Nükleus geçiş kontrolü için sinyallerini
sonra beyni çevreleyen bazal bölgelere ulaşır. iki esas kaynaktan alır: ( 1 ) primer görme korteksin-
Böylece, görme yolları kabaca, orta beyin ve ön den lateral genikülat nükleusa doğru ters yönde
beynin tabanına ulaşan eski sistem ve görme kor­ dönen kortikofiigal liflerden ve (2 ) mezansefalo-
teksine direkt ileti sağlayan yeni sistetn şeklinde ay­ nun retiküler alanlarından. Bunların ikisi de inhi-
rılabilir. Yeni sistem, insanlarda, görsel şeklin, renk­ bitördür ve uyarıldığında, gerçekten de dorsal late­
lerin ve diğer bilinçli görmenin hem en tüm yönle­ ral genikülat nükleusun seçilm iş bölüm lerinde ile­
riyle algılanmasından sorumludur. Öte yandan, tiyi kapatabilir. Bu nedenle, bu her iki kapı devresi­
birçok ilkel hayvanda, tıpkı görme korteksinin m e­ nin, geçm esine izin verilen görsel bilginin kontro­
melilerde kullanılmasında olduğu gibi, görsel şekil lüne yardımcı olduğu varsayılır.
dahi eski sistem le süperiyör kollikulusu kullanarak En son olarak, dorsal lateral genikülat nükleus,
tespit edilir. başka bir yola daha ayrılır: (1) I. ve II. tabakalar bü­
yük nöronlar içerdikleri için magnoselliiler tabaka­
lar olarak adlandırılır. Bunlar input (giriş) sinyalleri­
Dorsal Lateral Genikülat Nükleusun nin hemen hemen tamamını büyük tip Y ıetinal
İşlevi gangliyon hücrelerinden alırlar. Bu magnosellüler
sistem, görme korteksine çabuk iletim sağlayan bir
Yeni görme sistem inin optik sinir liflerinin tümü, yol sağlar. Öte yandan, bu sistem renk körüdür, yal­
Şekil 50-1’de gösterildiği gibi, basitçe lateral geni­ nız siyah ve beyaz bilgi taşır. Ayrıca, bire-bir ileti za­
külat cisim olarak adlandırılan, talamusun dorsal yıftır, çünkü, o kadar fazla sayıda Y gangliyon hücıe-

591
592 ÜNİTE X • Sinir Sistemi: B. Özel Duyular

Lateral genikülat cisim


Optik radyasyon Optik traktus
Optik kiazma Sekonder
Optik sinir görme
alanları

Primer
görme 4
korteksi
Görme korteksi

Maküla

ŞEKİL 51 - 2
Mediyal oksipital korteksin kalkarin fisüründeki görme kortek­
si.

ŞEKİL 51 - 1
Gözlerden görme korteksine giden temel görme yollan. (Pol- dan kıyaslandığında, fovea primer görme koıtek-
yak’tan modifiye edilmiştir. The Retina. (C) 1941 by The Univer­ sinde retinanın periferik bölümlerinin yüzlerce ka­
sity of Chicago. Her hakla saklıdır).
tı bir alanla temsil edilir.
Primer görme korteksi, Brodmann’ın 1 7. kortikal
alanı ile aynı yerdir (Şekil 4 7 -5 ’teki Brodm ann’ın
si yoktur ve dendritleri retinada genişçe yayılır. (2 )
alanlarının şem asına bakınız). Aynı zam anda /.
III. ila VI. tabakalar paruoseliiler tabakalar olarak görme alanı ya da basitçe V -l diye de adlandırılır.
adlandırılır, çünkü, küçükten orta boya değişen çok Primer görme korteksinin bir başka ismi de striat
sayıda nöronlar içerirler. Bu nöronlar input sinyalle­ kortekstir çünkü bu alanın genel olarak çizgili bir
rini hem en tamamen X tipi retinal gangliyon hücre­ görünüşü vardır.
lerinden alırlar; bunlar renk iletirler ve hassas bire­
bir uzamsal bilgi taşırlar, ancak yüksek hızdan ziya­ Korteksin Sekonder Görm e Alanları. Görsel
de orta derecede bir ileti hızıyla iletirler. asosiyasyon alanları olarak da adlandırılan sekon­
der görme alanları, primer görme korteksinin late-

GÖRME KORTEKSİNİN Motor korteks


ORGANİZASYONU VE İŞLEVİ I. Somatik
duysal alan
Şekil 51-2 ve 51-3 görme korteksinin esas olarak ok- r Şekil, 3-
sipital loblarda yerleştiğini göstermektedir. Diğer boyutlu
duysal sistem lerin kortikal temsilinde olduğu gibi, duruş,
'hareket
görme korteksi de primer görme korteksi ve sekoıı-
der görme korteksi alanlarına ayrılır.

Prim er G örm e Korteksi. Primer görme korteksi


(Bk. Şekil 51-2), kalkarin fisiir alanında, her bir ok-
sipital koıteksin mediyal bölümünde, oksipital
kutba doğru uzanır. Bu alan gözlerden gelen direkt
görme sinyallerinin sonudur. Retinanın maküler
Sekonder Primer
alanından gelen sinyaller şekilde gösterildiği bi­ Görme Görme
çimde oksipital kutbun yakınında sonlanır; oysa, Alanları Korteksi
daha periferik retinadan gelen sinyaller kutbun
önünde ve kalkarin fisür boyunca konsantrik çem ­ ŞEKİL 51 - 3
berler şeklinde sonlanır. Retinanın üst bölümü yu­ Görme sinyallerinin primer görme korteksinden sekonder
karıda, alt bölümü aşağıda temsil edilir. görme alanlarına iletimi. Şekil, üç boyutlu duruş ve hareketi
Şekilde özellikle makülayı temsil eden geniş ala­ temsil eden sinyallerin esas olarak yukarıdan oksipital lobun
na dikkat ediniz. Retinal foveanın sinyallerini ilet­ üst bölümlerine ve pariyetal lobun arka bölümlerine iletildiğine
dikkat ediniz. Tersine, görsel detay ve rengi taşıyan sinyaller
tiği bölge burasıdır. Fovea, görme keskinliğinin en esas olarak oksipital lobun anteroventral bölümüne ve arka
üst derecesinden sorumludur. Retinal alan açısın- temporal lobun ventral bölümüne iletilir.
BÖLÜM 51 • Göz: III. Görmenin Merkezi Nörofizyolojisi 593

ıal, anteriyor, süpeıiyor ve inferiyoıunda uzanırlar. tabaka da alt bölümlerle organize olmuştur. Y reti­
Bu alanların çoğu Şekil 51-3’de gösterildiği gibi ok­ nal gangliyon hücrelerinden çabuk iletilen sinyal­
sipital korteksin lateıal yüzeyleri üzerinden dışa ler IVco: tabakasında sonlanıılar ve buradan düşey
doğru katlanırlar. Sekonder sinyaller, görsel anlam ­ olarak hem dışa kortikal yüzeye doğru ve hem de
ların analizi için bu alanlara iletilirler. Örneğin, pri­ içe daha derin düzeylere doğru iletilirler.
m er görme korteksinin her tarafında bulunan Retinadaki X gangliyon hücrelerinden kalkan oı-
Brodm ann’ııı 18. alanı primer görme korteksinden ta-boy optik sinir liflerinden gelen görsel sinyaller
gelen hem en hem en tüm sinyallerin bir sonraki de IV. tabakada, fakat Şekil 51-4’iin sağında göste­
bölüm e iletildiği alandır (bkz. Şekil 51-3). Bu se­ rilen, IV. tabakanın en sığ ve en derin bölümleri
bepten, Brodmann’ın 18. alanı, II. görm e alanı ya olan IVa ve IVcp tabakalarındaki Y sinyallerinden
da kısaca V-2 olarak adlandırılır. Bundan başka, V- faiklı noktalarda sonlanıılar. Buradan, bu sinyaller
3, V-4 gibi yarım düzineden fazla özel isimlendir­ de düşey olarak hem korteksin yüzeyine doğru ve
meleri olan daha uzak sekonder görsel alanlar var­ hem de daha derin tabakalara iletilirler. Renk gör­
dır. Tüm bu alanların önemi, görsel resmin çeşitli mesinde olduğu gibi, görmenin kusursuz biıe-bir
yönlerinin giderek parçalara ayrılıp analiz edildiği iletisini sağlayan da, bu X gangliyon yollarıdır.
alanlar olmasıdır.
Görme Korteksinde Düşey Nöronal Kolonlar.
Görme korteksi yapısal olarak, her biri 30 ila 50
Primer Görme Korteksinin Tabakalı Yapısı
mikrometre çapında olan milyonlarca düşey sinir
hücresi kolonu şeklinde organize olmuştur. Aynı
Primer görme korteksi, Şekil 5 1-4’de gösterildiği şe­
düşey kolon tarzı organizasyon tüm serebıal kor-
kilde, tüm diğer seıebral korteks bölüm lerinin
tekste bulunur. Her kolon bir fonksiyonel üniteyi
çoğu gibi altı ayrı tabakaya sahiptir. Diğer duysal
temsil eder. Görsel düşey kolonların her birindeki
sistem ler için de doğru olduğu gibi, genikülokalka-
sinir hücresi sayısının 1 0 0 0 veya daha fazla olduğu
ıin lifler esas olarak IV. tabakada sonlanır. Fakat bu
kabaca hesaplanabilir.
Optik sinyaller IV tabakada sonlandıktan sonra
lıeıbir düşey kolon biriminde dışa ve içe doğru ya­
yılarak işlenmeye devam ederler. Bu işlemin, yol
boyunca birbirini izleyen duraklarda görme bilgisi­
nin farklı parçacıklarının yorumlanmasını sağla­
dığına inanılır. Dışa doğru I., II. ve III. tabakalara
geçen sinyaller, sonuçta sinyalleri koı tekste lateral
olarak kısa mesafelerde iletirler. Öte yandan, içe, V.
ve VI. tabakalara geçen sinyaller, uyarıları çok daha
büyük mesafelere ileten nöronları uyarırlar.

Görme Korteksindeki "Renk Dam laları". Bazı


sekonder görme alanlarının kolonları arasında ol­
duğu gibi, primer görme kolonlarının arasına da
serpiştirilm iş kolon -ben zeıi özel alanlara renk
dam laları adı verilir. Komşu görme kolonlarından
lateral sinyaller alırlar ve özellikle renk sinyallerine
yanıt verirler. Bu yüzden, bu damlaların, renk şifre­
sini çözen primer alanlar olduğu varsayılır.

Ayrı Gözlerden Gelen Sinyallerin Etkileşimi. İki


(magnoselüler) (parvoselüler)
ayrı gözden gelen görme sinyallerinin lateral geni-
t
Retinal Retinal
kulat nııkleus içindeki ayrı nöronal tabakalara ile­
tildiğini hatırlayınız. Ve bu sinyaller, primer görme
“Y" “X” korteksinin IV. tabakasına geldiğinde birbirinden
gangliyonları gangliyonları hala ayrı kalırlar. Gerçekte, IV. tabaka, nöronal ko­
lonların zebıa-benzeri hoıizontal şeritleri ile örül­
Hızlı, Siyah ve Beyaz Çok Hassas, Renk müştür, her şerit yaklaşık 0,5 m ilimetre kalınlığın-
dadır; bir gözden gelen sinyaller, ikinci gözün sin­
Ş E K İL 51 - 4 yalleri ile değişimli olarak diğer şeridin kolonlarına
girer. Sinyaller düşey olarak korteksin diğer tabaka­
Primer görme korteksinin altı tabakası. Şeklin sol tarafında gös­
terilen bağlantılar lateral genikiilat çekirdeğin (I.GN) magnösel- larına yayılırken, görme sinyallerinin lateral yayılı­
İtiler tabakasından kaynaklanır ve çabuk değişen siyah ve beyaz mından dolayı bu ayırım kaybolur. Bu sırada kor­
görsel sinyalleri iletir. Sağdaki yollar lateral genikiilat çekirdeğin teks, iki görsel resmin ilgili alanlarının birbirine
parvoselüler tabakalarından (III. ila VI. tabakalar) kaynaklanır;
rengin yamsıra keskin detayları çözen sinyalleri iletir. Renk
"uygun” olup olmadığını irdeleyip, iki retinanın
tespiti için gerekli claıı "renk damlaları” adı verilen görme kor­ birbirine karşılık gelen noktalarının uygunluğunu
teksinin küçük alanlarına özellikle dikkat ediniz. karşılaştırır. Sonra, bu deşifre edilmiş bilgi, gözlerin
594 ÜNİTE X • Sinir Sistemi: B. Özel Duyular

hareketini kontrol etmek üzere kullanılarak biıbi-


riyle birleştirilir (‘'uygun” hale getirilir). İki gözden
gelen görüntülerin uyum derecesi lıakkındaki bilgi L-----
ayrıca, kişinin stereopsi mekanizması ile cisimler
arasındaki mesafeyi ayırt etmesini sağlar.

Görsel Bilginin Analizi için İki Ana


Yol-(1) Hızlı “Duruş” ve “Hareket” Yolu;
Retina görüntüsü Kortikal uyarılma
(2) Kusursuz Renk Yolu
ŞEKİL 51 - 5
Şekil 51-3, görme bilgisinin pıim er görme koı teksi- Koyu bir artı işaretinin retinadaki görüntüsüne yanıt olarak
ni terkettikten sonra sekonder görme alanlarında görme korteksinde meydana gelen uyarılma paterni.
iki ana yolda analiz edildiğini göstermektedir.

1. Cisimlerin Üç Boyutlu Duruşu, Kaba Şekli duvara, Şekil 51-5’te solda gösterildiği gibi, içi dolu bü­
ve Hareketinin Analizi. Şekil 51-3'deki analitik yük bir "artı” işareti yerleştirelim. Sağda, görme kor­
yollardan geniş siyah oklarla gösterileni görsel ci­ teksinde, uyarılan nöronların büyük bölümünün
simlerin vücut çevresindeki uzayda üçüncü boyut uzamsal paterni görülmektedir. Maksimum uyarılma
duruşunu analiz eder. Bu yol, bu bilgiyi kullanarak alanlarının, görsel paternin keskin kenarları boyunca
sahnenin hareketi kadar, görsel sahnenin kabaca oluştuğuna dikkat ediniz. Böylece, primer görme koı-
şekil analizini de yapar. Diğer bir ifadeyle, bu yol, teksindeki görsel sinyal, kontrastlı olmayan alanlar­
herhangi bir anda, her cism in “nerede” olduğunu dan çok, görsel sahnedeki kontrastlarla ilişkilidir. Bö­
ve hareket edip etmediğini söyler. Primer görme lüm 50’de bunun ıetinal gangliyon hücrelerinin çoğu
koıteksini (Brodm ann’ın 17. alanı) terkettikten için de doğru olduğunu, çünkü eşit şekilde uyarılan
sonra, bu yolun sinyalleri bir sonraki sinapsım II. komşu ıeünal reseptörlerin karşılıklı olarak birbirini
görme alanında (Brodmann’ın 18. alanı) yapar, inhibe etüğini gördük. Fakat görsel sahnede, karanlık­
sonra genel olarak posteriyor orta-temporcıl alana tan aydınlığa ya da aydınlıktan karanlığa değişimin ol­
ve daha sonra da yukarıya geniş oksipitopariyetal duğu her sınırda, bu karşılıklı inhibisyon meydana gel­
kortekse devam eder. Bu son alanın ön sınırında, mez ve uyarılma şiddeti kontrast gradyam ile orantılı­
sinyaller som atik duysal sinyallerin üç boyutlu dır. Diğer bir deyişle, kontrast keskinliği büyüdükçe
yönlerini analiz eden posteriyor som atik asosiyas- aydınlık ve karanlık alanlar arasındaki şiddet farkı art­
yon alanları ile üst üste biner. Duruş-şekil-hareket tıkça, uyarılma derecesi de artar.
yolunda iletilen sinyaller, esas olarak lıızlı sinyal
ileten ancak renk olmaksızın sadece siyah ve beyaz Görme Korteksi Çizgi ve Kenarların Doğrultusu­
ayrımı yapan, ıetinal Y gangliyon hücrelerinin bü- nu da Saptar - "Basit" Hücreler. Görme korteksi
yükY optik sinir liflerinden gelir. yalnızca retinal görüntünün farklı alanlarındaki çizgi
ve kenarlan tespit eünekle kalmaz fakat ayrıca her
2. Görsel D etay ve Rengin Analizi. Şekil 51- çizgi ve kenarın yerleşim yönünü de tespit eder -yani,
3 ’teki kırmızı oklar, primer görme korteksinden düşey ya da yatay olduğunu veya eğim derecesini
(Bıodm ann’ın 17. alanı) II. görme alanına (Bıod- saptar. Bunun, kontrast bir kenarın bulunduğu yer­
m ann’ın 18. alanı) ve sonra oksipital ve temporal deki hücrelerin hattı boyunca inhibisyon meydana
kor teksin inferiyor ventral ve mediyal bölgelerine geldiği zaman olduğuna ve ikinci-sıra nöronları uya­
geçen, görsel detayın analizini sağlayan esas yolu ran karşılıklı inhibe edici hücrelerin doğrusal organi­
göstermektedir. Bu yolun ayrı bölümleri, aynı şekil­ zasyonundan kaynaklandığına inanılır. Böylece, bir
de özgül olarak rengi de analiz etmektedir. Böylece, çizginin herbir yerleşimi için özgül bir sinir hücresi
bu yol, harfleri tanıma, okuma, yüzeylerin yapıları­ uyarılır. Ve farklı bir doğrultuda yönelmiş bir çizgi
nı tanımlama, cisim lerin ayrıntılı renklerini belirle­ farklı bir hücreyi uyarır. Bu sinir hücrelerine basit
meye ve tüm bu bilgilerden cismin “ne” olduğunu hücreler denir. Esas olarak primer görme korteksinin
ve anlamını çözmeye yarar. IV. tabakasında bulunurlar.

Görm e Alanında Lateral ya da D üşey O larak Yer


Değiştiren Ç izgin in Yerleşim inin Saptanm ası -
GÖRSEL RESMİN ANALİZİ SIRASINDA "K a rm a şık" Hücreler. Sinyaller IV. tabakad an
NÖRONAL UYARILMA PATERNLERİ uzağa doğru ilerledikçe, bazı n öron lar hala aynı
doğrultuda bulunan çizgiye yanıt vermeye b a ş­
Görsel Resimdeki Kontrastların Analizi. Bir kişi boş larlar, ancak pozisyona özgül değildirler. Yani,
bir duvara baküğında, duvarın aydınlanmasının zayıf çizgi görme alanında lateral ya da düşey olarak
ya da parlak olmasından bağımsız olarak, primer gör­ makul m esafelerde yer değiştirebilir ve çizgi aynı
me korteksinde yalnızca az sayıda nöron uyarılacaktır. doğrultusunu koruyorsa nöron uyarılm aya d e­
Öyleyse, sorulması gereken soru, "Görme korteksi ne vam edecektir. Bu hücreler “karm aşık hücreler”
tespit eder?” olmalıdır. Bunu cevaplamak için, şimdi olarak adlandırılır.
BÖLÜM 51 • Göz: III. Görmenin Merkezi Nörofizyolojisi 595

Belirli Uzunluklardaki Çizgilerin, Açıların ya da için perimetri den ilen işle m d e h erb ir gö z için g ö rm e
D iğer Şekillerin Saptanması. Primer görsel ko­ alan ı tesp it edilir. Bu, kişinin g ö zü n ü ta m ö n ü n d e b u lu ­
lonların dış tabakalarındaki bazı nöronların yanısı- n an m erkezi b ir n o k tay a b ak m asın ı sağ lay arak , g e rç e k ­
leştirilir. Son ra, k ü çü k bir ışık n ok tası y a d a kü çü k bir c i­
ıa, bazı sekonder görme alanlarındaki nöronlar sa­
sim g ö rm e alan ın ın tü m alan ların d a ö n e ve ark aya h a ­
dece belli bir uzunluktaki çizgi ya da kenarlar- ya da
reket ettirilir ve kişi ışık n o k tasın ın veya c ism in n e z a ­
özgül açılı şekiller veya başka özellikleri olan gö­ m a n gö rü leb ild iğ in i y a d a g ö rü le m e d iğ in i belirtir. Böy-
rüntülerle uyarılırlar. Böylece, bu nöronlar daha da lece, so l gö z için g ö rm e alan ı Şekil 5 1 -6 ’d a g ö rü ld ü ğ ü
yüksek dereceden bilgiyi görsel sahneden tespit şek ild e işaretlenir.
ederler. Şekilde gö rüldüğü gibi, tüm periın etre çizelgelerin de
Böylece, görme koıteksinin analitik yolu içinde m erkezi gö rm e n ok tasın ın yaklaşık 15 d e re ce latcralin de
ilerledikçe, her görsel sahnenin giderek daha fazla bu lu n an optik disk ü zerin d e basil ve kon ilerin eksikliğiy­
özelliği deşifre edilir. le olu şan bir kör nokta bulunur.

Görme Alanlarında Anomaliler. Z am an zam an , görm e


alanının bazı kısım ların da optik disk alan ların dan b aşk a
Rengin Saptanması kör noktalar bulunur. Bu kör noktalar skotom olarak a d ­
landırılır; sık ça glokom (göz küresi için de çok fazla sıvı
Renk, çizgilerin saptanmasıyla hemen hemen aynı basıncı), retinadaki alerjik reaksiyonlar, ya d a kurşun z e ­
bir yolla, renk kontrastı yolu ile tespit edilir: Örneğin, hirlenm esi ve aşırı tütün kullanım ı gibi toksik k oşullar n e ­
kırmızı bir alan sıkça yeşil bir alan ile ya da mavi bir deniyle oluşan optik sinir hasarı ile m ey dan a gelir.
alan kırmızı bir alana karşı veya yeşil bir alan sarı bir Perim etre ile teşh is edilebilen diğer b ir d u ru m ise reti-
alana karşı kontrast yönünden güçlendirilir. Tüm bu nitis pigmentozadır. Bu hastalıkta, retin an ın b azı b ö lü m ­
leri dejenere olur ve d e je n e rasy o n a u ğray an alan lard a
renkler, ayrıca görsel sahne içindeki beyaz bir alana
aşırı m iktarda m elan in pigm en ti depolan ır. Retinitis pig-
karşı da güçlendirilebilirler. Bölüm 50de tartışılan ve
m e n to za genellikle ön ce retinanın periferik gö rm e a la ­
"renk sabitliği” olarak adlanduılan olaydan esas ola­ n ın d a körlüğe yol aç a r ve son ra giderek m erkezi b ö lg e le ­
rak beyaza karşı bu kontrast arürma işleminin so­ re ilerler.
rumlu olduğuna inanılmaktadır; yani, aydınlatan
ışığın rengi değiştiğinde, ışıkla beraber “beyaz”ın ren­ Optik Yoldaki Lf zyonların Görme Alanlarında Etkileri.
gi değişir ve aydınlatan ışık, göze giren "kırmızı”nın Bir optik sinirin tam am ın ın tahrip o lm a sı etkilenen g ö ­
rengini değiştirmiş dahi olsa beyindeki uygun hesap­ zün k ö rlüğün e yol açar. Şekil 5 1 - ld e k iazm ayı u z u n la­
lama kırmızıyı kırmızı olarak yorumlamayı sağlar. m a sın a kesen çizgi ile gösterildiği şekilde optik kiazma-
nın h asarı, uyarıların iki retinanın n azal y an ların d an
Renk kontrast analizinin mekanizması, “zıt renk­
karşı taraf optik trak tu su n a ge çm e sin e engel olur. Bu n e ­
ler” olarak adlandırılan kontrast renklerin birbirin­
denle, retinaların an cak n azal y anları kördür, an c a k gör­
den farklı sinir hücrelerini uyarması gerçeğine da­ me alanının retinadaki resmi ters döndüğü için bu d u ­
yanır. Renk kontrastının başlangıç detaylarının ba­ rum kişinin tem poral alan ların ın kör o lm ası dem ektir;
sit hücreler tarafından saptandığı öngörülür, buna bu d u ru m a bitemporal hemianopsi ad ı verilir. Bu lez-
karşılık daha kompleks kontrastlar ise karmaşık ve yon lar sıkça, optik kiazıııa üzerin e yukarı b ası y ap an hi-
çok karmaşık hiicrelerce saptanır. pofiz bezi tüm örleri so n u c u n d a m e y d an a gelir.
Şekil 51-1 'de b aşk a bir çizgi ile gö sterildiği gibi, optik
traktusun kesintiye u ğ ram ası, herbir retin an ın lezy on la
aynı tarafta olan ilgili yanlarını den eı ve ed er ve so n u ç
Primer Görme Korteksinin
Uzaklaştırılmasının Etkisi
İnsanda primer görme korteksinin uzaklaştırılma­
sı, bilinçli görmenin kaybına yol açar. Bununla b e­
raber, psikolojik çalışmalar, böyle kişilerin ışık şid­
detindeki değişimlere, görsel sahnedeki hareketle­
re ve hatta bazı kaba görsel şekillere hala bilinçaltı
reaksiyon verebildiğini göstermiştir. Bu reaksiyon­
lara gözlerin döndürülmesi, başın çevrilmesi ve ka­
çınm a dahildir. Bu şekilde görmenin, optik tıaktus-
tan genellikle superiyor kollikulusa ve daha eski
görme sistem inin diğer bölümlerine geçen sinir
yolları tarafından sağlandığına inanılmaktadır.

G Ö R M E A LA N LA R I; P E R İM E T R E

Görme alanı, belli bir a n d a bir gö z tarafın dan görülen


g ö rü ş alanıdır. N azal tarafta görülen alan naza) görme
alanı, latcral tarafta görülen alan ise temporal görme
alanı olarak adlandırılır.
R etin an ın belli b ö lü m lerin d ek i körlüğü teşh is etm ek Sol göziiıı görme alanını gösteren perimetre çizelgesi
596 ÜNİTE X • Sinir Sistemi: B. Özel Duyular

olarak, her iki göz de b aşın karşı tarafındaki cisim leri g ö ­ aygıtın kortikal kontrolünü göstermektedir. Ek ola­
rem ez. Bu d u ru m hom on im hemianopsi olarak bilinir. rak, bir frontotektal tıaktus, frontal korteksten pıe-
Tek taraflı op tik radyasyon y a d a görm e korteksi h asarı tektal alana geçmektedir. Okülomotor kontrol sin­
d a h o m o n im h em ia n o p siy e yol açar. G örm e korteksini
yalleri, pretektal ve süperiyör kollikulus alanlarından
tah rip eden du ru m gen elde p osteriy or sereb ıal arter
sonra okülomotor sinirlerin çekirdeklerine geçer.
tro m b o zu d u r ve foveal gö rm e alan ın ın tem sil edildiği kı­
sım hariç oksipital kortekste sıklıkla infarktüse yol açtığı Güçlü sinyaller, ayrıca, mediyal longitudinal fasi­
için m erkezi gö rm e çoğu kez k o ru n m u ş olur. kulus yoluyla vestibüler çekirdeklerden okülom o­
tor sisteme iletilir.

Gözlerin Fiksasyon Hareketleri


GÖZ HAREKETLERİ VE KONTROLÜ
Göz hareketlerinin belki de en önemlisi, gözlerin
Gözlerin tüm yeteneklerinin tam am en kullanıla­ görme alanının dar bir bölgesi üzerine ‘Tikse” edil­
bilmesi için, gözlerden gelen görme sinyallerinin mesidir.
yorumlanması için olan sistem kadar, gözlerin gö­ Fiksasyon hareketleri iki nöıonal mekanizma ta­
rülen cisme yöneltilmesini sağlayan serebıal kont­ rafından kontrol edilir. Bunlardan ilki, kişinin göz­
rol sistemi de önemlidir. lerini istemli olarak hareket ettirerek, bakışını fikse
etmek istediği cismi bulmasını sağlar; bu istemli
Göz Hareketlerinin Kas Kontrolü. Göz hareketle­ fiksasyon m ekanizm ası olarak adlandırılır. İkincisi
ri, Şekil 51-7’de görülen üç kas çifti ile kontrol edilir: ise, cisim bir kez bulunduktan sonra gözlerin sağ­
( 1 ) m ediyalve lateral rektuslar, (2 ) silperiyör ve in/e­ lam bir şekilde cisim üzerinde tutulmasını sağla­
riyor rektııslar ve (3) silperiyör ve inferiyor oblikler. yan istem dışı bir mekanizmadır; bu ise istem dışı
Mediyal ve lateral rektuslar esas olarak gözleri bir ta­ fiksasyon m ekanizm ası olarak adlandırılır.
raftan diğer tarafa hareket ettirecek şekilde zıt ola­ İstemli fiksasyon hareketleri, Şekil 51-8’de göste­
rak kasılırlar. Süperiyör ve inferiyor rektuslar esas rildiği gibi, frontal lobların prem otor kortikal böl­
olarak, gözleri yukarı ve aşağı hareket ettirecek şe­ gelerinde bilateral olarak yerleşmiş bulunan küçük
kilde kasılırlar. Ve, oblik kaslar temel olarak görme bir kortikal alan tarafından kontrol edilir. Bu alan­
alanlarını dik pozisyonda koruyacak şekilde göz kü­ ların iki taraflı işlev bozukluğu ya da lıasan, kişinin
relerini döndürmek üzere işlev görürler. gözlerini bir fiksasyon noktasından “ayırmasını” ve
sonra başka bir fiksasyon noktasına çevirmesini
Göz Hareketlerini Kontrol İçin Nöral Yollar. Şekil zorlaştırır ya da neredeyse imkansız hale getirir. Ki­
51-7 üçüncü, dördüncü ve altıncı kranyal sinirlerin şi için çoğunlukla gözlerini kırpma ya da bir elini
çekirdeklerini ve göz kaslarının inervasyonlarını gös­ kısa bir süre için gözlerinin üzerine koymak zorun­
termektedir. Bu üç nükleusun mediyal longitudinal ludur, ancak bundan sonra gözlerini oynatabilir.
fasikulıts aracılığı ile aralarındaki bağlantılar da gö­ Öte yandan, dikkat edilecek cisim bir kez bulun­
rülmektedir. Gerek bu fasikulus yoluyla, gerekse ya­ duktan sonra gözlerin o cisim üzerine “kitlenmesi-
kından ilişkili başka yollarla, her bir gözün üç kas gru­ ni” sağlayan fiksasyon mekanizması, V-l ve V-2 gör­
bunun herbiri zıt olarak inerve edilir, yani kas çiftine me alanlarının (Brodmann'ın 17. ve 18. alanları)
ait bir kas gevşerken diğer kas kasılır. önünde bulunan Brodmann’ın 19. alanı başta ol­
Şekil 51-8, sinyallerin oksipitotektal ve oksipito- mak üzere oksip ital korteksiıı seko n d er görm e
kolliküler traktuslar aracılığı ile oksipital görme alan­ alanları tarafından kontrol edilir. Bu alan iki taraflı
larından beyin sapının pıetektal ve süperiyör kolli- tahrip edildiğinde, hayvan, gözlerini verilen bir fik­
kulus alanlarına yayılımını göstererek, okülomotor sasyon noktasına yönelmiş tutmakta zorluk çeker
ya da bunu hiç yapamaz.
Özetlersek, posteriyor kortikal göz alanları gözleri
Süperiyör rektus
görme alanının verilen bir noktası üzerine otomatik
olarak "kitler" ve böylece görüntünün retina üzerin­
İnferiyor oblik
de hareketini önler. Bu görsel fiksasyondan kurtul­
Süperiyör oblik mak için, frontal alanlarda yerleşmiş "istemli" göz
alanlarından istemli uyanların iletilmesi zorunludur.
inferiyor rektus
Mediyal rektus İstem-Dışı Fiksasyon Kitleme Mekanizması-Sü-
periyör Kollikulusların Rolü. Önceki bölümde tartı­
şılan istem dışı fiksasyon kitleme üpi, dikkat edilen
Çekirdekler nesnenin, retinanın foveal parçasını terk etmesini
önleyen bir negaüf geribildirim mekanizmasının so­
Lateral nucudur. Gözlerin normalde bile sürekli fakat pek
Mediyal
rektus - longitudinal
farkedilmeyen üç tip hareketi vardır: (1) Göz kasların­
fasikulus daki motor ünitelerin ardışık kasılmaları ile ortaya çı­
kan saniyede 30 ila 80 döngülükhıza sahip sürekli bir
Ş E K İL 51 - 7 tremor, (2 ) göz kürelerinin bir yönde veya diğer yönde
Ekstraoküler göz kasları ve iııervasyonları. yavaş kayması ve (3) istem dışı fiksasyon mekanizma-
BOLUM 51 • Göz: III. Görmenin Merkezi Nörofizyolojisi 597

İstemli fiksasyon
alanı
İstemdışı
fiksasyon
alanı
Görsel
asosiyasyon
alanları
Primer görme
korteksi
Öksipitotektal ve
— oksipitokolliküler traktus
Frontotektal
traktus Pretektal çekirdekler
III. sinirin viseral çekirdeği
Süperiyör koilikulus
Okülomotor çekirdek
ııı. sınır
Troklear çekirdek
IV. sinir
Abdusens çekirdeği
VI. sinir

Ş E K İL 51 - fi Vestibüler çekirdekler
Gözlerin konjüge hareket­
lerinin kontrolü için sinir Mediyal longitudinal
yolları.

sı tarafından kontrol edilen mü fırlam a hareketleri. Sakkadlar öyle çabuk meydana gelir ki, harcanan za­
Bir ışık noktası retinanın fovea bölgesinde sabitleşti- man, gözleri hareket ettirmede harcanan toplam za­
rildiği zaman tremor hareketleri, noktanın koniler manın yüzde 1 0 ’undan fazlasını tutmaz, zamanın
boyunca hızlı bir şekilde öne arkaya hareketine yol yüzde 90’ı fiksasyona ayrılır. Ayrıca, beyin sakkadlar
açar ve kayına hareketleri noktanın koniler üzerinde arasında görsel resmi süprese eder, böylece, kişi nok­
yavaşça kaymasına yol açar. Işık noktasının foveamn tadan noktaya hareketlerin bilincinde olmaz.
kenarına kadar her kayışında ani bir refleks reaksiyo­
nu meydana gelir, uca kayan noktayı tekrar foveal Okuma Sırasında Sakkadik Hareketler. Okuma işle­
merkeze getirecek bir fırlama hareketi ortaya çıkar. mi sırasında kişi genel olarak, her bir satır için çok
Böylece, otomatik bir yanıt, görüntüyü tekrar fove- sayıda sakkadik hareket yapar. Bu durumda, görsel
anın merkezi bölümüne hareket ettiril'. Bu kayma ve sahne gözlerden önce hareket etmez, fakat gözler
fırlama hareketleri Şekil 51-9’da gösterilmektedir; ke­ önemli bilgiyi elde etmek üzere, görsel şaline üze-
sikli çizgiler ile reüna boyunca yavaş kayma hareket­
leri ve kesintisiz çizgiler ile fırlama hareketleri göste­
rilmektedir. Bu hareketlerle görüntünün foveal böl­
geden çıkması önlenmektedir.
Bu istem dışı fiksasyon yeteneği çoğunlukla sü­
periyör kollikuluslar tahrip olduğunda kaybedilir.
Fiksasyon sinyalleri, oksipital korteksin görsel fik­
sasyon alanlarında ortaya çıktıktan sonra, süperi­
yör kollikuluslaıa geçer, oradan da olasılıkla, okü­
lom otor çekirdekler çevresindeki ıetiküler alanlara
ve sonra motor çekirdeklere geçer.

Gözlerin Sakkadik Hareketi-Ardışık Fiksasyon X Fiksasyon


Noktalarının Mekanizması. Arabada seyahat eden alanına istemli
hareket
ya da kendi çevresinde dönen bir kişide olduğu gibi,
görsel sahne sürekli olarak gözlerden daha önce ha­ ŞEKİL 51 -9
reket ediyorsa, gözler, görme alanında bir noktadan Bir ışık noktasının fovea üzerindeki hareketleri; nokta, foveamn
başka bir noktaya fikse olur ve saniyede iki ila üç sıç- kenarına kaydığında "fırlama1' hareketleri ile tekrar foveamn
ıamalık bir hızla bir noktadan diğerine sıçrama hare­ merkezine doğru getirilir. (Kesikli çizgiler yavaş kayma hareket­
lerini göstermektedir.) (Whilteridge’den modifiye edilmiştir;
ketleri yapar. Bu sıçramalar sakkadlar olarak adlandı­ Handbook of Physiology. Vol. 2, Sec. 1. Baltimore: Wiliams &
rılır ve hareketlere optikokinetik hareketler denir. Wilkins, 1960.)
598 ÜNİTE X • Sinir Sistemi: B. Özel Duyular

ıinde çok sayıda ardışık sakkadlar yoluyla hareket tik dış uyaranlara karşı, gözlerin, başın ve vücudun
etmeye eğitilmiştir. Benzer sakkadlar, kişi bir tablo­ yönlendirilmesinde global bir rol oynarlar.
yu incelediği zaman da meydana gelir, ancak bu du­
rumda sakkadlar yukarı, yanlara, aşağı ve açılı
doğrultularda resmin dikkat edilen bir noktasından İki Gözden Gelen Görsel Resimlerin
bir diğerine, oradan bir başkasına doğru olur. Birleştirilmesi

H areketli Nesnelere Fiksasyon - "İzlem e H are­ Görsel algılamaların daha anlamlı yapılması için,
k etleri". Gözler hareket eden bir nesne üzerinde iki gözdeki görsel resimler normal olarak iki retina­
de fikse edilebilir, buna izleme hareketi denir. Ol­ nın “karşılıklı noktaları” üzerinde birbirleriyle bir­
dukça gelişmiş bir kortikal mekanizma bir cismin leşirler.
hareket güzergahını otomatik olarak tespit eder ve Görme koı teksi birleşmede önemli bir rol oynar.
sonra gözler için benzer bir güzergah geliştirir. Ör­ Bu bölümde daha önce, iki retinanın birbirine karşı­
neğin, bir cisim saniyede birkaç kez dalga şeklinde lık gelen noktaların, görsel sinyallerini lateral geni-
aşağı ve yukarı hareket ediyorsa, gözler başlangıçta külat cismin farklı nöronal tabakalarına ilettiği ve
onun üzerine fikse edilemez. Ancak bir saniye ka­ sonra bu sinyallerin görme korteksindeki nöronla­
dar sonra, gözler kabaca nesnenin hareket pateıni- rın paralel şeritlerine ulaştırıldığı anlatılmıştı. Korti­
nin yaklaşık aynı dalga paterninde sıçramaya baş­ kal nöronların şeritleri atasında etkileşimler meyda­
lar. Ardından, birkaç saniye daha sonra, gözler gi­ na gelir; bu etkileşimler, iki görsel resim tam "uyum
derek daha yumuşak hareketler geliştirir ve sonuç içinde” olmadığı zaman yani, tam olarak birleşme-
olarak dalga hareketini neredeyse aynen izler. Bu, diğinde, lokal sinir hücrelerinin bazılarında uyarıl­
görme sistem inin, göz hareketlerinin kontrolünde ma iııterferans patentlerine yol açar. Bu uyarılma,
yüksek derecede bilinç dışı otomatik bilişimsel ye­ birleşmenin tekrar sağlanabilmesi için olasılıkla
teneğini gösterir. okölomotor aygıta iletilen sinyalin gözlerin konver-
jans veya diverjans rotasyonuna yol açm asını sağlar.
S ü p e riy ö r K o llik u lu s la r Tem el O la ra k Retinanın karşılıklı gelen noktaları birbiri ile hassas
G ö z le ri ve Başı G ö rse l Bir U yarılm anın bir şekilde uyumlu hale getirilince, görme kortek­
sindeki özel “inteıferans” hücrelerinin uyarılması
O ld u ğ u Tarafa Ç e v irm e k le Y ü kü m lü d ü r.
büyük ölçüde azalır ya da kaybolur.
Görsel korteks tahrip edildikten sonra dahi, görme
alanının lateral bölgesindeki ani bir görsel uyarılma G örsel N esnelerin M esafelerini D e ğ e rle n ­
sıkça gözlerin hemen o yöne çevrilmesine yol açar. diren S tereopsinin Sinirsel M ekanizm ası
Süperiyör kollikuluslar da tahrip olmuşsa bu olay
meydana gelmez. Bu işlevi yerine getirmek için, fark­ İki gözün birbirinden 5 cm'den daha uzak olması
lı retina noktaları, pıim er görme koı teksinde olduğu nedeniyle iki retina üzerindeki görüntünün tam a­
gibi, süperiyör kollikuluslarda da topolojik olarak men aynı olmadığı 49. Bölüm'de vurgulanmıştı. Ya­
temsil edilir. Ancak hassasiyeti daha azdır. Bu kada­ ni, sağ göz nesnenin sağ tarafının biraz daha fazla­
rıyla bile, bir peıiferik retina alanındaki bir ışık flaşı­ sını ve sol göz sol tarafın biraz daha fazlasını görür
nın ana doğrultusu kollikuluslarca haritalanır ve se- ve nesne yaklaştıkça farklılık artar. Bu yüzden, iki
konder sinyaller gözleri çevirmek üzere okülomotor göz birbiıiyle tam am en birleşse dahi iki görsel res­
çekirdeklere iletilir. Gözlerin bu doğıultusal hareket­ min tüm karşılık gelen noktalarının aynı anda
lerine yardım etmek için, süperiyör kollikuluslar vü­ uyumlandırılmaları yine de mümkün değildir. D a­
cuttan gelen somatik duyuların ve kulaklardan gelen hası, cisim gözlere yaklaştıkça uyum derecesi dü­
akustik sinyallerin topolojik haritalarına da sahiptir. şer. Bu uyumsuzluk derecesi, yaklaşık 60 m etre m e­
Gözlerden kollikuluslaıa giden ve bu hızlı dönme safeye kadaıki görsel cisimler arasındaki m esafe­
hareketlerinden sorumlu optik sinir lifleri, hızlı ile­ nin değerlendiıilebilm esini sağlayan önemli bir
ten Y liflerinin dallarıdır; bir dal görme koı teksine ve mekanizm a olan stereopsi m ekanizm asını sağlar.
diğer dal süperiyör kollikuluslara gider. (Süperiyör Stereopsinin nöronal hücresel mekanizması, re ­
kollikuluslar ve beyin sapının diğer bölgeleri W tipi tinalardan görme koı teksine giden bazı lif yolları­
sinir liflerinde iletilen görme sinyalleri ile güçlü bir nın merkezi yolun iki tarafında 1 ila 2 derece ayrıl­
şekilde desteklenirler. Bunlar en eski görme yolunu ması gerçeğine dayanır. Böylece, iki gözden gelen
oluşturur, ancak işlevleri açık değildir.) bazı optik yollar 2 metre uzaktaki cisim ler için tam
Görsel uyarıya doğru gözlerin çevrilmesine ek ola­ uyumlu iken, başka grup yollar 25 metre uzaktaki
rak, tüm başın hatta tüm gövdenin uyaran yönüne cisim ler için uyum sağlar. Bu şekilde, mesafe, h an ­
doğru çevrilmesini sağlamak üzere, sinyaller süperi­ gi grup yolların başka hangi grup yolla etkileşimde
yör kollikuluslaıdan mediyal longitudinal fasikulus olduğu ile belirlenir. Bu olay derinlik algılaması
aracılığıyla beyin sapının diğer seviyelerine bağla­ olarak adlandırılır ve stereopsinin diğer bir ismidir.
nır. Güçlü sesler ya da vücudun bir tarafında inme
gibi görsel olmayan diğer uyaranlar da süperiyör Strabismus
kollikulusların sağlam olduğu koşulda, gözlerin, ba­
şın ve vücudun benzer dönüşlerine yol açar. Öyley­ Şaşılık o la rak d a ad lan d ırıla n s tr a b ism u s, gö zlerin , y u ­
se süperiyör kollikuluslar görsel, işitsel ya da som a­ k arıd a b elirtilen bir ya d a d a h a fazla k o o rd in a tta b irleş-
BÖLÜM 51 • Göz; III. Görmenin Merkezi Nörofizyolojisi 599

ı otis arteri ve ardından daha küçük arterlerin yolla­


rı boyunca göze ulaşıncaya kadar yayılırlar. Orada,
sempatik lifler, Horııer sendrom u ile ilgili olarak b i­
razdan tartışılacak olan irisin ıadyal liflerini ve göz
çevresindeki çok sayıda ekstıaoküler kası inerve
Yatay Torslyonel Düşey eder. Ayrıca, silyer kasa zayıf inervasyon sağlar.
strabism us strabism us strabism us

Ş E K İL 51 - 10 Uyumun (Akomodasyon) Kontrolü


Strabisnıusun temel tipleri.
(Gözlerin Odaklanması)

m e eksikliği a n la m ın a gelir. S tra b is m u s u n tem e l tipleri


Uyum mekanizması yani, gözün m ercek sistem ini
Şekil 5 1 -1 0 ’d a gö rü lm ek ted ir: (1) yatay strabismus, (2) odaklayan mekanizma, yüksek derecede bir görme
düşey strabismııs ve (3) torsiyonel strabismus. S tr a b is ­ keskinliği için şarttır. Uyum, silyer kasın kasılm aya
m u su n iki ya d a h atta ü ç tip in in k arışım ları sık ç a m e y ­ da gevşemesi ile ortaya çıkar. Bölüm 49'da açıklan­
d a n a gelir. dığı gibi kasılma lens sistem inin gücünü artırır.
S tra b ism u sa, sıkça, g ö rm e sistem in in b irle şm e m e k a ­ Şimdi cevaplanması gereken soru şudur; Kişi, göz­
n izm asın ın an orm al bir “ay arı” n ed en olıır. Yani, bebeğin lerini odaklanmış bir şekilde korumak için uyumu
iki gö zü n ü aynı n e sn e ü zerin e fikse etm ek üzere yaptığı
her zaman nasıl ayarlıyor?
ilk gayretlerinde, gözlerden biri tatm in edici şekilde fıkse
olurken diğeri fikse o la m az ya d a ikisi de yeterli şekilde
Merceğin uyumu, merceğin odaklama gücünü
fikse olabilir, an cak bu eşzam an lı değildir. Kısa bir sü re ­ en yüksek derecede görme keskinliği için otomatik
d e sin irsel kontrol y olların da gö zü n k o n jü ge hareket pa- olarak ayarlayan bir negatif geribildirim m ekaniz­
tern leıi an o rm al bir şekilde "a y a rla n m ış” olur, öyle ki ması ile düzenlenir. Gözler uzaktaki bir nesneye
gözler h içbir zam an b irleşem ezler. fikse edilmişken aniden yakındaki bir nesneye fik-
sasyon gerektiğinde, mercek maksimum görme
B askılan m ış G ö z d e n G e le n G ö rse l Resm in B askılan - keskinliği için 1 saniyeden daha kısa bir sürede
m ası. Şaşılığı olan h astaların p ek azın da, gözler dikkat
uyum yapar. Gözlerin çabuk ve keskin odaklanm a­
edilen n e sn e üzerin e sırayla fiksasyon y aparlar. Diğer
h a sta la rd a ise, bir göz d a im a tek b a şın a kullanılırken, d i­
sını sağlayan hassas kontrol m ekanizm ası karanlık
ğer gö z b ask ılan m ıştır ve h a s s a s gö rm e için h içbir z a ­ olmakla birlikte, bilinenlerden bazıları aşağıdadır.
m an ku llan ılm az. B ask ılan m ış gö zü n gö rm e keskinliği İlk olarak, gözler aniden fiksasyoıı noktasının
p ek az gelişir, gen elde 2 0/400 v eya d a h a d ü şü k kalır. B a s­ mesafesini değiştirince, mercek kırıcılığını her za­
kın göz so n ra d an kör olursa, b ask ılan m ış gö zü n görm esi man uygun yönde değiştirerek yeni bir odak oluş-
e rişkin de h afifçe gelişirken, k ü çü k çocu k lard a çok d ah a
fazla gelişir. Bu durum , gö rm e keskinliğinin, gözlerden
gelen m erkezi sin ap tik b ağlan tıların uygun gelişim in e
b ağlı o ld u ğ u n u gösterm ektedir. G erçekten , b ask ılan m ış
Edinger-Westphal
gö zd e n sinyaller alan koı tikal şeritlerdeki n öro n b a ğ la n ­
çekirdeği
tılarının sayısı an atom ik olarak bile azalır. Pretektal Silyer gangliyon
bölge

GÖZ UYUMUNUN VE PUPİLLA


AÇIKLIĞININ OTONOMİK KONTROLÜ

Gözlere Giden O tonom ik Sinirler. Göz, Şekil S i ­


l i ’de görüldüğü gibi hem parasempatik hem de
Karotis pleksusu
sem patik sinir lifleri ile inerve olur. Parasempatik
pıegangliyoner lifler Edinger-W estphal çekirdeğin­
Süperiyör servikal
den (üçüncü sinirin viseral çekirdeği) kalkar ve sem patik gangliyon
sonra üçüncü sinir içinde gözün hem en arkasında
bulunan silyer gaııgliyona geçer. Burada, pıegang- Servikal sempatik
liyoner lifler postgangliyoner parasempatik nöron­ gövde
larla sinaps yaparak, silyer sinirler yoluyla göz küre­
sine lifler gönderir. Bu sinirler (1) göz m erceğinin
odaklanmasını kontrol eden silyer kası ve (2 ) pupil-
layı daraltan iris sfinkterini uyarır. Omuriliğin üst torakal
Gözün sempatik inervasyonu, omuriliğin birinci segmentleri
toıakal segm entinin in tern ıediyolateral boynuz
hücrelerinden kaynaklanır. Sempatik lifler buradan Ş E K İL 51 ■ 11
sem patik zincire girer ve yukarıya doğru siiperiyör Işık refleksinin refleks yayının da gösterildiği, gözün otonomik
inervasyonu. (Ranson ve Clark’taıı modiflye edilmiştir. Ana­
seruikal gaııgliyona geçer, orada postgangliyoner tomy of the Nervous System. Philadelphia, VV. B. Saunders Com­
nöronlarla sinaps yapar. Buralardan çıkan lifler ka- pany, 1959.)
600 ÜNİTE X • Sinir Sistemi: B. Özel Duyular

tıırur. Başka bir ifadeyle, mercek hata yapmaz ve re ve sonra pıetektal çekirdeklere geçer. Buradan
odağı bulma sırasında gücünü yanlış yönde değiş­ kalkan uyarılar Edinger-lVestphal çekirdeğine ve, en
tirmez. son olarak geriye para sem p a tik sinirlerle irisin
İkinci olarak, merceğin gücünü doğru yönde sfinkteıini daraltmak üzere geçer. Aksine, karanlıkta
değiştirmesi için yardımcı olabilecek ipuçları şun­ refleks inhibe olur ve pupilla dilate olur.
lardır: (1) Krom atik aberasyon önemli görünmekte­ Işık refleksinin işlevi, 50. Bölüm’de açıklandığı şe­
dir. Yani, kırmızı ışık ışınları mavi ışık ışınlarının kilde, değişen ışık koşullarına gözün çok çabuk b i­
hafifçe arkasında odaklanır, çünkü mercek mavi çimde adapte olmasına yardım etmektir. Pupilla
ışınları kırmızıdan daha çok kırar. Gözler, bu iki tip çapının sınırları, dar tarafta yaklaşık 1,5 milimetre,
ışından hangisinin daha iyi odaklandığını tespit geniş tarafta ise 8 milimetre kadardır. Öyleyse, reti­
edebildiğinden bu ipucu uyum mekanizm asına nada ışığın parlaklığı, pupilla çapının karesiyle
lensi daha güçlü ya da zayıf hale getirmek yönünde orantılı arttığı için pupilla refleksinden etkilenebi-
bilgi verir.(2) Gözler yakın bir nesneye fikse ol­ len aydınlık ve karanlığa uyumun aralığı yaklaşık
duğunda da birbirlerine doğru konveıjans yapar­ 30’dan l ’e kadardır; yani, göze giren ışıkta 30 kata
lar. Koııverjans için olan sinirsel mekanizma, aynı varan miktarda değişikliğe yol açar.
anda gözün merceğini güçlendirm ek üzere bir sin­
yale yol açar. (3) Fovea retinanın diğer bölüm lerin­ M erk ezi Sİnir Sistem i H a sta lığ ın d a P u p illa R e fle k s­
den d a h a derin bir çöküntü içinde uzandığı için f o ­ leri ya da R e a k siyo n ları. Bazı m erkezi sin ir siste m i
vea çukurundaki odağın berraklığı kenarlardaki hastalıkları görsel sinyallerin re tin ad an Ediııger-VVestp-
hal çekirdeğine iletilm esini bloke eder. Böyle bloklar, sık ­
odağın berraklığından farklıdır. Bunun da, m er­
lıkla merkezi sinir sistemi sifılizi, alkolizm, ansefalil vb.
ceğin gücünün hangi yönde değiştirilmesi gerektiği gibi hastalıkların so n u cu olarak m e y d an a gelir. Blok, g e ­
ile ilgili ipuçlarını verdiği düşünülmektedir. (4) nelde, beyin sap ın ın pretektal b ö lg e sin d e m e y d an a gelir,
Merceğin uyum derecesinin sürekli olarak saniyede b u n u n la birlikte optik sinirlerdeki k ü çü k affereııt liflerin
ikiye yakın frekansta h a fif bir osilasyon yaptığı bu­ tahribi ile de m ey d an a gelebilir.
lunmuştur. Osilasyon sırasında merceğin gücü uy­ Pretektal ala n d an Edinger-VVestphal çekird eğin e gi­
gun yönde değiştiğinde görsel resim daha berrak, den yoldaki n ih ai sin ir lifleri in h ib itör tiptedir. Bu y ü z­
yanlış yönde değiştiğinde ise daha bulanık hale ge­ den, in hibitör etkileri k ay b o ld u ğu n d a, çekirdek kronik
olarak aktif hale gelerek, p u p illalarm artık ışığ a y an ıt v e ­
lir. Bu ise uygun odaklamanın sağlanması için,
rem em elerin e ve kısm en d aralm ış olarak k alm ala rın a
m erceğin gücünün hangi yönde değiştirilmesi ge­ n eden olur.
rektiği hakkında çabuk bir ipucu verebilir. Ancak pupillalar, Edinger-VVestphal çekirdeği b a şk a
Uyumu kontrol eden beyin kortikal alanlarının yol tarafından uyarılırsa, bir m iktar d a h a daralabilir. Ö r­
gözlerin fiksasyon hareketlerini kontrol eden alan­ neğin, gözler yakın bir n esn ey e fikse o ld u ğ u n d a, m e r­
lara oldukça paralel olduğu, Bıodm ann’ın 18. ve 19. ceklerin u y u m u n a ve iki gözün k o n v e ıjan sın a yol açan
kortikal alanlarındaki görme sinyallerinin nihai en ­ sinyaller aynı z a m a n d a pu p illan ın h afif d ereced e d a ra l­
tegrasyonu ile ve motor sinyallerin beyin sapında­ m a sın a da yol açarlar. B u n a pupillanın uyuma reaksiyo­
ki pıetektal alan aracılığıyla silyer kasa ve sonra
nu adı verilir. Işığa cevap verm eyen an c a k u y u m a cevap
veren ve aynı za m a n d a çok küçük olan böyle bir p u p illa
Rdiııger-YVestphal çekirdeğine iletilmesi ile kontrol
(Argyll Robertson pupillası) m erk ezi sin ir siste m in in
edildiği kabul edilmektedir. önem li bir tanı belirtisidir (çok sık olarak sifiliz).

Horner Sendromu. Göze giden sem p atik sinirler bazen


Pupilla Çapının Kontrolü kesintiye uğrarlar ve bu kesinti sıkça servikal sem p atik zin-
cirdc m eydan a gelir. Bu dıırıım Horner Sendromu ile s o ­
nuçlanır ve şu etkiler ortaya çıkar: İlk olarak, pupillanın
Parasem patik sinirlerin uyarılm ası pupillanın gevşetici kasına giden sem patik lifler kesintiye uğradığı
sfinkter kasını uyarır ve pupilla açıklığı azalır; buna için pupilla sürekli olarak diğer gözün pu p illasın d an dah a
miyozis adı verilir. Öte yandan, sempatik sinirlerin küçük bir çap ta daralm ış kalır. İkinci olarak, üst göz k a p a­
uyarılması irisin ıadyal liflerini uyarır ve pupillanın ğı düşer, çünkü bu göz kapağı norm alde uyanık olunan s a ­
genişlem esine yol açar, buna midriyazis adı verilir. atlerde kısmen kapak içine göm ülü olan düz kasın kasıl­
m ası ile açık tutulur ve bu düz kas sem p atik sistem tarafın­
Pupillanın Işık Refleksi. Işık gözlere düşürülünce dan inerve edilir. Bu yüzden, sem patiklerin h asarı, üst göz
kapağının norm aldeki açıklığına yakın genişlikte aç ılm ası­
pııpillalar kasılır, bu reaksiyona pupillanın ışık ref­
nı im kansız hale getirir. Ü çüncü olarak, yüzün ve b aşın il­
leksi adı verilir. Bu refleks için sinir yolu, Şekil 51- gili tarafındaki kan dam arları sürekli olarak dilate olurlar.
1 l ’de üstteki iki siyah yol ile gösterilmiştir. Işık reti­ Ve dördüncü olarak, yüzün ve b aşın Horner Sen dro m u ta­
naya düştüğünde, oluşan uyarılar önce optik sinirle­ rafından etkilenen tarafında terlem e m ey dan a gelem ez.

REFERANSLAR
Albert D M , Ja k o b iec, F A : Principles and Prac- B ackh aris W , K liegl R, W erner J S : C olor V i- ulom otor Research. N ew ‘Y o rk : Plenum
ticc o f O phthalm ology. Philadelphia: \VB sion. Berlin : W alter de G rayter, 1998. Press, 1999.
Saunders C o , 1994. B e c k e r W , Reu bel H, M ergner T : Current O c- Blasdel G : Strategies o f visual perception sug-
BÖLÜM 51 • Göz: III. Görmenin Merkezi Nörofizyolojisi 601

gested by op tically im aged patterns o f func­ H cm lcc W A , W ells PN T: T h e Perception o f Salin PA , Bu llier J : C o rticocortical connections
tional architecture in monkey visual cortex. V isual Inform ation. New Y o rk : Springer, in the visual system : structure and function.
A nn N Y A cad S ci 8 2 0 :1 7 0 . 1997. 1997. Physiol Rev 7 5 :1 0 7 , 1995.
B r a c e V , Y ou ng A W : In the E y e o f the B e ­ lvry R B , Robertson LC : T h e T w o Sides o f Sch an ze T , E ck h o m R : Phase correlation
holder: T h e S c ic n c c o f F a c c Perception. Perception. C am bridge, M A : M IT Press, am ong rhythms present at different frequ en­
O xford : O xford University Press, 1998. 1998. cies: spectral m ethods, application to m icro­
B u se r P, Im bcrt M : V ision. C am bridge, M A , Jack son S R . H usain M : V isuom oto r functions electrode recordings from visual cortex and
T h e M IT Press, 1992. o f the lateral pre-m otor cortex. Curr Opin functional im plications. Inter J Psychophy­
Chalupa L M , Fin lay B L : D evelopm ent and O r­ Neurobiol 6 :7 8 8 , 1996. siol 2 6 :1 7 1 , 1997.
ganization o f the Retina. New Y o rk: P le­ Judge S J: How is hinocularity maintained dur­ Scheinm an M : Understanding and M anaging
num Press. 1998. ing convergence and divergence? E y e 10: V isual D eficits. T h oro tarc, N J: S L A C K Inc,
D atta S : C ellular basis o f pontine ponto-geni- 172. 1996. 1997.
c u lo -occip ital w ave generation and modula­ Land M F , Fu m eau x S : T he know ledge base o f Sm ith A T , Snow den R J : V isual D etection o f
tion. C e ll M o lcc N eurobiol 1 7 :3 4 1 , 1997. the oculom otor system. Philos Trans R S o c M otion. San D iego: A cad em ic Press, 1994.
D inse H R , K ruger K . A khavan A C , el al: Lond B B io l S c 3 5 2 :1 2 3 1 , 1997. Strcri A : Seein g, R eachin g, T o u ch in g: T h e R e ­
L ow -frequen cy oscillation s o f visual, audi­ Legotetis N K , Sh cinberg D L : Visual ob ject lations betw een V isio n and T ou ch in In ­
tory and som atosensory cortical neurons recognition. Annu R e v N eurosci. 1 9 :5 7 7 , fancy. C am bridge, M A : M IT P ress, 1994.
evoked by sensory stim ulation. Lit J P sy­ 1996. T an aka K : Inferotem poral co rtex and o b ject
chophysiol 2 6 :2 0 5 , 1997. Leigh R J, Lee D S : The Neurology o f Eye vision. Annu R e v N eu rosci 1 9 :1 0 9 , 1996.
Fetter M : Th ree-D im en sion al K inem atics o f M ovem ents. New Y o rk : O xford U niversity W ade N: A Natural H istory o f V isio n . C am ­
B y e , H ead, and Lim b M ovem ents. A m ster­ Press, 1999. bridge, M A : M IT Press. 1 9 98.
dam: H arw ood A cadem ic Publishers, 1997. M aunsell JH R : T h e brain’s visual world: rep­ W alcott B : T h e lacrim al gland and its veil o f
G ottesm ann C : Introduction to the ncurophysi- resentation o f visual targets in cerebral co r­ tears. New s Ph y siol S c i 1 3 :9 7 , 1 9 98.
o log ical study o f sleep: central regulation o f tex. S c ic n c c 1 7 0 :7 6 4 , 1995. W all M : Postgeniculate afferent visual system
skeletal and ocular activities. A rch Ital B io l M iller N R : W alsh & H oyt’s C lin ical Neuro- and visual higher co rtica l function. J Neu-
1 3 5 :2 7 9 , 1997. Ophthalm ology. Baltim ore: W illiam s & roophthalm ol 1 7 :2 0 9 , 1 9 97.
G riffin J R : Optom etric M anagem ent o f Read­ W ilkin s, 1994. Zee D S : Considerations on the m echanism s o f
ing D ysfunction. B oston : Bultcrw orlh- M oschovakis A K : T h e superior co lliculus and alternating skew deviation in patients with
Heinem ann, 1 9 97. eye m ovem ent control. Curr Opin N euro­ cereb ellar lesions. J V e s tib R e s 6 :3 9 5 ,
Gucdry F E : Spatial orientation perception and biol 6 :8 1 1 , 1 9 96. 1996.
reflexive eye m ovements. B rain R es Bull R od ieck R W : T h e First Steps in Seein g. Sun ­
'4 0 :5 0 5 , 1996. derland, M A : Sinauer A ssociates, 1998.
Bu bölümün amacı; kulağın ses dalgalarını alma, kaldıraç sistemi, genelde inanıldığı gibi üzenginin
bu dalgaların frekansını ayırt etme ve son olarak hareket uzaklığını artırmamaktadır. Bunun yerine
işitsel bilgileri, bu bilgilerin anlamlarını çözüm le­ bu sistem gerçekte bu mesafeyi kısaltmakta fakat
yecek merkezi sinir sistem ine iletmede kullanılan hareketin gücünü yaklaşık 1,3 kez artırmaktadır.
mekanizmaları tanımlayıp açıklamaktır. Buna ek olarak kulak zarının yüzey alanı yaklaşık
55 milimetre kare iken üzenginin yüzey alanı orta­
lama 3,2 milimetre karedir. İşte bu 17 katlık fark ile
kaldıraç sistem inin 1,3 katlık oranının çarpımı kok­
KULAK ZARI VE KEMİKÇİK SİSTEMİ lea sıvısı üzerine uygulanan basıncın, kulak zarı
üzerine ses dalgasının uyguladığı basınçtan 2 2 kat
daha büyük olmasını sağlamaktadır. Sıvı havaya
Sesin Kulak Zarından Kokleaya İletimi göre daha büyük bir eylemsizliğe (atalet) sahip ol­
Şekil 52-1'de tim paıı zarı (daha sık kullanılan adıy­ duğu için, titreşim oluşturmak için basıncın büyü­
la ku lak zarı) ve sesi orta kulaktan kokleaya ileten tülmesine olan gereksinimin nedeni kolayca anla­
şılır. Dolayısı ile kulak zarı ve kemikçik sistemi, h a ­
kem ikçik sistem i gösterilmiştir. Kulak zarı koni şek­
linde olup zarın merkezine çekiç (malleus)’in sapı vadaki ses dalgaları ile koklea sıvısı içindeki ses tit­
bağlanmıştır. Öte yandan çekiç, örs (inkus)’e liga- reşimleri arasında yer alan bir em pedans eşleştirici
mentlerle bağlı olduğundan çekicin her hareketin­ etki sağlamaktadır. Gerçekte, em pedans eşleştiril­
de örs de hareket eder, örsü n diğer ucu ise üzengi mesi 300-3000 döngü/saniye frekanslı sesler için
yaklaşık % 50-75 yetkinlikte olup bu da gelen ses
(stapes)'nin tepesi ile eklem yapmıştır. Üzenginin
dalgalarının enerjilerinin büyük bir bölümünün
tabanlığı oval pencerenin girişindeki zarsı labiren­
kullanılabilmesine izin vermektedir.
tin üstüne oturmuştur. Burada, ses dalgaları iç ku­
lak, yani k o k le a y a iletilir. Kulak zarı ve kemikçiklerin yokluğunda ses dal­
Orta kulak kemikçikleri orta kulak boşluğuna li- gaları orta kulağı dolduran hava içinde doğrudan
gamentlerle öylesine asılmışlardır ki bu işlem so­ iletilmekte ve kokleaya oval pencere üzerinden gir­
nucunda çekiç ve örs basit bir kaldıraç sistemi mektedir. Bununla beraber işitm e duyarlığı kemik
iletiminden 15-20 desibel daha küçüktür ve bu fark
oluşturur ve kaldıracın dayanak noktası yaklaşık
olarak kulak zarının kenarına isabet eder. fısıltı ile orta düzeyde işitm e arasındaki farka
eşdeğerdir.
Örs ve üzenginin yaptığı eklem; üzengi taban­
lığını oval pencere deliği üzerinde içe ve dışa doğru
hareket ettirerek, kulak zarı ve çekiç kolunun içe Üzengi ve Tensor Timpani Kasının Kasılmasıyla
doğru her hareketinde üzengi koklea sıvısının ileri Sesin Zayıflaması. Yüksek sesler kemikçik sistemi
doğru itilmesine ve çekicin her dışa doğru hareke­ üzerinden merkezi sinir sistem ine iletildiğinde 40-
tinden ise koklea sıvısının arkaya doğru çekilm esi­ 80 milisaniyelik bir latent evreden sonra özellikle
ne neden olur. stapedius kasının, daha az oranda da tensor tim pa­
Çekiç sapı tensor tinıpani kası tarafından sürekli ni kaslarını kasan bir refleks görülür. Tensor tim pa­
içe doğru çekildiğinden kulak zarı gerilmiş halde ni kası çekiç kolunu içeri doğru çekerken stapedius
tutulur. Bu durum kulak zarının herhangi bir yerin­ kası üzengiyi dışa doğru hareket ettirir. Bu iki kuv­
deki ses titreşimlerinin çekice aktarılmasını sağlar vet birbirine zıt yönde etki yaparak kemikçik siste­
ve kulak zarının gergin tutulmaması halinde bu ak­ minin tam amında ileri derecede bir sertlik oluştu­
tarma olanaksızdır. rurlar ve sonuçta kemikçik iletimi, başta 1 0 0 0 dön­
gü/saniyenin altındaki frekanslar olmak üzere dü­
Kemikçik Sistemi Tarafından Sağlanan Empe- şük frekanslı seslerin iletimini büyük ölçüde kısıt­
dans Eşleştirilmesi. Herhangi bir ses dalgasının lar.
üzengi tabanlığında neden olduğu hareketin genli­ Bu zayıflatm a refleksi düşük frekanslı ses iletim i­
ği (amplitüdü) çekiç kolunun hareketinin genliği­ nin şiddetini 30-40 desibel kadar azaltmaktadır. Bu
nin sadece dörtte üçü kadardır. Dolayısı ile kemik azalma yüksek bir sesle bir fısıltı sesi arasındaki

602
BÖLÜM 52 • İşitme Duyusu 603

zarda, denir) ile ayrılırken timpanik skala ile medial


skala birbirlerinden baziler zar'ûe ayrılmışlardır. Ba-
ziler zarm yüzeyinde, tüy hücreleri adı verilen bir se­
ri elektıomekanik duyarlı hücre içeren Corti organı
yerleşmiştir. Tüy hücreleri alıcı son organlar olup ses
titreşimlerine yanıt olarak sinir uyarıları üretirler.
Şekil 52-4’de kıvrımları açılıp düz bir boru haline
getirilmiş kokleanm ses titreşimlerinin iletiminde gö­
rev yapan işlevsel parçaları şematik olarak çizilmiştir.
Bu şekilde Reissner zarının bulunmadığına dikkat
ediniz. Bu zar öylesine ince olup öylesine kolayca ha­
Ş E K İL 52 - 1 reket etmektedir ki, ses titreşimlerinin vestibüler ska-
Kulak zarı, orta kulağın kemikçik sistemi ve iç kulak. ladan skala mediaya geçişini engellemez. Dolayısı ile,
ses iletimi açısından vestibüler skala ile medial skala
tek bir oda olarak kabul edilmelidir. (Reissner zarının
farka eşdeğerdir. Sonuç olarak bu mekanizm anın önemi, bu bölümde daha sonra tartışılacağı gibi ses-
işlevi olasılıkla iki yönlüdür: alıcı tüy hücrelerinin normal işlevi için gerekli özgül
bir sıvıyı skala media içinde tutmaktır.)
1. Kokleanm aşırı yüksek seslerin neden olacağı Ses titreşimleri vestibüler skalaya oval pencere
harap edici titreşimlerden korunması. üzerindeki üzengi tabanlığı üzerinden girerler. Bu
2. Gürültülü ortamlarda düşük frekanslı seslerin tabanlık oval pencereyi kapatmakta ve pencerenin
maskelenmesi. Bu refleksle genel olarak geri plan­ kenarlarına göreceli olarak gevşek bir halkasal bağla
daki gürültünün büyük bir bölümü ortadan kaldı­ bağlanmış olduğundan ses titreşimleri ile içe ve dışa
rılmakta ve kişinin, sesli iletişimde asal bilgi iletim doğru hareket edebilmektedir. İçe yönelik hareket,
frekansı olan 1 0 0 0 döngü/saniye üzerindeki seslere sıvının skala vestibüli ve skala mediaya doğru hare­
yoğunlaşması sağlanmaktadır. ket etmesine neden olurken, dışa doğru hareket sı­
vının geriye doğru hareket etmesine neden olur.
Tensor timpani ve stapedius kaslarının bir diğer
işlevi kişinin kendi konuşma sesine olan duyma Baziler Zar ve Kokleada Rezonans. Baziler zar
duyarlığını azaltmaktır. Beyin, ses üretme m eka­ skala mediayı timpanik skaladan ayıran fibröz bir
nizmasını aktive ettiğinde aynı anda bu kaslara ile­ membrandır. Bu zar kokleanm kemiksi merkezi
tilen kollateıal sinyallerle bu etki aktive edilir. olan modiolustan dış duvara doğru dağılan 2 0 .0 0 0 -
30.000 kadar baziler lifler içerir. Bu lifler sert, esnek
ve kamış şeklinde yapılar olup alt uçları kokleanm
Sesin Kemikler Üzerinden İletimi merkezi kemik çatısı içine sıkıca tesbit edilmiştir,
fakat distal uçları serbest olup bu uç gevşek baziler
İç kulak, yani koklea temporal kemik içinde yer zar içine gömülü haldedir. Liflerin sert ve bir uçla­
alan bir kemik boşluğu olan kem ik labirent içine rının serbest olmasından ötürü bunlar tıpkı bir ağız
gömülüdür. Bu nedenle, kafatasının tümüne ait tit­ mızıkası gibi titreşim yapabilirler.
reşimler bizzat koklea içindeki sıvıda da titreşim le­
re neden olur. Dolayısı ile uygun koşularda kafata­
sının herhangi bir kemik çıkıntısı, ve özellikle ınas- Baziler Corti’nin spiral
toid çıkıntı üzerine yerleştirilen bir diyapazon veya organı
elektrikli bir vibratör kişide ses duyulmasına neden zar
olur. Bununla beraber özel bir elektıom ekanik ses
skala
iletici gereç, doğrudan kemik üzerine uygulanma­
Vestibüler
dığı sürece havadaki seslerin enerjisi, yüksek ses­
lerde bile, kemik iletimi ile işitmeye yeterli değildir.

KOKLEA
Kokleanm İşlevsel Anatomisi
Skala media
Koklea kıvrılmış borulardan yapılmış bir sistem olup
genel görünümü Şekil 52-1'de, enine kesiti ise Şekil Timpanik skala
Spiral Koklear
52-2 ve 52-3’de sunulmuştur. Sistem yanyana yer­ gangliyon sinir
leşmiş üç tüpten oluşmuştur ve bu tüplerin adları: ( 1 )
vestibüler skala, (2) skala m edia ve, (3) tim panik ska- Ş E K İL 52 - 2
la ’dn. Vestibüler ve medial skalalar Şekil 52-3’de gö­ Koklea. (Goss (editör): Gray's Anatomy of tlıe Human Body.
rüleceği gibi birbirlerinden Reissner zarı (vestibüler Philadelphia, Lea ve Febirger’den alınmıştır, 1948.)
604 ÜNİTE X • Sinir Sistemi: B. Özel Duyular

R eissner zarı

Vasküler stria Vestibüler skala Spiral kenar

Tektoryal
zar
Spiral çıkıntı hrKrOOpÿi
c'bî cao
c£j£k2r
Cortı organı Spiral
gangliyon

Tımpanik skala

Baziler zar

Ş E K İL 52 - 3
Kokleanm kıvrımlarından bir tanesinden geçen kesit. (Sylvia Colard Keene tarafından çizilmiştir.
Fawcett: A Textbook of Histology, 11. baskı, Philadelphia, W. B. Saunders Company, 1986’ dan).

Baziler liflerin uzunlukları kokleanın tabanından zonansı ses dalgalarının oval pencere üzerinden kok-
tepesine doğru gidildikçe artarak, oval ve yuvarlak leaya girdiği tabana yakın yerde oluşurken, düşük fre­
pencerelerin yakınında 0,04 milimetrelik uzunluk­ kanslı rezonans tepe noktasına yakın olarak görül­
tan kokleanın ucunda (helikotrema’da) 0,5 m ili­ mektedir. Bu olayın ana nedeni liflerin sertlikleri ara­
metreye varan 1 2 -katlık bir artış gösterir. sındaki fark ise de, ( 1 ) bir uçta baziler m embıan ve (2 )
Bununla beraber, baziler liflerin çapları kokle- diğer uçta yuvarlak ve oval pencereler arasındaki m e­
anın tabanından helikotremaya doğru gidildikçe safe boyunca üteşmesi gereken ek sıvı kitlelerimıı
azalmakta olduğundan bunların genel sertliği 1 0 0 oluşturduğu artmış "yüklenme" de diğer bir nedendir.
kattan fazla azalır. Sonuç olarak, kokleanın oval
penceresine yakın sert ve kısa lifler yüksek frekans­
larda en iyi titreşimi gösterirken kokleanın tepesi­ Ses Dalgalarının Kokleada İletimi -
ne yakın uzun, esnek lifler düşük frekanslarda en “ İlerleyen Dalga”
iyi şekilde titreşir.
Diğer bir deyişle, baziler zarın yüksek frekanslı ıe- Üzenginin ayağı oval pencereye karşı içeri doğru
hareket ettiğinde kokleanın kemik duvarlar tarafın­
dan çepeçevre sarılı olmasından ötürü yuvarlak
Oval Vestibüler skala ve
pencere dışa doğı u çıkıntı yapmak zorundadır. Do-
pencere skala media layısı ile oval pencereden giren bir ses dalgasının
yaptığı ilk etki koklea tabanı hizasında baziler zar­
da yuvarlak pencere yönünde bir çıkıntı yapmaktır.
Öte yandan baziler liflerde yuvarlak pencereye
doğru bükülürken oluşan esnek gerim, Şekil 52-
5 ’de gösterildiği gibi baziler zar üzerinde helikotre­
maya doğru "ilerleyen" bir dalga başlatır. Şekil 52-
5A baziler zar üzerinde aşağı doğru hareket eden
yüksek frekanslı bir dalganın, Şekil 52-5B orta fre­
pencere skala zar
kanslı bir dalganın, Şekil 52-5C ise çok düşük fre­
Ş E K İL 52 - 4 kanslı bir dalganın hareketini göstermektedir. Dal­
Üzenginin ileri doğru itilmesinden sonra koklea içindeki sıvı­ ganın baziler zar üzerinde hareket etmesi, Bölüm
nın hareketi. 15’de tartışılan bir basınç dalgasının arter duvarı
BÖLÜM 52 • İşitme Duyusu 605

Baziler Zardaki Titreşimin Genlik (Amplitüd) Kalı­


bı. Şekil 52-6A'daki kesik çizgili eğriler bir ses dalga­
sının, üzengi (a) tümüyle içeri yönelik iken, (b)
üzengi nötral bir noktaya geri döndüğünde, (c) tü­
müyle dışa yönelik iken ve (d) nötral noktaya geri
Yüksek frekans dönmüş fakat içeri doğru hareket ederken baziler
zar üzerindeki pozisyonunu göstermektedir. Bu
faiklı dalgaları çevreleyen taralı alan tam bir tit­
reşim döngüsü sırasında baziler zarın titreşim sı­
nırlarını göstermektedir. Bu görünüme, baziler za­
rın bu belirli ses frekansı için titreşimin genlik k a lı­
bı adı verilir.
Orta frekans Şekil 52-6B farklı frekanslar için titreşim in genlik
kalıplarını sunmaktadır. Sesin 8000 döngü/sn’lik
frekansında maksimum genlik koklea tabanında
gözlenirken, 2 0 0 döngü/sn'den daha küçük fre­
kanslar vestibüler skalanın tim panik skalaya açıl­
dığı helikotrema yakınındaki baziler zarın tepe
noktasında yer almaktadır.
Özellikle 2 0 0 döngü/saniye üzerindeki ses dalga­
Alçak frekans larının birbirlerinden ayırt edilmesinde kullanılan
Ş E K İL 52 ■ 5 temel yöntem, bir sonraki bölümde anlatılacağı gi­
bi, baziler zar üzerine yerleşmiş Coıti organından
Yüksek-, oıta- ve alçak-frekaııslarda baziler zar üzerinde
"ilerleyen” dalgalar. çıkan sinir liflerin maksimum uyarılmalarının “ye-
ri”ne dayanmaktadır.

üzerinde hareketine benzediği gibi, bir su birikinti­


si yüzeyinde dalgaların hareket etm esi ile de Corti Organının İşlevi
karşılaştırılabilir.
Şekil 52-2,52-3 ve 52-7’de gösterilen Corti organı bazi­
Baziler Zarın Farklı Ses Frekansları İçin T itre ­ ler zardaki tiüeşimleıe yanıt olarak sinir uyarılalı üre­
şim Kalıbı. Şekil 5 2 -5 ’den görüleceği gibi farklı ten reseptör organdır. Bu şekillerde Corti organının
frekanslardaki ses dalgaları için farklı iletim kalıp­
ları söz konusudur. Her dalga ilk belirdiğinde gö­
rece zayıf iken söz konusu dalga, baziler zarın dal­
ganın frekansına eşit doğal rezonans frekansa sa­
hip bölgesine ulaştığında, daha güçlü bir hal alır.
Bu noktada baziler zar, dalga enerjisi sönünceye
kadar kolayca ileri-geıi titreşim gösterebilir. So ­
nuç olarak dalga bu noktada ortadan kalkar ve b a ­
ziler zarın geri kalan bölüm ü üzerinde artık ilerle­
yemez. Yani yüksek frekanslı bir ses dalgası rezo­
nans noktasına ulaşıp ortadan kalkıncaya kadar
baziler zar üzerinde sadece kısa bir m esafe kate-
derken, orta frekanslı bir ses dalgası yolun yakla­
şık yarısına kadar ulaşıp sönecek ve son olarak çok
düşük frekanslı bir ses dalgası bütün zarı boylu
boyunca katedecektir.
İlerleyen dalganın diğer bir niteliği, baziler zarın
ilk bölümünde hızla hareket etmesi, koklea içinde Frekans
daha uzağa doğru ilerledikçe giderek daha yavaş 8000 4000 2000 1000 600 400 200
hareket etmesidir. Bu olayın nedeni üzengiye yakın
baziler liflerin esnem e katsayısının yüksek olması
ve bu katsayının zar üzerinde ileri doğru gidildikçe
5 10 15 20 25
giderek küçülmesidir. Dalganın bu hızlı başlangıç
iletimi yüksek frekanslı seslerin kokleada yeterince Üzengiye olan uzaklık (milimetre)
uzağa yayılabilmeleıi ve baziler zar üzerinde bir­
birlerinden ayrılabilmelerine izin verir. Bu niteliğin Ş E K İL 52 - 6
yokluğu halinde yüksek frekanslı dalgaların tümü
A, Orta frekansta bir ses için baziler zarın titreşimine ait genlik
baziler zarın ilk birkaç m ilimetresi içinde birbirleri­ kalıbı. B, farklı frekanslar için baziler zar üzerinde doruk genlik
ne karışacak ve bunların frekansları birbirlerinden noktalarını (rezonans noktaları) da gösteren, 200-8000 döngü/
ayırt edilemeyecektir. saniye arasındaki tüm frekanslara ait seslerin genlik kalıpları.
606 ÜNİTE X • Sinir Sistemi: B. Özel Duyular

tiğinde retiküler lam ina aşağı ve d ışa doğru salla­


nır. Bu içe ve dışarıya yönelik hareket, tüylerin tek­
toryal zar üzerinde arkaya ve öne doğru sürtünm e­
sine neden olur. Böylece baziler zarın her titreşm e­
sinde tüy hücreleri uyarılırlar.

İşitme Sinyalleri Temel Olarak İç Tüy Hücreleri


Tarafından İletilir. Dış tüy hücre sayısının iç tüy hüc­
re sayısından 3-4 kat daha fazla olmasına karşın işit­
me sinir liflerinin yaklaşık % 90'ı dış hücreler yerine
iç hücreler tarafından uyarılırlar. Öte yandan, bu du­
ruma karşın, iç hücreler tamamen işlev görür halde
iken dış hücreler harabiyete uğrayacak olursa işitme­
Ş E K İL 52 - 7 de büyük bir kayıp olur. Dolayısı ile ileri sürülen bir
Corti organı; özellikle tüy hücreleri ve dışarı uzanan tüylerin kavrama göre dış tüy hücreleri herhangi bir yoldan iç
karşısında yeralan tektoıyal zar gösterilmiştir. tüy hücrelerinin farklı ses tonlarına olan duyarlığını
denetlemektedir, bu olaya reseptör sisteminin ‘'aya­
rı’’ denmektedir. Bu görüşü destekleyecek şekilde çok
baziler lifler ve baziler zarın yüzeyine yerleşmiş ol­
sayıda retıograd sinir lifi beyin sapından dış tüy hüc­
duğuna dikkat ediniz. Corti organındaki gerçek duysal
relerinin civarına ulaşmaktadır. Bu sinir liflerini
reseptörler iki tip tüy hücreleridir: tek sıra halinde yer­
uyarmak gerçekte dış tüy hücrelerinin kısalmasına
leşmiş, yaklaşık 12 mikrometre çaplı yaklaşık 3500
neden olmakta ve olasılıkla bunların sertlik derecesi­
adet internal (veya "iç’) tüy hücreleri ve, üç ila dört sı­
ni değiştirmektedir. Bu etkiler kulağın farklı ses ton­
ra halinde yerleşmiş, sadece 8 mikrometre çapında,
larına olan duyarlığını denetlemede retrograd bir si­
yaklaşık 1 2 . 0 0 0 adet ekstemal (veya "dış') tüy hücrele­
nirsel mekanizmanın dış tüy hücreleri üzerinden et­
ri. Tüy hücrelerinin tabanları ve kenarları koklear sinir
kin olabileceğini düşündürmektedir.
uçlarının yaptığı bir ağ ile sinaps yapmaktadır. Bu si­
nir sonlanmalarının yüzde 90-95’i, iç tüy hücreleri
Tüy Hücre Reseptör Potansiyeli ve İşitme Sini­
üzerinde sonlanmaktadır. Bu da sesin saptanmasında
ri Liflerinin Uyarılması. Stereosilyumlar (tüy hüc­
bu hücrelerin özgün önemlerini vurgulamaktadır.
relerinin uçlarından uzanan "tüyler”)sert bir yapı­
Bu sonlanmalara ait sinir lifleri kokleanın modi-
sal protein çatısına sahip olmalarından ötürü sıkı
olusunda (merkezinde) yer alan Corti’ııin spiral
yapılardır.
gaııgliyoııu'ııa yönelmiştir. Spiral gaııgliyon daha
Her tüy hücresinin apikal (tepe) kenarında 100 ka­
sonra toplam yaklaşık 30.000 adet olan aksonlarını
dar stereosilyum bulunur. Bu stereosilyumlar modi-
önce koklear siııir’e, buradan da üst medulla düze­
olustan kenarlara doğru gidildikçe boyca giderek daha
yinde merkezi sinir sistem ine göndermektedir.
fazla uzar. Daha kısa stereosilyumların tepeleri ince bir
Corti organının spiral gangliyon ve koklear sinir ile
lif vasıtasıyla kendisine komşu daha uzun steıeosilyu-
olan ilişkisi Şekil 52-2’de gösterilmiştir.
mun arka tarafına bağlanmışür. Dolayısı ile silyumlar
daha uzun boylu olanların yönünde büküldüğünde
Tüy Hücrelerinin Uyarılması. Şekil 52-7’de tüy
daha küçük stereosilyumların tepeleri tüy hücrelerinin
hücrelerinden yukarı doğru küçük tüyler veya stere-
yüzeyinden dışarı doğru kuvvetle çekilecektir. Bu olay
osilyıınıların uzandığına ve bu tüylerin skala medi-
200-300 adet katyon-iletici kanalı açan mekanik bir
ada stereosilyalar üzerinde yer alan tektoryal zarın
dönüşüme neden olacak ve sonuçta pozitif yüklü po­
yüzeyel jelatin kılıfına dokunduğuna veya bu kılıf
tasyum iyonlarının stereosilyumların tepelerine doğru
içine gömülü bulunduğuna dikkat ediniz. Bu tüy
hızla hareket eüneleıine izin vererek, tüy hücre zarının
hücreleri Bölüm 55'de tartışılmış olan denge apare-
tamamının depolarizasyonuna neden olacaktır.
yinin makula ve ampuller kristalarında yer alan tüy
Yani baziler lifler vestibüler skalaya doğru biikül-
hücrelerine benzerler. Tüylerin belli bir yöne doğru
bükülmesi tüy hücrelerini depolarize ederken aksi
yönde bükülme bu hücreleri hipeıpolarize etmekte,
bu ise daha sonra bu hücrelerin tabanlarında sinaps
yapan sinir liflerini uyarmaktadır.
Şekil 52-8 baziler zardaki titreşmenin tüy uçlarını
uyarma mekanizmasını göstermektedir. Tüy hücrele­
rinin üst uçları, baziler liflerin tabanlarına sıkıca
bağlanmış üçgen şeklindeki Corti çubukları ile destek­
lenerek retikiiler laınina adı verilen yassı bir plakadan
oluşan sert bir yapıya sıkıca tesbit edilmiştir. Dolayısı
ile, baziler lifler, Corti çubukları ve retiküler lamina hep
beraber sert bir birim halinde hareket etmektedir.
Baziler liflerin yukarı doğru hareketi retiküler la-
minayı yukarı ve modiolusa doğru içe sallamakta­ Tiiy hücrelerinin tektoıyal zarı kaplayan jel içine uzanan tüy­
dır. Daha sonra baziler zar aşağı doğru hareket et­ lerin ileri-geri hareketi ile uyarılması.
BÖLÜM 52 • İşitme Duyusu 607

düğünde tüy hücreleri depolarize olurken zıt yön­ altındaki ses frekanslarının tümü tarafından uyarıl­
de bükülme bu hücreleri hipeıpolarize etmekte ve dığı görülebilir. Dolayısıyla 200’den 20’ye kadar olan
bu yolla değişken bir tüy hücre reseptör potansiye­ düşük ses frekansları arasında nasıl ayırım yapıla­
li üretilmektedir. Daha sonra bu potansiyel tüy bildiğini yer ilkesini kullanarak anlamak güçtür. Bu
hücrelerinin tabanları ile sinaps yapan koklear si­ düşük frekansların temel olarak frekans ilkesi ile bir­
nir uçlarını uyarır. Depolarizasyon esnasında bu si- birinden ayırt edilebildiği ileri sürülmüştür. Diğer
napslara hızla etki yapan bir nörotransm iterin tüy bir deyişle, 2 0 'den 1500 ila 2 0 0 0 döngü/saniye’ye ka­
hücreleri tarafından serbestlendiğine inanılm akta­ dar olan düşük frekanslı sesler aynı frekanslar üze­
dır. Bu transmiter m addenin glutamat olma olası­ rinde senkronize olan impuls dizilerine neden ola­
lığı vardır, fakat henüz kesin değildir. bilmekte ve bu impulslar koklear sinir tarafından
koklear çekirdeklere iletilmektedir. Koklear çekir­
Endokoklear Potansiyel. Tüy hücreleri tarafından üreti­ deklerin daha sonra farklı frekansları birbirlerinden
len elektriksel potansiyelleri çok daha ayrıntılı bir şekilde ayırt ettiğine inanılır. Gerçekte, düşük frekanslı ses­
açıklayabilmek için endokoklear potansiyel adı verilen bir lerin normalde tümünün farkedildiği baziler zar b ö ­
başka elektriksel olayı açıklamamıza gerek vardır. Skala lümünü ortadan kaldırmak üzere kokleamn apikal
media, veslibüler ve timpanik skalaları dolduran peri-
yarısının bütünüyle tahrip edilmesi, yine de düşük
lenften farklılıklar gösteren endolenfadı verilen bir sıvı ile
doludur. Vestibiiler ve timpanik skalalar beyni çevreleyen frekanslı sesleri birbirinden ayırt etme yeteneğini
subaıaknoid boşluk ile doğrudan iletişim halinde ol­ tamamen ortadan kaldırmamaktadır.
duğundan perilenf hemen tümüyle beyin-omurilik sıvısı­
nın aynıdır. Öle yandan skala mediayı dolduran endo­
lenf, skala medianm dış duvarında yer alan ileri derecede Sesin Yüksekliğinin Saptanması
damarlı bir alan olan stria vaskiilaris tarafından salgıla­
nan tamamen farklı bir sıvıdır. Endolenf yüksek yoğun­
lukta potasyum ve düşük yoğunlukta sodyum içermekte Sesin yüksekliği işitme sistemi tarafından en az üç
olup bu durum perilenf bileşiminin tamamen aksidir. ayrı yoldan saptanır:
Endolenf ve perilenf arasında her zaman yaklaşık + 80 Öncelikle, ses giderek yükselirken baziler zar ve
milivolüuk bir elektriksel potansiyel bulunmakta olup, tüy hücrelerinin titreşim genlikleri de arttığından
skala medianın içi pozitif dışı negatiftir. Endokoklear po­ tüy hücreleri sinir sonlanmalarım daha büyük hız­
tansiyel adı verilen bu potansiyel stria vaskiilaris tarafın­ larda uyarır.
dan pozitif potasyum iyonlarının sürekli skala mediaya İkinci olarak, titreşimin genliği arttıkça bu durum
sekresyonu ile yaratılır. uyarılan baziler zarın saçak bölgesinde yer alan tüy
Tüy hücrelerinin tepeleri retikülerlaminadan uzanıp ska­
la media içindeki eııdolenfte yüzerken tüy hücrelerinin ta­ hücrelerinin gitgide daha fazla sayıda uyarılmasına
banlarının perilenf içine batmış olması endokoklear potan­ ve böylece impulslaıın uzamsal sıım asyoııuna ne­
siyel için önemlidir. Dahası, tüy hücreleri perilenfe göre -70 den olacaktır. Yani artık birkaç sinir lifi yerine birçok
milivoltluk bir negatif hücreiçi potansiyeline sahipken bu sinir lifi üzerinden iletim gerçekleşecektir.
potansiyel tüylerin endolenf içine uzandığı üst yüzeylerde Son olarak, dış tüy hücreleri baziler zarın titreşimi
eııdolenfe göre -150 milivolttur. Stereosilyumların tepele­ yüksek bir şiddete ulaşmadığı sürece önemli dere­
rindeki bu yüksek elektriksel potansiyelin hücreyi ileri dere­ cede uyarılamayacaklardır. Bu hücrelerin uyarılma­
cede duyarlı hale getirdiğine ve bu yolla hücrenin en düşük
sı halinde ise herhangi bir yoldan sinir sistem ine se­
seslere yanıt verme yeteneğini artırdığına inanılmaktadır.
sin yüksek olduğu hakkında bilgi verilmesi olasıdır.

Ses Frekansının Saptanması ■ “ Yer” Sesin Yüksekliğindeki Değişikliklerin Saptan­


İlkesi ması - Güç Yasası. Bölüm 4 6 ’da işaret edildiği gibi
bir insan duysal uyarıların şiddetindeki değişiklik­
Bu bölümde daha önceki tartışmalardan yola çıkarak, leri yaklaşık olarak gerçek şiddetin üslü işlevi (loga-
düşük frekanslı seslerin kokleamn tepesine yakın böl­ ritınik fonksiyonu) ile orantılı olarak yorum lamak­
gedeki baziler zarda maksimum aktivasyonn neden tadır. Sesin konu edilmesi halinde yorumlanan algı­
olduğu, yüksek frekanslı seslerin koklea tabanına ya­ lama değişiklikleri yaklaşık olarak gerçek ses şidde­
kın baziler zarı aktive ettiği ve ara frekansların bu iki tinin küp kökü ile orantılıdır. Diğer şekilde ifade et­
uç arasında kalan ara mesafelerde zarı aktive ettiği mek istersek, kulak ses şiddetini en hafif fısıltıdan
açıkça anlaşılmaktadır. Üstelik kokleadan beyin koı- olası en şiddetli gürültüye kadar ayırt edilebilm ek­
teksine kadar giden tüm işitme yolu boyunca sinir lif­ tedir. Bu da ses enerjisinde yaklaşık 1 trilyon kez ar­
lerinin uzamsal bir organizasyonu da söz konusudur. tış veya baziler zarın hareket genliğinde 1 milyon
Beyin sapının işitme traktusları ile beyin koı teksinin kez artış olmasını temsil etmektedir. Gene de kulak,
işitme reseptif alanlarındaki sinyallerin kaydedilmesi ses düzeyinde yaklaşık 1 0 . 0 0 0 katlık değişiklik gibi
özgül ses frekansları ile özgül nöronların aktive ol­ büyük bir farklılaşmayı yorumlamaktadır. Yani şid­
duğunu göstermiştir. Dolayısı ile, farklı ses frekansla­ det skalası, işitme sisteminin ses algılama mekaniz­
rının belirlenmesi için sinir sistemi tarafından kulla­ maları tarafından büyük ölçüde ‘‘sıkıştırılmış” hal­
nılan ana yöntem baziler zar üzerinde en fazla uyarı­ dedir. Bu durum kişiye, ses şiddetinde son derece
lan konumların saptanmasıdır. Bu olaya ses frekansı­ geniş sınırlar içinde meydana gelen farklılıkları yo­
nın saptanması için kullanılan yer ilkesi adı verilir. rumlama yetisi kazandırmıştır. Şiddet skalasının
Tekrar Şekil 52-6 incelenecek olursa baziler zarın böylesine sıkıştırılmış olmaması halinde bu beceri
helikotıemadaki distal ucunun 2 0 0 döngii/saniye mümkün olmayacaktır.
608 ÜNİTE X • Sinir Sistemi: B. Özel Duyular

nu'ndan çıkan sinir lifleri medullanın üst bölümün­


deki dorsal ve ventıal koklear çekirdeklere girerler. Bu
noktada bütün lifler sinaps yapar ve ikinci derece nö­
ronlar süperiyör oliver çekirdekte sonlanmak üzere
temel olarak beyân sapının karşı tarafına geçerler. Bir
kısım ikinci derece lifler ise aynı taraftaki süperiyör
oliver çekirdeğe ipsilateral olarak ulaşırlar. Süperiyör
oliver çekirdekten çıkan işitme yolu daha sonra yuka­
rı doğru lateral lemniskııs üzerinden geçer; liflerin
bir kısmı lateral leınniskııs çekirdeğinde sonlanır. Lif­
lerin birçoğu bu çekirdeği atlar ve hemen hemen tü­
mü veya tamamının sonlanacağı inferiyor kollikulu-
sa ulaşır. Bu noktadan itibaren işitme yolu bütün lif­
Frekans lerin tekrar sinaps yapacağı medyal genikiilat çekir­
Ş E K İL 52 • 9 değe geçer. Son olarak işitme yolu işitme radyasyonu
Her ses frekansındaki ses enerji düzeyine karşı işitme eşiği ile ile, temel olarak temporal lobun süperiyör girusunda
somestetik algılama (batma ve dokunma eşiği) arasındaki ilişki. yer alan işitme korteksine ulaşır.
(Stevens ve Davis: Hearing. New York, John Wiley ve Sons’dan Burada önem taşıyan bazı noktalara dikkat etmek
değiştirerek alınmıştır.) gerekir. Öncelikle her iki kulaktan gelen sinyaller
beynin her iki yanında yer alan yollar üzerinde iletil­
Desibel Birimi. Kulağın algılayıp ayırt edebildiği mektedir. İletimde kontıalaterai yol biraz daha fazla
ses şiddetlerinde son derece geniş değişiklikler ol­ baskındır. Beyin sapının en azından üç bölgesinde
masından ötürü ses şiddetleri sıklıkla sesin gerçek bu iki yol arasında çapıazlanmalar görülür: ( 1 ) tra-
şiddetinin logaritması ile ifade edilir. Ses enerjisin­ pezoid cisimde, (2 ) lateral lemniskusların iki çekir­
de 1 0 katlık bir artış 1 bel olarak ifade edilmekte deği arasındaki Probst komissüründe ve, (3) iki infe­
olup 0,1 bel'e 1 desibel adı verilir. Bir desibel, ses riyor kollikulusu birbirine bağlayan komissuralarda.
enerjisinde 1,26 katlık gerçek bir artışı gösterir. İkinci olarak, işitme traktuslarından çıkan birçok
Ses şiddetindeki değişiklikleri ifade etmek için yan (kollateral) lifler doğrudan beyin sapının retikider
desibel sistemi kullanılmasının bir diğer nedeni, aktive edici sistemine geçmektedir. Bu sistem yaygın
iletişimde kullanılan olağan ses şiddeti sınırları olarak beyin sapında yukarı doğru, omurilikte ise
içinde kulakların ses şiddetindeki yaklaşık 1 desi­ aşağı doğru uzantılar vermekte ve yüksek bu- sese
bellik bir değişikliği ancak ayırt edebileceğidir. karşı sinir sisteminin tamamını aktive etmektedir.
Diğer yan dallar ise, ani bir gürültü olması halinde bir­
Fa rk lı Fre ka n sla rd a k i S e sle rin İşitilm e E şiğ i. Şekil 52-
den bire aktive olan serebellumun vermişine giderler.
9 kulak tarafın dan güçlükle duyulan farklı frekanslardaki
se sle rin b asın ç eşiklerini gösterm ek tedir. Bu şekil 3000 Üçüncü olarak, kokleadan kortekse kadar olan işit­
d ö n g ü /sa n iy e frekan slı b ir se sin , b u se sin şiddeti 1 me yolunun tamamı boyunca lif traktuslarında ileri
d in /c m 2 se s b asın ç düzeyinin altın d a 70 desib ele kadar
d ü şm ü ş olsa dahi d u y u labileceğin i gösterm ektedir. Bu
d a san tim etre kareye m ily on d a bir m ikro\vatthk bir d e ­
ğere eşittir. Öte y an d an 100 d ö n g ü /sa ııiy e frekanslı bir Mediyal geniMilçit
ses, bu sesin şiddeti an cak 10.000 kat d a h a büyük ise k u ­ çekirdek
lak tarafın dan farkedilebilir. İşitme
korteksi
İşitm enin Frekans A ra lığ ı. H en üz y aşlan m a kulakta et­
işitme radyasyonu
kili o lm ad an önce, gen ç b ir kişinin işitebileceği se s fre­ “ 7/î Genikülokalkarin
kan sların ın 20-20.000 d ö n g ü /sa n iy e a ra sın d a olduğu
söylenir. B un u nla b e rab e r tekrar Şekil 52-9’a b ak acak Alt kollikulus
olursak işitilen se s aralığının büy ük ölçüde bu seslerin Lateral
yüksekliğine bağım lı o ld u ğ u n u görürüz. Sesin şiddeti 1 Probst lemniskus
bağlantısı Lateral lemniskusun
d in /cm 2 se s b asın ç düzeyin in altın d a 60 desib el ise işiti­
(arka) çekirdeği
len se s aralığı 500-5000 clön gii/saniy e olarak karşım ıza Arka koklear
çıkm akta olup sa d e c e şiddetli seslerle 20-20.000 döngli- çekirdek Lateral
lük ko m plet se s aralığı elde edilebilm ektedir. Bu b ö lü m ­ lemniskus
de d a h a so n ra tartışılacağı gibi, y aşlılard a b u frekans a r a ­ Koklear sinir
lığı 50-8000 d ö n g ü /sa n iy e veya d a h a altın a inm ektedir. Spiral gangliyon
Üst oliver
Corti organı çekirdek
Ventral koklear
çekirdek Trapezoid gri Trapezoid lifleri
MERKEZİ İŞİTME MEKANİZMALARI cevher

Ş E K İL 52 • 10
İşitme Yolları
İşitme yolu. (Crosby E, HutnphreyT ve I.auer E: Correlative ana­
tomy of the Nervous System. New York, Macn Jan Publishing
Şekil 52-10 ana işitme yollarını göstermektedir. Bu Co., 1962’d en değiştirerek. Yayın hakkı 1962 Macmillan Publis­
şekilde gösterildiği gibi Corti'niıı spiral gangliyo- hing Co'a ait olup izinle kopya edilmiştir.)
BÖLÜM 52 • İşitme Duyusu 609

derece bir uzamsal düzenleme sürdürülür. Gerçekten bulunmuştur. Bu haritaların her birinde yüksek fre­
de ses frekanslarının koklear çekirdeklerde temsil kanslı sesler haritanın bir ucundaki nöronları uyarır­
edilen en az üç adet uzamsal bölgesi, inferiyor kolli- ken düşük frekanslı sesler aksi uçtaki nöronları uyar­
kuluslarda iki adet ve işitme koı teksinde birbirinden maktadır. Bunların büyük bölümünde düşük fre­
farklı ses frekansları için bir adet hassas temsili ve işit­ kanslı sesler Şekil 52-11’de gösterildiği gibi önde yer
me korteksi ile işitme asosiyasyon alanlarında en az alırken, yüksek frekanslı sesler arkada yerleşim gös­
beş adet d ah a az hassas temsilleri bulunmaktadır. termektedir. Ancak bu bulgu bütün haritalar için ge­
çerli değildir. Bu konuyla ilgili olarak sorulması gere­
İşitme Yolunun Farklı Düzeylerinde Ateşlem e Hızla­ ken soru, işitme koı teksinin neden bu kadar farklı to­
rı. İşitm e sin irin d en koklear çekirdeklere giren tek tek s i­ notopik haritalara sahip olduğudur. Bu sorunun ola­
nir lifleri en azın dan san iy ed e 1000 kadar ateşleyebil- sı yanıtı bu ayrı alanların her birinin seslerin özgül
m ektc olu p bu lıız tem el olarak sesin şiddeli tarafından niteliklerini çözümleme ile görevli olduğudur. Örne­
belirlenir. Saniy ede 2000-4000 dö n g ii’ye k ad ar olan se s
ğin birincil işitme koıteksindeki geniş haritalardan
fre k an sların d a işitm e sinir im pu lsları çoğu n lu kla se s
dalgaları ile eşzam an lıdır. Fakat bu durum un b ütü n d a l­ bir tanesi hemen hemen tam bir kesinlikle ses fre­
ga boyları için geçerli olm ası gerekm ez. kanslarını birbirinden ayırt etmekte ve kişiye sesin
Beyin sapındaki işitme traktuslarında ateşlem e hızı, 200 tizliğine ait psikolojik duyguyu sağlamaktadır. Hali­
dön gü/saniye altındaki frekanslar hariç tutulursa, ses fre­ talardan bir başkası olasılıkla sesin geldiği yönü sap­
kansı ile arlık daha fazla eşzam anlılık göstermez. İnferiyor tamada kullanılmaktadır. Diğer işitme korteksi alan­
kollikuluslar düzeyinden daha yukarda ise bu eş zamanlılık ları seslerin ani başlaması gibi özgül niteliklerini ve­
temel olarak ortadan kalkar. Bu bulgular ses sinyallerinin ya seslerin gürültü, saf frekanslı sesler ve benzerleri
kulaktan yüksek beyin merkezlerine hiç değişm eden doğru­
gibi özgül modülasyonlarını saptamaktadır.
dan iletiliyor olm adığını göstermektedir; bunun yerine, ses
İşitme korteksinde her bireysel nöronun yanıt ver­
sinyalleriyle iletilen bilgi, koklear çekirdekler kadar en alt
merkezlerden başlayarak im puls trafiği boyunca incelemeye diği frekans aralığı koklea ve beyin sapıııdald ileti çe­
alınmaktadır. Bu konu, özellikle sesin geliş yönünün algılan­ kirdeklerine ait aralıktan çok daha dardır. Tekrar Şekil
m ası ile ilgili olarak daha sonra daha geniş ele alınacaktır. 52-6B'ye bakılacak olursa, koklea tabamna yakın bazi­
İşitm e yollarının bir diğer önem li niteliği ses yokluğu h a­ ler zarın bütün frekanslardaki sesler tarafından uyarıl­
linde dahi düşük hızlı im puls ateşlenm esinin devanı ediyor dığını ve koklea çekirdeklerinde sesin temsilinde aynı
olm ası ve bu olayın işitm e koı teksiııe kadar olan bütün geniş aralığın kullanıldığım görürüz. Ancak daha son­
koklear sinir lifleri boyunca görülmesidir. Baziler zar vesli- ra bu uyarı beyin korteksine ulaştığında sese duyarlı
biiler skalaya doğru hareket ettiğinde im puls trafiği hızlan­
nöronların büyük bir bölümü, geniş bir aralık yerine
m akta, baziler zar tim panik skalaya doğru hareket ettiğin­
de im puls trafiği yavaşlam aktadır. Yani bu arka plandaki
sadece dar bir frekans aralığına yanıt vermektedir. Do-
sinyalin varlığı, zar hangi yöne doğrıı hareket ederse etsin layısı ile işitme yolu üzerinde herhangi bir yerde uyarı
bilginin baziler zardan iletilm esine izin vermekte; bir yöne işleme mekanizmaları frekans yanıtını “keskinleştir­
doğru pozitif bilgi iletilirken zıt yöne doğru hareket negatif mektedir'’. Bu keskinleştirme etkisinin ana nedeninin,
bilgi sağlam aktadır. Arka plan sinyalin bulunm am ası halin­ sinirlerde bilgi iletimi için kullanılan mekanizmalarla
de sad ece bilginin pozitif yarısı iletilebilecektir. Kitabın d a ­ ilişkili olarak Bölüm 46’da tartışılmış olan lateıal inhi-
ha sonraki birçok bölüm ünde ele alınacağı gibi, bilginin bisyon fenomeni olduğuna inanılmaktadır. Diğer bir
aktarılm asın da taşıyıcı dalga yöntem i adı verilen bu tip bir
deyişle, kokleanm belli bir frekansta uyarılması, fre­
yöntem , beynin birçok bölgesinde kullanılmaktadır.
kansın her iki yanında yer alan ses frekanslarının ne­
den olduğu sinyallerin inhibisyonuna sebep olmakta­
dır. Bu etki, birincil sinyal yolundan çıkan ve komşu
İşitmede Beyin Kodeksinin İşlevi
İşitme yollarının beyin korteksine yansıma alanları
Şekil 52-11’de sunulmuştur. Bu şekil işitme kortek-
sinin temel olarak siiperiyör tenıporal girusıtn sııp-
ratem poral düzlem inde yer aldığını, fakat teınporal
lobun lateıal kenarına, insıılar kor teksin büyük bir
bölümüne ve hatta paıy etal operkıdum un lateıal
bölümüne yayıldığını göstermektedir.
Şekil 52-11'de iki tane birbirinden ayrı alan göste­ Primer (Birincil)
rilmiştir. Bunlardan koyu kırmızı renkte gösterilmiş
olan birincil (priıııer) işitme korteksi ve açık kırmızı Asosiyasyon
renkte gösterilmiş olan işitme asosiyasyon korteksi
(buna ikincil işitme korteksi adı da verilir) 'dir. Birincil
işitme korteksi ıııedyal geııikulat cisimden gelen yan­ Asosiyasyon
sımalarla doğrudan uyarılırken, işitme asosiyasyon
alanları birincil işitme koı teksindeıı gelen uyarılar ve Primer (Birincil)
mediyal geııikulat cisme komşu talamik asosiyasyon
alanlarının yansımaları ile ikincil olarak uyarılırlar.

Birincil İşitme Korteksinde Ses Frekansının Algı­


lanması. Birincil işitme korteksi ve işitme asosiyas­ Ş E K İL 52- 11
yon alanlarında en azından 6 tane tonotopik harita İşitme korteksi.
610 ÜNİTE X • Sinir Sistemi: B. Özel Duyular

yollara inhibitor etkiler uygulayan yan dallar nedeniy­ manları arasındaki zaman boşluğu ve, (2 ) her iki
le gerçekleşir. Ayan etkinin somestetik cisimlerin, gör­ kulakta seslerin şiddetleri arasındaki farklılıktır. B i­
sel cisimlerin ve diğer tip duyulara ait kalıpların kes­ rinci mekanizma 3000 döngü/saniye altındaki fre­
kinleştirilmesinde önem taşıdığı gösterilmiştir. kanslarda en iyi işlev görürken, baş bu frekanslarda
İşitme koıteksi ve özellikle işitme asosiyasyon kor- bir ses engeli oluşturduğundan, şiddet m ekaniz­
teksindeki nöronların büyük bir bölümü sadece ku­ ması en iyi yüksek frekanslarda işlev görür. Zaman
laktaki özgül ses frekanslarına yanıt vermemektedir. boşluğu mekanizması, bu mekanizmanın dış fak­
İnanıldığına göre bu nöronlar farklı ses frekansları­ törlere bağımlı olmayıp sadece iki akustik sinyal
nın biıbirleriyle "asosiyasyonunu” sağlamakta veya arasındaki gerçek zaman aralığına bağımlı oluşun­
ses bilgisinin korteksin diğer duysal bölgelerinden dan ötürü sesin yönünü şiddet m ekanizm asına
gelen bilgilerle asosiyasyonunu sağlamaktadır. Ger­ oranla çok daha doğru bir şekilde ayırt eder. Bir ki­
çekten de işitme asosiyasyon korteksinin paıyetal şi ses kaymağının tam karşısında duracak olursa ses
bölümü somatik duysal alan II ile kısmen çakışmak­ her iki kulağa tümüyle aynı anda ulaşırken sağ ku­
ta ve böylece işitme bilgisinin somatik duysal bilgi ile lak ses kaynağına sol kulaktan daha yakın ise sağ
asosiyasyonuna kolayca olanak sağlayabilmektedir. kulaktan gelen ses sinyalleri beyine sol kulaktan
gelen sinyallerden önce girecektir.
Ses "Kalıpları"nm İşitme Korteksi Tarafından Yukarıda anlatılan iki m ekanizma sesin kişinin
A yırt Edilmesi. İşitme korteksinin tümüyle iki yan­ önü, arkası, veya yukarı veya aşağısından mı gel­
lı olarak ortadan kaldırılması bir kedi veya maymu­
diği konusunda herhangi bir bilgi veremez. Bu ayı­
nun sesleri saptamasına veya seslere kabaca da olsa
rım tem el olarak her iki kulağın kulak kepçeleri ta ­
yanıt vermesine engel oluşturmaz. Bununla beraber
rafından sağlanır. Kulak kepçesinin biçimi, sesin
bu işlem hayvanın farklı tizlikte sesler ve özellikle ses
geliş yönüne bağımlı olarak kulağa giren sesin nite­
kalıplan arasında ayırım yapabilme yeteneğini ileri
liğini değiştirir ve bu görevini farklı yönlerden ge­
derecede azaltır ve hatta bazen bu yeteneği tam a­
len özgül ses frekanslarını güçlendirerek sağlar.
men ortadan kaldırır. Örneğin birbirini belli bir kalı­
ba göre izleyen tonların yaptığı bir bileşim veya diz­
Sesin Yönünü Belirlemede Kullanılan Nöral M e ­
giyi tanımaya eğitilmiş bir hayvan işitme korteksi
kanizmalar. İster insan ister aşağı sınıf memelilerde
tahrip edildiğinde bu yeteneğini yitirdiği gibi dahası
bu tür bir yanıtı bir daha da yeniden öğrenemez. olsun, beynin her iki yanındaki işitme korteksleıinin
Dolayısıyla işitme korteksi ses tonuna ilişkin kalıp­ tahribi sesin geliş yönünü belirleme yeteneğinin h e­
ların ve dizgise 1 ses kalıplarının birbirlerinden ayırt men tümüyle ortadan kalkmasına neden olur. An­
edilmesinde önem taşır. cak bu belirleme işlevinin mekanizması beyin sa­
İnsanda her iki birincil işitme korteksinin harap ol­ pındaki süperiyör oliver çekirdeklerden başlamakta
masının kişinin işitmeye olan duyarlığını büyük öl­ olup, gene de sinyallerin yorumlanabilmesi için bu
çüde azalttığı söylenmektedir. Bununla beraber, bu çekirdeklerden koıtekse kadar giden nöral yalların
iki korteksten sadece birisinin tahribi karşı taraftaki tümüne gereksinim vardır. Kullanılan mekanizma­
kulakta işitmeyi sadece hafifçe azaltırken, işitme nö- nın şu olduğuna inanılmaktadır:
ıal yolunda birçok çapraz bağlantıların yanyana yer Öncelikle süperiyör oliver çekirdek iki bölüme
almasından ötürü kulakta sağırlığa neden olmaz. An­ ayrılır: ( 1 ) m edyal süperiyör oliver çekirdek ve, (2 )
cak, yer belirleme işlevi için her iki koı tekste birbirle- lateral süperiyör oliver çekirdek. Bunun için olası­
ıiyle karşılaştırılabilecek sinyaller gerektiğinden, lıkla, lateral çekirdek iki kulağa ulaşan ses şiddetleri
kişinin sesin kaymağını saptama yeteneği etkilenir. arasındaki farkı kullanıp, bu iki şiddeti birbiriyle
İnsanda işitme asosiyasyon alanlarını tutan fakat karşılaştırıp ses yönünü belirlemek üzere işitme
birincil işitm e korteksini etkilemeyen lezyoıılar koı teksine uygun bir sinyal gönderir.
kişinin işitme ve ses tonlarını birbirinden ayırt etme Öte yandan mediyal süperiyör oliver çekirdek iki
ve hatta en azından basit ses kalıplarını yorumlaya­ kulağa giren akustik sinyaller arasındaki zam an
bilirle yeteneğini azaltmaz. Bununla beraber, bu kişi boşluğunu saptayacak özgül bir mekanizmayla sa­
işittiği sesin anlam ını çoğunlukla yorumlayamaya- hiptir. Bu çekirdek biri sağa diğeri sola yansıysan iki
caktır. Örneğin Wernicke alanı adı verilen ve işitme ana dendrite sahip çok sayıda nöron içermektedir.
asosiyasyon korteksinin bir bölümü olan süperiyör Sağ kulaktan gelen akustik sinyal sağ dendrite, sol
temporal giı usun arka bölümüne yerleşik lezyoıılar kulaktan gelen akustik sinyal ise sol dendrite ulaşır.
kişinin çok iyi duyabilmesi ve hatta duyduklarını yi­ Her nöronun uyarılma şiddeti her iki kulaktan gelen
neleyebilmesine karşın, işittiği sözlerin anlamlarını akustik sinyaller arasında yer alan özgül bir zaman
yorumlayabilmesini çoğunlukla olanaksız kılar. İşit­ boşluğuna ileri derecede duyarlıdır. Çekirdeğin bir
me asosiyasyon alanlarının bu işlevleri ve bu işlevle­ kenarına yakın olan nöronlar kısa bir zaman
rin beynin genei entellektüel işlevleri ile olan ilişkisi boşluğuna azami yanıt verirken karşı kenardaki nö­
Bölüm 57'de ayrıntılı olarak tartışılacaktır. ronlar uzun bir zaman aralığına azami yanıt verir. Bu
ikisi arasında kalan nöronlar ise bu kısa ve uzun za­
man değerleri arasında kalan ara zaman boşlukları­
Sesin Geldiği Yönün Saptanması na azami yanıt üretmektedir. Yani, doğrudan başın
önünden gelerek bir oliver çekirdek takımını azami
Bir kişi sesin kaynağının yatay yönünü iki temel olarak uyaran ses ile faiklı yan açılarla gelerek karşı
mekanizm a ile belirler: ( 1 ) sesin iki kulağa giriş za­ taraflardaki diğer nöron takımlarını azami olarak
BÖLÜM 52 • İşitme Duyusu 611

uyaran seslerden medyal süperiyör oliver çekirdekte •10 -

nöronal uyarının bir uzamsal kalıbı oluşturulur. Sin­ Normal -


* *■ * * * *
yallerin bu uzamsal yerleşimi daha sonra işitme kor- 10

teksine kadar giden bütün yol boyunca korunmakta 9- 20


(Ü 3 0 X

ve işitme korteksinde sesin yönü azami uyarılmış X


X

nöronların yerleşimlerinin saptanmasıyla belirlen­ g 40 <


£§ 5 0
mektedir. Sesin yönünü tayinde kullanılan sinyalle­ o
rin, sesin tonlarına ilişkin kalıplatma ait bilginin ile­ <5 60
tildiği yoldan farklı bir yolla iletildiği ve beyin kortek­ İ 70
vl-
^ 80
sinde farklı bir bölgeyi uyardığına inanılmaktadır. 9 0 H_ *Kemik iletimi
Ses yönünün saptanmasında kullanılan bu m e­ 100 -
kanizma, sinyaller nöronal aktivitenin farklı düzey­ 125 250 500 1000 2000 4000 8000

lerinden geçerken duysal sinyallerdeki özgül bilgi­ Frekans


lerin nasıl çözümlendiğini bir kez daha göstermek­
tedir. Burada tartışılan örnekte süperiyör oliver çe ­ ŞE K İL 52 • 13
kirdekler düzeyinde ses yönünün "niteliği” ses ton­ Orta kulak sklerozuna bağlı sağırlığa ait odiyogram.
larının “niteliğinden” ayrılmaktadır.
o lm u şsa kişide kalıcı sağırlık vardır. B u n u n la b e rab e r
Merkezi Sinir Sisteminden Alt İşitme koklea veya sinir h ala sağ lam fakat kulak zarı-kem ikçik
Merkezlerine Giden Sentrifugal Sinyaller sistem i h arabiyete u ğ ram ış veya an k ilo ze (kem ikçiklerin
fibröz veya kalsifikasyon n eden iyle b u lu n d u k ları yerde
Sin ir siste m in in her d üzeyin de işitm e kortek sin d en kok- "d o n m aları”) o lm u şsa, se s d alg ala n k a fa ta sın a u y g u la ­
le ay a k ad ar giden retrograd yolların b u lu n d u ğ u gö steril­ n an bir se s ü retecin den çıkan seslerin k em ik yoluyla ile­
m iştir. Son yol tem el olarak sü p eriy ör oliver çekirdekten timi ile kokleaya aktarılabilir.
b izzat Corti organ ın daki tüy h ücrelerine gitm ektedir.
Bu retrograd lifler inhibitördür. Gerçekten de oliver ç e ­ O d iyo m e tre. İşitm e bozukluklarının özelliklerini s a p ta ­
kirdekte birbirinden ayrı noktaların doğrudan uyarılm ası­ m ad a odiyom etre kullanılır. D üşük frekan slard an yüksek
nın Corti organındaki özgül alanları inhibe ettiği ve b u n la­ frekanslara kadar değişen bir aralık içinde s a f tonlar ü re ­
rın sese duyarlıklarım 15-20 desibel azalttığı gösterilm iştir. tebilen elektronik bir osilatöre bağlı bir kulaklıktan oluşan
Bir kişinin özgül nitelikli seslere doğrud an dikkat ederken bu aracın kullanılm adan önce sıfıra ay arlan m ası gerekir.
diğer nitelikli sesleri nasıl reddedebildiği bu şekilde kolay­ Sıfır ayarı için önce n orm al kişilerde y ap ılm ış ölçüm lere
c a anlaşılabilir. Bu olay bir senfoni orkestrasın da sadece dayalı olarak her frekans için norm al bir kişinin zorlukla
tek bir m üzik aletini dinleyerek kolayca gösterilebilir. işitebileceği en alt şiddet düzeyi sap ta n ır ve sesin bu ş id ­
det düzeyi sıfır olarak kabul edilir. D ü zen len m iş (kalibre
edilm iş) bir se s yükseltm e düğm esi ile her ton un şiddeti
bu sıfır düzeyinin altında veya üstü n d e artırılıp azaltılab i­
lir. Bir tonun kişi tarafından d u y u labilm esi için o tonun
İŞİTME ANOMALİLERİ şiddetin in norm alin 30 desibel üzerine kadar yükseltil­
m esi zorunlu oluyorsa bu kişide o ton için 30 desibel d ü ­
Sağırlık Tipleri zeyinde bir işitme kaybı bu lu n du ğu söylenir.
O diyom etre kullanılarak yapılan bir işitm e testin de işit­
Sağırlık sıklıkla iki tipe ayrılır. Birinci tipte olayın n edeni me yelpazesini k apsayacak 8-10 kadar frekans d en en ir ve
koklea veya işitm e sinirin in b ozuk luğu olup b u n a gen el­ bu frekansların herbiri için ayrı ayrı işitm e kayıpları s a p ­
likle “sin ir tipi sağırlık’’ ad ı verilir. İkinci tipte olayın n e ­ tanır. D ah a son ra işitm e yelpazesin deki her frekan sa ait
den i se si kokleaya ileten m e k an izm alard a bir b ozu k ­ işitm e kaybını grafik halinde verm ek üzere Şekil 52-12 ve
luğun b u lu n m asıd ır ve bu tip e de genellikle “iletim tipi 52-13’de örneği su n u lm u ş olan bir odiy ogram hazırlanır.
sağırlık” adı verilir. Eğer koklea veya işitm e siniri tahrip Kulakta h ava iletim ini inceleyen bir kulaklıkla d o n a n ­
m ış bu b asit odiyom etreye m a sto id çık ın tıdan kokleaya
olan kem ik iletim ini de in celem ek için ek olarak bir
• 10 - elektronik titreşim üreteci de ilave edilir.
Normal
10 - x i Sinir Tipi Sağırlıkta O d iy o g ra m . Sinir tipi sağırlık ta (bu
* £ * ç
Q . -0 - deyim koklea, işitm e siniri v eya kulaktan itib aren m e rk e ­
e zi sinir sistem i devrelerinin tü m ün deki h arab iyetleri iç e ­
nT 30-
v- 1 0 -
rir) h astan ın h em h ava h em de kem ik iletim i yolu ile in ­
celen en sesleri duy m a y eten eğin d e a z a lm a veya tam k a ­
J5 yıp vardır. Kısm i sinirsel sağ ırlığa ait bir od iy o m etre Şekil
o so­
52-12’de su n ulm uştur. Bu şekilde sağırlık özellikle y ü k­
l í 70-
u sek frekanslı sesleri tutm uştur. Bu tür sağırlıkların n e d e ­
'8? 30-
★ Kemik iletim ni koklea tab an ın daki h arab iy et olabilir ve b u tip sağırlık
30-
neredeyse tüm yaşlı kişilerde belli o ran d a görülür.
1 00 -
125 250 500 1000 2000 4000 8000
Sinirsel sağırlığın sık gö rü len d iğer kalıpları şun lardır:
(1) dü şü k frekanslı se sle r genellikle d a h a yüksek old u ğu
Frekans ve Corti organ ın d a d a h a fazla h a sa r o lu ştu rd u ğ u için,
çok yüksek fazlasıyla ve uzun süreli m a ru z k alın d ığın d a
Ş E K İL 52 ■ 12 (“ Hock” m üzik orkestrası veya jet u çak m otoru ) d ü şü k
Sinir tipi sağırlığın yaşlılardaki tipine ait odiyogram. frekanslı seslere karşı sağırlık ve (2) Corti organ ın ın ,
612 ÜNİTE X • Sinir Sistemi: B. Özel Duyular

özellikle strep to m isin , k an am isin ve kloram fenikol gibi lak sağırlığı” b u lu n an bir kişiye ait bir o d iy ogram su n u l­
bir kısım antibiyotiklere duyarlı olm ası n eden iyle ilaç m aktadır. Bu o lg u d a kem ik iletim i tem el olarak n o rm a l­
duy arlığın ın n eden oldu ğu b ü tü n frekan slard a sağırlık. dir. Fakat h av a iletim i, d ü şü k frek an slard a d a h a d a fazla
olm ak üzere, in celen en bütü n frek an slard a ileri d e re ce ­
İleti Tipi Sağırlıkta O d iy o g ra m . Sağırlığın sık rastlan an de azalm ıştır. İleti tipi sağırlığın b azı ö rn ek lerin de ü z e n ­
b ir tipi, tekrarlayan orta kulak en fek siyon ların dan so n ra gi tabanlığı, oval p en ceren in ken arların d an d ışa doğru
o rta kulakta fibrozis geliştikten so n ra veya olosk leroz büyüyerek kem ik y ap ısın a “k ay n am ıştır”. Bu d u ru m d a
ad ı verilen kalıtım sal bir h astalık so n u cu fibrozise bağlı kişi h av a iletimi için tam olarak sağ ır olur fak at ü zen g i­
görülür. Bu tab lo d a se s dalgaların ın kulak zarın d an oval nin çıkarılm ası ve yerin e se si ö rsten oval pen cereye ile te ­
pen cerey e kulak kem ikçikleri ü zerin d en iletim i kolayca cek küçük bir teflon veya m etal protezin yerleştirilm esi
gerçek leşem em ek tedir. Şekil 52-13’de b u tip bir "orta k u ­ ile tekrar h em en h em en n orm al işitir h ale getirilebilir.

REFERANSLAR
B lu esto iic C D . K lein JO : O titis M edia in In­ Fu jim u ra O: V o cal Physiology: V o ice Produc­ M cN eil M R : C lin ical M anagem ent o f Sensori­
fants and C hildren. Philadelphia: W B Saun­ tion, M echanism s and Functions. New motor S p eech D isorders. New Y ork:
ders C o, 19 9 4 . York: Raven Press, 1988. T h iem e, 1997.
Bru gge J: C enlral Auditory Processing and G eisler C D : From Sound to Synapse: P hysiol­ N ager G T , H yam s V J : Pathology o f the Ear
Neural M odeling. N ew Y ork: Plenum Press, ogy o f the M am m alian E ar. New Y o rk: O x ­ and Tem poral Bo n e. B altim ore: W illiam s &
1998. ford University Press, 1998. W ilkin s, 1994.
C analis R F , G oodhill V : G oo d h ill’s T extb oo k G elfand S A : H earing: An Introduction to P sy­ N elkcn I, Young E D : T w o separate inhibitory
o f O tolog y. Philadelphia: J B Lippincott, ch o lo gical and Physiological A coustics. m echanism s shape the responses o f dorsal
. New York: M arcel Dekker, 1998. co ch lear nucleus type IV units to narrow­
1994.
band and wideband stim uli. J N europhysiol
D hillon R S , E a st C A : E ar, N o se and Throat: G oldstein R , A ldrich W M : Evoked Potential
7 1 :2 4 4 6 , 1994.
An Illustrated C olour T ex t. New Y ork: Audiometry. Boston: A llyn and B acon ,
Palm er A A : Psych ological and P h ysiological
C h urch ill L iving ston e, 19 9 4 . 1998.
A dvances in H earing. London: W hurr P u b­
Ehret G , R om an d R : T h e C entral Auditory H ood L J : C lin ical A pplications o f the Auditory
lishers, 1998.
S ystem . N ew Y o rk : Oxford U niversity Brain stem R esponse. San D iego: Singular
Roland P S , M arp le B F , M ey erh o ff W L : H ear­
Press, 1997. Publisher Group, 1998.
ing L o ss. New Y o rk : T h iem e. 1997.
E ybalin M : N curolransm itlcrs and neuromodu­ Hudspeth A J: T he cellular basis o f hearing: Syka J : A cou stical Sign al Processing in the
lators o f the m am m alian coch lea. Physiol the biophysics o f hair cells. S c ie n c c 2 3 0 : C entral Auditory S ystem . New Y ork: P le ­
R ev 7 3 :3 0 9 , 1993. 7 4 5 , 1985. num Press, 1997.
Fitch R H , M ille r S , T a lla l P: N eurobiology o f L ee K J: Essential Otolaryngology: Head and V enem a T : Com pression for C lin icians (an
sp eech perception. Annu R e v N eurosci 20: N eck Surgery. 6 th ed. Reading, M A : A p­ A udiology T ex tb o ok ). San D iego: Singular
33 1 . 1997. pleton & Lange, 1994. Publishers, 1998.
Fraysse B , D eguine O: C och lear Implants: M oore B C J : A n Introduction to the P sych ol­ W ever E G , Law ren ce M : P h y sio lo g ical A cou s­
New P erspectives. Farm ington C T : S . K ar­ ogy o f H earing. San D iego: A cadem ic tics. Princeton: Princeton U niversity Press,
g er Publishers In c, 1993. Press, 1997. 1954.
Tat ve koku duyuları, bize istenmeyen ve hatta öl­ Ekşi Tat. Ekşi tadın nedeni asitler olup tat duyu­
dürücü olan yiyeceklerle besleyici olan gıdalar ara­ sunun şiddeti hidrojen iyon yoğunluğu'nun loga­
sında ayırım yapmamıza izin verirken, koku duyu­ ritm ası ile aşağı yukarı orantılıdır. Yani bir asit ne
su hayvanlara diğer hayvanların çevrede bulunup kadar güçlü ise uyandırdığı duyu o kadar ekşi
bulunmadıklarını anlam a ve hatta hayvanlar ara­ olacaktır.
sında bireysel ayırım yapabilme yeteneğini sağlar.
Son olarak, her iki duyu sinir sistemimizin ilkel he­ Tuzlu Tat. Tuzlu tat iyonize olan tuzlar tarafından
yecan ve davranış işlevlerine sıkı sıkıya bağlıdır. uyandırılır. Tuzların, tuzluluğa ek olarak diğer
başka duyular da uyandırabilmelerinden ötürü ta­
dın niteliği, bir tuzdan diğerine değişiklik gösterir.
Tuzlardaki katyonlar tuzlu tadından tem el olarak
TAT DUYUSU sorumlu ise de anyonlar da daha az ölçüde bu tada
katkıda bulunurlar.
Temel olarak tat, ağızda yer alan tat tom urcukla­
rı'nm bir işlevi ise de, herkesin kendi deneyimin­ Tatlı Tat. Tatlı tat tek bir kimyasal madde sınıfına
den bildiği gibi koku tadın algılanmasına büyük öl­ özgün değildir. Bu tadı uyandıran kimyasal m adde­
çüde katkıda bulunur. Buna ek olarak, ağızdaki do­ lerin tiplerini gösteren bir listede yer alan m adde­
kunma duyulaıı tarafından saptanan gıdanın do­ ler arasında şekerler, glikoller, alkoller, aldehidler,
kusu ve ağrı sonlanm alarını uyaran biber gibi bir ketonlar, amidler, esterler, amino asitler, bazı kü­
yiyeceğin varlığı tat deneyimini büyük ölçüde yön­ çük proteinler, sulfonik asitler, halojenli asitler ile
lendirir. Tadın önem inin temelinde yatan gerçek, kurşun ve berilyumun inorganik tuzları bulunm ak­
bu duyunun kişinin yiyeceğini zevkine ve çoğun­ tadır. Dikkat edilecek olursa, tatlı tat uyandıran
lukla vücut dokularının özgül besin maddelerine kimyasal maddelerin büyük bölüm ünün organik
olan m etabolik gereksinimine göre seçebilmesine kimyasal maddeler olduğu fark edilir. Burada özel­
izin vermesidir. likle ilginç olan, tek bir radikal eklenmesi gibi kim­
yasal yapıda meydana getirilen hafif bir değişikli­
ğin çoğunlukla bu maddenin tadını tatlıdan acıya
Temel (Birincil) Tat Duyuları çevirebilmesidir.

Farklı tat reseptörlerini uyaran özgül kimyasal Acı Tat. Acı tat, tıpkı tatlı tat gibi tek bir tip kimya­
maddelerin özellikleri henüz tam olarak belirlen­ sal madde tarafından meydana getirilmez ve bura­
memiştir. Buna rağmen psikofizyolojik ve nörofiz- da da acı tat veren maddelerin hem en tümü orga­
yolojik araştırmalar tat hücrelerinde, en az 13 tane nik maddelerdir. İki özel madde sınıfının acı tat du­
olası kimyasal reseptörü belirlemiş olup bunlar yusuna neden olması özellikle olası olup bunlar ( 1 )
şöyle sıralanabilir: 2 sodyum reseptörü, 2 potas­ azot içeren uzun zincirli organik maddeler ve (2 )
yum reseptörü, 1 klorür reseptörü, 1 adenozin re­ kinin, kafein, striknin ve nikotin gibi tıpta da kulla­
septörü, 1 inozin reseptörü, 2 tatlı reseptörü, 2 acı nılan birçok ilaçları içeren alkaloidlerdir.
reseptörü, 1 glutamat reseptörü ve 1 hidrojen iyo­ Bazı m addeler ilk tadıldıklarıııda tatlı olarak al­
nu reseptörü. gılanırken daha sonra acı bir tat verirler. Bu du­
Tadın pratik olarak analizi için yukarıda sunulan rum özellikle sakkarin için geçerli olup bu n e ­
reseptörlerin becerileri dört genel başlık altında denle bazı kişiler bu maddeyi kullanm aya itiraz
toplanmıştır. Birincil (temel) tat duyuları adı veri­ ederler.
len bu duyular ekşi, tuzlu, tatlı ve acıdır. Acı tat, yüksek şiddette oluştuğunda genel olarak
Bilindiği gibi bir kişi yüzlerce farklı tat alabilm ek­ insan veya hayvanın yiyeceği reddetmesine neden
tedir. Tıpkı Bölüm 50'de anlatıldığı üzere bütün olur. Zehirli bitkilerde bulunan birçok öldürücü
renkleri üç tem el rengin bileşimleri olarak görebil­ toksinin alkaloid yapıda olması ve bunların tüm ü­
memizde olduğu gibi, bu tatların hepsinin temel nün şiddetli bir acı tat uyandırması nedeniyle bu
duyuların bileştirilm esi ile algılandığı düşünül­ durum kuşkusuz acı tat duyusuna am aca yönelik
mektedir. önemli bir işlev kazandırmaktadır.

613
614 ÜNİTE X • Sinir Sistemi; B. Özel Duyular

Farklı Maddelerin Görece Tat indeksleri


Ekşi M addeler İndeks Acı tndeks Tatlı indeks Tuzlu İndeks
M addeler M addeler M addeler
Hidrolik asit 1 Kinin 1 Sükroz 1 NaCl 1
Formik asit 1,1 ßrusin 11 l-propoksi-2-am ino NaF 2
Klorasetik asit 0,9 Striknin 3,1 4-nitrobenzene 5000 CaCl2 1
Asetillaktik asit 0,85 Nikotin 1,3 Sakkarin 675 NaBr 0,4
Laktik asit 0,85 Feniltiyoüre 0,9 Klorolorm 40 Nal 0,35
Tartarik asit 0,7 Kafein 0,4 Früktoz 1,7 LİGİ 0,4
Malik asit 0,6 Veratrin 0,2 Alanin 1,3 NH4C1 2,5
Potasyum H tartar 0.58 Pilokarpin 0,16 Gllikoz 0,8 KCI 0,6
Asetik asit 0,55 Atropin 0,13 Maltoz 0,45
Sitrik asit 0,46 Kokain 0,02 Galaktoz 0,32
Karbonik asit 0,06 Morfin 0,02 Laktoz 0,3

(Denna: Proc. Oklahoma Acad. Sci., 27:9, 1917; ve Plaffman: Handbook of Physiology. Bölüm 1, Cilt I. Baltimore, Williams ve Wilkins, 1959, sayfa 507'den alınmıştır.)

Tat Eşiği diği gibi küçük bir tat deliğinin çevresini sarmıştır.
Her hücrenin tepesinden çıkan çok sayıda m ikro-
Hidrokloıik asitle ekşi tat uyandırma eşiği ortalama uillus veya tat tüyleri ağız boşluğuna yaklaşmak
0,0009 N; sodyum klorürle tuzlu tat uyandırma eşiği üzere tat deliğinin içinden dışarı doğru uzanır. Bu
0,01 M; sükrozla tatlı tat uyandırma eşiği 0,0İM ve mikrovilluslar tat için gereken reseptör yüzeyini
kininle acı tat uyandırma eşiği 0,000008 M ’dır. sağlarlar.
Kişinin diğer bütün tatlara oranla acı tada ne kadar Tat hücrelerinin gövdeleri arasında çok sayada tat si­
fazla duyarlı bulunduğuna dikkat ediniz. Bu duyu­ nir liflerimn yaptığı, dallanmalar gösteren terminal bir
nun önemli bir koruyucu işlev gördüğü düşünüle­ ağ örülmüştür. Bunlar tat reseptör hücreleri tarafın­
cek olursa bu zaten beklenen bir durumdur. dan uyarılırlar. Bu liflerden bazıları tat hücre zarının
Tablo 53-1 çeşitli maddelerin görece tat indeksle­ kıvrımları içine sokulmuştur. Bu liflere komşu olarak
rini (tat eşiğinin karşılıkları) vermektedir. Bu tablo­ hücre zarının hemen altında çok sayıda veziküller bu­
da dört temel tat duyusunun şiddeti, her birinin tat lunul’. Bu vezikülleıin, tat uyarısına yanıt olarak sinir lif
indeksi 1 olarak kabul edilen hidroklorik asit, kinin, uçlarım uyarmak üzere hücre zarından serbestlenen
sıikroz ve sodyum klorürün tat şiddetleriyle bir nörotransmiter madde içerdiğine inanılmaktadır.
karşılaştırılarak hazırlanmıştır.
Tat Tomurcuklarının Lokalizasyonu. Tat tomur­
Tat Körlüğü. Birçok insan başta tiyoüre bileşikleri­ cukları dilin üç tip papillaları üzerinde bulunur: ( 1 )
nin çeşitli tipleri olmak üzere bazı maddelerin tadı­ çok sayıda tat tomurcuğu, dilin arka bölümünün yü­
nı alamaz, bunların tadına karşı kördür. Tat körlü­ zeyinde V şeklinde bir çizgi oluşturan sirkumvallat
ğünü göstermek üzere fizyologlar tarafından sıklık­ papillaları kuşatan olukların duvarlarına yerleşmiş­
la kullanılan bir madde fen iltiyokarbanıid olup ge­ tir. (2) Orta sayıda tat tomurcuğu dilin düz ön yüzü
nel popiilasyonun yaklaşık % 15’i ile % 30’u bu üzerine yerleşmiş fungiform papillalarda bulunur.
maddeye karşı tat körlüğü gösterir. Bu maddeye (3) Orta sayıda tat tomurcuğu dilin yan yüzleri bo­
karşı tat körlüğünün tam yüzdesi analiz için kulla­ yunca yer alan kıvrımlara yerleşmiş foliat papillalar
nılan yönteme ve maddenin kullanılan yoğunluğu­ üzerindedir. Ek tomurcuklar damakta, birkaç tane
na bağlı olarak değişmektedir. tat tomurcuğu tonsilla sütunları üzerinde, epiglottis-

Tat Tomurcuğu ve İşlevi


Çok tatlı yassı
epitel
Şekil 53-1 yaklaşık 1/30 milimetre çap ve 1/16 mili­
metre uzunlukta bir tat tomurcuğunu göstermekte­ Sinir lifleri
dir. Tat tomurcuğu değişime uğramış 50 kadar epitel
hücrelerinden oluşmuştur. Bu hücrelerden bir bölü­
mü destek sağlayan sustentaküler hücreler, diğerleri
tat hücrelerMir: Tat hücreleri kendilerini kuşatan
epitel hücrelerinin mitotik bölünmeye uğramasıyla
sürekli yenilendiğinden bunların bir kısım genç hüc­
Tat hücreleri
reler iken diğerleri tomurcuğun merkezine doğru yer
alan olgun hücrelerdir ve bu olgun hücreler daha
Epitelaltı bağ dokusu
sonra parçalanarak çözünürler. Her tat hücresinin
yaşam süresi aşağı grup memelilerde yaklaşık 1 0 gün
kadarsa da insanlardaki süre bilinmemektedir.
Tat hücrelerinin dış uçları Şekil 53-1’de gösteıil- Tat tomurcuğu
BÖLÜM 53 • Kimyasal Duyular-Tat ve Koku 615

te ve hatta proksimal özofagusta bulunur. Erişkinler­ tat siniri tarafından güçlü ivedi bir sinyal gönderilir
de 3.000-10.000 tat tomurcuğu bulunmakta olup ço­ ve tat tomurcuğu tat uyaranına m aruz kaldığı süre
cuklarda bu sayı biraz daha fazladır. Kırk beş yaşın­ boyunca daha zayıf fakat sürekli bir sinyal iletilir.
dan sonra birçok tat tomurcuğu dejenere olur ve tat
duyusu giderek daha az önemli bir hal alır.
Tat duyusu ile ilgili olarak özellikle önemli olan, Tat Sinyallerinin Merkezi Sinir
bazı temel tatların alınmasında görev yapan tat to ­ Sistemine İletimi
m urcuklarının özel bölgelerde lokalize olma eğili­
midir. Tatlı ve tuzlu tatlar başlıca dil ucuna yerleşir­ Şekil 53-2 tat sinyallerinin dil ve farenks bölgesin­
ken ekşi tat dilin her iki yan tarafına ve acı tat da dil den merkezi sinir sistemine iletiminde kullanılan si­
kökü ve yumuşak damağa yerleşmiştir. nir yollarını göstermektedir. Dilin ön üçte iki bölge­
sinden çıkan tat uyarıları önce liııgııal sinire, daha
Tat Tomurcuklarının Temel Tat Uyarıları İçin Ö z­ sonra korda timpaııi üzerinden fasiyal siniıJe ve son
gülleşmesi. Tek bir tat tomurcuğunda yürütülen olarak beyin sapındaki traktus solitaıiusa geçerler.
mikroelektrot çalışmaları her tat tomurcuğunun Dil kökündeki sirkumvallat papillalar ve ağzın diğer
genel olarak, tat veren m adde düşük yoğunlukta arka bölgelerinden kalan tat duyuları da glossofarin-
iken dört tem el tat uyarısından sadece bir tanesine geııs siniri içinde biraz daha alt seviyeden traktus so-
yanıt verdiğini göstermiştir. Öte yandan yüksek yo­ litariıtsa aktarılır. Son olarak birkaç tat sinyali dil kö­
ğunluklarda tat tomurcuklarının büyük çoğunluğu kü ve faringeal bölgenin diğer kısımlarından vagus
iki, üç ve hatta dört temel tat uyaranı ve hatta “te­ siniri içinde traktus solitariusa aktarılır.
m el’’ grubuna girmeyen diğer birkaç tat uyaranı ta­ Bütün tat lifleri traktus solitarius çekirdekleri ile
rafından da uyarılabilmektedir. sinaps yapar ve ikinci sıra nöronlarını doısal koloıı-
medyal lemniskal sistemin fasiyal bölgelerinin tala-
Tat Tomurcuklarının Uyarılma Mekanizması mik sonlanmalarının hemen medialinde bulunan
Reseptör Potansiyeli. Tat hücresinin zarında tıpkı talamusuıı ventral posteı iyor m ediyal çekirdeğine ait
diğer duysal reseptör hücrelerinde olduğu gibi dış küçük bir alana gönderir. Talamustan kalkan üçün­
yüz iç yüze göre negatif yüklüdür. Bir tat m addesi­ cü derece nöronlar pariyetal kortekste postsaııtıal
nin tat tüylerine uygulanması bu negatif potansi­ girusıın alt ucuna aktarılır ve burada silviaıı yarığı
yelde kısmi bir kayba yol açar-yani tat hücresi d e­ içine ve gene silvian yarığındaki komşu operkııla-
p olarize olur. Geniş bir aralık içinde olan potansi­ rinsular alanın derinliklerine kıvrılır. Bu alan som a­
yeldeki bu düşüş uyarı için kullanılan maddenin tik alan I’in dile ait bölgesine hafifçe lateral, ventral
yoğunluğunun logaritması ile yaklaşık olarak doğ­ ve rostral olacak şekilde yerleşmiştir.
ru orantılıdır. Tat hücre potansiyelindeki bu de­ Tat yollarının bu tanımından, bu yolların dilden
ğişme tada ait reseptör potansiyelini oluşturur. başlayan somatik duysal yollara oldukça paralel
Reseptör potansiyelini başlatmak üzere tat uyarıcı gittiği anlaşılmaktadır.
maddelerin büyük bölümünün tat villusları ile reak­
siyon verme mekanizması, tat veren kimyasal mad­ Beyin Sapında Entegre Edilen Tat Refleksleri.
delerin villus zarından dışarı uzanan protein resep­ Çok büyük sayıda impuls traktus solitariustan baş­
tör moleküllerine bağlanması ile sağlanır. Bu bağlan­ layarak bizzat beyin sapı içindeki sııperiyörve iııfe-
ma daha sonra iyon kanallarını açarak sodyum iyon­ riyör salivatör çekirdeklere doğrudan aktarılmakta
larının içeri girip hücreyi depolarize etmesine yol ve buradan çıkan impulslar gıdanın yenilmesi sıra-
açar. Daha sonra tat verici kimyasal madde tat villus-
ları üzerinden tükürük aracılığı ile giderek yıkanıp
uzaklaşır ve böylece uyarı ortadan kalkmış olur.
Her tat villusundaki reseptör proteininin tipi, ya­
nıt uyandıran tadın tipini belirler. Sodyum iyonları
(tuzlu tat oluşturur) ve potasyum iyonları (ekşi tat İnsula bölgesinin
oluşturur) söz konusu olduğunda, reseptör prote­ operkulumundaki
inleri tat hücrelerinin apikal zarlarındaki özgül tat alanı
iyon kanallarını açarlar. Ancak, tatlı ve acı tatlar Dil siniri Talamus
için, reseptör proteini moleküllerinin apikal zardan
Korda timpani
dışarı uzanan parçaları tat hücrelerinin içindeki
ikinci h aberci traıısm iter m addeleri uyarırlar ve bu Medial lemniskus
ikinci haberciler de tat sinyallerini oluşturmak üze­
Traktus solitarius
re hücreiçi kimyasal değişikliklere yol açarlar.

Tat Tom urcuğu Tarafından Sinir impulslarının Üre­ Sirkümvallat Vagus (farenksteki tat
tilm esi. Tat uyarısının ilk uygulanmasında sinir lif­ papillalar
Fasiyal goncaları)
lerinin deşarj hızı bir saniyenin çok küçük bir bölü­ sinir Glossofaringeus siniri
münde hızla bir doruk değere yükselir ve daha son ­
ra izleyen 2 saniye içinde adaptasyonun oluşma­ Ş E K İL 53 • 2
sıyla daha düşük kararlı bir düzeye iner. Böylece, Tat impulslarının merkezi sinir sistemine iletimi.
616 ÜNİTE X • Sinir Sistemi; B. Özel Duyular

sm da tükürük salgılanm asının denetlenm esine


yardım etmek üzere submandibüler, sublingual ve KOKU DUYUSU
parotis bezlerine gönderilmektedir.
Duyular içinde en az kavranılmış olanı koku duyu­
Tada Uyum. Hemen herkesin çok iyi bildiği gibi tat sudur. Bu durumun bir nedeni koku duyusunun
uyarısının devamlı olması halinde tat duyusu hızla aşağı sınıf hayvanlarda kolayca incelenem eyen
uyum göstermekte ve çoğunlukla bir dakika içinde sübjektif bir olay olmasıdır. Konuyu daha da kar­
neredeyse tam bir uyum sağlanmaktadır. Bununla maşık hale getiren bir diğer neden de, bazı aşağı sı­
birlikte, tat sinir liflerinde yapılan elektrofızyolojik nıf hayvanlarla kıyaslandığında insanda koku du­
çalışmalar tat tomurcuklarının bu uyumun genel­ yusunun az gelişmiş olmasıdır.
likle ancak yarısı kadarından sorumlu olduğunu
ortaya koymuştur. Dolayısı ile tat duyusunda görü­
len aşırı derecedeki bu uyum, yeri ve kullandığı Koku Zarı (Olfaktör Membran)
mekanizma bilinmemekle beraber, kesinlikle m er­
kezi sinir sistemi içinde gerçekleşmektedir. Sonuç Histolojik görünümü Şekil 53-3'de sunulmuş olan
olarak bu mekanizma tem el olarak reseptörlerde koku zarı Şekil 53-4’de gösterildiği gibi her burun
uyum gösteren diğer duysal sistemlerin pek çoğun­ deliğinin üst bölümünde yer alır. Bu zar mediyalde
dan farklıdır. superiyor septum üzerinde hafifçe aşağı doğru kıv-
rılırken lateralde superior turbinat ve hatta orta
turbinatın üst yüzeyinin küçük bir bölümü üzerin­
Tat Tercihi ve Diyetin Denetimi de katlanır. Her burun deliğinde koku zarının yü­
zey alanı 2,4 santimetre kare kadardır.
Tat tercihinin en basit anlamı bir hayvanın belli
tipteki gıdaları diğerlerine yeğlemesidir ve hayvan Koku Hücreleri. Koku duyusuna ait reseptör h ü c­
bu tercihi yiyeceği gıdaların denetimine yardım et­ releri bizzat merkezi sinir sistem inden köken almış
mek üzere otomatik olarak kullanır. Dahası, hayva­ bipolar sinir hücreleri olan koku hücreleridir (bkz.
nın tat tercihi sıklıkla bazı özgül maddelere olan Şekil 53-3). Koku epitelinde sustentaküler hücreler
vücut gereksinimine göre değişiklik de gösterir. arasına yayılmış halde 1 0 0 milyon kadar bu hücre­
Aşağıda sunulan deneyler hayvanın bu yeteneğini lerden bulunmaktadır. Koku hücresinin mukoza
vücudunun gereksinimine göre gıda seçmede nasıl tarafındaki ucu bir yumru oluşturur ve bu yum ru­
kullandığına örnek oluşturur. İlk örnekte, böbrek dan 0,3 mikometre çap ve 200 mikrometreye varan
üstü bezleri çıkartılmış hayvanlar otomatik olarak boyda 4 ila 25 adet koku tüyü veya silyıım lar çıka­
saf su yerine yüksek yoğunlukta sodyum klorür içe­ rak burun boşluğunun iç yüzünü örten müküs içi­
ren içme suyunu yeğlerler ve çoğu kez bu seçim vü­ ne uzanır. Uzanan bu koku silyuınlaıı müküs için ­
cudun gereksinimini karşılar ve tuz kaybı nedeniy­ de yoğun bir örtü oluşturur ve işte bu silyumlar da­
le hayvanın ölmesini önler. İkinci örnekte yüksek ha sonra tartışılacağı gibi havadaki kokularla etki­
dozda insiilin zerk edilmiş bir hayvanda kan şekeri leşerek daha sonra koku hücrelerini aktive eder.
düşer ve bu hayvan kendisine sunulan birçok gıda Koku zarındaki koku hücreleri arasında kalan
arasından otomatik olarak en tatlı olanlarını yeğler. boşluğa çok sayıda küçük Boıunıan bezleri yer-
Üçüncü örnekte paıatiroidleri çıkartılmış hayvan­
lar kendiliğinden yüksek kalsiyum klorür içeren su­
yu içme suyu olarak yeğlerler.
Aynı olaylar günlük hayatın birçok evresinde de
gözlenir. Örneğin çöl bölgelerinde tuz birikintileri­ Olfaktör traktus
nin birçok hayvanı çok uzaklardan kendisine çekti­
ği bilinmektedir. İnsanlar bile birçok durumda vü­ Olfaktör bulbus
cutlarını istenm eyen maddelerden korumak için
Mitral hücre
hoşlanmadıkları gıdaları geri çevirirler.
Tat tercih olayında, reseptörler çoğunlukla gereksi­
nim duyulan gıda maddesine duyarlı hale gelmiştir. Glomerül
Ancak bu olay, bizzat tat reseptörlerine ait bir meka­
Bowman bezi
nizmaya bağlı değildir; kesinlikle merkezi sinir siste­
minde yer alan bazı mekanizmalardır. Tat tercihinin
temel olarak merkezi bir olay olduğuna inanılması­ Sustentaküler hücreler.
nın önemli bir nedeni kişinin daha önce hoşa giden
veya gitmeyen tatlardan kazanmış olduğu deneyim­ Koku hücresi
lerin bu kişinin daha sonraki farklı tat tercihlerinin Koku silyumu
belirlenmesinde ana rolü oynamasıdır. Örneğin bir
kişi belli tipte bir gıdayı aldıktan hemen sonra hasta­ Mukus katmanı
lanmış ise daha sonra genel olarak o gıdaya karşı ne­
gatif bir tat tercihi veya gıdadan kaçınm a geliştirir ve Ş E K İL 53 • 3
aynı etki hayvanlarda da gösterilebilir. Olfaktör zarın ve olfaktör bulbusun organizasyonu.
BÖLÜM 53 • Kimyasal Duyular-Tat ve Koku 617

çok daha fazla sayıda cAMP m oleküllerinin


oluşumuna yol açar ve son olarak, (4) cAMP daha
Medlyol V da fazla sayıda sodyum iyon kanallarının açılm ası­
Hipotalamus Koku na neden olur. Dolayısı ile özgün bir koku m adde­
Beyin sapı \ Alanı Prefrontal sinin en küçük miktarı dahi son derece büyük sayı­
korteks da sodyum kanallarının açılm asına neden olan bir
Oltaklör ° ^ ak*°r şelale etkisi başlatmaktadır. Bu durum en düşük
trakluş/ bulbus miktardaki koku maddesine bile koku nöronlarının
'Olfaktör gösterdiği abartılı duyarlıktan sorumludur.
\y ^¿l Orbılo membran Koku hücrelerinin uyarılması için kullanılan te ­
V / \ / — frontal
/ X I — ' korteks mel kimyasal mekanizmaya ek olarak çok sayıda
LTemporal /(JjX. fizyolojik faktör, uyarılmanın derecesini etkilem ek­
Hipokampus I korteks 'T ö tedir. İlk olarak, sadece burun deliklerine çekilebi­
Lateral ld i uçucu maddeler koklanabilirler. İkinci olarak,
Koku uyarıcı maddenin en azından hafifçe suda erir ol­
Alanı ması ve böylece koku hücrelerine ulaşabilmek için
müküsii aşabilmesi zorunludur. Üçüncü olarak,
silyum zarının lipidde çözünmeyen koku m addele­
rini zar reseptör proteinlerinden uzaklaştırması
nedeniyle, bu koku maddesinin en azından hafifçe
Ş E K İL 53 - 4
yağda çözünür olması yararlı olur.
Olfaktör sistemin sinirsel bağlantıları

Koku Hücrelerinde M em bran Potansiyelleri ve


Aksiyon Potansiyelleri. Uyarılmamış koku h ü c­
leşmiştir. Bu bezler koku zarının yüzeyine miiküs
relerinin mikroelektrotla ölçülen zar potansiyeli
salgılarlar.
ortalama -55 milivolt kadardır. Bu potansiyel düze­
yinde hücrelerin büyük bölümü, her 2 0 saniyede 1
Koku Hücrelerinin Uyarılması kezden saniyede iki veya üçe kadar değişen çok dü­
şük bir hızda sürekli aksiyon potansiyelleri gelişti­
Koku Hücrelerinin Uyarılma Mekanizması. Heı rirler.
koku hücresinde kimyasal koku uyarılarına yanıt ve­ Koku maddelerinin büyük bölüm ü koku hücre
ren hücre bölgesi silyumlaıdır. Koku yüzeyi ile te­ zarında depolarizasyoııa neden olarak hücredeki
mas eden kokulu madde önce silyumları örten mü- negatif potansiyeli -55 milivolt olan norm al değer­
kiıs içine sızar. Daha sonra bu madde silyer zardan den -30 milivolt ve hatta daha da düşük değerlere
dışarı taşan bir reseptör proteinine bağlanır. Bu re­ kadar düşürürler; yani voltajı pozitife doğru de­
septör membran boyunca içe ve dışa katlanarak ğiştirirler. Bunun yanı sıra, aksiyon potansiyelleri­
membranı yedi kez delen uzun bir moleküldür. Ko­ nin sayısı saniyede 20 ila 3 0 ’a yükselir; bu da bir
ku maddesi reseptörün dışarı katlanmış bölümüne mikrometrenin kesri kadar küçük boyuttaki koku
bağlanır. Öle yandan katlanmış olan reseptörün iç siniri lifleri için yüksek bir hızdır.
yüzü, üç alt-birimin birleşmesi ile oluşmuş bir G- Geniş bir aralık içinde, koku sinir im pulslarının
proteini' ne kenetlenmiştir. Reseptör uyarıldığında hızı yaklaşık olarak uyarı şiddetinin logaritması ile
G-proteininden bir alfa alt birimi koparak uzaklaşır orantılı olarak değişir. Bu durum koku reseptörleri­
ve reseptör hücre gövdesi yakınında silyer zarın iç nin diğer duysal reseptörler gibi iletilme ilkelerine
yüzüne yapışık halde bulunan aclenil siklazı derhal boyun eğdiğini göstermektedir.
aktive eder. Aktive edilmiş siklaz ise daha sonra çok
sayıda hücre içi a denozin trifosfat molekülünü siklik Adaptasyon (Uyum). Koku reseptörleri uyarılma­
adenozin nıonofosfata (cAMP) çevirir. Son olarak bu larını izleyen ilk saniye içinde yaklaşık %50 oranında
cAMP, reseptör hücre sitoplazmasına çok sayıda adapte olurlar. Daha sonraki adaptasyon çok az ve
sodyum iyonlarının akışına izin veren bir diğer çok yavaştır. Yine de herkesin kendi deneyimlerin­
komşu zar proteini olan “kapılı"birsodyıım iyon k a ­ den bildiği gibi koku duyusu, çok kokulu bir ortama
nalını aktive eder. Sodyum iyonları hücre zarının iç girişi izleyen bir veya birkaç dakika içinde hem en ta­
yüzüne pozitif yük sağlar, yani koku nöronunu uya­ mamen yok olmaktadır. Bu psikolojik uyum, resep­
rır ve oluşan aksiyon potansiyellerini bir koku siniri törlerin bizzat kendilerinin uyum sağlama derece­
yoluyla merkezi sinir sistemine iletir. sinden çok daha büyük olduğu için, tıpkı tat duyula­
Koku sinirlerinin aktive edilmesinde kullanılan rının adaptasyonu gibi koku duyusundaki adaptas­
bu dolaylı mekanizmanın önemi en zayıf koku yonun büyük bölümünün merkezi sinir sisteminde
maddesinin uyarıcı etkisini dahi büyük ölçüde ço ­ gerçekleştiği neredeyse kesindir. Bu adaptasyon için
ğaltmasıdır. Özetleyecek olursak: (1) Reseptörün varsayılan nöronal bir mekanizma şu şekildedir: Çok
koku maddesi tarafından aktivasyonu G-protein sayıda sentrifügal sinir lifleri beynin koku bölgele­
kompleksini aktive eder. (2) Bu ise daha sonra ol­ rinden olfaktör traktus Boyunca geri dönerek olfak­
faktör hücre zarı içindeki çok sayıda adenil siklaz tör bulbustaki özel inhibitör hücreler olan graniti
moleküllerini aktive eder. (3) Bu adenil siklazlar ise hücreleri üzerinde sonlanmaktadırlar. Merkezi sinir
618 ÜNİTE X • Sinir Sistemi; B. Özel Duyular

sisteminin, bir koku uyarısının başlamasından son­ Koku Şiddetlerinin Derecelendirilm esi.Madde-
ra olfaktör bulbus içindeki koku sinyallerinin iletil­ lerin koku duyusu uyandıracak yoğunluk eşikleri­
mesini baskılamak üzere giderek artan şiddetli bir nin son derece hafif olmasına karşın bu eşik değer­
feedback inhibisyon geliştirdiği sanılmaktadır. lerin sadece 10-50 katı yoğunluklar birçok madde
için azami koku şiddeti uyandırır. Bu durum, sap­
tam a aralığı son derece geniş olan vücuttaki diğer
Temel Koku Duyularının Uyarılması algılama sistem lerinin çoğunda gözlenen durumla
bir zıtlık oluşturur. Örneğin bu aralık gözler için
Geçmiş yıllarda fizyologların çoğu, görme ve tadın 500.000’ e 1 , kulaklar için 1 trilyoıı’a l ’dir. Bu du­
birkaç tem el duyuya indirgenebilmesi gibi, birçok rum olasılıkla koku duyusunun kokuların şiddetle­
koku duyusunun da birkaç adet fakat birbirlerin­ rinde nicel saptama yapmak yerine, daha çok ko­
den kesinlikle farklı tem el duyulara ayrılabileceğini kuların varlığı veya yokluğunu saptama ile ilgili ol­
düşünmüşlerdir. Psikolojik çalışmalara dayanarak ması ile açıklanmaktadır.
bu duyulaıı sınıflama amacıyla yapılmış bir girişim
şu şekildedir:
Koku Sinyallerinin Merkezi Sinir
1. Kafur Sistemine İletilmesi
2. Misk
3. Çiçeksi Beynin koku bölümleri bu organın en eski yapıları
4. Nane arasında yer almaktadır ve beynin geri kalan kısmı­
5. Eter benzeri nın büyük bölümü koku ile ilgili bu başlangıç b ö ­
6 . Keskin acı lümlerinin çevresinde gelişmiştir. G erçekten de
7. Çürük, kokuşmuş başlangıçta kokuya hizmet eden beyin bölümü da­
ha sonra insanda duygular ve davranışın diğer yön­
Bu listenin gerçek temel koku duyularını temsil et­ lerini denetleyen bazal beyin yapıları haline evrim-
mediği kesindir. Gerçekten de son yıllarda, reseptör leşmiştir. Bölüm 58’de tartışılan bu sistem e lim bik
proteinlerini kodlayan genler üzerinde yapılan özgül sistem adını veriyoruz.
çalışmalar dahil olmak üzere elde edilen çok sayıda
ipucu koku için en azından 1 0 0 ve olasılıkla 1 0 0 0 ka­ Koku Sinyallerinin O lfa k tö r Bulbusa İletilmesi.
dar temel duyu bulunduğunu düşündürmektedir. Olfaktör bulbus Şekil 5 3 -4 ’de gösterilmiştir. Bu
Bu durum gözler tarafından fark edilen sadece üç te­ bulbus ve bulbustan geriye uzanan olfaktör trak-
mel renk duyusu ve dil tarafından fark edilen sadece tus birlikte bir sinire benzerler ve ikisine birlikte I.
birkaç tane temel tat duyusunun bulunuşu ile belir­ kranyal sinir adı verilir. Ancak, gerçekte, traktus ve
gin bir çelişki göstermektedir. Koku için çok sayıda bulbus beyin dokusunun beyin tabanından öne
temel duyunun bulunduğu görüşünü destekleyen doğru büyümesinden ibarettir. O lfaktör bulbıısun
bir diğer kanıt da tek bir madde için koku körlüğü ucu, beyin boşluğunu burun boşlu ğu nun üst
bulunan kişiler olmasıdır; bu tür sınırlı koku körlüğü ucundan ayıran kribriform p la k üzerinde yer al­
50’den fazla madde için saptanmıştır. Bu maddelerin maktadır. Kribriform plağın içerdiği çok sayıda kü­
herbirine karşı görülen koku körlüğünün o madde çük deliklerin içinden deliklere eşit sayıda küçük
için koku hücrelerinde uygun reseptör proteininin sinirler geçm ekte ve burun boşluğundaki koku za­
yokluğundan kaymaklandığı kabul edilmektedir. rından başlayıp yukarı doğru çıkan bu sinirler ka­
fatası boşluğunda olfaktör bulbus içine girm ekte­
"Kokunun Duygusal Doğası". Koku, tat duyusun­ dir. Şekil 53-3, koku zarındaki koku hücreleri ile ol­
dan bile fazla olarak hoşa gitme veya gitmeme gibi faktör bulbus içindeki glom erüller adı verilen çok
duygusal niteliklere sahiptir. Bu nedenle gıda seçimin­ sayıda globüler yapılarda sonlanan kısa aksonlar
de koku olasılıkla tattan daha fazla önem taşır. Gerçek­ arasındaki sıkı ilişkiyi göstermektedir. Her bulbus-
ten de daha önce hoşlanmadığı bir gıda almış olan bir ta bu tür glomerüllerden binlercesi bulunm akta­
kişi ikinci bir defa aynı üp gıdanın kokusunu almakla dır. Bunların her biri, koku hücrelerinden gelen
dahi midesinin bulandığını ifade eder. Geçmişte hoşa yaklaşık 25.000 aksonun sonlanm a noktasını oluş­
gitmediği kanıtlanmış olan diğer koku tipleri de bir ra­ turur. Her glomerül aynı zamanda 25 kadar büyük
hatsızlık duygusu uyandırabilirken, uygun nitelikte m itral hücre ile yaklaşık 60 tane küçük tüy dem eti
parfüm kokusu cinsel heyecanlarla baştan çıkarıcı ola­ hücrelerine ait dendritlerin de sonlanm a noktası­
bilir. Buna ek olarak bazı aşağı sınıf hayvanlarda koku­ dır ve bu hücrelerin gövdeleri de olfaktör bulbus
lar- cinsel yönelmenin birincil uyarıcısıdır. içinde fakat glomerüllerin üzerinde yer alır. Bu
hücreler daha sonra koku duyusunu merkezi sinir
Koku Eşiği. Kokunun ana niteliklerinden bir tanesi, sistem ine iletmek için aksonlarını olfaktör traktus
bir koku duyusu uyandırmak için çoğunlukla havada içine gönderirler.
az miktarda uyarıcı madde bulunmasının gerekmesi­ Yapılan bazı araştırmalar farklı glom erüllerin
dir. Örneğin her mililitre havada bir miligramın sadece farklı kokulara yanıt verdiğini düşündürmektedir.
25 milyarda biri düzeyinde bulunan metil merkaptan Dolayısı ile merkezi sinir sistem ine iletilen farklı
kişi tarafından koklanabilir. Bu düşük koku eşiği nede­ koku sinyallerinin çözüm lenm esinde özgül glome-
niyle bir gaz kaçağını fark edebilmek için bu madde rüllerin uyarılması gerçek bir ipucu görevi yapıyor
doğal gaza eklenerek bu gaz kokulu hale geürilir. olabilirler.
BÖLÜM 53 • Kimyasal Duyular-Tat ve Koku 619

Merkezi Sinir Sistemine Giden Çok ral koku alanı ve bunun limbik davranış sistemi ile
Eski, Eski ve Daha Yeni Koku Yolları olan çok sayıdaki bağlantısı, kişinin daha önce bu ­
lantı ve kusmaya neden olmuş bir gıdadan kesin­
likle kaçınmasına neden olmaktadır.
Koku traktüsü beyne m ezensefalon ve serebrum
Lateral koku alanının önemli bir niteliği bu alan­
arasındaki ön kavşaktan girer; burada traktus Şekil
dan çıkan çok sayıda sinyal yollarının, doğrudan
53-4’de gösterildiği gibi iki yola ayrılmakta olup
temporal lobun anteı omedyal bölüm ünde yer alan
bunlardan bir tanesi medyal olarak nıedyal koku
ve paleokorteks adı verilen daha eski serebral kor­
alanına, geçerken, diğeri lateral olarak lateral koku
teks bölümüne ulaşmasıdır. İşte bu alan bütün b e ­
alan ın a geçmektedir. Medyal koku alanı çok eski
yin koıteksinde duysal sinyallerin talam usa uğra­
koku sistemini temsil ederken lateral koku alanı
madan doğrudan koı tekse geçtiği tek bölgedir.
hem eski koku sistem i hem de daha yeni sistemin
her ikisine de giriş (input) sağlar.
Daha Yeni Yol. Talamus içinden geçen, dorsomed-
Çok Eski Koku Sistemi - Medyal Koku Alanı. yal talamik çekirdeğe atlayan ve daha sonra orbitof-
Medyal koku alanı beynin hipotalamus önündeki rontal koıteksin lateroposteriyor çeyreğine ulaşan
midbazal bölümlerinde yerleşmiş bir grup çekirdek­ çok daha yeni bir koku yolu günümüzde bulun­
ten oluşmaktadır. Buradaki en belirgin yapılar septal muştur. Maymunlarda yapılan deneylere dayanarak
çekirdekler olup orta hat üzerinde yer alan bu çekir­ bu daha yeni sistemin olasılıkla kokunun bilinçli çö ­
dekler hipotalamusu ve temel davranışlarla ilgili sis­ zümlenmesinde yardımcı olduğu ileri sürülmüştür.
tem olan beynin limbik sisteminin diğer ilkel bö­
lümlerini (Bölüm 58’de anlatılmıştır) besler. Ö zet. Sonuç olarak görüldüğü kadarı ile ço k eski
Deney hayvanlarında beynin her iki tarafındaki la­ bir koku sistemi temel koku reflekslerine hizmet
teral koku alanlarının çıkarılması ve sadece medyal vermekte, d ah a az eski bir sistem gıda alımı ile ze­
sistemin geride bırakılması ile neler olup bittiği ince­ hirli ve sağlıksız gıdalardan kaçınm anın otom atik
lenerek medyal koku alanının önemi en iyi şekilde fakat öğrenilen denetimini sağlamakta ve son ola­
anlaşılabilir. Yapılan işlemin, yemek kokusu veya ko­ rak d a h a yeni bir sistem diğer kortikal duysal sis­
kuya eşlik eden dudakların yalanması, tükürük salgı­ temlerin çoğu ile uygunluk göstererek kokunun b i­
lanması ve diğer beslenme davranışları gibi kokuya linçli algılanması için kullanılmaktadır.
verilen daha ilkel diğer yanıtları hemen hiç etkileme­
diği anlaşılmaktadır. Öte yandan, lateral alanların çı­ O lfa k tö r Bulbustaki A ktiviten in M erk ezi Sinir
kartılması daha karmaşık, kokuya dayalı koşullu ref­ Sİstemi Tarafından Sentrifügal D en etim i. Bey­
lekslerini kesinlikle ortadan kaldırmaktadır. nin koku bölüm lerinden kaynaklanan birçok sinir
lifi koku traktusu içinde periferik olarak olfaktör
Daha Az Eski Koku Sistemi - Lateral Koku A la­ bulbusa geçer, yani beyinden perifeıe “sentrifü-
nı. Lateral koku alanı tem el olarak piriform ve piri- gal" bir geçiş görülür. Bu lifler olfaktör m itral ve
form korteks ile am ig d aloid çekirdeklerin kortikal tüy dem eti hücreleri arasına yerleşm iş, büyük sa ­
bölünıii’nden meydana gelmiştir. Bu alanlardan yıda, küçük graniil hücreleri üzerinde sonlanır. Bu
kalkan sinyal yolları daha az ilkel bölümler başta hücreler ise daha sonra kısa, inhibitör dendritleri-
olmak üzere limbik sistem in hem en bütün bölüm ­ ni mitral ve tüy dem eti hücrelere gönderirler. Ol­
lerine giderler. Özellikle hipokampııs gibi kazanıl­ faktör bulbusa uygulanan bu inhibitör geribildiri­
mış deneyimlere bağımlı olarak bazı gıdalardan min kişinin bir kokuyu diğerinden ayırt edebilm e
hoşlanıp diğerlerinden hoşlanmamayı öğrenmede becerisini keskinleştirm eye yardım cı olabileceği­
en büyük önem taşımaktadır. Örneğin, işte bu late­ ne inanılmaktadır.

REFERANSLAR
A xel R : T h e m olecular lo g ic o f sm ell. S ci Am F in g er T E : Evolution o f taste and solitary ch e- M attes R D : T h e taste fo r salt in humans. A m J
2 7 3 (9 ): 154, 1995. m orcceptor cell system s. Brain Beh av Evol C lin N utr 6 5 :6 9 2 S , 1 9 9 7 .
Bargm ann C l: O lfactory receptors, vom eron a­ 5 0 :2 3 4 , 1997. R u gg M D : C ogn itive N euroscience. H ove,
sal receptors, and the organization o f o lfa c ­ Hildebrand JG , Shepherd G M : M echanism s o f E ast S u ssex : Psych ology Press, 1 997.
tory inform ation. C ell 9 0 :5 8 5 , 1997. olfactory discrim ination: converging evi­ Sch iffm an S S : T a ste and sm ell losses in nor­
Berk ow icz D A , Trom bley PQ, Shepherd G M : dence for com m on principles across phyla. mal aging and disease. JA M A 2 7 8 :1 3 5 7 ,
E vid en ce for glutam ate as llie olfactory re­ Annu Rev Neurosci 2 0 :5 9 5 , 1997. 1 9 97.
ceptor cell neurotransmitter. J N europhvsiol K ashim ori Y , Naito M , S asaki N, Kam bara T : S ch iffm a n S S , G atlin C A : C lin ica l physiology
7 1 :2 5 5 7 , 1994. M echanism o f nonlinear responses o f taste o f taste and sm ell. Annu R e v N utr 1 3 :405,
Brennan PA , K everne E B : Neural m echanism s cells to mixed tastes. Am J P hysiol 2 7 1 : 1 9 93.
o f mammalian olfactory learn in g. Progr CMOS. 1996. S co tt T L , P lata-Salam an C R . Sm ith-Sw intosk y
Neurobiol 5 1 :4 5 7 , 1997. Laurent G : O lfactory processing: maps, tim e V L : G ustatory neural coding in the m onkey
B u ck L B : Inform ation coding in the vertebrate and codes. Curr Opin N eurobiol 7 :5 4 7 , co rtex : the quality o f saltiness. J N europhy­
olfactory system . Annu R ev N eurosc: 19: 1997. sio l 7 1 :1 6 9 2 , 1994.
5 1 7 , i9 9 6 . Lindem ann B : T a ste reception. Physiol Rev Stew art R E , D eSim on e J A , Hill D L : New per­
Drew now ski A : T aste preference and food in ­ 7 6 :7 1 8 , 1996. spectives in a gustatory p h ysiology: trans­
take. Annu R ev Nutr 1 7 :2 3 7 , 1997. M el-augtilin S , M argolskce R : T h e sense o f duction, developm ent a id plasticity. A m J
Farbm an A I: C ell B io lo g y o f O lfactio n. New taste. Am S c i 8 2 :5 3 8 , 1994. Physiol 2 7 2 :C 1 , 1997.
Y o rk : C am bridge U niversity P ress, 1991.
•»I i ¡íi ¡ ) I äi .'ii -.iVhl.t ;!».dniil nun 11«I mv iiu i Ij; , i 'o,' lei

ııi.''i.! till»--’ 11 . ¿ ¡id ' nulo riobon r,\'r


.ulu;) 'uritlo nolv.jii LtHr'fiifiUi/H/liql Id
n i i / d l .iOK 0 7 ilcl ' ■•. ' i » vo/il o .n y o d i o' H J m i u do»

q ljtn l;J;li¡ñ lfi ıy i; lo . : íi iili;{ i ; »i h t i i ’ •l ■ u i/ : i


(ii;Ij; »•■?*, ılıııiir ııiH ö d liî Y İ ^ i f i u r ı lı ı ı , n ijf lu i l»¡l o q r n :
M . 'o i \ ' i‘ i V v \\ .li.i 1< i Im y I m i i < o i t i ¡ l l i d r i í ¡ b i i ; l n i n j
l o , 4 liftd o ıo * i)İ80 rjil,s!j n o liio v ıl»ı< -fXuim ;4ivjj ; q ‘ »v
-itI iiOJíicf n i lr. u d o j/.i . iiI ji i /t ;lu um iíiín d ¿ i]
liír. ) , l u , i u t i í l i ! (c y b o l/ i .lib o )^ ifiiy»«} w u n v A h
•iv»<',ij n i i j|l»i'/fii#i li. -, »»jb o lu íi,' '*>J u I n i /
.libo^lml .4*1.1 i ; ; i • . » ¿ r h j n - . I rı-buı^. d> mivUm u

(JuqJíí) [i}i Ij," ob •UÚtíi^l lu ii


I) fhi. < toi » . i l V ' M ı ı o b r u / j r>. nı iu>İ !; 'l . ! o Y I k . Y iïH G
İ M i h l i t » f ü i u í f ’ ı . d ı ; b •>■/ ı ı ı . y i î l ı r ; Xu n lß i luy
ni ı;lıı Mfir. 'M ) toVi l a l . ' o q n y ï .! n i / S i m > , J Ii,jiioi I
riulijcJ obxiininni& j nltv, r>vtu ! ntl ¡noy iîiltib X vf
'o b ib lo v q u i jí lid i i n < ; o i i >/ o I j i m i l u m l á d l i A u d b i r n
, J m h m . y i h * * i i l / > n o l > i t * l i q i . 7 K h . i t U i t ó w n ' .•»f vt . i u j ¡ > t i j n
i i i h q i ; r ı î j ı ı i l id n a . L f f t b . r i u H . n l H ; J / Í J ; n p ; u l r ) n a l
( »■/il M İ l İ d ( I U H İ I a ' o J r M i ' I l i i l . i " í t i m O j í d * i 11 j y j : d l . b U ( l iivl'):/ ud m.! . c.y o b n i io sí‘1 l . í i f l »>) io, <ju loA 'A 'A w S \*r^
■■■i ■■11i ¡i I i i;ln;l.( tm ri/r.b loi n i ov ua nirn.lr. k i d 'n l i >1.
ud h jí ii i >;¡ili jiin ir n o ) ■ * 'i i i l n i i l n iiiy o d rii:io m o l
v\vi â\ -i iîj nnbn>I ii;.;ühlü io;:{ f»;*n:lo ;i|[in.J, .• ¿Titead h j^ .iii i Ii aim ; jb'íí?. m iilíV fl) in iio lm ijl
i im.sirl uni lol^oH-i i n.!",| Ion n i niio \t iUo.1 jid •i.l ilc ib n ilr.ih J i Ii io tl n ín / >d / biim ;luiiV Y <irf yuciCJ
I <b tın ooybi ov t2i>ınlrı.ı> !i » nı<ıııı>iiır»Jij c ln.I IßioJ
I i ) ■:t iioJo lï ir u u im i/ K n iili; i; I i; b i* j sigylil^Ur :// ılı.d
r io dufí ov i:j:¡i nm l^i. in im iiimIj noÍin'>r:i> U;L.I jb li/I )ff iyi no iin a iiu j t i f n r t n. l / * n !o.l Ji.yl» * m •non •!
.:i;‘ In^yub lß>liho>I T>;jib n m i.i/ lid H" ’/ vu\i%\\ .b.i ct/I i; • •/ i i K i i y l o ' í M ) f h > . n u n i l ^ i i u ; b q i ; V . t i l i d . [ i . r l i i
-id fiijfiu \oX M ' n a T p j / ü j j 'lu lriu g ’^íj oh u;juf() n iro lw o j - i ' f l i i . i / I í ' i i i J i i j , ¡ r u m , i » j l i ¡ y n i i i i b l í ' i b n h ri i b o > ! ı l ç o i ¡ y n : J
llií 'Lífffi nd|ij>; i Í-m (>i¡íilri |i;¡|j; ¡I ,il uyu ¡ o . 1 i d i , * } i f B İ ç ı n j . ' V i i» o i - n n o . l r . i i a , ; |il> o / i ^ i o n r i i . l
• m o l i . l J o y i i l n o n i ' . i l 11 : 1 1 1. ¡ ; y l a j j i b l o x ' l i ı ; d n b h o İ İ t » v
li i i i i . is >li- l n in e i v i ” 'À ¡>|t ¿ *u «‘ (n Ö . o i M I O o n i i ' . I n i i J i I ü i o I i j I . i i r . i m u / • ı Ö : ı ı l ) i n ^ j ; . ı i l ı . (' . I u r . i ; i i »
.
•ıirıt;ı /lo o iíd h i.u t I ; 11: 11 v i ï >! ito ln .ii lo lr n îiln d i¡Á{\X m u ;iıb ı,ıJ jifd M İ » | r . > j íiií I iü I u j irii t o lu o l
lö liİK İln ír.ir.ln / ín u lh a q o b n i ■! u p u l ^ n l u J o ! Mil
i í l i ı l ı t m í ** ir jlin q iio b u iy x I inuy i:« iic lli jcJ i.lA u>Io>I 1/ aJß.J • im oi?i : u .lo X ií! sA gHrG
:j 7 J i v i l i f í j ıöJ/)r;)lı» ı-jflil u fl ( İ j İ İ h ö *; ; ; i i > ; ( rid "ti.y
-i „ ' ¡ i . r - l , u i r ’ ı h' ) ' / . 1 1i i . ( i ; i i *r.)0fl ¡jM fn*jb /ib V\-\\\t t t ' A n V \ u \ / . o \ » \ r ) ^ } \ ı ‘5 ö U s \ S ^ \ U \ ^ o l í ^ A o \ u v ' u\ ;o\
nil .wifilann ■>Iui,i r . xü'm tot >üt\ Um m y Xij/úJ. ,f¡|:»i / m i b i b l f i i i i n n H . l i ^ i i n l a : S U H b y m i n O b M S \u \V i\» S tV

-lvoWwVvttaV»i5)¡'itdrii ,i:?i;l liin n a jw in b 1-:i lo la n iid i;)?nd l o l f u ü l i i c l lo;-!li ki n d r . l ; r n . l l o y l u y r ı İ H iik^Ik,-!


: ) .'IO.I u nl mt r : -nolo'» 'ful il'jn iM b y í) i >: Im ıim i u
i til'lid ñ i(j 1m ¡id iii ntl j i m u s Iu .'. u u .n d l ii d nil !r,l lirti'.\i;J id'ij» a ijr |in iíil( iq itl olvliílo^í ■.-nh ılı j '» rin o l
fin ilid 'tb í) l'iiy¡; ın b n İ T } # b u y n ^ o ^ lid m iliÿM riim •.■ : • '■ ■ , i
i';',»-'ilid i:¡' i m i i l >ii,y o / '¡ mi i i ır k ili ii>!r'*)íl in*;-i io* * •(! • ıb 'u n ın i'jö iyi;iiiF;ninnb;(rd n o b n i i l ¡ >;|."i ( | i ı ı ı d > o d
iib iii.'l'w i In i km i on ■uní u d ) - ' i . m / j o ı n ö . ! 11 > j , * > l u f r i i ^ j - ı í i i m h ó > l ü v i i d u

il lu .!

■• '
r¿íri?t|f» i l II
' lüne’ı
i > . ili
■ j>l m lft/'.
— -- 1---- — --- r—
: Ii dUfJ J li.o n i m u (<* iJi?JUi il' 14 IW I I'
if Mil
•|i¡|//.J illi' l/. ,'l I m lir 1 Iil I

i.••■(■»il. Y t ) m í’ ) |uvi |«n>.

i
Mil il ! ■ " V>f >! t ilty, *.*)( ! ' A ' 1- ,n

.v>-r . r j í'v* .. mm ' Ijt III' ! I


ÜNİTE
Sinir Sistemi: C.
M otor ve Entegratif
Nörofizyoloji

54
O m u riliğ in M o to r F o nksiyo n la rı; S pinal R e fleksler

55
M o to r F o n ksiyo n la rın K orte ks ve Beyin S apından K o n tro lü

56
S e re b e llu m , Bazal G a n g liy o n la r ve G en e l M o to r K o n tro l

57
S erebral K o rte ks; B eyn in E n te lle k tü e l İşle vle ri; Ö ğ re n m e ve B ellek

58
B eynin D avranışsal ve M o tiv a s y o n e l M e k a n iz m a la rı-L im b ik S istem ve
H ip o ta la m u s

59
B eynin A k tiv ite D u ru m la rı-U yku ; Beyin D a lg a la rı; E p ile p si; Psikoz

60
O to n o m S in ir S istem i: B ö b re kü stü Bezi (A d re na l) M e d u lla sı

61
Beyin Kan A kım ı, S e re b ro sp in a l Sıvı ve Beyin M e ta b o liz m a s ı
i i
Omuriliğin M otor Fonksiyonları;
Spinal Refleksler

Duysal bilginin sinir sistem inin tüm düzeylerinde ğin m otor kontrol devrelerinin ço ğu n a k olaylaştırıcı sin ­
entegre edilerek uygun motor yanıtlara neden ol­ yallerin taşın m a sın a se b e p olur. S o n u ç ta om urilik m otor
duğunu daha önce belirtmiştik. Omurilikte olduk­ refleksleri aşırı uyarılabilir h ale gelir ve bu y ü zden o m u ­
rilik en d ü şü k duysal u y aran la bile k o lay ca aktive olur.
ça basit kas refleksleriyle başlayan düzenlemeler,
Böyle bir p re p arasy o n ku llanılarak om uriliğin ken di im ­
beyin sapında daha karmaşık cevaplarla devam ren sek m o to r fon ksiyonları ü zerin d e k o lay ca ç a lışm a y a ­
eder ve nihayet en kompleks cevapların kontrol pılabilir.
edildiği serebrum a uzanır.
Bu bölümde, kas fonksiyonlarının omurilik tara­
fından kontrolünü tartışacağız. Omurilik beyine gi­ Motor Fonksiyonlar İçin Omuriliğin
decek duyu sinyalleri veya beyinden geriye, perifere Organizasyonu
ulaşacak motor sinyaller için sadece bir geçiş yolu
değildir. Gerçekten, omuriliğin özel nöronal devre­ Omuriliğin gri maddesi spinal refleksler ve diğer
leri olmaksızın, beyindeki en kompleks motor kont­ motor fonksiyonlar için entegrasyon alanıdır. Şekil
rol sistemleri bile amaca yönelik bir kas hareketini 54-1, tek bir omurilik segmentinde, gri maddenin
başaramaz. Bir örnek vermek gerekirse, beynin her­ tipik organizasyonunu gösteriyor. Duysal sinyaller
hangi bir yerinde, bacakların, yürümek için gerekli omuriliğe hem en hem en tam am en duysal köklerle
olan öne ve arkaya doğru özel hareketlerini doğura­ (posteriyoı) girer. Omuriliğe girdikten sonra, her
cak nöronal devre yoktur. Oysa bu hareketlerin dev­ duysal sinyal iki ayrı yönde yol alır. İlk olarak, duy­
releri omuriliktedir ve yürüme işlemini harekete ge­ sal sinirin bir dalı omuriliğin gri maddesinde son ­
çirmek için beyin basitçe em ir sinyallerini gönderir. lanır ve lokal segm enter refleksleri ve başka etkileri
Bu arada beynin rolünü de küçümsemeyelim. meydana getirir. İkinci olarak; diğer bir dalı, sinyal­
Çünkü beyin gerektiğinde dönme hareketlerini sağ­ leri sinir sistem inin daha yüksek seviyelerine -daha
lamak, hızlanma süresince vücudu öne eğmek, git­ önceki bölümlerde belirtildiği gibi omuriliğin daha
tikçe yürüme hareketini sıçramaya dönüştürmek, yüksek düzeylerine, beyin sapma, hatta seıebral
dengeyi sürekli izlemek ve korumak için omuriliğin koı tekse gönderir.
aktivitesini düzenleyen ardışık emirler verir. Bunla­ Omuriliğin her segmentinde bir spinal sinir ile
rın hepsi beyinden gelen "emir” ve ‘‘analitik” sinyal­ onun yanındaki sinir arasında kalan gri maddede
leri sayesinde yapılır. Fakat bu, omuriliğin bizzat milyonlarca nöron bulunur. Bölüm 47 ve 4 8 ’de tar­
emirlere hedef olan çok sayıda nöronal devresini de tışılan duysal ileti nöronları dışında, geri kalan n ö ­
gerektirir. Sonra bu devreler, küçük bir kısmı hariç ronlar iki tipe ayrılır: ( 1 ) ö n m otor nöronlar ve (2)
tüm kasların doğrudan kontrolünü sağlarlar. internöronlar (ara nöronlar)'dır.

Omurilik Reflekslerinin İncelenmesinde Deneysel Ön (Anteriyör) M o to r Nöronlar. Omurilik gri


M odeller - Spinal Hayvan ve Deserebre Hayvan. maddesi ön boynuzunun her segmentinde binler­
O m urilik fon ksiyon ları ü zerind e y apılan çalışm alard a ce nöron yer almaktadır. Öteki nöronların çoğun­
özellikle faydalı iki tip den eysel m o d el vardır: (1) Spinal dan yüzde 50 ila yüzde 100 kadar daha büyük olan
hayvan: O m urilik sıklıkla boyun b ö lgesin d en kesilir ve
bu nöronlar anteriyör m otor nöron adını alır. Bu
bu şekilde om uriliğin büyük b ö lü m ü yine de fonksiyonel
kalır. (2) Deserebre hayvan: Bu d u ru m d a beyin sapı me- nöronlardan başlayan sinir lifleri ön köklerle om u­
ze n se fa lo n u n o rtası ile aşa ğ ısı arasın d an kesilir. rilikten ayrılarak iskelet kası liflerini inerve ederler.
Hir sp in al hayvanın h azırla n m asın d a n h em en son ra Bu nöronlar iki tiptir, alfa m otor nöronlar ve gam a
kesitin altın d a kalan om urilik fon ksiyon larının çoğu şid ­ m otor nöronlar.
detli bir şekilde d e p re se olur. A şağı sın ıf h ay van larda bir­
kaç saat, m a y m u n la rd a birkaç h afta so n ra om urilik im ­ Alfa Motor Nöronlar. Alfa m otor nöronlardan, çap­
ren sek fonksiyonlarının ço ğu h em en h em en norm ale ları ortalama 14 mikrometre olan kalın tip A alfa (A
d ö n e r ve uygun bir den eysel p re p arat halin e gelir.
a) sinir lifleri başlar. Bunlar kasa girdikten sonra
Deserebre hayvanda, beyin sa p ı orta-aşağı m ezen sefa-
lik seviyeden kesilir ve bu d u ru m d a beynin yüksek kont­
birçok kere dallanırlar ve büyük iskelet kaslarını
rol m erk ezlerin den p o n su n retikiiler ve vestibülcr nukle- inerve ederler. Tek bir kas lifinin uyarılmasıyla eksi-
u sların a gelen n orm al in h ib itör sinyaller bloklanır. Bu iş­ te olan iskelet kası liflerinin sayısı üç gibi az sayıda
lem belirtilen n u k leu slard a tonik aktiviteye ve om urili­ liften yüzlerce life kadar olabilir ve bir sinir lifi ile

622
BÖLÜM 54 • O m uriliğin M otor Foksiyonları; Spinal Refleksler 623

beyinden gelen sinyallerin ancak çok azı direkt ola­


Duysal kök
rak anteriyör motor nöronlarda sonlanır. Bu sinyal­
Soliter hücre lerin çoğu önce ara nöronlara taşınarak uygun şe ­
kilde işlem görür. Böylece, Şekil 5 4 -1 ’de gösterildiği
Dış bazal hücreler
gibi, kortikospinal yol hem en tümüyle ara nöron­
larda sonlanır. Ancak, bu yoldaki sinyaller, ara n ö ­
Traktus
ron havuzunda öteki spinal yollardan ya da spinal
kortikospinalis
sinirlerden gelen sinyallerle entegre edildikten
Arka nöronlar sonra, nihayet kas fonksiyonunun kontrolü için
anteriyör m otor nöronlarda sonlanır.
Ön motor
nöron Renshavv Hücresi İnhibitör Sistemi. Omuriliğin yine
ön boynuzunda bulunan ve motor nöronlarla yakın iliş­
kili olan, çok sayıdaki küçük ara nöronlara Renshaıu hüc­
releri denir. Bir akson anteriyör motor nöronun gövde­
sinden ayrılır ayrılmaz, kollateral dallar derhal aksondan
komşu Renshavv hücrelerine uzanır. Bunlar inhibitör
Motor kök
hücrelerdir ve geriye doğru yakınlarındaki motor nöron­
Ş E K İL 54 - 1 lara inhibitör impulslar gönderir. Böylece, her motor nö­
ronun uyarılması, rekurrent inhibisyon denen bir etki ile
Duysal lifler ve kortikospinal liflerin omuriliğin ara nöronları ve
ön motor nöronlarla bağlantıları. etrafındaki motor nöronları inhibe etme eğilimi gösterir.
Bu etki belki de aşağıda bildirilen ana neden dolayısıyla
önemlidir.
Bu etki, motor sistemin, duysal sistemin kullandığı
prensibe uygun olarak, sinyallerini odaklaştırmak ya da
keskinleştirmek için lateıal inhibisyon prensibini kullan­
dığını göstermektedir; yani sinyallerin komşu nöronlara
uyardığı liflerin tümüne birden m otor ünite adı ve­ yayılma eğilimi önlenerek, primer sinyal iletisinin azal­
rilir. Sinir im pulslarının iskelet kaslarına iletilmesi madan yerine ulaşması sağlanmaktadır.
ve bunların kasları uyarması Bölüm 6 ve 7’de tartı­
şılmıştı. O m urilikte M ultiseg m en ter B ağlantılar -
Propriyospinal Lifler
Gama M o to r Nöronlar. Omuriliğin ön boynuzla­
rında, iskelet kası liflerinin kontıaksiyonunu uya­ Omurilikte yukarı çıkan ve aşağı inen bütün liflerin ya­
ran alfa m otor nöronların yanında, onların yarısı rıdan fazlası propriyospinal liflerdir. Bunlar omuriliğin
bir segmentinden ötekine giderler. Ayrıca, duysal lifler
kadar az sayıda ve daha küçük olan gama motor
arka köklerden omuriliğe girdiklerinde aşağı ve yukarı
nöronlar bulunmaktadır. Şekil 54-2’de görüldüğü giden dallara ayrılır. Bu dallardan bazıları sinyalleri her
gibi, bu gama motor nöronlar impulsları ortalama iki yönde sadece bir ya da iki segmente iletirken, öteki­
5 mikron çapında olan A gama (Ay) lifleri yoluyla leri birçok segmente taşır. Omuriliğin bu çıkan ve inen
iııtrafuzal lifler denen küçük özel iskelet kası lifle­ lifleri, bu bölümde daha sonra anlatılan multisegmen­
rine iletir. İııtrafuzal lifler, daha sonra tartışılacak ter refleks yollarını yapar. Ün ve arka ekstremitelerin eş­
olan kas iğcikleıinin orta bölümünü oluştururlar. zamanlı hareketlerini düzenleyen refleksler de bunlara
dahildir.
Aranöronlar. Aranöronlar omurilik gri m addesi­
nin bütün alanlarında -arka boynuzlarda, ön boy­
nuzlarda ve Şekil 54-1'de görüldüğü gibi bu ikisinin
arasındaki alanda-bulunur. Bu hücrelerin sayısı
fazladır yaklaşık ön motor nöronlarının 30 katı ka­
dardır. Küçük olan ve çok kolay uyarılan bu hücre­ Motor Duysal Motor
ler, sıklıkla kendiliğinden aktif duruma geçerler ve r
8 ( im /5 um
saniyede 1500 kadar hızla deşarj yapabilirler. Bir-
birleriyle pek çok bağlantıları vardır ve Şekil 54-
1 ’de gösterildiği gibi çoğu direkt olarak anteriyör

m otor nöronları inerve ederler. Aranöronlar ve ön


m otor nöronlar arasındaki ara bağlantılar, bölüm ­
de bundan sonra ele alınacak olan omuriliğin en- ' Primer
Alfa motor
tegratif fonksiyonlarından sorumludur. sonlanması sonlanma Ekstrafuzal
Aslında Bölüm 46'da tanımlanan nöron devrele­ .ama motor
Gama moıor Sıvı |ntJafuza|llfler
rinin, tüm faildi tipleri, diuerjan, koııverjan ve tek­ sonlanma D0§lu9“ sonlanma |jf|er
rarlayan-deşarj devreleri de dahil, omurilik ara n ö­
ron hücre havuzunda bulunmaktadır. Bu bölümde,
Ş E K İL 54 - 2
omuriliğin özel refleks aktivitesinin çalışmasında
Kas iğciği ve geniş iskelet kası lifleriyle ilişkisi. Kas iğciğiniıı hem
bu farklı devrelerin birçok uygulamasını göreceğiz. motor hem de duysal inervasyonuna ve ekstrafuzal büyük kas
Spinal sinirlerden gelen duysal sinyallerin ya da liflerine dikkat ediniz.
624 ÜNİTE X I • Sinir Sistemi: C. M otor ve Entegratif Nörofizyoloji

Dinamik y lifi Grup la lifi


KAS DUYSAL RESEPTÖRLERİ-KAS (efferent) (primer afferent)
İĞCİKLERİ VE GOLGİ TENDON Grup II lifi
ORGANLARI-KAS KONTROLÜNDEKİ sekonder afferent)
ROLLERİ Çekirdek torbası lifi
(intrafuzal kas)
Kas fonksiyonunun uygun şekilde kontrolü, sadece
Çekirdek zinciri lifi
kasın ön motor nöronlarıyla uyarılmasını gerektir­
Yaygın sonlanma (intrafuzal kas)
mekle kalmaz, aynı zamanda kasın her andaki du­
rumunu sürekli olarak omuriliğe bildiren duysal
geribildirim bilgileri de gerektirir. Yani, kasın boyu Ş E K İL 54 - 3
ne kadardır, o andaki gerim derecesi nedir ve boyu Kas iğciğiııi oluşturan çekirdek torbası ve çekirdek zinciri İtleri
ya da gerimi hangi hızda değişmektedir? Bu bilgiyi üzerindeki ayrıntılı sinirsel bağlantılar görülmektedir. (Ste-
in’den: Physiol. Itcv., 54% 225, 1974 ve Body’daıı: Philios. Trans,
sağlamak için, kaslar ve kasların tendonları, duysal R. Soc. I.ondoıı Biol. Sci., 245: 81, 1962.)
reseptörlerin özel iki tipi ile bol miktarda donatıl­
mışlardır: (1) Kas iğcikleri, bunlar kasın orta bö­
lümleri boyunca yer alır ve sinir sistem ine ya kasın
boyu veya boyundaki değişmelerin hızıyla ilgili bil­
gileri gönderir, ve (2) Golgi tendon organları, kasın 1. Kasın tümüyle uzaması, iğciğin orta bölüm ü­
tendonunda yer alırlar ve tendonuıı gerimi veya nü gererek reseptörü uyarır.
gerimin değişme hızı ile ilgili bilgileri iletirler. 2. Kasın boyu tümüyle değişmese bile, iğcikteki
Bu iki reseptörden gelen sinyaller, tümüyle ya da iııtrafıızal liflerin uç bölümlerinin kasılması da lif­
neredeyse tümüyle kasın kendi kendini kontrolüne lerin orta kısmını gerer ve sonuçta reseptörü uyarır.
hizmet eder, çünkü hemen tamamen bilinç dışı dü­
zeyde çalışırlar. Buna rağmen, çok miktardaki bilgi­ Kas iğciğinin merkezi reseptör alanında iki tip
yi yalnız omuriliğe değil aynı zamanda serebelluma duysal sonlanm a bulunmaktadır. Bunlar primer ve
ve serebıal koı tekse de göndererek, sinir sisteminin sekoııder sonlanmalardır.
bütün bu bölüm lerinin, kas kontıaksiyonunun
kontrolü fonksiyonlarına yardımcı olurlar. Primer Sonlanma. Reseptörün tam ortasında bü ­
yük bir duysal lif, her iııtrafıızal lifin etrafını spiral
şeklinde sararak, prim er sonlanm a, veya aııniilos-
Kas İğciğinin Reseptör Fonksiyonu piral sonlanm a denen yapıyı oluşturur. Bu sinir lifi
ortalama çapı 17 mikrometre kadar olan la tipinde-
Kas İğciğinin Yapısı ve M o to r İnervasyonu. Kas dir ve duysal sinyalleri omuriliğe iletm e hızı tüm
iğcikleriııin fizyolojik organizasyonu Şekil 54-2’de vücuttaki herhangi bir duysal sinirinki kadar hızlı
gösterilmektedir. Her iğcik, 3-10 milimetre uzunlu­ olup, 70-120 m/sn kadardır.
ğundadır. Her iğcik, uçlarında sivrileşen ve etrafın­
daki büyük ekstrafuzal iskelet kası liflerinin gliko- Sekonder Sonlanma. Tip II lifleri, Şekil 54-2 ve 54-
kaliksine tutunan 3-12 kadar çok küçük iııtrafıızal 3 ’de gösterildiği gibi, ortalam a çapları 8 m ik­
kas lifinden yapılmıştır. Her intıafuzal lif, küçük bir rometre olan ve genelde bir fakat bazan iki olan da­
iskelet kası lifidir. Bununla beraber, bu liflerin her ha küçük duyu lifleri olup primer sonlanm anm bir
birinin orta bölgesinde, -yani iki uç arasındaki orta tarafından veya her iki tarafından reseptör bölgesi­
bölgede aktin ve miyozin fılamentleri yok veya çok ni inerve eder. Bu duysal sonlanmaya sekonder
azdır. Bu nedenle, uçlar kasıldığı zaman bu merke­ sonlanm a adı verilir; genelde sekoııder sonlanm a,
zi bölge kasılmaz. Bunun yerine daha sonra açıkla­ la liflerinin sardığı şekilde intıafuzal lifleri sarar, fa­
yacağımız gibi, bir duysal reseptör görevi yapar. Iğ- kat sıklıkla bir çalının dalları gibi yayılır ve “iz” soıı-
ciğiıı kasılan uç kısımları, daha önce tanımlandığı laııriıaveya "bahar dalı” sonlanm a diye anılır.
gibi omuriliğin ön boynuzundaki küçük gama m o­
tor nöronlardan kaynaklanan küçük gam a m otor İntrafuzal Liflerin Ç ekird ek Torbası ve Ç ek ir­
sinir lifleriyle uyarılır. Bu liflere aynı zamanda, dek Zinciri Liflerine Ayrılm ası - Kas İğ c ikleri­
ekstrafuzal iskelet kaslarını ineı ve eden büyük alfa nin Dinam ik ve S tatik C evabı. İntrafuzal lifle­
efferent lifletin aksine, g am a efferent liflen de denir. rin de iki tipi vardır: ( 1 ) çekirdek torbası lifler (her
iğcikte bir ila üç kadar): Şekil 5 4 -3 ’te üstteki lifte
Kas İğciklerinin Duysal İnervasyonu. Intrafuzal görüldüğü gibi, çok sayıda nukleııs, reseptör ala­
liflerin kasılabilir elem an taşımayan orta bölümü, nının orta kısm ında genişlem iş bir kese içinde
kas iğciğinin reseptör parçasıdır. Şekil 5 4 -2 ’de ve toplanm ıştır, ve (2 ) çekirdek zinciri lifler (üç ila
daha ayrıntılı olarak Şekil 54-3’de gösterildiği gibi, dokuz kadar): çekirdek torbası liflerin yarısı ka­
duysal lifler bu bölgeden başlar ve bunlar iğciğin lınlığında ve uzunluğundadır. Şekilde alttaki lifte
orta bölgesinin gerilmesiyle uyarılır. Kolayca anla­ görüldüğü gibi, reseptör alanı boyunca bir zincir
şıldığı gibi, kas iğciği reseptörü iki yoldan uyarıla- gibi sıralanm ış çekirdekler bulunm aktadır. Pri­
bilir: m er sinir sonlanm ası (17 m ikroıııetrelik liften),
BÖLÜM 54 • Om uriliğin M otor Foksiyonları; Spinal Refleksler 625

hem çekirdek torbası intrafuzal lifleri hem de ç e ­ esas olarak çekirdek torbası intrafuzal lifleri ve
kirdek zincir lifleri tarafından uyarılır. Öte y an ­ İkincisi de esas olarak çekirdek zinciri intrafuzal
dan, sekonder sonlanm a ( 8 m ikrom etrelik lif­ lifleri uyarır. Gam a-d lifleri çekirdek torbası lifle­
ten), ise genelde yalnız çekirdek zinciri lifleri ta ­ rini uyardığı zam an, kas iğciğinin dinam ik cevabı
rafından uyarılır. Bu ilişkiler Şekil 5 4 -3 ’de göste­ aşırı derecede artar, oysa statik cevap pek az etki­
rilmiştir. lenir. Öte yandan, çekirdek zinciri liflerini uyaran
gam a-s liflerinin stim ülasyonu statik cevabı artı­
Prim er ve S ekonder Sonlanm aların Reseptör rırken dinamik cevabı az etkiler. İlerideki parag­
U zunluğuna Yanıtı - "S tatik " Yanıt. Kas iğciğinin raflarda kas iğciğinin bu iki tip cevabının farklı
reseptör bölüm ü yavaş geıildiği zam an, prim er tipte kas kontrolünde çok önem li olduğunu göre­
ve sekonder sonlanm aların her ikisinden iletilen ceğiz.
im pulslaıın sayısı, hem en hem en gerilm e dere­
cesiyle doğru orantılı olarak artar ve sinir uçları Norm al Koşullarda Kas İğciklerinin Sürekli
bu im pulsları dakikalarca iletm eye devam ed er­ Deşarjı. Normalde, özellikle gama lifi hafif bir şe ­
ler. Bu etkiye, iğcik reseptörünün statik yanıtı d e­ kilde uyarıldığında, kas iğcikleri sürekli olarak
nir. Bunun anlam ı basitçe, prim er ve sekonder duysal sinir impulsları çıkarırlar. Kas iğciklerinin
sonlanm aların, reseptör kendisi gerilmiş durum ­ gerilmesi deşarj frekansını artırır, halbuki iğciğin
da kaldığı sürece sinyalleri sürekli olarak iletm e­ kısalması deşarj hızını düşürür. Böylece iğcikler
leridir. Çekirdek zinciri tipindeki intrafuzal lifler, omuriliğe ya p o z itif sinyaller gönderir, -yani, im ­
h em prim er hem de sekonder sonlanm alarla puls sayısının artm ası bir kasın gerildiğini bildirir
inerve edildikleri için, bu çekirdek zinciri lifleri­ -ya da n egatif sinyaller gönderir ve im puls sayısı­
n in esas olarak statik yanıttan sorum lu olduğu nın normal düzeyin altına düşmesi kasın geıilm e-
sanılm aktadır. diğini gösterir.

Prim er Sonlanm aların (Sekonder D eğil), Resep­


tö r Boyunun D eğişm e Hızına Yanıtı - "D in a m ik " Kas Gerim Refleksi
C evap , iğcik reseptörlerinin boyu ani olarak a rt­
tığında, özellikle prim er sonlanm a (sekonder d e­ Kas iğciği fonksiyonunun en basit göstergesi, kas
ğil) kuvvetle, hatta statik yanıtın yol açtığı uya­ gerim refleksidir (aynı zamanda miyotatik refleks
randan çok daha kuvvetli olarak uyarılır. Primer de denir). Bir kas ne zaman gerilirse, iğciklerin ek-
son lanm anın bu aşırı uyaranına dinam ik yanıt sitasyonu aynı kasın ve yakın işbirliği yapan sineı -
adı verilir, yani prim er sonlanm alar iğcik boyun­ jistik kasların büyük iskelet kası liflerinin refleks
daki hızlı bir değişm eye son derece aktif yanıt ve­ kasılmalarına neden olur.
rirler. Hatta bir iğcik reseptörünün boyu, sadece
m ikrom etrenin bir bölüm ü kadar artarsa ve bu G erim Refleksinin N öron D evresi. Şekil 54-4,
artm a saniyenin kesri içinde ortaya çıkarsa, p ri­ kas iğciği gerim refleksinin tem el devresini gös­
m er reseptörlerden la lifine çok büyük sayıda termektedir. Görüldüğü gibi, la tipi bir sinir lifi,
fazladan im puls iletilir. Bu ileti ancak boy gerçek­ bir kas iğciğinden başlam akta ve om uriliğin dor-
ten arttığı sırad a olmaktadır. Boydaki artm a dur­ sal köklerine girmektedir. Sonra, om uriliğe gelen
duğu anda im puls deşarjının hızı sinyalde h ali­ öteki sinir liflerinin çoğuna zıt olarak, bir dalı
hazırda m evcut bulunan çok daha küçük statik doğrudan medulla gri m addesinin ön boynuzuna
yanıtın düzeyine geri döner. gitmektedir. Ön m otor nöronlarla direkt sinaps
Tersine, iğcik reseptörü kısaldığı zaman, primer yaptıktan sonra buradan başlayan sinir lifleri ge-
sonlanmalardan sinyal çıkışı derhal azalır; sonra,
reseptör alanı yeni kısa boyuna ulaşır ulaşmaz, sa­
niyenin kesri gibi bir süre içinde la lifinde impuls-
lar yeniden belirir.
Böylece, prim er sonlanm alar, iğcik reseptörü
alanının uzunluğundaki herhangi bir değişmeyi,
son derece güçlü sinyalle yollayarak omuriliğe
bildirir.
Dinamik yanıtı sadece primer sonlanmalar iletti­
ğinden ve hem en bütün çekirdek torbası intrafuzal
liflerde sadece primer sonlanmalar bulunduğun­
dan, güçlü dinamik yanıttan çekirdek torbası lifle­
rinin sorumlu olduğu kabul edilir.

S ta tik ve Dinam ik Yanıtların Gam a M o to r Si­


nirlerle K ontrolü. Kas iğcikleıine giden gama
m otor sinirleri iki tipe ayrılır: G anıa-dinam ik (ga- Ş E K İL 54 • 4
m a-d) ve gam astatik (gama-s). Bunlardan ilki, Gerim refleksinin nöron devresi.
626 ÜNİTE X I • Sinir Sistemi: C. M otor ve Entegratif Nörofizyoloji

ıiye, kas iğciği liflerinin başladığı aynı kasa gider­ şiddet düzeyine dönüşür ve böylece devam eder.
ler. Böylece bu, iğciğin uyarılm asından sonra ref­ Kas iğciği apareyi yeterli görev yapmadığı zaman,
leks sinyalinin m üm kün olan en kısa gecikm e ile böyle bir sinyal sırasında kas kasılması sıçrayıcı ka­
geriye, kasa dönm esini sağlayan bir m onosinap- rakterdedir. Bu etki Şekil 54-5'te gösterilmiştir. Bu
tik yoldur. deneyde, omuriliğin bir yanından bir duysal sinirle
Sekonder iğcik sonlanmalarından başlayan bazı giren sinyal, bir kası uyarmak üzere, omuriliğin kar­
tip II lifleri de m onosinaptik olarak ön motor n ö ­ şı tarafındaki motor sinire iletilmektedir. A eğrisin­
ronlarda sonlanırlar. Bununla beraber, tip II lifleri­ de, uyarılan kasın kas iğciği refleksi sağlamdır. Duy­
nin çoğu (aynı şekilde pıim er sonlanmalardan baş­ sal sinir saniyede 8 gibi düşük bir frekansla uyarıldı­
layan la liflerinin birçok kollateralleıi) omurilik gri ğı zaman bile kontraksiyonun nisbeten düzgün ol­
maddesinde çok sayıda ara nöronlarda sonlanır, duğuna dikkat ediniz. Öte yandan B eğrisi ise, üç ay
sonra bunlar ön motor nöronlara daha gecikmeli önce kas iğciğinin duysal siniri kesilen hayvanda ay­
sinyalleri iletir veya diğer görevleri yaparlar. nı deneyi göstermektedir. Kas kasılmasının burada
düzensiz olduğuna dikkat ediniz. Böylece, A eğrisi,
Dinamik Gerim Refleksine Karşı Statik Gerim kasın motor sistemine gelen giriş sinyallerinin sıçra­
Refleksi. Gerim refleksi, dinamik gerim refleksi ve yıcı karakterde olması halinde bile, kas iğciğinin pü­
statik gerim refleksi olmak üzere iki bileşene ayrılabi­ rüzsüz kasılmayı sağlamak üzere söndürücü meka­
lir. D inam ik gerim refleksi, kasın hızlı gerilmesi nede­ nizma yeteneğini grafik olarak gösteriyor. Bu etki,
niyle kas iğciklerinin pıimer sonlanmalarından ileti­ kas iğciği refleksinin, sinyalin ortalam a değerini
len güçlü dinamik sinyalle uyarılır. Yani, kas ani ola­ bulm a fonksiyonu olarak da adlandırılabilir.
rak geıildiği zaman, omuriliğe güçlü bir sinyal iletilir
ve bu, sinyalin doğduğu kasta anında güçlü bir refleks
kontraksiyona neden olur. Böylece, bu refleks kasın İstemli Motor Ativitede Kas İğciğinin
boyundaki ani değişmelere karşı koym ak üzere işlev Rolü
görür, çünkü kasın kasılması gerimi engeller.
Dinamik gerim refleksi, kas yeni uzunluğuna ka­ Gama efferent sisteminin önemini vurgulamak için,
dar gerildikten sonra saniyenin bir kesri kadar bir kasa giden tüm motor sinirlerin yüzde 31'inin, kalııı
süre içinde ortadan kalkar, ancak daha zayıf olan A alfa tipi motor liflerden çok gama efferent lifler ol­
statik gerim refleksi, bundan sonra da uzun bir sü­ duğunu bilmek yeterlidir. Motor korteks ya da bey­
re devam eder. Bu refleksi, hem prinıer hem de se­ nin diğer alanlarından doğan sinyaller alfa motor
konder sonlanmalarla iletilen sürekli statik resep­ nöronlara geldiği zaman, genel olarak, gaıııa motor
tör sinyalleri meydana getirir. Statik gerim refleksi, nöronlar da eşzamanlı olarak uyarılırlar. Buna alfa ve
kas aşırı uzunlukta kaldığı sürece, kontıaksiyonu gama motor nöronların koaktivasyonıı (birlikte akti-
devam ettirmesi bakımından önemlidir. Bu kas vasyonu) denir. Bu, ekstrafuzal ve intrafuzal liflerin
kontraksiyonu da kasın boyunun uzamasına yol her ikisinin de aynı zamanda kasılmasına yol açar.
açan kuvvete karşı koyar. Kas iğciği liflerinin, kalın iskelet kası lifleriyle aynı
zamanda kasılması iki amaca hizmet eder: İlk olarak
N e g a tif Gerim Refleksi. Bir kas ani olarak kısalır­ kas iğciğinde reseptör kısmın uzunluğunu değişme-
sa, iğciklerden gelen sinir impulslarının azalması
nedeniyle tam ters etkiler ortaya çıkar. Eğer kas za-
len gergin ise, kasın üzerindeki yükün aniden kal­
karak kısalması, uyarılmadan çok hem dinamik , Stimulus
hem de statik refleks kas inhibisyonuna yol açar. j [Saniyede 8 adet)
Böylece, pozitif gerim refleksinin kasın uzamasına
karşı gelmesi gibi, bu n egatif gerim refleksi de kasın
kısalmasına karşı koyar. Bu nedenle, gerim refleksi­
nin bir kasın boyu ile ilgili mevcut durumu sürdür­
m e eğilimi gösterdiği kolayca anlaşılabilir.

Dinamik ve Statik Gerim Reflekslerinin


Söndürme Fonksiyonu
--------------i--------------- 1-------------- 1--------------- 1--------------- 1--------------- r
Gerim refleksinin özellikle önemli bir fonksiyonu, 0 1 2 3
osilasyon ya da sıçrayıcı tipte bazı vücut hareketle­ Saniye
rini önlem e yeteneğidir. Bu söndürücü ya da düz­
günleştirici fonksiyonun bir örneği aşağıdadır. Ş E K İL 54 - 5
Medulla spinalisteıı geleıı bir sinyal ile kasın iki koşulda kon­
Kas Kontraksiyonunu Düzgünleştirmede Söndür­ traksiyonu: A, normal kasta, ve B, 82 gün önce arka köklerin
me Mekanizmasının Kullanılması. Sinir sisteminin kesilmesiyle kas iğcikleri denerve edilmiş kasta. A’da kas iğciği
refleksinin, kasılmanın düzgün ve yumuşak olmasını sağlayıcı
diğer bölümlerinden bir kasa iletilen sinyaller sıklık­
etkisine dikkat ediniz (Creed ve ark’ dan değiştirilerek.: Reflex
la düzensiz bir biçimde olur, şiddetleri önce birkaç Activity of die Spinal Cord. New York, Oxford University Press,
milisaniye artar sonra azalır, daha sonra başka bir 1932.)
BÖLÜM 54 • Om uriliğin M otor Foksiyonları; Spinal Refleksler 627

den korur ve böylece kas iğciğinin kas kasılmasına zıt duğunu, veya "tonus"u belirlemektir. Bu refleks aşağıda­
etki etmesini önler. İkinci olarak, kasın boyundaki de­ ki gibi araştırılır.
ğişmeye bağlı olmaksızın kas iğciğinin uygun sön­
dürme fonksiyonunu sürdürür. Örneğin, eğer kas iğ- Patella Refleksi ve Öteki Kas Refleksleri. Klinikte
gerim reflekslerinin duyarlığını belirlemek için kullanı­
ciği, kalın kas lifleriyle birlikte kasılıp gevşenieseydi,
lan bir yöntem patella ve diğer kas reflekslerini elde et­
iğciğin reseptör bölümü bazen gevşek kalacak, bazen mektir. Patella refleksi, bir refleks çekici ile basitçe patel­
de aşırı gergin duruma gelecekti. Her iki durumda da, la tendonuna vurarak uyarılır, bu işlem kuadriseps kası­
kas iğciği optimal koşullarda çalışmamış olurdu. nı gerer ve dinamik gerim refleksini başlatarak bacağın
ileri doğru fırlamasına neden olur. Şekil 54-6’m üst bölü­
Gama M o to r Sistemini Kontrol Eden Beyin mü, patella refleksi sırasında kuadriseps kasından kay­
dedilmiş bir miyogramı göstermektedir.
Alanları
Benzer refleksler hemen hemen vücuttaki tüm kaslar­
dan, ya kasın tendonuna veya kasın kendi ortasına vurula­
Gama eferent sistem, beyin sapının bıılboretikiiler rak alınabilir. Diğer bir deyişle, bir gerim refleksini elde et­
kolaylaştırıcı bölgesinden gelen sinyallerle ve se- mek için, tek gerekli olan kas iğciklerinin ani gerilmesidir.
konder olarak da (a) serebellum dan, (b) b azal Kas refleksleri, nörologlar tarafından, omurilik mer­
gaııgliyonlardan, hatta (c) serebral korteksten bul­ kezlerinin fasilitasyon derecesini saptamak için kullanı­
boretiküler bölgeye gelen impulslarla uyarılır. Ga­ lır. Merkezi sinir sisteminin üst bölümlerinden omurili­
m a eferent sistem inin kesin kontrol m ekanizm ala­ ğe çok sayıda kolaylaştırıcı impulslar iletildiği zaman,
rı hakkında bilgimiz çok azdır. Bununla beraber, kas refleksleri büyük ölçüde şiddetlenir, üte yandan, ko­
bulboretiküler kolaylaştırıcı alan özellikle antigra- laylaştırıcı impulslar bastırılır ya da ortadan kalkarsa,
vite kontraksiyonları ile ilgili olduğundan ve antig- kas refleksleri çok zayıflar ya da kaybolur. Bu refleksler
en çok, beynin motor alanlarındaki lezyonlardan sonra
ravite kaslarında kas iğcikleri özellikle çok yoğun
veya beyin sapının bulboretiküler kolaylaştırıcı alanını
olarak bulunduğundan, yürüme ve koşma sırasın­ uyaran hastalıklarda kas spastisitesinin bulunup bulun­
da vücudun değişik kısımlarındaki hareketlerin madığını belirlemek için kullanılır. Genellikle, serebral
söndürülm esinde gama efferent mekanizm anın korteksin karşı taraf motor alanlarındaki geniş lezyonlar,
önemli rol oynadığı vurgulanmaktadır. özellikle kanama ve beyin tümörlerinden kaynaklanan­
lar, çok abartılı kas reflekslerine neden olurlar.
Kas iğciği Sistemi Germe Eylemi Klonus. Uygun koşullar altında kas refleksleri osilasyon
Süresince Vücudun Pozisyonunu Stabil gösterebilir, bu olaya klonus denir (Şekil 54-6’da alt bölüm­
Hale Getirir deki miyograma bakınız). Bu osilasyon hareketi özellikle
aşil ldonusu ile ilgili olarak aşağıdaki gibi açıklanabilir:
Kas iğciği sisteminin en önemli fonksiyonlarından Ayak parmakları üzerinde duran bir şahıs, gastrokııe-
biri gergin motor hareket sırasında vücut durumunu mius kaslarından birini gerecek şekilde vücudunu ani­
stabil hale getirmektir. Bunu yapmak için, bulboreti­ den aşağıya doğru bırakırsa, kas iğciklerinden doğan im­
küler kolaylaşürıcı bölge ile beyin sapının ilgili alan­ pulslar omuriliğe iletilir. Bu impulslar gerilmiş olan kası
refleks yoldan uyarır ve vücut tekrar yukarıya doğru kal­
ları gama sinir lifleri yoluyla uyarıcı sinyalleri kas iğ-
kar. Saniyenin bir bölümü kadar bir zaman içinde, kasın
ciklerinin intıafuzal liflerine iletir. Sinyaller iğciklerin refleks kontraksiyonu söner ve vücut tekrar düşer, bu ise
uçlarını kısaltıp, ortadaki reseptör bölgeleri gererek, iğcikleri ikinci kez geıer. Yeniden bir dinamik gerim ref­
iğcik reseptöründen sinyal çıkışını artırır. Bununla leksi vücudu kaldırır, fakat bu da saniyenin bir kesri için­
birlikte, her eklemin her iki tarafındaki iğcikler aynı de söner ve vücut bir kere daha düşerek yeni bir siklıışu
anda uyarılırlar. Bu yüzden, eklemin her iki tarafın­ başlatır. Bu şekilde, gastroknemius kasının gerim reflek-
daki iskelet kaslarının refleks yoldan uyarılması da
artarak eklemde birbirine zıt yönde etkili sert, sıkı
kasları oluşturur. Net etki olarak, eklem pozisyonu
kuvvede stabilize olur ve oldukça duyarlı hale gelen
gerim refleksi, eklemin mevcut durumunu değiştir­
meye yönelen herhangi bir kuvvete karşı çıkar.
Bir kişi yüksek derecede hassas ve kesin pozisyon
ayarı gerektiren bir kas fonksiyonu yapmak zorun­
da kaldığı zaman, uygun kas iğciklerinin beyin sa­
pının bulboretiküler kolaylaştırıcı bölgelerinden
gelen sinyaller ile uyarılması ana eklemlerin pozis­
yonunu stabilize eder. Bu stabilizasyon, karmaşık
motor işlem lerin gerektirdiği ayrıntılı istemli ilave
hareketleri (parmak veya diğer vücut kısımlarının
hareketi) yapmada çok fazla yardımcı olur.

Milisaniye
G erim R efleksin in K lin ik U ygulam aları

Gerim refleksi, klinisyenin fizik muayenesi sırasında he­ Patella refleksi sırasında kuadriseps kasnıdan (üstte) ve ayak bi­
men her seferinde kontrol edilir. Burada amaç, beynin leği klonusu sırasında gastroknemius kasından kaydedilen
omuriliğe gönderdiği arka plan uyarının ne miktarda ol­ (altta) miyogramlar.
628 ÜNİTE X I • Sinir Sistemi: C. M otor ve Entegratif Nörofizyoloji

si genellikle uzun bir süre boyunca osilasyona devam riyör motor nöronu inhibe eder. Bu lokal devre,
eder; bu klonustur. komşu kasları etkilemeden, doğrudan ilgili kası in ­
Klonus genellikle, gerim refleksi beyinden gelen kolay­ hibe etmektedir. Beyne giden sinyaller, kas kontro­
laştırıcı impulslarla fazla duyarlı hale geldiğinde ortaya lünde yer alan beyin bölümleri ve serebellum un iş­
çıkar. Örneğin, deserebre hayvanda gerim refleksleri faz­
levleri açısından Bölüm 5 6 ’da tartışılacakür.
laca fasilitasyona uğradığı için klonus kolaylıkla ortaya
çıkar. Bu nedenle, omuriliğin fasilitasyon derecesini sap­
tamak amacıyla nörologlar hastalarda klonusu araştırır­ Tendon Refleksinin Inhibitör Yapısı ve
lar. Kası ani olarak germek ve sabit bir gerim kuvvetini
uygulamak yoluyla bu araştırılır. Eğer klonus ortaya çı­
Önemi
karsa, fasilitasyon derecesinin yüksek olduğu anlaşılır.
Artan kas gerimi ile bir kasın Golgi tendon organla­
rı uyarıldığında omuriliğe taşınan sinyaller o kasta
refleks etkilere sebep olur. Bu refleks tümüyle inhi-
Golgi Tendon Refleksi bitör karakter taşımaktadır. Böylece, bu refleks kas­
ta aşırı gerilmenin gelişmesini önleyen bir n egatif
Golgi Tendon Organı Kas Gerimine Yardım
feed b a ck mekanizmayı sağlamaktadır.
Eder. Golgi tendon organı, Şekil 54-7'de gösterildi­
Kasta ve buna bağlı olarak tendondaki gerim aşı­
ği gibi, içinden kas tendon liflerinin küçük bir de­
rı bir hal aldığı zaman, tendon organından gelen
m etinin geçtiği kapsüllü bir duysal reseptördür.
inhibitör etki omurilikte ani bir reaksiyona ve bü­
Genellikle her Golgi tendon organına 10-15 kadar
tün kasın ansızın gevşemesine sebep olacak kadar
kas lifi seri olarak bağlanır ve organ bu küçük kas
büyük olabilir. Bu etkiye uzam a reaksiyonu adı ve­
dem etinin yaptığı gerim ile uyarılır. Kas iğciği ile
rilir; bunun olasılıkla kasın yırtılmasını veya tendo-
Golgi tendon organının uyarılması arasında bulu­
nun bağlandığı kemikten kopmasını önleyen bir
nan temel fark, tendon organı kasın ger im ini algı­
koruyucu mekanizm a olduğu sanılmaktadır. Ö rne­
larken, iğciğin kasın uzunluğunu ve kas uzunlu­
ğin, laboratuvarda. kasların elektrikle doğrudan
ğun daki değişm eleri algılamasıdır.
uyarılması halinde bu negatif refleks ile engelleme
Tendon organı, kas iğciğinin pıim er reseptörü gi­
olmadığından, böyle tahrip edici etkiler ortaya çı­
bi, kasın gerimi ani olarak arttığı zaman (dinamik
kabilir.
yanıt) yoğun şekilde hem d in am ik hem de statik
yanıtlar meydana getirir. Fakat saniyenin bir bölü­
Tendon Refleksinin Olası Fonksiyonu Kas Lif­
mü kadar zaman içinde daha aşağı düzeyde, kas
leri Arasında Kasılma Gücünü Eşitlem ektir.
gerginliği ile hem en hem en doğrudan orantılı sabit
Golgi tendon refleksinin bir başka olası fonksiyo­
bir deşarj değerine ayarlanır (statik yanıt). Böylece,
nu ayrı kas liflerinin oluşturduğu kasılm a kuvvet­
Golgi tendon organları, her kasın en küçük seğ­
lerini eşitlemektir. Yani, kas liflerinin m eydana ge­
m enimdeki gerim derecesi hakkındaki bilgiyi anın­
tirdiği aşırı gerim, refleksle inhibe edilir, oysa ref­
da merkezi sinir sistem ine iletir.
leks inhibisyonunun olm am ası durum unda çok az
bir gerim oluşturan kas lifleri daha fazla uyarılmış
İmpulsların Tendon Organından M erkezi Sinir
olurlar. Bu durum kas yükünü bütün kas liflerine
Sistemine İletisi. Tendon organından kaynakla­
dağıtır ve özellikle aşırı yüklenme olasılığı olan az
nan sinyaller, kalın, hızlı ileten Ib tipi sinir lifleriyle
sayıda kas lifinin bulunabileceği izole kas alanla­
taşınır. Ortalama çapları 16 mikrometre kadar olan
rında hasarı önler.
bu lifler, kas iğciklerindeki priıner soıılanmalardan
hafifçe daha incedir. Primer sonlanmalar gibi bu
lifler de sinyalleri hem omurilikteki lokal alanlara,
hem de spinoserebellar yollar gibi uzun liflerin Kas İğcikleri ve Golgi Tendon
oluşturduğu yollar ile serebelluma ve başka yollar­ Organlarının Motor Kontrolde Beynin
la da serebral kortekse taşırlar. Lokal omurilik sin­ Yüksek Seviyeleri İle Birlikte İşlevi
yali tek bir iııhibitör ara nöronu uyarır, o da, ante-
Kas iğcikleri ve Golgi tendon organlarının m otor
fonksiyonun om urilikten kontrolündeki işlevini
vurgulamış olmamıza rağmen, bu iki duysal organ
yüksek m otor kontrol merkezlerine de kaslarda
meydana gelen ani değişiklikleri bildirir. Örneğin,
dorsal spinoserebellar yollar hem kas iğcikleıinden
hem de Golgi tendon organlarından aldıkları anlık
bilgiyi, 1 2 0 m/saniyeye yaklaşan ileti hızıyla, doğ­
rudan serebelluma iletirler. Bundan başka yollar
benzer bilgileri beyin sapının retiküler bölgelerine,
daha az ölçüde serebral koı teksin m otor alanlarına
kadar taşır. Bölüm 55 ve 56'da, bu reseptörlerden
gelen bilgilerin, tüm bu alanlardan kaynaklanan
Ş E K İL 54 - 7 m otor sinyallerin feed back kontrolü için, çok
Golgi tendon organı. önemli olduğunu öğreneceğiz.
BÖLÜM 54 • Om uriliğin M otor Foksiyonları; Spinal Refleksler 629

FLEKSÖR REFLEKS VE GERİ ÇEKME


REFLEKSLERİ

Spinal ya da deserebre hayvanda bir ekstremite d e­


risine uygulanan herhangi bir tipte duysal uyaran,
ekstremitede fleksör kasların kasılmasına ve böyle-
ce ayağın uyaran objeden çekilmesine yol açar. Bu­ Saniye
na fleksör refleks denir.
Klasik şekliyle, fleksör refleks iğne batırma veya Ş E K İL 54 - d
sıcaklık uygulaması yoluyla ağrı uçlarının kuvvetle Fleksör refleks miyogramı. Refleksin hızlı başlangıcı, yorgunluk
uyarılması sonucu elde edildiği için, buna ııosisep- dönemi ve uyarı bittikten sonra da ard-deşarj görülmektedir.
tif refleks veya basitçe ağrı refleksi denir. Dokunma
reseptörlerinin uyarılması da daha hafif ve daha kı­
sa süren bir fleksör refleks doğurabilir.
Ekstıem itelerin haricinde, vücudun bazı b ö ­
tipleri şöyle sıralanabilir; ( 1 ) geri çekm e için gerek­
lüm lerinin ağrılı stim ülasyonunda da benzer şe ­
li olan kaslara refleksi yaymak üzere birbirinden
kilde, vücudun uyarılan yeri uyarandan çekilir.
ayrılan devreler, (2 ) antagonist kasları inhibe eden
Fakat tem elde bu aynı tip refleks olduğu halde, bu
resiprok inhibisyon devreleri, ve (3) stimulus geçtik­
refleks fleksiyon kaslarıyla sınırlı kalmaz. Bu n e­
ten sonra bile, uzamış, tekrarlayıcı ard-deşarjları
denle, vücudun farklı bölgelerindeki bu tip ref­
oluşturan devreler.
lekslerin çeşitli şekillerine geriçekm e refleksleri
Şekil 54-9, bir fleksör refleks sırasında fleksör
adı verilmektedir.
kastan kaydedilen tipik bir miyogramı gösteriyor.
Bir ağrı sinirinin uyarılmasından birkaç milisaniye
Fleksör Refleksin Nöronal Mekanizması. Şekil
sonra fleksör yanıt ortaya çıkmaktadır. Daha sonra­
5 4 -8 ’in sol tarafında fleksör refleksin nöron yolları
ki birkaç saniyede de refleks yoru lm a’y a başlar. Bu
gösterilmiştir. Bu örnekte, ele ağrılı bir uyaran ve­
durum, aslında, omuriliğin daha karm aşık enteg-
rilmiş, sonuçta üst kolun fleksör kasları refleks ola­
ratif reflekslerinin özelliğidir. Uyaran sonlandıktan
rak kasılıp, el ağrılı uyarandan çekilmiştir.
hem en sonra, kas kasılması bazal düzeyine dön­
Fleksör refleksi doğuran yollar, doğrudan ön m o­
meye başlar, fakat ard-deşarjlar nedeniyle bu dö­
tor nöronlara geçmez, bunun yerine önce ara n ö ­
nüş milisaniyeler içinde gerçekleşemez. Ard-de-
ron havuzuna uğrar, ancak ikinci aşamada motor
şarjların süresi, refleksi doğuran duysal uyaranın
nöronlara geçer. Mümkün olan en kısa devre üç ya
şiddetine bağlıdır. Güçlü bir ağrı uyaranını izleyen
da dört nöronlu yaydır; refleks sinyallerinin çoğu,
ve bir saniye süren bir ard-deşarja karşın, zayıf bir
bundan daha fazla nörondan geçer. Başlıca devre
dokunma uyaranı hem en hem en hiç ard-deşarj
oluşturmaz.
Fleksör reflekste görülen ard-deşarj çok büyük
olasılıkla Bölüm 46’da tartışılan her iki tip tekrarla­
Eksite Resiprok İnhibisyon Eksile
yan deşarj devrelerinden kaynaklanır. Elektrofizyo-
lojik çalışmalar 6 - 8 milisaniye süren kısa süreli ard-
deşarjların uyarılan aranöronlaıın tekrarlayan de­
şarjlarından kaynaklandığını göstermektedir. Kuv­
vetli ağrılı uyarandan sonra görülen uzun süreli
ard-deşarja neredeyse kesin olarak yansım alı aıa-
nöıon devrelerini uyaran rekurrent yollar sebep
olur. Bu devreler bazen, gelen duysal sinyaller ke­
sildikten saniyeler sonra bile ön m otor nöronlara
impuls taşır.
Böylece, fleksör refleks, ağrıyan ya da başka bir
şekilde irıitasyona uğrayan vücut bölüm ünü, uya­
randan uzaklaştırmak için uygun şekilde organize
edilmiştir. Ayrıca, bu refleks ard-deşarjların yardı­
mıyla, iıitasyon kesildikten sonra da 0,1-3 saniye
süreyle, vücudun o bölümünü uyarandan uzak tu ­
tar. Bu süre içinde, öteki refleksler ile merkez sinir
Çapraz ekstensör sistem inin işe karışması bütün vücudu ağrılı uya­
refleks randan uzaklaştırabilir.
Fleksör
refleks
Ş E K İL 54 • 8 Geriçekme Şekli. Fleksör refleks (ya da birçok di­
ğer geriçekme refleksleri) uyarıldığı zaman ortaya
Fleksör refleks, çapraz ekstensör refleks ve resiprok inhibisyon.
çıkan geriçekme biçimi, uyarılan duysal sinire ba-
630 ÜNİTE X I • Sinir Sistemi: C. M otor ve Entegratif Nörofizyoloji

ğımlıdır. Böylece, kolun iç kısmına uygulanan bir


ağrılı uyaran, kolda sadece bir fleksör refleks doğur­
makla kalmaz, aynı zamanda kolu dışa doğru çeke­
cek abdüktör kaslarda da kontıaksiyon yapar. Başka
bir deyişle, omuriliğin entegratif merkezleri, vücu­
dun ağrılı bölümünü ağrıya sebep olan objeden en
etkin şekilde uzaklaştııabilen kasları da kasılmaya
sevkeder. "Lokal işaret” denen aynı ilke, vücudun
bütün bölümlerine, özellikle fleksör refleksleri çok
iyi gelişmiş olan ekstremitelere uygulanabilir. Ş E K İL 5 4 - 11
Bir fleksör refleks miyogramı. Karşı ekstremitedeki daha
kuvvetli bir fleksör refleksten kaynaklanan bir inhibitör
uyaranın oluşturduğu resiprok inhibisyon gösterilmiştir.

ÇAPRAZ EKSTENSÖR REFLEKS

Bir uyaran, bir ekstremitede fleksör refleksi uyan­


dırdıktan yaklaşık 0 ,2 - 0 ,5 saniye sonra karşı ekstre­ RESİPROK İNHİBİSYON VE
mitede ekstansiyon başlar. Buna çapraz ekstensör RESİPROK İNERVASYON
refleks denmektedir. Karşı taraftaki ekstremitenin
ekstansiyonu, bütün vücudu, geri çekilen ekstre­ Önceki paragraflarda, birçok kez, bir grup kasın uya­
mitede ağrıya yol açan objeden uzaklaştırabilir. rılmasının, çoğunlukla başka bir grup kasın inhibis-
yonuyla birlikte olduğuna işaret etmiştik. Örneğin,
Çapraz Ekstensör Refleksin Nöronal M ekaniz­ bir gerim refleksi bir kası uyardığında sıklıkla anta­
ması. Şekil 5 4 -8 ’in sağ tarafında, çapraz ekstensör gonist kasları da eşzamanlı olarak inlıibe eder. Bu
reflekslerden sorumlu olan nöronal devre görül­ olaya resiprok inhibisyon ve bu resiprok ilişkiye ne­
mektedir. Burada, duysal sinirlerden gelen sinyal­ den olan nöron devresine de resiprok iııervasyon de­
ler omurilikte karşı tarafa geçerek ekstensör kasları nir. Benzer şekilde, resiprok ilişki çoğu kez, yukarıda
uyarırlar. Çapraz ekstensör refleks, genellikle ilk ağ­ tanımlanan fleksör ve ekstensör refleks örneğinde
rılı uyarandan 200-500 milisaniye sonra başladığı olduğu gibi, omuriliğin iki tarafı arasında da vardır.
için, gelen duysal nöronlarla çapraz ekstansiyon- Şekil 54-11, resiprok inhibisyonun dpik bir örneğini
dan sorumlu omuriliğin karşı tarafındaki motor göstermektedir. Bu örnekte, vücudun bir ekstremite-
nöronlar arasında birçok aranöronun olduğu ke­ sinde orta şiddette fakat uzamış bir fleksör refleks uya-
sindir. Ayrıca, ağrılı uyaran uzaklaştırıldıktan son­ rılmışür; bu refleks meydana gelirken, karşı ekstremi­
ra, çapraz ekstensör refleks fleksör refleksten daha tede daha kuvvetii bir fleksör refleks başlatılmıştır.
uzun bir süre için ard-deşarjlara devam eder. Bu Sonra bu refleks resiprok inlıibitör sinyallerini ilk uya­
nedenle, bu uzamış ard-deşarjlaıın aıanöronlar rılan ekstremiteye gönderir ve onun fleksiyoıı derece­
arasındaki yansıyan devrelerden kaynaklandığını sini azaltır. Nihayet, güçlü refleksin kaldırılması, oriji­
söyleyebiliriz. nal refleksin daha önceki şiddetine dönmesini sağlar.
Şekil 54-10, çapraz ekstensör reflekse katılan bir
kastan alınmış tipik miyogramı gösteriyor. Şekil,
refleks başlam adan önce, ıölatif olarak uzun olan
latent dönemi ve uyaran kesildikten sonra da uzun

POSTÜR VE HAREKET
süren ard-deşaıj dönem ini göstermektedir. Diğer
sinirsel reaksiyonlar vücudu uzaklaştırana kadar, (LOKOMOSYON) REFLEKSLERİ
uzun süren ard-deşaıj vücudu ağrılı uyarandan
uzak tutmak gibi bir yarar sağlayabilir.
Omuriliğin Postür ve Hareketle İlgili Refleksleri

Pozitif Destekleyici Reaksiyon. Deserebre hay­


vanın tabanına bastırmak, ayağa uygulanmakta
olan basınca karşı ekstremitenin gerilmesine yol
açar. Gerçekten, bu refleks o kadar güçlüdür ki, ay­
larca önce omuriliği kesilmiş olan hayvan -yani ref­
leksleri şiddetlendikten sonra-ayaklaıı üstünde
durabilir ve bu refleks ekstremiteleri vücudun ağır­
lığını taşıyacak kadar sertleştirir. Hayvan katılaşmış
bir durumda ayakta durabilir. Bu refleks p o z itif des­
tekleyici reaksiyon olarak adlandırılır.
Pozitif destekleyici reaksiyon, fleksör ve çapraz eks­
tensör reflekslerdekine benzeyen karmaşık bir aranö-
Ş E K İL 5 4 - 10 ıon devresini gerektirir. Ayak tabanında basıncın uy­
Bir çapraz ekstensör refleks miyogramı. Yavaş başlayıp uzayan gulandığı yer eksüemitenin gerileceği yönü belirler;
bir ard-deşarj görülmektedir. ayağın bir yanına yapılan basınç, o yönde bir ekstansi-
BOLUM 54 • O m uriliğin M otor Foksiyonları; Spinal Refleksler 631

yonayol açar. Bu etkiye mıknatıs reaksiyonu denir. Bu,


hayvanın o tarafa düşmesini engellemeye yardım eder.

Omuriliğin "Doğrulma" Refleksleri. Spinal bir kedi,


veya iyice iyileşmiş genç bir spinal köpek bile bir tara­
fına yatırılırsa, ayağa kalkmaya çalıştığını gösteren dü­
zensiz hareketler yapar. Buna, omuriliğin doğrulma
refleksi denir. Böyle bir refleks, postürle ilgili oldukça
karmaşık reflekslerin omurilikte entegre edildiğini
gösterir. Gerçekten, omuriliği toraks bölgesinde, ön
ayaklar düzeyi ile arka ayaklar düzeyi arasından kesil­
miş ve iyice iyileşmiş bir yavru köpek, yatar durum­
dan doğrulabilir ve hatta arka ayakları üzerinde yürü­
yebilir. Omuriliği torakal bölgede benzer şekilde kesil­
miş opossumlarda arka ayakların yürüme hareketi,
normal opossumunkinden güçlükle ayırt edilir, ancak Bir spinal hayvanda diyagonal adım atma hareketleri.
normalden farklı olarak arka ayakların hareketi ön
ayakların harekeü ile senkronize değildir.
tündeki bir seviyeden kesilmiş olan spinal hayvan,
Adım Atma ve Yürüme Hareketleri iyice iyileştikten sonra Şekil 54-12’de görüldüğü gibi
yerden yukarı kaldırılır ve bacakları aşağıya sarkıtı-
Tek Bİr Ekstremitenin Ritmik Adım Atma Hare­ lıısa, ekstremitelerin gerilmesi dört bacağın tümün­
ketleri. Spinal hayvanın ekstremitelerinde sıklıkla rit­ de adım atma refleksini doğurur. Genel olarak, adım
mik adım atma hareketleri görülür. Gerçekten, omuri­ atma hareketi, ön ve arka bacaklar arasında diyago­
liğin lomber bölümü diğer kısımlarından ayrıldığında nal olarak ortaya çıkar. Bu diyagonal cevap, bu kez
ve iki ekstremite ile omuriliğin iki yarısı arasındaki nö- ön ayaklar ile arka ayaklar atasındaki tüm omurilik
ıonal bağlantıları engellemek için omuriliğin merke­ boyunca aşağı ve yukarı doğru meydana gelen resip­
zine kadar inen uzunlamasına bir kesi yapıldığında rokal inhibisyonun başka bir görünümüdür. Böyle
bile her arka ekstremite hala adım atma görevini yeri­ bir yürüme şekline yerinde sayma refleksi adı veril­
ne getirebilir. Bacağın öne fleksiyonunu bir saniye ka­ mektedir.
dar sonra da arkaya ekstansiyonu izler. Sonra yeniden
fleksiyon olur ve siklus ardaı da tekrarlar. Dörtnala Koşma Refleksi. Spinal hayvanda bazen
Fleksör ve ekstensör kaslar arasındaki bu öne ve ar­ ortaya çıkan bir refleks tipi de dörtnala koşma reflek­
kaya osilasyonlar, duysal sinirler kesildikten sonra bile sidir. Burada her iki ön ekstremite birlikte, arkaya gi­
devam edebilir. Bunun esas olarak, agonist ve antago- derken, her iki arka ekstremite öne doğru gider. Bun­
nist kasları kontrol eden omuriliğin kendi matriksin- dan bir saniye kadar sonra ayakların zıt hareketleri gö­
deki nöronlar arasında gidip gelen karşılıklı resiprokal rülür. Dörtnala koşma refleksi, vücudun iki tarafında­
inhibisyon devreleri sonucu olduğu sanılmaktadır. ki eksüemitelere aynı anda ve tamamen eşit şiddette
Ayak tabanlarından ve eklemlerin etrafındaki du­ gerim veya basınç uyaranı verildiğinde görülür. Oysa,
rum reseptörlerinden gelen duysal sinyaller ayak bir tarafın karşı taıaftakiııe eşit olmayacak şekilde
basıncını ve bir yüzey üzerinde yürüme sırasında uyarılması diyagonal yürüme refleksini ortaya çıkarır.
adımların hızını kontrolde önemli rol oynarlar. Bu, yürüme ve dörtnala koşmanın normal şekillerine
Gerçekte, adım atmayı kontrol eden omurilik m e­ uygundur, çünkü yürümede, her seferinde sadece bir
kanizması daha da kompleks olabilir. Örneğin, ön ekstremite ile bir arka ekstremite uyarılır ve bu sü­
ayak öne doğru itildiği sırada, ayak ucu bir engelle rekli yürümeyi sağlar. Tam tersine, hayvan dörtnala gi­
karşılaşırsa, öne doğru hamle geçici olarak durur, derken yere çarpüğuıda her iki taraftaki ön ve arka
fakat sonra, hızla ayak daha yükseğe kaldırılarak ekstremiteler yaldaşık eşit olarak uyarılırlar; bu dört­
öne doğru uzatılıp engelin üzerinden aşırılır. Bu nala koşmaya yatkınlığı daha da artırır, ve böylece yü­
duruma tökezlem e refleksi denir. Böylece, omurilik rüme modeline zıt olan bu hareket şekli devam eder.
zeki bir yürüme denetleyicisi gibi çalışmaktadır.

Karşıt Ekstrem itelerin Resiprok Adım Atm a


H areketi. Eğer omuriliğin lomber bölgesi yukarı­ K A Ş IN M A REFLEK Sİ
da işaret edildiği gibi ortasından ayrılmamışsa, bir
bacak öne doğru adım atma hareketi yaparken, Bazı hayvanlarda önemli bir omurilik refleksi de, kaşınm a
karşı bacakta genellikle geriye doğru adım atma ve gıdıklanm a duyusuyla başlayan kaşın m a refleksidir. Bu
hareketi görülür. Bu hareket iki bacak arasındaki refleks iki fonksiyon içermektedir: (1) Pençenin, vücut yüze­
yindeki tahriş noktasını tam olarak bulm asını sağlayan du­
resiprok ineıvasyonla sağlanmaktadır.
rum (pozisyon) duyusu ve (2) lleri-geri kaşınm a hareketi.
Lokom osyoııdaki adım atm a hareketi gibi, ileı i-geri h a­
D ört Ekstremitenin Hepsinin Diyagonal Adım reket de osilasyonu sağlay acak resiprok in ervasyon devre­
Atm a Hareketi - "Yerinde Sayma" Refleksi. lerini gerektirir. Bunlar, temel yürüm e h areketlerin de o l­
Omuriliği boyun düzeyinde ön ayak bölgesinin üs- duğu gibi, osilasyon yapan ekstrem iteden gelen bütü n
632 ÜNİTE X I • Sinir Sistemi: C. M otor ve Entegratif Nörofizyoloji

duysal lifler kesildiğinde bile fonksiyon yaparlar. (3) b arsa ğın bazı m otor fon ksiyonlarını kontrol e d en in-
K aşın m a refleksinin pozisyon duyusu çok gelişm iş bir testin oin testin al refleksler (Bk. B ölü m 62), (4) p erito n u n
fon ksiyon dur. Üyle ki, sp in al hayvan, o m u z u n a k adar iritasyo n u n a yanıt olarak gastroin testin al h areketleri in-
yürüyen, bir pirenin yerini, arka pen çesiyle bulabilir. Ü s­ h ib e eden pe ıito n e o in te stin al refleksler (Bk. B ölü m 66)
telik pen çeyi yürüyen pirenin tam üzerin e getirm ek için, ve (5) dolu idrar k esesin in (Bk. B ölü m 31) ve kolon un
ek strem itedek i 19 farklı kasın h a ssa s bir biçim de, eş z a ­ (Bkz. B ölü m 63) b o şalm a sın ı sağ lay an reflekslerdir. AyTi-
m anlı olarak kasılm ası gerekir. Refleksi d ah a da ko m peks ca, tüm segm en ter refleksler, aşa ğ ıd a belirtildiği gibi kü t­
d u ru m a getiren bir olay d a pire orta çizgiden karşıya le refleksi şeklin de eşzam an lı olarak o rta y a çıkabilir.
geçtiği za m a n , ilk pen çen in k aşın m a hareketinin d u r m a ­
sı ve karşı taraftaki p en çen in ileri-geri hareketlere b a ş la ­ Kütle Refleksi. Spin al b ir h ayvan veya in sa n d a, o m u ri­
yarak, so n u n d a pireyi bulm asıdır. lik b azen birden aşırı ak tif d u ru m a gelir ve om uriliğin
büyük b ö lü m ü n d e m a sif d e şarjlara s e b e p olur. G en elde
b u n u d oğu ran uyaran, deriye u y gu lan an kuvvetli bir no-
sise p tif uyarı veya idrar kesesi y a da b a rsa k gibi içi b o ş
bir organ ın aşırı dolm asıdır. U yaran ın ç e şid in e b ağlı o l­
K A S S P A Z M I D O Ğ U R A N O M U R İL İK m aksızın, ortaya çıkan reflekse kütle refleksi denir. Bu
R EFLEK SLE R İ yanıtın o lu şu m u n a om uriliğin büyük b ir b ö lü m ü ve h a t­
ta b ütü n om urilik katılır ve reaksiyo n un şekli h er za m a n
İn sa n d a lokal kas sp a zm ları sık görülür. T ü m ü n d e o lm a ­ aynı olur. Etkileri şöyle sıralan abilir: (1) v ü cu d u n büyük
s a bile lokal sp azm ların ç o ğ u n d a n eden lokal ağrıdır. bir b ö lü m ü kuvvetli bir fleksör s p a z m a uğrar, (2) kolon
ve idrar kesesi boşalabilir, (3) arter b asın cı çoğu kez
Kem ik Kırığından İleri Gelen Kas Spazmı. Klinik b a ­ m ak sim al değerlere yükselir, b azen sisto lik b asın ç 200
k ım d an ön em li bir sp a z m tipi de, kırılan kem iklerin ç e v ­ m m l Ig'nin üzerine çıkar ve (4) v ü c u d u n gen iş ala n ların ­
resin deki k aslard a görülür. Bunun neden i, kırılan kem i­ d a yoğun bir terlem e görülür.
ğin u çların d an b aşlay an ağrı im pulsların ın , kırık alan ın ı Bu refleks d akikalarca sü rd ü ğü için olasılıkla, o m u ri­
çevreleyen k a slard a yarattığı güçlü ve tonik k a sılm a o la ­ likte gen iş alanları uyaran çok büyük m ik tard a y an sıyan
bilir. Ağrının lokal bir a n estetikle giderilm esi sp a zm ı kal­ devrelerin aynı an d a ak tivasyonu so n u c u olm aktadır. Bu
dırır; derin b ir genel an estezi de sp a zm ı kaldırır. K em iğin m ekan izm a, yine y an sım alı devrelerin yer ald ığı fakat
iki u cu n u eski uygun d u ru m u n a getirirken, k as sp a z m ı­ om urilik yerine beyin de m e y d an a gelen e pileptik n ö b e t­
nı yeteri k a d a r gid erm ek için çoğu kez b u an estezi işle m ­ lerin m e k an izm asın a benzem ektedir.
lerin d en birin i u y gulam ak gerekir.

Peritonitte Abdom inal Kasların Spazmı. Om urilik


reflekslerinin b aşlattığı b aşk a tip bir lokal sp a zm da, p e ­
ritonitte, paryetal p eriton u n iritasyo n u n dan d oğan a b ­
O M U R İL İK K E S İL M E S İ V E S P İN A L Ş O K
do m in al spazm d ır. B u rad a da, peritonitin n ed en olduğu
O m urilik an id en ü st boyam seviyesin d en kesildiğin de,
ağrın ın giderilm esi, sp a stik kasın gevşem esin i sağlar.
refleksler dahil om urilik fonksiyonları derh al tam am en
H em en h em en ayan tip sp a z m sıklıkla cerrahi girişim ler
sessizlik d erecesin d e d e p re se olur, bu reak siy o n a spin al
sıra sın d a d a görülür; paryetal p erito n d an doğan ağrı im-
pu lsları, a b d o m in a l kasların aşırı k a sılm a sın a n ed en
şok denir. Bunun se b e b i ise om urilik n öro n ların d ak i
n orm al aktivitenin büyük ölçüde yüksek m erkezlerden ,
olur ve b azen , b arsak ların insizyon yerinden dışarı çık­
özellikle retikülospinal, v e stib u lo sp in al ve k ortik ospin al
m a sın a yol açar. Bu n ed en le in traab d o m in al am eliy at­
yollardan om uriliğe giren sinir liflerinin deşarjlarıy la
lard a genellikle derin an estezi gerekir.
olu şan sürekli tonik ek sitasyo n a bağlı olm asıdır.
Spin al şok tan so n ra, b irkaç saa t, b irk aç h afta için d e
Kas Kram pları. Lokal sp a zm ın bir b aşk a çeşidi de tipik
sp in al n ö ro n lar uyaıılabilirliklerin i y av aş y av aş y eniden
k a s k ram p ıd ır. E lek troıııiy ografik in celem eler, k as
kazanırlar. Bu, sinir siste m in in h er tarafın d ak i n ö ro n la ­
k ram p ların d an en azın d an bazılarının aşağıd ak i gibi or­
rın doğal bir özelliği gibi görün m ektedir. B a şk a bir d e ­
tay a çıktığını gösterm ektedir.
yişle, fasilitatör uyaran ların ın kay n ağın ı k ay b e d e n n ö ­
Şid d etli soğu k, k a sa kan akım ının k esilm esi veya k a­
ron lar kendi doğal uyarılabilirliklerin in d e re ce sin i a r tı­
sın aşırı egzersizi gibi lokal irite edici h erh an gi bir faktör
rarak kaybettiklerini k a rşıla m ay a çalışırlar. P rim atlar d ı­
veya kastak i m e ta b o lik bir an o m ali, ağrı ya d a b a şk a tip ­
şın daki hayvanların ç o ğ u n d a om u rilik m erk ezlerin in
te d u y sal im p u lsla r doğurur. Bu im p u lsların k a sta n
duyarlılığı gen elde birkaç sa a t ya da b ir gü n k a d a r bir
om u riliğ e u la şm a sı, k a sta refleks kon traksiy on a n eden
za m an için d e n o rm ale geri döner, fak at in sa n d a b u d ö ­
olur. Bu ko n trak siy on u n d a aynı duysal reseptörleri d a ­
n ü ş sıklıkla birkaç h afta gecikir ve b a z e n a s la tam o l­
h a fazla u y ard ığın a inanılır. B u d a om uriliğin, k a sılm a ­
m az. B u n a karşılık b az en iyileşm e aşırı olup, om urilik
nın şid d e tin i a rtırm a sın a yol açar. Böylece bir p o zitif fe-
fon ksiyon ların ın bir k ısm ın d a ya da tü m ü n d e aşırı bir
e d b a c k gelişerek b aşlan g ıç ta k i h afif irritasyon gittikçe
h ip erek sitab ilite m e y d an a gelir.
d a h a fazla k a sılm a y a n e d e n olur ve nihayet tam bir kas
kram p ı görülür. S p in a l şo k sır a sın d a y a d a s o n ra sın d a , ö zellik le etk i­
len en b azı sp in a l fon k siy on lar şöy le sıra la n a b ilir: (1)
Arteriyel kan b a sın c ı h e m e n ve aşırı d ü şe r -b az e n 40
m m H g ’y a k a d a r iner- b u se m p a tik ak tiv iten in n e re ­
d e y se o rta d a n k alk m a d e re c e sin d e b lo k e o ld u ğ u n u
O M U R İL İK T E O T O N O M R EFLEKSLER gösterir. B asın ç, in sa n d a bile, g en ellik le b irk a ç gü n
için d e n o rm al d e ğ e rin e döner. (2) O m u rilik te en te g re
O m urilikte, ço ğu diğer b ölü m lerde tartışılan çok çeşitli edilen tü m iskelet kası refleksleri, şo k u n b a ş la n g ıç d ö ­
se g m e n te r o to n o m refleksler m e y d an a gelir. Bun lar k ısa ­ n e m le rin d e bloke olurlar. A şağı sın ıf h ay v an la rd a , b u
ca: (1) d erid e lokal ısı değişikliklerinden dolayı d a m ar to- reflekslerin n o rm ale geri d ö n m e si için b irk aç sa a tte n
n u su n d a k i d e ğ işm e le r (Bk. B ölü m 73), (2) vücut yüzeyi­ b irk aç g ü n e ihtiyaç olabilir. İn sa n d a is e b u sü re g e n e l­
n in lokal olarak ısın m asın a bağlı terlem e (Bk. B ölüm 73), de 2 h a fta ile b irk aç ay kadardır. B aze n , h e m h a y v a n ­
BÖLÜM 54 • Om uriliğin M otor Foksiyonları; Spinal Refleksler 633

lard a h em de in sa n la rd a , b az ı refleksler giderek aşırı m in e k arşı d u ru m refleksleri ve ad ım a tm a re fle k sle ri­


d uy arlı h ale gelir; özellikle, b eyin le om u rilik a ra sın d a nin kalıntıları. (3) İdrar k e se si ve k o lo n u n b o ş a lm a sın ı
b irk aç fasilitatö r yol s a ğ la m b ırak ılıp om u riliğin kalan ı kon trol e d e n sak ral refleksler, in s a n d a o m u rilik k e sil­
k esild iği z a m a n b u d u ru m o rta y a çıkar. İlk o la rak g e ­ dikten so n ra ilk b irkaç h afta için b ask ılan ır, fak at d a h a
rim refleksleri geri dön er, so n ra b u n ları sırasıy la d a h a so n ra b u refleksler d e geri d ön er. Bu etk iler B ö lü m 31
k o m p le k s şu reflek sler izler: F lek sö r refleksler, yer çe k i­ ve 66 'd a tartışılm ıştır.

REFERANSLAR
A bem eth y B : T h e B iop h y sica l Foundations o f change m uscle tone. Scand J R ehabil M ed enzym e form ed by con vergen t evolution.
Human M ovem ents. Cham paign, IL : Hu­ 3 0 :1 9 , 1994. F A S E B J 1 0 :5 5 2 , 1 9 9 6 .
m an K in etics, 1997. Hagbarth K E , M acefield V G : T h e fusim otor Pedersen B K : E x e rc is e Im m u n ology. New
Banks R W : T h e m otor innervation o f m am m a­ system : its role in fatigue. Adv E x p Med Y o rk : C hapm an & H all, 19 9 7 .
lian m uscle spindles. Prog N eurobiol 4 3 : B io l 3 8 4 :2 5 9 , 1995. Pitm an V , M a cK en z ie K : R e flexo lo g y . C h e l­
3 2 3 , 1994. H aines D E , A rd M D : Fundam ental N eurosci­ tenham, U K : S . T h orn es P u blishers, 1997.
B erth oz A : M ultisensory Control o f M o v e­ ence. New Y ork: C hurchill Livingstone, Porter R , Lem on R : C orticospin al Fu nction
ment. New Y o rk : O xford U niversity Press, 1997. and Voluntary M ovem en t. N ew Y o rk : O x­
1993. H arms J , Tab asso G, C inanni R : Instrumental ford U niversity I*ress, 1 9 9 3 .
B u rke D : Unit identification, sam pling bias Spinal Surgery. New Y o rk : Th iem e, 1998. Porterfield JA , D e R o sa C : M e ch an ical Low
and tech n ical issu es in m icroneurographic H arris-W arrick R , Hoy R : M otor C ontrol. B a c k Pain. Philadelphia: W B Saunders Co
recordings from m uscle spindle afferents. J W est W arw ick, R I: G rass Instrument D ivi- 1 9 98.
N eurosci M ethods 7 4 :1 3 7 , 1997. son o f A stro-M ed Inc, 1998. R e illy T , A tkinson G , W aterh ouse J : B io lo g i­
C hiles B W , H I, C ooper P R : A cute spinal in ­ H eckm an C J : Com puter sim ulations o f the e f­ ca l Rhythm s and E x e rc is e . N ew Y o rk : O x ­
ju ry . N Engl J M ed 3 3 4 :5 1 4 , 1996. fects o f different synaptic input system s on ford U niversity Press, 1 9 9 6 .
C onnolly K J, Forssb erg H: N curophysiology the steady-state input-output structure o f the R eith M E A : N eurotransm itter Transporters:
and N europsychology o f M otor D evelo p ­ motoneuron poo). J Neurophysiol 7 1 :1 7 2 7 , Structure, Fu n ction, and R egu lation. T o -
ment. London: M a cK eith Press, 1 9 97. 1994. tow a, N J: Humana P ress, 1 9 9 7 .
Cordo P, B e ll C C , Harnad S R : M otor Learning Ja m i L : G olgi tendon organs in m ammalian R ow ell L B , Shepherd J T : H andbook o f P h y si­
and Synaptic Plasticity in the C erebellum , skeletal m uscle: functional properties and ology, S e c . 12: E x e rc ise: Regu lation and
pam bridge, U K : C am bridge U niversity ccntral actions. Physiol R ev 7 2 :6 2 3 , 1992. Integration o f M ultiple S ystem s. New Y ork:
P ress, 1997. Johnston D, M agee JC , C olbert C M , C ristie O xford U niversity P ress, 1 9 9 6 .
Cordo P, Harnad S : M ovem ent C ontrol. New B R : A ctive properties o f neuronal dendrites. Sh en o likar S , N aim A C : M odel System s in
Y o rk : Cam bridge U niversity Press, 1994. Annu Rev N eurosci 1 9 :1 6 5 , 1996. Sign al Transduction. New Y o rk : Raven
C reed R S , et al: R eflex A ctivity o f the Spinal Joosten E A : C orticospinal tract regrow th. Prog Press, 1 9 93.
Cord. New Y o rk : O xford U n iversity Press, N eurobiol 5 3 :1 , 19 9 7 . Shepherd G : T h e S y n a p tic O rganization o f the
1932. Kurlan R : Treatm ent o f M ovem ent Disorders. Brain . N ew Y o rk : O xford U n iversity Press,
de Zeeuw C l, S trata P, V oogd J : T h e C ereb el­ Philadelphia: J B Lippincott, 1994. 1 9 97.
lum : From Structure to C ontrol. A m ster­ L e e M K , C leveland D W : Neuronal interm edi­ Sherrington C S : T h e In tegrative A ction o f the
dam: E lsevier, 1997. ate filam ents. Annu R ev N eurosci 1 9 :1 8 7 , Nervous S ystem . N ew H àven C T : Y a le
D ietz V : H uman neuronal control o f autom atic 1996. U niversity Press, 1 9 1 1 .
functional m ovem ents: interaction between Levitan IB , K aczm arek L K : T h e Neuron. New S y k a J : A co u stical S ig n a l P ro cessin g in the
central programs and a fferen t input. Physiol Y o rk : O xford U niversity Press. 1996. C entral A uditory S ystem . New Y o rk : P le ­
R e v 7 2 :3 3 , 1992. L tlscher H -R , C lam ann HP: R elation between num Press, 1997.
F etter M : T h ree-D im en sion al K in em atics o f structure and function in inform ation trans­ W indhorst U: Shaping sta tic elbow torque-
E y e . Head, and L im b M ovem ents. A m ster­ fer in spinal m onosynaptic reflex. Physiol angle relationships b y spinal cord circuits:
dam: Harwood A cad em ic Publishers, Rev 7 2 :7 1 , 1992. a theoretical study. N eu ro scien ce 5 9 :7 1 3 ,
1997. M asters B S , M cM illan K , Sh eta EA , et al: 1994.
Hagbarth K E : Evaluation o f and m ethods to N euronal nitric oxide synthase, a modular
Motor Fonksiyonunun Korteks ve
Beyin Sapından Kontrolü

Bu bölümde, vücut hareketlerinin beyin korteksi ve Sylvian fisüre yakın ağız ve yüzle başlam ak
beyin sapı tarafından kontrolünü tartışacağız. üzere prim er m otor korteksin orta kısım larında
Hemen hemen bütün "istem li” hareketler, beyin el ve kol alanları, beyin üst u cun a yakın gövde,
korteksinde daha alt beyin alanlarında -omurilik, longitüdinal fisüre inen prim er m otor korteks
beyin, sapı, bazal gangliyonlar ve serebellum- bu­ kısm ında ayak ve bacakla devam eden vücudun
lunan çeşitli fonksiyon "kalıplan”nın koıtikal akti- farklı kas alanlarının prim er m otor korteksteki
vasyonu ile başlatılır. Bu alt merkezler aktive edici topografik tem sili Şekil 5 5 -1 ’de sıralanm ıştır. Bu
spesifik sinyallerini kaslara gönderirler. topogıafik organizasyon çok daha şem atik olarak
Buna rağmen, özellikle parmak ve ellerin ustalıklı Penfield ve Rasm ussen tarafından haritalandırı-
hareketleri gibi birkaç çeşit hareketin düzenlenmesi larak Şekil 5 5 -2 ’de gösterildiği gibi farklı kas alan ­
için, korteksten başlayıp yol üzerindeki diğer motor larının tem sil edilm e d erecelerini gösterm ekte­
merkezleri atlayarak omuriliğin anteriyör motor nö­ dir. Bu harita, beyin cerrahisi operasyonlarına
ronlarında sonlanan hemen hemen direkt bir yol da maruz kalan insanlarda m otor korteksin farklı
bulunmaktadır. İstemli motor fonksiyonunun bu alanlarının elektriksel olarak uyarılm asıyla elde
genel sentezini sağlayan omurilik ve beynin farklı edilmiştir. Tüm prim er m otor korteksin yarısın ­
motor alanları arasındaki karşılıklı etkileşim, bu b ö­ dan fazlasının el ve konuşm a kaslarının kontrolü
lüm ve 56. Bölüm'de açıklanmaktadır. ile ilgili olduğuna dikkat ediniz. Bu el ve konu ş­
ma m otor alanlarına verilen nokta uyaranlar sık­
lıkla tek bir kasın kasılm asına sebep olur. Fakat
uyarılma sıklıkla bir kas grubunu kapsar. Bunu
MOTOR KORTEKS VE başka bir şekilde ifade etm ek gerekirse, tek bir
m otor korteks nöronunun uyarılm ası tek bir özel
KORTİKOSPİNAL YOL
kası uyarmak yerine sıklıkla özel bir hareketi
uyarır. Bunu yapm ak için, birçok farklı kasın bir
Şekil 55-1 beyin korteksinin fonksiyonel alanlarını
"kalıbı" uyarılır ve farklı kasların h er biri de k en ­
göstermektedir. Santral sulkusun önünde, frontal lob­
di yönü, kas hareketinin gücü ile olduğu kadar
ların yaklaşık olarak posteriyör üçte birini işgal eden
kasılm a sıralam ası ile harekete katılır.
alan motor kortekstır. Santral sulkusun posteriyörün-
deki alan, motor aküviteleıin kontrolü için birçok sin­
yali motor koı tekse ileten ve önceki bölümlerde ayrın­
tılı bir şekilde tartışılan som atik duysal koıtekshx. Premotor Alan
Motor korteks, kendi içinde herbiri vücudun spe­
sifik m otor fonksiyonları ve kas gruplarının topog- Şekil 55-1’de de görüldüğü gibi prem otor alan pri­
ıafik temsilini içeren 3 alt alana ayrılır: (1) Primer mer motor korteksin hem en önünde yer alır. Öne
m otor korteks, (2 ) Prem otor alan ve (3) S üplemeıı- 1-3 cm, aşağıya sylvian fisürün içine ve yukarıya
ter m otor alan. longitüdinal fissııre uzanıp, fonksiyonları prem o­
tor alana benzeyen süplem enter m otor alana daya­
nır. Premotor korteksin topografik organizasyonu
Primer Motor Korteks kabaca primer motor korteksteki gibidir. En late-
ralde ağız ve yüz alanları, sonra yukarıya doğru el,
Primer motor korteks, Şekil 5 5-1’de görüldüğü gibi, kol, gövde ve bacak alanları bulunur.
santral sulkusun önünde frontal lobun ilk kıvrı­ Premotor alandan doğan çok sayıdaki sinir sin­
m ında uzanmaktadır. Lateral olarak sylvian fisüı- yali, spesifik görevleri yapacak olan kas gruplarının
den başlar, süpeıiyör olarak beynin en üst kısımla­ hareketine sebep olur. Örneğin yapılacak iş, omuz
rına yayılır ve sonra longitüdinal fisür içindeki de­ ve kollara şekil verdirerek ellerin spesifik bir görevi
rinliğe dalar. Bu alan, Şekil 47-5’de gösterildiği gibi yapacak şekilde yöneltilmesi olabilir. Premotor ala­
beyin korteksi alanlarının Brodmann sınıflandır­ nın en ön bölümü bu sonuçları elde etm ek üzere
masındaki alan 4 ’ün karşılığıdır. önce yapılacak tüm kas hareketinin "m otor bir şab-

634
BÖLÜM 55 • M otor Fonksiyonun Korteks ve Beyin Sapından Kontrolü 635

Motor Duysal Süplementer Motor Alan


l
Süplem enter m otor alan, m otor fonksiyonunun
Primer '
motor i Somatik kontrolünde ayrı bir topografik organizasyona
Süplementer korteks 1 alan 1 sahiptir. Prem otor alanın h em en üzerinde ve
alan Somatik esas olarak longitüdinal fisürde yer alır, fakat la-
\ (SácaMarl asosiyasyon
1 / teıal korteksin en üst kısm ına doğru birkaç sa n ­
S N ^ \AyaMar \ \a la n ı
s \ L ? v tim etre daha ileri uzanır. Bu alan ın uyarılm ası ile
i s' \ —Y
elde edilen kasılm alar sıklıkla tek taraflı değil çift
taraflıdır. Örneğin, uyarılm a sıklıkla her iki elin
L K .C >
eşzam anlı olarak bilateral kavram a h areketine
A yol açar; bu hareketler belki de tırm an m a için
gerekli olan el fonksiyonlarının kalıntılarıdır. G e­
nel olarak bu alan prem otor alan ile uyum içinde
işlev görerek vücudun farklı seg m entlerin in fik-
Premotor sasyon hareketlerini, baş ve gözlerin pozisyonel
alan
hareketlerini vb. hareketleri sağlar, el ve kolların
prim er m otor korteks ve prem otor alanla sağla­
Ş E K İL 55 - 1 nan hassas m otor kontrolü için uygun zem ini
sağlar.
Beyin korteksinin motor ve somatik duysal alanları. 4,5,6 ve 7
sayıları Bölüm 47’de açıklandığı gibi Brodmann'ın kortikal alan­
larıdır.

İnsan Motor Korteksinde Motor


Kontrolün Bazı Özelleşmiş Alanları
lonu”nu oluşturur. Sonra bu şablon posteriyör sin­
Şekil 5 5 -3 ’te görüldüğü gibi, beyin cerrahları in ­
yallerini, ya çok sayıda kas grubunu uyarmak üzere
san beyin korteksinde spesifik m otor fonksiyon­
doğrudan doğruya premotor kortekse, ya da büyük
ları kontrol eden, esas olarak prem otor alanlara
olasılıkla bazal gangliyonlar yoluyla talamus üze­
yerleşm iş oldukça özelleşm iş birkaç m otor bölge
rinden geriye primer motor kortekse gönderir.
bulmuşlardır. Bu bölgeler, ya elektriksel stim ü-
Böylece premotor korteks, bazal gangliyonlar, tala­
lasyon ile veya spesifik korteks alanlarınd a tahrip
mus ve primer motor korteks vücutta koordineli
edici lezyonlar oluştuğu zam an ortaya çıkan m o ­
kas aktivitesini düzenleyen kompleks bir genel sis­
tor fonksiyon kaybı farkedileıek lokalize ed ilm iş­
tem oluşturur.
tir. Bunlardan çok önem li olan b irkaç tan esi
aşağıdadır:

:l bocorlloH

kışın dönmesi

Kontralateral SDudaWar /
jöz hareketleri /: : ■ y .-;ı
Çene |
Dil
Yutm a I
ÇlfllKftV*J .—
»İlme oluşumu
(Broca alanı) [

Ş E K İL 55 - 2
Ş E K İL 55 ■ 3
Vücuttaki farklı kasların motor kortekste temsil dereceleri
(Penficld ve Rasmussen’den: The Cerebral Cortex of Man: A Vücuttaki farklı kasların motor kortekste temsili ve spesifik m o­
Clinical Study of Localization of Function. New York. Hafner, tor hareketlerden sorumlu olan diğer kortikal alanların bulun­
1968.) duğu yerler.
636 ÜNİTE X I • Sinir Sistemi: C .M otor ve Entegratif Nörofizyoloji

Broca Alanı ve Konuşma. Şekil 55-3 sylvian fisü-


rün hem en üstünde, prim er m otor korteksin
önünde uzanan ve "kelime oluşumu” diye belirti­
len bir premotor alanı göstermektedir. Bu bölgeye
Broca alanı denir. Bu bölgenin hasara uğraması ki­
şinin ses çıkarmasını önlemez, fakat uyumsuz söz­
ler veya arasıra “evet”, “hayır” gibi kelimeler dışın­
da kelimeleri tam olarak söylemesi imkansız hale
gelir. Bununla yakın ilişkili bir kortikal alan uygun
solunum fonksiyonu sağlayarak, konuşma sırasın­
da ağız ve dil hareketleri ile ses tellerinin solunum ­
la aktivasyonunun aynı zam ana rastlam asını
sağlar. Bu yüzden Broca alanıyla ilgili premotor ak-
tiviteler oldukça komplekstir.

"İstem li" Göz H areketi Alanı. Broca alanının he­


men üstü, göz hareketlerini kontrol eden bir yerdir.
Bu alandaki hasar kişinin gözlerini farklı cisimlere
doğru istemli olarak çevirmesini önler. Bunun yeri­
ne, gözler Bölüm 51’de açıklandığı gibi oksipital
korteksten gelen sinyallerin etkisiyle spesifik ci­
simlere kilitlenmeye meyleder. Bu frontal alan göz
kapaklarının göz kırpma gibi hareketlerini de kont­
rol eder.

Baş Çevirm e Alanı. Motor asosiyasyon alanları­


nın biraz üstündedir ve elektriksel uyarılması başın
rotasyonuna yol açar. Göz hareket alanıyla yakın
ilişki içinde olan bu alan başın farklı cisimlere doğ­
ru çevrilmesiyle ilgilidir.

El Becerileri Alanı. Primer motor korteksin el ve


parmaklarla ilgili bölgesinin hem en önündeki pre­
motor alanda, beyin cerrahlarının el becerileri ala­
nı dedikleri bir bölge bulunur. Tümörler ya da diğer
lezyonlar bu alanda tahribata yol açınca, el hare­
ketleri kooıdinasyonsuz ve amaçsız hale gelir. Bu
duruma m otor apraksi denir.
ŞE K İL 5 5 - 4
Piramidal yol (Ranson ve Clark’tan değiştirilerek Anatomy of
Nervous System. Philadelphia, W.B. Saunders Co., 1959.)
Sinyallerin Motor Korteksten Kaslara
Taşınması

Motor sinyaller doğrudan korteksten omuriliğe


kortikospinal yolla; dolaylı olarak ise bazal gatıgli-
yonlar, beyin cikve çeşitli beyin sapı nükleuslaruıın sonra internal kapsülün posteriyör kolundan (ba­
işe karıştığı birçok ikinci dereceden yollar vasıta­ zal gangliyonların putam en ile nükleus kaudatus
sıyla taşınır. Genel olarak direkt yollar, özellikle kol çekirdekleri arasından) geçer ve sonra aşağıya in e­
ve bacakların distal segmentlerinin, bilhassa el ve rek m edulla piram itlerini oluşturur. Piramidal lifle­
parmakların ayrı ve detaylı hareketleriyle ilgilidir. rin büyük çoğunluğu karşı tarafa geçer ve om uri­
liğin lateral kortikosp in al yollarını oluşturm ak
Kortikospinal Yol (Piramidal Yol) üzere aşağı iner, son olarak başta omurilik gri
maddesinin geçiş bölgelerindeki aranöronları üze­
Şekil 55-4’te görüldüğü gibi motor korteksten çıkan rinde sonlanır, fakat az bir kısmı arka boynuzdaki
en önemli yol piram idal yol da denen kortikospi­ duysal ileti nöronlarında ve çok az bir kısmı da
n al yoldur. doğrudan kas kasılmasına sebep olan anteriyör
Kortikospinal yolun yüzde 30'u primer motor motor nöronlar üzerinde sonlanır.
korteksten, yüzde 30 ’u premotor ve süplementer Liflerin az bir kısmı m edullada karşı tarafa
motor alanlardan ve yüzde 40'ı da santral sulkusun geçm eden ipsilateral olarak omuriliğin uentral kor­
arkasındaki somatik duysal alanlardan köken al­ tikospinal yollarıyla aşağıya iner. Ancak bu liflerin
maktadır. Kortikospinal yol korteksten ayrıldıktan birçoğu ya boyun ya da üst toraks bölgesinde om u­
BÖLÜM 55 • M otor Fonksiyonun Korteks ve Beyin Sapından Kontrolü 637

riliğin karşı tarafına geçer. Bu lifler olasılıkla bilate- bazal gangliyonlar ile işbirliği yapar. Motor kortekse
ıal postuıel hareketlerin süplementer motor alan gelen lif yollarının daha önemli olanları aşağıda sıra­
tarafından kontrolüyle ilgilidir. lanmıştır:
Piramidal yolda en çok göze çarpan lifler çap or­
l.Serebral korteksin komşu bölgelerinden, özellikle (1)
talam ası 16 mikrometre olan kalın miyelinli lif gru­
pariyetal korteksin somatik duysal alanlarından, (2 ) mo­
budur. Bu lifler sadece primer motor kortekste bu­ tor korteksin önündeki frontal kortekse komşu alanlar­
lunan ve Betz hücreleri de denen dev piram idal dan, (3) işitme ve görme kortekslerinden gelen subkorti-
hücrelerden kaynaklanırlar. Bu hücrelerin çapı yak­ kal lifler.
laşık olarak 60 mikrometredir ve lifleri sinir impuls- 2. Karşı beyin yarımküresinden korpus kallozum yo­
larını omuriliğe yaklaşık 70 m/sn’lik bir hızla taşır­ luyla gelen subkortikal lifler. Bu lifler, beynin iki tarafın­
lar ki, bu beyinden omuriliğe herhangi bir sinyalin da birbirinin karşılığı olan korteks alanlarını bağlar.
en hızlı iletisi demektir. Her kortikospinal yolda 3. Doğrudan talamusun ventrobazal kompleksinden
kortekse ulaşan somatik duysal lifler. Bunlar, başlıca de­
yaklaşık 34.000 tane kalın Betz hücresi lifi vardır.
rinin dokunma sinyalleriyle, kas ve eklem sinyallerini
Bir kortikospinal yoldaki liflerin toplamı 1 milyon­ vücudun periferinden taşır.
dan fazla olduğuna göre, Betz hücrelerinin lifleri 4. Serebellum ile bazal gangliyonlardan gelen yoların
bütün liflerin sadece % 3’ünü temsil etmektedir. da ulaştığı, talamusun ventrolateral ve ventroanteriyör
Geriye kalan % 97'si ise (1) omuriliğin motor alan­ nukleuslarından gelen yollar. Bu yollar motor korteks,
larına arka fonda bulunan tonik sinyalleri ve (2 ) bazal gangliyon ve beyincik fonksiyonları arasındaki
beyne giden çeşitli duyu sinyallerinin şiddetini koordinasyonu sağlamak için gerekli olan sinyalleri ta­
kontrol eden ve korteksten gelen feedback sinyalle­ şırlar.
5. Talamusun intıalaminar nükleuslarından gelen lif­
ri ileten, genel olarak çapları 4 mikrometreden az
ler. Bu lifler, beyin korteksinin diğer bölgelerinin çoğun­
liflerdir. da da olduğu gibi, motor korteksin genel uyarılabilme
düzeyini kontrol ederler.
M o to r Korteksten Gelen D iğer Liflerin Yolları

Beynin derin alanlarına ve beyin sapına inen çok sayıda


fakat genelde daha küçük olan ek lifler motor korteksten Nükleus Ruber Kortikal Sinyalleri
köken alır: Omuriliğe İleten Alternatif Bir Yol
1. Dev Betz hücrelerinin aksonları geriye korlekse kısa
Olarak Görev Yapar
kollateraller gönderir. Betz hücreleri deşarj yaptığında
bu kollaterallerin, esas olarak korteksin komşu bölgeleri­ M ezensefalonda bulunan nükleus ruber kortikos­
ni inhibe ettiğine, bu şekilde eksitatör sinyalin sınırlarını pinal yol ile yakın ilişki içinde görev yapar. Şekil
“keskinleştirdiklerine” inanılmaktadır. 55-5'te görüldüğü gibi, bu nükleus kortikoru bral
2. Büyük bir lif grubu motor korteksten başlayarak yol vasıtasıyla primer motor korteksten çok sayıda
niikleus kaudatusave putamene geçer. Bölüm 56’da tar­ direkt lif aldığı gibi, kortikospinal yolun m ezense-
tışıldığı gibi, buradan çeşitli nöronlar aracılığıyla beyin falondan geçerken dallanan liflerini de alır. Bu lif­
sapına uzanan ilave yollar çıkar. ler, nükleus ruberin alt kısmında bulunan ve m o-
3. Orta sayıda motor lifler nükleus rubere (kırmızı çe­
kirdek) lif gelir. Bu nükleuslardan ayrılan ek lifler rııbros-
pinalyolla omuriliğe iner.
4. Orta sayıda motor lifler beyin sapının vestibiiler
nükleuslarmave retikiiler maddesine doğru yol değişti­
rir. Buradan kalkan sinyaller vestibulospinalve retikülos-
pinal yollarla omuriliğe, vestibiiloserebellar ve retikiilo-
serebellar yollarla da beyinciğe gider.
5. Oldukça çok sayada motor lif pons nükleuslarmda
sinaps yapar. Buradan kaynaklanan pontoserebellar lijler
sinyalleri serebellum hemisferlerine taşır.
6 . Kollateraller olivaris inferiyör niikleus\arda da son­
lanır ve buradan çıkan sekonder olivoserebellar lifler be­
yinciğin birçok merkezi alanına sinyal taşır.
Böylece bir motor aktivite oluşturmak üzere omuriliğe
bir sinyal iletildiği zaman, bazal gangliyonlar, beyin sapı
ve beyincik dc kortikospinal sistemden güçlü motor sin­
yaller alır.

Motor Kortekse Gelen Liflerin Yolları


Motor korteksin fonksiyonları başlıca somatik duysal
sistemler fakat daha az olarak da işitme ve görme gibi
diğer duyu sistemleri tarafından kontrol edilir. Bu kay­
naklardan duysal bilgi gelir gelmez motor korteks, mo­
tor faaliyetin uygun akışını başlatmak için beyincik ve Motor kontrolde kortikorubrospinal yol ve serebellumla ilişkisi.
638 ÜNİTE X I • Sinir Sistemi: C .M otor ve Entegratif Nörofizyoloji

tor korteksteki Betz hücrelerine benzeyen büyük fizyolojik açıd an olduğu gibi klinik b ak ım ın d an d a g id e ­
nöronları içeren m agnoseliller bölümde sinaps rek d a h a az ku llan ılm aya b aşlan acaktır.
yaparlar. Bu büyük nöronlar alt beyin sapında
karşı tarafa geçer ve omuriliğin lateral kolonların­
da kortikospinal yola hem en komşu ve anteriyör- Omuriliğin Primer Motor Korteks ve
de bir rota izleyen ru brospin al yolu oluştururlar. Nülkeus Ruber Tarafından Uyarılması
Rubrospinal liflerin çoğunluğu kortikospinal lif­
lerle birlikte gri m addenin orta bölgelerindeki
Nöronların M o to r K ortekste Vertikal Kolonlar
aranöronlar üzerinde sonlanırken bir kısmı bazı
Şeklinde Düzenlenmesi. Bölüm 47 ve 51’de so ­
kortikospinal liflerle birlikte doğrudan anteriyör
matik duyu koı teksi ve görme korteksindeki hücre­
m otor nöronlar üzerinde sonlanırlar.
lerin dikey kolonlar şeklinde organize olduğu gös­
Nükleus ruber, m otor korteks ve serebellum
terilmiştir. Aynı şekilde, motor korteks hücreleri de
arasındaki bağlantıya benzer şekilde serebellum
milim etrenin kesri çapındaki dikey kolonların her-
ile yakın ilişkidedir.
birinde binlerce nöron olacak şekilde organize ol­
muştur.
Kortikorubrospinal Sistemin Fonksiyonu. Nük­ Bir ünite gibi çalışan her hücre sütunu, bazen tek
leus ruberin m agnoselüler kısmında motor kor- bir kası, genelde ise sinerjistik bir kas grubunu uya­
tekste olduğu gibi vücut kaslarının hepsi somatog- rır. Ayrıca, her kolon neredeyse bütün beyin kor-
rafik olarak tem sil edilir. Bu yüzden nükleus rube­ teksinde olduğu gibi altı ayrı hücre tabakası içerir.
rin bu bölümünde bir noktanın uyarılması ya tek Kortikospinal liflerin çıktığı piramidal hücreler kor-
bir kasın ya da küçük bir kas grubunun kasılması­ teksin yüzeyinden itibaren beşinci tabakada bulu­
na yol açar. Ancak farklı kasların temsilindeki has­ nurken, hücre sütununa sinyal girişi 2. ile 4. taba­
saslık m otor koı tekste olduğundan çok daha az ge­ kalar boyunca olur. Altıncı tabakadan, daha çok
lişmiştir. Bu durum özellikle nisbeten daha küçük beyin korteksinin diğer bölgeleriyle haberleşen lif­
bir nükleus ı ubeıe sahip olan insanlarda geçerlidir. ler başlar.
Kortikorubrospinal yol, nisbeten faiklı sinyalleri
motor korteksten omuriliğe ileten yardımcı bir yol
Her Nöron Kolonunun Fonksiyonu. Her kolonun
olarak görev yapar. Kortikorubrospinal yola hasar
nöronları, kolonun çıkış cevabını tespit etm ek için
vermeden kortikospinal lifler tahrip edildiğinde, el
çeşitli giriş kaynaklarından gelen bilgileri kullanan
ve parmakların hassas kontrolü için gerekli hareket­
ler hariç, farklı hareketler hala yapılabilir. Bilek ha­ bir entegratif işlem sistemi gibi çalışır. Buna ek ola­
reketleri hala iyi yapıldığı halde, kortikorubrospinal rak, her kolon aynı kasa veya sinerjistik kaslara gi­
yol kesintiye uğradığında yapılamaz. Bu nedenle, den çok sayıda piramidal lifi eşzam anlı olarak uya­
nükleus ruberden omuriliğe giden yol, kortikospinal ran bir amplifikatör gibi görev yapabilir. Bu olay
sistemle, diğer başlıca beyin sapı motor yollarıyla önemlidir, çünkü tek bir piramidal hücrenin uyarıl­
olduğundan çok daha yakından ilgilidir. Bölüm için­ ması bir kası nadiren uyarabilir. Kas kasılmasını
de daha sonra tartışılacağı gibi, vücudun başlıca ak- sağlamak için genellikle 50-100 piramidal hücrenin
siyal kasları ve çevresindeki kaslarını kontrol eden eşzamanlı olarak veya hızla ardarda uyarılması ge­
vestibüloıetikülospinal sistem ile olduğundan çok rekmektedir.
daha yakındır. Bundan başka, rubrospinal yol korti­
kospinal yol boyunca omuriliğin lateral kolonların­ Piramidal Nöronlarla İletilen Dinamik ve Statik
da uzanarak, ekstremitelerin daha distal kaslarını Sinyaller. Hızlı bir başlangıç kasılm asına sebep o l­
kontrol eden motor nöron ve aranöronlarda sonla­ mak için bir kasa önce güçlü bir sinyal gönderilir­
nır. Bu nedenle kortikospinal ve rubrospinal yolun se daha sonra çok zayıf bir sinyal bile kasılmayı
ikisine birlikte omuriliğin lateral m otor sistemi de­ uzun süre devam ettirebilir. Kas kasılm asına n e ­
nir. Bunun aksine, omuriliğin esas olarak medyalin- den olacak uyarı genellikle bu şekilde sağlanm ak­
de bulunan vestibüloretikiilospinal sistem e ise tadır. Bunu yapmak için, her hücre sütunu iki ayrı
omuriliğin m edyal m otor sistemi denir. piram idal hücre topluluğunu uyarır; bunlardan
birine d in a m ik nöronlar diğerine statik n öron lar
denir. Dinam ik nöronların, kasılm anın başlangı­
“E k stra p ira m id al” Sistem
cında kısa bir süre için aşırı şekilde uyarılm ası
E kstrapiram idal m otor sistem terim i, m otor kontrole başlangıçtaki hızlı giıç gelişim ine neden olur. So n ­
katk ıda b u lu n an ve direkt olarak ko rtik ospin al-piıam i- ra statik nöronlar çok daha yavaş deşarj yapar, fa­
dal y olun bir elem an ı olm ayan , beyin ve beyin sap ın ın kat kasılma devam ettikçe kasılm a gücünün k o ­
b ü tü n b ölü m lerin i b elirtm ek için klinikte yaygın olarak runm ası için statik nöronlar sürekli olarak bu ya­
ku llan ılan bir terim dir. I3u siste m b azal gangliyonlar, b e ­
vaş deşarj hızını sürdürürler.
yin sap ın ın retiküler form asyo nu , vestib üler n ü k leuslar
ve sıklıkla n ü k leu s ru b erd en geçen yolları içerir. Bu g ru ­
Nükleus ruberdeki nöronlar da benzer dinamik ve
b a dahil e d ilm iş tüm m o to r kontrol alanların ın farklılık­ statik özellikler gösterirler; fakat nükleus rubeıde
ları göz ö n ü n d e tu tulursa, bir b ütü n olarak e k strap iram i­ dinamik nöronlar, primer motor kortekste ise statik
dal siste m in sp e sifik n örofizyolojik fon ksiyonlarından nöronlar daha çoktur. Bu dağılım belki de nükleus
sö z etm ek güçtür. Bu se b e p le , "ek strap iram id al” terim i ruberin serebellumla sıkı işbirliği içinde bulunması
BÖLÜM 55 • M otor Fonksiyonun Korteks ve Beyin Sapından Kontrolü 639

ve Bölüm 56'da açıklandığı gibi, seıebellumun kas lateral kolonların dorsal kısmında bulunur. Bu yol­
kasılmasının hızlı bir şekilde başlatılmasında önem ­ lardaki lifler omuriliğin pek çok seviyesinde başlıca
li bir rol oynamasıyla yakından ilgilidir gri maddenin orta bölgesindeki aranöronlar üze­
rinde sonlanır. Bununla birlikte, ellerin ve parm ak­
Motor Kortekse Gelen Somatik Duysal ların temsil edildiği omuriliğin seıvikal genişliğinde
hem kortikospinal hem de ıobıosp inal liflerin çoğu
Geribildirim Kas Kasılmasının Hassas­ doğrudan anteriyör motor nöronlarda sonlanır,
lığını Kontrol Etmeye Yardım Eder böylece kas kasılmasını başlatmak için beyinden
direkt bir yolu oluştururlar. Bu durum el, parmak ve
M otor korteksten gelen sinir sinyalleri bir kasta
başparmak hareketlerinin hassas bir şekilde kontrol
kasılm aya sebep olduğunda, vücudun uyarılan
edilmesi için pıim er motor koı tekste çok ileri dere­
bölgesinden dönen som atik duysal sinyaller h a ­
cede temsil edildiği gerçeğiyle uyum içindedir.
rekete sebep olan m otor korteks nöronlarına ge­
ri gelir. Bu som atik duysal sinyallerin çoğu (1)
Omurilik M erkezlerinin M eydana G etirdiği Ha­
kas iğcikleıinden, (2 ) kas tendonlarının tendon
reket Kalıpları. Bölüm 54’ten hatırlanacağı gibi,
organlarından veya (3) kasları örten derideki d o­
omurilik duysal sinir uyarılmasına yanıt olarak öz­
kunm a reseptörlerind en kaynaklanır. Som atik
gül refleks hareket kalıplarına neden olabilir. Bu
sinyaller sıklıkla kas kasılm asının bir pozitif geri­
kalıpların çoğu, omuriliğin anteriyör m otor nöron­
bildirim le şu şekillerde şiddetlenm esine yol açar:
ları beyinden gelen sinyallerle uyarıldığı zam an da
Kas iğciklerinde, eğer iğciğin fuzim otor kas lifleri
önemlidir. Örneğin, gerim refleksi her zam an fonk­
kalın iskelet kası liflerinden daha fazla kasılırsa,
siyoneldir ve beyinden başlatılan m otor hareketle­
iğciklerin merkezi bölüm leri gerilir ve böylece
rin sönm esine yardımcı olur ve belki de en azından
uyarılır. Bu iğcikleıden kalkan sinyaller m otor
iğciklerin intrafuzal liflerinin büyük iskelet kası lif­
korteksteki piram idal hücrelere kalın kas lifleri­
lerinden daha fazla kasıldığı durumlarda o kas ka­
nin y eterin ce kasılm adığını bildirir. Piramidal
hücreler de kası daha fazla uyararak kasın iğcik­ sılması için gerekli olan gücün hiç değilse bir kıs­
lerin kasılm asına yetişm esi için yardım ederler. mını sağlamaya yarar. Böylece kortikospinal lifler
D okunm a reseptörlerinde ise, elle tutulan bir tarafından yapılan direkt uyarılmaya ilave olarak
cism in parm aklara baskı yapm ası gibi, eğer kas kasın refleks yoldan “servo-destek” mekanizm asını
kasılm ası bir cism in deriye baskı yapm asına se ­ sağlar.
bep oluyorsa, dokunm a reseptörlerinden kalkan Ayrıca, beyin sinyali bir agonist kası uyardığında
sinyaller kasın daha fazla uyarılm asına ve b u n ­ eşzamanlı olarak antagonist kasa da gevşemesi iç ­
dan dolayı, kas kasılm asını artırarak elin daha sı­ in zıt bir sinyalin iletilmesi gerekmez; bu ileti anta-
kı kavram asına sebep olur. gonistik kas çiftlerinin fonksiyonlarını kordine et­
mek için omurilikte her zaman bulunan ıesiprokal
Spinal Motor Nöronların Uyarılması inervasyonla başarılır.
Son olarak, geriçekme, adımlama ve yürüme, ka­
Şekil 55-6 bir omurilik segmentinin enine kesitinde, şınma ve duruş mekanizm aları gibi diğer omurilik
refleks mekanizmaları beyinden gelen “em ir” sin ­
( 1 ) beyinden omuriliğe gelen çok sayıdaki motor
yalleriyle aktive edilebilirler. Böylece, beyinden ge­
yolları ve (2 ) temsili bir anteriyör motor nöronu
len basit sinyaller normal m otor aktivitelerimizin
göstermektedir. Kortikospinal ve rubrospinal yollar
birçoğunu özellikle yürüme ve vücudun farklı pos-
tiirel durumları oluşturabilmesi gibi fonksiyonları
başlatabilir.
Duyu nöronları

Propriyospinal yol M o to r Korteks veya Kortikospinal Yoldaki


Aranöronlar
Lezyonların Etkisi - "in m e "

Korteksin piramidal hücrelerinden M otor kontrol sistem i “in m e” d en en y aygın bir an om ali
gelen kortikospinal yol n edeniyle h a sa ra uğrayabilir. B u n a y a kan d a m an n ın
Rubrospinal yol yırtılarak beyin içine k a n am a sı ya d a beyn i b esley en b ü ­
yük arterlerden birinin trom b ozu n e d e n olur. H er iki d u ­
Retikülospinal yol ru m d a da korteks veya k ortik ospin al yolu b esley en kan
Anteriyör motor nöron desteği n uk leus k au d atu s ile p u ta m e n arasın d ak i inter-
nal k ap sü ld en geçtiği yerde kesilir. H ay v an lard a m otor
Motor sinir
koı teksin çeşitli kısım larının ayrı ayrı çık arılm ası ile ilgi­
li deneyler de yapılm ıştır.
Tektospinal ve
retikülospinal yollar
Primer Motor Korteksin (Piramidal Alan) Çıkarılması.
Vestibulospinal ve M aym unda dev Betz piram idal hücrelerini içeren prim er
retikülospinal yollar motor korteksin bir bölüm ünün çıkarılm ası o bölgede tem ­
sil edilen kasların çeşitli derecelerde paralizisine yol açar.
Ş E K İL 55 - 6 D aha altta bulunan nükleus kaudatus ile kom şu prom etor
Ön motor nöronlarda bütün farklı motor yolların konverjansı. ve süplem enter m otor alanlar zedelen m em işse, kaba duruş
640 ÜNİTE X I • Sinir Sistemi: C.M otor ve Entegratif Nörofizyoloji

ve ekstremite “fıksasyon" haraketleri hala yapılabildiği hal­


de, hayvan ekstremitelerinin distal segınentlerinin, özellikle
el ve parmakların ince hareketlerinin istemli kontrolünü yi­
tirir. Bu el ve parmak kaslarının kendilerinin artık kasılama-
dığı anlamına gelmez, fakat hayvanın ince hareketleri kont­
rol kabiliyetimi kaybolduğunu gösterir.
Bu sonuçlardan, piramidal alanın, hassas kontrollü hare­
ketlerin, özellikle el ve parmak hareketlerinin istemli olarak Pons
başlatılması için mutlaka gerekli olduğu anlaşılabilir. retiküler
nükleusları
Motor Kortekse Komşu Büyük Alanları Tahrip Eden
Lezyonlarm Sebep Olduğu Kas Spastisitesi. Primer
motor korteksin tek başına çıkarılması spastisiteye değil
hipotoniye neden olur. Çünkü primer motor korteks nor­
malde omuriliğin motor nöronları üzerine devamlı tonik Veatlbûler
uyarıcı etki gösterir; bu etkinin kalkması hipotoniye se­ nukleualar
bep olur.
Öte yandan, motor korteksin lezyonlarının çoğunda,
bilhassa inmede, sadece primer motor kortes değil kom­ Medulla
şu kortikal alanlar ve özellikle bazal gangliyonlar gibi se- retiküler
rebrumun derin yapıları da etkilenir. Bu durumlarda, vü­ nukleusları
cudun karşı tarafındaki (motor yollar çaprazlaşarak kar­
şı tarafa geçtiği için) etkilenen kas alanlarında hemen
her zaman kas spazmı meydana gelir. Bu spazma, pri­
mer motor korteksin kaybı veya omuriliğe inen kortikos-
pinal liflerin blokajı neden olmaz.
Oysa, spazm temel olarak korteksin piramidal bölüm
dışındaki kısımlarından kaynaklanmaktadır. Bu yollar
normalde vestibüler ve retiküler beyin sapı motor nükle-
uslarını inhibe etmektedirler. Bu nükleuslar inhibisyon Ş E K İL 55 - 7
oluşturma durumlarını kaybettiklerinde (yani, “disinhi- Retiküler ve vestibüler nükleusların beyin sapındaki yerleşimi.
be” olduklarında) spontan olarak uyarılırlar ve bu bölüm­
de daha sonra geniş olarak tartışılacağı gibi, vücudun ilgi­
li kas bölgelerinde aşırı spastik tonusa neden olurlar. Bu
normalde insandaki “iııme”ye eşlik eden spastisitedir.
Yer Çekimine Karşı Vücudun
Desteklenmesi- Retiküler ve Vestibüler
Nükleusların Rolü
MOTOR FONKSİYONUN KONTRO­
LÜNDE BEYİN SAPININ ROLÜ Ponsun ve Medullanın Retiküler
Nükleusları Arasındaki Eksitatör-
Beyin sapı medulla, p on sv e m ezensefalondatı mey­
dana gelmiştir. Beyin sapı bir bakıma omuriliğin
inhibitör Antagonizma
kranyal boşluğa doğru uzantısıdır, çünkü bu bölge­ Şekil 55-7’de retiküler ve vestibüler nükleusların
de bulunan motor ve duysal çekirdekler yüz ve baş yerleşimi görülmektedir. Retiküler nükleuslar iki bü­
bölgeleriyle ilgili duysal ve motor görevleri, tıpkı
yük gruba ayrılır: ( 1 ) P onsıın retiküler nükleusları,
omuriliğin boynun altındaki bölgeler için yaptığı şe­ ponsun hafifçe posteriyör ve hafifçe lateralinde bu­
kilde yerine getirirler. Fakat diğer bir yönden beyin lunup mezensefalonun içine uzanır, ve (2 ) m edulla-
sapı kendi kendinin yöneticisidir, çünkü aşağıda sı­
nın retiküler nükleusları, orta hatta yakın ventral ve
ralanan birçok özel düzenleyici görevi yerine getirir:
medyal olarak tüm medulla boyunca uzanırlar. Bu
1. Solunum un kontrolü iki grup nükleus esas olarak birbirine karşı antago-
2. Kardiyovasküler sistem in kontrolü nistik etki gösterir, ponstakiler antigravite kaslarını
3. Gastrointestinal fonksiyonun kontrolü uyarır, medulladakiler ise inhibe eder. Şekil 55-8'de
4. Vücudun birçok stereotip (yineleyen) hareket­ görüldüğü gibi, ponsun retiküler nükleusları eksita-
lerinin kontrolü tör sinyalleri, omuriliğin anteıiyör kolonunda bulu­
5. Dengenin kontrolü nan ponsun retikiilospinal yoluyla omuriliğe iletir­
6 . Göz hareketlerinin kontrolü.
ler. Bu yolun lifleri, ekstremitelerin ekstensör kasla­
rı ile omurga kasları gibi vücudu yerçekimine karşı
Son olarak, beyin sapı daha yüksek nöral merkez­ destekleyen vücudun aksiyal kaslarını uyaran m ed­
lerden gelen ve beyin sapına vücudun özgül fonksi­ yal anteıiyör motor nöronlarda sonlanırlar.
yonlarım başlatma veya değiştirme komutunu taşı­ Ponsun retiküler nükleuslarının doğal uyaıılabi-
yan "emir sinyalleri" için bir istasyon gibi görev yapar. lirliği çok ileri derecededir. Buna ek olarak, serebel-
Aşağıdaki bölümlerde, beyin sapının tüm-vücut lumun derin niikleuslarından ve özellikle vestibüler
hareketi ve dengenin kontrolündeki rolünü tartışa­ nükleuslardan da güçlü uyarıcı sinyaller alırlar. Bu
cağız. Bu am açlar için özellikle önemli olanlar, b e­ yüzden, ponsun retiküler uyarıcı sistemi, medulla-
yin sapının retikiilerve vestibiiler nükleuslarıdır. nın retiküler sistemi tarafından engellenmedikçe
BÖLÜM 55 • M otor Fonksiyonun Korteks ve Beyin Sapından Kontrolü 641

nundaki hem lateral hem de medyal vestibülospinal


yollarla güçlü uyarıcı sinyalleri taşırlar. Gerçekte,
ponsun retiküler sistemi vestibüler nükleusların
Medulla
retikülospinal desteği olmadan aksiyal antigravite kaslarını uyar­
yolu ma yeteneğini büyük ölçüde kaybeder. Bununla bir­
likte, vestibüler nükleusların özgül rolü, vestibüler
apareyden gelen sinyallere yanıt olarak dengeyi ko­
Lateral
vestibulospinal yol
rumak için farklı antigravite kaslarına giden uyarıcı
sinyalleri selektif olarak kontrol etmektir. Bunu bö­
Pons lümün sonunda geniş olarak tartışacağız.
Medyal retikülospinal yolu
vestibülospinal yol
Deserebre Hayvanda Spastik R ijidite G elişir
Ş E K İL 55 - 8
Vücudun aksiyal kaslarını kontrol eden anteriyör motor nöron­ Vestibüler sistemin yanısıra ponsun ve medullamn reti­
ları uyarmak (düz çizgiler) veya baskılamak (kesikli çizgiler) küler sistemleri sağlam bırakılarak, beyin sapı mezense-
üzere omuriliğe inen vestibülospinal ve retikülospinal yollar. falonun orta seviyesinin altından kesildiğinde, hayvanda
beyinsizlik katılığı (deserebrasyon rijiditesi) denen bir
durum gelişir. Bu rijidite vücudun bütün kaslarında
meydana gelmez, yalnız antigravite kaslarında yani bo­
vücudun bütün antigıavite kaslarının güçlü bir şe­ yun ve gövde kasları ile bacak ekstensörlcrinde oluşur.
kilde uyarılmasına sebep olur. Öyle ki, dört ayaklı Deserebrasyon rijiditesinin nedeni normalde beyin
hayvanlar yüksek beyin merkezlerinden herhangi korteksi, nükleus ruber ve bazal gangliyonlardan medul­
bir sinyal gelmeden yerçekimine karşı vücudu des­ lamn retiküler nükleuslarma gelen güçlü uyarıcı girişle­
tekleyerek ayakta durma pozisyonunda kalabilirler. rin kesilmesidir. Bunun sonucunda, medullamn retikü­
ler inhibitör sistemi fonksiyonunu kaybeder, böylece
M edullamn Retiküler Sistemi. Öte yandan Şekil ponsun eksitatör sistemi aşırı aktiflenerek rijidite gelişir.
Diğer rijidite çeşitlerinin başka nöromotor hastalıklar­
55-8'de görüldüğü gibi, medullamn retiküler niik-
da, özellikle bazal ganliyonların lezyoıılarında meydana
leusları, aynı antigravite anteriyör motor nöronla­ geldiğini daha sonra göreceğiz.
rına m edulanın retikülospinal yolu denen farklı bir
yolla inhibitör sinyaller iletirler. Medullamn retikü­
ler nükleuslan ( 1 ) kortikospinal yoldan, (2 ) ıubros-
pinal yoldan ve (3) diğer motor yollardan gelen
güçlü kollateıaller alırlar. Bunlar normalde, pon- VESTİBÜLER DUYULAR VE
sun retiküler sistem inden gelen uyarıcı sinyalleri DENGENİN KORUNMASI
dengelemek ve normal koşullarda vücuttaki kasla­
rın gevşemesini sağlamak amacıyla medullamn re­
Vestibüler Aparey
tiküler inhibitör sistem ini uyarırlar.
Bununla beraber, beyin pons sistemi yoluyla uyarı­ Şekil 55-9’da gösterildiği gibi, vestibüler aparey denge
larak ayakta durmayı sağlamak istediğinde, beynin ile ilgili duyulan algılayan organdır. Bu organ, tempo-
yüksek merkezlerinden gelen sinyaller medulla siste­
ral kemiğin pars peüozusunda kemik tüp ve odacık­
minde "disinhibisyon”a sebep olabilir. Bazı başka du­
lar sisteminden ibaret kem ik labirent ile bunun için­
rumlarda, medullamn retiküler sisteminin aktivasyo-
de bulunan ve membranöz labirent denen membıa-
nu vücudun belli kısımlarındaki antigravite kaslarını
nöz tüp ve odacıklardan meydana gelmiştir. Memb­
inlıibe edebilir ve bu kısımların özgül motor aktivite-
ranöz labirent apareyin fonksiyonel bölümüdür.
leı i yapmalarına izin verebilir, aksi takdirde antigravi­
Şekil 55-9'un üst kısmı membranöz labirenti gös­
te kasları gerekli hareketlere karşı koyacağından bu
termektedir. Bu labirent esas olarak koklea, üç ya-
hareketlerin yapılmaları imkansız olacaktır. rımdaire kanalı ve utrikıdus ile sakkulus olarak bili­
Bundan dolayı, eksitatör ve inhibitör retiküler
nen iki büyük odacıktan meydana gelmiştir. Bölüm
ntikleuslar kontrol edilebilir bir sistemi oluşturur­
52’de tartışılan koklea, işitmenin temel duysal orga­
lar. Korteks ve diğer odaklardan gelen sinyallerle
nıdır ve denge ile ilgisi yoktur. Buna karşın, yarım-
düzenlenen bu sistem, yerçekimine karşı koyacak
daiıe kanalları ile utrikıdus ve sakkulus denge m e­
gerekli kas kasılmasını ve ayrıca diğer fonksiyonla­
kanizmasının birbirini tamamlayan parçalarıdırlar.
rın gereği gibi yapılabilmesi için uygun kas grupla­
rının inhibisyonunu sağlar. M akulalar - Utrikulus ve Sakkulusun Yer Ç eki­
mine Göre Başın Oryantasyonunu Algılayan
Antigravite Kaslarını Uyarmada Duyu O rganları. Şekil 5 5 -9 ’un üst kısmında da
Vestibüler Nükleusların Rolü görüldüğü gibi utrikulus ve sakkulusun iç yüze­
yinde, çapı 2 mrn’den biraz daha büyük m aku la
Şekil 55-7’de görülen vestibüler nükleuslar antigra­ adı verilen küçük bir duysal alan bulunur. Utıiku-
vite kaslarını uyarmak için ponsun retiküler nükle- lustaki makula esas olarak alt yüzeyde yatay plan­
uslaııyla birlikte görev yapar. Şekil 55-8’de görül­ dadır ve şahıs dik durduğu zam an yerçekim inin
düğü gibi, lateral vestibüler nükleuslar {şekildeki en yönüne göre b aşın yön elim in i tesp it etm ed e
lateıal vestibüler alan) omuriliğin anteriyör kolo­ önem li bir rol oynar. Öte yandan, sakkulustaki
642 ÜNİTE X I • Sinir Sistemi: C .M otor ve Entegratif Nörofizyoloji

Anteriyör küçülür. Elektron m ikroskobuyla bile hem en h e ­


Ampulla m en görülem eyen ince iplikçik benzeri bağlar,
her stereosilyum un ucunu bir sonraki daha uzun
Makula ve stereosilyum a bağlar; sonuncusu da kinosilyum a
Statokonla bağlanır. Bu bağlardan dolayı, stereosilyum ile
Yarımdaire
kinosilyum birlikte kinosilyum yönünde eğildiği
kanalları zam an iplikçik şeklindeki bağlar streosilyum ları
birbiri aıdısıra hücre gövdesinden dışa doğru ç e ­
ker. Bu olay stereosilyum larııı tab an ın ın çevre­
sindeki m em brand a p ozitif iyonları geçirecek
birkaç yüz kanalı açar. Böylece, hücreyi çevrele­
yen endolenften hücre içine p ozitif iyonlar aka­
rak reseptör m em bran ın ın depolcırizasyon ım a s e ­
Posteriyör bep olur. Bunun aksine, silyum lar küm esinin
K rlsta Duktus endolenfatikus
karşı yönde (kinosilyum dan uzaklaşarak) eğil­
ampullarla m esi bağlardaki gerim i azaltır ve bu da iyon ka-

MEMBRANSI LABİRENT

Kupulanın Statokonya
jelatinsi kütlesi
Jelatinsi
Tüycükler / tabaka

Tüy
hücreleri
Sinir lifleri

Destek hücreleri Destek hücreleri

KRİSTA AMPULLARİS VE MAKULA

Ş E K İL 55 • 9
Membranöz labirent ve krista ampuUaris ile makulanın organi­
zasyonu (Goss’tan değiştirilerek: Gray’s Anatomy of Üıe Human
Body. Philadelplıia, I.ea & Febiger, 1948.)

makula düşey düzlemde yerleşmiştir ve bu n e­


denle, insan yatar durumdayken denge organı
olarak çalışır.
Her makula, içinde statokoııya adı verilen birçok
küçük kalsiyum karbonat kristallerinin gömülü bu­
lunduğu jelatinim si bir tabakayla örtülüdür. Maku-
lada Şekil 55-10’da bir tanesi görülen binlerce tiıy
hücresi de vardır; bu hücrelerden jelatinim si taba­
kanın içine kadar silyunılar uzanır. Tüy hücreleri­
nin tabanı ve yanları vestibüler sinirin duysal sinir
uçlarıyla siııaps yapar.
Statokonyanın özgül ağırlığı çevredeki sıvı ve do-
kularınkinin 2-3 katı kadardır. Bu nedenle, stato-
konyanın ağırlığı silyumları yerçekimi yönünde
eğer.

Tüy H ücrelerinin Yön D uyarlığı - Kinosilyum.


Şekil 5 5 -1 0 ’da gösterildiği gibi, her tüy hücresi
steıeosilyum lar denen 50-70 kadar küçük silyum
ile büyük bir silyum olan kinosilyum a sahiptir.
Kinosilyum daim a bir kenarda bulunur ve steıe- Ş E K İL 55 - 10
osilyum lar hü crenin diğer tarafına doğru gittikçe Denge apareyindeki membransı labirentin bir tüy hücresi.
BÖLÜM 55 • M otor Fonksiyonun Korteks ve Beyin Sapından Kontrolü 643

n alların ı kapatarak h ip erp o la riz a sy o n a seb ep


olur.
N orm al istirahat şartlarında, tüy h ü crelerin ­
den kaynaklanan sinir lifleri saniyede yaklaşık
100 kadar im pulsu sürekli taşır. Silyumlar kino-
silyum a doğru eğildiğinde impuls frekansı sa n i­
yede birkaç yüze kadar artabilir; silyum ların zıt
yönde eğilm esi ise im puls trafiğini azaltır, sıklık­
la tam am en durdurur. Bu yüzden, başın uzayda­
ki oryantasyonu d eğiştikçe ve stato ko n y an ın
ağırlığı (özgül ağırlığı çevresindeki dokulardan
2-3 kat daha fazladır) silyumları eğdikçe, beyne
dengeyi kontrol etm ek üzere uygun sinyaller ta ­
şınır.
Her makuladaki farklı tüy hücrelerinin her biri,
farklı bir doğrultuda uzanır. Bunun için bazıları
baş öne, bazıları baş arkaya diğerleri de baş yana
doğru eğildiğinde uyarılırlar. Böylece başın her
pozisyonu için, makuladan gelen sinir liflerinde
farklı bir eksitasyon kalıbı oluşur. İşte başın yer ç e ­
kim ine göre yönelim inden beyni haberdar eden Ş E K İL 5 5- 11
bu “kalıp”tır. Dönmenin başlangıcında kupulanın ve içindeki tüycüklerin
hareketi.

Yarımdaire Kanalları. Her vestibüler organda an-


teriyör, posteriyörve lateral (horizontal) semisirkil-
ler kan allar denen üç yarımdaire kanalı uzayın üç
düzlemini temsil etmek üzere birbiriyle dik açı
oluşturacak şekilde yerleşmişlerdir. Baş öne doğru
30 derece kadar eğildiğinde, letaral yarımdaire ka­
nalları yeryüzüne hem en hem en yatay duruma ge­
Statik Dengenin Korunmasında
lirler. Bu sırada, anteriyör kanallar dikey planda
ön e ve 45 derece dışa yönelik, posteriyör kanallar da
Utrikulus ve Sakkulusun Fonksiyonu
dikey planda fakat arkaya ve 45 derece dışa yönelik
Utrikulus ve sakkulusun m akulalaıındaki farklı
bulunurlar.
tüy hücrelerinin çeşitli yönlere yönelm iş olması
Her yarım daire kanalının bir ucunda a m p u lla
başın değişik durumlarında farklı hücrelerin uya­
d enen bir genişlem e vardır. Kanallar en d o len f adı
rılması açısından özellikle önemlidir. Farklı tüy
verilen viskoz bir sıvıyla doludur. Kanalların b i­
hücrelerinin uyarılma "kalıplar”ı başın yerçekim i­
rinden am pullaya akan bu sıvı am pullanın duyu
ne göre pozisyonunu sinir sistem ine bildirir. Bu­
organını şu şekilde uyarır: Şekil 55-11 her am pul-
nun üzerine, vestibüler, serebellar ve ıetiküler
lada krista am p u llaris denen küçük bir çıkıntıyı
m otor sistem ler uygun postürel kasları uyarıp
gösterm ektedir. Bu kristanın tepesinde ku pu la
dengeyi korurlar.
adı verilen jelatin im si bir kütle vardır. Baş h er­
Utrikül ve sakkül sistem inin dengeyi koruma
hangi bir yöne dönm eye başladığında, bir veya
fonksiyonu baş dikeye yakın pozisyonda iken son
daha çok yarım daire kanalındaki sıvının ataleti
derece etkindir. Gerçekten de vücut tam dik duru­
(hareketsizlik), yarım daire kanalı başla birlikte
mundan hafifçe eğilirse, insan yarım derecelik bir
d ö nerk en sıvının hareketsiz kalm asına sebep
denge bozukluğunu bile algılayabilir.
olur. Bu, sıvının kanaldan ampullaya akm asına
ve Şekil 55-11 'de koyu olarak gösterildiği gibi, ku-
pulanın bir tarafa eğilm esine yol açar. Başın aksi Lineer Akselerasyonun (D oğrusal İvm enin)
yöne dönm esi kupulanın zıt yöne eğilm esine n e ­ U trikulus ve Sakkulusun M ak u lalarıy la Tespit
den olur. Edilm eli. Vücut aniden ileriye doğru h am le yap ­
Kupulanın içinde krista ampullaris boyunca yer­ tığında, yani vücut ileriye ivme kazandığında, e t­
leşmiş tüy hücrelerinden çıkan yüzlerce silyum rafındaki sıvıdan daha büyük atalete sahip olan
vardır. Bütün bu tüy hücrelerinin kinosilyumları statokonya arkaya doğru tüy h ücrelerin in sil-
kupulanın aynı tarafına doğru yönelmiştir ve ku- yum larının üzerine düşer ve sinir m erkezlerine
pulanın bu yöne eğilmesi tüy hücrelerini depolari­ dengenin kaybolduğu bilgisi taşınır; şahıs arkaya
ze ederken karşı yöne eğilmesi hiperpolaıize eder. doğru düşecekm iş hissine kapılır. Bu otom atik
Tüy hücrelerinden, vestibüler sinir yoluyla, uzayın olarak kişinin öne eğilm esine yol açar ve bu ivme
üç düzleminde başın dönüş hızı ve yönündeki nedeniyle statokonyalaıın arkaya düşm e eğilim i
değişm eler hakkında merkezi sinir sistemini haber­ öne eğilm e ile dengeleninceye kadar sürer. Bu
dar eden sinyaller gönderilir. noktada, sinir sistem i tam denge durum unu al­
644 ÜNİTE X I • Sinir Sistemi: C .M otor ve Entegratif Nörofizyoloji

gıladığından vücut öne doğıu daha fazla eğil­ cin endolenfı yarımdaire kanalının kendisi kadar
mez. Böylece m akulalar doğrusal ivm elenm e e s­ hızlı döndürmeye başlamasıdır. Bunu izleyen 5-20
nasında dengeyi, tam am en statik dengedeki gibi saniye içinde kupula esnekliği nedeniyle yavaşça
korur. ampullanın ortasındaki istirahat pozisyonuna ge­
Makulalar doğrusal hızın tespitinde görev y a p ­ ri döner.
mazlar. Koşucular koşmaya başladığında ivme n e­ Dönme aniden durduğunda, tam amen zıt etkiler
deniyle arkaya düşmemek için öne doğru çok fazla meydana gelir; yarımdaire kanalları durduğu halde
eğilmelidirler, fakat bir vakum içinde koşuyor olsa­ endolenf dönmeye devam eder. Bu esnada kupula
lardı bir kere koşma hızına erişilince eğilmeye ge­ aksi yönde eğilerek tüy hücresi deşarjını tam am en
rek kalmayacaktı. Havanın varlığında koşulduğun- durdurur. Birkaç saniye daha sonra da endolenfin
da, sadece havanın vücuda olan direnci nedeniyle hareketi durur ve kupula giderek istirahat durumu­
dengeyi korumak için öne eğilmek gerekir; bu du­ na geldiğinden, tüy hücresi deşarjı, Şekil 55-12'nin
rumda eğilmeye sebep olan makulalar değil, uygun sağında görüldüğü gibi normal tonik seviyesine ge­
denge düzenlemelerini başlatarak düşmeyi önle­ ri döner.
yen derideki basınç reseptörlerine havanın yaptığı Böylece yarımdaire kanalı, baş dönmeye b aşla ­
basınçtır. dığında bir polarite sinyali, dönm e durduğu z a ­
man da zıt bir polarite sinyali iletir.

Yarımdaire Kanallarıyla Baş Dönüşünün


Algılanması Dengenin Korunmasında Yarımdaire Kanalının
"Önceden Tahmin" Fonksiyonu. Yarımdaire ka­
Baş aniden herhangi bir yöne dönm eye başladığın­ nalları vücudun ileri, yana veya arkaya doğı u den­
d a (buna açısal ivme denir) yarımdaire kanalların­ gesini kaybettiğini algılamadığına göre şu soru ak­
daki endolenf, atalet nedeniyle yarımdaire kanalla­ la gelebilir: Dengenin korunmasında yarımdaire
rının hareketine göre geride kalmaya meyleder. Bu, kanallarının görevi nedir? Bu kanalların tüm algıla­
kanalların içinde başın dönüşüne zıt doğrultuda dığı, şahsın başının herhangi bir doğrultuda dön­
görece sıvı akışına yol açar. meye başladığı veya durduğudur. Bu nedenle, ya-
Şekil 55-12, deney hayvanı 40 saniye süreyle rımdaire kanallarının görevi statik dengeyi koru­
dönmeye başladığında krista ampullaristeki tek mak veya doğrusal ivme esnasında ya da şahıs ka­
bir tüy hücresinde oluşan tipik deşarj sinyalini rarlı m erkezkaç kuvvetlerine m aruz kaldığında
gösterm ektedir. Bu deşarjdan (1) kupula istirahat dengeyi korumak değildir. Yine de, yarımdaire ka­
halindeyken bile tüy hücrelerinin saniyede 1 0 0 nalları görev yapmazsa şahıs hızlı değişen k a rm a ­
impulsluk tonik deşarj yaptığı; (2 ) hayvan döndü­ şık vücut hareketlerini yapmaya kalkıştığında den­
rüldüğünde tüylerin bir tarafa eğildiği ve deşarj ge yetersizliği görülür.
frekansının çok fazla arttığı ve (3) dönme devam Yarımdaire kanallarının fonksiyonunu en iyi
ederken tüy hücrelerindeki fazla deşarjın birkaç aşağıdaki örnekle açıklayabiliriz. Şahıs hızla ileri
saniyede yavaş yavaş istirahat seviyesine geri dön­ doğru koşarken ani olarak bir tarafa dönmeye
düğü görülmektedir. başlarsa, önceden uygun düzeltm e yapılm adıkça
Reseptörün adapte olm asının nedeni, dönme saniyenin kesri içinde dengesini kaybeder. Fakat
başladıktan sonra bir saniye veya daha uzun bir utıikulustaki makula, denge bozukluğunu ancak
sürede eğilmiş kupulanın oluşturduğu geri-diren- ortaya çıktıktan sonra algılar. Öte yandan, yarım-
daiıe kanalları şahsın dönm ekte olduğunu algıla­
mış olduklarından bu bilgi, ön bir dü zeltm e y a p ıl­
m adığı takdirde, saniyenin kesri içinde şalısın
dengesini yitirip düşeceği hakkında merkezi sinir
sistem ini kolaylıkla uyaracaktır. Başka bir deyim ­
le, yarımdaire kanal m ekanizm ası dengenin kay­
bolacağını denge kaybolmadan ö n ce tahm in eder
ve böylece denge m erkezlerinin uygun önleyici
ön-diizenlem eler yapm asını sağlar. Böylece, şa ­
hıs herhangi bir şekilde durumu düzeltm eye b a ş­
lam adan ön ce dengesini kaybetm ek zorunda
değildir.
Beyinciğin flokkulonodular loblarının çıkarıl­
ması yarımdaire kanallarının norm al fonksiyo­
nunu önler fakat makula reseptörlerinin fon ksi­
yonunu daha az etkiler. Bu bağlantıda özellikle
ilginç olan beyinciğin, dengede olduğu kadar vü­
cudun diğer hızlı h areketlerin in çoğund a da
Ş E K İL 5 5 - 12 “tahm in edici" bir organ olarak görev yap m ası­
Bir yarımdaire kanalı ilk önce dönmenin başlamasıyla sonra da dır. Beyinciğin bu fonksiyonları Bölüm 5 6 ’da ta r­
durmasıyla uyarıldığında bir tüy hücresinin cevabı. tışılacaktır.
BÖLÜM 55 • M otor Fonksiyonun Korteks ve Beyin Sapından Kontrolü 645

Gözleri Stabilize Eden Vestibüler


Mekanizma Nukleus nukleus Medyal longitudinal
fasikulus
Bir şahıs hareket yönünü ani olarak değiştirdiğinde ve­
ya başını yanlara, öne ya da arkaya doğru eğdiğinde bi­ Nukleus ruber
le, bakış yönünü sabit tutan bazı otomatik kontrol me­
kanizmaları olmasaydı, görüntüyü retinada sabit tut­ Retiküler madde
mak imkansız olacaktı. Ayrıca, bakışlar net bir görüntü
almaya yetecek bir süre cisme “sabiflenmezse, görün­
tünün faıkedilme olanağı azalacaktır. Başın aniden her Fastigioretiküler yol
çevrilişinde yarımdaire kanallarından gelen sinyaller,
gözlerin başın dönüş yönüne ters yönde ve aynı mik­
tarda dönmesini sağlar. Bunun sebebi Bölüm 51’de ta­ Flokkulonodular Vestibüler nükleus
nımlanan, vestibüler nükleııslar ile medya! longitudi- lob yol
nal fasikıılus üzerinden oküler nükleuslara iletilen ref­ Rubrospinal yol
lekslerdir. Retikülospinal yol

Denge ile ilgili Diğer Faktörler


Vestibüler sinirlerin vestibüler nükleııslar üzerinden (oval be­
Boyun Propriyoseptörleri. Vestibüler aparey sadece yaz alan) merkezi sinir sisteminin diğer alanları ile bağlantıları.
başın hareketlerini ve oryantasyonunu teshil eder. Bu
yüzden, sinir merkezlerinin başm vücudun oryantasyo-
nuyla ilgili bilgiyi de alması gerekir. Bu bilgi, beyin sapı­
nın vestibüler ve retiküler nükleuslarına hoyıın ve vücut­
taki propıiyoseptörlerden doğrudan ve serebellum yo­
luyla dolaylı olarak iletilir. Merkezi Sinir Sistemi ile V estibüler Organın
Dengenin korunması için gereken en önemli propri- Sinirsel Bağlantıları
yoseptif bilgiler boyundaki eklem reseptörlerinden taşı­
nır. Boyun bükülüp baş bir tarafa eğilince, boyundaki Şekil 55-13 vestibüler sinirin merkezi bağlantılarını gös­
propriyoseptörlerden gelen impulslar, vestibüler orga­ termektedir. Vestibüler sinir liflerinin çoğu, yaklaşık ola­
nın insana denge bozukluğu hissettirmesini önler. Bu­ rak medulla ile ponsun birleştiği yerde bulunan vestibü­
nu, vestibüler apereyden gelen sinyallere tamamen zıt ler nükleuslarda sonlanır. Fakat bazı lifler sinaps yapma­
sinyaller ileterek yaparlar. Bununla birlikte, bütün vi'ı- dan, beyin sapının retiküler nükleusları ile serebellumun
t'f//bir yana eğildiği zaman, vestibüler apareyden gelen fastigial nükleusları, uvular ve flokkulonodular loblarına
sinyaller boyun propriyoseptörlerinden gelen sinyalle­ geçerler. Vestibüler nükleuslarda sonlanan lifler ikinci-
rin zıt etkisiyle karşılaşmaz ve bu durumda şahıs tüm sıra nöronlarla sinaps yaptıktan sonra, serebelluma, ves-
vücudun denge durumunda bir değişiklik olacağını al­ tibiilospinal yollara, medyal longitudinal fasikulusa ve
gılar. diğer beyin sapı alanlarına, özellikle retiküler nükleusla­
ra da lifler yollarlar.
Denge reflekslerinin primer yolu vestibüler sinirlerle
Vücudun D iğer Kısımlarından Gelen Propriyosep-
başlar ve sonra hem vestibüler nükleuslara hem de sere­
tif ve Eksteroseptif Bilgi. Boynun yanısıra vücudun
belluma geçer. Bundan sonra sinyaller beyin sapı retikü­
diğer kısımlarından gelen propriyoseptif bilgi de den­
ler nükleuslarına gönderildiği gibi vestiblilospinal ve re-
genin korunmasında önemlidir, örneğin, ayak tabanla­
tikülospinal yollarla omuriliğe gönderilir. Sonra omuri­
rından gelen basınç duyulan ( 1 ) ağırlığın iki ayağa eşit
liğe gelen sinyaller, antigravite kaslarındaki fasilitasyon
olarak dağılıp dağılmadığım ve (2 ) ayaklar üzerindeki
ile inlıibisyonun etkileşimini düzenleyerek dengenin
ağırlığın daha önde veya daha arkada olup olmadığını
otomatik olarak kontrolünü sağlarlar.
bildirebilir.
Serebellumun flokkulonodular loblarının yarımdaire
Eksteroseptif bilginin dengenin korunması için özel­
kanallarından gelen denge sinyalleriyle özellikle ilgili ol­
likle gerekli olduğu bir durum, şahıs koşarken ortaya çı­
duğu sanılıyor; çünkü bu lobların tahrip edilmesi yarım-
kar. Vücudun ön yüzüne uygulanan hava basıncının sin­
daire kanallarının tahrip edilmesiyle ortaya çıkan klinik
yalleri, vücuda yerçekimininkinden farklı yönde bir kuv­
semptomların neredeyse tamamen aynısına sebep olur.
vetin uygulandığını bildirir; sonuç olarak şahıs buna kar­
Yani, bu yapılardan herhangi birinin şiddetli hasar görme­
şı koymak için öne doğru eğilir.
si, statik şartlarda dengeyi önemli ölçüde bozmaz, fakat
hareketin doğrultusu luzla değiştiğinde denge kaybına yol
D engenin Korunm asında Görsel Bilginin Önemi. açar. Serebellumun uvıılasının statik dengenin korunma­
Vestibüler organın tahribinden ve vücuttan gelen sında benzer önemli bir rol oynadığına inanılmaktadır.
propriyoseptif bilginin çoğunun kaybından sonra hile, Hem vestibüler nükleuslardan hem de serebellutn-
şahıs dengenin korunması için görsel mekanizmaları dan kaynaklanıp medyal longitudinal fasikıılus yoluyla
hala etkinlikle kullanabilir. Vücudun hafif doğrusal ve­ beyin sapından yukarıya taşınan sinyaller, başın her
ya dönme şeklindeki hareketi bile retinadaki görüntü­ dönüşünde gözlerin belli bir görsel cisimde sabitlene­
yü ani olarak kaydırır ve bu bilgi denge merkezlerine bilmesi için gözlerin düzeltici hareketlerine sebep olur.
aktarılır. Vestibüler organı tahrip olmuş bazı insanların Yukarıya, beyin korteksiııe giden sinyaller (ya aynı yolla
gözleri açık olduğu ve bütün hareketler yavaşça yapıl­ veya retiküler yollarla), paryetal lobda sylvius fisiirü-
dığı müddetçe dengeleri neredeyse normaldir. Fakat nün derinliklerinde, süperiyör temporal girusun işitme
hareket hızlı yapılır veya gözler kapatılırsa denge he­ alanının bulunduğu fisürün karşı tarafında bulunan
men kaybolur. dengenin primer motor korteks alanında sonlanır. Bu
646 ÜNİTE X I • Sinir Sistemi: C .M otor ve Entegratif Nörofizyoloji

sinyaller vücudun denge durumunun algılanmasına


yarar. B İL İN Ç D IŞ I, S T E R E O T İP H A R E K E T L E R İN
Beyin sapının her iki tarafında bulunan vestibiiler
K O N T R O LÜ N D E B E Y İN S A P I
nüıkleuslar dört alt bölüme ayrılır: (1 ve 2) Siiperiyör
ve medyal vestibiiler nüıkleuslar, sinyallerini başlıca N Ü K L E U S L A R IN IN F O N K S İY O N L A R I
yarımdaire kanallarından alırlar. Sonra da mediyal
longitudinal fasikulusa göz hareketlerini düzeltici Mezensefalonun üstündeki beyin yapıları bulunmayan,
sinyaller ve medyal vestibulospinal yola da boyun ve anensefalik denen çocuklar nadiren doğar. Bu çocuklar­
başın uygun hareketini sağlamak için çok sayıda sin­ dan bazıları aylarca yaşatılmıştır. Bunlar emme, hoşa git­
yal gönderirler.{3)Lateral vestibiiler niikleus, inervas- meyen besinleri ağızdan çıkarma ve parmakları emmek
yonunu esas olarak utrikulus ve sakkulus sağlar. Son­ üzere ağza götürme gibi beslenmeyle ilgili bütün fonksi­
ra statik vücut hareketini kontrol etmek için lateral yonları yapabilirler. Ayrıca esneyip gerinebilirler. Ağlaya­
vestibulospinal yolla omuriliğe çıkış sinyalleri iletilir. bilir, baş ve göz hareketleriyle cisimleri izleyebilirler. Ba­
(4) İnferiyör vestibiiler niikleus, yarımdaire kanalları caklarının yukarı ön yüzüne basınç uygulandığında, ba­
ile utrikulustan sinyal alır, sonra hem beyin sapının caklarını kendilerine çekerek oturur duruma getirirler.
retiküler formasyonuna hem de serebelluma sinyal O halde, insandaki stereotip motor fonksiyonların bir
gönderir. çoğunun beyin sapında entegre edildiği açıktır.

REFERANSLAR
A bem ethy B : T h e Biophysical Foundations o f area interferes with the organization o f fu­ Pinker S : How the M ind W orks. New Y ork:
Human M ovem ents. C ham paign, IL: Hu­ ture elem ents in com plex m otor sequences. Norton, 1997.
man K in etics, 1997. Brain 1 2 0 :1 5 8 7 , 1997. Pitman V , M acK en zie K : R eflexolog y. C hel­
A she J : Fo rce and the m otor cortex. Behav H arris-W arrick R , Hoy R : M otor Control. tenham, U K : S. T h o m cs Publishers, 1997.
Brain R es 8 6 :1 , 1997. W est W arw ick, RT: G rass Instrument D ivi- R eilly T , Atkinson G, W aterhouse J : B io lo g i­
B erth oz A : Nlultisensory Control o f M ove­ son o f A stro-M ed Inc, 1998. cal Rhythm s and E x e rc ise. N ew Y ork: O x ­
ment. N ew Y o rk : O xford U niversity Press, H ood L J : C lin ical A pplications o f the Auditory ford U niversity Press, 1996.
1993. Brainstem Response. San D iego: Singular Rothw ell JC : Techniques an d'm ech anism s o f
B le ssin g W W : Inadequate fram ew orks for un­ Publisher Group, 1998. action o f transcranial stim ulation o f the hu­
derstanding bodily hom eostasis. Trends Howard IP : Interactions within and between man m otor cortex. J N eu rosci M ethods 7 4 :
N eurosci 2 0 :2 3 5 , 1997. the spatial senses. J V estib R e s 7 :3 1 1 , 113, 1997.
B le ssin g W W : T h e Low er Brainstem and Ho­ 1997. Row ell L B , Shepherd JT : H andbook o f Phy si­
m eostasis. New Y o rk: O xford University Houk JC : On the role o f the cerebellum and ology, S e e . 12: E x e rc ise: Regu lation and
Press, 1997. basal ganglia in cognitive signal processing. ' Integration o f M ultiple System s. New Y ork:
B o w e r B : C reatures in the brain. S c i News Prog Brain R e s 1 1 4 :5 4 3 , 1997. O xford U niversity P ress, 1 9 96.
1 4 9 :2 3 4 , 1996. Inglis WL, W inn P: T h e pedunculopontine teg­ Rowland L P : M erritt’s T e x tb o o k o f Neurology.
Brod al P: T h e Central Nervous System . New mental nucleus: where the striatum meets Baltim ore: W illiam s & W ilkin s, 1995.
Y o rk : O xford U niversity Press, 1998. the reticular formation. Prog Neurobiol 4 7 : Sanes JN , Donoghue JP : S ta tic and dynam ic
Cannito M P, Y orkslon K M , Bcukelm an D R : 1, 1995. organization o f m otor co rtex . A dv Neurol
N eurom otor Speech D isorders. Baltim ore: Ito M : Brain and M ind. Amsterdam: Elsevier, 7 3 :2 7 7 , 1997.
Paul H. B ro o k e s Publishing C o, 1998. 1997. S a ta lo ff R T : V o ice P erspectives. San D iego;
Capaday C : N europhysiological methods for Jam i L : G olgi tendon organs in mammalian Singular Publishing Group, 1998.
studies o f the motor system in freely mov­ skeletal m uscle: functional properties and Schw artz JC , A rrang JM , G arbarg M , et al:
ing human subjects. J Neurosci M ethods central actions. Physiol R ev 7 2 :6 2 3 , 1992.
H istam inergic transm ission in the m am m a­
7 4 :2 0 1 , 1997. Jo el D, W einer I: T h e connections o f the pri­
lian brain. Physiol R ev 7 1 :1 , 19 9 1.
Cesarani A , A lpini D , C laussen C F : Vertigo mate subthalam ic nucleus: indirect path­
Seitz R J, Freund H J: P lasticity o f the human
and D izziness R ehabilitation. B erlin : ways and the open-interconnected schcm c
m otor cortex. Adv Neurol 7 3 :3 2 1 , 1997.
Springer, 1999. o f basal ganglia-thalam ocortical circuitry.
Sherrington C S : D ecerebrate rigidity and reflex
Brain Res Brain Res R ev 2 3 :6 2 , 1997.
C ohen H S: N euroscience for RehabilitaU'on. coordination o f m ovem ents. J Physiol
K eifer J , Houk JC : M otor function o f the cere-
Philadelphia: Lippincott-R aven, 1998. (Lond) 2 2 :3 1 9 , 1898. -
bellorubrospinal system . Physiol Rev 7 4 :
Connolly K J, Forssberg H: Neurophysiology S tein P S G : N eurons, N etw orks, and M otor B e ­
5 0 9 , 1994.
and N europsychology o f M otor D evelop­ havior. Cam bridge, M A : M IT Press, 1997.
Kurlan R : Treatm ent o f M ovem ent Disorders.
ment. London: M acK eith Press, 1997. Steriade M : A rousal: revisiting the reticular ac-
Philadelphia: J B Lippincott, 1994.
Cordo P, B e ll C C , Hemad S R : M otor Learning . tivating system . S c ie n c c 2 7 2 :2 2 5 , 1996.
Lovick T A : T h e medullary raphe nuclei: a sys­
and Synaptic Plasticity in the C erebellum . Steriade M , Jon es E G , M cC o rm ick D: T h ala­
tem for integration and gain control in auto­
Cam bridge, U K : Cam bridge U niversity mus. A m sterdam : E lsevier, 1997.
nom ic and som atom otor responsiveness?
Press, 1997. T h ier P, Kam ath H O: Parietal L o b e Contribu­
Exp Physiol 8 2 :3 1 , 1997.
du L a c S , Raym ond JL , S ejn ow ski T J , Lisber- tions to Orientation in 3 D S p a ce. B erlin :
Masterman D L , Cum m ings J L : Frontal-subcor-
ger S G : L earning and m em ory in the vesti- Springer, 1997.
lical circuits: the anatom ic basis o f execu ­
bulo-ocular reflex. Annu Rev N eurosci 18: Thom as P: Parkinson’s d isea se— pallidotom y
tive, social and m otivated behaviors. J Psy­
4 0 9 . 1995. chopharm acology 1 1 :1 0 7 , 1997. the second tim e around. Harvard Health
Fetter M : T hree-D im ensional K in em atics o f M iddleton F A , S trick P L : C erebellar output Lett Sept: 4 , 1996.
E y e, H ead, and L im b M ovem ents. A mster­ channels. Int R e v Neurobiol 4 1 :6 1 , 1997. W ise S P , Boussaoud D, Joh n so n P B , Cam initi
dam: Harwood A cad em ic Publishers, 1997. Moran M J, Z u lla-Jon cs E : Learning about R : Prem otor and parietal cortex: corticocor-
G arw icz M , E kero t C F , Jo m tell H: O rganiza­ V o ice. San D iego: Singular Publishing tical connectivity and com bin atorial com pu­
tional principles o f cereb ellar neuronal cir­ Group, 1998. tations. Annu R e v N cu rosc 2 0 :2 5 , 1997.
cuitry. News Physiol S c i 1 3 :26, 1998. O beso JA : T h e B a sa l G anglia and New Surgi­ Y eom ans J S , Frankland P W : T h e acoustic star­
G e rlo ff C , C ornw ell B , Chen R , et al: Stim ula­ cal Approaches for Parkinson’s Disease. tle reflex: neurons and con n ections. B rain
tion over the human supplementary motor Philadelphia: Lippincott-Raven, 1997. R es Brain Res R ev 2 1 :3 0 1 ,1 9 9 5 .
Serebellum, Bazal Gangliyonlar ve
Genel M o to r Kontrol

Kas aktivitesinin kontrolünde seıe b ıa l koıteks sinyallere uyum sağlam aları için m otor aktiviteler-
alanlarının yanı sıra, beynin diğer iki yapısı da nor­ de düzenleyici ayarlam alar yapm ası ve onları izle­
mal motor fonksiyon için gereklidir. Bu yapılar se­ mesidir
rebellum ve bazal gaııgliyonlardır. Bu yapılar tek Serebellum beyindeki m otor kontrol alanların­
başlarına kas aktivitesini sağlayamazlar. Ancak, dan sürekli olarak, kas kontraksiyonlarının uym a­
m otor kontrolle ilgili diğer sistemlerle ilişki kurarak sı istenen programları hakkında en son bilgileri
bu görevi yerine getirirler. alır. Ayrıca, sürekli olarak vücudun perifeıik kı­
Temel olarak, serebellum bir hareketten diğerine sımlarından vücudun her parçasının durumunu,
hızlı ve düzgün geçişte ve motor aktivitelerin za­ hareket hızını, etkileneceği kuvvetleri v.s. bildiren
manlam asında önemli ve yumuşak rol oynar. Ayrı­ duysal bilgiler de alır. Serebellum , perifeıik duy­
ca, agonist ve antagonist kas grupları arasında ge­ sal feedback bilgilerin saptadığı m evcut hareket­
rekli etkileşimin düzenlenmesi ve kas yükü değişti­ ler ile m otor sistem lerde am açlanan hareketleri
ğinde kas kasılma şiddetinin kontrolüne yardımcı karşılaştırır. Eğer her ikisi (yapılan ile yapılm ak
olur. istenen hareket) birbirine uymazsa, belirli kasla­
Diğer taraftan, bazal gangliyonlar, özel karmaşık rın aktivasyoıı düzeylerini azaltıcı ya da artırıcı
motor amaçlara ulaşmak için, paralel ve çoklu ardı­ uygun düzeltme sinyalleri geriye, m otor sistem e
şık hareketlerin ardaıda gelmesinde, hareketlerin gönderilir.
doğrultusunun, ardışık hareketlerin nisbi şiddeti­ Buna ek olarak, serebellum m evcut hareket h e ­
nin düzenlenmesine ve karmaşık kas hareketleri­ nüz devam ederken sonraki ardışık hareketin, sa ­
nin planlanması ve kontrolüne yardım eder. niyenin kesri kadar kısa bir sürede önceden plan­
Bu bölüm, motor aktivitenin karmaşık koordi­ lanm asında beyin korteksine yardım eder. Böyle-
nasyonunu sağlayan tüm beyin mekanizmaları ce bir hareketten diğerine geçişin sarsıntısız ol­
hakkında ne bildiğimizi tartışmakta ve serebellum m asına katkıda bulunur. Serebellum kendi yaptığı
ile bazal gangliyonlara ait görevlerin temel m eka­ hatalardan da öğrenmektedir. Eğer bir hareket
nizmalarını açıklamaktadır. tam istendiği gibi gerçekleşm ezse serebellar dev­
reler bir sonrakinde daha güçlü veya daha zayıf
hareket yapmayı öğrenirler. Bunu yapabilm ek için
ilgili serebellar nöronların uyarılabilirliğinde de­
ğişiklik meydana gelir. Böylece, sonraki kasılm ala­
SEREBELLUM VE MOTOR rın am açlanan hareketlere daha uygun olm aları
FONKSİYONLARI sağlanır.

Şekil 56-1 ve 56-2’de gösterilen serebellum uzun


süre beynin sessiz alan ı olarak adlandırıldı. Çünkü Serebellumun Anatomik Fonksiyonel
serebellumun elektriksel uyarılması bilinçli bir du­ Alanları
yu oluşturmadığı gibi nadiren bir motor harekete
Anatomik olarak serebellum iki deıin yarık ile Şekil 56-1
sebep oluyordu. Serebellumun çıkarılması hare­ ve 56-2’de görüldüğü gibi üç loba ayrılır: (1) ön (anteri-
ketlerin önemli ölçüde anormal olmalarına sebep yor) lob, (2) arka (posteriyor) lob, (3) flokkulonodiiler lob.
olmaktadır. Serebellum, özellikle koşma, daktilo ile Flokkuloııodüler lob serebellumun en eski parçasıdır.
yazı yazma, piyano çalm a ve hatta konuşma gibi Bölüm 55’de tartışıldığı gibi burası, vücut dengesini sağ­
hızlı kas aktivitelerinde hayati bir rol oynar. Beynin layan vestibliler sistemle birlikte gelişir ve birlikte görev
bu bölgesinin kaybı, kaslarda paıalizi oluşturmasa yapar.
bile, hem en hemen bütün bu faaliyetlerin koordi­
Ön ve Arka Lobların Longitüdinal Fonksiyonel Bö­
nasyonunu bozar.
lümleri. Bu loblar fonksiyonel bakımdan ön ve aıka lob­
Acaba, serebellum direkt olarak kas kasılmaları­ lar şeklinde değil, Şekil 56-2’de görüldüğü gibi uzunlama­
na yol açmadığı halde nasıl bu kadar önemli olabi­ sına eksen boyunca organize olmuştur. Şekil insan seıe-
lir? Bunun cevabı, serebellum un m otor aktivitelerin bellumunun, arka lobun alt ucu normal gizlenmiş duru­
sırasını belirlem eye yardım etm esi ve ayrıca, beyin munun aşağıya doğru kıvrılmasından sonraki arkadan
korteksi ile beynin diğer kısım larından çıkan m otor görünüşünü vermektedir. Serebellumun merkezinde dar

647
640 UNITE X I • Sinir Sistemi: C. M otor ve Entegratif Nörofizyoloii

Anterlyor lob

Serebellumuıı anatomik loblarının yandan görünüşü.

Ş E K İL 56 - 3
bir şeridin, geri kalan bölümlerden derin olmayan oluk­ Serebelluın korteksinde somatik duyu projeksiyon alanları.
larla ayrıldığına dikkat ediniz. Bu bölüme vermis adı veri­
lir. Bu alanda boyun, omuz, kalça ve aksial kas hareketle­
rinin serebellar kontrolünün büyük bir bölümü yer alır.
kısmında, ekstremiteler ile yüz kısmının ise ara bölge­
Vermişin her iki yanında serebellar hemisferler çıkıntı
lerde temsil edildiğine dikkat ediniz. Bu topografik tem­
yapmaktadır. Bu hemisferleriıı her biri de ara (interme­
sil alanlarının her biri kendileriyle ilgili vücut kısımla­
diate) ve yan (lateral) bölgelere ayrılmıştır.
rından ve beyin sapı ile korteksteki uygun topografik
Hemisferlerde ara bölge üst ve alt ekstremitlerin distal
motor alanlarından afferent sinyaller alır. Aynı şekilde
kısmındaki kaslar, özellikle el, ayak ve parmaklar ile ilgi­
buralardan da motor korteks, nukleus rııber ve retiküler
li kasların kasılmasıyla ilgilidir.
formasyonunun benzer topografik temsil alanlarına
Hemisferin yan bölgesi, ardışık motor hareketlerin ge­
sinyaller gönderilir.
nel planlanmasında beyin korteksine katıldığı için daha
Ancak, serebellumun geniş yan bölümlerinde vücut
dolaylı bir görevi üstlenmiştir. Bu bölge olmaksızın vü­
topografik olarak temsil edilmez. Serebellumun bu alan­
cudun ince motor aktivitelerinde uygun zamanlama ve
ları tamamen ve yalnızca serebral korteksten özellikle
sıralama yapılamadığından, hareketler daha sonra tartı­
de, parietal korteksin somatik duyu ve duyu asosiyasyon
şılacağı gibi normal koordinasyonunu kaybeder.
alanları ile flrontal korteksin motor ve pıemotor alanla­
rından giriş sinyallerini alırlar. Asosiyasyon alanları ile
Vermis ve Arka Bölgelerde Vücudun Topografik
olan bu bağlantı sayesinde serebellar hemisferlerin late-
Temsili. Duyu korteksi, motor korteks, bazal gangliyon-
ral kısımları, saniyenin kesri içinde gerçekleşen ardışık
lar, nukleus rııber ve retiküler formasyonda vücudun
hızlı kas aktivitesinin planlama ve koordine edilmesinde
farklı kısımları topografik olarak temsil edilmiştir. Aynı
önemli rol oynar.
durum serebellumun vermis ve ara bölgeleri için de
doğrudur. Şekil 56-3 böyle iki temsili göstermektedir.
Vücudun eksenindeki bölgeler serebellumun vermis S e re b e llu m u n N ö ro n al D evresi

İnsan serebellar koı Leksi Şekil 56-2 ve 56-3’de gösterildi­


ği gibi gerçekte 17 cm genişlikte, 120 cm uzunlukta eni­
Hemisfer Vermis ne kıvrımların yer aldığı geniş kıvrılmış bir tabakadan
ibarettir. Her bir enine kıvrıma folium adı verilir. Sere­
bellar korteksin kıvrıntılı kitlesinin derininde ve altında
derin nukleuslar yer alır.

Serebellum un Giriş Yolları

Beynin Diğer Bölgelerinden Gelen Afferent Yollar.


Serebellumun ana giriş yolları Şekil 56-4'de gösterilmek­
tedir. Yoğun ve önemli bir giriş yolu kortikopontoserebel-
lar yoldur. Bu yol duysal korteks, premotor korteks ve
motor korteksten kaynaklanarak ponsdaki çekirdekler ve
pontoserebellar yollar üzerinden geçerek serebellumun
karşı hemisferinin çoğunlukla lateral bölgelerine gelir.
/ \ Vermiş Flokkulonodüler
Buna ek olarak, beyin sapının her iki tarafından kay­
Hemisferin lateral Hemisferin lob naklanan önemli afferenet yollar vardır. Bunlar, 1) Yo­
bölgesi ara bölgesi ğun olivoserebellaryol: Bu yol inferior olivaıisdan sere-
belluma geçer ve omurilik, yaygın retiküler formasyon
Ş E K İL 56 - 2 alanları, bazal gatıgliyonlar ve motor korteksden gelen
Serebellumun fonksiyonel bölümlerinin arka aşağıdan liflerle uyarılırlar. 2) VestibuloserebeUar lifler. Bu liflerin
görünüşü: en alt bölümü dışarı doğru kıvrılarak düzlem haline bir bölümü doğrudan vestibüler çekirdeklerden, bir bö­
getirilmiştir. lümü de vestibüler apareyden kaynaklanarak çoğun-
BÖLÜM 56 • Serebellum, Bazal Gangliyonlar ve Genel M otor Kontrol 649

Anteriyor likten gelen sinyaller spinoretikiîler yollarla beyin sa­


iQb Superiyor serebellar pının retiküler formasyonuna ve spino-olivar yolla
pedinkül nukleus olivaris inferiora taşınırlar. Böylece, serebel­
Ventral
spınoserebellar lum bilinç dışı çalıştığı halde, vücudun bütün kısımla­
yol rının hareketi ve durumu hakkında sürekli olarak bilgi
Serebropontil alır.

Serebellum dan Çıkış Sinyalleri

Orta serebellar Serebellumun Derin Çekirdekleri ve Efferent Yollar.


pedinkül Serebellumun kitlesi içinde üç adet derin serebellar çe­
Vestibuloserebellar yol kirdek bulunur. Bunlar nukleus dentatus, interpositııs
Olivoserebellar ve (ara çekirdek) ve fastigii'dir. Flokkulonodüler lobun koı -
retiküloserebellar yol teksi ile direkt bağlantıları olması sebebiyle medulladaki
serebellar pedinkül vestibiiler çekirdeklerbir anlamda derin nukleus gibi gö­
Vental spınoserebellar yol rev yaparlar. Bütün bu derin ııukleuslar iki kaynaktan
Dorsal spınoserebellar yol sinyal alırlar: (1) Serebellar korteks ve (2) serebelluma
gelen afferent yollar.
Ş E K İL 56 - 4 Serebelluma gelen her sinyal hemen ayrılarak iki
Serebelluma gelen başlıca afferent yollar. doğrultuda ilerler: ( 1 ) doğrudan derin çekirdeklerin bi­
rine ve (2 ) derin nukleusun üstündeki serebellar kor-
teksin ilgili alanına aktarır. Oradan da kısa bir süre son­
ra, serebellar korteksin inhibitor çıkış sinyalini tekrar
lukla serebellumun flokkıılonodiiler lobu ile tıukleus aynı derin nukleusa geri gönderir. Böylece serebelluma
fastigii'de sonlanırlar. 3) Retiküloserebellar lifler, retikü- gelen bütün giriş sinyalleri kısa bir süre içinde inhibi­
ler formasyonun çeşitli bölümlerinden kaynaklanarak tor sinyaller izler. Çıkış sinyali beynin diğer bölümleri­
serebellumun orta hattaki alanlarında (başlıca vermiş) ne dağılmak üzere derin çekirdeklerden serebellumu
sonlanır. terkeder.
Serebellumdan çıkan başlıca efferent yolların genel
Periferden Gelen A fferent Yollar. Serebellum aynı planı Şekil 56-6’da gösterilmektedir.
zamanda vücudun periferik bölümlerinden, ikisi omu­
rilikte arkada, ikisi de önde olmak üzere her iki taraftan 1. Serebellumun orta kısmından (vermis) kaynaklana­
dört ayrı yolla önemli duysal sinyalleri direkt olarak rak fastigial nukleuslardan geçip beyin sapındaki me­
alır. Bu yollardan en önemli ikisi Şekil 56-5'de gösteril­ dulla ve pons bölgelerine varan bir yol. Bu devre, denge
mektedir. Bu iki yol, dorsal spinoserebellar yol ve vent- apareyi ve vestibuler çekirdekler ile yakın ilişki içinde
ral spinoserebellar yoldur Dorsal yol serebelluma infe- vücudun dengesini kontrol eder. Aynı zamanda beyin
rior serebellar pedinkül yoluyla girer ve kaynaklandığı
taraftaki serebellumun vermiş ve ara bölgelerinde son-
lanırlar. Ventral yol superiyor serebellar pedinkül yo­
luyla serebelluma girer ve serebellumun her iki tarafın­
da sonlanırlar.
Dorsal spinoserebellar yollar içinde iletilen sinyal­ Superiyor serebellar
ler, başlıca kas iğciklerinden, daha küçük ölçüde de pedinkül
bütün vücuttaki Golgi tendon organları, derideki bü­ Ventral spinoserebellar yol
yük dokunma reseptörleri ve eklem reseptörleri gibi
somatik reseptörlerden gelir. Bütün bu sinyaller sü­
rekli olarak serebelluma kasların ( 1 ) kontraksiyon du­ Serebellum
rumunu, (2) kas tendonlarındaki gerim derecesini, (3)
vücudun çeşitli kısımlarının durumunu, hareket hız­
İnferiyor serebellar
larım ve (4) vücut yüzeyine etkili olan kuvvetler hak­
pedinkül
kında bilgi verir.
Medulla oblongata
Diğer taraftan, ventral spinoserebellar yollar periferik
reseptörlerden daha az bilgi alır. Bunlar esas olarak, 1) Dorsal eksternal arkuat lif
rubrospinal ve kortikospinal yollarla beyinden, 2 ) omiri-
lik içinde kaynaklanan ve omuriliğin ön boynuzuna ula­
şan motor sinyallerle uyarılırlar. Böylece, bu ventral lif Ventral spinoserebellar
yolu serebelluma, ön boynuzlara gelen motor sinyalin yol
ne olduğunu bildirir. Bu feedback’e ön boynuz motor
uyarının efferent kopyası adı verilir. Omurilik
Spinoserebellar yollar, impulsları saniyede 120 metre
gibi büyük bir hızla ilettiklerinden, bütün merkezi sinir Dorsal spinoserebellar
sistemindeki en hızlı ileti sistemini oluştururlar. Bu son yol
derece hızlı ileti, serebellumun periferal kas hareketle­
rindeki değişimleri anında öğrenmesi bakımından
önemlidir. Clarke hücreleri
Spinoserebellar yollarla taşınan sinyallere ek olarak,
periferden sinyaller spinal dorsal kolonlar vasıtasıyla,
medullanm dorsal kolon nukleuslarına ve sonra bura­ Ş E K İL 56 - 5
dan da serebelluma aktarılırlar. Benzer şekilde, omuri­ Spinoserebellar yollar.
650 ÜNİTE X I • Sinir Sistemi: C. M otor ve Entegratif Nörofizyoloji

rekt bağlantılardan kaynaklanır. İnhibitör etki ise


Nukleus dentatus tümüyle serebellum korteksindeki Purkinje hücre­
Serebellotalamokortikal yol
sinden kaynaklanır.
Talamus'a Seıebellum a gelen affeıent girişler iki tiptir. Bun­
Nukleus ruber lar tırmanıcı lifler ve yosunsu lifler olarak adlandı­
rılır.
Mezensefalon
retikulum Tırm anıcı liflerin tümü m ed u llad aki iııferiyor
Superiyor serebellar olivaris'den kaynaklanır. Yaklaşık 5 ile 10 Purkinje
pedinkül hücresine bir tırm anıcı lif düşmektedir. Her tırm a­
Fastigioretiküler yol nıcı lif birçok derin çekirdek hücresine dallar gön­
Nukleus fastigili derdikten sonra, serebellum korteksinde molekü-
astigioretiküler yol ler tabakaya kadar uzanarak her bir Purkinje h ü c­
Paleoserebellum
resinin soma ve dendritleriyle yaklaşık 300 kadar
sinaps yapar. Tırm anıcı lifin ayırıcı özelliği, ilettiği
Ş E K İL 56 - 6 tek bir impulsla, bağlanülı olduğu Purkinje hücre­
Serebellıımdan çıkan başlıca efferent yollar. sinde tek, uzun süreli ( 1 sn’ye kadar), şiddetli bir di­
kensi potansiyel ile başlayan sonra zayıflayan se-
konder dikensi potansiyeller ile devam eden özel
sapındaki retiküler formasyonla da işbirliği yaparak vü­ bir aksiyon potansiyeline sebep olmasıdır. Bu aksi­
cudun durumuyla ilgili davranışların kontrolünde görev yon potansiyeline kom pleks spike adı verilir.
alır. Bu konu Bölüm 55’de denge ile ilgili olarak ayrıntılı
Yosunsu lifler, beynin üst merkezleri, beyin sapı
olarak tartışılmıştır.
2. Serebellar henıisferin (1) ara bölgesinden kaynakla­ ve omurilik gibi bir çok farklı yerlerden serebellu-
nıp (2) ara nukleusa geçerek oradan (3) talanuısun vent- m a gelen liflerdir. Bu lifler de derin nukleus hücre­
ıoanterior ve ventrolateral nukleuslarından (4) serebral lerine uyarıcı kollateıaller gönderirler. Bu lifler da­
kortekse, (5) talanı usun orta çizgideki birçok yapılarına ha sonra korteksin granüler tabakasına uzanarak
ve oradan da (6 ) bazal gangliyonlara, (7) beyin sapının çok sayıda graniti hücresiyle sinaps yaparlar. Gra-
üst bölgesindeki retiküler formasyon ve nukleus rıtbere nül hücreleri de çapları 1 mikrondan daha az olan
gelen bir yol. Bu karmaşık devre, başlıca ekstıemitlerin çok küçük aksonlarını, ınoleküler tabakaya girecek
periferik bölümlerindeki, özellikle eller, el ve ayak par­
şekilde serebellum korteksinin dış yüzeyine kadar
maklarındaki agonist ve antagonist kasların resiprokal
kasılmalarının koordine edilmesine yardımcı olur. gönderirler. Aksonların her biri burada ikiye ayrıla­
3. Serebellar lıemisferin yan bölgesinin korteksinden rak folia’ya paralel yönde 1-2 mm uzanırlar. Her bir
başlayan ve nukleus dentatıısa oradan da talanuısun Purkinje hücresine karşılık 500-1000 gıanül hücre­
ventrolateral ve ventroanteriyoı nukleuslarından geçe­ si bulunduğundan paralel sinir liflerin sayısı mil-
rek sonunda serebral kortekse gelen yol. Bu yol beyin kor- yarlarcadır. Purkinje hücrelerinin dendritleri ıııole-
teksi tarafından başlatılan ardışık motor aktiviteleriıı ko­ küler tabakaya uzanır ve her Purkinje hücresi bu
ordinasyonuna yardımcı olmada önemli rol oynar. paralel liflerden 80.000-200.000'i ile sinaps yapar.
Yosunsu liflerin Purkinje hücrelerine girişi, sinap-
Serebellar Korteksin Fonksiyonel tik bağlantılarının zayıf olmasından dolayı tırmanıcı
Ünitesi -Purkinje Hücresi ve Derin liflerinkinden oldukça farklıdır. Purkinje hücresini
Çekirdek Hücresi uyarmak için oldukça fazla sayıda yosunsu lifin aynı
anda uyarılması gerekir. Ayrıca, bu aktivasyon, tır­
Serebellumda 30 milyona yakın, hem en hemen ay­ manıcı lifin sebep olduğu uzun, kompleks aksiyon
nı görevi yapan fonksiyonel ünite vardır. Bunlar­
dan biri Şekil 56-7’de solda gösterilmektedir. Bu Moleküler
> tabaka
fonksiyonel birim, serebellum korteksinde 30 mil­
yon kadar olan çok büyük Pıukiııje hücresi ile bu­ Purkinje c/>
\ hücre <D
nun karşılığı olan bir derin çekirdek hücresinin et­ tabakası to:
rafında oluşur. İGranüler M
Şekil 56-7'de sağ ve üstte gösterildiği gibi serebel­ §İ»} hücre •
Granül hücrelerj^yy tabakası
lar korteks, moleküller tabaka, Purkinje hücre taba­
kası ve granitler tabaka olmak üzere üç tabakadan / T w ıDerin
çekirdekler
ibarettir. Bu tabakaların altındaki serebellum kitle­ Yosunsu lif
sinin içinde derin çekirdekler bulunur. V
Giriş Giriş
(inferiyor olivaris) (Olivaris’in dışında
Fonksiyonel Ünitenin Nöronal Devresi. Şekil diğer afferentlerin tümü)
56-7'nin sol yarısında serebellumda küçük deği­ Çıkış
şimlerle 30 milyon kez tekrarlanan fonksiyonel
ünitenin nöronal devresi görülmektedir. Fonksiyo­ Ş E K İL 56 - 7
nel ünitenin çıkışı derin çekirdek hücresinden olur. Şeklin solunda, serebellumun temel nöronal devresi görül­
mektedir. Hksitatör nöronlar kırmızı, Purkinje hücresi (inhibi­
Bu hücre sürekli olarak hem eksitatör hem de inhi­
tör nöron) siyah renkte gösterilmiştir. Şeklin sağ kısmında, se-
bitor etkiler altındadır. Eksitatör etkiler, beyin veya rebellumım derin çekirdeklerinin üç tabakalı serebellar kortek­
perifeıden seıebellum a giren afferent lifler ile di­ se göre yerleşimi görülmektedir.
BÖLÜM 56 • Serebellum, Bazal Gangliyonlar ve Genel M otor Kontrol 651

potansiyelinden farklı olarak, basit spike denen daha S e re b e llu m u n A ç m a /K a p a m a ve


zayıf, kısa süreli bir aksiyon potansiyeli şeklindedir. K a p a m a /A ç m a Çıkış S in ya lle ri
Purkinje Hücreleri ve Derin Çekirdek Hücrele­ Serebellumun tipik fonksiyonu, bir hareketin baş­
ri N orm al İstirahat Koşullarında Sürekli Olarak langıcında, agonist kaslar için hızlı açm a sinyalleri
A teşlem e Yaparlar. Purkinje ve derin çekirdek ve antagonist kaslar için de aynı ana rastlayan re-
hücrelerinin karakteristik özellikleri sürekli olarak sipıokal kapatma sinyallerinin sağlanm asına yar­
ateşlem e yapmalarıdır. Purkinje hücreleri saniyede dımcı olmaktır. Hareketin sonuna yaklaşılırken ise,
50-100 aksiyon potansiyeli oluştururlar. Bu sayı de­ serebellum temelde antagonistler için açm a sinyal­
rin çekirdek hücrelerinde daha fazladır. Ayrıca, bu leri, agonistler için kapatma sinyallerinin oluştu­
her iki tip hücrenin çıkış aktivitesi aşağı veya yuka­ rulması ve zamanlam asından sorumludur. Tüm
rı doğru değiştirilebilir. ayrıntıların bilinmemesine rağmen, Şekil 56-7'deki
temel serebellar devrenin nasıl çalıştığı aşağıdaki
Serebellumun Derin Çekirdeklerinde Eksitas- gibi tahmin edilebilir.
yon ile İnhibisyon Arasındaki Denge. Şekil 56- Bir hareketin başlangıcında agonist/antagonist
7 ’deki devreye tekrar bakıldığında, derin çekirdek kasılmaya ait açma/kapama sistem inin beyin koı-
hücrelerinin hem tırmanıcı hem deyosıınsu lifler ta­ teksiııden gelen sinyallerle başladığım varsayalım.
rafından doğrudan doğruya uyarıldığı dikkati çeker. Bu sinyaller, serebellar olmayan beyin sapı ve om u­
Bunun aksine, Purkinje hücrelerinden gelen sinyal­ rilik yollarından geçerek kasılmayı başlatmak üzere
lerle inlıibe olurlar. Normalde, derin çekirdeklerden doğrudan agonist kaslara ulaşır. Aynı zamanda sere­
çıkışın orta derecede sürekli bir eksitasyon düzeyin­ belluma ponsun yosunsu lifleri yoluyla paralel sin­
de nisbeten sabit kalması için, bu iki etki arasındaki yaller gönderilir. Her yosunsu lifin bir dalı doğrudan
denge hafifçe eksitasyonundan yanadır. Bununla nukleus dentatusta veya diğer derin çekirdeklerdeki
birlikte hızlı motor hareketlerin yapılması sırasında hücrelere gider. Bu da serebellar korteksten başlatıl­
motor korteks veya beyin sapından gelen giriş sin­ mış olan kas kontraksiyonu ile ilgili sinyali destekle­
yali ilk olarak büyük oranda derin çekirdek hücresi­ mek üzere hızla uyarıcı bir sinyali kortikospinal m o­
nin eksitasyonunu arttırır. Birkaç saniye sonra Pur­ tor sisteme geri gönderir. Bunu, ya talamustan kor-
kinje hücrelerinden inhibitor feedback sinyaller tekse sinyali geri gönderme yoluyla ya da beyin sa­
oluşur. Böylece, ilk olarak motor hareketlerin artırıl­ pındaki nöral devre yoluyla yapar. Sonuç olarak, bir­
ması için beyin sapı ve beynin motor yollarına derin kaç milisaniye sonra açm a sinyali başlangıçtakin-
çekirdek hücreleri tarafından hızlı sinyal gönderilir. den dalı güçlü hale gelir. Çünkü, şimdi açm a sinya­
Fakat bunu birkaç milisaniye içinde inhibitor sinyal li, serebellum sinyalleri ile kortek sinyallerinin top­
takip eder. Bu inhibitor sinyal, etkili söndürme sağ­ lamı kadardır. Serebellum sağlam olduğu zaman bu
layan tipte “gecikmeli yol” negatif feedback sinyali­ etki normaldir. Ancak serebellumun yokluğunda,
ne benzemektedir. Yani, motor sistem uyarıldığı za­ sekonder ekstra destekleyici sinyal kaybolmaktadır.
man, kısa bir gecikmeden sonra bir negatif feedback Bu serebellar destek, kas kasılmasının başlatılması­
sinyali, kas hareketini durdurarak hedefin aşılması­ nı daha güçlü yapmaktadır.
nı ve osilasyonunu önler. Hareketin sonunda agonist kasta kapama sinya­
line sebep olan nedir? Bütün yosunsu liflerin, gra­
Serebellumdaki Diğer inhibitor Hücreler. Sere- nül hücreleri yoluyla serebellar koı tekse ve sonun­
bellumda derin çekirdek hücreleri, granül hücreleri da Purkinje hücrelerine sinyal gönderen ikinci bir
ve Purkinje hücrelerine ek olarak 3 tip nöron daha dalı vardır. Daha sonra Purkinje hücreleri derin ç e ­
bulunur. Bunlar sepet hücreleri, yıldız hücreleri ve kirdek hücrelerini iııhibe ederler. Bu yol, sinir siste­
Golgi hücreleridir. Bunlar kısa aksonlu inhibitor minde bilinen en küçük ve en yavaş ileten bazı si­
hücrelerdir. Sepet ve yıldız hücreleri koı teksteki mo- nir liflerinden, yani serebellum koıteksinin mole-
leküler tabakada bulunur ve aralarındaki küçük pa­ küler tabakasındaki çapları sadece m ilim etrenin
ralel lifler tarafından uyarılır. Sonra, bu hücrelerin kesri kadar olan paralel liflerden geçer. Bu liflerden
aksonları paralel liflere dik açı yapacak şekilde uza­ gelen sinyaller de zayıftır. Böylece bunlar, Purkinje
yarak, komşu Purkinje hücrelerinde lateral inhibis- hücrelerinin dendritleıinde yeterli uyarımı oluştu­
yona sebep olur. Bu şekilde sinyal sınırlarının lateral rabilmek için belli bir zam ana ihtiyaç duyarlar. An­
inhibisyonlar yoluyla keskinleşmesine, sinir siste­ cak Purkinje hücresi bir kez uyarıldığında, hareketi
minin diğer bir çok bölgelerinde de rastlanmaktadır. başlatan derin nukleus hücresine inhibitor sinyal­
Diğer taraftan, Golgi hücreleri paralel liflerin altında ler gönderir. Böylece, bu agonist kasın serebellar
yer alır ve dendritleıi de paralel lifler tarafından uya­ uyarımını durdurabilir.
rılır. Aksonları ise, feedback ile granül hücrelerini in- Tam bir serebellum devresinin, bir hareketin
hibe eder. Bu feedback’in görevi, granül hücrelerin­ başlangıcında agonist kasılmanın hızlı açılışını ve
den serebellum koı teksine gönderilen sinyalin süre­ belli bir süre sonra aynı agonist kasılmanın tam bir
sini kısıtlamaktır. Böylece, granül hücreleri uyarıl­ zamanlamayla da kapatılışını nasıl sağlayabildiğini
dıktan saniyenin kesri kadar çok kısa bir süre sonra anlamak mümkündür.
Golgi hücresinin feedback’i bunların yüksek derece­ Şimdi de, antagonist kaslarla ilgili devre hakkında
deki başlangıç uyarılma şiddetini azaltarak daha dü­ spekülasyon yapalım. Omurilik içinde, omuriliğin
şük bir uyarılma düzeyine getirir. başlatüğı hemen her hareket için resipıokal ago-
652 ÜNİTE X I • Sinir Sistemi: C. M otor ve Entegratif Nörofizyoloji

nist/antagonist devreler bulunduğunu hatırlamak sağladığına inanılmaktadır. Bu sonuç elde edildiğin­


çok önemlidir. Bu devreler hareketin başlangıcında de, tırmanıcı lifler, serebelluma daha fazla değişikliğe
antagonist kapamanın ve hareketin sonunda da an­ sebep olacak "hata” sinyallerini göndermezler.
tagonist açılmanın ana temelidir. Bunlar, agonist Nihayet, yapılan bir hareket kusurlu olduğunda,
kaslarda gerçekleşenleriıı tam tersidir. Ancak, sere­ tırmanıcı liflerin, deşarj frekanslarını değiştirmeleri
bellumda Purkinje hücrelerinin yanısıra farklı tipte gerektiğini nasıl bildiklerini cevaplandırmalıyız. In-
diğer inhibitor hücrelerin olduğu da hatırlanmalıdır. feriyor olivar kompleks, koı tikospinal yollardan ve
Bu hücrelerin bazı fonksiyonları henüz açık değildir. beyin sapının diğer motor alanlarından her motor
Bu hücreler, bir hareketin başlangıcında antagonist hareketin am acını açıklayan tam bilgiyi alır. Ayrıca,
kasların ilk inhibisyonunda ve hareketin sonunda da kaslardaki ve çevre dokulardaki duysal sinir uçların­
bu kasların eksitasyonunda rol oynayabilirler. dan da, gerçekleşen hareketin detayı hakkında tam
Bu mekanizmalar temelde hala spekülasyondur. bilgi elde eder. Bu yüzden, inferiyor olivar komplek­
Bunlar burada, sadece seıebellumun agonist ve anta­ sin yapılmak istenen hareketle yapılan hareketin ne
gonist kaslarda açma ve kapama sinyallerini oluştur­ kadar uyuştuğunu kontrol eden bir karşılaştm cı ola­
mada kullandığı olası yolları açıklamak için sunuldu. rak görev yaptığına inanılmaktacür. Eğer bunlar ara­
sında uyum varsa, tırmanıcı liflerin deşarjında de­
P u rkin je H ü c re le ri M o to r Hataları ğişme olmaz. Ancak uyum yoksa, uyumsuzluğun
derecesi oranında ihtiyaç duyulduğu kadar tırm anı­
D ü z e ltm e y i " Ö ğ r e n ir " - Tırm anıcı
cı lifler uyarılır veya inlıibe edilir. Bu sayede uyuş­
L ifle rin Rolü mazlık ortadan kalkıncaya dek, Purkinje hücresinin
duyarlılığında tedrici değişme meydana gelir.
Serebellum, kas kasılmasının başlama ve bitişine
ve kasılmanın zamanlam asına vereceği desteğin
miktarını öğrenebilir. Tipik olarak, kişi yeni bir m o­
Genel Motor Kontrolde Serebellum un
tor aktiviteyi ilk defa yaptığında, seıebellum un ka­
sılmanın başlam asına ve kasılma sonundaki inhi-
Fonksiyonu
bisyona olan katkısı ve bunların zamanlaması, he­
Sinir sistemi, motor kontrol fonksiyonlarını koordi­
m en her zaman için hareketin doğru yapılmasına
ne etm ek için serebellumu aşağıdaki gibi üç seviye­
yetm eyecek kadar hatalıdır. Fakat, birçok kez tek­
de kullanır:
rarlandıktan sonra hareketler, gittikçe daha kusur­
suz hale gelir. Arzu edilen sonucun alınması için
1. Vestibuloserebellum, esas olarak küçük flokku-
bazen sadece birkaç hareket yeterken, bazı durum­
lonodüler serebellar loblar (posteıiyor serebellu­
larda yüzlerce tekrar gerekir.
mun altında bulunan) ile vermişin komşu kısımla­
Bu düzenlemeler nasıl olmaktadır? Deneme iş­
rından meydana gelmiştir. Vücudun denge hare­
lemleri süresince serebellum devrelerindeki duyar­
ketlerinin bir çoğunun nöral devrelerini sağlar.
lılığın tedrici olarak uyum gösterdiği biliniyorsa da
2. Spinoserebellum, aıteriyor ve posteriyor sere­
kesin cevap bilinmemektedir. Özellikle, Purkinje
hücrelerinin uzun-süreü duyarlılığı granül hücrele­ bellumun vermis kısmının çoğu ile vermişin her iki
rinden gelen paralel liflere cevap olarak değiştirilir. yanındaki komşu ara loblardan ibarettir. Özellikle,
Bu duyarlılık değişimine infeıiyor olivaris komp­ eller ve el parmakları olmak üzere başlıca ekstıe-
leksinden serebellum a gelen tırmanıcı liflerin taşı­ m itlerin distal kısımlarının hareketini koordine
dığı sinyaller sebep olur. eden devreyi sağlar.
İstirahat esnasında, tırmanıcı lifler saniyede bir de­ 3. Serebroserebellunı, ara lobların yan tarafında bu­
şarj yapar. Fakat her defasında bunların ateşlemesi lunan serebellar hemisferlerin büyük lateral bölgele­
Purkinje hücrelerinin bütün dendritik dallanmaların­ rinden meydana gelmiştir. Bu kısım bütün inputları-
da, bir saniye kadar süren aşırı depolarizasyon yaratır. nı beynin motor korteksi ile ona komşu olan premo-
Bu sürede, Purkinje hücresi ilk büyük çıkış dikensi po­ tor ve somatik duyu koı tekslerinden alır. Çıkış bilgi­
tansiyelini izleyen bir seri küçülen dikensi potansiyel­ sini tekrar yukarı doğru beyne taşır. Bu ardışık istem­
leri oluşturur. Kişi yeni bir hareketi ilk defa yaptığında li vücut ve ekstremite hareketlerini planlamak için
ve kaslar ile eklem proprioseptörlerindeıı gelen sin­ bütün kortikal duyu motor sistemleri ile birlikte fe­
yaller yapılan hareketin, amaçlanan hareket ile uyuş­ edback tarzda görev yapar. Bunları gerçek hareket­
madığını gösteriyorsa tırmanıcı liflerin deşarjı belirgin ten 1/10 saniye önce planlar. Buna yapılacak hare­
ölçüde değişir. Bu deşarjlar gerektiği ölçüde arttırılır ketlerin "motor hayalinin” oluşturulması adı verilir.
ya da azaltılır. Bu tırmanıcı lif sinyalleri Purkinje hüc­
relerinin yosunsu lif devreler inden gelen sinyallere V e stib u lo se re b e llu m -B e yin Sapı ve O m u ­
olan uzun süreli duyarlığını herhangi bir yolla değişti­ rilikle B irlikte D e n q e ve Postural H a re k e t­
ril'. Yani, daha büyük ve daha küçük olan tırmanıcı lif lerin K on tro lü İle İlgili F onksiyonu
girişine göre, yosunsu lif girişine karşı uzun süreli du­
yarlılıktaki değişimin artması veya azalması sağlanır. Vestibuloserebellum filogenetik olarak hem en h e ­
Bu süre içinde, seıebellumun diğer muhtemel "öğren­ men vestibuler apaıeyle aynı zam anda gelişmiştir.
m e” fonksiyonları ile birlikte, duyarlılıktaki bu değiş­ Bundan başka Bölüm 55’te tartışıldığı gibi, sere­
menin, kusursuzlaşan hareketlerin serebellum tara­ bellumda vestibuloserebellumıı yapan flokkulo-
fından kontrolünün diğer yönlerini ve zamanlamayı nodular loblar ile vermişin onlara komşu kısım la­
BÖLÜM 56 • Serebellum, Bazal Gangliyonlar ve Genel M otor Kontrol 653

rının kaybı dengeyi ve postural hareketleri ileri de­


recede bozar.
Denge ile ilgili olarak vestibuloserebellumun, b e­
yin sapının diğer nöral mekanizmalarının sağlaya­
madığı hangi rolü oynadığı sorusunu sormalıyız.
Vestibuloseıebellum bozukluğu olan kişilerde, sa­
kin durumdan çok luzlı hareketleri yaparken, özel­
likle yarım daire kanallarını uyaran yön değiştirme
hareketleri yapılırken dengenin bozulması gerçeği
bir ipucudur. Bu durum, özellikle vestibiiler apare-
yin isteğine bağlı vücut pozisyonundaki hızlı deği­
şim ler sırasında omuz, kalça ve omurganın ago-
nist-antagonist kas kasılmaları arasında dengenin
düzenlenmesinde vestibuloserebellumun önemli
olduğunu göstermektedir.
Dengenin kontrolünde en büyük problemlerden
biri, vücudun çeşitli kısımlarından gelen pozisyon
ve hareketlerin hızı ile ilgili sinyallerin beyne ulaş­
ması için geçen süredir. Spinoseıebellar afferent
sistem de olduğu gibi en hızlı ileti yapan duysal
yollarda bile (saniyede 1 2 0 m), ayaktan beyne im-
puls iletisinde 15-20 milisaniyelik bir gecikme
olur. Hızlı koşan şahsın ayakları bu süre içinde 25
cm kadar hareket edebilir. Bu yüzden, hareketler
yapıldığında vücudun peıiferik kısm ından doğan
sinyallerin hareketle aynı anda beyne ulaşması
lstenıli hareketlerin serebral ve özellikle ara bölgeyi içeren
imkansızdır. O halde beyin, özellikle hızlı hareket serebellar kontrolü.
yapılırken sonraki hareketi yapmak için bir önceki
hareketi durduracağı zaman nasıl bilmektedir? Pe-
riferden gelen sinyaller beyne sadece vücudun
farklı kısımlarının pozisyonlarını değil, ne kadar
hızlı ve hangi yönde hareket ettiklerini de söyler. us rubeıden, saniyenin kesri içerisinde yapılması
Gelecek birkaç milisaniye içinde vücudun farklı kı­ düşünülen ardışık hareketin plan ı hakkında gelen
sım larının nerede olacağını, bu hız ve yönlerden direkt bilgi ve (2 ) vücudun peıiferik bölgelerinden
hesap lam an ın vestibuloserebellumun fonksiyonu özellikle ekstrem itleriıı distal bölgelerinde y a p ı­
olduğuna inanılmaktadır. Bu hesaplam aların so­ lan hareketlerin sonucunu seıebellu m a bildiren
nuçları, bir sonraki sıralı hareket için beyin işlem i­ feedback bilgiler. Serebellum uıı ara bölgesi, yapı­
nin anahtarıdır. lan hareketle yapılması planlanan hareketi karşı­
Böylece, denge düzenlenirken, hareket yönünün laştırdıktan sonra, ara nukleuslaıın derin çekirdek
çok hızlı değişimi dahil, çok hızlı hareketlerde bile hücrelerine düzeltici çıkış sinyallerini ( 1 ) talam us-
dengenin korunmasında gerekli olan postural m o­ taki aktarıcı nukleuslar üzerinden geriye m otor
tor sinyallerin önceden düzeltilm esi için vestibuler kortekseve (2 ) rubrospinal yolu yapan nukleus ru-
apareyden gelen bilginin bir feedback kontrol dev­ berin m agnoseluler kısm ın a (alt bölüm ü) gönde­
resinde kullanıldığı sanılmaktadır. Vücudun peı ife- rir. Rubrospinal yol daha sonra, om uriliğin ön
ı ik alanlarından gelen feedback sinyaller bu işleme boynuzunun en lateıalinde yer alan ekstrem itele-
yardım eder. Bunların yardımına esas olarak vücu­ ıin distal kısımlarını, özellikle el ve parmakları yö­
dun aksial ve bel kaslarıyla ilişkili olan serebellar neten m otor nöronları innerve etm ek üzere korti-
vernıis aracılık eder. Vestibuloserebellumun görevi, kospinal yola katılır.
periferden seıebellum a ulaşım gecikmeli olmasına Serebellar m otor kontrolün bu bölüm ü am aca
rağmen, belli bir anda vücudun ilgili kısımlarının yönelik hareketlerin yapılm ası için, ekstem itele-
nerede olmaları gerektiğini hesaplayan retiküler ve rin distalindeki agonist ve an tagonist kasların
vestibiiler nukleuslaıa yardım etmektir. düzgün ve koordiııeli hareketini sağlar. Seıeb el-
lumun, kortikopontoserebellar yolla ara bölgeye
taşm an üst m otor kontrol sistem in in “a m açları­
S p in o s e re b e llu m -D is ta l E kstre m ite n ı”, periferden seıeb ellu m a iletilen vücudun ilgi­
H a re k e tle rin in A ra S e re b e lla r K orte ks li kısım larının “perform an sı” ile karşılaştırdığı
ve A ra N u k le u s la r Y oluyla F e e d b a c k görülmektedir. G erçekten ventral sp in oseıeb el-
K o n tro lü lar yol, ön m otor nöronlara ulaşan m o to r kontrol
sinyallerinin bir efferent kopyasını geriye sere-
Şekil 56-8'de görüldüğü gibi, hareket yapıldığı za­ bellum a bile taşır. Bu sinyaller de, kas iğciklerin-
m an her serebellar hem isferin ara bölgesi iki tip den ve diğer p ropıioseptör duyu organlarından
bilgi alır. (1) Seıebellum a m otor korteks ve nukle- genellikle doısal spin oseıeb ellar yolla gelen sin ­
654 ÜNİTE X I • Sinir Sistemi: C. M otor ve Entegratif Nörofizyoloji

yaller ile entegre edilir. Benzer karşılaştıııcı sin ­ lum devresini tekrar düşünecek olursak, önceden
yallerin in feıio r olivar kom plekse de gittiğini d a­ planlanan hareketler için gerekli olan bu bifazik,
ha ön ce öğrenm iştik. Eğer sinyaller iyi uyum gös­ önce eksitatör ve sonra da geç inhibitör görevin ya­
term ezlerse, olivaıis-Purkinje hücre sistem i olası pılması için çok iyi organize olduğunu anlarız. Ay­
diğer serebellar öğrenm e m ekanizm alarıyla b ir­ rıca, serebellar korteksin zaman gecikmeli devrele­
likte, istenilen görev yapılıncaya kadar hareketi rinin, onun bu özel yeteneğinin tem eli olduğu da
düzeltir. anlaşılır.

Serebellumun H areketlerde Aşmayı Önleme


ve "Söndürm e" Fonksiyonu. Vücuttaki hem en S e re b ro s e re b e llu m -S e re b e lla r
bütün hareketler "sarkaç" hareketi şeklindedir. Ör­ H e m is fe rin in G en iş Yan A la n ın ın
neğin, kol haraket ettirilirken m om entum gelişir, K o m p le k s H a re k e tle ri S ıralam a,
hareketin durdurulabilmesi için bu m om entum un Z a m a nlam a ve P lanlam a F o n ksiyo n u
yenilmesi zorunludur. Momentum nedeniyle bü­
tün sarkaç hareketlerin, lıedefı aşm a eğilimi vardır. İnsanda serebellar hem isfeıierin lateıal bölgeleri,
Serebellumu haraplanan kişide olduğu gibi, eğer insanların özellikle elleri ve parmaklarıyla ince ar­
hedef aşılırsa beyindeki bilinç merkezleri bunu far- dışık hareketleri yapm alarına ve konuşm a y ete­
kederek, kolu am açlanan noktaya getirmek üzere neklerine paralel olarak çok gelişmiş ve oldukça
ters yönde bir hareket başlatırlar. Ancak kol tekrar büyümüştür. Ancak, serebellar hem isferin bu ge­
m om entum nedeniyle hedefi aşar ve uygun düzen­ niş yan bölgelerinin vücudun periferik kısım ların­
leyici sinyallerin tekrar gönderilmesi gerekir. Böy- dan direkt bilgi almayışı ilginçtir. Ayrıca, lateral se­
lece kol, nihayet am açlanan noktaya tesbit edilin­ rebellar alanlar ile korteks arasındaki hem en b ü ­
ceye kadar birçok ileri geri osilasyonlar yapar. Bu tün haberleşme, primer m otor korteks ile değil,
etki aksiyon trenıorıı veya intensiyonel trenıor ola­ pıem otor alan, primer ve duysal asosiyasyon alan­
rak adlandırılır. ları sayesinde olur. Böyle olsa da, serebellar he-
Eğer serebellum sağlamsa, öğrenilmiş bilinç dışı misferlerin yan bölümleri ile birlikte derin çekir­
sinyaller hareketi tam amaçlanan noktada durdu­ deklerinden nukleus dentatusun tahrip edilmesi
rarak, hedefi aşmayı ve tremoru önler. Bu, söndür­ konuşma apereyinin, ellerin, parm akların ve ayak­
me sistem inin temel özelliğidir. İnersisi olan sarkaç ların kompleks amaçlı hareketlerinde ileri d erece­
elem entleri düzenleyen bütün kontrol sistem leri­ de koordinasyon bozukluğu yapabilir. Serebellu­
nin içinde söndürme devrelerinin bulunması gere­ mun bu bölümü ile, primer m otor korteks arasın­
kir. Merkezi sinir sistem inin motor kontrol siste­ da direkt bir bağlantı bulunm adığından bu olayı
minde bu söndürme fonksiyonunu büyük ölçüde anlamak zordur. Bununla beraber, yapılan deney­
serebellum yürütür. sel araştırmalar, serebellumun bu bölüm lerinin
m otor kontrolün diğer iki önemli indirekt yönüyle
Ballistik H areketlerin Serebellar Kontrolü. Vü­ ilgili olduğunu ortaya koymuştur. Bunlar, (1) ardı­
cutta birçok hızlı haraket, daktilo ile yazı yazma sı­ şık hareketlerin planlanması ve (2 ) ardışık hareket­
rasındaki parmak hareketlerinde olduğu gibi, o ka­ lerin “zam anlam ası”dır.
dar hızlı yapılır ki, hareketler bitmeden ne peıifer-
den serebellum a ne de serebellumdan geriye m o­ Ardışık H areketlerin Planlanması. Ardışık h a ­
tor kortekse feedback informasyon almak m üm ­ reketlerin planlanm asının, h em isfeıierin lateral
kün değildir. Bu hareketlere ballistik hareketler de­ bölgelerinin beyin korteksinin prem otor ve duy­
nir. Bunun anlamı, tüm hareketlerin belirli bir sal alanları ile haberleştiği ve aynı korteks alanla­
uzaklığa gitmek üzere başlatılıp, sonra da durdu­ rı ile bazal gangliyonların ilgili alanları arasında
rulm asının önceden planlanmasıdır. Önemli başka da karşılıklı ilişkinin varlığıyla ilgili olduğuna in a ­
bir örnek de gözlerin sakkadik hareketleridir. Bu nılmaktadır. Öyle sanılıyor ki, ardışık hareketlerin
durumda, şahıs okurken veya bir arabada giderken ‘‘planı” korteksin prem otor ve duysal alanların­
yol boyunca birbirini izleyen noktalara baktığında dan, serebellar hem isferlerin lateral bölgelerine
gözleri bir pozisyondan diğerine sıçrar. iletilir. Bir hareketten diğerine uygun şekilde ge­
Serebellum çıkarıldığında, ballistik haıekeüerde çebilm ek için serebellum ile korteks arasında çift
görülen değişiklikleri inceleyerek, serebellumun yönlü iletişim gerekir. Bu görüşü destekleyen son
fonksiyonunu daha iyi anlamak mümkün olur. Üç derece ilginç bir gözlem, m evcut hareketler h e ­
büyük değişiklik görülür. (1) Hareketier yavaş gelişir nüz yapılırken, bunu nukleus dentatustaki çok
ve serebellumun agonist bir hareket için verdiği ekst­ sayıda nöronda izleyecek hareketin bir m odelinin
ra başlangıç hızına sahip değildir. (2) Gücün ortaya ortaya çıkmasıdır. Böylece lateral bölgelerin, b el­
çıkışı zayıftır. (3) Hareketin durdurulması yavaştır ve li bir anda olan olaylarla değil, son raki ardışık h a ­
bu nedenle genellikle hedef aşılır. Serebellar devrenin reket esn asın daki olaylar ile ilgili old u kları a n la ­
yokluğunda, motor korteks ballistik hareketi başlat­ şılm aktadır.
mak ve sona erdirmek için çok düşünmek zorunda Özetlenirse, norm al m otor fonksiyonun çok
olduğundan, fazladan zaman gerekecektir. Böylece, önemli özelliklerinden biri, bir hareketten diğerine
ballistik hareketlerde otomatizm kaybolur. düzgün geçiş yapma yeteneğidir. Serebellar hem is­
Eğer bu bölümün başında incelediğimiz serebel­ ferlerin geniş yan bölgelerinin yokluğunda, saniye­
BÖLÜM 56 • Serebellum, Bazal Gangliyonlar ve Genel M otor Kontrol 655

nin küsuratı içinde oluşan hızlı hareketlerdeki bu D isırıe tri ve A ta k si. Sereb ellar h astalık ların en ön em li
yetenek ciddi şekilde bozulur. iki se m p to m u , dismetri ve ataksidir. D ah a ön ce belirtil­
diği gibi, sereb ellu m u n y okluğun da, b ilin ç dışı m otor
kontrol sistem i h areketlerin nereye k ad ar gid eceğin i ö n ­
Zam anlam a Fonksiyonu. Lateıal serebellar he-
ceden kestirem ez. Bu neden le, h areketler çoğu kez iste ­
ıııisferlerin diğer önem li bir görevi de her ardışık nen noktayı a şa r ve beynin bilin çle ilgili b ö lgesi son raki
hareket için uygun zam anlam ayı yapmaktır. Bu hareketleri karşıt y ön de k o m p a n se eder. Dismetri ad ı v e ­
yan alanların kaybında kişi, vücudun çeşitli par­ rilen bu etki, ataksi olarak bilinen k o o rd in a sy o n su z h a ­
çalarının, belirli bir zam an içinde nereye kadar reketlere se b e p olur.
hareket edeceğini bilinç dışı olarak kestirm e y ete­ D ism etri ve atak si, spinoseıebellar yolların harabiyeti
neğini kaybeder. Bu zam anlam a yeteneği bulun­ so n u cu d a gelişir. Ç ün kü h areketlerin h a s s a s bir şekilde
m azsa, kişi gelecek hareketin ne zam an başlam a­ yön etilm esi için, v ü cu d u n hareket eden k ısım ların d an
feed b ack bilgilerin gelm esi şarttır.
sı gerektiğine karar veremez. Sonuç olarak, ardı­
şık hareket ya çok erken veya daha çok geç başlar.
A şm a. A şm a, sereb ellu m u n y o k lu ğ u n d a bir şah sın elini
Bu nedenle, lateral serebellum lezyonları, karm a­
veya vü cu d u n u n b aşk a hareketli bir b ö lgesin i, a m a ç la d ı­
şık hareketlerde (yazı yazma, koşma hatta konuş­ ğı n o k tad an old u k ça öteye u zatm asıd ır. B u n u n n eden i
m a gibi) koordinasyonu bozar ve bir hareketten olasılıkla şöyledir: N orm ald e sereb ellu m , bir h areketi
diğerine düzgün geçiş yeteneğini ortadan kaldı­ b aşlad ık tan so n ra du rd u rm ak için m o to r sinyaller g ö n ­
rır. Bu tip serebellar lezyonların, hareketlerin dü z­ derir. E ğer b u n u y ap a c ak sereb ellu m yoksa, hareket
gün ilerleyişinin bozu lm asın a neden oldu kları am açlan an noktanın ö tesin e aşar. Bu n e d e n le aşm a , a s ­
söylenir. lın da dism etrin in bir belirtisidir.

Serebroserebellum un E kstram o to r Tahmin İlerlem e B ozu klu ğ u


Edici Fonksiyonları. Serebıoserebellum (geniş la­ D isdiadoko kin ezi. M otor kontrol siste m i, vü cu d u n ç e ­
şitli kısım larının belirli bir zam an so n ra n ered e o la ca k la­
teral loblar) vücut hareketlerinin dışındaki olayla­
rını kestirem ezse, hızlı m o to r h areketler sıra sın d a bu kı­
rın önceden tahmininde de rol oynar. Örneğin, sım ları ‘'k ay b e d e r”. So n u ç olarak, sıralı h arek et ya çok er­
hem işitme hem de görme ile ilgili olayların ilerle­ ken veya çok geç b aşlad ığ ın d an "h areketin ilerleyişi" d ü ­
m e hızı kestirilebilir ve bunun için seıebellum a ge­ zen siz olur. Sereb ellar h asarı b u lu n an bir h a sta y a elini
reksinim vardır. Örneğin, kişi görme sahnesinin h ızla aşağı yukarı çevirm esi sö y len d iğ in d e b u du ru m k o ­
değişiminden bir cisme ne kadar hızla yaklaşacağı­ lay ca gö zlem len eb ilir. H a sta h arek etin h erh an gi bir
nı kestirebilir. Maymunlarda seıebellum un lateral a n ın d a elinin d u ru m u n u alg ıla m a k a b iliy e tin i h ızla
kısımlarının çıkarılması, seıebellum un bu yetene­ “kaybeder". S o n u çta n orm al koordineli, yukaı ı-aşağı h a ­
reket yerine, bir seri gü çsü z, karm aşık h arek etler ortaya
ğinin önem ini gösteren çarpıcı bir deneydir. Böyle
çıkar. B u n a disdiadokokinezi deniz.
bir maymun, duvara ne zaman erişeceğini önce­
den kestiıemediğinden genellikle duvara çarpar.
Dizartri. D üzenli ilerlem en in b o zu ld u ğu bir b aşk a d u ­
Serebellum u n bu ekstram otor tahm in etm e
rum da kon uşm adır. Ç ünkü, kelim elerin o lu şu m u , la-
fonksiyonlarını daha yeni yeni öğrenmeye başlıyo­ rinks, ağız ve so lu n u m sistem in d ek i k as h areketlerin in
ruz. Serebellumun, zam an-gecikm eli devrelerini hızlı ve belli bir sırayla g e rçek le şm esin e bağlıdır. Bu k a s­
kullanarak, merkezi sinir sistem inin diğer bölgele­ lar ara sın d a k o o rd in asy o n u n yetersiz o lm ası, birbirini
rinden gelen sinyalleri karşılaştırıp bir "zaman izleyen seslerin süresin in veya şid d etin in ö n c e d e n k e sti­
kavramı” oluşturması mümkün gibi görülm ekte­ rilem em esi, karm aşık seslerin çık arılm asın a n ed en olur.
dir. Özellikle duysal bilgilerdeki hızlı değişen spas- Bazı sesli harflerin yüksek, bazılarının zayıf, bazıların ın
uzun, b azıların ın kısa aralıklarla, sö y len m e si so n u ç u k o ­
yoteıııporal ilişkilerin yorum lanm asında serebel­
n u şm a çoğu kez tam am en an laşılm azdır. B u n a dizartri
lumun yardımcı olduğu sık olarak dile getirilmek­
denir.
tedir.
İn ten siyo nel Trem or. S e ıe b e llu m u n u k ay b ed en şah ıs
K lin ik te S e re b e llu m B o zu k lu k la rı istem li bir h areket y aptığın da, hareketler, özellikle h e d e ­
fe y ak laştıkların da titreşim gösterir. Ö n ce h edefi aşar,
Klinikte sereb ellar bozuklukların önem li bir özelliği, la- so n ra h ed efte karar kılıncaya k ad ar b irkaç kez ileri geri
te ıal sereb ellar koı tekste küçük bir bölgenin harabiyeti- salınır. Bu reaksiyon a intensiyonel tremor veya aksiyon
nin m o to r fo n ksiy on da n adiren faık edilebilecek a n o r­ tremoru denir. Bu d urum , sereb ellar a ş m a d a n ve se re ­
m alliklere se b e p olm asıdır. G erçeklen lateıal serebellar bellar sistem in m o to r hareketleri sö n d ü rm e fon k siy on u ­
koı teksin yarısının çık arılm asın d an ay larca so n ra, eğer nu y a p a m a m a sın d a n ileri gelir.
koı teksle birlikte sereb ellu m u n derin çekirdekleri de çı­
k a rılm am ışsa , hayvan h areketleri yavaş yaptığı sürece, S e re b e llar N ista g m u s. Sereb ellar n ista g m u s gö z kü rele­
m o to r fon ksiyon lar tam am en n orm al görünür. O halde, rinin trem orudur. Genellikle, şa h ıs b aşın ın bir tara fın d a­
m o to r kontrol siste m in in gerid e kalan b ölüm leri, se re ­ ki objeye gözlerini tesbit etm eye çalıştığı sıra d a görülür.
b ellu m u n kay bedilen b ö lü m ü n ü büyük ölçü d e kom pan - Bu kapalı-m erk ez tipin deki fik sasyon , sab it b ir fiksas-
se edebilm ektedir. y on d an çok, gözlerin titrek h arek etlerin e se b e p olur. Bu
Sereb ellar lezyonların, sereb ellu m fonksiyonlarını cid ­ durum da sö n d ü rm e yeten eği kaybının bir diğer g ö ste r­
di şekilde ve sürekli olarak bozabilm eleri için genellikle gesidir. Bu du ru m özellikle, flokk ulon odüler lobların ha-
sereb ellar k orteksle birlikte, derin sereb ellar çekirdekler­ rabiyetinde, yarım daire k an alların dan se re b e llu m a g e ­
den -deııtatııs, interpositıısve fastigii- bir veya d a h a faz­ len yollardaki b ozu k lu ğa bağlı olan d e n g e kaybıyla b ir­
lasın ı etkilem esi gerekir. likte görülür.
656 ÜNİTE X I • Sinir Sistemi: C. M o to r ve Entegratif Nörofizyoloji

H ip o to n i. D erin sereb ellar çekirdeklerin, özellikle den-


tatu s ve ara çekirdeklerin kaybı, lezyon tarafın daki peri-
ferik k aslard a ton u su n a z a lm a sın a se b e p olur. Takat bir­
k aç ay son ra, m otor korteks genellikle kendi in lim se k
aktivitesini artırarak b u n u k o m p a n se eder. H ipotoni, se-
reb ellu m u n derin çekirdeklerinin tonik deşarjları n e d e ­
niyle m o to r korteks ve beyin sap ı m otor n u k leu sların d a
fasilitasy on u n kaybı so n u cu o rtaya çıkar.

BAZAL GANGLİYONLAR-MOTOR
FONKSİYONLARI

Bazal gangliyonlar, serebelluma benzer şekilde tek


başına olmayıp, kortikospinal motor sistem ve se-
rebral korteks ile sürekli yakın ilişki içinde olan di­
ğer bir yardımcı motor sistemdir. Gerçekte bazal
gangliyonlar, bütün giriş sinyallerini koıteksteıı
alırlar ve çıkış sinyallerini de hem en tümüyle koı-
tekse geri gönderirler.
Şekil 56-9, bazal gangliyonlaıın beynin diğer yapı­
larıyla olan anatomik ilişkilerini göstermektedir. Ba­
zal gangliyonlar ıuıkleus kaudatııs, putameıı, globıts
pallidus, sııbstantia nigra ve subtalam ik çekirdekleri
içerir. Bunlar çoğunlukla talamusun lateraliııde her
iki lıemisferin derin bölgelerindeki geniş bir alanı
kaplayacak şekilde yerleşmişlerdir. Seıebral korteks
ile omuriliğin ilişkisini sağlayan hemen bütün m o­
tor ve duysal sinir liflerinin, bazal gangliyonlaıın
ana kütleleri olan nukleııs kaudatııs ile pııtanıeniıı ŞEKİL 56- 10
arasından geçtiğine dikkat ediniz. Bu sinir lifi yığını­ Hareketin kontrolünde bazal gaııgliyon devresinin kortikospi-
na beynin internal kapsülü denir. Burası motor nal-serebellar sistemle ilişkisi.
kontrol ile ilgili olarak kortikospinal sistem ve bazal
gangliyonlar arasındaki ilişki nedeniyle önem taşır.
mik bağlantılar karmaşıktır. Solda, m otor korteks,
Bazal Gangliyonların Nöronal Devresi. Şekil 56- talamus, ilgili beyin sapı ve serebellar bağlantılar
1 0 ’da gösterildiği gibi, bazal gangliyonlar ile motor görülmektedir. Sağdaki, bazal gangliyonlar siste­
kontrolün diğer beyin elemanları arasındaki aııato- minin ana devresidir. Burada, bazal gangliyonlar

Nükleus
Longitudinal fissur Nükleus kaudatus kaudatusun
kuyruk kısmı

POSTERİYOR
ŞEKİL 56 - 9
Bazal gangliyonların
serebral korteks ve
talamus ile anatomik
ilişkilerinin üç bo­
ANTERİYOR
yutlu görünümü
(Guyton AC.'den Ba­
Putamen Internal kapsülde sic Neuroscience:
Amígdala omurilikten gelen Anatomy and Physi­
ve globus
ve omuriliğe ology. Philadelphia:
pallidus
giden lifler WB Saunders Co,
1992.)
BÖLÜM 56 • Serebellum, Bazal Gangliyonlar ve Genel M otor Kontrol 657

arası çok sayıdaki iç bağlantılar ve beynin motor anteriyor ve ventrolateıal aktarıcı nukleuslarına ge­
bölgeleri ile bazal gangliyonlar arasındaki yaygın çer. Sonunda primer motor kortekse ve tamamlayıcı
giriş ve çıkış yolları görülmektedir. motor alan ile premotor alanın primer motor kor-
Gelecek birkaç bölümde bazal gangliyonlar ile teksle yakın ilişkide olan kısımlarına geri döner. Böy-
m otor kontrol sistem inin diğer kısımları arasındaki lece, putamen devresi inputunıın çoğunu prim er m o­
tem el yolları ele alacak ve bunların fonksiyonel tor korteksin kendisinden değil ona kom şu olan beyin
özelliklerini tanımlamaya çalışacağız. Özellikle, iki kısımlarından alır. Outputu ise, başlıca prim er m o ­
ana devre, putam en ve kaııd at devreleri üzerinde tor kortekse veya onunla bağlantısı olan tam am layı­
duracağız. cı korteks ve premotor kortekse geri gider.
Bu temel putamen devresi ile yakın ilişkili fonksi­
yonel üç yardımcı devre vardır: Bunlar, putam en-
M otor Aktivite Modellerinin Yerine den eksternal globus pallidusa, subtalam usa ve
Getirilm esinde Bazal Gangliyonların substantia nigraya giden ve oradan da talamus yo­
Fonksiyonu-Putamen Devresi luyla tekrar motor kortekse dönen yollardır.

Motor kontrolde bazal gangliyonların temel rolle­ Putamen Devresinde Fonksiyon Bozuklukları:
rinden biri, kortikospinal sistem ile birlikte m otor Atetozis, Hemiballismus ve Korea. Hareket m o­
aktivitenin kom pleks modellerini kontrol etmektir. delinin yerine getirilmesinde putam en devresi n a ­
Alfabenin harflerini yazmak buna bir örnektir. B a­ sıl görev yapmaktadır? Cevap çok az bilinmektedir.
zal gangliyonlarda ciddi tahribat olduğunda, m o­ Devrenin herhangi bir yeri haraplandığında veya
tor kontrolün kortikal sistemi bu hareketleri oluş­ engellendiğinde bazı belirli hareket m odelleri
turamaz. Kişinin yazısı, yeni yazmayı öğreniyor- anormal hale gelir. Örneğin, globus pallidus lez-
muş gibi bozuk hale gelir. yonları sıklıkla elde, kolda, boyunda veya yüzde
Makasla kağıt kesme, çivi çakma, basket topunu atetozis adı verilen spontan ve sürekli yazm a h are­
potadan geçirme, futbolda pas verme, beyzbol to ­ ketlerinin oluşmasına sebep olur.
punu fırlatma, kirleri temizleme hareketleri, vokali- S u btalam u staki bir lezyon sıklıkla, ekstremitenin
zasyonun bazı yönleri, gözlerin kontrollü hareketle­ bütününde ani sallanm a hareketlerine yol açar. Bu
ri ve ustalık gerektiren diğer tüm hareketlerin yapıl­ duruma hem iballism us adı verilir.
ması için bazal gangliyonlaıa gereksinim vardır. Putam ende çok sayıda küçük lezyonlar ellerde,
yüzde ve vücudun diğer bölümlerinde korea denen
Ptamen Devresinin Nörol Yolları. Şekil 56-11 ba­ ani seyirme hareketlerine yol açar.
zal gangliyonlarda öğrenilmiş hareket modellerinin Substantia tıigra lezyonları, ileride detaylı olarak
yerine getirilmesi için gerekli temel yolları göster­ tartışılacak olan tremor, akinezi ve rijidite ile karak-
mektedir. Bunlar, temelde duyu korteksin primer so­ terize oldukça yaygın ve ciddi bir hastalık olan Par-
matik duyu alanından ve motor korteksin tamamla­ kinson hastalığına yol açar.
yıcı motor ve premotor alanlarından başlar. Şekilde
kırmızıyla gösterildiği gibi, daha sonra putamene
(nukleus kaudatusa uğramadan), oradan da globus Ardışık M otor Hareketlerinin Kognitif
pallidusun iç kısmına, sonra da talamusun ventro- Kontrolünde Bazal Gangliyonların
Rolü-Nukleus Kaudatus Devresi
Premotor ve
Kognisyoıı terimi, hem hafızada depolanan bilgiyi
hem de beyne gelen duysal bilgiyi kullanarak bey­
nin düşünme işlemi anlamına gelir. Motor hareket­
lerimizin çoğu, aklımızda oluşturduğumuz düşün­
celerin bir sonucu olarak meydana gelir ve bu işle­
me m otor aktivitelerin kogn itif kontrolü adı verilir.
Motor aktivitenin kognitif kontrolünde ana rolü
nukleus kaudatus oynar.
Şekil 56 -1 2 ’de gösterilen kortikospinal m otor
kontrol sistemi ile nukleus kaudatus arasındaki nö-
ral bağlantılar, putamen devresindekileıden biraz
farklıdır. Bunun nedenlerinden biri, nukleus kauda-
tusun, fıontal, lobda anteriyorden başlayarak seıeb-
rumun bütün loblarına uzanması, sonra parietal ve
oksipital loblarda, posteriora doğru geçm esi ve so­
nunda Şekil 56-9’da görüldüğü gibi temporal lobla­
rın içine “C” harfi şeklinde tekrar öne doğru eğilme­
sidir. Ayrıca, nukleus kaudatus imputunun büyük
ŞEKİL 56 - 11 bir çoğunluğunu, farklı tipte duysal ve motor bilgile­
Öğrenilen hareketlerin bilinç dışı yapılmasında bazal garıgli- ri düşünce modelleri şeklinde integre eden beyin
yonlardan geçen putamen devresi. korteksindeki asosiyasyoıı alanlarından alır.
658 ÜNİTE X I • Sinir Sistemi: C. M otor ve Entegratif Nörofizyoloji

nin seçim inden bağımsız şekilde aynı kalır. Hatta


Premotor ve kişi harfi yazmada ister parmaklarını isterse bütün
tamamlayıcı . kolunu kullansın bu yine geçerlidir.
Prefrontal — *— Primer motor
Pri mer motor
duyu Bazal gangliyonlarında ciddi lezyoııu bulunan
hastalarda zam anlam a ve ölçüm fonksiyonları
çok yetersizdir, hatta bazen yoktur. Yine burada,
bazal gangliyonlar tek başın a değil; serebral kor-
teks ile yakın ilişki içinde görev yapm aktadır. Vü­
cudun bütün parçalarının vücut ve kısım larının
çevreye göre uzaysal konum u açısın d an posteri-
or p aıietal koıteks özellikle önem li bir alandır.
Talamusun
ventroanteriyor
Şekil 56-13 sol parietal koı teksi olm ayan bir kişi­
ve ventrolateral nin, başka bir insanın yüzünü nasıl çizeb ileceği­
çekirdekleri ni gösterm ektedir. Bu şekilde, şahsın sağ tarafın ­
Putamen
daki kısım lar düzgün çizildiği halde, çizenin sağ
SubtalamusC]!^ görüş alanında olan sol taraf hem en hem en ih ­
Globus pallidus mal edilmiştir. Ayrıca, böyle bir şahıs iş yapar­
Substantia İnternal/Eksternal
ken, h er zam an sağ kolunu, sağ elini veya vü cu ­
nigra
dunun sağ tarafındaki kısım ları kullanm aktan
ŞEKİL 56 - 12 kaçınacaktır. Vücudunun bu kısım larının varlı­
ğından habersizdir.
Spesifik bilinçli am aca ulaşmak için ardışık ve paralel motor
Bazal gangliyonlar sistem inin esas olarak kor-
hareketlerin kognitif planlanmasında bazal gangliyonlardan
geçen kaudat devresi. teksin p o steıio r parietal korteks gibi asosiyasyon
alanlarıyla birlikte görev yapan kısm ı nukleus ka-
udatus devresi olduğu için, hareketlerin zam an-
lanm ası ve ölçüm ü olasılıkla bu devrenin bir
fonksiyonudur. Ancak, bazal g angliyon ların
fonksiyonları ile ilgili bilgim iz çok sınırlı oldu­
Sinyaller beyin koıteksinden nukleus kaudatusa ğundan, son birkaç saniye içinde nelerin ne ka­
geçtikten sonra, internal globus pallidusa, oradan
da ventroanteriyor ve ventrolateral talamusun ak­
tarıcı nukleuslarına iletilirler ve sonunda serebral
koıteksin tam amlayıcı motor, premotor ve pref­
rontal alanlarına geri dönerler. Primer motor alana
direkt geri dönüş olmaz. Geri dönen sinyaller, kas
hareketlerini ayıı ayrı uyarmak yerine ardışık hare­
ket modellerini birleştirmekle görevli yardımcı m o­
tor bölgelere gider.
Kişinin bir aslanın kendine yaklaştığını görm e­
si ile ani ve otom atik olarak ( 1 ) aslandan uzaklaş­
ma (2) koşm aya başlam a ve (3) hatta bir ağaca
tırm anm aya çalışm a şeklinde cevap verm esi b u ­
nun iyi bir örneğidir. Kişi kognitif fonksiyonlar
olm adan, uzun süre düşünm eden, hızlı ve uygun
cevap verebilm ek için içgüdüsel bilgiye sahip o l­
mayabilir. Am aca ulaşm ak için hangi hareket
m od ellerinin hangi sırayla kullanılacağı m otor
aktivitelerin kognitif kontrolü sayesinde b ilin ç­
sizce tayin edilir.

Bazal Gangliyonların Hareketlerin


Şiddetini Ölçme ve Zamanlamayı
Değiştirme Görevi

Beyin, hareketlerin kontrolü ile ilgili iki önemli ye­


teneğe sahiptir. Bunlar: (1) Hareketin hangi hızla
yapılacağına karar vermek. (2) Hareketin hangi bü­
yüklükte olacağını kontrol etmektir. Örneğin kişi
“a” harfini hızlı veya yavaş yazabilir. Yine aynı şahıs
Sağ görme alanı ile ilgili spasyal koordinalların depolandığı sol
“a” harfini bir kağıt parçasına küçük veya yazı tah­ parietal korteksi ciddi şekilde tahrip olmuş bir kişi tarafından
tasına büyük olarak yazabilir. Harfin orantısı, kişi­ yapılan tipik bir resim.
BÖLÜM 56 • Serebelluın, Bazal Gangliyonlar ve Genel M o to r Kontrol 659

dar d ep o lan d ığ ın ı kesin olarak b ileb ilm e m iz rinde inhibitor nörotıansm itter olarak görev yapar
m üm kün değildir. ve kararlılıkta önem taşır.

Bazal Gangliyonların Harabiyeti


Bazal Gangliyon Sisteminde Spesifik Sonucu Oluşan Klinik Sendromlar
Nörotransmiterlerin Görevleri
G lobııs pallid u s ve su b ta lam u sd a k i lezy o n lara bağlı o la ­
Şekil 56-14 bazal gangliyonlaıda görev yaptığı b i­ rak d ah a ön ce b ah settiğ im iz ateto z ve h em ib a llism u su n
lin en bazı spesifik nörotransm itterleri göster­ yanı sıra, b azal gan gliy on laıdaki h a sa r iki ö n e m li h a s ta ­
mektedir. (1) Substantia nigra’da nukleus kauda- lığa d ah a se b e p olur. Bunlar Parkinson h astalığ ı ve H u n ­
tington hastalığıdır.
tus ve pu tam ene uzanan d op am iıı yolu, (2 ) nuk­
leus kaudatus ve putam enden globus pallidus ve
Parkinson Hastalığı
su bstan tia nigraya uzanan g a m m a -am in ob iitirik
a sit (GABA) yolu, (3) korteksten nukleus kauda­ Paraliz ajitans olarak d a bilin en P ark in son h astalığ ı
tus ve putam ene uzanan asetilkolin yolu ve (4) substantia nigranın, dopamin salgılayan sinir liflerini
beyin sapından gelen ve bazal gangliyonlar ile nukleus kaudatus ile putamene gönderen pars kompakta
beynin diğer kısım larında norepinefrin, seroto­ kısmının yaygın harabiyeti sonucu ortaya çıkaı: Bu h a s ­
nin, en k efa lin ve diğer birçok nörotran sm itterle­ talık (1) vücuttaki kasların büy ük ç o ğ u n lu ğ u n d a veya
ri, salgılayan genel yollar. Bunlara ek olarak, ön em li bir k ısm ın da rijiclite, (2) ilgili b ö lge le rd e istirahat
e sn asın d a dahi san iy ed e 3-6 k a d a r sa b it frek an sta istem
özellikle dopam in, GABA ve serotonin tarafından
dışı tremor ve (3) akinezi adı verilen ve h areketlere b a ş ­
sağlanan inhibitor sinyalleri dengeleyen ve eksi- la m a d a zorluk ile karakterizedir.
tatö r sinyallerin çoğunluğunu oluşturan ço k s a ­ A n orm al m o to r etkilerin n e d e n leri tam olarak b ilin ­
y ıd a k i g lu ta m a t y olları (şekilde g österilm em iş­ m em ektedir. B u n u n la birlikte, eğer p u ta m e n ve n u k le ­
tir) vardır. îleriki bölüm lerde, davranış, uyku, us k a u d a tu sta salg ılan a n d o p a m in , in h ib ito r tra n sm it­
uyanıklık ve otonom sistem in fonksiyonları ve ter olarak görev y ap ıy o rsa, teo rik o la rak su b s ta n tia ııig-
bazal gangliyon hastalıkları ile ilgili konuları ta r­ radak i d o p am in e rjik n ö ro n ların h arab iy e ti n u k le u s k a ­
tıştığım ızda, bu horm onal sistem ler üzerinde d a­ u d a tu s ve p u tam e n in aşırı ak tif o lm a sın ı s a ğ la y a c a k ve
bu d a m u h tem elen ko rtik o sp iııal m o to r s iste m e sü re k ­
ha fazla duracağız.
li uyarıcı sinyallerin g ö n d e rilm e sin e s e b e p olacaktır. Bu
GABA’nın her zaman inhibitor bir ajan olarak gö­ sinyaller, vü cu d u n b ü tü n vey a b irç o k k asların ı aşırı
rev yaptığı hatırlanmalıdır. Bu yüzden, korteksten uy ararak rijiditeye yol açar. İn h ib isy o n ları o rta d a n k a l­
bazal gangliyonlara sonra da koıtekse geri dönen kan bazı feed b ack devreler, k o lay ca o sila sy o n g ö ste re ­
feedback halkasındaki GABA nöronları, pozitif fe­ bilirler ve bu d a P ark inson h a sta lığ ın d a k i tre m o ra yol
edback devresinden ziyade tam amen n egatif fe e d ­ açar. Bu trem or se re b e lla r h a sta lık ta o lu şa n tıe m o rd a n
b a ck devresi sağlayarak motor kontrol sistemlere farklıdır. Ç ünkü tüm u y an ık sa a tle rd e m e y d a n a gelir ve
kararlılık kazandırır. Dopamin de beynin birçok ye- bu yüzden istem dışı trenıor ola rak ad lan dırılır. B u n u n
ak sin e, se re b e lla r tren ıor ise y aln ız ca iste m li o larak
b aşlatıla n h arek etlerin yerin e ge tirilm e si e s n a s ın d a g ö ­
rülür ve bu n ed en le intensiyonel trenıor ad ın ı alır.
P a rk in so n h a s ta lığ ın d a g ö rü le n a k in e z i, h a s ta y a
k aslard ak i rijidite ve tre m o r s e m p to m la r ın d a n d a h a
fazla ra h a tsızlık verir. Ç ü n k ü şid d e tli P a ık in s o n d a h a s ­
Korteksten
ta, en b a sit h arek eti y a p m a k için b ile en y ü k se k d e r e ­
c e d e k o n san tre o lm a k z o ru n d a d ır. B ir h are k e tin y a p ıl­
m a sı için zih in sel gay re t h a tta z ih in se l str e s gerekir.
B u n a ç o ğ u kez h asta n ın g ü c ü y e tm e z ve h are k e t d ü z ­
gü n b ir şek ild e o lu şm a k y e rin e aralıklı ve se rt b ir k a ­
rak ter kazanır. A k in ezin in n e d e n i a ç ık d eğildir. B u ­
n u n la b irlik te, lim b ik s is t e m d e ö z e llik le , nukleus
akıunbens’de d o p a m in se k re sy o n u , b a z a l ga n g liy o n -
lardak i d o p a m in a z a lm a s ın a p a ra le l o la ra k azalır. B u ­
n u n m o to r aktivite için gerekli ru h sa l g ü c ü b ü y ü k ö l­
ç ü d e az altab ild iğ i ve ak in eziy e s e b e p o ld u ğ u ileri s ü ­
rü lm ek tedir. D iğer b ir o la sılık ise şu d u r : Hareket m o­
dellerinde ek sita sy o n ve in h ib isy o n a r a s ın d a d e ğ işim e
gerek o ld u ğ u için, d o p a m in in in h ib ito r e tk ilerin in o r ­
ta d a n kalktığı d u r u m la r d a o ld u ğ u gib i, b a z a l g a n g li­
I t yon ak tivitesin i tek y ön lü o r ta d a n k a ld ıra n h erh an g i
b ir etki, in h ib itor b a sa m a k la rın y a n ıs ıra e k sita tö r b a ­
1. Norepinefrin
sa m a k la ra d a ih tiyaç g ö ste re n a rd ışık m o d e lle rin b a ş ­
2. Serotonin
latılm a sın ı ve d e v a m e ttirilm e sin i ön ler. A k in ezid e g ö ­
3. Enkefalin
rü len de tam olarak b u şe k ild e d ir.

ŞEKİL 56 - 14 L-D o p a Te d avisi. Parkinsonlu h a sta la r a L -d o p a veril­


Bazal gangliyoıılarda farklı tipte ııörotransmiter maddeleri sal­ m esi, h astalığın birçok se m p to m u n u , özellikle rijidite ve
gılayan nörona] yollar. akineziyi iyileştirir. Bunun se b e b i şu şek ild e açıklaııabi-
660 ÜNİTE X I • Sinir Sistemi: C. M otor ve Entegratif Nörofizyoloji

lir. L -d o p a beyin de d o p am in e d ön üştürülm ek te, d op a- o ld u ğ u , b u k o n u d ak i a r a ş tır m a la r için ö n e m li b ir s o ­


m in de n u k leu s k a u d a tu s ve p u tam e n d e in h ib isy on ile ru n d ur.
e k sitasy o n arasın d ak i dengeyi yeniden oluşturm aktadır.
D o p a m in in tek b a şın a verilm esi aynı etkiyi gösterm ez.
Ç ün kü, d o p am in kim y asal yapısı nedeniyle kan-beyin
b ariy erin i geçem ez, an c a k y ap ıc a çok az farklı o lm asın a
ra ğ m e n L -d o p a bariyeri geçebilir.
MOTOR KONTROL SİSTEM İNİN BİR­
ÇOK BÖLÜMÜNÜN ENTEGRASYONU
L -D e p re n y l Te d av isi. L -deprenyl Parkinson h asta lığ ı­
nın ted av isin d e kullanılan diğer bir ilaçtır. Bu ilaç, sa lg ı­ Son olarak, hareketin genel kontrolü hakkında n e­
lan an d o p am in in p a rç ala n m asın d a n so ru m lu olan m o- ler bilindiğini özetlemek gerekir. Bunu yapmak
n a m in o k sid azı in h ib e eder. Böylece, salg ılan an d o p a ­
için, ilk önce farklı düzeylerdeki kontrolün bir öze­
m in b azal gan gliy on lard a d a h a uzun şiire kalır. Ayrıca,
tini verelim.
bu tedavi an la şılm ay an se b ep lerd en dolayı, su b stan tia
n igrad ak i d o p am in salg ılay an nöron lardaki h asarı d a y a­
vaşlatır. Bu yüzden, L -d o p a’ııın L-deprenyl ile kom bin e
ed ilm esi, bu ilaçların tek b a şın a ku llan ılm aların a göre Omurilik Düzeyi
d a h a i yi bir tedavi sağlar.
Vücudun herhangi bir kısmını bir ağrı kaynağın­
F e ta l D o p a m in H ü cre le rin in T ra n sp lan tasyo n u ile
T e d a v i. D o p a m in salg ılay an h ücrelerin n u k leu s k a u d a ­ dan uzaklaştıran geri çekme refleksleri gibi vücu­
tu s ve p u ta m e n e tra n sp la n ta sy o n u (h ücreler d ü şü k dun bütün kaslarının lokal hareket modelleri om u­
o lan fe tü sle rin b e y n in d e n elde edilm ektedir) P arkinson rilikte programlanmıştır. Omurilik, yürüme sırasın­
h asta lığ ın ı ted av id e b a şa rı sağlam ıştır. Fakat hücreler da ekstrem iteleıin ileri ve geri hareketleri, vücudun
b irk a ç ay d an fazla d a y a n m am a k tad ır. Eğer u zu n süreli karşı tarafındaki resipıokal aktivite veya arka ekst-
d ayan ık lılık sa ğ la n ırsa , b u belki de geleceğin ted avisi rem iteleıin ileri-geıi hareketleri, ön ekstremitelere
olacaktır. göre hareketleri gibi ritmik, kompleks hareket m o­
dellerinin de merkezidir.
B azal G a n g liy o n la rd a k i F e e d b a c k D e v re n in O r ta ­
dan K a ld ırılm a s ı Yolu ile Te d avi. P a ık in so n h a sta lı­ Omuriliğin bütün bu programları, m otor kontro­
ğın d ak i an o rm allik le rin ço ğ u n a b a z a l gan gliy oıılard an lün üst düzeyleri tarafından harekete dönüştürüle­
m o to r ko rtek se gelen an o rm al siny aller n e d e n olur. bilir veya üst merkezler kontrolü ele geçirdikleri za­
H a sta la rı ted avi am ac ıy la b u sinyallerin e n ge lle n m e si m an bu programlar inhibe edilebilirler.
için b irç o k cerrahi girişim d e b u lu n u lm u ştu r. Birkaç yıl­
dır, ta la m u su n ven trolateral ve v e n tıo an te riy o r nukle-
u s la ıın d a h a sa r o lu ştu ru la ra k b az al gan gliy oıılard an
k o rtek se u z a n a n fe e d b a c k devresi bloke e d ilm iş ve d e ­ Arka Beyin Düzeyi
ğişik d ü z e y d e b aşarı elde edilm iş, b azen de ciddi n ö ro ­
lojik h a s a r g ö rü lm ü ştü r. P a rk in so n lu m a y m u n la rın Arka beyin vücudun genel motor kontrolü için iki
s u b ta la ıııu s u n d a lezyon o lu ştu rm a b ek len m ed ik iyi s o ­ ana görev yapar. (1) Ayakta durabilmek için vücu­
n u ç la r d o ğ u rm ak tad ır. dun aksial tonusunu devam ettirir ve (2 ) dengeyi
sağlamak amacıyla vestibüler apaıeyden sürekli
Huntington Hastalığı (Huntington Koreası) bilgi alarak farklı kaslarda farklı tonus dereceleri­
nin sürekli modifikasyonunu sağlar.
H u n tin gton h astalığ ı gen etik bir hastalıktır ve genellikle
40 vey a 50 y aşların d a ortaya çıkar. B aşlan gıçta eklem ler­
de se y irm e h areketleriyle ve so n ra b ü tü n vücut h arek et­
lerin d e ilerleyici, ciddi bozukluklarla karakterizedir. Ay­ M otor Korteks Düzeyi
rıca, m o to r fonksiyon bozuk luklarına ağır bir d e m a n s da
eşlik eder. Omuriliğe motor sinyallerin çoğunu m otor korteks
H un tin gton h astalığın dak i an orm al hareketlere, bey­ sistemi sağlar. Bu sistem, kısmen m otor kontrolün
nin birçok yerinde bulunan asetilkolin salgüayan nöron­ farklı omurilik modellerini devreye sokan emirleri
lar ile, putamen ve nukleus kaudatusdaki G/İBA salgıla­ taşım a şeklinde görev yapmaktadır. Bu sistem,
yan nöron gövdelerinin kaybolmasının sebep olduğu dü­ fai klı modellerin şiddetini, zamanlam asını veya di­
şünülmektedir. N orm alde GAI5A nöron larının ak son ter­
ğer özelliklerini de değiştirebilir. Kortikospinal sis­
m inalleri, su b ta n tia n ig ıa ve glo bu s p a llid u sd a inhibis-
y o n a se b e p olm aktadır. Bu in h ib isyon un ortad an kalk­
tem, gerektiğinde omurilik modellerini beyin sapı
m ası, su b sta n tia n ig ıa ve glo b u s pallid u su n sürekli ve veya beyin koı teksinden gelen yüksek-diizey m o ­
aşırı aktive olm asın ı sağlar. Bu d a hareketlerin b o z u lm a­ deller ile değiştirebilir. Korteks m odelleri genellikle
sın a se b e p olur. çok daha karmaşıktır ve pratik yapmakla öğrenile­
H u n tin gto n h astalığın dak i d e m an s m uh tem elen , GA- bilir. Ancak omurilik modelleri temelde kalıtsal ve
BA n öro n ların ın kaybı so n u c u değil de, özellikle seı ebral “değiştiıilem ez”dir.
kortek sin d ü şü n m e alan ların dak i asetilkolin salgılayan
n öro n ların kaybı so n u c u ortaya çıkar.
Serebellumun Asosiyasyon ile İlgili Görevi. Se-
H u n tin g to n h a sta lığ ın a s e b e p o la n a n o r m a l gen b u ­
lu n m u ştu r. Bu g e n d e , h a sta lığ a yol aç a n n ö ro n a l h ü c ­
rebelium kas kontrolünün bütün düzeylerinde gö­
re d e k i a n o r m a l p ro te in in çok say ıd ak i g lu ta m in am i- revlidir. Serebellum özellikle gerim refleksini artır­
ııo a s id in i k o d lay an ve b irç o k d e fa tek rarlay an CAG mak için omurilik ile birlikte görev yapar. Kas kasıl­
k o d u vardır. Bu p ro te in in , h a sta lığ a ne şe k ild e s e b e p ması sırasında beklenmedik ağır bir yükle karşılaş­
BÖLÜM 56 • Serebellum, Bazal Gangliyonlar ve Genel M o to r Kontrol 661

tığında, uzun bir gerim refleks sinyali serebelluma Alfabenin farklı harflerini yazma, topu elle fırlat­
kadar iletilir ve omuriliğe tekrar geri dönerek gerim ma, daktilo ile yazma v.b. motor model çeşitlerinin
refleksinin yüke karşı direnme etkisini kolaylaştırır. yapılması için bazal gangliyonlara gerek vardır. Ay­
Serebellum, beyin sapı düzeyinde vücudun pos- rıca, bu modellerin yavaş veya hızlı yapılması, kü­
tural hareketlerinin, özellikle dengenin gerektirdiği çük veya büyük yazılması gibi değişimlerin yapıl­
hareketlerin, sürekli, düzgün ve anormal osilas- ması için de bazal gangliyonlara gerek vardır. Böy-
yonlara meydan vermeden yapılmasını sağlar. lece, modellerin boyutları ve zam anlam ası kontrol
Beyin koıteksi düzeyinde ise, özellikle hareketin edilir.
başlangıcında, güçlü ve hızlı kas kontıaksiyonun Beynin düşünme sürecinde başlayan ve kişinin
başlaması için ekstra motor güç sağlayan birçok yüzüne vuran bir saldırgana verdiği ani m otor ce ­
yardımcı motor emirleri sağlar. Serebellum, hare­ vabın veya beklenm edik bir kucaklamaya karşı
keti istenilen noktada durdurmak için antagonist gösterilen ardışık cevabın planlanm ası gibi aktivi-
kasları tam zamanında ve uygun bir güçle uyarır. telerin genel sırasını hazırlayan serebral korteks-
Ayrıca, serebellumun bu açma/kapama modelinin bazal gangliyonlar devresi diğer bir üst kontrol dü­
deneyimle öğıenilebildiğine dair yeterli fizyolojik zeyidir.
delil de bulunmaktadır. Somatik duysal korteks, özellikle paıietal lobun
Buna ek olarak, serebellum motor planlamanın orta ve posteıior kısımları, vücudun anlık spasyal
diğer bir seviyesinde daha serebıal korteks ile bir­ koordinatlarının ve vücut kısımlarının fiziki çevre
likte görev yapar. Bir yöndeki hızlı bir hareketin, ile ilişkilerinin uzaysal koordinatlarının sürekli ola­
onu takip eden başka yöndeki hızlı bir harekete rak hesaplandığı alandır. Eğer iki parietal korteks­
düzgün geçişi için gerekli olan kas kontıaksiyonla- ten birisi ciddi şekilde hasar görürse, kişi vücudu­
ıının önceden programlanmasına yardım eder. Bu nun karşı tarafını ihmal eder, hatta karşı taraftaki
görevi yapan nöral devre beyin koıteksinden sere­ objeleri de ihmal eder ve hareketler sadece vücu­
bellumun geniş yan hem isferleıine geçer ve sonra dun bilinçli olarak bilinen tarafının kullanılması
koı tekse geri döner. şeklinde planlanır.
Serebellum esas olarak hızlı hareketlerde görev
yapar. Serebellum olmadan, yavaş ve hesaplanmış
hareketler oluşabilir ancak amaca yönelik iyi kont­ Bizi Hareket Geçiren Nedir?
rol edilen hızlı ve istemli hareketleri ve özellikle
hızlı bir hareketten diğerine düzgün geçişi sağla­ Bizi, hareketsizlikten bir dizi hareketleri yapar du­
mak kortikospinal sistem için zordur. ruma getiren nedir? Biz beynin motivasyon sistem ­
lerini öğrenmenin başlangıcındayız. Beyin, anteıi-
Bazal Gangliyonlarm Asosiyasyon ile İlgili G ö­ yor ve lateıal talamusun altında yer alan daha eski
revleri. Bazal gangliyonlarm motor kontrolde öne­ bir öze sahiptir. Bu öz hipotalamus, amigdaller, hi-
mi, serebellıımunkinden tam am en farklıdır. Bunla­ pokampus, talamus ve hipotalam usun anterioriin-
rın en önemli görevleri: (1) Hareketin bilinçaltı fakat de yer alan septal bölge ve hatta serebral korteks ve
öğrenilmiş m odelini yerine getirmede kortekse yar­ talamusun eski bölgelerini içerir. Bunlar beynin
dım etmek ve (2 ) çok sayıda paralel ve ar dışık hare­ birçok motor ve diğer fonksiyonel aktiviteleıini
ket modellerinin planlanmasına yardım etmektir. motive etmek için birlikte görev yaparlar. Bu alan­
Amaçlı bir işin başarıyla yapılması için, zillin bunla­ ların hepsine birden beynin lim bik sistemi denir.
rın hepsini birlikte değerlendirmek zorundadır. Bu sistem Bölüm 58’de ayrıntılı olarak tartışılmıştır.

REFERANSLAR
A bem eth y B : T h e B iophy sical Foundations o f B roo ks V B , Th ach W T : C erebellar control o f C am bridge, U K : C am brid ge U niversity
H uman M ovem ents. C ham paign, IL : Hu­ posture and movem ent. In: H andbook o f Press, 1997.
m an K in etics, 1997. Physiology S e c . 1, V ol. II. Bethesda: Cow an N : A ttention and M em ory : A n Inte­
Barinaga M : Stuttering co m es into focu s. .Sci­ A m erican Phy siolog ical S o ciety , 19 8 1 , grated Fram ew ork. New Y o rk : O xford U ni­
en ce 1 7 0 :1 4 3 8 , 1995. p 87 7 . versity Press, 1 9 9 5 .
B le ssin g W W : T h e Low er Brainstem and H o­ B u n eo C A , Soechting J F , Flanders M : M uscle Do Sch u tter E , B o w e r JM : A n a ctiv e m em ­
m eostasis. New Y ork: O xford U niversity activation patterns fo r reaching: the repre­ brane m odel o f the c ereb ella r purkinje ce ll:
P ress, 1997. sentation o f distance and time. N europhys­ II. Sim ulation o f synaptic responses. J N eu­
B o ttje r S W , A rnold A P: D evelopm ental plas­ iol 7 1 :1 5 4 6 , 1994. rophysiol 7 1 :4 0 1 , 1 9 9 4 .
ticity in neural circuits fo r a learned behav­ Burt A M : T ex tb o o k o f Neuroanatomy. P hila­ de Zeeuw C l, S trata P , V oo gd J: T h e C ereb el­
ior. Annu R ev N eurosci 1 8 :3 8 5 , 19 9 5 . delphia: \VB Saunders C o, 1993. lum: from Structure to C ontrol. Am sterdam :
B rodal P: T h e C entral N ervous System . New C annito M P , Y orkston K M , Beukelm an D R : E lsev ier, 1997.
Y o rk : O xford U niversity Press, 1998. N eurom otor S p eech Disorders. B altim ore: E c k m iller R : Neural control o f pursuit eye
B ro d a l P, B ja a lic JG : Salien t anatom ic features Paul H. B rookes Publishing C o, 1998. m ovem ents. P hysiol R e v 6 7 :7 9 7 , 1987.
o f cortico-p o n to-cereb ellar pathway. Prog C onn olly K J, Forssberg H: Neurophysiology Fetter M : Th ree-D im en sio n al K in em atics o f
B rain R es 1 1 4 :2 2 7 , 1997. and N europsychology o f M otor D evelop ­ E y e , H ead, and L im b M ovem ents. A m ster­
B ro o k s V B : T h e Neural B a sis o f M oto r C o n ­ ment. London: M acK eith Press, 1997. dam : H arw ood A cad em ic Publishers,
trol. N ew Y o rk : O xford U niversity Press, C ordo P, B e ll C C , Hemad S R : M otor Learning 1997.
1986. and Synaptic Plasticity in the C erebellum . Forssb erg H, H irsch feld H: M ovem ent D isor-
662 ÜNİTE X I • Sinir Sistemi: C. M otor ve Entegratif Nörofizyoloji

tiers in C hildren. Farm ington, C T : S . K ar- L evy R , Hazrati LN , H crrero M T , et al: R e- the oculom o tor system . Invest O phthalm ol
g c r Publishers In c, 1992. evaluation o f the functional anatom y o f the V is S c i 2 8 :1 9 1 2 , 1 9 87.
G arw icz M , E kerot C -F , Jorn tell H: O rganiza­ basal ganglia in normal and Parkinsonian Schm aham ann JD , Pand ya D N : T h e cereb ro-
tional principles o f cereb ellar neuronal c ir­ states. N euroscien cc 7 6 :3 3 5 , 1997. cereb cllar system . Int R e v N eurobiol 4 1 :3 1 ,
cuitry. New s Physiol S c i 1 3:26, 1998. M isulis K E : Essentials o f C lin ical N europhysi­ 1997.
G eorgop o u los A P: Neural integration o f m ove­ o logy. B oston: Butterw orth-H einem ann, T h ier P, K am ath H -O : Parietal L o b e C ontribu­
m ent: ro le o f m otor cortex in reaching. 1997. tions to O rientation in 3D S p a ce. B erlin :
F A S E B J 1 :2 8 4 9 , 1988. M i zu no Y : Treatm ent o f Parkinson’s D isease. Springer, 1997.
H arding EH, D eufel T : Inherited A taxias. New Farm ington, C T : S . K arger Publishers Inc, Thom as P: Parkin son ’s d ise a se — pallidotom y
Y o rk : Raven Press, 1993. 1993. the second tim e around. H arvard Health
H ernip K , K uem erle B : T h e com partm entaliza- Lett Sep t: 4 , 1 9 96.
M ori H: M olecular B io lo g y o f A lzheim er’s
tion o f the cerebellu m . Annu R ev N eurosci T o m ie JA : C om puterized G ait A n alysis in the
D isease and A nim al M odels. New Y ork:
2 0 :6 1 , 1997. Rehabilitation o f C hildren with Cerebral
E lsev ier, 1 9 98.
Ito M : B ra in and Mind. Am sterdam : Elsevier, Palsy and S p in a B ifid a. Edm onton: H eritage
Pitman V , M acK en zie K : R eflexolog y. C h el­
1997.
tenham , U K : S. Thornes Publishers, 1997. Foundation fo r M ed ical R esearch , 1997.
Ja n k o v ic J , T o lo sa E : Parkinson’s D isease and
Poulton E C : Human manual control. In: Hand­ Trou illas P, Fu xe K : S eroton in , the C ereb el­
M ovem ent Disorders. B altim ore: W illiam s
book o f Physiology. S e c . 1, V ol. II. B e - lum, and A taxia. New Y o rk : R av en Press,
& W ilkin s, 1993.
thesda: A m erican P h ysiological S ociety, 1993.
Jo y n t R J: C lin ical Neurology: C lin ica l T ex t in
1 9 8 1 , p 1337. V itek J L , et a l: P h y siolog ical properties and
F o u r L o o s e le a f V olu m es. Philadelphia: J B
som atotopic organization o f the prim ate
l.ip p in cott. (Annual updates) Price R W , PerTy S W III: H IV , A ID S , and the
m otor thalam us. J N europhysiol 7 1 :1 4 9 8 ,
K e ife r J, H ouk J C : M otor function o f the cere- B ra in . New Y o rk : R aven Press, 1994.
1994.
bellorubrospinal system . Physiol R ev 7 4 : R e illy T , A tkinson G , W aterhouse J: B io lo g i­
W einer W J : Em ergent and U rgent N eurology.
5 0 9 , 1994. cal Rhythm s and E x ercise. New Y ork: O x ­
Philadelphia: J B l.ip p in co tt, 1992.
Kurlan R : Treatm ent o f M ovem ent Disorders. ford U niversity Press, 1996.
Philadelphia: J B l.ippincott, 1994. R obinson D A : T h e windfalls o f technology in
Serebral Korteks; Beynin
Entellektüel İşlevleri; Öğrenme
ve Bellek

Sinir sistem in in en büyük bölü m ü n ü oluştur­ alanlarına ya da medulla spinalise uzanan asosiyasyon
m asın a karşın b ey ne ait yapılardan serebral kor- demetler içindeki vertikal liflere dikkat ediniz.
te k sin m e k a n iz m a la rın a ilişkin b ild ik lerim iz Serebral korteksteki spesifik tabakların ¡şevleri Bö­
ço k sınırlıdır. A ncak korteksin h aıab iy eti ya da lüm 47 ve 51’de kısaca tartışılmıştır. Tekrar hatırlatır­
sak, spesifik duysal liflerin çoğu korteksin IV. tabaka­
çeşitli b ö lü m lerin in spesifik uyarım ı ile ortaya
sında sonlanır. Korteksten çıkan liflerin çoğu V. ve VI.
çıkan etkileri bilm ekteyiz. Bu bölü m d e kortikal tabakadaki nöronlardan başlarlar. Beyin sapı ve omu­
işlevlere ilişkin b ilin en gerçekler tartışılacak, riliğe giden lifler genelde V. tabakadan doğarlar. Tala-
so n ra da zih in sel süreçler, bellek, duysal en fo r­ musa giden çok büyük sayıdaki lifler VI. tabakadan çı­
m asyon u n analizi ve ben zeri durum lardaki n o r­ kar. I., II. III. tabakalardaki lifler korteks içi bağlantı
m al m e k an izm aların tem el kuram ları kısaca görevi yaparlar. Bunlardan özellikle II. ve III. tabaka­
tartışılacaktır. daki lifler korteks içi bağlantı görevi yaparlar. Bunlar­
dan özellikle II. ve III. tabakadaki çok sayıda nöron
komşu kortikal alanlar arasında kısa yatay bağlantıla­
rı sağlarlar.
SEREBRAL KORTEKSİN FİZYOLOJİK
ANATOMİSİ Serebral Korteks ile Talamus ve D iğer Aşağı
M erkezler Arası Anatom ik ve İşlevsel Bağlantı­
Serebral korteksin işlevsel bölümü başlıca, serebru- lar. Serebral korteksteki tüm alanların, beynin da­
muıı tüm kıvrımlarını örten 2-5 milimetre kalınlığında ha derindeki yapıları ile karşılıklı affarent ve effe-
ince bir nöron tabakası içerir ve toplam yüzey alanı bir ıen t bağlantıları vardır. Serebral korteks ile tala­
çeyrek metrekaredir. Tüm serebral kortekste 100 mil- mus arasındaki ilişkiler özellikle önem lidir. Kor­
yor dolayında nöron bulunur. teks ile birlikte talam us hasar gördüğünde ortaya
Şekil 57-1, farklı tip nöronların oluşturduğu katman­ çıkan işlev kaybı, korteksin tek başın a haıabiyeti-
ları içine alan serebral korteksin tipik histolojik yapısı­ ne göre çok daha ağırdır; çünkü h em en tüm kor­
nı göstermektedir. Nöronların çoğu üç tip altında top­
tikal etkinlikler için talam us kökenli eksitasyon
lanır: 1) graniiler (satellit), 2) fuziform, ve 3) piramidal
gereklidir.
(tipik piramit biçimlerinden ötürü).
Graniiler nöronlar genelde kısa aksonludur ve bu ne­ Şekil 5 7 -2 ’de talam usun spesifik bölüm leri ile
denle intrakortikal internöron işlevi görürler. Bazıları ek- bağlantılı olan serebral korteks alanları görül­
sitatöıdür ve esas olarak eksitatör nörotransmitler olan mektedir. Bu bağlantılar hem talam usdan kortek­
glııtamat salgılarlar; diğerleri ise inhibitör olup başlıca se doğru, hem de sonra tekrar korteksten talam u ­
inhibitör bir nörotransmitler olan gamaaminobutirik sun aynı alanına doğru olmak üzere iki yönde e t­
asit (GABA) salgılarlar. Duysal ve motor bölgeler arasın­ kir. Ayrıca, talam ik bağlantılar kesildiğinde, ilgili
daki asosiyasyon alanlarında olduğu gibi korteksin duy­ kortikal alan işlevleri tam am en ortadan kalkar.
sal alanlarında da granül hücrelerden bol miktarda bulu­ Bu nedenle, korteks ile talam us yakın bağlantı
nur. Bu durum, duysal alanlara giren duysal sinyaller ile içinde de çalışır ve gerek anatom ik gerekse işlev­
asosiyasyon alanlarındaki bilişsel (kognitif) analitik sin­
sel yönden tek bir birim olarak kabul edilebilir.
yallerin korteks içinde büyük ölçüde işlendiğini gösterir.
Öte yandan, piram idal ve fuziform hücreler, kor- Talamus ve korteks bazan tn lan ıokortikal sistem
teksten çıkan liflerin hemen tamamına kaynak oluştu­ diye de anılır. Ayrıca, olfaktör sistem dışında tüm
rurlar. Piramidal hücreler fuziform hücrelerden daha duysal organlardan başlayıp kortekse uzanan yol­
büyük ve daha çok sayıdadırlar. Bunlar medulla spina- lar talam usdan geçer.
lise uzanan uzun ve büyük sinir liflerinin kaynağını
oluştururlar. Ayrıca beynin ana bölümleri arasında
seyreden büyük subkortikal asosiyasyon liflerinin ço­
ğu da başlangıçlarını bu hücrelerden alırlar. SPESİFİK KORTİKAL ALANLARIN
Şekil 57-1'in sağ tarafında sinir liflerinin korteksin
değişik tabakalarındaki tipik düzenlenmesi görülmek­ İŞLEVLERİ
tedir. Özellikle, korteksin komşu alanları arasında uza­
nan çok sayıdaki horizontal liflerve kortekse gelen ve­ Beyin cerrahı, nörolog ve nöı opatologların in san ­
ya korteksten beynin alt bölgelerine, korteksin uzak lar üzerindeki çalışm aları, farklı kortikal alanların

663
664 ÜNİTE X I • Sinir Sistemi: C. M otor ve Entegratif Nörofizyoloji

I Tamamlayıcı
motor sinerjiler

II

III

iv

v<

Via ŞEKİL 57 ■ 3
Nöroşiriirjik girişimler sırasında korteksin elektriksel uyarısı ve
kortikal bölgeleri zedelenmiş hastaların nörolojik muayenele­
Vlb rinden elde edilmiş insan serebral korteksi işlevsel alanları
(Penfıeld ve Rasmussen’den: The Serebral Corteks of Man a Cli­
nical Study of Localization of Function New York, Hafner Co,
1968.)

ŞEKİL 57 - 1
Serebal korteksin yapısı, I, moleküler tabaka; II, dış granüler ta­ lüm leıde anlatılm ış olan som atik duyum, görm e
baka; III, piramidal hücre tabakası; IV, iç granüler tabaka; V, bü­ ve işitmeye ilişkin prim er ve sekonder tem el alan ­
yük piramidal hücre tabakası ve VI, fuziform veya poliformik lar kadar korteksin prim er ve sekonder (prem o-
hücre tabakası. (Brodmann’dan alıntı ile Raııson ve Clark'tan;
Anatomy o f the Nerveus System. Philadelphia, W.B. Saunders
tor ve tam am layıcı) ana m otor alanlarını da gös­
Company, 1959.) termektedir. Prim er m otor alanların, belirli kas
h areketlerini oluşturm ak üzere özgül kaslarla
doğrudan bağlantıları vardır. Prim er duysal alan ­
birbirinden ayrı işlevleri olduğunu göstermiştir. lar, peıifeıik duysal organlardan beyne iletilen
Şekil 5 7 -3 ’de bilinci açık hastalarda korteksin görsel, işitsel veya som atik-özgül duyum ları algı­
elektriksel yolla uyarımı veya korteksin bir bölü ­ lar. Öte yandan, sekonder alanlar, prim er alan la­
m ü çıkarılmış hastaların nörolojik m uayenesi so ­ rın işlevlerinden anlam çıkarırlar. Örneğin, ta ­
nucu Penfıeld ve Rasm ussen tarafından hazırlan­ m am layıcı ve prem otor alanlar, prim er m otor
m ış bu işlevlerden bir kısm ını içeren bir harita koı teks ve bazal gangliyonlarla birlikte işlev göre­
görülm ektedir. Elektriksel yolla uyarılan hastalar rek, m otor etkinliğin “kalıplarını” sağlarlar. Duy­
bu uyarılma sırasında bazı düşüncelerin doğdu­ sal bölüm de ise, prim er alanlardan birkaç san ti­
ğunu bildirm işler ve hatta sözcükler söylem iş ve­ m etre uzaklıkta yer alan sekonder alanlar, özgül
ya uyarılm anın başka farklı belirtilerini göster­ duysal sinyallerden anlam lar çıkarır. Örneğin, ( 1 )
mişlerdir. kişinin elindeki bir n esn en in biçim ve dokusunu,
Bir çok değişik kaynaktan sağlanan bilgiler bi- (2 ) renk, ışık şiddeti, çizgi ve açıların yönü, gör-
raraya getirilerek Şekil 5 7 -4 ’deki gibi daha genel
bir harita elde edilebilir. Bu şekil, daha önceki bö-

Primer somatik
Primer motor
Tamalayıcı Sekonder somatik
ve Premoto

Sekonder
N. Dorsalis , N. Lateralis
görsel
medialis 'Ş i posterior

Primer
Corpus
geniculatum Limbik görsel
medialis
/X* y Asosiyasyo
' “Corpus
/ /geniculatuı Alanı
‘~"^£İ_Jaterale
Primer Sekonder
İşitsel İşitsel

ŞEKİL 57 - 2 ŞEKİL 57 - 4
Talamusun özgül bölümleri ile bağlanan serebral korteks Serebral korteksin ana asosiyasyon alanlarının yerleşimi,
alanları. (Elliott'dan değiştirilerek: Textbook of the Nerveous primer ve sekonder motor ve duysal alanlara bitişik açık
System. Philadelphia, J.B. Lippiııcott Company.) pembe renkte görülmektedir.
BÖLÜM 57 • Serebral Korteks; Beynin Entellektüel İşlevleri; Öğrenme ve Bellek 665

m enin diğer özelliklerinin yorum lanm ası; ve (3) sipital korteksten görsel, anteriyor parietal korteks­
ses tonlarının anlam ının ve dizilim inin yorum ­ ten somatik bilgiler alarak koordinatları belirler.
lanm ası bu alanların işlevleri arasındadır. Beynin bu bilgiye niçin gereksinimi olduğuna
gelince, gövde hareketlerinin denetim i için beyin
sürekli, olaaık gövdenin her bir bölüm ün konu­
Asosiyasyon Alanları munu ve bunların çevreleri ile ilişkisini bilm ek du­
rumundadır. Ayrıca, kendisine ulaşan som atoduy­
Şekil 57-4 ayrıca, prim er ve sekonder m o to r ve sal sinyalleri çözüm lem ek için de bu bilgiye gerek­
duysal alanlar klasik sınıflandırm asına uym ayan sinimi vardır. Gerçekte de, önceki Bölüm Şekil 56-
bazı büyük serebral korteks alanlarını da göster­ 13’de olduğu gibi, beynin bu alanını yitilm iş bir ki­
m ektedir. Bunlara asosiyasyon alanları denir. şi gövdesinin bir de zıt tarafı bulunduğu gerçeğini
Çünkü bu alanlar, h em subkortikal yapılardan kabul etm e yeteneğini de yitirir. Sonuç olarak, ge­
h em de m o to r ve duysal korteksin birçok bö lg e­ rek duysal deneyimleri algılamak, gerekse istemli
sind en sinyaller alır ve bunları çözüm ler. Ancak, hareketlerin tasarım ı için zıt tarafının varlığını dü­
asosiyasyon alanlarının kendi içinde de u zm an ­ şünemez.
laşm a söz konusudur. En önem li asosiyasyon
alanları, 1 ) parieto-oksipitotem poral asosiyasyon 2. Dil Kavrama Alanı. Wernicke alanı denen ana
alanı, 2) prefrontal asosiyasyon alanı, 3) lim bik dil kavram a alanı, tem poral lob superiyor girusıı-
asosiyasyon alanıdır. B unları işlevleri aşağıda ııun posteriyor bölüm ündeki prim er işitsel kortek­
açıklanm ıştır. sin arkasında yer alır. Bu alan, ilerideki bölü m ler­
de daha ayrıntılı olarak tartışılm ıştır. Burası, yük­
sek entelektüel işlevler için tüm beyindeki en
Parieto-O ksipitotem poral Asosiyasyon Alanı. önem li bölgedir. Çünkü h em en tü m entelektüel
Bu asosiyasyon alanı, önden som atoduysal kor­ işlevler dil yeteneklerine dayanır.
teks, arkadan görsel korteks ve dıştan işitsel kor­
teks ile sınırlanm ış olan geniş bir kortikal yapıdır 3. Görsel Dilin Ön İşlem Alanı (Okuma). Dil kavra­
ve talim in edilebileceği gibi, çevresindeki tüm ma alanının arkasında ve önemli bölümü oksipital
duysal alanlardan gelen sinyallere yüksek düzey­ lobun angider girus bölgesinde yer alan bir görsel
de yorum sal anlam lar sağlar. Ayrıca, parieto-ok­ asosiyasyon alanı bulunur. Burası, bir sayfadan oku­
sipitotem poral asosiyasyon alanın da, (Şekil 57- nan sözcüklerle görsel bilginin Wernicke alanına ta­
5 ’te görüldüğü gibi) kendi işlevsel alt alanları bu ­ şınmasını sağlar. Bu anguler girus alanı, görsel algı­
lunm aktadır. lanan sözcüklerin anlamlandırılması için gereklidir.
Bu alanın yokluğunda, kişi işitme yolu ile dili kavra­
1. Vücudun Uzamsal (Spasyal) Koordinatlarının yabilir; ancak okuma yolu ile kavrayamaz.
Çözümlenmesi (Analazi). Posteriyor parietal kor­
teksten, superiyor oksipital kortekse uzanan bir 4. Nesneleri Adlandırma Alanı. Anteriyor oksi­
alan, gövdenin çevresinin olduğu kadar tüm bölüm ­ pital lob ve posteriyor tem poral lobıın en dış b ö ­
lerinin yersel koordinatlarının sürekli çözümlenme­ lüm lerinde nesneleri adlan dırm a alan ı bulunur.
sini sağlar Bu alan eş zamanlı olarak posteriyor ok- Adlar, daha ziyade işitsel girdiler yoluyla, fiziksel

Motor
Somatik
duysal Gövde ve
(armaşık çevrenin
hareketlerin yersel
planlanması ve koordinatları
düşüncelerin
olgunlaştırılması
Sözcük
lOluşumuJ Sözcüklerin
Dli Kavrama görsel
işitme Zeka işlemlenmesi
Davranış
Duygular
Ş E K İL 57 - 5 Nesnelerin Görme
Serebral korteksteki özgül Motivasyon adlandırılması
işlevsel alanların haritası.
Özellikle tüm insanların
% 95’inde sol yarı kürede
yer alan dil kavrama ve
Llmblk
Asosiyasyon Wernicke
üretimden sorumlu Wer­ Alanı
nicke ve Broca alanları
Alanı
görülmektedir.
666 ÜNİTE X I • Sinir Sistemi: C. M otor ve Entegratif Nörofizyoloji

özellikler ise görsel girdiler yoluyla öğrenilir. B u ­ davranış, duygular ve motivasyon ile ilgilidir. B ö ­
na karşılık, adlar ise “adlar” alanının hem en üze­ lüm 5 8 ’de lim bik korteksin, beynin orta bazal böl­
rinde yer alan W ernicke alanının işlevleri olan di­ gelerindeki karm aşık sinirsel yapılardan oluşan ve
li kavram a ve zeka için esastır. lim bik sistem adı verilen çok daha geniş bir siste­
me ait bir bölüm olduğu öğrenilecektir. Limbik
Prefrontal Asosiyasyon Alanı. Bölüm 5 6 ’da pre- sistem beynin diğer alanlarını harekete geçiren
fontal asosiyasyon alanının hareketlerin karm a­ duysal dürtülerin çoğunu ve hatta kendi kendini
şık kalıbını ve sırasını tasarlam ak üzere m otor öğrenm e-tam m a m otivasyonunu sağlar.
koıteks ile yakın ilişki içinde işlev gördüğünü öğ­
renm iştik. Bu işleve yardım için, prefrontal asosi­ Yüzlerin Tanınmasını Sağlayan Alan
yasyon alanı, kendisi ile parieto-oksipitotem po-
ıal asosiyasyon alanını birleştiren geniş bir sub- İlginç bir beyin anom alisi olan prozofeııozi yüzle­
kortikal lif dem etinden güçlü girdüer alır. Bu d e­ ri tanım a yetisinin eksikliğidir. Bu durum, Şekil
m et aracılığı ile prefrontal korteks, özellikle h are­ 5 7 -6 ’da görüldüğü gibi her iki oksipital lobun alt
k etlerin tasarım ı için gerekli olan gövdenin yüzeylerinin iç tarafı ve tem poral lobların m edi-
uzam sal koordinatlarına ilişkin ön çözüm lem e­ oventıal yüzeylerindeki yaygın harabiyet sonucu
den geçm iş bilgileri alır. Prefrontal alandan m o ­ ortaya çıkar. İlginç olarak, yüz tanım a alanlarının
tor denetim sistem lerine uzanan çıktının büyük kaybı diğer beyin işlevlerinde çok hafif aksaklıkla­
bölüm ü, bazal gangliyonlar ile talam us arasında­
ra yol açar.
ki feed back devresinin kaudal bölüm ünden ge­
Yüz tanım a gibi basit bir görev için serebral
çer. Bu bölge hareket başlangıcının seri ve paralel
koı tekste bu denli geniş bir alanın ayrılmış olm a­
m otor tasarım ından sorumludur.
sı hayret vericidir. Ancak, günlük işlerim izin ç o ­
Prefrontal asosiyasyon alanı, ayrıca, zihindeki
ğunun diğer insanlarla ilişkileri içerdiğini an ım ­
uzun süreli düşünce süreçleri için de gereklidir.
sarsak, bu entellektüel işlevin ne kadar önem li ol­
Bu, olasılıkla, prefrontal koı teksin m otor aktivite-
duğu anlaşılabilir.
leri tasarlam a yeteneğinden kaynaklanmaktadır.
Bu alanın oksipital bölüm ü görsel koı tekse b iti­
Yani, bu alanın, yaygın olarak beyin alanlardan
şiktir, tem poral bölüm ü ise Bölüm 5 8 ’de görüle­
kaynaklanan m otor dışı bilgileri işleyebilm e ve
ceği gibi duygular, beyin uyarımı ve çevresel e t­
böylece m otor d üşüncenin yanısıra diğer düşün­
kenlere yanıt olarak doğan davranışların d en eti­
ce sü reçlerini de yerine getirebilm e yeteneğinde
m inden sorum lu olan lim bik sistem le ilişkilidir.
olm ası olasıdır. G erçekte de, prefrontal asosiyas­
yon alanı, çoğu zam an, düşüncelerin işlenmesi ve
olgunlaştırılması için önem li bir yapı olarak ta ­
n ım lan m aktad ır. Ayrıca h er yeni d ü şü n cen in Superiyor Temporal Lobun Arka
beyne girm esi sırasında analizi için gerekli olan Bölümünün Yorumsal İşlevi-”Wericke
"işlek bellek” in oluşturulm asında rolü olduğu Alanı” (Genel Yorum Alanı)
söylenm ektedir.
Şekil 5 7 -7 ’de görüldüğü gibi, som atik, görsel ve
Broca Alanı. Frontal korteksin Broca alanı adı ve­ işitsel asosiyasyon alanları superiyor tem poral
rilen özel bölgesi, sözel bilgi için nöral devreyi
sağlar. Şekil 5 7 -5 ’de görüldüğü gibi, bu alanın bir
bölüm ü lateral prefrontal korteksin arkasında, bir
bölüm ü de prem otor alandadır. Tek sözcüklerin Yüz
hatta kısa cüm leciklerin ifadesi için tasarım ve
m otor kalıpların oluşturulduğu ve yürütüldüğü
yerdir. Bu alan aynı zam anda, daha sonraki b ö ­
lüm de ayrıntılı olarak anlatılacak olan ve tem p o­
ral asosiyasyon korteksinde yer alan W ernicke dil
kavram a merkezi ile yakın ilişki içinde çalışır.

(Son zamanlarda ortaya konulan ilginç bir buluşa gö­


re, kişi yeni bir dil öğrendiğinde, yeni dilin beyinde de­
polandığı alan, ilk dilin depolandığı alandan alınarak
oluşturulur. Eğer iki dil aynı anda öğreniliyorsa, her
ikisi de beynin aynı alanında depolanır.)

Limbik Asosiyasyon Alanı. Şekil 57-4 lim bik aso­


siyasyon alanı adı verilen bir diğer asosiyasyon
alanını gösterm ektedir. Bu alan, temporal lobun
Ş E K İL 57 - 6
ön kutbu, frontal lobun ön bülüm ü ve serebral he-
Yüz tanıma alanları, beynin alt yüzeyinde, oksipital ve temporal
m isferiıı mediyal yüzeyindeki singulat girusda lobların iç tarafındadır. (Gesclnvind’den: Sci. Am., 241:180,
bulunur. Şekil 5 7 -5 ’de gösterildiği gibi öncelikle 1979, © 1979 tüm haklan Scientific American, Inc.a aittir.)
BÖLÜM 57 • Serebral Korteks; Beynin Entellektüel İşlevleri; Öğrenme ve Bellek 667

uzanır ve oksipital lobun görsel alanları ile de ar­


kadan birleşir. Tem poral lobdaki W ernicke alanı
sağlam iken, bu bölge harap edildiğinde, kişi işit­
sel deneyimleri her zam anki gibi yorum layabilir,
ancak görsel korteksten W ernicke alanına görsel
belleğin aktarılm ası engellenm iştir. Bu nedenle,
kişi sözcükleri görebilir ve hatta bu nların sözcük
olduklarını bilebilir, ancak anlam larını yorum la-
yamaz. Bu durum a dislekzi veya kelim e körlüğü
denir.
Beynin çoğu entelektüel işlevi için W ernicke
alanının ne kadar önem li olduğunu tekrar vurgu­
layalım . Erişkinde bu alan ın kaybı, genellikle
Wernicke alanı öm ür boyu dem ansiyal bir yaşam a yol açar.

Duygusal deneyimlerin yorumlandığı genel mekanizmayı oluş­ Baskın Hemisfer Kavramı


turan somatik işitsel ve görsel asosiyasyon alanların düzenlen­
mesi. Bunların tümü aynı zamanda temporal lobun arka-üst Konuşma ve m otor denetim alanlarının işlevleri
bölümünde yer alan Wernicke alanına da girdi sağlar. Frontal
lobda yer alan prefoııtal alan ve Broca konuşma alanına da dik­
ile birlikte, W ernicke alanı ve angüler girusun ge­
kat ediniz. nel yorumsal işlevleri genellikle bir serebral yarı­
kürede diğerine göre daha iyi gelişmiştir. Bu n e ­
denle, bu hem isfere baskın hem isfer denir ve in ­
lo bu n arka bölüm ünde biraraya gelirler. Burası sanların yaklaşık % 95’inde sol hem isfer b ask ın ­
tem poral parietal ve oksipital lobların birleşm e dır. Yeni doğanların yarısından çoğunda W ernicke
noktasıdır. Farklı duysal yorum alanlarının b u ­ alanı olacak; korteks alanı doğum da bile sol he-
luştuğu bu alan özellikle beynin baskm yanında misferde sağ hem isferde olduğundan %50 ora­
çok gelişmiştir. Bu alan, sağ elini kullananların nında daha geniştir. Böylece, beynin sol tarafının
çoğunda sol hem isferdedir ve zeka adını verdiği­ sağ tarafına göre neden baskın olduğu kolaylıkla
m iz yüksek düzey beyin işlevlerindeki başlıca ro ­ anlaşılabilir. Ancak, eğer erken çocukluk d ö n e­
lü oynar. Bu bölgeye, önem ini vurgulamak üzere minde herhangi bir nedenle sol taraf alanı hasar
değişik adlar verilm iştir: genel yorum sal alan, ta­ görür ya da çıkarılırsa karşı taraf baskm özellikle­
nım a (gııostik) alanı, bilgi alanı, tersiyer asosi­ rin tüm ünü geliştirebilir.
yasyon alanı ve benzeri. Bu alan, entelektüel sü ­ Hemisferlerden birinin diğeri üzerinde baskm
reçlerdeki özel önem ini ilk tanım layan nörolog olm a yeteneğini açıklayabilen teorilerden biri şu ­
W ernicke’nin anısına Wernicke alanı adı ile b ilin ­ dur:
m ektedir. "Zihin” dikkatini belli bir anda başlıca tek bir
W ernicke alanının ciddi harabiyeti sonucunda düşünceye yöneltir gibi görünm ektedir. D oğum ­
kişi kusursuz işitebilir ve hatta tek tek sözcükleri da sol arka tem poral lob sağdakinden genellikle
tan ım lay ab ilir an cak bu sözcü kleri bü tü n ve daha geniş olduğundan, olasılıkla sol taraf sağ
m antıklı düşünceler biçim inde düzenleyem ez. taraftan daha çok kullanılm aya başlanır. Bu a n ­
Benzer şekilde, kişi yazılı bir sayfadaki sözcükleri dan itibaren insan dikkatini bu daha çok gelişm iş
okuyabilir, ancak aktarılm ak istenen düşünceyi bölgeye yönlendirm e eğilim inde olacağınd an,
anlayam az. gelişm esi önce başlayan h em isferd e öğrenm e h ı­
Bilinci açık kişide W ernicke alanının elektriksel zı artarken diğerinde düşük düzeyde kalır. B ö yle­
yolla uyarılm ası zam an zam an oldukça karm aşık ce sol hem isfer, norm al olarak sağ hem isfere b a s­
d üşünceler oluşturur. Bu durum özellikle, uyarıcı kın olur.
elektrod, talam ustaki ilgili bağlantı alanlarına insanların yaklaşık yüzde 9 5 ’inde sol tem poral
yaklaşacak kadar derine yerleştirildiği zam an gö­ lob ve angüler girus baskındır, kalan yüzde 5 ’inde
rülür. Bu düşünceler arasında, çocukluk d önem i­ ise baskınlık ya her iki hem isferde eşzam anlı o la­
ne ilişkin karm aşık görsel sahneler, özgül müzikal rak gelişir ya da nadiren sadece sağ tarafta ileri
bir parça gibi işitsel halusinasyonlar, hatta belli derecede gelişir.
bir kim seye ait konuşm alar bulunabilir. Böylece, Bu bölümde daha sonra anlatılacağı gibi, ara
bellek kalıplarının çoğu başka yerlerde depolan­ frontal lobun yan tarafında yer alan prem otor ko­
m ış olsa bile, W ernicke alanı uyarıldığında, bir­ nuşm a (dil) alanı da (Broca alanı) h em en daim a
den fazla duysal m odalite içeren karm aşık bellek sol tarafta baskındır. Konuşm a alanı, larinks kas­
kalıplarının ön plana çıkabileceğine inanılm akta­ larını, solunum kaslarını ve ağız kaslarını aynı a n ­
dır. Bu görüş, değişik duysal deneyim lerin karm a­ da uyararak kelime yapm ayı sağlar.
şık anlam ları ile yorum lanm asında W ernicke ala­ insanların onda dokuzunda elleri kontrol eden
nının önem i ile uyumludur. m otor alanlar da sol tarafta baskındır. Böylece in ­
sanların çoğu sağ ellidir.
A ngüler Girus-Görsel Bilginin Yorumlanması. Temporal lobun ve angüler lob u n yorum lam a
Angüler girus, posteriyor parietal lobun en alt b ö ­ ile ilgili alanları ile m otor alanların çoğu genellik­
lümüdür. W ernicke alanının hem en arkasında le sadece sol hem isferde ileri d ereced e gelişm iş
668 UNITE X I • Sinir Sistemi: C. M otor ve Entegratif Nörofizyoloji

olm aların a karşın, her iki hem isferden de duysal


Prefrontal Asosiyasyon Alanının
bilgiler alırlar ve her iki hem isferdeki m otor akti-
Yüksek Entellektüel İşlevleri
viteyi kontrol etm e yeteneğine sahiptirler. Bu
am açla, bu alanlar hem isferler arası haberleşm e Yıllardan beri, insandaki üstün zekanın yerinin
için corpu s colUısıım 'un lif sistem lerini kullanır­ prefrontal koıteks olduğu öğretilm iştir, çünkü
lar. Karşıdan karşıya geçen liflerle organize ol­ maymun beyni ile insan beyni arasındaki başlıca
m uş bir bütün olan bu sistem , beynin iki tarafı­ faik insanda prefrontal alanların çok daha geniş
nın işlevlerinin çelişm esini önler. Aksi halde, iki olmasıdır. Oysa, prefrontal korteksin yüksek en ­
h em isfer arasında yer alabilecek zıtlaşm a gerek tellektüel işlevler açısından beynin diğer bölgele­
düşüncelerde gerekse m otor yanıtlarda kargaşa­ rinden daha fazla önem taşıdığını gösterm eye yö­
ya yol açardı. nelik çabalar başarılı olam am ıştır. Nitekim, bas­
kın hem isferde posteıiyor superiyor tem poral
Wernicke Alanının işlevinde ve Entellek- lobdaki konuşulanı anlam a alanının (Wernicke
tüel işlevlerde Dilin (Konuşmanın) Rolü alanı) ve bitişiğindeki angüler girus bölgesinin h a ­
rap edilm esinin zekaya verdiği zarar, prefrontal
D uysal deneyim lerim izin büyük bir bölüm ü, b el­ bölgelerin tahribinden doğan zarardan çok daha
lek alanlarına saklanm adan ve diğer entellektüel fazladır. Ancak yine de, prefrontal alanlar, kısm en
am açlar için kullanılm adan önce dildeki eşdeğer­ belirsiz de olsa kendilerine özgü önem li entellek­
leri olan kavramlara dönüştürülürler. Örneğin, tüel işlevlere sahiptirler. Bunları tanım lam anın en
bir kitap okurken basılı sözcüklerin görsel b içim ­ iyi yolu prefrontal alanları işlevsiz kalmış hastala­
rın sergilediği davranışları gözden geçirmektir.
lerini değil dildeki anlam larını ve uyandırdıkları
Bundan yıllar önce, psikiyatrik hastaları tedavi et­
düşünceleri belleğimizde saklarız.
mede kullanılan modern ilaçlar henüz yok iken,
Baskın sol hem isferde dilin yorum una ayrılmış
prefrontal alanları beynin diğer alanlarına bağlayan
duysal alan W ernicke alanıdır ve bu alan, hem
liflerin prefrontal lobotorni adı verilen bir yöntemle
p ıim er işitsel alanla hem de tem poral lobdaki se-
kesilmesinin bazı hastalan psikotik depresyondan
konder işitsel alanlarla sıkı ilişki içindedir. Bunun
kurtardığı görülmüştü. Bu işlem, kafatasının her iki
nedeni, belki de dilin önce işiterek öğrenilmelidir. tarafının lateral ve frontal bölgelerinde açılan küçük
Yaşam ın sonraki evresinde dilin okuma ile kaza­ deliklerden, künt ve ince bir bıçak sokularak beynin
nılan algısı geliştikçe olasılıkla görsel m esajlar, yukarıdan aşağıya doğru kesilmesi şeklinde uygula­
angüler girus ve görsel asosiyasyon alanlarından nıyordu. Bu hastalar üzerinde daha sonra yapılan
biri üzerinden baskın tem poral lobda gelişmiş değerlendirmeler, hastalarda aşağıdaki zihinsel de­
olan dil yorum u ile ilgili W ernicke alanına yön ­ ğişikliklerin bulunduğunu göstermiştir:
lendirilm ektedir.
1. Hastalar karmaşık problem çözm e y eten ek ­
lerini yitirmişlerdi.
2. Belirli hedeflere ulaşm ak için gerekli görev sı­
Baskın Olmayan Hemisferde Parieto- ralam asını yapam am ışlardı.
oksipitotemporal Korteksin İşlevleri 3. Aynı anda birden fazla görevi paralel biçim de
yürütmeyi öğrenem em işler.
Yetişkin bir insanın baskın hem isferindeki W er­ 4. Saldırganlıkları bazan aşırı şekilde azalm ıştı.
nicke alanı harap edildiğinde, norm al olarak dille Bazen hırslarını tüm ü ile yitirm işlerdi.
ilgili h em en tüm entellektüel işlevlerini veya b u n ­ 5. Ahlaki değerlerini kaybetm elerine bağlı ola­
ları düzenlem e yeteneğini, okum a yeteneğini, rak cinsellik ve dışkılama davranışları ile ilgili k o ­
m atem atiksel işlem yapm a ve hatta m antıksal nularda çekingenliklerinin azalm ası ile birlikte
problem çözm e gibi sözel sem bolizm e dayanan sosyal yaşamlarındaki olaylara tepkileri, içinde
yeteneklerini yitirir. Ancak, karşı hem isferin tem ­ bulundukları durumla uyumsuzdu.
poral lobundan ve angüler girus alanlarından 6 . Konuşulanı anlayabilm elerine ve söylen en le­

kaynaklanan yorum yapabilm e ile ilgili diğer bir ri kavıayabilm elerine karşın uzun bir düşünce
çok yetenekler kalır. Baskın olm ayan hem isferi zincirini sürdüıemediler. Ruh halleri ani olarak
hasar görm üş hastalar üzerinde yapılan psikolo­ sevecenlikten kızgınlığa, coşkudan deliliğe doğru
jik çalışm alar, bu hem isferin özellikle müzik algı­ değişmekteydi.
7. Yaşamları süresince alıştıkları m otor işlevle­
lam a ve yorum lam a, sözel olm ayan görsel d ene­
rin çoğunu becerebildikleri halde, bunları yapar­
yim ler (özellikle görsel desenler), kişi ile çevresi
ken amaçsızdılar.
arasındaki uzamsal ilişkiler, "vücut dilini” an la­
ma, insan sesindeki nüansları ayııdetm e ve elle­ Yukarıdaki gözlem lerin ışığında şim di prefron­
rin kullanım ı ile ilgili som atik deneyim ler için tal asosiyasyon alan ların ın işlevleri hakkında
önem li olduğuna işaret etmektedir. kapsamlı bir tablo oluşturulabilir.
Görüldüğü gibi, "baskın” hem isfer denildiğinde Saldırganlığın ve Uygunsuz Sosyal Davranışla­
bunun dil ve sözel sem bolizm le ilgili entellektüel rın Azalması. Bu iki özellik olasılıkla frontal lo b ­
işlevler için geçerli olduğu anlaşılmalıdır. Baskın ların beynin alt kısm ındaki ventral bölüm lerinin
olm adığı kabul edilen diğer hem isfer ise, gerçek­ kaybından kaynaklanmaktadır. D aha ö n ce açık­
te başka tip entellektüel işlevlerde baskındır. landığı ve Şekil 57-4 ile Şekil 5 7 -5 ’de gösterildiği
BÖLÜM 57 • Serebral Korteks; Beynin Entellektüel İşlevleri; Öğrenme ve Bellek 669

gibi bu alan prefrontal korteksten ziyade lim bik


asosiyasyon korteksinin bir parçası sayılır. Bu İL E T İŞ İM D E B E Y N İN İŞ L E V İ-K O N U Ş M Â »
lim bik alan, Bölüm 5 8 ’de ayrıntılı olarak anlatıla­ N IN G İR D İLE R İ VE Ç IK TILA R I
cağı gibi, davranışın kontrolünde yardımcıdır.
İnsanlarla daha aşağı türden hayvanlar arasındaki en
Amaca Yönelem eme ve Düşünce Zincirini Sür- önemli farklardan biri, insanların birbiriyle iletişim kurabil­
dürem eme. Bu bölüm ün başlarında anlatıldığı melerindeki kolaylıktır. Ayrıca, nörolojik testlerle bir kişinin
gibi, prefrontal asosiyasyon alanları beynin geniş başkaları ile iletişim kurma yeteneği kolaylıkla saptanabil-
bir bölüm ünde var olan bilgilerden yararlanarak diğinden, iletişimle ilgili motor ve duyu sistemlerini diğer
koıtikal işlevlerle ilgili bölgelerden daha iyi biliyoruz. Bu
bunları am aca ulaşmak ve daha derin düşünce nedenle, Şekil 57-8’deki sinirsel yollarm anatomik haritala­
kalıpları oluşturm ak am acı ile kullanm a yeteneği­ rından yararlanarak korteksin iletişimdeki işlevini gözden
ne sahiptir. Bu amaçlar, m otor eylemlere yönelik geçireceğiz. Böylece, duysal analiz ve motor kontrol ilkele­
ise, bilgiler bunun için kullanılır. Motor eyleme rinin iletişimde nasıl uygulandığı kolayca anlaşılacaktır.
yönelik değilse, bu düşünce süreçleri entellektüel İletişim iki yönden ele alınabilir: Bunlardan ilki, ku­
çözüm lem e am acı için kullanılırlar. F ıontal kor­ lakları ve gözleri ilgilendiren duysal yö/n7dür (konuş­
teksten yoksun insanlar hala düşünebildikleri h al­ manın girdileri), diğeri ise, vokalizasyon ve kontrolü ile
de, birkaç saniye ya da en fazla bir dakika gibi bir ilgili motoryöııi'ıdür (konuşmanın çıktıları).
süreyi aşan mantıklı ve derli toplu bir düşünce İletişimin Duysal Yönü
zincirini hem en hem en hiç sürdüremezler. Bunun
Bu bölümün başlarında korteksin işitsel ve görsel aso­
sonuçlarından biri şudur: Prefrontal koı teksi n or­ siyasyon alanlarının harap edilmesinin konuşulan ve­
mal işlev gören kişiler, dikkat dağıtıcı etkenler ol­ ya yazılan kelimeleri anlama yeteneğinin kaybı ile so­
sun olm asın düşüncelerindeki hedefe ulaşabil­ nuçlanabileceğini belirtmiştik. Bu etkilere sırası ile
dikleri halde, bu korteksten yoksun olanlar kolay­ işitsel algı afazisi ve görsel algı afazisi veya daha sık
lıkla düşüncelerinin merkezini oluşturan temanın kullanılan terimlerle kelime sağırlığı ve kelime körlüğü
dışına saparlar. (disleksi) denir.
W ern icke A fazisi ve G lo b a l A fa z isi. Bazı kişiler ko­
Düşüncenin Şekillendirilmesi, Öngörü ye Pref­ nuşulanları veya yazılı kelimeleri anlayabilirler, ancak
rontal Alanların Yüksek Entellektüel İşlevleri ifade edilen düşünceyi yorumlayamazlar. Bu durıım,
Gerçekleştirmesi - "İşlek Bellek" Kavramı. Psiko­ çoğu zaman baskm hemisferin sııperiyor temporal gi-
rusunuıı arka kısmındaki Wernicke alanının hasarın­
loglar ve nörologlar tarafından prefrontal alanlara dan veya tahribinden kaynaklanır. Bu nedenle, bu tip
atfedilen bir diğer işlev de, düşüncenin şekillendi- afaziye Wernicke afazisi denir.
rilmesidiı: Basitçe bunun anlamı, birçok kaynaktan Wernicke alanındaki lezyonun (1) arkaya doğru an­
edinilmiş farklı bilgilerden oluşturulan farklı dü­ güler girusa kadar, (2 ) aşağıya doğru temporal lobun
şüncelerin derinlik ve soyutluk açısından zengin- alt kısımlarına kadar ve (3) yukarıya doğru Slyvius ya­
leştirilmesidir. Prefrontal lobektom i uygulanmış rığının üst sınırına kadar uzanması halinde bu kişinin
aşağı türden hayvanlar üzerinde yapılan psikolojik konuşulanı anlama veya iletişimden tümü ile yoksun
olması olasılığı vardır ve buna global afazi adı verilir.
testlere göre, bu hayvanlar kendilerine arka arkaya
verilen bilgileri geçici bir bellekte saklayarak bile iz­ İletişimin M otor Yönü
leyemezler zira, sanıldığına göre dikkatleri o kadar Konuşma sürecinin başlıca iki zihinsel evresi vardır:
kolaylıkla dağılır ki belleğe aktarmak için yetecek ( 1 ) ifade edilecek düşüncelerin zihinde oluşturulması
bir süre bile düşüncelerini akılda tutamazlar. ve kelimelerin seçilmesi ve daha sonra (2 ) seslendir­
Prefrontal alanların birçok bilgi parçasını aynı menin motor kontrolü ve gerçekleştirilmesi.
anda izleyip, daha sonra bunlardan düşünceler Düşüncelerin oluşturulması ve hatta kelimelerin çoğu­
oluşturm ak için gerektikçe bu bilgileri hatırlaya­ nun seçimi, beynin duysal asosiyasyon alanlarının işlevi­
bilm e yeteneğine “işlek bellek” denir. Bu kavram, dir. Bunda en önemli rol oynayan beyin alanı, yine supe-
riyor temporal ginısun arka kısmındaki Wernicke alanıdır.
beynin yüksek zekaya atfettiğim iz birçok işlevini
Bu nedenle, Wernicke afazisi veya global afazisi olan bir
gayet iyi açıklayabilir. Gerçekten bu konuda yapı­ kişi anlatmak istediği düşünceleri formüle edemez. Veya
lan çalışmalar, prefrontal alanların, farklı tipten eğer lezyoıı hafif ise, kişi düşüncelerini formüle edebilir
geçici belleklerin saklandığı bölgelere ayrılabile­ ancak ifade etmekte kullanacağı kelimeleri uygun bir sıra
ceğini göstermiştir. Bu geçici belleklerden biri bir içinde bir araya getiremez. Kişi çoğu zaman kelimeleri
nesnenin veya onun bir parçasının şekli ve yapısı akıcı bir biçimde söyleyebilmekle birlikte sıralarını şaşırır.
hakkındaki bilgileri, bir diğeri hareketi lıakkındaki Broca A lanın ın K a y b ı M o to r A fa z iy e Yol A çar. Bazan
bilgileri saklar. Biz geçici bellekteki tüm bilgi par­ kişi ne söylemek istediğine karar verebilir ve bunu ses-
çalarını birleştirerek ( 1 ) düşüncelerim izi şekilleıı- lendirebiİir, ancak bu seslerle kelimeler oluşturmak
diıebilir, (2) gelecek için plan yapabilir, (3) duysal yerine anlamsız sesler çıkarır. Motor afazi adı verilen
uyaranlara karşılık olarak vereceğim iz yanıtları al­ bu durum Şekil 57-5’de ve 57-8’de gösterildiği gibi, kor­
teksin prefrontal ve premotor fasiyal bölgesinde -in­
dığımız bilgileri tartarak en uygun zam ana eıte-
sanların yaklaşık yüzde 95'inde sol hemisferde- yer
leybilir, (4) m otor eylem lerim izin sonuçlarını da­ alan Broca konuşma alanının hasarından kaynaklanır.
ha onları gerçekleştirm eden önce tahm in edebilir, Bu da, lariııksin, dudakların, ağzın, solunum sistemi­
(5) karmaşık m atem atiksel, hukuki veya felsefi nin ve konuşmada rol alan diğer yardımcı kasların
problem leri çözebilir, (6 ) nadir hastalıklara tanı kontrolü için ustaca motor kalıpların hep bu alandan
koyarken tüm bilgi kanallarımız arasında bağlan­ başlatıldığını göstermektedir.
tılar kurabilir ve (7) davranışlarımızı ahlaki ölçüler A rtik ü la syo n . Son olarak, konuşmadaki vurgulardan,
içinde kontrol edebiliriz. zamanlamadan ve söz dizisindeki ani ses şiddeti deği-
670 ÜNİTE X I • Sinir Sistemi: C. M otor ve Entegratif Nörofizyoloji

İŞİTİLEN BİR KELİMEYİ SÖYLEME

Motor korteks

Fasciculus arcuatus

Broca alanı

Wernicke alanı
Primer İşitsel alan

Motor korteks
YAZILI BİR KELİMEYİ OKUYUP SÖYLEME

ŞEKİL 57 - 8
İşitilen bir kelimeyi algı­
lamak ve sonra aynı ke­
limeyi söylemek için be­
yinde kullanılan yollar
(üstte) ve yazLİı bir keli­
menin okuyarak algıla­
nıp söylenmesinde kul­
lanılan yollar (altta).
(Geschwind: Sei. Amer.,
241.180, 1979 (Scientific
American Inc’den alın­
mıştır. Tüm hakları sak­
lıdır.)

Broca görsel

Angüler glms

Wernicke alanı

şiklikleıinden sorumlu olan, ağız, dil, larinks ve ses tel­ duysal korteks Bölüm 55 ve 56’da açıklanan bazal gang
lerinin kas hareketlerinden söz edebilir ki buna artikii- liyon ve serebellumun feedback mekanizmalarını kul
lasyon denir. Motor korteksin fasiycıl ve laringeal bölge­ lanarakbu kasların kasılma sırasını ve kasılma şiddeti­
leri bu kasları uyarır. Serebellum, bazal gangliyoıılar ve ni kontrol ederler. Bu bölgelerden herhangi birinin tah
BÖLÜM 57 • Serebral Korteks; Beynin Entellektüel İşlevleri; Öğrenme ve Bellek 671

ı ibi, anlaşılabilir biçimde konuşma yeteneğinin tama­ lan bir başka m aym unla tekrarlandığında, bir he-
men veya kısmen kaybına yol açabilir. misfeıdeki nesne tanım a becerisinin daim a karşı
Ö zet hem isferde de aynı derecede geliştiği görülür.

Şekil 57-8 iletişimde rol alan başlıca iki sinirsel yolu Şu halde, corpus callosum ’un ve com m isura
göstermektedir. Şeklin üst kısmı işitmede ve konuşma­ anterior’un işlevleıinen biri, bir h em isferin kor-
da rol alan yolları belirtmektedir. Bu olaylar dizisi şöy- teksinde saklanan bilgileri diğer hem isferde bu
ledir: (1) Kelimeleri temsil eden ses sinyallerinin pri­ alanlara karşılık gelen alanların kullanım ına su n ­
mer işitsel alana ulaşması; (2) kelimelerin Wernicke maktır. Bu tür işbirliğinin bazı önem li örnekleri
alanında yorumlanması; (3) düşüncelerin ve söylene­ şöyle sıralanabilir:
cek kelimelerin yine Wernicke alanında kararlaştırıl­
ması; (4) sinyallerin fasciculus arcuatus üzerinden 1. Corpus callosum ’un kesilm esi baskın h em is­
Wernicke alanından Broca alanına iletilmesi, (5) keli­ ferin W ernicke alanındaki bilgilerin beynin karşı
me oluşturmanın kontrolünü sağlayan motor beceri taraf m otor korteksine aktarılm asını durdurur.
programlarının Broca alanında aktive edilmesi ve (6 ) Böylece sol hem isferde yer alan W ernicke alanı
konuşma kaslarını kontrol edecek uygun sinyallerin
entellektüel işlevler açısından sağ m otor korteks
motor kortekse gönderilmesi.
Şekil 57-8’in alt kısmı ise okumanın ve sözle yanıt­ üzerindeki kontrolünü kaybeder ve dolayısı ile
lamanın evreleri göstermektedir. Kelimelerin ilk alın­ sol el ve kol, bilinçaltı hareketleri n orm al olduğu
dığı alan primer işitsel alan değil, primer görsel alan­ halde istem li m otor işlevlerini kaybederler.
dır. Buraya alınan bilgiler, daha sonra angiiler girus
bölgesinde yorumlamanın başlangıç evlerinden geçi­ 2. Corpus callosum’un kesilmesi sağ hemisferdeki
rilirler ve son olarak da Wernicke alanında tam anlam­ somatik ve görsel bilgilerin baskın hemisferdeki Wer­
ları ile tanınırlar. Buradan sonra yer alan olaylar, işiti­ nicke alanına aktarılmasını önler. Böylece, gövdenin
len bir kelimeye yanıt vermede yer alan olaylar dizisi sol tarafına ilişkin somatik ve görsel bilgiler beynin
ile aynıdır. bu genel yorumlama ile ilgili alanına ulaşamadığın­
dan karar verme süreçlerinde kullanılamazlar.
3. Son olarak, corpus callosum’ları tümü ile kesil­
İKİ SEREBRAL HEMİSFER ARASINDA miş kişiler, birbirinden tümüyle ayrı, bilinçli iki b e ­
DÜŞÜNCE, BELLEK, EĞİTİM VE yin parçasına sahiptirler. Örneğin, corpus callo­
DİĞER BİLGİLERİN AKTARILMASINDA sum’u kesilmiş bir genç hem okuduğu hem de işit­
CORPUS CALLOSUM VE tiği kelimeleri sadece sol hemisferi ile anlayabiliy­
ordu, çünkü baskın hemisferi sol hem isferi idi. Di­
CO M M İSSURA ANTERİOR’UN İŞLEVİ ğer taraftan, sağ tarafı okuduğu kelimeleri anlaya­
bildiği halde, işittiği kelimeleri anlayamıyordu. Ay­
Corpus callosu m iki h em isferin karşılıklı kortikal rıca, sağ korteks okunan kelimeye karşılık bir m otor
alanlarının çoğu arasında çok sayıda iki yönlü yanıt oluşturabiliyor ancak sol korteks bu yanıtın
bağlantı kurar. A m igdalanın da aralarında bulun­
niçin verildiğini İliç bilmiyordu. Beynin sağ tarafı
duğu tem p oıal lobların ön kısımlarındaki tem po- duygusal (emosyonel) bir yanıt oluşturduğunda ise
ıal alanlar birbiri ile com m isu ra aııterior üzerin­
etki bir hayli farklı idi; bu dununda sol tarafta da b i­
den bağlıdırlar.
linç alü duygusal bir cevap ortaya çıkıyordu. Bunun
Corpus callosum ’un çok sayıda lif içerm esi n e ­
böyle olacağı kuşkusuzdu, çünkü beynin her iki ta­
deni ile daha eskiden beri bu büyük lif kitlesinin
rafında emosyonlara ayrılan anteıior temporal kor-
iki hem isferin faaliyetleri arasında karşılıklı ilişki
teksler ve buraya komşu alanlar, kesilmem iş olan
kurm ada önem li işlevlere sahip olduğu kabul
commisura anteı ior üzerinden hala birbirleri ile ile­
edilmiştir. Oysa, laboıatuvar hayvanlarında co r­
tişim halinde idiler. Örneğin, gencin önüne beynin
pus callosum harap edildiğinde ilk bakışta beyin
sağ tarafının göreceği şekilde "öp” komutu yazıldı­
işlevlerinde herhangi bir eksiklik gözlenem em iş-
ğında, hem en ve büyük bir heyecanla “asla” diye ya­
ti. Bu nedenle, corpus callosum ’un işlevi uzun sü­
nıt vermişti. Bu yanıt, Wernicke alanının ve sol h e ­
re bir giz olarak kaldı.
misferde konuşmaya ayrılmış m otor alanların iş­
Günümüzdeki uygun şekilde tasarlanm ış psiko­
levlerini gerektiriyordu; çünkü bu sol taraf alanları
lojik testler, corpus callosum ’un ve com m isura
"asla” kelimesini söylemek için gerekliydi. Ancak,
an teıio r’un son derece önem li işlevlere sahip ol­
gence bunu niçin söylediği sorulduğunda açıklaya-
duğunu ortaya çıkarmıştır. Bu işlevleri açıklam a­
mıyordu. Görüldüğü gibi, beynin iki tarafı bilinç,
nın en iyi yolu bu deneylerden birini anlatmaktır.
bellek, iletişim ve m otor aktivitenin kontrolü için
Bir m aym unun önce, corpus callosumu kesilerek,
birbirinden bağımsız yeteneklere sahiptir, iki tara­
her bir gözden gelen sinyaller aynı taraf hem isfe-
fın iş birliği içinde çalışması için corpus callosum
rine gidecek şekilde optik kiazması uzunlam asına
gereklidir ve com missura anteıior iki tarafın duygu­
ikiye ayrılarak teste hazırlanır. D aha sonra m ay­
sal yanıtlarını birleştirmede önemli ek bir rol oynar.
m un, sol gözü kapalı iken sağ gözü ile çeşidi n es­
neleri tanıyabilecek şekilde eğitilir. Bir sonraki
adım da sağ göz kapatılır ve sol gözü ile aynı n es­
neleri tanıyıp tanım adığı test edilir. Test sonuçları DÜŞÜNCELER, BİLİNÇ VE BELLEK
sol gözün söz konusu nesneleri tanıyam adığını
gösterm iştir. Oysa, aynı deney optik kiyazması iki­ Bilinç, düşünceler, bellek ve öğrenm eyi tartışırken
ye ayrılan fakat corpus callosum ’u sağlam bııakı- çektiğimiz en büyük zorluk düşünm enin sinirsel
672 ÜNİTE X I • Sinir Sistemi: C. M otor ve Entegratif Nörofizyoloji

m ekanizm alarım bilm em em izden ve belleğe iliş­ yer alabileceğini gösterm iştir. O m urilik refleksle­
kin m ekanizm alar hakkında çok az bilgiye sahip ri bile, om uriliğin tekrarlanan aktivasyonuna y a­
oluşum uzdan kaynaklanır. Serebral korteksin bü ­ nıt olarak çok az da olsa d eğişebilm ektedir ve bu
yük bir bölüm ünün harap edilm esinin insanın refleks değişiklikleri belleğin bir parçasını oluş-
düşünm esini engellem ediğini biliyoruz, ancak bu tuıular. Keza, bazı uzun süreli bellekler beynin
durum kişinin çevresinin farkında olm a derecesi- alt m erkezlerinde yer alan sinaptik ileti değişik­
n iv e düşüncelerinin dinçliğini azaltır. liklerinden kaynaklanır.
Kuşkusuz, her düşünce serebral korteksin bir­ Entellektüel süreçlerle ilgili olduğunu düşündü­
çok bölüm ünde, talam usta, lim bik sistem de ve ğümüz belleğin büyük bir kısmın, geniş çapta se­
beyin sapının retiküler form asyonunda eşzam an­ rebral korteksteki bellek izlerine dayanmaktadır.
lı sinyaller oluşm asına yol açar. Bazı kaba düşün­
celer belki h em en h em en tam am en alt m erkezle­ Pozitif ve N egatif Bellek-Sinaptik İletide "Duyar­
re bağlıdır. Ağrı d üşüncesi belki buna iyi bir ör­ lılık Artışı" ve "Alışma". Çoğu zam an anıları, ön ce­
nektir, çünkü insan koıteksinin elektrikle uyarıl­ ki düşüncelerimizin veya deneyimlerimizin pozitif
m ası ılımlı bir ağrının ötesinde bir algıya yol a ç­ biçim de geri çağrılışları olar ak düşünürsek de belki
m azken hipotalam usun, m ezansefalonun belli bunlar içinde en çok payı pozitif değil negatifanûa-
bölgelerinin uyarılması dayanılm az bir ağrıya n e ­ nm ız alır. Esasen beynimiz tüm duyularımızdan ge­
den olabilir. Diğer taraftan, görm e ile ilgili olan len duysal bilgiyle boğulmaktadır. Eğer zihnimiz bu
düşünceler için serebral korteks gereklidir; çünkü bilgilerin tüm ünü hatırlamaya kalksaydı beynin
görsel korteksin kaybı görsel b içim veya renk algı­ bellek kapasitesi dakikalar içinde aşılırdı. Ancak b e­
lam a yeteneğinin tüm ünü ortadan kaldırır. yin önem i olmayan bilgileri ihmal etmeyi öğrenme
Bu anlatılanların ışığında, düşünm e için sinir­ gibi ilginç bir yeteneğe sahiptir. Bunun kaynağı, bu
sel aktivite bazında şöyle bir tan ım ortaya koya­ tip bilgilerin sinaptik yollarının inhibisyoruıdur ve
biliriz: Bir düşünce, sinir sistem in in başta sereb ­ bu etkiye "alışma” (lıabitüasyon) denir. Bu bir tür
ral korteks olm ak üzere talam us, lim bik sistem ve negatifbeWeküı\
beyin sapındaki yukarı retiküler form asyonu da Diğer taraftan, acı veya haz gibi önem li sonuçlar
içine alan birçok bölüm ünün aynı anda ve belir­ doğuran bilgiler için beyin, bellek izlerini oto m a­
li bir sıra içinde uyarılm asının sonucudur. Buna tik olarak güçlendirm e ve depolam a kapasitesine
d üşünm enin bütüncü kuram ı (fıolistik teori) de­ salıipür. Buna pozitif bellek denir. Sinaptik yollar­
nir. Lim bik sistem in, talam u sun ve beyin sapın ­ da kolaylaştırmadan kaynaklanır ve bu olaya bel­
daki retiküler form asyon’un uyarılan alanları dü­ lekte duyarlılık artışı denir. İleride açıklanacağı gi­
şünceye haz, hoşnutsuzluk, acı, rahatlık, kaba bi, beynin bazal limbik bölgelerindeki özel alanlar,
duysal kalite, vücutta lokalizasyon ve başka genel aldıkları bilgilerin önem li olup olm adığını sapta­
özellikler katarak düşü ncenin genel niteliklerini yarak bunlardan doğan düşüncelerin güçlendiri­
belirler. Diğer taraftan, serebral koı tekste uyarı­ lerek depolanm ası mı yoksa baskılanm ası mı ge­
lan alanlar ise, d üşü ncenin tek tek özelliklerini rektiğine dair bilinç altı kararlar verirler.
belirlerler. Bunlar arasında, duyuların vücuttaki
ve n esnelerin görsel alandaki spesifik konumları, Belleklerin Sınıflandırılması. Anılarımızın bazıları­
ipeğe dokununca aldığım ız his, beton bloklardan nın sadece birkaç saniye, bazılarının ise saatlerce,
yapılm ış bir duvarda dört köşe şekilleri tan ım a­ günlerce, aylarca veya yıllarca sürdüğünü biliriz.
m ız ve belli bir anı y aşam anın ayırdına varm am ı­ Bunları tartışmak am acı ile bellek şu şekilde sınıf­
za katkıda bulunan diğer özellikler yer alır. landırılabilir: ( 1 ) kısa-süreli bellek, uzun süreli belle­
Bilinç, belki çevrem izi veya ardışık d üşüncele­ ğe dönüştürülmedikçe saniyeler veya en çok daki­
rimizi sürekli olarak farkında olm am ız şeklinde kalar sürer; (2 ) orta uzun süreli bellek, günler veya
tanım lanabilir. haftalar sürer ancak sonra kaybolur ve (3) uzun sü­
reli bellek, bir anı bir kez saklandıktan sonra yıllar
boyunca veya bir yaşam boyu hatırlanabilir.
Bellek-Sinaptik Fasilitasyon ve Belleklerin bir genel sınıflandırm ası yanında
Sinaptik İnhibisyonun Rolleri daha ö n ce (prefrontal loblarla ilgili olarak) "işlek
bellek” adını verilen ve esas olarak kısa süreli b el­
leği entellektüel uslam lam a için k ullanılan başka
Fizyolojik olarak anılar, daha önceki sinirsel akti-
bir bellekten daha söz etm iştik.
vitenin sonucund a nöronlar arası sinaptik ileti
Bunlara ek olarak bellekler sıklıkla saklanan
kapasitesinde m eydana gelen değişikliklerden bilgi tipine göre sınıflandırılırlar. Bu sın ıflam a­
kaynaklanır. Bu değişiklikler, beynin sinirsel dev­ lardan birinde bellek bilgi verici bellek ve beceri
releri içinde yeni veya kolaylaştırılm ış ileti sağla­ ile ilgili bellek olarak ayrılır.
yan yolların gelişm esine neden olur. Bu yeni ve­ 1. Bilgi verici bellelc. Ö nem li bir deneyim gibi
ya kolaylaştırılm ış yollara bellek izleri denir. Bu entegre bir düşü ncenin çeşitli detaylarını içerir.
yollar önem lidir, çünkü bir kez açıldıktan sonra, Bunlar ön cesin d e (1) çevre ile ilgili bellek, (2) za­
düşünen zihin bunları aktive ederek anıyı y en i­ m an bağlantıları ile ilgili bellek, (3) deneyim in
den canlandırabilir. nedenleri ile ilgili bellek, (4) d eneyim in anlam ı
Aşağı türden hayvanlarla yapılan çalışmalar, ile ilgili bellek ve (5) kişinin aklında kalan so n u ç­
bellek izlerinin sinir sistem in in her düzeyinde larla ilgili bellek yer alır.
BÖLÜM 57 • Serebral Korteks; Beynin Entellektüel İşlevleri; Öğrenme ve Bellek 673

2. Beceri ile ilgili b e lle t Sıklıkla kişinin vücudu olm aları nedeniyle, özellikle üzerinde durm aya
ile ilgili m o to r aktivitelerle ilgilidir. Ö rneğin tenis değer m ekanizm alardır.
top u n a vurm a becerisi ile ilgili olarak, ( 1 ) topun
görülm esi, (2 ) topun rakete olan uzaklığının ve P resinatik U çla rd a ki veya P o s ts in a p tik
geliş h ızının hesaplanm ası ve (3) vücudun, kolla­ N ö ro n Z a rınd a ki K im yasal D e ğ iş ik lik l ere
rın ve raketin topa vuracak şekilde hareketlere Bağlı B ellek
hızla karar verilm esi gibi bellekler içerir. B un la­
rın h ep si hızla daha önceki tenis oyunuyla ilgili Şekil 57-9 özellikle Kandel ve arkadaşları tarafın ­
öğrenilenlere göre harekete geçirilir. D aha sonra dan Aplysia adlı büyük bir salyangozda araştırıl­
bir önceki oyunla ilgili detaylar unutularak bir mış olan bir bellek m ekanizm asını g österm ekte­
son rakin e geçilir. dir. Bu m ekanizm a, birkaç dakikadan 3 haftaya
kadar sürebilen belleklere n ed en olabilm ektedir.
Şekil, iki presinaptik ucu gösterm ektedir. B u n lar­
Kısa Süreli Bellek dan biri, bir prim er duysal n ö ro n d an kaynaklanır
ve uyarılacak n öron üzerinde so n lan ır; b u n a
Kısa süreli bellek, birkaç saniye veya birkaç daki­ duysal uç denir. Diğer uç ise, duysal uç üzerinde
ka süre boyunca, bir telefon num arasındaki 7 ila sonlanır; bu na fasilitatör uç denir. Duysal uç, fa -
10 rakam ı (veya 7 ila 10 ayrı ayrı) hatırda tutm ak silitatör uç uyaıılm aksızın tekrar tekrar uyarıldı­
gibi kişinin bu rakam ları veya olayları sürekli dü­ ğında kuvvetli bir sinyal iletim i görülür, ancak
şü n erek hatırlayabilm esini sağlayan bellektir. uyarma tekrarlandıkça zayıflar ve sonund a ta ­
Çoğu fizyolog, kısa süreli belleğin aynı sinir m am en durur. Bu olaya, daha ö n ce de açıklan d ı­
sin y allerin in reverberasyon yapan nöronların ğı gibi alışm a (habituasyon) denir. Bu olay nöro-
oluşturduğu geçici bir devre içinde sürekli dolaş­ nal devrenin, tekrarlandıkça ö n em i azalan uyarı­
m asın dan kaynaklandığını ileri sürm ektedir. Bu lara yanıt vermeyi durdurm asından kaynaklanan
teori henü z kanıtlanam am ıştır. negatif bir bellektir.
K ısa-süreli belleğin diğer olası bir açıklam ası Diğer taraftan, eğer duysal u ç uyarılırken aynı
da, presinaptik fasilitasyon (kolaylaştırma) veya anda fasilitatör uç ağrılı bir uyaranla uyarılırsa,
inhibisyondur. Bu olaylar, bir sonraki nöron üze­ postsinaptik nörona iletilen sinyal giderek zayıf­
rinde değil presinaptik uçlar (term inaller) üze­ layacağına daha da güçlü bir şekilde iletilebilir
rinde yer alan sinapslaıda gerçekleşir. Bu gibi u ç ­ hale gelir. Bu durum dakikalar, saatler veya gün­
lardan salgılanan nörotransm iterler (tipine göre) ler boyunca sürer veya daha yoğun bir eğitim le,
çoğu zam an, saniyelerce hatta dakikalarca süren fasililatör uçtan daha fazla uyarm a olm asa bile,
bir fasilitasyona veya inhibisyona neden olurlar. güçlenm e 3 haftayı bulacak şekilde devam eder.
Bu tip devreler kısa süreli belleğe yol açabilir. Böylece, ağrılı uyaran, uygulandığı and an itib a ­
Kısa-süreli belleğin olası son bir açıklaması, si- ren günler veya haftalar boyunca bellek izi ü ze­
naptik iletide artiş m eydana getiren sinaptik po- rindeki iletim i kolaylaştırm aktadır. İlginç o la ­
tansiyasyondur. Sinaptik potansiyasyon presinap­ rak, alışm a gerçekleştikten sonra bile, bu yol az
tik uçlarda büyük miktarlarda kalsiyum iyonu b i­ m iktarda ağrılı uyaran karşısında kolaylaştırılm ış
rikm esinden kaynaklanabilir. Yani, bir presinapük yola çevrilebilm ektedir.
uçtan bir impuls dizisi geçerken, presinaptik uç
içine giren kalsiyum miktarı ardı sıra gelen her im- Orta Süreli Belleğin Moleküler Mekanizması
pulsla biraz daha artar. İçeri giren kalsiyum m ikta­ Alışmanın (habitüasyon) Mekanizması: Alışm anın
rı m itokondrilerin veya endoplazmik retikulumun duysal uçtaki etkisi m oleküler düzeyde, p resi­
alabileceği miktarı aştığında, bu aşırı miktardaki naptik uç zarında giderek artan sayıda kalsiyum
kalsiyum sinapsta uzun süreli presinaptik nöıot-
ransm iter salgılanmasına neden olabilir. Böylece,
kısa süreli bellek için bu da olası bir mekanizmadır.
Ağrılı
uyaran
Fasilitatör
Orta Uzun-Süreli Bellek uç

Şim di de dakikalarca hatta haftalarca sürebilen Duysal


orta uzun-süreli belleği ele alalım. Bu bellekte uyaran
saklanan anılar, bellekteki izleri daha sürekli h a ­
le getirilm ezse zam anla kaybolurlar; sürekli hale
getirilirlerse uzun süreli bellek olarak sınıflandı­
rılırlar. İlkel hayvanlar üzerinde yapılan çalışm a­
lar, b u tür belleklerin ya presinaptik uçlarda ya Kalsiyum
da post sinaptik zarda yer alan ve birkaç dakika­ kanalları
dan birkaç haftaya kadar sürebilen geçici kim ya­
sal veya fiziksel değişikliklerden veya h er ikisin­ ŞEKİL 57 - 9
den kaynaklanabileceğini gösterm iştir. Ö nem li Aplysia salyangozunda keşfedilen bellek sistemi
674 ÜNİTE X I • Sinir Sistemi: C. M otor ve Entegratif Nörofizyoloii

k analının kapanm asından kaynaklanır. Kalsiyum kanıya göre, uzun süreli bellek, sinyal iletim inde
kanallarının neden kapandıkları tam olarak b i­ artm a veya baskılanm aya yol açan sinapslaıdaki
linm em ektedir. Aksiyon potansiyelleri bu uca kimyasal değişiklikler yerine yapısal değişiklikle­
vardığında, pıesinap tik zardan içeriye n o rm al­ rin sonucudur. Şimdi uzun süreli belleğin olası
den daha az m iktarda kalsiyum iyonu girm ekte m ekanizm alarını anlam am ıza çok büyük yardımı
ve bu nedenle de çok daha az m iktarda transm i- olmuş ilkel hayvan (bunların sinir sistem lerini
ter salgılanm aktadır; çünkü (Bölüm 4 5 ’de tartışıl­ araştırm ak çok daha kolaydır) deneylerini bir kez
dığı gibi) transm iter salgılanm ası kalsiyum girişi daha hatırlayalım.
ile tetiklenir.
F asilitasyonun (kolaylaştırm a) M ekanizm ası:
K o lay laştırm an ın m o lekü ler m ek an izm asın ın Uzun Süreli B ellek O lu ş u rk e n
kısm en şöyle olduğu sanılm aktadır: S inapslarda Yapısal D e ğ iş ik lik le r O lu r
1. Duysal uçla birlikte fasilitatör ucun da uyarıl­
m ası fasilitatör sinapstaıı duysal uç presinaptik Om urgasız hayvanlardan elde edilen elektron
zarı üzerine serotoniıı salgılanm asına neden olur. mikrogı aflar, uzun süreli belleklerin gelişm esi e s­
2. Seroton in duysal uç zarındaki serotoniıı re- nasında sinaps yapısında pek çok fiziksel değişik­
septörlerine bağlanır ve bu reseptörler de zarın iç liğin yer aldığını gösterm iştir. Hayvana presin ap ­
yüzündeki aden ilat siklaz enzim ini aktive ed er­ tik nöronda protein sentezi için gerekli DNA sis­
ler. Bu da presinaptik duysal uç içinde siklik ade- tem ini bloke eden ilaçlar verildiğinde bu yapısal
ııasiıı m oııofosfat (cAMP) oluşm asını sağlar. değişiklikler görülmez ve kalıcı bellek yolları geli­
3. Siklik AMP, duysal uç zaıı içinde yer alan bir şem ez. Şu halde, açıkça görüleceği gibi, uzun sü ­
p rotein kinazı aktive eder. Bu protein kinaz da reli belleğin gelişmesi doğrudan doğruya, sinaps-
duysal uç zan içindeki potasyum kanallarının bir laıın sinyal iletim indeki duyarlılıklarını artıran fi­
parçası olan bir proteini fosfoıile eder. Bu prote­ ziksel yeniden yapılanm aya bağlıdır.
in söz konusu kanalları potasyum geçişine kapa­ Bu fiziksel değişikliklerin en ö n e m lile ri ş u n ­
tır. Kanalların kapanm ası birkaç dakikadan bir­ lardır:
kaç haftaya kadar sürebilir.
4. Aksiyon potansiyelinden sonra dinlenm e
1. İletici salgılanm asında vezikiil boşaltm a b öl­
haline dönüş için presinaptik u çtan dışarıya p o ­
gelerinin sayısındaki artış: Bölüm 7 ’deıı h atırla­
tasyum akışı gerekli olduğundan, zarın p o tas­
nacağı gibi, presinaptik uç uyarıldığında, b u ra­
yum iletkenliğinin durdurulmuş olm ası presi­
daki m em brandan sinaptik aralığa transm iter sa ­
naptik uçtaki aksiyon potansiyelinin süresini bir
lıveren özel boşaltm a bölgeleri vardır. B ellek
hayli uzatır.
oluşturucu bir eğitim sürecinin ilk dakikaların­
5. Bu uzun süreli aksiyon potansiyeli, kalsiyum
kanallarının uzun sürelerle aktive edilmesine, bu da dan itibaren elektron m ikrogıaflarda, uçtaki bu
duysal uca aşm miktarlarda kalsiyum iyonu girme­ boşaltm a bölgelerinin sayısında bir artış görülür.
sine yol açar. Kalsiyum iyonları da transmiter salgı­ Bu yeni boşaltm a bölgeleri, presinaptik zarın iç
lanm asında büyük bir aılışa neden olur. Böylelikle yüzeyinde beliren yeni vezikül bo şaltm a yapıla­
sinaptik ileti büyük çapta kolaylaştırılmış olur. rından oluşurlar. Daha sonra, presinaptik u ca bir
aksiyon potansiyeli ulaştığında, bu ek boşaltm a
Görüldüğü gibi, fasilitatör n ö ıo n o n duysal n ö ­ bölgelerindeki veziküllerdeıı sinaptik aralığa ek-
ronla birlikte uyarılm asının yarattığı etki, son d e­
zositoz ile salınan transm iter m iktarı büyük ç a p ­
rece dolaylı bir yoldan, bellek izini oluşturan duy­
ta artar.
sal u cun uyarılma duyarlılığında uzun süreli bir
2. Transmiter taşıyan vezikiillerin sayısında ar­
artışa neden olmaktadır.
tış: Her presinaptik uçta sadece vezikül boşaltm a
B una ek olarak, yine Aplysia üzerinde Byrne ve
bölgelerinin sayısı değil, aynı zam anda tran sm i­
arkadaşlarının yaptığı çalışm alar sinaptik bellek
için bir başka m ekanizm ayı akla getirmiştir: Bu ter taşıyan veziküllerin sayısı da artar.
çalışm aların sonuçlarına göre, uygun koşullar al­ 3. Presinaptik uç sayısında artış: Yoğun eğitim
tında aynı nörona farklı kaynaklardan gelen uya­ sonucunda presinaptik uçların sayısı bile bazan
rılar presinaptik zarda değil, post sinaptik nöron norm alin iki katından fazla artar. U ç sayısındaki
zarında uzun süreli değişikliklere neden olm ak­ artışla birlikte sinaps sayısındaki artışı karşılam ak
tadır. Tem elde bu da aynı bellek olaylarına yol üzere, bir sonraki nöronun dendritleri çoğalır.
açar. Böylece, orta uzun süreli belleğin bir başka 4. Dendı itlerde yapısal değişiklikler. D endriüe-
olası m ekanizm asından söz edilebilir. ıin uyarılması spesifik proteinleri aktive eder. Bu
da nörona giren iyonların iletim ini değiştirir. B a ­
Uzun Süreli Bellek zı durumlarda dendiklerin boynu genişler ve d a­
ha güçlü sinyallerin iletilm esini sağlar.
Oı ta uzun süreli belleğin daha uzun süreli tipleri Böylece, gerçek uzun süren belleklerin olu şm a­
ile gerçek uzun süreli bellek arasında kesin sınır­ sı esnasında sinapsların sinyal iletim yetenekleri
lar yoktur. Ayrım dereceleri açısındandır. Genel çeşitli yollardan artırılmış olur.
BÖLÜM 57 • Serebral Korteks; Beynin Entellektüel İşlevleri; Ö ğrenm e ve Bellek 675

Yaşamın Erken D ö n e m in d e k i Eğer güçlü elektrik şoku 10 dakikayı aşan bir süre
ile geciktirilirse, belleğin en az bir kısmı kalıcı hale
Ö ğ re n m e d e N ö ro n Sayısı ve N ö ro n la rın
gelir. Eğer şok 1 saati aşan bir süreden sonr a uygula­
B a ğ la n tıla rı Ç arpıcı B iç im d e D e ğ iş ir mışa, belleğin daha büyük bir bölüm ü pekiştirilir.
Pekiştirme ve bunun için gerekli süre, kısa sü re­
Hayatın ilk haftaları, ilk ayları ve hatta belki ilk yılı
li belleğin tekrarlı bir provası olarak belki aşağıda­
içinde beynin birçok bölüm ü aşırı sayıda nöron
ki gibi açıklanabilir:
üretir ve bunların aksonları da başka nöronlara
bağlanm ak üzere pek çok dala ayrılır. Eğer bu yeni Kısa Süreli Belleğin Uzun Süreli B elleğe A k ­
nöronlar uygun başka nöronlarla, kas hücreleri ile tarılm asında Provanın Rolü. Psikolojik ça lış ­
veya salgı hücreleri ile bağlantı kuramazlarsa bir­ m alarınd an alınan so n u çlara göre, aynı b ilg ile­
kaç hafta içinde yok olurlar. Uygun bağlantıların rin zihine defalarca prova ed ilm esi kısa süreli
sayısı bir sonraki nöronlar tarafından salgılanan belleğin uzun süreli belleğe ak tarılm asın ı ve d o ­
spesifik ve farklı sinir büyüme faktörlerine bağlıdır. layısıyla pekiştirm eyi h ızlan d ırır ve güçlendirir.
Ayrıca, bağlantılar yeterli düzeye ulaşamazsa ak­ Beynin yeni ed inilen bilgileri ve özellikle de dik­
son dallarını gönderen nöron tümü ile yok olur. kat çeken yeni bilgileri prova etm ey e doğal bir
Görüldüğü gibi, bir bebeğin doğumundan kısa eğilim i vardır. Bu n ed en le, duysal d en eyim lerin
bir süre sonra beynin çeşitli bölgelerindeki nöron­ önem li özellikleri belli bir süre için d e b ellek d e­
ların nihai sayısı ve bağlantıları “ya kullan ya kay­ polarına giderek daha kalıcı bir b içim d e y erle­
b et” ilkesine göre belirlenmektedir. Bu bir tür öğ­ şirler. Bu durum , bir k im sen in d erin lem esin e
renmedir. Bir örnek vermek gerekirse, yeni doğan öğrendiği küçük m iktardaki bilgiyi, n ed en y ü ­
bir hayvanın bir gözü birkaç hafta boyunca kapalı zeysel olarak öğrendiği büyük m iktardaki b ilg i­
tutulursa görsel korteksindeki hücre katmanları b i­ den çok daha iyi h atırlayabild iğin i açık la m a k ta ­
rer sıra ara ile -yani normal olarak kapatılan göze dır. Bu aynı zam and a zinde ve uyanık bir k im se­
bağlı olan hücre katmanları- dejenere olur ve o göz n in belleğin i zihinsel yorgunluk için d eki bir
hayat boyunca ya kısmen ya da tam am en kör kalır. kim seden niye daha iyi p ek iştireb ild iğ in i de
Böylece, serebral korteksin pek çok alanında açıklam aktadır.
başlangıçta var olan nöronların yüzde 5 0 ’si veya Pekiştirme Esnasında Anıların Kodlanması. Pe­
daha fazlası doğru kullanılmama nedeniyle yok kiştirm enin en önem li özelliklerinden biri pekiş­
olur. Bu m ekanizm anın kendisi bile bir tür uzun tirm e esnasında belleklerin farklı bilgi sınıfları
süreli öğrenmedir. Ayrıca, sinir sistem inin hayaün halinde kodlanm asıdır. Bu sü reçte b en zer bilgi­
erken döneminde sahip olduğu bu şekillenme ye­ ler bellek depolam a birim lerin d en geri getirilir
teneği, çocuklara erken dönemde zengin bir öğle­ ve yeni bilgilerin işlen m esin e yard ım cı olarak
nim deneyim i kazandırmanın ne kadar önem li ol­ kullanılırlar. Yeni ve eski bilgi, benzerlikleri ve
duğunu da vurgulamaktadır. Böylelikle çocuk ya­ farklılıkları açısından karşılaştırılır. Bilgi işlem e
şam boyu sürecek olan öğrenimi için müm kün süreçlerinin bir kısm ı, işlenm iş bilgiyi saklam ak
olan en iyi temele sahip olacaktır. yerine, bunları benzerlikleri ve farklılıkları y ö ­
Yakın zam ana kadar erişkinlerde ve hayvanlar­ nünden ayırarak depolar. Bilginin pekiştirilm esi
da, bellek döngülerindeki nöron sayısındaki deği­ sırasında, yeni bilgiler ıastg ele depolanm azlar,
şiklerle çok az bir “öğrenm e" kazanıldığına in a­ aynı tipte diğer bilgilerle ilişki kurularak saklanır­
nılm aktaydı. Ancak son çalışm alara göre erişkin­ lar. Bu ileride, isten en bilgi “arandığında” bu lu ­
lerde bile bu m ekanizm anın bir kısm ının kulla­ nabilm esi için gereklidir.
nıldığı öne sürülmektedir.
B ellek S ü re cin d e B eynin
Belleğin Pekiştirilmesi Ö z g ü l B ö lü m le rin in Rolü
(Konsolidasyonu)
Hipokam pus Bilginin H afızada Pekiştirilm esi­
Kısa süreli belleğin haftalar veya yıllar sonra hatırla­ ni Sağlar-Hipokam pus le zy o n la rın d a n Sonra
nabilecek uzun süreli belleğe dönüştürülebilmesi A n tero g rad A m nezi. H ipokam pus, tem p oral
için "pekiştirilmesi” gerekir. Yani bellek, sinapslarda lop korteksin m edial kısm ınd a bulunur. Ö nce
uzun süreli tipte bir bellek için gerekli kimyasal, fi­ beynin altına doğru kıvrılır, son ra da lateral
ziksel ve anatomik değişikliklerin gerçekleşmesini ventrikülün alt yüzeyine doğru yükselir. Bazı
bir şekilde başlatmalıdır. Bu süreç minimal bir pekiş­ hastalarda epilepsi tedavisi am acıy la h er iki h i­
tirme için 5 ila 10 dakikalık bir süreyi, güçlü bir pekiş­ pokam pus çıkarılm ıştır. Bu işlem in , h astaların
tirme için ise 1 saat veya daha uzun bir süreyi gerek­ belleklerine daha ö n ce d e n kaydedilm iş bilgiler
tirir. Örneğin, beyinde derin bir iz bırakan duysal bir üzerinde ciddi bir etkisi o lm am ıştır. B una kar­
deneyimden bir dakika kadar sonra, beyin elektrik­ şın, am eliyattan sonra, bu kişilerin, sözel ve
sel yolla oluşturulan bir konvülsiyon geçirirse duysal sem bolik anıları, kısa süreli b ellek ten uzun sü ­
deneyim hatırlanmayacaktır. Aynı şekilde, bir beyin reli belleğe geçirm e y eten ekleri, h atta anıların
sarsıntısı aniden uygulanan derin genel anestezi ve­ birkaç dakika depolandığı orta süreli bellekte
ya beynin dinamik işlevlerini geçici olarak bloke depolam a yeten ek leri büyük ölçüd e kaybolur.
eden herhangi biı* etki pekiştirmeyi engeller. Bu kişiler, zekanın tem elin i o lu ştu racak cin sten
6 76 ÜNİTE X I • Sinir Sistemi: C. M otor ve Entegratif Nörofizyoloji

yeni uzun süreli bellekler kuram azlar. B una aıı- ki yaygın alanlard a depo ed ilm eleri ve daha
terograd am n ezi denir. derin izler olu ştu rm alarıd ır.
H ipokam pus yeni bilgilerin depolanm ası için Hipokampus lezyonlu bazı şahıslarda, yukarıda
ned en, bu kadar önemli? Bunun olası cevabı, hi- tartışılan anterograd am neziyle birlikte retrograd
pokam pusun, lim bik “ödüllenm e" ve “cezalan ­ amnezi de görülür. Bu olay, hipokam pus lezyon-
m a” sistem inden çıkan yolların en önem lilerin­ ları ile oluşan her iki tipteki am nezilerin hiç değil­
den biri olduğudur. Ağrı veya rahatsızlığa neden se kısm en birbiıiyle ilişkili olduğunu gösterir. B u ­
olan uyaranlar ve düşünceler lim bik cezalandır­ nunla birlikte, talam usta bazı alanların hasarında
m a merkezlerini, haz, mutluluk ve ödüllenm e önem li bir anterograd am nezi bulunm aksızın,
duygusu lim bik ödüllenm e merkezlerini uyarır. retrograd am nezinin geliştiği öne sürülmüştür.
B ütün bunlar kişinin eğilim lerini ve duygusal du­ Bu belki de talam usun norm alde kişinin bellek
rum unu etkiler. Bu m otivasyonlardan biri beynin deposunu “taram a”, böylece anıları “okum a” gö­
hoşa giden veya gitm eyen deneyim ve d üşü ncele­ revi yapması şeklinde açıklanabilir. Yani, bellek
ri hatırlam a dürtüsüdür. Özellikle hipokam pus, işlemi, sadece anıların depolanm asını değil, aynı
daha az derecede de başka bir lim bik yapı olan zam anda anıyı daha ileri bir tarihte arayıp bu l­
talam usun dorso-m edial çekirdeği, hangi düşün­ mayı da gerektirir. Talam usun bu fonksiyonu B ö ­
celerin ödüllenm e veya cezalanm a bazında anı lüm 5 8 ’de daha ayrıntılı olarak tartışılm ıştır.
olarak saklanacak derecede önem li olduğuna ka­
rar verm ede etkilidirler. Hipokampuslar Refleksif Ö ğ ren m ed e Etkili
Değildirler. Hipokampal lezyonlu hastalar g en el­
R e tro g ra d A m n ezi. Retrograd am n ezi g eçm i­ de sözel ve sem bolik zeka gerektirm eyen fiziksel
şe ait an ıların - uzun sü reli b ellek te d ep o lan m ış becerileri öğrenm ede zorluk çekm ezler. Örneğin
b ilg ilerin orad a old u klarının b ilin m e sin e rağ­ bu kişiler, sadece el ve fiziksel beceri gerektiren
m e n - h atırlam a y eten eğ in in kaybıdır. R etrog ­ birçok spor dalını kolaylıkla öğrenebilirler. Bu tip
rad a m n e z i o lu ştu ğ u n d a y ak ın g e çm işte k i öğrenmeye refleksif öğrenme denir ve gerekli gö­
olaylar, uzak g eçm işteki olaylara göre d aha faz­ revlerin bellekte sem bolik olarak irdelenm esi ye­
la unutulur. B u n u n olası bir n ed en i, eski a n ıla ­ rine, fiziksel olarak defalarca tekrarlanm asına
rın ço k kereler tek rarlan m ası so n u cu , b ey in d e­ bağlıdır.

REFERANSLAR
B arlo w S M , Andreatta R D : H andbook o f C lin ­ and physiology: determ inistic chaos in e x ­ M acN am ara J, R e y e s G : T h e L o g ical Founda­
ica l S p e ech Physiology. San D iego : S in g u ­ citab le ce ll assem blies. Physiol R ev 7 4 :1 , tions o f C ogn ition . N ew Y o rk : O xford U n i­
lar Publishing Group, 1999. 1994. versity Press, 1994.
Basbaum A I: M em ories o f pain. S c i M ed Nov/ E h ilic h Y M : M olecular and C ellular M ech a­ M cN cil M R : C lin ical M anagem ent o f S en so ri­
D e c : 2 2 , 1996. n ism s o f Neuronal Plasticity. New Y ork: m otor S p eech D isorders. New Y ork:
B e rry M , L ogan A : C N S Injuries: C ellular R e ­ Plenum Press, 1998. T h iem e, 1 9 97.
sponses and Pharm acological Strategies. F itch RH , M iller S , T allal P: N curobiology o f M iller B L , Cum m ings J L : T h e Human Frontal
B o c a R aton : C R C Press, 1999. speech perception. Annu R ev N eurosci 20: Lobes. N ew Y o rk : G u ilford Press, 1998.
Blu m hardt L D : T h e clin ica l utility o f event- 3 3 1 , 1997. M isulis K E : Essen tials o f C lin ica l N europhysi­
related potentials to a short-term memory F u stcr JM : T h e Prefrontal C ortex: Anatom y, ology. B o sto n : Butterw orth-H einem ann,
task. E lectro en cep h alo gr C lin Neurophysiol Physiology, and N europsychology o f the 1997.
4 6 :7 3 , 1 9 9 6 . Frontal L o b e. Philadelphia: Lippincott- M ize A R : N itric O xid e in B rain D evelopm ent,
B ru g g e J : C entral Auditory Processing and Raven, 1997. Plasticity, and D isease. Nesv Y o rk : Elsevier,
Neural M odeling. New Y o rk : Plenum Press, G olding JM , M acLeod C M : Intentional Forget­ 1998.
1998. ting. M ahw ah, N J: L . Erlbaum A ssociates, M oran M J, Z u lla-Jo n es E : L earning A bou t'
B u n ch M : D yn am ics o f the Singing V o ice. 1998. V o ice. San D iego: Sin gu lar Publishing
Group, 1998.
V ien n a: Springer, 1997. G on zalez-L im a F : C ytochrom e Oxidase in
Pinker S : H ow the M ind W orks. New Y o rk :
Chen C , To n cgaw a S : M olecular gcnetic anal­ Neuronal M etabolism and A lzheim er’s D is­
N orton, 1997.
ysis o f synaptic plasticity, activity-depen­ ease. New Y o rk : Plenum Press, 1998.
R abbitt P: M ethodology o f Frontal and E x e cu ­
dent neural developm ent, learning, and G rm ela A : Neural Com puting and Neural S c i­
tive Fu nction. East S u sse x , U K : P sychology
m em ory in the mam m alian brain. Annu R ev en ce. Praha, C zech R epu blic: A G C E S Pub­
Press, 1997.
N eurosci 2 0 :1 5 7 , 1997. lishers, 19 9 7 .
R obbins T W : R efin in g the taxonom y o f m em ­
C onlon R , H obson JA : U nderstanding the Hu­ K oliatsos V E , Ratan R R : C ell Death and D is­
ory. S cien ce 2 7 3 :1 3 5 3 , 19 9 6 .
man M ind. N ew Y o rk : Joh n W iley, 1999. eases o f the Nervous System . Totow a, N J:
Sakata H, M ikam i A , F u ste r JM : T h e A sso cia­
C onw ay M A , G athercole S E , C am oldi C: T h e ­ Humana Press, 1998.
tion C ortex. A m sterdam : Harwood A ca ­
ories o f M em ory, Volum e II. East Su ssex, L eD o u x J E : Em otion, memory and the brain:
d em ic Pu blishers, 1997.
U K : P sych ology Press, 1998. the neural routes underlying the formation Sallh ou sc T A : G eneral and sp ecific speed m e­
C ow an \VM, Zipursky S L , Jessell T M : M o lec­ o f m em ories about prim itive em otional e x ­ diation o f adult age d ifferen ces in m em ory.
ular and C ellular A pproaches to Neural D e­ perien ces, such as fear, have been traced. J G erontol B Psychol S c i S o c S c i 5 1 :P 3 0 ,
velopm ent. N ew Y o rk : O xford U niversity S c i Am June: 5 0 , 1994. 1996.
Press, 1 9 97. L evitt P, B a rb c M F , Eagleson K L : Patterning S a ta lo ff R T : V o ic e Perspectives. San D iego:
D avid A S , Cutting JC : T h e Neuropsychology and specification o f the cerebral cortex. Singular Publishing G roup, 1998.
o f Schizoph ren ia. H illsdale, N J: Law rence Annu R ev Neurosci 2 0 :1 , 1997. Shepherd G : T he Syn ap tic Organization o f the
Erlbaum A sso ciates Inc, 1994. L o g ie R H : W orking M em ory and Thinking. B rain . N ew Y o rk : O xford U n iversity Press,
E lb e rt T , R ay \VJ, K ow alik Z J, et al: C haos E ast Su ssex , U K : Psychology Press, 1998. 1997.
BÖLÜM 57 • Serebral Korteks; Beynin Entellektüel İşlevleri; Öğrenme ve Bellek 677

Springer S P : L eft Brain , Right B rain : Perspec­ T o v ee M J: T h e Speed o f Thought: Inform ation tical co n n ectivity and co m b in atorial c o m ­
tives from C ogn itive N euroscien ce. New Processing the C erebral C ortex. A ustin, T X : pulations. Annu R ev N eurosci 2 0 :2 5 ,
Y o rk : Freem an, 1998. R G Landes C o, 1998. 1997.
Steriade M : Synchronized activities o f coupled W agm an M : Cognitive S c ie n c e and the S y m ­ W o lo ck J L : T h e N oblest A nim ate M otion:
oscillators in the cerebral cortex and thala­ bo lic O perations o f Human and A rtificial S p eech , Physiology, and M ed icin e in Pre-
mus at different levels o f vigilan ce. C ereb In telligence. W estport, C T : Praeger, 1997. C artesian L ingu istic Thou ght. Philadelphia:
Cortex 7 :5 8 3 , 1 9 9 7 . W inokur G , G a y to n P: T h e M edical B a sis o f J Ben jam in s Publisher, 1 9 97.
Thom son A M , D euchars J : S yn aptic interac­ Psychiatry. Philadelphia: W B Saunders C o, W ong C\V: A brain m odel w ith the circuit to
tions in neocortical lo c a l circuits: dual in ­ 1994. con vert short-term m em ory into long-term
tracellular recordings in vitro. C ereb C ortex W ise S P , Boussaoud D, Johnson P B , C am initi m em ory. M ed H ypotheses 4 8 :2 2 1 ,
7 :5 1 0 , 1997. R : Prem otor and parietal cortex: cortico cor- 1997.
Beynin Davranışsal ve
Motivasyon el Mekanizmaları-Limbik
Sistem ve Hipotalamus

Davranışın kontrolü, sinir sistem inin tüm ünün litatör alan olarak isimlendirilir. Bu alan Bölüm
fonksiyonudur. Bölüm 59’da tartışılacak olan uya­ 55’de tartışıldı; çünkü burası aynı zam anda aşağı­
nıklık ve uyku en önem li davranışlarımız arasın­ ya, omuriliğe doğru, yerçekim ine karşı gelen kas­
dadır. ların tonuslarının ve omurilik reflekslerinin aktivi­
Bu bölümde, önce beynin değişik bölüm lerin­ te düzeylerinin korunm asını sağlayan kolaylaştı­
deki aktiviteleri kontrol eden mekanizm aları ele rıcı sinyaller ileten beyin sapı retiküler alanıdır.
alacak daha sonra da, m otivasyonel dürtüleri, Aşağıya doğru gönderdiği sinyallerin yanı sıra, bu
özellikle de öğrenm e sü recin in m otivasyonel alan yukarıya da yoğun sinyaller gönderir. Bunla­
kontrolü, haz ve cezalanm a duygularını tartışaca­ rın çoğu talam usta sinaps yaparlar ve oradan se­
ğız. Sinir sistem inin bu fonksiyonları, beynin b a ­ rebral koı teksin tüm alanlarına dağılırlar. Bir çoğu
zal bölüm ünde yerleşmiş olan lim bik (“sınır” a n ­ da talam usun yanısıra diğer subkortikal yapılara
lam ına gelir) sistem tarafından yürütülür. giderler.
Talam ustan geçen sinyaller iki tiptir. Bunlardan
biri, seıebıu m u birkaç milisaniye uyaran hızlı ak­
siyon potansiyelleridir. Bu uyarılar, beyin sapının
retiküler alanında bulunan büyük sinir h ücrele­
BEYNİN AKTİVASYON VE rinden kaynaklanırlar. Bunların sinir uçları, par­
DÜRTÜ SİSTEMLERİ çalanm adan önce birkaç milisaniye boyunca etki
gösteren, uyarıcı bir n örotıansm iter olan asetilko-
Beyin sapından, serebrum a devamlı olarak giden liıı salgılarlar.
sinir sinyalleri yok olursa, beyin işe yaramaz hale İkinci tip eksitatör uyan, beyin sapı eksitatör
gelir. Gerçekte, beyin sapının m ezensefalon ve se- alanında yayılmış olan çok sayıda küçük sinir
rebıu m arasında, pineal bir tüm ör tarafından b a­ hücrelerinden kaynaklanır. Bunların da çoğu yine
sıya uğramasıyla, hasta hayatının geri kalan kıs­ talamusa geçerler, ancak bu kez sinyallerini yavaş
m ını kalıcı koma şeklinde geçirir. iletici lifler üzerinden taşırlar. Bu lifler, başlıca ta­
Beyin sapındaki sinir sinyalleri beynin seıebral lam usun intralam inar çekirdeği ve talam us yüze­
kısmını iki şekilde aktive eder: ( 1 ) beynin geniş ala- yindeki retiküler çekirdekte sinaps yaparlar. Bura­
larında arka plandaki aktiviteyi direkt olarak sti- dan bazı küçük lifler kortekse de yayılırlar.Bu sis­
müle eder ve (2 ) nörohum oral sistem leri aktive tem liflerinin eksitatör etkisi, birkaç saniyeden
ederek, özel fasilitatör veya inhibitör horm on ben ­ başlayarak birkaç dakika boyunca giderek artar.
zeri nörotransm itterin beynin belli alanlarına sal­ Bu da, bu sinyallerin beynin uzun süreli arka
gılanmasını sağlar. Bu aktivite edici sistem ler da­ plandaki eksitabilite düzeyini kontrol etm ekte
im a beraber çalışırlar ve birbirlerinden tam olarak özel önem taşıdıklarını göstermektedir.
ayrılamazlar. Ancak önce her ikisi ayrı ayrı tartışı­
lacaktır. Periferik Duyu Sinyalleri ile Beyin Sapı Eksita­
tö r Alanının Uyarılması. Beyin sapının uyarıcı
bölgesinin ve buna bağlı olarak tüm beynin aktivi­
Serebral Aktivasyonun Beyin Sapın­ te düzeyi büyük çapta periferden gelen uyarıcı
dan Gelen Sürekli Uyarılarla Kontrolü duysal sinyaller ile belirlenir. Özellikle ağrı sinyal­
leri bu alandaki aktiviteyi artırırlar ve böylelikle
Beyin Sapının Retiküler Aktive Edici Alanı beyni yüksek bir dikkat seviyesine getirirler.
Uyarıcı alanı aktive eden duysal sinyallerin ö n e­
Şekil 58-1, beyindeki aktivite seviyesini kontrol mi, beşinci kafa çiftinin ponsa girdiği yerin daha
eden genel bir sistem i göstermektedir. Bu siste­ üstünden beyin sapı kesilerek gösterilmiştir. Bun­
m in merkezi kontrol bileşeni, pons ve m ezensefa- lar, beyne som atosensoriyel sinyalleri taşıyan en
lon’un retiküler yapısında bulunan eksitatör bir üst düzey sinirlerdir. Bu sinyaller ortadan kalktı­
alandır. Bu alan aynı zam anda bıılboretikü lerfasi­ ğında, uyarıcı alandaki aktivite düzeyi birdenbire

678
BÖLÜM 58 Beynin Davranışsa! ve Motivasyonel Mekanizmaları-Limbik Sistem ve Hipotalamus 679

ri-geri iletimi ile uzun süreli belleğin oluşturulm a­


Talamus sına yardım ettiği öne sürülmektedir.
Talamus aynı zamanda özel anıların veya özel dü­
şüncelerin hatırlanmasında da etkili olabilir mi? Bu
sorunun cevabı bilinmemektedir. Ama talamus bu
çeşit bir işi yapabilecek nöronal devrelere sahiptir.

Beyin Sapının Alt Kısmında Yerleşmiş


Retikiiler inhibitor Alan.
Şekil 58-1 beyin aktivitesinin d en etlen m esin d e
önem li olan başka bir alanı gösterm ekted ir. B u ­
rası balbusd a m edial ve ventral olarak yerleşen
retikiiler in h ibito r alanıdır. B ölü m 5 5 ’de bu a la ­
n ın üst beyin sap ın ın retikiiler fasilitatör alan ın ı
in h ibe edebildiğini ve böylece beyin üst b ö lü m ­
lerinde aktiviteyi azalttığını gördük. Bu sistem in
kullandığı m ekan izm alard an biri b ey n in çok
ö n em li n o k ta la rın d a in h ib ito r n o ıo h o rm o n
olan seroton in i salgılayan s ero to n erjik n ö ro n ­
ların uyarılm asıdır; ileride bunu daha ayrıntılı
olarak tartışacağız.

Beyin Aktivitesinin
ŞEKİL 58 - 1
Nörohormonal Kontrolü
Beynin eksitatör aktive edici sistemi. Aktive edici sistemi baskı­
layan veya inhibe eden bıılber inhibitor alan da gösterilmiştir.
Beyin aktiviteleıi, alt beyin bölgelerinden, beyin
koı tikal bölgelerine taşınan sinir sinyalleri ile ger­
çekleştirilir. Ayrıca, beyin aktivitesini denetlem ek
azalır ve beyin büyük oranda azalmış aktivite dü­ için başka bir yol daha vardır. Bu da beyin dokusu­
zeyine girer ve giderek kalıcı koma durumuna na verilen, eksitatör veya in hibitor tipteki ııörot-
doğru yaklaşır. Beyin sapı beşinci sinirin altından ransnıiter horm on lar yoluyla olmaktadır. Bu nö-
kesilecek olursa, yüz ve ağız bölgelerinden gelen rohormonlar, genellikle birkaç dakika ile birkaç
duysal sinyallerin etkisiyle koma önlenm iş olur. saat arasında aktivite gösterirler. Böylece, kısa d ö­
nem ler halinde aktivasyon-inlıibisyon yapm ak
Serebrumdan Çıkan Sinyallerin Etkisiyle Beyin yerine uzun süreli kontrolü sağlarlar.
Sapı Uyarıcı Alanda A ktivite Artışı. Eksitatör Şekil 58-2, sıçan beyninde ayrınülı olarak h a lita ­
sinyaller sadece, bulboıetiküler eksitatör alandan sı çıkarılmış üç önem li nörohum oıal sistem i gös­
çıkıp serebrum a geçmez, aynı zamanda serebrum ­ termektedir: ( 1 ) norepinefıin sistem, (2 ) dop am in
dan tekrar bulber bölgelere dönerler. Bu nedenle, sistemi, (3) serotonin sistemi. N orepinefıin genel­
serebıal korteks düşünce veya motor yolla uyarıl­ likle eksitatör horm on şeklinde davranırken, sero ­
dığında, sinyaller beyin sapı uyarıcı alanlarına geri tonin genellikle inhibitor tiptedir. D opam in ise b a ­
gönderilir, buradan da serebıal kortekse daha faz­ zı alanlarda eksitatör, bazı alanlarda inhibitördür.
la oranda eksitatör sinyaller çıkar. Bu sayede se- Buradan da talim in edilebileceği gibi, bu üç siste­
ıebral korteksin eksitasyon düzeyinin yüksek kal­ m in beynin değişik yerlerinde uyarma düzeylerine
ması veya artm ası sağlanır. Bu p o zitif fe e d ba ck ’m değişik etkileri olacaktır. N oıepinefrin sistem i h e ­
genel m ekanizm asıdır ve bu yolla serebrum da m en hem en beynin tüm bölgelerine yayılmışken,
başlayan bir aktivite daha fazla aktiviteyi destekler serotonin ve dopam in sistem leri daha özelleşm iş
böylece “uyanık” kalmamızı sağlar. beyin bölgelerine yönlendirilmişlerdir. Örneğin,
dopam in genelde bazal gangliyonlarda bulunur­
Talamus, Korteksin Belli Bölgelerindeki A ktivi­ ken, serotonin daha çok orta hattaki yapılarda e t­
teyi Kontrol Eden Bir Dağıtım Merkezidir. B ö­ kili olmaktadır.
lüm 57'de anlatıldığı ve Şekil 57-2’de gösterildiği gi­
bi, serebral koı teksteki her alan, talamustaki ileri İnsan Beyninde Nörohumoral Sistemler. Şekil
derecede özelleşmiş olan alanlarına bağlanır. Bu 58-3 insan beyninde, dört nörohumoral sistem i ak­
nedenle, talamustaki bazı özel noktaların uyarıl­ tive eden beyin sapı bölgelerini göstermektedir.
ması, korteksteki belli küçük bölgeleri aktive eder. Bunlardan üçü daha önceden sıçanlarda tartışılan
Uzun süreli belleğimizin, bu şekildeki talamus ve mekanizmalar, diğerleri de asetilkolin sistemidir.
serebral korteks alanındaki ileri-geri sinyal iletimi Bunların bazı özel fonksiyonları şunlardır:
ile oluştuğu düşünülmektedir. Burada talamus kor-
teksi uyarır ve daha sonra korteks tekrar talamusu 1. Locus seruleus ve norepinefı in sistemi. Locus serıı-
uyarır. Düşünme sürecinin özellikle sinyallerin ile­ leııs, pons ve mezensefalon arasındaki kavşakta her
680 ÜNİ TE X I • Sinir Sistemi: C. M otor ve Entegratif Nörofizyoloji

ter olarak davrandığına inanılır, ancak beynin di­


Serebellum ğer bazı bölgelerinde eksitatör bir iletici de olabi­
lir. Ayrıca Bölüm 56'dan hatırlanacağı gibi, substa-
nia nigra'daki dopam inerjik nöronların harabiyeti
Parkinson hastalığının tem el nedenidir.
3. R afe çekirdekleri veseroton itı sistem i. Pons ve
m edullanın orta hattında rafe çekird ekleri olarak
adlandırılan birkaç in ce çekirdek vardır. Bu ç e ­
kirdeklerdeki nöronların çoğu seroton in salgılar­
Beyin sapı
Olfaktor lar. Bu nöronlar birçok liflerini diansefalona ve
Bölge Bazal beyin bölgeleri daha az sayıda lifi de seıebral kortekse gönderir­
Locus ler; ayrıca pek çok lif m edulla spinalise iner. B ö ­
NOREPİNEFRİN Coeruleus lüm 4 8 ’de tartışıldığı gibi m edulla spinalis lifleri
ağrıyı baskılam a yeteneğine sahiptirler. Bölüm
5 9 ’da tartıştığım ız gibi, diansefalon ve seıeb ru m -
da seroton in salm ım ı h em en tam am en in hibitör
rol oynar ki bu da norm al uykunun g erçekleşm e­
sini sağlar.
4. R etikiiler aktiu e ed ici alan ların dev hücreli
nöronları ve asetilkolin sistemi. Pons ve m ezan-
sefalonun retiküler aktive edici alanlarındaki dev
hücreli nöronları ( dev hücreler ) d aha ö n ce ta rtı­
DOPAMİN şılm ıştı. Bu büyük hücrelerden gelen lifler doğru­
dan iki dala ayrılırlar. Dallardan biri, beynin üst
seviyelerine doğru çıkarken, diğeri retikülospinal
tractus ile m edulla spinalise iner. Bunların u çla­
rından salgılanan n öroh orm on a setik olin d k. Ç o­
ğu bölgede spesifik sinapslarda asetilkolin eksi­
tatör n örotransm iter olarak işlev yapar. Bu n öron
gru bu n u n aktivite ed ilm esi zih n i an i olarak
uyandırır ve eksite eder.

Beyinde Salgılanan D iğ er N ö ro tra n s m ite rle r


SEROTONİN ve N ö ro h o rm o n a l M a d d e le r. E tk ilerin i si-
napslanda veya beyin sıvılarında salgılan d ıkla­
ŞEKİL 58 - 2 rında gösteren diğer n ö ro h orm on al m ad d eleri
Sıçan beyninde haritası çıkarılmış olan üç nörohormonal sis­ işlevlerine değinm eksizin, şöyle sıralayabiliriz:
tem. Norepinefrin sistemi, dopamin sistemi, serotonin sistemi.
(Coopper, Bloom ve Roth'dan sonra Kelly tarafından adapte
edilmiştir. Kandel and Schwartz: Principals of Neural Science,
2nd Ed. New York, Elsevier, 1985.) Diensefalon
ve serebruma

iki tarafta bulunan ve arkaya doğru yerleşim göste­ Substantia


ren küçük bir alandır. Bu alandan çıkan sinir lifleri (Dopamin) Mezensefalon
Şekil 58-2’nin en üstünde görüldüğü tüm beyine
dağılır ve norepinefrin salgılar. Norepinefrin genel­
Retlkûler
likle beyni yüksek aktivite seviyesinde tutar. Bu­ Serebelluma
formasyonun dev
nunla birlikte, bazı nöronal sinapslardaki inhibitör
hücreli çekirdeği
etki gösterir. Bölüm 59’da bu sistemin, uyku sırasın­ (Asetilkolin)
da hızlı göz hareketleri fazında (REM uyku), olası­
Locus Coeruleus
lıkla rüya görmede önemli rol oynadığını göreceğiz.
(norepinefrin)
2. Substansia nigra ve d op am in sistemi. Subs- Bulbus
tansia nigra Bölüm 56’da ba^al gangliyonlara bağ­ Rafe nOkleualerl
lı olarak tartışılmıştır. Üst m ezensefalondan öne (serotonin)
doğru yerleşim gösterir ve nöronları sinir uçlarını
kaudat çekirdek ve putam en’e gönderir ve bura­ Omuriliğe
lardan d op am in salgılanır. Komşu bölgelerde yer­
leşen nöronlar da dopam in salgılarlar, ancak sinir ŞEKİL 58 • 3
uçlarını beyin daha ventral alanlarına özellikle hi- Beyin sapında, farklı traıısmiter maddeler salgılayan nöron­
potalam us ve lim bik sistem e gönderirler. Dopa- ların bulunduğu merkezler. Bu nöronlar yukarıda diansefalon
m inin bazal gangliyonlarda, inhibitör bir transmi- ve serebruma, aşağıda omuriliğe kontrol sinyalleri gönderirler.
BÖLÜM 58 Beynin Davranışsal ve Motivasyonel Mekanizmaları-Limbik Sistem ve Hipotalamus 681

enkefalinler, gam a am in o b u tiıik asit, glutam at,


vazopresin, ad renokortikotropik h o rm o n , epi- LİMBİK SİSTEMİN FONKSİYONEL
n efrin , h istam in , end orfinler, an g io ten sin II,
ANATOMİSİ; HİPOTALAMUSUN
n ö ro ten sin .
Görüldüğü gibi, beyinde, her birinin aktivasyo- ANAHTAR KONUMU
nu beyin işlevlerinin farklı özelliklerini kontrol
eden çok sayıda nöıohorm onal sistem vardır. Şekil 58-4 limbik sistem inin anatom ik yapılarını
göstermektedir. Görüldüğü gibi, bu sistem bazal
beyin elem anlarının aralarında bağlantılar yapa­
rak oluşturdukları bir komplekstir. Fizyolojik b a ­
kış açısı ile tüm bu elem anların ortasında yer alan
LİMBİK SİSTEM hipotalam us, limbik sistem in m erkezi elem an la­
rından biridir. Şekil 58-5 hipotalam usun limbik
"Lim bik” kelim esi "sınır” anlam ına gelir. Limbik sistemindeki anahtar rolünü şem atik olarak gös­
terim i serebıum un bazal bölgelerinin çevresin­ term ektedir. Şekilde, hip otalam u su çevreleyen
deki sınır yapıları tanım lam ak için kullanılırdı. septum, p a ıa o lfa kto r bölge, epitalam u s, talam u-
Ancak lim bik sistem in işlevlerini daha iyi öğren­ sııtı anteriyor nukleusu, b a z a l gangliyonlarııı bir
dikçe, lim bik sistem terimi, duygusal davranışları kısmı, hip okam p ııs ve am ig d a la dahil lim bik sis­
ve motivasyonel güdüleri kontrol eden nöronal tem in diğer subkortikal yapıları da gösterilmiştir.
devrelerin tüm ünü kapsayan bir anlam kazan­ Çevredeki subkortikal lim bik alanlar, lim b ik
mıştır. kortekstir. Bu korteks, (1) frontal lobların ventral
Limbik sistem in en önem li parçalarından biri, yüzeyinde orbitofrontal a la n d a başlayan, (2 ) kor-
ilgili yapıları ile birlikte hipotalam ustıır. Davranı­ pus kallosumun ön dalının altında sııbkallosal gi-
şın kontrolündeki rollerine ek olarak, bu bölgeler, rıısta yukarıya doğru uzanan, (3) Singulat girusta
vücut ısısı, vücut sıvılarının ozmolaritesi, yeme ve serebral hem isferin ortasına doğru korpııs kallo­
içm e dürtüleri, vücut ağırlığının kontrolü gibi vü­ sumun üzerinden geçen ve son olarak da (4) kor-
cudun pek çok iç ortam koşulunu kontrol eder. Bu pus kallosumun arkasından geçerek aşağıya tem ­
işlevlere beynin vejetatif işlevleri denir ve kontrol­ poral lobun ventrom edial yüzeyine inen ve bura­
leri davranışla yakından ilişkilidir. dan aşağıya ııncıts ve p a ra h ip o k a m p a l girusa doğ-

Singulat girus ve singulum

Stria medullaris
Forniks gövdesi
İndusium griseum ve
longitudinal stria
Dorsal
forniks Septum pellusidum
(suprakommisural septum)
ön
çekirdekler grubu
yol
Kommisura anteriyor
Mamiloteg
mental yol Subkallosal girus
isthmus
Paraterminal girus
(prekommisural septum)
Fasiolar
gyrus Orbitofrontal korteks
Fornik’in rudiment
fimbria'ları
Paraolfaktor alan
Stria
terminalis Bulbus olfaktoryus

Beyin sapı HİPOTALAMUS


Hipokampus Forniks kolonu
(postkommisural forniks)
Unkus
Girus dentatus
Amigdaloid cisim
Parahipokampal girus Mamiller cisim

ŞEKİL 58 - 4
Renkli olarak gösterilmiş olan limbik sistemin anatomisi. (Warwick and Williams: Gray’s Anatomy’den alınmıştır. 35th Br. Ed.
London, Longman Group Ltd, 1973.)
682 ÜN ¡T i: X î 6 Sinir Sistemi: C. M otor ve Entegratif Nörofizyoloji

rına, ponsa ve medullaya ve oradan da otonom si­


Singulat nir sistem inin periferik sinirlerine; (2 ) serebrum a,
girus diansefalonun yukarı alanlarının çoğuna, özellik­
le anteriyor talamus ve limbik koı tekse ve; (3) hi-
Talamusun Supkallosal pofiz bezinin ön ve arka loblarının birçok salgı
Bazal Septum
ön girus
ganglionlaı
alanı fonksiyonunun kontrolü için infindubulum a.
bölümü çekirdekleri
Beyin kütlesinin % 1’den daha azını tem sil eden
hipotalam us, limbik sistem in kontrol yollarının
Hlpotalamus Paraolfaktor Orbitofrontal
alan k o rte k s ^ en önem lilerinden biridir. Hipotalamus, vücudun
endokrin ve vejetatif işlevlerinin çoğunu ve aynı
zam anda pek çok duygusal davranışı kontrol eder.
Öncelikle hipotalam usun vejetatif ve endokrin
kontrol sistem leri üzerinde tartışıp, bu fonksiyon­
ların nasıl birlikte çalıştıklarını görm ek üzere,
davranışsal fonksiyonlara döneceğiz.

ŞEKİL 58 • 5
Limbik sistem
Hipotalamusun Vejetatif ve Endokrin
Kontrol İşlevleri

Vücudun vejetatif ve endokrin fonksiyonlarını


ru uzanan bir seıeb ıal koıteks halkasından oluş­ kontrol eden farklı hipotalam ik m ekanizm alar
muştur. Böylece, her bir serebral lıem isferin m e­ kitabın çeşitli bölüm lerinde tartışılm ıştır. Ö rne­
dial ve ventral yüzeyinde davranış ve duygularla ğin, hipotalam usun arteryel basın cı d üzenlem e­
yakından ilişkili bir grup derin yapıyı çevreleyen deki rolü Bölüm 18, susam a ve su tutulm ası B ö ­
ve büyük bölüm ü paleokorteksten oluşan bir kor- lüm 29, vücut tem p eıatü rü n ü n d üzenlenm esi
teks halkası vardır. Bu limbik koıteks halkası, ııe- Bölüm 73 ve endokrin kontrol B ölü m 7 5 ’de ta rtı­
o korteks ile aşağı limbik yapılar arasında bağlantı şılmıştır. Bununla birlikte, hipotalam usu fonksi­
kurar ve iki yönlü bir iletişim işlevini yürütür. yonel bir birim olark sergilem ek am acıyla daha
H ipotalam ustan ve diğer limbik yapılardan kay­ önem li vejetatif ve endokrin fonksiyonları bu ra­
naklanan davranışsal işlevlerin çoğu beyin sapın­ da da özetleyelim.
daki retiküler nükleuslar ve bunlarla ilişkili diğer Şekil 58-6 ve 58-7, Şekil 58-4 küçük bir alanda
nükleuslar aracılığı ile gerçekleştirilir. Bölüm temsil edilen hipotalamusun genişletilmiş sagittal
5 5 ’de ve bu bölüm ün başlarında değinildiği gibi, ve koıonal kesitlerini göstermektedir. Bu diyag­
retiküler form asyonun eksitatör kısm ının uyarıl­ ramları birkaç dakika inceleyin, özellikle Şekil 58-
6 ’da hipotalamik çekirdekler uyarıldığında eksite
ması serebral eksitabilitede önem li derecede artı­
şa yol açabilirken, omurilik sinapslarının çoğu­ veya inhibe olan çeşitli aktiviteleıi okuyun. Şekil
nun da beyin sapında yer alan nükleuslar üzerin­ 58 -6 ’da gösterilen bu merkezlere ek olarak hipota­
den iletildiğini göreceğiz. lamusun her iki yanında geniş bir lateral h ip o ta la­
Lim bik sistem ile beyin sapı arasındaki iletişi­ m ik alan (Şekil 58-7’de gösterilmiştir) bulunur. La­
min önem li bir yolu, septal ve orbitofrontal korti­ teral alanlar özellikle susama, açlık ve birçok enıos-
yonel dürtünün kontrol edilmesinde önemlidir.
kal bölgelerden kalkarak hipotalam usun ortasın­
Spesifik aktivitelerle ilgili alanlar, şekilde göste­
dan beyin sapı retiküler form asyonuna inan m e­
rildiği gibi kesin sınırlarla birbirinden ayrılm am ış­
d ia l öııbeyin demetidir. Bir anahat iletişim sistem i
tır; bu nedenle bu şem alar incelenirken dikkatli
oluşturan bu sinir dem eti her iki yönde lifler taşır.
olunmalıdır. Ayrıca şekillerde berlitilen etkilerin
İletişim sistem inin ikinci yolu, beyin sapının reti­
spesifik kontrol çekirdeklerinin uyarılmasıyla mı,
küler formasyonu, talaınus, hipotalam us ve bazal
yoksa başka bir yerde bulunan kontrol çekirdekle­
beynin diğer komşu alanlar arasında yer alan kısa
rinden gelen sinir yollarının aktivasyonuyla mı or­
yollardır.
taya çıktığı bilinmemektedir. Bu uyarıya dikkat
ederek hipotalam usun vejetatif ve kontrol fonksi­
yonlarıyla ilgili genel bir tanım lam a verebiliriz.

HİPOTALAMUS,LİMBİK SİSTEMİN K ard iyo va skü le r D üzenlem e. Hipotalamus boyunca


TEMEL KONTROL MERKEZİ çeşitli alanların uyanlması kardiyovasküler sistemde ar­
teryel basıncın artması veya azalması, kalp hızının art­
Hipotalam us ancak bir kaç santim etre küplük ması veya azalması dalıil bilinen her tip nörojenik etkiye
küçük yapısına rağmen limbik sistem in tüm sevi­ neden olur. Genel olarak posterior ve lateral hipotalamu­
sun uyarılması arteryel basıncı ve kalp hızını arttırırken
yeleri ile iki yönlü iletişim yollarına sahiptir. Hipo­
preoptik alanın uyarılması çoğu zaman zıt etkiler yapa­
talam us ve ona yakın komşu yapılar sinyallerini rak hem arteryel basıncı hem de kalp hızım azaltır. Bu et­
üç yöne gönderirler: ( 1 ) aşağıya doğru beyin sapı­ kiler, başlıca bulbus ve ponsun retiküler bölgelerindeki
na, tem el olarak m ezensefalonun retiküler alanla­ kardiyovasküler kontrol merkezleriyle ortaya çıkar.
BOLUM ;îî) Beynin Davranışsal ve Motivasyonel Mekanizmaları-Limbik Sistem ve Hipotalamus 683

Posteriyor hipotalamus Paraventriküler çekirdek


(Kan basıncının artması) (Oksitosin salgılanması)
(Pupiller dilatasyon) (Su tutulması)
(Titreme)
Medial preoptik alan
Dorsomedial çekirdek (idrar kesesinin kasılması)
(Gİ. Uyarma) (Kalp hızının azalması)
(Kan basıncının düşmesi)
Perifornikal çekirdek
(Acıkma) Supraoptik çekirdek
(Kan Basıncının Artması) (Vazopresin salgılanması)
(Hiddet) Optik Klazma
Ventromedial çekirdek
infundibulum
(Doyma)
(Nöroerdokrin kontrol) Posteriyor preoptik ve anteriyor
Mamiller cisim hipotalamik alan
(Beslenme refleksleri) (Vücut temperatürünün düzenlenmesi)
(Soluma)
ŞEKİL 58 - 6 Arkuat çekirdek ve periventriküler alan (Terleme)
(Nöroendokrin kontrol) (Trotropin inhibisyonu)
H ip o talam u su n
kontrol merkez­ Lateral Hipotalamik alan (gösterilmemiştir)
leri (sagittal gö ­
(Susama ve acıkma)
rünüş).

Vücut Temperatürünün Düzenlenmesi. Hipotalamu­ merkezi nöronlarındaki elektrolit yoğunluğunu norma­


sun önbölümü özellikle de preoptik alan vücut ısısının le döndürmek üzere su içer.
düzenlenmesiyle ilgilidir. Bu alandan geçen kanın ısı­ Böbrekle su atılımının kontrolü başlıca supraoptik
sındaki artış, termosensitif nöronların aktivitesini artı­ çekirdek tarafından yapılır. Vücut sıvıları çok yoğunlaş­
rırken, vücut ısısının düşmesi de bunların aktivitelerini tığında bu alandaki nöronlar uyarılır. Bu nöronlardan
azaltır. Böylece, bu nöronlar Bölüm 73’de tartışıldığı gi­ çıkan sinir lifleri hipotalamusun infındubulumu bo­
bi vücut ısısını artıran veya azaltan mekanizmaları yunca aşağı uzanarak arka hipofize gelir ve burada sinir
kontrol ederler. uçlarından antidiüretik hormon (vazopresin de denir)
salgılanır. Bu hormon kana emilir ve böbrek toplayıcı
Vücut Suyunun Düzenlenmesi. Hipotalamus vücut kanallarında suyun geri emilitııini sağlar. Böylece idrar­
suyunu iki şekilde düzenler: 1) Susama duygusu yarata­ la su kaybı azalırken, elektrolitlerin atılımı devam etti­
rak hayvanın ya da şalısın su içmesini sağlar, 2 ) idrarla ğinden vücut sıvılarının konsantrasyonunu normal dü­
su atılımını kontrol eder. Susama merkezi olarak adlan­ zeye azaltmış olur. Bu fonksiyonlar Bölüm 28’de anlatıl­
dırılan bölge lateral hipotalamusta bulunmaktadır. Hi­ mıştır.
potalamusun adı geçen merkezindeki veya buna komşu
alanlardaki nöronlarda bulunan elektrolitler yoğun du­ Uterus Kasılmasının ve Memeden Süt Boşalmasının
ruma geldiğinde, hayvanda su içmeye yönelik şiddetli Düzenlenmesi. Paraventriküler çekirdeğin uyarılması
bir istek gelişir, en yakın su kaynağını arar ve susama buradaki hücrelerin oksitosin salgılamasına yol açar. Bu
da uteıusun kontraktilitesinin artmasını ve meme alve-
ollerini çevreleyen miyoepitel hücrelerin kasılmasını
sağlayarak alveoldeki sütün meme başından atılmasını
sağlar. Gebeliğin sonunda özellikle çok miktarda oksito­
sin salgılanır ve bu salgı doğum sancılarının oluşmasına
Paraventriküler yardımcı olarak bebeğin çıkışını kolaylaştırır. Aynı za­
manda, bebek annesinin memesini emdiğinde meme
Dorsomedial
başından lıipotalamusa giden refleks bir sinyal, oksito­
Forniks sin salgılanmasına neden olur. Oksitosin meme başın­
Anteriyor
Lateral dan sütün boşalması için gerekli fonksiyonları yerine
hipotalamik getirir ve böylece bebek kendi beslenmesini sağlamış
Suprooptik olur. Bu fonksiyonlar Bölüm 82’de tartışılmıştır.
traktus
Gastrointestinal Sistem ve Beslenmenin Düzenlen­
mesi. Hipotalamusun birçok alanının uyarılması hay­
Arkuat Ventromedial vanda aşırı açlık, şiddetli bir iştah ve yoğun bir yiyecek
arama isteği doğurur. Açlık ile en yakın ilişkili alan lateral
hipotalamik bölgedir. Diğer yandan, hipotalamusun her
ŞEKİL 58 - 7 iki yanında bu bölgenin hasarı yeme isteğinin kaybolma­
Hipotalamusun koronal görünüşü, ilgili hipotalamik çekirdek­ sına bazan da hayvanın açlıktan ölmesine yol açar.
lerin mediyolateral pozisyonunu göstermektedir. Yeme isteğine karşıt olan, doyma merkezi olarak ad­
684 ÜNİTE X I • Sinir Sistemi: C. M otor ve Entegratif Nörofizyoloji

landırılan bir merkez de ventromediyal çekirdektebu\u- Hipotalamik Lezyonlarm O rtaya Çıkardığı Et­
nur. Bu merkez elektriksel yolla uyarıldığında yemek yi­ kiler. Hipotalamustaki lezyonlar genelde uyarıl­
yen bir hayvan ani olarak yemeyi durdurur ve yiyeceğe masının neden olduğu etkilere zıt etkiler yaratır.
karşı tam bir ilgisizlik gösterir. Diğer yandan, bu alan iki
Örneğin,
taraflı olarak tahrip edildiğinde, hayvan doymak bilmez;
hipotalamik açlık merkezleri fazlasıyla aktive olur, şid­ 1. Lateral hipotalam usun iki taraflı lezyonları
detli iştah ortaya çıkar ve hayvan aşırı şişmanlar. yeme içme dürtülerini azaltarak hem en hem en sı­
Hipotalamustaki diğer bir bölge de gastrointestinal
aktivitenin tüm kontrolüne katılan, dudak yalama ve fır düzeyine indirir, çoğu zam n da hayvanda akti­
yutma gibi bir çok beslenme refleksini kontrol eden ma- ve kaybına aşırı pasifliğe yol açar.
nıiller cisimlerdir. 2. Hipotalamus ventromedial alanlarının çift ta­
raflı lezyonu, başlıca lateral hipotalam usun lez-
Ön Hipofiz Bezi Aracılığıyla Endokrin Hormon yonlaııyla oluşan etkilere zıt etkiler yaratır. Aşırı
Salgılanmasının Hipotalamik Kontrolü yeme ve içme dürtüleri ile birlikte hiperaktivite ve
çoğu zaman en hafif provokasyona karşı bile aşırı
Hipotalamusta bazı alanların uyarılması ön hipofiz öfke nöbetleriyle vahşice davranışların görülm esi­
bezinden hormon salgılanmasına neden olur. Bu konu, ne yol açar.
endokrin bezlerin sinirsel kontrolü ile ilgili olarak Bö­
lüm 74’de ayrıntılı olarak tartışılmıştır. Temel mekaniz- Lim bik sistem in diğer alan ların ın , özellikle
meler, kısaca aşağıdaki gibidir. amigdala, septal alan ve m ezensefalondaki ala­
ön hipofiz bezi başlıca, hipotalamusun alt bölümün­ nların uyarılması veya lezyonları çoğu kez hipota-
den ön hipofiz damar sinüslerine dökülen ven yoluyla
lamustakilere benzer etkiler gösterir. Bunlardan
kan alır. Ön hipofize gelmeden önce hipotalamustan
geçerken, kana çeşitli hipotalamik çekirdeklerden hor­ bazıları daha sonra ayrıntılı olarak tartışılacaktır.
mon salgılanmasını (etikleyen ve iııhibe eden hormonlar
katılır. Bu hormonlar kan dolaşımıyla, ön hipofize taşı­
narak ön hipofiz hormonlarının salgılandığı bez hücre­ Limbik Sistemin “Ödül” ve “Ceza” İşlevi
lerini kontrol eder.
Önceki tartışm adan da anlaşıldığı gibi, çeşitli
Özet. Hipotalamusun birçok farklı bölgesi spesifik veje­ limbik yapıların özellikle duyuların a ffe k tif doğa­
tatif ve endokrin işlevleri kontrol eder. Bu bölgelerin ke­ sıyla ilgili olduğu açıktır; yani duyular ya hoşa g i­
sin sınırları hala tam olarak belirlenmemiştir. Yukarıda der ya da h oşa gitmez. Bu affektif nitelik aynı za­
anlatılan farklı hipotalamik işlevler için farklı bölgelerin manda ödü llen m e veya, cez an la m a ya da doyum
şu şekilde ayrımı gelecekte değişebilir. ve nefret olarak da adlandırılır. Belirli lim bik ala­
nların elektriksel yolla uyarılm ası hayvanın h oşu ­
na giderken veya doyum sağlarken diğer b ölgele­
Hipotalamusun Davranışla İlgili
rin uyarılması terör, ağrı, korku, savunm a ve kaç­
İşlevleri ve İlgili Limbik Yapılar ma reaksiyonları veya tüm diğer cezalandırm a
davranışlarını doğurur. Bu iki zıt cevaplam a siste­
Uyarılma Sonucu O rtaya Çıkan Etkiler. Hipotala­
minin uyarılma derecesi hayvanın davranışını
musun vejetatif ve endokrin işlevlerinin yanısıra, büyük ölçüde etkiler.
insan ve hayvan emosyonel davranışları üzerinde
de derin etkileri vardır. Bu etkiler hipotalamusun
uyarılması veya lezyonlarıyla ortaya çıkar.
Ödül Merkezleri
Hayvanlarda stim ülasyonun bazı davranışsal
Şekil 58-8 beyin spesifik ödüllenm e ve cezalanm a
etkileri aşağıdaki gibidir:
alanlarını belirlem ede kullanılan bir tekniği gös­
termektedir. Bu resimde, kafesin bir kenarına bir
1. L ateral hipotalam usun uyarılması, yukarıda
kaldıraç yerleştirilm iştir ve üzerine basıldığında
tartışıldığı gibi sadece susam a ve açlık duygusu
bir stim ülatörle elektriksel kontak yapacak şekil­
yaratmakla kalmaz aynı zam anda daha sonra tar­
de düzenlenmiştir. Elektrotlar beynin farklı b ö l­
tışılacağı gibi hayvanın genel aktivite düzeyini ar­
gelerine yerleştirilm iştir. Böylece hayvan kaldıra­
tırarak hiddet ve kavga davranışına da yol açar. ca basarak bu bölgeleri uyarabilir. Belirli bir b ö l­
2. V entrom edial çekirdeğin ve çevresindeki a la n ­ genin uyarılması hayvana ödüllendirilm e duygu­
ların uyarılması, başlıca lateral hipotalam usun su vıiyoısa hayvan kaldıraca tekrar tekrar, bazen
uyarılmasıyla ortaya çıkan davranışlara zıt etkiler saatte binlerce kez basacaktır. Ama ödüllendirm e
yaratır. Bunlar doyma hissi, yem enin azalm ası ve alanını uyarmanın yanı sıra, bazı lezzetli yiyecek­
sakinliktir. ler de verildiğinde hayvanın çoğu zam an elektrik­
sel uyarıyı tercih ettiği gözlenir.
3. Üçünçü ventrikülün hemen yanında bulunan
Bu teknik kullanılarak, ödüllendirm e m erkezle­
periventrikiiler çekirdek ince bölgesinin ( ya da hipo-
rinin başlıca m ed ia l ön beyin d em eti boyunca,
talamusla birleşen merkezi gri maddenin) uyarıl­
özellikle hipotalam u su n lateral ve ven trom edial
ması genellikle korku ve cezalan m a yanıtı uyandırır. çekirdeklerin de bulunduğu anlaşılm ıştır. Lateral
4. Seksüel dürtü, hipotalam usun çeşitli alanla­ çekirdeklerin kuvvetli uyarılm ası şiddet doğurdu­
rından özellikle en ön ve arka hipotalam us bölge­ ğu halde, bu alanın ödüllenm e m erkezleri kapsa­
lerinden uyarılabilir. mında bulunm ası şaşırtıcıdır. Bu çeşitli alanlar
BÖLÜM 08 * Beynin Davranışsal ve Motivasyonel Mekanizmaları-Limbik Sistem ve Hipotalamııs 685

davranış biçimi hiddettir. Bu şöyle tarif edilebilir:


Beynin cezalanm a merkezlerinin, özellikle h ip o ­
talamusun periventrikiiler alan ve lateral h ip otala­
musun kuvvetle uyarılması hayvanda ( 1 ) savunma
postürü oluşmasına, (2) pençelerin gerilmesine, (3)
kuyruk kaldırmaya, (4) tıslamaya, (5) salya salgısı­
na, (6 ) homurdanmaya ve (7) piloeıeksiyon, gözle­
rin açılması ve pupilla genişlem esine sebep olur.
Çok hafif bir kışkırtma bile hayvanın ani vahşi bir
saldırısına sebep olur. Bu aşağı yukarı, cezalandırıl­
mış bir hayvandan beklenilebilecek bir davranıştır
ve hiddet denilen bir davranış modelidir.
Cezalanma alanlarının daha ıostı al bölümlerinin
- orta hat preoptik alanlar - uyarılması hayvanda
kaçma eğilimi ile birlikte korku ve endişe yaratır.
Normal hayvanda hiddet fenom eni h ip otala­
musun ventrom edial çekirdeklerinin dengeleyici
aktivitesi ile kontrol altında tutulur. Ayrıca hipo-
kamptis, amigdaia, limbik korteksin ön bölüm ü,
Maymun beyninde ödül ve ceza merkezlerinin loklizasyon tekniği giıus singulatus anteıiyor ve girus subkalozum
hiddet fenom en in i bastırm ada yardım cı olur.
Tersine, lim bik sistem in bu bölgeleri zarar gör­
için geçerlidir. Zayıf uyaranlar ödüllenm e duygu­ müş veya harp olm uşsa hayvan (ya da insan) hid­
su yaratırken daha güçlü uyaranlar cezalanm a det nöbetlerine çok daha açık olur.
duygusu yaratır.
Daha az güçlü ödüllenm e merkezleri; hipotala- Sükunet ve Uysallık. Ödüllenme m erkezleri uya­
mustaki büyük ödüllenme merkezlerine göre ikin­
rıldığında, sükunet ve uysallık gibi tam tersi
cil alanlar; septum, amigdaia, talamusun bazı alan­
em osyonel davranış biçim leri ortaya çıkar.
ları ve bazal gangliyonda bulunur ve aşağı doğru
m ezensefalonun bazal tegm entumuna uzanır.
Ödül ve Cezanın Davranıştaki Önemi
Ceza Merkezleri
Hemen hem len bütün faaliyetim iz bir bakım a
Şekil 5 8 -8 ’de gösterilen aygıt, kaldıraca basılm a­ ödüllenm e ve cezalanm ayla ilgilidir. Eğer ödüllen­
dıkça elektriksel uyarının devam edeceği şekilde me getirecek bir iş yapıyorsak ona devam ederiz,
de düzenlenebilir. Bu durumda elektrot ödüllen­ cezalanm a söz konusu ise işi bırakırız. Bu n ed en ­
me alanlarından birindeyse hayvan kaldıraca bas­ le, ödüllenm e ve cezalanm a merkezleri vücut fa­
mayacak, fakat cezalanm a bölgelerine uygulandı­
aliyetimizi, içgüdülerimizi, nefretim izi, m otivas­
ğında hem en uyarıyı kesmeyi öğrenecektir. Bu
yonlarımızı denetleyen tüm m ekanizm aların şüp­
alanların uyarılması hayvanın korku, terör, ağrı,
hesiz en önem lilerinden birini oluşturur.
cezalanm a gibi tüm hoşnutsuzluk belirtilerini
gösterm esine neden olur. Bununla birlikte 24 sa­
Trankilizanlarm Ödüllenme ve Cezalanma M er­
atten daha uzun süreli uyarılar hayvanın ağır b i­
kezleri Üzerindeki Etkisi. Klorpıomazin gibi bir
çim de hastalanm asına ve hatta ölüm üne bile yol
trankilizanın uygulanması genellikle hem ödüllen­
açabilir.
me hem de cezalanma merkezlerini inhibe eder;
Bu teknik kullanılarak en güçlü cezalanm a m er­
dolayısıyla hayvanın affektif tepki göstermesi azal­
kezleri ve kaçm a duygusu yaratan alanların Aqu-
duedııctus Sylvii'yi çevreleyen santral gri alanda mış olur. Bu nedenle, daha ileride geniş olarak in ce­
bulunduğu ve yukarı doğru talam ııs ve hipotala- leyeceğimiz gibi, trankilizanlarm psikotik durum­
m usım periven trikiiler alan ın a doğrıı uzandığı larda hipotalamııs ve onun limbik sistem le bağlan­
anlaşılmıştır. Daha az güçlü cezalanm a alanları tılı birçok önemli davranış alanlarını baskılama y o­
am ig d aia ve hipokam p iisü n bazı bölgelerindedir. luyla işlev gördüğü varsayılmıştır.
Cezalanm a bölgelerinin uyarılmasıyla çoğun­
lukla ödüllenm e ve haz merkezlerinin tam am en Öğrenme ve Bellekte Ödüllenme ve
inlıibe edebilm esi özellikle ilginçtir. Bu durum, Cezalanmanın Önemi- Alışmaya Karşı
cezalan m a ve korkunun h a z ve ödüllenm eden d a ­ Pekiştirme
h a baskın geldiğini gösterir.
Hayvan deneyleri ödüllenm e ya da cezalanm aya
Hiddet-Cezalanma Merkeziyle Bağlantısı neden olmayan duysal deneyim lerin çok güç h a ­
tırlandığını göstermiştir. Elektriksel kayıtlar, yeni
Hipotalamusun ve diğer limbikyapıların cezalanma tip duysal uyarıların daima beyin korteksinin ge­
merkezleriyle ilgili ve de çok iyi tanımlanmış olan niş alanlarını uyardığını gösterir. Eğer uyaran tek-
686 üNİTE K i * Sinir Sistemi: C. M otor ve Entegratif Nörofizyoloji

ıar tekrar verildiğinde duysal deneyim cezalanm a lincini kaybetm em iş olsa ve yaşan anların gerçek
veya ödüllenm e duygusu doğurmazsa kortikal c e ­ olm adığını bilse de bu halü sinasyonlar ö n le n e­
vapların neredeyse tam am en söndüğü görülür. mez. H ipokam pusun bu hip ereksitabilitesin in
Hayvan duysal uyarana alışır (habituation) ve seb ep lerin d en biri, belki de hipokam pus k oıtek -
sonra onu ihmal eder. sinin bazı alanlarının beynin diğer bölgeleri gibi
Uyaran nötr olacağı yerde cezalanm a ya da altı tabakalı değil üç sinir hü cresi tabakasın d an
ödüllenmeye sebep olursa, bu uyaran tekrarladık­ oluşm asıdır.
ça kortikal cevap söneceği yerde daha da şiddetle­
nir ve cevabın pekiştirildiğiııden söz edilir. Bir hay­
van ödüllenm e ve cezalanm aya sebep olan duyu­
Hipokampusun Öğrenmedeki Rolü
lar için kuvvetli bellek izleri oluştururken nötr duy­
Hipokampusların İki Taraflı Çıkarılması-Öğren-
sal uyarılara karşı tam bir alışma geliştirir.
me Yetisi Kaybı. Bazı kişilerde epilepsi tedavisi
Limbik sistem in cezalanm a ve ödüllenm e m er­
kezlerinin, öğrendiğim iz bilginin seçilm esinde için hipokampuslar cerrahi olarak iki taraflı çıka­
rılmıştır. Bu insanlar önceden öğrenilmiş anıları
büyük rolü olduğu bellidir. Bu bilgilerin genellikle
yüzde 99'u atılır, yüzde l ’den azı bellekte saklanır. tatm inkar bir şekilde hatırlayabilm ekte, ancak sö ­
zel sem bolizm e dayanan yeni bir bilgi edinem e-
mektedirler. G erçekten de, her gün birarada b u ­
lundukları insanların bile isim lerini öğrenem ez­
H ler. Yine de bir an için günlük hayatlarında biışey-
LİMBİK SİSTEMİN DİĞER ler olduğunu hatırlayabilirler. Şu halde, saniyeler
BÖLÜMLERİNİN SPESİFİK İŞLEVLERİ ile birkaç dakika arasında değişen kısa süreli b el­
lek oluşturabilirler; ancak birkaç dakikadan fazla
Hipokampusun İşlevleri uzun süreli bellek oluşturm a yetenekleri kısm en
ya da tam am en yok olmuştur. Bu, bölüm 5 7 ’de
Hipokampus, serebral korteksin lateral ventrikü- tartışılan anterograd am n ezi adı verilen fen om en ­
lün ventıal yüzeyini oluşturm ak üzere yukarı ve dir.
içeri doğru kıvrılmış ve uzamış parçasıdır. Hipo­
kam pusun bir ucu amigdaloid çekirdeklere biti­ Hipokampusun Ö ğrenm edeki Teorik işlevi. Hi­
şirken diğer kenarlarından biri tem poral lobun pokampus olfaktor korteksin bir bölüm ü olarak
ventrom edial korteksini oluşturan paıahipokam - gelişmiştir. En aşağı sın ıf hayvanlarda, hayvanın
pal girus ile kaynaşır. ne yiyeceğini, hangi kokunun sekse davet ettiğini
Hipokampus ve ona bağlı tem poral lop yapıları; belirler, yani ölüm -kalım önem i taşıyan kararları
serebral korteks, amigdala, hipotalam us, septum, alır. Beynin en erken evrimsel gelişm esinde hipo­
m am iller cisim ler gibi tem el lim bik sistem bölge­ kam pus m u h tem elen gelen duysal sinyallerin
leriyle sayısız indiıekt bağlantılar gösterir ve hipo- önemini, önem derecesini belirleyen ve kritik ka­
k a m p a l form asyon adını alır. Hemen her türlü rarlar alan bir nöronal m ekanizm a oluşturmuştur.
duysal deneyim, hipokam pusun hiç olm azsa kü­ Bu kritik karar alm a yeteneği bir kez oluştuktan
çük bir bölüm ünü aktive der. Buna karşılık hipo­ sonra, belki de beynin geri kalan kısmı aynı karar
kampus, özellikle en büyük çıkış yolu olan forniks için yine ona başvurur. Hipokampus bir nöronal
yoluyla ön talamus, hipotalam us ve limbik siste­ sinyalin önem li olduğunu bildirdiğinde, bu belle­
min diğer bölgelerine sinyaller gönderir. Böylece ğe alınır.
hipokampus, daha sonra da görülebileceği gibi, Kişi nötr uyaranlara çabucak alıştığı halde, zevk
gelen duysal sinyalleri farklı am açlar için uygun veya ağrıya sebep olan bir duysal deneyim i daha
davranış reaksiyonları başlatm ak üzere içerisin­ candan öğrenir. Bunun m ekanizm ası nedir? Hi­
den geçiren ek bir kanal rolü oynar. pokampusun kısa-süreli belleğin uzun-süreli b e l­
Diğer lim bik yapılarda olduğu gibi, h ip ok am ­ leğe çevrilm esi güdüsünü sağladığı, yani hipo­
pusun değişik alan ların ın uyarılm ası da hem en kam pusun yeni in fo ım asyo n u n kalıcı olarak
h em en , hiddet, edilgenlik, aşırı seks güdüsü gi­ depolanm ası gerçekleşinceye kadar zihnin onu
b i d avranış b iç im le rin in g ö rü lm esin e seb ep tekrarlam asını gerektiren sinyal veya sinyaller
olur. ilettiği ileri sürülmüştür.
H ipokam pusun diğer bir özelliği hipeıeksita- M ekanizma ne olursa olsun hipokam puslar ol­
bilitesidir. Ö rneğin h afif elektriksel uyaranlar h i­
madan verbal ya da sem bolik uzun-süreli anıların
pokam pus bölgelerind e uyaran kesildikten so n ­
kalıcı olm ası mümkün olmaz.
ra saniyeler süren lokal ep ileptik n öbetlere se ­
bep olur. Bu da hipokam pusun belki norm al ko­
şullarda bile uzun süren sinyaller yaydığını gös­ A m ig d a la rın İşlevleri
terir. İnsand a hipokam pal n ö betler sırasında ki­
şi koku, görm e, işitm e, dokunm a vb. halüsinas- Amigdala her temporal lobun medial ön kutbunun
yonlar içeren çeşitli p sikom otor etkiler yaşar. B i­ korteksi hemen altında bulunan nukleus topluluğu­
BOLÜM 58 » Beynin Davranışsal ve Motivasyonel Mekanizmaları-Limbik Sistem ve Hipotalamus 687

dur. Bunun hipotalamusla olduğu kadar, limbik siste­ Benzer lezyonlar insanlarda nadir olmasına rağ­
min yakın bölgeleriyle de çok sayıda iki yönlü bağlan­ men, hasta kişiler de maymundan farklı reaksiyon ver­
tısı vardır. mezler.
Aşağı sınıf hayvanlarda, amígdala büyük ölçüde ko­
ku uyaranları ve onların limbik beyinle bağlantıları ile A m ig d a la n ın Tü m İş le v i. Amigdaia, davranışı yaıı
de ilgili sayılır. Bölüm 53’de işaret edildiği gibi, koku bilinçli düzeyde ayırt eden bir yapı gibi görünmekte­
tıaktusunun en büyük kollarından biri amigdalanın dir. Ayrıca kişi çevresi ve düşünceleri ile ilgili anlık
kortikom edial çekirdeklerinde sonlanır. Bu bölge tem­ durumunu limbik sisteme yansıtır. Bu bilgi temeline
poral lobun olfaktor piriform alanında hemen kortek- dayanılarak amigdalanın kişinin davranışlarına şekil
sin altında yer alır. İnsanda amigdalanın bir başka bö­ vererek her durumda uydurmaya devam ettiği sanıl­
lümü olan bazolateral çekirdekler, olfaktor parçadan maktadır.
çok daha fazla gelişmiş olup genellikle koku uyaranla­
rı ile bağlantılı olmayan birçok davranış aktivitelerin-
de son derece önemli rol oynar. Limbik Korteksiıı İşlevi
Amigdaia limbik korteksiıı bütün bölümlerinden ol­
duğu kadar temporal, parietal, oksipital lopların ııe- Limbik sistemin en az anlaşılmış kısmı limbik korteks
okorteksinden de özellikle akustik ve vizüel asosiyas- denilen ve subkortikal limbik yapıları saran serabral
yon alanlarından olmak üzere sinyaller alır. Bu çok korteks halkasıdır. Burası, korteksiıı geri kalan kısım­
yönlü bağlantıları yüzünden amigdalaya limbik siste­ larından limbik sisteme ve ters yöne sinyallerin iletil­
min kişinin dünyadaki yerini gördüğü "pencere”’ adı diği geçiş alanı işlevini görür. Bu yüzden limbik kor­
verilmiştir. Amigdaia sinyalleri (1) yukarıdaki kortikal teks gerçekte davranışı kontrol eden birserebral asosi-
alanlara, (2) lıipokampusa, (3) septuma, (4) talamusa yasyon alanı gibi fonksiyon yapar.
ve (5) özellikle lıipotalamusa iletir. Limbik korteksiıı değişik bölgelerinin uyarılması
bunların işlevleri hakkında doğru bir bilgi vermemiş­
A m ig d a la y ı U yarm an ın E tk ile ri. Genelde amigdala- tir. Bununla birlikte, limbik sistemin bölgelerinin uya­
da uyarılma hemen hemen hipotalamus uyarılmasın­ rılmasında tanımlanan bütün davranış modelleri, lim­
da görülen bütün etkileri ve diğer bazı etkileri doğu­ bik korteksiıı değişik kısımları uyarıldığında da oluş­
rur. Hipotalamus aracılığı oluşan etkiler (1) arteıyel turulabilir. Keza, bazı limbik kortikal alanların çıkarıl­
basınçta düşme veya yükselme, (2 ) kalp atım hızının ması da hayvan davranışında aşağıdaki gibi bazı kalıcı
artması veya azalması, (3) gastrointestinal motilite ve değişikliklere neden olur.
sekresyonun artması veya azalması, (4) dışkılama ve
işeme (5) pupilla genişlemesi ya da nadiren daralması, Ö n Tem p oral K o rte k sin Ç ık a rılm a s ı. Ön temporal
(6 ) piloereksiyoıı ve (7) çeşitli hipofiz hormonların sal- korteks iki taraflı çıkarıldığında, hemen daima amíg­
gılanmasıdır. dala da zarar görür. Bu konu daha önce tartışıldı ve
Hipotalamus aracılığı ile oluşan etkilerden başka Klüver-Bucy sendromuna neden olduğuna işaret edil­
amigdalanın uyarılması farklı tipte irade dışı hareket­ di. Hayvan özellikle tüketici bir davranış geliştirir,
lere sebep olur. Bunlar (1) başı kaldırma, vücudu bük­ ününe gelen her şeyi yoklar, uygun olmayan hayvanla­
me gibi tonik hareketler; (2) dönme hareketleri; (3) ba­ ra ve cansız nesnelere karşı şiddetli seks güdüsü göste­
zen klonik, ritmik hareketler; (4) yalama çiğneme ve rir, tüm korkusunu kaybeder ve uysallaşır.
yutma gibi koku ve yeme ile bağlantılı farklı tipte hare­
ketleri içerir. A rk a O rb ita l Fron tal K o rte k sin Ç ık a rılm a s ı. Orbital
Ayrıca, bazı amigdaloid çekirdeklerin uyarılması, frontal korteksin iki taraflı çıkarılması, ekseriya hayva­
nadiren, daha önce hipotalamustan oluşturulduğu nın uykusuzluk ve hiç oturmadan neredeyse sürekli
anlatılan hiddet modeline benzer kaçma, cezalanma dolaştığı şiddetli derecede bir hareketliliğe sebep olur.
ve korku ile karakterize bir hiddet tablosuna sebep
olur. Diğer nukleusların uyarılması da ödüllenme ve Ö n S in g u lat ve Su bkallo sal G iru sla rın Ç ık a rılm a sı. Bu
zevk reaksiyonları verebilir. giruslar, limbik korteksin prefrontal seıebral korteks ile
Nihayet, amigdalanın diğer kısımlarının uyarılması subkortikal yapılar arasındaki bağlantıyı oluşturur. Bu
ereksiyon, çiftleşme hareketleri, ejakulasyon, ovulas- girusların iki taraflı lıarabiyeti septum ve hipotalamus-
yon, uterus faaliyeti, erken doğum gibi cinsel cevapla­ taki hiddet merkezleri prefrontal inhibitor etkiden kur­
ra sebep olur. tarır. Bu nedenle hayvan hırçınlaşabilir ve normal halin­
den daha çok hiddet nöbetlerine maruz kalır.
A m ig d a la n ın İki Taraflı Ç ıkarılm asın ın E tk ile ri-K lü -
v e r-B u cy Sendro m u. Bir maymunda iki temporal lo­ Ö z e t. Daha fazla bilgi kazanılıncaya kadar belki en iyi­
bun ön bölgeleri çıkarılırsa bu sadece temporal kortek- si limbik sistemin kortikal bölgelerinin geri kalan se-
sin değil temporal lopların içinde yer alan amigdalala- rebral korteks ve subkortikal limbik yapıların işlevleri
rın da çıkarılması demektir. Bu, Klüver-Bucy sendromu arasında davranış biçimlerini kontrol ettiğini yani aso-
adı verilen bir seri davranış değişikliklerine sebep olur. siyasyon görevi yaptığını kabul etmektir. O halde, ön
Bu durumda, (1) korku kaybı, (2) herşeye karşı aşırı me­ temporal kortekste özellikle tat ve koku asosiyasyonla-
rak, (3) çabuk unutma, (4) nesneleri ağızla yoklama eği­ rı bulunur. Parahipokampus giruslarında kompleks
limi ve hatta sert objeleri yeme eğilimi, (5) sıklıkla aşırı işitsel ve arka temporal loptaki Wernicke merkezinden
seksüel dürtü (bu öyle kuvvetlidir ki hayvan uygun ol­ alınan kompleks düşünce asosiyasyonlarını sağlama
mayan cinsten, yavru ya da değişik türden hayvanlarla eğilimi vardır. Orta ve arka sigular kortekste ise senso­
çiftleşmeye yeltenir) görülür. rimotor asosiyasyonlar olduğuna inanılmaktadır.
688 ÜNİTE X I * Sinir Sistemi: C. M otor ve Entegratif Nörofizyoloji

REFERANSLAR
A ustad S N : W hy W e A ge. New Y ork: John Harris J : How the B rain T alk s to Itself. New tive Function. East S u sse x , U K : P sychology
W iley & S o n s, 1997. York: Haworth Press, 1998. Press, 1997.
B e e ck m a n s K , M ich iels K : Personality, e m o ­ Hatton G I: Function-related plasticity in hypo­ Rabin B S : S tress, Im m une Fu n ction , and
tions and the tem porolim bic system : a neu­ thalamus. Annu R ev N eurosci 2 0 :3 7 5 , H ealth. New Y o rk: W ile y -L iss, 1999.
ropsych olog ical approach. A cta N eurol B e lg 1997. R oberts A C , R o bb in s T W , W eiskrantz L : T h e
9 6 :3 5 , 1 9 96. Ito M : Brain and M ind. A m sterdam : E lsevier, P refrontal C ortex : E x e cu tiv e and C ognitive
B le ssin g W B : T h e Low er B rain stem and B o d ­ 1997. Functions. O xford: O xford U niversity Press,
ily H om eostasis. New Y o rk : O xford U n i­ Ja co b s B L , A zm itia E C : Structure and function 1998.
versity Press, 1 9 96. o f the brain serotonin system . Physiol Rev Rostene W H , A lexander M J: Neurotensin and
B u rgess N, O ’ K e efe J , Je ffe ry K J: W hat A re 7 2 :1 6 5 , 1992. neuroendocrine regulation. Front Neuroen-
the Parietal and H ippocam pal Contributions Jasper HH: C on sciousness: at the Frontiers o f docrin 1 8 :1 1 5 , 1997.
to Spatial C ogn itio n ? Londo n: R o yal S o c i­ N euroscience. Philadelphia: Lippincott- Rugg M D : C ognitive N euroscien ce. E ast S u s­
ety, 1 9 97. Raven, 1998. sex, U K : Psychology Press, 1 9 97.
C arlson N R : Physiology o f B eh avior. Bosto n : K atz P S : B eyon d N'eurotransmission: N euro­ Sakata H, M ikam i A , Fu ster JM : T h e A sso cia­
A llyn and B a co n , 1998. modulation and Its Im portance fo r Inform a­ tion C ortex. A m sterdam : H arw ood A ca ­
tion Processing. New Y o rk : O xford U niver­ dem ic Publishers, 1997.
C ohen H S : N euroscience fo r R ehabilitation .
sity Press, 1999. Springer S P : L eft B rain , R ig h t B ra in : P ersp ec­
Philadelphia: L ip p incott-R aven , 1998.
L o g ie R H : W orking M em ory and Thinking. tives from C ognitive N euroscien ce. N ew
C onlon R , H obson JA : U nderstanding the Hu­
East S u ssex, U K : Psychology Press, 1998. Y ork: Freem an, 1998.
m an M ind. New Y o rk : Jo h n W iley, 1999.
M ann D N A : S en se and Sen ility. New York: Steriade M , Jo n es EG , M c C o rm ic k D : T h a la ­
C ow an W M , Zipursky S L , Jcs s e ll T M : M o le c ­
Chapm an and H all, 1997. mus. A m sterdam : E lse v ier, 1 9 97.
ular and C ellu lar A pproaches to Neural D e ­
M ega M S , C um m ings J L , Sallow ay S , M alloy Uhl C : A nalysis o f N europhysiological B rain
velopm ent. N ew Y o rk : O xford U niversity
P: T h e lim b ic system : an anatom ic, phylo­ Functioning. N ew Y o rk : Springer, 1999.
P ress, 1 9 97.
genetic, and clin ical perspective. J N euro­ Urban 1JA, B u rbach JP A , W eid D : A dvances
D eadw ler S A , H ampson R E : T h e sign ificance
psychiatry C lin N curosci 9 :3 1 5 , 1997. in B rain Vasopressin. A m sterdam : E lsevier,
o f neural en sem b le cod es during behavior
M iller B L , C um m ings J L : T h e Human Frontal 1998.
and cogn ition . Annu R e v N eurosci 2 0 :2 1 7 .
Lobes. New Y o rk : Guilford Press, 1998. van B o x tc l: G JM B rain and Behavior. T ilbu rg,
199 7 .
Nakam ura K , K ubota K : T h e primate temporal N etherlands: Tilburg U niversity Press,
G azzan iga M S : T h e C ognitive N eurosciences.
pole: its putative role in o b ject recognition 1997.
C am bridge, M A : M IT Press, 1994.
and memory'. B eh av B rain R es 7 7 :5 3 , 1996. Vaudry H: Trends in C om parative En d ocrin ol­
G rm ela A : Neural Com puting and Neural S c i­
O beso JA : T h e B asal G anglia and Nesv S u rgi­ ogy and N eurobiology. N ew Y o rk : New
e n ce. Praha, C zech R ep u blic: A G C E S Pub­ cal A pproaches fo r Parkinson’s D isease. Y ork A cadem y o f S c ie n c e s, 1 9 98.
lish ers, 19 9 7 . Philadelphia: Lippincott-R aven, 1997. W agm an M : C ognitive S c ie n c e and the S y m ­
G rossm an A , C osta A , F o rslin g M , et al: Im ­ Okudzhava V M : M echanism s o f C ortical In h i­ b o lic O perations o f H um an and A rtificial
m une m odulation o f .the hypothalam ic-pitui­ bition. C om m ack, N Y : Nova S cien tific Pub­ In telligen ce. W estport, C T : Pracger, 1997.
tary-adrenal a x is: cytokines and gases in the lishers, 1997. W o llo ck J L : T h e N oblest A n im ate M otion:
hypothalam us. Ann N Y A cad S ei 8 2 3 :2 2 5 , Palm er A A : P sych ological and Ph y siolog ical S p eech , Physiology, and M e d icin e in Pre-
1 997. A dvances in H earing. London: W h urr Pub­ C artesian L ingu istic Thou ght. Philadelphia:
H aines D E , D ietrich s E , M ilh a ilo ff G A , M c ­ lishers, 1998. J Ben jam in s Publishers, 1 9 97.
D onald E F : T h e cerebellar-hypothalam ic Pinker S : How the M ind W orks. New Y o rk: Z im m er L E , M organ JP : M ariju an a M yths,
a x is: b a sic circu its and clin ica l observa­ Norton, 1997. M arijuana F a cts. New. Y o rk : Lindesm ith
tions. Int R ev N eurobiol 4 1 :8 3 , 1997. R abbitt P: M ethodology o f Frontal and E x e cu ­ C enter, 1997.
Beynin Etkinlik Durumları-Uyku;
Beyin Dalgaları; Epilepsi; Psikozlar

Hepimiz, beynin uyku, uyanıklık, aşırı uyarılma gi­ bir dönemin ardından uykuya daldıktan sonraki ilk
bi farklı aktivite durumlarını ve hatta neşe, depres­ saati anımsadığımızda anlayabiliriz. Bu uyku son
yon ve korku gibi farklı duygulanım düzeylerini b i­ derece sakindir ve hem periferik damar tonusunda
liriz. Tüm bu durumlar, beyinde üretilen farklı akti- hem de diğer birçok vejetatif vücut işlevlerinde
ve ve iııhibe edici etkilerin sonucudur. Bölüm azalmayla birliktedir. Ek olarak, kan basıncında,
5 8 ’de, beynin geniş veya izole bölümlerini aktive solunum hızında ve bazal m etabolizm ada % 10-30
etm e yeteneğine sahip farklı sistemleri tanıtırken, azalma gözlenir.
bu konuyu kısmen tartışmaya başlamıştık. Bu b ö ­ Yavaş-dalga uykusu “düşsüz uyku" olarak adlan­
lümde, uykudan başlayarak beynin diğer durumla­ dırılmakla birlikte yavaş-dalga uykusu sırasında da
rı hakkında bilinenleri kısaca gözden geçireceğiz. düş görülmekte, hatta bazen kabuslar ortaya çık­
maktadır. Yavaş-dalga uykusu ve REM uykusu sıra­
sında görülen düşler arasındaki fark, REM uykusu
sırasında görülen düşler daha rahat hatırlanabilir-
UYKU ken, yavaş-dalga uykusu sırasında görülen düşlerin
genellikle hatırlanamamasıdır. Yani, yavaş-dalga
Uyku kişinin duysal veya diğer uyarılarla uyanabi­ uykusu sırasında, düşlerin bellekte konsolidasyo-
leceği bir bilinçsizlik durumu olarak tanım lanm ak­ nu olmamaktadır.
tadır. Uyku, kişinin uyandııılamadığı bilinçsizlik
durumu olan kom adan farklı tutulmalıdır. Uyku­
nun, çok hafif uykudan çok derin uykuya kadar REM Uykusu (Paradoksal Uyku,
uzanan farklı düzeyleri vardır. Bu konu ile ilgili Desenkronize Uyku)
araştırıcılar uykuyu, farklı özelliklere sahip iki fark­
lı tipe ayırmaktadırlar. Normal bir gece uykusunda, 5-30 dakika süren
REM uykusu dilimleri ortalam a 90 dakikada bir or­
Uykunun İki Tipi. Kişi her gece, birbirini ardarda taya çıkar. Kişi çok uykulu ise, REM uyku dilimleri­
izleyen uykunun iki farklı dönem inden geçer. Bun­ nin süreleri kısalır ve hatta ortadan kalkar. Öte y an­
lar ( 1 ) daha sonra tartışacağımız gibi beyin dalgala­ dan, kişi gece boyunca gittikçe daha fazla dinlemiş
rı çok yavaşladığı için yavaş dalga uykusu ve (2 ) ki­ olduğu için REM uykusu dilimleri giderek uzar.
şi uykuda olmasına karşın gözlerde hızlı hareketler REM uykusunun birçok önemli özellikleri vardır:
oluştuğu için hızlı-göz hareketi (ıapid-eye-move-
ınent, REM) uykusu olarak adlandırılır. 1. Genellikle aktif düş görme ve aktif vücut hare­
Her gece uykunun büyük kısmı yavaş-dalga uy­ ketleri ile birliktedir.
kusu tipinde geçer. Bu uyku, saatler boyunca uya­ 2. Kişi, yavaş-dalga uykusuna göre duysal uya­
nıklık sonrası uykunun ilk saatindeki derin ve din­ ranlarla daha zor uyanır. Ancak sabahları genellik­
lendirici tipteki bölümüdür. REM uykusu dönem ­ le yavaş-dalga uykusu değil, REM uykusu sırasında
leri, uyku boyunca periyodik olarak ortaya çıkar. uyanılır.
REM uykusu genç erişkinde uyku süresinin % 25’ini 3. Tüm vücutta kas tonusu son derece azalmıştır.
kaplar ve normalde 90 dakikada bir tekrarlanır. Bu Bu beyin sapının eksitatör alanlarından medulla
uyku tipi pek sakin değildir ve normalde, daha son­ spinalise uzanan liflerin güçlü inhibisyonunu gös­
ra tartışacağımız gibi, canlı düşlerle bağlantılıdır. termektedir.
4. Düş görmenin karakteristiği olarak kalp ve s o ­
lunum hızı düzensizleşir.
Yavaş-Dalga Uykusu 5. Periferik kasların aşırı inhibisyonuna karşın,
birkaç düzensiz kas hareketi oluşur. Bunlar özellik­
Çoğumuz, derin yavaş-dalga uykusunun karakte­ le hızlı göz hareketlerini içerir.
ristiğini, son kez 24 saatten fazla uyanık kaldığımız 6 . Beyin REM uykusunda yüksek bir aktivasyon

689
690 ÜNİTE X I • Sinir Sistemi: C. M otor ve Entegratif Nörofizyoloji

gösterir. Toplanı beyin metabolizması % 20 oranın­ taya çıkmamaktadır. Bu nedenle, bu bölgelerin b el­
da artm a gösterebilir. Elektroansefalogram (EEG) ki rafe çekirdeğini ve soıotonin sistem ini uyararak
uyanıklıkta görülenlere benzer beyin dalgaları gös­ etkinlik gösterdiği düşünülmektedir.
terir. Bu uyku tipi, kişi beynindeki aşırı aktiviteye 3. Diensefalondaki bazı bölgelerin uyarılması da
rağmen uyumakta olduğu için p aradoksal uyku uykuyu kolaylaştırmaktadır. Bu bölgeler, (a) hipo­
olarak da adlandırılır. talamusun rostral kısmı, özellikle suprakiazmatik
alan ve (b) talamusun yaygın çekirdeklerindeki b a ­
Özetle, REM uykusu beynin aktif olduğu bir uy­ zı alanlardır.
ku tipidir. Ancak, REM uykusu sırasındaki beyin
etkinliği, kişinin çevresindekilerden haberdar ol­ (Bu noktada uykunun serotonin kuramıyla ilgili
m asını ve böylelikle uyanm asını sağlamaya yöne­ önemli bir sorun ortaya çıkmaktadır: Serotoııinin
lik değildir. kan konsantrasyonları uyku sırasında uyanıklığa
göre d ah a düşüktür. Bu nedenle, yine beyin sapı ra­
fe sistemiyle ilişkili an ca k serotonin dışında başka
Uykunun Temel Kuramları olası uyku oluşturucu m addelere yönelik araştır­
m alar sürdürülmektedir.)
Uykunun A k tif Bir Inhibitor Sürecin Sonucu O l­
duğu Düşünülmektedir. Eski bir uyku kuramına Uyku Oluşturan M erkezlerin Lezyonları Aşırı
göre, retiküler aktive edici sistem adını alan üst b e­ Uykusuzluğa Yol Açabilir. Rafe çekirdeklerindeki
yin sapının eksitatör alanları, uyanık geçirilen gün farklı lezyonlar yüksek bir uyanıklık düzeyine yol
boyunca yorulmakta ve bunu sonucunda inaktif açarlar. Bu, hipotalamusun mediyorostıal supraki-
hale geçmektedir. Bu uykunun p a s if kuram ı olarak azmik kısmı için de geçerlidir. Her iki durumda da,
adlandırılmaktadır. Bu konuda önemli bir çalışma mezensefalonun ve ponsun üst kısmının eksitatör
bu eski kuramın yerini, uykunun olasılıkla a k tif in­ retiküler çekirdekleri inhibisyondaıı kurtulmakta­
hibitor süreçlerin sonucu olduğunu ileri süren gün­ dır. Gerçekten, ön hipotalamusun lezyonları bazen
cel kanı almıştır. Bu çalışmada, beyin sapının mid- hayvanda bitkinlikten ölüme neden olacak kadar
pontil bölgede kesilmesinin, elektriksel kayıtlar yoğun uyanıklığa yol açabilir.
esas alındığında, beynin hiçbir zaman uyumadığı
gösterilmiştir. Diğer bir deyişle, beyin sapının mid- Uykuyla İlişkili D iğer Olası Transm iter M a d d e ­
pontil düzeyinin altında beynin diğer bölgelerini ler. Deneyler, günlerce uyanık tutulan hayvanların
inhibe ederek uykuya yol açan bazı merkez ya da beyin-omurilik sıvıları, kan ve idrarlarında, diğer
merkezlerin varlığı olasıdır. bir hayvanın ventıiküler sistem ine enjekte edildi­
ğinde uykuya yol açan m addeler bulunduğunu
Nöronal Merkezler, Nörohümoral Mad­ göstermiştir. Olası bir madde olarak, günlerce uya­
deler ve Uykuya Yol Açabilen Mekaniz- nık tutulan hayvanların beyin-om urilik sıvıları ve
malar-Serotoninin Spesifik Rolü idrarlarında biriken düşük molekül ağırlıklı bir
madde olan m u ra n ıilp ep tid saptanm ıştır. Bu uyku
Beynin çeşitli spesifik alanlarının uyarılması, doğal oluşturucu m addenin sad ece m ikrogram laıı
uykuya benzer özelliklere sahip bir uykuya yol aç­ üçüncü ventriküle enjekte edildiğinde, birkaç da­
maktadır. Bu alanların bazıları şunladır: kika içinde doğal uyku oluşmakta ve hayvan saat­
lerce uyumaktadır. Benzer etkiye sahip diğer bir
1. Hemen hemen doğal uykuya neden olan belir­ madde, uyuyan hayvanların kanından izole edilen
gin stimülasyon alanı, poıısun alt yansı ve m edul- bir nonapeptiddir. Günlerce uyanık tutulan hay­
lad a yer alan rafe çekirdekleridir. Bu çekirdekler­ vanların beyin saplarının nöronal dokusundan
den çıkan sinir lifleri, retiküler formasyon ve yuka­ moleküler yapısı henüz tanım lanm ayan üçüncü
rı doğru talamus, neokoıteks, hipotalamus ve lim­ bir uyku faktörü daha izole edilmiştir.
bik sistem in birçok alanına dağılmaktadır. Ayrıca, Bu nedenle, uzamış uyanıklık durumunun, uyku
aşağıya medulla spiııalise doğru uzanıp, arka boy­ faktör veya faktörlerinin beyin sapı ve beyin-om u­
nuzlarda sonlanarak, Bölüm 4 8 ’de tartışıldığı gibi rilik sıvısında artışına yol açarak uykuya neden ol­
ağrı sinyallerini inhibe edebilirler. Rafe nöronları­ ması olasıdır.
nın sonlanmalarının çoğunun serotonin salgıladığı
da bilinmektedir. Bir hayvana serotonin oluşumu­ REM Uykusunun Olası Nedeni.Yavaş-dalga uy­
nu durduran bir ilaç uygulandığında, hayvan ge­ kusunun neden periyodik olarak REM uykusuyla
nellikle bunu izleyen birkaç gün boyunca uyuya- bölündüğü anlaşılmamıştır. Ancak, asetilkolinin
mamaktadır. Bu nedenle, serotoııinin uyku oluşu­ etkisini taklit eden ilaçlar REM uykusunun ortaya
mu ile ilgili ana transmiter madde olduğu varsayıl­ çıkışını artırmaktadır. Bu nedenle, üst beyin sapı
maktadır. retiküler formasyonundaki asetilkolin salgılayan
2. Viseral duysal sinyallerin vagus ve glossofaıen- nöronların yaygın lifleri sayesinde beynin birçok
geus sinirlerle beyne girdiği, medulla ve ponsun kısmını aktive ettikleri ileri sürülmüştür. Bu ku­
duysal bölgesi olan nucleus traktııs solitariııs için ­ ramsal olarak REM uykusunda beynin belirli böl­
deki bazı alanların uyarılması da uyku oluşturmak­ gelerindeki aşırı aktiviteyi açıklamaktadır. Ancak,
tadır. Bu etki rafe çekirdekleri lıaraplandığında or­ bu sinyaller beyinde uyanıklık durumu için karak­
BÖLÜM 59 • Beyin Etkinlik Durumları-Uyku, Beyin Dalgaları; Epilepsi; Psikozlar 691

teristik olan normal bilinci oluşturmaya uygun şe­ nıklık, genellikle zihnin ilerleyici bir işlev bozuklu­
kilde yönetilmemektedir. ğunu ve hatta bazen sinir sisteminin anormal davra­
nış özelliklerini beraberinde getirir. Hepimiz, uzun
Uyku ve U yanıklık D ö n g ü s ü süren bir uyanıklık döneminin sonunda düşüncele­
rimizin bulanıklaştığını biliriz. Ayrıca, kişi uzun dö­
Buraya kadar yapılan tartışmalar uykuyla ilişkili nemler boyunca uykusuz kalmaya zorlandığında iri-
nöronal alanları, transmiterleri ve mekanizmaları tabilite belirtileri ve hatta psikotik özellikler sergile­
ele almış, ancak uyku ve uyanıklığın döngüsel, ıe- yebilir. Bu nedenle, uykunun henüz anlaşılamamış
siprok özelliğini açıklamamıştır. Bu konuya henüz bir yolla, hem santral sinir sisteminin normal etkin­
bir açıklama getirilememiştir. Bu nedenle, hayal lik düzeyini korumasına yardımcı olduğu, hem de
gücümüzü kullanarak, uyku-uyanıklık döngüsü­ santral sinir sisteminin farklı bölümleri arasındaki
nün ıitm isitesini açıklamak üzere aşağıdaki olası normal "dengeyi" sağladığı varsayılabilir. Bu, elekt­
mekanizmayı önerebiliriz. ronik analog bilgisayarların uzun kullanım dönem­
Uyku merkezleri aktive olmadıklarında, mezen- leri sonunda “sıfırlaması" gerekliliğine benzetilebi­
sefalik ve üst pontil ıetiküler çekirdeklerin inhibis- lir. Çünkü, bu tür bilgisayarlar çalıştıkları sürece
yondan kurtulması ve bölgenin spontan olarak ak­ adım adım “sıfır hattından" sapmaya başlarlar. Bazı
tif duruma geçm esine olanak sağlar. Bu, hem se- beyin bölgelerinin uyanıklık sırasında aşırı kullanı­
rebral korteksin hem de periferik sinir sistem inin mı nedeniyle, bu bölgelerle sinir sisteminin geri ka­
uyarılmasına yol açar. Daha sonra bu iki sistem de, lan kısmı arasındaki dengenin bozulması sonucu
ıetiküler çekirdekleri daha da aktifleştiren pozitif aynı etkinin santral sinir sisteminde de oluştuğunu
feed b a c k sinyaller gönderirler. Tüm bunların etki­ varsaymak akla yakındır. Bu nedenle, uykunun iş­
siyle,uyanıklık bir kez oluştuğunda devam etme levsel anlamı kesin olarak ortaya konamasa da, uy­
şeklinde doğal bir eğilim gösterir. kunun ana özelliğinin nöronal merkezler arasındaki
Beyin saatler boyunca aktif durumda kaldığında, doğal dengeyi korumak olduğunu ileri sürebiliriz.
tahminen aktive edici sistem içindeki nöronlar yo­ Daha önce de belirttiğimiz gibi, uyanıklık veya uy­
rulacaktır. Bunun sonucunda, mezensefalik retikü- kunun vücudun somatik işlevleri üzerine zararlı bir
ler çekirdeklerle korteks arasındaki pozitif feedback etkisi gösterilmemiş olmakla birlikte, uyanıklık ve
döngüsü zayıflayacak ve uyku merkezlerinin inhibi- uyku döngüsünü izleyen artan ve baskılanan sinirsel
tör etkileri baskın hale gelerek uyanıklık durumun­ uyarılabilirlik döngüsü periferik vücutta belirgin fiz­
dan uyku durumuna hızlı bir geçişe yol açacaktır. yolojik etkilere sahiptir. Örneğin, uyanıklık sırasında,
Bunun ardından, uzayan uyku süresince, retikü- sempatik etkinlik artar ve iskelet kaslarına ulaşan si­
ler aktive edici sistem in eksitatör nöronlarının, nir uyarılarının sayısı kas tonusunu artıracak şekilde
uzun dinlenme dönemine bağlı olarak gitgide uya- yüksektir. Bunun aksine, yavaş-dalga uykusu sırasın­
rılabilirlikleri artarken, uyku merkezlerinin inhibi- da sempatik etkinlik azalırken parasempatik etkinlik
tör nöronları aşırı etkinlikleri nedeniyle daha zor artar. Bu nedenle, bu dönemi “sakin” bir uyku izler.
uyarılabilir hale gelecek ve yeni bir uyanıklık döne­ Arteryel kan basıncı düşer, nabız sayısı azalır, cilt da­
mi başlayacaktır. marları dilate olur, bazen gasü'ointestinal sistem et­
Bu genel kuram, uykudan uyanıklığa ve uyanık­ kinliği artar, kaslar genellikle gevşer ve vücudun ba­
lıktan uykuya hızlı geçişleri açıklayabilmektedir. zal metabolizma hızı % 10-30 oranında azalır.
Bu, aynı zamanda, uyarılmayı ve kişinin zihni bir
düşünceyle meşgul olduğunda ortaya çıkan dal­
gınlığı, vücut etkinliği ile ortaya çıkan uyanıklığı ve
kişinin uyku ve uyanıklık durumunu etkileyen bir­ B E Y İN DA LG ALA R I
çok diğer koşulu da açıklamaktadır.
Beyin yüzeyinden ve kafanın dış yüzeyinden elde edilen
elektriksel kayıtlar, beynin sürekli bir elektriksel etkinliğe
sahip olduğunu göstermektedir. Elektriksel etkinliğin
Uykunun Fizyolojik Etkileri hem şiddeti hem de içerdiği kalıplar büyük ölçüde, ııykıı,
uyanıklık durumları ve epilepsi gibi beyin hastalıkları ve
Uyku başlıca iki tipte fizyolojik etkiye sahiptir. Bun­
hatta bazı psikozlarda beynin uyarılma düzeyinde orta­
lardan ilki, sinir sistem inin kendisi üzerine olan et­ ya çıkan değişimler sayesinde belirlenmektedir. Şekil 59-
kiler, İkincisi ise vücudun diğer yapıları üzerine l ’de gösterilen elektriksel potansiyellerdeki salınımlar
olan etkilerdir. Bunlardan ilki çok daha önemlidir. beyin dalgaları olarak adlandırılırlar. Kaydın tümüne ise
Zira, boyun hizasında omurilik kesisi olan bir kişi­ EEG (elektroensefalogram) adı verilir.
de, kesi bölgesinde ortaya çıkan harabiyet dışında, Beyin dalgalarının kafatası yüzeyindeki şiddetleri 0-
kesi seviyesi altında uyku ve uyanıklık döngüsüne 2 0 0 mikrovolt arasında, frekansları ise birkaç saniyede

atfedilebilecek herhangi bir zararlı etki ortaya çık­ birle, saniyede 50 veya üstü arasında değişir. Dalgaların
karakteri serebral korteksin etkinlik düzeyine bağlıdır ve
maz. Başka bir deyişle, uyku-uyanıklık döngüsü­
uyanıklık, uyku ve koma durumları arasında büyük fark­
nün ortadan kalması, beynin altındaki herhangi bir
lılıklar gösterirler.
seviyede ne vücut organlarına zarar getirir, ne de Beyin dalgaları çoğu zaman düzensizdir ve EEG’de
işlevsel bozukluklara yol açar. genel bir kalıbın tanımlanması olanaksızdır. Diğer za­
Öte yandan, uykudan yoksunluk santral sinir sis­ manlarda ise farklı bazı kalıplar ortaya çıkar. Bunlar­
temi işlevlerini kesinlikle etkiler. Uzun süren uya­ dan bazıları, daha sonra tartışılacak olan epilepsi gibi
692 ÜNİTE X I • Sinir Sistemi: C. M otor ve Entegratif Nörofizyoloji

nırlar. Yani, kafatası üzerinden kaydedilen beyin dalgala­


Alfa rının şiddeti, beyindeki toplam elektriksel etkinlik düze­
yi ile değil, eşzamanlı ateşlenen nöronları ve liflerin sayı­
sı ile belirlenir. Gerçekten de, güçlü ancak eşzamanlı ol­
Beta mayan sinir sinyalleri genellikle zıt polaıitede oldukları
için birbirlerini sıfırlarlar. Bu durum Şekil 59-2’de göste­
rilmiştir. Gözler kapatıldığında, serebral kortekste birçok
nöronun saniyede yaklaşık 1 2 frekanstaki senkron de­
Tela şarjları alfa dalgalarını oluşturmaktadır. Daha sonra,
gözler açıldığında beynin etkinliği büyük ölçüde artmak­
ta birlikte sinyallerin senkronizasyonunun azalması be­
yin dalgalarının birbirlerini sıfırlamasına yol açmaktadır.
Bunun sonucunda, beta dalgalan adını alan, genelde
daha yüksek ancak düzensiz frekanstaki, zayıf dalgalar
ortaya çıkmaktır.

ŞEKİL 59 - 1 A lfa D alg a la rın ın K a y n a ğ ı. Talamusla bağlantısı olma­


Normal clektroensefalografik dalgaların değişik tipleri
dığı takdirle kortekste alfa dalgaları oluşmamaktadır. Ta-
lamusu çevreleyen özgün olmayan retikiiler çekirdekle­
rin ve talamus içinde yer alan “diftiz” çekirdeklerin uya­
rılması da talamokortikal sistemde, alfa dalgalarının do­
ğal frekansı olan, saniyede 8-13 frekansta dalgaların olu­
şumuna yol açmaktadır. Bu nedenle, alfa dalgalarının,
hastalıklara özgü kalıplardır. Diğerleri ise normal kişi­ olasılıkla beyin sapı aktive edici sistemini de içeren bu
lerde de ortaya çıkabilir vc Şekil 59-1’de de gösterildi­ difüz talamokortikal sistemdeki spontan negatif feed­
ği gibi alfa, beta, letavc delta dalgaları olarak sınıflan­ back salınımların sonucunda oluşması olasıdır. Bu salı-
dırılırlar. nımlar, hem alfa dalgalarının periyodisitesini, hem mil­
Alfa dalgalan saniyede 8-13 arasında sıklığa sahip yonlarca kortikal nöronun her dalga sarısında senkron
ritmik dalgalardır ve sakin, sessiz durumdaki genç uya­ etkinliğini sağlamaktadırlar.
nık erişkinlerin hemen hemen tümünün EEG’sinde
bulunurlar. Bu dalgalar en güçlü olarak oksipital bölge­ D elta D a lg a la rın ın K a y n a ğ ı. Talamustan kortekse gi­
de ölçülmekle birlikte, paryetal ve frontal bölgelerde den lif demetlerinin kesilmesi, koı teksin talamik aktivas-
de gözlenirler. Gerilimleri genellikle 50 mikrovolt civa­ yonunu durdurmakta, alfa dalgalarını ortadan kaldır­
rındadır. Derin uyku sırasında alfa dalgalan ortadan makta, ancak korteksteki delta dalgalarını tamamen or­
kalkar. Uyanık durumdaki kişinin dikkati özel tipte bir tadan kaldıramamaktadır. Bu, delta dalgalarını oluştu­
zihinsel etkinliğe yöneltildiğinde, alfa dalgalan yerini ran bazı senkronizasyon mekanizmalarının, beynin da­
asenkron, yüksek frekanslı, ancak şiddeti düşük beta ha alt yapılarından bağımsız olarak, kortikal nöronların
dalgalarına bırakırlar. Şekil 59-2, gözlerin parlak ışıkta kendilerinde bulunabileceğini göstermektedir.
açılması ve daha sonra kapanmasının alfa dalgalarını Delta dalgaları derin yavaş-dalga uykusunda da oluş­
ani olarak durdurduğuna ve bunların yerine düşük ge­ maktadır. Bu, korteksin büyük ölçüde aşağı merkezlerin
rilimli asenkron beta dalgalarının ortaya çıktığına dik­ aktive edici etkilerinden kurtulduğunu göstermektedir.
kat ediniz.
Beta dalgalan, saniyede 14’ten fazla, 80’den az sıklık­
tadırlar. Merkezi sinir sisteminin fazla aktivasyonu veya
gergin hallerde kafatasının paryetal ve frontal alanların­
Serebral Etkinliğin Farklı Derecelerinin
dan kaydedilirler.
EEG’nin Temel Frekansı Üzerine Etkileri
Teta dalgalan, saniyede 4-7 arasında sıklığa sahiptir­
Serebral etkinliğin derecesi ile EEG ritminin ortalama
ler. Özellikle çocukların paryetal ve temporal bölgelerin­
sıklığı arasında, etkinlik arttıkça sıklıkta da artma şeklin­
de gözlenmekle birlikte, bazı erişkinlerde diişkırıklığı gi­
de bir genel ilişki bulunmaktadır. Bu ilişki, delta dalgala­
bi duygusal stresler sırasında ortaya çıkabilirler. Teta dal­
rının stiipor, cerrahi anestezi ve uyku sırasında; teta dal­
gaları sıklıkla beynin dejeneratif durumları başta olmak
galarının psikomotor durumlarda ve çocuklukta; alfa
üzere birçok beyin hastalıklarında da oluşurlar.
dalgalarının gevşemiş durumda; ve beta dalgalarının yo­
Delta dalgalan EEG'nin sıklığı saniyede 3-5’tan az
ğun zihinsel etkinlik durumunda ortaya çıktığını göste­
olan tüm dalgalarını içerirler. Çok derin uykuda, ço­
ren Şekil 59-3'te görülmektedir. Zihinsel aktive sırasında,
cuklukta ve ciddi organik beyin hastalıklarında ortaya
artan kortikal etkinliğe karşın, dalgalar genellikle senk-
çıkarlar. Subkortikal keşiyle koıteksi talamustan ayrı­
ronize olmaktan çok asenkıonize olmakta ve Şekil 59-
lan deney hayvanlarının kortekslerinde de oluşurlar.
Bu nedenle, delta dalgaları beynin daha aşağı bölgele­
2 de görüldüğü gibi voltaj belirgin ölçüde azalmaktadır.
rindeki etkinliklerden bağımsız olarak kortekste oluşa-
bilmektedir.

Gözler açık Gözler kapalı


Beyin Dalgalarının Beyindeki Kaynağı
Beyindeki tek bir nöron veya tek bir sinir lifinin deşarjı
hiçbir zaman kafa yüzeyinden kaydedilemez. Ancak,
binlerce hatta milyonlarca nöron veya lif eş zamanlı
olarak ateşlediğinde, tek nöron veya liflerin potansiyelle­ Gözler açıldığında alfa ritminin, düşük voltajlı beta ritmiyle yer
ri kafatası yüzeyinden ölçülmeye yetecek düzeyde topla­ değiştirmesi.
BÖLÜM 59 • Beyin Etkinlik Durumları-Uyku, Beyin Dalgaları; Epilepsi; Psikozlar 693

ŞEKİL 59 - 3
Değişik düzeylerdeki serebral etkinliğin elek- /\^A/VWVV\AAAAAAM^
Stüpor cerrahi Uyku Psikomotor Çoçuklarda Gevşeme Dikkat Grand mal Petit mal’in
rocnsefalogranuıı temel ritmi üzerine etkisi.
(Gibbs ve Gibbs'ten; Atlas of Electroencepha­ anestezi Petit malin yavaş ağır epileptikler korku hızlı komponenti
komponenti Konfüzyon Hafif eter
lography, 2nd Ed. Vol. I. Reading, Mass.,Ad-
dison-Wesley,1974) I----------------- 1
1 saniye

lepsi eğilimli kişi, sinir sisteminin (veya epileptik duru­


Uyanıklık ve Uykunun ma eğilimli sinir sistemi kısmının) bazal uyarılabilirlik
Değişik Aşamalarında EEG seviyesinin belirli bir kritik eşiği aşması halinde nöbet
Değişimleri geçirir. Uyarılabilirlik bu eşiğin altında tutulduğu sürece
nöbet oluşmaz.
Şekil 59-4 tipik bir kişinin, uyanıklık ve uykunun farklı Epilepsi üç büyük sınıfa ayrılabilir: grand mal epilepsi,
aşamalarındaki EEG’sini göstermektedir. İlk iki EEG'de petit mal epilepsi ve fokal epilepsi.
görüldüğü gibi, dikkatli uyanıklık yliksek-frekanslı beta
dalgalan ile karakterize iken, sakin uyanıklık genellikle
alfa dalgalan ile birliktedir.
Yavaş dalga uykusu dört aşamaya ayrılır. Çok yüzeysel Grand Mal Epilepsi
bir uyku olan ilk aşamada, EEG dalgalarının voltajı çok
azalmıştır. Bu periyodik olarak oluşan ve "uyku iğleri” Grand mal epilepsi beynin, korteks, serebrumun derin
olarak adlandırılan, kısa, iğ şeklinde alfa dalgası paketle­ kısımları ve hatta beyin sapı ve talamusu da içeren tüm
ri ile kesintiye uğramaktadır. Yavaş-dalga uykusunun 2., alanlarında aşırı nöronal deşarjlarla karakterizedir. Me-
3. ve 4. aşamalarında, EEG'nin frekansı gittikçe azalarak dulla spinalise iletilen deşarjlar, tüm vücutta tonik-klo-
4. aşamada saniyede sadece 1-3 dalgaya kadar düşmek­ n ik kas kasılmaları ortaya çıkarır. Sıklıkla kişi dilini ısırır
tedir. Bunlar da tipik delta dalgalarıdır. veya "yutar” ya da bazen siyonoza yol açacak ölçüde so­
Nihayet, Şekil 59-4’ün son kaydı REM uykusu sırasın­ lunum güçlüğü çeker. Beyinden iç organlara iletilen
daki EEG’yi göstermektedir. Genellikle bu beyin dalgası sinyaller de sıklıkla idrar kaçırma ve defekasyoııa yol
şekli ile uyanık bir kişininki arasındaki farkı belirtmek açarlar.
güçtür. Dalgalar, normalde uyanıklıkta gözlendiği gibi Grand mal nöbetler birkaç saniye ile 3-4 dakika ara­
yüksek ancak desenkronize sinir aktivitesini düşündü­ sında sürebilirler. Nöbet sonrasında tüm sinir sisteminin
ren düzensiz, yüksek-frekanslı beta dalgalarıdır. Bu ne­ depresyonu karakteristiktir. Kişi 1 dakika ya da dakika­
denle REM uykusu sıklıkla, belirgin beyin etkinliğe kar­ larca stüpoıda kalır ve bunu ağır bir yorgunluk ve saatler
şın nöronların ateşlemesinde senkroni bulunmadığı süren bir uyku izler.
için, desenkronize ıtykıı olarak adlandırılır. Şekil 59-5’de en üstte grand mal nöbetin tonik fazında
korteksin hemen hemen tüm bölümlerinde ölçülen tipik
bir EEG eğrisi görülmektedir. Bu tüm kortekste yüksek
voltajlı senkronize deşarjların oluştuğunu göstermekte­
dir. Ayrıca, aynı tip deşarjların beynin her iki yarısında eş
EPİLEPSİ zamanda oluşması nöbetten sorumlu anormal nöronal
devrenin, korteksi kontrol eden bazal beyin bölgelerini
Epilepsi santral sinir sisteminin bir kısmının veya tümü­
içerdiğini göstermektedir.
nün denetlenemeyen aşırı etkinliği ile karakterizedir. Epi­

~/WV\
Dikkatli uyanıklık (beta dalgaları)

Sakin uyanıklık (alfa dalgaları) 00 p V

Aşama 1 (düşük voltaj ve iğler)


Grand mal epilepsi
-— A /V n a /^ u __— >— y ] 5 0 (i V
Aşama 2 ve 3 (teta dalgaları)

Aşama 4, yavaş dalga uykusu (delta dalgaları) Petit mal epilepsi

] 50 p V
REM uykusu (beta dalgaları)

1 saniye
Psikomotor
ŞEKİL 59 - 4
Uyanıklık ve uykunun farklı aşamalarında beyin dalgalarının ŞEKİL 59 - 5
karakteristiğinde ortaya çıkan ilerleyici değişimler. Epilepsinin değişik türlerinde elektroensefalogram
694 ÜNİTE X I • Sinir Sistemi: C. M otor ve Entegratif Nörofizyoloji

Laboratuvar hayvanlarında ve hatta insanlarda, grand Fokal Epilepsi


mal nöbetler pentilentetrazol adlı ilaç gibi nöronal uya­
rıcılarla başlatılabildiği gibi, iıısülin hipoglisemisi veya Fokal epilepsi ya serebral korteksin lokalize alanları veya
doğrudan beyinden geçirilen alternatif elektrik akımla­ serebrum ve beyin sapının derin yapıları gibi herhangi
rıyla da oluşturulabilir. Grand mal nöbet sırasında tala- bir beyin bölgesini ilgilendirebilir. Fokal epilepsi hemen
mus ve beyin sapı, retiküler formasyonundan yapılan her zaman lokal organik bir lezyon veya fonksiyonel
elektriksel kayıtlar da, kortekstekiııe benzer tipik yüksek anormallikten kaynaklanır. Bunlar, komşu nöron doku­
voltajlı aktiviteler içerir. sunu çeken bir nedbe, beynin bir bölgesini sıkıştıran bir
Bu nedenle, grand mal nöbet sadece talamus ve sereb­ tümör, beyin dokusunun haraplanmış bir bölgesi veya
ral korteksin anormal aktivasyonuna değil, beyin aktive doğumsal lokal anormal bir devre olabilir. Bu tür lezyon-
edici sisteminin daha aşağı bölümlerinin de anormal ak­ lar, lokal nöronlarda aşırı hızlı deşarjlara yol açarlar. Bu
tivasyonuna bağlı olarak oluşmaktadır. deşarjların sıklığı saniyede 1 0 0 0 ’in üzerine çıktığında,
komşu korteks alanlarına senkronize dalgalar yayılmaya
G ra n d M al N ö b e ti B a şla ta n N e d ir ? Grand mal nö­ başlar. Bu dalgalar büyük olasılıkla, giderek korteksin
bet geçiren insanların çoğu epilepsiye kalıtsal yatkınlı­ komşu alanlarını da deşarj bölgesi içine alan lokal yansı­
ğa sahiptir. Bu yatkınlık her 50-100 kişiden birinde bu­ yan devrelerden kaynaklanmaktadır. Bu olay, dakikada
lunmaktadır. Bu kişilerde anormal ''epileptojenik’’ dev­ birkaç milimetreden saniyede birkaç santimetreye kadar
renin uyarılabilirliğini nöbete yol açacak ölçüde artı­ değişebilen hızla komşu alanlara yayılır. Böyle bir uyarıl­
ran nedenlerden bazıları ( 1 ) güçlü emosyonel uyarılar, ma dalgası motor koı tekse yayıldığında, vücudun karşı
(2) aşırı solumaya bağlı alkaloz, (3) ilaçlar, (4) ateş ve tarafında ilerleyici bir kas kasılması "geçidi” gözlenir. Bu
(5) şiddetli gürültüler ve parlayan ışıklardır. Genetik en karakteristik şekliyle ağız bölgesinde başlar ve çoğu
yatkınlığı olmayan insanlarda da beynin herhangi bir kez ilerleyici bir şekilde bacaklara doğru, nadiren de kar­
kısmındaki travmatiklezyonlar bölgesel aşırı uyarılabi- şı yöne doğru yayılır. Buna jaksoııyan epilepsi adı verilir.
lir alanlar oluşturabilirler. Bu alanlar da bazen beynin Fokal epileptik bir nöbet beynin tek bir bölgesine lo­
aktive edici sistemine grand mal nöbet oluşturabilecek kalize kalabilir. Ancak çoğu kez konvülsiyonun başladığı
sinyaller iletirler. korteks bölgesinden çıkan güçlü sinyaller beynin aktive
edici sisteminin mezensefalik kısmını öylesine uyarır ki,
G ra n d M al N ö b e ti D u rd u ra n N e d ir ? Grand mal nö­ bu süreci bir grand mal nöbet de izleyebilir.
beti sırasında aşırı nöronal etkinliğin nedeninin, tüm Fokal epilepsinin bir başka türü de, psikomotor epilep­
beyindeki yansıyan devre yollarının kütlesel aktivasyo- si adı verilen nöbetlerdir. Bu nöbeüer (1) kısa bir amnezi
nu olduğu varsayılmaktadır. Büyük olasılıkla, nöbeti dönemine, (2) anormal hiddete, (3) ani anksiyete, huzur­
dakikalar içinde sonlandıran temel neden veya neden­ suzluk veya korkuya, (4) kısa bir süre tutarsız konuşmaya
lerden biri de nöronal yorgunluktur. İkinci bir neden veya bazı bilinen cümlelerin ağızda gevelenmesine veya
ise, nöbet sırasında aktive olan inhibitör ara nöronlar (5) birine saldırma, eliyle yüz ovma gibi motor aktivitele-
sayesinde aktif inhibisyondıır. Grand mal nöbetin ar­ re yol açabilir. Bazen kişi nöbet sırasındaki aktivitelerini
dından görülen stüpor ve tüm vücut yorgunluğu ise anımsamaz, bazen de yaptığı herşeyin bilincinde olmak­
grand mal nöbet sırasında nöronal sinapslardaki yoğun la birlikte bunları kontrol edemez. Bu tip nöbetler karak­
etkinliğin ardından ortaya çıkan ağır yorgunluk olduğu teristik olarak beynin, hipokampus, amigdala, septum ve
sanılmaktadır. temporal korteks gibi limbik alanlarıyla ilişkilidir.
Şekil 59-5’in alt kısmında, psikomotor nöbet sırasında­
ki tipik bir EEG görülmektedir. Eğride, saniyede 2-4 sıklık­
ta, düşük frekanslı kare dalgalar ve bunların üzerine bin­
Petit Mal Epilepsi miş saniyede 14 kez yinelenen dalgalar görülmektedir.

Petit mal epilesi hemen hemen kesin olarak beynin te­ E p ile p tik O d a k la rın C e rra h i O la ra k Ç ık a rılm a sı S ık ­
mel talamokortikal aktive edici sistemi ile ilişkilidir. Ge­ lıkla N ö b e tle ri Ö n le y e b ilir. EEG sıklıkla, fokal epilep­
nellikle 3-30 saniye süren bilinçsizlik veya bilinç azalma­ tik ataklara yatkın organik beyin hastalıklı bölgelerden
sı dönemleriyle karakterizedir. Bu dönemlerde kişide, kaynaklanan anormal sivri dalgaların lokalize edilme­
genellikle kafa bölgesinde, özellikle göz kırpma gibi çe­ sinde kullanılır. Böyle bir odak noktası bulunduğunda,
kilmeler tarzında kas kasılmaları gözlenir. Bu durum, bi­ odağın cerrahi olarak çıkarılması gelecekte nöbetlerin
lincin geri dönmesi ve önceki etkinliğin devamı şeklinde oluşumunu engeller.
sonlanır. Bu sürece absans sendronuı veya absans epi­
lepsisi adı verilir. Hastada, aylarca süren aralarla nöbet
görülebilir. Petit mal nöbetlerin normal seyri, geç çocuk­
lukta başlama ve 30 yaş civarında kaybolma tarzındadır.
Bazen bir petit mal epilepsi nöbeti, bir grand mal nöbeti PSİKOTİK DAVRANIŞ VE DEMANS -
başlatabilir. SPESİFİK NÖROTRANSMİTER
Petit mal epilepsideki diken ve kubbe şeklindeki beyin SİSTEMLERİN ROLLERİ
dalgaları, Şekil 50-5’deki orta kayıtta görülmektedir. Di­
ken ve kubbe paterni serebral korteksin büyük kısmında Çeşitli psikozlu hastalar ve bazı demans tipleri üzerinde ya­
veya tümünde izlenebilir. Bu da, nöbetin, beynin tala­ pılan klinik çalışmalar, bunların çoğunun spesifik nörot-
mokortikal aktive edici sisteminin büyük kısmını ilgilen­ ransmiterler salgılayan nöronların fonksiyonlarındaki azal­
dirdiğini göstermektedir. Gerçekten de, hayvan çalışma­ madan kaynaklandığını göstermiştir. Söz konusu transmi-
ları petit mal nöbetin, talamik retiküler nöronları (bun­ terleıin eksikliğini dengeleyecek ilaçların kullanımı bazı
lar inhibitör gamma-aminobutirik asit (GABA) üreten hastalıkların tedavisinde başarılı sonuçlar vermiştir.
nöronlardır) ve eksitatör talamokortikal ve kortikotala- Bölüm 56’da Parkinson hastalığının nedeni olan, subs­
mik nöronları içeren nöron sisteminin salınımlarından tantia nigrada yer alan ve aksonları kaudat çekirdek ve
kaynaklandığını göstermektedir. putamende dopamin salgılayan nöronların kaybını taı-
BÖLÜM 59 • Beyin Etkinlik Durumları-Uyku, Beyin Dalgaları; Epilepsi; Psikozlar 695

tıştık. Huntington hastalığında da GABA ve asetilkolin


salgılayan nöronların kaybının, bu hastalarda gözlenen
Şizofreni-Dopamin Sisteminin Bir Bölümü­
anormal motor davranışlarla ve demansla ilişkili oldu­
nün Olası Aşırı Fonksiyonu
ğunu vurgulamıştık. Bu bölümde diğer anormallikleri ve
Şizofreni çok çeşitli şekillerde ortaya çıkmaktadır. En sık
bazı psikotik davranış türlerine ve demansa yol açan di­ görülen tipi, sesler duyan veya gerçek olmayan büyük­
ğer nöron sınıflarını tartışacağız.
lük, aşırı korku veya diğer tipte duygu yanılsamaları his­
seden kişilerde görülenidir. Şizofreniklerin çoğu, dış kay­
Depresyon ve Manik-Depresif Psikozlar- naklardan perseküsyon duygusu hissederler ve ileri de­
Norepinefrin ve Serotonin Nörotransmiter recede paranoiddirler. Bütünlüğü olmayan konuşmalar
geliştirir, fikir dağınıklığı gösterir ve anormal düşünce
Sistemlerinin Aktivitelerinde Azalma dizileri oluştururlar. Çoğunlukla içe kapanıktırlar ve
Amerika Birleşik Devletleri’nde 0 milyon kişide bulunan anormal bir posttir hatta rijiditeye sahiptirler.
mental depresyon psikozunun norepinefrin veya seroto­ Şizofreninin şu üç olasılıktan biri veya birden fazlasının
nin ya da her ikisinin de eksik yapımına bağlı olduğunu gerçekleşmesiyle oluştuğunu düşünmek için yeterli ne­
düşündüren pekçok kanıt bulunmaktadır (Yeni kanıtlar den vardır. Bunlar: (1) prefrontal loblarda nöral sinyalle­
bazı başka nörotransmiterleri de sorumlu tutmaktadır). rin bloke olduğu veya işlevselliğini yitirdiği çok sayıda ala­
Depresyoıılu hastalar, keder, mutsuzluk, ümitsizlik ve ıs­ nın varlığı, (2 ) beynin frontal loblarını da içeren davranış­
tırap duygulan hissederler. Ayrıca, iştah ve seks istekleri­ la ilgili merkezlerinde dopamin salgılayan bir nöron gru­
ni yitirirler ve ağır insomnia halindedirler. Depresyona bunun aşırı uyarılması ve/veya (3) beynin hipokampus
karşın, sıklıkla psikomotor bir ajitasyon içindedirler. çevresinde yer alan limbik davranış denetleme sisteminin
Norepinefrin salgılayan nöronların önemli kısmı be­ önemli bir kısmının anormal fonksiyonudur.
yin sapında, özellikle locus cerulcus bölgesinde yerleş­ Şizofrenide frontal lobların rol oynadığının düşünül­
miştir. Bunlar yukarıya doğru limbik sistemin birçok bö­ mesinde ana neden, maymunlarda, prefrontal loblarda
lümüne, talamusa ve serebral kortekse lifler gönderirler. yaygın küçük lezyoıılar oluşturularak şizofreni benzeri
Çok sayıda serotonin üreten nöron da, ponsun aşağı bö­ mental aktiviteninin oluşturulabilmesidir.
lümleri ve medullanın orta hat rafe çekirdeklerinde yer­ Parkinson hastalaıının L-DOPA adlı ilaçla tedavileri sı­
leşmiştir. Bunlar, limbik sistemin birçok kısmına ve bazı rasında şizofreni benzeri semptomların ortaya çıkması
diğer beyin bölgelerine lifler göndermektedir. dopaminin şizofreninin nedenlerinden biri olabileceğini
Depresyonun norepinefrin ve serotonin sistemlerinin düşündürmektedir. Bu ilaç beyinde dopamin serbestle­
etkinliğindeki azalmaya bağlı olduğu doğrultusundaki mesini sağlaması açısından Parkinson hastalığı için fay­
düşüncenin temel nedenlerinden biri, reserpiıı gibi no­ da sağlarken, aynı zamanda prefrontal lobların çeşitli
repinefrin ve serotonin salgılanmasını engelleyen ilaçla­ bölümlerini ve diğer ilgili alanları depıese etmektedir.
rın sıklıkla depresyona yol açmalarıdır. Bunun aksine, Şizofrenide, hücre gövdeleri mezensefalonun veııtral
depresif hastaların % 70’i norepinefrin ve serotoninin si­ tegmcntumuııda, substantia nigranın mediyal ve üst kıs­
nir sonlanmalarmdaki eksitatör etkilerini artıran ilaçlar­ mında yer alan bir grup dopamin salgılayan nöronun
la tedavi edilebilmektedir. Buna örnek olarak, (1) norepi­ aşırı dopamin salgıladığı ileri sürülmüştür. Bu nöronlar,
nefrin ve serotoninin bir kez üretildikten sonra yıkımını sinir lifleri limbik sistemin mediyal ve anteriyor kısımla­
durduran monoaminoksidaz inhibitörleri; (2 ) norepinef­ rına, özellikle hipokampus, amigdala, anteriyor kaudat
rin ve serotoninin sinir sonlanmalarından salgılanmala­ çekirdek ve prefrontal lobların bazı bölümlerine ulaşan
rının ardından geri alınmalarını engelleyerek uzun süre mezolimbik dopaminerjik sistemi oluştururlar. Bunlar
etkinliklerini sürdürmelerini sağlayan imipramin ve tümüyle güçlü davranış denetimi merkezleridir.
amitriptilin gibi trisiklik antidepresanlarve (3) tek başı­ Şizofreninin dopaminin aşırı yapımına bağlı olduğu­
na serotoninin etkinliğini artıran daha az yan etkileri nu düşünmenin daha önemli bir nedeni, şizofreniyi te­
olan yeni bir ilaç sınıfı verilebilir. davi etmede etkili olan, klorpromazin, haloperidol ve ti-
Mental depresyon, yaygın olarak “elektroşok tedavisi" yotiksen gibi birçok ilacın dopaminerjik sinir sonlanma-
diye de adlandırılan elektrokonvülzif terapi ile de tedavi larmda dopamin salgılanmasını azaltmaları veya dopa­
edilebilir. Bu tedavide, epileptik nöbetlerdekine benzer minin postsinaptik nörondaki etkisini azaltmalarıdır.
jeneralize bir konvülsiyon yaratmak üzere elektrik şoku Son olarak, yakın zamanda, şizofrenide hipokampus
uygulanır. Bu yöntemin ayrıca norepinefrinin ileti ve­ büyüklüğünün, özellikle dominant hemisferde belirgin
rimliliğini artırdığı da gösterilmiştir. olmak üzere azaldığının gösterilmesi sayesinde şizofre­
Bazı mental depresyoıılu hastalarda depresyonla ma­ nide hipokampusun rolü ortaya konmuştur. Beynin,
ni birbirini izler. Bu tabloya bipolar hastalıkveya manik- prefrontal loblarını da içeren, hipokampusla bağlantılı
depresif psikoz adı verilir. Az sayıda hasta ise depresif dö­ tüm diğer davranış denetim sistemlerinin de fonksiyon­
nemler içermeyen mani sergiler. Norepinefrin ve seroto­ larında azalma bulunmuştur.
nin oluşumunu ve etkinliğini azaltan lityum bileşikleri
gibi ilaçlar manik durumun tedavisinde etkin olarak kul­
lanılırlar. Alzheimer Hastalığı-Amiloid Plaklar ve
Bu nedenle, normalde norepinefrin ve serotonin sis­ Bellek Sürecinin Yitirilmesi
temlerinin limbik sistemi, kişinin kendini iyi hissetme­
si, mutluluk yaratması, halinden memnun olması, iş­ Alzheimer hastalığı beynin erken yaşlanması olarak ta­
tahının ve seks dürtülerinin normal düzeyde olması ve nımlanmaktadır. Genellikle orta yaşta başlamakta ve
psikomotor dengesini sağlaması doğrultusunda etkile­ hızla ilerleyerek mental gücün çok ileri yaşlardakine
dikleri varsayılmaktadır. Ancak iyi şeylerin fazlası ma­ benzer şekilde aşııı kaybına yol açmaktadır. Bu hastalar
niye yol açmaktadır. Bu kavramı destekleyen gerçek­ genellikle, hastalık başladıktan sonra birkaç yıl içinde
lerden biri, hipotalamus ve çevresindeki yapılarda yer sürekli bakım gerektirecek hale gelmektedirler.
alan zevk ve ödül merkezlerinin norepinefrin ve sero­ Patolojik açıdan, beynin korteks, hipokampus, bazal
tonin sistemlerinden çok sayıda sinir sonlanması al­ gangliyonlar, talamus ve hatta serebellum gibi geniş
malarıdır. alanlarında, büyüklüğü 1 0 ile birkaç yüz mikrometre
696 ÜNİTE X I • Sinir Sistemi: C. M otor ve Entegratif Nörofizyoloji

arasında değişen amiloid plaklar bulunur. Yani, Alzhe­ sı bu kanıyı desteklemektedir.


imer hastalığı bir metabolik dejeneratif hastalık görünü­ Alzheimer hastalığında sabit bir bulgu, bellek süre­
mündedir. Alzheimer hastalığı olan kişilerde, kolesterolü cini yürüten limbik yolaklarda yer alan nöronların
dokulara taşıyan bir kan proteini olan apolipoprotein kaybıdır. Bu bellek işlevinin kaybı tahrip edici nitelik­
£*nin üretimini denetleyen gende anormallik saptanma­ tedir.

REFERANSLAR
A ldrich M S : S lee p M edicin e: Normal Sleep Harris J : How the Brain T a lk s to Itself. New ology. 2nd cd. Redding, M A : Appleton &
and Its D isorders. New Y o rk : Oxford U n i­ Y o rk : Haworth Press, 1998. Lange, 1995.
versity Press, 1999. Ito M : B rain and M ind. A m sterdam : Elsevier, M ori H: M o lecu lar B io lo g y o f A lzheim er’s
Autret A : S lee p and neurological diseases. J 1997. D isease and A nim al M odels. N ew Y ork:
N eurol 2 4 4 :S 1 , 1997. Jasp er HH: C onsciousness: A t the Frontiers o f Elsevier, 1998.
B arlo w J S : T h e Electroencephalogram . C am ­ N euroscience. Philadelphia: Lippincott- N iederm eyer E : Prim ary (idiopath ic) general­
bridge, M A : M IT Press, 1993. Raven, 1998. ized epilepsy and underlying m echanism s.
Beard sley T : W aking up. S c i A m Ju l 18, Jellig n er K , Fazekas F, W indisch M : A geing Clin E lectroen ceph alo gr 2 7 :1 , 1996.
1996. and D em entia. New Y o rk : Springer, 1998. Nunez PL : N eocortical D ynam ics and Human
B le ssin g W W : T h e Low er Brainstem and H o­ K atz P S : Beyond Neurotransm ission: N euro­ E E G Rhythm s. N ew Y o rk : O xford U niver­
m eostasis. N ew Y o rk : O xford University modulation and Its Im portance for Inform a­ sity Press, 1995.
Press, 1 9 97. tion Processing. New Y ork: Oxford U niver­ Nuw er M : A ssessm ent o f digital E E G , quanti­
Bu rgess N, O ’ K e efe J , Jeffery' K J: W hat Are sity Press, 1999. tative E E G , and E E G brain mapping. N eu­
the Parietal and H ippocampal Contributions Kavanau JL : Origin and evolution o f sleep: rology 4 9 :2 7 7 , 1 9 97.
to Spatial C ogn itio n ? London: Royal S o c i­ roles o f vision and endothermy. Brain R es Okudzhava V M : M echanism s o f C ortical Inhi­
ety, 1 9 97. Bu ll 4 2 :2 4 5 , 1997. bition. C om m ack, N Y : Nova S cien tific Pub­
C arlson N R : Physiology o f Behavior. Boston; Kirby R R , G revenstein N: C lin ical A nesthesia lishers, 1997.
A llyn and B a co n , 1998. Practice. Philadelphia: W B Saunders C o, Partonen T : D ependence o f the variation in
C hokroverty S : S leep Disorders M cdicine. 1994. alertness on the pineal gland. M ed H ypoth­
B o sto n : Butterw orth-H eincm ann, 1998. K oliatsos V E , Ratan R R : C ell Death and D is­ eses 5 0 :4 7 9 , 1998.
Conlon R , H obson JA : Understanding the Hu­ eases o f the Nervous System . Totow a, N J: R olls E T : T h e Brain and E m otion. O xford,
man M ind. New Y ork: John W iley, 1999. Humana Press, 1998. U K : O xford U niversity Press, 1998.
D ickin son C J: T h e determ inants o f long-term Kupfer D J, Reynolds C F III: M anagem ent o f R o se J E : N icotine addiction and treatm ent.
blood pressure stability: control o f trough insom nia. N Engl J M ed 3 3 6 :3 4 1 , 1997. Annu R ev M ed 4 7 :4 9 3 , 1996.
pressure during sleep. J Hypertens 1 6 :9 0 7 , L yd ic R : M olecular Regulation o f Arousal Rugg M D : C ognitive N eu roscien ce. East S u s­
1998. States. B o ca Raton: C R C Press, 1998. sex, U K : Psychology Press, 1 9 97.
Fu ster JM : T h e Prefrontal C ortex: Anatom y, M acK in non D F, Jam ison K R , DePaulo JR : Shorvon S: Status Epilepticus: Its C lin ical F e a ­
P h ysiology, and N europsychology o f the G enetics o f manic depressive illness. Annu tures and Treatm ent in C hildren and Adults.
Frontal L o b e. Philadelphia: Lippincott- R ev Neurosci 2 0 :3 5 5 , 1997. New Y o rk : C am brid ge U niversity Press,
R av en , 1997. Maouet P: Positron em ission tom ography stud­ 1994.
G illb erg M : Human sleep/wake regulation. ies o f sleep and sleep disorders. J Neurol Steriade M , Jo n es E G , M cC o rm ick D : T h ala­
A cta A n aesth csiol Scand 1 1 0 :8 , 1997. 2 4 4 :S 2 3 , 1997. mus. Am sterdam : E lse v ier, 1 9 97.
G olding JM , M acLeod C M : Intentional Forget­ M cC orm ick D A , B a i T : Sleep and arousal: Strittm atter W J, R o ses A D : A polipoprotein E
ting. M ahw ah, N J: L. Erlbaum A ssociates, thalam ocortical m echanism s. Annu Rev and A lzh eim er’s disease. Annu R ev N eu­
1998. Neurosci 2 0 :1 8 5 , 1997. rosci 19 :5 3 , 1996.
G ottesm ann C : Introduction to the neurophysi- M oore R Y : Circadian rhythms: basic neurobi­ Uhl C : A nalysis o f N europhysiological Brain
o log ica l study o f sleep: central regulation o f ology and clin ical applications. Annu Rev Functioning. New Y o rk : Springer, 1999.
skeletal and o cular activities. A rch Ital B iol M ed 4 8 :2 5 3 , 1997. Velluti R A : Interactions betw een sleep and
1 3 5 :2 7 9 , 19 9 7 . Morgan G E , M ikhail M S : C lin ical A nesthesi­ sensory physiology. J Sleep R e s 6 :6 1 , 1997.
Sinir sisteminin vücudun viseral fonksiyonlarını Sempatik Sinir Sisteminin Fizyolojik Anato­
kontrol eden kısmına otonom sinir sistemi denir. misi
Bu sistem arteıyel basınç, gastıointestinal motilite
ve sekresyon, m esane boşalması, terleme, vücut Şekil 60-1 periferik sinir sisteminin sempatik sinir siste­
ısısı ve diğer bir çok aktivitenin kontrolüne yardım mi bölümünün genel organizasyonunu göstermektedir.
eder ve bunlardan bazıları tam amen, bazıları da Şekilde vertebral kolonun her iki tarafında uzanan iki
kısmen otonom sinir sistemi tarafından kontrol paravertebral sempatik gangliyon zincirlerinden biri, iki
edilir.
prevertebral gangliyon (çöliak ve hipogastrik) ve gangli-
yonlardan çıkarak farklı iç organlara giden sinirler görül­
O tonom sinir sistem inin en çok dikkat çeken mektedir.
özelliklerinden biri, viseral fonksiyonları hızlı ve Sempatik sinirler, omurilikte T-l ve L-2 segmentleri
şiddetli bir şekilde değiştirebilm esidir. Örneğin, arasından kaynaklanırlar ve buradan ilk önce sempatik
3 ile 5 saniye içinde kalp atım hızını norm alin iki zincire ve daha sonra sempatik sinirler tarafından uyarı­
katına artırabilir ve 10 ile 15 saniye içinde aıter- lan doku ve organlara geçerler.
yel basın cı ikiye katlayabilir veya tersine 4 ile 5
saniye için d e bayılm aya seb ep olacak kadar Pregangliyoner ve P ostgangliyoner Sem patik
düşürebilir. Terlem e birkaç saniye içinde b aşla­ N öronlar
yabilir ve m esane de yine bir kaç saniye içinde
istem siz olarak boşalabilir. Bir kişinin iç duygu­ Sempatik sinirler iskelet kası motor sinirlerden şu özellik­
larını yansıtm akta olan bu çok hızlı değişiklikler, leriyle farklıdırlar: Omurilikten, stimüle edilen dokuya ka­
yalan saptam a poligrafı yardım ıyla ö lçü leb il­ dar her sempatik yol, biri pregangliyoner nöron, diğeri de
mektedir. postgangliyoner nöron olmak üzere iki nörondan oluşur.
Buna karşın, iskelet kasına ait motor yolda sadece bir tek
nöron bulunmaktadır. Her pregangliyoner nöronun hüc­
re gövdesi omuriliğin intermediyolateral boynuzunda bu­
lunur ve aksonu Şekil 60-2’de gösterildiği gibi omuriliğin
anteriyor kökünden ilgili spinal sinire geçer.
Spinal sinir, spinal kanalı terkettikten hemen sonra
OTONOM SİNİR SİSTEM İNİN GENEL pregangliyoner sempatik lifler spinal sinirden ayrılır ve
ORGANİZASYONU beyaz raınus boyunca sempatik zincirin gangliyonların-
dan birine ulaşır. Liflerin daha sonraki rotası ise şu üç
Otonom sinir sistem i başlıca medulla spinalis, be­ yoldan biri olabilir: ( !) İçine girdiği gangliyonda post­
yin sapı ve lıipotalam usta lokalize olan merkezler gangliyoner nöronlarla sinaps yapabilir, (2 ) yukarı veya
tarafından aktive edilir. Aynı zamanda serebral koı - aşağı yönelerek zincirdeki diğer gangliyonlardan birinde
sinaps yapabilir veya (3) zincir boyunca farklı uzaklıklar­
teks kısımları, özellikle limbik korteks impulsları
da ilerleyebilir ve daha sonra zincirden ayrılan sempatik
daha alt merkezlere iletebilir ve bu yolla otonom
sinirlerden biri ile seyrederek periferik sempatik gangli­
kontrolü etkiler. yonda sinaps yapabilir.
Otonom sinir sistemi sık sık viseral refleksler yolu Daha sonra postgangliyoner nöron, sempatik zincir
ile de etki gösterir. Yani, otonom gangliyonlara, gangliyoıılarından birinden ya da periferik sempatik
omuriliğe, beyin sapına veya hipotalamusa giren gangliyonların birinden başlar. Bu iki kaynağın hangi­
duysal sinyaller doğrudan viseral organlara geri sinden olursa olsun postgangliyoner lifler farklı organ­
dönen ve onların aktivitelerini kontrol eden uygun lardaki hedeflerine doğru ilerlerler.
refleks yanıtları ortaya çıkartabilir.
Spinal Sinirlerdeki Sem p atik Sinir Lifleri. Şekil 60-2’de
Effeıent otonom sinyaller vücuda sem patik si­
gösterildiği gibi, omuriliğin bütün seviyelerinde postgang­
nir sistem i ve p a ra sem p a tik sinir sistem i olarak liyoner liflerin bir kısmı gri ratmışlar boyunca sempatik
adlandırılan iki tem el alt grupla aktarılır. Bu sis­ zincirden yeniden spinal sinirlere geri dönerler. Bu spinal
tem lerin özellikleri ve fonksiyonları aşağıda ele sinir içindeki sempatik sinir liflerinin tümü çok küçük çap­
alınacaktır. ta C-tipi liflerden oluşur ve spinal sinirler (periferik sinirler)

697
698 ÜNİTE X I • Sinir Sistemi: C. M otor ve Entegratif Nörofizyoloji

siııaps yapmadan omuriliğin intermediyolateral boynu­


zundaki hücrelerden çıkarak sempatik zincir ve splank-
nik sinirler yoluyla ilerleyip sonunda adrenal medullaya
ulaşırlar. Bu lifler adrenal medullada, dolaşıma epinefrin
ve norepinefrin salgılayan modifiye nöronal hücreler
üzerinde doğrudan sonlanırlar. Bu salgı hücreleri embri-
yolojik olarak sinir dokusundan gelişirler ve postgangli-
yoııer nöronların analoğudurlar. Gerçekten de, bu lifler
adrenal hormonlar olan epinefrin ve norepinefrin salgı­
layan liflerdir.

P arasem p atik Sinir Sistem in in F izy o lo jik


Anatom isi

Parasempatik sinir sistemi Şekil 60-3’te gösterilmiştir.


Şekilde de görüldüğü gibi, parasempatik lifler merkezi
sinir sistemini III, VII, IX ve X. kranyal sinirler, ikinci ve
üçüncü sakral spinal sinirler, bazen de birinci ve dör­
düncü sakral sinirler üzerinden terkederler. Tüm para­
sempatik sinir liflerinin yaklaşık yüzde 75’i vagus siniri
(X. kranyal sinir) içinde seyrederek vücudun tüm göğüs
ve karın bölgelerine dağılır. Bundan dolayı, bir fizyolog
parasempatik sinir sisteminden bahsederken çoğu kez
iki vagusu düşünür. Vagus sinirleri kalbe, akciğerlere,
özofagusa, mideye, ince barsakların tümüne, kolonun
proksitnal yarısına, karaciğere, safra kesesine, pankreasa
ve uterusuıı üst bölümlerine giden parasempatik sinirle­
ri besler.
Üçüncü kranyal sinir içindeki parasempatik lifler pu-
pillanın sfinkterine ve gözün siliyer kasma gider. Yedinci
kranyal sinirden gelen lifler gözyaşı bezine, nazal beze,
submandibular bezlere, dokuzuncu kranyal sinirden ge­
ŞEKİL 60 - 1 lenler ise parotis bezine geçerler.
Sakral parasempatik lifler pelvik sinirler içinde topla­
Sempatik sinir sistemi. Kesik çizgiler gri ramus içinden geçerek nırlar. Bu sinirler medulla spinalisin her iki yanındaki
kan damarlarına, ter bezlerine ve piloerektör kaslara dağılmak
üzere spinal sinirlere giden postgaııgliyoner lifleri göstermekte­
sakral pleksusu S-2 ve S-3 kökleri düzeyinde terkederler
dir. ve bunların periferik lifleri inen kolona, rektuma, mesa-

içerisinde tüm vücuda dağılır. Bunlar kan damarları, ter


bezleri ve kılların piloerektör kaslarını kontrol ederler. Spi­
nal sinirlerde liflerin yaklaşık %8 ’inin sempatik liflerden sinir
oluşması, bunların önemini gösteren bir faktördür. Arka kök Beyaz ramus
S e m p a tik S in irle rin S e g m en ta l D ağ ılım ı. Omuriliğin İntermediyola­ Gri ramus
farklı segmentlerinden kaynağını alan sempatik yollar, teral
aynı segmentlerden çıkan somatik spinal sinir liflerinin
vücutta dağıldıkları bölgelerin aynısına dağılmak zorun­
Sempatik zincir
da değildirler. Bunun yerine, omurilikten ayrılan sempa­
tik liflerden T -l’den çıkanlar genellikle sempatik zinciri
yukarı doğru geçerek kafaya; T-2'den çıkanlar boyuna; T-
3, T-4, T-5 ve T-6'dan çıkanlar toraksa; T-7; T-8, T-9, T-10
ve T-ll'den çıkanlar abdomene ve T-12, L-l ile L-2'den çı­ kök
kanlar bacaklara dağılırlar. Bu dağılım yaklaşık böyle ol­ Pregangliyoner
makla beraber, büyük oranda iistüste çakışmalar olur. sinir lifi
Sempatik sinirlerin organlara dağılımı kısmen embri­ Periferik gangliyon
yoda, her organın kaynaklandığı pozisyona göre belirle­ Postgangliyoner
nir. Örneğin, kalp sempatik zincirin boyun bölgesinden lifleri
birçok sempatik sinir lifleri alır, çünkü kalp embriyonun
Efektör uçlar
boyun bölgesinden kaynaklanır. Benzer şekilde, abdo-
minal organlar sempatik inervasyonlarmın çoğunu alt Duysal uçlar
torasik segmentlerden alırlar. Çünkü sindirim sistemine Barsak
ait embriyonel barsak büyük ölçüde bu bölgeden kayna­
ğını alır.
ŞEKİL 60 - 2
A d re n a l M ed ulla İçinde S e m p atik S in ir Son lan m ala- Omurilik, sempatik zincir, spinal sinirler ve periferik sempatik
rının Ö ze l Y a pısı. Pregangliyoner sempatik sinir lifleri sinirler arasındaki sinirsel bağlantılar.
BÖLÜM 60 • Otonom Sinir Sistemi; Böbreküstü (Adrenal) Bezi Medullası 699

repinefrin, birini salgılar. Asetilkolin salgılayanlara


Siliyer gangliyon kolinerjik, norepinefrin salgılayanlara adren erjik
Gözün siliyer kası denir ki bu terim adrenalinden tüıemektedir. Adre­
Pupilla sfinkteri nalin epinefrinin İngilizce karşılığıdır.
Gangliyon sfenopalatin Sempatik ve parasempatik sinir sistem lerinin her
Lakrimal bezler
ikisinde de bütün pregangliyoner nöronlar koliner-
Nazal bezler
Submandibular gangliyon jiktir. Bu nedenle, asetilkolin ya da asetilkolin b en ­
Submandibuler bez zeri maddeler gangliyonlaıa uygulandığında hem
Otik gangliyon sem patik hem de parasempatik postgangliyoner
Parotis bezi nöronları uyarırlar.
Kalp Parasem patik sistemin postgangliyoner n öron la­
rının hepsi ya da hem en hepsi kolinerjiktir.
Diğer yandan, postgangliyoner sem patik nöron­
ların çoğu adrenerjiktir, ancak bu tümü için doğru
Mide değildir. Çünkü ter bezleri, piloerektör kaslar ve b a­
zı kan damarlarının postgangliyoner sem patik sinir
Pilor lifleri kolinerjiktir.
Bu yüzden parasempatik sistem in term inal sinir
Kolon
uçlarının tam am ıy a da tam am ına yakını asetilko­
lin ve sem patik sinir uçlarının da çoğu norepinef­
ince barsak
Sakral rin salgılar. Bu hormonlar farklı organlar üzerinde
kendilerine özgü sempatik ve parasempatik etkiler
ileoçekal kapak
gösterirler. Bu nedenle, asetilkolin parasem patik
Anal sfinkter transnıiter ve norepinefrin de sem patik transmiter
İdrar torbası olarak adlandırılır.
Detrusor
Asetilkolin ve norepinefrinin moleküler yapıları
aşağıdaki gibidir:
Trigon

ŞEKİL 60 ■ 3
+
Parasempatik sinir sitemi. i CH
İ İ 2
v j o

1/ 3
CH 3 — C — O — C H 2 — C H 2 — N
\
O 'CHı
neye ve üreterleriıı alt bölümüne dağılırlar. Parasempa­ Asetilkolin CH,
tiklerin bu sakral grubu dış genital organları da inerve
ederek ereksiyona neden olur.

P re g an g liyo n e r ve P o stg an g liyo n e r Parasem patik HO


Nöronlar. Parasempatik sistemde de aynen sempatik sis­
temde olduğu gibi, hem pregangliyoner hem de post­
gangliyoner nöronlar vardır. Fakat bazı kranyal parasem­ HO C H — C H ,— NHo
patik sinirler hariç, pregangliyoner /i/ter kontrol edecekle­
ri organa kadar kesintisiz bir şekilde giderler. Daha sonra,
organ duvarında postgangliyoner nöronlar yer alır. Pre­
gangliyoner lifler bu nöronlarla sinaps yapar, sonra bir
milimetre ile birkaç santimetre arasında değişen kısa
postgangliyoner lifler nöronlardan ayrılarak organ içinde
dağılırlar. Parasempatik postgangliyoner nöronların iç or­ P ostgangliyoner Sinir Sonlanm alarında
ganlardaki bu yerleşimi sempatik gangliyonlarınkinden Transmiter Sekresyonu ve Uzaklaştırılmasının
oldukça farklıdır, çünkü sempatik postgangliyoner nö­ Mekanizması
ronların hücre gövdelerinin hemen tamamı uyaracağı or­
gan içerisinde değil, sempatik zincir gangliyonlarında ya Postgangliyoner Sinir Sonlanmalarından Asetil­
da karındaki diğer gangliyonlar içinde yer alırlar.
kolin ve Norepinefrin Salgılanması. Postgangliyo­
ner otonom sinir uçlarının, özellikle parasempatik
sinir uçlarının bir kısmı, iskelet kası nöromüsküler
kavşağı ile benzerlik gösterir, ancak çok daha küçük­
SEMPATİK VE PARASEMPATİK türler. Bununla birlikte, parasempatik sinir liflerinin
FONKSİYONUN TEMEL ÖZELLİKLERİ bir kısmı ve sempatik liflerin hemen hemen tamamı
inerve ettikleri organlardan geçerken efektör hücre­
K o lin erjik ve A d ren e rjik Lifler-A setilkolin ya lerine sadece dokunurlar. Bazı durumlarda uyara­
da N orepinefrin S a lg ıla n m a sı cakları hücrelere komşu olan bağ dokusunda sonla-
nırlar. Bu aksonlar efektör hücrelerin üzerinden veya
Sempatik ve parasempatik sinir lifleri, iki sinaptik yanından geçtikleri yerlerde, genellikle varikozite adı
transmiter maddesinden, yani asetilkolin veya ııo- verilen kese şeklinde genişlemeler oluştururlar. Bu
700 ÜNİTE X I • Sinir Sistemi: C. M otor ve Entegratif Nörofizyoloji

vaıikozitelerde asetilkolin ve norepinefrin transmi- lan noıepinefrinin büyük bir kısmı bu yolla uzaklaştı­
terlerinin vezikülleri bulunur. Aynı zamanda bu vari- rılır. (3) Küçük bir miktarın enzimlerle parçalanması
kozitelerde asetilkolin veya norepinefrin sentezi için (bu enzimlerden biri sinir sonlanmalarında bulunan
gerekli enerjiyi sağlayan adenozin trifosfatm yapıldı­ monamin oksidaz, diğeri de bütün dokularda yaygın
ğı çok sayıda mitokondri vardır. olarak bulunan katekol-O-metil traıısferazdır).
Bir aksiyon potansiyeli terminal aksonlara yayıldı­ Genellikle, direkt olarak dokuya salgılanan norepi­
ğı zaman, depolarizasyon süreci lif membranının nefrin sadece birkaç saniye aktif durumda kalır. Bu da
kalsiyum iyonlarına olan permeabilitesiııi artırarak noıepinefrinin dokudan geri alınmasının ve difüzyo-
sinir sonlanmasına veya sinir varikozitelerine difüze nunun çok hızlı olduğunu gösterir. Bununla birlikte,
olmasını sağlar. Burada, kalsiyum iyonları membra­ adrenal medulladan kana salgılanan norepinefrin ve
na yakın olan sekresyon vezikülleri ile etkileşime gi­ epinefrin, bazı dokulara difüze olup katekol-O-metil
rerek bunların membran ile kaynaşmalarına ve içe­ tıansferaz ile parçalanıncaya kadar aküf halde kalır.
riklerini hücre dışına boşaltmalarına sebep olur. Bu parçalanma başlıca karaciğerde olur. Bu nedenle,
Böylece, transmiter madde sekrete edilmiş olur. norepinefrin ve epinefrin kana salgılandığında 1 0 ile
30 saniye kadar çok aktiftirler, sonra bir dakika veya
Asetilkolin Sentezi, Sekresyon Sonrası Yıkımı daha uzun bir sürede aktiviteleri azalmaya başlar.
ve Etki Süresi. Asetilkolin kolinerjik sinir liflerinin
terminal uçlarında sentezlenir. Bu sentezin çoğu
vezikül dışında aksoplazmada gerçekleşir. Daha Efektör Organlardaki Reseptörler
sonra asetilkolin salgılanana kadar, yüksek bir kon­
santrasyonda biriktirildiği veziküllerin içine taşınır. Otonom sinir uçlarından salgılanan asetilkolin, n o ­
Bu sentezin temel kimyasal reaksiyonu şöyledir: repinefrin veya epinefrin efektör organı stimüle
edebilmek için önce efektör hücrelerdeki son dere­
kolin ce spesifik reseptörler ile bağlanmak zorundadır.
Asetil-CoA + Kolin ase,'"ransle!î ^ . Asetilkolin Reseptör hücre m em branının dışındadır ve proste-
tik grup olarak hücre m embranım enine ve bütü­
Asetilkolin kolinerjik sinir uçlarından salgılan­ nüyle kaplayan bir protein molekülüne bağlanır.
dıktan sonra birkaç saniye süreyle dokuda kalır, da­ Transmiter, reseptöre bağlandığında bu durum
ha sonra lokal bağ dokusunda kollajen ve glikoza- protein molekülünde bir biçim sel değişikliğe yol
minoglikanlara bağlı olarak bulunan asetilkolines- açar. Diğer yandan değişime uğrayan protein m o ­
teıaz enzimi ile asetat iyonuna ve koline parçalanır. lekülü sıklıkla ( 1 ) hücre m em branının permeabili-
Böylece asetilkolinin yıkılma mekanizması iskelet tesinde bir veya birden çok iyona karşı değişiklik
kası sinir liflerinin nöromüsküler bağlantılarındaki sağlayarak veya (2 ) reseptör proteinin hücre içine
gibidir. Oluşan kolin, term inal sinir uçlarına geri bakan diğer ucuna bağlı bir enzimi aktive veya
alınarak yeni asetilkolin sentezinde kullanılır. iııaktive ederek hücreyi uyarır ya da inhibe eder.

M embran Permeabilitesinin Değiştirilmesiyle


Norepinefrin Sentezi, Uzaklaştırılması ve Etki
Efektör Hücrenin Eksitasyonu veya İnhibisyo-
Süresi. Norepinefrin sentezi adreneıjik sinir lifleri­
nu. Reseptör proteini hücre membranının integıal
nin terminal uçlarındaki aksoplazmada başlar, an­ bir parçası olduğundan, reseptör proteinlerinin
cak veziküller içinde tamamlanır. Temel basamak­ konformasyon değişikliği, protein moleküllerinin
lar şunlardır: aralıklarından oluşan iyon kanallarını açar veya ka­
patır. Böylece, hücre membranının çeşidi iyonlara
. . hidroksilasyon w
1. Tırozııı---------- -— Dopa karşı perm eabilitesiııi değiştirmiş olur. Örneğin,
„ „ d e k arb o k sila sy o n _ ^ sodyum ve/veya kalsiyum iyon kanalları sık sık açı­
2. D o p a ------------- -—► Dopamın lır ve ilgili iyonların hücre içerisine hızla girmesini
3. Dopaminin veziküller içine taşınması sağlayarak genellikle hücre membranım depolaıize
eder ve hücreyi uyarır. Diğer zamanlarda potasyum
4. Dopamin — Norepi nef ri n kanalları açık kalarak potasyum iyonlarının hücre
dışına çıkmasını sağlar ve bu genellikle hücreyi inhi­
Adrenal medullada bu reaksiyon bir adım daha be eder, çünkü elektropozitif potasyum iyonlarının
ilerleyerek, aşağıda görüldüğü gibi, noıepinefrinin kaybı hücre içerisinde lıipernegativite oluşturur.
yüzde 80'inin epinefıine dönüşmesini sağlar: Ayrıca, bazı hücrelerde, değişmiş olan intraselü-
ler iyon ortamı, kalsiyumun direkt etkisiyle düz kas
5. Norepinefrin -m0lllasyon► Epinefrin koııtıaksiyonunun sağlanması gibi, hücre içi bir e t­
kiye neden olur.
Norepinefrin terminal sinir uçlarında salgılandıktan
sonra sekresyon bölgesinden üç yolla uzaklaştırılır: (1 ) Reseptörlerin İntraselüler Enzimleri Değiştirme
Aküf üanspoı t ile adıenerjik sinir sonlanmasına geri Yolu İle Etki Etmeleri. Reseptör fonksiyonu için di­
alınması. Salgılanan noıepinefrinin yüzde 50 ile 80’i ğer bir yol, hücre içerisindeki bir enzimi (veya başka
bu yolla uzaklaştırılır. (2) Sinir sonlanmasmdan çevre­ bir intraselüler kimyasalı) aküve veya inaktive eünek-
deki vücut sıvılarına ve oradan da kana difüzyonu. Ka­ tir. Enzim çok kere reseptörün hücre içine bakan
BÖLÜM 60 • Otonom Sinir Sistemi; Böbreküstü (Adrenal) Bezi Medullası 701

ucundaki bir reseptör proteinine bağlıdır. Örneğin, TABLO 60 - 1


epinefıinin hücrenin dışında bulunan reseptörüne
Adrenerjik R e se p tö rle r v e Fonksiyonu
bağlanması, hücre içindeki adenil siklaz enziminin
aküvitesini artırır ve bu da daha sonra siklik adenoziıı Alfa Reseptör Beta Reseptör
m onofosfat (cAJVIP) oluşumunu sağlar. Bir çok farklı Vazokoııstriksiyon Vazodilatasyon (/32)
intraseliüer faaliyet cAMP tarafından başlatılabilir, ke­ İris dilatasyonu Kalbin hızlanm ası (/3l)
sin etkisi efektör hücrenin kimyasal işleyişine bağlıdır. Intestinal relaksasyon Kalp kasında gerim artm ası (/3l)
Böylece, bir otonom transmiter maddenin nasıl Intestinal sfinkter lntestinal relaksasyon (/}2)
bazı organlarda inhibisyona, diğerlerinde ise eksi- kontraksiyonu Uterus ıelaksasyon u (p2)
Pilomotor kontraksiyon Bronkodilatasyon (/32)
tasyona sebep olduğu kolayca anlaşılabilmededir. M esane sfinkteri Kalori oluşum u (/J2)
Bu genellikle hücre membranındaki reseptör pro­ kontraksiyonu Glikojenoliz (/32)
teinin yapısı ve reseptör bağlanmasının bu prote­ Lipoliz (/3l)
inin biçim sel durumuna olan etkisi ile belirlenir. Mesane duvarı ıelaksasyonu (/32)
Sonuçta, her bir organda meydana gelen etki diğer
oıganlarınkinden tümüyle farklıdır.
Tablo 60-1’de sempatiklerle kontrol edilen bazı
Başlıca iki Tip Asetilkolin Reseptörü Var- sistem ve organlarda alfa ve beta reseptörlerin da­
dır-Muskarinik ve Nikotinik Reseptörler ğılımı verilmiştir. Bazı alfa fonksiyonlar eksitatör
olurken, diğerlerinin inhibitor olduğuna dikkat
Asetilkolin iki tip reseptörü aktive eder. Bunlara ediniz. Bunun gibi, bazı beta fonksiyonlar eksitatör
m uskarinik ve nikotinik reseptörler adı verilmekte­ ve diğerleri de inlıibitördiir. Bu nedenle, alfa ve b e­
dir. Bu adların verilmesinin nedeni, bir cins zehirli ta reseptörlerin eksitasyon veya inhibisyonla ilgili
mantardan elde edilen bir zehir olan muskaıinin sa­ olması gerekmez, önemli olan sadece efektör or­
dece muskarinik reseptörleri aktive etmesi ve niko­ gandaki reseptöre karşı horm onun ilgisidir.
tinik reseptörleri aktive etmemesi; buna karşılık, ni­ Kimyasal olarak epinefrin ve norepinefrine ben ­
kotinin sadece nikotinik reseptörleri aktive etmesi zeyen sentetik bir hormon olan izopropil norepinef­
ve asetilkolinin ise her iki reseptöre etkili olmasıdır. rin, beta reseptörler üzerinde son derece güçlü bir
Muskarinik reseptörler, parasempatik sinir siste­ etki gösterirken, alfa reseptörlere karşı etkisizdir.
minin postgangliyoner nöronları tarafından uyarı­
lan bütün efektör hücrelerde bulunduğu gibi, sem ­
patik sistem in postgangliyoner kolinerjik nöronla­ Sempatik ve Parasempatik Stimülasyo-
rının stimüle ettiği hücrelerde de bulunur. nun Eksitatör ve inhibitor Etkileri
Nikotinik reseptörler hem sempatik, hem de pa­
rasem patik sistem lerin pregangliyoner ve post­ Tablo 60-2’de parasempatik sinirlerin veya sempatik
gangliyoner nöronları arasındaki sinapslarda bulu­ sinirlerin stimülasyonunun vücudun çeşitli viseral
nur. (Bu reseptörler ayrıca bir çok otonom olmayan fonksiyonları üzerindeki etkileri gösterilmiştir. Bu
sinir sonlanmalarında da bulunur. Örneğin, nöıo- tabloya göre, sem patik stimülasyonıın bazı organlar­
müsküler kavşaktaki iskelet kası liflerinin mem b- da eksitatör, diğerlerinde ise inhibitor etki yaptığı g ö­
ranlarında [Bölüm 7 ’de tartışılmıştır] yer alır. rülmektedir. Aynı şekilde parasem patik stimiilasyon
İki tip reseptörün anlaşılması özellikle önemlidir, da bazı organlarda eksitasyon, diğerlerinde iııhibis-
çünkü bu iki tip reseptörden birini veya diğerini yon yaratır. Ayrıca sempatik stimiilasyon bazı organ­
stim üle veya bloke etmek için spesifik ilaçlar tıpta larda eksitasyona yol açarken, parasempatik uyarı in-
sıklıkla kullanılmaktadır. hibisyon yapar, bu da iki sistemin bazen karşılıklı (ıe-
sipıok) çalıştıklarını göstermektedir. Birçok organ iki
Adrenerjik Reseptörler-Alfa ve Beta sistemden biri ile dominant olarak kontrol edilir.
Reseptörler Belirli bir organda sempatik veya parasempatik sti-
mülasyonun eksitasyon mu yoksa inhibisyon mu ya­
Adrenerjik reseptörler, alfa reseptörlerde beta reseptör­ pacağını açıklayan bir genelleme yoktur. Bu nedenle,
ler olmak üzere iki tiptedir. (Beta reseptörler betaj ve sempatik ve parasempatik fonksiyonu anlamak için
beta2 reseptörler diye ayrılmaktadır, çünkü belirli ilaç­ Tablo 60-2’de görüldüğü gibi, bu iki sinir sisteminin
lar sadece bazı beta reseptörleri etkilemektedir. Ayrıca, her organdaki farklı fonksiyonlarının hepsini öğren­
alfa reseptörleri de daha az belirgin olmakla birlikte al- mek gerekmektedir. Bu fonksiyonlardan bazılarının
faı ve alfa2 reseptörler olmak üzere iki tiptedir.) daha detaylı bir sınıflamaya ihtiyacı vardır.
Adrenal medulla tarafından kana salgılanan norepi­
nefrin ve epinefrin, alfa ve beta reseptörlerini uyarma
S e m p atik ve P arasem p atik Stim ü lasyo n u n
açısından bazı farklılıklar gösterirler. Norepinefrin
S p e sifik O rganlardaki Etkileri
özellikle alfa reseptörleri uyarırken, beta reseptörlerini
çok zayıf bir şekilde uyarır. Diğer taraftan, epinefrin
G ö zler. G özün iki fonksiyon u oton om sin ir siste m i ta ra ­
her iki tip reseptörü yaklaşık eşit düzeyde uyarmakta­ fın dan kontrol edilir. B unlar p u p illan m açıklığı ve len sin
dır. Bu nedenle, norepinefrin ve epinefı inin fai klı efek­ fokus yapm asıdır. Sem p atik stim iilasy o n irisin m eridyo-
tör organlardaki relatif etkileri organda bulunan resep­ nal liflerini k asarak pııpillayı d ilate ederken, p a r a se m ­
törlerin tipine bağlıdır. Eğer bunların tümü beta resep­ patik stim iilasy on irisin sirküler kasların ı k a sarak pupil-
törü ise, epinefıiıı daha etkin bir uyarıcı olacaktır. layı daraltır. Bölüm 5 1 ’de açıklandığı gibi, pup illayı k o n t­
702 ÜNİTE X I • Sinir Sistemi: C. M otor ve Entegratif Nörofizyoloji

Vücudun Çeşitli Organları Üzerine Otonomik Etkiler

Organ Sempatik Stimülasyonun Etkisi Parasempatik Stimülasyonun Etkisi


Göz
Pupilla Dilatasyon Konstriksiyon
Siliyer Kas Halif relaksasyon (uzak görmede) Konstriksiyon (yakın görmede)
Bezler Vazokonstriksiyon ve hafif sekresyon Bol sekresyonun uyarılması
Nazal (enzim salgılayan bezlerden birçok enzim)
Lakrimal
Parotis
Submandibular
Gastrik
Pankreatik
Ter bezleri Bol terleme (kolinerjik) Avuç içinde terleme
Apokrln bezler Koyu, kokulu sekresyon Etkisiz
Kan damarları Sıklıkla konstriksiyon Sıklıkla az etkili veya etkisiz
Kalp
Kas Hızda artma Hızda azalma
Kontraksiyon kuvvetinde artma Kontraksiyon kuvvetinde azalma
(özellikle atriumlarda)
Koronerler Dilatasyon (p2); konstrüksiyon (a) Dilatasyon
Akciğerler
Bronşlar Dilatasyon Konstriksiyon
Kan damarları Hafif konstriksiyon ? Dilatasyon
Barsak
Lümen Peristaltizm ve tonusta azalma Peristaltizm ve tonusta artma
Sfinkter Tonusta artma (çoğunlukla) Gevşeme (çoğunlukla)
Karaciğer Glikoz serbestlenmesi Hafifçe glikojen sentezi
Safra kesesi ve safra yolları Gevşeme Kontraksiyon
Böbrek Çıkışta ve renin sekresyonunda azalma Etkisiz
Mesane
Detrüsör Gevşeme (hafif) Kontraksiyon
Trigon Kontraksiyon Gevşeme
Penis Ejakülasyon Ereksiyon
Sistemik arteriyoller
Abdominal organlar Konstriksiyon Etkisiz
Kas Konstriksiyon (adrenerjik a)
Dilatasyon (adrenerjik p2)
Dilatasyon (kolinerjik)
Deri Konstriksiyon Etkisiz
Kan
Koagülasyon Artma Etkisiz
Glikoz Artma Etkisiz
Lipid Artma Etkisiz
Bazal metabolizma % 100'e kadar artma Etkisiz
Adrenal medulla sekresyonu Artma Etkisiz
Mental aktivite Artma Etkisiz
Piloerektör kaslar Kontraksiyon Etkisiz
İskelet kası Glikojenolizde artma Etkisiz
Kuvvet artışı
Yağ hücreleri Lipoliz Etkisiz

rol eden parasempatikler göze fazla ışık geldiği zaman lerden kanalın yukarı bölümiindekiler, özellikle ağız ve
refleks olarak uyarılırlar. Bu refleks pupillanm açıklığını midede bulunanlar, parasempatikler tarafından çok
küçültür ve retinaya çarpan ışık miktarını azaltır. Diğer kuvvetli uyarılırlar. İnce ve kalın barsaktaki bezler başlı­
taraftan, heyecan durumlarında sempatikler stimlile ca intestinal kanaldaki lokal faktörler ve enterik sinir
olur ve böylcce pupillanm açıklığı artar. sistemi ile, çok daha zayıf olarak da otonom sinirler ile
Lensin fokus yapması, hemen tümüyle parasempa­ kontrol edilir.
tik sinir sistemi tarafından kontrol edilir. Lens normal Sempatik stimiilasyon, salgı hücrelerine direkt etki
olarak ıadyal ligamentlerinin imrensek elastik gerimi ederek ekstra enzimler ve mukus içeren konsantre bir
ile yassı durumda tutulur. Parasempatik uyarı siliyer sekresyonun oluşmasını sağlar. Ayrıca sempatik stimü-
kası kasarak bu gerimi düşürür ve lensin daha konveks lasyon salgı bezlerini besleyen kan damarlarının vazo-
olmasını sağlar. Bu, gözün yakındaki objelere fokus konstrüksiyonuna yol açar ve bu yolla çok kez bezlerin
yapmasına neden olur. Fokus yapma mekanizması sekresyon hızını azaltır.
Bölüm 49 ve 51’de gözün fonksiyonları ile ilgili olarak Sempatik sinirlerin uyarılması ter bezlerinin yoğun ter
tartışılmıştır. salgılamasına neden olurken, parasempatik sinirlerin
stimiilasyonu hiç bir etki yapmaz. Diğer yandan, ter bez­
V ü c u t B e z le ri. Nazal, lakrimal, tükürük ve birçok gast- lerinin çoğuna giden sempatik lifler kolinerjiktir (avuç
ıointestinal bezler parasempatik sinir sistemi tarafın­ içi ve ayak tabanına giden çok az miktardaki adrenerjik
dan kuvvetle uyarıldıklarında, çoğunlukla bol miktarda lifler hariç), halbuki diğer sempatik liflerin tamamına ya­
sulu bir sekresyon yaparlar. Sindirim kanalındaki bez­ kını adreneıjiktir. Ayrıca, ter bezleri primer olarak hipo-
BÖLÜM 60 • Otonom Sinir Sistemi; Böbreküstü (Adrenal) Bezi Medullası 703

talamusta parasempatik merkezler olarak kabul edilen renç üzerine önemli bir etkisi yoktur. Normal etkisi kan
merkezler ile stimüle edilir. Böylece her ne kadar anato­ basıncını hafif derecede düşürmek şeklindedir. Giiçlü
mik olarak sempatik sinir sistemi ile dağılan sinir lifleri vagal parasempatik stimülasyon kalbi hemen tamamen
ile kontrol ediliyorsa da, terleme parasempatik bir fonk­ durdurabilir ve arteryel basıncı tamamen veya biiyiik
siyon olarak kabul edilebilir. oranda düşürebilir.
Aksilladaki apokrin bezler sempatik stimiilasyon so­
nucu koyu, kokulu bir salgı yapar, ancak parasempatik S e m p a tik v e P a ra s e m p a tik S tim ü la s y o n u n V ü c u ­
stimülasyona yanıt vermezler. Apokrin bezler, embıiyo- dun D iğ e r F o n k s iy o n la rın a E t k ile r i. Sempatik ve
lojik olarak ter bezleri ile yakın ilişkili olmalarına rağ­ parasempatik kontrol sistemleri önemli olmaları ne­
men, kolinerjik liflerden ziyade adrenerjik lifler ile ve deniyle, burada ayrıntılarıyla ele alınmayan birçok vü­
merkezi sinir sisteminin parasempatik merkezlerinden cut fonksiyonu ile ilgili olarak kitabın birçok yerinde,
çok, sempatik merkezler ile kontrol edilirler. tekrar tekrar tartışılmıştır. Genellikle karaciğer, safra
yolları, safra kesesi, üreter, mesane ve bronşlar gibi
G a stro in te stin a l S iste m . Gastrointestinal sistem, int­ endodermal yapıların çoğu sempatik stimülasyon ile
ramural pleksıts veya intestinal enterik sinir sistemi ola­ inhibe olurken, parasempatik stimiilasyon ile uyarılır.
rak bilinen kendi iııtrensek sinir sistemine sahiptir. Bu­ Sempatik stimülasyonun metabolik etkileri de vardır:
nunla beraber, hem parasempatik hem de sempatik sti­ Karaciğerden glikozun serbestlenmesini sağlar, kan
miilasyon özellikle intramural pleksustaki spesifik etki­ glikoz konsantrasyonunu artırır, karaciğer ve kasta gli-
leri artırarak veya azaltarak gastrointestinal aktiviteyi et­ kojenolizi, kas kuvvetini, bazal metabolik hızı ve men-
kileyebilir. Parasempatik stimiilasyon genellikle, peıis- tal aktiviteyi artırır. Son olarak, Böliim 80 ve 81’de
taltizmi artırarak ve sfinkterleri gevşeterek ve böylece açıklandığı gibi, sempatik ve parasempatikler erkek ve
içeriğin kanal boyunca hızla ilerlemesini sağlar. Bu iler­ dişinin seksüel etkinliklerinin ortaya çıkması ile de
letici etki daha önce tanımlanan birçok gastrointestinal ilişkilidir.
bez sekresyon hızının, eşzamanlı artışıyla birlikte gider.
Gastrointestinal sistemin normal fonksiyonu sempa­
tik stimülasyona fazla bağımlı değildir. Bununla beraber,
güçlü sempatik stímülasyon peristaltizmi inhibe eder ve
sfinkterlerin tonusunu artırır. Net sonuç besinlerin kanal
boyunca ilerlemesinin büyük ölçüde yavaşlaması ve ba­ Adrenal Medullanın Fonksiyonu
zen de (ağır bir konstipasyona götürecek kadar) sekres-
yondaki azalmadır. Adrenal medullaya giden sem patik sinirlerin sti-
mülasyonu, büyük miktarda epinefrin ve norepi-
K a lp . Genellikle, sempatik stimülasyon kalbin tiim nefrinin kana serbestlem esine neden olur ve bu iki
aktivitesini artırır. Bu hem kalp frekansının, hem de
hormon kan yoluyla vücudun bütün dokularına
kalbin kasılma kuvvetinin artmasıyla gerçekleşir. Pa­
taşınır. Ortalama olarak sekıesyonun %80 kadarı
rasempatik stimülasyon genelde ters etkiler sağlar. Bu
etkileri başka bir şekilde ifade etmek gerekirse, sem­ epinefrin, %20 kadarı da norepinefrindir. Bununla
patik stimülasyon ağır egzersizde kalbin pompa et­ beraber, bu oran farklı fizyolojik koşullarda önemli
kinliğini artırırken, parasempatik stimülasyon azaltır. ölçüde değişir.
Parasempatik stimülasyonun bu etkisi kalbin yorucu Dolaşımdaki epinefrin ve noıepinefıinin farklı
aktiviteler arasında dinlenme seviyesine dönüşünü organlardaki etkisi, direkt sem patik stimülasyon
sağlar. etkisinin hem en hem en aynıdır; ancak horm onla­
rın kandan uzaklaştırılmaları yavaş olduğundan,
S is te m ik K an D a m a rla rı. Sistemik kan damarlarının etkileri 5 ile 10 ka t d a h a uzun sürer.
çoğunluğu özellikle abdominal organların ve ekstre-
Dolaşımdaki norepinefrin, vücudun bütün kan
mite derisinin damarları, sempatik stimülasyon ile
daralırlar. Parasempatik stimiilasyon, yüzün kızaran damarlarında konstriksiyoııa neden olur. Kalp ak­
bölgeleri gibi sınırlı alanlardaki damarların genişle­ tivitesini artırır, gastıointestinal kanalda inhibis-
mesi hariç, kan damarlarının çoğuna hemen hemen yona ve gözlerde pupillanm genişlem esine yol
hiç etki yapmamaktadır. Bazı koşullarda sempatikle­ açar.
rin beta fonksiyonu, normal sempatik vasküler konst- Epinefıinin etkileri hem en hem en norepinefri-
riksiyon yerine, vasküler dilatasyona yol açar. Genel­ ninkileıle aynıdır, ancak etki şekli bazı farklılıklar
likle sempatik beta etkilere karşı dominant olan sem­ gösterir. İlk olarak, epinefrin beta reseptörlerini da­
patik alfa vazokonstriktör etkilerin çeşitli ilaçlarla pa-
ha güçlü uyardığından kaıdiyak stimülasyon üzeri­
ıalize olmaları dışında, vasküler dilatasyon nadiren
görülür. ne, norepinefrinden daha büyük bir etkiye sahiptir.
İkinci olarak, noıepinefıinin kastaki kan damarla­
S e m p a tik ve P a ra se m p a tik S tim ü la syo n u n A rte r- rında yaptığı güçlü konstriksiyoııa kıyasla, epinef­
ye l Basınca E tk isi. Arteryel basınç iki faktör ile tayin rin çok daha hafif bir konstriksiyon yapar. Kastaki
edilir. Bunlar kalbin kanı ileriye doğru itmesi ve damar­ kan damarları bütün vücut damarları içerisinde
lar boyunca kanın akışına karşı gelişen dirençtir. Sem­ büyük bir bölüm oluşturduğundan, noıepinefıinin
patik stimülasyon hem kalbin itme gücünü, hem de akı­ total periferik direnci artırarak kan basıncını yük­
ma karşı direnci artırarak arteryel basınçta önemli dere­ seltmesi, özel bir önem e sahiptir. Buna karşın, epi­
cede akut bir artışa sebep olur. Ancak, sempatikler böb­
nefrin kalp üzerine eksitatör etkisiyle kardiyak de­
reklerden tuz ve su retansiyonunu uyarmadıkları süre­
ce, sempatiklerin basınç üzerine uzun süreli etkileri ol­ biyi önemli oranda artırırken, arteryel basıncı daha
dukça hafiftir. az artırmaktadır.
Diğer taraftan, orta derecede parasempatik stimülas­ Epinefrin ve norepinefrinin etkileri arasındaki
yon kalbin pompalama gücünü azaltırken, periferik di­ üçüncü bir fark, doku m etabolizm ası üzerindeki
704 ÜNİTE X I • Sinir Sistemi: C. M otor ve Entegratif Nörofizyoloji

etkileriyle ilgilidir. Epinefrin, norepinefrine göre 5- Sempatik ve Parasempatik “Tonus”


1 0 kat daha büyük bir metabolik etkiye sahiptir.

Gerçekten, adrenal medulladan salgılanan epinef­ Sem patik ve parasem patik sistem ler devamlı aktif
rin, bütün vücudun m etabolik hızını normalin durumdadır ve bu tem el aktivite düzeyleri sırasıy­
% 1 0 0 ’ü kadar artırabilir ve bu yolla bütün vücudun la sem patik tonııs ve p arasem p atik tonus olarak
aktivite ve eksitabilitesini yükseltir. Epinefrin diğer bilinir.
m etabolik aktiviteleri de artırır. Örneğin, kas ve ka­ Bu tem el tonusun önemi, tek bir sinir sisteminin
raciğerdeki glikojenolizi ve kana glikoz serbestle­ uyarılan organda aktiviteyi artırm ası veya azalt­
mesini hızlandırır. m asına olan ak sağlamasıdır. Örneğin, sem patik to-
Özet olarak, adrenal medullanın stimülasyonu, nus, normal olarak hem en tüm sistem ik aıteriyol-
tüm vücutta direkt sempatik stimülasyoııla hem en leıin çaplarını maksimum çaplarının yaklaşık yarı­
hem en aynı etkileri gösteren hormonların serbest­ sı kadar daralmış durumda tutar. Sem patik uyarı­
lem esine neden olur. Tek fark, adrenal medullanın nın derecesinin artışıyla bu damarlar daha fazla
stimülasyonunda, bu etkilerin stimülasyon bittik­ daralabilir. Diğer taraftan, normal tonusun azal­
ten sonra 1 veya 3 dakika gibi uzun bir süre devam masıyla damarlar genişletilebilir. Eğer sürekli bir
etmesidir. sempatik toııus bulunmasaydı, sem patik sistem
yalnızca vazokonstriksiyon yapabilir, asla vazodila-
Sem patik Sinir Sistemi Fonksiyonunda A d re ­ tasyon yapamazdı.
nal Medullanın Önemi. Çeşitli organlar sempatik Tonusun bir başka ilginç örneği de, gastrointesti­
sinirlerle direkt olarak uyarıldığında, hemen her nal kanaldaki parasempatiklerin ‘'toııusu”dur. Cer­
zaman aynı anda adrenal medulladan da epinefrin rahi olarak vagus sinirlerinin kesilmesiyle baısakla-
ve norepinefrin salıverilir. Böylece, organlar doğru­ rın büyük bölümünün parasempatik ineı vasyonu-
dan sem patik sinirlerle ve dolaylı olarak adrenal nun kaldırılması, ciddi ve uzun süreli mide ve bar­
medulla hormonları ile olmak üzere eşzamanlı ola­ sak "atoni"sine neden olabilir. Atoni gastrointestinal
rak iki yoldan uyarılmış olur. Bu iki yönlü uyarı bir­ sistemde ilerletici hareketi bloke ederek ciddi kons-
birini destekler ve genellikle birbirinin yerini tuta­ tipasyona yol açar. Bu da gastrointestinal sistemde
bilir. Örneğin, farklı vücut organlarına giden direkt normal koşullardaki parasempatik tonusun gerekli­
sem patik yolların harap olması, bu organların uya­ liğini göstermektedir. Bu tonus beyin tarafından
rılmalarını tam am en ortadan kaldırmaz. Çünkü azaltılabilir veya artırılabilir. Bu yolla, gastrointesti­
kan dolaşımına hala norepinefrin ve epinefrin salı­ nal motilite de inhibe veya aktive edilebilir.
verilmektedir ve bunlar organları indiıekt olarak
uyarır Aynı şekilde, her iki adrenal medullanın çı­
Adrenal Medulla Tarafından Bazal D üzeyde
karılması genellikle, sempatik sinir sistem inin ça ­
Salgılanan Epinefrin ve Norepinefrinin Neden
lışması üzerine az ve önemsiz bir etkiye sahiptir,
Olduğu Tonus. Adrenal medulladan normal istira­
çünkü direkt yollar hem en hem en gerekli bütün
hat durumundaki sekresyon hızı, epinefrin için
fonksiyonları yerine getirir. Böylece, sempatik uya­
yaklaşık 0 . 2 }.ıg/kg/dakve norepinefrin için yaklaşık
rılm anın ikili mekanizması, birinin kaybında diğe­
0.05 (.ıg/kg/dak kadardır. Bu miktarlar önemlidir;
rinin onun yerini tuttuğu bir güvenlik faktörü
zira kardiyovaskiiler sistem e giden tüm direkt sem ­
oluşturur.
patik yollar kesilse bile, kan basıncını hem en h e­
Adrenal medullanın bir başka önemi de, direkt
men normal düzeyde tutmaya yeteıiidirler. Bu n e ­
sem patik liflerle inerve edilmeyen vücut yapılarını
denle, sempatik sinir sistem inin tonusunun, doğ­
epinefrin ve norepinefrinle uyarabilmesidir. Ö rne­
rudan sempatik stimülasyona ek olarak, epinefrin
ğin, vücuttaki tüm hücrelerin ancak çok küçük bir
ve norepinefrinin bazal sekresyonuna da bağlı ol­
bölümü direkt olarak sempatik liflerle inerve edil­
duğu açıkça görülmektedir.
miş olm asına rağmen, bu hormonların özellikle de
epinefrinin etkisiyle vücuttaki her hücrenin m eta­
bolik hızı artar. Denervasyon Sonrası Sem patik ve Parasempa­
tik Tonus Kaybının Etkisi. Bir sem patik veya pa­
rasempatik sinir kesildikten hem en sonra, inerve
Uyarı Frekansının Sempatik ve ettiği organ sempatik veya parasem patik tonusunu
Parasempatik Etki Dereceleriyle İlişkisi kaybeder. Örneğin, kan damarlarının sem patik si­
nirlerinin kesilmesi hızla maksim ale yakın bir va-
Otonom sinir sistemi ve somatik sinir sistemi ara­ zodilatasyoııa neden olur. Bununla beraber, daki­
sındaki özel bir farklılık da otonom efektörleıin ka, saat, gün ya da haftalar içinde damarların düz
tam aktivitasyonu için düşük bir uyarı frekansının kaslarının intrensek tonusıı artar. Yani kas kontrak­
yeterli olmasıdır. Genel olarak, saniyede sadece bir til kuvvetindeki artışa bağlı artan tonus, sem patik
sinir impulsu veya fazlası, normal sem patik ve pa­ stimülasyona bağlı olmayıp düz kas liflerindeki
rasempatik etkiyi devam ettirmek için yeterlidir. Bu kimyasal adaptasyonlara bağlıdır. Bu intrensek to ­
sinir liflerinin saniyede 1 0 - 2 0 deşarj yapmaları tam nus sayesinde, hem en hem en normal bir vazo­
bir aktivasyoııa neden olur. Buna karşılık, somatik konstriksiyon yeniden sağlanır.
sinir sistem inin tam aktivasyoııu için saniyede 50- Sempatik ve parasempatik tonus kaybolduğu za­
500 veya daha fazla impuls geıeklidir. man, efektör organların çoğunda aynı olaylar görü-
BÖLÜM 60 • Otonom Sinir Sistemi; Böbreküstü (Adrenal) Bezi Medullası 705

400-1 O T O N O M R EFLEK SLER


G3
Vücudun viseıal fonksiyonlarının çoğu otononı refleksler
1 yoluyla düzenlenir. Bu reflekslerin fonksiyonları, tek tek
ı 200 Norepinefrinin organ sistemlerinin fonksiyonu ile ilişkili olarak kitabın
03 aynı test farklı konularında tartışılmaktadır. Önemlerini belirt­
/ / dozundaki mek açısından birkaçına burada kısaca değinelim:
Norepinefrin test etkisi
03 dozunun etkisi
X)
K ard lyo v a sk ü le r O tonom Refleksler. Kardiyovasküler
sistemdeki birçok refleks, özellikle arteryel kan basıncının
ve kalp atım hızının kontrolüne yardımcı olur. Bunlardan
Haftalar biri olan baroreseptör refleks, Bölüm 18’de diğer kardiyo­
vasküler reflekslerle birlikte tanımlanmıştı. Kısaca, baro-
ŞEKİL 60 - 4 reseptörler adı verilen gerilme reseptörleri, karotis arterle­
Sempatektominin koldaki kan akımına etkisi ve norepinefrinin ri ve aorta gibi büyük arterlerin duvarlarında yerleşmiştir.
bir test dozunun sempatektomiden önce ve sonraki etkileri. Bunlar yüksek basınçla gerildiği zaman, beyin sapma sin­
Sempatektominin damar sistemini norepinefrine karşı aşırı yaller gönderirler. Bu sinyaller, kalbe ve kan damarlarına
duyarlı hale getirdiği görülmektedir. giden sempatik impulsları inhibe ederek, arteryel basın­
cın normal değerine dönmesini sağlar.

G a stro in te stin a l O to no m R efleksler. Gastrointestinal


kanalın en üst bölümü ve rektum, özellikle otonom ref­
lür. Yani, kısa zamanda intıensek kompansasyon lekslerle kontrol edilir. Örneğin, iştah açıcı besinlerin ko­
gelişerek, organın fonksiyonu hemen hem en nor­ kusu veya besinlerin ağızda bulunması, burun ve ağız­
mal bazal değerini alır. Bununla beraber, parasem­ dan başlayıp beyin sapındaki vagus^glossofaringeus ve
patik sistemdeki kompansasyon bazen aylar süre­ salivator nükleuslaıa giden sinyalleri başlatır. Bunlar,
bilir. Örneğin, kardiyak vagotomiden sonra kalbin sinyalleri parasempatik sinirler yoluyla ağız ve midenin
parasempatik tonusunun kaybında bir köpekteki salgı bezlerine ileterek, besinler henüz ağıza girmeden
kalp atış hızı dakikada 160’a kadar yükselir ve 6 ay önce, sindirim sıvılarının salgılanmasına yol açar.
Sindirim kanalının diğer ucundaki rektum, fekal madde
sonra bile kısmen yüksek kalır.
ile dolduğu zaman gerilir ve buradan kalkan duysal im-
pulslar medulla spinalisin sakral kısmına ulaşır. Buradan
başlayan refleks sinyaller, parasempatikler yoluyla tekrar
Denervasyon Sonrası S em p atik ve P arasem ­ kolonun distal bölümüne gelir. Bunun sonucunda gelişen
patik O rganların Denervasyon Aşırı Duyarlığı güçlü peristaltik kontraksiyonlar defekasyoııa neden olıır.

Sempatik veya parasempatik sinirin haraplanmasından D iğ e r O to n o m R efleksler. Mesanenin boşalması da


bir hafta veya dalıa sonra inerve edilen organ, enjekle rektumun boşalması gibidir. Mesanenin gerilmesinden
edilen norepinefrin veya asetilkoline giderek daha du­ doğan impulslar medulla spinalisin sakral bölümüne ile­
yarlı duruma gelir. Bu etki, Şekil 60-4’de gösterilmiştir. tilir. Bu da refleks olarak mesanenin kasılması ve üıiner
Sempatikleri çıkarılmadan önce, ön kol kan akımı yak­ sfinkterlerin gevşemesi sonucu miksiyona yol açar.
laşık 2 0 0 ml/dak kadardır ve norepinefrinin test dozu Keza, önemli seksüel refleksler de hem beyinden gelen
kan akımında ancak hafif bir azalma yapar. Daha sonra, psişik stimuluslarla hem de seksüel organlardan gelen
gangliyon stellate çıkarıldığında normal sempatik tonus impulslarla başlatılır. Bu kaynaklardan gelen impulslar
kaybolur. İlk olarak, kan akımı damar tonusunun kalk­ medulla spinalisin sakral bölümünde toplanarak, erkekte
masından dolayı belirgin olarak artar. Ancak, günler ya özellikle parasempatik fonksiyon ile önce ereksiyona son­
da haftalar sonra damar kas yapısının intıensek tonusu ra da sempatik fonksiyon ile ejekülasyona neden,olur.
giderek artar, böylece sempatik tonus kaybı kompanse Pankreas sekresyonu, safra kesesinin boşalması, böb­
edilir. Daha sonra norepinefrin tekrar test dozunda veril­ reklerden idrar atılması, terleme, kan glikoz düzeyi ve di­
diğinde, kan akımı daha öncekinden çok daha fazla ğer birçok viseral fonksiyonları düzenleyen öteki oto­
düşer. Bu da kan damarlarının norepinefrine karşı eski­ nom refleksler kitabın diğer bölümlerinde ayrıntılı ola­
sine oranla 2-4 kat daha duyarlı hale geldiklerini göster­ rak tartışılmıştır.
mektedir. Bu fenomen, denervasyon aşırı duyarlığı ola­
rak bilinir. Hem sempatik hem de parasempatik organ­
larda görülen bu fenomen bazı organlarda ötekinden
daha belirgindir ve yanıtlar on katına çıkacak kadar arta­
bilir. ORGANLARIN SEMPATİK VE
PARASEMPATİK SİSTEMLER
D e n e rv a s y o n A ş ır ı D u y a r lığ ın ın M e k a n iz m a sı. De­
nervasyon aşırı duyarlığının nedeni sadece kısmen bi­ TARAFINDAN BAZI DURUMLARDA
linmektedir. Sinapslaıda noıadrenalin veya asetilkolin SINIRLI, DİĞER BAZI DURUMLARDA
salgılanmadığında, efektör hücrelerin postsinaptik DA YAYGIN STİMÜLASYONU
membranlarındaki reseptörlerin sayısının artması -
bazen bir kaç kat-nedenlerden birisidir. Bu, reseptör­
Sempatik Sistem Genellikle Kitle Deşarjıyla Ya­
lerin “artan regülasyonu” (up-regülasyoııu) olarak ad­
landırılır. Böylece, hormonun belirli bir dozu do­ nıt Verir. Çoğu durumlarda, sem patik sinir sistemi
laşıma enjekte edildiğinde efektörüıı cevabı büyük tek bir birim şeklinde deşarj yapar ve bu fenom en
oranda artar. kitle deşarjı olarak adlandırılır. Bu, sıklıkla hipota-
706 ÜNİTE X I • Sinir Sistemi: C. M otor ve Entegratif Nörofizyoloji

lamusun, dehşet, koıku veya şiddetli ağrı ile aktive 2. Aktif olan kaslarda kan akımı artarken, hızlı
olm ası durumunda görülür. Sonuç, kısaca tar­ motor aktivite için ihtiyaç duyulmayan böbrekler
tışacağımız gibi, alarm ya da stres yanıtı adı verilen, ve gastrointestinal sistem organlarında kan akımı­
bütün vücuda yayılan bir reaksiyondur. nın azalması
Diğer durumlarda sem patik aktivasyon siste­ 3. Tüm vücutta hücresel m etabolizm a hızının
m in izole bölüm lerinde, beyin hariç medulla spi- artması
nalisi içeren reflekslere yanıt olarak ortaya çıkar. 4. Kan glikoz konsantrasyonunun artması
Bunların en önem lilerini şöyle sıralayabiliriz: (1) 5. Kasta ve karaciğerde glikolizin artması
Isı düzenlenm esi sürecinde sem patiklerle ineıve 6 . Kas gücünün artması

edilen diğer organları etkilem eden sempatikler, 7. Mental aktivitenin artması


terlem e ve derideki kan akımını kontrol ederler. 8 . Kan koagülasyon hızının artması

(2) Bazı hayvanlarda kas aktivitesi sırasında, iske­


let kasının spesifik sem patik kolinerjik vazodila- Bütün bu etkilerin toplam ı sonucunda, kişi
tatör lifleri, sem patik sistem in geri kalan bölü­ başka türlü yapamayacağı, güçlü bir fiziksel aktivi­
m ünden bağım sız olarak uyarılır. (3) Sem patik te gösterebilir. Genellikle sempatik sistem fiziksel
gangliyonlara ve medulla spinalise doğru sem pa­ veya m ental stresle uyarıldığından bu sistem in
tik sinirler içinde seyreden duysal afferent lifleri amacının stres durumlarında vücuda fazladan bir
kapsayan birçok "lokal refleksler” ileri derecede etkinlik sağlamak olduğu söylenebilir. Bu durum
lokalize olmuş refleks yanıtları oluştururlar. Ör­ sempatik stres yanıtı olarak adlandırılır.
neğin, sınırlı bir deri bölgesinin ısıtılm ası lokal Sempatik sistem özellikle bir çok emosyonel du­
vazodilatasyona ve lokal terlem eye neden olur­ rumlarda kuvvetle aktive olur. Örneğin, genellikle
ken, soğutulm ası zıt etkiler doğurur. ( 4) Gastro- hipotalamusun uyarılmasından kaynaklanan öfke
in testin al fonksiyonları kontrol eden pek çok durumlarında, sinyaller aşağıya doğru beyin sapı
sem patik refleks son derece sınırlı çalışmaktadır. ıetiküler formasyonu üzerinden omuriliğe iletile­
Hatta bazen sinir yolları medulla spinalise girm e­ rek yaygın sempatik deşarjların oluşm asına neden
den, sadece barsaklaıdan sem patik gangliyonlara olur ve hızla yukarıda sıralanan sem patik süreçler
(başlıca preveıtebral gangliyonlara) ve buradan ortaya çıkar. Bu durum, sempatik alarm reaksiyonu
tekrar baısaklara dönen sem patik sinirlerle m o ­ olarak ve aynı zamanda kavga veya kaçm a reaksi­
tor ve salgı faaliyeti kontrol edilir. yonu olarak da adlandırılır. Çünkü bu koşullarda
hayvan yerinde kalıp kavga etmeye veya kaçmaya
Parasempatik Sistem Genellikle Spesifik Loka­ karar verir. Her iki olayda da sem patik alarm reak­
lize Yanıtlara Neden Olur. Sempatik sistem in ge­ siyonu hayvanın daha sonraki aktiviteleıinin daha
nel kitle deşarj yanıtının aksine, parasempatik sis­ güçlü olmasını sağlar.
tem in kontrol fonksiyonu büyük oranda daha spe­
sifiktir. Örneğin, parasempatik kardiyovasküler ref­
leksler genellikle yalnız kalbi etkileyerek, kalp atış Otonom Sinir Sisteminin Medulla
hızını artırır ya da azaltırlar. Bunun gibi, diğer pa­ Oblongata, Pons ve Mezensefalon
rasempatik refleksler başlıca ağız bezlerinde sek- Tarafından Kontrolü
ıesyona yol açarken, diğer bazı durumlarda mide
bezlerinde sekresyona neden olurlar. Son olarak, Bulbus, pons ve m ezensefalonun ıetiküler madde­
ıektal boşalma refleksi barsağın öteki bölümlerini lerindeki bir çok alanlarda, traktus solitaıius ve di­
önemli ölçüde etkilemez. ğer pek çok özgül nükleuslar (Şekil 60-5), aıteryel
Ancak, birbiriyle yakın ilişkisi olan parasempatik basınç, kalp atım hızı, gastrointestinal kanaldaki
fonksiyonlar arasında bağlantı vardır. Örneğin, tü­ bezlerin sekresyonu, gastrointestinal peristaltizm,
kürük salgısı mide salgısından bağımsız görülebil­ mesanenin kontraksiyon derecesi gibi çeşitli oto-
mekle beraber, çoğu kez birlikte ortaya çıkar ve sık­
lıkla pankreatik sekresyon da aynı zamanda görü­
lür. Keza, ıektal boşalm a refleksi çoğıı kez idrar tor­
basını boşaltma refleksini de başlatır, sonuçta idrar İd i kontrolü

torbası ve rektum eşzamanlı olarak boşalırlar. Bu­ Sempatik


nun tersi de olabilir, miksiyon refleksi, defekasyon
refleksinin başlam asına yardım edebilir.
S u d d r ıg M İ

kontrolü
Sempatik Sinir Sisteminin “Alarm” veya Hipotalamus
“Stres” Yanıtı Adenohipofiz
Mamillar cisim
Sempatik sinir sistem inin büyük bölümünde aynı Pons
Solunum
anda deşarjların yani kitle deşarjının olması, vücu­
dun şiddetli bir kas aktivitesi gösterme yetisini bir
çok yoldan artırır. Bunlar şöyle özetlenebilir: ŞEKİL 60 - 5
1. Aı teryel kan basıncının artması Beyin sapında ve hipotalamustaki otonom kontrol alanları.
BÖLÜM 60 • Otonom Sinir Sistemi; Böbreküstü (Adrenal) Bezi Medullası 707

nom fonksiyonları kontrol eder. Bunların kontrol Spesifik adrenerjik reseptörleri uyarıp diğerlerini
mekanizmaları kitapta ilgili konularda ayrıntılı ola­ uyarmayan önemli ilaçlardan fenilefrin alfa reseptörleri­
rak tartışılmıştır. Burada beyin sapından kontrol ni, isoproterenol beta reseptörlerini ve albuterol sadece
beta2 reseptörlerini etkiler.
edilen en önem li faktörlerin, arteryel basınç, kalp
hızı ve solunum hızı olduğuna işaret etmek yeterli
S in ir U çların d an N o re p in e frin S e rb e stle m e sin e N e ­
olacaktır. Gerçekten, beyin sapının ortapons düze­ den O lan İlaçlar. Bir kısım ilaçlar, doğrudan adrenerjik
yinin üstünden kesilmesi arteryel basıncın bazal efektör organları uyarmak yerine dolaylı bir sempatomi­
kontrolünü normal seyrinde bırakırken daha yük­ metik etkiye sahiptirler. Bunlar arasında efedrin, tiramin
sek sinirsel merkezlerin özellikle hipotalamusun, ve amfetanün sayılabilir. Bunlar sempatik sinir uçların­
kan basıncını modüle etme etkisini ise engeller. Di­ daki depo veziküllerden norepinefrin serbestleterek etki
ğer yandan bulbusun hem en altından yapılan eni­ ederler. Serbestlenen norepinefrin de sempatik etkiler
doğurur.
ne kesit arteryel basıncı saatlerce veya günlerce
normalin yarı değerinin altına düşürür.
A d re n e rjik A k tiv ite y i B lo ke Ed en İlaçlar. Adrenerjik
Bölüm 41 ’de belirtildiği gibi, medulla oblongata-
aktivite aşağıdaki süreçlerin pek çok noktasında bloke
daki kardiyovasküler düzenleyici merkezlerin he­ edilebilir:
m en yakınında solunum düzenlenmesini sağlayan
bulbus ve pons merkezleri bulunmaktadır. Bu bir 1-Norepinefrinin sempatik sinir uçlarında depolan­
otonom fonksiyon sayılmamakla birlikte, onun gi­ ması ve sentezi önlenebilir. Bu etkiye sahip en iyi bilinen
bi vücudun istemsiz bir fonksiyonudur. ilaç rezerpin'dir.
2-Norepinefrin sempatik uçlarından serbestlemesinin
Beyin Sapı O tonom M erkezlerinin Yüksek bloke edilmesi. Bu etki guanetidin ile sağlanır.
3-Alfa reseptörler bloke edilebilir. Bu etkiye sahip iki
Alanlardan Kontrolü. Hipotalamus ve hatta se-
ilaç, fenoksibenzamin vc fentolamin'du.
rebrumdan gelen sinyaller tüm beyin sapı otonom 4-Beta reseptörler bloke edilebilir. Propranolol tüm
kontrol merkezlerinin aktiviteleıini etkiler. Örne­ beta reseptörleri bloke eden bir ilaçtır. Sadece betal re­
ğin, hipotalam usun uygun alanlarının uyarılması, septörlerini bloke eden ilaç ise metoproloidm.
meduller kardiyovasküler kontrol merkezlerini, ar­ 5-Sempatik aktivite, otonom gangliyonlarda sinir
teryel basıncı normalin iki katma çıkarmaya yete­ impulslarının iletisini engelleyen ilaçlarla da bloke
cek kadar aktive eder. Benzer şekilde, diğer hipota- edilebilir. Bunlar daha ileriki bir bölümde tartışıl­
lamik merkezler, vücut temperatürü, tükürük ve mıştır. Hem sempatik hem de parasempatik iletiyi
gangliyonlarda bloke eden en önemli ilaç ise heksa-
gastrointestinal aktivitenin azalması veya artması
metonyıım'dur.
veya m esanenin boşalması gibi aktiviteleri kontrol
eder. Bu nedenle, beyin sapındaki otonom merkez­
ler, beynin daha üst seviyelerinde başlayan kontrol K o lin erjik E fektö r O rganlara Etkili İlaçlar
aktiviteleri için bir ara istasyon görevi görürler.
Davranış yanıtlarımızın bir çoğunun hipotala­ P a ra se m p a to m im e tik ila çla r (M u sk a rin ik ilaçlar).
mus, beyin sapının ıetiküler alanları ve otonom si­ İııtravenöz olarak enjekte edilen asetilkolin, parasem­
nir sistem i aracılığı ile oluştuğuna Bölüm 58 ve patik stimülasyonun tüm vücutta yarattığı etkilerin ay­
59 ’da işaret edilmişti. Gerçekten de, beynin üst nısına neden olmaz, çünkü asetilkolin tüm efektör or­
merkezleri tüm otonom sinir sisteminin veya bir ganlara ulaşmadan önce kan ve vücut sıvılarında ha­
kısmının fonksiyonlarını etkileyebilir. Bu etki pep- raplanır. Ancak çabuk haraplanmayan diğer ilaçların
bir kısmı tipik parasempatik etkiler oluştururlar ve
tik ülser, konstipasyon, kalp çarpıntısı ve hatta kalp
bunlar parasempatomimetik ilaçlar olarak adlandırılır.
krizi gibi otonom sinir sisteminden kaynaklanan Yaygın olarak kullanılan iki parasempatomimetik ilaç
çeşitli hastalıkları oluşturacak kadar güçlü olabilir. pilokarpin ve metakolin’du. Bunlar kolinerjik reseptörle­
rin muskarinik tipleri üzerine doğrudan etkilidirler.
Parasempatomimetik ilaçlar, aynı zamanda kolinerjik
sempatik liflerin efektör organlarına da etkilidirler, ö r­
O T O N O M S İN İR S İS T E M İN İN neğin, bu ilaçlar bir yandan aşırı terlemeye yol açarken,
diğer taraftan bazı organlarda vasküler dilatasyoııa ne­
F A R M A K O L O JİS İ
den olurlar. Hatta bu etkiler kolinerjik lifler tarafından
inerve edilmeyen bazı damarlarda da görülür.
A d ren e rjik E fektö r O rganlara Etkili
İla ç la r-S e m p a to m im e tik İlaçlar P a ra s e m p a tik le ri P o ta n s iy e liz e E d e n İla ç la r-A n ti-
k o lin e ste ra z İlaçlar. Bazı ilaçlar parasempatik efektör
Yukarıdaki tartışmalardan anlaşıldığı gibi, norepinefrinin organlara doğrudan etkili değildir, ancak parasempatik
iııtravenöz enjeksiyonu, bütün vücutta sempatik stimü- sinir uçlarından doğal olarak salgılanan asetilkoliniıı
lasyonun yarattığı etkilerin aynısının ortaya çıkmasına etkisini artırırlar. Bunlar Bölüm 7’de nöromüsküler
neden olur. Bundan dolayı norepinefrin, sempatomimetik kavşakta asetilkoliniıı etkisini artırdığı tartışılan ilaçlar­
veya adrenerjik ilaç olarak adlandırılır. Epinefrin ve me- dır. Bunlar arasında neostigmin, piridostigmin ve am-
toksamin ve daha bir çokları sempatomimetik ilaçlardır. benonyıım yer alır. Bu ilaçlar asetilkolinesterazı inhibe
Bunlar, farklı sempatik efektör organları uyarma derecele­ ederler, böylece parasempatik sinir uçlarından serbest­
ri ve etki süreleri bakımından birbirlerinden ayrılırlar. No­ lenen asetilkolinin hızla haraplanması önlenmiş olur.
repinefrin ve epinefrin 1 - 2 dakika kadar kısa süreli etki Sonuç olarak, efektör organlara etki eden asetilkolinin
gösterirken, yaygın olarak kullanılan diğer sempatomi­ miktarı ve etkinliğinin derecesi ardışık uyarılarla gide­
metik ilaçların etkileri 30 dakika ile 2 saat arasındadır. rek artar.
708 ÜNİTE X I • Sinir Sistemi: C. M otor ve Entegratif Nörofizyoloji

E fe k tö r O rg a n la rd a K o lin e rjik A k tiv ite y i Bloke disi ve metakolin gibi bazı ilaçların hem nikotinik hem
Eden İla ç la r-A n tim u sk a rin ik İlaçlar. Atropin ve homat- de muskarinik etkileri vardır, ancak pilokarpinin yalnız­
ropin, skopolamin gibi benzeri ilaçlar, kolinerjik efektör ca muskarinik etkisi vardır.
organların muskarinik tipleri üzerine asetilkolinin etki­ Nikotin, sempatik ve parasempatik postgangliyoner
sini bloke ederler. Bu ilaçlar asetilkolinin, postgangliyo- nöronların her ikisini aynı zamanda uyarır. Sonuçta ab-
nik nöronlar veya iskelet kasları üzerindeki ııikotinik et­ dominal organlarda ve ekstremitelerde vazokonstriksi-
kisini etkilemezler. yoıı yapan şiddetli sempatik etkiler, gastrointestinal ak-
tivitenin artması ve bazen de kalp yavaşlaması gibi para­
sempatik etkiler aynı anda oluşur.
S e m p a tik ve P a ra se m p atik Postgangliyoner
N öronları B loke veya S tim ü le Eden İlaçlar G a n g liy o n B lo kajı Yapan İlaçlar. Bir çok önemli ilaç,
uyarıların pregangliyoner nöronlardan postgangliyoner
O to no m P o s tg a n g liy o n e r N ö ro n ları Stim ü le Eden nöronlara iletisini bloke eder. Bunlar arasında tetraetil
İlaçlar. Parasempatik ve sempatik sinir sisteminde pre- amonyum iyonu, hekzametonyum iyonu ve pentolinyıım
gangliyoner sinir uçlarından asetilkolin salgılanır ve yer alır. Bunlar hem sempatik hem de parasempatik sis­
postgangliyoner nöronları uyarır. Bu nedenle, enjekte temde asetilkolin stimülasyonunu eş zamanlı olarak blo­
edilen asetilkolin her iki sistemin postgangliyoner nö­ ke eder. Bu ilaçlar sıklıkla sempatik aktiviteyi, nadiren de
ronlarını stimüle ederek vücutta aynı anda hem sempa­ parasempatik aktiviteyi bloke etmek için kullanılırlar.
tik hem de parasempatik etkiler oluşturur. Postgangliyo­ Çünkü sempatik blokaja bağlı etkiler genellikle para­
ner nöronların membıanları nikotinik tipte asetilkolin sempatik blokaja bağlı etkilerini baskılamaktadır. Gang­
reseptörü içerdiğinden nikotin de asetilkolin gibi bu nö­ liyon blokajı yapan ilaçlar özellikle hipertansiyoıılu has­
ronları stimüle eden bir ilaçtır. Dolayısıyla, postgangli­ talarda arteryel basıncı düşürür, ancak etkilerinin kont­
yoner nöronları uyararak otonom etkiler doğuran ilaçlar rolü kolay olmadığı için bu amaçla kullanılmaya pek uy­
nikotinik ilaçlar olarak adlandırılırlar. Asetilkolinin ken­ gun değildirler.

REFERANSLAR
Andresen M C , K unze D L : N ucleus iractus so- Cardiovascular D isease. New Y o rk: O xford Pelleg A , Katchanov G , X u J : A utonom ic neu­
litarius— gatew ay to neural circulatory c o n ­ U niversity Press, 1995. ral control o f cardiac function: m odulation
trol. Annu R e v Fhysiol 5 6 :9 3 , 1 9 9 4 . Guyton A C , G illespie \VM Jr : Constant infu­ by adenosine and adenosine 5'-triphosphate.
Barnes P J: A utonom ic C ontrol o f the R esp ira­ sion o f epinephrine: R ate o f epinephrine se­ Am J Cardiol 7 9 : 1 1, 1997.
tory System . A m sterdam : H arw ood A ca ­ cretion and destruction in the body. Am J Pickering T G : T h e e ffe cts o f environm ental
dem ic Publishers, 1997. Physiol 1 6 4 :3 1 9 , 1951. and lifestyle factors on blood pressure and
B ennett M R : T ran sm ission at sym pathetic vari­ Guyton A C , Reeder R C : Q uantitative studies the interm ediary role o f the sym pathetic
cosities. N ew s Physiol S c i 1 3 :7 9 , 1998. on the autonom ic actions o f curare. J Phar­ nervous system . J H um H ypertens 1 1 :S 9 ,
B lessin g \V\V: T h e L ow er Brainstem and H o­ m acol E xp Tlier 9 8 :1 8 8 , 1950. 1997.
m eostasis. New Y o rk : O xford U niversity Herd JA : C ardiovascular response to stress. Reith M E A : Neurotransm itter Transporters:
Press, 1997. Physiol R ev 7 1 :3 0 5 , 1991. Structure, Function, and Regu lation. T o -
Brading A: T h e A utonom ic N ervous System Hirst G D , Choate JK , C ousins H M , et al: towa, N J: Humana P ress, 1 9 97.
and Its E ffe cto rs. O xford : B la ck w e ll S c i­ Transm ission by post-ganglionic axons o f Ro lls E T : T h e B rain and Em otion . O xford,
en ce, 1998. the autonom ic nervous system : the im por­ U K : O xford U niversity Press, 1998.
Brodal P: T h e C entral Nervous S ystem . New tance o f the specialized n eu ro effector ju n c ­ R ow ell L B : Neural control o f m uscle blood
Y ork: O xford U niversity Press, 1998. tion. N euroscience 7 3 :7 , 1996. flow : im portance during dynam ic exercise.
C astellano M , Bohm M : T h e card iac beta-ad­ Hogan JA , B o lh u is J J : C ausal M cch an ism s o f C lin Exp Pharm acol Ph ysiol 2 4 :1 1 7 , 1997.
renoceptor-m ediated sign alin g pathway and Behavioural Developm ent. New Y o rk : Saetrum Opgaard O, G ulben kian S , Edvinsson
its alterations in hypertensive heart disease. Cam bridge U niversity Press, 1994. L : Innervation and e ffe cts o f vasoactive
H ypertension 2 9 :7 1 5 , 1997. Insel PA : A drenergic receptors— evolvin g co n ­ substances in the coron ary circulation. Eur
Dalian A , Teppem a L , B e e k J : Physiology and cepts and clin ical im plications. N Engl J Heart J 1 8 :1 5 5 6 , 1 9 97.
Pharm acology o f Cardiorespiratory C ontrol. M ed 3 3 4 :5 8 0 , 1996. U rban IJA , Burbach JP A , W eid D : A dvances
B oston : K luw er A cad em ic Publishers, 1998. Jordan D : Central Nervous C ontrol o f A uto­ in B rain V asopressin. A m sterdam : Elsevier,
D am pney R A L : Functional organization o f nom ic Function. Am sterdam : Harwood A c­ 1998.
central pathw ays regulating the card io vascu ­ adem ic Publishers, 1997. van B o x tel G JM : Brain and Behavior. T ilbu rg:
lar system . Physiol R e v 7 4 :3 2 3 , 1994. Jow ett NI: Cardiovascular M onitoring. L o n ­ T ilbu rg U niversity Press, 1997.
Eglen R M : M uscarin ic R ecep to r Subtypes in don: W hurr Publishers, 1997. van G iersbergen P L M , Palkovits M , D c Jo n g
Sm ooth M u scle. B o c a R aton : C R C Press, M cA llen R M , M ay C N , C am pos R R : T h e sup­ W : Involvem ent o f neurotransm itters in the
1997. ply o f vasom otor drive to individual classes nucleus tractus solitarii in cardiovascular
Fcdida D, Braun A P, G iles \VR: a ,-A d re n o - o f sym pathetic neuron. C lin E xp Hypertens regulation. Physiol R ev 7 2 :7 8 9 , 1992.
ceptors in m yocardium : functional aspects 19 :6 0 7 , 1997. V erberne A J, Law W , O w ens N C , Sartor D:
and transm em brane signaling m echanism s. M isulis K E: Essen tials o f C lin ical N europhysi­ Supram edullary modulation o f sym pathetic
P hysiol R ev 7 3 :4 6 9 , 1993. ology. B oston : Buttcrw orth-H einem ann, vasom otor function. C lin E x p Pharm acol
G oldstein D S : S tress, C atech olam ines, and 1997. Physiol 2 4 :7 4 8 , 1997.
Beyin Kan Akımı, Serebrospina
Sıvı ve Beyin Metabolizması

Şimdiye kadar beyin fonksiyonlarını beynin kan akımı, asil ve metabolizma sırasında oluşan diğer asidik mad­
metabolizması ve şualardan bağımsız olduğunu varsa­ deler yer alır.
yarak tartıştık. Oysa ki, gerçek bu değildir, çünkü bunla­
rın herhangi birinin bozukluğu beyin fonksiyonlarını ile­ Karbon Dioksit ve Hidrojen İyonlarının Beyin Kan Akı­
ri derecede etkileyebilir. Örneğin, beyin kan akımının tü­ mının Kontrolündeki Önemi. Artmış hidrojen iyon kon­
müyle kesilmesi 5-10 saniye içerisinde bilinçsizliğe ne­ santrasyonu, nöronal aktiviteyi büyük oranda baskılar.
den olur. Bu gerçektir, çünkü beyin hücrelerine giden Bu nedenle hidrojen iyon konsantrasyonundaki artış,
oksijenin eksikliği, metabolizmanın büyük kısmını dur­ beyin kan akımında artışa neden olarak karbon dioksit
durur. Ayrıca, uzun bir zaman süreci içerisinde serebros- ve diğer asidik maddelerin beyin dokularından uzaklaş­
pinal sıvının bileşimi ya da basıncı ile ilgili bozukluklar tırılması bakımından çok yararlıdır. Karbon dioksidin
da beyin fonksiyonları üzerinde aynı derecede ciddi et­ kaybı dokulardan karbonik asidi uzaklaştırır. Bu durum
kilere sahip olabilir. ile birlikte diğer asitlerin de uzaklaştırılması beyin sıvıla­
rında hidrojen iyon konsantrasyonunu sabit bir değerde
tutmaya yardım eder ve nöronal aktivitenin normal dü­
zeyde devam etmesine yardımcı olur.
B E Y İN KAN A K IM I
Beyin Kan Akımının Düzenleyicisi Olarak Oksijen
Yetersizliği. Aşırı beyin aktivitesi periyodları dışında,
Beyin Kan A kım ının Norm al D eğeri beyin dokusunun oksijen kullanımı dar sınırlar içinde­
dir. Dakikada her 100 gram beyan dokusu için gerekli ok­
Yetişkin bir insanın beyin dokusu boyunca geçen normal sijen miktarı 3.5 mililitredir. Eğer beyan kan akımı her­
kan akımı, dakikada her 1 0 0 g beyin dokusu için ortala­ hangi bir zaman yetersiz olur ve gerekli oksijen miktarı
ma 50-65 mililitredir. Tüm beyin içinde bu miktar, 750- sağlanamazsa, Bölüm 17’de tartışıldığı gibi vazodilatas-
900 ml/dakika veya istirahatteki toplam kalp debisinin % yona neden olan oksijen eksikliği, tüm vücut dokuların­
15’idir. da hızla vazodilatasyon yaparak kan akımım ve beyin
dokularına oksijen taşmımını normal sınırlara yaklaştı­
rır. Beyindeki bu lokal kan akımı düzenleme mekaniz­
Beyin Kan A kım ının D üzenlenm esi ması hemen hemen koronerlerde, iskelet kası dolaşı­
mında ve vücudun diğer birçok dolaşım alanlarında ol­
Vücudun diğer birçok vaskiiler alanlarında olduğu gibi, duğu gibidir.
beyin kan akımı da önemli ölçüde beyin dokusunun me­ Deneyler, beyin dokusu P 02’siniıı yaklaşık 30 mm
tabolizması ile ilgilidir. En az üç ıııetabolik faktör beyan Ilg’nin altına düşmesi halinde (normal değer 35 ile 40
kan akımı kontrolünde güçlü bir etkiye sahiptir. Bunlar, mm Hg arasındadır), beyin kan akımının hızla artmaya
karbon dioksit konsantrasyonu, hidrojen iyon konsant­ başladığını göstermiştir. Bu çok yararlı bir durumdur,
rasyonu ve oksijen konsantrasyonudur. çünkü özellikle PCVnin 20 mıııHg alımdaki değerlerinde
beyin fonksiyonları iflas eder. Hatta bu düşük seviyeler­
Karbon Dioksit veya Hidrojen İyon Konsantrasyo­ de koma bile gelişebilir. Bu nedenle, beyan kan akımının
nundaki Aşırı Artışlara Cevap Olarak Beyin Kan lokal düzenlenmesiyle ilgili oksijen mekanizması, azal­
Akımının Artması. Beyni perfüze eden arteriyel kanda­ mış beyan nöronal aktivitesine ve bununla bağlantılı
ki karbondioksit konsantrasyonunda artış, beyan kan mental yeteneğin iflasına karşı çok önemli koruyucu bir
akımını çok arttırır. Arteriyel PCiVdeki % 70’lik bir artı­ cevaptır.
şın, kan akımını yaklaşık iki misli arttırdığı Şekil 61-1’de
gösterilmiştir. Beyin Kan Akımı Ölçümü ve Akım Üzerine Beyin
Karbon dioksidiıı, hemen tümüyle önce vücut şuala­ Aktivitesinin Etkisi, insan beyin korteksinde birbirin­
rındaki suyla birleşerek karbonik aside dönüşmesi ve da­ den ayrı 256 kadar segmentte aynı anda kan akımı kay­
ha sonra dihrojen iyonlarına ayrışması ile beyin kan akı­ deden bir yöntem geliştirilmiştir. Bu yöntemde, radyo­
mını arttırdığına inanılmaktadır. Hidrojen iyonları, daha aktif madde, genellikle radyoaktif ksenon, karotis arteri
sonra beyin damarlarının vazodilatasyonuna neden içine enjekte edilir. Daha sonra her korteks segmentinin
olur. Dilatasyon, hidrojen iyon konsantrasyonundaki ar­ radyoaktivitesi, radyoaktif madde beyân dokusu içinden
tışla hemen hemen direkt bir şekilde orantılı olarak kan geçerken kaydedilir. Bunun yapılabilmesi için 256 küçük
akımı sınırım normalin yaklaşık iki katma kadar çıkarır. radyoaktif siııtilasyon detektörü korteksin aynı sayıdaki
Beyin dokusunun asiditesini ve dolayısıyla hidrojen iyon ayrı parçalan üzerine odaklanır. Her doku segmentinde
konsantrasyonunu artıran herhangi bir madde, kan akı­ radyoaktivitenin zirveye çıktıktan sonraki bozulma hızı,
mını da artırır. Bu maddeler içinde laktik asit, pirüvik segment içindeki kan akımı hızının direkt bir ölçüsüdür.

709
710 ÜNİTE X I • Sinir Sistemi: C. M otor ve Entegratif Nörofizyoloji

Ortalama arteryel kan basıncı (mm Hg)


Arteryel Pco2
ŞEKİL 61 - 3
ŞEKİL 61 - 1 Normal, lıipotansifve hipertansif kişilerde, beyin kan akımıyla
ortalama arteryel basıncın ilişkisi.
Arteryel PC 02ve beyin kan akımı arasındaki ilişki.

Bu teknikle, yerel nöral aktivitedeki değişimlere cevap


olarak beynin her segmentinde kan akımının saniyeler kan basıncı 60 ve 180 mm Hg sınırları arasında iken be­
içinde değiştiği açıklanmış olur, örneğin, yalnızca elin jin kan akımının son derece sabit kaldığına dikkat edi­
bir yumruk yapılması, beynin karşı tarafındaki motor niz. Diğer taraftan, eğer arteryel basınç 60 mm Hg'nın al­
korteksin kan akımında hemen bir artışa neden olur. Ya tına düşerse beyin kan akımı ciddi bir tehlikeye girer.
da kitap okuma sırasında, özellikle oksipital kortekste ve Eğer basınç otoregülasyon sınırının daha üst seviyesine
temporal korteksin lisan algılama alanları gibi çeşitli yükselirse, kan akımı hızlı bir şekilde artar ve beyin kan
alanlarında kan akımı artar. Bu ölçüm işlemi ayrıca epi- damarlarının aşırı gerilmesine ya da yırtılmasına neden
leptik atakların kaynağının belirlenmesinde de kullanı­ olabilir. Bazen de ciddi beyin ödemi ve beyin kanama­
lır. Çünkü kan akımı, epileptik atağın odak noktalarında sıyla sonuçlanabilir.
akut olarak önemli derecede artış gösterir.
Şekil 61-2 beyin kan akımı üzerine yerel nöral aktivite- Beyin Kan Akımının D üzenlenm esinde
nin etkisini göstermektedir. Kedinin gözlerine 0.5 dakika
Sem patik Sinir Sisteminin Rolü
şiddetli bir ışık uygulandığında kedinin oksipital kan
akımında tipik bir artış olduğu görülmektedir.
Beyin dolaşım sistemi, beyin arterleriyle birlikte su-
perior servikal sempatik gangliyondan yukarı doğru
Arteryel Basınç Değişiminde Beyin Kan Akımının
çıkan güçlü bir sempatik inervasyona sahiptir. Bu
Otoregülasyonu. Beyin kan akımı, 60 ve 140 mm Hg ar-
inervasyon, hem büyük yüzeyel arterlerin hem de b e­
teriyel basınç sınırları arasında son derece iyi bir şekilde yin cevherinin içine giren küçük arterlerin inervasyo-
düzenlenir. Yani beyin kan akımında anlamlı bir değiş­
nunu sağlar. Kan akımı otoregülasyon mekanizması
me olmadan arteryel basınç, aniden 60 mm Hg’ya kadar
sinirsel etkilerden daha baskın olduğu için ne sempa­
azaltılabilir ya da 140 mm Hg’ya kadar arttırılabilir. Hi­
tik sinirleri kesme ne de orta şiddette uyarma, beyin
pertansiyonu olan kişilerde otoregülatör aralık, 180 ile
kan akımında genellikle anlamlı bir değişime neden
200 mm Hg’ya denk gelen daha yüksek basınç seviyele­
olmaz. Bu yüzden uzun bir süredir, beyin kan akımı­
rine bile kayar. Bu etki Şekil 61-3’de gösterilmiştir. Şekil,
nın düzenlenmesinde sempatik sinirlerin aslında rol
hem normal kişilerde hem de hipertansif hastalarda öl­ oynamadığı belirtilmektedir.
çülen beyin kan akımlarını göstermektedir. Ortalama
Bununla birlikte, şimdiki deneysel çalışmalar bazı ko­
şullarda beyin sempatik uyarımının, beyin arterlerini
daraltacak derecede aktive edilebileceğini göstermiştir.
Örneğin, arteryel basınç, aşırı egzersiz ve diğer aşırı do­
laşım aktiviteleri sırasında yükseldiğinde sempatik sinir
sistemi, daha küçük kan damarlarına yüksek basıncın
ulaşmasını önlemek için büyük ve orta boy arterleri da­
raltır. Deneysel çalışmalar bunun, beyin içine vasküler
kanamayı önlemede önemli olduğunu göstermiştir. Do­
layısıyla, inme oluşumunu önlemede bu mekanizma
önem taşır.

Beyin M ikrosirkülasyonu

Dakikalar Hemen hemen vücudun bütün diğer dokularında oldu­


ğu gibi, metabolik gereksinimlerin en yüksek olduğu be­
ŞEKİL 61 -2 yinde de kan kapillerlerinin yoğunluğu fazladır. Nöronal
Bir kedinin gözlerine ışık verildiğinde beynin oksipital bölgele­ hücre gövdelerinin yer aldığı beyin gri maddesinin tüm
rindeki kan akımında meydana gelen artış. metabolik hızı, beyaz maddenin yaklaşık 4 katı fazladır;
BÖLÜM 61 • Beyin Kan Akımı, Serebrospinal Sıvı ve Beyin Metabolizması 711

kapiller sayası ve kan akım hızı yine gri maddede yaklaşık


dört kez fazladır. Araknoidal
Beyin kapillerlerinin diğer önemli yapısal karakteris­ villi
tiği, bu kapillerlerin vücudun diğer herhangi bir doku­
sundaki kapillerlere nazaran çok daha az geçirgen ol­ Monro
malarıdır. En önemlisi kapillerler, her taraftan "glial deliği Koroid
ayaklar"la desteklenmiştir. Glia hücrelerinin bu küçük pleksus
çıkıntıları, tüm kapiller yüzeye dayanır ve yüksek basınç
koşullarında fiziksel destek sağlayarak damarı aşırı ge­
rilmeden korur. Ayrıca beyin kapillerlerine giden küçük
arteriyollerin duvarları, yüksek kan basıncı bulunan ki­
şilerde fazlaca kalınlaşmıştır ve bu aı teriyoller, kapiller­ tentorium
lere yüksek basınç geçişini engellemek için sürekli ola­
rak daralmış halde bulunurlar. Bölümde daha ileride 4. ventrikül
göreceğimiz gibi, beyân içine sıvı sızmasına karşı koru- Luschka
Magendie
yoıcu görev yapan bu sistemler bozulduklarında bunu, deliği deliği
hızlı bir şekilde koma ve ölüme götüren ciddi beyin öde­
mi izler.
ŞEKİL 61 - 4
Serebrospinal sıvının yan ventrikülleıdeki koroid pleksuslardan
Beyin Kan D am arlarının Tıkanm asında cluraınater sinüsleri içine uzanan araknoid villiye akışının yolu.
S erebral "İn m e ” O luşur

Hemen tüm yaşlı kişilerde beyni besleyen arterlerde bir


miktar kan donanımı blokajı vardır ve bu durum bu kişi­
lerin yaklaşık % 1 0 ’unda beyin fonksiyonlarında bozuk­ münü ise beyin ve omurilik oluşturur. Bu sıvı, şekil 61-
luğa neden olur. Bu durum ''inme" olarak adlandırılır. 4'de gösterildiği gibi beyin ventriküllerinde, beynin etra­
İnme, çoğu zaman, beyni besleyen arterlerin bir ya da fındaki sisternalarda, beyin ve medulla spiııalisin etra­
birden fazlasında meydana gelen arteriosklerotik plak fındaki sııbaıaknoid boşluklarda bulunur. Bütün bu bö­
nedeniyle ortaya çıkar. Plak, arteri tıkayan bir pıhtı geli­ lümler birbirleriyle bağlantılıdır ve sıvının basıncı sabit
şimine neden olarak genellikle kanın pıhtılaşma meka­ bir düzeyde tutulur.
nizmasını aktive eder. Bu şekilde lokal bir alanda beyin
fonksiyonunun ani azalmasına yol açılmış olur. İnme ge­
lişen kişilerin 1/4'ünde neden, kan basıncı yüksekliğine S erebrospinal Sıvının Y a s tık Fonksiyonu
bağlı olarak damarlardan birinin çatlamasıdır. Bunun
sonucu gelişen kanama lokal olarak beyin dokusunu sı­ Serebrospinal sıvının başta gelen fonksiyonu, sert bir
kıştırır. çatı içindeki beyne yastık görevi yapmaktır. Beyin ve
İnmenin nörolojik etkileri, etkilenmiş beyin alanın­ serebrospinal sıvı, beynin sıvı içinde yüzeceği şekilde
da ortaya çıkar. İnmenin en yaygın tiplerinden biri, bir yaklaşık ayan özgül ağırlığa (sadece yaklaşık % 4 fark)
beyin hemisferinin orta kısmını kanlandıran orta be­ sahiptir. Bu yüzden başa gelen bir darbe, aynı anda
yin arterlerinden birinin tıkanmasıdır. Örneğin, eğer tüm beyni kafatasıyla birlikte hareket ettirir, böylece
orta beyin arteri beyinin sol tarafında bloke edilirse ki­ beynin hiçbir bölümü darbenin ani etkisiyle şekil de­
şi, VVernicke’nin konuşulanı anlama alanının fonksi­ ğiştirmez.
yonunu kaybetmesinden dolayı hemen tamamen bu­
namış olabilir. Ayrıca kelime oluşumu için gerekli Bro- Karşıt Darbe. Başa aşırı şiddette bir darbe geldiğinde,
ca motor alanının hasarından dolaya bu kişiler, keli­ hasar genellikle darbenin olduğu baş kısmındaki beyin
meleri konuşma yeteneğinden yoksun olurlar. Buna bölgesinde değil, karşı tarafında gerçekleşir. “Karşıt dar­
ek olarak, sol hemisferdeki diğer motor nöral kontrol be” olarak bilinen bu olayın nedeni şudur: Darbe sırasın­
alanlarının fonksiyon kaybında, vücudun tümü ya da da kafatası hareket ettiği sırada vurulan tarafta sıvı sıkı-
karşı tarafındaki kasların çoğunda spastik tip felç geli­ şabilme yeteneği olmadığından, aynı anda beyni iterek
şebilir. hareket ettirir. Karşı tarafta ise, kafatasının ani hareketi,
Benzer şekilde bir posterior beyân arterinin blokajı, bu noktada kafatasında saniyenin küçük bir bölümünde
aynı taraftaki hemisferin oksipital kutbunda infarktü- bir vakum yaratarak beyinin, eylemsizliğinden dolayı ka­
se ve inme lezyonıında olduğu gibi, her iki gözün aynı fatasından uzaklaşmasına neden olur. Darbe ile oluşan
taraf retina yarımlarında görme kaybına neden ola­ kafatasının hareketi sona erdikten sonra vakum ani ola­
caktır. Özellikle arka ve orta beyne kan sağlayan alan­ rak sonlanır ve beyin kafatasının iç yüzeyine çarpar. Bu
lardaki inme, beyin ve medulla spinalis arasında sey­ etkiden dolaya boksörlerdeki beyin hasarı genellikle dar­
reden ana yollardaki iletimi bloke edebileceğinden to- benin olduğu fıontal bölgelerde değil, sıklıkla oksipital
tal duysal yetersizliğe ve motor bozukluklara neden bölgelerde görülür.
olur.

Serebrosp in al Sıvının O luşum u, A kım ı ve


Absorpsiyonu

SEREBROSPİNAL SIVI SİSTEMİ Serebrospinal sıvı günde yaklaşık 500 ml’lik bir hızla
oluşur ki bu miktar, tüm serebrospinal sıvı sistemin­
Beyin ve omuriliği içeren tüm boşluk yaklaşık 1600 ile deki total sıvı hacminin yaklaşık üç ile dört katıdır. Bü­
1700 mililitrelik bir hacimc sahiptir. Bu hacmin yaklaşık yük olasılıkla, bu sıvının üçte ikisi ya da daha fazlası
150 mililitresi serebrospinal sıvı ile doludur; kalan bölü­ dört ventriküldeki, özellikle de iki yan ventriküldeki
712 ÜNİTE X I • Sinir Sistemi: C. M otor ve Entegratif Nörofizyoloji

oluşur. Ayrıca, daha az önemli olarak az miktarda glikoz


serebrospinal sıvıya, potasyum ve bikarbonat iyonları da
serebrospinal sıvıdan kapillerler içine iletilir.
Arter Sonuç olarak, serebrospinal sıvının kazandığı özellik­
ler şu şekildedir: Osmotik basıncı yaklaşık olarak plaz­
Ependim maya eşittir; sodyum iyon konsantrasyonu yine yaklaşık
Ven plazmanmkine eşittir; klor iyonları plazmanınkinden %
15 kadar daha fazla; potasyum yaklaşık % 40 kadar daha
az ve glikoz yine % 30 kadar daha azdır.
Tenia
fornisis
Serebrospinal Sıvının Araknoidal Villilerden Ab-
sorpsiyonu. Araknoidal villi, araknoidal zarın venöz
Koroid
sinüslerin duvarlarına doğru yaptığı parmağa benzer
tela
mikroskopik uzantılardır. Bu villilerin büyük kümele­
Koroid ri genellikle sinüsler içine çıkıntı yapan araknoidal
tenia granulasyonlar adı verilen yapıları oluştururlar. Vil-
li’yi örten endotel hücrelerinin hücre gövdeleri bo­
Kan damarı
yunca geniş veziküler deliklerin bulunduğu elektron
Ependim mikroskobu ile gösterilmiştir. Deliklerin (1) serebros­
Villus epiteli pinal sıvı, (2) erimiş protein molekülleri ve hatta (3)
eritrosit ve lökosit gibi büyük partiküllerin kısmen ko­
Bağ dokusu villusu
laylıkla venöz kana geçişlerine izin verecek büyüklük­
te oldukları sanılmaktadır.
ŞEKİL 61 - 5
Perivasküler Aralıklar ve Serebrospinal Sıvı. Beyne
Lateral ventriklilde yer alan koroid pleksus. (Clara'dan modi-
giren kan damarları, Şekil 61-6’da görüldüğü gibi önce
fıye edilmiştir. Das Nervensystem des Menschen. Barth.)
beyin yüzeyini geçip içeri doğru girerken beyni örten pia
mater zarını da taşırlar. Pia, bir aralık olacak şekilde da­
marlara gevşekçe tutunduğundan her bir damarla pia
arasında perivasküler aralık bulunur. Bundan dolayı, pe­
rivasküler aralıklar, arteriyol ve venlere ulaşıncaya kadar
koroid pleksuslardan salgılanır. Ayrıca bir miktar sıvı hem arter hem de venleri izlerler ancak kapiller çevre­
da ventriküllerin ependimal yüzeylerinden ve arakno- sinde bulunmazlar.
idal zarlardan, az miktarı da beyinin kendisinden,
beyne giren damarları çevreleyen perivasküler aralık­ Perivasküler Aralıkların Lenfatik Fonksiyonu. Vücudun
lardan gelir. başka bölgelerinde olduğu gibi, parenkimal kapillerler-
Şekil 61-4’deki oklar, koroid pleksuslardan kaynakla­ den de beynin interstisyel aralıklarına az miktarda pro­
narak serebrospinal sıvı sistemini boydan boya geçen tein sızar. Beyin dokusunda gerçek anlamda lenfatikler
ana sıvı kanallarını göstermektedir. Yan ve üçüncü vent- bulunmadığından bu protein, perivasküler aralıklar bo­
riktillerde salgılanan sıvı, akuaduktus Sylvius yoluyla
yunca sıvıyla beraber subaraknoid aralıklar içinde aka­
dördüncü ventrikiile geçer ve burada bu sıvıya az mik­ rak beyin dokusunu terkeder. Protein subaraknoid ara­
tarda sıvı daha eklenir. Sıvı dördüncü ventrikülden üç lıklara ulaştıktan sonra araknoid villilerden beyin venle-
küçük açıklıkla, yani iki yan Luschka ve orta çizgideki rine absorbe edilmek üzere serebsropinal sıvıyla birlikte
Magendia deliğiyle ınedullanın arkasında ve beyinciğin akar. Bu nedenle, perivasküler aralıklar gerçekte beyinin
altında uzanan geniş bir sıvı boşluğu olan sisterna mag- özelleşmiş lenfatik sistemidir.
na'ya girer. Sisterna magna, bütün beyni ve medulla spi-
nalisi çevreleyen sııbaraknoid aralıkla devam eder. He­
men tüm serebrospinal sıvı, daha sonra beyni çevrele­
yen subaraknoid aralık boyunca sisterna magnadan yu­
karı doğru akar. Sıvı, buradan da beynin geniş sagittal ve
diğer venöz sinüsleri içerisine uzanan çeşitli araknoid Araknoid zar
villiler içine akar. Sonunda sıvı, bu villi yüzeylerinden
venöz kan içine boşalır. Araknoid trabekül

Koroid Pleksus Yoluyla Sekresyon. Koroid pleksus Subaraknoid aralık


Şekil 61-5'de görüldüğü gibi ince bir epitel tabakasıyla Pia mater
kaplı, kan damarlarından oluşmuş bir karnıbahar görü­
nümündedir. Bu pleksus, (1 ve 2) her iki ventrikülün Perivasküler aralık
temporal boynuzları (3) üçüncü ventrikülün posterior
Kan damarı
bölümü ve (4) dördüncü ventrikülün tavanına doğru
uzanır. Beyin dokusu
Sıvının koroid pleksustan sekresyonu, esas olarak plek-
susun dış tarafını kaplayan epitel hücrelerinden sodyum
iyonlarının aktif transportuna dayanır. Sodyum iyonları,
pozitif yükleriyle negatif yüklü klor iyonlarını çektiğinden
birlikte çok miktarda klor iyonlarını da sürüklemiş olur­ ŞEKİL 61 -6
lar. Bu iki iyon, serebrospinal sıvıda osmotik olarak aktif Perivasküler boşluğun subaraknoid aralık içine drenaji. (From
parçacıkları artırarak zar boyunca derhal suyun osmozu- Hanson ve Clark’tan; Anatomy of the Nervous System.
ııa neden olurlar ve böylece sekresyonun sıvı bölümü Philadelphia, W.B. Saunders Company, 1959)
BÖLÜM 61 • Beyin Kan Akımı, Serebrospinal Sıvı ve Beyin Metabolizması 713

Perivaskiiler aralıklar sıvı ve proteinleri taşımanın lem şu şekildedir: İlk olarak kişi, spinal sıvı basıncının
yanında, beyinden gelen yabancı partikülleri de su­ kafa içi basıncına eşit olması için tamamen yatay du­
baraknoid aralığa taşırlar. Örneğin, beyinde bir en­ rumda bir yana doğru yatar. Omuriliğin alt ucundan
feksiyon olduğu zaman ölü lökositler ve diğer enfek­ lumbar-spinal kanala bir iğne ile girilir ve iğne bir cam
siyon kalıntıları, perivaskiiler aralıklar boyunca uzak­ tüpe bağlanır. Spinal sıvının, tüp içinde çıkabileceği se­
laştırılır. viyeye kadar çıkmasına izin verilir. Eğer tüpteki sıvı iğne
seviyesinden 136 milimetre yukarı kadar yükselmişse,
basıncın 136 mm II20 basıncı olduğu ya da bu değer cı­
vanın özgül ağırlığı olan 13.6'ya bölünerek yaklaşık 10
S erebrosp in al Sıvı Basıncı
mm Hg olduğu söylenir.
Serebrospinal sıvı sisteminde normal basınç, 65 mm
H20 kadar düşük ya da 195 mm H20 kadar yüksek ol­ Y ü k se k Serebrospinal Sıvı Basıncı O p tik D isk
makla beraber, yatay bir konumda uzanan kişide ortala­ Ö dem ine Yol Açar- Papilla Ö dem i. Anatomik ola­
ma 130 mm H20 (10 mm Hg) kadardır. rak beynin dura materi, optik sinir etrafında bir kılıfı
gibi uzanır ve gözün sklerası ile birleşir. Serebrospinal
Serebrospinal Sıvı Basıncının Araknoid V illiler Ta­ sıvı sisteminde basınç yükseldiğinde, optik sinir kılıfı
rafından D üzenlenm esi. Serebrospinal sıvı basıncı içindeki sinirde de basınç yükselir. Retina arter ve ve-
normal olarak hemen tamamen araknoidal villi bo­ ni, gözün birkaç mm ötesinde bu kılıfı deler ve optik
yunca sıvının absorpsiyonu ile düzenlenir. Bu neden­ sinirle birlikte göz içine girerler. Bu nedenle, sereb­
le, serebrospinal sıvı oluşum hızı sabittir; bu sayede rospinal basınç yükseldiğinde, ( 1 ) sıvı optik kılıf içine
sıvı oluşumundaki değişimler basınç kontrolünde na­ itilir ve daha sonra göz küresinin iç kısmıyla optik si­
diren etkilidirler. Diğer yandan villiler, kanın geriye nir lifleri arasındaki aralık boyunca sıvı sıkışır, (2 ) yük­
doğru ters yönde akışını engellerken sıvı ve içerikleri­ sek basınç, optik sinirler içindeki sıvı akışımmı azaltır
nin venöz kana kolayca akmasını sağlayan "valv” şek­ ve optik disk içinde sıvı birikir ve (3) kılıf içindeki ba­
linde fonksiyon görürler. Normal şartlarda villilerin bu sınç aynı zamanda retina veninde kan akımını engel­
kapak görevi sayesinde sıvı basıncı, venöz sinüslerde­ leyerek gözün her tarafında retinal kapiller basıncı ar­
ki kan basıncının yaklaşık 1.5 mm Hg üstüne çıktığı tırır ve sonuçta retinal ödem daha da artar. Optik disk
durumlarda serebrospinal sıvı kana akar. Serebrospi­ dokuları, retinanın diğer kısımlarına göre daha esnek
nal sıvı basıncı yükselmeye daha da devam ederse ka­ olduğundan ödem çok daha fazla olur ve göz boşlu­
paklar iyice açılır ve böylece normal koşullarda bası­ ğuna doğru şişer. Oftalmaskop ile gözlenebilen disk
nç, venöz sinüslerdeki basıncın birkaç mm Hg’nın da­ şişmesi, papilla ödemi olarak adlandırılır. Nörologlar
ha üstüne çıkamaz. serebrospinal sıvı basıncını, optik diskin göz küresi
Diğer yandan hastalık durumlarında villuslar, bazen içine uzanan bölümünün boyutlarına göre tahmin
büyük partiküllü maddeler, fibrozis ya da beyin hastalık­ edebilirler.
larında, serebrospinal sıvı içine sızmış olan plazma pro­
tein molekülleri tarafından tıkanırlar. İleride göreceği­
miz gibi, böyle bir tıkanma serebrospinal sıvı basıncının
yükselmesine neden olur. S erebrosp in al Sıvı A kışının En g ellenm esi
H id ro sefaliye Y o l A çabilir
Beyinin Patolojik Koşullarında Serebrospinal Sıvı
Basıncı. Büyük bir beyin tümörü, sıklıkla serebrospi­ "Hidrosefali'’ kafa içinde, aşırı su bulunması demektir.
nal sıvının absorpsiyon hızını azaltarak sıvı basıncım Hidrosefali sıklıkla açık hidrosefali ve kapalı hidrosefali
yükseltir, örneğin, eğer tümör tentoryumun üstünde olarak ikiye ayrılır. Açık hidrosefalide sıvı, ventriküler
ve çok büyükse beyni aşağı doğru baskılayarak, ten- sistemden subaraknoid aralık içine serbestçe akar; oysa
toryal açıklığın içinden geçen beyin sapı çevresindeki kapalı hidrosefalide sıvı akışı bir ya da daha çok ventri-
subaraknoid aralık boyunca, sıvının araknoidal villi- kiilde engellenmiştir.
den absorpsiyonu büyük oranda azalır. Bunun sonu­ Kapalı tip hidrosefalinin yaygın nedeni, bebeklerde
cunda serebrospinal sıvı basıncı, tentoryumun altında doğum öncesi dönemde atrezi (kapanma)’ye, herhangi
500 mm H20 (37 mm Hg) ya da daha yüksek bir değe­ bir yaşta ise beyin tümörüne bağlı olarak akuaduktus
re çıkabilir. Sylvius’un tıkanmasıdır. Sıvı, iki yan ve üçüncü ventri­
Basınç, kafatası içinde kanam a ya da enfeksiyon küldeki koroid pleksuslar tarafından oluşturulduğu için
oluştuğunda da önemli derecede yükselir. Bu her iki bu üç ventrikülün de hacimleri çok artar. Bu hacim artı­
koşulda da, serebrospinal sıvıda aniden beliren çok şı, kafatası içindeki beyni ince bir kabuk şeklinde yassı­
sayıdaki hücreler, araknoidal villusların küçük absorp­ laştırır. Artan bu basınç, yenidoğan bebeklerde kafatası
siyon kanallarının ciddi şekilde tıkanmasına neden kemikleri henüz kaynaşmadığı için tüm kafanın şişip ge­
olabilir. Bu durumda bazen sererbrospinal sıvı basıncı nişlemesine neden olur.
400 ile 600 mm H2 0 ’ya kadar yükselir (normalin yak­ Açık tip hidrosefali, genellikle beyinin bazal bölümleri
laşık 4 katı). etrafındaki subaraknoid aralıkta veya araknoidal villus-
Bazı bebekler çok yüksek bir serebrospinal sıvı basın­ lardaki sıvı akımının engellenmesiyle ortaya çıkar. Böy­
cıyla doğarlar. Bunun sıklıkla nedeni, ya araknoidal villi lece sıvı hem ventriküller içinde hem de beynin dışında
sayısının azlığı ya da absorpsiyon özelliklerinin anormal toplanır. Bu durum eğer bebeklerde olursa, kafatası hala
olması sonucu, araknoid villideki sıvının geri emilimine esnek ve genişleyebilir olduğundan kafanın aşırı şişme­
karşı direncin aşırı yükselmesidir. Bu konuda ileride hid­ sine neden olur. Herhangi bir yaşta ise genellikle şiddet­
rosefali ile ilgili olarak tartışılacaktır. li beyin hasarına yol açar.
Hidrosefali için en etkili tedavi, cerrahi yolla peritone-
Serebrospinal Sıvı Basıncının Ölçülmesi. Serebrospi­ al boşluk ile ventriküllerden biri arasında silikon kauçuk
nal sıvı basıncının ölçümü için genellikle uygulanan iş­ bir tüp ile bağlantı sağlayarak sıvının, abdominal boşluk
714 ÜNİTE X I • Sinir Sistemi: C. M otor ve Entegratif Nörofizyoloji

ya da barsak içine absorpsiyonunu veya atılmasını sağla­ ödem sıvısına neden olur ve ödem giderek kötüleşir.
maktır. (2) Azalmış kan akımı dokulara oksijen ulaştırılmasını
da azaltır. Bu da kapiller geçirgenliği artırarak daha
fazla sıvı sızmasına yol açar. Ayrıca, doku hücrelerin­
K an -S ereb ro spin al Sıvı ve Kan-Beyin deki sodyum pompalarını durdurarak hücrelerin şiş­
Bariyerleri mesine yol açar.
Bu iki kısır döngü başladığında, beyinin tümünün ha-
Serebrospinal sıvı bileşiminin, vücudun başka bölge­ rabiyetini önlemek için cesaretli önlemler almak gerekir.
lerindeki ekstraseliiler şualarla tamamen aynı olmadığı Bu önlemlerden biri, mannitol gibi oldukça konsantre
daha önce belirtilmişti. Ayrıca, birçok büyük moleküllü edilmiş osmotik bir maddeyi intravenöz olarak uygula­
madde, vücudun bilinen interstisyel sıvılarına kolayca maktır. Bu madde, sıvıyı beyin dokusundan osmoz yo­
geçmesine rağmen, aynı maddelerin kandan serebros­ luyla çeker ve kısır döngüyü bozar. Diğer bir işlem ise,
pinal sıvıya veya beynin interstisyel sıvılarına geçmesi ventrikiilleri delme yoluyla beynin yan ventrikülleı inden
güçlükle olur. Bu nedenle, kanla serebrospinal sıvı ve sıvıyı hızlı bir şekilde uzaklaştırmaktır. Böylece, beyin içi
beyin sıvısı arasında sırasıyla, kan-serebrospinal sıvı ve basınç azaltılmış olur.
kaıı-beyin bariyerleri adı verilen bariyerlerin varlığın­
dan söz edilir. Bu bariyerler, hem koroid pleksusta hem
de hipotalamusun bazı alanları, pineal bez ve area
postrema dışında tüm beyin parenkimasmın kapiller
zarlarında bulunur. Bu alanlarda maddeler kolayca do­
ku aralıklarına difüze olurlar. Bu alanlar, vücut sıvıların­ BEYİN METABOLİZMASI
daki osmolalite ve glikoz konsantrasyon değişiklikleri­
ne cevap veren duysal reseptörler içerdiklerinden, bu Beyin de diğer dokular gibi metabolik ihtiyaçlarını sağla­
alanlarda difüzyonun kolay gerçekleşmesi önem taşır. mak için oksijen ve katı besinlere gereksinim gösterir.
Duysal reseptörler tarafından verilen cevaplar bu fak­ Bununla beraber, beyin metabolizmasının açıklanması
törlerin her birinin feed-back düzenlenmesi için gerek­ gereken kendine özgü özellikleri vardır.
li olan sinyalleri sağlar.
Genellikle kan-serebrospinal sıvı ve kaıı-beyin bari­ Beynin ve Nöronların Metabolik Hızları. Beyin kütle­
yerleri su, karbon dioksit, oksijen ve lipidde eriyen alkol si, tüm vücut kütlesinin sadece %2 ’si olmasın rağmen,
ve çoğu anestetiklere karşı oldukça geçirgendir. Sodyum, dinlenme koşullarında beyin metabolizmasının, tüm
klor ve potasyum gibi elektrolitlere az geçirgen ve plaz­ vücut metabolizmasının yaklaşık % 15'i kadar olduğu
ma proteinleri ile lipidlerde erimeyen büyük organik hesaplanmıştır. Bu bakımdan dinlenme koşullarında be­
moleküllere ise hiç geçirgen değildir. Kan-serebrospinal yin metabolizması, ortalama vücut metabolizmasının
sıvı ve kaıı-beyin bariyerleri nedeniyle çoğu protein ya­ yaklaşık 7.5 katı kadardır.
pısında olan antikorlar ve yağda erimeyen ilaçların, se­ Bu aşırı bejin metabolizmasının çoğu glial destek do­
rebrospinal sıvı ve beyin pareııkimasında etkili konsant­ kularda değil, nöronlarda gerçekleşir. Nöronlardaki me­
rasyonlarının sağlanması çoğu kez olanaksızdır. tabolizma için duyulan büyük gereksinim, başlıca sod­
Kan-serebrospinal sıvı ve kaıı-beyin bariyerlerinin bu yum ve kalsiyum iyonlarını nöronal zar dışına, potas­
düşük geçirgenliklerinin nedeni, kapiller endotel hücre­ yum ve klor iyonlarını da zarın iç tarafına pompalama
lerinin birbirleriyle bağlanma özelliklerine bağlıdır. Bu nedeniyledir. Nöron tarafından her bir aksiyon potansi­
hücreler, sıkı bağlantılar denilen yapılarla birbirlerine yeli iletisinde, bu iyonlar zar boyunca hareket ederler,
bağlanmışlardır. Yani, birbirlerine komşu endotel hücre­ böylece normal iyon konsantrasyonlarının sağlanması
lerin zarları, vücudun diğer kapillerleriııdeki hücreler için zar boyunca transport ihtiyacı artar. Bu yüzden aşırı
arasında bulunan çok sayıdaki yarık-porlar yerine bir­ beyin aktivitesi sırasında, nöronal metabolizma yüzde
birleriyle sıkı bir şekilde kaynaşmışlardır. 1 0 0 veya 150 artma gösterebilir.

Beynin Özgün Oksijen Gereksinim i-Anaeroblk Me­


Beyin Ö dem i tabolizmanın Yokluğu. Vücut dokularının çoğu birkaç
dakika, bazen 30 dakika süreyle oksijensiz çalışabilir. Bu
Anormal beyin hemodinamiği ve sıvı dinamiklerinin en zaman içinde, doku hücreleri enerjilerini, glikoz ve gli­
ciddi komplikasyonlarından birisi, beyin ödemi'dir. Be­ kojenin oksijenle birleşmeksizin kısmi yıkımı olan ana-
yin, sert ve kapalı bir yapı içinde bulunduğundan ödem erobik metabolizma olayları ile elde ederler. Bu anaeıo-
sıvısının birikmesi, kan damarlarını sıkıştırarak sıklıkla bik olay ile enerji, ancak çok büyük miktarlarda glikoz ve
kan akımında ciddi şekilde azalmaya ve beyin dokusun­ glikojenin yıkımı sonucu ortaya çıkar. Bu sayede doku­
da harabiyete neden olur. ların fonksiyonlarını sürdürmelerini sağlar. Bejin, ana-
Beyin ödeminin başlıca nedenleri, kapiller basınçta erobik metabolizma yeteneğine çok fazla sahip değildir.
aşırı bir artış ya da kapiller duvarların hasar görmesi­ Bunun nedenlerinden biri, nöronların metabolik hızları­
dir. Aşırı yüksek kapiller basıncın nedenlerinden biri, nın yüksek olmasıdır.
beyin otoregiilasyon mekanizmasının başa çıkabilece­ Bu nedenle, diğer çoğu dokulara göre beyin hücreleri­
ğinden çok daha yüksek düzeye ulaşan beyin arteryel nin gereksinim duyduğu enerji daha fazladır. Ayrıca, nö­
kan basıncındaki ani bir artıştır. En yaygın neden, be­ ronlardaki depolanmış glikojen miktarının önemsiz ol­
yin sarsıntısıdır. Bu olayda, beyin dokularıyla kapiller- ması nedeniyle glikojenin anaeıobik yıkımının çok fazla
İer travmaya uğrarlar ve kapiller sıvı travmatize doku­ enerji sağlayamaması da bir başka nedendir. Beyin do­
lar içine sızar. kularındaki oksijen stokları da yine önemsizdir. Bu ne­
Beyin ödemi bir kez başladığında aşağıdaki pozitif denle, nöronal aktivitenin çoğu, her saniye kandan gelen
feed-back’leıden dolayı sıklıkla iki kısır döngü devam glikoz ve oksijenle sağlanır.
eder. ( 1 ) Ödem kan damarlarını sıkıştırır. Bunun sonu­ Bu değişik faktörler göz önüne alındığında, ani bir kan
cu, kan akımı azalır ve beyin iskemisi gelişir, lskemi, akımı kesintisinin ya da bir oksijen yetersizliğinin neden
arteriyollerde dilatasyona neden olarak kapiller basın­ bejinde 5 ila 10 saniye içinde bilinçsizliğe yol açabilece­
cı daha da artırır. Artmış kapiller basınç daha fazla ği anlaşılabilir.
BÖLÜM 61 • Beyin Kan Akımı, Serebrospinal Sıvı ve Beyin Metabolizması 715

Normal Koşullarda Beyin Enerjisinin Çoğu Glikoz ronlar içine kolaylıkla difiize olur; bu da diyabetik has­
İle Sağlanır. Normal koşullarda, beyan hücreleri tarafın­ talarda mental fonksiyon kaybının önlenmesinde bü­
dan kullanılan enerjinin hemen tümü, kandaki glikoz yük bir şanstır. Diyabetik bir hasta, aşırı insülin ile teda­
yoluyla sağlanır. Oksijende olduğu gibi, normal koşullar­ vi edildiğinde, kan glikoz konsantrasyonu çok düşük se­
da kapiller kandan dakikalar ve saniyeler içinde alman viyelere inebilir. Çünkü aşırı insülin, kandaki glikozun
glikoz, sadece iki dakikalık bir glikoz sağlaması dışında hemen tümünün başla kas ve karaciğer hücreleri olmak
nöronlarda glikojen olarak dopolanır. üzere insüline duyarlı nöron olmayan hücreler içine
Nöronlara glikoz verilmesinin özgün bir özelliği, gli­ hızla taşınmasına neden olur. Bu gerçekleştiğinde, nö­
kozun hücre zarı boyunca nöronlara transportunun, di­ ronlara verilmesi için kanda yeterli glikoz kalmaz ve
ğer vücut hücrelerinin çoğunda olduğu gibi insüline ba­ mental fonksiyon ciddi bir şekilde bozularak mental
ğımlı olmamasıdır. Bu nedenle, insülin sekresyonunuıı dengesizlik, psikotik bozukluklar ve bazen de koma or­
bulunmadığı ciddi diyabetik hastalarda bile glikoz, nö­ taya çıkabilir.

REFERANSLAR
A rm stead W M : R o le o f opioids in the physio­ tory Physiology. II. D ynam ics and Control Orgogozo JM , D yken M : A dvances in Stroke
lo g ic and pathophysiologic control o f the o f the Body Fluids. Philadelphia: VVB Saun­ Prevention. Farm ington, C T : S . K arger P u b ­
cereb ral circulation. Proc S o c E x p B io l ders C o, 1975. lishers Inc, 1993.
M ed 2 1 4 :2 1 0 , 19 9 7 . H ádem enos G J, M assoud T F : T h e Physics o f Pardridge W M : A n Introduction to the B lood -
B erry M , Logan A : C N S In juries: C ellular R e ­ C erebrovascular D iseases. New Y ork: Brain Barrier. C am bridge: C am bridge U ni­
sponses and Pharm acological Strategies. Springer, 1998. versity Press, 1998.
B o c a Raton: C R C Press, 1999. H offm ann W , Schw arz H: Ependym ins: m e­ Posner J B , D alm au JO : Paraneoplastic syn­
B ev an R D , B e v a n JA : T h e Human Brain C ir­ ningeal-derived extracellu lar matrix proteins dromes affectin g the central nervous sytem .
culation: Functional Changes in D isease. at the blood-brain barrier. Int R ev Cytol Annu R ev Med 4 8 :1 5 7 , 1997.
Toto w a, N J: H um ana Press Inc, 1994. 1 6 5 :1 2 1 , 1996. Risberg J, G ustafson L : R egion al cerebral
Brodal P: T h e C entral Nervous System . New K aila K , Ran som B R : pH and Brain Function. blood flow m easurem ents in the clinical
Y ork: O xford U niversity Press, 1998. New Y o rk: W iley, 1998. evaluation o f dem ented patients. Dem ent
.D avson H, S eg al M B : Physiology o f the C S F K leinschm idt A , Frahm J : Linking cerebral G eriatr C ogn Disord 8 :9 2 , 1 9 97.
and B lo o d -B ra in Barriers. B o c a Raton: blood oxygenation to human brain function. Robinson R G : N europsychiatric con seq uences
C R C Press, 1996. Current issues for human neuroscience by o f stroke. Annu R ev M ed 4 8 :2 1 7 , 1997.
D e B o e r A G , Sutan o W : Drug Transport m agnetic resonance neuroim aging. Adv Exp Sanchez-A rm ass S , M artinez-Z agu ilan R , M ar­
A cross the B lo o d -B ra in Barrier. Australia: Med B io l 4 1 3 :2 2 1 , 1997. tinez G M , G illies R J: R egu lation o f pH in
Harwood A cad em ic, 1997. rat brain synaptosom es. I. R o le o f sodium,
Knight JA : A dvances in the analysis o f c ere­
bicarbonate, and potassium . J N europhysiol
D im agl U : M eta b o lic aspects o f neurovascular brospinal fluid. Ann C lin L ab S c i 2 7 :9 3 ,
7 1 :2 2 3 6 , 1994.
coupling. Adv E xp Med B iol 4 1 3 :1 5 5 , 1997.
Urban IJA , Burbach JP A , W eid D : A dvances
1997. K uschinsky W : N euronal-vascular coupling: a
in Brain Vasopressin. A m sterdam : Elsevier,
du P lessis A J: C erebral hem odynam ics and unifying hypothesis. Adv E xp Med B iol
1998.
m etabolism during infant cardiac surgery. J 4 1 3 :1 6 7 , 1997.
van Leeuw en F\V: N euronal D egeneration and
Child Neurol 1 2 :2 8 5 , 1997. Landis D M : T h e early reactions o f non-neuro­
Regeneration. New Y o rk : E lsev ier, 1998.
Erm isch A , Brust P, K retzschm ar R , Ruhle H J: nal c ells to brain injury. Ann R ev Neurosci
V illringer A : Understanding functional neu­
Peptides and blood-brain barrier transport. 1 7 :1 3 3 , 1994.
roim aging m ethods based on neurovascular
Physiol R ev 7 3 :4 8 9 , 1993. M ann DN A: S en se and S en ility . New Y ork: coupling. Adv E xp M ed B io l 4 1 3 :1 7 7 ,
Fuster V : Syndrom es o f A therosclerosis. Ar- Chapman & H all, 1997. 1997.
monk, N Y : Futura Publishing C o, 1996. M etcalfe J: T h e Brain: D egeneration, Damage, Y onas H: C erebral B loo d Flow M easurem ent
G reitz D, G reitz T , Hindmarsh T : A new view and Disorder. B erlin : Springer, 1998. with S ta b le X en on -E n h an ced C om puted T o ­
on the C SF-circu Iatio n with the potential N ehlig A: C erebral energy m etabolism , glu­ mography. New Y ork: R av en Press, 1992.
for pharm acological treatment o f childhood co se transport and blood flow: changes with Z ierler R E : Surgical M anagem ent o f C ereb ro­
hydrocephalus. A cta Paediatr 8 6 :1 2 5 , 1997. maturation and adaptation to hypoglycae- vascular D isease. H ightstow n, N J: M cG raw -
Guyton A C , T a y lo r A E, G ranger H J: C ircu la­ niia. D iabetes M etab 2 3 :1 8 , 1997. H ill, 1994.
iill i. t r - I 1 n l n ,i I n i mİ i r fn llli ,n ,i I iím ■ / i ,im r i --Iİ
u b r)J )lı 11¡ lü í! i il iTJ juj ( i f .'• < i t K y i C I ul.- i \ i . f ii<) J iiy \n./|i|;| M i.l i j j . l . m u ı ıiM t l i l M ıi i| i " . ı * j H i l ir ir M u .i n t ;l
\)> : vul> 'n >¡im {'t.iir-r.riH iX <•) i 1:. i n •! • m H lilt / iv | | lllu ? < H I ’ f11 iv 'lf ’f f iji ij/ jll! f t •. (i ) .lif C .I' • 1,1
fiii.v i M;.¡ Idliil ih ;1 . d i l i m i ııı? f; ii ,> f1tl• I >ui rtifjy iv
i ' i i l ^ i b m ; i i i i , I ' , V .v « ! 1 1• i n i Ii. I ij fí .l) i ii rjılıı >
. i m i:l*»• {« b ylr.tftlo ií*i|í*>*il|| u!.*u I f i o i i n

i m in iM m i n i ti < » ii.íin > i¡M ' . ••fin . '»«1 H ı . \ y ı ı i i r l r m .v u I


-i I ’l i l i i i i . IIİ i iil;| Jl£llljlt> I IjIIIJ^Mj) Íiíift C ; h i d i l l III III / vi;|
m ( i M i-l •>!) n - i M . d '7 h . U u I íiJ' tl l i h • , s*' I \ i ¿jjii’ rl» f11i r111 ,r i iv í í x ' ’ •fiili) ru .‘jtu'ilv.jn fifi .tfbi?.ßij|j>i>ilu clan;';

■jj'caJ<’■in >’>otr V ,,
•dll‘l 15J(I' .7. i * .flOUJir't' I*. I I' iiVV il'l ||.|. v<7 ,. •illri'l I sl^oj
flip I >?. i |M .1 'lili.liuii » I ïiïfjinû
I !: ' .i ' i i j ; 11i •■i111

.*■< . i 1.1 i- <l‘Î (i


I

I 11'1‘J Il iil'Vl ifJl'Mi. ' v/nilluicf

,
., n.liiv/.i.V I . “ I' .i ' .'/ .’.¡ •Ilili -iM
I.......... . .1 If.n i iA . ij'l iili

lit »fil iM '! nul. \ .\A .‘I • in ’


i-f.ii -i» l i A .l " i t /t l w » ^ V i j' -n i


nr. ! -AI ,11 II I 1il,

. Ibliil ' •I.» .iili. il l o i 1 •*1.• r>i i | I


ÜNİTE % 1 1

Gastrointestinal
Fizyoloji XII
62
G a s tro in te s tin a l F o n k s iy o n u n G e n e l K u ra lla rı-M o tilite , S inirsel K o n tro l
v e Kan D o la şım ı

63
B esinin S in d irim K a n a lın d a Taşınm ası ve K arıştırılm ası

64
S in d irim K an a lının Salgı F o n k s iy o n la rı

65
G a s tro in te s tin a l K a n a ld a S in d irim ve E m ilim

66
G a s tro in te s tin a l B o z u k lu k la rın F izyo lo jisi
Gastrointestinal Fonksiyonun
Genel Kuralları-Motilite,
Sinirsel Kontrol ve Kan Dolaşımı

Sindirim kanalı elektrolitler, su ve gıdaları sürekli dir. Loııgitudinal kas tabakasında bu dem etler bar­
olarak vücuda sağlar. Bunu gerçekleştirmek için 1) sak kanalı boyunca uzunlam asına uzanırken sirkü­
gıdaların sindirim kanalında hareketi, 2 ) sindirim ler kas tabakasında barsağın çevresinde uzanırlar.
salgılarının salgılanması ve besinin sindirimi, 3) Her demetin içindeki kas lifleri birbirleriyle, iyonla­
sindirim ürünleri, su ve çeşitli elektrolitlerin emili- rın bir hücreden sonrakine düşük rezistansla hare­
mi, 4) em ilen maddeleri uzaklaştırmak için gastro- ketine izin veren, çok sayıda yarık bileşkeler (gap
intestinal organlarda kanın dolaşımı ve 5) tüm bu jım ctions) ile elektriksel olarak bağlanmışlardır.
fonksiyonların sinirsel ve horm onal mekanizm a­ Böylece her demetin içindeki elektrik sinyalleri bir
larla kontrolü gerekmektedir. liften sonraki life kolayca ulaşır, ancak bu ileti de­
Şekil 62-1 tüm sindirim kanalını göstermektedir. met boyunca, yanlara doğru olduğundan daha hız­
Her bölüm kendi özel fonksiyonuna göre uyum la ulaşır.
göstermiştir. Bazı bölümleri özofagus gibi basit gı­ Düz kas liflerinin her demeti birbirinden gevşek
da pasajını sağlarken, diğerleri mide gibi besin de­ bağ dokusu ile ayrılmıştır, fakat dem etler birçok
polar ve diğer bazıları da ince barsak gibi sindirim noktada birbirleriyle birleşir. Bu şekilde gerçekte
ve emilimde yer alır. Bu bölümde, tüm sindirim ka­ her kas tabakası düz kas dem etlerinin dantel tar­
nalındaki fonksiyonların temel kurallarını tartış­ zında dallanmasını temsil etmektedir. Bu nedenle,
maktayız. Takip eden bölümlerde kanalın farklı b ö ­ her kas tabakası bir sinsityum olarak işlev görür;
lüm lerinin özgül fonksiyonları tartışılacaktır. yani kas kütlesi içinde herhangi bir yerde bir aksi­
yon potansiyeli oluşturulduğunda bu genellikle kas
içinde tüm yönlere ulaşır. Ulaştığı uzaklık, kasın
uyarılabilmesine bağlıdır. Bazen yalnız birkaç m ili­
metre sonra durur veya başka zamanlarda birkaç
GASTROİNTESTİNAL MOTİLİTENİN santimetre veya ince barsak kanalının tüm uzunlu­
GENEL KURALLARI ğu boyunca bile ilerlerler. Ayrıca, longitudinal ve
sirküler kas tabakaları arasında bir miktar bağlantı­
lar bulunur, böylece bu tabakalardan birindeki
Gastrointestinal Duvarın Özellikleri uyarılma sıklıkla diğerini de uyarır.

Şekil 62-2 ince barsak duvarının tipik bir kesitini G astrointestinal Düz Kasın Elektriksel A ktivitesi
göstermektedir ve dış yüzeyden içeri doğru şu ta­
bakaları içermektedir: 1 ) seroza, 2 ) uzunlam asına Barsak kanalının düz kası sürekli fakat yavaş elekt­
(longitudinal) kas tabakası, 3) dairesel (sirküler) riksel aktiviteye maruz kalır. Aktivitede 2 temel
kas tabakası, 4) sııbm ukoza ve 5) m ukoza. Ek ola­ elektriksel dalga tipi bulunur. Bunlar Şekil 62-3'de
rak düz kas liflerinden oluşmuş seyrek bir tabaka, gösterilmiş olan 1 ) yavaş d alg ala rv e 2 ) dikensi (siv­
m uskularis m ukoza, mukozanın daha derin taba­ ri) dalgalardır. Ayrıca gastrointestinal düz kasın is­
kalarında uzanır. Baısakların motor işlevleri düz tirahat membran potansiyelinin voltajı farklı dü­
kasın farklı tabakaları tarafından gerçekleştirilir. zeylere değişebilir ve bu da gastrointestinal kanalın
Bölüm 8 'de tartışılan düz kasın genel özellikleri motor aktivitesinin kontrolünde önem li etkilere
ve fonksiyonu, bu bölüm ün ilerideki kısım larına te­ sahip olabilir.
m el oluşturm ası am acıyla özetlenmektedir. Barsak
düz kasının özellikleri aşağıda tanımlanmıştır. Yavaş Dalgalar. Gastrointestinal kasılm aların ç o ­
ğu ritmik olarak gerçekleşir ve bu ıitm daha çok
G astrointestinal Düz Kas-Sinsityum Olarak düz kas m embran potansiyelindeki yavaş dalga di­
Fonksiyonu. Gastrointestinal kanaldaki bireysel ye adlandırılan dalgaların frekansı ile belirlenir. Ş e­
düz kas lifleri 200-500 mikrometre uzunlukta ve 2 kil 62-3’de gösterildiği gibi, bu dalgalar, aksiyon p o ­
ile 1 0 mikrometre çaptadırlar ve 1 0 0 0 kadar paralel tansiyelleri değillerdir. Buna karşılık istirahat
liften oluşmuş demetler şeklinde düzeıılenmişler- m em bran potansiyelindeki yavaş ve ondiilasyon

718
BÖLÜM 62 • Gastrointestinal Fonksiyonun Genel Kuralları-M otilite, Sinirsel Kontrol ve Kan Dolaşımı 719

Dikensi potansiyeller
o-

O 10 -
>
I 20 -
Depolarizasyon
Yavaş dalgalar
30 -
</> / W
c 40 -
1 /X / \ 1. Norepinefrin
o
Q. 50 - 2. Sempatikler ile
C
1. Gerilme uyarılma
-D 60 - İstirahat
E 2. Asetilkolin,
o 70 -
S 3. Parasempatikler
Hiperpolarizasyon
ile uyarılma
r t
12 18 24 30 36 42 48 54
Saniyeler

ŞE K İL 62 - 3
İnce barsak düz kasındaki membran potansiyelleri. Barsağın
farklı fizyolojik koşullarında gerçekleşen yavaş dalgalar,
dikensi potansiyeller, depolarizasyon ve hiperpolarizasyona
dikkat ediniz.

Yavaş dalgaların nedeni bilinm em ektedir. An­


cak sodyum pom pasının pom palam a aktivitesi-
Sindirim kanalı. nin yavaş ondiilasyonlarıyla oluştuğuna in an ıl­
maktadır.
Mide hariç gastrointestinal kanalın çoğu bölge­
sinde yavaş dalgaların kendileri genellikle kas ka­
sılmasına neden olmazlar. Buna karşılık tem el ola­
gösteren değişikliklerdir. Şiddetleri 5 ve 15 milivolt rak ara sıra görülen dikensi potansiyellerin doğm a­
arasında değişir ve frekansları insan gastrointesti­ sını kontrol ederler ve dikensi potansiyeller de kas
nal kanalının farklı bölümlerinde dakikada 3 ve 12 kasılmasının çoğuna neden olurlar.
arasındadır. Midenin korpusunda yaklaşık 3, du-
odenumda 1 2 kadar ve terminal ileumda yaklaşık 0
veya 9 kadardır. Bu nedenle, midenin koıpus bölü­ Dikensi Potansiyeller. Sivri potansiyeller ger­
münün kasılma ritmi sıklıkla dakikada yaklaşık 3, çek aksiyon potansiyelleridir. G astro in testin al
duodenıımda dakikada yaklaşık 1 2 ve ileumda da­ düz kasın istirahat potansiyeli yaklaşık -40 mili-
kikada 8 ila 9 'dur. volttan daha pozitif olduğunda (norm al m e m b ­
ran istirahat potansiyeli -50 ile 60 m ilivolt arasın ­
dadır) otom atik olarak oluşurlar. Bu ned enle Ş e ­
kil 6 2 -3 ’de yavaş dalgaların tepe noktalarının -40
milivoltun üstü düzeyine giderek yükseldiği, yani
40 m ilivolttan daha az negatif olduğu h er seferde
Seroza dikensi potansiyellerin bu tepelerde görüldüğü­
Sirküler kas ne dikkat ediniz. Yavaş dalga potansiyeli bu dü­
Longitudinal kas zeyden ne kadar daha yükseğe çıkarsa, dikensi
potansiyelin frekansı o kadar büyük olur, g en el­
Submukoza
Mukoza
likle saniyede 1 ile 1 0 dikensi potansiyel arasın ­
Meissner sinir dadır.
pleksüsü G astrointestinal kastaki dikensi potansiyeller,
tabaka büyük sinir liflerinde her biri 1 0 ile 2 0 milisaniye
kadar süren aksiyon potansiyellere göre 10 ile 40
Muskülaris
mukoza
misli daha uzun sürmektedir.
Gastrointestinal düz kas ile sinir liflerinin aksiyon
Myenterik
sinir pleksüsü potansiyelleri arasındaki diğer bir önemli farklılık
da oluşma şekilleridir. Sinir liflerinde, aksiyon po­
Mukozal bez
tansiyelleri hemen tamamen sodyum iyonlarının
Submukozal bez sodyum kanallarından liflerin içine hızla girmesiyle
gelişir. Gastrointestinal düz kasta, aksiyon potansi­
Mezenter
yel oluşumundan sorumlu kanallar oldukça farklı­
Ş E K İL 62 - 2 dır; bu kanallar çok sayıda kalsiyum iyonunun yanı
Baısağın tipik enine kesiti sıra dalia az sayıda sodyum iyonunun da girmesine
720 ÜNİTE X II • Gastrointestinal Fizyoloji

izin vermekte, bu nedenle kalsiyımı-sodyıım kan al­ potansiyellerine neden olmaksızın düz kas m em b-
ları adını almaktadır. Bu kanalların, hızlı sodyum ranının devamlı depolarizasyonuna yol açan h or­
kanallarına kıyasla dalıa yavaş açılıp kapanmaları monlar veya diğer faktörler tarafından oluşturulur.
aksiyon potansiyellerinin uzun sürmesinden so­ Tonik kontraksiyonların üçüncü nedeni, m em bran
rumludur. Ayrıca, aksiyon potansiyeli sırasında, kal­ potansiyeli değişiklikleri ile ilişkili olmayan yollarla
siyum iyonlarının kas lifinin içine fazla miktarda ha­ taşınan kalsiyumun devamlı olarak hücrenin içine
reketi, biraz ileride tartışılacağı gibi, ince barsak düz girişidir. Bu mekanizmanın detayları açık değildir.
kasının kasılmasında özel bir rol oynar.

İstirahat M em bran Potansiyelinin Voltajındaki


Değişiklikler. Yavaş dalga ve dikensi potansiyelle­ GASTROİNTESTİNAL FONKSİYONUN
re ek olarak, istirahat m em bran potansiyellerinin
SİNİRSEL KONTROLÜ- ENTERİK
voltaj düzeylerinde değişiklikler olabilir. Normal
şartlar altında istirahat m em bran potansiyelleri or­
SİNİR SİSTEMİ
talama -56 milivolttur, fakat birçok faktör bu düze­
ye etki edebilir. Potansiyeller daha fazla pozitif ol­ Gasrointestinal kanal enterik sinir sistemi denilen bir
duklarında kas daha kolay uyarılabilir hale gelir ve sinir sistemine sahiptir. Bu sistem tamamen organ
bu duruma m em branın depolarizasyonu denir. Po­ duvarında yer alır, özofagusta başlar ve anüse kadar
tansiyel negatifleştiğinde ise lifler daha az uyarıla- devam eder. Enterik sistem içindeki nöronların sayısı
bilir, bu duruma da hiperpolarizasyoıı denir. yaklaşık 1 0 0 milyon olup bu rakam tüm medulla spi-
Membranı depolarize eden faktörler membranı nalisteki nöron sayısına hemen hemen eşittir. Bu du­
dalıa fazla uyarılabilir hale getirirler. Bunlar: 1) ka­ rum gastrointestinal fonksiyonların kontrolünde en­
sın gerilmesi, 2) asetilkolin ile uyarılması, 3) sinir terik sistemin önemini göstermektedir.
uçlarından asetilkolin salgılayan parasempatik si­ Enterik sistem Şekil 62-2 ve 6 2 -4 ’de gösterildiği
nirlerle uyarılması ve 4) bazı özel gastrointestinal gibi temel olarak iki pleksustan ibarettir: 1 ) longitu-
hormonlar ile uyarılmadır. dinal ve sirküler kas tabakaları arasında yer alan
M embran potansiyelini daha da negatifleştiren nıyenterik veya A uerbach pleksıısıı denilen dış
önemli faktörler ise m em branı hiperpolarize eder pleksus ve 2 ) submukozada yer alan sııbm ııkozal
ve kas lifini daha az uyarılabilir hale getirirler. Bun­ veya Meissııer pleksusu denilen iç pleksus. Bu iki
lar: 1 ) norepiııefrinin veya epinefrinin kas memb- pleksus arasındaki ve içindeki sinirsel bağlantılar
ıanı üzerine olan etkisi 2 ) sinir uçlarından noıepi- Şekil 62-4’de gösterilmiştir. Myenterik pleksus te ­
nefıin salgılayan sem patik sinirlerin uyarılmasıdır. mel olarak gastrointestinal hareketleri kontrol
ederken, submukozal pleksus başlıca gastrointesti­
Kalsiyum İyonları ve Kas Kontraksiyonu. Kas nal sekresyonları ve lokal kan akımım kontrol eder.
kontraksiyonu kalsiyumun kas lifi içine girişine ce ­ Şekil 62-4deki myenterik ve submukozal pleksus ile
vap olarak meydana gelir. Bölüm 8 'de açıklandığı bağlantıları olan sempatik ve parasempatik liflere dik­
gibi kalsiyum iyonları kalmodulin kontrol meka­ kat ediniz. Enterik sinir sistemi her ne kadar kendi
nizması üzerinden hareket ederek lifteki miyozin kendine fonksiyon görse de bu ekstrensek sinirlerden
filamentlerini aktive eder, böylece miyozin ve aktin bağımsız olarak parasempatik ve sempatik sistemlerin
lifleri arasında birbirini çeken güçlere neden olur uyarılması ileride de tartışılacağı gibi gastrointestinal
ve kasın kontraksiyonu sağlanır. fonksiyonlarda aktivasyon veya inhibisyon yalatabilir.
Yavaş dalgalar kalsiyum iyonunun düz kas içine Yine Şekil 62-4de gösterildiği gibi gastrointestinal
girişine neden olmazlarken sadece sodyum iyonu­ epitel veya barsak duvarından köken alan duysal sinir
nun girişini sağlarlar. Bu nedenle, yavaş dalgalar uçları vardır. Bunlar dalıa soma enterik sistemin her iki
kendi başlarına genellikle kontraksiyona neden ol­ pleksusuna ve ayrıca (1 ) sempatik sinir sisteminin pre-
mazlar, bunun yerine yavaş dalgaların en üst nok­ veı tebıal gaııgliyonlarına, (2) medulla spinalise ve (3)
tasında meydana gelen dikensi potansiyeller sıra­ vagus sinirleri içinde beyin sapma afferent lifler gön­
sında büyük miktarda kalsiyum iyonu lifin içine gi­ derirler. Bu duysal sinirler barsağın içinde lokal refleks­
rer ve kontraksiyona neden olur. ler oluşturabilir ve diğer refleksler santral sinir sistemi­
nin bazal bölgelerinden veya pıevertebral gangliyon-
Bazı Gastrointestinal Düz Kasların Tonik Kontrak- lardan barsağa doğru geriye yayılım yapabilirler.
siyonları. Gastrointestinal sistemdeki bazı düz kaslar
ritmik kontraksiyonlarla beraber veya bunların yerine
tonik kontraksiyonlar yaparlar. Tonik kontraksiyoıılar Myenterik ve Submukozal Pleksuslar
devamlıdır, yavaş dalgaların bazal elektriksel ritmleri ile Arasındaki Farklar
ilişkili değildir, fakat sıklıkla dakikalar hatta saatler son­
ra dururlar. Tonik kontraksiyonlar sıklıkla yoğunlukla­ Myenterik pleksus genel olarak gastrointestinal kana­
rında artma ve azalma gösterirler, ancak devamlıdırlar. lın tüm boyunca uzanan birbirleriyle ilişkili nöronla­
Tonik kontraksiyonlar bazen tekrarlayan sivri po­ rın zincir şeklinde sıralanmasıyla meydana gelir. Bu
tansiyellere neden olabilirler. Bunların sıklığı ne tek sıra zincirlerden birisi Şekil 62-4de gösterilmiştir.
kadar artarsa kontraksiyonun derecesi de o kadar Myenterik pleksus barsak duvarı boyunca yuka­
büyük olur. Bazen tonik kontraksiyonlar aksiyon rıdan aşağıya doğru uzandığı için ve yine barsak
BÖLÜM 62 • Gastrointestinal Fonksiyonun Genel Kuralları-M otilite, Sinirsel Kontrol ve Kan Dolaşımı 721

Sempatik Parasempatik
Prevertebral
gangliyonlara, (esas olarak (pregangliyoner)
medulla spinalise postgangliyoner
ve beyin sapına
k A

Myenterik
pleksus

Ş E K İL 62 - 4
Barsak duvarının sinirsel kontrolü.
Myenterik ve submukozal pleksuslar Submukozal
(siyah lifler), bu pleksusların sempatik ve Pleksus
parasempatik sinir sistemi tarafından
ekstrensek kontrolü (kırmızı lifler) vg Duysal
lümen epiteli ve barsak duvarından Nöronlar
enterik pleksuslara geçen, oradan pre-
vertebral gangliyonlara, spinal korda ve
beyin sapm a ulaşan duysal lifleri (kesik
lifler) göstermektedir.

düz kasının longitudinal ve sirküler tabakaları sinir uçlarından salgılanan düzinelerce birbirin­
arasında yer aldığından tem el olarak barsak b o ­ den farklı n örotran sm iterler tanım lam ışlardır.
yunca oluşan m otor aktivitenin kontrolü ile ilgili­ Bunlardan iki tanesi çok yakından tanıdığım ız 1)
dir. Uyarıldığında tem el etkileri şunlardır: 1) art­ asetilkolin ve 2) norepiııefrin'dir. Diğerleri 3) ade-
mış tonik kontraksiyon veya barsak duvarının "to- nozin trifosfat 4) serotonin 5) d op am in 6 ) kolesisto-
nusunun” artması, 2 ) ritmik kontıaksiyonların yo­ kiniıı 7) P m addesi 8 ) v azoaktif iııtestinal p o lip ep ­
ğunluğunda artma, 3) kontraksiyon ritminin h ı­ tid d) som atostatin 1 0 ) îeu-enkefalin 1 1 ) m et-enke-
zında hafifçe artma, 4) peristaltik dalgaların hız­ fa liıı ve 12) bombesin' dir. Aşağıdaki vurgulanan
lanm asına neden olan uyarıcı dalgaların ileti h ı­ noktaların haricinde, bunların çoğunun spesifik
zında artm a. fonksiyonları geniş şekilde tartışılacak kadar y e­
M yenterik pleksus tam am en uyarıcı olarak ele terli bilinmemektedir.
alınm am alıdır. Çünkü bazı nöronlar inlıibitör- Asetilkolin gastrointestinal aktiviteyi hızlandı­
diir, bu sinir lifleri term inal uçlarından vazoaktif rırken, n orep inefrin gastroin testin al aktiviteyi
intestinal polipeptid veya diğer peptidler gibi in ­ baskılar. Adrenal medulladan dolaşım a salgılan­
hibitor transm iterler salgılarlar. Sonuçta m eyda­ dıktan sonra kan yoluyla gastrointestinal kanala
na gelen inhibitor sinyaller, p ilor sfinkteri gibi ulaşan epinefrin için de bu durum geçerlidir. Yu­
m idenin boşalm asını ve ileo çek a l valv gibi ince karıda belirtilm iş olan diğer transm iterler de uya­
barsak içeriğinin çekum a boşalm asını kontrol rıcı ve inhibe edici özelliklere sahiptirler; ancak
eden gastrointestinal kanalın birbirini takip eden bunların önem i ve fonksiyonları henüz tam an la­
segm entleri arasında gıdanın hareketini engelle­ şılamamıştır.
yici sfinkter kasların inhibisyonu için özellikle
yararlıdırlar.
Submukozal pleksus myenterik pleksusun tersi­ Gastrointestinal Kanalın Otonomik
ne her bir küçük barsak segmentinin iç duvarında­ Kontrolü
ki kontrolden sorumludur. Örneğin, birçok duysal
sinyal gastrointestinal epitelden kaynaklanır ve da­ Parasempatik İnervasyon. Barsakların parasem ­
ha sonra submukozal pleksusta toplanarak lokal patik sinirleri Bölüm 60'da tartışıldığı gibi kraniyal
intestinal sekresyon, lokal absorpsiyon ve mide ve sakral bölüm lere ayrılmaktadır.
mukozasının çeşitli derecelerde katlanmasına n e­ Ağız ve farengeal bölgeye giden birkaç parasem ­
den olan submukozal kasın lokal kontraksiyonuna patik lifi hariç, kraniyal parasem patikler tam am en
yardımcı olur. vagus siniri içinde taşınırlar. Bu lifler özofagus, m i­
de ve pankreası yoğun olarak inerve ederlerken ka­
lın barsağın birinci yarısına kadar olan barsak b ö ­
Enterik Nöronlar Tarafından Salgılanan lümüne daha az ulaşırlar.
Nörotransmiter Tipleri Sakral parasem patikler ikinci, üçüncü ve dör­
düncü sakral spinal segmentlerden doğarlar ve pel-
Enterik sinir sistem inin birçok fonksiyonunu daha vik sinirler içinde kalın barsağın distal yarısına ula­
iyi anlam ak amacıyla, araştırmacılar farklı enterik şırlar. Sigmoidal, rektal ve anal bölgeler parasem ­
722 ÜNİTE X II • Gastrointestinal Fizyoloji

patik lifler tarafından diğer barsak alanlarından veya parasempatik sinir lifleri ile beraber geçirerek
nispeten daha iyi inerve edilirler. Bu liflerin özellik­ medulla spiııalise veya beyin sapma direkt olarak
le defekasyon reflekslerindeki fonksiyonları Bölüm iletirler. Örneğin vagus sinirinin sinir liflerinin
63 ’de tartışılmıştır. % 80’i afferent, geri kalanı efferenttir. Bu lifler affe­
Parasempatik sistem in postgangliyonik nöronla­ rent sinyalleri medullaya taşır ve böylece gastroin­
rı myenterik ve submukozal pleksus içinde yerleş­ testinal kanalın birçok fonksiyonunu kontrol ede­
mişlerdir ve parasempatik sinirlerin uyarılması en­ cek olan vagal refleks sinyallerini başlatırlar.
terik sinir sistem inin tam amında genel bir aktivite
artımına neden olur. Böylece gastrointestinal fonk­ Gastrointestinal Refleksler
siyonların büyük bir bölümünde aktivite artımına
neden olurlar. Enterik sinir sistem inin anatomik düzeni ve sem ­
patik ve parasempatik sistem ile olan bağlantıları,
Sem patik İnervasyon. Gastrointestinal kanalın gastrointestinal kontrol için gerekli olan 3 tip gast­
sem patik lifleri spinal kordun T5-L2 segmentleri rointestinal refleksin meydana gelm esini sağlar.
arasından kaynaklanır. Baısakları inerve eden pıe- Bunlar aşağıda belirtilmiştir:
gangliyonik liflerin çoğu medıılla spinalisi terk et­
tikten sonra sem patik zincir içine girer ve bu zin­ 1) Enterik sinir sisteminin tam am en içinde olu ­
cirleri terk ederek çöliak gatıgliyon ve çeşitli me- şan refleksler. Bunlar gastrointestinal salgıları, pe-
zenterik gangliyonlaı’a doğru giderler. Burada da­ ristaltizmi, karıştırıcı kontraksiyonları, lokal inhibi­
ha çok postgangliyonik nöron gövdeleri yerleşmiş­ tör etkileri kontrol eden refleksleri içerir.
lerdir ve postgangliyonik lifler buradan yayılarak 2) Barsaklardan başlayıp prevertebral sem patik
postgangliyonik sempatik sinirler içinde temel ola­ gangliyonlara giden ve gastrointestinal kanala geri
rak enterik sinir sistemindeki nöronlarda sonlana­ dönen refleksler. Gastrointestinal kanalda bu refleks­
cak şekilde tüm barsaklaıa geçerler. Sempatikler ler uyaranları uzun mesafeler boyunca iletebilirler.
genel olarak, parasempatiklerde olduğu gibi ağız Kolonun boşalmasını sağlayan mideden doğan sin­
boşluğu ve anüse yakın bölgelere yoğun olarak dal­ yaller (gastrokolik refleks), mide motilitesi ve sekres-
lar vermek yerine, gastrointestinal kanalın tam a­ yonunu inhibe eden ince barsak ve kolondan kay­
mını inerve ederler. Sempatik sinir sonlarından no- naklanan sinyaller (enterogastrik refleks) ve ileum
repinefrin salgılanır. içeriğinin kolona boşalmasını inhibe eden kolondan
Genel olarak sempatik sinir sisteminin uyarılması kaynaklanan sinyaller (kolonoileal refleks) gibi.
parasempatik sistemin sebep olduğu etkilerin tersi­ 3) Barsaklardan m edulla spiııalise ve beyin sa p ı­
ne, gastrointestinal kanalın aktivitesinde inhibisyo- na giden ve tekrar gastrointestinal kan a la geri d ö ­
na neden olur. Etkilerini iki yolla meydana getirir: 1 ) nen refleksler. Bunlar özellikle 1) mide ve duode-
noıepinefrinin düz kas üzerine direkt etki ile yaptığı num dan kaynaklanan, vagus ile beyin sapma giden
hafif inhibisyon (muskularis mukoza hariç, zira bu­ ve mideye geri dönen midenin m otor hareketlerini
rası için uyarıcıdır) ve 2 ) enterik sinir sistemi nöron­ ve salgısını kontrol eden refleksler. 2 ) tüm gastroin­
larına noıepinefrinin güçlü inhibitör etkisi. Böylece testinal kanalda genel bir inhibisyon yaratan ağrı
sempatik sistemin kuvvetle uyarılması gastrointes­ refleksleri 3) medulla spiııalise gelen ve geri dönüp,
tinal kanalda gıdanın hareketini durdurabilir. defekasyon için gerekli kuvvetli kolonik, rektal ve
abdom inal kontraksiyonları yaratan defekasyon
refleksleridir.
Barsakların Afferent Duysal Lifleri
Barsaklardan birçok afferent duysal sinir lifleri çı­ Gastrointestinal Motilitenin Hormonal
kar. Bunların bazılarının hücre gövdeleri enterik si­ Kontrolü
nir sistem i içinde bulunur. Bu sinirler 1) barsak
mukozasının iritasyonu 2 ) barsakların aşırı distan- Bölüm 6 4 ’de gastrointestinal sekresyonun kontro­
siyonu veya 3) barsakta bazı özel kimyasal madde­ lünde çeşitli hormonların önem leri tartışılmıştır.
lerin bulunmaları ile uyarılabilirler. Bu liflerden ge­ Benzer hormonların birçoğu gastrointestinal kana­
len sinyaller uyarılmaya veya bazı koşullar altında lın bazı bölümlerinin motilitesini de aynı zamanda
barsak hareketlerinde veya sekresyonunda inhibis- etkilerler. Hormonların motilite üzerine etkileri
yona neden olabilirler. salgılatıcı etkilerinden daha az önem li olmalarına
Enterik sinir sistem inde sonlanan afferent liflere rağmen, motilite kontrolü için çok önemli olan b a­
ilave olarak iki ayrı tipte afferent lif de bu sistem ile zıları aşağıdadır.
ilişkilidir: (1) Hücre gövdeleri enterik sinir sistemi Kolesistokiııin barsak içindeki yağ ve yağ asidleıi-
içindedir; fakat aksonları çöliak, m ezenterik ve hi- nin yıkım ürünleri ile monogliseridlerin varlığına
pogastrik gangliyonlar gibi prevertebral sem patik cevap olarak duodenum ve jejunum mukozasında­
gangliyonlarda sonlanan otonomik sinirler içinde ki “1" hücrelerinden salgılanır. Safra kesesinin kont-
seyreder. (2) Diğer tip afferent liflerin hücre gövde­ raksiyonunu artırıcı etkisi ile safrayı ince barsağa
leri medıılla spinalisin doısal kök gangliyonlarmda boşaltır, böylece safra burada yağlı gıdaları emülsi-
veya kraniyal sinir gangliyonlarmda bulunur; bu fiye ederek sindirilmeleri ve absorbe edilmelerinde
lifler sinyallerini aynı sinir gövdelerinde sempatik önemli rol oynar. Kolesistokinin mide m otilitesin-
BÖLÜM 62 • Gastrointestinal Fonksiyonun Genel Kuralları-M otilite, Sinirsel Kontrol ve Kan Dolaşımı 723

de hafif bir azalma yaratır. Böylece bu hormon ay­ boyunca yayılır. Böylece gastrointesünal kanal, safra
nı zamanda safra kesesini boşaltırken mideden gı­ kanalları, iireterler, vücuttaki diğer bez kanalları ve
daların boşalmasını yavaşlatarak yağların üst b a l­ düz kas tüplerinde peristaltizm meydana gelir.
sak sistem inde sindirilmeleri için yeteri kadar za­ Peristaltizm için en genel uyarı barsakların dis-
m an kalmasını sağlar. tansiyonudur. Eğer barsak içinde herhangi bir nok­
Sekretiıı mideden pilor yoluyla duodenuma bo­ tada büyük miktarda gıda toplanırsa barsak duva­
şalan asit özellikteki mide sıvısına cevap olarak du- rının gerilmesi enterik sinir sistem ini uyararak bu
odenum un "S" hücrelerinden salınır. Gastrointes­ noktanın 2-3 cm üzerinde kontraksiyona neden
tinal kanalın hem en hemen tamamında motilite olur ve peristaltik hareketi başlatan kontraktil hal­
üzerine hafif bir inhibitör etkisi vardır. ka oluşur. Peristaltizmi başlatan diğer uyarılar bar­
Gastrik inhibitör peptici temel olarak yağ asidleri sak epitelinin kimyasal veya fiziksel iritasyonudur.
ve amino asidlere daha az olarak da karbonhidrat­ Ayrıca, barsakları uyaran parasem patikler sinir
lara cevap olarak üst ince barsak mukozası tarafın­ uyarılarının çoğu güçlü peristaltik dalgalara yol
dan salgılanır. İnce barsağın üst kısımları gıda ile açarlar.
dolu olduğu zaman midenin motor aktivitesini in ­
hibe ederek mide içeriğinin duodenuma geçişini Peristaltizmde M yenterik Pleksusun Fonksiyo­
yavaşlatır. nu. Gastrointesünal kanalın herhangi bir yerinde
myenterik pleksus konjenital olarak gelişmemiş ise
bu bölgede peristaltizm çok zayıftır. Myenterik
pleksusun kolinerjik sinir uçlarını paralize etmek
için atropin tedavisi yapıldığında, barsakların ta­
mamında peristaltizm ya büyük ölçüde azalır veya
GASTROİNTESTİNAL KANAL HARE­
tam olarak bloke olur. Bu yüzden, etkin peristal­
KETLERİNİN FONKSİYONEL TİPLERİ tizm aktif myenterik pleksus gerektirir.

Gastrointestinal kanalda iki tip hareket meydana Peristaltik Dalgaların Anüse Doğru H areketi.
gelir: 1 ) sindirim ve absorpsiyon için kanal içinde Peristaltizm teorik olarak uyarılan noktadan her iki
gıdaları uygun hızda ileri doğru hareket ettiren iler­ yöne doğru olabilir; ancak hareket anüse doğru yol
letici hareketler ve 2 ) barsak içeriğinin her zaman alarak devam ederken ağıza doğru olan hızla yok
birbirleriyle karışık olarak kalmasını sağlayan k a ­ olur. Peristaltizmin bu yön tercihinin sebebi belli
rıştırıcı hareketler. değildir, kuvvetle muhtem el olarak aşağıda anlatıl­
dığı gibi myenterik pleksusun anüse doğru polaıi-
ze olmasından ileri gelmektedir.
İlerletici Hareketler-Peristaltizm
Peristaltik Refleks ve "Barsak Kanunu". Intestinal
Gastrointestinal kanalın temel ilerletici hareketi kanalın bir segmenti distansiyon ile uyarıldığında ve
Şekil 62-5'de gösterildiği gibi peristaltizmdir. Bar­ peristaltizm başladığında, peristaltizme neden olan
sak etrafında kasılan halkalar meydana gelir ve kontraktil halka gerilmiş segmeııtin ağıza doğru
bunlar ileri doğru hareket ederler. Bu hareketleri olan tarafı yönünde hafifçe hareket eder. Daha son­
ince ve gerilmiş bir tübiin etrafına parmakların do­ ra gerilmiş segmente doğru hareket ederek, tam a­
lanması ve tüp boyunca ileri doğru kaydırılmasına men ortadan kaybolmadan önce barsak içeriğini
benzetilebilir. Kasılmış olan halkanın önündeki anüse doğru 5-10 cm kadar ilerletir. Aynı zamanda
herhangi bir materyel ileri doğru hareket eder. barsak anüse doğru aşağı yönde birkaç cm. genişle­
Peristalizm sinsityal düz kas tüplerinin doğal bir yebilir. Gıdaların ağız yönünden çok anüse doğru
özelliğidir. Herhangi bir noktasından uyarılması baı - daha kolay ilerletilmesine izin verdiği için buna
sağın sirküler kas tabakasında kontraktil halkanın “karşılayıcı gevşeme” (ıeseptif relaksasyon) denir.
doğmasına neden olur ve bu halka daha sonra tüp Bu kompleks durum myenterik pleksusun yoklu­
ğunda meydana gelmez. Bu sebepten komplekse
myenterik refleks veya peristaltik refleks adı verilir.
Peristaltik kasılma Peristaltik refleks ile beraber anüse doğru peristal­
Gerilmenin önde giden dalgası tizmin ilerlemesine “barsak kanunu" denir.

Karıştırıcı Hareketler

Karıştırıcı hareketler sindirim kanalının farklı böl­


gelerinde birbirinden tam am en farklıdır. Bazı böl­
gelerde peristaltik kontıaksiyonlar karıştırm a işini
5 saniye sonra
yaparlar. Barsak içeriğinin ileri doğru hareketinin
sfinkter ile bloke edildiği ve böylece peristaltik dal­
Ş E K İL 62 • 5 ganın içeriği ilerletmekten ziyade yalnızca çalkala­
Peristaltizm yabildiği bölgeler için bu durum özellikle geçerli-
724 ÜNİTE X II • Gastrointestinal Fizyoloji

dir. Başka zamanlarda da barsak duvarında birkaç suda eriyen besinlerin çoğu portal ven kanı ile aynı
santim etrede bir lokal intermitan konstriktif kon t­ karaciğer sinüzoidleıine taşınır. Burada hem ıeti-
raksiyonlar oiuşur. Bu kontraksiyonlar sadece 5 -30 küloendotelyal hücreler ve hem de esas paranki-
saniye süıer; daha sonra baısağın başka bir nokta­ mal karaciğer hücrelerini oluşturan hepatositler
sında yeni kontraksiyonlar oluşur. Böylece "parça­ kandan bu maddeleri alırlar ve em ilen maddelerin
lama” işi sırasıyla bu bölgeler arasında yapılmış 1/2-3/4’ü geçici olarak buralarda depo edilir. Bu
olur. Bu peristaltik ve konstiktif hareketler Bölüm besinlerin ara kimyasal işlemleri de karaciğerde ya­
6 3 ’de kanalın her ayrı bölümü için tartışıldığı gibi pılır. Karaciğerin nutrisyonel fonksiyonları Bölüm
gastrointestinal kanalın farklı bölgelerinde itme ve 67-71 arasında tartışılmıştır.
karıştırma işine uygun olacak şekilde değişikliğe Suda erimeyen yağ köken li besinlerin hem en ta­
uğratılır. mamı barsak lenfatiklerinden emilirler ve torasik
kanal yoluyla kana taşınırlar.

Gastrointestinal Kan Damarlarının


GASTROİNTESTİNAL KAN Anatomisi
A K IM I-”SPLANKNİK DOLAŞIM”
Şekil 62-7, ince ve kalın barsak duvarlarını arter-
G astrointestinal sistem in kan damarları Şekil 62- yel sistem in dallanm ası yoluyla besleyen superi-
6 ’da gösterilen sp laııkn ik dolaşım denilen yaygın
yor ve inferiyor m ezen teıik arterlerin yer aldığı
bir sistem in parçasıdır. Baısaktan gelen kana ilave barsakların genel d am arlanm asını g österm ekte­
olarak dalak, pankreas ve karaciğerden gelen kan dir. Mideyi besleyen çöliak arter şekilde gösteril­
akımı bu dolaşım ı oluşturur. Barsak, dalak ve memiştir.
pankreastan gelen kan p o rla l ven yardımıyla h e­ Barsak duvarına arter dallan girdiğinde barsak
m en karaciğere doğru yönlenir. Karaciğerde m il­ etrafında her iki yönde dağılan küçük dallara ayrı­
yonlarca küçük siniizoid içinden geçen kan son lırlar. Bu dalların uçları barsak duvarının antim e-
olarak hepatik venler yoluyla karaciğeri terk eder, zenterik kenarında karşı karşıya gelirler. Bu sirküler
buradan genel dolaşıma karışmak üzere vena ka- arterlerden çok daha ince olanları barsak duvarı
vaya boşalır. Karaciğerden geçen bu sekonder kan içine girerler ve barsağın salgı ve absorpsiyon fonk­
akımı karaciğer sinüzoidleıini çevreleyen retiki'ı- siyonlarını sağlamak amacıyla 1 ) kas lifleri boyun­
loen doteliyal hücreler tarafından bakterilerin ve ca 2) villuslar içine ve (3) epitel altındaki submuko-
gastrointestinal kanaldan genel dolaşıma girebi­ zal damarlara doğru yayılırlar.
lecek partiküllü m addelerin uzaklaştırılm asını Şekil 62-8 çok sayıda kapillerleıden oluşan bir
sağlar. sistem ve birbiri ile ilişkili küçük arteriyol ve veııül-
Böylece potansiyel olarak zararlı ajanların vücu­ leıi kapsayan intestinal villustan geçen kan akımı­
dun diğer bölgelerine direkt olarak geçişleri engel­ nın özel organizasyonunu göstermektedir. Arteri­
lenmiş olur. Barsaklaıdan emilen yağ içermeyen, yol duvarlarının kas tabakası çok kalındır ve villiis
kan akımını kontrol etmede oldukça aktif rol oynar.

Barsak Aktivitesi ve Metabolik Faktörle­


Vena kava rin Gastrointestinal Kan Akımına Etkisi

Normal şartlar altında, gastrointestinal kanalın her


bir bölgesindeki ve barsak duvarındaki her katm a­
nın kan akımı lokal aktivite düzeyi ile yakın ilişkili­
dir. Örneğin, besinlerin aktif em ilimi sırasında vil-
luslarda ve submukozanın komşu bölgelerinde kan
akımı 8 kat veya daha fazla artabilir. Benzer şekilde
barsağın motor aktivitesindeki artmayla beraber
baısağın kas tabakalarındaki kan akımında da art­
ma olur. Örneğin, yemekten sonra m otor aktivite,
sekretuvar aktivite ve emilim aktivitesi birlikte ar­
tar. Benzer şekilde yemekten birkaç saat sonra kan
akımı da artar ve takiben 2-4 saat sonra istirahat
düzeyine geri döner.

A ktiv ite Sırasında Kan Akım ı A rtm asının O la ­


sı N edenleri. Gastrointestinal aktivite artışında
artm ış kan akımının kesin neden veya nedenleri
Ş E K İL 62 - 6 hala açık olm am asına rağmen bazı gerçekler b i­
Splankııik dolaşım. linmektedir.
BÖLÜM 62 • Gastrointestinal Fonksiyonun Genel Kuralları-M otilite, Sinirsel Kontrol ve Kan Dolaşımı 725

Kolon

İnferiyor mezenterik
arter dalı
Orta kolik

Çıkan kolon Superiyor mezenterik

Sağ kolik
kolon
İleokolik
Jejunum

Jejunal

İleal

Ş E K İL 62 - 7
Mezenterik damar ağı ile barsaklara kan sağlanması.

Birincisi, sindirim işlemi sırasında intestinal ka­ da artan kan akımının sebebi m uhtem elen yukarı­
nalın mukozasında bazı vazodilatatör maddeler da sayılan faktörlerin tümü veya çoğunluğuna ilave
salgılanır. Bunların çoğu k olesistokinin, vazoaktif olarak henüz tespit edilmemiş olanların bir kom bi­
iııtestinal peptid, gastriti ve sekretiıı gibi peptid nasyonundan ileri gelmektedir.
hormonlardır. Bu benzer hormonlar Bölüm 63 ve
6 4 ’de görüleceği gibi aynı zamanda barsağın bazı
m otor ve salgı aktivitesinin kontrolü için de önem ­ Villuslarda Ters Kan Akımının M ekanizm ası.
lidirler. Şekil 6 2 -8 ’de görüldüğü gibi villusun içine doğru
İkincisi, bazı gastrointestinal bezler kallidin ve olan arteıyel akım ve villusun dışına olan venöz
b ıa d ik in iıı adı verilen iki kinini de barsak duvarı akım birbirlerine ters yönlerdedir ve damarlar bir­
içine salgılarlar, bu bezler aynı zam anda salgıla­ birleri ile yanyana sıkı bir ilişki içindedir. Bu vas-
rını lü m ene de bırakırlar. Bu kininler çok güçlü küler düzenlenmeden dolayı kan oksijeninin çoğu
vazodilatatörleıdir. Bazı araştırm acılar sekıes- villusun en ucuna kan içinde taşınmayıp, direkt
yon ile beraber artan mukozal kan akım ının b ü ­ olarak komşu venülün içine difüze olur. Oksijenin
yük bölü m ünü n bu kininlerden ileri geldiğine % 8 0 ’i bu kısa siklus içinde kaldığından, villusun
inanırlar. lokal m etabolik fonksiyonlarında kullanılmaz. Vil-
Ü çüııcüsü, b a rsa k d u v arın d a azalm ış oksijen lustaki bu tip ters akım m ekanizm asının Bölüm
konsan trasyon un un barsak kan akım ını en az % 28'de tartışıldığı gibi, böbrek m edullası vaza ıekta-
50-100 oranında artırabilm esidir. Böylece barsak laıındaki ters akımın mekanizması ile aynı olduğu
aktivitesi sırasın d a artm ış m etab o lizm a lıızı, hatırlanacaktır.
vazod ilatasyona yol açab ilecek kadar oksijen Normal şartlar altında arteıiyolden venülleıe
k o n san trasy o n u n u d üşü rebilir. O ksijensizlik, olan bu oksijen şantı villuslar için çok zararlı değil­
artm ış kan akım ından sorum lu olduğu iyi b ili­ dir, ancak şok gibi barsaklarda kan akımının azaldı­
nen bir vazodilatatör olan a d en oziııin serb estle­ ğı hastalık durumlarında villus uçlarındaki oksijen
m esinde dört kat artışa neden olabilir. açığı villusun ucu veya tam amında iskemik ölüme
Böylece, artmış gastrointestinal aktivite sırasın­ neden olacak kadar büyük olabilir ve villus parça-
726 ÜNİTE X II 0 Gastrointestinal Fizyoloji

Gastrointestinal Kan Akımının Sinirsel


Kontrolü

Mide ve distal kolonun parasem patiklerinin uyarıl­


ması lokal kan akımını artırır, aynı zamanda da
glandüler sekresyonda artma olur. Aitmiş kan akı­
mı m uhtem elen artmış glandüler aktiviteye bağlı­
dır ve sinirsel uyarılmanın direkt bir etkisi değildir.
Bunun tersine, sem patik uyarılma güçlü bir va-
zokonstriksiyonla azalan kan akımı ile beraber tüm
gastrointestinal kanalda direkt olarak etkilidir. Bu
vazokonstriksiyondan birkaç dakika sonra “otore-
gülatuvar kaçış” denilen bir m ekanizm a ile kan akı­
mı hemen hemen normal düzeylere döner. Bu du­
rum, lokal metabolik vazodilatatör bir m ekanizm a­
dır ve sempatik vazokonstriksiyonun yarattığı iske-
mi ile ortaya çıkar. Böylece aıteriyoller tekrar ge­
nişler ve bu sayede gastrointestinal bezlere ve kas­
lara besleyici kan akımının geri dönm esi sağlanır.

Vücudun Diğer Bölümlerine Fazla Kan Akımı


Gerektiğinde Gastrointestinal Kan Akımının
Azaltılmasının Önemi. Barsaklardaki sempatik va­
zokonstriksiyonun temel önemi, ağır egzersizler sı­
rasında iskelet kası ve kalp için fazla akım gerekti­
ğinde, gastrointestinal ve diğer splanknik kan akı­
mını kısa süre için kesmesidir. Aynı zamanda kan
akımının azalması nedeniyle hayati dokuların (özel­
likle kalp ve beyin) hücresel ölüm tehlikesine girdiği
dolaşım şokunda sempatik uyarılma 1 saate kadar
Kan akımının arleriyol ve venüllerde ters akımını gösteren vil-
luslarm mikrovasküler yapısı. splanknik kan akımını tam am en kesebilir. Sempatik
uyarılma aynı zamanda intestinal ve mezenterik
venleıde güçlü bir vazokonstıiksiyona neden olur.
Venlerin volümü azaltılır ve böylece büyük miktarda
lanabilir. Bu nedenle, birçok gastrointestinal hasta­ kanın dolaşımın diğer bölgelerine yer değiştirmesi
lıkta villuslar ciddi olarak küntleşir ve gastrointesti­ sağlanır. Hemorajik şok ve kan hacm inin düştüğü
nal emilim kapasitesinin büyük ölçüde azalmasına diğer durumlarda bu mekanizm a ile genel dolaşıma
neden olur. 200-400 mİ ek kan desteği sağlanmış olur.

REFERANSLAR
Blu ndell J E , Law ton C L , Cotton 1R, M acdiar- Fioram onti J, Bueno L : Intestinal migrating K um ar D , W ingate D L : An Illustrated Guide
mid J I : C ontrol o f human appetite: im plica­ m otor com plexes and blood flow: what is to G astrointestinal M otility. 2nd ed. New
tions for the intake o f dietary fat. Annu the link? Eu r J G astroenterol Hepatol 8 :7 6 5 , Y o rk : C hurchill L iving ston e, 1994.
Rev Nutr 1 6 :2 8 5 , 1996. 1996. L egg C R , B oo th D A : A ppetite: Neural and
B ou ch ier IA D , A llan RN , Hodgson H1F, G oyal R K , Hirano I: T h e enteric nervous sys­ Behavioural B a ses. N ew Y o rk : O xford U n i­
K eigh ley M R B : G astroenterology: C linical tem. N Hngl J M ed 3 3 4 :1 1 0 6 , 1996. versity Press, 1 9 94.
S cien ce & Practice. Philadelphia: W B G reeley G H : Gastrointestinal Endocrinology. Linden R W A : T h e S cien tific B a sis o f Eating.
Saunders C o, 1994. Totow a, N J: Humana Press, 1999. New Y o rk : K arger, 1998.
Buchm an A L : G lutam ine: is it a conditionally G regersen H, K assab G: Biom echanics o f the M argules A A , Ando M : M odem Im aging o f
required nutrient for the human gastrointes­ gastrointestinal tract. Neurogastroenterol the A lim entary Tu be. B e rlin : Springer,
tinal system ? J Am C oll Nutr 1 5 :1 9 9 , 1996. M otil 8 :2 7 7 , 1996. 1998.
Cam illeri M , Saslow S B , Bharucha A E: G a s­ H olzer P, H olzer-Petsche U: Tachykinins in M iller A J: The N euroscientific Principles o f
trointestinal sensation: m echanism s and re­ the gut. Part II. R o les in neural excitation, Sw allow ing and D ysphagia. San D iego:
lation to functional gastrointestinal disor­ secretion and inflammation. Pharmacol T h cr Singular Publishing G roup, 1999.
ders. G astroenterol C lin North Am 2 5 :2 4 7 , 7 3 :2 1 9 , 1997. M ittal R K , B alaban DH : T h e esoph agogastric
1996. Johnson L R : Gastrointestinal Physiology. St. ju n ctio n . N Engl J M ed 3 3 6 :9 2 4 ,
Edm onds B , G ibb A J, Colquhoun D : M ech a­ Lou is: M osby, 1997. 1997.
nisms o f activation o f glutam ate receptors Jordan D: Central Nervous Control o f A uto­ Parkkila S , Parkkila A K : C arbonic anhydrase
and the tim e course o f excitatory synaptic nom ic Function. Amsterdam: Harwood A c ­ in the alim entary tract. Scand J G astroen­
currents. Annu Rev Physiol 5 7 :4 9 5 , 1995. adem ic Publishers, 1997. terol 3 1 :3 0 5 , 1996.
BÖLÜM 62 • Gastrointestinal Fonksiyonun Genel Kuralları-M otilite, Sinirsel Kontrol ve Kan Dolaşımı 727

Rao S S : B e lch in g , bloating, and flatulence. spectives in a gustatory physiology: trans­ intestinal tract. Surg C lin North Am 7 7 :5 4 9 ,
Postgrad M ed 1 0 1 :2 6 3 , 175, 1997. duction, development, and plasticity. A m J 1997.
Schmidt W E : T h e intestine, an endocrine or­ Physiol 2 7 2 :C 1 , 1997. van der Hulst R R , von M eyenfeld t M F , S o e-
gan. D igestion 58(Su p p l 1 ):5 6 , 1997. Surprenant A: Control o f the gastrointestinal ters P13: G lutam ine: an essential am ino acid
Smith G P: S atiation : From Gut to Brain. New tract by enteric neurons. Annu Rev Physiol for the gut. Nutrition 1 2 :S 7 8 , 1996.
York: O xford U niversity Press, 1998. 5 6 :1 1 7 , 1994. Vanner S, Surprenant A: Neural reflexes co n ­
Snipes R L : In testin al A bsorptive Su rface in Thom son A B , W ild G : Adaptation o f intestinal trolling intestinal m icrocirculation . A m J
M am m als o f D ifferen t S iz es. Beriin : nutrient transport in health and disease. D i­ Physiol 2 7 1 :G 2 2 3 , 1996.
Springer, 1997. gest Dis S c i 4 2 :4 5 3 . 1997.
Stewart R E , D eS im o n e JA , H ill D L : New per­ Thornton F J, Barbul A : H ealing in the gastro­
Besinlerin Sindirim Kanalında
Taşınması ve Karıştırılması

Besinlerin sindirim kanalında optimal düzeyde iş­ me kaslarında refleks inhibisyon yaratarak alt çe­
leme tabi tutulabilmesi için gastroientestinal kana­ nenin düşmesine neden olur. Bu düşme çene kas­
lın her bölümünde yeterli sürelerde kalması ve aynı larında geri tepm e (rebound) kontraksiyonuna yol
zamanda uygun şekilde karıştırılması gerekmekte­ açacak olan gerilme refleksini başlatır. Çene oto ­
dir. İşlemin her aşamasında besinin karıştırılması matik olarak yükselerek dişlerin birbiri üzerine ka­
ve itilmesi için farklı olan gereksinimler, çok sayıda panm asına neden olur ve aynı zam anda lokmayı
otonomik şekilde kontrol edilir. Böylece işlemlerin tekrar ağız mukozasına karşı bastırarak, bir kere
ne çok hızlı ne de yavaş gelişmesi önlenmiş olur. daha, çenenin düşmesine neden olan çene kasları­
Bu bölümün amacı, bu hareketleri ve özellikle nın inhibisyonuna yol açar. Bunu yeni bir geri tep ­
bunları kontrol eden otomatik mekanizmaları tar­ me olayı izler. İşlem böylece tekrarlanır.
tışmaktır. Çiğneme bütün besinler için önemli olmakla b e­
raber özellikle meyvalar ve kabuklu sebzeler için
çok daha önemlidir. Çünkü bunların besin değeri
olan bölüm lerinin etrafı sindirilem eyen selüloz
BESİN ALIMI zarlarla çevrilidir. Besleyici bölümün açığa çıkması
ve kullanılabilmesi için bu zarların parçalanm ası
Kişinin alacağı besin miktarı esasen açlık diye ad­ gerekmektedir. Aynı zamanda çiğneme, besinlerin
landırılan ve besine duyulan intrensek istek tara­ sindirilmesine aşağıda belirtilen nedenden dolayı
fından düzenlenir. Kişinin tercihen aradığı besin ti­ da yardımcı olmaktadır. Sindirim enzim leri sadece
pi ise iştah tarafından belirlenir. Bu mekanizmalar besin partikiillerinin yüzeyine etki ettikleri için,
vücut için uygun besini sağlayan çok önemli oto­ sindirim hızı büyük ölçüde intestinal sekresyonlaıa
matik düzenleyici sistem ler olup, beslenme ile ilgi­ maruz kalan besinin total yüzey alanına bağımlıdır.
li Bölüm 71 ’de geniş olarak tartışılmıştır. Bu bölüm ­ Ayrıca besinin çok küçük partiküllere ayrılması ve
de sadece besin aliminin mekaniksel yönleri özel­ öğütülmesi gastrointestinal kanalın mukozasını
likle çiğnem e ve yutm a ele alınmıştır. zedelenmekten korur ve besinin m ideden ince bar-
sağa oradan da kanalın diğer bölümlerine geçm esi­
ni kolaylaştırır.
Mastikasyon (Çiğneme)

Dişler çiğneme fonksiyonu için çok uygun olarak Yutma (Deglutasyon)


düzenlenmiştir. Ön dişler (kesiciler) kuvvetli bir
kesme hareketi, arka dişler (molarlar) ise öğütücü Yutma karışık bir mekanizmadır. Çünkü farinks
işlem yaparlar. Tüm çene kasları birlikte kasıldıkla­ başka bir çok fonksiyona hizmet eder ve yutma iş­
rı anda, alt ve üst çenedeki kesicilerin 25 kg’lık, mo- lemi esnasında sadece birkaç saniye için besinin
larlaıın ise 90 kg’lık bir kuvvetle birbiri üzerinde yürütüldüğü bir yol görevi yapar. Yutma yüzünden
kapanmalarını sağlayabilirler. farinksin solunum görevini yerine getirmeyişi özel­
Çiğneme kaslarının çoğu, besinci kraniyal sinirin likle önemlidir.
motor dalı tarafından inerve edilmekte ve çiğneme Yutma genel olarak şu fazlara ayrılır: (1) istemli
işlevi de beyin sapındaki çekirdekler tarafından faz, yutma işlemini başlatır; (2) Faringeal faz, is­
kontrol edilmektedir. Tad alma ile ilgili beyin sapı temsiz olarak gelişir ve besinin farinksten özofagu-
merkezlerinin yakınındaki retikiiler formasyonun sa geçişini sağlar; (3) Ö zofageal faz, bu da istemsiz
uyarılması devamlı ve ritmik çiğneme hareketleri­ bir fazdır. Farinksten gelen besinin mideye taşın­
ne neden olur. Ayrıca hipotalamus, amigdala ve masını gerçekleştirir.
hatta serebral korteksteki tat ve koku ile ilgili duy­
sal alanlara yakın bölgelerin uyarılması da çiğne­ Yutmanın İstemli Fazı. Şekil 6 3 -l ’de gösterildiği gibi,
meye yol açabilir. besin yutulmaya hazır olduğu zaman, dilin "istemli”
Çiğneme işlem inin çoğu çiğnem e refleksi ile orta­ olarak damak üzerinde yukarıya ve geriye doğru yap­
ya çıkar. Refleks aşağıdaki gibi açıklanabilir. Ağızda tığı basınçla dille damak arasında sıkıştırılır ve geriye
besin parçası (lokma) bulunması, ilk olarak çiğne­ doğru farinkse yuvarlanır. Bundan sonra yutma ta-

728
BÖLÜM 63 • Besinlerin Sindirim Kanalında Taşınması ve Karıştırılması 729

epiglottisin çıkarılm ası yutm ada ciddi bir bozuk­


luğa neden olmaz.
4. Larinksin yukarıya doğru hareketi özofagu-
sun başlangıç kısmını da yukarı çeker ve genişle­
tir. Aynı zamanda özofagus kas çe p eıe n in 3-4 sa n ­
tim etrelik üst kısmı gevşer. İşte üst özofagu s sfink-
teri ya da fariııg oözofag ial sfin kter de denilen bu
bölüm ün gevşemesiyle besin arka farinksten üst
özofagusa kolayca ve serbestçe geçer. Bu sfinkter
yutma aralarında kuvvetle kasılı kalarak solunum
esnasında havanın özofagusa gitm esini engeller.
Larinksin yukarı doğru hareketi aynı zam anda
epiglottisi de besinin geçiş yolu üzerinde kaldırır
ve böylece besin genelikle epiglottisin üzerinden
değil yanlarından geçer. Bu da besin in trakeaya
girm esine karşı diğer bir koruyucu faktör oluştu­
rur.
5. Larinksin yükseldiği ve faringoözofagial sfink-
teıin gevşediği sırada, bununla eşzam anlı olarak
Yutma mekanizması. farinksin müsküler duvarı tümüyle kasılır. Farink­
sin üst bölümünden başlayan ve aşağıya doğru ya­
yılan hızlı bir peristaltik dalga orta ve alt farinks
bölgelerine ve daha sonra özofagusa geçer. Bu da
besinin özgofagusta ilerlem esini sağlar.
mamen -ya da hemen hemen tamamen otomatik ha­
le gelmiştir ve genellikle durdurulamaz. Yutmanın farinks fazının mekaniğini özetlersek:
Trakea kapanır, özofagus açılır, farinksten kaynak­
Yutmanın Farinks Fazı. Besin bolusu ağızın geri­ lanan hızlı bir peristaltik dalga, lokmayı üst özofa­
sine ve farinkse itildiği zaman faıinks girişinin etra­ gusa geçmeye zorlar ve bu işlerin tümü 2 saniye­
fındaki, özellikle tonsillaların pilileri üzerinde bu­ den daha kısa sürede gerçekleşir.
lunan epitelyal yutm a reseptör alanlarını uyarır.
Buradan başlayan uyarılar beyin sapına geçerek Yutmanın Farinks Fazının Sinirsel Kontrolü. Yut­
aşağıda belirtildiği gibi, farinks kaslarında birbirini manın farinks fazının başlaması için ağzın arka b ö ­
izleyen bir seri otomatik kas kontraksiyonlarının lümü ve farinksin dokunma uyarılarına karşı en
başlam asına yol açarlar. duyarlı alanları, faıiııgial açıklığın etrafında bir hal­
ka şeklinde uzanır. En fazla duyarlığı ise tonsilla pi­
1. Yumuşak damak arka burun deliklerini kapat­ lileri içinde bulunanlar gösterir. Bu alanlardan kay­
mak üzere yukarı çekilir ve böylece besinin burun naklanan uyarılar, trigeminus ve glossofaringeus
boşluklarına kaçması önlenmiş olur. sinirlerin duysal bölümleriyle, medulla oblangata-
2. Farinksin her iki yanında yer alan palatofarin- da ağızdan gelen tüm duysal uyarıları alan traktus
geal kıvrımlar birbirleri ile karşı karşıya gelecek şe­ solitariııs'a veya onunla ilişkili bir alana taşınırlar.
kilde içe doğru çekilirler. Bu şekilde farinks kıvrım­ Bundan sonra yutma işlem inin ardışık fazları b e­
ları besinin arka farinkse geçebileceği sagital bir yin sapında sırasıyla medullanın retiküler form as­
yarık oluştururlar. Bu yarık seçici davranarak yeter­ yonu ve ponsun alt bölgelerine dağılmış olan nöro-
li derecede çiğnenmiş besinin rahatlıkla geçm esine nal alanlar tarafından otomatik olarak kontrol edi­
izin verirken, büyük maddelerin geçişini engeller. lir. Yutma refleksinin seyri bir yutm adan diğerine
Yutmanın bu fazı 1 saniyeden daha az sürede ta­ hep aynıdır ve tüm siklus süresi de bir yutmadan
m amlandığı için, herhangi büyük bir maddenin ötekine hep sabit kalır. Medulla ve ponsun alt bölü­
farinksten özofagusa geçişi büyük ölçüde önlenmiş münde bulunan ve yutmayı kontrol eden alanların
olur. hepsi birden deglııtasyon ya da yutm a m erkezi ola­
3. Larinksin ses telleri kuvvetlice birbirine yak­ rak adlandırılır.
laştırılır ve boyun kasları vasıtasıyla larinks yuka­ Yutma merkezinden farinks ve üst özofagusa gi­
rı ve öne doğru çekilir. Bu olaya epiglottisin yu­ derek yutmaya neden olan uyarılar, 5., 9., 10. ve 12.
karı hareketini engelleyen ligam entler de eşlik kraniyal sinirler ve hatta birkaç superiyor servikal
eder ve epiglottisin geriye doğru sarkarak larink­ sinirle taşınırlar.
sin açıklığın kapatm asına neden olur. Her iki etki Özet olarak, yutmanın farinks fazı temelde ref­
b esin in trakeaya geçm esini engeller. En önem lisi leks bir olaydır. Merkezi sinir sistem inin üst bölge­
ses tellerinin birbirine çok sıkı yaklaşmasıdır. lerinden yutma merkezine direkt bir uyarı gelm e­
Epiglottis besinin ses tellerine kadar gelm esini dikçe başlamaz. Yani, yutma hem en daima besinin
engellem eye çalışır. Ses tellerinin ya da bunların istemli olarak ağızın gerisine itilmesi sonucu uyarı­
birbirin e yaklaşm asını sağlayan kasların harabi- lan duysal reseptörlerin yutma refleksini başlatm a­
yeti boğulm aya neden olabilir. Diğer taraftan, sıyla ortaya çıkar.
730 ÜNİTE X II • Gastrointestinal Sistem Fizyolojisi

Yutmanın Farinks Fazının Solunuma Etkisi. Yutma­ mi esnasında özofagusun aşağısına itilen besini al­
nın faıinks fazının tümü 2 saniyeden daha kısa bir mak üzere hazır hale gelirler.
sürede gerçekleşir. Dolayısıyla normal solunum
siklusunun sadece kısa bir döneminde solunum Alt Ö zofagus Sfinkterinin (Gastroözofagial Sfink-
durur. Yutma merkezi bu esnada özellikle medulla- ter) Fonksiyonu. Özofagusun alt ucunun mide ile
nın solunum merkezini inhibe eder ve yutmanın birleştiği noktanın yaklaşık 3 santim etre kadar üs­
gerçekleşm esine izin vermek için solunum siklusu tünde yer alan özofagus sirküler kası, alt özofagus
herhangi bir noktasında durdurulur. Kişi konuşur­ ya da gastroözofagial sfitıkter olarak görev yapar.
ken bile yutm a çok zor farkedilebilecek kadar kısa Bu sfinkter normalde yaklaşık 30 mm Hg’lık bir in t­
bir süre için solunumu durdurur. raluminal basınçla tonik olarak kasılı durumda bu ­
lunur. Buna karşılık özofagusun üst ve alt sfinkter-
Yutmanın Özofagus Fazı. Özofagusun esas fonk­ leıi arasındaki orta kısmı normlade gevşek durum ­
siyonu besini farinksten mideye iletmektir ve özo­ dadır. Peristaltik yutma dalgası özofagusun alt kıs­
fagusun hareketleri özellikle bu fonksiyon için or­ mına geçtiği zaman, “reseptif gevşem esi” peristal­
ganize olmuştur. tik dalgadan önce alt özofagial sfinkteri gevşetir ve
Ö zofagusta norm al olarak iki tip peristaltik h a ­ yutulan besinin kolayca mideye geçm esine izin ve­
reket görülür: Bunlar, p rim er peristaltizm ve se- rir. Seyrek olarak sfinkter yeterince gevşeyemez ve
k o ııd er peristalitzm ’dir. Primer peristaltizm b a ­ bunun sonucunda Bölüm 6 0 ’da tartışılan akalazya
sitçe yutm anın farinks fazı esnasında farinkste adı verilen durum meydana gelir.
başlayan ve özofagusa yayılan peristaltik dalga­ Mide içeriği yüksek oranda asidiktir ve birçok
nın devamıdır. Bu dalga farinksten mideye kadar pıoteolitik enzim içermektedir. Özofagus mukoza­
olan tüm yolu 8-10 saniye içinde geçer. Dik pozis­ sı, özofagusun sekizde birlik alt kısmı hariç, gastrik
yonda ayakta duran bir kişide, yutulan besin özo­ sekresyonlaıın sindirici etkisine karşı uzun süre di­
fagusun alt ucuna peristaltik dalgadan daha hızlı, renç gösteremez. Alt özofagus sfin k teıin tonik
yaklaşık 5-8 saniyede ulaşır, çünkü bu durumda kontraksiyonu, anormal durumlar dışında mide
yer çekim i de besini aşağıya çekm ek için ek bir içeriğinin özofagusa geri kaçm asının (reflü) önlen­
kuvvet uygulamaktadır. Eğer prim er peristaltik mesine yardım eder.
dalga özofagusa giren besinin tümünü mideye
gönderem ezse, özofagusta kalan besinin özofa­ Ö zofagus Distal Ucunun Valva Benzer Şekilde Ka­
gus duvarını germ esi sonucu sekon der peristaltik panması Reflünün Ö nlenm esinde İlave Rol Oy­
d a lg a la r gelişir ve bu dalgalar besinin hepsi m i­ nar. Reflüyü önleyen bir diğer faktör de, özofagu­
deye boşalıncaya kadar devam eder. Sekonder sun mideye ulaşmadan önce diyagragmanın h e ­
dalgalar kısm en özofagusun myenterik sinir sis­ men altında bulunan kısa bölümde oluşturduğu
tem i içindeki intrensek sinirsel devreler, kısm en valv benzeri mekanizmadır. Artan intraabdom inal
de vagusıtn afferen t lifleri ile özofagustan medul- basınç özofagusu bu noktada içeri doğru çöktürür,
laya, oradan da glossofaringeal ve vagal effeıent aynı anda intragastrik basıncı da yükseltir. Özofa­
lifler ile tekrar özofagusa iletilen refleksler vasıta­ gusun alt bölümünün bu valv benzeri kapanışı,
sıyla başlatılır. yüksek abdominal basıncın mide içeriğini özofa­
Farinks ve özofagusun üçte birlik üst bölüm ü­ gusa geçmeye zorlamasını önler. Aksi takdirde, her
nün kas yapısı çizgili kas tipindedir. Bu nedenle, yürüdüğümüzde, öksürdüğümüzde ya da derin n e ­
bu bölgelerde oluşan peristaltik dalgalar sadece fes aldığımızda mide asidi özofagusa geçerdi.
glossofaringeus ve vagus sinirleri içindeki som atik
sinir uyarıları tarafından kontrol edilir. Özofagu­
sun üçte iki alt bölüm ünün kas yapısı düz kas n i­
teliğindedir. Ancak özofagusun bu bölgesi de
m yenterik sinir sistem i ile olan bağlantıları dola­ M İDENİN MOTOR FONKSİYONLARI
yısıyla vagus sinirleri tarafından kontrol edilir.
Özofagusa giden vagus sinirleri kesildiği zam an Midenin motor fonksiyonları üç grupta toplanabi­
özofagusun m yenterik pleksusu birkaç gün içinde lir. Bunlar, (1) Çok miktarda besinin duodenumda
yeteri kadar duyarlı hale gelerek, vagus sinirleri­ işlenebilecek duruma gelinceye kadar depo edilm e­
nin desteği olm adan da kuvvetli sekonder peris­ si, (2 ) bu besinlerin kimus adı verilen yarı sıvı hale
taltik dalgalara neden olabilirler. Böylece yutma gelinceye kadar gastrik sekresyonlarla karıştırılması
refleksinin paralizinden sonra alt özofagusa tüple ve (3) ince barsaklarda sindirim ve absorpsiyon için
veya diğer yollarla verilen besin, buradan kolay­ yeterli süreyi sağlamak amacıyla besinlerin yavaş
lıkla mideye geçer. bir şekilde mideden ince baısağa boşaltılmasıdır.
Şekil 63-2 midenin temel anatom ik yapısını gös­
M idenin Reseptif G evşem esi. Özofagus peristaltik termektedir. Mide, anatomik olarak iki büyük bölü­
dalgası mideye geçtiğinde, myenterik inhibitör n ö ­ me ayrılabilir: (1) Gövde ve (2) antrıım. Fizyolojik
ronlarla taşınan bir gevşeme dalgası peristaltizmin olarak, daha uygun şekilde ikiye ayrılmaktadır: ( 1 )
önüne geçer. Daha sonra, bu dalga özofagusun alt "Orad” bölüm, gövdenin yaklaşık ilk üçte ikilik kıs­
ucuna ulaştığında midenin tamamı ve hatta daha mı ve (2)’’Kaudad'’ bölüm, midenin kalan kısmı ve
az oranda duodenum gevşer ve böylece yutma işle­ antrıım.
BÖLÜM 63 • Besinlerin Sindirim Kanalında Taşınması ve Karıştırılması 731

K onstriktör dalgalar m id en in g öv d esin d en


Özofagus Fundus
antrum a ilerledikçe şiddetlenir. H atta bir kısm ı
çok şiddetlenerek, antral içeriği yüksek b asın ç
altında pilora ilerlem eye zorlayan güçlü p erista l­
tik kon striktör h a lk a la rın o lu şm asın ı sağlar. Bu
konstriktör halkalar, aynı zam and a m ide içeriğ i­
ni d erinlem esine karıştırır. P ilorun açıklığı kü ­
çük olduğundan her peristaltik dalga ile ancak
birkaç m ililitrelik an tral içerik d u o d en u m a
geçm ektedir. Ayrıca, her p eristaltik dalga pilora
ulaştığında, pilorun kendisi de kasılarak daha
fazla boşalm ayı engeller. Bundan dolayı antral
içeriğin çoğu peristaltik halkadan m idenin göv­
desine geri püskürtülür. D olayısıyla, peristaltik
konstriktör halka hareketi, bu geri püskürtm e
olayı ile birleşerek m idede “retropu lsiyon” d en i­
len son derece ön em li bir k arıştırm a m ekan iz­
Ş E K İL 63 - 2 m ası oluşturur.
Midenin fizyolojik anatomisi.

Kimus. Besinlerin mide salgılarıyla karıştırıldıktan


sonra barsağa geçen şekline kinıııs denir. Kimusun
sıvılık derecesi besin ile mide salgılarının rölatif
miktarlarına ve oluşan sindirimin derecesine bağlı­
Midenin Depo Fonksiyonu dır. Kimusun görüntüsü bulanık, yarı sıvı süt ya da
hamur gibidir.
Besin mideye girdiğinde, yeni gelen besin özofage-
al açıklığa, ondan önce gelen besin mide duvarına Açlık Kontraksiyonları. Midede besin bulunduğu
yakın olacak şekilde, midenin orad bölümünde zaman oluşan peristaltik kontraksiyonlaıın yanısı-
konsantre halkalar oluşturur. Normal olarak besin ıa açlık koııtraksiyonu adı verilen bir diğer şiddetli
mideye girdiği zaman mideden beyin sapına giden kontraksiyon tipi daha vardır. Açlık kontraksiyon-
ve tekrar mideye geri dönen "vagovagal refleks” m i­ ları sıklıkla, mide birkaç saat ya da daha uzun süre
de gövdesinin kas çeprerindeki gerimi azaltır. Çe­ boş kaldığı zaman ortaya çıkarlar. Bunlar esasen
per dışarıya doğru esneyerek tamamiyle gevşer ve midenin gövdesindeki ritmik peristaltik kontıaksi-
1-1.5 litreye varabilen miktarda besini depolayabi­ yonlaıdır. Çok şiddetlendikleri zam an birbirleriyle
lir. Bu sınıra ulaşıncaya kadar mide içi basıncı dü­ kaynaşarak 2-3 dakika devam eden tetanik kasıl­
şük düzeyde kalır. malara sebep olurlar.
Açlık konüaksiyonlaıı gastıointestinal tonusun
yüksek olduğu genç ve sağlıklı kişilerde çok daha
Midede Besinin Karıştırılması ve güçlüdiir. Ayrıca kan şekeri düzeyi düştüğü zaman
İlerletilmesi-Midenin Temel Elektriksel da bir hayli artarlar.
Ritmi Midede açlık kontraksiyonları ortaya çıktığı za­
man, kişi çoğu kez mide bölgesinde açlık kram p la­
Midenin sindirim sıvıları, küçük kurvatur üzerinde­ rı olarak adlandırılan ağrı duyusu hisseder. Açlık
ki bir hat hariç, mide gövdesinin tamamını kapla­ krampları çoğunlukla son besin alim inin üzerin­
yan gastrik bezler tarafından salgılanır. Bu sekres- den 12-24 saat geçtikten sonra başlar; açlık devam
yonlar midenin mukoza yüzeyindeki depolanmış ederse 3-4 gün içinde en şiddetli düzeyine ulaşır ve
besinle hem en temasa geçerler. Midede besin bu­ ilerleyen günlerde giderek zayıflar.
lunduğu zaman, karıştırıcı dalgalar olarak da ad­
landırılan zayıf peristaltik kotıstriktör dalgalar her
15-20 saniyede bir olmak üzere, mide duvarının or­ Midenin Boşalması
ta kısmından başlayarak çeper boyunca antruma
doğru ilerlerler. Bu dalgalar Bölüm 6 2 ’de tartışılan
Mide boşalması mide antrumunun şiddetli peris­
tem el elektriksel ritm tarafından başlatılır ve mide
taltik kontraksiyonları ile sağlanır. Bu sırada, pilor-
duvarının içinde spontan olarak oluşan elektriksel
da kimusun geçişine karşı değişik derecelerde olu­
“yavaş dalgalar”dan oluşur. Gastıointestinal kana­
şan direnç boşalmaya karşı koyar.
lın birçok bölümünde bu dalgalar, süperimpoze ak­
siyon potansiyeli oluşturmadıkları sürece kontrak-
siyona neden olabilecek kadar güçlü değildirler. An­ Mide Boşalması Sırasında Oluşan Şiddetli Antral
cak, midede bunların pozitif pikleri sıklıkla, aksiyon Peristaltik Kontraksiyonlar - "Pilorik Pompa".
potansiyelleri olmaksızın, eksitasyon yaratabilecek Midenin ritmik kontraksiyonları çoğu zaman zayıftır
derecede eşik değerin üstüne çıkabilir. ve esasen besinlerin mide salgılarıyla karıştırılmasın­
732 ÜNİTE X II • Gastrointestinal Sistem Fizyolojisi

da görev alırlar. Bunuııla birlikte, besinlerin midede Gastrin Hormonunun M ide Boşalmasına Etkisi.
bulunduğu sürenin yaklaşık yüzde 2 0 'sinde kontrak- Bölüm 64’de gördüğümüz gibi mide gerilir ve mide
siyonlar şiddetli hale gelir. Yani, orta mideden başla­ içinde bazı tipte besinlerin (özellikle et sindirim
yan ve kaudad mideye yayılan zayıf karıştırıcı dalga­ ürünlerinin) bulunması antral mukozadan gastrin
ların yerini halka şeklindeki kontıaksiyonlar alır. Mi­ diye adlandırılan bir horm onun salgılanmasına n e ­
de boşaldıkça bu kontraksiyonlar mide gövdesinin den olur. Bu hormon mide bezlerinden yüksek
daha yukarı kesimlerinden başlayarak gövdenin da­ oranda asidik mide sıvısının salgılanmasına neden
ha aşağı bölümlerinde depo edilmiş besinleri derece­ olan güçlü etkilere sahiptir. Gastrin midenin motor
li olarak ayırır ve bunları antrumdaki kimusa katarlar. fonksiyonlarını da bir miktar uyarır. En önemlisi,
Bu güçlü peristaltik dalgalar çoğu kez 50-70 santimet­ pilor pompasının aktivitesini artırma etkisidir. D o­
re su basıncı yaraürlar ki bu değer normal karıştırıcı layısıyla gastrin mide boşalm asının hızlanmasına
tipteki peristaltik dalgalardan 6 kat daha kuvvetlidir. en azından bir dereceye kadar yardımcı olmaktadır.
Bu antral peıistaltizmin şiddeü midenin boşalma hı­
zının belirlenmesinde temel faktörü oluşturur.
Pilorun tonusu normal olduğu zaman, her güçlü Boşalmayı İnhibe Eden Güçlü
peristaltik dalga birkaç mililitre kimusu duodenu- Duodenal Faktörler
m a iter. Böylece peristaltik dalgalar “piloıik pom ­
pa" diye adlandırılan bir pompalama olayı gerçek­ Doudenumdan Kaynaklanan Enterogastrik Si­
leştirirler. nir Reflekslerinin Inhibitör Etkisi. Besin duode-
numa girdiği zaman duodenal çeperden kaynakla­
M id e Boşalmasının Kontrolünde Pilorun Rolü. nan birçok sinir refleksleri geriye mideye iletilirler
M idenin distal açıklığı pilordıır. Burada sirküler ve duodenumdaki kimus hacm i çok fazla olduğun­
kasların kalınlığı mide antrumunun daha önceki da mide boşalmasını yavaşlatır ya da tam am en
bölüm lerinden yüzde 50-100 daha fazladır ve h e­ durdururlar. Bu refleksler üç yol takip ederler: (1)
m en her zaman hafif tonik kontıaksiyon halinde­ Barsak duvarı içindeki enterik sinir sistem i üzerin­
dir. Bundan dolayı piloıik sirküler kaslar pilor den direkt olarak duodenumdan mideye, (2 ) eks-
sfiııkteri olarak adlandırılır. trensek sinirler üzerinden preveıtebral sem patik
Pilor sfinkteıinin tonik kontraksiyonuna rağmen, gangliyonlara giderler ve sonra inhibitör sem patik
pilor çoğunlukla su ve diğer sıvıların mideden ra­ sinir lifleri üzerinden geriye mideye dönerler ve (3)
hatlıkla boşalabilm esine izin verecek kadar açılır. muhtemelen küçük bir bölümü vagus sinirleri üze­
Diğer taraftan, kontraksiyon besin partikiillerinin rinden beyin sapma ulaşır ve burada vagusla m ide­
kimus içine karışıp hemen hem en sıvı hale gelince­ ye taşınan normal uyarıcı sinyalleri inhibe ederler.
ye kadar geçişini engeller. Bütün bu paralel refleksler mide boşalm ası üzerine
Kısaca tartışıldığı üzere, pilor kontraksiyonunun iki şekilde etki ederler. Birincisi, antral itici kont-
derecesi mide ve duodenumun her ikisinden gelen raksiyoııu kuvvetle inhibe ederler; İkincisi, pilorik
sinirsel ve hum oral sinyallerin etkisi altında artırı­ sfinkterin tonusunu hafifçe artırırlar.
labilir veya azaltılabilir. Duodenumda sürekli olarak kontrol edilen ve
enterogastrik refleksleri uyaıabilen faktörler şun­
lardır:
Mide Boşalmasının Düzenlenmesi
1. Duodenumun gerilme derecesi
Mide boşalm asının hızı mide ve duodenumdan ge­ 2. Duodenal mukozanın herhangi bir yerinde iıi-
len sinyaller tarafından düzenlenir. Sinyallerin bü­ tasyonunun bulunması
yük kısmı duodenumdan kaynaklanır ve kimusun 3. Duodenal kimusun asidite derecesi
duodenum a boşalma hızının ince barsaktaki sindi­ 4. Kimusun ozm olaıite derecesi
rim ve absoıpsiyon hızından büyük olmamasını 5. Kimusta bazı yıkım ürünlerinin özellikle pro­
kontrol ederler. teinlerin ve belki az miktarda yağ ürünlerinin bu ­
lunması
Boşalmayı Hızlandıran Zayıf Gastrik
Faktörler Enterogastrik refleksler özellikle duodenal kimus
içindeki iritan maddelere ve aside duyarlıdırlar ve
M id ed eki Besin Hacminin Boşalma Hızına Etki­ 30 saniye gibi kısa bir süre içinde kuvvetle aktif h a­
si. Midede besin miktarının artması midenin b o ­ le gelirler. Örneğin, duodenumdaki kimusun pH’sı
şalm a hızını artırır. Bu hızlı boşalm a tahmin edilen 3 .5 -4 ’ün altına düştüğünde, duodenal kimus,
nedenlerden dolayı olmaz. Artan boşalm anın se­ pankreatik ve diğer salgılarla nötralize edilinceye
bebi mide içindeki besinin depo basıncının artışı kadar refleksler asidik mide içeriğinin doudenuma
değildir, çünkü normal sınırlar içinde hacimdeki geçmesini derhal bloke ederler.
artış basıncı bu derecede artırmaz. Halbuki, mide Protein sindiriminin yıkım ürünleri de bu reflek­
duvarının gerilmesi çeperde bulunan ve esasen pi- se yol açarak midenin boşalm asını yavaşlatırlar.
loıik pom panın aktivitesiııi büyük ölçüde uyaran Böylece ince barsağm üst bölümünde yeterli bir
lokal myenterik refleksleri ortaya çıkarır ve aynı za­ protein sindirimi için gerekli zamanı sağlarlar.
m anda piloru hafifçe inhibe eder. Son olarak, lıipo ya da lıipertonik sıvılar (özellik­
BÖLÜM 63 • Besinlerin Sindirim Kanalında Taşınması ve Karıştırılması 733

le hipertonik olanlar) eııteıogastrik refleksi oluştu­ tör mekanizma ( 1 ) ince barsak içinde fazla kimus
rurlar. Bu şekilde izotonik olmayan sıvıların ince bulunduğu veya (2 ) kimusun çok asitli olduğu, çok
barsağa hızlı akımını engelleyerek, barsak içeriği­ fazla işlenmemiş protein ya da yağ içerdiği, hipoto-
nin absoıpsiyonu esnasında ekstıaselüler elektrolit nik, hipertonik veya iri tan olduğu zam an birlikte
konsantrasyonlarında meydana gelebilecek olan çalışarak boşalmayı yavaşlatırlar. Bu yolla mide b o ­
ani değişiklikleri önlerler. şalmasının hızı ince barsağın işleme tabi tutabile­
ceği kimus miktarına göre sınırlandırılmış olur.
M id e Boşalmasını İnhibe Eden Duodenum
Kaynaklı Hormonal Feedback-Yağların ve Ko-
lesistokinin Hormonunun Rolü. Mide boşalm ası­
nı sadece duodenumdan mideye giden sinirsel ref­ İNCE BÂRSAK HAREKETLERİ
leksler değil barsağın üst kısmından serbestlenen
hormanlar da inhibe eder. Hormonların yapımını Gastıointestinal sistem in diğer bölümlerinde oldu­
sağlayan uyarırım esası duodenuma yağların girişi­ ğu gibi, ince barsak hareketleri de karıştırıcı ve iler­
dir. Diğer besin tipleri de hormonları daha düşük letici kontraksiyonlar olarak ikiye ayrılabilir. Ancak,
düzeyde de olsa artırabilirler. bu ayının büyük ölçüde yapaydır. Çünkü, esasen
Duodenuma giren yağlar, epitel hücrelerin içinde­ ince barsağın bütün hareketleri en azından bir de­
ki “reseptörlere” bağlanarak ya da diğer bazı yollarla receye kadar hem karıştırma hem de kimusu iler­
duodenum ve jejunum epitelinden birçok farklı letme işlemi yaparlar. Bu işlemlerin genel sınıfla­
hormonun salgılanmasına sebep olurlar. Hormon­ ması aşağıda verilmiştir.
lar kan yoluyla mideye taşınırlar ve midede pilor
pompasının aktivitesini inhibe ederler, aynı zaman­
da pilor sfinkterinin kontraksiyon gücünü de hafifçe Karıştırıcı Kontraksiyonlar
artırırlar. Bu etkiler önemlidir, çünkü yağlar diğer (Segmentasyon Kontraksiyonları)
maddelerin çoğundan daha yavaş sindirilirler.
Midenin hormonal feedback inhibisyonuna hangi İnce barsağın bir bölümü kimusun etkisiyle geniş­
hormonun sebep olduğu kesin olarak açık değildir. lediği zaman barsak duvarının gerimi barsak b o ­
En etkili olanı, kimustaki yağlı maddelere yanıt ola­ yunca belirli aralıklarla lokalize konsantrik kont­
rak jejunum mukozasından serbestlenen kolesisto- raksiyonlar yaratır. Bu kontraksiyonlar, Şekil 63-
kinin (CCK) gibi görünmektedir. Bu hormon gastri- 3 ’de gösterildiği gibi incebarsağııı “segmentasyo-
nin sebep olduğu mide motilitesindeki artışı engel­ nuna” neden olur. İnce barsağın segmentiere ayrıl­
lemek için bir yarışmacı inhibitör gibi hareket eder. ması barsağa sosis zinciri görünümü verir. Seg­
Mide boşalmasının diğer muhtemel inhibitör hor­ mentasyon kontraksiyonlarm bir seti relaksasyona
monları sekretin ve gastrik inhibitör peptid (GIP) dir. uğradığında yeni bir set başlar, ancak bu kez kont­
Sekreün başlıca mideden salgılanarak pilordan du­ raksiyonlar esas olarak önceki kontraksiyonlar ara­
odenuma geçen gastrik aside yanıt olarak duodenal sında yeni noktalarda oluşur. Bu segmentasyon
mukozadan salgılanır. Bu hormon gasüointestinal kontraksiyonları kimusu genellikle dakikada 2 ya
motilitenin azalmasında yaygın fakat zayıf bir etkiye da 3 defa “parçalara böler” ve bu yolla katı besin
sahiptir. GIP ise kimustaki yağlara ve daha az ölçüde partiküllerinin ince barsağın sekresyonları ile ileri
de karbonhidratlara yanıt olarak ince barsağın üst derecede karışması sağlanır.
kesiminden salgılanır. (GIP’in bazı koşullarda gastrik İnce baısaktaki segmentasyon kontraksiyonlaıı-
motiliteyi inhibe ettiği bilinmekle beraber, fizyolojik nın maksimum frekansı barsak duvarı içindeki, B ö ­
konsantrasyonlardaki başlıca etkisi, belki de pankre­ lüm 62’de temel elektriksel ritm olarak açıklanan,
astan insülin sekresyonunu stimüle etmektir. Bu hor­ yavaş dalgaların frekansı tarafından belirlenir.
monlar kitapta çeşitli yerlerde, özellikle Bölüm 64’de,
safra kesesinin boşalması ve pankıeaük sekresyonun
kontrolü ile ilgili olarak daha geniş tartışılmıştır.)
Özet olarak, fazla miktarda özellikle asitli ya da
yağlı kimusun, mideden duodenuma girmesiyle
ortaya çıkan çeşitli hormonların midenin boşalm a­
Düzenli aralıklı
sını inhibe ettikleri bilinmektedir. M uhtemelen
CCK bunların en önemlisidir. o x~İzole
.)
Mide Boşalmasının Kontrolünün Özeti
Midenin boşalması, bir dereceye kadar midenin
Düzensiz aralıklı
dolma derecesi ve gastrinin antrum peıistaltizmini
uyarıcı etkisiyle kontrol edilir. Bununla beraber,
mide boşalm asının daha önemli kontrolü duode­
Zayıf düzenli aralıklı
numdan kaynaklanan hem eııteıogastrik sinir sis­
temi feedback reflekslerini ve hem de hormonal fe-
edback'i kapsayan sinyallere dayanır. Bu iki inhibi­ İnce barsağın segm entasyon hareketleri
734 ÜNİTE X II • Gastrointestinal Sistem Fizyolojisi

Çünkü bu frekans duodenum ve proksimal jeju- Segmentasyon Hareketlerinin İlerletici Etkisi.


num da dakikada yaklaşık 1 2 olduğunda, bu alan­ Segmentasyon hareketleri sadece birkaç saniye iç ­
lardaki segmentasyon kontraksiyonlarının frekansı inde son buldukları halde, sıklıkla anal yönde yol
da dakikada yaklaşık 12'dir. Ancak bu durum sade­ aldıkları için besinlerin ince barsakta aşağıya doğ­
ce aşırı stimulasyon durumlarında oluşur. Termi­ ru ilerlemesine yardım ederler. Bundan dolayı, seg­
nal ileumda ise maksimal frekans genellikle daki­ m entasyon ve peristaltik hareketler arasındaki
kada 8-9 kontraksiyondur. fai k, bunları iki ayrı sınıfa ayırmayı gerektirecek ka­
Enteıik sinir sistem inin eksitatör aktivesi atro­ dar büyük değildir.
pinle bloke edildiği zaman, segmentasyon kont-
raksiyonları çok zaaflar. Bundan dolayı, segm en­ Hızlı Peristaltizm. ince baısaktaki peristaltizm
tasyon kontıaksiyonları düz kaslardaki yavaş dal­ normalde çok zayıf olm asına rağmen, enfeksiyona
galarla kontrol edilseler bile arka planda enteıik si­ bağlı ağır diyare vakalarında olduğu gibi barsak
nir sistem i özellikle myenterik pleksus tarafından mukozasının yoğun iritasyonu, peristaltik saldırı
eksite edilmezlerse etkili olamazlar. da denilen çok güçlü ve hızlı peristaltizme sebep
olur. Bu olay kısmen otonomik sinir sistem inin
gangliyonlaıına ve beyin sapına, buradan da yeni­
İlerletici Hareketler den barsağa dönen ekstrensek sinir refleksleri, kıs­
men de artan myenterik reflekslerin direkt etkisiy­
İnce Barsaklarda Peristaltizm. Kimus ince barsak le ortaya çıkar. Güçlü peristaltik kontraksiyonlar
boyunca peristaltik dalgalar tarafından ilerletilir. Bu daha sonra dakikalar içinde ince barsakta uzun bir
dalgalar ince barsağın her bölümünde oluşabilir ve yol katederek, ince barsak içeriğini sürükleyip ko­
bunlar barsağın proksimalinde daha hızlı, termina­ lona boşaltırlar ve böylece ince baısağı irite edici
linde ise daha yavaş olmak üzere anal yönde 0 .5-2.0 kimus ya da aşın gerimden kurtarırlar.
cm/sn'lik bir hızla hareket ederler. Bu dalgalar nor­
malde çok zayıftırlar ve çoğunlukla 3-5 cm, nadir Müskülaris Mukoza ve Villus Kas Lifleri
olarak 1 0 cm'den biraz fazla ilerledikten sonra sö­ Tarafından O luşturulan H areketler
nerler. Bundan dolayı, kimusun hareketi de çok ya­
vaş olur. İnce barsak boyunca kimusun net hareket M üskülaris m ukoza, in testin al m u k o za için d e kısa y a da
ortalaması sadece 1 cm/dk’dır. Bu da kimusun piloı- uzun kıvrım ların o lu şm a sın a aynı z a m a n d a b u kıvrım la­
dan ileoçekal valvüle varması için 3-5 saatlik süreye rın m uk ozan ın yeni b ölgelerin e ilerleyici tarzd a h are k e ­
tine de n ed en olabilir. Ayrıca, bu k astan çık an liflerin
gereksinim olduğu anlamına gelmektedir.
herbiri in testin al villuslarm içııe u z an arak on ların aralık­
lı kasılm aların a yol açar. M ukozal kıvrım lar k im u su n
Sinirsel ve Hormonal Sinyallerle Peristaltizmin m aru z kaldığı yüzey alanın ı artırarak, a b so rp siy o n hızını
Kontrolü, ince barsağın peristaltik aktivitesi ye­ yükseltirler. V illu slarm k o n tra k siy o n la rı-k ısa lm a la rı,
mekten sonra çok artar. Bu kısmen kimusun du- uzam aları ve yeniden kısalm aları- ‘‘s a ğ m a ’' h areketi y a ­
odenuma girmesiyle başlamakla birlikte, aynı za­ par. Böylece, len f m erkezi lakteal kan allard an lenfatik
manda midenin gerilmesi ile tetiklenen ve m ide­ siste m e se rb e stç e akar. Her iki tip k a sılm a d a aynı z a ­
m a n d a villuslarm çevresin deki sıvıyı karıştırarak a b s o r p ­
den ince barsak duvarı boyunca, myenterik plek­
siyon için sürekli yeni sıvı alan ları oluşturur.
sus üzerinden aşağıya iletilen gastroetıterik refleks­
Bu m ukozal ve villus hareketleri ince b arsak tak i kim u-
ten kaynaklanır. sa yanıt olarak su b m u k o zal p lek su s iç in d e o lu şan lokal
in ce barsağın peristaltizmine etki eden sinirsel sinir refleksleri tarafın dan başlatılır.
uyarılara ek olarak, birçok hormonal faktör de pe-
ristaltizmi etkiler. Bu horm onlar arasında gastrin,
CCK, insiilin ve serotonin bulunmaktadır. Bunların İleoçekal Valvülün Fonksiyonu
hepsi intestinal motiliteyi artırırlar ve sindirimin
çeşitli fazları esnasında salgılanırlar. Diğer taraftan, ileoçekal valvülün başlıca fonksiyonu, fekal içeri­
sekretin ve glukagon ince barsak motilitesini inhibe ğin kolondan ince barsak içine geri akmasını önle­
ederler. Motilitenin kontrolünde bu horm onal fak­ mektir. Şekil 63-4'de gösterildiği gibi, ileoçekal val­
törlerin herbirinin önemi tartışmaya açıktır. vülün kenarları çekum lümeni içine çıkıntı yapar,
İnce baısaktaki peristaltik dalgaların fonksiyonu böylece çekum içinde fazla basınç oluştuğunda
sadece kimusun ileoçekal valvüle doğru ilerlemesini kuvvetle kapanarak çekal içeriği kenarlar vasıtasıy­
sağlamak değil, aynı zamanda kimusu barsak m u­ la geri itmeye çalışırlar. Genellikle valvül ters yön­
kozası boyunca yaymaktır. Kimus mideden barsağa den gelen 50-60 cm su basınca direnç gösterebilir.
geçtiği ve barsağın proksimal bölümünde gerilmeye Buna ek olarak, ileoçekal valvülün hemen önünde­
neden olduğu zaman ortaya çıkan peristaltik dalga­ ki çeperin birkaç santimetrelik kısmı ileoçekal sfuık-
lar, derhal kimusu barsak boyunca yaymaya başlar­ ter olarak adlandırılan kalınlaşmış bir müsküler kılıfa
lar. Duodenuma ilave kimusun girmesi de bu işle­ sahiptir. Bu sfinkter yemekten hemen sonra başlayan
min şiddetini artırır, ileoçekal valvüle ulaşıldığında gastroileal refleksin (daha önce anlatılmıştı) ileumda
kimus bazen kişi yeni bir yemek yiyinceye kadar sa­ peristaltizmi artırdığı zaman dışında, normal olarak
atlerce bloke edilir. Bu durumda gastroileal refleks hafif bir kasılma durumunda bulunur ve ileum içeri­
ileum içinde peristaltizmi şiddetlendirir ve arta ka­ ğinin çekuma yavaş boşalmasını sağlar.
lan kimusu ileoçekal valvül yoluyla çekuma iter. İleoçekal valvülde boşalmaya karşı oluşan direnç
BÖLÜM 63 • Besinlerin Sindirim Kanalında Taşınması ve Karıştırılması 735

K arıştırıcı H a re k e tle r-H a u s tra s y o n la r. İn ce


b arsak ta olu şan seg m en tasy on h a re k e tle rin e
Basınç ve kimyasal benzer şekildeki geniş sirküler kontraksiyonlar
iritasyon slinkteri gevşetir
ve peristaltizmi uyarır. kalın barsakta da oluşur. Bu kontraksiyon n o kta­
larının herbiriııde yaklaşık 2.5 cm ’lik sirküler kas
bölüm ü kasılır ve bazen bu kasılm a kolon lüm e-
İçeriğin akıcılığı
nini tam am en kapatacak d erecede daralır. Aynı
boşalmayı artırır.
zam anda, kolonun longitudinal kasları tenya k o ­
li adı verilen üç longitudinal şerit içind e to p lan a­
rak kasılırlar. Kasların sirküler ve longitudinal ş e ­
ritlerinin bu kom bine kontraksiyonları kalın bar-
sağın uyarılm amış kısım larının haustrasyoıı adı
verilen kese şeklinde çıkıntılar yapm asına neden
lleoçekal sfınkter olur. Haustral kontraksiyonlar bir kere başladık­
tan sonra, genellikle 30 saniye içinde tep e n o kta­
Basınç veya kimyasal iritasyon
sına erişerek, onu izleyen 60 saniye içind e kaybo­
ilemun peristalizmini inhibe
eder ve sfinkteri uyarır. lurlar. Bunlar kontraksiyon süresi boyunca özel­
likle çekum ve çıkan kolonda anal yönde yavaşça
ilerlerler ve bu esnada kolon içeriğinin bir kısm ı­
Ş E K İL 63 - 4 nı da ileriye doğru sürüklerler. Birkaç dakika so n ­
lleoçekal valvülde boşalma. ra yakındaki diğer bölgelerde yeni haustral k o n t­
raksiyonlar oluşur. Böylece, kalın b aısaktaki fe­
kal madde kaz m a ile toprağın b ellen m esi gibi y a­
vaş yavaş parçalanır ve yuvarlanır. Bu yolla fekal
kimusun ileum içinde kalma süresini uzatır ve böy- m addenin tümü kalın barsak yüzeyi ile tem as
lece absorpsiyonu kolaylaştırır. Bir günde sadece
eder ve sıvı ve çözünm üş m addeler büyük ölçüde
yaklaşık 1500 mililitre kimus çekuma boşalır.
em ilerek günlük kimusun sadece 8 0 -2 0 0 ml'si fe-
çesle kaybedilir.
İleoçekal Sfinkterin Feedback Kontrolü. Termi­
nal ileumdaki peristaltizmin şiddeti gibi ileoçekal
İlerletici Hareketler-"K itle H areketleri". Çekum
sfinkterin kasılma derecesi de çekumdan kaynakla-
ve çıkan kolondaki ilerlem enin çoğu yavaş ama sü­
an reflekslerle önemli derecede kontrol edilir. Çe-
rekli olan haustral kontraksiyonlarm sonucudur.
kum gerildiği zaman ileoçekal sfinkterin kontraksi-
Kimusun ileoçekal valvülden transvers kolona ka­
yon şiddeti artar ve ileal peristaltizm inhibe olur.
dar ilerlemesi için 8-15 saatlik bir süreye gereksi­
Böylece ileumdan ilave kimusun çekuma geçişi bü­
nim vardır ve bu esnada kimus hem fekal nitelik
yük ölçüde gecikir. Aynı zamanda çekumdaki her­ kazanır hem de yarı sıvı halden çam ur gibi yarı ka­
hangi bir iritan madde de boşalmayı geciktirir. Örne­ tı hale geçer.
ğin, kişide apendiks iltihaplanması olduğu zaman,
Fekal maddenin transvers kolonun başlangıcın­
çekumun atrofik kalıntısı olan bu bölümün iritasyo- dan sigmoide ilerletilmesinde başlıca kitle hareket­
nn ileoçekal sfinkterin şiddetli spazmına ve ileumun
leri rol oynar. Bu hareketler en fazla sabah kahval­
paralizisine sebep olabilir ki bunlar da ileumun bo­
tısını izleyen ilk saat içinde yaklaşık 15 dakikalık bir
şalmasını bloke eder. Çekumdan başlayıp ileoçekal
sfinkter ve ileuma ulaşan bu reflekslere hem barsak
duvarı içindeki myenterik plekstısun kendisi ve hem
de özellikle prevertebral sempatik gangliyonlar yo­ Lapa -Yarı lapa
luyla ekstrensek sinirler aracılık eder. kıvamında kıvamında

KOLON HAREKETLERİ Motilitenin zayıflaması


emilimi artırır ve
transvers kolondaki
Kolonun başlıca fonksiyonları (1) kimustan su ve
sert feçes
elektrolitlerin emilimi ve (2 ) fekal maddenin dışarı <K #konstipasyona yol /
atılıncaya kadar depolanmasıdır. Şekil 63-5’de gös­ 1 açar. /

terilen kolonun proksimal yarısı, temel olarak emi- lleoçekal


lim ile distal yarısı ise depolama ile ilgilidir. Bu valvül
fonksiyonlar için şiddetli hareketler gerekmediğin­
den kolon hareketleri normalde ileri derecede ya­ Sert katı Aşırı hareket emilimi
vaştır. Hareketler yavaş tarzda olmasına rağmen azaltarak diyareye ya da
ince barsaktakileıe benzer özelliklere sahiptir ve yumuşak feçese yol açar.
bunlar da karıştırıcı hareketler ve ilerletici hareket­ Ş E K İL Ç3 • S
ler olarak ikiye ayrılabilir. Kalın barsağın absorpsiyon ve depolama fonksiyonları.
736 ÜNİTE X II • Gastrointestinal Sistem Fizyolojisi

zaman diliminde olmak üzere günde sadece 1-3 Defekasyon Refleksleri. Defekasyon genellikle
kez ortaya çıkarlar. defekasyon refleksleri ile başlatılır. Bu reflekslerden
Kitle hareketi peristaltizm in modifeye olmuş biri, lokal enterik sinir sistem inin aracılık ettiği iııt-
bir tipidir ve aşağıdaki olaylar dizisi ile karakteri- rensek reflekstir. Bu refleks şu şekilde açıklanabilir:
zedir: İlk önce, genellikle transveıs kolonda ol­ Feçes rektuma girdiği zaman, rektum çeperinin ge­
m ak üzere gerilen ya da irite olan noktada bir rilmesi afferent impulsları başlatır. Bu sinyaller
konstriktör halka oluşur. Daha sonra, kolonun myenterikpleksıısyoluyla. yayılarak inen kolon, sig­
bu kasılm a noktasının 2 0 cm ya da daha uzağın­ moid kolon ve rektumda peristaltik dalgaları başla­
daki d istal bölüm ünde haustıasyon kasılmaları tır ve feçes anüse doğru itilir. Peristaltik dalga anü­
kaybolur ve bunun yerini ünite şeklinde kasılm a­ se ulaştığında myenterik pleksustan gelen inhibi­
lar alarak fekal m ateryali bu segm ent içinden ko­ tor sinyaller vasıtasıyla internal anal sfinkter gevşer
lonun aşağısına iter. Giderek güçlenen kontraksi- ve eğer aynı anda eksternal anal sfinkter de bilinçli
yon yaklaşık 30 sn sürer ve bundan sonraki 2-3 olarak gevşetilirse defekasyon gerçekleşir.
dakika içinde, kolonun daha uzak bir yerinde ye­ Bununla birlikte, intrensek m yenterik defekas­
ni bir kitle hareketi oluşuncaya kadar gevşeme yon refleksi kendi başına oldukça zayıftır. Bu ref­
m eydana gelir. leksin defekasyoııda etkili olabilm esi için Şekil 63-
Kitle hareketlerinin tüm serileri sadece 10-30 da­ 6 'da gösterildiği gibi, çoğunlukla diğer bir tip defe­
kika devam eder ve belki yarım gün ya da bir gün kasyon refleksi olan ve omuriliğin sakral segm ent-
sonra tekrar oluşur. Bunlar feçes kitlesini rektuma lerinden köken alan p arasem patik defakasyon ref­
ittiğinde defekasyon ihtiyacı hissedilir. leksi ile desteklenm esi gerekir. Rektumdaki sinir
sonlanm aları uyarıldıkları zaman, sinyaller ilk ö n ­
Kitle Hareketlerinin Gastrokolik ve Duodenokolik ce omuriliğe taşınır, daha sonra buradan p elvik si­
Reflekslerle Başlatılması. Yemeklerden sonra kitle nirler içindeki parasem patik sinirler vasıtasıyla
hareketleri gastrokolik ve d u oden okolik reflekslerle refleks yoldan inen kolon, sigmoid, rektum ve
kolaylaştırılır. Bu refleksler mide ve duodenumun anüse geri döner. Bu parasempatik sinyaller peris­
gerilmesinden kaynaklanır. Ekstrensek sinirler ke­ taltik dalgaları çok şiddetlendirdikleri gibi internal
sildiği zaman, bu refleksler ya hiç oluşmazlar ya da anal sfinkteri de gevşetirler. Böylece, intrensek de­
çok zor meydana gelirler. Bundan da, bu refleksle­ fekasyon refleksini zayıf harketlerden zam an za­
rin hem en hem en tam am en otonom sinir sistemi man kolonun splenik fleksurundan anüse kadar
tarafından başlatıldığı anlaşılmaktadır. olan bölümdeki kalın barsağın tam am ının bir d e­
Kolondaki iritasyonda şiddetli kitle hareketleri fada boşalm asına yol açacak kadar güçlü bir defe­
başlatılabilir. Örneğin, ülserli kolonu (ülseratif k o ­ kasyon işlem ine çevirirler.
lit) olan bir kişide hem en her zaman kitle hareket­ Omuriliğe giren afferent sinyaller derin nefes al­
lerine rastlanmaktadır. ma, glottisin kapanması, fekal içeriğin kolonun aşa­
ğısına itilmesini sağlayan abdominal duvar kasları­
nın kontraksiyonu ve aynı zamanda feçesin boşal­
tılması için pelvik tabanın anal halka üzerinde aşa­
Defekasyon ğıya ve dışa çekilmesi gibi işlemleri de başlatırlar.

Çoğu zam an rektum da feçes bulmaz. Bu kısm en


anüsten yaklaşık 2 0 cm yukarıda, sigmoid kolon­
la rektum arasındaki kavşakta zayıf bir fonksiyo­
nel sfinkterin bulunm asından ileri gelir. Burada
keskin bir açının varolm ası da rektum un dolm a­
sına karşı direnç oluşum una katkıda bulunur.
Kitle hareketi feçesi rektum a ittiği zam an, n o r­
m al olarak defekasyon ihtiyacı doğar ve bu esn a­
da rektum da kasılm a, iç anal sfinkteıde gevşeme
görülür.
Fekal m addenin anüsten damla damla dışarı
çıkması, ( 1 ) anüsün hem en içinde uzanan düz
kasların birkaç santim etre boyunca kalınlaşması
ile oluşan internal a n a l sfinkter, ve (2 ) çizgili is­
temli kaslardan oluşan ve hem internal sfînkteri
saran hem de bu sfinkterin distalinde çıkıntı ya­
pan eksternal a n a l sfinkterin tonik kontraksiyonla-
ıı ile önlenir. Eksternal sfinkter somatik sinir siste­
minin bir parçası olan pudendal sinirin lifleri tara­
internal anal sfinkter
fından kontrol edilir. Bu nedenle, istemli ve bilinç­
li kontrol altındadır ve bilinçli sinyaller kasılmayı Ş E K İL 63 - 6
inhibe edinceye kadar eksternal sfinkter bilinçaltı Defekasyon refleksini artıran parasem patik mekanizmanın
sürekli kasılı tutulur. afferent ve efferent y o lla rı.
BÖLÜM 63 • Besinlerin Sindirim Kanalında Taşınması ve Karıştırılması 737

Defekasyon için uygun koşullar oluştuğunda, ki­


şi derin bir nefes alarak diyafragmayı aşağıya doğ­ KALIN B A R S A K A K T İV İT E S İN İ E T K İL E Y E N
ru iter. Bu esnada abdominal kasları kasıp karın içi D İĞ E R O T O N O M İK R EFLEK SLE R
basıncını artırır ve feçesi rektuma iterek yeni bir
Bu bölümde tartışılan duodenokolik, gastrokolik, gastroile-
defekasyon refleksini başlatabilir. Bu yolla başlatı­
al, enterogastrik ve defekasyon reflekslerinin yanında diğer
lan refleksler hem en hiçbir zaman doğal olarak birçok önemli refleksler de barsaktaki aktivitenin derecesi­
oluşanlar kadar etkili değildirler. Bu nedenle, doğal ni ayarlayabilirler. Bunlar, peritoneointestinal, renointesti-
reflekslerini sık sık inhibe eden kişilerde ciddi nal, vezikointestinal ve somatointestinal reflekslerdir.
konstipasyoıı gelişir. Peritoneointestinal refleks peritonun iritasyonu sonu­
Yenidoğanlarda ve omurilik kesisi olan kişilerde cu oluşur. Özellikle peritonitli hastalarda, uyarıcı enterik
eksternal anal sfınkterin istemli kontraksiyonunun sinirleri kuvvetle inhibe ederek intestinal paraliziye ne­
den olabilirler. Renointestinalve vezikointestinal rejleks-
bilinçli olarak kontrol edilemeyişi yüzünden, gü­ ler sırasıyla böbrek ve idrar kesesi iritasyonu sonucu in­
nün uygun olmayan zamanlarında gelişen defe­ testinal aktiviteyi inhibe ederler. Son olarak, karın derisi­
kasyon refleksleri, kolonun alt kısmının otomatik nin iritasyonu ile uyarılan somatointestinal refleks de
olarak boşalm asına neden olur. barsakta inhibisyona neden olur.

REFERANSLAR
Bassotti G , C h iarin elli M L , G erm ani U, et al: D avenport H W : A D igest o f Digestion. 2nd. M oukarzel A A , S a b ri M T : G astric physiology
E ffc c t o f so m e abdom inal surgical opera­ ed. C h icag o: Y e a r B o o k M edical Publish­ and function: e ffe cts o f fruit ju ic e s. J Am
tions on sm all bow el m otility in humans: ers, 1 9 7 8 . C o ll Nutr 1 5 .1 8 S , 1996.
our exp erien ce. J C lin G astroenterol 2 1 :2 1 1 , H ellstrom P M : M otility o f small intestine: a O ’B rien M D , Phillips S F : C o lo n ic m otility in
1995. case for pattern recognition. J Tntern M ed health and disease. G astroenterol Clin North
Bassotti G , G erm ani U , M orelli A : Human c o ­ 2 3 7 :3 9 1 , 1995. A m 2 5 :1 4 7 , 19 9 6 .
lonic m otility: physiological aspects. Int J Joh n son L R : G astrointestinal Physiology. St. Q uigley E M : G astric and sm all intestinal m o ­
C olorectal D is 1 0 :1 7 3 , 1995. L o u is: M osb y, 1 9 9 7 . tility in health and disease. G astroenterol
Bou chicr LAD, A llan R N , H odgson H JF, K eigh ley M R B , W illiam s N S: Surgery o f the C lin North A m 2 5 :1 1 3 , 1 9 96.
K eigh ley M R B : G astroenterology: C linical A nus, R ectum and C olon. Philadelphia: W B Sarr M G : M otility and absorption in the trans­
S cien ce and Practice. 2nd cd. Philadelphia: Saunders C o, 1994. planted gut. T ran splan t P roc 2 8 :2 5 3 5 ,
\VB Saunders C o, 1994. Kum ar D, W ingate D L : An Illustrated Guide 1996.
Chang E B : Intestinal w ater and electrolyte ab ­ to G astrointestinal M otility. 2nd ed. New Scarpignato C , G alm ich e JP : C lin ica l in vesti­
sorption and secretion. Transplant Proc 2 8 : Y o rk : C hurchill Livingstone, 1994. gation in Esoph ageal D isea se. Farm ington,
2 6 7 9 , 19 9 6 . M acdonald IA : Ph y siolog ical regulation o f C T : S . K arger Publishers In c, 1 9 94.
Christl S U , S ch cp pach W : M etabo lic con se­ gastric em ptying and glu cosc absorption. W iedenm ann B : Intestinal P lasticity in H ealth
q uences o f total colcctom y. Scand J G as­ D iabetic M ed 1 3 :S 1 1 , 1996. and D isease. N ew Y o rk : New Y o rk A cad ­
troenterol 2 2 2 :2 0 , 1997. M arve G M : N erves and horm ones interact to em y o f S c ie n c e s, 19 9 8 .
Cummings JH : T h e Large Intestine in Nutri­ control gallbladder function. New s Physiol W ong M E K , H elfrick J F , Joh n son J V , T ay lo r
tion and D isease. B ru xelles: Institut D an­ S ei 1 3 :6 4 , 1998. T D : A tlas o f M a jo r O ral and M ax illo facial
one, 1 9 97. M iller A J: T h e N euroscientific Principles o f Surgery. Philadelphia: W B Saunders C o ,
Dantzler W H : H andbook o f Physiology, See. Sw allow in g and Dysphagia. San D iego: 1994.
13: C om parative Physiology. N ew Y ork: Singu lar Publishing Group, 1999.
O xford U niversity Press, 1997.
Salgı bezlerinin, sindirim kanalı boyunca 2 önemli dirim kanalı duvarlarının dışı b oy u n ca yer alırlar ve bu
fonksiyonu vardır. Bunlardan ilki, ağızdan ileuınun özellikleri sayesinde diğer tüm sindirim bezlerin den ayrı­
distal ucuna kadar uzanan pek çok bölgeden sindi­ lırlar. G landiiler hücrelerin dizili olduğu m ilyonlarca asi-
niıs içerirler. Bu asin üsler so n u n d a sindirim kan alına a ç ı­
rim enzim lerini salgılamaları, İkincisi ise, ağızdan
lan kanallardan oluşan bir sistem e bağlanırlar.
anüse kadar uzanan müköz bezlerin, sindirim ka­
nalının kayganlaştırılmasını ve korunmasını sağla­
yan m ükiis salgılamalarıdır.
Sindirim Kanalı Bezlerinin
Sindirim salgılarının bir çoğu sadece sindirim
kanalında besin bulunması halinde yapılırlar. Sin­
Uyarılmasında Ana Mekanizmalar
dirim kanalının her bölümünden salgılanan salgı
Besinin Epitel Tabakası İle Temasının Etkisi: En-
miktarı düzgün bir sindirim için gereken miktar
terik Sinir Uyarılarının Fonksiyonu. Sindirim ka­
kadardır. Ayrıca sindirim kanalının bazı kısımların­
nalının belirli bir bölümünde besinin mekanik ola­
da enzim lerin tipleri ve salgıların diğer içerikleri de
rak varlığı sıklıkla o bölüm ve yakınındaki bölümler­
m evcut olan besinin tipine uygun şekilde d e­
deki bezlerden orta dereceden büyük miktarlara ka­
ğişkenlik gösterir. Bu bölümün amacı, farklı sindi­
dar varan sindirim sıvılarının salgılanmasına yol
rim salgılarını, fonksiyonlarını ve yapımlarının dü­
açar. Bu lokal etkinin bir kısmı, yüzeydeki glandiiler
zenlenm esini açıklamaktır.
hücrelerin besinle teması sonucu uyarılmalarına
bağlıdır. Buna ek olarak, epitelyal uyarı sindirim du­
varındaki enterik sinir sistemini de aktive eder. Bu­
na yol açan uyaran tipleri ( 1 ) dokunma, (2 ) kimya­
S İN D İR İM K A NALI SA LG IL A R IN IN GENEL
sal iritasyon ve (3) sindirim duvarının distansiyonu-
P R E N S İP L E R İ dur. Ortaya çıkan sinirsel refleksler hem epitel yüze­
yindeki miiköz hücreleri hem de mukozadaki derin
B ezlerin A n ato m ik Tipleri bezlerini salgılarını artırma yönünde uyarırlar.

Sin d irim kan alın d a farklı tip bezler farklı lipte salgılar Sekıesyonun Otonom ik Olarak Uyarılması
oluştururlar. Öncelikle, sind irim kanalının pek çok b ö lü ­ Parasempatik Uyarılma. Sindirim kanalına giden
m ü n d e e p ite l tab ak asın ın yüzeyinde m ily arlarca tek
parasempatik sinirlerin uyarılması hem en her za­
hücreli m ü köz bezler yer alır. B unlara, k ısaca m üköz h ü c­
reler veya goblet hücreleri ad ı verilir. Bu bezler epitelin
man sekresyon hızını artırır. Bu özellikle sindirim
lokal o larak u y arılm asın a cevap olarak tek b aşların a işlev kanalının üst bölümlerindeki bezlerde gözlenir.
gö rü rler ve yüzeyi kay gan laştırm ak ve sindirilm ekten k o ­ Bunlar, glossofarengeal ve vagus tarafından ineı ve
ru n m ak am ac ı ile m iiküs salgıların ı doğru d an epitel y ü ­ edilen tükürük bezleri, özofagııs bezleri, gastrik
zeyin e boşaltırlar. bezler, pankreas ve duodenumdaki Bı unner bezle­
İkinci olarak, sin d irim kemali yüzeyi boy u n ca pek çok ri gibi barsak kanalının üst kısımlarını kapsar. Bu
alan lar oyukçuklarla (pit) kaplıdır. Bunlar epitelin sub- durum, pelvik parasempatik sinirler ile ineıve edi­
m u k o za y a u zan an girintileridir. Piller ince b arsa k ta Li-
len kalın barsağın distal bölümlerindeki bezler için
eberkü hn kriptoları adını alırlar. Bunlar derin olup ö zel­
le şm iş salgı hücreleri içerirler. Bu h ücrelerden biri Şçkil
de geçerlidir. İnce barsağın kalan bölümleri ve ka­
64-1 'de gösterilm iştir. lın barsağın ilk üçte iki bölümünde sekresyon, esas
Ü çü n cü olarak, m ide ve du od en ıım u n üst k ısm ın da olarak barsağın tümündeki lokal nöral ve horm o-
çok sa y ıd a derin tübiiler bezler yer alır. Şekil 64-4’de m i­ nal uyarılara yanıt olarak gerçekleşir.
d e d e asit ve p e p sin o je n salgılayan tipik bir tübiiler b ez
görülm ektedir. Sempatik Uyarılma. Sempatik sinirlerin uyarılma­
D örd ü n cü olarak, sind irim kanalı ile ilişkili çok çeşitli sı, sindirim kanalının bazı bölümlerinde bezlerin
k arm aşık bezler de vardır. Bunlar tükürük bezleri, p an kre­
salgılarında hafif ya da orta derecede bir artışa n e­
as ve karaciğer gibi bezler olup besinlerin sindirilm esi ve
em ülsifiye edilm esin de görevli salgılar içerirler. B ölüm
den olur. Diğer taraftan, sempatik uyarılma bezleri
7 0 ’de tartışıldığı gibi karaciğer, ileıi derecede özelleşm iş besleyen kan damarlarında daralmaya da yol açar.
bir yapıya sahiptir. Tükürük bezleri ve pan kreas Şekil 64- Bu nedenle, sempatik uyarılma iki tipte etkiye yol
2 ’de gösterildiği gibi, asin ö z tipte bezlerdir. Bu bezler sin ­ açabilir: Birincisi, sempatik uyarılma tek başına ge-

738
BÖLÜM 64 • Sindirim Kanalının Salgı Fonksiyonları 739

Bazal 3. ATP’deıı açığa çıkan enerji, besinlerden sağla­


membran Endoplazmik nan uygun substıatlarla birlikte, organik m addele­
Kapiller retikulum rin sentezi için kullanılır. Bu sentez hem en tam a­
men endoplazm ik retikulıım ve Golgi kom p leksin ­
de gerçekleşir. Retikuluma yapışık bulunan ribo-
zonılar salgılanacak proteinlerin yapım ından özel
olarak sorumludurlar.
4. Salgı maddeleri endoplazmik ıetikulum un tu-
buluslaıı boyunca taşınırlar. Hücrelerin sekretuvar
yüzeylerinin yakınına yerleşik b u lu nan Golgi
kompleksinin veziküllerine kadar tüııı yolu yak­
laşık 2 0 dakikada alırlar.
5. Maddeler Golgi kompleksinde değişime uğrar­
lar, eklenirler, konsantre edilirler ve salgı vezikülle-
(¡i: Mitokondriler Rjbozomlar Zimojen
granüller ri şeklinde sitoplazmaya geçerler. Bu veziküller sal­
gı hücrelerinin apikal uçlarında depo edilirler.
Ş E K İL 64 - t 6 . Veziküller, sinirsel veya horm onal uyarılar so ­
Bir glandüler hücrenin enzim ve diğer salgı maddelerini yapma nucu içeriklerini hücre yüzeyinden boşaltıncaya
ve salgılama fonksiyonu. kadar depolanmış olarak kalırlar. Bu m uhtem elen
şu şekilde gerçekleşir: Sinyal önce hücre m em bıa-
mnın kalsiyuma karşı geçirgenliğini artırır ve böy-
nellikle sekresyonu hafifçe artırır. Ancak, ikinci ola­ lece kalsiyum hücre içine girer. Daha sonra kalsi­
rak, parasem patik veya horm onal uyarılm anın yum, veziküllerin hücre membranı ile kaynaşm ası­
bezlerden bol miktarda sekresyona yol açtığı du­ na ve dış yüzeylerinin yırtılarak açılm asına neden
rumlarda, buna ilave olan sem patik uyarılma ge­ olur. Böylece veziküller içeriklerini dışarıya boşal­
nellikle kan akımında azalmaya neden olarak sek­ tırlar. Bu olaya ekzositoz adı verilir.
resyonu anlamlı şekilde azaltır.
Su Ve Elektrolit Sekresyonu. Bezlerin sekresyo-
Glandüler Sekresyonun Horm onlar Tarafından nunun ikinci bir önemi de, organik maddelerle bir­
Düzenlenmesi. Pek çok farklı gastrointestinal hor­ likte su ve elektrolitlerin de salgılannıasıdır. Sinirsel
monlar, mide ve ince baısakta, salgıların hacmi ve uyarı, su ve tuzların büyük bir lıızla glandüler hüc­
özelliklerinin düzenlenmesine yardımcı olurlar. Bu reler içine geçmelerine yol açar. Aynı zamanda glan­
horm onlar barsak lümeninde besin bulunmasına düler hücrelerin sekretuvar kenarlarından organik
cevap olarak sindirim sistemi mukozasından açığa maddelerin yıkanmalarını da sağlayan bu mekaniz­
çıkarlar. Daha sonra kana emilirler ve uyaracakları manın şu şekilde olduğu düşünülmektedir:
bezlere taşınırlar. Bu tip uyarı özellikle mide veya
duodenum a gıda girişine bağlı olarak mide ve 1. Sinirsel uyarı spesifik olarak hücre m em branı
pankreas sıvılarının açığa çıkışını artırmada önem bazal kısımlarına etki ederek klorür iyonlarının ak­
taşır. Ayrıca, safra kesesi duvarının hormonal yol­ tif transport ile hücre içine geçm esine neden olur.
dan uyarılması, depolanmış safranın duodenuma
boşalm asına neden olur. Etkinlikleri şüpheli olan
bazı diğer hormonların da ince barsak bezlerinden
sekresyonu uyardıkları düşünülmektedir. Primer sekresyon
1. Pityalin
Gastrointestinal hormonlar, kimyasal olarak po-
2. Müküs
lipeptid veya polipeptid türevleridir. 3. Ekstraselüler sıvı

Glandüler Hücrelerden Sekresyonun


Ana Mekanizması

O rganik M addelerin Salgılanması. Glandüler


hücrelerin işlevlerinin ana mekanizmalarının tü­ Na+ aktif absorpsiyon
CL pasif absorpsiyon
mü bilinmemekle birlikte, deneysel sonuçlara göre
K+ aktif sekresyon
sekresyonun ana prensipleri Şekil 6 4 -1 ’de gösteril­ HCO3- sekresyon
diği gibi şu şekildedir:

1. Salgının oluşması için gereken besin maddesi


kapiller bez hücrelerine difüze olmalı veya aktif
olaıak taşınmalıdır. Tükürük
2. Hücre içinde tabana yakııı olarak yerleşmiş
çok sayıda m itokon dri adenozin trifosfat (ATP) Ş E K İL 64 • 2
oluşturmak üzere oksidatif enerji kullanırlar. Tükürük bezinde tükürük oluşumu ve salgılanması.
740 ÜNİTE X II • Gastrointestinal Fizyoloji

2. Artan klorür iyonlarına bağlı olarak hücre için­ farkeder. Zira bu durum da, bol m iktarda su ile alındığında
de artan elektronegatiflik sodyum iyonlarında ol­ bile katı besinlerin yutulm ası ileri derecede güçleşir.
duğu gibi pozitif iyonların da hücre içine geçm esi­
ne yol açar.
3. Hücre içinde artan negatif ve pozitif iyonlar os-
m otik kuvvet uygulayarak hücre içine suyu çeker. TÜKÜRÜK SEKRESYONU
Böylece hücre içinde hidrostatik basınç artarak
hücrenin şişmesine yol açar. Tükürük Bezleri; Tükürük Salgısının Özellikleri.
4. Hücre içindeki basınç, hücrenin sekretuvar ke­ Başlıca tükürük bezleri parotis, subm andibuler ve
narından yırtılması ve su, elektrolit ve organik sublingual bezlerdir. Buna ek olarak, pek çok küçük
maddelerin glandüler hücrenin sekretuvar ucun­ bukkal bezler de mevcuttur. Normal günlük tükürük
dan bez lüm enine boşalması ile sonuçlanır. salgısı 800-1500 mililitre arasında değişir. Tablo 64-
l'de gösterildiği gibi, ortalama olarak 1 0 0 0 mililitredir.
Bu varsayımı destekleyen şu bulgular vardır: Bi­ Tükürük 2 ana tip protein sekresyonuna yol açar:
rincisi, bez hücrelerinin sinir uçları prensip olarak (1) Pityalin (a amilaz)içeren seröz bir salgı. Pityalin
hücrelerin bazalinde yer alır. İkinci olarak, mikro- nişastaların sindirimi için gereklidir. (2) Miisiıı içe­
elektrot çalışmalarına göre, hücrenin bazal kısmın­ ren müköz bir salgı. Kayganlaştırıcı ve yüzey koruyu­
daki m em branın norm al elektriksel potansiyeli cu özelliklere sahiptir. Parotis bezleri tamamen seröz
hücre içinde negatiflik, hücre dışında pozitiflik faz­ tipte, submandibuler ve sublingual bezler ise seröz
la olacak şekilde 30-40 milivolt arasındadır. Para­ ve müköz tipte salgı salgılarlar. Bukkal bezler ise sa­
sempatik uyarı bu polarizasyon voltajını normale dece müküs salgılar. Tükürüğün pH’sı pityalinin sin­
göre 1 0 - 2 0 milivolt daha fazla negatif olacak şekilde dirme etkisi için uygun olan 6.0-7.0 arasındadır.
artırır. Polarizasyondaki bu artış, sinirsel uyarının
ulaşmasından bir saniye veya daha fazla süre sonra Tükürük İçinde İyonların Sekresyonu. Tükürük
gerçekleşir. Bu da, olayın negatif yüklü iyonların esas olarak büyük miktarda potasyum ve bikarbo­
(muhtemelen klorür iyonları) mem brandan hücre nat iyonları içerir. Diğer taraftan, tükürükte sod­
içine hareket etmelerine bağlı olduğunu gösterir. yum ve klorür iyonlarının konsantrasyonları plaz­
Bu sekresyon mekanizması kısmen varsayım olma­ madan çok daha azdır. Tükürükteki iyonların kon­
sına rağmen, sinir uyarılarının ne şekilde sekresyonu santrasyonları, tükürük salgılanma m ekanizm ası­
düzenleyebildiklerini açıklamaktadır. Hormonlar nın aşağıdaki şekilde açıklanm ası sayesinde an ­
hücre membranma etki ederek, sinirsel uyarı ile laşılabilir.
oluşanlara benzer sonuçlara yol açabilmektedirler. Şekil 64-2’de asini ve tükürük kanalları içeren ti­
pik birleşik bir bez olan submaksiller bezin sekres­
yonu görülmektedir. Tükürük salgılanm ası 2
Müküsün Kayganlaştırıcı ve Koruyucu aşamalıdır: İlk aşama asinüsleri, ikinci aşam a ise
Özellikleri ve Mıiküsün Gastrointestinal tükürük kanallarını ilgilendirir. Asinüsler pityalin
Kanaldaki Önemi ve/veya müsin içeren ve iyon konsantrasyonu ekst-
ıaselüler sıvıdan farklı olmayan bir prim er salgı sal­
M tiküs, su, elektrolitler ve çeşitli glik op ro tein lerd en gılarlar. Primer salgı kanallar boyunca ilerlerken,
olu şan kalın bir salgıdır. Yapısındaki glikoproteinler kıs­ tükürüğün iyon içeriğini belirgin şekilde değiştiren
m en d ah a az m iktarlarda proteinlerle bağlı büyük poli- iki önemli aktif transport olayı gerçekleşir.
sakkaridlerden oluşm uştur. M üküs salgısı, gastroin testi­ İlk önce, tüm tükürük kanalları boyunca sodyum
nal kanalın farklı bölgelerin de hafifçe farklılıklar gösterir.
iyonları aktif olarak reabsorbe olurken, sodyum ile de­
Ancak her b ölgede çok iyi bir kayganlaştırıcı ve b arsak d u ­
varı için koruyucu olm a gibi önem li özelliklere sahiptir.
ğişmeli olarak potasyum iyonları aktif olarak sekres-
Birincisi, m iiküs besinlerin ve diğer m addelerin sıkıca yona uğrarlar. Bunun sonucunda, tükürükte sodyum
b ağ lan m asın ı sağlayan yapışkan bir özelliğe sahiptir. Yü­ konsantrasyonu ileri derecede azalırken, potasyum
zeylere iııcc bir tabaka oluşturacak şekilde yayılır. İkincisi, iyon konsantrasyonu artar. Ancak, sodyumun potas­
b arsa k duvarını tüm üyle kaplayarak b esin m addelerin in yuma göre ıeabsorpsiyonun fazla olması tükürük ka-
m uk oza ile tem asını engeller. Üçünciisii, m üküsün kay­
m aya karşı direnci oldukça düşüktür. Bu nedenle, m a d d e ­
ler epitel boyunca kolayca kayabilirler. Dördüncüsü, m ü ­
küs leçese ait m addelerin birbirlerine yapışarak barsak
TABLO 64 - 1
hareketleri sırasın d a feçesin kitle şeklinde atılm asın ı s a ğ ­ S in d irim S alg ıları
lar. Beşincisi, m üküs, gastrointestinal sistem enzim leri ta­
rafından sindirilm eye karşı kuvvetle direnç gösterir. Son Günlük Hacim PH
olarak, altıncısı, m ü k ü sü n y apısın dak i glikoproteinler (mİ)
am foterik yapıya sahiptirler. Diğer bir deyişle, küçük m ik­ Tükürük 1000 6.0-7.0
tarlarda asit ve alkalileri tam p o n lam a yeteneğine sa h ip ­ Mide sekresyonu 1500 1.0-3.5
tirler. M üküs aynı z a m an d a asitleri nötralize eden bikar­ Pankreas sekresyonu 1000 8.0-8.3
b on at iyonlarını d a orta derecelerde ihtiva eder. Safra 1000 7.8
Sonuç olarak, m üküs gastrointestinal kanal boyunca b e ­ İnce barsak sekresyonu 1800 7.5-8.0
sinlerin kolayca kaym asına olanak sağlar ve epitel lıarabi- Brunner bezlerinin sekresyonu 200 8.0-8.9
yetini önler. Kişi m üküsün kayganlaştırıcı özelliğini, ancak Kalın barsak sekresyonu 200 7.5-8.0
tükürük bezlerinden tükürük salgılanm ası olm adığı zam an Toplam 6700
BÖLÜM 64 • Sindirim Kanalının Salgı Fonksiyonları 741

nallarında yaklaşık -70 milivoltluk bir negatiflik yara­


tır. Bu durum klorür iyonlarının pasif olarak ıeabsoıp-
siyonuna yol açar. Bunun sonucunda, sodyum iyon Superlyor ve Inferlyor
konsantrasyonunda azalmaya uyacak şekilde klorür salivator çekirdekler
iyon konsantrasyonu da çok düşük düzeylere iner. Submandibular bez
'Submandibular'1
İkinci olarak, bikarbon at iyonları kanal epitelin- gangllyon
den kanal lümenine salgılanırlar. Bu olay en azın­ '-Traktus
dan kısmen bikarbonatın klorür iyonları ile de­ solitarius
1Fşsiyal sinjj
ğişiminden kaynaklanmakla birlikte aktif sekres-
¿Sublingual-
yon olayının da rolü olabilir. „bez
Bu transport olaylarının sonucu olarak, istirahat Korda timpani
koşullarında, tükürükte bulunan sodyum ve klorür
iyonlarından her bilinin konsantrasyonları yalnızca
Otlk
yaklaşık 15 mEq/litre olup bu miktar plazma konsant­ iangllyon Parotla bezi
rasyonlarının yedide biri ile onda biri arasındadır. Di­ Tat ve dokunma uyaranları
ğer taraftan, potasyum konsantrasyonu yaklaşık 30
mEq/litre’dir ve plazma konsantrasyonunun yedi ka­
tıdır. Bikarbonat konsantrasyonu ise plazmanın yak­
laşık 2 veya 3 katı olacak şekilde 50-70 mEq/litre'dir.
Maksimum salivasyon sırasında, asinüslerde pri­ Ş E K İL 64 - 3
mer sekresyonun yapım hızının 2 0 kat artması sonu­ Tükürük sekresyonunun parasempatik regülasyonu
cu tükürükteki iyonların konsantrasyonları önemli
şekilde değişir. Sekresyon kanallar yoluyla asinüsler-
den o derecede hızlı akar ki, sekresyonun kanaldaki
yenilenmesi belirgin olarak azalır. Bu nedenle, tükü­ pındaki superiyorve iııferiyor salivator nukleustan
rük bol miktarda salgılandığında, sodyum klorür kon­ gelen parasem patik sinir sinyalleri ile kontrol edi­
santrasyonu plazmanınkinin yaklaşık yarım ile üçte lir. Salivator nukleuslar yaklaşık medulla ile pon-
ikisi kadar fazla olurken, potasyum konsantrasyonu sun birleşme noktasında yer alırlar. Dil, ağzın diğer
plazmanınkinden sadece dört kez daha düşük olur. kısımları ve faıenksteki tat ve dokunma uyarıları ile
Aşırı miktarda aldosteron varlığında, sodyum ve uyarılırlar. Esas olarak ekşi (asitler ile oluşur) olmak
klorür reabsorpsiyonu ve potasyum sekresyonu ile­ üzere tat uyarılarının bir çoğu sıklıkla bazal sekres­
ri derecede artar. Böylece, tükürükte sodyum klo­ yon hızını 8 ile 20 kez daha fazla artırabilirler. Ayrı­
rür konsantrasyonu bazen sıfıra inerken, potasyum ca, bazı dokunma duyuları, örneğin ağız içinde
konsantrasyonu plazma potasyum düzeyinden ye­
düzgün yüzeyli maddelerin varlığı aşırı tükürük
di kat fazla olan normal düzeyinden de yüksek
sekresyonuna yol açarken, yüzeyi pürtüklü olanlar
miktarlara ulaşır.
az miktarda sekresyona yol açarlar ve hatta sıklıkla
sekresyonu tamamen inhibe ederler.
Ağız Hijyeni Açısından Tükürüğün Fonksiyonu. Bazal
Tükürük salgısı santral sinir sisteminin üst merkez­
şartlarda, 1 dakikada h em en tam am en m iiköz tipte olan
yaklaşık 0.5 mİ tükürük salgılanır. Bu m iktar uyku d ışın d a­ lerinden salivator çekirdeklere gelen sinirsel uyarılar­
ki za m an la rd a gerçekleşir; uykuda sekresyon çok azalır. la da uyarılabilir ya da inhibe edilebilir. Örneğin, kişi
Bu sekresyon ağız dokularının sağlığı açısın dan çok önem sevdiği besinleri kokladığı veya yediği zaman tükürük
taşır. Ağız dokuları kolaylıkla h asara yol açabileıı ve diş çü ­ salgısı, sevmediklerini kokladığı veya yediği zamana
rüklerine yol açabilen patojen bakterilerle doludur. T ü kü ­ göre çok fazladır. Bu etkileri düzenleyen beyindeki
rük b u zararlı olayları çeşitli yollarla önler: Birincisi, tükü­ iştah alanı anteriyor hipotalamusun parasempatik
rük akışı h em p atojen bakterilerin hem de onların m eta- merkezlerinin önünde yer alır. Bu alan esas olarak,
bolik desteği olan b esin m addelerin in sürüklenip uzak­
beyin koı teksi ve amigdaladaki tat ve koku alanların­
laşm a sın a yardım cı olur. İkincisi, tükürük bakterileri tah ­
dan gelen uyarılara cevap olarak fonksiyon görür.
rip eden çeşitli faktörler içerir. Bunlardan biri, tiyosiyanat
iyonları ve diğeri ise en ön em lisi lizozinı olan çeşitli prote- Tükürük salgısı mide ve ince barsağın üst kısımla­
olitik enzimlerdir. B unlar (1) bakterilere saldırır, (2) tiyosi­ rından kaynaklanan reflekslere cevap olarak da orta­
yan at iyonları bakterilere girdiklerinde bakterisidal özellik ya çıkar. Bu durum, özellikle tahriş edici besin m ad­
gösterirler ve (3) b esin m addelerin i sindirerek bakterilerin delerinin yutulmasında veya bazı gastrointestinal
m etabolik desteklerinin uzaklaştırılm asına yardım eder­ bozukluklara bağlı mide bulantılarında belirgindir.
ler. Üçüncüsiı, tükürük sıklıkla önem li m iktarlarda prote­ Yutulan tükürük, muhtemelen gastrointesüııal ka­
in antikorlar içerirler. Bu antikorlar diş çürü ğüne yol a ç a n ­
naldaki iritan faktörün sulandırılarak veya nötralize
lar dahil ağız bakterilerini tahrip edebilirler.
Bu n eden lerle, tükürük salgısı eksikliğinde ağız b o şlu ­
edilerek ortadan kaldırılmasına yardım eder.
ğu dokuları ülserleşirler, enfekte olurlar ve diş çürükleri Sem patik uyarılma da tükürük salgısını orta de­
oluşur. recede artırır, ancak parasempatik uyarılmaya bağ­
lı artıştan çok daha azdır. Sempatik sinirler süperi-
Tükürük Sekresyonunun Sinirsel Düzenlenm e­ yor servikal gangliyonlardan kaynaklanır ve kan
si. Şekil 64-3’de parasempatik sinir yollarının tükü­ damarları ile birlikte tükürük bezlerine uzanırlar.
rük sekresyonu üzerindeki düzenleyici etkileri gö­ Tükürük salgısını uyaran sekonder bir faktör de,
rülmektedir. Tükürük bezleri esas olarak beyin sa- bezleri besleyen kandır. Zira sekresyon için yeterli mik­
742 ÜNİTE X II • Gastrointestinal Fizyoloji

tarda beslenme gereklidir. Aşırı tükürük salgısını uya­ Yüzey epiteli


ran parasempatik sinir uyarıları aynı zamanda kan
damarlarını genişletir. Ancak, buna ek olarak, tükürük
salgısı da kendi kendine direkt olarak kan damarlarını Müköz boyun
genişletir ve beslenmeyi gerektiği biçimde artırır. Bu hücresi
ek vazodilatatör etkinin bir bölümü aktive olmuş tü­ Oksintik (veya
kürük hücrelerinden salgılanan kallikrein ile ortaya paryetal) hücreler
çıkar. Kallikrein kan proteinlerinden bir alfa2-globuli-
nin parçalanarak güçlü bir vazodilatatör olan bıadiki- Peptik (veya
ııitıi oluşturmasında enzim olarak görev yapar. esas) hücreler

Ö ZOFAGUS SEKRESYONU
Ş E K İL 64 - 4
ö z o fa g u s sekresyoııları tam am e n m uk oid karakterdedir Mide gövdesinde yer alan bir oksintik bez.
ve e sa s olarak yu tk u n m a sıra sın d a k aygan laştırm ayı s a ğ ­
larlar. ö z o fa g u su n gö vdesi b o y u n ca çok say ıd a basit mi'ı-
köz bezler yer alır, ü z o fa g u su n gastrik u cu n d a ve d a h a az içeren ve h em en tam am en vücut sıvıları ile izoto-
m iktarda b aşlan g ıç b ö lü m ü n d e pek çok bileşik mi'ıköz nik olan bir asit solüsyon salgılarlar. Bu asidin
bezler bulunur. Ü st özofagu stak i bileşik bezler tarafın ­
pH’sı yaklaşık 0 .8 ’dir ve bu da sıvının aşırı d erece­
d an salg ılan an m ü k ü s ö z o fa g u sa giren b esin lerin m u k o ­
de asidik olduğunu gösterir. H idrojen iyon k on ­
zayı tah riş etm esin i önlerken, ö zo fa g u s ile m iden in b ir­
leşim yerine yakın b u lu n an birleşik b ezler ise m ideden santrasyonu bu pH düzeyinde arteryel kandakin-
ö zo fa gu su n alt b ö lü m ü n e reflii olan m ide sıvılarının deıı yaklaşık 3 m ilyon kez daha fazladır. H idrojen
ö z o fa g u s duvarını sin d irm elerin e karşı korur. Bu k o ru ­ iyonlarını konsantre etm ek için gastrik sıvının
m a y a rağm en ö zo fa g u su n m ide tarafın daki u c u n d a z a ­ her litresi için 1500 kaloriden daha fazla enerji
m a n z a m an peptik ülserler oluşabilir. gereklidir.
Şekil 64-5 bir paryetal hücrenin fonksiyonel yapı­
sını şematik olarak göstermektedir. Hücre bir çok
geniş dallanmış intraselüler ka n alikü ller içerir.
MİDE SEKRESYONU Hidroklorik asit kanalikülleıin villüse benzeyen
m em bıanlarında yapılır ve daha sonra dışarıya
taşınır.
Mide Sekresyonlarının Özellikleri Hidroklorik asit oluşumunun kesin m ekanizm a­
M idenin tüm yüzeyini kaplayan müküs salgılayan ları ile ilgili farklı öneriler öne sürülmüştür. Bunlar­
hücrelere ek olarak mide mukozasında iki önemli dan biri şekil 6 4 -6 ’da gösterilmiştir ve şu basam ak­
tip tübüler bez bulunur. Bunlar oksintik (gastrik) ları içerir:
bezler ve p ilorik bezlerdir. Oksintik (asit oluşturan)
bezler h id roklorik asit, pepsinojeıı, in trensek fa k tö r 1. Kloriır iyonları paryetal hücrenin sitoplazma-
ve m üküs salgılarlar. Pilorik bezler esas olarak pi- sıııdan kanaliküllerin lümenine, sodyum iyonları
lor mukozasını koruyan m üküs ve bir miktar pep-
sinojen ve çok önem lisi de gastriıı hormonu salgı­
larlar. Oksintik bezler mide gövdesi ve fundusu-
nun iç yüzeyinde bulunurlar ve mide proksimali-
nin % 80'ini oluştururlar. Pilorik bezler midenin Müköz
% 20 distal kısm ında, a n tıa l bölüm ünde yer­ boyun
leşmişlerdir. hücreleri

Oksintik Bezlerin Sekresyonları


Oksintik
Şekil 64-4’de tipik bir oksintik bez gösterilmiştir. Üç tip (paryetal)
hücreden oluşur: (1) Esas olarak müküs ve bir miktar hücre
pepsinojen salgılayan m iiköz boyun hücreleri, (2 ) bü­
yük miktarda pepsinojen salgılayan peptik (esas) hüc­
reler ve (3) hidroklorikasit ve imrensek faktör salgıla­
Kanallkül
yan paryetal (oksintik) hücrelerdir. Paryetal hücreler­
den hidroklorik asit salgılanması aşağıda ele alındığı
şekilde özel mekanizmalar içerir.

H id ro klo rik A sit Sekresyonunun Ana M e k a ­


Ş E K İL 64 - 5
nizması. Paryetal hücreler uyarıldıkları zam an
Paryetal (oksintik) hücrede kanaliküllerin şematik anatomisi.
litresinde yaklaşık 160 m ilim ol hidroklorik asit
BÖLÜM 64 • Sindirim Kanalının Salgı Fonksiyonları 743

Ekstraselüler
Paryetal Hücre Kanalikül Lümeni
sıvı

CO, C02~ . , HjO

HC03 -*-t—
A
HC03 ----- C02+ 0H + H*
H* (155 mEq/!t)

K+ (15 mEq/lt)

Na* Na* Na+ ' î -— Na* (3 mEq/lt)


Ş E K İL 64 - 6
Hidroklorik asit sekresyonunun öne
sürülen mekanizması.("P" ile göster­ cr cr -»►er Ch (173 mEq/lt)
ilen noktalar aktif pompaları, kesikli -w
Osmoz
çizgiler serbest difüzyoıı ve osmozu H20 H^O
göstermektedir.)

ise lümen dışına aktif transport ile taşınırlar. Bu iki tiviteleri yoktur. Ancak, hidroklorik asitle temasa
etki kanaliküller içinde -40 ile -70 milivolt arasında geçtiklerinde ve özellikle daha önce oluşmuş pep­
negatif bir potansiyel yaratır. Bu da pozitif yüklü sin ve hidroklorik asit ile temas ettiklerinde aktif
potasyum iyonlarının ve az miktarda sodyum iyon­ şekil olan pepsini oluştururlar. Bu olayda molekül
larının hücre sitoplazmasından kanaliküllere pasif ağırlığı yaklaşık 42,500 olan pepsinojen, molekül
difüzyonıına neden olur. Bu sayede, esas olarak, ağırlığı yaklaşık 35,000 olan pepsin oluşturmak
potasyum klorür ve daha az miktarda da sodyum üzere parçalanır.
klorür iyonları kanaliküllere girer. Pepsin yüksek derecede asit ortamda (optimum
2. Su, hücre sitoplazm asında hidrojen iyonları pPI 1.8-3.5) aktif bir pı oteolitik enzimdir. Ancak pi l
ve hidroksil iyonlarına ayrışır. Daha sonra, hidro­ 5 ’den yüksek olduğunda, pıoteolitik etkisi hem en
je n iyonları potasyum iyonları ile değişerek aktif hemen hiç kalmaz ve kısa sürede inaktif hale gelir.
olarak kanaliküllere sekıete edilir. Bu aktif de­ Böylece, hidroklorik asit midede proteinlerin sin­
ğişim olayı H+, K+-ATPaz ile katalize edilir. Buna dirimi için pepsin kadar önem taşır. Bu özellik b ö ­
ek olarak, sodyum iyonları ayrı bir sodyum pom ­ lüm 65’de tartışılmıştır.
pası ile aktif olarak ıeabsorbe edilir. Böylece, ka­
naliküllere difüze olan potasyum ve sodyum iyon­ Diğer Enzimlerin Sekresyonu. Mide sıvıları içinde az
larının büyük bir kısmı ıeabsorbe edilmiş olur. miktarlarda diğer enzimler de salgılanır. Bunlar gastrik
H idrojen iyonları da bunların yerlerini alır ve ka- lipaz, gastrik amilazve jelatinaz’dır. Gastrik lipazın öne­
mi oldukça azdır ve esas etkisi tereyağındaki yağ olan tri-
naliküllerdeki solüsyonun hidroklorik asit içeriği­
butirin üzerine olduğu için bir tributiraz'dır. Diğer yağlar
ni oluşturur. Daha sonra, solüsyon bez lüm eııine üzerine hemen hiç lipolitik etki göstermez. Gastrik ami­
sekıete edilir. laz nişastanın sindiriminde çok küçük bir role sahiptir.
3. iyonların kanaliküllere sekresyonu sayesinde Jelatinaz ise, etlerde bulunan proteoglikanların bazıları­
su kanaliküllere osmoz ile geçer. Böylece kanalikül­ nın sıvılaştırılmasıııa yardımcı olur.
lere giren sekresyonun son şeklinde hidroklorik
asit konsantrasyonu 150-160 mEq/litıe, potasyum Intrensek Faktörün Salgılanması. İleumda B 1 2 vitami­
klorür konsantrasyonu 15 mEq/litre’dir ve az mik­ nin emilimi için gerekli olan intrensek faktör, hidroklorik
asit ile birlikle paryetal hücrelerden salgılanır. Kronik
tarda da sodyum ldorür bulunur.
gastritte olduğu gibi, midenin asit yapan hücrelerinin
4. Son olarak, hücrede metabolizm a sırasında hasarı, kişide sadece aklorhidri oluşmasına yol açmaz,
oluşan veya kandan hücreye giren karbon dioksid sıklıkla kemik iliğinde eritrositlerin olgunlaşmasını en­
karbonik anlıidraz etkisi ile hidroksil iyonları ile gelleyerek pernisıyöz aneminin de ortaya çıkmasına ne­
(ikinci basam akta suyun ayrışm ası sırasında den olur. Bu konu Bölüm 32’de detaylı olarak tartışıl­
oluşan) bikarbonat iyonlarını oluşturmak üzere mıştır.
birleşir. Bikarbonat iyonları, hücre içine giren klo­
rür iyonları ile değişerek hücreden ekstraselüler Pilor Bezleri-Müküs Ve Gastrin Sekresyonu. Pi-
sıvıya girer ve daha sonra kanaliküllere sekrete lor bezleri yapısal olarak oksintik bezlere benze­
edilirler. mekle birlikte, daha az miktarda peptik hücre içe­
rirler ve hemen hem en hiç paryetal hücre içerm ez­
Pepsinojen Sekresyonu Ve Aktivasyonu. Gast- ler. Bunun yerine, esas olarak gastrik bezlerin m ü ­
ı ik bezlerin peptik ve müköz hücrelerinden çok sa­ köz boyun hücreleri ile aynı olan müköz hücreler
yıda farklı tiplerde pepsinojen salgılanır. Buna içerirler. Bu hücreler daha önce tartışıldığı gibi, az
karşın, pepsinojenlerin tümü aynı fonksiyonlara miktarda pepsinojen salgılarlar. Özellikle büyük
sahiptir. miktarda ince miiküs salgılarlar ve bu da hem b e­
Pepsinojenler ilk salgılandıklarında sindirme ak- sinlerin hareketini kayganlaştırır, hem de mide du­
744 ÜNİTE X II • Gastrointestinal Fizyoloji

varını gastrik enzimler tarafından sindirilmekten denle bu hücrelerden salgılanan histam in bezlerin
korur. paryetal hücreleri ile direkt temas halindedir. Par­
Pilor bezleri ayrıca mide sekresyonunu kontrol yetal hücreler tarafından hidroklorik asit yapım ve
etm ede önem li role sahip olan gastrin hormonu da salgılanma hızı, direkt olarak enterokıom afin h ü c­
salgılarlar. relerden salgılanan histamin miktarı ile ilişkilidir.
Enterokromafin hücrelerden histam in salgılanm a­
Yüzey M üköz Hücreleri. Mide mukozasının bez­ sı çeşitli yollarla uyarılır: (1) Olasılıkla en güçlü
ler arasında kalan tüm yüzeyi basit olarak “yüzey uyaran, hem en tam am en mide mukozasının antral
müköz hücreleri" adı verilen faiklı bir tip müköz kısmında et ve diğer besinlerdeki proteinlere karşı
hücrelerin oluşturduğu sürekli bir tabaka ile örtü­ yapılan gastrin hormonudur. (2) Buna ek olarak,
lüdür. Bu hücreler aşırı miktarda viskoz bir müküs enterokromafin hücreler daha az oranda vagal si­
salgılarlar. Müküs insolubl olup mukozayı 1 mm’- nir uçlarından salgılanan asetilkolin ile ve mide
den daha kalın bir jel tabakası ile örterek hem m i­ duvarındaki enterik sinir sistemi tarafından salgıla­
de duvarının korunmasında adeta bir kabuk görevi nan diğer daha az bilinen horm onal maddelerle de
görür, hem de besinlerin taşınması sırasında kay­ uyarılırlar. Öncelikle enterokrom afin hücreleri
g an la ştırılm a sın d a rol oynar. kontrol eden gastrin mekanizmasını ve bu hücreler
Müküsün bir diğer özelliği de alkali olmasıdır. tarafından kontrol edilen hidroklorik asit sekresyo­
Böylece, altındaki norm al mide duvarı hiç bir za­ nu mekanizm asını tartışacağız.
m an yüksek derecede asidik, proteolitik mide sek-
resyonu ile direkt temas etmemiş olur. Besinlerle en Asit Sekresyonunun Gastrin ile Uyarılması.
ufak temas ve özellikle mukozanın tahrişi müküs Gastrin G hücreleri de denilen, gastrin hücrelerin­
hücrelerini direkt olarak uyararak bol miktarda ka­ den salgılanan bir hormondur. Bu hücreler m ide­
lın ve alkali viskoz müküs salgılamalarına yol açar. nin distal ucunda yer alan pilor bezlerinde yer­
leşmişlerdir. Gastrin iki şekilde salgılanan büyük
bir polipeptiddir. Büyük şekli G-34, 34 aminoasit
Gastrik Sekresyonun Sinirsel ve Hormo- içerirken, küçük şekli G-17 ise 17 am inoasit içerir.
nal Mekanizmalarla Düzenlenmesi Her ikisi de önemli olmakla birlikte, küçük şekil da­
ha fazla bulunur.
Gastrik Sekresyonu Uyaran Başlıca Fak­ Et veya protein içeren diğer besinler midenin
törler: Asetilkolin, Gastrin ve Histamin antral bölümüne eriştiğinde, bu besinlerdeki pro­
teinlerin bir kısmı pilor bezindeki gastrin hücreleri­
Mide bezlerini direkt olarak uyaran nörotransmitter ne direkt etki ederek gastrin salgılanm asını uyarır.
ve hormonların başlıcaları asetilkolin, gastrin ve his- Mide sıvıları gastrini hızla mide gövdesindeki kro-
tam in’dir. Bunların lıepsi, salgı hücreleri üzerinde m afın hücrelere taşırlar ve bu yolla histam in doğru­
bulunan özgül reseptörlerine bağlanarak etkilerini dan derin gastrik bezler içine salgılanır. Histamin
gösterirler. Daha sonra, reseptörler sekresyon olayla­ hızlı bir şekilde gastrik hidroklorik asit sekresyonu­
rını aktive ederler. Asetilkolin mide bezlerindeki sek- nu uyarır.
retuvar hücre tiplerinin tümünü sekresyon yönünde
uyarır. Bunlar arasında, peptik hücrelerden pepsino­
jen salgısı, paryetal hücrelerden hidroklorik asit salgı­
Pepsinojen Sekresyonunun
sı ve m üköz hücrelerden müküs salgısı yer alır. Diğer Düzenlenmesi
taraftan, gastrin ve histamin paryetal hücrelerden
asit sekresyonunu güçlü bir şekilde uyarırken, diğer Pepsinojen salgısının düzenlenmesi, asit salgısının
hücreler üzerine uyarıcı etkileri çok daha azdır. düzenlenmesinden daha az karmaşıktır. Bu olay iki
tip uyarı ile başlatılır: (1) Vagus sinirlerinden veya
diğer enterik sinirlerden serbestlenen asetilkolin
Asit Sekresyonunun Uyarılması tarafından peptik hücrelerin uyarılması ve (2 ) m i­
dedeki aside bağlı olarak peptik sekresyonun uya­
Hidroklorik Asit Salgılayan Yegane Hücreler rılması. Asit m uhtem elen peptik hücreleri direkt
Paryetal Hücrelerdir. Mide gövdesindeki gastrik olarak uyarmamakta ancak ilave enterik reflekslere
bezlerin derin kısımlarında yerleşmiş olan paryetal yol açarak peptik hücrelere ulaşan sinirsel uyarıları
hücreler hidroklorik asit salgılayan yegane hücreler­ desteklemektedir. Bu nedenle, protein sindirimini
dir. Bölümde daha önce de belirtildiği gibi, bu hüc­ sağlayan pepsinin ön maddesi olan pepsinojeniıı
reler tarafından salgılanan sıvınının asiditesi ileri sekresyon hızı, midedeki asit m iktarından güçlü bir
derecede yüksek olabilir. Bu sıvının pH'sı 0.8 gibi şekilde etkilenir. Normal miktarlarda asit salgılama
çok düşük düzeylere erişebilir. Bu asit sıvının salgı­ yetenekleri kaybolmuş kişilerde, peptik hücreler
lanması, sürekli olarak endokrin ve sinirsel sinyalle­ sağlam olmakla birlikte pepsinojen sekresyonu çok
rin kontrolü altındadır. Ayrıca, paryetal hücreler düşüktür.
başlıca görevleri histamin salgılamak olan enterok-
rom afin hücreler ile de yakın ilişki içindedir. Aşırı Asidite Tarafından Asit ve Pepsinojen
Enteıokrom afin hücreler gastrik bezlerin derin Sekresyonunun Feedback İnhibisyonu. Mide sı­
kısımlarına yakın olarak yerleşmişlerdir ve bu n e­ vılarının asiditesi pH 3.0’den aşağıya doğru arttı­
BÖLÜM 64 • Sindirim Kanalının Salgı Fonksiyonları 745

ğında, gastrik sekresyonıı uyaran gastrin mekaniz­ İntestinal Faz. Besin maddesinin ince barsağm üst
ması bloke olur. Bu etki 2 faktörden kaynaklanır: kısmında özellikle duodenumda bulunması, mideden
Birincisi, ileri derecede artmış asidite tek başına G az miktarda mide sıvılarının salgılanmasına neden
hücrelerinden gastrin salgısını baskılar veya bloke olur. Bu kısmen mideden gastrin salgısını uyaran dis-
tansiyona bağlı olarak duodenal mukozadan salgıla­
eder. İkincisi, asit muhtem elen gastrik sekresyonu
nan az miktarlardaki gastrine, kısmen de mide gastrin
inhibe eden inhibitör bir sinirsel reflekse yol açar. mekanizmasını uyaran aynı tipteki kimyasal uyaranla­
Mide bezlerinin bu feedback inhibisyonu mideyi ra bağlıdır.
peptik ülserasyonlara yol açabilecek aşırı asidite-
den korumada önemli rol oynar. Bu koruyucu etki­
ye ek olarak, feedback mekanizma sindirim olayla­ Gastrik Sekresyonun M id e S o n ra sın d a ki
rı için gerekli optimal pH (yaklaşık 3.0)’nın sağlan­ İntestinal F ak tö rlere Bağlı İnhibisyonu
m asında da önem taşır.
Sekresyonun intestinal fazında kimüs gastrik sekresyonu
uyarmasına rağmen bazen paradoksal olarak gastrik faz­
M id e Sekresyonunun F azları da sekresyonu inhibe eder. Bu inhibisyoıı en az iki etki­
den kaynaklanır:
Mide sekresyonunun 3 fazda gerçekleştiği düşünülmek­
tedir (Şekil 64-7’de gösterildiği gibi). Bunlar sefalik faz, 1 . İnce barsakta besin bulunması myenterik sinir sis­
gastrik faz ve intestinal faz’dır. Aşağıda tartışılacağı gibi temi ve aynı zamanda mide sekresyonunu inhibe eden
bu 3 faz birbiri ile kaynaşmış durumdadır. ekstrensek sempatik ve vagus sinirleri yolu ile yayılan
ters bir enterogastrik refleksi başlatır. Bu refleks ince bar­
Sefalik Faz. Mide sekresyonunun sefalik fazı, besin mi­ sakta distansiyon, ince barsağın üst bölümlerinde asit
deye girmeden önce veya yenildiği sırada besinin görün­ varlığı, protein parçalanma ürünlerinin varlığı veya mu­
tüsü, kokusu, düşünülmesi veya tadı ile ortaya çıkar. kozasının iritasyonu ile başlayabilir. Bu olay Bölüm 63’de
İştah ne derece fazlaysa uyarılma da o derece fazla olur. anlatılan karmaşık mekanizmanın bir parçasıdır. Bar-
Sekresyonun sefalik fazım oluşturan sinirsel uyaranlar saklar tamamen dolu olduğunda, mide boşlamasını ya­
serebral korteksten veya amigdala ya da hipotalamusta- vaşlatma yönünde etki eder.
ki iştah merkezlerinden kaynaklanırlar. Daha sonra va- 2 . İnce barsağm üst kısmında asit, yağ, protein yıkım
gusların dorsal motor nukleuslar yolu ile mideye ulaşır­ ürünleri, lıiperosmotik veya hipoosmotik sıvıların varlı­
lar. Sekresyonunun bu fazı besin yenilmesi ile ilgili gast­ ğı veya herhangi iritan bir madde çeşitli barsak hor­
rik sekresyonun yaklaşık %2 0 ’sini oluşturur. monlarının salgılanmasına yol açar. Bunlardan biri
olan sekretin, özellikle pankreas sekresyonunun kont­
G astrik Faz. Besin maddesi mideye girer girmez, ( 1 ) rolünde önemlidir. Bunun yanısıra, sekretin mide sek­
uzun bir vagovagal refleksi, (2 ) lokal enterik refleksleri ve resyonunu engeller. Diğer üç hormon, gastrik inhibitör
(3) gastrin mekanizmasını başlatır. Bunlar da besin mi­ peptid, vazoaktif intestinal polipeptid ve somatostatin
dede bulunduğu sürece saatlerce devam eden mide sıvı­ gastrik sekresyonu inhibe etmede hafif ile orta derece­
sı sekresyonuna yol açarlar. de etkilidirler.
Sekresyonun gastrik fazı toplam gastrik sekresyonun
yaklaşık yüzde 70’inden sorumludur. Böylece, yaklaşık İntestinal faktörlerle gastrik sekresyonun inhibisyo-
1500 mililitre olan toplam gastrik sekresyonun büyük bir nun fonksiyonel amacı, muhtemelen ince barsak dolu
bölümünü oluşturur. olduğunda, mideden kimüsün serbestlemesini yavaşlat-

Medulla oblongatada
merkez
Vagus yolu ile sefalik faz

Parasempatikler pepsin ve
asit yapımını uyarırlar

Gastrik faz:
Afferent 1. Lokal sinirsel
Lokal sınır sekretuvar refleksler
pleksüsü 2. Vagal refleksler
3. Gastrinin uyarılması

Dolaşım sistemi

İntestinal faz:
1. Sinirsel mekanizmalar
Ş E K İL 64 - 7 2. Hormonal mekanizmalar
Gastrik sekresyonun fazlan ve
regülasyonu.
746 ÜNİTE X II • Gastrointestinal Fizyoloji

inaktır. Gerçekten de, eııterogastrik refleks ve bu inhibi­ Pankreatik Sindirim Enzimleri


tor hormonlar Bölüm 63’de tartışıldığı gibi, genellikle
mide sekresyonunu azaltırken, aynı zamanda mide mo-
tilitesini de yavaşlatırlar. Pankreas sekresyonu üç ana tip besinin sindirimi
için gerekli enzimleri içerir. Bu besinler, proteinler,
Sindirim Arası Dönemde Sekresyon. Sindirim arası karbonhidratlar ve yağlardır. Buna ek olarak, m ide­
dönemde barsağın diğer bölgelerinde çok az veya hiç den duodenuma boşalan asit kimiisün nötralize
sindirim yokken, mide saatte birkaç mililitre mide sıvısı edilmesinde önemli rol oynayan bikarbonat iyon­
salgılar. Oluşan sekresyon hemen tamamen nonoksintik larını da bol miktarda içerir.
tiptedir, yani çok az pepsin içeren ve hemen hiç asit içer­ Proteolitik enzim ler arasında en önem lileri,
meyen esas olarak müküsten oluşan bir salgıdır. Güçlü
tripsin, kem otripsin ve karboksip olip ep tid az d ır.
emosyonel uyaranlar, sıklıkla ileri derecede peptik ve
asidik olan sindirim aıası sekresyonu saatte 50 mililitre­ Daha az önem li olanlar ise, çeşitli elastazlar ve
ye veya daha fazla düzeye artırır. Bu sekresyon, yemeğin niikleazlar'dır Bunlar içinde en fazla bulunanı
başlangıcında sefalik fazın sekresyonu artırmasına ben­ tıipsindir. Tıipsin ve kem otripsin tümüyle ya da
zer şekilde gerçekleşir. Emosyonal uyaranlara bağlı sek- kısm en sindirilm iş olan proteinleri çeşitli büyük­
resyondaki artışın peptik ülserlerin gelişiminde etkili lükteki peptidleıe parçalarlar; an cak tek tek ami-
faktörlerden biri olduğuna inanılmaktadır. Bu konu, Bö­ n oasitleıe kadar paıçalayam azlar. Diğer taraftan,
lüm 6 6 ’da tartışılmıştır. kaıboksipolipeptidaz bazı peptidleri am inoasit-
lerine kadar ayırır ve böylece proteinlerin çoğu ­
nun am inoasitleıe kadar sindirilm esi tam am lan ­
Gastrin ve Diğer Gastrointestinal mış olur.
Karbonhidratlara etkili pankreatik enzim esas
Hormonların Kimyasal İçeriği
olarak pankreatik am ilazdır. Bu da nişasta, gliko­
jen ve diğer karbonhidratların bir çoğunu (selüloz
Gastrin, kolesistokinin ve sekretin molekülü ağırlık­
ları sırası ile 2000, 4200 ve 3400 olan büyük poli- hariç) disakkaridler ve tıisakkaıidler oluşturmak
peptidleıdir. Gastrin ve kolesistokiniııin molekül üzere hidrolize eder.
zincirlerindeki son 5 aminoasidi biribirinin aynı­ Yağ sindiriminin başlıca enzim leri ise: (1) p a n k ­
dır. Gastrinin aktivitesi son dört aminoaside, kole­ reatik lipaz, nötral yağları yağ asitleri ve m onogli-
sistokinin ise son sekiz aminoaside bağlıdır. Sekre­ seıidleıe parçalar, (2 ) kolesterol esteraz, kolesterol
tin aktivitesi için ise, sekıetindeki aminoasit m ole­ esterlerini parçalar ve (3) fosfolipaz, fosfolipidleı-
küllerinin tümü gereklidir. den yağ asitlerini ayırır.
Doğal gastrinin son 4 aminoasidi ile alanin içe­ Proteolitik enzim leri pankreas hücrelerinden
ren sentetik gastrin, doğal gastrin ile aynı fizyolojik sentezlendiklerinde tripsinojen, kem otripsin ojen
özelliklere sahiptir. Bu sentetik ürün peııtagastrin ve p rok arbo ksip olip ep tid az adını alan enzim atik
adını alır. olarak inaktif şekillerinde bulunurlar. Barsak ka­
nalına salgılandıktan h em en sonra aktifleşirler.
Tripsinojen, kimüsiın m ukoza ile tem ası sonucu
barsak m ukozasından sagılanan eııteıo k in a z e n ­
zimi tarafından aktif hale dönüşür. Ayrıca, tıipsi-
nojend en oluşan tripsin tarafından da otokatali-
PANKREAS SEKRESYONU tik olarak aktifleşebilir. K em otripsinojen, tripsin
ile aktif şekli olan kem otripsine dönüşür ve p ro ­
Pankreas, midenin altında, ona paralel uzanan, karboksipolipeptidaz da benzer şekilde aktif hale
Şekil 64-2’de gösterildiği gibi, iç yapısı tükürük bez­ geçer.
lerine benzeyen büyük bileşik bir bezdir. Pankreas
asinüslerinden pankreas sindirim enzimleri salgı­ Tripsin İnhibitörü Sekresyonu Pankreasın Sin­
lanırken, asinüslerden çıkan küçük kanalcıklardan dirimini Önler. Pankreas sıvısındaki proteolitik
ve daha büyük kanallardan bol miktarda sodyum enzim lerin barsağa salgılanm adan önce inaktif
bikarbonat salgılanır. Bu karışım daha sonra, uzun şekilde olmaları önem taşır; çünkü aksi halde
pankıeatik kanal içinde akar. Bu kanal sıklıkla, Od- tripsin ve diğer enzim ler pankreasın kendisini
d i sfinkteri ile çevrili Vater papillası içinden duode- sindirebilirlerdi. Asinüslere proteolitik enzim leri
num a açılmadan hemen önce hepatik kanala katı­ salgılayan hücreler aynı zam anda tripsin inlıibi-
lır. Pankreatik sıvılar ince barsağın üst bölüm lerin­ törii adı verilen farklı bir madde daha salgılarlar.
de kimi'ıs varlığında bol miktarda salgılanır ve sıvı­ Bu madde enzim granüllerini çevreleyen glaııdü-
nın özelliğini büyük ölçüde kimüste bulunan b e­ ler hücrelerin sitoplazm asında depolanır ve tıip-
sinlerin tipi belirler. sinin salgı hücreleri içinde, asiniislerde ve pank­
(Pankreas aynı zamanda insiilin de salgılar. An­ reas kanallarında aktivasyonunu önler. Tripsin di­
cak insülin intestinal pankreatik sıvıları salgılayan ğer proteolitik enzimleri aktive etm esi nedeniyle,
pankıeatik dokudan salgılanmaz. İnsülin, Langer- tripsin inhibitörü diğerlerinin aktivasyonunu da
han s adacıkların dan salgılanır ve barsağa değil k a ­ önlemiş olur.
na verilir. Bu konu ayrıntılı şekilde Bölüm 78’de tar­ Pankreas ciddi şekilde hasara uğradığında veya
tışılmıştır). bir kanal tıkandığında, hasarlı alanda büyük mik-
BÖLÜM 64 • Sindirim Kanalının Salgı Fonksiyonları 747

taıda pankreas salgısı birikir. Bu durumlarda, trip­ 2. Hücre içinde karbonik asidin ayrışm ası ile
sin inhibitörünün etkisi bazen yetersiz kalabilir ve oluşan hidrojen iyonları, hücrenin kan tarafınd a­
pankreatik sekresyonlar hızla aktive olarak pankre­ ki kenarından yine sekonder aktif transport olayı
asın tümünü birkaç saat içinde sindirebilir. Akut ile sodyum iyonları ile değişir. D aha sonra, sod ­
paııkrecıtit adı verilen bu durum şoka yol açması yum iyonları lu m in al kenardan pankreas kanalı­
nedeniyle sıklıkla ölümcüldür. Ölüme yol açmadığı na geçer ve bikarbonat iyonlarının sekresyonu
durumlarda da genellikle ömür boyu pankreas yet­ için elektriksel nötrlüğü sağlar.
mezliği ile sonuçlanır. 3. Sodyum ve bikarbonat iyonlarının kandan lü-
mene geçişi suyun da pankreas kanalına osmozla
geçişini sağlayan osmotik gıadyanı yaratır. Böyle-
Bikarbonat İyonlarının Salgılanması ce, hem en tam am en izoosmotik bikarbonat solüs­
yonu oluşumuna yol açar.
Pankreas sıvısındaki enzim ler tümüyle pankreas
bezlerinin asinüsleri tarafından salgılanm asına
rağm en, pankreas sıvısının diğer iki önem li m ad ­ Pankreas Sekresyonun Düzenlenmesi
desi olan bikarbonat iyonları ve su esas olarak
büyük m iktarlarda asinüsleıden çıkan kanal ve
kanalcıkların epitel hücrelerinden salgılanır. D a­ Pankreas Sekresyonunun Başlıca
ha ileride görüleceği gibi, enzim yapım ı ile ilgili Uyaranları
uyarıcı m ekanizm alar oldukça farklıdır. Pankreas
bol m iktarda pankreas sıvısı salgılam ak üzere Pankreas salgısını uyaran başlıca üç uyaran vardır.
uyarıldığında, bikarbonat iyon konsantrasyonu Bunlar:
plazm a düzeyinin beş katı olacak şekilde 145
mEq/litre’ye kadar artabilir. Bu bol miktardaki 1. Parasempatik vagal sinir uçlarından ve enterik
alkali sıvı, m ideden duodenum a giren asidi n ö t­ sinir sistemindeki diğer kolinerjik sinirlerden salgı­
ralize eder. lanan asetilkolin,
Pankreas kanalları ve kanalcıklarına sodyum ve 2 . İnce barsağa besin m addesinin girmesiyle du-

bikarbonat solüsyonu salgılanmasıııdaki ana basa­ odenum ve jejunum mukozasının üst bölüm lerin­
maklar Şekil 64-8’de gösterilmiştir. Bu basamaklar den salgılanan kolesistokinin,
şunlardır: 3. İnce barsağa yüksek derecede asidik bir besi­
nin girmesiyle duodenum ve jejunum un aynı mu-
1. Karbon dioksid kandan hücre içine difüze olur kozal bölgelerinden salgılanan sekretin'dir.
ve karbonik anhidıaz etkisiyle karbonik asit (H2
C 0 3) oluşturmak üzere su ile birleşir. Daha sonra, Bunlardan ilk ikisi olan asetilkolin ve kolesistoki­
karbonik asit bikarbonat iyonları ve hidrojen iyon­ nin pankreasın asiner hücrelerini kanal hücrelerin­
larına (H C O 3 - ve H+) ayrışır. Bikarbonat iyonları den daha fazla uyarırlar. Böylece, bol miktarda sin­
hücrenin lum inal kenarından sodyum iyonları ile dirim enzimlerinin yapım ına yol açarken, kısmen
birlikte aktif transport ile kanal lümeııine taşınır. daha az miktarda sıvı salgılanm asına yol açarlar.
Sıvı olmadığında, enzimlerin bir çoğu daha fazla
miktarda sıvı gelip onları duodenuma sürükleyin-
ceye dek, geçiçi olarak asinüslerde ve kanallarda
depolanırlar.
1 1
Diğer iki uyarana karşın sekretin, esas olarak ka­
Kan 1 Kanalcık 1 Lümen nal epitel hücrelerinden büyük miktarda sodyum
1 hücreleri 1 bikarbonat salgılanmasına yol açar. Ancak hem en
hem en hiç enzim salgılanmasına yol açmaz.

Farklı Uyaranların Çok Yönlü Etkileri. Pankre­


Na+-y-pyr*- Na+- v - - - - atik sekresyonun farklı uyaranlarının hepsi birden
" İ7r t(Aktif \
hcÖj —
/ > »AlrtH
etkili olduğunda sekresyon, bu uyaranların tek
başlarına yaptıkları etkilerin toplam ından daha
transport) \\2cq3 ■ transport)
fazla olur. Bu nedenle, bu farklı uyaranların birbir­
(Karbonik j anhidraz)
lerini "potansiyelize” ettikleri söylenir. Böylece,
'*• h 2o •
.. ' 4'..+‘ ‘,, %.. normalde pankreas sekresyonu sadece tek bir uya­
C 02 cö. rana bağlı olmayıp pek çok farklı uyaranın birarada
etkisi ile gerçekleşir.
h2o

Pankreas Sekresyonunun Fazları


Ş E K İL 64 - 8
Pankreas kanal ve kanalcıklarından izoosnıotik sodyum bikar­ Pankreas sekresyonu, mide sekresyonuna benzer
bonat sekresyonu. şekilde üç fazda gerçekleşir. Bunlar, sefalik faz,
748 ÜNİTE X II • Gastrointestinal Fizyoloji

gastrik fa z ve iııtestinal fazdır. Bu dönemlerin solüsyonu kalır. Bu yolla hem mideden duodenu­
başlıca özellikleri şunlardır: ma boşalan asitli maddeler nötralize edilmiş olur
hem de mide sıvılarının peptik aktivitesi hızla ö n ­
Sefalik Ve Gastrik Fazlar. Pankreas sekresyonu­ lenmiş olur. İnce barsak mukozasının asitli gastrik
nun sefalik fazında midede sekresyona yol açan ay­ sıvıya karşı koyamaması nedeniyle bu mekanizma
nı sinirsel uyaranlar pankreastaki vagal sinir uçla­ duodenal ülser gelişim inden korunm ada çok
rından asetilkolin serbestlem esine yol açarlar. Bu önem taşır. Bu konu, Bölüm 6 6 ’da daha ayrıntılı
uyarılar pankreas asinüsleri ve kanallarına orta de­ şekilde ele alınacaktır.
recede enzim salgılanmasına neden olur. Bu mik­ İkinci olarak, pankreastan bikarbonat sekresyo­
tar yemek sonrası salgılanan toplam pankreatik en ­ nu pankreas enzimlerinin etkisi için uygun pH or­
zim lerin % 20’sini oluşturur. Salgının küçük bir tamı sağlar. Bu pH değeri hafifçe alkali veya nötral
miktarı pankreatik kanallardan barsağa dökülür, değerdedir (7.0-8.0). Bu enzimler hafifçe alkali veya
çünkü enzimlerle birlikte sadece çok az miktarda nötral ortamda optimum etki gösterirler. Sodyum
su ve elektrolitler salgılanır. bikarbonat sekresyonunun pH’sı ortalam a 8.0’dir.
Gastrik fazda, enzim sekresyonuna yol açan si­
nirsel uyaran devam eder ve bu da yemek sonrası Kolesistokinin-Pankreastan Enzim Sekresyonunun
sekresyonun %5 ile 10'unu oluşturur. Sıvı sekresyo­ Kontrolü. İnce barsağın üst bölüm ünde besin
nun belirgin derecede az olması nedeniyle yine bu maddesi bulunması, duodenum ve üst jejunum
sekresyonun sadece az bir bölümü duodenal lüme- bölümü mukozasında yer alan I hücreleri adı veri­
ne ulaşır. len farklı bir hücre grubundan ikinci bir hormon
olan kolesistokiııinin salgılanmasına neden olur.
İntestinal Faz. Kimüsün ince barsağa girmesini Kolesistokinin 33 am inoasit içeren bir polipeptid­
takiben, pankreas sekresyonu özellikle sekretiıı dir. Özellikle proteozların ve peptonların (proteinin
horm onunun etkisiyle artar. Buna ek olarak, kole- kısmen sindirilm esi sonucu ortaya çıkarlar) ve
sistokinin enzimlerin sekresyonunda daha fazla ar­ ıızun-zincirli yağ asitlerinin varlığında salgılanır.
tışa yol açar. Mide sıvılarından hidroklorik asid de az miktarda
salgılanmasına yol açar.
Sekretin Bol Miktarda Bikarbonat Salgılanmasına Sekretin gibi kolesistokinin de kan yolu ile pank­
Yol Açar-Asidik Yapıdaki Kimüsün Nötralizasyonu: reasa geçer ve asiner hücrelerden sodyum bikarbo­
Sekretin, 27 am inoasit içeren bir polipeptiddir nat sekresyonu yerine esas olarak büyük miktarda
(molekül ağırlığı yaklaşık 3400). Doudenum ve je- sindirim enzimleri salgılanmasına yol açar. Bu etki
junum mukozasında yer alan S-hücreleri adı veri­ vagal uyarıya bağlı etkiye benzer ancak, daha güç­
len hücrelerde inaktif prosekretiıı şeklinde bulunur. lü bir etkidir. Yemek sonrası salgılanan total pank­
pH’sı 4.5 ile 5.0’den daha düşük asidik bir kimüs reatik sekresyonun %70 ile 8 0 ’ini oluşturur.
mideden duodenuma girdiğinde, sekretinin salgı­ Sekretin ve kolesistokininin uyarıcı etkileri ara­
lanm asına ve aktivasyonuna yol açar. Sekretin da­ sındaki farklar Şekil 6 4 -9 ’da gösterilmiştir. (1) Sek­
ha sonra kana absorbe olur. Kimüste gerçekten retin ile duodenumda asit varlığına bağlı yoğun b i­
sekretin salgısına yol açan tek madde hidroklorik karbonat sekresyonu uyarılır, (2 ) sabuna (yağ) bağ­
asittir. Ancak yağ asitleri gibi bazı diğer maddeler lı ikili etki ve (3) kolesistokinin ile pepton varlığın­
de az ölçüde buna katkıda bulunurlar. da yoğun enzim sekresyonu uyarılır.
Sekretin daha sonra pankreastan yüksek kon­
santrasyonda bikarbonat (145 mEq/litre’ye varan)
ancak düşük konsantrasyonda kloı ür iyonu içeren
sıvı salgılanmasına yol açar. Ancak, pankreas sade­
ce sekretin ile uyarıldığında bu sıvı az miktarda en­ C Z ] Su ve
zim içerir; çünkü sekretinin asiner hücreleri tek NaHC03
CZD Enzimler
başına uyarma etkisi oldukça zayıftır.
Sekretin mekanizması özellikle iki nedenle çok
önemlidir. Bunlardan ilki, duodenal içeriğin pH’sı 4.5
ile 5.0’in alüna düştüğünde, sekretin ince barsak mu­
kozasından salgılanmaya başlar. pH 3.0’ün altına
düştüğünde ve asit duodenum ve jejunumda derinle­
re ulaştıkça sekretinin salgılanması daha da artar. Bu
hızla bol miktarda sodyum bikarbonat içeren pankre­
as salgısı salgılanmasına yol açar ve duodenum içeri­
ğinde aşağıda gösterilen reaksiyona neden olur:

HCI Sabun Pepton


HC1 + NaHC03—► N aCI + H2 C 0 3
Ş E K İL 64 - 9
Karbonik asit hızla karbon dioksid ve suya ayrışır.
Doudenumda asit (HCI), yağ (sabun) veya pepton solüsyonları
Karbon dioksid kana absorbe olur ve akciğerlerden varlığında pankreastan sodyum bikarbonat (NaHC03), su ve
atılır. Böylece, duodenumda nötral sodyum kloıür enzim salgılanması.
BÖLÜM 64 • Sindirim Kanalının Salgı Fonksiyonları 749

Mideden gelen asit


duodenum duvarından )
sekretin serbestlemesine; Koledok
yağlar ve aminoasitler j kanalı
kolesistokinin
serbestlemesine yol açar. v ___İL Vagal uyarı asinûslere
enzim serbestleme­
sine yol açar.

Sekretin ve
kolesistokinin
kana absorbe Sekretin bol miktarda
olur. pankreas sıvısı ve
bikarbonat sekresyonuna;
Ş E K İL 6 4 - 10 kolesisokinin enzim
sekresyonuna yol açar.
Pankreas sekresyonunun regülasyonıı.

Şekil 64-10 pankreas sekresyonlarını düzenleyen ten salgı epitel hücrelerinden salgılanan sodyum
önem li faktörleri özetlemektedir. Günlük salgıla­ ve bikarbonat iyonlarından oluşan sulu bir salgıdır.
nan toplam miktar yaklaşık 1 litredir. Bazen bu ikinci kısım, toplam safra miktarında
% 1 0 0 oranında ilave bir artışa yol açacak derecede

artabilir. Bu salgı sekretin ile uyarılır; böylece bikar­


bonat iyon miktarı artarak m ideden gelen asit n ö t­
KARACİĞER TARAFINDAN SAFRA ralize edilmiş olur.
SEKRESYONU; SAFRA SİSTEMİNİN
Safranın Safra Kesesinde Depolanması Ve Kon­
FONKSİYONLARI santre Edilmesi. Karaciğer hücreleri tarafından sü­
rekli olarak salgılanan safra, normalde duodenum-
Karaciğerin önemli fonksiyonlarından biri, normal da gereksinim doğuncaya kadar safra kesesinde de­
düzeyi 600-1000 mİ/ gün olan safra salgısı salgıla­ polanır. Safra kesesinin maksimum hacmi sadece 30
maktır. Safranın iki önemli işlevi vardır. ile 60 mililitredir. Buna rağmen, 12 saatlik safra sal­
Bunlardan birincisi, safra yağların sindirimi ve gısı (genellikle yaklaşık 450 mililitredir) safra kese­
emiliminde önemli bir rol oynar. Safradaki enzimler sinde depolanabilir. Çünkü, su, sodyum, klorür ve
yağ sindiriminde görev almazlar ancak, safradaki diğer küçük elektrolitlerin bir çoğu sürekli olarak
safra asitleri iki etki gösterir: ( 1 ) büyük yağ paı tikül- safra kesesi mukozasında emilir ve böylece safra
lerinin pankreas sıvısındaki lipaz enzimleri tarafın­ tuzlan, kolesterol, lesitin ve bilirübin gibi safra içeri­
dan parçalanabilecek çok sayıda küçük parçalara ği konsantre edilmiş olur. Absorpsiyonun büyük kıs­
emülsifıye edilmesine yardım ederler ve (2 ) yağ sin­ mı sodyumun safra kesesi epitelinden aktif trans-
diriminin son ürünlerinin barsak mukoza mem bıa- poı tu ile gerçekleşir. Bunu klorür, su ve diğer çözü­
nından taşınmasına ve emilimine yardım ederler. nür maddelerin sekonder absoıpsiyonu izler. Safra
İkinci olarak, kandan çeşitli önemli yıkım ürünle­ normalde bu yolla yaklaşık 5 kez konsantre edilir
rinin atılmasında rol oynar. Bunlar arasında özellik­ ancak, maksimum 2 0 kez konsantre edilebilir.
le, hemoglobin parçalanma ürünü olan bilirübin ve
kolesterol yer alır.
Safranın Bileşimi. Tablo 64-2 safranın karaciğerden
salgılandıktan ve safra kesesinde konsantre edildik­
Safra Sekresyonunun Fizyolojik ten sonraki bileşimini göstermektedir. Safranın bi­
Anatomisi leşiminde en fazla miktarda bulunan maddenin saf­
ra tuzları olduğu görülmektedir. Safra tuzları safra­
Karaciğerden safra salgılanması iki aşamada ger­ daki toplam solüt m iktarının yaklaşık yarısını
çekleşir: (1) Başlangıç kısmı lıepatositler tarafından oluşturmaktadır. Ayrıca, bilirübin, kolesterol, lesitin
salgılanır. Bu salgı büyük miktarda safra asitleri, ve plazmanın normal elektrolitleri de büyük miktar­
kolesterol ve diğer organik maddeleri içerir. Hepa- larda salgılanmaktadır. Safra kesesinde konsantre
tik hücrelerin arasında yer alan küçük safra kanali- edilme aşamasında, su ve elektrolitlerin büyük kıs­
kiilerine salgılanır. (2) Safra daha sonra, interlobü- mı (kalsiyum iyonları hariç) safra kesesi mukozasın­
ler septumlara doğru akar. Burada kanaliküller ter­ dan reabsorbe edilir. Safra tuzlarının diğer bileşen­
m in al safra kan alların a dökülür ve daha sonra gi­ leri ve lipid maddeler olan kolesterol ve lesitin reab­
derek daha büyük kanallara dökülerek sonunda he- sorbe edilemez ve böylece safra kesesindeki safra
p a tik k a n a l ve koled ok kanalın a ulaşır. Buradan ileri derecede konsantre hale gelmiş olur.
safra ya doğrudan duodenuma dökülür ya da sistik
kanal yolu ile safra kesesine yönelir. Bu yollar Şekil Safra Kesesinin Boşalm ası-Kolesistokininin
64-1 1 'de gösterilmiştir. Safra kanalları içindeki yolu Uyarıcı Rolü. Besin maddesi gastrointestinal ka­
boyunca sekresyonun başlangıç kısmına ikinci bir nalın üst kısmında sindirilmeye başladığında, özel­
kısım eklenir. Bu ilave salgı kanal ve kanalcıkları ör­ likle yemekten yaklaşık 30 dakika sonra yağ içeren
750 ÜNİTE X II • Gastrointestinal Fizyoloji

Kan yoluyla gelen


safra asilleri
parenklmal
sekresyonu uyarır

Kan yoluyla g«l«n sekretln Vagal uyarı safra


karaciğer kanallarında kesesinde zayıf bir
cokroayonu uyarır "\| kontrakslyona yol /c

Karaciğer

Safra, safra
kesesinde
depolanır ve 15 kat
konsantre edilir Mide
Pankreas

Oddı sfınkterı Duodenum

Kan yoluyla gelen koleslstoklnln:


1. Safra kesesinde kontrakstyona
2. Oddl af linklerinde gevşemeye yol açar.

Ş E K İL 6 4 - 11
Karaciğer sekresyonu ve safra kesesi boşalınası.

besinlerin duodenum a girmesiyle safra kesesi güçlü olarak vagus ve enterik sinir sistem indeki
boşalmaya başlar. Boşalm anın ana nedeni safra ke­ asetilkolin salgılayan sinir lifleri tarafından da
sesi duvarının ritmik kontıaksiyonlarıdır. Ancak, uyarılır. Bunlar gastrointestinal kanalın diğer b ö l­
etkin bir boşalm a için aynı anda koledok kanalı ile gelerinde motilite ve sekresyonu artıran sinirlerle
duodenum arasındaki bağlantıyı sağlayan Oddi aynıdır.
sfinkteriniıı de gevşemesi gerekir. Özet olarak, safra kesesi depoladığı konsantre
Safra kesesi koııtraksiyonlarını başlatan en güçlü safrayı kolesistokinine cevap olarak duodenum a
uyarı kolesistokiııin hormonudur. Bu horm on boşaltır. Yemekte yağ bulunm adığında, safra k e­
pankreasta asiner hücrelerden enzim sekresyonu- sesi zayıf şekilde boşalır; ancak, yeterli miktarda
nu artıran kolesistokinin ile aynıdır. Duodenum yağ varlığında yaklaşık 1 saat içinde tam am en
mukozasından kana salgılanması için başlıca uyarı boşalır.
duodenuma giren yağ asitleridir. Şekil 64-11 safra salgılanmasını, safra kesesinde
Kolesistokininin yaııısıra, safra kesesi daha az depolanmasını ve keseden barsağa boşalm asını
özetlemektedir.

TABLO 64 - 2
Safranın Bileşimi Yağ Sindirimi ve Emiliminde Safra
Karaciğer Safrası Safra Kesesi Safrası
Tuzlarının Fonksiyonları

Su 97.5 gr/dl 92 gr/dl Karaciğer hücreleri hergün yaklaşık 0.6 gram sa f­


Safra tuzları 1.1 gr/dl 6 gr/dl ra tuzıı sentezler. Safra tuzlarının ön m addesi di­
Bilirübin 0.04 gr/dl 0.3 gr/dl
gr/dl gr/dl
yette bulunan veya yağ m etabolizm ası sırasında
Kolesterol 0.1 0.3-0.9
Yağ asitleri 0.12 gr/dl 0.3-1.2 gr/dl karaciğer h ü crelerin d en sen tez len en ve daha
Lesitin 0.04 gr/dl 0.3 gr/dl sonra yaklaşık eşit oranlarda k o lik a sit ve ken o-
N a+ 145 mF.q/lt 130 nıEq/lt d o k sik olik asi te dönüşen kolesteroldür. Bu asitler
K+ 5 in Hq /11 12 m Eq/lt daha sonra başlıca glisin ve daha az oranda da ta-
C a+ 5 m Eq/lt 23 m Eq/lt
cı- 100 m E q/lt 25 m Eq/lt
urin ile birleşip gliko- ve tau ro-kon ju ge safra asit­
h c o 3- 28 m Eq/lt 10 m Eq/lt lerini oluştururlar. Asitlerin bu tuzları esas olarak
sodyum tuzları daha sonra safraya sekrete edilir.
BÖLÜM 64 • Sindirim Kanalının Salgı Fonksiyonları 751

Safra tuzları barsak kanalında iki önemli etkiye Kolesterol Sekresyonu; Safra Taşı Oluşumu
yol açarlar:
İlki, besindeki yağ partikiilleri üzerine deterjan Safra tuzları karaciğer hücreleri tarafından kolesterolden
etkileri vardır. Bu etki ile parüküllerin yüzey geıi- oluşur ve safra tuzlarının sekresyonu sırasında günde 1 -
m ini azaltarak yağ globüllerininin küçük parçalara 2 gram kadar kolesterol de safraya sekrete edilir. Koleste­
ayrılmasına imkan sağlayan karıştırmayı sağlar. rolün safra içindeki spesifik görevi bilinmemektedir. Saf­
Buna safra tuzlarının e nıü Isifiye edici veya deterjan ra tuzu oluşumu ve sekresyonunda bir yan ürün olduğu
düşünülmektedir.
fon ksiyonu adı verilir. Kolesterol saf suda hemen tamamen çözünmezdir.
İkinci olarak, em ülsifiye edici etkiden daha Safradaki safra tuzları ve lesitin kolesterole fiziksel ola­
önem li olarak, safra tuzları yağ asitlerinin, monog- rak bağlanarak çözünür olan ultramikroskopik nıiçeller
liseı idleıin, kolesterol ve diğer lipidlerin barsak ka­ oluştururlar. Bu konu Bölüm 65’de detaylı olarak açık­
nalından emilimine yardım ederler. Bunu lipidlerle lanmıştır. Safra, safra kesesinde konsantre olduğunda,
küçük kompleksler oluşturarak yaparlar. Oluşan safra tuzları ve lesitin de kolesterol ile birlikte konsant­
komplekslere nıiçel adı verilir. Miçeller safra tuzla­ re olur ve böylece kolesterol solüsyon içinde tutulmuş
rının elektriksel yükleri nedeniyle ileri derecede olur.
Anormal koşullarda, kolesterol çökebilir ve Şekil 64-
çözünür maddelerdir. Lipidler bu yapı içinde m u­
1 2 ’de görüldüğü gibi kolesterol taşları oluşumuna yol
kozadan geçebilir özellik kazanırlar ve daha sonra açabilir. Kolesterolün çökmesine yol açan durumlar: (1)
absoıbe olurlar. Bu mekanizma Bölüm 65’de ayrın­ safradan aşırı miktarda suyun absorbe olması, (2 ) safra­
tılı şekilde açıklanmıştır. Baısakta safra tuzları ol­ dan aşııı safra tuzu ve lesitinin absorbe olması, (3) safra­
madığında, lipidlerin %40'ı feçesle kaybedilir ve ya aşırı miktarda kolesterol salgılanması ve (4) safra ke­
kişide sıklıkla buna bağlı olarak metabolik yetm ez­ sesi epitelinin intlamasyonudur. Sön iki durumun özel
lik gelişir. olarak açıklanması gerekir.
Safradaki kolesterol miktarı kısmen kişinin besinler­
le aldığı yağ miktarı ile belirlenir. Zira hepatik hücreler
Safra Tuzlarının Enterohepatik Dolaşım ı. Safra kolesterolü yağ metabolizmasının bir ürünü olarak
tuzlarının yaklaşık %94’ii ince barsaktan absoıbe olur. seııtezlerler. Bu nedenle, uzun süre yağ oranı yüksek
Bunun yaklaşık yarısı ince barsağııı başlangıç kısımla­ diyetle beslenenler safra taşı gelişimi ile karşı karşıya
rında difüzyon ile, geri kalanı ise distal ileumda aktif kalabilirler.
Iransport ile gerçekleşir. Daha sonra portal kana gire­ Safra kesesi epitelinin inflamasyoııu genellikle
rek karaciğere geçerler. Bu tuzların hemen hemen ta­ düşük dereceli kronik enfeksiyona bağlıdır. Bu durum
mamı karaciğerde ilk geçişte venöz sinüslerden hepa- safra kesesi mukozasının absoıpsiyon özelliklerini de­
tik hücrelere absoıbe olurlar ve daha sonra safraya ğiştirir ve bazen kolesterolün solüsyonda kalmasını
sekrete edilirler. Bu yolla tüm safra asitlerinin yaklaşık
sağlayan su, safra tuzu veya diğer maddelerin aşırı ab-
yüzde 94'ii safraya geri döner. Böylece, bu safra tuzla­
sorpsiyonuna yol açar. Sonuç olarak, kolesterol çök­
rı feçesle atılmadan önce 18 kez tekrar tekrar dolaşmış
meye başlar ve inflamasyonlu mukoza yüzeyinde ya
olurlar. Feçesle atılan az bir kısım safra tuzları da sü­
da solubl bilirübin glukuronidin bakteri enzimleri ile
rekli olarak karaciğer hücreleri tarafından yenilenir.
dekonjugasyonu sonucu oluşan küçük bilirübin parti-
Safra tuzlarının bu dolaşımına enterohepatik dolaştın
külleri üzerinde çok sayıda küçük kolesterol kristalleri
adı verilir.
oluşur.
Karaciğerden günlük salgılanan safra miktarı büyük
oranda safra tuzlarının varlığına bağlıdır. Enterohepatik
dolaşımda safra tuzlarının büyük miktarda olması (ge­
nellikle toplam yaklaşık 2.5 gram) safra sekresyonunun
da fazla olmasına yol açar. Gerçekten de, fazla miktarda
safra tuzu alınması günlük safra sekresyonunu yüzlerce
mililitre artırır.
Safra tuzlan ileuma reabsorbe olmadan safra fistülü Safra taşlarının nedenleri:
1. Safradan aşırı su absorpsiyonu
ile birkaç gün veya hafta süreyle dışarı boşaltılırsa, kara­ 2. Safradan aşırı safra asidi
ciğer safra tuzu yapımını 6-10 kat artırır. Bu da gün bo­ absorpsiyonu
3. Safrada çok yüksek kolesterol Karaciğer
yunca safra sekresyon hızını normale yaklaştırır. Bu du­
bulunması
rum, günlük safra tuzu sekresyonunun aktif olarak safra 4. Epitelin inflanıasyonu
tuzlarının enterohepatik dolaşımda bulunması (veya
yokluğu) ile kontrol edildiğini göstermektedir.
Safra kesesi
Safra Sekresyonıı Kontrolünde Sekretinin Rolü. Saf­ Safranın izlediği yol:
ra asitlerinin safra sekresyonıı üzerine güçlü uyarıcı etki­ . İstirahatta
Sistik Sindirim sırasında
lerine ek olarak, sekretiıı hormonu da safra sekresyonu­
nu artırır. Bu sekresyon safra kanal ve kanalcıklarındaki
epitel hücrelerinden salgılanan ve esas olarak hemen ta­
mamen bikarbonattan zengin sulu bir solüsyon şeklin­ Oddi sfinkteri
dedir. Bikarbonat daha sonra ince barsağa geçer ve mi­ Vater papillası Pankreas kanalı
deden gelen asidi nötralize eden pankreas kaynaklı bi­
karbonata ilave olur. Böylece, duodeııal asidi nötralize
eden sekrelin feedback mekanizması sadece pankreas
sekresyonıı üzerine etkileri yoluyla değil, karaciğer kanal
ve kanalcıklarının sekresyonıı üzerine etkileri yoluyla da Ş E K İL 64 • 12
işler. Safra taşı oluşumu.
752 ÜNİTE X II • Gastrointestinal Fizyoloji

sitler; kriptalar içinde büyük miktarda elektrolit


İNCE BARSAK SEKRESYONLARI salgılarlar ve sindirim ürünleri ile birlikte su ve
elektrolitlerin villtis yüzeyinden ıeabsorpsiyonu-
nu sağlarlar. Barsak sekıesyonlarının kriptalarda
enteıositler tarafından günlük yapım hızı yaklaşık
Brunner Bezlerinden Müküs Sekresyonu
1800 m l’dir. Sekresyonlar hem en tümüyle saf ekst-
Bileşik müköz bezler olan Brunner bezleri duode- ıaseltiler sıvıdır ve pH değeri 7.5-8.0 arasında ola­
num un ilk birkaç santimetrelik bölümünde, esas cak şekilde hafif alkalidir. Villüslar tarafından hızla
olarak pilor ile Vater papiUası arasında pankreatik reabsorbe olurlar. Sıvının kriptalardan villüslara
sıvıların ve safranın duodenuma boşaldığı yerde bu geçişi kimustan maddelerin absorpsiyonu için
yerleşmiştir. Bu bezler (1) mukozadaki dokunma sulu bir ortam sağlar. Bu da ince barsakların ana
veya iritan uyaranların, (2 ) midede sekresyon ar­ işlevidir.
tışına yol açan vagal stimülasyonun ve (3) gastıoin-
testinal hormonlardan özellilde sekretiniıı etkisiyle Sulu Sıvı Sekresyonunun Mekanizması. Lieber­
alkalen müküs salgılarlar. kühn kriptalarından sulu bir sıvı sekresyonuna yol
B ru nner bezleri tarafından salgılanan mükü- açan mekanizma kesin olarak bilinmemektedir. Bu
sün fonksiyonu gastıik sıvılara karşı duodenal olayda iki aktif salgılama sürecinin rol oynadığı
duvarı korum aktır. Bu am açla iritan uyarana düşünülmektedir. Bunlar: (1) kriptalara klorür
karşı hızlı ve yoğun olarak salgılanır. Ayrıca, b ez­ iyonlarının aktif sekresyonu ve (2 ) bikarbonat iyon­
ler tarafınd an sekretin ile uyarılan sekresyon b ü ­ larının aktif sekresyonu. Özellikle klorür iyonları
yük ölçüde bikarbonat iyonları içerir ve bu da başta olmak üzere bu iyonların sekresyonu m em b-
m ideden duodenum a giren asidi nötralize etm ek ran boyunca sodyum iyonlarının elektriksel olarak
üzere pankreas kaynaklı bikarbonat iyonlarına sürüklenmesine de yol açar. Son olarak, tüm bu
ve safraya eklenir. iyonlar hep birlikte suyun osmotik hareketine yol
Brunner bezleri sempatik stimülasyon ile inhibe açarlar.
edilirler. Böylece, sem patik uyarı duodenumu ko­
rumasız bırakmakta ve belki de bu nedenle gastro- İnce Barsak Sekresyonundaki Sindirim En­
intestinal kanalın bu alanı, olguların yüzde 5 0 ’sin- zim leri. İnce barsak sekresyonlaıı topland ığın­
de peptik ülserlerin geliştiği yer olmaktadır. da, h em en hiç enzim içerm edikleri görülür. An­
cak, mukozadaki enterositler özellikle villüsleri
kaplayanlar, epitelden ab sorb e edilen çeşitli b e ­
Lieberkühn Kriptalarından İntestinai sin m addeleri için özgül sindirim enzim leri iç e ­
rirler. Bu enzim ler şunlardır: (1) küçük p eptid leıi
Sindirim Sıvılarının Sekresyonu
am inoasitleıe parçalayan çeşitli p ep tid azlar, (2 )
disakkaridleri m onosakkaridlere parçalayan dört
İnce barsağın tüm yüzeyi boyunca Lieberkühn
adet enzim sakkaraz, m altaz, iz o m a lta z v e laktaz
krip taları adı verilen küçük çöküntüler vardır.
ve (3) nötral yağları gliseıol ve yağ asitlerine p ar­
Bunların bir örneği Şekil 64-13’de gösterilmiştir.
çalayan intestinal lipaz. Bu enzim lerin bir çoğu
Bu kriptalar barsak villüslaıı arasında yer alır ve
en terositleıin fırçam sı kenarında bulunurlar. B e ­
hem kriptaların hem de villüsların yüzeyleri epitel
sin m addelerinin absorbe olm adan ön ce m ikro-
tabakası ile kaplıdır. Bu tabaka iki tip hücreden
villiisların dış yüzeyinde hidrolize ettiklerine in a ­
oluşmuştur. Bunlar: (1) orta sayıda goblet hücrele­
nılmaktadır.
ri; barsak yüzeylerini kayganlaştıran ve kolaylaştı­
Lieberkühn kriptalaıınm derinlerindeki epitel
ran müküs salgısı salgılarlar (2 ) çok sayıda entero-
hücreleri sürekli mitoza uğrarlar ve yeni hücreler
yavaş yavaş bazal m em bran boyunca yukarıya
kriptaların dışına doğru göç ederek villüsların uçla­
rına ulaşırlar. Böylece, sürekli olarak villüs epiteli-
nin yenilenmesi sağlanır. Villüs epiteli yaşlandıkça,
barsak sekresyonlarına karışırlar. Bir barsak epitel
hücresinin yaşam süresi yaklaşık 5 gündür. Yeni
hücrelerdeki bu hızlı büyüme ayrıca mukozada
oluşan dökülmelerin hızlı tamirine de olanak sağ­
lamış olur.

İnce Barsak Sekresyonunun


Regülasyonu

Lokal Uyaranlar. İnce barsak sekresyonunu kont­


Ş E K İL 6 4 - 13 rol eden faktörler arasında en önem lileri çeşitli lo ­
İnce barsak boyunca, vilüslar arasında yer alan ve hemen tam a­ kal enterik sinirsel reflekslerdir. Bunlar özellikle
men saf ekstraselıiler sıvı salgılayan Lieberkühn kriptaları. dokunma veya iritan uyaranlarla başlatılan ve gast-
BÖLÜM 64 • Sindirim Kanalının Salgı Fonksiyonları 753

rointestinal hareketlerle ilişkili olarak enterik sinir yüzeyindeki müköz hücrelerin direkt olarak do­
sistemindeki aktivite artışına bağlı olan refleksler­ kunma ile uyarılması ya da Lieberkühn kriptaların-
dir. Böylece, ince baısakta sekresyonun büyük kıs­ daki müköz hücrelerin lokal sinirsel reflekslerle
mı basitçe ince baısakta kimus varlığına bağlı ola­ uyarılması ile kontrol edilir. Kalın barsağın distal
rak gerçekleşir. Kimusun miktarı ile orantılı olarak yarısı ile üçte ikisinin parasempatik ineı vasyonunu
sekıesyon miktarı da artar. sağlayan pelvik sinirlerin uyarılması müküs sekres-
yonunda belirgin bir artışa yol açar. Müküsteki ar­
Hormonal Regülasyon. Gastıointestinal kanalın tış Bölüm 63’de tartışıldığı gibi, motilite artışı ile
herhangi bir bölgesinde sekresyonu artıran hor­ birliktedir. Böylece, sıklıkla em osyonel olaylara
monların bir bölümü ince barsakta da sekresyonu bağlı aşırı parasempatik stimülasyon kalın barsak­
artırır. Bunlar özellikle sekretin ve kolesistokinin- ta aşırı müküs sekresyonuna yol açar. Bu nedenle
dir. Bazı deneysel çalışmalar, ince barsak mukoza­ kişide her 30 dakikada bir çok az fekal madde içe­
sından kaynaklanan bazı diğer hormonal m addele­ ren ya da hiç içerm eyen koyu bir mliküse bağlı bar­
rin de sekresyonu kontrol ettiğini öne sürmektedir. sak hareketleri gerçekleşir.
Ancak, lokal enterik refleks mekanizmalar hemen Kalın baısaktaki müküs barsak duvarını korur ve
hem en kesin olarak baskın rol oynarlar. ayrıca fekal maddeyi birarada tutan yapışkan bir
ortam sağlar. Feçesteki geniş bakteryel aktiviteden
barsak duvarını korur ve sekresyonun alkali olması
(bol miktarda bikarbonat iyonlarının varlığı nede­
KALIN BARSAK SEKRESYONLARI niyle pH’sı 8.0) feçesteki asidlerin barsak duvarına
saldırmalarına karşı bariyer görevi yapar.
Müküs Sekresyonu. İnce ba

You might also like