Professional Documents
Culture Documents
M W
MEDICAL PHYSIOLOGY ’1
ONUNCU EDİSYON
TIBBİ FİZYOLOJİ
Arthur C. Guyton, M.D
Missisipi Üniversitesi,
Tıp Merkezi Fizyoloji ve
Biyofizik Bölümü Emeretüs Profesörü,
Jackson - Missisipi
EDİTÖR YARDIMCILARI
Prof. Dr. Berrak ÇAĞLAYAN YEĞEN
Marmara Üniversitesi Tıp Fakültesi
Fizyoloji Anabilim Dalı Başkanı
Cover illustration is a detail from OPUS 1972 by Virgil Cantini, Ph.D., with permission of the
artist and Mansfield Stale College. Mansfield. Pennsylvania.
Copyright © 2000, 1996, 1991, 1986, 1981. 1976. 1971. 1966, 1961. 1956 by W .B. Saunders
Company.
All rights reserved. No part of this publication may be reproduced or transmitted in any form or by
any means, electronic or mechanical, including photocopy, recording, or any information storage
and retrieval system, without permission in writing from the publisher.
UYARI
Fizyoloji, sürekli değişen bir alandır. Standart güvenlik
önlemleri gözetilmelidir, ancak yeni araştırma ve klinik
deneyimler bilgi dağarcığımızı genişletebilir, tedavi ve
ilaç tedavisinde değişiklikler zorunlu veya uygun hale
gelebilir. Okuyucuların verilecek her ilacın önerilen do
zu, veriliş yolu ve süresi ile kontrendikasyonları konu
sunda ilacın üreticisinden güncel ürün bilgilerini kont
rol etmeleri tavsiye olunur. Hastasının deneyimi ve bilgi
sine dayanarak, hasta için dozları ve en iyi tedaviyi belir
lemede sorumluluk, tedaviyi yapan hekime aittir. Ne ya
Özgün Adi : Medical Physiology yımcı ne de editör, olabilecek hasardan ve/veya kişilere
Çeviri Editörü : Prof. Dr. Hayrünnisa veya mülke zarardan sorumluluk kabul etmemektedir.
Çavuşoğlu
Editör Yardımcıları ; Prof. Dr. Berrak Yeğen
Prof. Dr. Zeynep Aydın YAYIMCI
Doç. Dr. İnci Alican
Düzenleme : YÜCE a.ş.
Baskı : Tavaslı Matbacılık
(Kasım 2001)
Cilt : Savaş Ciltevi
X
Babama
Hayatına yön veren sarsılmaz prensipleri için
Anneme
Çocuklarını eııtellektiiel uğraşlara yönlendirdiği için
Eşime
Kendisini ailesine adadığı için
Çocuklarıma
H ayatım da lıerşeyi anlam lı kıldıkları için
A.C.G.
Hocalarıma
B an a Fizyolojinin heyacan ve zevkini gösterdikleri için
Aileme
Sonsuz destek, sabır ve anlayışları ve sevgileri için
J.E.H
YAZARLAR H A K K IN D A
Arthur Guyton yüce bir insandır. Tüm yönleriyle Bu olay, feedback kontrol sistem in in anahtarı
kalabalıkların içinde fark edilir. Harvard Tıp Fakül niteliğindedir. Buna göre, norm al bir insanda
te sin d e beyin cerrahisi dalında eğitim alırken ge kan basıncı arttığında hızla böbreklerden renin
çirdiği çocuk felci hastalığı ile kendisini bir anda salgılanm ası engellenerek plazm a renin düzeyi
yardımsız yürüyemez halde bulundu. Bu problemi hem en hem en sıfıra yakın düzeylere azalm akta
beyin cerrahisinden fizyoloji dalma geçerek çö dır. Bu nedenle, hip ertansif bir in san d a yanlış gi
zümledi. den bir şey vardır. Normal insanlard an farklı ola
Fizyolojideki yeni kariyerine başlamak üzere rak, yüksek arteryel kan b asın cın a karşılık plaz
Jackson Mississipi'ye döndü. Çalışmaları ile fizyo ma ren in düzeyini en g ellem em ek te, b ö y lece
lojide düşünme şekli yenilendi ve onun sayesinde kanda renin düzeyi "norm al” kalm aktadır. Ancak
Ole Miss fizyolojide entellektüel öğrenmenin başlı “norm al” renin salgılanm asını spesifik antirenin
ca merkezi haline geldi. etkisine sahip bir ilaçla bloke ettiğinizde veya
Tek eli ile yazı yazamadığı için başkasına yazdıra azalttığınızda hasta derhal n o rm o ten sif hale gel
rak tüm fizyoloji dünyasını açıklayan ve analiz mektedir.
eden en mükemmel ve en çok satış yapan fizyoloji Kan basıncı azaldığında ortaya çıkan olaylarla il
kitaplarını yazdı. gili bu fenom en ve bunun tam karşıtı olanlar araş
Arthur, çok sayıda feed-back kontrol sinyalleri ge tırma grubumuzun Guyton’un Jackson’daki grubu
rektiren kan basıncı, kalp performansı, sodyıım-ha- na yaptığımız yıllık 2-3 günlük ziyaretlerin başlıca
cim homeostazı gibi tüm vücutta otokontrolü sağla konularını oluşturmuştur. Bu sayede integratif vü
yan mekanizmaları ortaya çıkaran ve açıklayan yeni cut fizyolojisi ve fizyopatolojisi ile ilgili çalışmaları
bir integratif fizyoloji kavramını geliştirdi. Yeni hipo ile fizyolojiye yeni bir boyut kazandıran Arthur’un
tezini denemek amacı ile yeni deneyler planlamak öğrencisi John Hail ile tanıştık.
üazere tüm dolaşım sisteminin detaylı bir kompute- Bugün organ ve hücre fizyolojisini anlam ak için
ıize modelini oluşturdu. Bu model hipertansiyona ve hücresel veya m oleküler biyolojik deneyleri
neden olan sodyum-hacim atılım bozukluğundan planlam ak için tüm vücut fizyolojisinin önem li
sorumlu böbrek fonksiyon bozukluğunun ana rolü olduğu ne kadar vurgulansa azdır. İnsand a sağ
nü son derece doğru bir biçimde öngörmüş ve açık lıkta ve hastalıklı durum da vücut sistem lerinin
lamıştır. Ayrıca bu model plazma renin anjiotensi- anlaşılabilm esi için, tüm vücut fizyolojisinin uy
nin kan basıncı ve tuz atılımı arasındaki ilişkiyi ne gunluğu da aynı şekilde önem lidir. Bu hastalıklar
şekilde değiştirdiğini de açıklamaktadn-. sıklıkla hastalığa neden olan veya hastalığın sü r
Arthur, mekanik ve fiziksel problemleri çözm ek m esine yol açan anorm al uzak h orm on al veya s i
ten zevk alır; ancak fizyolojik değişikliklerden so nirsel sinyaller içerirler. Zam anla tüm vücut fiz
rumlu fiziksel olayları ileten biyokimyasal sinyalle yolojisi moleküler, hücresel ve doku biyologları
rin önem ine de değer verir. Yeni yaklaşımları, sabit na herhangi bir sonuca ulaşm adan ön ce alan la
fikirli kişiler tarafından direnç görmüştür. Guyton rının dışında odaklanm aları gerektiğini öğren
ortalam a kan basıncı ve tüm vücudun otoregülas- miştir. Vücut fizyolojisini anlam ak elbette ki kli
yonu gibi yeni kaıdiyovasküler kavramları cesur bir nikte çalışan hekim ler için de tem el bir gereksi
şekilde keşfetmiş, kullanmış ve açıklamıştır. Hatta nimdir.
interstisyel sıvı basınçlarının aksilla ve skrotumda Hastalarımı analiz ederken kullanacağım bu yak
negatif değerde olabileceğini de öne sürmüştür. laşımın geleceği hiçbir zaman bu kadar parlak o l
Tüm bu fiziksel ve kimyasal biyolojik hırsları boş mamıştır.
zamanı dahil tüm yaşamını kaplamıştır. Arthur eşi Bu yazının okuyucuların Guyton-Hall’un açısının
ve oğullarının yardımı ile Jackson’da güzel bir evin ve felsefesinin her kelimesinden tad almalarını c e
planını yapmış ve inşa etmiştir. saretlendireceğini ümit ediyorum. Okudukça b e
Arthuı’u ilk defa bir fizyoloji toplantısında konu nim Arthur ve Hail ile karşılıklı görüşmelerimizde
şurken tanıdım. Derhal kan akımını kontrol eden kazandığım avantajların aynısını kazanacağınızı
sinyallerle ilgili düşünce ve kavramlarımı düzenle unutmayınız.
me ihtiyacı duydum. Arthur’un bu fikirleriyle karşı
laşmam benim için doğru bir zamanda gerçekleş JohnLaragh, M.D.
mişti; çünkü biz araştırma grubu olarak kan basın New York Presbyterian Hospital,
cı yüksek olan bir kişide plazma renin düzeyinin Kardiovasküler Merkezi Direktörü-Weill
norm al olmasının "norm al” olmadığını öne sür Cornell Medical Center
mekteydik. New York, New York
ÖNSÖZ
Tıbbi Fizyoloji Ders Kitabı’nın onuncu baskısına bir tıbbi fizyoloji kitabının temel gayelerinden biri
ulaşmış bulunuyoruz. Bu kitabın yayımı, yaklaşık 50 vücudun homeostaz mekanizmalarının etkinliğini
yıl önce yazılan ilk baskısının yapıldığı zaman öngör ve güzelliğini vurgulamanın yanı sıra, hastalık duru
düğümüzden çok daha uzun sürdü. Yine de, her yıl munda gözlenen anormal işlevleri açıklamaktır.
bu proje daha heyecanlı hale gelmektedir, çünkü fiz Bu kitabın bir başka amacı da olabildiğince hata
yoloji konusunda artan bilgilerimiz vücudun birçok sız olmaktır. Birçok fizyologdan, öğrencilerden, ve
yeni gizemini ortaya çıkarmaktadır. dünyanın her tarafındaki klinisyeıılerden öneri ve
En önemlisi, çok yakın bir geçmişte hücresel ve eleştiriler alınmış ve bu bilgiler, kavramların doğrulu
moleküler fizyoloji hakkında bilgi kazanmamızı sağ ğu ve kitaptaki dengelerini kontrol etmek amacıyla
layan birçok yeni teknik geliştirilmiştir. Bu nedenle, kullamlmışnr. Buna rağmen, binlerce bilgi birimini bir
fizyolojik prensiplerin açıklamasını kabaca bir seri arada dizerken hataların olabileceğinden yola çıkarak,
birbirinden bağımsız, açıklanamayan biyolojik olay bir daveti gündeme getirmeyi diliyoruz. Aslında, bir
lar şeklinde yapmak yerine, giderek daha fazla m ole davetten çok, tüm okuyucularımızdan hataları veya
küler ve fiziksel bilim terminolojisi ile sunabilecek yanlışları bize bildirmelerini rica ediyoruz. Gerçekte,
hale geldik. Bu değişikliklerden hepimiz memnunuz, geribildirimin insan vücudunun uygun şekilde işlev
fakat bu durum kitabın her bölümünün her alt bölü görmesi için ne kadar önemli olduğunu tüm akade
münde değişiklik yapma zorunluluğunu da berabe misyenler gibi fizyologlar da iyi bilirler; ayrıca, geribil
rinde getirmektedir. dirim bir fizyoloji kitabının giderek gelişmesi için de
Bu düzeltmelerde yardımcı olmak üzere Dr. John önemlidir. Şimdiye kadar yardımda bulunmuş birçok
I-Iall Tıbbi Fizyoloji Ders Kitabı’nın dokuzuncu bas kişiye en içten teşekkürlerimizi sunuyoruz.
kısında eş-yazar olarak bana katılmıştır. Onuncu Kitabın iki özelliği hakkında açıklama gereği var
baskıda kendisinin bizzat sorumlu olduğu bölümle dır- birincisi, kaynakçalar, ve İkincisi, iki farklı punto
rin sayısı iki katma çıkmıştır. büyüklüğü. Kaynak gösterilenler, özellikle fizyolojik
İkimiz, Dr. Guyton ve Dr. Hail, 25 yıldan daha fazla prensipleri sunuşları ve kendi kaynakçalarının kali
bir süre birlikte çok yakın çalışmıştık, bu sayede tüm tesi nedeniyle seçilmişlerdir. Bunlara ulaşmanın ya-
kitapta standart bir düzeni koruyarak özellikle öğren nısıra, bu kaynakların gösterdiği kaynaklara ulaş
cilere faydalı olmak ve bu arada öğrencilerin ileriki mak, öğrenciye fizyolojinin tüm alanını tamamen
meslek yaşamlarında bir temel oluşturmaya yetecek kapsama olanağı verecektir.
şekilde kitabı belli oranda detaylandırmak mümkün Baskı iki boyda düzenlenmiştir. Küçük puntolu
olmuştur. Tahmin edilebileceği gibi, Dr. Hail birçok ye bilgi çeşitli türlerde olabilir: ilk olarak, bunlar taı tışma
ni bakış açıları ve yeni bilgiler getirerek bu hedeflere için hemen gerekli olan anatomi, kimya bilgileri veya
ulaşmada yoğun bir şekilde yardımcı olmuştur. diğer bilgiler olabilir, fakat öğlenciler bu bilgileri baş
İnsan fizyolojisini çalışmanın güzelliği, tüm vü ka disiplinlerde daha detaylı olarak öğreneceklerdir;
cudun farklı organları ve hücrelerinin bireysel işlev İkincisi, klinik tıbbın bazı alanları için özel öneme sa
lerini fonksiyonel bir bütünü, yani insan vücudunu, hip fizyoloji bilgisi olabilir; ve üçüncüsü, bazı fizyolo
oluşturmak üzere birleştirmesindedir. Gerçekte, ya jik mekanizmaları daha derinlemesine öğrenmek iste
şam bu toplam fonksiyona bağlıdır, yoksa diğerlerin yen öğrencilerin işine yarayacak bilgiler olabilir.
den bağımsız şekilde her bir vücut parçasının işlevi Bunun aksine olarak, büyük puntoda yazılmış
ne dayanmamaktadır. bilgiler öğrencilerin tüm tıbbi aktiviteleri ve çalışma
Bu bizim başka bir konuyu sorgulamamıza ne larında gereksinim duyacakları temel fizyoloji bilgi
den olmaktadır: Farklı organ ve sistemler nasıl kont sini oluşturmaktadır.
rol edilmektedirler ki, kendilerine düşen görevleri Bir kez daha, bu kitabın hazırlanmasında emeği
yapmayanlar olduğunda diğerleri aşırı işlev görme geçen çok sayıda kişiye şükranlarımızı ifade etmek
mektedir? Neyse ki, vücutlarımız çok yaygın geribil istiyoruz. Özellikle Ivadelle Osberg Heidke, Gwen
dirim kontrol ağları ile donandığı için gerekli denge dolyn Harris ve Gerry McAlpin’e mükemmel sekre
ler kurulmaktadır, aksi takdirde yaşamamız müm terlik hizmetleri için; Tomika Mita, Michael Schenk,
kün olmayacaktı. Fizyologlar vücudun yüksek dü Angela Gardner ve Myriam Kirkman’a çizimlerle ilgi
zeydeki bu iç kontrol mekanizmasına homeostaz li üstün çalışmaları ve yardımları için; ve W.B. Saun
adını vermektedirler. Hastalık durumlarında, işlevsel ders çalışanlarına editörlük ve yayımcılıkta sürege
dengeler sıklıkla ciddi şekilde bozulmaktadır- yani, len mükemmel katkıları için minnet borçluyuz.
homeostaz çok zayıf hale düşmüştür. Ve, tek bir bo
zukluk dahi olsa, belli sınıra ulaşınca tüm vücut artık ARTHUR C. GUYTON
yaşamı sürdüremez hale gelir. Bu nedenle, herhangi JOHN E. HALL
ÇEVİRİNİN ÖNSÖZÜ
ı ı
BÖLÜM
37/38/39/40/41/42 Prof-Dr-Lü«füÇakar
İstanbul Üniversitesi Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Fizyoloji Anabilim Dalı Başkanı
11
12 İçindekiler
ÜNİTE IV BÖLÜM 17
Dolaşım Kan Akımının Dokular Tarafından Lokal K o nt
rolü ve Hum oral Düzenlem e 175
BÖLÜM 14
Dolaşım Sistemi; Basınç, Akım ve Direncin Dokunun Gereksinimine Göre Kan Akımının Lokal
Tıbbi Fiziği 144 Kontrolü 175
Kan Akımının Kontrol Mekanizması 175
Dolaşımın Fiziksel Karakteristikleri 144 Lokal Kan Akımının Akut Kontrolü 176
Dolaşım Fonksiyonunun Temel Teorisi 146 Kan Akımının Uzun Süreli Kontrolü 179
Basınç, Akım ve Direnç Arasındaki İlişkiler 146 Kollateral Dolaşımın Gelişimi-Uzun Süreli Lokal
Kan Akımı 147 Kan Akımı Düzenleme Fenomeni 180
Kan Basıncı 148 Dolaşımın Hümoral Regülasyonu 181
Kan Akım ına Direnç 149 Vazokonstıiktör Ajanlar 181
Basıncın Dokıı Kan Akımı ve Damar Direnci Üzeri Vazodilatatör Ajanlar 181
ne Etkileri 151 İyonların ve Diğer Kimyasal Faktörlerin Vasküler
Kontroldeki Rolleri 182
BÖLÜM 15
D am arların G erilebilm e Yeteneği, A rtery el BÖLÜM 18
ve Venöz Sistemlerin Fonksiyonları 152 Dolaşımın Sinirsel Düzenlenmesi ve A rte ry e l
Damarların Gerilebilme Yeteneği 152 Basıncın Hızlı Kontrolü 184
Vasküler Kompliyans (veya Kapasitans) 152 Dolaşımın Sinirsel Düzenlenmesi 184
Arteryel ve Venöz Dolaşımların Hacim - Basınç Otonom Sinir Sistemi 184
Eğrileri 152 Arter Basıncının Hızlı Kontrolünde Sinir Sisteminin
Damarların Geciken Kompliyansı (Stıes-Gevşeme) 153 Rolü 187
Arteryel Basınç Pulsasyonları (Nabızları) 153 Kas Egzersizi ve Diğer Stres Tiplerinde Arteryel B a
Basınç Pulsasyonunun Periferik Arterlere Yayılması sıncın Yükselmesi 188
154 Normal Arter Basıncının Korunmasında Refleks
Sistolik ve Diyastolik Basınçların Ölçülmesinde M ekanizmalar 188
Klinik Yöntemler 155 Merkezi Sinir Sisteminin Iskenıik Yanıtı-Beyin Kan
Venler ve Fonksiyonları 156 Akımındaki Azalmaya Yanıt Olarak Arter Basın
Venöz Basınçlar-SağAtriyıım Basıncı (Santral Ve cının Vazomotor Merkez Tarafından Kontrolü
nöz Basınç) Ve Periferik Venöz Basınçlar 156 191
Venlerin Kan D epolam a İşlevi 160 Arter Basıncının Sinirsel Kontrolünde Önemi Bulu
nan Özel Haller 192
BÖLÜM 16 Kalp Debisi ve Arter Basıncının Artmasında iskelet
M ikrodolaşım ve Lenfatik Sistem: Kapiller Sı Kasları ve Sinirlerinin Rolü 192
vı Değişim i, İntertisyel Sıvı ve Lenf Akım ı Arter Basıncında Solunum Dalgaları 193
162 Arter Basıncında "Vazomotor”Dalgalar-Basınç Ref
leks Kontrol Sistemlerinin Osilasyonu 193
Mikrodolaşım ve Kapiller Sistemin Yapısı 162
Kapillerlerde Kan Akımı-Vazomosyon 163 BÖLÜM 19
Kapiller Sistemin Ortalama Fonksiyonu 163
A rte r Basıncının Uzun Süreli Düzenlenm esi
Kan ve Interstisyel Sıvı Arasında Besinlerin ve Diğer
ve Hipertansiyonda Böbreklerin Baskın Rolü:
Maddelerin Değişimi 164
Kapiller M embrandan Difiizyon 164 Basınç K ontrolünde Entegre Sistem 195
lnterstisyum ve Interstisyel Sıvı 165 Arter Basıncının Kontrolünde Böbrek-Vücut Sıvısı
Plazma ve Inteıstisyel Sıvı Proteinleri Plazma ve în- Sistemi 195
teıstisyel Sıvı Hacimlerini Belirlemede Özellikle Arter Basıncı Kontrolünün Temel M ekanizm aların
Önemlidir 166 dan Basınç Diüreziniıı Kantitatif Olarak İncelen
Kapiller Basınç 166 mesi 195
Interstisyel Sıvı Basıncı 167 Hipertansiyon (Yüksek Kan Basıncı): Çoğunlukla
Plazma Kolloid Osmotik Basıncı 168 Aşırı Ekstraseliiler Sıvı Hacmine Bağlı Bir Olay
Interstisyel Sıvının Kolloid Osmotik Basıncı 169 199
Kapiller M embrandan Sıvı Hacmi Değişimi 169 Renin-Anjiyotensin Sistemi: Basınç Kontrolü ve Hi
Kapiller Değişimde Starling Dengesi 170 pertansiyondaki Rolü 201
Lenfatik Sistem 170 Renin-Anjiyotensin Sisteminin Bölümleri 201
Vücudun L en f Kanalları 170 Anjiyotensin İle İlgili Hipertansiyon Tipleri: Renin-
L en f Yapımı 171 Salgılayan Tümör veya Anjiyotensin 11 İnfiizyo-
L en f Akım Hızı 172 nıına Bağlı Hipertansiyon 203
Interstisyel Sıvı Protein Konsantrasyonu, Interstisyel Hacim-Yükleme ve Vazokoııstriksiyon Kombinasyo
Sıvı Hacmi ve Interstisyel Sıvı Basıncının Kontro nu ile Oluşan Diğer Hipertansiyon Tipleri 205
lünde Lenfatik Sistemin Rolü 173 İnsanda Esansiyel Hipertansiyon 205
İçindekiler 15
Arter Basıncının Entegre ve Çok Aşamalı Olarak Dü Koroner Hastalıkta Ağrı 232
zenlenmesinin Özeti 207 Koroner Hastalığın Cerrahi Tedavisi 233
BÖLÜM 20 BÖLÜM 22
Kalp Debisi, Venöz Dönüş ve D üzenlenm ele Kalp Yetersizliği 235
ri 210
Kalp Yetersizliğinde Dolaşım Dinamikleri 235
Kalp Debisinin Dinlenim ve Aktivite Sırasındaki Orta Derecede Kalp Yetersizliğinin Akut Etkileri 235
Normal Değerleri 210 Yetersizliğin Kronik Evresi - Kalp Debisini Kompaıı-
Kalp Debisinin Venöz Dönüşle Kontrolü-Kalbin se Etmede Sıvı Tutulması 236
Frank-Starling Mekanizmasının Rolü 210 Akut Kalp Yetersizliği Sonrası Oluşan Değişiklikle
Kalp Debisinin Düzenlenmesi Bütün Lokal Kan rin Özeti - “Kompaııse Kalp Yetersizliği” 237
Akımı Düzenlenmelerinin Toplamıdır - Lokal Ağır Kalp Yetersizliğinin Dinamiği - D ekom panse
Kan Akımının Çoğunu Vücut M etabolizması Dü Kalp Yetersizliği 237
zenler 211 Tek Taraflı Sol Kalp Yetersizliği 239
Kalbin Ulaşabileceği Kardiyak Debi Sınırlıdır - Bu, Düşük - Debili Kalp Yetersizliği - Kardiyojenik Şok
Kalp Debisi Eğrisinde Plato Düzeyine Neden Olur 239
212 Kalp Yetersizliği Olan Hastalarda Ödem 239
Kalp Debisinin Kontrolünde Sinir Sisteminin Rolü Kalp Yedeği (Kardiyak Rezerv) 241
Nedir? 212 Ek 241
Patolojik Olarak Yüksek ve Düşük Kalp Debileri 213 Kalp Yetersizliğinin Analizi İçin K antitatif Grafik
Yüksek Kalp Debisi Hemen Hemen D aima Azalmış Metodu 241
Total Periferik Direnç Nedeniyle Görülür 213
Düşük Kalp Debisi 214
BÖLÜM 23
Kalp Debisi Düzenlenmesinin Daha Kantitatif Ana
lizi 214 Kalp Kapakları ve Kalp Sesleri; Valvü ler ve
Kantitatif Analizlerde Kullanılan Kalp Debisi Eğri Konjenital Kalp D efektlerin in D inam iği 2 45
leri 215 Kalp Sesleri 245
Venöz Dön üş Eğrileri 215 Normal Kalp Sesleri 245
Eş zam anlı Kalp Debisi ve Venöz Dönüş Eğrilerinin Kapak Lezyon ları 24 7
Kullanılmasıyla Kalp Debisinin ve SağAtriyıım Valvüler Kalp Hastalığında Anormal Dolaşım Dina
Basıncının Analizi 218 miği 248
Kalp Debisini Ölçme Yöntemleri 220 Aort Stenozıı ve Aort Yetersizliğinde Dolaşım Dina
Kalbin Elektromanyetik veya UltrasonikAkımölçer- miği 248
ler ile Ölçülen Nabızlı Debisi 220 Mitral Stenozıı ve Mitral Regürjitasyonıınun D ina
Kalp Debisinin Oksijen Fick Yöntemi ile Ölçülmesi miği 248
220 Kapak Lezyonıı Olan Hastalarda Egzersiz Sırasın
İndikatör Seyreltme Yöntemi 221 daki Dolaşım Dinamiği 249
Konjenital Kalp Defektlerinde Anormal Dolaşım Di
BÖLÜM 21 namiği 249
Egzersizde Kas Kan Akım ı ve K ardiyak Debi; PatentDııktus Arteriyozus-Soldan Sağa Şant 249
K oroner Dolaşım ve İskemik Kalp Hastalığı Fallot Tetralojisi - Sağdan - Sola Şant 251
223 Konjenital Anomalilerin Nedeni 251
Kalp Cerrahisi Sırasında Vücut Dışı (Ekstıakoıporal)
iskelet Kaslarında Kan Akımı ve Egzersiz Sırasında Dolaşımın Kullanılması 251
Düzenlenmesi 223 Valvüler ve Konjenital Kalp Hastalıklarında Kalp Hi-
Kaslarda Kan Akımının Hızı 223 pertrofisi 252
İskelet Kaslarında Kan Akımının Kontrolü 223
Egzersiz Sırasında Dolaşımın Yeniden Ayarlanması BÖLÜM 24
224 Dolaşım Şoku ve Tedavisinin Fizyolojisi
Koroner Dolaşım 226
253
Koroner Kan Akımının Fizyolojik Anatomisi 226
Normal Koroner Kan Akımı 226 Şokun Fizyolojik Nedenleri 253
Koroner Kan Akımının Kontrolü 227 Kalp Debisi Azalmasına Bağlı Dolaşım Şoku 253
Kalp Kası Metabolizmasının Özel Nitelikleri 228 Kan Debisi Azalmaksızın Oluşan Dolaşım Şoku
İskem ik Kalp Hastalığı 229 253
Akut Koroner Tıkanmayı İzleyen Ölüm Nedenleri Dolaşım Şokunda Artery'el Basınç Ne Olur? 253
230 Nedeni Ne Olursa Olsun Dolaşım Şokunun Son Ev
Akut Miyokard Infarktüsiinün İyileşme Aşamaları resi Doku Harabiyetidir 253
231 Şokun Evreleri 254
Miyokard İnfarktiisünün İyileşmesinden Sonra Hipovolemi Nedeniyle Oluşan Şok-Hemorajik Şok
Kalp Fonksiyonu 232 254
16 İçindekiler
Tiibüler Geri Emilim Seçicidir ve Miktar Olarak m otik Olmasına ve Konsantre İdrar Oluşumuna
Fazladır 295 Katkısı 318
Tiibüler Geri Emilim Pasif ve Aktif Mekanizmaları Vaza Rektadaki Ters Akım Değişimi Renal Medıılla-
Kapsar 295 nnı Hiperosnıolaritesini Korur 31 9
A ktif Taşıma 296 İdrarı Konsantre Etme Mekanizması ve Tübiillerin
Osmoz ile Su Geri Emilimi Başlıca Sodyum Geri Farklı Segmentlerinde Osmolarite Değişiklikleri
Emilimi ile Eşleşir 299 nin Özeti 320
P asif Difiizyonla Kloriir, Üre ve Diğer Maddelerin Böbreklerde İdrarın Konsantrasyonunu ve Sulandı
Geri Emilimi 300 rılmasının Hesaplanması: "Serbest Su" ve Osmo-
Nefronun Değişik Kısımlarından Geri Emilim ve lar Klirensler 321
Salgılama 300 İdrarı Yoğunlaştırma Mekanizması Bozuklukları 322
Proksinıal Tübiilde Geri Emilim 300 Ekstraselüler Sıvı Osmolaritesi ve Sodyum Konsant
Henle Kıvrımından Soliit ve Su Taşınması 302 rasyonunun Kontrolü 322
Distal Tiibül 303 Plazma Sodyum Konsantrasyonundan Plazma Os-
Distal Tübiilün Son Kısınılan ve Kortikal Toplayıcı molaritesinin Tayini 322
Tiibül 303 Osmoreseptör-ADH Feedback Sistemi 323
Mediiller Toplayıcı Kanal 304 Hipotalamusun Sııpraoptik ve Paraventrikiiler Çe
Farklı Solütlerin Farklı Tiibül Bölgelerindeki Yo kirdeklerinde ADH Sentezi ve Arka Hipofizden
ğunluklarının Özeti 304 ADH Serbestlenmesi 323
Tiibüler Geri Emilimin Düzenlenmesi 305 ADH seıbestlenmesinin Azalmış Arteıyel Basınç
Glomerülotiibüler Denge-Artan Tiibüler Yüke Yanıt ve/veya Azalmış Kan Hacmi Tarafından Kardiyo-
Olarak Tübiillerin Geri Emilim Hızım Artırma vaskiiler Refleks Uyarımı 324
Yeteneği 305 ADH Sekresyonunu Uyarmada Kardiyovaskiiler
Peritiibüler Kapiller ve Böbrek Interstisyel Sıvısının Refleksler ve Osnıolariteniıı K antitatif Önemi
Fiziksel Kuvvetleri 306 324
Arteryel Basıncın Çıkan İdrar Hacmine Etkisi: B a ADH Salgılanmasında Diğer Uyaranlar 324
sınç- Natriiirez ve Basınç-Diiirez Mekanizmaları Ekstraselüler Sıvı Osmolaritesinin ve Sodyum Kon
308 santrasyonunun Kontrolünde Susamanın Rolü
Tiibüler Geri Emilimin H orm onal Kontrolü 308 325
Sempatik Sinir Sistemi Aktivasyonu Sodyum Geri Merkezi Sinir Sistemi Susama Merkezleri 325
Emilimini Artırır 309 Susamanın Uyarılması 325
Böbrek Fonksiyonlarını Ölçmek İçin Klirens Yön İçmenin Osmolar Uyarımı İçin Eşik Değer 326
temlerinin Kullanılması 309 Ekstraselüler Sıvı Osmolaritesi ve Sodyum Konsant
İnsiilin Kliretısi GFR H esaplanmasında Kullanıla rasyonunun Kontrolünde Osmoreseptör-ADH ve
bilir 310 Susama M ekanizmalarının Entegre Edilmiş Ya
PAH Klirensi, Böbrek Plazma Akımını Ölçmede Kul nıtları 326
lanılabilir 311 Ekstraselüler Sıvı Osmolaritesi ve Sodyum Yoğunlu
Filtrasyon Fraksiyonu, GFR’nin Böbrek Plazma Akı ğunun Kontrolünde Anjiyotensin II ve Aldostero-
m ına Bölünmesi ile Hesaplanabilir 311 nııtıRolü 327
Böbrek Klirensleriııden Tübiiler Geri Emilimin veya Ekstraselüler Sıvı Sodyum Konsantrasyonu ve Hac
Sekresyonıın Hesaplanması 311 minin Kontrolünde Tuz-lştahı 327
BÖLÜM 28 BÖLÜM 29
Ekstraselüler Sıvı Osm olaritesi ve Sodyum Ekstraselüler Sıvı Hacmi ve Kan Hacminin
Konsantrasyonu Düzenlenmesi 313 Kontrolünde Renal M ekanizm aların E n teg
Böbrek Fazla Suyu Dilüe İdrar Oluşturarak Atar 313 rasyonu; Potasyum, Kalsiyum, Fosfat ve
Aııtidiüretik hormon İdrar Konsantrasyonunu M agnezyum un Renal Düzenlenmesi 329
Kontrol Eder 313 Sodyum ve Su Atımını Düzenleyen Kontrol Meka
Sulandırılmış İdrar Çıkarılmasının Renal Mekaniz nizmaları 329
m aları 313 Sabit denge koşullarında sodyum atımıyla atımı
Böbrekler Konsantre İdrar Oluşturarak Suyun Vü hassas bir şekilde eşleştirilir 329
cutta Tutulmasını Sağlarlar 315 Sodyumun Atımı Glomeriiler Filtrasyon veya Tabii
Zorunlu İdrar Hacmi 315 ler Sodyum Reabsorbsiyoıı Hızlarındaki Değişik
Konsantre İdrar Atılması İçin Gerekenler- Yüksek likler Tarafından Kontrol Edilir 329
ADH Seviyeleri ve Hiperosmotik Renal Medıılla Vücut Sodyum ve Sıvı Dengesinin Korunmasında
315 Basınç Natriürezinin ve Basınç Diüıezinin Öne
Zıt Akım M ekanizması Hiperosmotik Renal Medul- mi 330
la lnterstisyıımu Oluşturur 315 Basınç Natriiirezi ve Diiirezi Vücut Sıvı Hacimlerini
Konsantre İdrar Çıkarılmasında Toplayıcı Kanallar ve Arter Basıncını Düzenlemede Bir Renal-Vilcııt
ve Distal Tübiilün Rolü 317 Sıvı Feedback Sisteminin Anahtar Elemanlarıdır
Ürenin Renal Medıılla Interstisyumunıın Hiperos 330
18 İçindekiler
Kan Hacmi ve Ekstraselüler Sıvı Hacmi Düzenlen Bikarbonat Tampon Sisteminin Kantitatif D inam i
mesinin İnce Ayarı 331 ği 348
Ekstraselüler Sıvının İntertisyel Alanlar ve Damar Fosfat Tampon Sistemi ve Intraseliiler Tampon ve
Sistemi Arasında Dağılımı 332 Böbrek Tübüler Sıvı Tamponu Olarak önem i 350
Sinirsel ve Hormonal Faktörler Renal-Vücut Sıvı Fe Proteinler Önemli Intıaselüler Tamponlardır 350
edback Kontrolünün Etkinliğini Artırır 332 İzohidrik Kural: Ortak Bir Solüsyondaki Tüm Tam
Reııal Atımın Sempatik Sinir Sistemi ile Kontrolü: ponlar Aynı Hidrojen İyon Konsantrasyonu ile
Arteıyel Baroreseptör ve Düşiik-Basınç Gerim Re Dengededir 350
septör Refleksleri 332 Asit-Baz Dengesinde Solunumsal Düzenleme 351
Renal Atımın Kontrolünde Anjiyotensin H’nin Rolü C02’in Akciğerler Yoluyla Uzaklaştırılması Metabo-
333 lik C02 Oluşumunu Dengeler 351
Renal Atımın Kontrolünde Aldosteronun Rolü 334 Artan Alveoler Ventilasyon, Ekstraselüler Sıvı Hidro
Renal Atımın Kontrolünde ADH’nın Rolü 334 jen lyoıı Konsantrasyonunu Azaltır ve pH’vı Yük
Renal Atımın Kontrolünde Atriyal Natriiiretik Pep- seltir 351
tidin Rolü 335 Artan Hidrojen lyoıı Konsantrasyonu Alveoler Ven-
Sodyum Alıntındaki Değişikliklere Entegre Edilmiş tilasyonu Uyarır 351
Yanıtlar 335 Asit-Baz Dengesinin Böbrekler Tarafından Kontrolü
Kan Hacmi ve Ekstraselüler Sıvı Hcminde Büyük Ar 352
tışlara Neden Olan Durumlar 335 Böbrek Tübiillerinden Hidrojen İyonlarının Salgı
Kalp Hastalıklarının Neden Olduğu Artmış Kan lanması ve Bikarbonat İyonlarının Geri Emilimi
Hacmi ve Ekstraselüler Sıvı Hacmi 335 353
Yüksek Dolaşım Kapasitesinin Neden Olduğu Kan Hidrojen İyonları Tübüllerin Başlangıç Bölüm le
Hacmi Artışı 336 rinde Sekonder A ktif Transport ile Salgılanır
Normal Kan Hacmi Değerlerinde Olup Ekstraselüler 353
Sıvı Hacminde Büyük Artışlara Neden Olan Du Filtre Edilen Bikarbonat İyonları Tiibüllerdeki Hid
rumlar 336 rojen İyonları ile Etkileşim Sonucu Geri Emilirler
Nefrotik Sendrom-ldrarla Plazma Proteinlerinin 354
Kaybı ve Böbreklerin Sodyum Tutması 336 Distal Tübüllerin Son Bölümleri ve Toplayıcı Ka
Karaciğer Sirozu-Karaciğerde Plazma Proteinleri nallardaki lnterkale Hücrelerde Hidrojen iyonla
Sentezinin Azalması ve Böbrekler Yoluyla Sod rının Primer A ktif Salgılanması 355
yum Tutulması 336 Fazla Hidrojen İyonlarının Tübüllerde Fosfat ve
Potasyum Atımı ve Ekstraselüler Sıvıda Potasyum Amonyak Tamponları İle Birleşmesi-Yeni Bikar
Konsantrasyonunun Düzenlenmesi 336 bonat İyonlarının Oluşumu İçin Bir Mekanizma
Potasyumun İç Dağılımının Düzenlenmesi 337 355
Renal Potasyum Atımına Genel Bir Bakış 338 Fazla Hidrojeni idrara Taşıyan ve Yeni Bikarbonat
Distal Tübüllerin İleri Bölümleri ve Kortikal Topla Oluşturan Fosfat Tampon Sistemi 356
yıcı Kanallardaki Esas Hücrelerde Potasyum Sek- Amonyak Tampon Sistemi Tarafından Fazla Hidro
resyoııu 339 jen İyonu Atılması ve Yeni B ikarbonat Oluşumu
Potasyum Sekresyonunu Düzenleyen Faktörlerin 356
Özeti: Plazma Potasyum Konsantrasyonu, Aldos Renal Asit-Baz Atımının Hesaplanması 357
teron, Tiibüler Akım Hızı ve Hidrojen lyonıı Renal Tübüler Hidrojen İyon Salgılanmasının Dü
339 zenlenmesi 357
Renal Kalsiyum Atımı ve Ekstraselüler Kalsiyum Asidozun Renal Düzeltilmesi-Hidrojen İyon Atımı
iyon Konsantrasyonunun Kontrolü 342 nın Artışı ve Ekstraselüler Sıvıya Bikarbonat İyo
Kalsiyum Atımının Böbrekler Tarafından Kontrolü nu İlavesi 358
343 Asidoz Böbrek Tübüler Sıvısındaki HCOf IH + Ora
Renal Fosfat Atımının Düzenlenmesi 343 nını Azaltır 358
Renal Magnezyum Atımı ve Ekstraselüler Magnez Alkalozun Renal Düzeltilmesi-Hidrojen İyonlarının
yum İyon Konsantrasyonunun Kontrolü 344 Tübüler Sekresyoııunun Azalışı ve Bikarbonat
iyonlarının Atımının Artışı 359
Alkaloz Böbrek Tübüler Sıvısındaki HC03- /H+
BÖLÜM 30
Oranını Artırır 359
Asit-Baz Dengesinin Düzenlenmesi 346
Asit-Baz Dengesi Bozukluklarının Klinik Nedenleri
Hidrojen İyon Konsantrasyonu Hassas Olarak Dü 359
zenlenmektedir 346 Azalan Ventilasyon ve Artan PC02 Nedeniyle Olu
Asit ve Bazlaı -Tanımları ve Anlamları 346 şan Solunumsal Asidoz 359
Hidrojen iyon Konsantrasyonundaki Değişimlere Solunumsal Alkaloz Ventilasyonun Artması ve
Karşı Savunma: Tamponlar, Akciğerler ve Böb PC02’nın Azalması Sonucu Oluşur 359
rekler 347 MetabolikAsidoz Ekstraselüler Sıvı Bikarbonat
Vücut Sıvılarında Hidrojen İyonlarının Tamponlanması Konsantrasyonunun Azalması Sonucu Oluşur
347 360
Bikarbonat Tampon Sistemi 348 Metabolik Alkaloz Ekstraselüler Sıvı Bikarbonat
İçindekiler 19
Konsantrasyonunun Artması Sonucu Oluşur. Kronik Böbrek Yetersizliğinin Bir Nedeni Olarak
360 Böbrek Interstisyum Hasan-Piyelonefrit 373
Asidoz veya Alkaloz Tedavisi 360 Nefrotik Sendrom-Artmış Glonıerüler Permeabiüte
Asit-Baz Bozukluklarının Analizi ve Klinik Ölçümler Sonucunda İdrarda Protein Atılması 373
361 Kronik Böbrek Yetersizliğinde Anormal Nefroıı
Karışık Asit-Baz Bozuklukları ve Tanı için Asit-Baz Fonksiyonu 373
Nomogramının Kullanımı 361 Böbrek Yetersizliğinin Vücut Sıvılarına Etkisi-Üremi
Asit-Baz Bozukluklarının Tanısında Anyon Farkı 375
nın Kullanılması 362 Hipertansiyon ve Böbrek Hastalıkları 376
Özgül Tübüler Bozukluklar 377
BÖLÜM 31 Böbrek Yetersizliğinin Yapay Böbrek İle Diyaliz Yapı
M iksiyon, D iü retikler ve Böbrek Hastalıkları larak Tedavisi 377
364
Miksiyon 364 ÜNİTE VI
İdrar Kesesinin Fizyolojik Anatomisi ve Sinirsel Bağ
Kan Hücreleri, Bağışıklık ve Kan Pıhtılaşması
lantıları 364
İdrar Kesesinin Inervasyonıı 364 BÖLÜM 32
İdranın Üreterler İle Böbrekten İdrar Kesesine Akta Alvuyarlar, Anem i ve Polisitemi 382
rılması 364
İdrar Kesesinin Dolması ve Kese Duvarı Tonusu; Sis- Alyuvarlar (Eritrositler) 382
tometrogram 365 Alyuvarların Üretimi 382
Miksiyon Refleksi 366 Hemoglobin Yapımı 386
Bey'in Tarafından Miksiyonuıı Kolaylaştırılması ve Demir Metabolizması 387
ya İıılıibisyonu 366 Alyuvarların Yıkımı 389
Miksiyon Anomalileri 366 Anemiler 389
Diüretikler ve Etki Mekanizmaları 367 Aneminin Dolaşım Sistemine Etkileri 390
Ozmotik Diüretikler Tiibüler Sıvıda Ozıııotik B a Polisitemi 390
sıncı Artırarak Su Reabsorbsiyonuııu Azaltırlar Polisiteminiıı Dolaşım Sistemine Etkileri 390
367
Kulp (Heııle Kulbu) Diiiretikleri Henle'nin Kalın Çı BÖLÜM 33
kan Kolunda A ktif Sodyuııı-Klorür-Potasyum Re- Vücudun Enfeksiyonlara Direnci: I. Lokosit-
absorbsiyoııunu Azaltır 368 ler, Granülositler, M onosit-M akrofaj Sistemi
Tiazid Diüretikler Distal Tübüllerin Başlangıcında ve İnflam asyon392
Sodyıım-Klorür Geri Emilimin i Inhibe Ederler
368 Lökositler (Akyuvarlar) 392
Karbonik Anlıidraz lıılıibitörleri Proksimal Tübiil- Lökositlerin Genel Özellikleri 392
leıde Sodyııın-Bikarbonat Geri Emilimini Bloke Lökositlerin Oluşumu 392
Ederler 368 Akyuvarların Yaşam Süresi 393
Aldosteronuıı Yarışmacı (Koıııpetetif) lıılıibitörleri Nötıofillerin ve Makrofajların Savunma Özellikleri
Koı tikal Toplayıcı Tübiilleıde Sodyum Geri Emi- 393
limiııi ve Potasyum Salgılanmasını Azaltır 368 Fagositoz 394
Toplayıcı Tübiillerdeki Sodyum Kanallarım Bloke Monosit - Makrofaj Sistemi (Retiküloendotelyal Sis
Eden Diüretikler Sodyum Geri Emilimini Azaltır tem) 395
368 İnflamasyon, Nötrofıl ve Makrofajların Fonksiyonu
Böbrek Hastalıkları 369 397
Akut Böbrek Yetersizliği 369 inflamasyon 397
Böbrekle Kan Akımı Azalması Sonucu Oluşan Pıe- İnflamasyon Sırasında Makrofaj veN ötrofil Yanıt
renal Akut Böbrek Yetersizliği 369 ları 397
Böbrekteki Anomalilerin Neden Olduğu İııtrarenal Eoziııofiller 399
Akııt Böbrek Yetersizliği 369 Bazofiller 399
Alt Üriner Kanalın Anomalilerinin Neden Olduğu Lökopeni 399
Post renal Akın Böbrek Yetersizliği 3 70 Lösemiler 400
Akut Böbrek Yetersizliğinin Fizyolojik Etkileri 370 Löseminin Vücuttaki Etkileri 400
Kronik Böbrek Yetersizliği: Fonksiyonel Nefı onların
Sayısında Geri Dönüşümsiiz Azalma 371 BÖLÜM 34
Soıı-Dönem Böbrek Hastalığına Yol Açan Kronik Vücudun Enfeksiyona Direnci: II. Bağışıklık
Böbrek Yetersizliğinin Kısır Döngüsü 371 ve Alerji 402
Kronik Böbrek Yetersizliğinin Bir Nedeni Olarak
Böbrek Damarlarının Hasarı 371 Doğal Bağışıklık (İmmtinite) 402
Kronik Böbrek Yetersizliğinin Bir Nedeni Olan Glo- Edinsel Bağışıklık 402
merüllerin Hasarı-Glomerülonefrit 372 Edinsel Bağışıklığın Temel Tipleri 402
20 İçindekiler
Edinsel Bağışıklığın Her İki Türü de Antijenler Ta VII, Faktör IX ve Faktör X Azalması 426
rafından Başlatılır 402 Hemofili 426
Lenfositler Edinsel Bağışıklığın Temelidir 403 Tronıbositopeni 426
T ve B Lenfositlerin Ön-îşlenmesi 403 İnsanda Tromboembolik Durumlar 427
T Lenfosit ve B Lenfosit Antikorlarının Antijenlerini Femoral Veııöz Tromboz ve M asif Pıılmoner Emboli
Çok Özgül Olarak Tanıması-Lenfosit Klonlarının 427
Rolü 404 Yaygın Damariçi Pıhtılaşma 427
Çok Sayıda Lenfosit Klonunun Kökeni 405 Klinik Kullanımda Antikoagülanlar 428
B Lenfosit Sisteminin Özgül Yaııları-Hümöral Bağı Intravenöz Antikoagiilan Olarak Heparirı 428
şıklık ve Antikorlar 405 Antikoagülaıı Olarak Kumarinler 428
T Lenfosit Sisteminin Özellikleri-AktifT Hücreleri Kanın Vücut Dışında Pıhtılaşmasının Önlenmesi
ve "Hücresel Bağışıklık"408 428
T Hücre Tipleri ve Bunların Farklı İşlevleri 409 Kan Pıhtılaşma Tesüeıi 428
Edinsel Bağışıklık Sisteminin Kişinin Kendi Doku Kanam a Zamanı 428
larına Toleransı-Timusta ve Kemik İliğindeki Pıhtılaşma Zamanı 428
önişlem enin Rolü 410 Protrombin Zamanı 429
Aşılama 411
Pasif Bağışıklık 411
Alerji ve Aşırı Duyarlık 411 ÜNİTE VII
A ktif T Hücrelerinin Yol Açtığı Alerji: Gecikmiş Alerji Solunum
Reaksiyonu 411
IgE Antikorları Fazla Olan Alerjik Kişilerdeki Alerji BÖLÜM 37
ler 411 A kciğer Ventilasyonu 432
Prinıer Görme Korteksinin Tabakalı Yapısı 593 Omuriliğin M o to r Fonksiyonları; Spinal Ref
Görsel Bilginin Analizi için İki Ana Yol-(l) Hızlı leksler 622
“Duruş” ve “Hareket”Yolu; (2) Kusursuz Renk Yo-'
lu 594 Motor Fonksiyonlar İçin Omuriliğin Organizasyonu
Görsel Resmin Analizi Sırasında Nöronal Uyarılma 622
Pateınleri 594 Kas Duysal Reseptörleri-Kas îğcikleıi ve Golgi Ten-
Rengin Saptanması 595 don Organlaıı-Kas Kontrolündeki Rolleri 624
Prinıer Görme Korteksinin Uzaklaştırılmasının Et Kas İğciğinin Reseptör Fonksiyonu 624
kisi 595 Kas Gerim Refleksi 625
Görme Alanları; Perimetıe 595 İstemli Motor Ativitede Kas İğciğinin Rolü 626
Göz Hareketleri ve kontrolü 596 Golgi Terıdon Refleksi 628
Gözlerin Fiksasyon Hareketleri 596 Kas İğcikleri ve Golgi Tendon Organlarının Motor
İki Gözden Gelen Görsel Resimlerin Birleştirilmesi Kontrolde Beynin Yüksek Seviyeleri İle Birlikte İş
598 levi 628
Göz Uyumunun ve Pupilla Açıklığının Otonomik Fleksör Refleks ve Geri Çekme Refleksleri 629
Kontrolü 599 Çapraz Ekstensör Refleks 630
Uyumun (Akomodasyon) Kontrolü (Gözlerin Odak Resiprok înhibisyon ve Resiprok lnervasyon630
lanması) 599 Postür ve Hareket (Lokomosyon) Refleksleri 630
Pupilla Çapının Kontrolü 600 Omuriliğin Postür ve Hareketle İlgili Refleksleri 630
Kaşınma Refleksi 631
Kas Spazmı Doğuran Omurilik Refleksleri 632
BÖLÜM 52 Omurilikte Otonom Refleksler 632
İşitm e Duyusu 602 Omurilik Kesilmesi ve Spinal Şok 632
Kulak Zarı ve Kemikçik Sistemi 602
BÖLÜM 55
Sesin Kulak Zarından Kokleaya İletimi 602
Sesin Kemikler Üzerinden İletimi 603 M o to r Fonksiyonunun K orteks ve Beyin Sa
Koklea 603 pından Kontrolü 634
Kokleanın İşlevsel Anatomisi 603 Motor Korteks ve Kortikospinal Yol 634
Ses Dalgalarının Kokleada İletimi - "İlerleyen Dal Prinıer Motor Korteks 634
ga" 604 Premotor Alan 634
Corti Organının İşlevi 605 Süplementer Motor Alan 635
Ses Frekansının Saptanması - “Yer”İlkesi 607 İnsan Motor Korteksitıde Motor Kontrolün Bazı
Sesin Yüksekliğinin Saptanması 607 Özelleşmiş Alanları 635
Merkezi İşitme Mekanizmaları 608
Sinyallerin Motor Kortekstetı Kaslara Taşınması
İşitme Yolları 608 636
İşitmede Beyin Korteksinin İşlevi 609 Motor Kortekse Gelen Liflerin Yolları 637
Sesin Geldiği Yönün Saptanması 610 Nükleııs Ruber Kortikal Sinyalleri Omuriliğe İleten
Merkezi Sinir Sisteminden Alt İşitme Merkezlerine Alternatif Bir Yol Olarak Görev Yapar 637
Giden Sentrifııgal Sinyaller 611 “Ekstrapiramidal"Sistem 638
İşitme Anomalileri 611
Omuriliğin Prinıer Motor Korteks ve Niilkeus Ruber
Sağırlık Tipleri 611 Tarafından Uyarılması 638
Motor Fonksiyonunun Kontrolünde Beyin Sapının
BÖLÜM 53 Rolü 640
Kimyasal Duyular-Tat ve Koku 613 Yer Çekimine Karşı Vücudun Desteklenmesi- Reti-
kiiler ve Vestibiiler Niikleuslarm Rolü 640
Tat Duyusu 613 Vestibüler Duyular ve Dengenin Korunması 641
Temel (Birincil) Tat Duyuları 613 Vestibiiler Aparey 641
Tat Tomurcuğu ve İşlevi 614 Statik Dengenin Korunmasında Utrikulus ve Sak-
Tat Sinyallerinin Merkezi Sinir Sistemine İletimi 615 kulusurı Fonksiyonu 643
Tat Tercihi ve Diyetin Denetimi 616 Yarımdaire Kanallarıyla Baş Dönüşünün Algılan
Koku Duyusu 616 ması 644
Koku Zarı (Olfaktör Membrt m) 616 Gözleri Stabilize Eden Vestibüler M ekanizma 645
Koku Hücrelerinin Uyarılm ışı 617 Denge ile ilgili Diğer Faktörler 645
Koku Sinyallerinin Merkezi Sinir Sistemine İletil Bilinçdışı, Steıeotip Hareketlerin Kontrolünde Beyin
mesi 618 Sapı Nükleuslarınm Fonksiyonları 646
BÖLÜM 5(
ÜNİTE XI
Serehellum, Bazal Gangliyonlar ve G enel
Sinir Sistemi: C. M o to r ve E n teg ratif N öro-
M o to r K ontrol 647
fizyoloji
Serebellum ve Motor Fonksiyonları 647
BÖLÜM 54 Serebellumun Anatomik Fonksiyonel Alanları 647
İçindekiler 25
Sabit Koşullarda Enerji Alımı ve Enerji Tüketimi Normal Vücut Temperatürleri 822
Denge içindedir 803 Vücut Isısı, Isı Kaybına Karşı Isı Üretiminin
Dengeli Beslenme 803 Dengelenmesi ile Kontrol Edilir 822
Besinlerdeki Enerji 803 İsı Üretimi 822
Protein, Karbonhidrat ve Yağların Metabolik Kulla Isı Kaybı 822
nımlarını Saptam ak İçin Kullanılan Yöntemler Vücut Temperatürünün Düzenlenmesi -
804 Hipotalamusun Rolü 826
Besin Aliminin ve Enerji Depolanmasının Vücut Temperatüriinü Artıran ya da Azaltan Sinir
Düzenlenmesi 804 sel M ekanizmalar 827
Besin Alimini Düzenleyen Sinirsel Merkezler 805 Temperatür Kontrolünde'Ayar Noktası"Kavramı
Besin Alimini Kantitatif Olarak Düzenleyen Faktör 829
ler 806 Vücut Temperatürünün Davranışsal Kontrolü 830
Obezite 807 Deride Lokal Tempera tür Refleksleri 830
Şişmanlığın Patolojik Nedeni Olarak Beslenme Re- Vücut Temperatür Düzenlenmesindeki Bozukluklar
giilasyonu Bozukluğu 808 830
Şişmanlığın Tedavisi 808 Ateş 830
Zayıflık 808 Vücudun Aşırı Soğukta Kalması 832
İçindekiler 29
BÖLÜM 76 BÖLÜM 78
■ 'h
Tiroidin M e ta b o lik Horm onları 858 Insüiin, Glukagon ve D iabetes M ellitus 8 8 4
i > i ‘ \ . V'.V ’)M wu'ui\wn)iu An \\l, •Muvi'iV ', \ -Av " \i\<)'\ Vt\iV4/<iu nttïiVc'
2
H ü cre ve işle vle ri
3
P ro te in S entezi, H ücre F o nksiyon u ve H ücre Ç o ğ a lm a sın ın G e n e tik
K o n tro lü
İnsan Vücudunun İşlevsel
Organizasyonu ve "İç Ortam
Kontrolü
Fizyolojinin amacı, yaşam ın başlangıcı, gelişimi ri enerjiye dönüştüren genel mekanizmalar, tüm
ve ilerlem esini sağlayan fiziksel ve kimyasal et hücrelerde temel olarak aynıdır ve tüm hücreler
kenleri açıklamaktır (tanım lam aktır). Çok basit kimyasal reaksiyonların son ürünlerini, kendilerini
bir virüsden, en büyük ağaca ya da karmaşık yapı çevreleyen sıvıya verir.
daki insana dek her yaşam biçim inin kendine öz Ayrıca hemen bütün hücrelerin çoğalma yeten e
gü işlevsel karakteristikleri vardır. Bu yüzden fiz ği vardır, belli bir tip hücre herhangi bir nedenle
yolojinin çok geniş olan kapsam ı viral fizyoloji, haraplandığında,bu tip hücrenin geri kalanları, ge
bakteriyel fizyoloji, hücresel fizyoloji, bitki fizyolo reksinim karşılanıncaya kadar çoğalırlar.
jisi, insan fizyolojisi gibi bölüm lere ve bir çok alt
bölüm e ayrılabilir.
2
BÖLÜM 1 • İnsan Vücudunun işlevsel Organizasyonu ve "İç Ortamın" Kontrolü 3
Kalp Kalp
ANA İŞLEVSEL SİSTEMLERİN
pompası pompası
“HOMEOSTATİK” MEKANİZMALARI
Barsaklaı
Homeostasis
ŞEKİL 1 - 1
Dolaşım sisteminin genel organizasyonu
Ekstraselüler Sıvı Taşıma Sistemi-
Dolaşırn Sistemi
Ekstraselüler sıvı vücudun tüm bölgelerinde iki mü sürekli olarak karışır, sonuçta tüm vücutta tam
aşamada dolaşır, birinci aşamada kanın dolaşım olarak homojen bir bileşimde tutulur.
sistem inde tekrar tekrar dolaşması gerekir, ikinci
aşamada ise sıvı kan kapilleriyle hücreler arasında
dolaşır. Şekil 1-1 kanın genel dolaşımını göster Ekstraselüler Sıvıdaki Maddelerin Kaynağı
mektedir. dolaşım yollarındaki tüm kan, dinlenme
durumundaki bir insanda tüm dolaşım döngüsünü Solunum Sistemi. Şekil 1-1’de kanın vücudun yanı
bir dakikada tamamlar, bu süre aşırı aktif bir insan sıra akciğerlerden de geçtiği görülüyor. Kan, alveol-
da dakikada altı kez olacak kadar kısalır. lerden geçerken oksijen tutar, böylece hücrelerin
Kan, kapillerlerden geçerken, kanın plazma bölü
müyle hücrelerarası boşluğu dolduran interselüler
sıvı arasında sürekli bir alışveriş gerçekleşir. Bu süreç Arteriyol
Şekil 1-2'de gösterilmiştir. Kapillerlerin kan plaz
masındaki büyük protein molekülleri dışındaki bir
çok moleküle geçirgen olduğuna dikkat edin. Böyle-
ce çok miktarda sıvı ve içinde erimiş haldeki madde
ler kanla doku aralığı arasında oklarla gösterildiği gi
bi diffüze olabilir, bu diffüzyon olayı, moleküllerin
interstisyel sıvı ve plazma arasındaki kinetik hareket
lerinden kaynaklanır. Yani, sıvı ve içinde çözünmüş
moleküllerin interstisyel sıvı ve plazma arasındaki ki
netik hareketlerinden kaynaklanır, yani, sıvı ve içinde
çözünmüş moleküller sıvının içinde, doku aralıkları
ve porlardan sürekli olaark her yönde hareket eder
ler. Hücrelerin kapiller damara uzaklığı 50 mikrodan-
dan daha fazla değildir, böylece bütün maddelerin
kapillerden hücreye bir kaç saniye içinde diffüze ol ŞEKİL 1 - 2
ması sağlanır. Böylece vücudun her yerindeki ekstra Sıvıların kapiller duvardan ve interstisyel boşluklardan dif-
selüler sıvının plazma ve interstisyel boşluktaki bölii- füzyonu
4 ÜNİTE I • Fizyolojiye Giriş: Hücre ve Genel Fizyoloji
leıinin işlevlerini kontrol etmek üzere organların olay, konsantrasyon normale dönünceye kadar de
içinde iş görür. Bazı kontrol sistemleri ise organlar vam eder.
arası ilişkiyi kontrol etmek üzere tüm vücut düze
yinde etkilidir. Örneğin solunum sistemi sinir siste A rteryel Basıncın Düzenlenmesi. Arteryel basın
miyle birlikte çalışarak ekstıaselüler sıvıdaki karbon cın düzenlenmesine birkaç sistem katılır. Bunlar
dioksit konsantrasyonunu düzenler, karaciğer ve dan biri olan baroreseptör sistemi, bir kontrol siste
pankreas birlikte çalışarak ekstıaselüler sıvıdaki gli minin basit ve mükemmel bir örneğidir. Boyunda
koz konsantrasyonunu düzenler. Böbrekler ekstra- ki karotis arterin çatallanma (bifukrasyon) bölge
selüler sıvıdaki hidrojen, sodyum, potasyum, fosfat sinde ve aort arkının duvarlarında bulunan çok sa
ve diğer iyonların konsantrasyonlarını düzenler. yıdaki sinir reseptörü, baroreseptör adını alır ve ar
ter duvarının gerilmesiyle uyarılır. Arteryel basınç
arttığı zaman baroreseptöıier beyin m edullasına
Kontrol Mekanizmalarına Örnekler bir dizi impuls gönderir. Bu bölgeye gelen uyarılar
vazom otor merkezi inhibe eder, sem patik sinirler
Ekstraselüler Sıvıda Oksijen ve Karbon Dioksit aracılığıyla kalbe ve kan dam arlarına giden
Konsantrasyonlarının Kontrolü: Oksijen hücre uyarıların sayısı azalır. Bu impulsların azalması
deki kimyasal reaksiyonlar için gereken en önemli kalbin pompa aktivitesini azaltır ve kanın peı iferik
maddelerden biri olduğu için, ekstraselüler sıvının damarlardan akışını kolaylaştırır. Bu iki etken bir
oksijen konsantrasyonunu kesin ve sabit sınırlar likte arteryel kan basıncının norm ale dönm esini
içinde tutan özel bir kontrol mekanizması bulun sağlar.
maktadır. Bu mekanizma ilke olarak bütün kırmızı Tersine arteryel basınçtaki bir azalma gerim re
kan hücrelerinde bulunan hemoglobinin kimyasal septörlerinin gevşemesine neden olur, bu vazom o
niteliklerine bağlıdır. Kan, akciğerlerden geçerken tor merkezin normalden daha aktif olmasına izin
hemoglobin oksijene bağlanır. Daha sonra kan do verir, böylece kan basıncı normal değerine yükselir.
ku kapillerlerinden geçerken eğer bu bölgede zaten
yüksek düzeyde oksijen varsa hemoglobin oksijene Ö n e m li e ks tra s e lü le r Sıvı B ile ş e n le rin in
yüksek bir affinite gösterdiği için doku sıvısına geç
N o rm a l D e ğ e rle ri
mez. Eğer oksijen konsantrasyonu çok düşükse, ok
sijen, gerekli konsantrasyonu sağlamak üzere h e
moglobinden ayrılarak dokuya geçer. Bu sayede do Tablo 1-1 de ekstraselüler sıvının en önem li bile
kulardaki oksijen konsantrasyonunun düzenlenme şenleri ve fiziksel nitelikleri, norm al değerleri, nor
si hemoglinin kimyasal karakteristiklerine bağlıdır. mal sınırları, ölüme neden olmaksızın kısa bir süre
Bu düzenlemeye hem oglobinin oksijen-tam ponla- dayanılabilecek sınırlarıyla birlikte sıralanmıştır.
yıcı işlevi denir. Her bir değer için normal sınırların dar bir aralıkta
Ekstraselüler sıvıdaki karbon dioksit konsantras bulunduğuna dikkat ediniz. Bu sınırların dışındaki
yonu biraz farklı bir yolla düzenlenir. Karbon diok değerler genellikle bir hastalığın nedeni ya da so
sit, hücrelerdeki oksidatif reaksiyonların tem el son nucudur.
ürünüdür. Eğer hücrelerde oluşan karbon dioksi- Daha önemlisi, bu değerlerin aşılması ölüm e n e
din tümü doku sıvılarında birikseydi, karbon diok- den olabilir. Örneğin vücut ısısının norm alden
sidin kitle etkisi kısa bir süre sonra hücrelerin ener 11°F (7°C) yükselmesi hücreleri haraplayacak bir
ji veren reaksiyonlarının tümünü durdururdu. Kan metabolizm a artışı kısır döngüsüne yol açabilir.
karbon dioksit konsantrasyonunu artışı solunum Vücudun asit-baz dengesinin de dar sınırlar içinde
m erkezini uyarır ve bireyin derin ve hızlı solunum tutulduğuna dikkat edin. Normal pH değeri olan
yapm asına neden olur. Böylece karbon dioksidin 7.4'ün her iki yöne doğru yalnızca 0.5 kadar değiş
solunumla atılması artar, karbon dioksidin kan ve mesi öldürücüdür. Bir başka önemli faktör potas
ekstraselüler sıvıdan uzaklaştırılması sağlanır. Bu yum iyonudur, çünkü konsantrasyonu norm alin
TABLO 1 - 1
Ekstraselüler Sıvının Bazı Önemli Bileşenleri ve Fiziksel Karakteristikleri. Normal Kontrol Sınrları ve
Kısa Periyodlarda Öldürücü Olmayan Sınırların Yaklaşık Değerleri
Öldürücü Olmayan Birim
Norm al Değer Normal sınırlar Yaklaşık Sınırlar
liçte birinin altına düştüğünde sinirlerin impuls mayan bir bireye çok miktarda kan transfüzyonu
taşım a yetenekleri kaybolduğu için kişi felç olabi ile arteryel kan basıncının 100 m m Hg’den 175
lir. Tersine, potasyum konsantrasyonunun norm a mmHg’ye yükseldiğini varsayalım. Bu durumda fe
lin iki ya da üç katma yükselmesi kalp kasının cid edback kontrol sistemi -50 mmHg’lik bir düzeltme
di biçim de deprese olm asına neden olur. Kalsiyum sağlamıştır (175-125=50) Basınçtaki 25 mmHg’lik
iyonunun konsantrasyonu normalin yarısına dü artış "hata” olarak isimlendirilir ve kontrol sistem i
şerse tüm vücutta periferik sinirlerin kendiliğin nin değişikliği düzeltme açısından % 100 verimle
den uyarı oluşturması nedeniyle tetaııik kas kont- çalışmadığını gösterir. Sistemin kazancı aşağıdaki
raksiyonları oluşur. Glikoz konsantrasyonu yarıya formülle hesaplanır.
düşerse kişide sıklıkla şiddetli mental irritabilité ve
hatta konvülziyonlar ortaya çıkabilir. düzeltme
Bu örneklerden yola çıkarak bir değerin neden Kazanç = --------------
hata
son derece titizlikle sabit tutulduğunu, hatta vücu
dun sağlıklı kalmasını sağlayan çok sayıda kontrol
Baroreseptör sistem i örneğinde, -50 mmHg’lik
sistem inin varlık nedenini de anlayabiliriz. Bu
düzeltmeye karşı +25 mmHg’lik hata vardır, bu du
kontrol sistem lerinden herhangi birinin yokluğu,
rumda bu bireyin baroreseptör sistem inin kazancı
ciddi bir hastalık ya da ölümle sonuçlanabilir.
-50 bölii +25=-2’dir. Bu, arteryel kan basıncını artı
ran ya da azaltan bir faktörün, bu kontrol sistem i
olmadan oluşturabileceği etkinin yalnızca üçte b i
Kontrol Sistemlerinin Karakteristikleri
rini oluşturabildiğini göstermektedir.
Bazı fizyolojik kontrol sistem lerinin sağladığı ka
Yukarıda verilen hom eostatik kontrol mekanizma
zançlar, baroreseptör sistem ininkinden daha fazla
sı örnekleri vücuttaki yüzbinleıce kontrol siste
dır. Örneğin vücut ısısını kontrol eden sistem in ka
minden yalnızca birkaçıdır. Bu kontrol mekaniz
zancı yaklaşık -3 3 'dür. Bu durumda, ısı kontrol sis
maları belli nitelikleri açısından birbirine benze
teminin, baroreseptör basınç kontrol sistem inden
mektedir. Bunlar aşağıda açıklanmaktadır.
çok daha etkili olduğu görülebilir.
Vücutta kontrol sistem lerinin çoğu n egatif fe e d Vücutta çalışan bütün kontrol sistem lerin in n e
back yoluyla çalışır. Bu çalışma yolu daha önce an den pozitif değil de negatif feed back’le çalıştığı
latılan örnekleri anımsayarak tanımlanabilir. Kar sorusu sorulabilir. Eğer pozitif feed back’in y ap ı
bon dioksit konsantrasyonunun düzenlenmesin sını dikkate alırsanız, bu yolun stabilité değil ins-
de, ekstıaseliiler sıvıda karbon dioksit konsantras tabiliteye ve sıklıkla ölüm e yol açab ileceğin i gö
yonunun artışı pulm oner ventilasyonun artmasına rebilirsiniz.
neden olur. Bu, akciğerlerden atılan karbon dioksit Şekil 1-3 de pozitif feedback’ten kaynaklanabile
miktarını artırarak konsantrasyonun düşmesini cek ölüme bir örnek görülüyor. Bu şekilde kalbin
sağlar. Bir başka deyişle konsantrasyonunun artışı,
başlatan uyarıya zıt (negatif) yönde bir etki göste
rerek konsantrasyonunun düşmesine neden olan
bir mekanizmayı çalıştırmıştır. Tersine, karbon di
oksit konsantrasyonu çok düşerse, bu konsantras 5-
yonu artıran bir m ekanizm anın işlem esine neden S *' /
olur. Bu yanıt da başlatan uyarıya zıt yönde iş gör y Normale
4-
müştür. / Dönüş
>D)^ 1 İt kanama,''
Arteryel basıncı düzenleyen mekanizm alarda
basınç yükselmesi basıncı düşüren bir dizi reaksi İ l 3-
d) c
yonu harekete geçirir, basıncın düşmesi ise basıncı cö ra
2 İt kanama
artıran mekanizmaları devreye sokar. Her iki du ra ra
E
o °- 2 -
rumda da yanıt, başlatan etkene zıt yöndedir. P
S E
Sonuç olarak bazı faktörler eksik ya da fazla kal 2 oo.
dığında bir kontrol sistem i n eg atif feedback'i devre 1 -
pom palam a gücü gösterilmektedir, normalde kalp oluşur. Oluşan aksiyon potansiyeli, siniri, tüm lif
dakikada 5 litre kan pompalar. Eğer birden bire 2 İt boyunca uyarır, olay, uyarı sinir lifinin tüm sonlan-
kan kaybedilirse vücutta kalan kan miktarı kalbin malarına ulaşıncaya kadar devam eder.
etkin bir pom pa olarak çalışmasına yetmez. Sonuç Pozitif feedback’in bir negatif feedback sürecinin
ta arteryel kan basıncı düşer ve koroner damarla bir parçası olduğunu öğreneceğiz. Örneğin pıhtı
kalbe ulaşan kan miktarı azalır. Bu, kalp kasının za laşma olayında pıhtılaşmadaki pozitif feedback sü
yıflam asına ve pompa etkinliğinin daha da azalm a reci, kan hacm inin korunmasını sağlayan bir nega
sına neden olur. Koroner damarlara ulaşan kan da tif feedback süreçtir aslında. Ve sinir sinyallerini
ha da azalır, kalp biraz daha güçten düşer. Bu süre oluşturan pozitif feedback süreç, sinirin, sinirsel
tekrar tekrar kendini yineler, sonuç, ölümdür. Bu kontrol sistemleri içindeki binlerce negatif feed
rada herbir feedback halkanın kalbin daha da za back mekanizmaya katılmasını sağlar.
yıflam asına neden olduğuna dikkat edin. Burada
başlatan uyarı, kendisinin güçlenmesine neden ol K o n tro l S iste m le rin in Daha K arm aşık
maktadır, bu pozitif feedbacktir.
Bazı T ip le ri- A d a p tif K o n tro l S istem i
Pozitif feedback bir “kısır döngii" olarak tanım la
nabilir, ancak fazla güçlü olmayan bir pozitif feed
Kitabın daha sonraki bölümlerinde sinir sistem ini
back döngü vücudun negatif feedback kontrol m e
incelerken bu sistemin birbiıiyle bağlantılı son de
kanizmaları tarafından baskılanabilir. Örneğin yu
rece karmaşık kontrol m ekanizm aları olduğunu
karıda sözü edilen kişiden 2 İt yerine 1 İt kan alınır
göreceğiz. Bunlardan bazıları, yukarıda anlatılan
sa kalp debisini ve arteryel basıncı kontrol eden
lara benzer basit feedback sistemleridir, ancak, b a
norm al negatif feedback mekanizmalar, pozitif fe-
zıları da daha karmaşıktır. Örneğin, vücudun bazı
edback’e üstün gelecek ve hasta Şekil 1-3' de nok
hareketleri çok hızlıdır ve hareketi kontrol etm ek
talı eğriyle gösterildiği gibi iyileşebilecektir.
için vücudun perifeıik bölüm ünden gelen sinyal
leri beyne kadar bütün bir sinir lifi boyunca gitm e
Pozitif Feedback Bazen Yararlı Olabilir. Bazı n a
si ve verilen yanıtın yeniden perifere taşınması için
dir durumlarda vücut pozitif feed back! kendi ken
yeterli zaman yoktur. Beyin bu durumda ileri-bes-
di yararına kullanmayı öğrenir.
lemeli kontrol (feed-forward control) adı verilen bir
Kanın pıhlıtaşması pozitif feedback'in işe yaraya
ilkeyle gerekli kasların kasılmasını sağlar. Hareket
cak biçim de kullanılmasına bir örnektir. Bir kan
eden bölümden gelen duysal sinir sinyalleri, daha
damarı yırtıldığı ve bir pıhtı oluşmaya başladığı za
sonra beyne, yapılan hareketin yapılmak istenen
man, pıhlıtaşma faktörleri adı verilen bir dizi en
hareket olup olmadığı konusunda bilgi verir. Eğer
zim, pıhtının kendi içinde aktive edilir. Bu enzim
yapılan hareket, yapılmak istenen hareket değilse
lerden bazıları diğerleri üzerine etki ederek pıhtı
beyin, aynı hareketin gerektiği bir sonraki d enem e
nın hem en yakınındaki bölgede bulunan aktiflen
de kasa gönderilen ön beslem eli sinyalleri düzeltir.
memiş enzimleri aktifler ve pıhtının büyümesini
Buna adaptif kontrol denir. Adaptif kontrol gecik
sağlar. Bu süreç damardaki delik kapanıp kanama
miş bir negatif feedback sayılabilir.
duruncaya kadar devam eder. Bazen bu m ekaniz
Bu örnek vücuttaki kontrol sistem lerinin ne ka
ma kendiliğinden işlemeye başlar ve istenmeyen
dar karmaşık olabileceğini göstermektedir. İnsanın
pıhtıların oluşumuna neden olur. Çoğu akut kalp
yaşamı tam anlamıyla bu sistem lerin tüm üne bağ
krizi, koroner arter içinde yer alan bir aterosklero-
lıdır. Bu nedenle bu kitabın büyük bölümü bu ya
tik plak üzerinde oluşmaya başlayan pıhtının arter
şamsal mekanizmaların tartışılm asına ayrılmıştır.
tam am en tıkanıncaya kadar büyümesi nedeniyle
ortaya çıkar.
Doğum, pozitif feedbacak'in rol oynadığı durum
lar için bir başka örnektir. Uterus kasılmaları beb e
ğin başını seıvikse doğru yeterince güçlü biçim de ÖZET-VÜCUDUN OTOMATİK İŞLEYİŞİ
itmeye başladığında gerilen serviksten başlayan
uyarılar uteıus gövdesindeki uterin kaslara iletile Bu bölümün amacı önce, vücudun bir bütün ola
rek bu kasların daha güçlü kasılmasın sağlar. U te rak organizasyonunu tanım lam ak ve ikinci olarak
rus kontıaksiyonlarınm artması seı viksin daha faz da vücudun farklı bölüm lerinin bir uyum içinde
la gerilmesine, seıviksin daha fazla gerilmesi ute çalışmasını vurgulamaktır. Özetle vücut yaklaşık
rus kaslarının daha şiddetli kasılmasına neden 100 trilyon hücrenin bir sosyal düzen içinde, bazıla
olur. Bu süreç yeterince güçlendiği zaman doğum rı organ adını alan farklı işlevsel yapılar halinde or
gerçekleşir. ganize olmasından ibarettir. Her işlevsel yapı, iç or
Son olarak, pozitif feedback’in bir başka önemli tam olarak isimlendirilen ekstraseliiler sıvıdaki ho-
kullanım yeri sinir sinyallerinin oluşumudur. Bir si meostatik koşulların korunması için bir görev üst
nir lifinin m em branının uyarılması, mem branda lenir. İç ortamdaki normal koşullar korunduğu sü
bulunan sodyum kanallarından hücre içine bir rece vücuttaki hücreler yaşamaya ve işlev görmeye
miktar sodyumun sızmasına neden olur. Lif içine devam ederler. Böylece, her bir hücre, hom eosta-
giren sodyum mem branda bulunan sodyum kanal sisden yarar sağlar ve diğer yandan hom eostasisin
larından hücre içine bir miktar sodyumun büyük korunmasına katkıda bulunur. Bu karşılıklı (resip-
bir hızla girişine yol açar ve aksiyon potansiyeli rokal) ilişki bir ya da birden fazla fonksiyonel sis
8 ÜNİTE I • Fizyolojiye Giriş: Hücre ve Genel Fizyoloji
tem, üstlendiği işlevi yerine getiremez duruma ge man, vücuttaki bütün hücreler etkilenir. İşlev b o
linceye kadar, bedenin sürekli otomatik işleyişini zukluğunun ağırlığı ölüme yol açarken, daha hafif
sağlar. Bir hücre grubunun işleyişi bozulduğu za işlev bozuklukları hastalıkla sonuçlanır.
REFERANSLAR
Adolph E F : Physiological adaptations: hyper Guyton A C , T a y lo r A E, G ranger H J: D ynam dorsal lamina term inalis: headquarters for
trophies and superfunctions. A m S ei 6 0 : ics and C ontrol o f the Body Fluids. Phila control o f body fluid h om eostasis? Clin Exp
6 0 8 . 1972. delphia: W B Saunders C o, 1975. Pharm acol Physiol 2 3 :2 7 1 , 1996.
Bernard C : Lectures on the Phenom ena o f L ife Hasser E M , B ish op V S , Hay M : Interactions M ilhorn H T: T h e A pplication o f C ontrol T h e
Com m on to A nim als and Plants. Spring betw een vasopressin and baroreflex control ory to Physiological S ystem s. Philadelphia:
field: C harles C Thom as, 1974. o f the sym pathetic nervous system . C lin W B Saunders C o, 1966.
Brand M D : Regulation analysis o f energy me Exp Pharmacol Physiol 2 4 :1 0 2 , 1997. M oore K L , Persaud T V N , S h iota K : C olor A t
tabolism . J Exp B io l 2 0 0 :1 9 3 , 1997. H offman J F , Jam ieson JD : Handbook o f Phys las o f C lin ical Em bryology. Philadelphia:
Burattini R , B o rg d o rff P: C loscd -loop barore- iology: Cell Physiology. Bethesda: A m eri W B Saunders C o, 1994.
flex control o f total peripheral resistance in can Physiological S o ciety , 1997. Norsk P: Role o f arginine vasopressin in the
the cat: identification o f gains by aid o f a Hosking D J: Calcium hom eostasis in preg regulation o f extracellu lar fluid volum e.
m odel. C ard iovasc Res 1 8 :7 1 5 , 1984. nancy. C lin Endocrinol 4 5 :1 , 1996. M ed S c i Sports E x e rc 2 8 :S 3 6 , 1 9 96.
C annon W B : T h e W isdom o f the Body. New Kurokaw a K : How is plasm a calcium held N osaka S : M odifications o f arterial barore-
Y o rk : W\V Norton & C o. 1932. constant? M ilieu intérieur o f calcium . K id llexes: obligatory roles in cardiovascular
Conn P M , G oodm an H M : H andbook o f Physi regulation in stress and poststress recovery.
ney Int 4 9 :1 7 6 0 , 1996.
o logy: C ellu lar Endocrinology. Bethesda: Jpn J Physiol 4 6 :2 7 1 , 1996.
Lew in B : G enes V I. New Y o rk: Oxford U n i
A m erican Physiological S o ciety , 1 9 97. O ’Leary D S: Heart rate control during exe rcise
versity Press, 1997.
D anzler W H (cd ): Handbook o f Physiology, by baroreceptors and skeletal m uscle affer-
M anslicld R T , Parker M M : C erebral autoregu
S e c . 13: C om paritive Physiology. Bethesda: ents. M edi S ci Sports E x erc 2 8 :2 1 0 , 1996.
lation during venovenous extracorporeal
A m erican Physiological S o ciety , 1997. O rgel L E : T h e origin o f life on the earth. S c i
m em brane oxygenation. C rit Care Med 2 4 :
Garland T Jr, C arter PA : Evolutionary physiol Am 2 7 1 :7 6 , 1994.
1945, 1996.
ogy. Annu R ev Physiol 5 6 :5 7 9 , 1994. Rabinow itz L : A ldosterone and potassium h o
G elehrter T D , C ollins F S : Principles o f M edi M asoro E J (cd ): Handbook o f Physiology, S ec.
meostasis. K idney Int 4 9 :1 7 3 8 , 1996.
cal G enetics. Baltim ore: W illiam s & W il 1 1: A ging. Bethesda: A m erican Physiologi Sadler T W : Langm an’s M edical Em bryology.
kins, 1995. cal S o ciety , 1995. Baltim ore: W illiam s & W ilkin s, 1995.
G iich rest B A , B o h r V A : Aging processes, M athew R J: Postural syncope and autoregula Thom son R C : B io m aterials Regulating Cell
DN A dam age, and repair. FA SH B J 1 1 :322, tion o f cerebral blood flow. B io l Psychiatry Function and T issu e D evelopm ent. W arren-
1997. 4 0 :9 2 3 , 1996. dale, PA : M aterials R esearch S o ciety , 1998.
Guyton A C : Arterial Pressure and H yperten M cK in ley M J, Pennington G L , Oldfield B J : T jia n R : M olecular m achines that control
sion. Philadelphia: W B Saunders C o, 1980. A nterovcntral w all o f the third ventricle and genes. S c i A m 2 7 2 :5 4 , 1995.
İnsanda bulunan 100 trilyon ya da daha fazla sayı Proteinler. Sudan so n ra h ü crelerd e en fazla
daki hücre, kendilerini çevreleyen sıvı yeterli b e m iktarda bulunan m adde proteindir, norm ald e
sinleri içerdiği sürece yaşayabilir ve çoğu kez ço hücre kütlesinin % 1 0 -2 0 ’siııi oluşturur. H ücre
ğalabilir. Vücuttaki organların ve diğer yapıların proteinleri yapısal proteinler ve genellikle enzim
işlevlerini anlayabilm ek için önce hücrenin temel olarak işlev gören globu lar proteinler olarak iki
organizasyonunu ve hücre bölüm lerinin işlevleri ye ayrılır.
ni anlam am ız gerekir. Hücredeki bu tip yapısal proteinler, genellikle
uzun, ince filam entler halinde bulunur, bunlar
bir çok protein m olekülünün polim eridir. Bu tür
intrasellüler filam entlerin en bilinen kullanımı,
HÜCRENİN ORGANİZASYONU tüm kasların kontraktil mekanizm asıdır. Fila
m entler ayrıca m ikrotübüller halinde silia, sinir
Işık mikroskobunda görülen tipik bir hücre şekil aksonu, m itotik iğcikler gibi “hücre iskeleti" oıga-
2 -1 ’de gösterilmiştir. Hücrenin iki temel bölümü nellerini de oluştururlar. Fibriler p roteinler ekst-
mıkleus ve sitoplazmadır. Nukleus, sitoplazm a- ıaselliiler olarak özellikle kollejen ve bağ dokusu
dan bir mıkleus membmmylcı ayrılmıştır; sitop- nun elastin liflerinde, kan dam arları, tendon, li
lazma, kendini çevreleyen sıvıdan hücre m enıbıa- gament vb. içinde bulunur.
nıyla ayrılır. Globiiler proteinler tam am en farklı tiptedir, ge
Hücreyi oluşturan farklı m addeler topluca pro nellikle tek protein m oleküllerinden oluşm uştur
toplazm a adım alır. Protoplazm a tem el olarak beş ya da daha büyük oranda, fibriler yapıdan çok glo-
m addeden oluşur: su, elektrolitler, proteinler, li- biiler yapıda bir araya gelmiş bir kaç protein m o
pidler,karbonhidratlar. lekülünden oluşurlar. Bu protein ler genellikle
hücrede enzim işlevi görür ve fibriler proteinlerin
Su: H ücrenin tem el sıvı ortam ı sudur, bir çok tersine hücre içi sıvıda erimiş durum dadır.Önem -
h ü cren in % 70 -8 5 ’i sudan oluşm uştur (yağ h ü c li bir bölüm ü de hücre içindeki m eın b ıan ö z yapı
releri hariç). Hücre içindeki bir çok kim yasal lara yapışık durumdadır. Bu enzim ler hücredeki
m adde suda çözünm üş durumdadır, diğer m ad diğer maddelerle doğrudan ilişki içindedir ve kim
deler p arçacıklar h alind e sü span se olm uştur. yasal reaksiyonları katalizlerler. Örneğin, gilikozu
Kim yasal reaksiyonlar, erim iş kim yasallar ara bileşenlerine ayırarak, oksijenle birleştirip, kar
sında ya da süspanse haldeki m em b ıa n ö z yapı bon dioksit ve suyun oluşum unu ve hücresel iş
ve partikiillerin yüzeyiyle su arasındaki sınırda levler için gerekli enerjiyi sağlayan reaksiyonlar,
gerçekleşir. bir dizi protein enzim tarafından katalizlenir.
İyonlar. Hücre içindeki en önem li iyonlar potas Lipidler. Lipidler, ortak özellikleri yağ çözücüler
yum, magnezyum, fosfat, sülfat, bikarbonat ve az de erim ek olan, bir kaç ayrı tip maddeyi kapsar.
m iktarda sodyum, klor ve kalsiyumdur. Bu elekt Hücrelerin çoğundaki en önem li lipidler fosfoli-
rolitler intrasellüler ve ekstraselliiler sıvılar arasın pidler ve kolesteroldür. Bu tip yağ toplam hücre
daki ilişkilerin yer aldığı dördüncü bölüm de ay kitlesinin % 2’sini oluşturur. Fosfolipid ve koleste
rıntılı olarak tartışılmıştır. rolün suda erim em esi, hücre m em branının ve
İyonlar, hücresel reaksiyonlar için gerekli olan hücre içi bölüm leri birbirinden ayıran m em bıa-
inorganik kim yasalları oluştururlar. Ayrıca bazı nöz bariyerlerin oluşum unu sağlar.
h ü c re s e l k on tro l m e k a n iz m a la rın ın işlem esi Fosfolipidler ve kolestrol dışında hücrelerde çok
için de gereklidirler. Ö rneğin hücre m e m b ıa n ı miktarda nötral yağlar da denen trigliseritler de
ü zerinde etkili iyonlar sinir ve kas liflerinde bulunur. Yağ hücrelerinde hücre kitlesinin % 95’i
e lek tıo k im y asal u yarıların iletisin i sağ lam ak trigliseritlerden oluşmuştur. Bu hücrelerdeki yağ,
için gereklidir. vücudun gereksinim duyduğu her durumda çözü-
10 ÜNİTE I • Fizyolojiye Giriş: Hücre ve Genel Fizyoloji
Hücre zarı
H ücre M e m b ra n ı
Çekirdek zarı
Hücreyi saran m erm bıan, 7,5-10 nanom etre ka
ŞEKİL 2 - 1 lınlığında, ince,kıvrılabilir ve elastik bir yapıdır.
Tam amen lipid ve protinlerden oluşmuştur. Yakla
Hücrenin ışık mikroskobunda görülen yapısı.
şık bileşimi, %55 protein, %25 fosfolipid, %13 ko
lesterol, %4 diğer lipidler ve %3 karbonhidrattan
nerek enerji sağlayan besinlere dönüşen ana de oluşmuştur.
polardır.
Hücre Membranının Lipid Bariyeri Suyun Sız
K arbonhidratlar. K arbonhidratlar glikopıoteiıı masını Engeller. Şekil 2 -3 ’de hücre m em branı
m oleküllerinin bir parçası olmak dışında yapısal gösterilmektedir. Temel yapısı bir lipid çift taba
açıdan fazla işlevsel önem taşımazlar ama hücre kadır, yalnızca iki molekül kalınlığında bir film
beslenm esinde büyük rol oynarlar. İnsan hücrele tüm lıticr yüzeyini kaplar. Bu tabakanın arasına
rinin çoğunda karbonhidrat depoları fazla büyük büyük globiiler proteinler serpiştirilmiştir.
değildir, genellikle toplam hücre kitlesinin % 1’ini Lipid çift tabaka tem el olarak fosfolipidlerden
oluşturur, bu oran kas hücrelerinde %3, karaciğer oluşmuştur. Her fosfolipid m olekülünün bir bölü
hücrelerinde % 6’dır. Çözünmüş glikoz şeklinde mü suda çözünebilir, yani hidrofiliktir. Fosfolipi-
karbonhidrat ekstraselliiler sıvıda her zam an kul din fosfat bölüm ü hidrofılik, yağ asidi bölüm ü ise
lanılabilir durumdadır. Az miktarda karbon hid hidrofobiktir.
rat, hücrede, suda çözünm eyen glikoz polim eri Fosfolipid moleküllerin hidrofobik bölüm leri su
olan glikojen halinde depolanmıştır, glikojen, ge tarafından itilir ama bu bölüm ler birbirlerini ç e
rekli olduğu durumlarda hızla hücrenin enerji ge kerler, bu yüzden doğal olarak zarın iç kısmında
reksinimini karşılar. şekil 2 -3 ’de görüldüğü gibi yan yana sıralanm a
eğilimindedir. Suya bakan yüzeyler hidrofilik fos
fat bölümler tarafından kaplanmıştır.
Çiftkatlı m em ıanın ortasındaki lipid tabaka, gli
HÜCRENİN FİZİKSEL YAPISI koz, üre, iyonlar gibi suda eriyen m addeler için
ana bariyeri oluşturur, ancak oksijen, karbon di-
Hücre yalnızca sıvı, enzim ve kimyasal m addeler oksit ve alkol gibi yağda eriyen m addeler m em ra-
den oluşmuş bir torba değildir, çoğu orgcınel adını nın bu bölüm lerinden kolayca geçebilirler.
alan yüksek bir organizasyon gösteren fiziksel ya Lipid çiftkatlı önem li niteliklerinden biri, katı
pıları da kapsar. Her bir oıganelin fiziksel doğası değil, sıvı oluşudur. Böylece m em ranın bölüm leri
hücre için kimyasal yapılar kadar önemlidir. Ör hücre yüzeyi boyunca yer değiştirebilir. Lipid çift-
neğin oıganellerden biri olan m itokondriler olm a kat içinde çözünen ya da buraya tutunan p rotein
saydı hücrenin enerji desteğinin % 95’i birden bire ler ya da diğer m addeler hücre yüzeyinin tüm
kesilirdi. Hücrenin bazı ana organelleıi ya da ya alanlarına diffüze olurlar.
pıları şekil 2 -2 ’de gösterilmiştir. Membraııda bulunan kolestrol molekülleri lipid
doğadadır çünkü kolestroluıı steroid çekirdeği yağ
da erir. Bu moleküller lipid çift tabaka içinde erimiş
Hücredeki M em branöz Yapılar durumdadır. Ana görevleri, çift tabakanın vücut sı
vılarının suda erir maddelerine karşı geçirgenlik
Hücrenin bütün organelleıi, tem el olarak lipid ve derecesini belirlemeye yardım etmektir. Kolesterol
proteinlerden oluşan bir m em branla çevrelen ayrıca mem branın akışkanlığını da belirler.
miştir. Hücre membranı, çekirdek membranı, en-
d op lazm ik retikulum m em branı, nıitokondri Hücre M em bran Proteinleri. Şekil 2 -3 ’de lipid
membranı, lizozomlar ve G olgiapareyibunlar ara çift tabakada yüzen globuler kitleler görülm ekte
sında sayılabilir. dir. Bunlar, çoğu glikopotein yapıdaki zar protein
M em bran yapısındaki lipidler suyun ve suda lerdir. Proteinler iki tiptir: iııtegral proteinler zarı
eriyebilir m addelerin bir hücre kom partm anın- boydan boya kat ederler, periferik proteinler ise
dan diğerine serbestçe gitm esini engeller çünkü m em ranın yalnızca bir yüzeyine tutunmuşlardır,
su yağda çözünm ez. M em bıanda yer alan protein zara penetıe değillerdir.
BÖLÜM 2 • Hücre ve işlevi 11
Sekretuar granül
Golgi apareyi
Mikrotübüller
Hücre membranı
Kromozomlar ve DNA
Lizozom
Mitokordri
Nükleer membran
Nukleolus
Glikojen
Ribozomlar
Mikrofilamentler
Düz (agranüler)
endoplazmik retikulum
ŞEKİL 2 ■ 2
Sitoplaznıa ve nukleusdaki organelleri gösteren, tipik bir hücrenin kesiti.
protein Karbonhidrat
V -0*H :>S>
V .
nm
Lipid çift
integral___/ tabaka
protein
V ,. Sitoplazma
Periferik j
ŞEKİL 2 - 3
I Iiicre membranının temel olarak fosfolipid çift tabakadan oluştuğunu ancak çok sayıda protein molekülünün bu tabaka içine
yerleşmiş olduğunu gösteren şeması. Proteinlere mcmbranın dış yüzünde karbonhidrat uçlar bağlanırken, membranın iç
yüzünde başka protein molekülleri bulunur. (Lodish Rothman'dan; Hücre membranının bileşenleri. Sci Am 240:48, 1979 © 1979
Scientific American İne Tüm haklan saklıdır.
12 ÜNİTE I • Fizyolojiye Giriş: Hücre ve Genel Fizyoloji
Sitoplazm a ve Organelleri
P e ro ksizo m la r
ri sen tezler ve birçok enzim atik süreci g erçek Peıoksizom lar lizozom lara fiziksel açıd an b e n
leştirir. zerler am a iki önem li farkları vardır: birincisi,
Golgi apereyi tarafından değil, kendilerini ço ğ al
G o lg i - A p e re y i tarak (self-ıeplication) (ya da belki düz en d o p
lazm ik retikulum dan tom urcuklanarak) oluştuk
Şekil 2 -5 ’de gösterilen Golgi Apereyi endoplaz ların a inanılm aktadır. İkincisi, h id ro lazlaıd an
m ik retikulum la yakından ilişkilidir. Agranüler çok, oksidaz enzim leri içerirler. Bazı oksidazlar,
endoplazm ik retikulum a çok benzer bir m em b- farklı intraselliiler kimyasal m addeleri oksijenle
ran yapısına sahiptir. Çekirdeğin yakınında dört birleştirerek hid rojen peroksit (H 2 O 2 ) üretm e ye-
ya da daha fazla ince, düz vezikülün üst üste di teneğindedir. H idrojen peroksidin kendisi, yük
zilm esiyle oluşm uş bir yapıdır. Bu aperey salgı sek bir oksitlem e kapasitesine sahiptir ve bir b a ş
yapan hücrelerde iyi gelişmiştir, bu tip hücıeled e ka oksitleyici enzim olan ve peıoksizom lard a bol
salgılanan m addelerin hücre dışına verildiği k e m iktarda bu lu nan katalazla b ağ lan tılı olarak
narda yerleşm iştir. kullanılır. Bu enzimler, hücre için zehirli o lab ile
Golgi apereyiııin işlevi endoplazmik retikulumla cek m addeleri oksitleyerek zararsız hale getirir
bağlantılıdır. Şekil 2 -5 ’de gösterildiği gibi endop ler. Örneğin bir bireyin içtiği alkolün yaklaşık ya
lazmik retikulumdan kopan endoplazmik retiku rısı karaciğer hücresinin peroksizom larında bu
lum vezikiilleri ya da kısaca ER vezikiilleri veya yolla detoksifiye edilir.
transport vezikiilleri adını alan vezikiiller, hem en
sonra Golgi apereyi ile birleşir. Bu yolla endoplaz Salgı V e zikü lle ri
mik retikulumun tuttuğu maddeler Golgi apereyi-
ne taşınm ış olur. Bu maddeler Golgi apereyiııde iş Bir çok hücrenin önem li işlevlerinden birisi de
lenerek lizozomları, salgı veziküllerini ve bu bölü belli bazı maddeleri salgılamaktadır. Bu tür salgı
m ün daha sonraki kısımlarında tartışılacak olan m addelerinin hepsi endoplazm ik ıetikulum -G olgi
diğer sitoplazm ik yapıları oluşturur. cihazı sistem inde oluşturulur ve Golgi cihazından
sitoplazmaya, sekretııvar vezikiiller ya. da sekretıt-
L iz o z o m la r var grcınüller adı verilen depo vezikülleri içinde
gönderilirler. Şekil 2-6 pankreas asinar hücreleri
Şekil 2 -2 ’de gösterilen lizozomlar, Golgi apereyi içinde protein proenzim leri depolayan tipik sek-
tarafından oluşturulan veziküler organelleıdir, ıetuar vezikülleri gösterm ektedir (enzim ler henüz
daha sonra tüm sitoplazm aya dağılırlar. Lizozom aktive edilm emiştir). Pıoenzim ler daha sonra dış
lar hücre içi sindirim sistemini oluştururlar, h ü c hücre m em barınından pankreas kanalına salgıla
renin özellikle l)haraplanm ış yapılarını, 2)hiicre- nırlar ve duodenum a geçerler, burada aktive ola
ye alm an besin paıtiküllerini ve 3)bakteıiler gibi rak sindirim işlevlerini gerçekleştirirler.
isten m eyen m ad d eleri sindirirler. Lizozom lar
hücreden hücreye farklılık gösterm ekle birlikte M ito k o n d rile r
2 50-7 5 0 n a n o m etıe çapındadır. Çiftkatlı lipid
m em branla çevıeli, 5-8 n anom etıe çapında çok Şekil 2-2 ve 2-7'de gösterilen mitokondriler hücre
sayıda partikiil kapsayan yapılardır. Bu partikiiller nin "enerji santrali” olarak bilinir. Mitokondriler ol
40 farklı tip hidrolaz (sindirici) enzimin protein madan hücre besinler ve oksijenden önemli miktar
agregatlarıdır. Ilidrolitik enzim, bir organik bileşi da enerji elde edemez ve sonuçta tüm hücresel iş
ği, bileşikten bir su molekülü çıkararak, en az iki levler durur.
14 ÜNİTE I • Fizyolojiye Giriş: Flücre ve Genel Fizyoloji
Matriks
^7 Kıvrımlar Nukleus
ŞEKİL 2 - 8
Bir spermin flagellumundan
ayrılmış mikrotübüller. (Porter’dan:
Ciba Foundation Symposium:
Principles of Biomolecular
Organization. Boston Little Brown
& Company 1966).
viteleri kontrol etm e m ekanizm aları hakkında büyük protein molekül kom plekslerinin por çev
fazla ip ucu vermez. Şekil 2 -9 ’da bir inteıfaz (b ö resinde yapışmaları nedeniyle açıklık yalnızca 9
lünm e arasındaki devre) nukleusunun ışık m ik nanom etreye düşer. Bu dar aralık bile m oleküler
roskobundaki görüntüsü izlemektedir. Tüm nuk- ağırlığı 44000’e kadar olan orta boy m oleküllerin
leoplazm a boyunca koyu boyanm ış krom atin geçişine izin verir.
m ateryali görülmektedir. Mitoz sırasında krom a
tin m ateryali hem en fark edilebilecek biçim de şe
killenerek 3. Bölüm de gösterilen ve ışık m ikros Çekirdekçik ve Ribozomların Oluşumu
kobu altında kolayca görülebilen krom ozom ları
oluştururlar. Çoğu hücrenin çekildiğinde koyu boyanan ve
nukleolus (çekirdekçik) adı verilen bir yapı bulu
nur. Nukleolusun kendisini çevreleyen bir m em b-
Çekirdek Membranı ıan ı yoktur. Çok miktarda RNA ve ıibozom larda
bulunan proteinleri içerir. Hücre aktif olarak pro
Çekirdek menıbranı, çekirdek zarfı olarak da isim tein sentezi yapm aya başladığında çekirdekçik
lendirilir. Aslında iki tabakadan oluşmuştur. Dış belirgin biçim de büyür.
m em bıan endoplazmik retikulumla devam eder Nukleolusun oluşum u (ve nukleus dışında si-
ve iki çekirdek zarı arasındaki boşluk da endop toplazm ada ribozom ların ki de ) çekirdek içind e
lazm ik retikulum içindeki boşlukla Şekil 2 -9 ’da b aşlar.Ö n ce k ro m ozo m lard aki özgül g en ler
görüldüğü gibi bağlantılıdır. RNA m n se n tez len m e sin i sa ğ la r.S e n te z le n e n
Çekirdek zarında binlerce nükleer por bulunur. RNA nın bir bölüm ü çekiıd ekçikd e d ep o lan ır
ken büyük bir bölüm ü n iileer p o rlaıd an sitop-
lazm aya geçer, burada özgül protein lerle olgun
ıib o zo m halinde b irleşeıek 3. B ölü m d e bütün
ayrıntılarını göreceğim iz şekilde p rotein s e n te
Endoplazmik zini gerçekleştirirler.
retikulum
Nukleolus
Porlar
HAYVAN HÜCRESİYLE YAŞAM IN
Nukleoplazma HÜCRE ÖNCESİ BİÇİMLERİNİN
Kromatin materyali KARŞILAŞTIRILMASI
(DNA)
Sitoplazma
Nükleer zarf iç ve Çoğumuz hücrenin yaşam ın en alt basam ağı ol
dış membranlar duğunu düşünürüz. Oysa hücre son derece kar
ŞEKİL 2 - 9 maşık bir organizmadır ve günümüzdeki virüslere
Nukleusuıı yapısı. benzeyen ilk yaşam biçim lerinden gelişm esi için
16 ÜNİTE I • Fizyolojiye Giriş: Hücre ve Genel Fizyoloji
Lizozoııılar, fagosite edilen bakterilerin h ü cre leri adı verilen küçük veziküllerin düz endoplaz
ye zarar verm eden ön ce öldürülm elerini sağla mik retikulumdan sürekli olarak kopmasıyla e n
yan bakteıisid enzim ler de içerir. Bu tür m adde gellenir. Bu veziküllerin çoğu daha sonra hızla
ler arasında, bakteri hücre zarını eriten lizozim, Golgi apeıeyine göç eder.
bakterilerin ürem esi için gerekli olan dem ir ve
diğer iyonları bağlayan lizoferritı ve hidrolazları Endoplazm ik R etikulum un D iğ e r İşlevleri.
aktifleyen ve bakterilerin bazı m etabolik sistem Özellikle düz endoplazm ik retikulum un diğer
lerini inaktive eden pH’sı 5 dolaylarında bir asit önem li işlevleri şunlardır:
bulunur.
1. E nerji ge re k sin im i için glik o jen k u lla n ıla c a ğ ı z a
Bazı genetik hastalıklarda lizozomlarda bulu
nan lipid agregatlaıı ve glikojen grandilerini sin m an , glik ojen yık ım ın ı d e n e tle y e n e n zim le ri sağ lar.
dirm eye yarayan enzim ler bulumaz. Böyle bir du 2. İlaçlar gib i h ü crey e z a ra r v e re b ile c e k m a d d e le ri
rumda çok miktarda glikojen ve yağ bir çok organ zeh irsizleştiren çok sa y ıd a e n zim i içerir. Z eh irsizle ştiı-
da özelikle de karaciğerde birikir ve eıken ölüme m e işi k o ag ü lasy o n , o k sid a sy o n , h id roliz, g lu k u ıo n ik
neden olur. asitle b irle ştirm e y a d a b a ş k a bir y o lla gerçek leştirilir.
tada düz endoplazmik retikulumdan küçük trans yinin m em branöz sistem leri, hücre dışına salgıla
p ort vezikiileri sürekli kopar ve Golgi apereyiııin nacak olan sekıetuaı* maddeleri ve yeni hücresel
d a h a iç bölümlerine diffiize olur. Bu veziküllerin yapıları oluşturabilm e kapasitesine sahip m eta-
içinde, endoplazmik ıetikulumda sentezleııen pro bolik organlardır.
teinler ve diğer iirenler bulunur.
Transport vezikülleri sürekli olarak Golgi apeıe-
yiyle birleşirler ve içerdikleri m addeleri Golgi Besinlerden Enerji Elde Edilmesi-
apereyinin veziküler boşluğuna boşaltırlar. Bura Mitokondrinin İşlevi
da sekresyon m atery alin e k arbonhid rat uçlar
bağlanır. Golgi apereyinin en önem li işlevlerin Hücrenin enerji elde ettiği maddeler, oksijen ve
den biri de endoplazm ik ıetiküler sekresyonlaıı oksijenin reaksiyona girdiği besinlerd en-kaıboıı-
konsantre paketler halinde yoğunlaştırm aktır. hidratlar, yağlar ve proteinler-biri ya da bir kaçı
Sekresyonlar Golgi apereyinin dış tabakalarından dır. insan vücudundan özellikle tüm karbonhid
içe doğru geçerken yoğunlaştırm a ve işlemi ger ratlar hücrelere ulaşm adan önce sindirim sistem i
çekleştirilir, son aşam ada yoğunlaştırılmış sekıe- ve karaciğerde glikoza dönüştürülür. Aynı b içim
tuar m addeleri taşıyan büyüklü küçüklü vezikül- de tüm proteinler aminoasitlere, tüm yağlar da
ler sürekli olarak Golgi apereyinden koparak tüm y ağ asitlerine dönüştürülür. Şekil 2-14 oksijen tüm
hücreye diffiize olur. besin m addelerinin-am inoasit, glikoz ve yağ asit
Tiim bu işlem lerin ne kadar sürede gerçekleşti lerinin hücre içine girişini gösterm ektedir. B esin
ği hakkında bir fikir verelim: Bir glandüler hücre ler hücre içinde reaksiyonun hızını kontrol eden
radyoaktif am inoasitler içeren ortam da bulundu ve açığa çıkan enerjinin uygun yöne akışını sağla
rulduğunda yeni oluşan radyoaktif proteinler m o yan enzim ler aracılığıyla oksijenle reaksiyona gi
lekülleri 3-5 dakika arasında granüler endoplaz rer. Tüm bu sindirim ve m etabolik işlevlerin ay
mik ıetikulum da saptanabilm ektedir. Bu protein rıntıları 62 ile 72. bölüm ler arasında anlatılmıştır.
ler 20 dakika içinde Golgi apereyinde görülmekte, Bu oksidatif reaksiyonların hem en hem en ta
1 - 2 saat içinde ise hiicre yüzeyinden sekrete edil mamı m itokondri içinde gerçekleşir ve serb estle
mektedir. yen enerji çok yüksek enerjili bir bileşik olan ade-
i -, i m ! ) L lfflU g jJİ Ö İT / , m -• m /, ,;U\ M . n r . '- o
nozin trifosfatııı (ATP) sentezinde kullanılır. Daha
G olgi A p ere yin d e Oluşan Vezikül Tipleri- sonra, besin m addelerinin kendisi değil, ATP h ü c
S e kretu va r V ezikü ller ve Lizozom lar. Fazla redeki bütün intrasellüler m etabolik reaksiyonları
sekresyon yapan bir h ü cred e Golgi apereyinde için gereken enerjiyi sağlar.
oluşan veziküllerin çoğu, hücre yüzeyinden sek
rete ed ilecek protein m ad d eleri taşıyan sekretu- A T P 'nin İşlevsel N ite lik le ri
a r vezikiillerdir. Bu veziküller hücre m em bran ı-
na diffüze olur ve daha sonra onun la birleşeıek ATP’nin formülü şöyledir:
eksositoz d en en ve end ositozu n tam tersi olan
bir işlem le taşıdıkları m ad d eleri dışarıya b o şa l
NH,
tırlar. E ksositoz çoğu kez hücre için e kalsiyum
girişiyle uyarılır, kalsiyum iyonları veziküler
m e m b ra n la b ilin m e y e n bir yolla etkileşerek y \ /\
hücre m em bran ıyla kaynaşm asın a ned en olur, HC î T
bunu vezikül içeriğ in in hücre dışına b o şaltılm a \ c CH Adeniti
\ / \ ✓
sıyla eksositoz izler. N N
Diğer yandan bazı veziküller hücreiçi kullanım O O O
için üretilirler. Örneğin Golgi apereyinin özelleşmiş II II II
,c> c h 2— o — p — o ~ p — o ~ p — O-
bir bölümü, daha önce tartıştığımız lizozamları
\ l I I I
üretir.
/ ■c\
Y I I1 H ,Ç
H 0 0 - 0
H \| \ /i
İntrasellüler Veziküllerin Hücre M em branlarının c II
[ I
yenilem esi için kullanımı. Golgi apereyinde oluş OH OH
turulan veziküllerin çoğu ya hücre m em bıanı ya Riboz
da m itokondri hatta endoplazm ik retikulum gibi
intrasellüler yapıların m em branlaıı ile kaynaşır. Adeııozin trifosfat
Bu, m em branların genişlem esini ve haraplanan
m em branın onarım ını sağlar. Örneğin pinositik ATP nitrojenli bir baz olan adeniti, bir pentoz
ya da fagositik veziküller oluşurken m em bıandan şeker olan riboz ve üç fo s fa t kökü n den oluşan bir
önem li ölçüde madde kaybolur. Golgi apereyinin ııükleotiddir. Son iki fosfat radikali moleküle y ü k
oluşturduğu veziküllerin m em brana bağlam ası sek enerjili fosfat bağlarıyla bağlıdır. Bu bağ for
sürekli olarak yenilenm eyi sağlar. mülde - sem bolüyle gösterilmiştir. Bu bağların
Özetle, endoplazm ik retikulum ve Golgi apere- her biri, vücuttaki fiziksel koşullar altında bir mol
20 ÜNİTE I • Fizyolojiye Giriş: Hücre ve Genel Fizyoloji
Am eboid Hareket
sine sahip dynein proteininden oluşan multipl protein sa, bu silyanm eğilmesine neden olurlar.
kollar her çift tubulden bir sonraki çift tubule uzanarak Silya kontraksiyonunun kontrol edilme yolu bili
bir bağlantı yapar. nmemektedir. Genetik olarak anormal hücrelerin ba
Bu temel bilgilerin ışığında, ATP az dynein kollarının zılarının silyalarında merkezdeki iki tek tübül bulun
değmesiyle ATP'den açığa çıkan enerjinin, bu kolların maz ve bu silyalar hareket edemez. Bu nedenle, bazı
baş kısımlarının komşu tiibü boyunca ‘‘kulaç" atması sinyallerin, belki elektrokimyasal bir sinyalin, dynein
na neden olduğu belirlemiştir. Eğer arka tübüller hare kolları aktiflemek için bu iki merkez tübül boyunca ile
ketsiz kalırken, öndeki tübüller dışa doğru kulaç atar tildiği tahmin edilmektedir.
REFERANSLAR
A nderson NVF: G en e therapy. S c i Am 2 7 3 :1 2 4 , G oodman S R : M ed ical Cell B iology . Philadel M ousa S A : C ell A dhesion M o lecu les and M a
1995. phia: J B Lippincott C o, 1994. trix Proteins. G eorgetow n, T X : Landes,
B e n o s D J: Introduction to m edical physiology: Guan J L , Chen H C: Signal transduction in 1998.
cellu la r m embranes and transm em brane cell-m atrix interactions. Int R ev Cytol 16S: M um by M C , W alter G : Protein serine/
transport o f solutes and w ater. Am J 8 1 . 1996. threonine phosphatases: structure, regu la
Physiol 271 :S 2 , 1996. H ancock IC : B acterial cell surface carbohy tion, and functions in c e ll growth. Physiol
Bow en ID , Bow en S M , Jo n es AH : M itosis and drates: structure and assem bly. B ioch em Rev 7 3 :6 7 3 , 1993.
A poptosis: M atters o f L ife and Death. Lon- S o c Trans 2 5 :1 8 3 , 1997. O liff A , G ibbs J B . M cC o rm ick F: New m o le c
. don: C hapm an and Hall, 1998. H offm an IF : Handbook o f Physiology, S ec. ular targets for can cer therapy. S c i Am 27 5 :
Brandt PC , Vanam an T C : T h e plasm a m em 14: C ell Physiology. New York: Oxford 144. 1996.
brane calciu m pump: not ju st another pretty U niversity Press. 1997. Ozaw a T : G en etic and functional changes in
ion translocase. G lycobiology 6 :6 6 5 , 1996. H offm an J F , Jam ieson JD : Handbook o f Phys m itochondria associated with aging. Physiol
B retsch er M S : Getting m embrane flow and the iology: Cell Physiology. Bethesda: A m eri Rev 7 7 :4 2 5 , 1 9 9 7 .
cytoskeleton to cooperate in m oving cells. can Ph y siolog ical Society. 1997. Pagano M : Cell C ycle C ontrol. Berlin:
C e ll 8 7 :6 0 1 , 1996. H olowka D. Baird B: A ntigen-mediated IG E Springer, 1998.
C alakos N, S ch elle r RH : Synaptic vesicle b io receptor aggregation and signaling: a w in Paul L C , Issekastz T B : A dhesion M olecu les in
gen esis, docking, and fusion: a m olecular dow on cell surface structure and dynam ics. Health and D isease. N ew Y o rk : M arcel
description. Physiol R ev 7 6 :1 . 1996. Annu R ev B iophys B iom ol Struct 2 5 :7 9 , Dekker, 1998.
Caplan M J: M em brane polarity in epithelial 1996. Perrios M : N uclear Structure and Fu nction.
c e lls: protein sorling and establishm ent o f Inagam i T , Naruse M , H oover R: Endothelium San D iego: A cad em ic Press, 1998.
polarized domains. Ain J Physiol 2 7 2 :F 4 2 5 , as an endocrine organ. Annu Rev Phvsiol Pillar T M , S eitz H J: Thyroid horm one and
1997. 5 7 :1 7 1 , 1995. gene expression in the regulation o f m ito
C onaw ay R C , Conaw ay JW : Transcription: Jeo n K W : A Survey o f C ell B iology . San D i chondrial respiratory function. Eu r J E n d o
M cch a n ism s and Regulation. New York: ego: A cad em ic Press. 1997. crinol 1 3 6 :2 3 1 , 1997.
R av en Press, 1994. K an eko T : C ell biology o f som atolactin. Int Rakow ski R F , G adsby D C , De W eer P. V o lt
Conn P M . G oodm an H M : Handbook o f Phy si R ev C ytol 16 9 :1 , 1996. age dependence o f the Na/K pump. J
ology: C ellu lar Endocrinology. Bethesda: Kopito R R : E R quality control: the cytoplas M em br B io l 1 5 5 :1 0 5 , 1997.
A m erican Physiological S o ciety, 1997. m ic connection. Cell 8 8 :4 2 7 . 1997. Robinson M S , W atts C . Zerial M : M em brane
C ossarl P. B oq u cl P. N'ormark S , Rapuoli R: Lan g F: Cell Volum e Regulation. New York: dynam ics in endocytosis. C ell 8 4 :1 3 , 1996.
C ellu lar m icrobiology em erging. S c icn c c K arger, 1998. Slavik J: Flu orescent Probes in C eüular and
2 7 1 :3 1 5 , 1996. Laufenburger DA , Horwitz A F: Cell migration: M olecular B io lo gy . B o c a Raton: C R C
D am janov L : C o lo r Atlas o f H istopathology. a physically integrated m olecular process. Press, 1 9 94.
Sosinsky G E : M olecular organization o f gap
Baltim o re: W illiam s & W ilkins. 1995. C ell 8 4 :3 5 9 , 1996.
ju n ction m em brane channels. J B ioenerg
D avis L G . et al: B a sic M ethods in M olecular Laurent T C : T h e C hem istry, B io lo g y , and
B iom em b r 2 8 :2 9 7 , 1996.
B io lo g y . 2nd ed. Norwalk, C T : A ppleton & M edical A pplications o f H yaluronate and
Sperelakis N: C e ll Physiology S o u rce B ook.
Lange, 1994. Its D erivatives. London: Portland Press,
O rlando: A cad em ic Press, 1998.
D ickson R B , Salom on D S : Hormones and 1998.
Staepoole P W : L a ctic acidosis and other m ito
Grow th Factors in Developm ent and N eo Levitan IB , Kae/m arek L K : T h e Neuron. New
chondrial disorders. M etabolism 4 6 :3 0 6 ,
plasia. N ew Y ork: W ile y -L iss, 1998. Y ork: O xford U niversity Press, 1996.
1997.
D isalvo E A . Sim on SA : Perm eability and S ta Lew in B : G enes V I. New Y ork: O xford U ni
Stein G S . Stein J L , L ian J B , et al: Fu nctional
b ility o f Lipid Bilayers. B o c a Raton: C R C versity Press, 1997.
interrelationships betw een nuclear structure
Press, 1994. Liu Y J, Grouard G , de Bou teiller 0 , Banchcr-
and transcriptional con trol: contributions to
Doren M V . Lehmann R : Cell migration: don’ t eau J: Follicu lar dendritic cells and germ i
regulation o f cell cy c le - and tissue-sp ecific
tread on me. Curr B io l 7 :R I4 S , 1997. nal centers. Int R ev Cytol 1 6 6 :1 3 9 , 1996.
gene expression. J Cell B io ch em 6 2 :1 9 8 ,
Fam es P, B rooks R: T h e C ell C y cle: A Practi M arks A R : Intracellular calcium -release chan
1996.
ca l A pproach. New Y o rk : Oxford U niver nels: regulators o f cell life and death. Am J S lo ssel T P : T h e m achinery o f cell craw ling.
sity Press. 1994. Physiol 272 :1 1 5 9 7 , 1997. S ci A m 2 7 1 :5 4 . 1 9 9 4 .’
Franzini-A rm strong C: Functional sign ilican cc M cN eil PL. Steinhardt R A : L oss, restoration, Stroüboulis J. W o lffe A P: Functional com part-
o f m em brane architecture in skeletal and and m aintenance o f plasm a m em brane in m entalization o f the nucleus. J C ell S ci
cardiac m uscle. Soc Gen Physiol S c r 5 1:3, tegrity. J C ell B iol 137:1, 1997. 1 0 9 :1 9 9 1 . 1 9 96.
1996. M cllm an I: Endocytosis and m olecular sorling. T h aler C D , H aim o L T : M icrotubules and tni-
G artner I.P . H iatt JL : C olo r A tlas o f H istol Annu R ev Cell Devel Biol 1 2 :5 7 5 , 1996. ' crolubule m otors: m echanism s o f regu la
ogy. B altim ore: W illiam s & W ilkins, 1994. M ille r M , Park M K , H anover JA : N uclear tion. Int Rev C ytol 1 6 4 :2 6 9 , 1 9 96.
G corgatos S D , M aison C : Integration o f inter pore com plex: structure, function, and regu Theriot JA : A cceleratin g on a treadm ill: ADF/
mediate filam ents into cellular organelles. lation. Physiol R ev 7 1 :9 0 9 , 1991. cofilin prom otes rapid actin filam ent turn
Int R ev C ytol 1 6 4 :9 1 . 1996. M itchinson T J . Cram er. LP : A ctin-based cell over in the dynam ic cytoskeleton [co m
G erm an R N . C astellino F, Han R, et al: Pro m otility and cell locom otion. Cell 8 4 :3 7 , m ent!. J C ell B io l 1 3 6 :1 1 6 5 , 1 9 97.
cessin g and piesentation o f endoeytically 1996. W alker G M : Y east Physiology and B io te ch n o l
acquired protein antigens by M H C class II M oore K L, Persaud T V N : T h e Developing ogy. New Y o rk: W iley & Son s, 1998.
and cla ss 1 m olecules. Immunol Rev 151:5, Human: C lin ically Oriented Em bryology. W hite S H : M em brane Protein Structure. New
1996. Philadelphia: W B Saunders C o. 1993. Y o rk : O xford U niversity Press, 1994.
Protein Sentezi,
Hücre Fonksiyonu ve
Hücre Çoğalmasının Genetik Kontrolü
Görünüşte herkes vücuttaki bütün hücrelerin çe tururken pürin ve primidin bu iki sarmal arasında
kirdeklerinde bulunan genlerin anne ve babadan yer alarak onları birbirlerine bağlamaktadır.
çocuklara kalıtımı kontrol ettiğini bilir ancak çoğu
kişi aynı genlerin, bütün hücrelerin fonksiyonlarını N ükleotidler. DNA oluşumunun birinci basamağı,
her gün kontrol ettiğinin farkında değildir. Genler bir molekül fosforik asit, bir molekül deoksiriboz
hücre içinde hangi enzimin, hangi kimyasal m ad ve dört tem el bazdan birinin bir araya gelmesiyle
denin ve hangi sentezin yapılacağını tayin ederek bir nükleik asidin oluşmasıdır. Böylece dört temel
hücre fonksiyonunu kontrol etmektedir. bazın her birinin ayrı ayrı katılmaları ile dört farklı
Şekil 3 -1 ’de genetik kontrolün genel şeması iz nükleotid oluşur: bunlar deoksiadeııilik, deoksiti-
lenmektedir. Deoksiribotıiikleik asit (DNA) adı ve nıidilik, deoksigııanilikve deoksisitidilik asitlerdir.
rilen her gen, başka bir niikleik asid olan ribonük- Şekil 3-4'de deoksiadeııilik asit yapısı izlenm ekte
leik asit (RNA)’in yapımını otomatik olarak kontrol dir. Şekil 3 -5 ’de de DNA'yı oluşturan dört temel
etmektedir. RNA da hücre içinde yayılarak özgül nükleotidin basit sem bolleri görülmektedir.
protein yapımını kontrol eder. Genlerin sayısı yak
laşık olarak 100.000 civarında olduğundan teorik Birbirlerine Gevşekçe Bağlanmış Olan İki D N A
olarak çok sayıda farklı hücre proteinlerinin oluş Sarmalarını Oluşturan N ükleotidlerin O rg an i
ması olasıdır. zasyonu. Şekil 3 -6 ’da DNA çift sarmalını oluşturan
Hücresel proteinlerin bazıları yapısal proteinler çok sayıdaki nükleotidin birbirine bağlanma b içi
dir. Bunlar lipid ve karbonhidratlarla birleşeıek B ö mi gösterilmektedir. Yukarıda ve aşağıda yer almış
lüm 2 ’de tartışıldığı gibi, hücre içi organelleıin ya olan iki sarmalın birbirine gevşek bir bağla bağlan
pısını oluşturmaktadır. Proteinlerin en büyük b ö dığı kesik çizgilerle belirtilmiştir. Fosforik asit ve
lümünü hücre içinde farklı kimyasal reaksiyonları deoksiriboz moleküllerinin birbirlerini izleyerek
katalize eden enzimler oluşturmaktadır. Örneğin yer aldıkları ve böylece her bir DNA sarm alının is
enzimler, hücreye enerji sağlayan bütün oksidatif keletini oluşturduklarına dikkat ediniz. Pürin ve pi-
reaksiyonları hızlandırırken, lipidlerin, glikojen ve ıim idin bazları deoksiribozun kenarına bağlanm ış
adenozin tıifosfat (ATP) gibi çeşitli kimyasal mad lardır. Ayrıca şekilde kesik çizgilerle gösterildiği gi
delerin sentezlerini de artırmaktadır. bi pürin ve pirimidin tem el molekülleri arasında
gevşek bağlar bulunmaktadır bu bağlar DNA sar
malını birbirlerine göre bir arada tutmaktadır. An
cak şu noktalara dikkat edilmesi gerekir:
GENLER
1. Bir pürin bazı olan adeniti her zaman, pirim i
Hücre çekirdeğinde çok sayıdaki gen uç uca birbir din bazı olan timine bağlanmaktadır.
lerine eklenerek son derecede uzun, moleküler 2. Bir pürin bazı olan gııanitı ise her zaman piri
ağırlığı m ilyonlarla ölçülen DNA çift sarmalını midin bazı olan sitoziııe bağlı bulunmaktadır.
oluşturur. Şekil 3-2 ’de böyle bir molekülün çok kısa
bir parçası görülmektedir. Bundan sonraki bir kaç Böylece Şekil 3-6'da izleneceği gibi tamamlayıcı
paragrafta açıklanacağı gibi bu molekül, bir kaç b a baz çiftlerin dizisi CG, CG, GC, TA, GC, AT ve AT dü-
sit kimyasal bileşiğin düzenli bir şekilde birbirleri zenindedir. Şekilde kesik çizgilerle gösterildiği gibi
ne bağlanmasından oluşmaktadır. bazlar çok zayıf hidrojen bağları ile birbirlerine bağ
lıdır. Bu bağların zayıflığı nedeni ile bir çok kez ol
DNA'nın Temel Yapı Elemanları. Şekil 3 -3 ’de duğu gibi hücre içindeki fonksiyonları sırasında çift
DNA’yı oluşturan temel kimyasal bileşikler görül sarmal zinciri kolaylıkla birbirinden ayrılabilir.
mektedir. Bunlar (1) fosforik asit, (2) deoksiriboz adı Şekil 3-6'da izlenen DNA’ya özel olan fiziksel b içi
verilen şeker ve (3) dört adet temel nitrojenli bazdan min verilebilmesi için zincirin iki ucundan tutup
oluşur ki bunlar iki adet püı in (adetlin uegımnin) ile bükülerek heliks şeklini alması sağlanmalıdır. Şekil
iki adet pirimidini (timin ve sitozin) içermektedir. 3 -2 ’de görüldüğü gibi DNA molekülündeki heliksin
Fosforik asit ve deoksiıibozun oluşturduğu çift sar her tam dönüş yapan kıvrımında on nükleotid çifti
mal heliks zinciri DNA molekülünün iskeletini oluş yer almaktadır.
24
BÖLÜM 3 • Protein Sentezi, Hücre Fonksiyonu ve Hücre Çoğalmasının Genetik Kontrolü 25
H -C
\ . ^ C\ /C— H
H H
| |7 ° C— H Deoksiriboz
-C— H
I
H
ŞEKİL 3 - 2
Genin çift sarmallı heliks yapısı. Dıştaki sarmallar fosforik asit
ŞEKİL 3 - 4
ve bir şeker olan deoksiriboz bileşimindendir. Bu heliksin iki
sarmalını birbirine birleştiren içerde yer alan pürin ve pirim- DNA’yı oluşturan nlikleotidlerden biri olan deoksiadeııilik asit
idin bazları olup, bunlar genin şifresini tayin eder. yapısı.
26 ÜNİTE I • Fizyolojiye Giriş: Hücre ve Genel Fizyoloji
DNA zinciri
—a —d —a —d - a - d - a - d - a - d - a - d - a - d - a - d - a —d —
I I I I I I I I I
0 9 O V O V O 1 1
C C G U C U G ŞEKİL 3 - 7
I I I İ l i l
P—R—P—R—P—R— P R—P - R - P —R— P - R Riboz nükleotidlerinin bir DNA zinciri ile birleşe-
RNA molekülü rek bir molekül genetik şifreyi genden sitoplaz
/ maya taşıyan ribonükleik asidi (RNA) oluşturma
J sı izlenmektedir. RNA polimeraz DNA zinciri b o
yunca hareket ederek RNA molekülünü oluştur
RNA polimeraz maktadır.
BÖLÜM 3 • Protein Sentezi, Hücre Fonksiyonu ve Hücre Çoğalmasının Genetik Kontrolü 27
olan granüler yapılar haline getirildiği çekirdekçikte lerle hemen bağlanan aminoasit dizileri bulunması
ıibozom al RNA özgül olarak işlenir. Bu alt üniteler dır; bu, bu moleküllerin retikulum duvarına penetre
daha sonra çekirdekçikten serbestleşip ayrılır ve olmalarına ve endoplazmik retikulum maüiksine gir
nükleer çekirdek kılıfının geniş potlarından geçerek melerine neden olur. Bu sırada ribozom tarafından
sitoplazm anın her tarafına taşınır. Alt birimlerin si- protein molekülünün yapımı hala devam etmektedir.
toplazm aya girm elerinden sonra bunlar olgun Ribozom, endoplazmik retikuluma doğru çekilip pro
fonksiyonel ribozomlaı ı oluşturmak üzere bir araya teinlerin oluştuğu ve matrikse girdiği retikulum böl
gelirler. Çekirdek, olgun ribozomları taşımamakta, gelerine granüler bir görünüm vermektedir.
bu nedenle proteinler çekirdekte oluşmamaktadır. Şekil 3- 10’da haberci RNA ile ribozom arasında fonk
siyonel işbüliği ve ribozomların endoplazmik retiku
Ribozomlarda Protein Oluşumu- lum membramna tutunmaları görülmektedir. Aynı
Çeviri “Translasyon” İşlemi haberci RNA zincirine cevap olarak bir çok ribozomda
çeviri işleminin aynı zamanda yapıldığına dikkat edin.
Bir haberci RNA molekülü, bir ıibozom la bağlantı Dikkat çekici bir diğer nokta da yeni oluşan polipeptid
kurduğu zaman, RNA molekülündeki özel bir RNA (protein) zincirlerinin endoplazmik retikulum memb-
baz dizisi tarafından daha önce belirlenmiş bir uç ranından endoplazmik matrikse geçişleridir.
tan başlayarak ribozom boyunca hareket eder. Da Burada işaret edilmesi gereken bir başka önemli
ha sonra Şekil 3-9 ’da izleneceği gibi haberci RNA ri nokta da bez yapısındaki hücrelerde çok miktarda
bozom boyunca hareket ederken protein m olekü protein içeren sekresyon vezikülleri oluşması dı
lünü oluşturur. Bu işleme çeviri (tmııslation) adı şında, ribozomlarda oluşan proteinlerin çoğunun
verilir. Böylece, teypteki bandın hareketi sırasında doğrudan sitozole salınmasıdır. Bunlar hücrenin
okunmasına benzer şekilde haberci RNA’daki şifre enzimleri ve yapısal proteinleridir.
nin ribozom tarafından "okunması” sağlanır. Daha
sonra ribozomun üzerinden ‘zinciri sonlandır’ veya Protein Sentezinin Kimyasal Aşamaları. Protein
‘dur’ kodonu kayarak geçerken, protein molekülü molekülünün sentezinde görülen bazı kimyasal olay
nün yapımının sona erdiği işareti alınır ve protein lar Şekil 3-11’de izlenmektedir. Bu şekilde AAı, AA2 ve
molekülü sitoplazma içine serbestlenir. AA2o ile işaret edilen birbirmden farklı üç amino asi
din temsili tepkimeleri görülmektedir. Sırası ile (1)
Poliribozomlar. Bir tek haberci RNA molekülü ay
Her aminoasit, ATP’nin iki yüksek enerjili fosfat bağı
nı anda farklı ribozomlarda birkaç protein m ole
nı vermesiyle oluşan adenozin moııofosfat ile kimya
küllünü oluşturabilir. Çünkü Şekil 3-9'da izlendiği
sal bir reaksiyonla birleşerek aktive olur.Oluşan bileşi
gibi haberci RNA ilk ribozomu terk ederken birbiri
ğe adenozin moııofosfat-aminoasit kompleksi adı ve-
ni izleyen ribozomlardan geçebilir. Her bir ribo-
eıilir. (2) Aktive edilen aminoasit fazladan bir enerjiye
zomda protein moleküllerinin oluşumu farklı aşa
sahiptir ve kendi özgiil transferRNA'sı ile birleşerek bir
malardadır. Bu nedenle sıklıkla görüldüğü gibi bir
amino asit-t-RNA kompleksi yaparken aynı zamanda
tek haberci RNA üzerine, aynı zamanda 3-10 ribo
adenozin monofosfatı serbesdeştirir. (3) Amino asit
zom bağlanarak ribozom kümesi oluştururlar. Bu
kompleksi taşıyan transfer RNA, ribozom molekülün
kümelere poliribozonûar adı verilir.
deki haberci RNA molekülü ile bağlanü kurar. Burada
Burada özellikle işaret edilmesi önemli olan, ha
transfer RNA’mn anti kodonu haberci RNA’nın özgül
berci RNA’nm herhangi bir ribozomda protein m o
kodonuna geçici olarak tutunarak protein molekülü
lekülü oluşumuna sebep olabileceğidir. Belirli tip
nü oluşturmak için, amino asidi, dizide uygun olan
teki proteinlerin yapımı için özgül ribozomlar bu
yere yerleştirir. Daha sonra ribozomda bulunan pro
lunmamaktadır. Ribozomlar kimyasal reaksiyonla
teinlerden biri olan peptidil transferaz enziminin etki
rın yer aldığı basit yapılardır.
si ile birbirini izleyen aminoasitler arasında peptid
Çok Sayıda Ribozomun Endoplazmik Retikuluma bağları oluşur, protein zincirine yavaş fakat devamlı
Tutunması. Bölüm 2’de bir çok ribozomun endoplaz eklemelerle zincir uzar. Bu kimyasal olaylar iki yüksek
mik retikuluma tutunduğuna değinilmişti. Bunun ne enerjili fosfat bağının enerjisine ihtiyaç gösterir. So
deni, oluşan protein moleküllerinin başlangıç ucun nuç olarak protein zincirine her bir amino asidin ek
da, endoplazmik retikulum üzerindeki özel reseptör lenmesi için, total olarak dört yüksek enerjili bağın
ŞEKİL 3 - 10
Protein molekülünün oluşumu esnasmda
haberci RNA, taşıyıcı RNA ve endoplazmik
retikulumun fonksiyonel ilişkisi ve ribozom
ların fizik yapısı görülmektedir. Bloom VV,
Fawcett DYV: Textbook of Histology. 10. Ed. zin cir
Philadelphia: WB Saunders Co, 1975.)
30 ÜNİTE I • Fizyolojiye Giriş: Hücre ve Genel Fizyoloji
i:
ŞEKİL 3 - 11
JG TPJG TP| GTP |G TP|G TPJG TP JGTP
Protein molekülünün oluşmasında görülen
Protein zincir AAı—AA5 —AA3 — AAg—AA2 —AA13 —AA2q kimyasal olaylar.
kullanılması gerekmektedir. Bu nedenle hücrede maddeler aracılığı ile hücre içinde çok sayıda fonk
enerji tüketen işlemlerin başında proteinin hücre içi siyon gerçekleşmektedir.
sentezi gelmektedir.
Peptid Bağları. Protein zincirinde yer alan ve bir HÜCREDE BİYOKİMYASAL AKTİVİTE VE
birini izleyen amino asitler birbirlerine aşağıdaki
GENETİK FONKSİYONLARIN KONTROLÜ
tipik tepkimelerle bağlanırlar:
Buraya kadar yapılan tartışmalarda, hücrenin hem
NII2 O H R fiziksel hem de kimyasal fonksiyonlarının genler
I II I I tarafından kontrol edildiği açıkça ortaya konul
R— c — c — OH + H — N — c — C O O H --»
muştur. Bununla beraber genin kendi aktivitesinin
NH, O H R
bile kontrol edilmesi gerekmektedir. Aksi halde
r ıı ı ı
R— C— C— N— C— COOH + H20 hücrenin bazı kısımları çok büyüyebilir veya kim
yasal reaksiyonların abartılı etkisi ile hücreyi
ölüme götürebilir. Her hücrenin kendine özgü etki
Bu kimyasal tepkimelerde birinci amino asidin li bir iç geri bildirim (feedback) kontrol m ekaniz
COOH bölümünden hidroksil kökü (OH ) ayrılır ması vardır. Böylece hücre içinde çeşitli fonksiyo
ken, diğer amino asidin NH2 bölümünden (H+) ay nel işlemlerin birbirini düzenli bir şekilde izlemesi
rılmaktadır. Bu ayrılanlar birleşeıek suyu oluştu sağlanır. Her bir gen için veya her bir küçük gen
rurken yanyana bulunan iki amino asidin üzerinde grubu için (her birindeki gen sayısı 100.000’dir) en
yer alan reaktif bölgeler birleşeıek bir tek molekül az bir tane feed back kontrol mekanizması vardır.
oluştururlar. Bu işleme p ep tid bağlan adı verilir. Hücrede biyokimyasal aktiviteyi kontrol eden iki
Bundan sonra eklenecek her bir amino asit için ye temel yöntem bulunmaktadır. Bunlardan bir tanesi
ni peptid bağları oluşur. genetik düzenleme, genlerin aküvitelerinin kendileri
tarafından kontrol edilmesidir. Diğeri ise hücre için
de oluşan enzimlerin aktivite derecelerini kontrol
eden enzim düzenlem e mekanizmasıdır.
HÜCREDE DİĞER MADDELERİN
SENTEZİ Genetik Düzenlem e
Yukarıda anlatılan şekilde oluşan binlerce protein Hücrenin Operonu ve Biyokemyasal Sentezle
enzim, hücredeki bütün öteki kimyasal reaksiyon rinin Kontrolü - Prom oter'in Görevi. Biyokimya
ları kontrol eder. Bu enzimler lipidlerin, glikojenin, sal ürünlerin hücre içi sentezlerinde bir dizi tepki
pürinlerin, primidlerin ve öteki yüzlerce maddenin meye ihtiyaç vardır. Bu tepkimelerin her biri özgül
sentezini sağlamaktadır. Karbonhidrat, lipid ve bir protein enzim ile katalize edilir. Sentez işlem i
protein m etabolizm aları ile bu sentez işlemleri ara için gerekli olan bütün bu enzimlerin oluşması sık
sındaki ilişki Bölüm 6 7 ’den Bölüm 6 9 ’a kadar olan lıkla aynı kromozomal DNA zinciri üzerinde yer
kısımda tartışılacaktır. Hücrede oluşan bütün bu alan, birbiri ardısıra yerleşmiş olan gen dizisi tara-
BÖLÜM 3 • Protein Sentezi, Hücre Fonksiyonu ve Hücre Çoğalmasının Genetik Kontrolü 31
fından kontrol edilir. DNA zincirindeki bu alana Represör protein tar afından gen kopyalanmasının
operon adı verilirken tek tek enzimlerin yapım ın kontrol edilmesini açıklamak için bir örnek verelim:
dan sorumlu genlere yapısal genler adı verilir. Şekil Esclıericlıia coli hücreleri için laktoz sakkaıidi genel
3 -1 2 ’de operon içinde yer alan ayrı ayrı üç yapısal likle ortamda bulunan bir besin maddesi değildir.
genin kendilerine ait olan üç enzimin yapımını Bu yüzden bakteri, laktozun metabolik kullanımı
kontrol etmeleri ve hücre içi özgül ürünlerin sentez için gerekli enzimleri normal olarak sentezlemeye-
edilmeleri izlenmektedir. cektir. Bununla beraber ortamda kullanılmaya hazır
Şimdi DNA zinciri üzerinde bulunan ve prom oter laktoz bulunduğu zaman, represör proteinde bir al
adı verilen segmente dikkat edelim. Bu, daha önce losterik yapı değişikliğine neden olur, bu da gerekli
tartıştığımız gibi, RNA polimeraza özel bir affınite metabolik enzimleri kopyalayan operon promoteri
gösteren bir nükleotid dizisidir. RNA sentezini ger üzerinden represör proteini uzaklaştırır. Daha son
çekleştirmek için polimerazın DNA zinciri üzerinde raki dakikalar içinde RNA polim eıaz promotere bağ
zincir boyunca hareket etmesinden önce mutlaka lanarak laktozu parçalayacak uygun enzimleri oluş
promoter ile bağlanması gerekmektedir. Bu yüzden turmak üzere operon boyunca hareket eder. Hücre
promoter, opeıonun aktive olmasında temel öğedir. içinde laktozun kaybolmaya başlaması ile enzim
sentezinin hızı geriye dönerek azalır ve ortamdaki
Operonun Represör Proteinle Kontrolü - Rep-
laktoz miktarı için gerekli olan düzeyde tutulur. Bu
ressör (Baskılayıcı) O peratör. Şekil 3-12'ye dik
rada açıkça görülen, hücrenin, kendi içinde düzen
katle bakılırsa promoterin ortasında uzanan niikle-
leyici bir sistemin mantığına sahip bulunmasıdır.
otidlerden oluşan ilave bir bant görülür. Bu bölgeye
represör operatör adı verilmektedir. Çünkü buraya "A ktivatör Protein" İle Operonun Kontrolü -
bir ‘regülatör’ protein bağlanarak RNA polimerazın "A ktivatö r O p e ra tö r". Şekil 3-12'de aktivatör
prom otere bağlanm asını önleyebilir ve böylece operatör denilen bir diğer operatör bulunmaktadır.
operon içindeki genlerden transkripsiyon bloke Bu promotere komşu ancak onun önünde bulun
edilir. Bu yüzden regülatör proteine represör protein maktadır. Düzenleyici protein bu operatöre bağlan
adı verilir. Heıbir regülatör represör proteinin genel dığı zaman RNA polimerazın prom otere çekilm esi
olarak iki allosterik şekli bulunmaktadır. Bunlardan ne yaıdım ederek operonu aktive eder. Bu yüzden
bir tanesi operatöre bağlanarak kopya çıkarma işle bu tip düzenleyici regülatör proteine aktivatör p ro
m ini engellerken diğeri bağlanmamaktadır. Bunlar tein adı verilir. Operon represör operatörün kontrol
dan bir tanesi düz bir protein molekülü iken aynı mekanizmalarının tam zıttı ile aktivatör protein ta
proteinin diğer tipinin ortasında açısal bir eğilme rafından aktive veya inlıibe edilebilir.
vardır. Bu faiklı şekilde olan proteinlerden ancak bir
tanesi operatörü baskı altında tutabilir. Hücre me- Operonun N eg a tif Feedback Kontrolü. Son
tabolitleri gibi çeşitli non protein maddeler resep olarak Şekil 3-12’de görüldüğü gibi hücre içinde
tör protein ile bağlanarak onun allosterik duru sentez edilen ürün miktarı kritik düzeye ulaştığın
munu değiştirebilir. Bir madde onun konumunu da bu maddenin sentezinden sorumlu olan operon
değiştirip operatöre bağlanm asını sağlayarak negatif feedback mekanizması ile inhibe edilir. Bu
transkripsiyonu engellerse bu maddeye repressör inhibisyon iki şekilde gerçekleşir. Ya, son ürün re
m adde veya inhibitör m ad d e adı verilir. Diğer taraf gülatör repressör proteinin repressör operatöre
tan represör proteinin operatör ile olan bağlarını kı bağlamasına neden olur ya da regülatör aktivatör
rarak onu değiştiren maddelere aktivatör m adde proteinin aktivatör operatör ile olan bağların kırıl
veya indiikleyici m adde adı verilir. Çünkü bu mad m asına yol açar. Operon her iki durumda da inhibe
deler represör proteini uzaklaştırarak transkripsi olur, böylece sentezine gereksinim duyulan ürün
yon işlem ini aktive ederler. miktarı yeterince çoğalıp bol bulunur duruma gel
diğinde operon geçici bir süre için inaktif duruma
geçer. Diğer taraftan, hücre içinde sentez edilen
Aktivatör Represör
operatör operatör
ürünün hücrede yıkılıp konsantrasyonunun düş
Operon mesi halinde operon tekrar aktif hale geçer. Bu şe
\ / Yapısal Yapısal Yapısal
kilde hücre içinde sentez edilen ürünün konsant
rasyonu kontrol edilmiş olur.
Promoter gen A gen B gen C
Kayıt İşleminin Operonla Kontrolünde D iğer
t I Mekanizmalar. Son on yıl içinde operonun temel
Enzim A Enzim B Enzim C
Operatörün
* kontrol mekanizmalarındaki çeşitliliğini ortaya ko
inhibisyonu I
yan araştırmalar hız kazanmış, bu alandaki buluş
I Í lar çoğalmıştır. Ayrıntıya girmeden bunların bazıla
Subsratlar Sentezlenen
I Ürün rını sıralayalım:
I
Negatif feedback )
1. Bir operon sıklıkla çekirdeğin genetik kom p
leksinin başka bir bölgesinde bulunan bir regülatör
ŞEKİL 3 - 12
gen ile kontrol edilir, bu regülatör gen regülatör
Hücre içindeki metabolik kimyasal maddeler gibi hücre içi protein oluşturur. Bu regülatör protein daha sonra
nonprotein ürünlerin sentezini kontrol eden operon fonksiyo ya aktivatör ya da repressör madde gibi hareket
nu görülmektedir. Dikkat edilirse sentezlenen ürünler bir ne
gatif fcedback mekanizması ile operonım fonksiyonunu inlıibe
ederek operonu kontrol eder.
etmektedir. Bu olaydan otomatik olarak ürünün konsantrasyo 2 . Nadiren de olsa birçok farklı operon aynı zaman
nu kendisi tarafından kontrol edilmektedir. da ve aynı regülatör protein ile kontrol edilir. Bazı ör-
32 ÜNİTE I • Fizyolojiye Giriş: Hücre ve Genel Fizyoloji
nekleıde aynı regülatör proteinin, bir operon için ak- Bu enzim inhibisyon yöntem i negatif feedback
tivatör bir başka operon içinse repressör fonksiyonla kontrol mekanizmasının bir örneğidir. Bazı aıııino
rı olduğu izlenir. Bu şekilde çok sayıda operon, eş za asitlerin, pürinlerin, pirinıidinlerin, vitaminler ve
manlı olarak kontrol ediliyorsa, bülikte fonksiyon ya diğer maddelerin hücre içi konsantrasyonlarının
pan bütün bu opeıonlara regıılon adı verilir. kontrolünden sorumlu mekanizm a budur.
3. Bazı operonlar DNA zinciri üzerinde kayıt işle
Enzim Aktivasyonu. Kendilerine gereksinim du-
m ini başlangıç noktasında değil zincir boyunca çok
yuluncaya kadar enzimler normal olarak inaktiftiı-
uzak noktalara kadar kontrol ederler. Bazen bu
ler. Buna bir örnek olarak hücre içindeki ATP’nin
kontrol DNA zincirinin kendisi üzerinde değil de
tüketilerek azalması verilebilir. Bu durumda önem
sitoplazmaya salınmadan önce çekirdek içinde bu
li miktarda siklik adenozin mono fosfat (cAMP),
lunan RNA molekülleri üzerine olabilir veya nadi
ATP’nin yıkını ürünü olarak ortaya çıkar. cAMP’nin
ren RNA'nın ribozomlar tarafından çevirisi yapılır
varlığı glikojeni ayıran (gylcogen splitting) fosforilaz
ken sitoplazmada protein oluşması düzeyinde bu
enzimini aktive eder,fosforilaz gÛkoz molekülünü
kontrol görülebilir.
serbestleştirir. Glikoz molekülünün metabolize ed
4. Çeküdekli hücrelerde, çekirdekte bulunan DNA
ilmesiyle elde edilen enerji ATP depolarını tam a
özgül yapısal bir birim olan kromozomların içinde pa
men doldurur. Böylece, cAMR fosforilaz enzimi için
ketlenmiş olarak bulunur. Her bir kromozom içinde
bir enzim aktivatörü görevi yapmakta, hücre içi ATP
bulunan DNA histon adı verilen küçük proteinlerin
konsantrasyonunu kontrole yardım etmektedir.
çevresine sarılmıştır. Bunlar da diğer proteinlerle sıkı
İlginç bir diğer örnek de pürin ve pıim idinlerin
ca bağlanarak kompakt bir kitle oluştururlar. DNA bu
yapım ında görülen hem enzim inhibisyonu ve
kompakt durumda kaldığı sürece, RNA yapım fonksi
hem de enzim aktivasyonudur. Hücrede DNA ve
yonu durur. Bununla beraber, çeşidi kontrol mekaniz
RNA’nın yapımı için bu maddelerin eşit miktarda
maları aracdığıyla, kromozomların seçilmiş yerlerin
bulunmaları gerekir. Pürinler, oluştuğu zaman, da
de kısa bir süre için yoğunlaşmanın ortadan kalküğı
ha fazla pürin yapımı için gerekli enzimi inhibe
bölgelerde RNA kopyalanmasının meydana geldiği
ederek pürin yapımını durdurur. Ancak pirimidin
keşfedilmiştir. Bundan başka bazı özel ‘kopyalama
yapımını sağlayan enzimleri aktive ederler. Bunun
faktörleri’ bübirinden ayrı olarak bulunan operonla-
aksine pirimidiııler kendi enzimlerini inhibe eder
rın her birindeki gerçek kopyalama hızını konüol
lerken pürin enzimlerini aktive ederler. İki m adde
ederler. Böylece ökaıyot hücre işlevlerini uygun bi
nin sentezlenm esi arasındaki karşılıklı ilişki, her
çimde yerine getirmek için yüksek bir kontrole sahip
zaman hücre içinde bu iki m addenin eşit miktarda
tir. Buna ilave olarak, hücreye dışarıdan gelen uyarılar,
bulunmasını sağlar.
örneğin bazı hormonlar özel kıomozomal sahayı ve
özel bir transkripsiyon faktörünü aktive ederek hücre Ö ze t. Kısaca, hücreler birleşim lerinin uygun oran
deki her kimyasal üretim fonksiyonunu kontrol eder. ve uygun miktarlarda bulunm asını iki ana yön
Her bir insan hücresinde bulunan ve sayıları temle sağlar. Bunlar (1) genetik düzenleme m eka
1 0 0 . 0 0 0 kadar olan farklı genlerin genetik aktiviteyi nizması ve (2 ) enzim düzenleme m ekanizm aları
çok çeşitli yollardan kontrol edebilmeleri sürpriz dır. Genler, tıpkı enzim sistem inde görüldüğü gibi
değildir. Genetik kontrol sistemleri, hücre içi ami- ya aktive ya da inhibe edilirler. Çoğunlukla bu dü
ııo asitlerin, aıııino asit türevlerinin, ara ürünlerin zenleyici sistem ler feedback kontrol sistem i göre
ve karbonhidrat, lipid ve protein m etabolizm a vini yaparak sürekli olarak hücreyi denetlem ekte,
ürünlerinin kontsantrasyonlarım kontrol etmesi biyokimyasal bileşim inin korunm asını sağlam ak
bakımından önemlidir. ta, ihtiyaç olduğunda da gerekli düzeltmeleri yap
maktadır. Fakat, bazen hücre için d e olm ayan
Hücreiçi Fonksiyonun Enzim maddeler (bu kitabın birçok yerinde tartışılmış
Düzenlenmesi İle Kontrolü olan özellikle bazı horm onlar) hücre içindeki
kontrol sistem lerin birini veya daha fazlasını akti
Hücre fonksiyonunun genetik düzenleme ile kontrol ve veya inhibe ederek hücre içi biyokimyasal te p
edilmesine ilave olarak bazı hücre aktiviteleıi hücre kimeleri kontrol ederler.
içinde bulunan inlıibitör veya aktivitörler tarafından
kontrol edilir. Bu maddeler doğrudan hücıe içindeki
özgül enzimlere etki ederler. Böylece enzim regülas-
yonu, hücrede biyokimyasal fonksiyonları kontrol
DNA-GENETİK SİSTEMİ, HÜCRE
eden ikinci bir mekanizmayı oluşturur. ÇOĞALMASINI DA KONTROL EDER
Enzim İnhibisyonu. Hücre içinde oluşan kimyasal Hücre çoğalması, DNA-genetiksistem enin tüm ya
maddelerden bazıları kendilerini sentezleyen özgül şam süreçlerinde oynadığı çok geniş kapsamlı rolü
enzim sistemlerini inhibe eden direkt feedback et gösteren bir başka örnektir. Hücrenin büyüme
kiye sahiptir. Hemen herzaman, sentezleneıı ürün özelliğini ve hücrelerin bölünüp bölünmeyeceğini,
enzimatik reaksiyon dizisindeki ilk enzimi inhibe ayrıca bu bölünm enin ne zaman olacağını da gen
eder, çoğu kez bu enzime doğrudan bağlanarak al- ler ve genetik düzenleyici sistem ler tayin etm ekte
losteıik biçim değişikliğine neden olur ve inaktive dir. Böylece insanın tek hücreli döllenmiş yumurta
eder. Birinci enzimin inaktivasyonunun önemi ko halinden, tam olarak fonksiyonlarını kazanmış bir
layca anlaşılabilir: Sonradan kullanılmayacak olan organizma haline gelinceye kadar gelişim inin her
ara maddelerin birikmesi engellenmiş olur. aşamasını bir çok önemli genetik sistem kontrol et-
BÖLÜM 3 • Protein Sentezi, Hücre Fonksiyonu ve Hücre Çoğalmasının Genetik Kontrolü 33
ve DNA ligaz enzimleri ile aynı enzimlerdir. Bu mak için eşlenmesini otom atik olarak 1 veya 2 saat
onarım işlem ine, DNA hatalarının düzeltilm esi iş içinde oluşan mitoz izler.
lem i adı verilmektedir.
Onarım ve düzeltmeler sayesinde kopyalama işlemi M ito tik Aparey: Sentriyollerin Görevi. Mito-
sırasında çok nadir olarak hata yapılır. Hata yapıldı zun ilk aşamalarından biri, sitoplazm a içinde iıı-
ğında buna mutasyoıı adı verilir; bu durumda hücre terfazın son dönemi boyunca, sentriyol adı verilen
de gerekli proteinin oluşması yerine hücrede anormal küçük yapıların içi ya da çevresinde gerçekleşir.
bir protein oluşur. Bu da sıklıkla hücre fonksiyonları Şekil 3 -1 3 ’de görüldüğü gibi iki sentriyol çifti çekir-
nın bozulmasına ve hatta bazen hücrenin ölümüne değin bir kutbunda birbirlerine yakın şekilde yer
yol açar. Buna rağmen insan genomunda 100.000 ve leşmişlerdir. (Bu sentriyoller DNA ve kromozomlar
ya daha fazla genin olduğunu ve bir insan neslinden gibi genellikle DNA eşlenm esinden kısa süre önce
diğerine 30 yıllık bir dönem bulunduğu düşünüldü inteıfaz sırasında eşlenirler). Her sentriyol bir si
ğünde, ana-babadan, çocuğa genomun geçişinde 1 0 lindir şeklinde düzenlenmiş 9 paralel tübüler yapı
kadar veya daha fazla sayıda mutasyoıı beklenebilir. dan oluşan, yaklaşık 0.4 mikrom etre uzunluğunda
Ancak ek bir koruma yolu daha vardır, her insanın ge ve 0.15 mikrometre çapında silindirik bir cisimdir.
nomu, birbiriyle tümüyle aynı genlerden oluşmuş iki Her çiftteki iki sentriyol birbirine dik açı oluştura
ayrı kromozom dizisinde bulunur. Böylece mutasyon- cak şekilde yerleşmiştir. Her sentriyol çifti sentri
lara rağmen, eş kromozomlardan birindeki işlevsel yol çevresindeki maddelerle beraber sentrozom
(sağlam) gen, hemen her zaman çocuğa aktarılabilir. olarak isimlendirilir.
Mitoz bölünmeden hem en önce iki sentriyol çif
ti birbirinden uzaklaşmaya başlar. Bu, sentriyol
Kromozom lar ve Eşlenmeleri çiftleri arasında uzanan ve onları iterek birbirinden
uzaklaştıran protein yapısındaki m ikrotübülleıin
Çekirdekteki DNA helikslerinin her biri kromozom polimeıizasyonu ile sağlanır. Aynı zamanda sentri
larda paketlenmiştir. İnsan hücresi 23 çift halinde yol çiftinden ışınsal olarak çıkan mikrotübüller b ü
düzenlenmiş 46 kromozom içerir. Her çiftte bulunan yür ve hücrenin her iki ucunda yıldız şeklindeki as-
iki kromozomdaki genlerin çoğu tamamen veya he terleri oluşturur. Asteri oluşturan mikrotübülleıin
men hemen tümü ile birbirinin eşidir. Bu nedenle bazıları çekirdeğe girer ve mitoz sırasında iki kro
genellikle farklı genlerin de çiftler halinde bulundu matid çiftinin ayrılmasında rol oynarlar. İki sentri
ğu ifade edilir. Ancak bu nadiren gerçekleşmeyebilir. yol çifti arasında uzanan mikrotübiil kompleksine
Kromozom yapısında DNA'nın yanısııa büyük iğ denir. İki çift sentriyol ve tüm mikrotübül küm e
miktarda protein de bulunmaktadır, bunlar çoğun sine birlikte m itotik aperey denir.
lukla elektropozitif yüklü küçük moleküller olan
histonlardatı oluşurlar. Histonlar çok sayıda iğ şek Profaz. Profaz olarak adlandırılan mitozun ilk aşa
linde cisim ler halinde düzenlenmiştir. Her DNA ması Şekil 3-13A, B ’ ve C’de izlenmektedir. İğ olu
heliksinin küçük bölümleri birbiri ardına gelen bu şurken, iııterfazda gevşekçe kıvrılmış zincirlerden
cisim lerin etrafına sırası ile sarılmıştır. meydana gelen çekirdekteki kromozomlar yoğun
Daha önce belirtildiği gibi lıiston cisimleri DNA ak- laşarak belirgin kromozomları oluştururlar.
tivitesinin düzenlenmesinde önemli rol oynarlar. Çün
kü DNA paketlenmiş şekilde kaldığı sürece RNA oluşu Prom etafaz. Bu aşam ada (Şekil 3-13 D) asteıin
mu veya DNA eşlenmesi için bir kalıp olarak görev ya büyüyen mikrotiibüler iplikçikleri çekirdek kılıfını
pamaz. Dahası, bazı düzenleyici proteinlerin DNA'nın parçalayarak içine girer. Aynı zam anda asterden çı
lıiston paketlenmesini çözdüğü ve RNA oluşumu için kan çok sayıda mikrotübül hala birbirlerine bağlı
küçük bölümleri açığa çıkarttığı gösterilmiştir. olan eşlenmiş kıomatidlere sentrom erlerinden tu
Histon olmayan bir kaç protein de kromozomla tunur. Daha sonra tübüller her çiftin bir tanesini
rın asıl bileşenleri arasında yer almaktadır. Bunlar hücrenin bir kutbuna doğru çekerken diğeri de
hem kromozomların yapısal protein ve hem de ge karşı yöne doğru hareket eder.
netik düzenleyici mekanizmalarla beraber, aktiva-
tör, inhibitör ve enzim olarak görev yapmaktadırlar. M etafaz. Metafaz sırasında (Şekil 3-13 E), mitotik
Kromozomların eşlenmesi DNA helikslerinin eş apereyin iki kutbu birbirinden uzaklaştırılır. Bunun
lenm esini izleyen birkaç dakika içinde büyük bir nedeninin iki asterden çıkan m ikrotiibüler iplikçik
kusursuzlukla gerçekleşir. Yeni DNA zincirleri ge lerin mitotik iği oluşturmak için iç içe geçtikleri
rektiği zaman yeni protein moleküllerini toplarlar. yerde birbirlerini itm eleri olduğuna inanılm akta
Yeni oluşmuş iki kromozom geçici olarak (mitoz dır. “Motor moleküller" denen, büyük bir olasılıkla
zam anına kadar) sentrom er adı verilen kromozom aktitı isimli kas proteininden oluşmuş olan kont
ların ortasına yakın bir bölgeden birbirlerine bağlı raktil protein moleküllerinin iplikçikler arasında
kalırlar. Bu eşlenmiş ancak hala bağlı olan kromo yer alarak, kasta olduğu gibi adımlama (stepping)
zomlar krom atid olarak adlandırılır. mekanizması ile iplikçikleri birbiri boyunca ters
yönde kaydırdığının kabul edilmesi için nedenler
M itoz bulunmaktadır. Eş zamanlı olarak kromatidler ken
dilerine tutunan mikrotübüller tarafından hücre
Hücrenin iki yeni hücreye bölünmesi işlemine m i nin merkezine çekilerek m itotik iğin ekvator düzle
toz denir. Her kromozomun iki kromatidi oluştur mini yapacak şekilde dizilirler.
BÖLÜM 3 • Protein Sentezi, Hücre Fonksiyonu ve Hücre Çoğalmasının Genetik Kontrolü 35
A nafaz. Bu aşamada (Şekil 3-13 F), her kromozo Hücre Büyüklüğünün D üzenlenm esi. H ü cre
mun iki kromatidi sentrom erden çekilerek ayrılır. nin büyüklüğünü tam am ı ile, çekirdek içindeki
46 kromatit çiftinin hepsi ayrılarak 46 yavru kro işlevsel DNA m iktarı tayin etm ektedir. Eğer DNA
m ozom dan oluşan iki küme oluşturur. Bölünen replikasyonu görülm üyor ise hücre belli bir b ü
hücre kutuplarının birbirinden ayrılması sırasında, yüklüğe kadar büyüyecek daha sonra bu boyu t
kümelerden biri, bir ıııitotik asteıe doğru çekilirken larda kalacaktır. Diğer taraftan m itotik iğin olu
diğeıide diğer asteıe doğru çekilir. şum unu önleyerek m itozu engelleyen kim yasal
bir m adde, kolşisin (co lch icin e ) k u llan m ak
Telofaz. Telofazda (Şekil 3-13 G ve H), iki yavru kro mümkündür. Buna rağm en DNA’nın replikasyon
mozom kümesi tümü ile ayrılmıştır. Daha sonra mito- işlem i devam eder. Bu olayda çekirdeğin n o rm a
tik aparey kaybolur, her kromozom kümesi etrafında le göre büyük m iktarda DNA taşım ası ile orantılı
yeni bir çekirdek zarı gelişir. Oluşan zar sitoplazmada olarak hücre genişlem iştir. Bu sonuçlara göre
var olan endoplazmik retikulum parçalarından mey hücrenin genişlem e nedeninin, RNA ve hücre
dana gelmiştir. Bundan kısa süre sonra hücre iki çekir proteinin yapım ındaki artışa bağlı olduğunu ka
dek arasından daralır. Bu daralma aktin ve büyük ola bul etm ek gerekmektedir.
sılıkla miyozin içeren mikroflamentlerin oluşturduğu
bir kasılma halkası ile meydana gelir. Bu iki kontraktil
kas proteini yeni gelişen hücrelerin birleşme nokta
sında oluşur ve ikisini birbirinden ayırır.
HÜCRE FARKLILAŞMASI
Hücre Büyümesi ve Çoğalmasının Kontrolü
Hücrenin büyümesi ve bölünmesinin özgül bir n i
Barsak epitelinde, derinin germinal tabakasında ve teliği hücre farklılaşmasıdır. Bunun anlamı, em bri
kanın oluşmasını sağlayan kemik iliği hücrelerinde yoda farklı vücut yapılarının oluşması sırasında izle
olduğu gibi belli hücreler, büyüme ve üreme işlevi nen hücre poliferasyonunda olduğu gibi, hücrenin
ni her zaman sürdürürler. Düz kas hücreleri gibi di fiziksel ve fonksiyonel özelliklerinin değişmesidir.
ğer bazı hücreler ise uzun yıllar üreme göstermeye Özellikle ilginç bir deney, olayın açıklanmasına
bilirler. Fetal hayat için özgün olan sürenin dışında yardımcı olmaktadır.
çizgili kas ve nöron hücreleri gibi bir kaç hücre bü Kurbağa yumurta hücresinin çekirdeği çıkarıla
tün yaşam süresince çoğalma göstermezler. rak yerine kurbağa barsak mukoza hücresine ait
Belli dokularda bazı tip hücrelerin yetersizliği ha çekirdek cerrahi olarak yerleştirildiğinde sıklıkla
linde bunlar hızla çoğalarak uygun sayıya ulaşıp normal bir kurbağanın oluşm asına neden olduğu
tekrar görev yapmaya hazır duruma gelirler. Örne izlenmiştir. Bu gösteriyor ki iyi farklılaşmış bir h ü c
ğin cerrahi olarak karaciğer kitlesinin sekizde yedi re olan barsak mukozası hücresi bile kurbağa vücu
si çıkarılabilir. Geriye kalan sekizde bir karaciğer dunun gelişmesi için gerekli olan bütün genetik
hücreleri bölünüp büyüyerek karaciğer kitlesinin bilgileri taşımaktadır.
hem en hem en normale dönmesini sağlarlar. Sinir
Bu yüzden genlerin kaybolmayıp farklı genetik
ve kas hücreleri gibi yüksek derecede farklılaşma
operonların seçici olarak baskılanması sonucunda
gösteren hücrelerin dışında aynı durum bütün
farklılaşmanın oluştuğu açıkça ortaya çıkmaktadır.
glandüler hücrelerde, kemik iliği, deri altı dokusu,
Gerçekten elektron mikrografları histon cisim leri
bağırsak epitel hücrelerinde görülür.
nin etrafını saran bazı DNA heliks segmentleri o ka
Vücudumuzda bulunan farklı tipteki hücrelerin
dar yoğunlaşır ki bunlar daha sonra RNA molekülle
yaşam boyu uygun sayıda bulunmalarını sağlayan
rini oluşturmak üzere ayrılıp çözülemezler. Bunun
mekanizma ile ilgili olarak çok az bilgiye sahibiz.
oluş şekli ile ilgili olan bir görüş de şudur: Hücre
Bununla birlikte araştırmalar büyümeyi kontrol
eden üç yol olduğunu göstermektedir. Birincisi, bü farklılaşmasının belli bir evresinde hücre genom u
yüme sıklıkla vücudun diğer kısımlarından gelen nun düzenleyici bir protein üreterek, seçilmiş bir
büyüm e faktörleri ile kontrol edilmektedir. Bu m ad grup geni bundan sonra sonsuza kadar baskı altın
delerin bazıları kan yolu ile vücudu dolaşmakta, ba da tuttuğu öngörülmüştür. Bu yüzden baskılanmış
zıları ise komşu dokulardan gelmektedir. Örneğin olan genler bir daha asla fonksiyon yapamazlar.
pankreas gibi bazı bezlerin epitel hücreleri bezin al Mekanizma dikkate alınmaksızın, bütün genlerin
tında bulunan bağ dokusundan salınan büyüme aktif durumda olduğu düşünüldüğünde üretilebile
faktörü olmazsa büyüyemezler. ikinci olarak, nor cek protein tipinin 1 0 0 . 0 0 0 veya daha fazla olacağı
mal hücrelerin çoğu büyüme alanının dışına çıktık hesap edilirken, olgun insan hücrelerinin çoğunda
larında büyümeleri durmaktadır. Bu durum doku 8 .0 0 0 ’den 1 0 .0 0 0 ’e kadar değişen tipde protein üre
sene farklılaşır. Çevresindeki dokuların indiiksi- renin oluştuğu göz önünde tutularak bu soruyu de
yonu tem elde bütün vücut organlarının oluşm a ğiştirip şöyle sormak daha doğru olacaktır: Niçin
sını sağlar. vücudumuzda milyonlar ya da milyarlarca mutas-
Başka bir uyarılma olayı da göz keseciklerinin ge yonlu kanser hücresi gelişmiyor? Bunun cevabı,
lişimi sırasında görülür. Göz kesecikleri gelişme sı her hücrede mitozdan önce kromozom DNA zin
rasında başa ait ektodermle temas ettikleri zaman cirlerinin eşlemesinin inanılm az bir kesinlikle ya
onu lens plağı şeklinde kalınlaştırıp içe doğru katla pılması ve mitoz işlem inin yapılmasına izin veril
yarak gözün lens tabakasının oluşmasına neden meden önce anormal DNA zincirlerinin düzeltme
olur. Bu yüzden vücudun bir bölümünün diğer vü işleminden geçirilerek uygun olmayan bölgelerin
cut bölümünü etkilediği, onun da başka bölümleri kesilmesi ve tam ir edilmesidir. Bütün bu kalıtımsal
etkileyerek embriyonun büyük bir bölümünün böy hücre önlemlerine karşın yeni oluşan hücrenin
le uyarılmalar sonucu geliştiği düşünülmektedir. milyonda bir gibi çok az olasılıkla olsa da hala
Böylece, hücre farklılaşması ile ilgili bilgilerimiz önemli m utant özellikler taşıması olasılığı vardır.
hala belirsizlik içindeyse de hücre farklılaşmasını Böylece, mutasyon olayının tümüyle şansa bağlı
kontrol eden birçok mekanizm anın var olduğunu olarak görüldüğü, buna bağlı olarak da çok sayıda
bilmekteyiz. ki kanser vakasının tam am en şanssızlık sonucu
oluştuğunu düşünebiliriz.
Bununla beraber insanda mutasyon oluşma ola
sılığı belli bazı kimyasal maddelerle, fizik ve biyolo
jik faktörlerin etkisiyle birkaç misli artmaktadır.
KANSER
Bunlardan bazıları aşağıda sıralanmıştır.
1. Bilindiği gibi X- ışınları, gama ışınları, radyoak
Kanser hem en her zaman hücrenin büyümesi ve
tif maddelerden yayılan partikül radyasyonları ve
hücre mitozunu kontrol eden hücre genlerinin
hatta ultraviyole ışınları gibi iyonize edici ışınlar
nuıtasyonu veya an orm al aktivasyonu sonucunda
kansere zemin hazırlamaktadır. Bu ışınların etkisi
ortaya çıkmaktadır. Anormal genlere onkogenler
altında doku hücrelerinde oluşan iyonlar yüksek de
adı verilir. Yaklaşık 100 farklı onkogen keşfedilmiş
rece ıeaktif olduklarından, DNA zincirlerini kopara
tir. Her hücrede, özgül onkogenlerin aktivasyonla-
rak birçok mutasyonun oluşmasına sebep olurlar.
rını baskılayarak önleyen antioııkogenler bulun
2. Belli tipteki kim yasal m addelerin mutasyon ya
maktadır. Antionkogenlerin kaybolması veya inak-
ratmaya büyük bir eğilimleri vardır. Çeşitli anilin b o
tive olması halinde onkogenlerin aktivitelerine izin ya türevlerinin kansere neden oldukları uzun süre
verilmiş olur. Bunu da kanserin oluşması izler. önce keşfedilmiştir. Bu maddelerin üretildiği kimya
Vücutta mutasyona uğrayan hücrelerin ancak fabrikalarında çalışan işçilerin korunmamaları duru
çok küçük bir bölümü kansere yol açar. Bunun bir munda, kansere yakalanmaya karşı özel bir yatkın
çok nedeni vardır. lıkları vardır. Mutasyona neden olan kimyasal mad
Birincisi, mutasyon gösteren hücrelerin yaşama delere kanserojenler denir. Günümüz toplumunda,
kabiliyetleri normal hücrelere göre daha azdır. Bu en büyük sayıda kansere neden olan kanserojenler
yüzden basitçe ölürler. sigara dumanında bulunmaktadır. Kanser ölümleri
İkincisi, mutasyon gösteren hücrelerin pek ço nin dörtte biri bu nedene bağlı olarak görülür.
ğunda bile hala aşırı büyümeyi önleyen normal fe- 3. Fiziksel olarak tahriş edici irritan maddeler de
edback kontrol mekanizması bulunmaktadır. Bu kansere neden olmaktadır. Bazı tip besin m addele
yüzden hayatta kalabilen mutant hücrelerin ancak ri ile sindirim sistem inin sürekli olarak aşınıp yıp
çok azı, kanserli hücreye dönüşür. ranması kanser nedenidir. Dokuda oluşan harabi-
Üçüncüsü, sıklıkla kanser potansiyeli taşıyan bu yet hızlı bir mitotik çoğalm a ile tahrip olan hücre
hücreler, büyüyüp kanser oluşturmadan önce vücu lerin yerine yeni hücreler oluşturur. Mitoz ne kadar
dun bağışıklık sistemi tarafmdan yok edilirler, Bu hızlı olursa mutasyon oluşma şansı o kadar artar.
olay şöyle açıklanmaktadır: Mutant hücrelerin çoğu, 4. Bir çok ailede kansere yakalanmaya karşı güçlü
değişikliğe uğramış genleri nedeniyle kendi içlerinde bir kalıtsal eğilim vardır. Bu olay belki de birçok kan
anormal protein oluştururlar. Bu anormal proteinler ser tipinde kanserin oluşmasından önce bir değil, iki
vücudun bağışıklık sistemini uyararak antikor yapı veya daha çok mutasyona ihtiyaç göstermesi gerçe
mına veya kanserli hücreye karşı duyarlık kazanmış ğinden kayııaldanmaktadır. Kansere özellikle yatkın
lenfositlerin oluşmasına neden olarak kanserli hüc lığı olan bu ailelerin kalıtsal genomlarında bir veya
renin yok edilmesini sağlar. Bu olayı destekleyen bir daha fazla mutasyona uğramış gen bulunmaktadır.
gerçek de, böbrek veya kalp nakli yapılan kişilerde Bu yüzden böyle şahıslarda kanser büyümeye başla
olduğu gibi bağışıklık sistemi baskılanmış hastalarda madan önce çok daha az sayıda ilave mutasyonların
aldıkları immünosupresif ilaçların etkisi ile kanserin olması kanseri başlatmak için yeterli olmaktadır.
gelişme olasılığının beş kat artmış bulunmasıdır. 5. Laboratuar hayvanlarında lösemi dahil bazı
Dördüncü olarak, kanserin oluşabilmesi için genel kanser tiplerinin oluşmasına belli tipte virusların
olarak bir çok farklı onkogenin aynı zamanda aktive ol neden olduğu gösterilmiştir. Bu sonuçları, iki yoldan
ması gerekir. Örneğin, böyle bir gen hücrede hızla üre açıklamak mümkündür: Birincisi DNA virusları ör
meyi harekete geçirip uyarırken bununla eş zamanlı neğinde, virusa ait olan DNA zinciri direkt olarak
olarak ihüyaç duyulan kan damarlarını oluşturacak kromozomlardan birine yerleşir. Mutasyona sebep
mutant gen olmadığından kanser oluşmayacaktır. olarak kanseri oluşturur. RNA virusları örneğinde bu
Fakat, genlerin değişim sebebi, yani mutasyonun virusların bazıları bünyelerinde ters traııskriptaz en
sebebi nedir? İnsanda her yıl trilyonlarca yeni hüc zimi taşırlar. Bu enzim DNA’nın RNA’dan kopyalama
BÖLÜM 3 • Protein Sentezi, Hücre Fonksiyonu ve Hücre Çoğalmasının Genetik Kontrolü 37
yapmasına neden olur. Daha sonra kopyalanan gen leri üretirler. Bunlar kanser içinde büyüyen çok sa
hayvan hücre genomuna kendini yerleştirerek kan yıda damarların oluşm asınaiıeden olarak kanserin
serin oluşmasına yol açar. büyümesi için ihtiyaç duyulan besin maddelerini
sağlarlar.
Kanser Hücresinin Yayılmacı Özelliği. Normal
hücre ile kanser hücresi arasındaki en büyük farklı Kanser Hücreleri Niçin Öldürür? Bu sorunun ce
lıkları şöyle sıralayabiliriz: (1) Kanser hücresi hüc vabı genel olarak basittir. Gıda maddeleri bakım ın
renin norm al büyüme sınırına uymaz; bunun n e dan kanserli dokularla normal dokular arasında bir
deni tahm inen norm al hücrelerin büyümesi için rekabet vardır. Çünkü kanser hücreleri sınırsız ola
gerekli büyüme faktörlerine bu hücrelerin gereksi rak çoğalmaya devam ederek, sayıları günden güne
nim lerinin olmamasıdır. (2) Normal hücrelere göre katlanarak artar. Kolayca anlaşılacağı gibi kanser
kanser hücreleri birbirlerine çok daha az tutunur hücreleri kısa bir süre sonra vücudun esas kısım la
lar. Bu yüzden bu hücrelerin dokular arasında gez rından birinin veya bütün vücudun beslenm esinde
meye eğilimleri vardır. Kan dolaşımına girerek bü esas olan bütün besin maddelerini tüketir. Bunun
tün vücuda dağılırlar-, sayısız yeni kanser odakları sonucunda ise normal dokular yavaş yavaş artan
oluştururlar. (3) Bazı kanserler aııjiyogeııik faktör sürekli bir besinsizlik nedeniyle ölürler.
REFERANSLAR
A taliotis P. M erco la M : D istribution :md (unc G hosh S , C ollins F S : T h e gen eticist’ s ap Perrios M : N u clear Structure and Function.
tions o f platelet-derived growth factors and proach to com plex disease. Ann R ev M ed San D iego: A cad em ic Press, 1 9 98.
th e ir receptors during em bryogenesis. Ini 4 7 :3 3 3 . 1996. R ajew sky K , Gu H, Kuhn R , et al: C onditional
R e v C ytol 1 7 2 :9 5 , 1997. Gould S J: T h e evolution o f life on the earth. gene targeting. J C lin Invest 9 8 :S 5 1 , 1996.
B ik falv i A , K lein S . Pintucci G , R ifkin D B : S c i Am 2 7 1 :8 4 , 1994. R ennie J, Rusting R : M aking headw ay against
B io lo g ica l roles o f fibroblast growth faetor- Hall JG : G enom ic im printing: nature and c lin i can cer. S c i Am 2 7 5 :5 6 , 1996.
2. E n d ocr R ev IS :2 6 , 1997. cal relevance. Annu Rev Med 4 8 :3 5 , 1997. R o ja s C V : Ion channels and human genetic
Bow en ID , B o w en S M , Jo n es A H: M itosis and H esketh JE : Sorting o f m essenger RN A s in the d iseases. New s Ph ysiol S c i 1 1 :3 6 , 1996.
A poptosis: M atters o f L ife and Death. L o n cytoplasm ; m R N A localization and the cy- R o n n o v-Jessen L , Petersen O W , B isse il M J:
don: C hapm an and Hall, 199S. toskeleton. Exp Cell Res 2 2 5 :2 1 9 , 1996. C ellular changes involved in con version o f
Bu ssolali O , U ggeri J, Belletti S , et al: The H offman F, Jam ieson JD : C ell Physiology. norm al to m alignant breast: im portance o f
stim ulation o f Na. K , C l cotransport and o f New Y o rk : O xford U niversity Press, the strom al reaction. Physiol R e v 7 6 :6 9 ,
system A for neutral am ino acid transport is 1997. 1996.
a m echanism for cell volum e increase dur H offm an J F . Jam ieson JD : H andbook o f Phys S adler T W : Lan gm an 's M ed ical E m bryology.
ing the c e ll cy cle . F A S E B J 1 0 :9 2 0 . 1996. iology: C ell Physiology. B cth esd a: A m eri Baltim o re: W illiam s & W ilk in s, 1995.
C avenee W K , W hite R L : T h e genetic basis o f can P h ysiological S o ciety , 1997. S c h a ffe r C J, Nanney L B : C ell biology o f
can cer. S c i A m 2 7 2 :7 2 , 1 9 95. Hoit B D . W alsh R A : C ardiovascular P h y sio l wound healing. Int R ev C ytol 1 6 9 :1 5 1 ,
C hien K R : G en es and physiology: m olecular ogy in the G en etically Engineered M ouse. 1996.
physiology in gen etically engineered ani N orw ell, M A : Kluw er A cad em ic Publishers, Sch iaftin o S , Reggiani C : M o lecu lar diversity
mals. J C lin Invest 9 8 :S I 9 , 1996. 1998. o f m yofibrillar proteins: gene regulation and
D andekar T , Sharm a K : Regulatory R N A . H ubscher U, Spadari S : DNA replication and functional sign ifican ce. Physiol R e v 7 6 :3 7 1 ,
A ustin: Lan des B io sc ien c e , 1998. chem otherapy. Physiol Rev 7 4 :2 5 9 , 1994. 1996.
D antzler NVH: H andbook o f P hysiology, S ec. Latchm an D S : Landm arks in G ene Regulation. S en C K , Packer L : A ntioxid ant and redox reg
13: C om parative Physiology. New Y ork: London: Portland Press, 1997. ulation o f eene transcription. F A S E B J 10:
O xford U niversity Press, 1997. Levitan IB , K aczm arek L K : T h e Neuron: B e - 7 0 9 , 1 9 9 6 .'
D elacourte A , B u ee L : Norm al and pathologi thesda: A m erican Physiological S o ciety, S ilv er S , W alden W : M etal Ions in G ene R e g
cal Tau proteins as factors for m icrotubule 1996. ulation. New Y o rk : C hapm an and Hall,
assem bly. Int R ev C ytol 1 7 1 :1 6 7 . 1997. Lew in B : G enes V I. Beth esda: A m erican 1998.
Dragani T A , C anzian F, Pierotti M A : A poly Physiological S o ciety . 1997. S im o ns R W , G reen berg-M an ago M : R N A
gen ic m odel o f inherited predisposition to M ousa S A : C ell A dhesion M olecu les and M a Structure and Fu n ction. Plain v iew , N Y :
can cer. F A S E B J 1 0 :8 6 5 , 1996. trix Proteins. G eorgetow n, T X : Landes, Cold Spring H arbor Press, 1998.
Egg leston D S , P rescott C D , Pearson N D: T h e 1998. Sim pson L , Em eson R B : R N A editing. Annu
M any F a c e s o f RN A . San D iego: A cad em ic N ick o lo ff JA . H oekstra M F : DN A Damage Rev N eurosci 1 9 :27, 1996.
Press, 1998. and Repair. Totosva, N J: Humana Press, Sperelakis N: C ell Physiology S o u rce B ook.
Fam es P, B ro ok s R : T h e C ell C ycle: A Practi 1998. Orlando, F L : A cad em ic Press, 1998.
c a l A pproach. New Y o rk : O xford U niver Nurse P: T h e Jo s e f Stein er lecture: C D K s and Supek F, Supekova L . N elson H, N elson N:
sity Press, 1994. c e ll-c y c ie control on fission yeast: relevance Function o f m etal-ion hom eostasis in the
Fink A L . G o to Y : M olecu lar C haperones in to other eukaryotes and cancer. Int J C ancer cell division c y c le , m itochondrial protein
the L ife C y c le o f Proteins. New Y o rk : M a r 7 1 :7 0 7 , 1997. processing, sensitivity to m ycob acterial in
cel D ckkcr, 1998. O egenia K . M itchison 'l'J: Rappaport rules: fection and brain function. J E x p B io l 2 0 0 :
Fink D J, D eL u ca N A , G oins \VF, G lorioso JD : cleavage furrow induction in animal cells. 3 2 1 , 1997.
G ene tran sfer to neurons using herpes sim Proc Nall A cad S ci U SA 9 4 :4 8 1 7 , 1997. T hom son R C : Bio m aterials Regu lating C ell
plex virus-based vectors. Ann R ev Neurosci Pagano M: Cell C y cle C ontrol. Berlin: Function and T issu e D evelopm ent. W arren-
19 :2 6 5 , 1996. Springer, 1998. dale, PA: M aterials R esearch S o ciety , 1998.
F o llc tle P J, O ’ Farrell PH: C onnectin g cell be Panic M R : Transcription o f R ibosom al RN A van Driel R , Otte A P : N u clear O rganization,
havior to patterning: lessons from the cell G enes by Eukaryotic RN A Polym erase 1. Chrom atin Structure, and G en e Expression.
cy cle . C e ll 8 8 :3 0 9 . 1997. Austin: Landes B io scien ce , 1998. O xford : O xford U niversity Press, 1997.
¡. ı.ı ı.rıy ijy ii.l a jın h . ıv -ru J iı.lııııil .¡ '.h lm r i . >t d 'i;' d i . ı l ı , İ t ; , ' l *1I u m u r 1 • ( I . ı ı ı l o ıio l ı(\ m 11. ı;ı/ n | i,y
illi l 'J T 1'i 1 -'İl ).' iııilır i’ i l IfflIJniO IIiıy 'J'n iîil h K ’/VK-fl
.1.1, h; !<•/ « f i f i ' i . n ı v ı i i a d i t*<
6 ■ 1 İl/. ■ .. • ■
()'.• M 1 ı m .,1 l ı ı ı ı . • i 1 l l j lıı I ■) y jn> |
■‘A II-, 1 ıj •I
İOİ r : j ■ | , ı ı i ' 1 1") A , A ı< ıı m , lı ıuııl /
-//ıl ı i - -iı nü!) ıll tıK/'jiiı ıl l <u. 4.|*ıl! .1 V I . ^ t -II' ‘ ' İ l . I " . II-, ■ ı>11 l l M i 'i tl ■ ■
'•ıııı t 'irıılilıa AvTil lı M ı m I . I i mjiiii _ İl’ <11 IHI lli’J l l A I ’ ) Hl 1, ' I, >». t İMİMİ.!!”-!
U •*"' ■I l i ı . 2 / ', ’/ l / ! İn '|. I ıl';!/
4
H ü cre M e b ra n ın d a n İyon ve M o le k ü lle rin Taşınması
5
M e m b ra n P o ta n siye lle ri ve A k s iy o n P o ta n siye lle ri
6
İs k e le t Kasında Kasılm a
7
İs k e le t Kasının U yarılm ası: A . N ö ro m u s k ü le r İle ti ve
B. U ya rılm a -K a sılm a B ağlantısı
8
D üz Kasın Uyarılm ası ve Kasılması
Hücre Mebranından İyon ve
Moleküllerin Taşınması
Şekil 4-1 hücre içindeki intraseliiler sıvı ve hücre protein adını alır, taşınacak maddeye bağlanırlar,
zarının dış tarafında bulunan ekstraseliıler sıvının protein molekülünde bir şekil değişikliği olur, m o
yaklaşık olarak bileşim ini göstermektedir. Ekstıa- lekülün ortasındaki boşluktan geçen madde
selüler sıvının büyük miktarda sodyum fakat sade membranın diğer tarafına iletilir. Gerek kanal pro
ce küçük miktarda potasyum içerdiğine dikkat teinleri ve gerekse taşıyıcı proteinler m em brandan
ediniz. Bunun tam tersi de intraselüler sıvı için geçm esine izin verdikleri molekül ve iyonların tip
doğrudur. Aynı şekilde ekstraseliıler sıvının büyük veya tipleri için büyük ölçüde seçicidir.
miktarda kloriir iyonuna karşılık intraselüler sıvı
çok küçük miktarda klorür içerir. Fakat intraselü- Difüzyon ve A ktif Transport. Hücre m em bra-
ı sıvıda fosfatlar ve proteinlerin konsantrasyonu nından transport ister çift katlı lipid tabakadan di
ekstraselüler sıvıdan dikkat çekici şekilde daha rekt, isterse proteinler üzerinden olsun, iki tem el
yüksektir. Bu farklılık hücrenin yaşam ı için çok olaydan biriyle gerçekleşir. Difüzyon (pasif trans
önemlidir. Bu bölüm ün am acı hücre m em branın- port) ya da a k t if transport.
daki taşım a m ekanizm alarından kaynaklanan bu Bu temel mekanizmaların bu bölümde daha son
farkı açıklamaktır. ra göreceğimiz gibi, birçok çeşitlem esi olmakla bir
likte, diffüzyon, madde moleküllerinin ya m em b-
randaki moleküller arası boşluktan, ya da taşıyıcı
bir proteine bağlanarak ıastgele molekül hareket
HÜCRE MEMBRANININ LİPİD leriyle geçişi demektir. Difüzyonu sağlayan enerji,
BARİYERİ VE TAŞIYICI PROTEİNLER maddelerin normal kinetik hareketinin enerjisidir.
Tersine, aktif transport, iyon veya diğer m addele
Iliicre m em branının yapısı Bölüm 2 de tartışılmış rin taşıyıcı bir proteinle birleşerek m em branı geç
ve Şekil 2 -3 ’de gösterilmişti. Temel olarak, hücre mesidir Ancak bu işlem bir enerji gradyanıııa zıt
zarı bir çift lipid tabakası ve bunun içinde yüzen yönde gerçekleşir. Örneğin düşük konsantrasyon
çok sayıda protein molekülünden oluşmuştur. Şe ortamından yüksek konsantrasyon ortam ına doğru
kil 4 -2 ’de gösterildiği gibi protein moleküllerinin taşımada, harekete neden olan kinetik enerjinin
bir çoğu lipid tabakası içine girmiştir. yanısıra ek bir enerji kaynağına da gereksinim du
Çift katlı lipid tabakası ekstrasellüler ve intrasellü- yulur. Şimdi bu iki olayın tem el fiziğini ve fiziko
ler sıvı ile karışmaz. Bundan dolayı çift katlı lipid ta kimyasını daha ayrıntılı olarak açıklayalım.
bakası ekstrasellüler ve intrasellüler sıvı kompart
ımanları arasında su molekülleri ve suda eriyen
maddelerin çoğu için bir bariyer oluşturur. Bununla
birlikte Şekil 4-2’nin sol tarafındaki oklarla gösteri DİFÜZYON
len bir kaç madde doğrudan lipidin içinden geçerek
bu çift katlı tabakadan ya hücreye girer ya da hücre Vücut sıvılarında su ve suda çözünmüş maddeler de
yi terk eder. Bu daha sonra göreceğimiz gibi temel dahil olmak üzere bütün molekül ve iyonlar sürekli
olarak lipidde çözünen maddeler için doğrudur. hareket halindedir. Her parçacık kendine özgü bir
Diğer taraftan, protein molekülleri membrandan yol çizerek hareket eder. Bu parçacıkların hareketine
madde taşınması açısından tamamen farklı özel fizikçiler “ısı” adını verir. Hareket ne kadar fazlaysa
liklere sahiptir. Proteinlerin molekiiler yapısı çift ısı o kadar artar. Hareket, mutlak sıfır ısısı hariç, h iç
katlı lipid tabakasının sürekliliğini bozar ve bu yüz bir koşul altında kesilmez. Hareket eden A molekülü
den hücre mem branında alternatif bir yol oluştu duran bir B molekülüne yaklaştığı zaman A molekü
rur. Penetıe olan (lipid tabakası arasına giren) pro lünün interııükleer ve elektrostatik kuvvetleri, B m o
teinlerin çoğu taşıyıcı proteinlerdir. Farklı protein lekülünü iterek B molekiine hareket enerjisinin bir
lerin fonksiyonları, farklıdır. Bazıları molekül b o kısmını transfer eder. Sonuçta B molekülü hareket
yunca uzanan sulu bir oluğa sahiptir ve belli iyon için kinetik enerji kazanırken buna karşılık A m ole
veya moleküllerin serbestçe hareketine izin verir. külü kinetik enerjisinin bir kısmını kaybeder ve A
Bunlara k a n a l proteinleri denir. Diğerleri taşıyıcı molekülünün hareket enerjisi azalır. Böylece Şekil 4-
40
BÖLÜM 4 • Hücre Membranından iyon ve Moleküllerin Taşınması 41
Hücre Membranından Difüzyon Lipidde Eriyen M ad d elerin Ç ift Katlı Lipid Ta
bakasından Difüzyonu. Bir m addenin çift katlı
Hücre m embranından difüzyon, basit difüzyon ve lipid tabakadaki hareket h ızın ı belirley en en
kolaylaştırılm ış difüzyon diye iki alt gruba ayrılır. önem li faktörlerden birisi o m addenin lip id d eki
Basit difüzyon, molekül veya iyonların, m em bran- eriyebilirliğidir. Örneğin oksijen, karbon dioksid,
azot ve alkolün lipidde çözünürlüğü yüksektir.
Böylece bütün bu m addeler çift katlı lipid tabaka
Taşıyıcı da doğrudan çözülürler ve sudaki eriyiklerinde ol
proteinler duğu gibi difüzyonu uğrarlar, bu m ad d elerin
Kanal m em brandan difüzyon hızlan, onların lipidde eıi-
proteini
yebilirliği ile doğru orantılıdır. Özellikle büyük
m iktarda oksijen bu yolla taşınabilir. Böylece,
• Kî] M hücre m em branı hiç yokm uş gibi, oksijen h ücre
nin içine iletilir.
*
Protein Kanallardan Difüzyon ve
Bu Kanalların “Kapıları”
yılarındaki sodyum ve klor gibi çoğu iyonların yonlarından farklıdır. Çünkü akitf taşınm ayı sağla
diğerini çekm esidir. Sonuçta bu tür iyonlar kendi yan protein, taşınacak m addenin konsantrasyon
osm otik potansiyellerine uygun biçim de serbest gradyanınan zıt yönde hareket edebilm esi için ge
hareket edem ezler ve osm otik potansiyellerini reken enerjiyi oluşturabilir. Şimdi prim er ve se
tam olarak gösterm ezler. Bu nedenle, vücut sıvı konder aktif transport için bir kaç örnek verelim ve
larının ortalam a gerçek osm otik basıncı yaklaşık bu tür taşıma işlevlerinin ilkelerini ayrıntılı olarak
olarak hesap lanan değerin 0.93 katıdır. açıklayalım.
1. H ücrenin içine doğru çıkıntı olu ştu ran tarafın da mal olarak vücuttaki tüm hücrelerde intrasellüler
sodyum iyonlarının bağlan m ası için üç reseptör bölgeye sıvıda gerçekten çok düşük konsantrasyonda, ekst-
sah iptir. ıasellüler sıvının 1/10,000 oranında bulunur. Bu,
2. Dış trafın da potasyum iyonları için iki reseptör b ö l esas olarak iki kalsiyum pompası ile gerçekleştirilir.
geye sahiptir.
Bunlardan biri hücre mem branıııdadır ve kalsiyu
3. Proteinin iç tarafın da sody u m u n b ağ la n m a yerlerine
yakın ya d a o n a k o m şu bir bölge ATP-az aktivitesi gösterir. mu hücreden dışarıya pompalar. Diğeri, kalsiyum
iyonlarını, kas hücresinin sarkoplazm ikıetikulum u
Şimdi pompanın çalışma düzenini gözümüzde veya tüm diğer hücrelerde m itokondıiler gibi bir
canlandıralam : Taşıyıcı proteinin iç tarafına üç veya birden fazla vesiküler organelin içine pom pa
sodyum, dış tarafına iki potasyum bağlandığı za lar. Bu örneklerin her birinde taşıyıcı proteinler
m an zaman proteinin ATP-az fonksiyonu aktifleşir, m em brana bir taraftan diğer tarafa penetre olur ve
bu bir ATP molekülünü ADP’ye parçalarken bir aynı zamanda bu taşıyıcı proteinler sodyum taşıyı
yüksek enerjili fosfat bağından enerji serbestleşir. cı protein gibi ATP’yi parçalam a yeteneği olan bir
Bu enerjinin, taşıyıcı protein molekülünde bir kon ATP-azdır. Bu proteinin farkı, sodyum yerine kalsi
umsal değişiklik yaratarak, sodyum iyonlarının dı yum bağlayan spesifik bir bölgeye sahip oluşudur.
şarıya, potasyum iyonlarının da içeriye girmesine
neden olduğuna inanılmaktadır. Taşıyıcıdaki şekil Hidrojen İyonlarının Primer A k tif Transportu
değişikliğinin tam mekanizm ası bilinmemektedir.
Hidrojen iyonlarının primer aktif transporta taşın
Hücre Hacminin Kontrolünde N a+-K+ Pompası ması vücutta iki yerde önemlidir: 1. Midenin gastrik
nın Önem i. Na+-K+ pompasının en önemli fonksi bezlerinde ve 2. Böbreklerde distal tubuluslaıın son
yonlarından biri hücre hacm inin kontrolüdür. Bu bölümü ve kortikal toplama kanalları. Gasüik salgı
pom panın fonksiyonu olmaksızın vücut hücreleri bezlerinde iç kısımda bulunan paıyetal hücreler vü
nin çoğu patlayıncaya kadar şişerler. Hacmin kont cutta. hidrojen iyonlarının taşınması için en kuvvetli
rol mekanizması şöyledir: Hücrenin iç tarafında primer aktif mekanizmaya sahiptir. Bu mide sindi
hücreden çıkamayan çok sayıda protein ve başka rim sekresyonunda hidıoklorik asidin salgılanması
organik bileşikler bulunur. Bunların çoğu negatif nın temelini oluşturur. Paryetal hücrelerin sekıesyon
yüklü olduğu için etraflarına çok sayıda pozitif iyon yapan yüzünde hidrojen iyon konsantrasyonu bir
toplanır. Bütün bu maddeler suyun ozmosla hüc milyon kat artırılabilir ve daha sonra klor iyonlarıyla
renin içine girmesi yönünde etki yaparlar. Eğer bu kombine edilerek hidrokloıik asit şeklinde salgılanır.
kontrol edilmezse hücre patlayıncaya kadar şişer. Renal tübüllerde distal tubuluslaıın son kısmında
Bunu önleyen norm al mekanizma Na+-K+ pom pa ve kortikal toplama kanallarındaki özel iııtercalated
sıdır. Tekrar hatırlanm alıdaki bu düzenek içeriye hücrelerde de primer aktif transport ile hidrojen
pom palanan her iki potasyum iyonuna karşılık üç iyonları taşınır. Bu durumda hidrojen iyonlarının
sodyumu dışarıya pompalar. Aynı zam anda büyük bir kısmı kanın hidrojen iyonu konsantras
m em bıan sodyum iyonlarına, potasyum iyonları yonunu kontrol etmek amacı ile vücuttan atılmak
na göre çok daha az geçirgen olduğundan dışarıya üzere tubulusların içine sekrete edilir. Hidrojen
çıkarılan sodyum iyonlarının orada kalma eğilim iyonları konsantrasyon gradyanına karşı yaklaşık
leri büyüktür. Böylece hücreden sürekli olarak 900 kat kadar yoğun bir şekilde sekrete edilebilir.
iyonların net kaybı suyu hücreden dışarıya çekecek
zıt yönde bir osmotik eğilim yaratır. P rim e r A k tif T ra n s p o rtu n E n e rje tiğ i
Bundan başka hücre şişmeye başladığı zaman
otom atik olarak aktifleşen Na+-K+ pompası, su ile Membrandan aktif olarak bir maddenin taşınması
birlikte fazla iyonları hücre dışına taşır. Böylece, için gerekli olan enerji miktarı (Isı şeklinde enerji
Na+-K+ pompası normal hücre hacm inin korun kaybının yanı sıra) taşıma süresince maddenin yo
masında sürekli bir denetim görevi yapar. ğunlaştırılma derecesi ile belirlenir, eğer madde 1 0 0
kat yoğunlaştırılacaksa gerekli olan enerji 1 0 kat yo
Na+-K+ Pompasının Elektrojenik Yapısı. Gerçekte, Na+- ğunlaştırılma için gerekli olan enerjinin 2 katı, 1 0 0 0
K+ p o m p asın ın iki potasy u m iyonunu içeriye iletirken üç
kat yoğunlaştırılacaksa gerekli olan enerji 1 0 kat yo
sod y u m iyonun dışarıya çıkarm ası, pom pan ın her hareke
tinde bir pozitif yükün hücre dışın a fazladan çıkarılm ası
ğunlaştırılma için gerekli olan enerjinin 3 katı ka
dem ektir. Açıktır ki bu hücre dışın da pozitiflik yaratırken, dardır. Diğer bir deyimle, gerekli olan enerji, aşağı
hücre içinde pozitif iyonların eksilm esine yolaçar. Bu n e daki formülle açıklandığı gibi, maddenin yoğunlaş
denle, hücre m em branm ın iki yanında bir elektriksel p o tırılma derecesinin logaritması ile orantılıdır.
tansiyel yarattığı için N a+-K+ pom pasının elektrojenik o\-
d u ğ u söylenir. Bölüm 5 ’de tartışıldığı gibi, b aşka neden ler Cı
le birlikte N a+-K+ p o m p ası m em bran üzerinde d a h a da Enerji (Her osmol için kalori) = 1400 log —
b üyük bir elektriksel potansiyel yaratır. Bu sinir ve kasda C2
sinyallerinin iletimi için tem el bir gereksinimdir. Böylece bir osmol maddeyi 10 kat yoğunlaştırmak
için gerekli olan enerji miktarı yaklaşık 1400 kalori
K a lsiyu m u n P rim e r A k tif T ra n sp o rtu veya 1 0 0 kat yoğunlaştırmak için gerekli olan enerji
miktarı yaklaşık 2800 kaloridir. Görüldüğü gibi h ü c
Önemli bir diğer primer aktif transport mekaniz relerde maddeleri yoğunlaştırmak ya da konsant
ması, kalsiyum pom pasıdır. Kalsiyum iyonları nor rasyon gradyanına karşı maddeleri uzaklaştırmak
BÖLÜM 4 • Hücre Membranından İyon ve Moleküllerin Taşınması 49
REFERANSLAR
A ckerm an M J, Clapham D E : Ion chan n els— D e F e lice L J : Electrical Properties o f C ells: Jeo n K W : A Su rvey o f C e ll B io lo g y . San D i
b a sic scien ce and clinical disease. N Engl 1 Patch C lam p for B iologists. New York: Ple ego: A cad em ic Press, 1 9 97.
M ed 3 3 6 :1 5 7 5 , 1997. num Press, 1997. K ao C Y , C arstcn M E : C ellu lar A sp ccts o f
Arm strong D L . R o ssie S : Ion Channel R egu la Dunham P B , Blostein R : L antigens o f sheep Sm ooth M u scle Fu n ction . C am bridge: C am
tion. Orlando: A cadem ic Press, 1998. red blood cell mem branes and modulation bridge U n iversity P ress, 1997.
A shcroft F M : Ion C hannels and D isease. O r o f ion transport. Am J Physiol 2 7 2 .C 3 5 7 , Kaplan M R , M ount D B , D elpire E : M olecu lar
lando: A cad em ic Press, 1998. 1997. m echanism s o f N aC l cotransport. Annu R ev
B an k s W A , K astin A J, Harrison L M , Zadina Em erson C , Sw eeney H L: M ethods in M uscle Physiol 5 8 :6 4 9 , 1996.
J E : Perinatal treatment o f rats with opiates B io lo g y . San D iego: A cadem ic Press, 1997. K le in z cllcr A : W illiam H ew son’s studies o f
affe cts the developm ent o f the blood-brain Franzini-A rm strong C : Functional significance red blood corpu scles and the evolving c o n
barrier transport system P T S -1 . N eurotoxi- o f m em brane architecture in skeletal and cept o f a cell m em brane. A m J Physiol
c o l T eratol 1 8 :7 1 1 , 1996. cardiac m uscle. S o c G en Physiol S e r 5 1 :3 , 2 7 1 :C I , 1996.
Bastin aan se E M , Hold K M , V an der L aarse A: 1996. K ostyuk PG : C alcium Io n s in N erve Cell
T h e e ffe ct o f m em brane ch olesterol content Garty H, Palm er L G : Epithelial sodium chan Function. New Y o rk : O xford U niversity
on ion transport processes in plasm a m em nels: function, structure, and regulation. Press, 1992.
branes. C ard iovasc Res 3 3 :2 7 2 , 1997. Physiol R ev 7 7 :3 5 9 , 1997. Lang F : T h e M o lecu les o f Transport. Farm ing
B e n o s D J: Introduction to m edical physiology: Henry R P : M ultiple roles o f carbonic anhy- ton, C T : S. K arger Publishers Inc, 1993.
ce llu la r m em branes and transm em brane drase in cellular transport and metabolism . M atthews G G : C ellu lar Physiology o f Nerve
transport o f solutes and water. Am J Ph y Annu R ev Physiol 5 8 :5 2 3 , 1996. and M uscle. M aldon, M A : B la ck w ell S c i
siol 2 7 1 :S 2 , 1996.
H ilgeniann D\V: C ytoplasm ic A TP-dependent ence, 1998.
Brandt PC , Vanam an T C : T h e plasm a m em
regulation o f ion transporters and channels: M azzanti M : Ion perm eability o f the nuclear
brane calcium pump: not ju s t another pretty
m echanism s and m essengers. Annu Rev envelope. New s Physiol S c i 1 3 :44, 1998.
ion translocase. G lycobiology 6 :6 6 5 , 1996.
Physiol 5 9 :1 9 3 , 1997. M rksich M , W h itesides G M : U sing self-assem
B retsch er M S : G etting m embrane flow and the
H offm an J F , Jam ieson JD : C ell Physiology. bled m onolayers to understand the interac
cytoskeleto n to cooperate in m oving cells.
New Y ork: O xford U niversity Press, 1997. tions o f m an-m ade surfaces with proteins
C e ll 8 7 :6 0 1 , 1996.
H offm an J F , Jam ieson JD : Handbook o f Phys and ce lls. Annu R e v Biop h y s B iom ol Struct
B retsch er M S : M oving m em brane up to the
iology: Cell Physiology. Bethesda: A m eri 2 5 :5 5 , 1996.
front o f migrating cells. C ell 8 5 :4 6 5 , 1996.
B y rn e JH , Sch u ltz S G : An Introduction to can P h ysiological S ociety, 1997. M elandri B A , et al: Bioelectroch em istry IV :
M em brane Transport and B io electricity . Ja n L Y , Ja n Y N : C lon es potassium channels Nerve M uscle F u n ctio n — B io electro ch em is
New Y o rk : Raven Press, 1994. from eukaryotes and prokaryotes. Annu R ev try, M ech anism s, B io en erg etics, and C o n
Caplan M J: M em brane polarity in epithelial Neurosci 2 0 :9 1 , 1997. trol. New Y o rk : Plenum Publishing Corp,
c e lls: protein sorting and establishm ent o f Jan s D A : T h e M obile Receptor H ypothesis: 1994.
polarized dom ains. Am J Physiol 2 7 2 :F 4 2 5 , T h e R o le o f M em brane R eceptor Lateral N ielsen O B , Overgaard K : Ion gradients and
19 97. M ovem ent in Signal Transduction. New contractility in skeletal m uscle: the role o f
C onley E C : Inward R cctificr and Intercellular Y o rk : Chapman and Hall, 1997. active N a + , K + transport. A cta Physiol
Channels. Orlando: A cadem ic Press, 1999. Jap B K , W alian P J: Structure and functional Scand 1 5 6 :2 4 7 , 1 9 96.
C onley E C : Voltage-G ated C hannels, V o l. IV . m echanism o f porins. Physiol Rev 7 6 :1 0 7 3 , P ierce G N , C laycom b W C : N ovel M ethods in
O rlando: A cad em ic Press, 1998. 1996. M olecular and C ellu lar Bioch em istry o f
BÖLÜM 4 • Hücre Membranından İyon ve M oleküllerin Taşınması 51
M uscle. Dordrecht: K luw er A cad em ic P u b channels: relevance to management o f ar Vandenberg J I, R e e s S A , W right A R , Pow ell
lishers, 1997. rhythmias. Annu R ev Med 4 7 :1 3 5 , 1996. T : Cell sw elling and ion transport pathways
Porter C J, C harm an \VN: M odel system s for R o jas C V : Ion channels and human genetic in cardiac m yocytes. C ard iovasc R es 3 2 :8 5 ,
intestinal lym phatic transport studies. Pharm diseases. News Physiol S c i 1 1 :3 6 , 1996. 1996.
Biotech n ol 8 :8 5 . 1996. Shepherd G M : Neurobiology. New Y ork: O x W akabayashi S , Sh igckaw a M , Pouyssegur J :
Post R L , K lodos I: Interpretation o f extraordi- ford U niversity Press, 1994. M olecu lar physiology o f vertebrate N a+/
nar)' kinetics o f N a ( + )- K (+ ) -A T P a s e by a Sieg el G : B asic N eurochem istry: M olecular, H + exchangers. Physiol R ev 7 7 :5 1 , 1997.
phase change. A m J Physiol 2 7 1 :C 1 4 !5 , Cellular, and M edical A spects. 5th ed. New W ang W , H ebert S C , G ieb isch G: R enal K +
1996. York: Raven Press, 1994. channels: structure and function. Annu Rev
R akow ski R F , G adsby D C , De W eer P: V o lt Sosinsky G E : M olecular organization o f gap Physiol 5 9 :4 1 3 , 1997.
age dependence o f the Na/K pump. J ju n ctio n membrane channels. J Bioenerg W axm an S G , et al: T h e A xon : Structure,
M cm br B iol 15 5 :1 0 5 , 1997. Biom em br 2 8 :2 9 7 , 1996. Function, and Pathophysiology. New Y ork:
R obinson JD : M oving Q uestions: A H istory o f Sperelakis N: C ell Physiology S ource B oo k. Oxford U niversity Press, 1995.
M em brane Transport and B ioen ergetics. O rlando: A cadem ic Press, 1998. W ickm an K, Clapham D E : Ion channel regula
New Y o rk : O xford U niversity Press, 1997. Strange K, Em m a F, Jack so n P S : C ellular and tion by G proteins. P hysiol R ev 7 5 :8 6 5 ,
Robinson M S , W atts C , Zerial M : M em brane m olecular physiology o f volum e-sensitive 1995.
dynam ics in en docytosis. C ell 8 4 :1 3 , 1996. anion channels. Am J Physiol 2 7 0 :C 7 I 1 , W in tz K W A : M olecu lar M ech anism s o f S ig
Roden D M , G eorge A L Jr: T h e cardiac ion 1996. nalling and M em brane Transport. Berlin:
Springer, 1997.
Membran Potansiyelleri ve
Aksiyon Potansiyelleri
Vücudun bütün hücrelerinde m em braııın iki tarafı membranın dışında çok yüksek, içinde ise çok dü
arasında bir elektriksel potansiyel bulunur. Ayrıca şüktür. Bu iyonlar da pozitif yüklüdür ve bu defa
sinir ve kas hücreleri gibi bazı hücreler "uyarılabi- membran sodyum iyonlarına çok geçirgen olduğu
liı” yani m em branlarında elektıokimyasal impuls- halde bütün diğer iyonları geçirmez. Sodyum iyon
lar yaratabilirler. Bu im pulslar m em bran boyunca larının içeriye difüzyonu, şimdi ters yönde, m em b-
sinyallerin iletilmesinde kullanılır. Bez hücreleri, ranın dışı negatif içi pozitif olacak şekilde bir
m akrofajlar ve silyar hücreler gibi hücrelerde mem bran potansiyeli yaratır. M em bran potansiye
m em bran potansiyellerindeki başka tip değişiklik li, tekrar, miisaniyeler içinde sodyum iyonlarının
lerin bir çok hücre fonksiyonunun kontrolünde içeriye net difüzyonunu durduracak düzeye yükse
önem li rol oynaması olasıdır. Burada sinir ve kas lir. Bu kez kalın memeli sinir lifi için potansiyel,
hücrelerinde dinlenim ve faaliyet sırasında oluşan yaklaşık + 61 nıilivolttur ve lifin içi pozitiftir
m em bran potansiyellerini tartışacağız. Böylece, Şekil 5 -1 ’in her iki bölümünde gördüğü
müz gibi; yarı geçirgen bir m em branın iki tarafın
daki iyonların konsantrasyonları arasındaki fark,
uygun koşullar altında, bir m em bran potansiyeli
MEMBRAN POTANSİYELLERİNİN yaratır. Bu bölümde, daha sonra göreceğimiz gibi,
TEMEL FİZİĞİ sinir ve kaslarda impuls iletimi sırasında gözlenen
m embran potansiyellerindeki hızlı değişikliklerin
Difüzyonun Yarattığı Membran pek çoğu, hızla gelişen difüzyon potansiyellerinde
Potansiyelleri ki değişikliklerin sonucudur.
Şekil 5-lA ’da potasyum konsantrasyonu m embra- Difüzyon Potansiyeli ile Konsantrasyon Farkının
nın içinde çok yüsek, dışında ise çok düşüktür. Bu İlişkisi-Nerst Denklemi. Membranın iki tarafı ara
örnekte, membran potasyum iyonlarına çok geçir sındaki potansiyel farkı, bir iyonun membrandan
gendir, fakat diğer iyonlara geçirgen değildir. Hüc bir yönde net difüzyonunu önleyecek düzeyde ise,
renin içinden dışına doğru büyük bir potasyum bu potansiyele o iyon için “Nernst potansiyeli” de
konsantrasyon gradyanı nedeniyle, potasyum nir. Bu potansiyelin büyüklüğü, mem branın iki tara
fındaki iyonların konsantrasyonlarıyla tayin edilir.
iyonları hücrenin dışına doğru çok güçlü bir difüz-
Bu oran büyükse iyonların bir yöne difüzyon eğilim
yon eğilimi gösterirler. Bu durumda, potasyum
leri büyüktür- ve bu nedenle Nernst Potansiyeli de
iyonları pozitif yükleri dışarı taşıyarak m em branın
büyüktür. "Nernst Eşitliği” adı verilen aşağıdaki eşit
dış yüzünü elektropozitif yaparken; potasyum ile
lik, normal vücut temperatüıünde 98.6°F (37°C)da
birlikte dışarıya difüzyona uğramayan, geride ka
tek değerlikli bir iyonun Nernst Potansiyelini hesap
lan negatif anyonlar, m em branın iç yüzünü elekt
lamak için kullanılır;
ronegatif yapar. M embranın dış yüzünün pozitif, iç
yüzünün negatif olmasıyla ortaya çıkan bu yeni
potansiyel farkı; pozitif yüklü potasyum iyonları EMF (milivolt) = ± 61 log ^ons~
Kons. dış
nın, zıt yönde, dışarıdan içeriye doğru difüzyonun-
da etkili olur. Bir milisaniye içinde; bu potansiyel Bu formül kullanıldığı zaman genellikle m em bra-
farkı (değişimi) yüksek potasyum iyon konsantras nın dışındaki potansiyel sıfır olarak kabul edilir ve
yon gradyanına rağmen, potasyum iyonlarının da hesaplanan Nernst potansiyeli m em branın içinde
ha fazla dışarıya difüzyonunu durduracak düzeye ki potansiyeldir. Potansiyelin işareti, eğer negatif
yükselir. Normal kalınlıkta memeli sinir lifinde di- bir iyon inceleniyorsa pozitif (+), pozitif bir iyon in
füzyonu durdurmak için gerekli potansiyel farkı, celeniyorsa (-)tir.
m em braıı içyüzü ııegatiuitesiyle birlikte, yaklaşık - Böylece, potasyum iyonu gibi pozitif bir iyonun
94 nıilivolttur. m embranın içindeki konsantrasyonu, dışındakinin
Şekil 5 - lB ’de, Şekil 5-lA ’daki gibi aynı etki görül 1 0 katı ise log 1 0 = 1 olur ve m em branın içinde
mektedir, fakat burada sodyum konsantrasyonu Nernst potansiyeli -61 milivolt olarak bulunur.
52
BÖLÜM 5 • Membran Potansiyelleri ve Aksiyon Potansiyelleri 53
-90-
N a+ (dış): 142 m E q /lt
N a + (iç): 14 m E q /lt
K+ (dış): 4 m E q /lt
ŞEKİL 5 - 3 K+ (iç): 140 m E q /lt
Bir sinir lifinin içinde ve etrafındaki ekstraseliiler sıvıda pozitif
ve negatif yüklü iyonların dağılımı. Membranın iç yüzünde ne Bu iki ayrı iyonun içeriden dışarı dağılmış oranları
gatif yüklerin, dış yüzünde ise pozitif yüklerin dipoller oluştura
cak şekilde sıralandığı dikkati çekmektedir. Alttaki resimde, si söyledir:
nir lifi membranmm iki tarafında oluşan ani potansiyel değişik
likleri görülüyor. Na+jÇ/N a+oUtside = 0.1
K +iç / K +ou tsid e —35.0
K+-Na+ "Sızma”
M em brandan Sodyum ve Potasyum İyonları Na+‘ K+ pompası kana||an
nın A k tif Transportu - Sodyum - Potasyum
Pompası. İlk olarak; Bölüm 4 ’deki tartışmadan h a ŞEKİL 5 - 4
tırlayalım ki; vücudun bütün hücre m em branlaıın- Na4-K+ pompasının fonksiyonel karakteristikleri ve sızma
da güçlü bir sodyum-potasyum pompası bulunur. kanalları.
BÖLÜM 5 • Membran Potansiyelleri ve Aksiyon Potansiyelleri 55
Gümüş-gümüş
+ + + klorür elektrod Voltaj-Kapılı Sodyum ve Potasyum
Kanalları
lir. B u n a p o z itif artp o tan siy el d en m esin in n eden i ilk p o si gerekir. Bu d e şarjla r k a slard a tetan i y aratara k , özellik
tansiyel ölçüm lerin in lifin içinden çok dışından y ap ıl le so lu n u m k asların dak i tetan ik k o n tra k siy o ııla rla ö lü
m asıdır. D ışarıd an ölçüm y ap ıld ığ ın d a bu potan siy el p o m e n ed en olabilir.
zitif tarafa k ay m a şeklin de kaydedilir. K alsiyum iyonlarının so d y u m k an alların a etkisi şöyle
Pozitif artp o tan siy elin a n a n eden i; m em b ran repolari- açıklan abilir: Bu iyon lar so d y u m kan alları p rotein m o le
zasy o n u tam am lan d ık ta n son ra, p ek çok p o tasy u m k a küllerinin dış y ü zü n e tutunurlar. K alsiyum iyonlarının
n alının birkaç m ilisan iye için açık kalm asıdır. Böylece p ozitif yükleri kan al p rotein lerin in elektriksel yükün ü
d a h a fazla p o tasy u m iyonu dışarı çıkarak m em b ran içi değiştirerek kapıların açılm ası için gerekli voltaj sev iy e
n egatifliğin i artırır. sini yükseltir.
Ş im diy e kadar, aksiyon potan siyeli o lu şu m u n d a so d y u m Bu noktaya kadar aksiyon potansiyelinin gelişm e
ve p o tasy u m iyonların ın rollerini inceledik. Bunların d ı sinde m em branın sodyum-potasyumu geçirgenli
şın d a, en az iki ayrı tip iyonun gözden geçirilm esi gere ğindeki değişiklikleri açıkladık, buna karşın aksi
kir. B un lar şöy le sıralanır: yon potansiyelini neyin başlattığını açıklamadık.
Bu cevap aşağıdaki gibi çok basittir.
Akson İçindeki Membrandan Geçemeyen Negatif
Yüklü İyonlar (Anyonlar). A ksonun içinde m em b ran Sodyum Kanallarını Bir P ozitif-Feedback Kısır
k an alların d an geçem ey en p ek çok n e gatif yüklü iyon
Döngii Açar. Sinir lifi m em branına bir etki olm a
vardır. B unlar a ra sın d a protein m olekülleri, birçok o rg a
nik fo sfat bileşikleri, sü lfat bileşikleri vb. sayılabilir. Bu
dıkça normal bir sinirde aksiyon potansiyeli geliş
iyonlar ak so n d an ayrılam adıkları için, m e m b ran ın için mez. Eğer bir olay, m em bran potansiyelini -90 m i
de p o z itif iyonların az alm a sı, m e m b ra n d an geçem eyen livolttan sıfır düzeyine doğru yükseltiyorsa; yükse
iyon lar n ed en iy le n e ga tif yükleri artırır. Bu nedenle, p o len voltaj birçok voltaj kapılı sodyum kanalını aç
tasyu m iyonları gibi p o zitif yüklü bir iyon azald ığın d a bu maya başlar. Bu, sodyum iyonlarının hızla içeriye
lifin içindeki n e g a tif yükten m e m b ra n d an geçem eyen akışına yol açarak, m em bran potansiyelinin daha
iyon lar soru m lu d u r. da yükselmesine, böylece daha çok voltaj kapılı
sodyum kanalının açılm asına ve içeriye daha da
Kalsiyum İyonları. V ücuttaki hücrelerin p ek çoğu belki
fazla sodyum iyonu akışına neden olur. Bu olay
tü m ü so d y u m p o m p a sın a b en zer kalsiyum p o m p a sın a
sah ip tir ve b azı h ücrelerde kalsiyum aksiyon potan siy eli
pozitif-feedback bir kısır döngüdür ki bu feedback
o lu şu m u n d a so d y u m la b e rab e r veya so d y u m u n yerine yeterince güçlü ise voltaj kapılı sodyum kanalları
görev alır. Sod y u m p o m p a s ın a b en zer şekilde; kalsiyum nın hepsi tam am en açılıncaya kadar olay devam
p o m p a sı kalsiy u m u n m e m b ran ın için den d ışın a (veya eder. Daha sonra m ilisaniyenin birkaç bölüm ü
e n d o p lazm ik retikulum a) p o m p alay arak yaklaşık onbin içinde yükselen m em bran potansiyeli potasyum
katlık bir kalsiyum grady anı yaratır. Böylece, h ücre için kanallarını açarken, sodyum kanallarının kapan
deki kalsiy u m iyon k o n san trasy o n u yaklaşık 10 7 m olar- m asına neden olur ve aksiyon potansiyeli hem en
da tutulur. D ıştaki k o n san trasy o n ise, yaklaşık 10 3 ıııo- sona erer.
lardır.
B u n lara ek olarak voltaj kapılı kalsiyum kanalları var
dır. Bu k an allar kalsiyum iyon ların a oldu ğu gibi sod y u m
Aksiyon Potansiyelinin Başlaması İçin Eşik
iyo n ların a d a h afifçe geçirgendir. Bu k an allar açıldığın da Değer. Son paragrafta tanımlandığı gibi; m em b
h em kalsiy um h em so d y u m iyonları lifin için e akar. Bu ran potansiyeli bu kısır döngüyü yaratacak belirli
n ed en le b u k an allara "Ca**-Na' kanalları" adı verilir. bir noktaya gelinceye kadar aksiyon potansiyeli
K alsiyum kan alları y avaş aktive olduklarından, aktivas- oluşmaz. Life giren Na+ iyonlarının sayısı liften ay
yonları so d y u m kan alların a göre 10-20 kat d a h a uzun rılan potasyum iyonlarının sayısından daha fazla
sürer. B un u n için so d y u m k an alların a hızlı ka n allar adı olduğunda aksiyon potansiyeli oluşur. Genellikle
verilirken b u n lara yavaş ka n a lla r adı verilir. m em bran potansiyelinde 15-30 milivoltluk ani bir
K alsiy um kan alları h em kalp k a sın d a h em de düz k a s
yükselme gerekir. Böylece, kalın bir sinir lifinde,
lard a çok fazladır. G erçekten, düz kasların bazı tiplerin
de hızlı so d y u m kan alları h em en hiç yoktur ve yalnız y a
mem bran potansiyelinde, aniden -90 mV'dan -65
v aş kalsiyum kan alların ın aktivasyonu aksiyon p o ta n si milivolta yükselme, birden aksiyon potansiyelinin
yelini yaratır. gelişmesine neden olur. Bu -65 milivoltluk değere
uyarının eşik değeri denir.
K alsiyum İyonlarının E k sikliğin de S o d y u m K an alları
nın G e çirg e n liğ in in A rtm ası. Sod y u m kan alların ı ak ti
ve eden voltaj düzeyi üzerine, ekstraselliiler sıvı k a lsi
yum k o n sa n trasy o n u n u n etkisi çok büyüktür. K alsiyum
iyon y etersizliğin d e so d y u m kan alları m e m b ra n dinle- AKSİYON POTANSİYELİNİN YAYILMASI
ııim p o tan siy elin in çok az y ü k selm esi d u ru m u n d a bile
ak live o labilir (açılabilir). Bu n ed en le sinir lifleri o ldu k
Ö nceki paragraflarda aksiyon p o tan siyelin in
ça e k sitab l o labilirler ve sü ku n d u ru m d a k alm ay arak bir
uyarı olm ak sızın tek rarlayan d e şarjla r gösterirler. G er m em branda bir noktada doğuşu ele alındı. Uyarı-
çekten b irçok p eriferik sin irde kas "te la n i”sin e n eden labilen bir m em branın herhangi bir noktasında
olan sp o n ta ıı deşarjların m e y d an a gelm esi için k alsi oluşan bir aksiyon potansiyeli, genellikle m em b-
yum iyon k o n sa n trasy o n u n orm alin %50 altın a d ü şm e ranın komşu bölgelerini uyardığı için aksiyon po-
60 ÜNİTE II • Membran Fizyolojisi; Sinir ve Kas
^
-^ ++ + + + + + + + + + + + +—
o -o -e -o -e -e -e -e -e -e -a-e -e - o ^ ^ Sinir lifi boyunca bir im puls iletisi m em branın içi
D ~” O ile dışı arasında sodyum -potasyum k on san tras
yonları arasındaki farkı azaltır. Çünkü d epolari
zasyon sırasında sodyum iyonları içeriye, ıepola-
ŞEKİL 5 - 11
ıizasyon sırasında potasyum iyonları dışarı di-
Aksiyon potansiyelinin iletken bir lifte iki yönde yayılması.
füzyona uğrarlar. Tek bir aksiyon potansiyeli için
bu etki ölçülm eyecek kadar küçüktür. Bu n ed en
le, konsantrasyon farkı, aksiyon p otan siyelin i
durduracak bir düzeye inm eden sinir lifleriyle
tansiyeli yayılır. Bu m ekanizm a Şekil 5 -1 1 'de gös 100.000-50 milyon arasında im puls iletilebilir.
terilmiştir. Şekil 5-11 A’da norm al dinlenim du Böyle olsa bile, m em brandaki sod yu m -p otas
rumda bir sinir lifi görülmektedir. Şekil 5-11 B'de yum konsantrasyon farklarının zam anla yeniden
sinir lifinin orta bölgesi uyarılmıştır, yani bu böl oluşturulm ası gerekir. Bunu oluşturan Na+-K+
gede sodyum a g eçirgenlik artm ıştır. Oklar, pompasıdır. Bu pom pa daha önce tanım landığı
m em branın depolarize olmuş bölgeleri ile sükun gibi çalışır. Öyle ki aksiyon potansiyeli sırasında,
halindeki bölgeleri arasında gelişen "yerel devre hücrenin içine difüzyona uğrayan sodyum iyon
leri” göstermektedir. Pozitif elektrik yükleri depo ları ile hücrenin dışına difüzyona uğrayan p o tas
larize m em brandan içeriye doğru akarak, akso yum iyonları, Na+-K +pom pası ile eski durum ları
nun içinde birkaç m ilim etre ilerler. Bu pozitif yük na dönerler. Bu pom panın çalışm ası için enerji
ler, kalın miyelinli lifler içinde 1-3 mm uzaklıkta, gerektiğinden, sinir lifinin “yeniden yüklenm esi”
voltajı eşik değer üstüne yükselterek aksiyon po aktif m etabolik bir işlevdir ve gerekli en erji h ü c
tansiyelini başlatır. Bu nedenle, şekil 5 -1 1°C ve renin enerji sistem i adenozin trifosfat (ATP) dan
D'de görüldüğü gibi, bu yeni bölgelerdeki sodyum elde edilir. Şekil 5 -1 2 ’de; bir sinir lifinde, impuls
kanalları derhal açılır ve aksiyon potansiyeli yayı frekansı arttığında oluşan enerji m iktarının da
lır. Bu yeni depolarize alanlar m em bran boyunca
daha uzak bölgeler arasında yerel daireler oluştu
rarak depolarizasyonun gittikçe daha da yayılma
sına neden olur. Böylece depolaıizasyon m em b
ran içi ve dışı boyunca yayılır. Depolarizasyonun
kas ve sinir liflerinde yayılm asına sinir ve kas inı-
pıtlsıı adı verilir.
ŞEKİL 5 - 12
Hep-Hiç Yasası. Normal bir lif m em branının her
Bir sinir lifinde dinlenme durumu ve gittikçe artan hızda
hangi bir noktasında, bir kere aksiyon potansiyeli uyarılma sırasında ısı üretimi.
BÖLÜM 5 • Membran Potansiyelleri ve Aksiyon Potansiyelleri 61
Saniye
UYARILABİLEN BAZI DOKULARDA
RİTMİK FAALİYET-TEKRARLAYAN
ŞEKİL 5 - 13 DEŞARJLAR
Kalpte bir purkinge lifinden kaydedilen aksiyon potansiyelinde
“plato”. Kendiliğinden tekrarlayan deşarjlar veya "ritmik
faaliy et ”normalde kalpte, düz kasların çoğunda ve
merkezi sinir sistem inde pek çok nöronda görülür.
Böyle ritm ik deşarjlar (1) kalp vurum ları, (2)
arttığı görülm ektedir.
barsakta peıistaltik dalgalar, (3) solunum un ritmik
Sodyum -potasyum ATPaz pom pasının önem li
kontrolü gibi sinirsel olayları yaratırlar.
bir özelliği de, hücre içinde sodyum iyonları arttı
Aynı zamanda diğer uyarılabilen dokuların h e
ğında güçlü biçim de uyarılm asıdır. G erçekte,
men hepsi, uyarılma eşik değerleri düşükse, tekrar
pom panın aktivitesi sodyum konsantrasyonunun
layan deşarjlar yaratabilirler. Örneğin, normalde
üçüncü kuvvetiyle orantılı olarak artar. Öyle ki,
yüksek düzeyde kararlılık gösteren kalın sinir ve is
in tern a l sodyum k on santrasyon u lO’daıı 2 0
kelet kası lifleri; veratrine içeren eriyiğe konursa ya
mEq/L’ye yükselirse pom panın aktivitesi iki kat
da kalsiyum iyon konsantrasyonu kıitik bir değere
değil yaklaşık sekiz kat artar. Bu nedenle, m em b-
inerse; her iki koşulda da m em bıanm sodyuma ge
ıan d a sodyum -potasyum konsantrasyonları ara
çirgenliği arttığı için, tekrarlayan deşarjlar oluştu
sındaki fark azalmaya başlayınca, sinir lifinin n a
rurlar.
sıl hızla yeniden yüklenm eye başladığını anla
mak kolaydır.
Spontan Ritmik Faaliyet İçin Gerekli Tekrar Uya
rılma Olayı. Ritmik faaliyetin oluşması için, m emb-
ranın doğal durumda bile, sodyum iyonlarına (veya
yavaş kalsiyum kanallarından kalsiyum ve sodyum
BAZI AKSİYON iyonlarına) yeterince geçirgen olması gerekir. Böyle-
POTANSİYELLERİNDE PLATO ce membran otomatik olarak depolarize olur. Şekil 5-
14’de membranın sadece -60, -70 milivoltluk bir
Bazı durumlarda, uyarılabilen m em bran depolaı i- "dinlenim" potansiyeline sahip olduğu görülüyor. Bu
zasyoııdan sonra hem en repolarize olmaz, bunun negatif voltaj sodyum ve kalsiyum kanallarını kapalı
yerine potansiyel repolaıizasyon başlamadan önce
birkaç milisaniye sivri potansiyele yakın bir düzlük
(plato) çizer. Şekil 5 -1 3 ’de görüldüğü gibi böyle bir Tekrarlayan
aksiyon
plato depolaıizasyon süresini uzatır. Kalp kasında
. Potasyum potansiyelleri
görülen, saniyenin 2/10-3/10 kadar sürebilen pla [iletkenliği ı
toya sahip aksiyon potansiyelinin bu tipi, bu süre
boyunca kalp kasının kontraksiyonuna neden olur.
Platonu n oluşum unda birkaç faktör rol oynar.
İlk olarak, önceden belirtildiği gibi, kalp kasında
iki tip kanal depolarizasyon olayına katkıda b u
lunur. (1) Genellikle voltajla aktive olan sodyum
kanalları, hızlı kanallar, (2 ) voltajla aktive olan 0 ^ 1
ŞEKİL 5 - 15
Miyeiinli ve miyelinsiz lifleri içe
ren bir küçük sinirin enine kesiti.
BÖLÜM 5 • Membran Potansiyelleri ve Aksiyon Potansiyelleri 63
E K S İT A S Y O N -A K S İY O N P O T A N S İY E L İ
Y A R A T M A İŞ L E M İ
T em elde, yeterli sa y ıd a so d y u m iy o n u n u n m e m b ra n -
d an içeriye d ifü zy o n u n u sa ğ la y a n h erh an g i bir faktör,
so d y u m k an alların ın o to m atik , geri d ö n ü şü m lü a ç ıl
m asın ı sağlar. Bu m e m b ı a n d a k im y asal ve m e k a n ik bir
Akson
etki veya m e m b ra n d a n e le k tr ik g e ç m e sin in s o n u c u o la
bilir. B un ların h e p si v ü c u tta sin ir ve k a sla r d a ak siy o n
p o tan siy eli o lu ştu rm a k için farklı şe k ille rd e k u llan ılır:
deride, m ekan ik b a sın ç d u y sal sin ir u çların ı uy arır; b e
y in d e k im y asal n ö ro tra n sm ite rle r n ö ro n d a n n ö ro n a
hücre
stoplazması sinyal iletim in i sağ lar; elektrik ak ım ları, kalp ve b a ğ ır
sak kas h ü crelerin d e sin y al iletim in i yaratır. E k sita sy o n
Schwann hücre
işlem in i a n la m a y a elektriksel u y arılm a p re n sip le rin i
çekirdeği
tartışarak b aşlay alım :
Ranvier düğümü
Negatif Yüklü Bir Metal Elektrot İle Sinir Lifinin
Uyarılması. D en eysel çalışm alard a, genellikle, sinir ve
kası u y arm ak için; biri n e g a tif diğeri p o z itif yüklü iki k ü
Miyelinsiz aksonlar çük elektrod ile sinir ve k as y üzey in e elektrik akım ı u y g u
lanır. Bunun so n u c u n d a m e m b ran ın n e g a tif elek trod la
Schwann hücre çekirdeği uyarıldığı görülür.
Bunun neden i şöy le açıklan ab ilir: H atırlan acağı gibi,
Schwann hücre stoplazması aksiyon potan siy eli voltaj kapılı so d y u m k an alların ın
açılm asıy la h aşlar ve bu k an allar m e m b ran ın elektrik
voltajının az alm a sı ile açılır. Bu d u ru m d a k ato d d ak i n e
gatif akım m em b ran ın h em en d ışın dak i voltajı azaltarak,
m em b ran ın içindeki n e g a tif m e m b ra n d in len im p o ta n
ŞEKİL 5 - 16 siyeline yakın bir değere doğru düşürür. M e m b ıa n d ak i
Schwann hücrelerinin sinir liflerini yalıtma görevi, A, bir bu elektriksel voltajın az alm a sı, so d y u m k an alların ın
Schwann hücre mebranmın, miyelinli lifin miyelin kılıfını açılm ası so n u c u aksiyon p o tan siy elin i başlatır. Aksine,
oluşturmak için, aksonun etrafını sarması. (Leeson ve Le- m e m b ra n ın d ış y ü z ü n e p o z itif y üklerin v e rilm e si,
eson’d an değiştirilerek, Histology Philadelphia, W.B. Saunders
Company, 1979.) B, Schwann hücre stoplazması ve mebranm m em b ran d ak i voltaj farkını az altm ak y erin e yükseltir. Bu
çeşitli miyelinsiz sinir liflerinin etrafım kısmen sarması. (Hnine “h ip erpolarizasyo n ” d u ru m u ak siyon p o tan siy eli d o ğ u r
kesitte gösterilmiştir). m aktan çok, lifin eksitab ilitesin i azaltır.
64 ÜNİTE II • Membran Fizyolojisi; Sinir ve Kas
Elektriksel
stimulator
ŞEKİL 5 - 19 +75-1
Aksiyon potansiyellerini kaydeden katod ışınları osiloskobu.
+50-
REFERANSLAR
A m o n o f M J: Electrom yography in C lin ical D e F e licc L J: E lectrical Properties o f C ells: Hodgkin A L , H uxley A F: Quantitative d escrip
Practice. N ew Y ork: Churchill Livingstone, Patch C lam p for Bio lo gists. New Y o rk: P le tion o f m em brane current and its applica
1998. num Press, 1997. tion to conduction and excitation in nerve. J
A rm strong C M : Voltage-dependent ion chan D o lly JO , Parcej DN: M olecular properties o f Physiol (L on d ) 1 1 7 :5 0 0 , 1952.
n els and their gating. Physiol R ev 7 2 : voltage-gated K + channels. Bioenerg H offm an J F , Jam ieso n JD : H andbook o f Phys
(Su ppl): S 5 , 1992. Biornem br 2 8 :2 3 1 , 1996. iology: C ell Physiology. Bethesda: A m eri
A rm strong D L , R o ssie S: Ion Channel R egu la D rescher U : M olecular B ases o f A xonal can Ph y siolog ical S o c iety , 1997.
tion. Orlando: A cadem ic Press, 1998. Growth and Pathfinding. Berlin: Springer, Ja lifc J : B a s ic C ardiac E lectroph ysiology for
A fn eric S D , Briion i JD : Neuronal N icolin ic 1997. the C lin ician . A rm onk, N Y : Futura Publish
R eceptors. New Y ork: W iley, 1999. Em erson C , Sw eeney H E: M ethods in M uscle ers, 1998.
A shcro ft F M : Ion Channels & D isease. O r B iology . San D iego: A cadem ic Press, 1997. Jeo n K W : A Survey o f C ell B io lo g y . San D i
lando: A cad em ic Press, 1998. Epstein M , Herzog W : Theoretical M odels o f ego, A cad em ic Press, 19 9 7 .
A shley R H : Ion C hannels. New Y ork: Oxford Skeletal M uscle. New Y o rk : W iley, 1998. K ao C Y , Carsten M E : C ellular A spects o f
U niversity Press, 1996. Fioram onti J , Bueno L: Intestinal migrating Sm ooth M uscle Function. Cam bridge: C am
B reitw ieser G E : M echanism s o f K + channel motor com plexes and blood flow: what is bridge U niversity Press, 1997.
regulation. J M em b r B io l 1 5 2:1, 1996. the link? Eur J Gastroenterol Hepatol 8 :7 6 5 , Lagrutta A A , Bond C T . X ia X M , et al: Inward
C atterall W A : C ellular and m olecular biology 1996. rectifier potassium channels: cloning, ex
o f voltage-gated sodium channels. Physiol G reger R : T h e m embrane transporters regulat pression and struciure-function studies. Jpn
R ev 7 2 :(S u p p l); S I 5, 1992. ing epithelial NaCl secretion. Ptlugers Arch Heart J 3 7 :6 5 1 , 1996.
C ole K S : Electrodiffusion m odels for the 4 3 2 :5 7 9 , 1996. M asland RH : U nscram bling co lo r vision. S c i
m em brane o f squid giant axon. Physiol R ev G ieb isch G , W ang W : Potassium transport: ence 2 7 1 :6 1 6 , 1996.
4 5 :3 4 0 , 19 6 5 . from clearan cc to channels and pumps. M atthew s G G : C ellular Physiology o f Nerve
C onley E C : Inward R ectifier & Intercellular Kidney Int 4 9 :1 6 2 4 , 1996. and M u scle. M aldon, M A : B lackw ell S c i
Channels. Orlando: A cadem ic Press, 1999. G odaux E: N europhysiological aspects o f v o l en ce, 1998.
Craig A M , B an ker G : Neuronal polarity. Annu untary m ovem ents. A cia Neurol B c lg 9 6 : N ichols C G , Lopatin AN: Inward rectifier po
Rev N eurosci 1 7 :2 6 7 , 1994. 193, 1996. tassium channels. Annu R ev Physiol 59:
D eal K K , England S K , Tam kun M M : M o lecu Hodgkin A L : T h e Conduction o f the Nervous 171, 1997.
lar physiology o f cardiac potassium chan Im pulse. Springfield: C harles C Thom as, Pierce G N , C laycom b W C : N ovel Methods in
nels. Physiol R ev 7 6 :4 9 , 1996. 1963. M olecular and C ellular B ioch em istry o f
66 ÜNİTE II • Membran Fizyolojisi; Sinir ve Kas
M u scle. Dordrecht: K luw er A cad em ic Pu b Renaud JM , Gram olini A . Light P, C om tois A: Brain. New Y o rk: O xford U niversity Press,
lishers. 1997. M odulation o f m usclc contractility during 1997.
Pongs 0 : M olecular biology o f voltage-depen fatigue and recover)' by A T P sensitive po Stein P S G : N eurons, N etw orks, and M otor B e
dent potassium channels. Physiol R ev 7 2 : tassium channel. A cta Physiol Scand 156: havior. C am bridge, M A : M IT Press, 1997.
(S u p p l):S 6 9 , 1992. 2 0 3 , 1996. W intz K W A : M olecu lar M cchanisins o f S ig
Pu sch M , Jcn tsch T J: M olecular physiology o f R evest P, L o n g stà ff A: M olecular N eurosci nalling and M em brane Transport. Berlin:
voltage-gated chloride channels. Physiol en ce. New Y ork: Springer, 1998. Springer, 1997.
R e v 7 4 :8 1 3 , 1994. R o ja s C V : Ion channels and human genetic
Preston D C , Shapiro B E : Electrom yography diseases. News Physiol S c i 11:36, 1996.
and N eurom uscular Disorders. Boston: But- Shepherd G : T h e Synaptic Organization o f the
tcrw orth-H einem ann, 1998.
Vücudun yaklaşık % 40’ı iskelet kası, % 10’u düz kas gösterilmiştir. Diyagramdaki kalın filam entler m i
ve kalp kasıdır. Bütün bu farklı kas tiplerinde aynı yozin, ince filamentler aktin’du.
kasılma prensipleri geçerlidir, ancak bu bölümde Şekil 6-1E de gösterildiği gibi miyozin ve akün fi-
başlıca iskelet kasının fonksiyonu ele alınacaktır; lamentleı inin kısmen içiçe girmesi nedeniyle miyo
düz kasın özelleşmiş fonksiyonları 8 . bölümde, fibriller Şekil 6-2 de görüldüğü gibi birbirini izleyen
kalp kasınınki 9. bölümde tartışılacaktır. koyu ve açık bantlar oluştururlar. Açık bantlar sade
ce aktin filamentlerini içerir ve I bandı adını alır,
Çünkü polaıize ışığa izotropiktirler. Koyu bantlar
m miyozin filamentleri ile, aralarına giren aktin fila-
İSKELET KASININ FİZYOLOJİK mentlerinin uçlarını içerir. Koyu bantlara A bandı
ANATOMİSİ denir, çünkü polaıize ışığa aııizotıopiktirleı ; Ayrıca
miyozin fılamentlerinin yan taraflarından çıkan kü
İskelet Kas Lifi çük uzantılar Şekil 6-1 E va 6 - İL görülmektedir,
bunlar çapraz köprülerdir. Çapraz köprüler filament
Şekil 6-1 iskelet kasının organizasyonunu göster boyunca tam orta bölümler dışında yüzeyden çı-
mektedir. Bütün iskelet kasları, çapı 10-80 mikro kıntlar yaparlar. Çapraz köprülerle aktin filam entle
metre arasında değişen çok sayıda liften oluşmuş ri arasındaki etkileşme kasılmaya neden olur.
tur. Yine Şekil 6-1 ’de gösterildiği ve aşağıdaki pa Şekil 6 -lE'de ayrıca aktin fılamentlerinin ucunun
ragrafta tanımlandığı gibi, bu liflerin herbiıi daha Z disklerine tutunduğu görülmektedir. Aktin fila
küçük altbiıim lerden meydana gelir. mentleri bu diskten her iki yöne doğru uzanarak
Çoğu kasta lifler bütün kas boyunca uzanırlar; miyozin filamentlerinin arasına girer. Aktin ve m i
%2 'si dışında, her bir lif orta bölgesinde sonlanan yozin filamentlerinden farklı filam entöz protein
tek bir sinir ucu tarafından iııeı ve edilir. lerden oluşan Z diski, miyofibriller arasında çapraz
uzanır ve kas lifi boyunca ilerleyerek bir miyofıbril
S arko lem m a. Saıkolem m a kas lifinin hücre diğerine bağlar. Dolayısıyla tek miyofıbrilde olduğu
membranıdır. Sarkolemma, plazm a m em branı de gibi, bütün kas lifi boyunca da açık ve koyu bantlar
nilen gerçek hücre mem branı ile birçok ince kolla- görülür. Bu bantlar iskelet ve kalp kasına çizgili gö
jen fibıil içeren bir polisakkarid tabakasından mey rünüm verirler.
dana gelen dış kılıftan ibarettir. Kas lifinin ucunda, İki Z çizgisi arasında kalan miyofıbril (veya tüm
sarkolem m anın bu yüzey tabakası bir tendon lifiy kas lifi) bölümüne sarkom er denir. Kas lifi istiıahat-
le kaynaşır. Daha sonra tendon lifleri kas tendonu- te normal, tam gergin durumda iken sarkomer b o
nu oluşturmak üzere demetler halinde birleşir ve yu yaklaşık 2 mikrometredir. Bu boyda aktin fila
kemiğe yapışırlar. mentleri miyozin filamentlerinin üzerini örter ve
karşılıklı olarak birbiri üzerine gelirler. Daha sonra
M iyo fib riller; aktin ve miyozin filam en tleıi. göreceğimiz gibi, sarkomer en büyük kasılma gü
Her kas lifi birkaç yüz ile birkaç bin arasında nıiyo- cünü bu boyda oluşturabilir.
fib r il içerir. Bunlar Şekil 6 - lC ’deki enine kesitte kü
çük açık noktalar halinde gösterilmiştir. Her miyo- Miyozin ve aktin moleküllerini bir arada tutan n e
fibıilde (Şekil 6 - İD ve E) yan yana uzanan yaklaşık dir? Flamentöz titin molekülleri. Miyozin ve aktin
1500 miyozin fila m en tiv e 3000 aklin filamentiv&r- filamentleri arasındaki yan yana ilişkiyi sürdürmek
dır. Bunlar kas kasılmasından sorumlu olan büyük zordur. Bunu, titin adı verilen çok sayıda filamentöz
polimerize proteinlerdir. Bunlar şekil 6 -2 ’deki bo molekül sağlar. Her bir titin molekülünün molekül
yuna elektron mikroskopik görüntüde ve şekil 6 - ağırlığı 3,000,000 dur, bu nedenle vücuttaki en bü
l ’de şematik olarak £ 'deıı L ’ye kadar olan bölgede yük protein moleküllerinden biridir. Ayrıca fila-
67
68 ÜNİTE II • Membran Fizyolojisi, Sinir ve Kas
İSKELET KASI
V/ _____ ____
G-Aktin molekülleri
°°°°o J
Miyofilamentler
F-Aktin filamenti
^^ S°o% % m S^ o°o7o K
ŞEKİL 6 - 1
Bütünden moleküler düzeye
Miyozinfilamenti kadar iskelet kasının organi
zasyonu. E G, H ve I belirtilen
Miyozin molekülü düzeylerde enine kesitlerdir.
5 = *5 != = ~ = = = = 5 9 -M (Sylvia Colard Keene tarfından
F ; o|o.o çizilmiştir. Fawcett: Boom ve
o*o*o o Fawcett: A Textbook of Histo
o'o'otofo as?) N logy. Philadelphia, W.B. Saun
o’oto*o
0 *0 *0 Hafif Ağır ders Company, 1986’dan modi-
meromiyozin meromiyozin fiye edilmiştir.)
mentöz olduğu için çok esnektir. Bu esnek titin m o önemli bir rolü vardır ve 7. Bölümde tartışılan özel
lekülleri, sarkomerde aktin ve miyozinden oluşmuş bir organizasyona sahiptir. Hızlı kasılan kas tiple
kasılma makinesi için çerçeve sağlar. rinde sarkoplazmik retikulumun özellikle yoğun
Ayrıca titin moleküllerinin sarkomerin kasılabilir olması bu yapının, daha sonra değinildiği gibi, hız
bölümlerinin, özellikle de miyozinin oluşumunda lı kas kasılmasında önemli olduğunu gösterir.
kalıp rolü oynadığına inanm ak için nedenler de
bulunmaktadır.
ŞEKİL 6 - 2
Akün ve miyozin filamentlerinin detaylı organizasyonunu gösteren kas miyofibrilleriniıı elektron mikrografı. (Fawcett The
Cell. Philadelphia, W.B. Saunders Company, 1981'den.)
sağlar. B u olay kas lifinde aksiyon p o tan siy elin i başlatır. 7. K alsiyum iyonları, k a sılm a olayının e sası olan fila-
5. A ksiyon potan siy eli sinir m e m b ra n ın d a oldu ğu gibi m entlerin kaym asın ı sağ lay an , aktin ile m iy ozin fila-
k a s lifi m e m b ra n ı b oy u n ca d a yayılır. m entleri arasın d aki çekici güçleri başlatır.
6. A k siyon p o ta n siy e li k as lifi m e m b ra n m ı d e p o la r i 8. Sonra, san iyen in bölüm leri için de k alsiy u m iyonları
ze e d e r ve k a s lifi için e d o ğ ru yay ılarak , sa rk o p la z m ik sark op lazm ik retikulum a geri p o m p alan ır. Yeni bir kas
re tik u lu m d a d e p o la n m ış olan k a lsiy u m iy o n ların ın aksiyon potansiyeli gelinceye k ad ar b u ra d a dep olan ır:
b ü y ü k m ik ta rla rd a m iy o fib rile se r b e s tle m e s in e n e d e n kalsiyum iyonlarının uzaklaşU rıltnası k asılm an ın so n a
olur. erm esin e n eden olur.
. "'¿m
I . Sı a
¿f 'm *
ŞEKİL 6 - 3
Miyofibrilleri çevreleyen sarkoplazmik i < -.'v -/ •> '
retikulum ve miyofibrillere paralel 1
uzanan longitudinal sistem görülmek -,r } ı -i / ' y ■-
tedir. Enine kesitte lif membramnm dı
şına uzanan ve ekstraseliiler sıvı içeren
T tübülleri de görülmekledir. (Fawcett
DW: The Cell. Philadelphia, W.B. Saun
ders Company, 1981'den.)
70 ÜNİTE II • Membran Fizyolojisi, Sinir ve Kas
Miyozin Başının ATPaz Aktivitesi. Miyozin başı Troponin ve Kas kasılmasındaki Rolü. Tropomiyo
nın kas kasılması için temel olan diğer bir özelliği zin molekülünün bir ucuna tutunmuş troponin de
ATPaz enzim i olarak fonksiyon görmesidir. İleride nen bir başka protein daha vardır. Troponin gerçek
göreceğimiz gibi, bu özellik başın ATP’ı yıkmasını te, lıerbiri kas kasılmasının kontrolünde özgül bir
ve ATP’ın yüksek enerjili fosfat bağlarından elde rol oynayan, zayıf bağlı üç protein altbiıim inden
edilen enerjiyi kasılma işlemini enerjilendirmek oluşmuş bir komplekstir. Altbiıimlerden biri (tro
için kullanmasını sağlar. ponin I) aktin için, diğeri (troponin T) tropomiyozin
için, üçüncü (troponin C) ise kalsiyum iyonları için
A ktin Filam enti. Aktin filamenti de üç protein b i kuvvetli affiniteye sahiptir. Bu kompleksin tropomi-
leşeninden oluşmuş bir komplekstir: aktin, tropo- yoziııi aktine bağladığı düşünülür.Tröponiııin kalsi
nıiyozinve troponin. yum iyonlarına kuvvetli affinitesi, sonraki bölümde
Aktin filamentinin belkemiği, Şekil 6 - 6 ’da iki açık açıklandığı gibi kasılma işlemini başlatır.
renkli ip şeklinde gösterilen çift-sarm al F-aktin
protein molekülüdür. İki iplik miyozin molekülün- Kasılmayı Sağlayan M iyozin, A ktin Fila
dekine benzer şekilde sarmal yapar. m entleri ve Kalsiyum İyonları Etkileşim i
Çift F-aktin sarmalındaki ipliklerin her biri, m o
lekül ağırlığı 42,000 kadar olan polim eıize G-aktin Aktin Filamentlerinin Troponin-Tropomiyozin
m oleküllerinden oluşmuştur. Sarmalın her ipliği Kompleksi ile İnhibisyonu; Kalsiyum İyonlarıy
nin bir döngüsünde bu moleküllerden yaklaşık 13 la Aktivasyon. Tıoponin-tropom iyozin komplek
tane vardır. Her G-aktin molekülüne bir ADP m o si olmadığı zaman saf aktin filameti, miyofibrilde
lekülü tutunmuştur. Bu ADP moleküllerinin, kas bol miktarda bulunun magnezyum iyonları ve ATP
kasılması sırasında aktin filam entlerinin miyozin varlığında, miyozin moleküllerinin başlarına h e
filam entleıinin çapraz köprüleriyle etkileştiği aktif men kuvvetle bağlanır. Tıoponin-tropom iyozin
bölgeler olduğu düşünülmektedir. Çift sarmalın iki kompleksi aktin filamentine eklenirse, bu bağlan
F-aktin ipliği üzerindeki aktif bölgeler, aktin fila ma oluşmaz. Dolayısıyla gevşek kasta norm al aktin
menti boyunca yaklaşık her 2.7 nanom etıede bir filamentlerindeki aktif bölgelerin tıopoııin-tropo-
aktif bölge bulanacak şekilde zikzak biçim inde miyozin kompleksi tarafından inhibe edildiği veya
yerleşmiştir. kapatıldığı düşünülür. Ayrıca, bölgeler kasılma için
Aktin filam enti yaklaşık 1 m ikrom etre uzunlu miyozin filam entlerinin başlarına tutunamaz. Ka
ğundadır. Aktin filam entlerinin tabanları Z disk sılma olm adan ön ce tropoııin-tropom iyozin
lerinin içine kuvvetle yerleşirken, diğer uçlar her kompleksinin inhibitör etkisi engellenmelidir.
iki yönde komşu sarkom erlerdeki miyozin m o le Bu, kalsiyum iyonlarının rolünü gündeme getirir.
külleri arasındaki boşluklara doğru uzanırlar, Ş e Büyük miktarda kalsiyum iyonlarının varlığında,
kil 6-4. troponin-tropomiyozin’in aktif filamentlerine inhi
bitör etkisi baskılanır. Bunun mekanizması bilinm e
Trompomiyozin Molekülleri. Aktin filam entleri mekle birlikte şöyle düşünülür: Kalsiyum iyonları,
tropom iyozin denen farklı bir proteini de içerir. her biri 4 kalsiyum iyonuna kuvvetle bağlanabilen
Her tropomiyozin m olekülünün molekül ağırlığı troponin C molekülleri ile birleştiğinde, troponin
70,000 ve uzunluğu 40 nanometredir. Bu m olekül kompleksi biçim değişikliğine uğrar ve tropomiyo
ler F-aktin iplikleri ile zayıf bir şekilde birleşm iş ve zin molekülüne uygulandığı kuvvetle onu iki aktin
F-aktin sarm alının kenarları etrafına spiral olarak ipliği arasındaki oluğa çeker. Aktinin aktif bölgeleri
sarılmıştır. D inlenm e durumunda tropomiyozin açığa çıkar ve kasılma gerçekleşebilir. Bu hipotetik
m oleküllerinin aktin ipliklerinin aktif bölgelerini bir mekanizma olsa da, tropom iyozin-troponiıı
kapattığı, dolayısıyla aktin ile miyozin arasında kompleksi ile aktin arasındaki norm al ilişkinin kalsi
kasılmaya neden olacak çekimi engellediği düşü yum iyonları ile değiştiği ve bu durumun kasılmaya
nülür. neden olduğu vurgulanmaktadır.
72 ÜNİTE II • Membran Fizyolojisi, Sinir ve Kas
" A k tif" A ktin Fı'lamenti İle M iyozin Çapraz 1. Kasılma başlamadan önce, çapraz köprü başları
K ö p rü leri A rasındaki Etkileşm e-Kasılm anın ATP ile bağlanır. Miyozin başının ATPaz aktivitesi ile
"Boyunca Yürüm e" Teorisi. Aktin fılamenti kal ATP hemen yıkılır, fakat yıkım ürünleri olan ADP ve Pi
başa bağlı kalır. Bu durumda başın biçimi dikey olarak
siyum iyonları ile aktive olur olmaz, miyozin fila-
aktin fılamentine doğru uzanmakla birlikte henüz ak-
m entinin çapraz köprü başları aktin filamentinin
tine bağlanmamıştır.
aktif bölgelerine çekilir ve bu bir yolla kasılmaya 2. Troponin-tropomiyozin kompleksine kalsiyum
neden olur. Hala kısmen teorik olsa da, çapraz köp iyonu bağlanınca, aktin filamenti üzerindeki aktif böl
rülerle aktin arasındaki etkileşimin kasılmaya n e geler açılır ve miyozin başları Şekil 6-7’de görüldüğü
den olduğu bu işlemi destekleyen birçok kanıt var gibi buralara bağlanır.
dır ve buna kasılmanın “boyunca yürüme” (veya 3. Çapraz köprü başının aktin filamentinin aktif böl
dişli çark ) teorisi denir. gesine bağlanması, başın biçimse] değişikliğe uğraya
Şekil 6-7 kasılma için varsayılan “boyunca yü rak çapraz köprünün koluna doğru eğilmesine neden
rüm e” m ekanizm asını gösterm ektedir. Bu şekil olur. Bu, aktin fılamentini çekmek için giiç vurumu
sağlar. Güç vurumu aktive eden enerji "kurulmuş yay’’
iki çapraz köprü başının aktin filam entinin aktif
gibi daha önce ATP molekülünün yıkılması sırasında
bölgeleri ile birleşm esi ve ayrılm asını gösterm ek depolanmıştır.
tedir. Başın bir aktif bölgeye tutunm asının, baş ile 4. Çapraz köprünün başı eğildiği zaman, bağlı hal
çapraz köprü kolu arasındaki intram oleküler güç de bulunan ADP ve Pi salınır ve buraya yeni bir ATP
lerde belirgin değişikliğe neden olduğu kabul molekülü bağlanır. ATP molekülünün bağlanması ba
edilmektedir. Kuvvetlerdeki bu yeni düzenlenm e, şın aktinden ayrılmasına neden olur.
başın kola doğru eğilm esine ve aktin filam entleri- 5. Baş aktinden ayrıldıktan sonra yeni bir ATP mole
n i beraberinde çekm esine neden olur. Başın eğil külü yıkılır. Açığa çıkan enerji başı dikey pozisyonun
m esine güç vurumu ya da kürek hareketi denir. da yeni bir güç vurumu döngüsüne başlamak üzere
hazır hale getirir.
Eğilm eden hem en sonra, baş otom atik olarak ak
6 . Daha sonra, yıkılmış ATP’den sağladığı depo
tif bölgeden uzaklaşır ve norm al düşey doğrultu enerjisi ile hazırlanmış baş, yeni bir aktif aktin fila
suna döner. Bu pozisyonda, daha ilerideki aktin menti bölgesi ile bağlandığı zaman yeniden güç
filam entinde yeni bir aktif bölgeyle birleşir; yeni vurumu yapar.
bir kürek hareketi yapm ak için yeniden eğilir ve
aktin filam enti başka bir adım a geçer. Dolayısıy Dolayısıyla, işlem aktin filamenti Z membranını mi
la, çapraz köprü başlarının ileri geri eğilerek aktin yozin filamentinin uçlarına çekinceye kadar veya kas
filam enti boyunca adım adım yürüm esi, aktin fi- taki yük daha fazla çekimin mümkün olmayacağı du
lam entlerinin uçlarını miyozin filam entinin orta ruma gelene kadar tekrar tekrar gerçekleşir.
sına doğru çeker.
Çapraz köprülerin her birinin bağımsız olarak
davrandığına, tutunma ve çekm esinin devamlı fa Aktin ve Miyozin Filamentinin Üstüste
kat rastlantısal olduğuna inanılır. Dolayısıyla, her Binme Derecesi - Kasılan Kasta Gelişen
hangi bir zamanda aktin filamenti ile değide olan Gerim Üzerine Etkisi
çapraz köprü sayısı ne kadar fazla ise, teorik olarak
kasılma gücü de o kadar fazla olur. Şekil 6 - 8 sarkom er boyu ve m iyozin-aktin fila
m entinin üstüste binm e derecesinin, kasılan kas
Kasılma İçin Enerji Kaynağı O larak ATP-M iyo- lifi tarafından oluşturulan aktif gerim e etkisini
zin Başının H areketinde Kimyasal Olaylar. Kas gösterm ektedir. Sağda m iyozin ve aktin filam ent-
kasıldığında bir iş yapılır ve enerji gerekir. Kasılma leıin in farklı sarkom er boylarındaki üstüste b in
işlem i sırasında büyük miktarda ATP ADP’a yıkılır. me dereceleri görülm ektedir. D iyagram daki D
Kas tarafından yapılan iş ne kadar büyükse, yıkılan noktasında aktin filam en ti ü stü ste binm ed en
ATP miktarı da o kadar fazladır, buna Fenn etkisi miyozin filam entinin uçlarına kadar çekilm iştir.
denir. Bu olaylar dizisinin şu şekilde oluştuğu dü Bu noktada aktif kas tarafından oluşturulan ge
şünülmektedir: rim sıfırdır. Daha sonra sarkom er kısaldıkça ve
aktin filam enti miyozin filam entiyle üstüste b in
dikçe, sarkom er boyu yaklaşık 2 . 2 m ikrom etreye
düşene kadar gerim giderek artar. Bu noktada,
aktin filam enti miyozin filam entinin bütün ça p
raz köprüleriyle üstüste binm iştir fakat henüz
miyozin filam entinin ortasına ulaşm am ıştır. D a
ha ileriki kısalm alarda, sarkom er boyu 2 . 0 m ikro
m etre olana kadar (B noktası), tam gerim devam
eder. Bu noktada iki aktin filam en tin in uçları b ir
birinin ve miyozin filam en tlerin in üstüne b in
meye başlar. Sarkom er boyu 2.0 m ikrom etreden
1.65 m ikrom etreye doğru düştükçe, A n o ktasın
da, kasılma gücü düşer. Bu noktada sarkom eriıı
Kas kasılmasında "Boyunca yürüme" mekanizması. iki Z diski miyozin filam entlerinin uçlarına daya-
BÖLÜM 6 • İskelet Kasında Kasılma 73
Kasılma
sırasındaki gerim
Kasılma arasındaki
aerım art
Kasılmadan
önceki gerim
------ 1------------- 1------------- r D
1 2 3 ♦
Sarkomer boyu (mikrometre) normal 2x
normal normal
ŞEKİL 6 - 8 Uzunluk
Boyu 2.0 - 2.2 mikrometre iken maksimum kasılma gücü göste ŞEKİL 6 - 9
ren bir sarkomer için boy-gerim diyagramı. Sag üstte,
A noktasından D noktasına kadar değişik sarkomer Kas boyunun kasılma gücü ile ilişkisi.
uzunluklarında aktin ve miyozin filamentlerinin göreli
pozisyonları görülmektedir. (Gordon Huxley ve Julian: The
length-tension diagram of single vertebrate striated muscle fib
res. J. Physiol., 171: 28P, 1964’den modifiye edilmiştir.)
Hızlı lifler. (1) Daha büyük kasılma gücü için daha bü
yük lifler. (2) Kasılmayı başlatmak üzere hızlı kalsiyum
elektriksel uyarı verilerek saniyenin bölümleri içinde serbestlemesi için geniş bir sarkoplazmik retikulum. (3)
sonlanan tek, ani bir kasılma oluşturulur. Glikolitik işlemle hızlı enerji sağlamak için çok miktar
da glikolitik enzimler. (4) Oksidatif metabolizma ikincil
İzo to n ik ve İzom etrik Kasılm a. Kasın kısalmadan önemde olduğu için daha az kan akımı. (5) Yine oksida
kasılmasına izometrik, kastaki gerim sabit kalıp kısa tif metabolizma ikincil olduğundan daha az sayıda mi-
larak kasılmasına izotonik kasılma denir. İki tip kas tokondıi.
kasılmasını kaydeden sistemler Şekil 6-11’de göste
rilmiştir. Yavaş lifler. (1) Daha küçük lifler. (2) Daha küçük si
Şekil 6-11'in sağında görüldüğü gibi, izometrik sis nir lifleri ile ineı vasyon. (3) Daha fazla oksijen sağla
temde kas bir kuvvet transdiıserine karşı boyunu kı mak için daha gelişkin kan damarı sistemi ve kapil-
saltmadan kasılır. Aynı şeklin solunda bir kefe ağırlık lerler. (4) Yüksek düzeydeki oksidatif metabolizmayı
taşıyan kas olarak gösterilen izotonik sistemde ise, kas desteklemek için çok sayıda mitokondri. (5) Lifler bol
sabit bir yüke karşı kısalır; izotonik kasılmanın özellik miktarda, eritrositlerdeki hemoglobine benzer şekil
leri kasın karşısında çalıştığı yüke olduğu kadar yükün de demir içeren bir protein olan miyoglobin içerir.
eylemsizliğine de bağlıdır. İzometrik sistem ise kasın Miyoglobin oksijenle birleşir, onu ihtiyaç oluncaya
kasılma kuvvetindeki değişiklikleri tam manasıyla kadar depolar ve mitokondriye oksijen taşınmasını
kaydeder. Dolayısıyla, izometrik sistem en çok değişik büyük miktarda hızlandırır. Miyoglobin nedeniyle
kas tiplerinin fonksiyonel özelliklerini karşılaştırırken yavaş kas kırmızımsı görünür ve kırmızı kas adı veri
kullanılır. lir. Hızlı kasta kırmızı miyoglobin yoktur ve beyaz kas
adını alır.
Kas Kasılmasının Seri Elastik Elemanları. Kas lifleri bir Bıı tanımlardan, hızlı liflerin sıçrama ve kısa mesafe
yüke karşı kasıldığında, tendonlar, kas liflerinin tendo- şiddetli koşuda olduğu gibi hızlı ve güçlü kas kasılmala
na tutunduğu sarkolemmal uçlar ve hatta çapraz köp rına uyum sağladığı, yavaş kasların ise vücudun yerçe
rülerin menteşeli kolları gibi kasılmayan kısımlar geri kimine karşı desteklenmesi ve maraton koşulan gibi
lirler. Bu elementlerin geıilebilmesi için kasın kasılabi-
lir kısmı fazladan yüzde 3-5 kısalmalıdır. Kasılma sıra
sında gerilen kas elementlerine kasın elastik seri bile
şenleri denir.
...........Depolarizasyon
süresi
Farklı Kaslardan Kaydedilen İzometrik Sarsıların /•\
/ \ X --------- Okular Kas
Özellikleri 1 \ / \ ---------Gastroknemius
V --------- Soleus
Vücutta orta kulakta bulunan sadece birkaç milimetre A
uzunluk ve bir milimetre kadar çapındaki çok küçük \
stapedius kasından, onun yarım milyon katı büyüklük
teki kuadriseps kasına kadar çok farklı boyutlarda iske \
let kası vardır. Ayrıca, lif çaplan 10 mikrometre kadar i / \
küçük, 80 mikrometre kadar büyük olabilir. Buna bağlı \
\
olarak, kas kasılmasının enerjetikleri kastan kasa bü li t
yük değişiklikler gösterir. Kas kasılmasının özellikleri ~T~
40 80 120 160 200
de kaslar arasında farklılık gösterir. Milisaniye
Şekil 6-12 üç tip iskelet kasının izometrik kasılmala
rım göstermektedir: izometrik kasılma süresi >/4o sani ŞEKİL 6 - 1 2
yeden az olan bir oküler kas; kasılma süresi yaklaşık W¡5 Çeşitli memeli kas tiplerinin izometrik kasılma süreleri, aksiyon
saniye olan gastroknemius kası; ve kasılma süresi 1 /3 potansiyeli (depolarizasyon) ile kas kasılması arasındaki lateııt
saniye kadar olan soleııs kası, ilginçtir ki, bu kasılma dönemde görülmektedir.
76 ÜNİTE II • Membran Fizyolojisi, Sinir ve Kas
M otor Ünite
mentlerinin sayısı giderek artar bu artış sıklıkla %50 fonksiyonlar tamamen geri döner, fakat bu süreden
kadar olabilir. Kas liflerinde miyofibriller bölünerek ye sonra fonksiyonel yeterlilik giderek azalır, 1 - 2 yıldan
ni miyofibriller oluştururlar. Dolayısıyla, kas liflerinde sonra ise hiç dönmez.
lıipertrofiye neden olan başlıca etken miyofibril sayı Denervasyon atıofısinin son basamağında, kas lifle
sındaki bu büyük artıştır. rinin çoğu tahrip olur, fibröz doku ve yağ dokusuyla yer
Miyofibrillerin sayısındaki artışla birlikte enerji sağ değiştirir. Geri kalan lifler bir hücre çekirdeğini çevrele
layan enzim sistemleri de artar. Artış, özellikle kısa sü yen uzun bir hücre zarından ibarettir, kontraktil özel
reli güçlü egzersiz sırasında hızlı enerji elde edilmesini likleri yoktur. Sinir yeniden büyüse bile, artık miyofib
sağlıyan glikoliz enzimleri için geçerlidir. rillerin rejenere olma kapasitesi yoktur.
Kas uzun süre kullanılmadığı zaman kontraktil pro Denervasyon atıofisi sırasında, kas fibıillerinin yeri
teinlerin ve miyofillerin yıkılma hızı, yenilenme hızın ni alan fibröz dokunun kısalma eğilimi aylarca sürer,
dan daha fazladır. Dolayısıyla kas atrofisi meydana buna kontraktiır denir. Dolayısıyla, fizik tedavinin en
gelir. önemli amaçlarından biri atrofiye uğrayan kasları giiç-
siizleştiren ve şekilsizleştireıı kontraktür gelişimini en
Kas Boyunun Uyumu. Kaslar normal boylarının üze gellemektir. Bunun için her gün kaslar gerilir veya atro
rindeki bir uzunluğa gerildikleıi zaman farklı bir hi- fi sırasında kasları gergin tutacak aletler kullanılır.
pertıofi tipi meydana gelir. Kasların teııdonlara birleş
tiği yerlerde kas liflerinin uçlarına yeni sarkomeıler ek Poliomiyelitte Kas Kasılmasının Düzelm esi: Makro-
lenir. Bunun dakikalar içinde gerçekleşmesi, bu tip hi- nıotor Ünitelerin Gelişimi. Sıklıkla poliomiyelitte gö
pertrofinin ne denli hızlı olduğunu gösterir. rüldüğü gibi, kasa gelen bazı sinir lifleri haraplandığı
Tersine, kas sürekli olarak normal boyunun altındaki zaman, diğer sinir lifleri paıalize kas liflerini inerve et
bir uzunlukta tutulursa, kas liflerinin ucundaki sarko- mek üzere birçok yeni akson verirler. Bu da makromo-
merler aynı hızla kaybolur. Kaslar bu yollarla düzgün tor üniteler denen, spinal kanaldaki her bir motor nö
kas kasılması için uygun boyda tutulmak üzere devam ronun içerdiği normal kas lifi sayasının beş katı kadar lif
lı olarak yeniden şekillendirilirler. içeren büyük motor ünitelerin oluşmasına neden olur.
Bu durum ince kas kontrolünü azaltsa da kasların yeni
Kas Liflerinin Hiperplazisi. Aşıı ı kas gücünün oluştu den güç kazanmasını sağlar.
rulduğu nadir durumlarda, hipertrofiye ilave olarak ba
zı noktalarda, kas liflerinin gerçek sayısının arttığı göz
Rigor M ortis
lenmiştir. Lif sayısının artışına lif hiperplazisi denir ve
daha önce genişlemiş olan liflerin lineer olarak yarıl
ölümden birkaç saat sonra bütün vücut kasları “rigor
ması ile meydana gelir.
mortis" (ölüm katılığı) denen bir kontraktür durumuna
girer; bunda aksiyon potansiyeli olmadığı halde kas ka
Kas Denervasyonunun Etkileri sılır ve katılaşır. Bu katılık, gevşeme sırasında çapraz
köprülerin aktin filamentlerinden ayrılması için gerek
Kas sinirini kaybettiği zaman normal kas boyutlarını li olan ATP’nin tamamen kaybedilmesinden kaynakla
devam ettirmesi için gerekli olan kontraktil sinyallerini nır. Kaslar kas proteinleri yıkılana kadar katılıkta kalır
alamaz ve hemen atrofi başlar. 2 ay kadar sonra, kas lif lar. Yıkım 15-20 saat sonra lizozomlardan serbestleyen
lerinde dejeneıatif değişiklikler de görülmeye başlar. enzimlerin neden olduğu otolizle gerçekleşir ve yüksek
Eğer kas yeniden sinirlenirse, genellikle yaklaşık 3 ayda sıcaklıklarda işlem hızlanır.
REFERANSLAR
A bernethy B : T h e Biophysical Foundations o f con iotor m ovem ents. E x er Sport S ci R ev M ackinnon L T : A dvances in E x e rcise P hysiol
Human M ovem ents. C ham paign, IL : Hu 2 4 :1 0 9 , 1996. ogy. Cham paign, 1L: Human K inetics,
man K in etics, 1997. Herzog W : Force-sharing among synergistic 1999.
A m o n o f M J: Flectrom yography in C lin ical m uscles: theoretical considerations and e x Martin R B , Bu rr DG , S h arkey NA : Skeletal
Practice. New Y o rk : C hurchill Livingstone, perimental approaches. E xer Sport S ci Rev Tissue M echanics. New Y o rk : Springer,
1998. 2 4 :1 7 3 , 1996. 1998.
Epstein M , H erzog W : T h eoretical M odels o f Herzog \V: M u scle function in m ovem ent and Matthews G G : C ellular Physiology o f Nerve
S keletal M uscle. New Y ork: W iley, 1998. sports. Am J Sports M ed 2 4 : S 1 4 , 1996. and M uscle. M aldon, M A : B la ck w ell S c i
E s sig D A : C ontractile activity-induced m ito H offm an J F , Jam ieson JD : Handbook o f Phys ence, 1998.
chondrial biogenesis in skeletal m uscle. iology: C ell Physiology. Bethesda: A m eri Maughan R J, G leeson M . G reen h aff PL: B io
E x cr Sport S ei Rev 2 4 :2 8 9 , 1996. can Ph y siolog ical S o ciety , 1997. chem istry o f E x e rcise and Training. Oxford:
Fitts R H : C ellu lar m echanism s o f m uscle fa H uxley A F, Gordon A M : Striation patterns in O xford U niversity Press, 1997.
tigue. P hysiol Rev 7 4 :4 9 , 1994. active and passive shortening o f m uscle. M aw S, Frank J , G reig G : A spinal circuitry
Fitts R H , W id rick J J : M uscle m echanics: adap Nature (Lond) 1 9 3 :2 8 0 , 1962. sim ulator as a teaching tool fo r neurom us
tations with exercise-training. E x er Sport H uxley H E: A personal view o f muscle and cular physiology. A m J Physiol 2 7 0 :S 5 0 ,
S ei R ev 2 4 :4 2 7 , 1996. m otility m echanism s. Annu Rev Physiol 58: 1996.
Florini J R . Ew ton D Z, C o olican S A : Growth I, 1996. Mazzanti M : Ion perm eability o f the nuclear
horm one and the insulin-like growth factor Irving M . Piazzesi G : M otions o f myosin envelope. N ew s Physiol S c i 13 :44,
system in m yogenesis. Endoc R ev 1 7 :4 8 1 , heads that drive m uscle contraction. News 1998.
1996. Physiol S ci 1 2 :2 4 9 , 1997. N ielsen O B , Overgaard K : Ion gradients and
Froberg K : E x ercise and Fitness. Odense: K raem er \VJ, Fleck S J. Evans \VJ: Strength contractility in skeletal m uscle: the role o f
O dense U niversity Press. 1997. and pow er training: physiological m echa active N a + , K + transport. A cta Physiol
H eckm an C J, Sandercock T G : From m otor nisms o f adaptation. E x er Sport S ci R ev 24: Scand 1 5 6 :2 4 7 , 1996.
unit to w hole m uscle properties during lo- 3 6 3 , 1996. Pctte D, Staron R S : M am m alian skeletal mus-
BÖLÜM 6 • İskelet Kasında Kasılma 79
cle fiber type transitions. Int Rev Cyto! Robin son JD : M oving Questions: A H istory o f ogy. New Y o rk : O xford U niversity Press,
1 7 0 :1 4 3 , 1997. M em brane Transport and B ioen ergetics. 1998.
Pierce G N , C laycom b W C : N ovel M ethods in New Y o rk: Oxford University Press, Szent-G yorgyi A G : Regulation o f contraction
M olecular and C ellular Bioch em istry o f 1997. by calcium binding m yosins. Bio p hy s Chem
M uscle. Dordrecht: Kluw er A cad em ic Pub R ow ell L B . Shepherd JT : Handbook o f P hysi 5 9 :3 5 7 , 1996.
lishers, 1997. ology, S ec. 12: E x ercise: Regulation and V an der K loot W , M olgö J : Quantal ace ty lch o
P ollack G H : T h e cross-bridge theory. Physiol Integration o f M ultiple System s. New Y o rk : lin e release at the vertebrate neurom uscular
R ev 6 3 :1 0 4 9 , 1983. Oxford U niversity Press, 1996. ju n ction . Physiol Rev 7 4 :8 9 9 , 1994.
Pusch M , Jentsch T J : M olecular physiology o f Sch n eid er M F : Control o f calcium release in W elch M D , M alavarapu A , R o senb latt J ,
voltage-gated chloride channels. Physiol functioning skeletal m uscle fibers. Annu M itchison T J : A ctin dynam ics in vivo. Curr
R ev 7 4 :8 1 3 , 1994. Rev Physiol 5 6 :4 6 3 , 1994. Opin C ell B io l 9 :5 4 , 1997.
R ichter E A : S keletal M uscle M etabo lism in Silverm an DC: Neuromuscular B lo ckad e. P h il W ells D G , Fallon JR : T h e state o f the union:
E x e rcise and D iabetes. New Y o rk : Plenum adelphia: J B Lippincott, 1994. neurom uscular ju n ctio n . Curr B io l 6 :1 0 7 3 ,
Press, 1998. Sugi H: Current Methods in M uscle P h y siol 1996.
İskelet Kasının Uyarılması:
A. Nöromusküler İleti ve
B. Uyarılma-Kasılma Bağlantısı
80
BÖLÜM 7 • İskelet Kasının Uyarılması: A. Nöromusküler ileti ve B. Uyarılma-Kasılma Bağlantısı 81
Akson
Miyelin kılıf
Teloglial
alfa ve birer beta, delta, g am a olmak üzere beş pro kadar büyüktür. Diğer taraftan, kanalın ağzındaki
tein altbirimden oluşmuştur. Bunlar yanyana gele güçlü negatif yükler nedeniyle klor iyonları gibi n e
rek bir tübüler kanal oluştururlar. Kanal, iki alfa alt- gatif iyonlar geçmezler.
birim proteinine iki asetilkolin molekülü bağlanın- Pratikte, asetilkolin kanallarından iki nedenle di
caya kadar kapalı kalır. Bağlanma, Şekil 7-3'de gös ğer iyonlardan daha çok sodyum iyonları geçer. Bir,
terildiği gibi, biçim sel bir değişikliğe neden olarak konsantrasyonu yeterince büyük olan sadece iki
kanalın açılmasını sağlar; şeklin üst tarafındaki ka pozitif iyon vardır, ekstraselüler sıvıda sodyum
nal kapalı, alttaki kanal ise asetilkolin molekülleri iyonları ve intraselüler sıvıda podasyum iyonları.
nin bağlanması ile açılmıştır. İki, kas m em branının iç yüzündeki -80 ila -90 mili-
Açık asetilkolin kanalının çapı yaklaşık 0,65 n a voltluk negatif potansiyel, pozitif yüklü sodyum
nom etre kadardır, ki bu bütün önemli pozitif iyon- iyonlarını lifin iç tarafına çekerken, potasyum
ların-sodyum (Na+), potasyum (K+) ve kalsiyum iyonları dışarı doğru çıkmaya meylettiklerinde on
(Ca++)- kanaldan kolaylıkla geçm esine izin verecek ları engeller.
Dolayısıyla Şekil 7 -3 ’ün alt panelinde gösterildiği
gibi asetilkolin kanallarının açılm asının başlıca e t
^Vezikül
kisi çok sayıda sodyum iyonlarının çok sayıda pozi
Nöral membran
ı - , Yoğun bar
tif yükü taşıyarak lifin içine girmesidir. Bu, kas lifi
xîy membranında son p la k potansiyeli denen lokal bir
ns / /Kalsiyum kanalları
potansiyel değişiklik oluşturur. Daha sonra, son
® © © © / /
® ®© © /î/ plak potansiyeli kas m embranında aksiyon potan
lamına ve
siyelini başlatır ve kas kasılmasına neden olur.
öasetilkolinesteraz
dığı birkaç sinir sistemi sinapsından biridir. Sinir-kas yon alanları yaratarak iş görürler. Kas lifinin her repola-
kavşağında asetilkolinin yapımı ve serbestlemesi aşağı rizasyonunda, depolaıize alanlar sızdırdıkları iyonlar
daki basamakları takip eder. nedeniyle yeni bir aksiyon potansiyeline, dolayısıyla
spazm durumuna neden olur.
1. Yaklaşık 40 nanometre çapındaki küçük veziküller,
spinal kanalda motor nöronların hücre gövdesinde Sinir-Kas Kavşağında İletiyi Bloke eden İlaçlar. Kii-
Golgi apareyi tarafından yapılır. Bu veziküller aksoplaz- rariform ilaçlar olarak bilinen bir grup ilaç, uyarıların
ma akımı ile sinir liflerinin uçlarındaki sinir kas kavşa son plaktan kasa geçmesini engelleyebilir, örneğin D-
ğına kadar taşınır. Bir iskelet kası son plağının sinir tubokürarin kas lifi membranını, asetil kolinin etkisini
ucunda 300,000 tane kadar küçük vezikiil toplanır. asetil kolin reseptörü bölgesinde bloke ederek etkiler.
2. Asetilkolin sinir lifleri terminalinde sitozolde sen- Dolayısıyla son plakda serbestleyen asetilkolin, kas
tezlenir, sonra veziküllerin membranından içine taşı membranındaki asetilkolin kanallarının geçirgenliğini
nır. Burada, her vezikülde yaklaşık 10,000 asetilkolin aksiyon potansiyelini başlatacak kadar artıramaz.
molekülü olmak üzere oldukça konsantre biçimde de
polanır. Asetilkolinesterazı Aktive Ederek Sinir-Kas Kavşa
3. istirahat koşullarında, bir vezikül nadiren sinir ğını Uyaran İlaçlar, özellikle iyi bilinen üç ilaç; neos-
ucunun membranı ile birleşir ve asetilkolinini sinaptik tigmin, fizostigmin ve diizopropil florofosfat, asetilkoli-
oluğa boşaltır. Boşalan 10,000 asetilkolin molekülü "pa nesterazı inaktive ederler. Bu nedenle son plağa ser
ketinin” etkisiyle, lokal bir kas lifi alanında yaklaşık 0,4 bestleyen asetil kolin hidrolize edilemez. Sonuçta ardı
milivolt şiddetinde ve birkaç milisaniyede sonlanan şık sinir uyarılarıyla sinaptik aralıkta giderek artan mik
minyatür son plak potansiyeli meydana gelir. tarda asetil kolin birikir. Bu durum, kasa birkaç sinir
4. Sinir ucuna bir aksiyon potansiyeli ulaştığı za uyarısı ulaşması durumunda bile kas spazm larına yol
man, terminalde bulunan çok sayıda voltaj kapılı kal açar. Bu, larinks spazmına yol açarak kişiyi soluksuz bı
siyum kanalının açılması ile terminaldeki kalsiyum rakabilir ve ölümüne yol açabilir.
konsantrasyonu yaklaşık 100 kat artar. Bu da asetilko Neostigmin ve fizostigmin asetilkolinesterazla birle-
lin vezikülleıinin terminal membranıyla birleşme hı şeıek bu enzimi birkaç saat inaktive eder, daha sonra
zını 10,000 kat artırır. Birleşen her vezikülün dış yüze asetilkolinesterazdan ayrılır, enzim yeniden aktivasyon
yi yırtılır ve asetilkolin sinaptik yarığa ekzositozla atı kazanır. Oysa güçlü bir "sinir” gazı olarak kullanılan di
lır. Her aksiyon potansiyeli ile genelde 125 kadar vezi izopropil florofosfat, asetilkolinesterazı haftalar boyun
kül açılır. Asetilkolin daha sonra asetilkolinesteraz ile ca inaktive eder ve bu yüzden öldürücü bir zehirdir.
asetat iyonu ve koline yıkılır, kolin yeniden asetilkolin
oluşturulmasında kullanılmak üzere aktif olarak sinir
Miyasteniya Gravis
ucuna geri alanır. Bu olaylar zinciri 5-10 milisaniye
içinde oluşur.
Her 20,000 kişiden birinde görülen miyasteniya gravis,
5. Vezikül asetilkolinini saldıktan sonra, vezikülün
sinir-kas kavşağında, sinyallerin sinir lifinden kasa ile-
membranı hücre membranının bir parçası haline gelir.
tilememesi nedeniyle paraliziye sebep olur. Miyaste
Sinir uçlarında bulunan veziküllerin sayısı ancak birkaç
niya gravisli kişilerin çoğunun kanında patolojik ola
bin sinir uyarısını taşımaya izin verecek kadardır. Dola
rak asetilkolin kapılı taşıyıcı proteinlere karşı otoanti-
yısıyla, sinir-kas iletiminin devam edebilmesi için, vezi
korlar gösterilmiştir. Dolayısıyla, miyasteniya gravis,
küller 2. Bölümde anlatılan endositozla sinir membra-
kişilerde asetilkolinle aktive edilen iyon kanallarına
nmdan yeniden elde edilir. Aksiyon potanisyeli geçtik
karşı antikorların geliştiği bir otoimmün hastalık ola
ten sonra birkaç saniye içinde, terminal sinir membra-
rak bilinir.
nında orijinal vezikül alanlarında membranın altına tu
Sebep ne olursa olsun, kas liflerinde meydana gelen
tulan sitozoliin kasılabilir proteinleri, özellikle klatrin
son plak potansiyelleri kas liflerini uyaramıyacak ka
tarafından oluşturulan örtülü çukurlar belirir. Yaklaşık
dar zayıftır. Hastalık yeterince şiddetli ise, hasta para-
2 0 saniye içinde proteinler kasılarak çukurların memb-
liziden, özellikle solunum kaslarının paralizisindeıı
ıanın iç yüzüne doğru ayrılıp yeni vezikülleri oluştur
ölür. Miyasteniya gravis genellikle neostigmin veya di
masını sağlar. Sonraki birkaç saniye içinde asetilkolin ğer antikolinesteraz ilaçlarla tedavi edilir. Bunlar si
bu veziküllerin içine taşınır ve yeni bir asetilkolin salgı naptik yarıkta daha fazla asetilkolinin birikmesini sağ
döngüsü için hazır olur. lar. Paralizili hastaların bazıları, ilaçtan sonraki daki
kalar içinde hemen hemen normal fonksiyon görme
Şinir-Kas Kavşağında İletimi Etkileyen ye başlayabilir.
İlaçlar
Asetilkolin-Benzeri Etki ile Kas Lifini Uyaran ilaçlar.
Metakolin, karbakol ve nikotin gibi birçok bileşik kas li KAS AKSİYON POTANSİYELİ
finde asetilkoline benzer etkiye sahiptir. Bu ilaçlarla
asetilkolin arasındaki fark, kolinesteraz ile yıkılmama- 5. Bölüm’de tartışılan sinir lifinde aksiyon potansi
ları veya yavaş yıkılmaları, dolayısıyla bir kez kas lifine yelinin başlaması ve iletimi ile ilgili hem en herşey,
uyguladıklarında etkilerinin birçok dakikadan birkaç bazı farklılıklar dışında iskelet kas lifine de uyarla
saate kadar sürmesidir. Bu ilaçlar asetilkolin reseptör nabilir. Kas potansiyellerinin bazı kantitatif özellik
lerinin bulunduğu motor son plakta lokal depolarizas- leri şunlardır:
84 ÜNİTE II • Membran Fizyolojisi, Sinir ve Kas
1. İstira h at m e m b ra n p o tan siy eli: iskelet liflerin de - m en yanma serbestlem esine neden olur ve kalsi
80 ila -90 m ilivolt k a d a rd ır - b ü y ü k m iyelinli sin ir lifle yum iyonları kasılmayı sağlar. Bütün bu olaylara
rin dek i gibi. ııyarılm a-kasılnıa bağlantısı denir.
2. A k siyon p o tan siy e lin in sü resi: iskelet k a sın d a 1-5
m ilisa n iy e d ir - büy ük m iyelinli sinirlerin y ak laşık b e ş
katı kadar.
3. İleti hızı: 3-5 m /sn - iskelet k asın ı eksite e d en b ü
y ü k m iy elin li sin ir liflerindeki ileti h ızın ın y ak laşık UYARILMA ■ KASILMA BAĞLANTISI
* 113*İ-
Transvers Tübül-Sarkoplazmik
Retikulum Sistemi
Aksiyon Potansiyelinin Transvers Tübül
Sistemi İle Kas Lifi İçine Yayılması Şekil 7-5, T tübül-sarkoplazmik retikulum sistem i
ile çevrili miyofibıilleri göstermektedir. T tübülleri
İskelet kas lifleri o kadar büyüktür ki, membran b o çok küçüktür ve miyofibrillere transvers olarak iler
yunca yayılan aksiyon potansiyeli, lifin derin kı ler. Hücre m em bıanından başlar ve kas lifinin bir
sımlarında hem en hiç akım oluşturamaz. Kasılma tarafından diğer tarafına kadar olan mesafeyi kate-
oluşturabilmesi için bu elektriksel akımların bütün der. Şekilde görülmemekle birlikte, bu tıibüller ara
miyofibrillerin yakınlarına kadar inmeleri gerekir. larında dallanır, dolayısıyla bütün m iyofibıiller
Bu durum, aksiyon potansiyellerinin kas lifi bo arasında birleştirici T tübül ağlarım oluştururlar.
yunca bir yandan diğer yana uzanan transvers tii- Ayrıca, hücre ınem branında başladıkları yerde T
biillerle (T tübülleri) taşınması sayesinde gerçekle tübülleri dışa da açıktır. Dolayısıyla, kas lifini çev
şir. T tübülü aksiyon potansiyeli, kalsiyum iyonları releyen sıvı ile ilişkidedirler ve lüm enlerinde ekst-
nın saıkoplazmik retikulumdan miyofibrillerin he raselüler sıvı bulunur. Diğer bir deyişle, T tübülleri
Sarkolemma
Retikulum
triadi
Z Çizgisi Transvers
tübül
Sarkoplazmik
retikulum
Abandı —
Mitokondri
hücre membranının internal uzantılarıdır. Böylece, kulumun longitudinal tü b ü lleıin d e çok sayıda
aksiyon potansiyeli kas lifi m em branı boyunca ya kalsiyum kanalının hızla açılm asına, neden olur.
yıldığında, aynı zamanda T tübülii boyunca kas li Kanalların açık kaldığı birkaç m ilisaniye sırasın
finin derinliklerine de yayılır. T tübiillerini çevrele da, kas kasılm asından sorum lu olan kalsiyum
yen bu aksiyon potansiyeli akımları, kas kasılması iyonları m iyofibıilleri çevreleyen saıkoplazm aya
nı sağlar. verilir.
Şekil 7-5, kırmızı renkle sarkoplazm ik retikulıı- Serbestleyen kalsiyum iyonları komşu miyofib-
mu da göstermektedir. Sarkoplazmik retikulum iki ıillere difüze olur, burada 6 . Bölümde anlatıldığı gi
büyük parçadan oluşmuştur ( 1 ) miyofıbıillere pa bi, troponin C’ye kuvvetle bağlanır ve kas kasılm a
ralel uzanan uzun longitüdinal tiibüller, (2 ) bunla sını oluşturur.
rın sonlandığı term inal sisterna denen T tübülleıi-
ııe bitişik büyük bölmeler. Kas lifi longitudinal ke Kalsiyum İyonlarını S a rk o p lazm ik Sıvıdan
silerek elektron mikrogıafi alınırsa tübülün yanın G eri Alan Kalsiyum Pom paları. Kalsiyum iyon
daki komşu sisternalar görülebilir. Ortada bir sant ları bir kez sarkoplazmik tübüllerden serbestleyip
ral tübül ile iki yanında büyük sisternalardaıı olu m iyofibıillere difüze olursa, konsantrasyonu mi-
şan yapı bir triad (üçlü) görüntüsü verir. Bu yapı, yofibriler sıvıda yüksek kaldığı sürece kas kasılm a
Şekil 7-5’de ve 6-3’ün elektron mikrografında gös sı devam edecektir. Ancak, sarkoplazm ik ıetikulu-
terilmiştir. mun duvarlarında yerleşmiş olan aktif kalsiyum
Şekil 7 -5 ’te görüldüğü gibi, kurbağa gibi aşağı pom paları, kalsiyum iyonlarını devam lı olarak
gurup hayvanların kasında, her sarkom erde Z m iyofibrillerden tekrar sarkoplazm ik tü b ü lleıe
diskleri düzeyinde yerleşik bir tek T tübül ağı var pompalar. Bu pompa, kalsiyum iyonlarını tübülle
dır. Kalp kası da bu tip T tübül sistem ine sahiptir. rin içinde yaklaşık 1 0 , 0 0 0 kat konsantre edebilir.
M emeli iskelet kasında ise her saıkom er için, kas Ayrıca, retikulumun içinde bulunan kalsekestıin
kasılm asında gerçek mekanik güçlerin oluşturul adlı bir protein, iyon halindekinin 40 katı kadar
duğu miyozin filam entleıinin iki ucuna yakın yer kalsiyumu bağlayarak, kalsiyum depolanm asında
leşm iş iki T tübül ağı vardır. Dolayısıyla, m em eli 40 kat artış sağlayabilir. Kalsiyumun sarkoplazmik
iskelet kası hızlı uyarılma için optimal bir organi retikuluma yoğun transferi, m iyofibıiler sıvıdaki
zasyona sahiptir. total kalsiyum iyonlarını azaltır ( 1 0 7 molardan
daha aza). Böylece, aksiyon potansiyelinden h e
m en sonraki dönem hariç, miyofibrillerde kalsi
Sarkoplazmik Retikulumdan Kalsiyum yum iyonları oldukça düşük düzeylerde tutulur.
İyonlarının Serbestlemesi
Kalsiyum İyonlarının Eksitatör Pulsasyonu.
Sarkoplazmik ıetikulumun özgün niteliklerinden Normalde, miyofibıilleri çevreleyen sitozolde 10 7
birisi de veziküler tübüllerin içinde yüksek kon m olar’dan düşük olan kalsiyum iyon konsantrasyo
santrasyonda kalsiyum iyonları içerm esi ve komşu nu, kasılma oluşturamayacak kadar azdır. Dolayı
T tübülünde aksiyon potansiyeli meydana geldiği sıyla, istirahat durumunda troponin-tropom iyozin
zaman bunları boşaltmasıdır. kompleksi, aktin filam entlerindeki inhibisyonu
Şekil 7-6, T tübülündeki aksiyon potansiyeli sürdürerek kası gevşek tutar.
nin, T tübülüne komşu sisternaların uçlarından Diğer taraftan T tiibül-sarkoplazm ik retikulum
akım a neden olduğu gösterm ektedir. Sinyal sis- sistem inin tam uyarılm ası, kalsiyum iyon k on
ternaların m em branınd a ve sarkoplazm ik reti- santrasyonunun m iyofibıiler sıvıda 2 X 10 4 m o-
ŞEKİL 7- 6
Kasta uyarılma kasılma bağlantısı, aksiyon p o
tansiyeli ile sarkoplazmik retikulumdan kalsi
yum iyonlarının serbestlemesi ve sonra kalsi
yum pom pası ile geri alınması.
86 ÜNİTE II • Membran Fizyolojisi, Sinir ve Kas
lara kadar yükselm esine neden olur. Bu düzey, yum aıtış-azalışı kaıdiyak aksiyon potansiyelinin
m aksim um kas kasılm ası için gerekli olan düze uzun sürm esi nedeniyle yaklaşık V 3 saniyede
yin (2 x l0 4 molar) yaklaşık 10 katıdır. Hem en sonlanır.)
sonra kalsiyum pom pası, kalsiyum iyonlarını ye Kalsiyum pulsasyonu sırasında kas kasılm ası
niden azaltır. İskelet kas lifinde bu kalsiyum meydana gelir. Eğer kasılma kesilmeden uzun süre
"p u lsasy o n u ” to tal olarak san iy en in yaklaşık devam ederse, 6 . Bölümde anlatıldığı gibi, tekrarla
1 ! 2 0 'si kadar sürer, ancak bazı liflerde birkaç kat yan aksiyon potansiyelleri dizisi ile pulsasyonlar da
fazla, bazılarında az olabilir. Kalp kasında kalsi seri halde meydana gelir.
REFERANSLAR
See^also references for Chapters 5 and 6. Harris-NVarrick R M , Hoy R : M otor C ontrol. Row ell L B , Shepherd J T : H andbook o f Phy si
W est W arw ick, R I: G rass Instrument D ivi ology, S e c . 12: E x e rc ise: Regulation and
A m o n o f M J: Electrom yography in C lin ical sion o f A stro-M ed, Inc, 1998. Integration o f M ultiple System s. New Y o rk :
P ractice. New York: C hurchill Livingstone, Jon s JH , Lindstedt S L : Lim its to maximal O xford U niversity Press, 1996.
19 98. perform ance. Annu R ev Physiol 5 5 :5 4 7 , S p ecto r S A , Sivakum ar S : T h e post-polio syn
A rm strong D L , R o ssie S : Ion C hannel R egu la 1993. drome: current con cep ts and treatment. In
tion. Orlando: A cadem ic Press, 1998. K inishian H, Broadie K , C hiba A, B a te M : fect Med 1 4 :4 6 2 , 1997.
/^shley R H : Ion C hannels. New Y o rk : Oxford T h e drosophila neurom uscular junction : a Sugi H: Current M ethods in M u scle P h y siol
U niversity Press, 1996. model system fo r studying synaptic devel ogy. New Y o rk : O xford U niversity Press,
B row n R H Jr: D ystrophin-associated proteins opm ent and function. Annu R ev Neurosci 1998.
and the m uscular dystrophies. Annu R ev 1 9 :5 4 5 , 1996. Thorsteinsson G: M anagem ent o f post-polio
M ed 4 8 :4 5 7 , 1997. M cD onald T F . Pelzer S , Trautwein W , Pelzer syndrom e. M ayo C lin Proc 7 2 :6 2 7 , 1997.
C onley E C : V oltage-G ated C hannels, V o l. IV . D J: Regulation and modulation o f calcium Toh yam a M , Tak atsuji K : A tlas o f N euroac
Orlando: A cad em ic Press, 1998. channels in cardiac, skeletal, and smooth tive Substances and T h e ir R eceptors in the
Edm onds B , G ib b A J, Colquhoun D : M ech a m uscle cells. Physiol Rev 7 4 :3 6 5 , 1994. Rat. O xford: O xford U n iversity Press,
nism s o f activation o f m uscle n icotinic a ce Paw son T : Protein M odules in Signal T ran s 1998.
tylch olin e receptors and the tim e course o f duction. B erlin : Springer, 1998. V an der K loot W , M olgo J: Quantal acety lch o
endplate currents. Annu R ev Physiol 5 7 : Preston D C , Shapiro B E : Electrom yography line release at the vertebrate neurom uscular
4 6 9 , 1995. and N eurom uscular Disorders. Boston: But- ju n ctio n . P hysiol R ev 7 4 :8 9 9 , 1994.
Em erson C , Sw eeney H L: M ethods in M uscle terw orth-Heinem ann, 1998. W arshaw D M : T h e in vitro m otility assay: a
B io lo g y . San D iego: A cadem ic Press, 1997. Raym cnt I, Sm ith C , Yount R G : T h e active window into the m yosin m olecular motor.
F isch b a ch G D , Rosen K M : A R IA : a neuro site o f m yosin. Annu Rev Physiol 5 8 :6 7 1 , New s Physiol S ei 1 1 :1 , 1996.
m uscular ju n ction neuregulin. Annu Rev 1996. W asserm an K : Prin ciples o f E x e rcise T esting
N eurosci 2 0 :4 2 9 , 1997. R eilly T , A tkinson G , W aterhouse J : B io lo g i and Interpretation. Philad elp hia: Lippincott
Fozzard H A , H anck A : Structure and function cal Rhythm s and E xercise. New Y o rk: O x W illiam s and W ilk in s, 1999.
o f voltage-dependent sodium channels, ford U niversity Press, 1996. W intz K W A : M olecu lar M ech an ism s o f S ig
com parison o f brain II and cardiac iso R obinson JD : M oving Q uestions: A H istory o f nalling and M em brane Transport. B erlin :
form s. Physiol R ev 7 6 :3 3 7 1996. M em brane Transport and Bioenergetics. Springer, 1997.
Frob erg K : E x e rcise and Fitn ess. Odense: New Y o rk : O xford U niversity Press, W ood S C , R o ach R C : S p orts and E x e rc ise
O d ense U niversity Press, 1997. 1997. M edicine. New Y o rk : M arcel D ekker, 1994.
Düz Kasın Uyarılması ve i l
Kasılması
87
88 ÜNİTE II • Membran Fizyolojisi, Sinir ve Kas
ŞEKİL 8 • 1
Çok birimli (multi ünite) ve üniter düz kas.
Düz Kas Kasılmaları ile İskelet Kası Kasılmasının iskelet kasındaki 3-4 kg/cm2’ye kıyasla düz kasta 4-
Karşılaştırılması 6 kg/cm 2 kesit alan kadardır. Bu büyük çekim gü
başlar. Kalsiyum artışı düz kas lifinin sinirsel ya tulu kalmasına neden olur. Dolayısıyla, herhangi
da horm onal yolla uyarılm ası, lifin gerilmesi veya bir anda aktin filamentlerine tutulu baş sayısı çok
lifin kim yasal çevresindeki değişikliklerden kay tur. Aktine bağlı başların sayısı statik kasılma gücü
naklanabilir. nü belirlediği için, gerilim sürdürülür veya ‘'m an
Ancak düz kasta, iskelet kas kasılmasını sağlayan dallanır”; ancak kas tarafından az enerji kullanılır
kalsiyum iyonlarının bağlandığı düzenleyici prote çünkü, bir başın ayrıldığı nadir durumlar dışında,
in olan troponin bulunmaz. Onun yerine düz kas ATP ADP’ye yıkılmaz.
kasılması aşağıda anlatıldığı gibi çok farklı bir m e
kanizma ile uyarılır.
dan iç katlara doğru aksiyon potansiyelinin iletimi Ü niter Düz Kasta Aksiyon Potansiyelleri. Vise-
veya transmiter maddenin difüzyonıı ile yayılır. ıal düz kas gibi üniter düz kasta da aksiyon po tan
Düz kas liflerini inerve eden aksonlar, iskelet siyeli iskelet kasındaki yolla oluşur. Bir sonraki kı
kas liflerinin m otor son plak tipinin tipik dalla sımda belirtildiği gibi, çok birimli düz kas liflerinin
nan ayak sonlanm asına da sahip değildir. Onun çoğunda ise meydana gelmez.
yerine ince term inal aksonlar eksenleri boyunca Viseral düz kasın aksiyon potansiyelleri iki b i
dağılan birçok genişlem elerden (varikozite) salgı çimde meydana gelir: ( 1 ) sivri potansiyeller, (2 )
lanabilir. G enişlem elerde iskelet kası son plağın platolu aksiyon potansiyelleri.
daki gibi transm iter m adde içeren veziküller var
dır. Sad ece asetilkolin içeren iskelet kas kavşa Sivri Potansiyeller. Çoğu ü n iter düz kas tipinde
ğındaki veziküllerin tersine, oton om sinir lifi iskelet kasındaki gibi tipik sivri aksiyon p o ta n si
sonlanm alarındaki veziküller bazı liflerde a setil yeller m eydana gelir. Bu tip aksiyon p otan siyeli
kolin, bazılarında norepinefritı ve nadiren başka nin süresi Şekil 8-4A’ da görüldüğü gibi 10-50 m i
m addeler içerir. lisaniyedir. Bu tip aksiyon potansiyelleri elektrik
Özellikle çok birimli düz kaslarda olmak üzere uyarısı, horm onların düz kasa etkisi, sinir lifleri
bazı genişlemeler, aralarında ancak 20-30 nano- nin transm iter m addeleri, germ e veya kas lifinin
m etrelik mesafe kalacak şekilde direkt olarak kas li spontan üretimi gibi birçok yol ile ortaya çık arı
fi m em branınm üstüne yayılır. Bu mesafe iskelet labilir.
kas kavşağındaki sinaptik yarık genişliğiyle aynıdır.
Bunlara tem as kavşakları denir ve iskelet kasının Platolu Aksiyon Potansiyelleri. Şekil 8-4C ’de pla
sinir-kas kavşağındaki gibi fonksiyon görür; Bu düz
tolu aksiyon potansiyeli görülmektedir. Bu aksiyon
kas liflerinin latent periyodu, yaygın kavşakla uya
potansiyelinin başlangıcı tipik sivri potansiyeli ile
rılan liflerinkinden kısadır.
aynıdır. Ancak, kas lifi m em branınm hızlı repolari-
zasyonu gözlenmez, repolarizasyon birkaç yüz-
D üz Kas Sinir-Kas K avşağında E ksitatö r ve den-bin milisaniyeye (1 sn) kadar gecikir. Plato;
İn h ib itö r Transm iter M ad d eler. Düz Kası iner üıeter, bazen uterus ve bazı damar düz kasları gibi
ve eden otonom ik sinirler tarafından salgılanan
en önem li transm iter maddeler asetilkolin ve no-
repiııefrindir, fakat hiçbir zam an ikisi aynı sinir li
finden salgılanmaz. Asetilkolin bazı organlarda
düz kas lifleri için eksitatör, diğerlerinde ise inhi-
bitördür. Bir kas lifini asetilkolin eksite ediyorsa,
kural olarak norepinefrin inhibe eder. Tersine,
asetilkolin lifi inhibe ediyorsa, norepinefrin genel
likle uyarır.
Fakat bu farklı yanıtların nedeni nedir? Bunun
cevabı, düz kası hem asetilkolin hem de norepi-
nefrinin, hücre m em bıanm d a bulunan kendi re
sep tör p rotein lerin e bağlanarak inhibe veya eksi
te etm esidir. Ayrıca, bazı reseptör proteinler eksi-
tatörkeıı diğerleri itıhibitördür. Dolayısıyla, re
sep törü n tipi asetilkolinin mi yoksa norepinefri- —I I I
10 20 30
nin m i etkili olacağını ve buna bağlı olarak düz
Saniye
kasın inhibe mi, eksite mi edileceğini belirler. Bu
reseptörler 60. Bölüm ’de detaylı biçim de otonom
sinir sistem inin fonksiyonları ile ilintili olarak
tartışılm ıştır.
düz kas lifi tiplerinde meydana gelen uzun süreli ritmik kasılmalar oluşturabilir. Dolayısıyla, yavaş
kasılmadan sorumlu olabilmesi açısından önem li dalgalara pacemaker dalgalar denir. 62. Bölümde
dir. (9 ve 10. Bölümlerde değinildiği gibi, uzun ka bu aktivite tipinin barsağın ritmik kasılmalarını
sılma süresi olan kalp kası liflerinde de bu tip aksi kontrol ettiğini görüyoruz.
yon potansiyeli görülür.)
Viseral Düz Kasın G erilm e İle U yarılm ası. Vi
Düz Kas Aksiyon Potansiyellerinin Oluşmasında seral (üniter) düz kas yeterince gerildiğinde, ge
Kalsiyum Kanallarının Ö nem i. Düz kas hücre zarı, nellikle spontan aksiyon potansiyelleri m eydana
iskelet kasından çok daha fazla voltaj kapılı kalsi gelir. Bunlar: (1) norm al yavaş dalga potansiyelle
yum kanalına, fakat daha az voltaj kapılı sodyum rinin etkilerinin, (2 ) gerilmeye bağlı olarak m em b
kanalına sahiptir. Dolayısıyla, çoğu düz kasta aksi ran potansiyelinin negatifliğinde m eydana gelen
yon potansiyeli oluşumunda sodyumun katkısı az azalma ile birleşm esinden kaynaklanır. Gerilmeye
dır. Onun yerine, aksiyon potansiyelinden başlıca karşı oluşan bu yanıt, sindirim kanalı duvarının
sorumlu olan, kalsiyum iyonlarının lifin içine akı aşırı gerilme durumunda otom atik olarak kasıl
mıdır. Bu, sinir lifleri ve iskelet kas liflerinde sod masını ve dolayısıyla gerime direnm esini sağlar.
yum kanallarındaki gibi kendini yeniden oluşturan Örneğin, barsak fazla dolduğu zam an lokal o to
(self - rejeııeıatif) şekilde oluşur. Ancak, kalsiyum matik kasılma, barsağın içeriğini, çok dolu olan
kanalları sodyum kanallarından çok daha yavaş bölgeden u zaklaştıracak p eristaltik dalgaların
açılır, fakat ondan daha uzun süre açık kalır. Düz meydana gelm esini sağlar.
kas liflerinin yavaş aksiyon potansiyellerinden bü
yük ölçüde bu olay sorumludur. Ç o k B irim li D üz Kasın A k s iy o n P o ta n s i
Aksiyon potansiyeli sırasında hücrelere kalsiyum y e lle ri O lm a d a n D e p o la riz a s y o n u
girişinin diğer bir önemli özelliği de, daha önce tar
tışıldığı gibi, hücre içine giren kalsiyumun direkt Gözün iris kası veya piloerektör kas gibi çok b i
etkiyle düz kasta kasılmaya neden olmasıdır. D ola rimli düz kas lifleri, norm alde başlıca sinir uyarı
yısıyla kalsiyum bir defada iki iş görür. larına yanıt olarak kasılır. Sinir uçları bazı çok b i
rimli düz kaslarda asetilkolin, bazılarında norepi-
Ü n iter Düz Kasta Yavaş Dalga Potansiyelleri nefrin salgılar. Her iki durumda da, transm iter
ve Spontan Aksiyon Potansiyeli Oluşumu. Ba maddeler düz kas m em branında depolaıizasyona
zı düz kaslar kendi kendini uyarabilirler. Yani dışar neden olur ve bu da kasılma m eydana getirir. G e
dan bir uyarı olmadan düz kasın içinde aksiyon po nellikle aksiyon potansiyelleri m eydana gelmez.
tansiyelleri doğabilir. Bu, özellikle intestinal duvar Bunun nedeni liflerin aksiyon potansiyeli oluştu
düz kasındaki gibi, yavaş dalga ritmi ile ilişkilidir. ram ayacak kadar küçük olmalarıdır. ( viseral üni
Barsağm viseral düz kasındaki bu tipik yavaş dalga ter düz kasta aksiyon potansiyeli doğduğunda,
tipi Şekil 8 -4 £ ’de gösterilmiştir. Yavaş dalganın kendi kendine yayılan aksiyon potansiyeli ortaya
kendisi bir aksiyon potansiyeli değildir. Yani, kas li çıkm adan önce 30-40 düz kas lifi aynı anda d epo
finin m em branı boyunca yayılan kendini yenileyen larize olmalıdır.) Ancak, çok birim li düz kas lifle
bir işlemi değildir. Kas kitlesini oluşturan düz kas rinde aksiyon potansiyeli olm adan bile, tran sm i
liflerinin lokal bir özelliğidir. ter madde tarafından oluşturulan kav şa k po ta n si
Yavaş dalga ritminin nedeni bilinmemektedir; yeli denen bir lokal potansiyel "elektıotonik” o la
ancak yavaş dalgaların, sodyum iyonlarının kas lifi rak bütün lifte yayılır ve kas kasılm ası için gerekli
m em branından dışarı doğru pompalanmasındaki olan da budur.
artm a ve azalmaya bağlı olarak; sodyum hızlı pom
palandığında m em bran potansiyelinin daha nega
tif hale gelmesi ve pompa daha az aktif olduğunda Aksiyon Potansiyeli Olmadan Düz Kas
negatifliğinin azalmasından kaynaklandığı düşü Kasılması - Lokal Doku Faktörleri ve
nülmektedir. İyon kanallarının geçirgenliğinin rit Hormonların Etkisi
mik olarak artıp azaldığı şeklinde bir düşünce de
vardır. M uhtemelen düz kas kasılmalarının en az yarısı,
Yavaş dalgaların önemi, aksiyon potansiyellerini aksiyon potansiyelleri ile değil, düz kasın kasılabi-
başlatabilmeleridir. Yavaş dalgaların kendisi kas lir makinasına doğrudan etki eden uyarıcı faktör
kasılmasına neden olamaz, fakat yavaş dalganın lerle başlatılır. Sinirsel olmayan ve aksiyon potansi
potansiyeli yaklaşık -35 milivoltun üzerine (çoğu yeli doğurmayan uyarıcı faktörlerden en sık görü
viseral düz kasta aksiyon potansiyeli oluşturabile lenler; ( 1 ) lokal doku faktörleri ve (2 ) çeşitli h or
cek yaklaşık eşik) çıktığı zaman aksiyon potansiye monlardır.
li doğar, kas kitlesinde yayılır ve kasılma meydana
gelir. Şekil 8-4B her yavaş dalga tepesinde bir veya Lokal Doku Faktörlerine Yanıt O larak Düz
daha fazla aksiyon potansiyelinin meydana gelişini Kas Kasılması. 17. Bölüm’de aıteriyoller, m etar-
göstermektedir. Bu etki düz kas kitlesinde bir seri teriyoller ve prekapiller sfinkterlerin kasılm asının
BÖLÜM 8 • Düz Kasın Uyarılması ve Kasılması 93
kontrolünü tartıştık. Bu damarlardan küçük olan bu enzim ler hücre içinde ikinci h aberciler denen
ların siniri yoktur veya azdır. Ancak düz kas olduk siklik adenozin m on ofosfat (cAMP) veya siklik gıı-
ça kontraktildir, çevreleyen interstisyel sıvıdaki lo anozin m onofosfatı (cGMP) oluştururlar. cAMP
kal değişikliklere hızla yanıt verir. Bu yolla, güçlü veya cG M P'm indirekt olarak kasılm ayı inhibe
bir lokal feedback kontrol sistem i doku alanına eden bazı enzim lerin fosforilasyon derecesini d e
bölgesel kan akımını düzenler. Bazı özgül kontrol ğiştirmek gibi etkileri vardır. Özellikle kalsiyum
faktörleri şunlardır: iyonlarını sarkoplazm adan sarkoplazm ik ıetiku-
luma pom palayan pom pa ve hücreden dışarı çı
1. D o k u d a lokal ok sijen eksikliği d ü z k a sta gevşem eye karan hücre m em bran pom pası aktive edilir; bu
ve dolayısıyla v a zo d ilatasy o n a n ed en olur. etkiler hücre içi kalsiyum konsantrasyonunu dü
2. Aşırı karb on dioksit v azo d ilatasy o n a se b e p olur. şürerek kasılmayı inhibe eder.
3. H idrojen iyon k o n san trasy o n u n u n artm a sı d a vazo-
d ilatasy on u artırır.
REFERANSLAR
S e e also references for Chapters 5 and 6. Hirst G D S , Edw ards F R : Sym pathetic neuroef m unication: the c e ll-to -c e ll m em brane chan
fector transm ission in arteries and arterioles. nel. Physiol R ev 6 1 :8 2 9 , 1981.
A rm strong D L , R o ssie S: Ion C hannel R e g u la Physiol Rev 6 9 :5 4 6 , 1989. M atthews G G : C ellular Physiology o f Nerve
tion. O rlando: A cadem ic Press, 1 9 98. H ochachka PW : M uscles as M olecular and and M u scle. M aldon, M A : B la ck w ell S c i-
A shley R H : Ion C hannels. New Y ork: O xford M etabo lic M achines. B o c a Raton: C R C cn ce, 1998.
U niversity Press, 1996. Press, 1994. Paul R J: Sm ooth m uscle en ergetics. A nnu R ev
B e rk B C , C orson M A : A ngiotensin II signal H offm an F, Jam ieson JD : C ell Physiology. Physiol 5 1 :3 3 1 , 1989.
transduction in vascular sm ooth m uscle: New Y o rk : O xford U niversity Press, 1997. Pierce G N , C laycon ib W C : N ovel M ethods in
role o f tyrosine kinases. C irc R e s 8 0 :6 0 7 , H orow itz A , M en ice C B , Laporte R , M organ M olecu lar and C ellu lar B io ch em istry o f
1997. K G : M echanism s o f smooth muscle con M uscle. D ordrecht: K luw er A cad em ic Pub
traction. Physiol Rev 7 6 :9 6 7 , 1996. lishers, 1997.
C arl A j L e e H K , Sanders K M : Regulation o f
Kam m K E , Stull JT : Regulation o f smooth Pusch M , Jen tsch T J: M o lecu la r physiology o f
ion channels in smooth m uscles by calcium .
voltage-gated chlorid e channels. Physiol
A m J Physiol 2 7 1 :C 9 , 1996. m uscle contractile elem ents by second m es
R ev 7 4 :8 1 3 , 1994.
C onley E C : V oltage-G ated C hannels, V o l. IV . sengers. Annu Rev Physiol 5 1 :2 9 9 , 1989.
Reith M E A : N eurotransm itter Transporters:
O rlando: A cad em ic Press, 1998. K ao C Y , C arsten M E : C ellular A spects o f
Structure, Function, and Regulation. T o -
E g len R M : M uscarin ic R eceptor Subtypes in Sm ooth M uscle Function. Cam bridge: C am
towa, N J: Humana Press, 1997.
Sm ooth M uscle. B o c a Raton: C R C Press, bridge U niversity Press, 1997.
Seid el C L , Sch ild m eyer L A : V ascu lar smooth
1997. K eynes R D : Nerve and M uscle, 2nd ed. New
m uscle adaptation to increased load. Annu
Em erson C , Sw eeney H L: M ethods in M uscle Y ork: C am bridge University Press, 1992. R ev Physiol 4 9 :4 8 9 , 1987.
B io lo g y . San D iego: A cad em ic Press, 1997. K oham a K , Sasaki Y : M olecular M echanism s Sperelakis N: C e ll Physiology Sou rce B ook.
Furchgott R F : T h e role o f endothelium in the o f Sm ooth M uscle Contraction. Austin: O rlando: A cad em ic Press, 1998.
responses o f vascular smooth m uscle to Landes C o. 1998. Sugi H: Current M ethods in M u scle P hysiol
drugs. Annu R ev Pharm acol T o x ic o l 2 4 : K o tlik o ff M I, Kamm K E: M olecular m echa ogy. N ew Y o rk : O xford U niversity Press,
175, 1984. nisms o f beta-adrenergic relaxation o f air 1998.
G ab ella G : Structural apparatus for force trans way smooth m uscle. Annu Rev Physiol Zim m ern PE, Lin V K , M cC on n ell JD :
m ission in smooth m uscle. Physiol R ev 6 4 : 5 8 :1 1 5 , 1996. S m ooth -m uscle physiology. U rol C lin North
4 5 5 , 1984. Low cnstein \VR: Junctional intercellular co m Am 2 3 :2 1 1 , 1996.
9
K alp Kası; B ir P o m p a O la ra k Kalp
10
K a lb in R itm ik U yarılm ası
11
N o rm a l E le k tro k a rd iy o g ra m
12
K alp Kası ve K o ro n e r Kan A kım ı A n o rm a llik le rin in
E le k tro k a rd iy o g ra fik Y orum u; V e ktö rye l A n a liz
13
K a rdiyak A r itm ile r ve E le k tro k a rd iy o g ra fik Y orum u
Bu bölümde, kalp ve dolaşım sistem im tartışmaya rirler. Bu filamentler içiçe geçmiştir ve kasılma sıra
başlıyoruz. Kalp, Şekil 9 -1 ’de gösterildiği gibi, ger sında iskelet kasında olduğu gibi birbirleri üzerin
çekte iki ayrı pompadan oluşur: Akciğerlere kan de kayarlar (Bkz. Bölüm 6 ). Göreceğimiz gibi kalp
pompalayan sağ k alp ve çevre organlara kan pom kası, başka bakımlardan iskelet kasından oldukça
palayan sol kalp. Bunların her biri, bir atriyum ve farklıdır.
bir ventrikillden oluşan iki bölmeli bir atım pom
pasıdır. Atriyum, ventıikül için zayıf bir hazırlayıcı Bir Sinsisyum O la ra k Kalp Kası. Şekil 9-2'de
pompa (ön-pompa) işlevi görür, başlıca görevi kam kalp kası liflerini enine kestiği görülen koyu alan
ventıikül içine yöneltmektir. Ventıikül ise, kanı ya lara iııterkale disk adı verilir. Bunlar gerçekte,
pulmoner ya da periferik dolaşıma iten ana kuvve kalp kası hücrelerini birbirinden ayıran hücre
ti sağlar. zarlarıdır. Kalp kası lifleri, birbirine seri bağlan
Kalpteki özel bir mekanizma, kalbin ritmikliğini mış çok sayıda ayrı hücreden m eydana gelir. An
(ritmik uyarılar oluşturma yeteneği) sağlar. Aksi cak interkale disklerin elektriksel direnci kalp ka
yon potansiyellerini tüm kalp kası boyunca ileterek sı lifin in dış zarın ın d iren cin in y aln ızca
ritmik kalp atımlarına neden olur. Bu ritmik denet 1 /4 oo’üdüri Çünkü hücre zarlarının kaynaşarak
leme sistem i Bölüm 10’da anlatılmıştır. Şimdi bu oluşturduğu, "h a b e rle şen b a ğ la n tıla r” (oluklu
bölümde, kalp kasının özgül niteliklerinden başla bağlantı, gap ju n ction ) geçirgendir, iyonların ııis-
yarak, kalbin bir pompa olarak nasıl çalıştığını an beten serbest difüzyonuna izin verir. Dolayısıyla,
latacağız. işlevsel açıdan, iyonların kalp kası liflerinin uzun
ekseni boyunca kolaylıkla hareket etm eleri sağla
nır. Böylece aksiyon potansiyelleri çok küçük bir
engelle karşılaşarak interkale diskleri geçer ve bir
KALP KASININ FİZYOLOJİSİ kalp kası hücresinden diğerine iletilirler. Kalp ka
sı, bir sinsisyum oluşturacak şekilde biraraya gel
Kalp başlıca üç tip kalp kasından meydana gelir. miş pekçok kalp kası hücresinden m eydana gelir.
Bunlar, atriyum kası, ventrikiil kası, özelleşmiş Bu sinsisyumdaki kalp hücreleri birbirlerine öyle
uyarıcı ve iletici kas lifleridir. Kasılma süresinin sine bağlanm ıştır ki, hücrelerden biri uyarılınca,
daha uzun olm ası dışında, atriyum ve ventıikül aksiyon potansiyeli hücreden hücreye kafes işi
kasları iskelet kasma oldukça benzer şekilde kası nin tüm bağlantılarına yayılarak bütün hücrelere
lırlar. Çok az m iktarda kasılabilir fibıil içeren ulaşır.
özelleşm iş uyarı ve ileti lifleri ise, yalnızca belli Kalp gerçekte iki sinsisyumdan meydana gelir.
belirsiz kasılırlar. Bunun yerine ı itm isite ve deği Bunlar, iki atriyumun duvarlarını oluşturan atıi-
şik hızlarda ileti oluşturarak, kalbin ritm ik atışını yum sinsisyumıı ve iki ventrikülün duvarlarını
kontrol eden bir uyarı sistem i sağlarlar. oluşturan veııtrikül sinsisyumuclur Atriyumlarla
ventriküller arasındaki kapak açıklıklarını çevrele
yen fibröz doku, atriyumları ventrikiillerden ayırır.
Kalp Kasının Fizyolojik Anatomisi Normalde aksiyon potansiyelleri, atriyum sinsisyu-
m undan ventıikül sinsisyumuna yalnızca özelleş
Kalp kasının tipik histolojik görünümü Şekil 9-2’de miş bir ileti sistem i aracılığıyla çapları birkaç m ili
izlenmektedir. Bölünen, biraraya gelen ve tekrar metre olan ileti liflerinin oluşturduğu atriyoventri-
ayrılan kalp kası liflerinin, kafes işine benzer şekil kiiler (A-VJ d em et ile) iletilebilir. A-V demet Bölüm
de düzenlendiği görülmektedir. Kalp kasının tipik 10’da ayrıntılarıyla tartışılmıştır. Kalbin kas kitlesi
bir iskelet kası gibi çizgili olduğu da bu görünüm nin bu şekilde iki işlevsel sinsisyuma bölünmesi,
den hem en anlaşılmaktadır. Dahası, kalp kasının atriyumların ventrikiillerden kısa bir süre önce ka
tipik miyofibıilleri, iskelet kasındakilerin hemen sılmasına olanak verir. Bu da kalp pompasının et
hem en aynı olan aktiıı ve miyoziıı filam eutleri içe kinliği açısından önemlidir.
96
BÖLÜM 9 • Kalp Kası; Bir Pompa Olarak Kalp 97
platonun oluşmasına neden olan, kalp kası ve iske le bir durum Şekil 9-4’de, ikinci örnekteki erken
let kası arasındaki ikinci temel işlevsel farklılık şu prematüre kasılma ile gösterilmiştir.
dur: aksiyon potansiyelinin başlamasından hem en Atriyum kasının cevapsız dönem i ventrikülün-
sonra iskelet kasında gözlenmeyen bir olay meyda kinden çok daha kısadır (atrium laıda yaklaşık 0.15
na gelir, kalp kası zarının potasyum geçirgenliği saniyeye karşılık ventrikiillerde 0.25-0.30 sn)
yaklaşık beşte birine kadar azalır. Potasyum geçir
genliğindeki bu azalma, aşırı miktarda kalsiyumun Uyarılm a-Kasılm a Bağlantısı-Transvers Tü-
yukarıda belirtilen kalsiyum kanallarından hücre b ülle rin ve Kalsiyum İyonlarının G örevleri
içine akm asına bağlı olabilir. Nedeni ne olursa ol
sun, aksiyon potansiyelinin platosu sırasında po
“Uyarılma-Kasılma Bağlantısı” terimi, aksiyon p o
tasyum geçirgenliğinin azalması, potasyum iyonla
tansiyelinin kas m iyofibrilleıinin kasılmasını sağla
rının hücre dışına akışını önemli derecede azalta mak için kullandığı mekanizmayı ifade eder. Bu ko
rak potansiyelin dinlenim düzeyine dönmesini ge nu iskelet kası için Bölüm 7 ’de tartışılmıştır. Kalp
ciktirir. Yavaş kalsiyum-sodyum kanalları 0.2-0.3 kasında bu mekanizmada da farklılıklar olup, bun
saniyenin sonunda kapanınca, kalsiyum ve sod ların kalp kasının kasılma özellikleri üzerinde
yum iyonlarının hücre içine akışı durur, zarın po önemli etkileri vardır.
tasyum geçirgenliği hızla artar. Lif hızla potasyum İskelet kası için de geçerli olduğu gibi, bir aksiyon
kaybedince, zar potansiyeli dinlenim düzeyine geri potansiyeli kalp kasının zarı üzerine ilerlerken ayaıı
döner, böylece aksiyon potansiyeli son bulur. zamanda transveıs (T) tübiillerin zarları boyunca
da ilerleyerek, kalp kası lifinin iç kısımlarına yayılır.
Kalp Kasında İleti Hızı. Aksiyon potansiyelinin T tübiillerindeki aksiyon potansiyelleri longitüdinel
hem atriyum hem de ventrikül kaslarının liflerin sarkoplazmik tübüllerin zarlarını etkileyerek, kalsi
deki ileti hızı, yaklaşık 0.3-0.5 m/sıı’dir. Bu hız, çok yum iyonlarının hızla sarkoplazmik ıetikulumdan
kalın sinir liflerindeki hızın yaklaşık 1 /250’si, iskelet kasın saıkoplazm asına serbestlem esine neden
kası liflerindeki lıızın yaklaşık 1 /1 0 ’udur. İleti hızı, olurlar. Bu kalsiyum iyonları, salınmalarım izleyen
özelleşmiş ileti sistem inin (Purkinje lifleri) çoğu birkaç 1 / 1 0 0 0 saniye içerisinde miyofıbriller içine
bölümünde 4 m/sıı kadar büyük olabilir. Bu sistem yayılır; aktin ve miyozinin birbirleri üzerinde kay
Bölüm 10’da açıklandığı gibi uyarıcı sinyallerin malarını sağlayan kimyasal tepkimeleri katalizleye
kalpte hızla iletilmesini sağlar. rek kas kasılmasına neden olurlar.
Buraya kadar uyarılm a-kasılm a bağlantısının
Kalp Kasında Cevapsız Dönem (R efrakter Pe- mekanizması iskelet kasındaki ile aynıdır, fakat çok
riyod). Kalp kası, bütün uyarılabilir dokular gibi farklı ikinci bir etki daha vardır. Sarkoplazmik reti-
aksiyon potansiyeli sırasında yeniden uyarılmaya kulumun sisternalarından sarkoplazmaya serbest
cevap vermez. Dolayısıyla kalbin cevapsız dönemi, leyen kalsiyum iyonlarına ek olarak, aksiyon potan
Şekil 9 -4 ’iin solunda da görüldüğü gibi, kalp kası siyeli sırasında T tübülleriııden de sarkoplazmaya
nın daha önce uyarılmış bir bölgesinin normal bir büyük miktarda kalsiyum difüzyonu gerçekleşir. T
kalp uyarısı ile yeniden uyarılmasının mümkün ol tiibüllerinden gelen bu ek kalsiyum olmasaydı kalp
madığı zaman aralığıdır. Ventrikülün normal ce kasının kasılma kuvveti kesinlikle ve önemli ölçüde
vapsız dönemi 0.25 ila 0.30 saniye olup, aksiyon azalırdı. Çünkü kalp kasının sarkoplazmik retikulu-
potansiyelinin süresi kadardır. Buna ek olarak, yak mu, iskelet kasınınkine oranla daha az gelişmiştir
laşık 0.05 saniye süren bir göreceli cevapsız dönem ve tam bir kasılma sağlayacak kadar kalsiyum içer
de vardır. Bu süre içerisinde kası uyarmak norm al mez. Diğer yandan T tübüllerinin çapı kalp kasında
den daha zordur, fakat yine de kas uyarılabilir. Böy iskelet kasındakiniıı 5 katı büyüklüktedir. Bu da,
hacm in 25 kat büyük olduğu anlam ına gelir. Ayrıca,
T tübüllerinin içinde büyük miktarda mukopolisak-
karid bulunur; ‘bunlar elektronegatif yüklüdür ve
bol miktarda kalsiyum iyonu bağlayarak çok daha
fazla kalsiyum iyonunun depolanmasını sağlarlar.
Bu kalsiyum iyonları, T tiibülünde aksiyon potansi
yeli oluştuğu zaman kalp kası lifinin içine difiize ol
maya hazır şekilde saklanır.
Kalp kasının kasılma kuvveti, büyük ölçüde, hüc-
redışı sıvılardaki kalsiyum iyonlarının yoğunluğu
na bağlıdır. Bunun nedeni, kalp kasının inteıstis-
yumundaki hücre dışı sıvısının, doğrudan doğruya
kalp kası liflerinin dışına açılan T tübüllerinin uçla
rından süzülerek T tiibüllerine de girmesidir, sonuç
olarak, T tübül sistem inin içerdiği kalsiyum iyonla
ŞEKİL 9 - 4
rının miktarı -kalp kası kasılmasını başlatmaya ha
Kalp kasılmasında cevapsız dönem (refrakter periyod) ve görece zır kalsiyum iyonları- büyük ölçüde hücıedışı sıvı
li cevapsız dönem (rölatif refrakter periyod), erken ve geç prema
türe kasılmaların etkisi. Prematüre kasılmaların iskelet kasından nın kalsiyum iyonu yoğunluğuna bağlıdır.
farklı olarak dalga stımasyonu yaratmadığına dikkat ediniz. (Tersine, iskelet kasının kasılma kuvveti, hiicredışı
BÖLÜM 9 • Kalp Kası; Bir Pompa Olarak Kalp 99
-Eşhacimli gevşeme
Fırlatma Hızlı içe akım
Eşhacimli Diyastaz
Atriyum sistolü
kasılma
120
Aort
kapağı
100 -
açılır
D) Aort basıncı
X
E
E
60 -
A-V kapak
0w
3 40
C0 A-V kapa
20 -
Atriyum basıncı
0 -
_ 130 Ventrikül basıncı
Ventrikül hacmi
90 -|
50
Elektrokardiyogram
Fonokardiyogram
Diyastol
ŞEKİL 9 - 5
Sol ventrikülün işlevi ile ilgili olarak kalp döngüsünde ortaya çıkan olaylar. Şekilde sol atriyum basıncı, sol ventrikül
basıncı, aort basıncı, ventrikül hacmi, elektrokardiyogram ve fono kardiyogramdaki değişiklikler görülmektedir.
100 ÜNİTE III • Kalp
aorta, sol ventrikül ve sol atıiyumdaki basınç deği c dalgası ventriküller k asılm ay a b a şla d ığ ı z a m a n b e li
şikliklerini göstermektedir. Dördüncü eğri ventrikül rir. Bu dalga kısm en ventrikül k a sılm a sın ın b a şla n g ıc ın
hacmindeki değişiklikleri, beşinci elektıokardiyog- d a kü çü k bir m iktarda kanın atriy u m lara geri ak m asın a,
ramı, altıncı ise kalbin -özellikle kalp kapaklarının- fakat olasılıkla da b a şlıc a A-V kapakların , ven trikülleıde-
ki b asın cın artm ası neden iyle, geriye atriy u m lara doğru
pompalarken çıkardığı seslerin kaydı olan fonokar-
esn em esin e bağlıdır.
diyogramı temsil etmektedir. Okuyucunun bu şekli v dalgası ventrikül kasılm asın ın so n u n a doğru belirir,
ayrıntılı olarak incelemesi ve gösterilen bütün olay ventrikül k asılm ası sıra sın d a A-V kap ak lar k apalı iken,
ların nedenlerini kavraması özellikle önemlidir. kanın ven lerden atriy u m lara y av a şça a k m a sın a bağlıdır.
Ventrikül k asılm ası son bulup, A-V k ap ak lar açılın ca b u
kan h ızla ventriküllere ak ar ve v d a lg ası kaybolur.
Elektrokardiyogramın Kalp Döngüsü ile
İlişkisi
Ventriküllerin Pompa Olarak Görevi
Şekil 9 -5 ’deki elektrokardiyogram, Bölüm 11, 12 ve
13’de tartışılan P,Q,R,S ve T dalgalarını gösterm ek Ventriküllerin Dolması. Ventrikül sistolü sırasında
tedir. Bu dalgalar, kalpte oluşan ve vücut yüzeyin A-V kapaklar kapalı olduğu için atriyumlaıda büyük
den elektrokardiyogıaf ile kaydedilen elektriksel miktarlarda kan birikir. Dolayısıyla, sistol sona erip
voltajlardır. P dalgası, depolarizasyonun atriyum- ventrikül basınçları düşük diyastolik değerlerine ge
lara yayılm ası ile oluşur. Bunu izleyen atriyum ka ri iner inmez, orta derecede ai tmiş olan atriyum b a
sılması, P dalgasından hem en sonra, atriyum b a sınçları, hemen A-V kapakları iterek açar ve Şekil 9-
sıncı eğrisinde hafif bir yükselmeye neden olur. 5’de ventrikül hacmi eğrisindeki yükselme ile göste
P dalgasının başlangıcından yaklaşık 0.16 saniye rildiği gibi, kanın hızla ventriküllere akmasını sağlar.
sonra, ventrikiillerin depolarizasyonuna bağlı ola Buna ventriküllerin hızlı dolma dönemi adı verilir.
rak QRS dalgaları belirir. Ventıiküllerin depolari- Hızlı dolma dönemi yaklaşık olarak diyastolün
zasyonu, şekilde de görüldüğü gibi, ventriküllerin ilk üçte birini kapsar. Diyastolün ikinci üçte birinde
kasılm asına ve ventrikül basıncının yükselmeye normalde ventriküllere yalnızca çok küçük bir m ik
başlam asına neden olur. Dolayısıyla, QRS komp tarda kan akımı olur. Bu kan, venlerden atriyum la
leksi ventrikül sistolünün başlangıcından çok kısa ra boşalmaya devam eden ve atriyumlardan da
bir süre önce başlar. doğrudan ventriküllere geçen kandır.
Elektrokardiyogramda son olarak ventrikiillerin Diyastolün son üçte birinde atriyumlar kasılır ve
T dalgası izlenir. Bu dalga, ventrikül kası liflerinin kanın ventriküllere akışı için ek bir itici güç oluştu
gevşemeye başladığı zamanı, yani ventriküllerin rurlar. Bu da, her bir kalp döngüsü sırasında ventri
repolarizasyon evresini temsil eder. Dolayısıyla, T küllerin dolmasının yaklaşık % 25’inden sorumludur.
dalgası ventrikül kasılmasının son bulmasından kı
sa bir süre önce meydana gelir. Ventriküllerin Sistol Sırasında Boşalması
Atriyumların Hazırlayıcı Pompa Olarak Eş hacimli (izovolem ik, izom etrik) Kasılma D ö n e
Görevi mi. Şekil 9 -5 ’de de görüldüğü gibi ventrikül kasıl
ması başladıktan hem en sonra, ventrikül basıncı
Kanın büyük venlerden atriyumlara akışı normalde aniden yükselir ve A-V kapakların kapanm asına
süreklidir; kanın yaklaşık % 75’i atriyumlar kasılma neden olur. Bu andan itibaren ventriküllerin, aorta
dan önce atriyumların içinden geçip doğrudan ve pulmoner arterdeki basınçlara rağmen sem ilu
ventriküllere akar. Bunu izleyen atriyum kasılması, nar (aortik ve pulmoner) kapakları iterek açm aları
genellikle ventriküllerin dolm asının geri kalan na yetecek kadar basıncı oluşturmaları için 0 ,0 2 -
% 25'ind eıı sorumludur. Dolayısıyla, atriyumlar 0,03 saniyeye dalia gerek vardır. Dolayısıyla, bu sü
ventriküllerin pompa olarak etkinliğini %25 ora re içerisinde ventriküllerde kasılma olur, fakat hiç
nında artıran hazırlayıcı pompalar olarak görev ya boşalma olmaz. Bu döneme, kasta gerimin arttığı
parlar. Ancak, bu ek %25 etkinlik olmasa bile kalp, nı fakat kas liflerinde kısalma meydana gelmediği
çoğu koşulda, yeterli düzeyde çalışmaya devam ni ifade etmek için eşhacim li (izovolemik) veya
edebilir. Çünkü kalp, normalde vücudun kan ge eşuzunlukta (izometrik) kasılm a dönem i adı veri
reksiniminden % 300-400 daha fazlasını pom pala lir. (Bu tam anlamıyla doğru değildir, çünkü apeks-
ma kapasitesine sahiptir. Dolayısıyla, kişi egzersiz ten tabana kısalma ve çevresel uzama olur.)
yapmadığı takdirde, atriyumlar görev yapmadığı
zaman oluşan farkı fark etmek zordur. Egzersiz Fırlatma (Ejeksiyon) D önem i. Sol ventrikül basın
anında ise nefes darlığı başta olmak üzere, bazen cı 80 mm Hg’nin biraz üzerine ve sağ ventrikül ba
kalp yetersizliğinin akut belirtileri gelişir. sıncı 8 mm Hg’nin biraz üzerine) çıktığı zaman,
ventrikül basınçları sem ilunar kapakları iterek
Atriyumlardaki Basınç Değişikliklerime ve v Dalga açar. Kan, hem en ventriküllerden dışarı akmaya
ları. Şekil 9-5’deki atriyum b asın cı eğrisin de üç an a b a
başlar; kanın yaklaşık % 7 0 ’i fırlatma dönem inin ilk
sın ç artışı dikkati çeker. B un lar a, c ve v atriyum basınç
dalg aları olarak adlandırılır. üçte biri sırasında, geri kalan % 30’u ise sonraki üç
a dalgasın a atriy um k a sılm ası n eden olur. Genellikle, te ikisi sırasında boşalır. Dolayısıyla ilk üçte birlik
atriy u m k asılm a sı sırasın d a sağ atriyum b asın cı 4-6 m m döneme lıızlı fırlatm a dönemi, son üçte ikilik dö
Hg, sol atriyum b asın cı ise yaklaşık 7-8 m m I Ig yükselir. neme de yavaş fırlatm a dönem i adı verilir.
BÖLÜM 9 • Kalp Kası; Bir Pompa Olarak Kalp 101
pağın kapanmasından hem en önce kanın kısa bir Ventrikülün Pompalama işlevinin Grafik Analizi
süre için geriye doğru akması ve bunu izleyerek ge
ri akımın aniden durmasıdır. Şekil 9-7’de görülen grafik diyagram sol ventrikülün
Aortadaki basınç aort kapağı kapandıktan sonra pompalama mekaniğini açıklamak için özellikle faydalı
diyastol boyunca yavaş yavaş düşer, çünkü gerilen dır. Şeklin en önemli parçaları, “diyastol basıncı” ve “sis
esnek arterlerde birikmiş olan kan sürekli olarak tol basıncı" olarak isimlendirilmiş iki kalın siyah eğridir.
çevre damarlar yolu ile venlere geri akar. Aort ba Bu eğriler hacim- basınç eğrileridir.
Diyastol basıncı eğrisi, kalp giderek artan miktarlarda
sıncı ventrikül yeniden kasılmadan önce, genellik
kan ile doldurulup, ventrikül kasılmadan hemen önce
le yaklaşık 80 mmHg’ya (diyastol basıncı) düşer, ki
diyastol basıncı ki bu ventrikülün diyastol-sonu basıncı-
bu ventrikül kasılması sırasında aortada meydana dır) ölçülerek elde edilir.
gelen en yüksek basınç olan 120 mm Hg’nın (sistol Sistol basıncı eğrisi, ventrikülün her bir doluş hacmin
basıncı) üçte ikisidir. de kasılması sırasında meydana gelen en yüksek sistol
Pulm oner arterdeki basınç eğrisi aortadakine basıncı ölçülerek elde edilir.
benzer. Tek fark, Bölüm 14’de tartışıldığı gibi ba Ventrikül hacmi yaklaşık 150 mililitrenin üzerine çı
sınçların aortadakileıin sadece altıda biri kadar ol kıncaya kadar, diyastol basıncı pek fazla yükselmez.
masıdır. Dolayısıyla bu hacme kadar, kan atriyumlardan ventri
küllere kolaylıkla akabilir. 150 mililitrenin üzerinde,
kısmen kalbin fibröz dokusunun daha fazla gerileme
K alp S esjerinin Kalbin P o m p alam a mesine, kısmen de kalbi saran perikaıdın son haddine
İşlevi ile İlişkisi kadar gerilmiş olmasına bağlı olarak, diyastol basıncı
hızla artar.
Kalbi bir stetoskop ile dinlerken kapakların açıldığını Ventrikül hacmi giderek artırılırsa, ventrikül kasılması
duymayız, çünkü nisbeten yavaş gelişen bir olay olan sırasında ölçülen sistol basıncı da hızla artar ve ventrikül
açılma, ses çıkarmaz. Fakat kapaklar kapanınca gelişen hacmi 150-170 mililitre iken en yüksek değerine erişir.
ani basınç farklarının kapakların yapraklarında ve çevre Hacim daha da artarsa, sistol basıncı eğrisindeki düşü
deki sıvılarda neden olduğu titreşimler, göğüse tüm yön şün de gösterdiği gibi, bazı koşullar altında sistol basıncı
lerde yayılan sesler çıkarır. düşer. Çünkü bu büyük hacimlerde kalp kasının aktin ve
Ventrikül kasıldığı zaman, ilk olarak A-V kapaklarının miyozin fılamentleri, kalp lifinin kasılma kuvvetinin op
kapanması ile oluşan bir ses duyarız. Frekansı (perdesi, timum düzeyin altına düşmesine neden olacak kadar
pilch) düşük, süresi nisbeten uzun olan bu titreşim, bi birbirlerinden uzaklaşırlar.
rinci kalp sesi olarak bilinir. Sistol sonunda aort ve pul Şekilde uyarılmamış normal bir sol ventrikül için en
moner kapaklar kapanırken nisbeten hızlı bir çarpma yüksek sistol basıncının 250 ile 300 mırıl Ig arasında ol
sesi duyarız, çünkü bu kapaklar hızlı kapanır ve çevrede duğuna özellikle dikkat ediniz. Bu durum kalbin kuvve
ki herşey sadece kısa bir süre titreşir. Bu ses ikinci kalp tine göre geniş değişkenlik gösterir.
sesi olarak bilinir. Normal bir sağ ventrikül için maksimum sistolik
Kalp seslerinin tam nedenleri Bölüm 23’de oskültas- basınç 60 ile 80 mmHg arasındadır.
yon ile bağlantılı olarak, ayrıntısıyla tartışılmıştır.
K albin Y ap tığı İş
Kalp Döngüsü Sırasındaki "Hacim-Basınç D iyagra Ventrikül için artyiik ventrikülden çıkan arterdeki b a
mı", Kalbin Yaptığı iş. Şekil 9-7’deki kırmızı eğriler, sol sınçtır. bu, şekil 9-7’de h ac im -b a sın ç d iy agram ın ın Evre
ventrikül için, kalp d ö n g ü sü n ü n h acim -b asın ç d iy ag ra III eğrisin in ifade ettiği sistol b a sın c ın a eşittir (Aılyiık
m ı adı verilen bir halkayı m e y d an a getirirler. Bu d iy ag b azen b a sın ç yerine k a b ac a d o laşım d ak i diren ç olarak
ram dört evreye ayrılır. kabul edilir).
ö n y ü k ve artyük kavram larının ö n e m i şu d u r: kalbin
Evre I: Doluş Dönemi. B a sm ç -h a c im çizgisin in bu
veya d olaşım ın pekçok işlev b o zu k lu ğ u n d a ventrikül
evresi, ven trikül h ac m i y ak laşık 45 m ililitre, d i
d o lm a sı sırasın daki b asın ç (önyük), ventrikül k a sılm a sı
y asto l b a sın c ı ise y ak laşık 0 m m H g iken başlar, nın karşısın d ak i arter b asın cı (artyük) veya h er ikisi b ir
k ırk b eş m ililitre bir ön ceki kalp atım ın d an so n ra
den n orm ald en büyük ö lçü de uzaklaşırlar.
ve n trik ü ld e k alan kan m iktarı olup, sistol-sonıt
lıacmi ad ın ı alır. V enöz k an ın sol atriy u m d an
ven trik ü le ak m asıy la ventrikül h acm i 70 m ililitre
artarak , diyastol-sonıı hacmi adı verilen, n o rm a l Kalp Kasılm ası İçin G ereken Kim yasal
d e y ak laşık 115 m ililitreye yükselir. D olayısıyla, Enerji, K albin O ksijen K ullanım ı
h a c im - b a sın ç d iy ag ram ı b irin ci evre sır a sın d a "I”
ile işa re tle n m iş çizgi b o y u n ca ilerlerken, h acim Kalp kası, iskelet kası gibi, kasılm a işini y a p m a k için k im
115 m ililitreye, d iy asto l b a sın c ı ise y ak laşık 5 y asal enerji kullanır. Bu enerji b a şlıc a y ağ asitlerinin , ve
m m H g ’ya çıkar. d a h a az m iktarlard a da laktat ve glikoz b a şta o lm ak ü z e
Evre II: Eşhacimli Kasılma Dönemi. E şh acim li k asıl re diğer b esin lerin o k sid atif m e ta b o liz m a sın d a n elde
m a sıra sın d a ventrikülün h acm i d eğişm ez, çünkü edilir. D olayısıyla, kalbin oksijen tüketim hızı, kalb in iş
b ü tü n kap ak lar kapalıdır. Fakat ventrikül içindeki yapark en açığ a çıkardığı kim yasal en erjin in m ü k e m m e l
b asın ç yükselerek ao rtad ak i b asın cın değerine, y a bir ölçütüdür. Bu enerjiyi aç ığ a çıkaran çeşitli kim yasal
ni y ak laşık 80 m m H g ’ya eşitlenir. Bu olayları "II” tepkim eler, B ölü m 67 ve 68'de tartışılm ıştır.
ile işare tle n m iş çizgi tem sil eder.
Evre III: Fırlatma Dönemi. F ırlatm a sıra sın d a kalp Kalp Kasılmasının Verimi. Kas k asılm a sı sırasın d a ,
d a h a fazla k asıldığı için sistol b asın cı d a h a da kim yasal en erjin in çoğu ısıya, çok kü çü k b ir kısm ı ise y a
yükselir. Aynı z a m a n d a ventrikülün h acm i k ü çü pılan işe dönüştürülü r. Yapılan işin, h a rc a n a n kim y asal
lür, çü n k ü ao rt k ap ağı açılır ve kan artık ventrikül- enerjiye oran ın a, kalp kasılmasının verimi vey a sa d e c e
lerden ao rtay a akar. D olayısıyla, "IH ” ile işare tle n kalbin verimi adı verilir. N orm al b ir kalbin en yüksek v e
m iş olan eğri, b u fırlatm a dön em i sırasın d a sistol rim i %20 ile 25 arasın dadır, kalp y etersizliğin d e % 5-10'a
b a sın c ın d a ve h acim d e m e y d an a gelen değişik lik k adar düşebilir.
leri gösterir.
Evre IV: Eşhacimli Gevşeme Dönemi. Fırlatm a d ö n e
m in in so n u n d a ao rt k ap ağı kap an ır ve ventrikül
b asın c ı diy asto l b asın cı düzeyin e geri iner. “IV" ile
işare tle n m iş çizgi, h içbir h acim değişikliği o lm a k KALBİN POMPALAMA İŞLEVİNİN
sızın ventrikül içi b a sın c ın d a m ey d an a gelen bu DÜZENLENMESİ
az alm a y ı gösterir, b öylece ventrikül kendi b a şla m a
n o k tasın a geri döner, ventrikülde yaklaşık 45 m ili Dinlenme halindeki bir kişide, kalp dakikada yal
litre kan kalm ıştır ve atriy u m b asın cı genellikle 0 nızca 4-6 Litre kan pompalar. Ağır egzersiz sırasın
m m H g ’y a yakındır. da kalbin bu miktarın dört ila yedi katını pom pala
Fiziğin tem el kurallarını iyi kavram ış olan okuyucular, ması gerekebilir. Bu bölümde kalbin kalp debisin
b u lıa c im -b a sın ç çizgesin in sınırlarını belirlediği alanın deki bu tür aşırı artışlara uyum sağlayabilmek için
(gölgeli alan ın s a ğ kısm ı, Dİ ile işaretli), bir kasılm a d ö n kullandığı yollar tartışılacaktır.
g ü sü sıra sın d a ven trikülün yaptığı net dış işi tem sil etti K albin pom paladığı h acm in d ü z en len m esi
ğini fark edeceklerdir. Kalp k asılm asın ı inceleyen d en ey başlıca iki yolla olur (1) Kalbe akan kanın h a c
sel ç a lışm a la rd a b u çizelge kalbin yaptığı işi h esap lam ak m indeki değişikliklere cevap olarak kalbin p o m
için kullanılır.
palam a işlevinin iç-kaynaklı (intreıısek) d üzen
K alp b ü y ü k m ik tarlard a kan p o m p ala d ığ ı zam an , iş d i
lenm esi (2) Kalbin otonom sinir sistem i ile dü
y agram ı d a h a gen iş olur, yani, ventrikül artık diyastol s ı
ra sın d a d a h a fazla kan la do ld u ğu için sa ğ a doğru g e n iş
zenlenm esi.
ler, ventrikül d a h a b ü y ü k bir b asın ç la kasıldığı için d ah a
y ü k seğe çıkar ve ventrikül kasıldığı za m a n d a h a küçük
h acim lere in diği için -özellikle de eğer sem p atik sinir s is Kalbin Pompalama İşlevinin İntrensek Dü-
tem i ven trikülü u y ararak aktivitesiııi artırm ış ise- g e n e l zenlenmesi-Frank’Starling Mekanizması
likle so la d o ğ ru genişler.
Bölüm 20’de kalbin bir dakikada pompaladığı kanın
Ö n yü k (Preload) ve A rty ü k (Afterload) K avram miktarını, venleıden kalbe akan kanın miktarı olan ve
ları. K asın k a sılm a özellik lerin i d e ğe rlen d irirk e n , k a
nöz dönüşün belirlediği görülmektedir. Yani, vücuttaki
s ılm a y a b a ş la d ığ ın d a k a s ü z erin d ek i gerim in d e r e c e s i
n in y an i önyükiın ve k a sın k a sılm a kuvvetini h angi her çevre doku, kendi kan akımım denetler ve tüm
yüke k a rşı k u lla n d ığ ın ın y an i artyükiin b e lirle n m e si çevre dokulardan geçen bütün bölgesel kan akımları
ö n e m lid ir. nın toplamı venler yoluyla sağ atriyuma geri döner.
Genellikle, ven trikülün d o ld u ğu an daki d iyastol-son ıı Y ». Telen bu kanı kendiliğinden sistemik arterlere
b asın cı kalp k asılm a sı için önyük kabul edilir. onui' , böylece kan tekrar dolaşıma katılır.
104 ÜNİTE III • Kalp
şekilde de ifade edilebilir: fizyolojik sınırlar içeri Sol atriyum orta basıncı Sağ atriyum orta basıncı
(mm Hg) (mm Hg)
sinde kalp, venlerde norm alden fa z la m iktarda kan
birikm esine izin verm eyecek şekilde, kendisine ge ŞEKİL 9 - 9
len kanın tam am ını pom palar. Köpekte sol ve sağ ventrikül işlev eğrileri, ventrikül atım işinin
sol ve sağ atriyum ortalama basınçlarının fonksiyonu olduğunu
gösteriyor. (Eğriler Sarnoff’un bulgularına göre çizilmiştir.
Frank-Starling M ekanizm asının Açıklanması Physiol Rev. 35: 107, 1955).
N edir? Ventriküllere normalden daha fazla kan
akımı olunca, kalp kası daha çok gerilir. Bu ise, kal
bin daha büyük bir kuvvetle kasılmasına neden
olur. Çünkü bu durumda aktin ve miyozin fila- teryel basınç altında (80 ile 140 mmHg arasında)
m entleıi kuvvet oluşumu için neredeyse optimum normal olarak çalışan bir kalp işlevi sırasında kalp
derecede içiçe geçmiş duruma gelirler. Dolayısıyla debisi hem en tam am en kan akımının dokulardan
ventrikül, pom palam a kuvveti arttığı için normalin akış hızına bağlıdır, bunu da sonuçta kanın kalbe
üzerindeki kanı kendiliğinden arterlere pompalar. venöz dönüşü kontrol eder.
Optimum bir boya kadar gerilen bir kasın, daha
büyük bir kuvvetle kasılabilme yeteneği sadece Ventrikül işlev Eğrileri
kalp kasının değil Bölüm 6 ’da açıklandığı gibi tüm
çizgili kasların bir özelliğidir. Ventrikülün kan pompalamadaki işlevsel yeteneği
Kalbin hacmi artırılınca, kalp kasının gerilmesi ni ifade etm enin en iyi yollarından biri Şekil 9-9 ve
gibi önemli bir etkinin yanısıra, kalbin pompalama Şekil 9 -1 0 ’da gösterilen ventrikül işlev eğrileridir.
gücünü artıran başka bir etki daha meydana gelir. Şekil 9 -9 ’da vıırıım işi eğrisi adı verilen bir çeşit
Sağ atriyum duvarının gerilmesinin kalp hızını ventrikül işlevi eğrisi görülmektedir. Atriyum b a
doğrudan % 1 0 - 2 0 oranında artırması da bir daki sıncı arttıkça, atım işinin de kalbin gücünün sınırı
kada pom palanan kanın miktarının artmasına yal na ulaşıncaya kadar arttığına dikkat ediniz.
dım eder ancak bu etkinin katkısı Frank-Starling iş- Şekil 9 -1 0 ’da ventrikülün d ak ika işi eğrisi adı ve
leyişininkinden çok daha azdır. rilen başka bir çeşit ventrikül işlev eğrisi görülm ek
tedir. Hayvanlardan uyarlanan değerlere dayanan
A rteryel Kan Basıncı Yükündeki Artış Belli bir bu iki eğri insan kalbinin her iki ventrikülünün iş
Sınıra Kadar Kalp D ebisini Azaltm az levlerini temsil etmektedir. Atriyumlardan birinin
basıncı artınca, buna karşılık gelen ventrikülün bir
Şekil 9-8 de aortadaki arteryel basınç artışının,or dakikada pompaladığı hacim de artar.
talama arteryel basınç yaklaşık 160 mmHg düzeyi Bu nedenle, ventrikül işlev eğrileri kalbin Frank-
ne yükselinceye kadar kalp debisini azaltmadığına Starling işleyişini ifade etm enin başka bir yoludur.
dikkat edin. Bir başka deyişle, normal sistemik ar- Yani ventriküller daha yüksek atriyum basınçları ile
ÇL
CÖ
ŞEKİL 9 - 8
Arteryel basınçtaki 160 mmHg basınç düzeyine kadar büyük
değişmeler karşısında bile kalp debisinin değişmezliği. Ancak ŞEKİL 9 - 10
arteryel kan basıncının normal değişim sınırlarının üstüne yük Köpeklerdeki bulgulardan aktarılan değerlere göre insan kalbi
selmesiyle, basınç yükü karşısında kalp yetersizliği başlar. nin sağ ve sol ventrikül diıüenim debilerinin yaklaşık eğrileri.
BÖLÜM 9 • Kalp Kası; Bir Pompa Olarak Kalp 105
REFERANSLAR
S e c also referen ces for C hapter 10. Driedzic W R , G esser H: Energy m etabolism R ossant J : M ouse m utants and cardiac d evel
and contractility in ectothcrm ic vertebrate opment: new m olecu lar insights into cardi-
A bd cl-aleem S , Low e J E : C ardiac M etabo lism hearts: hypoxia, acidosis, and low tem pera ogenesis. C irc R es 7 8 :3 4 9 , 1996.
in H ealth and D isease. B o sto n : K luw er A c ture. Physiol R ev 7 4 :2 2 1 , 1994. Sadoshim a J, Izum o S : T h e cellu lar and m o
adem ic Publishers, 1998. G adsby DC: T he Na/K pump o f cardiac cells. lecular response o f cardiac m yocytes to m e
Hers D M , B assan i JW , B assan i R A : N a-Ca Annu R ev B iophys B io en g 1 3 :3 7 3 , 1984. chanical stress. Annu R ev P hy siol 5 9 :5 5 1 ,
exch an g e and C a fluxes during contraction G uyton A C . Jo n es C E , C olem an T G : C ircu la 1997.
and relaxation in mam m alian ventricular tory Physiology: Cardiac Output and Its S a rn o ff S J : M yocardial contractility as de
m uscle. Ann N Y A cad S c i 7 7 9 : 4 3 0 . 1996. Regulation, 2nd ed. Philadelphia: \VB scribed by ventricular function curves. Phy
B rady A J: M echan ical properties o f isolated Saunders, 1973. siol R ev 3 5 :1 0 7 , 1955.
cardiac m yocytes. Physiol R ev 7 1 :4 1 3 , Guyton A C : Determ ination o f cardiac output
Sow ers JR : Insulin and insulin-like growth fac
1991. by equating venous return curves With ca r
tor in normal and pathological cardiovascu
Brow n H, K ozlow ski R, D avey P: Physiology diac response curves. Physiol R ev 3 5 :1 2 3 ,
lar physiology. H ypertension 2 9 :6 9 1 , 1997.
and Pharm acology o f the Heart. Oxford: 1955.
Starling EH : T h e L in acre L ecture on the Law'
B la ck w ell S c ien c e , 1997. Johnson R G , K ronias EG : Cardiac Sarcop las
o f the Heart. London: Longm ans G reen &
C rozatier B : Stretch-induced m odifications o f mic Reticulum and Regulation o f C ontrac
C o.. 1918.
m yocardial perform ance: from ventricular tility. New Y ork: New Y o rk A cadem y o f
function to cellu la r and m olecular m echa S cien ce s, 1998. Swynghedauw B : Developm ental and fu n c
nism s. C ard iovasc R es 3 2 :2 5 , 1996. L evitsky M G , Hall S M , M cD onough KH: C ar tional adaptation o f contractile proteins in
Deal K K . England S K , Tam kun M M : M olecu diopulmonary Physiology in A nesthesiol cardiac and skeletal m uscles. P hysiol R ev
lar physiology o f cardiac potassium chan ogy. New York: M cG raw -H ill, 1997. 6 6 :7 1 0 , 1986.
nels. Physiol R ev 7 6 :4 9 . 1996. Opie LH : The Heart: Physiology, from C ell to T o bacm an L S : T h in filam ent-m ediated regu la
D es iard in s T A : Cardiopulm onary Anatomy Circulation. Philadelphia: Lippincott-Raven, tion o f cardiac contraction. Annu R e v Phy
and Physiology. A lbany: D elm ar Publishers, 1998. siol 5 8 :4 4 7 , 1996.
1998. Page E, Shibata Y : Perm eable ju n ctio n s b e W inegrad S : Calcium release from card iac sar
Dhein S : C ard iac Gap Junction s. B a se l: Kar- tween cardiac cells. Annu Rev Physiol 4 3 : coplasm ic reticulum . Annu R e v P hysiol 4 4 :
ger. 1998. 4 3 1 , 1981. 4 5 1 , 1982.
Kalp (1) kalp kasının ıitınik (düzenli aralıklarla tek labilir filament içermezler; çevrelerindeki, 10-15
rarlayan) kasılmasını sağlamak için ritmik uyarılar mikrometre çapta olan atıiyum kası liflerinden
doğuran ve (2 ) bu uyarıları hızla bütün kalbe ileten, farklı olarak, her birinin çapı 3-5 mikrometredir, si
özelleşmiş bir elektrojenik sistemle donatılmıştır. nüs lifleri doğrudan doğruya atıiyum liflerine bağ
Bu sistem düzgün olarak çalıştığı zaman atriyumlar, lanırlar. sinüs düğümünde başlayan bir aksiyon
ventriküllerden yaklaşık 1 / 6 saniye önce kasılırlar. potansiyeli bu sayede derhal atriyumlara yayılır.
Bu da ventriküllerin kanı akciğerlere ve çevre dolaşı
ma pompalamadan önce daha fazla dolmalarını Sinüs L ifle rin in K e n d iliğ in d e n O lu ş a n
sağlar. Sistemin bir başka önemli özelliği, ventrikül
E le ktrikse l R itm ik liğ i
lerin tüm bölgelerinin hemen hemen aynı anda ka
sılmasını sağlamasıdır ki bu da ventrikül boşlukla Pekçok kalp lifinin sahip olduğu öz-uyarılm a özel
rında yeterli basıncın oluşması için gereklidir. liği, kendiliğinden ritmik ateşlem elere ve kasılm a
Kalbin bu ritmik ve iletici sistemi, kalp hastalıkla lara neden olabilen bir olaydır. Bu durum özellikle
rı ile, özellikle de yetersiz kan akımına bağlı kalp kalbin özelleşmiş ileti sistem inin lifleri için geçerli-
dokusu iskemisi ile kolaylıkla hasar görür. Hasarlar dir. Sistemin öz-uyarılmayı en belirgin şekilde orta
çoğu zaman kalp ritminin düzensizleşmesine veya ya koyan bölümü sinüs düğümünün lifleridir. Bu
kalp boşluklarının kasılma sıralamasının bozulm a nedenle, bu bölümde daha sonra ayrıntılı olarak
sına neden olur ve kalbin bir pompa olarak etkinli tartışılacağı gibi kalbin tam am ının atım hızını n o r
ği çoğu zaman ciddi biçimde, ölüme bile neden malde sinüs düğümü denetler. Öncelikle bu kendi
olabilecek kadar etkilenir. liğinden oluşan ritmikliği açıklayalım.
107
108 ÜNİTE III • Kalp
A-V düğüm
Düğümlerarası Yollar ve Kalp Uyarısının
Atriyumlardan Geçişi
yaklaşık 6 katı, bazı A-V bağlantı liflerindeki hızın Kalp Uyarısının Ventrikül Kasında
ise 150 katıdır. Bu sayede kalp uyarısının neredeyse İletilmesi
•derhal bütün ventrikiil sistem ine geçmesi m üm
kün olur.
Uyarı Purkinje liflerinin uçlarına ulaştıktan sonra,
Purkinje liflerini oluşturan ardışık kalp hücreleri
ventrikül kası kitlesi boyunca bizzat ventrikül kası
arasındaki inteıkale disklerde yer alan yarık bağ lifleri tarafından iletilir. Burada ileti hızı yalnızca
lantıların geçirgenliğinin yüksek düzeyde olm ası 0.3-0.5 m/san. olup, Purkinje liflerindekinin a ltı
nın, purkinje liflerinin aksiyon potansiyelini hızlı d a biridir.
iletmesine neden olduğuna inanılmaktadır. Böyle- Kalp kası aralarında fibröz septum lar bulunan
ce iyonlar bir hücreden diğerine kolaylıkla iletilir ve iki kat sarm al tabaka halinde kalbin çevresini s a
ileti hızı artar. rar. Bu nedenle kalp uyarısı doğrudan dışarıya,
Purkinje lifleri, aynı zamanda az sayıda miyofib- kalbin yüzeyine doğru hareket etm ez. Bunun yeri
ıil de içerirler. Bu da uyarının iletimi sırasında bel ne sarm alların yönünde ve yüzeye doğru açı yapa
li belirsiz kasıldıkları anlam ına gelir. rak ilerler. Dolayısıyla uyarının ventrikülün endo-
kardiyal yüzeyinden epikardiyal yüzeyine yayıl
ması ek olarak 0.03 saniye daha gerektirir. Bu süre,
A -V D e m e tte Tek Yönlü İleti. A-V demetin ken iletinin Purkinje sistem inin ventıiküllere ait kıs
dine has bir özelliği de anormal durumlar dışında, m ının tam am ına yayılması için gerekli olan süre
aksiyon potansiyellerinin demet yolu ile geriye, ye hem en hem en eşittir. Böylece, kalp uyarısının
ventriküllerden atriyumlara doğru hareket edem e ilk dem et dallarından son ventrikül kası liflerine
mesidir. Böylece kalp uyarılarının bu yolla ventri kadar yayılması norm al bir kalpte yaklaşık 0.06 sa
küllerden atriyumlara yeniden- girmesi (re-entry) niye sürer.
engellenir. İleti sadece atriyumlardan ventrikiillere,
ileriye doğru gerçekleşir.
Dahası, sürekli bir fibıöz doku engeli, hatırlana Kalp Uyarısının Kalbe Yayılmasının
cağı gibi A-V dem etin dışında kalan her yerde atıi- Özeti
yum kasını ventrikül kasından ayırır. Bir kısmı Ş e
kil 10-3’de gösterilen bu doku, norm alde atriyum- Kalp uyarısının insan kalbinin tam amına yayılma
larla ventriküller arasında kalp uyarısının geçişini sı Şekil 10-4’te özetlenmiştir. Şekildeki rakamlar
engelleyen bir yalıtkan gibi davranır. Uyarı yalnız kalp uyarısının sinüs düğümünde doğuşundan kal
ca A-V dem et ile ve ileriye doğru iletilebilir. (Nadi bin değişik kısımlarına ulaşmasına dek geçen za
ren fibröz- engelin içinden A-V dem etden farklı
bir yerde anorm al bir kas köprüsü geçer. Böyle ko
şullarda kalp uyarısı ventriküllerden atriyumlara
yeniden-girebilir ve ciddi bir kalp aritm isine n e
den olabilir.)
m an aralıklarını bir saniyenin bölümleri ile ifade kalbin atımlarını denetler. Dolayısıyla sinüs düğü
eder. Uyarının atriyumlar boyunca orta hızda ya mü kalbin normal uyarı odağıdır ( p a cem ak er , hız
yıldığına, fakat ventrikül septumundaki A-V dem e belirleyicisi).
te ulaşmadan önce A-V düğüm bölgesinde 0.1 sa
niyeden daha fazla geciktirildiğine dikkat ediniz. Anorm al Uyarı O dakları (E kto p ik Pacem aker).
Uyarı, dem ete girdikten sonra Purkinje liflerinde Bazen kalbin farklı bir bölümü sinüs diiğümünde-
hızla ilerleyerek ventriküllerin endokardiyal yüze kinden daha yüksek bir ateşleme hızı kazanır. Bu
yinin tam am ına, bundan sonra da ventrikül kasın durum sıklıkla A-V düğüm veya Purkinje lifleri
da yavaşça ilerleyerek epikardiyal yüzeye yayılır. anormal şekilde çalıştıkları zaman m eydana gelir.
Okuyucunun, kalp uyarısının kalpte izlediği yolu Bu iki halde, kalbin uyarı odağı sinüs düğümünden
A-V düğüme veya Purkinje liflerine kayar. Çok daha
ve uyarının kalbin değişik kısımlarına ulaşması için
nadir durumlarda atriyum veya ventrikül kasları
gereken süreleri ayrıntılı olarak öğrenmesi son de
nın bir noktası aşırı derecede uyaıılabilirlik kazanır
rece önemlidir. Çünkü, bu sürecin eksiksiz ve sayı
ve uyarı odağı haline gelir.
sal olarak bilinmesi Bölüm 11-13’de tartışılan elekt
Sinüs düğümü dışındaki uyarı odaklarına ektop ik
rokardiyografinin anlaşılması için gereklidir.
uyarı odağı adı verilir. Ektopik bir uyarı odağı, kal
bin çeşitli bölümlerinin olağandışı bir sıralamayla
kasılmalarına neden olur ve kalp pom pasının çok
zayıflamasına yol açabilir.
KALPTE UYARILMA VE İLETİNİN Sinüs düğümünden gelen uyarıların kalbin diğer
DENETLENMESİ bölümlerine iletilmesinin kesintiye uğraması, uya
rı odağının yer değiştirmesinin başka bir nedenidir.
Kalbin Uyarı Odağı (Pacemaker) Olarak Yeni uyarı odağı çoğunlukla A-V düğümde veya A-
Sinüs Düğümü V demetin ventriküllere doğru ilerleyen geçiş bölü
münde ortaya çıkar.
Kalp uyarısının doğması ve kalbe yayılması ile ilgi A-V kesinti (A-V blok) meydan geldiği zam an -ya
li tartışm anın buraya kadar olan kısmında uyarının ni kalp uyarısı A-V düğüm ve dem et sistem i aracılı
norm alde sinüs düğümünden doğduğu dikkate ğı ile atriyumlardan ventriküllere geçemediği za
alınmıştır. Olağandışı koşullarda durum böyle de m an- atriyumlar sinüs düğümü ritm inin normal
ğildir. Çünkü kalbin diğer bölümleri de sinüs düğü hızı ile atmaya devam ederler; diğer yandan ventri
mü liflerine benzer şekilde ritmik kasılmalar sergi küllerin Purkinje sistem inde beliren yeni bir uyarı
leyebilirler. Bu durum, özellikle A-V düğüm lifleri odağı ventrikül kasını dakikada 15 ile 40 atım ara
ve Purkinje lifleri için geçerlidir. sındaki yeni bir hızda uyarmaya başlar. Purkinje
Bir dış odak tarafından uyarılmadıkları zaman A- sistemi, ani bir kesintiden sonra 5-20 saniye g eç
V düğüm lifleri, kendi iç kaynaklı (intrinsik) ritim meden kendi ritmik uyartılarım oluşturmaya b aş
leri ile dakikada 40-60 kez, Purkinje lifleri ise daki lamaz. Çünkü Purkinje lifleri kesintiden önce hızlı
kada 15-40 kez ateşleme yaparlar. Bu hızlar, sinüs sinüs uyartılarının etkisi altında baskılanm ış bir
düğümünün normal hızı olan dakikada 70-80 kez- haldedir. Bu 5-20 saniye süresince ventriküller kan
den farklıdır. pompalayamaz: ilk 4-5 saniyeden sonra beyin kan
Dolayısıyla sormamız gereken soru şudur: Ne akım ının yetersizliğine bağlı olarak kişi bayılır.
den kalbin ritm ini A-V düğüm veya Purkinje lifleri Kalp atımının bu şekilde gecikmeli olarak yeniden
değil de sinüs düğümü denetler. Bunun cevabı şu başlam asına Stokes-Adams sendrom u adı verilir.
gerçekte yatar; sinüs düğümünün ateşleme hızı A- Gecikme döneminin çok uzun olması ölümle so
V düğüm veya Purkinje liflerine kıyasla oldukça nuçlanabilir.
yüksektir. Sinüs düğümünün her ateşleylişinde
oluşan uyarılar hem A-V düğüme hem de Purkinje
liflerine iletilir ve bunların uyarılabilir zarlarını Ventrikül Kasının Eşzamanlı Kasılma
ateşlerler, daha sonra bu dokularda ve sinüs düğü sında Purkinje Sisteminin Görevi
münde aksiyon potansiyeli hem en hem en aynı an
da son bulur ve dokular hiperpolarize olur. Fakat, Kalp uyarısının dar bir zaman aralığı içerisinde
hipeıpolaıizasyon sinüs düğümünde diğer ikisin- ventriküllerin hem en hem en bütün kısımlarına
dekinden çok daha çabuk kaybolur ve düğüm yeni ulaştığı, ilk ventrikül kası lifini norm alde son ventri
den ateşler. Öyle ki, A-V düğüm veya Purkinje lifle kül kası lifinden yalnızca 0.03-0.06 saniye önce
ri öz-uyarılmaları için gereken eşik değerine ulaşa uyardığı, Purkinje sistemi anlatılırken açıklanmıştı.
madan önce sinüs düğümü yeni bir uyarı oluştu Bu durum her iki ventriküldeki ventrikül kaslarının
rur. Sinüs düğümünden gelen yeni uyarı, hem A-V tüm bölümlerinin hemen hem en aynı anda kasıl
düğümü hem de Purkinje liflerini yeniden ateşler. maya başlamalarını ve yaklaşık 0.3 saniye boyunca
Bu olaylar sürekli tekrarlar. Öz-uyarılma yeteneği kasılı kalmalarını sağlar. Ventrikül boşluklarının et
ne sahip olan diğer dokularda öz-uyarılma gerçek kin pompalama yapabilmeleri için bu şekilde senk-
leşm eden önce sinüs düğümü bunları uyarır. ıonize kasılmaları gerekir. Kalp uyarısı ventrikül ka
Böylece, ritmik ateşleme hızı kalbin diğer böliim- sı boyunca yavaş ilerleseydi, ventrikül kitlesinin ç o
lerindekinden daha yüksek olan sinüs düğümü, ğu bölümleri geri kalanından önce kasılır ve bu du
112 ÜNİTE III • Kalp
rumda tüm pompanın etkinliği önemli ölçüde aza mal düzeyinden belirgin ölçüde daha negatif olan
lırdı. Gerçekten de bazı kalp yetersizliği türlerinde - bir düzeyde, -55 ila -60 milivoltluk norm al düzey
ki bunların birkaçı Bölüm 12 ve 13’de tartışılmıştır-, den -65 ila -75 milivolta kadar azaltır. Dolayısıyla,
ileti yavaşlar ve ventriküllerin pompa olarak etkinli dinlenim zar potansiyelinde sodyum sızıntısının
ği olasılıkla %20-30 oranında azalır. neden olduğu kaymanın, uyarılma için gereken
eşik potansiyele ulaşması daha uzun zam an alır.
Bu da düğüm liflerinin ritmik hızını oldukça ya
Kalp Ritminin ve Uyarı İletisinin Kalp vaşlatır. Eğer vagus uyarıları yeterince kuvvetli
Sinirleriyle Denetlenmesi: Sempatik ve iseler sinüs düğümünde ritmik öz-uyaıılm ayı dur
Parasempatik Sinirler durabilirler.
Hiperpolarizasyon durumu A-V düğümde, aksi
Kalp, bir önceki bölümde, Şekil 9-1 1 ’de görüldüğü yon potansiyeli sırasında yalnızca küçük miktarlar
gibi hem sem patik hem de parasem patik sinirler da akım oluşturabilen çok küçük bağlantı liflerinin,
ce beslenir. Parasem patik sinirler (vaguslar) başlı düğüm liflerini uyarmasını güçleştirir. Dolayısıyla
ca sinüs ve A-V düğümlerinde, daha az oranda kalp uyarısının kavşak liflerinden geçerek düğüm
her iki atriyumun kasında, çok daha az oranda da liflerine iletilmesi sırasında güvenlik fak tö rü küçü
ventrikül kasında dağılım gösterir. Diğer yandan lür. Orta derecede bir küçülme yalnızca uyarının
sem patik sinirler, kalbin bütün bölüm lerinde: iletilmesini geciktirir. Ancak büyük ölçüde bir azal
ventrikül kasında, olduğu gibi yoğun bir dağılım m a iletiyi tam am en keser.
gösterir.
Sem patik Uyarıların Kalp Ritm ine ve İletiye
P arasem p atik U yarıların (Vagus) Kalp R itm i Etkisi. Sempatik uyarıların kalp üzerindeki etkile
ni ve İletisini Yavaşlatm a ve H a tta Kesm e E t ri, esasen vagus uyarılarının neden olduğu etkilerin
kisi - V entrikü llerin Kaçışı (Ventricular Esca- tersidir. Birincisi, sinüs düğümünün ateşlem e hızı
pe). Kalbi besleyen parasem patik sinirlerin (va nı artırırlar. İkincisi, kalbin bütün bölümlerinde
guslar) uyarılm ası vagus uçlarından asetilkolin ileti hızını ve uyarılabilirlik düzeyini artırırlar.
horm onu nu n serbestlem esine neden olur. Bu Üçüncüsü, Bölüm 9’da tartışıldığı gibi hem atıiyum
horm onun kalp üzerinde iki tem el etkisi vardır, hem de ventrikül kasının kasılma kuvvetini büyük
birincisi, sinüs düğümü ritminin hızını azaltır. ölçüde artırırlar.
İkincisi, A-V düğüm ile atıiyum kası arasında yer Kısa cası, sempatik uyarılar kalbin bütün aktivi-
alan A-V kavşak liflerinin uyarılabilirliğini azalta teleıini artırırlar, maksimum düzeydeki uyarılar,
rak kalp uyarısının ventriküllere geçişinde kesinti kalbin atım hızını yaklaşık üç misline, kasılma kuv
ye neden olur. Zayıf veya orta kuvvetteki vagus vetini yaklaşık iki misline çıkarır.
uyarıları kalbin pom palam a hızını çoğu zaman
yarısına kadar yavaşlatır. Şiddetli vagus uyarıları Sem p atik Etkinin işleyişi. Sem patik sinirlerin
ise sinüs düğümünün ritmik uyarılarını durdura uyarılm ası, sem patik sinir uçlarından n orepin ef-
bilir veya kalp uyarısının A-V kavşaktan geçişini rin horm onunun serbestlem esine neden olur. Bu
kesintiye uğratabilir. Her iki durumda ritmik uya horm onun kalp kası lifleri üzerindeki etkisinin
rılar artık ventriküllere ulaşmaz. Ventriküllerin işleyişi tam olarak bilinm em ekte, lif zarının so d
atım ları genellikle 5-20 saniye için durur. Fakat yum ve kalsiyum geçirgenliğini artırdığına in a
daha sonra Purkinje liflerinin bir noktası, genellik nılmaktadır. sinüs düğümünde sodyum geçir
le de A-V dem etin ventrikül septumundaki bölü genliğinin artm ası, daha pozitif bir dinlenm e p o
m ünün içinde olm ak üzere, kendi ritm ini geliştirir tansiyeline neden olur ve zar potansiyelinin yu
ve ventriküllerin dakikada 15-40 atımlık bir hız ile karıya, öz-uyarılm a için gerekli olan eşik değere
kasılm alarına neden olur, bu olaya ventrikiiler k a doğru kayma hızını artırır. Her iki olay da öz-uya-
çış adı verilir. rılm anın başlam asını çabuklaştırarak kalp hızını
artırır.
Vagus Etkilerinin işleyişi. Vagus sinirinin uçların A-V düğümde sodyum geçirgenliğinin artması,
dan serbestleyen asetilkolin, lif zarının potasyum aksiyon potansiyelinin ileti lifinin bir sonraki bölü
geçirgenliğini önemli ölçüde artırır. Bu da potasyu münü uyarmasını kolaylaştırarak, atriyumlardan
mun hızla ileti liflerinden dışarıya doğru sızmasına ventriküllere iletilme süresini kısaltır.
yol açar. Sızıntı, liflerin içindeki negatifliği artırır. Sem patik uyarıların etkisi ile kalp kasının kasıl
H iperpolarizasyon adı verilen bu etki, Bölüm 5 ’de ma kuvvetinde meydana gelen artıştan kısm en
açıklandığı gibi uyaıılabilir dokuyu daha zor uyarı- kalsiyum iyonu geçirgenliğinin artm ası sorum lu
labilir hale getirir. dur. Çünkü, m iyofibrillerin kasılma işlem inin uya
Hiperpolarizasyon durumu sinüs düğümünde, rılm asında kalsiyum iyonlarının önem li bir görevi
düğüm liflerinin "dinlenim ” zar potansiyelini nor vardır.
BÖLÜM 10 • Kalbin Ritmik Uyarılması 113
REFERANSLAR
Armstrong C M : Voltage-dependent ion chan Jow ett N I: Cardiovascular M onitoring. L o n O pie LH : T h e H eart: P h ysiology, from C ell to
nels and their gating. Physiol R ev 7 2 : don: W hurr Publishers, 1997. Circulation. Philadelphia: Lippincott-R aven,
(Su p p I):S5, 1992. K astor JA : A rrhythmias. Philadelphia: NVB 1998.
Barry D M , N erbonne JM : M yocardial potas Saunders C o, 1994. Parer J T : H andbook o f F e ta l Heart R ate M o n i
sium channels: electrophysiological and m o K elly R A , Balligand JL . Sm ith T\V: Nitric o x toring. Philadelphia: W B Saunders Co,
lecular diversity. Annu R ev Physiol 5 8 :3 6 3 , ide and cardiac function. C irc R es 7 9 :3 6 3 , 1997.
1996. 1996. Parati G , D İR ieıızo M , M a n cia G : Neural car
Brown 11, K ozlow ski R , Davey P: Physiology Levitsky M G , Hall S M , M cDonough KH: C ar diovascular regulation and 24-h ou r blood
and Pharm acology o f the Heart. Oxford: diopulmonary Physiology in A nesthesiol pressure and heart rate variability. A nn N Y
B lackw ell S cien tific, 1997. Acad S ei 7 8 3 :4 7 , 1996.
ogy. New York: M cG raw -H ill, 1997.
Catalano JT : G uide to E C G A nalysis. Philadel Sch uessler R B , B oin ear JP , Brom berg B I: O ri
Loew enstein W R : Junctional intercellular com
phia: J B Lippincott. 1993. gin o f the sinus impulse. J C ard iovasc E le c
m unication: the c ell-to -cell m embrane chan
Conley E C : V oltage-G ated C hannels, V ol. IV. trophysiol 7 :2 6 3 , 1996.
nel, Physiol Rev 6 1 :8 2 9 , 1981.
Orlando: A cadem ic Press, 1998. Suraw icz B : Electrop hysiologic B a sis o f E C G
Lombardi F , M alliani A. Pagani M , Cerutti S:
De M ello \VC, Ja n sc M J: Heart C ell C om m u and C ardiac A rrhythm ias. B altim ore: W il
Heart rate variability and its sympatho-
nication in H ealth and D isease. Boston: liam s & W ilkin s, 1995.
vagal modulation. C ardiovasc R es 3 2 :2 0 8 ,
Kluw er A cad cm ic, 1998. W alker M JA , Pugsley M K : M ethods in C ar
Des Jardins T A : Cardiopulmonary Anatomy 1996. diac E lectro-ph ysiology. B o c a R aton: C R C
and Physiology. Albany: D clm ar Publishers, Nom a A: Ionic m echanism s o f the cardiac Press, 1998.
1998. pacem aker potential. Jpn Heart H 3 7 :6 7 3 , W inegrad S : Endothelial cell regulation o f
Hainsworth R : R eflexes from the heart. Phy 1996. contractility o f the heart. Annu R ev Physiol
siol Rev 7 1 :6 1 7 , 1991. O ’Leary D S : Heart rate control during exercise 5 9 :5 0 5 , 1997.
Jalife J: B asic Cardiac Electrophysiology for by baroreceptors and skeletal m uscle af Zipes DP, Ja life J : C ardiac Electrophysiology,
the C linician. Armonk, N Y : Futura Publish férents. M ed Sei Sports Exerc 18:210. 3rd ed. Philadelphia: W B Saunders C o,
ers. 1998. 1996. 1999.
Kalp uyarısı kalp boyunca ilerlerken kalbi çevreleyen do üzerindeki elektrotlardan soldaki, lifin dışına dokundu
kulara elektrik akımları yayılır. Bu akımların küçük bir ğu yerde bir negatiflik alanı, sağdaki elektrot ise bir pozi
miktarı vücut yüzeyine kadar ilerler. Deri üzerine, kalbin tiflik alanı içerisindedir. Bu da voltmetrenin pozitif bir
karşılıklı iki yanına elektrodlar yerleştirilirse bu akımla kayıt yapmasına neden olur. Kas lifinin sağında, elekt
rın doğurduğu elektrik potansiyeller kaydedilebilir. Bu rotlar arasındaki potansiyelin, yüksek hızda kayıt yapan
kayıt elektrokardiyografi! olarak bilinir. Kalbin iki atımı bir voltmetre ile yapılmış olan kaydı görülmektedir. De
sırasında kaydedilen normal bir elektrokaıdiyogıam Şe polarizasyon Şekil ll-2A’daki lifin orta noktasına ulaştığı
kil 1 1 - 1 ’de gösterilmiştir. zaman, bu potansiyel kaydının en büyük pozitif değere
yükseldiğine dikkat ediniz.
Şekil ll-2 B ’de depolarizasyon kas lifinin tamamına
yayılmıştır. Sağdaki kayıt ise sıfır başlangıç çizgisine
N O R M A L E L E K T R O K A R D İY O G R A M IN geri dönmüştür. Çünkü şimdi elektrotların her ikisi de
eşit negatifiikteki alanlardadır. Tamamlanmış olan dal
Ö ZELLİK LER İ
ga bir depolarizasyon dalgasıdır. Çünkü depolarizas
yonun tüm kas lifi boyunca yayılmasına bağlı olarak
Normal elektrokardiyogram (Şekil 11-1), bir P dalgası,
oluşur.
bir QRS kompleksi ve bir T dalgasından oluşur. QRS
Kas lifinin repolaıizasyonunu gösteren Şekil ll-2 C ’de,
kompleksi her zaman olmamakla beraber çoğu zaman
pozitiflik lifin dışına geı i dönmüştür. Bu durum soldan
üç ayrı dalgadan; Q dalgası, R dalgası ve S dalgasından
sağa doğru lifin yarısına kadar ilerlemiştir. Bu anda sol
oluşur.
daki elektrot bir pozitiflik, sağdaki elektrot ise bir nega
Atriyumlar kasılmadan önce depolarize olurken, mey
tiflik alanı içindedir. Bu, Şekil ll-2A’daki polaritenin ter
dana gelen elektrik potansiyelleri P dalgasını oluşturur.
sidir. Bunun sonucunda, sağda görüldüğü gibi kayıt ne
Ventrikiiller kasılmadan önce depolarize olurlarken yani
gatif hale gelir.
depolarizasyon dalgası ventrikiillere yayılırken meydana
Şekil ll-2D'de kas lifi tamamen repolarize olmuştur.
gelen potansiyeller, QRS kompleksini oluşturur. Dolayı
Şimdi her iki elektrot da pozitiflik alanları içindedir, öy
sıyla hem P dalgası hem de QRS kompleksinin parçalan
le ki aralarında herhangi bir potansiyel kayıt edilmez.
depolarizasyon dalgalarıdır. Bu nedenle sağdaki kayıtta potansiyel bir kez daha sı
Ventriküller depolarizasyon durumundan eski du
fır düzeyine geri döner. Tamamlanmış olan negatif dal
rumlarına geri dönerlerken meydana gelen potansiyel
ga bir repolarizasyon dalgasıdır. Çünkü repolarizasyo-
ler, T dalgasını oluştururlar. Ventrikül kasında bu işlem,
nun tüm kas lifi boyunca yayılmasına bağlı olarak mey
normalde depolarizasyondan 0.25-0.35 saniye sonra
dana gelir.
meydana gelir ve bu dalga repolarizasyon dalgası olarak
bilinir.
Bu nedenle elektrokardiyogram hem depolarizasyon Ventrikül Kasının Tekevreli (Monofazik) Aksiyon
hem de repolarizasyon dalgalarından meydana gelir. Potansiyelinin Q RS Ve T Dalgalan ile İlişkisi. Ventri
Depolarizasyonun ve ıepolarizasyonun ilkeleri Bölüm kül kasının Bölüm 10’da tartışılan tekevreli aksiyon po
5’de tartışılmıştır. Elektrokardiyografide depolarizasyon tansiyeli, normal olarak 0.25-0.35 saniye sürer. Şekil 11-
ve repolarizasyon dalgalarının birbirlerinden ayırt edil 3’ün üst bölümünde tek bir ventrikül kası lifinin içine
mesi öylesine önemlidir ki, daha geniş olarak açıklan yerleştirilmiş bir mikroeleklrot ile kaydedilen bir tekev
maları gerekir. reli aksiyon potansiyeli gösterilmiştir. Bu aksiyon potan
siyelinin yukarı doğru çizdiği eğri depolarizasyoııa, po
tansiyelin başlangıç çizgisine geri dönüşü ise repolari-
D ep o larizasyo n D algaların a Karşı zasyona bağlı olarak meydana gelir.
R epolarizasyo n D algaları Şeklin alt bölümünde görülen ve aynı ventrikülden ya
pılmış olan eşzamanlı elektrokardiyogram kaydına dik
Biı kardiyak kas lifi Şekil 11-2'de depolarizasyon ve repo- kat ediniz. Bu kayıttaki QRS dalgası tekevreli aksiyon po
larizasyonun döı t evresinde gösterilmiştir. Depolarizas tansiyelinin başlangıcında, T dalgası ise sonunda belirir.
yon sırasında lif içindeki normal negatif potansiyel kay Ayrıca ventrikül kası tamamı ile polarize veya depolarize
bolur ve zar potansiyeli tersine döner, yani içeride hafif iken elektrokardiyogramda hiç bir potansiyel kaydedil
çe pozitif, dışarıda hafifçe negatif hale gelir. mediğine de özellikle dikkat ediniz. Yalnızca kas kısmen
Şekil ll-2A’da, içeride pozitif dışarıda negatif kırmızı polarize veya depolarize iken ventriküliin bir bölümün
yükler ile gösterilen depolarizasyon, soldan sağa, doğru den diğerine ve dolayısıyla da vücut yüzeyine doğru
hareket etmektedir; lifin ilk yarısı depolarize olmuştur, akım meydana gelir ve bu akım elektrokardiyogıamı
kalan yarısı ise hala polarize durumdadır. Dolayısıyla, lif oluşturur.
114
BÖLÜM 11 • Normal Elektrokardiyogram 115
1 saniye
i ■■ ■ 1
+ 2 —i İÜ- :;-4;
TîH'rn:
4 H—Htt i ;
+ 1 -
1 : Ht:: lllİ
. ;
; £
î ı\\^m
S 1: ’H r Ş i; -==İH
r—; m İt Ali İLİ 111
*; '•
İ İH - r p
t_ l •!!:
-2 —1
P-R aralığı = 0.16 saniye
Ş E K İL 11 - 1
Normal elektrokardiyogram.
E LE K T R O K A R D İY O G R A F İ DERİVASYONLAR
120
BÖLÜM 12 • Kalp Kası ve Koroner Kan Akımı Anormalliklerinin Elektrokardiyografik Yorumu: 121
Ş E K İL 12 - 4
I. derivasyon ekseni üzerinde B izdüşüm vektörünün belirlen
mesi. A vektörü ventriküllerin anlık potansiyelini temsil etmek
tedir.
+ Ş E K İL 12 - 5
1. derivasyon ekseni üzerinde B izdüşüm vektörünün belirlen
Ş E K İL 12 - 3 mesi. A vektörü ventriküllerin anlık potansiyelini temsil etmek
Üç bipolar ve tiç unipolar derivasyonun eksenleri. ledir.
122 ÜNİTE III • Kalp
N O R M A L E L E K T R O K A R D İY O G R A M IN
V E K TÖ R Y E L A N A L İZ İ
Ş E K İL 1 2 - 7
Ventriküllerin renkli alanları depolarize olmuştur (-); beyaz alanlar hala polarizedir (+). A, Veııtrikül depolarizasyonunun
başlangıcından 0.01 saniye sonra ventrikül vektörleri ve QRS kompleksleri; B, depolarizasyonunun başlangıcından 0.02
saniye sonra; C, depolarizasyonunun başlangıcından 0.035 saniye sonra; D, depolarizasyonunun başlangıcından 0.05 saniye
sonra; E, Ventrikül depolarizasyonu tamamlandıktan sonra, başlangıçtan 0.06 saniye sonra.
laşık 0.06 saniye sonra, ventrikülün kas kitlesinin tama dan sonra ventrikül kası boyunca ilerleyen repolarizas
mı depolarize olmuştur. Öyle ki, kalbin etrafında hiç yon, QRS kompleksinin başlangıcından yaklaşık 0.35 sa
akım hareketi yoktur ve hiç elektrik potansiyeli oluşmaz. niye sonra tamamlanır. Repolarizasyon olayı elcktrokar-
Vektör sıfır olur ve bütün derivasyonlardaki voltajlar da diyogramdaT dalgasına neden olur.
sıfır olur. İlk olarak septum ve ventrikül kasının diğer endokar-
Böylece üç standart bipolar kol-bacak derivasyonun- diyal alanları depolarize oldukları için, ilk olarak yine
daki QRS kompleksleri tamamlanır. bu alanların repolarize olmaları mantıklı görünür. Fa
Bazen derivasyonlardan en az birindeki QKS komp kat gerçekte durum böyle değildir. Çünkü septumda ve
leksinin başlangıcında, Şekil 12-7'de görülmeyen hafif diğer endokardiyal alanlarda kasılma süresi daha uzun
bir çökme vardır. Q dalgası adı verilen bu çökme, septu- dur ve dolayısıyla bu alanlar kalbin dış yüzeyinin çoğu
mun sol tarafının sağ tarafından önce depolarize olmaya na oranla daha yavaş repolarize olurlar. Ventrikül kası
başlamasına bağlıdır ki bu, olağan, tabandan-apekse nın ilk olarak repolarize olan en biiyiik kısmı, ventrikül
doğru olan vektörün oluşmasından saniyenin bir lerin bütün dış yüzeyi ve özellikle de kalbin apeksine ya
bölümü kadar önce, soldan sağa doğıu zayıf bir vektör kın olan kısmıdır. Diğer yandan endokardiyal alanlar,
oluşturur. Şekil 12-7'de görülen başlıca pozitif sapma R normalde en son repolarize olurlar. Kasılma sırasında
dalgası, son negatif sapma ise S dalgasıdır. yükselen ventrikül içi basıncın, endokardiyal alanlara
koroner kan akımını oldukça azaltarak, endokardiyal
alanlardaki repolarizasyon olayını yavaşlatmasının, re-
R epo larizasyo n S ırasında polarizasyondaki olağandışı sıralamaya neden olduğu
E lektro kard iyo g ram -T D algası na inanılmaktadır.
Ventriküllerin dış, apikal yüzeyleri, iç, taban yüzeyle
Ventrikül kasının depolarize olmasının ardından, elekt- rinden önce repolarize oldukları için, repolarizasyon sıra
rokardiyogramda gözlenebilecek düzeyde repolarizas sında kalp vektörünün pozitif ucu kalbin apeksine doğru
yon başlamadan önce, yaklaşık 0.15 saniye geçer. Bun dur. Bunun için ventriküllerin repolarizasyonu sırasında
124 ÜNİTE III • Kalp
V ektörkardiyogram
V E N T R İK Ü L Q R S ’IN IN O R TA LA M A
ELE K TR İK S E L E K S EN İ VE Ö N E M İ A
Ventrikül depolarizasyonunuıı Şekil 12-10’da görülen
vektörkardiyogramı (QRS vektörkardiyogramı), normal
bir kalbe aittir. Bu vektörkardiyogramda, ventriklillere
ait vektörlerde baskın olan yönün normalde kalbin
apeksine doğru olduğuna, yani ventriküllerin dcpolari-
zasyon siklusunun çoğu kısmında cleklrik potansiyelle
rinin yönünün (negatiften pozitife) ventriküllerin taba
nından apeksine doğru olduğuna dikkal ediniz. Potansi
yelin depolarizasyon sırasındaki baskın yönüne ventri
küllerin ortalama elektriksel ekseni veya ortalama QRS
vektörü denir. Normal ventriküllerin ortalama elektriksel
ekseni 59 derecedir. Kalbin belirli bazı patolojik durum Ş E K İL 12- 11
larında, bu yön oldukça değişir, hatta bazen kalbin leıs İki elektrokardiyografi derivasyonundan (I. ve III. derivasyon)
kutbuna doğrudur. kalbin ortalama elektriksel ekseninin bcMılenmesi.
126 ÜNİTE III • Kalp
E lektrokardiyogram da V o ltaj A za lm a s ı
Ventriküllerin apeksindeki hafif iskemiye bağlı, ters dönmüş T V entrikül Kasının Bazı K ısım larında
dalgaları.
D epolarizasyonun U zam asına Bağlı
A norm al T D algaları
Sonuç olarak elektrokardiyografi derivasyonlarınm bi uyarısının kalbin çeşitli bölümlerine iletilmesinde kesin
rinde veya daha fazlasında, T dalgasının ters dönmesi tiye neden olarak çeşitli aritmileri başlatabilir. Klinikte,
veya ikievreliT dalgaları gibi özgül olmayan değişiklikler dijitalin etkilerinin hafif T dalgası bozuklukları evresin
meydana gelebilir. Aşırı dijital kullanımına bağlı ikievre- den öteye geçmesine izin verilmemesi tercih edilir.
li bir T dalgası Şekil 12-24’te gösterilmiştir. Aynı zaman Dolayısıyla dijitalize hastaların olağan izlenmesinde
da küçük bir miktar zedelenme akımı da vardır. Bu du elektrokardiyografi kullanılır.
rum olasılıkla ventrikül kasının bir bölümünün sürekli
depolarizasyoııuna bağlıdır.
Dijital kullanımı sırasında T dalgasında meydana ge
len değişiklikler, dijital zehirlenmesinin en erken bulgu REFERANSLAR
larıdır. Hastaya bundan daha fazla dijital verilirse, kuv
vetli zedelenme akımları gelişebilir. Ayrıca dijital kalp Bölüm 13'ün kaynaklarına bakınız.
Kardiyak Aritm iler ve
Elektrokardiyografik Yorumu
Kalbin hatalı çalıştığı tehlikeli durumların bazıları, kalp şok durumuna girerse, refleks uyarılar kalbin hızını daki
kası bozukluğuna değil kalbin ritminin bozulmasına kada 150 ila 180 atıma kadar artırır.
bağlıdır. Örneğin, bazen atriyumların atımları ventrikül- Miyokardiyumun basit zayıflıkları da, genellikle kalp
leıin atımları ile bağlantısını kaybeder; öyle ki atriyum- hızını artırır. Çünkü zayıflayan kalbin arter ağına normal
lar artık ventrikülier için hazırlayıcı görevi yapmazlar. miktarda kan pompalamaması, sempatik reflekslere ne
Bu bölümün amacı, sık rastlanan kalp aritmilerini, den olur; bu da kalp hızını artırır.
bunların kalp pompasına etkilerini ve elektrokardiyog
rafi ile nasıl teşhis edildiklerini tartışmaktır. Kalp aritmi
lerinin nedeni genellikle kalbin ritim ve ileti sisteminde Bradikardi
meydana gelen aşağıdaki bozukluklardan bir tanesi veya
birkaçının birleşimidir: “Bradikardi” terimi kalp hızının yavaşlaması anlamına
1. Uyarı odağının anormal ritmi. gelir, genellikle dakikada 60 atımdan daha düşük hızları
2. Uyarı odağının sinüs düğümünden kalbin diğer bö tanımlar. Bradikardi, Şekil 13-2’deki elektrokardiyog-
lümlerine kayması ramda gösterilmiştir.
3. Uyarının kalp boyunca iletilmesinin çeşitli noktalar
da kesintiye uğraması Atletlerde Bradikardi. Bir atletin kalbi, normal bir in
4. Kalpte uyarı iletiminin anormal yollar izlemesi sanın kalbine kıyasla oldukça kuvvetlidir. Bu da atletin
5. Kalbin herhangi bir yerinde kendiliğinden anormal kalbinin her atımda daha büyük bir atım hacmini pom
uyarıların doğması palamasını sağlar. Her atımla birlikte arter ağına pompa
lanan aşırı miktardaki kanın dolaşımın feedback refleks
lerini veya diğer etkileri harekete geçirmesi, dinlenme
halindeki atlette bradikardiye neden olur.
B ...............................
A N O R M A L S IN U S R İTİM L E R İ Vagal Uyarılara Bağlı Bradikardi. Vagus sinirini uya
ran her dolaşım refleksi, kalbin hızını oldukça azaltabilir.
Çünkü parasempatik uyarılara neden olan asetilkolin
T aşikard i kalp işlevi üzerinde inhibitör etki yapar. Bunun belki de
en çarpıcı örneği, karotid sinüs sendromu olan hastalar
“Taşikardi" terimi kalp hızının artması anlamına gelir,
da gözlenir. Bu hastalarda, karotis arterin karotis sinüs
genellikle dakikada 1 0 0 atımdan daha büyük hızları ta bölgesindeki arterosklerotik bir olay, arter duvarında yer
nımlar. Taşikardili bir hastadan kaydedilmiş bir elektıo- alan basınç reseptörlerinde (baroreseptörler) aşırı du
kardiyogram Şekil 13-1’de görülmektedir. Bu elektrokar- yarlılığa neden olur. Sonuçta, boyun üzerindeki hafif bir
diyogram kalp atımlarının hızı dışında normaldir. QRS basınç, kuvvetli bir baroreseptör refleksine neden olarak
komplekslerinin arasındaki zaman aralıklarından belir kalpte yoğun vagus uyarılarına ve aşırı bradikardiye yol
lenen hız dakikada yaklaşık 150, normal hız ise dakikada açar. Gerçekten de bu refleks bazen 5-10 saniye kalbi
72’dir. durduracak kadar kuvvetlidir.
Taşikaıdinin genel nedenleri, vücut ısısının artışı, kal
bin sempatik sinirlerce uyarılması ve kalbin zehirlenme
durumlarıdır.
Sinüs Aritm isi
Yaklaşık 105°F (40.5°C) vücut ısısına kadar, vücut ısı
sında meydana gelen her bir derece Fahrenlıeit yüksel Kalp hızının normal ve derin solunum sırasındaki kaıdi-
me, kalp hızında dakikada yaklaşık 1 0 atımlık bir artışa yotakometre kaydı Şekil 13-3'de görülmektedir. Kardiyo-
(her derece Celcius için 18 atım) neden olur. 105°F’ın takometre, ardışık dikenlerin yükseklikleri aracılığı ile
üzerinde ise, ateşin kalp kasını giderek zayıflatmasına elektrokardiyogramda iki QRS kompleksinin arasındaki
bağlı olarak kalp hızı azalabilir. Ateş taşikardiyc neden süreyi kaydeden bir cihazdır. Şekildeki kayıtta, sakin so
olur; çünkü yüksek ısı sinüs düğümünün metabolik hızı lunum döngüsünün çeşitli evreleri sırasında, kalp hızı
nı artırır, bu ise doğrudan düğümün uyarılabilirliğini ve nın yaklaşık %5 oranında artıp azaldığına dikkat ediniz.
ritminin hızını artırır. Şekil 13-3’ün sağında gösterildiği gibi, kalp hızı derin so
Bu kitabın pekçok yerinde tartışıldığı gibi, pekçok et lunum sırasında, her bir solunum döngüsü ile beraber,
ken sempatik sinir sisteminin kalbi uyarmasına neden normalde bile % 30 oranında artar ve azalır.
olabilir. Örneğin, bir hasta kan kaybedip şok ya da yaıı- Sempatik ve parasempatik sinirlerin sinüs düğümüne
134
BÖLÜM 13 • Kardiyak Aritm iler ve Elektrokardiyografik Yorumu 135
Ş E K İL 13 • 3
Kardiyotakometre ile saptanmış sinüs aritmisi. Soldaki kayıt ki
Sinüs taşikardisi (I. derivasyon). şi normal solunum yaparken, sağdaki ise derin solunum yapar
ken alınmıştır.
S-A blok
:' ...... 4
■ : .B îl
Ş E K İL 1 3 - 4
Ş E K İL 13 • 2 Sinoatriyal düğüm kesintisi ve A-V düğüm kaynaklı ritim (III.
S in ü s b ra d ik a rd is i (III. d e riv a sy o n ). derivasyon).
136 ÜNİTE III • Kalp
Ş E K İL 1 3 - 5 Ş E K İL 13 • 7
Birinci derece bloğa bağlı, uzamış P-R aralığı (II. derivasyon)
Tam A-V bloğu (II. derivasyon)
Tam A-V Blok (Üçüncü Derece Blok). A-V düğüm ve A- elektrik stimülatör olup, elektrotları çoğunlukla sağ
V demette iletinin zayıflamasına neden olan dunun şid
ventı iküle bağlanır. Uyarı odağı ventrikülleri denetim al
detlenirse, uyarının atriyumlardan ventıiküllere geçişi ta
tına alan sürekli ve ritmik uyarılar sağlar. Piller yaklaşık
mamen kesilir. Bu durumda, Şekil 13-7’de görüldüğü gibi,
her 5 yılda bir yenilenir.
P dalgaları QRS T kompleksleri ile ilişkilerini tamamen
kaybederler. Bu elektrokardiyogramda atriyumlann atım
hızının dakikada yaklaşık 1 0 0 , ventriklillerin atım hızının Yarım (Kısm i) İn traven trikü ler B lo k-
ise dakikada 40’tan az olduğuna dikkat ediniz. Dahası P Elektriksel D eğ iş ke n lik (A ltern an s)
dalgalarının ritmi ile QRS-T komplekslerinin ritmi ara
sında hiçbir ilişki yoktur; çünkü ventriküller atriyumlann A-V kesintiye neden olabilen etkenlerin çoğu, aynı za
denetiminden "kaçmışlardır" ve sıklıkla A-V düğüm ya da manda ventriküllcrin Purkinje sisteminin periferik kı
A-V demetler tarafından oluşturulan ritmik uyarıların sımlarında da uyarının iletilmesinde bloğa neden olabi
kontrolünde, kendi doğal hızları ile atmaktadırlar. lir. Bazen yarım ventriküliçi kesinti meydana gelir; öyle
ki uyarı bazı kalp döngüleri sırasında kalbin bir bölümü
Stokes-Adams Sendromu - Ventriküler Kaçış. A-V kesinti ne iletilemez, bazı döngülerde ise iletilir. Yarım kesinti
meydana gelen bazı hastalarda tam kesinti belirir ve kay meydana gelen döngülerde QRS kompleksi oldukça
bolur. Yani uyarılar bir süre için atriyumlardan veııtrikülle- anormal olabilir. Elektriksel değişkenlik olarak bilinen ve
re iletilir ve sonra aniden iletim durur. Tam kesintinin sü ventriküliçi kısmi kesintiye bağlı olarak her iki kalp atı
resi birkaç saniye, birkaç dakika veya birkaç saat olabilir mından birinde meydana gelen durum Şekil 13-8'de gö
veya iletinin geri dönmesi için haftalar veya daha uzun za rülmektedir. Bu elektrokardiyogramda ayrıca taşikardi
man geçmesi gerekebilir. Bu durum özellikle ileti siste de görülmektedir. Burada taşikardi olasılıkla kesintinin
minde sınır düzeyde iskemi olan kalplerde meydana gelir. sebebidir. Çünkü kalp hızı yüksek olduğu zaman Purkin
A-V iletideki ilk kesintiden hemen sonra, aşın hız bas je sisteminin bölümlerinin, cevapsız dönemden ardışık
kısı adı verilen olaya bağlı olarak, 5 ila 30 saniye için her kalp atımına cevap verecek kadar çabuk çıkması im
ventrikül kasılmaları durur. Yani ventriküller kendi doğal kansız olabilir. Ayrıca iskemi, miyokardit ve dijital zehir
hız ve ritimlerinden daha büyük bir hızla atriyumlar ta lenmesi gibi kalbi zayıflatan çoğu durum da yarım vent
rafından güdüldükleri için, uyarılabilirlikleri baskılan- riküliçi bloğa ve buna bağlı olarak da elektriksel değiş
mıştır. Sonunda, Purkinje sisteminin kesintinin ilerisin kenliğe neden olabilir.
deki bir bölümü, genellikle de A-V düğümün distal bölü
münde, düğümün içerisindeki kesinti noktasının ileri
sinde bir bölge veya A-V demette bir bölüm dakikada 15
ila 40 atımlık bir hızla ritmik ateşlemeler oluşturmaya
başlar ve ventıiküllerin uyarı odağı görevini üstlenir. Bu ERKEN (P R E M A T Ü R E ) V U R U L A R
na ventrikiilerkaçış denilir.
Beyin kan akımı olmaksızın 4 ila 5 saniyeden daha fazla Erken vuru, kalbin, normal kasılmanın beklendiği andan
işlevini sürdüıemediği için, hastaların çoğu tam kesinti önce kasılmasıdır. Bu duruma aynı zamanda ekstrasis
meydana geldikten birkaç saniye sonra bayılır. Çünkü tol, prematüre vuru veya ektopik vuru da denilir.
kalp ventriküller “kaçıncaya" kadar, 5 ila 30 saniye süreyle
hiç kan pompalamaz. Fakat kaçıştan sonra yavaşça atan Erken Vurunun Nedenleri. Çoğu erken kasılma, kalpte,
ventriküller, genellikle kişiyi hızla ayıltmaya ve idame et kalp ritmi sırasında beklenmedik anlarda olağandışı uya
tirmeye yetecek kadar kanı pompalarlar. Bu aralıklı bayıl rılar doğuran ektopik odakların varlığına bağlıdır. Ekto
ma nöbetleri Stokes-Adams Sendromu olarak bilinir. pik odak oluşumunun olası nedenleri arasında şunlar sa
Ventıiküllerin tam bloğu izleyen durgunluğu, nadiren yılabilir: (1 ) bölgesel iskemi alanları; (2 ) kalbin çeşitli
hastanın sağlığı için zararlı hale gelecek veya ölüme bile noktalarındaki küçük kalsifiye plakların komşu kalp kası
neden olacak kadar uzun sürer. Bu nedenle bu hastala na bası yaparak bazı lifleri harekele geçirmesi; (3) A-V
rın çoğuna yapay bir uyarı odağı takılır. Yapay uyarı oda düğüm, Purkinje sistemi veya miyokardiyumun, ilaçlar,
ğı, pil ile çalışan ve cilt altına yerleştirilen küçük bir nikotin veya kafeinin toksik iritasyonu ile harekete geçi
rilmesi. Kalp kateterizasyonu sırasında mekanik etkilere
Kayıp vuru
f t -r ir if H : İr ff*İ: r :: T i : ’ ?I ^ î* ! ~î
; ; s i :■ ı; • \
İ K İ l ’U i l i L i İ İ . J l İH
\
İP İ p | p l a li pi _
f : -V T ’ y :İ
¥ I :
i' ' 1 : . • İ
Ş E K İL 13 • 6 Ş E K İL 13 - 8
İkinci derece, yarım A-V blok (V3 derivasyoııu). Kısmi venUiküliçi blok "elektriksel değişkenlik" (111. derivasyon)
BÖLÜM 13 • Kardiyak Aritm iler ve E lektrokardiyografi Yorumu 137
Erken vuru
Erken vuru
Ş E K İL 1 3 - 9
Airiyum kaynaklı erken kasılma (I. derivasyon).
A-V diiğüm kaynaklı erken kasılma (III. derivasyon).
| i.:-
j\ 4 * ^ 1 |
:
’ : jM •i i ' ■1 "T 1 1 î
_ j J [
i. : ; l ; :1
: : j j ! j ."T ' . ^ " İ -i " ; ^ İ I i : •; i- : j
ya hemen hemen sıfır olacaktır. Dolayısıyla bir erken : -i ; *. j \:.i i- Lu , : . Vl.: ! •: • . .:
kasılmadan sonra perifere doğru ilerleyen nabız dal ) I : : : *:
Ventrikül Kaynaklı Ektopik Erken Kasılma Odağının A-V Düğüm Kaynaklı Paroksismal Taşikardi. Paroksi-
Vektörel Çözümlemesi. B ölü m 12’de vektörel ç ö zü m m al taşikardi çoğu za m an A-V d ü ğ ü m kaynaklı o la ğ a n d ı
lem en in kuralları anlatılm ıştır. Şekil 13-11'deki elektro- şı bir ritim e bağlıdır. Bu du ru m genellikle n orm al QRS-T
kardiy ogram a b u kuralları uygulayarak VKEV’in odağı k o m pleksin e n ed en olur, fakat P d a lg ası yoktur veya g iz
olan noktaya şu şekilde b ulab iliriz: Erken kasılm aların II. lidir.
ve III. deıiv asy o n lard ak i p otan siy ellerin in h er ikisinin de Birlikte supraven triküler taşikardi ad ın ı alan, atriyum
kuvvetle p o zitif o ld u ğ u n a dikkat ediniz. II. ve III. deri- veya A-V d ü ğü m kaynaklı p aro k sim al taşikardiler, g e n e l
vasy oııların ek se n le rin e b u p o tan siy elleri işaretleyip, likle gen ç ve sağlıklı kişilerde m e y d an a gelir ve b u kişiler
kalbin o rta la m a QRS vektörü için vektörel çözü m lem e de taşikardi eğilim i ergenlikten so n ra kaybolur. S u p ra
y ap arsak , b u erken k asılm an ın vektörün ün n egatif u c u ventriküler taşikardi kişiyi genellikle çok korkutur ve n ö
n un (odak) kalbin ta b a n ın d a olduğun u, p ozitif ucunun bet sıra sın d a gü çsü z lü ğe n eden olabilir, fakat n öb etler
ise ap e k se doğru old u ğ u n u buluru z. Bu n edenle, kalbin n adiren kalıcı h asara n ed en olur.
b u erken k a sılm a s ır a sın d a dep o larize olan ilk kısm ı
ventriküllerin tab an ın a yakındır. D olayısıyla da b u rası V en trikü l Kaynaklı Paro ksism al Taşikardi
ektopik o d ağın yeridir.
Şekil 13-13’de tipik, kısa bir ventrikül kaymaklı taşikardi
n öb eti görülm ektedir. Ventrikül kaynaklı p a ro k sism a l ta-
şikardin in elektrokardiyogram ı, a rala rın d a h içb ir n o r
P A R O K S İS M A L T A Ş İK A R D İ m al atım olm aksızın birbirini izleyen bir dizi ventrikül
kaynaklı erkenvuru gö rü n ü m ü n d ed ir.
Atriyum lar, P u ıkin je siste m i ve ventriküller dahil olm ak Ventrikül kaynaklı p a ro k sism a l taşikardin in genellikle
üzere, kalbin h erh an gi bir yerindeki bir bozukluk, kalple ciddi bir du ru m o lm asın ın iki n eden i vardır. Birincisi,
h er y ön e doğru yayılan hızlı, ritm ik uyarıların a te şle n veııtriküllerde kayda d eğer bir iskem ik h a sa r olm ad ık ça
m e sin e n ed en olabilir. B u du ru m u n en sık n edeninin, genellikle bu tür taşikardi m e y d an a gelm ez. İkincisi,
bir b ö lge d e özden-tekrar- u y arılm alara (self-re-excitati- ventrikül kaynaklı taşikardi sıklıkla ö lü m cü l bir du ru m
on) yol açan y en iden -giriş yolları o ld u ğ u n a in an ılm ak ta olan ventrikül fib rilasyon u n a neden olur; çün kü bir s o n
dır. Ritm i hızlı old u ğu için, b u yeni o dak kalbin uyarı raki b ö lü m d e tartışılacağı gibi, ventrikül kasın ı h ızla ar-
o d ağı h alin e gelir. d a rd a uyarır.
"P aro k sism al" terim i an id e n b aşlay an ve birkaç s a n i B azen dijital zeh irlen m esi de ventrikül kaynaklı taşi-
ye, birkaç dakika, birkaç s a a t veya d a h a uzun süren n ö kardilere n ed en olan h a s s a s o d ak lar oluşturur. D iğer
b etler h alin de, kalp hızın ın artm asın ı ifade eder. N ö b e t y an d an kalp kasın ın c e v ap sız d ö n em in i u z ata n ve u y a
ler b aşlad ık ları gibi an id e n so n bulur ve uyarı odağı rılm a eşiğini yükselten quinidin e, ventrikül kaynaklı ta-
an ın d a sin ü s d ü ğ ü m ü n e geri döner. şikardiye n eden olan h a s s a s n ok taları en gellem ek için
P aro ksism al taşikardi, çoğu za m an bir vagu s refleksi kullanılabilir.
b aşlatılarak durduru labilir. Bu a m a ç la ku llanılan ilginç
bir vagu s refleksi, gözlere ağrıya n eden olacak kadar b a
sın ç uy gulan dığı za m a n m e y d an a gelir. Karotid sin ü sle
re b a stırm a k d a b azen taşikardiyi durdurab ilecek kadar
VE N TR İK Ü L F İB R İL A S Y O N U
kuvvetli bir vagu s refleksi başlatab ilir. Çeşitli ilaçlar da
kullanılabilir. Sıklıkla k u llan ılan q u in idiııe ve lidoca-
Bütün kalp aritm ilerinin en ciddisi, a n ın d a tedavi e d il
in e’in h er ikisi de, ak siyon p otasiy eli oluşurken kalp kası
m ediği takdirde h em en d a im a ölü m e n ed en olan v e n tri
zarının so d y u m geçirgen liğin d e m e y d an a gelen norm al
kül fibrilasyonudur.
artışı baskılay arak , n ö b e te n ed en olan bölgen in ritmik
ateşlem elerin i keser.
Ventrikül fıbrilasyonu, ventrikiil kası kitlesi içinde teh uyarılırsa, uyarı, saat 1 2 noktasına geri dönımceye kadar
likeli bir şekilde dolaşan kalp uyarılarının, ventrikül kası çember etrafında ilerleyecektir. İlk uyarılan kas lifleri ha
nın önce bir bölümünü, daha sonra bir başka bölümünü la cevapsız dönemde iseler, cevapsız kas ikinci bir uyarı
ve daha sonra bir başkasını uyararak sonunda kendi yı iletmeyeceği için uyarı sönecektir. Bu uyarının çember
kendilerini geri beslemeleri ve aynı ventrikül kasını tek etrafında harekete devam etmesine, yani uyarının daha
rar tekrar durmadan yeniden uyarmalarına bağlıdır. Bu önce uyarılmış kasa yeniden-girmesine neden olabile
gerçekleştiği zaman ventrikül kasının pek çok küçük bö cek üç değişik durum vardır.
lümü aynı anda kasılacak, eş miktarda pek çok bölümü Birincisi, eğer çemberin etrafındaki yol uzunsa, uyarı
de gevşeyecektir. Bu nedenle ventrikül kası asla kalbin saat 1 2 noktasına geri dönünceye kadar, ilk uyarılan kas
normal pompalama döngüsünün gerektirdiği gibi toplu cevapsız dönemden çıkacak ve uyarı halka etrafında tek
halde ve uyumlu olarak kasılmayacaktır. Dolayısıyla çok rar tekrar dönmeye devam edecektir.
sayıda uyarı sinyalinin ventriküller boyunca hareket et İkincisi, yolun uzunluğu sabit kalıp, iletinin hızı yete
mesine rağmen ventrikül boşlukları ne genişler ne de rince yavaşlarsa, uyan saat 1 2 noktasına geri dönünceye
küçülür, fakat hiç kan pompalamadan veya önemsiz kadar uzun zaman geçecektir. Bu sırada, ilk uyarılan kas
miktarlarda kan pompalayarak kısmen kasılı belirsiz bir cevapsız dönemden çıkabilecek ve uyaı ı çember etrafın
evrede kalırlar. Dolayısıyla fibrilasyon başladıktan sonra da tekrar tekrar dönmeye devam edebilecektir.
beyin kan akımının durmasına bağlı olarak, 4-5 saniye Üçtincüsü, kasın cevapsız dönemi büyük ölçüde kısa
içinde bilinç kaybı olur, birkaç dakika içinde de vücudun labilir. Uyarı bu durumda da halka etrafında tekrar tek
tüm dokularında geri dönüşümü olmayan ölüm başlar. rar dönebilecektir.
Pek çok etken ventrikül fibrilasyonunu başlatabilir; bir Bu olayların hepsi, insan kalbinin değişik patolojik
saniye önce normal bir kalp atımı gerçekleşmişken bir durumlarında meydana gelir. Bu durumlar şunlardır:
saniye sonra ventriküller fibrile olurlar. Fibrilasyonu (1) Yolun uzaması tipik olarak dilate kalplerde meyda
başlatabilecek en önemli nedenler ( 1 ) kalbin ani elektrik na gelir. (2) İleti hızının azalması çoğu zaman Purkinje
şokuna maruz kalması ve (2 ) kalp kasının ya da özelleş sisteminde blok meydana gelmesine, kas iskemisine,
miş ileti sisteminin veya her ikisinin iskemisidir. yüksek kan potasyum düzeylerine veya pekçok diğer
etkene bağlıdır. (3) Cevapsız dönemin kısalması ço
ğunlukla epinefrin gibi çeşitli ilaçlara bağlı olarak veya
tekrarlayan elektrik uyarılardan sonra meydana gelir.
Y e n id en -G iriş O layı-V entrikül Fibrilasyonu- Yeniden giriş, pekçok kalp rahatsızlığında anormal ka
nun N ed en i O larak “Ç em ber H a re k e tle ri” sılma biçimlerine veya sinüs düğümünün hız belirleyi
ci etkisini engelleyen anormal kalp ritimlerine neden
Normal bir kalp uyarısı ventriküllcrin tamamına yayıl olabilir.
dıktan sonra gidecek bir yeri kalmaz, çünkü bu anda bü
tün ventrikül kası cevapsız dönemdedir ve uyarıyı artık Fibrilasyonun Zincirlem e Tepkim e Mekanizması
iletemez. Dolayısıyla bu uyarı söner ve kalp sinüs düğü
münden doğacak yeni bir aksiyon potansiyelini bekle Ventrikül fibrilasyonunda, kalp kasında aynı anda farklı
meye başlar. yönlere doğru yayılan pekçok ayrı ve küçük kasılma dal
Bazı durumlarda olaylar bu normal sıralama ile ger gası görürüz. Fibrilasyonun yeniden-giren uyarıları, Şe
çekleşmez. Bu nedenle yeııiden-girişe neden olup, vent kil 13-14’te görüldüğü gibi bir halka etrafında hareket
rikül fıbrilasyonunun çember hareketlerini başlatabilen eden bir tek uyartıdan ibaret değildir; zincir tepkimesi
durumları daha detaylı olarak inceleyelim. görünümünde bir dizi dalga haline gelmişlerdir. Fibrilas-
Şekil 13-14’te halka biçiminde kesilmiş birkaç küçük yondaki bu olayı açıklamanın en iyi yollarından biri, 60
kalp kası şeridi görülmektedir. Böyle bir şerit saat 12 devirli alternatif elektrik akımının neden olduğu elektrik
noktasında uyarının tek yönde hareket edeceği şekilde şokunun fibrilasyonu nasıl başlattığını anlatmaktır.
Atriyum Atriyum
flatteri fibrilasyonu
Ş E K İL 13 - 18
Atriyum fibrilasyonu ve atriyum Halterinde uyarıların yollan.
içerisinde geçecek şekilde boşalması sağlanır. Laboratu- Atriyumlarm Atriyum Fibrilasyonu Sırasındaki Pom
varımızda anestezi altındaki bir köpeğin kalbi göğüs du palama Özellikleri. Ventrikiillerin ventrikül fibrilasyo
varı üzerinden 130 kez defıbrile edilmiş ve köpek mü nu sırasında kan pompalamamaları ile aynı nedenler
kemmelen normal durumda kalmıştır. den dolayı atriyuıular da atriyum fibrilasyonu sırasında
kan pompalamazlar. Dolayısıyla atriyumlar ventriküller
için hazırlayıcı pompalar olarak işe yaramaz hale gelir
Defibrilasyona Yardım Am acıyla Kalbin Elle
ler. Bu durumda bile kan pasif olarak atriyumlaıdan ge
Pompalanması (K ardiyopulm oner Resusitasyon) çip ventrikülleıe akar ve ventrikül pompasının etkinliği
yalnızca yüzde 20 ila 30 oranında azalır. Dolayısıyla,
Kalp, fibrilasyon başladıktan sonra 1 dakika içinde defib- ventrikül fibrilasyonunun ölümcül olmasına karşın, atri
rile edilmediği takdirde, sadece defibrilasyon ile yeniden yum fibrilasyonu olan bir kişi kalbin pompalama etkinli
canlanamayacak kadar zayıf düşer, çünkü koroner kan ğinin genelde azalmış olmasına rağmen aylarca ve hatta
akımı ile beslenemez. Fakat kalbi önce el ile pompalayıp yıllarca yaşayabilir.
(aralıklı sıkıştırma) daha sonra defıbrile ederek hayata
döndürmek mümkündür. Bu şekilde aortaya küçük mik Atriyum Fibrilasyonunda Elektrokardiyogram. Atriyum
tarlarda kan gönderilerek koroner kan akımı başlatılabi fibrilasyonımdaki elektrokardiyogram Şekil 13-19’da gö
lir. Çoğunlukla birkaç dakika sonra elektrik defibrilasyon rülmektedir. Atriyum fibrilasyonu sırasında pekçok kü
mümkün olur. Gerçekten de bazı fibıile olmuş kalpler, çük depolarizasyon dalgası bütün yönlerde atriyumlara
başarıyla defıbrile edilmeden önce, 90 dakika kadar yayılır. Dalgalar zayıf olduğu ve belirli bir anda pekçoğu
uzun bir süre elle pompalanmışlır. zıt polaritede olduğu için genellikle birbirlerini neredey
Göğüs kafesini açmaksızın kalbi pompalamanın bir se tamamen nötralize ederler. Dolayısıyla elektrokardi-
yöntemi yapay solunum ile birlikte göğüs duvarına aralık yogramda ya hiç P dalgası görülemez, ya da ince, yüksek
lı olarak ve kuvvetli hamlelerle basınç uygulamaktır. Buna frekanslı, çok düşük voltajlı dalgalar içeren bir kayıt yapı
kardiyopulmoner resusitasyon veya basitçe CPR denilir. lır. Diğer yandan venlriktillerde herhangi bir patoloji ol
Beyine 5 ila 8 dakikadan daha uzun süre kan akımı olma madığı takdirde QRS-T komplekleri normaldir, fakat aşa
ması, genellikle kalıcı zihinsel bozukluklara ve halta beynin ğıda belirtilen nedenlerle zamanlamaları düzensizdir.
haraplanmasma neden olur. Kalp hayata döndürülse bile,
kişi beyin hasarının etkilerine bağlı olarak ölebilir veya ya- Atriyum Fibrilasyonu Sırasında Ventriküler Ritmik
şasa bile kalıcı zihinsel bozukluk meydana gelebilir. Düzensizliği. Atriyumlar fibrilasyonda iken, uyarılar at
riyum kasından A-V düğüme hızlı fakat aynı zamanda
düzensiz olarak ulaşırlar. A-V düğüm bir uyarıdan sonra
0.35 saniye geçmeden ikinci bir uyarıyı geçirmeyeceği
A T R İY U M F İB R İL A S Y O N U için, iki ventrikül kasılması arasında en azından 0.35 sa
niye olmalıdır. Buna ek olarak, düzensiz fîbrilatuar uya
rılardan birinin A-V düğüme ulaşması için de 0 ila 0.6 sa
A-V demet bağlantısı dışında, atriyumun kas kitlesi ile
niye arasında değişen bir süreye gerek vardır. Bu neden -
ventrikülün kas kitlesinin birbirlerinden yalıtkan bir fib-
röz doku ile ayrıldıklarını hatırlayınız. Dolayısıyla venlri-
kül fibrilasyonu çoğu zaman atriyum fibrilasyonu ol
maksızın gerçekleşir. Benzer şekilde, atriyum fibrilasyo
nu da çoğu zaman ventrikül fibrilasyonu olmaksızın ger
çekleşir. Bu durum Şekil 13-18'in sağında gösterilmiştir.
Olayın ventrikül kitlesi yerine sadece atriyum kası kitle
sinde meydana gelmesi dışında, atriyum fibrilasyonunun
işleyişi ventrikül fibrilasyonununki ile aynıdır. Atriyum fib
rilasyonunun sık rastlanan bir nedeni atriyumun genişle
mesidir. Genişleme, atriyumlarm venlriküllere yeterince A triyum fib rila sy o n u (I. d e riv a sy o n )
142 ÜNİTE III • Kalp
Atriyum Fibrilasyonunun Elektroşokla Tedavisi. Atriyum flatterinin tipik eleklrokardiyogramı Şekil 13-
Ventrikül fibrilasyonu elektroşok yolu ile normal ritme 20’de görülmektedir. Kas kitleleri yarı uyumlu kasıldıkla
geri döndürülebileceği gibi, atriyum fibrilasyonu da rı için P dalgaları kuvvetlidir. Fakat kayıtta yalnızca atri-
elektroşokla döndürülebilir. Yöntem ventrikiilün dön yumların her iki veya üç atımından sonra bir P dalgasını
dürülmesi ile tamamen aynı olup -bir tek kuvvetli bir QRS-T kompleksi izlediğine ve 2:1 ve 3:1 ritminin
elektrik şokunun atriyumlardan geçirilmesi- kalbin oluştuğuna dikkat ediniz.
tamamı birkaç saniye için cevapsız döneme sokulur.
Eğer kalp bunun için yeterli ise genellikle normal bir
ritim başlar.
KALP D U R M A S I
A triyum F latteri
Kalbin ritim ve ileti sisteminin son ciddi bozukluğu kal
Atriyum flatteri, çember hareketinin atriyumlarda neden bin durmasıdır. Bu, kalbin bütün ritmik uyarılarının son
olduğu diğer bir durumdur. Atriyum fibıilasyonundan bulmasına, yani kendiliğinden oluşan hiçbir ritmin kal
farkı, elektrik sinyalin bir tek büyük dalga halinde ve da mamasına bağlıdır.
ima tek yönde atriyumun kas kitlesi etrafında tekrar tek Kalp durması, özellikle derin anestezi sırasında hasta
rar hareket etmesidir. Şekil 13-18’in solunda gösterildiği ların yetersiz solunum nedeniyle ciddi hipoksiye girme
gibi bu dalga genellikle, superiyor ve inferiyor vena kava- lerine bağlı olarak meydana gelir. Hipoksi kas liflerinin
larm açıklıkları etrafında yukarı, aşağı ve tekrar yukarı ve ileti liflerinin, zarlarının iki yanındaki normal elektro
doğru hareket eder. lit yoğunluk farklarını korumalarını engeller. Bu da lifle
Atriyum flattleri atriyumların genellikle dakikada 200 rin uyarılabilirliğiııi, kendiliğinden oluşan ıitmikliği yok
ile 350 atım arasındaki yüksek bir hızla kasılmalarına ne edecek kadar etkileyebilir.
den olur. Fakat atriyumların bir tarafı kasılırken diğer ta Çoğu kalp durması durumunda normal bir kalp ritmi
rafı gevşediği için atriyumların pompaladığı kanın mik nin yeniden sağlanması için kardiyopulmoner resusitas-
tarı düşüktür. Dahası, sinyaller A-V düğüme hepsinin ge yon oldukça başarılıdır. Bazı hastalarda ağır bir ıniyo-
çemeyeceği kadar hızlı ulaşırlar. Çünkü A-V düğümün ve kard hastalığı kalıcı veya yarı kalıcı kalp durmasına ne
A-V demetin cevapsız dönemi atriyum sinyallerinin yal den olarak, ani ölüme yol açabilir. Çoğu vakada implan-
nızca bir kısmını geçirecek kadar uzundur. Dolayısıyla te edilmiş elektronik bir uyarı odağından sağlanan rit
ventrikiillerin lıerbir atımına karşılık atriyumlarda iki ve mik elektrik uyarılar hastaları yıllarca hayatta tutmak
ya üç atım gerçekleşir. için başarıyla kullanılmıştır.
REFERANSLAR
A sh cro ft F M : Ion Channels & D isease. O r vascular surgery. J Am Coll Surg 1 82:530, M cC u lley M E , Bennett R L : S T segm ent m oni
lando: A cad em ic Press, 1998. 1996. toring in the pediatric IC U : detecting m yo
Cliou T C : Electrocardiography in C linical G illis A M : T h e current status o f the implanta cardial isch em ia in children. C rit C are
P ractice. Philadelphia: W B Saunders Co, b le cardioverter defibrillator. Annu Rev Nurse 1 7 :8 1 , 1997.
1991. M ed 4 7 :8 5 , 1996. M ulcahy D: Continuous electrocardiographic
C ollin s L J : T h e ro le o f hormone replacement G uyton A C , C row ell JW : A stereovectorcar- m onitoring. B r J Hosp M ed 5 7 :3 6 , 1997.
therapy in the primary’ and secondary pre diograph. J Lab C lin Med 4 0 :7 2 6 , 1952. O bcid A l: Echocard iography in C lin ical Prac
vention o f coronary artery' disease. E d u ca Ja life J: B a s ic Cardiac Electrophysiology for tice. Philadelphia: J B Lippincott, 1992.
tional H ighlights newsletter. A m erican C o l the C lin ician . A rm onk, N Y : Futura Publish Pallotta B S , W agon er P K : V oltage-dependent
lege o f C ardiology 1 3:1, 1998. ers, 1998. potassium channels sin ce Hodgkin and
C ox J L , Sundt T M III: T h e surgical m anage Josephson M E : C linical Cardiac Electrophysi Huxley. P hysiol R ev 7 2 :(S u p p l):S 4 9 ,
m ent o f atrial fibrillation. Annu R ev Med ology. Baltim ore: W illiam s & W ilkins, 1 9 9 2 .'
4 8 :5 1 1 , 1997. 1993. Suraw icz B : Electro p h ysiologic B a sis o f EC G
Falk R H , Podrid P J: Atrial Fibrillation: M ech a K astor, JA : Arrhythm ias. Philadelphia: W B and C ard iac A rrhythm ias. Baltim ore: W il
nism s and M anagem ent. New Y ork: Raven Saunders C o, 1994. liam s & W ilk in s, 1995.
Press, 1992. K eating M T : T h e long Q T syndrome: a review van W ijngaard en W J, Ja m es D K , Sym onds
Feinstem N, M cC artney P: Fetal Heart M on i o f recent m olecular genetic and physiologic E M : T h e fetal electrocardiogram . Baillieres
toring. Dubuque, IA : Kendall/Hunt Publish d iscoveries. M edicine 7 5 :1 , 1996. C lin Obstet G yn aecol 1 0 :2 7 3 , 1996.
ers, 1997. L iberthson R R : Sudden death from cardiac W agner G S : M arriott’s Practical E lectrocard i
Fu ster V : Syndrom es o f A therosclerosis. A r- causes in children and young adults. N ography. Baltim ore: W illia m s & W ilkins,
m onk, N Y : Futura Publishing Co, 1996. Engl J M ed 3 3 4 :1 0 3 9 , 1996. 1994.
G annedahl PE, Edner M , Ljungqvist OH: Lynch C III: C ardiac Electrophysiology: Peri W alker M JA , Pugsley M K : M ethods in C ar
Com puterized vectorcardiography for im operative Considerations. Philadelphia: JB diac Electro -p h ysiology. B o c a Raton: CRC
proved perioperative cardiac monitoring in Lippincott, 1994. Press, 1998.
ÜNİTE
Dolaşım
14
D o la şım S iste m i; Basınç, A kım ve D ire n cin T ıb b i Fizik P re nsiple ri
15
D a m a rla rın G e rile b ilm e Y e te n e ğ i ve A rte ry e l ve V enöz S iste m le rin
F o n ksiyo n la rı
16
M ik ro d o la ş ım ve L e n fa tik sistem ; K a p ille r Sıvı D e ğ iş im i, İn te rstisye l
Sıvı ve Lenfa A kım ı
17
Kan A kım ın ın D o k u la r T arafından Lokal K o n tro lü ve H o rm o n a l
D ü z e n le m e
18
D o la şım ın Sinirsel D ü z e n le n m e si ve A rte ry e l Basıncın Hızlı K o n tro lü
19
A rte ry e l Basıncın U zun-S üreli D ü ze n le n m e si ve H ip e rta n s iy o n d a
B ö b re k le rin Baskın ro lü ; Basınç K o n tro lü n d e B ü tü n le ş tiric i S istem
20
K alp D e b is i, V enöz D ö n ü ş ve D ü ze n le n m e si
21
E gze rsizde Kas Kan A kım ı ve K ardiyak D e b i; K o ro n e r D o la şım ve
İskem ik K alp H astalığı
22
K alp Y e te rsizliğ i
23
K alp se sleri; V a lv ü le r ve K o n je n ita l K alp D e fe k tle rin İn D in a m iğ i
24
D o la şım Şoku ve T e d a visin in Fizyolojisi
Dolaşım Sistemi; Basınç, Akım ve
Direncin Tıbbi Fiziği
Dolaşım sistem inin görevi, besinleri dokulara taşı kapillerlere geçen kan akımını büyük ölçüde değiş
mak, artık maddeleri dokulardan uzaklaştırmak, tirebilirler.
hormonları vücudun bir bölümünden diğerine ta Kapillerlerin görevi sıvı, besin maddeleri, elekt
şımak ve genel olarak tüm hücrelerin optimal işlev rolitler, hormonlar ve diğer maddelerin kan ile in-
görebilmesi ve yaşayabilmesi için tüm doku sıvıla terstisyel sıvı arasında değişimini sağlamaktır. Bu
rında uygun çevreyi korumak, böylece dokuların göreve uygun olarak, kapiller çeperi çok incedir ve
gereksinimini karşılamaktır. çok sayıdaki kapiller p orlar su ve küçük moleküllü
Bazen, kan akımının dokuların ihtiyacına göre maddelere geçirgendir.
nasıl kontrol edildiğini ve dolaşımdaki kanı damar Venüller, kapillerleıden gelen kanı toplarlar. Biı-
larda ilerletmek için gerekli kalp debisi ve arteryel leşerek daha büyük venleıi oluştururlar.
basıncı sağlamak üzere kalp ve dolaşım sisteminin Veııler dokulardan kalbe dönen kan için taşıma
nasıl kontrol edildiğini anlamak zordur. Kan h ac kanalları olarak görev yaparlar, fakat bir başka
mini kontrol eden m ekanizm alar nelerdir, dolaşım önemli fonksiyonları da büyük bir kan deposu ola
sistem inin diğer fonksiyonları ile ilişkisi nedir? rak hizmet görmektir. Venöz sistemdeki basınç çok
Bunlar, aşağıdaki dolaşım sistemi konularında ce düşük olduğu için, ven çeperleri incedir. Yine de
vap vermeyi amaçladığımız sorulardan bazılarıdır. kas içerirler, kaslar venlerin daralm asına ya da gev
şem esine izin verir, böylece vücudun gereksinimi
ne göre az ya da çok miktarda kan depolayan, kont
rol edilebilir bir depo olarak çalışırlar.
DOLAŞIMIN FİZİKSEL
Dolaşım Sisteminin Değişik Bölümlerinde Kan
KARAKTERİSTİKLERİ
Hacimleri. Dolaşımdaki kanın en büyük bölümü,
sistemik venlerde bulunur. Şekil 14-1 vücuttaki tüm
Dolaşım sistemi, Şekil 14-1’de gösterildiği gibi, sis
kanın % 84‘ünün sistemik dolaşımda, %16'sının ise
tem ik dolaşım ve pıılm oner dolaşım olmak üzere
Akciğer ve kalpte bulunduğunu gösteriyor. Sistemik
iki bölüm de incelenir. Sistemik dolaşım akciğerler
dolaşımında bulunan % 84’ün % 64’ii venlerde, %
dışındaki bütün vücut dokularının kan ihtiyacını
13’ü arterlerde, % 7 ’si sistemik arteriyol ve kapiller-
karşıladığı için, bilyük dolaşım ya da periferik d o la
lerde bulunur. Tüm kanın yüzde yedisi kalbde, yüz
şım diye de bilinir.
de dokuzu pulmoner damarlarda bulunur.
Vücuttaki her dokunun damar sistemi birtakım
En şaşırtıcı olanı, sistem ik dolaşım kapillerle-
farklı özellikler göstermekle birlikte, damarların
rinde çok az miktarda kan bulunm asıdır. Yine de
fonksiyonları ile ilgili bazı genel prensipler siste
sistem ik dolaşım ın en önem li fonksiyonu, m ad
min bütün bölümlerine uygulanabilir. Bu bölümün
delerin kan ile dokular arasında iki yönde difüz-
amacı bu genel prensipleri tartışmaktır.
yonu, burada gerçekleşm ektedir. Çok önem li
olan bu fonksiyon, ayrıntılı olarak Bölüm 16’da
Dolaşım Sisteminin Fonksiyonel Bölümleri. Do
tartışılacaktır.
laşım sistemi fonksiyonlarının ayrıntılarını tartış
madan önce her bir bölüm ün rolünün anlaşılması
Enine Kesit Alanları ve Kan Akımının Hızı.Aynı
önemlidir.
tipteki sistem ik damarların yanyana konulduğu
Arterlerin fonksiyonu, kanı dokulara yüksek b a
düşünülürse, bunların yaklaşık enine kesit alanlar
sınç altında taşımaktır. Bu nedenle arterler, güçlü
şöyle olacaktır:
bir damar çeperine sahiptirler ve kan arterlerde
hızlı akar. Damar cm2
Arteriyoller, arteriyel sistem in son küçük dalları Aorta 2.5
dır ve içinden kanın kapillerlere gönderildiği kont Küçük arterler 20
rol ka p a k la n olarak görev yaparlar. Arteriyoller, aı - Arteriyoller 40
teriyolü tam amen kapayabilen ya da birkaç kat ge Kapillerler 2500
Venüller 250
nişlem esine izin veren güçlü kas tabakası ile sarıl Küçük veııler 80
mıştır. Böylece dokuların ihtiyacına cevap olarak Vena kavalar 8
144
BÖLÜM 14 • Dolaşım Sistemi; Basınç, Akım ve Direncin Tıbbi Fiziği 145
Ş E K İL 14 - 2
Yatay durumda uzanan bir bireyde dolaşım sisteminin çeşitli bölümlerinde kan basınçları.
146 ÜNİTE IV • Dolaşım
laşım dan geçen miktar ile aynıdır. Pulmoner kapil- saatler ve günler içinde böbrekler, hem basıncı
leıdeki kanın, pulmoner alveollerdeki oksijen ve kontrol eden hormonları salgılamak, hem de kan
diğer gazlarla karşılaşacağı ve kanın kalbe dönm e hacm ini düzenlemekle basınç kontrolünde önemli
den önce ulaşması gereken mesafe kısa olduğu bir ek rol oynarlar.
için, pulmoner sistemdeki düşük basınç, akciğerle Özet olarak, lokal dokuların gereksinimleri, dola
rin ihtiyacına uygundur. şım sistemi tarafından karşılanmaktadır. Bu bölü
mün kalan kısmında kan akımı düzenlenm esinin
temel ayrıntıları ile, kardiyak debi ve arteryel b a
sıncın kontrolünü tartışmaya başlayacağız.
Ş E K İL 14 - 4
Elektromanyetik tipte bir akım saati. A,
Elektromanyetik alandaki bir telde elekt
romotor gücün gelişmesi. R, Kuvvetli bir
manyetik alan içine yerleştirilen dam ar
dan kan akışı sırasında damara uygula
nan elektrodlardan elektromotor gücün
kaydedilmesi. C, Damara sürekli uygula
nabilen m odern bir elektromanyetik
akım saati.
Kanın uzun, düz bir damardan sabit bir hızla akışı düz Hareket eden isli kağıt
gün bir akıştır. Bu akımda kan tabakaları çeperden aynı
uzaklıkta akmaya devam eder. Aynı şekilde kanın orta bö Yüzgeç
Antikoagulan
lümü de damarın merkezindeki yerini korur. Bu çeşit akı eriyiği
ma laminer ya da düzgün akım denir. Bunun tcısi olan
giıdaplı akımda, aşağıda belirtileceği gibi, kan damarda
her doğrultuda akarak damar içinde sürekli karışır.
Civalı
Laminer Akım Esnasında Parabolik Hız Profili. Lami manometre
ner akım meydana geldiği zaman, damarın merkezinde
ki akım hızı kenarlardan çok fazladır. Bu, Şekil 14-6’da
gösterilen deney ile kanıtlanabilir. A borusunun sol tara
fına renkli bir sıvı, sağ tarafına da berrak bir sıvı konmuş
tur ve damarda akım yoktur. Sıvılar akıtıldığı zaman 1 sa
niye sonra B borusunda görüldüğü gibi, iki sıvı arasında Civalı manometre ile arteryel basınç kaydı. Bu nıetod, fizyoloji
parabolik bir sınır çizgisi belirir. Damarın çeperine yakın tarihi boyunca kan basıncını kaydetmek için yukarıda göste
sıvı kısmı hemen hiç hareket etmediği halde çeperden rilen biçimde uygulanmıştır.
uzaklaştıkça daha fazla olmak üzere, ortada en çok iler
leyen bir akım görülmektedir. Bu etki, kan akım hızının
parabolik profili olarak adlandırılır.
Parabolik profilin nedeni aşağıdaki gibidir. Damara
değen tabakadaki sıvı molekülleri çeperle arasındaki ad-
hezyon kuvveti nedeni ile zor hareket ederler. Diğer mo
lekül tabakaları bunların üzerinden kayar. Üçüncü İkin Bazen de basınç, santim etre su ile ölçülür (cm
cinin, dördüncü iiçüncünün üzerinden böyle kayar. H2 0 ). 10 cm su basıncı, su sütununu 10 cm’ye çıka
Bundan dolayı damarın ortasındaki sıvı hızlı hareket ran basınç demektir. Bir milimetre civa 1.36 cm su
eder, çünkü orta bölümle çeper arasında birçok kayan ya eşdeğerdir. Çünkü civanın özgül ağırlığı suyun
molekül tabakası vardır. Halbuki, çepere yakın sıvının bu 13.6 katı ve 1 cm, 1 m m ’nin 10 katıdır.
avantajı yoktur.
Kan Basıncı Ölçümünde Y üksek D uyarlıklı Y ö n
temler. Civalı manometredeki civanın eylemsizliği bü
yük olduğundan hızla inip çıkamaz. Bu nedenle, sabit
Kan Basıncı basınç düzeyini kaydetmek için mükemmel bir araç ol
duğu halde, saniyede birden fazla hızla gelişen siklik
Standart Basınç Birimleri. Kan basıncı hem en basınç değişikliklerine cevap veremez. Basınçtaki hızlı
daima milimetre civa (mmHg) ile belirtilir. Çünkü değişimleri kayıt etmek gerektiğinde başka tipteki kay
eskiden beri kan basıncının ölçümü için standart dediciler gerekmiştir. Şekil 14-8’de üç elektronik basınç
olarak (Şekil 14-7’de gösterilen) civalı m anom etre tıansdüserinin temel prensipleri gösterilmiştir. Bunlar
ler kullanılmıştır. Gerçekten, kan basıncı kanın da basıncı elektrik sinyallerine çevirerek, yüksek hızdaki
elektrikli kaydedicilere iletirler. Transdüserlerin hepsin
mar çeperinin herhangi bir birim alanına uygula
de sıvı kamarasının bir duvarını oluşturan çok ince ve
dığı basınç demektir. Bir damarda basıncın 50 çok esnek bir metal membran bulunur. Bu sıvı kamara
m m llg olduğu söylendiği zaman, bu, kanın uygu sı, bir iğne ya da kateterle içindeki basınç ölçülecek da
ladığı kuvvetlerin bir civa sütununu 50 mm'lik dü mara bağlanır. Basınç yükseldiği zaman membran ha
zeye çıkarabileceği anlamına gelir. Eğer basınç 100 fifçe dışarıya yükselir ve basınç düştüğü zaman dinle
mmHg ise civa sütunu 100 mm'ye çıkacaktır. nin! durumuna döner.
Şekil 14-OA’da membıanın üzerinde bir inç'in binde
birleri kadar yükseklikte basit bir metal plak yerleştiril
miştir. Membran yukarı yükseldiği zaman membran,
plağa yaklaşır, membranla plak arasındaki kapasitans
artar ve uygun bir elektronik sistemle bu değişildik kay
dedilebilir.
A Şekil 14-8B’de membıanın üzerine küçük bir demir
parçası yerleştirilmiştir. Membran hareketi ile bir bobine
doğru hareket edebilen demirin, bobinde yalattığı in-
B
düktans değişimi elektronik olarak kaydedilir.
Son olarak, Şekil 14-8C’de çok ince esnek bir tel
Ş E K İL 14 • 6 membrana bağlanmıştır. Bu tel çok geıildiği zaman di
Damarın merkezinde daha hızlı akan parabolik kan akımını renci yükselir. Daha az geıildiği zaman direnci azalır. Bu
gösteren deney. A: Akım başlamadan önce sıvılar, B: Akım değişiklikler bir elektronik sistem yardımı ile kaydedile
başladıktan 1 saniye sonra aynı sıvılar. bilir.
BÖLÜM 14 • Dolaşım Sistemi; Basınç, Akım ve Direncin Tıbbi Fiziği 149
dynXsn \ 1333Xmm Hg
( ----------- I
cm 5 /
= --------------------
ml/sn
Toplam P eriferik Direnç ve Toplam Pulmoner
(4)
ŞE K İL 1 4 - 9
Geniş damar
Direnç. D olaşım sistem indeki kanın akış hızı dm- çeperinden uzaklaştıkça, akım hızlanmaktadır.
150 ÜNİTE IV • Dolaşım
(kan akımı sırası ile, 1,16, 256 ml/dk olur) kan akı
mı 256 kat artmıştır. Böylece, dam arın iletkenliği
aşağıdaki formüle uygun olarak çapuı dördüncü 100
kuvveti ile orantılı çoğalmıştır.
90
80
İletkenlik <*>çap '1 (6)
70
Poiseuille Yasası. Çapın büyümesi ile iletkenlikte görü
60
len bu büyük artışın nedeni Şekil 14-9B ile açıklanabilir.
Şekilde bir küçük, bir büyük damarın enine kesitleri gö 50
rülmektedir. Damarların içindeki konsantrik halkalar,
her halkadaki hızın daha önccki bölümde tanışılan lami- 40
ııar akım nedeni ile diğerlerinden farklı oluşunu göster
mektedir. öyle ki, damar çeperine değen halkadaki kan, 30
damar endoteli ile arasındaki adlıezyon nedeni ile zorla 20
akmaktadır. İkinci halkadaki kan onun üstünden kay
makta ve bu yüzden daha büyük hızla akmaktadır. 10
Üçüncü, dördüncü, beşinci ve altıncı halkalarda kan ay
nı şekilde giderek artan hızla akmaktadır. Böylece, da
mara en yakın kan en yavaş, oysa ortadaki ise en büyük
Normal Anemi Polisitemi
hızla akmaktadır.
Küçük damarlarda hemen bütün kan kitlesi çepere ya
kın olduğundan çok yavaş akar. Kanın oldukça hızlı akan Ş E K İL 14- 10
merkez akımı bulunmamaktadır. Normal kişilerde, anemi ve polisitemili hastalarda hematokrit
Akan kanın bütün konsantrik halkalarındaki hızların değerleri.
entegrasyonundan ve hızların halkaların alanları ile çar
pımından Poiseuille yasası olarak bilinen aşağıdaki for
mül elde edilebilir:
Ş E K İL 1 4- 11
Hematokritin viskoziteye etkisi. Bölüm 15’iıı kaynaklarına bakınız.
Damarların Gerilebilme Yeteneği,
Arteryel ve Venöz Sistemlerin
Fonksiyonları
152
BÖLÜM 15 • Damarların Gerilebilme Yeteneği, Arteryel ve Venöz Sistemlerin Fonksiyonları 153
m 40- Kalbin her bir vurumuyla yeni bir kan dalgası arter
leri doldurur. Eğer arterlerin gerilebilme yeteneği
20
olmasaydı kan dokularda yalnızca sistol boyunca
Normal l^cim'
akar, diyastolde hiç kan akımı görülmezdi. Arterle
500 1000 1500 2000 2500 3000 3500 rin gerilebilme yetenekleri ile kan akımına karşı di
Hacim (mİ) rençlerinin oluşturduğu kombinasyon, kanın kapil-
Ş E K İL 15- 1 lerlere ulaşıncaya kadar neredeyse hiçbir pulsasyon
Sempatik uyan vc inhibisyonun etkilerini gösteren, sistemik kalmayacak şekilde, pulsasyonları azaltır. Bu yüz
arteryel ve venöz sistemlere ait hacim-basınç eğrileri den, dokuların kan akımı pulsatil değil süreklidir.
154 ÜNİTE IV • Dolaşım
Ş E K İL 1 5 - 3
Çıkan aortadan kaydedilen normal basınç pulsasyon eğrisi Basınç Pulsasyonunun Periferik
(Opdyke: Fed. Proc. 11:734,1952)
Arterlere Yayılması
Patent duktus
Dolaşımdaki bazı koşullar nabız basıncı değişiklik 0-
arteriyozus
lerine ek olarak anormal pulsasyon dalgalarına da Aort
neden olur. Bunlar arasında özellikle Şekil 15-4’te regürjitasyonu
Sesler
L 150
O)
7 100 £
: E
- 50
Zaman (sn)
ŞEKİL 1 5 - 6 ŞEKİL 1 5 - 7
Daha küçük damarlara doğru ilerleyen nabız dalgasındaki Sistolik ve diyastolik arteryel basınçların oskültasyon metodu
değişikliklere ait nabız basıncı eğrileri. ile ölçülmesi.
156 ÜNİTE IV • Dolaşım
güçlü bir şekilde pompalarsa sağ atriyum basıncı fından sıkıştırılır; böylece kan akımı engellenir.
azalır. Öte yandan kalbin zayıflığı sağ atriyum basın Örneğin kollardan gelen venler dik açılar nedeniy
cını artırır. Benzer biçimde, venlerden sağ atıiyuma le birinci kaburga üzerinde sıkışırlar. İkincisi, b o
kanın hızlı akmasına neden olan herhangi bir etken yun venlerindeki basıncın çoğu kez, boynun dışın
de sağ atriyum basıncını yükseltir. Venöz dönüşü (ve daki atm osfer basıncından daha düşük düzeye in
aynı zamanda sağ atriyum basıncını) artıran bazı fak mesi venlerin kollabe olmalarına yol açar. Son ola
törler şunlardır: ( 1 ) kan hacminin artması, (2 ) bütün rak, karın içinde seyreden venler çok defa farklı or
vücutta büyük damarların tonusunun arünasıyle pe- ganlar ve intra-abdom inal basınç tarafından sıkış
riferik venöz basıncın yükselmesi, (3) peıifeıik diren tırılır ve böylece oval ya da yarık durumda kısmen
ci düşürerek, arterlerden venlere kanın hızlı akışını kollabe hale gelirler. Bu nedenlerle büyük venler
sağlayan arteıiyollerin dilatasyonu. genellikle kan akım ın a önem li ölçüde direnç göste
Sağ atriyum basıncını düzenleyen faktörler aynı rirler. Böylece periferik venlerdeki basınç sağ atri
şekilde kalp debisinin regülasyonuna da katılırlar. yum basıncından 4-6 mml-Ig daha yüksek değerde
Kalp tarafından pom palanan kan miktarı hem kal bulunur.
bin pom palam a yeteneğine hem de peıiferik da
marlardan kalbe dönen kana bağımlıdır. Bu neden Yüksek Sağ A triyu m Basıncının P eriferik V e
le sağ atriyum basıncının düzenlenmesini, kalp de nöz Basınç Üzerine Etkisi. Sağ atriyum basıncı
bisinin regülasyonu ile ilişkili olarak Bölüm 20’de norm al 0 mmHg değerinin üzerine çıkarsa kan
daha geniş tartışacağız. büyük venlerden geri itilmeye başlar ve bu venleri
N orm al sağ atriyum basıncı, vücudu çevrele açar. Periferik venlerdeki basınç, bu venlerde bü
yen atm osfer basın cın a hem en hem en eşit olup yük venalar arasındaki tüm kollaps noktaları açı
yaklaşık “O” m m H g’dır. Bununla beraber, ağır lıncaya kadar yükselmez. Bu genellikle sağ atri
kalp yetersizliği, aşırı m iktarda kanın kalbe gel yum basıncı yaklaşık +4 ile 6 mm Hg’ye yükselince
m esine ve kalp tarafından periferik dam arlara ortaya çıkar. Eğer sağ atriyum basıncı daha fazla
gönderilm esine neden olan, m asif kan transfüz- yükselirse, basınçtaki bu ek artış periferik venöz
yonu gibi anorm al koşullarda 20-30 m m H g’ya basınca da yansır. Kalbin, sağ atriyum basıncının
kadar yükselebilir. 4-6 mmHg değerine yükselmesi için çok zayıf düş
Sağ atriyum basıncının alt sınırı genellikle -3 ile müş olması gerekir, bu nedenle kalp yetm ezliği
-5 mmHg kadardır. Bu basınç, peıikard ve kalbi sa nin ilk dönem inde periferik venöz basın ç yüksek
ran intraplevral boşlukların basıncıdır. Sağ atri değildir.
yum basıncının bu çok düşük değerlere inmesi,
kalbin olağanüstü güçlü pompalaması ya da ağır Abdominal Basıncın, Bacakların Venöz Basıncı
bir kanam adan sonra veya periferden kalbe kan na Etkisi. Normal periton boşluğundaki basınç or
akımının çok azaldığı durumlarda görülür. talama 6 mmHg kadardır. Fakat gebelik, periton
boşluğunda sıvı toplanması ya da büyük tüm örler
V en ö z D ire n ç ve P e rife rik V enöz Basınç de bu basınç 15-30 mmHg’ya kadar yükselebilir. Bu
durumda, bacak venleıindeki basınç, abdom inal
Büyük venler genişledikleri zaman hem en hemen basınçtan daha yüksek olmalıdır ki, abdom inal
dirençleri yoktur. Bununla beraber Şekil 15-9’da venler açılsın ve kan bacaklardan kalbe doğru aka
gösterildiği gibi, büyük venler göğüs boşluğuna gi bilsin. Bu nedenle, intraabdom inal b asın ç 20
rişlerinde, birçok noktada etraftaki dokular tara mmHg ise femoral venlerde de basınç en az 20
mmHg olur.
Derin ven
lerindeki basınç da bu düzeyle orantılı olarak 0 ila
90 mm arasında değişir.
Kol yenlerinde, üst kaburga düzeyinde, subklavia
Birleştirici ven
veninin bu kaburga üzerinden geçerken sıkışması ne
deniyle basınç genellikle + 6 mmHg kadardır. Hidros
tatik basınç, kol boyunca aşağıya doğru, birinci kabur Yüzeysel ven
ga düzeyinin alandaki mesafe ile belirlenir. Eğer el ile
kaburga düzeyi arasındaki hidrostatik faik 29 mmHg
ise, bu basınç venin kaburgayı geçmesi sırasında sıkış
masından kaynaklanan 6 mmHg basınca eklenir ve
böylece el verilerindeki total basınç 35 mmHg olur.
Vertikal durumda boyun venleri saçlı deriden iti
baren boynun dışındaki atmosfer basıncının etkisiy
le hem en tamamen kollabe durumdadır. Bu kollaps
durumu, venleıin uzunluğunca basıncın sıfır olarak
kalmasına yol açar. Bunun nedeni, basıncı bu düze Kapak
yin üzerine çıkarma eğiliminin venleri açması sonu
cu kan akımının hızlanması ve basıncın tekrar sıfıra
gelmesidir. Basıncın bu kollaps düzeyinden daha
aşağıya inmesi de venleıin daha fazla kollabe olma
larına ve böylece dirençlerinin artması ve basıncın ŞEKİL 15 -11
tekrar geriye sıfır değerine dönmesine neden oluf. Bacaktaki ven kapakları
BÖLÜM 15 • Damarların Gerilebilme Yeteneği, Arteryel ve Venöz Sistemlerin Fonksiyonları 159
ayaklarını hareket ettirdiği ya da kaslarını gerdiği za rumda en iyi tedavi, bacakların en az kalp düzeyin
man belirli bir miktarda kan kalbe doğru gönderile de bir pozisyona yükseltilmesidir. Fakat bacaklara
rek, ilgili vücut venlerinde basınç azaltılır. Bu pompa uygulanan sıkı bandajlar da ödem ve sonuçların
sistemi “venöz pompa" ya da "kas pompası" olarak dan korunmada önemli ölçüde yardımcı olur.
bilinir. Bu pompa, olağan durumlarda, yürüyen bir
erişkinin ayaklarındaki ven basıncını 25 mmHg’dan Ven Basıncının Klinik Tahmini. Ven basıncı çoğu zaman
daha diişük bir düzeyde tutmaya yeterlidir. basitçe, periferik venleriıı, özellikle boyun yenlerinin, dol
Eğer tam hareketsiz olarak ayakta durulursa, ven gunlukları gözlenerek tahmin edilir. Örneğin, normal kişi
lerde oturur durumda boyun venleri hiçbir zaman dolgun
pom pası çalışmadığı için bacakların aşağı kısm ın
değildir. Bununla beraber sağ atriyum basıncı 10 mm
da ven basıncı, 30 saniye içinde, tam 90 mmHg’lık Hg'ya kadar yükseldiği zaman, oturur durumda bile boy
hidrostatik basınca yükselir. Bu durumlarda, kapil- nun alt bölümündeki venler belirginleşmeye başlar; sağ
leıdeki basınç da yükseldiğinden dolaşım siste atriyum basıncı +15 mmHg olduğu zaman genellikle bo
m inden doku aralıklarına sıvı sızar. Sonuçta, ayak yamdaki verilerin tümü dolgun duruma gelir.
lar şişer ve kan hacmi azalır. Askerlerin hazırol du
rumunda olduğu gibi, ayakta tam hareketsiz durul Ven Basıncı ve Sağ Atriyum Basıncının Doğrudan Öl
duğunda ilk 15 dakika içinde, dolaşım sisteminden çülmesi. Venöz basınç, bir basınç kaydediciye bağlı en
kan hacm inin % 1 0 - 2 0 kadarı kaybedilir. jektör iğnesini doğrudan venin içine uygulamak sure
tiyle kolayca ölçülebilir.
Sağ atriyum basıncının duyarlı bir şekilde ölçülmesi
Ven Kapaklarının Yetersizliği ve Variköz Venler. ise, ancak bir kateterin sağ atriyuma kadar sevkedilmesi
Ven sistemindeki kapaklar sıklıkla yetersiz duruma yöntemiyle gerçekleştirilir. Bu kateter uygun bir basınç
gelebilir, hatta bazen harap olabilir. Bu durum, ölçen apareye bağlanır. Bu şekilde santral venöz katcteı-
özellikle gebelikte ve zam anının çoğunluğunu le basıncın ölçülmesi, kalbin pompalama yeteneğini de
ayakta geçirenlerde, venleıin uzun bir süre aşırı ba ğerlendirmek için hastaneye yatırılan bazı kalp hastala
sınç altında genişlemesi sonucu ortaya çıkar. Venle- rında hemen hemen rutin olarak uygulanmaktadır.
rin genişlemesi enine kesit alanlarını artırır, fakat
Ven ve Ö teki Dolaşım Basınçlarının
kapakların büyüklüğü artmaz. Bu nedenle büyük
Ö lçülm esinde Basıncın Referans Düzeyi
venlerde kapaklar venaları tam olarak kapatmaz ve
kanın geriye akışını bloke edemez. Bu durum orta
Şimdiye kadar yaptığımız tartışmalarda, sağ atriyum ba
ya çıktığında bacak velilerindeki basınç daha da ar
sıncının 0 mm Hg ve arter basıncının 100 mm Hg oldu
tarak ven pompasını etkisiz duruma getirir; bu, ğundan söz edildi, fakat dolaşım sistemindeki bu basınç
venleıi daha da genişleterek, sonunda kapakların için referans düzeyi olarak kabul edilen bir hidrostatik
fonksiyonunu tam amen ortadan kaldırır. Böylece basınç düzeyi belirtilmedi. Dolaşım sisteminde, hidros
şahısta, bütün bacakta, özellikle bacağın aşağı kıs tatik basıncın vücut durumuna bağlı olarak 1-2 mm Hg
m ında deri altında genişlemiş, balon gibi çıkıntılar değiştiği yalnız bir nokta vardır. Bu, Şekil 15-12 gösteril
la karakterize “varisli venler” gelişir. Ven pom pası diği gibi, triküspid kapağın düzeyidir. Bu nedenle bu bö
nın yetersiz olması nedeniyle, venöz ve kapiller ba lümde tartışılan bütün basınç ölçümleri, basınç ölçül
mesinde referans düzeyi kabul edilen triküspid kapağının
sınç çok yükselir ve bu şahısların bir kaç dakikadan
düzeyine göre değerlendirilmektedir.
fazla ayakta durmaları halinde, sıvının kapillerler- Triküspid kapakta hidrostatik etkilerin bulunmaması,
den dokuya sızmasıyla bacaklarında sürekli ödem bu noktadaki hidrostatik basınç değişmelerini kalbin
ler oluşur. Ödem, besleyici materyalin kapilleıden otomatik olarak engellemesine bağlıdır. Bu engelleme
kas ve deri hücrelerine yeterli difüzyonunu engelle şöyle gerçekleşir:
diğinden kaslar ağrılı ve zayıf duruma gelir; deride Eğer triküspid kapakta basınç hafifçe normalin üzeri
sıklıkla gangrenli ülserler gelişir. Kuşkusuz bu du ne çıkarsa, sağ ventrikül normalden daha fazla dolar. Bu,
Sağ ventrikül
ŞEKİL 15 -12
Normal referans noktası
Triküspid kapakta basınç
ölçümü için referans
noktasının yeri.
160 ÜNİTE IV • Dolaşım
Bir Alyuvar D eposu Olarak Dalak. Şekil 15-13’de Dalağın Retiküloendotelyal Hücreleri. Dalağın pulpası
görüldüğü gibi, dalakta kanın depolandığı iki alan birçok büyük, fagositik retiküloendotelyal hücreler içe
bulunur; venöz sinüsler ve pulpa. Küçük damarlar rir, venöz sinüslerin çeperinde de benzer hücreler bu
lunmaktadır. Bu hücreler karaciğerin venöz sinüslerin
doğrudan venöz sinüslere açılır ve bu sinüsler de
de olduğu gibi, bir temizleme sistemi oluştururlar. Kan
aynı venöz sistem in herhangi bir bölümünde ol
enfeksiyon ajanlarıyla istila edildiği zaman, dalağın reti
duğu gibi genişleyerek büyük miktarda kanı depo küloendotelyal hücreleri, artık maddeleri, bakteri, para
larlar. zit vb. etkenleri hızla uzaklaştırırlar. Keza birçok enfek
Dalak pulpasında kapillerler o kadar geçirgen siyon durumunda dalak, aynen lenf düğümleri gibi ge
dir ki; bütün kan, kırınızı pulpayı oluşturmak üze nişleyerek, temizleme fonksiyonunu daha etkin bir şe
re kapiller duvardan tıabekül ağına geçiş gösterir. kilde sürdürür.
BÖLÜM 15 • Damarların Gerilebilme Yeteneği, Arteryel ve Venöz Sistemlerin Fonksiyonları 161
REFERANSLAR
B u ck cy JC Jr. G affney FA , Lane I.D . et al: Regulation. Philadelphia: W B Saunders C o, M ohrm an D E , H eller L J: C ard iovascu lar Phys
Central venous pressure in space. J Appl 1973. iology. New Y ork: M cG raw -H ill, 1997.
Physiol 8 1 :1 9 , 1996. Guyton AC, Jo nes C E, C olem an T G : Evidence M onos E , B e rcz i V , Nadasy G : L o ca l control
Chang J B , Prasad K , Olsen E A : T extb oo k o f for tissue oxygen demand as the m ajor fa c o f veins: b iom ech an ical, m etab o lic, and hu
A ngiology. New Y o rk: Springer, 1998. tor causing autoregulation. C irc R es 1 4 :60, moral aspects. Physiol R ev 7 5 :6 1 1 , 1995.
D avies PF, Barbee K A , V olin M V , et al: S p a 1964. N iles J L : Antineutrophil cytoplasm ic antibod
tial relationships in early signaling events Guyton J R : M echanical control o f smooth ies in the classification o f vasculitis. Annu
o f flow-mediated endothelial m echanotrans- m uscle growth. In: Seidel C L , W eisbrodt Rev Med 4 7 :3 0 3 , 1996.
duction. Annu Rev Physiol 5 9 :5 2 7 . 1997. N W : Hypertrophic Response in Sm ooth Notarius C F , M agder S : C entral venous pres
G oldberg ID, Rosen E M : Regulation o f A ngi- M uscle. B o c a Raton: C R C Press, 1987, sure during exercise: role o f m uscle pump.
ogenesis. Basel: Birkhauser, 1997. p 121. Can J Physiol Pharm acol 7 4 :6 4 7 . 1996.
Gunga HC, R o ck er L, Behn C , et al: Shift H alliday A: An Introduction to V ascular B io l Pohl U, deW it C : Interaction o f nitric oxide
w orking in the Chilean Andes ( > 3 , 6 0 0 m) ogy: From Physiology to Pathophysiology. with m yogenic and adrenergic vasoconstric
and its influence on erythropoietin and the Cam bridge: Cam bridge U niversity Press, tor processes in the control o f m icrocircula-
low-pressure system. J Appl Physiol 8 1 : 1998. tory blood flow. Pflugers A rch 4 3 2 :R 1 0 7 ,
84 6 , 1996. H um m ler E , R o ssier B C : Physiological and 1996. f
Guyton A C : Peripheral circulation. Annu R ev pathophysiological role o f the epithelial s o Rothe C F : M ean circulatory' filling pressure: its
Physiol 2 1 :2 3 9 , 1959. dium channel in the control o f blood pres m eaning and m easurem ent. J Appl Physiol
Guyton A C : Arterial Pressure and H yperten sure. Kidney B lo od Press R es 1 9 :1 6 0 , 7 4 :4 9 9 , 1993.
sion. Philadelphia: \VB Saunders C o, 1980. 1996. Schw inn D A : New A dvances in V ascu lar B io l
Guyton AC, Greganti FP: A physiologic refer Jaco bsen TN : Sym pathtic reflex regulation o f ogy and M o lecu lar C ardiovascular M edi
ence point for measuring circulation pres the peripheral circultion in humans. Danish cine. Baltim ore: W illiam s & W ilkin s, 1998.
sures in the dog— particularly venous pres Med Bull 4 3 :1 2 6 , 1996. Strandness D E , van B red a A : V ascular D is
sure. Am J Physiol 1 8 5 :1 3 7 , 1956. Krupski NVC: Review o f V ascular Surgery. eases: S u rgical and Interventional Therapy.
Guyton AC, Jo n es C E : Central venous pres Philadelphia: W B Saunders C o, 1994. New Y ork: Churchill Livin gston e, 1994.
sure: physiological significance and clin ical M ancia G , Om boni S: Ambulatory blood pres Tow nsend R R , Ford V : A m bulatory blood
im plications. Am Heart J 8 6 :4 3 1 , 1973. sure, blood pressure variability and antihy pressure m onitoring: com in g o f age in
Guyton A C , Jo n es C E , C olem an T G : C ircu la pertensive treatment. C lin E xp Hyperten 18: nephrology. J Am S o c Nephrol 7 :2 2 7 9 ,
tory Physiology: Cardiac Output and Its 4 4 9 , 1996. 1996.
Mikrodolaşım ve Lenfatik Sistem:
Kapiller Sıvı Değişimi, Intertisyel
Sıvı ve Lenf Akımı
Mikrosiıkülasyon, dolaşımın en önemli fonksiyonu nal arteriyoller) ise süreklilik gösteren bir kas tabakası ile
olan besin m addelerinin d oku lara taşınm ası ve çevrili değildirler, ancak şekil 16-1’de büyük siyah lekeler
hücresel atıkların uzaklaştırılm ası işlevini görür. olarak gösterilen ara noktalarda, düz kas lifleri tarafın
dan çevrilmişlerdir.
Küçük arteıiyoller her bir doku alanına giden kan
Gerçek kapillerlerin metarteriyollerden çıktığı nokta
akımını kontrol ederken, dokulardaki lokal faktör
larda kapillerin genellikle düz kas lifleri tarafından çev
ler arteriyollerin çapını kontrol eder. Bu nedenle relendiği görülür. Bu yapıya prekapiller sfmkter'ler adı
genellikle her dokunun, kendi ihtiyaçlarına göre verilmektedir. Sfinkter, kapillerlerin girişini kapayıp
kan akımını belirlediği kabul edilmektedir. Bu ko açabilir.
nu detayları ile 17. Bölümde tartışılmıştır. Veniiller, arteriyollerdeıı çok daha büyük damarlardır
Kapillerler geçirgenliği fazla, tek sıra endotel hüc ve kas tabakaları da arteriyollere göre daha incedir. An
relerinden oluşmuş, çok ince yapılardır. Burada, cak burada hatırlanması gereken nokta venüllerin için
dokular ve kan arasında besin m addelerinin ve deki basıncın arteriyollere göre daha az olduğudur. Böy-
lece veniiller zayıf kas yapılarına karşın önemli miktarda
hücresel atıkların değişimi görülür. Yüzey alanı kasılma gösterebilirler.
500-700 metre kare (yaklaşık bir futbol sahasının Kapiller yataktaki tipik düzenlenme vücudun bütün
sekizde biri kadar) olan yaklaşık 1 0 milyar kapiller kısımlarında görülmeyebilir. Ancak benzer yapılanmala
vücudun tümünde bu fonksiyonu yerine getirmek rın amacı aynıdır. En önemlisi metarteıiyollerin (eğer
tedir. Gerçekte herhangi bir fonksiyonel hücrenin bulunuyorsa prekapiller sfınkterlerin) bulundukları do
kapillerden 20-30 mikrometreden daha uzak olm a ku ile çok yakın bir ilişkide olmalarıdır. Bu sayede doku
sı enderdir. lardaki lokal değişiklikler (besin maddelerinin konsant
rasyonu, metabolik son ürünler, hidrojen iyonları, vb)
Bu bölümün amacı, maddelerin kan ve intertis-
metarteriyoller üzerinde direkt etki göstererek dokudaki
yel sıvı arasında değişimini ve özellikle kan ve in-
kan akımını her dakika kontrol edebilir.
teıtisyel sıvı arasında kapiller duvardan transfer
olan sıvı hacm ini etkileyen faktörleri tartışmaktır.
Kapiller Duvarın Yapısı. Şekil 16-2, özellikle kas
ve bağ dokusu olmak üzere vücudun birçok orga
nında bulunan tipik bir kapiller duvarın ultramik-
ıoskopik yapısını göstermektedir. Görüldüğü gibi
Mikrodolaşım ve Kapiller Sistemin Yapısı
damar duvarı dışardan bir bazal m em bran ile çev
Her organın ınikrosirktilasyonu bu organın özel gereksi relenmiş tek sıra endotel hücrelerinden oluşm ak
nimlerini karşılamak üzere organize olmuştur. Genelde tadır. Duvarın total kalınlığı 0.5 mikrometredir.
organa giren her besleyici arter altı ile sekiz kez dallan 4-9 mikrometre olan kapiller çapı ancak kırmızı
ma gösterdikten sonra arteriyol olarak adlandırılacak ka kan hücrelerinin veya diğer kan hücrelerinin sürtü
dar küçülür ve genellikle iç çapı 2 0 mikrometreden daha nerek geçebilmesi için yeterlidir.
küçük hale gelir, daha sonra arteriyoller iki ile beş kez
dallanıp kanı kapillerlere ulaştırdıkları uç noktalarda 5-9
Kapiller M em brandaki "Porlar". Şekil 16-2’ye
mikrometre çapına inerler.
Şekil 16-1, mezenterik kapiller yatakta kanın kapiller bakıldığında kapillerin iç kısmı ile dışını birbirine
lere arteriyol ile girip veniil ile terkedişiııi göstermekle bağlayan iki küçük geçit görülecektir. Bunlardan
dir. Arteriyolden gelen kan bazı fizyologlar tarafından bir tanesi, komşu endotel hücreleri arasında bulu
terminal arteryol de denilen nıetarteriyollere geçmekte nan ve oldukça dar olan hücreler arası yarıktır. Bu
dir. Metarteriyoller arteriyoller ile kapillerler arası bir ya yarıklardan her biri endotel hücrelerini bir arada
pıya sahiptir. Metarteryolü terk eden kanın bir kısmı bü tutan kısa protein uzantıları tarafından periyodik
yük ve öncelikli kanallar denen kapillerlere, bir kısmı ise olarak kesilmekte ancak her bir uzantı kısa bir m e
küçük olduğu için gerçek kapiller olarak adlandırılan ka
safeden sonra kırılmaktadır. Böylece kırılan uzantı
pillerlere girer. Kan, kapilleıieri geçtikten sonra venüle
girer ve genel dolaşıma katılır. ların arasından sıvı geçişi gerçekleşebilir. Yarık-
Arteriyoller gelişmiş kas yapısı içerdikleri için çapları porlar normalde açıldığı yaklaşık olarak 6-7 n an o
nı büyük oranda değiştirebilirler. Metarteriyoller (termi metre (60-70 angstrom) olan, oldukça uniform bir
162
BÖLÜM 16 • Kapiller Sıvı Değişimi, interstısyel Sıvı ve Lenf Akımı IGJ
TABLO 16- 1
Farklı Büyüklükteki M oleküllerin Kas K ap ille r
Porlarındaki Göreceli Perm eabiliteleıi
Su 18 1.00
NaCl 58.5 0.96
Üre 60 0.8
Glikoz 180 0.6
Sukroz 342 0.4
Inülin 5,000 0.2
M iyoglobin 17,600 0.03
H em aglobin 68,000 0.01
Albumin 69,000 0.001
Ş E K İL 1 6 - 3
Sıvı moleküllerinin ve erimiş maddelerin kapiller ve interstisyel Pappenheimer, Physiol. Rev., 33:387, 1953’den modifiye edil
sıvı arasındaki difüzyonu. miştir.
BÖLÜM 16 • Kapiller Sıvı Değişimi, interstisyel Sıvı ve Lenf Akımı 165
m
PLAZMA VE İNTERSTİSYEL SIVI
PROTEİNLERİ PLAZMA VE İNTERS
TİSYEL SIVI HACİMLERİNİ BELİR
LEMEDE ÖZELLİKLE ÖNEMLİDİR
Bu güçler:
m ikropipetle kam ile edilerek, ortalam a kapiller b a
1. K apiller basınç (Fk), sıvıya kapiller m e m b ran d an
sıncın yaklaşık olarak 25 mmHg olarak ölçüldüğü
d ışarıy a do ğ ru iten güç.
2. interstisyel sun basıncı (Pis), pozitif olduğu zam an ve (2 ) kapiller basıncının fonksiyonel olarak indi-
sıvıyı in terstisy u m d an kapiller m em b ran ın içine iten, n e rekt ölçülüp yaklaşık 17 ııımHg olarak saptandığı
g atif olduğu za m a n ise ters yön de hareketlendiren güç. yöntemlerdir.
3. Plazm a kolloid osm otik basıncı (np), kapiller m e m b
ran dan içeriye doğru sıvı osm o zu n a neden olan güç. Kapiller Basıncın Mikropipet Yöntemi ile Ölçü
4. İnterstisyel sıvı kolloid osm otik basıncı (FTis), şu a mü. Kapiller basıncı kanülasyon yöntemi ile ölçmek
nın kapiller m e m b ra n d an dışarı o sm ozu n u sağlayan güç. için mikıoskopik bir cam pipet doğrudan kapillerin
içine sokulur ve basınç uygun bir mikıomanometre
Şimdi bu güçlerin her birini daha ayrıntılı tartışa sistemi ile kaydedilir. Bu yöntem kullanılarak hayvan
biliriz. dokularında ve insan tırnak dibindeki büyük kapil-
leıierde ölçümler yapılmıştır. Bu ölçümler ile kapil
lerlerin arteriyel uçlarında 30-40 mmHg, venöz uçla
Kapiller Basınç rında 10-15 mmHg, orta kısımlarında ise yaklaşık 25
mml-Ig değerleri elde edilmiştir.
Kapiller basıncı ölçm ek için iki deneysel yöntem
kullanılmıştır. Bunlar: (1) kapillerlerin direkt olarak Kapiller Basıncın İzogravim etrik M e to d İle
İndirekt "Fonksiyonel" Ölçümü. Şekil 16-6, ka
piller basıncın indirekt olarak, izogravim etrik yön
Kapiller Plazma kolloid \ tem ile ölçümünü göstermektedir. Şekil, gravimet-
basın ç osmotik basıncı \ rik bir teraziye yerleştirilen ince barsak segm entini
(Pk) (np)
göstermektedir. Baısağın kan ile tıansfüzyonu sağ
J___ l - j lanmıştır. Aı teryel basınç azaltıldığında buna bağlı
olarak kapiller basınçta da azalma meydana gel
1
İnterstisyel sıvı
. i
İnterstisyel sıvı
mekte bu olay, plazma proteinlerinin osm otik b a
sıncı nedeniyle barsak duvarından sıvı absorpsiyo-
basıncı kolloid osmotik nuna izin verip barsak ağırlığını azaltmaktadır. So
(Pis) (Ilii) nuçta terazinin ibresinde ani bir değişme görül
Ş E K İL 1 6 - 5 mektedir. Barsak ağırlığında meydana gelen bu
azalmayı engellemek için aı teryel basıııçtf. azalma
Membrandaki porlardan sıvının kapiller membrandan dışarı
veya içeri itilmesine etkili olan sıvı basıncı ve kolloid osmotik ile meydana gelen değişikliği kom panse edecek
basınç güçleri. oranda venöz basınç artırılmaktadır. Diğer bir de
BÖLÜM 16 • Kapiller Sıvı Değişimi, İnterstisyel Sıvı ve Lenf A ! ırnı 137
yişle arteıyel basınç azaltılıp venöz basınç artırılır Mikropipet Kullanılarak İnterstisyel Sıvı Basıncının
ken kapiller basınç sabit kalmaktadır (organ ağırlı Ölçülmesi. Kapiller b asın cı ölçm ek için ku llanılan mikro-
ğında değişim olmadığı için). pipetin benzeri, interstisyel sıvı basın cın ın ölçü m ü n d e de
kullanılabilir. M ikropipetin ucu yaklaşık 1 m ikrom etre ç a
Şeklin aşağı bölümünde barsak ağırlığındaki de
p ın da olm akla b erab er bu çap interstisyum daki proteog-
ğişimleri tam am en etkisiz hale getiren arteıyel ve
likan filam entlerin arasın d aki b oşlu k lard an en az 20 kat
venöz basınç değişiklikleri gösterilmiştir. Arteryel daha büyüktür. Bu neden le ölçülen b asın ç m uh tem elen
ve venöz çizgiler birbirini 17 mmHg değerinde kes serb est sıvı topluluklarının basıncıdır.
mektedir. Bu nedenle kapiller basıncın 17 mmHg M ikropipet yön tem i ku llan ılm ası ile eld e edilen ilk ö l
düzeyinde olması gerekir. Aksi takdirde kapiller du çü m ler -1 ile +2 m m H g a ra sm d a d e ğ işm iş an c a k g e n e l
var boyunca sıvı fıltrasyonu veya absorpsiyonu gö likle pozitif değerler bu lu n m u ştu r. Bu ö lçü m y ön tem i ile
rülecektir. Sonuç olarak, “fonksiyonel” kapiller ba den eyim kazan ıldık ça o rta la m a değerlerin -2 m m H g d ü
zeyinde olduğu, gevşek d o ku lard a ise atm o sfe rik b a s ın ç
sınç değeri ortalama 17 mmHg’dır.
tan b iraz d ah a az değerler b u lu n d u ğ u o rta y a çıkm ıştır.
Fonksiyonel Kapiller Basıncın Mikropipet Yönte İçi Boş Delikli Kapsüller Kullanılarak Serbest İnter
mi ile Ölçülen Değerden Daha Az Olmasının N e stisyel Sıvı Basıncının Ölçümü. Şekil 16-7’de gö sterilen
deni. Yukarıda anlaülan iki modelin aynı kapiller ba intertisyel sıvı b asın cın ın iııdirekt y ö n tem le ölçüm işle
sınç değerlerini vermediği açıktır. İzogravimetrik yön mi şu şekilde açıklanabilir. Ü zerin de yaklaşık yüz k ad ar
tem, sıvının kapillerleıden dışarı veya içeri girmesini delik içeren içi b o ş p lastik bir k a p sü l dok u için e im p la n
sağlayan tüm güçlerin dengesini göstermektedir. Bu te edilir ve cerrahi y aran ın iyileşm esi için yaklaşık 1 ay
beklenir. Bu süren in so n u n d a doku içeriye d o ğ ru b ü y ü
güçler arasındaki denge normal durumu gösterdiği
yerek kap sü lü n iç yüzünü sarar. Ayrıca içerideki b o şlu k
için ortalama fonksiyonel kapiller basınç izogravi- la biriken sıvı interstisyel sıvı ile kavite iç in d e se rb e stç e
nıetrik yöntem ile ölçülen basınca yakın olmalıdır. Bu gidip gelebilecek şekilde deliklerden geçebilir. Bu n e
nedenle gerçek fonksiyonel kapiller basıncın yaklaşık denle kavitenin içindeki se rb e st sıvının b asın c ı in te rstis
17 mmHg olduğuna inanılmaktadır. yel sıvı b asın cın a eşit olm alıdır. D eriden ve k ap sü l ü z e
Kanülasyon yönteminin neden daha yüksek değer rindeki deliklerden b irin d en geçerek k a p sü l için e so k u
leri verdiğini açıklamak kolaydır. En önemli neden, lan bir iğne ve uygun b ir m a n o m e tre ku llan ılarak b asın ç
ölçülür.
bu tür ölçümlerin kanın, açık olan arteryel uçtan ka
Bu yön tem ku llan ılarak çap ı 2 cm olan k a p sü lle r ile
piller içine aktif olarak akabildiği kapillerlerde yapıl y apılan ölçü m ler n orm al gevşek derialtı d o k u lard a -
masıdır. Ancak daha önceki tartışmadan da hatırla 6m m H g gibi bir değerin b u lu n m asın ı sağ lam ıştır. A ncak
nacağı gibi normal vazomosyon siklusunun büyük d ah a küçük kapsü ller ile y apılan ö lçü m ler m ik rop ip et
bir bölümünde metarteriyoller ve prekapiller sfink- yön tem i ile y apılan ölçü m lere b en zer şek ild e -2 m m H g
terler kapalıdır. Bu durumda kapalı olan bölgenin ile değerin e yakın değerlerin b u lu n m asın a yol açm ıştır.
risindeki basıncın kapillerin venöz ucundaki basmca
eşit olması gerekir (yaklaşık 10 mmHg). Yani kapiller Pamuk Fitillerin Dokuya Yerleştirilmesi ile Serbest
İnterstisyel Sıvı Basıncının Ölçümü. Bir diğer yön tem ise
içi ortalama basınç değerleri belirli bir zaman dilimi bir teflon tübiin hazırlanıp (içine iki ucun dan dışarıya çıka
içinde düşünüldüğünde, fonksiyonel ortalama kapil cak şekilde yaklaşık sekiz pam u k lifin yerleştirilm esinden
ler basıncın, kapillerleıin arteryel ucundan ziyade ve sonra) doku içine im plante edilm esi ile uygulanm aktadır.
nöz ucundaki basmca yakın olması beklenir. Pam uk lifleri fitil gibi dışarı uzandıkları için çevredeki doku
Fonksiyonel kapiller basıncın kanülasyonla ölçü sıvıları ile rahatça ilişkiye geçip interstisyel sıvı basıncını
len değerlerden daha düşük olmasının iki farklı n e teflon tübün içine iletmektedir. M anom etrik ölçüm ler ile
deni daha vardır. Bunlardan birincisi, venöz kapil- bu basıncın ölçülm esi kolaydır. Bu teknik kullanılarak gev
şek derialtı dokuda yapılan ölçüm ler de -1, -3 m m H g gibi
lerlerin arteryel kapillerlere göre çok daha fazla sa
negatif değerler elde edilmiştir.
yıda olmasıdır. İkincisi, venöz kapillerlerlerin peı-
m eabilitesinin arteryel kapillerlere göre birkaç kat
daha fazla olmasıdır. Bu ilave iki neden fonksiyonel
kapiller basıncın neden daha düşük değerlerde ol İmplante
duğunun anlaşılmasını kolaylaştırmaktadır. Deri edilen kapsül Kan damarları
Sıkıca Sarılmış Dokulardaki dok ulardan sıvı a b so rb e etm esi için k a n a en jek te e d il
m esi gibi durum lar da ortaya çıkabilir. Bu d in am ik d e ğ i
İnterstisyel Sıvı Basıncı şiklikler kapsül b asın cı gerçek in terstisy el b asın ç ile d e n
gelen m eden ölçülem ez.
Beynin içine yerleştiği kafatası, böbrekleri saran
fibıöz kapsül, kasların çevresindeki fibıöz kılıf, Ö zet-Gevşek Derialtı Dokudaki O rtalam a N e
gözdeki sklera örneklerinde olduğu gibi vücuttaki g atif İnterstisyel Sıvı Basıncı. Yukarıda değinilen
bazı dokular sıkı bir kılıf ile kaplanmıştır. Bu organ farklı yöntemler birbirine yakın değerler vermekle
ların çoğunda ölçüm yöntemi ne olursa olsun in beraber birçok fizyolog arasındaki genel düşünce,
terstisyel sıvı basıncı genellikle pozitif olarak bu gevşek subkutanöz dokudaki gerçek interstisyel sı
lunmaktadır. Ancak bu interstisyel sıvı basınçları vı basıncının atmosferik basınçtan biraz daha az
çoğu kez çevrelerindeki dokuların basınçlarından olduğudur. Ortalama basınç olarak kabul edilen
daha az olarak bulunmaktadır. Örneğin bir hay değer yaklaşık -3 mmHg’dır.
vanda beyni saran serebrospinal sıvı basıncı yakla
şık +10 mmHg değerinde iken beyin interstisyel sı N e g a tif Basıncın Tem el N e d e n i L e n fa tik
vı basıncı +4 ile + 6 mmHg arasında değişmektedir.
S istem in P o m p a la m a Y e te n e ğ id ir
Böbreklerde, böbrekleri çevreleyen kapsüller ba
sınç ortalama +13 mmHg düzeyinde iken bulunan
Lenfatik sistem bu bölüm ün daha sonraki kısım la
interstisyel sıvı basınçları +6 mmHg civarındadır.
rında tartışılacak olmakla beraber bu sistem in in
Eğer deri üzerindeki basıncın atmosferik basınca
terstisyel sıvı basıncının belirlenm esindeki temel
eşit olduğu yani “sıfır basınç" olduğu düşünülürse
rolünü anlamak zorundayız. Lenfatik sistem ; fazla
genel bir kural olarak, normal interstisyel basıncın
sıvıyı, protein moleküllerini, yıkım ürünlerini ve
dokunun çevresindeki basınca göre birkaç m ili
doku aralığındaki diğer maddeleri ortadan kaldı
m etre civa daha negatif olduğu söylenebilir.
rarak “temizleyici" bir sistem olarak işlev görm ek
tedir. Sıvı term inal lenfatik kapillerlere girdiğinde
Gevşek Derialtı Dokusundaki Gerçek dokuda meydana gelen herhangi bir hareket lenfin
interstisyel Sıvı Basıncı Subatmosferik mi? lenfatik sistem boyunca ilerlem esini ve sonunda
dolaşıma katılmasını sağlar. Eğer dokularda ser
İnterstisyel sıvı basın cın ın bir çok d ok u d a n egatif o lm a best sıvı birikimi olursa bu şekilde doku hareketle
sı kavram ı, in teıstisy el sıvı b asın cın ın her za m an p o zitif ri ile meydana gelen ilerlem e biriken sıvının uzak
o lm a sı h alin de açık lan m ası gü ç olan klinik gözlem ler
laştırılmasını sağlar. Yapılan araştırmalar, kapilleı-
n eden iy le g ü n d em e gelm iştir. Bu gözlem lerden bazıları
lerden sızan sıvı miktarı az olduğunda (birçok do
şöylcdir:
1. Eğer bir deri gref'i vücud un içbükey bir yüzeyine
kuda olduğu gibi lenfatik kapillerlerin ve doku h a
yerleştirilecek o lu rsa (örn eğin gözün çık arılm asın d an reketlerinin aralıklı olarak negatif basınç oluştura
so n ra göz çukurun a) deri yerleştirilen yere y ap ışm ad an cak şekilde pom palam a yapıp gevşek dokularda
ü n ce g re f’in altın a sıvı birikm esi görülür. Ikın a ilave o la görülen ortalama negatif basıncı (atm osferik ba
rak deri k ısalm a gö sterir ve konkav d u ru m d an u z ak la ş sınçtan biraz daha az) oluşturabileceğini göster
m a y a çalışır. Ancak, derin in altın da gelişen n e gatif güç miştir. Bahsedilen lenfatik pom palam a sistem inin
içeriye doğru sıvı a b so ıb siy o n u ııa n eden olurken deriyi detaylarından bu bölümün ilerleyen kısımlarında
tekrar konkav h ale getirir.
bahsedilecektir.
2. Skrotum , aksiller b oşluk, gö zkapağın ın alt kısm ı gi
bi gevşek derialtı dokuya büyük m iktarlard a sıvı enjekte
e tm ek için 1 m m H g p ozitif b asın çtan d a h a azı ycterlidir.
Bu ala n lara enjeksiyon y ap ıld ığ ın d a n o rm ald e in terstis Plazma Kolloid Osmotik Basıncı
yel b o şlu k ta b u lu n an sıvı m iktarından 100 kal d a h a faz
la m ik tard a sıvı girebildiği h alde p o z itif b asın ç artışı yak Plazmadaki Proteinler Kolloid O sm otik Basın
laşık 2 m m lIg düzeyini aşm am ak tad ır. Bu gözlem lerin ca N eden Olur. Bölüm 4'deki temel tartışm ada sa
ö n em i, sağ lam interstisyel lifler içerm eyen dokuların s ı dece yarı geçirgen bir zarın porlarından geçem e
vı b irikim in i cn gelleyem iyeceğin i gö sterm esidir. Bu n e yen molekül veya iyonların osm otik basınç oluştu
den le, böyle bir sıvı birikim ini engelleyen b aşk a m e k a
rabileceğinden bahsedilmişti. Proteinler kapiller
n izm alar bulunm alıdır.
3. İnterstisyel sıvılar ile d in am ik bir d en ge h alin d e b u membranın porlarını rahatlıkla geçem eyen erimiş
lu n an bir çok doğal vücut b o şlu ğu n d ak i se rb e st sıvının maddeler oldukları için, kapiller m em brandaki os
b asın cı n e g a tif olarak ölçülm üştür. B un lardan bazıları: motik basınçtan sorumlu olan maddelerdir. Bu os
motik basıncı, hücre zarında görülen osm otik b a
Intraplevıal b oşluk: -8 m m H g sınçtan ayırmak için kolloid osm otik basınç veya
E klem sinovyal b oşluğu: -4 ile -6 m m H g on kotik basınç olarak adlandırırız. Kolloid terimi
E pidural boşluk: -4 ile -6 m m H g. protein solüsyonlarının gerçek moleküler solüs
yonlar olmasına karşın kolloid solüsyonlara benze
4. İn teıstisyel sıvı b asın cın ın ö lçü m ü n d e kullanılan
tilmesinden kaynaklanmaktadır. (Hücre zarında
im p lan tc k a p sü l yöntem i bu b a sın ç ta m e y d a n a gelen
değişiklikleri belirlem ek için kullanılabilir. Tahm in e d ile görülen osmotik basıncın kolloid osm otik b asın ç
b ileceği gibi bu değişiklikleri (1) aı teryel b asın cın a r tm a tan ayrılabilmesi için total osm otik basınç deyimi
sı veya az alm a sı, (2) çevre doku b oşlu k ların a sıvı e n jek si kullanılır. Bunun nedeni vücut sıvılarındaki bütün
yonu veya (3) k o n san tre kolloid osm otik bir m ad d en in erimiş maddelerin hücre zarında osm otik basınç
BÖLÜM 16 • Kapiller Sıvı Değişimi, Interstisyel Sıvı ve Lenf Akımı 169
oluşturabilmesidir. Kapiller membrandaki porların teıstisyel sıvı arasındaki normal sıvı değişimini n a
büyük olması nedeniyle bu olay kapiller membran sıl devam ettirdiğini görebiliriz.
için geçerli değildir). Kapillerlerin arteıyel uçlarındaki ortalama basınç
venöz uca göre yaklaşık 15-25 mmHg daha büyüktür.
Plazma Kolloid Osmotik Bazmcmın Norma! De Bu fark nedeni ile sıvı kapillerlerin arteryel uçlarından
ğerleri. Normal bir insanın plazmasındaki kolloid “filtre” olurken venöz uçlardan kapiller içine geri emil
osmotik basınç değeri yaklaşık 28 mmHg düzeyinde mektedir. Gerçekte küçük bir miktar sıvı kapillerlerin
dir. Bunun 19 mmHg’sı erimiş haldeki proteinlerden, arteıyel uçlardan venöz uçlarına doğru doku içinde
9 mmHg ise proteinlerin Donnan etkisi ile tutmuş ol “akmaktadır”. Bu akımın dinamiği şöyledir.
duğu katyonlardan kaynaklanmaktadır.
K ap illerin A rte ry e l Ucundan F iltra sy o n a
Farklı Plazma Proteinlerinin Kolloid Osmotik Basın N eden Olan Güçlerin Analizi. Kapiller m em b ıa-
ca Etkisi. P lazm a protein leri, o rta la m a m olekül ağırlığı nın aı teriyel ucunda etkili olarak kapiller m em b-
69.000 olan alb u m in , 140,000 olan globulin ve 400,000
randa harekete neden olan ortalam a güçler aşağı
olan fıb rin ojen protein lerin in bir karışım ıdır. Yani bir
gram globulin deki m olekül sayısı, 1 gram alb um in in
da belirtilmiştir.
m olekül say ısın ın yaklaşık yarısı kadardır. Öte y an dan 1
gram fibı in ojen , 1 gram alb u m in in m olekül sayısının a l mmHg
tıda birini içerir. B ölüm 4 ’de b ah sed ile n osm otik b asın ç Sıvıyı dışarıya doğru iten güçler
k o n u su n d a d a tartışıldığı gibi osm otik b asın ç erim iş h al Kapiller basın ç 30
deki m oleküllerin büyüklüğü tarafın dan değil m olekü lle N egatif interstisyel serbest sıvı basıncı 3
rin sayısı tarafın dan b elirlenm ekledir. Moleküller, kütle İnterstisyel sıvı kolloid osm otik basıncı 8
leri değil sayıları b ak ım ın d an değerlen dirildiğinde, a ş a
DIŞARIYA İTEN GÜÇLERİN TOPLAM? 41
ğıdaki tab lo n orm al p la z m a d a farklı tiplerdeki p rotein le
rin rö latif kütlesel k o n san trasy o n ları ile b u n a bağlı o la Sıvıyı içeriye dogrıı ilen güçler
rak to p lam p lazm a kolloid o sm o tik b asın c a yaptıkları Plazm a kolloid osm otik basıncı 28
katkıyı gö sterm ek tedir.
İÇERİYE İTEN GÜÇLERİN TOPLAMI 28
Kapiller m em braııda görülen sıvı hareketini etkile- Yani sıvının içeriye doğru hareketi için sonuçta si
yen çeşitli faktörler bilindiğine göre bunları bir ara- vıyı kapiller içine iten güç (28 mmHg) interstisyel
da düşünerek norm al kapillerlerin plazma ile in- geri emilim gücünden (21 mmHg) daha büyüktür.
170 ÜNİTE IV • Dolaşım
7 mmHg’lık fark kapillerlerin venöz uçlarındaki re- Filtrasyon sabiti vücudun değişik kısımları için da
absorpsiyon basınadır. Bahsedilen reabsoıpsiyon kikada, her bir milimetre civa için, 1 0 0 gram doku
basıncı filtrasyon basıncına göıe oldukça düşüktür. başına filtrasyon hızı olarak da ifade edilebilir. Bu
Ancak venöz kapillerlerin arteryel kapillerlere göre durumda filtrasyon sabitinin ortalama bir dokuda
sayıca daha fazla ve daha geçirgen olduğu hatırlan yaklaşık olarak 0.01 ıııl/dak/mmHg/lOO g doku ol
malıdır. Bu nedenle sıvının içeriye hareketini sağla duğu görülür. Dokular arasında kapiller sistemlerde
mak için daha az basınca ihtiyaç vardır. ki büyük farklılıklar nedeni ile filtrasyon sabiü faiklı
Reabsorpsiyon basıncı kapillerlerin arteıyel uçla dokularda yüz kata kadar değişiklikler gösterebilir.
rından filtre olan sıvının yaklaşık onda dokuzunun Beyin ve kas dokusunda bu değerler çok küçük iken
venöz uçlardan geri emilimi sağlar, geriye kalan sıvı derialtı dokuda ortalama bir değerde, barsakta fazla,
lenfatik damarlar içine akar. porlarm sayıca fazla ve geniş olduğu karaciğer ve
böbrek glomerüllerinde ise çok yüksektir. Bu neden
le proteinlerin kapiller membrandan peım eabilitele-
Kapiller Değişimde Starling Dengesi ri de çok fazla değişiklik göstermektedir. Kas dokusu
interstisyumundaki protein konsantrasyonu yakla
E.H. Starling'in yüzyıl önce belirtiği gibi normal ko şık 1.5 g/dl iken derialtı dokuda 2 g/dl, ince barsakta
şullar altında, bazı kapillerlerden dışarı filtre edilen 4 g/dl, karaciğerde ise 6 g/dl düzeyindedir.
sıvı miktarı ile diğer kapillerlerden reabsorbe edi
len miktar arasında eşite yakın bir denge vardır. Az G ü ç le rd e k i A n o rm a l D e n g e s iz lik le rin
miktarda da olsa eşitsizliğe neden olan sıvı ise len K a p ille r M e m b ra n Ü ze rin e Etkisi
fatikler yolu ile geri döner.
Aşağıdaki tablo Starling dengesinin temelini gös Eğer ortalam a kapiller basınç 17 m m H g'nın üzeri
termektedir. Bu tabloda kapillerlerin arteryel ve ve ne çıkarsa sıvıların doku içine filtrasyonuna neden
nöz uçları arasındaki basınçlar ortalama bir değer olan net güç de artar. Ortalama kapiller basınçta 20
olan fonksiyonel kapiller basınç olarak kabul edil mmHg’lık bir artış net filtrasyon basıncının 0.3
miştir. Bu değer 17.3 m m Hg olarak hesaplanmıştır. mmHg değerinden 20.3 mmHg’ya yükselmesine
neden olur. Bu durumda normalde interstisyel ara
mmHg lığa filtre olan net sıvının miktarında da 6 8 katlık
Sıvıyı dışarıya doğru iten ortalam a güçler bir artış görülür. Fazla miktarda sıvının birikimini
O rtalam a kapiller b asın ç 17.3 engellemek için lenfatik sistem deki norm al sıvı
N egatif interstisyel se rb est sıvı basıncı 3.0 akışının 6 8 kat artması gerekecektir. Bu değer ge
İnterstisyel sıvı koiloid osm otik basıncı 8.0 nelde lenfatik sistem in taşıyabileceği miktardan 2 -
DIŞARIYA İTEN GÜÇLERİN TOPLAMI 28.3 3 kat daha fazladır. Sonuçta sıvı interstisyel alanda
birikmeye başlayıp ödem gelişir.
Sıvıyı içeriye doğru iten ortalam a güçler Tersine, eğer kapiller basınç çok düşük bir değe
Pİazm a koiloid osm otik b asın cı 28.0
re inerse net filtrasyon yerine sıvının kapiller içine
İÇERİYE İTON GÜÇLERİN TOPLAMI 28.0 net reabsoıpsiyonu görülür ve interstisyel sıvı h ac
minde azalma pahasına kan volümünde artma
Güçlerin toplam ı
Dışarı 28.3 meydana gelir.
İçeri 28.0 Kapiller m em branda görülen dengesizlikler ve
NET DIŞARIYA İTEN GÜÇ
bunların değişik ödem tiplerindeki rolleri Bölüm
0.3
25’te tartışılmıştır.
Toplam kapiller dolaşım için toplam dışarı iten
güçler ile (28.3 mmHg) toplam içeri iten güçler
(28.0 mmHg) arasında yakın bir denge bulmuş ol
duk. Güçler arasında görülen küçük miktardaki LENFATİK SİSTEM
eşitsizlik (0.3 mmHg) interstisyel alana reabsorbe
edilen miktara göre filtrasyon ile daha fazla sıvı gir Lenfatik sistem sıvının interstisyel alandan kana ak
mesine neden olur. Filtrasyondaki bu fazlalığa net masını sağlayan alternatif bir yol oluşturmaktadır.
filtrasyon adı verilir ve sıvının lenfatikler yoluyla En önemlisi ise lenfatiklerin proteinler ve büyük
dolaşıma geri dönmesini sağlar. Bütün vücuttaki partiküller gibi, kapiller kana doğrudan absoıpsiyo-
normal filtrasyon hızı sadece 2 ml/dak.’dır. nu mümkün olmayan maddeleri doku aralıkların
dan uzaklaştırabilmesidir. Proteinlerin interstisyel
Filtrasyon S ab iti. Ö nceki örnekte kapiller alanlardan uzaklaştırılması yaşamsal bir olaydır ve
m em branda 0.3 mmHg düzeyinde görülen güçler aksadığında yaklaşık 24 saat içinde ölüm görülür.
arasındaki net dengesizlik bütün vücutta dakika
da 2 mİ net sıvı filtrasyonuna neden olmaktadır. Vücudun Lenf K analları
Bu değer her bir m ilim etre civa dengesizlik için
düşünülürse net filtrasyonun dakikada, bir m ili V ücuttaki h em en h em en b ü tü n d o k u lar fazla m iktardaki
metre civa basınç farkı için 6.67 mililitre olduğu sıvıyı interstisyel ala n d an uzak laştırab ilecek le n f s is t e
hesaplanabilir. Bu değer filtrasyon sabiti olarak m ine sahiptir. İstisn alar a ra sın d a derin in yüzeysel k ısım
adlandırılmaktadır. ları, san tral sinir sistem i, periferik sin irlerin iç kısım ları,
BÖLÜM 16 • Kapiller Sıvı Değişimi, Interstisyel Sıvı ve Lenf Akımı 171
k asların e n d o m isy u m tab ak ası ve kem ikler sayılabilir. Bu bir yolu olmayan geri emilimini sağlaması açısın
d o k u lar bile p relen fatikler olarak ad lan dırılan ve inter- dan lenfatiklerin önemi büyüktür. Bu maddeler
tisyel sıvının ak ab ildiği küçük intertisyel kan allar içer önemli bir engel ile karşılaşmadan kolayca lenfatik
m ektedir. Bu sıvı so n u ç o larak lenfatik d a m arla ra veya
kapillerlere girerler. Bunun nedeni Şekil 16-9'de
b ey in d e o ld u ğ u gibi se re b ro sp in a l sıvıya k arışarak direkt
gösterilen lenfatik kapillerlerin özel yapısıdır. Bu
olarak k a n a geri döner.
V ü cu d u n a şa ğ ı k ısım ların dan gelen lenf, torasik k a n a l şekilde kapiller endotel hücrelerinin çevredeki bağ
ile ak arak şekil 16-8’d a gösterildiği gibi sol internal jugu- dokusuna bağlayıcı filanıentleri ile tutunduğunu
lar ven ile su b k lavian venin birleşim n o k tasın d a ven öz gösterilmektedir. Genellikle komşu endotel h ücre
siste m e b oşalır. lerinin birleşim yerlerinde bir endotel hücresinin
B a şın so l kısm ı, so l kol ve g ö ğ ü s b ö lge sin in çeşitli kı kenarı serbest bir şekilde hareket eden içeriye d ö
sım la rın d a n g e le n le n f de venlere k a rışm ad a n ö n ce to nük bir kapak oluşturacak şekilde komşu hücrenin
ra sik k a n a la girer.
kenarı ile üst üste gelmektedir. Böylelikle kapillerin
B oyun ve b a ş ın s a ğ k ısm ın d an , sa ğ kol ve to ıak s b ö
içine doğru açılan küçük bir valf sistem i oluşm ak
lü m le rin d e n to p la n a n le n f ise sağ le n f k an alın a karışır
ve d a h a so n ra s a ğ su b k la v ia n ven ile in tern al ju g u le r tadır. İntertisyel sıvı, içindeki paıtiküllerle birlikte
v en in b irle şim n o k ta sın d a ven ö z siste m e boşalır. valfı itip açabilir ve direkt olarak lenfatik kapillerin
içine akabilir. Ancak bu sıvı bir kez içeri girdikten
Terminal Lenfatik Kapiller ve Perm eabiliteleri. sonra lenfatik kapilleri kolaylıkla terk edemez. Bu
Arteryel kapillerlerden filtre olan sıvının büyük bir nun nedeni geri akımın valfı kapamasıdır. Lenfa
kısmı hücreler arasından akarak kapillerlerin venöz tikler terminal lenfatik kapillerin uç kısımlarından
uçlarından geri emilirler. Ancak bu sıvının yaklaşık başlayıp kan dolaşımına katıldıkları noktalardaki
olarak onda biri venöz kapillerlerden reabsorbe ol büyük damarlara kadar valflar içerir.
mak yerine lenfatik kapillerlere girerek kana geri
döner. Normalde bu lenfin toplam miktarı günde
sadece 2-3 litredir. Lenf Yapımı
Lenfatikler ile kana geıi dönen sıvı miktarının az
olm asına karşın proteinler gibi moleküller ağırlığı Lenf, in terstisy el sıvıdan o lu şarak len fa tik ler
büyük maddelerin kana geri dönmesi için başka içinde akar. Bu nedenle len f içerik olarak kaynak-
Sentinel
Subklavyan ven
Sağ lenf kanalı
Torasik kanal
Aksiller
Sistema şili
jdominal düğümler
Periferik lenfatikler
Ş E K İL 1 6 - 8
Lenfatik sistem.
172 ÜNİTE IV • Dolaşım
Porlar
Valiler
Lenfatik
kapillerler
Toplayıcı lenfatikler
Ş E K İL 16- 11
Lenfatik kapillerlerin, toplayıcı kapiiler-
lerin ve lenfatik valilerin yapısı.
lenfatik segm ent kendi başına fonksiyon gören denle basınç, lenfi, hücresel bileşkelere doğru it
otomatik bir pompa gibi çalışabilir. Bu olay, seg- mek yerine toplayıcı lenfatiklere doğru yönlendir
m entin dolduğu zaman kasılması ve sıvıyı valfden mektedir.
geçirerek bir sonraki lenfatik segm ente pom pala Lenfatik kapillerlerin endotel hücreleri kasılabilen
ması anlam ına gelmektedir. Yeni segmentin dol aktomiyosin filamentleri içermektedir. Bazı hayvan
ması ve bir kaç saniye sonra bu segmentin de kasıl dokularında yapılan çalışmalar (örneğin yarasa ka
ması ile olay, sıvı tam anlamıyla boşaltılıncaya ka nadı) bu fılamentlerin birçok küçük kan ve lenfatik
dar bütün lenfatik damarlar boyunca devam eder. damarda görüldüğü gibi ritmik kasılmalara yol açtı
Toıasik lenf kanalı gibi çok büyük bir lenf dam arın ğını göstermiştir. Bu nedenle büyük müsküler lenfa
da lenfatik pompa 50-100 mmHg’ya kadar çıkabi tiklerde görülen kasılmalara ek olarak lenfatik pom
len basınçlara neden olabilir. panın en azından bir kısmı lenfatik kapiller endotel
hücre kasılmalarından meydana gelebilir.
L en fatik lerin D ıştan, A ralıklı S ık ıştırılm a sın a
Bağlı Pom palam a. Lenf damarlarının intrensek Lenf Akımını Belirleyen Faktörlerin Ö ze ti. Yu
kasılmaları ile meydana gelen pom palamaya ek karıda anlatılanların ışığı altında lenf akımını belir
olarak aralıklı bir şekilde lenf damarını sıkıştıran leyen iki temel faktör olduğu görülebilir. 1 - inters
herhangi bir eksteı nal faktör pompalam aya neden tisyel sıvı basıncı. 2 - lenfatik pom panın aktivitesi.
olabilir. Önem sırasına göre bu faktörler aşağıda Kabaca denilebilir ki, len f akını Iıızı interstisyel sıvı
belirtilmiştir. basıncı ve lenfatik pom panın aktivitesi tarafından
belirlenmektedir.
Çevredeki vücut kaslarının kasılması
Vücudun çeşitli kısımlarının hareketi
Arteryel pulsasyonlar İnterstisyel Sıvı Protein
Dokular üzerine vücut dışı objeler tarafından bası yapılması. Konsantrasyonu, İnterstisyel Sıvı Hacmi
ve İnterstisyel Sıvı Basıncının
Lenfatik pompa egzersiz sırasında çok aktif bir rol
Kontrolünde Lenfatik Sistemin Rolü
oynayarak lenf akımını 10-30 kez artırabilmektedir.
Diğer taraftan dinlenme durumunda lenf akımı
Lenfatik sistemin doku aralıklarındaki fazla sıvıyı ve
hem en hem en sıfıra iner.
proteini dolaşıma geri döndüren bir taşım a sistemi
olduğu açıktır. Bu nedenle lenfatik sistem (1) inters
Lenfatik K apiller Pompa. Bazı fizyologlar büyük tisyel sıvıdaki protein konsantrasyonunun, (2 ) in
lenf damarlarındaki lenfatik pompaya ek olarak terstisyel sıvı hacminin (3) interstisyel sıvı basıncı
term inal lenfatik kapillerlerin de özel bir şekilde nın kontrolünde temel bir rol oynamaktadır. Şimdi
lenfi pompalayabildiğine inanmaktadır. Daha ö n bu faktörler arasındaki etkileşimi açıklayalım.
ce açıklandığı gibi lenfatik kapillerlerin duvarları Öncelikle küçük miktarlarda proteinin kan kapil-
bağlayıcı-filam entler ile çevre dokunun hücreleri lerlerinden sürekli bir şekilde interstisyel aralığa
ne siloca tutunmaktadır. Fazla miktardaki sıvı do sızdığını hatırlayalım. Ancak çok küçük miktarda
kuya girip dokunun şişm esine yol açtığında bağla- interstisyel protein kan kapillerlerinin venöz uçla
yıcı-filam entler lenfatik kapillerlerin açılm asına rından dolaşıma geri dönebilir. Bu nedenle prote
neden olarak endotel hücreleri arasındaki birleş inler interstisyel sıvıda birikme eğilimi gösterirler
m e yerlerinden sıvının lenfatik kapiller içine ak ve daha sonra da interstisyel sıvı kolloid osmotik
m asına neden olmaktadır. Doku sıkıştığında ise basıncını artırırlar.
kapiller içindeki basınç artmakta ve endotel h ü c İkinci olarak, interstisyel sıvıda artan kolloid os
relerinin birbiri üzerine gelen serbest uçlarının bir motik basınç kapiller membrandaki güçler denge
valf gibi kapanm asına neden olmaktadır. Bu n e sini interstisyuma sıvı filtrasyonu lehine değiştirir.
174 ÜNİTE IV • Dolaşım
Üçüncü olarak interstisyel sıvı basıncındaki artış Vücut Dokularını Bir Arada Tutma Anlamında
daha önce açıklandığı gibi lenf akım hızını büyük N egatif İnterstisyel Sıvı Basıncının Önemi.
ölçüde artırır. Bu, interstisyel alanda biriken fazla
miktardaki sıvının ve proteinin uzaklaştırılmasını Geleneksel olarak vücuttaki farklı dokuların tam a
sağlar. men bağ dokusu lifleri tarafından bir arada tutuldu
İnterstisyel sıvı protein konsantrasyonunun b e ğu düşünülür. Ancak vücuttaki birçok dokuda bağ
lirli bir düzeye ulaşması interstisyel sıvı volümün dokusu lifleri bulunmamaktadır. Bu özellikle doku
de ve interstisyel sıvı basıncında buna uyan bir ların birbiri üzerinde yerleşip kayabildiği durumlar
yükselmeye neden olur ve lenfatik sistem ile dola da görülür (örneğin derinin, elin arka kısmı üzerinde
şım a geri dönen protein ve sıvı miktarının artarak veya yüzde rahatça kayabilmesi gibi). Ancak bu alan
kan kapillerlerinden sızan miktar ile dengede kal larda bile dokular bir arada tutulur ve kısmi bir va
m asını sağlar. Bu nedenle bu faktörlerin tümü b e kum etkisi yaratan negatif interstisyel sıvı basıncının
lirli bir değerde denge durumuna ulaşır. Denge du bu olayda rolü vardır. Bu dokular negatif basınçlarını
rumu kan kapillerlerinden sıvı ve protein sızma kaybettikleri zaman bu alanlara sıvı birikimi görülür
oranı değişmedikçe sabit kalır. ve Bölüm 25’de tartışılacağı gibi ödem gelişir.
REFERANSLAR
A ukland K , R eed R K : Interstitial-lym phatic tissue fluid m obility. C irc R es 1 9 :4 1 2 , hypothesis o f m icrov ascular fluid exchange
m echanism s in the control o f extracellular 1966. and its significance a fter 1 0 0 years. E xp
fluid volum e. Physiol R ev 7 3 :1 , 1993. Guyton AC, T ay lor A E , G ranger H J: C ircu la Physiol 8 2 :1 , 1997.
B ic k n e ll R J , L ew is C E . Ferrara N: Tumour tory Physiology II. D ynam ics and Control Mohrman D E . H eller L J : C ard iovascu lar Phys
A ngiogenesis. O xford: O xford University o f the Body Fluids. Philadelphia: W B Saun iology. New York: M cG raw -H ill, 1997.
Press, 1997. ders C o, 1975. N icoll PA , T ay lor A E: Lym ph form ation and
Born G V R , Schw artz C J: V ascular Endothe H aller H: Endothelial function: general con sid flow. Annu R ev Physiol 3 9 :7 3 , 1977.
lium . Stuttgart: Shattaucr, 1997. erations. Drugs 53(Supp) 1 ):I, 1997. N ilius B , V iana F , Droogm ans G : Ion channels
B ra ce R A , G uyton A C : Interaction o f trans- H alliday A : An Introduction to V ascular B io l in vascular endothelium . Annu R e v Physiol
cap illary Starling forces in the isolated dog ogy: From Physiology to Pathophysiology. 5 9 :1 4 5 , 1997.
forelim b . Am J Physiol 2 3 3 :H 1 3 6 , 1977. Cam bridge: Cam bridge U niversity Press, Pries A R , S eco m b T W , G aehtgens P: Biop hy s
Catravas JD , C allow A D , Ryan U S : V ascular 1998. ical aspects o f blood flow in the m icrov as
Endothelium . New Y o rk : Plenum Press, Halperin M L , G oldstein M B : Fluid, E lectro culature. C ardiovasc R e s 3 2 :6 5 4 , 1996.
1998. lyte, and A cid -B a se Physiology: A Problem Rippe B , Haraldsson B : Transport o f m acro-
Chang J B , Prasad K , O lsen E A : T ex tb oo k o f B ased Approach. Philadelphia: W B Saun m olecules across m icrovascular w alls: the
A n giology. New Y ork: Springer, 1998. ders C o, 1994. tw o-pore theory. Physiol R ev 7 4 :1 6 3 , 1994.
Coleridge S m ith PD : M icrocircu lation in V e Heliums JD : Sim ulation o f intraluminal gas Ruoslahti E , Engvall E : Integrins and vascular
nous D isease. A ustin: Landes B io scien ce , transport processes in the m icrocirculation. extracellular m atrix assem bly. J Clin Invest
1998. Ann Biom ed Eng 2 4 :1 , 1996. 9 9 :1 1 4 9 , 1997.
D eja n a E : Endothelial adherens ju n ctio ns: im Hepple R T : A new m easurement o f tissue ca p Schiffrin E L : T h e endothelium o f resistance
plication s in the control o f vascular perm e illarity: the capillary-to-fibre perim eter e x arteries: physiology and role in hyperten
ability and angiogenesis. J C lin Invest 9 8 : change index. Can J Appl Physiol 2 2 :1 1 , sion. Prostaglandins Leukot E ssent Fatty
19 4 9 , 1996. 1997. A cid s, 5 4 :1 7 , 1996.
D e B o e r A G , Sutano W : Drug Transport Highsmith R F : Endothelin: M olecular Biology, Schm id-Schonbein G W : T h e lym phatic trans
A cross the B lo o d -B ra in Barrier. Australia: Physiology, and Pathology. Totow a, NJ: port m echanism s. B io e n g S c i N ew s 17 :5 1 ,
Harwood A cad em ic, 1997. Humana Press, 1998. 1993.
Foldi M : T h e brain and the lym phatic system Landis E M : C apillary pressure and capillary Schw artz S M , R eidy M A , d e B lo is D : Factors
(II). Lym phology 2 9 :1 0 , 1996. Franco- perm eability. Physiol Rev 1 4 :4 0 4 , 1934. important in arterial narrow ing. J H ypertens
I 4 :S 7 I , 1996.
Obregon A, M ontoro R , U rena J, Lopez- Landis E M , Pappcnheim er J R : Exch an ge o f
Schw inn D A : N ew A dvances in V ascu lar B io l
B arn cs J : M odulation o f voltage-gated C a2~ substances through the capillary w alls. In:
ogy and M olecular C ard iovascu lar M ed i
channels by 0 2 tension: sign ifican ce for ar H am ilton W F (ed): Handbook o f Physiol
cine. Baltim ore: W illia m s & W ilk in s, 1998.
terial oxygen chcm oreception. Adv Exp ogy. S e c . 2, V ol. 2 . Baltim ore: W illiam s &
Skalak T C , Price R J: T h e role o f m echanical
M ed B io l 4 1 0 :9 7 , 1996. W ilkins, 1 9 63, p 96 1 .
stresses in m icrov ascular rem odeling. M i
G oldberg ID , Rosen E M : R egulation o f A ngio Lan gille B L : A rterial rem odeling: relation to
crocirculation 3 :1 4 3 , 1996.
gen esis. B a s e l: Birkhauser, 1997. hem odynam ics. Can J Physiol 7 4 :8 3 4 ,
T ay lor A E , G ranger D N : Exch an ge o f m acro-
G uyton A C : Concept o f negative interstitial 1996.
m olecules across the m icrocirculation. In:
pressure based on pressures in implanted Levy M M : Pulm onary capillary pressure: clin i
Renkin EM , M ich el C C (cd s): H andbook o f
perforated capsules. C irc R es 1 2 :3 9 9 , 1963. cal im plications. C rit C are C lin 1 2:819,
Physiology. S e c . 2 , V o l. IV . Bethesda:
G uyton A C : Interstitial fluid pressure: II. Pres- 1996.
A m erican P h y siolog ical S o ciety , 1984,
sure-volum e curves o f interstitial space. L ey K : M olecular m echanism s o f leukocytc p 467.
C irc R e s 1 6 :4 5 2 . 1965. recruitm ent in the inflammatory process. Vanhoutte PM : V asod ilation : V ascular Sm ooth
Guyton A C , G ranger H J, T ay lor A E: Intersti Cardiovasc R es 3 2 :7 3 3 , 1996. M uscle, Peptides, A uton om ic N erves, and
tial fluid pressure. Ph ysiol Rev 5 1 :5 2 7 , M aeda N: Erythrocyte rheology in m icrocircu- Endothelium . New Y o rk : R aven Press,
1971. lation. Jpn J Physiol 4 6 :1 , 1996. 1988.
Guyton A C , Prather J , S ch eel K , M cG eh ee J: M aragoudakis M E : A ngiogenesis. New York: W ood M B , G ilbert A : M icro v ascu lar B o n e R e
Interstitial fluid pressure: IV . Its e ffe ct on Plenum Press, 1998. construction. S t. L ou is: M osby, 1997.
fluid m ovem ent through the capillary w all. M aruyam a Y , Hori M , Jan ick i JD : C ardiovas Zeidel M L : Low perm eabilities o f apical m em
C irc R e s 1 9 :1 0 2 2 , 1966. cular Rem odeling and Functional Interac branes o f barrier ep ith elia: what m akes w a
Guyton A C , S ch eel K, M urphree D: Interstitial tion. T o k y o : Springer, 1997. tertight m em branes w atertight? Am J Phys
fluid pressure: III. Its e ffe ct on resistance to M ichel C C : Starling: the formulation o f his iol 2 7 L F 2 4 3 , 1996.
Kan Akımının Dokular Tarafından
Lokal Kontrolü ve Humoral
Düzenleme
175
176 ÜNİTE IV • Dolaşım
TABLO 17- 1
Bazal Koşullarda Farklı Doku ve Organlardaki Kan
Akımı
Yüzde ın l/dak ın l/dak /100g
Beyin 14 700 50
Kalp 4 200 70
Bronşlar 2 100 25
Böbrekler 22 1100 360
Karaciğer 27 1350 95
Poıtal (21) (1050)
Arteryel (6) (300)
Kas (inaktif) 15 750 4
Kemik 5 250 3
Deri (soğuk hava) 6 300 3 Ş E K İL 17 - 2
Tiroid bezi 1 50 160
İzole köpek bacağında arteryel oksijen satürasyonunun kan
Adrenal bezler 0.5 25 300 akımına etkisi.
D iğer d okular 3.5 175 1.3
Toplam 100.0 5000 -
Dr. L.A. Sapirstein’in verileri baz alınmıştır. sijen taşıma kapasitesini engeller) (4) siyanür zehir
lenmesinde (zehir dokuların oksijen kullanmasını
engeller) olduğu gibi dokulardaki oksijen miktarı
düştüğü anda dokuya giden kan akımında belirgin
Lokal Kan Akımının Akut Kontrolü bir artma meydana gelir. Şekil 17-2’de, arteryel oksi
jen satürasyonunun normalin yüzde 25'ine düşme
Doku Metabolizm asının Lokal Kan Akımı Ü ze si halinde izole bacak prepaıatına giden kan akımı-
rindeki Etkisi. Şekil 17-1'de, kasta, lokal doku içe nm yaklaşık üç kat arttığı görülmektedir. Bu olay,
risinde artan metabolizma hızının kan akımı üze kan akımının kanda azalan oksijen miktarını karşı
rindeki etkisi gösterilmektedir. Görüldüğü gibi m e lamak için hemen hemen yeterli olabilecek oranda
tabolizmada norm alin sekiz katı bir atış meydana artarak otomatik bir şekilde dokulara sabit bir oksi
gelirse kan akımı akut bir şekilde dört kat artmak jen sunumu sağladığını göstermektedir. Dokunun
tadır. Başlangıçta kan akımındaki artış, m etaboliz siyanür ile zehirlenmesi halinde lokal kan akımı ye
madaki artıştan daha azdır. M etabolizm a kandaki di katlık bir artış gösterebilmektedir. Bu olay, oksijen
besin maddelerinin çoğunu tüketebilecek oranda yetersizliğinin doku kan akımını artıran en önemli
artarsa, metabolizm anın daha da fazla artması için etmenlerden biri olduğunu gösterir.
gerekli besin maddelerini sağlayacak olan kan akı Doku metabolizma hızı veya oksijen ihtiyacı değiş
mının da beraber artması gereklidir. tiğinde lokal kan akımında meydana gelen değişiklik
leri açıklayan iki temel teori öne sürülmüştür. Bunlar
Oksijen M iktarı Değiştiğinde Lokal Kan Akımı 1 - vazodilatatör teori, 2 - oksijen ihtiyaç teorisidir.
nın Akut Regülasyonu. Dokunun beslenmesi için
gerekli olan en önemli maddelerden bir tanesi oksi Akut Lokal Kan Akımı Regülasyonunda Vazodila
jendir. (1) Yüksek irtifada, (2) pnömoni de, (3) kar tatör Teori -Adenozinin Özel Rolü. Bu teoriye gö
bon monoksid zehirlenmesinde (hemoglobinin ok re, metabolizma lıızı ne kadar fazla ise veya oksijen
(veya diğer besin maddeleri) düzeyi ne kadar az ise
vazodilatatör m addenin oluşumu da o kadar fazla
olacaktır. Daha sonra vazodilatatör maddenin pre-
kapiller sfinkteılere, m etarteriyollere ve arteriyolle-
re diffüze olarak dilatasyona neden olduğuna in a
nılır. Öne sürülen vazodilatatör maddeler arasında
adenozin, karbon dioksid, laktik asit, adeııozin fo s
fa t bileşikleri, histanıin, potasyum iyonları ve h id
rojen iyonları sayılabilir.
Vazodilatatör teorilerin bir çoğunda, vazodilatatör
maddelerin doku oksijenasyonu azaldığında ortaya
çıktığı düşünülür. Örneğin deneysel çalışmalar oksi
jen düzeyinin azaldığı hallerde dokulardan laktik asit
ve adenozin açığa çıktığını göstermiştir. Bu maddeler
güçlü vazodilatasyona neden olabilir ve lokal kan
akımının regülasyonunda rol oynayabilir.
Bazı fizyologlar, adenozinin lokal kan akımının
regülasyonunda rol oynayan en önem li lokal vazo
Ş E K İL 17 - 1 dilatatör olduğunu ileri sürmektedir. Örneğin, ko
Artan metabolizma hızının doku kan akımına etkisi. roner kan akımı yetersiz olduğunda küçük m iktar
BÖLÜM 17 • Kan Akımının Dokular Tarafından Lokal Kontrolü ve Humoral Düzenleme 177
bütün bölgelerinde kan akımı azalarak ölüm e Bu olay, mikrovasküler kan akımı arttığı zaman bü
neden olabilecektir. yük damarların çapında sekonder bir artışa neden ol
duğu için önemli bir mekanizmadır. Böyle bir etkinin
Bazı Ö ze! D o k u la rd a Kan A kım ının Ö zel olmadığı düşünülürse, lokal kan akımı kontrol meka
K o n tro lü nizmalarının etkinliğinin azaldığı veya tamamen or
tadan kalktığı görülecektir. Çünkü kan akımına karşı
Lokal kan akımının kontrolünde önemli olan genel oluşan rezistansın büyük bir bölümü arterler ve arte-
mekanizmalar vücuttaki tüm dokularda geçerli ol riyoller tarafından meydana getirilmektedir.
m akla birlikte bazı özel alanlarda farklı m ekaniz
m alar işlev görmektedir. Lokal kan akım ının
m etabolik kontrolünün iki özel örneği ıea k tif Kan Akımının Uzun Süreli Kontrolü
hiperem i ve aktif hiperemidir.
Buraya kadar tartışılan lokal kan akımı konüol m e
1. Böbreklerde kan akım ının kontrolü tubuloglom eru- kanizmalarının çoğu lokal doku koşulları değiştikten
la rg eri beslem e adı verilen bir m ek an izm a ile olm aktadır. birkaç saniye veya dakika içinde etkili olmaktadır. An
T u bu lo glom erü ler feed back m ekan izm ad a, distal tiibü-
cak akut mekanizmaların tam anlamıyla etkili olması
liin b aşlan g ıcın d a, tübül içindeki sıvının b ileşim i, m aku-
la d e n sa ad ı verilen ve tübiilün, ju kstaglo m erü ler ap arey
halinde bile kan akımı kontrolü açısından dokunun
h iz asın d a afferent arteriyolle k o m şu olduğu b ö lg e d e yer gerçek gereksinmelerini karşılama yolunda dörtde üç
alan tiibüler epitelyal yapı tarafından saptanır. G lom e- lük bir mesafe alınmış olmaktadır. Örneğin, arteryel
rullerde, fazla m iktarda sıvı kan dan tübüler siste m içine basınç aniden 100 mmHg değerinden 150 mmHg de
filtre old u ğ u n d a m akula d e n sad a oluşan uygun cevap lar ğerine yükseldiğinde kan akımı da aniden yüzde 1 0 0
say e sin d e afferent ve efferent arteriyollerde k asılm a m ey oranında artar. Bunu izleyen 30 sn ile 2 dk içinde kan
d a n a gelir. Bu şekilde b öb rek kan akım ı ve glom erular akımı düşerek orijinal kontrol değerinin ancak yüzde
filtrasyon oranı n orm al düzeyine doğru geri döner. Bu 15 fazlası olacak düzeye iner. Bu olay akut üp lokal ıe-
m ek an izm an ın detayları B ölüm 2 6 ’da tartışılm ıştır.
giilasyonun hızını göstermektedir. Aynı zamanda kan
2. Beyinde kan akım ının doku o k sije n asy o n u n a göre
ay a rlan m asın ın yanı sıra karbon diok sid ve h id rojen akımında meydana gelen yüzde 15’lik arüş nedeniyle
iyon k o n san trasy on ları d a ön em li bir rol oyn am aktadır. de tam bir regülasyon olamadığını gösteril'.
B un ların h erh an gi birin de m e y d an a gelen artış sereb ral Akut regülasyona ilave olaıak, saatler, günler ve aylar
d a m arla rı gen işleterek biriken karb on dioksid ve h id ro içerisinde uzun süreli lokal kan akımı kontrol meka
je n iyonlarının o rtam d an u zaklaştırılm asın ı sağlar. Bu, nizmaları gelişmektedir. Uzun süreli konüol, akut m e
beyn in ek sitatö r fonksiyonlarının karbon diok sid ve h id kanizmalara göre çok daha tam bir regülasyon sağlar.
ro jen iyon kon san trasy on ların ın kesin kon trolün e bağlı Örneğin yukarıdaki örnekteki arteryel basınç değeri
o lm a sı neden iy le önem lidir. Serebral kan akım ı kontrol
sürekli bir şekilde 150 mmHg değerinde kalırsa birkaç
m e k an izm aları B ölü m 61’de tartışılm ıştır.
hafta içinde dokulara giden kan akımının tamamen
normal düzeyine doğru geri döndüğü görülecektir. Şe
M ik ro v a s k ü le r Kan A kım ı A rttığ ın d a kil 17-4’deki çizgili eğriye bakıldığında lokal kan akımı
B üyü k A rte rle rin D ila te O lm a kontrolünde uzun süreli regülasyonun etkinlik derece
M e k a n iz m a s ı-E n d o te l Kaynaklı si belirgin bir şekil görülmektedir. Buradan, uzun süre
G e v ş e tic i F a ktö r (N itrik O ksid ) li regülasyonun ortaya çıkması için gerekli zaman geç
tiği takdirde arteryel basıncın 50 ile 250 mmHg değer
Doku kan akımını kontrol eden lokal m ekanizm a leri arasında uzun süreli değişmesinin, lokal kan akımı
lar sadece dokunun yakınındaki küçük mikroda- üzerinde çok az etkili olduğu anlaşılmaktadır.
marları genişletebilir. Bunun nedeni vazodilatatör Kan akımının uzun süreli düzenlenmesi özellikle
maddelerin ve oksijen azlığının sadece çevre da bir dokunun metabolik ihtiyaçları değiştiği zaman
marlara ulaşabilmesi, orta ve büyük damarlara et önem kazanır. Bir dokunun aktivitesi kronik olarak
kili olamamasıdır. Dolaşımın mikrovasküler yata artarsa ihtiyaç duyduğu oksijen ve besin maddesi
ğında kan akımı arttığında sekonder olarak, farklı miktarı da artar. Bu durumda eğer dolaşım siste
bir mekanizm a ile büyük arterlerde de dilatasyon minde bir patoloji yoksa ya da yanıt veremeyecek
oluşur. Bu mekanizma şöyle açıklanabilir. kadar yaşlı değilse-kan damarları bir kaç hafta içinde
Aı teriyoller ve küçük arterlerdeki endotel hücreleri dokunun gereksinimini karşılayacak biçimde artar.
arteryel duvarın kasılma derecesini etkileyebilen çe
şitli maddeleri sentez edip salabilirler. Bu vazodilata
tör maddelerden en önemlisi endotel-kaynaklı gevşe Uzun Süreli Regülasyonun Mekanizma-
tici fa k tö r zû\ verilen bir moleküldür. Bu faktör büyük ları-Doku Damarlanmasındaki Değişikler
olasılıkla kan yarı ömrü sadece 6 saniye olan nitrik
oksid molekülüdür. Arterler içinden hızla akan kanın Uzun süreli kan akımı regiilasyonunun mekanizması
damar duvarına yapüğı sürtünme endotel hücreleri doku damarlanmasındaki artıştır. Örneğin eğer doku
üzerinde sürtiinme-stresi (shear-sües) adı verilen metabolizması uzun süreli artarsa damarlanmada
olaya neden olur. Meydana gelen sües endotel hücre artma, azalırsa damarlanmada da azalma görülür.
lerine akım yönünde bası uygulayarak nitrik oksid Sonuç olarak dokunun ihtiyaçlarına göre, damaı-
serbestlemesini önemli miktarda artırır. Niüik oksid lanmasında yeniden yapılanma meydana gelir. Yeni
arteryel duvarı gevşeterek dilatasyona neden olur. den yapılanma çok genç olan hayvanlarda hızla gö-
180 ÜNİTE IV • Dolaşım
riilür (günler içerisinde). Nedbe (skar) dokusu veya ya da hatta daha büyük damarlar haline gelmeye
kanseıöz dokuda olduğu gibi yeni büyüyen doku başlar. Anjiojenez, lokal dokudaki metabolik faktör
içinde de bu olay hızlıdır. Uzun süreli regülasyonun ler sayesinde yeni damarların oluşum mekanizması
yerleşmesi için gerekli olan zaman yeni doğanda bir nı açıklamaktadır.
kaç gün iken yaşlı bir insanda aylar hatta yıllar süre Steroid hormonlar gibi bazı maddeler, kan da
bilir. Ayrıca sonuçta gelişen cevap genç dokularda marları üzerine tam am en zıt bir etki yaparak hatta
yaşlı olanlara güre çok daha fazladır. Bu nedenle ye bazen damar hücrelerinin ayrışmasına ve dam arla
ni doğandaki dam arlanma dokunun kan akımı için rın ortadan kalkmasına neden olurlar. Böylece, ge
olan ihtiyaçlarını tamamen karşıüyabilirken, yaşlı reksinim olduğunda kan damarları artabilir ya da
dokularda damarlanma sıklıkla doku kan akımı ihti diğer zamanlarda ortadan kalkabilir.
yacının arkasında kalır.
Damarlanma Ortalam a Kan Akım ı İhtiyacına
Uzun Süreli Regülasyonda Oksijenin Rolü. Oksi Göre Değil, Maksimum Gereksinim e Göre Be
jen sadece kan akımının akut kontrolünde değil uzun lirlenir: Uzun süreli damarlanm adaki önemli bir
sineli kontrolünde de önemli bir rol oynamaktadır. özellik, dam aılanm am n ortalama kan akımı gerek
Bu etkinin bir türü, atmosferik oksijenin az olduğu siniminden çok m aksim um gereksinim tarafından
yüksek irtifada yaşayan hayvanların dokularında gö belirlenmesidir. Örneğin ağır egzersiz sırasında
rülen artmış damarlanma şeklinde ortaya çıkar. Ayrı kan akımı gereksinimi, dinlenm e durumunun 6 - 8
ca fetal hayatta düşük oksijene maruz bırakılan ta katı kadar artar. Akımdaki bu büyük artış, hergün
vuklardaki vasküler ileünin normale göre iki kat fazla en fazla bir kaç dakika dışında gerekli olmayabilir.
olduğu görülmüştür. Bu etki tedavi amacıyla oksijen Ancak bu kısa süreli gereksinim, kaslara gereken 6 -
çadırına konan prematüre bebeklerde de dramatik 8 kat artışı sağlayacak damarları oluşturmaya yete
bir şekilde ortaya çıkmıştır. Fazla oksijen gözün reti cek VEGF nin salimini için yeterlidir. Bu kapasite
na tabakasında yeni damar oluşumunun büyük ölçü gelişmemiş olsaydı, bireyin ağır egzersiz yaptığı her
de durmasına hatta mevcut kapillerlerin dejeneras durumda kaslar gerekli besin desteğini alamadığı
yonuna neden olmuştur. Bebekler oksijenli ortam için kasılma gücü azalacaktı.
dan alındıklarında gelişen oksijen azlığını kompanse Ancak fazladan damar yapısı geliştikten sonra bu
eünek için yeni damar oluşumunda anormal bir arüş damarlar normalde kapalı durumda kalır, oksijen
görülmektedir. Dam arlanmada meydana gelen anor eksikliği, sinirsel vazodilatatör uyarılar ya da
mal artış gözün vitıöz humor kısmına da ulaşıp kö fazladan akımı sağlayacak diğer lokal uyarılar
rlüğe kadar gidebilecek fonksiyon kaybına neden olmadıkça açılmaz.
olabilmektedir (Bu olay retrolental fibroplazi olarak
adlandırılır).
Kollateral Dolaşımın Gelişimi-Uzun
Yeni D a m a rla rın O lu ş m a s ı-"V a s k ü le r Süreli Lokal Kan Akımı Düzenleme
E n d o te ly a l B ü yü m e F a k tö rle ri" Fenomeni
Hem en hem en hepsi peptid yapısında olan bir dü Bir arter veya ven bloke edildiğinde bloke olan yerin
zineden fazla anjiojenik faktör bilinmektedir. Bun çevresinde yeni vasküler kanallar oluşmaya başlar ve
lar arasında tanımlanan üç tanesi unskiiler eudote- etkilenen dokuya kısmen de olsa kanın tekrar gitm e
liyal büyüm e faktörü (VEGF), fibroblast büyüm e sini sağlar. Bu olaydaki ilk basamak blokajın altında
faktörü , atıjiojenin olarak bilinmektedir. Bu m ole ve üstünde kalan alanlar arasında bağlantıyı sağlayan
küller tümör dokusundan veya kanlanması yetersiz çevre vasküler yatakta genişleme meydana gelmesi
olan dokulardan izole edilmişlerdir. Olasılıkla, dir. Bu dilatasyon ilk bir iki dakika içerisinde görülür
vasküler büyüme faktörlerinin ("anjiojenik” faktör ve küçük damarlar çevresindeki düz kasın metabolik
ler de denir) oluşumuna yol açan doku oksijeni ya nedenlerle gevşemesinden kaynaklanır. Kollateral
da diğer besin maddeleri veya her ikisinin yetersiz damarların başlangıçta görülen genişlemesini takip
olmasıdır. eden dönemde kan akımı, dokunun ihtiyaçları için
Anjiojenik faktörlerin hepsi yeni damar oluşumu gerekli olan akımın genellikle dörtte bilinden daha
na aynı mekanizma ile neden olmaktadır. Yeni olu azdır. Daha sonraki ilk saatlerde damarlarda daha
şan damarlar diğer küçük damarlardan filizlenmek fazla açılma meydana gelebilir ve 1 gün içinde doku
tedir. İlk basamak, filizlenme noktasında endotel ihtiyaçlarının yarısı, bunu takip eden birkaç gün için
hücre bazal membranmda görülen erimedir. Bu ola de de tamamı karşılanabilir. Kollateral damar büyü
yı, yeni endotel hücrelerinin hızla çoğalıp damar du mesi olaydan aylar sonra bile devam eder ve çoğu za
varından bir kordon şeklinde yayılarak anjiojenik man tek ve büyük bir damar oluşturmak yerine bir
faktöre doğru hızla ilerlemesi takip eder. Her bir kor çok küçük kollateral damar oluşumu şeklinde kendi
dondaki endotel hücreleri bölünmeye devam eder ni gösteril'. Dinlenme halinde kan akımı genellikle
ve sonuçta tüp şeklini almaya başlar. Sonuçta, mey normal iken doku aktivitesi arttığında yeni oluşan ka
dana gelen tüp diğer bir tüp ile birleşir ve meydana nallar maksimum kan akımı sağlamakta ender olarak
gelen yeni kapiller yataktan kan akmaya başlar. Eğer yeterlidir.
akım yeterince fazlaysa düz kas hücreleri damar du Sonuç olarak kollateral damarların gelişimi akut
varını istila etmeye başlar ve meydana gelen yeni da ve uzun süreli lokal kan akımı kontrol m ekanizm a
marlardan bazıları küçük arteriyoller veya venüller larının genel ilkelerini izler. Akut kontrol hızlı bir
BÖLÜM 17 • Kan Akımının Dokular Tarafından Lokal Kontrolü ve Hurnoral Düzenleme 181
m etabolik dilatasyona neden olurken, olay haftalar Vazopressin. Vazopressin antidiiıretik horm on ol-
ve aylar içerisinde damarların büyümesi ve yeni rak da adlandırılmakta ve vazokonstriktör olarak
damarlar oluşması ile devam eder. anjiotensinden bile güçlü olduğu kabul edilm ekte
Kollateıal kan damarlarının oluşumuna en önem dir (belki de vücuttaki en güçlü kasıcı ajan). Hipo-
li örnek koroner damarlardan birinin trombüs so talamusta oluşan vazopressin (Bölüm 7 5 ’e bakınız)
nucunda tıkanmasından sonra görülmektedir. Alt sinir aksonu boyunca taşınarak kana karıştığı yer
mış yaşına gelen hemen hemen bütün insanların en olan arka hipofiz bezine ulaşmaktadır.
az bir küçük koroner damarı tıkanmıştır. Yine birçok Vazopressinin dolaşım fonksiyonu üzerine
insan bu olayın farkında değildir çünkü kollateıal önemli etkileri olan bir horm on olduğu açıktır. An
damarlar hızla gelişerek miyokaıd hasarı oluşmasını cak çok küçük miktarlarda salgılandığı için bir çok
engellemektedir. Ciddi bir kalp krizi durumunda ise fizyolog, vazopressinin vasküler kontrol üzerinde
meydana gelen trombüs kollateıal gelişimine ola küçük bir rol oynadığını kabul etmektedir. Diğer ta
nak vermeyecek şekilde hızla oluşmaktadır. raftan, yapılan deneysel çalışmalar ciddi kanam a
halinde dolaşımdaki vazopressin konsantrasyonu
nun kan basıncını 60 m m Hgyükselterek birçok do
kuda normal seviyeye getirebilecek kadar yüksek
DOLAŞIMIN HÜMORAL REGÜLASYONU olduğunu göstermektedir.
Ayrıca, Bölüm 28’de tartışıldığı gibi vazopressinin
Dolaşımın humoral regülasyonu, vücut sıvılarına renal tübülleıden su reabsorpsiyonunun kontro
salgılanan veya absoıbe edilen hormonlar ve iyon lünde çok önemli bir işlevi vardır. Bu horm on vücut
lar tarafından meydana getirilen ıegülasyon anla sıvı hacm inin konüoliine yardım eder, antidiüıetik
mına gelmektedir. Bu maddelerden bazıları özel hormon adını almasının nedeni budıır.
salgı bezleri tarafından yapılıp kana verilerek bü
tün vücuda yayılmaktadır. Diğerleri ise lokal doku Endotelin-Hasarlanmış Kan Damarlarında Güçlü
alanlarında oluşarak sadece lokal dolaşımı etkile Bir Vazokonstriktör. Anjiotensin ve vazopressinin,
mektedir. Humoral faktörlerden dolaşım fonksi vazokonstriktör etkileri ile yarışabilecek bir diğer
yonlarına en çok etkili olanları şunlardır; madde de büyük bir peptid olan ( 2 1 amino asit) en-
dotelindn. Endotelin sadece nanogıam düzeylerin
de bile güçlü bir vazokonstriktör etki oluşturabilir ve
Vazokonstriktör Ajanlar endotel hücreleri ile hemen hem en bütün kan hüc
relerinde bulunmaktadır. Endotelin serbestlem esi
Norepinefrin ve Epinefrin. Özellikle norepinef- nin doğal stimülatörü dokularda meydana gelen
rin güçlü bir vazokonstriktör hormondur. Epinefri- ezilme veya travmalize edici kimyasal bir maddenin
ııin vazokonstriktör etkisi daha azdır çünkü bazı enjeksiyonu ile oluşan endotel hücre hasarıdır. Kan
durumlarda zayıf bir vazodilatatör etki gösterebilir damarında meydana gelen ciddi bir hasarı izleyerek
(kalp aktivitesi arttığında koroner arterlerde dila- lokal olarak serbestleyen endotelin vazokonstriksi-
tasyon). yona neden olarak çapı 5 milimetreye kadar olan ar
Egzersiz veya stres sırasında sempatik sinir siste terlerde yırtılma veya ezilme sonucu meydana gelen
minin vücudun birçok veya tüm bölümlerinde uya aşırı kanamayı engelleyebilir.
rılması durumunda dokulardaki sempatik sinir uçla
rından norepinefrin serbestleyerek arteriyollerin,
venleıin, ve kalbin uyarıldığı görülür. Adrenal me- Vazodilatatör Ajanlar
dulladaki sempatik sinirlerin uyarılması buradan da
kana norepinefrin ve epinefrin salgılanmasına yol Bradikinin. Kininler olarak adlandırılan çeşitli
açmaktadır. Bu hormonlar vücudun bütün kısımları maddeler kanda ve bazı organ sıvılarında oluşarak
na ulaşarak direkt sempatik stimülasyonun meyda güçlü vazodilatasyona neden olabilirler.
na getirdiği uyarıcı etkinin hemen hemen benzeri bir Küçük polipeptidler olan kininler pıoteolitik en
etki ile çift taraflı bir kontrol sistemi oluştururlar. zimler ile plazma ve doku sıvılarında bulunan al-
fa2-globıılinleıden ayrılırlar. Proteolitik enzim ler
Anjiotensin. Anjiotensin bilinen vazokonstriktör den özellikle önemli olanı kan ve doku sıvılarında
maddelerin en güçlü olanlarından biridir. Bir gra inaktif formda bulunan kallikreindu. Kallikrein,
mın m ilyonda biri insanda aıteıy el basıncı 50 kanın doku inflamasyonu ve benzer kimyasal-fizik-
rnnıHg veya daha üst bir düzeye yükseltebilir. sel etkenler sonucund a kan ve dokularda ki
Anjiotensin etkisini küçük arteriyolleri güçlü bir şe yumuşama ile aktive olur. Aktive olan kallikrein, al-
kilde kasarak gösterir. Eğer bu olay izole bir doku ala fa2 -globulinler üzerinde etkili olarak kallidiıı adı
nında görülürse bu alana giden kan akımı ciddi bir şe verilen kininin serbestlem esine neden olur. Daha
kilde azalmış olur. Anjiotensiııin asıl önemi vücuttaki sonra kallidin doku enzimleri tarafından bıadikiııi-
bütün arteriyolleıe aynı anda etkili olarak total peıife- ne çevrilir. Bradikinin oluştuktan sonra karboksi-
rik rezistansı artırıp kan basıncım yükseltmesi nede pepdidaz veya Bölüm 19’da tartışılan ve anjioten
niyle ortaya çıkar. Bu nedenle anjiotensin çeşitli renal sin oluşumunda önemli rol oynayan kaıboksip ep -
ve adrenokorükal stimüle edici etkileri ile birlikte aı te- tidaz ya da dönüştürücü (converting) enzim tara
ıiyel basıncın regülasyonunda önemli bir rol oynar. fından inaktive edildiği için sadece birkaç dakika
Bu konu Bölüm 19da detaylı bir şekilde tartışılmıştır. süreyle etkili olabilir. Aktive olmuş kallikrein enzi
182 ÜNİTE IV • Dolaşım
REFERANSLAR
A alkjaer C , Poslon L: E ffects o f pH on vascu Ferrara N. D avis-Sm yth T: T he biology o f dent oxygen sensing and assem bly o f inter
lar tension: which are the important m echa vascular endothelial growth factor. Endocr acting transcription factors. K idney Int 51:
nism s? J Vase Res 3 3 :3 4 7 . 1996. Rev 18:4, 1997. 5 4 8 , 1997.
Banchero N: Cardiovascular responses to G iannattasio C, Failla M, Mangoni A A, el al: Hudlicka O, Brown M , Egginton S : A ngio-
ch ron ic hypoxia. Annu Rev Physiol 4 9 :4 6 5 , Evaluation o f arterial com pliance in hu gcncsis in skeletal and cardiac m uscle. Phy
1987. mans. Clin Exp Hypertens 1 8 :3 4 7 , siol R ev 7 2 :3 6 9 . 1992.
Bangsbo J : O xygen deficit: a measure o f the 1996. L eisch ik R , R ose J, Caspari G . et al: Contrast
anaerobic energy production during intense Goldberg ID. Rosen E M : Regulation o f Angi echocardiolography for assessm ent o f m yo
exercise? Can J Appl Physiol 2 1 :3 5 0 . 1996. ogenesis. Basel: Birkhauser, 1997. cardial perfusion. H erz 2 2 :4 0 . 1997.
B e ck L Jr . D ’Amore PA: V ascu lar develop G ranger H J. Guyton AC: Autoregulation o f the Levy A P, Levy N S, Iliopoulas O, et al: R egu
ment: cellular and m olecular regulation. total system ic circulation following destruc lation o f vascular endothelial growth factor
F A S E B J 11:365, 1997. tion o f the central nervous system in the by hypoxia and its modulation by the von
B ickn ell R J, Lew is C E , Ferrara N: Tum our dog. C irc Res 2 5 :3 7 9 , 1969. Hippel-Lindau tum or suppressor gene. K id
A ngiogenesis. Oxford: Oxford University G riendling K K , Alexander R\V: Endothelial ney Int 5 1 :5 7 5 , 1997.
Press, 1997. control o f the cardiovascular system: recent Mnruyama Y , Hori M , Jan ick i JD : Cardiovas
B isc h o ff J : C ell adhesion and angiogenesis. J advances. F A S E B 1 10:283, 1996. cular Rem odeling and Functional Interac
Clin Invest 9 9 :3 7 3 , 1997. Guyton A C : Integrative hemodynamics. In: tion. T ok yo: Springer, 1997.
Born G V R , Schw artz C J: V ascular Endothe Sodem an NVA Jr. Sodeman TM (eds): Path M cV eigh G E: Arterial com pliance in hyperten
lium. Stuttgart: Shattauer, 1997. ologic Physiology: Mechanism s o f Disease. sion and diabetes m ellilus. Am J Nephrol
Chang J B . Prasad K,- Olsen EA : T extbook o f 6th cd. Philadelphia: \YB Saunders Co. 1 6 :2 1 7 , 1996.
A ngiology. New Y ork: Springer, 1998. 1979, p. 169. M uller JM . Davis M J, C hilian W M : Integrated
C oleridge Sm ith PD: M icrocirculation in V e Guyton AC, Colem an T G , G ranger H J: C ircu regulation o f pressure and flow in the coro
nous D isease. Austin: Landes B ioscien ce, lation: overall regulation. Annu Rev Physiol nary m icrocirculation. C ardiovasc Res 32:
1998. 3 4 :1 3 ,1 9 7 2 . 6 6 8 , 1996.
Cow ley A W , Guyton AC: Quantification o f in Guyton A C , Jon es C E . Coleman T G : Cardiac O ’ Donnell M E, Owen N E: Regulation o f ion
termediate steps in the renin-angiotensin- Output and Its Regulation. Philadelphia: pumps and carriers in vascular smooth mus
vasoconstrictor feedback loop in the dog. \VB Saunders C o. 1973. cle . Physiol R ev 7 4 :6 8 3 , 1994.
C irc Res 3 0 :5 5 7 , 1972. Highsmith R F: Endothclin: M olecular Biology, Renkin E M : Control o f m icrocirculation and
Crnac J, Schm idt M C , T heissen P, S cch tem U: Physiology, and Pathology. Totow a, NJ: W ood-tissue exchange. In: Renkin KM,
A ssessm ent o f myocardial perfusion by Humana Press, 1998. M ichel CC (eds): H andbook o f Physiology,
magnetic resonance imaging, ile r z 2 2 :1 6 , Huang L E , Ho V , Arany Z, et at: Erythropoie S ec. 2, Vol. IV . B cth esda: A m erican Physi
1997. tin gene regulation depends on heme-depen ological S o ciety , 1 9 8 4 , p 627.
BÖLÜM 17 • Ka:ı Ak' n mn Dokular Tarafından Lokal Kontrolü ve Humoral Düzenleme 183
Rosenthal D L , Guylon A C : H em odynam ics o f ing fast x-ray computed tomography. Herz lipid low ering m easures on coronary perfu
collateral vasodilatation follow ing femoral 2 2 :2 9 , 1997. sion. Z Kardiol 86(Su ppl 1):4 3 , 1997.
artery occlusion in anesthetized dogs. C irc Sem enza G L , A gani F , Booth G , et al: S truc Uren NG, C rake T : R e sistiv e vessel function
R es 2 3 :2 3 9 , 19 6 8 . tural and functional analysis o f hypoxia-in- in coronary artery d isease. Heart 7 6 :2 9 9 ,
Rubanyi G M : Endothelin. New Y o rk : Oxford ducible factor 1. Kidney Int 5 1 :5 5 3 , 1997. 1996.
University Press, 1992. Shovlin C L , S co tt J: Inherited diseases o f the vom Dahl J: Exam ination o f m yocardial perfu
Schmermund, A . B e ll M R , L erm an L O , R it vasculature. Annu R ev Physiol 5 8 :4 8 3 , sion with positron em issio n tom ography: a
man E L , Rum berger JA : Q uantitative evalu 1996. clin ically useful and valid m ethod? Herz
ation o f regional m yocardial perfusion us Steinm etz A, M aisch B , N oll B : E ffe cts o f 2 2 :1 , 1997.
Dolaşımın Sinirsel Düzenlenmesi ve
Arteryel Basıncın Hızlı Kontrolü
184
BÖLÜM 18 • Dolaşımın Sinirsel Düzenlenmesi ve Arteryel Basıncın Hızlı Kontrolü 185
Vazomotor merkez
Kan
Sempatik damarları
zincir
Vazokonstriktör
Kardiyoinhibitör
Vazodilatatr
Kan
damarları
Ş E K İL 18 - 1
Dolaşımın sempatik sinirler tarafından kontrolünün anatomisi.
Vazom otor M erkez ve Vazokonstriktör Sistem 3. Duysal a la n ise çift taraflı olarak , m e d u lla ve p o n
Üzerindeki Kontrolü. Şekil 18-1 ve 18-3'de gösteril su n alt kısm ın ın ark a-y an b ö lü m ü n d e b u lu n a n ııükle-
diği gibi esas olarak medullanın retiküler maddesi ve u s trak tus so lita riu s d a b u lu n m a k ta d ır. Bu b ö lg e d e k i
n ö ro n la r tem el olarak g lo ss o fa r in g e u s ve v a g u s sin ir le
ponsun 1/3 alt bölümünde, iki taraflı olarak yerleş
rin d en d u y sal sin y aller alm a k tad ır. D u y sal a la n d a n
miş olan alana vazomotor merkez denilmektedir. Bu k a y n ak lan an sin y aller ise h em v a z o k o n strik tö r ve h em
merkez parasempatik uyaranları kalbe vagus siniri de v a zo d ilatö r alan ların ak tiv itele rin in d ü z e n le n m e s i
ile ulaştırırken sempatik uyaranları nıedulla spinalis n e yardım cı o lm a k ta ve b ö y lece bir ç o k d o la şım fo n k
ve periferik sempatik sinirler yolu ile vücuttaki he siy o n u n u n “refleks'' k o n tro lü n d e ro l o y n am a k tad ır.
men tüm kan damarlarına ulaştırır. D ah a so n ra a ç ık lay a ca ğ ım ız gibi, kan b a sın c ın ın k o n t
Vazomotor merkezin tüm organizasyonu çok ro lü n d e rol alan b a ıo r e s e p tö r refleks b u n a ö rn e k o la
açık olm asa da deneyler sonucunda burada bulu rak verilebilir.
nan bazı önemli alanlar tanımlanabilmiştir.
Kan Damarlarının S em patik V a zo ko n s triktö r
1. M edu llan ın ön-yan b ö lgesin d e vazokonstriktör alan Tonus İle Sürekli Parsiyel Kasılması. Normal
çift taraflı olarak yerleşm iştir. Lideri tüm m e d u lla spin a- koşullarda vazomotor m erkezin vazokonstriktör
lisd e d ağılm ış olup se m p a tik sinir sistem in in vazokonst- alanı, sem patik vazokonstriktör sinir lifleri üzerin
riktör n öron ların ı uyarırlar.
den tüm vücuda sürekli olarak uyarı gönderm ek
2. M edu llan ın alt y arısın ın ön -yan k ısm ın d a vazodila-
tedir. Bu uyarı liflerde yaklaşık saniyede 1.5 ila 2
talör alan çift taraflı yerleşm iştir. Bu n ö ro n lard an kay
n ak lan an liflerin projeksiyon u yukarı vazok on strik tör kez kesintisiz ve yavaş tetiklem e m eydana getirir.
a la n a d oğ ru olup vazokon striktör aktiviteyi inhibe e d e Bu sürekli uyarı sem patik vazokon striktör tonus
rek v azo d ilatasy o n a n eden olm aktadır. olarak adlandırılır. Bu uyarılar kan dam arlarında
186 ÜNİTE IV • Dolaşım
Arterler
Motor
Ş E K İL 1 8 - 2
Sistemik dolaşımın sempatik innervasyonu.
150-
125
Total spinal anestezi
Norepinefrin enjeksiyonu
Ş E K İL 1 8 - 4
- | ----------------- 1----------------- 1----------------- !------------------1----------------- i—
0 5 10 15 20 25 Total spinal anestezinin arter
Dakika basıncı üzerindeki etkisi, vazomo
tor tonusunun kaybı ile basınçta
belirli bir düşüş görülmektedir.
BÖLÜM 18 • Dolaşımın Sinirsel Düzenlenmesi ve Arteryel Basıncın Hızlı Kontrolü 187
tesi genellikle vücutta vazokonstıiksiyon oluş V azodilatatör siste m in san tral sinir siste m i tarafın dan
m ası ile artarken vazokonstriksiyonun inlıibisyo- kontrolü sırasın d a ku llan ılan yollar Şekil 18-3’de kesikli
nu ile azalmaktadır. çizgilerle gösterilm iştir. Sistem i ko n tro l eden b a şlıc a b e
yin b ölgesi ön hipotalam ustur.
altında kalp bir kaç dakika için norm al şartlar altındakindcn A rte ry e l B a ro re s e p tö r K o n tro l S iste m i-
iki ila üç kat fazla kan pom palayabilm ektcdir. Bu etki de kan
b asın cın d a dah a da fazla bir artış nedeni olmaktadır.
B a ro re s e p tö r R e fle ksler
Vagus siniri
Normal Arter Basıncının Korunmasında
Refleks Mekanizmalar
sınç kontrol sistemi gibi başka kontrol sistem lerine den olur. Bu refleks diişük-basınç reseptörleri aracılığıy
gereksinim duyulur. la diğer peıiferik arteriyollerde oluşan refleks ile aynı ol
masına rağmen böbreklerde beklenmedik kadar güçlü
A rte r Basıncının Karotis ve A o rt K em oreseptör- etki gösterir. Aynı zamanda sinyaller eşzamanlı olarak
hipotalamusa da iletilerek antidiiiretik hormon salgısını
leri Tarafından Kontrolü-O ksijen Eksikliğinin
inhibe etmekte ve böbrek fonksiyonları indirekt olarak
A rte r Basıncına Etkisi da etkilenmektedir. Afferent arteriyollerde azalmış olan
direnç, glomerül kapiller basıncı artırarak böbrek tubu-
Baroreseptör basınç kontrol sistemi ile yakın ilişkisi olan luslarıııa sıvı filtrasyonunun artmasına neden olur. Anti-
kemoreseptör refleks, baroreseptör refleks ile hemen he diüıetik hormonun azalması tubuluslardan sıvı geri
men aynı şekilde çalışmakla beraber yanıtın ortaya çıkışı emilimini azaltır. Bu iki etkinin kombinasyonu idrarla
na gerim reseptörleri yerine kemoreseptörler neden olur. hızla sıvı kaybına neden olarak kan hacminin normale
Kemoıeseptörler, kimyasal duyarlığı olan hücrelerdir, dönmesinde güçlü bir yol olarak hizmet eder. (Ayrıca Bö
oksijen yokluğuna, karbon dioksid artışına veya hidrojen lüm 19’da atriyal gerilmenin böbreklerde hormonal bir
iyonlarının artışına duyarlıdırlar. Bu reseptörler birkaç etki başlattığı -atriyal natriiiretik peptid- ve bu etkinin
küçük organa yerleşmiş olup 1 - 2 mm büyüklüğündedir. idrarla sıvı atılımını daha da artırarak kan hacmini nor
Yerleşimleri her bir ana karotis arterin çatallarıma yerin male döndürmedeki önemi incelenecektir).
deki iki karotis cismi ve aorta bitişik birkaç aortik cisim Aşırı hacim artışından sonra kan hacminin normale
den oluşmaktadır. Kemoreseptörler, baroreseptörlere ait döndiirülmesine yönelik tüm bu mekanizmalar hacim
lifler ile birlikte Hering ve vagus sinirleri ile vazomotor düzenleyici olduğu kadar indirekt yoldan basınç düzen
merkeze ulaşan sinir liflerini uyarırlar. leyici olarak da görev yaparlar. Çünkü, hacim yükselme
Her karotis veya aort cismi küçük bir besleyici arter ta si kalp debisin artırarak arter basıncını yükseltir. Bu ha
rafından bol miktarda kan almakta, böylece kemoresep cim refleksi mekanizması, kan hacmi kontrol mekaniz
törler her zaman arter kanı ile yakın ilişki içinde bulun maları ile birlikte Bölüm 29’da tekrar tartışılmıştır.
maktadır. Arteryel basınç kritik bir düzeyin altına düştü
ğü zaman, kemoreseptörlere ulaşan kan akımı azalır, bu Kalp Hızının Atriyal Refleks Tarafından Kontrolü
na bağlı olarak kullanılan oksijen miktarı azalırken, hid (Bainbridge Refleksi). Atriyumlardaki basıncın artma
rojen ve karbondioksid iyonlarının miktarı artar, bu de sı bazen % 75'e kadar varan oranlarda kalp hızı artışına
ğişiklikler kemoreseptörleri uyarır. neden olur. Bu artışın küçük bir bölümü, atriyal hacmin
Kemoreseptörlerden kaynaklanan uyarılar vazomotor deki artış sonucu sinüs düğümünün gerilmesine bağlı
merkeze iletilerek burayı uyarırlar ve bu da arter basıncı direkt bir etkidir. 10. Bölümde işaret edildiği gibi böylesi
nın artmasına neden olur. Bu refleks arter basıncı çok düş direkt bir gerim kalp hızını en çok % 15 kadar artırabilir.
tüğünde tekrar normal seviyeye dönmesine yardımcı olur. Meydana gelen ek % 40 ila 60 artış ise Bainbridge reflek
Kemoreseptör refleks normal arter basıncı sınırları si adı verilen bir refleks nedeniyle onaya çıkar. Bainbrid
içersinde güçlü bir arter basıncı kontrolü sağlamaz. Bu ge refleksini başlatan atriyal gerim reseptörlerinin affe
nun nedeni arter basıncı 80 mmHg’nm altına düşmeden rent uyarımları vagus sinirleri ile beyinde medullaya ile
güçlü olarak uyarılamamalarıdır. Bu nedenle kemore tirler. Daha sonra vagus ve sempatik sinirler ile geriye
septör refleks özellikle düşük basınçlarda basıncın daha dönen efferent uyarımlar kalbin hızını ve olasılıkla kasıl
fazla düşmemesi için önem kazanmaktadır. ma gücünü artırır. Böylece bu refleks kanın velilerde, at-
Kemoreseptörler dolaşımdakinden daha önemli bir riyumda ve pulmoner dolaşımda göllenmesini önleme
role sahip oldukları solunumun kontrolü ile ilgili olarak ye yardımcı olur. Bu refleks arter basıncının kontrolün
Bölüm 41’de daha detaylı olarak tartışılacaktır. den farklı bir amaç taşımaktadır.
Arter Yazıcı
basıncı
REFERANSLAR
Andresen M C , Kunze D L: N uclcus tractus so- pharm acological im plications. Fundamental com pression. B u ll John s H opkins Hosp 12:
litarius— gateway lo neural circulatory co n & Clin. Pharm acol., 11:19, 1997. 2 9 0 . 1901.
trol. Annu R ev Physiol 5 6 :9 3 , 1994. C ow ley A W Jr. Guyton A C : Barorccep to r re D ahan A, Teppem a L , B e e k J: Physiology and
Castelano M , Bohm M : T he cardiac beta- flex contribution in angiotensin 11-induced Pharm acology o f Cardiorespiratory Control.
adrenoceptor-mediated signaling pathway hypertension. Circulation 5 0 :6 1 , 1974. B oston : K luw er A cad em ic Publishers,
and its alterations in hypertensive heart dis C ow ley A W Jr, M onos E , Guyton A C : Inter 1998.
ease. Hypertension 2 9 :7 1 5 , 1997. action o f vasopressin and the baroreceptor Folkow B : Physiological aspects o f primary
Christofi F L , Guan Z, W ood JD , Baidan LV , reflex system in the regulation o f arterial hypertension. Physiol R ev 6 2 :3 4 7 , 1982.
Stokes B T : Purinergic C a 2 + signaling in pressure in the dog. C irc Res 3 4 :5 0 5 , Furness J B , B orn stcin JC , K unze W A , et al:
myeneric neurons via P 2 purinoceptors. Am 1974. Experim ental basis for realistic large-scale
J Physiol 2 7 2 :G 4 6 3 , 1997. Cushing H: Concerning a definite regulatory' com puter sim ulation o f the enteric nervous
C loarec-Blanchard, L.: Heart rate and blood m echanism o f the vasom otor center which system . C lin Exp Pharm acol Physiol 23:
pressure variability in cardiac diseases: controls blood pressure during cerebral 7 8 6 , 1996.
194 ÜNlTE IV • Dola§im
G uyton A C : A rterial Pressure and H yperten diopulm onary Physiology in A nesthesiol toring. Philadelphia: W B Saunders Co,
sion. Philadelphia: \VB Saunders C o, 19 8 0 . ogy. New York: M cG raw -H ill, 1997. 1997.
G uyton A C : A cu te hypertension in dogs with Mohrm an D L , H eller L J: C ardiovascular Phys Persson P B : M odulation o f cardiovascular con
cerebral ischem ia. Am J Physiol 1 5 4 :4 5 , iology. New Y ork: M cG raw -H ill, 1997. trol m echanism s and their interaction. Phy
1948. M uratani H, T cruya 11. Sesoko S , et al: Brain siol R ev 7 6 :1 9 3 , 1996.
G uyton A C , Satterlield JH : V asom otor w aves angiotensin and circulatory control Clin Pohl U , deW it C : Interaction o f nitric oxide
possibly resulting from C N S isch em ic rellex E xp Pharm acol Physiol 2 3 :4 5 8 , 1996. with m yogenic and adrenergic vasoconstric
o scillation . Am J Physiol 1 7 0 :6 0 1 , 1952. N akao K. Ishii H, Kusunoki M , Yam am ura T , tor processes in the control o f m icrocircula-
G uyton A C , Batson H M , Sm ith C M , A rm Utsunom iya J: Nitric oxide-related neural tory blood flow . Pllugers A rch 4 3 2 :R 1 0 7 ,
strong G : Method fo r studying com petence com ponents in the rat small intestine after 1996.
o f the bod y’s blood pressure regulatory transplantation. Transpl Int 10:19, 1997. Sch roer H: R elevance and reliability o f Lud
m echanism s and effect o f pressoreceptor N osaka S : M odifications o f arterial barore- w ig ’s scien tific concep tions o f the physiol
denervation. Am J Physiol 1 6 4 :3 6 0 , 1951. flexes: obligatory roles in cardiovascular ogy o f the m icrocirculation . Pfingers Arch
G uyton A C , et al: Synthesis o f endocrine co n regulation in stress and poststress recovery. 4 3 2 :R 2 3 , 1996.
trol in hypertension. Clin S c i M o lcc M ed Jpn J Physiol 4 6 :2 7 1 , 1996. Sagaw a K: B aroreflex control o f system ic arte
5 1 :3 1 9 , 1976. O ’ Leary D S: Heart rate control during exercise rial pressure and vascular bed. In: Shepcrd
Hall J E , G uyton A C : Changes in renal h em o by baroreceptors and skeletal muscle affer- JT , A bboud F M (ed s): Handbook o f Physi
dynam ics and renin release caused by in ents. Med S ci Sports E xerc 2 8 :2 1 0 , ology, S e c . 2 , V ol. III. Bethesda: American
creased plasm a oncotic pressure. Am J Ph y 1996. Physiological S o ciety , 1 9 83, p 45 3 .
siol 2 3 1 :1 5 5 0 , 1976. Osborn JW : The sym pathetic nervous system T a it J F , T a it S A : Insulin, the renin-angioten-
Jordan D: Central Nervous Control o f A uto and long-term regulation o f arterial pres sin-aldosterone system and blood pressure.
nom ic Function. A m sterdam : Harwood A c- sure: what are the critical questions? Clin Perspect B io l 4 0 :2 4 6 , 1997.
adcm ic Publishers, 1997. Exp Pharm acol Physiol 2 4 :6 8 , 1997. Zanchetti A , M an cia G : Pathophysiology o f
Levitsky M G , Hall S M , M cDonough KH: C ar Parer JT : H andbook o f Fetal Heart Rate M on i H ypertension. A m sterdam : Elsevier, 1997.
Arter Basıncının Uzun Süreli
Düzenlenmesi ve Hipertansiyonda
Böbreklerin Baskın Rolü: Basınç
Kontrolünde Entegre Sistem
Bölüm 18’de gördüğümüz gibi sinir sistemi arter lünün temel yapısını oluşturmaktadır. Ancak evri
basıncının hızlı, kısa-süıeli düzenlenmesinde güç min değişik dönemleri boyunca birçok değişikliğin
lü etkinliğe sahip olmasına rağmen arter basıncı eklenmesi ile sistem, kontrol işlevini insanda çok
saatler veya günler boyunca yavaş yavaş değiştiği daha mükemmel hale getirmiştir. Özellikle önemli
takdirde sinirsel mekanizmalar değişiklikleri en değişikliklerden biri ıenin-anjiyotensin m ekaniz
gelleyecek özelliklerinin hem en tam amını birer b i masının sistem e eklenmesidir.
rer yitirirler. Öyle ise arter basıncı seviyelerini haf
talar, aylar boyunca sabit tutan uzun süreli meka
nizma nedir? Bu bölümde uzun süreli kontrolde Arter Basıncı Kontrolünün Temel
böbreklerin baskın bir rol oynadığını göreceğiz.
Mekanizmalarından Basınç Dîürezinin
Kantitatif Olarak İncelenmesi
Şekil 19-1'de değişik arter basınçlarının atılan idrar
A R TE R B A S IN C IN IN K O N T R O LÜ N D E hacmi üzerine yaklaşık ortalama etkileri ve basınç
B Ö B R E K -V Ü C U T S IV IS I S İS T E M İ diiirezi olarak adlandırılan, basınç artışıyla beraber
atılan hacimde görülen artış gösterilmektedir. Ş e
Arter basıncının kontrolünde böbrek-vücut sıvısı kildeki eğri, böbrek atını eğrisi veya böbrek fo n k si
sistem i basit bir mekanizm a şeklinde çalışır. Vücut yon eğrisi adını almaktadır. 50 mmHg’lik bir arter
çok fazla ekstraseliiler sıvı içerdiğinde kan hacmi basıncında idrar atılım ı esas olarak O’dır. 1 0 0
ve arter basıncı yükselir. Basıncın yükselmesi di ıumHg basınçta idrar atılımı norm al seviyede, 200
rekt bir etki ile böbreklerin fazla ekstıaselüler sıvıyı mmHg’da ise normal seviyesinin altı ila sekiz katı
atm asına neden olur ve bu da basıncı tekrar nor kadardır. Dahası, yüksek basınç sadece atılan idrar
male döndürür. hacm ini artırmakla kalmaz, benzer bir etki ile sod
Hayvanlar aleminin evrimsel soyoluş (filogenez) yum atılması da artırır. Bu fenom ene basınç natri-
tarihinde basıncın kontrolünde rol alan böbrek-vü- iirezi denmektedir.
cut sıvısı sistemi ilkel sistemler arasındadır. En ilkel
omurgalılardan yılan balığı benzeri küçük bir balık Arter Basıncının Kontrolünde Böbrek - Vücut Sıvı
olan “hagfish" de bile bütünüyle çalışmaktadır. Bu sı Sisteminin Etkinliğini Gösteren Bir Deney. Şcl I
hayvanın arter basıncı 8 ila 14 mmHg kadar düşük 19-2’de gösterilen köpekler üzerinde yapılmış dene
olup hemen hemen doğrudan kan hacmi ile orantı de kan basıncını kontrol eden tüm sinirsel refleks nn
lı olarak artmaktadır. Hagfish sürekli olarak deniz kanizmalar bloke edildikten sonra arter basıncı 400 im
suyu içer. Bu su emilerek kana karışmakta ve kan civarında bir kan transfüzyonuyla ani olarak yükseltil-
hacmi ile birlikte basıncını da artırmaktadır. Ancak miştir Dakika atım hacminin hızla normal seviyenin
basınç çok yükseldiğinde böbrek kolayca fazlalık ya yaklaşık iki katma çıkışına ve ortalama arter basıncı
ratan hacmi idrar ile atarak basıncı normale dön nın istirahat sırasındaki seviyesinin 115 mmHg üstü
dürmektedir. Basınç düşük olduğunda böbrek alı ne, yani 205 mmHg’ye yükselişine dikkat ediniz. Orta
nan sıvıdan çok daha azını atar. Böylece hacim ve daki eğride artan arter basıncının idrar atılımı üzerine
basınç tekrar normal seviyelerine çekilmiş olur. olan etkisi görülmektedir. Bu etki sonucunda idrar atı
Çağlar boyunca basıncın kontrolünde rol alan bu lımı 12 kat artış göstermektedir. Bu büyük çaplı sıvı
ilkel mekanizma varlığını aynen hagfish'deki şek kaybı ile beraber hem dakika atım hacmi hem de arter
liyle sürdürmüştür. İnsanda da böbreklerden atılan basıncı takip eden saat içerisinde normale dönmekte
su ve tuz tıpkı hagfishde olduğu gibi basınç deği dir. Bu deneyden görülebileceği gibi böbreklerin sıvı
şikliklerine bağlıdır. İnsanda arter basıncında mey hacmini vücuttan uzaklaştırabilme ve arter basıncını
dana gelecek birkaç milimetre cıva artış böbrekler normale döndürme yeteneği büyüktür.
den su ve tuz atılımım ikiye katlayabilmektedir. Su
yun basınca bağlı atılımına basınç diiirezi, tuzun Basıncın Böbrek - Vücut Sıvısı Sistemi Tarafın
atılımına ise basınç natriilrezi denmektedir. dan Kontrolünün Grafiksel Analizi, "Sonsuz
İnsanlarda böbrek-vücut sıvısı sistemi denetimi Kazanç" Özelliğinin Gösterilmesi. Şekil 19-3’de
lıagfish’de olduğu gibi basıncın uzun süreli kontro arter basıncının böbrek-vücut sıvısı sistem i ile
195
196 ÜNİTE IV • Dolaşım
8-
«O* Su ve tuzun böbrek atım hacmi
7- Su ve tuz alımı
c 6-
"m
E 5-
o
c
' " 4-
E
o
03 3-
J=
E
2-
2 ı-
32
0-
50 100 150
o 20 40
Arter basıncı (mmHg)
Arter basıncı (mm Hg)
Ş E K İL 19 - 3
Ş E K İL 19 • 1 Böbrek atım hacmi eğrisi ile su ve tuz alım eğrisi eşitlenerek ya
pılan arter basıncı ayar analizi. Denge noktası, arter basıncının
Perfiize odileıı izole böbrekten kaydedilmiş tipik böbrek atım ayarlanacağı seviyeyi göstermektedir. (Alım sonrası vücuttan
hacmi eğrisi. Şekilde arter basıncı arttığında ortaya çıkan böbrek dışı yollardan kaybedilmiş olan su ve tıız, bu ve bundan
basınç diürezi görülmektedir. sonraki şekillerde ihmal edilmiştir).
kontrolünün analizinde kullanılabilecek bir grafik atılımı alımı dengelemek zorundadır. Şekil 19-3’de
sel yöntem gösterilmiştir. Bu analiz birbirini kesen tek bir yerde atılım alımla eşit gözükmektedir. Bu
iki ayrı eğriye dayanmaktadır: ( 1 ) Su ve tuz için yer denge noktası adını alan her iki eğrinin kesiştiği
böbrek atım hacmi eğrisi. Bu eğri Şekil 19-1 ’de gös noktadır. Şimdi arter basıncı denge noktasındakin-
terilen böbrek atım hacm i eğrisi ile aynıdır. (2 ) Net den daha farklı bir değer alırsa ne olacağını görelim.
su ve tuz atılımı gösteren eğri (ya da çizgi). Bu eğri Önce arter basıncının 150 nunHg’ya çıktığım
vücuda alınan su ve tuzdan böbrekler dışındaki atı varsayalım. Bu seviyede grafikte böbıekden atılan
lım çıkartıldıktan sonra çizilmiştir. su ve tuz alımdan yaklaşık 3 kat daha fazla olmak
Uzun bir dönem için düşünüldüğünde su ve tuz tadır. Böylece vücut sıvı yitirmekte, kan hacmi
azalmakta ve arter basıncı düşmektedir. Dahası sı
vının bu "negatif denge” lıali, basınç tam denge
noktasına dönene kadar kesinlikle sona erm eye
cektir. Arter basıncında denge noktasına göre 1
w__
X) ^ mıııHg’hk bir artış olması halinde bile sıı ve tuz a lı
o> ra
-o -o nlından dalıa fa z la atılını olm aya devam edecek
« 3- böylece basınç, denge noktasına dönm esi için ge
rekli olan 1 mmHg kadar azalacaktır.
Şimdi de arter basıncı denge noktasının altına
düşerse neler olacağını görelim. Bu kez su ve tuz
alımı atılımdan daha çok olmaktadır. Böylece vü
c m cut sıvı hacm i çoğalır, kan hacmi artar ve arter b a
- 5
Ş 1 sıncı bir kez daha tam olarak denge noktasına dö
05 ._ nene kadar yükselir.
-O E
Arter basıncının her zam an tam o larak bu denge
noktasına dönüşü, basıncın böbrek-vücut sıvısı m e
o kanizm ası ile kontrolündeki sonsuz kazanç ilkesi
w X05 sayesindedir.
-? E
Q) E A rte r Basıncının Uzun Süreli Düzenlenmesini
t: —
< Belirleyen İki Faktör. Şekil 19-3’te uzun sürede
arter basıncı seviyesini düzenleyen iki uzun-dö-
O 10 20 30 40 50 60 nemli faktör de görülebilmektedir. Bu aşağıdaki şe
Zaman (dakika) kilde açıklanabilir.
(1) Su ve tuzun renal atımını, (2) su ve tuz alimim
Ş E K İL 19 -2 gösteren iki eğri Şekil 19-3’de gösterildiği gibi, değiş
Sinirsel basınç kontrol mekanizmalarının bloke edildiği hay medikçe, uzun süre boyunca ortalama arter basıncı,
vanlarda kan hacminin artmasıyla dakika kalp atım hacmi, ar bu şekildeki denge noktasında yani 100 mmHg’de
ter basıncı ve idrar atım hacmindeki artış. Şekilde bir saat süre
since idrarla sıvı kaybından sonra arter basıncının normale dö sabit tutulacaktır. Denge noktası değeri olan 100
nüşü gösterilmektedir (Dr. Wiliam Dobb’un izniyle). mmHg’yı değiştirmek için iki yol bulunmaktadır.
BÖLÜM 19 • Arter Basıncının Uzun Süreli Düzenlenmesi ve Hipertansiyonda Böbreklerin Baskın Rolü 197
Bunlardan birisi su ve tuz için böbrek atım hacmi törlerden bir tanesi değişecek olursa arter basıncı
eğrisini kaydırmak, diğeri su ve tuz alımı eğrisi sevi nın yeni bir seviyeye ayarlandığı görülecektir. Bu
yesini değiştirmektir. Böylece basitçe ifade etmek yeni arter basıncı her iki yeni eğrinin birbiriyle ke
gerekirse arter basıncını uzun sürede değiştirebile siştiği basınç seviyesi olacaktır.
cek başlıca iki belirleyici faktör şunlardır:
Sıvı Alımı ve Böbrek Fonksiyonları Değişm e
1. Su ve tuz için böbrek atını hacm i eğrisinin kay
m a derecesi. den Yüksek Total Periferik Direncin Uzun
2. Sıt ve tuz alım seviyesi. Süreli A rter Basıncı Düzeyine Etkisiz Kalışı
Bu iki faktörün arter basıncının kontrolündeki iş Şimdi okuyucular için arter basıncının kontrolün
levleri Şekil 19-4’de gösterilmiştir. Şeklin A bölümün de böbrek-vücut sıvısı mekanizm asını gerçekten
de böbreğe bağlı bir anormallik, böbrek atım hacmi anlayıp anlamadıklarını deneme fırsatı çıkm akta
eğrisini basıncı 50 mmHg kadar yükseltecek şekilde dır. Arter basıncının hesaplanm asında kullanılan,
sağa kaydırmıştır. Bu durumda denge noktasının da arter basıncı toplam periferik direnç ile d a kika kalp
normalden 50 mmHg daha yükseğe kaydığına dikkat atım hacm inin çarpım ıdır şeklindeki temel denk
ediniz. Bu nedenle böbrek atım hacmi eğrisi yeni bir lem hatırlanacak olursa, toplam periferik dirençte
basınç seviyesine kaydığında arter basıncının da onu meydana gelecek artışının arter basıncını artıraca
birkaç gün içinde izleyeceği söylenebilir. ğı açık olarak görülecektir. Şüphesiz toplam perife
Şekil 19-4’ün B bölümünde su ve tuz alımı düze rik direnç akut olarak artarsa arter basıncı da ani
yinde meydana gelen değişikliğin arter basıncını olarak yükselecektir. Ancak böbrek fonksiyonları
nasıl değiştirebileceği gösterilmiştir. Bu durumda normal olarak devam ediyorsa arter basıncındaki
alım dört kez artm ış, denge noktası da 160 akut artış sürmez, arter basıncı yaklaşık bir gün
mmHg’ya, yani normal düzeyin 60 mmHg üzerine içinde normale döner. Bunun sebebi ne olabilir?
çıkacak şekilde kaymıştır. Tersine alım düzeyindeki Bunun yanıtı aşağıdaki şekilde verilebilir: B ö b
bir azalma arter basıncını düşürecektir. rekler dışında kalan vücut bölgelerindeki kan da
Böylece uzun süreli ortalama arter basıncını te marlarında artan direnç kan basıncı kontrolünde
m el belirleyici faktörlerin biri ya da her ikisini yani böbrekleıce belirlenen denge noktasını değiştir
su ve tuz alım seviyesi ile böbrek eğrisinin basınç mez (Şekil 19-3 ve 19-4’e yeniden bakınız). Bu n e
ekseni boyunca kayma derecesini değiştirmeden denle böbrekler yüksek arter basıncına derhal b a
yeni bir değere oturtmak m iim kün değildir. Bu fak- sınç diüıezi ve basınç natıiürezi ile yanıt verirler.
Saatler ve günler içinde vücuttan yüksek miktarlar
da su ve tuz atılır ve bu durum arter basıncı denge
noktasındaki basınç seviyesine düşene kadar sürer.
Toplam periferik dirençteki artışın arter basıncı
nı uzun dönemde etkilemeyişi ile ilgili ilkenin ka
nıtlanması için Şekil 19-5 dikkatlice gözden geçiril
melidir. Şekilde, uzun dön em de total periferik di
rencin normalin çok üstünde ya da altında bulun
duğu, ancak böbreklerden su ve tuz atılmasının
Normal Yükselen normal ya da normale yakın olduğu çeşitli klinik
basınç hallerde yaklaşık kalp debileri ve arter basınçları
gösterilmiştir. Bütün bu farklı hallerde arter basın
cının kesinlikle normal oluşuna dikkat ediniz.
(Ancak çok dikkat edilmesi gereken bir şey de
toplam periferik direnç arlarken çoğu kez aynı z a
m anda böbrek dam arların daki direncin de arttığı,
bunun böbrek fonksiyonlarını değiştirdiği, böylece
Yükselen Şekil 19-4A’da gösterildiği gibi böbrek fonksiyon
basınç eğrisini daha yüksek bir basınç seviyesine taşıyarak
hipertansiyona neden olduğudur. Bu konuyla ilgili
bir örneği daha sonra bölüm içinde vazokonstıik-
tör mekanizmalar ile ortaya çıkan hipertansiyon
konusunu tartışırken göreceğiz. Ancak bu durum
da hipertansiyonun altında yatan neden toplam
periferik direnç artışı değil, böbrek direncindeki a r
tıştır ki bu önemli bir farklılıktır).
50 100 150 200
Arter basıncı (mm Hg) Sıvı H a c m in d e k i A rtış A rte r Basıncını
Ş E K İL 19 - 4 Nasıl A rtırır-O to re g ü la s y o n u n Rolü
Arter basıncının yükseltilebileceği iki değişik yolu gösteren eğ
riler. A, böbrek atını hacmi eğrisinin sağa, daha yüsek basınç Ekstraselüler sıvı hacmindeki artışın arter basıncı
düzeyine kayması; B, su ve tuz alım düzeyinin yükselmesi. nı yükseltme mekanizması Şekil 19-6’daki şemada
198 ÜNİTE IV • Dolaşım
I
Ortalama dolaşım doluş basıncında artış
nedenle ekstraselüler sıvıyı artırmaktadır:
1. Vücutta fazla miktarda tuz bulunduğunda vü
cut sıvılarının osmolalitesi artm akta ve bu da susa
m a m erkezini uyararak ekstraselüler tuz konsant
Kalbe venöz kan dönüşünde artış rasyonunu norm al seviyelere çekmek için kişinin
fazla miktarda su içm esine yol açmaktadır. Böylece
I
Kalp debisinde artış
ekstraselüler sıvı hacmi artmaktadır.
2 . ekstraselüler sıvı osmolalitesindeki artış hipo-
talam ik-arka hipofizer salgı m ekanizm asını da
uyararak antidiiiretik horm on saliminim artırır. Bu
Otoregülasyon
mekanizma ayrıntılı olarak 28. Bölümde tartışıl
\
Toplam periferik
mıştır. Antidiüretik horm on idrar olarak atılmadan
önce böbrek tubular sıvısından yüksek miktarlarda
dirençte artış suyun geri em ilimine neden olur; böylece idrar
miktarı azalırken ekstraselüler sıvı hacm i artar.
ter basıncında kayda değer yükselmelere neden çok odaklı kanamalara neden olmakta, buna bağlı
olacaktır. olarak bir çok bölge haraplamııakta ve sonuçta böb
rek yetersizliği, üremi ve ölüme neden olmaktadır.
“Hacim-yükleme tipi hipertansiyon” adı alan bir
Hipertansiyon (Yüksek Kan Basıncı): tip hipertansiyondan alman dersler arter basın cı
Çoğunlukla Aşırı Ekstraselüler Sıvı nın düzenlenmesinde önemi bulunan böbrek-vü-
Hacmine Bağlı Bir Olay cut sıvısı hacim m ekanizm asının anlaşılm asında
hayati öneme sahiptir. Hacim-yükleme tipi hiper
Bir kişide hipertansiyon (ya da "yüksek kan basın tansiyon vücutta fazla ekstraselüler sıvı birikimine
cı") bulunduğu söylendiğinde bu, o kişinin ortala bağlı olan hipertansiyonu tanım lam ak için kulla
m a arter basıncının norm al kabul edilen seviyenin nılmaktadır. Bu konuda bazı örnekler aşağıdadır.
üzerinde olduğunu belirtmektedir. İstirahat sıra
sında 110 mmHg’den yüksek bir ortalam a arter b a Böbrek Kitlesinde Azalma İle Birlikte Tuz Atı
sıncı değeri (normali yaklaşık 90 mmHg civarında mında Artışın N eden Olduğu Deneysel Hacim
dır) hipeıtansif bir değer olarak kabul edilir. Bu de - Yükleme Tipi Hipertansiyon. Şekil 19-7'de b ö b
recede bir artış diyastolik arter basıncı 90 mmHg ve rek kitlesinin % 70’i çıkartılmış bir grup köpekte
sistolik arter basıncı 135 ila 140 mmHg’nın üzerin hacim-yükleme tipi hipertansiyonu açıklayan tipik
de olursa ortaya çıkmaktadır. Ciddi hipertansiyon bir deney gösterilmektedir. Eğri üzerindeki daire
olgularında ortalam a arter basıncı 150 ila 170 içine alınmış birinci noktada bir böbreğin iki kutbu
mmHg kadar olabilir. Bu durumda diyastolik b a çıkartılmış, ikinci noktada karşı böbrek tam am en
sınç 130 mmHg ve sistolik basınç 250 mmHg kadar alınmış ve hayvanda normal böbrek kitlesinin a n
yüksek olabilir. cak % 3 0 ’u bırakılmıştır. Bu kadar büyük bir kitle
Arter basıncında meydana gelecek orta dereceli nin çıkartılmasının arter basıncını ortalam a olarak
artışlar bile yaşam süresinin kısalmasına neden ol ancak 6 mmHg kadar artırdığına dikkat ediniz. D a
makta, yüksek basınç sözkonusu olduğunda -nor ha sonra köpeklere normal su yerine tuz eriyiği içi-
malin % 50’si kadar yüksek ortalama arter basıncı- rilmiştir. Tuz eriyiği su gereksinimini karşılamadı
kişinin uygun tedavi görmediği durumda, birkaç ğından köpekler normal hacm in iki dört katı kadar
yıldan fazla yaşaması mümkün olmamaktadır. Hi sıvı almışlar ve birkaç gün içinde arter basınçları
pertansiyonun ölüme neden olan etkileri başlıca 3 yaklaşık normalden 40 mmHg daha fazla yüksel
şekilde özetlenebilir: miştir. İki hafta sonra köpeklerin tuz eriyiği yerine
1. Kalp yükünün artması erken devrede kalp yeter musluk suyu içm elerine izin verilmiş ve basınç iki
sizliği ve koroner kalp hastalığına yol açmakta, bu da gün içinde normale dönmüştür. Son olarak dene
sıklıkla kalp krizi ve ölüm ile sonuçlanmaktadır. yin sonunda köpeklere yeniden tuz eriyiği içiı ilmiş
2. Yüksek basınç sıklıkla beyinde bulunan ana ve bu kez basınç çok daha hızlı olarak ilkinden da
damarlardan birinde yırtılmaya ve bunu takiben ha yüksek bir düzeyde artmıştır. Bunun nedeni kö
önem li beyin bölgelerinde hücre ölümü ile karak- peklerin tuz solüsyonunu toleıe edebilmeyi öğren
teıize serebral infarktiise neden olur. Klinikte bu meleri ve daha fazla içmiş olmalarıdır. Böylece bu
durum "felç” (inme) olarak isimlendirilir. Beynin deney hacim-yükleme tipi hipertansiyonu açıkla
etkilenen bölümüne bağlı olarak inm e sonucunda yabilmektedir.
paralizi, bunama, körlük veya diğer çeşitli ciddi Okuyucu uzun-süreli arter basıncı düzenlem e
santral sinir sistemi bozuklukları gelişebilir. sinde belirleyici olan iki faktörü tekim' göz önüne
3. Yüksek basınç hemen her zaman böbreklerde alırsa, Şekil 19-7’de gösterilen biçim iyle hacim-
Ş E K İL 1 9 - 7
Böbrek dokusunun %70’i çıkar
tılmış dört köpeğe su yerine
%0.9'lıık tuz eriyiği içirilmesinin
arter basıncı üzerine etkisi
(Langston, Guyton, Douglas ve
D orset!: Cirs. Res., 12:508,
1963’den American Heart Asso G ün
ciation, Inc. izniyle).
200 ÜNİTE IV • Dolaşım
yükleme tipi hipertansiyonun nedenlerini derhal adaptasyon göstererek basınç artışına karşı etkisiz
anlayacaktır. Öncelikle böbrek kitlesinin normalin kalır. Bu sırada arter basıncı, toplam periferik di
% 3 0 ’una düşürülmesi böbreklerin tuz atım yete renç normal seviyede olm asına rağmen dakika
neğini azaltmıştır. Böylece daha önceki kadar tuz atım hacmindeki artışa bağlı olarak yükselebilece
atabilm ek için arter basıncının yükselmesi gerek ği kadar yükselmiş olur.
mektedir. Bu da reııal fonksiyon eğrisini normal ar Dolaşıma ait bu değişkenlerde meydana gelen
ter basıncı seviyesinden daha yükseğe çıkar tmak bu erken akut değişiklikler sonrasında birkaç gün
tadır. İkinci olarak su ve tuz alımı normalin beş ila ve hafta içinde daha uzun süreli ikincil değişiklikler
altı katına çıkartılmıştır. Böylece uzun-süreli arter oluşm aya başlam aktadır. Bunlardan özellikle
basıncı düzenlenmesini belirleyen her iki faktör de önemli olanı, kaıdiyak debi tam am en norm al sevi
artmış ve bu kombinasyon arter basıncında çok yesine düşmüş olmasına rağmen toplam periferik
yüksek artışlara neden olmuştur. dirençteki ilerleyici artıştır. Bir çok deneysel çalış
ma bu değişikliklerin temel olarak 17. Bölüm ve bu
Hacim - Yüklem e Tipi Hipertansiyon Gelişimi bölümde daha önce açıklandığı şekliyle kan a k ım ı
Sırasında Dolaşım Fonksiyonlarında M eydana nın uzun-süreli otoregiilasyon m ekanizm aları so
Gelen O laylar Dizisi. Hacim-yükleme tipi hiper nucu oluştuğunu göstermiştir. Kardiyak debi yük
tansiyon gelişimi sırasında meydana gelen deği selerek hipertansiyona neden olduktan sonra do
şikliklerin teker teker incelenm esi özellikle öğreti kulara ulaşan fazla miktardaki kan lokal aıteriyol-
cidir. Şekil 19-8’de “0.” Gün olarak işaretlenen nok leıde giderek artan bir daralmaya neden olmakta
tada bir hafta kadar önce böbrek kitlesi normalin ve doku kan akımını normal seviyeye getirm ekte
% 3 0 ’u kadar azaltılmıştır. Bu noktada tuz ve su alı dir. Tüm bunların sonucunda dakika atım hacmi
mı yaklaşık normalin altı katı kadar artmaktadır. normale dönerken eşzamanlı olarak toplam perife
Akut olarak gelişen etki ekstraselüler sıvı, kan h ac rik direnç ikincil olarak artm aktadır.
mi ve kaıdiyak debinin normalin % 20 ila 40 kadar Ekstraselüler sıvı ve kan hacm inin de dakika atım
artmasıdır. Eş zamanlı olarak arter basıncı sıvı hacmi ile beraber normal seviyelerine geri döndü
hacm i ve dakika atım hacm i kadar olm asa da art ğüne dikkat edilmelidir. Bu iki faktör nedeniyle ger
maya başlamaktadır. Basınçtaki bu yavaş artışın çekleşir: İlkin arteriyoler dirençteki artış kapiller ba
nedeni başlangıçta düşüş gösteren toplam perife- sıncını düşürerek doku aralığındaki sıvının kana ge
rik direnç eğrisi incelenerek anlaşılabilir. Bu düşüş ri emilimine izin vermektedir. İkinci olarak yüksel
18. Bölümde tartışılan baıoreseptör mekanizm ası miş olan arter basıncı böbreklerin vücutta birikmiş
nın basınç artışını kontrol etm esi nedeniyle ortaya fazla sıvıyı atmasına neden olmaktadır.
çıkar. Ancak birkaç gün sonra baroreseptörler Son olarak dolaşımın hacim -yüklem esinin baş
langıcından haftalarca sonrasındaki son hali in ce
lenecek olursa şu etkiler görülecektir:
201 1. Hipertansiyon
Ekstraselüler 19~
sıvı hacmi 2. Toplam periferik dirençte belirgin artış
(litre) 16_ 3. Ekstraselüler sıvı hacmi, kan hacm i ve kalp de
1 5- bisinin tam amen normal seviyeye dönüşü.
6 .0-1
Kan hacmi 5.5 -
(litre) 5 .0 J Bundan ötürü hacinı-yükleme tipi hipertansiyo
701 nu iki değişik döneme ayırabiliriz.: İlk dönem art
Kalp debisi 65 mış sıvı hacm inin kalp debisini artırmış olması so
(litre/dak.) nucunda ortaya çıkmaktadır. Dakika atım hacm in
deki bu artış hipertansiyona neden olmaktadır. Ha
T l
Toplam 5-°-
2 8 -1 cim-yükleme tipi hipertansiyondaki ikinci dönem
periferik direnç
(mmHg/litre/ 2 2 - yüksek kan basıncı ve yüksek toplam periferik di
dak.) renç ile karakteıize olup kalp debisi sıradan ölçüm
150-1 teknikleri ile farkedilemeyecek kadar normale ya
140 -
kın bir seviyede bulunmaktadır.
Arter basıncı ,30~
(mm Hg)
H acim -yüklem e tipi hipertansiyondaki to talp eri
ferik direnç yükselm esi hipertansiyon oluştuktan
10 0 --
sonra m eydana gelir ve bu nedenle hipertansiyonun
nedeni olm aktan çok sonucudur.
Ş E K İL 1 9 - 8
H aciın-yüklem e (ipi hipertansiyonda ilk haftalar içiııdc dolaşım B ö b re k le ri O lm a d a n Y aşam larını Yapay
sisteminin önemli parametrelerinde görülen ilerleyici değişik
likler. Özellikle kalp debisindeki artışın hipertansiyonun temel B ö b re k le S ürdüren H a sta la rd a
nedenini oluşturduğuna dikkat ediniz. Bunu izleyerek otoregii- H a cim -Y ü kle m e T ip i H ip e rta n s iy o n
lasyon mekanizması kalp debisi hemen hemen normale dön
dürürken to lal periferik dirençle de ikin cil bir artış meydana ge
tirir. (Guyton: Arterial Pressure and 1lypertension. Philadelphia, Bir hasta yaşamını yapay böbrek ile sürdürüyorsa
W.B. Saunders Company, 1980'den değiştirilerek). vücut sıva hacmini normal seviyede tutmak özellikle
BÖLÜM 19 • Arter Basıncının Uzun Süreli Düzenlenmesi ve Hipertansiyonda Böbreklerin Baskın Rolü 201
önemlidir. Bunun için hasta her diyalize girişte uy Arter basıncında azalma
gun miktarda su ve tuzun vücuttan uzaklaştırılması
gerekmektedir. Eğer bu yapılmaz, ektıasellüler sıvı
nın artmasına izin verilirse aynen Şekil 19-8'de gös Renin (böbrek)
terildiği gibi hipertansiyon gelişecektir. Bu durumda
hipertansiyona neden olan kalp debisinin artışıdır.
Daha sonra otoıegülasyon mekanizması toplam pe- Renin eubstratı AnJIyotensIn I
riferik dirençte ikincil bir artışa neden olurken daki (Plazma proteini)
ka atım hacmini normal seviyesine geri döndürür.
Böylece sonunda hipertansiyon da yüksek peı iferik
Konverting enzim
direnç tipi hipertansiyon halini alır.
(Akciğer)
Anjiyotensin-II dolaşımda kaldığı süre içinde kan aktivitesi sinirsel refleksler ve sempatik norepinefrin-
basıncını iki ayrı nedenle artırır. Bunlardan birinci epinefrin sistemine oranla oldukça yavaş sayılabilir.
si hızla oluşan vazokonstriksiyondıır. Vazokonstrik-
siyon arteriolleıde oldukça güçlü iken venleıde da A n jiy o te n s in in B ö b re k le rd e Su ve Tuz
ha az oranda meydana gelir. Arteıiyollerin kasılma T u tulm asına E tk is i-Ö z e llik le A rte r
sı Şekil 19-9’daki şem ada gösterildiği gibi perifeıik Basıncının U zun-S üreli
direnci artırarak arter basıncını yükseltir. Venleıde D ü z e n le n m e s in d e k i Ö n e m i
meydana gelen orta dereceli kasılma ise kalbe ve-
nöz dönüşü artırarak, kalbin yükselen basınca kar
Anjiyotensiıı böbreklerden su ve tuz tutulmasına
şı pom palam a gücünü artırır.
iki yolla neden olmaktadır:
Anjiyotensinin arter basıncını artırıcı diğer etkisi
böbreklerden su ve tuz at ılım ını azaltm ak yoluyla 1. Anjiyolensin direkt olarak böbrekler üstünde etki
gerçekleşir. Bunun sonucunda ekstraseliiler sıvı göstererek su ve tıız tutulmasına yol açar.
2. Anjiyolensin böbrek üstü bezlerinden aldosteron sal
hacm i yavaş yavaş artmakta, bu da saatler ve gün
gılanmasına neden olarak böbrek tubuluslarından su ve
ler içinde arter basıncının yükselmesine neden ol tuz geri emUimine neden olur.
maktadır. Bu ekstraseliiler sıvı hacm i mekanizm a
larına bağlı olarak gelişen uzun süreli etki arter b a Bu nedenle kanda ne zaman artm ış miktarlarda
sıncının normal seviyesine döndürülmesinde akut anjiyotensin dolaşm aya başlarsa arter basıncı
vazokonstriktör etkiden daha güçliidür. kontrolünde rolü bulunan tüm uzun-süreli böb-
rek-vücut sıvısı m ekanizm aları otom atik olarak
Renin-Aniiyotensin Sistemi ile Gelişen Va- kendilerini normal arter basıncı seviyesinden daha
zokonstrİKtör Basınç Yanıtının Gücü ve Hızı yüksek bir değere ayarlarlar.
Şekil 19-10’da kanamanın arter basmcı üzerine Anjiyotensinin Direkt Etki İle Böbreklerden Su
olan etkisini iki değişik durumda inceleyen tipik bir ve Tuz Geri Emilimine Yol Açması. Anjiyotensin
deney gösterilmektedir: ( 1 ) renin-aııjiyotensin siste böbreklerden su ve tuz tutulmasına yol açacak bir
mi fonksiyon görürken ve (2 ) sistem fonksiyon dışı kaç böbrek içi etkiye sahiptir. Bunlar arasında belki
bırakılmış iken (sistem ıenin-bloke eden antikorlar- de en önemlisi böbrek damarlarını kasarak böbrek
ca etkisiz bırakılmışür). Arter basıncını akut olarak kan akımını azalünasıdır. Sonuçta glomeriillerden
50 mmHg’ya düşüren bir kanama sonrası renin-anji- tubuluslara daha az miktarda sıvı filtre edilir. Ayrıca
yotensin sistemi fonksiyonel ise arter basıncının 83 peritübüler kapillerleıde kan akımının yavaşlaması
mmHg’ya geri döndüğüne dikkat ediniz. Diğer taraf basıncı düşürecek bu da tübüllerden hızlı osmotik
tan renin-anjiyotensin sistemi bloke edildiğinde ar sıvı geri emiliminine neden olacaktır. Böylece bu iki
ter basıncı ancak 60 mmHg’ye kadar çıkabilmekte nedenle daha az idrar atılacaktır. Ek olarak, anjiyo
dir. Bu deney renin-anjiyotensin sisteminin ağır bir tensin tübüler hücrelerin kendisine de etki ederek
kanama sonrasında bile arter basıncını en azından su ve tuzun tübüler geri emilimini artırır. Bütün bu
yarı yarıya geri döndürdüğünü göstermektedir. Bu etkilerin net sonucu oldukça belirgin olup bazen id
nedenle bu mekanizma özellikle dolaşım şoku gibi rar atılımı dört ila altı kez azalır.
hallerde hayat kurtarıcı olabilmektedir.
Renin-anjiyotensin vazokonstriktör sisteminin tam Aldosteron Salgısının Anjiyotensin ile Uyarılma
olarak aktive olabilmesi için 2 0 dakika civarında za sı ve Aldostrenonun Böbreklerden Su ve Tuz
mana gereksinim olduğuna dikkat ediniz. Bu nedenle Tutulmasını Artıran Etkisi. Bölüm 2 9 ’da vücut sıvı
larının düzenlenmesi ve Bölüm 7 7 ’de böbreküstü
bezi fonksiyonları ile ilişkili olarak tartışıldığı gibi
anjiyotensin aldosteron sekresyonunun en güçlü
düzenleyicilerinden biridir. Bu nedenle renin-anji
yotensin sistemi aktive olduğunda beraberinde al
dosteron salgı hızı da artar. Aldosteronun en önem
li fonksiyonlarından biri, böbrek tübüllerinden sod
yum geri em ilim ini anlamlı olarak artırarak
ekstraseliiler sodyum miktarını yükseltmesidir. Bu
daha önce anlatıldığı gibi su tutulmasına neden ola
rak ekstraseliiler sıvı hacmini artırmakta ve dolaylı
olarak arter basıncının uzun-dönemde de artışına
yol açmaktadır.
Anjiyotensinin böbrekler üzerindeki hem doğru
dan, hem de aldosteron aracılığıyla ortaya çıkan
Dakika dolaylı etkileri, uzun süreli arteryel basınç kontro
Ş E K İL 19- 10 lünde önemlidir. Ancak laboratuarım ızda yaptığı
mız çalışmalar, anjiyotensinin böbrekler üzerinde
Ciddi bir kanama sonrası renin-anjiyotensiıı-vazokonstriktör
sistem in basıncı dengeleyici etkisi. (Dr. Royce Brough’ım ki doğrudan etkisinin, aldosteron aracılığıyla orta
deneylerinden alınmıştır). ya çıkan dolaylı etkisine oranla üç-döıt kat daha
BÖLÜM 19 • Arter Basıncının Uzun Süreli Düzenlenmesi ve Hipertansiyonda Böbreklerin Baskın Rolü 203
*
Tuz Alımında Büyük Değişiklikler Olmasına Ekstraselüler sıvı hacminde hemen tümüyle normale dönüş
Rağmen Normal A rter Basıncının Sabit Kal
masında Renin-Anjiyotensin Sisteminin Rolü *
Arter basıncında hemen tümüyle normale dönüş
Renin-anjiyotensin sistem inin belki de en önemli Ş E K İL 19 - 12
fonksiyonu çok fazla ya da çok az miktarda tuz
Artan tuz aliminin arter basıncım artırması sırasında gelişen
alınsa da gerek ekstraseliiler sıvı hacm inin gerekse olaylar dizisi. Şemada arter basıncım normal seviyesine geri
de arter basıncının büyük değişiklikler olmaksızın döndüren renin-anjiyotensin sistem aktivitesinin feedback
sabit değerlerde tutulmasını sağlamasıdır. Bu fonk olarak azalması da gösterilmekledir.
204 ÜNİTE IV • Dolaşım
hastaların tümünde ciddi hipertansiyon görülmek ve bunu günler sürecek daha yavaş bir artış izler.
tedir. Hayvanlara günler veya haftalar boyunca sü Sonuçta çok yüksek bir basınç seviyesine çıkıl
rekli olarak büyük miktarlarda anjiyotensin infüz- mış olur. Sistem ik arter b asın cı yeni kalıcı basınç
yonu da ciddi hipertansiyon gelişim ine neden ol seviyesine ulaştığında renal arter b asın cı ta m a
maktadır. m en ya da tam am a yakın bir şekilde norm ale
Anjiyotensinin arter basıncını iki yoldan artırabi dönm üş bulunacaktır. Bu şekilde oluşan h ip er
leceğinden bahsedilmişti. tansiyona, renal arter daralm ası sonucu ortaya
çıkan hipertansiyonun önem li kantitatif özellik
1. Vücuttaki tüm arteriyollerin kasılmasına yol açıp leri hakkında ilk çalışm aları yapan Dr. G oldb-
toplam periferik direnç ve arter basıncını artırarak. Bu latt’m adına G oldblatt'ın "tek böbrek" h ip ertan si
etki anjiyotensin infıızyonu başladıktan hemen sonraki
yonu adı verilmektedir.
birkaç saniye içinde ortaya çıkmaktadır.
2 . böbreklerden su ve tuz tutulmasına neden olup bir
Goldblatt hipertansiyonunda görülen arter b a
kaç gün içinde bu yolla da hipertansiyona neden olmak sıncındaki erken artışın nedeni renin-anjiyotensin
tadır. Bu kan basıncının yüksek kalmasının temel vazokonstriktör mekanizmasıdır. Renal arter b a
nedenidir. sın cın ın düşürülm esinden sonra ortaya çıkan
böbrek kan akımında zayıflama Şekil 19-14’de en
G o ld b la tt'ın "Tek-B öbrek" H ipertansiyonu. alttaki eğride belirtildiği gibi böbreklerden çok
Şekil 19- 13’de gösterildiği gibi bir böbrek çıkartı miktarda renin salgısına neden olmaktadır. Bu da
lıp diğerinin ıen al arterin e daraltıcı bir aparey ta daha önce açıklandığı gibi kanda anjiyotensin ya
kılırsa, erken etki, kesikli çizgi ile belirtilen eğride pımına ve arter basıncının akut olarak yükselm esi
görüldüğü gibi ıenal arterin klemp sonrasındaki ne neden olmaktadır. Renin salgısı bir saat içinde
bölüm ünde basınç azalm ası şeklindedir. Sonraki en üst seviyesine çıkar fakat renal arter basıncının
birkaç dakika içinde sistem ik arter basıncı yük norm ale dönm esi ve böbreğin iskeıııiden kurtul
selm eye başlar ve bu yükselm e günlerce sürer. ması sonucunda 5 ila 7 gün içinde norm al seviye
B asınç genellikle ilk saat içinde artmaya başlar sine döner.
Arter basıncındaki ikinci artış sıvı tutulması so
nucunda ortaya çıkmaktadır. 5 ila 7 gün içinde sıvı
hacmi, arter basıncını yeni seviyesine oturtacak ve
bunun devamını sağlayacak kadar artar. Bu yeni
süreğen basınç seviyesinin kantitatif değeri renal
arterdeki daralmanın derecesine bağlıdır. Daral
manın gerisinde kalan renal arter bölümündeki
basıncın normal idrar atımını sağlayacak kadar art
ması için aort basıncının gerektiği kadar yükselm e
si şarttır.
m a tarzı iskemik alanlar oluşturan böbrek hastalık G ebelik Toksem isinde G örülen H ipertansiyon
ları bulunmaktadır.
Gebelik esnasında bir çok kişide gebelik (oksemisi adlı
seııdroma bağlı olarak hipertansiyon gelişir. I Iipertansi-
H a c im -Y ü k le m e ve Vazoko n striksiyo n yona neden olan temel patolojik anormalliğin glomerü-
İer membranların kalınlaşması olduğu düşünülmektedir
K om binasyonu iie Oluşan D iğer
(belki bir otoimmün oluşuma bağlı olarak). Bu, glome-
H ipertansiyon Tipleri
rüllerden renal tubulııslara sıvı filtrasyonunu azaltmak
tadır. Arter basıncı, hemen normal miktarda idrar yapı
A o rt Koarktasyonu N edeniyle Vücudun Üst mı için gerekli düzeye yükselecek ve uzun süreli arter ba
Tarafında G örülen H ipertansiyon sıncı düzeyi de bunu izleyerek artacaktır. Hastalar fazla
miktarda tuz aldıklarında hipertansiyona daha yatkın ol
Her birkaç bin bebekten biri baş ve üst ekstremitelerc gi maktadır.
den arter dallarının altında fakat böbreklerin üstünde
kalan aort darlığı ile dünyaya gelmektedir. Bu tür darlığa N örojenik H ipertansiyon
aort koarktasyonu adı verilmektedir. Bu tür bir darlığın
varlığında kanın büyük kısmı üst vücut bölümlerine Sempatik sinir sisteminin güçlü uyarılması akut hiper
akarken vücudun alt bölümleri kolateral kan damarları tansiyona yol açmaktadır. Örneğin bir kişi herhangi bir
ile beslenmekte ve aortun üst vc alt bölümlerde damar nedenle heyecanlandığında ya da sinirlendiğinde sem
direnci çok farklı olmaktadır. Sonuçta vücudun üst kı patik sinir sisteminin aşırı uyarılması sonucu tüm vücut
sımlarında arter basıncı alt tarafa oranla % 55 kadar da ta vazokonslriksiyon ve buna bağlı akut hipertansiyon
ha yüksek bulunmakladır. gelişir.
Bu vücudun üst bölümünde görülen hipertansiyonun
mekanizması Goldblatt’ın tek böbrek hipertansiyon me Baroreseptörlerin Kesilmesine Bağlı Olarak Gelişen
kanizması ile hemen hemen aynıdır. Eğer daralma mey Akut Nörojenik Hipertansiyon. Bir başka akut nöroje
dana getirecek bir aparat aortada renal arter dallandığı nik hipertansiyon da baroreseptörlerden çıkan sinirler
bölgenin üst kısmına konulursa böbreklere ulaşan kanın kesildiğinde ya da medulla oblangata’nın her iki yanında
basıncı önce düşecek, buna bağlı olarak renin salgılana bulunan traktus solitarius (baroreseptörlerden gelen si
rak anjiyotensin oluşacak ve onun vazokonslriktör etki nirlerin beyin sapında sonlandığı bölge) haraplandığm-
sine bağlı olarak vücudun üst tarafında hipertansiyon da oluşmaktadır. Baroreseptörlerden kaynaklanan sin
meydana gelecektir. Birkaç gün içinde su ve tuz tutulma yallerin ani olarak kesilmesi, sinirsel basınç kontrol me
sı sayesinde böbrekler hizasında arter basıncı yaklaşık kanizmalarında aort ve karotis arterlerindeki arter ba
normal seviyesine dönecektir. Bununla beraber vücu sıncının ani olarak düşmesine benzer etki yaratır. Vazo-
dun üst bölümünde yüksek basınç kalıcı bir hal alacak motor merkezin aktivitesjnde ani bir artış olmakta, orta
tır. Bu durumda böbrekler artık iskemik değildir ve bu lama arter basıncı birden 1 0 0 mmllg’den 160 mmllg’ya
nedenle renin-anjiyotensin seviyeleri normale dönmüş kadar artmaktadır. Ancak iki ya da üç gün içinde barore-
tür. Benzer şekilde aort koarktastonunda da alt vücut septör uyaran eksikliği nedeniyle vazomotor merkezin
bölümlerinde arter basıncı hemen hemen normal iken yanıtı söner ve buna baroreseptör basınç kontrol meka
üst bölgelerde normalin çok üzerindedir. nizmasının merkezi olarak “yeniden ayarlanması" adı
verilir. Bu nedenle baroreseptör sinirlerinin kesilmesi ile
Otoregülasyonun Koarktasyon Hipertansiyonun ortaya çıkan nörojenik hipertansiyon kronik değil sade
daki Rolü. Aort koarktasyonu sonucu ortaya çıkan hi ce akut tipte bir hipertansiyondur.
pertansiyonun önemli bir özelliği basınç normalin orta
lama % 55’i kadar yüksek olmasına rağmen kollara gi
den kan akımının tamamen normal oluşudur. Ayrıca A lt Sınıf Hayvanlarda Kalıtsal Spontan
basıncın yüksek olmadığı bacaklarda da kan akımı ol H ipertansiyon
dukça normaldir. Vücudun üst kısmında arter basıncı %
55 kadar daha yüksekken bu durum nasıl meydana ge Kalıtsal spontan hipertansiyon dört fare ve en azından
lebilmektedir? Yanıt kanda bulunan vazokonstriktör bir tavşan ve bir köpek türünde olduğu gibi alt hayvan
maddelerin farklılığı olamaz; çünkü her iki vücut bölü türlerinde saptanmıştır. Bu özellikteki sıçan türleri ara
münde de dolaşan aynı kandır. Benzer şekilde sinir sis sında en çok üzerinde çalışılan Okamoto türü olup bu sı
temi dolaşımın her bölümünü benzer şekilde inerve et çanlarda hipertansiyon oluşumunun erken safhalarında
tiğinden damarların sinirsel kontrolünde bir farklılık ol sempatik sinir sisteminin normal sıçanlardan daha aktif
masını düşünmek yanlış olacaktır. Tek anlamlı yanıt olduğu hakkında kanıtlar bulunmaktadır. Bununla bera
aort koarktasyonu sırasında uzun-süıeli otoregülasyo ber bu tip hipertansiyonun ileri dönemlerinde böbrek
nun tam anlamıyla devreye girerek farklılığı, lokal doku nefronlarmda iki yapısal değişiklik saptanmıştır: ( 1 )
kan akımı ayarlama mekanizmaları ile % 1 0 0 ’e varan bir preglomeriiler renal arter direncinde artış ve (2 ) glome-
netlikle dengelediği şeklinde olabilir. Sonuçta hem yük riil membranlarının geçirgenliğinde azalma. Bu yapısal
sek hem de alçak basınç bölgelerinde lokal kan akımı değişiklikler hipertansiyonun uzun sürmesinin temel
basınç düzeyine göre değil dokunun gereksinimine gö nedenlerini oluşturabilir. Hipertansif sıçanların diğer iki
re düzenlenmektedir. türünde de böbrek fonksiyonlarında değişiklikler sap
Bu gözlemlerin çok önemli oluşunun nedenlerinden tanmıştır.
biıi uzun-süreli otoregiilasyon işlevinin ne kadar mü
kemmel olabildiğini göstermesidir. Bu gözlemler aynı
zamanda otoregülasyon mekanizmalarının başlangıçta
yüksek kardiyak debi ile oluşan hipertansiyonu daha İnsanda Esansiyel Hipertansiyon
sonra (normal kadiyak debi ile), toplam periferik dirence
bağlı hipertansiyon haline dönüştürdüğünü de göster Hipeıtansiyonlu insanların % 90 ila 9 5 ’iııde bulu
mektedir. nan hipertansiyon “esansiyel hipertansiyon” olarak
2 06 ÜNİTE IV • Dolaşım
Şimdiye kadar arter basıncının düzenlenmesinin Saniyeler Veya D akikalar İçinde Hızla A ktiv ite
tek bir basınç kontrol sistem i tarafından değil her Olan Basınç Kontrol M ekanizm aları. Hızlı akti
biri özel bir fonksiyona sahip birbiri ile bağlantılı ve olan basınç kontrol mekanizm aları hem en ta
bir çok sistem tarafından yapıldığı açık olarak anla m am en akut sinirsel refleksler ya da sinirsel yanıt
şılmıştır. Örneğin ciddi kanaması olan bir kişinin lardır. Bunlar (1) baroıeseptör feedback m ekaniz
arter basıncı hızla düşerken basınç kontrol sistemi ması, (2 ) merkezi sinir sistem inin iskemik yanıtı ve
iki problemle karşı karşıya kalmaktadır. Birincisi (3) kem oıeseptör mekanizmasıdır. Bu m ekaniz
yaşamı sürdürebilmek ve akut safhayı atlatabilmek malar sadece saniyeler içinde aktive olmakla kal
için arter basıncını hızla yeterli seviyeye çıkart maz ayrıca oldukça güçlü yanıtlar oluştururlar. Ka
maktır. İkincisi ise kan hacm ini yeterli seviyeye çı nam a sonucu oluşan türden basınçtaki herhangi
kartarak arter basıncını sadece yaşamı sürdürebi bir akut düşüşten sonra sinirsel m ekanizm alar ( 1 )
lecek seviyeye değil tam am en normal hale getire venlerde kasılma ile kalbe kan dönüşünü sağlar (2 )
bilmektir. kalp atım hızı ve kasılma gücünü artırarak kalbin
Bölüm 18’de arter basıncındaki akut değişiklikle kan pom palam a kapasitesini artırır ve (3) arteıi-
ri ilk göğüsleyen sinirsel kontrol mekanizmalarını yollerde kasılma oluşturarak kanın arter dışına
inceledik. Bu bölümde ise arter basıncının uzun- akışını azaltır. Tüm bu etkiler arter basıncını ya
süreli kontrolünde böbreklerin rolünü vurguladık. şam sınırları içinde tutabilm ek için hem en devre
Ancak bilm ecenin hala çözülmedik noktaları bu ye girerler.
lunmaktadır. Şekil 19-15’da bütün bunları toparla Bir ilaca aşırı duyarlılık ya da fazla kan transfüz-
mayı amaçladık. yonu gibi nedenlerle basınç ani olarak çok yükse
Şekil 19-15 anlık (saniyeler içinde) ve uzun-siireli lirse aynı mekanizma tersine çalışarak basıncı tek
(saatler ve günler boyunca) kontrol yanıtlarını, se rar normal sınırlar içine döndürür.
kiz adet arter basıncı kontrol mekanizmasının feed
back kazanım özelliklerini belirterek göstermekte O rta Vadede Etkili Basınç Kontrol M ekanizm a
dir. Bu mekanizmalar üç gruba ayrılabilir: (1) sani ları. Bir kısım basınç kontrol m ekanizm ası akut ar
yeler ve dakikalar içinde hızlı olarak aktive olanlar; ter basıncı değişikliklerinden sadece birkaç dakika
(2 ) dakika veya saatler sürecek ortalama bir zaman sonra belirgin yanıtlar oluşturur. Şekil 19-15’da
bunlardan üçü gösterilmiştir. (1) Renin-anjiyoten-
sin vazokonstriktör mekanizm ası (2 ) damarların
stres-relaksasyon (geıim -gevşem e) özellikleri ve
(3) gereksinim duyulduğunda kan hacm inin ayar
lanması için kapiller duvarlarından dolaşım içine
ya da dışına sıvı transferi.
Arter basıncının yarı-akııt düzenlenm esinde re-
nin-anjiyotensiıı vazokonstriktör sistem inin rolü
nü enine boyuna tartışmış bulunuyoruz. Stres-re-
laksasyon m ekanizm ası ise aşağıdaki örnekle açık
lanabilir: Kan damarlarındaki basınç çok yükseldi
ğinde bu damarlar gerilerek genişlemeye başlar ve
dakikalar hatta saatler boyunca bu gerilmeleri de
vam eder. Bunun sonucunda damarlardaki basınç
normale iner. Damarların bu sürekli olabilen geril
me özellikleri orta-vadeli bir basınç “tam ponlam a”
özelliği olup stres-relaksasyon mekanizm ası olarak
adlandırılır.
Saniyeler Dakikalar Saatler Günler K apiller sıvı transfer m ekan izm ası kısaca kapil
Ani basınç değişikliğinden sonra geçen süre ler basıncı çok düştüğünde osmoz ile dokudan do
laşıma sıvı em ilm esi ve kan hacm inin artm ası so
± Renin-anjiyotensin-vazokonslriksiyon
nucu dolaşım basıncını yükseltm esini açıklam ak
Ş E K İL 19 »15 tadır. Tam tersi, kapiller basınç çok yüksek oldu
Arter basıncında meydana gelen bir sorun sonucu çeşitli arter ğunda sıvı dolaşım dışına çıkmakta bu da kan h ac
basıncı kontrol mekanizmalarının değişik dönemlerde aktif mini düşürmek yoluyla dolaşım basıncını da dü
lıale geçişi. Özellikle bir kaç hafta içinde oluşan böbrek-viicııt şürmektedir.
sıvı basıncı kontrol mekanizmasının sonsuz kazanım özelliğine
dikkat ediniz. (Guyton: Arterial Pressure and Hypertension.
Bu üç orta-vadeli etki m ekanizm ası aktiviteleıi-
Philadelphia, YV.B. Saunders Company, 1980'den alınarak ni 30 dakika ile birkaç saat içinde gösterirler. Etki
basılmıştır. leri uzun süre, gerektiğinde günlerce sürebilir. Bu
208 ÜNİTE IV • Dolaşım
süre içinde sinirsel m ekanizm alar yorularak git durum böbrek-vücut sıvısı mekanizm asının basınç
tikçe aktivitelerini kaybederler; bu da orta-vadeli kontrolü ile ilgili karakteristik özelliklerini değiştir
basınç kontrol m ekanizm alarının önem ini göster mede önemli bir rol oynamaktadır. Bütün bunlara
mektedir. rağmen arter basıncının günlük kontrolünde ıe-
nin-anjiyotensiıı sistem i ile aldosteıon ve böbrek
A rte r Basıncının Düzenlenmesinde Uzun - Sü sıvısı mekanizmaları dışında diğer bir faktör de
reli M ekanizmalar. Bu bölüm ün amacı böbrekle önemli rol oynamaktadır. Örneğin kişinin tuz alımı
rin uzun süreli arter basıncı kontrolündeki rolünü günden güne çok faiklılık gösterir. Bu bölümde tuz
açıklamaktır. Şekil 19-15’mn en sağında gösterilen aliminin eğer renin-anjiyotensiıı sistem i tam ola
böbrek-kan akımı basınç kontrol mekanizm ası rak işlev görüyorsa norm alin '/ıo’u ya da normalin
(böbrek-vücut sıvısı basınç kontrol sistemi ile aynı 10-15 katı olmasının ortalam a kan basıncını sade
mekanizma) birkaç saat içinde belirgin bir yanıt ce birkaç milimetre civa değiştirdiğini görmüştük.
oluşturm akta, ancak arter basıncı kontrolünde Renin-anjiyotensin-aldosteron sistem i olm aksızın
sonsuza kadar uzun bir feedback kazanım oluştur aşın tuz alim inin arter basıncı üzerine etkisi 10 kez
maktadır. Böylece bu mekanizma arter basıncını d ah a fazla olacaktır.
kısmen değil tümüyle böbreklerden normal su ve Aı ter basıncı kontrol mekanizm aları yaşam kur
tuz atılımım sağlayacak seviyeye ulaştırabilmekte tarıcı önemde sinirsel basınç kontrolü ile başlayıp
dir. Bu noktada okuyucu bölümün ana konusu orta-vadeli basınç düzenleme mekanizm alarının
olan bu kavramı anlamış olmalıdır. süreğen düzenlemesi ile sürer. Son olarak da b ö b
Böbrek-vücut sıvısı mekanizm asının basınç-dü- rek-vücut sıvıları mekanizmasının uzun-süreli b a
zenleme işlevini etkileyen birçok faktör olduğunu sınç seviyesi ayarlamaları ile denge halini korur. Bu
unutm am ak gerekir. Bunlardan birisi Şekil 19- uzun-süreli mekanizm a renin-anjiyotensin-aldos-
15’da da görülen aldosterondur. Aıter basıncındaki teroıı sistemi, sinir sistem i ve özel hallerde özel
ani bir değişiklik sonrası birkaç saat içinde aldoste- kontrol kapasitesi olan diğer bazı faktörlerle ilişkili
ronun dolaşım üzerindeki etkisi değişmekte ve bu olup ortak hareket etmektedir.
REFERANSLAR
A viv A, A viv H: R eflection s on telom eres, autonom ic output. C lin Exper Pharmacol pertension in obesity. .H ypertension 2 3 :3 8 1 ,
growth, aging and essential hypertension. Physiol 2 4 :9 6 , 1997. 1994.
H ypertension 2 9 :1 0 6 7 , 1997. Fink G D : Long-term sym phatho-excitatory e f H aynes R B : Nature and ro le o f observational
B rooks V L : Interactions betw een angiotensin fect o f angioensin II: a m echanism o f spon studies in public health policy concerning
II and the sym pathetic nervous sytem in the taneous and renovascular hypertension. Clin the e ffe cts o f dietary salt intake on blood
long-term control o f arterial pressure. C lin Exp Pharm acol Physiol 2 4 :9 1 , 1997. pressure. Am J C lin Nutrition 6 5 :6 2 2 S ,
E xp Pharm acol Physiol 2 4 :8 3 , 1997. G ranger H J, Guyton A C : Autoregulation o f the 1997.
Cody R J: T h e integrated effe cts o f angiotensin total system ic circulation follow ing destruc Laragh JH , B ren n er B M : H ypertension: Patho
11. Am J Cardiol 7 9 :9 . 1997. tion o f the central nervous system in the physiology, D iagnosis, and M anagem ent.
C olem an T G , Guyton A C : T h e pressor role or dog. C irc R es 2 5 :3 7 9 , 1969.' New Y ork: Raven P ress, 1994.
angiotensin in salt deprivation and renal hy Guyton A C : Arterial Pressure and H yperten L ohm eier T E , C ow ley A W Jr, D eC lue JW ,
pertension. C lin Sci 4 8 :4 5 8 , 1975. sion. Philadelphia: W B Saunders C o, 1980. G uyton A C : Failu re o f chronic aldosterone
C olem an T G , Guyton A C : H ypertension Guyton A C : Acute hypertension in dogs with infusion to increase arterial pressure in dogs
caused by salt loading in the dog. III. Onset cerebral ischem ia. Am J Physiol 154: with angiotensin-induced hypertension. C irc
transients o f cardiac output and other circ u 4 5 ,1 9 4 8 . Res 4 3 :3 8 1 , 1978.
latory variables. C irc Res 2 5 :1 5 3 , 1969. Guyton A C . C olem an T G : Q unatitatiive analy Luft F C , W ein berger M IL H eterogeneous re
C olem an T G , B ow er JD . Langford H G. G u y sis o f the pathophysiology o f hypertension. sponses to changes in dietary salt intake:
ton A C : Regulation o f arterial pressure in C irc Res 2 4 :1 . 1969. the salt-sensitivity paradigm. A m J Clin
the ancphric state. Circulation 4 2 :5 0 9 . 1970. Guyton A C , C ow ley A W Jr, Young D B , el al: Nutrition 6 5 :6 1 2 S . 1 9 97.
C ow ley A W Jr: G enetic and nongenctic deter Integration and control o f circulatory func M anning R D Jr, C olem an T G , Guyton A C,
m inants o f salt sensitivity and blood pres tion. Int R ev Physiol 9 :3 4 1 , 1976. Norman R A Jr . M cC a a R E : Essen tial role
sure. Am J C lin Nutrition 6 5 :5 8 7 S , 1997. Guyton A C , et al: A system s analysis ap o f m ean circulatory filling pressure in salt-
C ow ley A W Jr: Long-term control o f arterial proach to understanding long-range arterial induced hypertension. A m J Physiol 2 3 6 :
blood pressure. Physiol Rev 7 2 :2 3 1 , 1992. blood pressure control and hypertension. R 4 0 , 1979.
C ow ley A W Jr, M attson D L , Lu S, Rom an R J: C irc R es 3 5 :1 5 9 , 1974. M atsusaka T , Inchikaw a I: B io lo g ical functions
T h e renal medulla and hypertension. Hyper Guyton A C , C olem an T G , C ow ley A W Jr, et o f angiotensin and its receptors. Annu R ev
tension 2 5 :6 6 3 , 1995. al: A rterial pressure regulation: Overriding Physiol 5 9 :3 9 5 , 1997.
D ickinson C J: T h e determ inants o f long-term dom inance o f the kidneys in long-term reg O liverio M I, C offm an T M : A n g io ten sin -ll-re-
blood pressure stability: control o f trough ulation and in hypertension. Am J M ed 5 2 : ceptors: new targets fo r antihypertensive
pressure during sleep. J H ypertension 16: 5 8 4 , 1972. therapy. C lin Cardiol 2 0 :3 , 1997.
9 0 7 , 1998. Hall JE . M orse C L , Sm ith M J Jr, Y ou ng D B , Osborn JW : The sym pathetic nervous sytem
F ab e r J J : G raphic form at for teaching long G uyton A C : Control o f arterial pressure and and long-term regulation o f arterial pres
term control o f system ic arterial pressure. renal function during glucocorticoid excess sure: what are the critica l questions? Clin
A m J Physiol 2 7 0 :S 4 0 , 1996. in dogs. Hypertension 2 :1 3 9 , 1980. Exp Pharmacol Physiol 2 4 :6 8 , 1997.
Falkner B , M ich el S : B loo d pressure response Hall J E , Guyton A C , Salgado HC, M cC aa R E , Quan K J. Carlson M D , T h am es M D : M ech a
to sodium in children and adolescents. Am B a lfe JW : Renal hem odynam ics in acute nisms o f heart rate and arterial blood pres
J C lin Nutrition 6 5 :6 1 8 S , 1997. and ch ronic angiotensin II hypertension. sure control: im plication s for the patho
Ferguson A V , Bain s J S : A ctions o f angioten Am J Physiol, 2 3 5 :F 1 7 4 , 1978. physiology o f neurocardiogenic syncope.
sin in the subfornical organ and area pos Hall J E : Louis K. Dahl M em orial Lecture. R e Pacing C lin Electro p h ysiology 2 0 :7 6 4 ,
trema: im plications for long-term control o f nal and cardiovascular m echanism s o f hy 1997.
BÖLÜM 19 • A rter Basıncının Uzun Süreli Düzenlenmesi ve Hipertansiyonda Böbreklerin Baskın Rolü 209
Rothe C F : M ean circulatory filling pressure: ils Staessen JA , I.ijnen P, T h ijs L , Fagard R: Salt sure in humans. H ypertension 2 7 :4 8 ,
meaning and measurem ent. J Appl Physiol and blood pressure in com m unity-based in 1996.
7 4 :4 9 9 , 1993. tervention trials. Am J C lin Nutr 6 5 :6 6 1 S , W o lf G, Ziyadeh FN : T h e role o f angiotensin
Sim ons-M orton D G , O barzanek E : D iet and 1997. II in diabeticfnephrophathy: em phasis on
blood pressure in children and adolescents. Stam ler J : T h e IN T F R S A L T Study: back nonhem odynam ic m ech an ism s. A m J K id
Pediatr Nepthrol 1 1 :2 4 4 , 1997. ground, methods, findings, and im plications. ney D is 2 9 :1 5 3 , 1997.
S kov K, Fenger-G ron J . M ulvany M J: E ffects Am J Clin Nutrition 6 5 :6 2 6 S . 1997. Young D B , Guyton A C : Stead y state aldoster
o f an angiotensin -converting enzym e inhibi T a il J F , T a it S A : Insulin, the renin-angioten- one dose-response relations. C irc R es 4 0 :
tor, a calcium antagonist, and an endothelin sin-aldosterone system and blood pressure. 138, 1977.
receptor antagonist on renal afferen t arterio Perspecl B iol Med 4 0 :2 4 6 , 1997. Z anchelti A , M an cia G: Pathop hysiology o f
lar structure. H ypertension 2 8 :4 6 4 , 1996. W einberger M H : S alt sensitivity o f blood pres Hypertension. A m sterdam : E lsevier, 1997.
K alp debisi, kalbin bir dakikada aortaya pom pa indeksi, 80 yaşında yaklaşık 2.4 litre/dak/m2’ye
ladığı kan miktarıdır. Bu aynı zam anda dolaşım düşer. Bu bölümde daha sonra göreceğimiz gibi,
da akan kan m iktarı olup, maddelerin dokulara kalp debisi yaşam boyunca hem en hem en doğru
ve dokulardan taşınm asından sorumludur. Bun dan tüm vücuttaki metabolik aktiviteyle orantılı
dan dolayı kalp debisi, dolaşım la ilgili olarak göz düzenlenmektedir. Bu nedenle azalan kalp indeksi
önüne alm am ız gereken faktörlerin belki de en yaşla azalan aktivitenin göstergesidir.
önemlisidir.
Veııöz dönüş venlerden sağ atriyuma bir dakika
da akan kan miktarıdır. Venöz dönüş ve kalp debi
si, kanın kalpte veya akciğerlerde geçici olarak b i
KALP DEBİSİNİN VENÖZ DÖNÜŞLE
riktiği veya uzaklaştırıldığı birkaç vuru dışında bir
birine eşit olmak zorundadır. KONTROLÜ-KALBİN FRANK-
STARLİNG MEKANİZM ASININ ROLÜ
210
BÖLÜM 20 • Kalp Debisi , Venöz Dönüş ve Düzenlenmeleri 211
Q-
03
Periferik dolaşımın tüm bölümlerindeki lokal kan Bu formülün ve Şekil 2 0 -3 ’ün anlamı basitçe şudur:
akımlarının toplamı, kalbe venöz dönüşü verir. Bu
na bağlı olarak, kalp debisi düzenlenmesinin tüm
lokal kan akımı düzenlenmelerinin toplamı olduğu
anlaşılmaktadır. Lokal kan akımını düzenleyici m e
kanizmalar Bölüm 17’de tartışılmıştır. Pek çok do
kunun kan akımı, başlıca o dokunun m etabolizm a
sıyla orantılı olarak artar. Örneğin Şekil 20-2’de
farklı egzersiz düzeyleri sırasında gösterildiği gibi,
doku oksijen tüketimi arttığı zaman kan akımı h e
m en daima artar. Egzersiz düzeyinin her artışında,
oksijen tüketiminin ve kalp debisinin her ikisinin
de paralel şekilde arttığına dikkat edin.
Bu nedenle kalp debisi, başlıca vücuttaki lokal
kan akımını kontrol eden çeşitli faktörlerin toplamı
tarafından belirlenir. Lokal kan akımlarının tümü
venöz dönüşü oluşturmak üzere toplanır ve kalp,
dönen bu kanı sistemde tekrar dolaşmak üzere
otom atik şekilde arterlere geri pompalar. Total periferik direnç (normalin yüzdesi)
Total peıiferik direncin uzun süreli düzeyi değiştiği Sinirsel Uyarılmanın Kalbin Pompalanmasını Artır
zaman, kalp debisi tam am en zıt yönde değişecek maktaki Etkisi. Sempatik stimıılasyon ve parasempa
tir. tik inhibisyonun birleşmesinin kalbin pompa etkinliği
ni arUrmada iki şey yaptığım Bölüm 9’da gördük: (1)
kalp hızında büyük arüş -gençlerde bazen normal dü
Kalbin Ulaşabileceği Kardiyak Debi zey olan 72 vuru/dak’dan 180-200 vuru/dak'ya kadar
Sınırlıdır - Bu, Kalp Debisi Eğrisinde ve (2 ) artmış “kontraktilite” denilen, kalbin kontraksi-
Plato Düzeyine Neden Olur yon gücünün normalin iki kaüna kadar çıkması. Kalbin
maksimum sinirsel uyarısı, kalp debisinin plato düze
Kalbin pompalayabileceği kanın miktarında belirli yini bu iki etkinin birleşmesiyle, Şekil 20-4’de en üstte
sınırlar vardır, ve bu sınırlar en iyi kalp debisi eğri 25 litre düzeyindeki eğride görüldüğü gibi, normal pla
sinin şekliyle anlatılır. to eğrisinin hemen hemen iki kaüna çıkarabilir.
Şekil 20-4’de kalın siyah eğri ile verilen normal
kalp debisi eğrisi, sağ atriyumun her basınç düzeyi Kalp Hipertrofisinin N eden Olduğu Artm ış
ne karşılık dakikadaki kalp debisini göstermektedir. Pompa Etkinliği. Kalbin kendisinde hasar yapa
Bu eğri, Bölüm 9 ’da tartışılan ve Şekil 9-12’de göste cak kadar aşırı olmayan artmış iş yüklerine maruz
rilen kalp fonksiyon eğrisinin bir tipidir. Bu normal kalması, ağır egzersizin iskelet kaslarında lıipertro-
kalp debisi eğrisinin plato düzeyinin, 5 litre/dak ci fiye neden olması gibi, kalp kasının kitlesinde ve
varında olan normal kalp debisinin 2.5 katı, yaklaşık kasılma gücünde artışa yol açar. Örneğin maraton
13 litre/dak olduğuna dikkat ediniz. Buna göre, aşırı koşucularının kalbinde yüzde 50-75 kitle artışı yay
sinirsel uyarı almadan çalışan normal bir kalp, kalp gındır. Bu durum kalp debisi eğrisinin plato düze
debisinin kontrolünde kalbin kendisi sınırlayıcı bir yini bazen yüzde 50-100 artırır ve bu nedenle kal
faktör olmadan önce, normal venöz dönüşün 2.5 ka bin, kalp debisinin alışılmış miktarlarından çok da
tı miktarındaki venöz dönüşü pompalayabilir. ha fazla kan pompalamasına izin verir.
Normal kan pompalamayan kalplere ait diğer bazı Kalbin sinirsel uyarısı ve hipertrofi maraton koşu
kalp debisi eğrileri Şekil 20-4’de kırmızı renkle göste- cularındaki gibi birleştirilirse, bu etki kalbin dakika
rilmiştir. Üstteki eğriler normalden daha iyi pompala da 30-40 litre kan pompalamasına izin verebilir; bu
yan lıiperefektif kalpler içindir. Alttaki eğriler norma artmış pompalama düzeyi koşucunun koşma süre
lin altında kan pompalayan hipoefektif kalpler içindir. sini belirleyen en önemli faktörlerden biridir.
Ş E K İL 20 ■ 6
Çeşitli patolojik koşullarda kalp
debisi. Parantez içindeki sayılar
her durum da incelenen h asta
sayısını vermektedir. (Guyton, Jo
nes ve Coleman’ dan: Circulatory
Physiology: Cardiac Output and
Its Regulation. Philadelphia, W.B.
Saunders Company, 1973.)
la yüzde 20-30’luk akut bir artış gösterir. Bu küçük ar Periferik Faktörlerin Neden Olduğu Kalp Debisi
tış, kalp kuvvetle uyarılmaya devam etse bile birkaç Azalması - Azalan Venöz Dönüş. Venöz dönüşü etkileyen
dakikadan uzun sürmez. Bunun iki sebebi vardır: (1) herhangi bir faktör kalp debisinde de azalmaya neden
Dokuların artmış kan akımı, önceki bölümde tartışı olabilir. Bu faktörlerin bazıları şunlardır:
lan otoregülasyon mekanizmaları nedeniyle kan da
marlarında otomatik vazokonstriksiyona yol açar ve 1. Kan hacminin azalması. Kalp debisinde azalmaya
bu da venöz dönüşü azaltır ve kalp debisini normale neden olan en yaygın periferik faktör kan hacminin azal
çevirir. (2) Kalbin akut uyarılmasının sonucunda hafif masıdır ve en sık kanama sonucunda ortaya çıkar. Bu
çe yükselen arteryel basınç kapiller basıncı artırır ve durumun kalp debisini neden azalttığı açıktır: Kan kaybı
sıvı kapillerlerin dışına, doku arasına süzülür. Bu sü damar sisteminin doluşunu, periferik damarlarda kanın
zülme, kan hacmini azaltır ve venöz dönüş de norma kalbe geri dönmesi için gereken basıncı yaratmaya ye
le çevrilir. Artmış basınç, arteryel basınç ve kalp debi terli kan kalmayacak düzeye kadar azaltır.
si normale dönüııceye kadar, saatler ve günler süre 2. Akut venöz dihıtasyon. Bazı durumlarda periferik
since, böbreklerden de kan sıvı hacminin yitirilmesine venler akut olarak genişlerler. Bu, en sık sempatik sinir
neden olur. sistemi aniden inaktive olduğu zaman ortaya çıkar. Ör
Bu nedenle, kalp debisinin kronik yükselmesine ne neğin bayılma, çoğu kez sempatik sinir sistemi aktivite-
den olduğu bilinen bütün durumlar, artmış kalp akli- sinin, birden kaybolmasına bağlı olarak periferik kapasi
vitesinin değil, tolal periferik direnç azalmasının so te damarlarının özellikle venlerin genişlemesi sonucu
nucudur. meydana gelir. Bu da vasküler sistemin doluş basıncını
düşürür, çünkü kan hacmi bu gevşemiş periferik kan da
marlarında artık yeterli basınç oluşturamaz. Sonuç ola
Düşük Kalp Debisi rak kan damarlarda "göllenir” ve aı tık kalbe dönemez.
3. Büyük venlerin tıkanması. Nadiren, kalbe kan geti
Şekil 20-6’nın sağ tarafında anormal düşük kalp debisine ren büyük venler obstrüksiyona uğrar, böylece periferik
neden olan birkaç durum görülmektedir. Bunlar iki gru damarlardaki kan kalbe dönemez. Buna bağlı olarak da
ba ayrılır: (1 ) kalbin pompa etkinliğinin çok azalmasına kalp debisi belirgin şekilde düşer.
ve (2 ) venöz dönüşün çok azalmasına neden olan anor
mallikler. Eğer kalp debisi dokulara yeterli besin sağlayacak dü
zeyin altına düşerse, düşük kalp debisinin sebebinin pe
Kardiyak Faktörlerin Neden Olduğu Kalp Debisi riferik veya kardiyak faktör olup olmadığına bakılmaksı
Azalm ası. Herhangi bir sebeple kalp şiddetli hasar gör zın kişinin dolaşım şokuna uğradığı söylenir. Bu durum
düğü zaman, hasarın pompalamayı sınırlayıcı düzeyi bir kaç dakika ile bir kaç saat içerisinde öldürücü olabi
dokular için uygun kan akımı ihtiyacının altına düşebilir. lir. Böliim 24’de ayrıntılı olarak tartışılan dolaşım şoku,
Ağır miyokard infcırktiisü, ağır valviiler kalp hastalığı, böylesine önemli bir klinik sorundur.
miyokardit, kalp tamponadı ve belirli kardiyak metabo
lizma bozuklukları buna birkaç örnektir. Bunlardan dü
şük kalp debisiyle sonuçlanmış birkaç tanesinin etkisi
Şekil 2 0 -6 ’da sağda gösterilmektedir. KALP D E B İS İ D Ü Z E N L E N M E S İN İN D A H A
Kalp debisinin vücudun her tarafındaki dokular bes K A N TİTA TİF A N A L İZ İ
lenme eksikliği çekmeye başlayacak kadar düştüğü du
ruma kardiyak şok denir. Bu konu Bölüm 22’de kalp yet Kalp debisi düzenlenmesiyle ilgili buraya kadaıki tartış
ersizliği ile ilgili olarak tümüyle tartışılmıştır. mamız, kalp debisini en basit koşullarda kontrol eden
BÖLÜM 20 • Kalp Debisi , Venöz Dönüş ve Düzenlenmeleri 215
2. Ortalama sis temik dolıtş basıncıyla (bütün kan akı (sıfır basınç) eşit kalır; çünkü bu, hemen dışındaki yu
mı durdurulduğu zaman sistemik dolaşımın herhangi muşak dokuları ve deriyi sıkıştırarak gevşek venlerin kol-
bir yerinde ölçülen basınçtır -bunu daha sonra ayrıntılı lapsına neden olan havanın basıncıdır. Bundan dolayı,
olarak tartışacağız) ölçülen sistemik dolaşımın doluş de sağ atriyum basıncının gerçekten de çok negatif değerle
recesi; sistemik kam kalbe yöneltir. re düşebilmesine karşın, büyük venlerin göğüse girdiği
3. Periferik damarlar ve sağ atriyum arasında kan akı yerdeki venöz basınç pratik olarak asla 0 mmHg’nın altı
mına direnç. na diişemez. Bunun sonucunda, sağ atriyumdaki çok
negatif basınçlar bile venöz dönüşü, normal atriyum ba
Gelecek konuda açıklayacağımız gibi, bütün bu faktör sıncı olan 0 mml Ig’da mevcut olan venöz dönüşün an
ler kantitatif olarak venöz dönüş eğrisiyle ifade edilebilir. lamlı şekilde üzerine çıkartamaz.
N orm al Venöz Dönüş Eğrisi O rtalam a Dolaşım Doluş Basıncı, O rtalam a Sis
tem ik Doluş Basıncı ve Bunların Venöz Dönüşe
Kalp debisi eğrisinin, kalp tarafından pompalanan kanın Etkileri
sağ atriyum basıncıyla ilişkisini göstermesine benzer şe
kilde, venöz dönüş eğrisi de venöz dönüşün, yani sistemik Ventı iküler fibrilasyoıı veya başka bir nedenle kalbin kan
dolaşımdan kalbe akan kanın sağ atriyum basıncıyla iliş pompalaması durduğu zaman, dolaşımın her yerinde
kisini gösterir. kan akımı bir kaç saniye içinde kesilir. Kan akımı olma
Şekil 20-9’daki eğri normal venöz dönüş eğrisidir. Bu yınca, bir dakika kadar sonra dolaşımın her yerindeki
eğri, kalp yetersizliği sağ atriyum basıncında artışa ne basınçlar eşitlenir. Bu dengelenmiş basınç düzeyine, or
den olduğu zaman arlan atriyal basıncın sistemik dola talama dolaşım doluş basıncı denir.
şımdaki geriye doğru etkisiyle, kalbe venöz kan dönüşü
nün azaldığını gösterir. Eğer bütün dolaşım refleksleri- Ortalama Dolaşım Doluş Basıncına Kan Hacminin
ııin etkileri engellenirse, sağ atriyum basıncı yaklaşık 7 Etkisi. Dolaşımdaki kan hacmi ne kadar fazlaysa ortala
ııımHg’ya çıktığı zaman venöz dönüş sıfıra iner. Sistemik ma dolaşım doluş basıncı da o kadar büyüktür, çünkü faz
dolaşım genişleyebildi bir kese olduğu için, sağ atriyum la kan hacmi damarların çeperini germektedir.-Şekil 20-
basıncındaki hafif artışın venöz dönüşte şiddetli düşme 1 0 ’daki sürekli eğri, farklı düzeylerdeki kan hacimlerinin
ye neden olması gibi, sağ atriyumun gerisindeki basınç ortalama dolaşım doluş basıncı üzerindeki normal etkile
artışı da kanın kalbe dönmek yerine bu kesede depolan rini göstermektedir. Dikkat ediniz kan hacmi yaklaşık
masına neden olur. 4000 mililitre iken ortalama dolaşım doluş basıncı sıfıra
Sağ atriyum basıncının artarak venöz göllenmeye ne yaklaşmaktadır, çünkü bu dolaşımın "germeyen hac-
den olmasıyla beraber, yetersiz kalbin pompalaması da mi”dir; fakat kan hacmi 5000 mililitre olduğunda doluş
sıfıra yaklaşır, böylece arteryel basınç venöz basınca doğ basıncı normal değeri olan 7 mmHg’dadır. Benzer şekilde
ru düşer. Bu nedenle, sistemik dolaşımdaki tüm akını daha da yüksek kan hacimlerinde, ortalama dolaşım do
durduğu zaman, arteryel basınç ve venöz basınç, ortala luş basıncı hemen hemen doğrusal şekilde artar.
ma sistemik doluş basıncı olan 7 mmHg'da dengeye gelir.
Dolaşımın Sem patik Sinirlere Uyarılmasının Ortala
Büyük Venlerdeki Kollap s N edeniyle N e gatif ma Dolaşım Doluş Basıncına Etkisi. Şekil 2 0 - 1 0 ’daki
Atriyum Basınçlarında, Venöz Dönüş Eğrisinde, kesikli eğriler, sırasıyla yüksek ve düşük düzeydeki sem
Oluşan Plato. Sağ atriyum basıncı sıfırın altına-atmos patik uyarıların ortalama dolaşım doluş basıncına etkile
fer basıncının altı-düştiiğii zaman venöz dönüşteki hızlı rini göstermektedir. Güçlü sempatik uyarı hem bütün
artış aniden kesilir. Sağ atriyum basıncı yaklaşık -2 sistemik kan damarlarını hem de büyük pulmoner da
mmHg’ya indiği anda venöz dönüş plato düzeyine ula marları, ve batta kalbin odacıklarını daraltır. Bundan do
şır; bundan sonra sağ atriyum basıncı -20, -50 mmHg’ya layı sistemin kapasitesi azalarak belirli bir kan hacmin
düşse bile bu plato düzeyinde kalır. Plato, göğüse giren deki ortalama dolaşım doluş basıncı artar. Normal kan
venlerin kollapsıııa bağlıdır. Negatif sağ atriyum basıncı hacminde, maksimum bir sempatik uyarı ortalama do
ven çeperlerini göğüse girdikleri yerde sürekli olarak kol- laşım doluş basıncını 7 mıııHg’dan bu değerin yaklaşık
labe ederek, kanın periferik venlcrdeıı negatif basınçla 2.5 katına veya 17 mmHg’ya çıkarır. Tersine sempatik si
emilmesini önler. Göğüsün hemen dışındaki venlerdeki nir sisteminin tam inhibisyonu, hem kan damarlarını
basınç, bunun yerine yaklaşık olarak atmosfer basıncına hem de kalbi gevşeterek, ortalama dolaşım doluş basın-
Ş E K İL 20 - 9
Normal venöz dönüş eğrsi.
Sağ atriyum basıncı atmosfer
basıncının altına düştüğü za
man göğüse giren büyük ven
lerin kollabe olması, platoya
neden olur. Sağ atriyum ba
sıncı ortalama sistemik doluş
basıncına eşil olacak kadar
yükseldiği zaman, venöz dö
Sağ atriyum basıncı (mm Hg) nüşün sıfır olduğuna dikkal
ediniz.
BÖLÜM 20 • Kalp Debisi , Venöz Dönüş ve Düzenlenmeleri 217
ii.m il,.. I m jtiU a i'fln il> vört • j d » i •' . :: Kan hacminin ani olarak yaklaşık yüzde 20 artması, kalp
debisini normalin yaklaşık 2,5-3 katına çıkarır. Bu etki
nin analizi Şekil 20-14’de kesikli çizgi ile gösterilmiştir.
şık üçte birini küçük arter ve arteriyollerdeki direncin
Büyük miktarda fazladan kan infüzyonu yapıldığı anda,
belirlediği tespit edilmiştir.
Venöz dönüş aşağıdaki formülle tespit edilebilir: sistemin artmış doluluğu ortalama sistemik doluş basın
cını (Psf) 16 mmHg’ya çıkartarak venöz dönüş eğrisini
Psf-PRA sağa kaydırır. Aynı zamanda artmış kan hacmi damarla
VR = --------- rı genişleterek direnci azaltır ve venöz dönüşe direncin
RVR azalmasıyla eğri yukarıya doğru döner. Bu iki etkinin bir
sonucu olarak Şekil 20-14'deki venöz dönüş eğrisi sürek
burada VR venöz dönüş, Psf ortalama sistemik doluş ba li çizgiden kesikli çizgiye dönüşür. Bu yeni eğri, kalp de
sıncı, PRA sağ atriyum basıncı ve RVR venöz dönüşe di bisinin 2,5-3 kat arttığını ve sağ atriyum basıncının
renci temsil etmektedir. Bunların normal bir insandaki
değerleri: venöz dönüş 5 litre/dak, ortalama sistemik do
luş basıncı 7 mmHg, sağ atriyum basıncı 0 mmHg ve ve
nöz dönüşe direnç kan akımının litresi başına 1.4
mmHg’dır.
Venöz Dönüş Eğrisi Modellerinin Kombinasyonu. Venöz dönüş eğrilerindeki başlıca modellerin kombinasyonu;
şekilde ortalama sistemik doluş basıncı (Psf) ile ‘‘venöz dönüşe
Şekil 20-13, ortalama sistemik basınçtaki ve venöz dönü direnç”teki eşzamanlı değişikliklerin etkileri görülmektedir.
şe dirençteki eş zamanlı değişikliklerin venöz dönüş eğ (Guyton, Jones ve Coleman’ dan: Circulatory Physiology: Cardi
risi üzerinde yaptığı etkileri, her iki faktörün eş zamanlı ac Output and Its Regulation. Philadelphia, W.B. Saunders Com
çalışabileceğini göstermektedir. pany, 1973.)
BÖLÜM 20 • Kalp Debisi , Venöz Dönüş ve Düzenlenmeleri 219
D iğ e r G ra fik A n a liz le r
KALP D E B İS İN İ Ö L Ç M E Y Ö N T E M L E R İ
Saniyeler
ŞEKİL 2 0 - 18
Kalp debisinin ölçülmesinde Fick yöntemi.
ŞEKİL 20 - 19
Seyreltme yöntemiyle kalp debisinin h esaplan m asında
kullanılan, iki ayrı boya konsantrasyonu eğrisi. (Dikdörtgen
alanlar, bu eğriler sırasında arteryel kanda hesaplanan ortala
ma boya konsantrasyonlarıdır.)
miktar oksijeni absoıbe etmek için bir dakikada pul-
moner dolaşımdan toplam beş tane 1 litrelik kan por
siyonu geçmelidir. Bundan dolayı, akciğerlerden bir
dakikada geçen kan miktarı 5 litredir ve bu aslında
kalp debisinin de bir ölçüsüdür. Buna göre kalp debi şer. Konsantrasyon sıfır noktasına ulaşmadan önce bir
si aşağıdaki formülden hesaplanabilir: miktar boya periferik damarlardan geçerek dolaşımını
tamamlamış ve ikinci defa kalbe dönmüştür. Buna bağ
lı olarak arterdeki boya konsantrasyonu yeniden artma
Kalp Debisi (litre/dak) ya başlar. Hesaplama yapabilmek için, eğrinin erken
Akciğerlerden bir dakikada absorbe edilen O2 (ml/dak) iniş safhasını kesikli çizgilerle gösterildiği şekilde sıfır
Arteriyovcnöz 0 2 farkı (mİ/litre kan) noktasına doğru ekstrapole etmek gerekir. Bu yöntem
le, arterdeki boyanın zanmn-konsantrasyon eğrisi, tek
rar dolaşım olmadan, ilk bölümde kolayca ölçülebildiği
Fick prosedürünün uygulanması için gereken gibi daha sonraki bölümde de oldukça doğru bir şekil
karışık venöz kan, genellikle ön koldaki brakiyal de hesaplanabilir.
vene sokulan bir kataterin subklavya veninden Zaman-konsantrasyon eğrisi bir kez belirlendikten
sağ atriyuma ve sonunda da sağ ventıikül veya sonra boyanın eğri süresince arteryel kandaki ortalama
pulm oner artere yerleştirilmesiyle elde edilir. Ar- konsantrasyonu hesaplanabilir. Bu hesaplama Şekil 2 0 -
teıyel kan vücuttaki herhangi bir arterden elde 19’da üstteki eğride, tüm eğrinin altındaki alan ölçülerek
edilebilir ve solunum havasından eksilen oksije ve eğri süresince boya konsantrasyonunun ortalaması
nin herhangi bir tipteki oksijen ölçer kullanılarak alınarak yapılmıştır; şekilde üstteki eğrinin altında yera-
lan taranmış alandan kandaki ortalama boya konsant
saptanm as’yla da akciğerlerde oksijenin emilim
rasyonunun yaklaşık 0,25 mg/dl ve bu ortalama değerin
hızı ölçülü iş olur. süresinin 12 saniye olduğu görülebilir. Bir desilitresinde
0.25 mg boya taşınan kanın 5 ıııg boyanın tümünü 12 sa
niyede kalp ve akciğerlerden geçebilmesi için kanın 1 -
İn d ik atö r S e yreltm e Y ö n tem i desilitrelik porsiyonlarından, toplam 2 0 tanesinin bu sü
re içinde kalpten geçmesi gerekmektedir, kalp debisine
Kalp debisinin indikatör seyreltme yöntemiyle ölçül eşit olan bu miktar 2 litre/ 1 2 saniye veya 1 0 litre/dak’dır.
mesinde küçük bir miktar indikatör, örneğin boya, bü Şekil 20-19’da alttaki eğriden kalp debisi hesaplaması
yük bir vene veya tercihen sağ atriyuma enjekte edilir. nı okuyucuya bırakıyoruz.
Bu boya süratle sağ kalbe, akciğerlere, sol kalbe ve so Özelle kalp debisi aşağıdaki formül kullanılarak belir
nunda arteryel sisteme geçer. Daha sonra periferik ar lenebilir:
terlerin birinden geçen boyanın konsantrasyonu kay
dedilerek Şekil 20-19’da görülen kırmızı eğrilerden biri
Kalp debisi (ml/dak.) =
ne benzeyen bir eğri elde edilir. Bu örneklerin her iki
sinde de sıfır zamanda 5 miligram Cardio-Green boyası
enjekte edilmiştir. Üstteki kayıtta, enjeksiyondan son Enjekte edilen boya (mg) x 60
raki yaklaşık 3 saniye içinde arteryel sisteme hiç boya
Eğri süresince bir mililitre \ / Eğrinin
(
geçmemiş, fakat daha sonra arteryel boya konsantras
yonu yaklaşık 6-7 saniye içinde hızla maksimuma çık kandaki ortalama boya j x j süresi
mıştır. Bundan sonra boya konsantrasyonu süratle dü konsantrasyonu I \ sn
222 ÜNİTE IV • Dolaşım
REFERANSLAR
B an et M , Guyton A C : E ffe c t o f body m etabo (ed): H andbook o f Physiology. S e c 2, V ol. Joh n son R G , K ronias E G : C ard iac S arcop las
lism on cardiac output: R o le o f the central 2. Baltim ore. W illiam s & W ilkin s, 1963, m ic Reticulum and R egu lation o f C ontrac
nervous system . Am J Physiol 2 2 0 :6 6 2 , p 1099. tility. New Y ork: New Y o rk A cadem y o f
1971. Guyton A C : Determ ination o f cardiac output S cien ce s, 1998.
B ish o p V S , Ston e H L: Q uantitative description by equating venous return curvcs with ca r Jow ett N l: C ardiovascular M onitoring. L o n
o f ventricular output curves in co nsciou s diac response curves. Physiol R ev 3 5 :1 2 3 , don: W hurr Publisher, 19 97.
dogs. C irc Res 2 0 :5 8 1 , 1967. 1955. Kern M J: Interventional Physiology Rounds:
Brady A J: M echan ical properties o f isolated G uyton A C , Jo n es C E , C olem an T G : C ircu la Case Studies in C oronary Pressure and
cardiac m yocytes. Physiol R e v 7 1 :4 1 3 , tory Physiology: Cardiac Output and Its Flow for C lin ical P ra ctice: New Y ork:
1991. Regulation. Philadelphia: W B Saunders C o, W ile y -L iss, 1998.
A bd el-aleem S, L o w e J E : Cardiac M etabo lism 1973. M aruyam a Y , Hori M . Ja n ick i JD : C ard iovas
in H ealth and D isease. Bo ston : K luw er A c G uyton A C , Colem an T G , G ranger H J: C ircu cular Rem odeling and Fu nctional Interac
lation: overall regulation. Annu Rev Physiol tion. T ok yo : Springer, 1997.
adem ic publishers, 1998.
3 4 :1 3 , 1972.
Brow n H. K ozlow ski R, D avey P: Physiology N elson L D : T h e new pulm onary arterial cathe
G uyton A C , C olem an T G , C ow ley A W Jr. et
and Pharm acology o f the H eart. O xford: ters: right ventricular e je c tio n fraction and
al: System s analysis o f arterial pressure reg
B lackw ell S c ie n c e , 1997. continuous cardiac output. C rit C are Clin
ulation and hypertension. Ann Biom ed Eng
Fallon J T : C ardiovascular Pathophysiology. 1 2 :7 9 5 , 1996.
1:254. 1972.
' Philadelphia: J B Lippincott, 1994. Prather JW , T ay lo r A E , G uyton A C : E ffe ct o f
Guyton A C , G ranger H J, C olem an T G : A uto
F igu lla H R, S ch o lz K H : C irculatory Support blood volum e, mean circulatory pressure
regulation o f the total system ic circulation
D evices in Interventional C ardiology. Far and stress relaxation on cardiac output. Am
and its relation to control o f cardiac output
mington, C T : S . K arger Publishers Inc, J Physiol 2 1 6 :4 6 7 , 1 9 69.
and arterial pressure. C irc Res 28:(Su p p l
1994. R o th e C F : M ean circulatory filling pressure: its
1)93, 1971.
Grodins F S : Integrative cardiovascular physiol Guyton AC et al: R elative im portance o f v e meaning and m easurem ent. J Appl Physiol
ogy: a m athem atical synthesis o f cardiac nous and arterial resistance in controlling 7 4 :4 9 9 . 1993.
and blood vessel hem odynam ics. Q Rev venous return and cardiac output. Am J R oth e C F : R efle x control o f veins and vascular
B iol 3 4 :9 3 , 1959. Physiol 1 9 6 :1 0 0 8 , 1959. capacitan ce. Physiol R ev 6 3 :1 2 8 1 , 1983.
Guyton A C : An overall analysis o f a card io Guyton A C et al: Venous return at various van Oppen A C , Stigter R H , Bruinse H W : C ar
vascular regulation. A nesth A nalg 5 6 :7 6 1 . right atrial pressures and the normal venous diac output in normal pregnancy: a critical
1977. return curve. Am J Physiol 1 8 9 :6 0 9 , 1957. review . O bstet G yn ecol 8 7 :3 1 0 , 1996.
Guyton A C : R egulation o f card iac output. N Jansen JE : T h e thermodilution method for the W illerson J T . C ohn JN : Cardiovascular M cdi-
Engl J M ed. 2 7 7 :8 0 5 , 1967. clin ical assessm ent o f cardiac output. Inten cin c. New Y ork: Churchill Livingstone,
Guyton A C : Venous return. In : H am ilton W F sive C are Med 2 1 :6 9 1 . 1995. 1994.
Egzersizde Kas Kan Akımı ve
Kardiyak Debi; Koroner Dolaşım
ve iskemik Kalp Hastalığı
Bu bölümde, iskelet kasındaki kan akımı ve kalp Egzersizin kas kontraksiyonu fazında akımın
kasındaki koroner kan akımını tartışacağız. Bu böl azalm asının nedeni, kasılmış olan kasın damarlara
gelerdeki kan akımı, tem el olarak, dokuların meta- bası yapmasıdır. Kan damarları üzerinde uzun sü
bolik gereksinimlerince düzenlenen lokal damar ren basıya neden olan güçlü tetanik kontraksiyon
direnci tarafından denetlenir. sırasında kan akımı tümüyle durabilir.
Ayrıca, (1) egzersiz sırasında kalp debisinin kont
rolü, (2) kalp krizinin özellikleri ve (3) anjina pekto- Egzersiz Sırasında Kas K apillerinin Açılması.
ıis ağrısı gibi bununla ilişkili bazı konular da bu b ö D inlenm e sırasında bazı kas kapillerlerinde akım
lümde tartışılmışür. çok azdır ya da hiç görülmez. A ncak yoğun egzer
siz sırasında tüm kapillerler açılır. Bu kapalı ka-
pillerlerin açılmasıyla oksijen ve diğer besinlerin
geçm eleri gereken uzaklık da azalır ve besinlerin
kandan kasa diffüze olabileceği alan iki yada üç
İSKELET KASLARINDA KAN AKIMI VE kat artabilir.
EGZERSİZ SIRASINDA DÜZENLENMESİ
Çok ağır egzersiz, norm al dolaşım sistem inin karşı İskelet Kaslarında Kan Akımının
laştığı en stresli durumdur. Bu gerçekten doğrudur, Kontrolü
çünkü bazı egzersiz koşullarında kas kan akımı 2 0
kat artabilir (bu, vücutta herhangi bir dokudaki ar Lokal D üzenlem e-K asda O ksijenin A zalm ası
tıştan daha fazla bir artıştır) ayrıca vücuttaki iskelet A kım ı Büyük Ölçüde A rtırır, isk elet kası aktivi-
kas kitlesi çok fazladır. Bu iki etkenin birlikte bulu tesi sırasında görülen kan akım ındaki büyük a r
nuşu, norm al sağlıklı bir erişkinde, toplam kas kan tış, lokal kimyasal etkenlerin doğrudan kas arte-
akımını norm al değeri olan 1 lt/dk’dan ağır egzer ıiyolleri üzerine etki ederek vazodilatasyona yol
siz sırasında 20 lt/dk’ya yükseltebilir. Bu düzey, açm asına bağlıdır.
atlet olmayan bir bireyde normal kalp debisini beş Kas kasılması sırasında kan akımındaki bu lokal
kat, iyi antrenm anlı bir atlette 6-7 kat artırmaya ye artış, muhtemelen birkaç faktörün aynı anda etkili
tecek bir düzeydir. olmasına bağlıdır. Bu etkenlerin en önem lilerinden
biri, kas dokusunda oksijen konsantrasyonunun
azalmasıdır. Kas aktivitesi sırasında kas, oksijeni
Kaslarda Kan Akımının Hızı hızla kullanılır, bu nedenle doku sıvılarında oksijen
konsantrasyonu düşer. Bu azalma, ya oksijen yok
D inlenm e durum unda kaslar ortalam a 3-4 luğunda damar duvarının kasılı kalması olanaksız
ml/dak/100 gr kas dokusu kadar kan alır. Yoğun eg olduğundan, ya da oksijen eksikliğinde bazı vazo-
zersiz sırasında bu hız 15-25 kat artarak 50-80 dilatatör maddelerin salgılanması nedeniyle, vazo
ml/dak / 1 0 0 gr kas dokusu düzeyine yükselebilir. dilatasyona yol açar. Geçtiğimiz yıllarda en yaygın
biçim de önerilen vazodilatatör madde, adenozin-
Kas Kontraksiyonları Sırasında Aralıklı Kan dir ama yapılan deneyler, kas arterine doğrudan
Akım ı. Şekil 21-1 şiddetli ritmik kas egzersizi sıra infüze edilen çok büyük miktarlardaki adeııozinin
sında insan baldır kasında kan akımı değişiklikleri bile iki saatten daha uzun süre vazodilatasyon sağ
nin kaydedildiği bir çalışmayı göstermektedir. Akı layamadığını göstermiştir. Ayrıca, kasların kan da
mın her kontraksiyon sırasında artıp azaldığına marları adenozinin vazodilatatör etkilerine karşı
dikkat ediniz, kontraksiyon fazı azalmayla, gevşe duyarsızlaştırılsa bile, bazı damarların kas aktivite-
me fazı artmayla eşleşmektedir. Ritmik kasılmala siııe karşı tam vazodilatasyon yanıtı verebildikleri
rın sonunda, kan akımı birkaç saniye daha yüksek gözlenmiştir.
kalmakta ancak bunu izleyen birkaç dakika içinde Kas kasılması sırasında aktive olan diğer vazodi
yavaşça norm ale inmektedir. latatör faktörler arasında, potasyum iyonları, ase-
223
224 ÜNİTE IV • Dolaşım
gergin koşullar altında yapıyor ama yalnızca birkaç Arteryel kan basıncının, egzersiz sırasında genel
kasını kullanıyorsa, sempatik yanıt tüm vücutta et likle olduğu gibi %30 oranında arttığını varsaya
kili olacak, ama vazodilatasyon, yalnızca aktif olan lım. Bu % 30’luk artış, kanı doku dam arlarına %30
bu birkaç kas grubunda ortaya çıkacaktır. Bu du oranda daha büyük bir güçle itecektir. Bu, basınç
rumda net etki, vazokonstriksiyondur ve ortalam a artışının en önemli etkisi değildir, çünkü basınç,
aı teıyel kan basıncı 170 mmHg’ye kadar çıkabilir. kan damarlarını dilate ederek akımda ayrıca bir
Böyle bir durum, bir merdivenin üzerinde başının % 1 0 0 'lük artışa neden olur. Böylece sekiz kat art
üstündeki bir yere çivi çakan bir insanda ortaya çı mış kan akımının %30 artmasıyla artış 10.4 kata
kabilir. Bu durumdaki gerginlik belirgindir ve kas yükselir, bunun da ikiye katlanm asıyla artış yirmi
vazodilatasyonu görece olarak azdır. kattan fazla olabilir.
Diğer yandan, koşu ya da yüzme gibi tüm bede
nin katıldığı bir egzersiz yapan bireyde, aı teı yel ba Eazersiz Sırasında K alp D e b is i A rtışın ın
sınçtaki artış yalnızca 20-40 mmHg arasında ger Ö nem i
çekleşir. Basınçta büyük bir artış görülmemesinin
nedeni büyük kas kitlelerinde ortaya çıkan aşırı va-
Egzersiz sırasında bir çok farklı fizyolojik etki, eg
zodilatasyondur.
zersizin şiddeti attıkça kalp debisini de artırır. D e
Seyrek rastlanan bazı durumlarda bazı birey
bideki bu artış, çalışan kasların gereksindiği çok
lerde sem patik sinir sistem i ya cerrahi m üdahale
miktarda oksijen ve diğer besinlerin kaslara ulaş
son ucu ya da konjenital olarak bulunm ayabilir.
ması için gereklidir. Aslında, kas işinin perform an
Böyle bir birey egzersiz yaptığı zam an, arteryel
sının belirlenmesinde, dolaşım sistem inin ağır eg
b asın ç artacağı yerde düşer - bazen norm alin ya
zersiz sırasında kalp debisini artırma yeteneği, ka
rısına kadar - ve kalp debisi, norm alin yalnızca
sın kendi gücü kadar önemlidir. Örneğin kalp debi
üçte biri oranında artar. Bu durumda, egzersiz sı
sini artırabilen maraton koşucularının çoğu rekor
rasında sem patik aktivite artışının ve arteryel
kırabilmektedir.
b asın ç artışının önem i kolayca anlaşılabilir.
Ağır Egzersizde Kalp Debisi Değişikliklerinin
Egzersiz Sırasında Kan Basıncının A rtışı Grafik Analizi. Şekil 21-2, ağır egzersiz sırasında
N ed e n Ö nem ledir? Laboratuar deneylerinde ortaya çıkan büyük değişikliklerin grafik analizini
kaslar m aksimal olarak uyarıldığı halde kan basın göstermektedir. A noktasında kesişen siyah kalp
cı artışı engellenirse kan akımı nadiren sekiz kat debisi ve venöz dönüş eğrileri norm al dolaşımın
kadar artabilir. Oysa, maraton koşucularında, din analizini, B noktasında kesişen kırmızı eğriler ağır
lenm e durumunda tüm vücutta 1 lt/dk olan akı egzersiz analizini, vermektedir. Kalp debisindeki
m ın maksim al egzersiz sırasında 2 0 lt/dk’ya kadar büyük artış için, hem kalp debisi eğrisinin hem de
çıktığı bilinmektedir. Bu durumda egzersiz sırasın venöz dönüş eğrisinin büyük oranda değişmesi ge
da kan akımının basit laboratuvar deneyleri sıra rektiğine dikkat ediniz.
sındaki artıştan çok daha fazla olabildiği kolayca Kalp debisi eğrisindeki artış düzeyini anlam ak
görülmektedir. Aradaki fark nedir? Fark, norm al kolaydır. Bu artış hem en h em en tam am en sem
egzersiz sırasında kan basıncının da artmasıdır. patik uyarı sonucu n abzın 170-190/dakikaya,
Ş E K İL 21 -2
Ağır egzersizin başlangıcında
sağ atriyum basıncı ve kalp de
bisindeki değişikliklerin grafik
analizi. Siyah eğriler normal
dolaşım, kırmızı eğriler ağır eg
zersiz.
226 ÜNİTE IV • Dolaşım
kalbin kasılm a gücünün ise iki kat artm asına Koroner Kan Akımının Fizyolojik
bağlıdır. D ebi eğrisinde artış göıülm eseydi, kalp
Anatomisi
debisindeki artış norm al kalbin plato düzeyiyle
sınırlı olacaktı ve kalp debisindeki artış 4 kat ye
Şekil 21-3 kalbi, koroner dam arlarla birlikte gös
rine (bazı m araton koşucularında 7 kat) yalnızca
termektedir. Ana koroner arterlerin kalbin yüze
2,5 kat olacaktı.
yinde yer aldığına ve daha küçük arterlerin yüzey
Şimdi venöz dönüş eğrilerine bakalım. Normal
den kalp kası içine penetre olduğuna dikkat edi
venöz dönüş eğrisinde hiç bir değişiklik olmasaydı niz. Kalp besleyici desteğini tam am en bu arterler
egzersiz sırasında kalp debisi pek yükselemezdi. le alır. Endokaıd yüzeyindeki yalnızca l/ıo m m ka
Çünkü normal eğrinin en üst plato düzeyi yalnızca lınlıktaki bir bölge doğrudan kalp boşlukları için
6 litre/dakika’dır. Bu eğride iki önemli değişiklik or
deki kandan yeterli besini alabilir bu nedenle ka
taya çıkar: sın bu şekilde beslenm esi fazla ö n em taşımaz.
Sol koroner arter, sol ventıikülün ön ve yan bölü
1. Ağır egzersizin başlangıcında ortalam a siste- mlerini beslerken sağ koroner arter sağ ventrikülün
mik doluş basıncı büyük ölçüde artar. Bu, kısmen büyük bir bölümünü ve insanların % 80-90’ında sol
venleıin ve dolaşımın diğer kapasitif bölgelerinin ventrikülün arka bölümünü besler.
sem patik uyarılmasından kaynaklanır. Ayrıca karın Sol ventıikülden gelen venöz kan akımının bü
kaslarının ve diğer kasların gerilmesi birçok iç or yük bölümü koroner sin üs yoluyla toplanır (toplam
gan damarlarına basınç yapar, böylece tüm kapasi koroner kan akımının % 75’i) sağ ventrikülden ge
tif sistem üzerine daha fazla basınç uygulanması len venöz kan ise, koroner sinüse değil, küçük an-
sağlanarak ortalama sistemik doluş basıncı daha teriyor kardiyak nenlerle doğrudan sağ atriyuma
da artırılır. Maksimal egzersizde bu iki etken birlik dökülür. Koroner kan akımının çok küçük bir bölü
te etki göstererek normalde 7 mmHg olan ortalama mü küçük thebesian v o d er aracılığıyla kalbe geri
sistem ik doluş basıncını 30 mmHg’ye kadar yük döner. Bu venler tüm kalp boşluklarında doğrudan
seltebilir kalbin içine boşalırlar.
2. Venöz dönüş eğrisinin eğimi yukarı doğru dö
ner. Bu, aktif kas dokusundaki hem en bütün kan
damarlarında direncin azalmasından kaynaklanır. Normal Koroner Kan Akımı
Bu, venöz dönüşe direnci azaltır, böylece venöz dö
nüş eğrisinin eğimi artar. İnsanda ortalama dinlenme koroner kan akımı 225
O rtalam a sistem ik doluş basın cın ın artm ası ve ml/dk.’dır, bu değer toplam kalp debisinin %4-
venöz dönüşe direncin azalm asının ortak etki 5'idir.
siyle venöz dönüş eğrisinin düzeyi tümüyle yük Ağır egzersiz sırasında genç bir erişkinde kalp
selir. debisi dört-yedi kat artabilir ve bu kan daha yük
sek bir arteıyel basınca karşı pom palanır. Sonuç
Venöz dönüş eğrisi ve kalp debisi eğrisindeki olarak kalp, ağır koşullar altında iş kapasitesini 6 -
değişikliklere yanıt olarak sağ atriyum basıncı ve 8 kat artırabilir. Koroner kan akım ı kalbin gerek
kalp debisi arasında şekil 2 1 -2 ’de B noktasıyla gös sinim duyduğu besinleri sağlayabilm ek için üç-
terilen yeni bir denge durumu oluşur. A noktası döı t kat artabilir. Bu artış iş yükünün artışı kadar
ise norm al düzeydeki dengeyi gösterm ektedir. fazla değildir. Bu, koroner kan akım ının kalbin
Özellikle sağ atriyal basıncın çok az değiştiğine enerji harcam asına oranının azaldığı anlam ına
dikkat edin, artış yalnızca 1,5 mmHg kadardır.
G erçekte kalbi güçlü olan bir bireyde, sağ atriyum
basıncı, egzersiz sırasında kalpteki sem patik uya
rının büyük ölçüde artışı nedeniyle norm alin de
altına düşer.
KORONER DOLAŞIM
Sol ventrikül
300- kapillerlerl Koroner Kan Akımının Kontrolü
Oksijen Gereksinimi Lokal Koroner Kan Akımı Çoğu kez doğrudan etkilere zıt yönde olan dolay
Düzenlenmesinde Temel Bir Faktördür. Koroner lı etkiler ise koroner kan akımının norm al kontro
kan akımı, hemen hemen tümüyle kasın oksijen ge lünde çok daha önemli bir rol oynar. Noropinefriıı
reksinimiyle orantılı olarak düzenlenir. Normal din salınmasına yol açan sem patik uyarı hem kalp fre
lenme koşulları altında bile, kan kalp kası içinden kansını hem de kasılma gücünü, m etabolizm a hı
geçerken, koroner arter kanındaki oksijenin yaklaşık zıyla birlikte artırır. Kalp aktivitesinin artması, lokal
%70'i tutulur. Geride alınabilecek daha fazla oksijen kan akımını düzenleyici mekanizm aların vazodila
kalmadığı için, kan akımı artmadıkça kalp kasının tasyon yönüne kaymasına ve kan akımının kalp ka
daha fazla oksijenlenmesi mümkün değildir. Kan sının metabolik gereksinimleri oranında artmasına
akımı, hem en hemen tamamen kalbin metabolik neden olur. Tersine, vagal uyarı asetil kolin serbest
oksijen tüketimiyle orantılı olarak artar. lemesine yol açar, asetil kolin, kalbi yavaşlatır ve
Aitmiş oksijen tüketiminin hangi mekanizmayla kasılma gücünü biraz azaltır. Bu etkiler kalbin oksi
koroner dilatasyona neden olduğu kesin olarak b i jen gereksinimini azaltır, böylece dolaylı olarak ko
linmemektedir. Birçok araştırıcı, kalpdeki oksijen ronerlerin daralmasına yol açar.
konsantrasyonunun azalmasının, kas hücrelerin
den bazı vazodilatör maddelerin serbestleıım esine Sinirsel Uyarıların K oroner Dam arlar Üzerine
yol açtığını, bu maddelerin arteriyolleri dilate etti Doğrudan Etkisi. Parasempatik (vagal) sinir lifle
ğini öne sürmektedir. Vazodilatatör etkisi en fazla rinin ventıiküler damarlar üzerine dağılımı az ol
olan maddelerden biri, adeııozindir. Kalp kasında duğu için p arasem patik stimulasyon doğrudan et
oksijen konsantrasyonu çok düştüğü zaman hücre kiyle koroner arterleri çok az oran da dilate edebilir.
lerin büyük bölümünde ATR adenozin monofosfa- Koroner damarlar üzerine sem patik sinir dağılı
ta yıkılır. Bu maddenin bir miktarı da daha da kü mı çok daha fazladır. Bölüm 6 0 ’da, sem patik siste
çük parçalara bölünerek kalp kasının doku sıvıları min nörotransm iteıi olan norepinefrin ve epinefıi-
na adenozin’in serbestlem esine yol açar. Adenozin, nin, kan damarı duvarında dilatatör ya da konstrik-
vazodilatasyonu sağladıktan sonra büyük bir ço tör reseptör bulunm asına bağlı olarak, ya vazodila
ğunluğu kalp hücreleri tarafından yeniden kulla tatör ya da vazodikonstıiktör etki gösterebileceğini
nılmak üzere geri emilir. göreceğiz. Konstıiktör reseptörler alfa reseptörleri,
Adenozin saptanan tek vazodilatatör madde de dilatatör reseptörler beta reseptörleri adını alır. Ko
ğildir. Diğer vazodilatatörler arasında adenozin roner damarlarda hem alfa hem de beta reseptörle
fosfat bileşikleri, potasyum iyonu, hidrojen iyonu, ri bulunur. Genelde epikardiyal koroner dam arlar
karbon dioksit, bradikinin ve muhtem elen pros- da alfa reseptörler, intramüsküler arterlerde ise b e
taglandiııler bulunmaktadır. ta reseptörler baskındır. Bu durumda, sempatik
Ancak vazodilatatör hipotezde bazı güçlükler bu uyarı, en azından teorik olarak tüm koroner da
lunmaktadır. Örneğin, adenoziııin vazodilatatör marlarda hafif bir dilatasyon ya da konstriksiyona
etkilerini engelleyen ya da kısmen engelleyen ilaç yol açabilir, ama genellikle konstriksiyon ağır b a
lar kalp kası aktivitesinin artm asına bağlı vazodila sar. Ancak bazı insanlarda alfa vazokonstıiktör etki
tasyonu önleyememektedir. Ayrıca, iskelet kasında baskındır ve bu kişilerde şiddetli sem patik uyarı sı
yapılan çalışmalar, adenozinin sürekli infüzyonu- rasında vazospastik miyokard iskemisi ve anjiııal
nun yalnızca 1-3 saat süreyle vazodilatasyon sağla ağrı görülür.
yabildiğini göstermiştir, oysa adenozinin vazodila Ancak şu noktayı bir kez daha vurgulam alıyız
tatör etkisi ortadan kalktıktan sonra bile kas aktivi- ki, miyokaıdiyal kan akım ının tem el b elirleyicile
tesi sürdüğü sürece damarlar dilate kalmaktadır. ri, m etabolik etkenleı-özellikle de m iyokaıdiyal
Koroner arter dilatasyonunu açıklayan bir başka oksijen tüketimidir. Sinirsel uyarının doğrudan
kuram, aksi kamtlanıncaya kadar akılda tutulmalı etkileri kan akım ını değiştirdiğinde m etabolik
dır. Kalp kasında oksijen, gereksinim düzeyinin altı faktörler, saniyeler içinde bu değişikliğin ü ste
na düştüğü zaman, yalnız kalp kas hücreleri değil, sinden gelir.
damar düz kas hücreleri de oksijensiz kalır. Bu,
kolayca vazodilatasyona yol açabilir. Çünkü,
koroner damarları yüksek arkeıyel basınca karşı Kalp Kası Metabolizmasının Özel Nitelikleri
kontrakte durumda tutmak için gereksinim duyulan
enerji yoktur. Ancak bu kuram da sorunsuz değildir, 67 ile 72. Bölümler arasında anlatılan genel hücre
çünkü koroner arterlerin tam olarak kasılı durumda sel m etabolizm anın tem el ilkeleri diğer dokular
kalabilmesi için gereken oksijen miktarı çok azdır. gibi, kalp-dokusu için de geçerlidir, ancak bazı
kantitatif farklar vardır. En önem li fark, dinlenm e
K o ro n e r Kan A kım ın ın S inirsel K o n tro lü koşullarında kalbin en erji g ereksin im in in
% 70’inin karbonhidratlar yerine yağ asitlerinden
Kalbe gelen otonom sinirlerin uyarılması koroner karşılanmasıdır. Oysa aııaerobikya da iskemik ko
kan akımını doğrudan ve dolaylı olarak etkileyebilir. şullar altında, diğer dokularda olduğu gibi, kalp
Doğrudan etkiler, koroner damarlar üzerine vagus- m etabolizm asında da anaeıobik glikoliz, enerji
tan asetil kolinin, sempatik sinirlerden norepinefıi- gereksinimini karşılamak üzere devreye girer. Bu
nin serbestlemesiyle ortaya çıkan sinirsel transmit yol, kalbin büyük enerji gereksinim inin yalnızca
ter maddelerin doğrudan etkilerinden kaynaklanır. küçük bir bölüm ünü karşılayabilir. Ayrıca, glikoliz
BÖLÜM 21 • Egzersizde Kas Kan Akımı ve Kardiyak Debi; Iskemide Koroner Dolaşım 229
M iy o k a rd Infa rktü sü
ha fazla baskılanır. Ventrikül kasının norm al b ö artırdığını ve böylece fibrilasyona eğilim doğurabi
lüm leri kasıldığı zam an, ölü ya da yalnızca işlev leceğini göstermiştir.
siz olan kas bölüm leri, ventrikül içinde artan b a 2. Kasın iskemisi, bölüm 12’de akut miyokard in-
sın ç nedeniyle dışa doğru itilir. Bu durum da farktüsü geçiren hastaların elektrokardiyogramla-
ventrikül kasının pom palam a gücünün büyük rında tanımlanan bir zedelen m e a k ım ın a neden
bölüm ü, işlevsiz kalp kasının balonlaşm ası için olur. İskemik kas dokusu repolarize olamaz, bu n e
kullanılm ış olur. denle kalbin herhangi başka bir bölgesine göre dış
Kalp, yeterli miktarda kanı pompalayacak biçim yüzeyi negatif kalır. Bu durumda bu iskemik bölge
de kasılamadığı zaman, kalp yetersizliği ve perife- den başlayan akımlar kalbin diğer bölgelerine doğ
ıik iskemi sonucu peıiferik dokularda ölüm kaçı ru yayılır ve anormal im pulslara yol açarak fibrilas
nılmazdır. Bu durum koroner şok, kardiyojenik şok, yona neden olabilir.
kardiyak şok ya da düşük kalp debili şok olarak ad 3. Geniş infarktüsden sonra, tem el olarak kalbin
landırılır. Bu konu Bölüm 22’de tartışılmıştır. Sol yeterince kan pom palayam am asına bağlı olarak
ventrikülün %40'ı infarkte olduğunda hem en her güçlü sem patik refleksler gelişir. Sem patik uyarı
zam an kardiyak şok ortaya çıkar. Kardiyak şokun kalbin uyarılabilirliğini artırarak fibrilasyonu ko
görüldüğü hastaların % 85’i ölür. laylaştırabilir.
4. İııfarktüsün neden olduğu kalp kası güçsü
Kanın Venöz Sistemde Göllenmesi. Kalp kanı zlüğü ventrikiillerin büyük ölçüde dilate olm asına
ileri doğru pompalayamadığı zaman biriken kan yol açar. Bu, bir uyarının kalpte dolaşması gereken
akciğer ya da sistemik dolaşım damarlarında birik uzunluğu artırır ve kalp kasında infarktüslü alan
meye başlar. Bu durum hem sağ hem de sol atri- çevresinde anormal bir ileti yolunu oluşm asına yol
yum basıncının artışına yol açar. açar. Her iki etki de kalpte çem ber hareketi (circus
Kapiller basınç da özellikle akciğerlerde artar. Bu movements) oluşumuna yol açar. Bölüm 13’de tar
etkiler infarktüsten sonraki ilk birkaç saat içinde tışıldığı gibi, ventrikülde ileti yolunun aşırı uzam a
fazla sorun yaratmaz ama birkaç gün sonra şu n e sı, ıefrakter dönemden daha önce çıkmış olan kasa,
denlerle sem ptomlar ortaya çıkmaya başlar. Kalp ayrı uyarının tekrar-giriş (re-enteı) yapm asına n e
debisinin azalması böbreklere ulaşan kan akımını den olabilir. Böylece yeni bir eksitasyon dalgası
azaltır. Bölüm 22’de belirtilen nedenlerle böbrekle başlar ve bu ardı ardına sürebilir.
rin idrar atım miktarı azalır. Bu, kan hacm inin gi
derek artm asına ve konjestif sem ptom lara yol açar. İnfarktüs Alanının Rüptürü. Akut bir infarktüsten
Sonuçta miyokard infarktüsünden sonra bir kaç sonraki ilk gün içinde kalbin iskemik bölümünün
gün iyi gözüken hastaların bir bölüm ünde akut rüptür tehlikesi azdır ancak geniş bir alanı tutan bir
pulm oner ödem gelişir ve çoğu kez ödem sem p infarktüsden birkaç gün sonra, ölü kas lifleri d eje
tom larının başlamasından birkaç saat sonra ölüm nere olmaya başlar ve ölü doku gerilerek çok in ce
ortaya çıkar. lir. Böyle bir durumda ölü bölge her sistolde dışa
doğru balonlanır ve gerim her sistolde giderek ar
M iy o k a rd İnfarktüsünden Sonra V en trikü l tarak sonunda bu bölgenin yırtılm asına neden
Fibrilasyonu. Koroner tıkanm adan ölenlerin olur. Ağır bir miyokard infarktüsünden sonra kal
önem li bir bölümünde ölüm nedeni ani ventrikü- bin röntgenle değerlendirilme am açlarından biıi,
ler fibrilasyondur. Fibrilasyon gelişme eğilimi özel sistolik gerilme derecesinin kötüleşip kötüleşm edi
likle geniş bir infarktüsten sonra daha yüksektir ğini izlemektir.
am a küçük bir tıkanmadan sonra da ortaya çıkabi Bir ventrikül yırtıldığı zam an perikard boşluğuna
lir. Koroner yetersizliği olan hastaların bazıları in- dolan kan hızla kalp tam p on ad m a yol açar. Bu,
farktüs geçirmeden, ventriküler fibrilasyon nede kalbin, perikard boşluğuna dolan kan tarafından
niyle ölür. baskılanması demektir. Kalbin böyle baskılanması
Koroner infarktüsden sonra iki dönem, fibrilas nedeniyle kan sağ atıiyum a dolamaz, hasta kalp
yon gelişimi için özellikle tehlikelidir. İlk dönem in debisinin birdenbire düşmesi nedeniyle ölür.
farktüsden sonraki ilk on dakikadır. Bundan sonra
görece olarak güvenli kısa dönemi izleyerek 1 saat
ya da daha sonra başlayan ve birkaç saat süren
ikinci bir irıitabilite dönemi ortaya çıkar. Fibrilas
Akut Miyokard İnfarktüsünün İyileşme
yon infarktüsden günler sonra da ortaya çıkabilir. Aşamaları
Kalpte fibrilasyona eğilim yaratan en az dört fak
tör sıralanabilir: Şekil 2 1 -8 ’iıı üst bölüm ünde akut koroner tık an
m anın etkileri, solda, küçük bir kas bölgesinde
1. Kalp kasında dolaşımın akut olarak durması is iskemi gelişen hastada; sağda, geniş bir kas b ö l
kemik kas dokusundan potasyumun hızla kaybe gesinde iskemi olan bir h astada görülm ektedir.
dilm esin e yol açar. Potasyum konsantrasyonu art Küçük bir alanda iskem i varsa çok küçük bir kas
mış ekstraselüler sıvı kalp kas hücrelerini çevreler. bölgesi ölür ya da h iç kas ölüm ü görülm ez, ancak
Koroner sistem e potasyum enjekte edilerek yapı kasın bir bölgesi kas kontraksiyonları için gerekli
lan deneyler, ekstraselüler potasyum konsantras besin sağlanam adığı için geçici olarak işlevini yi
yonunun artmasının kalp kasında uyarılabilirliği tirebilir.
232 ÜNİTE IV • Dolaşım
Ş E K İL 21 -8
Yukarıda, küçük ve büyük bir alanda miyokard iskemisi.
Aşağıda miyokard infarktüsünün iyileşme aşamaları. Miyokard İnfarktüsünün İyileşmesinden
Sonra Kalp Fonksiyonu
ağrı sinirlerini aynı m edulla spinalis segm entin- marlar arasında anastom oz yapılır. Operasyon sı
den alırlar. rasında bir ile beş arasında ven gıeft, her biri tı
Kronik anjinası olan hastaların çoğu egzersiz sı kanm anın ötesindeki koroner damarlara bağlana
rasında ya da heyecanlandıklarında kalp m etabo cak şekilde yerleştirilir. Gıeft için kullanlan tipik
lizmasının artması ya da sempatik vazokonstriktör venler, hastanın bacağından alınan uzun yüzeysel
sinir uyarılarının etkisiyle koroner damarların da safen venlerdir.
ralması sonucu ağrı hisseder. Ağrı genellikle yalnız Ameliyattan sonra anjinal ağrı çoğu hastada ge
ca bir kaç dakika sürer. Ancak bazı hastalarda iske- çer. Ayrıca operasyondan önce kalbi çok fazla hasar
mi ağır ve uzun süreli olabilir, ağrı sürekli buluna görmemiş hastalarda koroner bypass uygulaması
bilir. Ağrı genellikle sıcak, baskılayıcı, boğucu ola normal sağkalım süresi sağlayabilir. Ancak kalp
rak nitelendirilir, hastalar genellikle böyle bir ağrı ağır biçim de haraplanmışsa bypass uygulamasının
duyduklarında bütün işlerini bırakıp tümüyle din değeri azdır.
lenmeye geçerler.
İlaçla Tedavi. Bazı vazodilatatör ilaçlar, akut bir an- Koroner Anjiyoplasti. Son 15 yıl içinde, kısmen
jinal atak sırasında verildiğinde ağrıyı hem en dur tıkalı damarları tam olarak tıkanm adan önce a ç
durur. Nitrogliserin ve diğer nitratlar sıklıkla, kulla mak için bir uygulama yapılmaktadır. Koroner arter
nılan vazodilatatörlerdir. anjiyoplasti olarak isim lendirilen bu uygulama
Anjina pektoıisin uzun süreli tedavisinde kulla şöyle gerçekleştirilir; Çapı 1 m ilim etre olan ve
nılan bir diğer grup ilaç, propranolol gibi beta blo- ucunda bir balon bulunan bir kateter radyolojik
kerlerdir. Bu ilaçlar beta sempatik reseptörleri blo yönlendirme ile koroner damar sistemi içine soku
ke ederek heyecanlanm a ya da egzersiz sırasında lur ve balon uç, kısmen tıkalı damarın üzerine ge
sempatik uyarının kalp hızı ve kalp m etabolizm ası linceye kadar ilerletilir. Daha sonra balon birkaç at
nı artırmasını engellerler. Böylece beta blokerleıle mosfer basınçla şişiıilir, damarın daralmış bölgesi
tedavi kalbin stresli koşullarda fazladan metabolik gerilerek genişletilir. Bu işlemden sonra tıkalı da
oksijene duyduğu gereksinimi azaltır. Bu, açıkça marda kan akımı üç ya da dört kat artar ve anjiyop
anlaşılabileceği gibi anjinal atakların şiddetini ve lasti yapılan hastaların dörtte üçünde iskem ik
sıklığını azaltır. sem ptomlar en azından birkaç yıl ortadan kalkar.
Ancak çok sayıda hastaya yine de koroner bypass
yapılması gerekir.
Koroner Hastalığın Cerrahi Tedavisi A teıoskleıotik koroner arterleri açm ak için d a
ha yeni uygulam alar deneysel olarak geliştiril
A ortik-K oroner Bypass Cerrahi. Koroner yeter meye çalışılm aktadır. Bunlardan biri, bir koroner
sizliği olan hastaların çoğunda, koroner damarda arter k ateteriııin ucuna yerleştirilen bir lazer
ki darlık bölgesi küçük bir alanda bulunur ve bu kaynağından oluşm aktadır. Lazer ışını, alttaki
noktanın dışında kalan bölgelerde damar normal dam ar duvarına önem li bir zarar verm eden lez-
ya da hem en hemen normaldir. Geçtiğimiz 30 yır yonu temizler.
içinde aoıtik-koıoner bypass olarak isimlendirilen Bir başka gelişme, anjiyoplastiyle açılan koroner
bir cerrahi yöntem geliştirilmiştir. Bu yöntemde arter içine küçük m etal bir "kılıf” m yerleştirilm e
küçük ven greftleri ile aort ve periferik koroner da sidir. Böylece restenoz önlenir.
REFERANSLAR
B e lle r G A : C linical N uclear C ardiology. Ph ila Dahan A, Teppem a L , B eek J: Physiology and tory Pathology: C ardiac Output and Its
delphia: W B Saunders C o. 1994. Pharm acology o f Cardio-respiratory C o n R egulation. Philadelphia: W B Saunders Co,
B ittl JA : A dvances in coronary angioplasty. trol. B oston: Kluw er A cadem ic Publishers, 1973.
New Engl J Med 3 3 5 :1 2 9 0 , 1996. 1998. H a jja r K A , Nachm an R L : T h e role o f lipopro-
Braunw ald E: Heart D isease: A T ex tb o o k o f D ietz N M , Jo y n er M J, Shepherd J T : V aso va tein (a) in atherogenesis and throm bosis.
Cardiovascular M edicine. Philadcphia: W B gal syncope and skeletal muscle vasodilata Annu R ev M ed 4 7 :4 2 3 , 1996.
Saunders C o. 1992. tion: the continuing conundrum. Pacing K irklin JW , B arratt-B o yes B G : C ardiac S u r
C ollins R, Peto R , B aigcn t C , S leig h t P: A spi Clin Electrophysiol 2 0 :7 7 5 , 1997. gery. New York: Churchill Livingstone,
rin, heparin, and fibrinolytic therapy in sus Fallon JT : C ardiovascular Pathophysiology: A 1993.
pected acute myocardial infarction. New Problem Oriented Approach. Philadelphia. K latsk y A L : A lco h o l, coronary disease, and
Engl J M ed 3 3 6 :8 4 7 , 1997. J B Lippincott, 1994. hypertension. Annu R ev Med 4 7 :1 4 9 ,
C ooke JP , Dzau V J: Nitric oxide synthase: G reen D J. O 'D risco ll G . Blanksby B A , T ay lo r 1996.
role in the genesis o f vascular disease. R R : Control o f skeletal m uscle blood How L ash JM : Regulation o f skeletal m uscle blood
Annu R ev M ed 4 8 :4 S 9 , 1997. during dynam ic exercise: contribution o f flow during contractions. Proc S o c Exp B iol
Copper G : B a sic determ inants o f m yocardial endothelium-derived nitric oxide. Sports M ed 2 1 1 :2 1 8 , 1996.
hypertrophy: a review o f m olecular m echa Med 2 1 :1 1 9 . 1996. Laughlin M H , M cA llister R M , Jasp crse J L , el
nism s. Annu Rev Med 4 8 :1 3 , 1997. Guyton R A , Daggett W M : T h e evolution o f al: Endothelium -m edicated control o f the
C rnac J , Schm idt M C . Theissen P. Sech tem V : m yocardial infarction: Physiological basis coronary' circulation: exe rcise training-in
A ssessm ent o f m yocardial perfusion by for clin ical intervention. Int Rev Physiol 9: duced vascular adaptations. Sports Med 22:
m agnetic resonance im aging. Her/. 2 2 :1 6 , 3 0 5 , 1976. 2 2 S , 1996.
1997. Guyton A C , Jon es C E, C olem an T G : C ircu la L eisch ik R, R ose J , Caspari G ; el al: Contrast
234 ÜNlTE IV • Dola§im
echocardiography for assessm ent o f m yo Pappenhcim er J R : Passage o f m olecules Schm erm und A, B e ll M R , Lerm an LO , Ritman
cardial perfusion. Herz 2 2 :4 0 , 1997. through capillary w alls. Physiol R ev 3 3 : E L , Rum berger JA : Q uantitative evaluation
L lo y d -Jo n es D M , Bloch K D : T h e vascular b i 3 8 7 , 1953. o f regional m yocardial perfusion using fast
ology o f nitric oxide and its role in athcro- Puybasset L , B c a M L , Ghaleh B , G iudicelli x-ray com puted tom ography. H erz 2 2 :2 9 ,
genesis. Annu R ev M ed 4 7 :3 6 5 , 1996. J F , Bordeaux A: Coronary and system ic he 1997.
M ajesk y M W : A little V E G F goes a long way. modynam ic e ffects o f sustained inhibition T y son S R : G ero nto lo gical Nursing Care. Phila
Therapeu tic angiogenesis by direct injection o f nitric oxide synthesis in conscious dogs. delphia: W B Saunders C o, 1999.
o f vascular endothelial growth factor-en cod C irc R es 7 9 :3 4 3 , 1996. Um pierrez G E , S tile s R G , K leinbart J , Krendel
ing plasm id DN A. Circulation 9 4 :3 0 6 2 , R ah im toola S H : Hibernating myocardium has D A , W atts N B : D iab etic m uscle infarction.
1996. reduced blood (low at rest that increases A m J Med 1 0 1 :2 4 5 , 1996.
M aruyam a Y , Hori M , Janick i JD : C ard iovas with low -dose dobutamine. Circulation 9 4 : U ren N G . C rake T : R esistiv e vessel function
cular R em od eling and Functional In terac 3 0 5 5 , 1996. in coronary artery disease. Heart 7 6 :2 9 9 ,
tion. T o k y o : Springer, 1997. R e ib c r JH C , Serruys P W : Progress in Quanti 1996.
M cA lliste r R M , Delp M D , Laughlin M H : A tative C oronary A rteriography. Hingham, van der W all E E , V liegen H W , de R o os A,
review o f e ffe cts o f hypothyroidism on vas M A : K luw er A cadem ic Publishers, 1994. B m s c h k e A V : M agn etic resonance tech
cular transport in skeletal m uscle during e x R o w ell L B : Neural control o f m uscle blood niques fo r assessm en t o f m yocardial v iabil
ercise. Can J Appl Physiol 2 2 :1 , 1997. flow: im portance during dynam ic exercise. ity. J C ard iovasc Pharm acol 2 8 :S 3 7 , 1996.
M iura M : Regulation and failure o f coronary Clin E xp Pharm acol Physiol 2 4 :1 1 7 , 1997. W eb er PC , L e a f A : A therosclero sis: C ellular
circulation . Jpn Heart J 3 7 :5 8 5 , 1996. Rubin B B , Rom aschin A . W alker PM , Gute Interactions, Grow th F actors, and Lipids.
M ubagw a K , M ullane K , Flam cng W : R o le o f D C , K orihuis R J: M echanism s o f postis- New Y o rk : R av en Press, 1994.
adenosine in the heart and circulation. C ar- ch em ic injury in skeletal m uscle: interven W eir E K , R eeve H L, Cornfield D N , et al: D i
diovasc R es 3 2 :7 9 7 , 1996. tion strategies. J Appl Physiol 8 0 :3 6 9 , versity o f response in vascular sm ooth mus
M uller JM , D avis M J, C hilian W M : Integrated 1996. cle c ells to changes in oxygen tension. K id
regulation o f pressure and flow in the c o ro S ch ach in g cr V , Z eih er A M : Alterations o f cor ney Int 5 1 :4 6 2 , 1997.
nary m icrocirculation. Cardiovasc R e s 3 2 : onary blood flow and myocardial perfusion. W iltgen C M , B rew ster D C : Current status o f
6 6 8 , 1996. Heart 7 6 :2 9 5 , 1996. the surgical treatm ent o f patients with c a
O ’ B rien Cousins S : E x ercise, A ging, and Sch ap er W , Ito W D : M olccu lar m echanism s o f rotid artery disease: the surgical m anage
H ealth. W ashington: T a y lo r & Francis, coronary collateral vessel growth. C irc Res ment o f carotid ath erosclerosis. Annu Rev
1997. 7 9 :9 1 1 , 1996. M ed 4 8 :6 9 , 1997.
Kalp Yetersizliği J ı
Belki de hekim tarafından tedavi edilmesi gereken mmHg’a yükselmiş durumdadır. Bu düşük kalp
en önem li hastalık, kalbin kanı pom palam a yete debisi yaşamın belki birkaç saat devam ettirilm e
neğini azaltan herhangi bir durumda oluşabilen si için yeterlidir, ancak bilinç kaybı olaya eşlik
kalp yetersizliğidir. Neden, genellikle azalmış koro edebilir. Genellikle bu akut evre yanlızca birkaç
ner kan akımı sonucu miyokard kontraktilitesinin saniye kadar sürer. Çünkü, aşağıda açıklandığı şe
(kasılma yeteneğinin) azalmasıdır. Ancak, pom pa kilde haraplanm ış kalp için büyük oranda kom-
lama yetersizliği, kalp kapaklarının harabiyeti, kalp panse edici olabilen sem patik refleksler hem en
çevresinde dış basınç, B vitamini eksikliği, primer devreye girer.
kalp kası hastalığı veya kalbin pom palam a etkinli
ğini azaltan herhangi diğer bir anormallik sonucu A ku t Kalp Yetersizliğinin Sem patik Refleksler
da oluşabilir. Bu bölümde esas olarak iskemik kalp le Kompansasyonu. Kalp debisi tehlikeli derece
hastalığının neden olduğu kalp yetersizliğini tartı de düşük düzeye indiği zaman Bölüm 18'de tartışı
şacağız. Bölüm 23’de valvüler ve konjenital kalp lan dolaşım reflekslerinin çoğu hem en aktive olur.
hastalıkları ele alınacaktır. Bunların en iyi bilineni arteıyel basıncın azalm a
sıyla aktifleşen baroreseptör reflekstir. Olasılıkla ke-
Kalp Yetersizliğinin Tanımı. “Kalp yetersizliği” te m oıeseptör refleks, m erkezi sinir sistem inin iskem ik
rimi basitçe kalbin vücudun gereksinim ini ka rşıla cevabı ve hatta hasara uğramış kalpten kay n a kla
m aya yetecek m iktarda katıı p o m p a la m a vt\ersizli- nan refleksler de sinirsel cevaba katılırlar. Fakat,
ği demektir. hangi refleksler aktive olursa olsun sem patikler
birkaç saniye içinde kuvvetle uyarılırken, parasem
patikler ıesiprok olarak aynı anda inhibe olurlar.
Kuvvetli sempatik stimülasyon dolaşım üzerinde
iki büyük etkiye sahiptir: Birincisi bizzat kalp üze
KALP YETERSİZLİĞİMDE DOLAŞIM rinde, İkincisi periferik damar sistem i üzerinde.
DİNAMİKLERİ Eğer ventrikül kasının tam amı diffüz olarak harap
lanmış fakat halen fonksiyonel ise, sem patik sti
mülasyon bu haraplanmış kas dokusunu güçlendi
Orta Derecede Ka'jp Yetersizliğinin Akut rir. Eğer kasın bir bölümü fonksiyonsuz, bir bölü
Etkileri mü hala normal ise normal kas sem patik stim ülas-
yonla kuvvetle uyarılır, bu yolla fonksiyon yapm a
Miyokard infarktü sünde olduğu gibi kalp aniden yan kas için kısmi kompansasyon sağlanır. Böylece
ciddi olarak hasa.r görürse, kalbin pom palam a ye kalp sem patik inıplusların etkisi altın da genellikle
teneği derhal azalır. Sonuç olarak iki önemli etki yüzde 100 güçlenerek d a h a kuvvetli bir p om p a h a
oluşur; ( 1 ) kal’p debisinde azalma ve (2 ) sistem ik line gelir. Bu etki Şekil 22-1’de gösterilmiştir. Bura
venöz basınci'n artm asına bağlı olarak kanın veri da sempatik kompansasyon sonrası kalp kası debi
lerde göllenn\esi. Bu etkiler Şekil 2 2 -1 ’de şem atik si eğrisinin iki kat kadar yükseldiği görülmektedir
olarak göster ilmiştir. Bu şekil öncelikle norm al bir (noktalı eğri).
kalp debisi Eğrisini göstermektedir ve bu eğri üze Sempatik stimülasyon, dolaşım sistem inde kan
rindeki A J.ıoktası dinlenim koşullarında 5 lit damarlarının çoğunun, özellikle venlerin tonusunu
re/ dak.’lık norm al bir kalp debisi ve 0 mmHg’lık artırdığı için, ortalam a sistemik doluş basıncını 1 2 -
sağ atrium basıncı ile normal fonksiyon noktasıdır. 14 mmHg’ya, hemen hemen normalin yüzde 100’ü
Kalp haraplanm ağa başladıktan hem en sonra, üzerine yükselterek venöz dönüş eğilimini de artırır.
kalp debisi eğrisi hızla düşmeye başlar, grafiğin Bölüm 20'de tartışıldığı gibi bu durum, kanın kalbe
altında kısa çizgilerle gösterilen en düşük eğriye geri dönme eğilimini önemli derecede artırır. Bu n e
iner. Birkaç saniye içinde B noktasında yeni bir denle, hasarlanmış kalp, olağandan daha fazla ka
dolaşım durumu gelişir. Bu durumda kalp debisi nın gelişi ve sağ atriyum basıncının daha da yüksel
norm alin beşte ikisi kadar olan 2 litre/dak’ya düş mesi ile daha da güçlenir. Bu da kalbin daha büyük
müştür. Oysa kalbe dönen kanın sağ atriyumda miktarlarda kan pompalamasına yardım eder. Böy
g ö llen m esi ned eniy le sağ atriyum b a sın cı 4 lece Şekil 22-1’de kalp debisinin 4.2 litre/dak. ve sağ
235
236 ÜNİTE IV • Dolaşım
M iy o k a rd İn fa rk tü s ü n d e n ijo n ra
B ö b re k le rle Su T utulm ası ve Kan M iyo ka rd ın İyileşm esi
H a c m in d e S a a tle r ve G ü n le r İçin de
A rtm a Miyokard iııfarktüsü sonucu kalp am olarak harap-
landıktan sonra vücudun doğal ta mir süreçleri
Düşük kalp debisi böbrek fonksiyonu üzerinde normal kalp fonksiyonlarım geri getirm ek üzere
önemli bir etkiye sahiptir. Bazen, kalp debisi nor ivedilikle çalışmaya başlar. Yeni kollate rai damarlar
malin yarısı ila üçte ikisine indiği zaman anüri olur. infaıkt alanının periferik bölgelerine ilerlem eye
Genel olarak, kalp debisi normalden önemli dere başlar ve genellikle kenar kesimlerdeki ikasın çoğu
cede düşük olduğu sürece idrar çıkarılması da aza nun yeniden fonksiyon kazanm asını sağlar. Ayrıca
lır ve genellikle akut bir kalp krizinden sonra kalp haraplanmamış kas lıipertrofiye uğrar;, bu yolla
debisi herhangi bir yolla tam am en veya kısmen kalp haraplanmasıyla oluşan fonksiyon kaybının
normale dönm edikçe düşük düzeyde kalır. çoğu karşılanmış olur.
D üzelm en in d erecesi kalp h a s a rın ın tip in e
K alp Y e te rs izliğ in d e O rta D ere c ed e Sıvı bağlıdır ve hiç düzelm e o lm am asın d an tam iyi
Retansiyonunun Yararlı Etkileri. Eskiden kardi leşm eye kadar farklılık gösterir. G en eld e, m iyo
yologların çoğu, sıvı tutulmasının kalp yetersizli kard infarktüsünden sonra kalp birkaç g ü n ya da
ğinde daima zararlı etkiye sahip olduğunu sanır hafta içinde hızla düzeltir ve 5-7 haftad a son iyi
BÖLÜM 22 • Kalp Yetersizliği 237
leşm e durum una ulaşır. Ancak bazen iyileşm e yonuna bağlı olarak artmış kan volümü) kalpteki güç
aylar sürer. süzlüğün devam etmesine karşın kalp debisini nor
mal bir düzeyde tutabildiğini göstermektedir. Bunun
Kısmi İyileşmeden Sonra Kalp Debisi Eğrisi. la birlikte kronik kalp güçsüzlüğünün sonuçlarından
Şekil 2 2 -1 ’de uzun kesik çizgili eğri akut miyokard biri sağ atriyum basıncındaki kronik arüştır; Şekil 22-
infarktüsünden bir hafta kadar sonra kısmen dü l ’de 6 mmHg olarak görülmektedir. Özellikle ileri yaş
zelmiş kalbin fonksiyonunu göstermektedir. Bu sü lardaki birçok kişide dinlenim durumunda kalp debi
rede önemli miktarda sıvı da vücutta tutulmuş ve si normal olduğu halde, değişik derecelerde kompan
venöz dönüş eğilimi belirgin olarak artmıştır. Bu se kalp yetersizliği nedeniyle sağ atriyum basıncı ha
nedenle sağ atriyum basıncı daha da yükselmiştir. fiften orta dereceye kadar yükselmiştir. Bu kişiler kalp
Sonuç olarak dolaşımın durumu şimdi C noktasın lerindeki hasarın farkında olmayabilirler, çünkü baş
dan D noktasına değişmiştir. Bu nokta 5 lit- langıçta belli olmayacak kadar küçük olan hasar iler
re/dak.lık normal bir kalp debisini göstermektedir, ledikçe ona uygun kompansasyon gelişmiştir.
fakat sağ atriyum basıncı 6 mmHg'ya yükselmiştir. Bir kişide kompanse kalp yetersizliği olduğu za
Kalp debisinin normale dönmesi nedeniyle, b ö b man herhangi bir ağır egzersiz yapm a girişimi akut
rek debisi de normale dönecektir ve ilave sıvı re- yetersizlik semptomlarının hem en ortaya çıkm ası
tansiyonu oluşmayacaktır. Ancak, oluşmuş ıetan- na neden olur. Çünkü kalp pom palam a kapasitesi
siyon, vücut sıvılarını hafif yükselmiş durumda tut ni egzersizi sürdürmek için gerekli olan düzeye
maya devam eder. Bu nedenle şekilde D noktasıyla yükseltemez. Bu nedenle kompanse kalp yetersizli
gösterilen yüksek sağ atriyum basıncı hariç olmak ğinde kalp yedeğinin azalmış olduğu ifade edilir.
üzere, şahıs şimdi istirahat durum unda kaldığı sü Kalp yedeği kavramı tam olarak bölüm ün sonunda
rece norm al kardiyovasküler dinamiklere sahiptir. tartışılacaktır.
Eğer kalp önemli derecede iyileşir ve eğer uygun
miktarda sıvı retansiyonu olursa sempatik stimülas
yon aşağıdaki nedenlerle giderek normale döner: Ağır Kalp Yetersizliğinin Dinamiği -
Kalbin kısmi iyileşmesi kalp debisi eğrisine ve art Dekompanse Kalp Yetersizliği
mış kan volümü de venöz dönüş üzerine sempatik
stimülasyonunkine benzer etki yapar. Böylece bu iki Eğer kalp ağır bir şekilde hasara uğrarsa ne sempatik
faktör geliştikçe kalp yetersizliğinin akut safhasın sinir reflekslerine de sıvı retansiyonu kompansasyo-
daki sempatik stimülasyonun yol açtığı hızlı nabız, na yeterli olmaz ve zayıflamış kalp normal bir kalp
derinin soğuk oluşu ve solgunluk giderek kaybolur. debisi pompalayamaz. Sonuç olarak, kalp debisi nor
mal böbrek fonksiyonunu sağlayacak değere yüksele-
mez. Sıvı retansiyonu devam eder, kişide ödem gittik
çe artar ve olayların bu durumu sonuçta ölüme götü
Akut Kalp Yetersizliği Sonrası Oluşan rür. Buna dekompanse kalp yetersizliği denir.
Değişikliklerin Özeti - “Kompanse Kalp Böylece dekompanse kalp yetersizliğinin ana n e
Yetersizliği” deni böbreklerin günlük gerekli m iktarda sıvıyı
ekskrete etmeleri için kalbin yeterli m iktardaki kanı
Son bir kaç kısımda tartışılan olayları özetlemek p om p alam ad aki zayıflığıdır.
için akut, orta şiddette bir kalp krizi sonrasındaki
dolaşım dinamiği değişiklikleri şu evrelere ayrılabi Dekompanse Kalp Yetersizliğinin G rafik Anali
lir. ( 1 ) kalp haraplanmasmın ani etkisi; (2 ) başlıca zi. Şekil 22-2’de büyük oranda azalmış bir kalp de
ilk 30 saniye ila 1 dakika içinde sempatik sinir siste bisi eğrisi görülmektedir. Eğri aşırı derecede zayıf
mi ile kompansasyon; ve (3) kalbin kısmi düzelme lamış ve güçlenemeyen bir kalbin fonksiyonunu
si ve renal sıvı retansiyonu sonucu kronik kom pan tanımlamaktadır. Bu eğri üzerindeki A noktası hiç
sasyon. Bütün bu değişiklikler Şekil 2 2 -1 ’de kalın bir kompansasyon oluşmadan önceki dolaşımın
çizgi ile şem atik olarak üzerinde gösterilmiştir. Bu yaklaşık durumunu, B noktası sem patik stim ülas
çizgi üzerinde; dolaşımın normal durumu (A nok yonla olabildiğince kompansasyon sağlandıktan
tası), kalp krizinden birkaç saniye sonra fakat sem sonraki, fakat aşırı sıvı retansiyonu başlamadan
patik refleksler oluşmadan önceki durum (B nokta önceki durumu gösteriyor. B noktasında kalp debi
sı), sem patik stimülasyonla kalp debisinin norm a si 4 litre/dak.’ya ve sağ atriyum basıncı 5 mmHg’ya
le doğru yükselmesi (C noktası), ve günler ya da yükselmiştir. Kişi nisbeten iyi durumda görünm ek
haftalar alan kalbin iyileşmesi ve sıvı retansiyonu tedir, fakat bu durum aşağıdaki nedenlerle statik
süreci sonrasında kalp debisinin normale dönüşü kalmayacaktır: Kalp debisi böbreklerin yeterli mik
(D noktası) görülmektedir. Bu son durum k om p a n tarda sıvıyı atmasına yetecek kadar yükselmez. Bu
se kalp yetersizliği olarak adlandırılır. nedenle sıvı retansiyonu azalmadan devam eder ve
sonuçta ölüme yol açabilir. Bu olaylar kantitatif
Kompanse Kalp Yetersizliği. Şekil 2 2 - 1 ’de kalp de olarak aşağıdaki gibi açıklanabilir.
bisi eğrisinde işaret edildiği gibi kalbin pompalama Şekil 22-2’de 5 litrelik bir kalp debisi düzeyindeki
yeteneğinin hala normalin yarısından daha düşük dü kesikli çizgiye dikkat ediniz. Bu böbreklerin normal
zeyde olduğuna özellikle dikkat ediniz. Bu, sağ atri sıvı dengesini tekrar oluşturabilmeleri için -yani
yum basıncını artıran faktörlerin (başlıca sıvı ıetansi- tuz ve suyun vücuda alındıkları düzeyde atılabil
238 ÜNİTE IV • Dolaşım
Ş E K İL 22 - 2
Dckompanse kalp hastalığını gösteren
büyük oranda dcprese olmuş kalp debi
si eğrisi. Giderek artan sıvı retansiyonu
sağ atriyıım basıncını yükseltir ve kalp
debisi A noktasından F noktasına deği
şir.
m esi için- gerekli olan kritik kalp debisi düzeyidir. durumu başlıca, giderek artan ödem ve özellikle ak
Bu düzeyin altındaki herhangi bir kalp debisinde ciğerlerde krepitan railer ve dispneye (hava açlığı)
daha önce tartışılmış olan sıvı retansiyonu m eka yol açan akciğer ödemi ile belirlenir. Bütün klinikçi-
nizm alarının hepsi çalışır ve vücut sıvı volümleri ler olaylar bu aşamaya geldiği zaman, tedavinin ba
gittikçe artar. Sıvı volümündeki bu ilerleyici artış şarısız kalarak hızla ölüme götürdüğünü bilirler.
nedeniyle ortalama sistemik doluş basıncı yüksel
meye devam eder; bu da giderek artan miktarlarda Dekompansasyonun Tedavisi. Dekompansasyon
kanı sağ atriyuma gönderir, böylece sağ atriyum süreci genellikle şu yollarla durdurulabilir. (1) Belir
basıncı artar. Bir gün ya da daha sonra dolaşımın li yollardan birisiyle özellikle dijital gibi kardiyoto
durumu Şekil 22-2'deki B noktasından sağ atriyum nik bir ilaç verilerek kalbi kuvvetlendirmek, böbrek
basın cın ın 7 m m H g’ya, kaip debisinin 4.2 Iit- fonksiyonlarının tekrar normale dönmesi için yeter
re/dak.ya yükseldiği C noktasına değişir. Kalp debi li miktarlarda kan pompalayabilecek gücü kazandır
sinin hala böbreklerden normal miktarda sıvı atıl mak ya da (2 ) diıiretik vererek veya su ve tuz alimim
m asına yetecek düzeyde olmadığına dikkat ediniz. azaltarak düşük kalp debisine rağmen sıvı alımı ve
Bu yüzden sıvı retansiyonu devam eder ve ertesi atılması arasında denge oluşturmak.
gün veya daha sonra sağ atriyum basın cı 9 Her iki yöntem de normal sıvı dengesini kurarak,
mmHg’ya yükselerek dolaşım D noktasıyla tanım yani en azından vücuda giren miktarda sıvının çıkma
lanan duruma gelir. Kalp debisi hala normal sıvı sını sağlayarak dekompansasyon sürecini durdurur.
dengesini oluşturmaya yeterli değildir.
Sıvı retansiyonu birkaç gün daha sürdükten son Dijital Gibi Kardiyotonik İlaçların Etki Mekanizma
ra sağ atriyum basıncı daha da yükselir, fakat şimdi sı. Dijital gibi kardiyotonik ilaçlar kalbi norm al bir
kalp fonksiyon eğrisi daha aşağı bir düzeye doğru kişiye uygulandığında kalp kasının kasılma gücünü
düşmeye başlar. Bu düşüş kalbin aşırı gerilmesi, artırmada çok az etkilidirler. Kronik kalp yetersizli
kalp kasının ödemi ve kalbin pompalama etkinliği ği olan kişiye verildiğinde aynı ilaçlar zayıf miyo-
ni azaltan diğer faktörlerden ileri gelir. Bu durum kardın gücünü bazen yüzde 50 -100 artırabilirler.
da daha fazla sıvı retansiyonunun dolaşıma yarar Bu nedenle kronik kalp yetersizliğinde tedavinin
dan çok zarar getireceği açıktır. Kalp debisi hala başlıca dayanağını oluştururlar.
norm al böbrek fonksiyonunu sağlamaya yetecek Dijital ve diğer kardiyotonik glikozidlerin kalp
yükseklikte değildir. Sıvı retansiyonu sadece devam kontraksiyonlarını kuvvetlendirici etkilerinin kas lif
etmekle kalmaz, kalp debisinin azalması nedeniyle lerinde kalsiyum iyonlarının miktarını artırmalarına
hızlanır. Sonuç olarak birkaç gün içinde dolaşımın bağlı olduğuna inanılmaktadır. Zayıflamış kalp ka
durumu kalp debisinin 2.5 litre/dakikadan daha az sında, sarkoplazmik retikulum normal miktarda kal
ve sağ atriyum basıncının 16 mmHg olduğu F nok siyum tutamaz ve bu nedenle kasın tam kontraksi-
tasına ulaşır. Bu durum şimdi yaşamla bağdaşm az yon yapmasına yetecek miktarda kalsiyum iyonlarını
lığa yaklaşmış veya ulaşmıştır ve hasta kaybedilir. kalp kası liflerinin seıbest-sıvı kompartmanına sala-
Kalp yetersizliğinin gittikçe ağırlaştığı bu duru maz. Dijitalin etkisi normalde kalsiyumu hücre dışı
ma d ekom p an se k a lp yetersizliği adı verilir. na pompalayan kalp kası hücre membranlarınm kal
Böylece, bu analizden kalp debisinin normal siyum pompasını baskılamaktadır. Kalsiyum iyonla
böbrek fonksiyonu için gerekli olan kritik düzeye rı doğal olarak membrandan içeri sızma eğiliminde
yükselme yetersizliğinin sonuçları görülebilir. Bun olduklarından, bu mekanizma normalde bu hücre
lar ( 1 ) gittikçe artan sıvı retansiyonu ve bunun yol lerde kalsiyum konsantrasyonunun aşırı yükselme
açtığı (2 ) ortalama sistemik doluş basıncının gide sini önlemek için gereklidir. Bununla birlikte kalp ye
rek artması ve (3) sağ atriyum basıncının gittikçe tersizliği durumunda ekstra kalsiyum gereklidir ve
yükselmesidir. Sonuçta kalp o kadar gerilir veya o bu kasın kasılma kuvvetini artırır. Bu nedenle ılımlı
kadar ödem yapar ki az miktardaki kanı bile pom- miktarda kullanılan dijital kalsiyum pompalama
palayamaz ve bu nedenle tamamen yetersiz hale mekanizmasını baskılamak ve hücre içi kalsiyum
gelir. Klinik olarak dekompansasyonun bu ciddi düzeyinin yükselmesini sağlamak için yararlıdır.
BÖLÜM 22 • Kalp Yetersizliği 239
500-
1. Periferik dolaşımdan gelen venöz dönüşün artı Normal
şı zaten zayıf olan sol ventrikülün yükünü geçici ola 400-
>5) Orta derecede
rak artırır. Sol kalbin pompalama kapasitesi sınırlı kapak hastalığı
1 300- Orta şiddette
olduğundan kan akciğerlerde göllenmeye başlar. koroner
2. Akciğerlerdeki kanın artışı pulmoner kapiller % 200 hastalık Difteri
basıncı yükseltir ve az miktarda sıvı akciğer dokula
100- Ağır koroner Ağır kapak
rı ve alveolleıe sızmaya başlar.
tromboz hastalığı
3. Akciğerlerde sıvı arttıkça kanın oksijenlenme 0
Bu kısır döngü belirli bir kritik noktanın ötesine Düşük Kalp Yedeğinin Tanısı - Egzersiz Testi.
geçince cesur tedavi girişimleri uygulanmaz ise Kalp yedekleri düşük olan kişiler dinlenim duru
hastanın ölümüne kadar devam eder. Süreci geri munda kaldıkları sürece genellikle kalp hastası ol
döndiirebilen ve hastanın hayatını kurtarabilen te duklarını bilmezler. Düşük kalp yedeği tanısı genel
davi tipleri şunları içerir: likle kişiye tıeadmillde egzersiz yaptırılarak veya
merdiven testi ile konulabilir. Kalbin yükünün art
1. Kanın çoğunu venlerde tutmak üzere kollara masıyla küçük miktardaki yedek hızla kullanılır ve
ve bacaklara turnike uygulanarak sol kalbin iş yü kalp debisi vücudun yeni aktivitesini sürdürmek için
künün azaltılması yeterli derecede yt'ıkselemez. Akut etkiler şunlardır:
2. Hastadan kan alınması,
3. Vücuttan hızlı su kaybı oluşturmak üzere furo- 1. Kalbin dokulara yeterli kan pompalayamam a-
semid gibi hızlı etkili bir diüretik verilmesi. sı sonucu ani ve bazen şiddetli nefes darlığı (disp-
4. Kanın oksijen saturasyonu düşüklüğünü, kalp ne) olur, bu doku iskemisine yol açar ve hava açlığı
bozulmasını ve periferik vazodilatasyoııu düzelt duygusu yaratır.
mek için hastaya saf oksijen solutulması. 2. Kas iskemisine bağlı şiddetli kas yorgunluğu
5. Kalbi güçlendirmek için hastaya ouabaiıı gibi gelişir, böylece kişinin egzersizi sürdürme gücünü
hızlı etkili kaıdiyotonik bir ilaç verilmesi. kısıtlar.
Akut akciğer ödenm inin bu kısır döngüsü o ka 3. Kalp frekansında aşırı artma olur, çünkü sinir
dar hızlı ilerleyebilir ki 2 0 dakika - 1 saat içinde ölü sel refleksler yetersiz kalp debisini yükseltmek için
me götürebilir. Bu nedenle başarılı olacak herhan şiddetle aktive olurlar.
gi bir tedavi acilen uygulanmalıdır. Egzersiz testleri kardiyologların gereçleıinden-
dir. Kalp debisi ölçümlerinin yerini tutan bu testler
kliniklerin çoğunda kolayca yapılamaz.
ter ve büyük bir ven arasındaki doğrudan bağlantı) deki yaklaşık değişikliği göstermektedir. Kalp d ebi
açılışı nedeniyle sistem ik direncin (total periferik si düzeyi eğrisinin azalmış düzeyi beriberi sendro-
direnç) büyük miktarda düşmüş olduğunu farze- muna yol açan avitaminoz (başlıca tiam in eksikli
delim. Venöz dönüş eğrisi "A-V fistül” işaretli eğri ği) nedeniyle kalbin zayıflaması sonucudur. Kalp
yi vermek üzere yukarı doğru dönecektir. Bu venöz gücünün azalması böbreklere kan akımını azaltır.
dönüş eğrisi 12.5 litre/dak.’lık bir kalp debisi ve 3 Bu nedenle böbreklerde büyük miktarda sıvı tutu
mmHg’lık bir sağ atriyum basıncı ile B noktasında lur, bu da ortalama sistemik doluş basıncını (venöz
kesişir. Böylece, kalp debisi büyük oranda yüksel dönüş eğrisi ile sıfır kalp debisi düzeyinin kesiştiği
miş, sağ atriyum basıncı hafifçe artmış durumda noktayla gösterilmektedir) normal düzeyi olan 7
dır ve orta derecede konjesyon belirtileri vardır. mmHg'den 11 mm Hg’ye yükseltir. Bu durum ve
Eğer kişi egzersiz yapmaya teşebbüs ederse, kalp nöz dönüş eğrisini sağa kaydırır. Nihayet venöz dö
aıteriyovenöz fistülden geçen ekstra kanı pom pa nüş eğrisi normal değerden yukarı doğru döner,
lam ak için hem en hem en maksimum kapasitesini çünkü Bölüm 17’de açıklandığı şekilde avitaminoz
kullanmakta olduğundan küçük bir kalp yedeğine periferik kan damarlarını dilate eder.
sahip olacaktır. Bu durum yetersizlik durumuna İki kesik çizgili eğri beriberideki dolaşım duru
benzer ve "yüksek debi yetersizliği” adıyla anılır, munu tanımlayan C noktasındakesişir. Bu noktada
fakat gerçekte kalp aşırı venöz dönüşle çok fazla sağ atriyum basıncı 9 mmHg ve kalp debisi n or
yüklenmiştir. malden % 65 kadar fazladır. Bu yüksek kalp debisi
kalp debisi eğrisindeki plato düzeyinin baskılan
Beriberi. Şekil 2 2 - 8 ’deki kesikli çizgiler beriberinin mış olmasıyla gösterildiği gibi kalbin güçsüzlüğüne
neden olduğu kalp debisi ve venöz dönüş eğrilerin rağmen oluşur.
REFERANSLAR
A lonsozana G L , C hristenson R H : T h e case for lecular m echanism s o f nitric oxide regula H illbrand M , Spitz R T : Lip id s, H ealth, and
cardiac troponin T : m arker for effe ctiv e risk tion: potential relevance to cardiovascular Behavior. W ashington: A m erican P sy ch o
stratification o f patients with acute cardiac disease. C irc R es 7 3 :2 1 7 , 1993. logical A ssociation, 1 9 97.
ischem ia. C lin Chem 4 2 :8 0 3 , 1996. Doughty RN , Sharpe N: Beta-adrenergic Johnson R G , Kronias E G . Cardiac S arcoplas
Braunw ald E : Heart D isease: A T ex tb o o k for blocking agents in the treatment o f con ges m ic Reticulum and Regu lation o f C ontrac
Card iovascu lar M edicine. Philadelphia: \VB tive heart failure: m echanism s and clin ical tility. New Y ork: New Y o rk A cadem y o f
Saunders C o, 1992. results. Annu Rev Med 4 8 :1 0 3 , 1997. S cien ce s, 1998. .
B row n H, K ozlow ski R , D avey P: Physiology D rexler H, C oats A J: Explaining failure in K oss K L, K ranias EG : Phospholam ban: a
and Pharm acology o f the Heart. O xford: congestive heart failure. Annu R ev Med 4 7 : prominent regulator o f m yocardial con trac
B la ck w e ll S cien ce , 1997. 2 4 1 , 1996. tility. C irc R e s 7 9 :1 0 5 9 , 1996.
Burnett JC , Jr: Coronar)' endothelial dysfunc Flye M W : Atlas o f Organ Transplantation. Lakatta EG : Cardiovascular regulator)' m ech a
tion in the hypertensive patient: from m yo Philadelphia, W B Saunders C o, 1994. nisms in advanced age. Physiol R e v 7 3 :1 9 7 ,
cardial isch em ia to heart failure. J Hum Folkow B , Svanborg A: Physiology o f card io 1993.
Hyperten 11 :4 5 , 1997. vascular aging. Physiol R ev 7 3 :7 2 5 , 1993. M artino T A , Liu P, S ole M J: V iral infection
Chua T P , Piepoli M , C oats A J: A lveolar-cap il Gould K L : C oronary Stenosis and Reversing and the pathogenesis o f dilated cardiom yop
lary' m em brane diffusing capacity and its A therosclerosis. Philadelphia: Lippincott- athy. C irc Res 7 4 :1 8 2 , 1994.
role in the functional capacity o f chronic Raven Publishers, 1998. Peters N S: New insights into m yocardial ar-
heart failure patients. C ard iología 4 2 :2 6 5 , Guyton A C : T he system ic venous system in rhythm ogenesis: distribution o f gap-junc-
1997. cardiac failure. J C hronic D is 9 :4 6 5 . 1959. tional coupling in norm al, isch a em ic and
C ohen, M V , D ow ney JM : M yocardial precon Guyton A C , Jo n es C E , C olem an T G : C ircu la hypertrophied human hearts. C lin S e i 9 0 :
ditioning prom ises to be a novel approach tory Pathology: Cardiac Output and Its 4 4 7 , 1996.
to the treatm ent o f isch em ic heart disease. Regulation. Philadelphia, W B Saunders C o, Shinbane J S , W ood M A , Jen sen D N , et al:
Annu R e v M ed 4 7 :2 1 , 1996. 1973. Tachycardia-induced cardiom yopathy: a re
C ollin s L J : T h e role o f horm one replacem ent Hennekens CH, A lbert C M , Godfried S L , G a- view o f animal m odels and c lin ical studies.
therapy in the prim ary and secondary pre ziano JM , Buring J E : A djunctive drug ther J A m C oll Cardiol 2 9 :7 0 9 , 1997.
vention o f coronary artery disease. New apy o f acute m yocardial in farction — ev i Som erville J: M anagem ent o f adults with co n
Y o rk : Education al H ighlights, A m erican dence from c lin ica l trials. N Engl J M ed genital heart disease: an in creasing problem .
C o llege o f C ardiology 1 3 :1, 1998. 3 3 5 :1 6 6 0 , 1996. Annu Rev M ed 4 8 :2 8 3 , 1997.
Conn JN : T h e m anagem ent o f chronic heart Hilgem ann DW : T h e cardiac N a-C a exchanger Tyson S R : G erontological Nursing C are. Phila
failure. N Engl J M ed 3 3 5 :4 9 0 , 1996. in giant m embrane patches. Ann N Y Acad delphia: W B Saunders C o, 1999.
D inerm an J L , Low enstein O J, Sn yder S H : M o Sei 7 7 9 :1 3 6 , 1996.
Kalp Kapakları ve Kalp Sesleri;
Valvülerve Konjenital Kalp
□efektlerinin Dinamiği
sistol başında, A-V kapaklar kapandığı zaman baş masının nedeni sem iluner kapakların A-V kapakla
ladığı kabul edildiği için “lub" sesine birinci kalp ra göre daha gergin olmasıdır, bu nedenle A-V ka
sesi ve "dub"a ikinci kalp sesi adı verilir. paklara göre daha kısa bir süre titreşirler.
Şekil 23-1’de görüldüğü gibi birinci ve ikinci kalp
Birinci ve İkinci Kalp Seslerinin N edenleri. Kalp seslerinde işitilebilir frekans sınırı kulağın duya
seslerinin nedenleri için ilk açıklama kalp seslerine bildiği en düşük frekansta 40 titreşim/sn’de başlar
kapak yaprakçıklarının birbirine çarpm asından ve 500 titreşim/sn civarına uzanır. Bu sesleri kay
doğan titreşimlerin yol açtığı şeklinde idi. Fakat ka detmek için özel elektronik bir cihaz kullanıldığı
nın tam ponlama etkisiyle bunun ses oluşmasında zaman kaydedilen sesin en büyük kısmı işitm e sı
çok az etkiye sahip olduğu veya hiç olmadığı göste nırının altındaki frekanslardadır, 3-4 titreşim/sa
rilmiş durumdadır. Bunun yerine sesin nedeni k a niyeye kadar iner ve 2 0 titreşim/sn. civarında yo
pandıktan hem en sonra gergin kapakların titreş ğunlaşır. Bu nedenle bazı kalp sesleri steteskopla
m esi ile birlikte çevredeki kanın, kalp duvarlarının işitilmedikleri halde fonokardiyogıam larda elekt
ve kalp civarındaki biiyük dam arların vibrasyonu ronik olarak kaydedilebilirler.
dur denilmektedir. Yani birinci kalp sesinin oluş İkinci kalp sesi iki nedenle birinci kalp sesinden
masında, ventriküllerin kontraksiyonu aniden ka daha yüksek frekansa sahiptir: ( 1 ) gerginliği çok da
nın A-V kapakları (tıiküspid ve mitral kapaklar) ge ha az olan A-V kapaklara kıyasla sem ilüner kapak
ri itmesine neden olur. Bu, korda tendinalar bom- ların daha gergin oluşu ve (2 ) birinci kalp sesinin
belenm eyi aniden duıduıuncaya kadar kapakların vibrasyon sistem ini oluşturan çok daha gevşek
atriyumlara doğru bom belenm esine yol açar. Son ventriküllere kıyasla, ikinci ses için başlıca titreşen
ra kapakların elastik gerginlikleri geriye akan kanın kesimler olan arterlerin esneklik katsayısının, daha
tekrar ventrikülleıe doğru ileriye fırlamasına neden büyük oluşu. Klinisyeıı iki sesin spesifik karakteris
olur. Bu hareket, gergin kapaklarla birlikte kanı ve tiklerini ayırmak için bu ses farklılıklarını kullanır.
245
246 ÜNİTE IV • Dolaşım
\
1
10-
1 1 Kc)nuşr la
alanı
^ı
% 1
A\
.5 0 . 1- 1
o % ?/
Ka İp se 3leri 1
0.01
ve jfürü ileri
0 .001-
Ş E K İL 23 • 1 Ş E K İL 23 - 2
Kalp seslerinde çeşidi frekansdaki vibrasyonların amplitüdleri, Her kapak sesinin en iyi işitildiği göğüs bölgeleri.
ve işitme eşiği ile ilişkileri. Görüldüğü gibi işitilebilen seslerin
frekansları 40-500 titreşim / saniye arasındadır. (Buttenvorth,
Chassin and McGrath: Cardiac Auscultation. New York, Grun
and Stratton’dan değiştirilerek alınmıştır 1960). Farklı kalp seslerinin dinlendiği alanlar direkt ola
rak ilgili oldukları kapakların üzerinde değildir. Aort
alanı sesin aortta yukarı doğru iletimi nedeniyle aort
Üçüncü Kalp Sesi. Bazen diyastolün üçte bir orta boyunca yukarıda, pulmoner bölge pulmoner arter
kesiminin başında zayıf, gurultulu üçüncü bir kalp oyunca yukarıdadır, tıiküspid alanı, sağ ventrikül
sesi işitilir. Bu sesin makul fakat kanıtlanmamış üzerinde ve mitral bölgesi apeks üzerindedir. Kalbin
açıklaması, atriyumlardan ventriküllere hızla akan rotasyonu sonucu sol ventrikülün büyük bölümü
kanın ventrikül duvarları arasında ileri-geri dalga sağ ventrikülün arkasında yer aldığından, apeks sol
lanmalarıyla oluştuğu şeklindedir. Bu, bir musluk ventrikülün göğüs yüzeyine en yakın kesimidir. Di
tan bir torbaya su doldurulurken torba içine hızla ğer bir ifadeyle, A-V kapaklarının neden olduğu ses
akan suyun torba çeperleri arasındaki ileri geri ha ler her bir ilgili ventrikül tarafından göğüs duvarına
reketinin çeperde titreşimlere neden olmasına ben iletilir, ve semilunar kapaklara ait sesler özellikle
zer bir durumdur. Üçüncü kalp sesinin diyastolün kalpten çıkan büyük damarlar boyunca iletilir.
orta üçte birine kadar oluşmamasının nedeni, di
yastol başında ventrikülerdeki kan miktarının yan F o n o k a rd iy o g ra m
sım a için gerekli en küçük elastik gerginliğe bile yol
açacak düzeyde olmayışıdır. Bu sesin frekansı ge Eğer, düşük frekanslı sesi alabilen özel bir mikrofon
nellikle o kadar düşüktür ki, kulakta işitilemez, an göğüs duvarına yerleştirilirse, yüksek hızda yazdırıcı
cak çoğunlukla fonokardiyogramda belirlenebilir. bir apaıeyle kalp sesleri büyütülebilir ve yazdırılabi-
lir. Kayıt trasesine fonokardiyogram denir. Şekil 23-
A triyal Kalp Sesi (Dördüncü Kalp Sesi). Bazı kişi 3’de şematik olarak görüldüğü gibi kalp sesleri dal
lerde fonokardiyogramda bir atriyal kalp sesi kayde galar şeklinde ortaya çıkarlar. A trasesi birinci, ikinci
dilmiş olabilir. Ancak frekansı çok düşük olduğu ve üçüncü kalp seslerini ve hatta atriyal sese ait vib
için-genellikle 2 0 titreşim/saniye veya daha az-ste- rasyonları gösteren bir normal kalp sesleri kaydıdır.
toskopla hiç bir zaman işitilemez. Bu ses atriyum Üçüncü ve atriyal kalp seslerinin çok düşük şiddette
kontraksiyonu sırasında oluşur ve olasılıkla üçüncü
kalp sesine benzer şekilde kanın ventriküllere hızla
akışının yol açtığı vibrasyonlardan kaynaklanır.
3. Atriyal
N o rm a l K alp S eslerinin O s k ü lta s y o n Normal
B ö lg e le ri
oluşlarına dikkat ediniz. Üçüncü kalp sesi bireylerin rülmez, bunun tersi de doğrudur, yani stenoz ol
ancak üçte bir ile yarısında, atriyal kalp sesi bireyle madan ıegüıjitasyon olmaz.
rin belki dörtte biri kadarında kaydedilebilir.
Kapak Lezyonlarının D iğer N edenleri. Stenoz
ya da bir veya daha fazla kapak yaprakçığınııı ek
Kapak Lezyonları sikliği konjenital bir defekt olarak oluşur. Yapıak-
çıklaıın tam yokluğu nadir olmakla birlikte bu b ö
R o m a tizm a l K apak Lezyonları lümde daha sonra tartışılacağı gibi konjenital ste
noz yaygındır.
Kapak lezyonlarının büyük çoğunluğu romatizmal
ateş sonucu oluşur. Romatizmal ateş kalp kapakla
rına zarar verme ya da haraplam a olasılığı büyük K apak Lezyo n la rının N e d e n O ld u ğ u
olan otoim m ün bir hastalıktır. Olay, genellikle K alp Ü fü tü m le ri
streptokok toksinleriyle aşağıdaki şekilde başlatılır.
Olaylar zinciri hem en daima boğaz enfeksiyonu, Şekil 23-3’deki fonokardiyogramda görüldüğü gibi
kızıl ya da orta kulak enfeksiyonu gibi spesifik ola kapak anormalliklerinde “kalp üfürümleri” olarak
rak A grubu hemolitik steptokokların neden oldu bilinen bir çok anormal kalp sesleri oluşur.
ğu öncü bir streptokok enfeksiyonu ile başlar.
A o rt Darlığı (Stenozu) Üfürümü. Aort stenozun-
Streptokoklar antikor oluşumuna yol açan çeşitli
da kan sol ventıikülden aort kapağının sadece kü
proteinler salarlar. Bunlardan en önem lisinin “M ”
çük bir açıldığından fırlatılır. Fırlatmaya karşı koyan
antijeni adı verilen bir protein olduğu kabul edil
direnç nedeniyle sol ventrikül basıncı bazen 300
mektedir. Antikorlar sadece bu "M ” antijeni ile de
mmHg’ya kadar yükselir, oysa aorttaki basınç nor
ğil, fakat aynı zamanda vücudun pekçok farklı do
maldir. Böylece sistol sırasında kapağın küçülmüş
kuları ile de reaksiyona girerek, sıklıkla şiddetli im
açıklığından kanın çok yüksek bir hızda fırlatılması
m ünolojik hasara yol açarlar. Bu reaksiyonlar anti
ile hortum etkisi yaratılır. Bu aort kökünde kanın
korlar kanda mevcut olduğu sürece - 6 ay veya daha
şiddetle girdaplannıasm a neden olur. Giıdaplı ka
uzun süre- oluşmaya devam ederler.
nın aort duvarlarına çarpması şiddetli titreşimlere
Romatizmal ateş pekçok vücut kesiminde, fakat
yol açar ve aort üst kesimi ve hatta boyundaki bü
özellikle kalp kapakları gibi bazı hassas bölgelerde
yük arterler boyunca yayılan kuvvetli bir üfürüme
lıaıabiyete neden olur. Kalp kapağındaki hasarın
neden olur. Bu ses haşindir ve ciddi stenozda bazen
derecesi bu antikorların titreleri ve vücutta bulu
o kadar şiddetlidir ki hastadan birkaç feet ( 1 metre
nuş süreleri ile doğru orantılıdır. Bu tip reaksiyon
kadar) uzakta iken duyulabilir. Yine ses titreşimleri
larla ilgili bağışıklık prensipleri Bölüm 34’de tartı
genellikle göğsün üst ve boynun aşağı bölgelerinde
şılmıştır ve Bölüm 31 ’de de akut glomerülonefritin
elle hissedilebilir. Buna tril (thrill) denir.
benzer bir temele dayandığına dikkat çekilmiştir.
Romatizmal ateşte kalp kapaklarının iltihaplı ke A o rt Yetersizliği (Regürjitasyonu) Üfürüm ü.
narları boyunca geniş hemorajik, fibrinöz, şişkin lez- Aort yetersizliğinde sistol sırasında ses işitilmez.
yonlar gelişir. Mitr al kapak, fonksiyonları sırasında di Ancak diyastolde kanın aorttan geriye sol ventrikü-
ğer kapaklara göre daha fazla travmaya uğradığından le akması tiz, ıslığa benzer nitelikli, nisbeten yük
en sık ciddi hasara uğrayan kapaktır. Aort kapağı ikin sek perdede, maksimal olarak sol ventrikül üzerin
ci derecede sıklıkla hasarlanır. Muhtemelen etkinlik de duyulan bir üfürüme neden olur. Bu üfürüm sol
leri sırasında karşılaştıkları stresin sol kalp kapakları ventrikül içinde mevcut kana doğru fışkıran kanın
na göre daha hafif olması nedeniyle, sağ kalp kapak girdaplar oluşturmasından kaynaklanır.
ları, triküspid ve pulmoner kapaklarda, romatizmal
ateş genellikle çok daha hafif hasara neden olur. Mitral Yetersizliği (Regürjitasyonu) Üfürümü.
Mitral yetersizliğinde sistol sırasında kan mitral ka
Kapaklarda Nedbe (Skar) Oluşumu. Akut roma pak yoluyla geriye sol atriyuma akar. Bu da yüksek
tizmal ateş lezyonları sıklıkla kapaklarda ve komşu frekanslı, patlayıcı, ıslık niteliğinde aort yetersizli
yaprakçıklarında eş zamanlı olarak oluşur ve yaprak- ğindeki sese benzer, en kuvvetli olarak sol atriyuma
çık kenarları birbirine yapışmaya başlar. Haftalar, ay yayılan bir sese neden olur. Şekil 23-3 Kayıt C ancak
lar ya da yıllar sonra lezyonlar kapak yaprakçıklaıı- sol atriyum göğüs içinde derinlerde yer aldığından
nın komşu kesimlerini kalıcı olarak birbirine kaynaş bu sesi direkt olarak sol atriyum üzerinde işitmek
tıran nedbe dokusuna dönüşür. Kapak yapıakçıkları- güçtür. Sonuç olarak mitral ıegüıjitasyon sesi göğüs
nın normal incelikte ve serbestçe hareket eden ser duvarında başlıca sol ventrikül yoluyla iletildiğin
best kenarları da katı nedbe dokularına dönüşür. den genellikle en iyi şekilde kalbin apeksiııde işitilir.
Yapıakçıkları birbirine sıkıca kaynaşarak yeterli
kan akımını gerçekleştiremediği bir kapak oluşu M itral Darlık (Stenoz) Üfürümü. Mitral darlığın
muna stenoz denir. Diğer taraftan kapak kenarları da kan sol atıiyumdan sol ventıiküle daralmış m it
nedbe dokusuyla öylesine haraplanabilir ki ventri ral kapaktan güçlükle geçer. Sol atrİyumda basınç
küllerin kontraksiyonu sırasında kapanamazlar, kısa periyotlar dışında nadiren 30 mmHg üzerine
kapağın kapalı olması gerektiği zaman kanın regilr- yükseldiğinden kanı sol atıiyumdan sol ventıiküle
jitasyonııyan i geriye akımı olur. Genellikle en azın gönderecek büyük bir basınç farkı asla oluşmaz. Bu
dan bir derecede ıegiirjitasyon olmadan stenoz gö nedenle, mitral stenozuııda işitilen anorm al sesler
248 ÜNİTE IV • Dolaşım
genellikle zayıf ve çok düşük frekanslıdır, öyle ki ses kas hipertrofisi, aktivitenin en yüksek olduğu p e
spektrumunun çoğu insanın işitebildiği düşük fre riyotlarda sol ventıiküler b asın cı 400 m m H g’ya
kans sınırının altındadır. kadar çıkarabilir; istirahat halindeyken bile ste-
D iyastolün başlan gıcın d a ventrikül içindeki nozlu kapağın iki tarafı arasındaki basınç farkı
kan o kadar az ve ventrikül duvarları o kadar gev bazen 100 m m H g’dır.
şektir ki kan ventrikül duvarları arasında ileri geri Şiddetli aort yetersizliğinde hipertrofiye olmuş
hareket etmez. Bu nedenle ağır m itral stenozun- kas bazen sol ventrikülün 250 mİ. gibi yüksek bir
da bile diyastolün ilk üçte birinde üfürüm işitile- atım hacm ini pom palam asını sağlar. Ancak di
mez. Ancak ilk üçte birinden sonra ventrikül ka yastol sırasında bunun dörtte üçü ventriküle geri
nın ileri geri yansım ası için yeterli düzeyde gerilir döner ve ancak dörtte biri aort yolu ile vücuda
ve genellikle alçak, gürültülü bir üfürüm başlar. akar.
Ses vibrasyonlarının frekansının ileri derecede
düşük olması nedeniyle bazen stetoskopla işitile- Kan Volümünde A rtm a. Sol ventrikülün azalmış
mediği halde kalbin apeksi üzerinde “tril” olarak net pom pa hacm ini kom panse eden diğer bir etki
hissedilebilir. kan hacm i artışıdır. Bu, başlangıçta aıteryel b a
sınçtaki hafif düşme ile bu basınç azalm asının ak-
K apak Ü fürüm lerinin F o nokardiyogram ları. tive ettiği peıiferik dolaşım refleksleri tarafından
Şekil 23-3'deki B, C, D, ve E fonokaıdiyogram lar böbreğin idrar atım ındaki azalm aya bağlıdır. Bu
sırası ile aort stenozu, m itral yetersizliği, aort ye etki kan volümünü artırıp, ortalam a aıteryel b a
tersizliği ve mitral darlığı olan hastalara ait ide- sınç norm ale düşünceye kadar sürer. Hafif d erece
alize edilm iş kayıtları gösterm ektedir. Bu fono- deki doku hipoksisi nedeniyle eritrosit kitlesi de
kardiyogram lardan anlaşıldığı gibi aortun steno- artar.
tik lezyonu bütün üfürüm lerin en şiddetlisine, Kan volümündeki artış kalbe venöz dönüşü artı
m itral daraltıcı lezyon en zayıfına neden olm ak rır. Böylece sol ventrikülün anorm al pompalama
tadır. Fonokardiyogram lar sistol ve diyastolün dinamiğini yenmesi için gereken ekstra güçle kanı
farklı kesim lerinde üfürüm şiddetinin nasıl d e pompalaması sağlanır.
ğiştiğini ve her üfürüm ün ıe la tif zam anlam asını
da gösterm ektedir. Aort stenozu ve mitral yeter
sizliği üfürüm lerinin sad ece sistol sırasında oluş
S onuçta Sol V e n trik ü l Y e te rs iz liğ i ve
tuğuna, oysa aort yetersizliği ve m itral darlık üfü P u lm o n e r Ö d e m G e lişm e si
rüm lerinin sadece diyastolde oluştuğuna özellik
le dikkat edininiz. Eğer okuyucu bu zam anlam a Aort darlığı veya aort yetersizliğinin erken evrele
yı anlam ıyorsa anlaşılıncaya kadar üzerinde dur rinde sol ventrikülün artan yüke karşı intrensek
mak gerekir. adaptasyon yeteneği dinlenim durumundaki kişi
de sol ventrikülün artmış iş yükü dışında dolaşım
fonksiyonunda önemli anormallikleri önler. Bu n e
denle birey ağır bir kalp hastası olduğunu bilm e
den önce ileri derecede aort stenozu veya aort ye
VALVÜLER KALP HASTALIĞINDA tersizliği sıklıkla oluşur, aort darlığında sol ventri
ANORMAL DOLAŞIM DİNAMİĞİ kül basıncı 200 mınHg kadar yüksek olabilir veya
aort yetersizliğinde sol ventrikül atım hacm i n or
malin iki katı kadar olabilir.
Aort Stenozu ve Aort Yetersizliğine^ Bu iki aort kapağı lezyonunda kritik evrelerden
Dolaşım Dinamiği sonra, sol ventrikül nihayet iş yükünü karşılaya
maz hale gelir. Sonuç olarak sol ventrikül dilate
Aort darlığında sol ventrikül yeterince boşalamaz, olur ve kalp debisi düşm eye başlar: Kan zayıfla
oysa aort yetersizliğinde ventr ikül boşaldıktan son mış sol ventrikülün gerisinde sol atriyum ve ak
ra kan tekrar ventriküle döner. Bu nedenle her iki ciğerlerde eş zam anlı olarak birikir. Sol atriyum
durumda da kalbin atım hacm inin net miktarı b asın cı giderek yükselir, ve ortalam a sol atriyum
azalmıştır. basıncı 30-40 m ınHg üzerine çıktığı zam an B ö
Dolaşım bozukluğunun şiddetini azaltan birçok lüm 3 8 ’de detaylı olarak tartışılacağı şekilde ak
önemli kompansasyon mekanizması işlev yapar. Bu ciğerlerde ağır, bazen ölüm e götüren ödem gö
kompansasyonlardan bazıları aşağıda verilmiştir. rülür.
geri kaçar. Bu her iki koşul kanın sol atriyumdan sol akciğerlerde kanın aşırı derecede birikmesine n e
ventriküle net hareketini azaltır. den olur ve 1 0 dakika ya da biraz uzun bir süre için
de ağır hatta letal akciğer ödemi gelişebilir.
M itra l K apak H astalığında Pulm oner Ö dem . Hafif kapak hastalığı olan olgularda bile, kapak
Sol atriyum da kanın birikm esi, sol atıiyum b a fonksiyon bozukluğunun şiddeti ile orantılı olarak
sıncında ilerleyici artışa neden olur. Bu, ağır ak kalp yedeği azalır. Bu nedenle, egzersiz sırasında
ciğer ödem i gelişim i ile sonuçlanabilir. Genellik kalp debisi gerektiği kadar artamaz, kaslar hızla yo
le, ortalam a sol atıiyum basın cı 30 mmHg üzeri rulur. Yani beden kasları, kan akımının yetersiz
ne yükselinceye kadar ve bazen de 40 m m H g’ya artışı nedeniyle hızla yorgun düşer.
çıkm ad an letal ödem oluşm az. Çünkü akciğerle
rin lenfatik dam arları birkaç kat genişleyerek sı
vıyı akciğer dokusundan büyük bir hızla uzaklaş
tırabilirler.
KONJENİTAL KALP DEFEKTLERİNDE
Sol A triyum Genişlemesi ve Atriyum Fibrilas- ANORMAL DOLAŞIM DİNAM İĞİ
yonu. Sol atıiyumdaki yüksek basınç sol atıiyu-
m un gittikçe genişlemesine yol açar. Bu da kalp im- Nadir olarak, kan ve ilgili kan damarları fetal yaşam
pulsunuıı atriyum duvarlarında katetmesi gerekli sırasında anormal gelişebilir. Bu defektleıe kon je
mesafeyi artırır. Bu yol sonuçta o kadar uzar ki nital an om aliler denir. Kalp ve ona bağlı kan da
Bölüm 13 de tartışılan dairesel hareketlerin gelişi marlarının konjenital anomalilerinin üç m ajör tipi
mi için eğilim yaratır. Bu nedenle mitral kapak has vardır:
talığının evrelerinde özellikle mitral stenozunda (1) Kan akımı kanallarının kalpte bazı noktalarda
çoğunlukla atriyum fibıilasyonu oluşur. Bu, kalbin ya da ilgili büyük damarlarda stenozu (2 ) kanın sol
pom palam a etkinliğini daha da azaltır ve bu n e kalp veya aoıtadan geriye sağ kalp ya da pulm oner
denle kalp yetersizliğini daha da ağırlaştırır. artere geçişine yol açan bir anomali. Böylece siste-
mik dolaşımına kan akımı yetersiz olur - bun a so l
dan sağa şant denir ve (3) kanın sağ kalpten direkt
M itral Kapağı Hastalığında Kompansasyon.
olarak sol kalbe geçişine neden olan bir anorm al
Aort kapağı hastalığında ve konjenital kalp hasta
lik, bu durumda akciğerlerde kan akımı zayıtlar,
lıklarının birçok tipinde olduğu gibi mitral kapağı
buna da sağdan sola şant denir.
hastalığında da başlıca böbreklerden sıvı atılm a
Çeşitli stenotik lezyonların etkileri kolayca anla
sındaki azalmaya bağlı olarak kan volümü artar.
şılır. Örneğin, konjenital aort kapağı darlığı, kapak
Bu, kalbe venöz dönüşü artırır, böylece kalp yeter
lezyonlarıyla oluşan aort kapağı stenozu ile aynı di
sizliğinin etkisinin kompansasyonuna yardım eder.
namik etkilere başlıca, ciddi pulm oner ödem geliş
Kalp debisi, sol atriyum basıncının yükselmesine
m esine eğilim ve azalmış kadiyak debiye yol açar.
rağmen mitral kapak hastalığının son dönemlerine
Konjenital stenozun diğer bir tipi aort koarktasyo-
kadar fazla düşmez. nu (coarctation)'dur. Bu anomali çoğunlukla diyaf
Sol atriyum basıncı ve pulmoner kapiller basınç
ram düzeyine yakın görülür ve Bölüm 19 ’da tartışıl
yükseldikçe kan akciğerlerde göllenmeye başlar. dığı gibi vücudun aşağı kesimine doğru kan akım ı
Akciğerlerde gelişen ödem şiddetli pulmoner arte- na karşı büyük direnç nedeniyle vücudun üst kıs
riyol konstriksiyonuna neden olur. Bu iki etki bir mında (koarktasyon seviyesinin üzeri) arteryel b a
likte sistolik pulm oner arter basıncını ve sağ ven sıncın aşağı vücut kesimindeki basınçtan genellik
trikül basıncını bazen normalin iki katı kadar bir le yüzde 55 kadar yüksek olmasına neden olur.
değer olan 60 mmHg'ya kadar yükseltir. Bu da, kal
bin artmış iş yükünü kısmen kompanse eden sağ
kalp hipertrofisine yol açar.
Baş ve üst
ekstremiteler
,t ,i
Sağ akciğer
v>:
Aort
—\------ Duktus
arteriyozus
Sol Ş E K İL 23 - 4
pulmoner
arter Patent duktus arteriyozus,
pembe rengin koyuluğu
Gövde ve alt dolaşımın farktı kesimlerinde
Pulmoner arter
ekstremiteler kanın oksijenlenme derecelerini
göstermektedir.
dııktus cırteriozus yoluyla akm asına neden olur. A kciğerlerde Dolaşımın Tekrarlanması. Patent
Bu, kanın akciğerlere gitm eden fetüsün sistem ik duktuslu daha büyük çocuklarda aort kanının yarı
arterlerinde hızla dolaşım ını sağlar. Bu şekilde ka sı ile üçte ikisi duktus yoluyla geriye doğru pulm o
nın akciğerlerden geçm em esi fetüs için tehlike ya ner artere akar. Sonra akciğerlerden geçerek sol
ratmaz. Çünkü fetüste kan annenin plasentasında ventriküle gelir. Akciğerler ve sol kalp arasındaki bu
oksijenlenir. dolaşım sistemik dolaşımdaki bir tura karşılık iki ya
da daha fazla tekrarlanmaktadır.
D o ğu m d an Sonra Duktusun Kapanması. B e Bu kişilerde kalp yetersizliği veya pulm oner kon-
bek doğar doğm az akciğerler hava ile şişer; sad e jesyonun geliştiği yaşamın geç evrelerine kadar si-
ce alveoller hava ile dolm akla kalmaz, aynı za yanoz görülmez. Gerçekten de yaşam ın erken dö
m anda pu lm oner dam ar yatağı boyunca kan akı neminde kanın akciğerlerden geçişi tekrarlandı
m ına karşı d iıeç de aşırı şekilde azalır ve pulm o- ğından arteıyel kan normalden daha iyi oksijenle
ner arter basın cı düşer. Aynı zam anda plasenta nir. Patent duktus arteıiyozusta akciğerler ve sol
yoluyla kan akım ının aniden kesilm esi nedeniyle kalp arasında fazladan kan akımı nedeniyle sol kal
aort b asın cı yükselir. Böylece aort basıncı yükse bin debisi norm alin iki-üç katıdır.
lirken pu lm oner arter basıncı düşer. Sonuç o la
rak duktus aracılığıyla kan akım ı doğumda a n i Azalmış Kalp ve Solunum Yedeği. Patent duktus
den kesilir, kan duktus boyunca aortadan pul aıteriyozusun hastalar üzerindeki m ajör etkileri
m oner artere doğru akmaya başlar. Kan akışın kalp ve solunum yedeklerini azaltmasıdır. Sol vent-
daki bu yeni durum bebeklerin çoğunda birkaç rikül norm al kalp debisinin iki katını ya da daha
saatle birkaç gün içind e duktus arteıiyozusun fazlasını pom palam aktadır. Pom palayabildiği
kapanm asına ned en olur -ve duktus arteriyozus maksimum miktar kalp hipeıtrofisinden sonra bile
yoluyla kan akımı devam etm ez. Duktusun ka normalin dört ila yedi katı kadardır. Bu nedenle eg
panm asında aorta kanının oksijen konsantras zersiz sırasında vücudun geri kalan kısmına net
y onunun fetal yaşam sırasında duktustan geçen kan akımı asla şiddetli aktiviteııin gerektirdiği dü
pulm oner arter kanına göre iki kat daha fazla zeye çıkamaz. Orta derecede egzersizle bile kişi
oluşunun rol oynadığına inanılm aktadır. Oksijen halsiz kalır ve hatta kalp yetersizliği sonucu bayıla-
duktus kasının kasılm asına neden olur. Bu, B ö bilir.
lüm 8 3 ’de tekrar tartışılacaktır. Yine, akciğerlerde aşırı kan akımı sonucu oluşan
Yaklaşık her 5500 bebekten l ’inde duktus hiç ka pulmoner damarlardaki yüksek basınçlar, ekseriya
panmaz. Patent duktus arteriyozus (duktus arteri pulmoner konjesyon ve pulmoner ödeme yol açar.
yozus açıklığı) denilen bu durum Şekil 23-4'de gös Kalp yükündeki artışın sonucu olarak ve özellikle
terilmiştir. yaşla birlikte pulmoner konjesyonun giderek art
ması nedeniyle düzeltilm em iş paten t duktuslu
Kalıcı P atent Duktusta Dolaşım Dinamiği. Yeni hastaların çoğu 20-40 yaşları arasında ölür.
doğanın yaşam ının ilk aylarında patent duktus ge
nellikle şiddetli fonksiyon anormalliğine neden ol Kalp Sesleri: M akinam sı Ü fürüm . Patent duk
maz. Çocuk büyüdükçe, aorta ve pulmoner arter tus arteriyozuslu bebekte, bazen ters yönde akan
basınçları arasındaki fark giderek artar ve buna uy kan m iktarı az olabileceğinden anorm al kalp s e s
gun olarak aortadan pulmoner artere doğru geriye leri duyulmaz. B ebek büyüyüp 1-3 yaşlarına u la
kan akımı da artar', çoğunlukla kısmen kapanmış şınca göğüste pulm oner odakta haşin, gurultulu
olan duktusun çapı zamanla giderek artarak duru bir üfürüm duyulmaya başlar. Bu ses sistol sıra
mu daha da kötüleştirir. sında aort basıncı yükseldiği zam an çok daha
BÖLÜM 23 • Kalp Kapakları ve Kalp Sesleri 251
şiddetlidir, diyastolde aort basıncı düştüğünde 4. Sağ kalp büyük miktarda kanı aorttaki yüksek
şiddeti çok azalır. Her kalp atım ı ile şiddetlenip basınca karşı pompalamak zorunda kaldığından
zayıflayan bu üfüıüm e "m akinam sı üfürüm ” d e kas yapısı büyük oranda gelişerek sağ ventrikiilün
nir. Bu üfüıüm ün şem atik fonokardiyogram ı Ş e büyümesine neden olur.
kil 2 3 -3 ’de görülmektedir.
Anormal Dolaşım Dinamiği. Fallot tetralojisinin
Cerrahi Tedavi. Patent duktus arteriyozusuıı cer yol açtığı en büyük fizyolojik güçlüğün, kanın şant
rahi tedavisi çok basittir; bütün işlem patent duk- yaparak oksijenlenm eden akciğeri atlam ası olduğu
tusun bağlanması ya da kesilip iki ucunun dikilme kolayca anlaşılmaktadır. Kalbe dönen venöz kanın
si şeklindedir. yüzde 75 kadarı oksijenlenm eden sağ ventrikülden
direkt olarak aorta geçer.
Fallot tetralojisi tanısı genellikle şu kriterlere da
Fallot Tetralojisi ■ Sağdan - Sola Şant yanır. ( 1 ) bebeğin siyanotik (mavi) oluşu, (2 ) bir ka-
teter aracılığı ile sağ ventrikülden kaydedilen basın
Fallot tetralojisi Şekil 23-5'de görülmektedir. En sık cın yüksek oluşu, (3) kalbin radyolojik görüntüsün
rastlanan “mavi bebek” nedenidir. Kanın çoğu ak de genişlemiş sağ ventrikülü gösteren karakteristik
ciğerlerden geçmez ve bu nedenle aort kanı başlıca değişiklikler ve (4) interventriküler septal defekt, de
oksijenlenm em iş venöz kandır. Bu durumda eş za fekt üzerinde yerleşik aoı tada anormal kan akımı ve
manlı olarak dört anormallik görülür: daralmış pulmoner arter yoluyla daha az kan akımı
gösteren anjiyogramlar (röntgen filmi görüntüleri).
1. Aort soldan değil, sağ ventrikülden çıkar veya
şekilde gösterildiği gibi septumdaki bir açıklık (de Cerrahi Tedavi. Fallot tetrolojisi cerrahi olarak b a
fekt) üzerine ata biner gibi yerleşiktir. Her iki vent şarıyla tedavi edilmektedir. Uygulanan işlem pul
rikülden kan alır. moner darlığın açılması, septal defektin kapatılm a
2. Pulmoner arter dardır, öyle ki norm ale göre sı ve aortaya kan akım yolunun düzeltilmesidir. Sa
çok az miktarda kan sağ ventrikülden akciğere ge dece 4-5 yıllık ortalama yaşam süresi başarılı bir
çer; kanın çoğu aortaya geçer. cerrahi girişimle 50 ya da daha uzun yıllara çıkar.
3. Kan ventriküldeki septal defekt yoluyla sol
ventrikülden sağa, oradan da aorta geçer, ya da
doğrudan bu delik üzerine oturmuş olan aortaya Konjenital Anomalilerin Nedeni
geçer.
Koııjenital kalp defektlerinin en yaygın nedenlerin
den biri gebeliğin ilk trimesterinde, fetüs kalbi olu
şurken annede bir virüs enfeksiyonudur. Bu dö
nemde annenin kızamıkçık geçirm esi defekt oluş
masına eğilim yarattığından jinekologlar ilk tri-
Baş ve üst mesterdeki kızamıkçık enfeksiyonunda gebeliğin
ekstremiteler
sona erdirilmesini tavsiye ederler.
Kalbin bazı konjenital defektleıi kalıtsaldır. Çün
kü aynı defekt tek yumurta ikizlerinde ve birbirleri
ni izleyen kuşaklarda görülür. Cerrahi olarak tedavi
edilmiş konjenital kalp hastalarının çocuklarında
konjenital kalp hastalığı bulunm a olasılığı diğer
çocuklardan 10 kat daha fazladır. Konjenital kalp
¿efektlerine çoğunlukla vücuttaki diğer konjenital
defektler de eşlik eder.
REFERANSLAR
A llen G S , M urray K D . O lsen D B : C ontrol o f Hoit B D , W alsh R A : Cardiovascular Phy siol N ovey D W , Pencak M , Stang JM : T h e Guide
the artificial heart. A S A IO J 4 2 :9 3 2 , 1996. ogy in the G en etically Engineered M ouse. to Heart Sounds. B o c a Raton, F L : C R C
Blu estein D , Einav S : T h e e ffe ct o f varying Norw ell, M A : K luw cr A cadem ic Publishers, Press, 1998.
degrees o f stenosis on the characteristics o f 1998. Parer J T : H andbook o f Fetal Heart R ate M on i
turbulent pulsatile flow through heart K anter R J, G arson A Jr: A trial arrhythmias toring. Philadelphia: W B Saunders C o,
valves. J B iom ech 2 8 :9 1 5 , 1995. during ch ro n ic follow -up o f surgery for 1997.
B row n H, K ozlow sk i R , D avcy P: Physiology com plex congenital heart disease. Pacing P e rlo ff J K : T h e C lin ical R ecognition o f C o n
and Pharm acology o f the H eart. O xford: C lin Electrophysiol 2 0 :5 0 2 , 1997. genital Heart D isease. Philadelphia: W B
B la ck w e ll S cien ce, 1997. Kirklin JW , B arratt-B oyes B G : Cardiac Sur Saunders C o, 1994.
C ladelJas M , O riol A , C aralps JM : Quantita gery. 2nd ed. New Y o rk: C hurchill L iving Saniango-Sp rouse C , Suddaby E C : D evelop
tive assessm ent o f valvular function after stone, 1993. m ental concern s in children with congenital
cardiac transplantation by pulsed Doppler K ubo H: M arine propellers: the latest topics. heart disease. Curr O pin Cardiol 12:91,
echocardiography. Am J C ardiol 7 3 :1 1 9 7 , A rtif Organs 2 0 :1 0 9 , 1996. 1997 (see com m ents).
1994. S o m erv ille J : M anagem ent o f adults with c o n
M aruyam a Y , Hori M , Jan ick i JD : C ardiovas
genital heart disease: an increasing problem .
D ickinson C J: T h e aetiology o f clubbing and cular Rem odeling and Functional Interac
Annu R ev M ed 4 8 :2 8 3 , 1997.
hypertrophic osteoarthropathy. Eur J Clin tion. T o k yo: Springer, 1997.
Spevak P J: New developm ents in fetal e ch o
Invest 2 3 :3 3 0 , 1993. Nlelgar G R . N asser R M , G ordon S M , et al:
cardiography. CurT O pin Cardiol 12:78,
Fallo n J T : C ardiovascular Pathophysiology. Fungal prosthetic valve endocarditis in 16
1997.
Philadelphia: J B Lippincott, 1994. patients: an 1 1-year exp erience in a tertiary
Topol E J : T ex tb o ok o f Interventional C ard iol
Feigenbaum H: Echocardiography. Baltim ore: care hospital. M edicine 7 6 :9 4 , 1997. ogy. Philadelphia: W B Saunders C o, 1994.
W illiam s & W ilkin s, 1994. M elvin D B , Sch im a H, Losert U A, W olner E: V ongpatanasin W , H illis LD , Lange R A : Pros
Findlow D , D o yle E : Congenital heart disease Long-term ventricular w all actuation: can thetic heart valves. N Engl J M ed 3 3 5 :4 0 7 ,
in adults. B r J A naesth 7 8 :4 1 6 , 1997. and should it be system atically explored? 1996.
Hahn C , V lah ak es G J: N onreplacem ent opera A rtif Organs 2 0 :6 3 , 1996. W ood M K : A cyan otic lesio n s w ith increased
tions for m itral valve regurgitation. Annu N on S: Congenital heart defects: cyanotic and pulm onary blood flow. N eonatal Network
R e v M ed 4 8 :2 9 5 , 1997. acyanotic. Pediatr Ann 2 6 :9 2 , 1997. 1 6 :17, 1997.
Dolaşım Şoku ve Tedavisinin
Fizyolojisi
D olaşım şokıı bütün vücutta genel kan akımı yeıer- durum ( 1 ) vücutta m etabolizm anın aşırı yükselmesi
sizliği anlamında kullanılır. Bu yetersizlik, kan akı sonucu norm al bir kalp debisinin bile yetersiz k a l
m ının aşırı derecede azalması nedeniyle özellikle ması, veya (2 ) anorm al doku perfüzyonıt durum un
de oksijen ve diğer maddelerin doku hücrelerine dan kaynaklanabilir. Öyleki kalp debisinin çoğu, ye
taşınmasının aşırı derecede azalması sonucu, vü rel dokuları besleyen damarların dışındaki kan da
cut dokularında hasar oluşturacak düzeydedir. Biz marlarından geçer.
zat kardiyovasküler sistem in kendisi bile -kalp kası, Şokun spesifik nedenleri bu bölüm de daha so n
kan damarlarının duvarları, vazomotor sistem ve ra tartışılacaktır. Yeri gelmişken, şokun tüm tiple
diğer dolaşım kesimleri bozulmaya başlar, öyle ki rinde tüm doku lara veya en azın dan kritik d o k u
şok giderek ağırlaşır. lara besin m addesi taşınm ası ve hücresel m eta b o
lizm a artıkların ın doku lard an uzaklaştırılm ası
yetersizliğinin ortaya çıktığına işaret etm ek ön em
li olacaktır.
ŞOKUN FİZYOLOJİK NEDENLERİ
Dolaşım Şokunda Arteryel Basınç Ne
Kalp Debisi Azalmasına Bağlı Dolaşım Olur?
Şoku
Çoğu hekimin kanısına göre arteryel basınç düzeyi
Şok genellikle kalp debisi yetersizliğinden kaynak dolaşım fonksiyonunun yeterliliğinin başlıca ölçü
südür. Ancak, arter basıncı çok defa ciddi yanılgıla
lanır. Bu nedenle, kalp debisini azaltan herhangi
bir faktör olasılıkla dolaşım şokuna neden olacak ra neden olur. Şahısta çok ciddi bir şok durumu
tır. İki tip faktör kalp debisini şiddetle azaltabilir. olabilir ve yine de kan basıncı normaldir. Çünkü
güçlü sinirsel refleksler basıncın düşmesini önler
1. Kalbin kanı p om p a la m a yeteneğini azaltan ler. Bazen de arteryel basınç norm alin yarısına in e
kalp anorm allikleri. Bunlar arasında (1) ıııiyokard bilir, ancak kişi hala normal doku perfüzyonuna
infarktüsii (2) kalbin toksik durumları, (3) ciddi kalp sahiptir ve şokta değildir.
kapağı fonksiyon bozuklukları, (4) kalp aritmileri ve Şokun birçok tipinde, özellikle ciddi kan kaybı
diğer durumlar bulunur. Kalbin pompalama yetene nın neden olduğu şokta kalp debisi ile birlikte arte
ğinin azalması sonucunda oluşan dolaşım şokuna ryel kan basıncı da azalır, ancak kan basıncındaki
kardiyojenik şok denir. Bu konu bölüm 22’de tartışıl düşme kalp debisindeki kadar olmaz.
mış olup kardiyojenik şok gelişen kişilerin yüzde 85
kadarının kaybedildiğine işaret edilmiştir.
2. Venöz dönüşü azaltan faktörler. Azalmış venöz Nedeni Ne Olursa Olsun Dolaşım
dönüşün en sık rastlanan nedeni ( 1 ) kan volümü Şokunun Son Evresi Doku Harabiyetidir
nün azalmasıdır, ancak (2 ) d am ar tonusıında özel
likle venöz kan depolarında tonusun azalması veya Dolaşım şoku kritik bir şiddete ulaşınca olayı b aş
(3) dolaşımın herhangi bir noktasında, özellikle latan nedene bakmaksızın şok bizzat kendi kendi
kalbe venöz dönüş yolunda kan akım ının tıkan ni ağırlaştırır. Yani, yetersiz kan akımı dolaşım sis
m ası sonucu da venöz dönüş azalabilir. teminde hasarın başlam asına neden olur. Bu, kalp
debisinin daha da azalmasına yol açar, dolaşım şo
kunun gittikçe ağırlaşmasıyla bir kısır döngü olu
Kan Debisi Azalmaksızın Oluşan şur, ölüme kadar doku perfüzyonu daha da azalır,
Dolaşım Şoku şok giderek daha da ağırlaşır. Dolaşım şokunun b i
zim burada özellikle üzerinde durduğumuz bu geç
Nadir olarak, kalp debisi normal ve hatta normal evresinde uygun bir fizyolojik tedavi çok defa lıızla
den fazla olduğu halde kişi dolaşım şokundadır. Bu yaklaşan kötü sonucu tersine çevirebilir.
253
254 ÜNİTE IV • Dolaşım
Koroner ve Serebral Kan Akımının Reflekslerle ilerleyici olmasına yol açar. Yani şok d a h a ağır bir
Korunması. Kalp debisinin azalması durumunda şok tablosuna yol açar, sonuçta dolaşım ın iflası ve
bile arteıyel basıncın normal düzeyde devam etti ölüme götüren bir kısır döngüye girilir.
rilmesinin koroner ve serebral dolaşım sistem le
rindeki kan akımının korunmasında özel bir değe İle rle y ic i O lm a y a n Şok - K o m p a n s e Şok
ri vardır. Sempatik stimiilasyon beyin veya kalp da
marlarını önem li ölçüde daraltmaz. Buna ilaveten, Eğer şok kendisinin ilerlemesine neden olacak ka
bu damar yataklarının her ikisinde de lokal otoıe- dar ciddi değilse, kişi sonuçta iyileşir. Bu nedenle
gülasyon mükemmeldir, arteıyel basınçtaki orta bu hafif derecedeki şoka ilerleyici olm ayan (noıı-
derecedeki azalmaların kan akımlarını önemli öl progresif) şok denir. Kom panse şok olarak da adlan
çüde etkilemesini önler. Bu nedenle kalp ve beyin dırılan bu tabloda sempatik refleksler ve diğer fak
deki kan akımı arteıyel basınç yaklaşık 70
törler dolaşımın daha da bozulmasını önlemeye
mmHg’nın altına düşmediği sürece normal düzey
yetecek derecede kompansasyon sağlar.
lerde devam ettirilir. Oysa vücudun diğer pekçok
Kişinin orta derece bir şoktan iyileşm esine n e
alanlarındaki kan akımı, bu sıradaki vazospazm
den olan faktörler kalp debisi ve arteryel basıncı
nedeniyle norm alin dörtte biri kadar düşük bir dü
norm al düzeye getirmeye yönelik negatif feed
zeye inebilir.
back dolaşım kontrol mekanizmalarıdır. Bu m eka
nizmalar şunları içerir;
hücreler aynı kapillerlerin venöz ucuna komşu hüc kritik bir kalp debisi düzeyi bulunduğu, kalp debisi
relere göre daha iyi beslenirler. Bu nedenle beslen bu düzeyin üzerindeki bireyin şoktan kuıtulabildi-
me eksikliğinin kapillerlerin venöz uçları çevresinde ği halde, kalp debisi bu düzeyin altında olan kişide
daha büyük olması beklenir. Bu etki vücudun çeşidi neden dolaşımı iflas ettiren ve ölüme götüren bir
kısımlarındaki doku alanlarını inceleyen Crovvell ta kısır döngüye girdiği kolayca anlaşılabilir.
rafından kesin olarak saptanmışür. Örneğin, şekil
24-5 bir karaciğer lobülünün merkezindeki nekrozu
göstermektedir. Lobülün bu kısmı sinüzoidlerden Geri dönüşsüz (İrreversibl) Şok
geçen kanın en son ulaştığı kesimdir.
Benzer nokta lezyonlar, kalp kasında da oluşur. Şok belirli bir evreye ulaştıktan sonra traıısfüzyon
Ancak burada karaciğerdeki gibi tekrarlayıcı görü ve diğer herhangi bir tedavi tipi bireyin hayatını
nüm lerine rastlanamamıştır. Ne var ki, kalpteki kurtaramaz. Bu nedenle şahsın irreversibl şok evre
lezyonlar şokun son irreverzibl evresinin gelişm e sinde olduğu söylenir. Şaşırtıcı şekilde bu geri dö
sinde olasılıkla büyük bir role sahiptirler. Harapla- nüşsüz evrede bile tedavi, çok nadir olarak arteıyel
yıcı lezyonlar, böbreklerde de, özellikle böbrek tü- basıncı ve hatta kalp debisini kısa periyotlar için
bülüs epitelinde oluşarak, böbrek yetersizliğine ve normal veya normale yakın düzeylere döndürebi
birkaç gün sonra da üremiden ölüme yol açarlar. lir. Fakat dolaşım sistem i bozulmaya devam eder
Akciğerlerdeki harabiyet genellikle solunum sıkın ve birkaç dakika içinde ölüm gerçekleşir.
tısına ve birkaç gün sonra da ölüme neden olur, bu Şekil 24-6 bu etkiyi, geri dönüşsüz evrede trans-
na şok akciğeri sendrom u denir. füzyonun bazen kalp debisinin (keza arteryel b a
sıncın) normale dönmesine yol açabildiğini göster
Şokta Asidoz. Şokta dokularda oluşan metabolik mektedir. Ancak kalp debisi tekrar hızla düşmeye
bozukluğun çoğu asidoza yol açar. Dokulara ileti başlar ve sonraki transfüzyonlar gittikçe daha az e t
len oksijenin yetersizliği özellikle önemlidir. Bu, kili olur. Kalp hücrelerinde ve diğer dokularda bir-
besin maddelerinin oksidatif metabolizmasını bü şeyler değişmiştir. Bunlar kalbin kan pom palam a
yük oranda azaltır. Bunun sonucunda hücreler yeteneğini hem en bozmazlar, an cak uzun süre
enerjilerini anaerobik glikolizle elde ederler, kanda içinde bu yeteneği azaltır ve ölüme götürürler. B e
laktik asit miktarı aşırı derecede artar. Buna ek ola lirli bir noktanın ötesinde o kadar fazla doku hara-
rak, dokulardaki kan akımı yetersizliği karbon di- biyeti olmuş, vücut sıvılarına o kadar çok yıkıcı ha-
oksidin norm al şekilde uzaklaştırılmasını önler, raplayıcı enzim salınm ış, o kadar şiddetli asidoz
karbon dioksit lokal olarak hücrelerde su ile reaksi gelişmiş ve diğer birçok haraplayıcı faktör işe karış
yona girerek hücre içinde yüksek konsantrasyonda mıştır ki, normal bir kalp debisi bile devam eden
karbonik asit oluşturur. Bu da çeşitli doku tam pon tükenmeyi geri döndüremez. Bu nedenle ağır şok
ları ile reaksiyona girerek diğer intraselüler asidik ta bir evrenin ötesine ulaşıldığında, yoğun tedavi
m addelerin de oluşmasına yol açar. ile kalp debisi kısa süreler için norm ale döndürü
Böylece, şokun bir başka yıkıcı etkisi de genel ve lürse bile kişi ölüme mahkumdur.
lokal doku asidozudur. Bu ise şokun daha da ilerle
m esine neden olur. Geri Dönüşsüz Şokta Hücresel Yüksek Enerjili
Fosfat Depolarının Boşalması. Şokun ileri derece
lerinde vücut dokularındaki özellikle karaciğer ve
Ş okta D o k u la rı H araplayıcı P o zitif F e e d - kalpdeki yüksek enerjili fosfat depoları ileri derece
b a c k ve İle rle y ic i Ş ok Kısır D ö n g ü s ü de azalır. Kreatin fosfatın hepsi yıkılır ve adenozin
trifosfatın hemen hemen hepsi adenozin difosfat,
Yukarıda tartışılan bütün faktörler şokun daha da adenozin monofosfat ve hatta adenozine yıkılır.
ilerlem esine yol açabilen p ozitif feed -back tiplendk.
Yani şokun derecesindeki her artış şokun daha da
ağırlaşmasına neden olur. Ancak, her pozitif feed-
backin bir kısır döngüye yol açması şart değildir. Bir
kısır döngünün oluşup oluşmaması, pozitif feed-
backin şiddetine bağlıdır. Orta derecedeki şokta, ne
gatif feed-back mekanizmalar-sempatik refleksler
kan depolarının tersine stres gevşeme mekanizma
sı, interstisyel alanlardan kana sıvı absorpsiyonu ve
diğerleri-pozitif feed-back etkilerin kolayca üstesin
den gelebilirler ve böylece iyileşmeyi sağlayabilirler.
Şokun ağır derecelerinde, pozitif feed-back meka
nizmalar giderek daha da kuvvetli hale gelir, böylece
dolaşımın hızla bozulmasına neden olur, öyle ki do
laşım ı kontrol eden bütün negatif feed-back sistem
ler kalp debisini normale döndüıemezler.
Bölüm l ’de tartışılan pozitif feed-back ve kısır Geri dönüşsüz şokta transfüzyonun ölümü önlemedeki yeter
döngü ilkeleri tekrar göz önüne alındığında niçin sizliği
BÖLÜM 24 • Dolaşım Şoku ve Tedavisinin Fizyolojisi 259
Sonra bu adenozinin çoğu hücre dışına diffüze ola aşırı miktarda plazma geçişidir. Bu, plazma volümü
rak dolaşan kana geçer ve ürik asite çevrilir, bu ade nü büyük ölçüde azaltarak hipovolemik şoka yol açar.
nozin fosfat sistemine dönüşmek üzere tekrar hüc Travmaya uğrayan dokuda açığa çıkan toksik fak
reye giremeyen bir maddedir. Yeni adenozin, saatte törlerin travma sonrasında gelişen şokun nedenle
hücredeki normal miktarın sadece yüzde 2 ’si kadar rinden biri olabileceğini göstermek için çeşitli giri
hızla sentezlenebilir, bu da, hücrede boşalan yüksek şimler yapılmıştır. Ancak, çapraz tıansfüzyon de
enerjili fosfat depolarının yenilenmesinin güç oldu neyleri önemli toksik elem ent göstermemiştir.
ğu anlamına gelmektedir. Şokta nihai tükenmeyi ya Özet olarak, travmatik şok tem elde hipovolemi-
ratan bir faktör, belki de iıreveızibl son dönemi ya den kaynaklanır görünmektedir. Ancak ağrının n e
ratan faktörlerin en önemlisi, hücrelerdeki yüksek den olduğu orta derecede bir nörojenik şokun da
enerjili bileşiklerin tükenmesidir. katkısı olabilir.
ca etkilerinden biri kandaki bazofıller ve peıiferik bisi yüksekliği. Bunun nedeni enfekte dokudaki va
dokulardaki mast hücrelerinin histamin ve benzeri zodilatasyon ile bakteriyel toksinlerin yol açtığı
m addeleri perikapiller dokulara salmalarına neden hücre m etabolizm a lıızı artışı ve yükselmiş vücut
olmasıdır. Histamin, (1) venöz dilatasyona yol aça sıcaklığına bağlı olarak vücudun diğer bölgelerinde
rak vasküler kapasiteyi artırır, (2 ) arteriyoler dilatas- de oluşan vazodilatasyondur.
yonla arteıyel basıncı büyük miktarda düşürür ve 4. Kanın "çam urlaşm ası" Olasılıkla doku dejena-
(3) kapiller permeabiliteyi artırarak sıvı ve proteinin ıasyonuna cevap olarak alyuvarların aglütinasyonu
doku alanlarına hızlı geçişine yol açar. Net etki, ve sonucu oluşmaktadır.
nöz dönüşte büyük bir azalma ve genellikle birkaç 5. Vücudun geniş alanlarında ıııikropıhtıların
dakika içinde kişiyi ölüme götüren çok ağır şoktur. oluşması. Bu duruma dissém iné intravasküler ko-
Büyük miktarlarda histaminin intravenöz enjek agiilasyon denir. Bu olay sırasında pıhtılaşma fak
siyonunun yol açtığı "histam in şoku” daha hafif törleri aşırı derecede kullanılmış olduğundan diğer
seyretmesine karşın, özellikleri anafilaktik şokun birçok doku içine, özellikle barsak duvarı ve sindi
hem en hem en aynısıdır. rim kanalına kanamalar olur.
Septik şokun erken evrelerinde hasta genellikle
dolaşım kollapsı belirtileri göstermez, sadece bak
teriyel enfeksiyon belirtileri vardır. Enfeksiyon
SEPTİK ŞOK ağırlaştıkça dolaşım sistemi genellikle direkt olarak
veya bakteri toksinleriyle sekonder olarak etkilen
Önceleri halk arasında "kan zehirlenmesi" olarak meye başlar. Sonuçta öyle bir noktaya gelinir ki, di
bilinen durum, şimdi hekimlerin çoğu tarafından ğer bütün şok tiplerinde ilerlemeye neden olan yol
septik şok olarak adlandırılmaktadır. Bu, basitçe larla dolaşım hasarı ilerleyici olmaya başlar. Olayı
kandan kaynaklanan yaygın bakteriyel bir enfeksi başlatan faktörlerin tam am en farklı olm alarına
yonun bir dokudan diğerine geniş vücut alanlarına karşın, septik şokun son evresi hem orajik şokun
yayılarak aşırı harabiyete yol açması demektir. Sep son evresinden büyük farklılık göstermez.
tik şokun birçok değişik tipi vardır. Çünkü, olaya
neden olabilen birçok bakteriyel enfeksiyon tipinin
varlığı yanında, vücudun bir kesimindeki enfeksi
yon diğer bölgelerdeki enfeksiyona göre farklı etki
ler oluşturmaktadır.
ŞOKTA TEDAVİNİN FİZYOLOJİSİ
Septik şok hekim için çok önemlidir. Çünkü şokım
bu tipi m odern hastahanelerde kardiyojenik şok d ı
şın daki diğer şok tiplerinden d ah a sık ölüm e neden Yerine Koyma Tedavisi
olur.
Septik şokun tipik nedenlerinden bazıları aşağı Kan ve Plazma Transfüzyonu. Eğer kişi hemoraji
da verilmiştir. nedeniyle şokta ise yapılabilecek en iyi tedavi genel
1. Steril olmayan koşullarda yapılan aletli düşük likle tam kan tıansfiizyonudur. Eğer şok plazma kay
lerin neden olduğu uterus ve fallop tüplerinin yay bına bağlı ise en iyi tedavi plazma verilmesidir. Şok
gın enfeksiyonlarına bağlı peritonit. nedeni dehidrasyon olduğu zaman uygun elektrolit
2. Barsak hastalıklarının, bazen de yaralanm ala solüsyon verilmesi şoku düzeltebilir.
rının neden olduğu barsak yırtılmasına bağlı peri Savaş koşullarında olduğu gibi tam kan her za
tonit. man hazır bulunmayabilir. O zaman plazma, kan
3. Streptokok veya stafilokok enfeksiyonu gibi volümünü artırıp normal hem odinam i sağladığı
basit deri enfeksiyonunun yayılmasına bağlı yay için tam kan yerine kullanılabilir. Plazma hem atok-
gın enfeksiyon. riti normale getiremez, ancak eğer kalp debisi y e
4. Spesifik olarak gazlı gangren basiliyle ilk önce terli ise kişi ciddi bozukluklar olmadan hematokri-
dokularda başlayan, nihayet kan yoluyla iç organ tin normal değerinin üçte biri civarına inm esine
lara, özellikle karaciğere yayılan yaygın gaııgrenli dayanabilir.
enfeksiyon. Bu nedenle, akut koşullarda hem orajik ve diğer
5. Genellikle kolon basillerinin neden olduğu, hipovolemik şok tiplerinin çoğunun tedavisi için
böbrek veya idrar yollarından kana yayılan enfeksi tam kan yerine plazma kullanılması uygundur.
yon. Bazen plazma da bulunmayabilir. Böyle durum
lar için plazmanın hemodinamik fonksiyonlarının
Septik Şokun Özel Görünümleri. Çok sayıda hemen tümünü sağlayan plazma yerini tutacak ç e
septik şok tipinin bulunuşu nedeniyle bu durumu şitli ürünler geliştirilmiştir. Bunlardan biri dekstran
sınıflandırmak güçtür. Bazı özellikleri aşağıda ve solüsyonudur.
rilmiştir:
Plazma Yerini Tutmak Üzere Dekstran Solüsyo
1. Yüksek ateş. nu. Plazma yerine gerçekten etkin olacak bir m ad
2. Genellikle bütün vücutta, özellikle eııfekte do de için birinci koşul dolaşım sistem inde kalması-
kuda belirgin vazodilatasyon. dır-yani kapiller porlardan doku alanlarına filtre ol
3. Hastaların belki de yarısında görülen kalp de mamasıdır. Buna ek olarak solüsyonun toksik ol
BÖLÜM 24 • Dolaşım Şoku ve Tedavisinin Fizyolojisi 261
maması ve uygulandığında ekstraselüler sıvının şaşağı pozisyon bir çok şok tipinin tedavisinde
elektrolit içeriğini bozmayacak uygun elektrolitlere ilk koşuldur.
sahip olması gereklidir. Plazmanın yerine kullanı
lacak ürünün dolaşımda kalması için kolloid os- Oksijen Tedavisi. Şok tiplerinin çoğunda en bü
motik basınç oluşturmak üzere yeterli derecede yük zararlı etki dokulara oksijen sağlamadaki aşırı
büyük moleküllü bazı maddeler içermelidir. azalmaya bağlı olduğundan, hastaya oksijen solu-
Bu am açla geliştirilen en tatmin edici maddeler tulması bazı durumlarda yararlı olabilir. Ancak ço
den biri gİükozun büyük bir polisakkaıit polimeri ğunlukla beklenildiğinden daha az yarar sağlar.
olan dekstıandır. Bazı bakteriler büyümeleri sıra Çünkü problem genellikle akciğerlerde kanın ye
sında yan ürün olarak dekstran salgılarlar ve piya tersiz oksijeıılenm esi değil, oksijenlenm iş kanın ta-
sadaki dekstran, bakteri kültüründen elde edilir. şınım ının yetersiz oluşudur.
Bakterilerin gelişme koşulları değiştirilerek dekst-
ıam n molekül ağırlığının istenen değerde olması G liko koritko id lerle Tedavi (G likoz M e ta b o liz
sağlanabilir. Uygun molekül büyüklüğündeki masını Kontrol Eden Böbreküstü Bezi H o r
dekstran, kapiller porlardan geçmez ve bu nedenle monları). Glikokoıtikoidler bir kaç nedenle ağır
kolloid osm otik ajan olarak plazma proteinlerinin şoktaki hastaya sıklıkla verilmektedir. (1) D eney
yerini tutabilir. ler ampirik olarak glikokotikoidleıin şokun son
Kolloid osmotik basınç sağlamak üzere dekstran evresinde kalp gücünü artırdığını gösterm ektedir.
kullanıldığında çok az toksik reaksiyon gözlenmiş (2) Glikokoıtikoidler lizozom m em branlarını sta
tir; bu nedenle bu maddenin solüsyonları sıvıyı ye bilize ederler ve lizozomal enzim lerin hücre si-
rine koyma tedavisinde tatminkar bir şekilde plaz toplazm asına geçişini ve böylece zararlı etkilerini
ma yerini tutmaktadır. önlerler ve (3) Glikokoıtikoidler ciddi şekilde h a
raplanmış hücrede glikoz m etabolizm asına yar
dımcı olabilirler.
Şokun Sempatomimetik İlaçlarla
Tedavisi - Bazen Yararlı, Bazen Değildir.
Örneğin, J. W. Crovvell tarafından planlanan bir lam asının beynin hayatta kalış süresini iki-dört kat
hayvan deneyinde dolaşım durmasının başında artırdığı gösterilmiştir.
hayvanın bütün kanı damarlarından alınıp sonra Bu nedenle dolaşım durmasından sonra oluşan
dolaşım arrestinin sonunda yeniden verildi. Böyle- ciddi beyin harabiyetinin temel olarak birçok kü
ce damar içi pıhtılaşm a oluşmadı. Bu deneyde be çük hatta büyük kan damarlarının kan pıhtılarıyla
yin, kalıcı bir beyin harabiyeti olmadan 30 dakika kalıcı tıkanması, böylece uzun süreli iskemi ve bu
lık bir dolaşım durmasına dayanabildi. Yine, kardi- na bağlı nöron ölümü sonucu oluştuğu anlaşıl
yak arrestten önce hepaıin veya streptokinaz uygu maktadır.
REFERANSLAR
Barber A E , Sh ires G T : C e ll dam age after irreversible hem orrhagic shock. Am J Phy Maier R V , Bulger EM : Endothelial changes after
shock. New H oriz 4 :1 6 1 , 1 9 9 6 . siol 2 0 6 :3 1 3 . 1964. shock and injury. N ew H oriz 4 :2 1 1 , 1996.
Brown H, K ozlow ski R , D avey P: Physiology Fallon J T : Cardiovascular Pathophysiology: A M ohrm àn D E, H eller L J : C ard iovascu lar Phys
and Pharm acology o f the Heart. O xford: Problem -O riented A pproach. Philadelphia: iology. New York: M cG ra w -H ill. 1997.
B lackw ell S c ie n c e , 1997. J B Lippincott, 1994. Pflederer T A : E m erg en cy fluid m anagem ent
Buckingham JC , G illie s G E , Cow ell A -M : Guyton A C , Crow ell JW : D ynam ics o f the for hypovolem ia. Postgrad M ed 1 0 0 :2 4 3 ,
Stress, Stress H orm ones, and tin- Immune heart in shock. Fed Proc 2 0 :5 1 , 1961. 2 4 7 , 1996.
System . C hich ester: Joh n W ile . & S o ns,, Guyton A C , Jo n es C E , C olem an T G : C ircu la S ch lag G , Redl H: S h o ck , S ep sis, and Organ
1997. tory Physiology: C ardiac Output and Its Failure. New Y ork: Sp rin g er. 1 999.
C hem ow B : New advances in the pharm aco Regulation. Philadelphia; W B Saunders C o, van B o m m el E F : Should continuous renal re
lo g ic approach to circulatory shock. J C lin 1973. placem ent therapy b e used fo r “non-renal”
A nesth 8 :6 7 S , 1996. Jon es C E , C row ell JW , Sm ith E E : A cause- indications in critically ill patients with
C ornw ell E E 3rd, Kennedy F , Rodriguez J: e ffe ct relationship betw een oxygen deficit sh ock? Resuscitation 3 3 :2 5 7 , 1 9 97.
T h e critical care o f the severely injured pa and irreversible hem orrhagic shock. Surg W axm an K : Sh ock: ischem ia, reperfusion, and
tient. I. A ssessin g and im proving oxygen G ynecol O bstet 1 2 7 :9 3 , 1968. inflammation. New H oriz 4 :1 5 3 , 1 9 9 6 .
delivery. Surg C lin North Am 7 6 :9 5 9 , Lake C L : C linical M onitoring for A nesthesia W est M A , W ilson C : H yp o xic alterations in
1996. and C ritical Care. Philadelphia: W B Saun cellular signal transduction in shock and
Crow ell JW , G uyton A C : Evid en ce favoring a ders Co, 1994. sepsis. New Horiz 4 :1 6 8 , 1996.
cardiac m echanism in irreversible hem or Levin E R , Nadler J L : Endocrinology o f C ar Y u B P .'C e llu la r d efenses against dam age from
rhagic shock. A m J Physiol 2 0 1 :8 9 3 , 1961. diovascular Function. B osto n : Kluw er A ca reactive oxygen species. P hysiol R e v 7 4 :
Crow ell JW , Sm ith E E : O xygen deficit and dem ic Publishers, 1 9 98. 139, 1994.
I J
Böbrekler ve ■
Vücut Sıvıları
V
25
V ü c u t Sıvı K om partım anları: H ü cre içi ve H ücredışı Sıvılar; H ücrelerarası Sıvı
ve Ö d e m
26
B ö b re k le rd e İd ra r O lu ş u m u : I. G lo m e rü le r F iltrasyo n , B ö b re k Kan A kım ı
ve K o n tro lle ri
27
B ö b re k le rd e İd ra r O lu ş u m u : II. G lo m e rü le r F iltratın T ü b ü lle rd e İşle nm esi
28
E k s tra s e lü le r Sıvı O s m o la rite s i ve S o d yu m K o n sa n tra syo n u n u n D ü z e n le n m e s i
29
Kan H a cm i ve E kstra se lü le r Sıvı H a cm in in K o n tro lü n d e Renal M e k a n iz m a la rın
E n te g ra s y o n u ; ve P otasyum , K alsiyum , F o sfat ve M a g n e z y u m u n Renal
D ü z e n le n m e s i
30
A s it-B a z D e n g e s in in D ü ze n le n m e si
31
İd ra rın Ç ıkarılm ası, D iü re tik le r ve B ö b re k H astalıkları
i J
Vücut Sıvı Kompartımanları:
Hücreiçi ve Hücredışı Sıvılar;
Hücrelerarası Sıvı ve Ödem
Birinci bölümde bahsedildiği gibi homeostasis için varmadığımız, bütün yaşayan insanlarda devam
vücut sıvılarının oldukça sabit bileşim ve hacimde lı görülen bu sıvı kaybına gizli (faıkedilm eyen) sı
tutulması gereklidir. Klinik tıbbın en önemli ve en vı kaybı denir.
sık karşılaşılan sorunlarından bazıları sabit tutul Deri yolu ile olan gizli sıvı kaybı terlem eden b a
ması gereken vücut sıvılarını kontrol eden sistem ğımsızdır ve hatta doğuştan ter bezleri olmayan şa
lerin bozukluklarından kaynaklanır. Böbreklerle il hıslarda bile görülür, deriden difüzyon yolu ile sıvı
gili bu ve bundan sonraki bölümlerde, vücut sıvı kaybı günlük ortalama 300 ile 400 m l’dir. Bu kayıp
hacim lerinin düzenlenmesi, hücredışı sıvıların bi difüzyonla fazla sıvı kaybına karşı bir bariyer oluş
leşenlerinin düzenlenm esi, asit-baz dengesinin turan kolesterolle dolu kornifiye deri tabakası tara
düzenlenm esi ve hücreiçi ile dışı arasındaki sıvı de fından minimuma indirilir. Kornifiye tabaka, geniş
ğiş tokuşunun kontrolü tartışılacaktır. yanıklarda olduğu gibi ortadan kalktığı zaman bu
harlaşma hızı 1 0 misline kadar artar ve günlük di
füzyonla sıvı kaybı 3-5 litre olur. Bu nedenle yanık-
lılaıda sıvı kaybını dengelemek için daima intrave-
SIVI ALINMASI VE ATILMASI SABİT nöz olarak bol miktarda sıvı verilmelidir.
KOŞULLARDA DENGEDE OLMALIDIR Solunum yolu aracılığı ile gizli sıvı kaybı günde
ortalam a 300 ile 400 ml’dir. Solunum yollarına gi
Dış ortam la vücut arasında ve vücudun değişik ren hava vücudu terketmeden önce, su buharı b a
kompartmanları arasında devamlı bir madde ve sı sıncı 47 ınmHg olacak şekilde su buharına doymuş
vı değiş tokuşu olmasına karşın vücut sıvılarının hale gelir. Alman havanın su buharı basıncı genel
ıölatif sabitliği’nin korunması oldukça dikkat çeki likle 47 mmHg'dan az olduğu için solunum esn a
cidir. Örneğin, vücut sıvı hacimlerinin artmasını ya sında akciğerler aracılığı ile devamlı su kaybı olur.
da azalm asını engellemek için, çok büyük değişik Soğuk havada atmosfer havasının su buharı basın
likler gösteren sıvı alımı, sıvı atılmasıyla dikkatle cı hem en hem en sıfıra indiği için hava ısısının azal
eşlenmelidir. ması akciğerler aracılığı ile su kaybını daha da artı
rır. Bu artış soğuk havada solunum yollarının kuru
ma hissini açıklar.
Alınan Günlük Su Miktarı
Terle Sıvı Kaybı: Terleme ile kaybedilen su miktarı
Su vücuda iki önemli kaynaktan sağlanır. (1) sıvı fizik aktivite ve ortam ısısına bağlı olarak oldukça
olarak veya besinler içinde alman suyun günlük değişkendir. Normalde terle günlük sıvı kaybı sade
katkısı normalde 2100 m l’dir. (2) Karbonhidratların ce 1 0 0 mİ kadardır, fakat çok sıcak havada veya aşı
vücutta oksidasyoııu sonucu sentezlenen su ile rı egzersiz esnasında terle sıvı kaybı nadiren saatte
günde 200 mİ kadar su ilave edilir. Böylece günlük 1 - 2 litreye çıkar. Eğer 2 9 ’cu Bölüm de açıklanacak
alm an su miktarı 2300 mİ civarındadır. (Tablo: 25- susam a mekanizmasının aktivasyoııu ile sıvı alımı
1) Bireyler arasında sıvı alımı oldukça farklılık gös artmaz ise bu kayıp, vücut sıvılarını kolayca tükete
terir, hatta aynı şahısta iklime, alışkanlıklara, fizik cektir.
aktiviteye bağlı olarak değişik günlerde alınan sıvı
miktarı değişir. Feçes ile Su Kaybı: Normalde çok az miktarda sıvı
(günde 100 mİ) feçesle atılır. Bu miktar, şiddetli is
hali olan şahıslarda günde birkaç litreye çıkabilir.
Vücut Suyunun Günlük Kaybı Bu nedenle ağır ishal bir kaç gün içinde düzelm ez
se hayatı tehdit eder.
Gizli Sıvı Kaybı: Bazı su kayıpları kesin bir şekil
de düzenlenem ez, örneğin norm al koşullar altın Böbreklerle Su Kaybı: Vücuttan sıvı kaybının ka
da solunum sistem inden buharlaşm a ile ve deri lan bölümü böbreklerle atılan idrarla gerçekleşir.
den difüzyon yolu ile günde 700 m l’lik devamlı İdrar miktarını kontrol eden çok sayıda m ekaniz
bir su kaybı olmaktadır. Bilinçli olarak farkına ma vardır. En önemli nokta vücuda sıvı alınması ve
264
BÖLÜM 25 • Vücut Sıvı Kompartmanları: Hücreiçi ve Hücdedışı c ıvılar; Hücrelerarası Sıvı ve Ö dem 265
TABLO 25 ■ 1 KAYBEDİLEN
Böbrekler
Günlük Su Alımı ve Atılımı (ml/gün) Akciğerler.
ALINAN
Ağır,uzun Dışkı
Normal Egzersizde Ter
Deri
Alınan
İçilen sıvılar 2100 ?
Metabolizmadan 200 200
Toplam alman 2300 ?
Çıkarılan
Gizli-Deri 350 350
Gizli-Akciğer 350 650
Terleme 100 5000
Dışkı 100 100
İdrar 1400 500
Toplam çıkarılan 2300 6600
TABLO 25 - 3
Vücut Sıvılarının Ölçülmesi
Hacim İndikaıörler
hücredışı sıvı hacmi yerine sıklıkla sodyum alanı veya diğer elektrolitler gibi küçük osm otik etkili m adde
inülin alanından bahsedilir. ler tarafından belirlenir. Bunun sebebi hücre zarı
nın suya geçirgen olmasına karşın sodyum ve klo
Hücreiçi Hacminin Hesaplanması: Hücreiçi hacim doğ rür gibi oldukça küçük moleküllere bile kısmen ge
rudan ölçülemez. Ancak aşağıdaki şekilde hesaplanabilir:
çirgen olmamasıdır. Böylece, su, hücre m em branı-
Hücreiçi hacmi = Tötal vücut sıvısı nı hızla geçer ve hücreiçi sıvının hücredışı sıvıyla
- Hücredışı hacim izotonik olması sağlanır.
Gelecek bölümde sıvının bu iki kom partm anda
Plazma Hacminin Ölçümü: Plazma hacmini ölçmek için kaymasına sebep olan osmotik faktörler ve hücre
damara eııjekte edildikten sonra kapiller duvarına penet- içi ve hücredışı sıvı hacimleri arasındaki ilişkiyi tar
re olmayan ve damar sistemi içinde kalan bir madde kul tışacağız.
lanılmalıdır. Plazma hacminin ölçümünde genellikle kul
lanılan maddelerden birisi radyoaktif iyot ile işaretlenmiş
albumindir (125 I-albumin). Ajan zamanda Evans mavisi
(T-1824'de denir) gibi plazma proteinlerine bağlanan bo
■
yalar plazma hacminin ölçümünde kullanılabilir. OSM OZ VE OSMOTİK BASINCIN
TEMEL İLKELERİ
Hücrelerarası Sıvı Hacminin Hesaplanması: Hücrele
rarası sıvı hacmi doğrudan ölçülemez fakat aşağıdaki şe
kilde hesaplanabilir. 4. Bölüm’de osmoz ve osm otik basıncın tem el ilke
leri anlatılmıştır. Bu nedenle burada sadece bu
Hücrelerarası sıvı = Hücredışı sıvı hacmi prensiplerin hacim düzenlenmesini ilgilendiren en
-plazma hacmi önemli taraflarını özetleyeceğiz.
Osınoz, suyun yüksek konsantrasyonda bulu ndu
Kan Hacminin Ölçümü: Eğer yukarıda tanımlanan yön
ğu bölgeden, d ah a az yoğunluktaki bölgeye net di-
temlerle plazma hacmi ölçülürse ve eğer toplam kan
hacminin hücrelerden oluşan fraksiyonu yani hematok- fiizyonudur. Saf su içine bir katı madde eklendiğin
ıit de bilinirse kan hacmi aşağıdaki formül yardımı ile de, bu karışımdaki suyun yoğunluğu azalır. Böyle
hesaplanabilir: ce bir çözeltideki madde konsantrasyonu ne kadar
fazla ise su yoğunluğu o kadar azalır. Bundan baş
Plazma Hacmi ka, su, solüt yoğunluğunun az (suyun fazla) olduğu
Tolal kan hacmi ---------------------- bölgeden, solüt yoğunluğu fazla olduğu (suyun az
1-Hematokrit olduğu) bölgeye difüze olur.
Örneğin eğer plazma hacmi 3.0 Litre ve hematokrit Hücre zarı suya fazla geçirgen olm asına karşın,
0.40 ise kan hacmi şu şekilde hesaplanabilir. maddelerin çoğuna oldukça az geçirgen olduğun
dan madde konsantrasyonunun yüksek olduğu ta
3 litre rafa su geçişi olur. Böylece eğer sodyum klorür gibi
--------- = 5.0 litre bir madde hücre dışı sıvıya ilave edilirse, hücre za
1- 0,4 rının her iki tarafındaki su konsantrasyonu eşit
oluncaya kadar, su, hızla hücreden m em bran yolu
Kan hacmini ölçmenin bir başka yolu ıadioaktif ma-
ile dışarı çıkar. Aksine eğer sodyum klorür gibi bir
tcryel ile işaretlenmiş eritrositlerin dolaşıma eııjekte
edilmesidir. Bunların dolaşımda karışmasından sonra solüt hücredışı sıvısından uzaklaştırılırsa hücredışı
karışmış kan örneğinin radioaktivitesi ölçülebilir ve top sıvısında su konsantrasyonu artacağı için su
lam kan hacmi seyreltme ilkesi kullanılarak hesaplana mem bran aracılığı ile dışarıdan hücreiçine girer.
bilir. Eritrositleri işaretlemede sıklıkla kullanılan madde Suyun difüzyon hızına osm oz hızı denir.
eritrosite sıkıca bağlanan radyoaktif krom (51 Cr)dur.
Osm ol ile M ol İlişkisi: Bir sıvının içindeki su y o
ğunluğu o çözeltideki katı m adde partiküllerinin
sayısına bağlı olduğundan, kon san trasyon u n ta
HÜCREİÇİ VE HÜCREDIŞI SIVILAR nım ı için çözeltideki m addelerin tam bileşim ine
ARASINDA SIVI DEĞİŞİMİ VE OSM O- bakılm aksızın m addelerin toplam kon san trasyo
TİK DENGENİN DÜZENLENMESİ: nu gereklidir. Bir çözeltideki partiküllerin toplam
sayısı osm ol terim i ile ölçülür. Bir osıııol (Osm)
Ağır hastaların tedavisinde sık rastlanan problem, bir mol katı paıtiküle eşittir. ( 1 m ol= 6 . 0 2 x 1 0 23)
intraselüler ve ekstraselüler kompartmanlardan b i Bu nedenle litresinde bir m ol glikoz içeren bir
ri veya her ikisinde yeterli sıvıyı muhafaza etme çözelti 1 osm/litre konsantrasyona sahiptir. Eğer
güçlüğüdür. Bölüm 16’da ve daha sonra bu bölüm sodyum klorürde olduğu gibi m olekül iki paı tikül
de tartışıldığı gibi plazma ve hücrelaraıası alanda oluşturacak şekilde sodyum ve klorür iyonlarına
dağılmış olan ekstraselüler sıvının miktarı başlıca, ayrılırsa, bu durumda 1 mol/litrelik bir çö zelti
kapiller m em bıandan suyun hareketini yönlendi nin osm otik konsantrasyonu 2 osm /litıedir. B en
ren hidrostatik ve kolloid osmotik kuvvetler arasın zer şekilde (Na2 S 0 4 gibi) 3 iyona ayrışabilen bir
daki denge ile belirlenir. Hücreiçi ve hücredışı mol molekül içeren bir çözeltin in osm otik kon
kompartmanlarda sıvı dağılımı ise hücre m em bra- santrasyonu 3 osm/litıedir. B öylece osm ol teri
nının her iki tarafında bulunan sodyum, klorür ve mi, bir çözeltide bulunan m addenin m olar kon
270 ÜNİTE V • Böbrekler ve Vücut Sıvıları
santrasyonund an çok osm otik olarak aktif parti- Bir Solüsyonun Osm otik Basıncının Hesaplan
kül sayısını gösterir. ması: Hücre m em bıanım n maddelere geçirgen ol
Genelde vücut sıvılarında osmotik aktiviteyi ifa madığı faızedilerek van’t Hoff yasası aracılığı ile bir
de etm ek için osmol, çok büyük bir birimdir. Bu n e çözeltinin potansiyel osmotik basıncı hesaplanabi
denle çoğunlukla osm ol’ün binde biri olan nıilios- lir. Örneğin %0.9’luk sodyum klorür çözeltisinin
m ol (mOsm) birimi kullanılır. osmotik basıncı aşağıdaki gibi hesaplanır: %0.9'luk
sodyum klorür çözeltisi, 100 m l’sinde 0.9 gram ve
Osmolalite ve Osmolarite: Bir çözeltinin osmolal
ya 9 gr/litıe sodyum klorür içeren sıvı demektir.
konsantrasyonu osmol/Kg su olarak ifade edildiğin
Sodyum klorüriin molekül ağırlığı 58.5 gm/mol ol
de osmolalite, osmol/litre olarak ifade edildiğinde
duğundan bu çözeltinin m olaritesi 9 gm/litre’nin
ise osm olarite denir. Vücut sıvıları gibi seyreltik sıvı
58.5 gm/mol değerine bölünm esi ile bulunur ve
larda fark çok küçük olduğundan, bu iki terim h e
takriben 0.154 mol/litre dir. Sodyum klor ürün her
m en hem en eş anlamlı olarak kullandabilir. Çoğun
molekülü 2 osmole eşit olduğu için çözeltinin os
lukla vücut sıvılarının miktarını kilogram su yerine
molaritesi 0.154 x 2 = 0.308 osm/litıe dir. Bu çözel
litre olarak ifade etmek daha kolaydır. Bu nedenle
klinikte kullanılan hesaplamaların ve sonraki pek tinin potansiyel osm otik b asın cı böylece 308
çok bölümdeki hesaplamaların çoğunun ifadesinde mOsm/litre x 19.3 mmHg/mOsm/litre veya 5944
osmolaliteden çok osmolarite temel alınmıştır. mmHg olacaktır.
Bu sadece yaklaşık bir hesaplamadır çünkü sod
O sm o tik Basınç: Seçici geçirgenliğe sahip bir yum ve klorür iyonları çözelü içinde iyonlar arası çe
m em brandan su moleküllerinin geçişi osmoza zıt kim nedeni ile bağımsız partiküller gibi davranamaz
yönde bir kuvvet uygulanarak engellenebilir. Osmo- lar. Bu sapmalar osmotik sabite denen düzelüne fak
zu engellemek için uygulanması gereken kuvvete törü aracılığı ile van’t Hoff yasası kullanılar ak düzelü-
osm otik basınç denir. Burada hatırlanması önemli lebilir. Sodyum klorür için osmotik sabite 0.93 civa
olan nokta, osmotik basıncın suyun membrandan rındadır. Böylece %0,9'luk sodyum klorür çözeltisinin
net difüzyonunu sağlayan kuvvet olmayıp aksine gerçek osmolaritesi 308 x 0.93 = 286 mOsm/litredir.
mem brandan suyun net difüzyonunu engellemek Pratik amaçla fizyolojik sıvıların osmolaritesi ve os
için uygulanması gereken kuvvet olduğudur. Böyle- motik basınçları tayin edilirken bazen değişik mad
ce osmotik basınç, dolaylı olarak bir çözeltinin su ve delerin osmotik sabiteleri ihmal edilir.
solüt konsantrasyonunun ölçüsüdür. Osmotik ba
sıncı ne kadar fazla ise o sıvının su yoğunluğu o den
Vücut Sıvılarının Osmolaritesi: Tablo 2 5 -2 ’ye dö
li azdır, fakat madde yoğunluğu o kadar yüksektir.
nerek plazma, hücrelerarası ve hücredışı sıvıların
O sm olarite ile Osm otik Basınç Arasındaki İliş da bulunan, osmotik aktiviteye sahip değişik m ad
ki: Bir çözeltinin osmotik basıncı o sıvıdaki osmo- delerin yaklaşık osm olaritelerine dikkat ediniz.
aktif partiküllerin yoğunluğu ile doğru orantılıdır. Hücreler arası sıvının ve plazm anın toplam osmo-
Bu moleküllerin büyük veya küçük oluşuna bakıl laritesinin %80 kadarının sodyum ve klorür iyonla
maksızın doğrudur. Örneğin 70.000 molekül ağır rına bağlı olduğu görülmektedir. Halbuki lıücıeiçi
lıklı bir mol albuminin osmotik etkisi, 180 molekül sıvısında toplam osm olaritenin hem en hem en ya
ağırlığa sahip bir mol glikozunki ile aynıdır. Diğer rısı potasyum iyonlarına aittir ve kalanı diğer bir
yandan bir m ol sodyum klorür, Na ve C1 olmak üze çok hücıeiçi maddeler arasında bölünmüştür.
re iki osm otik aktif partikiile sahiptir ve bu neden Tablo 25-2’nin alt kısmında gösterildiği gibi her
le album in veya glikoz molekülünün iki misli o s üç kom partmanın toplam osm olaritesi de yaklaşık
motik etkiye sahiptir. Böylece bir çözeltinin osm o 300 mOsm/litre'dir. Plazmanınki hücrelerarası ve
tik basıncı, o sıvıdaki katı partiküllerin yoğunluğu hücıeiçi sıvılarınkinden 1 mOsm/litre daha yük
nu ölçen osmolaritesi ile orantılıdır. sektir. Hücrelerarası sıvı ve plazma arasındaki hafif
Van’t Hoff yasasına göre matematiksel olarak ifa fark bölüm 16’da anlatıldığı gibi, kapilleıde, hücre
de edildiğinde osmotik basınç ( tc) aşağıdaki şekilde lerarası aralığa oranla 20 mmHg daha yüksek bir
hesaplanabilir. basınç oluşturan plazma proteinlerinin osmotik
etkisinden kaynaklanır.
n = CRT
Bu formülde C, osm/litre olarak madde yoğunluğu, Vücut Sıvılarının Düzeltilmiş Osm olar A ktivite-
R ideal gaz sabitesi ve T kelvin derecesi cinsinden si: Tablo 2 5 -2 ’niıı alt kısmında plazmanın, hücrele
(273 + santigıad°) mutlak ısıdır. Eğer 7t genellikle rarası sıvının ve hücıeiçi sıvısının düzeltilmiş os
biyolojik sıvılaııda kullanılan basınç ünitesi olan molar aktivitesi gösterilmiştir. Bu düzeltmelerin
milim etre civa olarak ifade edilir (mmHg) ve T nor nedeni çözeltideki molekül ve iyonların karşılıklı
mal vücut ısısı (273° + 37° = 310° Kelvin) olarak alı birbirini çekme veya itmeleridir. Bu iki etki erimiş
nırsa madde yoğunluğu 1.0 m Osm/litre olan bir sı maddelerin osmotik aktivitelerinde sırası ile azal
vının t c değeri takriben 19300 mmHg olarak hesap ma ve artmaya yol açar-.
lanır. bu 1.0 Osm/litıe olan bir sıvının n değeri 19,3
mm H g’dır anlam ına gelir. Böylece hücre m em- Vücut Sıvıları Tarafından Uygulanan Total Osmo
brannın diğer yanında bulunan her miliosmol kon tik Basınç: Tablo 25-2 aynı zamanda hücre zarının bir
santrasyon farkı 19.3 mmHg basınç uygular. tarafına saf su diğer tarafına farklı sıvılardan biri ko
BÖLÜM 25 • Vücut Sıvı Kompartmanları: Hücreiçi ve Hücredışı Sıvılar; Hüclerarası Sıvı ve Ödem 271
nulduğunda uygulayacakları toplam osmotik basınç tir ve maddeler hücreyi terkedemez veya hücreye gi
ları milimetre civa olarak da göstermektedir. Dikkat remez. Böyle bir çözelti, hücrenin ne büzüşmesine
edilmesi gereken nokta, plazma için ortalama 5443 ne de şişmesine sebep olduğu için izotonik denir.
mmHg olan bu basıncın, düzeltilmiş plazma osmola- İzotonik çözeltilere örnek % 0.9’luk sodyum klorür
ıitesi olan 282 mOsm/litrenin 19,3 katı olduğudur. veya %5’lik glikoz çözeltileridir. Bu çözeltiler hücre
içi ve hücredışı sıvılar arasındaki osmotik dengeyi
bozma tehlikesi olmaksızın kana infüze edilebilme
leri nedeni ile, klinik uygulamada önemlidir.
HÜCREİÇİ VE HÜCREDIŞI SIVILAR Eğer bir hücre, m em branı geçem eyen solut kon
ARASINDA OSMOTİK DENGENİN santrasyonu 280 mOsm/litre’den daha az olan h i
poton ik bir sıvı içine konulursa su hücre içine gire
KORUNMASI rek hücrenin şişm esine yol açar. Hücre içi ve dışın
daki sıvıların osm olaritesi eşitleninceye kadar su
Ekstraselüler sıvıdaki madde yoğunluğunda olduk
hücre içine girmeye devam ederek hücre içini daha
ça küçük bir değişiklik ile hücre membranının iki ta
seyreltik yaparken hücre dışındaki sıvıyı daha fazla
rafı arasında büyük osmotik basınç gelişebilir. Yuka
yoğunlaştırır, % 0.9’dan daha az yoğunluktaki sod
rıda tartışıldığı gibi geçici olmayan (yani hücre
yum klorür solüsyonları hipotoniktir ve hücrelerin
membranını geçemeyen) bir maddenin her bir mili-
şişmesine sebep olurlar.
osm ol yoğunluk farkı için, hücre duvarına 19.3
Eğer bir hücre, m em branı geçem eyen solut yo
mmHg lik bir osmotik basınç uygulanır. Hücre
ğunluğu yüksek hipertonik bir solüsyon içine ko
membranının bir yanında saf su bulunursa ve hüc
nursa, su hücre dışına, hücrelerarası sıvı içine aka
reiçi sıvının osmolaritesi 280 mOsm/litre olursa
rak hücre içini yoğunlaştırır ve hücredışı sıvısını
hücre membranını etkileyecek potansiyel osmotik
seyreltir. Bu durumda her iki sıvının yoğunluğu eşit
basınç 5400 mmHg’dan fazla olabilir. Bu değer, hüc
oluncaya kadar hücre büzüşür. Hücrenin büzüş
reiçi ve dışı sıvılar osmotik dengede olmadığı zaman
mesine neden olan sıvıya hipertonik denir, sod
suyun membrandan geçmesi için zorlayan kuvvetin
yum kloıürün % 0.9’dan daha yoğun çözeltileri hi-
büyüklüğünü gösterir. Bu kuvveüere bağlı olarak,
pertoniktir.
hücredışı sıvıda membrandan geçemeyen madde
konsantrasyonundaki görece küçük değişiklikler,
İzosmotik, Hiperosm otik ve H ipo-O sm otik Sı
hücre hacminde çok büyük değişmelere yol açabilir.
vılar: İzotonik, hipotonik ve hipertonik terimleri
sıvıların hücre volümünde değişikliğe sebep olup
İzotonik, Hipotonik ve Hipertonik Sıvılar: Hüc-
olm amasına göre kullanılır. Solüsyonların tonisite-
ıedışı sıvıdaki geçici olmayan maddelerin değişik
si m embrandan geçem eyen maddelerin konsant
yoğunluklarının hücre hacmine etkileri Şekil 25-5’te
rasyonuna bağlıdır. Ancak bazı maddeler hücre za
gösterilmiştir. Eğer bir hücre, membranı geçemeyen
rını aşabilirler. Osmolaritesi hücreninki ile aynı
madde yoğunluğu 280 mOsm/litıe olan bir çözelti
olan çözeltilere, maddenin hücre zarını geçip geçe-
içine konulursa hücre şişmez veya büzüşmez, çün
meyişine bakılmaksızın, izosm otik denir.
kü hücredışı ve hücreiçi sıvılarda su yoğunluğu eşit
H iperosm otik ve hipoosıııotik terimleri, m adde
nin hücre zarını geçip geçemeyişi dikkate alınm ak
sızın normal hücredışı sıvı ile karşılaştırıldığında
daha yüksek veya düşük osmolariteye sahip çözel
tiler için kullanılır.
Üre gibi hücre zarını oldukça kolay geçebilen
maddeler hücreiçi ve hücredışı sıvılar arasında ge
çici hacim kaymalarına sebep olurlar, fakat yeterli
zaman verildiğinde bu maddelerin yoğunluğu iki
koınpartmanda eşitlenir ve normal koşullarda h ü c
IZOTONIK reiçi hacm ine çok az etkileri olur.
değişme yok
Hücreiçi ve Hücredışı Sıvılar Arasındaki Osmotik
Denge Hızla Kurulur: Sıvının hücre zarından transfe
ri o kadar çabuk olur ki bu iki kompartman arasındaki
osmolarite farkı genellikle saniyeler içinde veya en faz
la dakikalar içinde düzeltilir. Suyun hücre zarından bu
çabuk hareketi, bütün vücutta hücreiçi ve dışı kom-
partmanlar arasında aynı kısa periyodda tam bir den
HİPOTONİK genin sağlanacağı anlamına gelmez. Bunun nedeni
Hücre Şişmesi Hücre Büzüşmesi suyun genellikle vücuda barsaklar aracılığı ile girmesi
ve tam bir osmotik denge oluşmadan önce tüm doku
Ş E K İL 25 - 5 lara kan yolu ile taşınmasıdm Normal şahıslarda su
Hücre hacmi üzerine izotonik (A), hipertonik (B) ve hipotonik içildikten sonra vücudun her tarafında osmotik denge
(C) solüsyonların etkisi. oluşması için 30 dakika gibi bir zaman gerekebilir.
272 ÜNİTE V • Böbrekler ve Vücut Sıvıları
Bıı ana prensipleri akılda tutarak hücreiçi ve Hipertonik Tuz Çözeltisi İnfüzyonundan Sonra
hücredışı sıvılarının hacim ve osm olaıitesi üzeri Sıvı Kaymaları ve O sm olaritelerin Hesaplan
ne farklı anorm al koşulların etkilerini analiz ed e ması. Farklı solüsyonların infüzyonu ile hücredışı
biliriz. ve hücreiçi sıvı hacimleri ve osm olaıitelerinde or
taya çıkan etkileri hesaplayabiliriz. Örneğin, b aş
langıç plazma osmolaritesi 280 mOsm/litre olan 70
Hücredışı Sıvısına Tuz Çözeltisi kg. ağırlığında bir hastanın hücredışı sıvı kompart-
Verilmesinin Etkileri manına yüzde 2.9’luk 2 litre hipertonik sodyum
klorür solusyonu infiize edersek, osm otik denge
Eğer hücredışı sıvı kom partm ana izoton ik tuzlu kurulduktan sonra intraselüler ve ektraseliiler sıvı
su ilave edilirse bu kom partm anın osm olaritesi hacim ve osmolaritelerde ne olacaktır?
değişm ez bu nedenle hücre m em branlarınd an İlk basamak başlangıç koşullarını hesap etmek-
1 I Hücreiçi sıvısı
□ Hücredışı sıvısı
A. İzotonik NaCI
Normal durum ilavesi
LU 3001
— 2
Ç M 200 -
o w 100.
co E
o o r r " " "i- " ı ı
0 10 20 30 40
Hacim
I
C. Hipotonik NaCI B. Hipertonik NaCI
ilavesi ilavesi ŞE K İL 25 - 6
Osmotik dengeye ulaşıldıktan sonra hücre dışı
sıvasına izotonik, hipotonik ve hipertonik solüsyon
ilavesinin etkisi. Normal durum, düz çizgi ile;
' normalden kaymalar, gölgeli alanlarla her şeklin
apsisinde hücreiçi ve hücredışı sıvı kompartıman
larının hacimleri, ordinatlarda ise kompartman-
ların osmolariteleri gösterilmiştir.
BÖLÜM 25 • Vücut Sıvı Kompartmanları: Hücreiçi ve Hücredışı Sıvılar; Hüclerarası Sıvı ve Ödem 273
tedir, hücreiçi ve hücredışı sıvı hacimlerinin ve her ğını farzedersek, hücreiçi ve dışı kompartmanlardaki
kompartmandaki solutleıinin toplam m iliosm ol sıvıların hacmini hesaplayabiliriz. Hücre içi sıva hacmi
yaklaşık değerlerini hesaplayabiliriz. Eğer hücredı- bu bölmedeki toplam 7840 miliosmolün, yoğunluğa
şı sıvı hacm inin vücut ağırlığının % 2 0 ’si hücreiçi sı (312.7 mOsm/litre) bölünmesi ile 25.1 liüe olarak he
vı hacm inin vücut ağırlığının %40'ı olduğunu far- saplanır. Hücre dışı sıvı hacmi de toplam 5920 milios
zedersek, hücreiçi ve hücredışı kompartmanlarda- molün yoğunluğa (312.7 mOsm/litre) bölünmesi ile
ki hacim ve konsantrasyonları hesaplayabiliriz. 18.9 litre olarak saptanır. Bu hesaplamalarda eklenen
sodyum klorürün hücredışı kompartmanda kaldığı ve
Basamak 1: Başlangıç Koşulları hücre içine girmediği farzedilir.
Bundan sonra 2 litre %2,9’luk sodyum klorür so Hücredışı sıvısı 18.9 312.7 5920
lüsyonuyla hücredışı sıvısına ilave edilen toplam Hücreiçi sıvısı 25.1 312.7 7840
miliosmolü hesaplarız, % 2.9’luk sodyum klorür so Total vücut sıvısı 44.0 312.7 13,760
lüsyonun anlamı 100 ml'de 2.9 gr veya litrede 29 gm
sodyum klorür var demektir. Sodyum klorüriin m o
lekül ağırlığı takriben 58 gm/mol olduğundan sod Böylece bu örnekten görüleceği gibi 2 litrelik hi-
yum klorür çözeltisinin litresinde yaklaşık 0.5 Mol peı tonik sodyum klorür çözelüsinin ilavesi lıücıe-
sodyum klorür var demektir. 2 Litresinde 1 Mol sod dışı sıvı hacminde 4.9 litrelik bir artışa neden olur
yum klorür bulunmaktadır. 1 mol sodyum klorür 2 ken hücreiçi sıvı hacmini 2.9 litre azaltır.
osmole eşit olduğundan (çünkü sodyum klorüriin întıaselüler ve ekstıaselüler sıvıların hacim ve
her molünde 2 osmoaktif partikül vardır) 2 litre bu osm olaıiteleıindeki değişikliklerin bu yöntem le
çözeltiden ilave etmenin net etkisi hücredışı sıvısına hesaplanması sıvı hacm inin düzenlenmesindeki
2 0 0 0 miliosmol sodyum klorür ilave etmektir.
herhangi bir klinik probleme uygulanabilir. Hücre
içi ve hücredışı arasında osmotik denge oluşm ası
2. Basamakta, hücredışı sıvısına 2 liüe hacimle bir
likte 2 0 0 0 miliosmol sodyum klorür ilave etmenin nın matematiksel yönünün anlaşılması vücutta h e
men bütün sıvı bozukluklarının ve tedavisinin an
ani etkisini hesaplıyoruz. Hücre içi sıvısının hacm in
laşılması için gerekli olduğundan okuyucu böyle
de ve yoğunluğunda geçici bir süre için bir değişme
hesaplamalara aşina olmalıdır.
olmayacaktır veya hemen bir osmotik denge oluş
mayacaktır, ancak hücredışındaki sıvının toplam
madde miktarı 2000 miliosmollük bir ilave ile 5920
miliosmole çıkacaktır. Hücredışı kompartman 16 lit
B E S LE N M E A M A C I İLE V E R İL E N G L İK O Z
relik hacme sahip olduğu için, yoğunluğu, 5920 mili-
osmolün 16'ya bölünmesi ile 370 mOsm/litre olarak VE D İĞ ER S O L Ü S Y O N L A R
hesaplanabilir. Çözelüniıı eklenmesinden sonra aşa
Başka türlü yeterli besin alam ayan kişilerde beslenm eyi sa ğ
ğıdaki geçici değerler hesaplanabilir: lam ak için birçok çözelti tipi dam ar yolu ile verilir. Glikoz ç ö
zeltileri yaygın bir şekilde kullanılır, daha az olarak da ami-
Basamak 2: 2 Litre %2.9 Sodyum Klorür Eklenme no asit ve hom ojenize edilm iş yağ çözeltileri kullanılır. Bu
sinin Ani Etkisi çözeltiler verildiği zam an osm otik aktif m addelerin yoğun
luğu genellikle izotonik değere yakın hale getirilir veya vücut
Hacim Yoğunluk Total sıvılarının osm otik dengesini bozm ayacak şekilde yavaş ve
(litre) (nıOsm/litre) mOsm rilirler. Glikoz veya diğer besinler m etabolize olduktan so n
ra, özellikle ilave sıvı alınm ışsa, geriye fazla su kalır. Genelde
Hücredışı sıvısı 16 370 5920 böbrekler bu suyu çok seyreltik idrar şeklinde atarlar. Bu ne
Hücreiçi sıvısı 28 280 7840 denle net sonuç, vücuda sadece besinlerin ilavesidir.
Total vücut sıvısı 44 denge oluşmaz 13,760
N O R M A L KOŞULLARDA Ö D EM İ
E N G E L L E Y E N G Ü V E N L İK F A K T Ö R L E R İ
basıncı (mm Hg)
yüz mikrometreden daha geniş çaptaki bir alanda pratik Lenfatikler ödeme karşı emniyet faktörü olarak
olarak hiç serbest sıvı yoktur. Jelin önemi, trilyonlarca davranırlar, çünkü dokularda sıvı birikmeye başla
proteoglikan lifinin fjrçamsı çıkıntılarının engellemesi dığı zaman lenf akımı 10 ila 50 kat artabilir. Bu ar
nedeni ile sıvının kolayca akmasının önlenmiş olması tış, lenfatiklerin, artmış kapiller filtrasyona yanıt
dır. Aynı zamanda hücrelerarası sıvı basıncı en negatif
olarak, filtre olan fazla miktarda sıvıyı ve proteinle
değerlere indiği zaman bile pıoteoglikan liflerin oluştur
duğu ağın baskıya karşı elastik bir direnç göstermesi ne ri uzaklaştırmasına olanak sağlar ve hücrelerarası
deni ile genellikle jel önemli değişme göstermez. Böyle sıvı basıncının pozitif değerlere yükselmesini ö n
ce sıvı basıncının negatif olduğu sınırlarda, emme basın ler. Artmış lenfatik akımın yarattığı emniyet faktö
cının birkaç mınllg negatif veya 10-20 mmHg negatif rünün, yaklaşık 7 mmHg civarında olduğu hesap
arasında olmasına bakmaksızın, hücrelerarası sıvı hacmi lanmıştır.
çok fazla değişmez. Başka kelimelerle ifade edilecek
olursa, basıncın negatif olduğu sınırlarda, dokuların
kompliyansı çok düşüktür.
Ö d e m e Karşı E m n iy e t F a ktö rü O la ra k
Aksine hücrelerarası basınç pozitif sınırlara yükseldiği H ücrelerarası Sıvıdan P ro te in le rin
zaman dokularda, çok fazla miktarda serbest sıvı birikimi "U za kla ştırılm a sı"
vardır. Bu basınç sınırlarında, dokuların esnekliği, hidros
tatik basınçta çok hafif artışla çok fazla miktarda sıvı bi- Hücreler arasına fazla miktarda sıvı filtre olduğu za
riktirebilecek kadar fazladır. Proteoglikan liflerin fırçamsı man hücrelerarası sıvının basıncı yükselerek lenf akı
çıkıntılarını birbirinden uzaklaştırdığı için biriken fazla mının artışına sebep olur. Dokuların pekçoğunda ka-
sıvının önemli kısmı "serbest sıvıdır”. Sıvı, jel formunda
pillerden dışarı filtre edilebilenden daha fazla protein
olmadığı için doku aralıklarında serbestçe hareket eder.
Bu tip ödem oluştuğu zaman buna iz (gode) bırakan uzaklaştırıldığı için, lenf akımı artarken hücrelerarası
ödem (pitting ödem) denir çünkü parmakla dokuya bası mesafedeki protein konsantrasyonu azalır. Bunun ne
lınca sıvı, basılan bölgenin dışına itilir, parmak kaldırdığı deni kapillerlerin lenf damarlarına oranla proteinlere
zaman, çevre dokulardan sıvı bu bölgeye geri dönünceye geçirgen olmayışıdır. Bundan dolayı lenf akımı artar
kadar, birkaç saniye süre ile deride bir çukur kalır. ken proteinler hücrelerarası sıvıdan “uzaklaştırılır”.
Bu ödem tipi, hücrelerin şişmesine veya hücrelerarası Proteinlerden oluşan hücrelerarası sıvının kollo
sıvının fibıinojen ile pıhtılaşması nedeni ile sıvının hüc id osmotik basıncı, sıvıyı kapillerden dışarı doğru
relerarası mesafede serbestçe hareket edemediği (gode)
çektiğinden, hücrelerarası sıvı proteinlerinin azal
iz bııakmıyan (non pitting) ödem tipinden ayrılır.
ması, kapillere etki eden net filtrasyon kuvvetini
Proteoglikan Liflerinin Hücreler İçin Yer Tutucu O la düşürür ve daha fazla sıvı birikimini önler. Bu etki
rak Önemi ve Dokulardaki Sıvının Hızlı Hareketinin nin sağladığı em niyet faktörünün takriben 7
Önlenmesi: Interstisyel alanda proteoglikan lifleri çok mmHg olduğu hesaplanmıştır.
daha geniş olan kollajen lifleri ile birlikte hücrelerarasın-
da boşluk yaratıcı gibi davranır. Besin maddeleri ve iyon Ö dem i Önleyen Em niyet Faktörlerinin Ö zeti
lar hücre zarından kolaylıkla difüze olmaz, bu nedenle
hlicrelerarasında yeterli mesafe olmadığı zaman, birbi Ödeme karşı çalışan bütün emniyet faktörleri bir araya
rinden belirli uzaklıkta yerleşmiş bulunan hücreler ile getirilerek aşağıdaki şekilde özetlenebilir.
kan kapilleri arasında bu besinlerin, elektrolitlerin ve
hücre atıklarının değişimi çabuk olamaz. 1. Negatif basınç sınırlarında diişük doku kompliyan-
Preteoglikan lifleri aynı zamanda dokular arasında sı sının sebep olduğu emniyet faktörü takriben 3
vının çok kolay akmasını engeller. Eğer proteoglikan fila- mınHg’dır.
menüeri olmasaydı şahsın basitçe ayağa kalkması büyük 2. Artmış lenf akımının neden olduğu emniyet faktörü
miktarda hücrelerarası sıvının vücudun üst kısmından takriben 7 mmHg’dır.
vücudun alt kısmına doğru hareketine neden olacaktı. 3. Hücrelerarası alanda proteinlerin uzaklaştırılması
Ödemde olduğu gibi, hücreleraıasında çok fazla miktar na bağlı emniyet faktörü 7 mmllg’dır.
da sıvı biriktiğinde bu ekstra sıvı hiicrelerarasında kolay Böylece toplam ödem emniyet faktörü 17 mmHg ka
ca akabileceği geniş kanallar oluştur. Bu yüzden bacak dardır. Bunun anlamı ciddi bir ödem gelişmeden önce
larda şiddetli ödem olduğunda bacakların basitçe yukarı periferik dokulardaki kapiller basıncın teorik olarak 17
kaldırılmasıyle sıklıkla ödem sıvısının bir kısmı azalabilir. mmHg civarında veya normal değerinin takriben iki
Sıvı yoğun proteoglikan liflerin arasından kolayca misli yükselebileceğidir.
akamadığı halde, sıvıdaki birçok madde, dokulardan
normal diffiizyon hızının %95’i oranında diffüze olabilir.
Sonuçta hücrelerarası alandaki proteoglikan liflerinin
besinlerin hücrelere geçişine ve atıkların hücrelerden
uzaklaştırılmasına olumsuz etkisi olmaz. VÜCUDUN “POTANSİYEL
BOŞLUKLARINDAKİ” SIVILAR
Ö d e m e Karşı E m n iy e t F a ktörü O la ra k
L e n f A kım ı A rtm a sı Potansiyel boşlukları tanımlamanın belki en iyi yolu,
bazı örnekleri sıralamaktır: plevra boşluğu, perikard
Lenfatik sistem in ana görevi, hücrelerarası m esafe boşluğu, periton boşluğu, buısalar dahil eklem boş
ye kapilleıden filtre olan sıvı ve proteinleri dolaşı lukları. Gerçekte bütün bu potansiyel boşluklarda
ma döndürmektir. Filtre edilen proteinler ve sıvı yüzeyler hemen hemen birbiri ile temas halindedir,
nın devamlı kana geri gönderilmesi olmasa idi sadece arada ince bir sıvı tabakası vardır ve yüzeyler
plazma hacm i çabucak azalır ve eşzamanlı olarak birbiri üzerinde kayar. Kaymayı kolaylaştırmak am a
hücrelerarası ödem ortaya çıkardı. cı ile kıvamlı, pıoteinsi bir sıvı yüzeyleri ıslatır.
278 ÜNİTE V • Böbrekler ve Vücut Sıvıları
Potansiyel Boşluklar ile Kapiller Arasında Sıvı dokularda ödem oluştuğu zaman, ödem sıvısı potan
D eğişim i Olur: Potansiyel boşlukların yüzey siyel boşlukta da toplanır ve efiızyon olarak isimlen
m em branı genellikle sıvıların, elektrolitlerin, hatta dirilir. Böylece lenf tıkanması veya aşırı kapiller filt-
proteinlerin geçişine karşı bir direnç göstermez. Bu ıasyona neden olabilen pek çok anoımallikden her
maddelerin tümü boşluklar ile çevredeki hücrele hangi bilisi, hücrelerarası alandaki ödeme benzer
rarası sıvı arasında her iki yönde oldukça kolay h a yolla efüzyona sebep olur. Karuı boşluğu özellikle
reket ederler. Bu nedenle her potansiyel boşluk efüzyon sıvısı toplanmasma yatkındır ve bu durum
gerçekte geniş bir doku mesafesidir. Bunun sonucu da toplanan ödem sıvısına assit adı verilir. Ciddi ol
olarak potansiyel boşluğa bitişik kapilleıdeki sıvı gularda 2 0 litre veya daha fazla assit sıvısı birikebilir.
sadece hücrelerarası sıvıya değil fakat potansiyel Plevral, perikardial ve eklem boşlukları gibi diğer
mesafeye de difüze olur. potansiyel boşluklar vücutta yaygın ödem olduğu
zaman ciddi bir şekilde şişebilir. Ayrıca bu boşluk
Potansiyel Boşluklardaki P roteinlerin Lenf lardan birinde yaralanma ya da genel bir enfeksi
Damarları ile Uzaklaştırılması: Kapillerden sız yon, lenf drenajını engelleyerek boşluklardan yal
m a sonucu potansiyel mesafede toplanan protein nızca birinde izole şişmeye neden olur.
ler, vücuttaki hücrelerarası sıvıda toplanan prote Plevral boşlukta sıvı değişiminin dinamiği ayrın
inlerin benzeridir. Proteinlerin lenfatikler veya di tılı biçimde bölüm 3 8 ’de tartışılmıştır. Bu dinamik
ğer kanallar aracılığı ile uzaklaştırılması ve dolaşı ler diğer potansiyel boşluklardaki dinamik için de
m a döndürülmesi gerekir. Her potansiyel boşluk örnektir. Şu nokta özellikle ilginçtir, norm al sıvı
doğrudan veya dolaylı olarak lenf damarları ile basıncı ödemin bulunmadığı koşullarda, tüm po
bağlantılıdır. Bazı hallerde, plevral ve peritonal ka- tansiyel boşluklarda, subkutan dokulardan daha
viteleıde olduğu gibi, büyük lenf damarları doğru negatiftir (subatmosferiktir). Örneğin hücrelerarası
dan bu boşluklardan başlar. sıvı hidrostatik basın ç plevral boşlukta-7 ile - 8
mmHg civarındadır, eklem boşluklarında-3 ile-5
Potansiyel Boşluklardaki Ödem Sıvısına "Efüz- mmHg arasında ve perikaıdiyal boşlukta-5 ile - 6
yon" Denir. Potansiyel boşluklara bitişik deri altı mmHg kadardır.
REFERANSLAR
A ndreoli T E (ed): M em brane Physiology. New G uyton A C , G ranger H I, Tay lo r A E : Intersti Reed R K , W oie K , Rubin K : Integrins and
Y ork: Plenum Press, 1980. tial fluid pressure. Physiol Rev 5 1 :5 2 7 , 1971. control o f interstitial fluid pressure. News
Aukland K : W h y don’t our feet sw ell in the L ang F, G illian L , Bu sch M , et al: Functional Physiol S c i 1 2 :4 2 , 1 9 9 7 .
upright position? News Physiol S c i 9 :2 1 4 , sign ifican ce o f cell volume regulatory R o se B D : C linical Phy siolog y o f A cid -B ase
1994. m echanism s. Physiol R ev 7 8 :2 4 7 , 1998. and E lectrolyte D isorders. New Y ork:
Aukland K , R eed R K : Interstitial-lym phatic L evy M : Hepatorenal syndrome. Kidney Int M cG raw -H ill, 1994.
m echanism s in the control o f extracellu lar 4 3 :7 3 7 , 1993. S ch rier R W : Body fluid regulation in health
fluid volum e. Physiol Rev 7 3 :1 , 1993. M cK n igh t D C , G rantham J, L e a f A: Ph ysio and disease: a unifying hypothesis. Ann In
B ad r K , Ichikaw a I: Physical and biological logical and pathophysiological responses to tern M ed 1 1 3 :1 5 5 , 1 9 9 0 .
properties o f body fluid electrolytes. In changes in extracellu lar osm olality. In S e l S ch ultz S G : B a s ic Prin ciples o f M em brane
Ichikaw a I (ed ): Pediatric T extbook o f F lu din D W , G iebisch G (ed s): T h e K idney— Transport. C am bridge: C am brid ge U niver
ids and E lectrolytes. B altim ore: W illiam s & Physiology and Pathophysiology. New sity Press, 1980.
W ilkin s. 1990. Y o rk : Raven Press, 1992. Sm ith K : Fluids and E lectroly tes: A C oncep
B e rl T : Treatin g hyponatrem ia. Kidney Int 37: M ich el C C : Fluid m ovements through capillary tual A pproach. N ew Y o rk : Churchill L iv
1 00 6 , 1990. ingstone, 1980.
w alls. In Renkin E M , M ichel C C (eds):
C ogan M G : Fluid and E lectroly tes— P h y siol Spring K R , H offm an E K : C ellular volume
H andbook o f Physiology, S ection 2. The
control. In Seld in D W , G ieb isch G (ed s):
o gy and Pathophysiology. Norw alk, C T : C ardiovascular System , V o l. IV . Baltim ore:
T h e K idney— P h ysiology and Pathophysiol
A ppleton & Lange, 1991. W illiam s & W ilkins, 1984.
ogy. 2nd ed. New Y o rk : Raven Press, 1992.
D aw so n D C : W ater transport— principles and M ich el C C : O ne hundred years o f Starling’s
T ay lo r A E: C apillary fluid filtration. Starling
perspectives. In Seldin D W , G iebisch G hypothesis. New s Physiol S c i 1 1 :2 2 9 , 1996.
fo rces and lymph flow. C irc R es 4 9 : 5 5 7 -
(ed s): T h e K idn ey— Physiology and Path o M iller JA , T o b e S W , Skorecki K L : Control o f
5 7 5 , 1981.
physiology. New York: Raven Press, 1992. extracellu lar fluid volume and the patho
T ay lo r A E, G ranger DN : E xch an ge o f m acro-
D eW eer P: C ellular sodium-potassium trans p hysiology o f edema form ation. In Brenner
m olecules across the m icrocirculation. In
port. In Seld in D W , G iebisch G (ed): T h e B M , R ecto r F C (eds): T h e Kidney. 5th ed. Renkin E M , M ich el C C (ed s): H andbook o f
K idney— Physiology and Pathophysiology. Philadelphia: W B Saunders C o, 1996. Physiology. S ection 2 , T h e Cardiovascular
2nd ed. New Y ork: Raven Press, 1992. Palm er B F , Alpern R J, Seldin DW : Pathophys System , V ol. IV . Baltim ore: W illiam s &
G uyton A C , T a y lo r A E, G ranger H J: C ircu la iology o f edem a form ation. In Seldin DW , W ilkin s, 1984.
tory Physiology II: D ynam ics and Control G ieb isch G (ed s): T he K idney— Physiology V erbalis JG : H yponatrem ia: answered and un
o f the B o d y Fluids. Philadelphia: W B S au n and Pathophysiology. 2nd ed. New York: answered questions. A m J K idney D is 18:
ders C o , 1975. Raven Press, 1992. 5 4 6 , 1991.
Böbreklerde idrar Oluşumu: 1.
Glomerüler Filtrasyon, Böbrek Kan
Akımı ve Kontrolleri
279
280 ÜNİTE V • Böbrekler ve Vücut Sıvıları
Minor kaliks
Majör kaliks
Nefron (büyütülmüş)
PaP^a
Böbrek korteksi
Böbrek medullası
Üreter
Böbrek
Mesane
Üretra Ş E K İL 26 • 2
Böbreklerin ve üriner sistemin genel
organizasyonu.
BÖLÜM 26 • Böbreklerde idrar Oluşumu: I. Glomerüler Filtrasyon, Böbrek Karı Akımı ve Kontrolleri 281
Arkuat arter
Böbreğin Kanlanması 7/Henle
1f kıvrımı
Arkuat ven
Böbreğin kan akımı normalde kalp debisinin % 22’si
veya yaklaşık dakikada 1100 m l’dir. Böbrek arteri, hi
lum bölgesinden böbreğe girer ve interlober, arkuat, Peritübüler kapiller
interlobiller (ıadial arterler de denir) arterlere ve a f Toplayıcı kanal
ferent arteriyoliere ayrılır. Afferent arteriyoller, plaz
ma proteinleri dışında, çok miktarda su ve madde Ş E K İL 26 • 3
nin filtre edilerek idrar yapımının başladığı (Şekil Böbreğe kan sağlayan ana damarları ve her bir nefroııun
26-3) glomerüllerdeki glom erüler kapillerleri oluştu mikrodolaşım şemasını gösteren insan böbrek kesiti.
rur. Her glomeriil kapilleıinin distal ucu, böbrek tii-
büllerini çevreleyen ve peritiibüler kapiller denen
ikinci bir kapiller ağı oluşturan ejferent arteriyolıı Böbrekler nefronlaıı yenileyem ezler. Bu nedenle,
oluşturmak için biraraya gelirler. böbrek hasarı, hastalık veya norm al yaşlanm a ile
Böbrek kan dolaşımı, iki ayrı kapiller yatağı olan böbreklerdeki nefron sayısı giderek azalır. 40 ya
özel bir dolaşımdır, glomerüler ve tübül çevresi (peıi- şından sonra işlev gören nefron sayısı genellikle
tübüleı) kapillerler seri şeklinde düzenlenmişlerdir ve her 1 0 yıl için % 1 0 azalır, böylece 80 yaşında b ir
birbirlerinden, her iki kapiller yatakta da hidrostatik çok insanda 40 yaştakinden %40 daha az işlevsel
basıncın düzenlenmesine-yardımcı olan efferent ar- nefron vardır. Bu kayıp hayatı tehdit edici değildir
teriyol ile ayrılırlar. Glomerüler kapilleıdeki yüksek çünkü kalan nefronlardaki adaptif değişiklikler
hidrostatik basınç (takriben 60 mmHg) sıvının çabuk Bölüm 3 1 ’de belirtildiği gibi onların uygun m ik
filtrasyonuna neden olur, oysa peritübüler kapillerde tarda su, elektrolit ve m etabolik artık atm alarına
çok daha düşük olan (13 mmHg civarında) hidrosta olanak sağlar.
tik basınç sıvının çabuk geri emilimine olanak sağlar. Her nefroııun iki ana bölüm ü vardır. (1) kandan
Böbrekler afferent ve efferent arteriyollerin direncini büyük miktarda sıvının filtre olduğu glom eriil (glo
ayarlayarak, hem glomerüler, hem peritübüler kapil merüler kapiller) ve (2) Böbrek pelvisi içindeki yolu
lerde hidrostatik basıncı düzenler, böylece vücudun boyunca, filtre edilen sıvının idrara dönüştüğü
homeostatik ihtiyaçlarına cevabın glomerüler filtras uzun bir tübül.
yon hızım ve/veya tübiiler geri emilimi değiştirirler. Glomeriil, diğer kapiller ağlar ile karşılaştırıl
Peritübüler kapillerler aıteıiyoler damarlara pa dığında, dalia yüksek hidrostatik b asın ca (60
ralel seyreden venöz sistem in damarlarına boşalır mmHg kadar) sahip, dallanan ve anastom oz yapan
lar ve bunlar da sırası ile interlobiller veıı, arkııat kapiller bir ağdan oluşmuştur. Glomerüler kapiller
ven, interlober ven ve nihayet böbreği renal artere ler, epitel hücreleri ile örtülmüştür ve tüm glome-
komşu olarak terkeden böbrek veııini oluştururlar. rül Bowman kapsülü ile sarılmıştır. Glomerüler ka-
pilleıden filtre olan sıvı, Bowman kapsülü içine ve
sonra böbrek korteksinde yer alan p roksim al tübiil
Böbreğin Fonksiyonel Birimi Olan içine akar (Şekil 26-4).
Nefron Sıvı, proksimal tübiilden böbrek medullasının de
rinliklerine doğru inen Henle kıvrım ına akar. Her
İn san d a h er böbrek, idrar o lu ştu rm a y e te kıvrımın bir inen (descending) bir de çıkan (ascen
neğine sahip bir milyon kadar nefrondaıı oluşur. ding) kolu vardır. İnen kolun ve çıkan kolun alt ucu-
282 ÜNİTE V • Böbrekler ve Vücut Sıvıları
A B C D
'
s î
V. )
;r u
İdrar İdrar İdrar İdrar
Ş E K İL 26 - 7
4 Hipotetik maddenin böbrekler tarafından işlenmesi. A panelindeki madde serbestçe filtre
edilir fakat geri emilmez. B panelindeki madde serbestçe filtre edilir fakat filtre olan yükün
bir kısmı tübüllerden kana geri emilir. Panel C’deki m adde tübülden serbestçe filtre olıır fakat
filtre olan maddenin hepsi tübülden kana geri emildiği için idrarla itrah edilmez. D panelin
deki madde serbestçe filtre olıır ve geri emilmez fakat peritübüler kapillerden böbrek tiibül-
leriııe sekrete olur.
284 ÜNİTE V • Böbrekler ve Vücut Sıvıları
maddelerin çoğu, özellikle üre, kreatinin, ürik asit, lar. Kapillerleriıı pek çoğu gibi, glomerüler kapiller
tiratlar gibi metabolizma son ürünleri, çok az geri lerde proteinlere oldukça geçirimsizdir, bundan
emilirler ve bundan dolayı idrarla fazla miktarda aü- dolayı glomerüler filtrat denen fıltrasyon sıvısı esas
lırlar. Bazı yabancı maddeler ve kimyasal maddeler olarak proteinsizdir ve eritrosit dahil hücresel ele
de çok az geri emilir, ayrıca kandan tübül içine salgı man içermez.
lanırlar, böylece atılma hızları yükseltilir. Diğer taraf Tuzlar ve glikoz, aminoasitler gibi plazma prote
tan sodyum, klorür ve bikarbonat iyonları gibi elekt inlerine bağlanmayan organik moleküller dahil,
rolitler fazla miktarda geri emilirler ve bu nedenle id plazmanın yapısındaki diğer maddelerin konsant
rarda sadece küçük miktarlarda görülürler. Amino rasyonu, plazma ve glomerüler filtıatta aynıdır.
asitler, glikoz gibi bazı besin maddeleri tübiilden ta Kalsiyum ve yağ asitleri gibi bazı küçük molekül
mamen geri emilirler ve glomerüler kapillerden fazla ağırlıklı maddeler kısmen proteinlere bağlı olduk
miktarlarda filtre olsalar bile idrarda görünmezler. ları için serbestçe filtre edilemediklerinden bu ge
Bu işlemlerin her biri -glomerüler fıltrasyon, tü- nellemenin dışındadır. Hemen hem en plazma kal
büler geıi emilim ve tübüler sekresyon- vücudun siyumunun yarısı ve plazma yağ asidleıinin çoğu
gereksinimine göre düzenlenir. Örneğin vücutta faz proteinlere bağlıdır ve bu bağlı kısımlar glomerüler
la sodyum olduğu zaman sodyum fıltrasyon hızı ar kapillerden filtre olmaz.
tar ve idrarla itrah edilen sodyum miktarı da artarak,
filtre edilen sodyumun az bir kısmı geri emilir.
M addelerin çoğunun fıltrasyon ve geri emilim
hızları atılm a hızlarından büyük oranda fazladır. GFR, Böbrek Plazma Akımının Yaklaşık
Bu nedenle filtrasyon veya geri emilimde çok kü Yüzde 20’si Kadardır
çük bir değişiklik böbrek itrahında büyük değişik
liklere yol açabilir. Örneğin, eğer tübüler geri emili- Diğer kapillerlerde olduğu gibi GFR de (1) kapiller
min sabit kaldığını düşünürsek, glomerüler filtras membrana etki eden kolloid osmotik basınç ve hid
yon hızında (Glomerular filtration rate: GFR) sade rostatik basınç arasındaki denge ve (2 ) kapillerin filt
ce % 10'luk bir artış (180’den 198 litre/gün) idrar rasyon yapan yüzey ve geçirgenliğinin ölçütü olan
hacm ini 13 kat (1.5’tan 19.5 litre/gün) artırır. Ger kapiller filtrasyon sabitesi (Kf) tarafından tayin edilir.
çekte glomerüler filtrasyon ve tübüler geri emilim, Yüksek hidrostatik basınç ve büyük Kf değeri nedeni
böbrek itrahında gerekli değişikliği sağlamak üzere ile glomerüler kapiller diğer birçok kapillerden çok
genellikle birbiri ile uyumlu davranış gösterirler. dalia yüksek filtrasyon hızına sahiptir. Normal yetiş
kin bir insanda GFR ortalama 125 ml/dakika veya
Neden Fazla Miktarda Solüt Filtre Edilir ve Son 180 litre/gündür. Böbrek plazma akımının filtre edi
ra Önemli Kısmı Geri Emilir? İnsan, böyle fazla mik len kısmı (filtrasyon fraksiyonu) 0.2 civarındadır. Bu
tarda su ve soliitün önce fil üre edilip sonra bu madde nun anlamı böbreğe gelen plazmanın % 2 0 ’sinin glo-
lerin önemli kısmının geri emilmesinin mantığını me meıül kapilleri tarafından filtre edilmesidir. Filtras
rak edebilir. Yüksek GFR’nin avantajlarından biıi, atıl yon fraksiyonu aşağıdaki şekilde hesaplanır.
maları temel olarak glomerüler filtrasyona bağlı olan
metabolik atıkların, böbrekler tarafından çabuk bir Filtrasyon Fraksiyonu = GFR/Böbıek Plazma Akımı
şekilde vücuttan uzaklaştırılmasına olanak sağlaması
dır. Metabolik atıkların pek çoğu tübüllerden pek az
geri emilir ve bundan dolayı vücuttan etkin bñ şekilde Glomerüler Kapiller Membran
uzaklaştırılmaları GFR’nin yüksekliğine bağlıdır.
Yüksek GFR’nin ikinci üstünlüğü vücut sıvılarının Glom erüler kapiller m em bran, diğer kapiller
her gün defalarca filtre olmasına ve böbrekler tarfın- m em branlaıa benzerdir, sadece genelde iki yerine,
daıı işleme tabi tutulmasına olanak sağlamasıdır. burada, üç büyük tabaka vardır. ( 1 ) kapiller eııdote-
Bütün plazma hacminin sadece 3 litre, oysa GFR’nın li, (2) bazal m em bran ve (3) kapiller bazal m em b-
180 litıe/gün olması bütün plazmanın her gün böb ranın dış yüzeyini çevreleyen epitelyal hücre (podo-
rekler tarafından 60 kez işleme tabi tutulduğu ve filt sit) tabakası. (Şekil 26-8). Bu tabakalar birlikte filt
re edildiği anlamına gelir. Bu yüksek GFR, böbrekle rasyon bariyerini oluşturur ve üç katm ana rağmen
re vücut sıvılarının hacm ini ve bileşimini kesin ve normal kapillerden birkaç yüz kez daha fazla m ad
çabuk bir şekilde kontrol olanağı verir. de ve suyu filtre eder. Bu yüksek filtrasyon hızına
karşın glomerüler kapiller m em bran norm alde
plazma proteinlerinin çıkışını engeller.
H Glomerüler kapiller membrandan yüksek fıltrasyon
GLOMERÜLER FİLTRASYON-İDRAR lıızı kısmen membramn kendine has özelliklerine
OLUŞUMUNDA İLK BASAMAK bağlıdır. Kapiller eııdotelyum, karaciğerde bulunan
pencereli kapilleıe benzer şekilde, pencere (feııestra)
denen binlerce küçük oyuk ile delinmiştir. Pencerele
Glomerüler Filtratın Bileşimi rin oldukça geniş olması nedeni ile endotel, plazma
proteinlerine karşı temel bariyer gibi davranmaz.
îdrar oluşumu, fazla miktarda sıvının glomerüler Endoteli bir bazal m em bran çevreler. Arasından
kapillerden Bovvman kapsülüne filtrasyonu ile baş su ve küçük solütlerin geçebileceği genişlikte ine-
BÖLÜM 26 • Böbreklerde İdrar Oluşumu: I. Glomerüler Filtrasyon, Böbrek Kan Akımı ve Kontrolleri 285
T A B L O 26 - 1
^ V /P ro k s im a l tübül
Maddelerin Glomerülden Filtre Edilebilirlikleri,
Molekül Ağırlıkları Artıkça Azalır
Madde Molekül Ağırlığı Filtre Edilebilirliği
Kapiller yumak
Su 18 1.0
Sodyum 23 1.0
Bowman boşluğu arteriyol Glikoz 180 1.0
tnülin 5,500 1.0
Bowman kapsülü ^ erent arteriyol Miyoglobin 17,000 0.75
Albümin 69,000 0.005
tif yüklü bazal m em brnın önem li sınırlam a getir Her ne kadar insanlarda GFR’nin normal belirle
mesidir. yicileri doğrudan ölçülmemişse de köpek ve sıçan
Bazı böbrek hastalıklarında böbrekte faıkedilir gibi hayvanlarda tayin edilmiştir. Hayvanlardan el
bir histolojik değişiklik olm adan önce bazal de edilen bu sonuçlar temel alınarak insanlarda
m em branın negatif yükü kaybolur. M inim al değiş filtıasyonu sağlayan veya ona engel olan kuvvetle
miş nefropati denen bu durumda bazal m em bran- rin yaklaşık normal değerlerinin aşağıdaki gibi ol
daki negatif yüklerin kaybı sonucu, bazı düşük m o duğuna inanılır (Şekil 26 -1 0 ’a bakınız).
lekül ağırlıklı proteinler, özellikle albumin filtre
edilir ve idrarda görülür, proteinini veya albunıi- Filtıasyonu kolaylaştıran kuvvetler (ınmHg)
niiri denen durum ortaya çıkar.
Glomerüler Hidrostatik Basınç 60
Bowman Kapsülünün Kolloid Osmotik Basıncı 0
kalınlığı artar, Kf değeri giderek azalır ve sonunda ka- m anın norm al kolloid osm otik b asın cın ın 28
pillerlerde o denli şiddetli hasar olur ki kapiller fonk mmHg olduğu varsayılıısa, kan, kapillerin efferent
siyonunda tamamen veya ciddi kayıp görülür. arteriyol ucuna ulaştığı zaman bu değer 36 mmHg’
ya yükselir. Bundan dolayı glom erüler kapiller
plazma proteinlerinin ortalam a kolloid osm otik
B ow m an K apsülünde H id ro statik Basıncın
A rtm ası G F R ’yi A za ltır basıncı 28 ile 36 mmHg’nin ortalarında veya 32
mmHg kadardır.
Glomerüler kapiller kolloid osm otik basıncı böy
Bowman kapsülü ve proksimal tübülün farklı nok
lece iki faktör tarafından belirlenir: ( 1 ) arteıyel
talarında, mikropipet kullanılarak yapılan doğru
plazma kolloid osmotik basıncı ve (2 ) glomerül ka-
dan hidrostatik basınç ölçümleri, normal koşullar
pillerinden filtre olan plazma fraksiyonu (filtrasyon
da insanlarda Bowm an kapsül basıncının, 18
fraksiyonu). Arteryel plazma kolloid osm otik b a
mmHg kadar olduğunu düşündürmektedir. Bow
sıncının artması glomerüler kapiller kolloid osm o
m an kapsülü içinde hidrostatik basınç artması
tik basıncı artırır; bu, GFR’yi azaltır.
GFR’yi azaltır, halbuki bu basıncın azalması ile
Filtrasyon fraksiyonunun artması da plazm a p ro
GFR artar. Ancak Bowman kapsülündeki basınç
teinlerini konsantre eder ve glom erüler kolloid os
değişiklikleri GFR'nin düzenlenmesinde tem el et
m otik basıncı artırır, (Şekil 26-11'e tekrar bakınız).
m en değildir.
Filtrasyon fraksiyonu, GFR/böbrek plazma akımı
İdrar yolları tıkanıklığı ile ilişkili bazı patolojik
olarak tanımlandığı için, filtrasyon fraksiyonu ya
koşullarda, Bowman kapsül basıncı artarak GFR’de
GFR'nin artması ile veya böbrek plazma akımının
önemli ölçüde azalmaya yol açabilir. Örneğin kalsi
azalması ile artırılabilir. Örneğin böbrek plazma akı
yum veya ürik asit çökelmesi, üriner sistemde sık
mında GFR’de başlangıçta değişme olmaksızın bir
lıkla üreterde yerleşen taş oluşumuna yol açar, böy-
azalış, filtrasyon fraksiyonunda artışa neden olacak,
lece idrarın üriner sistem de akışını tıkayarak Bow
bu glomerüler kapiller kolloid osmotik basıncı yük
man kapsülü içinde basıncı yükseltir. Bu, GFR’yi
selterek GFR’de düşmeye yol açacaktır. Bu sebeple
azaltır ve eğer tıkanıklık açılmazsa giderek böbrek
böbrek plazma akımındaki değişiklik, glomerüler
hasarı, hatta tahribi olur.
hidrostatik basınç değişikliğinden bağımsız olarak
GFR’yi etkileyebilir. Renal kan akımı artışı ile baş
langıçta daha az plazma fraksiyonu glomerüler ka
Glomerüler Kapiller Kolloid Osmotik
piller dışına filtre edilir, glomerüler kapiller kolloid
Basınç Artması GFR’yi azaltır
osmotik basınçta daha yavaş artışa neden olarak
GFR üzerinde daha az baskılayıcı etki gösterir. Bu
Kan, afferent aı teriyolden glomerüler kapiller yolu
nun sonucu olarak, sabit bir glom erüler hidrostatik
ile efferent arteriyolleıe geçerken plazma protein
basınçta bile, glomerül içine dah a hızlı kan akım ı
konsantrasyonunda %20 civarında artış olur (Şekil
GFR'de artışa yol açacak ve glom eriile d a h a yavaş
26-11). Bu artışın nedeni kapillerde sıvının yaklaşık
hızda kan akım ı, GFRde azalm aya neden olacaktır.
beşte birinin Bovvman kapsülü içine filtre olması,
böylece filtre olm ayan plazm a proteinlerinin
yoğunlaşmasıdır. Glomerüler kapillere giren plaz Glomerüler Kapiller Hidrostatik Basınç
Artması GFR’yi Artırır
1 5w
Sr "
GFR Otoregülasyonunda
Tübüloglomerüler Feedback’in Rolü
Glomerül epiteli
er hücreler
arteriyol
arteriyol
iç elastik lamina
Düz kas
hücreleri
Ş E K İL 2 6 - 14
Bazal membran Jukstaglom erüler apareyin yapısı ve
nefron fonksiyonunun kontrolünde olası
Distal tübül rolü.
d a h a fazla az alm a y a yol açar. Bu neden le böbrek arter li et yem eği yedikten so n ra 1 veya 2 sa a t için d e GFR ve
sten ozu olan (böbrek arterin d e kısm i tıkanıklık) yüksek b öb rek kan ak ım ın da % 20-30’luk artış olur.
kan b asın çlı h astaların tedavisi e sn asın d a bu ilaçların Bu artışın kesin m ek an izm a tam o larak a n la şılm a m ış
ku llanılışının ö n em li bir yan etkisi, G FR ’niıı akut böbrek tır fakat olası açıklam alardan birisi a şa ğ ıd a k i gibidir:
yetersizliğine s e b e p olacak kadar azalm asıdır. Yine de, Protein den zen gin yem ek kan aıııin o asit düzeyin i artırır.
takip altın da, GFR de ciddi a z alm a olm adığı sürece anji- Bunlar p roksim al tübü ld en geri emilir. A m ino asit ve
y oten sin II b lokajı y ap a n ilaçlar, h ipertan siyon , k o ııjestif so d y u m proksim al tübüllerden birlikte geri em ildiği için
kalp y etm ezliği ve d iğer birçok ko şu ld a yararlı olabilecek artm ış am in o asit geri em ilim i aynı z a m a n d a prok sim al
tedavi ajanlarıdır. tü bü ld en so d y u m geri em ilim ini de teşvik eder. M akula
d e n say a u la şa n sod y u m m iktarındaki b u a z a lm a y u k arı
d a b ah sed ild iği gibi liib ü loglom erü ler fe e d b a ck m e k a
GFR’nin ve Böbrek Kan Akımının n izm a aracılığı ile afferent arteriyolde d iren ç d ü şm e sin e
Miyojenik Otoregülasyonu n eden olur. Afferent arteriyolde diren ç a z a lm a sı reııal
kan akım ı ve G FR ’yi yükseltir. A rtm ış GFR, üre gibi p r o
Oldukça sabit bir GFR ve böbrek kan akımının de tein m etab o lizm asın ın yıkım ürünlerinin atım ın ı artırır
ken, sod y u m atım ının h em en tam am en n o rm al sın ırlar
vam ına katkıda bulunan ikinci bir mekanizma, ar-
d a k alm asın a olan ak tanır.
teryel basıncın artm ası esnasında gerime karşı
Kontrolsüz diabetes mellituslularda kan glikoz düzeyi
kan dam arlarının tek tek direnç yeteneğine veri çok yükseldiği zaman böbrek kan akımı ve GFR’d eki be
len isim olan m iyojen ik m ekanizm adır. Bütün vü lirgin yükselmeyi benzer bir mekanizma ile açıklamak
cutta küçük arterlerde (özellikle küçük arteriyol- mümkündü): Glikoz da, am in o asitlerin b azıları gibi,
leı de) tek tek yapılan çalışm alar damar düz kasla p roksim al tübü ld en sody u m ile birlikte geri em ildiği
rının duvar geıim inin artm asına veya damar du için, tü b ü lleıe u laşan glikoz m iktarının artm ası, on u n la
varının gerilm esine, kasılarak cevap verdiğini gös birlikte fazla sod y u m geri em ilm esin e s e b e p olur, bu da
ıııaküla d e n say a ulaşan sodyum klorüriin az alm a sın a,
termiştir. D am ar duvarının gerilmesi hücre dışın
tü b ü lo glom eı üler feed back m e k an izm a aracılığıyla a ffe
dan hücre içine kalsiyum girişinin artm asına ve
rent arteriyolün gen işlem esin e ve b u n u izleyerek b öb rek
Bölüm 8 ’de anlatılan m ekanizm alarla kasılmasına kan akım ı ve G FR ’de artışa n eden olur.
olanak verir. Bu kasılm a damarın aşırı gerilm esi Bu örnekler, renal kan akımı ve G FR ’nin, tiibüloglo-
nin önlenm esinde kullanılır ve aynı zamanda ar- m erü ler feed b ack ile d en etlen en tem el d eğişk en ler o l
teryel basınç arttığı zaman, damar direncini artı m adığın ı gösterm ektedir. Bu feed b ack m e k an izm an ın
rarak, böbrek kan akımının ve GFR’nin aşırı art tem el a m acı idrarın so n işlem lerden geçtiği yer olan dis-
m asını önler. tal tübüllere sab it m iktarda sody u m kloriir u la şm a sın ı
Vücuttaki arteriyollerin m uhtemelen pek çoğun garantilem ektir. Böylece, m aku la d e n sa d a n ön ceki tü llü
ler b ö lged e sod y u m em ilim i artıran h erh an gi bir b o zu k
da m iyojenik m ekanizm a çalışıyorsa da bunun
luk, renal kan akım ı ve G FR ’de artışa n e d e n o lacak , b ö y
böbrek kan akımı ve GFR otoregülasyonundaki lece su ve so d y u m atılm ası norm al d ü z e y d e tu tu la b ile
önemi bazı fizyologlar tarafından sorgulanmakta cektir (Şekil 26-15’e tekrar bakınız).
dır çünkü bu basınca duyarlı mekanizmanın GFR P roksim al tübüler geri em ilim az ald ığın d a, olaylar d i
veya böbrek kan akımındaki değişiklikleri doğru zisi aksi y ön de ortaya çıkar. Ö rneğin tetrasiklin gibi ila ç
dan algılamasının bir anlamı yoktur. lar veya ağır m etallerle ortaya çıkan p ro k sim al tübül h a
sarların d a, tü b ü lü n so d y u m klorür geri e m m e y e te
n eğin d e a z alm a vardır. Bunun so n u cu fazla m ik tard a
B ö brek Kan A kım ın ı ve G FR ’yi Artıran Diğer so d y u m klorür distal tübiile ulaşır ve uygun d ü zeltm e
F aktörler: Y ü k s e k P rotein Diyeti ve Kan y ap ılm ad ığın d a hızla aşırı h acim a z a lm a sın a n e d e n olur.
G likozunun A rtm ası Bu ko şu llard a m ak ü la d e n say a u la şa n fazla m ik tard a
so d y u m kloriire yanıt olarak ortaya çıkan, tü biiloglo m e-
Pek çok k o şu ld a GFR ve b öb rek kan akım ı oldukça sab it rüler fe ed b ack ’e bağlı b öb rek d a m ar d a ralm a sı, ön em li
ise de b u p aram e tre le rin an lam lı olarak değiştiği d u ru m düzeltici m ek an izm alard an birisidir. I3u örn ek ler s o d
lar vardır. Ö rn eğin [azla protein alınmasının hem GFR yum klorür, diğer tübüler sıvı soliitleri vc tü b ü ler sıvı h a
hem böbrek kan akımını artırdığı bilinir. Kronik olarak cim lerinin distal tübiile uygun h ızd a u la şm a sın ı ve b ö y
yüksek protein li diyette, diyetle fazla et alındığı hallerde lece b u m addelerin uygun m iktarların ı id rarla itrah et
old u ğ u gibi, GFR ve b ö b rek kan akım ı artışı kısm en b ö b m eyi garan tilem ed e feed b ack m ek an izm aların ön em in i
reklerin b ü y ü m e sin e bağlıdır. A ncak kişi yüksek p rotein gösterir.
REFERANSLAR
A rendshorst W J, N avar L G : R en a l circulation m em lar ultrafiltration. N En gl J M ed 148: ogy. In M cG regor G A , S ev er P (ed s): C ur
and glom erular hem odynam ics. In Sch rier 2 7 7 , 1977. rent A dvances in A C E Inhibition. London:
R W , G ottschalk C W (ed s): D iseases o f the Davis JO , Freem an RH : M cchunism s regulat C hurchill Livin g ston e, 1 9 93.
Kidney. 5th ed. B o sto n : L ittle, B row n , ing renin release. Physiol R e v 5 6 :1 , 1976. Hull J E , Brands M W : Intrarenal and circu lat
1993. Dworkin L D , Bren n er B M : T h e renal circu la ing angiotensin 11 and renal fun ction. In
Braam B , M itch ell K D , K oom ans H A , Navar tions. In B renner B M , R e c to r F C (ed s): T h e R obertson J I S , N icholls M G (ed s): T h e
LG : R elevan ce o f the tubuloglom erular Kidney. 5th ed. Philadelphia: \VB Saunders R cnin-A ngiotensin S y stem . Lon don: G ow er
feedback m echanism in pathophysiology. J C o, 1996. M edical Publishing, 1 9 9 3 .
A m S o c N ephrol 4 :1 2 7 5 , 1 9 93. Hall JF., Brands M W : Intrarcnal actions o f an Hall J E , Guyton A C , B rands M W : C ontrol o f
B renner B M , H umes H D : M ech an ics o f glo- giotensin It: physiology and palhophysiol- sodium excretion and arterial pressure by
294 ÜNİTE V • Böbrekler ve Vücut Sıvıları
intrarenal m echanism s and the renin-angio- Persson A EG , B oberg U: T h e Juxtaglom erular and lymphatics. In Seld in D W , G ieb isch G
tensin system. In Laragh JH , B ren n er B M Apparatus. Amsterdam, Elsevier, 1988. (eds): T h e K idn ey— Phy sio lo g y and Patho
(ed s): H ypertension: Pathophysiology, D iag Schnerm ann J , Haberle D A , D avis JM , Thurau physiology. 2nd ed. N ew Y o rk : Raven
nosis, and M anagem ent. 2nd ed. New Y ork: K : Tubuloglom erular feedback control o f Press, 1992.
Raven Press, 1995. renal vascular resistance. In NVindhager E E V altin H, S ch afer J : R enal Fu nction. 3rd ed.
Hura C, Stein JH : Renal blood flow. In W ind- (ed): Handbook o f Physiology, S ection 8, Boston: Little, Brow n, 1995.
hager E E (ed): H andbook o f Physiology, Renal Physiology. New Y ork: Oxford U ni Van V liet, B N , Hall JE , Loh m eier T E , M izelle
Sectio n 8, R en al Physiology. New York: versity Press, 1992. H L: Renal circulation. In Bennett T , G ardi
Oxford U niversity Press. 1992. Sm ith H\V: T h e Kidney: Structure and Fu nc ner S (eds): Nervous C on trol o f B lo o d V e s
Kriz W , K aissling B : Structural organization tion in Health and D isease. N ew Y ork: O x sels. London: Harwood A cad em ic Pu blish
o f the m am m alian kidney. In Scld in D\V, ford U niversity Press. 1951. ers, 1996.
G iebisch G (eds): T h e lü d n e y — Physiology T isher C C , Madsen K M : Anatomy o f the kid Vander A J: Renal Physiology. 4th ed. New
and Pathophysiology. 2nd ed. New York: ney. In Brenner B M , R ccto r F C (eds): T h e Y o rk : M cG raw -H ill, 19 9 1 .
Raven Press, 1992. Kidney. 5th ed. Philadelphia: W B Saunders W esson IG Jr: Physiology o f the Human K id
M addox D A , B renner B M : G lo m cm lar ultralil- C o , 1996. ney. New Y o rk: Grune & Stratton, 1969.
tration. In Brenn er B M , R c c to r F C (ed s): Ulfendahl H R, NVolgast M : Renal circulation
T h e K idney, 5th cd. Philadelphia: W B
Saunders C o, 1996.
Böbreklerde İdrar Oluşumu: II.
G lom erüler Filtratın Tübüllerde
İşlenmesi
295
296 ÜNİTE V • Böbrekler ve Vücut Sıvıları
TABLO 27 - 1
D eğişik M addelerin Böbrekler Tarafından Filtrasyon, Geri Emilim ve Salgılanma Hızları
lar kullanılarak, aktif veya pasif yollarla gerçekleşti önem li kısmı transselüler yolu kullanır. Bazı nef-
rilir. Örneğin soliitler veya su, doğrudan hücre roıı segm entleıinde, özellikle proksimal tübülde,
m em branlarından geçebilecekleri gibi (tram elliiler su da paraseliller yoldan geçer ve suda erimiş
yol) hücreler arasındaki birleşme bölgelerinden de maddeler, özellikle potasyum, magnezyum ve klor
geçebilirler (paraseliller, hücrelerarası yol). Tübüler iyonları, geri emilen sıvı ile birlikte, hücreler ara
sıvıdan hücreler arası sıvıya geçtikten sonra, su ve sından taşınır.
soliitler peıitübüler kapiller duvara kadar olan yolu
katedeıek kolloid osmotik ve hidrostatik kuvvetler Tübüler M em bran Aracılığı ile Prim er A k tif
aracılığı ile ııltrafiltrasyon (kitle akım ı) ile kana ge Transport ATP'nin Hidrolizine Bağımlıdır. Pri
çerler. Peritübiiler kapillerler, diğer birçok kapille- m er a k tif taşınmanın özelliği solütleriyoğunluk ve
rin venöz ucu gibi davranmaktadır, çünkü burası, ya elektriksel gradyana zıt yönde taşıyabilmesidir.
sıvı ve maddelerin hücreler arası alandan damar Bu aktif taşınma için gereken enerji, m em brana
içine geri emilmesini sağlayan net güçlerin bulun bağlı ATP az enzimi aracılığı ile ATP’nin hidrolizin
duğu bölgedir. den sağlanır. Solütleri bağlayan ve m em brandan
geçiren ATPaz, aynı zamanda transport m ekaniz
masının bir bileşenidir. Primer aktif taşıyıcılar ara
sında, sodyıım-potasyıım ATP az, hidrojen ATPaz,
Aktif Taşıma
hidrojeıı-potasyum ATP az ve kalsiyum ATP az sayı
labilir.
Aktif transport, bir maddeyi elektıokimyasal gıad-
yana zıt yönde taşıyabilir ve metabolizmadan elde
edilecek enerjiye gereksinim duyar. Adenozin tri-
fosfatın (ATP) hidrolizi gibi, bir enerji kaynağıyla
doğrudan eşleşmiş olan transport, prim er a k tif
transport olarak isimlendirilir. Buna güzel bir ör
nek, böbrek tübiillerinin birçok bölümü boyunca
fonksiyon yapan sodyum-potasyum ATP az pom
pasıdır. İyon farkından kaynaklanan enerjide oldu
ğu gibi, bir enerji kaynağı ile dolaylı olarak eşleşen
transporta, sekoııder a k t if transport denir. Böbrek
tübiilünden glikozun geri emilimi, sekoııder aktif
transporta örnektir. Maddeler tübüller tarafından
aktif ve/veya pasif mekanizmalarla geri emilirler,
su daima pasif fizik mekanizmalarla, yani fazla su,
az soliit yoğunluğu bulunan bölgeden; fazla solut,
az su bulunan bölgeye doğru geçişi anlamına gelen
osmoz ile emilir.
Şekil 27-2'de gösterildiği gibi primer aktif taşın manda glikoz ve amino asitler gibi diğer maddelerin
maya güzel bir örnek, proksimal tübül membranın- sekonder aktif taşınmasında da oldukça önemlidir.
dan sodyumun geri emilmesidir. Tübüler epitel Böylece, tübüler lümenden kana net sodyum ge
hücresinin bazolateral tarafında, hücre membranı, ri emilimi, en az 3 basamakta gerçekleşir.
ATP’yi hidrolize ederek açığa çıkan enerjiyi, sodyum
iyonunu hücreden, hücreler arası mesafeye taşıma 1. Membranın bazolateral tarafındaki sodyum-
da kullanan bol miktarda sodyum-potasyum ATP az potasyum ATP az pompası tarafından oluşturulan
sistemi içerir. Aynı anda potasyum da hücreler arası elektıokimyasal fark ile sodyum, apikal m em braıı
mesafeden hücre içine nakledilir. Bu iyon pompası da denen lüminal m em brandan, hücreye doğru di-
nın çalışması, hücre içinde düşük sodyum ve yüksek füze olur.
potasyum yoğunluğunu koruyarak hücre içinde -70 2. Sodyum, luminal m em brandan tubuler hücre
mVolt civarında negatif yük yaratır. Sodyumun b a içine bazolateral m em brandan sodyum-potasyum
zolateral membrandan hücre dışına pompalanma ATP az aracılığı ile konsantrasyon ve elektriksel far
sı, hücrenin liim inal membranından sodyumun di- ka zıt yönde taşınır.
füzyonunu kolaylaştırır. Na, tübül lümeninden hüc 3. Sodyum, su ve diğer maddeler, hidrostatik ve
reye iki nedenle girer: (1) Hücrede sodyum yoğunlu kolloid osmotik basınç farklarının yönlendirdiği ult-
ğunun düşük olması (12 mEq/litıe) ve tübüler sıvıda rafiltıasyon denen pasif bir hareketle hücreler arası
sodyum konsantrasyonunun yüksek olması (140 sı\ndan, peritübiller kapiller içine geri emilirler.
mEq/litre) nedeni ile hücreye sodyumu çeken bir
yoğunluk farkı vardır. (2 ) Hücre içindeki negatif -70 Tübüler M em bran Yolu ile Sekonder A k tif
mVolt potansiyel farkı pozitif yüklü sodyum iyonla Transport. Sekonder aktif taşınmada, iki veya daha
rını tübüler lümenden hücre içine çeker. fazla madde özel bir membran proteini (taşıyıcı bir
Sodyumun, sodyum-potasyum ATP az aracılığı ile molekül) ile ilişkiye girer ve hücre membranından
aktif geri emilimi, tübüllerin büyük bölümünde gö birlikte nakledilir. Bir madde, örneğin sodyum,
rülür. Nefronun bazı kısımlarında, fazla miktarda elektıokimyasal gradyan yönünde hücreye girerken
sodyumun hücre içine geçişini kolaylaştıran bazı açığa çıkan enerji bir başka maddeyi, mesela gliko
yapılar bulunur. Proksimal tiibülde membranın lü- zu elektıokimyasal yoğunluk farkına rağmen içeri
ıııinal tarafında (lümene bakan tarafı) yüzey alanını taşır. Böylece sekonder aktif taşınma, ATP’den veya
takriben 2 0 kez artıran yoğun bir fıı çamsı kenar var başka yüksek enerjili fosfat kaynaklarından doğru
dır. Aynı zamanda mem bıanın luminal yüzeyinde, dan enerji kullanmaz, burada kullanılan enerjinin
sodyum iyonlarını lümiııal taraftan bağlayan ve kaynağı, kendi elektıokimyasal gradyanı yönünde
hücre içine bırakarak sodyumun membrandan k o taşınan başka bir maddenin, eşzamanlı kolaylaştı
laylaştırılmış difiizyonla hücreye taşınmasını sağla rılmış difuzyonu sırasında açığa çıkan enerjidir.
yan sodyum taşıyıcı proteinler vardır. Sodyum taşı Şekil 27-3, proksimal tübiilde glikoz ve am ino-
yıcı proteinler, daha sonra değinileceği gibi, aynı za- asitlerin sekonder aktif taşınm asını gösterm ekte
dir. Her iki madde için de fırçamsı kenardaki özel
bir taşıyıcı protein, sodyum iyonu ile am inoasit ve
ya glikoz molekülünü aynı anda bağlar. Bu taşınm a
mekanizmaları, gerçekte bütün glikoz ve am ino-
Peritübüler I > Tübül epitel ; Tübül
Kapiller İ \ hücresi J Lümeni asitleıi tübüler lümenden taşıyabilecek kadar et
kindir. Hücreye girdikten sonra glikoz ve am ino-
asitler, hücre içi yüksek glikoz ve am inoasit yoğun
luğunun yönlendirdiği kolaylaştırılmış difüzyoıı ile
bazolateral membrandan dışarı çıkarlar.
Glikozun kimyasal gıadyana zıt yönde taşınması,
doğrudan ATP kullanmasa da, glikozun emilimi,
( - 3 ınV)
bazolateral membrandaki sodyum -potasyum ATP
az pom pasının harcadığı enerjiye bağlıdır. Bu
pom panın aktivitesi, sodyumun, luminal m em bra-
nı kolaylaştırılmış diffüzyonla geçebilm esi için ge
Fırçamsı kenar reken elektıokimyasal gradyanı korur ve sodyu
(Luminal membran) mun hücre içine bu yokuş aşağı diffüzyonuyla, gli
kozun luminal yüzeyden eş zamanlı “yokuş yukarı”
Hücrelerarası Bazal Sıkı bağlantı
taşınması için gerekli enerjiyi sağlayan, işte bu
sıvı membran Hücrelerarası boşluk
gradyandır. Bu yüzden glikozun bu şekilde emilimi
Ş E K İL 27 - 2 “sekonder aktif transport” olarak isimlendirilir,
Tübüler epitel hücrelerinden sodyumun aktif taşınmasının ana çünkü glikozun kendisi bir kimyasal gıadyana zıt
mekanizması. Bazolateral membrandaki sodyum potasyum yönde em ilir am a bu, sodyum un prim er aktif
pompası hücre içindeki sodyumu hücre dışına taşıyarak hücre tıansportuna "sekonder”dir.
içinde negatif elektrik yükü ve düşük sodyum yoğunluğu
Hatırlanması gereken bir başka önemli nokta,
yaratır. Düşük hücre içi sodyum yoğunluğu ve negatif elektrik
yük sodyum iyonlarının tübül lümeninden fırçamsı kenar yolu geri emilim işleminin diğer basamakları pasif olsa
ile hücre içine difiize olmasına neden olur. bile, emilimde yer alan en az bir basamağın primer
298 ÜNİTE V • Böbrekler ve Vücut Sıvıları
madde, tübüllere sekonder aktif taşınma ile salgıla glikoz idrarda görünmeye başlar, bu noktaya glikoz
nır. Bu genellikle sodyum iyonu ile zıt yönde (coıııı- için eşik denir, idrarda, glikozun (eşik değer) m a k
ter transport) bir taşımadır. Zıt yönde taşımada, sim al taşınmaya ulaşılm adan önce görülm eye b a ş
maddelerden birinin düşük yoğunluğa doğru ta ladığına dikkat edilmelidir. Eşik değer ile m aksimal
şınm asından açığa çıkan enerji (örneğin sodyum taşınm a arasındaki bu farkın bir nedeni bütün nef-
iyonu), ikinci maddenin yüksek yoğunluğa doğru roııların glikoz için aynı m aksimal taşım a kapasite
aksi yönde taşınm asını mümkün kılar. sine sahip olmayışları ve bazı nefronlarııı, diğerleri
Zıt taşınmaya bir örnek, şekil 2 7 -3 ’te gösterildiği kendi maksimal sınırlarına erişm eden önce glikozu
gibi, proksimal tübülün lüminal m em branında itrah etmeleridir. Bütün ııefronlar glikoz geri em ili
sodyum geri emilimiyle eşleşmiş olan hidrojen m inde kendi m aksim al taşım a kapasitelerine ulaş
iyonlarının aktif salgılanmasıdır. Bu örnekte, sod tığı zam an böbrek için m aksim al transport k a p a si
yum ile hidrojenin zıt taşınması ile (couııter trans tesine ulaşır.
port) hücre içine sodyum girişi hidrojen çıkışı ile Normal bir bireyin plazma glikoz değeri, asla id
eşleşmiştir. Bu taşınmaya, lüminal m em branııı fır- rarda glikoz atılmasına yetecek yükseklikte değil
çam sı kenarında bulunan spesifik bir protein ara dir. Oysa kontrolsüz diabetes m ellitıısda plazma
BÖLÜM 27 • Böbreklerde İdrar Oluşumu: II. Glomerüler Filtratın Tübüllerde İşlenmesi 299
Distal Tübül Ş E K İL 27 - 10
Toplayıcı kanallar, distal tübülün ilk ve son kısmının hücresel
H enle kulpunun çıkan kalın kolu distal tübüle ince yapıları ve transport özellekleri. Distal tübülün ilk kısmı çı
boşalır. Distal tübülün ilk kısmı, aynı n efıon d a kan kalın Henle kıvrımının özelliklerinin çoğuna sahiptir ve
sodyum, klorür, kalsiyum ve magnezyumu geri emer, fakat su
GFR ve kan akım ını kontrol eden feed -back k o n t ve üreyi hiç geçirmez. Distal tübülün son kısmı ve kortikal top
rol sağlayan ju kstag lom erü ler k om p leksi oluştu layıcı tübiiller iki farklı tip hücreden oluşur: Esas Hücreler ve in-
rur. D istal tübülün bundan sonraki kısmı olduk terkalc hücreler. Esas hücreler lümenden sodyum geri emer ve
ça kıvrımlıdır ve Henle kıvrım ının çıkan kalın lümene potasyum salgılar, lnterkale hücreler lümenden potas
yum ve bikarbonatiyonlarım geri emer ve hidrojşıı iyonunu sal
kısmı ile arasında geri em ilim özellikleri y önü n gılarlar. Nefronun bu segmentindcn su geri çinilimi antidiüretik
den oldukça fazla benzerlikler vardır, yani so d hormonun kontrolü altındadır.
304 ÜNİTE V • Böbrekler ve Vücut Sıvıları
I
turabilen mekanizmadan farklıdır. Böylece inter
kale hücreler vücut sıvılarının asid-baz düzenlen
mesinde anahtar rol oynarlar-.
4. Distal tübülün son kısmının ve koıtikal topla
yıcı tübüllerin suya karşı geçirgenliği vazopressiıı
de denen antidiüıetik hormon tarafından kontrol Ş E K İL 27- 11
edilir. Yüksek ADH düzeylerinde bu tübül segment- Medüller toplayıcı kanalın hücresel ince yapısı ve taşıma özel-
leri suya karşı geçirgendir, fakat ADH yokluğunda likleri.Medüller toplayıcı kanallar sodyumu aktif olarak geri
suya geçirgenliği tam amen kaybederler. Bu özellik, emer, hidrojen iyonlarını sekrete eder ve bu tübüler segmentte
geri emilen üreye geçirgendir.Medüller toplayıcı kanallarda su
idrarın seyreltilme veya yoğunlaştırılma derecesi emilimi anti diüıetik hormon konsantrasyonu tarafından kont
nin kontrolünde önemli bir mekanizmadır. rol edilir.
BÖLÜM 27 • Böbreklerde İdrar Oluşumu: II. Glomerüler Filtratırı Tübüllerde İşlenmesi 305
Eğer su geri em ilim yıizdesi daha fazla ise madde gereksinim duyduğundan, tümüyle geri emilerek
daha yoğun hale gelir. Eğer daha fazla oranda so- idrarla hem en hiç kaybedilmezler.
lüt geri em ilirse maddenin yoğunluğu daha sey-
ıeltik kalır.
Şekil 27-12 farklı tübiil bölgelerinde en önemli
solütlerin yoğunlaştırılma derecelerini göstermek TÜBÜLER GERİ EMİLİMİN
tedir. Şeklin sol tarafında görüldüğü gibi, her mad
DÜZENLENMESİ
denin ultrafıltrattaki yoğunluğu 1 . 0 olarak kabul
edildiği için bu şekildeki bütün değerler nisbi yo
Glomerüler filtrasyon ile tübüler geri emilim ara
ğunluktur. Filtıat, tübüler sistem içinde ilerledikçe sında kesin bir dengenin korunması gerektiğinden,
su, solütten daha fazla emilirse, yoğunluk giderek glomerüler filtratın kontrolünde olduğu gibi, tübü
1 ,0 ’den yüksek değerlere ulaşır veya eğer solut geri
ler geri emilimi de düzenleyen sayısız sinirsel, hor-
emilimi suyunkinden fazla olursa yoğunluk gide monal ve bölgesel mekanizma vardır. Tübüler geri
rek 1.0’den daha az olur. Aynı zamanda eğer bir so- emilimin önemli özelliklerinden biri, bazı madde
lüt tübüler lümene salgılanıyorsa bu da tübüler sı lerin geıi emiliminin, özellikle horm onal kontrol
vıda yoğunluğu yükseltir. mekanizmaları aracılığıyla, bağımsız olarak düzen-
Şekil 27.12’iıı üst kısmında gösterilen kreatiııin lenebilmesidir.
ve üre gibi maddeler, idrarda oldukça yoğun hale
gelirler. Genellikle bu maddelere vücutta gereksi
nim yoktur ve böbrekler bunları çok az veya hiç ge
ri em m ez hatta onları tübül sıvısına salgılayarak id Glomerülotübüler Denge-Artan Tübüler
rarla fazla miktarda atılmasını sağlar. Yüke Yanıt Olarak Tübüllerin Geri
Diğer taraftan şeklin alt kısmında gösterilen gli Emilim Hızını Artırma Yeteneği
koz ve amino asitler gibi maddeler vücut bunlara
Tübüler geri emilim hızını kontrol eden en temel
mekanizmalardan birisi, artmış tübüler yüke (art
mış tübüler akıma) yanıt olarak tübüllerin geri
emilim hızlarını artırma yetenekleridir. Buna glo-
m erülotiibüler denge denir. Örneğin GFR 125’teıı
505 e kadar 150 ml/dakikaya yükselirse pıoksim al tübülün
100.0 m utlak geri em ilim hızı da 81 ml/dakikadan
25e
(GFR’nin % 65’i) yaklaşık 97,5 mİ/dakikaya yükselir.
50.0
Bu durumda, glomerülotübüler denge, pıoksimal
tübüllerde GFR’nin geri emilim oranı % 65’de sabit
20.0
kalsa bile, filtrasyon yükü arttıkça geri emilim hızı
10.0
nın da arttığı anlamına gelir.
Glomerülotübüler denge, tübülün diğer bölgele
rinde de, özellikle ilenle kıvrımında bir ölçüde gö
rülür. Bunu sağlayan mekanizm a tam anlaşılm a
mıştır fakat daha sonra tartışılacağı gibi böbrek tü-
5 büliı ve kısmen onu çevreleyen böbrek hücrelera
î . 1.0 rası bölgesinde ortaya çıkan fiziksel kuvvet değişik
jt:
J2 liklerine bağlı olabilir. Glom erülotübüler denge
C0.50
>D5 mekanizması hormonlardan bağımsız olarak orta
-ß ya çıkabilir ve tam izole edilmiş böbreklerde hatta
0.20 tam amen izole proksimal tübül segm cntlerinde de
gösterilebilir.
0.10
HCOı Glomerülotübüler dengenin önemi, GFR arttığı
0.05 zaman, distal tübül segm entine aşırı yük binm esi
ni engellemeye yardımcı oluşudur. Glomerülotü
0.02 büler denge kendiliğinden, GFR değişikliklerinin
idrar itrahına etkilerini tam ponlam ada ikinci bir
Proksimal Henle Distal Toplayıcı savunma hattı gibi davranır. (Savunmanın birinci
Tübül Kıvrımı Tübül Kanal
hattı yukarıda tartışılmış olan, böbrek otoregiilas-
yon mekanizmaları, özellikle GFR’de değişiklikleri
Ş E K İL 27 • 12 önlemeye yardımcı olan tübiiloglom erüler feed
Tübüler sistemin farklı noktalarında, farklı maddelerin ortala back’diı). Glomerülotübüler ve otoregülatuar den
ma yoğunluklarının, aynı maddelerin, glomerüler nitrattaki yo ge mekanizmaları birlikte çalışarak, aıteıyel basınç
ğunluklarına göre değişmesi. 1.0 değeri bir maddenin glomerü değişiklikleri sırasında ya da sodyum ve hacim ho-
ler filtratta bulunan yoğunluğu ile tübüler sıvıdaki yoğunluğu
meostazisini ciddi olarak bozabilecek başka bir so
nun aynı olduğunu gösterir. 1.0den küçük değer maddenin su
dan daha çabuk emildiğini gösterir, 1.0den büyük değer mad run sözkonıısu olduğunda, distal tübülden sıvı akı
denin sudan daha az geri emildiğini gösterir. şının büyük ölçüde değişmesini engeller.
306 ÜNİTE V • Böbrekler ve Vücut Sıvıları
Böylece peritübüler kapillerden su ve madde Benzer şekilde sodyum alınması değiştiği zaman,
alınm a hızı, ıenal interstisyıımdaki hidrostatik ve böbrekler, diğer elektrolit ve su itıahm da önemli
kolloid osmotik basınç değişiklikleri aracılığıyla, değişiklik yapmaksızın idrarla sodyum itrahında
tübüler liim enden inteıstisyuma su ve madde geri uygun ayarlamayı yapmalıdırlar. Vücuttaki birkaç
emilim hızıyla eşlenmiştir. Bundan dolayı peritü hormon, tübüler ıeabsorbsiyonun farklı elektrolit
büler kapiller geri em ilim ini arttıran kuvvetler, ge ler ve su için bu özgüllüğünü sağlar. Tablo 27-3 tü
nellikle aynı zam an d a böbrek tübüllerindeıı geri büler geri emilimi düzenleyen en önem li horm on
em ilim i d e arttırırlar. Aksine, peritübüler kapiller lardan bazılarını, tübülleıde başlıca etki ettikleri
geri em ilim in de inlıibisyon yapan lıem odin am ik bölgeleri, su ve solütlerin atılm asına etkilerini
değişiklikler aynı zam an d a su ve solü tier in tiibül- özetlemektedir. Bu hormonlardan bazıları bölüm
den geri em ilim ini d e iııhibe ederler. 29 ve 3 0 ’da daha ayrıntılı bir şekilde tartışılmıştır
fakat, burada, bir iki paragrafta bunların böbrek tü-
Arteryel Basıncın Çıkan İdrar Hacmine bülleıine etkileri kısa bir şekilde özetlenecektir.
Etkisi: Basınç- Natriürez ve Basınç-
Aldosteron, Sodyum Geri Emilimini ve Potas
Diürez Mekanizmaları yum Salgılanmasını Artırır. Adrenal korteksin zo
na glomeıulosa hücrelerinden salgılanan aldoste-
Arter basıncında küçük bir artış bile basınç tıatri- ron, böbrek tübüllerinden sodyum geri emilimi ve
iirezi veya basınç diiirezi denen bir olayla, idrarla potasyum salgılanmasının önemli bir düzenleyicisi
atılan su ve sodyumun artmasına neden olur. Bö dir. Aldosteronım başlıca etki ettiği bölge, kortikal
lüm 2 6 ’da tarif edilen otoregülasyon nedeni ile ar toplayıcı tübüllerin esas hücreleridir. Aldosteronun
ter basıncının 75 ile 160 mmHg sınırları arasındaki sodyum geri emilimiyle birlikte potasyum sekresyo-
artışlarının GFR ve böbrek kan akımı üzerine çok nunu da artırma mekanizması, kortikal toplayıcı tü-
hafif etkisi olur. GFR'de hafif artış olması kısmen bül membranının bazolateıal kısımlarındaki sod
artmış arteryel basıncın idrar akımına yansımasına yum potasyum ATP az pompasını stimiıle etmesidir.
neden olur. Böbıek hastalıklarında sıklıkla görül Aldosteı on aynı zamanda membranın lüminal tara
düğü gibi, GFR otoregülasyonu bozulduğu zaman fında sodyuma karşı geçirgenliği de artırır.
arteryel basınç artışları GFR'de çok daha fazla artı Adrenal bezin harabiyeti veya bozukluğunda gö
şa yol açar. rüldüğü gibi, (Addison Hastalığı) aldosteı on yoklu
Yükselmiş böbrek arter basıncının ikinci etkisi, ğunda vücutta önemli sodyum kaybı ve potasyum
filtre olan sodyum ve suyun tübiiller tarafından ge birikimi görülür. Aksine adrenal tümörlü hastalar
ri emilen yiizdesinin azalması sonucu çıkarılan id da görüldüğü gibi (Conıı sendromu) aşırı aldoste-
rarın artmasıdır. Bu etkiden sorumlu mekanizma, ron salgılanması, vücutta sodyum birikimi ve po
kısm en peritübüler kapilleıde, özellikle böbrek tasyum tükenmesine yol açar. Minimal düzeylerde
medullasımn vasa ıektasında, hidrostatik basıncın aldosteıon mevcut olduğu sürece sodyum dengesi
hafif yükselmesi ve sonuçta böbrek hücrelerarası günlük düzenlemeler ile sağlanırsa da aldosteron
sıvı hidrostatik basıncının artışıdır. Daha önce tar salgısındaki yetersizlik böbrek potasyum itrahını
tışıldığı gibi, böbreğin hücıelaraıası sıvı hidrostatik ve vücut sıvılarındaki potasyum konsantrasyonu
basıncının artışı, sodyumun tübüler lümene geri nu anlamlı şekilde bozar. Bu yüzden, aldosteron,
sızmasını artırarak sodyum ve suyun net geri em i sodyum yoğunluğundan çok, potasyum yoğunlu
lim hızını azaltır ve böbrek arteryel basıncı arttığı ğunun düzenlenmesinde daha önemlidir.
zaman idrar akım hızının artmasına sebep olur.
Basınç-diüıez ve basınç-natriürez mekanizması Anjiyotensin II, Sodyum ve Su Geri Emilimini Ar
na katkıda bulunan üçüncü faktör, angiotensin II tırır. Anjiyotensin II vücudun belki de en güçlü sod
yapımıdır. Anjiyotensin II, bizzat tiibüllerden sod yum tutucu hormonudur. Bölüm 19’da tartışıldığı gibi,
yum geri em ilimini artırırken, sodyum emilimini Anjiyotensin II yapımı, hemoraji (kanama) veya vücut
daha da artıracak olan aldosteıon salgısını da sti- sıvılarından su ve tuz kaybı gibi, kan basıncı düşmesi
müle eder. Böylece arteryel basınç arttığı zaman, ve/veya hücıedışı sıvısının azalması ile birlikte olan
azalmış anjiyotensin II yapımı, sodyum geri emili- koşullarda artar. Ai tmiş anjiyotensin II yapımı, üç te
minin azalm asına katkıda bulunur. mel etki ile böbrek tübüllerinden su ve sodyum geri
emilimini artırarak, kan basıncının ve hücre dışı sıvısı
miktarının normale çevrilmesine yardım eder.
Tübüler Geri Emilimin Hormonal
Kontrolü 1. Anjiyotensin II, aldosteron salgısını stim iıle
eder, bu sodyum geri emilimini artırır.
Vücut sıvı hacim lerinin ve solüt yoğunluklarının 2. Anjiyotensin II, efferent arteriyolleri daraltarak
ince bir şekilde düzenlenmesi suyun ve farklı soliit- sodyum ve su geri emilimini artıran peritübüler ka
lerin böbrekler tarafından değişebilir hızlarda, ba piller dinamiği etkiler. Önce, efferent arteıiyol da
zen birbirinden bağımsız olarak atılmasını zorunlu ralması, özellikle pı oksimal tiibülde net tübüler ge
kılar. Örneğin, potasyum alınması arttığı zaman, ri emilimi artıran peritübüler kapiller hidrostatik
böbrekler, diğer elektrolitlerin ve sodyumun itıahı- basıncı azaltır. İkinci olarak, efferent arteriyol da
nı aynı tutarken, potasyumu fazla itrah etmelidir. ralması böbrek kan akımını azaltarak glomeriilde
BÖLÜM 27 • Böbreklerde İdrar Oluşumu: II. Glomerüler Filtratın Tübüllerde İşlenmesi 309
TABLO 27 - 3
Tübüler Geri Emilimi Düzenleyen Hormonlar
Hormon Etki Yeri Etkileri
Aldosleron Toplayıcı kanal î NaCI, Su geri emilim i, t K+ salgısı
Angiotensin II Proksimal tübül, Henle’nin t NaCI ve Su geri em ilim i, î H+ salgısı
çıkan kalın kolu/D istal tübtil
Anlidiüretik horm on Oistal tübül/ toplayıcı tlibüleve kanal î Su geri emilim i
Alriyal Natriüretik pepiid Distal tübiil/ toplayıcı tiibüle ve kanal 4- NaCI geri emilimi
Paratroid 1lormon Proksimal tübül/ Henleniıı 4- P 0 4— geri em ilim i, C a+* geri emilim i
çıkan kalın kotu, distal tübül
filtrasyon fraksiyonunu artırır ve peritübüler kapil- magnezyum geri em ilim ini artırm ak gibi başka e t
leıde protein yoğunluğunu ve kolloid osmotik b a kileri de vardır.
sıncı yükseltir; bu, peritübüler geri em ici kuvveti
artırarak tübüler sodyum ve su geri emilimini yük
seltir. Sempatik Sinir Sistemi Aktivasyonu
3. Anjiyotensin II, doğrudan sodyum geri emili- Sodyum Geri Emilimini Artırır
m ini, özellikle p roksim al tiibiilde stim üle eder.
Doğrudan etkilerinden birisi tübüler hücrelerin Sempatik sinir sistemi aktivasyonu hem efferent
bazolateral m em bıanında sodyum potasyum ATP hemde afferent aıteriyolü daraltarak GFR’de azal
az pompasını stimüle etmektir. İkinci etkisi özellik maya yol açtığı için sodyum ve su itrahını azaltır
le proksimal tübülün lüminal m em bıanında sod- (tablo 27-4). Sempatik aktivasyon aynı zamanda
yum -hidrojen değişimini stimüle etmektir. Böylece proksimal lubiilden ve çıkan kalın ilen le kolundan
Anjiyotensin II, proksimal tübülde hem luminal sodyum geri emilimini artırır. Ve son olarak, sem
hem bazolateral meıııbrandan sodyum geçişini sti patik sinir sistemi uyarılması, renin ve anjiyotensin
müle eder. II yapımını artırır, bu horm onlar sodyumun tübü
Anjiyotensin H’nin bu birden fazla etkisi, böbrek ler geri emilimini artırır, ıenal itrahını azaltır.
lerin, anjiyotensin II arttığında önemli miktarda
sodyum tutmasına neden olur.
Us xV
Klireııs hızı(Cs) ml/dk
S Ps
U pAHXVpah
PpAH ' VpAH
RPF
Renal kan akımı (RBF) RBF = ---------------- ml/dk
1- Hematocrit
Ekskresyoıı hızı Ekskresyoıı lıızı = Us x V ıııg/dk, mmol/dk ya da mEq/dk
Geri emilim hızı Geri emilim hızı = Filtre olan yük - Ekskresyoıı hızı mg/dk, mmol/dk ya da mEq/dk
= (GFR x Ps) - (Us x V)
Sekresyon hızı Sekresyon hızı = Ekskresyoıı hızı - Filtre olan yük mg/dk, mmol/dk ya da mEq/dk
s, bir madde; U, idrar konsantrasyonu; V, idrar akım hızı; P, Plazma konsantrasyonu; PAH, para-aminohippurik asit; P pah, renal arteryel PAH konsantrasyonu;
Epah. ekstraksiyon oranı;
hızı, Us S maddesinin idrardaki yoğunluğudur. Bu halde, inülinin idrarla atılma hızının, plazma inülin kon-
eşitlik yeniden düzenlendiğinde kliıens aşağıdaki santrasyonuna bölünmesi ile (ki 125 ml/dakika değerini
gibi ifade edilebilir: verir), inülin klirensi hesaplanabilir. Böylece 125 mİ
plazmanın, idrarda çıkan inülin miktarını sağlayacak şe-
Us x V kilde, bir dakikada böbreklerden filtre edilmesi gerekir.
Cs = -------- GFR tayininde kullanılan tek madde inülin değildir.
Ps Kreatinin ve radyoaktif iothatamat gibi başka maddeler
Böylece bir maddenin böbreklerden klirensi, o
m addenin idrarla atılma hızının (Us xV ), plazm a
daki yoğunluğuna bölünmesi ile hesaplanabilir.
REFERANSLAR
Aukland K , Bogusky R T ; Rciikin E M : Renal Hall I E , Brands M W : The renin-angiotensin- ju s t a matter o f good bookkeeping? I Am
co rtical inierstitium and fluid absorption by aldostcronc system : renal m echanism s and S o c Nephrol 4 :1 9 2 9 , 1 9 9 4 .
peritubular capillaries. Am I Physiol 2 6 6 : circulatory hom eostasis. In: Seldin D W , S ch afer IA , Reeves W B , Andreoli T E : M echa
F I 7 5 , 1994. G icb isch G (eds): T h e K idney: Physiology nisms o f fluid transport across renal tubules.
B e r n ' C A , Ives H E, R ector F C Jr: Renal trans and Pathophysiology. 3rd ed. New York: In: W indhager E E (ed): H andbook o f Phys
port o f glucose, am ino acids, sodium, ch lo Raven Press, 2 0 0 0 . iology, S ectio n 8 , Renal Physiology. New
ride, and water. In: B renner B M , R ecto r FC Hall JE , Guyton AC, Brands M W : Control o f York: Oxford U niversity Press, 1992.
(eds): T h e K idney. 5lh ed. Philadelphia: sodium excretion and arterial pressure by Schuster V L , Scldon D W : R en al clearance. In:
\VB Saunders C o, 1996. intrarenal m echanism s and the renin- Selin D W , G iebisch G (ed s): T he K idney:
B rey er M D , Ando Y : Hormonal signaling and angiotensin system. In: Laragh IH . Brenner Physiology and Pathophysiology, Vol. 1.
regulation o f salt and w ater transport ill the BM (eds): Hypertension: Pathophysiology, 2nd ed. New Y o rk : R aven Press, 1992.
collecting duct. Ann R ev Physiol 5 6 :7 1 1 , Diagnosis, and M anagement. New Y o rk: Seldin D W , G ieb isch G (ed s): T h e Regulation
1994. Raven Press, 1995, pp 1 4 5 1 - 1 4 7 6 . o f Sodium and Chloride B a la n ce. New
Burckhardt G, Gregor R: Principles o f electro Knepper M A , W ade I B , Terris I, et al: Renal Y ork: Raven Press, 1990.
lyte transport across plasma mem branes o f aquaporins. Kidney Int 4 9 :1 7 1 2 , 1996. Sm ith H W : T he K idney: Structure and Func
renal tubular cells. In: W indhager E E (ed): tion in Health and D isease. New York: O x
K nox FG , G ranger JP : Control o f sodium e x
Handbook o f Physiology, S ection 8, Renal ford U niversity Press, 1951.
cretion: the kidney produces under pressure.
Physiology. New York: O xford University Suki W N , Rouse D : Renal transport o f c a l
News Physiol S ci 2 :2 6 , 1982.
Press, 1992. cium , m agnesium , and phosphate. In: B ren
Koeppen B M , Stanton B A : Renal Physiology.
D iB on a G F, Kopp U: Neural control o f renal ner B M , R ector FC (ed s): T h e K idney. 5th
St. Louis: M o s b y -Y e a r B ook, 1992.
function. Physiol Rev 7 7 :7 5 , 1997. ed. Philadelphia: W B Saunders C o, 1996.
M arver D (ed): Corticosteroids and the kidney.
G ranger IP : Pressure natriuresis: role o f renal Van V liet B N , Hall J E , L oh m eier T E , Lcland
Sem in Nephrol 1 0:311, 1990.
interstitial hydrostatic pressure. H yperten M izelle H: Renal circulation: In: Bennett T ,
Pritchard J B . M iller DS: Proximal tubular
sion 19 (suppl. 1):I, 1992. Gardiner S (eds): Nervous C ontrol o f B lood
Gunning M E, Ingelfinger 1R, King A I. B ren transport o f organic anions and cations. In:
V essels. London: Harwood A cadem ic Pub
ner B M : V asoactive peptides and the kid Seldin D W , G icb isch G (eds): T h e Kidney: lishers, 1996, pp 3 7 1 - 4 3 3 .
ney. In: Brenner B M . Rector F C (eds): The Physiology and Pathophysiology. 2nd ed. Vander A I: Renal Physiology. 4th ed. New
Kidney. 5th ed. Philadelphia: \VB Saunders New Y o rk: Raven Press, 1992. York: M cG raw -H ill, 1 9 91.
Co, 1996. Reeves W B . Andreoli T E : Renal epithelial W ilcox C S , Baylis C , W in go C S : G lom erular-
Hall IE : The kidney. In: Ingram D. Blo ch R F chloride channels. Ann Rev Physiol 5 4 :2 9 . tubular balance and proxim al regulation. In:
(eds): M athem atical M ethods in M edicine. 1992. Seld in D W , G iebisch G (ed s): T he K idney:
New York: lohn W iley & Son s, 1984. Rom an R I, Zou A -P : Influence o f the renal Physiology and Pathophysiology. 2nd ed.
Hall IE : Angiotensin II and long-term arterial medullary circulation on the control o f so New Y ork: Raven Press, 1992.
pressure regulation: the overriding dom i dium excretion. Am J Physiol 2 4 5 :R 9 6 3 , Zeidel, M L : Hormonal regulation o f inner
nance o f the kidney. I Am S o c Nephrol 10 1993. m edullary collectin g duct sodium transport.
(suppl 12 ):s2 5 S, 1999. S chafer JA : Salt and water hom eostasis— is it A m J Physiol 2 6 :F 1 5 9 , 1993.
Ekstraselüler Sıvı Osmolaritesi ve
Sodyum Konsantrasyonu
Düzenlenmesi
313
314 ÜNİTE V • Böbrekler ve Vücut Sıvıları
Ş E K İL 28 - 1
ADH düzeyleri çok düşük olduğu zaman dilüe idrar oluşu
mu. Henle kıvrımının çıkan kolunda, tübüler sıvının çok
dilüe olduğuna dikkat ediniz. Tübüler sıvı distal tübüller
ve toplayıcı tübüllerde, sodyum klorür reabsorbsiyonu ve
ADH düzeyleri çok düşük olduğu zaman su reabsorbsiyo-
nunun olmamasıyla daha fazla sulandırılır. Su reabsorbsi-
yoııunun olmaması ve erimiş madde reabsorbsiyonunun
devam etmesi büyük hacimler halinde sulandırılmış idrar
oluşumuna yol açar (sayısal değerler litrede mOsm’dür.)
BÖLÜM 28 • Ekstraselüler Sıvı Osmolaritesi ve Sodyum Konsantrasyonunun Düzenlenmesi 315
ayrılan sıvı, ADH düzeyine bakılmaksızın, her za 1 litre içm ek toplam olarak 2 4 0 0 m 0 sm erim iş katı m a d d e
m an dilüedir. ADH yokluğunda, distal tübül sonu nin kazanım ı olacaktır. Eğer m aksim al idrarı konsantre
ve toplayıcı kanallarda idrar daha da dilüe edilir ve edebilm e derecesi 1200 m ü sm /litre ise, 2 4 0 0 m ü sm ’lik bir
idrarı dışarı atm ak için gereken idrar h acm i 2400 m O sm ’ün
büyük hacim de dilüe idrar atılır.
1200 m O sm ’e bölüm ü kadar yani, veya 2 litre olurdu. Böy
lece, içilen her bir litre deniz suyu için, alın an erim iş katı
m addeyi atabilm ek için idrar h acm in in 2 litre olm ası gere
kecektir. Bu durum içilen her bir litre den iz suyu için v ü
BÖBREKLER KONSANTRE İDRAR cuttan ekstra olarak net 1 litre sıvı kaybıyla son uçlan ır ve
deniz suyu içen deniz kazazedelerin de görülen hızlı delıid-
OLUŞTURARAK SUYUN VÜCUTTA ratasyonu açıklar. Diğer yandan , bir den iz kazazedesinin
TUTULMASINI SAĞLARLAR sah ip olduğu Avusturalya zıplayan faresi içm ek istediği k a
dar deniz suyunu hiçbir soru n çıkm adan içebilirdi.
Böbreklerin plazmadan daha konsantre bir idrar
oluşturma yeteneği aralarında insanların da bulun
duğu karada yaşayan memelilerin yaşamlarını sürdü Konsantre İdrar Atılması İçin
rebilmeleri için şarttır. Su akciğerlerde soluk verme Gerekenler- Yüksek ADH Seviyeleri ve
havasına buharlaşma ile, gastıointestinal kanalda fe- Hiperosmotik Renal Medulla
çes ile, deride bulaılaşma ve terleme ile ve böbrekler
de idrarın çıkarılmasıyla sürekli vücuttan kaybedilir. Konsantre bir idrar oluşturmak için gerekli faktörler
Sıvı alımı bu kaybı karşılamak için gereklidir, fakat şunlardır: ( 1 ) distal tübüllerin ve toplayıcı kanalların
böbreklerin küçük bir hacim içinde idrarı konsantre suya olan geçirgenliklerini artıran, bu sayede bu tii-
etme yeteneği özellikle su aliminin kısıtlı olduğu du büler segmentlerin suyu yeğleyerek reabsorbe et
rumlarda homeostazisin korunması için gerekli sıvı mesini sağlayan, yüksek bir ADH seviyesi ve (2) yük
alimim en aza indiren önemli bir fonksiyondur. sek ADH seviyeleri varlığında su reabsorbsiyonunun
Vücutta bir su yetersizliği olduğu zaman, böbrekler, olması için gerekli osmotik gradyanı sağlayan, yük
su geri emilimi artırıp idrar hacmini azaltırken, erimiş sek bir renal medulla inteısitisyel sıvı osmolaritesi.
madde atılımını sürdürerek konsantre bir idrar oluş Normal olarak toplayıcı kanalların etrafını çevre
tururlar. İnsan böbreği plazma osmolaritesinin 4-5 leyen renal medulla interstisyumu oldukça hiperos-
kaü, 1200-1400m0sm/litreye kadar maksimal bir id motiktir, böylece ADH seviyeleri yüksek olduğu za
rar konsantrasyonu oluşturabilir. Bazı çöl hayvanları, man, su, tübül m em bıanından renal interstisyu-
örneğin Avusturalya zıplayan faresi (bir cins kangu mun içine doğru osmoz yoluyla hareket eder; bura
ru), idrarı 10,000 mOsm/litre’ye kadar konsantre ede dan da vaza rekta ile tekrar kana taşınıp uzaklaştırı
bilir. Bu yetenek hayvanın su içmeksizin çölde yaşa lır. Böylece, idrarı konsantre edebilmesi gücü ADH
masına izin verir; yeterli su, alınan yiyeceklerden ve seviyesi ve renal medullanm hiperosm olaıite dere
yiyeceklerin metabolizması sırasında vücutta üretilen cesiyle sınırlıdır. ADH salgılanmasını kontrol eden
sudan elde edilebilir. Sulu çevrelere adapte olan hay faktörleri daha sonra tartışacağız, fakat şimdi renal
vanların, örneğin kunduzun, idrarı konsantre etme medulla interstisyel sıvısını hiperosmotik yapan iş
yeteneği çok azdır; kunduzlar idrarı sadece lemlerin neler olduğunu tartışacağız. Bu işlem zıt
SOOmOsm/litre’ye kadar konsantre edebilirler. akım m ekanizm ası olarak bilinen olayları içerir.
Zıt akını mekanizması Henle kıvrımının özel a n a
Z o ru n lu İdrar Hacmi tomik düzenlenmesine ve renal m edullanm özelleş
miş peritiibiiler kapilleri olan vaza rekta sistemine
Böbreklerin idrarı m aksim al k o n san tre ed e b ilm e y ete dayalı bir mekanizmadır. İnsanlarda, nefronlaıın
neği v ü c u d a alın an iyonların ve m e ta b o liz m a artığı yaklaşık %25’i Henle kıvrımı ve vaza rektaları, kortek-
ürün lerin vücuttan atılm ası için h ergü n olu ştu ru lm ası
se dönmeden önce medullanm derinlerine kadar
gereken idrar h acm in in ne k a d a r olacağın ı belirler. 70 kg.
inen Jukstanıedüller glomeriiler nefronlardır. Henle
ağırlığın d a n orm al bir in san her gün 6 0 0 m 0 s m kadar
e rim iş m addeyi dışarı atm ak zorun dadır. Eğer m ak sim al kıvrımlarının bazıları medulladan renal pelvise doğru
id rar k o n san trasy on yeten eği 1 2 0 0 m 0 sm /litre ise, z o uzanan renal papilla uçlarına kadar inerler. Henle’nin
ru nlu idrar h acm i olarak ad lan dırılan , atılm ası gereken uzun kıvrımlarına paralel olarak vaza rekta da renal
en az idrar h acm i, aşağıd ak i gibi h esaplan abilir. koı tekse dönmeden önce medullanm içlerine kadar
uzanır. Son olarak, aülmadan önce hiperosmotik re
600 m O sm /g ü n nal medullaya doğru idrarı taşıyan toplayıcı kanallar
---------------------= 0.5 lt/giin
1200 m O sm /lt
da zıt akım mekanizması içinde kritik bir rol oynarlar.
dullasındaki inteıstisyel sıvının osmolaritesi çok Çıkan kolunun tersine, Henle kıvrımının inen ko
daha yüksektir, gittikçe artarak medullanın pelvik lu suya çok geçirgendir ve tübüler sıvı osmolaritesi
ucunda 1200-1400 mOsm/litreye kadar ulaşır. Bu renal medulla osm olaıitesiyle hızlı bir şekilde eşit
duıum ıen al medulla interstisyum unda erim iş lenir. Bundan dolayı, Henle’nin inen kolundan in
maddelerin sudan çok daha fazla biriktiğini ifade terstisyum içine su diffüzyonla dışarı itilir ve tübü
eder. Medullada yüksek erimiş madde konsantras ler sıvı osmolaritesi Henle kıvrımının ucuna doğru
yonuna bir kez ulaşıldıktan sonra, bu durum m e aktıkça kademeli olarak yükselir.
dullada su ve erimiş maddelerin içeri ve dışarı akış
ları dengelenerek korunur. H iperosm otik Renal M ed u lle r İnterstisyum
Renal medulla içinde yüksek erimiş madde kon- Oluşumuna Yol Açan Basamaklar. Henle kıvrımı
santrasyo oluşturulmasına katkıda bulunan başlıca nın bu karakteristiklerini akılda tutarak, şimdi re
faktörler aşağıda sıralanmıştır: nal medullanın nasıl hiperosmotik olduğunu tartı
şalım. İlk olarak, Henle kıvrımını dolduran sıvının
1 . 1-Ienle kıvrımının çıkan kolunun kalın kısmın
pıoksimal tübülden ayrılan 300 mOsm/litre kon-
dan, sodyumun aktif taşınmayla, potasyum, klor ve santrasyonlu sıvının aynısı olduğunu kabul edelim
diğer iyonların birlikte taşınmayla meduller inters- (Şekil 28-3 Basamak 1). Bundan sonra Henle kıvrı
tisyuma taşınması. mının çıkan kaim kolu üzerindeki aktif pompa ça
2. Toplayıcı kanallardan medulla interstisyumu lıştırıldığında, tübül içindeki konsantrasyon azalır
içine iyonların aktif taşınması
ve interstisyel konsantrasyon yükselir; bu pompa
3. İç medulla toplayıcı kanallardan medulla in
tübüler sıvı ve interstisyel sıvı arasında 2 0 0
terstisyumu içine büyük miktarlarda ürenin pasif
mOsm/litre konsantrasyon gradyanı oluşturur (Ba
difüzyonu
samak 2 ). Gradyan limiti 200 mOsm/litre kadardır
4. Medüller tübüllerden medüller interstisyuma,
çünkü 200 mOsm/litre konsantrasyon gradyanına
geri em ilen soliitlere oranla çok daha az miktarda
ulaşıldığı zaman, iyonların paıaselüler yolla tübül
su diffüzyonu olması.
içine geri diffüzyonu, lüm en dışına yönelik iyonla
rın birbirine zıt diffüzyonu ile dengelenir.
Renal Medullada Erimiş Maddelerin Tutulmasını
Üçüncü adım, Heııle kıvrımının inen kolu n daki
Sağlayan Henle Kıvrımının Özel Nitelikleri. Hen-
tübüler sıvı ve interstisyel sıvının aşağı koldan dışa
le kıvrımının taşıma özellikleri distal tübülün, korti
rıya suyun osmoz nedeniyle osmotik eşitliğe hızla
kal toplayıcı tübülleriıı ve iç medulla toplayıcı ka
ulaşmasıdır. İyonların, Henle kıvrımı kalın çıkan
nalları ile birlikte Tablo 28-1 'de özetlenmiştir.
kolundan dışarı taşınmasının devam etmesi n ed e
Yüksek medulla osmolaritesinin en önemli nedeni
niyle osmolarite 400 mOsm/litrcde muhafaza edi
Henle kıvrımının kalın çıkan kolundan sodyumun ak
lir. Böylece, kalın çıkan koldan sodyumun aktif
tif olarak potasyum, klorür ve diğer iyonların birlikte
transportla dışarı taşınması, zıt akımla başaıılabi-
taşınmayla inteıstisyum içine taşınmasıdır. Bu pompa
lenden çok daha az bir değer olan, 2 0 0 mOsm/lit-
interstisyel sıvı ve tübül lümeni arasında 200 mOsm
relik bir konsantrasyon gradyanı oluşturabilir.
kadar bir konsantrasyon gradyanı oluşturabilir. Kalın
Dördüncü basamak, şuanın proksimal tübülden
çıkan kol suyu hiç geçirmediği için, erimiş maddelerin
Henle kıvrımı içine akmasıdır, bu daha önce aşağı
interstisyum içine pompalanmasına osmotik su akışı
inen kolda oluşturulan hiperosmotik sıvının çıkan
eşlik etmez. Böylece, çıkan kalın koldan dışarı sodyum
kol içine alınmasına neden olur. Bu sıvı çıkan kol
ve diğer iyonların aktif taşınması, sudan çok daha faz
içine girer girmez, eklenen iyonlar geride suyu bı
la erimiş maddenin renal medulla interstisyumuna ila
rakarak, interstisyel sıvı osm olaritesi 500
ve olmasına neden oku'. Henle kıvrımının, suya da ge
mOsm/litreye yükselinceye ve 200 mOsm/litrelik
çirgen olmayan, çıkan ince kolunda renal medulla in
bir gradyan oluşuncaya kadar interstisyuma pom
terstisyumu erimiş madde konsantrasyonunu daha da
palanır (5. Basamak). Daha sonra bir kez daha, aşa
yükselten pasif sodyum klorür ı eabsorbsiyonu vardır.
ğı inen koldaki sıvı hiperosmotik medulla, inters
tisyel sı\ayla eşitliğe ulaşır (6 . Basamak) ve hiperos
motik tübüler sıvı, Henle kıvrımının aşağı inen ko
lundan çıkan kol içine akarken, erimiş madde sü
İdrar Konsantrasyonu-Tübiil Niteliklerinin Özeti rekli olarak tübül dışına pompalanmaya ve medul
Geçirgenlik la interstisyumu içinde biriktirilmeye devam eder.
Aktif NaCl
transportu h 2o NaCI Üre Bu basamaklar defalarca tekrarlandığında, net etki,
sudan çok daha fazla erimiş katı maddenin artarak
Proksimal tübül ++ ++ + + medullaya geçişidir, yeterli zaman dilimi içinde, bu iş
İnce inen kol 0 ++ + + lem basam ak basam ak erimiş m addeleri medullada
İnce çıkan kol 0 0 + +
Kalın çıkan kol ++ 0 0 0
tutar ve Heııle kıvrımının kalın çıkan kolundan dışarı
Distal tübül + + AD1İ 0 0 iyonların aktif pom palanm ası ile oluşturulan kon
Kortikal toplayıcı + + ADH 0 0 santrasyon gradyanını çoğaltarak sonuçta, interstisyel
tübül sıvı osmolaritesini 1200-1400 mOsm/litreye yükseltir.
İç m edulla toplayıcı + + ADH 0 ++ Böylece, Henle kıvrımının çıkan kalın kolu tara
kanal
fından sodyum klorüıün tekrar tekrar reabsoıbsi-
0, minimal düzeyde aktif iraıısport ya da geçirgenlik; +,orta derecede aktif
transpnrt ya da geçirgenlik; ++ yüksek düzeyde aktif transport ya da geçirgenlik;
yonu ve Henle kıvrımı içine proksimal tübülden
+ ADH, suya yalnızca ADII varlığında geçirgen. yeni sodyum klorüıün sürekli içeriye akışı ters
BÖLÜM 28 • Ekstraselüler Sıvı Osmolaritesi ve Sodyum Konsantrasyonunun Düzenlenmesi 317
Ş E K İL 28 - 3
Hiperösmotik renal medıılla oluşumunda Henle kıvrımındaki zıt akım çoğaltıcı sistem (Sayısal değerler litrede mOsm’dür).
akım çoğaltıcı (counter current multiplier) olarak molaritesi yaklaşık 100 mOsm/litre kadar diliiedir
adlandırılır. Henle kıvrımının çıkan kolundan sod (Şekil 28-4). Distal tübülün başlangıç kısmı, tübü
yum klorür reabsoıbsiyonu sürekli yeni gelen sod ler sıvıyı daha fazla sulandırır çünkü bu segm entte
yum klorür ilavesiyle sürdürülür, böylece medulla de Henle kıvrımının çıkan kolu gibi, sodyum klorür
iııterstisyumunda sodyum klorür konsantrasyonu tübül dışına aktif olarak taşınır, fakat su geçirgenli
"çoğaltılır”. ği fazla değildir.
Sıvı koı tikal toplayıcı tübül içine akarken, reab
sorbe edilen su miktarı özellikle ADH’nın plazma
Konsantre İdrar Çıkarılmasında Toplayı konsantrasyonuna bağlıdır. ADH yokluğunda, bu
cı Kanallar ve Distal Tübülün Rolü segm ent suya hem en hem en hiç geçirgen değildir
ve suyu reabsorbe edem ez fakat erim iş madde re-
Tübüler sıvı Henle kıvrımından ayrılıp renal koı- absorbsiyonu sürer ve idrar daha ileri derecede
teksteki distal kıvrımlı tübül içine aktığı sırada, os- sulandırılır. ADH konsantrasyonu yüksek olduğu
Ş E K İL 28 - 4
ADH düzeyleri yüksek okluğu zaman konsant
re edilmiş bir idrar oluşumu. Henle kıvrımını
terkedeıı sıvının diltıe olduğuna fakat, distal tii-
biillerden ve toplayıcı tübüllerden su absorbe
edilirken konsantre edildiğine dikkat ediniz.
Yüksek ADH düzeylerinde, idrar osmolaritesi
papilladaki renal medulla interstisyel sıvısının
1200 mOsın/ litre kadar olan osmolaritesi ile
aynıdır (sayısal değerler litrede mOsm’dür.)
318 ÜNİTE V • Böbrekler ve Vücut Sıvıları
zam an, kortikal toplayıcı tübül suya oldukça ge em ilimine karşın, tübüler sıvıda ve sonuçta idrar
çirgendir, öyle ki, büyük miktarlarda su tübiilden da yüksek bir üre konsantrasyonunun korun
korteks interstisyumu içine reabsorbe edilir, bura masını sağlar.
dan su hızla peıitü büler kapillerler tarafından Ürenin, idrarın yoğunlaşmasına önem li ölçüde
uzaklaştırılır. Bu büyiik m iktarlarda suyun renal katkıda bulunduğu, ürenin nitrojenli aıtık ürün
m edu lla yerine kortekse geri em ilm esi, yüksek m e olarak bol miktarda oluştuğu fazla proteinli diyetle
d u lla interstisyel sıvı osm olaritesinin koru n m ası beslenen kişilerde idrar konsantrasyonunun daha
n a yardım eder. iyi yapılabildiğinin gösterilmesiyle kanıtlanmıştır.
T ü biiler sıvı, m eduller toplayıcı kanallar b o Malnütrisyon, medulla interstisyunıunda düşük
yunca akarken, tübüler sıvıdan interstisyum içi bir üre konsantrasyonuna ve idrarı konsantre ede
ne su ıeabsorbsiyonu görülür, fakat toplam su bilme yeteneğinde önemli düzeyde yetersizliğe yol
m iktarı korteks interstisyum uııa geçen su ile kar açar.
şılaştırıldığında daha azdır. Geri em ilen su vaza
ıek ta tarafından hızla venöz kana taşınarak uzak Ürenin Toplayıcı Kanaldan Henle Kıvrımına
laştırılır. ADH yüksek seviyelerde olduğu zaman, Yeniden Dolaşımı H iperosm otik Renal Medulla
toplayıcı kanallar suya geçirgenlik kazanırlar, öy Oluşumuna Katkıda Bulunur. Normal bir şahıs,
le ki toplayıcı kanalların sonundaki sıvı renal m e- filtre edilen üre yükünün %40 ile 60 kadarını idrar
dullanın interstisyel sıvısıyle aynı osm olariteye - la dışarı atar. Genelde, üre atılım hızı başlıca iki
1200 mOsm/litre kadar- (Bkz. Şekil 28-3) çıkar. faktör tarafından belirlenir. (1) Plazmadaki üre
Böylece, müm kün olduğu kadar çok su reabsor konsantrasyonu ve (2 ) Glomerüler filtıasyon hızı
be edilerek, böbrekler konsantre idrar oluşturur (GFR). GFR’de büyük azalma görülen böbrek has
lar, bu sayede su ekstraseliiler sıvıya geri kazan talarında, plazma üre konsantrasyonu önemli dü
dırılır ve vücut su eksikliğini kom panse ederken zeyde artar, GFR’deki düşmeye rağmen, filtre edi
idrarda erim iş madde atılm ası da norm al m iktar len üre yükü ve idrarla üre atılma hızı norm al sevi
larda tutulur. yesine (üre üretim hızına eşittir) döner.
Proksimal tübülde filtre edilen ürenin % 30- 40 ı
geri emilir ancak tübüler sıvının üre konsantras
yonu yine de artar çünkü üre su kadar kolay geçe
Ürenin Renal Medulla İnterstisyumunun mez. Tübüler sıvı Henle kıvrımının ince segm ent-
Hiperosmotik Olmasına ve Konsantre leri içine akarken üre konsantrasyonu artmaya
İdrar Oluşumuna Katkısı devam eder. Bu hem Henle kıvrımının inen kolun
dan medüller interstisyum a su reabsoıbsiyonu
Şimdiye kadar, sadece sodyum kloıürün hiperos nedeniyle ve hem de m edulla interstisyum undan
motik renal medulla inteısitisyum una katkısını dü Henle kıvrımının ince kolu içine bir m iktar üre
şündük. Ancak, böbrek maksimal olarak konsantre diffüzyonu sonucu ortaya çıkar (Şekil 28-5). Henle
bir idrar oluşturduğu zaman üre renal medulla in kıvrımının kalın kolu, distal tübül ve kortikal top
terstisyum osm olaritesine %40 oranında (500 layıcı tübülün hepsi üreye geçirgen değildir. B ö b
mOsm/litre) katkıda bulunur. Sodyum klorürden rek konsantre bir idrar oluşturduğu ve yüksek dü
farklı olarak, üre tübiilden pasif olarak geri emilir, zeylerde ADH bulunduğu zaman, kortikal toplayı
su eksikliğinde ve ADH’nın kan konsantrasyonları cı tübül ve distal tübülden su geri em ilim i, ürenin
yüksek olduğu zaman, büyük miktarlarda üre iç tübüler sıvı konsantrasyonunu daha da yükseltir.
medulla toplayıcı kanallarından interstisyum içine Sıvı iç m eduller toplayıcı kanal içine akarken, tü
pasif olarak geri emilir. büler sıvı üre konsantrasyonunun yüksek olması,
Ürenin renal medullaya reabsorbsiyon m ekaniz ürenin medulla interstisyum u içine diffüze olm a
ması aşağıdaki gibidir: Su, Henlenin çıkan kolun sına neden olur. Medulla interstisyum u içine ge
dan yukarı distal tübül içine ve kortikal toplayıcı çen ürenin az bir kısmı, sonunda H enle kıvrımının
tübiillere geçerken çok az üre geri emilir çünkü bu ince koluna diffüze olur, öyle ki üre, Henle kıvrı
segm entier üreye geçirgen değildir (Bkz. Tablo 28- m ının çıkan kolundan yukarı distal tübüle, korti
1). yüksek ADH konsantrasyonlarında, su kortikal kal toplayıcı tübülden tekrar aşağı m eduller topla
toplayıcı tübiilden hızla geri emilir ve üre konsant yıcı kanal içine geri döner. Bu yolla, üıe idrarla dı
rasyonu hızla artar çiinkü tübülün bu parçası üre şarı atılmadan ön ce tubuler sistem in bu term inal
ye çok geçirgen değildir. Daha sonra, tiibül sıvısı iç parçalarında birkaç kez dolaştırılır. Üre döngüsü
medulla toplayıcı kanallar için akarken, su ıeab- nün her seferinde üre daha yüksek bir konsantras
sorbsiyonu devam eder, bu durum sıvıda daha da yona ulaştırılır.
yüksek konsantrasyonda üre birikim ine sebep Ü renin tekrar dolaşım ı hip erosm otik bir renal
olur. İç medulla toplayıcı kanalının tübiil sıvısında medulla oluşturm ak için ek bir m ekanizm a sağ
ürenin bu yüksek konsantrasyonu büyük m iktar lar. Çünkü üre böbrekler tarafından atılm ası ge
larda ürenin tübül dışına, renal interstisyuma doğ reken en bol atık ürünlerdendir, ürenin idrarla
ru diffüzyonuna neden olur çünkü bu segment atılm adan ön ce konsantrasyonu na katılan bu
üreye oldukça geçirgendir ve ADH bu geçirgenliği m ekanizm a suyun kısıtlı olduğu durum larda vü
daha da artırır. Üre ve suyun aynı anda iç medulla cut sıvısının korunm ası açısınd an biiyük önem
toplayıcı kanallarının dışına hareketi, üre geri taşır.
BÖLÜM 28 • Ekstraselüler Sıvı Osmolaritesi ve Sodyum Konsantrasyonunun Düzenlenmesi 319
Ş E K İL 28 • 5
Toplayıcı kanaldan interstisyel sıvıya absoıbe
edilen ürenin tekrar dolaşımı. Bu üre daha son
ra Heııle kıvrımına, oradan distal tiibüle ve so
nunda tekrar toplayıcı kanala geçer. Ürenin
tekrar dolaşımı reııal medullada ürenin tutul
masına yardım eder ve reııal medullanın hipe-
ıosmolaritesine katkıda bulunur, (sayısal de
ğerler büyük miktarlarda ADH bulunduğu za
man, antidiürez sırasında ürenin miliosmolari-
teleridir).
Vaza Rektadaki Ters Akım Değişimi medulla interstisyum unda olduğu gibi yaklaşık
Renal Medullanın Hiperosmolaritesini 1200 mOsm/litıelik bir konsantrasyona sahiptir.
Kan medulla inteıstisyumu içine geri diffüzyonu ve
Korur
gerekse suyun vaza rekta içine hareketi ile gittikçe
diliie olur.
Renal medullaya kan akımı böbreğin bu parçasın
Böylece vaza rekta boyunca büyük miktarlarda
daki hücrelerin metabolik ihtiyaçlarını karşılamak
sıvı ve erimiş madde değişimi olm asına rağmen,
için sağlanmak zorundadır. Özel bir medulla kan
akım sistem i olmasaydı, ters akım çoğaltıcı sistem
tarafından renal medulla içine pom palanan erimiş
kaü maddeler hızla ortamdan uzaklaştırılır ve m e
dulla hipeıosm olaritesi bozulurdu.
Vaza Rekta Meduller interstisyum
Renal medulla kan akımının yüksek erimiş madde mOsm/lt mOsm/lt
konsantrasyonlarının korunmasına katkıda bulu
nan iki önem li özelliği vardır.
Solüt 600
nın sadece % 1 -2 'sini oluşturur, bu yavaş kan akımı 600 •Solüt
600
dokuların metabolik ihtiyaçlarını karşılamak için
600
yeterlidir, fakat medulla interstisyumundan erimiş s
Solüt
— V—
800 800
2. Vaza rekta, ters akını değişim sistemi olarak ça
lışır, medulla intersitisyumundan erimiş maddele s 900
Solüt' " - h 2o - " ' 1000
rin uzaklaştırılması bu sayede en aza indirilir. -Solüt
1000 1000
Ters akım alış-veriş mekanizması aşağıdaki gibi 1200
çalışır V J
1200 1200
ters akım değiştirici olarak hareket eden vaza rekta den dalia azdır; sonuç olarak, inen kol tübül sıvı os
kapillerinin "U" şekli nedeniyle renal medullanın molaritesi de daha az konsantre edilir. Bu durum
her seviyesindeki interstisyel sıvı konsantrasyo ADH seviyeleri düşük ve böbrek büyük hacimde di-
nunun net dilüsyonu çok azdır. Böylece vaza rekta ltie idrar oluştururken toplayıcı kanallardan medul
m edulla Idperosnıolaritesiııi yaratm az fa k a t m e la interstisyumuna ürenin kısmen daha az absorbe
didla lıiperosm olaritesinin dağılm asını önler. edilmesinden kaynaklanır.
Vaza rekta damarlarının “U” şekilli yapısı interstis-
yumdan erimiş madde kaybını en aza indirir fakat bu Henle'nin Çıkan İnce Kolu. Henle’nin çıkan ince
kapillerlerde ıeabsorbsiyona yardım eden kolloid os- kolu aslında suya geçirgen değildir fakat sodyum
motik ve hidrostatik basınçların bilinen etkisiyle kan klorüre çok geçirgendir. Henle’nin inen kolunda
içine sıvı ve erimiş maddelerin toplu halde akışını ön suyun em ilm esine bağlı olarak, tübüler sıvıda sod
lemez. Böylece, normal koşullar aluııda, vaza rekta, yum klorür konsantrasyonunun yüksek olması n e
sadece medulla tübiillerinden absorbe edildiği kadar deniyle, ince çıkan koldan medüller interstisyuma
su ve erimiş maddeleri taşıyarak uzaklaştırır ve ters bir miktar sodyum klorür pasif diffüzyonu görülür.
akım mekanizması tarafından oluşturulan yüksek eri Böylece, sodyum klorüriin tübül dışına difüzyonu
miş madde konsantrasyonu korunur. ve suyun tübül içinde kalması tübüler sıvıyı gittik
çe sulandırır. Toplayıcı kanallardan medulla inters
Meduilar Kan Akımı Artışı İdrarın Konsantre Edil tisyumuna absorbe edilen bir kısım üre de çıkan
me Yeteneğini Azaltabilir. Belli vazodilatörler renal kola diffüze olur, böylece tübüler sistem e geri dö
medulla kan akımını oldukça artırabilirler, bu sayede ner ve renal medulladan ürenin uzaklaştırılmasını
renal medulladan erimiş maddelerin bir kısmı "yıka önlemeye yardım eder. Bu üre geıi-dönüşüm ü hi-
narak uzaklaştırılır” ve maksimum idrar konsantras perosmotik renal medulla oluşumuna katkıda bu
yon kapasitesini düşürürler. Kan basıncındaki büyük lunan ilave bir mekanizmadır.
artışlar renal medulla kan akımını böbreğin diğer böl
gelerinden çok daha fazla oranlarda artırırlar ve lıipe- Henle'nin Çıkan Kalın Kolu. Henle’nin çıkan ko
rosmotik interstisyumun bozulmasına yol açarak id lunun kaim parçası suyu hem en hiç geçirmez, fa
rar koıısanüasyon derecesini düşürürler. Yukarıda tar kat büyük miktarlarda sodyum, klorür, potasyum
tışıldığı gibi, böbreğin maksimum idrar konsanUe ve diğer iyonlar tübülden medulla interstisyumuna
edebilme yeteneği sadece ADH düzeyi tarafından de aktif olarak taşınır. Bu nedenle, Henle kıvrımının
ğil, renal medulla interstisyel sıvı osmolaritesi tarafın çıkan kalın kolundaki sıvı çok suludur ve konsant
dan da belirlenir. Hatta ADH’ııin maksimal düzeyle rasyonu 100 mOsm/litreye kadar düşer.
rinde bile, eğer medulla kan akımı renal medulladaki
lıiperosmolariteyi azaltacak derece artmışsa idrarı Distal Tübül Başlangıcı. Distal tübül başlangıcı
konsantre etme kapasitesi düşer. Henle’nin çıkan kalın kolununkine benzer özellik
ler taşır, öyle ki tübüler sıvı, su tübül içinde kalırken
erimiş maddeler geri emilerek daha da sulanır.
İdrarı Konsantre Etme Mekanizması ve
Tübüllerin Farklı Segmentlerinde Osmo- Distal Tübül Sonu Ve Kortikal Toplayıcı Kanallar.
larite Değişikliklerinin Özeti Distal tübülün son kısımlarında ve kortikal toplayıcı
kanallarda, sıvının osmolaritesi, ADH’nııı varlığına
Nefronuıı farklı bölümlerinden geçerken tübüler veya yokluğuna bağlıdır. ADH’nın yüksek düzeylerin
sıvı hacmindeki ve osmolaritesindeki değişiklikler de, bu kanallar suya oldukça geçirgendir, böylece bü
Şekil 2 8 -7 ’de gösterilmiştir. yük miktarlarda sınain reabsorbe olması sağlanır. An
cak, nefıonun bu parçasında üre geçirgenliği çok ol
Proksimal Tübül. Filtre edilen elektrolitlerin %65 ka madığından suyun emilmesi, üre konsantrasyonu
darı pıoksimal tiibülde reabsorbe edilir. Ancak, tübü nun artışı ile sonuçlanır. Bu durum distal tübiil ve
ler membranlar suya oldukça geçirgendir, öyle ki her toplayıcı kanala iletilen ürenin çoğunun iç medulla
ne zaman erimiş maddeler reabsorbe edilse, su da toplayıcı kanallarına geçmesine izin verir ve buradan
osmoz yoluyla tübüler membıandan içeri diffüze üre sonuçta ya geri emilir ya da idrarla dışarı atılır.
olur. Bu nedenle, sıvı osmolaritesi aynen glomerüler ADII yokluğunda, distal tübül son kısımlarında ve
filtıatta olduğu gibi, 300 mOsm/litre civarında kalır. kortikal toplayıcı tübülde çok az su geri emilir; bu ne
denle, bu segmentlerde iyonların sürekli aktif reab-
Henle Kıvrımının İnen Kolu. Sıvı Henle kıvrımının soıbsiyonu sonucu osmolarite daha da azalır.
inen kolundan aşağı akarken, su ıuedulla içine ab
sorbe edilir. Aşağı inen kol suya oldukça geçirgen fa İç Medulla Toplayıcı Kanalları. İç medulla toplayıcı
kat sodyum klorür ve üreye çok az geçirgendir. Böy kanallarındaki sıvının konsantrasyonu da (1) ADH ve
lece inen kıvrım içindeki sıvının osmolaritesi, kan (2 ) ters akım mekanizması tarafından oluşturulan
ADH konsantrasyonu yüksek olduğu zaman, gide medulla interstisyumunun osmolaritesine bağımlı
rek artacak interstisyel sıvının osmolaritesi olan dır. Büyük miktarlarda ADH varlığında, bu kanallar
1200 mOsm’e kadar çıkacaktır. Düşük ADII kon suya oldukça geçirgendir ve su, tübülden interstisyu
santrasyonlarında, sulu bir idrar oluşturulurken, ma tübüler sıvının osmoük basıncı, meduller inters
medulla interstisyel osmolaritesi 1200 mOsm/litre tisyumun osmotik basıncına eşitleninceye kadar
BÖLÜM 28 • Ekstraselüler Sıvı Osmolaritesi ve Sodyum Konsantrasyonunun Düzenlenmesi 321
25 nil 0.2 mİ
Ş E K İL 28 - 7
Yüksek ADH düzeyleri varlığında ve ADH
yokluğunda, tübiiler sıvı, farklı tübüler seg-
ınentlerde olan değişiklikler, (sayısal değerler
dakikada mililitre cinsinden yaklaşık hacim
leri veya farklı tübüler segmentier boyunca Proksimal Henle Kıvrımı Distal Toplayıcı
akan sıvının litresindeki mOsm cinsinden os- lübül tübül kanallar
molarite değerlerini göstermektedir).
(1200-1400 mOsın/lt) diffiize olur. Böylece, ADH dü erimiş maddenin her gün için atılımı şartsa ve eğer
zeyleri yüksek olduğu zaman, çok konsantre, fakat maksimal idrar konsantre etme gücü 1 2 0 0 m 0 sm/lit-
küçük hacimli bir idrar üretilir. Su ıeabsorbsiyonun re ise en azından 1 litre idrar yapımı gerekir.
tübüler sıvıda üre konsantrasyonunu artırması ve iç
medulla toplayıcı kanallarının üreye oldukça geçir
gen olması, kanallardaki oldukça yüksek konsaııü as-
yondaki ürenin çoğunun tübüler lümen dışına, m e BÖBREKLERDE İDRARIN
dulla inteıstisyumuna diffüzyonuna neden olur. Üre KONSANTRASYONU VE SULANDIRILMA
nin renal medullada görülen fakat kortekste görül SININ HESAPLANMASI: “SERBEST SU”
meyen bu absoıbsiyonu, medulla interstisyumunun VE OSMOLAR KLİRENSLER
yüksek osmolaritesine ve böbreğin yüksek derecede
konsantre edebilme yeteneğine katkıda bulunur. İdrarın k o n san trasy on u veya d ilü sy on u işlem i b ö b re k le
Bu tartışmadan açıkça anlaşılamayan düşündürü rin su ve erim iş m ad d eleri bir derecey e k a d a r b irb irin
cü birkaç önemli nokta vardır. İlk önce, sodyum klo- den b ağım sız atm asın ı gerektirir, id rar su lan d ıııld ığ ı z a
ıür, medulla interstisyumunun hiperosmolaritesine m an, erim iş m ad d elerd en d a h a fazla su atılır. Tersine, id
rar yoğunlaştırıldığı z a m a n sıvıda erim iş m a d d e le r s u
katkıda bulunan başlıca erimiş maddelerden biri ol
dan d ah a fazla atılırlar.
masına rağmen, böbrek, ihtiyaç duyulduğu zaman, K andan erim iş m ad d elerin toplam klirensi o sm o la r
çok az sodyum kloriir içeren oldukça konsantre idrar klirens (Cosm) olarak ifade edilebilir; Bu bir d ak ik ad a e ri
çıkartabilir. Bu şartlar altında idrarın hiperosmolaıi- m iş m addelerden tem izlen en p la zm a h a c m in in ö lç ü sü
tesi diğer erimiş katı madde konsantrasyonlarının, dür. Bir m adden in klirensi aynı y olla h esap lan ab ilir.
özellikle üre ve kıeatinin gibi atık ürünlerin yüksek
olmasına bağlıdır. Düşük sodyum alımıyla birlikte Uosm x V
olan delıidratasyon buna bir örnektir. Bölüm 29'da (josm=
P o sm
tartışıldığı gibi, düşük sodyum alımı anjiyotensin II
ve aldosteıon hormonlarının yapımını artırır. Bu iki U0sm. idrar osm olaritesi; V, idrar akım hızı ve Posm, plazm a
hormon birlikte tübülleıden sadece sodyum ıeab- osmolaritesidir. Örneğin, eğer plazm a osm olaritesi, 300
sorbsiyonuna neden olurken, üre ve diğer erimiş mOsm/litre; idrar osm olaritesi, 600 m O sm /litre ve idrar
maddeleri tübülde bırakarak oldukça yüksek kon- akım lıızı, lm l/d k (0.001 litre/dak) ise osm olar idrar atılım
santrasyonlu idrar olumuşunu sağlar. hızı 0.6 m O sm /dak. (600 m O sm /litre x 0.001 litre/dak) ve
osm olar klirens 0.6 m O sm /dak bölü 3 0 0 m 0 sm /litrc ya da
İkin ci olarak, sodyum atılm asında artış olm aksı
0.002 litre/dak (2.0 m l/dk)’dır. Bu her bir dakikada 2 mİ p laz
zın çok m iktarda dilüe idrar çıkarılabilir. Bu, ADH manın sıvıda erim iş m addelerden tem izlenm esi demektir.
sekıesyonu azaltılarak başarılabilir, böylece daha
ileri distal tübül segmeııtlerinde sodyum ıeabsoıb- "Serbest-Su Klirensi" Kavramı Kullanılarak İdrarla
siyonunda önemli bir değişiklik olmaksızın su re- Atılan Su ve Erimiş Maddelerin Nisbi Hızları Tayin
absoıbsiyonu azaltılır. Edilebilir. Serbest-su klirensi (C112O) su atılım hızı (idrar
Son olarak, şu akıldan çıkarılmamalıdır, böbreğin akım hızı) ve o sm o lar klirens arasın d ak i fark olarak h e
maksimum konsantre etme gücünün ve atılması ge sap lan ab ilir:
reken erimiş madde miktarının belirlediği, zorunlu
bir idrar hacm i vardır. Bu nedenle, eğer büyük mik (UusmXV)
C H20 = V - C 0sm = V ---------------
tarlarda erimiş madde atılması gerekli ise, bu mad ( P o sm )
delerin atılması, minimum miktarda suyla birlikte
olmak zorundadır. Örneğin, eğer 1 2 0 0 m 0 sm/litıelik Böylece, serbest-su klirens hızı, böbrekler tarafından erim iş
322 ÜNİTE V • Böbrekler ve Vücut Sıvıları
m addeden-yoksun suyun atılm a hızını temsil eder. Serbest- naklanır. Her iki durum da da büyük hacim lerde dilüe idrar
su klirensi pozitif olduğu zaman, aşın su böbrekler tarafın oluşturulur. Eğer sıvı alımı artan idrar hacm i miktarı kadar
dan idrarla atılmaktadır; serbest-su klirensi negatif olduğu artırılam azsa, bu durum dehidratasyona yol açar.
zaman, erimiş madde fazlası böbrekler tarafından idrara ı/e Özellikle, renal m edulla hasarı yapan lar b aşta olm ak
rilerek kandan uzaklaştırılmakta ve su korunmaktadır. üzere renal hastalıkların bir çok tipleri kon san trasyon m e
Y ukarıda tartışılan örneği kullanırsak, eğer idrar akım kanizm asını bozar. Henle kıvrımı fonksiyonundaki bozuk
hızı 1 m l/d k ve o sm o la r klirens 2 m l/d k ise se rb e st su kli luklar da bu segm en te elektrolit reabsorbsiyon unu inlıibe
rensi - 1 m l/d k . b u lu n u rd u . Bu b öb reklerden suy un eri eden diüretiklerde olduğu gibi, idrarı konsantra etm e yete
m iş m a d d e le rd e n d a h a fazla atılm ası yerine, böbrekler, neğini bozabilirler. Belli ilaçlar, örneğin lityum (manik-
gerçekte su yetersizliği d u ru m ların d a old u ğ u gibi, suyu depresif hastalıkları tedavi etm ek için kulanılır) ve tetrasik-
tekrar siste m ik d o la şım a geri kazan dırıyor dem ektir. linler (antibiyotik olarak kullanılır), distal nefron segm ent-
Böylece, her ne zaman idrar osmolaritesi plazma osmola- lerinin ADH’ya cevap verm e özelliğini bozabilirler.
ritesinden daha yüksek olursa, serbest-su klirensi suyun
korunduğunu işaret etmek üzere negatif olacaktır.
B öbrekler su lan d ırılm ış bir idrar oluşturdukları zam an
(bu idrar o sm o la ıite sin in p lazm a osm o laritesin d en d a
h a a z o lm ası h alidir), se rb e st-su klirensi b öbreklerde eri EKSTRASELÜLER SIVI
m iş m a d d e d e n d a h a fazla suy un p lazm ad an uzaklaştırıl OSMOLARİTESİ VE SODYUM
dığını gö steren p o zitif bir d eğer olacaktır, böylece, "ser-
b e st- su ” o larak ad lan dırılan erim iş m a d d e d e n yoksun su KONSANTRASYONUNUN KONTROLÜ
v ü cu ttan kaybedilir ve se rb e st-su klirensi pozitif olduğu
za m an , p la z m a k o n san tre edilir. Ekstraselüler sıvı osmolaritesinin ve sodyum konsant
rasyonunun düzenlenmesi birbiıiyle çok yakından
bağlıdır, çünkü sodyum ekstraselüler ortamda en çok
bulunan iyondur. Plazma sodyum konsanüasyonıı
normal olarak 145 ± 5 mEq/litre’nin dar aralıkları için
İD R A R I Y O Ğ U N L A Ş T IR M A M E K A N İZ M A S I
de düzenlenil', ortalama konsantrasyonu 142 mEq/lit-
BOZUKLUKLARI
ıe kadardır. Osmolarite ortalama 300m0sm/litre ka
B öbreklerin idrarı uygun şekilde kon san tre ve dilüe etm e dardır (iyonlar arası çekim açısından düzeltildiğinde
y eten eğin deki bir b ozuk luk aşağıd ak i anorm alliklerin en yaklaşık 282 mOsm/lt) ve % ± 2,3’den fazla değişimler
az b irin d e ortaya çıkabilir. çok nadirdir. Daha önce Bölüm 25'de tartışıldığı gibi,
bu değişkenler hassasiyetle kontrol edilmelidir, çünkü
1. Uygunsuz ADil sekresyonıı. Ya çok fazla ya da çok az bunlar sıvının intraselüler ve ekstraselüler bölümleri
ADII salg ısı böbrekler tarafın dan sıvı kon trolün de a n o r arasında dağılımını belirler.
m alliklerle son uçlan ır.
2. Ters-akını mekanizmasındaki bozukluk. H iperos-
m otik bir m e d u lla in terstisy u m u idrarı m ak sim u m y o
ğu n la ştırm ak için şarttır. ADH düzeyinden b ağ ım sız o la Plazma Sodyum Konsantrasyonundan
rak m a k sim u m idrar yo ğu n laştırılm ası m e d u lla interstis- Plazma Osmolaritesinin Tayini
yu m u n u n h ip e ro sm o larite derecesiyle sınırlıdır.
3. Distal tübiil, toplayıcı tüıbiil ve toplayıcı kanalların Çoğu klinik laboratuvarlaıında, plazm a osm olari
ADH'ya cevap verememeleri. tesi rutin ölçümlerden değildir. Ancak, sodyum ve
onunla bağlantılı anyonlar, ekstraselüler bölüm ün
A D H Yapımının Yokluğu: "M erkezi" Diabetes İnsipi-
erimiş maddelerinin yaklaşık % 94’ünden sorum lu
tus. Arka h ip ofizden ADH se rb e stle n m e si veya ü retim i
nin o lm a m ası kafa y aralan m aları v eya enfeksiyonlar s o dur, plazma osmolaritesi ( P 0 s m ) yaklaşık olarak aşa
n u cu ya d a d o ğ u şta n olabilir. Ç ün kü distal tü bü ler seg- ğıdaki gibi hesaplanabilir.
m en tler ADH y ok lu ğu n d a su reab so rb e edem ezler. Bu
d u ru m " merkezi" diabetes insipitııs olarak adlandırılır, P o sm =2 . 1 x Plazma sodyum konsantrasyonu
b ü y ü k bir h acim d e su lan d ırılm ış idrar olu şu m u yla s o
n u çlan ır ve idrar h acim leri 15 İt/gün değerini aşabilir. Bu Örneğin, 142mEq/litre olan bir plazma sodyum
b ö lü m ü n d a h a son raki k ısım ların da tartışılan su sa m a konsantrasyonunda, plazma osm olaritesi yukarı
m ek an izm aları, v ü cu ttan aşırı su kaybedildiği za m an ak- daki formülden 298.2mOsm/litre olarak hesapla
tive edilir; b u neden le, kişi yeteri k adar su içtiği sürece, nabilir. Daha kesin hesap için, özellikle renal hasta
vü cu t sıv ısın d a büyük az alm a lar oluşm az. Bu d u ru m d a lıklarla bağlantılı durumlarda, diğer iki erimiş
klinik olarak in sa n la rd a b a şlıc a gözlen en anorm allik, b ü
madde, glikoz ve üre, hesaba dahil edilmelidir.
yük h acim lerd e dilüe idrardır. Ancak, sıvı alim inin kısıt
Plazma osmolaritesinin bu şekilde hesaplanm ası
lan d ığı bir h asta n e o rta m ın d a veya h astan ın bilincini
kaybettiği (örneğin kafa y aralan m ası nedeniyle) d u ru m direkt yapılan ölçümlerde bulunan değerlere, %
d a, ileri d e rcc e d e d eh id ratasy on hızla ortaya çıkabilir. birkaç sayılık hatalar içinde oldukça yakındır.
Normal olarak, sodyum iyonları ve bağlantılı an
Böbreklerin ADH'ya Cevap Verme Bozukluğu: "Nef- yonlar (başlıca bikarbonat ve kloıüı) ekstraselüler
rojenik" Diabetes İnsipitus. Normal ya d a yükselmiş osmolaritenin yaklaşık %94 kadarını temsil eder, üre
ADH düzeylerinin bulunduğu fakat distal tubulus seg- ve glikoz da toplam osmolariteye yüzde 3-5 civarın
inentleri AD H ’ya uygun cevap veremediği durum lar vardır.
da katkıda bulunur. Ancak, üre çoğu membrandan
Bu durum "nefrojenik"diabetes insipitııs olarak bilinir çün
kü anorm allik böbreklerdedir. Bu anormallik, hiperosm o-
kolayca geçtiğinden, normal şartlar altında efektif
tik renal m edulla interstisyum unu oluşturan zıt akım m e osmotik basınç üzerine çok az etkilidir. Bundan do
kanizm anın yetersizliğinden ya d a distal ve toplayıcı ttibili layı, ekstraselüler sıvıda sodyum iyonları ve sodyum
lerle toplayıcı kanalların ADH'ya yanıt verm eyişinden kay bağlantılı anyonlar hücre m em bıam boyunca sıvı
BÖLÜM 28 • Ekstraseliiler Sıvı Osmolaritesi ve Sodyum Konsantrasyonunun Düzenlenmesi 323
hareketinin esas belirleyicileridir. Sonuç olarak, os- nukleustaki diğer sinir hücrelerine sinir uyarıları
molaritenin kontrolünü ve sodyum iyon konsant gönderilir, daha sonra bu sinyaller hipofiz bezi sa
rasyonunun kontrolünü aynı zamanda tartışabiliriz. pından aşağı arka hipofize iletilir.
Böbreklerde su ve sodyum atılım miktarını bir 3. Posteriyor hipofize iletilen aksiyon potansiyel
çok mekanizma kontrol etm esine rağmen, iki esas leri sinir sonlarında sekresyon graniilleri (ya da ve-
sistem özellikle ekstraseliiler sıvı osm olaritesi ve zikülleıi) olarak depolanan ADH’nın serbestlem e
sodyum konsantrasyonunun düzenlenm esine katı sini uyarır.
lırlar. (1) Osmoreseptör-ADH sistemi ve (2) Susama 4. ADH kan dolaşımına girer ve böbreklere taşı
m ekanizm ası. nır, böbreklerde iç meduller toplayıcı kanallar, kor-
tikal toplayıcı tübüller ve distal tübülleıin son kıs
mında su geçirgenliğini artırır.
5. Distal nefron segmentlerinde su geçirgenliği
nin artması su reabsorbsiyoııunun artm asına, h a c
Osmoreseptör-ADH Feedback Sistemi
mi az, yoğunluğu fazla idrar atılm asına sebep olur.
Şekil 28-8 ekstraseliiler sıvı sodyum konsantrasyonu
Böylece, sodyum ve diğer erimiş maddeler idrarla
ve osmolariteııin konüolünde osmoreseptöı-ADH fe
atılırken, vücutta su tutulur. Bu ekstraselüler sıvıda
edback sisteminin temel elemanlarını göstermekte
erimiş maddelerin sulandırılmasına yol açar, bu
dir. Örneğin, osmolarite (plazma sodyum konsanüas-
yolla ekstraselüler sıvıdaki aşırı yoğunlaşma düzel
yonu) su yetersizliği sebebiyle normalin üzerine çıktı-
tilmiş olur.
ğı zaman bu feedback sistem aşağıdaki gibi çalışır:
Ekstraselüler sıvı çok fazla dilüe olduğunda (hi-
1. Ekstraselüler sıvı osm olaıitesinde bir artış po-osmotic) yukarıda sıralanan olayların tam tersi
(pratik terminolojide plazma sodyum konsantras olur. Örneğin, aşırı su içildiğinde ve ekstraselüler
yonunda bir artış demektir) osm oreseptör hücreler sıvı osm olaıitesinde bir azalmada, daha az ADH
olarak adlandırılan anteriyor hipotalam usta supra- oluşur, renal tübül su geçirgenlikleri azalır, daha az
optik nukleusların yakınında yerleşmiş özel sinir su reabsoıbe edilir ve büyük hacim lerde sulandırıl
hücrelerinin büzüşmesine sebep olur. mış idrar oluşur. Bu da vücut sıvılarını konsantre
2. Osmoreseptör hücrelerin büzüşmesi bu hüc eder ve plazma osmolaritesi norm ale döner.
relerde aksiyon potansiyeli oluşturur; supıaoptik
ma osm olaıitesinde bir değişim olmamasına rağ zaman, su içme isteğine sebep olan susama meka
men susamayı uyarır. Bu durum muhtemelen do nizması aktive edilir. Bu, su içimi için eşik değer ola
laşımdaki sistem ik arteryel ve kardiyopulmoner rak adlandırılır. Böylece, plazma osmolaritesindeki
baroreseptörler yoluyla gelen nöral uyarılar nede küçük artışlar bile normalde su içilmesine yol açar,
niyle ortaya çıkar. eksüaselüler sıvı osmolaritesi ve hacmi normale dö
Susama için bir üçüncü önemli uyarı anjiyotensiıı ner. Bu yolla, ekstraselüler sıvı osmolaritesi ve sod
ildir. Hayvanlardaki çalışmalar anjiotensin II’nin sub- yum konsantrasyonu hassas olarak kontrol edilir.
fornikal organ ve lamina terminalisin orgaııum vasku-
lozumu üzerine etkili olduğunu göstermiştir. Bu alan
lar kaıı-beyin bariyeri dışında olduğundan anjiyoten- Ekstraselüler Sıvı Osmolaritesi ve Sod
sin II gibi peptidlerin bu beyin alanlarından dokular yum Konsantrasyonunun Kontrolünde
içine diffüzyonuna izin vermektedirler. Anjiyotensin II Osmoreseptör-ADH ve Susama Meka
aynı zamanda hipovolemi ve düşük kan basıncıyla nizmalarının Entegre Edilmiş Yanıtları
bağlantılı faktörlerce de uyarıldığı için, anjiyotensin
H’nin susama üzerine etkisi, böbrekler üzerine sıvı atıl Normal kişilerde, osmoreseptöı-ADH ve susama
masını azaltıcı diğer etkileri ile birlikte kan basıncı ve
mekanizmaları, dehidratasyonun sürekli etkilerine
kan hacminin normale doğru dönmesine yardım eder. rağmen ekstraselüler sıvı osmolaritesi ve sodyum
Daha başka faktörlerde su alimini etkileyebilir: konsantrasyonunu tam olarak düzenlemek için bir-
Ağız ve özofagus m iiköz m em branlarım n kuruluğu biıiyle uyum içinde çalışırlar. Örneğin, yüksek tuz
susama hissini ortaya çıkarabilir. Sonuç olarak, su alımı gibi ilave etkilerde bile bu feedback sistemler
gastrointestinal kanaldan henüz emilmemesine ve plazma osmolaritesini oldukça sabit tutmaya yeter-
ekstraselüler sıvı osmolaritesine henüz bir etkisi ol lidir. Şekil 28-11 normalin 6 katı kadar yüksek sod
mamasına rağmen, susamış bir kişi su içimi sonrası
yum alımında bile ADH ve susama mekanizmaları
hemen susama hissinden kurtulup rahatlayabilir nın her ikisi de normal fonksiyonlarını yaptıkları sü
Gastroinestinal ve faringeal uyarılar susamayı etki rece plazma sodyum konsantrasyonunun hemen
ler: Örneğin Özofagusun dış ortama bağlandığı hay hemen hiç değişmediğini göstermektedir.
vani aıdaki su asla kana absorbe edilmediği halde su iç Ya ADH ya da susama mekanizmasından biri çalış
me sonrası, geçici olmasına rağmen, susamada kısmi madığı zaman, diğeri, günlük zorunlu idrar hacmi ve
bir azalma olur. Gastıointesünal gerilme de susamayı solunum, terleme ve gastrointesünal su kaybını den
kısmen azaltabilir; örneğin, midedeki bir balonun ba gelemeye yeterli su alındığı sürece ekstraselüler os-
sitçe şişirilmesi sıklıkla susama hissini bastırabilir. An molarite ve sodyum konsantrasyonunu oldukça etkili
cak, gastrointestinal ve faringeal mekanizmalar yoluy bir şekilde kontrol edebilir. Ancak, eğer ADH ve susa
la susama hislerinin rahatlaması kısa sürelidir; su içme ma mekanizmalarının her ikisi de aynı anda çalışmaz
isteği sadece plazma osmolaritesi ve/veya kan hacmi larsa, ne sodyum konsantrasyonu ne de osmolarite
normale döndüğü zaman tamamiyle başarılabilir. uygun bir şekilde kontrol edilebilir; böylece, ADH-su-
Hayvanların ve insanların sıvı alimim “ölçme” yete
neği önemlidir çünkü bu ölçüm fazla hidıasyonu ön
ler. Kişi su içtikten soma, suyun reabsoıbe edilmesi ve
bütün vücuda dağıtılması için 30-60 dakika gerekebi
152
lir. Eğer susama hissi su içtikten sonra geçici olarak
bastırılmazsa, şahıs daha fazla su içmeye devam eder,
sonuç olarak aşırı su birikimine ve vücut sıvılarının
aşırı sulandırılmasına yol açar. Deneysel çalışmalar 148-
susamış hayvanların asla dehidratasyon durumunu
ADH-Susama /
düzeltmek için gerekenden fazla su içmediklerini gös alsteml bloke /
termiştir. Hayvanların hemen hemen tam plazma os-
iz 144-
edilmiş •
molaritesini ve hacmini normale döndürmeye yete
cek miktarda su içmeleri son derece dikkat çekicidir.
140-
İçmenin Osmolar Uyarımı İçin Eşik Değer
sama sistemini tümüyle bloke ettikten sonra sodyum teron feedback sistem i o lm asa bile plazm a sodyum kon
alımı artırıldığı zaman plazma sodyum konsantrasyo san trasy on u n u n olduk ça iyi d ü zen len eb ild iğ in e işaret
nunda oldukça büyük değişiklikler meydana gelir. eder. Deneyin aynısı anjiyotensin II o lu şu m u bloklandık-
tan sonra tekrarlandığında aynı son uçlar elde edilmiştir.
ADH-susama mekanizmalarının yokluğunda, sod
Anjiyotensin II ve aldosterondaki değişikliklerin p lazm a
yum alımındaki değişiklikler sırasında su alimini artı sody um konsantrasyonu üzerine çok fazla etkisinin o lm a
racak ya da böbrekler tarafından suyun tutulmasını m asının b aşlıca iki sebebi vardır. Birincisi, yukarıda tartı
sağlayacak başka hiçbir feedback mekanizma yoktur. şıldığı gibi, anjiyotensin II ve aldosteron, renal tübüllerde
sodyum ve su reabsorbsiyonunun her ikisini de artırır, fa
kat sodyum konsantrasyonunda çok az değişiklikle, ekst
E kstraselü ler Sıvı O sm olaritesi ve Sodyum raselüler sıvı h acm in de ve sodyum miktarında artışlara
Y oğ u n lu ğ u nu n K ontrolünde A njiyotensin II yol açar. İkincisi, A D H -susam a m ek an izm ası fonksiyonel
ve A ld o steron u n Rolü olduğu sürece, artm ış plazm a sodyum ko n san trasy on u n a
doğru herhangi bir eğilim, ekstraselüler sıvıyı tekrar nor
B ö lü m -2 7 ’de tartışıldığı gibi, an jiyoten sin II ve a ld o ste m ale doğru sulandırm aya yönelik, p lazm a ADH sekresyo-
ronun h er ikisi de reııal tübüllerden so d y u m re a b so ıb si- n uııda artm a ya da su alim inin artm asıyla k o m p an se ed i
y o n u n u d ü z e n le m e d e önem li bir rol oynarlar. Sody u m lir. A D II-susam a sistem i, norm al koşullar altın da sodyum
alım ı az o ld u ğ u zam an bu h orm on ların artm ış düzeyleri konsantrasyonunu düzenlem ede anjiyoten sin II ve a ld o s
b öb rek lerd en so d y u m reab so rb siy o n u n u uyarır ve böy- teron sistem lerinden çok d ah a ağır basar. A ldosteronun
lece so d y u m alım ı n orm alin % 10’n a k ad ar d ü şü rü lse b i aşırı yüksek düzeylerde olduğu prinıer aldosteroııizmli
le b ü y ü k so d y u m kayıpları önlenir. Tersine, yüksek s o d hastalarda bile, plazm a sodyum k o n san trasy on u sad ece
y um ah ırım da, b u h orm o n ların yapım ları azalarak b ö b norm alin 3-5 m Eq/litre üzerine çıkar.
reklerden b ü y ü k m iktarlard a sody u m atım ın a izin verir. A ldosteron sekresyon un un , ad re n ale k to m i ya d a A d
Böbreklerde sodyum atılım m ı dü zenlem ede ald osteron d iso n h astalığı (aldosteron salgısı çok az alm ış y a d a hiç
ve an jiyoten sin Il’nin ön em i nedeniyle, bu horm onların yoktur) neden iyle hiç görülm ediği k o şu lla rd a b ö b re k le r
ekstraselüler sıvı sody u m konsan trasyonunun d ü zen len den sod y u m kaybı büyük ölçü d e artar ve p la z m a s o d
m esin d e de ön em li bir rol oynadıklarım dü şü n m ek h a ta y um ko n san trasy on u bu n eden le düşer. B u n u n n e d e n le
lıdır. Bu h orm o n lar ekstraselüler sıvıdaki sodyum mikta rinden biri sod y u m u n büyük kayıplarıdır, so n u ç ta kardi-
rını artırm aların a rağm en, anjiyotensin II ve ald osteron yovasküler refleksler yoluyla su s a m a m e k a n izm asın ı a k
so d y u m ile birlikte suyun reabsorbsiyon un u artırarak tive ed en ciddi volüm kayıpları ve kan b a sın c ı a z a lm a la
ekstraselüler sıvıda su miktarını da artırırlar. Bu nedenle, rı gelişecektir. Bu durum , b u koşu llar altın d a vü cu t sıvı
an jiyo ten sin 11 ve aldosteron , olağan dışı koşullar dışın da, volüm lerindeki azalm ayı en aza in d irm ey e yardım eden
sod y u m konsantrasyonu üzerine çok az etkiye sahiptir. su alım ın d a artış o lm a sın a rağm en , p la z m a so d y u m
Ekstraselüler sıvının sodyum düzenlenm esinde ald o ste k o n san trasy on u n u n d a h a d a a z a lm a sın a yol açar.
ronun b u n isbeten önem sizliği şekil 28-12’deki deneylerde Böylece, A D H -su sam a m e k a n izm ası sa ğ la m o lsa bile
gösterilm iştir. Bu şekil, iki koşul altında altı kattan fazla p la z m a so d y u m k o n san trasy o n u n u ön em li o ra n d a d e
sodyum alım ı değişikliğinin plazm a sodyum k o n san tras ğiştirebilecek olağan dışı d u ru m lar vardır. Yine de, ADII-
yonu üzerine etkilerini göstermektedir. (1) N orm al koşullar su s a m a m ek an izm ası ekstraselü ler sıvı o sm o la rite si ve
altında ve (2) Aldosteron feedback sistem i, adrenal bezler so d y u m k o n san trasy on u n u n ko n tro lü n d e v ü cu ttak i en
çıkartılarak ve plazm a seviyelerini aşağı ve yukarı değiştir güçlü feed b ack sistem dir.
m eyecek sabit bir hızla hayvanlara aldosteron infüze e d e
rek bloklandıktaıı sonra. Dikkat edilirse sodyum alımı altı
kat arttığı zam an, p lazm a konsantrasyonu lıer iki d urum da
d a sad e ce % 1-2 kadar değişm iştir. Bu fonksiyonel bir aldos-
EK STR A SELÜLER S IV I S O D Y U M
K O N S A N T R A S Y O N U VE H A C M İN İN
K O N TR O LÜ N D E T U Z -İŞ T A H I
yum kaybına seb ep olan aldesteron sekresyoııunda bozuk Tuz a lm a arzu su n u n ııöron al m e k a n izm ası su s a m a
luk vardır ve ekstraselüler sıvı hacm inde azalm a ve sodyum m ek an izm asın d ak iııe benzer. Beyin AV3V b ö lgesin deki
konsantrasyonunda azalm aya yol açar; bu değişikliklerin aynı n öro n al m erkezlerin bazıları h em su sa m a y a ve h em
her ikisi de tuz alm a arzusunu ortaya çıkarır. de tuz a lm a arzu su n a katılırlar, çünkü h ay van lard a bu
Genel olarak, tuz alma arzusunu uyandırdığına inanı bölgenin lezyonları sıklıkla su s a m a ve tuz alm a a r z u su
lan iki temel uyarı şunlardır. (1) ekstraselüler sıvı sodyum nun her ikisini b irden aynı an d a etkiler. D ü şü k kan b a
konsantrasyonunda azalma, (2) kan hacmi veya kan ba sın cı veya azalm ış kan h acm iyle o rtay a çıkan d o laşım
sıncı azalması ile bağlantılı kan dolaşımı yetersizliği. refleksleri de hem su sam a y ı h em de tu z a lm a arzu su n u
Bunlar susamayı oluşturan asıl uyarıların aynısıdır. aynı a n d a etkiler.
REFERANSLAR
A gre P , B on hivers, M , B o rg n ia M J: T h e aqua- 8, Renal Physiology, V ol. II. New Y o rk : R oy D R , Layton H E, Ja m iso n R L : C ountercur
porins, blueprints fo r cellu lar plum bing sy s Oxford U niversity Press, 1992. rent m echanism and its regulation. In: S e l-
tem s. J B io l C hem 2 7 3 :1 4 6 5 9 , 1998. K nepper M A , R ector F C Jr: U rine concentra din D W , G ieb isch G (ed s). T h e K idney:
B an kir L : U rea and the kidney. In: Brenner tion and dilution. In: Bren n er B M , R ector Physiology and Pathophysiology, New
B M , R e cto r F C (ed s): T h e K idney. 5th ed. F C , (eds): T h e K idney. 5th ed. Philad el Y o rk : Raven Press, 1 9 92.
Philadelphia: W B Saunders C o, 1996. phia: W B Saunders C o, 1996. Sands JM : Regulation o f ren al urea transport
Fitzsim m ons J T : Physiology and pathophysiol K okko J : T h e role o f the co llectin g duct in ers. J Am S o c N ephrol 1 0 : 6 3 5 - 6 4 6 , 1999.
ogy o f thirst and sodium appetite. In: S el- urinary concentration. K idney Int 3 1 :6 0 6 , V and er A T : Renal Physiology. 4th ed. New
din D W , G ieb isch G (ed s): T h e K idney: 1987. Y o rk : M cG raw -H ill, 1991.
Physiology and Pathophysiology. 2nd ed. Marsh D J, K nepper M A : R en al handling o f Young D B , Pan Y J , G uyton A C : C ontrol o f
New Y o rk : R aven Press, 1 9 92. . urea. In: W indhager E E (ed ): H andbook o f extracellu lar sodium concentration by anti
Harris H W Jr. Zeidel M L : C ell biology o f Physiology, S ectio n 8, R e n a l Physiology, diuretic horm one-thirst feed b ack m ech a
vasopressin. In: B renner B M , R e c to r F C V ol. U. New Y o rk : O xford U niversity nism. Am J Physiol 2 3 2 :R 1 4 5 , 1977.
(ed s): T h e K idney. 5th ed. Philadelphia: Press, 1992. Young D B , M cC aa R E , Pan Y J , G uyton A C:
W B Saunders C o , 19 9 6 . Robertson G L , B c rl T : Pathophysiology o f w a E ffectiveness o f the aldosterone-sodium
Jam ison R L , G erhig J J : U rinary concentration ter m etabolism . In: Bren ner B M , R e cto r FC and -potassium feedback con trol system .
and dilution: physiology. In: W indhager E E (eds): T h e Kidney. 5th ed. Philadelphia: A m J Physiol 2 3 1 :9 4 5 , 1976.
(ed ): H andbook o f Ph y siolog y, S ection W B Saunders C o, 1996.
I
Ekstraselüler Sıvı Hacmi ve ■ ■. ■ l ı
Kan Hacminin Kontrolünde ı \ b
Renal Mekanizmaların Entegrasyonu;
Potasyum, Kalsiyum, Fosfat ve
Magnezyumun Renal Düzenlenmesi
Ekstraselüler sıvı hacmi, esas olarak suyıın ve tuzun ıaıenal kompansasyonlar tükendiği zamanlarda,
alımı ve atımı arasındaki denge ile belirlenir. Çoğu du kan basıncındaki değişiklikler, dolaşım horm onla
rumda, tuz ve sıvı alımları fizyolojik kontrol mekaniz rındaki değişiklikler ve sempatik sinir sistemi aktivi-
malarından çok, kişinin alışkanlıkları tarafından yön tesindeki değişimler gibi sistemik ayarlamalar olaya
lendirilir. Onun için, ekstraselüler hacim düzenlen katılmak zorundadır. Bu ayarlamalar hom eostazis
mesinin sorumluluğu çoğunlukla, normal koşullar al bütünlüğünde düşünülürse oldukça pahalıya mal
tında su ve tuz atımlarını su ve tuz alımlarma uydur olur çünkü bu olaylar, uzun vadede, bütün vücuda
mak zorunda olan böbreklere bırakılmıştır. zarar verebilecek diğer değişikliklere neden olurlar.
Ekstraselüler sıvı hacm inin düzenlenm esi tar Ancak, bu ayarlamalar gereklidir. Çünkü sodyum
tışm asında, ekstraselüler sıvıdaki sodyum kloriir alımı ve atımı arasında devam eden bir dengesizlik
m iktarını düzenleyen faktörleri de dikkate alırız, hızla sıvı toplanmasına ya da sıvı kaybına yol açar
çünkü ekstraselüler sıvının sodyum kloriir içeri ve birkaç gün içinde kardiyovasküler yetersizliğe se
ğindeki değişimler, çoğu kez ekstraselüler sıvı bep olabilir. Böylece, böbrek fonksiyonundaki
hacm inde, antidiüıetik horm on (ADH)-susama anormalliklere cevap olarak ortaya çıkan sistemik
m ekanizm alarını da harekete geçiren paralel de ayarlamalar, sodyum atımını tekrar alımla dengele
ğişikliklere neden olur. ADH-susama m ekanizm a meyi amaçlayan gerekli bir değişim şeklinde görü
ları normal olarak fonksiyon yaptıkları zaman, lebilir.
ekstraselüler su miktarındaki benzer bir değişim
le karşılanır. Böylece ozmolarite ve sodyum kon
Sodyumun Atımı Glomerüler Filtrasyon
santrasyonu nisbeten sabit tutulur.
Bu bölümde, böbreklerde su ve tuz atılm asını veya Tübüler Sodyum Reabsorbsiyon
kontrol eden çeşitli faktörlerin fizyopatolojik du Hızlarındaki Değişiklikler Tarafından
rum lar ve norm al şartlar altında ekstraselüler sıvı Kontrol Edilir
hacm i ve kan hacm ini kontrol etm ek için nasıl ko
Sodyum ve su atılım ını etkileyen iki değişken, filt
ordine edildiğini tartışacağız.
rasyon hızı ve reabsorbsiyon hızıdır:
Atım = Glomerüler filtrasyon
- Tübüler reabsoı psiyon
SODYUM VE SU ATIMINI DÜZENLE
Glomerüler filtrasyon hızı' (GFR) norm al olarak
YEN KONTROL MEKANİZMALARI 180 litre/giin, tübüler reabsorbsiyon 178,5 lit-
re/giin ve çıkartılan idrar miktarı 1,5 litre/gün ka
Sabit denge koşullarında sodyum alımıyla dardır. Böylece, potansiyel olarak GFR’deki veya
atımı hassas bir şekilde eşleştirilir tübüler reabsorbsiyondaki küçük değişiklikler re
nal idrar atılmasında büyük değişikliklere neden
Sodyum atımı ya da bu konuyla ilgili herhangi bir olabilir. Örneğin, GFR’deki %5 artış (189 litre/giin)
elektrolitin atımı genel çerçeve içinde düşünüldü eğer tübüler kom pansasyonlar olmasaydı, idrar
ğünde hatırlanması gereken önemli bir gerçek, hacm inde 9 litıe/günlük bir artışa neden olurdu;
norm al koşullar altında böbreklerde atımın, alımla bu durum vücut sıvı hacim lerinde hızla çok kötü
belirlenmesidir. Yaşamı sürdürmek için, kişi aldığı sonuçlara yol açabilecek değişikliklere neden olur
sodyum miktarını uzun dönemde hem en hem en du. Benzer biçim de tübüler reabsorbsiyondaki kü
tam amiyle dışarı atmalıdır. Bu nedenle, böbrek çük değişiklikler, GFR’deki kom pansatuvar düzelt
fonksiyonunda büyük değişikliklere neden olan melerin yokluğunda, idrar hacm inde ve sodyum
bozulduklarda bile sodyum alımı ve atımı arasın atımında çok büyük değişikliklere yol açabilir. Tü
daki denge çoğunlukla birkaç gün içinde düzeltilir. büler reabsorbsiyon ve GFR genellikle ince bir şe
Eğer böbrek fonksiyonundaki bozukluklar çok kilde düzenlenir, böylece su ve tuzun böbrekler
ciddi değilse, sodyum dengesi, tem el olarak den atılması, alımlarıyla tam olarak eşlenebilir.
ekstraselüler sıvı hacmindeki çok küçük değişiklik GFR’yi veya tübüler reabsoıbsiyonu değiştiren
lerle birlikte intraıenal ayarlamalar veya diğer siste- bozukluklarda bile, idrar atılmasındaki değişimler
mik düzeltmeler tarafından sağlanabilir. Fakat böb çeşitli tam ponlayıcı mekanizm alarla en aza indiri
rekleri etkileyen bozuklukların ciddi olduğu ve int- lir. Örneğin, eğer böbrekte vazodilatasyon olursa ve
330 ÜNİTE V • Böbrekler ve Vücut Sıvıları
eor
norm ale döndüren makulci deıısa geribildirim. Bu T " 1 ----- 1------1-------1------ 1------ 1
nun gibi, proksimal tübiıldeki veya Henle kıvrımın 0 20 40 60 100 120 140 160 100 200
daki tübüler reabsoıbsiyon anormallikleri aynı int Arter Basıncı (mm Hg)
rarenal geribildirimlerle kısmen telafi edilir.
Çünkü bu iki m ekanizm anın hiçbiri distal sod Ş E K İL 29 - 1
yum kloıür dağıtım ını tam amiyle norm ale d ön Böbreklerde sodyum atımı üzerine arteryel basıncın akut ve
kronik etkileri (basınç natriürezi). Arter basıncındaki kronik ar
d ü recek kadar m ü kem m el çalışm az, gerek tışların, arter basıncındaki akut artışlar sırasında ölçülenlerden
G FR’deki değişiklikler, gerekse tübüler ıeabsorbsi- çok daha fazla sodyum atımına sebep olduğuna dikkat ediniz.
yon, idrarda sodyum ve su atılm asında önem li de
ğişikliklere yol açabilirler. Bu durum ortaya çıktı
ğında, kan basıncındaki ve farklı horm onlardaki basıncındaki kronik artışlarla, basınç natriüıezinin
değişiklikler gibi sodyum atılm asını sodyum alı- etkisi büyük ölçüde artar. Çünkü artan kan basıncı
mıyla eşitleyen diğer geribildirim m ekanizm aları kısa bir süre sonra, renin serbestlem esini baskılar
devreye girer. Bunu izleyen birkaç bölümde, bu ve böylece, anjiyotensin II ve aldosteron oluşumu
m ekanizm aların sodyum ve su dengesini birlikte azalır. Daha önce tartışıldığı gibi, anjiyotensin II ve
nasıl kontrol ettiklerini ve bunu yaparken aldosteron düzeylerinin azalm ası renal tübüler
ekstraselüler sıvı hacm ini de kontrol ettiklerini sodyum ıeabsorbsiyonunu inhibe eder, bu yüzden
gözden geçireceğiz. Ancak, akıldan çıkarm am alı artmış kan basıncının su ve sodyum atılımını yük
yız ki, bütün bu feed-back m ekanizm alar su ve selten direkt etkilerini artırır.
sodyum un renal atım ını ya GFR ya da tübüler re-
absorbsiyonu değiştirerek kontrol ederler.
Basınç Natriürezi ve Diürezi Vücut Sıvı
Hacimlerini ve Arter Basıncını Düzenle
VÜCUT SODYUM VE SIVI DENGESİNİN mede Bir Renal-Vücut Sıvı Feedback
KORUNMASINDA BASINÇ NATRİÜRE- Sisteminin Anahtar Elemanlarıdır
ZİNİN VE BASINÇ DİÜREZİNİN ÖNEMİ Artmış kan basıncının atılan idrar miktarını yükselt
me etkisi, Şekil 29-2’de gösterildiği gibi, sıvı alımı ve
Kan hacm inin ve ekstraselüler sıvı hacm inin oldu atılımı arasındaki dengeyi korumak için çalışan
ğu kadar, sodyum ve sıvı dengesinin korunm ası güçlü bir feedback sistem inin parçasıdır. Bu, esas
nın kontrolü için de belki en güçlü mekanizm a, olarak Bölüm 19’da arter kan basıncı kontrolü için
basın ç natıiürezi ve basınç diiirezi mekanizm aları tartışılan mekanizmanın aynısıdır. Bu bölümde işa
olarak adlandırılan kan basıncının sodyum ve su ret edildiği gibi, ekstraselüler sıvı hacm i, kan hacmi,
atılm ası üzerine etkisidir. Bölüm 19’da tartışıldığı kalp debisi, arteryel basınç ve atılan idrar miktarı,
gibi, böbrekler ve dolaşım sistem i arasındaki bu bu temel feedback m ekanizm anın ayrı parçaları
feedback, uzun süreli kan basıncı düzenlenm e olarak tümüyle aynı zamanda kontrol edilir.
sinde de başrolü oynar. Sodyum ve sıvı alımındaki değişiklikler sırasın
B asınç diüıezi kan basıncı artışına bağlı idrar da, bu feedback m ekanizm a, sıvı dengesinin ko
m iktarındaki artış olarak tanımlanırken, basınç runması ve kan hacm i, ekstraselüler sıvı h acm i ve
natıiürezi, yükselmiş kan basıncıyla birlikte sod arter kan basıncındaki değişimleri en aza indir
yum atılm asındaki artış demektir. Çünkü basınç meye şöyle yardım eder:
diiirezi ve natrilirezi çoğu kez birlikte oluşur, aşa
ğıdaki tartışm ada biz bu m ekanizm aları basitçe 1. Vücuda idrar atım düzeyinin üzerinde sıvı
“basınç natıiürezi” olarak tanımlayacağız. alınması, (suyla birlikte sodyum alındığı da varsa
Şekil 29-1, idrarla sodyum çıkışı üzerine arter ba yılarak) sıvının geçici olarak vücutta birikm esine
sıncının etkisini göstermektedir. Kan basıncındaki yol açar.
30-50 mmHg’lik akut artışların idrar sodyum çıkı 2. Sıvı alımı, atılan idrar m iktarını aştığı sürece,
şında 2-3 katlık bir artışa neden olduğuna dikkat sıvı kanda ve in teıstisy el alanlard a birikir ve
ediniz. Bu etki sem patik sinir sistemi veya anjiyo- ekstraselüler sıvı hacm inde ve kan hacm inde p a
tensin II, ADH ya da aldosteıorl gibi değişik hor ralel artışlara sebep olur.
m onların aktiviteleıindeki değişimlerden bağım 3. Kan hacm indeki bir artış, ortalam a dolaşım
sızdır, çünkü basınç natriürezi bu faktörlerin etkisi dolma basıncını artırır,
nin kaldırıldığı izole bir böbrekte gösterilebilir. Kan 4. Ortalama dolaşım dolma basıncındaki artış
BÖLÜM 29 • Renal Mekanizmaların Entegresyonu 331
Ş E K İL 29 - 2
Kan hacmi, ekstraselüler
sıvı hacmi vc arter basın
cının kontrolünde temel
renal-vücut sıvı feedback
mekanizması. Kesiksiz
çizgiler pozitif etkileri,
kesikli çizgiler negatif et
kileri göstermektedir.
venöz dönüş için basınç gradyanını yükseltir. Kan Hacmi ve Ekstraselüler Sıvı Hacmi
5. Venöz dönüş için artmış basınç gıadyam kalp Düzenlenmesinin İnce Ayarı
debisini artırır.
6 . Artmış kalp debisi, arter basıncım yükseltir.
Şekil 29-2'yi incelersek, günlük sıvı alım laıında
7. Artmış arter basıncı basınç diürez yoluyla id aşırı değişikliklere rağmen kan h acm in in niçin h e
rar çıkışını artırır. Normal basınç natriüıezi ilişki
m en hem en tam am iyle sabit kaldığını görebiliriz.
sinin dikliği, kan basıncında sadece küçük bir ar
Bunun nedeni şudur: (1) Kan hacm indeki küçük
tışın bile idrar atılm asında birkaç kat artış gerek
bir değişiklik, kalp debisinde önem li bir değişime
tirdiğine işaret eder. sebep olur. (2 ) Kalp debisinde küçük bir değişiklik
8 . Artmış sıvı atım ı artm ış alımı dengeler ve da
kan basıncında büyük bir değişikliğe sebep olur.
ha fazla sıvı birikim ini önler. (3) Kan basıncında küçük bir değişiklik idrar çıkı
şında büyük bir değişikliğe sebep olur. Bu faktör
Böylece, ıenal-vücut sıvı feedback m ekanizm a lerin hepsi birbirini çoğaltarak kan h acm in in etki
sı, artm ış tuz ve su alımı sırasında vücutta sürekli li feedback kontrolünü sağlar.
su ve tuz birikim ini önler. Böbrek fonksiyonu n or H em oıaji nedeniyle tam kan kaybının görüldü
mal olduğu ve basınç diürez m ekanizm ası etkili ğü her durumda, olaylar aynı sırayla m eydana ge-
bir şekilde çalıştığı sürece, tuz ve su alımındaki
büyük değişikliklere, kan hacm i, ekstıasclüler sıvı
hacm i, kalp debisi ve arter basıncında sadece çok
küçük değişikliklerle uyum sağlanabilir.
Sıvı alımı norm alin altına düştüğü zaman ardışık
olaylar ters yönde ortaya çıkar. Bu durumda, ar-
teıyel basınçta düşmenin yanışım, kan hacm i ve
ektraselüler hacim de de bir azalma eğilimi vardır.
Kan basıncında küçük bir azalma bile, idrar çıkı
şında büyük bir azalmaya sebep olur, böylece kan
basıncı, kan hacm i veya ekstraselüler sıvı hacm in
deki çok küçük değişikliklerle sıvı dengesinin ko
runması sağlanır. Bu mekanizmanın, kan hacm in
deki büyük değişiklikleri önlem e etkinliği Şekil 29-
3'de gösterilmiştir. Şekil 29-3 buharlaşma veya di
ğer önlenem eyen sıvı kayıplarını yerine koymaya
yeterli olmayan, çok düşük alımlar dışında, günlük Ş E K İL 29 - 3
su ve elektrolit altınlarındaki büyük farklılıklara
Kan hacmi üzerine günlük sıvı alımındaki değişikliklerin yakla
rağmen kan hacmindeki değişikliklerin faıkedil- şık etkisi. Normal sınırlar içindeki günlük sıvı alanlarında kan
m eyecek kadar az olduğunu göstermektedir. hacminin nispeten sabit kaldığına dikkat ediniz.
332 ÜNİTE V • Böbrekler ve Vücut Sıvıları
lir. Bu durumda, kanda kırmızı kan hücreleri ve Geri kalanı interstisyel alan lara dağıtılır,
plazm a proteinleri kaybını gidermeye çalışan di ekstraseliiler sıvı hacm i, norm alin % 30-50’sinden
ğer paralel m ekanizm alar çalışırken böbrekler ta daha fazla yükseldiği zam an, hem en hem en bü
rafından sıvı tutulur. Kırmızı kan hücre üretimini tün ilave sıvı interstisyel alanlara gider ve küçük
uyarmak için gereken eritropoietin ve diğer fak bir kısmı kanda kalır. Bu durum, interstisyel sıvı
törlerin eksikliğinde görüldüğü gibi eğer kırmızı basıncı, normal negatif değerinden pozitife yük
kan hücre hacm i anorm allikleri devam ederse, selince, doku interstisyel alanlarının genişlem esi
plazm a hacm i basitçe farkı tam am layacak ve ge ne ve daha sonra büyük miktarlarda sıvının in
nel kan hacm i, düşük kırmızı kan hücre kütlesine terstisyel sıvı basıncında çok fazla yükselme o l
rağm en norm ale dönecektir. maksızın dokulara geçebilm esine bağlıdır. Diğer
bir deyişle, dokuların kompliyansı çok arttığında
dokularda sıvı birikim ine engel olan interstisyel
sıvı basıncındaki artış nedeniyle ödem e karşı gü
EKSTRASELÜLER SIVININ venlik faktörü kaybolur. Böylece, norm al şartlar
İNTERSTİSYEL ALANLAR VE DAMAR altında, interstisyel aralıklar bazen 10-30 litreyi
SİSTEM İ ARASINDA DAĞILIMI bulan fazla suyun bir “taşm a” rezervuarı olarak
hareket eder. Bölüm 2 5 ’de açıklandığı gibi, bu du
Şekil 2 9 -2 ’den görülebileceği gibi, kan hacm i ve rum ödeme sebep olur. Fakat bu m ekanizm a aynı
ekstraseliiler sıvı hacm i çoğunlukla birbirine p a zam anda dolaşım ın fazla sıvısını boşaltan önem li
ralel kontrol edilir. Alınan sıvı başlangıçta doğruca bir subap olarak da hareket eder ve pulm oner
kana gider, fakat sonra plazm a ve inteıstisyel ödem e ve kalp yetersizliğine yol açab ilecek teh li
alanlar arasında hızla dağıtılır. Bu nedenle kan keli aşırı yüke karşı kardiyovasküler sistem i korur.
hacm i ve ekstraseliiler sıvı hacm i genellikle aynı Özetlenirse, ekstıaselüler sıvı hacm i ve kan h a c
anda kontrol edilir. Ancak, ekstraseliiler sıvı dağı mi aynı anda kontrol edilir, fakat kan ve interstis-
lım ının, interstisyel alanlar ve kan arasında olduk yum arasındaki sıvı dağılım m iktarının ölçüsü, ka
ça değişebildiği durumlar vardır. Bölüm 25’de tar piller m em bran boyunca sıvı alışveriş dinamikleri
tışıldığı gibi, interstisyel ala n la rd a sıvı birikim ine kadar, interstisyel alanlar ve dolaşım ın fiziksel
sebep olabilen başlıca fa k tö rle r şunlardır: (1) ka- özelliklerine de bağımlıdır.
p iller basınçta artm a, (2) p la z m a kolloid ozm otik
basın cın da a z a lm a ve (3) k a p iller geçirgenlikte
artm a ve (4) len fatik dam arların tıkanm ası. Bütün
bu koşullarda, ekstraseliiler sıvının büyük bir kıs SİNİRSEL VE HORMONAL FAKTÖR
mı farklı bir şekilde interstisyel alanlara dağıtılır. LER RENAL-VÜCUT SIVI FEEDBACK
Şekil 29-4 interstisyel alanlar ve dam ar sistemi KONTROLÜNÜN ETKİNLİĞİNİ ARTIRIR
arasındaki sıvının norm al ve ödem varlığında da
ğılımını göstermektedir. Çok fazla sıvı alımı ya da Bölüm 2 7 ’de, GFR ve tübüler reabsorbsiyonu etki
sıvının renal çıkışında bir azalm a sonucu kanda leyen sinirsel ve horm onal faktörleri ve dolayısıy
küçük miktarlarda sıvı biriktiği zaman, sıvının la tuzun ve suyun renal yolla atım larını tartışm ış
% 20-30 kadarı kanda kalır ve kan hacm ini artırır. tık. Normal insanlarda, bu sinirsel ve horm onal
mekanizm alar basınç natriürez ve basınç diürez
mekanizmaları ile uyum içinde hareket ederek
onları günden güne değişen koşullara cevap ola
rak oluşan kan hacm inde, ekstraseliiler sıvı h a c
minde ve aıteryel basınçtaki değişiklikleri en aza
indirmek açısından daha etkili yaparlar. Öte yan
dan, böbrek fonksiyonu bozuklukları ya da b ö b
rekleri etkileyen çeşitli sinirsel ve horm onal anor
mallikler, aşağıda tartışıldığı gibi, vücut sıvı h a
cimleri ve kan basıncında önem li değişikliklere
yol açarlar.
veya kan hacm ine büyük bir etkisi yoktur. Bunun yum ve su atım ında artma, ekstraseliiler sıvı h a c
nedeni, böbreğin renin salgılayan tümöründe an- minde azalma ve düşük kan basın cın a doğru bir
jiyotensin II seviyelerindeki büyük artışlarda oldu eğilim vardır. Aldosteronun tam am iyle yokluğun
ğu gibi, yüksek anjiyotensin II seviyelerinin baş da, eğer kişinin su ve tuzun idrarla atım ındaki ar
langıçta böbreklerde sodyum ve su tutulmasına ve tışı dengeleyecek kadar büyük m iktarlarda tuz ye
ekstıaselüler sıvı hacm inde küçük bir artışa neden m esi ve büyük miktarlarda su içm esine izin veril
olmasıdır. Bu, böbrek su ve sodyum çıkışında hızlı mezse, ciddi hacim kaybı olabilir.
artışlara sebep olan kan basıncında bir yükselme
yi de başlatır, bu yolla anjiyotensin H'nin sodyum Renai Atımın Kontrolünde ADH’nın Rolü
ve su-tutucu etkileri giderilir ve yüksek bir kan ba
sıncında sodyum çıkışı ve alımı arasındaki denge Böliim 2 8 ’de tartışıldığı gibi, böbreklerin, norm al
tekrar kurulur. Tersine, bir anjiyotensin-dönüştü- miktarlarda tuz atarken, düşük hacim de konsant
ıücti enzim inhibitörü verildiği zaman ortaya çık re bir idrar oluşturm asında ADH önem li bir rol
tığı gibi, anjiyotensin II oluşumu bloke edildikten oynar. Bu etki özellikle, plazma ADH seviyelerini
sonra başlangıçta su ve sodyum kaybı vardır, fakat oldukça yükselten su yoksunluğu sırasında ö n em
kan basıncındaki düşme bu etkiyi dengeler ve sod lidir. Su yoksunluğu sırasında artan ADH da b ö b
yum atımı tekrar norm ale döner. reklerde su reabsorbsiyonunu artırır ve aksi du
rum da ortaya çıkacak arter b a sın cın d a k i ve
ekstraseliiler sıvı hacm indeki azalm ayı en aza in
Renal Atımın Kontrolünde Aldosteronun dirmeye yardım eder. 24-48 saatlik su yoksunluğu
Rolü ekstıaselüler sıvı hacm inde ve arter basıncında
sadece küçük bir azalmaya sebep olur. Ancak,
Aldosteron, özellikle kortikal toplayıcı tübülde eğer ADH’nın etkileri, distal ve toplayıcı tübülleı-
sodyum reabs'orbsiyonunu artırır. Artmış sodyum de su reabsorbsiyonunu artıran A D II’nın etkisini
reabsorbsiyonu, artm ış su reabsorbsiyonu ve p o antagonize eden bir ilaçla engellenirse, aynı süre
tasyum sekresyonuyla da bağlantılıdır. Bundan deki su yoksunluğu hem ekstıaselüler sıvı hacm i
dolayı, aldosteronun net etkisi böbreklerde sod ve hem de arter basıncında önem li bir düşmeye
yum ve su tutulm asını sağlamak fakat idrarla p o neden olur.
tasyum atılm asını artırmaktır. Tersine, ekstraseliiler hacim artm ışsa, ADH se
Aldosteronun sodyum dengesini düzenlemedeki viyelerinde aza lm a böbreklerde su reabsorbsiyo
fonksiyonu, anjiyotensin II için yukarıda anlatılan nunu düşürür, böylece aşırı h acm in vücuttan atıl
olaylarla çok yakından bağlantılıdır. Kısaca, sodyum m asına yardım eder.
alımındaki azalma, aldosteroıı sekresyonunu uyaran
anjiyotensin II seviyelerini artırır, aldosteıon idrar Aşırı A D H Sekresyonu Genellikle Ekstraselüler
sodyum ıtrahında azalmaya neden olur ve böylece Sıvı Hacminde Küçük Artışlara Fakat Sodyum
sodyum dengesi korunur. Tersine yüksek sodyum alı Konsantrasyonunda Büyük Azalm alara Sebep
nlında, aldosteıon yapımının baskılanması tübüler Olur. ADH ekstraselüler sıvı hacm inin düzenlen
reabsorbsiyonu azaltır ve böbreklerden büyük mik mesinde önemli olduğu halde, ADH’nın aşırı dü
tarlarda sodyum atılmasına izin verir. Böylece, aldos- zeyleri arteıyel basınçta veya ekstraselüler sıvı h a c
teıon yapımındaki değişiklikler, tuz alımındaki deği m inde nadiren büyük artışlara ned en olur.
şimler sırasında sodyum dengesinin korunması için ADH'nın hayvanlara büyük miktarlardaki infüzyo
basınç natriüıez mekanizmasına da yardım eder. nu başlangıçta ekstraselüler sıvı hacm inde % 10-15
artışa ve su tutulmasına sebep olur. Bu artmış h a ti
Aldosteronun Kronik Aşırı Salgılanmasında, me cevap olarak arteıyel basınç yükselirken, aşırı
A rter Basıncı Yükselirken Böbrekler Sodyum hacm in fazlası basınç diiirez m ekanizm ası nede
Tutmaktan "Kaçarlar". Aldosteronun sodyum re niyle atılır. ADH infüzyonuııdan birkaç hafta sonra,
absorbsiyonu üzerine güçlü etkileri olmasına rağ kan hacmi ve ekstraselüler sıvı hacm i % 5-10’dan
men, adrenal bez tümörlü (Conn’s Sendromu) has daha fazla yükselmez ve arteıyel basınç da 1 0 mm
talarda olduğu gibi, aldosteronun aşırı yapımı veya Hg’daıı dalıa az yükselir. Aynı durum, ADH seviye
aşırı aldosteıon infüzyonu olduğu zaman, böbrek lerinin birkaç kat yükselebileceği uygunsuz ADH
lerdeki sodyum ıeabsorbsiyonunda artma ve sod sendronuı olan hastalar için de doğrudur.
yum atımında görülen azalmalar geçicidir. Sodyum Böylece, yüksek ADH düzeyleri ekstraselüler so d
ve h acim retansiyonundan 1-3 gün sonra, yum iyon konsantrasyonunda cid d i az alm a lara
ekstraseliiler sıvı hacm i yaklaşık %10-15 kadar yük sebep olduğu halde, vücut sıvı hacm inde ve arter
selir ve arteriycl kan basıncında eşzamanlı bir artış basıncında büyük artışlara neden olmaz. Buna se
görülür. Arter basıncı yeteri kadar yükseldiği za bep böbreklerde artmış su ıeabsorbsiyonunun
man, böbrekler sodyum ve su tutmaktan "kaçarlar" ekstraselüler sodyumu sulandırm ası ve aynı za
ve bundan sonra, sürekli yüksek düzeylerde aldos- manda, kan basıncındaki küçük artışın, basınç
teron bulunm asına rağmen, günlük alıma eşit mik natriürezi yoluyla ekstraselüler sıvıdan idrarla
tarda sodyum atarlar. Aldosteroıı kaçışı için esas n e sodyum kaybına neden olmasıdır.
den aı teriyel basınç yükseldiği zaman ortaya çıkan Supraoptik nukleuslaıın harabiyeti nedeniyle
basınç natriürezi ve diiiıezidir. ADH salgılama yeteneklerini kaybeden hastalarda
Yeteri kadar aldosteroıı salgılayamayan adrenal idrar hacm i normalin 5-10 katı olabilir. Bu durum,
yeteısizlikli hastalarda (Addison hastalığı), sod sıvı dengesinin korunması için, hem en her zam an
BÖLÜM 29 • Renal Mekanizmaların Entegresyonu 335
yeteri kadar su içilerek kom panse edilir. Eğer su tışa sebep olur. Vücutta sodyum atım ını artırm a
alım ı serbest değilse, ADH salgı yetersizliği kan da çeşitli mekanizm aları tetikleyen başlıca neden,
hacm ind e ve arteryel basınçta önem li azalm alara ekstraselüler sıvı hacm indeki bu küçük artıştır. Bu
yol açabilir. mekanizm alar arasında aşağıdakiler bulunur:
1. Pulmoner kan damarları ve sağ atriyum un ge
Renal Atımın Kontrolünde Atriyal rim reseptörlerinden kaynaklanan diişü k-basın ç
Natriüretik Peptidin Rolü reseptör reflekslerinin aktivasyonıı. G erim resep
törlerinden sinyaller beyin sapına gider ve bu ra
Buraya kadar, ekstraselüler sıvı hacm inin kontro daki böbrekler giden sem patik sinir aktivitesiııi
lünde sodyum- ve su-tutucu horm onların başlıca baskılayarak tübüler sodyum reabsorbsiyonunu
rolünü tartıştık. Ancak, bazı araştırıcılar natriüretik azaltırlar. Bu m ekanizm a büyük m iktarlarda tuz
olarak adlandırılan hormonların da hacim düzen ve su alım ından sonra ilk birkaç saat için - ya da
lenm esine katkıda bulunabileceğine inanmaktadır. belki de ilk gün için - en önem li m ekanizm adır.
En önem li natriüretik hormonlardan biri, kalp atri 2. Ekstraselüler sıvı hacm inin genişlem esiyle a r
yal kas liflerinden serbestlenen, atriyal natriüretik ter basıncında oluşan kü çü k artışlar basınç natri-
p ep tid (ANP) olarak adlandırılan bir peptiddir. Bu ürezi yoluyla sodyum atılm asını artırır.
peptidin salgısını sağlayan uyarının aşırı kan h ac 3. Aitmiş arteryel basınç ve ekstraselüler basınç
m inin etkisiyle atriyumların aşırı gerilmesi olduğu sonucu anjiyotenin II oluşum u baskılanır, anjiyo
düşünülmektedir. Kalp atriyumundan serbestlen tensin H’nin sodyum reabsorbsiyonunu artıran
dikten sonra, ANP dolaşıma girer ve böbrekler üze normal etkisinin ortadan kalkması sonucu tübül
rine etki ederek toplayıcı kanallardan sodyum re- sodyum reabsorbsiyonu azalır. Ayrıca, anjiyotensin
absorbsiyonunda azalmaya ve GFR’de küçük art H’deki düşme aldosteron salgısını azaltır, böylece
m alara sebep olur. ANP’nin bu birleşik etkileri su tübüler sodyum reabsorbsiyonu daha da azalır.
ve tuz atımında artışlara yol açarak aşırı kan h acm i 4. Natriüretik sistemlerin, özellikle ANP’nin uya
nin dengelenm esine yardım eder. rılması da artmış sodyum atımına katkıda bulunur.
ANP seviyelerindeki değişiklikler, m uhtem elen
sıı ve tuz alım ında artışlar gibi çeşitli bozukluklar Böylece, sodyum alim inin arttığı durumlarda
sırasında, kan hacm indeki değişiklikleri en aza in natriüretik sistem lerin birleştirilm iş aktivasyonu
dirm eye yardım eder. Ancak, ANP’nin aşırı üreti ile sodyum- ve su-tutucu sistem lerin baskılaıım a-
m i veya hatta ANP’nin tam am iyle yokluğu kan sı sodyum atım ında bir artışa yol açar. Sodyum
hacm inde büyük değişikliklere neden olmaz, çü n alımı normal düzeylerin altına düştüğü zam an
kü basınç natıiürezini harekete geçirerek kan b a ters yönde değişiklikler gelişir.
sıncında küçük değişikliklerle bu etkilerin ü ste
sinden kolayca gelinebilir. Örneğin, büyük m ik
tarlarda ANP infüzyonu başlangıçta idrarla su ve
tuz atılm asını yükseltir ve kan hacm inde çok az KAN H A C M İ VE E K S TR A S E L Ü L E R S IV I
azalm alara neden olur. ANP fazlalığının sürm esi H A C M İN D E B Ü Y Ü K A R T IŞ L A R A N E D E N
ne rağmen, 24 saatten daha az bir zamanda, idrar OLAN D U R U M L A R
çıkışını norm ale geri döndüren kan basıncındaki
küçük bir azalma ile bu etki norm ale döndürülür. Kaıı hacmi ve ekstraselüler sıvı hacmini oldukça sabit
düzeyde muhafaza eden güçlü düzenleyici mekaniz
malara rağmen, bu değişkenlerin her ikisinde de bü
yük artışlara neden olabilen anormal durumlar vardır.
Hemen hemen bütiiıı bu durumlar aşağıda görüleceği
SODYUM ALIMINDAKİ DEĞİŞİKLİK gibi dolaşım bozukluklarından kaynaklanır.
LERE ENTEGRE EDİLMİŞ YANITLAR
Kalp H astalıkların ın N eden O lduğu A rtm ış
Normal şartlar altında sodyum ve sıvı ıtıahını dü Kan Hacmi ve E kstraselü ler Sıvı H acm i
zenleyen farklı kontrol sistem lerinin entegrasyo
nunu, diyetle giderek artan miktarda sodyum alı Konjestif kalp yetersizliğinde, kan hacmi % 15-20 ve
nlına verilen hom eostatik cevapları gözden geçi ekstraselüler sıvı hacmi bazen % 2 0 0 ya da daha fazla ar
rerek, özetleyebiliriz. D aha önce de tartışıldığı gi tabilir. Bunun nedeni şekil 29-2’nin tekrar incelenmesi
ile anlaşılabilir. Başlangıçta, kalp yetersizliği, kalp debi
bi, böbrekler norm alin 1 0 ’da l ’i kadar düşükten
sini azaltır ve kan basıncı azalmasına yol açar. Bu da çok
norm alin 1 0 katı yüksekliğe kadar değişebilen yönlü sodyum tutucu sistemleri, özellikle renin-anjiyo-
alım laıa uyum sağlayacak şekilde su ve tuz atım ı tensin, aldosteron ve sempatik sinir sistemlerini aktive
nı şaşırtıcı bir değiştirme yeteneğine sahiptir. eder. Buna ek olarak, düşük basıncın kendisi böbrekler
de su ve tuz tutulmasına neden olur. Bundan dolayı,
Yüksek Sodyum Alımı, A ntinatriüretik Sistem böbrekler arteryel kan basıncını ve kalp debisini nor
leri Baskılar ve N atriü retik Sistemleri A ktive male döndürmek için sıvıyı tutarlar. Gerçekten, eğer
kalp yetersizliği çok ciddi değilse, kan hacmindeki yük
Eder. Sodyum alımı artırıldığında, sodyum atımı
selme, sıklıkla kalp debisini ve arter basıncını hemen
başlangıçta alımın hafifçe gerisinde kalır. Bu ge hemen tamamen normale geri döndürebilir ve zayıfla
cikm e total sodyum dengesinde küçük bir artışa mış kalbin yeterli pompalamayı gerçekleştirmesini sağ
yol açarak ekstraselüler sıvı hacm inde hafif bir ar layan kan ve ekstraselüler sıvı hacmindeki artış devam
336 ÜNİTE V • Böbrekler ve Vücut Sıvıları
etmekle birlikte, sodyum atılması artarak sonunda nor dan interstisyel sıvı içine sıvı ve protein sızıntısının aktive
male geı i döner. Ancak, eğer kalp oldukça zayıflamışsa, ettiği, örneğin renin-anjiyotensin sistemi, aldosteroıı ve
kan basıncı idrar çıkışını normale döndürmeye yetecek olasılıkla sempatik sinir sistemi gibi çeşitli sodyum-tutucu
kadar artmayabilir. Bu durum ortaya çıktığı zaman, ki sistemlerin aktivasyonunu da kapsayan, çok yönlü meka
şide ciddi dolaşım konjesyoııu gelişiııceye kadar böb nizmalar yoluyla gerçekleşir. Böbrekler, su ve sodyum tu
rekler sıvı tutmayı sürdürecek ve sonunda, özellikle pul- tulmasını plazma hacmi normale yaklaşıncaya kadar sür
moner ödeme bağlı ölüm gerçekleşecektir. dürür. Ancak, büyük miktarlarda sodyum ve su tutulması
Bundan dolayı, kalp yetersizliği, kalp kapağı hasta plazma protein konsantrasyonunu daha da dilüe eder ve
lıkları ve kalbin doğumsal anomalilerinde, kan hac vücut dokuları içine daha fazla sıvı sızmasına sebep olur.
mindeki artış kan basıncı ve kalp debisini normale ge Net sonuç, eğer plazma proteinlerini yerine koyacak teda-
ri döndürmeye yardım eden önemli bir dolaşım kom- xa yapılamazsa, çok fazla ekstraselüler ödem oluncaya ka
pansasyonudur. Bu durum, zayıflamış kalpte bile ya dar böbreklerde yoğun sıvı kazanımının sürmesidir.
şamı sürdürecek düzeyde bir İcalp debisinin pompa
lanmasına izin verir. K araciğer S iro zu-K araciğ erd e P la zm a P ro
tein leri S en tezin in A zalm as ı ve B ö b rek ler
Y ü k s e k D olaşım K apasitesinin N eden Yoluyla Sodyum Tutulm ası
O lduğu Kan Hacm i Artışı
Karaciğer sirozunda, nefrotik sendromda ortaya çıkan
Vasküler kapasiteyi artıran her durum bu ekstra kapasite olaylar aynı sırayla ortaya çıkar. Aradaki tek fark, plazma
yi dolduracak kan hacminin artışına da sebep olur. Vas proteinlerinin, karaciğer hücrelerinin haıabiyeti nedeniyle
küler kapasitede bir artış, başlangıçta ortalama dolaşım yeterince yapılamadıkları için azalmasıdır. Siroz portal kan
doluş basıncını düşürerek (Bkz. Şekil 29.2) kalp debisin akımının karaciğer içinden akışını engelleyen karaciğer ya
de ve arteryel basınçta artışa yol açar. Basınçtaki düşüş, pısındaki büyük miktarlarda fibröz doku oluşumuyla da
ekstra kapasiteyi doldurmaya yetecek kan hacmi artışı bağlantılıdır. Bu da portal damar yatağı boyunca kapiller
gerçekleşinceye kadar böbreklerde su ve tuz tutulmasına basıncı yükselterek, assit olarak adlandırılan, peıitoneal
sebep olur. Örneğin, gebelikte, uterus, plasenta ve kadın boşluk içine protein ve sun sızmasına katkıda bulunur. Do
vücudunun diğer genişlemiş organlarının artmış vaskü laşımdan sıvı ve protein kaybolunca, renal yanıtlar plazma
ler kapasitesi kan hacmini %15-25 düzeyinde artırır. Ben hacim azalmasıyla bağlantılı diğer koşullarda gözlenenlere
zer biçimde, bacaklarında büyük variköz venleıi olan benzer. Yani, böbrekler plazma hacmi ve arter basıncı nor
hastalarda, kan hacmi bu ekstra vasküler kapasiteyi dol male döniinceye kadar su ve tuz retansiyonunu sürdürür
duracak kadar artar, nadir vakalarda tutulabilen ekstra ler. Bazı durumlarda aslında sirozdaki artmış vasküler ka
kan hacmi bir litreyi bulur. Bu durumda, vasküler yatak pasite nedeniyle plazma hacmi normalin üstüne çıkabilir;
yeterince dolup, kan basıncı renal sıvı atımının günlük sı portal dolaşımdaki yüksek basınçlar venlerin distansiyo-
vı alımıyla eşlenebildiği düzeye yükselinceye kadar böb nuna yol açarak vasküler kapasiteyi artırabilirler.
rekler su ve tuz tutmaya devam ederler.
ler sıvıya potasyum serbestlenir. Genellikle hiperkale- ten sabittir ve plazma potasyum konsantrasyonu
mi hafiftir, fakat fi-adrenerjik reseptörlerle tedavi edi hassas olarak düzenlenir. Belli bazı renal hastalık
len hastalarda veya insülin eksikliği olanlarda ağır eg larda olduğu gibi GFR’de ileri derecede azalmalar,
zersizden sonra hipeıkalemi klinik olarak belirgin hale ciddi potasyum birikim ine ve hipeıkalem iye n e
gelebilir. Nadir durumlarda, egzersiz sonrası hiperka- den olabilir.
lemi kaıdiyak aritmiye ve ani ölüme yol açabilecek ka
Şekil 29-7 norm al şartlar altında potasyum un
dar şiddetli olabilir.
tübüler işlen m esin i özetlem ektedir. Filtre edilen
Artm ış Ekstraselüler Sıvı Ozm olaritesi Potasyu potasyum un yaklaşık % 65’i proksim al tübülde
mun Hücrelerden Ekstraselüler Sıvıya Geçişine Yol reabsorbe edilir. Filtre edilen potasyu m un % 25-
Açar. Artmış ekstraselüler sıvı ozmolaritesi suyun hüc 3 0 ’u, sodyum ve kloriir ile aktif olarak birlikte ta
re dışına ozmotik akımına yol açar. Hücresel dehidra- şındığı (kotranspoıt) H enle kıvrım ının özellikle
tasyon hücre içi potasyum düzeyini artırarak bu yolla kalın çıkan kolundan reabsorbe edilir. Proksim al
hücre dışına potasyum difüzyonuna ve ekstraselüler tübül ve Henle kıvrım ında, filtre ed ilen p o ta s
sıvı potasyum konsantrasyonunda artışa neden olur.
yum yükünün n isp eten sabit bir fraksiyonu re
Azalmış ekstraselüler sıvı ozmolaritesi zıt etkiye sahip
tir. Diabetes mellitusta, plazma glikoz düzeyindeki bü absorbe edilir. Bu segm entlerd e potasyum reab-
yük artışlar ekstraselüler ozmolariteyi artırarak hücre soıbsiyonundaki değişiklikler, potasyu m atılm a
dehidratasyonuna ve potasyumun hücrelerden ekstra sını etkileyebilir, fakat p o tasy u m atım ın d aki
selüler sıvıya hareketine yol açar. günlük değişiklikler, proksim al tübül ya da H en
le kıvrım ındaki reabsorbsiyon değişikliklerine
bağlı değildir.
Renal Potasyum Atımına Genel Bir Bakış
Potasyum Atımında Günlük Değişimin Çoğu
Potasyum itrahı 3 renal işlem in toplam ı tarafın Distal ve Toplayıcı Tübüllerde Potasyum Ser-
dan belirlenir: ( 1 ) potasyum filtrasyon hızı (glo- bestlenmesindeki Değişikliklere Bağlıdır. Potas
m eriiler filtrasyon hızı, GFR, plazma potasyum yum atımını düzenlemede en önem li yerler, distal
konsantrasyonuyla çarpılır) (2 ) tübiillerde p otas tübiiller ve kortikal toplayıcı kanallardır. Bu tübüler
yum reabsorbsiyon hızı ye (3) tübiillerde potasyum segmentlerde, vücut ihtiyaçlarına bağlı olarak p o
sekresyon lıızı. Potasyum filtıasyonunun normal tasyum bazen reabsorbe edilir, bazen sekresyona
hızı yaklaşık 756 mEq/gündür (GFR, 180 litre gün, uğrar. 100 mEq/gün olan normal potasyum alınlın
plazm a potasyumu, 4,2m Eq/litıe ile çarpılır); bu da, böbrekler yaklaşık 92m Eq/gün potasyum at
filtrasyon hızı daha önceden tartışıldığı gibi GFR mak zorundadır (kalan 8 mEq feçesle kaybedilir).
otoregiilasyon m ekanizm aları nedeniyle, nispe Potasyumun bu m iktarının üçte bir kadarı (31
% 65 % 4
(491/mEg/gün) (31 mEq/gün)
756 mEq/gün
(180 It/gün x 4.2 mEq/lt) T
\
^ % 27
(204 mEq/gün)
i
% 12
(92 mEq/gün)
Ş E K İL 29 - 7
Renal tübüllerde potasyum reabsorbsiyon ve sekresyon bölgeleri. Potasyum proksimal tübülde ve Henle kul
punun çıkan kolunda reabsorbe edilir, öyle ki filtre edilen yükün sadece % 8 kadarı distal tübüle ulaşır, distal
tübül ve toplayıcı kanallara salgılanan potasyum bu miktara eklenir, böylece günlük atım glomerüler kapil-
lerdeıı filtre edilen potasyumun % 12’si kadardır. Yüzde oranlar filtre edilen yiikım ne kadarının farklı tübüler
segmenüerde reabsorbe edildiğini ya da salgılandığım göstermektedir.
BÖLÜM 29 • Renal Mekanizmaların Entegresyonu 339
K+ alımı
ŞEKİL 29 • 11
Ekstraselüler sıvı potasyum konsantrasyonunun aldesteroıı
(Aid) tarafından kontrolünde temel feedback mekanizma.
T A B L O 29 - 2
Renal Kalsiyum Atımını Değiştiren Faktörler RENAL MAGNEZYUM ATIMI VE EKST
RASELÜLER MAGNEZYUM İYON
i Kalsiyum atımı î Kalsiyum atımı
T paıatiroid hormon (PTH) i PTII
KONSANTRASYONUNUN KONTROLÜ
1 ekstraselüler sıvı hacmi t ekstraselüler sıvı hacmi
4 kan basıncı T kan basıncı Vücut magnezyumunun yarısından daha fazlası
T plazma fosfatı 4- plazma fosfatı kemiklerde depolanm ıştır; geri kalanının çoğu
metabolik asidoz metabolik alkaloz
hücreler içinde, % 1 ’den daha azı ekstraselüler sı
vitamin D3
vıdadır. Total plazma magnezyum konsantrasyo
nu 1 , 8 mEq/litre kadar olm asına rağm en, bunun
yarısından fazlası plazma proteinlerine bağlı ola
rak bulunur. Bu nedenle, serbest m agnezyum iyo
nu konsantrasyonu sadece 0,8m Eq/litıe kadardır.
0, İmM/dak kadar olan fosfat reabsorbsiyonu var
Magnezyumun norm al günlük alım ı 250-300
dır. Bu miktardan daha az fosfat gloıneriiler filt-
mg/gün kadardır, fakat bu alımın sadece yarısı gast
ıatta bulunduğu zaman, filtre edilen tüm fosfat
rointestinal kanaldan absorbe edilir. Magnezyum
reabsorbe edilir. Fosfat miktarı bunu aştığında,
dengesini muhafaza etm ek için, böbrekler, günlük
fa z la fosfat atılır. Onun için GFR’yi 125 ml/dk. faı-
magnezyum aliminin yarısı kadar ya da 125-150
zedeısek, ekstraseliiler sıvı fosfat konsantrasyonu,
mg/gün olan bu magnezyumu atıııak zorundadır.
0,1 mM/dk.’lık tübiiler fosfat yükü oluşturan 0,8
Böbrekler normal olarak glomeı üler fıltıattaki mag
mM/litre civarındaki bir eşik değerin üzerine yük
nezyumun %10-15 kadarını idrarla atarlar.
seldiği zam an fosfat norm al olarak idrarda görül
Magnezyumun renal itıahı m agnezyum fazlalığı
m eye başlar. Çoğu insan et ve süt ürünleriyle bol
sırasında önem li ölçüde artabilir veya m agnez
miktarlarda fosfat aldığı için, fosfat konsantrasyo
yum eksikliği sırasında h em en hem en sıfır düze
nu genellikle 1 mM/litrenin üzerinde kalır ve id yine inebilir. Magnezyum, çoğu enzim lerin akti-
rarda sürekli olarak fosfat atılır.
vasyonunıı da kapsayan, vücutta birçok biyokim
T übüler fosfat reabsoıbsiyonunda değişiklikler yasal işlemlere katıldığı için, konsantrasyonu çok
fosfat atım ını da etkileyebilir. Örneğin, düşük fos sıkı düzenlenmelidir.
fatlı bir diyet, zaman içinde, ıeabsorbsiyonda ge Magnezyum atım ının düzenlenm esi esas olarak
çerli olan fosfat transport m aksim um unu artırır, tü bü ler reabsorbsiyon u d eğiştirerek sağlanır.
böylece fosfatın idrarla atılma eğilim ini azaltır. Proksimal tübiil genellikle filtre edilen m agnezyu
PTII iki etkiyle fosfat konsantrasyonunu düzen mun sadece % 25 kadarını reabsorbe eder. Reab-
lem ede önem li rol oynayabilir: (1) PTH kemik ıe- soıbsiyonun esas yeri, filtre edilen m agnezyum
sorbsiyonuııu artırır, bu sayede kemik tuzlarından yükünün % 65 kadarının reabsorbe edildiği Herıle
büyük miktarlarda fosfat iyonunun ekstraselüler kıvrımıdır. Filtre edilen m agnezyum un sadece kü
sıvı içine geçm esini sağlar ve (2) PTH ıenal tiibiil- çük bir miktarı (genellikle % 5 ’den az) distal ve
leıde fosfat için transport m aksim um unu azaltır, toplayıcı tübiillerde reabsorbe edilir.
böylece tübüler fosfatın büyük bir kısmı idrarla Magnezyum atım ını düzenleyen m ekanizm alar
kaybedilir. Böylece, p lazm a PTH'suun yükseldiği iyi anlaşılmamıştır, fakat a şa ğ ıd a ki bozu klu klar
h er durum da, tübüler fo sfa t reabsorbsiyonu azalır magnezyum atım ın da artm aya y ol açar: (1) Art
ve d a h a fa z la fo sfa t atılır. Fosfat, PTH ve kalsiyum mış ekstraselüler sıvı m agnezyum konsantrasyo
arasındaki bu ilişkiler, dalia detaylı olarak bölüm nu, (2) ekstraselüler hacim genişlem esi ve (3) a rt
7 9 ’da tartışılmıştır. mış ekstraseliiler sıvı kalsiyum konsantrasyonu.
REFERANSLAR
B allerm an B J , Zeidel M L : Atrial natriuretic (ed s): H ypertension: Pathophysiology, D iag din D W , G ieb isch G (ed s): T h e K idney,
horm one. In: Seldin D W , G iebisch G (eels): nosis and M anagem ent. 2nd ed. New York: Physiology and Pathop hysiology. 2nd ed.
T h e K idney: Physiology and Pathophysiol Raven Press, 1995. New Y o rk: R aven Press. 1992.
ogy. 2nd ed. New Y ork: Raven Press. 1992. Conrad K P, Dunn Nl: Renal prostaglandins G ieb isch G , M aln ic G, B e rlin e r R W : Control
Bem d t T J , K nox FG : Renal regulation o f and other eicosanoids. In: W indhager E E o f renal potassium excretion . In: B renner
phosphate cxcretio n. In: Seldin D W , G ic (ed ): Handbook o f Physiology. Section 8 , B M . R ecto r FC (eds): T h e Kidney. 5th cd.
b isch G (ed s): T h e K idney: Physiology and R enal Physiology. New Y ork: Oxford U n i Philadelphia: W B Saunders C o , 1996.
Pathophysiology. 2nd ed. New Y o rk : Raven versity Press, 1992. G ranger JP : Pressure natriuresis: role o f renal
Press, 1992. C ow ley A W Jr : Long-term control o f arterial interstitial hydrostatic pressure. H yperten
Brands M W , A lon so -G alicia M , M ize lie ML, pressure. Physiol Rev 7 2 :2 3 1 , 1992. sion 19 (suppl I): 19, 1992.
et al: C hronic converting enzym e inhibition deW ardener H E, C larkson E M : C onccpt o f na G ranger JP , Sch n ack en b erg C G , Novak J , el
im proves cardiac output and fluid balance triuretic horm one. Physiol Rev 6 5 :6 5 8 , al: R o le o f nitric oxide in m odulating the
during heart failure. A m J Physiol 2 6 4 : 1985. long-term renal and hypertensive action o f
R 414. D iB on a G F: R o le o f renal nerves in edema norepinephrine. H ypertension 2 9 :2 0 5 ,
B renn er B M , Ballerm ann B J , G unning M B, form ation. News Physiol S ci 9 :1 8 3 , 1994. 1997.
Zeidel M L : D iverse b iological actions o f Dunn M J (ed): Prostaglandins and the Kidney. G ross M , K um ar R : V itam in D endocrine sys
atrial natriuretic peptide. Physiol R ev 70: Bioch em istry, Physiology, Pharm acology, tem and calcium and phosphorous hom eo
6 6 5 , 1990. and C lin ical A pplications. New' Y o rk: P le stasis. In: W indhager E E (ed ): H andbook o f
C arretero O A , S c ic li A G : The kallikrein-kinin num, 1983. P h ysiology, S ection 8 . Renal Physiology.
system as a regulator o f cardiovascular and Fitzsim m ons JT : Physiology and pathophysiol New Y ork: O xford U n iversity Press, 1992.
renal function. In: Laragh JH , Brenner B M ogy o f thirst and sodium appetite. In: S e l- Guyton A C : A bnorm al renal function and au-
BÔLÜM 29 • Renal Mekanizmalann Entegresyonu 345
toregulation in essential hypertension. H y K nox FG , G ranger JP : C ontrol o f sodium e x J r (eds): T h e Kidney. 4 th ed. Philadelphia:
pertension 18 (suppl III):III4 9 , 1991. cretion: an integrative approach. In: W in- W B Saunders C o, 1 9 86.
Guyton A C : B lood pressure co n tro l— special dha'ger E E (ed): Handbook o f Physiology. R o sa R M , W illiam s M E , Epstein FH : E xtrare-
role o f the kidneys and body fluids. S cien ce S ectio n 8 , Renal Physiology. N ew Y o rk : nal potassium regu lation. In: Seldin D W ,
2 5 2 :1 8 1 3 , 1991. Oxford U niversity Press. 1992. G ieb isch G (ed s): T h e K idney: Physiology
Guyton A C : K idn eys and fluids in pressure Laragh JH , B renner B M : H ypertension: Path o and Pathophysiology. 2nd ed. New Y o rk :
regulation: sm all volum e but large pressure physiology, D iagnosis and M anagem ent. R av en Press, 1992.
changes. H ypertension 19 (suppl 1): 12, 2nd ed. New Y o rk: Raven Press, 1995. R o ssier B C , Palm er LG : M ech an ism s o f aldos
1992. Laragh JH , Sealey J E : Renin-angiotensin- terone action on sodium and potassium
Hall JE : A ngiotensin II and long-term arterial aldosterone system and the renal regulation transport. In: Seldin D W , G ieb isch G (eds):
pressure regulation: the overriding dom i o f sodium, potassium , and blood pressure T h e K idney: P h ysiology and P athop hysiol
nance o f the kidney. J Am S o c Nephrol 10 hom eostasis. In: W indhager E E (ed ): H and ogy. 2nd ed. New Y o rk : Raven Press, 1992.
(suppl 1 2 ):s2 5 8 , 1999. book o f Physiology, S ection 8 , R enal P h y s Stanton B A , G ieb isch G H : R en al potassium
Hall JE , Brands M W : Intrarenal and circulat iology, V ol. 11. New York: O xford U niver transport. In: W indhager E E (ed ): H and
ing angiotensin II and renal function. In: sity Press, 1992. b ook o f Physiology, S e c tio n 8 , R enal Phys
Robertson J I S . N icholls M G (eds): T h e L ohineier T E . Hildebrandt D A : Renal nerves iology. New Y o rk : O xford U niversity Press,
Renin-A ngiotensin System , V o l. 1. London: prom ote sodium excretion in angiotensin- 1992.
G ow er M edical Publishing, 1993. Sutton R A L , D irks JH : D isturban ces o f c a l
induced hypertension. H ypertension 3 1 :4 2 9 ,
Hall JE , Brands M W , Sliek E : Central role o f cium and m agnesium m etabolism . In: B ren
1998.
the kidneys and abnorm al fluid volume co n ner B M , R ector FC (ed s): T h e K idney. 5th
L o hn ieier T E , M iz clle H L, R einhart G A , et al:
trol in hypertension. J Hum Hypertens 10: cd. Philadelphia: W B Saunders C o, 1996.
Atrial natriuretic peptide and sodium hom e
633, 1996. W ein er ID, W in go C S : H yperkalem ia: a poten
ostasis in com pensated heart failure. Am J
Hall JE , Guyton A C , Brands M W : Control o f tial silent killer. J Am S o c Nephrol 9 :1 5 3 5 ,
Physiol 2 7 L R 1 3 5 3 , 1996.
sodium excretion and arterial pressure by 1999.
M anning R E : E ffe c ts o f hypopreteinem ia on
intrarenal m echanism s and the renin-angio- W right F S , G ieb isch G: R egu lation o f p otas
blood volume and arterial pressure in
tensin system . In: Laragh JH , B renner B M , sium excretion. In: S eld in D W , G ieb isch G
volum e-loaded dogs. Am J Physiol 159:
(eds): H ypertension: Pathophysiology, D iag (ed s): T h e K idney: Phy sio log y and Patho
H 1 3 1 7 , 1990.
nosis, and M anagem ent. New Y o rk: Raven physiology. 2nd ed. N ew Y o rk : Raven
Press, 1995. Manning R D Jr. Hu L. R e ck e lh o ff J: R o le o f
Press, 1992.
Honig A: S a lt and w ater m etabolism in acute nitric oxide in the arterial pressure and re Young D B : A nalysis o f long-term potassium
high-altitude hyp oxia: role o f peripheral ar nal adaptations to long-term changes in s o regulation. E n docr R e v 6 :2 4 , 1985.
terial chem oreceptors. N ew s Physiol S c i 4: dium intake. Am J Physiol 2 7 2 :R 1 162, Young D B : Quantitative an alysis o f aldoster
109. 1989. 1997. o n e ’s ro le in potassium regulation. Am J
King A J: Endothelins: m ultifunctional peptides Robertson G L : Regulation o f vasopressin se Physiol 2 5 5 :F 8 1 1 , 1 9 88.
with potent v asoactive properties. In: Lar cretion. In: Seld in D W , G ieb isch G (eds): Young D B : Potassium hom eostasis and blood-
agh JH , Brenn er B M (eds): H ypertension: T h e K idney: Physiology and Pathophysiol pressure and sodium -volum e regulation. In:
Pathophysiology, D iagnosis and M anage ogy. 2nd ed. New Y ork: Raven Press, 1992. Laragh JH , B renn er B M (ed s): H yperten
ment. 2nd ed. N ew Y o rk : R aven Press, Robertson G L, B e rl T: Pathophysiology o f w a sion: Pathophysiology, D iagn osis and M an
1995. ter m etabolism . In: B ren n er B M , R e cto r F C agem ent. New Y ork: R a v en Press, 1990.
Hidrojen iyon dengesinin düzenlenm esi birçok m
yönden vücutta diğer iyonlar için olan düzenlem e ASİT VE BAZLAR-TANIMLARI VE
nin benzeridir. Örneğin lıom eostazı oluşturmak ANLAMLARI
için hidrojen iyonlarının alımı ve üretimi ile hidro
je n iyonlarının vücuttan net atımı arasında bir Bir h id rojen iyo n u , b ir h id ro je n a to m u n d a n ay rılan tek
denge olmalıdır. Bu diğer iyonlar için de geçerlidir b ir s e rb e st p ro to n d u r. H id rojen a to m u iç ere n ve s o lü s
ve böbrekler hidrojen iyon atım ının düzenlenm e y o n lard a h id ro je n iyo n u v eren m o le k ü lle re asitler d e
sinde bir anahtar rolü oynarlar. Ancak ekstraselü- n ilm ekted ir. Ö rn eğin h id ro k lo rik a sit (HC1) su için d e
ler sıvı hidrojen iyon konsantrasyonunun hassas iyoııize o la rak h id ro je n iyon ları (H+) ve k lo rü r iyon ları
bir şekilde kontrolü basitçe böbreklerden hidrojen (C1-) o lu ş tu r u r la r . B e n z e r ş e k ild e k a r b o n ik a s it
iyonlarının atılması olmayıp çok komplike işlem (H2 C 03) s u d a iy o n ize o la rak H + ve b ik a r b o n a t iy o n la
rını (HCO3 ') o lu ştu ru r.
leri de kapsamaktadır. Hem ekstıaselüler hem int-
Baz, h id ro je n iyon u k a b u l e d e n b ir iyon veya bir m o
raselüler sıvıda normal hidrojen iyon konsantras
leküldür. Ö rn eğin b ik arb o n at iyon u (H C O 3 -) b ir bazdır,
yonunun korunması için gerekli olan, kan, hücre zira bir h id ro je n iyon u ile b irle şeıe k H 2C O 3 olu ştu ru r.
ler ve akciğerlerin de katıldığı çok yönlü bir asit- B en zer şek ild e IlPO.ı= b ir b az d ır çü n k ü bir h id ro jen iy o
baz tam pon m ekanizm ası da vardır. nu alarak H 2P 04- oluşturur. V ücuttaki p ro tein ler de b a z
Bu bölüm de, farklı vücut sıvılarında asit-baz gibi fonksiyon y aparlar, zira protein leri y a p a n b azı am i-
kontrol sistem lerin in tem el birim lerinden biri 110 asitler net n e g a tif yüke sah ip tirler ve b u n la r d a k o
olan ıen al hid rojen iyon atım ı ve reabsoıbsiyo- lay ca h id rojen iyon ların ı alırlar. A lyuvarlardaki protein
nu, bikarbonat iyonları üretim i ve salgılanm ası h em o g lo b in ve v ü c u d u n d iğer h ü crelerin d ek i p ro tein ler
na özel ö n em verilerek, hid rojen iyon kon san t vücut b azların ın en ön em lileri arasın d ad ırlar.
"B a z ” terim i ç o ğ u n lu k la "alkali” terim i ile aynı a n la m
rasyonunun düzenlenm esine yardım cı olan ç e
d a ku llan ılm aktadır. Bir alkali b ir v ey a birden fazla a lk a
şitli m ekanizm alar tartışılm aktadır. li m etal (so d y u m , p o tasy u m , lityum ve b en zerleri) ile b ir
h idroksil iyonu (OH-) gibi o ld u k ça kuvvetli b ir b azik
iyon un b irle şm e si so n u c u o lu şa n b ir m olek üldür. Bu
m o lek ü llerin b az ik b ö lü m le ri so lü s y o n d a n h id ro je n
HİDROJEN İYON KONSANTRASYONU iyonların ı a lm a k için hızlı bir şekilde re a k siy o n a girerler
ve dolayısıy la tipik b a z k ab u l edilirler. B e n ze r n e d e n le r
HASSAS OLARAK DÜZENLENMEKTEDİR le "alkaloz "te rim i v ü c u t sıvıların d a h id ro jen iyonlarının
a z alm a sın ı ve tersin e o la rak “asidoz" d a fazla h id rojen
Vücuttaki tüm enzim sistem lerin in h em en hepsi iyonu b u lu n m a sın ı b elirtm ektedir.
hid rojen iyon konsantrasyonundan etkilendikle
rinden, hidrojen iyon konsantrasyonunun h a s Kuvvetli ve Zayıf Asitler ve Bazlar. Kuvvetli bir asit
sas bir şekilde düzenlenm esi gereklidir. Zira h id hızlı b ir şe k ild e ay rılarak s o lü sy o n a özellik le fa z la m ik
rojen iyon konsantrasyonundaki değişiklikler h e ta rd a H+ verendir. B u n a b ir ö rn e k H C l’dir. Z ay ıf a sitle r
iy o n ların a ay rılm ay a d a h a az m ey illid irler ve b u n e
m en h em en tüm hücreleri ve vücut fonksiyonla
d e n le d a h a a z H+ se r b e s tle r le r . B u n a ö r n e k ise
rını etkilem ektedir.
H2C 03’dir. Kuvvetli b ir b az , H+ ile ç a b u k ve g ü çlü bir
Diğer iyonlara oranla vücut sıvılarındaki hidro re a k siy o n a girerek b u n la r la hızlı bir şe ild e b irleşen d ir.
je n iyon konsantrasyonu düşük düzeyde tutul Tipik bir ö rn e k H+ ile re a k siy o n a girerek su (H 20 ) o lu ş
maktadır. Örneğin ekstıaselüler sıvıdaki sodyum tu ru lan O H -dir. T ip ik b ir z a y ıf b a z HC0 3 ’tır ç ü n k ü H +
konsantrasyonu (142 mEq/litıe) ortalam a olarak ile O H -’e o ra n la d a h a z a y ıf bir şe k ild e b ağ la n ır. N o r
sadece 0.0Ö004 mEq/litre olan norm al hidrojen m al a sit-b a z d ü z e n le n m e sin d e gö re v ala n e k stıa se lü -
iyon konsantrasyonundan 3,5 milyon kat kadar ler sıvıdak i asit ve b a z la rın ç o ğ u z a y ıf a sit ve b azlard ır.
daha fazladır. Aynı şekilde önem li olarak ekstıase- D etaylı o la rak in c e le d iğ im iz en ö n e m lileri H2C 0 3 ve
ltiler sıvıdaki hidrojen iyon konsantrasyonundaki b ik a rb o n a t b azıdır.
norm al değişimler sodyum iyon konsantrasyo
Vücut Sıvılarının Norm al Hidrojen İyon Konsant
nundaki norm al değişim lerin sadece milyonda
rasyonu ve pH D eğeri İle A sid o z ve Alkalozda
biri kadardır. Bu nedenle hid rojen iyonu düzen Oluşan D eğişiklikler. Y u k arıd a b e lirtild iğ i gib i kan
lenm esindeki hassasiyet hidrojenin çeşitli fonksi h id ro je n iyon k o n sa n tr a s y o n u n o r m a ld e k e sin s ın ır
yonları yönünden önem ini vurgulamaktadır. lar iç in d e tu tu lu r ve n o rm a l d e ğ e r y ak laşık 0 ,00004
346
BÖLÜM 30 • Asit-Baz Dengesinin Düzenlenmesi 347
dece 0,00004 mEq/litre’ dir. Tam ponlam a olm a Bikarbonat tam pon solusyonuna sodyum h id
saydı, günlük alınan ve üretilen asit, vücut sıvı roksit (NaOI I) gibi kuvvetli bir baz ilave edildiğin
hidrojen iyon konsantrasyonunda çok büyük de de ters yönde raksiyonlar oluşur:
ğişikliklere neden olacakü.
A sit-baz tam ponların etkileri, belki de ekstra- NaOH + H2 C 0 3 — > N aH C 0 3 + H20
seltiler sıvıda m iktar olarak en önem lisi olan b i
k arbonat tam pon sistem incelenerek en iyi şekil Bu d urum da N aO H ’deki h id ro k sil iy o n ları
de açıklanabilir. (OH ) daha fazla ITC 03' olu ştu rm ak için H 2 C 0 3
ile birleşir. Böylece zayıf baz olan N aH C 0 3 kuv-
veüi baz olan NaOH’in yerini alır. Aynı zam an d a
H 2 C 0 3 konsantrasyonu azalarak (NaOH ile reak
BİKARBONAT TAMPON SİSTEMİ siyona girerek) ve y erine H20 ile b irleşeıek daha
fazla C 0 2 oluşm asına ned en olur.
Bikarbonat tam pon sistem i, içinde iki madde bu
lunan bir solüsyondur; (1) zayıf bir asit H 2 C 0 3 ve C 0 2 + H20 H2 CO3 î HCO 3 " + H+
(2 ) N aH C 0 3 gibi bir bikarbonat tuzu. + +
H 2 C 0 3 vücutta C 0 2’in H20 ile reaksiyonu sonu NaOH Na
cu oluşturulur:
k a r b o n ik
Böylece bunların net sonucu kan C 0 2 düzeyin
a ıılıid r ^ de bir- azalma eğilimidir; fakat kanda C 0 2 azalışı
C 0 2 + H20 ■ H 2c o 3 solunum u inhibe eder ve solunum la atılan C 0 2
miktarı da azalır. Kandaki H C 0 3' artışı böbrekler
Bu reaksiyon yavaştır ve k a rbon ik an hidraz e n de H C 03' atım ının artm ası ile dengelenir.
zim i olm azsa çok az miktarda H2 C 0 3 oluşturulur.
Bu enzim özellikle C 0 2’nin serbest kaldığı akciğer Bikarbonat Tampon Sisteminin
alveollerinin duvarlarında çok miktarda m evcut Kantitatif Dinamiği
tur, karbonik anhidraz keza C 0 2'in H20 ile reaksi
yona girerek H 2 C 0 2 oluşturduğu böbrek ttibülleri H2 C 0 3 dahil tüm asitler belli ölçüde iyonize olurlar.
epitel hücrelerinde de bulunmaktadır. Kütlesel denge gözönüne alınırsa hidrojen iyonları ve
H 2 C 0 3 zayıfça iyonize olarak az miktarda H+ ve bikarbonat iyonlarının konsantrasyonları H2 C 0 3 kon
H 2 C 0 3‘ oluşturur: santrasyonu ile orantılıdır.
H++ H C 03' h 2c o 3 h ++ h c o 3-
Bu sistem in ikinci m addesi ekstraseliiler sıvıda Herhangi bir asit için, asidin konsantrasyonu ile di
çoğunlukla sodyum bikarbonat (N aH C03) olarak sosiye olan iyonlarının konsantrasyonu arasındaki iliş
görülen bikarbonat tuzlarıdır. N aH C0 3 hem en h e ki disosiasyon sabiti K' olarak tanımlanır:
m en tam am en iyonize olarak aşağıdaki şekilde b i H+x H C O 3-
karbonat iyonları (H C 03 ) ve sodyum iyonları K’ = (1)
h 2c o 3
(Na+) oluşturur;
Bu eşitlik, bir H2 C 0 3 solüsyonundaki serbest hidro
Na H C 0 3 Na+ + H C 03‘ jen iyonlarının miktarının eşitliğini şu şekilde gösterir:
Şimdi tüm sistemi biraraya koyarsak şunu görürüz: H+= K’ x H2C° 3 (2)
h c o 3-
c o 2 + h 2o H2 C 0 3^ F * ^ H ++ H CO 3'
Disosiye olmamış H2 C 0 3 konsantrasyonu solüsyon
içinde ölçülemez çünkü hızla C 0 2 ve II20 veya HCÜ3'
şeklinde disosiye olurlar. Bununla beraber kanda eri
yen C 0 2 miktarı disosiye olmamış, H2 C 0 3 miktarı ile
H 2 C 0 3’ün zayıf olarak disosiye olm ası nedeniy doğrudan orantılıdır. Dolayısıyla eşitlik (2) yeniden şu
le Hf konsantrasyonu çok azdır. şekilde yazılabilir.
B iıkarbonat tam pon solusyonuna HC1 gibi kuv CO?
vetli asit ilave edildiğinde asitten oluşan (MCI — > H+= K’ X (3)
HCO,
H* + C1-) hid rojen iyon konsantrasyonu artışı
H C 0 3- tarafından tanıponlanır. H2 C0 3 ve C0 2 arasındaki oran 1/400 olduğundan eşit
lik (3) için disosiasyon sabiti (K), eşitlik (2)'deki disosias-
t H++ H C 0 3‘ — > H 2 C 0 3 — > C 0 2 + H2 O yon sabitinin (K’) sadece yaklaşık 1/400’ü kadardır.
Eşitlik (3) solüsyonda eriyen toplam C 0 2 miktarı olarak
yazılabilir. Bununla beraber birçok klinik laboratuvarı ger
Sonuçta, daha fazla H2 C 0 3 oluşturularak C 0 2 ve
çek C0 2 miktarı yerine kan C0 2 basıncını (PC02) ölçmek
H20 üretiminin artmasına neden olur. Bu reaksiyon tedir. Ancak kandaki C 0 2 miktarı, PC02 ile C02’in eriyebil-
da kuvvetli asitteki (HC1) hidrojen iyonlarının H C 03‘ ıne katsayısının çarpımının lineer bir fonksiyonudur; fiz
ile reaksiyona girerek çok zayıf bir asit olan H2 C 0 3’i yolojik şartlarda, C 0 2 eriyebilme katsayı vücut ısısında
ve bunun da C 0 2 ve H2 0 ’yu oluşturduğu görülmek 0,03 mmol/mmHg olur. Bunun anlamı ölçülen her PC0 2
tedir. Fazla C 0 2 solunumu güçlü bir şekilde uyarır ve mmHg basıncı için kanda 0,03 milimol H2 C0 3 bulunma
bu da ekstraseliiler sıvıdaki C 0 2’in atılmasını sağlar. sıdır. Bu nedenle eşitlik (3) şu şekilde yeniden yazılabilir:
BÖLÜM 30 • Asit-Baz Dengesinin Düzenlenmesi 349
B ik arbonat tam pon sistem in pK değeri 6,1 iken cünü arttırır ve (2 ) tübüler sıvı ekstraselüler sıvıdan
ekstraselüler sıvı pH ’sı yaklaşık 7,4 kadardır. B u belirgin şekilde düşük pIT değerine sahip olduğun
nun anlam ı IICO 3 ' form undaki b ikarbon at ta m dan tamponun işlem görme aralığını sistemin pK
pon sistem inin erim iş C 0 2 form una oranla yak değerine (6 ,8 ) yakın bir değere getiık.
laşık 20 kat daha fazla olmasıdır. Bu ned enle bu F osfat tam p on sistem i iııtra selü ler sıvıların
sistem tam ponlam a eğrisinde eğim in düşük ve tam p on lan m asın d a d a ö n em lid ir çünkü bu s m -
tam p o n lam a gücünün zayıf olduğu bölüm de e t ladaki fosfat konsantrasyonu ekstraselüler sıvı-
lardakinden birkaç kat daha fazladır. Ayrıca iııt-
kili olm aktadır. (2) B ikarbonat sistem in in iki ele
raselüler sıvıların pH değerleri de ekstraselüler
m an ın ın , C 0 2 ve H CCV'ın konsantrasyonları faz
sıvılarınkindeıı düşük olduğundan, ekstraselüler
la değildir.
sıvılara oranla fosfat tam pon sistem in in pK de
Bu özelliklere rağm en bikarbonat tam pon sis
ğerine genellikle daha yakın olur.
tem i vücuttaki en güçlü ekstraselüler tam pon
sistem idir.Bu belirgin çelişki genellikle tam pon
sistem in iki elem anı, ITCO3 ' ve C 0 2 düzeylerinin,
PROTEİNLER ÖNEMLİ
aşağıda açıklandığı gibi sırasıyla böbrekler ve ak
ciğerler tarafından düzenlenm esi nedeniyle olur.
İNTRASELÜLER TAMPONLARDIR
Bu d üzenlem enin sonucu olarak ek sü aselü ler sı
Proteinler özellikle hücreler içind eki yüksek k o n
vının pH düzeyi, böbrekler tarafından IİC O 3 -
santrasyonları nedeniyle vücutta en fazla bulu
atılm asın ın veya sentezinin ve akciğerler tarafın nan tam ponlar arasındadır.
dan da C 0 2 atılm a oranının d üzenlenm esi ile Hücrelerin pH’sı ekstraselüler sıvınınkinden h a
h assas bir şekilde kontrol edilir. fifçe düşük olm asına rağmen yine de ekstraselüler
sıvı pTI değişimleri ile orantılı olarak değişirler.
Hücre m enıbranında az miktarda hidrojen ve b i
FOSFAT TAMPON SİSTEMİ VE İNTRA- karbonat iyonları d i füzyonu vardır ancak eritro
sitlerdeki hızlı geçiş ve dengelenm e dışında hücre
SELÜLER TAMPON VE BÖBREK TÜBÜ- içinde bu iyonların ekstaseliiler sıvı ile d engelen
LER SIVI TAMPONU OLARAK ÖNEMİ m esi birkaç saati almaktadır. Bununla beraber
C 0 2 bütün hücre nıem branlarıııdan kolayca g eçe
Fosfat tam pon sistem i ekstraselüler sıvı tam ponu bilmektedir. B ikarbon at tam pon sistem inin ele
olarak büyük bir önem e sahip olm am asına rağ m anlarının bu difüzyonu, ekstraselüler pH d ü ze
men, böbrek tübüler sıvı ve intraselliiler sıvıların yinde değişim ler olduğu zam an iııtraselüler sıvıla
tam ponlanm asında başlıca rolü oynamaktadır. rın pH'sııun değişm esine neden olur. Bu nedenle
Fosfat tam pon sistem inin ana elem anları H2 P 0 4‘ hücreler içindeki tam pon sistem ler ekstraselüler
ve H P 0 4= olmaktadır. HC1 gibi kuvvetli asit bu iki sıvıların pIT değişim lerini de engeller ancak m ak
m adde karışımına ilave edildiğinde, H P 0 4=bazı ta simum olarak etkin olabilm eleri için birkaç saat
rafından hidrojen alınır ve II 2 P 0 4' oluşturulur: gereklidir.
Eritrositlerde hemoglobin en önemli tampondur:
IT O + Na2 H P 0 4 — > NaH 2 P 0 4 + NaCI
H++ H b ^ * = * r HITb
B u reaksiyon sonucund a kuvveüi asit HC1, za
y ıf asit NaIT2 P 0 4 ile yer değiştirir ve pH'daki aza Deneysel çalışmalar vücut sıvılarındaki toplam
lış m in im u m düzeyde tutulur. kimyasal tam ponlanıanm yüzde 60-70 kadarının
Tam pon sistem e NaOH gibi kuvvetli bir baz hücreler içinde olduğunu gösterm ektedir ve bu
girdiğinde OH', H 2 P 0 4' ile tam poıılanır ve H P 0 4= nun büyük çoğunluğu da iııtraselüler proteinler
+ H 20 oluşturur: den kaynaklanmaktadır. Ancak eritrositler hariç
hidrojen iyonlarının ve bikarbonat iyonlarının
NaOH + NaH 2 P 0 4 — » Na 2 H P 0 4 + H20 hücre nıem branlarından yavaş geçişi, iııtraselüler
proteinlerin eksüaselüler asit-baz anormalliklerini
B u durum da, kuvvetli baz NaOH zayıf bir baz
tamponlaıııadaki maksimum etkilerini birkaç saat
olan Na 2 I I P 0 4 ile yer değiştirerek pH ’daki artışın
geciktirir.
çok az düzeyde olm ası sağlanır.
Hücreler içindeki protein konsantrasyonunun
Fosfat tam pon sistem in pK değeri 6 ,8 ’dir ve bu
yüksekliği yanında tam ponlama güçlerine katkı sağ
d eğer vücut sıvılarının norm al pH değeri olan
layan diğer bir faktör de bu protein sistemlerindeki
7 ,4 ’ten fazla farklı değildir; bu ise sistem in m ak
pK değerinin 7,4 değerine oldukça yakın olmasıdır.
sim u m a yalcın tam ponlam a gücünde çalışm ası
n a im kan verir. Ancak ekstraselüler sıvıdaki k on
san trasyonu düşüktür ve b ik arb o n at tam pon İzohidrik Kural: Ortak Bir Solüsyondaki
konsantrasyonu nun yaklaşık sad ece yüzde 8 k a Tüm Tamponlar Aynı Hidrojen ¡yon
darıdır. Bu nedenle ekstraselüler sıvıdaki fosfat Konsantrasyonu ile Dengededir
sistem in in toplam tam ponlam a gücü, bikarb o
nat tam p on sistem ind en çok daha azdır. Vücut sıvılarındaki tampon sistemlerini bireysel olarak
Ekstraselüler sıvıdaki oldukça önemsiz rolünün etki yapıyormuş gibi inceliyoruz. Ancak hidrojen iyo
aksine olarak fosfat tam pon sistemi özellikle böbrek nu tüm sistemlerde reaksiyonlara ortak olduğundan
lerin tübüler sıvısında iki nedenle çok önemlidir: (1 ) tümü birlikte çalışır. Bu nedenle ekstraselüler sıvıda
fosfat genellikle tübüleıde yüksek konsantrasyona hidrojen iyon konsantrasyonunda bir değişiklik oldu
ulaşır ve böylece fosfat sisteminin tamponlama gü ğu zaman tampon sistemlerin dengesi aynı zamanda
BÖLÜM 30 • Asit-Baz Dengesinin Düzenlenmesi 351
% 85
^ > % 4 ,g
(215 mEq/gün)
J ı v
karbonat yiizdelerinin geri emilimi
ve geri emilen miliekivalan miktarla
rı da gösterilmektedir.
(1 mEq/gün)
354 ÜNİTE V • Böbrekler ve Vücut Sıvıları
karşılıklı değişimi ile tübüler sıvı içine hidrojen p eritiibüler kapiller kana ulaşır. B unu n n et s o
iyonu salgılarlar. Bu hidrojen iyonunun sekonder nucu ise tübüler lü m en e salgılanan h er bir h id
aktif salgılanm ası sodyum un luminal m em bran- rojen iyonu için bir bikarbonat iyonunu n kana
dan hücre içine geçişi ile birlikte olur ve konsant geçm esidir.
rasyon gradyanına karşı hidrojen iyon salgılanm a
sı için gerekli enerji sodyumu hücre içine çeken Filtre Edilen Bikarbonat İyonları
sodyum gradyanından sağlanır. Bu gradyan ba- Tübüllerdeki Hidrojen İyonları ile
zolaterai m em brand aki sodyum -potasyum ade- Etkileşim Sonucu Geri Emilirler
nozin tıifosfataz (ATPaz) pom pası ile oluşur. B i
karbonatın yüzde 9 0 ’ından fazlası bu şekilde ge Bikarbonat iyonları renal tübüler hücrelerin lü
ri alınırken tübüllerden hergün yaklaşık 3900 mi- m en tarafındaki m em branlarından kolayca geçe
liekivalan hid rojen iyonu salgılanm ası gerekir. m ezler; bıi nedenle glomerulusta fíltre edilen b i
Bununla beraber bu m ekanizm a tübiil sıvısında karbonat iyonları doğrudan geri em ilem ezler. B u
çok yüksek hidrojen iyon konsantrasyonu oluş nun yerine bikarbonat özel bir işlem ile geri em i
turm az; tübüler sıvı ancak tübüler sistem in son lir, bu işlem de önce hidrojen iyonları ile birleşerek
bölü m lerinde çok asidik hale gelir. H2 C 0 3 oluştururlar ve bu da sonunda Şekil 3 0 -5 ’te
Şekil 30-5 hidrojen iyon salgılanması işleminin görüldüğü gibi C 0 2 ve H 2 0 ’ya ayrılır.
nasıl bikarbonat geri emilimini gerçekleştirdiğini Bikarbonat iyonlarının bu reabsorpsiyonu glo
göstermektedir. Salgılanma işlemi C 0 2’nin tübüler m erulusta filtre edilen bikarbonat iyonları ve tü
hücrelere difüzyonu veya tübüler epitel hücrelerde büler h ü creler tarafınd an salgılan an h id ro jen
ki metabolizma ile başlar. C 0 2 karbonik anlıidraz iyonları arasında tübülleıde bir reaksiyon tarafın
enzimi etkisiyle H20 ile birleşerek H2 C 0 3 oluşturur dan başlatılır. Oluşturulan H 2 C 0 3 daha sonra C 0 2
ve bu da H C 03- ve H+’na disosiye olur. Hidrojen ve H2 0 ’ya disosiye olur. C 0 2 tübüler m em bran-
iyonları hücreden tübüler liimene sodyum-hidro- dan kolaylıkla geçebilir; bu ned enle hızla tübüler
jen karşılıklı değişimi ile salgılanır. Bu işlemde sod hücreye difüze olarak orada karbonik anlıidraz et
yum tübülün lümeninden hücre içine doğru hare kisi altında H20 ile birleşir ve yeni bir H 2 C 0 3 m o
ket eder ve önce hücre membranının lümen tara lekülü oluşturur. Bu oluşan H 2 C 0 3 disosiye olarak
fındaki kenarında taşıyıcı bir protein ile bağlanır; bikarbonat iyonu ve hidrojen iyonunu oluşturur
aynı zamanda hücre içinde bir hidrojen iyonu da ve oluşan bikarbonat iyonu bazolateral m e m b
aynı taşıyıcı proteine bağlanır. Sodyum düşük kon randan interstisyel sıvıya difüze olur ve oradan
santrasyon gradyanına karşı hücre içine bazolateral peritübüler kapiller kana geçer. Bu nedenle tübü
membrandaki sodyum-potasyum ATPaz pompası ler epitel hücrelerde bir hidrojen iyonu oluşturul
yardımıyla girer. Hücre içine doğru olan sodyum duğu za m an bir b ik arb on a t iyonu d a oluşturulur
ve k a n a geçirilir. Tübülleıe filtre edilen bikarbonat
gradyanı, aksi istikamette hücre içinden tübüler lü-
iyonları ile ekstıaselüler sıvıya geçen bikarbonat
m ene doğru hidrojen iyonu geçişi için enerji sağlar.
iyonları gerçekte ayııı olmadığı halde, bu reaksi
H ücre için d e oluşturulan bikarbon at iyonu
yonların net etkisi, tübüllerden bikarbonat iyonla
(h id rojen iyonu H 2 C 0 3'ten disosiye olduğu za
rının "reabsorpsiyonu”dur.
m an) bazolateral m em bran d an geçerek düşük
kon santrasyona doğru renal inteıstisyel sıvıya ve
Bikarbonat İyonları Tübüllerde Hidrojen İyonla
rına Karşı Titre Edilmektedir. Normal şartlar al
tında tübüler hidrojen iyon salgılanm a miktarı
Renal yaklaşık 4400 mEq/gün ve bikarbonat iyonlarının
Tübüler Tübüler
interstisyel I lümen flltrasyonu 4320 mEq/gün kadardır. Yani, tübülle-
sıvı hücreler
ıe giren bu iki iyonun miktarı h em en h em en eşit
Na+ + HCOj-
tir ve birbiri ile birleşerek C 0 2 ve H20 oluştururlar.
Bu nedenle tübüllerde bikarbonat iyonları ve hid
rojen iyonlarının norm alde birbirini "titre’' ettikle
ri söylenmektedir.
İdrarla atılacak hidrojen iyonlarının genellikle
hafif bir fazlalığı olm ası nedeniyle titrasyon işlem i
tübüllerde tanı değildir. Bu fazla hidrojen iyonları
(yaklaşık 80 mEq/gün) vücutta m etabolizm a tara
fından üretilen uçucu olmayan asitlerin atılm ası
dır. Aşağıda açıklandığı gibi, bu hid rojen iyonları
nın çoğu serbest hidrojen iyonları olarak değil, da
ha çok diğer ü ıiner tam ponlar, özellikle fosfat ve
Ş E K İL 30 • 5 am onyak ile birlikte atılırlar.
(1) Renal tiiBüller içine hidrojen iyonlarının aktif salgılanması, M etabolik alkalozda olduğu gibi idrarda hidro
(2) karbondioksit ve suyu oluşturmak amacıyla disosiye olan je n iyonlarından dalia fazla bikarbonat iyonları
karbonik asidi meydana getirmek için hidrojen iyonları ile bir varsa, fazla bikarbonat geri em ilem ez ve bu şekil
leşen bikarbonatın tübüler geri çinilimi ve (3) salgılanan hidro de fazla bikarbonat iyonları tübüllerde bırakılarak
jen iyonlarının karşılıklı değişiminde sodyum iyonlarının geri
emilimi için gerekli hücresel mekanizmalar. Bu mekanizma ile
sonuçta idrarla atılır ve bu işlem m etabolik alkalo-
hidrojen iyonu salgılanması proksimal tiibüller, Henle’nin kalın zun düzeltilm esine yardım eder.
çıkan kolu ve distal tübüllerin ilk bölümlerinde görülür. Asidozda, bikarbonat iyonları ile karşılaştırıldı
BÖLÜM 30 • Asit-Baz Dengesinin Düzenlenmesi 355
ğında fazla miktarda hidrojen iyonları vardır, bıı salgılanan her hidrojen iyonu için bir bikarbonat
durum bikarbonatın tam am ının reabsorpsiyoııu- iyonu geri emilir. Temel farklılık, nefronun ilk b ö
na neden olur ve fazla hidrojen iyonları ise idrarla lümlerindeki gibi karşılıklı değişim işlem i ile değil
atılır. Bu fazla hidrojen iyonları tübiillerde fosfat hidrojenin lüm en tarafındaki m em b ıan d an aktif
ve am onyak tarafından tamponların' ve sonuçta H+ pom pası ile geçişidir.
tuz olarak atılırlar. Bu şekilde böbreklerin asidoz Distal tübüllerin son kısımları ile toplayıcı ka
veya alkalozu düzeltmedeki tem el m ekanizm ası nallardaki hidrojen iyon salgılanm asının, salgıla
bikarbonat iyonuna karşı hidrojen iyonunun tam nan hidrojen iyonlarının sadece yüzde 5 kadarını
olm ayan bir şekilde ütrasyonudur ve bu ikisinden oluşturm asına rağm en, bu m ekanizm a m aksi
birini idrara geçirirken ekstraselüler sıvıdan uzak m um asidik bir idrar oluşum u için önemlidir.
laştırm ış olur. Proksimal tübiillerde büyük m iktarlard a hidrojen
iyonu salgılanm asına rağm en hid rojen iyon kon
Distal Tübüllerin Son Bölümleri ve Toplayı santrasyonu nefronun bu bölüm ünde sad ece üç
cı Kanallardaki İnterkale Hücrelerde Hidro veya dört kat artırılabilir. Diğer taraftan hidrojen
iyon konsantrasyonu toplayıcı kanallarda 900 ka
jen İyonlarının Primer Aktif Salgılanması
ta kadar artırılabilir. Bu işlem, tübüler sıvı pH de
ğerini normal böbreklerde oluşabilecek en düşük
D istal tübüllerin son kısımlarından başlayıp tübü pH olan yaklaşık 4 ,5 ’a düşürür.
ler sistem in kalan kısmında devam ederek tübüler
epitel hücreleri başlıca p rim er a k t if transport ile
hidrojen iyonları salgılarlar. Bu taşınm anın özel
likleri proksimal tübül ve ilen le kulbunda oldu FAZLA HİDROJEN İYONLARININ
ğundan farklıdır.
Prim er aktif hidrojen iyon salgılanm asının m e TÜBÜLLERDE FOSFAT VE A M O NYAK
kanizm ası Şekil 30-6’da gösterilmektedir. Bu işlem TAMPONLARI İLE BİRLEŞMESİ-YENİ
tübüler hücrelerin lüm eıı tarafındaki m em bıanla- BİKARBONAT İYONLARININ
ıın d a hidrojen iyonlarının, spesifik bir protein, OLUŞUMU İÇİN BİR M EKANİZM A
lıidrojen-taşıyan bir ATPaz, tarafından doğrudan
taşınm ası şeklinde oluşur. Hidrojen iyonlarının
Tübüler sıvıya filtre edilen bikarbonattan daha
pom palanm ası için gerekli enerji ATP’nin adeno-
fazla olarak hidrojen iyonları salgılandığuıda, hid
zin difosfata parçalanm asından elde edilir.
rojen iyonlarının sadece ufak bir bölü m ü idrarda
Hidrojen iyonlarının prim er aktif salgılanm ası
iyonik formda (H+) şeklinde atılabilir. Bunun n e
distal tübüllerin son kısımları ve toplayıcı kanal
deni, idrarın m inim um pH değeri yaklaşık 4,5 ka
lardaki interkale hücreler denen özel hücrelerde
dar olup bu da hidrojen iyon konsantrasyonu ola
oluşur. Bu hücrelerde hidrojen salgılanm ası iki
rak 10 4 '5 nıEq/litre veya 0,03 mEq/liüe’ye eşittir.
adım da gerçekleşir: ( 1 ) bu hücrelerdeki erimiş
Bu nedenle oluşturulan her litre idrar ile m aksi
C 0 2 H20 ile birleşerek I i 2 C 0 3 oluşturur ve (2 )
m um olarak yaklaşık sadece 0,03 miliekivalan ser
H 2 C 0 3 daha sonra, kana geıi em ilen bikarbonat
best hidrojen iyonu atılabilir. Eğer hid rojen iyonu
iyonlarına ve hidrojen ATPaz m ekanizm ası ile tü-
solüsyonda serbest olarak kalsaydı, m etabolizm a
b ü lle ıe salgılanan h id ro jen iyonlarına ayrılır.
sonucu lıergün oluşturulan 80 miliekivalan uçucu
Proksimal tübüllerdeki işlem lere benzer şekilde,
olmayan asidin atılması için yaklaşık 2667 litre id
rar çıkarılması gerekirdi.
Renal Tübüler Tübüler İdrarla büyük miktarlarda hid rojen iyonu atım ı
interstisyel hücreler lümen (bazen 500 ıııEq/giın kadar yüksek) genelde tübü
sıvı ler sıvıda hidrojen iyonlarının tam ponlarla birleşi
mi sonucu gerçekleştirilir. En önem li tam ponlar
c r-— cı- cr fosfat tam pon ve am onyak tam pondur. D aha az
önem e sahip üıat ve sitıat gibi daha zayıf tam pon
h c o 3~ + h+ - H+ sistem ler de vardır.
Hidrojen iyonları tübüler sıvıda bikarbonat ile
t
h 2c o 3 ütre edildiğinde, yukarıda açıklandığı gibi salgıla
t nan her hidrojen iyonu için, bu bir bikarbonat iyo
h2o nu geri emilimi ile sonuçlanır. Fakat idrarda fazla
+ Karbonik hidrojen iyonları varsa bunlar bikarbonat dışında
co 2 CO^nhidraz ki diğer tam ponlarla birleşir ve kana girebilen ye
ni bikarbonat iyonları üretim i ile işlem sonuçlanır.
Bu nedenle, ekstraselüler sıvıda fazla hidrojen
iyonları olduğu zam an böbrekler sad ece filtre edi
Ş E K İL 30 - 6
len bikarbonatın geri em ilim ini değil onun yanın
Distal tübüller ve toplayıcı kanalların epitel hücrelerinin lümen da yeni bikarbonat üretimini de yaparak asidoz
tarafındaki membranlarında hidrojen iyonlarının aktif transpor- durumunda ekstraselüler sıvıdaki bikarbonat kay
lu. Salgılanan her bir hidrojen iyonu için bir bikarbonat iyonu bının yerine konm asına yardım ederler. Gelecek
nun absorbe edildiği ve bir klor iyonunun hidrojen iyonu ile bir
likte pasif olarak salgılandığı görülmektedir. Bu mekanizma ile iki bölüm de yeni bikarbonat oluşum una yardımcı
hidrojen iyon salgılanması, distal tübüllerin son kısımları ile olan fosfat ve am onyak tam pon m ekanizm alar
toplayıcı kanallardaki interkale hücrelerde oluşmaktadır. açıklanın aktadır.
356 ÜNİTE V • Böbrekler ve Vücut Sıvıları
Bu ned enle hidrojen iyon salgılanm a hızı, b ö b mekanizmaları açıklandı. Bu bölümde ise anorm al
reklerin asit-baz lıom eostazındaki fonksiyonları bir durum oluştuğunda böbreklerin ekstraselüler
nı etkili bir şekilde oluşturabilm eleri için dikkatli sıvıların pH düzeyini nasıl ayarladığı anlatılacaktır.
bir şekilde düzenlenm elidir. Normal şartlarda Henderson-H asselbalch eşitliğine, yani eşitlik
böbrek tübülleri filtre edilen h em en h em en tüm (8 )'e dönersek, ekstıaselüler sıvıda H C 0 37 C 0 2
bikarbon atın geri em ilim i için en azından yeterli oranı azalıp pH düzeyinde bir azalm aya neden
hidrojen iyonu salgılam alıdır ve vücutta m eta b o olursa asidoz oluştuğu görülmektedir. Eğer bu
lizm a sonucu hergün üretilen uçucu olm ayan oran H C O 3 ' düzeyinde bir düşüş nedeniyle azalır
asitlerin titre edilebilir asit veya NH4+ olarak atıl sa bu tip asidoza nıetabolik asidoz denilmektedir.
m ası için yeterli hid rojen iyonu kalmalıdır. Eğer P C 0 2 düzeyindeki bir artış nedeniyle pH dü
Alkalozda, hidrojen iyonunun tü bü ler sekıes- şerse bu tip asidoza ise solunum sal asidoz denir.
yonu, bikarbonat geri em ilim inin tam olarak ger
çekleşem eyeceği kadar düşük bir düzeye indiri
lerek, böbreklerin bikarbonat atılm asını artırm a Asidoz Böbrek Tübüler Sıvısındaki
larına im kan verir. Bu durum da titre edilebilir HCO3' /H + Oranını Azaltır
asit ve am onyak atılm az, çünkü b ikaıb o n at-o l-
m ayan tam ponlarla bağlanacak fazla hidrojen Solunumsal veya nıetabolik her iki tip asidoz duru
iyonu yoktur ve bu ned enle alkalozda idrara yeni mu da renal tübüler sıvıda bikarbonat-hidrojen
bikarbonat ilavesi olm az. Diğer taraftan, asidoz- iyonları oranında azalışa neden olur. Sonuçta, renal
da, tübüler hidrojen iyon salgılanm ası tüm filtre tübüllerde fazla hidrojen iyonları vardır ve bu bikar
edilen bikarbonatı geri alm aya y etecek kadar ar bonat iyonlarının tümünün geri emilimine neden
tırılm alı ve yine de büyük m iktarlarda NH4+ ve olur ve yine de idrar tamponları NH4+ ve H P 04= ile
titre edilebilir asit salgılam ak için yeterli hidrojen bağlanacak ilave hidrojen iyonları da kalır. Böylece,
iyonları bırakılm alı ve böylece kana çok m iktarda asidozda böbrekler tüm filtre edilen bikarbonatı geri
bikarbonat geçişine katkıda bulunulm alıdır. alilken NH4+ ve titre edilebilir asit oluşumu vasıta
Asidozda tübüllerden hidrojen iyon salgısının sıyla yeni bikarbonat oluşumuna da katla sağlarlar.
artırılm ası için en önem li uyarımlar; (1) ekstıa- Metabolik asidozda, bikarbonat iyonlarının aza
selüler sıvıda PC02 düzeyindeki bir artış ve (2) lan filtrasyonu nedeniyle tübüler sıvıda bikarbonat
ekstraseliller sıvının hidrojen iyon koıısantrasyo- iyonlarından daha çok hidrojen iyonu buluııuı: Bu
nundaki bir artıştır (diişük pH). azalmış bikarbonat iyon filtrasyonu, bikarbonat
Tübüler hücreler kandaki P C 0 2 artışına solu konsantrasyonunun ekstraselüler sıvıda azalışı n e
num asidozunda olduğu gibi doğrudan tepki gös deniyle olur.
tererek hidrojen iyon atım hızını şu şekilde artırır Solunumsal asidozda tübüler sıvıdaki fazla hid
lar: Artan P C 0 2 tübüler hücrelerdeki P C 0 2 düzeyi rojen iyonu genellikle hidrojen iyonu salgılanması
ni de artırarak tübüler hücrelerde H+ oluşumunu nı stimüle edeıı ekstraselüler sıvı PCO2 düzeyindeki
artırır ve bunun sonucu hidrojen iyonu atılm asını artışa bağlıdır.
stim üle eder. Hidrojen iyon salgısını stim üle eden Daha önce açıklandığı gibi, ister solunuma bağlı
ikinci faktör, ekstıaselüler sıvı hidrojen iyon kon veya ister metabolik olsun, kronik asidozda NH4+
santrasyonundaki artıştır (dü şü kpH). üretiminde bir artış vardır ve bu da hidrojen iyonla
Bazı fizyopatolojik şarüarda hid rojen iyon sal rının atılmasına ilave katkı sağlar ve ekstraselüler sı
gısını artıran özel bir faktör aşırı a ld o steıo n salgı vıya yeni bikarbonat eklenmesini tem in eder. Şid
sıdır. Aldosteron toplayıcı kanallardaki inteıkale detli kronik asidozda 500 mEq/gün kadar yüksek
hücrelerden hidrojen iyonu salgılanm asını sti düzeyde hidrojen iyonu idrarla genellikle NH4+ for
m üle eder. Böylece Conn sendrom unda olduğu munda atılırken, bunun karşılığında 500 mEq/gün
gibi, aşırı ald osteıon salgısı tübüler sıvıya fazla kadar yeni bikarbonatın kana eklenmesine katkıda
hidrojen iyonu salgılanm asına ned en olur ve b u bulunulmuş olur.
nun son u cu nd a da kana eklen en bikarb o n at Dolayısıyla, kronik asidozda, tübiiller tarafından
m iktarı artar. Aşırı ald o steıo n salgısı olan h a sta artmış hidrojen iyonu sekresyonu vücuttan fazla
larda bu durum genellikle alkaloza ned en olur. hidrojen iyonlarının uzaklaştırılmasına ve ekstrase
A lkalozda h id ro jen iyonu salg ılan m asın d a lüler sıvıdaki bikarbonat iyonlarının m iktarının ar
azalm a vardır. Bu durum, solunum sal alkalozda tırılmasına yardım eder. Bu da bikarbonat tampon
olduğu gibi ekstraselüler P C 0 2 azalışı sonucunda sisteminin bikarbonat bölümünü artırarak, Hen
veya lıen ı solunum sal lıem de nıetabolik alkaloz derson-Hasselbalch denklemine uygun olarak ekst
da olduğu gibi hidrojen iyon konsantrasyonunda raselüler pH’yı yükseltip asidozu düzeltir. Eğer asi
azalm a sonucunda oluşur. doz metabolik kaynaklı ise, akciğerler tarafından ek
bir düzenleme ile azaltılan P C 0 2 de asidozu düzelt
meye yardım eder.
ASİDOZUN RENAL DÜZELTİLMESİ- Tablo 30-2, hem solunumsal ve nıetabolik asidoz
hem de solunumsal ve metabolik alkaloz ile ilişkili
HİDROJEN İYON ATIMININ ARTIŞI VE özellikleri özetlemektedir ve bunlar gelecek bölüm
EKSTRASELÜLER SIVIYA de anlatılacaktır. Solunumsal asidozda pH'da bir
BİKARBONAT İYONU İLAVESİ düşüş, ekstraselüler sıvı hidrojen iyon konsantras
yonunda bir artış ve asidozun başlangıç nedeni
Şimdiye kadar böbreklerin hidrojen iyonlarının olan P C 02’de bir artış olduğuna dikkat edilmelidir.
salgılanma ve bikarbonat iyonlarının geri emilim Düzenleyici yanıt, böbreklerden ekstraselüler sıvıya
BÖLÜM 30 • Asit-Baz Dengesinin Düzenlenmesi 359
patolojik şartlar nedeniyle görülür. Ancak çoğu kez Besinlerle A sit Alımı. Nadiren besinlerle çok miktar
psikonöroz, bir şahsı alkaloza sokacak derecede aşırı larda asit alınır. Bununla beraber bazen bazı asidik ze
hızlı solunuma neden olabilir. Keza bir şahıs yüksek ir- hirlerin alınması ile oluşan zehirlenme sonucunda da
tifaya çıktığında da fizyolojik bir alkaloz oluşur. Hava şiddetli metabolik asidoz görülebilir. Bunların bazıları
daki düşük oksijen içeriği solunumu stimüle ederek asetilsalisilik asit (aspirin) ve metil alkoldür (metaboli
fazla C0 2 atılmasına ve hafif solunumsal alkaloza ne ze olduğunda foımik asit oluşturur).
den olur. Bir kez daha tekrarlayacak olursak, temel dü
zenleme mekanizmaları vücut sıvılarındaki kimyasal Kronik Renal Yetersizlik. Böbrek fonksiyonları belir
tamponlar ve böbreklerin bikarbonat atımını artırma gin şekilde yetersizleşirse vücut sıvılarında böbrekle
yeteneğidir. rin atamadığı zayıf asitlerin anyonları birikir. Buna
ilave olarak glomeruler filtrasyoıı hızının azalması
Metabolik Asidoz Ekstraselüler Sıvı Bikarbonat fosfat ve NH4+ atımını da düşürür ve vücut sıvılarına
Konsantrasyonunun Azalması Sonucu Oluşur eklenen bikarbonat miktarı da azalır. Bu nedenlerle
kronik renal yetersizlik şiddetli metabolik asidoz ile
Metabolik asidoz terimi, vücut sıvılarında fazla C02 birlikte olabilir.
oluşumunun neden olduğu durum hariç, tüm diğer
tipteki asidoz durumlarını kapsamaktadır. Metabolik Metabolik Alkaloz Ekstraselüler
asidoz çeşitli genel nedenler sonucu oluşabilir: (1 ) Sıvı Bikarbonat Konsantrasyonunun
Normalde vücutta oluşan metabolik asitlerin böbrek Artması Sonucu Oluşur.
ler tarafından anlamaması, (2 ) vücutta fazla miktarda
metabolik asit oluşumu, (3) vücuttaki metabolik asitle Vücutta fazla bikarbonat birikimi veya fazla hidrojen iyo
re sindirim veya iııfüzyon yoluyla asit ilavesi ve (4) vü nu kaybı oluşursa metabolik alkaloz ile sonuçlanır. Meta
cut sıvılarına asit ilavesi edilmesi ile aynı etkiye sahip bolik alkaloz metabolik asidoz kadar sık görülmez. Meta
olan, vücut sıvılarından baz kaybı. Metabolik asidoza bolik alkalozun bazı nedenleri de aşağıda verilmiştir.
neden olan bazı özel durumlar aşağıda verilmiştir.
Diüretikler (Karbonik Anhidraz İnhibitörleri Hariç)
Renal Tübüler Asidoz. Bu tip asidoz böbreklerde hid Verilmesi İle Oluşan Alkaloz. Tüm diüretikler tlibiil-
rojen iyon atımı veya bikarbonat geri emiliminde ya lerde sıvı akışını artırırlar, özellikle distal tübiil ve top
hut her ikisinde de olan bir düzensizlik sonucu oluşur. layıcı kanallarda sıvı akışının hızlanmasına neden
Bu bozukluk genelde iki tiptedir: (1) idrarla bikarbonat olurlar. Bu da nefronun bu bölümlerinde sodyum
atılmasına neden olan renal tübüler bikarbonat geri iyonlarının geri emilimini artırır. Bu bölümlerde sod
emiliminin yetmezliği, veya (2 ) normal asidik idıar çı yum geri emilimi hidrojen iyon salgılanması ile karşı
karılmasını sağlayan renal tübüler hidrojen salgılama lıklı olduğundan, artan sodyum geri emilimi hidrojen
mekanizmasının yetersizliği nedeniyle alkali idrar çı iyon salgılanmasının ve bikarbonat geri emiliminin ar
karılması. Bu durumda yetersiz miktarda titre edilebi tışına yol açar. Bu değişiklikler ekstraselüler sıvı bikar
lir asit ve NH4+ atılır ve bu nedenle vücut sıvılarında bonat konsantrasyonunda artış ile alkaloz oluşumuna
net asit birikimi oluşur. Renal tübüler asidozun bazı neden olur.
nedenleri arasında kronik böbrek yetmezliği, aldoste-
ron sekresyonunda yetersizlik (Addison hastalığı) ve Fazla Aldosteron Metabolik Alkaloz Oluşturur. Adre
Fanconi sendromu gibi tübüler fonksiyonları bozan nal bezler tarafından büyük miktarda aldosteron salgı
çeşitli heıediterve ediıısel bozukluklar bulunmaktadır. landığında hafif bir metabolik alkaloz gelişir. Daha önce
anlatıldığı gibi aldosteron distal tübiil ve toplayıcı kanal
Diyare. Şiddetli diyaıe metabolik asidozun olasılıkla larda sodyum geri emilimini artırır ve aynı zamanda da
en fazla görülen nedenidir. Bu asidozun sebebi feçes ile toplayıcı kanallardaki hücrelerden hidrojen iyon salgı
büyük miktarlarda sodyum bikarbonat kaybıdır. Gast- lanmasını stimüle eder. Hidrojen iyon salgılanmasının
ıointestinal salgılar normalde çok miktarda bikarbo bu artışı hidrojen iyonlanmn atılmasını da arürır ve böy
nat içerir ve diyare bu bikarbonat iyonlarının vücuttan lece metabolik alkaloza neden olur.
atılmasına neden olur ki bu da idrarla büyük miktar
larda bikarbonat kaybı gibi aynı etkiye sahiptir. Meta Gastrik İçeriğin Kusulması Metabolik Alkaloz O luş
bolik asidozun bu formu genelde çok ağırdır ve özellik turur. Gastrointestinal kanalın alt bölümlerinin içeriği
le küçük çocuklarda ölüme neden olabilir. olmaksızın sadece mide içeriğinin kusulması, mide
mukozası tarafından salgılanan HC1 kaybına neden
İntestinal İçeriğin Kusulması. Sadece gastıik içeriğin olur. Bunun net sonucu ekstraselüler sıvıdan asit kay
kusma ile çıkarılması, mide salgısı çok asidik olduğun bı ve metabolik alkaloz oluşumudur. Bu tip alkaloz
dan, asit kaybına ve alkaloza doğrıı bir gidişe neden özellikle hipertrofık pilor sfinkteıi kasları ile oluşan pi-
olur. Ancak gastıointestinal kanalın daha alt kısımla lor obstrüksiyoııuna sahip yeni doğanlarda meydana
rından bazen oluşabilen büyük miktarlardaki kusma gelir.
lar da bikarbonat kaybına yol açar ve diyarede olduğu
gibi asidoza neden olur. Alkali İlaçların Alım ıyla Oluşan M etabolik Alkaloz.
Metabolik alkolozun en yaygın nedenlerinden biri
Diabetes Mellitus. Pankreastan salgılanan iıısülin sal gastrit veya peptik ülser tedavisi nedeniyle sodyum bi
gısının eksikliği ile oluşan diabetes mellitus, glikozun karbonat gibi alkali ilaçların tüketilmesidir.
metabolizma için normal kullanımını engeller. Bunun
yerine bazı yağlar asetoasetik aside parçalanır ve do
kularda glikoz yerine enerji kaynağı olarak kullanılır. A S İD O Z V E Y A A LK A LO Z T E D A V İS İ
Şiddetli diabetes mellitusta kan asetoasetik asit düzey
leri çok yükselerek metabolik asidoza neden olabilir. Asidoz veya alkaloz için en iyi tedavi anormalliğe neden
Bu asidozu önlemek için idrarla bazen 500 mmol/gün olan durumu düzeltmektir. Bu işlem, özellikle akciğer
kadar yüksek miktarlarda asit atılır. fonksiyonlarının bozukluğu veya böbrek yetersizliğine
BÖLÜM 30 • Asit-Baz Dengesinin Düzenlenmesi 361
neden olan kronik hallerde çoğunlukla zor olabilir. Böy bozukluk asidoz ise ve plazma PC0 2 düzeyi artmışsa
le durumlarda ekstraselüler sıvıdaki fazla asit veya bazı asidoz solunuma bağlı olmalıdır. Renal düzenlemeden
nötralize etmek için çeşitli maddeler kullanılabilir. sonra solunumsal asidozda plazma bikarbonat kon
Fazla asidi nötralize etmek için ağızdan büyük mik santrasyonu normalin üzerine çıkabilir. Bu nedenle,
tarlarda sodyum bikarbonat verilebilir. Sodyum bikar basit bir solunumsal asidozda kısmi renal düzenleme
bonat gastrointestinal kanaldan kana emilir ve bikar den sonra beklenen değerler, düşük plazma pH düzeyi,
bonat tampon sisteminin bikarbonat bölümünü artı artmış PC0 2 ve artmış plazma bikarbonat konsantras
rarak pH düzeyini normale doğru yükseltir. Sodyum yonu olacaktır.
bikarbonat intravenöz olarak da verilebilir, ancak böy Metabolik asidoz için de plazma pH düzeyinde bir
le bir tedavinin fizyolojik olarak potansiyel tehlikeleri azalma olacaktır. Bununla beraber, metabolik asidoz
nedeniyle bunun yerine sodyum laktatve sodyum glu- da başlıca anomali plazma bikarbonat konsantrasyo
konat gibi diğer maddeler daha fazla kullanılır. Bu mo nundaki bir düşüştür. Bu nedenle, düşük bikarbonat
leküllerin laktat ve glukoııat bölümleri vücutta meta konsantrasyonu düşük bir pH ile birlikte ise, asidoza
bolize olarak sodyumu ekstraselüler sıvılar içinde sod sebep metabolik bir etken olmalıdır. Basit metabolik
yum bikarbonat formunda bırakırlar ve böylece sıvı asidozda, solunumsal asidozdaki PC0 2 artışının aksine
lardaki pH düzeyini normale döndürürler. olarak, kısmi solunumsal düzenlemeden sonra düşük
Alkaloz tedavisi için ağızdan amonyum A'/orür veri pH, düşük plazma bikarbonat konsantrasyonu ve PC0 2
lebilir. Amonyum kloıür kana absoıbe edildikten son düzeyinde azalma beklenecektir.
ra amonyak bölümü karaciğerde üreye çevrilir. Bu re Alkaloz tiplerini sınıflandırma işlemleri aynı temel
aksiyon HCl oluşturur ve serbest kalan HCl hemen vü aşamaları kapsamaktadır. Birincisi alkalozda plazma
cut sıvılarındaki tamponlar ile reaksiyona girer ve hid pH düzeyinde bir artış olmasıdır. Eğer pH düzeyindeki
rojen iyon konsantrasyonunu asidik yöne çeker. artış PC0 2 azalışı ile ilişkili ise, alkalozda solunuma
Amonyum klorür bazen intravenöz olarak da verilir, bağlı bir neden olmalıdır. Buna karşılık, pH düzeyin
ancak amonyum iyonu aynı zamanda çok toksiktir ve deki artış artan H C O 3 ' ile ilişkili ise, alkalozda metabo
bu işlem tehlikeli olabilir. Ender olarak kullanılan diğer lik bir neden olmalıdır. Bıı nedenle, basit solunumsal
bir madde de lizin monohidrokloriirdür. alkalozda normale göre şu plazma değerleri beklenebi
lir: artmış pH, azalmış PCÖ2 ve düşük plazm a HCO3
konsantrasyonu. Basit metabolik alkalozda ise yüksek
pH, artmış plazma HCO3 konsantrasyonu ve artmış
ASİT-BAZ BOZUKLUKLARININ ANALİZİ VE PC0 2 beklenecektir.
KLİNİK ÖLÇÜMLER
Karışık Asit-Baz Bozuklukları ve Tanı için
Asit-baz bozukluklarının uygun tedavisi iyi bir teşhis Asit-Baz Nomogramının Kullanımı
gerektirir. Yukarıda açıklanan basit bir asit-baz bozuk
luğu için aı teıiyel kan örneğinde üç kriterin analizin Bazı durumlarda asit-baz bozuklukları uygun düzenle
den teşhis yapılabilir: pH, plazma bikarbonat konsant yici yanıtlarla birlikte olmaz. Böyle olduğunda bozuk
rasyonu ve PC02. luğa karışık asit-baz bozukluğu denilmektedir. Bunun
Şekil 30-10’da görüldüğü gibi basit asit-baz bozukluk anlamı asit-baz bozukluğu için iki veya daha fazla ne
larının teşhisi çeşitli aşamaları içermektedir. Bozuklu denin olmasıdır. Örneğin düşük pH'lı bir hasta asido-
ğun asidoz veya alkaloz olduğu pH düzeyinin incelen tik olarak sınıflandırılır. Eğer bozukluk metabolik ne
mesi ile belirlenebilir. 7,4’ten düşük bir pH düzeyi asi- denle olmuşsa, buna düşük plazma bikarbonat kon
dozu gösterirken, 7,4’ten fazla pH ise alkalozu belirtir. santrasyonu ve uygun solunum düzenlemesinden
İkinci adım plazma PC0 2 düzeyini ve bikarbonat sonra ise düşük PC0 2 eşlik edecektir. Ancak, eğer dü
konsantrasyonunu incelemektir. PC0 2 için normal de şük plazma pH ve düşük bikarbonat konsantrasyonu
ğer 40 mmHg ve bikarbonat için 24 mEq/litredir. Eğer artmış PC0 2 ile birlikte ise, asidoza yol açan metabolik
Asidoz Alkaloz
HCO3 HCO3
PCO2
<40 mm Hg
Ş E K İL 3 0 - 1 0
Solunumsal Renal Solunumsal Renal
Basit asit-baz bozukluklarının analizi. Eğer düzen Düzenleme Düzenleme Düzenleme Düzenleme
leyici yanıtlar şeklin altında görülenlerden belirgin
Pco2 h c o 2- Pco2 h c o 2-
olarak farklı iseler karışık bir asit-baz bozukluğu
beklenebilir. <40 mm Hg >24 mEq/Lt >40 mm Hg <24 mEq/Lt
362 ÜNİTE V • Böbrekler ve Vücut Sıvıları
bir nedenin yanısııa solunuma bağlı bir nedenin de ol değerleri içerdiğini düşünelim: pH 7,30, plazma bikar
duğu beklenebilecektir. Bu nedenle bozukluk, karışık bonat konsantrasyonu 12,0 mEq/litre ve plazma PCO2
bir asidoz olarak sınıflandırılacaktır. Örneğin diyaıe 25 ııımHg. Bu değerler ile nomograma bakıldığında
nedeni ile gastrointestinal kanaldan akut bikarbonat basit bir metabolik asidoz olduğu, uygun solunumsal
kaybı olan bir hastada oluşan metabolik asidoza ilave kompansasyonunun PC0 2 değerini normal değer olan
ten amfizem olabilir ve beraberinde solunumsal asi 40 mmHg’dan 25 mmHg'ya düşürdüğü görülebilir.
doz oluşumu görülebilir. İkinci bir örnek şu değerlere sahip bir hasta olsun:
Asit-baz bozukluklarını teşhis için uygun bir yol şe pH 7,15, plazma bikarbonat konsantrasyonu 7
kil 30-11'de görüldüğü gibi bir asit-baz nomogramının mEq/litre ve plazma PCÖ2 düzeyi 50 mnıHg. Bu örnek
kullanımıdır. Bu şekil bir kişideki asidoz veya alkaloz te hasta asidotiktir ve plazma bikarbonat konsantras
tipini ve şiddetini belirlemede kullanılır. Bu asit-baz yonu normal değer olan 24 mEq/litreden düşük oldu
diyagramında Henderson-Hasselbalch eşitliğine göre ğundan metabolik bir nedenin olabileceği görülür. An
pH, bikarbonat konsantrasyonu ve PC0 2 değerleri bir cak normalde PC0 2 değerini düşürecek solunum kom-
birini kesmektedir. Merkezdeki açık daire normal de pansasyonu yoktur ve PC0 2 normal değer olan 40
ğerleri ve normal sınırlar içinde kabul edilebilecek mmHg’nın hafifçe üzerine çıkmıştır. Bu durum, meta
sapmaları göstermektedir. Şekildeki gölgeli alanlar ba bolik asidoz ile birlikte asidozun bir solunumsal nede
sit metabolik ve solunumsal bozukluklara karşı olan ninin de olduğu karışık asit-baz bozukluklarında mev
normal düzenleyici yanıtların %95’lik güvenlik sınırla cuttur.
rını göstermektedir. Asit-baz nomogramı, anormal pH, PC0 2 ve plazma
Bu şekil kullanıldığında tam bir düzenleyici yanıtın bikarbonat konsantrasyonu oluşturan bozuklukların
(kompansasyon) oluşumu için yeterli sürenin geçtiği tipini ve şiddetini belirlemede hızlı bir yöntem olarak
varsayılmalıdır. Bu süreler, primer metabolik bozuk kullanılmaktadır. Klinik ortamda, hastanın anlattıkları
luklarda solunumsal kompansasyon için 6 - 1 2 saat ve ve diğer fiziksel bulgular da asit-baz bozukluklarının
başlıca solunuma bağlı bozukluklarda metabolik kom nedenleri ve tedavisiyle ilgili önemli ipuçlarını sağla
pansasyon için 3-5 gündür. Eğer söz konusu değer ko maktadır.
yu bölgelerde ise, basit bir asit-baz bozukluğu olabile
ceğini gösterir. Diğer taraftan pH, bikarbonat veya Asit-Baz Bozukluklarının Tanısında
PCO2 değerleri koyu bölgelerin dışında yer almışsa bu Anyon Farkının Kullanılması
durum karışık bir asit-baz bozukluğu olabileceğini be
lirtir. Elektriksel ııötraliteyi sağlamak için plazmadaki anyon
Gölgeli bölgelerde bir asit-baz değerinin bulunması, ve katyon konsantrasyonlarının eşit olması gereklidir.
o bozukluğun daima basit bir asit-baz bozukluğu ol Dolayısıyla, plazmada gerçek bir "anyon farkı” yoktur.
duğu anlamına gelmediği bilinmelidir. Bu durum akıl Ancak, klinik laboratuvarlarda sadece bazı belirli kat
da tutularak asit-baz nomogramı bir asit-baz bozuklu yon ve anyonlar rutin olarak ölçülmektedir. Normalde
ğunun spesifik tipi ve ağırlığını belirlemede hızlı bir ölçülen katyon Na+ve anyonlar da CE ve HC0 3 'dır. An
yöntem olarak kullanılabilir. yon farjcı (ki bu tanısal bir kavramdır) ölçülmeyen an
Örneğin bir hastadan alınan arteriyel plazmanın şu yonlar ile ölçülmeyen katyonlar arasındaki farktır ve
yaklaşık olarak hesaplandığında:
0
7.20 7.30 7.40 7.50 7.60 7.70 7.80
TABLO 30 • 3
Arteryel kan pH değeri
Normal veya Artmış Plazma Anyon Farkıyla Birlikte
Ş E K İL 30 - 11 Olan Metabolik Asidoz
Arteryel kan p l l ’sı arteryel plazma H C03- ve PC02 değerlerim Artmış Anyon Farkı Normal Anyon Farkı
gösteren asit-baz nomogramı. Ortadaki açık bölüm normal şa (Normokloremi) (Hiperkloremi) .
hıslardaki asit-baz durumu için uygun sınırları göstermektedir. Diabetes mellitus (ketoasidoz) Diyare
Nomogramdaki gölgeli bölgeler ise basit metabolik ve solunu Laktik asidoz Renal tübüler asidoz
ma bağlı bozukluklardaki normal koıııpanzasyon için uygun sı Kronik böbrek yetmezliği
nırlar ıgöstermektedir. Gölgeli bölgeler dışında kalan değerler Aspirin (asetilsalisilik asit) zehirlenmesi
için karışık asit-baz bozukluğu durumundan ştiphelenilmelidir. Metil alkol zehirlenmesi
(Cogan MC, Rector FC, Jr. Acide-Base Disorders in tlıe Kidney 3 Etilen glikol zehirlenmesi
rd ed. W.B. Sounders Co., 1986’dan uyarlanmıştır.)
BÖLÜM 30 • Asit-Baz Dengesinin Düzenlenmesi 363
santıasyonu (ya Cl' ya da ölçülmeyen bir anyon) elekt- dır. Metabolik asidoz uçucu olmayan asitlerde artış (HCl
ronötraliteyi korumak için artmak zorundadır. Eğer hariç)ile oluşmuşsa, örneğin laktik asit veya ketoasitler
plazma Cl ’u plazma HC03‘’mdaki düşmeyle orantılı gibi, plazma anyon farkı artacaktır çünkü HCCV'daki
olarak artarsa, anyon farkı normal kalacaktır, ve buna düşüş Cl ’daki eşit bir aıtış ile eşleşmemiştir. Normal ya
sıklıkla hiperkloremik metabolik asidoz denmektedir. da artmış anyon farkı ile birlikte olan bazı metabolik asi
Eğer plazma HCCV'mdaki azalmaya artmış Cl' eşlik doz örnekleri Tablo 30-3'de gösterilmiştir. Anyon faikını
etmezse, ölçülmeyen anyonların düzeyleri artmalıdır ve hesaplayarak metabolik asidozun olası sebeplerinin ba
sonuçta da hesaplanan anyon farkında bir artış olmalı zılarına sınırlama getirmemiz mümkün olabilir.
REFERANSLAR
Alpcrn, R. J., and Rector, F. C., Jr.: Renal Philadelphia: YVB Saunders Co, 1996. ebisch G (eds): The Kidney: Physi
acidification: Cellular mechanisms of Galla, J. H., et al.: Adaptations to chloride ology and Pathophysiology. 2nd ed.
tubular transport and regulation. In depletion alkalosis. Am. J. Physiol., New York: Raven Press. 1992.
Windhager, E. E. (ed.): Handbook of 261:11771, 1991. Rose, B. D.: Clinical physiology' of acid,
Physiology', Section 8. Renal Physi Gennari FJ, Maddox DA: Renal regulati base and electrolyte disorders.
ology. New York, Oxford University on of acid-base homeostasis: integra McGraw-IIill, Inc., New York, 1994.
Press, 1992. ted response. In: Seldin DYV, Giebisch Schuster, V. L.: Function and regulation
Alpern RJ, Rector PC Jr: Renal acidificati G (eds): The Kidney: Physiology' and of collecting duct intercalated cells.
on m echanism s. In: Brenner BM, Pathophysiology. 2nd ed. New York: Annu. Rev. Physiol., 55:267, 1993.
Rector PC (eds): The Kidney. 5th ed. Raven Press, 1992. Schwartz, J. H.: Renal acid-base transport:
Philadelphia: WB Saunders Co, 1996. Good DYV: Ammonium transport by the The regulatory role of the inner m e
Boron WF: Control of intracellular pH. thick ascending limb of Henle’s loop. dullary collecting duct. Kidney Int.,
In: Seldin DYV, Giebisch G (eds): The Ann Rev Physiol 56:623, 1994. 47:333, 1995.
Kidney: Physiology and Pathophysi Halperin, M. L., and Goldstein, M. B.: Y'ander, A. T.: Renal Physiology, 4th Ed.
ology. 2nd ed. New York: Raven Press, Fluid, Electrolyte and Acid-Base New York, McGraw-Hill, 1991.
1992. Physiology', 2nd Ed. Philadelphia, YV. YVeinman, E. J., and Shenolikan S.: Regu
DuBose TD Jr, Cogan MG, Rector PC Jr: B. Saunders Co., 1994. lation of the renal brush border
Acid-base disorders. In: Brenner BM, Madias NE, Cohen JJ: Respiratory alkalo membrane Na+-H+ exchanger. Annu.
Rector PC (eds): The Kidney 5th ed. sis and acidosis. In: Seldin DYV, Gi Rev. Physiol., 55:289, 1993.
tan oluşmuştur. Bu bölgedeki kasa internalsfînkterdenir.
MİKSİYON Bunun doğal tonusu kesenin boynuna ve posteriyor
üretı aya normalde idrarın geçişini engeller ve bu neden
le kesenin gövdesinde basınç kritik bir eşik değerin üze
Miksiyon (idrar çıkarma, işeme) idrar kesesi (mesane) rine çıkıncaya kadar da kesenin boşalmasını engeller.
dolduğunda onun boşaltılması işlemidir. Bu işlem iki Posteriyor üretradan sonra iiretra ürogenital diyaf
ana adımı içermektedir: ( 1 ) idrar kesesi, duvarındaki ge ramdan geçer. Burada kesenin eksternal sfinkteri deni
rim eşik düzeyin üzerine çıkıncaya kadar, yavaş yavaş len bir kas tabakası bulunmaktadır. Sadece düz kas
dolar, bu daha sonra ikinci adımı başlatır, (2 ) idrar kese içeren kesenin gövdesi ve boynun aksine bu kas istem
sini boşaltan miksiyon refleksi denilen sinirsel bir refleks li çizgili kastan oluşmaktadır. Eksternal sfinkter kası si
oluşur veya eğer bu gerçekleşmezse, en azından bilinçli nir sisteminin istemli kontrolü altındadır ve istemsiz
idrar çıkarma arzusu dogmasına neden olur. Miksiyon kontroller keseyi boşaltma teşebbüsünde olduğunda
refleksi otonom medulla spiııalis refleksi olmasına rağ bile istemli olarak idrar çıkarılmasını engelleyebilir.
men, serebral koıteks veya beyin sapındaki merkezler
tarafından inhibe edilebilir veya kolaylaştırılabilir.
İdrar Kesesinin İnervasyonu
İdrar kesesinin başlıca inervasyonu pelvik sinirlerle
İDRAR KESESİNİN FİZYOLOJİK olur. Bu sinirler, sakral pleksus vasıtasıyla medulla spi-
ANATOMİSİ VE SİNİRSEL BAĞLANTILARI nalise S-2 ve S-3 sakral segmeııtleriyle bağlanır. Pelvik
sinirler içinde dıtysal ve motor lifler bulunmaktadır.
İdrar kesesi (mesane) Şekil 31-1’de görüldüğü gibi iki Duysal lifler kese duvarının gerginliğinin derecesini al
ana parçadan oluşan bir düz kas haznesinden oluş gılarlar. Posteriyor üretradan gelen gerginlik sinyalleri
maktadır: ( 1 ) idrarın toplandığı temel bölüm olan göv özellikle güçlüdiir ve kesenin boşaltılmasını sağlayan
de ve (2 ) gövdenin huni şeklindeki uzantısı olan boyun reflekslerin başlatılmasından sorumludur.
ürogenital üçgenden öne ve aşağıya uzanarak üretıaya Pelvik sinirlerdeki motor sinirler parasem patik lifler
bağlanmaktadır. İdrar kesesinin boynunun alt kısmına dir. Bunlar kese duvarında bulunan gangliyonlaıda
iiretra ile bağlantısı nedeniyle posteriyor i'ıretra da de sonlaııırlar. Kısa postganliyoner sinirler daha sonra
nilmektedir. detrusor kası ineı ve ederler.
İdrar kesesinin düz kasına detrıısor kası denilmekte Pelvik sinirlere ilave olarak kesenin fonksiyonu için
dir. Bu kasın lifleri tüm yönlere doğru uzanır ve kasıldı önemli diğer iki tip inversayoıı daha vardır. En önemlisi
ğında kese içinde basıncı 40-60 mmHg’ya yükseltebilir. pııdendal sinir vasıtasıyla kesenin eksternal sfinkteriııe
Bu nedenle, detıusor kasın kontraksiyonu idrar kesesi gelen iskelet motor lifleridir. Bunlar somatik sinir lifleri
nin boşaltılmasının temel adımıdır. Detrusor kasının dir ve sfinkterin iskelet kaslarını inerve ve kontrol eder
düz kas hücreleri biıbirleriyle bağlantılıdır ve böylece ler. Kese, ayrıca, omuriğin L-2 segmentine bağlanan lıi-
bir kas hücresinden diğerine düşük -dirençli elektriksel pogastrik s/m'/'vasıtasıyla sempatik zincirden de sempa
geçişler oluşur. Bu nedenle, bir aksiyon potansiyeli bir tik inervasyon almaktadır. Bu sempatik lifler olasılıkla
hücreden diğerine geçerek tüm detrusor kasına yayılır kan damarlarını stimüle etmektedirler ve kesenin kont
ve tüm kesenin aynı zamanda kasılmasını sağlar. raksiyonu ile çok az ilgileri vardır. Bazı duysal lifler sem
İdrar kesesinin arka duvarında boynun hemen üstün patik sinirlerin içinde seyrederler ve dolgunluk ve bazı
de trigon denilen küçük, üçgen şeklinde bir bölge bulu durumlarda ağrı algılama yönünden önemli olabilirler.
nur. Trigonun en alt ucu, kesenin boynundan posteri
yor üretıaya açılır ve iki iireter ise keseye trigonun üst
iki köşesinden girer. Trigon, kese iç yüzeyini kaplayan
mukozanın düz olması ile belirlenir, aksine, geri kalan İDRARIN ÜRETERLER İLE BÖBREKTEN
kese mukazası rugaları oluşturan kıvrımlar yapar. Her
iki üı eter detrusor kasa oblik olarak girer ve keseye açıl İDRAR KESESİNE AKTARILMASI
madan önce mukozanın altında 1 - 2 cm kadar ilerlerler.
Kesenin boynu (posteriyor iiretra) 2-3 cm uzunluktadır İdrar kesesinden çıkarılan idrar, genelde toplayıcı
ve duvar çok miktarda elastik doku içeren detrusor kas kanalları terkeden sıvı ile aynı yapıdadır; ıen al ka-
364
BÖLÜM 31 • Miksiyon, Diüretikler ve Böbrek Hastalıkları 365
Üreter
Gövde
Trigon
Kese boynu
(Posteriyor üretra)
Ş E K İL 31 - 1 Eksternal sfinkter
îdrar kesesi (mesane) ve
inervasyonu.
liksler ve üreterler ile idrar kesesine geçerken idra Ü reterlerd e Ağrı Duyusu ve Ü reterorenal Ref
rın yapısında belirgin bir değişiklik olmaz. leks. Üreterler ağrı sinir lifleri bakım ından zen
Toplayıcı kanallardan renal kaliksler içine doğru gindir. Bir üreter tıkandığında (örneğin bir üretra
akan idrar renal kaliksleri gerginleştirir ve bu nla taşı tarafından) şiddetli ağrı ile birlikte yoğun ref
rın mevcut pacem aker aktivileı ini artırır, bu işlem leks konstıiksiyon görülür. Ayrıca, ağrı uyarımları
de renal pelvisten yayılarak üreter boyunca aşağı sem patik refleks ile böbreği de etkileyerek renal
ya doğru inen peıistaltik kontraksiyonlaıı başlatır; arteıiyollerin daralm asına neden olarak böbrek
böylece idrarı renal pelvisten idrar kesesine doğru lerden idrar çıkışını da azaltır. Bu etkiye üreterore
harekete geçirir. Ü reterlerin duvarları düz kas içe nal refleks denir ve tıkanmış bir iireteri olan b ö b
rirler ve hem sem patik hem de parasem patik si reğin pelvisi içine fazla sıvı akım ının engellen m e
nirlerin yanısıra üreterlerin tüm uzunluğu boyun si yönünden önemlidir.
ca uzanan intıam ural bir sinir pleksusu ve sinir lif
leri ile ineı ve olurlar. Diğer viseıal düz kaslarda ol
duğu gibi üreteıdeki p eıistaltik kontraksiyonlar
İD R A R K E S E S İN İN D O L M A S I V E K ES E
p a rasem p atik u yarım lar ile artırılır ve sem patik
D U V A R I T O N U S U ; S İS T O M E T R O G R A M
uyarım la iııh ibe edilir.
Üreterler Şekil 3 1 -1 ’de görüldüğü gibi idrar ke İdrar kesesi idrar ile doldukça kese içi basıncındaki
sesine trigon bölgesinden detrıısor kasından geçe yaklaşık değişiklikler Şekil 31-2'de gösterilmektedir.
rek girerler. Normalde üreterler kese duvarı içinde
birkaç santim etre ilerlerler. Detrıısor kasının n or
mal tonusu kese duvarında iiıeterleri sıkıştırır ve
böylece miksiyon sırasında kese içinde basınç art
tığında veya keseye basınç uygulandığında idrarın Miksiyon
geriye akışım engeller. Üreter boyunca oluşan her kasılmaları
peıistaltik dalga üreter içinde basıncı artırarak ke
se duvarındaki geçişi de açar ve idrarın kese içine
akışına im kan tanır.
Bazı insanlarda kese duvarında üreteıin ilerledi
ği m esafe norm alden azdır ve miksiyonda kesenin
kontıaksiyonu sırasında üreterler her zaman tam
olarak kapanamazlar. Bunun sonucu olarak bir
m iktar idrar geriye üreterler içine ittirilir ve bu du 100 200 300
rum a vezikoiireteral reflii denir. Bu tip reflii (geri
Hacim (mililitre)
ye kaçış) olayı üreterlerin genişlem esine yol açar
ve eğer şiddetli ise renal kaliksler ve renal medulla Ş E K İL 31 -2
yapısında basıncı artırarak bu bölgelerde hasara Miksiyon (idrar çıkarına, işeme) refleksi ile oluşan akut basınç dal
yol açabilir. galarını da gösteren (kesik çizgili çıkıntılar) normal sistomelrogram
366 ÜNİTE V • Böbrekler ve Vücut Sıvıları
Kesede idrar olmadığı zaman kese içi basıncı neredey olan istem li kasıcı sinyallerden daha kuvetli ise
se sıfırdır; fakat 30-50 mİ idrar toplandığında basınç 5- miksiyon olur. Eğer değilse kese daha fazla dolun
10 santimetre suya yükselir. Ek olarak 200-300 mİ ka caya ve miksiyon refleksi daha güçlü hale gelin ce
dar idrar girişi, basınçta sadece ufak bir ilave yüksel ye kadar işem e olmaz.
meye yol açar; basınçtaki bu sabit düzey kese duvarı
nın kendisinin intrensek tonusu nedeniyle olur. Kese
de 300-400 ml'nin üzerinde idrar toplanması basıncın Beyin Tarafından Miksiyonun
hızlı bir şekilde artışına neden olur. Kolaylaştırılması veya İnhibisyonu
Kesenin doluşu sırasında tonik basınç değişiklikleri
üzerinde gözlenenler basınçtaki periyodik akut artışlar
dır ve birkaç saniyeden bir dakikadan fazia bir süreye Miksiyon refleksi tam am en otonom spinal bir ref
kadar sürerler. Basınç yükseltileri, sadece birkaç santim lekstir, fakat beyindeki merkezler tarafından inhibe
su kadar veya 1 0 0 santimetre su basıncından daha fazla edilebilir veya kolaylaştırılabilir. Bu merkezler şu n
olabilir. Sistometrogramdaki bu basınç dalgalarına mik- lardır: (1) Beyin sapın da genelde ponsta yer alan
siyon dalgalan denilir ve miksiyon refleksi ile oluşur. güçlü kolaylaştırıcı ve inhibe edici m erkezler ve (2 )
serebral koı tekste yer alan çeşitli merkezler, bunlar
genelde inhibe edicidir fakat uyarıcı da olabilirler.
Miksiyon refleksi miksiyonun tem el sorum lusu
MİKSİYO N REFLEKSİ dur, ancak yüksek m erkezler aşağıda gösterildiği
gibi norm alde son kontrolü sağlarlar:
Tekrar Şekil 3 1 -2’ye bakıldığında görülebileceği gi
bi, kese doldukça kesik çizgilerle gösterildiği 1. Yüksek merkezler, miksiyonun istenm esi ko
şekilde birçok m iksiyon kontraksiyonıı görülmeye şulu haricinde, miksiyon refleksini kısm en inhibe
başlanır. Bunlar kese duvarındaki duysal gerim re durumda tutar.
septörlerinin ve özellikle daha yüksek kese içi b a 2. Yüksek m erkezler miksiyon refleksi oluşsa b i
sınçlarında, idrar dolmaya başladığı zaman poste- le, uygun bir zam ana kadar eksternal kese sfinkte-
ıiyor iiretra bölgesinde reseptörlerin başlattığı ge rinin sürekli tonik kontraksiyonıı ile miksiyonu
rim refleksi sonucudur. Kese gerim reseptörlerin geciktirebilirler.
den başlayan duysal sinyaller pelvik sinirler vasıta 3. İşem e zam anı geldiğinde koıtikal merkezler,
sıyla spinal koıd sakral segm entine iletilir ve sonra sakral miksiyon merkezlerine kolaylaştırıcı etki
refleks olarak aynı sinirler içindeki parasem patik yaparak miksiyon refleksinin başlam asına yardım
sinir lifleriyle tekrar geriye keseye iletilirler. ederler ve aynı zam anda eksternal üriner sfinkteıi
Kese kısm en dolduğunda miksiyon kontıaksi- inhibe ederek işem enin gerçekleşm esini sağlarlar.
yonlaı ı genelde bir dakikadan daha az bir zaman istem li işem e genelde şu şekilde başlatılır: Ö nce
içinde kendiliğinden gevşer, detıusor kası koııt- şahıs istemli olarak abdom inal kaslarının kasıl
raksiyonu durdurur ve basınç tekrar bazal düzeye masını sağlar ve bu işlem kesedeki basıncı artıra
düşer. Kese dolmaya devam ettikçe miksiyon ref rak idrarın basınçla kese boynuna ve posteriyor
leksleri daha sıklaşarak detı usor kasının daha faz üretıaya girm esini sağlar ve böylece duvarlarını
la kontıaksiyon yapm asına neden olur. da gerginleştirir. Bunun sonucu gerim reseptörle
Miksiyon refleksi bir kez başladığında “kendi- ri uyarılır ve bunlar miksiyon refleksini uyarırken
kendini uyarıcı"dır. Kesenin başlangıçtaki kont- eksternal üretral sfinkteri de inhibe ederler. Nor
ıaksiyonu gerim reseptörlerini aktive ederek kese malde bütün idrar boşaltılır, nadiren kesede 5-10
ye ve posteriyor üretıaya duysal uyarımları artırır mİ kadar idrar kalabilir.
ve bu da kesede refleks kontraksiyonları sürdürür;
böylece bu işlem kese güçlü bir kontıaksiyon dü
zeyine eıişinceye kadar tekrar eder. Birkaç saniye
ile bir dakikadan biraz fazla bir süre sonra kendi- MİKSİYON ANOMALİLERİ
kendini uyarıcı refleks zayıflamaya başlar ve m ik
siyon refleksinin tekrarlam a döngüsü sona ererek Duysal Sinir Liflerinin Tahribiyle Oluşan Atonik Kese.
kesenin gevşem esine yol açar. Eğer keseden medulla spinalise giden duysal lifler tahrip
M iksiyon refleksi şu işlem lerin tanı bir döngüsü olmuş ve bu yüzden keseden gerim sinyalleri iletimi en
gellenmiş ise miksiyon refleks kontraksiyonları oluşmaz.
nü içerm ektedir: (1 ) basıncın dereceli ve hızlı artı Böyle olduğu zaman, medulla spinalisten keseye gelen
şı, (2) basıncın sabit tutulduğu bir dönem , ve (3) eferent lifler ve beyin ile nöı ojenik bağlantılar sağlam ol
basıncın kese ba z a l tonusuna dönüşü. Bir kez m ik duğu halde hasta kesesinin kontrolünü yapamaz. Peri
siyon refleksi oluşup da kesenin tam am ı boşalm a yodik olarak boşalmak yerine kese kapasitesi kadar dolar
mış ise, bu refleksin sinirsel uyarımları diğer bir ve zaman zaman üıetradan birkaç damla idrar akar. Bu
miksiyon refleksi oluşuncaya kadar birkaç dakika dununa taşnıa enkontiııansı denir.
dan bir saate kadar veya daha fazla süre için inhi- Atonik kese oluşumunda en yaygın neden medulla
be edilmiş durumda kalır. Kese daha fazla dolduk spinalisin sakral bölgesine olan ezici yaralanmadır. Ba
zı hastalıklar da medulla spinalise giren doısal kök si
ça refleksler daha sık ve daha güçlü oluşur.
nir liflerinde tahribata neden olabilirler. Örneğin fren
Miksiyon refleksi yeteri kadar güçlü bir şekilde gi (sifiliz) doısal kök sinir lifleri etrafında konstriktif
oluştuktan sonra, p u d e n d a l sinir ile eksternal flbıoz oluşturarak bu liflerin tahrip olmasına yol aça
sfiııktere iıılıibe edici başka bir refleks gönderir. bilir. Bu duruma tabes dorsalis ve bunun sonucu olu
Eğer bu inhibisyon, beyinde eksternal sfiııktere şan keseye ise tabes kesesi denilmektedir.
BÖLÜM 31 • Miksiyon, Diüretikler ve Böbrek Hastalıkları 367
■
DİÜRETİKLER VE ETKİ MEKANİZMALARI
ödem azalıp da, arteriyel basınç ve ekstraselüler sıvıda
Diüretikler adından anlaşıldığı gibi, idrar çıkarma hızım azalma meydana geldikten sonra, yani denge duru
artıran maddelerdir. Diüretiklerin çoğu soliit maddele munda, idrar çıkışı su alımına eşit hale gelir.
rin özellikle de sodyum ve klorüriin atılmasını artırırlar. Klinik kullanım için değişik etki mekanizmalarına
Gerçekte klinikte kullanılan diüretiklerin çoğu ti\büller- sahip çok sayıda diüretik mevcuttur ve bunlar ıenal
de sodyum geri emilim hızını azaltarak etkirler ve bu da nefronun çeşitli bölgelerinde tübüler reabsorbsiyoııu
natriüreze (sodyum atımının artışı) ve dolayısıyla diiire- inhibe ederler. Diüretiklerin genel sınıflandırılması ve
ze (su atımının artışı) neden olur. Diğer bir deyişle, su etki mekanizmaları Tablo 31-1’de gösterilmektedir.
atımının artışı birçok olayda tübüler sodyum geri emili-
minin inhibisyonu sonucu oluşur, zira tubüllerde kalan
sodyum ozmotik olarak su geri emilimini de azaltır. Po Ozmotik Diüretikler Tübüler Sıvıda Ozmotik Ba
tasyum, klor, magnezyum ve kalsiyum gibi birçok solüt sıncı Artırarak Su Reabsorbsiyonurıu Azaltırlar
maddenin ıenal tubiiler geri emiliıııi de aynı şekilde
sodyum geri emiliminden sekonder olarak etkilenir, di Kana böbrek tübüllerinden kolayca geıi emilemeyen
üretiklerin çoğu da bu maddelerin atılmasını artırır. maddelerin enjeksiyonu örneğin üıe, mannitol ve suk-
Diüretiklerin en yaygın klinik kullanımı, özellikle ıoz gibi maddelerin verilmesi, tübülleıde ozmotik ola
ödem ve hipertansiyon ile birlikte seyreden hastalık rak aktif molekül veya iyonların konsantrasyonunu be
larda ekstraselüler sıvı hacmini azaltmak amacıyla lirgin şekilde artırır. Bu maddelerin ozmotik basınçları
olur. Bölüm 25'te açıklandığı gibi, vücuttan sodyum su geri emilimini büyük miktarda azaltır ve idrara çok
atımı genelde ekstraselüler sıvı hacmini de azaltır, bu fazla tübüler sıvı geçişine yol açar.
nedenle ekstraselüler sıvı hacminin arttığı klinik bo Tübüler sıvıdan fazla miktardaki solüt maddelerin
zukluklarda diüretikler yaygın olarak kullanılır. emilmesinin yetersizliği ile birlikte seyreden bazı has
Bazı diüretiklerin verilmesini takiben birkaç dakika talıklarda da büyük hacimlerde idrar çıkarılır. Öıneğiıı
içinde idrar çıkışı 20 mislinden fazlaya çıkabilir. Ancak diabetes mellitusta kan glikoz konsantrasyonu yüksek
diüretiklerin çoğunun böbreklerin tuz ve su atımına et düzeylere çıkar ve filtre edilen glikoz miktarı artarak
kileri birkaç gün içinde gelişir (Şekil 31-3). Bunun nede tübüllerin glikoz geri emilim kapasitesinin üzerine çı
ni azalan ekstraselüler sıvı hacmi etkisiyle diğer düzen kar (glikozun maksimum taşınmasını aşar). Plazma
leyici mekanizmaların aktive edilmesidir. Örneğin ekst glikoz konsantrasyonu 250 mg/dl üzerine çıktığında
raselüler sıvı hacminde bir azalma genelde aı teriyel ba fazla glikozun çok az bir kısmı tübülleıden geıi alınabi
sıncı ve glomerüler fıltrasyon hızını (GFR) düşürür ve lir, bunun yerine fazlası tübiillerde kalır ve ozmotik di
renin salgısı ile anjiyotensiıı II oluşumunu artırır, bu üretik olarak etki yapar ve idrarla fazla sıvı atılmasına
tepkiler hep birlikte sonuçta idrar çıkışında diüretikle neden olur. Gerçekte “diabetes” ismi yüksek miktarda
rin kronik etkisini baskılarlar. Böylece başlangıçta di idrar çıkarma anlamındadır. Diabetes mellituslu has
üretiklerin kullanılmasına yol açan hipertansiyon veya talarda, yüksek miktarda idrar çıkarılması, susuzluk
368 ÜNİTE V • Böbrekler ve Vücut Sıvıları
tel hücrelere sodyum girişinin azalması nedeniyle hüc deni, vücut sıvı hacimlerinin ve soliit konsantrasyonları
relerin bazolateral membranlarından sodyum geçişi de nın etkili bir şekilde düzenlenmesi için gerekli olan yük
azalır ve böylece sodyum-potasyum adenozin tı ifosfat sek glomeıüler filtrasyon hızını sağlamak amacıyla, ye
aktivitesi de düşer. Bu azalan aktivite hücre içine potas terli plazma temin etmektir. Azalan böbrek kan akımına
yum taşınmasını da azaltır ve sonuçta tübüler sıvıya genelde GFR düşüşü ve idrar ile su ve soliit atımının aza
potasyum salgılanmasını azaltır. Bu nedenle sodyum lışı da katılır. Sonuçta, akut olarak böbrek kan akımını
kanal bloke edicileri de, potasyum tutucu diüıetikleı- azaltan nedenler oligilriye neden olur. Bu durumda aza
dendir ve idrarla potasyum atılma hızını düşürürler. lan idrar miktarı su ve solüt tüketiminin altında kalır.
Eğer böbrek kan akımı belirgin şekilde düşmüş ise idrar
atılması tamamen kesilir ve bu duruma aniiri denir.
Böbrek kan akımı yaklaşık normalin yüzde 20’siııin al
BÖBREK HASTALIKLARI tına düşmediği sürece, eğer iskemi nedeni böbrek hücre
lerinde tahribat yapmadan düzeltilirse akut böbrek yet
Böbrek hastalıkları dünyada birçok ülkede ölümün ersizliği genelde normale döner. Bazı dokuların aksine,
böbrekler, hücrelerde gerçek bir tahribat oluşmadan kan
ve morbiditenin en önemli nedenleri arasındadır.
akımında büyük çaplı bir düşüşe maruz kalmaya daya
Örneğin 1999 yılında Amerika’da 20 milyon kadar in nabilirler. Bıınun nedeni, böbrek kan akımı azaldığında,
sanın böbrek hastası olduğu ve bunun da en önemli GFR ve glomeruluslardan filtre edilen sodyum kloriir
iş gücü kaybı nedeni olduğu tahmin edilmektedir. miktarı da (aynı zamanda su ve diğer elektrolitlerin filt
Böbrek hastaları iki grupta toplanabilir: (1) Akut rasyon hızları da) azalır. Bu işlem normal böbreğin ener
böbrek yetersizliği, böbrek kısmen veya tamamen jisinin ve oksijen tüketiminin büyük çoğunluğunu kulla
çalışamaz hale gelir, fakat sonuçta iyileşerek hemen nan tübüler sodyum kloriir geri emilim miktarını da dü
hem en normal fonksiyonuna döner, ve (2 ) kronik şürür. Böylece böbrek kan akımı ve GFR azaldığında
böbreğin oksijen ihtiyacı da düşer. GFR sıfır değere yak
böbrek yetersizliği, zaman içinde gittikçe artan sayı laşırsa böbreğin oksijen tüketimi, sodyum geri emilimi-
da nefı onun fonksiyon kaybı gelişir ve böbrek fonk ni yapmadan ancak böbrek tübüler hücrelerini canlı tut
siyonu azalır. Bu iki grup içinde böbrek kan damar maya yetecek düzeye yaklaşır. Kan akımı genellikle bazal
larını, glomerulusları, tübülleri, böbrek interstisyu- düzey olan toplam böbrek kan akımının yüzde 2 0 ’siııin
munu, üreterler ve idrar kesesi dahil üriner kanalın altına düşerse, böbrek hücreleri hipoksik duruma girer
böbrek dışındaki bölümlerini etkileyen çok çeşitli ler ve böbrek kan akımında ilave düşüşler olur ve eğer
özel böbrek hastalıkları bulunmaktadır. Bu bölüm uzun sürer ise, böbrek hücrelerinin özellikle tübüler epi-
tel hücrelerinin tahribatına, hatta ölümüne neden olabi
de böbrek hastalıklarının en önemlilerinin sadece
lir. Eğer prerenal akut böbrek yetersizliğinin nedeni dü
birkaç tanesinde görülen belirgin fizyolojik anom a zeltilmez ve böbrek iskemisi birkaç saatten fazla sürerse,
liler açıklanmaktadır. bu tip böbrek yetersizliği aşağıda açıklandığı gibi "intra-
ıeııal akut böbrek yetersizliği”ııe dönüşebilir.
Böbrek kan akımında akut azalma hastanede yatan
hastalardaki akut böbrek yetersizliğinin yaygın nede
AKUT BÖBREK YETERSİZLİĞİ nidir. Tablo 31-2'de azalan böbrek kan akımı ve prere
nal akut böbrek yetersizliğinin bazı yaygın sebepleri
gösterilmektedir.
Akut böbrek yetersizliğinin nedenleri üç temel gru
ba ayrılmaktadır. Böbrekteki Anomalilerin Neden Olduğu
İntrarenal Akut Böbrek Yetersizliği
1. Böbreklere yetersiz kan akımı sonucu olan böbrek
yetersizliği. Bu duruma, böbreğe gelmeden başka ano Böbrek içinden köken alan ve idrar oluşumunu hızlı bir
maliler neden olduğu için prerenal akut böbrek yet şekilde düşüren anomaliler, iııtrareııal akut böbrek
ersizliği denir. Bunun nedeni, (a) kalp dakika hacmi yetersizliği genel sınıfı içinde yer almaktadırlar. Bu sınıf
nin azaldığı ve düşük kan basıncı ile seyreden kalp yet taki akut böbrek yetmezlikleri daha sonra şu gruplara
ersizliği, veya (b) şiddetli kanama gibi kan hacminin
düştüğü ve düşük kan basıncı ile ilişkili durumlardır.
TABLO 31 - 2
2. Böbreğin bizzat içindeki kan damarlarını, glo-
merulusları veya tübülleri etkileyen anomaliler n e Prerenal Akut Böbrek Yetersizliğinin Bazı
deniyle oluşan iııtrarenal nkııt böbrek yetersizliği. Nedenleri
3. Kalikslerden idrar torbasına kadar olan üriner 1. İntravasküler hacim azalması
sistemin toplayıcı sisteminin herhangi bir bölgesinin Hemoraji (travma, operasyon, doğıım sonrası, gastrointestinal)
Diyare veya kusma
tıkanmasının neden olduğu postrenal akut böbrek
Yanıklar
yetersizliği. Böbreğin dışında, üriner kanalın tıkan 2. Kalp yetersizliği
masına sebep olan en önemli nedenler kalsiyum, ürat Miyokard infarktiisii
ve sistin çökmesi sonucu oluşan böbrek taşlarıdır. Kapak hasarları
3. Primer reııal hemodinamik anomaliler
Renal arter stenozıı, reııal arter veya veninin emboli veya
trombozu
Böbrekte Kan Akımı Azalması Sonucu Prostaglandin sentezinin aşırı blokajı (aspirin)
Oluşan Prerenal Akut Böbrek Yetersizliği 4. Periferik vazodilatasyon ve bunun sonucunda oluşan
hipotansiyon
Böbrekler normalde llOOml/dak veya kalp dakika hac Anafilaklik şok
minin yüzde 20-25 kadarı olan bir kan akımı almaktadır. Anestezi
Böbreklere bu yüksek miktarda kan akımının temel ne Sepsis, şiddetli enfeksiyonlar
370 ÜNİTE V • Böbrekler ve Vücut Sıvıları
da ayrılabilir: (a) glomerüler kapiller veya diğer küçük relere yetersiz oksijen ve besin maddesi temini ve (2 )
böbrek damarlarını tahrip eden durumlar, (b) böbrek tübüler epitel hücrelerini yok eden zehirler, toksinler
tübüler epitelini tahrip eden durumlar, (c) böbrek in- veya ilaçlardır.
teıstisyumunda hasara neden olan durumlar. Bu tip sı
nıflandırma hasarın yerine göre olmaktadır, ancak böb Şiddetli Böbrek iskemesinin Neden Olduğu Akut
rek damarları ve tübüler sistem fonksiyonel olarak bir Tübüler Nekroz. Böbreklerde şiddetli iskemi, dolaşım
birlerine bağımlı olduklarından, böbrek kan damarla şoku ile veya böbreklere kan teminini aşırı şekilde en
rında olan tahribat tübüler hasara yol açarken, belirgin gelleyen diğer bozukluklar sonucunda oluşabilir. Eğer
tübüler hasarlar da böbrek kan damarlarında hasara ne iskemi böbrek tübüler epitel hücrelerine besin madde
den olabilir. İntrarenal akut böbrek yetersizliğinin ne si ve oksijen teminini bozacak derecede şiddetli ise ve
denleri Tablo 31-3'de liste halinde verilmektedir. bu durum uzun sürerse, epitel hücrelerde hasar veya
sonuçta yıkım oluşabilir. Böyle olduğunda tübüler
Glomerülonefritn Neden Olduğu Akut Böbrek Ye hücreler "dökülür" ve ııefronların çoğunu tıkar ve böy-
tersizliği. Akut glomerulonefrit bir tip intrarenal akut lece tıkanan nefronlarda idrar akışı olmaz. Etkilenen
böbrek yetersizliğidir ve çoğunlukla glomerülleı i tah nefıonlar, kan akımı normale döndüğünde bile, tübül-
rip eden anormal bir immün reaksiyon sonucunda ol ler tıkalı olduğu sürece idrar çıkaramazlar.
maktadır. Bu hastalığı olan hastaların yaklaşık yüzde Tübüler epitelde iskemik hasarın en yaygın nedeni
95’inde glomerüllerin tahribi, vücudun başka bir ye daha önce açıklandığı gibi, dolaşım şoku ile ilgili olan
rinde, çoğunlukla da bazı A grubu beta streptokokların akut böbrek yetersizliğinin prerenal sebepleridir.
neden olduğu bir enfeksiyondan 1-3 hafta sonra görü
lür. Bu enfeksiyon bir stıeptokoksik boğaz ağrısı, stıep- Toksinler veya İlaçların Neden Olduğu Akut Tübüler
totoksik tonsillit veya hatta derinin streptokok enfeksi Nekroz. Tübüler epiteli tahrip ederek akut böbrek
yonu olabilir. Böbrekleri tahrip eden enfeksiyonun yetersizliğine yol açabilen böbrek zehirleri ve ilaçlar
kendisi değildir. Streptokok antijene karşı takibeden uzun bir liste oluşturmaktadır. Bunların bazıları karbon
birkaç haftada antikorlar gelişir. Antikorlar antijenlerle tetrakloıür, ağır metaller (civa ve kurşun gibi), etilen
reaksiyona girerek erimeyen immün kompleksler ya glikol (antifrizin temel maddesi), çeşitli insektisitler ve
parlar ve bunlar da glomerüllerde, özellikle glomerü- anbiyotik olarak kullanılan (tetrasiklinler gibi) ve belir
İün, bazal membıanında tutulurlar. li kanser tedavilerinde kullanılan cis-platinum gibi çe
İmmün kompleks glomerüllerde birikince glomerül şitli ilaçlardır. Bu maddelerin herbiri böbrek tübüler
lerin birçok hücresi çoğalmaya başlar, fakat özellikle epitel hücrelerinde farklı toksik etki yaparak birçoğu
endotel ve epitel katlar arasında yer alan epitel hücre nun ölümüne neden olur. Sonuçta epitel hücreleri ba
ler ve mezenşimal hücreler çoğalırlar. Buna ilave ola zal membrandan dökülürler ve tübülleri tıkarlar. Bazen
rak glomerüllerde çok sayıda akyuvar tutulur. Bu infla- bazal membran da tahrip olur. Eğer bazal membran
matııvar tepki sonucunda, glomerüllerin çoğu bloke sağlam kalırsa tübüler epitel hücreler yüzey boyunca
olur ve bloke olmayanlar da aşırı geçirgen hale gelerek çoğalarak 1 0 - 2 0 gün içinde kendilerini tamir ederler.
glomerüler kapiller kanından glomerüler filtrata alyu
var ve protein kaçışına yol açarlar. Şiddetli durumlarda
böbrek tamamen kitlenir (total renal shutdovvn). Alt Üriner Kanalın Anomalilerinin Neden
Glomerüllerin akut inflamasyonu genelde iki hafta Olduğu Postrenal Akut Böbrek Yetersizliği
içinde hafifler ve hastaların çoğunda birkaç haftadan
birkaç aya kadar olan sürede böbrekler normal fonksi Böbrek kan akımı ve diğer fonksiyonlar başlangıçta nor
yonuna döner. Ancak bazen glomerüllerin çoğu onarı- mal olsa bile, alt üriner kanaldaki çeşitli anomaliler id
lamayacak düzeyde tahrip olur ve hastaların küçük bir rar akımını kısmen veya tamamen durdurur ve böylece
kısmında ise ilerleyen böbrek bozukluğu sürerek bu akut böbrek yetersizliğine neden olabilirler. Eğer sadece
bölümde daha sonra açıklanacak olan progressif k/o- bir böbrekten idrar çıkışı durmuşsa, diğer böbrek ekst-
ııik böbrek yetersizliğine yol açar. raselüler elektrolit ve solüt düzeyini ve ekstraselüler sıvı
hacmini ııisbeten normal seviyede tutmak amacıyla, çı
A ku t Böbrek Yetersizliğinin Bir Nedeni Olan Tübü kardığı idrar miktarım yeteri kadar artırdığından vücut
ler Nekroz. Intarenal akut böbrek yetersizliğinin diğer sıvı yapısında büyük bir değişiklik görülmez. Bu tip böb
bir nedeni tübülleıdeki epitel hücrelerin tahribi ile rek yetersizliğinde, eğer problemin temel nedenleri bir
oluşan tübüler nekrozdur. Tübüler nekrozun bazı yay kaç saat içinde düzeltilirse, böbrek normal fonksiyonu
gın nedenleri: ( 1 ) şiddetli iskemi ve tübüler epitel hiıc- na dönebilir. Ancak üriner kanalın birkaç gün veya haf
talar süren kronik tıkanıklıkları geri dönüşü olmayan
(irreverzibl) böbrek tahribatına neden olur.
TABLO 31 - 3 Postrenal akut yetersizliğin bazı nedenleri şunlardır;
İntrarenal Akut Böbrek Yetersizliğinin Bazı (1 ) üreterlerin veya renal pelvislerin büyük taşlar veya
Nedenleri kan pıhtıları ile bilateıal tıkanması, (2 ) kesenin tıkan
ması ve (3) üretranm tıkanması.
1. Küçük dam ar ve/veya glomerüler hasar
Vaskülit (poliarteritis nodoza)
Kolesterol embolisi
Malign hipertansiyon Akut Böbrek Yetersizliğinin
Akut glomerulonefrit
2. Tübüler Epitel Hasarı
Fizyolojik Etkileri
İskemi sonucu akut tübiiler nekroz
Toksinler nedeniyle akut tübüler nekroz (ağır metaller, eti Akut böbrek yetersizliği orta derecede ise, temel fiz
len glikol, insektisiüer, zehirli mantarlar, karbontetraklorür) yolojik etki, suyun, metabolik atık ürünlerin ve
3. Renal Interstisyel Hasar elektrolitlerin kanda ve ekstraselüler sıvıda biriki
Akut piyeloenefrit
Akut allerjik intertisyel nefrit
midir. Bu da su ve tuz yüklenm esine ve dolayısıyla
ödeme ve hipertansiyona yol açabilir. Ancak fazla
BÖLÜM 31 • Miksiyon, Diüretikler ve Böbrek Hastalıkları 371
P lomerüler
Basınç
* ve/veya
görünümleri, etkilenen nefıonda şiddetli iskemi ile bir
likte, arteıiyollerde fıbrinoid birikimlerin oluşumunu
ve damarların kademeli olarak kalınlaşmasını içermek
Filtrasyon
tedir. Bilinmeyen nedenlerle malign nefroskleroz ve
şiddetli glomerüloskleroz gelişme insidansları, siyah
Ş E K İL 31 - 4 ırkta aynı yaşta olup benzer şiddet derecesinde hiper
Primer böbrek hastalıklarında görülen kısır döngü. Hastalık tansiyon ve/veya diabete sahip beyaz ırka oranla, belir
nedeniyle nefronların kaybı, kalan glomerüler kapillerlerde gin oranda daha fazla olmaktadır.
basıncı ve akımı artırır. Bunun sonucu bu ''normal" kapilleıler
de tahrip olarak ilerleyen skleroza ve sonuçta bu glomeriillerin
de kaybına yol açar. Kronik Böbrek Yetersizliğinin Bir Nedeni
Olan Glomerüllerin Hasarı-Glomerülonefrit
TABLO 31 - 5
Son-Dönem Böbrek Hastalıklarının (SDBH) En
Yaygın Nedenleri
Toplam (SDBH)
Neden Hasta Yiizdesi
Diabetes mellitus 41
Hipertansiyon 28 Yaş (yıllar)
Glomerülonefrit 11
Polikistik böbrek hastalığı 3 Ş E K İL 31 - 5
Diğer/bilinmeyen 18
Yaşlanmanın fonksiyonel gloınerül sayısı üzerindeki etkisi.
BÖLÜM 31 • Miksiyon, Diüretikler ve Böbrek Hastalıkları 373
nın kalınlaşması nedeniyle, glomeriiler kapiller filtras- ler ve glomerüler membraıı pernıeabilitesini oldukça
yon katsayısı aşırı derecede azalır. Hastalığın son dö artırır; (2 ) amiloidoz, kan damarlarının duvarlarında
neminde birçok glomeriilün yerini fibröz doku alır ve anormal pıoteinoid maddelerin birikimi sonucunda
bıınıın sonucu sıvı filtre edemezler. oluşur ve glomerülleriıı bazal membı anında ciddi tah
ribata neden olur; ve (3) minimal değişimli nefrotik
sendrom, glomerüller ve kapiller membranda ışık mik
Kronik Böbrek Yetersizliğinin Bir Nedeni Ola roskobu ile belirleııebilecek herhangi bir temel bozuk
rak Böbrek İnterstisyum Hasarı-Piyelonefrit luk yoktur. Bölüm 26da anlatıldığı gibi, minimal deği
şimli ııefıopati, normalde glomerüler kapiller bazal
Böbrek interstisyumunun primer veya sekonder has membranıııda mevcut olaıı negatif yükün kaybı ile iliş
talığına inteıstisyel nefıit denilmektedir. Genelde bu kilidir. immünolojik çalışmalar, bazı vakalarda, anor
durum, her bir nefronu tahrip eden vasküler, glomerü- mal immün reaksiyonların varlığını da gösterdiği için,
ler veya tübüler yıkım sonucunda oluşabilir veya böb negatif yükün kaybının ıııembrandaki antikor etkisi
rek interstisyumunun zehirler, ilaçlar ve bakteriyel en sonucu olabileceği öne sürülmüştür.
feksiyonlarla tahribatını kapsayabilir. Glomerüler kapiller bazal membranın negatif yükü
Bakteriyel enfeksiyonların neden olduğu renal in- nün kaybı normalde bazal ıııembrandaki negatif yü
terstisyel hasara piyelonefiit denilmektedir. Enfeksi kün geri ittiği negatif yüklü plazma proteinlerinin,
yon farklı tipteki bakterilerden meydana gelebilir, özellikle albüminin, glomeriiler membrandan kolay
özellikle üriner kanalın feçesle kontaminasyonu so lıkla geçişine yol açar.
nucu Escherichia coli’den oluşabilir. Bu bakteriler Minimal değişimli nefropati erişkinlerde, fakat da
böbreklere ya kan yoluyla ulaşırlar, veya daha yaygın ha sık olarak 2 - 6 yaşları arasındaki çocuklarda görü
olarak alt üriner kanaldan üreterler yoluyla böbreğe lür. Glomerüler kapiller membranın artan perıııeabi-
çıkabilirler. litesi hergün idrarla 40 gr’a kadar çıkabilen plazma
Normal idrar kesesinin bakterileri kolayca temizle proteini kaybına yol açar ve bu miktar genç bir çocuk
yebilecek özellikte olmasına rağmen, keseden bakteri için oldukça fazladır. Bunun sonucunda çocuğun
lerin atılmasına engel olan iki genel klinik durum bu plazma protein konsantrasyonu çoğu kez 2 gramın
lunmaktadır: ( 1 ) kesenin tam olarak boşalamaması ve altına ve kolloid ozmotik basınç normal değer olan
içeride bir miktar idrar kalıntısı kalması ve (2 ) idrar 28’den 10 mm Hg’nın altına düşer. Plazmadaki bu
akışına engel olan bir tıkanmanın mevcut oluşu. İdrar düşük kolloid ozmotik basınç sonucu, vücudun her
kesesinden bakteriler anlamadığında, bunlar çoğalır bölgesindeki kapiller damarlardan çok miktarda sıvı
lar ve kesede inflamasyoıı gelişir, bu duruma sistit de dokulara sızar ve Bölüm 25’de anlatıldığı gibi şiddet
nilmektedir. Sistit bir kez oluşunca, böbreklere çıkma li ödeme neden olur.
dan lokalize olarak kalır veya bazı hastalarda bir ya da
her iki üreterin de miksiyon sırasında idrarı yukarı it
tirdiği patolojik bir durumda renal pelvise kadar çıka
bilir. Bu duruma vezikoiireteral refiii denilir ve miksi
Kronik Böbrek Yetersizliğinde
yon sırasında kese duvarının üreterleri tam kapataıııa- Anormal Nefron Fonksiyonu
ması neticesinde oluşur. Bunun sonucunda yukarıya
böbreklere doğru bir miktar idrar ittirilmiş olur ve Fonksiyonel Nefronlarm Kaybı, Kalan N efron-
oııun da taşıdığı bakteriler renal pelvise ve renal nıe- ların Daha Fazla Su ve Solüt Atmasını G e rek ti
dullaya çıkar ve piyeloııefrite ilişkin bir enfeksiyon ve rir. GFR azalmasına yol açabilecek fonksiyonel nef
inflamasyoıı başlatabilirler. ron sayısındaki azalmanın böbreklerden su ve solüt
Piyelonefrit medullada başladığı için, ilk başladığın atımını da azaltacağı beklenir. Ancak nefıonların
da medullaııın fonksiyonlarını korteksten daha fazla yüzde 70 kadarını bile kaybeden hastalar, vücut sı
etkiler. Medullaııın temel fonksiyonu idrarın konsant
vılarında herhangi bir ciddi birikim olmaksızın
re edilmesinde zıt-akıııı mekanizmasının çalışması ol
normal miktarda su ve elektrolit atımı yapabilm ek
duğu için piyeloııefritli hastaların idrarı konsantre et
me yeteneklerinde sıklıkla anlamlı bozulmalar vardır. tedirler. Nefron sayısında daha fazla düşüş ise,
Uzun süreli piyelonefritte, böbreklerin bakteriler ta elektrolit ve sıvı birikimine yol açar ve nefron sayısı
rafından istilası, sadece renal medulla iııterstisyumıın- normalin yüzde 5-10 düzeyine indiğinde genellikle
da değil, tübüller, glomerüller ve böbreğin diğer tüm ölüm olur.
yapılarında da ilerleyici hasara neden olur. Elektrolitlerin aksine, üre ve kıeatinin gibi bir
çok metabolik artık ürün, tahrip olan nefroııların
Nefrotik Sendrom-Artmış Glomerüler Permé sayısıyla doğru orantılı olarak vücutta birikirler.
abilité Sonucunda İdrarda Protein Atılması Bunun nedeni kıeatinin ve üre gibi m addelerin
atılmalarının büyük ölçüde glom erüler filtrasyon?
Böbrek hastalığı olan birçok hastada, idrarda fazla bağlı olmasıdır. Bunlar elektrolitler gibi güçlü bir
miktarda plazma proteinlerinin kaybı ile karakterize şekilde geri emilemez. Örneğin kreatinin geri emi-
nefrotik sendrom denilen bir durum oluşur. Bazen lemez ve dolayısıyla atım hızı filtre edildiği hıza
böbreğin fonksiyonlarında başka temel bozukluk be
eşit olıır:
lirtileri olmadan da gelişebilir, fakat çoğunlukla belirli
derecelerde böbrek yetersizliği ile ilişkilidir.
İdrarda protein kaybının nedeni glomeriiler nıeıııb- Kıeatinin filtıasyoıı oranı
ramıı permeabilitesiııiıı artmasıdır. Bundan dolayı, bu = GFR x Plazma kreatinin konsantrasyonu
membranın pernıeabilitesini artıran herhangi bir has = Kreatinin atını oranı
talık nefrotik seııdroma neden olabilir. Bu hastalıklar
şunlardır; ( 1 ) kronik glomerülonefi it, glomerülleri etki Bu nedenle, eğer GFR azalırsa kreatinin atım oranı
374 ÜNİTE V • Böbrekler ve Vücut Sıvıları
100-
tr cü
UL T3
o ^ 50
Pozitif
2-1
Denge
r Üretim Glomerüler Filtrasyon Hızı (Normalin Yüzdesi)
Ş E K İL 31 - 7
}/ Atim —GFR xP Kreatinin
Kronik böbrek yetmezliğinde farklı tipteki soliit maddeler için
temsili adaptasyon modelleri. A eğrisi üre, kreatinin gibi filtre
edilip az emilen maddelerin yaklaşık plazma konsantrasyon
değişimlerini göstermektedir. B eğrisi fosfat ve iirat gibi solü t
maddelerin yaklaşık konsantrasyonlarını gösterir. C eğrisi sod
2 yum ve klorür gibi maddelerin yaklaşık konsantrasyonlarını
göstermektedir.
Günler
Ş E K İL 31 ■ 6
Kreatinin üretim oram aynı kaldığı zaman, glomerüler filtras GFR’da aşırı bir düşüş olsa bile (Şekil 31-7'de C eğ
yon hızının yüzde 50 azaltılmasının serum kreatinin konsant
rasyonuna ve kreatinin atımına etkisi. risi) hem en hem en sabit tutulur. Bu işlem bu elekt
rolitlerin tübüler reabsopsiyonlarının çok azaltıl
masıyla oluşturulur. Örneğin, fonksiyonel nefron-
ların yüzde 75 oranında kaybında, kalan h eıbir nef-
ron normal şaıtlardakinin dört misli kadar daha
da aynı şekilde azalarak vücut sıvılarında kreatinin
fazla sodyum ve dört misli hacim atımı yapmalıdır
birikimine ve normal düzeye (vücutta üretilen kre
lar (Tablo 31-6).
atinin oranına eşit) döniinceye kadar kreatinin
Bu adaptasyon, kısmen kalan her nefronda hem
konsantrasyonunun yükselmesine neden olur (Şe
kan damarları ve glomeıüllerin hipertrofileıi, hem
kil 31-6). Yani, normal şartlarda, GFR’deki düşüşe
de kan damarlarının genişlemesine yol açan fonk
rağmen kreatüıin atım oıanı kreatinin üretim ora
siyonel değişiklikler sonucunda artmış kan akımı
nına eşit olur; ancak bu normal kreatinin atım ora
ve artmış GFR'a bağlı olarak oluşur. Toplam GFR'de
nı, Şekil 3 1 -7 ’deki A eğrisinde gösterildiği gibi, art
aşırı bir düşüş olsa bile, tübülleıin su ve solüt emi-
mış plazma kreatinin konsantrasyonunun kullanıl
ması sayesinde gerçekleşir.
Fosfat, ürat ve hidrojen iyonları gibi maddeler,
GFR norm alin yüzde 20-30 altına düşünceye ka
dar, çoğunlukla normal sınırlar içinde tutulurlar. TABLO 31 - 6
Bunun sonucu olarak, bu maddelerin plazma kon
Böbrek Yetm ezliğinde Toplam Böbrek Atım ı ve
santrasyonu Şekil 31-7'deki B eğrisinde gösterildiği
Nefron Başına Atım
gibi yükselir, ancak bu GFR’nin düşüşüyle orantılı
değildir. GFR düştüğünde bu solüt maddelerin nis- Normal Nefronlarm
% 75 kaybı
beten sabit plazma konsantrasyonlarının sağlan
ması, bu maddelerin glomerüler kapilleıden filtre Nefron sayısı 2,000,000 500,000
Toplam GFR (ml/dak) 125 40
edilen m iktarlarının nisbeten daha fazla fraksiyo Tek nefron GFR (ııl/dak) 62,5 80
nunun atılmasıyla gerçekleşir; bu durum tübüler Tüm ııefronlar için 1,5 1,5
reabsorbsiyon oranının azaltılması veya bazı du atılan hacim (ml/dak)
Tek ııefrondan ,75 3.0
rumlarda ise tübüler sekresyon oranının artırılma
atılan hacim (ııl/dak)
sı ile olur.
Sodyum ve klor iyonlarının konsantrasyonları GFR, glomerüler filtrasyon hızı
BÖLÜM 31 • Miksiyon, Diüretikler ve Böbrek Hastalıkları 375
de normal protein metabolizmasının devamının sağ den olur ve kan basıncını daha da artırır ve böylece de
lanması için vücuttan atılmaları gerekir. Bunların kon vam ederek son-dönem böbrek hastalığı gelişir.
santrasyonları, özellikle ürenin konsantrasyonu, total Böbrek hastalıklarının her tipi hipertansiyona ne
böbrek yetersizliğinde 1 - 2 hafta içinde 1 0 kata kadar den olmaz, zira böbreklerin bazı bölümlerinin tahriba
çıkabilir. Kronik böbrek yetersizliğinde, konsantrasyon tı hipertansiyon oluşmaksızın üremiye yol açar. Ancak
yaklaşık olarak fonksiyonel nefronlaıdaki azalma dere bazı böbrek tahribatları özellikle hipertansiyon oluşu
cesiyle orantılı bir şekilde yükselir. Bu nedenle, bu muna yatkındırlar. Böbrek hastalıklarının hipeıtansif
maddelerin, özellikle üre ve kreatinin kontsantrasyon- veya nonhipertansif etkilerle bağlantılı olarak yapılan
laıının ölçümü böbrek yetersizliğinin derecesinin be sınıflandırması aşağıda verilmektedir.
lirlenmesi için önemli bir bilgi sağlar.
Böbreklerin Sodym ve Su Atım Gücünü Azaltarak Hi
Böbrek Yetersizliğinde Asidoz. Vücut hergün normal pertansiyona Yol Açan Renal Lezyonlar. Böbreklerin
de metabolik bazlardan en az 50-80 milimol daha fazla sodyum ve su atım güçlerini azaltan böbrek lezyonları ço
metabolik asit oluşturur. Bu nedenle, böbrekler fonksi ğunlukla hipertansiyona neden olurlar. Bu nedenle, GFR
yon yapamazsa vücut sıvılarında asit birikimi olur. Vücııt azalmasına veya tübüler reabsorbsiyonun artışına neden
sıvılarındaki tamponlar, normalde ekstıaselüler sıvı hid olan lezyonlar çeşitli derecelerde hipertansiyona yol açar
rojen iyon konsantrasyonunda ölümcül bir artış olmak lar. Hipertansiyona neden olan bazı spesifik tip böbrek
sızın 500-1000 milimol asidi tampone ederler ve kemik anomalileri aşağıda verilmektedir.
lerdeki fosfat bileşikleri de ilave birkaç bin milimol hid
1. Renal vaskiiler direncin artışı, böbrek kan akımını
rojen iyonunu tampone ederler. Ancak bu tamponlama
ve GFR’u azaltır. Buna bir örnek renal arter stenozu-
gücü tükenince kan pH düzeyi hızlı şekilde düşer ve has
ıuın neden olduğu hipertansiyondur.
ta komaya girer ve pH 6 , 8 altına inerse de ölür.
2. Azalmış glomerüler kapiller filtrasyon katsayısı,
GFR’u düşürür. Buna örnek, glomerüler kapiller
Kronik Böbrek Yetersizliğinde Eritropoietin Salgısın membranın kalınlaşmasına ve infiamasyonuna neden
da Azalmanın Neden Olduğu Anemi. Şiddetli kronik olan ve böylece glomerüler kapiller filtrasyon katsayı
böbrek yetersizliği olan hastalarda hemen daima anemi sını düşüren kronik glomeriilonefrittir.
gelişir. Bunun en önemli nedeni kemik iliğini uyarıp al 3. Aşırı tübüler sodyum reabsorbsiyonıt. Buna örnek,
yuvar yapımını sağlayan eıitropoietinin böbreklerden özellikle koıtikal toplayıcı kanallarda sodyum geri
salgılanmasının azalışıdır. Eğer böbrekler ciddi bir şekil emilimini artıran aşırı aldosteroıı salgılanmasıyla olu
de tahrip olmuşlarsa, yeterli düzeyde eritropoietin sal şan hipertansiyondur.
gılamazlar ve bu da alyuvar yapımının düşüşüne ve do
layısıyla anemiye yol açar. Hipertansiyon oluşunca, basınç natriürezi ve basınç
diürezine bağlı olarak, sodyum ve suyun böbreklerden
Kronuk Böbrek Yetersizliğinde A ktif D Vitamini Ya atımı normale döner ve böylece suyun ve sodyumun
pımının Azalm asıyla ve Böbreklerde Fosfat Retan- alımı ve atımı tekrar dengelenir. Renal vaskiiler dirençte
siyonuyla Meydana Gelen Osteomalazi. Uzun süren büyük bir artış veya glomerüler kapiller katsayısında
böbrek yetersizliği, kemiklerin kısmen absoı be olduğu azalış olsa bile, aı teıiyel kan basıncı yükseldikten sonra
ve sonunda çok zayıfladığı bir durıım olan osteoınala- GFR yeniden normal düzeyine döner. Benzer şekilde,
zi’y e neden olur. Bu durumun önemli bir nedeni şu fazla aldosteroıı salgılanmasında olduğu gibi, tübüler
dur: D vitamini iki-aşamalı bir işlemle dönüşüme uğ reabsorbsiyon arttığında idrar atım hızı başlangıçta
rar, önce karaciğerde sonra böbreklerde, baısaklaıdan azalsa da kan basıncı yükseldiğinde normale döner.
kalsiyum emilimini artırmak için, 1,25-dihidıoksikole- Böylece hipertansiyon geliştikten sonra hipertansiyon
kalsifeıola dönüşmesi gerekir. Bu nedenle böbreklerde dışında sodyum ve su atımında herhangi bir bozukluk
ciddi tahribat kandaki aktif D vitaminini oldukça dü belirtisi görülmez. Bölüm 19da açıklandığı gibi, yüksek
şürür ve bunun sonucunda ise kalsiyumun baısaklar- arteriyel kan basıncında sodyum ve suyun normal atı
dan emilimi ve kemiklere kalsiyum sağlanabilirliği dü mı, basınç natriüıez ve basınç diürezinin daha yüksek
şer. bir arteriyel basınca ayarlanmış olduğunu gösterir.
Kronik böbrek yetersizliğinde kemik demiııeralizas-
yonunun önemli bir diğer nedeni de, azalan GFR so Yamalı Böbrek Tahribatı ve Renin Salgısının A rtışı
nucu serum fosfat konsantrasyonundaki artıştır. Se nın Neden Olduğu Hipertansiyon. Renal arterin aşı
rum fosfat düzeyinde aıtış, plazmada fosfatın kalsi rı şekilde daraldığı durumda olduğu gibi, eğer böbre
yum ile bağlanmasını artırır, böylece plazmada iyonize ğin bir parçası iskemik ise ve bir parçası iskemik değil
kalsiyum konsantrasyonunu azaltır ve bu da paıatiro- se, iskemik böbrek dokusu fazla miktarda renin salgı
id hormon salgılanmasını uyarır. Bunun sonucu olu lar. Bu salgı anjiyotensin 11 oluşumuna ve o da hiper
şan sekonder hiperpaıatiroidizm, kemiklerden kalsi tansiyona neden olabilir. Bu hipertansiyonu takip ede
yum iyonunun salıverilmesini artırarak kemiklerin da cek olan en olası olaylar, Bölüm 19’da açıklandığı gibi,
ha fazla demineralizasyonuna neden olur. şu şekilde gelişir; ( 1 ) iskemik böbrek dokusunun bizzat
kendisi normalden daha fazla su ve tuz atımı yapar, (2 )
iskemik böbreğin salgıladığı renin salgısı ve bunun so
Hipertansiyon ve Böbrek Hastalıkları nucu artan anjiyotensin II oluşumu böbreğin iskemik
olmayan dokusunu da etkileyerek tuz ve su tutulması
Bu bölümde daha önce açıklandığı gibi, hipertansiyon, na neden olur ve (3) fazla su ve tuz, normalde olduğu
böbreklerin kan damarlarının ve glomerüllerin hasarı şekilde hipertansiyona neden olur.
nı alevlendirir ve bu nedenle son-dönem böbrek Benzer tipte bir hipertansiyon, böbreğin biri veya her
hastalığının temel nedenidir. Bunun tersine olarak da, ikisinde yama tarzında bazı alanlarda damar yaralan
Bölüm 19'da açıklandığı gibi, böbrek fonksiyonların ması veya aıteriyoskleroz sonucu iskemik olmasıyla
daki anormallikler de hipertansiyona neden olabilirler. oluşabilir. Bunun sonucunda iskemik nefronlar daha az
Bu sebeple hipertansiyon ve böbrek hastalıkları ara tuz ve su atımı yaparken daha fazla renin salgılayarak
sındaki ilişki bazı durumlarda tehlikeli bir kısır döngü anjiyotensin II oluşumunu hızlandırırlar. Yüksek düzey
oluşturur, böbrek tahribatı kan basıncında artışa yol deki anjiyotensin II, çevresindeki normal nefıonların
açar, bu da böbreklerin daha fazla haı aplanmasına ne sodyum ve tuz atımı yeteneklerini bozar. Sonuçta hiper
BÖLÜM 31 • Miksiyon, Diüretikler ve Böbrek Hastalıkları 377
tansiyon gelişerek böbreklerin sodyum ve tuz atımı dü ekstraseliiler sıvıların fosfat konsantrasyonu büyük çap
zelir ve böylece yüksek kan basıncı oluşumu sonucunda ta hücresel bir bozukluğa yol açmadan oldukça değişe
tuz ve suyıın alımı ile atımı dengelenmiş olur. bilmektedir. Uzun bir süre devam eden düşük fosfat
konsantrasyonu, kemiklerin kalsifikasyonunu düşüre
Tüm Nefronların Kaybının Neden Olduğu Böbrek rek kişilerde raşitzm oluşumuna neden olur. Ayrıca, Bö
Hastalıkları Hipertansiyon Oluşturmayabilir Fakat lüm 79da açıklandığı gibi bu tip raşitizmler, normal tip
Böbrek Yetersizliğe Yol Açar. Bir böbreğin ve diğer teki raşitizmlerde görülen hızlı yanıtın aksine, D vitami
böbreğin bir parçasının kaybında olduğu gibi, nefron- ni tedavisine karşı direnç gösterirler.
laıdaıı çoğunun kaybı halinde, eğer kaybedilen böbrek
dokusu fazla ise daima böbrek yetersizliği gelişir. Eğer Renal Tübüler Asidoz-Tübüllerin Hidrojen iyonu
kalan nefronlar normal ve tuz alımı fazla değilse, bu du Salgılama Yetersizliği. Bu bozuklukta böbrek tübülle-
rum klinik belirtili hipertansiyona neden olmayabilir, ıi yeterli miktarda hidrojen iyonu salgılayaıııazlar. Bu
çünkü kan basıncındaki ufak bir artış bile, sadece çok az nun sonucunda sürekli olarak idrarla fazla miktarda
nefron sağlam kalsa bile idrarla yeleri kadar su ve tuz bikarbonat kaybolur. Bu durum Bölüm 30'da tartışıldı
atımı sağlanıncaya dek GFR’m artıracak ve tübüler sod ğı gibi, kanda ve ekstraseliiler sıvıda sürekli bir meta
yum reabsoıbsiyoııunu azaltacaktır. Diğer taraftan bu bolik asidoza neden olur. Bu tip böbrek bozukluğu ka
tip anomalisi olan bir hastada, eğer fazla miktarda tuz lıtsal bozukluklar nedeniyle veya böbrek tübüllerinde
tüketimi gibi ek yüklenmeler olursa hasta şiddetli hiper- yaygın bir yaralanma sonucu görülür.
tansif olabilir. Bu durumda böbrekler kalan çok az sayı
daki fonksiyonel nefıonlarla yeteri kadar tuz atılmasını Nefrojenik Diabetes İnsipitus-Böbreklerin Antidi-
sağlayamazlar. üretik Hormona Cevap Verememesi. Bazen böbrek
tübülleıi aııtidiüretik hormona tepki göstermeyerek
fazla miktarda dilüe idrar çıkarılmasına neden olur.
Hastaya yeterli miktarda su verildiği takdirde bu du
Ö ZG Ü L TÜ B Ü LER B O ZU K LU K LA R rum nadiren aşırı bir bozukluk yapar. Ancak yeterli su
verilmezse hasta hızla dehidrate olur.
Bölüm 27’de, tübüler epitel membranından farklı
maddelerin geçişinden özgül taşıma mekanizmaları Fanconi Sendromu-Böbrek Tübüllerinde Genel Geri
nın sorumlu olduğu belirtilmişti. Bölüm 3’de ise her Emilim Bozukluğu. Fanconi sendromu genelde hemen
hücresel enzimin ve her taşıyıcı proteinin nııkleusta hemen ttim amino asitlerin, glikozun ve fosfatın idrarla
sorumlu bir gen tarafından oluşturulduğu vurgulan atımının artışı ile ilişkilidir. Şiddetli olaylarda başka be
mıştı. Eğer gerekli gen yok ise veya anormal ise, tübiil- lirtiler de gözlenir, bunlar; (1 ) metabolik aisdozla sonuç
leıde uygun taşıyıcı proteinlerden biri veya böbrek tü lanan sodyum bikarbonat geri emilim yetersizliği, (2 )
büler epitel hücrelerinde de soliit traıısportu için ge potasyumun bazen de kalsiyumun atımlarının artışı ve
rekli enzimlerden biri bulunmayabilir. Bu sebeple, tü (3) nefrojenik diabetes insipitustur.
büler meıııbrandan madde gruplarının veya her bir Fanconi sendromunun bir çok nedeni vardır, bunlar
maddenin taşınmasında birçok kalıtsal tübüler bozuk böbrek tübiiler hücrelerinde çeşitli maddelerin taşın
luklar görülür. Ayrıca tübüler epitel membranında tok masının genel bir yetersizliğinden sonuçlanmaktadır.
sinler veya iskeminin oluşturduğu tahribat da önemli Bu nedenler; (1) hücre taşıma mekanizmalarında ka
böbrek tübüler bozukluklarına neden olabilir. lıtsal bozukluklar, (2 ) böbrek tübüler epitel hücrelerini
tahrip eden toksinler veya ilaçlar ve (3) iskenıi sonu
Renal Glikozüri-Böbrekte G likoz Geri Emilim Yeter cunda böbrek tübtil hücrelerinin hasarıdır. Tübüler
sizliği. Bu durumda kan glikoz konsantrasyonu nor tahribatın neden olduğu Fanconi sendromunda özel
mal olabilir fakat glikozun tübüler geri emilimi için ta likle pı oksimal tübüller etkilenirler, zira tahrip edici et
şıma.mekanizmaları çok kısıtlanmış veya kaybolmuş kisi olan birçok toksin ve ilacın emilim ve salgılanma
tur. Sonuçta normal kan glikoz düzeyine rağmen, her sını bu hücreler yapmaktadırlar.
gün idrarla çok miktarda glikoz atılır. Diabetes ınelli-
tusta da idrarda glikoz bulunması nedeniyle, diabetes
mellitus tanısı konulmadan önce nisbeteıı benign bir
durum olan renal glikozürinin mutlaka açıklığa kavuş
BÖBREK YETERSİZLİĞİNİN YA P A Y
turulması gerekir.
BÖBREK İLE DİYALİZ YAPILARAK TEDAVİSİ
Aminoasitüri-Böbreklerin Amino Asit Geri Emilim Ye
tersizliği. Bazı amino asitler reabsorbsiyon için aynı ta Akut veya kronik olsun böbrek fonksiyonlarının aşırı
şınma sistemini paylaşırlarken diğer bazı anıiııo asitler kaybı yaşamı tehlikeye sokar ve toksik atık maddelerin
kendilerine ait taşınma sistemlerine sahiptirler. Tüm vücuttan atılması ve vücut sıvı hacminin ve bileşimi
aıııino asitlerin yetersiz ıeabsorbsiyonu sonucunda na nin korunması gerekir. Bu işlem yapay böbrek ile diya
diren genel anıinoasitilri denilen bir durum da oluşur; liz yoluyla sağlanır. Belirli tipteki akııt böbrek yetersiz
daha sık olabilen özel taşıyıcı sistemlerin yetersizliği ise, liklerinde, yapay bir böbrek hastanın böbreği normal
şu sonuçları verebilir. ( 1 ) esansiyel sistiniiri, çok miktar fonksiyonuna döniinceye kadar hastayı rahatlatmak
da sistin geri emilemez ve çoğunlukla idrarda kıistalize için kullanılabilir. Eğer böbrek kaybı dönüşümsiiz ise,
olarak böbrek taşlarını oluşturur; (2 ) basit glisiniiri, gli- yaşamın sürdürülmesi için diyalizin sürekli olarak ya
siıı geri emilemez; ve (3) beta-amiııo-izobütirik asitüıi, pılması gerekir. Dönüşümsüz böbrek yetersizliği olan
tüm insanların yaklaşık yüzde beşinde görülür fakat gö veya böbrekleri tamamen alınmış binlerce insan 15-20
rünüşte temel klinik bir belirtisi yoktur. yıl süre diyalizde kalabilmektedir. Diyaliz normal vü
cut sıvı bileşimini tam olarak koruyamadığı ve böbrek
Renal Hipofosfatemi-Böbreklerde Fosfat Geri Emi lerin yaptığı çok yönlü fonksiyonları da yapamadığı
lim Yetersizliği. Renal fosfateıııide, vücut sıvıları fosfat için yapay böbreğe bağlı yaşayan hastaların sağlığı ge
konsantrasyonu çok düştüğü zaman böbrek tübülleıi nelde bozuktur. Böbrek fonksiyonlarının kalıcı kaybı
yeterli düzeyde fosfat geri emilimi yapamazlar. Bu du nın daha iyi bir tedavisi, böbrek nakli ile, fonksiyonel
rum hemen ciddi bir anormalliğe neden olmaz zira böbrek dokusu temin edilerek sağlanır.
378 ÜNİTE V • Böbrekler ve Vücut Sıvıları
REFERANSLAR
A ppel G B , Pirani C L , D ’A ati V : R en al vascu D iagn osis and M anagem ent. New Y o rk : Lazarus JM , D en ker B M , O w en W F Jr : H e
lar com p lication s o f sy stem ic lupus erythe Raven Press, 1994. m odialysis. In: B ren n er B M , R e c to r F C
m atosus. J A m S o c N ephrol 4 :1 4 9 9 , 1994. H all J E : R en al function in 1-kidney, 1-clip hy (ed s): T h e K idney. 5th ed. P hilad elp hia:
B e c k F , Thuran K , Straun th aler G : Pathophysi pertension and low -renin essential hyperten \VB Saunders C o , 1 9 9 6 , pp 2 4 2 4 - 2 5 0 6 .
olo g y and p ath obioch em istry o f acute renal sion. A m J H ypertens 4 (suppl): 5 2 3 s , L e a f A , Cotran R S : R en al Pathop hysiology.
failure. In : Seld in D\V, G ieb isch G (ed s): 1991. 2nd ed. New Y o rk: O x fo rd U n iversity
T h e K idn ey: Phy sio lo g y and Pathop h ysiol H all JE , Brands M W , H enegar J R , S k ek E W - Press, 1980.
M : A bnorm al kidney function-as. a cause Lifto n R P : M olecu lar gen etics o f human blood
ogy. 2 n d ed. New Y o rk : R av en Press, 1992.
and a con seq u en ce o f ob esity hypertension. pressure variation. S c ie n c e 2 7 2 :6 7 6 ,
B o n v en trc J V : M ech an ism s o f isch em ic acute
C lin E xp Pharm acol Physiol 2 5 :6 5 , 1998. 1996.
renal failure. K idney Int 4 3 :1 1 6 0 , 1993.
H all JE , Brands M W , S h ek E : C entral role o f L u ft F C : M olecu lar gen etics o f hum an hyper
B ra ter D C : R e sista n ce to diuretics: m ech a
the kidneys and abnorm al fluid volum e c o n tension. J H ypertens 1 6 :1 8 7 1 , 1998.
nism s and clin ica l im plication s. Adv N e trol in hypertension. J Hum H ypertens 10: M assry S G , G lassock R J: T e x tb o o k o f N eph
phrol 2 2 :3 4 9 , 1993. 6 3 3 , 1996. rology. 2nd ed. B a ltim o re: W illia m s & W il
B ren n e r B M , G a rcia D L , A nderson S . G lom er H ammerman M R , O 'S h e a M , M iller S B : R o le
kins, 1988.
uli and blood pressure— less o f one, more o f growth factors in regulation o f renal
Parving HH, O sterby R , A nderson P W , H sueh
o f the o th er? Am J H ypertens 1 :3 3 5 , 1988. growth. Annu R e v Physiol 5 5 :3 0 5 , 1993.
W A : D iab etic nephropathy. In: B ren n e r
B ren n er B M , L a z a m s J M (ed s): A cu te Renal Humphreys M H : M echan ism s and m anage
B M , R ecto r F C (ed s): T h e K idney. 5th ed.
Failu re. P hilad elp hia: \VB Saunders C o, ment o f nephrotic syndrom e. K idney Int 4 3 :
Philadelphia: W B Saunders C o , 1996.
1983. 1 160, 1993.
Ruggenenti P, Rem uzzi G : Nephropathy o f
D ’ A gati V : T h e m any m asks o f fo c a l segm en Izzo JL , B la c k H R (ed s): H ypertension Prim er.
type-2 diabetes m ellitus. J A m S o c N ephrol
tal glom eru losclero sis. K idn ey Int 4 6 :1 2 2 3 , 2nd ed. D allas: A m erican H eart A sso cia
9 :2 1 5 7 , 1998.
1994. tion, 1999.
Johnson R J: T h e glom erular response to in S ch rier R W , G ottsch alk C W (ed s): D isease s o f
F in e L G , N orm an J T , K ujubu D A , K n e ch y .A : the K idney. 5th ed. B o s to n : L ittle , B row n ,
ju ry: progression or resolution? K idney Int
R en al hypertrophy. In: Seld in D W , G ie 1992.
4 5 :1 7 6 9 , 1994.
b isch G (ed s): T h e K idney: Physiology and Seidm an E J (ed): Current U ro lo g ie Therapy.
K elley V R , Sukhatm e V P : G en e transfer in the
Pathop hysiology. 2nd ed. New Y o rk : Raven Philadelphia: W B Saunders C o , 1994.
kidney. A m J P hysiol 2 7 6 : F I , 1999.
Press, 1 9 9 2 , pp 3 1 1 3 - 3 1 3 4 . K lah r S: O bstructive nephropathy. K idney Int Sim on D B , Lifton R P : Ion transport m utations
G uyton A C , H all J E , C olem an T G , et al: The 5 4 :2 8 6 , 1998. in G itelm an 's and B a rtte r’s syndrom e. Curr
dom inant ro le o f the kidneys in long-term K oeppen B M , Stanton B A : R en al Physiology. Opin N ephrol H ypertens 7 :4 3 , 1998.
arterial pressure regulation in norm al and S t. Lo u is: M o s b y -Y e a r B o o k , 1992. W ilco x C : D iuretics. In: B ren n e r B M , R e c to r
hypertensive states. In: Laragh JH , B renn er K urtzman N A : Disorders o f distal acidification. F C (eds): T he K idney. 5th ed. Philadelphia:
B M (ed s): H ypertension: Pathophysiology, K idney Int 3 8 :7 2 0 , 1990. W B Saunders C o , 1 9 9 6 .
ıV ,l|C '"f f : . l l p W ' : '< I I|ICU1)CI f/y y f ; ,.-t
(■/ II Ilıt t jM , Ir :• > v :.j < [f
■ I > A ‘-< - lo i m i '■>] i l i <s .'!<( i I1 l|j»- l i i f n i ' ¿ıp ' v i" - 11111 i mı iıtw " u ’
1‘ / ! ! - I i; V i ................ ’ " I I ' I ' » ! - ■' I " MJ ^Cjiuıcı yy,' imui- ;■ ı|> C/A (cq •) Q|■ •' ca
I " VI ‘ y|t« IIK (':■(<'): U>1 >*•"'!■ 1 NM'*" |£fl$ft'.ur.V|l |. K " '' (..* A1I-t'M’f l||l? uf
111 ’ .f .J t y ll ı.ıfjf. «*>,( )!'■ •!I I ' |. . | li' /. | ‘ | :
.
Kan Hücreleri,
Bağışıklık ve
Kan Pıhtılaşması
32
A lv u y a rla r, A n e m i ve P o lisite m i
33
V ü c u d u n E nfe ksiyo na D iren ci: I. L ö ko sitle r, G ra n ü lo s itie r M o -
n o s it-M a k ro fa j S istem i ve İnfla m a syo n
34
V ü c u d u n E nfe ksiyo na D ire n ci: II. B ağışıklık ve A le rji
35
Kan G ru p la rı; T ra nsfüzyon; D o ku ve O rg a n T ra n splan tasyo n u
36
H e m o s ta z ve Kan Pıhtılaşm ası
I
Bu bölüm ile kan hücrelerini ve kan ile yakından m em branı, hücre içeriğine göre geniş olduğu için
ilişkili m a k ro fa j sistem i ve lenfatik sistem hücrele şekil değişikliği (deformasyon) sırasında m em b-
rini tartışm aya başlayacağız. İlk olarak vücudun ıan büyük oranda gerilmez ve sonuçta hücre bir
tüm hücreleri arasında en bol miktarda bulunan çok diğer hücrenin aksine yırtılmaz.
ve dokulara oksijen iletm ek için gerekli olan alyu
varların fonksiyonlarını tanıtalım. Kanda Eritrosit Konsantrasyonu. Normalde bir
milimetıeküpteki eritrosit sayısı erkekte 5.200.000
(±300.000) ve kadında 4.700.000 (±300.000) dir.
Yüksek irtifalarda yaşayanlarda, eritrosit sayısı yük
A l y u v a r l a r ( e r İt r o s ît l e r ) seltir. Bu daha sonra tartışılacaktır.
Eritrosit olarak da bilinen alyuvarların esas fonk Hücre İçindeki Hemoglobin M iktarı. Alyuvarlar
siyonu akciğerlerden dokulara oksijeni ileten h e hücre sıvılarında hem oglobini 34 gı/dl hücre dü
m og lobin i taşımaktır. Bazı aşağı sınıf hayvanlarda, zeyine kadar yoğunlaşüım a yeteneğindedirler. An
hem oglobin, eritrosit içinde değildir, plazmada cak konsantrasyon hiçbir zam an bu değeri aşmaz,
serbest protein halinde dolaşır. İnsanda, plazm a çünkü hücrelerin hem oglobin oluşturm a m eka
da serbest olarak bulunduğunda, kanın kapillerle- nizm asının m etabolik sınırı bu kadardır. Hatta
rinden her geçişinde yaklaşık % 3 kadarı kapiller norm al bireylerde hem oglobin yüzdesi hem en da
m em bıan ınd an doku aralıklarına veya böbrekte ima lıeıbir hücrenin maksimum değerine yakın
glom erüler m em bıanınd an glomerüler filtrata sı dır. Ancak, kemik iliğinde hem oglobin yapım ında
zar. Bu yüzden hem oglobin, dolaşımda kalabil yetersizlik olduğunda, hücrelerdeki hem oglobin
m ek için eritrosit içinde olmalıdır. yüzdesi bu değerin belirgin olarak altına düşebilir
Eritrositlerin, hem oglobin taşım anın yanında ve hücreyi dolduran hem oglobin miktarı azaldığı
başka fonksiyonları da vardır. Örneğin, karbon di- için eritrosit hacm i azalabilir.
oksid ve su arasındaki reaksiyonu katalize eden ve H em atokıit değeri (kan hücrelerinin yüzdesi -
bu tersinir reaksiyonun hızını binlerce kez artıran norm alde % 40-45 kadardır) ve lıe ıb ir hücredeki
karbonik anhidrazı büyük miktarda içerirler. Bu h em o g lo b in m iktarı n orm al old uğunda, tüm
reaksiyonun çabukluğu sayesinde büyük m iktar kandaki hem oglobin miktarı erkeklerde ortalam a
da karbon dioksid, kandaki su ile reaksiyona gire 16 g/dL, kadınlarda ortalam a 14 g/dL'dir. Bölüm
rek, dokulardan akciğere bikaıkonat iyonu (H C 03‘ 4 0 ’da oksijenin taşınm ası ile ilgili olarak tartışıldı
) halinde taşınır. Yine, hücre içindeki hem oglobin ğı gibi, saf hem oglobinin gramı yaklaşık 1,39 m i
m ükem m el bir asit-baz tam ponudur (çoğu prote lilitre oksijen ile bağlanm a yeteneğindedir. Bu
in gibi), bu yüzden eritrositler tam kanın tam pon- nedenle, norm alde her desilitre kanda erkekte
lam a gücünün önem li bir kısmından sorum ludur yaklaşık 21 mililitre, kadında da 19 m ililitre oksi
lar. je n taşınabilir.
382
BÖLÜM 32 • Alvuyarlar, Anemi ve Polisitemi 383
-► Eritrositler
CFU-B CFU-E
(Koloni oluşturan (Koloni oluşturan
birim-blast) birim-eritrositler)
Granûlo8İtler
*- Megakaryosltler
\
TYombosttlor
T-Lenfosltler
Ş E K İL 32 - 2
Kemik iliğinde
orjiııal çokyönlü
h em ato p o ie tik
kök hücreden PHSC LSC B-Lonfosltler
(PHSC) çeşitli (Lenfoid kök hücre)
farklı perifcrik
kan hücreleri
nin oluşumu
384 ÜNİTE VI • Kan Hücreleri, Bağışıklık ve Kan Pıhtılaşması
Büyüme indükleyiciler, hücrelerin farklılaşm a rı için bazofil eritbıoblastlar denir, bu evredeki hüc
sını değil, büyümeyi kolaylaştırırlar. Farklılaşma relerde çok az miktarda hemoglobin vardır. Sonraki
indükleyicileı i adını alan bir diğer grup proteinler kuşaklarda Şekil 32-3’de görüldüğü gibi hücreler
de hücrelerin farklılaşmasını kolaylaştırma fonk yaklaşık % 34’e kadar hemoglobinle dolmaya başlar,
siyonunu üstlenir. Bunların her biri kök hücrele nukleus yoğunlaşarak küçülür ve sonuçta kalıntısı
rin bir tipinin, erişkin kan hücrelerin son tipine hücre dışına atılır. Aynı zamanda endoplazmik ıeti-
doğru bir veya daha fazla basam akta farklılaşm a kulum reabsorbe edilir. Bu evredeki hücreye ıetikü-
sına neden olur. losit denir, çünkü daha az miktarda da olsa Golgi
Büyüme ve farklılaşma indükleyicilerinin olu apereyi kalıntısı, mitokondri ve diğer az miktardaki
şum u kemik iliği dışındaki faktörler tarafından sitoplazmik oıganelden oluşan bazofilik materyal
kontrol edilir. Örneğin, bu bölüm de daha sonra içerir. Bu retikülosit evresi sırasında, hücreler kemik
tartışacağım ız gibi, vücudun düşük oksijene uzun iliğinden diyapedez yoluyla (kapiller membranm
süre maruz kalması sonucunda büyüme ve farklı porlarından sıkışarak) kan kapillerlerine geçerler.
laşm anın uyarılması ile eritrosit sayısında büyük Retikülositte geriye kalan bazofilik m ateryal
artış olur. Bazı akyuvarlarda olduğu gibi, enfeksi normalde 1 - 2 günde kaybolur ve hücre artık olgun
yon hastalıkları büyüm e, farklılaşm aya neden eritrosittir. Retikiilositlerin öm rü kısa olduğu için
olur ve sonuçta enfeksiyonla savaşmada gerekli konsantrasyonları norm alde kanın tüm alyuvarla
olan özel tipte akyuvarların oluşum una yol açar. rının yüzde birinden daha azdır.
ALYUVARLARIN OLUŞUMU
Proeritroblast
m
Bazofil
eritroblast İM »
»W
Mikrositik,
hipokromik anemi
Polikromatofil
eritroblast
t İ J-«
Ortokromatik
eritroblast
-Vs*
%
Retikülosit
m 4S & İ
Eritrosit
Megaloblastik Eritroblastozis fetalis
anemi
Ş E K İL 32 - 3
Alyuvarların oluşumu ve farklı anemi tiplerindeki alyuvarlar
BÖLÜM 32 • Alvuyarlar, Anemi ve Polisitemi 385
Alyuvarların O lgunlaşm ası (M atürasyonu) - V itam in B 12 sind irim k a n a lın d a n em ilin ce,
büyük m iktarlarda karaciğerde d ep o lan ır ve k e
V itam in B12 (Siyanokobalam in) ve
m ik iliği ya da vücudun diğer d oku ların ın ih ti
Folik A sit G ereksinim i yacı oldukça yavaş yavaş salınır. H eıgü n n orm al
alyuvar olgunlaşm ası için y aln ızca 1 ila 3 m ik-
Azalan alyuvarların yeniden yapılması için ihtiyaç
ıo gram gibi m inim u m m iktarda v itam in B 1 2 g e
devam ettiğinden, kemik iliğindeki hücreler, vü
rekir ve karaciğer ve diğer vücut dokularındaki
cudun en hızlı büyüyen ve üreyen hücreleridir. Bu
n orm al depo ise bu m iktarın yaklaşık 1 0 0 0 katı
yüzden de tahm in edilebileceği gibi, olgunlaşm a
kadardır. Bu yüzden olgunlaşm a kusuru a n e m i
ları ve üretim hızları bireyin beslenm e durum un
si için B ] 2 absorpsiyon bozukluğunun 3-4 yıl
dan şiddetle etkilenir.
sü rm esi gerekir.
Alyuvarların son olgunlaşm alarında iki vita
m in, vitam in B 1 2 v e f o lik a sit özellikle önemlidir.
Folik Asit (P tero ilg lu tam ik Asit) Eksikliğine
Her ikisi de DNA sentezi için gereklidir, çünkü
Bağlı O lgunlaşm a Kusuru. Folik asit norm alde,
her ikisi de DNA’nın tem el yapı taşlarından biri
yeşil sebzelerde, bazı meyvalarda, karaciğer ve
olan tim idin trifosfaün yapım ında, farklı yollarda
diğer etlerde bulunur. Ama pişirm e sırasında ko
gereklidir. Bu yüzden, vitam in B 12 veya folik asi
laylıkla haraplanır. Ayrıca sık görülen bir in ce b a
din yokluğunda, DNA azalır ve buna bağlı olarak
rsak hastalığı olan şu pıu gibi sindirim kanalı a b
nükleer olgunlaşm a ve bölü nm e yetersiz olur.
sorpsiyon bozukluğu olan insanlarda h em folik
B u n d an başka, kem ik iliğind eki eıitro b la stik
asit hem de vitam in B 12’nin absorpsiyonu ciddi
hücreler ürem e hızlarının yavaşlam asına ilave
şekilde güçleşm iştir. Bu yüzden çeşitli olgunlaş
ten m a k ro sit diye adlandırılan norm alden bü
m a kusuru durum larında neden, hem folik asit
yük, hücre m em branı dayanıksız, sıklıkla irregü-
hem de vitam in B 12’n in absorpsiyonunda y eter
ler, geniş, alışılm ış bikonkav disk yerine oval şe
sizliktir.
killi alyuvarlar üretirler. Bu iyi gelişm em iş h ücre
ler dolaşım a kaüldıktan sonra, oksijeni norm al
olarak taşıyabilirler, fakat dayanıksızlıkları n ed e
niyle yaşam süreleri kısa olup norm alin yarısı ve Hemoglobin Yapımı
ya üçte biri kadardır. Bu yüzden, vitam in B 12 ve
ya folik asit eksikliğinin eritıopoiezde olgunlaş Hemoglobin sentezi pıoeritroblastlarda başlar ve
m a yetersizliğine n e d e n olduğu söylenir. önem siz düzeyde de olsa ıetikülosit evresinde b i
Anormal hücrelerin görülme nedeni şöyledir: le devam eder. Çünkü ıetikülositler kemik iliğini
Hücrelerin uygun miktarda DNA sentezleyem e- terk edip kana geçtikten sonra az miktarda da ol
m eleıi hücrenin üretim inin yavaşlamasına yol a ç sa bir - iki gün hem oglobin yapım ını sürdürürler.
ar. DNA'nın anom alileri nedeniyle, hücre m em b- Şekil 32-5 hemoglobin oluşumunun temel kim
ranının ve hücre iskeletinin yapısal kom ponentle- yasal aşamalarını göstermektedir. İlk önce, Bölüm
ri de bozulur, bu da anorm al hücre şekillerine ve 6 7 ’de açıklandığı gibi, Krebs siklusunda süksinil-
özellikle hücre m em bran frajilitesinde şiddetle CoA oluşur, glisin ile bağlanarak pirol molekülünü
artmaya neden olur. oluşturur. Ardından dört pirol birleşeıek protopor-
Fırin DC’u yapar, daha sonra demir ile birleşerek henı
molekülünü oluşturur. En sonunda her hem m ole
Vitamin B12'nin Yetersiz Absorpsiyonuna Bağlı külü, ribozomlarda sentezlenen globin adlı bir uzun
Olgunlaşma Kusuru-Pernisiyöz Anemi. Olgun polipeptid zinciri ile bağlanarak hem oglobinin bir
laşma yetersizliğinin yaygın bir nedeni sindirim alt birimi olan bir hemoglobin zincirini yapar (Şekil
kanalından vitamin B 12'nin emilim yetersizliğidir. 32-6). Bu zincirlerin herbirinin meloküler ağırlığı
Bunun sıklıkla görüldüğü pernisiyöz aneminin te yaklaşık 16.000'dir, dört tanesi gevşekçe bağlanarak
mel nedeni atrofik gastrik nıukoza' mn normal m i tüm hemoglobin molekülünü oluşturur.
de salgılarını yetersiz sekrete etmesidir. Mide bez Farklı hem oglobin alttiplerinde polipeptid kıs
lerinin paıiyetal hücrelerinden, gıdalardaki vita m ının am ino asit içeriğine bağlı olarak çeşid i ha-
min B 12 ile bağlanarak B 12’yi barsaktan emilim için
uygun hale getiren intrensek faktör diye adlandırı
lan bir glikoprotein salgılanır. Bunu şu yolla yapar:
A P
(1) intrensek faktör vitamin B 12 ile sıkıca bağlanır. I I
Bu bağlı durumda B 12 gastrointestinal enzimlerle c c
sindirilmekten korunur. (2) Bağlı durumda iken, II II
I. 2 süksinil-CoA + 2 glisin -------------------- ►- HC CH
intrensek faktör ileumun mukoza hücrelerinin fırç-
amsı kenarı m em branlaıındaki özgül reseptör böl
gelerine bağlanır. (3) Bundan sonraki birkaç saatte II. 4 pirol — ► protoporfirin IX H
pinositoz ile kana taşınır, intrensek faktör ve vita III. protoporfinin IX + Fe++ — ►Hem
min m em branda birlikte taşınırlar. IV. hem + polipeptid — hemoglobin zinciri (« veya (î)
Bu yüzden intrensek faktör yokluğu hem bar- V. 2 a zinciri + 2 p zinciri— ►hemoglobin A
saktaki sindirim enzim lerinin etkisiyle, hem de
absoıpsiyon bozukluğu nedeni ile ciddi vitamin
kaybına neden olur. Hemoglobinin oluşumu
BÖLÜM 32 • Alvuyarlar, Anemi ve Polisitemi 387
Demir Metabolizması
ken, hem osiderinden ayrılması daha zordur. D e Dem ir emilim hızı oldukça yavaştır, m aksim um
m ir vücudun gereksinim duyulan bölgelerine, lıız, günde ancak bir kaç miligramdır. Bu dem ektir
plazm ada transferrin halinde taşınır. ki, besinlerde aşırı miktarda dem ir olsa dahi bu
Transferrin m olekülünün kendine has bir özel nun yalnızca küçük bir kısmı absorbe edilebilir.
liği kem ik iliğindeki eritroblastlarm hücre ınem b-
ranlarındaki reseptörlerle kuvvetle bağlanm ası Absorpsiyon Hızının Kontrolü İle Total Vücut
dır. Ardından, bağlı dem ir ile birlikte eritroblast Demirinin Düzenlenmesi. Vücut demir ile satiire
larm içine endositoz ile alınır. Burada transferrin hale geldiğinde (doygunluğa ulaştığında), demir
dem iri h em in sentezinin yapıldığı m itokondrile- depo bölgelerindeki tüm apofeıritin, demir ile bağ
re direkt olarak bırakır. Kanlarında uygun m iktar lanmıştır ve demirin barsaklardan absorpsiyon h ı
larda transferrin bulunm ayan bireylerde eritrob- zı büyük oranda azalmaya başlar. Diğer yandan,
lastlara dem ir taşınm ası yetersiz olacağı için cid demir depolarından demir boşaldığında, absorbsi-
di hipokrom ik anem iye neden olabilir, bu du yon hızı, demir depolarının doymuş olduğu duru
rum da alyuvarların sayısı azalm ıştır ve hem oglo m a göre beş kat veya daha fazla artar. Böylece, to
bin içerikleri de norm alden azdır. tal vücut demiri, büyük oranda absorpsiyon hızı
Alyuvarlar öm ürlerini tamamlayıp yıkıldıkları nın değiştirilmesiyle düzenlenir.
zam an hücrelerden salınan hem oglobin, m oııo-
sit-m akrofaj sistem inin hücreleri tarafından alı Demir Emiliminin Düzenlenmesinde Feedback
nır. Burada serbest dem ir ayrılır ve esas olarak fer Mekanizmalar. Demir emiliminin düzenlenm esin
ritin havuzunda depolanır veya yeni hem oglobin de en azından bazı rollere sahip iki m ekanizm a şun
sentezi için tekrar kullanılır. lardır: (1) Vücuttaki tüm apoferritin, demir ile doy
gunluğa ulaşmaya başladığında, tran sferrin g do
Günlük D em ir Kaybı. İnsanda hergün yaklaşık kulara demir serbestlemesi güçleşmeye başlar. So
0,6 miligram demir başlıca feçes ile atılır. Kanama nuç olarak, normalde demir ile yalnızca 1/3 oranın
olduğunda kaybedilen demir miktarı artar. Kadın da doymuş olan transferrin hem en tam am en demir
larda m enstrüel kan kaybı ortalam a olarak 1,3 ile bağlanır, bu yüzden barsakların mukozal hücre
mg/giin kadar dem ir kaybına neden olur. lerinden hem en hemen hiç yeni demir alamaz. Bu
sürecin son evresinde, mukozal hücrelerde biriken
D e m irin S in d irim K analından E m ilim i fazla demirin kendisi, barsak lüm eninden demirin
aktif absorpsiyonunu baskılar. (2) Vücutta fazla de
D em ir ince barsağın her kesim inden çoğunlukla mir deposu olduğunda, karaciğer apotransferin ya
aşağıdaki m ekanizm a ile emilir. Karaciğer ılımlı pım hızını azaltır, böylece plazmada ve safrada bu
miktarda aportran sferriıı’i safraya sekrete eder ve dem ir-taşıyıcı-molekülün konsantrasyonu azalır.
safra kanalı ile duodenum a akar. İnce barsakta Bu yüzden intestinal apotıansferrin mekanizması
apotransfeırin, serbest demir ve diyetteki dem i ile daha az demir emilir ve daha az demir barsak
rin en önem li iki kaynağı olan etteki miyoglobin epitel hücresinden dışarı taşınarak plazmada plaz
ve hem oglobin gibi bazı demir bileşikleri ile bağ ma transferrinine bağlı olarak taşınır.
lanır. Bu kom binasyona transferrin denir. Intesti Ancak, demir em ilim inin düzenlenm esinde bu
nal epitel hücrelerine doğru çekilerek m em bran feedback kontrol m ekanizm alarına rağmen, birey
reseptörlerine bağlanır. Ardından, pinositoz ile çok aşırı miktarda demir bileşikleri yerse, fazla
transferrin molekülü, taşıdığı demir ile birlikte miktarda demir kana geçer ve vücutta retiküloen-
epitel hücrelerine absorbe olur ve daha sonra bu dotelyal hücrelerde hem osiderin halinde yoğun
hü crelerden alttaki kan dam arlarına salınarak birikim ler olabilir. O zam an bu çok tehlikeli bir
plazma transferrinini oluşturur. durum yaratabilir.
BÖLÜM 32 • Alvuyarlar, Anemi ve Polisitemi 389
Cilt rengi, büyük oranda subpapiller venöz fazla miktarda hem oglobin deoksijene olur. Bu
pleksustaki kan miktarına bağlıdır. Polisitemia ve- deoksijene hem oglobinin mavi rengi, oksijene h e
ıada bu pleksustaki kan m iktarı çok artmıştır. Hat m oglobinin kırmızı rengini maskeler. Bu yüzden
ta kan, venöz pleksusa geçm eden önce kapiller- polisitem ia veralı bireyin cilt rengi hafif, m avim si
lerden yavaşlayarak geçerken, norm alden daha kırmızı (siyanotik) görünümlüdür.
REFERANSLAR
Adamson JW: Regulation of red blood Messinezy M, Pearson TC: Polycydie- for clinical monitoring. AACN Clini
cell production. Am J Med 101:4S, mia. Mol Aspects Med 17:189, 1996. cal Issues 7:198, 1996.
1996. Minetti G, Low PS: Erythrocyte signal Taccone A: Bone Marrow Conversion in
de Silva DM, Askwith CC, Kaplan J: Mo transduction pathways and their Magnetic Resonance Imaging. Ber
lecular mechanism of iron uptake in possible functions. Curr Opin Hema- lin: Blackwell Science, 1997.
eukaryotes, Physiol Rev 76:31, 1996. tol 4:116, 1997. Testa NG, Lord BI, Dexter TM: Hemato
Epstein FH: Oxygen and renal m etabo Perutz MF: Science Is Not a Quiet Life: poietic Lineages in Health and Dise
lism. Kidney Int 51:381, 1997. Unravelling the Atomic Mechanism ase. New York: Dekker, 1997.
Erslev AJ, Besarab A: Erythropoietin in of Haemoglobin. River Edge, NJ: Travis J: A protein that helps the body
the padiogenesis and treatment of World Scientific, 1997. pump iron. Science News 152:68,
the anemia of chronic renal failure. Ratcliffe PJ, Ebert BL, Firth JD, et al: 1997.
Kidney Int 51:622, 1997. Oxygen regulated gene expression: Ward KM, Lehmann CA, Leiken AM: Cli
Estabrook RYV: The remarkable P450s: a erythropoietin as a model system. nical Laboratory Instrumentation
historical overview of these versatile Kidney Int 51:514, 1997. and Autamation: Principles, Applica
hemeprotein catalysts. FASEB J Rodack BF: Diagnostic Hematology. Phi- tion and Selection. Philedelphia: WB
10:202, 1996. ledelphia: WB Saunders Co, 1994. Saunders Co, 1994.
Goodnough LT, MonkTG, Andriole GL: Stamatoyannopoulos G, Nienhuis AW, Young NS, Maciejevvski J:The pathophy
Erythropoietin therapy. N Engl J Med Majerus PVV, Varmus H: The Molecu siology of acquired aplastic anemia.
336:933, 1997. lar Basis of Blood Diseases. Phile- N Engl J Med 336:1365, 1997.
Maxwell PH, Fergusen DJ, Nicholls LG, delphia: WB Saunders CO, 1994.
et al: Sites of erythropoietin produc Szaflarski NL: Physiologic effects of nor
tion. Kidney Int 51:393, 1997 movolemic anemia: implication
Vücudun Enfeksiyonlara Direnci:
I. Lokositler, Granülositler,
Monosit-Makrofaj Sistemi ve
İnflamasyon
Vücudum uz bakteri, viı us, m antar ve parazitlere p o lim o rfo n ü k leer eonizofiller, p o lim o rfo n ü k leer
karşı her zam an açıktır, bunların hepsi norm alde bazofiller, m onositler, lenfositler ve seyrek olarak
deride, ağızda, solunum yollarında, sindirim ka da p la z m a hücreleridir. Ayrıca ço k sayıda tıo m -
nalında, gözün m em branlarm d a ve h atta ü ıin er bosit bulunur, bu nlar kem ik iliğinde b u lu nan ve
kanalda değişen m iktarlarda bulunur. Bu ajan la akyuvarlara benzeyen bir başka h ücre tipi olan
rın çoğu, eğer daha derin dokulara yayılırsa, cid m egakaryositlerin parçalarıdır. İlk üç tip hücre
di hastalıklara neden olabilirler. Ayrıca bu n o r polim orfonükleer hücrelerdir, Şekil 3 3 -1 ’de 7, 10
m alde var olanlara ek olarak, yüksek oranda en- ve 1 2 num aralar ile gösterildiği gibi granüler gö
feksiyöz diğer bakteri ve viruslarla zam an zam an rünüm lü oldukları için g ran ü lositler olarak veya
karşılaşırız ve bunlar pnöm oııi, streptokok en klinik term in olojid e çok nükleuslu oldukları için
feksiyonu ve tifo gibi öldürücü hastalıklara n e "poli” diye adlandırılırlar.
den olabilir. G ranülositler ve m on ositler yayılım cı organiz
Vücudum uz, farklı enfeksiyöz ve toksik a ja n mayı esas olarak sindirerek yani fa g o sito z ile vü
larla savaşm ak için özel bir sistem e sahiptir. Bu cudu korurlar. Lenfosit ve plazm a hücrelerinin
sistem kandaki lokositler (akyuvarlar) ve lökosit- fonksiyonu ise tem eld e im m ün sistem ile ilişkili
lerd en kaynaklanan doku hücrelerind en oluş dir, bu Bölüm 34'de tartışılm ıştır. Son olarak
muştur. Bu hücreler b iıa ıa d a çalışarak, iki yolla trom b ositleıin fonksiyonu kanın pıhtılaşm a m e
hastalıkları önlerler. (1) Yayılımcı ajanları fagosi kanizm asını aktive etm ektir, bu da B ölü m 36'da
toz ile harap ederek ve (2 ) antikorlar ve duyarlı tartışılmıştır.
lenfositler oluşturarak; bunların biri ya da ikisiy
le birlikte yayılımcıyı, harap edebilir veya inakti Kandaki Çeşitli Akyuvarların Konsantrasyonu.
ve edebilirler. Bu bölüm bu yöntem lerd en ilkini Erişkin insanda m ilim etre küp kanda 7.000 kadar
içerm ektedir. Bölüm 34 ise İkincisi ile ilgilidir. akyuvar vardır (5 m ilyon alyuvar ile karşılaştırın).
Tüm akyuvarların farklı hücre tiplerin in norm al
yüzdeleıi yaklaşık olarak şöyledir:
392
BÖLÜM 33 • Vücudun Enfeksiyonlara Direnci: I. Lokositler, Granülositler, Monosit-Makrofaj Sistemi ve Inflamasyon 393
i <~ İ
13
•V
■i
4 . , *
Ş E K İL 33 - 1
Akyuvarların oluşumu. 14
Miyeloid serideki farklı
hücreler. 1, Miyeloblast; 2,
Promiyelosit; 3, Megakar-
yosit; 4, Nötrofıl miyelosit;
5, Genç nötrofıl metarçıi- 15
yelosit; 6, "Ç om ak’ nötro-
fil metamiyelosit; 7, Poli-
morfoııükleer ııötrofil; 8,
Eozinofil miyelosit; 9, Eo-
ziııofıl metamiyelosit; 10, 16
Polimorfontikleer eozitıo- A ' / '
fil; 11, Bazofil miyelosit;
12, Polimorfoniikleer ba-
zofil; 13 - 16, Monosit olu
şum evreleri
len fo b la stta ıı başlayarak letıfositik seri görül la enfekte bölgeye gider, fonksiyonlarını yerine geti
m ektedir. rir ve süreç içinde kendi kendilerini haraplarlar.
Granülositler ve m onositler yalnız kemik iliğin M onositleıin taşınm a zam anı da kısadır, kapil-
de oluşur. Lenfositler ve plazma hücreleri esas ola ler m em brand an dokulara g eçm ed en ö n ce 1 0 - 2 0
rak lenfoid dokularda, lenf bezleri, dalak, timus, saat kadar dolaşım da kalırlar. Dokularda şişerek
tonsiller, vücudun çeşitli yerlerindeki lenfoid do genişlerler, doku m ak ro fajlaıı h a lin e gelm eye
kularda, özellikle kemik iliğinde ve barsak duvarı başlarlar ve bu form da fagositik fonksiyonları s ı
epiteli altında uzanan Peyer plaklarında üretilirler. rasında yıkılm adıkça aylarca h a tta yıllarca yaşa
Kemik iliğinde oluşan akyuvarlar, özellikle de gra yabilirler. D aha sonra ayrıntılı olarak tartışılacak
nülositler, dolaşım sisteminde gerek duyuluncaya olan bu d oku m akrofajları, doku m akrofaj siste
kadar, ilikte depolanırlar. Ardından, ihtiyaç duyul m inin tem elini oluşturarak dokularda enfeksi
duğunda daha sonra tartışılacak çeşitli faktörler yonlara karşı sürekli bir savunm a sağlarlar.
bunların salınım ına yol açar. Normalde tüm kanda Lenfositler, len f düğümleri ve diğer lenfoid d o
dolaşanın üç katı kadar gıanülosit ilikte depolanır. kudan lenfatik drenaj ile sürekli olarak dolaşım a
Bu yaklaşık altı günlük gıanülosit kaynağı sağlar. katılırlar. Ardından birkaç saat sonra, diapedez
G eçici olarak kanda taşınan az sayıda lenfosit ile dokulara geçerler. D aha sonra tekrar lenfe gi
dışında lenfositlerin çok büyük kısm ı lenfoid d o rerler ya lenfoid dokuya ya da kana tekrar tekrar
kunun çeşitli bölgelerinde depolanır. dönerler; böylece tüm vücutta len fositlerin sü
Şekil 3 3 -1 ’de görüldüğü gibi, m agakaryositler rekli dolaşım ı vardır. Lenfositlerin yaşam süresi,
(3 nolıı hücre) de kem ik iliğinde oluşur ve kemik vücudun bu hücrelere gereksinim ine göre h a fta
iliği hü crelerin in m iyeloid grubunun parçasıdıı- larca, aylarca, hatta yıllarca olabilir.
lar. Bu m egakaryositler kem ik iliğinde parçalanır, Kandaki trom bositler yaklaşık h er on günde bir
p la telet veya trom bosit olarak bilinen küçük p ar değişir, bir başka deyişle, hergüıı, m ilim etre küp
çaları k an a g eçer.B u n lar kan p ıh tılaşm asın ı kan için yaklaşık 30.000 trom b osit yapılır.
başlatm ad a çok önemlidirler.
m a yetenekleri kısıtlı, henüz tam gelişm em iş kan ğa çıkan d ejen eratif ürünler, (3) iltihaplı dokuda
m o n ositleri şeklinde başlarlar. Ancak dokulara aktive olan "kom plem an kom pleksi”nin (Bölüm
geçtikleri anda şişm eye başlarlar, bazen çapları 3 4 ’de tartışılm ıştır) çeşitli reaksiyon ürünleri ve
beş m isli artarak 60 ila 80 m ikrom etreye kadar (4) iltihaplı bölgede plazm a pıhtılaşm asın ın n e
ulaşır, çıplak gözle rahatlıkla görülebilirler. Ayrı den olduğu çeşidi reaksiyon ürünleri ve diğer
ca sitoplazm alarında çok sayıda lizozom gelişe maddelerdir.
rek, sitoplazm aya granül ile dolu kese görünüm ü Şekil 3 3 -2 ’de görüldüğü gibi kem otaksi, kem o-
verir. Bu hücrelere artık m a k r o fa j denir ve h asta taktik m ad d enin konsantrasyon farkına bağlıdır.
lık etkenleri ile savaşm a yetenekleri fazladır. Konsantrasyon, kaynağın yakınında en yüksektir
ve akyuvarların doğrusal h areketine n ed en olur.
Akyuvarlar Doku Aralıklarına Diapedez İle Gi Kem otaksi iltihaplı dokudan 100 m ikrom etre
rer. N ötrofiller ve m on o sitler kan dam arlarının uzağa kadar etkindir. H em en h içb ir doku kapil-
porlarından sıkışarak diapedez ile geçebilirler. lerlerden 50 m ikrom etreden daha uzakta o lm a
Por, hücre büyüklüğünden çok küçük olduğunda dığı için kem otaktik sinyal kapillerleıden iltih ap
bile bu m üm kündür, başlan gıçta hücrenin küçük lı bölgeye doğru kalabalık bir akyuvar kitlesini ra
bir kısm ı poıd an kayar, Şekil 3 3 -2 ’de görüldüğü hatlıkla hareket ettirebilir.
gibi kayan kısım anid en porun genişliğine uya
cak kadar sıkışır.
Fagositoz
Akyuvarlar Doku Alanlarında Am eboid Hare
ketle İlerler. Hem nötrofiller hem de m akrofajlar Nötrofil ve m akrofajlarm en ön em li fonksiyonla
Bölüm 2 ’de anlaüldığı gibi dokularda am eboid rı olan fagositoz saldırgan ajanın h ü cresel sind i
hareketle ilerlerler. H ücrelerin bir kısmı 40 mik- rimi demektir.
rom etre/dak. gibi büyük bir hızla hareket ederek, Fagositler, fagosite edilecek m ateryalde seçici
çoğu kez h er dakika kendi boylarının birkaç katı olmalıdır, aksi takdirde vücudun n orm al yapıları
kadar yol alırlar. ve hücreleri de sindirilir. Fagositozun olup o lm a
m ası özellikle üç seçici işlem e dayanır.
A kyuvarlar İnflamasyonlu Doku Bölgelerine İlk olarak vücudun doğal yapılarının pekçoğu
Kemotaksi ile Çekilirler. Dokudaki çok çeşitli fagositoza dirençli olan pürüzsüz yüzeylere sa
kim yasal m addeler hem nötrofilleıin hem de hiptir. Fakat eğer yüzey pürüzlü lıale gelirse, fa
m ak ro fajlarm bu kim yasal m adde kaynağına gositoz olasılığı artar.
doğru hareketine ned en olurlar. Şekil 3 3 -2 ’de gö İkincisi, vücudun doğal yapılarının çoğu, fago
rülen bu olay kem otaksi olarak bilinir. Doku ilti sitleri iten koruyucu, protein kılıflara sahiptir.
haplandığı zam an, iltihaplı bölgeye doğru kem o- Diğer yandan ölü dokularda ve y aban cı paı tikül-
taksiye ned en olan en az bir düzine farklı ürün leıin çoğunda genellikle koruyucu kılıf yoktur, bu
ortaya çıkar. Bunlar (1) bazı bakteriyel ya da viral da onları fagositoz için uygun hale getirir.
toksinler, (2 ) iltihaplı dokunun kendisinden açı- Ü çüncü olarak, vücut bazı y ab an cı oluşum ları
farkeden özel bir sistem e sahiptir. Bu, bölüm
3 4 ’de tartışılan im m ün sistem in bir fonksiyonu
dur. Im m ü n sistem , bakteri gibi enfeksiyöz a ja n
lara karşı a n tik orla r geliştirir. Ardından an tikor
lar bakteri m em branlarına tutunur ve böylece
bakteri fagositoz için elverişli hale getirilir. Bunu
yapm ak için, antikor m olekülü B ölü m 3 4 ’de tar
tışılan im m ün sistem in bir p arçası olan k o m p le
m an şelalesinin C3 ürünü ile birleşir. D aha sonra
C3 m olekülü fagosit m em branınd aki resep tö rle
re tutunur, böylece fagositoz başlar. Bu seçm e ve
fagositoz sürecine opsoıüzasyon denir.
Aferent lenfatikler
Primer A.
nodül Kapsül
Kapakçık
Subkapsüler
sinüs
Medüller
sinüslerdeki
lenf Germinal
merkez
Hilus YV I Medüller kordon
Eferent lenfatikler
Ş E K İL 33 - 3
Bir lenf düğümünün fonksiyonel şeması (Ham: Histology.
Philadelphia, J-B Lippincott Company, 1969’d an alınarak
yeniden çizilmiştir.)
Kupffer hücreleri
ile kaplıdır ve eğer herhangi bir partikül sinü sle
Ş E K İL 33 • 4
re girerse m akrofajlar onu fagosite eder ve vü cu
da yayılım ını önler. Karaciğer sinüslerini döşeyen Kupffer hücrelerinin Çini
mürekkebi partikülleriııi fagosite edişleri görülüyor.
(Copenlıaver et akBaileys Textbook of Histology. Baltimore,
A kciğerlerdeki A lveo ler M akrofajlar. Yayılım cı Williams & Wilkins, 1971'den alınarak yeniden çizilmiştir.)
o rg anizm aların sıklıkla vücuda girdiği bir yol da
akciğerlerdir. Alveol duvarının yapısınd a çok
sayıda doku ınakrofajı bulunur. B unlar alveolle-
re tu tu n m ay a başlayan paı tikülleri fagosite ed e Dalak, len f düğüm lerine benzer, yalnızca d a
bilirler. E ğer partikiiller sindirilebilirse, m ak ro lakta doku aralıklarından le n f yerin e kan akar.
fajlar bu n ları sind irebilir ve sindirim ürünlerini Şekil 33-5 dalağın küçük p eıiferik bir segm entin i
len fe salarlar. Eğer partikül sind irilem ezse, y a gösterm ektedir. Küçük bir arterin dalak kapsü
v aşça eritilen e kadar -şayet m ü m kü n se- m ak ro lünden geçerek d a la k p u lp a sın a girdiğine ve kü
fajlar bu süre boyu n ca partikül etrafınd a sıklıkla çük kapillerlerde sonlandığına dikkat ediniz. Ka-
b ir “dev h ü cre” kapsülü oluştururlar. Bu tarz pillerler bol porludur, tüm kanın, kapillerleıden
kapsüller sıklıkla tüberkül az basili, silisyum toz kırmızı pulpa kordonlarına g eçm esin e izin verir
p arçacık ları ve h atta karbon paıtikü lleri etrafın ler. Kan kordonların trab ek ü lalaıın d an geçerek
da oluşur. giderek sıkışır ve venöz sinüslerin en d otel duvar
larından geçerek sistem ik d olaşım a döner. Kır
Karaciğer Sinüslerindeki Makrofajlar (Kupffer mızı pulpanın trabekülalarında ço k sayıda m ak
Hücreleri). Bakterilerin vücuda yayılmasında bir rofaj bulunur ve venöz sinüslerde d e yine m akro-
diğer yol da sindirim kanalıdır. Çok sayıda bakteri
sürekli olarak sindirim sistem i m ukozasından
portal kana girer. Bu kan, genel dolaşıma katılm a
dan önce, karaciğer sinüslerinden geçer, bu sinüs
lerde Şekil 3 3 -4 ’de görüldüğü gibi Kupffer hücrele
ri denilen doku makrofajları bulunur. Bu hücreler
o denli etkin bir partikül filtrasyon sistem i oluştu
rurlar ki, sindirim kanalındaki bakterilerin hem en
hem en hiç biri portal kandan genel sistem ik dola Pulpa
şım a geçm eyi başaram az. Gerçekten de Kupffer
Kapillerler
hücreleri ile fagositozun hareketli resimleri ile,
1 / 1 0 0 saniyeden daha kısa süre içinde bir bakteri
Venöz Sinüsler
nin fagositozu gösterilmiştir.
Ven
Dalak ve Kemik İliği Makrofajları. E ğeryayılım - Arter
cı organizm a genel dolaşım a girmeyi başarırsa,
burada doku m akrofaj sistem i savunm asının di
ğer elem anları özellikle dalak ve kemik iliği m ak-
rofajları ile karşılaşır. Her iki dokuda da m akro Ş E K İL 33 • 5
fajlar bu iki organın retiküler ağına tu tu nm uşlar
Dalağın fonksiyonel yapıları (Bloom and Fawcett. Textbook of
dır ve y aban cı partiküllerle tem asa geçtiklerinde Histology. Philadelphia, W. B. Saunders Company, 1975’den
o nları fagosite ederler. değiştirilerek alınmıştır.)
BÖLÜM 33 • Vücudun Enfeksiyonlara Direnci: I. Lokositler, Granülositler, Monosit-Makrofaj Sistemi ve Inflamasyon 397
fajlar boldur. Kanın, kırm ızı pulpa kordonları eğilimleri daha büyüktür ve stafilokoklaıd an d a
arasındaki bu özgün geçişi , özellikle yaşlı ve ha çok ölüm e neden olurlar.
anorm al alyuvarlar dahil olm ak üzere kandaki is
tenm eyen artıkların fagositozu için m ükem m el
bir olanak sağlar. İnflamasyon Sırasında M akrofaj ve
Nötrofil Yanıtları
M a k ro fa j ve Ş E K İL 33 - 6
N ö tro fil C e va b ın ın F e e d b a c k K o n tro lü İnflamasyonlu dokudaki aktif makrofajlardan salman çeşitli
biiyüme faktörlerine cevap olarak granülasitler ve monosit-
makrofajlarm kemik iliğinde üretiminin kontrolü. (TNF, tümör
İn flam asy o n a m ak ro faj-n ötro fil cev ab ın d a iki nekroz faktörü; IL-1, interlökin-1; GM-CSF, granülosit-monosit
düzined en fazla faktör işe karışm akla birlikle koloni stümüle edici faktör; G-CSF, granülosit koloni stiimüle
bunlardan beş tanesin in baskın rolü olduğuna edici faktör; M-CSF, monosit koloni stümüle edici faktör.)
inanılır. Şekil 3 3 -6 ’da görüldüğü gibi bunlar b a ş
lıca: (1) tü m ör-nekroz fa k tö r ü (TNF), (2) iııterlö-
kin-1 (IL-1), (3) g ra n iilo sit-m o n o sitko lo n istim il-
le ed ici fa k t ö r [G M -CSF), (4) gran ü losit k olo n i sti-
m ü le ed ici fa k t ö r (G-CSF), ve (5) m on osit kolon i m asyon nedenini uzaklaştıran güçlü bir feed
stim iile ed ici fa k t ö r (M -C SF)’diir. back m ekanizm ası sağlar.
Bu faktörler in flam asyo n lu dokudaki aktif
m akrofajlar ve T hücreleri tarafından ve daha az Püy (irin) O lu ş u m u
m iktarda da inflam asyonlu dokudaki diğer h ü c
reler tarafından oluşturulur. Nötrofiller ve m akrofajlar çok sayıda bakteri ve
Granülosit ve m onositleıin kemik iliğinde üıeti- nekıotik dokuyu yuttuğunda, n ötrofillerin ta m a
m inin artm asının nedeni başlıca üç koloni stim ii- mı, m akıofajlarm da çok büyük olm ayan bir k ıs
le edici faktördür. Bunlardan biri olan GM-CSF mı sonuçta ölür. G ünler sonra, inflam asyonlu
hem granülosit, hem de m onosit üretim ini stilim dokuda içinde değişen m iktarlarda n ek ıo tik do
le ederken, diğer ikisi, G-CSF ve M -CSF sırasıyla ku parçaları, ölü nötrofiller, ölü m akrofajlar ve
granülosit ve m onosit yapım ını stim iile eder. doku sıvısı bulunduran bir kavite oluşturur. Bu
TNF, IL-1 ve koloni stim üle edici faktörlerin bu karışım genellikle püy (irin) olarak bilinir. Enfek
bileşim i, diğer önem li faktörlerle birlikte doku siyon bastırıldıktan sonra, püydeki ölü hücreler
inflam asyonu ile başlayan ve koruyucu akyuvar ve nektrotik doku, günler için d e giderek otolize
ların oluşum u ile devam eden ve so n u çta infla- uğrar ve son ürün genellikle doku lıarabiyetinin
BÖLÜM 33 • Vücudun Enfeksiyonlara Direnci: I. Lokositler, Granülositler, Monosit-Makrofaj Sistemi ve İnflamasyon 399
REFERANSLAR
Blaser MJ: The bacteria behind ulcers. nism s of cytotoxic T lymphocytes. alth and Disease. New York: Marcel
Sci Am 274:104, 1996. News Physiol Sci 13:17, 1998. Dekker, 1997.
Bochner BS: Adhesion Molecules in Al Guiney DG: Regulation of bacterial vi Lockshin RA, Zakeri Z, Tilly JL: When
lergic Disease. New York: Marcel rulence gene expression by die host Cells Die. New York: Wiley-Liss,
Dekker, 1997. environment. Clin Invest 99:565, 1998.
Brown F, Haaheim LR, Schild GC: Mo 1997. Lukic, ML: Immunoregulation in He-
dulation of the Tissue Immune Res HoggJC, DoerschukCM: Leukocyte aldi and Disease. San Diego: Acade
ponse to Vaccine Antigens. New traffic in the lung. Annu Rev Physiol mic Press, 1997.
York: Karger, 1998. 57:97, 1995. Mandell GL, et al: Principles and Practi
Burnett AK, Fden OB: The treatment of Jullien D, StengerS, Ernst WA, Modlin ce of Infectious Diseases. 4di ed.
acute leukaemia. Lancet 349:270, RL: GDI presentation of microbial New York: Churchill Livingstone,
1997. nonpeptide antigens to T cells. J 1994.
Clancy J: Basic Concepts in Im m uno Clin Invest 99:2071, 1997. Marchuk GI: Mathematical Modeling of
logy. New York: McGraw-Hill, 1998. Karre K: Specificity, Function and Deve Immune Response in infectious Dise
C ossart P: H ost/path ogen in teracti lopment of NK Cells: The Effector ases. Boston: Klmver Academic, 1997.
ons: subversion o f the m am m alian Arm of Innate Immunity. New York: Marsh JA, Kendall MD: The Physiology
cell cytoskeleton by invasive b ac Springer, 1998. of Immunity. Boca Raton, FL: CRC
teria. J Clin Invest 99:2307, Kaspers GJL, Pieters R, Meerman AJP: Press, 1996.
1997. Drug Resistance In Leukemia and McKenzie S, et al: Textbook o f Hemato
Granger DN, Schmid-Schoenbein GW: Lymphoma. New York: Plenum Pess, logy. Baltimore: Williams & Wilkins,
Physiology and Pathophysiology of 1999. 1994.
Leukocyte Adhesion. Bethesda, MD: Levy GN: Prostaglandin H synthases, Persson CG, et al: EpiUielium, microcir
American Physiological Society, nonsteroidal anti-inflammatory culation and eosinophils-new as
1995. drugs and colon cancer. FASEB ] pects of the allergic airway in vivo.
Greaves MF: Aetiology of acute leuka 11:234, 1997. Allergy 52:241, 1997.
emia. Lancet 349:344, 1997. Lipscomb MF, Russell SW: Lung M ac Robinson JP, Babcock GF: Phagocyte
Groweurth R Filgveira L: Killing m echa rophages and Dentritic Cells in He Function. New York: Wiley-Liss, 1998.
BÖLÜM 33 • Vücudun Enfeksiyonlara Direnci: I. Lokositler, Granülositler, Monosit-Makrofaj Sistemi ve inflamasyon 401
Rodack BF: Diagnostic Hematology. Sawyers CL: Molecular genetics of Warrel RP Jr: Pathogenesis and m an
Philadelphia: WB Saunders Co, acute leukaemia. Lancet 349:196, agement of acute promyelocytic
1994. 1997. leukemia. Annu Rev Med 47:555,
Rodger 1VV, Botting JII, Dahlen SH: Thorbecke GJ, Isiagbe VK: The Biology 1996.
Leukotrienes. London: William of Germinal Centers in Lymphoid Yakura, II: Kinases and Phosphatates in
Harvey Press, 199». Tissue. Georgetown, TX: Springer- phocyte and Neuronal Signaling.
Sandlund ]T, Downing JR, Crist WM: Verlag, 1998. Tokyo: Springer, 1997.
Non-Hodgkin’s lymphoma in child Warasco WA: Intracellular Antibodies.
hood. N Engl I Med 334:1238, 199G. Austin, TX: Landes Bioscience, 1997.
J î
Vücudun Enfeksiyona Direnci:
II. Bağışıklık ve Alerji
402
BÖLÜM 34 • Vücudun Enfeksiyona Direnci: II. Bağışıklık ve Alerji 403
ğışıklığı bu yapı taşlan başlatır. Bu m ad d eler a n tijen leri karşılar. So n olarak dalak ve k em ik iliği
tijen adım alır. ise dolaşan kana u laşan a n tije n ik a ja n la rın y a
Bir m addenin an tijenik olabilm esi için g enel k alan m asın d a ö n em li rol alm aktadır.
likle yüksek molekül ağırlıklı, 8 . 0 0 0 ya da daha
fazla ağırlıklı olm ası gerekir. Ayrıca antijenik ol Hücresel ve Hiimöral Bağışıklığı İki Tip Lenfo
m a özelliği büyük bileşiğin yüzeyinde düzenli sit, Sırasıyla T ve B Lenfositi Geliştirir. Normal
olarak tekrarlanan ve ep itop adı verilen m olekü- lenfoid dokunun lenfositleri m ikroskopta in c e
ler grupların bulunm asına bağlıdır. Protein ve lendiğinde birbirine benzer görünse de aslında
büyük polisakkaridleıin kim yasal özellikleri bu bu hücreler iki ana gruba ayrılmıştır. Bu gruplar
tip grupların varlığını gösterm ekte ve bu (stere- dan biri olan T lenfositleri “h ü cresel bağışıklığı”
okim yasal) özellik her iki grubun kuvvetli a n tije sağlayacak olan aktif lenfositlerin oluşum undan
nik özelliğini açıklamaktadır. sorumludur. Diğer grup olan B len fositleri ise
“hiim öral bağışıklığı” sağlayan antikorların yapı
H aptenler. Molekül ağırlığı 8 .0 0 0 ’in altında olan m ından sorumludur.
m addeler nadiren antijen özelliği kazansalar da, Her iki tip lenfosit em briyoda p lu rip oten t (ç ok-
düşük m olekül ağırlıklı m addelere karşı bağışık yönlü) h em a to p o ietik k ö k hiicre d en kaynaklana
lık gelişim i yine de özel bir yolla sağlanabilir: rak farklılaşır ve olgun lenfositleri oluşturur. Olu
H apteıı adını alan küçük m olekül ağırlıklı bileşik şan lenfositler sonuç olarak lenfoid dokuya y er
ler ö n ce antijenik özellikli bir m adde; örneğin bir
leşirler. Ancak bu aşam adan ö n ce farklılaşm ala
protein ile birleştiıilirse, bu bileşim bir im m ün
rını tam am lam ak ya da ön işlem den geçm ek
yanıt oluşum u sağlar. Bu bileşim e karşı gelişen
üzere farklı yollar izlerler.
antikorlar ya da aktif lenfositler çoğunlukla b ile
Lenfositlerden aktif T lenfositlerini oluşturacak
şim i oluşturan hapten ve p roteine karşı ayrı ayrı
olanlar önce tim us b ezin e göç eder ve bu organ
da y an ıt verirler. Böylece haptenle ikinci karşılaş
da seçilerek işlenirler. Bu ned enle "T" lenfositleri
m ada antikor ve lenfositlerin bazıları organizm a
adını alan bu lenfositler hücresel (hücre-aracılı)
da yayılm a ve hasar g erçek leşm ed en h em en
bağışıklıktan sorum ludurlar.
h ap ten e yanıt verirler.
Lenfositlerin antikor yapım ını ü stlen en B le n
Bu tür im m ün yanıt olu ştu ran h ap ten ler ge
fositleri grubu ise fetal y aşam ın orta dönem inde
nellikle düşük m olekül ağırlıklı ilaçlar, tozda b u
karaciğerde, geç fetal d önem ve doğum so n rasın
lu nan kim yasal m addeler, hayvan derisi artıkla
da ise kem ik iliğinde işlenirler. Bu hücre grubu
rı (kepek), dökülen deri artıkları, endüstriyel
önce kuşlarda keşfedilm iş ve bu grubun, m e m e
kim yasal m addeler, zehirli sarm aşık toksini vb.
lilerde bulunm ayan, bursa o fF a b ric iu s adlı yapı
olabilir.
da işlendiği gösterilm iştir. Bu ned en le bu hücre
grubu “B ” lenfositleri olarak adlandırılır ve hü-
Lenfositler Edinsel Bağışıklığın m oıal bağışıklıktan sorum ludurlar.
Şekil 34-1 her iki lenfosit sistem in d e sırasıyla,
Temelidir
aktif T lenfositi ve antikor oluşum unu g öster
mektedir.
Edinsel bağışıklık vücut lenfosit sistem in in ürü
nüdür. Lenfositlerin genetik nedenlere bağlı ek
sikliğinde, radyasyon ya da kim yasallarla h arap-
lan m asınd a edinsel bağışıklık gelişem ez. Bu tür
T ve B Lenfositlerin Ön-İşlenmesi
bir bozukluğu olan bir bebek yoğun tedavi al
m azsa doğumu izleyen günlerde ağır bakteıiyel Vücuttaki lenfositlerin tüm ü em briyonu n y ö n
enfeksiyonlarla kaybedilir. Dolayısıyla lenfositler lendirilm iş lenfositik kök hü crelerin d en gelişir,
in san ın hayatta kalm ası için gereklidir. ancak bu kök hücreleri kendi başlarına aktif T
L en fo sitlerin çok büyük bir m iktarı le n f d ü lenfositi ya da antikor oluşturm a yeten eğin e sa
ğ ü m lerin d e yer alır, an cak bir kısm ı da d a la k , hip değildirler. Bu yeteneği k azanab ilm eleri için
g a stro in testiııa l katı alın s ııb m u k o z a ta b a k a sı tim ıısta ya da B hücresi işlen m e alanlarında fark
ve k e m ik iliği gibi ö zelleşm iş lenfoid dokularda lılaşm alarını sürdürm eleri gerekm ektedir.
da bulunur. Lenfoid doku, vü cu tta istilacı org a
n izm a ya da toksinin giriş y erind e h en ü z daha Timus Bezi T Lenfositlerini İşler. T lenfositleri
fazla yayılm ad an y ak alan m asın ı sağlayacak ş e kemik iliğinde geliştikten sonra, ö n ce tim us b ezi
kilde dağılm ıştır. Ç oğunlukla istilacı aja n ö n ce ne göçerler. Burada çok hızlı bölü n erek çoğalır ve
doku sıvılarına geçer, sonra len fatik dam arlar çok sayıda farklı a n tijen e karşı y anıt geliştirebile
aracılığıyla le n f d üğüm lerin e ve diğer lenfoid cek şekilde çeşitlendirilirler. Bu tim ik len fo sitle
d okulara taşınır. Ö rneğin g astro in testiııal k a n a rin herbiı inin bir a n tijen e karşı özgül yanıt vere
lın lenfoid dokusu barsak yoluyla giren a n tije n cek şekilde gelişm esi dem ektir. Bu süreç m ilyon
leri karşılar. Boğaz ve farinks bölgesi lenfoid larca farklı a n tijen in h erb iıin i tanıyan başka bir
dokusu (bad em cikler ve ad en o id leı) üst so lu timik lenfosit gelişinceye dek sürer. Bu şekilde iş
num yolu ile giren a n tijen le ri yakalayabilecek lenm iş çok sayıda farklı T lenfositi tim usu teıke-
şekild e yer alır. L en f d üğüm lerind eki lenfoid der ve vücut lenfoid dokularında konaklam ak
dokıı vü cu du n p e ıife ıik dokularınd an giren a n üzere dağılırlar.
40 4 ÜNİTE VI • Kan Hücreleri, Bağışıklık ve Kan Pıhtılaşması
Hücresel Bağışıklık
Timus
Ş E K İL 34 ■1
Tim us aynı zam anda tim usu terkeden T len fo B len fo sitleri iki açıd a n T le n fo sitlerin d en
sitlerin vücudun kendi d okularında b u lu nan farklıdır: İlk olarak a n tijen e karşı T h ü crelerin d e
p rotein ve diğer yapıdaki antijenlere karşı yanıt olduğu gibi tüm h ücre reaktivite geliştirm ez, B
verm em esini de sağlar, yoksa bu T lenfositleri lenfositleri aktif olarak ıea k tif m ad d eler olan
yalnızca birkaç günde organizm ayı öldürecektir. antikorları salgılam aktadırlar. A ntikorlar a n tije
Tim us olgunlaşan ve tim ustan serb estlen ecek ni bağlam a ve yoketm e özelliğine sahip büyük
olan T lenfositlerinin seçim inde ö n ce lenfositleri protein m olekülleridir. Bu m ekan izm alar bu b ö
organizm anın tüm özgül “ö z-an tijen ”leri ile kar lüm ve 33. B ölü m ’de açık lan m ak tad ır. İkinci
şılaştırır. Bu karşılaşm ada bu antijenlere yanıt farkları ise, B len fo sitlerin in T len fo sitlerin d en
veren T lenfositleri im ha edilir ve tim ustan salı de daha fazla çeşitlilik g österm esi, farklı özgül
verilm ek yerine fagosite edilirler. Tim usta olgun ıeaktivitesi olan m ilyon larca B len fo sit a n tik o
laşan lenfositlerin % 90’ı bu şekilde yok edildik runun üretilebilm esidir.
ten son ra sonunda salıverildiler, vücudun kendi B lenfositleri de T lenfositleri gibi işlendikten
an tijen lerin e değil, bakteri, toksin ya da başka b i sonra vücutta bulunan lenfoid dokuya göçerler
rinden aktarılan doku gibi yabancı kaynaklı an ti ve bu dokuda T lenfositlere yakın, fakat farklı
jen lere reaksiyon verirler. bölgelerde konaklarlar.
T im u sta T len fo sitlerin in ö ıı-işlen işi büyük
oranda doğum dan h em en ö n ce ya da doğum u
izleyen birkaç ayda gerçekleşir. Bu d önem d en
T Lenfosit ve B Lenfosit Antikorlarının
so n ra tim us bezinin uzaklaştırılm ası bağışıklık
sistem in in T lenfosit işlevlerini zayıflatır, ancak
Antijenlerini Çok Özgül Olarak
o rtad an kaldırm az. Oysa ki tiıııus bezin in d o Tamması-Lenfosit Klonlarının Rolü
ğum dan aylar ön ce uzaklaştırılm ası tüm h ü cre
sel bağışıklığın gelişim ini engeller. H ücresel b a Özgül bir antijen lenfoid dokuda T ve B len fo sit
ğışıklık ise kalp ve böbrek gibi organ nakillerinde leri ile karşılaşırsa, belirli T lenfositleri uyarılır,
doku reddinden sorum lu olduğu için, doğum aküf T hücrelerini oluşturur ve belirli B len fo sit
dan belirli bir süre ö n ce tim usu uzaklaştırılm ış leri antikor üretim ine başlar. Aktif T hücreleri ve
hayvanlara yapılan organ nakillerinde doku red antikorlar yine özgül olarak yalnızca gelişim leri
di söz konusu olmaz. ni uyaran an tijene y anıt verirler. Bu özgül yanıtın
m ekanizm ası aşağıdaki şekilde gelişir.
K araciğer ve Kemik İliği B Lenfositleri İşler. B
len fo sitlerin gelişim i ve olgunlaşm ası ile ilgili Miyonlarca Özgül Lenfosit Lenfoid Dokuda
bilgiler T len fositlerine göre çok daha azdır. İn Hazır B eklem ektedir. Uygun a n tije n ile u yarıl
san d a B len fo sitlerin in fetal d ö n em in o rtasın d a dığında spesifik aktif T h ü cresi ya da antikor
karaciğerde, geç fetal dönem d e ve doğum dan oluşturacak m ilyonlarca hazır T ve B lenfositi
so n ra ise kem ik iliğinde ön işlem lerin in g erçek bulunm aktadır. Bu hazır len fo sitlerin h er biri
leştiği bilinm ektedir. tek bir an tijen i tanıyan tek bir T h ü cresi ya da
BÖLÜM 34 • Vücudun Enfeksiyona Direnci: II. Bağışıklık ve Alerji 405
tek bir tip antikor o lu ştu rabilm e y eten eğin e sa yon sürecini başlatacaktır. T lenfositlerind e ise
hiptir. Ve yalnızca onu aktive ed eb ilen özgül a n antikorlara benzeyen ve yiizey reseptör p rotein le
tijen i bu hücreyi uyaıabilm ektedir. Özgül len fo ri (ya da T hücre işaretleyicileri) adını alan m o le
sit an tijen i tarafın d an uyarıldığında uyarılan küller T-lıücre m em bran yüzeyinde yer alır ve
lenfosit olağanüstü sayıda artar ve bölünerek bunlar da bu hücreleri uyaran tek özgül an tijen e
kendini yenid en üretir. Eğer bu hücre bir B le n özgü yapılardır.
fositi ise, b u n d an gelişen hü creler antikor salgı
layacak ve bu antikorlar vücutta yayılarak d ola A ktivasyon Sürecinde M ak ro fa jla rın Rolü.
şacaklardır. Eğer uyarılan hücre b ir T lenfositi Lenfoid dokuda len fositlerin yanısıra m ilyonlar
ise, b u n d an gelişen h ü creler duyarlaştırılm ış T ca m akrofaj bulunm aktadır. Bunlar le n f düğü
hücreleri olacak, bu n lar le n f sıvısına salınacak, mü, dalak ve diğer lenfoid dokuların siniizoidle-
bu rad an kana ve doku sıvılarına taşın acak ve ıin d e sıralanır ve le n f düğümü len fositlerin in
le n f sıvısına geri d ö necek, bu dolaşım ı aylar h a t karşısında yer alır. V ücuda giren istilacıların b ü
ta yıllarca sürdürebileceklerdir. yük bir kısm ı ö n ce m akrofajlarca fagosite edilir
Tek bir tip antikor üretim i ya da T h ücre gelişi ve kısm en sind irim e uğrar, saldırgandan kay
m ine kaynaklık ed ebilen farklı len fositlerin h eı- naklanan an tijen ik yapılar m ak rofajın sitozolün-
biri bir len fosit k lo n u adını alm aktadır. Her klo- de açığa çıkar. M akrofajlar bu an tijen leri direkt
ıııın tüm lenfositleri b irb irin e ben zer ve aslında olarak h ücred en hücreye ilişki ile len fositlere g e
tek ya da az sayıda özgül len fo sitten kaynaklan çirirler ve özgül len fosit klonunun aktivasyonu-
m aktadır. na yol açarlar. Ayrıca m akrofajlar özgül le n fo sit
lerin büyüm e ve çoğalm asını kolaylaştıran özel
bir aktivatör m adde salgılar. Bu m adde interlö-
Çok Sayıda Lenfosit Klonunun Kökeni kiıı -1 adını alır.
Ka —
A ntijen -antikor bileşim inin konsantrasyonu
Antikor konsantrasyonu x antijen konsantrasyonu
Antljen-antlkor kompleksi
Bakteri opsonlzasyonu
_T
►. Mast hücresi ve
bazoflllerl aktifler
Ü4 + C2
Lökosttlarln
kamotakslsl
Mikroorganizma
B ve D > Ş E K İL 34 • 5
C6 + C7
Komplemanın klasik yolla akti-
vasyonu ile gerçekleşen reaksi
yon zinciri. (Alexander ve Good:
08 4- 09 *
Fundamentals of Clinical Im
munology. Philadelphia, \V. B.
Saunders Company, 1977’den
değiştirilerek alınmıştır.)
ln te ılö k in - 2 Antijen—
Interlökin-3
în terlök in-4 igE
Interlökin-5
Ş E K İL 34 - 6
ln terlö k in - 6
G ıanü losit-m onosit koloni stim üle edici faktör Yardımcı T hücrelerinin belirleyici rolünün vurgulanarak im
inim sistem düzenlenmesi. MHC. Majör histokompatibilite
İn teıfero n -y
kompleksi.
reseptör proteinleri, onların özgül bağlandıkları yarak, aşağıda tartışacağım ız, in ım ü n toleransta
an tijen i taşıyan organizmaya ya da hücreye bağ önem li bir rol oynuyor olm ası olasıdır.
lanm alarını sağlarlar. Sonra bu hücreler bağlan
dıkları hücreyi şekil 3 4 -7 ’de görüldüğü gibi öldü
rürler. Bağlanm adan sonra sitotoksik T hücreleri Edinsel Bağışıklık Sisteminin Kişinin
perforiıı adı verilen, saldırılan hücrelerin m em b- Kendi Dokularına Toleransı-Timusta
ranınd a büyük yuvarlak delikler oluşturan d elik ve Kemik İliğindeki Önişlemenin Rolü
açıcı proteinleri salgılarlar. Bunun üzerine h ü cre
lerarası sıvı hızla hücre içine dolar. Ayrıca sitotok Eğer kişi kendi dokularına karşı bağışıklık kazan-
sik h ü cre saldırdığı hücre içine sitotoksik m adde saydı, edinsel bağışıklık kişinin kendi vücudunu
ler de salgılar. H em en ardından saldırılan hücre yokedeıdi. Bağışıklık m ekanizm aları kişinin vü
şişer ve çoğunlukla bunun ardından hızla erir. cudunu, norm alde, bakteri ve viruslardan farklı
Sitotoksik katil hücrelerin kurbanlarına delik açıp olarak "tan ır” ve kişinin bağışıklık sistem i kendi
toksik maddeleri verdikten sonra kendilerini uzak an tijen lerine karşı çok az antikor ya da aktif T
laştırıp başka birçok hücreyi öldürebilme yeteneği hücresi oluşturur.
ne sahip olmaları özellikle önemlidir. Gerçekten de
bütün istilacıların uzaklaştırılmasından sonra bile Toleransın Çoğu Önişleme Sırasında G erçekle
bu hücreler dokularda varlığını sürdürebilmektedir. şen Klon Seçiminin Sonucudur. Tolerans olayının
Bazı sitotoksikT hücreleri virııslarla enfekte olmuş büyük oranda T lenfositlerinin tim usta önişlenme-
doku hücrelerine özellikle zararlıdır, çünkü birçok si ve B lenfositlerinin insanda kemik iliğinde öniş-
virüs parçacığı bu hücrelerin membıanlarında kalır lenıııesi sırasında geliştiğine inanılmaktadır. Bu
ve viral antijenlere karşı T hücre yanıtını uyarır. Sito inancın nedeni lenfositlerin bu iki organda gelişimi
toksik hücreler kanserli hücreler, kalp nakli ile akta sırasında fetusa kuvvetli bir antijenin eııjekte edil
rılan hücreler ve vücuda yabancı olan tüm hücrele mesinin, lenfoid dokuda enjekte edilen bu antijene
rin yokedilmesinde de önemli rol oynarlar. özgü lenfosit klonlarının gelişimini engellemesidir.
Ayrıca deneyler tim usta henüz olgunlaşm am ış
B askılayıcı (= S ü presö r) T H ü cre le ri olan özgül lenfositlerin kuvvetli bir antijenle karşı
laştırıldığında lenfoblastik gelişim gösterdiklerini,
Baskılayıcı T hücreleri ile ilgili bilinenler diğer belirgin olarak çoğaldıklarını ve sonra uyarıcı anti
gruplara göre çok daha azdır, ancak bu hücreler jenle birleştiklerini göstermiştir. Bu etkinin, hücre
h em sitotoksik hem de yardım cı T hücrelerin i lerin tüm vücut lenfoid dokusuna göçleri ve koloni-
baskılayabilm ektedirler. Baskılayıcı işlevlerin di zasyonları gerçekleşmeden önce, timik epitelyal
ğer h ücrelerin etkinliklerini düzenlem e, in ın ıün hücrelerince yokedilmelerine yol açtığına inanıl
y anıtın vücuda zarar verebilecek aşırı reaksiyon maktadır.
lar oluşturm alarını engellem e am acın a yönelik Bu yüzden lenfositlerin tim u sta ve kem ik ili
ğinde işlenm esi sırasında, vücudun kendi doku
olduğu düşünülm ektedir. Bu nedenle, baskılayı
larına özgül olan tüm ya da çoğu len fosit klonla-
cı hücreler yardım cı hücrelerle birlikte d ü zen le
ıın ın , vücut antijenleri ile sürekli karşılaştırılarak
y ici T hücreleri olarak sınıflandırılm aktadır. B a s
kendi kendine yokettiıildiği düşünülm ektedir.
kılayıcı T hücrelerinin bağışıklık sistem inin kişi
n in kendi dokularına saldırm a yeteneğini sınırla-
Tolerans Mekanizmalarının Yetersizliği Otoim-
mün Hastalıklara Yol Açar. Bazen insanlar kendi
dokularına karşı inımün toleranslarım kaybederler.
Sitotiksik T hücreleri Bu durum artan yaşla birlikte daha sık görülür. Ço
/ y : : \ (katil hücreler) ğunlukla vücut dokularının lıaıabiyetinden sonra
vücudun "kendi-antijenleıinin” büyük miktarlarda
Sitotoksik i dolaşıma katılması ve olasılıkla bunlara karşı T
ve sindirici t e H r -------- x hücre ya da antikor yanıtı şeklinde edinsel bir bağı
enzimler^
şıklığın gelişimi ile ortaya çıkar.
im i
XX, O toin ım ü ııite ile gelişen özgül h astalık lar a ra
sında şunlar bulunur: ( 1 ) ro m a tiz m a ] ateşte vü
cut, streptokokların özgül bir toksini ile k arşılaş
rM ; mayı izleyerek bu m olekü lü n keııdi a n tije n le ri
ne benzeyen bir ep itop u ııa karşı geliştirdiği y a
Saldırılan i \ nıtla eklem ve kalp, özellikle kalp kap akçıkları
nın dokusuna karşı im m iin yanıt verir (2 ) bir tip
Antijen hücre özgül bağlanma
g lo m eriılo n efritte kişi, g lo n ıe rü lle ıin b a z a l
reseptörleri
m em b ran m a karşı bağışıklık geliştirir (3) m y ast
h en ia graviste k a s-sin ir kavşağın d a b u lu n a n
Antijenler asetilkolin reseptör p ro tein lerin e karşı gelişen
bağışıklık felce yol a ça r ve (4) lu pııs eriten ıa-
Ş E K İL 34 - 7 töz’â e kişi b irçok vücut dokusuna aynı an d a b a
İstilacı bir hücrenin duyarlaştırılmış lenfositleıce direkt yok ğışıklık geliştirir ve hastalık yaygın h a sa ra ve sık
edilmesi. lıkla hızlı ölüm e yol açar.
BÖLÜM 34 • Vücudun Enfeksiyona Direnci: II. Bağışıklık ve Alerji 411
yonu nım geliştiği dokuya göre, değişik tipte bir genlik artışı ile dakikalar içind e deride sınırlı
dizi norm al dışı doku yanıtı oluşabilir. Bu şekilde alanlarda şişm eye ned en olur. Şişm e bölgelerine
oluşan değişik tip alerjik reaksiyonlar şunlardır: genel olarak ürtiker denir. A ntijenle karşılaşm a
dan önce uygulanacak an tihistam inik ilaçlar ür
Anaflaksi. Özgül bir a le ıje n doğrudan dam ara tiker gelişim ini engeller.
verilirse, vücutta geniş alanlarda kan bazofilleri
ve küçük d am arların h em en dışında yerleşm iş Saman Nezlesi. Sam an nezlesin d e a le ıje n -re-
m ast hü creleri ile reaksiyon verebilir. Ancak bu ajiıı reaksiyonu bu ru n d a m eyd ana gelir. R eaksi
olay eğer bu hücreler daha ö n ce IgE reajin lerin yon ile açığa çıkan histam in bölgesel dam ar ge
bağlanm ası ile d uyarlılaştırılm ışsa gerçekleşir. nişlem esi ile kapiller b a sın ç artışı ve kapiler ge
B öylece dam ar sistem i ve ilişkili dokularda ge çirgenlik artışına n ed en olur. Her iki etki hızla
niş bir alerjik reaksiyon görülür. B u n a a n a fla k s i burun dokusuna sıvı sızm asını ve b u ru n m u ko
denir. D olaşım a katılm ak üzere serb estle n e n zasının şişm esini ve salgı y ap m asın ı sağlar. B u
h istam in tüm vücutta vazod ilatasyona ve d ola rada da an tih istam in ik ilaçların kullanım ı şiş
şım d an belirgin plazm a kaybına yol açan kapi- meyi engeller. A lerjen -reajin reaksiyonunun di
ller geçirgenlik artışın a n ed en olur. H istam inin ğer ürünleri, bu rund a iritasyon ile ilaç tedavisi
etkilerini engelleyen ep in efıin uygulanm adığı ne rağm en tipik h ap şırm a sen d ro m u n a yol a ç
takdirde bu reaksiyonun geliştiği kişilerin çoğu maya devam ederler.
dakikalar içind e dolaşım şoku ile kaybedilirler.
H ücrelerd en aynı zam and a a n a fla k sin in yavaş Astım. Astını çoğunlukla “alerjik” tip kişilerde or
etk ili m a d d esi adını alan lö k o trien lerin bir karı taya çıkar. Bu durum da alerjen -reajin reaksiyonu
şım ı da serbestlenir. Bu lö k o trien ler bıon şiy ol akciğer bronşiyollerinde gerçekleşir. Bu süreçte
düz kaslarında spazm a yol açarak astım b en ze ıııast hücrelerinden serb estlen en en önem li ürü
ri ataklara ve bazen boğu lm a ile ölü m e neden nün bıonşiyol düz kaslarında kasılm aya yol açan
olabilirler. an aflaksin in yavaş etkili m a d d esi olduğu düşü
nülmektedir. Sonuç olarak kişinin solunum güç
Ürtiker. Ü rtiker an tijen in özgül deri bölgelerine lüğü olur ve alerjik reaksiyonun ürünleri o rtam
girip bölgesel anaflaktoid reaksiyon geliştirm esi dan uzaklaştırılıncaya dek sürer. Antihistanıinik-
n in sonucudur. Bölgesel olarak serbestlenen his- leıin verilm esi astım ın gelişim ine etkili olm az
tam iıı ( 1 ) vazodilatasyon yoluyla h em en gelişen çünkü h ista m in in astın ı reak siy o n ların ın
bir k ız a rık lık ve (2 ) kapillerlerde bölgesel geçir gelişim inde önem li bir rolü yoktur.
REFERANSLAR
Bochner BS: Adhesion Molecules in Al Lukic ML: Immunoregulation in Health Samelson LE: Lymphocyte Activation.
lergic Disease. New York: Marcel Der- in Healdi and Disease. San Diego: Farmington, CT: Karger, 1994.
ker, 1997. Academic Press, 1997. Sanderson CJ: Interleukin-5: From Mole
Brown F, Haaheim LR, Schild GC: Modu Mackinnon El': Immunity in athletes. Int cule to Drug Traget for Asthma. New
lation of the Tissue Immune Respon J Sports Med 18:S62, 1997. York: Marcel Dekker, 1999.
se to Vaccine Antigens. New York: Marchuk GI: Mathematical Modelling of Schroeder JT, Kagey-Sobotka A, Lichens-
Karger, 1998. Immune Response in Infectious Dise tein LM: The role the basophil in aller
Buckingham JC, Gillies GO, Cowell A-M: ases. Boston: Kluwer Academic, 1997. gic inflammation. Allergy 50:463,1995.
Stress, Stress Hormones, and the Im Marks AR: Cellular functions of iinmu- Seilmeyer DE, Grunfeld C: Endocrine
mune System. Chichester: John Wiley nophilins. Physiol Rev 76:631, 1996. and metabolic disturbances in hu
& Sons, 1997. Marsh JA, Kendall MD:The Physiology of man immuno deficiency virus infec
Clancy J: Basic Concepts in Immunology'. Immunity. Boca Raton, FL: CRC tion and the acquired immune defici
New York: McGraw-Hill, 1998. Press, 1996. ency virus infection and the acquired
DeVita VT Jr, et al: AIDS: Etiology, Diag Miossec R van den BergWB, Firestein GS: immune deficiency syndrome. En-
nosis, Treatment and Prevention. 3rd T Cells in Arthritis. Boston: Birkha- docrltev 17:518, 1996.
ed. Philadelphia: JB Lippincott, 1992. user Verlag, 1998. Thorbecke GJ, Isiagbe VK: The Biology of
Glass JDJolm son RT: Human immuno Nilsson G, Metcalfe DD: Contemporary Germinal Centers in Lymphoid Tissue.
deficiency virus and the brain. Annu issues in mast cell biology. Allergy Georgetown,TX: Springer-Verlag, 1998.
RevNeurosci 19:1, 1996. Asthma Proc 17:59, 1996. Turgeon ML: Fundamentals of Immuno-
Hukkanan MVJ, Polak JM, Hughes S: Nit Paul WE: Fundamental Immunology. hematology. Baltimore: Williams &
ric Oxide in Bone and Joint Disease. New York: Raven Press, 1994. Wilkins, 1995.
New York: Cambridge University Pedersen BK: Exercise Immunology. New van de Winkel JGJ, Hogarth PM: The Im
Press, 1998. York: Chapman & Hall, 1997. munoglobulin Receptors and Their
Husband AJ, Sao S, McClure SJ, et al: An Perna FM, Schneiderman N, I.aPerriere A: Physiological and Pathological Roles
tigen delivery strategies for mucosal Psychological stress, exercise and im in Immunity. Boston: Kluwer Acade
vaccines. Int J Parasitol 26:825, 1996. munity. Int J Sports Med 18:S78, 1997. mic, 1998.
Karre K: Specificity, Function, and Deve Plotkin SA, Mortimer FJ Jr: Vaccines. Phi Volanakis JF, Frank MM: The Human
lopment of NK Cells: The Effector ladelphia. WB Saunders Co, 1994. Complement System in Health and Di
Arm of Innate Immunity. New York: Rabin BS: Stress, Immune Function, and sease. New York: Marcel Dekker, 1998.
Springer, 1998. Health. New York: Wiley-I.iss, 1999. Warasco WA: Intracellular Antibodies.
Knox JP: The use of antibodies to study Ryan JJ: Inerleukin-4 and its receptor: es Austin, TX: Landes Bioscience, 1997.
the architecture and developmental sential mediators of the allergic res Weiner HL: Oral tolerance for the treat
regulation of plant cell walls, lnt Rev ponse. J Allergy Clin Immunol 99:1, ment of autoimmune diseases. Annu
Cytol 171:79, 1997. 1997. Rev Med 48:341, 1997.
Kan Grupları; Transfüzyon; Doku ve
Organ Transplantasyonu
Kan Hücrelerinde Antijenlerin Çeşitliliği. İnsan Bu oranların gösterdiği gibi O ve A genleri sık, B
kan hücrelerinde, özellikle hücre m em branlarm - geni seyrek bulumaktadır.
da, h er biri an tijen -an tik o r etkileşim lerine yol
açab ilen sık bulunan en az 30 adet ve daha nadir A g lü tin o je n le rin G e n etik O la ra k B elirlen m e
gözlenen yüzlerce başka an tijen bulunm uştur. si. İki çift k rozom u n h er b irin d e b u lu n a n iki
Bu an tijen lerin çoğu zayıftır ve yalnızca akrabalık gen O -A-B gru p ların ı belirler. A lelom o rfik y a
tayini için kullanılan genlerin kalıtımı gibi araş pıdaki bu iki gen h er üç tip ten h erh a n g i biri
tırm alar için ö nem taşırlar. olabilir, a n ca k h er k ro m ozo m d a y a ln ız ca tek
İki grup antijen diğerlerine göre daha sıklıkla b ir tip, Tip O, Tip A ya da Tip B b u lu nu r. Tip O
k an transfü zyon reaksiyo n ların a yol açarlar. ya büyük orand a, ya da ta m a m e n işlevsizd ir ve
Bunlar 0-A -B ve Rh sistem i antijenleridir. h ü creler ü stü n d e Tip O a g lü tin o je n o lu ştu r
m az. Tip A ve Tip B gen leri ise h ü cre le rin ü z e
rin d e g ü çlü a g lü tin o je n le rin o lm a s ın a yol
açarlar.
Tablo 3 5 -1 ’de gösterildiği şekilde 6 olası gen
0-A-B KAN GRUPLARI kom binasyonu vardır: 0 0 , OA, OB, AA, BB ve AB.
Her bireyde ancak biri bulunan bu gen k o m b i
A ve B Antijenleri- Aglütinojenler nasyonları genotip olarak adlandırılır.
Tabloda görüleceği gibi genotipi 0 0 olan bir
Tip A ve Tip B adlı iki an tijen nüfusun büyük bir birey aglütonojen yapam az, kan grubu “0 ”dır,
çoğunluğunda eritrosit hücrelerinin yüzeyinde G enotipi AA ya da OA olanlar Tip A aglü tinojen
bulunurlar. Bu an tijen ler (aglütinojen de denir, yaparlar, kan grupları “A”dır. G enotipi OB ve BB
çünkü kan hü crelerinin aglütinasyonuna neden olanlar “B ” kan grubu, AB olanlar “AB” kan gru
olurlar) kan tran sfü zyo n reaksiyo n ların a yol budur.
açarlar. Kalıtım özelliği nedeniyle bir bireyin kan
h ü crelerind e bu antijen lerin biri ya da ikisi bulu
nabilir, ya da h içbiri görülm ez. Aglütininler
Ana 0-A-B Kan T ip leri. Bir bireyden d iğerine Bir bireyin eritrosit hücrelerinde Tip A aglü tino
kan nakli için , alıcı ve verici kan grupları Tablo je n yoksa plazm ada anti-A agliitinitıler olarak bi-
413
4 14 ÜNİTE VI • Kan Hücreleri, Bağışıklık ve Kan Pıhtılaşması
A + -
lar h em o g lo b in i cild in sararm a sın a yol a çan ıu b in e çevıelir ve 70. Bölüm de tartışıldığı gibi
(sarılık) b ilirü b in e çevirirler. O luşan an tikorlar karaciğer tarafından safraya verilir. V ücut şuala
v ü cu d u n diğer h ü crelerin e saldırıp on lara da rındaki bilirubin yoğunluğu sıklıkla vücut doku
zarar verebilirler. larına sarı bir renk verecek ölçüde artarak sarılık
yapar -dokular safra pigm enti ile sarı renk alır.
E ritroblastotisis'in Klinik Tablosu. Sarılık geli Ancak karaciğer fonksiyonları norm al ise bir gün
şen, eıitro b la sto sisliy e n id o ğ a n genelde doğum içinde yıkılan kan m iktarı 400 m ililitreyi aşana
sırasın d a an em ik tir ve an n ed en gelen an ti-R h dek sarılık görülm ez.
a g lü tin in ler b eb eğ in kanınd a 1 - 2 ay d aha d o la
şıp d aha ço k sayıda eritrositin yıkım ına yol Transfüzyon Reaksiyonlarından Sonra A kut
açarlar. Böbrek Yetmezliği. Transfüzyon reaksiyonlar
B ebeğin hem atop oetik dokuları hem olize uğ ının en ölüm cül olanlarından biıi birkaç dakika
rayan eritrositleri yenilem eye çalışırlar. Karaciğer ile birkaç saat içinde başlayabilen ve böbrek y et
ve dalak çok büyür ve gebeliğin ortasındaki n o r m ezliğin d en h astayı ölü m e g ö tü ıe b ile n akut
m al hızla eritrosit üretirler. Hücrelerin hızlı yapı böbrek yetmezliğidir.
m ı nedeniyle çekirdekli, blastik hücreler dahil B öbrek yetm ezliğinin 3 n ed eni olduğu d ü şü
birçok erken tip hücre dolaşım sistem ine verilir, nülm ektedir: B unlardan b irin cisi transfüzyon
h astalığa eritıoblastosis fetalis denillm esinin n e reaksiyonu sırasında gelişen a n tijen -a n tik o r y a
deni de budur. n ıtın ın hem olize uğrayan kandan şiddetli ıen a l
E ritıoblastosis fetaliste ölüm nedeni genellikle vazokonstıiksiyona yol açan toksik m ad d elerin
ağır anem i olm akla beraber, anem iye rağm en y a serb estlem esin e ned en olm asıdır. İkin ci ned en
şayan birçok çocukta bilirubinin sinir h ü crele h em olize uğrayan hücrelerden toksik m a d d ele
rinde çöküp yıkım larına yol açm ası sonucu geli rin oluşum una ek olarak eritrositlerin kaybının
şen ve k em ik teru s denen durum nedeniyle kalıcı sıklıkla şoka ned en olm asıdır. A rteriyel kan b a
m ental bozukluklar ya da beynin m otor b ölgele sın cı çok düşer ve renal kan akım ı ile idrar çıkışı
rinin hasarı görülür. azalır. Ü çü n cü olarak ise d olaşan kandaki se r
b est hem oglobin m iktarının, h em o g lo b in i b a ğ
Eritroblastotik Yenidoğanm Tedavisi. Eritrob- layan bir plazm a p ıo ten i olan h ap to g lo b iin in in
lastosis fetalisin standart tedavisi yenidoğanm b ağ la y a b ileceğ i m iktarı a şm a sı d u ru m u n d a,
k anın ın R h-n egatif kanla değiştirilm esidir. Bu fazla h em o g lo b in glom erüler m e m b ra n la ıd a n
durum da 400 mililitre kadar R h-negatif kan 1.5 b öbrek tu bü llerine sızar. Eğer bu m iktar az ise
saat ve üstü sürede infüze edilirken, yenidoğanm tü bü ler ep iteld eıı yeniden kana geri em ilir ve
kendi R h-pozitif kanı da uzaklaştırılır. Bu işlem zarar verm ez, m iktar çok ise küçük b ir kısm ı
b ilirubini düşük tutm ak ve keınikterusu ö n le em ilebilir. A ncak su em ilim in in devam etm esi
m ek üzere ilk birkaç hafta içinde birkaç kez tek nedeniyle tü bü ler h em oglobin kon san trasyon u
rarlanabilir. Altı ya da daha fazla hafta içinde artm aya devam eder, özellikle asidik bir idrar
tıan sfü ze edilen Rh n egatif kan bebeğin kendi varlığında, h em og lob in tiibüllerde çö k er ve tı
R h -pozitif kanı ile yenilenirken anneden gelen kanm aya yol açar. B öylece renal vazokonstriksi-
an ti-R h aglütininler de yıkılırlar. yon, dolaşım şoku ve tü bü ler tık an m a hep b ir
likte akut böbrek yetm ezliğine yol açarlar. Eğer
tıkanm a tam olur ve yetm ezlik düzelm ez ise su
Kan Uyuşmazlığına Bağlı Transfüzyon ni b öbrek ile tedavi (diyaliz) olm ad ıkça, 31. B ö-
Reaksiyonları lüm ’de anlatıldığı gibi, hasta 7 -1 2 gün içind e
kaybedilir.
Eğer bir kan grubuna ait verici kanı başka bir kan
grubu taşıyan bir alıcıya verilirse, verici kam ıu n
eritrositlerinin aglütinasyonu ile bir transfüzyon
reaksiyonu oluşm a olasılığı yüksektir. Tıansfüze DOKU VE ORGAN NAKLİ
edilen kanın alıcının eritrositlerini yıkım a uğrat (TRANSPLANTASYONU)
m a olasılığı düşüktür, çünkü verici kanının plaz
m a kısm ı alıcının tüm plazm ası içinde seyrelir ve E ritrositlerin transfü zyon reaksiyo n ların a yol
infüze edilen aglütininlerin titresi reaksiyona yol açan farklı an tijen lerinin çoğu, başka a n tijen le r
açam ayacak kadar düşer. Öte yandan infüze edi le birlikte, diğer hücrelerde de bulunur. Sonuçta
len az miktardaki kan alıcının plazm asındaki ag nakledilen her yabancı hücre im im in y anıt ve re
lütinin yoğunluğunu önem li ölçüde seyreltmez. aksiyonlara yol açabilir. Başka bir ifade ile çoğu
Bu ned enle alıcının aglütininleri vericinin h ü cre alıcı, yabancı bakteriler ya da eritrositlerin istila
lerini aglütine eder. sına direndiği gibi yabancı doku h ücreleri tara
D aha ö n ce açıklandığı gibi tüm transfüzyon re fından istilaya da direnir.
aksiyonlarında ya lıem olizinlere bağlı ani h em o
liz, ya da küm eleşm iş hücrelerin fagositozuna O togreftler, İzogreftler, A llogreftler ve Kse-
bağlı geç hem oliz görülür. Eritrositlerden ser nogreftler. Aynı hayvanın bir bölgesinden başka
b estlen en hem oglobin fagositler tarafından bili- bir bölgesine doku ya da organ nakline otogreft;
BÖLÜM 35 • Kan Grupları; Transfüzyon; Doku ve Organ Transplantasyonu 417
tek yum urta ikizinin birinden diğerine nakile Bazı HLA an tijen lerin in antijenik özelliği fazla
izogreft; bir insandan diğerine ya da ayııı türde iki değildir, bu ned enle allogreft kabulü için alıcı ve
hayvan arasındaki nakile allogreft ve bir hayvan verici arasında bazı an tijen lerin tam uyumu zo
dan insana ya da iki farklı hayvan türü arasındaki runlu değildir. Bu nedenle, a lıcı-v eıici arasında
nakile ksenogreft denmektedir. m üm kün olan en yakın uyum un sağlanm ası ile
greft işlem leri daha az tehlikeli h ale gelmiştir.
Hücresel Dokuların Nakli. O togıeft ve izogreft- Doku tiplem esinde en uygun eşleşm eler kardeş
leıd e nakledilen hücreler alıcı ile hem en taıııe- ler ile ebeveyıı-çocuk arasındadır. Tek yum urta
m en aynı tip antijenleri taşırlar ve yeterli kan d o ikizlerinde tam uyum vardır ve aralarındaki n a
laşım ı sağlandığı sürece sınırsız yaşarlar. Diğer killerde im m ün yanıt nedeniyle ıed h em en h iç
taraftan ksenogıeftlerde ise im m ün reaksiyon bir zam an görülm ez.
h em en her zam an olur ve im m ün yanıtı önleye
cek özgün bir tedavi uygulanm adığı sürece nakli G re ft R e d d in in İm m ü n S istem in
izleyen 1-5 hafta içinde tüm nakledilen doku Baskılanm ası ile Ö n le n m e s i
hücreleri ölür.
Bir insand an diğerine deneysel olarak ya da Eğer im m ün sistem tam am ıyla baskılanm ış o l
tedavi am acıyla başarılı bir şekilde nakledilen saydı, greft reddi olm ayacaktı. G erçekten im m ün
farklı organ ve dokular arasın d a cilt, böbrek, sistem i ciddi olarak baskılanm ış bir kişide greft,
kalp, karaciğer, salgı bezleri, kem ik iliği ve ak ci reddi önleyici tedavi uygulanm aksızın başarılı
ğer sayılabilir. A lıcı-veıici arasınd a uygun doku olabilir. Normal bir kişide en iyi doku tiplem esi
“eşlem eleri” ile birçok b ö brek allogıefti 5-15 yıl, ile bile, allogreftler im m ün sistem i baskılayıcı te-
karaciğer ve kalp allogreftleri ise 1-15 yıl süreyle ıap ötik işlem ler u ygulanm adan an cak birkaç
yaşam aktadır. hafta doku reddine karşı dayanabilir. T hücreleri
greft hücrelerini öldürm ede önem li bir bölüm ü
oluşturduğu için bunların baskılanm ası plazm a
Nakledilen Dokuda İmmün a n tik o rların ın b a sk ıla n n ıa sın d a n çok d aha
Reaksiyonu Aşma Çabaları önemlidir. Bu am açla kullanılan ilaçların bazıları
aşağıdakilerdir:
Belli doku ve organların nakledilm esinin yüksek
potansiyel önem i nedeniyle nakille ilişkili anti- 1. Böbreküstü bezi korteksin den izole edilen gli-
jen -an tik o r reaksiyonlarını önlem ek üzere çok ko ko rtiko id h o rm o n la r (ya d a g liko ko ı tikoid et
çab a harcanm ıştır. Aşağıda sözü edilen özgül kili ilaçlar) lenfoid dokunun büyüm esini baskı
yöntem lerin belli ölçüde klinik ve deneysel b a şa lar ve böylece antikor ve T h ü cresi gelişim ini
rı sağladığı görülmüştür. azaltırlar.
2. L enfoid sistem e toksik etki y ap an ve böylece
D o ku T ip le m e s i - H LA A n tije n antikor ve T hücresi gelişim ini durduran azatlıi-
K o m p le ksi o pıin gibi ilaçlar.
3. S/â;/os/;o/7 /zyardım cı T hücresi gelişim ine öz
Greft reddinde en önem li antijenler IILA a n tijen gü inhibitör etkisiyle özellikle T -h iicıe ıed reaksi
leri olarak adlandırılan bir kom plekstir. Yüzelli y on u n u n d urd u ru lm asın d a etkili olm aktadır.
farklı tipi olm akla beraber her bireyin hücre yü Tüm diğer ilaçların içinde im m ün sistem in diğer
zeylerinde bu antijen lerin ancak 6 tanesi bu lu bölüm lerini baskılam adığı için en değerli ilaç o l
nur. Böylece trilyonun üstünde farklı kom b in as duğu gösterilmiştir.
yon oluşm aktadır. So n u ç olarak tek yum urta
ikizleri hariç iki farklı bireyin altı aynı HLA a n tije Bu ilaçların kullanım ı kullanıcıyı enfeksiyon
nini taşım ası neredeyse olanaksızdır. Bu a n tijen hastalıklarına karşı korunm asız bırakır; bazen
lerin herhangi birine ciddi bağışıklık gelişm esi bakteıiyel ve viıal hastalıklar artar. Ayrıca kanser
greft ıejeksiyonuna yol açabilir. sıklığı im m ün sistem i baskılanm ış kişide birkaç
HLA a n tijen le ri doku h ü c re le ri y anın d a löko- kat artmıştır, çünkü im m ün sistem olasılıkla er
sitler ü stü nd e de bulu nu rlar. Bu n ed en le bu ken kanser hücrelerini henüz çoğalm adan yok
a n tije n le r için doku tip lem e si k and an izole etm ede önem li rol oynam aktadır.
ed ilen len fo sitlerin m e m b ra n la rı ü zerin d e y a Özetle insanda canlı doku transplantasyonu
pılır. L en fo sitler uygun a n ti-s e ıu m ve k onıple- bugüne dek sınırlı ancak ön em li başarılar sağla
m an la karıştırılırlar, in k ü b asyo ıı so n rası le n fo mıştır. Diğer yandan eğer alıcının verici dokusu
sitlerd e m e m b ra n h asarı olup olm ad ığı bir na yönelen im ıııün yanıtı durdurulur am a bu sı
supravital bo yan ın alın m a hızı d eğ erlen d irile rada alıcının enfeksiyonlara d irencinin azaltıl-
rek saptanır. m am ası başarılırsa son u çlar hızla değişecektir.
418 ÜNİTE VI • Kan Hücreleri, Bağışıklık ve Kan Pıhtılaşması
REFERANSLAR
Antm an K: When are bone marrow mune deficiency. Annu Rev Med Shpall EJ, Cagnoni PJ, Bearman SI, et al:
transplants considered? Sci Am 48:93,1997. Peripheral blood stem cells for au
275:124, 1996. Moulds JM, Nowicki S, Moulds JJ, Nowic- tografting. Annu Rev Med 48:241,
Appukuttan PS: Anti-alpha-galactoside ki BJ: Human blood groups: inciden 1997.
antibody of the human plasm a. In tal receptors for virues and bacteria. Singal DP: Immunological Effects of Blo
dian J Biochem Biophys 33:159, Transfusion 36:362, 1996. od Transfusion. Boca Raton, FL: CRC
1996. Old LJ: Immunotherapy for cancer. Sci Press, 1994.
Avent ND: Human erythrocyte antigen Am 275: 136, 1996. Stamatoyannopoulos G, Nienhuis AW,
expression: its molecular bases. Br J Parker P, Chao NJ, Ben-Ezra J, et al: Majerus PYV, Varmus H: The Molecu
Biomed Sci 54:16, 1997. Polymyositis as a manifestation of lar Basis of Blood Diseases. Phila
Dunbar CE: Gene transfer to hem atopo chronic graft-versus-host disease. delphia: WB Saunders Co, 1994.
ietic stem cells: implications for gene Medicine 75:179, 1996. Sykes M: Immunobiology of transplanta
therapy of human disease. Annu Rev Pisciotto PT: Blood Transfusion Therapy. tion. FASEB J 10:721, 1996.
Med 47:11, 1996. Farmington, CT: S. Karger Publishers, Taccone A: Bone Marrow Conversion in
Hackel E, AuBuchon JP: Advances in 1993. Magnetic Resonance Imaging. Berlin:
Transplantation. Farmington, CT: S. Rodack BF: Diagnostic Hematology. Phi Blackwell Science, 1997.
Karger Publishers, 1993. ladelphia: WB Saunders Co, 1994. Telen MJ: Erythrocyte blood group anti
Hillman RS: Hematology in Clinical Itudmann SV: Blood Banking: Concepts gens: polymorphisms of functionally
Practice. Hightstown, NJ: McGraw- and Applications. Philadelphia: WB important molecules. Semin Hema-
Hill, 1994. Saunders Co, 1994. tol 33:302, 1996.
Lee ML, Gale IIP, Yap PL: Use of intrave Sadler JE: Combined factors V and VIII Testa NG, Lord BI, Dexter TM: Hemato
nous immunoglobulin to prevenl or deficiency climbs onto the map. J poietic Lineages in Health and Dise
treat infections in persons with im Clin Invest 99:555, 1997. ase. New York: Dekker, 1997.
likle kan pıhtısı yerine trom bosit tıkacı ile kapatı
HEMOSTAZDAKİ OLAYLAR lır. Bunun önem ini anlam ak için trom bositlerin
doğasını tartışacağız.
Hemostaz, kan kaybının önlenm esi anlam ına ge
lir. Bir dam ar zedelendiği ya da yırtıldığında çeşit T ro m b o sitle rin Fiziksel ve Kimyasal
li m ekanizm alarla hem ostaz sağlanır. Bu m eka K arakteristikleri
nizmalar: (1) Dam ar spazmı, (2) Trombosit tıkacı
oluşumu, (3) Kanın koagülasyonu sonucu, kan Trombositler yuvarlak ya da oval, 1-4 mikron ça
pıhtısı oluşumu, (4) Fibröz dokunun pıhtı içine pında küçük disklerdir. Kemik iliğinde nıegakaryo-
doğru büyümesiyle damardaki deliğin kalıcı ola sitlerdeıı oluşurlar. Megakaryositler kemik iliğinde
rak kapatılmasıdır. hem atopoietik serinin oldukça büyük hücreleri
dirler veya kemik iliğinde ya da kana geçtikten bir
süre sonra özellikle pulm oner kapillerleıden geç
Damar Spazmı meye çalışırken parçalanarak trom bositleri oluş
tururlar. Trom bositlerin kandaki norm al konsant
Kan damarı kesildikten veya yırtıldıktan hemen rasyonları m ilim etıekiipte 150.000-300.000’dir.
sonra, travm anın dam ar üzerine etkisi ile damar Nükleusları olm am asına ve çoğalam am alarına
duvarı kasılır; bu derhal hasarlanan damardan karşın trom bositler hücrenin birçok fonksiyonel
kan kaybının azalm asına neden olur. Kasılma si karakteristiklerini taşırlar. Sitoplazm alaıında ç e
nirsel refleksler, lokal m iyojenik spazm ve hasarla- şitli aktif faktörler vardır. Bunlar; (1) T rom bositle
ııan dokular ile trom bositlerden kaynaklanan lo rin kasılm asını sağlayan ve kas hiicrelerindekine
kal hum oıal faktörler sonucu gelişir. Sinirsel ref benzeyen a k tin ve nıiyozin m olekü lleri ile diğer
leksler, hasarlanan dam ar ve çevre dokulardan bir koııtraktil protein olan trom bosteııin; (2) Ç e
kaynaklanan ağrı veya diğer uyarılar ile başlatılır. şitli enzim leri sentezleyen ve çok miktarda kalsi
Vazokonstıiksiyonun büyük kısmı olasılıkla da yum iyonlarını depolayan en d o p la z m ik ıetikıı-
mar duvarına doğrudan hasarla başlayan lokal lu m v e Golgi apareyinin kalıntıları; (3) M itokond-
m iyojenik kasılm alar sonucu gelişir. Daha küçük ri, ATP ueADP oluşturabilen enzim sistem leri; (4)
dam arlarda vazokonstıiksiyonun büyük kısm ın Lokal horm onlar olan birçok dam arsal ve diğer
dan vazokonstriktör bir madde olan trom boksaıı lokal doku reaksiyonlarını sağlayan prostagladiıı-
A2’yi serbestleten trom bositler sorumludur. leri sentezleyen enzim sistem leri; (5) D aha sonra
D am ar ne kadar çok zedelenirse spazm d erece kan pıh tılaşm asıyla ilişkili olarak ta rtışıla ca k
si o kadar büyük olur; buna göre keskin bir aletle önem li bir protein olan fibrin stabilize ed ici f a k
yaralanan kan damarı ezilen bir damardan daha tör, (6 ) D am ar endolel hücrelerinin, dam ar düz
çok kanar. Bu lokal dam ar spazmı dakikalar ve kas hücrelerinin ve fibroblastların çoğalm a ve
hatta saatlerce sürebilir ve bu süre içinde trom bo büyüm elerini ve böylece hasarlı dam ar duvarları
sit tıkacı oluşumu ve kan pıhtılaşm ası gelişir. nın tam iri için gerekli hücresel büyümeyi sağla
Hemostaz olayında damar spazmının değeri, bir yan büyüm e faktörü .
şahsın bacağında ezilme şeklinde bir travma oldu Trom bositlerin hücre m em branı da önemlidir.
ğu zaman gösterilebilir. Bu şartlarda, anteriyor tibi- Yüzeylerini kaplayan glikoprotein örtüsü trom b o
al arter gibi geniş bir arterin zedelemesinde bile sitlerin norm al endotele yapışm asını önlerken,
kuvvetli spazm yardımıyla letal kan kaybı önlenir. damar çeperlerinin hasarlanan alanlarına, özel
likle zedelenen endotel hücrelerine ve dam ar ç e
perinde daha derinlerde açığa çıkan kollajene ya
Trombosit Tıkacı Oluşumu pışm alarını sağlar. Aynı zamanda, m em branda
çok miktarda fo sfo lip id ler bulunur, bunlar daha
Eğer damardaki hasar çok küçükse -vücutta heı- sonra tartışılacağı gibi kan-pıhtılaşm a sürecini
giin birçok küçük damarsal delikler oluşur- genel birçok noktada aktive edici rol oynar.
419
420 ÜNİTE VI • Kan Hücreleri, Bağışıklık ve Kan Pıhtılaşması
---- ► Ca+t
Pıhtı bir kez oluştuktan sonra, iki ayrı yönde geliş
me gösterebilir: (1) Fibroblastlarca istila edildik
- Trombin
ten sonra tüm pıhtı bağ dokusuna dönüşür, ya da
(2) pıhtı eriyebilir. D am ar duvarındaki küçük bir
delikte oluşan pıhtı genellikle bir kaç saat içinde Fibrinojen--------------------►- Fibrinojen monomeri
fibroblastlarca istilaya uğrar (bu olay trom bosit- Ca
leı den salgılanan büyü m e fa k tö rü ile kısmen hız- ,r Fibrin iplikçikleri #
ladırılıı). Bu faaliyet, pıhtının tümüyle fibröz d o Trombin—► aktif fibrin
kuya dönüşm esi için 1 - 2 hafta kadar daha sürer. stabilize edici faktör----- ►-
Diğer yandan, kanın dokulara sızm asında oldu
ğu gibi, fazla miktarda kan pıhtılaşarak büyük bir Çapraz bağlı fibrin iplikçikleri
pıhtı oluştuğunda, pıhtının kendi içindeki özel
m addeler aktif hale geçerek enzimatik etki ile pıh Ş E K İL 36 ■ 2
tıyı eritirler, bu konular bölümde daha sonra tartı Protrombinin trombiııe çevrilmesi ve fibrinojeııin fibrin iplik
şılacaktır. çiklerini oluşturmak üzere polimerizasyomı.
konsantrasyonu gibi bazen fibıinojenin dolaşım ne bağlanırlar. Bununyamsıra, pıhtının içinde tutulan
daki konsantrasyonu da azalır. trombositler fibrin - stabilize edici faktör gibi bazı
Büyük moleküler yapısı nedeniyle normalde az pıokoagülan maddeleri salgılamaya devanı ederek
miktarda fibrinojen interstisyel sıvılara geçer; fıbri- komşu fibrin iplikçikleri arasında daha fazla çapraz
nojen koagiilasyon işlemindeki esas faktörlerden bağlaıın oluşumunu sağlarlar. Ayrıca trombositler, ya
biri olduğu için de interstisyel sıvı genellikle çok az pılarında bulunan kontraktil proteinler olan trombos-
pıhtılaşır ya da hiç pıhtılaşmaz. Ancak kapilleriıı tenin, aktin ve miyozin moleküllerini aktive ederek
perm eabilitesi patolojik olarak artarsa fibrinojen fibrine bağlı tronıbositlerin güçlü kasılmalarına yol
pıhtılaşmaya yetecek miktarlarda doku sıvısı içine açarlar ve bu şekilde pıhtı kasılmasına doğrudan katı
geçer ve plazma ve tam kanın pıhtılaşmasına ben lırlar. Bu aynı zamanda fibrin ağının küçülmesine yar
zer şekilde bu sıvılar da pıhtılaşır. dım eder. Kasılına trombin ve tıombositlerin mito-
kondıi, endoplazmikretikülum, Golgi apereyi gibi or-
Fibrin Oluşumunda Trombinin Fibrinojene Etki ganellerinde bulunan kalsiyum depolarından salınan
si. Trombin, pıoteolitik etkisi olan protein yapısında kalsiyum iyonları ile aktive olur ve hızlandırılır.
bir enzimdir. Fibrinojen üzerine etkiyle heıbir fibri Pıhtı ıetrakte olduğunda, yırtılan kan damarları
nojen molekülünden dört düşük molekül ağırlıklı nın uçları birbirlerine doğru çekilir ve böylece ola
peptidi ayırır ve diğer fibrin molekülleriyle kendili sılıkla hemostazın son aşamasına katılıyor olabilir.
ğinden polimerize olma yeteneği taşıyan bir m ole
kül olan fibrin m on om eri’n ı oluşturur. Böylece fib
Pıhtı Oluşumunun Kısır Döngüsü
rin monomer molekülleri saniyeler içinde pıhtının
retikulumıtnu oluşturacak olan uzun fibrin iplikçik
Kan pıhtısı gelişmeye başlar başlamaz dakikalar
lerine polimerize olurlar.
içinde çevresindeki kana da yayılır. Yani, pıhtının
Bu polimerizasyonun ilk aşamasında fibrin m o
kendisi bir kısır döngü oluşturarak (pozitif feed-
nomer molekülleri zayıf nonkovalan hidrojen bağ
back) daha fazla pıhtılaşmaya neden olur. Bunun
larıyla birarada tutulur ve yeni oluşan iplikçikler de
en önemli nedenlerinden biri trom binin pıoteolo-
diğerleriyle çapraz bağlar yapmaz. Bu yüzden olu
tik aktivitesinin fibıinojenin yamsıra diğer birçok
şan pıhtı zayıftır ve kolayca çözülebilir. Sonraki bir
pıhtılaşma faktörleri üzerinde etkili olmasıdır. Ör
kaç dakika içinde fibrin retikulumunu oldukça güç
neğin, trombin protrombin üzerine doğrudan pro-
lendirecek diğer bir işlem gelişir. Fibrin - stabilize
teolitik etki göstererek daha fazla trom bin oluşm a
edici fa k tö r adı verilen, normalde plazma globulin-
sına yol açar ve bu da protrombin aktivatörü oluşu
lerinde az miktarda bulunan ama pıhtı içinde tutu
munda sorumlu pıhtılaşma faktörleri üzerine e t
lan trombositlerden de salınan bir madde bu işlemi
kindir. (Daha sonraki paragraflarda tartışılacağı gi
sağlar. Fibrin-stabilize edici faktör fibrin liflerine et
bi bu etkiler, faktör VII, IX, X, XI ve X II’nin aktivite-
ki etmeden önce kendisi aktive edilmelidir. Fibrin
lerinin hızlandırılması ve tronıbositlerin agregas-
oluşumuna sebep olan trombin aynı zamanda fib
yonuduı). Kritik miktarda trombin oluştuğunda,
rin - stabilize edici faktörü de aktive eder. Bu aktif
daha fazla kanın pıhtılaşmasına ve daha fazla tronı-
madde daha sonra, fibrin monomer molekülleri
bin meydana gelmesine yol açan bir kısır döngü ge
arasında kovalan bağlar ile komşu fibrin iplikçikle
lişir; böylece kan pıhtısı herhangi bir şekilde durdu-
ri arasında çok sayıda çapraz bağlar kurulmasını
ruluncaya kadar büyümeye devanı eder.
sağlayan bir enzim görevi yapar. Böylece fibrin ağı
nın üç boyutlu yapısını kuvvetlendirir.
Pıhtılaşmanın Başlaması: Protrombin
Kan Pıhtısı. Pıhtı tüm yönlerde uzanan ve kan Aktivatörü Oluşumu
hücreleri, trombositler ve plazmayı içinde tutan
fibrin yumağından oluşmuştur. Fibrin iplikçikleri Buraya kadar pıhtılaşma işleminin kendisi tartışıl
kan damarlarının haşatlanan yüzeylerine de yapı dıktan sonra artık en başta pıhtılaşmayı başlatan da
şır, böylece pıhtı herhangi bir damar yırtığını kapa ha karmaşık mekanizmalara dönmek gerekmekte
tır ve kan kaybını önler. dir. Bu mekanizmalar, damar duvarı ve komşu doku
ların veya kanıtı travmaya uğraması ya da kanın h a
Pıhtı Retraksiyonu (Büzüşmesi) - Serum. Pıhtı şatlanmış endotel hücreleriyle veya kan damarı en-
oluştuktan sonra birkaç dakika içinde kasılmaya doteli dışındaki kollajen ve diğer doku elemanlarıyla
başlar ve genellikle 20-60 dakika içinde pıhtı içinde teması sonucu aktive olurlar. Her durumda, prot
ki sıvının çoğu ayrılır. Bu açığa çıkan sıvıya serum rombin aktivatörü oluşumuna yol açarlar ve bu da
denir, çünkü içinde fibrinojen ve diğer birçok pıhtı protrombinin trombine dönüşümüne ve tüm diğer
laşma faktörleri bulunmaz: serum plazmadan bu pıhtılaşma aşamalarının gelişmesine neden olur.
nedenle farklıdır. Bu faktörlerin yokluğu nedeniyle Protrombin aktivatörü gerçekte birbirleriyle sü
serum pılıtılaşamaz. rekli etkileşim halinde olan iki yolla oluşturulur. ( 1 )
Pıhtının ıetraksiyonunda trombositler önemli rol damar duvarı ve çevresindeki dokuların travmaya
oynar. Bu nedenle, pıhtının retıakte olamaması dola uğramasıyla başlayan ekstreıısek y o f ve (2 ) kanın
şımdaki trombosit sayısının azaldığının bir gösterge kendi içinde başlayan intrensekyol.
sidir. Kan pıhtısı içindeki tıombositlerin elektron mik- Hem ekstrensek ve hem de intrensek yolda bir seri
rograftleri göstermektedir ki, trombositler farklı iplik farklı plazma proteinleri ve özellikle beta-globulinler
çikleri birbirine bağlayacak şekilde fibrin iplikçikleri önemli rol oynar. Daha önce tar tışılan pıhtılaşma işle
BÖLÜM 36 • Hemostaz ve Kan Pıhtılaşması 423
minde görev alan faktörlerle birlikte tümüne kan-pıh- ya da damar duvarındaki kollajenle teması kanda iki
tılaşma faktörleri adı verilir ve bunlar çoğunlukla pro- önemli pıhtılaşma faktörünü değiştirir: faktör XII ve
teolitik enzimlerin inaktif formlarıdır. Aktif formları trombositler. Faktör XII kollajenle veya cam gibi ıs
na dönüştürüldüklerinde enzimatik etkileri ile pıhtı lanabilir bir yüzeyle temas ettiğinde yeni bir konfi-
laşma işleminin seri reaksiyonlarına neden olurlar. gürasyon alarak "aktif faktör XH” denen proteolitik
Tablo 36-1’de sıralanan pıhtılaşma faktörlerinin bir enzime dönüşür. Aynı zamanda, kanın travmaya
çoğu Romen rakamlarıyla belirtilirler. Aktif formda uğraması, tıombositlerin dekollajene veya ıslanabi
oldukları belirtilmek istendiğinde ise Romen raka lir bir yüzeye yapışarak (ya da başka bir nedenle)
m ının ardına bir küçük a harfi konulur; faktör hasarlanmasına neden olur ve bunun sonucunda,
VlH’in aktif formu Villa olarak gösterilir. daha sonraki pıhtılaşma reaksiyonlarında rol oyna
yan tronıbosit fa k tö r 3 denen lipoproteini içeren
Pıhtılaşmanın Başlam asında Ekstrensek trombosit fosfolipidleıi ortama serbestlenir.
M ekanizm a 2. FaktörXVin aktivasyoıııı. Aktif faktör XII faktör
XI’i enzimatik olarak aktive eder ki bu intrensek yo
lun ikinci aşamasıdır. Bu reaksiyon için ayrıca yü k
Protrombin aktivatörü oluşumunu başlatan ekstren
sek mekanizma damar duvarı veya ekstravasküler sek m olekül ağırlıklı (HMW) kiniııojen'e gereksi
dokuların travmaya uğraması ile aktive olur ve Şekil nim vardır ve pıekallikrein ile de hızlandırılır.
36-3’te gösterilen aşamalar doğrultusunda gelişir; 3. Faktör DCun a k tif fa k tö r XI tarafından aktivas-
1. Dokıı faktörü serbestlenmesi. Travmatize doku yonıı. Aktif faktör XI sonra enzimatik etki ile faktör
dan dokıı faktörü ya da doku trom boplastini denen IX'u aktive eder.
çeşitli faktörler kompleksi serbestlenir. Bu komp 4. Faktör X’uıı aktivasyonu-Faktör VlIVin rolü.
leks başlıca doku membranlarından gelen fosfoli- Aktif faktör XI, faktör VIII, trom bosit fosfolipidleri
pidler ile önemli bir proteolitik enzim içeren bir li ve travmatize trom bositleıden salınan faktör 3 bir
poprotein kom pleksinden oluşur. likte etki göstererek faktör X'u aktive ederler. Faktör
2. Faktör X'un aktivasyonu-FaktörVlI ve doku fa k VIII veya tıom bositlerin eksikliğinde bu aşamanın
törünün rolü. Doku faktörünün lipoprotein komp yetersiz olacağı açıktır. Faktör VIII klasik hem ofili
leksi koagülasyon faktörü VII ile kompleks oluşturur hastalarında eksik olan faktördür ve bu nedenle aıı-
ve, kalsiyum iyonları varlığında faktör X üzerine en tihem ofilik fa k tö r olarak da adlandırılır. Trom bosit
zimatik etki göstererek aktiffaktörX u (Xa) oluşturur. ler ise trom bositopeni denen kanam a hastalığında
3. A ktif faktör X'un protrombin oluşumu üzerine eksik olan pıhtılaşma faktörüdür.
etkisi-Faktör V’in rolü. Aktif faktör X hemen doku 5. Protrombin aktivatöıii oluşumunda aktif faktör
faktörünün parçası olan doku fosfolipidleriyle ya da X'un etkisi- Faktör V’in rolü. İntrensek yolun bu aşama
trombositleıden serbestlenen fosfolipidlerle birlikte sı ekstrensek yolun son aşamasının aynısıdır. Yani, aktif
faktör V ile biıieşerek protrombin aktivatörü denen faktör X, faktör V ve trombosit veya doku fosfolipidle
kompleksi oluşturur. Birkaç saniye içinde, bu prot- riyle biıieşerek protrombin aktivatörü kompleksini
rombini trombine parçalar ve pıhtılaşma işlemi da oluşturur. Bunu takiben, proüombin aküvatörü sani
ha önce açıklandığı gibi devam eder. Başlangıçta, yeler içinde proüombinin üombine parçalanmasını
protrombin aktivatörü kompleksi içindeki faktör V başlaür ve bu şekilde daha önce bahsedildiği gibi pıhtı
inaktiftir; fakat pıhtılaşma işlemi ve trombin oluşu laşma işleminin son basamakları harekete geçmiş olur.
mu başlandığında, trombinin proteolitik etkisiyle
faktör V aktive olur. Bu daha sonra protrombin akti- İntrensek ve Ekstrensek Yollarda
vasyonuııu güçlü bir şekilde hızlandırır. Böylece, son Kalsiyum İyonlarının rolü
protrombin aktivatör kompleksinde, aküf faktör X
protıombini trombine çeviren gerçek bir proteaz gö İntrensek yolun ilk iki basamağı dışında, bütün reak
revi yapar, aküf faktör V bu proteaz aktivitesini bü siyonların başlatılabilmesi veya hızlandırılabilmesi
yük ölçüde güçlendirir ve fosfolipidler ise olayı daha için kalsiyum iyonlarına gereksinim vardır. Bu neden
da hızlandırırlar. İşlem bir kez başladıktan sonra, le kalsiyum iyonlarının yokluğunda kan pıhtılaşmaz.
trombinin faktör V üzerinden, p ozitif feed back etki Canlılarda kalsiyum iyon konsantrasyonu hiçbir
ile, tüm olayı hızlandırdığına özellikle dikkat ediniz. zaman kanın pıhtılaşma kinetiğini etkileyecek dü
zeylere düşmez. Diğer yandan, bir kişiden kan alın
Pıhtılaşmanın Başlam asında İntrensek dığında kalsiyum iyon konsantrasyonu pıhtılaşma
M ekanizm a için eşik düzeyin altına düşürülerek kanın pıhtılaş
ması engellenebilir. Bu amaçla ya kan sitrat iyonla
Protrombin oluşumunu ve dolayısıyla pıhtılaşmayı rı gibi maddelerle reaksiyona sokularak kalsiyum
başlatan ikinci mekanizma kanın kendisinin trav deiyonize edilir ya da oksalat iyonları ile kalsiyu
maya uğraması veya kanın travmatize bir damar mun pıesipitasyonu sağlanır.
duvarındaki kollajenle teması sonucu başlar ve
sonra Şekil 36-4’te gösterilen aşağıdaki reaksiyonlar Ekstrensek ve İntrensek Yollar Arasındaki Etki
zinciri ile devam eder. leşim—Kanın Pıhtılaşmaya Başlamasının Özeti
1. Kanın travmaya uğraması (1) fa k t ö r Xll'nin ak- Yukarıdaki şemada da gösterildiği gibi, kan damarı
tivasyonuna ve (2) tronıbosit fosfolipidleriııin ser- nın yırtılmasından sonra pıhtılaşm a ekstrensek ve
bestlennıesine neden olur. Kanın travmaya uğraması intrensek sistem lerin aynı anda aktivasyonu ile
42 4 ÜNİTE VI • Kan Hücreleri, Bağışıklık ve Kan Pıhtılaşması
Doku travması
(1)
t
Ca++
f e ü l ü .f t U S J
Pıhtılaşma mekanizmasını başlatan ekstıensek yo!.
Trombosit
fosfolipidleri
Trombin -Ca4
. - u ,
Protrombin
Trombosit aktivatörü
fosfolipidleri \ j
Protrombin ----------^ Tr ombi n
C a++
Ş E K İL 36 - 4
Pıhtılaşma mekanizmasını başlatan intrensek yol.
BÖLÜM 36 • Hemostaz ve Kan Pıhtılaşması 425
başlatılır. Doku faktörü ekstrensek yolu başlatırken, Heparin molekülü yüksek negatif yüklü koııjuge
faktör XII ve trombositleı in damar duvarındaki kol- bir polisakkariddir. Tek başına antikoagülaıı etkin
lajenle teması intrensek yolu aktive eder. liği çok az ya da hiç yoktur, fakat antitrom bin III ile
Ekstrensek ve intrensek yollar arasındaki en birleştiğinde antitrombin IIl'ün trombini uzaklaş
önemli farklardan biri ekstrensek yolıııı patlayıcı tırma etkinliğini yüz kattan bin kata kadar arttır
doğasıdır; bir kez başlatıldıktan sonra gelişme hızı mak suretiyle antikoagiilan etki gösterir. Bu ned en
yalnızca travmatize clokulardan serbestlenen doku le, ortamda fazla miktarda heparin bulunduğunda,
faktörü ile kanda bulunan faktör X, VII ve V miktar dolaşımdaki serbest trombinin antitrom bin III ile
ları ile sınırlandırılabilir. Ciddi doku travmasında uzaklaştırılması çok hızlı olur.
pıhtılaşma 15 saniye gibi kısa bir sürede oluşabilir. Heparin-antitrombin III kompleksi trombinin ya-
İntrensek yol ise daha yavaş gelişir; pıhtılaşmanın msıra diğer bazı aktif pıhtılaşma faktörlerini de or
oluşması için 1 - 6 dakikaya gereksinim vardır. tamdan uzaklaştırarak antikoagülaıı aktiviteyi artırır
lar. Bu faktörler aktif XII, XI, IX ve X’dır.
Heparin vücutta birçok farklı hücrelerde üretilir,
Normal Damar Sisteminde Pıhtılaşmanın fakat özellikle büyük miktarlarda heparin tüm vü
Önlenmesi, İntravasküler Antikoagülanlar cutta peı ikapiller bağ dokusuna yerleşmiş olan ba-
zofilik m ast hücreleri tarafından yapılır. Bu hücreler
Endotel Yüzeyi Faktörleri. Normal damar siste tarafından sürekli olarak salgılanan az miktarda h e
minde pıhülaşmayı önleyen en önemli faktörler ola parin dolaşım sistem ine geçer. Ayrıca, fonksiyonel
sılıkla ( 1 ) endotelin düzgünlüğü: intrensek pıhtılaşma olarak mast hücrelerine benzer olan kanın bazofil
sisteminin aktivasyonunu önler; (2 ) glikokoliks taba hücreleri de küçük miktarlarda heparini plazmaya
kası: endotelin iç yüzüne adsorbe olan mukopolisak- serbestlerler.
karid pıhülaşma faktörlerini ve tıombositleri iterek Mast hücreleri akciğer kapillerleıini çevreleyen
pıhtılaşmanın aktivasyonunu engeller; ve (3) endotel dokuda bol miktarda ve daha az olarak da karaci
membranına bağlı bir protein olan trombomödulin: ğer kapillerlerinde bulunurlar. Bu alanlarda n e
trombini bağlar. Trombomodulin ile trombinin bağ den çok miktarda h ep aıine gereksinim olduğunu
lanması pıhtılaşmayı yalnızca trombini ortamdan anlam ak zor değildir; yavaş akan venöz kanda
uzaklaştırmak suretiyle önlemez, fakat trombomodu- oluşan pek çok em bolik pıhtılar akciğer ve karaci
lin-trombin kompleksi bir plazma proteini olan pro ğer kapillerleıine ulaşır ve buralarda yeterli m ik
tein C’yi de aktive eder ve protein C, faktör V veVHI’i tarda hepaıinin varlığı pıhtıların daha fazla büyü
inaktive etm ek yoluyla antikoagiilan etkinlik gösterir. m esini önler.
Endotel duvarı hasarlandığmda, hem düzgünlüğü
nü ve hem de glikokaliks-tıombomodulin tabakasını
kaybeder; bunun sonucunda faktör XII ve trombositler Kan Pıhtısının Erimesi-Plazmin
aktive olarak pıhtılaşmanın intrensek yolu başlatılmış
olur. Eğer faktör XII ve trombositler endotel altındaki Plazma proteinleri plazm iııojen (veya profibrin o-
kollajenle temas ederse, aktivasyon daha da güçlü olur. lizin) adı verilen bir öglobulin içerirler ve bu pro
tein aktive olduğunda plazm in (veya fibrin olizin)
Fibrinin A ntitıo m b in Etkinliği ve Antitrom bin denen bir maddeye dönüşür. Plazmin, pankreas
III. Kanın kendi içindeki en önemli antikoagülan salgısının en önemli pıoteolitik sindirim enzimi
lar, trombini kandan uzaklaştıranlaıdır. Bunların olan tıipsine yapıca benzer. Bu enzim, fibrin iplik
arasında en güçlü etkinlik gösterenlerdi) pıhtılaş çiklerinin yanısıra çevre kanda bulunan fibıin o-
ma işlemi sırasında oluşan fibrin iplikçikleri ve (2 ) jen, faktör V, faktör VIII, protrom bin ve faktör XII
antitrom bin III ve ya antitrom bin-lıeparitı kofaktö- gibi maddeleri de sindirir. Bu nedenle, kan pıhtısı
rü de denilen bir alfa-globulindir. içinde plazmin oluştuğunda, pıhtının erim esine
Pıhtı oluşumu sırasında, pıotrom binden meyda ve pıhtılaşm a faktörlerinin çoğunun haıaplanm a-
na gelen trombinin yaklaşık % 85-90’ı oluşan fibrin sına neden olur; hatta bazen kanın hipokoagüla-
iplikçiklerine adsorbe olur. Bu olay, trombinin geri bilitesine yol açar.
ye kalan kana yayılmasını önler ve böylece pıhtının
geniş alanlara yayılmasını engeller. Plazm inojenin A k tiv e Olm asıyla Plazmin
Fibrin iplikçiklerine adsorbe olmayan trombin Oluşumu. Pıhtı Erimesi. Bir pıhtı oluştuğunda,
ise antitrombin III ile birleşir. Antitrombin III trom çok miktarda plazm iııojen de diğer plazma prote
binin fibıinojen üzerine olan etkisini bloke eder ve inleri ile birlikte pıhtının içinde tutulur, fakat aktive
sonraki 1 2 - 2 0 dakika içinde bağlı durumdaki trom olana kadar plazmine dönüşmez ya da pıhtıyı erit
bini inaktive eder. mez. Yaralanan dokular ve damar eııdoteli çok ya
vaş olarak doku plaztninojen aktivatörii (t-PA) adı
Heparin. Diğer güçlü bir antikoagiilan da hepariıı- verilen güçlü bir aktivatör salgılarlar ve bu madde
dir. Normalde kandaki konsantrasyonu düşük ol pıhtı kanamayı durdurduktan bir gün ya da daha
duğundan, yalnızca sınırlı fizyolojik koşullarda sonra, plazminojeni plazmine çevirir ve pıhtıyı or
önemli antikoagiilan etkinlik gösterir. Diğer yan tadan kaldırır. Gerçekte, kan akımının pıhtılarla
dan, klinikte bir farmakolojik ajan olarak damar içi bloke edildiği birçok küçük kan damarları bu m e
pıhtılaşmayı önlemede çok daha yüksek konsant kanizma ile tekrar açılırlar.Bu nedenle, plazmin sis
rasyonları yaygın şekilde kullanılır. teminin özellikle önemli bir işlevi, başka türlü temiz
426 ÜNİTE VI • Kan Hücreleri, Bağışıklık ve Kan Pıhtılaşması
Kanda spesifik trombosit sayımları yapılmadan tromboze bölgeye doğrudan verildiğinde plazminoje-
bile trom bositopeninin varlığı, kan pıhtısının ıet- nin plazmine dönüşümünü aktive eder ve plazmin de
ıakte olup olmadığına bakılarak tahmin edilebilir. damar içi pıhtıyı eritir. Örneğin, bir koroner arterdeki
Çünkü daha önce de belirtildiği gibi, pıhtı ıetıaksi- trombotik tıkanmanın ilk bir saati içinde kullanılırsa
yonu norm alde pıhtının fibrin ağında bulunan çok kalp ciddi hasardan korunmuş olur.
sayıdaki trombositlerden salman birçok ek koagii- Plazminojeni aynı yolla plazmine çeviren diğer
lasyon faktörlerine bağlıdır. bir madde de streptokiııazdır Bazı tip (3-hemolitik
Trom bositopenili kişilerin çoğunda idiyopatik streptokoklar tarafından yapılır ve koroner arterler
trom bositopeni denilen nedeni bilinmeyen bir h as deki pıhtıların eritilmesinde t-PA’ya eşit bir etkinlik
talık vardır. Bu hastaların çoğunda trom bositleıe gösterir.
karşı gelişen ve onları haraplayan spesifik antikor
lar saptanmıştır. Bu antikorlar bazen başka kişiler
den transfüzyon sonucu ortaya çıkmakla birlikte, Femoral Venöz Tromboz ve Masif
genellikle bilinmeyen bir nedenle kişinin kendi Pulmoner Emboli
trom bositlerine karşı otoim m unite oluşm asına
bağlı olarak gelişir. Vücutta herhangi bir damarda pıhtılaşma, hem en
Trombositopenili hastalara çok miktarda trom daima kan akımının saatlerce bloke olmasıyla m ey
bosit içeren taze tam kan transfüzyonu kanamayı dana geldiğinden, yatağa bağımlı hastalarda im-
1-4 gün için durdurabilir. Spleııektom i de genellikle mobilizasyon ve buna ek olarak dizlerin altına yas
oldukça yararlı ve hatta bazen tamamen tedavi edi tık konularak yükseltilmesi bir veya daha fazla b a
cidir, çünkü dalak çok miktarda trombositi ve özel cak venasında staz sonucu sıklıkla damar içi pıhtı
likle hasarlanımş olanları kandan uzaklaştırır. laşmaya yol açar. Daha sonra pıhtı başlıca yavaş
kan akımı yönünde, bazen tüm bacak venleri b o
yunca büyüyerek, hatta ilyak vene ve vefıa kava in-
feriyöıe kadar ulaşabilir. Sonra, her 10 vakadan b i
İNSANDA TROMBOEMBOLİK rinde pıhtının büyük bir parçası damar çeperine
DURUMLAR tutunduğu yerden koparak, venöz kan içinde ser
bestçe hareket eder ve sağ kalbe ve oradan da pul
Trombüs ve Emboli. Bir kan damarında oluşan m oner arterlere taşınarak pulmoner arterlerin m a
anormal pıhtıya trombüs denir. Pıhtı bir kez oluş sif tıkanmasına neden olur. Bu olaya m a sif p u lm o
tuktan sonra, pıhtının yanından geçen sürekli kan ner em bolizm adı verilir. Eğer pıhtı her iki pulm o
akımı pıhtıyı yerinden koparıp kan akımıyla birlik ner arteri tıkayacak kadar büyükse hem en ölüm gö
te sürükleme eğilimindedir; böyle serbest dolaşan rülür. Eğer yalnızca bir pulmoner arter veya daha
pıhtılara em boli denir. Emboli genellikle dolaşım küçük bir dal tıkanırsa ölüm görülmeyebilir ya da
sistem inin dar bir noktasına gelinceye kadar dola pıhtı pulmoner damarlarda giderek büyür ve birkaç
şımı durdurmaz. Bu nedenle, büyük arterlerden ve saat ya da birkaç gün sonra ölüme yol açabilir. Fa
ya sol kalpten kaynaklanan emboli beyin, böbrek kat yine t-PA tedavisi yaşam kurtarıcı olabilir.
ler veya başka bir bölgedeki daha küçük sistemik
arterler ve arteıiyolleri tıkar. Veııöz sistemden ve
sağ kalpten kaynaklanan emboli ise akciğer damar Yaygın Damariçi Pıhtılaşma
larına doğru sürüklenerek pulmoner arter emboliz-
m ine yol açar. Bazen pıhtılaşma mekanizması dolaşım ın geniş
alanlarında aktive olarak yaygın d am ar içi pıhtılaş
Tromboembolik Durumların Nedenleri. İnsan ması denen duruma yol açar. Bu durum sıklıkla,
larda tromboembolik olaylar genellikle iki nedene vücutta büyük miktarda travmaya uğramış veya ölü
bağlıdır: (1) D am ar endotel yüzeyinin düzgünlüğü dokulardan yüksek düzeyde doku faktörünün kana
nün bozulm ası - arteıiyoskleroz, enfeksiyon veya serbestlenm esi sonucu gelişir. Genellikle pıhtılar
travmaya bağlı- pıhtılaşma işlemini başlatır. (2) K a küçük fakat çok sayıdadır ve küçük periferik kan
nın dam arlarda akışının çok yavaşlam ası da trom damarlarının büyük çoğunluğunu tıkarlar. Bu du
bin ve diğer prokoagiilanların sürekli yapımına bağ rum özellikle septisemik şokta, dolaşımdaki bakte
lı olarak pıhtılaşmaya neden olur. Bunlar kandan rilerin veya bakteri toksinlerinin -başlıca endotok-
başlıca karaciğerin Kupffer hücreleri olmak üzere siııleriıı- pıhtılaşma mekanizmalarını aktive etm e
makrofaj sistemi tarafından uzaklaştırılırlar. Eğer leri nedeniyle gelişir. Küçük periferik damarların tı
kan çok yavaş akıyorsa, lokal bölgelerde prokoagü- kanması dokulara oksijen ve diğer besin m addele
lanların konsantrasyonları pıhtılaşmayı başlatmaya rinin taşınmasını büyük ölçüde azaltır ve bu durum
yetecek düzeylere ulaşır. Kan hızlı aktığında ise bu şok tablosunu daha da ağırlaştırır. Septisemik şo
maddeler hemen büyük miktarda kanla karışarak kun %85 veya daha yüksek oranlarda letal olm ası
karaciğerden geçiş sırasında uzaklaştırılırlar. nın nedenlerinden biri de budur.
Yaygın damar içi pıhtılaşm asının ilginç bir özel
Damar İçi Pıhtıların Tedavisinde t-Pa veya Strep- liği, hastanın sıklıkla kanamaya başlamasıdır. Bu
tokinaz Kullanımı. Genetik mühendisliğiyle elde nun nedeni, çok miktarda pıhtılaşm a faktörlerinin
edilmiş t-PA mevcuttur. t-PA bir kateter aracılığıyla yaygın pıhtılaşma ile ortamdan uzaklaştırılması ve
428 ÜNİTE VI • Kan Hücreleri, Bağışıklık ve Kan Pıhtılaşması
kalan kanın normal hem ostazım sağlamak için çok ve faktör XH’nin temasla oluşan aktivasyonu önle
az miktarda prokoagülan maddenin ortamda kal mesidir. Diğer yandan normal cam tüplerde temas
masıdır. sonucu aktivasyon nedeniyle hızla pıhtı oluşumu
gözlenir.
H epaıin vücut dışında da kanın pıhtılaşmasını
önlemede kullanılabilir. Özellikle, kanın kalp-akci-
KLİNİK KULLANIMDA ğer makinasından veya yapay böbrekten geçip tek
ANTİKOAGÜLANLAR rar kişiye dönmesi gereken tüm cerrahi işlemlerde
heparin kullanılır.
Bazı trom boem bolik durumlarda koagülasyon işle Kanda kalsiyum iyon konsantrasyonunu düşüren
minin geciktirilmesi istenir. Bu amaçla çeşitli anti- çeşitli maddeler de vücut dışında kanın pıhtılaşm a
koagülanlar geliştirilmiştir. Bunların içinde klinikte sını önlemek için kullanılabilir. Örneğin, çok az
en çok kullanılanlar heparin ve kumarinlerdu. miktarda çözünür oksalat bileşiklerinin kan örneği
ne karıştırılması plazmada kalsiyum oksalatın pre-
sipitasyonuna ve kalsiyum iyonu düzeylerinin pıh
İntravenöz Antikoagülan Olarak Heparin tılaşmayı bloke edecek kadar düşmesine yol açar.
Pıhtılaşmanın önlenmesinde kullanılan diğer bir
Piyasada bulunan hepariıı birkaç farklı hayvan do kalsiyum deiyonize edici ajan sodyum, am onyum
kusundan elde edilmiş ve oldukça saf bir formda veya potasyum sitrattır. Sitıat iyonları kanda kalsi
hazırlanmıştır. Kilogram başına 0.5-1 miligram gibi yum iyonları ile biıieşerek iyonize olmayan kalsi
düşük dozların enjeksiyonu normalde yaklaşık 6 yum bileşikleri oluştururlar ve iyonize kalsiyum az
dakika olan pıhtılaşma zamanını 30 dakika veya lığı pıhtılaşmayı engeller. Sitrat antikoagülanların
üzerine çıkarır. Pıhtılaşma zamanındaki bu değişik oksalat antikoagiilanlardan önemli bir üstünlüğü
lik aniden ortaya çıkar ve bu sayede trom boem bo oksalatın vücuda toksik olmasına karşın bir miktar
lik durumun ortaya çıkmasını hızla önler ya da ge sitratm intravenöz olarak enjekte edilebilmesidir.
lişimini yavaşlatır. Enjeksiyondan sonra sitrat iyonları birkaç dakika
Heparin etkisi yaklaşık 1,5-4 saat sürer. Enjekte içinde karaciğer tarafından kandan uzaklaştırılarak
edilen hepaıin kanda heparinaz enzimi tarafından glikoza polimerize olur veya enerji için doğrudan
parçalanır. metabolize olurlar. Bu nedenle, sitıatla pıhtılaşm a
sı durdurulmuş 500 mİ kan birkaç dakika içinde
herhangi bir soruna yol açmaksızın alıcıya enjekte
Antikoagülan Olarak Kumarinler edilebilir. Eğer karaciğerde bir hasar varsa ya da bü
yük miktarda sitratlı kan veya plazma çok hızlı ola
Birkum arin, örneğin warfarin hastaya verildiğinde, rak verilirse, sitrat iyonları yeteri kadar hızlı uzak-
tümü karaciğerde yapılan protrombin, faktör VII, IX laştırılamayabilir ve sitrat kan kalsiyum düzeyini
ve X düzeyleri düşmeye başlar ki bu olay, warfarinin büyük ölçüde azaltarak tetaniye ve konvülziyon so
bu bileşiklerin karaciğerde yapımı üzerine güçlü nucu ölüme yol açabilir.
depıesan etkisinin olduğunu göstermektedir. War
farin bu etkisini, protrombin ve diğer üç pıhtılaşma
faktörünün yapımı sırasındaki enzimatik reaksiyon
larda aktif bölgeler için K vitamini ile yarışarak ve KAN PIHTILAŞMA TESTLERİ
böylece K vitamininin etkinliğini önleyerek gösterir.
Etkin dozda warfarin uygulandığında, kanın ko- Kanama Zamanı
agülan aktivitesi 1 2 saatin sonunda norm alin
% 50’sine ve 24 saatin sonunda % 20’sine düşer. Di Keskin bir aletle parmak ucu veya kulak m emesi
ğer bir deyişle, koagülasyon işlemi hem en bloke ol delindiğinde genellikle kanama 1 - 6 dakikada son
maz, çünkü plazmada halen bulunan protrombin lanır. Kanama zamanı büyük ölçüde kesinin derin
ve diğer faktörlerin tüketilmesi için zamana gerek liğine ve test anında parmaktaki hiperem inin dere
sinim vardır. cesine bağlıdır. Çeşitli pıhtılaşma faktörlerinin ek
Kumarin tedavisi kesildikten 1-3 gün sonra ko sikliği kanama zamanını uzatabilir, fakat özellikle
agülasyon normale döner. trombositlerin eksikliğine bağlı olarak kanama za
manı uzar.
Vücut dışına alman ve cam bir tüpte bekletilen ka Pıhtılaşma zamanının saptanması için birçok yön
nın yaklaşık 6 dakikada pıhtılaşmasına karşın, sili- temler geliştirilmiştir. En sık kullanılan yöntem ka
konize kap lard a tutulan kan 1 saat ya da daha uzun nı kimyasal olarak temiz bir cam tüpe koyarak pıh-
bir süre pıhtılaşmaz. Bu gecikmenin nedeni, siliko- tılaşıncaya kadar 30 saniyede bir eğmektir. Bu yön
ııize yüzeylerin, intrensek pıhtılaşma mekanizma temle normal pıhtılaşma zamanı yaklaşık 6 - 1 0 da
sını başlatmada önem li rol oynayan tıombositler kika olarak saptanır.Pıhtılaşma zamanını daha ke
BÖLÜM 36» Hemostaz ve Kan Pıhtılaşması 429
REFERANSLAR
A kkem ian JW , V an W illigen G : Platelet a cti G insberg J S : M anagem ent o f venous throm bo R osse W F : Paroxysm al nocturnal hem oglobin
vation via trim eric G TP -bind ing proteins. em bolism . N Engl J Med 3 3 5 :1 8 1 6 . 1996. uria as a m olecular disease. M ed icin e 76:
H aem ostasis 2 6 :1 9 9 . 1996. Hathaway W E , G oodnight SH Jr: Disorders o f 6 3 , 1997.
A ndrew s R K , Lopez JA . Berndt M C : M olecu H em ostasis and Throm bosis. Hightstown, Rudmann S V : B lo od Ban kin g : C oncepts and
lar m echanism s o f platelet adhesion and ac N J: M cG raw -H ill, 1993. A pplications. Philadelphia: W B Saunders
tivation. Int J B ioch em Cell B io l 2 9 :9 1 , H eesen M , W inking M , K em kes-M atthcs B , ct C o, 1994.
1997. al: W hat the neurosurgeon needs to know Speidel C M : Procoagulant activity on injured
B od y S C : Platelet activation and interactions about the coagulation system . Surg Neurol ' arteries and associated throm bosis mediated
with the m icrovascular. J Cardiovasc Phar 4 7 :3 2 , 1997. prim arily by the com plex o f tissue factor
m acol 2 7 :S 13, 1996. Hogg P J, B o c k PE: M odulation o f thrombin and Factor V ila . Coron A rtery D is 7 :5 7 ,
Bom b eli T , M u eller M , H acberli A : A nticoag and heparin activities by fibrin. Throm b 1996.
ulant properties o f the vascular endothe H aem ost 7 7 :4 2 4 , 1997. Stam atoyannopoulos G. N ienhuis A W , M a-
lium. Throm b Hacmost 7 7 :4 0 8 , 1997. Kaushansky K: Throm bopoietin: understanding jeru s PW , Varm us H: T h e M olecu lar B asis
B rech er A , Kote'rba A P, B a sista M H : C oagula and manipulating platelet production. Annu o f B lood D iseases. Philadelphia: W B S au n
tion protein function. III. E ffe c t o f acctalde- ders C o, 1994.
R ev M ed 4 8 :1 , 1997.
hyde upon the activation o f prothrombin. T esta N G . Lord B I, D exter T M : H em atopoietic
K earon D, Hirsh J: M anagem ent o f anticoagu-
A lcoho l 1 3 :4 2 3 , 1996. Lineages in Health and D isease. New Y ork:
lation before and after elective surgery. N
C olm an R W , et al: H em ostasis and Thro m b o Dekker, 1997.
Engl J M ed 3 3 6 :1 5 0 6 , 1997.
sis: B a s ic Principles and C linical Practice. W u K K : Platelet activation m echanism s and
Pineo G F, Hull R D : Low -m olecular-w eight
Philadelphia: J B Lippincott, 1994. markers in arterial throm bosis. J Intern M ed
heparin: prophylaxis and treatment o f ve 2 3 9 :1 7 , 1996.
C om erota A J: Throm bolytic Therapy in V ascu
lar D isease. Philadelphia: J B Lippincott, nous throm boem bolism . Annu Rev M ed 4 8 : W u K K , Thiagarajan P: R o le o f endothelium
1994. 7 9 , 1997. in throm bosis and h em ostasis. Annu Rev
D oolittle R F , Everse S J. Spraggon G : Human Raum a A L, R aulis A, Pasanen M , el al: Cou- M ed 4 7 :3 1 5 , 1996.
fibroinogen: anticipating a 3-dim ensional marin 7-hydroxylation in long-term adher Z oller B , Hillarp A , Bcrntorp E , D ahlback B :
structure. F A S E B J 1 0 :1 4 6 4 , 1996. ents o f a strict uncooked vegan diet. Eur J A ctivated protein C resistance due to a
Engelberg H: A ctions o f heparin in the athero Clin Pharm acol 5 0 :1 3 3 , 1996. com m on Factor V gene mutation is a m ajor
sclero tic process. Pharmacol R e v 4 8 :3 2 7 , Rodack B F : D iagnostic H em atology. Philadel risk factor for venous throm bosis. Annu
1996. phia: W B Saunders C o, 1994. R ev M ed 4 8 :4 5 , 1997.
utiıjf'rl ul' ırılrjfd m u rjın ljil »yolı|i*' I I iî j K i i i U
in i I îlifB n ıır» 1 , •< ' ı * ' ıim ıu M .ııhı;ı ‘ kt*?» î iT ilın r.llır-1
(.. ir oc us or
r u
(: ( iıU 'jf t ) II! MI S n i d l l ı u l j ' ' 1‘ l
ilk li * )'!! ■ >i | ;V lifi )! i;İ ) I 1 I M •/<■ r İ l l i İM' > 'i ' »İlli '! fi dtUO l)<Hq ,i 11: * J;.;i ı l< • •.b . i)
ıl
-
if.il I ■ ı ı • . ı .! •
I J
Solunum
¥ 1 1
37
A k c iğ e r V e n tila s y o n u
38
P u lm o n e r D o la şım ; P u lm o n e r Ö d e m ; Plevra Sıvısı
39
G az D e ğ iş im in in Fiziksel İlke le ri; S olun u m M e m b ra n la rın d a O k s ije n ve
K a rb o n D io k s it D ifü z y o n u
40
K anda ve V ü c u t S ıvılarında O ksije n ve K arbo n D io k s id in Taşınması
41
S o lu n u m R e g üla syo nu
42
S o lu n u m Y e te rsizliğ i - P a to fiz y o lo ji, Tanı, O ksije n Tedavisi
Solunumun amacı, dokulara oksijen sağlamak ve leşirler. Böylece maksimal inspirasyonda göğüs ka
karbon dioksidi uzaklaştırmaktır. Bu amacı gerçek fesinin arkadan öne doğru çapı ekspiıasyondaki ça
leştirirken, solunum dört büyük fonksiyonel olaylar pın %20'si kadar artar. Bu yüzden göğüs kafesini
dizisi.halinde bölümlenebilir: ( 1 ) havanın atmosfer yükselten kaslar inspirasyon kasları; aşağı çeken
ve akciğer alveolleıi arasında içe ve dışa akımı, akci kaslar da ekspirasyoıı kasları olarak sınıflandırılır
ğer ventilasyonu; (2 ) alveoller ile kan arasında oksi lar. Göğüs kafesini yükselten en önemli kaslar, eks-
jen ve karbon dioksidiıı difiizyonu; (3) gerekli oksije ternal (dış) interkostal kaslardır. Fakat aynı zam an
ni hücrelere taşımak ve oluşan karbon dioksidi hüc da ( 1 ) sternumu yukarı doğru kaldıran sternocleido-
relerden uzaklaştırmak üzere kanda ve viicut sanla m astoid kaslar (2 ), kaburgaların çoğunu yukarı kal
rında oksijen ve karbon dioksit taşm m asıve (4) solu dıran m. serratııs anterior (3) ve ilk iki kaburgayı yu
num regülasyonu ve solunumun diğer yönleri. Bu karı kaldıran m. scaleni (4) göğüs kafesini yükselten
bölüm akciğer ventilasyonunun iıdelenmesiyle ilgi diğer yardımcı kaslardır.
lidir; bunu takip eden beş bölüm diğer solunum Ekspirasyoıı sırasında göğüs kafesini aşağı doğru
fonksiyonları ve özel solunum problemlerinin fizyo çeken kaslar ( 1 ) alt kaburgaları aşağı doğru çekm e
lojisiyle ilgili konuları kapsayacaktır. de ve aynı zamanda diğer abdominal kaslarla bir
likte karın için organlarını yukarıya, diyaframa
doğru sıkıştırmada etkili m. reetus abdom in alis ve
(2 ) internal (iç) interkostal kaslardır.
Şekil 37-1 aynı zamanda eksteınal ve internal inter
SOLUNUM MEKANİĞİ
kostal kasların inspirasyon ve ekspiıasyon oluşu
mundaki etki mekanizmalarını göstermektedir. Solda
Akciğerleri Genişleten ve Daraltan görüldüğü gibi, ekspirasyonda, kaburgalar, arkadan
Kaslar öne aşağı doğru bir açı yapar ve eksteınal interkostal
kaslar öne ve aşağı doğru uzanırlar. Bu kaslar kasıl
Akciğerler; (1) göğüs boşluğunu dikine olarak uza dıklarında, üst kaburgaları, alt kaburgalara göre öne
tan veya kısaltan diyaframın aşağı ve yukarı hareke doğru çekerler. Bu hareket, kaburgaları bir kaldıraç
tiyle ve (2 ) göğüs boşluğunun ön-arka çapını artıran gibi yukarı doğru yükselterek inspirasyona neden
ve azaltan kaburgaların yukarı ve aşağı hareketi ile olur. Internal interkostal kasların kaburgalar arasın
olmak üzere iki yolla genişleyebilir ve büzülebilirler. daki açısı zıt yöndedir. Bu nedenle inspirasyondaki-
Şekil 37-1 bu iki mekanizmayı göstermektedir. nin tersine kaldıraç gibi kaburgaları aşağıya çekmek
Normal sakin solunum, yukarıda belirtilen iki suretiyle ekspirasyoıı kasları olarak görev yaparlar.
mekanizmadan tam amen birincisiyle; yani diyaf
ramın hareketi ile gerçekleşmektedir. İnspirasyon
sırasında, diyaframın kasılması akciğerlerin alt b ö Akciğerlerde Havanın İçe ve Dışa
lümlerini aşağıya doğru çeker. Bunu takip eden Hareketi-Buna Neden Olan Basınçlar
ekspirasyonda, diyafram gevşer; akciğerlerin göğüs
çeperinin ve karın dokularının elastik biizülm eye- Akciğerler, şişmiş durumda kalmasını sağlayacak
teııekleri akciğerleri sıkıştırır. Ancak, şiddetli solu bir kuvvet olmadığı sürece, bir balon gibi kollabe
num sırasında elastik kuvvetler gerekli hızda ekspi- olacak ve içindeki havayı tam am en tı akea yoluyla
rasyon meydana getirecek güçte değildir. Bunun dışarı boşaltacak elastik bir yapıdadır. M ediasteıı-
için gerekli fazladan güç, esas olarak karın kasları de hilumundaıı asıldığı yer dışında akciğer ile gö
nın kasılmasıyla karın organlarının diyaframı alt ğüs kafesinin duvarı arasında hiçbir bağlantı da
tan yukarı doğru itmesiyle elde edilir. bulunmamaktadır. Bunun yerine, akciğerler göğüs
Akciğerleri genişleten ikinci mekanizma göğüs boşluğunda hareketlerini kolaylaştıran ince bir
kafesinin yukarı doğru kaldırılmasıdır. Şekil 37-1’in plevral sıvı tabakası ile çevrelenmiş bir halde, tam
sol tarafında görüldüğü gibi, kaburgalar doğal isti anlamıyla göğüs boşluğunda yüzmektedirler. Ü ste
rahat durumunda sternumu geriye omurgaya yak lik, fazla sıvının devamlı lenfatik kanallara em ilm e
laştıracak şekilde aşağı doğru eğimlidirler. Göğüs si, akciğer plevrasının viseıal yüzü ve toraks boşlu
kafesi yükseldiği zam an kaburgalar, sternumu ğunun paıiyetal plevra yüzü arasında hafif bir em
omurgadan öne doğru uzaklaştıracak şekilde diiz- me basıncı oluşturur. Bu yüzden, iki akciğer göğüs
432
BÖLÜM 37 • Akciğer Ventilasyonu 433
nucuna varılır.
Ayrıca akciğerlerin yüzey gerim elastik kuvvetle
ri, “surfaktan" denilen bir m addenin alveoler sıvıda
bulunm am ası durumunda büyük ölçüde değişir.
Bu yüzden suıfaktan ve yüzey gerim kuvvetleri ile
ilişkisini inceleyelim.
rumludur. Her fosfolipid molekülünün bir kısmı G ö ğ ü s Kafesi ve A k c iğ e rle rin B irlik te
hidrofıliktir ve alveolleri çevreleyen sıvıda erir. Bu K o m p liya n sı
na karşın, molekülün lipid kısmı hidrofobiktir ve
havayla tem asta olduğu yerde hidrofobik bir yüzey
Tüm solunum sisteminin kompliyansı (akciğerler
oluşturarak havaya doğru yönlenmiştir. Bu yüzey,
ve göğüs kafesi birlikte) tam am en gevşemiş veya
saf suyun yüzey geıim inin 1 / 1 2 ila 1 /2 ’sine sahiptir
paıalize bir kişinin akciğerlerinin genişlem esi sıra
Farklı oranda su içeren sıvıların yüzey gerim de
sında ölçülür. Bunu yapmak için, akciğer basınç ve
ğeri birim olarak yaklaşık şu şekildedir; saf su için,
hacimleri kaydedilirken bir miktar hava akciğerlere
72 din/cm, alveolleri çevreleyen ancak surfaktan
gönderilir. Tüm solunum sistem ini şişirmek için
içerm eyen norm al sıvı için 50 din/cm, normal mik
gerekli basınç aynı akciğerleri göğüs kafesinden çı
tarlarda surfaktan içeren alveoler sıvı için 5-30
kardıktan sonra şişirmek için gerekli basıncın h e
din/cm arasındadır.
men hem en iki katı kadardır. Bu yüzden akciğer-
göğüs sistem inin birlikte kompliyansı tek başına
Kapalı Alveollerde Yüzey Gerimi İle Oluşan Kollaps
akciğerlerininkinin yarısı kadardır. Tek başına akci
Basıncı. E ğer akciğerlerin h ava b oşlukların dan d allan an
h a v a yolları k a p a n ırsa , b o şlu k ların b ü z ü lm e sin e yol ğerler için 2 0 0 ml/cm ile karşılaştırıldığında, siste
aç a n yüzey gerim i, alveollerde havayı dışarıya d oğ ru iten min birlikte kompliyansı 1 1 0 mililitre/cm sudur.
p o z itif bir b asın ç yaratacaktır. Küresel bir h ava b o şlu Üstelik akciğerler büyük hacimlere genişlediği veya
ğ u n d a b u şekilde olu şan b asın cın m iktarı aşağıd ak i for çok düşük hacimlere büziildüğünde göğüs kafesi
m ü ld e n h esap lan ab ilir: nin sınırlaması aşırı derecede artar; bu sınırlara
yaklaşıldığında akciğer-toıaks sistem inin birlikte
2 X Yüzey Gerim i kompliyansı tek başına akciğerleıinkiııin 1/5’ine
B asın ç =
alveolü n y arıçap ı kadar düşebilir.
İnspirasyon
Ş E K İL 37 - 7
Normal solunum, maksimum inspirasyon ve ekspi-
rasyon sırasında solunum hareketlerini gösteren
Zaman
şekil.
2 . İnspirasyon rezerv hacm i, normal soluk hacm i Tiim akciğer hacim ve kapasiteleri, kadın larda
nin üzerine alınabilen fazladan soluk hacmidir; ge erkeklerdekiııden % 20-25 d ah a düşüktür İri ve at
nel olarak aşağı yukarı 3000 m l’ye eşittir. letik kişilerde, küçük ve zayıf kişileıdekinden daha
3. Ekspirasyoıı rezerv hacm i, normal bir ekspiras- yüksektir.
yon hareketinden sonra, zorlu bir ekspirasyonla
fazladan çıkarılabileıı hava hacmidir; bunun değe
ri normal olarak 1 1 0 0 mİ civarındadır. Akciğer Fonksiyonlarının İn celen m esin d e
4. Rezidiiel (tortu) hacim , en zorlu bir ekspiıas- K ullanılan K ısaltm a ve S e m b o lle r
yondan sonra akciğerlerde kalan hava hacmidir. Bu
hacim yaklaşık 1 2 0 0 mİ kadardır. Spironıetri, akciğer uzm an ların ın gü n lü k olarak ku llan
dığı birçok ölçüm y ö n tem lerin d en s a d e c e biridir. Ü ste
lik, d a h a son raki tartışm alard a, ölçüm y ö n tem lerin in ç o
A k c iğ e r K a p a site le ri ğunun ağırlıklı olarak m ate m atik işlem lerin e d a y a n d ığ ı
nı göreceğiz. Bu h esa p lam a ları ko lay laştırm ak ve akciğer
Solunum döngüsünde olayları tanımlarken, bazen fonksiyon değerlerini g ö sterm ek için b irçok k ısaltm a ve
yukarıdaki hacim lerin iki ya da daha fazlasının bir sem b o l stan d ard ize edilm iştir. Bun ların ön em li olan ları
likte değerlendirilmesi gerekebilir. Böyle kombi Tablo 37-1’de verilm ektedir. Bu se m b o lleri kullan arak,
nasyonlar akciğer kapasiteleri olarak adlandırılır. b u ra d a akciğer h acim ve k apasiteleri arasın d ak i bazı iliş
kileri gö sterm ek için b asit cebirsel işlem leri veriyoruz.
Şekil 37-7’de sağda, aşağıda açıklanacak olan akci
Ö ğrenciler b u n lar ü zerin d e d ü şü n erek ilişkileri d a h a iyi
ğer kapasiteleri belirtilmiştir.
anlayabilirler.
TABLO 37 - 1
Akciğer fonksiyonlarında kullanılan kısaltmalar ve Semboller
Solunum havasındaki gaz moleküllerinin hareket b oşluk h acm in i gösterm ektedir. Koyu tara n m ış alan ise,
hızı, çok yüksektir ve terminal bronşiyolleıden al- ekspirasy on h avasın ın alveold en gelen ve için d e azot
veolleıe olan mesafe çok kısadır, gazlar geri kalan b u lu n an kısm ını verm ektedir. Böylece a şa ğ ıd a k i eşitlik
ten ölü b o şlu k h acm i tayin edilebilir:
mesafeyi saniyenin bölümü içinde aşarlar.
Noktalı alan X V e
VD = -------------------------------------
Ölü Boşluk ve Alveoler Ventilasyon Koyu alan + N oktalı alan ’
Üzerine Etkisi
Vd ölü boşlu k havasım , Ve total ekspirasyon havası
h acm in i ifade etm ektedir.
Kişinin soluduğu havanın bir kısmı gaz değişimi
Ö rneğin; grafikteki noktalı alan 30 c m 2, koyu taran m ış
nin meydana geldiği bölgelere ulaşamaz, onun ye
alan 70 cm 2, total ekspirasy on h acm i 500 mİ. o lsu n , b u
rine burun, farinks ve trakea gibi, gaz değişiminin n a göre boşluk:
meydana gelmediği havayollarını doldurur. Bu ha
vaya gaz değişim olaylarında kullanılmadığı için 30
ölü boşluk havası denir; gaz değişiminin olmadığı --------- X 500 ya d a 150 mİ. olacaktır.
hava yollarına da ölü boşluk adı verilmektedir. 30 + 70
Ekspiıasyonda alveolleıden gelen hava aünosfere
ulaşmadan önce ilk olarak bu ölü boşluktaki hava çı Normal Ölü Boşluk Hacmi. N orm al ölü b o şlu k h av ası
karılır. Bu yüzden ölü boşluk, ekspirasyon gazlarının gen ç erişkin de 150 mİ. kadardır. Bu değer, y aşla h afif a r
tış gösterir.
akciğerlerden çıkarılmasında bir dezavantaj oluşturur.
Ölü Boşluk Hacminin Ölçülmesi. Ölü b oşlu k hacm in in Anatom ik ve Fizyolojik Ölü Boşluk. B iraz ö n c e ölü
ö lç ü lm e sin d e ku llan ılan b asit bir yön tem Şekil 37-8’deki b o şlu ğ u n ö lç ü lm e sin d e tan ım la n an y ö n te m , g a z d e ğ i
grafikte gösterilm iştir. Bu ölçü m ü y ap m ak için, şah ıs şim in in yer ald ığı b ö lü m d ışın d a, so lu n u m s iste m in d e
h ızla ok sijen d en derin b ir n efes alır. Böylece ölü boşluk b ü tü n ala n ların h acm in i k a p sa r ki, b u n a a n a to m ik ölü
tam am en ok sijen le dolar. Bir kısım oksijen alveol h av a sı boşlu k adı verilir. F ak at b az e n , alv eo llerin b ir b ö lü m ü
n a k arışm ak la birlikte, ta m a m e n alveol h avasın ın yerini fo n k siy o n el d u r u m d a o lm a y a b ilir ya d a b u alv eo llere
alm az. Son ra, şah ıs h ızla n itrojen kaydı y apan alete e k s b itişik p u lm o n e r kapillerlerd e k an ak ım ın ın h iç o lm a
pirasyon yapar. Şekilde gö rü ld ü ğ ü gibi ekspirasy on h a m a sı vey a çok za y ıf o lm a sı n ed en iy le k ısm e n fon k siy on
v a sın d a çıkarılan n itrojen d erh al belli olur. Ekspirasyon- y ap arlar. Bu k o şu lla rd a b u ala n lar d a ö lü b o şlu k gibi
la çıkarılan h avan ın ilk b ö lü m ü , tam am en oksijenle d o l kab u l edilir. S o n u ç o larak , fiz y o lo jik ölü bo şlu k; a n a to
m u ş ölü b o şlu k tan kaynaklanır. Bu yüzden nitrojen kay m ik ölü b o şlu k la , alv eo le r ölü b o şlu ğ u n to p la m ın a
dının erken d ö n em lerin d e, y aln ızca oksijen görülm ekte eşittir diyebiliriz. N o rm al şa h ısla rd a , ak c iğ e rle rd e b ü
olup, b u sıra d a n itrojen k o n san trasy on u sıfırdır. D ah a tün alv eo ller fo n k siy o n el d u r u m d a o ld u ğ u n d a n , a n a
so n ra alveol h av a sın d an gelen n itrojen alete erişir ve n it tom ik ve fizy olojik ölü b o şlu k h em en h e m e n b irb irin e
rojen k o n san trasy o n u h ızla yükselir. Çünkü alveoler h a eşit b u lu n u r. Fakat, ak ciğerlerin b azı k ısm la r ın d a fo n k
v a d a b u lu n an bol m ik tard a n itrojen, ölü boşluktaki h a siyon y a p m a y a n ya d a k ısm e n fo n k siy o n a k atılan a lv e
vayla k arışm ay a b aşlam ıştır. B u n d an so n ra da ekspiras- oller taşıy an kişilerde fizy olojik ölü b o ş lu k b a z e n a n a
yon la h ava çık m ay a d e v a m eder, böylece ölü b oşlu k h a to m ik ö lü b o şlu ğ u n 10 k atm a, 1-2 litreye u la şa b ilir. Bu
vası tüm üyle so lu n u m y o lu n d an dışarı atılır ve sad e ce prob lem ler, B ö lü m 3 9 ’d a p u lm o n e r g a z d e ğ işim le ri ile,
alveoler h av a kalır. K aydedilen n itrojen kon san trasyon u, B ö lü m 4 2 ’de b az ı p u lm o n e r h a sta lık la rla ilişkili o la rak
n itrojenin alveol k o n sa n trasy o n u n a eşit hale gelince, ş e ele alın acak tır.
kilde gö rü ld ü ğ ü gibi grafik düzleşir. Şekil 37-8’de n ok ta
larla taran m ış olan alan , için d e nitrojen b ulun m ay an ölü
Alveoler Ventilasyon Hızı
Va = Frekans. (VT - V d )
problemlerinin incelendiği bundan sonraki bölüm Broşiyal Ağaçta Hava Akımına Direnç. Normal solu
lerde alveoler ventilasyonun önemi görülecektir. num koşullarında, solun um yolunda h ava akım ı kolaylık
la sağlanır. Bu şekilde norm al sakin bir so lu n u m için, alve-
olle atm osfer havası arasın d a 1 san tim etre su basın cın d an
daha az bir b asın ç gıadyanın ın olm ası yeterlidir. Hava ak ı
m ına en büyük direnç, bronşiyollerdeki küçük hava y olla
S O L U N U M Y O L L A R IN IN F O N K S İY O N U rında değil, tıakeaya yakın d ah a büyük b ron şlarda m ey d a
na gelir. Buradaki yüksek direncin nedeni, sayıları yaklaşık
65,000 olan paralel term inal bronşiyollere oranla, bu bir
Trakea, Bronşlar ve B ronşiyoller kaç geniş bron ştan çok az h ava geçişinin olabilm esidir.
Fakat, h astalık sıra sın d a d u ru m değişir. Bu d u ru m d a,
Şekil 37-9, so lu n u m sistem in i, özellikle so lu n u m yolları d ah a küçük bronşiyoller, h ava ak ım ın a direnci b elirle
m ede çok d a h a büyük rol oynarlar. B u n u n iki n ed en i
nı gösterm ektedir. H ava, b u ru n ve larinksten geçtikten
vardır: ( 1) boyutların ın küçük o lm a sın d an dolayı, k o lay
so n ra, trakea, b ron ş ve bron şiyoller yoluyla akciğerlere
lıkla tıkanabilirler (2) çep erlerin d e d a h a fazla düz kas
dağılır.
bu lu n d u ğ u n d an , kolaylıkla daralırlar.
B ü tü n so lu n u m y o lla rın d a en ö n e m li p r o b le m le r
d e n b iıi, h av an ın alv eo lle rc ko lay lıkla giriş çıkışını
s a ğ la y a c a k şe k ild e so lu n u m y olların ın açık tu tu lm a sı
Bronşiyal Kas Yapısının Sinirsel ve Lokal Kontrolü -
Bronşiyollerin "Sem patik" Dilatasyonu. B ron şiy olle
dır. K o llap sı ön ley en kıkırdak h alk a lar trak ea ç e v re si
rin sem p atik sinir lifleriyle direkt kon trolü d a h a zayıftır.
n in y ak laşık altıd a b e şin i k a p la y a c a k şe k ild e sıralanır.
Çünkü, akciğerin m erkezi kısım ların a doğru, sa d e c e b ir
B ro n ş çe p e rle rin d e k i kıkırdak plaklar, b ro n şla r a b e lir
kaç sem p atik sinir lifi ulaşabilir. Bıına karşılık, bron şiyal
li bir sertlik verd iği h ald e, ak ciğerin aç ılıp b ü z ü lm e h a
ağaç, ad ren al b ezd en se m p a tik uyarıyla kan d o la şım ın a
reketini e n g e lle m e z . Bu plaklar, b ro n şla r d a lla n d ık ça
salınan n orepin efrin ve e p in e fıin ile d a h a çok k a rşıla ş
az ala rak , ç a p ı 1,5 m ilim e tre d e n a z olan b ro n şiy o llerd e
m aktadır. Beta reseptörleri d a h a fazla stim ü le etm esi n e
kay bolu r. Ö te y a n d a n , b ro n şiy o llerin ç e p e rin d e kol-
deniyle özellikle epin efrin o lm ak üzere, b u h orm o n ların
la p sı ö n le y en h e rh an g i b ir se rt y apı b u lu n m a z . Bunlar,
her ikisi de, b ron şiyal ağ acın d ilatasy o n u n a n ed en olur.
a lv eo lle ıi g e n işle te n tra n sp u lm o n e r b a sın ç la r la g e n iş
lerler. Yani, alv eo lle r g e n işle rk e n , b ro n şiy o lle r de g e Bronşiyollerin Parasempatik Konstriksiyonu. V agus
nişler. sinirinden köken alan birkaç p arase m p atik sinir lifi, ak ci
ğer parankim ine de uzanm aktadır. Bu sinirler aktive e d il
Bronş ve Bronşiyollerin Çepesindeki Kaslar ve dikleri zam an asetilkolin salgılayarak, bronşiyollerde h a
Kontrolü. Trakea ve b ron şların kıkırdak plakların b u fiften orta dereceye kadar olabilen bir d aralm a yaparlar.
lun m adığı tüm b ölgelerin d e çeperleri b aşlıca düz k a slar Parasem patik stim ü lasyon u n tek b aşın a ciddi bir b ro n şi
dan oluşur. B ronşiyol çeperleri ise h em en h em en tam a yol koııstriksiyonuna yol açm ası şüph eli olm akla birlikte,
m en d ü z k a slard an ibarettir. A ncak, term inal bronşiyol astım gibi bir hastalık nedeniyle bir m iktar daralm ış olan
y a da respiratııvar bronşiyol adı verilen son b ölüm lerin bronşiyollerde, sinirsel stim ü lasyon ek bir kasılm a y a p a
de çok az düz k as lifi b ulun m ak tadır. Birçok ob striiktif rak durum u kötüleştirir. Bu koşullarda atropin gibi, asetil-
ak ciğer h astalığın d a, b izzat b u d ü z kasların aşırı kasıl kolinin etkisini bloke eden ilaçlar, çoğu kez b ron şiyoleıi
m asıy la b ro n şlar ve b ron şiy oller daralır. gevşeterek daralm ayı düzeltirler.
Konkalar
Glottis----------------
Larinks, ses telleri Farinks
Özofagus
Trakea
Pulmoner
arterler
Pulmoner
venler
Ş E K İL 37 - 9
Alveoller
Solunum yollan
BÖLÜM 37 • Akciğer Ventilasyonu 441
Tiroid
kıkırdak Tıroaritenoid
kas
D ah a d a kü çü k partiküllerin bir kısm ı (1 m ikrom etre ç a rın birb irin e n e k ad ar sık ıca yaklaştıklarıyla ve k e n arları
p ın d an k ü çü k o la n la r ) alveol çeperin d en difüzyon a u ğ nın kü tlesiyle d e ilgilidir.
rayarak alv eo ler sıvıya yapışırlar. Fakat 0,5 m ikrom etre Şekil 3 7 - lOA’d a m ü k öz m e m b ıa n kaldırılıp, plika voka-
den d a h a kü çü k b irçok partikül, alveol h av asın d a s ü s lislerin d iseksiyo n u yla ortaya çıkan y ap ılar gö ste rilm e k
p an siy on h alin de k alarak e k sp irasy o n la dışarı çıkarılır tedir. Her bir kıvrım ın h em en iç k ısm ın d a vokal ligatnaıı
lar. Ö rneğin, sig a ra d u m an ın d ak i partiküllerin çapı 0,3 (ses b an d ı) den ilen güçlü elastik b an tla r vardır. Bu se s
m ikrom etre kadardır. B un ların h em en hiçbiri alveollere b an tları ön d e tiroid kıkırdağın o rtasın a (boyn un ön k ıs
u la şm a d ık ça, so lu n u m y olların da çökm ez. Ancak, 1/3 m ın d a çıkıntı şeklin de görülen ve A dem e lm ası denilen
k ad arı difüzyon yolu ile alveollerde p resip itasy o n a uğrar. kıkırdak), ark a d a ise iki aritenoid kıkırdağın "vokal çı
Geri kalanı ek sp irasy o n h avası ile dışarı atılır. kıntılar" den ilen b ölü m lerin e y ap ışm ış olup, b u y ap ılar
A lveollerde tu tu lan p artik ü llerin bir kısm ı, B ölüm ara sın d a gerili olarak bulunm aktadır. T iroid ve ariten oid
3 3 ’te açıklan d ığı gibi, b a şlıc a alveoler makrofajlar ta ra kıkırdakların h er ikisi de şekil 37-10’d a gö ste rilm e m iş
fın dan, diğerleri ak ciğer lenfatikleri yoluyla uzaklaştırılır. olan krikoid kıkırdakla birlikte a şa ğ ıd a n b aşlay arak s ı
P artiküllerin fazla sı alv eo ler se p tu m lard a kalın laşan fib- rayla artik u lasy o n a katılm aktadır.
roz d ok u b ü y ü m e sin e yol açarak, kalıcı fonksiyon b ozu k S e s kıvrım ları, tiroid ve ariten oid kıkırdaklardan, kri
lukları yaratır. koid kıkırdağa doğru u zan an kasların ak tivasyo nu yla, ti
roid kıkırdağa doğru ö n e veya ariten o id kıkırdaklara
d oğru arkaya o lacak şekilde gerilcbilirler. Ses b an tların ın
Ses Ç ıkarm a (V o kalizasyo n ) yan k ısım ların d a ve se s kıvrım larının için d e yer alan ti-
ro ariten o id kaslar, ariten oid kıkırdakları tiroid kıkırdağa
K on u şm a, y aln ızca so lu n u m sistem in i ilgilen dirm em ek d o ğ ıu çekerek, se s kıvrım larını gevşetebilirler. Bu k a sla
tedir. Ayrıca: (1) B ölü m 57'de tartışıldığı gibi beyin kor- rın kon traksiyonları se s ban tların ın şekillerini farklı s e s
teksin deki özel k o n u şm a kontrol m erkezleri, (2) b eyin lerin çık arılm ası sırasın d a kontrol eder. Bu k aslarla se s
deki so lu n u m kontrol m erkezleri (3) ağız ve burun b o ş b an tların ın ken arlarının şekli ve kalınlığı değiştirilerek,
luklarındaki artikiilasyon ve rez o n an sla ilişkili y apılarla yüksek perdeli se sle r keskin, d a h a b a s se sle r kü n t h ale
d a ilgilidir. K on u şm a, iki ayrı m ekan ik fon ksiyon dan getirilebilir.
o lu şm ak tad ır: ( 1) fonasyon, larinksin fonksiyonudur, (2) Son olarak, ariten oid ve krikoid kıkırdaklar a ra sın d a
artikiilasyon, ağız y apıları ile ilgilidir. y erleşm iş b u lu n an bazı küçük laringeal kaslar, b u kıkır
d ak lara iç ya d a dış rotasy on yaptırarak, birb irlerin e d o ğ
Fonasyon. Larin k s özellikle bir vibratör gibi görev y a p ru y ak laştırarak ya d a birbirin den u zaklaştırarak , s e s kıv
m ak ü zere a d a p te olm u ştu r. Titreşen elem enti oluşturan rım ların a şekil 37-1 OB’de görülen farklı b içim leri verirler.
plika v ok alisler (ses kıvrım ları) sıklıkla vokal kordlar (ses
telleri) olarak adlandırılır. S e s kıvrım ları, larinksin yan Artikülasyon ve Rezonans. A rtikiilasyon ü ç a n a o r
du v arların d a, glo ttisin m erk ezin e doğru girintilerden g an la gerçekleştirilir: dudaklar, dil ve yumuşak damak.
olu şm aktadır. B unların gerim ve durum ları, larinksin Bu organ ların hareketini tartışm aya p ek gerek yoktur
bazı özel kasları ile düzenlenir. çünkü h ep im iz konuşurken bu organ ların n asıl h areket
Şekil 37-10B, la ıin g o sk o p la glottise b ak ıldığın da se s ettiğini biliriz.
kıvrım larının d u ru m u n u gösterm ektedir. N orm al so lu Ağız, burun ve b u ru n la bağlantılı sinüsler, farinks ve
n um sırasın d a , kıvrım lar h avan ın kolayca geçebileceği göğüs boşluğu re zo n atö r olarak işlev yapar. Yine h ep im iz
şek ild e gen işlem iştir. F on asyon sırasın d a kıvrımlar, a ra bu yapıların rezon atör niteliklerini biliriz. Ö rn eğin n azal
ların d an h av a geçerken , vib rasy on olu ştu racak şekilde rezon atörlerin işlevi, ağır soğu k algınlığı geçiren bir k işi
birb irlerin e yaklaşırlar. V ibrasyonun derecesi, b aşlıc a de bu rezon atöre h ava geçişinin en gellen m esiy le, se sin
kıvrım ların gerilm e düzeyi ile belirlenir. Ayrıca kıvrım la niteliğinin değiştiği d u ru m d a görülebilir.
IU,1 III
----- ------ — ----- 11 —
A gostoni F : Th ickn ess and pressure o f the respiratory physiology. Adv Physiol E du ca physics. Annu Rev P hysiol 5 7 :6 3 5 ,
pleural liquid. In : Fishm an A P, H echt HH tion 1 8 :S -5 9 , 1997. 1995.
(ed s): T h e Pulm onary C ircu lation and Inter Badr M S : E ffect o f ventilator)' drive on upper Bunch M : D ynam ics o f the Sin gin g V o ice .
stitial S p a ce. C h icago: U niversity o f C hi airw ay patency in humans during N R E M W ien: Springer, 1997.
cago Press, 1 9 6 9 . p 6 5 . sleep. R es Physiol 1 0 3 :1 , 1996. C lem ents JA : Lung surfactant: a personal per
A m Physiol S o c : R efresh er course for teaching Ban sil R , Stanley E , LaM ont J T : M ucin bio- spective. Annu Rev Physiol 5 9 :1 , 1997.
BÖLÜM 37 • Akciger Ventilasyonu 443
Crystal R G : T h e Lung: Scien tific Foundations. Levitsky M G . Hall S M . M cDonough KH: C ar M edicine. Philadelphia: \VB Saunders C o,
Philadelphia: Lippincott-R aven, 1997. diopulmonary Physiology in A nesthesiol 1994.
D antzler W H : Handbook o f Physiology. S ec. ogy. New Y o rk: M cG raw -H ill, 1997. Paine R 3rd, Sim on RH : Expanding the fron
13. C om parative Physiology. New Y ork: M anganelli P, S alafli F, Pesci A: C linical and tiers o f lung biology through the creative
O xford U niversity Press, 1997. subclin ical alveolitis in connective tissue use o f alveolar epithelial c e lls in culture.
Donn S A : N eonatal and Pcdiatric Pulmonary diseases assessed by bronchoalveolar Am J Physiol 2 7 0 :L 4 8 4 , 1996.
G rap hics. A rm onk, N Y : Futura, 1998. lavage. Sem in A rthritis Rheum 2 6 :7 4 0 , Rahn H. O tis A B , C hadw ick L E , Fenn W O :
Edelm an JD , Bavaria J. K asser L R . et al: B i 1997'. T h e pressure-volum e diagram o f the thorax
lateral sequential lung transplantation for M assaro G D , M assaro D: Form ation o f pulm o and lung. Am J Physiol 1 4 6 :1 6 1 , 1946.
pulm onary alveolar m icrolithiasis. Chest nary alveoli and gas-exchange surface area: R ow ell L B , Shepherd JT : H andbook o f Physi
1 1 2 :1 1 4 0 , 1997. quantitation and regulation. Annu Rev Phy ology. S e c . 12. E x ercise: Regulation and
Fregly M J (ed): Handbook o f Physiology. S ec. siol 5 8 :7 3 , 1996. Integration o f M ultiple System s. New York:
4. Environm ental Physiology. Belhesda, M atthay M A . Folkesson H G. Verkm an A S: O xford U niversity P ress, 1996.
M D : A m erican P h ysiological So ciety, S a lt and w ater transport across alveolar and S afllotti U: A lveolar type II c e lls at the cro ss
1996. distal airw ay epithelia in the adult lung. road o f inflam m ation, librogenesis, and neo
G reen R J. R u oss S J , Kraft S A , ct al: Pulm o A m J Physiol 2 7 0 :L 4 8 7 . 1996. plasia. Am J Pathol 1 4 9 :1 4 2 3 , 1996.
nary capillaritis and alveolar hemorrhage. M atuschak G M , L ech n er A J: Targeting the a l Saldana M J: Pathology o f Pulm onary D isease.
C hest 1 1 0 :1 3 0 5 , 1996. veolar epithelium in acute lung injur)': ke- Philadelphia: J B Lippincott, 1994.
Schw ab R J: Properties o f tissues surrounding
Grippi NÍA: Pulm onary Pathophysiology: A ratinocyte growth factor and-regulaiion o f
the upper airw ay. S lee p 19 :S 170, 1996.
Problem -oriented Approach. Philadelphia: the alveolar epithelial barrier. C rit Care
Springhouse C orporation: A uscultation Skills:
J B Lippincott, 1994. M ed 2 4 :9 0 5 , 1996.
Breath and Heart Sounds. Springhouse, PA:
H lastala M P , R obertson H T: C om plexity in M cG ow an S E , Torday J S : The pulmonary li-
Springhouse, 1 9 98.
S tructure and Function o f the Lung. New potibroblast (lipid interstitial ce ll) and its
Stew art A G : A irw ay W all R em od elling in
Y o rk : M arcel D ekker, 1998. contributions to alveolar development.
A sthm a. B o c a Raton, F L : C R C Press, 1997.
K asper M , H aroske G : A lterations in the alve Annu Rev Physiol 5 9 :4 3 , 1997.
T orran ce R W : C arbon m onoxide excretion , not
olar epithelium after injury leading to pul M etra M , Dei C as L : R o le o f exercise ventila
oxygen secretion ? A dv E xp M ed B iol 4 1 0 :
m onary fibrosis. Histol Histopathol 1 1 :4 6 3 , tion in the limitation o f functional capacity 33 5 , 1996.
1996. in patients with con gestive heart failure. Uhal B D : C ell c y c le kin etics in the alveolar
Kirby R R , G ravenstein N: C lin ical A nesthesia B a sic R es Cardiol 9 1 :3 1 , 1996. epithelium . Am J Physiol 2 7 2 :L I 0 3 1 , 1997.
P ractice. Philadelphia: \YB Saunders C o, M ilic-E m ili J: Applied Physiology in Respira U hlig S , T a y lo r A E : M ethods in Pulm onary
. 1994. tory M ech anics. New York: Springer, Research . B a se l: B irkh au ser V erlag, 1998.
Kuhn C 3rd: Repairing the cab les o f the lung. 1998. W est J B : Respiratory P h ysiology. New York:
Am J R espir C ell M ol B io l 1 7 :2 8 7 , 1997. M iller Q A D , B ianch i A L. Bishop B: Neural Oxford U n iversity Press, 1996.
Laszlo G : Pulm onary Function: A Guide for C ontrol o f the Respiratory M uscles. B o ca W iddicom be J: A irw ay and alveolar perm e
C lin icians. New Y o rk: C am bridge U niver Raton. F L : C R C Press, 1997. ability and su rface liquid thickness: theory.
sity Press, 1994. M urray J F , Nadel JA : T ex tb oo k o f Respiratory J Appl Physiol 8 2 :3 , 1997.
Kan akımının dağılımı ve diğer hemodinamikle ilgi
li belirli problemler pulmoner dolaşıma özeldir, ve PULMONER SİSTEMDEKİ BASINÇLAR
akciğerlerin gaz değişim fonksiyonu için özellikle
önemlidir. Bundan dolayı, aşağıdaki bölüm, pulmo Sağ Ventrikülde Basınç N ab ız Eğrisi. Pulm o
ner dolaşımın kendine özgü özellikleriyle ilgilidir.
ner arter ve sağ ventrikül basınç nabız eğrileri Ş e
kil 3 8 -1 ’in alt kısmında gösterilmiştir. Bu eğriler,
şeklin daha üst kısmında gösterilen çok daha yük
P U L M O N E R D O L A Ş IM S İS T E M İN İN sek aort basınç eğrileri ile terstirler. Normal in sa
F İZ Y O L O JİK A N A T O M İS İ nın sağ ventıikülündeki sistolik basın ç yaklaşık 25
mmHg ve diyastolik b a sın ç yaklaşık 0-1
PU LM O N ER DAMARLAR. Pu lm oner arler sa ğ ventrikül m m H g’dır. Değerler sol ventriküldeki değerlerin
ap e k si a rk a sın d a sa d e c e 5 cm kadar uzanır, so n ra sıra yaklaşık beşte biridir.
sıyla iki ak ciğere kan taşıyan, sa ğ ve sol an a dallara ayrı
lır. P u lm on er arter aynı za m a n d a ince bir dam ardır. D a Pulmoner A rterdeki Basınçlar. Şekil 3 8 -1 ’de de
m a r duvarı kalınlığı ao rtan ın üçte biri, ven a c ava’nın ise gösterildiği gibi, sistol esnasında, pulm oner arter
yaklaşık iki katıdır. B u n u n la birlikte, b ütü n p u lm o n er a r
deki basınç, esas olarak sağ ventriküldeki basınca
terlerin h a tta d a h a küçük arterler ve arteriyollerin ç a p la
rı siste m ik d o laşım ın arterlerinkin den d a h a geniştir. D a
eşittir. Bununla birlikte, pulm oner kapak sistol so
m arların çok in ce ve gen işleyebilir olm ası, p u lm o n er ar- nunda kapandıktan sonra, ventriküler basınç hız
teı iyel siste m e tüm sistem ik arteryel yapıya b en zer olan, lıca düşer, oysa pulmoner arteryel basınç, kan ak
yaklaşık o rta la m a 7 m l/m m H g ’lık büyük bir esneklik ciğerlerin kapillerlerinde akarken çok daha yavaş
(k om pliyan s) sağlar. Bu büyük kom pliyan s, p u lm o n er düşer.
arterlerin, s a ğ ventrikül vurum h acm in in yaklaşık üçte Şekil 3 8 -2 ’de görüldüğü gibi, norm al insanda sis
ikisin e u y um g ö ste rm e sin e o lan ak tanır. tolik pulm oner arteryel basınç yaklaşık 25 mmHg;
P u lm on er arterler gibi pu lm o n er v enler de kısadır, fa
diastolik pulm oner arteryel basınç yaklaşık 8 m m
kat gen işley eb ilm e özellikleri sistem ik d o laşım velilerine
benzerdir.
Hg ve ortalam a p u lm on er arteriyel basın ç 15
mmHg’dır.
Bronş Damarları. Total kardiyak debinin yaklaşık % 1-
2’lik miktarı bir kaç bronşlyal arter yoluyla da akciğerlere Pulmoner Kapiller Basınç. Şekil 3 8 -2 ’de çizildiği
gelirler. Bu bronşiyal arler kanı, pulm on er arterlerdeki kıs gibi, ortalama pulmoner kapiller basınç dolaylı
m en o k sijen siz kanın aksine, oksijenlenm işkandn. Bu kan, olarak yaklaşık 7 mmHg olarak hesap edilmiştir. Bu
b a ğ dokusu, se p ta ile büyük ve küçük bronşları içeren ak düşük kapiller basıncın önemi, kapillerlerin sıvı
ciğerin d estek dok usun u besler. Bu bronşiyal arteriyel kan,
değişimi fonksiyonlarıyla ilgili bölüm de detaylı bir
d estek dokularını besledikten sora, pulm oner venlere b o
şalır ve sağ atriyum a geri dönm ek yerine sol atl iyuma gi
şekilde tartışılacaktır.
rer. Sol atriyum a gelen kandan dolayı, sol vetıtrikiiler debi,
sa ğ ventriküler debiden yaklaşık % l-2 dah a fazladır. Sol A triya l ve Pulm oner Venöz Basınçlar. Ana
pulm oner venlerde ve sol atıiyum da ortalam a
Lenfatikler. Lenfatikler, term inal bıoşiyolleri çevreleyen basınç sırtüstü yatan insanda yaklaşık 2 mmHg
b ağ d o k u su b oşlukları içinde b aşlay an , akciğerin tüm kadardır. Bu, 1 mmHg’dan 5 m m H g’a kadar deği
d e stek d ok u ların d an gelir ve akciğer h ilu m u n a oradan şebilir.
d a s a ğ d u k tu s le n fatik u sa gider. Alveollere giren, parti-
Bir kateteri kalp boşluklarından, sol atriyuma ge
kiiller kısm en bu kan allarla tem izlenir ve akciğer kapille-
rlerin den sızan p la z m a proteinleri de, akciğer d ok u ların
çirmek zor olduğu için, normal insanda doğrudan
d a n uzaklaştırılır, böylece akciğer ödem in i ö n lem ed e sol atriyal basıncı ölçmek genellikle uygun değildir.
yardım cıdırlar. Bununla birlikte, sol atriyal basınç çoğunlukla pul-
444
BÖLÜM 38 • Pulmoner Dolaşım; Pulmoner Ödem ; Plevra Sıvısı 445
B Ö LG ES EL P U L M O N E R KAN A K IM IN A
A K C İĞ E R L E R D E K İ H İD R O S T A T İK B A S IN Ç
F A R K L A R IN IN ETK İS İ
Akciğerin 3 kan akım bölgesinde kan akımı mekanikleri:
B ölü m 15'te, ay akta d u ran bir in san ın ay ağın daki b a sın 1. Bölge, akım y o k - çünkü alveoler hava basınç (Palv) arteryel
cın, kalp düzeyin deki b a sın ç ta n 90 m m H g k ad ar fazla basınçtan daha büyüktür; 2. Bölge, aralıklı akını - çünkü
olab ileceğin e dikkat çekilm iştir. Bu kanın kendi ağırlığı sistolik arteryel basınç alveoler hava basıncından daha fazladır,
ile yani hidrostatik basınç ile olm aktadır. Aynı etki fakat fakat diyastolik arteryel basınç alveoler basıncın alüna düşer; 3.
d a h a az derecede, ak ciğerlerd e de görülür. N orm alde, Bölge, devamlı akım - çünkü arteryel basınç ve pulmoner kapil-
d im dik duran erişkinde, ak ciğerlerin en alt n ok tası ile en ler basınç (Ppc) her zaman alveoler hava basıncından büyük
kalır.
ü st n ok tası arası 30 cm ’dir. Bu, kalbin ü st tarafın da 15
m m H g ve altın d a 8 m m H g o lm ak üzere 23 m m H g’lık bir
b a sın ç farkını oluşturur. Ayakta du ran b ir kişinin ak ciğe
rinin en ü st kısm ın d a p u lm o n e r arteryel b asın ç lar kalp aşağı akciğer b ö lü m ü n d e yaklaşık b eş kat fazla akım o l
seviyesin deki p u lm o n er arteryel b asın ç tan yaklaşık 15 du ğ u n a dikkat edilm elidir. Bu farkları açık lam ay a y ar
m m H g k ad ar d a h a azdır ve akciğerlerin en alt k ısm ın da dım etm esi için, akciğerler üç b ölgey e ayrılır. Kan akım ı
b asın ç yaklaşık 8 m m H g d a h a fazladır. Böyle b asın ç fark palern leri Şekil 38-4’te gayet farklı o larak g ö ste rilm e k te
ları, akciğerlerin farklı b ö lgelerin deki kan ak ım larına ol dir. Bu farkları açıklayalım .
d u k ç a etkilidir. Bu, akciğerdeki h id rostatik seviyelere
karşılık ak ciğer d o k u su n u n ü n itesi b a şın a kan akım ını Pulm oner Kan A kım ının 1.,2. ve 3. B ölgeleri
tan ım layan Şekil 38-3'deki alttaki eğri ile gö sterilm ek te
dir. D in len m e h alin de iken ay ak ta d u rm a p o zisy o n u n d a Alveol duvarların daki kapillerler içlerind eki k an b asın c ı
akciğerin tep e k ısm ın d a az akım old u ğu n a, fakat d ah a ile genişletilirken, aynı a n d a dış y an d ak i alv eo ler h ava
basın çı ile sıkıştırılırlar. Bu n eden le, alv eo ler h av a b a s ın
cı kapiller kan b a sın c ın d an d a h a b ü y ü k old u ğu za m an ,
kapillerler kap an ır ve kan akım ı durur. Fizyolojik ve p a
tolojik değişik d u ru m lard a, p u lm o n er kan akım ın ın a ş a
ğıdaki üç olası b ö lgelerin den h erh an gi biri bulun ab ilir:
ği zaman, Şekil 38-6’da da görüldüğü gibi, sol atri- 2. Akciğerdeki interstisyel sıvı basıncı, peıiferik
yal basınçtaki ilave yükselmeler, pulmoner aı teryel derialtı dokusundakinden biraz daha negatiftir.
basınçta da hem en hem en eşit artışla birlikte sağ (Bu iki şekilde ölçülmüştür: pulm oner interstisyu-
kalp üzerinde yükün artm asına neden olıır. ma bir mikropipet sokarak yaklaşık -5 mmHg’lık
Ayrıca, sol atriyal basınçlarda 7 veya 8 mmHg bir değer ve alveollerden sıvının geri emilme basın
üzeri herhangi bir artış, kapiller basıncı hem en he cını ölçerek yaklaşık - 8 mmHg’lık bir değer).
men eşit büyüklükte artırır. Sol atriyal basınç, ka 3. Pulmoner kapillerler protein moleküllerini gö
piller basınçta benzer artışlara neden olarak, 30 receli olarak sızdırırlar; öyle ki, pulm oner in ter
mmHg üzerine yükseldiği zaman, bölüm içinde stisyel sıvının kolloid ozmotik basıncı yaklaşık 14
daha sonra tartışacağımız gibi, olasılıkla pulmoner mm Hg’dır, peıiferik dokularda ise bunun yalısın
ödem gelişecektir. dan daha azdır.
4. Alveol duvarları aşırı incedir ve alveol yüzeyini
örten alveol epiteli o kadar zayıftır ki atm osfer b a
m sıncından daha büyük (0 mnıHg’dan fazla) herhan
PULMONER KAPİLLER DİNAMİK gi bir interstisyel pozitif basınç ile yırtılır, interstis
yel boşluklardan alveoller içine sıvı boşalm asına
Alveoler hava ile pulmoner kapiller kan arasında neden olur.
gazların değişimi 39. Bölümde tartışılmıştır. Ancak,
alveol duvarlarının çok sayıda kapiller ile çevrelen Şimdi, bu sayısal farklılıkların pulmoner sıvı di
diğine, ve çoğu yerdeki yan yana kapillerleıin nere namiğini nasıl etkilediğini görelim.
deyse birbirlerine değdiğine dikkat ediniz. Bundan
dolayı, sıklıkla belirtilen kapiller kanın, alveoler Akciğerdeki İnterstisyel Sıvı Basıncı ve D iğer
duvarlardaki bireysel damarlarda akması yerine Basınçlar Arasındaki İlişkiler. Şekil 38-7, pulm o
"tabaka” şeklinde a b ın göstermesidir. ner kapilleri, pulmoner alveolü ve kapiller ve alve
ol arasındaki interstisyel boşluğu drene eden lenfa
Pulmoner Kapiller Basınç. Pulmoner kapiller ba tik kapilleri gösteriyor. Aşağıdaki tabloda kapiller
sıncın direkt ölçümü yapılamaz. Bununla birlikte, membıandaki kuvvetlerin dengesine dikkat ediniz.
pulmoner kapiller basıncın Bölüm 16’da tanımlan
mış bir teknik kullanılarak "izogıavimetik” ölçümü, mmHg
7 mmHg’lık bir değeri vermiştir. Ortalama sol atri
Kapillerlerden pulm oner iııterstisyuma
yal basınç yaklaşık 2 mmHg ve ortalama pulmoner sıvı hareketine yol açan kuvvetler:
arter basıncı sadece 15 mmHg’dır. Ortalama pul Kapiller basınç 7
moner kapiller basınç bu iki değer arasında bir yer İnterstisyel sıvı kolloid ozm otik basıncı 14
de bulunmak zorunda olduğu için, 7 mmHg'lık de N egatif interstisyel sıvı basıncı 8
ğer olasılıkla yaklaşık olarak doğrudur. TO P L A M D IŞA Ç IK A R IC I K U V V E T 29
Sıvı Hareketine Neden Olan B a sın çlar so lu m a ile veya pn öm on i gibi e n fek siy on lar neden iyle
p u lm o n er kapiller m em b ran ın h a ra p la n m a sı. Bunların
KAPİLLER ALVEOL h erb iri kapiller d ışın a h em p la z m a pro tein lerin in h em
de sıvının hızla sız m asın a n eden olur.
3 -
P u lm o n e r ö d e m , ö d e m in vü c u tta h erh an gi b ir y erde
o lu ştu ğ u şe k ild e oluşur. P u lm o n er in terstisy el sıvı b a . 2 -
P u lm on er öd em in en sık sebep leri aşağıd ak i gibidir: Sol alriyum basıncı (mm Hg)
PLE V R A B O Ş L U Ğ U N D A K İ SIV IL A R
REFERANSLAR
A gostoni E: M echan ics o f the pleural space. G aar K A Jr, T a y lo r A E , G uyton A C : E ffe c t o f Renkin EM (eds): Pu lm onary Edem a. B a lti
Physiol R ev 5 2 :5 7 , 1972. lung edem a on pulm onary capillary pres more: W averly Press, 1979, p 65.
B ad csch D B : C lin ical trials in pulmonary h y sure. A m J Physiol 2 1 6 :1 3 7 0 , 1969. H lastala M P, Robertson H T : C om plexity in
pertension. Annu R ev M ed 4 8 :3 9 9 , 1997. G aar K A Jr, T a y lo r A E, Ow ens L J , Guyton Structure and Function o f the Lung. New
Crystal R G : T h e Lung: S cien tific Foundations. A C : E ffects o f capillary pressure and Y o rk : M arcel Dekker, 1998.
Philadelphia: Lippincott-R aven, 1997. plasm a protein on developm ent o f pulm o Irvin C G : E x ercise physiology. A llergy
Dahl O E : T h e ro le o f the pulm onary circu la nary edem a. Am J Physiol 2 1 3 :7 9 , 1967. Asthm a Proc 1 7 :3 2 7 , 1996.
tion in the regulation o f coagulation and Guyton A C , Lindsey A W : E ffe c t o f elevated Levy M M : Pulmonary cap illary pressure: c lin i
fibrinolysis in relation to m ajor surgery. J left atrial pressure and decreased plasma cal im plications. C rit C are C lin 1 2 :8 1 9 ,
Card iothorac V ase Anesth 1 1 :3 2 2 , 1997. protein concentration on the developm ent 1996.
D unsm ore S E , R annels D E: Extracellu lar ma o f pulmonary edema. C irc R e s 7 :6 4 9 , Matalon S , B en o s D J, Ja ck so n R M : B iop h y si
trix b iology in the lung. A m J Physiol 27 0 : 1959. cal and m olecular properties o f am iloride-
L 3 , 1 9 96. Guyton A C , T ay lor A E, G ranger H J: C ircu la inhihitable N a 4 ch an n els in alveolar
Fishm an A P . R cn k in E M (ed s): Pulmonary tory Physiology. II. D ynam ics and Control epithelial cells. Am J P hysiol 2 7 L L 1 ,
Edem a. Baltim o re: A m erican Physiological o f (he Body Fluids. Philadelphia: W B Saun 1996.
S o c ie ty , 1979. ders C o, 1975. M atthay M A , Folkesson H G , V erkm an A S :
Fraser R S , Paré JA P . Fraser R G , Paré PD: Guyton A C , Parker JC , T a y lo r A E, Jackson Salt and w ater transport across alveolar and
Syn op sis o f D iseases o f the C hest. 2nd ed. T E , M offatt D S : Fo rces governing water distal airway epith elia in the adult lung.
Philadelphia: W B Saunders C o, 1994. movement in the lung. In: Fishm an A P, Am J Physiol 2 7 0 :L 4 8 7 , 1996.
BÖLÜM 38 • Pulmoner Dolaşım; Pulmoner Ödem ; Plevra Sıvısı 451
M eyer B J , M e y e r A , Guyton A C : Interstitial T ay lo r A E, G aar K, Guyton A C : Na24 space, W est J B : Pulmonary' Pathophysiology. T he E s
fluid pressure. V . N egative pressure in the D 20 space, and blood volume in isolated sentials. 4th ed. B altim ore: W illiam s &
lungs. C irc Res 2 2 :2 6 3 , 19 6 8 . dog lung. Am J Physiol 2 1 1 :6 6 , 1966. W ilkins, 1992.
Parker JC , Guyton A C , T ay lo r A E : Pulmonary T a y lo r A E , Guyton A C , Bishop V S : Perm e W est J B : Respiratory P h y sio log y— T h e E sse n
interstitial and capillary pressures estimated ability o f the alveolar m embrane to solutes. tials. 5th ed. Baltim o re: W illiam s & W il
from intra-alveolar fluid pressures. J Appl C irc R es 1 6 :3 5 3 , 1965. kins, 1994.
Physiol 4 4 :2 6 7 , 1978. Thom pson J S , M orice AH : Neutral endopepti-
Rubin L J: Prim ary pulmonary hypertension. N dase inhibitors and the pulmonary circu la
Engl J Med 3 3 6 :1 1 1 , 1997. tion. G en Pharm acol 2 7 :5 8 1 , 1996.
Gaz Değişiminin Fiziksel İlkeleri;
Solunum Membranlarında Oksijen
ve Karbon Dioksit Difüzyonu
Alveollerin taze hava ile havalandırılm asından G az Karışım ındaki G az B asın çları-G azların
sonra, solunum sürecinin ikinci adımı, oksijenin "Parsiyel B asınçları”
alveollerden pulmoner kana ve karbon dioksidin
zıt yönde difüzyonııdıır. Difiizyon basitçe, m ole Basınç, kinetik olarak hareket eden m olek ü llerin sürekli
küllerin solunum mem branından her iki yöne olan olarak bir yüzeye çarp m a sı n eden iy le oluşur. Böylece,
rastlantısal hareketlerdir. Bununla beraber, solu solu n u m yolları ve alveollerin yüzeyine etki eden gazın
num fizyolojisinde, sadece difüzyonun gerçekleşti olu ştu rdu ğu b asın ç, h erh angi b ir an d a , m olek üllerin o
yüzeye çarp m asıy la olu şan to p lam kuvvetle orantılıdır.
ği temel mekanizma ile değil, difüzyonun hızı ile
Bu, toplam basıncın gaz m olekü llerin in konsantrasyonu
de ilgilenilir. Bu da, difiizyon ve gaz değişimi fiziği
ile doğru orantılı olduğu an la m ın a gelir.
nin derinliğine anlaşılmasını gerektiren çok daha Solun um fizyolojisinde, b aşlıca, o k sijen , azot ve k ar
karmaşık bir problemdir. bon diok sidd en olu şan karışım larla ilgilenilir. Bu g a zla r
dan her birinin difiizyon hızı, aynı gazın tek b a şın a o lu ş
turduğu b asın ç ile doğı u oran tılıdır ki; b u b a sın c a parsi
yel (kısmi) basınç denir. Şim d i p arsiyel b asın ç k a v ra m ı
nın üzerind e du rm am ız gerekiyor.
Bileşim i yaklaşık olarak, %79 azot ve %21 ok sijen d en
D İF Ü Z Y O N VE G A Z P A R S İY E L
m e y d an a gelen havaya d ü şü n elim . D en iz seviyesin de, bu
B A S IN Ç L A R IN IN F İZ İĞ İ karışım ın toplam b asın cı 760 m m llg ’dir. Yukarıdaki, b a
sıncın m olek üler tem elin in tan ım ın d an d a an laşıldığı
G az D ifüzyonunun M o le k ü le r Tem eli üzere, her gaz, kendi k o n san trasy o n u ile doğru orantılı
olarak toplam b a sın c a katk ıda b ulun ur. Bun d an dolaya,
So lu n u m fizyolojisi ile ilgili gazların h epsi, birbirlerinin 760 mırıl Ig’lık b asın cın % 79’luk b ö lü m ü az o ta (yaklaşık
ara sın d a se rb e stçe hareket eden m oleküllerdir. 13u se r 600 m m H g) ve % 21’lik b ölü m ü de o k sije n e (yaklaşık 160
b est h areketler sürecin e "difiizyon” denir. Aynı olay, vücut ııım H g) aittir. Böylece, b u k a rışım d a a z o tu n p arsiyel b a
dok u ve sıvıların da erim iş olan gazlar için de geçerlidir. sıncı 600 m m H g; oksijenin ki ise 160 ııım H g ’dır; toplam
D ifü z y o n u n g e rç e k le şm e si için, b ir en erji k a y n a ğ ın a b asın ç 760 m m H g olup, parsiyel b asın ç ların toplam ıdır.
g e r e k sin im vardır. Bu en erji, m o le k ü llerin h are k e tsiz Bir karışım daki g azların b asın çları, ayoa ayoa, P o2, P c o 2,
o ld u ğ u m u tla k sıfır sıcak lığ ı h ariç, m o le k ü llerin ken di Pn2, Ph20, PHe şeklin de ifade edilir.
k in e tik e n e rjisin d e n sağ lan ır. F izik sel o la rak b irb irin e
tu tu n m a y a n se rb e st m o le k ü ller için b u n u n an la m ı,
d iğ e r m o le k ü llerd e n b irin e ç a ıp ın c a y a k a d a r y ü ksek Suda ve D okularda Ç özünen G a zla rın
h ız d a d o ğ ru sa l h arek et etm elerid ir. M o lek üller ç a r p Basınçları
m a ile y ön d e ğiştire re k , d iğer b a şk a m o le k ü llerle ç a r
p ış a n a k a d a r h are k e tle rin e d e v a m ederler. Bu şekilde, Suda ya da vücut dokularında erim iş olan gazlar da basın ç
m o le k ü lle r b irb irleri a r a s ın d a h ızla ve ra stg e le h arek et uygular; çünkü erim iş moleküller rastgele hareket eder ve
eder. kinetik enerjiye sahiptirler. Ayrıca, erim iş gaz molekülleri
hücre zarı gibi bir yüzeyle karşılaştığında, tıpkı gaz fazın
daki gazın kendi parsiyel basıncını uygulam ası gibi basın ç
Bir Gazın Tek Yöndeki Net Difüzyonu-Konsantras- uygular. Erimiş gazların parsiyel basın cı, gaz fazındaki g a z
yon Gradyanmın Etkisi. Eğer bir gaz b ölm esin in ya da larda olduğu gibi P02, P co2, P n 2, PHe şeklinde ifade edilir.
eriyiğin bir tarafın da yüksek ko n san trasy o n d a, diğer ta
rafın d a ise d ü şü k k o n sa n trasy o n d a gaz b u lu n u y orsa, Ş e Bir Sıvıda Erimiş Olan Gazın Basıncım Belirleyen
kil 3 9 -1 'de gösterildiği gibi, yüksek k o n san trasy o n a la Faktörler. Bir gazın eriyikteki konsantrasyonu, sad e ce b a
n ın dan B’ye doğru d ifüze olacak m olekül m iktarı, B tara sıncı ile değil, aynı za m an d a o gazın erim e katsayısı ile b e
fın dan A’ya doğru difüze olacak m olekül m iktarın dan lirlenir. Bazı molekül tipleri, özellikle karbon dioksid, fizik
çok d a h a fazladır. B un d an dolayı, okların u zu n lu ğu n d a n sel veya kimyasal olarak su molekülleri tarafından çekilir
gö riilü ğü gibi, lıer iki yön e doğru difiizyon hızı orantılı ken, diğer bazı gazlar itilir. Moleküllerin çekimi sayesinde,
olarak farklıdır. basıncın çok fazla artm asına gerek kalm adan, çözeltide da-
452
BÖLÜM 39 • Gaz Değişiminin Fiziksel İlkeleri 453
Su Buharı Basıncı
H ava, so lu n u m y olların a girdiğin de, su h em en b u y olla D, difüzyon (dağılım ) hızı; AP, difüzyon y olun un iki ucu
rın y ü zey in d en b u h a rla şa ra k h avayı n em lendirir. B u arasın d aki b asın ç farkı; A, bu yolun en ine kesit alan ı; S,
n un se b e b i, çeşitli erim iş g a z m olekülleri gibi, su m o le gazın çözü nü rlüğü; d, difüzyon yolunun u zu n lu ğu ; MW
küllerinin de sürekli su y ü zey in d en ku rtu larak gaz h ali gazın m oleküler ağırlığıdır.
454 ÜNİTE V II • Solunum
O ksijen 1,0
K arbon dioksit 20,3
K arbon m o n o k sit 0,81 4. soluk 8. soluk 12. soluk 16. soluk
N itrojen 0,53 Ş E K İL 39 - 2
H elyum 0,95 Bir gazın, alveolierden birbirini izleyen soluklarla ekspirasyonu.
TABLO 39 - 1
Akciğerlere giren ve çıkan solunum gazlarının parsiyel basınçları (Deniz Seviyesinde)
Atm osfer H avası* N emlendirilmiş Hava Alveoler Hava Ekspirasyon Havası
(mmHg) (mmHg) (mmHg) (mmHg)
175-
Maksimum ventilasyonun üst sınırı
150 150-
250 mİ 0 2/dak
\ 800 mİ COg/dak
125- cö en 125 \
O. I l
i tİtounaJ-aLveolej: P D 2
1 00 - o5 E 100-
ö E
Û)
II 75-
<c
c </)
75
50 - c «o 50-
Ş E K İL 39 • 4 Ş E K İL 39 - 5
250ml/dk vclOOO ml/dk'lık iki ayrı oksijen absorbsiyon hızında, 200 ml/dk ve 800 ml/dk’lık iki ayrı C 0 2 atım hızında alveoler
farklı düzeylerdeki alveoler ventilasyonun, alveoler P02 üzerine ventilasyonun, alveoler PC02’ye etkisi. A noktası normal işleyiş
etkisi. A noktası normaldeki işleyiş noktasıdır. noktasıdır.
456 ÜNİTE V II • Solunum
SOLUNUM MEMBRANINDA
GAZLARIN DİFÜZYONU
Ekspirasyon Havası
Çok sayıdaki katm an a rağm en , so lu n u m
E k sp ira sy o n h av a sı, ölü b o şlu k h av a sı ile alveol h a v a m em b ran ın ın kalınlığı bazı b ö lü m lerin d e 0 , 2
sın ın k a rışım ıd ır ve b ile şim i b u n ed en le, b irin cisi ölü m ikrom etre kadar incedir; hücre nükleuslarım n
b o şlu k h a v a sın ın o ran ı ile, İkincisi de alv eo ler h av a bulunduğu kısım lar dışında ise o rtalam a 0 , 6
o ran ı ile b e lirlen ir. Şekil 3 9 -6 'd a e k sp irasy o n b o y u n c a, mikrom etredir.
e k sp ir a sy o n h a v a sın d a o k sije n ve k arb on d io k sit p a r
Histolojik incelem elerle norm al erişkinde solu
siyel b a sın ç la r ın d a k i p r o g r e sif d e ğ işm e le r g ö rü lm e k
num m em branının toplam alanının 70 m 2’ye ulaş
tedir. Bu h a v a n ın ilk b ö lü m ü n ü o lu ştu ra n ölü b o şlu k
h av a sı, T ab lo 3 9 - 1 ’in 3. sü tu n u n d a g ö ste rild iğ i gibi, tığı hesaplanmıştır. Bu alan 25 x 30 ayak (1 ayak
n e m le n d ir ilm iş h av ad ır. S o n r a alveol h av ası ile ölü 30,5 cm) büyüklüğünde bir odanın tabanına eşittir.
b o şlu k h a v a sı g ittik çe a rta n o r a n d a karışır; s o n u n d a Herhangi bir anda akciğer kapillerlerinde bulunan
ölü b o şlu k h a v a sı ta m a m e n b o ş a lır ve s a d e c e alv eo l kan miktarı 60-140 m l’dir. Bu kadar az miktarda ka
h a v a sı kalır. Bu n e d e n le alveol h av asın ı in c e le m e k nın, 25 x 30 ayak’lık bir yüzeye yayıldığı düşünülür
için, zo rlu b ir e k sp ir a sy o n h av a sın ın en so n b ö lü m ü se, solunumla gaz alışverişinin hızını anlam ak ko
nü to p la m a k gerekir.
laylaşır.
N orm al ek sp irasy o n h avası, hem ölü b oşlu k h avası
hem de alv eo ler h ava içerdiği için, gaz k o n san trasy o n la
Pulm oner kapillerlerin ortalam a çapı 5 m ikro
rı ve p arsiyel b asın çları, T ablo 39-1'de sütu n 7 ’de g ö ste m etre olduğundan eritrositlerin sıkışarak g eç
rildiği gibidir, yani gaz. k o n san trasy on ları alveol h avası m esi gerekir. Bu nedenle eritrosit m em bran ı ge
ile n em li atm o sfe r h avası arasın d adır. nellikle kapiller duvarına değdiğinden oksijen ve
BOLUM 39 • Gaz Değişiminin Fiziksel İlkeleri 457
Ş E K İL 39 • 7
Respiratuvar lobtil. (W.S.
Millcr’den: The Luııg.
Springfield II., Charles
C Thomas 1947)
k arb o n dioksitin difüzyon h ızın ı yavaşlatan füzyon hızı, m em bran kalınlığı ile ters orantılı ol
ö nem li miktarda plazm adan geçm esi gerekmez. duğundan, bu kalınlığı norm alin 2-3 katına çıka
Bu olay da difüzyon hızını artırır. ran herhangi bir faktör, gaz değişim ini önem li öl
çüde bozar.
Solunum nıem branının yüzey alan ı birçok koşul
da büyük ölçüde azalabilir. Örneğin, bir akciğerin
Solunum Membranında Gazların tam amen çıkarılması total yüzeyi norm alin yarısı
Difüzyon Hızını Etkileyen Faktörler na indirir. Keza, am fizenıde birçok alveol duvarının
erimesiyle alveoller biıleşebilir. Bu şekilde oluşan
D aha önceki tartışm ada belirtilen suyun difüz- yeni boşluklar orijinal alveolleıden çok geniş oldu
yonu ile ilgili form ü ller ve ilkeler, solu n u m ğu halde, alveol duvarlarının kaybı, solunum
m em branınd a gazların difüzyoııu için de kulla membranının yüzey alanını 5 kat azaltır. Total yü
nılabilir. Bir gazın m em bıan d an geçiş hızını b e zey alanı normalin yaklaşık 1/3 ya da 1/4'üne indi
lirleyen faktörler: ( 1 ) m en ıbran kalın lığ ı, (2 ) ği zaman, gazların değişimi istirahat koşullarında
m em b ıan yüzey alanı, (3) m enıbran içinde gazın bile büyük ölçüde engellenir. Sportif yarışmalarda
difüzyon katsayısı, ve (4) m em branın iki tarafı ve ağır egzersiz koşullarında akciğer yüzeyinde en
arasındaki gazın basın ç farkıdır. küçük bir azalma bile solunum gazlarının değişi
Solunum nıem branının kalınlığı, m em branın mini ciddi şekilde bozabilir.
inteıstisyel aralığında ve alveolde ödem sonucu Solunum mem branındaıı her bir gazın geçişi için
bazen artabilir: bu durumda solunum gazları yal difüzyon katsayısı, onun m em bıand a eriyebilirliği
nız m em brandaıı değil, bu sıvıdan da geçmelidir. ile doğru, m olekül ağırlığının karekö kii ile ters
Bazı pulm oner hastalıklar da, akciğerde fibıöz do orantılıdır. Yukarıda açıkladığımız gibi solunum
ku oluşturarak solunum m em bıanm ın bazı b ö membranındaıı difüzyon lıızı sudakine eşittir. Be
lüm lerinin kalınlığını artırırlar. M em bıandan di lirli bir basınçta karbon dioksit, m em bıan d a oksi
458 ÜNİTE V II • Solunum
Alveol
Kapillerler
Ş E K İL 39 • 8
A, Alveol duvarını kapla
Alveol
yan kapillerlerin yüzeysel
görünüşü. (Maloney ve
Alveol Castle’den: Resp Physi-
ol.,7: 150, 1969 ASP Biolo-
gical and Medical Press
Nortlı-Holland Divisi-
Perivasküler on'un izniyle) B, alveoler
interslisyel alan duvarlar ve damarların
enine kesiti.
jen e göre 2 0 kat hızlı difiizyon gösterir; oksijen de duğu gibi alveoldeki gazın parsiyel basıncı kanda-
nitrojenden iki kat hızlı difüze olur. kinden büyük olduğu zaman alveolden kana net
Solunum m embranından geçiş için basınç farkı, difiizyon; karbon dioksidde olduğu gibi gazın kan
alveolleıdeki gazın parsiyel basıncı ile bu gazın daki parsiyel basıncı alveoldekiııden büyük olduğu
kandaki parsiyel basıncı arasındaki farktan ibaret zaman da kandan alveollere net difüzyon olur.
tir. Alveollerde bir gazın parsiyel basıncı, onun b i
rim zamanda, birim alveol yüzeyine çarpan m ole
küllerinin sayısını; kandaki parsiyel basıncı da, Solunum Membranından Difüzyon
m em branın karşı tarafına kaçmaya çalışan m ole Kapasitesi
kül sayısını temsil eder. Bunun için, bu iki basınç
arasındaki fark gazın mem brandan net geçiş eğili Solunum membranının alveoller ile pulmoner kan
m inin ölçüsü olarak kabul edilebilir. Oksijende ol arasındaki gaz değişim ini sağlam a yeteneği,
BÖLÜM 39 • Gaz Değişiminin Fiziksel İlkeleri 459
sitesinin çok fazla olduğu ve egzersizin tüm gazların ventilasyon -perfüzyon oranı (Va /Q) d a n o rm ald ir denir.
difüzyon kapasitesine etkisi gösterilmektedir. Eğer ven tilasyon (VA) sıfır fakat h ala alv eo ld e perfüzyon
(Q) varsa ven tilasy on -perfüzyon oranı sıfır olur. Ya d a d i
D ifüzyon Kapasitesinin Ölçülm esi-Karbon Moııok- ğer ekstrem d u ru m d a oldu ğu gibi, yeterli ven tilasy on
sid Yöntem i. O ksijen d ifüzy on k a p a site sin in h e s a p (VA) oluyor, fakat perfüzyon (Q) sıfır ise oran son su zd u r.
la n m a sı için, (1) alv eo le r P 0 2, (2) p u lm o n e r k a n d a P 0 2 , Oranın sıfır ya da so n su z old u ğu her iki d u ru m d a da, il
(3) o k sije n in kan tara fın d an k u llan ım hızı ölçülebilir. gili alveollerin so lu n u m m e m b ıa n la rm d a n g az d e ğ işim
lerinin olm am ası, bu kavram ın ö n e m in i gösterir. Bu n e
A n cak p u lm o n e r k a n d a PO2 ö lç ü m ü için kolay ve gü v e
n ilir bir m e to d b u lu n m a d ığ ın d a n , d en ey sel bir am a ç denle, bu iki ekstrem d u ru m u ve s o lu n u m d a yarattığı s o
n uçları ele alacağız.
y o k sa, pratik te ok sijen difüzy on k a p a site si b u y o ld an
h e sa p la n m a z .
O ksijen difüzyon k ap asitesin in do ğ ru d an ölçü m ü n d e
V A /Q Sıfır Olduğu Zaman Alveoler Oksijen ve Kar
ra stla n a n gü çlü kler n edeniyle, fizyologlar, karb on m o-
bon Dioksit Parsiyel Basınçları. Hiç alveoler ventilasyo-
nun olm adığı, VA/Q’nuıı sıfıra eşit oldu ğu du ru m da, alve
ııo k sid difüzyon k ap asite sin i ölçerek b u n d an oksijen d i
oldeki h ava kanın oksijen ve karbon dioksiti ile den gelenir
füzyon k ap asite sin i h esap larlar. K arbon m o n o k sid m e
çünkü bu gazlar kan ve alveoler hava ara sın d a difiizyona
to d u n u n tem el ilkesi şöyle tan ım lan ab ilir: Küçük bir
uğrar. Kapillerleri perfüze edeıı kan sistem ik sirk ü lasy on
m ik tard a karb on m o n o k sid so lu n u m la alv eo lleıe alın
dan akciğerlere geri dön en venöz kan oldu ğu için, alve
dıktan son ra, alveol h avası örnekleri alınarak, alveoller-
oler gazlarla den gelenen , venöz kandaki gazlardır. Bölüm
deki karb on m o n o k sid parsiyel b asın cı ölçülür. Kandaki
40'da göreceğim iz gibi n orm al ven öz k a n d a (V) P 0 2 40
k arb on m o n o k sid parsiyel b a sın c ı sıfırdır, çün kü h e m o g
m nıHg, P C 0 2 45 m m H g’dır. Bu basınçlar, kan akım ının o l
lo b in karb on m onoksiclle o k ad ar hızlı birleşir ki b asın ç
duğu fakat ventilasyonun b u lu n m ad ığı alveolleıdeki bu
o lu ş m a sı için za m a n k alm az. 13u n e d e n le so lu n u m
gazların norm al parsiyel basınçlarıdır.
m e m b ra n ın d a karb on m o n o k sid için b asın ç farkı on un
alv eo ler gaz örneğindeki parsiyel b asın c ın a eşittir. Belli
VA /Q Sonsuz Olduğu Zaman A lveoler Oksijen ve
bir sü re d e a b s o ıb e edilen karb on m o n o k sid h acm in i ö l
Karbon Dioksit Parsiyel Basınçlar. A lveoler g az p a r s i
ç ü p b u n u alveoler karbon m o n o k sid parsiyel b asın c ın a
yel b asın çları üzerine, Va/Q ’ n un sıfıra e şit old u ğu d u
b ö lm ek suretiyle karbon m o n o k sid difüzyon kap asitesi
rum ile Va/Q ’nun so n su z oldu ğu d u ru m u n etkisi b ü tü
güvenilir şekilde tayin edilir.
nüyle farklıdır çiinkii alv eo ld en k arb o n dioksiti alacak ,
K arb o n m o n o k sid difiizyon k a p a site sin i oksijen difiiz oksijeni kana taşıy acak olan kapiller k an akım ı yoktur.
yon k a p a site sin e çevirm ek için bu d eğer 1,23 gibi bir fak Bu d u ru m d a alveoler gazlar ven öz k an la d e n ge le ııe m e-
törle çarpılır, çün kü oksijen için difüzyon katsayısı kar yeceği için, alveol h av ası n em li iıısp iıa sy o n h av a sın a
b o n m o n o k sid difüzyon k atsayısın ın 1,23 katıdır. Bu eşit olur. Böylece in sp irasy o n h av ası k a n a ok sijen ver
y ö n tem le, gen ç erişkin erkeklerde karb on m o n o k sid için m ez ve karbon diok sit alm az. S o n u ç ta , n em li in sp ira s
o rta la m a difüzyon k a p a site si 17 m l/d a k /m m llg ; oksijen yon h av a sın d a P 0 2 149 m m H g, P C 0 2 0 m m H g o ld u ğ u n a
için d ifü zy o n k a p a site si b u n u n 1,23 katı y an i 21 göre, b u değerler alveoldeki iki gazın p arsiy e l b a sın ç la rı
m l/d a k /m m H g b ulunur. nı oluşturur.
REFERANSLAR
A rie ff A I: H ypoxia, M etabo lic A cid o sis and Levitzky M G , H all S M : C ardiopulm onary Poets C F , Soulhall DP: N oninvasive m onitor
the C ircu lation. New Y o rk : O xford U niver Physiology in A nesthesiology. H ightstow n, ing o f oxygenation in infants and children:
sity Press, 1992. N J: M cG raw -H ill, 1994. practical considerations and areas o f c o n
B each ey W : Respiratory C are A natom y and M cQ uaid K E . Keenan A K : Endothelial barrier cern. Pediatrics 9 3 :7 3 7 , 1994.
Physiology. S t. L o u is: M osb y, 19 9 8 . dysfunction and oxidative stress: roles for Rahn H, Farhi E E : V en tilation , perfusion, and
C rystal R G : T h e Lung: S c ien tific Foundations. nitric oxide? Exp Physiol 8 2 :3 6 9 , 1997. gas exchan g e— the Va/Q co n cep t. In: Fenn
Philadelphia: L ip p in cott-R aven , 1997. M ilhorn H T Jr. Pulley PE Jr: A theoretical W O , Rahn H (eds): H andbook o f Phy siol
D es Jardins T A : C ardiopulm onary A natom y study o f pulmonary capillary gas exchange ogy. S e c . 3. V o l. I. B a ltim o re: W illiam s &
and Physiology. A lbany, N Y : D elm ar, and venous admixture. Bio p h y s J 8 :3 3 7 ,
W ilkin s, 1964, p 125.
1998. 1968.
Rahn H, Fenn W O : A G raphical A nalysis o f
Grippi M A : Pulm onary Pathop hysiology: A O 'D o n oh ue W J: L on g-Term O xygen Therapy.
Respiratory G a s E xch an ge. W ashington,
Problem -oriented A pproach. Philadelphia: New York: M arcel D ekkcr, 1995.
D C : A m erican Phy siolo g ical S o ciety , 1955.
J B Lippincott, 1994. Otis A B : Quantitative relationships in steady-
Sibbald , W J, M essm er K , Fin k M P: Tissue
Guyton A C , N ich ols R J, Farish C A : A n arteri state gas exchange. In : Fenn \VQ, Rahn H
ovenous oxygen differen ce recorder. J Appl (ed s): H andbook o f Physiology. S ec. 3, O xygenation in A cute M edicin e. New
Physiol 1 0 :1 5 8 , 1957. V o l. I. Baltim ore: W illiam s & W ilkins, Y ork: Springer, 1998.
H arrison D K , D elpy D T : O xyg en Transport to 1964. p 6 8 1 . U hlig S , Tay lor A E : M eth ods in Pulm onary
Tissue. New Y o rk : Plenum Press, 1997. Paine R 3rd, Sim on RI1: Expanding the fron Research. B a se l: B irkh au ser V erlag, 1998.
H eliums JD , N air P K , Huang N S , O hshim a N: tiers o f lung biology through the creative W eibel E R , Federspiel W J, Fryder-D offey F,
Stimulation o f intralum inal gas transport use o f alveolar epithelial c ells in culture. et al: M orphom elric m odel for pulm onary
processes in the m icrocirculation . Ann B io - A m J Physiol 2 7 0 :L 4 8 4 , 1996. diffusing capacity. I. M em bran e diffusing
med Eng 2 4 :1 , 1996. Persson C G : Epithelial c e lls: barrier functions capacity. R espir Physiol 9 3 :1 2 5 , 1993.
K irby R R , G ravenstein N: C lin ical A nesthesia and shedding-restitution m echanism s. A m J W est J B : Respiratory P h y sio lo g y — T h e E sse n
Practice. Philadelphia: \VB Saunders, 1994. R espir C rit Care M ed 1 5 3 :S 9 , 1996. tials. Baltim ore: W illiam s & W ilk in s, 1994.
Kanda ve Vücut Sıvılarında Oksijen ı ı
463
464 ÜNİTE V II • Solunum
Alveol P02=104 mm Hg
Kapillerin Kapillerin
arteryel ucu venöz ucu
f ^ ^ Pulnioner kapiîler ^ ^
V yiPQ 2=40 mm Hg___________ P Q 2= 1 0 4 mm H g y () P 0 2= 95 mm Hg 40 mm
Ş E K İL 40 - 3
lin dokıı kapilleriııden hücrelere oksijen difiizyonu.
zersizde, kapillerlerde kalma süresi kısalsa dahi, kan Arteryel kan periferik dokulara ulaştığında, kapil-
hala tama yakın oksijenlenmektedir. lerlerdeki P 0 2 hala 95 mmHg’dır. Diğer yandan, Şe
kil 4 0 -3 ’de gösterildiği gibi, doku hücrelerini çevre
leyen interstisyel sıvıda P 0 2 sadece 40 mmHg’dır.
Böylece başlangıçta oksijenin kandan dokulara
Oksijenin Arteryel Kanda Taşınması doğru hızla difüzyona uğramasına neden olacak
çok yüksek basınç faikı sağlanmıştır. Bu nedenle,
Akciğerlerden sol atriyum a giren kanın % 98’i al- kapiller P 0 2, inteıstisyumdaki 40 m m H g’lik basınç
veoler kapillerlerden geçer ve açıklandığı gibi düzeyine hemen düşer. Bundan dolayı, doku kapil-
104 m m H g kadar bir P 0 2 düzeyine kadar oksi- lerlerini teıkeden ve venalara giren kanda P 0 2 dü
jen lenir. Kanın diğer % 2’si aoıtad an bıonşiyal zeyi 40 mmHg kadardır.
dolaşım a doğrudan geçerek akciğerlerin derin
dokularını kanlandırır ve pulm oner hava ile te Kan Akım Hızının İnterstisyel Sıvı PC V sine Etkisi.
m as etm ez. Bu kan akımı gaz değişim bölgelerine Eğer bir dokudaki kan ak ım ın da artış olu rsa, o dokuya
belli bir sü red e taşın an oksijen m iktarı a rla r ve orantılı
uğram adığı için “şant" akımı adını alır. Akciğer
olarak d ok u d a P 0 2 artar. 13u etki Şekil 40-4'te g ö ste ril
leri teıked en şant kanının P 0 2’si norm al venöz
miştir. A kım da, n orm ale göre % 400’lük bir artış, P 0 2 ’yi
kanda olduğu gibi yaklaşık 40 m m H g’dır. Bu kan, şekilde görülen A n ok tasın dak i 40 m m llg ’d an 13 n o k ta
p u lm oner venleıde, alveoler kapillerlerden gelen sın daki 66 m m H g’lık düzeye yükseltir. B u n a rağm en ,
oksijenlenm iş kanla karışır. Kanın venöz hav m ak sim al kan ak ım ın da bile, P 0 2 ’ııin yükseleb ileceği
120 -
rasyoıı) yiizdesi denir. Arterlerdeki kanda P 0 2 yak
laşık 95 mmHg olduğu için, disosiyasyon eğrisin
den, arteryel kanın gen elde oksijen doygunluğu
100 -
nun yüzde 97 olduğunu görebiliriz. Diğer yandan,
dokulardan gelen norm al venöz kanda P 0 2 yakla
80- şık 40 mmHg ve hem oglobin satiirasyonu y aklaşık
yüzde 75'tir.
O 10 x Normal metabolizma
o 60-
CL
Normal metabolizma" Kan Hemoglobini ile Birleşebilen Maksimum
Oksijen M iktarı. Normal bir kişinin kanı her 1 0 0
f Kıstlanmayan kan akımının alt sınırı
mililitrede 15 gram hem oglobin içerir ve hem oglo
11/4 Normal metabolizma
binin her gramı en fazla yaklaşık 1,34 mililitre oksi
20-
jen bağlayabilir (hemoglobin kimyasal olarak saf
olduğunda 1,39 mililitredir, fakat bu, m ethem oglo-
100 200 300 400 500 600 binde olduğu gibi saflığını bozan etkenlerle azaltı
lır). Bundan dolayı ortalam a olarak 100 mililitre
kandaki hemoglobin yüzde yüz doygunluğa ulaştı
ğında tam olarak 20 mililitre (15x1.34=20.1 mİ) ok
Ş E K İL 40 ■ 7
sijen bağlar. Bu genellikle yüzde yirm i hacim olarak
Kaıı akımı ve metabolik hızın doku PC 02’ı üzerine etkisi.
ifade edilir. Normal bir kişi için oksijen-hem oglo-
bin disosiyasyon eğrisi, hem oglobinin satürasyon
yüzdesi yerine Şekil 4 0 -8 ’in en sağındaki eksende
gösterildiği gibi yüzde oksijen hacm i olarak da söy
da artırır. M etabolizmanın normalin dörtte birine lenebilir.
düşmesi ise interstisyel sıvı P C 02’ım 41 mmHg’ya
düşürür. Bu değer de aıteıiyel kan değeri olan 40
Dokularda Hemoglobinden Serbestlenen O k
mmHg'ya çok yakındır.
sijen M iktarı. Yüzde 97 oranında doyurulmuş n o r
mal arteriyel kanda, hem oglobine bağlı toplam ok
sijen miktarı 100 mİ. kanda yaklaşık 19,4 ml'dir (Şe
kil 40-9). Doku kapillerlerinden geçerken bu miktar
KANDA OKSİJENİN TAŞINMASI
azalır, ortalama 14,4 mİ olur (40 mmHg P 0 2, yüzde
75 doymuş hemoglobin). Yani, n orm al koşullar a l
Normalde, akciğerlerden dokulara taşınan oksije
tında kanın her 100 ml'si ile doku lara y aklaşık 5 nü.
nin yaklaşık % 97’si eritrosit içinde hemoglobinle
oksijen taşınmaktadır.
kimyasal bileşik halinde taşınır. Kalan yüzde 3 ise,
plazmada ve hücre sıvısında çözünmüş durumda
taşınır. Böylece, norm al koşullar altında, oksijenin A ğ ır Egzersiz Süresince O ksijen Taşınması.
dokulara taşınması hem en hemen tamamıyla h e Ağır egzersizde, kas hücreleri hızla oksijen tüketir
m oglobin ile olur. ve aşırı durumlarda, interstisyel sıvıda P 0 2 15
mmHg’ya kadar düşebilir. Bu b asınçta, her 100
mİ kanda sadece 4,4 mİ kadar oksijen h em oglobi
ne bağlı olarak kalır (Şekil 40-9). Böylece, 19,4-
Oksijenin Hemoglobinle Geridönüşümlü 4,4, ya da 15 mİ. oksijen, her 100 mİ kan ile doku
Bağlanması lara verilen oksijen miktardır. Bu durum da kanın
her bir hacm i için norm alden üç kat daha fazla
Hemoglobinin kimyası Bölüm 32’de sunulmuş ve oksijen taşınır. İyi antrenm anlı m araton koşan a t
oksijen molekülünün, hemoglobinin hem kısmıyla letlerde kalp debisinin norm ale göre altı ila yedi
gevşek ve geridönüşümlü olarak bağlandığı belir kat arttığını hatırlarsak, bu ikisinin çarpım ıyla
tilmişti. Pulmoner kapillerleıde olduğu gibi P 0 2 dokulara oksijen taşınm asında 2 0 kat bir artış
yüksek olduğu zaman, oksijen hemoglobine bağla sağlanmış olur: bu erişilebilecek üst sınıra yakın
nır, fakat doku kapillerlerinde olduğu gibi P 0 2 dü dır. (Konu içinde daha sonra göreceğim iz gibi, eg
şük ise oksijen hemoglobinden serbest bırakılır. Bu zersizde birkaç başka faktör daha oksijen taşın
olay, tüm oksijenin akciğerlerden dokulara taşın masını kolaylaştırır, sonuç olarak kasta P 0 2 sıklık
ması için temeldir. la norm alin biraz altına düşer).
Ş E K İL 40 - 8
Oksijen-hemoglobin disosiyasyou eğrisi. Oksijen gaz basıncı (mm Hg)
cutta yararlanm a katsayısı yüzde 7 5 -8 5 ’e çıkabi oksijene gereksinim gösterir. Şekil 40-9’daki oksijen-
lir. Ve kan akım ının aşırı yavaş olduğu veya m eta- hemoglobin disosiyasyou eğrisine tekrar dönecek
bolik hızın yüksek olduğu lokal doku bölgelerin olursak, 5 mİ oksijen salınması için, P 0 2’nın 40
de yararlanm a katsayısının yüzde 1 0 0 ’e yaklaştı mmHg’ya düşmesi gerektiği görülür. Bu nedenle do
ğı belirlenm iştir - yani, neredeyse tüm oksijen b ı kuda P 0 2 normal olarak 40 mmHg üzerine yıiksel-
rakılm ış demektir. meyecektir. Çünkü, eğer bu gerçekleşecek olursa
dokuların gereksindiği oksijen hemoglobinden ser-
bestlenmeyecektir. Bu durumda hemoglobin nor
Hemoglobinin Doku Oksijen P 02’sine mal olarak dokulardaki gaz basıncına 40 mmHg dü
“Tampon” Etkisi zeyinde bir üst sınır oluşturur.
Diğer yandan, ağır egzersizde, çok fazla m iktar
Hemoglobin, dokulara oksijen taşınması için ge larda oksijen (normalin 2 0 katından fazla) hem og
rekli olduğu gibi, yaşam için vazgeçilmez olan te lobinden dokulara aktarılmalıdır. Fakat, disosiyas-
mel bir işlev daha görür. Bu da, bir “doku oksijen yon eğrisinin eğiminin dik olması ve azalmış P 0 2
tam pon” sistemi gibi işlev görmesidir. Kandaki he sonucunda doku kan akımının artması nedenleriy
moglobin aslında dokulardaki oksijen basıncının le, bu ancak doku P 0 2’s iniıı bir miktar daha düş
stabilizasyonundan da sorumludur. Bu olay aşağı mesi ile (15 ila 25 ınmHg düzeyine kadar) sağlana
daki şekilde açıklanabilir. bilir; böylece, P 0 2’da küçük bir düşme büyük mik
tarlarda oksijenin seıbestlenm esine neden olur.
Hemoglobinin Dokularda Sabit P 0 2'm Koruma Görülüyor ki, kandaki hem oglobin oksijeni do
daki Rolü. Bazal koşullar altında dokular kapiller kulara 15-40 mmHg arasında oldukça sabit tutulan
lerden geçen kanın her desilitresinden yaklaşık 5 mİ. bir basınçta otomatik olarak taşır.
alabilmek için venöz kandaki P 0 2, norm al değerin ranlardan üç tanesi, ( 1 ) artmış karbon dioksid kon
sadece 5 mmHg altına, 35 mmHg'ya düşer. Böyle- santrasyonu, (2) artmış kan sıcaklığı ve (3) artmış
ce, alveoler P 0 2de 1 0 4 ’ten 60 mmHg’ya olan belir 2,3-difosfogliserat (DPG)’tır, 2,3 DPG normal ola
gin düşmeye rağmen, doku P 0 2’si çok zor değişir. rak kanda bulunan fakat farklı koşullarda farklı
Diğer yandan, alveoler P 0 2 500 mmHg kadar konsantrasyonlarda olan bir fosfat bileşiğidir.
yüksek bir değere ulaştığı zaman, hemoglobinin
maksimum oksijen doygunluğu asla yüzde 1 0 0 ’ün Karbon D ioksit ve H id rojen İyonlarının Oksi-
üzerine çıkmaz. Bu da normal düzey olan yüzde jen -H em o glob in Disosiyasyon Eğrisini K ay
9 7 ’den sadece yüzde 3 fazladır. Aynı zamanda, bi dırması İle D okulara A rtm ış O ksijen A k ta rı-
razdan tartışılacağı gibi, az bir miktarda oksijen de mı-Bohr Etkisi. Kandaki karbon dioksid ve h id
kan sıvısında çözünür. Daha sonra, kan, doku ka- rojen iyon değişikliklerine yanıt olarak gelişen
pilleılerinden geçtiği zaman birkaç mililitre oksije oksijen-hem oglobin eğrisindeki kaym anın, ak ci
ni daha dokulara kaybeder. Bu kayıp da otomatik ğerlerde kanın o ksijen len m esin i artırm ada ve
olarak kapiller kandaki P 0 2’yi norm al 40 oksijenin kandan dokulara geçm esini artırm ada
mmHg’nm sadece birkaç milimetre üzerinde bir belirgin bir etkisi vardır. Buna B olır etkisi denir
değere düşürür. ve şöyle açıklanabilir: Kan akciğerlerden g eçti
Sonuçta, alveoler P 0 2 düzeyinin çok büyük de ğinde, karbon dioksid kandan alveolleıe difüze
ğişkenlik gösterm esine rağmen -60 mmHg'dan 500 olur. Böylece kanda P C 0 2 düşer ve son uçta kan
mmHg’ya- dokudaki P 0 2 düzeyinin normale göre karbonik asidindeki azalm a nedeniyle hidrojen
birkaç milimetreden fazla değişmemesi kan he iyon konsantrasyonu azalır. Her iki etki Şekil 40-
moglobininin doku oksijen tam ponu olarak fonksi 1 0 ’da gösterildiği gibi, o ksijen -h em oglobin d iso
yonunu güzel bir şekilde göstermektedir. siyasyon eğrisini sola ve yukarı kaydırır. Bu n e
denle herhangi bir alveoler P 0 2 düzeyinde h e
m oglobine bağlanan oksijen m iktarı belirgin o la
Oksijen-Hemoglobin Disosiyasyon
rak artar. Böylece dokulara daha fazla oksijen ta
Eğrisini Kaydıran Faktörler ve Oksijen şınır.
Taşınmasındaki Önemleri Daha sonra kan doku kapillerleıine ulaştığında,
tam amen zıt bir etki meydana gelir. Dokulardan
Şekil 40-8 ve 40-9’daki oksijen-hem oglobin disosi kana geçen karbon dioksid eğriyi sağa kaydırarak,
yasyon eğrileri normal, ortalama kan içindir. Buna oksijenin hemoglobinden ayrılmasını ve dokulara
rağmen, Şekil 40-10’da gösterildiği gibi bir takım aslında olabileceğinden daha fazla oksijen aktarıl
faktörler bu eğriyi sağa ya da sola kaydırabilir. masını sağlar.
pH’nın normal değer olan 7,4’ten 7,2'ye düşmesi
ile kan hafifçe asidik olduğu zaman, oksijen-he- DPG' nin Etkisi. Kandaki norm al DPG oksijen-he
moglobin disosiyasyon eğrisinin ortalam a yüzde moglobin eğrisini her zaman hafifçe sağa kaymış
15 kadar sağa kaydığı, şekilde gösterilmiştir. Diğer durumda tutar. Ek olarak, birkaç saatten daha faz
yandan pH 7,6’ya çıkarsa, eğri aynı derecede sola la süren hipoksik koşullarda kandaki DPG miktarı
kayar. artar ve oksijen-hem oglobin eğrisini daha fazla sa
p il değişimlerine ek olarak, eğriyi kaydıran bir ğa kaydırır. Bu durumda, DPG artışının olmadığı
kaç faktör daha bilinmektedir: Eğriyi sağa kaydı- duruma kıyasla 10 mmHg daha yüksek oksijen b a
sınçlarında dokulara oksijen serbestlem esi gerçek
leşir. Dolayısıyla, bazı koşullar altında, bu olay hi-
poksiye ve özellikle doku kan akımının yetersiz ol
duğu durumlardaki lıipoksiye uyum için önemli
bir mekanizma olabilir.
lür, böylece alveollerden daha fazla miktarlarda ok Oksijen Kullanımında Kapillerden Hücreye Di-
sijen alınm ası sağlanır. füzyon Uzaklığının Etkisi. Hücreler bir kapiller
den nadiren 50 mikrometreden daha uzakta bulu
nabilir ve oksijen, m etabolizma için gerekli olan
Oksijenin Hücreler Tarafından miktarlarda, kapillerden hücreye rahatça difüze
Metabolik Kullanımı olabilir. Buna rağmen, nadiren hücreler kapiller
den bu mesafeden daha uzakta yerleşmiş olabilir
Hücreiçi P 0 2 ,nm Oksijen Kullanım Hızına Etki ve bu hücrelere oksijen difüzyon hızı, hücre içi
si. Hücrelerde sadece küçük bir düzeyde oksijen P 0 2’yi kritik düzey olan 1 mmHg’nın altına indire
basıncı, norm al hücreiçi kimyasal reaksiyonlar için cek kadar düşük olabilir. 1 mmHg hücreiçi m aksi
yeterlidir. Bunun nedeni, Bölüm 67’de tartışılan mum metabolizma için gerekli olan düzeydir. Böy
hücrenin solunumsal enzim sistemlerinin, hücre lece, bu koşullar altında, hücrelerin oksijen kulla
sel POa’nın 1 mmHg’dan fazla olduğu zaman oksi nımı difiizyonla sınırlıdır denilebilir ve artık hücre
jen sağlanabilirliğiıı kimyasal reaksiyonların hızları lerdeki ADP miktarları ile düzenlenmez. Bu olay
için sınırlayıcı bir faktör olmayacak şekilde ayar patolojik durumlar dışında asla görülmez.
lanmış olmasıdır. Bu durumda esas sınırlayıcı fak
tör, hücrelerdeki eıdenozin difosfat (ADP) konsant Oksijenin M etabolik Kullanımına Kan Akımının
rasyonudur. Bu etki, hücre içi P 0 2 ile ADP’nin deği Etkisi. Herhangi bir dokuda bir dakikada sağlana
şik konsantrasyonlarında oksijen kullanım hızı bilen total oksijen miktarı: (1) Kanın her desilitresi
arasındaki ilişkiyi gösteren Şekil 40-11'de görül içinde taşınan oksijen düzeyine, (2 ) kan akım hızı
mektedir. Hücreiçi P 0 2’nin 1 mmHg’nın üzerinde na bağlıdır. Eğer kan akım hızı sıfıra düşerse, sağla
olduğu her durumda, oksijen kullanım hızı h er nabilen oksijen miktarı da sıfıra düşer. Böylece, b a
hangi bir ADP konsantrasyonu için sabittir. Diğer zı durumlarda dokudaki kan akım hızı bu kadar
yandan ADP konsantrasyonu değiştiği zaman bu düşük olduğu zaman, doku P 0 2 düzeyi maksimal
nunla orantılı olarak oksijen kullanım hızı değişir. hücre içi metabolizması için gereken 1 mmHg’lık
Bölüm 3 'de açıklandığı gibi, adenozin trifosfat kritik düzeyin altına düşebilir. Bu koşullar altında,
(ATP) hücrelerde enerji sağlamak için kullanıldığın dokunun oksijen kullanım hızı, kan akım ı ile sınır
da, ADP’ye çevrilir. ADP'nin artan konsantrasyonu, landırılır. Ne difüzyon ile sınırlı olan, ne de kan akı
sırasıyla hem oksijenin, hem de çeşitli besinlerin mıyla sınırlı olan oksijen kullanımı uzun süreli de
enerji açığa çıkarmak üzere metabolik kullanımını vam edebilir. Çünkü, hücreler bu durumlarda h a
artırır. Bu enerji ADP’nin ATP’ye çevrilmesinde kul yatlarının devamı için gereken oksijenden daha
lanılır. Bundan dolayı, norm al koşullar altında, azını alırlar.
hücrelerin oksijen kullanım hızı, enerji tüketim hız
ları ile kontrol edilir. Bu da ATPden ADP yapını h ı Çözünmüş Halde Oksijen Taşınması
zıdır. Sadece, hücreiçi P 0 2'nın çok düşük olduğu
durumlarda (1 mmHg’dan az) oksijenin sağlanabi- 95 m m H g ’lık n orm al arteryel PCVde, y ak laşık 0,29 m ili
lirliği sınırlayıcı duruma gelebilir. litre oksijen, kan sıvısının her d esilitresin d e ç ö zü n m ü ş
o la rak b ulun ur. D oku k ap ille rle rin d e kan P 0 2 ’si 40
m m H g ’ya d ü ştü ğü za m an sa d e c e 0,12 m ililitre oksijen
ç ö zü n m ü ş halde kalır. D iğer b ir deyişle, kan ın h er d e s i
ADP = 1 V2 normal litresin de 0,17 mililitre oksijen, n o rm ald e ç ö z ü n m ü ş o la
rak dok ulara taşınır. Bu miktar, h em o g lo b in in taşıdığı 5
m ililitre ile kıyaslanabilir. B u n d an dolayı, ç ö zü n m ü ş o la
rak dok u lara taşın an ok sijen m iktarı, totalin sa d e c e y ü z
de 3 ’ii kadardır; yüzde 97’iik kısım h em o glo b in le taşınır.
Yorucu egzersiz süresince, h em oglobinin dokulara ok si
jen bırakm ası 3 kat arttığı zam an çözü n m ü ş h alde taşınan
m iktar yüzde 1,5'a kadar düşer. Eğer bir kişi çok, am a çok
yüksek alveoler P 0 2 ’lerde soluk alırsa, çö zü n m ü ş halde ta
şın an miktar dah a çok artabilir. Bazen, dokulardaki bu a şı
rı oksijen, "oksijen zehirlenm esi”ne neden olabilir. Bu ra
hatsızlıkta, felçler hatta ölüm görülebilir. Bu konu, Bölüm
44'de yüksek basınçta solum a ile ilişkili olarak tartışılmıştır.
C 0 2 taşınma şekilleri
1. C 0 2 =%7
Karbon Dioksidin Kimyasal Taşınma 2. Hgb • C 0 2 = %23
Şekilleri 3. HCOy = %70
REFERANSLAR
A ric ff A I: H ypoxia, M etabo lic A cid osis and M ech an ism s o f D isease. 5th ed. Philadel Haldane J S , Priestley JG : Respiration. New
the C irculation. New Y o rk : O xford U niver phia: NVB Saunders C o, 1974. p 371. Haven, C T : Y a le U niversity Press, 1935.
sity Press, 1992. Grippi M A : Pulm onary Pathophysiology. P h il Harrison D K , D elpy D T : O xygen Transport to
Crow ell JW , Sm ith E E : D eterm inants o f the adelphia: J B Lippincott, 1994. Tissue. New Y o rk : Plenum Press, 1997.
optim al hem atocrit. J Appl Physiol 2 2 :5 0 1 , Grodins F S , Yam ashiro S M : O ptim ization o f Hepple R T ; A new m easurem ent o f tissue cap
1967. m am m alian respiratory gas transport sys illarity: the capillary -to-fib re perim eter e x
Forster R E : Pulm onary ventilation and blood tem. Annu Rev Biophys Bioen g 4 :1 1 5 , 1973. change index. C an J Appl P h y siol 2 2 :1 1 ,
gas exchange. In: Sodem an \VA Jr, Sode- Haddad G G , L ister G : T issu e O xygen D epri 1997.
m an W A (ed s): Pathologic Physiology: vation. New Y ork: M arcel D ekker, 1996. Jon es C E , C row ell JW , S m ith E E : D eterm ina
BÖLÜM 40 • Kanda ve Vücut Sıvılarında Oksijen ve Karbondioksidin Taşınması 473
tion o f m ean tissue oxygen tensions by im M ills P: O xyg en— friend or foe? B r V e t J Sib bald W J, M essm er K , F in k M P : T issu e O x
planted perforated capsules. J Appl Physiol 1 5 1 :2 2 5 , 1995. ygenation in A cute M ed icin e. New Y ork:
2 6 :6 3 0 , 1969. M urray J F , N adel JA : T extb o ok o f Respiratory Springer, 1998.
L e ff A R , S ch um acker P T : Respiratory Ph ysiol M edicine. Philadelphia: W B Saunders C o, Stainsby W N , B a rcla y J K : O xyg en uptake by
ogy: B a sics and A pplications. Philadelphia: 1994. striated m uscle. M u scle B io l 1:2 7 3, 1972.
W B Saunders C o, 1993. N ikinm aa M : M em brane transport and control Sternberg S : H em oglobin m o le cu le 's secret re
Levitzky M G , H all S M : Cardiopulm onary o f hem oglobin-oxygen affinity in nucleated vealed. S c i New s 1 4 9 :1 8 0 , 1996.
Physiology in A nesthesiology. H ightstow n, erythrocytes. Physiol R ev 7 2 :3 0 1 , 1992. W agner PD : D eterm inants o f m axim al oxygen
N J: M cG raw -H ill, 1994. Nohl H, Staniek, K , G ille L: Im balance o f transport and utilization. Annu R ev Physiol
Lu bbers D W , Baum gartl H : H eterogeneities oxygen activation and energy m etabolism 5 8 :2 1 , 1996.
and profiles o f oxygen pressure in brain and as a consequence or m ediator o f aging. Exp W est J B : R espiratory P h ysiology: T h e E sse n
kidney as exam ples o f the p 0 2 distribution G erontol 3 2 :4 8 5 , 1997. tials. Baltim ore: W illiam s & W ilkin s, 1994.
in the living tissue. K idney Int 5 1 :3 7 2 , Perutz M F : S cien ce Is N ot a Quiet L ife. U n W est M A , W ilso n C : H yp ox ic alterations in
1997. ravelling the A tom ic M echanism o f H aem o cellu lar signal transduction in shock and
M alley W J: C lin ical B lood G ases: A pplication globin. R iv er Edge, N J: W orld Scien tific, sepsis. N ew H oriz 4 :1 6 8 , 1996.
and N oninvasive A lternatives. Philadelphia: 1997. Z ijlstra W G , M aas A H, M oran R F : D efinition,
W B Saunders C o, 1990. R o y T K , Popel A S: Theoretical predictions o f sign ifican ce and m easurem ent o f quantities
M ich el C C : T h e transport o f oxygen and car end-capillary P o 2 in m uscles o f athletic and pertaining to the oxygen carrying properties
bon dioxide by the blood. In: M T P Interna nonathletic anim als at V o ^ ia x . A m J Phy o f human blood. Scan d J C lin L a b Invest
tional R eview o f S cien ce : Physiology. V ol. siol 271 :H 721, 1996. 2 2 4 :2 7 , 1996.
2. Baltim ore: U niversity Park Press, 1974,
p 67.
Solunum Regülasyonu
Sinir sistemi, normalde alveoler ventilasyon hızını, Dorsal Solunum Grubu N öronların Ritmik İns
organizmanın gereksinimine göre, arteriyel oksijen pirasyon Deşarjları. Solunum ritmini esas olarak
(PO 2 ) ve karbon dioksit (P C 02) basınçlarını, aşırı dorsal solunum nöron grubu belirler. Bu alana ge
egzersiz ve çeşitli solunum güçlüklerinde bile, sabit len tüm periferik sinirler bloke edilip beyin sapı
tutacak şekilde düzenler. medullanın üst ve alt bölgelerinden enine olarak
Bu bölümde sinir sistem inin solunumun düzen kesilse bile, ritmik inspirasyon dönem lerini yaratan
lenmesindeki görevleri ele alınacaktır. aksiyon potansiyelleri oluşmaya devam eder. Bu
kendiliğinden tekrarlayan deşarjların nedeni hala
bilinmemektedir. İlkel hayvanlarda, sinir ağındaki
bir grup nöronun ikinci bir grubu uyardığı ve uya
SOLUNUM MERKEZİ rılan bu ikinci nöron grubunun da kendisini uya
ran sinir grubunu inhibe ettiği gösterilmiştir. Belir
Solıııııını merkezi, medulla oblongata ve ponsta bi- li bir zaman sonra, bu m ekanizm a kendini tekrar
lateral olarak yerleşim gösteren çeşitli nöron grup layarak hayvanın yaşamı boyunca sürer. Bu neden
larından oluşmuştur. Bunlar Şekil 4 1 -1 ’de görül le solunum fizyologlarının çoğu solunum un temel
mektedir. Bu nöronlar üç ana gruba ayrılmıştır (1) ritminden sadece dorsal solunum grubunun değil,
dorsal solunum grubu, m edullanın doısal bölge medulla ve medullaya komşu bölgelerde yer alan
sinde yer alır ve esas olarak iııspirasyondan sorum benzer sinir ağlarının da sorum lu olduklarına
ludur, (2 ) ventralsolunum grubu, medullanın vent- inanmaktadır.
ro-lateıal kısmında yer alır. İçerdiği farklı nöron
gruplarının uyarılmasına bağlı olarak inspirasyon İnspirasyonda "Ram pa" Sinyali. Diyafram gibi
ya da ekspiıasyonu gerçekleştirir, (3) p n öm otaksik esas inspirasyon kaslarına iletilen sinir sinyali, ak
merkez, ponsun dorsal üst kısmında yer alır. Solu siyon potansiyelinin doğuşu ile anında bir patlama
num hızı ve tipinin belirlenm esine yardım eder. şeklinde gelişmez. Normal solunum da bu sinyal ilk
Solunum düzenlenmesinde dorsal solunum grubu önce zayıf olarak başlayıp, bir rampada gibi 2 sani
ana rolü oynamaktadır. Bu nedenle önce bu gru ye kadar giderek yükselir. Sonra bunu izleyen 3 sa
bun fonksiyonunu tartışacağız. niye için aniden kesilir. Böylece diyafram gevşer,
akciğer ve göğüs kafesinin geri çekilme kuvveti ile
ekspirasyon sağlanır. Başka bir döngü için inspiras
Dorsal Solunum Grubu Nöronlarının yon sinyali yeniden başlar ve arada ekspirasyon
İnspirasyon ve Solunum Ritminin oluşur. Bu olay tekrarlayarak devam eder. Bu n e
Düzenlenmesindeki Görevleri denle solunum sinyaline “ram pa sinyali” denm ek
tedir. Bu sinyal tipi, inspirasyonda akciğer hacm i
Dorsal solunum nöron grubu, yaklaşık tüm medulla nin hızla değil, yavaş yavaş genişlem esini sağlar.
boyunca uzanır. Nöronların hem en tümü nükleııs İnspirasyon rampası iki yolla kontrol edilir:
traktus solitariusta yerleşmişlerdir. Ayrıca, medulla-
nın retiküler madde yakınındaki çeşitli nöronların 1. Rampa sinyalinin yükselme hızının kontrolü
da solunum kontrolüne katkısı vardır. Nükleus trak ile çok hızlı solunum sırasında ram pa hızlanarak
tus solitariusta, aynı zamanda ( 1 ) periferik kimore- akciğerlerin hızlı dolması sağlanır.
septörleıden, (2) baroreseptörlerden ve (3) akciğer 2. Rampanın ani olarak kesildiği sınır noktasının
lerdeki çeşitli reseptör tiplerinden duysal informas- kontrolü. Bu solunum hızının kontrolünde genel
yonlar taşıyan vagus ve glossofaringeus sinirlerin yöntemdir; yani ram pa ne kadar erken biterse, ins
duysal lifleri de sonlanır. Tüm bu periferik bölgeler pirasyon süresi de o kadar kısa olur ve henüz anla
den gelen sinyaller daha sonra tartışacağımız gibi şılamayan bir nedenle, bu aynı zam anda ekspiras
solunum düzenlenmesine yardımcı olurlar. yon süresini de kısaltır. Böylece solunum hızlanır.
474
BÖLÜM 41 • Solunum Regülasyonu 475
Kan PC 02'si ve H id ro je n iyon mesi durumunda bile, dokulara hemen hemen tama-
K o n s a n tra s y o n u n u n A lv e o le r miyle normal değerlerde oksijen sağladığını öğrendik.
V e n tila s y o n Ü ze rin e K a n tita tif E tkile ri Bu yüzden, özel durumlar dışında, akciğer ventilasyo-
nu normalin yansının biraz aşağısından, normalin 2 0
Şekil 41-3, kan P C 0 2 ve kan pH’sının (hidrojen iyon veya daha fazla kaü yüksek değerlere kadar- değişmesi
konsantrasyonuna ters orantılı logaritmik bir ölçü ne rağmen dokulara uygun oksijen taşınabilmektedir.
olan) alveoler venülasyon üzerine etkilerini yaklaşık Diğer yandan hem kan ve hem de doku P C 02’ı pulmo
kantitatif bir şekilde göstermektedir. Görüldüğü gibi, ner ventilasyon hızı ile hemen hemen tamamıyla ters
P C 0 2’deki artışın neden olduğu hiperventilasyon orantılı olduğundan bu durum karbon dioksit için ge
çok belirgindir. Fakat aynı zamanda hidrojen iyon çerli değildir. Bu nedenle, evrim, oksijeni değil, karbon
konsantrasyonundaki artış (yani pFI azalması) solu dioksidi solunumun temel deneüeyicisi yapmıştır.
num üzerinde çok daha düşük bir etkiye sahipür. Bu özel durumlara rağmen, dokularda oksijen ek
Son olarak, normal kan d a değeri 35-75 mrnHg sikliği oluşturacak bir aksaklık meydana geldiğinde
arasında değişen P C 0 2’lerde alveoler ventilasyon- vücut, solunumun düzenlenmesi için, beyindeki so
da büyük değişikliklerin meydana geldiğine dikkat lunum merkezleri dışında, perifeıik kimoreseptöı-
ediniz. Bu, solunumun düzenlenmesinde karbon lerde lokalize olan özel bir mekanizmaya sahiptir.
dioksit değişikliklerinin çok büyük bir etkiye sahip Sonraki kısımda açıklanacağı gibi bu mekanizma
olduğunu gösterir. Aksine, 7,3-7,5 değerleri arasın kan oksijeni çok düşük değerlere, esas olarak PO? 70
da değişen normal kan pH’sında solunumdaki de mmHg’nin altına indiğinde, cevap vermektedir.
ğişiklik 1 0 kat daha azdır.
S o lu n u m M e rk e z in in D ire k t K o n tro lü
SOLUNUM AKTİVİTESİNİN
İçin O k s ije n in Ö n e m s iz O luşu
KONTROLÜNDE PERİFERİK
Oksijen konsantrasyonundaki değişikliklerin ger KİMORESEPTÖR SİSTEMİ-OKSİJENİN
çekte bizzat solunum merkezleri üzerine, solunum SOLUNUM KONTROLÜNDEKİ ROLÜ
dürtülerini değiştirmede direktb'n etkisi bulunm a
maktadır (oysa, diğer bölümde açıklanacağı gibi, Solunum faaliyetinin düzenlenm esinde bizzat so
peıiferik kimoreseptörler üzerinden indirekt bir et lunum merkezlerine ilave olarak bir başka m eka
kisi bulunmaktadır). nizma daha bulunmaktadır. Bu Şekil 4 1 -4 ’te görü
Bölüm 40’ta hemoglobin-oksijen tampon sistemi len periferik kinıoreseptör sistem idir Kim oreseptör
nin, pulmoner P 0 2’ııın 60 mmHg gibi düşük bir değer denilen özel, kimyasal maddelere karşı duyarlı si
ile 1000 mmHg gibi yüksek bir değer arasında değiş- nir reseptörleri, beynin dışında birçok alanayeıleş-
478 ÜNİTE V II • Solunum
REFERANSLAR
A ck cr H: P o 2 chem oreceplion in arterial ehe- Bu nch M : D ynam ics o f ihe Singing V o ice . Breathing. 2nd ed. New Y o rk : M arcel D ek-
m oreceptors. Annu R ev Physiol 5 1 :8 3 5 , W ien : Springer, 1997. ker, 1994.
1989. C ohen M I: Central determinants o f respiratory D es Jardins T A : C ardiopulm onary A natom y
B arn es-P J: A utonom ic Control o f the R espira- rhythm. Annu R ev Physiol 4 3 :9 1 , 1981. and Physiology. A lbany, N Y : D elm ar,
tory System . A m sterdam: Harwood A ca- C oleridge H M , C oleridge JC G : Pulmonary re- 1998.
dem ic Publishers, 1997. flexes: neural m echanism s o f pulmonary de- Farnsw orth W E : Figu rin g out w hy w e breathe.
Bianchi A L , D enavil-Sau bic M , Cham pagnat J : fense. Annu Rev Physiol 5 6 :6 9 , 1994. M ed H ypotheses 4 8 :2 2 9 , 1997.
Central control o f breathing in m am m als: Dahan A , Teppem a L, B eek J : Physiology and G eorgopoulos D , R o u sso s C : C ontrol o f
neuronal circuitry, m em brane properties, Pharm acology o f Cardiorespiratory Control. breathing in m ech an ically ventilated pa-
and neurotransmitters. Physiol R ev 7 5 :1 , B oston : K luw er A cadem ic Publishers, 1998. tients. Eu r R esp ir J 9 :2 1 5 1 , 1996.
1995. D em psey JA , P ack A I: Regulation o f G onzalez C , A lm araz L , O b eso A , R ig ual R :
BÖLÜM 41 • Solunum Regülasyonu 483
Carotid body chem oreceptors: from natural Johnson P: Birth under w ater— to breathe or Orem J: E x citato ry drive to the respiratory
stimuli to sensory discharges. Physiol R ev not to breathe. B r J O bstet G ynaecol 103: system in R E M sleep. S lee p 19 :S 154.
7 4 :8 2 9 , 1 9 9 4 . 2 0 2 , 1996. 1996.
Guyton A C , C row ell JW , M oore JW : T h e b a Levitsky M G , H all S M , M cD onough K H : C ar Paterson D J: Potassium and breathing in e x e r
sic oscillatin g m echanism o f C heyne-Stokes diopulmonary Physiology in A nesthesiol cise. Sports M ed 2 3 :1 4 9 , 1997.
breathing. A m J Physiol 1 8 7 :3 9 5 , 1956. ogy. New Y o rk : M cG raw -H ill, 1997. R ig atto H: R egu lation o f fetal breathing. R e -
Haddad G G , Jian g C : 0 2-sensing m echanism s Looga R: R efle x cardiovascular responses to prod F ertil D ev 8 :2 3 , 1996.
in e xcita b le ce lls: role o f plasma m em brane lung inflation: a review . R esp ir Physiol 109: Row ell L B , Shepherd J T : H andbook o f P h y si
K + channels. Annu R ev P hysiol 5 9 :2 3 , 9 5 , 1997. ology. S e c . 12: E x e rc ise: Regu lation and
1997. M erini J J , Slutsky A S : Phy siolog ical B a sis o f Integration o f M ultiple S ystem s. New Y ork:
Harper R M : T h e cerebral regulation o f cardio Ventilatory Support. New Y o rk : M arcel Oxford U niversity P ress, 1996.
vascular and respiratory functions. Sem in Dekker, 1998. S h ea S A : Behaviou ral.an d arousal-related in
Pediatr N eurol 3 :1 3 , 1996. M ilh om H T Jr, B en ton R, R o ss R , et al: A fluences on breathing in humans. E x p Phy
Hlastala M P, B erg er H J: Physiology o f R esp i m athem atical model o f the human respira siol 8 1 :1 , 1996.
ration. New Y o rk: O xford U niversity Press, tory control system . Bioph ys J 5 :2 7 , 1965. V on Eu ler C , Lagererantz H: N eurobiology o f
1996. M ilh om H T Jr, Guyton A C : A n analog co m the C ontrol o f Breathin g. New Y o rk : R aven
Jacobsohn E , A ronson S , O ’C onnor M : M o ni puter analysis o f C h eyn e-Stokes breathing. Press, 1987.
toring respiratory function. In t A nesthesiol J Appl Physiol 2 0 :3 2 8 , 1965. W est J (ed ): Respiratory Phy siolog y: People
Clin 3 4 :1 , 1996. M iller Q A D , B ian ch i A L, B ish op B : Neural and Ideas. Bethesda, M D : A m erican Phy si
Jam m es Y , Zattara-H artm ann M C , Bad ier M : Control o f the Respiratory M u scles. B o c a ological S o ciety , 1996.
Functional con seq u en ccs o f acute and Raton, F L : C R C Press, 1997. W est J B : Respiratory P h ysiology. New Y o rk :
chronic hypoxia on respiratory and skeletal M urray J F , Nadel JA : T ex tb o o k o f Respiratory Oxford U niversity Press, 1996.
muscles in m am m als. Physiology 1 1 8 :1 5 , M edicine. Philadelphia: W B Saunders Co,
1997. 1994.
Solunum Yetersizliği- Fizyopatoloji,
Tanı, Oksijen Tedavisi
Solunum sistemi hastalıklarının çoğunda tanı ve Kanda P C 0 2 Ölçülmesi. Cam elektıotlu bir pH
tedavi, büyük ölçüde solunum ve gaz değişiminin metre aşağıda açıklanan şekilde kan C 0 2 değerini
tem el fizyolojik prensiplerinin anlaşılmasına da belirlem ede kullanılabilir: C 0 2 zayıf bikarbonat
yanmaktadır. Solunum sistemi hastalıklarının b a eriyiği ile temas edince bir denge oluşuncaya kadar
zıları ventilasyonun yetersizliğinden kaynaklanır karbon dioksid sıvıda erir. Bu denge durumunda
ken, diğerleri pulmoner membranlardan difiizyon- eriyiğin pH’sı 30. Bölümde tartışılan Henderson-
da veya kanın akciğerlerden dokulara taşımındaki Hasselbalch eşitliği uyarınca, eriyikteki C 0 2 ve b i
anormalliklerden doğar. Bu durumların herbiriııde karbonat iyon konsantrasyonlarının fonksiyonu
tedavi, çoğu kez o kadar farklıdır ki, basitçe bir “so dur, yani:
lunum yetersizliği" tanısı koymak tatmin edici ol
maktan uzak kalır. HCCV
pH= lo g ----------- + 6 . 1
C02
Solunum Anomalilerini İncelemede
Kullanılan Yöntemler Cam elektrot kanda C 0 2’i ölçmek için kullanıldı
ğında, bir minyatür cam elektrot konsantrasyonu
Daha önceki birkaç bölümde, vital kapasite, soluk bilinen ince bir tabaka sodyum bikarbonat eriyiği
havası, fonksiyonel rezidüel kapasite, ölü boşluk, ile kaplanır, bu da karbon dioksidin kandan eriyiğe
fizyolojik şant ve fizyolojik ölü boşluk ölçümlerini difüzyonuna elverişli ince bir plastik m em branla
içeren solunum anomalilerini araştıran bir dizi kandan ayrılır. Bu ölçüm için sadece bir veya birkaç
yöntemi tartıştık. Bu rutin ölçümler, klinik akciğer damla kan gereklidir. Daha sonra pH cam elektrot
fizyologlarının kullandığı yöntemlerin ancak bir la ölçülür ve yukarıdaki formül kullanılarak C 0 2
bölümüdür. Diğer bazı ilginç aletler burada tartışıl hesaplanır.
mıştır.
Kanda PO 2 Ölçülm esi. Bir sıvıdaki oksijen k on
santrasyonu p olarog rafi tekniği ile ölçülebilir.
Kan Gazları ve pH’nın İncelenmesi Elektrik akımı, küçük bir negatif elektrot ile sıvı
arasından geçer. Eğer elektrottaki voltaj, eriyikte
Akciğer fonksiyonlarını belirleyen en önemli testler ki voltajdan - 0 , 6 volttan daha farklı ise, oksijen
arasında kan P 0 2, P C 0 2 ve pFI ölçümleri yer alır. elektıodun üzerinde toplanacaktır. Elektrottan
Ayrıca, akut solunum zorluğu ya da akut asit-baz geçen akım ın hızı oksijen konsantrasyonu ile (ve
dengesi bozukluklarında uygun tedavinin seçilm e dolayısıyla P 0 2 ile de) doğru orantılıdır. Pratikte
si için, bu ölçümlerin hızla yapılması önemlidir. yüzeyi yaklaşık 1 m m 2 olan bir n egatif platin
Bunu yapmak için, birkaç dakika içinde ve birkaç elektrot kullanılır. Elektrot oksijenin difüzyonu
damla kanla çalışan basit ve hızlı yöntemler gelişti na izin veren, fakat elektıod için “zeh ir” o lab ile
rilmiştir. Bu yöntemler aşağıda belirtilmiştir. cek protein ve diğer m addelerin difüzyonunu
engelleyen bir ince plastik m em branla kandan
Kan pH'sının Ölçülmesi. Kan pH'sı, bütün kimya ayrılmıştır.
laboıatuvarlarında kullanılan tipte cam pH elekt- Genellikle, pH, C 0 2 ve P 0 2 ölçümü yapan aletler
ıoduyla ölçülür. Bu am açla kullanılan elektrot çok aynı alet içine yerleştirilmiştir ve bütün bu ölçüm
küçültülmüş olduğundan bir ya da birkaç damla ler bir dakika gibi kısa bir zamanda tek küçük bir
kan ölçüm için yeterlidir. Cam elektrotta oluşan kan örneğinde yapılabilir. Böylece, kan gazları ve
voltaj pU ’nın direkt değeridir ve bu genellikle ya bir pHdaki değişmeler hasta başında neredeyse an be
voltmetrede okunur ya da kağıt üzerine kaydedilir. an izlenebilir.
484
BÖLÜM 42 • Solunum Yetersizliği- Fizyopatoloji, Tanı, Oksijen Tedavisi 485
de, bu etki Şekil 4 2 -2 ’de sol taraftaki kırmızı eğride mindedir. Bu nedenle kaydedilen birinci saniyede
gösterildiği gibi hem TLC’ni hem de RV’i artırır. Ay ki zorlu ekspirasyon hacimlerini (FEVİ) (Şekil 42-
rıca solunum yollarının kapanması ve daha kolay 3A’ya bakınız) normal ile karşılaştırmak önemlidir.
kollabe olması nedeniyle maksimum ekspiıasyon Normal kişide birinci saniyede çıkarılan zorlu vital
akımı çok azalır. kapasitenin total vital kapasiteye oranı (FEV1/FVC)
Hava yolunda ciddi bir tıkanmaya neden olan kla yaklaşık yüzde 80 kadardır. Şekil 42 -3 B ’de havayolu
sik bir hastalık astımdır. Amfîzemin bazı gelişme ev tıkanmasında bu değer % 47’ye inmiştir. Ciddi solu
relerinde de ciddi hava yolu tıkanması görülür. num yolu obstıüksiyonun görüldüğü akut astımda
yüzde 2 0 d en daha aşağı düşebilir.
Ş E K İL 42 - 4
Amfizemli akciğer (üstte) normal akciğere
(altta) göre büyük alveoler harabiyet gös
teriyor (Patricia Delaney’in izni ile
Department of Anatomy, The Medical
College of Wisconsin).
Alveollerin
Ş E K İL 42 - 5
Pnömoni ve amfizemde akciğer değişiklikleri
488 ÜNİTE V II • Solunum
çüldükçe damarlar üzerinde baskı ve katlanmalara len m ast hücresine tutunm uş antikorlarla reaksi
neden olur. Ek olarak ko lla be alveollerdeki hipoksi, yona girer ve m ast hücrelerinden birçok farklı
Bölian 38'de açıklandığı gibi vazokonstriksiyonu madde seıbestlenm esine neden olur. Bunlar ara
d ah a d a artırır. sında histam iıı, an aflaksin iıı yavaş-etkili m addesi
Vasküler konstriksiyon nedeniyle, atelektaziye (bu madde lökotriyenleriıı bir karışımıdır), eozi-
uğramış akciğerde kan akımı yavaşlar. Kanın b ü n ofilik kem o taktik fa k t ö r ve bradikin in bulunur.
yük bir kısm ı ventilasyonun yapıldığı akciğere Bütün bu faktörlerin bileşik etkisi, özellikle anaf-
kaydığından gaz değişim i bozulm adan devam laksinin yavaş etkili m addesinin etkisi, ( 1 ) küçük
eder. Şekil 42-7'd e gösterilen durum da kanın bronşiyollerin çeperinde lokalize ödem oluştur
5/6’sı ventilasyon devam eden akciğerden geçer mak, bronşiyollerin lüm enine koyu bir müküs sal
ken ancak 1/6’sı atelektazili akciğerden geçer. So gılam ak ve (2 ) b ron şiyollerin düz kaslarınd a
nuçta, ventilasyon-peıfüzyon oranı çok az değişti spazm oluşturmaktır. Böylece solunum yollarının
ği için, bir akciğerde ventilasyonun total kaybına direnci çok artar.
rağmen aortadaki kanın oksijen satürasyonu h a Bölümde daha önce tartışıldığı gibi astım da
fifçe azalmıştır. bronşiyollerin çapı ekspirasyon sırasında inspiras-
yona göre daha fazla küçülür, astım da ekspirasyon
A kciğer Kollapsı N edeni Olarak Sürfaktan Ek sırasında artan intrapulmoner basınç bronşların
sikliği. Sürfaktanm alveollerde sekresyonu ve dış yüzüne de baskı yapar. Broıışiyoller zaten kıs
fonksiyonu Bölüm 3 7d e tartışılm ıştı. Sürfaktan men kapalı olduklarından, dışarıdan yapılan bu ek
maddesinin özel alveoler epiteliyal hücreler tara basınç özellikle ekspirasyon sırasında ciddi bir tı
fından alveollerin çeperini örten sıvıya salgılandı kanma yaratır. Astımlı kişiler rahat inspirasyon
ğına işaret edilmişti. Bu madde alveollerin yüzey yaptıkları halde, ekspirasyonda büyük güçlükle
gerilimini 2 - 1 0 kat azaltarak alveoler kollapsı önle karşılaşırlar. Klinik ölçümler, maksimum ekspiras
mede en büyük rolü oynar. Bununla beraber, yeni yon hızı ve zam anlı ekspirasyon hacm inin çok
doğan prem atüre bebeklerde görülen hiyalin azalmış olduğunu gösterir. Bu durum daha sonra
m em bratı hastalığı (sıkıntılı solunum sendrotnu da tartışılacağı gibi dispne veya “hava açlığına” da n e
denir) gibi koşullarda alveoller tarafından salgıla den olur.
nan sürfaktan çok azalır. Sonuç olarak alveoler sıvı Fonksiyonel rezidüel kapasite ve akciğerin to r
nın yüzey gerilimi o kadar yükselir ki, bu bebekle tu hacm i astm atik n ö b etler sırasında çok artar,
rin akciğerlerinde ciddi şekilde kollaps eğilimine çünkü ekspirasyonda havayı dışarıya atm ak çok
yol açar ya da akciğerler sıvı ile dolar. Bölüm 37d e zorlaşm ıştır. Yıllar sonra göğüs kafesi kalıcı o la
açıklandığı gibi bu bebeklerin çoğu akciğerlerin rak genişler, "fıçı göğüs" gelişir ve fonksiyonel re
atelektazik alanlarının genişlemesiyle boğulma so zidüel kapasite ve rezidüel h acim kalıcı olarak
nucu ölürler. artar.
Astım Tüberküloz
Astım bronşiyol düz kaslarının solunum u çok Tü berkülozd a, tü berkü loz b a sili a k ciğ erlerd e
zorlaştıran spastik kasılm asıyla karakterize bir kendine özgü bir doku reaksiyonuna neden olur.
hastalıktır. Populasyonda yüzde 3-5 oranında o l Bu reaksiyonda (1) enfekte bölge m akrofajlar ta
m ak üzere yaşam ın herhangi bir dönem inde gö rafından işgal edilir ve (2 ) lezyon fib ıö z doku ile
rülür. G enel nedeni bronşiyollerin havadaki ya çevrilerek "tü b eık ü l” oluşturur. Bu çevreleyerek
ban cı m addelere aşırı duyarlığıdır. Otuz yaşın al sınırlam a olayı, tüberküloz basilinin akciğerde
tında olan daha genç hastalarda yaklaşık yüzde yayılm asının sınırlanm asına yardım ederek, e n
70 alerjik aşırı duyarlık, özellikle bitki polen leri feksiyona karşı koruyucu sürecin bir bölü m ünü
ne duyarlıktan kaynaklanır. D aha yaşlı h astalar oluşturur. Bununla beraber tüberkülozla tem as
da ise ned en h em en daima, siste bulunan irri- eden kişiler, eğer tedavi edilm ezlerse yüzde 3 ka
tanlar gibi, nonalerjik irritanlara karşı aşırı du darında sınırlam a olayı başarısız olur ve tü b er
yarlıktır. küloz basili tüm akciğere yayılarak, büyük apse
Astım ın alerjik tipinde alerjik reaksiyonların kaviteleri ile akciğer dokusunda ileri derecede
şöyle geliştiği sanılmaktadır: Tipik alerjik reaksi harabiyet yapar. B öylece tüberkülozun ileri d ö
yon gösteren şahıslarda anorm al miktarda im mü- n em lerinde akciğeri kaplayan fibröz doku, fonk
noglobulin E (lgE) yapm a eğilimi vardır, bu anti siyon yapan akciğer dokusunun total alanını kü
korlar özgül antijenleri ile karşılaştıkları zaman çültür. Bu etkilerle (1) pulm oner ventilasyon için
Bölüm 3 4 d e açıklandığı gibi alerjik reaksiyonları solunum kaslarının yapm ası gerekli "iş ” artar, vi
geliştirirler. Astımda bu antikorlar akciğer inters- tal k a p a site ve solunum ka p asitesi düşer; (2 ) s o
tisyum unda küçük bronş ve bronşiyollerle yakın lunum total alan ın ın aza lm ası ve m em bratı k a
ilişki gösteren m ast hücrelerine tutunurlar. Şahıs lınlığının artm ası giderek difüzyon kapasitesini
duyarlı olduğu poleni solunum yolu ile aldığı za düşürür; ve (3) akciğerlerdeki a n o rm a l ventilas-
m an (şahısta buna karşı IgE antikorları vardır) p o yoıı-perfüzyon oranı pulm oner difüzyon kapasi
49 0 ÜNİTE V II • Solunum
göre 8 kat daha hızlı oksijen almaktadır. açlığı” ağırlaşır. P C 0 2 80-100 mHg’ye yükseldiğin
Anemi, oksijenin an orm al hem oglobinle taşın de ise şahıs letarjik duruma gelir ve bazen yarı-ko-
ması, d olaşım yetersizliği ya da fizyolojik şantın ne rna görülür. P C 0 2 120-150 ınmHg olunca anestezi
den olduğu hipokside, oksijen tedavisinin etkisi ve ölüm meydana gelir. Yüksek düzeylerde P C 0 2
çok azdır, çünkü, alveollerde zaten oksijen vardır. koşullarında, aşırı karbon dioksit solunum u stimü-
Problem yeterli oksijenin dokulara taşınmasındaki le edeceği yerde depıese eder ve böylece bir kısır
mekanizmalardadır. Alveoler oksijen maksimum döngü gelişir:( 1 ) daha fazla karbon dioksit, (2 ) so
aı tırılsa bile, hemoglobinle taşınan oksijen çok zor lunumda daha da azalma, (3) sonra daha fazla kar
değişir, ancak yüzde 7-30 kadar ekstra oksijen kan bon dioksit, ve böylece devam eder - hızla respiıa-
da erimiş durumda taşınabilir. Bu küçük miktarda tuvar ölüme götürür.
ki ekstra oksijen yaşamla ölüm arasındaki farkı b e
lirleyebilir.
Oksijenin kullanım yetersizliğinden doğan h i
p oksi tiplerinde ne oksijenin akciğer tarafından tu
Siyanoz
tulm ası ne de dokulara taşınmasında anormallik
“Siyanoz” teriminin anlamı, derinin mavimtrak bir
vardır. Bunun yerine, dokunun metabolik enzim
renk almasıdır ve nedeni deri damarlarında, özel
sistem i kendisine ulaşan oksijenden yararlanamaz.
likle kapillerlerde deoksijene hem oglobin miktarı
Böylece, oksijen tedavisinin herhangi ölçülebilir
nın artmasıdır. Bu deoksijene hem oglobinin koyu
bir yararı olması beklenmez.
mavi-mor rengi bütün cilde yayılır.
Genel olarak arteryel kan desilitre başına 5 gram
dan fazla deoksijene hemoglobin içeriyorsa belir
gin siyanoz görülür. Anenıili şahıs hem en hiç siya-
notik olmaz, çünkü arteryel kanında deoksijene
HİPERKAPNİ
olacak 5 gram hemoglobini bulunmamaktadır. Öte
yandan, polisitem ia vera'da görüldüğü gibi aşırı
I-Iiperkapni, vücut sıvılarında karbon dioksit birik
eritrositi olan bir şahısta, diğer bakımlardan nor
m esi anlam ına gelir.
mal koşullar altında bile, çok miktardaki hem oglo
İlk bakışta, hipoksi yaratan herhangi bir so lu
bin sıklıkla siyanoza yol açar.
num durum unun hiperkapniye de ned en o la ca
ğı düşünülür. Fakat, hipoksi hipoventilasyon ya
da d o la şım yetersizliği ile ortaya çıkm ışsa ancak
o zam an hip eıkap ni de hipoksiyle beraber b u lu Dispne
nur.
Hipoksi, havada oksijen azlığı, hem oglobin azlı D ispne ruhsal sıkıntı duygusu ile birlikte ven ti
ğı, ya d a o k sid a tif enzimlerin zehirlenmesiyle, ye lasyonun hava isteğini karşılayam am ası an lam ı
terli oksijen sağlanamaması ya da dokunun oksije na gelir. Bunun yaygın bir eşan lam lısı h av a a ç lı
ni kullanamaması sonucu gelişir. Böylece, hem en ğı dır.
anlaşılacağı gibi hiperkapni bu tip hipoksilere eşlik Dispne duyusunun gelişmesine en az üç faktör
etmez. etkili olur: Bunlar (1) vücut sıvılarındaki solunum
Keza hipoksi pulmoner membranlardan ya da gazlarında anormallik, özellikle hiperkapni ve daha
dokulardan difüzyonun bozukluğuna bağlı ise ge az ölçüde hipoksi; (2 ) yeterli ventilasyonu sağla
nellikle aynı zamanda ciddi bir hiperkapni de orta mak için solunum kaslarının yapmak zorunda ol
ya çıkmaz, çünkü karbon dioksit oksijene göre 2 0 duğu iş; ve (3) zihinsel durum.
kat daha hızla difüzyona uğrar. Ayrıca hiperkapni Özellikle vücut sıvılarında aşırı karbon dioksid
pulm oner ventilasyonu artırır, bu, hipoksiyi dü biriktiği zaman şahısta ağır bir dispne gelişir. Bazen
zeltm ese de hipeıkapniyi derhal düzeltir. vücut sıvılarında karbon dioksit ve oksijen düzey
Aksine, hipoksi, hipoventilasyon sonucu ise, leri tam amen normal olabilir, fakat şahıs, solunum
atm osfer ile alveoller arasında karbon dioksid gazlarındaki bu düzeyi sağlayabilmek için güçlü
geçişi, oksijen geçişi kadar bozulur. Böylece h i solunum yapmak zorundadır. Bu durumlarda solu
perkapni daim a hipoksiye eşlik eder. D olaşım y e num kaslarının zorlu faaliyeti şahısta ağır dispne
tersizliğinde kan akım ının azalm ası, dokularda duyusu yaratır.
karbon dioksidin uzaklaştırılm asını güçleştire Son olarak, şahsın solunum fonksiyonları nor
rek, doku hipeıkapnisi yaratır. Bununla beraber mal olduğu halde ruhsal bozukluklar nedeniyle
kanın karbon dioksidi taşım a kapasitesi, o k sije dispne ortaya çıkabilir. Buna nörojen ik dispne ya
ne göre üç kattan daha fazla olduğu için, bu ko da emosyoııel dispne denir. Örneğin hem en herkes,
şullarda bile hiperkapni, hipoksiden çok daha az bir an solunum olayını düşündüğünde aniden her
düzeydedir. zamankinden biraz daha derin bir nefes alır. Çün
Alveoler P C 0 2 60'tan 75 mmHg’e yükseldiği za kü hafif bir dispne hissetmiştir. Bu duygu, küçük ya
m an şahıs yapabileceği kadar hızlı ve derin solu da kalabalık bir odaya girdiğinde, psikolojik olarak
num yapar ve aynı zamanda dispııe denen “hava yeterli miktarda hava alamayacağı korkusuna kapı
492 ÜNİTE V II • Solunum
Ş E K İL 42 - 9
A, Resüsitatör. B, Tank respirator
lan şahıslarda çok artar. tank respiratöıünü gösteriyor. Tankın, başm karşı ta
rafındaki kenarında bir deri diyafram, motor yardı
YAPAY SOLUNUM mıyla ileri geri hareket ettirilerek tankın içindeki ba
sınç yeteri kadar yükseltilip alçaltılır. Deri diyafram
Resüsitatör. Resüsitatörlerin farklı çalışma ilkele içeriye doğru hareket ederken, vücut etrafında oluşan
rine dayanan bir çok tipi vardır. Şekil 42-9A'da gös pozitif basınç ekspiıasyona neden olur; diyafram dı
terildiği gibi, resüsitatör, bir oksijen ya da hava de şa doğru hareket edince negatif basınç inspirasyon
posu; kesikli pozitif basınç uygulayan bir m ekaniz yaratır. Respiratör üzerindeki kontrol valvleri pozetif
ma; ve hastanın yüzüne uyan bir maske ya da siste ve negatif basınçları ayarlar. Şöyleki, inspirasyona n e
mi endotrekeal tüpe bağlayan bir sistemden iba den olan negatif basınç -10 ila -20 cmH 2 0 ’ya düşer
rettir. Bu cihaz pozitif basınç verdiği dönemde ha ken pozitif basınç 0 ila +5 cm H20 düzeyine çıkar.
vayı maskeden hastanın ciğerlerine iterken, kalan
dönemde havanın pasif olarak akciğerlerden çıkışı Resüsitatör ve Tank Respiratörün Venöz D ö
na izin verir. nüşe Etkisi. Hava pozitif basınçla akciğere itildi
İlk resüsitatörler, aşırı pozitif basınçla, akciğer ği zaman, ya da tank respiratörde olduğu gibi h a s
lerde ciddi hasara neden olduklarından kullanıl tanın vücudunu saran basınç çok azaldığı fakat
maları sakıncalı görülmüştür. Şimdi resüsitatörle trekea burun yolu ile atm osfer b asıncına açık ol
rin ayarlanabilen pozitif-basınç limitleri vardır ve duğu zam an göğüs boşluğu içindeki basın ç vücu
sıklıkla norm al akciğerler için 12-15 cm su basıncı dun her tarafındaki basınçtan büyüktür. Böylece
na ayarlanır. Fakat kompliyans göstermeyen akci periferik venlerden kanın göğüse akm ası engelle
ğerler için bazen daha yüksek basınçlara çıkılır. nir. Sonuçta resüsitatör ya da tank respiratörde
yüksek pozitif basınç uygulaması ile kardiyak debi
Tank Respiratör. Şekil 42-9B, hastanın başı, esnek bazen letal düzeye inebilir. Örneğin, akciğerlerde
fakat hava geçirmeyen bir yakalıkla tanka bağlı olmak birkaç dakika sürekli 30 mmHg basın ca m aruz
üzere dışarıda, bütün vücudu tankın içinde kalan bir kalma, kalbe venöz dönüşün yetersizliğiyle ölüm e
REFERANSLAR
A m erican Ph y siolog ical S o c iety : R efresh er B e a ch ey W : Respiratory C are A natom y and ing the developm ent o f acute respiratory
course for teaching respiratory physiology. Ph ysiology. S t. Louis: M osby, 1998. distress syndrom e. A nnu R ev M ed 4 8 :4 2 9 ,
A dv Physiol Education 1 8 :S -5 9 , 1997. C olten H R, K rause J E : Pulm onary inflam m a 1997.
A ppen zeller O , M artignoni E : T h e autonom ic tion— a balancing act. N Engl J M ed 3 3 6 : Crystal R G : T h e Lung: S c ien tific Foundations.
nervous sytem and hypoxia: mountain med 1094, 1997. Philadelphia: L ippin cott-R aven , 1997.
icine. J Auton Nerv S yst 5 7 :1 , 19 9 6 . Connelly K G , Repine J E : M arkers for predict D antzler W H : Handbook o f P h ysiology, S e c .
BÖLÜM 42 • Solunum Yetersizliği- Fizyopatoloji, Tanı, Oksijen Tedavisi 493
13 C om parative Physiology. New York: Practice. Philadelphia: W B Saunders Co, A cute eosin op h ilic pneum onia. M ed icine
O xford U niversity Press, 1997. 1994. 7 5 :3 3 4 , 1996.
FitzG erald JM , M acklem P : Fatal asthma. K o tlik o ff M I, K am m K E : M olecular m echa Sanderson C J: In terleu kin -5: From M olecu le to
Annu R ev M ed 4 7 :1 6 1 , 1996. nism s o f beta-adrenergic relaxation o f air Drug T arget for A sthm a. New Y o rk : M ar
G autier H: Interactions among m etabolic rate, way sm ooth m uscle. Annu R ev Physiol 5 8 : cel D ekker, 1 9 99.
hypoxia, and control o f breathing. J Appl 115, 1996. S ca n n cll G : Leu ko cyte respon ses to hypoxic/
Physiol 8 1 :5 2 1 , 1996. L efrak S S , Yusen R D , Trulock E P , el al: R e ischem ic conditions. N ew H oriz 4 :1 7 9 ,
Haddad G G , L ister G : Tissue O xygen D epri cent advances in surgery fo r emphysema. 1996.
vation. New Y ork: M arcel D ekker, 1996. Annu R ev M ed 4 8 :3 8 7 , 1997. S co tt PH, B clh am C M , P e a co ck A l, Plevin R:
H arrison D K , Delpy D T : O xygen Transport to Levitsky M G , Hall S M , M cDonough KH: C ar Intracellular signalling pathways that regu
Tissu e. New Y o rk : Plenum Press, 1997. diopulmonary Physiology in A nesthesiol late vascular cell proliferation: e ffe ct o f hy
H lastala M P, B erg er H J: Physiology o f R esp i ogy. New Y o rk : M cG raw -H ill, 1997. poxia. E x p Physiol 8 2 :3 1 7 , 1997.
ration. New Y o rk: Oxford U niversity Press, Lipscom b M F, R u ssel S W : Lung M acrophages Sibbald W J, M essm er K , Fink M P : T issu e O x
1996. ygenation in A cute M ed icin e. N ew Y ork:
and D endritic C ells in Health and Disease.
Springer. 1998.
H lastala M P , Robertson H T: C om plexity in New Y ork: M arcel Dekker, 1997.
Springhouse C orp oration: A uscultation S k ills:
Structure and Function o f the Lung. New M erini J J , Slutsky A S : Physiological B asis o f
Breath and H eart Sounds. Springhouse, PA :
Y o rk : M arcel Dekker, 1998. V entilatory Support. New Y ork: M arcel
Springhouse C orp ., 1 9 9 8 .
H olm P: Endothelin in the pulmonary circu la Dekker, 1998.
Stern R C : T h e diagnosis o f cy stic fibrosis. N
tion with special reference to hypoxic pul M iller Q A D , B ian ch i A L , B ishop B : Neural
Engl J M ed 3 3 6 :4 8 7 , 1997.
m onary vasoconstriction. Scand Cardiovasc C ontrol o f the Respiratory M uscles. B o c a
Stew art A G : A irw ay W all R em od elling in
J 4 6 :1 , 1997. R aton, F L : C R C Press, 1997.
Asthm a. B o c a Raton, F L : C R C Press, 1997.
Jarnm es Y , Zattara-Hartmann M C , B a d icr M : M urray J F : Pulm onary com plications o f H IV U hlig S, T ay lo r A E : M ethods in Pulm onary
Functional consequences o f acute and infection. Annu R ev Med 4 7 :1 1 7 , 1996. Research. B a se l: Birkh auser V erlag, 1 9 9 8 .'
chron ic hypoxia on respiratory and skeletal Pearson F G : T h o racic Surgery. New Y o rk: W agner JA , G ardner P: Tow ard cy stic fibrosis
m uscles in m am m als. Com p B iochem Phy C hurchill Livingstone, 1995. gene therapy. Annu R e v M ed 4 8 :2 0 3 , 1997.
siol A Physiol 1 1 8 :1 5 , 1997. Perutz M F : S c ie n c e Is N ot a Quiet L ife. U n Yan S F , O gaw a S , Stern D M . Pinsky D J: Hy
Johnston M V : H ypoxic and isch em ic disorders ravelling the A tom ic M echanism o f H aem o poxia-induced m odulation o f endothelial
o f infants and children. B rain D ev 1 9 :2 3 5 , globin. R iv er Edge, N J: W orld Scientific, cell properties: regulation o f barrier func
1997. 1997. tion and expression o f in terleukin- 6 . K idney
K irby R R , G ravenstein N: C linical A nesthesia Popc-H arm an A L , Davis W B , A llen E D , et al: Ini 5 1 :4 1 9 , 1 9 97.
i ,r. .('İ <!Îyırv. i ıl' l>. A>f ı
!
.f.C'.'l ttt.lH I • /rf'J
i n ıv ^ v r i^ ffi. ' t ! vi
lu n r i. .(M.flt i • İl m n il I 'I m l“ . 1
Auî( ti-’A yi u t' i' ıtfill J " l l'/t ' f l I <J< 51 H U I -t I .i lil i
■
r> ,t'l r.i| iWi.iM ■i ı'jJnl i b.rı. >ıu utî h
f . ılıt .i •> I . f t ) ' il i . ‘tl> 1H|f '> lt.1 t. ffltW
ÜNİTE
Havacılık, Uzay, Sualtı
Dalış Fizyolojisi
VIII
43
H avacılık, Y üksek İrtifa ve Uzay F izyo lo jisi
44
Sualtı Dalış F izyo lo jisi ve D iğ e r H ip e rb a rik K oşu lla r
İnsanlar havacılık, dağcılık ve uzay taşıtlarıyla git tepesinde (87000 m) ölçüldüğü gibi, barom etrik
tikçe daha yüksek irtifalara çıkarken yüksekliğin ve basıncın 253 mmHg olduğunu farzedelim . B u
düşük gaz basıncının olduğu kadar akseleratör nun 47 mmHg b asın cı su b u h arın a ait olduğuna
kuvvetlerin, ağırlıksızlık vb faktörlerin insan vücu göre geride kalan öteki gazların b a sın cı 206
du üzerindeki etkilerini anlam ak daha büyük mml-Ig olacaktır. A klim atize olm u ş kişide bu 206
önem kazanmıştır. Bu bölümde bu problem ler ele mm Hg’n ın 7 m m ’si karbon dioksidin basıncıdır,
alınacaktır. geride sadece 199 ınmHg gaz b asın cı kalır ki b u
nun da beşte biri oksijen, beşte dördü n itro jen e
ait olacaktır; ya da alveoler P 0 2 40 mm Hg o la
caktır. Kalan bu alveoler oksijenin bir kısm ı da
DÜŞÜK OKSİJEN BASINCININ kana absorbe olduğu için alveolde 35 m mHg ok
sijen basıncı kalır. Özetle Everestin zirvesinde
VÜCUTTAKİ ETKİLERİ
ancak çok iyi aklim atize olm uş b ir kişi yaşam ını
güçlükle sürdürebilir. Fakat, daha sonra tartışa
Çeşitli Yüksekliklerde Barom etrik Basınçlar.
cağımız gibi şahıs saf oksijen soluyorsa etki çok
Tablo 4 3 -İd e farklı irtifalarda barom etrik basıncın
farklı olacaktır.
ve oksijen basıncının yaklaşık değerleri verilmiştir.
Tabloda görüldüğü gibi deniz düzeyinde barom et
Çeşitli İrtifalarda A lveoler P 0 2. Tablo 4 3 -1 'de
rik basınç 760 mmHg; 3000 m’de 523 ııımHg olur,
beşinci kolon aklimatize olmuş ve olm am ış iki şah
15. 000 m de ise 87 m ıııHg’ya iner. Barom etrik ba
sın hava solurken çeşitli iıtifalardaki yaklaşık alve
sınçtaki bu düşme, yüksek-iıtifa fizyolojisindeki
oler P 0 2 değerlerini gösteriyor. Deniz düzeyinde
tüm hipoksi problem lerinin temel nedenidir. Çün
alveoler P 0 2 104 ııımHg; 6000 m de aklim atize o l
kü barom etrik basıncın düşmesi ile orantılı olarak
m am ış kişide 40 mmHg iken aklim atize kişide 53
oksijen paısiyel basıncı da total barom etrik basın
mıııHg’dır. Bu iki şahıs arasındaki fark daha sonra
cın % 2 1 ’inden biraz daha az olmak üzere azalır-
tartışacağımız gibi aklimatize kişide ventilasyonun
deniz düzeyinde 159 mmHg iken 15. 000 m de 18
yaklaşık beş kat artmasından ileri gelir.
mmHg olur.
Çeşitli İrtifalarda Hem oglobinin Oksijenle Sa-
türasyonu. Şekil 43-1, çeşitli irtifalarda hava ve ok
Farklı Yüksekliklerde Alveoler P 0 2
sijen solunumu sırasında arteryel oksijen satüras-
yonunu göstermektedir. Yaklaşık 3000 m yüksekli
Karbon Dioksit ve Su Buharının A lveoler O k
ğe kadar, hatta hava solum a sırasında bile arteryel
sijeni Azaltması. Yüksek irtifada da karbon diok
oksijen satürasyonu en az yüzde doksan gibi yük
sit sürekli olarak pulmoner kandan alveollere atı
sek bir değerde kalır, 3000 m üzerinde arteryel ok
lır. Aynı zamanda solunum yüzeylerinden de ins-
sijen satürasyonu giderek düşer ve şeklin sol tara
piı asyon havasına katılır. Böylece bu iki gaz alveol-
fındaki eğride görüldüğü gibi 6000 m yükseklikte
leıdeki oksijeni seyrelterek konsantrasyonunu dü
yüzde 70 olur, daha da yükseklerde çok daha fazla
şürür.
düşer.
Su buharı basıncı, vücut temperatürü normal
kaldıkça, irtifaya bakm aksızın, alveollerde 47
mmHg olarak kalır. Karbon diokside gelince, çok
yüksek irtifaya çıkıldığında, alveoler PCO 2 deniz Çeşitli Yüksekliklerde Saf Oksijen Solu
düzeyindeki değeri olan 40 m m H gd an daha numunun Alveoler P 0 2 Üzerine Etkisi
aşağıya düşer. İyi aklim atize olm uş bir kişi ventilas-
yonunu beş katı artırarak P C 02'yi 7mm Hg’ya kadar Şahıs hava yerine saf oksijen soluduğu zam an al
indirir. Çünkü solunum artmıştır. veollerde daha önce çoğu nitrojenin kapladığı
Şim di bu iki gazın basınçlarının alveolar oksi alan oksijenle dolar. Böylece 9000 m de uçuş ya
jen i nasıl etkilediğini görelim. Örneğin, Everest pan havacının alveoler P 0 2 değeri hava solum a-
496
BÖLÜM 43 • Havacılık, Yüksek İrtifa ve Uzay Fizyolojisi 497
TABLO 43 - 1
A kut O larak Düşük Atm osfer Basınçlarına Maruz Kalmanın Alveoler Gaz Konsantrasyonları Ve
Arteryel Oksijen Satürasyonuna E t k ile r i* ___ __
Hava Solunum u Saf Oksijen Solunum u
Arteryel Arteryel
Barom etrik Havada Alveolde Alveolde Oksijen Alveolde Alveolde Oksijen
Basınç P02 PC 02 P 02 Satürasyonu PC 02 P02 Satürasyonu
Yükseklik (m) (mm Hg) (mm Hg) (mm Hg) (mm Hg) (%) (mm Hg) (mm Hg) (%)
daki 18 mmHg yerine 139 mmHg olur (Tablo 43- sıncı ayarlanmamış uçakta hava solunuyorsa çıka
l 'e bakınız). bilecek yüksekliğin ‘‘tavan”ı 6906 metre, oksijen
Şekil 4 3 -ld e ikinci eğri oksijen solunumu sıra sağlayan aperey mükemmel çalıştığı takdirde saf
sında çeşitli yüksekliklerdeki arteryel oksijen satü- oksijen solunumu ile, 14. 100 m olacaktır.
rasyonunu göstermektedir. Satiırasyonun 11. 700
metreye çıkıncaya kadar yüzde 90’ın üzerinde kal
dığına, sonra hızla düşerek 14. 100 m de yüzde Hipoksinin Akut Etkileri
5 0 ’ye indiğine dikkat ediniz.
Hipoksinin bazı önemli etkileri yaklaşık 3600 m et
K a lb in Basıncı A ya rla n m ış U çaklarda rede başlayan uyku hali, tembellik, zihin ve kas
yorgunluğu, bazen baş ağrısı, seyrek olarak mide
H ava ya da O k s ije n S o lu n u m u Sırasında
bulantısı, bazen öfori şeklinde ortaya çıkar. Bütün
"T a v a n " Kavram ı bu belirtiler ilerleyerek 4000 m üzerinde kas kasıl
ması, konvülziyon ve 6900 m üzerinde ise aklim ati
Şekil 4 3 -ld e k i iki arteryel oksijen satürasyon eğrisi
ze olmamış şahısta komaya kadar gider.
karşılaştırılırsa, havacının oksijen soluduğu zaman
Hipoksinin en önemli etkilerinden biri m ental
hava soluyan kişiye göre çok daha yükseklere çıka yeteneklerin ve buna bağlı olarak karar verme, bel
bileceği görülür. Örneğin, 14,100 m’de oksijen solu lek ve ince motor hareketlerin yapılm asının gide
num unda arteryel satürasyon yüzde 50dir ve bu
rek azalmasıdır. Şöyle ki, aklim atize olm amış bir
6900 m etrede hava solunumu yapıldığındaki oksi havacı 4500 metrede 1 saat kalırsa zihni yetenekle
je n satürasyonuna eşdeğerdir. Buna ek olarak, akli
ri normalin yaklaşık yüzde 50 kadarına, 18 saat ka
matize olmamış şahısta arteryel oksijen satürasyo lırsa yüzde 2 0 kadarına iner.
nu yüzde 50’ye düşünceye kadar bilinç kaybı olm a
maktadır. Bu nedenle, lasa bir süre için kabin ba-
Düşük Oksijene Aklimatizasyon
dım eder. Eğer şahıs çok yüksek irtifada bir kaç Aklim atizasyonda Dolaşım Sistem i-Kapillerite-
gün kalırsa ventilasyon giderek daha da artarak nin Artması. Yüksek irtifaya çıkıldığında kalp de
ortalam a norm alin beş katı olabilir (norm alin bisi derhal yüzde otuz kadar artar. Fakat bu artış,
yüzde 400 üzerinde). Ventilasyonun giderek bu kanın hematokrit değerinin yükselmesiyle yeniden
kadar artm asının tem el nedeni aşağıda açıklan normale döner. Böylece dokulara taşınan oksijen
mıştır. miktarı normal kalır-yani ancak çok yükseğe çıkıl
Yüksek iıtifaya çıkar çıkm az pulm oner venti- dığında ağır hipoksi gelişir.
lasyonunun yüzde 65 oranında artm ası, çok m ik Başka bir dolaşım adaptasyonu da akciğer dışı
tarda C 0 2’nin vücuttan atılm asına neden olur ve dokudaki sistem ik dolaşım kapiller sayısındaki art
so n u çta vücut sıvılarında P C 0 2 azalırken pH madır. Buna kapilleritenin artm ası denir. Bu, daha
yükselir. Bu değişikliklerin her ikisi de solunum sonraki yaşamlarında yüksekliğe çıkanlardan çok,
m erkezini in lıibe e d e r k i bu da d iişü k P 0 2'nin ka- özellikle yüksek irtifada doğup büyüyen hayvanlar
rotis ve cıortik g lom u slard a bulu nan perifeı ik so da görülür. Kronik hipoksiye maruz kalan dokular
lunum kem oresep törlerin i uyaran etkisin e karşıt da kapillerite artması özellikle belirgindir. Yüksek
tır. Yüksek irtifaya çıkışı izleyen 2-5 gün içinde bu irtifalarda hipoksiyle birlikte pulmoner hipertansi
inhibisyon söner ve artık solunum merkezi hi- yonun sağ ventrikülde yarattığı yük, sağ ventrikül
poksiden kaynaklanan kem oreseptör uyarılm a kasında kapillariteyi yüzde birkaç kez artırır.
sına tam güçle yanıt verir ve ventilasyon norm a
lin yaklaşık beş katı artar. İnhibisyondaki sö n m e
Hücresel A klim atizasyon. 3900-5000 m irtifada
nin ned eninin beyin dokusunda olduğu kadar
yerleşik yaşayan hayvanlarda m itokondriler ve
serebı ospinal sıvıda da bikarbonat iyon konsant
bazı hücresel oksidatif enzim sistem leri deniz dü
rasyonunun azalm ası olduğuna inanılmaktadır.
zeyinde yaşayanlarınkine göre artm ış durum da
Bu değişiklikler solunum m erkezi kem oreseptör
dır. Buna göre aklim atize insanların da bu hay
nöronlarının çevresindeki sıvıda pH değerini dü
vanlar gibi deniz düzeyinde yaşayanlara göre ok
şürür, böylece m erkezin aktivitesi artar (Bu etki
sijeni daha etkili bir şekilde kullanabildikleri dü
nin daha ayrıntılı tartışm ası için Bölüm 4 1 ’e b a
şünülmektedir.
kınız).
r 1
J
OvJ
CD
kaç katı olabilir. Bu kişiler akut yüksek-irtifa pul- mHg’dır. Vücudun aşağı bölümlerindeki damarlarda
m oner ödemine özellikle yatkındırlar. basınç yükselirken damarları pasif olarak genişler
ve vücudun yukarı bölümlerindeki kanın büyük kıs
mı aşağı bölgelerdeki damarlara kayar. Kalp, kendi
ne dönen kan olmayınca pompa görevini yapama
HAVACILIK VE UZAY yacağı için büyük miktardaki kan vücudun aşağı
bölümlerinde göllenir, kalp debisi düşer.
FİZYOLOJİSİNDE AKSELERASYON
Şekii 43-3, oturan bir şahsa aniden +3,3 G’lik akse
KUVVETLERİNİN VÜCUDA ETKİLERİ lerasyon kuvveti uygulandığı zaman sistolik ve di-
yastolik basınçlarda meydana gelen değişmeleri
Uçaklarda ve uzay gemilerinde hareketin hız ve
gösteriyor. Her iki basıncın da ilk birkaç saniyede 22
yönünün ani değişmeleri nedeniyle uçuş sırasında
mmHg'nın altına düştüğüne, sonraki 10-15 saniye
çeşitli tipte akseleıasyon (ivme) kuvvetleri vücudu
içinde sistolik basıncık yaklaşık 55 mmHg, diyastolik
etkiler. Uçuşun başında basit doğrusal bir akseleras-
basıncın da 20 mmHg olduğuna dikkat ediniz. Bu
yon gelişir. Uçuşun sonunda da deselerasyon; ve ara
sekonder iyileşme başlıca baroreseptörlerle sağlanır.
cın her dönüşünde sentrifügal akseleıasyon görülür.
Akselerasyon 4 ila 6 G’den daha büyük olursa bir
kaç saniye içinde göz kararması, kısa bir süre sonra
da bilinç kaybı yapar. Eğer bu büyük akselerasyon
Sentrifügal Akselerasyon Kuvvetleri devam edecek olursa şahıs ölür.
U çak dönüş yaptığı zam an gelişen sentrifügal ak Vertebra Üzerine Etkiler. Çok yüksek akseleras
selerasyon kuvveti aşağıdaki eşitlikten hesap la yon kuvvetleri bir saniyeden daha kısa bir süre için
nabilir. bile uygulansa vertebrada kırık yapabilir. Orta ya
pıda bir insanın oturur durumda, vertebra kırığı ol
mv 2
f = -------- madan dayanabileceği pozitif akselerasyon yakla
r ’ şık 20 G'dir.
Burada f sentrifügal akselerasyon kuvveti, m cis N eg a tif G. Negatif G’nin vücuttaki etkileri daha az
min kitlesi, v uçuş hızı, r dönüş kavsinin yarı çap ı dramatik olmakla beraber, sürekli uygulandığında
nı gösterir. Bu formülden anlaşıldığı gibi hız arttı pozitif G’den çok daha zararlı olur. Havacı uçağa bir
kça sentrifügal akselerasyon kuvveti hızın karesiy kavis çizdirirken gelişen -4 ila -5G’Iik negatif akse
le orantılı olarak artar. Yine akselerasyon kuvveti lerasyon kuvvetleri baş bölgesinde ani yoğun bir
nin dönüşün keskinliği ile doğru orantılı olacağı da hipeıem iden başka bir etki yapmaz. Fakat bazen
açıktır (yarı çap küçüldükçe). beyin ödemi sonucu 15-20 dakika süren psişik b o
zukluklar görülür.
A kseleratö r Kuvvetinin Ölçülmesi-"G". Şahıs Negatif G kuvvetleri bazen o kadar büyük olur ki,
otururken, onu oturduğu yere doğru iten kuvvet kan büyük bir kuvvetle başa santrifüje olur ve beyin
yerçekiminden doğar ve ağırlığına eşittir. Bu kuv kan basıncı 300-400 mmHg’ya yükselir ve bazen ba
vetin şiddetine, yerçekimine eşit olduğu için +1G şın yüzeyindeki ve beyindeki küçük kan damarların
deriz. Eğer bir dalıştan sonra yükselirken koltuğa da yırtılmalar meydana gelir. Bununla beraber kran-
doğru iten kuvvet, kişinin ağırlığının beş katı olur yum içindeki damarlar, aşağıda açıklanan nedenler
sa, koltuğa uygulanan kuvvet +5 G'dir. le yırtılmaya daha az yatkındır; kan kraniyal damar-
Eğer uçak dışa doğru bir kavis çizerken uçuş ke
meriyle yerinde tutuluyorsa, vücuduna negatif G
uygulanır; eğer kemerine zıt yönde ve ağırlığına
eşit bir kuvvetin etkisinde ise, bu negatif kuvvet -
1G’dir.
boyunca gelişen büyük akselerasyon kuvvetleri mez, çünkü nerede olursa olsun yerçekimi hala
pelvis, vertebra ya da bacaklarda kırıklara neden aktiftir. Ancak yerçekimi hem uzay aracı hem de
olur. Bundan dolayı eğitimli paraşütçüler dizleri kişi üzerinde etki eden yörüngenin sentrifügal gü
ni bükerek, kasları gerilmiş durumda çarpm a şo cü ile dengededir. Böylece, hem uzay aracı hem de
kunu karşılar. içindeki şahıs aynı akselerasyon gücü ile aynı
yönde çekilmektedir. Bu nedenle şahıs uzay aracı
nın herhangi bir duvarına doğru çekilmez.
REFERANSLAR
C oleridge H M , Coleridge JC G : Pulmonary re and contractility in ectotherm ic vertebrate current con cep ts. Annu R ev M ed 4 7 :2 6 7 ,
flexes: neural m echanism s o f pulmonary hearts: hypoxia, acidosis, and low tempera 1996.
d efense. Annu Rev Physiol 5 6 :6 9 , ture. Physiol R ev 7 4 :2 2 1 , 1994. Hultgren H: High A ltitude M ed icin e. San
1994. Honig A : Salt and w ater m etabolism in acute F ran cisco : Hultgren, 1997.
D antzler W H : Handbook o f Physiology, See. high-aliiiude hypoxia: role o f peripheral ar Hultgren HN: High altitude pulm onary edema:
13 C om parative Physiology. New York: terial chem oreceptors. News Physiol Sci h em odynam ic aspects. Int J Sports Med
O xford U niversity Press. 1997. 4 :1 0 9 , 1989. 1 8 :20, 1997.
D riedzic W R , G esser H: Energy m etabolism Hultgren HN: H igh-altitude pulmonary' edema: M onge C, L cö n -V ela rd e F : P h ysiological ad
BÖLÜM 43 • Havacılık, Yüksek İrtifa ve Uzay Fizyolojisi 503
aptation to high altitude: oxygen transport crit ratio on survival o f unacclim atized dogs W est J B : Human physiology at extrem e alti
in m ammals and birds. Physiol R ev at simulated high altitude. Am J Physiol tude on M ount Everest. S c ien c e 2 2 3 :7 8 4 ,
7 1 :1 1 3 5 , 1991. 2 0 5 :1 1 7 2 , 1963. 1 9 84.
Ozawa T , Tatsum i K , Hori T : B io d efcn sc Sm ith E E , Crow ell JW : R o le o f the hem atocrit W est J B : C lim bing M ount Everest without
M echanism s A gainst Environm ental Stress. in altitude acclim atization. A erospace M ed oxygen. News Physiol S c i 1:25, 1986.
H eidelberg: S p rin ger-V erlag, 1998. 3 8 :3 9 , 1966. W est J B : M an in space. N ew s Physiol S ci
R yles M T , Pilm anis A A : T h e initial signs and Staub NC: Pulmonary intravascular m acro 1 :1 9 8 . 1986.
sym ptom s o f altitude decom pression sick phages. Annu R e v Physiol 5 6 :4 7 , 1994. W est J B : High L ife — A History' o f H igh-A lti-
ness. A viat S p a ce Environ M ed 6 7 :9 8 3 , Sutton JR , Jo n es N L, Griffith L , Pugh C E: tude Physiology and M ed icine. Bethesda,
1996. Exercise at altitude. Annu R ev Physiol M D : A m erican Ph y siolog ical S o c iety , 1998.
Sartori C , Tru eb L , Sch errer U : H igh-altitude 4 5 :4 2 7 , 1983. Y u B P : C ellular defenses against dam age from
pulm onary edem a: m echanism s and m an Travis J : Brains in space. S c i News 1 4 9 :2 8 , reactive oxygen species. Physiol Rev
agement. C ardiología 4 2 :5 5 9 , 1997. 1996. 7 4 :1 3 9 , 1994.
Sm ith E E , C row ell J\V: Influence o f hem ato
Sualtı Dalış Fizyolojisi ve Diğer
Hiperbarik Koşullar
İnsanlar deniz dibine daldığında çevrelerindeki bunların herbiri yüksek basınçlarda zaman zaman
basınç çok artar. AJkciğerleıin kollabe olmaması ciddi fizyolojik etkilere neden olabilirler.
için, hava da yüksek basınç altında verilmelidir. Bu
da akciğerlerdeki kanı çok yüksek alveoler gaz bar Yüksek N itrojen Basıncında N itrojen N arkozu.
sinema maruz bırakır; bu duruma hiperbarizm de Havanın yaklaşık beşte dördü nitrojendir. Deniz
nir. Belirli sınırların dışında, bu yüksek basınçlar düzeyindeki basınçta nitrojenin vücut fonksiyon
vücut fizyolojisinde çok önemli değişikliklere n e ları üzerine bilinen bir etkisi yoktur, fakat yüksek
den olabilir. basınçlarda çeşitli derecelerde narkoza yol açab i
lir. Dalgıç deniz dibinde bir saat veya daha fazla
Deniz Derinliğinin Basınçla İlişkisi. 1 0 m derin kalır ve basınçlı hava solursa hafif narkozun ilk b e
likteki bir deniz suyu sütunu, tabanına yeıyüzün- lirtisinin görüldüğü derinlik yaklaşık 40 metredir;
deki atm osfer kadar bir basınç uygular. O halde ok bu düzeyde neşe belirtileri gösterm eye ve ilgisinin
yanusun 1 0 m altındaki bir insan, bir atmosferi su çoğunu kaybetmeye başlar. 50-60 m etrede uyu
yüzeyindeki havanın, ikinci atmosferi de suyun şukluk olur. 66-80 m etrede gücü önem li ölçüde
kendi ağırlığından olmak üzere 2 atm osfeılik ba azalır ve sıklıkla gerek duyduğu işi yapmakta çok
sınca rnaruz kalır. Yirmi metrede basınç 3 atm os beceriksizdir. 80 m etreden daha derinde (8 . 5 at
ferdir ve Şekil 4 4-1’deki tabloya uygun olarak bu ar mosfer basıncı) uzun süre kalırsa nitrojen narko
tış devam eder. zunun bir sonucu olarak genelde dalgıç iş yapa
maz hale gelir.
Derinliğin Gazların Hacmi Üzerine Etkisi-Boy- Nitrojen narkozu alkol zehirlenm esine benzer
le Yasası. Derinliğin diğer bir önem li etkisi de gaz karekteristiklere sahiptir ve bu nedenle sıklıkla “de
ların gittikçe daha küçük hacim lere sıkıştırılması rinlik sarhoşluğu” olarak tanımlanır.
dır. Şekil 4 4 -1 ’in alt kısmı, deniz düzeyinde 1 litre Narkotik etkin in m ekan izm asın ın tüm gaz
hava içeren çan şeklinde bir kabı göstermektedir. anestetiklerdeki ile aynı olduğuna inanılmaktadır.
Basıncın 2 atm osfer olduğu deniz altındaki 10 Yani, n itrojen vücut yağında serb estçe erir ve
nı'de hacim sadece yarım litreye sıkıştırılmış ve 8 diğer bir çok anestetik gazlar gibi, nöronların
atmosferde (70 m) 1/8 litreye sıkıştırılmıştır. Böy- mem branlarındaki yağlı m addelerde de erir ve f i
lece sıkıştırılmış belli bir miktardaki gazın hacmi ziksel etkisi ile m em branlardan iyonik iletkenliği
basınçla ters orantılıdır. Böyle yasası denilen bu fi değiştirerek nöronal uyarılmayı azaltır.
ziksel prensip dalışlarda çok önemlidir. Çünkü ar
tan basınç akciğerler de dahil vücudun hava boş
luklarını kollabe edebilir ve sıklıkla ciddi harabiye-
te neden olur. Yüksek Basınçlarda Oksijen Toksisitesi
Bu bölümde bir çok kez geçen gerçek hacim ile
Aşırı Yüksek PC Vnin Kanda Oksijen Taşınma
deniz düzeyindeki h acm i birbirinden ayırmak ge
sı Üzerine Etkisi. Kanda P 0 2 100 m m H g'nın üze
rekir. Örneğin, 90 m derinlikteki 1 litrelik bir gerçek
rine çıktığı zam an plazm ada erim iş halde bulu
hacim den bahsedersek; bu deniz düzeyinde 1 0 lit
nan oksijen m iktarı önem li oranda artar. Bu alve
re hacmindeki hava ile aynı miktardadır.
oler P 0 2’nin 3000 m m H g’yı aşm ası dışında,
Bölüm 4 0 ’ta gösterilen oksijen hem oglobin disso-
siyasyoıı eğrisinin aynısı Şekil 4 4 -2 ’de gösteril
mektedir. Ayrıca her P 0 2 düzeyinde plazm ada eri
GAZLARIN YÜKSEK PARSIYEL BA miş oksijen hacm i de tanım lanm ıştır. Görüldüğü
SINÇLARININ VÜCUTTAKİ ETKİLERİ gibi, alveoler PCVnin norm al sınırları içinde eri
miş oksijen kandaki total oksijene göre hem en h e
Ilava soluyan bir dalgıcın normal olarak maruz kal men yok gibidir, fakat basınç giderek binlerce m i
dığı gazlar nitrojen, oksijen ve karbon dioksittir ve limetre cıvaya yükseldiğinde total oksijenin büyük
504
BÖLÜM 44 • Sualtı Dalış Fizyolojisi ve Diğer Hiperbarik Koşullar 505
30
j Cl
1/8 Litre 70 m
25-
Ş E K İL 44 - 1
20-
Deniz derinliğinin basınç (üstteki tablo) ve gaz hacimleri (altta)
üzerine etkisi.
yasal bileşikleri oksitleme yeteneği çok azdır. Bunun karbon dioksit sıklıkla aygıtın ölü hava boşlukların
yerine önce oksijenin bir "aktif” forma çevrilmesi ge da birikir ve dalgıç tarafından tekrar solunur. Alve
rekir. Birçok aktif oksijen formu vardır; bunlara ser oler karbon dioksit basıncı (PC 02) yaklaşık (80
best oksijen radikalleri denir. Bunların en önemlile mmHg’ya, yani normal alveollerdekinin iki katına
rinden biri süpeıoksid serbest radikali (0 2-), diğeri de çıkıncaya kadar dalgıç bu birikimi kısm en veya ta
hidrojen peıoksid formundaki peroksid radikalidir. m am en toleıe eder. Solunum dakika hacm i, artan
Doku P 0 2’si 40 mmHg normal değerinde bulunduğu karbon dioksidi kompanse etmek için maksimum
zaman büe erimiş moleküler oksijenden sürekli ola 8 - 1 1 kat kadar artar. 80 mm Hg seviyesinin üzerin
rak az miktarda okside edici serbest radikaller oluşur. de durum dayanılmaz olur ve sonunda solunum
Bununla beraber, dokular bu serbest radikalleri hızla merkezi P C 0 2’nin negatif m etabolik etkisinden do
uzaklaştıran, özellikle peıoksidaz, katalaz ve siıpe- layı uyarılma yerine depresyona uğrar. Dalgıcın s o
roksid dismutazı da içeren çeşitli enzimler taşırlar. Bu lunumunda kompansasyon yerine azalma başlar.
nedenle hemoglobin-oksijen tampon mekanizması Bunu ek olarak, Bölüm 4 2 ’de tartışıldığı gibi, dal
uygun fonksiyon yapüğı ve normal doku P 0 2’sini de gıçta gelişen şiddetli soluııumsal asidoz, faiklı de
vam ettndiği sürece okside edici serbest radikaller recelerde uyuşukluk, narkoz ve sonuçta anestezi
öyle hızlı uzaklaştırılırlar ki, dokularda ya çok az etki meydana getirir.
li olurlar ya da hiç etkili olmazlar.
Öte yandan, kritik alveolar P 0 2 değerinin üzerinde
(yaklaşık 2 atmosfer P 0 2 üzerinde), hemoglobin ok Yüksek Basınca Maruz Kalan Dalgıcın
sijen tampon mekanizması yetersiz kalır ve o zaman Dekompresyonu
doku P02’si yüzlerce ya da binlerce milimetre cıvaya
yükselebilir. Sonuç olarak çok miktardaki okside edi Kişi uzun bir süre yüksek basınç altında solursa vü
ci serbest radikaller karşısında, onları uzaklaştıracak cut sıvılarında eriyen nitrojen miktarı çoğalır. Bu
enzim sistemleri yetersiz kalarak hücrelerde ciddi nun nedeni şöyle açıklanabilir: Pulmoner kapilleı-
hasar ve hatta öldürücü etkiler gösterirler. Bu temel leıden akan kan, aynı solunan hava karışımındaki
etkilerden biri hücrelerin bir çok membranöz yapıla kadar yüksek basınca kadar nitrojenle satüre olur.
rının esas bileşenleri olan doymamış yağ asitlerini Saatler sonra vücudun tüm dokularına, onları eri
okside etmek, öteki de bazı hücresel enzimleri oksi miş nitrojenle satüre etmeye yetecek kadar nitro
de etmekle hücrenin metabolik sistemlerini ağır şe jen taşınır. Nitrojen vücutta m etabolize edilm e
kilde haıaplamaktır. Sinir dokusu yüksek lipid içe diğinden akciğerlerdeki nitrojen basıncı azalıncaya
riğinden dolayı özellikle duyarlıdır. Bu nedenle, akut kadar erimiş durumda kalır. Bu arada nitrojen ters
oksijen toksisitesinin akut öldürücü etkilerinin çoğu yöndeki solunum süreciyle atılır, fakat bu atılım sa
beynin fonksiyon bozukluğu ile ilgilidir. atler sürer ve “dekompresyon hastalığı” denilen
birçok problemin kaynağını oluşturur.
Akciğer Yetmezliğine Neden Olan Kronik Oksijen
Zehirlenmesi. İnsan, yukarıda belirtilen sinir siste Çeşitli Derinliklerde Vücut Sıvılarında Eriyen
mi akut oksijen toksisitesi gelişmeden, ancak 1 at Nitrojen Hacmi. Deniz düzeyinde, tüm vücutta
mosfer oksijen basıncına hemen hemen süresiz ola yaklaşık 1 litre nitrojen erimiş haldedir. Bunun ya
rak maruz kalabilir. Bununla beraber 12 saat kadar 1 rısından biraz azı vücut suyunda, yarıdan biraz faz
atmosfer oksijene maruz kaldıktan sonra, bronş ve lası da vücut yağında erimiş durumdadır. Yağ do
alveol çeperinin harabiyetinin neden olduğu solu kusunun normalde vücudun % 15’ini oluşturması
num yolu konjesyonu, pulm oner ödem ve atelektazi gerçeğine rağmen bu doğrudur, çünkü nitrojen su
gelişmeye başlar. Diğer dokularda olmayan ve akci ya göre yağda beş kat daha fazla eriyebilir. Dalgıç
ğerlerde görülen bu etkinin nedeni akciğer yüzeyi nitrojenle satüre olduktan sonra, farklı derinlikler
nin yüksek oksijen basıncına direkt olarak maruz de vücutta eriyen deniz-düızeyindeki nitrojen h a c
kalmasıdır; buna karşılık, hemoglobin-oksijen tam m i aşağıdaki gibidir:
pon sistemi nedeniyle havadaki P 0 2 yaklaşık 2 at
mosferden daha az kaldığı sürece oksijen diğer do Metre Litre
kulara hem en hemen normal P 0 2’de seıbesüenir.
10 2~
Büyük Derinliklerde Karbon Dioksit Toksisitesi. 30 4
Eğer başlığı uygun bir şekilde yapılmış ve çalışıyorsa 60 7
dalgıcın karbon dioksid toksisitesinden ileri gelen 90 10
herhangi bir sorunu olmaz, çünkü derinlik yalnız
başına alveollerdeki karbon dioksit parsiyel basıncı Tüm vücut dokularındaki hidrojen gaz basıncı
nı artırmaz. Derinliğin vücutta karbon dioksid olu nın alveollerdeki nitrojen gaz basıncıyla dengeye
şum hızını çoğaltmayacağı, dalgıç normal tidal vo gelmesi için saatler gerekir. Kan akımının ve nitro
lümde solumaya devam ettiği sürece, karbon dioksi- jen diffüzyonunun yeterli hızda olm am ası ned e
di oluştuğu kadar dışarı atmayı sürdürdüğüne göre niyle denge hem en sağlanamaz. Vücut sıvılarında
alveoler karbon dioksit parsiyel basıncının normal eriyen nitrojen 1 saatten daha az bir sürede hem en
değerde kalacağı açıktır. tam am en dengeye gelir, fakat yağ dokusu nitrojen
Bununla beraber, dalgıç başlığı ve farklı tip solu transpoıtuna beş kat daha fazla süreyle gerek du
num aygıtları gibi, bazı tip dalgıç donanımlarında, yar ve nisbeten zayıf bir kan donanım ına sahip ol
BÖLÜM 44 • Sualtı Dalış Fizyolojisi ve Diğer Hiperbarik Koşullar 507
duğu için ancak saatler sonra dengeye ulaşabilir. türe” durumda erimiş halde saatlerce kalabildikleri
Bu nedenle eğer kişi sadece bir kaç dakika deniz di için birkaç dakikadan birkaç saate kadar kabarcık
binde kalırsa vücut sıvılarında ve dokularında fazla lar oluşmayabilir.
nitrojen erimez, oysa derin düzeyde saatlerce kalır
sa hem sıvılar hem de dokular nitrojenle neredeyse Dekompresyon Hastalığının Sem ptom ları. D e
satüre olur. kompresyon hastalığı sem ptom larının çoğu çeşitli
dokulardaki kan damarlarının gaz kabarcıklarıyla
D e k o m p re s y o n H as ta lığ ı (Eş A n lam lıla rı: tıkanması sonucu oluşur. İlk olarak, sadece en kü
Vurgun, Basınçlı Hava H astalığı, Caisson, çük damarlar çok küçük kabarcıklar tarafından tı
Dalgıç Paralizisi, D isbarizm . Eğer bir dalgıç kanır, fakat kabarcıklar birleştikleri için, gittikçe
çok m iktarda nitrojenin vücudunda erim esi için daha büyük damarlar etkilenir. Sonuçta doku iske-
y eterince uzun süre deniz dibinde kalır ve daha m isive bazen de doku ölümü görülür.
sonra aniden su yüzeyine dönerse, intraselüler Dekom presyon hastalığı görülen insanların
ya da ekstraselüler olm ak üzere vücut sıvılarında çoğundaki semptomlar- bacak ve kolların eklem ve
önem li miktarda nitrojen kabarcıkları oluşur ve kaslarındaki ağrıdır ve dekompresyon hastalığı ge
bu kabarcıklar vücudun hem en herhangi bir b ö l lişenlerin yaklaşık yüzde 8 9 ’unu etkiler. Eklem
gesinde oluşan kabarcıkların sayı ve çapına bağlı ağrısı nedeniyle “bends” terimi bu durum için sık
küçük ya da ciddi hasarlara neden olur; bu ''de lıkla kullanılır.
kom presyon hastalığı”dır. Dekompresyon hastalığı gelişen şahısların yüzde
Kabarcık oluşumunu hazırlayan temel nedenler 5 ila 10’unda sinir sistem i sem ptom ları görülür.
Şekil 44-3’te görülmektedir. Şekil 44-3A da, dalgıcın Bunlar, yüzde 5'inde baş dönmesi, felç veya kol-
dokuları 3918 mmHg’lık yüksek nitrojen basıncıyla laps, yüzde 3 ’ünde ise bilinç kaybıdır. Felç geçici
dengelenmiştir. Bu durum normalden 6 , 5 kat daha olabilir, fakat bazı durumlarda hasar kalıcıdır.
fazla nitrojenin dokularda erimesini sağlar. Dalgıç Sonuç olarak, dekompresyon hastalığının oluş
deniz dibinde kaldığı sürece dıştan vücuduna uy tuğu şahısların yaklaşık yüz 2 ’sinde çok sayıdaki
gulanan basınç (5000 mmHg) gazları erimiş halde mikrokabarcıkların akciğer kapillerlerini tıkaması
tutmaya yeterli olacak şekilde tüm vücut dokularını sonucu “boğulma” gelişir. Ciddi nefes darlığıyla ka-
komprese eder. Fakat dalgıç aniden su yüzeyine ıakteıize bu durum sıklıkla şiddetli pulm oner
yükselirse vücudun dış yüzeyine uygulanan basınç ödem ve bazen ölümle sonuçlanır.
ancak 1 atmosfer (760 mmHg) olur, buna karşılık
vücut iç sıvılarındaki su buharı, karbon dioksid, ok Nitrojenin Vücuttan Atılması; Dekom presyon
sijen ve nitrojen basınçlarının toplamı olan 4065 Çizelgeleri. Dalgıç yüzeye yavaşça çıkarılırsa, eri
mmHg’lık basınç vücuda dıştan yapılan basınçtan miş nitrojen dekompresyon hastalığını önlemeye
çok daha fazladır ve bunun yaklaşık yüzde 97’si eri yetecek bir hızla akciğerlerden atılır. Total nitroje
miş nitrojenden dolayıdır. Bu nedenle gazlar erimiş nin yaklaşık üçte ikisi 1 saat içinde yaklaşık yüzde
durumdan çıkıp dokularda özellikle kanda kabar 90'ı da 6 saat içinde serbestlenir.
cıklar oluşturarak küçük damarları tıkarlar. Bazen Amerika Birleşik Devletleri Deniz Kuvvetleri gü
gazlar kabarcık haline dönüşmeden önce “süper sa- venli bir dekompresyon işlemi için özel dekomp
resyon çizelgesi hazırlamıştır. Öğrenciye dekom p
resyon hakkında bir fikir vermek için hava soluyan
ve 57 metre derinlikte 60 dakika kalmış olan bir dal
Vücudun Dışındaki Basınç
gıcın dekompresyon programı aşağıda verilmiştir.
Ani dekorrpresyon-
dan soma
15 m derinlikte 10 dakika
Oj = 159 mm Hg 12 m derinlikte 17 dakika
N2 = 601
9 m derinlikte 19 dakika
6 m derinlikte 50 dakika
3 m derinlikte 84 dakika
REFERANSLAR
Bennett P B , E llio tt DH: T h e P h y siolog y and G am arra JA : Decom pression Sickness. H agers M echanism s A gainst Environm ental Stress.
M edicine o f D iving. Philadelphia: W B town, M D : Harper & R ow , 1974. H eidelberg: Sprin g er-V erlag, 1998.
Saunders C o, 1993. H alsey M J: E ffe cts o f high pressure on the Santam aria JP , W illiam s E T III, Desautels DA:
B ov e A A : B o v e and D avis’ D iving M edicine. central nervous system . Physiol Rev H yperbaric oxygen therapy in pediatrics.
3rd ed. Philadelphia: W B Saunders C o. 6 2 :1 3 4 1 , 1982. Adv Pediatr 4 2 :3 3 5 , 1995.
1997. Jam ieso n D , C hance B . Cadenas E , Boveris A: Surm an M W : An introduction to hyperbaric
B u tler F K Jr: D iving and hyperbaric ophthal T h e relation o f free radical production to oxygen therapy for the E T nurse. J W ound
m ology. Surv Ophthalm ol 3 9 :3 4 7 , 1995. hypcroxia. Annu R ev Physiol 4 8 :7 0 3 , Ostom y C ontinence Nursing 2 3 :8 0 , 1996.
Crystal R G , W est J B : Lung Injury. New Y o rk: 1986. T ib b ie s P M , Edelsberg J S : H yperbaric-oxygen
Raven Press. 1992. M oon R E , Vann R D , Bennett P B : The physi therapy. N Engl J M ed 3 3 4 :1 6 4 2 , 1996.
Fridovich I: Superoxide radical: an endogenous ology o f decom pression illness. S c i Am Y ou ng T : H yperbaric oxygen therapy in
toxicant. Annu Rev Pharm acol T o x ic o l 2 7 3 :7 0 , 1995. wound managem ent. B r J Nursing 4 :7 9 6 ,
2 3 :2 3 9 , 1983. Ozaw a T , Tatsurni K, Hori T : B iodefen se 1995.
■
•ıl^iiil . V j I u ü i f i i y u ı ı ;11 u l u , : ı M n l ı ; . ; . J f j i k J i j )
iiimi d lo,* ıii^ı m;(ıı/ \ mİ rıu.vıı ..ılı;!« ı.brin?» 1ta:>/i>İı(>
. Iİ I i ( ÎJS tJ I I f
lif e J •. I . 11br ' İ l m i l i ) • il > f l U * . İ 7 l i l ) * ) l U V \ £ l W , ; l , \ V \\\\ I.U ll
.tıiy i i /i * n J ih ıiıllı^ u , ' ■ ! i ( ) o i ‘i i rı v»> i'w m l ,-^jJf|ji..:j:I fil« H l'ıb .)>•• H 1 1 1 1 I r.J> ,/ ı i < l >’ J 7ı ı
,J. mu ıln t î i ‘j|*>iii t t i I M. bıııniı,J u ı ' İ R K İ ı t u l » •!4i 11•»11
. ' » I n - j l » " t ı ;M .ı i r i ı .b rn iiy iıd ı Î U j m i . I ı f m * .i id itıtiî ■>! ■ i ı i . M İ i ‘ 1 ı M t t t , H.fîflîij İlim <ı i •
-;lu l/ıu ı.b lıl.h / ım o y -'f.h flii İd X\ ınd u ^ m m f.Î u > Î 4 » l >
¡iı1 b i ü / i o ' " : 11 i i o t h ı ; . « .ı '.■•’• ' i t i ı \ ı ; / 1 r'io rc . ı»*il İ ı , / m v M i .1 * ' ! o i ı , l > ı ı;;. i ı . v > ı î m ; trf ı l ' i b i » I n r i ı ! I> *ı|
Sinir Sistemi: A.
Genel İlkeler ve
Duysal Fizyoloji
45
S inir S iste m in in O rg a n iz a s y o n u ; S inapsların Tem el
F o n ksiyo n la rı ve T ra n s m ite r M a d d e le r
46
D uysal R e s e p tö rle r; B ilg in in İşle n m e sin d e N ö ro n a l D e v re le r
47
S o m a tik D u y u la r: I. G enel O rg a n iz a s y o n ; D okunm a ve
D u ru m D uyuları
48
S o m a tik D u yu la r: II. A ğ rı, Baş A ğrısı ve Isı D uyuları
Sinir Sisteminin Organizasyonu;
Sinapsların Temel Fonksiyonları ve
Transmiter Maddeler
Sinir sistemi, uyguladığı kontrol işlevlerinin kar septörler olabilir. Bu duysal deneyim ani reaksi
maşıklığı yönünden benzersizdir. Çeşitli duyu or yonlara neden olabilir ya da anısı bellekte, dakika
ganlarından milyonlarca bilgi parçası alır, vücudun lar, haftalar ya da yıllarca depo edilerek, gelecekte
cevaplarını oluşturmak üzere onları entegre eder. ki vücut reaksiyonlarının saptanm asına yardım
Sinir sistemini tartışmaya başlamadan önce, oku edebilir.
yucular Bölüm 5 ve 7 ’de verilen m em bran potansi Şekil 4 5 -2 ’de duysal sistem in, tüm vücut yüze
yellerinin ilkeleri ve sinyallerin nöromüsküler bağ yindeki ve derin yapılarındaki reseptörlerden ge
lantıdaki iletisi bölümlerini gözden geçirmelidir. len duysal bilgiyi ileten som atik bölü m ü gösteril
miştir. Bu bilgi, merkezi sinir sistem ine periferik
sinirler yolu ile girer ve şu yapılarda yer alan çok
sayıdaki prim er duysal alanlara iletilir: (1) Medul-
SİNİR SİSTEM İNİN GENEL la spinalisin tüm düzeyleri; (2 ) m edulla oblonga-
ta, pons ve m ezensefalonun retiküler maddesi; (3)
ORGANİZASYONU
serebellum ; (4) talam us ve (5) beyin koıteksinin
som atik duysal alanları. Sinyaller bu prim er duy
Merkezi Sinir Sistemi Nöronu-Temel sal alanlara ek olarak sinir sistem inin diğer bütün
alanlarına da iletilir.
Fonksiyonel Birim
Merkezi sinir sistemi 100 milyardan fazla nöron Motor Bölüm-Uygulama (Efektör) Organları
dan oluşmuştur. Şekil 4 5 : 1 serebral m otor korteks-
te bulunan tipik bir nöronu göstermektedir. Gelen Sinir sistem inin en önemli temel rolü çeşitli vücut
sinyaller nöronal dendritlerdeki veya hücre gövde aktivitelerinin kontrolüdür. Bunu, (1) bütün vücut
sindeki sinapslar aracılığıyla nörona girerler. Farklı taki iskelet kaslarının kontraksiyonunu (2 ) iç or
tipteki nöronlar için sayıları birkaç yüz veya ganlardaki düz kasların kontraksiyonunu, ve (3)
2 0 0 .0 0 0 ’e kadar varan, giriş lifleri ile yapılan böyle vücudun birçok yerlerindeki iç ve dış salgı bezleri
sinaptik bağlantılar vardır. Diğer taraftan, çıkış sin nin salgılamalarını denetleyerek yürütür. Bütün bu
yalleri tek aksonda yol alarak nöronu terk ederler, aktivitelere sinir sistem inin m otor fonksiyonları,
fakat bu akson merkezi sinir sistem inin diğer kı kas ve bezlere de, sinir sinyalleri ile gönderilen
sımlarına veya vücudun perifeıik bölümlerine git em irleri uyguladıkları için uygulam a organları
mek üzere pek çok dallara ayrılır. (efektör) adı verilir.
Sinapsların bir özelliği sinyallerin nadir koşullar Şekil 4 5 -3 ’de sinir sistem inin iskelet kaslarının
haricinde normal olarak yalnız hep ileri yönde kontraksiyonlarını kontrol eden m otor sinir ekseni
(aksondan dendritlere) gitmesidir. Bu özellik sin görülmektedir. Bu eksene paralel olarak, düz kasla
yallerin gerekli sinirsel fonksiyonları yerine getir rı ve bezleri kontrol eden benzer bir sistem de oto
mesi için istenilen yönde iletilm esine izin verir. İle nom sinir sistemidir. Otonom sinir sistem i Bölüm
ride göreceğimiz gibi nöronlar sinir sistem inin 60’da ele alınacaktır.
fonksiyonlarını belirleyen pek çok çeşitli sinirsel Şekil 4 5 -3 ’cJe iskelet kaslarının, merkezi sinir sis
ağları oluşturmuşlardır. teminin çeşitli düzeylerinden kontrol edildiğine
dikkat ediniz: (1) Omurilik; (2) medulla oblongata,
pons ve mezensefalonun retiküler maddesi, (3) b a
Sinir Sisteminin Duysal Bölüınü-Duysal zal gangliyoıılar, (4) serebellum, (5) motor korteks.
Reseptörler Bütün bu farklı alanların vücut hareketlerinin
kontrolünde özgül rolleri bulunmaktadır. Alt böl
Sinir sistemi aktivitelerinin çoğu duysal reseptörler geler, özellikle duysal uyaranlara vücudun ani, oto
den gelen duysal bilgilerle başlar. Bu reseptörler, matik cevaplar vermesi, yukarı bölgeler de beyin
görme reseptörleri, işitm e reseptörleri, vücut yüze deki düşünce süreçlerinin ürünü olan vücut hare
yindeki dokunma reseptörleri ya da öteki çeşitli re ketlerinin kontrolü ile ilgilidirler.
512
BÖLÜM 45 • Sinir Sisteminin Organizasyonu; Sinapsların Temel Fonksiyonları ve Transmiter M addeler 513
Omurilik <
Ş E K İL 45 - 1 Somestetik
Beynin büyük bir nöronunun yapısı ve önemli fonksiyonel alan Motor
kısımları gösterilmiştir. (Guyton’dan: Basic Neuroscience: / ^korteks
Anatomy and Physiology, Philadelphia, W.B. Saunders
Company, 1987).
Talamus
Bulboretiküler
iormasyorı^ .
i Pons
Bilgilerin İşlenmesi-Sinir Sisteminin Serebellum tMedulla
y
“İntegratif” Fonksiyonu
Sinir sistem inin başta gelen görevlerinden biri, ge J Ağrı, soğuk, sıcak
len bilgileri, uygun motor cevaplar yaratacak şekil (Serbest sinir uçları)
Omurilik
de işlemektir. Gerçekten, beyin gelen duysal bilgi Basınç
(pacini korpuskülü)
lerin yüzde 99’daıı fazlasını geçersiz ve önemsiz (Genişlemiş uçlu reseptör)
olarak ayırır. Örneğin, genellikle giysilere değen vü
cut bölümlerinden, otururken uygulanan basınç Dokunma
(Meissner korpuskülü)
tan hiç haberdar olmayız. Ayııı şekilde, dikkat, gör
me alanındaki cisimlerden belirli bir tanesine yö Kas iğciği
neltilir. Çevredeki sürekli gürültü genellikle bilinç Golgi tendon
altı düzeyde algılanır. apareyi Kinestetik
reseptör
Önemli duysal bilgi seçildikten sonra, istenen ce
vabı oluşturmak için beyindeki uygun integratif ve
Eklem
m otor bölgelere gönderilir. Bilgilerin bu şekilde
yönlendirilme ve işlenm esine sinir sistem inin in
tegratif fonksiyonu adı verilir. Eğer bir şahıs elini sı
cak bir sobaya değdirirse, istenen cevap eli geri Sinir sisteminde somatik duysal eksen.
514 ÜNİTE IX • Sinir Sistemi: A. Genel İlkeler ve Duysal Fizyoloji
Üst Beyin ya da Kortikal Düzey bir merkezi işleme ünitesinin de eklenmesi gerekir. Bu
ünite de beynimizde dikkatimizi önce bir düşünce veya
duygu ya da motor aktiviteye, sonra da ötekine vb. yö
Sinir sisteminin medulla spinaiis ve alt beyin düzey nelterek bir seri kompleks düşünce ya da hareketi yara
lerindeki fonksiyonlarını yeniden saydıktan sonra tan mekanizmanın benzeridir.
beyin koıteksine yapacak ne kalmaktadır? Bunun Şekil 45-4 modern bir bilgisayarın şemasını göster
yanıtı karmaşıktır, ancak beynin son derece geniş mektedir. Bu şemanın kısaca incelenmesi bile, sinir sis
bir bellek deposu olması faktörü ile başlanabilir. temiyle benzerliklerini ortaya koymaya yeterli olur. Çok
Korteks hiçbir zaman yalnız çalışmaz; her zaman si amaçlı bir bilgisayarın temel unsurları ile insan sinir sis
nir sisteminin alt merkezleri ile birlikte çalışır. temi arasındaki benzerlikler, beynin aslında temel olarak
duysal bilgileri sürekli olarak toplayıp depo edilmiş bilgi
Beyin korteksi olmadan, alt beyin fonksiyonları
lerle birlikte vücut aktivitelerinin günlük ilerleyişini ida
çoğu kez hassas değildir. Kortikal bilginin geniş de re etmek için kullanan bir bilgisayar olduğunu gösterir.
posu, bu fonksiyonları am aca uygun, kesin ve has
sas işlemlere çevirir.
Nihayet beyin korteksi, düşünme işlemlerinin
çoğu için temel yapıdır, fakat bu işlemde tek başına
MERKEZİ SINIR SİSTEMİ SINAPSLARI
işlev göremez. Gerçekten alt merkezler, beyin kor-
teksinde uyanıklığa neden olur ve bellek bankasını
Her tıp öğrencisinin bildiği gibi, sinir sistem inde
beynin düşünme mekanizmalarına açar.
bilgi, aksiyon potansiyelleri şeklinde, birbirini izle
Böylece sinir sistem inin her bölüm ünün özgül
yen nöronlar boyunca ilerletilir. Bu aksiyon potan
fonksiyonları yerine getirdiğini görüyoruz. Ama,
siyellere basitçe “sinir impulsları” (uyarılalı) denir.
depolanmış bilgiler dünyasını zihnin kullanımına
Ancak, ek olarak, her impuls (1) iletisi bir nörondan
açan koıtekstir.
ötekine geçerken duraklatılabilir, (2 ) tek bir im-
pulstan tekrarlayan impulslara dönüşebilir, ya da
(3) başka nöronlardan gelenlerle entegre edilerek,
birbirini izleyen nöronlarda çok daha karmaşık bir
SİNİR SİSTEMİNİN BİR ELEKTRONİK karakter kazanabilir. Bütün bu işlevler nöronların
BİLGİSAYARLA KARŞILAŞTIRILMASI sinaptik fonksiyonları olarak sınıflandırılabilir.
Elektronik bilgisayarlar pek çok farklı bilim adamları ta
rafından dünyanın çeşitli laboratuvarlarında ilk üretildi
ği zaman, kısa sürede bu makinelerin hepsinin sinir sis
Sinaps Tipleri-Kimyasal ve Elektriksel
temiyle birçok ortak yönlerinin bulunduğu görüldü. İlk Sinapslar
olarak, hepsinin giriş (input) devreleri sinir sisteminin
duysal bölümü ve çıkış (output) devreleri motor bölümü İki çeşit sinaps bulunmaktadır: (1) Kim yasal sinaps
ile karşılaştırılabilir. Girişlerle çıkışlar arasındaki iletici ve (2 ) elektriksel sinaps.
yolda çeşitli bilgi işlem fonksiyonlarını yürüten meka
İnsan sinir sisteminde sinyal iletiminde kullanılan
nizmalar vardır.
Basit bilgisayarlarda çıkış sinyalleri, doğrudan giriş sinapsların hem en hepsi kim yasal sinapslardır.
sinyalleri ile kontrol edilir. Bu işlemler medulla spinalis- Bunlarda ilk nöron, sinaps bölgesinde nörotransmi-
teki basit reflekslere benzetilebilir. Ancak, daha karmaşık ter adı verilen bir kimyasal madde (ya da sıklıkla ba
bilgisayarlarda çıkışı hem giriş sinyalleri, hem de bilgisa sitçe transmiter m adde denir)salgılar ve bu transmi
yarların belleğinde daha önceden depo edilmiş bulunan ter nöronun eksite veya inhibe ettiği ya da başka
bilgiler saptar; bu da daha karmaşık reflekslere ve sinir yoldan duyarlığını değiştirdiği ikinci nöronun
sisteminin üst düzeylerindeki bilgi işlem mekanizmala membıanındaki reseptör proteinleri etküer. Şimdi
rına benzemektedir. Bundan başka, bilgisayarları daha
ye kadar 40’tan fazla transmiter maddesi bulunmuş
da geliştirmek için, tüm işlemlerin dizilişini saptayacak
tur. Bu maddeler arasında asetilkolin, norepinefıin,
histamin, gama-aminobütirik asit (GABA), glisin,
serotonin ve glutamat en çok bilinenleridir.
Buna kaışüık, elektriksel sinapslar, elektriği bir
Problem*-- Giriş Çıkış — Yanıt hücreden ötekine ileten direkt kanallardır. Bunların
çoğu küçük protein tübülleıinden ibarettir. Yarık
I r r bağlantılar adı verilen bu yapılar bir hücrenin için
t den ötekine iyonların serbest hareketlerini sağlar.
Çözme ilk İşlem
işlemi I sonuçları
Dnuçli sonuçları Bunlar Bölüm 4 ’te tartışılmışür. Merkezi sinir siste
Bilgi
TT deposu
minde az sayıda bulunan yarık bağlantıların önemi
TT bilinmiyor. Öte yandan yanyana bulunan viseral düz
kas lifleri arasında (Bölüm 8 ) ve kalp kası hücreleri
1} Merkezi işlem Hesap
ünitesi ünitesi
arasında (Bölüm 10) aksiyon potansiyelleri bu geçit
bölgeleri ya da benzeri bağlantılarla iletilmektedir.
Mitokondriler
Sinapsların Fizyolojik Anatomisi
\
Şekil 45-5 m edulla spinalisin ön boynuzundaki Presinaptik
tipik bir ön m otor nöronu gösteriyor. Bu nöron
Reseptör
başlıca üç kısımdan oluşm uştur: Som a, nöronun proteinler
ana gövdesidir; tek bir akson som a bölüm ünden Sinaps aralığı
om uriliği terkeden p erifeıik sinire uzanır; deııd- (200-300
ritler so m ad an m edulla sp in alisi çevreleyen angstrom)
Nöron Som ası
alanlara dallanarak uzanan 1 m m ’lik çok sayıda
uzantılardır.
Motor nöronda dendrit ve soma yüzeylerinde Ş E K İL 45 - 6
1 0 . 0 0 0 kadar veya 2 0 0 .0 0 0 ’den daha fazla sayıda Sinapsın fizyolojik anatomisi.
BÖLÜM 45 • Sinir Sisteminin Organizasyonu; Sinapsların Temel Fonksiyonları ve Transmiter M addeler 517
maddelerin sentezi için gerekli enerjiyi sağlayan haberci" aktivatörüdür. Bu maddeler daha sonra
adenozin trifosfatı sentezler. belirli hücresel fonksiyonları değiştirmek üzere
Bir aksiyon potansiyeli pıesinaptik terminale ya “ikinci haberci" görevi üstlenirler.
yıldığı zaman, m em bran depolaıizasyonu az sayı
da veziküliin sinaps aralığına boşalmasına neden İyon Kanalları. Postsinaptik nöron m em branında-
olur. Serbestlenen transmiter postsinaptik nöron ki iyon kanalları genellikle iki tiptir: ( 1 ) katyon k a
m em branı geçirgenliğinde ani bir değişiklik yara nalları, çoğunlukla sodyum iyonlarının faJcat b a
tır; bu da nöronun reseptör özelliklerine göre post zen de potasyum ve kalsiyum iyonlarının geçişine
sinaptik nöronun eksitasyon ya da inhibisyonuna izin verir, (2 ) anyon kanalları, daha çok klorür
yol açar. iyonlarının fakat çok az miktarda diğer anyonların
geçişine izin verir.
A k s iy o n P o ta n s iy e lle rin P re sin a p tik Sodyum iyonlarını ileten kat}>oıı kan alları nega
T e rm in a lle rd e n T ra n sm ite rin tif yüklüdür. Bu yükler, kanal çapı hidrate sodyum
S e rb e s tle tm e s in e Yol A çan M eka nizm a iyonunkinden daha büyük çapa ulaştığında pozitif
yüklü sodyum iyonlarını çekerler. Fakat aynı nega
-K a lsiyu m İyon la rın ın Rolü
tif yükler klorür iyonlarını ve diğer anyonları iterler
ve geçişlerini önlerler.
Presinaptik term inali kaplayan hücre membranı-
Anyon kanallarına gelince, kanal çapları yeterin
na presin aptik nıem bran adı verilir ve burada çok
ce büyüdüğünde klorür iyonları kanallardan geçe
sayıda voltaj-kapılı kalsiyum kanalları bulunur.
rek, ters yönde ilerlerler. Ancak sodyum, potasyum
Bu nedenle, bu kanalların çok az sayıda bulundu
ve kalsiyum katyonları iyonlarının hidrate şekilleri
ğu sinir lifinin öteki bölgelerinden oldukça farklı
geçiş için çok büyük olduklarından engellenirler.
dır. Aksiyon potansiyeli term inali depolaıize ettiği
Daha sonra göreceğimiz gibi, sodyum kanalları
zaman, çok sayıda kalsiyum iyonu bu kanallardan
nın açılması postsinaptik nöronu uyarır. Böylece
term inalin içine akar. Sinaps aralığına serbestle
sodyum kanallarını açan transmiter madde eksita-
nen transm iterin miktarı term inale giren kalsi
yum iyonlarının sayısı ile doğrudan ilişkilidir. Kal
tör transmiter olarak adlandırılır. Diğer taraftan a ç
ılan klorür kanalları nöronları inhibe ederler ve bu
siyum iyonlarının bu serbestlem e mekanizmaları
transmiter maddeler inhibitor transmiter olarak
tam bilinm iyorsa da aşağıdaki tarzda olduğu sa
adlandırılırlar.
nılmaktadır.
Transmiter madde bir iyon kanalını aktive etti
Kalsiyum iyonları presinaptik terminale girdikle
ğinde, kanal genellikle milisaniyenin bir bölümü
ri zaman presinaptik m em branm iç yüzeyindeki
içerisinde açılır; transmiter madde artık mevcut ol
serbestlem e yerleri adı verilen özel protein molekül
madığında kanal aynı hızla kapanır. Bu nedenle,
lerine bağlanırlar. Bu da bağlanma bölgelerine ya
iyon kanallarının açılması ve kapanması postsi
kın transm iter veziküllerinin de m em bıana bağla
naptik nöronların hızlı aktivasyonuna veya hızlı in
narak onunla kaynaşmaları, sonunda da, eksositoz
hibisyonuna neden olurlar.
olayı ile dışa açılmalarına neden olur. Her bir aksi
yon potansiyelinden sonra birkaç vezikiil transmi-
Postsinaptik N öronda "İkinci H aberci" Sis
terleıini aralığa boşaltır. Nörotransm iter olarak
tem . Sinir sistem inin pek çok fonksiyonu (örne
asetilkolin depolayan bu veziküllerin her birinde
ğin belleğin işlenm esindeki gibi) başlangıçtaki
2 . 0 0 0 - 1 0 . 0 0 0 arası asetilkolin molekülleri bulunur.
transm iter m addesi uzaklaştıktan sonra nöronlar
Presinaptik terminalde, birkaç yüz aksiyon potan
da saniyelerden aylara kadar sürebilen değişiklik
siyelden 1 0 .0 0 0 ’den daha fazla sayıda aksiyon po
leri gerektirir. İyon kanalları uzatılmış postsinap
tansiyeli iletmeye yetecek miktarda vezikül vardır.
tik n öıonal değişiklikleri oluşturmak için uygun
değildir, çünkü bu kanallar transm iter madde ar
T ra n s m ite r M a d d e n in P o stsin a p tik
tık mevcut olm adığında milisaniyeler içinde ka
N ö ro n a E tk is i-"R e s e p tö r P r o te in le r in panırlar. Çoğu kez, uzatılm ış n öron aktivitesi
F o n ksiyo n u postsinaptik nöron hücresinin içinde “ikinci h a
b erci” bir kimyasal sistem i aktive etm ekle elde
Şekil 45-6’da görüldüğü gibi, sinaps bölgesinde edilir ve daha sonra ikinci haberci uzamış etkiye
postsinaptik nöron m em branında çok sayıda re neden olur.
septör proteinleri bulunur. Bu reseptörlerin iki İkinci haberci sistem in birçok çeşidi vardır. Nö
önemli bileşeni vardır: (1) Membrandan sinaps ronlarda en çok görülen ikinci haberci G-proteinle-
aralığına uzanarak presinaptik terminalden nörot- ri diye adlandırılan bir grup proteini kullanır. Şekil
ransm iterle birleşen bir bağlan m a bölüm ü, (2 ) 45-7’nin üst sol köşesi transmiter madde tarafın
postsinaptik nöronun m em bran boyunca içine ka dan aktive edilen bir m em bran reseptör proteinini
dar uzanan iyonofor bölüm . İyonofor iki tipten biri göstermektedir. Bir G-proteini reseptör proteininin
olabilir: ( 1 ) belirli tipteki iyonların kanallardan ge hücrenin iç kısmına uzanan kısmına bağlanmıştır.
çm esine izin veren iyon kan alı veya (2 ) iyon kanalı G-proteini de üç bölümden oluşur: G-proteininin
olmayan, fakat bunun yerine hücre sitoplazması- aktivatör kısmı olan bir a bölümü, reseptör prote
mn içine uzanan ve postsinaptik nöronun içinde ine komşu olan hücre zarının içine G-proteinini
bir veya daha fazla maddeyi aktive eden bir "ikinci bağlayan beta ((3) ve gama y bölümleridir. Bir sinir
518 ÜNİTE IX • Sinir Sistemi: A. Genel İlkeler ve Duysal Fizyoloji
Ş E K İL 45 - 7
Başlangıç nöronundaki
transmiter madde ile ikinci
nöronun sitoplazm asına
öncelikle G-proteini ser
bestleyerek ikinci nöronun
aktive edilmesini sağlayan
"ikinci haberci” sistem. Şe
kilde G-proteinin birbirini
takip eden dört etkisi gös
GTP terilmektedir. 1. İkinci nö
ronun m em branm daki
iyon kanallarının açılması,
cGMP 2. nöronun membranında-
ki enzim sisteminin aktive
edilmesi, 3. intraselüler
enzim sistem inin aktive
edilmesi; ve/veya 4. İkinci
kimyasal aktivatörler değişiklikler nöronda gen transkrip
siyonunun oluşması.
impulsu tarafından aktive edildiğinde G-proteini- olsun, farklı nöron yollarının yanıtlam a özellikleri
nin a kısmı, p ve y kısımlarından ayrılır ve böylece ni değiştirmeleri için çok önemlidir. Bu konuya si
hücrenin sitoplazması içinde hareket serbestliği el nir sistem inin bellek fonksiyonlarım tartıştığımız
de eder. Bölüm 57’de detaylı bir şekilde yer vereceğiz.
Ayrılan a. -bölümü her nöronun özelliğine bağlı
olarak sitoplazmada bir veya daha fazla fonksiyon P o stsin a p tik M e m b ra n d a E k s ita tö r ve
gösterir. Şekil 45-7 meydana gelebilecek dört değişik in h ib ito r R e s e p tö rle r
liği göstermektedir. Bu değişiklikler aşağıdaki gibidir:
Bazı postsinaptik reseptörler aktive edildiklerinde
1. Postsinaptik hücre m em branı boyunca özel iyon postsinaptik nöronu uyarırlar, bazıları da inhibisyona
kanallarının açılması. Şeklin sağ üst köşesinde G- neden olurlar. Hem inhibitor, hem eksitatör tipteki
pıoteinine yanıt olarak açılan bir potasyum kanalı reseptörlerin bulunmasının önemi, sinir fonksiyonu
görülmektedir; bu kanal, ikinci haberci sistemi kul na ek bir boyut vererek eksitasyonun olduğu kadar si
lanmadan direkt aktive olan iyon kanallarının hızlı nirsel aktivitelerin de sınırlanmasının sağlanmasıdır.
kapanmasının aksine genellikle uzun süre açık kalır. Eksitasyon veya inhibisyona sebep olan farklı re
2. Nöron hücresinde siklik adenozin nıono fosfat septörler tarafından kullanılan farklı moleküler
(cAMP) veya siklik guanozin m onofosfat (cGMP)'m mekanizmalar ve m em bran m ekanizm aları aşağı
aktivasyonu. Nöronlarda çok özel metabolik meka daki gibidir.
nizmayı ya siklik AMP’nin veya siklik GMP’nin kont
rol edebildiğini haürlayınız. Böylece hücre yapısının Eksitasyon
uzun süreli değişimi de dahil olmak üzere pek çok
kimyasal sonucun alınmasına neden olur. Bu durum 1. Fazla sayıdaki p o z itif elektrik yükünün, postsi
nöronun uzun-süreli uyarılabilirliğini değiştirir. naptik hücrenin içine akm asını sağ lam ak üzere
3. Bir veya d a h a fa z la sayıda intraselüler enzimin sodyum kanallarının açılm ası. Bu durum, m em b
aktivasyonu. G-proteini, intraselüler enzimlerden ran potansiyelini eksitasyon için gerekli olan eşik
bir veya daha fazlasını direkt olarak aktive edebilir. değerine doğru pozitif yönde artırır. Eksitasyona
Enzimler de, hücredeki pek çok spesifik kimyasal neden olmanın en fazla kullanılan şeklidir.
fonksiyonlardan herhangi birine sebep olabilirler. 2. Kloriir veya potasyum kan alların dan biri veya
4. Gen transkripsiyonunun aktivasyonu. Bu bel her ikisi aracılığı ile baskılanm ış ileti. Bu negatif
ki de postsinaptik nöronun ikinci haberci sistem yüklü klorür iyonlarının postsinaptik nöronun iç
lerinin en önemlisidir. Gen transkripsiyonu, n ö ine difüzyonlarını veya pozitif yüklü iyonların dışa
ronda yeni proteinlerin oluşm asına neden olabilir rı difüzyonlarını azaltır. Her iki durumda da içerde
ve bu proteinler de hücrenin m etabolik m ekaniz ki mem bran potansiyeli norm alden daha pozitif
malarım veya yapısını değiştirebilirler. Özellikle hale gelir ki, bu da eksitasyondur.
uzun-süreli bellek işlem lerinde, uygun olarak akti 3. Hücre aktivitesiııi uyarm ak için hücrenin iç
ve edilen nöronlarda yapısal değişiklikler oluştuğu m etabolizm asındaki çeşitli değişiklikler veya bazı
bilinmektedir. durumlarda, eksitatör m em bran reseptörlerinin
Böylece, nörondaki ikinci haberci sistemlerinin sayısında artış ya da inhibitor m em bran reseptör
aktivasyonu, ister G-proteini ister diğer proteinler lerinin sayısında azalma olmasıdır.
BÖLÜM 45 • Sinir Sisteminin Organizasyonu; Sinapsların Temel Fonksiyonları ve Transmiter M addeler 519
İnhibisyon
Nöropeptidler, Yavaş Etkili Transmiterier
1. Reseptör m olekülü aracılığıyla klorür iyon k a
nallarının açılm ası. Bu durum negatif yüklü klorür Hipotalamik-serbestletici hormonlar
Tirotropin-serbestletici hormon
iyonlarının postsinaptik nöronun dışından içine
Luteinizan hormon-serbestletici hormon
doğru hızlı difüzyonuna izin verir, böylece negatif Somatostatin (büyüme hormonu inhibitör faktörü)
yükleri içeri taşır ve içerdeki negativiteyi artırır ki Hipofiz peptidleri
bu da inhibisyondur. ACTH
2. Reseptör aracılığıyla potasyum iyonlarının ile p-Eııdorfin
a-Melanosit-stimüle edici hormon
tim inde artış. Bu artış, pozitif potasyum iyonları Prolaktin
nın dışarı difüzyonunu sağlar ki, bu da yine inhi Luteinizan hormon
bisyondur. Tirotropin
3. Hücresel metabolik fonksiyonları inhibe eden Büyüme hormonu
Vazopressin
veya inhibitör sinaptik reseptörlerin sayılarını artı Oksitosin
ran veya eksitatör reseptörlerin sayısını azaltan re Barsak ve beyinde etkili peptidler
septör enzim lerinin aktive edilmesi. Lösin enkafalin
Metionin enkafalin
P maddesi
Gastrin
Sinaptik Transmiterier Olarak Kolesistokinin
Fonksiyon Gören Kimyasal Maddeler Vazoaktif intestinal polipeptid (VİP)
Sinir büyüme faktörü
Beyin kaynaklı ııörotropik faktör
Elliden fazla kimyasal maddenin sinaptik transm i
Nörotensiıı
ter olarak fonksiyon gördüğü kanıtlanmış, ya da İnsülin
ileri sürülmüştür. Bunların bir çoğu Tablo 45-1 ve Glukagon
45-2 ’de iki grup sinaptik transmiter olarak verilmiş Başka dokulardan
tir. Tablolardan ilki hızlı hareket eden küçük-mole- Anjiyotensin II
Bradikinin
küllü tıansm iterleri kapsar. Diğeri, daha büyük Karnozin
moleküler yapıya sahip ve daha yavaş hareket eden Uyku peptidleri
nöropeptidleri kapsar. Kalsitonin
Hızlı hareket eden küçük moleküllü transmiter-
ler beyne duysal sinyallerin ve kaslara motor sin
yallerin iletilmesi gibi sinir sistem inin ani cevapla taşınım ile absorbe edilirler. Daha soma, bir aksiyon
rının bir çoğuna neden olanlardır. Diğer taraftan potansiyelin presinaptik terminale ulaştığı her seferde,
nöropeptidler genellikle reseptörlerin sayılarında birkaç vezikül transmiterlerini aynı anda sinaptik ara
uzun süreli değişmeler, bazı iyon kanallarının uzun lığa bırakırlar; bu olay daha önce anlatılan mekanizma
süreli açılması ve kapanması ve belki de sinapsla- ile milisaniye veya daha kısa bir sürede oluşur. Trans
rın sayıları ve büyüklüklerinin bile uzun süreli de miterin küçük-molekül tipinin postsinaptik membran
ğişmesi gibi uzun-süreli etkilere neden olurlar. reseptörleri üzerindeki daha somaki etkisi de genellik
le bir milisaniye veya daha kısa sürede oluşur. Genel
K ü ç ü k -M o le k ü llü , Hızlı H a re ke t Eden likle etki, iyon kanalları aracılığıyla geçirgenliği artıran
T ra n s m ite rie r veya azaltan bir reseptör proteinini aküve etmektir. Ör
neğin eksitasyona neden olan sodyum iletimini veya
Pek çok durumda küçük-molekül tipi transmiterier inhibisyona neden olan potasyum veya klor iletimini
presinaptik terminalin sitozolünde sentezlenir ve daha artırmak gibi. Bazen transmiterlerin küçük-molekül
sonra terminaldeki birçok transmiter vezikülüne aktif tipleri iyon kanallarını açmak yerine reseptörler tara
fından aktive edilen enzimleri stimüle ederler, bu da
hücrenin iç metabolik işleyişini değiştiril'.
prensiplerine uyan tipik bir' kiıçük-molekül transmi- N itrik oksit genellikle uzun süreli davranış ve
terdir. Bu transmiter madde presinaptik terminalde bellekten sorum lu beyin bölgelerinde görülür.
kolin asetiltransfemz enzimi varlığında asetil koeıı- Bundan dolayı bu transm iter sistem şim diye ka
zim A ve kolinden sentezlenir. Daha sonra özel vezi- dar anlaşılam ayan davranış ve bellek fonksiyon
küllerine taşınır. Veziküller siııaptik aralığa asetilkolin larını açıklam aya yardım edebilir. Nitrik oksit,
serbestlediğinde, siııaptik aralığın boşluğunu doldu presinaptik term inalde oluşumu ve postsinaptik
ran pıoteoglikan retikulumuna bağlı koliııesteraz en nöronlar üzerindeki etki m ekanizm aları b akı
zimiyle hızlı bir şekilde tekıar asetat ve koline parç m ından diğer küçük-m oleküllü transm iterlerden
alanır. Fakat, daha sonra veziküller kazanılır ve kolin farklıdır. Diğer tran sm iterler gibi, presinaptik
de tekrar yeni asetilkolin sentezinde yeniden kullanıl term inaldeki veziküllerde önceden sentezlenip
mak üzere aktif olarak terminale taşınır. depo edilm ez. Aksine nitrik oksit, gerek duyuldu
ğunda sentezlenir ve vezikülleıden serb estlen
Önemli Bazı Küçük - Molekül Transmiterlerin mek yerine, birkaç saniye içerisinde presinaptik
Ö ze llik le ri. Küçük-nıolekiil tıan sm iterin en term inallerden dışarı difiize olur. D aha sonra
önemlileri aşağıda verilmiştir. kom şu postsinaptik nörona difüze olur. P ostsi
Asetilkolin beynin birçok alanlarındaki nöronlar naptik nöronda, m em bran potansiyelini fazla
da salgılanır fakat özellikle bulunduğu nöronlar şöy değiştirmez, ancak bunun yerine saniyeler, daki
le sıralanabilir: Motor korteksin büyük piramidal kalar ve belki de daha uzun bir süre için nöronun
hücreleri, bazal gangliyonlardaki birçok farklı nö uyarılabilirliğini modifiye eden hücre içi m eta
ronlar, iskelet kaslarını ineı ve eden motor nöronlar, bolik fonksiyonları değiştirir.
otonom sinir sisteminin tüm pregangliyoner nöron
ları ile parasempatik sistemin postgangliyoner nö N ö ro p e p tid le r
ronları ve sempatik sistemin bazı postgangliyoner
nöronları. Asetilkolinin çoğunlukla eksitatör etkisi Nöropeptidler farklı bir şekilde sentez edilen, hare
vardır; ancak bazı peıiferik parasempatik sinir uçla ketleri yavaş olan ve diğer yönlerden de küçük-m o
rının, vagus sinirleri ile kalbin inhibisyonu gibi, in- leküllü transmiterlerden tam am en farklı olan bir
hibitör etkileri de olduğu bilinmektedir. grup transmiterlerdir.
N orepinefrin hücre gövdeleri beyin sapında ve Nöropeptidler presinaptik terminalin sitozolüııde
hipotalam usta yer alan birçok nöron tarafından sentezlenmezler. Bunun yerine nöıonal hücre göv
salgılanırlar. N orepinefrin salgılayan nöronlar desindeki ribozomlar tarafından büyük protein m o
özellikle ponstaki lokus serııleıısta yer alıp uzantı leküllerinin bir parçası olarak sentezlenirler. Protein
larını beyinde geniş alanlara göndererek beynin molekülleri önce hücre gövdesinin endoplazmik re-
tüm aktivitelerini ve uyanıklık düzeyinin artırılma tikulumuna, daha sonra da iki değişikliğin gerçekleş
sı gibi zihinsel faaliyetleri kontrol ederler. Bu alan tiği Golgi apareyine giderler: önce protein enzimatik
ların birçoğunda norepinefrin eksitatör reseptörle olarak küçük parçalara bölünerek ya nöropeptid ya
ri, bazılarında ise inhibitör reseptörleri uyarır. No da nöropeptid pıeküısör maddesini serbestler. Son
repinefrin aynı zamanda sem patik sinir sisteminin ra Golgi apareyi sitoplazmaya serbestlenen nörot-
postgangliyoner liflerin çoğu tarafından salgılana ransmiteri küçük transmiter vezikülleri halinde pa
rak bazı organları eksite, bazılarını da inhibe eder. ketler. Daha sonra transmiter vezikülleri günde bir
D opam iıı substansiya nigradan kaynaklanan n ö kaç cm gibi oldukça yavaş bir hızla akson sitoplaz-
ronlardan serbestlenir. Bu nöronların uzantıları, masının aksonal akım ıyla sinir liflerinin uçlarına ka
başlıca bazal gaııgliyonların korpus striatumunda dar taşınırlar. Son olarak bu veziküller küçiik-mole-
sonlanırlar. Dopaminin etkisi genellikle inhibis- küllü transmiterleıde olduğu gibi aksiyon potansiye
yoridur. line yanıt olarak transmiterlerini serbestlerler. Ancak
Glisin başlıca medulla spinalis sinapslarında sal vezikül otolize edilir ve yeniden kullanılmaz.
gılanır. Büyük olasılıkla daima inhibitör transmiter N öropeptidlerin oluşum u zahm etli bir işlem
olarak işlev görür. olduğu için, bunlar küçük-m oleküllü tıan sm iter-
G am a-am in obiitirik asid (GABA) medulla spi lere göre daha az m iktarda salınırlar. N öropep
nalis, serebellum , bazal gangliyoıılar ve korteksin tidlerin küçük-m oleküllü transm iterlerden ge
birçok alanlarındaki sinir terminalleri tarafından nellikle bin kez ya da daha fazla etkin olm aları bu
serbestlenir. Daima inhibisyona neden olduğu sa açığı kapatır. N öropeptidlerin diğer önem li bir
nılmaktadır. özelliği de daha uzun süreli etkilere neden o lm a
G lııtam at m uhtem elen birçok duysal yolların larıdır. Bu uzun süreli etkilerden bazıları, kalsi
presinaptik term inallerinde ve korteksin birçok yum porlarının kapanm ası, hücrenin m etabolik
alanlarında serbestlenir. Daima eksitasyona neden işleyişindeki değişiklikler, hücre çekirdeğindeki
olduğu sanılmaktadır. özel genlerin aktivasyonu veya deaktivasyonun-
Serotoniıı, beyin sapında median rafede başlayan daki değişiklikler ve eksitatör veya in h ibitör re
ve beynin ve omuriliğin birçok alanlarına özellikle septörlerin sayılarındaki uzun süreli değişm eler
hipotalamusa uzanan çekirdeklerinden salgılanır. gibi sıralanabilir. Bu etkilerden bazıları günler, ya
Serotoninin spinal ağrı yollarında daima inhibitör da hatta aylar veya yıllar sürebilir. N öropeptidle
etkisinin bulunduğu, şahsın ruh halini kontrol ettiği rin fonksiyonları konusundaki bilgilerim iz henüz
ve belki de uykuya neden olduğuna inanılmaktadır. gelişm eye başlam ıştır.
BÖLÜM 45 • Sinir Sisteminin Organizasyonu; Sinapsların Temel Fonksiyonları ve Transmiter M addeler 521
Dışardaki konsantrasyonJ
rasyon faiklarını göstermektedir: Bu iyonlar; sod Burada EMF, milivolt cinsinden m em branın için
yum, potasyum ve klorür iyonlarıdır. deki Nernst potansiyelidir. Pozitif iyonlar için n e
En üstte, sodyum iyon konsantrasyonunun ekst- gatif (-), negatif iyonlar için pozitif (+) olacaktır.
ı aselüler sıvıda yüksek (142 mEq/litre), nöron için Şimdi üç iyon için iyon hareketlerini tam durdu
de ise düşük olduğu görülüyor (14 mEq/litre). Bu ran Nernst potansiyellerini hesaplayalım: Sodyum,
sodyum konsantrasyon gradyanını yaratan, sodyu potasyum ve klorür.
mu sürekli olarak nöronun dışına pompalayan Sodyum konsantrasyonu Şekil 45-8’de gösterildiği
sodyum pompasıdır. gibi, dışarıda 142 mEq/litre, içeride 14 mEq/litre
Şekil potasyum iyon konsantrasyonunun nöronun olursa sodyum kanallarından sodyum iyon hareketi
soma bölümünün içinde yüksek (120 mEq/litre) fakat ni önleyecek membran potansiyeli +61 milivolt ola
ekstıaselüler sıvıda düşük olduğu görülüyor (4,5 caktır. Ancak ölçülen gerçek membran potansiyeli
mEq/litıe). Bu potasyumu içeriye doğru pompalayan +61 milivolt değil, -65 milivolttur. Gerçekte, içeriye
bir potasyum pompasının da bulunduğunu gösterir. sızan sodyum iyonları sodyum pompasıyla hemen
(Bölüm 4'te açıklandığı şekilde Na+-K+ pompasının geriye dışarıya doğru pompalanarak nöron içindeki -
öteki yarısı). Ancak, potasyum iyonları dinlenim du- 65 milivoltluk negatif potansiyeli korunur.
Potasyum iyonları için konsantrasyon gradyanı
nöronun içinde 120 mEq/litre, dışında 4,5 mEq/litre-
dir. Bu da nöronun içinde - 8 6 milivoltluk bir Nernst
potansiyeli demektir ki, gerçekte ölçülen -65 mili
volttan daha negatiftir. Bu nedenle potasyum iyonla
rının nöronun dışına difüze olmaya eğilimleri vardır,
ancak bu eğilim potasyum iyonlarının sürekli olarak
geriye içeriye doğru pompalanması ile önlenir.
Son olarak klorür iyon gradyanı dışarda 107 mEq/lit
re ve içeride 8 mEq/litre iken nöronun içinde Nernst
potansiyeli -70 milivolt olarak hesaplanır. Bu değer öl
çülen gerçek değer olan -65 milivolttan biraz daha ne-
gaüf bir değerdir. Böylece klorür iyonları nöronların iç
ine sızmaya çalışırlar. Ancak sızan iyonlar belki de ak
tif bir klor pompası ile dışarıya geri taşınırlar.
K’ öronda som a membranının iki tarafı arasında sodyum,
Bu üç Nerııst potansiyelini ve iyonların difüzyon
potasyum ve klorür iyonlarının dağılımı. Bu intrasomal m em
bran potansiyelinin kaynağını oluşturmaktadır. eğilimlerinin doğrultusunu hatırda tutunuz. Çün
kü bu bilgi, reseptör iyon kanallarının sinaptik uya
522 ÜNİTE IX • Sinir Sistemi: A. Genel ilkeler ve Duysal Fizyoloji
rılmasıyla gerçekleşen nöronun eksitasyon ve inhi- Pozitif yüklü sodyum iyonlarının hızla nöronun
bisyonunu anlamada önem li olacaktır. içine akışı m em bran dinlenim potansiyelinin n e
gatifliğini kısmen nötürleştirir. Böylece Şekil 45-
Somanın İçinde Potansiyelin Eşit Dağılımı. Nöron 9B ’de m em bran potansiyeli -65 milivolttan -45 mi-
som asındaki iııtraselüler sıvı çok iletken bir eriyik livolta çıkar. Nöronun norm al istirahat potansiyeli
tir. Bundan başka nöronal som anın çok geniş ol nin üstündeki bu yükselmeye (yani daha az negatif
m ası da (10-80 m ikro-metre çapında) elektrik akı bir değere ulaşmaya) eksitatör postsinaptik p ota n
m ının som anın içinde bir bölümden başka bir b ö siyel (veya EPSP) adı verilir. Çünkü bu potansiyel
lüm e geçişinde hem en hem en hiç direnç olm am a yeteri kadar yükselince nöronda bir aksiyon potan
sına neden olur. Böylece, intrasomal sıvının h er siyeli yaratarak onu uyarır. Bu örnekte EPSP +20
hangi bir bölgesindeki potansiyel değişimi som a milivolttur (başlangıç değerinden 2 0 milivolt daha
nın her noktasına hem en hem en eşit olarak yayılır. pozitiftir).
Bu ilke, ileride göreceğimiz gibi nörona çeşitli kay Ancak, burada uyarmak gerekir ki, tek bir presi
naklardan gelen sinyallerin “sumasyori'u yönün naptik term inalin deşarjı nöron potansiyelini h i
den büyük önem taşır. çbir zam an -65 milivolttan -45 m ilivolta çıkara
maz. Amplitüdün artm ası için birçok term inalden
Sinaptik Eksitasyonurı Postsinaptik M em bran- deşarjların eşzam anlı olarak gelm esi (ön m otor
daki Etkisi - Eksitatör Postsinaptik Potansiyel. nöron için genellikle yaklaşık 40-80 adet) ya da kı
Şekil 45-9A, yüzeyinde uyarılmamış bir presinaptik sa aralarla birbirini izlem esi gerekir. Bu, ileride
term inal bulunan, istirahat halindeki bir nöronu detaylı olarak tartışılacağı gibi sum asyon olayı ile
gösteriyor. Som anın her yerinde m embran dinle- sağlanır.
nim potansiyeli -65 milivolttur. vj
şekil 45-9B ’de presinaptik terminalden term inal Nöronu Terkeden Aksonun Başlangıç Seg-
ile nöronun som a m em bram arasındaki aralığa bir m entinde Aksiyon Potansiyelin Doğuşu - Eksi
transm iter serbestlenmiştir. Bu transmiter m em b- tasyon Eşiği. EPSP yeterince yükselince, nihayet
randaki eksitatör reseptöre etki yaparak, m em bra- bir aksiyon potansiyelini başlatacak noktaya ula
rıın Na+’a geçirgenliğini artırmıştır. Nöronun için şır. Ancak aksiyon potansiyeli som a m em branında
deki yüksek sodyum gradyanı ve yüksek elektriksel eksitatör sinapslara bitişik bölgede başlam az. B u
negativiteden dolayı sodyum iyonları m em bıanın nun yerine, aksonun som adan ayrıldığı başlangıç
içine doğru hareket ederler. segm entinde başlar. Aksiyon potansiyelin kaynağı
nın bu nokta olm asının ana nedeni, som anın nis-
beten az sayıda voltaj-kapılı sodyum kanallarına
sahip olması ve bu yüzden EPSP'in bir aksiyon p o
tansiyeli yaratmaya yetecek kadar kanalı açam a-
masıdır. Öte yandan, başlangıç segm entindeki
voltaj-kapılı sodyum kanallarının konsantrasyonu
yedi kat daha fazla olduğundan, aksiyon potan si
yeli som aya göre çok daha kolay doğabilir. Başlan
gıç segm entinde bir aksiyon potansiyeli yaratacak
EPSP’in değeri +10 ile +20 milivolt arasındadır. Bu,
som a için gerekli olan yaklaşık +30 milivolt değe
rine zıttır.
Aksonun başlangıç
segmenti Aksiyon potansiyeli bir kez başladıktan sonra,
Eksitatör. hem akson boyunca perifere, hem de geriye, som a
B ya doğru yayılır. Birçok durumlarda dendritlere ya
yılırsa da hepsine geçemez, çünkü onlarda da so
ma gibi çok az sayıda voltaj-kapılı sodyum kanalla
Uyarılmış Nöron Aksiyon potansiyelinin rı bulunur ve dolayısıyla hem en hem en hiç aksiyon
yayılması potansiyeli meydana getiremez.
Cl- girişi Böylece Şekil 45-9B'de görüldüğü gibi, nöronun
eksitasyon için eşik değeri yaklaşık -45 milivolttur
Inhibitor
ki bu +20 milivoltluk bir EPSP'in, yani, -65 milivolt-
luk normal dinlenim potansiyelinden 2 0 milivolt
daha pozitif bir değerin karşılığıdır.
Ç’k'Ş1 jnhibe Edilen Nöron
klorür kanallarını açarak, klorür iyonlarının ko P o s ts in a p tik P o ta n siye lin Z a m a n Süreci \ r
layca geçişini sağlar. Şimdi, inhibitör sinapsların
postsinaptik nöronu nasıl inhibe ettiklerini an la Bir ön motor nöron uyarıldığı zaman nöron membra-
yabilm ek için, klorür iyonları ile ilgili Nernst p o ııı ancak 1 2 jnilisaniye kadar sodyum iyonlarına yük
tansiyelleri hakkında öğrendiklerimizi hatırlaya sek bir geçirgenlik gösterir. Bu sürede sodyum iyonla
lım. Bu potansiyeli klorür iyonları için -70 m ili rı postsinaptik hücrenin içine hızla difüze olarak nö
volt olarak hesaplam ıştık. Görüldüğü gibi, bu p o ron içi potansiyeli yükseltip EPSP yaratırlar. Şekil 45-
tansiyel istirahat halindeki nöron m em branının 10'da bu olay alttaki iki eğri ile gösterilmiştir. Bu potan
içinde m evcut -65 milivoltluk potansiyelden daha siyel daha sonraki 15 milisaniye içinde yavaşça azalır.
negatiftir. Bu nedenle, potasyum ve klorür kanal Çünkü fazla pozitif yüklerin uyarılmış nörondan dışa
larının açılm ası sırasında, potasyum iyonlarının rıya sızması ve normal dinlenim membran potansiye
dışa göçm esi m em bran potansiyelini norm alden linin yeniden oluşturulması için bu süre gereklidir.
daha negatif yapacak; klorür iyonlarının içe gö İnhibitör postsinaptik potansiyel (IPSP) için tam
çm esi de bu negatifliği daha artıracaktır. İntrase- aksi bir olay gelişir. Yani, inhibitör sinapslar m em b
lüler negatiflik derecesindeki bu artışa h iperpola- ran p erm eabilitesini potasyum ve/veya klorür
rizasyon adı verilir. Bu da m em bran potansiyelini iyonları için 1 ^_ milisaniye kadar artırırlar, bu da
eksitasyon eşiğinden çok uzaklaştırdığı için n öro nöron içindeki potansiyeli norm alden daha negatif
nu inhibe eder. Bu nedenle, m em branın negativi- bir değere indirerek IPSP’i yaratır. Bu potansiyel de
tesinde norm al dinlenim potansiyelinden öteye 15 milisaniye sonra yok olur.
bir artışa in hibitör p ostsin ap tik potansiyel (IPSP) Başka tür transm iter maddeleri, başka nöron çe
adı verilir. şitleri üzerine etki ederek yüzlerce milisaniye, h at
Şekil 45-9C ’de inhibitör sinapsların uyarılması ta belki de saniye, dakika, ya da saatlerce eksite ya
nın mem bran potansiyeline etkisi belirtilmiştir. Şe da inhibe edebilirler. Bu, özellikle nöropeptid
kilde görüldüğü gibi, klorür iyonlarının hücre içine transmiter maddeler için geçerlidir.
veya potasyum iyonlarının hücre dışına akışları,
m em bran potansiyelini normal değeri olan -65 m i N ö ro n la rd a U zam sal (Spasyal) v /
livolttan daha negatif bir değere, -70 milivolta in S u m a s y o n -A te ş le m e Eşiği
dirmiştir. M embran potansiyelindeki bu 5 milivolt
luk fazla negatiflik IPSP’dir. O halde örneğimizde Daha önce bir nöron yüzeyindeki tek bir presinap
IPSP -5 milivolttur. tik term inalin nöronu asla eksite edemeyeceği b e
lirtilmişti. Bunun nedeni, tek bir term inalden ser
bestlenen yeterli miktardaki transm iter m addesi
nin yaratacağı eksitatör postsinaptik potansiyelin
P re sin a p tik in h ib is y o n
genellikle^.5-1 milivolttan fazla olm aması, halbuki
Nöron membranındaki inhibitör sinapslarda geli eksitasyon eşiğine ulaşmak için 1 0 - 2 0 milivoltun
şen ve postsinaptik inhibisyon adı verilen inhibis gerekmesidir. Buna karşın, bir nöron havuzundaki
yon dışında, başka bir inhibisyon da sinyal daha si- uyarılma sırasında birçok presinaptik terminaller
napsa ulaşmadan ortaya çıkabilir. Presinaptik inhi genellikle aynı zamanda uyarılırlar. Bu terminaller
nöron üzerinde geniş bir alana dağılmış olsalar b i
bisyon adı verilen bu tip inhibisyonun şöyle gelişti
le etkileri sunıasyona uğrar. Bu sumasyon şöyle aç
ği sanılıyor.
ıklanabilir: Daha önce, som anın tek bir noktasın-
Presinaptik inhibisyonda, inhibisyon presinap
tik term inal sinir liflerinin üzerindeki inhibitör si-
napsların deşarjı ile, daha bu lifler postsinaptik
nöron üzerinde sonlanm ad an gelişir. Pek çok r { ^ — 16 Sinapsm alefler.rr.ssı
+20
olayda salınan inhibitör transm iter madde GABA
Aksiyon potansiyeli ',8)—8 Sinapsm a'.eflanT.esi
(gam a-am inobütirik asit)’dır. GABA anyon kanal o-l Sinapsm a!«j!enmesi
larının açılm asına özel etkiyle çok miktarda klorür
iyonlarının term inal fibrile difüzyonunu sağlar. ^ -2 0
o
Bu iyonların negatif yükleri, bir aksiyon potansi >
Eksitatör postsinaptik
yeli term inal fibrile ulaştığında içeri giren pozitif Ü -4 0 -
potansiyeli
yüklü sodyum iyonlarının eksitatör etkisini büyük
-6 0 -
ölçüde yok eder. Böylece bu term inal fibrildeki ak
siyon potansiyeli, postsinaptik nöronun eksitas ^ 'M e m b ra n dinlenim potansiyele
-8 0 —ı------ 1------ r~— ı----- n----- —r~ —1------ 1
yon derecesini düşürerek büyük ölçüde kendisi de 12 14 16
azalır. Milisaniye
Sinir sistem inin pek çok duysal yollarında presi Ş E K İL 4 5 - 10
naptik inhibisyon oluşur. Yani komşu terminal sinir Eksitatör postsinaptik potansiyeller yalnızca birkaç sinapsm
lifleri karşılıklı olarak birbirlerini inhibe ederler ki, eşzamanlı ateşlenmesinin aksiyon potansiyelini yaratmak için
gerekli potansiyel oluşumunu sağlam adığı ancak pekçok
bu duysal yollarda sinyallerin etrafa yayılımını en
sinapsın eşzamanlı ateşlenmesinin eksitasyon eşiği için gerekli
aza indirir. Bu olayı daha detaylı bir şekilde bir son potansiyel birikimini oluşturacağı ve superim poze aksiyon
raki bölümde tartışacağız. potansiyeline sebep olduğu gösterilmektedir.
52 4 ÜNİTE IX • Sinir Sistemi: A. Genel İlkeler ve Duysal Fizyoloji
daki potansiyel değişiminin som anın her tarafında Nöronların Eksitasyonunda Dendritlerin
hem en hem en eşit olarak yayıldığına işaret edil
Özel Fonksiyonları
mişti. Büyük nöronal hücre gövdesinde çok yüksek
elektriksel iletkenlik olduğu için bu doğrudur. Böy-
D entritlerin Geniş Uzamsal (Spasiyal) Eksitas
lece eşzamanlı olarak deşarj yapan her bir eksitatör
yon Alanları. Ön m otor nöronun som a bölüm ün
sinaps somadaki potansiyeli bir milivoltun kesri
den bütün doğrultularda 500-1000 mikrometrelik
kadar daha pozitif yapar. EPSP yeteri kadar büyü
dendritler uzanırlar. Böylece bu dendritler motor
yerek ateşlem e eşiğine eıişildiği zaman, başlangıç
nöron etrafındaki geniş bir spasiyal alandan sinyal
segmentinden bir aksiyon potansiyeli doğar. Bu et
leri toplarlar. Bu nitelikleri çok sayıda faiklı presi-
ki Şekil 45-1 0 ’da birçok eksitatör postsiııaptik po
naptik nöronlardan gelen sinyallerin sumasyonu
tansiyellerle gösterilmiştir. Şeklin altındaki postsi-
için büyük olanak sağlar.
naptik potansiyel dört eksitatör sinapsın eş zam an
Ayrıca, tüm presinaptik term inallerin ancak yüz
lı uyarılmasıyla gelişmiştir. Onun üstündeki daha
de 5 ila 20'sinin ön m otor nöronun som asında son-
yüksek potansiyel 8 sinapsın uyarılmasıyla; son
lanmalarına karşılık yüzde 80 ile 95'inin dendritler-
olarak daha da yüksek EPSP ise 16 sinapsın uyarıl
de sonlanması da önemlidir. Böylece nöronlara
ması sonucu meydana gelmiştir. Bu son durumda
dendritleıden taşman sinyallerin eksitasyondaki
başlangıç segmentinde bir aksiyon potansiyel oluş
payları daha büyük olur.
muştur.
M em bran üzerinde genişçe yayılmış çok sayıda
Dendritlerin Bir Çoğu Aksiyon Potansiyelleri
term inalin uyarılmasıyla gelişen eşzamanlı postsi-
İletemez - Fakat Elektronik İletim ile Sinyalleri
naptik potansiyellerin bu şekilde birikimine uzam
İletebilirler. Birçok dendritlerin membıanlarında
sal (spasiyal) sıımasyon adı verilir.
göreceli olarak az sayıda voltaj-kapılı sodyum kana
lı bulunduğundan aksiyon potansiyelleri iletemez
T e m p o ra l sum asyon ler, bu yüzden de aksiyon potansiyelin oluşması için
Bir terminalin her ateşlenişinde serbestlenen nö- gerekli uyarılma eşikleri çok yüksektir. Ancak bunlar
rotıansm iter madde m em bran kanallarını bir m ili dendritleıden somaya elektrotonik akım ları iletebi
saniye kadar açar. Postsinaptik potansiyel 15 m ili lirler. Elektrotonik akım, iletisi, elektrik akımının
saniye kadar devam ettiğinden, aynı kanalların dendrit sıvısında aksiyon potansiyeli yaratmadan
ikinci defa açılması postsinaptik potansiyeli daha direkt yayılımı demektir. Nöronların bu akımlarla
yüksek düzeye çıkarır. Böylece term inalin uyarılma uyarılmasının (veya inhibisyonunun) bazı özgül
hızı arttıkça etkin postsinaptik potansiyeller artar. yönleri şöyle sıralanabilir:
Eğer tek bir pıesinaptik terminalin deşarjlarıyla
peşpeşe postsinaptik potansiyeller yeteri kadar Dendritlerde Elektrotonik İletinin Zayıflaması-So-
hızla gelişiyorlarsa, nöron yüzeyinde genişçe dağıl maya Yakın Sinapslarda Daha Büyük Eksitatör (ve
mış eşzamanlı potansiyeller gibi birikime uğraya ya Inhibitör) Etki. Şekil 45-11’deki nöronun dendrit-
bilirler. Bu birikime tem poral sumasyon adı verilir. leıi üzerinde çok sayıda eksitatör ve inhibitör si-
napslar vardır. Şeklin solundaki iki dendıitin ucuna
inhibitor ve Eksitatör Postsinaptik Potansiyelle yakın eksitatör etkiler görülmektedir. Bu uçlardaki
rin Eşzamanlı Sumasyonları. Bir IPSP membran eksitatör postsinaptik potansiyellerin yüksek düzey-
potansiyelini daha negatif değere indirme eğilimi
gösterirken, aynı anda bir IPSP de potansiyeli yitk-
seltme eğiliminde ise, bu iki etki bazen tamamen bir
birini sıfırlar ya da kısmen sıfırlar. Bir nöron bir
EPSP’le uyarılırken aynı zamanda başka bir kaynak
tan gelen bir inhibitor sinyal postsinaptik potansiye
li kolaylıkla eksitasyon için gerekli eşik değerin altına
indirerek nöronun aktivitesini durdurabilir.
pan postsinaptik nöron hücresinin içinde iyonların yon eşiğini indirmek yerine bazı inhibitör nörotrans-
yavaş yavaş anormal konsantrasyonlara ulaşmasıdır. miterlerin nöronlar üzerindeki etkisini inhibe ettiği,
özellikle medulla spinaliste glisinin etkisini inhibe etti
Asidoz ve Alkalozun Sinaptik İletiye Etkisi. Nöron ği bilinmektedir. Böylece eksitatör transmiterlerin et
lar çevrelerindeki iııterstisyel sıvının pil değişimlerine kisinin üstünlük kazanmasıyla nöronlar o kadar uyarı
büyük duyarlık gösterirler. Alkaloz nöron eksitabUitesini lırlar ki hızla yineleyen deşarjlar sonucu ağır tonik kas
çok artırır. Örneğin arteriyel pH’nın 7,4’den 7,8 ila 8,0’e spazmları gelişir.
çıkması nöron eksitabilitesini artırarak serebral konvül- Anestetiklerin çoğu, sinir sisteminin birçok bölümle
siyonları yaratır. Aşırı solunum aktivitesiyle arteryel rinde membranların eksitasyon için gerekli eşik değerle
pH’nın bir an için yükselmesi epileptik konvülsiyon eği rini yükselterek sinaps iletisini azaltır. Anestetiklerin ço
limi olan şahıslarda epilepsi nöbeti yaratmaya yeterli ğunun lipidlerde erime nitelikleri nedeniyle, nöron
olur. membranlarınm fiziksel karakteristiklerini değiştirerek,
Öte yandan asidoz nöron aktivitesini biiyiik ölçüde eksitatör ajanlara daha güç cevap verecek duruma getir
bastırır; pH'nm 7,4’ten 7,0’ye düşmesi genellikle komaya meleri olasıdır.
götürür. Örneğin, ağır diyabetik ve üremik asidozlarda
daima koma gelişir. Sinaptik Gecikme. Aksiyon potansiyelinin presinaptik
nörondan postsinaptik nörona iletisi sırasında gerekli
Hipoksinin Sinaps İletisine Etkisi. Nöron eksitabilite- olayların gelişimi belirli bir zaman alır: ( 1 ) presinaptik
si aynı zamanda büyük ölçüde yeterli oksijen kaynağına terminalden transmiterin serbestlenmesi, (2 ) transmite-
bağımlıdır. Birkaç saniye kadar oksijen sağlanamazsa rin postsinaptik nöron membranına difüzyonu, (3)
nöronlar eksitabilitelerini tamamen kaybedebilirler. Ge transmiterin membran reseptörüne etkisi, (4) reseptö
nellikle beyin dolaşımı geçici olarak kesildiğinde şahıs rün membran permeabilitesini artırması, ve (5) sodyu
larda 3-7 saniye içinde bilinç kaybı görülür. mun içeriye difüzyonunun eksitatör postsinaptik potan
siyeli aksiyon potansiyeli yaratabilecek düzeye yükselt
İlaçların Sinaps İletisine Etkisi. Bazı ilaçların nöron mesi. Çok sayıda eksitatör sinapslar eşzamanlı uyarılsa
eksitabilitesini azalttığı, bazılarının da artırdığı bilin bile, bütün bu olayların gelişmesi için, en az 0,5 milisa-
mektedir. Örneğin kahve, çay ve kakaoda sırasıyla bu niyelik bir süre geçer. Sinaptik gecikme adı verilen bu sü
lunan kafein, teofilin, teobromin'in sinirsel uyarılabi- re şu bakımdan önemlidir: Nörofizyologlar giriş iınpuls-
lirliği, nöronların uyarılma eşiğini düşürerek artırdıkla ları serisi ile çıkış impulsları arasındaki minimal gecikme
rı ileri sürülmektedir. Ayrıca nöron aktivitesini artıran süresini ölçerek, devredeki sinapsların sayısını tahmin
ajanlar arasında en iyi bilineni olan strikninin, eksitas- edebilirler.
REFERANSLAR
A m eric S D , Briion i JD : N euronal N icotin ic C ellular Approaches to Neural D ev elo p G age F , Christen Y : Iso latio n, C haracterization
R eceptors. New Y o rk: W iley , 19 9 9 . m ent. Beth esda, M D : A m erican P h y sio lo g i and U tilization o f C N S Stem C ells. B erlin :
Baev K V : B io lo g ica l Neural N etw orks. B o s cal Society, 1997. Springer, 1997.
ton: Birkhauser, 1998. Curragh E F : A proposed m echanism for m em G arcia-A no veros J , C orey D P : T h e m olecules
B asar E : B rain Fu nction and O scilla tio n s. B e r ory and learning based upon very high fre o f m echanosensation. Annu R e v N eurosci
lin: Springer, 1998. quency signals in the serotoncrgic neuronal 2 0 :5 6 7 , 1997.
. B e e ch D J: A ction s o f neurotransm itters and system . J Physiol Paris 9 1 :6 3 , 1997. G oda Y , S u d h of T C : C alciu m regulation o f
other m essengers on C V + ch an n els and K + Curragh E F : T h e state o f co n sciou sncss and ncurotransm itter release: reliability unrelia
channels in sm ooth m uscle c e lls. P h arm acol very high frequency signalling in the sero b le? C urr Opin C ell B io l 9 :5 1 3 , 1997.
T h er 7 3 :9 1 , 1 9 97. tonergic neuronal system. J Physiol Paris G oldstein D S : N ovel catech o lam in ergic sys
Bennett M R : N on-adrenergic n on-ch olinergic 9 1 :6 9 , 1997. tem s. Adv P h arm acol 4 2 :8 1 9 , 1998.
(N A N C) transm ission to sm ooth m uscle: 35 D antzler \VH: H andbook o f Physiology. S ec. G uem iann T , S chon eberg T , Sch u ltz G : Fu nc
years on. Prog N eurobiol 5 2 :1 5 9 , 1 9 97. 13, C om parative Physiology. New Y o rk :
tional and structural co m p lexity o f signal
O xford U niversity Press, 1997.
B o ltz J , C astellani V : How do w iring m o le transduction via G -proteia-cou pled recep
D e V ries G J, V illalba C : Brain sexual dim or
cules specify co rtical co n n ectio n s? C e ll T is tors. Annu R e v N eurosci 2 0 :3 9 9 , 1997.
phism and sex differences in parental and
sue R es 2 9 0 :3 0 7 , 1997. H aines D E , Ard M D : Fundam ental N eurosci
other social behaviors. Ann N Y A cad S c i
Brann D W , B h at G K , L am ar C A , M ahesh V B : ence. New Y o rk : C hurchill Livingstone,
8 0 7 :2 7 3 , 1997.
Gaseous transmitters and neuroendocrine 1 9 97.
D rescher U: M olccu lar B a se s o f A xonal
regulation. N curoendocrinology 6 5 :3 8 5 , H ausson E , O lsson T , T on n back L : On A stro
G row th and Pathfinding. B e rlin : Springer,
1997. cytes and Glutam ate N eurotransm ission:
1997.
Carpenter R H S : N europhysiology. N ew Y o rk : New W aves in B rain Inform ation P ro cess
D rescher U, Faissner A , K lein R , et al: A xon al
Oxford U niversity Press, 1 9 9 7 . ing. A ustin, T X : Landes B io sc ie n c e , 1997.
growth and pathfinding: from phenomena
Catterall \VA: C ellular and m olecular b iology H em m ati-Brivanlou A, M elto n D : V ertebrate
to m olecules. C ell T issu e R e s 2 9 0 :1 8 7 ,
o f voltage-gated sodium ch an n els. Physiol 1997. neural induction. Aniiu R ev Neurosci 2 0 :4 3 ,
R e v 7 2 (suppl): S 1 5 , 1992. E h rlich Y M : M olecular and C ellular M e ch a 1997.
C halliss R A J: R ccep to r Sign al Transduction nism s o f Neuronal Plasticity. New Y ork: Ja n s D A : T h e M ob ile R ecep to r H ypothesis:
Protocols. T oto w a, N J: H umana Press, Plenum Press. 1998. T h e R o le o f M em bran e R ecep to r Lateral
1997. Faissn er A : T h e tenascin gene fam ily in axon M ovem ent in Sign al Transduction. New
C ordo P, B e ll C C , H em ad S R : M oto r Learning growth and guidance. C ell T issu e R es 2 9 0 : Y o rk : Chapm an & H all, 1 9 9 7 .
and Synaptic P lasticity in the C erebellum . 3 3 1 , 1997. Jo n es S W , E lrn slie K S : Transm itter modulation
Cam bridge: C am brid ge U n iversity Press, F e sce R , V allo rta F , M eldolesi J : T h e m em o f neuronal calcium channels. J M em br
19 9 7 . brane fusion m achine and neurotransm itter B io l 1 5 5 :1 , 1997.
C ow an W M , Jcssell T M (ed s): M olecu lar and release. Neurochem Int 2 8 :1 5 , 1996. K atz P S : Beyond N eurotransm ission: N euro
BÖLÜM 45 • Sinir Sisteminin Organizasyonu; Sinapsların Temel Fonksiyonları ve Transmiter M addeler 527
m odulation and Its Im portance for Inform a M iz e A R : N itric O xide in Brain Developm ent, Shepherd G M : T h e S yn ap tic O rganization o f
tion P ro cessin g. New Y o rk: O xford U n iver Plasticity, and D isease. New Y o rk : E lsev ier, the B ra in . New Y o rk : O xford U uiversity
sity Press, 1 9 99. 1998. Press, 19 9 8 .
K osty ak P . P lasticity in N erve C ell Function. M orrison JH , H o f P R : L ife and death o f neu Sp yer K M , Lam bert JH , T h o m as T : C entral
N ew Y o rk : O xford U niversity Press, 1998. rons in the aging brain. S c ie n c e 2 7 8 :4 1 2 , nervous system con trol o f cardio vascular
L am D M : Neurotransm itters in th e vertebrate 1997. function: neural m echanism s and novel
retina. Invest Ophthalmol V is S e i 3 8 :5 5 3 , N elson N: H om eostasis o f energy conduction, m odulators. C lin E x p Ph arm acol P hysiol
1997. neurotransm itters, cytotox ic compounds and 2 4 :7 4 3 , 1997.
Lam ing P R : G lia l C ells: T h eir R o le in B e h a v metal ions. J E x p B io l 2 0 0 :3 3 1 , 1997. Stein P S G : Neurons, N etw orks, and M o to r B e
ior. N ew Y o rk : C am bridge U niversity N eve K A , N eve R L : T h e D opam ine Receptors. havior. C am bridge, M A : M IT Press, 1997.
Press, 1 9 9 8 . T o tow a, N J: Humana Press, 1997. S to eck li E T : M o lecu lar m ech an ism s o f growth
L ed een R W : Sphingolipids as S ig n a l M odula Papanicolaou A C : Fundam entals o f B rain Im c o n e guidance: stop and g o ? C e ll T issu e
aging. Eaton, PA : Sw ets & Leitlinger, R e s 2 9 0 :4 4 1 , 1997.
tors in the Nervous System . N ew Y o rk :
Tohyam a M , T ak atsu ji K : A tlas o f N cu roac-
N ew Y o rk A cad em y o f S c ien c e s, 1 9 98. 1998.
tive S ubstan ces and T h e ir R ecep to rs in the
L ev itt P , Harvey J A ; Friedm an E , et al: New P aw son T : Protein M odules in Signal T ran s
R at. O xford : O xford U n iversity P ress, 1998.
evid en ce for neurotransm itter influences on duction. B erlin : Springer, 1998.
van Leeuw en F W : N euronal D egeneration and
brain developm ent. Trends N eurosci 2 0 :2 6 9 , R evest P , L o n g sta ff A : M olecu lar N eurosci
R egeneration. New Y o rk : E lse v ier, 1998.
1997. ence. New Y o rk : Springer, 1998.
V erbern e A J, L a m W , O w ens N C , S arto r D :
L iu Y , Edw ards R H : T h e role o f vesicu lar Rhoads A R , Friedberg F : Sequence m otifs fo r
Supram edullary m odulation o f sym pathetic
transport proteins in synaptic transm ission calm odulin recognition. F A S E B J 1 1 :3 3 1 ,
vasom otor function. C lin E x p P h arm acol
and neural degeneration. Annu R ev N eu 1997.
Physiol 2 4 :7 4 8 , 1997.
ro sci 2 0 :1 2 5 , 1 9 97. R o lls E T , T reves A : Neural Netw orks and
W ilding J , NViddowson P , W illia m s G : N euro
L iisch er H -R , C lam ann H/P: R elation betw een B ra in Fu nction. O xford : O xford U niversity b iology. B r M ed B u ll 5 3 :2 8 6 , 1 997.
structure and function in inform ation trans Press, 1998. W intz K W A : M olecu lar M ech an ism s o f S ig
fer in spinal m onosynaptic reflex. Physiol Rudom in P, R o m o R , M endell L M : Presynap- nalling and M em bran e Transport. B e rlin :
R ev 7 2 :7 1 , 1 9 9 2 . tic Inhibition and Neural Control. N ew S pringer, 1997.
M arg olis R U , M argolis R K : C hondroitin sul Y o rk : O xford U niversity Press, 1998. Z a cca i J , M assou lie J, D avid F : From C e ll to
fate proteoglycans as m ediators o f axon Seeds N W , S ico n olfi L B , H affke S P : Neuronal B rain . New Y o rk : E lse v ier, 19 9 8 .
growth and pathfinding. C e ll T issu e R es extracellu lar proteases facilitate cell m igra Zhou J , Bradford H F: N erv e growth factors
2 9 0 :3 4 3 , 1 9 9 7 . tion, axonal growth, and pathfinding. Cell and the control o f neurotransm itter pheno
M isu lis K E : E ssen tia ls o f C lin ical N europhysi T issu e R e s 2 9 0 :3 6 7 , 1997. type selection in the m am m alian central
ology. B o sto n : Butlerw orth-H einem ann, Shaw G : N eurofilam ents. B e rlin : Springer, nervous system . Prog N eurobiol 5 3 :2 7 ,
1997. 1998. 1997.
Duyu Reseptörleri; Bilginin
İşlenmesinde Nöron Devreleri
Sinir sistem ine gelen bilgiler, dokunma, ses, ışık, leridir. Bunun cevabı "duyarlıklarının farklı” oluşu
ağrı, soğuk, sıcak gibi duysal uyarıları algılayan dur. Yani, her reseptör tipi, özel olarak planlandığı
duysal reseptörler tarafından sağlanır. Bu bölümün uyaran çeşidine büyük duyarlık gösterir, ötekileri
amacı bu reseptörlerin duysal uyaranları sinir sin ne de, eğer normal şiddette iseler hem en hem en
yallerine çevirme mekanizmalarını ve aynı zam an hiç cevap vermez. Nitekim koni ve basiller ışığa b ü
da, sinyallerde taşınan bilginin sinir sisteminde n a yük duyarlık gösterirken, sıcak, soğuk, göz küresine
sıl işlendiğini tartışmaktır. basınç ya da kandaki kimyasal değişikliklere h e
m en hem en hiç cevap vermezler. Hipotalamustaki
supıaoptik çekirdekteki ozmoreseptörlerin vücut
sıvıları ozmolalitesindeki en küçük değişiklikleri
bildirdikleri halde, sese cevap verdikleri asla görül
DUYU RESEPTÖRLERİNİN TİPLERİ memiştir. Nihayet derideki ağrı reseptörleri adi do
VE DUYARLI OLDUKLARI DUYSAL kunma ve basınç stimulusları ile hem en hiç uyarıl-
UYARANLAR madıkları halde, dokunma uyaranı dokuyu harap -
layacak kadar ağır olursa çok aktif bir duruma ge
Tablo 4 6 -1 'de vücuttaki duysal reseptörler listelen çerler.
miş ve sınıflandırılmıştır. Tabloda görüldüğü gibi
duysal reseptörler beş gruba ayrılabilir: ( 1 ) ıneka- Duysal M o d a lite - "İş a re tle n m iş Y o l"
noreseptörler, reseptöre ya da reseptöre komşu do İlkesi
kulara uygulanan basınç ya da gerilmeyi algılarlar;
(2 ) termoreseptörler, sıcaklık değişikliklerini, bazı Algıladığımız duyuların ana tiplerine -ağrı, dokun
ları sıcağı bazıları da soğuğu olmak üzere, bildirir ma, görüntü ses vb.- duyuların m odalitesi adı veri
ler; (3) ııosiseptörler (ağrı reseptörleri) dokularda lir. Duyuların bu farklı m odalitelerde algılanmasına
meydana gelen fiziksel veya kimyasal hasarı bildi karşın sinir lifleri yalnız impulslaıı iletmektedir.
rirler; (4) elektrom anyetik reseptörler, gözde retina Acaba, farklı sinir lifleri bu farklı modalitedeki du
üzerine düşen ışığı bildirirler ve (5) kem oreseptör- yulalı nasıl iletmektedir?
ler, ağızdaki tad, burundaki koku, arteıyel kandaki Bunun cevabı, her sinir traktıısunun merkezi si
oksijen düzeyini, vücut sıvılarındaki ozmolaliteyi, nir sistem inde özgül bir noktada sonlanm ası ve lif
karbon dioksit konsantrasyonunu ve belki de vü uyarıldığı zaman duyunun da lifin sonlandığı nok
cut kimyasında rol oynayan öteki faktörleri bildi taya bağlı olmasıdır. Örneğin eğer bir ağrı lifi uyarı
rirler. lırsa, hangi çeşit uyaran uygulanırsa uygulansın al
Bu bölümde, başlıca perifeıik mekanoıeseptör- gılanan ağrıdır. Uyaran, elektrik akımı, lifin kendi
ler olmak üzere özgül reseptör tiplerinden birkaçı nin ısıtılması, lifin ezilmesi olabilir veya doku hüc
nın fonksiyonunu tartışarak reseptörlerin çalışma relerinin hasar görmesi ile ağrı alan sinir uçlarının
m ekanizmalarını tanımlayacağız. Diğer reseptörler uyarılması olabilir. Şahıs ağrı duyar. Aynı şekilde,
duysal sistemlerle ilgili olarak diğer bölümlerde bir dokunma lifi dokunma reseptörünün elektrik
tartışılmıştır. Şekil 46-1 deride ya da vücuttaki de sel ya da başka şekilde uyarılmasıyla stimüle edilir
rin dokularda bulunan mekanoreseptörleıin tiple se şahıs dokunma duyusu alır, çünkü dokunma lif
rini göstermektedir. leri beyinde özgül dokunma alanlarına ulaşır. B en
zer olarak retinadan başlayan lifler beynin görme
alanlarında, kulaktan başlayanlar beynin işitme
Reseptörlerin Farklı Duyarlıkları alanlarında ve sıcaklıkla ilgili lifler de sıcaklık alan
larında sonlanır.
Yanıtlanması gereken ilk soru, iki ayrı tipteki duysal Sinir liflerinin tek bir modaliteyi ileten özgüllü
reseptörün farklı duysal uyaranları nasıl bildirdik ğüne işaretlenmiş yol ilkesi adı verilir.
528
BÖLÜM 46 • Duyu Reseptörleri; Bilginin İşlenmesinde Nöronal Devreler 529
TABLO 46 - 1
D u yu R e se p tö rle rin in S ın ıfla n d ırılm a sı
I. M ekanoreseptörler
D okunm a duyusu (epiderm is ve derm iş)
Serbest sinir sonlanm aları
Geniş sinir sonlanm aları
Merkel diskleri Serbest Geniş sinir
Birçok başka çeşidi sinir uçları sonlanması
Yaygın sonlanm alar
Ruffini sonlanm aları
Kapsüllii uçlar
M eissner cisimcikleri
Krause cisimcikleri
Kıl dibi organları
Derin doku duyarlığı
Serbest sinir sonlanm aları
Geniş sinir sonlanm aları Pacini Meissner
Yaygın sonlanm alar cisimciği cisimciği
Ruffini uçları
Kapsüllü sonlanm alar
Pacini cisimcikleri
Başka çeşitleri
Kas sonlanm aları
Kas igcikleri
Golgi tendon reseptörleri
İşitme
Kokleanın ses reseptörleri Ruffini Golgi tendon
Denge sonlanması apareyi
Vestibüler reseptörler
Artcryel basınç Ş E K İL 46 - 1
Karotis sinusu ve aorta baroreseptörleri Somatik duysal sinir soıılanmalarının çeşitli tipleri.
II. Term oreseptörler
Soğuk
Soğuk reseptörleri
Sıcak
Sıcak reseptörleri
III. N osiseptörler etkisi reseptörün m em bran potansiyelini değiştir
Ağrı
mektir. Potansiyeldeki bu değişikliğe reseptör p o
Serbest sinir uçları
IV. Elektromanyetik Reseptörler tansiyeli denir.
Görm e
Koniler Reseptör Potansiyelinin M ekanizm ası. Farklı
Basiller reseptörlerin çeşitli yollardan biri ile uyarılması re
V. Kem oreseptörler
septör potansiyeli yaratır: ( 1 ) reseptörün mekanik
Tat
Tat tomurcukları reseptörleri şekil değişikliğinin membranı gererek iyon kanalla
Koku rını açmasıyla; (2 ) kimyasal bir maddenin m em b-
Olfaktör epiteliıı reseptörleri ıana uygulanması sonucu iyon kanallarını açm a
Arteryel Oksijen sıyla; (3) m embranın sıcaklığının değişmesi sonu
G lom us karotikum ve aortikum reseptörleri
Ozınolalite cu m embran geçirgenliğinin değişmesiyle; ve (4)
Olasılıkla supraoptik çekirdek nöronları reseptöre düşen ışık gibi elektromanyetik radyas
Kan C 0 2’i yonların etkileriyle, doğrudan ya da dolaylı olarak
Medulla oblongata yüzeyinde ya da içindeki reseptörler membran karakteristiklerinin değişmesi suretiyle
ile glomus aortikum ve karotikum reseptörleri
membran kanallarından iyon akışı sağlanır. Resep
Kan glikoz, am ino asit ve yağ asitleri
H ipotalam ustaki reseptörler törlerin uyarılmasında bu dört faiklı yolun bilinen
duysal reseptör tipleriyle uygunluk gösterdiği h a
tırlanacaktır. Bu koşulların hepsinde m em bran po
tansiyelini değiştiren tem el neden, reseptör
membranı geçirgenliğinin değişmesiyle iyonların
difüzyoııundaki artış veya azalışlarla m em bran p o
DUYSAL UYARANLARIN SİNİR tansiyelinin değişmesidir.
İMPULSLARINA ÇEVRİLMESİ
Maksimum Reseptör Potansiyeli A m plitüdü.
Duysal reseptör potansiyellerinin çoğunun m aksi
Sinir Sonlamalarmda Yerel Akımlar- mum amplitüdü 100 milivolt civarındadır. M em b
Reseptör Potansiyelleri ran sodyum iyonlarına maksimum geçirgen hale
geldiğindeki voltaj değişikliği ve aksiyon potansi
Bütün duyu reseptörlerinin ortak bir özelliği vardır. yellerinde kaydedilen m aksimum voltaj da yaklaşık
Reseptörü hangi tipte uyaran uyarırsa uyarsın, ilk bu değerdedir.
530 ÜNİTE IX • Sinir Sistemi: A. Genel Prensipler ve Duyu Fizyolojisi
_ ^ Aksiyon
ReseptOrpotansiyeli potansiyeli
Deforme
alan
+ ++ + +
Ş E K İL 46 - 3
Bir pacini cisimciğinde oluşan reseptör potansiyeli ile duysal
sinirin uyarılması. (Loewenstein’den değiştirilerek: Ann. N. Y.
Ş E K İL 46 - 2 Acad. Sci., 94:510.1961).
Reseptör potansiyeli eşik değerin üstüne çıktıktan sonra resep
tör potansiyeli ile aksiyon potansiyeli arasındaki tipik ilişki.
Uyaran Şiddeti İle Reseptör Potansiyeli A ra
sındaki İlişki. Şekil 4 6 -4 ’de bir pacini cisim ciğinin
merkezine deneysel olarak uygulanan mekanik b a
Reseptör Potansiyeli İle Aksiyon Potansiyeli
sıncın gittikçe arttırılmasıyla oluşan reseptör p o
nin İlişkisi. Reseptör potansiyeli, reseptörün bağlı
tansiyelinin değişen am plitüdü görülm ektedir.
bulunduğu sinir lifinde aksiyon potansiyeli yarata
Amplitüdün başlangıçta hızla arttığına, fakat yük
cak eşiğitı üstüne yükseldiği zaman Şekil 46-2'de
sek uyaran şiddetinde hızdaki artışın gittikçe azal
gösterildiği gibi aksiyon potansiyeli belirmeye baş
dığına dikkat ediniz.
lar. Reseptör potansiyeli eşik değerin üstünde daha
Genelde duysal reseptörlerden iletilen ardışık ak
fazla yükseldikçe aksiyon potansiyelinin frekansı
siyon potansiyellerinin frekansı, reseptör potansiye
nın arttığına dikkat ediniz.
lindeki artışa bağlı olarak artar. Bu bilgiyi Şekil 46-
4'deki verilerle birlikte incelediğimizde zayıf duysal
Pacini C is im c ik le rin d e R e se p tö r uyaranın, en azından bazı duysal sinyalleri ortaya
P o ta n s iy e li-R e ş e p tö r F o n ksiyo n u n u çıkarttığını ve reseptörün yoğun stimülasyonunun
A ç ıkla ya n Bir Ö rn e k aksiyon potansiyeleıinin sayılarının artmasında git
tikçe daha az etkin olduklarını görürüz. Bu hemen
Öğrenciler bu noktada Şekil 46-1’de gösterilen pa hemen tüm duysal reseptörler tarafından kullanılan
cini cisim ciğinin anatomik yapısını yeniden göz oldukça önemli bir prensiptir. Bu prensip reseptö
den geçirmelidirler. Cisimciğin ortasındaki çekir rün zayıf duysal deneyime karşı daha duyarlı olma
dek bölümünde merkezi bir sinir lifinin uzandığına sını fakat yine de duysal deneyim aşırı olana kadar
dikkat ediniz. Bunun etrafında birçok konsantrik maksimum ateşleme hızına ulaşmamasını sağlar.
kapsül tabakaları yer alır, böylece kapsülün dışında Bu da reseptörün çok zayıftan çok şiddetliye kadar
herhangi bir yerdeki basınç merkezi lifi uzatacak, geniş bir cevap aralığının olmasını sağlar.
bereleyecek veya şeklini değiştirecektir.
Şekil 46-3’de mikrocerrahi yolu ile bir kapsül taba
kası hariç diğer kapsül tabakalarının çıkarıldığı pa
cini cisimciğinin merkezi lifi gösterilmektedir. Kap 100
sül içerisindeki merkezi lifin en uç kısmı miyelinsiz- 90H
dir, ancak lif peıifeıik duyu sinirine ulaşmak üzere
80
cisimcikten ayrılmadan hemen önce miyelinlenir.
ro -o 70-
Şekil aynı zamanda pacini cisimciğinde reseptör
potansiyelinin oluşma mekanizmasını da gösterir. 60-
Cisimciğe uygulanan basınç ile deforme olan ter ‘2 50-
a.
0) o
m inal lifin alanının küçüklüğüne ve pozitif yüklü w .ti 40-
sodyum iyonlarının lifin içine difüzyonuna izin ve P o.
30
cD c£ö
<
ren m embrandaki iyon kanallarının açıldığına dik 20
kat ediniz. Bu olay lifin içinde artan bir pozitiflik
10
meydana getirir, bu bir "reseptör potansiyeledir.
Bu reseptör potansiyeli daha sonra kırmızı oklarla
0 ~T—ı— r~t—ı— r “ı 1—I
0 20 40 60 80 100
gösterildiği gibi lifin boyunca yayılan, lokal devre Uyaran şiddeti (yüzde)
akımlarını oluşturur. Pacini cisimciğinin kapsülü
içinde yeralan birinci Ranvier boğumunda bu lokal Ş E K İL 46 * 4
akım lifin m em branını depolaıize eder. Bu olay da Pacini cisimciğine uygulanan uyaran şiddetli ile reseptör
ha sonra sinir lifinden merkezi sinir sistem ine doğ potansiyeli arasındaki ilişki. (Loewenstein’den değiştirilerek:
ru iletilen tipik aksiyon potansiyellerini başlatır. Ann. N. Y. Acad. Sci., 94: 510.1961).
BÖLÜM 46 • Duyu Reseptörleri; Bilginin İşlenmesinde Nöronal Devreler 531
Reseptörlerin Adaptasyonu elastik yapıya sahiptir, bunun için cisim ciğ in bir
tarafına şeklini değiştirici bir kuvvet aniden uy
Bütün duysal reseptörlere özgii bir nitelik de uya gulandığında bu kuvvet cisim ciğin viskoz yapı
ranlara bir süre sonra kısmen ya da tam am en şınca m erkezi sinir lifinin aynı tarafına doğrudan
ad ap te olmalarıdır. Yani, sürekli bir duysal uyaran iletilir böylece reseptör potansiyeli ortaya çıkar.
uygulandığı zaman, reseptör başlangıçta yüksek Ancak saniyenin birkaç yüzde biri içind e cisim
impuls hızında cevap verir, daha sonra, nihayet cikteki sıvı yeniden dağılır, ve tüm cisim cik b o
birçoğu cevap vermeyene kadar, cevabın lıızı gide yunca basın ç eşitlenir. Bu olay m erkezi sinir lifi
rek azalır. nin bütün yüzeyine eşit basınç uygulanm asını
Şekil 46-5, bazı tip reseptörlerdeki tipik adaptas sağladığı için reseptör potansiyeli artık ortaya
yonu göstermektedir. Pacini cisimciklerinin son çıkmaz, yani reseptör potansiyeli b asın ç ilk uy
derece hızlı, kıl dibi reseptörlerinin bir saniye için gulandığında görülür. Fakat daha sonra basın ç
de, buna karşın bazı eklem kapsülü ve kas iğcikleri devam ettiği halde saniyenin küçük bir bölüm ü
reseptörlerinin ise yavaş adapte olduklarına dikkat kadar sürede kaybolur.
ediniz. Pacini cisim ciğinde adaptasyon m ekanizm ala
Bazı duysal reseptörler diğerlerinden çok daha rından İkincisi, çok daha yavaş işleyen akoıııodas-
fazla uyum göstermektedir. Örneğin, pacini ci yoıı mekanizmasıdır ve bizzat sinir lifinin içinde
simciği bir saniyenin yüzde biri içinde uyaranın yer alır. Eğer kapsül çıkarıldıktan sonra ince bir
“kalkm asına” adapte olmakta, kıl dibi reseptörle cam çubukla merkezi çekirdek deforme edilmeye
rinde ise, bu adaptasyon bir saniye veya daha faz devam edilirse, sinir lifinin ucunda yavaş yavaş
la sürmektedir. Belki, bütün diğer tnekaııoresep- akomodasyon gelişir. Bu büyük olasılıkla sinir lifi
törler de sonunda tam am en adapte olurlar, fakat m em bıanındaki sodyum kanallarının "inaktivas-
bu bazılarında saatler ya da günler alır, bundan yonu” sonucudur. Bölüm 5 ’de açıklandığı gibi sod
dolayı “adapte olmayan” reseptörler olarak anılır yum kanallarındaki akımın kendisi kanalların git
lar. Bir m ekanoreseptöı ün tam am en adaptasyonu tikçe kapanmasına yol açar.
için ölçülen en uzun süre iki gündür, bu birçok Olasılıkla, bu iki genel adaptasyon mekanizması
aorta ve kaıotis baroreseptörleri için adaptasyon öteki bütün mekanoıeseptörlere de uygulanabilir.
süresidir. Buna göre adaptasyon kısmen bizzat kendi yapıla
Mekanoreseptör olmayanların bazıları örneğin, rının tekrar düzenlenmesinden, kısmen de term i
kem oıeseptörler ve ağrı reseptörleri büyük bir ola nal sinir lifinin akomodasyonundan kaynaklan
sılıkla hiçbir zaman tam adapte olmazlar. maktadır.
20 15 10 1 2.0 0.5
Sinir Liderinin çapları (mikrometre)
Kaynak Kaynak
no:1
o O 9 O O <3 Kaynak
no:3
Ş E K İL 46* 11 Ş E K İL 4 6 - 12
î!lö ro n .. y ° ltaru],daki d iverjan s. A, bir traktusta sinyalin Tek bir nöron üzerinde çok sayıda giriş liflerinin "konverjansı",
“büyütülmesini sağlayan diverjans. B. sinyalin farklı alanlara A Tgk kaynaktan gelen giriş UÎ,eri. B, Çeşidi kaynaklardan giriş
dağılmasını sağlayan multıpı traktus diverjansı. j.fleri 1 ° ° 1 °
Şekil 46-11 A'da kuvvetlendirici tipte bir diverjans lardan gönderilen sinyaller de kas fonksiyonunu
görülmektedir. Giriş sinyalleri geçtikleri yollarda kontrol etmek için ön m otor nöronda konveıjansa
birbirini takip eden gittikçe artan sayıda nöronlara uğrarlar.
yayılırlar. Bu tipteki diverjans iskelet kaslarını kont Farklı kaynaklardan gelen bilginin konverjansı
rol eden koıtikospinal yolun karakteristiğidir. Mo sonucu hazırlanan cevap bütün bu farklı tipteki
tor koı tekste bir büyük piramidal hücre, fazlasıyla bilginin bileşkesidir. Böylece, konverjans merkezi
kolaylaştırıldığı koşullarda, sayısı 1 0 .0 0 0 'e kadar sinir sistem inin çeşitli bilgi türlerinin korelasyon ve
ulaşan kas liflerini eksite eder. birikiminde kullandığı önemli bir yöntemdir.
İkinci tip diverjans Şekil 46-11 B ’de gösterilen
m iiltipl traktus diverjansıdır. Bu örnekte sinyaller
sinir gölcüğünden iki ayrı doğrultuda taşınırlar, ö r
Hem Eksitatör Hem de Inhibitor Çıkış
neğin medulla spinalisin arka kordonlarında ileti
Sinyalleri Yaratan Nöronal Devreler
len informasyon beynin alt bölgelerinde iki ayrı yol
Bazen bir nöron havuzuna gelen sinyal bir doğrul
izler: (1) Seıebellum a ve (2) beynin alt bölgelerin
tuda eksitatör çıkış sinyali yaratırken, öteki doğrul
den talamus ve beyin korteksiııe. Benzer şekilde ta-
tuda da inhibitor çıkış sinyali yaratabilir. Örneğin
lam usta duysal bilginin hem en hepsi hem talamu-
medulla spinaliste bir nöron grubu ayağın ileri bir
sun daha derin yapılarına hem de aynı zamanda
hareketi için eksitatör sinyal gönderirken, başka bir
beyin korteksinin farklı kısımlarına iletilir.
nöron grubu da eşzamanlı olarak, ayağın ileri hare
ketine direnci kaldırmak üzere, bacağın arka kasla
Sinyallerin Birleşmesi (Konverjansı) rını inhibe eder. Bütün antagonist kas çiftlerinin
kontrolünde karakteristik olan bu tip devrelere re-
"Konverjans” bir tek nöronu eksite etmek için çok
siprok inhibisyon devreleri adı verilir.
sayıda giriş liflerinden sinyallerin toplanmasıdır.
Şekil 46-13 inhibisyonun hangi yoldan sağlandı
Şekil 46-12 A tek bir kaynaktan konverjansı göste
ğını göstermektedir. Giriş lifi eksitatör çıkış yolunu
rir. Yani gelen lif yolunda çok sayıdaki terminaller
doğrudan uyardığı halde, inhibitor bir ara nöron
aynı nöron üzerinde sonlanırlar. Bu durum nöron
(nöron 2 ), nöron gölcüğünün İkinci çıkış yolunu
ların tek bir giriş terminalinden gelen aksiyon po
inhibe etmek için farklı tipte bir transm iter madde
tansiyeliyle hem en hem en hiç bir zaman uyarılma-
dığını göstermesi bakımından önemlidir. Fakat çok
sayıda giriş terminallerindeki aksiyon potansiyelle
ri nöronun deşarjı için gerekli eşik değere ulaştıra
cak yeterli spasiyal sumasyoııu sağlar. Eksitatör sinapslar
Şekil 46-12 B ’de gösterildiği gibi konverjans, bir Y 1
Giriş lifi ,no:1
ço k kaynaktan gelen giriş sinyallerinin (eksitatör -Cc> -Eksitasyon
veya inhibitöı) konverjansı da olabilir. Örneğin, no:2
medulla spinalis ara nöronlarında ( 1 ) periferik si
~-<o no:3 •İnhibisyon
nirlerden omuriliğe giren lifler, (2 ) omuriliğin bir
segm entinden diğerine geçen propriyospinal lifler,
inhlbttör elnapa
(3) beyin koı teksiııden gelen kortikospinal lifler ve
(4) beyinden omuriliğe inen birçok diğer uzun yol Ş E K İL 4 6 - 13
lar konverjans gösterir. Daha sonra bu ara nöıon- Inhibitor devre. Nöron 2 bir inhibitor nörondur.
536 ÜNİTE IX • Sinir Sistemi: A. Genel Prensipler ve Duyu Fizyolojisi
REFERANSLAR
B a e v K V : B io lo g ica l Neural N etw orks. B o s Jo n es L A : Peripheral m echanism s o f touch and the B rain . New Y o rk: O xford U niversity
ton: Birkhauser, 1998. proprioception. C an J Physiol Pharm acol Press, 1998.
B a sa r E : B ra in Function and O scillation s. B er 7 2 :4 8 4 , 1994. Stein P S G : Neurons, N etw orks, and M otor B e
lin: Springer, 1998. K alaska J F : Central neural m echanism s o f havior. C am bridge, M A : M IT Press, 1997.
B u isseret P: Influence o f extraocu lar m uscle touch and proprioception. Can J Physiol Takahashi J S : M olecular n euro biolo gy and g e
proprioception on vision. Physiol R ev 7 5 : Pharm acol 7 2 :5 4 2 . 1 9 94. n etics o f circadian rhythm s in m am m als.
3 2 3 , 1995. Kostyak P: Plasticity in N erve C ell Function. Annu R ev N eurosci 1 8 :5 3 1 , 1 9 9 5 .
C h alliss R A J: R ecep to r Sign al Transduction New Y o rk : Oxford U niversity Press, 1998. Toliyam a M , Takatsuji K : A tlas o f N euroac-
P rotocols. T otow a, N J: H umana Press, M aw S , Frank J, G reig G : A spinal circuitry tivc Substances and T h e ir R ecep to rs in the
1997. sim ulator as a teaching tool fo r neurom us Rat. O xford: O xford U n iversity Press, 1998.
C hokroverty S : Propriospinal m yoclonus. Clin cular physiology. Am J Physiol 2 7 0 :S 5 0 . T o v ee M J: T h e Speed o f Th ou gh t: Inform ation
N eurosci 3 :2 1 9 , 1995. 1996. Processing in (he C erebral Corlc.x. A ustin,
D ietz V : Human neuronal control o f autom atic N eve K A , Neve R L : T h e D opam ine R eceptors. T X : RG Landes, 1998.
functional m ovem ents: interaction betw een Totow a, N J: Humana Press, 1997. Uhl C : A nalysis o f N europhysiological B rain
central program s and afferen t input. Physiol N icoiehs M A L : M ethods in Neural Ensem ble Functioning. New Y o rk : Springer, 1999.
R e v 7 2 :3 3 . 1 9 92. Recordings. B o c a R alo n , F L : C R C Press, U su n off K G , M arani E , S ch o en JH R : T he T r i
G authier G M , V erch er JL , B lo u in J : E g o c e n 1998. gem inal System in M an. B e rlin : Springer,
1997.
tric visual target position and v elocity cod Pearson K G : Proprioceptive regulation o f lo c o
V aliant L G : C ircuits o f the M ind. N ew Y ork:
ing: role o f o cular m uscle proprioccption. m otion. Curr Opin N eurobiol 5 :7 8 6 , 1995.
O xford U niversity Press, 1 9 94.
Ann Biom ed Eng 2 3 :4 2 3 , 1 9 95. P ierrolt-D cseilligny E: Tran sm ission o f the
van Lceuw en FVV: N euronal D egeneration and
H ansson H, O isson T . T o n n back L : O n A stro . cortical com m and fo r human voluntary
Regeneration. New Y o rk : E lse v ier, 1998.
cytes and G lutam ate N eurotransm ission: m ovem ent through cerv ical propriospinal
W agm an M : C ognitive S c ie n c e and the S y m
New W aves in B rain In form ation P rocess premotoneurons. Prog N eurobiol 4 8 :4 8 9 ,
b o lic Operations o f H uman and A rtificial
ing. A ustin, T X : Landes B io sc ie n c e , 1997. 1996.
Intelligence. W estport, C T : Praeger, 1997.
Harris J : How the B rain T a lk s to Itself. New Purves D: Neural A ctivity and the G row th o f
NVintz K W A : M olecular M ech an ism s o f S ig
Y o rk : H aworth Press, 1998. the Brain. N ew Y ork: C am bridge U niver
nalling and M em brane Transport. B erlin :
Ivry R B , R o berlso n L C : T h e T w o Sid es o f sity Press, 1994. Springer, 1997.
Percep tion . Cam bridge, M A : M IT Press, Ro lls E T , Treves A : Neural Netw orks and W ood JN , D ocherty R : C h em ical activators o f
1998 . Brain Function. O xford: O xford U niversity sensory neurons. Annu R e v P h y siol 5 9 :4 5 7 ,
Jan s D A : T h e M o b ile R eceptor H ypothesis: Press, 1998. 1997.
T h e R o le o f M em brane R e ce p to r Lateral Rudomin P, R o m o R , M endell L M : Presynap- Z accai J . M assou lie J , David F : From C e ll to
M ovem en t in S ign al Transduction , N e w tic Inhibition and Neural C ontrol. New Brain . New Y o rk : E lsev ier. 19 9 8 .
Y ork: C hapm an & H all, 1997. York: Oxford U niversity Press, 1998. Z iv 1, B a x te r D A , B yrn e JH : S im u lator for
Jcro scli J , Prym ka M : Proprioccption and jo in t R ugg M D : C ognitive N cu roscience. H ove, E n neural networks and actio n potentials: de
stability. K n ee Su rg Sports Traurnalol A r gland: Psychology Press, 1997. scription and application. J N europhvsiol
throse 4 :1 7 1 , 1 9 96. Shepherd G M : T he Syn aplic O rganization o f 7 1 :2 9 4 , 1994.
Somatik Duyular: I. Genel
Organizasyon; Dokunma ve Durum
Duyuları
Som atik duyular vücuttan gelen duysal bilgileri duyusu genel olarak deri veya hem en deri altında
toplayan sinirsel mekanizmalardır. Bu duyular gör ki dokularda bulunan dokunma reseptörlerinin
me işitme, koklama, tat ve denge ile ifade edilen uyarılması sonucu ortaya çıkar; (2 ) basınç duyusu
özel duyulardan farklılık gösterir. genellikle daha derin dokulardaki şekil değişiklikle
ri ile oluşur; (3) vibrasyon duyusu, hızlı, tekrarlayı-
cı duysal sinyallerle oluşur, fakat dokunma ve b a
Somatik Duyuların Sınıflandırılması sınç ile ilgili bazı reseptörler kullanılır, bunlar özel
likle hızlı adapte olan reseptörlerdir.
Somatik duyular, 3 fizyolojik tipe ayrılır: (1) vücu
dun bazı dokularının mekanik yer değiştirmesi ile Dokunma Reseptörleri. Birbirinden farklı en az
uyarılan, dokunma ve pozisyon duyularını içeren altı tip dokunma reseptörü bilinmektedir, ancak
m ekanoreseptif som atik duyular; (2 ) sıcak ve soğuğu bunlara benzer daha pek çok reseptör vardır. Bu re
algılayan term oreseptif duyular, (3) dokularda hasar septörlerden bazıları Şekil 4 6 -1 ’de gösterilmiştir.
yapan herhangi bir faktör tarafından aktive edilen Bunların özel karakteristikleri aşağıdadır.
ağrı duyusu. Bu bölüm mekanoreseptif dokunma ve İlk olarak, derinin her tarafında ve diğer bazı do
pozisyon duyuları ile ilgilidir. Bölüm 48’de ise ter kularda bulunan, dokunma ve basınca duyarlı bazı
moreseptif ve ağrı duyulan tartışılmaktadır. serbest sinir uçlarıdır. Örneğin, serbest sinir uçla
Dokunma duyuları, dokunm a, basınç, vibrasyon rından başka hiç bir sinir sonlanm ası içerm eyen
ve gıdıklanm a duyularını, pozisyon duyuları ise göz korneasına hafif bir temas bile, dokunma ve
statik pozisyon ve hareketin hızı gibi duyuları içerir. basınç duyusu oluşturur.
İkinci olarak, bir önceki bölümde şekil 4 6 -1 'de
Somatik Duyuların Diğer Sınıflandırılmaları. So gösterilmiş, özel duyarlılıkta bir dokunma reseptö
matik duyular farklı, ama aslında çok da aykırı ol rü olan Meissııer korpüskülüdür. Bu reseptörde
mayan bir şekilde de sınıflandırılabilirler. kapsül içinde bulunan uzun sinir uçları büyük
E ksteıoreseptif duyular, vücudun dış yüzeyinden myelinli (Ap tipi) bir duyu siniri lifini uyarır. Kapsü
gelen duyulardır. Propriyoseptif duyular, vücudun lün içinde pek çok dallanmış terminal sinir iplik
pozisyon duyuları, tendon ve kas duyuları, ayak ta çikleri bulunur. Bu reseptörler derinin (tüysüz deri
banlarından gelen basınç duyuları ve hatta genelde denilen) kılsız kısımlarında ve kısmen parm ak uç
bir som atik duyudan ziyade "özel” bir duyu olarak larında, dudaklarda ve dokunm a duyularının
kabul edilen denge duyusu gibi vücudun fiziksel uzamsal özelliklerini ayırt etme yeteneğinin yüksek
durumu hakkında bilgi veren duyulardır. derecede gelişmiş olduğu diğer deri bölgelerinde
Viseral duyular, vücudun iç organlarından gelen bol miktarda bulunur. Meissner korpüsküllerinin
duyulardır; bu terim yerine “iç organlardan gelen uyarıldıktan sonra saniyenin fraksiyonları kadar kı
duyular” da aynı anlamda kullanılabilir. sa sürelerde adaptasyon göstermeleri, bunların dü-
Derin duyular, fasyalar, kaslar ve kemik gibi derin şük-frekanslı vibrasyona duyarlı oldukları kadar,
dokulardan gelen duyulardır. Bunlar başlıca "de özellikle çok hafif cisimlerin deri üstündeki hareke
rin” basınç, ağrı ve vibrasyon duyularıdır. tine de duyarlı olduklarını gösterir.
Üçüncü olarak, çok sayıda Meissner koıpüskülü
içeren parmak uçları ile diğer alanlar, aynı zamanda
Merkel disklerinin bir tipi şeklinde Şekil 47-1’de gös
terilen çok sayıda genişlemiş uçlu dokunm a reseptö
DOKUNMA DUYULARININ rü de içerir. Derinin kıllı kısımlarında da hem en he
ALGILANMASI VE İLETİMİ men hiç Meissner korpüskülü olmasa bile az sayıda
genişlemiş uçlu reseptör bulunur. Bu reseptörler
Dokunma, Basınç ve Vibrasyon Gibi Duyular başlangıçta kuvvetli fakat sonra kısmen adapte olan
Arasındaki İlişkiler. Dokunma, basınç ve vibras sinyaller ve daha sonra devamlı olarak daha zayıf
yon genelde ayrı duyular olarak sınıflandırılsa da, uyarılar doğuran ve yavaş adaptasyon gösteren re
hepsi aynı tip reseptörler tarafından algılanır. Bun septörlerdir ve Meissner koıpüsküllerinden farklı
ların arasında üç tem el fark vardır: ( 1 ) dokunma dırlar. Böylece bunlar varolan durum ile ilgili uyarı
540
BÖLÜM 47 • Somatik Duyular: I. Genel Organizasyon; Dokunma ve Durum Duyuları 541
lar yollayarak, kişinin derisine sürekli olarak temas Periferik Sinir Liflerinde Dokunma Duyusunun
eden cisimlerin farkında olmasını sağlar. Merkel İletilmesi. Meissner korpüskülleri, Iggo kubbe re
diskleri Şekil 47-1'de gösterildiği gibi genellikle deri septörleri, kıl reseptörleri, pacini korpüskülleri ve
epitelinin alt kısmından yukarıya doğru projeksiyon Ruffini sonlanmalaıı gibi hemen hem en özelleşmiş
yapan Iggo ku bbe reseptörü denilen tek bir reseptör tüm duysal reseptörler, ileü hızları 30 ile 70 m/sn.
organı olarak gruplaşırlar. Bu, epitelin o noktada dı arasında olan Aptipi sinir lifleri ile sinyallerini iletir
şarı çıkıntı yaparak bir kubbe meydana getirmesine ler. Diğer taraftan serbest sinir sonlanmaları olan
ve çok hassas bir reseptör oluşturmasına sebep olur. dokunma reseptörleri sinyallerini, başlıca, ileti hız
Ayrıca Merkel disklerinin tüm grubu büyük, tek bir ları 5 ile 30 m/sn. olan ince tip A8 miyelinli lifleri ile
miyelinli sinir lifi ile inerve edilir (Ap tipi). Yukarıda iletirler. Dokunmaya ilişkin bazı serbest sinir son-
tartışılan Meissner koıpüsküllerinin yanısıra, bu re lanmaları, hızları saniyede bir metrenin kesirlerin
septörler vücutta spesifik yüzey alanlarının dokun den 2 m/sn’ye kadar olan C tipi miyelinsiz lifler yo
ma duyusunu lokalize etmede ve dokunulan yüze luyla ileti yaparlar; omuriliğe ve alt beyin sapma
yin yapısını saptamada çok önemli rol oynarlar. gönderilen bu sinyaller olasılıkla gıdıklanma duyu
Dördüncü olarak, vücut üzerindeki ince kılların sunun iletilmesine yardımcı olurlar.
hareketi, kılların alt kısmını çevreleyen sinir lifleri Deri üzerinde lokalizasyonu kesin olarak tayin
ni uyarır. Böylece her kıl ve bazalindeki sinir lifi, kıl edilebilen, şiddetindeki küçük değişikliklerin ayı
son-orgaııı olarak adlandırılır ve aynı zamanda bir rımı yapılabilen veya duysal sinyal şiddetindeki
dokunma reseptörüdür. Bu reseptör kolayca adap hızlı değişikliklerin algılanabildiği, daha kritik tip
te olur ve böylece Meissner korpüskülü gibi esas teki duysal sinyallerin hepsi daha hızlı ileten duy
olarak vücut yüzeyindeki nesnelerin hareketini ve sal sinir lifleri ile taşınır. Diğer taraftan basınç, iyi
ya vücutla ilk temasını saptar. lokalize edilem eyen dokunm a ve özellikle gıdık
Beşinci olarak, bir önceki bölümde Şekil 46-1’de lanm a daha kaba tipte olan sinyaller gibi, daha ya
gösterildiği gibi çok dallanmış, kapsülle çevrili son- vaş olarak ve sinir dem eti içerisinde çok daha az
lanmaları olan derinin derin tabakalarında ve ayrıca yer gereksinimi olan çok ince sinir lifleri yolu ile
derin dokularda yer alan çok sayıdaki Ruffini son- iletilirler.
organlarıdır. Bu sonlanmalar çok az adaptasyon
gösterirler ve bu nedenle ağır ve devamlı dokunma
sinyalleri ve basınç sinyalleri gibi deri ve derin do
kulardaki deformasyonların devamlı durumlarını Vibrasyonun Algılanması
haber vermede önemlidirler. Bunlar aynı zamanda
eklem kapsüllerinde de bulunurlar ve eklemin ro Tüm farklı dokunma reseptörleri vibrasyonu algıla
tasyon derecesini bildirmede yardımcı olurlar. mada rol alırlar; bununla birlikte farklı reseptörler
Altıncı, hem en deri altında ve ayrıca vücudun de vibrasyonun farklı frekanslarını saptarlar. Pacini
rin fasyal dokularında uzanan ve Bölüm 46’da ay korpüskülleri 30’dan 800 devir/sn’ye kadar olan vib
rıntıları ile tartışılan p acin i korpüskiilleridir. Bunlar rasyonları bildirebilirler, çünkü bunlar dokuların
sadece dokuların süratli hareketleri ile uyarılırlar hızlı deformasyonuna hemen o anda çok hızlı cevap
çünkü bir saniyenin yüzde bir kaçı içerisinde adap verirler, sinyallerini de saniyede 1 0 0 0 impulstan faz
te olurlar. Bundan dolayı, özellikle doku vibrasyonu lasını iletebilen AB tipi sinir lifleri ile iletirler.
veya dokuların mekanik durumlarındaki diğer hızlı Düşük frekanstan 2' den 80 devir/sn. kadar olan
değişmeleri saptamada önemlidirler. vibrasyonlar, diğer dokunma reseptörlerini, özel
542 ÜNİTE IX • Sinir Sistemi: A. Genel İlkeler ve Duyu Fizyolojisi
likle de pacini korpüskülleıinden daha az hızda linli liflerden (çapı ortalama 4 pm olan) oluşmuştur.
adapte olan M eissner korpüsküllerini stim üle İki sistem arasındaki diğer farklılık, kaynaklarına
ederler. kıyasla doısal kolon-medyal lemniskal sistem in si
nir liflerinin yüksek derecede uzamsal oıyantasyo-
na, anterolateral sistem in ise daha az derecede
Gıdıklanma ve Kaşınma uzamsal oryantasyona sahip olmasıdır.
Bu farklılıklar, doğrudan doğruya iki sistem tara
Nörofizyolojik çalışmalar, sadece gıdıklanma ve fından iletilebilen duysal bilgilerin tiplerini tanım
kaşınma duyuları hakkında bilgi veren çok hassas, larlar. Temporal ve uzamsal doğruluk ile lıızlı iletil
hızlı adapte olan m ekanoreseptif serbest sinir soıı- mesi gereken duysal bilgiler başlıca doısal kolon-
lanm alarınm varlığını kanıtlamıştır. Ayrıca bu son- medyal lemniskal sistem içerisinde taşınır, oysa
lanmalar, genellikle sadece gıdıklanma ve kaşınma büyük uzamsal doğrulukla veya lıızlı iletilmesine
duyularını bildiren hem en hemen tek doku olan gerek olmayan bilgiler başlıca anterolateral sistem
derinin yüzeysel tabakalarında bulunurlar. Bu du ile taşınır.
yu, yavaş tip ağrıyı taşıyan liflere benzeyen ince C Anterolateral sistem in doısal sistem de olmayan
tipi miyelinsiz liflerle iletilir. özel bir yeteneği vardır: duysal m odaliteleıin geniş
Kaşınma duyusunun amacı, olasılıkla deri üze bir spektrumunu iletme yeteneği -ağıı, sıcaklık, so
rinde yürüyen bit gibi veya bir sinek ısırması gibi ğuk ve kaba dokunma duyuları gibi-. Bunların ço
hafif yüzeysel uyaranlara dikkati çekmek içindir ve ğu Bölüm 4 8 ’de ayrıntılı olarak tartışılmıştır. D oısal
bildirilen sinyaller kaşınma refleksini veya intanın sistem tek başına, daha çok farklı tipte olan m eka
verdiği rahatsızlıktan kurtulmak için diğer manev noreseptif duyular ile sınırlanmıştır.
raların yapılmasını sağlar. Bu farklılığı akılda tutarak şimdi iki sistem de ile
Kaşınma yolu ile eğer iritan uzaklaştırılırsa veya tilen duyu tiplerini sıralayabiliriz.
kaşınma ağrı oluşturacak kadar kuvvetli ise, kaşın
ma duyusu yatıştııılabilir. Bölüm 48'de açıklandığı
Dorsal K olo n -M ed yal Lem niskal Sistem
gibi, ağrı sinyallerinin kaşınma sinyallerini omuri
likte lateıal inhibisyon ile inhibe ettiğine inanıl 1. S tim u lu su n yüksek d erecede lok alizasy on u n u g e
maktadır. rektiren d o k u n m a duyuları
2. U yaran ın şiddetin in h a ssa s derecelen d irilm esin in
tam olarak iletilm esini gerektiren d o k u n m a d u y u lan
3. V ibrasyon duyuları gibi fazik du y u lar
4. Deri üzerindeki hareketleri ileten du y u lar
SOM ATİK UYARILARI MERKEZİ 5. Pozisyon duyuları
SİNİR SİSTEM İNE İLETEN DUYSAL 6. B asın ç şiddetin in h a s s a s derecelerin i d e ğe rlen d ir
m ekle ilgili b asın ç duyuları
YOLLAR
Lissauer Korteks
Spinal sinir Dorsal kolon
traktüsü
Lamina marginalis
Spinoservikal
traktüsü Substantia gelatinosa
Dorsal Anterolateral
spinösere spinotalamik yol
bellar trak
tüs
Ventral
spinosere-
ventrobazal
bellar trak-
kompleksi
tüs
Ş E K İL 47 ■ 2
Omuriliğin enine kesiti. Omuriliğin gri cevherindeki I’deıı IX’a Medulla oblongata
sıralanan anatomik laminalar ve beyaz kolonlarında çıkan
duysal yollar (kırmızı ile) gösterilmiştir. Medyal lemniskus
Dorsal kolon
çekirdekleri
kereler dallanır. Sırayla uyarılan nöronlar 3 fonksiyona yar
Dorsal kök liflerinin çıkan
dım ederler: (1) Bazıları, omurilikte dorsal kolona giren dalları
lifleri vererek yukarıya beyne ilerlerler. (2) Nöronların çoğu,
Bölüm 54’te tartışılan lokal omurilik reflekslerini oluşturur Omurilik
lar. (3) Diğerleri, Bölüm 56’da serebellumun fonksiyonlarına
ilişkin olarak tartışıldığı gibi, spinoserebellar yolların oluşu Spinoservikal
muna neden olurlar. yol
Brodmaıın’ın 3a alanında, vertikal kolonların oran Somatik asosiyasyon alanında elektriksel stimü-
tısızca geniş bir parçası, kas, tendon veya eklem ge lasyon yapılması, bazen kişinin karmaşık somatik
rilme reseptörlerine cevap verir. Bunlardan gelen bir duyu deneyimine, hatta bazen bıçak veya top
sinyallerin birçoğu ardından santral fissürün he gibi bir nesneyi “hissetm esine” neden olabilir. Bu
m en anteriyoıunda yerleşmiş motor koıtekse doğ nedenle somatik duysal asosiyasyon alanının, pıi-
rudan dağılırlar ve kas fonksiyonunu kontrole yar mer somatik duysal alan içindeki çeşitli noktalar
dımcı olurlar. dan gelen bilgileri, anlamlarım deşifre etmek için
Somatik duysal korteks I içinde, daha posteriyo- birleştirdiği açıkça görülmektedir. Bu ayrıca som a
ıa ilerlenildiği zaman, yavaş adapte olan deri re tik duysal asosiyasyon alanına giren nöron yolları
septörlerine giderek daha fazla vertikal kolon ce nın anatomik düzenlemesine de uymaktadır, çü n
vap verir ve sonra daha posteriyorda daha da fazla kü bu alan: (1) somatik duysal alan I’den, (2 ) tala
sayıda kolon derin basınca duyarlıdır. musun ventıobazal çekirdeğinden, (3) talamusun
Somatik duysal alan I’in en posteriyor kısmında, diğer alanlarından, (4) görme korteksinden, (5)
deri üzerinde bir uyaran belirli bir yönde hareket işitme korteksinden gelen sinyalleri alır.
ediyorsa vertikal kolonların sadece yaklaşık % 6 ’sı
cevap verir. Yani, bu duysal sinyallerin yorumunun Somatik Asosiyasyon Alanının Uzaklaştırılması
daha da yüksek bir derecesidir. Sinyallerin somatik nın Etkisi-Amorfosentez. Somatik asosiyasyon
duysal alan I’den merkeze ve sonradan tartışacağı alanının bir tarafı çıkarıldığı zaman, kişi vücudun
mız, som atik asosiyasyon alanı olarak adlandırılan karşı tarafında karmaşık nesneleri ve karmaşık şe
posteriyor pariyetal kortekse yayılması ile olay da killeri dokunarak hissetme yöntemi ile tanıma yete
ha da karmaşık hale gelir. neğini kaybeder. Ayrıca, kişi karşı tarafta vücudu
nun şeklini algılama yeteneğini kaybeder. Özellikle
Somatik Duysal Alan l'in Fonksiyonları ilginç olan, kişinin vücudunun karşı tarafından ha
bersiz olması yani, orada olduğunu unutması de
Somatik duysal alan l ’in bilateral olarak genişçe çı mektir. Bu nedenle diğer tarafını kullanmayı, sıklık
karılması, aşağıdaki duysal değerlendirme şekille la motor fonksiyonlar için bile unutur. Aynı şekilde
rinin kaybı ile sonuçlanır: nesneleri hissederken kişi, nesnenin sadece bir tara
1. Kişi vücudun faiklı bölümlerindeki farklı du fını hissetme eğilimi gösterir ve diğer tarafının var
yuları ayrı bir şekilde lokalize edemez. Bununla be olduğunu dahi unutur. Bu karmaşık duyu eksikliği
raber, kişi bu duyuları kabaca lokalize edebilir, ör am orfoseııtez olarak adlandırılır.
neğin bir ele lokalize edebilir. Bu durum, normalde
beyin sapı, talamus veya serebral korteksin bazı
Dorsal Kolon-Medyal Lemniskal
bölümlerinin somatik duyularla ilgili sayılmamala
rına rağmen, belli derecelerde lokalizasyon yapa
Sistemdeki Sinyal İletisinin Tüm
bildiklerini gösterir. Özellikleri ve Analizi
2. Kişi vücuduna uygulanan hassas basınç dere
celerini değerlendiremez. Dorsal Kolon-Medyal Lemniskal Sistemde Temel
3. Kişi nesnelerin ağırlıklarına karar veremez. Nöronal Devre. Şekil 47-9'un alt kısmı, her sinaptik
4. Nesnelerin şekilleri ve biçimleri hakkında bir aşamada dallanmanın (diverjaııs)meydana geldiği
karar veremez. Buna astereognozi denir. dorsal kolon yolunun nöronal devresinin temel orga
5. Maddelerin yapısı hakkında karar veremez, nizasyonunu göstermektedir. Şeklin üst kısmı, deri
çünkü böyle bir değerlendirme, değerlendirilmesi üzerindeki tek bir reseptör uyaranının, o reseptörün
gereken yüzey üzerinde parmakların hareketi ile bağlantı kurduğu tüm koıtikal nöronlarda aynı oran
oluşan oldukça hassas duyulara bağımlıdır. da deşarja neden olmadığını göstermektedir. Bunun
Listede ağrı ve ısı duyularında kayıp ile ilgili hiçbir yerine, en fazla deşarj yapan koı tikal nöronlar, her re
şey söylenmediğine dikkat ediniz. Somatik duysal septör için olan kortikal "bölge”nin merkezi kısmında
alan l'in yokluğunda, bu duyu modaliteleriııi değer bulunanlardır. Bu nedenle, zayıf bir stimulus sadece
lendirmede nitelik veya şiddet bakımından anlamlı en merkezdeki nöronların ateşlemesine neden olur.
bir değişiklik olmaz. Fakat daha da önemlisi ağrı ve Daha güçlü bir stimulus yine daha çok nöronun ateş
ısı duyuları zayıf olarak lokalize edilir. Bu durum, lenmesine neden olur, fakat merkezdekiler, merkez
ağrı ve ısının her ikisinin de kaynağını lokalize et den daha uzakta olanlara göre yine de oldukça yük
menin, olasılıkla somatik duysal alan I’deki vücu sek bir hızda deşarj yaparlar.
dun topografik haritasına bağlı olduğunu gösterir.
İki-Nokta Diskriminasyonu. Dokunma diskriminas-
yonunu ölçmek amacıyla sıklıkla kullanılan bir me-
Somatik Duysal Asosiyasyon Alanları tod, kişinin “iki-nokta diskriminasyon (ayırt etme) ye
ten eğin i belirlemektir. Bu testte, iki iğne deri üzerine
Somatik duysal alan l ’in arkasında, pariyetal korteks hafifçe bastırılır ve kişi uyaranı iki noktada veya bir
içine yerleşmiş olan serebral korteksin 5. ve 7. Bıod- noktada hissettiğini belirtir. Kişinin parmak uçlarında
mann alanları (Şekil 47-5), somatik duysal alanlara toplu iğneler birbirine 1 ile 2 mm. kadar yakın olduğu
giren duysal bilgilerin deşifre edilmesinde önemli zaman iki ayrı noktayı ayırt edebilir. Bununla birlikte,
rol oynarlar. Bu yüzden bu alanlar som atik duysal kişinin sırtında iki ayrı noktanın ayırt edilebilmesi için
asosiyasyon alanları olarak adlandırılmaktadır. iğneler genellikle 30 ile 70 mm. kadar aralıklı olmalı-
BÖLÜM 47 • Somatik Duyular: I. Genel Organizasyon; Dokunma ve Durum Duyuları 547
yı, vücudun çeşitli peı iferik kısımlarına bir diyapazon geliştirmişlerdir, ancak farklı metotların sonuçları nadiren
ile vibrasyon uygulanması, dorsal kolonun fonksiyo birbirleriyle uyum gösterir. Duysal şiddet arttıkça şiddet
nel bütünlüğünü muayene etmek amacıyla nörolog ayırımının azaldığına ilişkin temel yasa hemen hemen
lar tarafından kullanılan önemli bir yöntemdir. tüm duysal modalitelere uygulanabilir. Bu yasanın iki for
mülü, duysal yorumlamanın fizyopsikoloji alanında etraf
lı olarak tartışılmıştır: Weber-Fechner Kuralı ve Güç Kuralı.
Duysal Uyaran Şiddetinin Yorumu
Weber-Fechner Kuralı-Stimulusun Kuvvetinin "Ora-
Duysal uyaranların çoğunun esas amacı, vücudun duru nı"m Algılam a. İlk olarak Weber daha sonra da Fechner
mu ve çevresindekiler hakkında kişiyi haberdar etmektir. 1800’lerin ortalarında, şu prensibi önermişlerdir: uyaran
Bu nedenle, duysal uyaran şiddetinin sinir sisteminin kuvvetinin derecesi, yaklaşık olarak, uyaran kuvvetinin
yüksek seviyelerine iletilmesi ile ilgili olan bazı ilkeleri logaritması ile orantılı olarak fark edilmektedir.Yam, ki
kısaca tartışmamız önemlidir. şinin 30 gram taşırken ağırlıktaki 1 gramlık artışı, 300
Akla gelen ilk soru, çok büyük değişkenlikler gösteren gramı taşırken de 1 0 gramlık bir artışı algılaması bu
şiddetlerdeki duysal deneyimlerinin iletilmesinin duysal prensibin tipik bir denemesi olarak gösterilebilir. Böyle
sistem için nasıl mümkün olduğudur? Örneğin, işitme sis ce, bir değişikliğin algılanması için gerekli olan uyaran
temi, olabilecek en zayıf fısıltıyı algılayabilir, fakat patlayı kuvvetindeki değişikliğin oranı esas olarak sabit kalır, lo-
cı bir sesin anlamını da kavrayabilir; bu iki deneyimin ses garitmik prensibe göre l ’e 30’dur. Bunu matematiksel
şiddetleri arasında 1 0 milyar kattan daha fazla fark vardır; olarak ifade etmek için;
gözler yarım milyon kata kadar değişen şiddetlerdeki gör
sel görüntüleri görebilirler, veya deri 1 0 . 0 0 0 ile 1 0 0 . 0 0 0 Yorumlanan sinyal kuvveti = log (uyaran) + Sabit
katlık basınç değişikliklerini algılayabilir.
Bu etkilerin kısmen bir açıklaması olarak, bir önceki bö Daha yakın zamanda, Weber-Fechner kuralının sadece
lümdeki Şekil 46-4, pacini korpiiskiilü tarafından oluştu yüksek şiddetlerdeki görsel, işitsel ve deriye ait duysal al
rulan reseptör potansiyeli ile duysal uyaranın şiddeti ara gılamalar için sayısal olarak kusursuz olduğu anlaşılmış
sındaki ilişkiyi göstermektedir. Düşük uyaran şiddetinde, tır ve diğer birçok duysal algılama şekillerine pek uygun
şiddetteki hafif değişiklikler potansiyeli belirgin şekilde ar olmamaktadır.
tırır, oysa uyaran şiddetinin yüksek düzeylerinde reseptör Weber-Fechner prensibi yine de hatırlanması gereken
potansiyelindeki ilave artışlar daha zayıf olmaktadır. Böy- iyi bir kuraldır. Çünkü arka plandaki duysal uyaranların
lece, pacini korpüskülü düşük şiddet düzeylerinde uya yüksek şiddette olması durumunda, uyarandaki ek deği
randaki en küçük değişiklikleri hassas olarak ölçme yete şikliğin daha büyük olması gerektiği vurgulanmaktadır.
neğine sahiptir. Fakat yüksek şiddet düzeylerinde, resep
tör potansiyelinde aynı miktarda değişiklik oluşturması Güç Kuralı. Fizyopsikologlar tarafından iyi bir matema
için uyarandaki değişiklik çok daha büyük olmalıdır. tiksel ilişki bulmak için yapılan diğer bir girişim, güç ku
Kulağın kokleası tarafından sesin saptanması için geçerli ralı olarak bilinen şu formüldür:
olan transdüksiyon mekanizması, uyaran şiddetinin dere
celerini ayırmaya yarayan başka bir metodu sergilemekte Yorumlanan sinyal kuvveti = K .(Uyaran -k)v
dir. Ses, baziler membran üzerinde spesifik bir noktada vib
rasyon oluşturduğu zaman, zayıf vibrasyon sadece maksi Bu formülde, y üssü ile K ve k sabitleri her duyu tipi için
mum vibrasyon noktasındaki tüy hücrelerini uyarır. Fakat farklıdır.
vibrasyon şiddeti arttıkça sadece bu tüy hücreleri daha şid Şekil 47-11’de gösterildiği gibi, bu güç kuralı ilişkisi çift
detli stimüle edilir hale gelmez, aynı zamanda maksimum logaritmik koordinaüar kullanılarak ve y, K ve k sabitleri
vibrasyon noktasından daha uzakta her yöndeki çok daha için uygun sayısal değerler bulunarak bir grafik üzerinde
fazla tüy hücreleri de stimiile edilirler. Böylece giderek artan işaretlendiğinde, herhangi bir duysal algılama tipi için
sayılarda sinir lifleriyle iletilen sinyaller, uyaran şiddetinin yorumlanan uyaran kuvveti ve gerçek uyaran kuvveti
merkezi sinir sistemine iletildiği bir başka mekanizmadır. arasında geniş bir aralık boyunca doğrusal bir ilişki elde
Bu mekanizmaya ek olarak, her bir sinir lifinde uyaran şid edilir. Ancak, şekilde gösterildiği gibi bu güç kuralı ilişki
detinin impuls hızı üzerine olan direkt etkisi ve birçok baş si bile çok düşük ve çok yüksek uyaran kuvvetlerinde ba
ka mekanizma, bazı duysal sistemlerin yüz binden milyar şarısız olmaktadır.
larca kata kadar değişen uyaran şiddet düzeylerinde olduk
ça güvenilir şekilde iş görmelerini mümkün kılmaktadır.
Durum (Pozisyon) Duyuları
Duysal Algılam adaki Çok Geniş Şiddet Aralığının
Önemi. Yaşayabileceğimiz duysal algılamaların şiddet
aralığı bu kadar geniş olmasaydı, çeşitli duyu sistemleri Pozisyon duyulan, sıklıkla propriyoseptif duyular
nin sıklıkla yanlış bir aralıkta çalışması söz konusu olabi olarak da isimlendirilirler. Bunlar iki alt gruba ayrı
lirdi. Bu, birçok insanın bir ışık ölçer kullanmadan, fotoğ labilir: ( 1 ) statik pozisyon duyusu, vücudun farklı
raf makinasına düşen ışığı ayarlama çabası ile örncklen- bölümlerinin bir diğerine göre oryantasyonunun
dirilebilir. Işık şiddetini sezgileri ile ayarlamaya çalışan bilinçli algılanması anlamına gelir, (2 ) hareket du
bir kimse, hemen her zaman aydınlık günlerde filme faz yusunun hızı, kin estezive ya d in am ik propriyosep-
la ışık düşürür, alaca karanlıkta ise az ışık düşürür. Buna siyon olarak da adlandırılır.
karşılık, insan gözü parlak gün ışığında ve alaca karanlık
ta görsel cisimleri bütün detayları ile ayırt edebilmekte
dir; filme düşürülmesi gereken ışık şiddetinin çok dar Pozisyonun Duysal Reseptörleri. Hem statik hem
aralığı nedeniyle, fotoğraf makinası bunu yapamaz. de dinamik pozisyonun bilinmesi, tüm düzlemlerdeki
tüm eklemlerin açılanma derecelerinden ve bunların
değişiklik oranlarından haberdar olunmasına bağlı
Uyaran Şiddetinin Değerlendirilmesi dır. Bundan dolayı reseptörlerin çok yönlü değişik üp-
Fizyopsikologlar, duysal uyaran şiddetinin kişi tarafından leri, eklem açısını belirlemede yardımcı olur ve birlik
değerlendirilmesini muayene etmek için çeşitli metotlar te pozisyon duyusu için kullanılırlar. Dokunma deri
BÖLÜM 47 • Somatik Duyular: I. Genel Organizasyon; Dokunma ve Durum Duyuları 549
Korteks
S O M A T İK D U Y S A L F O N K S İY O N U N B A ZI
Ö ZEL D U R U M L A R I
Ş E K İL 4 7 - 13
Anterolateral yolun anteriyor ve lateral bölümleri.
REFERANSLAR
A bem eth y B : T h e B iop h y sica l Foundations o f Grow th and Pathfinding. Berlin: Springer, M ittelstacdt H: Evid ence o f so m atic gravicep-
H uman M ovem ents. Cham paign, IL : Hu 1997. tion from new and cla ssica l investigations.
m an K in etics. 1997. F razer A , M o lin o ff P B , W inokur A : B io lo g ica l A cta O tolarygol Supp 1 :1 8 6 , 1995.
A ndersen R A , Snyder L H . B radley D C , K in g B a se s o f Brain Function. New Y o rk : Raven O ’ Leary D D , Schlaggar B L , T u ttle R : S p e cifi
J : M ultim odal representation o f spacc in the P ress, 1994. cation o f n eocortical areas and th alam ocort
posterior parietal cortex and its use in plan G arcia-A no veros J , C orey DP: T h e m olecules ical con n ection s. Annu R ev N eurosci
ning m ovem ents. Annu R e v N eurosci o f m echanosensation. Annu R e v N eurosci 1 7 :4 1 9 , 1994.
2 0 :3 0 3 , 19 9 7 . 2 0 :5 6 7 , 1997. Ronnett G V , Payne R A : A tale o f two senses.
Bernhard JD : Itch. H ightstow n, N J: M cG raw - Guderman T , S ch on eb erg T , Schultz G : Fu n c Neuron 1 5 :1 1 , 1995.
H ill, 1 9 94. tional and structural com plexity o f signal Rudomin P, R o m o R , M en d ell L M : Prcsynap-
B ev an L, Cordo P, Carlton L , Carlton M : P ro transduction via G -protein-coupled recep tic Inhibition and Neural C ontrol. New
prioceptive coordination o f m ovem ent se tors. Annu Rev Neurosci 2 0 :3 9 9 , 1997. Y o rk : O xford U n iversity Press, 1 9 98.
q uences: discrim ination o f jo in t angle ver Guyton A C , R eed er R C : Pain and contracture Sakata H, M ikam i A , Fu ster JM : T h e A sso cia
sus angular distance. J Neurophysiol in poliom yelitis. Arch Neurol Psychiatr tion C ortex. A m sterdam : H arw ood A c a
7 1 :1 8 6 2 , 19 9 4 . 6 3 :9 5 4 , 1950. d em ic, 1997.
B o w e r B : Right brain takes m em ories person H aines D E , Ard M D : Fundamental N eurosci Steriade M , Jon es E G , M c C o rm ic k D : T h a la
ence. N ew Y o rk: Churchill Livingstone, mus. A m sterdam: E lse v ier, 1997.
ally: S c i N ew s 1 5 0 :5 , 1996.
1997.
B u rgess N, O ’ K e efe J , and Jeffery' K J: What T h ie r P , K am ath H O : P arietal L o b e C ontribu
Ivry R B , R obertson LC : T h e Tw o S id es o f
A re the Parietal and H ippocam pal C ontribu tions to O rientation in 3 D S p a ce. B e rlin :
Perception. C am bridge, M A : M i l ’ Press,
tions to Spatial C ogn ition ? London: Royal Springer, 1997.
1998.
S o ciety , 1997. T o rre V , A shm ore J F , I-am b T D , M en in i A:
Jan s D A : T h e M ob ile R eceptor H ypothesis:
C ervero R , Laird JM : M echan ism s o f touch- Transduction and adaptation in sensory re
T h e R o le o f M em brane R ecep to r Lateral
evoked pain (allodynia): a new m odel. Pain ceptor ce lls. J N eurosci 1 5 :7 7 5 7 , 1 995.
M ovem ent in Signal Transduction. New
6 8 :1 3 , 1996. U su n o ff K G , M aran i E, S c h o e n JH R : T h e T r i
Y o rk : Chapm an & Hall, 1997.
C halliss R A J: R ecep to r S ign al Transduction gem inal System in M an . B e rlin : Springer,
Jo n es L A : Peripheral m echanism s o f touch and
Proto cols. T o tow a, N J: H umana Press, 1997.
proprioception. C an J Physiol Pharm acol
1997. 7 2 :4 8 4 , 1994. W agm an M : C ognitive S c ie n c e and the S y m
Chapman C E : A ctiv e versus passive touch: K alaska JF : C entral neural m echanism s o f b olic Operations o f H um an and A rtificial
factors influencing the transm ission o f so touch and proprioception. C an J Physiol Intellgence. W e stp o rt,’C T : Pracger, 1997.
m atosensory signals to prim ary som atosen Pharm acol 7 2 :5 4 2 , 1994. W ay T P , E arn er K E : A utom atic visual to tac
sory co rtcx . C an J P hysiol Pharm acol Lund, J S (ed): Sensory Processing in the tile translation. Part I: H um an factors, a c
7 2 :5 5 8 , 1994. M am m alian Brain . New Y o rk : O xford U n i cess methods, and im age m anipulation.
Cordo P, Carlton L , B ev a n L , et al: Proprio versity Press, 1988. IE E E T ran s R ehab il 5 :8 1 , 1 9 97.
ceptive coordination o f m ovem ent se M esslinger K : Functional m orphology o f n o ci W einberger N M : D ynam ic regulation o f recep
quences: ro le o f velo city and position in for ceptive and other fine sensory endings (free tive fields and m aps in the adult sensory
m ation. J N europhysiol 7 1 :1 8 4 8 , 1994. nerve endings) in different tissues. Prog cortex. Annu R e v N eu rosci 1 8 :1 2 9 ,
D rescher U: M olecu lar B a se s o f A xonal B rain R e s 1 1 3 :2 7 3 , 1996. 1995.
Somatik Duyular: II. Ağrı, Başağrısı
ve Termal Duyular
552
BÖLÜM 48 • Somatik Duyular: II. Ağrı, Başağrısı ve Termal Duyular 553
Ağrı Nedeni Olarak Doku Hasar Derecesi ğin, bir kan basıncı aletinin m anşeti üst kola sarılır
ve arteryel kan akımı kesilinceye kadar şişirilirse,
Şekil 4 8 -1 ’de gösterildiği gibi normal bir insan, de önkol kaslarının egzersizi bazen 15-20 saniye için
risinin 45°C'nin üstünde bir sıcaklıkla ısıtılması ha de ortaya çıkan şiddetli bir ağrıya yol açar. Kas, eg
linde ağrı duymaya başlar. Bu aynı zamanda doku zersiz yapmadığı takdirde ağrı, 3-4 dakikadan ö n
ların hasar görmeye başladığı ısı derecesidir. Hatta ce oluşmaz.
dokular bu sıcaklığın bir süre devam etmesi ile so İskemi esnasında oluşan ağrının ileri sürülen se
nunda tahrip olurlar. Bu nedenle, sıcağa bağlı ola beplerinden biri, dokularda anaerobik m etaboliz
rak ortaya çıkan ağrının sıcağın dokuda oluştura- ma (oksijensiz metabolizma) sonucu biriken bü
bildiği harabiyet derecesi ile yakından ilgili olduğu yük miktarlardaki laktik asittir. Aynı zam anda ola
hem en anlaşılmaktadır. sılıkla hücre hasarına bağlı olarak dokuda biriken,
Bundan başka, ağrının şiddeti, sıcağın oluştur bradikinin ve proteolitik enzimler gibi diğer kimya
duğu hasarın yanında, aynı zamanda bakteriyel sal ajanlar da laktik asitten ayrı olarak ağrı sinir uç
enfeksiyon, doku iskemisi, ezilme gibi faktörlerin larını uyarırlar.
oluşturduğu hasar derecesine de bağlıdır.
Ağrı Nedeni Olarak Kas Spazmı. Kas spazmı da
Doku Hasarında Kimyasal Ağrı Uyaranlarının ağrının çok sık rastlanan sebeplerinden ve pek çok
Özel Önem i. Hasarlanmış doku ekstıeleri normal klinik ağrı sendromunun tem ellerinden biridir. Bü
bir derinin altına enjekte edildiğinde, şiddetli bir yük olasılıkla bu ağrı kısmen kas spazm ının direkt
ağrıya neden olur. Kimyasal ağrı reseptörlerini uya olarak mekanik-duyarlı ağrı reseptörlerini uyarma
ran, yukarıdaki listede bulunan bütün kimyasallar sı ile ortaya çıkar. Yine büyük olasılıkla kas spazm ı
bu ekstrede mevcuttur. Diğerlerine nazaran daha nın kan damarlarında oluşturduğu basınç ile indi
çok ağrı doğuran kimyasal madde, bradikiııindir. rekt olarak iskemiye yol açm asına bağlıdır. Ayrıca
Pek çok araştırm acı bradikininin doku haıabiyeti- spazm, aynı zamanda kas dokusunda m etabolizm a
ne bağlı ağrıdan sorumlu esas ajan olduğunu iddia hızını artırır; böylece iskemi göreceli olarak artar ve
etmektedir. Ağrı duyumunun şiddeti aynı zamanda bu da ağrı-doğuran kimyasal maddelerin serbest
potasyum iyon konsantrasyonunun lokal artışı ve lenmesi için ideal bir ortam yaratır.
proteolitik enzimlerdeki artış ile orantılıdır, çünkü
bunlar direkt olarak sinir uçlarını etkileyerek ve si
nir m em branlaıının iyonlara karşı geçirgenliğini
artırarak ağrıyı uyarmaktadırlar.
AĞRI SİNYALLERİNİN MERKEZİ
Ağrı N edeni O larak Doku İskemisi. Bir doku SİNİR SİSTEMİNE İKİLİ İLETİMİ
nun kan akımı bloke olduğunda, doku birkaç daki
ka içinde çok ağrılı bir hal alır ve doku m etaboliz Bütün ağrı reseptörleri çıplak sinir uçlarından ib a
ması arttıkça, ağrı da daha hızlı ortaya çıkar. Ö rne ret olsa bile, bu sonlanmalar ağrı sinyallerini, m er
kezi sinir sistem ine iki ayrı yolla iletirler. Bu iki yol
en azından kısmen ağrının iki tipine karşılık gelir:
hızlı-keskin ağrı yolu ve yavaş-kroııik ağrı yolu.
P Maddesi, C Tipi Sinir Sonlanmalarının Olası Ya- madığı anlamına gelmez. Aksine, kortikal som atik
vaş-Kronik Nörotransmiteri. Araştırmacılar, omuri duysal alanların elektrikle stimülasyonu, uyarılan
liğe giren C tipi ağrı lifi terminallerinin hem gluta- noktaların yaklaşık % 3’ünde şalısın hafif derecede
mat hem de P maddesi salgıladığını iddia etm ekte ağıı duymasına yol açar. Ağıı algılaması prensip
dir. Glutamat tıansmiteri anında etki eder ve etkisi olarak alt merkezlerin bir fonksiyonu olsa bile, kor
sadece birkaç milisaniye sürer. Diğer taraftan, P teksin ağrının niteliğini tayinde önem li bir rolünün
maddesi çok daha yavaş serbestlenir ve saniyeler olduğuna inanılmaktadır.
hatta dakikalarca konsantrasyonunu korur. Hatta
bir iğne batmasından sonra hissedilen "ikili” ağrı Ağrı Sinyallerinin Tüm Beyin Uyarılabilirliğini
duyusunun kısmen veya tamamen glutamatın hızlı H arekete Geçirebilme Yeteneği. Beyin sapının
bir ağrı duyusu oluşturmasına, buna karşılık P mad retiküler bölgelerinde ve talamusun intralam inar
desinin daha yavaş bir ağrı duyusu oluşturmasına niikleuslarında, yavaş-ızdıraplı tip ağrının sonlan-
bağlı olabileceği ileri sürülmektedir. Ayrıntılar bilin dığı bölgelerdeki elektriksel stimulasyon, bütün
m ese de öyle görülüyor ki, hızlı ağrının merkezi sinir beynin sinirsel aktivitelerinde kuvvetli bir uyarıcı
sistem ine taşınmasından sorumlu olan nöıotrans- etki ortaya çıkarır. Zaten bu iki bölge Bölüm 5 9 ’da
miter glutamat, buna karşılık yavaş-kronik ağrı ile il tartışıldığı gibi, beynin temel uyanıklık sistem inin
gili olan P maddesi (veya diğer ilgili peptitler)dir. bir kısmını oluşturur. Bu, şiddetli ağrısı olan kişile
rin niçin uyanık kaldığını ve bu durumda uyuma
Beyin Sapı ve Talamusa Yavaş-Kronik Ağrı Sinyal nın mümkün olmadığını açıklar.
lerini Taşıyan Paleospinotalamik Yolun Projeksiyo
nu. Yavaş-kronik paleospinotalamik yol beyin sa A ğrı Yollarının Cerrahi Olarak Kesilm esi. Bazen in
pında, Şekil 48-3’de gösterilen büyük, pem be-bo- sanlar öyle şiddetli ve dayanılmaz ağrılar çekerler ki (da
yalı genişçe bir alanda sonlanır. Liflerin yalnızca ha çok hızla ilerleyen kanserlere bağlı olarak) ağrının
mutlaka giderilmesi gerekir. Bunun için, ağrı yolu her
onda biri ila dörtte biri talamusa gider. Geri kalan
hangi bir noktasında tahrip edilir. Eğer ağı ı vücudun alt
başka üç bölgede sonlanır: (1) Medulla, pons ve bölgelerinde ise, üst toıasik bölgelerde yapılan bir kor-
m ezensefelonun retikiiler ııükleuslarında ; (2 ) m e- clotonıi ağrıyı birkaç hafta veya birkaç ay giderebilir. Bu
zensefalonun inferiyor ve supeıiyor kolliküllerinin nun için, ağrılı bölgenin karşı tarafındaki omuriliğin ar-
derininde bulunan tektal alanlar, veya (3) Sylvius terolateıal dörtte birlik kısmı tamamen çıkarılır, böylece
yarığının çevresinde, p eria k u a d u ktal gri bölge. anterolateral duysal yollar kesilmiş olur.
Beynin bu alt bölgeleri ızdııap verici tipteki ağrıla Ancak kordotomi iki nedenden dolayı ağrının gideril
rın değerlendirilmesinde önemlidir. Çünkü ağıı mesinde her zaman başarılı olamamaktadır. Birincisi,
vücudun üst bölgelerinden gelen ağıı liflerinin çoğu,
sinyallerinin seıebrum a ulaşmasını bloke etmek
beyne ulaşıncaya kadar omurilikte çapraz yapmaz, dola-
için, m ezensefalonun üstünden beyni kesilmiş de yısı ile kordotomi bu lifleri kesmez. İkincisi, ağrı sıklıkla,
ney hayvanlarında, vücudun herhangi bir bölgesi daha önce çok zayıf etkileri olan bazı diğer ağrı yolları
nin travmatize edilmesi halinde bile gözden kaç nın (örneğin dorsolateral kolondaki seyrek yollar gibi)
ması mümkün olmayan ızdııap belirtileri ortaya duyarlılığının artışına ve kordotoıııiden sonra oluşan
çıkmaktadır. fıbröz dokunun kalan bu lifleri uyarmasına bağlı olarak
Beyin sapı ağrı bölgelerinden çok sayıda kısa lifli geri döner. Bu yeni ağrı ise genellikle başlangıçtaki ağrı
nöronlar ağrı sinyallerini yukarı, talamusun intra- ya nazaran çok daha kötüdür.
Ağrının dindirilmesinde diğer bir deneysel cerrahi
lam inar ve santral lateral nükleuslaıına, hipotala-
yöntem, talamusun intralaminar ııükleuslarında lezyon
m usun bazı bölgelerine ve bazal beynin diğer yakın oluşturmaktır. Bu yöntem, ızdırabı dindiren, ancak kişi
alanlarına taşır. nin "akut” ağrıyı algılamasını bozmayan önemli bir ko
ruyucu mekanizmadır.
Sinir Sisteminin Yavaş-Kronik Yolda İletilen Ağrı
nın Lokalizasyonunu Tayin Etmedeki Yetersizliği.
Paleospinotalamik yolda iletilen ağrının lokalizas-
yonu zayıftır, örneğin, yavaş-kronik tip bir ağrı sa
dece vücudun büyük bir parçasında, bir kolda veya
BEYİN VE MEDULLA SPİNALİSTE
bir bacakta lokalize edilebilir; kolun veya bacağın AĞRININ BASTIRILMA (“ANALJEZİ”)
belirli bir noktasında lokalize edilemez. Bu durum, SİSTEMİ
yolun multisinaptik, yaygın bağlantıları ile ilgilidir
ve hastaların bazı kronik tipteki ağrıların kaynağını İnsanların ağrıya karşı gösterdikleri reaksiyon de
lokalize etmedeki güçlüğünü de açıklar. receleri çok değişiktir. Bu değişik davranışlar kıs
men beynin kendisinin, analjezi sistem i denilen bir
Ağrının Değerlendirilm esinde Retikiiler For ağıı kontrol sistem ini aktive ederek, sinir sistem ine
masyon, Talamus ve Serebral Korteksin Fonk giren ağrı sinyallerini bastırabilm esine bağlıdır.
siyonu. Seıebıal kortekste somatik duysal bölgele Analjezi sistemi şekil 4 8 -4 ’de gösterilmiştir. Bu
rin tam am en çıkarılması bir hayvanın ağrıyı algıla sistem, üç temel bileşenden oluşmuştur: (1) Me-
masını bozmaz. Buna göre, retiküler formasyon, zensefalon ve üst ponsta, Sylvius yarığını çevrele
talamus ve diğer alt beyin merkezlerine giren ağrı yen ve üçüncü ve dördüncü ventıiküllere komşu
uyarıları bilinçli olarak algılanır. Bu, serebral kor bulunan, periaku adu ktal gri cevher ve periventri-
teksin normal ağıı değerlendirmesinde rolünün ol küler bölgeler. Bu bölgelerden çıkan nöronlar sin-
556 ÜNİTE IX • Sinir Sistemi: A. Genel ilkeler ve Duyu Fizyolojisi
İçi Boş Bir Organın Aşırı Gerilmesi. İçi boş bir orga
nın aşırı dolması yine olasılıkla dokunun aşırı gerilmesi
ne bağlı olarak ağrı meydana getirir. Aşırı gerilme aynı
zamanda organı çevreleyen damarlar üzerine de baskı
yapacağından, iskemik ağrıya da arttırır. lar genellikle ağrılı organdan uzakta bir vücut yüzeyine
yansıtılır.
DUYARSIZ ORGANLAR Diğer taraftan, direkt olarak pariyetal periton, plevra
ve peıikarddan gelen pariyetal duyular, lokal spinal si
nirler içinde iletilir ve bu duyular genellikle direkt olarak
Birkaç iç organ bölgesi ağrıya karşı hemen hemen duyar
ağrılı bölgede lokalize edilebilirler.
sızdır. Bunlar, karaciğer parankiması ve akciğer alveolle-
ridir. Ancak karaciğer kapsiilii hem direkt travmaya hem
de gerilmeye ve safra kanalları da ağrıya karşı hassastır. Viseral Yollarla İletilen Yansıyan A ğrının Lo kalizas
Akciğerlerle alveoller duyarsız olsa bile, bronşlar vç. pari- yonu. Viseral ağrı vücut yüzeyine yansıdığı zaman şa
yetal plevra ağrıya karşı çok duyarlıdır. hıs genellikle bunu mutlaka o viseral organın bulundu
ğu bölgede değil, embriyoda köken aldığı dermatom
İç Organ Hasarının Neden Olduğu Pariyetal Ağrı segmentindc hisseder. Örneğin kalp, boyun ve üst to-
rakstan köken almıştır. Buna göre kalbe ait viseral ağrı
Bir iç oıgan hastalandığı zaman, hastalık pariyetal peri lifleri sempatik sinirler içinde C-3 ve T-5 segmentleri
ton, plevra veya perikarda da yayılır. Deride olduğu gi arasında omuriliğe girer. Böylece, Şekil 48-6’da görül
bi, bu pariyetal yüzeyler de, ağrı iııervasyonunu sempa düğü gibi kalpten gelen ağrı, boynun yan tarafına,
tik sinirlerden değil, spinal sinirlerden alırlar. Bu ne omuzlar ve pektoıal kaslar üzerinden koldan aşağı ve
denle, iç organın üstünü kaplayan pariyetal duvardan göğüste sternuııı altındaki bölgeye yansır. Buraları ken
kaynaklanan ağrı oldukça keskindir. Bu tip ağrı ile, ger di duysal sinir liflerini C-3 ile T-5 arasındaki omurilik
çek viseral ağrı arasındaki fark şöyle vurgulanabilir: p a segmentleıine gönderen vücut yüzeyi bölgeleridir. Çok
riyetal peritondan yapılan bir kesi çok ağrılıdır; buna sıklıkla ağrı sağdan ziyade sol tarafta hissedilir. Çünkü
karşılık, viseıal peritonu veya barsak duvarım kesen kalbin sol tarafı, sağdan daha fazla koroner hastalıklara
benzeri bir kesi pek ağrılı değildir, hatta hiç ağrısız bile maruz kalmaktadır.
olabilir. Mide, embriyoda, yaklaşık yedinci ile dokuzuncu toı a-
sik segmentler arasından gelişir. Bu yüzden mide ağrısı,
umbilikıısun üzerinde, anteıiyor epigaslıiyuma yansır.
Viseral Ağrının Lokalizasyonu - Burası yedinci ila dokuzuncu torasik segmentlerle inerve
edilen yüzeysel alanlardır. Şekil 40-6, diğer organlara ait
“Viseral” ve “Pariyetal” İleti Yolları viseral ağrının yansıdığı farklı yüzeysel alanları, genellik
le o organın embriyoda köken aldığı bölgeleri temsil
Farklı organlardan kaynaklanan ağrının lokalize edil ederek göstermektedir.
mesi, birkaç nedenle zordur. Birincisi, beyin başlangıç
ta farklı iç organların varlığından habersizdir. Bu yüz
den içten gelen herhangi bir ağrı sadece genel olarak Abdom inal ve Torasik A ğrı İletim inde Pariyetal
lokalize edilebilir. İkincisi, abdomenden ve toıakstan Yol. Viseral organlardan gelen ağrı sıklıkla, yansıyan \n-
gelen duyular merkezi sinir sistemine; gerçek viseral seral yol ve direkt pariyetal yol olmak üzere ağrının iki
yol ve pariyetal yol olmak üzere iki yolla iletilir. Gerçek li iletimi nedeni ile aynı anda vücudun iki yüzeysel ala
viseral ağrı otonom sinirler içindeki (hem sempatik nında lokalize edilir. Buna göre, Şekil 48-7, iltihaplı bir
hem de parasempatik) duysal lifler ile iletilir ve duyu- apandisitten başlayan ikili iletimini göstermektedir.
BÖLÜM 48 • Somatik Duyular: II. Ağrı, Başağrısı ve Termal Duyular 559
H ip eraljezi
Tik D olore (Ağrılı Tik)
Bir ağrı yolu b azen ileri d ere ce d e uyarılm ış olabilir; ağ rı
y a karşı böyle bir h ip ersen sitiv ite gelişm esin e, hiperalje B azı in sa n la rd a , y ü zü n b ir tara fın d a, b e şin c i v ey a d o
zi denir. H iperaljezin in b a şlıc a neden leri (1) primer hi k u zu n cu sin irin d u y sal d a ğ ılım a la n ın d a (veya b ir k ıs
peraljezi den ilen , ağrı reseptörlerin in bizzat kendilerinin m ın d a) h an ç e r gibi s a p la n a n k e sk in b ir ağrı o r ta y a ç ı
aşırı duyarlığı ve (2) sekonder hiperaljezi denilen, duysal kar. Bu o lay a tik dolore (veya trigeminal nevralji veya
iletinin fasilitasyon udur. glossofaringeal nevralji) den ir. Ağrı an i b ir elektrik ş o
G ü n eş yanığı olan bir derin in aşırı duyarlığı prim er hi- k u n a b e n z e r ve b ir d e fa s ın d a b irk aç sa n iy e sü re b ild iğ i
p e raljeziy e örn ek o la rak verilebilir. Ağrı sin irlerin d e gibi, n e re d e y se d e v a m lı d a olabilir. Sık lık la y ü zü n y ü
olu ştu ru lan b u aşırı h assasiy e te , h istam in , p ıo staglan - z e y in d e a ğ ız d a vey a b o ğ a z d a aşırı du y arlı tetik n o k ta
dinler veya b en zeri lokal doku ürünlerinin se b e p o ld u ları ta ra fın d a n uyarılır. Bu n o k tala r h e m e n h er z a m a n
ğu n a in an ılm aktadır. S ek o n d er h iperaljezi sıklıkla o m u ağrılı bir u y aran y erin e, m e k a n ik etkili b ir u y aran ile
rilik veya talam ııs lezy on ların da ortaya çıkar. Bu lezyon- uyarılır. Ö rn eğin , h a sta b ir lok m ay ı y u ta rk e n , lo k m a
lard an bir kısm ı ileriki b ö lü m lerd e tartışılacaktır. to n sillere d e ğ d iğ in d e , b e şin ci sin irin m a n d ib u le r p a r
ç a sın d a , b a ta r ta rz d a şid d e tli k esk in b ir ağrı o r ta y a ç ı
kabilir.
T alam ik S endrom Tik dolore ağrısı genellikle aşırı duyarlı b ö lg e d e n g e
len p eriferik sinirin k esilm esi ile bloke edilebilir. B e şin
B a ze n p o ste riy o r se re b ra l arterin , ta la m u su n p o ste ro - ci sin irin d u y sal p a rç a sı genellikle k ran y u m için de, m o
v e n tıa l p a rç a sın ı in erv c e d e n p o ste ro la te ra l dalı, b ir tor ve d u y sal köklerin b irb irin d e n ayrı o ld u ğ u b ö lg e d e
tro m b u s ile b lo k e edilebilir. B öy lece ta la m u su n b u kesilir. B öylece d u y sal e le m e n tle r h a ra p olurken, p ek
b ö lg e sin d e k i n ü k le u s d e je n e r e olu r; b u n a k arşılık çok ç iğn e m e hareketi için gerekli olan m o to r p a rç a s a ğ
m e d y al ve an te riy o r çek ird ek leri sa ğ la m kalır. H a sta la r lam bırakılır. Bu o p e rasy o n y ü zü n o ta ra fın d a sıkıntı ve-
560 ÜNİTE IX • Sinir Sistemi: A. Genel İlkeler ve Duyu Fizyolojisi
B A Ş A Ğ R IS I
Başağrıları derin bölgelerden gelip, başın yüzeyinde his Nazal sinüs ve göze
sedilen, yansıyan ağnlardır. Pek çok baş ağrısı, kranyu- bağlı başağrıları
ınun içinden doğan ağrı stimulasyonları sonucu oluşa
bildiği gibi, bir kısmı da ııazal sinüslerden olduğu gibi, Ş E K İL 4 8 - 9
kranyumun dış tarafından da gelebilir. Farklı nedenlerden kaynaklanan başağrılarının bölgeleri.
BÖLÜM 48 • Somatik Duyular: II. Ağrı, Başağrısı ve Termal Duyular 561
Düşük Serebrospinal Sıvı Basıncına Bağlı Başağrısı. na, veya frontal sinüs enfeksiyonlarında olduğu gibi ba
Spinal kanaldan 20 mililitre kadar az bir sıvının çekilme şın ön kısmı ile kafa derisinin frontal yüzeylerine yansı
si, bilhassa hasta ayakta iken şiddetli intrakranyal başağ- yan baş ağrıları ortaya çıkar (Şekil 48-9). Ayrıca, maksil-
rısına sebep olur. Bu miktardaki bir sıvının geri çekilme İer sinüsler gibi daha aşağıdaki sinüslerden kaynaklanan
si, normalde beynin serebrospinal sıvı ile gerçekleşen ağrılar yüzde hissedilebilir.
yüzmesini kısmen ortadan kaldırır. Böylece beynin ağır
lığı çeşitli dural yüzeyleri gerer ve büker, bu da başağrıla- Göz Bozukluklarına Bağlı Başağrısı. Gözün uyum yap
rına yol açar. masındaki zorluklar, kişinin net görebilmek için silyer
kaslarının aşırı kontraksiyonuna yol açar. Bu kaslar çok
Migren Başağrısı. Migren başağrısı, özel tip bir başağrı- küçük oldukları halde, tonik kontraksiyonlarının ıetıo-
sıdır. Mekanizması tam olarak bilinmemekle birlikte orbital başağrılarına neden olduğuna inanılmaktadır. Ay
anormal vaskiiler bir olaya bağlı olarak ortaya çıktığı dü rıca, gözde uyum sağlamak için yapılan aşırı çabalar çe
şünülmektedir. şitli yüz kasları ve ekstraoküler kaslarda refleks spazma
Migren başağrısı, bulantı, görme alanının kısmen kay yol açarak başağrısının olası bir nedeni olabilir.
bı, görsel aura ve diğer tip duysal halüsinasyonlar gibi Gözlerden kaynaklanan ikinci bir tip başağrısı, gözle
çeşitli prodromal duyularla başlar. Genellikle prodromal rin ışık ışınları ile aşırı irradyasyonuna, özellikle ultravi-
semptomlar, ağrının başlamasından 30 dakika ile 1 saat yole ışığa maruz kalması ile ortaya çıkar. Güneşe veya
önce başlar. Buna göre migren türü başağrısını açıklaya kaynak makiııasmın ışığına birkaç saniye için bakmak
bilecek herhangi bir teorinin, bu prodromal semptomla bile, 24 ila 48 saat süren başağrılarına neden olabilir. Ba-
rı da açıklayabilmesi gerekir. şağrısı bazen konjunktivaların "aktinik" iıitasyonu sonu
Migren başağrısına yol açan nedenleri açıklayan teori cunda ortaya çıkabilir ve ağrı, başın yüzeyine veya retro-
lerden biri, uzun süren heyecan ve gerginliklerden sonra, orbital bölgelere yansıtılır. Hatta kaynak makinasından
beyni besleyen arterler dahil, başa ait bazı arterlerin ref veya güneşten gelen şiddetli ışığın retinaya odaklanma
leks vazospazmıdır. Teorik olarak, vazospazm beyin böl sı, retinayı yakabilir ve bu da baş ağrısına yol açabilir.
gelerinde iskemi yaratır ve prodromal semptomlardan
bu sorumludur. Daha sonra şiddetli iskeminin sonucun
da vaskiiler duvara birşeyler olur; olasılıkla damar düz
kaslarında tükenmeye bağlı olarak tonus kaybolur ve
■
T E R M A L D U YU LA R
kaslar 24 ila 48 saat boyunca tonusu koruma yeteneğini
yitirmiş ve gevşek halde kalır. Damarların içindeki kan
basıncı bunları genişletir ve şiddetli pulsasyonlar doğu
rur. Tempoıal arter gibi bazı ekslrakranyal arterler de da
Termal Reseptörler ve Bunların Uyarılması
hil, arter duvarlarının aşırı gerilmesinin, migren ağrısının
gerçek nedenini oluşturduğu öne sürülmektedir. İnsanlar, dondurucu soğuktan soğuğa, serinden
Migren başağrısına yol açan faktörler ile ilgili diğer te fa r k edilmeyen serinliğe, ılıktan sıcağa, yakıcı sıca
oriler arasında yayılan kortikal depresyon, psikolojik ğa değişebilen, sıcak ve soğuğun farklı derecelen
anomaliler ve serebral ekstraselüler sıvıda aşırı lokal po dirmelerini algılayabilirler.
tasyum birikmesine bağlı vazospazm sayılabilir. Termal derecelenme en az üç tip duysal reseptör
ile ayırt edilir: soğuk reseptörleri, sıcak reseptörleri
ALKOLİK BAŞAĞRISI. Pek çok insan aşırı içki atımından
ve ağrı reseptörleri. Ağrı reseptörleri sadece aşırı
sonra baş ağrısı tecrübesini yaşamıştır. Dokular üzerin
de toksik etkili olan alkolün, meninksleri direkt olarak derecede sıcak ve soğuk ile uyarılır. Bu nedenle, bu
irite ederek, intrakranyal bir ağrıya yol açtığı düşünül reseptörler, soğuk ve sıcak reseptörleri ile birlikte
mektedir. "dondurucu soğuk” ve “yakıcı sıcak” duyularından
sorumludurlar.
KABIZLIĞA BAĞLI BAŞAĞRISI. Kabızlık pek çok insanda Soğuk ve sıcak reseptörleri hemen derinin altında,
başağrısına neden olur. Omurilik kesisi olan hastalarda her biri 1 milimetre kadar bir uyarılma çapına sahip,
kabızlık başağrısının ortaya çıkabilmesi bu ağrının ko birbirinden ayrılmış, farklı noktalarda yer alırlar. Vü
londan gelen sinirsel uyaranlarla meydana gelmediğini
cudun pek çok bölgesinde, sıcak reseptörlerinden 3
gösterir. Bu nedenle, bu başağrısı, olasılıkla absorbe edi
len toksik ürünlerden veyabarsağa sıvı kaybına bağlı do ila 1 0 kat daha fazla soğuk reseptörü bulunur ve bu
laşım sistemi bozukluklarından kaynaklanmaktadır. sayılar, dudaklarda santimetre karede 15 ila 25 soğuk
noktası, parmak uçlarında santimetre karede 3-5 so
ğuk noktası ve gövdenin bazı geniş alanlarında santi
Ekstrakran yal Tip Başağrısı metre karede 1 soğuk noktası olmak üzere, değişiklik
gösterir.
Kas Spazmına Bağlı Başağrısı. Ruhsal gerginlikler, bil
hassa kafatasına tutunan kaslar ve oksipital bölgeye bağ Psikolojik testlere dayanarak sıcak reseptörlerine
lanan boyun kasları gibi başa ait pek çok kasta, spazmlar ait ayrı sinir sonlanmalarmın olduğu iyi bilinm esi
oluşturur. Bu spazmların, belli başlı baş ağrısı sebeple ne rağmen, bunlar histolojik olarak tanım lanm a
rinden biri olduğu söylenmektedir. Başa ait spastik kas mış tır. Bu reseptörlerin serbest sinir uçları olduğu
ların ağrılarının başın üst bölgelerine yansıyarak, intrak tahmin edilmektedir, çünkü sıcak sinyalleri temel
ranyal lezyonlarla aynı tipte ağrılara neden olduğu düşü olarak, ancak 0,4 ila 2 m /sn’lik ileti hızına sahip C
nülmektedir. tipi sinir lifleri ile iletilirler.
Diğer taraftan ayrı bir soğuk reseptörünün varlığı
Nazal ve Aksesuar Nazal Yapıların İritasyonunun
Neden Olduğu Baş Ağrısı. Burnun ve bütün nazal si gösterilmiştir. Bu özel küçük bir tip, A5 miyelinli sinir
nüslerin muköz membranları ağrıya hafifçe duyarlıdır. sonlanmasıdır ve çok sayıda dallara ayrılır. Bu dalla
Yine de, enfeksiyonlar veya nazal yapıların diğer iritas- rın uçları, bazal epidermal hücrelerin alt yüzeylerine
yonları genellikle sumasyon gösterir ve gözlerin arkası doğru uzanır. Bu reseptörlerden sinyaller A5 sinir lif
562 ÜNİTE IX • Sinir Sistemi: A. Genel İlkeler ve Duyu Fizyolojisi
leri ile, yaklaşık 20 m/sn hızla iletilir. Bir kısım soğuk veya daha uzun bir süre içinde ise daha yavaş ola
duyusunun C tipi liflerle de iletiliyor olması, bazı ser rak zayıflar. Diğer bir deyişle, reseptör büyük ölçü
best sinir uçlarının aynı zamanda soğuk reseptörü de “adapte” olur, fakat % 1 0 0 adaptasyon meydana
olarak da fonksiyon gördüğünü düşündürmektedir. gelmez.
Bu nedenle, termal duyuların, o sıcaklığın sabit
Term al R esep tö rlerin Uyarılm ası-Soğuk, Se durumuna karşı cevap oluşturabilmelerine ek ola
rin, Farksız, Ilık ve Sıcak D uyulan. Şekil 48-10 rak, sıcaklık değişikliklerine karşı da duyarlı olduk
farklı ısıların dört sinir lifinin cevaplarına olan ları açıktır. Bunun anlamı, deri sıcaklığı aktif olarak
etkilerini gösterm ektedir: ( 1 ) soğuk ile uyarılan düşürüldüğü zaman, sıcaklık aynı soğuk derecesin
bir ağrı lifi, (2) bir soğuk lifi, (3) bir sıcak lifi, (4) de kalsa bile, şahıs çok daha soğuk hisseder. Tersi
sıcakla uyarılan bir ağrı lifi. Bu liflerin farklı dü ne, eğer sıcaklık aktif olarak yükseltilirse, aynı sabit
zeydeki sıcaklıklara farklı cevaplar verdiklerine sıcaklıkta şahıs daha fazla bir sıcaklık duyar.
özellikle dikkat edilmelidir. Örneğin, ço k soğuk Sıcaklık değişikliklerine karşı verilen yanıtlar, ki
bölgede (deri, neredeyse donm a noktasına kadar şinin sıcak su dolu küvete ilk girişinde hissettiği aşı
soğutulsa veya hatta d onduıulsa bile, bu lifler rı sıcak veya ısıtılmış bir odadan dışarıya ilk çıkışta
u yaıılam az) sa d ece ağrı lifleri stim ü le olur. hissettiği aşırı soğuk hissini de açıklamaktadır.
Sıcaklık 10oC -15°C ’ye yükseldiğinde ağrı im puls-
ları kesilir, fakat soğuk reseptörleri, 24°C’de en
Term al R ese ptörlerin U yarılm a M eka nizm aları
üst düzeye ulaşacak ve 40°C ’de zayıflayacak şe
kilde, uyarılm aya başlar. 30°C ’nin üstünde sıcak
reseptörleri uyarılır, fakat bunlar da 40°C’de sö Soğuk ve sıcak reseptörlerinin, kendi m etabolik
ner. En son olarak, 45°C ’de ağrı reseptörleri uya hızlarındaki değişikliklere bağlı olarak uyarıldıkları
rılm aya başlar. Bu arada, aşırı sıcağın soğuk re düşünülmektedir. Bu değişiklikler, sıcaklığın in tıa-
septörlerinde oluşturduğu harabiyetten dolayı, selüler kimyasal reaksiyonların hızını, her 10°C’lik
parodoks olarak bazı soğuk lifleri de yeniden fark için 2 kattan daha fazla olmak üzere değiştirdi
uyarılm aya başlanır. ği gerçeğine bağlıdır. Diğer bir deyişle, term al algı
Şekil 48-10’dan anlaşılabileceği gibi, kişi farklı lama büyük olasılıkla, sıcak ve soğuğun sinir uçları
termal duyuların derecelerini, farklı tip sinir son- üzerine direkt fiziksel etkilerinden dolayı değil, si
lanm alarm ın göreceli uyarılmaları ile tayin edebi nir uçlarının sıcaklıkla değiştirilen kimyasal uyarıl
lir. Yine bu şekilden, niçin aşırı soğuk ve sıcağın her masına bağlı olarak ortaya çıkar.
ikisinin de ağrılı olduğu ve niçin bu iki duyunun
şiddetli olması halinde, dondurucu soğuk ve yakıcı Termal Duyuların Uzamsal Sumasyonu. Vücu
sıcağın hem en hem en aynı hissi oluşturduğu yani dun herhangi bir bölgesinin yüzeysel alanında so
ağrılı olduğu kolayca anlaşılabilir. ğuk veya sıcak sonlanmaların sayısının az olm asın
dan dolayı, küçük bir bölge uyarıldığında sıcaklık
Yükselen ve Düşen Isının Uyarıcı Etkileri-Ter- derecesini tayin etmek zordur. Ancak, vücut yüze
mal Reseptörlerin A daptasyonu. Bir soğuk re yinde geniş bir alanın uyarılması halinde, bütün
septörü aniden çok hızlı bir ısı düşüşüne maruz bölgeye ait termal sinyaller sumasyon yapar. Ö rne
kalırsa, önce kuvvetle uyarılır, fakat bu uyarı ilk ğin, 0 .0 1°C gibi çok küçük bir sıcaklık değişikliği b i
birkaç saniye içinde hızla, daha sonraki 30 dakika le, eğer bu değişiklik vücudun bütün yüzeyini aynı
anda etkiliyor ise, fark edilir. Diğer taraftan, bunun
1 0 0 kat fazlası bir sıcaklık değişikliği yalnız 1 santi
tekse iletilir. M ikroelektrot çalışm alarıyla, so m a Ayrıca, insanlarda postsantral giıusun çık arılm a
tik duysal alan I’de bazen bir nöronun derinin sının, sıcaklık d erecelerini ayırt etm e yeteneğini
spesifik bölgelerindeki soğuk veya sıcak duyum azalttığı ancak tam am en ortadan kaldırm adığı
ların a direkt olarak duyarlı olduğu bulunm uştur. bilinmektedir.
REFERANSLAR
A nbar M , G ratt B M : R o le o f nitric oxide in G arcia J, Altm an R D : C hronic pain states: Porter R\V: M anagem ent o f B a c k Pain. 2nd
the physiolopathology o f pain. J Pain pathophysiology and m edical therapy. ed. New Y o rk: C h urch ill L ivin g ston e, 1994.
Sym ptom M anage 1 4 :2 2 5 , 1997. Sem in A rthritis Rh eum 2 7 :1 , 1997. R obinson A J: C entral nervous system path
B a c h F W : Beta-endorphin in the brain: a role G reenspan JD : N ociceptors and the peripheral ways for pain transm ission and pain c o n
in nocicep tion . A cta A naeslhcsiol Scand 4 1 : nervous system ’ s role in pain. J Hand Ther trol: issues relevant to the practicing c lin i
133, 1 9 9 7 . 1 0 :7 8 , 1997. cian. J Hand T h c r 1 0 :6 4 , 19 9 7 .
B erg eron S , B in ik Y M , K h alife S , Pagidas K : H aines D E , Ard M D : Fundam ental N eurosci S akata H , M ikam i A , F u ste r JM : T h e A sso c ia
V u lv a r vestibu litis syndrome: a critical re ence. New Y o rk : Churchill Livingstone, tion C o rtex. A m sterdam : H arw ood A ca
view . C lin J Pain 13 :2 7 , 1997. 1997. d em ic, 1 9 9 7 . î
B o rg G : P erceived E xertion and Pain S cales. H andw erker IIO , K obal G : Psychophysiology Siddall P J, C ousins M J: N eurobiology o f pain.
C ham paign, TL: Human K in ctics, 1998. o f exp erim entally induced pain. Physiol Int A nestliesiol C lin 3 5 :1 , 1 9 97.
B o rso o k D : M o lecu lar N eurobiology o f Pain. R ev 7 3 :6 3 9 , 1993. T o lliso n C D : H andbook o f Pain M anagem ent.
S ea ttle: 1A SP Press, 1 9 97. Ivry R B , R o bertson L C : T h e T w o Sides o f B altim o re: W illiam s & W ilkin s, 1994.
B o w e r B : R ight brain lakes m em ories person Perception. C am bridge, M A : M IT Press, U su n off K G , M arani E, Sch o en JH R : T he T r i
. 1998.
ally. S c i N ew s 1 5 0 :5 , 1996. gem inal System in M a n . B e rlin : Springer,
Jensen T S : O pioids in the brain: supraspinal
C ervero F : Sen sory innervation o f the viscera: 1997.
m echanism s in pain control. A cta Anaesthe-
peripheral basis o f visceral pain. Physiol V o g el G : Illu sio n reveals pain locus in brain.
siol Scan d 4 1 :1 2 3 , 1997.
R e v 7 4 :9 5 , 1 9 94. S c ie n c e 2 7 4 :1 3 0 1 , 1 9 9 6 .
Levy M H : P h arm acologic treatm ent o f cancer
C esare P , M cN aughton P: Peripheral pain W agm an M : C ognitive S c ie n c e and the S y m
pain. N E n gl J Med 3 3 5 :1 1 2 4 , 1998.
m ech an ism s. C urr Opin N eurobiol 7 :4 9 3 , bo lic O perations o f H um an and A rtificial
Light A R : T h e Initial Processing o f Pain and
19 9 7 . Its D escen din g C ontrol: Spinal and Trigem Intelligence. W estport, C T : Pracger, 1997.
C h alliss R A J : Receptor Signal Transduction inal System s. Farm ington, C T : S . Karger, W arfield G A : Principles and P ra ctice o f Pain
P roto cols. To tow a, N J: Humana Press, 1992. M anagem ent. H ightstow n, N J: M cG raw -
19 9 7 . M artin L A , H agen N A : N europathic pain in H ill, 1993.
D icken so n A H , C hapm an V, G reen G M : T h e c an cer patients: m echanism s, syndromes, W atkins L R , M a ie r S F : C ytokin es and Pain.
pharm acology o f excitatory and inhibitory and clin ica l controversies. J Pain Sym ptom B asel: Birkh auser V e rla g , 1998.
am ino a c id -m ed ia ted events in the trans M anage 1 4 :9 9 , 1997. X u X J , H ao J X , K upers R , et al: M echanism s
m ission and modulation o f pain in the spi O lsen J , Edvinsson L : H eadache Pathogenesis. o f central pain. A cta A n aesthesiol Scand
nal cord . G en Pharm acol 2 8 :6 3 3 , 1997, Philadelphia: Lippincott-R aven, 1997. Suppl 1 1 0 :1 2 7 , 1997.
liiflll. >!( i f i f ) . ’ ) i (i 111 '.n f. I«- C| b l l l l ' I: -11 i
) * IV} I f niilA .1 SI II
V I In t. /rlt-,1.5 I-.-.ij
- illl.fi M M , ' , - I I I. | I ,J| , > l , A 1,1 'rjo il
' !• . ... II 'ill. . •'II .> n i l ') i t| M i :i i .' ... . iii' i l i |V 7 > ililii( li| .. i i . In V
B. Özel Duyular
49
Göz: I. Görme Optiği
50
Göz: II. Retinanın Reseptör Olarak ve Sinirsel İşlevi
51
Göz III. Görmenin Merkezi Nörofizyolojisi
52
İşitme Duyusu
53
Kimyasal Duyular-Tat ve Koku
Kırılm a İlkelerin in M erc ek le re U ygulanm ası
OPTİĞİN FİZİKSEL İLKELERİ
Dışbükey (Konveks) Mercemler Işık Işınlarını O d ak
Gözün optik sistem ini anlayabilm ek için öncelik
larlar. Şekil 49-2 dışbükey (konveks) bir merceğe giren
paralel ışık ışınlarını göstermektedir. Merceğin merke
le kırılm a (refraksiyon) fiziği, odaklama ve odak zinden geçen ışık ışınları mercek yüzeyine tam dik ola
derinliği gibi optiğin tem el ilkeleri iyice kavran rak çarparlar ve bu nedenle mercekten kırılmadan ge
mış olmalıdır. Bu am açla, önce bu fizik prensiple çerler. Ancak, merceğin her iki kenarına doğru ışık ışın
ri kısaca gözden geçirilecek, sonra göz optiği tar ları gittikçe artan açılı bir geçiş yüzeyine çarparlar. Bu
tışılacaktır. nedenle, daha dışta yer alan ışınlar merkeze doğru daha
büyük bir kırılma gösterirler. Buna ışınların yakınsan -
ması (konverjansı) adı verilir. Bükülmenin yarısı merce
Işığın K ırılm ası ğe girerken, yarısı ise merceğin diğer yüzünden çıkarken
oluşur. (Bu noktada ara vermeli ve ışınların merceği terk
Saydam Bİr Cismin Kırılma İndeksi. Işık ışınlan hava ederken neden yine merkeze doğru büküldükleri irde
da yaklaşık 300.000 km/sn hızla ilerlerken katı ve sıvı ci lenmelidir.)
simler içinde çok daha yavaş bir hızla yol alırlar. Saydam Son olarak, mercek uygun bir eğriliğe sahipse, merce
bir cismin kırma (refraktif) indeksi, ışığın havadaki hızı ğin farklı kısımlarından geçen paralel ışınların tümü tek
nın cismin içindeki hızına oranıdır. Havanın kendi kırma bir noktadan geçecek şekilde bükülürler. Bu noktaya
indeksi 1 ,0 0 'dir. odak noktası adı verilir.
Eğer ışık belirli bir tip camdan 2 0 0 . 0 0 0 km/sn hızla ge
çiyorsa, bu camın kırma indeksi 300.000’in 200.000’e bö İçbükey (Konkav) Mercekler Işık Işınlarını Iraksarlar
lümüne eşittir, yani 1,50’dir. (Diverjans). Şekil 49-3 içbükey (konkav) bir merceğin
paralel ışık ışınlarına etkisini göstermektedir. Merceğin
Işık Işınlarının, Farklı Kırma İndeklerine Sahip İki tam orta noktasından geçen ışınlar demete dikey bir ge
Ortamın Geçiş Yüzeyinde Kırılması. Işık dalgalan şe çiş yüzeyine çarparlar ve dolayısıyla kırılmadan ilerler
kil 49-1’de görüldüğü gibi bir demet halinde ilerlerken, ler. Merceğin kenarlarına düşen ışınlar, ortadaki ışınlar
ışık demetine dik bir geçiş yüzeyine çarparlarsa, dalgalar dan daha önde merceğe girerler. Bu dışbükey mercekte-
ikinci kırıcı ortama yönlerinden sapmadan girerler. Or kine zıt bir etkidir ve kenardaki ışık ışınlarının merceğin
taya çıkan tek etki, şekilde dalga cepheleri arasındaki merkezinden geçen ışınlardan uzaklaşarak ıraksanması-
uzaklıkların kısalmasıyla gösterilen, yayılma hızında na yol açar.
azalma ve dalga boyunda kısalmadır. Öte yandan, şeklin Kısaca, içbükey (konkav) mercekler ışık ışınlarını ırak
alt kısmında gösterildiği gibi, ışık dalgaları açılı bir geçiş sarken, dışbükey (konveks) mercekler ışık ışınlarını ya
yüzeyinden geçerlerse, iki maddenin kırma indeksleri kınsarlar.
birbirinden farklı olduğu takdirde ışık dalgalan bükülür
ler. Bu şekilde, ışık dalgaları, kırılma indeksi 1 , 0 0 olan Silindirik Mercekler Işık Işınlarını Yalnız Bir Düzlem
havayı teı k ederek kırma indeksi 1,50 olan cam bloğa gir de Kırarlar - Küresel Merceklerle Karşılaştırm a. Şe
mektedir. Işık demeti açılı geçiş yüzeyine ilk değdiğinde, kil 49-4 bir konveks küresel ve bir konveks silindirik mer
ışığın alt kenarı üst kenarından daha önce cama girmiş ceği göstermektedir. Silindirik merceğin iki yanından ge
tir. Demetin üst kısmındaki dalga cephesi henüz havada len ışık ışınlarını kırdığına, fakat üstten ya da alttan gelen
300.000 km/sn hızla ilerlemeye devam ederken cama ışınları kırmadığına dikkat ediniz. Yani, kırılma sadece
girmiş olan kısmı 200.000 km/sn hıza düşmüştür. Bu du bir düzlemde ortaya çıkmakta, diğerinde ise olmamak
rum, dalga cephesinin üst kısmının alt kısmının önünde tadır. Böylece paralel ışık ışınları bir odak çizgisine doğ
gitmesi sonucunda dalga cephenin dikeyliğini yitirip sa ru bükülürler. Oysa, küresel mercekten geçen ışık ışınla
ğa bükülmesine yol açar. Işığın hareket yönü her zaman rı, merceğin tüm kenarlarında (her iki düzlemde de)
dalga cephesinin düzlemine dik olduğu için, ışık demeti merkezdeki ışına doğru bükiilmekte ve tüm ışınlar bir
aşağı doğru bükülür. odak noktasına gelmektedirler.
Işık ışınlarının açılı bir geçiş yüzeyinde bükülmesi kı Silindirik merceğe örnek olarak içine su doldurulan
rılma (refraksiyon) olarak bilinir. Kırılma derecesinin (1) bir deney tüpünü gösterebiliriz. Deney tüpü güneş ışığı
iki saydam ortamın kırma indekslerinin oranı ve (2 ) ge na tutularak, tüpün diğer yüzüne bir kağıt parçası gittik
çiş yüzeyi ile giren dalga cephesi arasındaki açının dere çe yaklaştırılırsa, belirli bir uzaklıkta, ışık ışınlarının bir
cesine bağlı olarak arttığına özellikle dikkat ediniz. odak çizgisine toplandıkları görülecektir. Öte yandan,
566
BÖLÜM 49 • Göz: I. Görme O p tiğ i 567
Ş E K İL 4 9 - 3
Ş E K İL 49 - 1 Işık ışınlarının konkav küresel merceğin yüzeylerinde kırılması.
Paralel ışınların konkav bir mercekle ıraksanmaları sağlanm ak
Işık ışınlarına dik (A) (üstte) ve açılı (B) (altta) duran camlara gi tadır.
ren dalga cepheleri. Şekil, cama girdikten sonra dalgalar arasın
daki mesafenin, havadakinin iiçte ikisi oranında kısaldığını gös
termektedir. Şekil aynı zam anda açılı bir cam yüzeyine düşen
ışık ışınlarının büküldüğünü de göstermektedir. sal kaynak olduğu için ıraksanmaktadırlar. Bu ışınlar nok
tasal kaynaktan dışa doğru ıraksandıktan içir., şemada da
görüldüğü gibi paralel ışınlarla aynı uzaklıkta odaklarima-
küresel merceğe iyi bir örnek ise basit bir büyüteçtir. maktadırlar. Bir başka deyişle, ıraksanan ışık ışınlan kon
Böyle bir mercek güneş ışığına karşı tutulur ve merceğin veks bir merceğe girdiklerinde, merceğin diğer tarafında
diğer yüzüne bir kağıt parçası yaklaştırılırsa, uygun bir ki odaklandıkları noktanın merceğe uzaklığı, giren ışınlar
uzaklıkta ışık ışınları ortak bir odak noktasına toplana birbirine paralel olduğundakinden daha fazladır.
caklardır. Şekil 49-6'nın en alt bölümündeki şemada, eğriliği
Konkav silindirik mercekler ışık ışınlarını bir düzlem üstteki iki mercekten daha büyük olan bir konveks mer
de ıraksarken, konveks silindirik mercekler ışık ışınlarını ceğe doğru ıraksanan ışık ışınları gösterilmiştir. Bu şe-
bir düzlemde yakınsarlar.
Ş E K İL 49 - 2 Ş E K İL 49 - 4
İşık ışınlarının konveks küresel bir merceğin her iki yüzeyinde A, Paralel ışık ışınlarının bir küresel konveks mercekle noktasal
bükülmesi. Paralel ışınların noktasal bir odağa odaklandığı odağa getirilmeleri. B, Paralel ışık ışınlarının bir silindirik kon-
görülmektedir. veks mercekle çizgisel odağa getirilmeleri.
568 ÜNİTE X • Sinir Sistemi: B. Özel Duyular
Odak çizgisi
Uzak kaynaktan
gelen ışık
Noktasal
ışık kaynağı Odak
noktaları
Noktasal kaynaklar
A Noktasal
ışık kaynağı
Noktasal
Odak Ş E K İL 49 - 6
Bu şekilde üstteki iki merceğin gücü aynıdır, ancak üstteki
merceğe giren ışık ışınları paralelken ikinci merceğe girenler
ıraksanmaktadırlar. Paralel ve ıraksanan ışınların odak noktası
üzerine etkileri gösterilmektedir. /Uttaki mercek diğer iki m er
Ş E K İL 49 - 5 cekten daha yüksek refraktif güce sahiptir, merceğin gücü ne
A, Bir noktasal kaynaktan çıkan ışığın silindirik bir mercekle kadar yüksekse odak noktasının merceğe olan uzaklığının o
odak çizgisine getirilmesi. B, birbirine dik açılı iki silindirik kon kadar kısa olduğu gösterilmiştir.
veks mercek. Merceklerden biri ışığı bir düzlemde yakınsarken
diğeri buna dik düzlem de yakınsamaktadır, iki merceğin
bileşkesi, tek küresel konveks mercekle elde edilen odak nok
tasını vermektedir.
Ş E K İL 49 • 6
A, iki noktasal ışık kaynağın
dan çıkan ışık ışınları merce
ğin diğer tarafında iki ayrı
noktaya odaklanmaktadırlar.
B, Konveks küresel bir m er
cekte görümü oluşumu.
BÖLÜM 49 • Göz: I. Görm e O p tiğ i 569
GÖZ OPTİĞİ
nacaktır. Bu farkın nedeni, merceği saran sıvıların Mercek bağlarının silyer cisme girdikleri yerde
kırma indekslerinin m eıceğinkinden fazla farklı ol silyer kas adını alan bir kas yer alır. Bu kas, m erid-
mamasıdır. Farkların küçük olması, mercek geçiş yeııelve sirküler lifler adını alan iki takım düz kas li
yüzeylerinde ışığın kırılma miktarını büyük ölçüde fi içermektedir. Meridyenel lifler koıneoskleral
azaltmaktadır. Ancak merceğin önemi, bu bölüm bağlantı bölgesine doğru uzanırlar. Bu kas lifleri
de daha sonra tartışılacak olan “akomodasyon"u kasıldığında mercek bağlarının periferik kısmı öne
(uyum) sağlamak üzere eğriliğini belirgin ölçüde ve medyal kısmı korneaya doğru çekilir ve bunun
artırabilm esidir sonucunda mercek üzerindeki gerim belirli ölçüde
azaltılmış olur. Sirküler lifler gözün etrafında daire
Retinada Görüntünün Oluşumu. Cam bir m erce sel olarak düzenlenm işlerdir ve kasıldıklarında
ğin görüntüyü bir kağıt parçası üzerine odaklaması sfinktere benzer bir etki oluşturarak ligam ent bağ
ile aynı şekilde gözün mercek sistemi de görüntüyü lantılarının oluşturduğu çem berin çapını azaltarak
retina üzerine odaklar. Görüntü nesneye göre ters yine bağların mercek kapsülünü daha az germ ele
çevrilmiş durumdadır. Ancak, retinadaki bu ters gö rini sağlarlar.
rüntü oluşumuna karşın, beyin ters görüntüleri Böylece, her iki tip düz kas lifinin kasılması da
normal gibi değerlendirmeye alıştırıldığı için, nes mercek kapsülüne bağlı olan bağları gevşeterek,
neler doğru konumlarında algılanırlar. merceğin, kapsülün esnekliğine bağlı olarak bir b a
lon gibi daha küresel bir şekil alm asını sağlar. Bu
nedenle, silyer kas tam am en gevşediğinde m erce
Akomodasyon Mekanizması ğin diyoptrik gücü olabilecek en küçük değere sa
hiptir. Öte yandan, silyer kasın en güçlü kasılması
Merceğin kırma gücü küçük çocuklarda istemli ola sırasında merceğin diyoptrik gücü en yüksek değe
rak 20 diyoptriden 34 diyoptriye kadar yi'ıkselülebilir; rine ulaşır.
bu toplam olarak 14 diyoptrilik bir “akomodasyon”
(uyum) sağlar. Bunu sağlamak için merceğin eğriliği Akom odasyon Parasem patik Sinirlerle D e
hafif konveks bir mercekten çok konveks bir merceğe netlenir. Silyer kas, 51. Bölüm de açıklanacağı gi
değiştirilir. Mekanizma aşağıda açıklandığı gibidir: bi, hem en tümüyle beyin sapındaki üçüncü kafa
Gençlerde mercek viskoz, protein içeren fakat çiftinin çekirdeğinden göze iletilen parasem patik
saydam liflerle dolu, güçlü, esnek bir kapsülden sinir sinyalleriyle denetlenir. Parasem patik sinir
oluşmaktadır. Mercek, kapsülü üzerine herhangi bir lerin uyarılması silyer kasın kasılm asına ve m er
gerim uygulanmadan gevşek bırakıldığında, büyük cek bağlarının gevşemesiyle m erceğin kırm a gü
ölçüde mercek kapsülünün esnekliğine bağlı olarak cünün artm asına yol açar. Göz kırm a gücünün
küresel bir şekil alır. Ancak, Şekil 49-10'da gösterildi artm ası ile kırma gücü daha az olan göze göre d a
ği gibi yaklaşık 70 kadar suspansuvar bağ (Ligament) ha yakın nesnelere odaklama özelliği kazanır. Bu
merceği dış çeperine doğru gerecek şekilde lensin nedenle, uzakta yer alan bir nesne göze yaklaştık
çevresine radyal olarak tutunmuştur. Bu bağlar, ko- ça, gözün nesneyi sürekli odaklayabilm esi için,
roid ile retinanın ön sınırındaki silyer cisimlere bağ silyer kasa ulaşan parasem patik im pulsların sayı
lantıları ile sürekli olarak gerilmiş durumdadırlar. sı gittikçe artmalıdır. (Sem patik uyarm a silyer kas
Bağların gerimi normal dinlenme koşullarında m er üzerinde zayıf bir gevşetici etkiye sahiptir: ancak
ceğin görece yassı bir şekilde kalmasını sağlar. 51. Bölüm ’de nörolojisi tartışılan norm al akom o
dasyon m ekanizm asında bu hem en h em en hiç
rol oynamaz.)
Pupilla Çapı
k o n tak t le n s g ö rü le n n e sn e n in b ü y ü k lü ğ ü ü z e rin e
12
ön em li bir etki y apm azk en , gö zün b irkaç cm ö n ü n e y e r
leştirilen m ercekler od ağı d üzeltm en in y an ı sıra g ö rü n
tünün b ü y ü klü ğü n ü de değiştirirler.
Katarakt
Görm e Keskinliğinin Belirlenmesinde Klinik tirmez. Bu şekilde, hareket eden paralaks mekaniz
Yöntem . Gözleri incelem ek için kullanılan test ması ile yalnız tek göz kullanılsa bile farklı nesnele
kartı normalde incelenen kişiden 6 m ( 2 0 feet) uza rin görece uzaklıkları belirlenebilir.
ğa yerleştirilir, ve eğer kişi 6 m’lik uzaklıktan göre
bilmesi gereken harfleri görebiliyorsa, o kişinin Uzaklığın Stereopsi ile Belirlenmesi - Binoküler
görmesi normal yani 2 0 / 2 0 görme olarak adlandı (Çift Gözle) Görme. Paralaksı algılamanın bir başka
rılır. Eğer kişi aslında 200 feet uzaklıktan görmesi yöntemi de binoküler (çift gözle) görmedir. İki göz
gereken harfleri görebiliyorsa görme 2 0 / 2 0 0 olarak arasında 5 cm den biraz daha fazla bir mesafe bulun
değerlendirilir. Bir başka deyişle, görmek keskinli duğundan, iki retinada oluşan görüntüler birbirinden
ğini ifade etmek için kullanılan klinik yöntem, iki farklıdır. Yani, burun kemerinin 2,5 cm önünde yer
mesafe arasındaki veya kişinin görme keskinliği ile alan bir nesnenin görüntüsü sol gözün retinasının sol
norm al kişinin görme keskinliği arasındaki m ate tarafında oluşurken sağ gözün retinasının sağ tarafın
matiksel oran olarak ifade edilebilir. da oluşur. Buna karşın, burnun 6 m önünde yer alan
küçük bir nesnenin görüntüsü her iki retinanın orta
sında yaklaşık olarak birbirine karşılık düşen nokta
Bir Nesnenin Gözden Uzaklığının larda yer alacaktır'. Bu tür paralaks, gözden farklı
Belirlenmesi-Derinlik Algısı uzaklıklarda bulundukları için iki retina üzerindeki
görüntüleri ters olarak yer alan siyah bir nokta ile ka
Normal görme sistem i uzaklığı başlıca üç yolla al reyi gösteren Şekil 49-17’de görülmektedir. Bu, her iki
gılar. Bu olay derinlik algısı olarak bilinir. Bu yollar göz kullanıldığında her zaman ortaya çıkan bir para
( 1 ) bilinen nesnelerin retina üzerindeki görüntüle laks türüdür. İki gözü gören kişinin, yakında yer alan
rinin büyüklüğü, (2 ) hareket eden paralaks feno nesnelerin göreceli uzaklıklarını değerlendirme yete
meni, ve (3) steıeopsi olayıdır. neğinin tek gözü gören şahsa göre çok daha üstün ol
masını hemen hemen tümüyle bu binoküler paralaks
Bilinen Nesnelerin Retinal Görüntülerin Bü
yüklüğünden Faydalanarak Uzaklığın Belirlen (veya stereopsi) sağlamaktadır. Buna karşın, 30 ila 60
m ene ötesindeki uzaklıklarda derinliğin algılanması
mesi. Bakılan kişinin boyunun 1,80 m olduğu bili
için stereopsinin yararı yoktur.
nirse, basitçe o kişinin retina üzerindeki görüntü
sünün büyüklüğünden yola çıkılarak kişinin ne ka
dar uzakta bulunduğu belirlenebilir. Kişi büyüklük
üzerine bilinçli olarak düşünmez; ancak beyin bo
yutları bilinen nesnelerin görüntülerinin büyüklü OFTALMOSKOP
ğünden nesnenin uzaklığını hesaplamayı öğren
Oftalmoskop, gözlemcinin diğer bir kişinin gözünün içi
miştir. ne bakmasını ve retinayı net olarak görebilmesini sağla
yan bir alettir. Oftalmoskop oldukça karmaşık bir gereç
Uzaklığın Hareket Eden Paralaks Yardımıyla gibi görünmekle birlikle, çalışma ilkeleri oldukça basit
Saptanması. Gözlerin uzaklığı algılamasını sağla tir. Temel bileşenleri Şekil 49-18’de gösterilen oftalmos
yan bir başka araç hareket eden paıalakstır. Tümüy kop şu şekilde açıklanabilir.
le hareketsiz gözlerle uzağa bakıldığında hareket Etnetropik bir gözün retinası üzerine parlak bir ışık
eden paralaks algılanmaz. Ancak, baş hareket ettiril noktası düşürüldüğünde, bu ışık noktasından ışınlar gö
diğinde, yakında yer alan nesnelerin görüntüleri re zün mercek sistemine doğru yayılarak yansırlar, ve reti
na merceğin bir odak uzaklığı kadar gerisinde yer aldığı
tina üzerinde hızla hareket ederken uzakta yer alan
için, bu ışınlar mercek sisteminden geçtikten sonra bir
nesnelerin görüntüleri neredeyse hareketsiz kalırlar. birlerine paralel olarak yol alırlar. Daha sonra, bu paralel
Örneğin, gözlerin 3 cm önünde bir nesne varken ba ışınlar diğer bir kişinin emetropik gözüne girdiklerinde,
şı 3 cm yana hareket ettirmekle görüntü neredeyse retina yine merceğin bir odak uzaklığı kadar gerisinde
tüm retinayı kat ederken, gözün 60 m uzağındaki bir yer aldığından, tekrar retinanın üzerinde bir noktaya
nesnenin görüntüsü algılanabilir düzeyde yer değiş- odaklaşırlar. Bu nedenle, incelenen kişinin retinası iize-
BÖLÜM 49 • Göz: I. Görm e O p tiğ i 575
Sıvı ve diğer
içeriğin
difüzyonu
Retina
Oftalmaskopun optik sistemi.
damarlarında
difüzyon ve
filtrasyon
ıindeki herhangi bir ışık noktası, gözlemleyen kişinin re
tinası üzerine odaklanmış bir nokta şeklinde yansır. Böy
lelikle, bir kişinin retinası ışık yayacak hale getirilirse, o
kişinin retinasının görüntüsü basitçe gözünün içine Optik sinir
doğru bakan gözlemcinin retinası üzerine odaklanır. Bu Ş E K İL 49 - 19
ilkeler ancak tümüyle emetıopik gözlere uygulanabilir.
Sıvının göz içinde oluşumu ve akımı.
Bir oftalmoskop yapabilmek için gerekli olan tek şey
incelcnecek olan retinayı aydınlatabilecek bir araçtır.
Daha sonra, bu retinadan yansıyan ışık gözlemci tarafın
dan incelenen göze yeterince yaklaşmakla görülebilir. (reabsorpsiyon). Humör aköziin oluşumu ve reabsoıpsi-
İncelenen gözün retinasının aydınlatılabilmesi için, Şe yonu arasındaki denge, toplam hacmi ve göziçi basıncı
kil 49-18'de gösterildiği şekilde açılı bir ayna veya bir nı düzenler.
prizma parçası gözlemlenen gözün önüne yerleştirilerek
ampulden gelen ışık incelenen gözün içine yansıtılır. Bu
şekilde retina, pupilladan geçen ışıkla aydınlatılır, ve H um ör A közün Silyer C isim ler T arafın d an
gözlemci aynanın veya prizmanın kenarından veya ışı
Ü retim i
ğın pupilladan eğik olarak girmesini gerektirmeyecek şe
kilde hazırlanmış bir prizmanın içinden bakarak incele
Aköz humör gözde dakikada ortalama 2-3 mikroliti elik
nen kişinin pupillasından içeriyi görür.
bir hızla üretilmektedir. Bu sıvının neredeyse tümü sil
Yukarıda bu ilkelerin yalnızca emetropik gözlere uy yer uzantılar tarafından salgılanır. Bu uzantılar, silyer ci
gulanabileceği vurgulanmıştı. Eğer her iki gözden biri simden başlayıp mercek bağları ile silyer kasların göz kü
nin kırma gücü anormal ise, gözlemcinin incelenen reti resine yapıştıkları iris arkasındaki boşluğa uzanan kat
nanın net bir görüntüsünü görebilmesi için kırma gücü lanmalardır. Bu silyer uzantıların kesiti Şekil 49-20’de ve
nün düzeltilmesi gereklidir. Bu nedenle, alışılmış oftal gözün sıvı kamaralarına göre konumları ise Şekil 49-
moskoplarda bir disk üzerinde bir dizi mercekler yerleş 19’da görülmektedir. Katlanmış yapıları sayesinde silyer
tirilmiştir. Bu diskin döndürülmesiyle bir mercekten di uzantıların yüzey alanları her gözde 6 santimetre kare
ğerine geçilerek gözlerden bili veya her ikisinden kay kadardır. Bu alan, silyer cisimlerin küçük boyutları göz
naklanan kırma kusurunu düzeltecek uygun mercek se önüne alındığında büyük bir alandır. Bu uzantıların yü
çilir. Normal genç erişkinlerde gözler birbirine yaklaştı
rıldığında, doğal bir akomodasyon refleksi oluşarak her
gözün kırma gücünde + 2 diyoptrilik bir artış ortaya çıkar.
Bunu düzeltebilmek için mercek diskinin yaklaşık -'1 di Silyer uzantılar
yoptriye ayarlanması gereklidir.
G Ö Z Ü N S IV I S İS T E M İ-G O Z IÇ I S IV IL A R I
yeteneğine sahip bir epitelle kaplıdırlar. Böylelikle hu- nin bozulmasına bağlı olarak nöron hasarının artması
mör aközün berrak kalması sağlanmaktadır. da olasıdır.
Çoğu glokom olgusunda, anormal yükseklikteki ba
Glokom, Önemli Bir Körlük Nedeni. Glokom körlü sınç, sıvının iridokorneal açıda, trabeküler alandan
ğün en sık nedenlerinden biridir. Bu, göziçi basıncını pa Schlemm kanalına geçişte karşılaştığı direncin sonucu
tolojik düzeylere, bazen akut olarak 60-70 mm Hg'ya ka dur. Örneğin, akut göz inflamasyonunda, beyaz kan hüc
dar yükseltebilen bir göz hastalığıdır. 20-30 mm Hg’yı releri ve doku debrisi trabeküler boşluklarda tıkanmaya
aşan basınçlar uzun sürdüğünde görme kaybına yol ve göz içi basıncında akut artışa yol açarlar. Kronik ko
açarlar. Çok yüksek basınçlar günler ve hatta saatler için şullarda, özellikle ileri yaşlarda, trabeküler alanın fibröz
de körlüğe yol açabilirler. Basınç arttığında, optik sinirin oklüzyonu en sık nedendir.
aksonları gözü terk ettikleri optik disk bölgesinde sıkışır Glokom bazen göze damlatılan ve göz küresine difüze
lar. Bu sıkışma sonucunda, retinada yer alan nöron hüc olarak humör aközün sekresyonunu azaltan veya ab-
re gövdelerinden beyne ulaşan uzun optik sinir liflerine sorpsiyonunu artıran ilaçlarla tedavi edilebilir. İlaç teda
doğru olan aksonal sitoplazma akımının kesildiği sanıl visi yetersiz kaldığında, trabekiil boşluklarının açılması
maktadır. Bunun sonucu, liflerin beslenmesinin bozul veya göz küresinin sıvı içeren boşlukları ile göz küresinin
ması ve buna bağlı olarak da ilgili nöronların ölümüdür. dışındaki subkoııjunktival alan arasına doğrudan delik
Ayrıca, göze yine optik diskten giren retina arterinin ba ler açılması tarzındaki cerrahi tekniklerle basınç çoğun
sınç altında kalması sonucunda, retinanın beslenmesi lukla yeterli derecede düşürülebilir.
REFERANSLAR
A bram s D : D u k e-E ld er’s Practice o f R e fra c C oster D : Ph y sics for O phthalm ologists. New M athias R T , R a e J L , B a ld o G J: Ph y siolog ical
tion, 10th ed. N ew Y o rk: C hurchill L iv in g Y o rk : C hurchill Livingstone, 1994. properties o f the norm al len s. P hysiol R e v
ston e, 1 9 93. C ro n je S , Harris W F : Short-term keratom etric 7 7 :2 1 , 19 9 7 .
A lbert D M , Ja k o b iec F A : Principles and Prac variation in the human eye. Optom V is S ei R a c J L , W atsky M A : Io n ic ch an n els in corneal
tice o f O phthalm ology. Philadelphia: W B 7 4 :4 2 0 , 1997. endothelium . A m J P h y sio l 2 7 0 :C 9 7 5 ,
Saunders C o, 1994. Fraunfclder F T , R o y H (eds): Current O cular 1996.
A tchison D A , C harm an W N , W oods R L : S u b Therapy 4 . Philadelphia: W B Saunders Co, Sch ein m an M : U nderstanding and M anaging
je c tiv e depth-of-focus o f the eye. Optom 1994. V isu al D eficits. T h o ro fa re, N J: S L A C K Inc,
V is S e i 7 4 :5 1 1 , 1997. G riffin J R : O ptom etrie M anagem ent o f R ead 1997.
B en n ett E S , H enry V A : C lin ica l M anual o f ing D ysfunction. Bosto n : Butterw orth-H ei- Sch ein m an M , W ic k B : C lin ic a l M anagem ent
nem ann, 1997. o f B in o cu lar V ision . P hilad elp hia: J B Lip-
C o n tact L en ses. Philadelphia: J B Lippincott,
G uyton D L : Sigh ts and Sounds in Ophthalmol pincolt, 1993.
19 94.
ogy: O cu lar M otility and Bin o cu lar Vision. S hield s M B : T ex tb o o k o f G laucom a. B a lti
B e n tley P J: T h e crystallin e lens o f the eye: an
S t. Lou is: C V M osby C o, 19891 m ore: W illiam s & W ilk in s, 1 9 9 2 .
op tical m icrocosm . N ew s Ph ysiol S e i 1:1 9 5 ,
Ja co b T J , C ivan M M : R o le o f ion channels in Sm ith G , A tchison D A : T h e E y e and Visual
1986.
aqueous hum or form ation. A m J Physiol O ptical Instrum ents. C am b rid ge, U K : C am
B ill A : C irculation in the eye. In: Renkin E M ,
2 7 I :C 7 0 3 , 1996. bridge U niversity Press, 1997.
M ich e l C C (cd s): H andbook o f Physiology.
Ku J , P ok om y J , Sm ith V C : Optical density o f T hibos LN , Y e M , Z h ang X , B radley A :
S e c . 2 , V ol. IV . B eth csd a: A m erican P h y si the hum an lens. J Opt S o c A m A 1 4 :9 5 3 , Spherical aberration o f the reduced sche
o lo g ica l S o ciety , 1984, p 1001. 1997. m atic eye w ith ellip tical refracting surface.
B u issere t P : Influence o f extraocular m uscle M argo C B , H amed L M , M am es R N : D iagn os Optom V is S c i 7 4 :5 4 8 , 19 9 7 .
proprioception on vision. Physiol R ev 7 5 : tic Problem s in C lin ical Ophthalm ology. W ade N : A Natural H istory o f V isio n . C am
3 2 3 , 1995. Philadelphia: W B Saunders C o, 1994. bridge, M A : M IT P ress, 1998.
Retina, renkli görmeden sorumlu olan konileri ve esas Basil ve Koniler. Şekil 50-3, bir fotoreseptöriin (koni ya
olarak karanlıkta görmeden sorumlu olan basilleri içe da basil) esas bileşenlerini göstermektedir. Şekil 50-4’te
ren, gözün ışığa duyarlı bölümüdür. Basil ve koniler gösterildiği gibi, konilerin dış bölümü koni biçimindedir.
uyarıldıklarında, sinyaller, retinadaki ardışık nöronlara Genel olarak, basiller konilerden daha dar ve uzundur,
ve sonuçta optik sinir liflerine ve beyin korteksine ile ancak bu her zaman böyle değildir. Retinanın periferik
tilir. Bu bölümün amacı, koni ve basillerin hem beyaz bölümlerinde, koniler 5 ila 8 mikrometre çapında iken
hem de renkli ışıkları saptama ve daha sonra görsel basiller 2 ila 5 mikrometre çapındadır; retinanın merke
şekli optik sinir sinyallerine dönüştürmedeki özgün zi bölümünde, foveada koniler silindir şeklindedir ve
mekanizmaları açıklamaktır. yalnızca, 1,5 mikrometre çapındadır.
Şekil 50-3’te sağda, bir basil ya da koninin ana işlevsel
bölümleri işaretlenmiştir: (1) dış bölüm, (2) iç bölüm, (3)
çekirdekve (4) sinaptik gövde. Dış bölümde, ışığa hassas
fotokimyasal madde bulunur. Bu basillerde rodopsindir
RETİNANIN ANATOMİSİ VE YAPI ve konilerde üç "reıık" fotokimyasal maddeden biridir:
ELEMANLARININ İŞLEVİ genellikle basitçe renk pigmenti olarak adlandırılır,
spektral duyarlılığındaki farklılıklar dışında neredeyse
Retinanın Tabakaları. Şekil 50-1 retinanın tabakalar tamamen rodopsin gibi işlev görür.
halinde düzenlenmiş işlevsel bileşenlerini dıştan içe Şekil 50-3 ve 50-4'teki hem koni hem basillerdeki çok
doğru şu şekilde göstermektedir: ( 1 ) pigment tabakası, sayıdaki diske dikkat ediniz. Konilerde, her bir disk gerç
(2) koni ve basillerin pigment içine uzayan tabakası, (3) ekte katlanmış hücre zarından oluşmuş bir raftır; bu ba
dış sınırlayıcı zar, (4) koni ve basillerin hücre gövdeleri sillerde de basilin tabanına yakın bölümler için doğru
ni içeren dış nükleer tabaka, (5) dış pleksiform tabaka, dur. Bununla beraber, basilin tepesine doğru, diskler
(6 ) iç nükleer tabaka, (7) iç pleksiform tabaka, (8 ) gang- zardan ayrılırlar ve tümüyle hücrenin içinde uzanan yas
liyon tabakası, (9) optik sinir lifleri tabakası ve (10) iç sı sı çantacıklar halindedirler. Her bir koni ya da basilde
nırlayıcı zar. 1 0 0 0 gibi büyük sayıda disk bulunur.
Işık, gözün mercek sistemini ve vitröz ortamı geçtikten Rodopsin ve renk pigmentleri konjüge proteinlerdir.
sonra iç taraftan retinaya girer (bkz. Şekil 50-1); yani ön Disklerin zarına transmembıan proteinler şeklinde
ce gangliyon hücrelerinden ve sonra pleksiform tabaka katılırlar. Disklerdeki bu ışığa duyarlı pigmentlerin
lardan, nükleer tabakadan ve nihai olarak retinanın dış konsantrasyonu öyle büyüktür ki, yalnızca pigmentler
tarafında tüm yol boyunca yerleşmiş koni ve basil taba dış segmentin tüm kütlesinin yüzde 40 kadarını oluş
kasına ulaşmadan önce sınırlayıcı zarlardan geçer. Bu tururlar.
mesafe yüzlerce mikrometrelik bir kalınlıktır; görme kes Iç segment bilinen sitoplazma ve sitoplazmik organel-
kinliği böylesi homojen olmayan dokudan bu geçişle leri içerir, özel önemi olan mitokondrilerdir; daha sonra
azalır. Bununla beraber, aşağıda tartışıldığı şekilde, reti görülecektir ki bu segmentteki mitokondriler fotoresep-
nanın merkezi bölgesinde, iç tabakalar, bu görme kesin tör işlevi için enerji sağlamada önemli rol oynamaktadır
liği kaybını önlemek için yanlara çekilmiştir. lar.
Sinaptik gövde, koni ya da basilin sonraki sinir hücre
Retinanın Fovea Bölgesi ve Keskin Görmede leri olan, horizontal ve bipolar hücreler ile, bağlantısını
Önemi. Şekil 50-2 de gösterilen, fovea olarak adlandı sağlayan bölümüdür ve görme zincirindeki bir sonraki
rılan retinanın merkezindeki küçük alan 1 milimetre aşamayı temsil eder.
kareden biraz fazla bir toplam alana sahiptir ve özellik
le keskin ve ayrıntılı görme yeteneğine sahiptir. Yalnız Retinanın Pigment Tabakası. Pigment tabakasındaki
ca 0,3 milimetre çapındaki foveanın orta bölümü, mer siyah melanin pigmenti göz küresindeki ışık yansımala
kezi fovea adını alır; bu alan tümüyle konilerden oluş rını önler; bu net bir görüş iç in çok önemlidir. Bu pig
muştur ve konileri, retinanın periferinde yer alan ince ment, bir fotoğraf makinasındaki körüğün içindeki siyah
uzun konilerin tersine, özellikle silindir şeklindeki göv boyanın işlevinin aynısını gerçekleştirir. O olmasaydı,
deleri ile görüntüdeki ayrıntıların saptanmasına yar ışık göz küresi içinde tüm yönlerde dağılır ve keskin bir
dım eden özel bir yapıya sahiptir. Ayrıca, bu bölgede, görüntü oluşumu için gerekli olan karanlık ve aydınlık
kan damarları, gangliyon hücreleri, hücrelerin iç nük noktalar arasındaki normal kontrast oluşumu yerine re
leer tabakası ve pleksiform tabakalar konilerin dosdoğ tinanın yaygın olarak aydınlanmasına yol açardı.
ru üstlerinde durmak yerine bir tarafa doğru yer değiş Pigment tabakası ve koıoiddeki melaninin önemi, ge
tirmişlerdir. Bu, ışığın engellenmeden konilere geçme netik olarak vücutlarının tüm bölümlerinde melanin ek
sini sağlar. sikliği gösteren albino kişilerdeki eksiklik ile aydmlatıl-
578
BÖLÜM 50 • Göz: II. Retinanın Reseptör Olarak ve Sinirsel İşlevi 579
l\ y1\ / \ . .. ___ 11 Stratum optikum (optik tabaka) Retinanın Ayrılması (retina dekolmanı). Nöral retina ba
zen pigment epitelindeıı ayrılır. Bazı durumlarda böyle
İç sınırlayıcı zar bir ayrılmanın nedeni sıvı ya da kanın retina ve pigment
f t epiteli arasında toplanmasına yol açan göz küresi yara
lanmasıdır, fakat sıklıkla, retinayı göz küresinin içine
IŞIĞIN YÖNÜ
doğru düzensizce çeken, vitröz sıvıdaki ince kollajen lif
Ş E K İL 50 - 1 lerin kasılması ile de meydana gelebilir.
Retinal nöronların organizasyonu. (Polyak’tan moclifiye edil Kısmen ayrılma yarığı boyunca difüzyonla ve kıs
miştir: The Retina. (C) 1941 by The Uııiversity of Chicago. Tüm men retinal arter ile retinanın bağımsız kanlanması
hakları saklıdır) sayesinde, ayrılan retina dejenerasyona günlerce da
yanabilir ve pigment epiteli ile normal ilişkisi sağlana
cak şekilde cerrahi olarak yerleştirilirse yeniden işlev
mıştır. Albiııo bir kişi çok aydınlık bir alana girdiğinde, görür hale gelebilir. Fakat hemen yerleştirilmezse, so
retinaya çarpan ışık pigmentsiz retinanın ve alttaki skle- nuçta retina yok olur ve cerrahi tedaviden sonra dahi
ranın beyaz yüzeyleri ile tüm doğrultularda yansıtılır, işlev göremez.
böylece, normalde yalnızca az sayıda koni ya da basili
uyaracak tek bir dar ışık huzmesi her yere yansıtılır ve re
septörlerin çoğunu uyarır. Bu yüzden, albinoların görme
keskinliği, 2 0 / 2 0 olan normal değer yerine en iyi optik
düzeltme ile dahi nadiren 2 0 / 1 0 0 ila 2 0 /2 0 0 ’den daha iyi GÖRMENİN FOTOKİMYASI
olur.
Pigment tabakası aynı zamanda büyük miktarlarda A Koni ve basillerin her ikisi de ışığa m aruz kaldıkla
vitamini bulundurur. Bu A vitamini, pigment tabakası iç rında parçalanan kimyasal maddeler içerir ve so
Maküla ve merkezindeki foveamn fotomikrografı. Retinanın iç tabakalarının, ışık iletisi ile girişimini azaltmak için yanlara çekil
diğine dikkat ediniz. (Fawcett’dan: Bloom and Fawcett: A Textbook of Histology. 11 th ed. Philadelphia, W. B. Saunders Company,
1986; courtesy of H. Mizoguchi.)
580 ÜNİTE X • Sinir Sistemi: B Özel Duyular
Işık enerjisi
Rodopsin Batorodopsin
(n sn)
(P sn)
Lümirotopsin
(H sn)
I
Metarodopsin I
(dakikalar)
(msn)
I
Metarodopsin II
(sn)
Skotopsin
İzomeraz
11-sis-Retinal^- hep-trans-Retinal
t\ İzomeraz il
11-sis-Retinol-*- hep-trans-Retinal
(A vitamini)
Ş E K İL 50 - 5
Ş E K İL 50 • 4 Işığa maruz kaldığında rodopsinin ayrışm ası ve kimyasal
Bir basil (solda) ve bir koninin (sağda) dış segmenüerinin zar süreçlerle rodopsinin yavaşça yeniden oluşum aşam asını
yapıları. (Courtesy Dr. Richard Young). gösteren basildeki rodopsin-retinal görsel döngüsü.
BÖLÜM 50 • Göz: II. Retinanın Reseptör Olarak ve Sinirsel İşlevi 581
ıüntüyü merkezi sinir sistem ine ileten, aktive o l Fakat rodopsinin aktivasyonu nasıl hipeıpolari-
m uş rodopsin de denen metarodopsin Il’dir. zasyona neden olmaktadır? Bunun yanıtı, rodopsi
nin parçalandığında, basilin dış segm ent m em bra-
Rodopsinin Yeniden Oluşumu. Şekil 50-5’te gö nınııı sodyum geçirgenliğini azaltmasıdır. Bu aşağı
rüldüğü gibi, rodopsinin yeniden oluşumunda ilk daki yolla tüm basil m em branm ın hiperpolarizas-
aşama, hep-M7/?s retinalin II-sis retínale yeniden yonuna yol aç ar.
dönüşümüdür. Bu süreç metabolik enerji gerektirir Şekil 50-6 sodyum iyonlarının basilin iç ve dış
ve retinal izom eraz enzimi ile katalize edilir. 1 1 -sis segmentleri boyunca tam bir elektrik devresi için
retinal bir kez oluşunca otomatik olarak skotopsin- de hareketini göstermektedir. Iç segm ent sürekli
le ıodopsini yeniden oluşturmak üzere birleşir, olarak sodyumu basilin içinden dışına pompalar,
oluşan rodopsin, parçalanması İşık enerjisinin so- böylece tüm hücrenin içinde negatif bir potansiyel
ğurulması ile tetikleninceye kadar kararlı kalır. yaratır. Bununla beraber, ışığa duyarlı disklerin yer
aldığı basilin dış segm enti tümüyle farklıdır; bura
Rodopsin Oluşumunda A Vitam ininin Rolü. da basil membranı, karanlıkta, sodyum iyonlarını
Şekil 5 0 -5 ’te h ep -tıan s retinalin 11-sis retinale dö çok sızdırır. Bu yüzden, sodyum iyonları sürekli
nüşebilm esi için ikinci bir kimyasal yol bulundu olarak basilin içine geri sızar ve böylece tüm hücre
ğuna dikkat ediniz. Bu, hep -tıan s retinalin, ilk ola nin içindeki negativitenin çoğunu nötralize eder.
rak A vitam ininin bir şekli olan hep -trans retinóle Sonuç ta, normal karanlık koşullarında, basil uya-
dönüşümüdür. Sonra h e p - trans retinol, izomeraz rılmadığında basil m em branm ın iç tarafında azal
enzim inin etkisiyle 1 1 -sis retinóle dönüştürülür. mış bir elektriksel négativité miktarı vardır, çoğu
Ve, en son olarak 11-sis retinol rodopsin oluştur duysal reseptörde bulunan - 70 ila - 80 milivoltluk
mak üzere skotopsinle birleşen 1 1 -sis retinale dö alışılmış rakamlardan ziyade - 40 milivolt gibi
nüştürülür. ölçümler yapılır.
A vitamini, hem basillerin sitoplazmasında hem Basilin dış segmentindeki rodopsin ışığa maruz
de retinanın pigment tabakasında bulunur. Böyle- kalıp parçalanmaya başlayınca, basilin iç segm en-
ce, A vitamini, gereksinim duyulduğunda, yeni reti tinden dışarı sodyum pom palanm ası devam ettiği
nalin yapılmasını sağlayacak şekilde her zaman el halde bu durum basilin içine doğru olan dış seg-
altında bulundurulur. Öte yandan, retinada fazla m entin sodyum iletkenliğini azaltır. Böylece, şim
retinal bulunduğunda, fazla miktar A vitaminine di, içeri doğru sızanlardan daha fazla sodyum iyo
geri dönüştürülür, böylece, retinadaki ışığa duyarlı nu basili terk eder. Pozitif iyon olduklarından, b a
pigm ent miktarı azaltılır. İleride göreceğimiz gibi, silin içinde eksilmeleri m em bran içinde negativi-
retinal ve A vitamini arasındaki bu karşılıklı dönü teyi artırır ve basile gelen ışık enerjisi ne kadar bü
şüm farklı ışık şiddetlerine retinanın uzun süreli yük olursa o kadar büyük elektronegativite m eyda
adaptasyonunda özellikle önemlidir. na gelir, yani hiperpolaıizasyonun derecesi daha
Sodyum
Rodopsin A ktive O ld uğ un da Basilin Uyarılması pompası
fazla olur. Maksimum ışık şiddetinde, m em bran 5. Yaklaşık bir saniye içinde, basilde her zaman
potansiyeli -70 ila 80 milivolta yaklaşır. Bu da po bulunan başka bir enzim olan rodopsin kinaz uya
tasyum iyonunun m em bıan denge potansiyeline rılmış ıodopsini (metarodopsin II) inaktive eder ve
yalandır. şelale tarzındaki tüm olaylar geri dönerek açık sod
yum kanalları ile normal duruma gelinir.
Reseptör Potansiyelinin Süresi ve Reseptör Po Basiller bu şekilde, tek bir ışık fotonunun etkisini,
tansiyelinin Işık Şiddeti ile Logaritm ik İlişkisi. Ani milyonlarca sodyum iyonunun hareketine yol aça
bir ışık huzmesi retinaya çarptığında, basillerde cak şekilde yükselten önemli bir kimyasal şelale ya
meydana gelen geçici hiperpolaıizasyon - yani re ratmışlardır. Bu, basillerin karanlık koşullardaki
septör potansiyeli-yaklaşık 0,3 saniyede tepe değe aşırı hassasiyetini açıklar.
rine ulaşır ve bir saniyeden daha uzun süre devam Koniler basillerden 30 ila 300 kez daha az duyar-
eder. Konilerde, bu değişiklikler dört kat daha hızlı lıdırlar, fakat bu bile çok loş olan alaca karanlıktan
meydana gelir. Böylece, retinanın basilleri üzerine biraz daha fazla olan ışıkta renkli görmeyi sağlar.
yalnızca saniyenin milyonda biri kadar bir süre ile
düşmüş bir görüntü yine de kimi zaman bir saniye
Koniler Tarafından Renkli Görmenin
den daha uzun bir süre görüntüyü görme hissine
Fotokimyası
yol aç abilir.
Reseptör potansiyelinin diğer bir özelliği, ışık
Bu tartışm anın başında, konilerdeki fotokimyasal
şiddetinin logaritması ile yaklaşık olarak orantılı
olayların hem en tümüyle basillerdeki rodopsinin
olmasıdır. Bu çok önemlidir çünkü, gözün, başka
kimyasal bileşiminin aynısı olduğuna işaret edil
türlü mümkün olamayacak şekilde, binlerce katlık
mişti. Tek farklılık protein bölümleri opsinlerdedir;
bir aralıktaki ışık şiddetlerini ayırt etmesini sağlar.
konilerdeki fotopsin ler basillerin skotopsininden
farklıdır. Konilerdeki tüm görme pigmentlerinin re
Rodopsin Parçalanmasının M em bran Sodyum
İletkenliğini Azaltm a Mekanizması - Uyarılma
tinal bölümü basillerdeki ile tümüyle aynıdır. Bu
nedenle, konilerin renge duyarlı pigmentleri, reti
"Şelalesi". Mümkün olan en küçük kuantal ışık
nal ve fotopsinleıin birleşimleridir.
enerji birimi olan tek bir ışık fotonu, en uygun ko
Bu bölümde renkli görmenin ilerideki tartışma
şullar altında basilde yaklaşık 1 milivoltluk ölçüle
sında, farklı konilerin her birinde renk pigmentleri
bilir bir reseptör potansiyeline yol açar. Yalnızca 30
nin üç tipinden birinin bulunduğu, böylece konileri
ışık fotonu basilin yarısının doygunluğuna yol
seçici olarak mavi, yeşil ve kırmızı gibi renklere du
açacaktır. Nasıl olup da böylesi küçük miktarda bir
yarlı yaptığı açıklanacaktır. Bu renk pigmentleri sı
ışık bu kadar büyük bir uyarılmaya yol açar? Cevap
rasıyla maviye duyarlı pigment, yeşile duyarlı pig
fotoıeseptörlerde uyarıcı etkiyi aşağıdaki şekilde
bir milyon kat kadar yükselten şelale tarzında çok
ment ve kırmızıya duyarlı pigment olarak adlandırı
lırlar. Üç tip konideki pigmentlerin soğurma özellik
hassas bir dizi kimyasal reaksiyonun olmasıdır:
leri sırasıyla 445, 535 ve 570 nanometre ışık dalga
boylarında soğurma tepe değerleri gösterir. Bunlar
1. Foton, rodopsinin 11-sis retinal parçasında bir
aynı zamanda her bir tip koni için tepe ışık duyarlı
elektronu uyaıır; bu daha önce tartışıldığı ve Şekil
lığının dalga boyları olup retinanın renkleri nasıl
50-5’te gösterildiği şekilde, rodopsinin aktif şekli
ayırt ettiğini açıklamaya başlamaktadır. Bu üç pig
olan m etarodopsin II oluşumuna yol aç ar.
ment için soğurma eğrileri Şekil 50-7’de görülmek
2. Uyarılmış rodopsin, basilin disk ve hücre
tedir. Ayrıca, basillerdeki rodopsininin de 505 nano-
membranlarında inaktif şekilde bulunan bir prote
metıede tepesi olan soğurma eğrisi görülmektedir.
in olan transdiisin'm çok sayıda molekülünü uyara
cak bir enzim gibi işlev görür.
3. Uyarılmış transdiisin de çok daha fazla sayıda
fosfodiesteraz molekülünü uyarır. Retina Duyarlığının Otomatik Düzenlen-
4. Uyarılmış fosfodiesteraz başka bir enzimdir; mesi-Aydınlığa ve Karanlığa Uyum
çok kısa bir süre içinde pek çok sayıda siklik gu-
anozin m onofosfat (cGMP) molekülünü hidrolize Aydınlığa ve Karanlığa Uyum. Eğer bir kişi uzun
eder, böylece bu molekülü parçalar. Parçalanma bir süre parlak ışıkta duıduysa, basil ve konilerdeki
dan önce cGMP basilin dış zarının sodyum kanal fotokimyasal maddelerin büyük bölüm ü retinal ve
proteini ile onu açık durumda olacak şekilde “ayır opsinlere geri dönüşmüş olacaktır, dahası, basil ve
mak” üzere bağlanmış durumdadır. Fakat ışıkta, konilerdeki retinalin çoğu da A vitaminine dönüş
fosfodiesteraz cGM P’yi hidrolize edince, bu ayrıl müş olacaktır. Bu iki etkiden ötürü, koni ve basil
mayı sonlandırır ve sodyum kanalının kapanması lerde geriye kalan ışığa duyarlı kimyasal m addele
na yol açar. Her bir uyarılmış rodopsin molekülü rin konsantrasyonları belirgin şekilde azalır ve bu
için yüzlerce kanal kapanır. Bu kanalların her birin na uygun olarak gözün ışığa duyarlığı azalır. Buna
den sodyum geçişi çok hızlı olduğundan, kapan aydınlığa uyum adı verilir.
mış bir kanal tekrar açılana kadar bir milyondan Öte yandan, eğer kişi uzun süre karanlıkta kalır
fazla sodyum iyonunun geçişi önlenm iş olur. Sod sa, basil ve konilerdeki retinal ve opsiııler yeniden
yum iyonlarının akışındaki bu azalma, daha önce ışığa duyarlı pigmentlere dönüştürülürler. Dahası,
tartışıldığı gibi, basilleri uyaran nedendir. A vitamini, yine ışığa duyarlı pigmentler oluştur-
BÖLÜM 50 • Göz: II. Retinanın Reseptör Olarak ve Sinirsel İşlevi 583
noktalar dahi retinayı uyaramaz. Karanlığa uyum ki portakal rengi bir m onokromatik ışığın 99 gibi
dan sonra, aydınlık noktalar kaydedilmeye başlar. bir uyarı değerine (optimum dalga boyundaki tepe
Aydınlığa ve karanlığa uyumun uç örnekleri olarak, uyarımın yüzde 99'u) kadar kırmızı konileri uyardı
güneş ışığının şiddeti yıldız ışığının şiddetinin 1 0 ğı; yeşil konileri 42 gibi bir uyarı değerine kadar
milyar katı kadardır, buna rağmen göz hem parlak uyardığı fakat mavi konileri hiç uyarmadığı görü
gün ışığında hem de belli bir dereceye kadar yıldız lür. Öyleyse, bu durumda, üç tip koninin uyarılma
ışığında işlev görebilir. oranlan 99:42:0’dır. Sinir sistemi bu oran dizisini
portakal rengi duyusu olarak yorumlar, ö te yan
dan, 450 nanometre dalga boyunda m onokrom atik
bir mavi ışık kırmızı konileri 0 uyarı değerine, yeşil
RENKLİ GÖRME konileri 0 uyarı değerine ve mavi konileri 97 uyarı
değerine uyarır. 0:0:97'lik bu oran dizisi sinir siste
Önceki bölümlerden, farklı konilerin ışığın farklı mi tarafından mavi olarak yorumlanır. Benzer şe
renklerine duyarlı olduklarını biliyoruz. Bu bölüm, kilde, 83:83:0 oranı sarı, 31:67:36 oranı yeşil olarak
retinanın görsel spektrumdaki ışığın renklerin fark yorumlanır.
lı derecelerini saptama mekanizmalarının tartış
masıdır. Beyaz Işığın Algılanması. Tüm kırmızı, yeşil ve m a
vi konilerin yaklaşık eşit uyarımları kişiye beyaz
görme hissi verir. Beyaza karşılık gelen ışığın dalga
Renk Saptamanın Üç -renk Mekanizması boyu yoktur; bunun yerine, beyaz, spektrumdaki
tüm dalga boylarının bileşimidir. Dahası, ilgili koni
Renkli görm enin tüm teorileri, insan gözünün, tiplerini eşit şekilde uyaran yalnız bu üç seçilmiş
yalnızca kırmızı, yeşil ve m aviden ibaret m onok- rengin uygun bileşimi ile retina uyarılarak beyaz
rom atik (tek-renkli) ışıkların farklı k om b in as duyusu yaratılabilir.
yonlarda uygun şekilde karıştırılm ası ile elde ed i
len renklerin h em en hem en tüm derecelerini
sap tam ası şeklindeki iyi bilinen gözleme dayan
R enk Körlüğü
maktadır.
Kırmız - Yeşil Renk Körlüğü. Gözde renge duyarlı
Üç Tip Koninin Spektral Duyarlıkları.Renk gör konilerin tek bir grubu eksik olduğunda, kişi bazı
me testleri ile, insandaki konilerin üç tipinin spekt renkleri diğerlerinden ayırt edemez, örneğin, Şekil 50-
ral duyarlıklarının, ilgili konilerde bulunan üç tip 9'da görülebileceği gibi yeşil, sarı, portakal ve kırmızı
pigm entin ışık soğurma eğrileri ile esasen aynı ol renklerin dalga boyları 525 ve 675 nanometre arasın
duğu kanıtlanmıştır. Bunlar Şekil 50-7’de görül dadır ve normalde birbirlerinden kırmızı ve yeşil koni
mektedirler ve aynı zamanda Şekil 50-9’da hafifçe ler tarafından ayırt edilir. Bu iki koniden biri eksik
olursa, kişi bu dört rengi ayırt etmek için artık bu m e
farklı olarak gösterilmiştir. Bu eğriler renkli görme
kanizmayı kullanamaz; kişi özellikle kırmızıyı yeşilden
olaylarının çoğunu açıklayabilir. ayıramaz ve bu yüzden kırnuzı-yeşil renk körü olduğu
söylenir.
Sinir Sisteminde Rengin Yorumlanması. Şekil Kırmızı konileri olmayan kişi protanop olarak adlandı
50-9'dan hareketle, 580 nanometre dalga boyunda- rılır; bu kişinin görme spektrumu kırmızı konilerin ek
sikliğinden dolayı uzun dalga boyunun sonunda belirgin
şekilde kısalmıştır. Yeşil konileri eksik olan renk körü kişi
döteranop olarak adlandırılır; bu kişi, kırmızı konileri
bulunduğu için uzun dalga boylu ışığı saptayacak son
Yeşil Kırmızı
koni koni
derece normal bir görme spektrumuııa sahiptir.
Yeşil-kırmızı renk körlüğü neredeyse tamamen erkek
lerde ortaya çıkan fakat kadınlar tarafından taşman ge
netik bir hastalıktır. Yani, dişi X kromozomundaki genler
bu konileri kodlar. Renk körlüğü kadında neredeyse hiç
bir zaman görülmez, çünkü iki X kromozomundan en az
biri hemen hemen her zaman her bir koni tipi için nor
mal bir gen taşıyacaktır. Ancak erkek yalnız bir X kromo
zomuna sahiptir, bu yüzden eksik bir gen renk körlüğü
ne yol açacaktır.
Bir erkekteki X kromozomu hiç bir zaman babadan
gelmediği, her zaman anneden geldiği için, renk körlüğü
_ı anneden oğula geçer ve annenin renk körlüğü taşıyıcısı
700 olduğu söylenir; bu tüm kadınların yaklaşık yüzde 8 ’ini
Dalgaboyu (nanometre) oluşturur.
Mor Mavi Yeşil Sarı Portakal Kırmızı
Mavi Zayıflığı. Bazen azalması söz konusuysa da, mavi
koniler nadiren eksik olur, bu da genetik olarak edinilen
Farklı renklere duyarlı konilerin monokromatikdört renk (mavi, bir durumdur, mavi zayıflığı denen olayın ortaya çıkma
yeşil, sarı ve portakal) ışıkla uyarılma derecesi. sına yol açar.
BÖLÜM 50 • Göz: II. Retinanın Reseptör Olarak ve Sinirsel İşlevi 585
ÎA-<1
^ JS S S S IS
:,C W
¿ i»
£ V * # * • İVV4
¿¿a. ..F
İki Ishihara kartı. Üstteki: bu kartta
normal bir kişi “74” okurken kırmı-
zı-yeşil renk körü "21” okur. Altta
» f i? â • ® *# "A .i* > T *V
ki: bu kartta kırmızı körü kişi (pro-
taııop) “4” okur. Normal kişi "42”
okur. (Islıilıara’dan: Test Tor Coloıır
Blindness. Tok>fo, Kanehara and
Co.)
Renk Testi Kartları. Renk körlüğün ü lıızlı şekilde tespit okuyacaktır, oysa kırm ızı körü "p ro tan o p " "2" ve yeşil k ö
eden bir m eto t Şekil 50- 10’da gö sterildiği gibi n ok ta kart rü "d ö teran op ” "4" okuyacaktır.
ların ın ku llanım ına dayanır. Bu kartlar çok say ıd a farklı Bu kartlar, Şekil 50-9’daki farklı konilerin spektral d u
renkte yanıltıcı noktalarla olu ştu ru lm u ştu r. Ü stteki kart yarlılık eğrileri ile b erab er in celen irse b azı renkteki n o k
ta, n orm al kişi "7 4 ” okuyacaktır, oysa kırm ızı-yeşil renk talara renk körü kişilerce nasıl aşırı ö n em verildiği k o lay
körü kişi "21" okuyacaktır. Alttaki kartta, n orm al kişi "4 2 ” ca anlaşılabilir.
586 ÜNİTE X • Sinir Sistemi: B Özel Duyular
ler. Önemleri hala soıgulansa da, amakrin hücre mış küçük bir ışık noktası gösterilmiştir. Işığın düş
lerden de zaman zaman aksiyon potansiyeller kay tüğü en merkezi bölgeden başlayan görme yollan
dedilebilir. Bunların dışında, tüm retinal nöronlar, uyarılırken, tabakalardaki dendritik ve aksonal dal
aşağıda açıklandığı şekilde, görm e sinyallerini lanm anın yayılması ile uyarıcı sinyal retinada ge
elektivton ik ileti ile gönderirler. nişçe yayılacağına, horizontal hücrelerdeki ileti
Elektrotonik ileti nöronal sitoplazma içinde eksi- çevre bölgelerde lateral inhibisyon sağlayarak b u
tasyon noktasından çıkış sinapsına kadar tüm yol nu önler. Bu, görsel resimdeki kontrastlı kenarların
da aksiyon potansiyeli değil, direkt elektrik akımı iletilm esinde yüksek görme keskinliğine olanak
anlam ına gelir. Gerçekte, basil ve konilerde dahi, sağlayan esas mekanizmadır. Bazı amakrin hücre
görme sinyallerinin oluştuğu dış segmentlerinden lerin de ek lateral inhibisyon sağlaması ve retina
sinaptik cisimlere kadar ileti elektrotonik ileti ile nın iç pleksiform tabakasında görsel kontrastın da
olur. Yani, dış segm entte ışığa reaksiyon olarak hi- ha da artmasını sağlaması olasıdır.
perpolarizasyon meydana geldiği zaman, hem en
hem en aynı hipeıpolarizasyon derecesi direkt
Bazı B ip o la r H ü c re le rin U yarılm ası ve
elektrik akımı yolu ile iletilir, aksiyon potansiyeli
meydana gelmez. Sonra, basil ya da koniden salı D iğ e rle rin in In h ib is y o n u -D e p o la riz e ve
verilen transmiter bir bipolar hücreyi ya da hori- H ip e rp o la riz e E dici B ip o la r H ü c re le r
zontal hücreyi uyardığında, bir kez daha sinyal, gi
rişten çıkışa kadar aksiyon potansiyelleri ile değil, Depolarize edici bipolar hücre ve hiperpolarize ed i
direkt elektrik akımı ile iletilir. ci bipolar hücre olarak iki tip bipolar hücre, görme
Elektrotonik iletinin önemi, sinyal şiddetinin d e yolunda eksite edici ve inhibe edici zıt uyarılar
receli iletisine olanak sağlamasıdır. Böylece, basil oluştururlar. Yani, basil ve koniler uyarıldığı zaman
ve koniler için, hiperpolarizasyona yol açan çıkış bazı bipolar hücreler depolarize ve diğerleri hiper
sinyalinin şiddeti, aydınlanma şiddeti ile doğrudan polarize olurlar.
ilişkilidir; sinyal aksiyon potansiyellerinde olduğu Bu iki tip bipolar hücredeki yanıtın farklılığı için iki
gibi hep ya da hiç şeklinde değildir. olası açıklama vardır. Bir açıklama, iki bipolar hücre
nin tümüyle farklı tipte olduğu, basil ve koniler tara
G ö rse l K o n tra stı A rtıra n Lateral fından serbestlenen glutamat nörotransmiterine ya
nıt olarak bir tipin depolarize olduğu ve diğer tipin
in h ib is y o n - H o riz o n ta l H ü cre le rin İşlevi hiperpolarize olduğu şeklindedir. Diğer olasılık ise,
bazı bipolar hücrelerin basil ve konilerden direkt
Şekil 50-11’de gösterilen horizontal hücreler, bipo
uyarı alması, oysa diğerlerinin sinyallerini indirekt
lar hücre dendıitleri ile olduğu gibi, basil ve konile
olarak bir horizontal hücre aracılığı ile almasıdır. Ho
rin sinaptik gövdeleri arasında lateral bağlantı ya
rizontal hücre inhibitör bir hücre olduğu için, elekt
parlar. Horizontal hücrelerin outputları her zam an
riksel yanıtın polaritesi tersine döner.
iııhibitördür. Bu yüzden, bu lateral bağlantı, tüm
Bipolar yanıtların iki tipinin mekanizmasından
diğer duysal sistemlerde önemli olan aynı lateral
bağımsız olarak, bu fenomenin önemi, bipolar hüc
inhibisyon olayına olanak sağlar, yani görsel pa-
relerin bir yarısının pozitif sinyalleri diğer yarısının
teınlerin uygun görsel kontrastla merkezi sinir sis
negatif sinyalleri iletmesine izin vermesidir. Daha
temine kadar iletilmesini sağlamaya yardım eder.
sonra pozitif ve negatif sinyallerin beyne görsel bil
Bu olayı açıklayan Şekil 50-12'de retinada odaklan
giyi iletmede birlikte kullanıldıklarını göreceğiz.
Depolarize edici ve hiperpolarize edici bipolar
hücreler arasındaki bu zıt ilişkinin bir diğer önemi
de horizontal hücre m ekanizm asına ek olarak,
ikinci bir lateral inhibisyon mekanizması sağlam a
Işık huzmesi sıdır. Depolarize ve hiperpolarize edici bipolar
hücreler yanyana uzandıklarından görüntüdeki
kontrast sınırları ayırt edici bir mekanizma oluştu
rurlar. Bu sınır, doğrudan iki komşu fotoreseptör
Uyarılmış arasında bile uzansa ayırt edici olur. Farklı olarak,
alan lateral inhibisyon için horizontal hücre m ekaniz
ması çok daha büyük mesafelerde iş görür.
Ne uyarılmış ne
A m a k rin H ü c re le r ve İşlevleri
inhibe edilmiş
ıekli olan direkt yolun - yani, basilden bipolar hüc gangliyon hücreleri uyarılarının çoğunu, küçük bipo
relere sonra amakrin hücrelere, sonra gangliyon lar hücreler ve amakrin hücreler yolu ile basillerden
hücrelere - bir parçasıdır. alırlar. Retinada geniş alanları vardır çünkü dendrit-
Amakrin hücrelerin diğer bir tipi görsel sinyalin leri, iç pleksiform tabakada, yaygın alanlardan uyarı
başlangıcında kuvvetle cevap verir ancak cevap alacak şekilde genişçe yayılır.
hızla kaybolur. Diğer amakrin hücreler görsel sin Fizyolojik deneylerin yanı sıra histolojiye dayan
yalin kayboluşunda kuvvetle cevap verir, ancak ce dırıldığında, W hücrelerinin görme alanı içinde her
vap yine hızla kaybolur. Yine başka amakrin hücre yerde, doğrultusal hareketleri saptam ada özellikle
ler yönden bağımsız olarak basitçe aydınlanmada hassas olduğu ve karanlık koşullar altında kaba b a
ki bir değişikliği işaret edecek şekilde, ışık hem yan sil görmemizin büyük bölümü için önem li olabile
dığında hem de söndüğünde cevap verirler. ceği görülmektedir.
Yine başka bir amakrin hücre tipi, bir ışık nokta
sının retinada belli bir doğrultuda hareket etm esi Görsel Resmin ve Rengin X Hücreleri Tarafın
ne yanıt verir; bu yüzden, bu amakrin hücrelerin dan iletilmesi. Gangliyon hücrelerinin toplamının
yöne duyarlı oldukları söylenir. yüzde 55’ini oluşturan, ençok sayıda bulunanı X
O halde, bir anlamda, amakrin hücreler görsel hücreleridir. Çapları orta büyüklükte, 10 ve 15 m ik
sinyallerin retinayı terk etm eden önceki başlangıç rometre arasındadır ve kendi optik sinir liflerinde
analizinde yardımcı ara nöronlardır. uyarıyı yaklaşık 14 m/sn hızla iletirler.
X hücrelerinin alanları küçüktür, çünkü dendrit-
leıi retinada genişçe yayılmaz. Bu sebepten, sinyal
Gangliyon Hücreleri ler daha çok dar retinal bölgeleri temsil eder. Bu
yüzden, görsel resmin kendi esas olarak X hücrele
Gangliyon Hücrelerinin Foveada Konilerle ve ri tarafından iletilir. Ayrıca, her X hücresi en az bir
Periferik Retinada Basil ve Konilerle Bağlantısı. koniden uyarı aldığı için, X hücre iletisi olasılıkla
Her retina yaklaşık 100 milyon basil ve 3 milyon ko tüm renkli görmeden sorumludur.
ni içerir; oysa gangliyon hücresi sayısı yalnızca 1 , 6
milyon kadardır. Yani, her bir optik sinir lifine orta Y Hücrelerinin Görsel Resmindeki Anlık Deği
lama 60 basil ve 2 koni bağlanır. şimleri İletme işlevi. Y hücreleri tüm hücrelerin en
Periferik retina ve merkezi retina arasında büyük büyük olanlarıdır. Çapları 35 mikrometreyi bulabilir
farklılıklar bulunur. Foveaya yaklaşıldıkça, her bir ve sinyallerini beyne 50 m/sn'lik bir hızla ya da daha
optik life daha az sayıda basil ve koni bağlanır ve hızlı iletirler. Gangliyon hücrelerinin sayıca en az
basil ve konilerin her ikisi de incelir. Bu iki etki, olanlarıdır, toplam rakamın yalnızca yüzde 5'ini
m erkezi retinaya doğru görme keskinliğini giderek oluştururlar. Ayrıca, geniş dendritik alanları vardır,
artırır. Ve en merkezde, merkezi foveada, yalnızca böylece sinyaller, bu hücreler tarafından retinanın
ince koniler bulunur, yaklaşık 35.000 tanedir ve ba geniş alanlarından yakalanırlar.
sil yoktur. Ayrıca, Şekil 50-11’de gösterildiği gibi, bu Y gangliyon hücreleri, görsel resimdeki hızlı h a
bölgeden çıkan optik sinir lifi sayısı koni sayısına reket ya da ışık şiddetindeki hızlı değişiklik gibi hız
hem en hem en eşittir. Bu, esas olarak, çok daha za lı değişimlere amakrin hücrelerin çoğu gibi yanıt
yıf periferik keskinliğe kıyasla, merkezi retinadaki verirler, saniyenin yalnızca kesirleri kadar bir süre
yüksek derecedeki görme keskinliğini açıklar. için yoğun sinyaller gönderirler. Bu gangliyon h ü c
Periferik ve merkezi retina bölümleri arasındaki releri, şüphesiz, görme alanında herhangi bir yerde
diğer bir farklılık, periferik retinanın zayıf ışığa çok anormal bir görsel olay olduğunda neredeyse anın
daha fazla duyarlı oluşudur. Bu kısmen basillerin da merkezi sinir sistem ine haber verir; ancak, göz
ışığa konilerden 30 ila 300 kez daha duyarlı olma lerin hareketi görüntüye doğru hareket ettirilm esi
gerçeğinden ortaya çıkar, ancak daha periferik reti ni sağlayacak uygun ipuçlarını vermesi dışında,
nada 2 0 0 gibi büyük sayılardaki basilin aynı optik olayın yerini hatasız olarak belirleyemez.
sinir lifine bağlanması gerçeği bu duyarlılığı daha
da büyütür, öyle ki, basillerin sinyalleri eklenerek
periferik gangliyon hücrelerinin daha da şiddetli Gangliyon Hücrelerinin Uyarılması
uyarılmasına yol aç ar.
Gangliyon Hücrelerinde Spontan, Sürekli Aksi
Retinal Gangliyon Hücrelerinin Üç Tipi yon Potansiyelleri. Gangliyon hücrelerinden baş
ve İlgili Alanları layan uzun optik sinir lifleri beyne giderler. Söz ko
nusu olan uzun m esafeden dolayı, elektıotonik ile
W, X ve Y hücreleri olarak belirtilen üç ayrı gangli ti metodu artık uygun değildir; bu yüzden, bunun
yon hücresi grubu vardır. Bunların her biri faiklı iş yerine gangliyon hücreleri sinyallerini aksiyon po
leve sahiptir. tansiyelleri şeklinde iletirler. Dahası, uyaıılmadığı
durumlarda dahi, büyük gangliyon hücrelerinden
Basil Görmesinin W Hücreleri ile iletilmesi. Tüm kalkan sinir lifleri daha hızlı ateşlem ek üzere sani
gangliyon hücrelerinin yaklaşık yüzde 40’ını oluştu yede 5 ve 40 arasında değişen hızlarda sürekli sin
ran W hücreleri 10 mikrometreden daha küçük çaplı yalleri iletmeye devam ederler. Görsel sinyaller, bu
küçük hücrelerdir ve kendi optik sinir liflerinde sin arka alandaki gangliyon hücre aktivitesi ile üst üste
yalleri yalnızca 8 m/sn’lik düşük hızlarda iletirler. Bu binerler.
BÖLÜM 50 • Göz: II. Retinanın Reseptör Olarak ve Sinirsel İşlevi 589
mü - kırmızı, mavi ve yeşil tip - aynı gangliyon renkler arasında zıt bir uyarılma - inhibisyon ilişki
hücresini uyardığında, gangliyon hücresinden ile si gösterirler.
tilen sinyal, spektıum un herhangi bir rengi için Renklerin bu zıt etkilerinin m ekanizm ası şöyle-
olanın aynıdır. Bu sebepten, bu sinyal farklı renk dir: Bir renk-tipi koni depolarize edici bipolar h ü c
lerin saptanm asında rol oynamaz. Aksine, "beyaz” re üzerinden, direkt uyarıcı yolla gangliyon hücre
bir sinyaldir. sini uyarır, öte yandan, başka bir renk tipi ise hipeı -
Öte yandan, bazı gangliyon hücreleri belli bir polaıize edici bir bipolar hücre üzerinden indirekt
renk koni tarafından uyarılırken, ikinci bir koni tipi inhibitor yolla gangliyon hücresini inhibe eder.
tarafından inhibe edilir. Örneğin, bu durum kırmı Bu renk-kontrast m ekanizm asının önemi, reti
zı ve yeşil koniler için sıkça meydana gelir, kırmızı nanın kendisinin, renkleri ayırt etmeye başladığı
eksitasyona yol açarken yeşil inhibisyona yol açar bir mekanizmayı oluşturmasıdır. Böylece gangli
ya da tersine, yeşil eksitasyona yol açarken kırmızı yon hücresinin, her bir renk-kontrast tipi bir renk
inhibisyona yol açar. Aynı zıt etki bir taraftan mavi tarafından uyarılırken “zıt renk” tarafından inhibe
koniler diğer taraftan da kırmızı ve yeşil konilerin edilir. Böylece, renk analizi retinada başlar ve tü
kombinasyonu arasında da vardır; mavi ve sarı müyle beynin bir işlevi değildir.
REFERANSLAR
A lbert D M , Ja k o b iec F A : Prin ciples and Prac Hampton G R , N elsen P T : A ge-R elated M a cu Peym an G A , Schulm an J A : Intravitreal S u r
tice o f Ophthalm ology. Philadelphia: W B lar D egeneration: Principles and Practice. gery: Principles and P ractice. 2nd ed. R ed
Saunders C o, 1 9 94. New Y o rk : Raven Press, 1992. ding, M A : A ppleton & L an ge, 1994.
B ack h a ris W , K lie g l R , W ern er J S : C o lo r V i Hendee W A , W ells PN T: T h e Perception o f R ao V R , Oprian D D : A ctivatin g m utations o f
sion. B erlin : W alter de Gruyter, 1 9 98. V isual Inform ation. New Y o rk : Springer, rhodopsin and other G protein-coupled re
B arn es S : A fter transduction: response shaping 1997. ceptors. Annu R ev B io p h y s B io m o l Struct
and control o f transm ission by ion channels Iyer P V , Row land R : O phthalm ic Pathology. 2 5 :2 8 7 , 1996.
o f the photoreceptor inner segm ents. N euro New Y ork: Churchill Livingstone, 1994. R o d ieck R W : T h e First Step s in S eein g . S u n
scie n c e 5 8 :4 4 7 , 1994. Ja co b s G H : Prim ate photopigm cnts and p ri derland, M A : Sin auer A ssocia tes, 1998.
B e rg er JW , F in e S L , M aguire M G : A ge- mate color vision. Proc Natl A cad S e i U S A Sm ith G , A tchison D A : T h e E y e and Visual
related M acu lar Degeneration. S t. Lo u is: 9 3 :5 7 7 , 1996. O ptical Instruments. C am brid ge, U K : C am
M osb y, 1999. M argo C E , Hanied L M , M am cs R N : D iagn o s bridge U niversity P ress. 1 9 97.
Bloom field S A : O rientation-sensitive am acrine tic Problem s in C linical O pthalm ology. W ade N: A Natural H istory o f V isio n . C am
and ganglion c e lls in the rabbit retina. J Philadelphia: W B Saunders C o, 1994. bridge, M A : M IT Press, 1 9 9 8 .
Neurophysiol 7 1 :1 6 7 2 , 1994. M asland R H : U nscram bling co lo r vision. S c i W assle H, B o y co tt B B : Fu n ction al architecture
B o v in o JA : M acu lar Surgery. Redding, M A : ence 2 7 1 :6 1 6 , 1996. o f the mam m alian retina. Ph y siol R e v 7 1 :
A ppleton & Lan ge, 1994. M iller J L , Picon cs A , K orenbrot J I : D iffer 4 4 7 , 1991.
C oscas G , C ard illo Piccolin o F : R etin al Pig en ces in transduction betw een rod and con e W illiam s D, Sekiguchi N , Brainard D : C olor,
m ent Epithelium and M acu lar D iseases. photoreceptors: an exploration o f the role o f contrast sensitivity, and the co n e m osaic
B o sto n : K lu w e r.1 9 9 8 . calcium hom eostasis. Curr Opin N curobiol P roc Natl A cad S c i U S A 9 0 :9 7 7 0 , 1993.
D e F e lice L J : E le c tric a l Properties o f C ells: 4 :4 8 8 1994. W u S M : Synaptic transm ission in the outer
Patch C lam p fo r B io lo g ists. New Y ork: O lk R J, L ee C M : D iabetic Retinopathy: P racti retina. Annu R e v P h y siol 5 6 :1 4 1 , 1994.
Plenum Press, 1997. ca l M anagem ent. Philadelphia: J B Lippin- Zhao S , R izzo lo L J , B arn stab le C J: D ifferenti
Freem an W R : Practical A tlas o f R etin a l D is cott, 1993. ation and transdiffcrentiation o f the retinal
ease and Therapy. New Y o rk : R av en Press, O w en W G : Ion ic conductances in rod photore pigm ent epithelium . Int R e v C ylol 1 7 1 :2 2 5 ,
1993. ceptors. Annu R ev P hysiol 4 9 :7 4 3 , 1987. 1997.
Friedlaender M H : A llergy and Im m unology o f
the E ye. New Y o rk : R aven Press, 1993.
ucundaki dorsal lateral genikülat niikleus içinde
Görme Yolları sonlanır. Dorsal lateral genikülat nükleus iki tem el
işlev görür; ilki, optik traktusun görsel bilgisini, o p
İki retinadan görme korteksine giden ana görme tik radyasyon (geııikülokalkarin traktus da denir)
yolları Şekil 51-1’de görülmektedir. Sinir uyarıları yolu ile görme korteksine bağlar. Bu ileti işlevi ku
retinaları terk edince, optik sinirler aracılığıyla ar sursuzdur; öyle ki, retinadan görme korteksine ka
kaya geçerler. Optik kiazmada, retinaların nazal dar tüm yol boyunca yüksek derecede uzamsal
yanlarından kalkan liflerin tam am ı karşı tarafa ge doğrulukla, tam bir biıe-bir ileti vardır.
çerler, diğer taraf temporal retinalardan kalkan lif Optik kiazmayı geçtikten sonra, optik traktustaki
lere katılırlar ve optik traktıısu meydana getirirler. liflerin yalısının bir gözden, diğer yarısının diğer göz
Herbir optik traktusun lifleri dorsal lateral genikii- den kaynaklanarak, iki retina üzerindeki karşılık ge
lat nükleusta sinaps yapar ve buradan kalkan geni- len noktaları temsil ettiği hatırlanacaktır. Bununla
kiilokalkarin lifler, optik radyasyon (ya da genikii- beraber, iki gözden gelen sinyaller, dorsal lateral geni
lokalkarin traktus) yolu ile oksipital lobun kalkarin külat nükleus içinde ayrı tutulurlar. Bu nükleus, alü
bölgesindeki primer görme korteksine ulaşır. nükleer tabakadan oluşmuştur. II., III. ve V. tabakalar
Ek olarak, görme lifleri beynin daha eski bölgele (ventralden doısale) sinyalleri, ipsilateral retinanın
rine geçerler. (1) Olasılıkla vücudun çeşitli fizolojik temporal bölgesinden alırlar; oysa, I., IV. ve VI. taba
değişimlerini gece ve gündüzle sinkronize eden sir- kalar sinyalleri karşı gözün nazal retinasından alırlar.
kadiyen ritmin kontrolünü sağlamak üzere, optik İki gözün birbirine karşılık gelen ıetinal alanları, eş
traktustan hipotalamusun suprakiazmatik niikle- leşmiş tabakalarda yaklaşık olarak birbiri üstüne yer
ıısuna; (2 ) önemli cisimler üzerine gözün odaklan leşmiş nöronlara bağlanırlar ve benzer paralel ileti
ması için refleks hareketleri ve pupilla ışık refleksini görme korteksine kadar tüm yol boyunca korunur.
sağlamak üzere pretektal çekirdeklere, (3) iki gözün Dorsal lateral genikülat nükleusun ikinci önemli
hızlı doğrultusal hareketlerini kontrol etmek üzere işlevi, görme korteksine sinyallerin iletilmesinde
siıperiyör kollikulusa ve (4) olasılıkla, vücudun bazı "kapı” görevi yapmaktır; yani, kortekse sinyallerin
davranışsal işlevlerini kontrole yardım etmek üzere, ne kadarının geçm esine izin verileceğini kontrol
talamusun veııtral lateral genikülat nükleusuna ve etmektir. Nükleus geçiş kontrolü için sinyallerini
sonra beyni çevreleyen bazal bölgelere ulaşır. iki esas kaynaktan alır: ( 1 ) primer görme korteksin-
Böylece, görme yolları kabaca, orta beyin ve ön den lateral genikülat nükleusa doğru ters yönde
beynin tabanına ulaşan eski sistem ve görme kor dönen kortikofiigal liflerden ve (2 ) mezansefalo-
teksine direkt ileti sağlayan yeni sistetn şeklinde ay nun retiküler alanlarından. Bunların ikisi de inhi-
rılabilir. Yeni sistem, insanlarda, görsel şeklin, renk bitördür ve uyarıldığında, gerçekten de dorsal late
lerin ve diğer bilinçli görmenin hem en tüm yönle ral genikülat nükleusun seçilm iş bölüm lerinde ile
riyle algılanmasından sorumludur. Öte yandan, tiyi kapatabilir. Bu nedenle, bu her iki kapı devresi
birçok ilkel hayvanda, tıpkı görme korteksinin m e nin, geçm esine izin verilen görsel bilginin kontro
melilerde kullanılmasında olduğu gibi, görsel şekil lüne yardımcı olduğu varsayılır.
dahi eski sistem le süperiyör kollikulusu kullanarak En son olarak, dorsal lateral genikülat nükleus,
tespit edilir. başka bir yola daha ayrılır: (1) I. ve II. tabakalar bü
yük nöronlar içerdikleri için magnoselliiler tabaka
lar olarak adlandırılır. Bunlar input (giriş) sinyalleri
Dorsal Lateral Genikülat Nükleusun nin hemen hemen tamamını büyük tip Y ıetinal
İşlevi gangliyon hücrelerinden alırlar. Bu magnosellüler
sistem, görme korteksine çabuk iletim sağlayan bir
Yeni görme sistem inin optik sinir liflerinin tümü, yol sağlar. Öte yandan, bu sistem renk körüdür, yal
Şekil 50-1’de gösterildiği gibi, basitçe lateral geni nız siyah ve beyaz bilgi taşır. Ayrıca, bire-bir ileti za
külat cisim olarak adlandırılan, talamusun dorsal yıftır, çünkü, o kadar fazla sayıda Y gangliyon hücıe-
591
592 ÜNİTE X • Sinir Sistemi: B. Özel Duyular
Primer
görme 4
korteksi
Görme korteksi
Maküla
ŞEKİL 51 - 2
Mediyal oksipital korteksin kalkarin fisüründeki görme kortek
si.
ŞEKİL 51 - 1
Gözlerden görme korteksine giden temel görme yollan. (Pol- dan kıyaslandığında, fovea primer görme koıtek-
yak’tan modifiye edilmiştir. The Retina. (C) 1941 by The Univer sinde retinanın periferik bölümlerinin yüzlerce ka
sity of Chicago. Her hakla saklıdır).
tı bir alanla temsil edilir.
Primer görme korteksi, Brodmann’ın 1 7. kortikal
alanı ile aynı yerdir (Şekil 4 7 -5 ’teki Brodm ann’ın
si yoktur ve dendritleri retinada genişçe yayılır. (2 )
alanlarının şem asına bakınız). Aynı zam anda /.
III. ila VI. tabakalar paruoseliiler tabakalar olarak görme alanı ya da basitçe V -l diye de adlandırılır.
adlandırılır, çünkü, küçükten orta boya değişen çok Primer görme korteksinin bir başka ismi de striat
sayıda nöronlar içerirler. Bu nöronlar input sinyalle kortekstir çünkü bu alanın genel olarak çizgili bir
rini hem en tamamen X tipi retinal gangliyon hücre görünüşü vardır.
lerinden alırlar; bunlar renk iletirler ve hassas bire
bir uzamsal bilgi taşırlar, ancak yüksek hızdan ziya Korteksin Sekonder Görm e Alanları. Görsel
de orta derecede bir ileti hızıyla iletirler. asosiyasyon alanları olarak da adlandırılan sekon
der görme alanları, primer görme korteksinin late-
ıal, anteriyor, süpeıiyor ve inferiyoıunda uzanırlar. tabaka da alt bölümlerle organize olmuştur. Y reti
Bu alanların çoğu Şekil 51-3’de gösterildiği gibi ok nal gangliyon hücrelerinden çabuk iletilen sinyal
sipital korteksin lateıal yüzeyleri üzerinden dışa ler IVco: tabakasında sonlanıılar ve buradan düşey
doğru katlanırlar. Sekonder sinyaller, görsel anlam olarak hem dışa kortikal yüzeye doğru ve hem de
ların analizi için bu alanlara iletilirler. Örneğin, pri içe daha derin düzeylere doğru iletilirler.
m er görme korteksinin her tarafında bulunan Retinadaki X gangliyon hücrelerinden kalkan oı-
Brodm ann’ııı 18. alanı primer görme korteksinden ta-boy optik sinir liflerinden gelen görsel sinyaller
gelen hem en hem en tüm sinyallerin bir sonraki de IV. tabakada, fakat Şekil 51-4’iin sağında göste
bölüm e iletildiği alandır (bkz. Şekil 51-3). Bu se rilen, IV. tabakanın en sığ ve en derin bölümleri
bepten, Brodmann’ın 18. alanı, II. görm e alanı ya olan IVa ve IVcp tabakalarındaki Y sinyallerinden
da kısaca V-2 olarak adlandırılır. Bundan başka, V- faiklı noktalarda sonlanıılar. Buradan, bu sinyaller
3, V-4 gibi yarım düzineden fazla özel isimlendir de düşey olarak hem korteksin yüzeyine doğru ve
meleri olan daha uzak sekonder görsel alanlar var hem de daha derin tabakalara iletilirler. Renk gör
dır. Tüm bu alanların önemi, görsel resmin çeşitli mesinde olduğu gibi, görmenin kusursuz biıe-bir
yönlerinin giderek parçalara ayrılıp analiz edildiği iletisini sağlayan da, bu X gangliyon yollarıdır.
alanlar olmasıdır.
Görme Korteksinde Düşey Nöronal Kolonlar.
Görme korteksi yapısal olarak, her biri 30 ila 50
Primer Görme Korteksinin Tabakalı Yapısı
mikrometre çapında olan milyonlarca düşey sinir
hücresi kolonu şeklinde organize olmuştur. Aynı
Primer görme korteksi, Şekil 5 1-4’de gösterildiği şe
düşey kolon tarzı organizasyon tüm serebıal kor-
kilde, tüm diğer seıebral korteks bölüm lerinin
tekste bulunur. Her kolon bir fonksiyonel üniteyi
çoğu gibi altı ayrı tabakaya sahiptir. Diğer duysal
temsil eder. Görsel düşey kolonların her birindeki
sistem ler için de doğru olduğu gibi, genikülokalka-
sinir hücresi sayısının 1 0 0 0 veya daha fazla olduğu
ıin lifler esas olarak IV. tabakada sonlanır. Fakat bu
kabaca hesaplanabilir.
Optik sinyaller IV tabakada sonlandıktan sonra
lıeıbir düşey kolon biriminde dışa ve içe doğru ya
yılarak işlenmeye devam ederler. Bu işlemin, yol
boyunca birbirini izleyen duraklarda görme bilgisi
nin farklı parçacıklarının yorumlanmasını sağla
dığına inanılır. Dışa doğru I., II. ve III. tabakalara
geçen sinyaller, sonuçta sinyalleri koı tekste lateral
olarak kısa mesafelerde iletirler. Öte yandan, içe, V.
ve VI. tabakalara geçen sinyaller, uyarıları çok daha
büyük mesafelere ileten nöronları uyarırlar.
1. Cisimlerin Üç Boyutlu Duruşu, Kaba Şekli duvara, Şekil 51-5’te solda gösterildiği gibi, içi dolu bü
ve Hareketinin Analizi. Şekil 51-3'deki analitik yük bir "artı” işareti yerleştirelim. Sağda, görme kor
yollardan geniş siyah oklarla gösterileni görsel ci teksinde, uyarılan nöronların büyük bölümünün
simlerin vücut çevresindeki uzayda üçüncü boyut uzamsal paterni görülmektedir. Maksimum uyarılma
duruşunu analiz eder. Bu yol, bu bilgiyi kullanarak alanlarının, görsel paternin keskin kenarları boyunca
sahnenin hareketi kadar, görsel sahnenin kabaca oluştuğuna dikkat ediniz. Böylece, primer görme koı-
şekil analizini de yapar. Diğer bir ifadeyle, bu yol, teksindeki görsel sinyal, kontrastlı olmayan alanlar
herhangi bir anda, her cism in “nerede” olduğunu dan çok, görsel sahnedeki kontrastlarla ilişkilidir. Bö
ve hareket edip etmediğini söyler. Primer görme lüm 50’de bunun ıetinal gangliyon hücrelerinin çoğu
koıteksini (Brodm ann’ın 17. alanı) terkettikten için de doğru olduğunu, çünkü eşit şekilde uyarılan
sonra, bu yolun sinyalleri bir sonraki sinapsım II. komşu ıeünal reseptörlerin karşılıklı olarak birbirini
görme alanında (Brodmann’ın 18. alanı) yapar, inhibe etüğini gördük. Fakat görsel sahnede, karanlık
sonra genel olarak posteriyor orta-temporcıl alana tan aydınlığa ya da aydınlıktan karanlığa değişimin ol
ve daha sonra da yukarıya geniş oksipitopariyetal duğu her sınırda, bu karşılıklı inhibisyon meydana gel
kortekse devam eder. Bu son alanın ön sınırında, mez ve uyarılma şiddeti kontrast gradyam ile orantılı
sinyaller som atik duysal sinyallerin üç boyutlu dır. Diğer bir deyişle, kontrast keskinliği büyüdükçe
yönlerini analiz eden posteriyor som atik asosiyas- aydınlık ve karanlık alanlar arasındaki şiddet farkı art
yon alanları ile üst üste biner. Duruş-şekil-hareket tıkça, uyarılma derecesi de artar.
yolunda iletilen sinyaller, esas olarak lıızlı sinyal
ileten ancak renk olmaksızın sadece siyah ve beyaz Görme Korteksi Çizgi ve Kenarların Doğrultusu
ayrımı yapan, ıetinal Y gangliyon hücrelerinin bü- nu da Saptar - "Basit" Hücreler. Görme korteksi
yükY optik sinir liflerinden gelir. yalnızca retinal görüntünün farklı alanlarındaki çizgi
ve kenarlan tespit eünekle kalmaz fakat ayrıca her
2. Görsel D etay ve Rengin Analizi. Şekil 51- çizgi ve kenarın yerleşim yönünü de tespit eder -yani,
3 ’teki kırmızı oklar, primer görme korteksinden düşey ya da yatay olduğunu veya eğim derecesini
(Bıodm ann’ın 17. alanı) II. görme alanına (Bıod- saptar. Bunun, kontrast bir kenarın bulunduğu yer
m ann’ın 18. alanı) ve sonra oksipital ve temporal deki hücrelerin hattı boyunca inhibisyon meydana
kor teksin inferiyor ventral ve mediyal bölgelerine geldiği zaman olduğuna ve ikinci-sıra nöronları uya
geçen, görsel detayın analizini sağlayan esas yolu ran karşılıklı inhibe edici hücrelerin doğrusal organi
göstermektedir. Bu yolun ayrı bölümleri, aynı şekil zasyonundan kaynaklandığına inanılır. Böylece, bir
de özgül olarak rengi de analiz etmektedir. Böylece, çizginin herbir yerleşimi için özgül bir sinir hücresi
bu yol, harfleri tanıma, okuma, yüzeylerin yapıları uyarılır. Ve farklı bir doğrultuda yönelmiş bir çizgi
nı tanımlama, cisim lerin ayrıntılı renklerini belirle farklı bir hücreyi uyarır. Bu sinir hücrelerine basit
meye ve tüm bu bilgilerden cismin “ne” olduğunu hücreler denir. Esas olarak primer görme korteksinin
ve anlamını çözmeye yarar. IV. tabakasında bulunurlar.
Belirli Uzunluklardaki Çizgilerin, Açıların ya da için perimetri den ilen işle m d e h erb ir gö z için g ö rm e
D iğer Şekillerin Saptanması. Primer görsel ko alan ı tesp it edilir. Bu, kişinin g ö zü n ü ta m ö n ü n d e b u lu
lonların dış tabakalarındaki bazı nöronların yanısı- n an m erkezi b ir n o k tay a b ak m asın ı sağ lay arak , g e rç e k
leştirilir. Son ra, k ü çü k bir ışık n ok tası y a d a kü çü k bir c i
ıa, bazı sekonder görme alanlarındaki nöronlar sa
sim g ö rm e alan ın ın tü m alan ların d a ö n e ve ark aya h a
dece belli bir uzunluktaki çizgi ya da kenarlar- ya da
reket ettirilir ve kişi ışık n o k tasın ın veya c ism in n e z a
özgül açılı şekiller veya başka özellikleri olan gö m a n gö rü leb ild iğ in i y a d a g ö rü le m e d iğ in i belirtir. Böy-
rüntülerle uyarılırlar. Böylece, bu nöronlar daha da lece, so l gö z için g ö rm e alan ı Şekil 5 1 -6 ’d a g ö rü ld ü ğ ü
yüksek dereceden bilgiyi görsel sahneden tespit şek ild e işaretlenir.
ederler. Şekilde gö rüldüğü gibi, tüm periın etre çizelgelerin de
Böylece, görme koıteksinin analitik yolu içinde m erkezi gö rm e n ok tasın ın yaklaşık 15 d e re ce latcralin de
ilerledikçe, her görsel sahnenin giderek daha fazla bu lu n an optik disk ü zerin d e basil ve kon ilerin eksikliğiy
özelliği deşifre edilir. le olu şan bir kör nokta bulunur.
G Ö R M E A LA N LA R I; P E R İM E T R E
olarak, her iki göz de b aşın karşı tarafındaki cisim leri g ö aygıtın kortikal kontrolünü göstermektedir. Ek ola
rem ez. Bu d u ru m hom on im hemianopsi olarak bilinir. rak, bir frontotektal tıaktus, frontal korteksten pıe-
Tek taraflı op tik radyasyon y a d a görm e korteksi h asarı tektal alana geçmektedir. Okülomotor kontrol sin
d a h o m o n im h em ia n o p siy e yol açar. G örm e korteksini
yalleri, pretektal ve süperiyör kollikulus alanlarından
tah rip eden du ru m gen elde p osteriy or sereb ıal arter
sonra okülomotor sinirlerin çekirdeklerine geçer.
tro m b o zu d u r ve foveal gö rm e alan ın ın tem sil edildiği kı
sım hariç oksipital kortekste sıklıkla infarktüse yol açtığı Güçlü sinyaller, ayrıca, mediyal longitudinal fasi
için m erkezi gö rm e çoğu kez k o ru n m u ş olur. kulus yoluyla vestibüler çekirdeklerden okülom o
tor sisteme iletilir.
İstemli fiksasyon
alanı
İstemdışı
fiksasyon
alanı
Görsel
asosiyasyon
alanları
Primer görme
korteksi
Öksipitotektal ve
— oksipitokolliküler traktus
Frontotektal
traktus Pretektal çekirdekler
III. sinirin viseral çekirdeği
Süperiyör koilikulus
Okülomotor çekirdek
ııı. sınır
Troklear çekirdek
IV. sinir
Abdusens çekirdeği
VI. sinir
Ş E K İL 51 - fi Vestibüler çekirdekler
Gözlerin konjüge hareket
lerinin kontrolü için sinir Mediyal longitudinal
yolları.
sı tarafından kontrol edilen mü fırlam a hareketleri. Sakkadlar öyle çabuk meydana gelir ki, harcanan za
Bir ışık noktası retinanın fovea bölgesinde sabitleşti- man, gözleri hareket ettirmede harcanan toplam za
rildiği zaman tremor hareketleri, noktanın koniler manın yüzde 1 0 ’undan fazlasını tutmaz, zamanın
boyunca hızlı bir şekilde öne arkaya hareketine yol yüzde 90’ı fiksasyona ayrılır. Ayrıca, beyin sakkadlar
açar ve kayına hareketleri noktanın koniler üzerinde arasında görsel resmi süprese eder, böylece, kişi nok
yavaşça kaymasına yol açar. Işık noktasının foveamn tadan noktaya hareketlerin bilincinde olmaz.
kenarına kadar her kayışında ani bir refleks reaksiyo
nu meydana gelir, uca kayan noktayı tekrar foveal Okuma Sırasında Sakkadik Hareketler. Okuma işle
merkeze getirecek bir fırlama hareketi ortaya çıkar. mi sırasında kişi genel olarak, her bir satır için çok
Böylece, otomatik bir yanıt, görüntüyü tekrar fove- sayıda sakkadik hareket yapar. Bu durumda, görsel
anın merkezi bölümüne hareket ettiril'. Bu kayma ve sahne gözlerden önce hareket etmez, fakat gözler
fırlama hareketleri Şekil 51-9’da gösterilmektedir; ke önemli bilgiyi elde etmek üzere, görsel şaline üze-
sikli çizgiler ile reüna boyunca yavaş kayma hareket
leri ve kesintisiz çizgiler ile fırlama hareketleri göste
rilmektedir. Bu hareketlerle görüntünün foveal böl
geden çıkması önlenmektedir.
Bu istem dışı fiksasyon yeteneği çoğunlukla sü
periyör kollikuluslar tahrip olduğunda kaybedilir.
Fiksasyon sinyalleri, oksipital korteksin görsel fik
sasyon alanlarında ortaya çıktıktan sonra, süperi
yör kollikuluslaıa geçer, oradan da olasılıkla, okü
lom otor çekirdekler çevresindeki ıetiküler alanlara
ve sonra motor çekirdeklere geçer.
ıinde çok sayıda ardışık sakkadlar yoluyla hareket tik dış uyaranlara karşı, gözlerin, başın ve vücudun
etmeye eğitilmiştir. Benzer sakkadlar, kişi bir tablo yönlendirilmesinde global bir rol oynarlar.
yu incelediği zaman da meydana gelir, ancak bu du
rumda sakkadlar yukarı, yanlara, aşağı ve açılı
doğrultularda resmin dikkat edilen bir noktasından İki Gözden Gelen Görsel Resimlerin
bir diğerine, oradan bir başkasına doğru olur. Birleştirilmesi
H areketli Nesnelere Fiksasyon - "İzlem e H are Görsel algılamaların daha anlamlı yapılması için,
k etleri". Gözler hareket eden bir nesne üzerinde iki gözdeki görsel resimler normal olarak iki retina
de fikse edilebilir, buna izleme hareketi denir. Ol nın “karşılıklı noktaları” üzerinde birbirleriyle bir
dukça gelişmiş bir kortikal mekanizma bir cismin leşirler.
hareket güzergahını otomatik olarak tespit eder ve Görme koı teksi birleşmede önemli bir rol oynar.
sonra gözler için benzer bir güzergah geliştirir. Ör Bu bölümde daha önce, iki retinanın birbirine karşı
neğin, bir cisim saniyede birkaç kez dalga şeklinde lık gelen noktaların, görsel sinyallerini lateral geni-
aşağı ve yukarı hareket ediyorsa, gözler başlangıçta külat cismin farklı nöronal tabakalarına ilettiği ve
onun üzerine fikse edilemez. Ancak bir saniye ka sonra bu sinyallerin görme korteksindeki nöronla
dar sonra, gözler kabaca nesnenin hareket pateıni- rın paralel şeritlerine ulaştırıldığı anlatılmıştı. Korti
nin yaklaşık aynı dalga paterninde sıçramaya baş kal nöronların şeritleri atasında etkileşimler meyda
lar. Ardından, birkaç saniye daha sonra, gözler gi na gelir; bu etkileşimler, iki görsel resim tam "uyum
derek daha yumuşak hareketler geliştirir ve sonuç içinde” olmadığı zaman yani, tam olarak birleşme-
olarak dalga hareketini neredeyse aynen izler. Bu, diğinde, lokal sinir hücrelerinin bazılarında uyarıl
görme sistem inin, göz hareketlerinin kontrolünde ma iııterferans patentlerine yol açar. Bu uyarılma,
yüksek derecede bilinç dışı otomatik bilişimsel ye birleşmenin tekrar sağlanabilmesi için olasılıkla
teneğini gösterir. okölomotor aygıta iletilen sinyalin gözlerin konver-
jans veya diverjans rotasyonuna yol açm asını sağlar.
S ü p e riy ö r K o llik u lu s la r Tem el O la ra k Retinanın karşılıklı gelen noktaları birbiri ile hassas
G ö z le ri ve Başı G ö rse l Bir U yarılm anın bir şekilde uyumlu hale getirilince, görme kortek
sindeki özel “inteıferans” hücrelerinin uyarılması
O ld u ğ u Tarafa Ç e v irm e k le Y ü kü m lü d ü r.
büyük ölçüde azalır ya da kaybolur.
Görsel korteks tahrip edildikten sonra dahi, görme
alanının lateral bölgesindeki ani bir görsel uyarılma G örsel N esnelerin M esafelerini D e ğ e rle n
sıkça gözlerin hemen o yöne çevrilmesine yol açar. diren S tereopsinin Sinirsel M ekanizm ası
Süperiyör kollikuluslar da tahrip olmuşsa bu olay
meydana gelmez. Bu işlevi yerine getirmek için, fark İki gözün birbirinden 5 cm'den daha uzak olması
lı retina noktaları, pıim er görme koı teksinde olduğu nedeniyle iki retina üzerindeki görüntünün tam a
gibi, süperiyör kollikuluslarda da topolojik olarak men aynı olmadığı 49. Bölüm'de vurgulanmıştı. Ya
temsil edilir. Ancak hassasiyeti daha azdır. Bu kada ni, sağ göz nesnenin sağ tarafının biraz daha fazla
rıyla bile, bir peıiferik retina alanındaki bir ışık flaşı sını ve sol göz sol tarafın biraz daha fazlasını görür
nın ana doğrultusu kollikuluslarca haritalanır ve se- ve nesne yaklaştıkça farklılık artar. Bu yüzden, iki
konder sinyaller gözleri çevirmek üzere okülomotor göz birbiıiyle tam am en birleşse dahi iki görsel res
çekirdeklere iletilir. Gözlerin bu doğıultusal hareket min tüm karşılık gelen noktalarının aynı anda
lerine yardım etmek için, süperiyör kollikuluslar vü uyumlandırılmaları yine de mümkün değildir. D a
cuttan gelen somatik duyuların ve kulaklardan gelen hası, cisim gözlere yaklaştıkça uyum derecesi dü
akustik sinyallerin topolojik haritalarına da sahiptir. şer. Bu uyumsuzluk derecesi, yaklaşık 60 m etre m e
Gözlerden kollikuluslaıa giden ve bu hızlı dönme safeye kadaıki görsel cisimler arasındaki m esafe
hareketlerinden sorumlu optik sinir lifleri, hızlı ile nin değerlendiıilebilm esini sağlayan önemli bir
ten Y liflerinin dallarıdır; bir dal görme koı teksine ve mekanizm a olan stereopsi m ekanizm asını sağlar.
diğer dal süperiyör kollikuluslara gider. (Süperiyör Stereopsinin nöronal hücresel mekanizması, re
kollikuluslar ve beyin sapının diğer bölgeleri W tipi tinalardan görme koı teksine giden bazı lif yolları
sinir liflerinde iletilen görme sinyalleri ile güçlü bir nın merkezi yolun iki tarafında 1 ila 2 derece ayrıl
şekilde desteklenirler. Bunlar en eski görme yolunu ması gerçeğine dayanır. Böylece, iki gözden gelen
oluşturur, ancak işlevleri açık değildir.) bazı optik yollar 2 metre uzaktaki cisim ler için tam
Görsel uyarıya doğru gözlerin çevrilmesine ek ola uyumlu iken, başka grup yollar 25 metre uzaktaki
rak, tüm başın hatta tüm gövdenin uyaran yönüne cisim ler için uyum sağlar. Bu şekilde, mesafe, h an
doğru çevrilmesini sağlamak üzere, sinyaller süperi gi grup yolların başka hangi grup yolla etkileşimde
yör kollikuluslaıdan mediyal longitudinal fasikulus olduğu ile belirlenir. Bu olay derinlik algılaması
aracılığıyla beyin sapının diğer seviyelerine bağla olarak adlandırılır ve stereopsinin diğer bir ismidir.
nır. Güçlü sesler ya da vücudun bir tarafında inme
gibi görsel olmayan diğer uyaranlar da süperiyör Strabismus
kollikulusların sağlam olduğu koşulda, gözlerin, ba
şın ve vücudun benzer dönüşlerine yol açar. Öyley Şaşılık o la rak d a ad lan d ırıla n s tr a b ism u s, gö zlerin , y u
se süperiyör kollikuluslar görsel, işitsel ya da som a k arıd a b elirtilen bir ya d a d a h a fazla k o o rd in a tta b irleş-
BÖLÜM 51 • Göz; III. Görmenin Merkezi Nörofizyolojisi 599
tıırur. Başka bir ifadeyle, mercek hata yapmaz ve re ve sonra pıetektal çekirdeklere geçer. Buradan
odağı bulma sırasında gücünü yanlış yönde değiş kalkan uyarılar Edinger-lVestphal çekirdeğine ve, en
tirmez. son olarak geriye para sem p a tik sinirlerle irisin
İkinci olarak, merceğin gücünü doğru yönde sfinkteıini daraltmak üzere geçer. Aksine, karanlıkta
değiştirmesi için yardımcı olabilecek ipuçları şun refleks inhibe olur ve pupilla dilate olur.
lardır: (1) Krom atik aberasyon önemli görünmekte Işık refleksinin işlevi, 50. Bölüm’de açıklandığı şe
dir. Yani, kırmızı ışık ışınları mavi ışık ışınlarının kilde, değişen ışık koşullarına gözün çok çabuk b i
hafifçe arkasında odaklanır, çünkü mercek mavi çimde adapte olmasına yardım etmektir. Pupilla
ışınları kırmızıdan daha çok kırar. Gözler, bu iki tip çapının sınırları, dar tarafta yaklaşık 1,5 milimetre,
ışından hangisinin daha iyi odaklandığını tespit geniş tarafta ise 8 milimetre kadardır. Öyleyse, reti
edebildiğinden bu ipucu uyum mekanizm asına nada ışığın parlaklığı, pupilla çapının karesiyle
lensi daha güçlü ya da zayıf hale getirmek yönünde orantılı arttığı için pupilla refleksinden etkilenebi-
bilgi verir.(2) Gözler yakın bir nesneye fikse ol len aydınlık ve karanlığa uyumun aralığı yaklaşık
duğunda da birbirlerine doğru konveıjans yapar 30’dan l ’e kadardır; yani, göze giren ışıkta 30 kata
lar. Koııverjans için olan sinirsel mekanizma, aynı varan miktarda değişikliğe yol açar.
anda gözün merceğini güçlendirm ek üzere bir sin
yale yol açar. (3) Fovea retinanın diğer bölüm lerin M erk ezi Sİnir Sistem i H a sta lığ ın d a P u p illa R e fle k s
den d a h a derin bir çöküntü içinde uzandığı için f o leri ya da R e a k siyo n ları. Bazı m erkezi sin ir siste m i
vea çukurundaki odağın berraklığı kenarlardaki hastalıkları görsel sinyallerin re tin ad an Ediııger-VVestp-
hal çekirdeğine iletilm esini bloke eder. Böyle bloklar, sık
odağın berraklığından farklıdır. Bunun da, m er
lıkla merkezi sinir sistemi sifılizi, alkolizm, ansefalil vb.
ceğin gücünün hangi yönde değiştirilmesi gerektiği gibi hastalıkların so n u cu olarak m e y d an a gelir. Blok, g e
ile ilgili ipuçlarını verdiği düşünülmektedir. (4) nelde, beyin sap ın ın pretektal b ö lg e sin d e m e y d an a gelir,
Merceğin uyum derecesinin sürekli olarak saniyede b u n u n la birlikte optik sinirlerdeki k ü çü k affereııt liflerin
ikiye yakın frekansta h a fif bir osilasyon yaptığı bu tahribi ile de m ey d an a gelebilir.
lunmuştur. Osilasyon sırasında merceğin gücü uy Pretektal ala n d an Edinger-VVestphal çekird eğin e gi
gun yönde değiştiğinde görsel resim daha berrak, den yoldaki n ih ai sin ir lifleri in h ib itör tiptedir. Bu y ü z
yanlış yönde değiştiğinde ise daha bulanık hale ge den, in hibitör etkileri k ay b o ld u ğu n d a, çekirdek kronik
olarak aktif hale gelerek, p u p illalarm artık ışığ a y an ıt v e
lir. Bu ise uygun odaklamanın sağlanması için,
rem em elerin e ve kısm en d aralm ış olarak k alm ala rın a
m erceğin gücünün hangi yönde değiştirilmesi ge n eden olur.
rektiği hakkında çabuk bir ipucu verebilir. Ancak pupillalar, Edinger-VVestphal çekirdeği b a şk a
Uyumu kontrol eden beyin kortikal alanlarının yol tarafından uyarılırsa, bir m iktar d a h a daralabilir. Ö r
gözlerin fiksasyon hareketlerini kontrol eden alan neğin, gözler yakın bir n esn ey e fikse o ld u ğ u n d a, m e r
lara oldukça paralel olduğu, Bıodm ann’ın 18. ve 19. ceklerin u y u m u n a ve iki gözün k o n v e ıjan sın a yol açan
kortikal alanlarındaki görme sinyallerinin nihai en sinyaller aynı z a m a n d a pu p illan ın h afif d ereced e d a ra l
tegrasyonu ile ve motor sinyallerin beyin sapında m a sın a da yol açarlar. B u n a pupillanın uyuma reaksiyo
ki pıetektal alan aracılığıyla silyer kasa ve sonra
nu adı verilir. Işığa cevap verm eyen an c a k u y u m a cevap
veren ve aynı za m a n d a çok küçük olan böyle bir p u p illa
Rdiııger-YVestphal çekirdeğine iletilmesi ile kontrol
(Argyll Robertson pupillası) m erk ezi sin ir siste m in in
edildiği kabul edilmektedir. önem li bir tanı belirtisidir (çok sık olarak sifiliz).
REFERANSLAR
Albert D M , Ja k o b iec, F A : Principles and Prac- B ackh aris W , K liegl R, W erner J S : C olor V i- ulom otor Research. N ew ‘Y o rk : Plenum
ticc o f O phthalm ology. Philadelphia: \VB sion. Berlin : W alter de G rayter, 1998. Press, 1999.
Saunders C o , 1994. B e c k e r W , Reu bel H, M ergner T : Current O c- Blasdel G : Strategies o f visual perception sug-
BÖLÜM 51 • Göz: III. Görmenin Merkezi Nörofizyolojisi 601
gested by op tically im aged patterns o f func H cm lcc W A , W ells PN T: T h e Perception o f Salin PA , Bu llier J : C o rticocortical connections
tional architecture in monkey visual cortex. V isual Inform ation. New Y o rk : Springer, in the visual system : structure and function.
A nn N Y A cad S ci 8 2 0 :1 7 0 . 1997. 1997. Physiol Rev 7 5 :1 0 7 , 1995.
B r a c e V , Y ou ng A W : In the E y e o f the B e lvry R B , Robertson LC : T h e T w o Sides o f Sch an ze T , E ck h o m R : Phase correlation
holder: T h e S c ic n c c o f F a c c Perception. Perception. C am bridge, M A : M IT Press, am ong rhythms present at different frequ en
O xford : O xford University Press, 1998. 1998. cies: spectral m ethods, application to m icro
B u se r P, Im bcrt M : V ision. C am bridge, M A , Jack son S R . H usain M : V isuom oto r functions electrode recordings from visual cortex and
T h e M IT Press, 1992. o f the lateral pre-m otor cortex. Curr Opin functional im plications. Inter J Psychophy
Chalupa L M , Fin lay B L : D evelopm ent and O r Neurobiol 6 :7 8 8 , 1996. siol 2 6 :1 7 1 , 1997.
ganization o f the Retina. New Y o rk: P le Judge S J: How is hinocularity maintained dur Scheinm an M : Understanding and M anaging
num Press. 1998. ing convergence and divergence? E y e 10: V isual D eficits. T h oro tarc, N J: S L A C K Inc,
D atta S : C ellular basis o f pontine ponto-geni- 172. 1996. 1997.
c u lo -occip ital w ave generation and modula Land M F , Fu m eau x S : T he know ledge base o f Sm ith A T , Snow den R J : V isual D etection o f
tion. C e ll M o lcc N eurobiol 1 7 :3 4 1 , 1997. the oculom otor system. Philos Trans R S o c M otion. San D iego: A cad em ic Press, 1994.
D inse H R , K ruger K . A khavan A C , el al: Lond B B io l S c 3 5 2 :1 2 3 1 , 1997. Strcri A : Seein g, R eachin g, T o u ch in g: T h e R e
L ow -frequen cy oscillation s o f visual, audi Legotetis N K , Sh cinberg D L : Visual ob ject lations betw een V isio n and T ou ch in In
tory and som atosensory cortical neurons recognition. Annu R e v N eurosci. 1 9 :5 7 7 , fancy. C am bridge, M A : M IT P ress, 1994.
evoked by sensory stim ulation. Lit J P sy 1996. T an aka K : Inferotem poral co rtex and o b ject
chophysiol 2 6 :2 0 5 , 1997. Leigh R J, Lee D S : The Neurology o f Eye vision. Annu R e v N eu rosci 1 9 :1 0 9 , 1996.
Fetter M : Th ree-D im en sion al K inem atics o f M ovem ents. New Y o rk : O xford U niversity W ade N: A Natural H istory o f V isio n . C am
B y e , H ead, and Lim b M ovem ents. A m ster Press, 1999. bridge, M A : M IT Press. 1 9 98.
dam: H arw ood A cadem ic Publishers, 1997. M aunsell JH R : T h e brain’s visual world: rep W alcott B : T h e lacrim al gland and its veil o f
G ottesm ann C : Introduction to the ncurophysi- resentation o f visual targets in cerebral co r tears. New s Ph y siol S c i 1 3 :9 7 , 1 9 98.
o log ical study o f sleep: central regulation o f tex. S c ic n c c 1 7 0 :7 6 4 , 1995. W all M : Postgeniculate afferent visual system
skeletal and ocular activities. A rch Ital B io l M iller N R : W alsh & H oyt’s C lin ical Neuro- and visual higher co rtica l function. J Neu-
1 3 5 :2 7 9 , 1997. Ophthalm ology. Baltim ore: W illiam s & roophthalm ol 1 7 :2 0 9 , 1 9 97.
G riffin J R : Optom etric M anagem ent o f Read W ilkin s, 1994. Zee D S : Considerations on the m echanism s o f
ing D ysfunction. B oston : Bultcrw orlh- M oschovakis A K : T h e superior co lliculus and alternating skew deviation in patients with
Heinem ann, 1 9 97. eye m ovem ent control. Curr Opin N euro cereb ellar lesions. J V e s tib R e s 6 :3 9 5 ,
Gucdry F E : Spatial orientation perception and biol 6 :8 1 1 , 1 9 96. 1996.
reflexive eye m ovements. B rain R es Bull R od ieck R W : T h e First Steps in Seein g. Sun
'4 0 :5 0 5 , 1996. derland, M A : Sinauer A ssociates, 1998.
Bu bölümün amacı; kulağın ses dalgalarını alma, kaldıraç sistemi, genelde inanıldığı gibi üzenginin
bu dalgaların frekansını ayırt etme ve son olarak hareket uzaklığını artırmamaktadır. Bunun yerine
işitsel bilgileri, bu bilgilerin anlamlarını çözüm le bu sistem gerçekte bu mesafeyi kısaltmakta fakat
yecek merkezi sinir sistem ine iletmede kullanılan hareketin gücünü yaklaşık 1,3 kez artırmaktadır.
mekanizmaları tanımlayıp açıklamaktır. Buna ek olarak kulak zarının yüzey alanı yaklaşık
55 milimetre kare iken üzenginin yüzey alanı orta
lama 3,2 milimetre karedir. İşte bu 17 katlık fark ile
kaldıraç sistem inin 1,3 katlık oranının çarpımı kok
KULAK ZARI VE KEMİKÇİK SİSTEMİ lea sıvısı üzerine uygulanan basıncın, kulak zarı
üzerine ses dalgasının uyguladığı basınçtan 2 2 kat
daha büyük olmasını sağlamaktadır. Sıvı havaya
Sesin Kulak Zarından Kokleaya İletimi göre daha büyük bir eylemsizliğe (atalet) sahip ol
Şekil 52-1'de tim paıı zarı (daha sık kullanılan adıy duğu için, titreşim oluşturmak için basıncın büyü
la ku lak zarı) ve sesi orta kulaktan kokleaya ileten tülmesine olan gereksinimin nedeni kolayca anla
şılır. Dolayısı ile kulak zarı ve kemikçik sistemi, h a
kem ikçik sistem i gösterilmiştir. Kulak zarı koni şek
linde olup zarın merkezine çekiç (malleus)’in sapı vadaki ses dalgaları ile koklea sıvısı içindeki ses tit
bağlanmıştır. Öte yandan çekiç, örs (inkus)’e liga- reşimleri arasında yer alan bir em pedans eşleştirici
mentlerle bağlı olduğundan çekicin her hareketin etki sağlamaktadır. Gerçekte, em pedans eşleştiril
de örs de hareket eder, örsü n diğer ucu ise üzengi mesi 300-3000 döngü/saniye frekanslı sesler için
yaklaşık % 50-75 yetkinlikte olup bu da gelen ses
(stapes)'nin tepesi ile eklem yapmıştır. Üzenginin
dalgalarının enerjilerinin büyük bir bölümünün
tabanlığı oval pencerenin girişindeki zarsı labiren
kullanılabilmesine izin vermektedir.
tin üstüne oturmuştur. Burada, ses dalgaları iç ku
lak, yani k o k le a y a iletilir. Kulak zarı ve kemikçiklerin yokluğunda ses dal
Orta kulak kemikçikleri orta kulak boşluğuna li- gaları orta kulağı dolduran hava içinde doğrudan
gamentlerle öylesine asılmışlardır ki bu işlem so iletilmekte ve kokleaya oval pencere üzerinden gir
nucunda çekiç ve örs basit bir kaldıraç sistemi mektedir. Bununla beraber işitm e duyarlığı kemik
iletiminden 15-20 desibel daha küçüktür ve bu fark
oluşturur ve kaldıracın dayanak noktası yaklaşık
olarak kulak zarının kenarına isabet eder. fısıltı ile orta düzeyde işitm e arasındaki farka
eşdeğerdir.
Örs ve üzenginin yaptığı eklem; üzengi taban
lığını oval pencere deliği üzerinde içe ve dışa doğru
hareket ettirerek, kulak zarı ve çekiç kolunun içe Üzengi ve Tensor Timpani Kasının Kasılmasıyla
doğru her hareketinde üzengi koklea sıvısının ileri Sesin Zayıflaması. Yüksek sesler kemikçik sistemi
doğru itilmesine ve çekicin her dışa doğru hareke üzerinden merkezi sinir sistem ine iletildiğinde 40-
tinden ise koklea sıvısının arkaya doğru çekilm esi 80 milisaniyelik bir latent evreden sonra özellikle
ne neden olur. stapedius kasının, daha az oranda da tensor tim pa
Çekiç sapı tensor tinıpani kası tarafından sürekli ni kaslarını kasan bir refleks görülür. Tensor tim pa
içe doğru çekildiğinden kulak zarı gerilmiş halde ni kası çekiç kolunu içeri doğru çekerken stapedius
tutulur. Bu durum kulak zarının herhangi bir yerin kası üzengiyi dışa doğru hareket ettirir. Bu iki kuv
deki ses titreşimlerinin çekice aktarılmasını sağlar vet birbirine zıt yönde etki yaparak kemikçik siste
ve kulak zarının gergin tutulmaması halinde bu ak minin tam amında ileri derecede bir sertlik oluştu
tarma olanaksızdır. rurlar ve sonuçta kemikçik iletimi, başta 1 0 0 0 dön
gü/saniyenin altındaki frekanslar olmak üzere dü
Kemikçik Sistemi Tarafından Sağlanan Empe- şük frekanslı seslerin iletimini büyük ölçüde kısıt
dans Eşleştirilmesi. Herhangi bir ses dalgasının lar.
üzengi tabanlığında neden olduğu hareketin genli Bu zayıflatm a refleksi düşük frekanslı ses iletim i
ği (amplitüdü) çekiç kolunun hareketinin genliği nin şiddetini 30-40 desibel kadar azaltmaktadır. Bu
nin sadece dörtte üçü kadardır. Dolayısı ile kemik azalma yüksek bir sesle bir fısıltı sesi arasındaki
602
BÖLÜM 52 • İşitme Duyusu 603
KOKLEA
Kokleanm İşlevsel Anatomisi
Skala media
Koklea kıvrılmış borulardan yapılmış bir sistem olup
genel görünümü Şekil 52-1'de, enine kesiti ise Şekil Timpanik skala
Spiral Koklear
52-2 ve 52-3’de sunulmuştur. Sistem yanyana yer gangliyon sinir
leşmiş üç tüpten oluşmuştur ve bu tüplerin adları: ( 1 )
vestibüler skala, (2) skala m edia ve, (3) tim panik ska- Ş E K İL 52 - 2
la ’dn. Vestibüler ve medial skalalar Şekil 52-3’de gö Koklea. (Goss (editör): Gray's Anatomy of tlıe Human Body.
rüleceği gibi birbirlerinden Reissner zarı (vestibüler Philadelphia, Lea ve Febirger’den alınmıştır, 1948.)
604 ÜNİTE X • Sinir Sistemi: B. Özel Duyular
R eissner zarı
Tektoryal
zar
Spiral çıkıntı hrKrOOpÿi
c'bî cao
c£j£k2r
Cortı organı Spiral
gangliyon
Tımpanik skala
Baziler zar
Ş E K İL 52 - 3
Kokleanm kıvrımlarından bir tanesinden geçen kesit. (Sylvia Colard Keene tarafından çizilmiştir.
Fawcett: A Textbook of Histology, 11. baskı, Philadelphia, W. B. Saunders Company, 1986’ dan).
Baziler liflerin uzunlukları kokleanın tabanından zonansı ses dalgalarının oval pencere üzerinden kok-
tepesine doğru gidildikçe artarak, oval ve yuvarlak leaya girdiği tabana yakın yerde oluşurken, düşük fre
pencerelerin yakınında 0,04 milimetrelik uzunluk kanslı rezonans tepe noktasına yakın olarak görül
tan kokleanın ucunda (helikotrema’da) 0,5 m ili mektedir. Bu olayın ana nedeni liflerin sertlikleri ara
metreye varan 1 2 -katlık bir artış gösterir. sındaki fark ise de, ( 1 ) bir uçta baziler m embıan ve (2 )
Bununla beraber, baziler liflerin çapları kokle- diğer uçta yuvarlak ve oval pencereler arasındaki m e
anın tabanından helikotremaya doğru gidildikçe safe boyunca üteşmesi gereken ek sıvı kitlelerimıı
azalmakta olduğundan bunların genel sertliği 1 0 0 oluşturduğu artmış "yüklenme" de diğer bir nedendir.
kattan fazla azalır. Sonuç olarak, kokleanın oval
penceresine yakın sert ve kısa lifler yüksek frekans
larda en iyi titreşimi gösterirken kokleanın tepesi Ses Dalgalarının Kokleada İletimi -
ne yakın uzun, esnek lifler düşük frekanslarda en “ İlerleyen Dalga”
iyi şekilde titreşir.
Diğer bir deyişle, baziler zarın yüksek frekanslı ıe- Üzenginin ayağı oval pencereye karşı içeri doğru
hareket ettiğinde kokleanın kemik duvarlar tarafın
dan çepeçevre sarılı olmasından ötürü yuvarlak
Oval Vestibüler skala ve
pencere dışa doğı u çıkıntı yapmak zorundadır. Do-
pencere skala media layısı ile oval pencereden giren bir ses dalgasının
yaptığı ilk etki koklea tabanı hizasında baziler zar
da yuvarlak pencere yönünde bir çıkıntı yapmaktır.
Öte yandan baziler liflerde yuvarlak pencereye
doğru bükülürken oluşan esnek gerim, Şekil 52-
5 ’de gösterildiği gibi baziler zar üzerinde helikotre
maya doğru "ilerleyen" bir dalga başlatır. Şekil 52-
5A baziler zar üzerinde aşağı doğru hareket eden
yüksek frekanslı bir dalganın, Şekil 52-5B orta fre
pencere skala zar
kanslı bir dalganın, Şekil 52-5C ise çok düşük fre
Ş E K İL 52 - 4 kanslı bir dalganın hareketini göstermektedir. Dal
Üzenginin ileri doğru itilmesinden sonra koklea içindeki sıvı ganın baziler zar üzerinde hareket etmesi, Bölüm
nın hareketi. 15’de tartışılan bir basınç dalgasının arter duvarı
BÖLÜM 52 • İşitme Duyusu 605
düğünde tüy hücreleri depolarize olurken zıt yön altındaki ses frekanslarının tümü tarafından uyarıl
de bükülme bu hücreleri hipeıpolarize etmekte ve dığı görülebilir. Dolayısıyla 200’den 20’ye kadar olan
bu yolla değişken bir tüy hücre reseptör potansiye düşük ses frekansları arasında nasıl ayırım yapıla
li üretilmektedir. Daha sonra bu potansiyel tüy bildiğini yer ilkesini kullanarak anlamak güçtür. Bu
hücrelerinin tabanları ile sinaps yapan koklear si düşük frekansların temel olarak frekans ilkesi ile bir
nir uçlarını uyarır. Depolarizasyon esnasında bu si- birinden ayırt edilebildiği ileri sürülmüştür. Diğer
napslara hızla etki yapan bir nörotransm iterin tüy bir deyişle, 2 0 'den 1500 ila 2 0 0 0 döngü/saniye’ye ka
hücreleri tarafından serbestlendiğine inanılm akta dar olan düşük frekanslı sesler aynı frekanslar üze
dır. Bu transmiter m addenin glutamat olma olası rinde senkronize olan impuls dizilerine neden ola
lığı vardır, fakat henüz kesin değildir. bilmekte ve bu impulslar koklear sinir tarafından
koklear çekirdeklere iletilmektedir. Koklear çekir
Endokoklear Potansiyel. Tüy hücreleri tarafından üreti deklerin daha sonra farklı frekansları birbirlerinden
len elektriksel potansiyelleri çok daha ayrıntılı bir şekilde ayırt ettiğine inanılır. Gerçekte, düşük frekanslı ses
açıklayabilmek için endokoklear potansiyel adı verilen bir lerin normalde tümünün farkedildiği baziler zar b ö
başka elektriksel olayı açıklamamıza gerek vardır. Skala lümünü ortadan kaldırmak üzere kokleamn apikal
media, veslibüler ve timpanik skalaları dolduran peri-
yarısının bütünüyle tahrip edilmesi, yine de düşük
lenften farklılıklar gösteren endolenfadı verilen bir sıvı ile
doludur. Vestibiiler ve timpanik skalalar beyni çevreleyen frekanslı sesleri birbirinden ayırt etme yeteneğini
subaıaknoid boşluk ile doğrudan iletişim halinde ol tamamen ortadan kaldırmamaktadır.
duğundan perilenf hemen tümüyle beyin-omurilik sıvısı
nın aynıdır. Öle yandan skala mediayı dolduran endo
lenf, skala medianm dış duvarında yer alan ileri derecede Sesin Yüksekliğinin Saptanması
damarlı bir alan olan stria vaskiilaris tarafından salgıla
nan tamamen farklı bir sıvıdır. Endolenf yüksek yoğun
lukta potasyum ve düşük yoğunlukta sodyum içermekte Sesin yüksekliği işitme sistemi tarafından en az üç
olup bu durum perilenf bileşiminin tamamen aksidir. ayrı yoldan saptanır:
Endolenf ve perilenf arasında her zaman yaklaşık + 80 Öncelikle, ses giderek yükselirken baziler zar ve
milivolüuk bir elektriksel potansiyel bulunmakta olup, tüy hücrelerinin titreşim genlikleri de arttığından
skala medianın içi pozitif dışı negatiftir. Endokoklear po tüy hücreleri sinir sonlanmalarım daha büyük hız
tansiyel adı verilen bu potansiyel stria vaskiilaris tarafın larda uyarır.
dan pozitif potasyum iyonlarının sürekli skala mediaya İkinci olarak, titreşimin genliği arttıkça bu durum
sekresyonu ile yaratılır. uyarılan baziler zarın saçak bölgesinde yer alan tüy
Tüy hücrelerinin tepeleri retikülerlaminadan uzanıp ska
la media içindeki eııdolenfte yüzerken tüy hücrelerinin ta hücrelerinin gitgide daha fazla sayıda uyarılmasına
banlarının perilenf içine batmış olması endokoklear potan ve böylece impulslaıın uzamsal sıım asyoııuna ne
siyel için önemlidir. Dahası, tüy hücreleri perilenfe göre -70 den olacaktır. Yani artık birkaç sinir lifi yerine birçok
milivoltluk bir negatif hücreiçi potansiyeline sahipken bu sinir lifi üzerinden iletim gerçekleşecektir.
potansiyel tüylerin endolenf içine uzandığı üst yüzeylerde Son olarak, dış tüy hücreleri baziler zarın titreşimi
eııdolenfe göre -150 milivolttur. Stereosilyumların tepele yüksek bir şiddete ulaşmadığı sürece önemli dere
rindeki bu yüksek elektriksel potansiyelin hücreyi ileri dere cede uyarılamayacaklardır. Bu hücrelerin uyarılma
cede duyarlı hale getirdiğine ve bu yolla hücrenin en düşük
sı halinde ise herhangi bir yoldan sinir sistem ine se
seslere yanıt verme yeteneğini artırdığına inanılmaktadır.
sin yüksek olduğu hakkında bilgi verilmesi olasıdır.
Ş E K İL 52 • 10
İşitme Yolları
İşitme yolu. (Crosby E, HutnphreyT ve I.auer E: Correlative ana
tomy of the Nervous System. New York, Macn Jan Publishing
Şekil 52-10 ana işitme yollarını göstermektedir. Bu Co., 1962’d en değiştirerek. Yayın hakkı 1962 Macmillan Publis
şekilde gösterildiği gibi Corti'niıı spiral gangliyo- hing Co'a ait olup izinle kopya edilmiştir.)
BÖLÜM 52 • İşitme Duyusu 609
derece bir uzamsal düzenleme sürdürülür. Gerçekten bulunmuştur. Bu haritaların her birinde yüksek fre
de ses frekanslarının koklear çekirdeklerde temsil kanslı sesler haritanın bir ucundaki nöronları uyarır
edilen en az üç adet uzamsal bölgesi, inferiyor kolli- ken düşük frekanslı sesler aksi uçtaki nöronları uyar
kuluslarda iki adet ve işitme koı teksinde birbirinden maktadır. Bunların büyük bölümünde düşük fre
farklı ses frekansları için bir adet hassas temsili ve işit kanslı sesler Şekil 52-11’de gösterildiği gibi önde yer
me korteksi ile işitme asosiyasyon alanlarında en az alırken, yüksek frekanslı sesler arkada yerleşim gös
beş adet d ah a az hassas temsilleri bulunmaktadır. termektedir. Ancak bu bulgu bütün haritalar için ge
çerli değildir. Bu konuyla ilgili olarak sorulması gere
İşitme Yolunun Farklı Düzeylerinde Ateşlem e Hızla ken soru, işitme koı teksinin neden bu kadar farklı to
rı. İşitm e sin irin d en koklear çekirdeklere giren tek tek s i notopik haritalara sahip olduğudur. Bu sorunun ola
nir lifleri en azın dan san iy ed e 1000 kadar ateşleyebil- sı yanıtı bu ayrı alanların her birinin seslerin özgül
m ektc olu p bu lıız tem el olarak sesin şiddeli tarafından niteliklerini çözümleme ile görevli olduğudur. Örne
belirlenir. Saniy ede 2000-4000 dö n g ii’ye k ad ar olan se s
ğin birincil işitme koıteksindeki geniş haritalardan
fre k an sların d a işitm e sinir im pu lsları çoğu n lu kla se s
dalgaları ile eşzam an lıdır. Fakat bu durum un b ütü n d a l bir tanesi hemen hemen tam bir kesinlikle ses fre
ga boyları için geçerli olm ası gerekm ez. kanslarını birbirinden ayırt etmekte ve kişiye sesin
Beyin sapındaki işitme traktuslarında ateşlem e hızı, 200 tizliğine ait psikolojik duyguyu sağlamaktadır. Hali
dön gü/saniye altındaki frekanslar hariç tutulursa, ses fre talardan bir başkası olasılıkla sesin geldiği yönü sap
kansı ile arlık daha fazla eşzam anlılık göstermez. İnferiyor tamada kullanılmaktadır. Diğer işitme korteksi alan
kollikuluslar düzeyinden daha yukarda ise bu eş zamanlılık ları seslerin ani başlaması gibi özgül niteliklerini ve
temel olarak ortadan kalkar. Bu bulgular ses sinyallerinin ya seslerin gürültü, saf frekanslı sesler ve benzerleri
kulaktan yüksek beyin merkezlerine hiç değişm eden doğru
gibi özgül modülasyonlarını saptamaktadır.
dan iletiliyor olm adığını göstermektedir; bunun yerine, ses
İşitme korteksinde her bireysel nöronun yanıt ver
sinyalleriyle iletilen bilgi, koklear çekirdekler kadar en alt
merkezlerden başlayarak im puls trafiği boyunca incelemeye diği frekans aralığı koklea ve beyin sapıııdald ileti çe
alınmaktadır. Bu konu, özellikle sesin geliş yönünün algılan kirdeklerine ait aralıktan çok daha dardır. Tekrar Şekil
m ası ile ilgili olarak daha sonra daha geniş ele alınacaktır. 52-6B'ye bakılacak olursa, koklea tabamna yakın bazi
İşitm e yollarının bir diğer önem li niteliği ses yokluğu h a ler zarın bütün frekanslardaki sesler tarafından uyarıl
linde dahi düşük hızlı im puls ateşlenm esinin devanı ediyor dığını ve koklea çekirdeklerinde sesin temsilinde aynı
olm ası ve bu olayın işitm e koı teksiııe kadar olan bütün geniş aralığın kullanıldığım görürüz. Ancak daha son
koklear sinir lifleri boyunca görülmesidir. Baziler zar vesli- ra bu uyarı beyin korteksine ulaştığında sese duyarlı
biiler skalaya doğru hareket ettiğinde im puls trafiği hızlan
nöronların büyük bir bölümü, geniş bir aralık yerine
m akta, baziler zar tim panik skalaya doğru hareket ettiğin
de im puls trafiği yavaşlam aktadır. Yani bu arka plandaki
sadece dar bir frekans aralığına yanıt vermektedir. Do-
sinyalin varlığı, zar hangi yöne doğrıı hareket ederse etsin layısı ile işitme yolu üzerinde herhangi bir yerde uyarı
bilginin baziler zardan iletilm esine izin vermekte; bir yöne işleme mekanizmaları frekans yanıtını “keskinleştir
doğru pozitif bilgi iletilirken zıt yöne doğru hareket negatif mektedir'’. Bu keskinleştirme etkisinin ana nedeninin,
bilgi sağlam aktadır. Arka plan sinyalin bulunm am ası halin sinirlerde bilgi iletimi için kullanılan mekanizmalarla
de sad ece bilginin pozitif yarısı iletilebilecektir. Kitabın d a ilişkili olarak Bölüm 46’da tartışılmış olan lateıal inhi-
ha sonraki birçok bölüm ünde ele alınacağı gibi, bilginin bisyon fenomeni olduğuna inanılmaktadır. Diğer bir
aktarılm asın da taşıyıcı dalga yöntem i adı verilen bu tip bir
deyişle, kokleanm belli bir frekansta uyarılması, fre
yöntem , beynin birçok bölgesinde kullanılmaktadır.
kansın her iki yanında yer alan ses frekanslarının ne
den olduğu sinyallerin inhibisyonuna sebep olmakta
dır. Bu etki, birincil sinyal yolundan çıkan ve komşu
İşitmede Beyin Kodeksinin İşlevi
İşitme yollarının beyin korteksine yansıma alanları
Şekil 52-11’de sunulmuştur. Bu şekil işitme kortek-
sinin temel olarak siiperiyör tenıporal girusıtn sııp-
ratem poral düzlem inde yer aldığını, fakat teınporal
lobun lateıal kenarına, insıılar kor teksin büyük bir
bölümüne ve hatta paıy etal operkıdum un lateıal
bölümüne yayıldığını göstermektedir.
Şekil 52-11'de iki tane birbirinden ayrı alan göste Primer (Birincil)
rilmiştir. Bunlardan koyu kırmızı renkte gösterilmiş
olan birincil (priıııer) işitme korteksi ve açık kırmızı Asosiyasyon
renkte gösterilmiş olan işitme asosiyasyon korteksi
(buna ikincil işitme korteksi adı da verilir) 'dir. Birincil
işitme korteksi ıııedyal geııikulat cisimden gelen yan Asosiyasyon
sımalarla doğrudan uyarılırken, işitme asosiyasyon
alanları birincil işitme koı teksindeıı gelen uyarılar ve Primer (Birincil)
mediyal geııikulat cisme komşu talamik asosiyasyon
alanlarının yansımaları ile ikincil olarak uyarılırlar.
yollara inhibitor etkiler uygulayan yan dallar nedeniy manları arasındaki zaman boşluğu ve, (2 ) her iki
le gerçekleşir. Ayan etkinin somestetik cisimlerin, gör kulakta seslerin şiddetleri arasındaki farklılıktır. B i
sel cisimlerin ve diğer tip duyulara ait kalıpların kes rinci mekanizma 3000 döngü/saniye altındaki fre
kinleştirilmesinde önem taşıdığı gösterilmiştir. kanslarda en iyi işlev görürken, baş bu frekanslarda
İşitme koıteksi ve özellikle işitme asosiyasyon kor- bir ses engeli oluşturduğundan, şiddet m ekaniz
teksindeki nöronların büyük bir bölümü sadece ku ması en iyi yüksek frekanslarda işlev görür. Zaman
laktaki özgül ses frekanslarına yanıt vermemektedir. boşluğu mekanizması, bu mekanizmanın dış fak
İnanıldığına göre bu nöronlar farklı ses frekansları törlere bağımlı olmayıp sadece iki akustik sinyal
nın biıbirleriyle "asosiyasyonunu” sağlamakta veya arasındaki gerçek zaman aralığına bağımlı oluşun
ses bilgisinin korteksin diğer duysal bölgelerinden dan ötürü sesin yönünü şiddet m ekanizm asına
gelen bilgilerle asosiyasyonunu sağlamaktadır. Ger oranla çok daha doğru bir şekilde ayırt eder. Bir ki
çekten de işitme asosiyasyon korteksinin paıyetal şi ses kaymağının tam karşısında duracak olursa ses
bölümü somatik duysal alan II ile kısmen çakışmak her iki kulağa tümüyle aynı anda ulaşırken sağ ku
ta ve böylece işitme bilgisinin somatik duysal bilgi ile lak ses kaynağına sol kulaktan daha yakın ise sağ
asosiyasyonuna kolayca olanak sağlayabilmektedir. kulaktan gelen ses sinyalleri beyine sol kulaktan
gelen sinyallerden önce girecektir.
Ses "Kalıpları"nm İşitme Korteksi Tarafından Yukarıda anlatılan iki m ekanizma sesin kişinin
A yırt Edilmesi. İşitme korteksinin tümüyle iki yan önü, arkası, veya yukarı veya aşağısından mı gel
lı olarak ortadan kaldırılması bir kedi veya maymu
diği konusunda herhangi bir bilgi veremez. Bu ayı
nun sesleri saptamasına veya seslere kabaca da olsa
rım tem el olarak her iki kulağın kulak kepçeleri ta
yanıt vermesine engel oluşturmaz. Bununla beraber
rafından sağlanır. Kulak kepçesinin biçimi, sesin
bu işlem hayvanın farklı tizlikte sesler ve özellikle ses
geliş yönüne bağımlı olarak kulağa giren sesin nite
kalıplan arasında ayırım yapabilme yeteneğini ileri
liğini değiştirir ve bu görevini farklı yönlerden ge
derecede azaltır ve hatta bazen bu yeteneği tam a
len özgül ses frekanslarını güçlendirerek sağlar.
men ortadan kaldırır. Örneğin birbirini belli bir kalı
ba göre izleyen tonların yaptığı bir bileşim veya diz
Sesin Yönünü Belirlemede Kullanılan Nöral M e
giyi tanımaya eğitilmiş bir hayvan işitme korteksi
kanizmalar. İster insan ister aşağı sınıf memelilerde
tahrip edildiğinde bu yeteneğini yitirdiği gibi dahası
bu tür bir yanıtı bir daha da yeniden öğrenemez. olsun, beynin her iki yanındaki işitme korteksleıinin
Dolayısıyla işitme korteksi ses tonuna ilişkin kalıp tahribi sesin geliş yönünü belirleme yeteneğinin h e
ların ve dizgise 1 ses kalıplarının birbirlerinden ayırt men tümüyle ortadan kalkmasına neden olur. An
edilmesinde önem taşır. cak bu belirleme işlevinin mekanizması beyin sa
İnsanda her iki birincil işitme korteksinin harap ol pındaki süperiyör oliver çekirdeklerden başlamakta
masının kişinin işitmeye olan duyarlığını büyük öl olup, gene de sinyallerin yorumlanabilmesi için bu
çüde azalttığı söylenmektedir. Bununla beraber, bu çekirdeklerden koıtekse kadar giden nöral yalların
iki korteksten sadece birisinin tahribi karşı taraftaki tümüne gereksinim vardır. Kullanılan mekanizma
kulakta işitmeyi sadece hafifçe azaltırken, işitme nö- nın şu olduğuna inanılmaktadır:
ıal yolunda birçok çapraz bağlantıların yanyana yer Öncelikle süperiyör oliver çekirdek iki bölüme
almasından ötürü kulakta sağırlığa neden olmaz. An ayrılır: ( 1 ) m edyal süperiyör oliver çekirdek ve, (2 )
cak, yer belirleme işlevi için her iki koı tekste birbirle- lateral süperiyör oliver çekirdek. Bunun için olası
ıiyle karşılaştırılabilecek sinyaller gerektiğinden, lıkla, lateral çekirdek iki kulağa ulaşan ses şiddetleri
kişinin sesin kaymağını saptama yeteneği etkilenir. arasındaki farkı kullanıp, bu iki şiddeti birbiriyle
İnsanda işitme asosiyasyon alanlarını tutan fakat karşılaştırıp ses yönünü belirlemek üzere işitme
birincil işitm e korteksini etkilemeyen lezyoıılar koı teksine uygun bir sinyal gönderir.
kişinin işitme ve ses tonlarını birbirinden ayırt etme Öte yandan mediyal süperiyör oliver çekirdek iki
ve hatta en azından basit ses kalıplarını yorumlaya kulağa giren akustik sinyaller arasındaki zam an
bilirle yeteneğini azaltmaz. Bununla beraber, bu kişi boşluğunu saptayacak özgül bir mekanizmayla sa
işittiği sesin anlam ını çoğunlukla yorumlayamaya- hiptir. Bu çekirdek biri sağa diğeri sola yansıysan iki
caktır. Örneğin Wernicke alanı adı verilen ve işitme ana dendrite sahip çok sayıda nöron içermektedir.
asosiyasyon korteksinin bir bölümü olan süperiyör Sağ kulaktan gelen akustik sinyal sağ dendrite, sol
temporal giı usun arka bölümüne yerleşik lezyoıılar kulaktan gelen akustik sinyal ise sol dendrite ulaşır.
kişinin çok iyi duyabilmesi ve hatta duyduklarını yi Her nöronun uyarılma şiddeti her iki kulaktan gelen
neleyebilmesine karşın, işittiği sözlerin anlamlarını akustik sinyaller arasında yer alan özgül bir zaman
yorumlayabilmesini çoğunlukla olanaksız kılar. İşit boşluğuna ileri derecede duyarlıdır. Çekirdeğin bir
me asosiyasyon alanlarının bu işlevleri ve bu işlevle kenarına yakın olan nöronlar kısa bir zaman
rin beynin genei entellektüel işlevleri ile olan ilişkisi boşluğuna azami yanıt verirken karşı kenardaki nö
Bölüm 57'de ayrıntılı olarak tartışılacaktır. ronlar uzun bir zaman aralığına azami yanıt verir. Bu
ikisi arasında kalan nöronlar ise bu kısa ve uzun za
man değerleri arasında kalan ara zaman boşlukları
Sesin Geldiği Yönün Saptanması na azami yanıt üretmektedir. Yani, doğrudan başın
önünden gelerek bir oliver çekirdek takımını azami
Bir kişi sesin kaynağının yatay yönünü iki temel olarak uyaran ses ile faiklı yan açılarla gelerek karşı
mekanizm a ile belirler: ( 1 ) sesin iki kulağa giriş za taraflardaki diğer nöron takımlarını azami olarak
BÖLÜM 52 • İşitme Duyusu 611
özellikle strep to m isin , k an am isin ve kloram fenikol gibi lak sağırlığı” b u lu n an bir kişiye ait bir o d iy ogram su n u l
bir kısım antibiyotiklere duyarlı olm ası n eden iyle ilaç m aktadır. Bu o lg u d a kem ik iletim i tem el olarak n o rm a l
duy arlığın ın n eden oldu ğu b ü tü n frekan slard a sağırlık. dir. Fakat h av a iletim i, d ü şü k frek an slard a d a h a d a fazla
olm ak üzere, in celen en bütü n frek an slard a ileri d e re ce
İleti Tipi Sağırlıkta O d iy o g ra m . Sağırlığın sık rastlan an de azalm ıştır. İleti tipi sağırlığın b azı ö rn ek lerin de ü z e n
b ir tipi, tekrarlayan orta kulak en fek siyon ların dan so n ra gi tabanlığı, oval p en ceren in ken arların d an d ışa doğru
o rta kulakta fibrozis geliştikten so n ra veya olosk leroz büyüyerek kem ik y ap ısın a “k ay n am ıştır”. Bu d u ru m d a
ad ı verilen kalıtım sal bir h astalık so n u cu fibrozise bağlı kişi h av a iletimi için tam olarak sağ ır olur fak at ü zen g i
görülür. Bu tab lo d a se s dalgaların ın kulak zarın d an oval nin çıkarılm ası ve yerin e se si ö rsten oval pen cereye ile te
pen cerey e kulak kem ikçikleri ü zerin d en iletim i kolayca cek küçük bir teflon veya m etal protezin yerleştirilm esi
gerçek leşem em ek tedir. Şekil 52-13’de b u tip bir "orta k u ile tekrar h em en h em en n orm al işitir h ale getirilebilir.
REFERANSLAR
B lu esto iic C D . K lein JO : O titis M edia in In Fu jim u ra O: V o cal Physiology: V o ice Produc M cN eil M R : C lin ical M anagem ent o f Sensori
fants and C hildren. Philadelphia: W B Saun tion, M echanism s and Functions. New motor S p eech D isorders. New Y ork:
ders C o, 19 9 4 . York: Raven Press, 1988. T h iem e, 1997.
Bru gge J: C enlral Auditory Processing and G eisler C D : From Sound to Synapse: P hysiol N ager G T , H yam s V J : Pathology o f the Ear
Neural M odeling. N ew Y ork: Plenum Press, ogy o f the M am m alian E ar. New Y o rk: O x and Tem poral Bo n e. B altim ore: W illiam s &
1998. ford University Press, 1998. W ilkin s, 1994.
C analis R F , G oodhill V : G oo d h ill’s T extb oo k G elfand S A : H earing: An Introduction to P sy N elkcn I, Young E D : T w o separate inhibitory
o f O tolog y. Philadelphia: J B Lippincott, ch o lo gical and Physiological A coustics. m echanism s shape the responses o f dorsal
. New York: M arcel Dekker, 1998. co ch lear nucleus type IV units to narrow
1994.
band and wideband stim uli. J N europhysiol
D hillon R S , E a st C A : E ar, N o se and Throat: G oldstein R , A ldrich W M : Evoked Potential
7 1 :2 4 4 6 , 1994.
An Illustrated C olour T ex t. New Y ork: Audiometry. Boston: A llyn and B acon ,
Palm er A A : Psych ological and P h ysiological
C h urch ill L iving ston e, 19 9 4 . 1998.
A dvances in H earing. London: W hurr P u b
Ehret G , R om an d R : T h e C entral Auditory H ood L J : C lin ical A pplications o f the Auditory
lishers, 1998.
S ystem . N ew Y o rk : Oxford U niversity Brain stem R esponse. San D iego: Singular
Roland P S , M arp le B F , M ey erh o ff W L : H ear
Press, 1997. Publisher Group, 1998.
ing L o ss. New Y o rk : T h iem e. 1997.
E ybalin M : N curolransm itlcrs and neuromodu Hudspeth A J: T he cellular basis o f hearing: Syka J : A cou stical Sign al Processing in the
lators o f the m am m alian coch lea. Physiol the biophysics o f hair cells. S c ie n c c 2 3 0 : C entral Auditory S ystem . New Y ork: P le
R ev 7 3 :3 0 9 , 1993. 7 4 5 , 1985. num Press, 1997.
Fitch R H , M ille r S , T a lla l P: N eurobiology o f L ee K J: Essential Otolaryngology: Head and V enem a T : Com pression for C lin icians (an
sp eech perception. Annu R e v N eurosci 20: N eck Surgery. 6 th ed. Reading, M A : A p A udiology T ex tb o ok ). San D iego: Singular
33 1 . 1997. pleton & Lange, 1994. Publishers, 1998.
Fraysse B , D eguine O: C och lear Implants: M oore B C J : A n Introduction to the P sych ol W ever E G , Law ren ce M : P h y sio lo g ical A cou s
New P erspectives. Farm ington C T : S . K ar ogy o f H earing. San D iego: A cadem ic tics. Princeton: Princeton U niversity Press,
g er Publishers In c, 1993. Press, 1997. 1954.
Tat ve koku duyuları, bize istenmeyen ve hatta öl Ekşi Tat. Ekşi tadın nedeni asitler olup tat duyu
dürücü olan yiyeceklerle besleyici olan gıdalar ara sunun şiddeti hidrojen iyon yoğunluğu'nun loga
sında ayırım yapmamıza izin verirken, koku duyu ritm ası ile aşağı yukarı orantılıdır. Yani bir asit ne
su hayvanlara diğer hayvanların çevrede bulunup kadar güçlü ise uyandırdığı duyu o kadar ekşi
bulunmadıklarını anlam a ve hatta hayvanlar ara olacaktır.
sında bireysel ayırım yapabilme yeteneğini sağlar.
Son olarak, her iki duyu sinir sistemimizin ilkel he Tuzlu Tat. Tuzlu tat iyonize olan tuzlar tarafından
yecan ve davranış işlevlerine sıkı sıkıya bağlıdır. uyandırılır. Tuzların, tuzluluğa ek olarak diğer
başka duyular da uyandırabilmelerinden ötürü ta
dın niteliği, bir tuzdan diğerine değişiklik gösterir.
Tuzlardaki katyonlar tuzlu tadından tem el olarak
TAT DUYUSU sorumlu ise de anyonlar da daha az ölçüde bu tada
katkıda bulunurlar.
Temel olarak tat, ağızda yer alan tat tom urcukla
rı'nm bir işlevi ise de, herkesin kendi deneyimin Tatlı Tat. Tatlı tat tek bir kimyasal madde sınıfına
den bildiği gibi koku tadın algılanmasına büyük öl özgün değildir. Bu tadı uyandıran kimyasal m adde
çüde katkıda bulunur. Buna ek olarak, ağızdaki do lerin tiplerini gösteren bir listede yer alan m adde
kunma duyulaıı tarafından saptanan gıdanın do ler arasında şekerler, glikoller, alkoller, aldehidler,
kusu ve ağrı sonlanm alarını uyaran biber gibi bir ketonlar, amidler, esterler, amino asitler, bazı kü
yiyeceğin varlığı tat deneyimini büyük ölçüde yön çük proteinler, sulfonik asitler, halojenli asitler ile
lendirir. Tadın önem inin temelinde yatan gerçek, kurşun ve berilyumun inorganik tuzları bulunm ak
bu duyunun kişinin yiyeceğini zevkine ve çoğun tadır. Dikkat edilecek olursa, tatlı tat uyandıran
lukla vücut dokularının özgül besin maddelerine kimyasal maddelerin büyük bölüm ünün organik
olan m etabolik gereksinimine göre seçebilmesine kimyasal maddeler olduğu fark edilir. Burada özel
izin vermesidir. likle ilginç olan, tek bir radikal eklenmesi gibi kim
yasal yapıda meydana getirilen hafif bir değişikli
ğin çoğunlukla bu maddenin tadını tatlıdan acıya
Temel (Birincil) Tat Duyuları çevirebilmesidir.
Farklı tat reseptörlerini uyaran özgül kimyasal Acı Tat. Acı tat, tıpkı tatlı tat gibi tek bir tip kimya
maddelerin özellikleri henüz tam olarak belirlen sal madde tarafından meydana getirilmez ve bura
memiştir. Buna rağmen psikofizyolojik ve nörofiz- da da acı tat veren maddelerin hem en tümü orga
yolojik araştırmalar tat hücrelerinde, en az 13 tane nik maddelerdir. İki özel madde sınıfının acı tat du
olası kimyasal reseptörü belirlemiş olup bunlar yusuna neden olması özellikle olası olup bunlar ( 1 )
şöyle sıralanabilir: 2 sodyum reseptörü, 2 potas azot içeren uzun zincirli organik maddeler ve (2 )
yum reseptörü, 1 klorür reseptörü, 1 adenozin re kinin, kafein, striknin ve nikotin gibi tıpta da kulla
septörü, 1 inozin reseptörü, 2 tatlı reseptörü, 2 acı nılan birçok ilaçları içeren alkaloidlerdir.
reseptörü, 1 glutamat reseptörü ve 1 hidrojen iyo Bazı m addeler ilk tadıldıklarıııda tatlı olarak al
nu reseptörü. gılanırken daha sonra acı bir tat verirler. Bu du
Tadın pratik olarak analizi için yukarıda sunulan rum özellikle sakkarin için geçerli olup bu n e
reseptörlerin becerileri dört genel başlık altında denle bazı kişiler bu maddeyi kullanm aya itiraz
toplanmıştır. Birincil (temel) tat duyuları adı veri ederler.
len bu duyular ekşi, tuzlu, tatlı ve acıdır. Acı tat, yüksek şiddette oluştuğunda genel olarak
Bilindiği gibi bir kişi yüzlerce farklı tat alabilm ek insan veya hayvanın yiyeceği reddetmesine neden
tedir. Tıpkı Bölüm 50'de anlatıldığı üzere bütün olur. Zehirli bitkilerde bulunan birçok öldürücü
renkleri üç tem el rengin bileşimleri olarak görebil toksinin alkaloid yapıda olması ve bunların tüm ü
memizde olduğu gibi, bu tatların hepsinin temel nün şiddetli bir acı tat uyandırması nedeniyle bu
duyuların bileştirilm esi ile algılandığı düşünül durum kuşkusuz acı tat duyusuna am aca yönelik
mektedir. önemli bir işlev kazandırmaktadır.
613
614 ÜNİTE X • Sinir Sistemi; B. Özel Duyular
(Denna: Proc. Oklahoma Acad. Sci., 27:9, 1917; ve Plaffman: Handbook of Physiology. Bölüm 1, Cilt I. Baltimore, Williams ve Wilkins, 1959, sayfa 507'den alınmıştır.)
Tat Eşiği diği gibi küçük bir tat deliğinin çevresini sarmıştır.
Her hücrenin tepesinden çıkan çok sayıda m ikro-
Hidrokloıik asitle ekşi tat uyandırma eşiği ortalama uillus veya tat tüyleri ağız boşluğuna yaklaşmak
0,0009 N; sodyum klorürle tuzlu tat uyandırma eşiği üzere tat deliğinin içinden dışarı doğru uzanır. Bu
0,01 M; sükrozla tatlı tat uyandırma eşiği 0,0İM ve mikrovilluslar tat için gereken reseptör yüzeyini
kininle acı tat uyandırma eşiği 0,000008 M ’dır. sağlarlar.
Kişinin diğer bütün tatlara oranla acı tada ne kadar Tat hücrelerinin gövdeleri arasında çok sayada tat si
fazla duyarlı bulunduğuna dikkat ediniz. Bu duyu nir liflerimn yaptığı, dallanmalar gösteren terminal bir
nun önemli bir koruyucu işlev gördüğü düşünüle ağ örülmüştür. Bunlar tat reseptör hücreleri tarafın
cek olursa bu zaten beklenen bir durumdur. dan uyarılırlar. Bu liflerden bazıları tat hücre zarının
Tablo 53-1 çeşitli maddelerin görece tat indeksle kıvrımları içine sokulmuştur. Bu liflere komşu olarak
rini (tat eşiğinin karşılıkları) vermektedir. Bu tablo hücre zarının hemen altında çok sayıda veziküller bu
da dört temel tat duyusunun şiddeti, her birinin tat lunul’. Bu vezikülleıin, tat uyarısına yanıt olarak sinir lif
indeksi 1 olarak kabul edilen hidroklorik asit, kinin, uçlarım uyarmak üzere hücre zarından serbestlenen
sıikroz ve sodyum klorürün tat şiddetleriyle bir nörotransmiter madde içerdiğine inanılmaktadır.
karşılaştırılarak hazırlanmıştır.
Tat Tomurcuklarının Lokalizasyonu. Tat tomur
Tat Körlüğü. Birçok insan başta tiyoüre bileşikleri cukları dilin üç tip papillaları üzerinde bulunur: ( 1 )
nin çeşitli tipleri olmak üzere bazı maddelerin tadı çok sayıda tat tomurcuğu, dilin arka bölümünün yü
nı alamaz, bunların tadına karşı kördür. Tat körlü zeyinde V şeklinde bir çizgi oluşturan sirkumvallat
ğünü göstermek üzere fizyologlar tarafından sıklık papillaları kuşatan olukların duvarlarına yerleşmiş
la kullanılan bir madde fen iltiyokarbanıid olup ge tir. (2) Orta sayıda tat tomurcuğu dilin düz ön yüzü
nel popiilasyonun yaklaşık % 15’i ile % 30’u bu üzerine yerleşmiş fungiform papillalarda bulunur.
maddeye karşı tat körlüğü gösterir. Bu maddeye (3) Orta sayıda tat tomurcuğu dilin yan yüzleri bo
karşı tat körlüğünün tam yüzdesi analiz için kulla yunca yer alan kıvrımlara yerleşmiş foliat papillalar
nılan yönteme ve maddenin kullanılan yoğunluğu üzerindedir. Ek tomurcuklar damakta, birkaç tane
na bağlı olarak değişmektedir. tat tomurcuğu tonsilla sütunları üzerinde, epiglottis-
te ve hatta proksimal özofagusta bulunur. Erişkinler tat siniri tarafından güçlü ivedi bir sinyal gönderilir
de 3.000-10.000 tat tomurcuğu bulunmakta olup ço ve tat tomurcuğu tat uyaranına m aruz kaldığı süre
cuklarda bu sayı biraz daha fazladır. Kırk beş yaşın boyunca daha zayıf fakat sürekli bir sinyal iletilir.
dan sonra birçok tat tomurcuğu dejenere olur ve tat
duyusu giderek daha az önemli bir hal alır.
Tat duyusu ile ilgili olarak özellikle önemli olan, Tat Sinyallerinin Merkezi Sinir
bazı temel tatların alınmasında görev yapan tat to Sistemine İletimi
m urcuklarının özel bölgelerde lokalize olma eğili
midir. Tatlı ve tuzlu tatlar başlıca dil ucuna yerleşir Şekil 53-2 tat sinyallerinin dil ve farenks bölgesin
ken ekşi tat dilin her iki yan tarafına ve acı tat da dil den merkezi sinir sistemine iletiminde kullanılan si
kökü ve yumuşak damağa yerleşmiştir. nir yollarını göstermektedir. Dilin ön üçte iki bölge
sinden çıkan tat uyarıları önce liııgııal sinire, daha
Tat Tomurcuklarının Temel Tat Uyarıları İçin Ö z sonra korda timpaııi üzerinden fasiyal siniıJe ve son
gülleşmesi. Tek bir tat tomurcuğunda yürütülen olarak beyin sapındaki traktus solitaıiusa geçerler.
mikroelektrot çalışmaları her tat tomurcuğunun Dil kökündeki sirkumvallat papillalar ve ağzın diğer
genel olarak, tat veren m adde düşük yoğunlukta arka bölgelerinden kalan tat duyuları da glossofarin-
iken dört tem el tat uyarısından sadece bir tanesine geııs siniri içinde biraz daha alt seviyeden traktus so-
yanıt verdiğini göstermiştir. Öte yandan yüksek yo litariıtsa aktarılır. Son olarak birkaç tat sinyali dil kö
ğunluklarda tat tomurcuklarının büyük çoğunluğu kü ve faringeal bölgenin diğer kısımlarından vagus
iki, üç ve hatta dört temel tat uyaranı ve hatta “te siniri içinde traktus solitariusa aktarılır.
m el’’ grubuna girmeyen diğer birkaç tat uyaranı ta Bütün tat lifleri traktus solitarius çekirdekleri ile
rafından da uyarılabilmektedir. sinaps yapar ve ikinci sıra nöronlarını doısal koloıı-
medyal lemniskal sistemin fasiyal bölgelerinin tala-
Tat Tomurcuklarının Uyarılma Mekanizması mik sonlanmalarının hemen medialinde bulunan
Reseptör Potansiyeli. Tat hücresinin zarında tıpkı talamusuıı ventral posteı iyor m ediyal çekirdeğine ait
diğer duysal reseptör hücrelerinde olduğu gibi dış küçük bir alana gönderir. Talamustan kalkan üçün
yüz iç yüze göre negatif yüklüdür. Bir tat m addesi cü derece nöronlar pariyetal kortekste postsaııtıal
nin tat tüylerine uygulanması bu negatif potansi girusıın alt ucuna aktarılır ve burada silviaıı yarığı
yelde kısmi bir kayba yol açar-yani tat hücresi d e içine ve gene silvian yarığındaki komşu operkııla-
p olarize olur. Geniş bir aralık içinde olan potansi rinsular alanın derinliklerine kıvrılır. Bu alan som a
yeldeki bu düşüş uyarı için kullanılan maddenin tik alan I’in dile ait bölgesine hafifçe lateral, ventral
yoğunluğunun logaritması ile yaklaşık olarak doğ ve rostral olacak şekilde yerleşmiştir.
ru orantılıdır. Tat hücre potansiyelindeki bu de Tat yollarının bu tanımından, bu yolların dilden
ğişme tada ait reseptör potansiyelini oluşturur. başlayan somatik duysal yollara oldukça paralel
Reseptör potansiyelini başlatmak üzere tat uyarıcı gittiği anlaşılmaktadır.
maddelerin büyük bölümünün tat villusları ile reak
siyon verme mekanizması, tat veren kimyasal mad Beyin Sapında Entegre Edilen Tat Refleksleri.
delerin villus zarından dışarı uzanan protein resep Çok büyük sayıda impuls traktus solitariustan baş
tör moleküllerine bağlanması ile sağlanır. Bu bağlan layarak bizzat beyin sapı içindeki sııperiyörve iııfe-
ma daha sonra iyon kanallarını açarak sodyum iyon riyör salivatör çekirdeklere doğrudan aktarılmakta
larının içeri girip hücreyi depolarize etmesine yol ve buradan çıkan impulslar gıdanın yenilmesi sıra-
açar. Daha sonra tat verici kimyasal madde tat villus-
ları üzerinden tükürük aracılığı ile giderek yıkanıp
uzaklaşır ve böylece uyarı ortadan kalkmış olur.
Her tat villusundaki reseptör proteininin tipi, ya
nıt uyandıran tadın tipini belirler. Sodyum iyonları
(tuzlu tat oluşturur) ve potasyum iyonları (ekşi tat İnsula bölgesinin
oluşturur) söz konusu olduğunda, reseptör prote operkulumundaki
inleri tat hücrelerinin apikal zarlarındaki özgül tat alanı
iyon kanallarını açarlar. Ancak, tatlı ve acı tatlar Dil siniri Talamus
için, reseptör proteini moleküllerinin apikal zardan
Korda timpani
dışarı uzanan parçaları tat hücrelerinin içindeki
ikinci h aberci traıısm iter m addeleri uyarırlar ve bu Medial lemniskus
ikinci haberciler de tat sinyallerini oluşturmak üze
Traktus solitarius
re hücreiçi kimyasal değişikliklere yol açarlar.
Tat Tom urcuğu Tarafından Sinir impulslarının Üre Sirkümvallat Vagus (farenksteki tat
tilm esi. Tat uyarısının ilk uygulanmasında sinir lif papillalar
Fasiyal goncaları)
lerinin deşarj hızı bir saniyenin çok küçük bir bölü sinir Glossofaringeus siniri
münde hızla bir doruk değere yükselir ve daha son
ra izleyen 2 saniye içinde adaptasyonun oluşma Ş E K İL 53 • 2
sıyla daha düşük kararlı bir düzeye iner. Böylece, Tat impulslarının merkezi sinir sistemine iletimi.
616 ÜNİTE X • Sinir Sistemi; B. Özel Duyular
sisteminin, bir koku uyarısının başlamasından son Koku Şiddetlerinin Derecelendirilm esi.Madde-
ra olfaktör bulbus içindeki koku sinyallerinin iletil lerin koku duyusu uyandıracak yoğunluk eşikleri
mesini baskılamak üzere giderek artan şiddetli bir nin son derece hafif olmasına karşın bu eşik değer
feedback inhibisyon geliştirdiği sanılmaktadır. lerin sadece 10-50 katı yoğunluklar birçok madde
için azami koku şiddeti uyandırır. Bu durum, sap
tam a aralığı son derece geniş olan vücuttaki diğer
Temel Koku Duyularının Uyarılması algılama sistem lerinin çoğunda gözlenen durumla
bir zıtlık oluşturur. Örneğin bu aralık gözler için
Geçmiş yıllarda fizyologların çoğu, görme ve tadın 500.000’ e 1 , kulaklar için 1 trilyoıı’a l ’dir. Bu du
birkaç tem el duyuya indirgenebilmesi gibi, birçok rum olasılıkla koku duyusunun kokuların şiddetle
koku duyusunun da birkaç adet fakat birbirlerin rinde nicel saptama yapmak yerine, daha çok ko
den kesinlikle farklı tem el duyulara ayrılabileceğini kuların varlığı veya yokluğunu saptama ile ilgili ol
düşünmüşlerdir. Psikolojik çalışmalara dayanarak ması ile açıklanmaktadır.
bu duyulaıı sınıflama amacıyla yapılmış bir girişim
şu şekildedir:
Koku Sinyallerinin Merkezi Sinir
1. Kafur Sistemine İletilmesi
2. Misk
3. Çiçeksi Beynin koku bölümleri bu organın en eski yapıları
4. Nane arasında yer almaktadır ve beynin geri kalan kısmı
5. Eter benzeri nın büyük bölümü koku ile ilgili bu başlangıç b ö
6 . Keskin acı lümlerinin çevresinde gelişmiştir. G erçekten de
7. Çürük, kokuşmuş başlangıçta kokuya hizmet eden beyin bölümü da
ha sonra insanda duygular ve davranışın diğer yön
Bu listenin gerçek temel koku duyularını temsil et lerini denetleyen bazal beyin yapıları haline evrim-
mediği kesindir. Gerçekten de son yıllarda, reseptör leşmiştir. Bölüm 58’de tartışılan bu sistem e lim bik
proteinlerini kodlayan genler üzerinde yapılan özgül sistem adını veriyoruz.
çalışmalar dahil olmak üzere elde edilen çok sayıda
ipucu koku için en azından 1 0 0 ve olasılıkla 1 0 0 0 ka Koku Sinyallerinin O lfa k tö r Bulbusa İletilmesi.
dar temel duyu bulunduğunu düşündürmektedir. Olfaktör bulbus Şekil 5 3 -4 ’de gösterilmiştir. Bu
Bu durum gözler tarafından fark edilen sadece üç te bulbus ve bulbustan geriye uzanan olfaktör trak-
mel renk duyusu ve dil tarafından fark edilen sadece tus birlikte bir sinire benzerler ve ikisine birlikte I.
birkaç tane temel tat duyusunun bulunuşu ile belir kranyal sinir adı verilir. Ancak, gerçekte, traktus ve
gin bir çelişki göstermektedir. Koku için çok sayıda bulbus beyin dokusunun beyin tabanından öne
temel duyunun bulunduğu görüşünü destekleyen doğru büyümesinden ibarettir. O lfaktör bulbıısun
bir diğer kanıt da tek bir madde için koku körlüğü ucu, beyin boşluğunu burun boşlu ğu nun üst
bulunan kişiler olmasıdır; bu tür sınırlı koku körlüğü ucundan ayıran kribriform p la k üzerinde yer al
50’den fazla madde için saptanmıştır. Bu maddelerin maktadır. Kribriform plağın içerdiği çok sayıda kü
herbirine karşı görülen koku körlüğünün o madde çük deliklerin içinden deliklere eşit sayıda küçük
için koku hücrelerinde uygun reseptör proteininin sinirler geçm ekte ve burun boşluğundaki koku za
yokluğundan kaymaklandığı kabul edilmektedir. rından başlayıp yukarı doğru çıkan bu sinirler ka
fatası boşluğunda olfaktör bulbus içine girm ekte
"Kokunun Duygusal Doğası". Koku, tat duyusun dir. Şekil 53-3, koku zarındaki koku hücreleri ile ol
dan bile fazla olarak hoşa gitme veya gitmeme gibi faktör bulbus içindeki glom erüller adı verilen çok
duygusal niteliklere sahiptir. Bu nedenle gıda seçimin sayıda globüler yapılarda sonlanan kısa aksonlar
de koku olasılıkla tattan daha fazla önem taşır. Gerçek arasındaki sıkı ilişkiyi göstermektedir. Her bulbus-
ten de daha önce hoşlanmadığı bir gıda almış olan bir ta bu tür glomerüllerden binlercesi bulunm akta
kişi ikinci bir defa aynı üp gıdanın kokusunu almakla dır. Bunların her biri, koku hücrelerinden gelen
dahi midesinin bulandığını ifade eder. Geçmişte hoşa yaklaşık 25.000 aksonun sonlanm a noktasını oluş
gitmediği kanıtlanmış olan diğer koku tipleri de bir ra turur. Her glomerül aynı zamanda 25 kadar büyük
hatsızlık duygusu uyandırabilirken, uygun nitelikte m itral hücre ile yaklaşık 60 tane küçük tüy dem eti
parfüm kokusu cinsel heyecanlarla baştan çıkarıcı ola hücrelerine ait dendritlerin de sonlanm a noktası
bilir. Buna ek olarak bazı aşağı sınıf hayvanlarda koku dır ve bu hücrelerin gövdeleri de olfaktör bulbus
lar- cinsel yönelmenin birincil uyarıcısıdır. içinde fakat glomerüllerin üzerinde yer alır. Bu
hücreler daha sonra koku duyusunu merkezi sinir
Koku Eşiği. Kokunun ana niteliklerinden bir tanesi, sistem ine iletmek için aksonlarını olfaktör traktus
bir koku duyusu uyandırmak için çoğunlukla havada içine gönderirler.
az miktarda uyarıcı madde bulunmasının gerekmesi Yapılan bazı araştırmalar farklı glom erüllerin
dir. Örneğin her mililitre havada bir miligramın sadece farklı kokulara yanıt verdiğini düşündürmektedir.
25 milyarda biri düzeyinde bulunan metil merkaptan Dolayısı ile merkezi sinir sistem ine iletilen farklı
kişi tarafından koklanabilir. Bu düşük koku eşiği nede koku sinyallerinin çözüm lenm esinde özgül glome-
niyle bir gaz kaçağını fark edebilmek için bu madde rüllerin uyarılması gerçek bir ipucu görevi yapıyor
doğal gaza eklenerek bu gaz kokulu hale geürilir. olabilirler.
BÖLÜM 53 • Kimyasal Duyular-Tat ve Koku 619
Merkezi Sinir Sistemine Giden Çok ral koku alanı ve bunun limbik davranış sistemi ile
Eski, Eski ve Daha Yeni Koku Yolları olan çok sayıdaki bağlantısı, kişinin daha önce bu
lantı ve kusmaya neden olmuş bir gıdadan kesin
likle kaçınmasına neden olmaktadır.
Koku traktüsü beyne m ezensefalon ve serebrum
Lateral koku alanının önemli bir niteliği bu alan
arasındaki ön kavşaktan girer; burada traktus Şekil
dan çıkan çok sayıda sinyal yollarının, doğrudan
53-4’de gösterildiği gibi iki yola ayrılmakta olup
temporal lobun anteı omedyal bölüm ünde yer alan
bunlardan bir tanesi medyal olarak nıedyal koku
ve paleokorteks adı verilen daha eski serebral kor
alanına, geçerken, diğeri lateral olarak lateral koku
teks bölümüne ulaşmasıdır. İşte bu alan bütün b e
alan ın a geçmektedir. Medyal koku alanı çok eski
yin koıteksinde duysal sinyallerin talam usa uğra
koku sistemini temsil ederken lateral koku alanı
madan doğrudan koı tekse geçtiği tek bölgedir.
hem eski koku sistem i hem de daha yeni sistemin
her ikisine de giriş (input) sağlar.
Daha Yeni Yol. Talamus içinden geçen, dorsomed-
Çok Eski Koku Sistemi - Medyal Koku Alanı. yal talamik çekirdeğe atlayan ve daha sonra orbitof-
Medyal koku alanı beynin hipotalamus önündeki rontal koıteksin lateroposteriyor çeyreğine ulaşan
midbazal bölümlerinde yerleşmiş bir grup çekirdek çok daha yeni bir koku yolu günümüzde bulun
ten oluşmaktadır. Buradaki en belirgin yapılar septal muştur. Maymunlarda yapılan deneylere dayanarak
çekirdekler olup orta hat üzerinde yer alan bu çekir bu daha yeni sistemin olasılıkla kokunun bilinçli çö
dekler hipotalamusu ve temel davranışlarla ilgili sis zümlenmesinde yardımcı olduğu ileri sürülmüştür.
tem olan beynin limbik sisteminin diğer ilkel bö
lümlerini (Bölüm 58’de anlatılmıştır) besler. Ö zet. Sonuç olarak görüldüğü kadarı ile ço k eski
Deney hayvanlarında beynin her iki tarafındaki la bir koku sistemi temel koku reflekslerine hizmet
teral koku alanlarının çıkarılması ve sadece medyal vermekte, d ah a az eski bir sistem gıda alımı ile ze
sistemin geride bırakılması ile neler olup bittiği ince hirli ve sağlıksız gıdalardan kaçınm anın otom atik
lenerek medyal koku alanının önemi en iyi şekilde fakat öğrenilen denetimini sağlamakta ve son ola
anlaşılabilir. Yapılan işlemin, yemek kokusu veya ko rak d a h a yeni bir sistem diğer kortikal duysal sis
kuya eşlik eden dudakların yalanması, tükürük salgı temlerin çoğu ile uygunluk göstererek kokunun b i
lanması ve diğer beslenme davranışları gibi kokuya linçli algılanması için kullanılmaktadır.
verilen daha ilkel diğer yanıtları hemen hiç etkileme
diği anlaşılmaktadır. Öte yandan, lateral alanların çı O lfa k tö r Bulbustaki A ktiviten in M erk ezi Sinir
kartılması daha karmaşık, kokuya dayalı koşullu ref Sİstemi Tarafından Sentrifügal D en etim i. Bey
lekslerini kesinlikle ortadan kaldırmaktadır. nin koku bölüm lerinden kaynaklanan birçok sinir
lifi koku traktusu içinde periferik olarak olfaktör
Daha Az Eski Koku Sistemi - Lateral Koku A la bulbusa geçer, yani beyinden perifeıe “sentrifü-
nı. Lateral koku alanı tem el olarak piriform ve piri- gal" bir geçiş görülür. Bu lifler olfaktör m itral ve
form korteks ile am ig d aloid çekirdeklerin kortikal tüy dem eti hücreleri arasına yerleşm iş, büyük sa
bölünıii’nden meydana gelmiştir. Bu alanlardan yıda, küçük graniil hücreleri üzerinde sonlanır. Bu
kalkan sinyal yolları daha az ilkel bölümler başta hücreler ise daha sonra kısa, inhibitör dendritleri-
olmak üzere limbik sistem in hem en bütün bölüm ni mitral ve tüy dem eti hücrelere gönderirler. Ol
lerine giderler. Özellikle hipokampııs gibi kazanıl faktör bulbusa uygulanan bu inhibitör geribildiri
mış deneyimlere bağımlı olarak bazı gıdalardan min kişinin bir kokuyu diğerinden ayırt edebilm e
hoşlanıp diğerlerinden hoşlanmamayı öğrenmede becerisini keskinleştirm eye yardım cı olabileceği
en büyük önem taşımaktadır. Örneğin, işte bu late ne inanılmaktadır.
REFERANSLAR
A xel R : T h e m olecular lo g ic o f sm ell. S ci Am F in g er T E : Evolution o f taste and solitary ch e- M attes R D : T h e taste fo r salt in humans. A m J
2 7 3 (9 ): 154, 1995. m orcceptor cell system s. Brain Beh av Evol C lin N utr 6 5 :6 9 2 S , 1 9 9 7 .
Bargm ann C l: O lfactory receptors, vom eron a 5 0 :2 3 4 , 1997. R u gg M D : C ogn itive N euroscience. H ove,
sal receptors, and the organization o f o lfa c Hildebrand JG , Shepherd G M : M echanism s o f E ast S u ssex : Psych ology Press, 1 997.
tory inform ation. C ell 9 0 :5 8 5 , 1997. olfactory discrim ination: converging evi Sch iffm an S S : T a ste and sm ell losses in nor
Berk ow icz D A , Trom bley PQ, Shepherd G M : dence for com m on principles across phyla. mal aging and disease. JA M A 2 7 8 :1 3 5 7 ,
E vid en ce for glutam ate as llie olfactory re Annu Rev Neurosci 2 0 :5 9 5 , 1997. 1 9 97.
ceptor cell neurotransmitter. J N europhvsiol K ashim ori Y , Naito M , S asaki N, Kam bara T : S ch iffm a n S S , G atlin C A : C lin ica l physiology
7 1 :2 5 5 7 , 1994. M echanism o f nonlinear responses o f taste o f taste and sm ell. Annu R e v N utr 1 3 :405,
Brennan PA , K everne E B : Neural m echanism s cells to mixed tastes. Am J P hysiol 2 7 1 : 1 9 93.
o f mammalian olfactory learn in g. Progr CMOS. 1996. S co tt T L , P lata-Salam an C R . Sm ith-Sw intosk y
Neurobiol 5 1 :4 5 7 , 1997. Laurent G : O lfactory processing: maps, tim e V L : G ustatory neural coding in the m onkey
B u ck L B : Inform ation coding in the vertebrate and codes. Curr Opin N eurobiol 7 :5 4 7 , co rtex : the quality o f saltiness. J N europhy
olfactory system . Annu R ev N eurosc: 19: 1997. sio l 7 1 :1 6 9 2 , 1994.
5 1 7 , i9 9 6 . Lindem ann B : T a ste reception. Physiol Rev Stew art R E , D eSim on e J A , Hill D L : New per
Drew now ski A : T aste preference and food in 7 6 :7 1 8 , 1996. spectives in a gustatory p h ysiology: trans
take. Annu R ev Nutr 1 7 :2 3 7 , 1997. M el-augtilin S , M argolskce R : T h e sense o f duction, developm ent a id plasticity. A m J
Farbm an A I: C ell B io lo g y o f O lfactio n. New taste. Am S c i 8 2 :5 3 8 , 1994. Physiol 2 7 2 :C 1 , 1997.
Y o rk : C am bridge U niversity P ress, 1991.
•»I i ¡íi ¡ ) I äi .'ii -.iVhl.t ;!».dniil nun 11«I mv iiu i Ij; , i 'o,' lei
il lu .!
■• '
r¿íri?t|f» i l II
' lüne’ı
i > . ili
■ j>l m lft/'.
— -- 1---- — --- r—
: Ii dUfJ J li.o n i m u (<* iJi?JUi il' 14 IW I I'
if Mil
•|i¡|//.J illi' l/. ,'l I m lir 1 Iil I
i
Mil il ! ■ " V>f >! t ilty, *.*)( ! ' A ' 1- ,n
54
O m u riliğ in M o to r F o nksiyo n la rı; S pinal R e fleksler
55
M o to r F o n ksiyo n la rın K orte ks ve Beyin S apından K o n tro lü
56
S e re b e llu m , Bazal G a n g liy o n la r ve G en e l M o to r K o n tro l
57
S erebral K o rte ks; B eyn in E n te lle k tü e l İşle vle ri; Ö ğ re n m e ve B ellek
58
B eynin D avranışsal ve M o tiv a s y o n e l M e k a n iz m a la rı-L im b ik S istem ve
H ip o ta la m u s
59
B eynin A k tiv ite D u ru m la rı-U yku ; Beyin D a lg a la rı; E p ile p si; Psikoz
60
O to n o m S in ir S istem i: B ö b re kü stü Bezi (A d re na l) M e d u lla sı
61
Beyin Kan A kım ı, S e re b ro sp in a l Sıvı ve Beyin M e ta b o liz m a s ı
i i
Omuriliğin M otor Fonksiyonları;
Spinal Refleksler
Duysal bilginin sinir sistem inin tüm düzeylerinde ğin m otor kontrol devrelerinin ço ğu n a k olaylaştırıcı sin
entegre edilerek uygun motor yanıtlara neden ol yallerin taşın m a sın a se b e p olur. S o n u ç ta om urilik m otor
duğunu daha önce belirtmiştik. Omurilikte olduk refleksleri aşırı uyarılabilir h ale gelir ve bu y ü zden o m u
rilik en d ü şü k duysal u y aran la bile k o lay ca aktive olur.
ça basit kas refleksleriyle başlayan düzenlemeler,
Böyle bir p re p arasy o n ku llanılarak om uriliğin ken di im
beyin sapında daha karmaşık cevaplarla devam ren sek m o to r fon ksiyonları ü zerin d e k o lay ca ç a lışm a y a
eder ve nihayet en kompleks cevapların kontrol pılabilir.
edildiği serebrum a uzanır.
Bu bölümde, kas fonksiyonlarının omurilik tara
fından kontrolünü tartışacağız. Omurilik beyine gi Motor Fonksiyonlar İçin Omuriliğin
decek duyu sinyalleri veya beyinden geriye, perifere Organizasyonu
ulaşacak motor sinyaller için sadece bir geçiş yolu
değildir. Gerçekten, omuriliğin özel nöronal devre Omuriliğin gri maddesi spinal refleksler ve diğer
leri olmaksızın, beyindeki en kompleks motor kont motor fonksiyonlar için entegrasyon alanıdır. Şekil
rol sistemleri bile amaca yönelik bir kas hareketini 54-1, tek bir omurilik segmentinde, gri maddenin
başaramaz. Bir örnek vermek gerekirse, beynin her tipik organizasyonunu gösteriyor. Duysal sinyaller
hangi bir yerinde, bacakların, yürümek için gerekli omuriliğe hem en hem en tam am en duysal köklerle
olan öne ve arkaya doğru özel hareketlerini doğura (posteriyoı) girer. Omuriliğe girdikten sonra, her
cak nöronal devre yoktur. Oysa bu hareketlerin dev duysal sinyal iki ayrı yönde yol alır. İlk olarak, duy
releri omuriliktedir ve yürüme işlemini harekete ge sal sinirin bir dalı omuriliğin gri maddesinde son
çirmek için beyin basitçe em ir sinyallerini gönderir. lanır ve lokal segm enter refleksleri ve başka etkileri
Bu arada beynin rolünü de küçümsemeyelim. meydana getirir. İkinci olarak; diğer bir dalı, sinyal
Çünkü beyin gerektiğinde dönme hareketlerini sağ leri sinir sistem inin daha yüksek seviyelerine -daha
lamak, hızlanma süresince vücudu öne eğmek, git önceki bölümlerde belirtildiği gibi omuriliğin daha
tikçe yürüme hareketini sıçramaya dönüştürmek, yüksek düzeylerine, beyin sapma, hatta seıebral
dengeyi sürekli izlemek ve korumak için omuriliğin koı tekse gönderir.
aktivitesini düzenleyen ardışık emirler verir. Bunla Omuriliğin her segmentinde bir spinal sinir ile
rın hepsi beyinden gelen "emir” ve ‘‘analitik” sinyal onun yanındaki sinir arasında kalan gri maddede
leri sayesinde yapılır. Fakat bu, omuriliğin bizzat milyonlarca nöron bulunur. Bölüm 47 ve 4 8 ’de tar
emirlere hedef olan çok sayıda nöronal devresini de tışılan duysal ileti nöronları dışında, geri kalan n ö
gerektirir. Sonra bu devreler, küçük bir kısmı hariç ronlar iki tipe ayrılır: ( 1 ) ö n m otor nöronlar ve (2)
tüm kasların doğrudan kontrolünü sağlarlar. internöronlar (ara nöronlar)'dır.
622
BÖLÜM 54 • O m uriliğin M otor Foksiyonları; Spinal Refleksler 623
hem çekirdek torbası intrafuzal lifleri hem de ç e esas olarak çekirdek torbası intrafuzal lifleri ve
kirdek zincir lifleri tarafından uyarılır. Öte y an İkincisi de esas olarak çekirdek zinciri intrafuzal
dan, sekonder sonlanm a ( 8 m ikrom etrelik lif lifleri uyarır. Gam a-d lifleri çekirdek torbası lifle
ten), ise genelde yalnız çekirdek zinciri lifleri ta rini uyardığı zam an, kas iğciğinin dinam ik cevabı
rafından uyarılır. Bu ilişkiler Şekil 5 4 -3 ’de göste aşırı derecede artar, oysa statik cevap pek az etki
rilmiştir. lenir. Öte yandan, çekirdek zinciri liflerini uyaran
gam a-s liflerinin stim ülasyonu statik cevabı artı
Prim er ve S ekonder Sonlanm aların Reseptör rırken dinamik cevabı az etkiler. İlerideki parag
U zunluğuna Yanıtı - "S tatik " Yanıt. Kas iğciğinin raflarda kas iğciğinin bu iki tip cevabının farklı
reseptör bölüm ü yavaş geıildiği zam an, prim er tipte kas kontrolünde çok önem li olduğunu göre
ve sekonder sonlanm aların her ikisinden iletilen ceğiz.
im pulslaıın sayısı, hem en hem en gerilm e dere
cesiyle doğru orantılı olarak artar ve sinir uçları Norm al Koşullarda Kas İğciklerinin Sürekli
bu im pulsları dakikalarca iletm eye devam ed er Deşarjı. Normalde, özellikle gama lifi hafif bir şe
ler. Bu etkiye, iğcik reseptörünün statik yanıtı d e kilde uyarıldığında, kas iğcikleri sürekli olarak
nir. Bunun anlam ı basitçe, prim er ve sekonder duysal sinir impulsları çıkarırlar. Kas iğciklerinin
sonlanm aların, reseptör kendisi gerilmiş durum gerilmesi deşarj frekansını artırır, halbuki iğciğin
da kaldığı sürece sinyalleri sürekli olarak iletm e kısalması deşarj hızını düşürür. Böylece iğcikler
leridir. Çekirdek zinciri tipindeki intrafuzal lifler, omuriliğe ya p o z itif sinyaller gönderir, -yani, im
h em prim er hem de sekonder sonlanm alarla puls sayısının artm ası bir kasın gerildiğini bildirir
inerve edildikleri için, bu çekirdek zinciri lifleri -ya da n egatif sinyaller gönderir ve im puls sayısı
n in esas olarak statik yanıttan sorum lu olduğu nın normal düzeyin altına düşmesi kasın geıilm e-
sanılm aktadır. diğini gösterir.
ıiye, kas iğciği liflerinin başladığı aynı kasa gider şiddet düzeyine dönüşür ve böylece devam eder.
ler. Böylece bu, iğciğin uyarılm asından sonra ref Kas iğciği apareyi yeterli görev yapmadığı zaman,
leks sinyalinin m üm kün olan en kısa gecikm e ile böyle bir sinyal sırasında kas kasılması sıçrayıcı ka
geriye, kasa dönm esini sağlayan bir m onosinap- rakterdedir. Bu etki Şekil 54-5'te gösterilmiştir. Bu
tik yoldur. deneyde, omuriliğin bir yanından bir duysal sinirle
Sekonder iğcik sonlanmalarından başlayan bazı giren sinyal, bir kası uyarmak üzere, omuriliğin kar
tip II lifleri de m onosinaptik olarak ön motor n ö şı tarafındaki motor sinire iletilmektedir. A eğrisin
ronlarda sonlanırlar. Bununla beraber, tip II lifleri de, uyarılan kasın kas iğciği refleksi sağlamdır. Duy
nin çoğu (aynı şekilde pıim er sonlanmalardan baş sal sinir saniyede 8 gibi düşük bir frekansla uyarıldı
layan la liflerinin birçok kollateralleıi) omurilik gri ğı zaman bile kontraksiyonun nisbeten düzgün ol
maddesinde çok sayıda ara nöronlarda sonlanır, duğuna dikkat ediniz. Öte yandan B eğrisi ise, üç ay
sonra bunlar ön motor nöronlara daha gecikmeli önce kas iğciğinin duysal siniri kesilen hayvanda ay
sinyalleri iletir veya diğer görevleri yaparlar. nı deneyi göstermektedir. Kas kasılmasının burada
düzensiz olduğuna dikkat ediniz. Böylece, A eğrisi,
Dinamik Gerim Refleksine Karşı Statik Gerim kasın motor sistemine gelen giriş sinyallerinin sıçra
Refleksi. Gerim refleksi, dinamik gerim refleksi ve yıcı karakterde olması halinde bile, kas iğciğinin pü
statik gerim refleksi olmak üzere iki bileşene ayrılabi rüzsüz kasılmayı sağlamak üzere söndürücü meka
lir. D inam ik gerim refleksi, kasın hızlı gerilmesi nede nizma yeteneğini grafik olarak gösteriyor. Bu etki,
niyle kas iğciklerinin pıimer sonlanmalarından ileti kas iğciği refleksinin, sinyalin ortalam a değerini
len güçlü dinamik sinyalle uyarılır. Yani, kas ani ola bulm a fonksiyonu olarak da adlandırılabilir.
rak geıildiği zaman, omuriliğe güçlü bir sinyal iletilir
ve bu, sinyalin doğduğu kasta anında güçlü bir refleks
kontraksiyona neden olur. Böylece, bu refleks kasın İstemli Motor Ativitede Kas İğciğinin
boyundaki ani değişmelere karşı koym ak üzere işlev Rolü
görür, çünkü kasın kasılması gerimi engeller.
Dinamik gerim refleksi, kas yeni uzunluğuna ka Gama efferent sisteminin önemini vurgulamak için,
dar gerildikten sonra saniyenin bir kesri kadar bir kasa giden tüm motor sinirlerin yüzde 31'inin, kalııı
süre içinde ortadan kalkar, ancak daha zayıf olan A alfa tipi motor liflerden çok gama efferent lifler ol
statik gerim refleksi, bundan sonra da uzun bir sü duğunu bilmek yeterlidir. Motor korteks ya da bey
re devam eder. Bu refleksi, hem prinıer hem de se nin diğer alanlarından doğan sinyaller alfa motor
konder sonlanmalarla iletilen sürekli statik resep nöronlara geldiği zaman, genel olarak, gaıııa motor
tör sinyalleri meydana getirir. Statik gerim refleksi, nöronlar da eşzamanlı olarak uyarılırlar. Buna alfa ve
kas aşırı uzunlukta kaldığı sürece, kontıaksiyonu gama motor nöronların koaktivasyonıı (birlikte akti-
devam ettirmesi bakımından önemlidir. Bu kas vasyonu) denir. Bu, ekstrafuzal ve intrafuzal liflerin
kontraksiyonu da kasın boyunun uzamasına yol her ikisinin de aynı zamanda kasılmasına yol açar.
açan kuvvete karşı koyar. Kas iğciği liflerinin, kalın iskelet kası lifleriyle aynı
zamanda kasılması iki amaca hizmet eder: İlk olarak
N e g a tif Gerim Refleksi. Bir kas ani olarak kısalır kas iğciğinde reseptör kısmın uzunluğunu değişme-
sa, iğciklerden gelen sinir impulslarının azalması
nedeniyle tam ters etkiler ortaya çıkar. Eğer kas za-
len gergin ise, kasın üzerindeki yükün aniden kal
karak kısalması, uyarılmadan çok hem dinamik , Stimulus
hem de statik refleks kas inhibisyonuna yol açar. j [Saniyede 8 adet)
Böylece, pozitif gerim refleksinin kasın uzamasına
karşı gelmesi gibi, bu n egatif gerim refleksi de kasın
kısalmasına karşı koyar. Bu nedenle, gerim refleksi
nin bir kasın boyu ile ilgili mevcut durumu sürdür
m e eğilimi gösterdiği kolayca anlaşılabilir.
den korur ve böylece kas iğciğinin kas kasılmasına zıt duğunu, veya "tonus"u belirlemektir. Bu refleks aşağıda
etki etmesini önler. İkinci olarak, kasın boyundaki de ki gibi araştırılır.
ğişmeye bağlı olmaksızın kas iğciğinin uygun sön
dürme fonksiyonunu sürdürür. Örneğin, eğer kas iğ- Patella Refleksi ve Öteki Kas Refleksleri. Klinikte
gerim reflekslerinin duyarlığını belirlemek için kullanı
ciği, kalın kas lifleriyle birlikte kasılıp gevşenieseydi,
lan bir yöntem patella ve diğer kas reflekslerini elde et
iğciğin reseptör bölümü bazen gevşek kalacak, bazen mektir. Patella refleksi, bir refleks çekici ile basitçe patel
de aşırı gergin duruma gelecekti. Her iki durumda da, la tendonuna vurarak uyarılır, bu işlem kuadriseps kası
kas iğciği optimal koşullarda çalışmamış olurdu. nı gerer ve dinamik gerim refleksini başlatarak bacağın
ileri doğru fırlamasına neden olur. Şekil 54-6’m üst bölü
Gama M o to r Sistemini Kontrol Eden Beyin mü, patella refleksi sırasında kuadriseps kasından kay
dedilmiş bir miyogramı göstermektedir.
Alanları
Benzer refleksler hemen hemen vücuttaki tüm kaslar
dan, ya kasın tendonuna veya kasın kendi ortasına vurula
Gama eferent sistem, beyin sapının bıılboretikiiler rak alınabilir. Diğer bir deyişle, bir gerim refleksini elde et
kolaylaştırıcı bölgesinden gelen sinyallerle ve se- mek için, tek gerekli olan kas iğciklerinin ani gerilmesidir.
konder olarak da (a) serebellum dan, (b) b azal Kas refleksleri, nörologlar tarafından, omurilik mer
gaııgliyonlardan, hatta (c) serebral korteksten bul kezlerinin fasilitasyon derecesini saptamak için kullanı
boretiküler bölgeye gelen impulslarla uyarılır. Ga lır. Merkezi sinir sisteminin üst bölümlerinden omurili
m a eferent sistem inin kesin kontrol m ekanizm ala ğe çok sayıda kolaylaştırıcı impulslar iletildiği zaman,
rı hakkında bilgimiz çok azdır. Bununla beraber, kas refleksleri büyük ölçüde şiddetlenir, üte yandan, ko
bulboretiküler kolaylaştırıcı alan özellikle antigra- laylaştırıcı impulslar bastırılır ya da ortadan kalkarsa,
vite kontraksiyonları ile ilgili olduğundan ve antig- kas refleksleri çok zayıflar ya da kaybolur. Bu refleksler
en çok, beynin motor alanlarındaki lezyonlardan sonra
ravite kaslarında kas iğcikleri özellikle çok yoğun
veya beyin sapının bulboretiküler kolaylaştırıcı alanını
olarak bulunduğundan, yürüme ve koşma sırasın uyaran hastalıklarda kas spastisitesinin bulunup bulun
da vücudun değişik kısımlarındaki hareketlerin madığını belirlemek için kullanılır. Genellikle, serebral
söndürülm esinde gama efferent mekanizm anın korteksin karşı taraf motor alanlarındaki geniş lezyonlar,
önemli rol oynadığı vurgulanmaktadır. özellikle kanama ve beyin tümörlerinden kaynaklanan
lar, çok abartılı kas reflekslerine neden olurlar.
Kas iğciği Sistemi Germe Eylemi Klonus. Uygun koşullar altında kas refleksleri osilasyon
Süresince Vücudun Pozisyonunu Stabil gösterebilir, bu olaya klonus denir (Şekil 54-6’da alt bölüm
Hale Getirir deki miyograma bakınız). Bu osilasyon hareketi özellikle
aşil ldonusu ile ilgili olarak aşağıdaki gibi açıklanabilir:
Kas iğciği sisteminin en önemli fonksiyonlarından Ayak parmakları üzerinde duran bir şahıs, gastrokııe-
biri gergin motor hareket sırasında vücut durumunu mius kaslarından birini gerecek şekilde vücudunu ani
stabil hale getirmektir. Bunu yapmak için, bulboreti den aşağıya doğru bırakırsa, kas iğciklerinden doğan im
küler kolaylaşürıcı bölge ile beyin sapının ilgili alan pulslar omuriliğe iletilir. Bu impulslar gerilmiş olan kası
refleks yoldan uyarır ve vücut tekrar yukarıya doğru kal
ları gama sinir lifleri yoluyla uyarıcı sinyalleri kas iğ-
kar. Saniyenin bir bölümü kadar bir zaman içinde, kasın
ciklerinin intıafuzal liflerine iletir. Sinyaller iğciklerin refleks kontraksiyonu söner ve vücut tekrar düşer, bu ise
uçlarını kısaltıp, ortadaki reseptör bölgeleri gererek, iğcikleri ikinci kez geıer. Yeniden bir dinamik gerim ref
iğcik reseptöründen sinyal çıkışını artırır. Bununla leksi vücudu kaldırır, fakat bu da saniyenin bir kesri için
birlikte, her eklemin her iki tarafındaki iğcikler aynı de söner ve vücut bir kere daha düşerek yeni bir siklıışu
anda uyarılırlar. Bu yüzden, eklemin her iki tarafın başlatır. Bu şekilde, gastroknemius kasının gerim reflek-
daki iskelet kaslarının refleks yoldan uyarılması da
artarak eklemde birbirine zıt yönde etkili sert, sıkı
kasları oluşturur. Net etki olarak, eklem pozisyonu
kuvvede stabilize olur ve oldukça duyarlı hale gelen
gerim refleksi, eklemin mevcut durumunu değiştir
meye yönelen herhangi bir kuvvete karşı çıkar.
Bir kişi yüksek derecede hassas ve kesin pozisyon
ayarı gerektiren bir kas fonksiyonu yapmak zorun
da kaldığı zaman, uygun kas iğciklerinin beyin sa
pının bulboretiküler kolaylaştırıcı bölgelerinden
gelen sinyaller ile uyarılması ana eklemlerin pozis
yonunu stabilize eder. Bu stabilizasyon, karmaşık
motor işlem lerin gerektirdiği ayrıntılı istemli ilave
hareketleri (parmak veya diğer vücut kısımlarının
hareketi) yapmada çok fazla yardımcı olur.
Milisaniye
G erim R efleksin in K lin ik U ygulam aları
Gerim refleksi, klinisyenin fizik muayenesi sırasında he Patella refleksi sırasında kuadriseps kasnıdan (üstte) ve ayak bi
men her seferinde kontrol edilir. Burada amaç, beynin leği klonusu sırasında gastroknemius kasından kaydedilen
omuriliğe gönderdiği arka plan uyarının ne miktarda ol (altta) miyogramlar.
628 ÜNİTE X I • Sinir Sistemi: C. M otor ve Entegratif Nörofizyoloji
si genellikle uzun bir süre boyunca osilasyona devam riyör motor nöronu inhibe eder. Bu lokal devre,
eder; bu klonustur. komşu kasları etkilemeden, doğrudan ilgili kası in
Klonus genellikle, gerim refleksi beyinden gelen kolay hibe etmektedir. Beyne giden sinyaller, kas kontro
laştırıcı impulslarla fazla duyarlı hale geldiğinde ortaya lünde yer alan beyin bölümleri ve serebellum un iş
çıkar. Örneğin, deserebre hayvanda gerim refleksleri faz
levleri açısından Bölüm 5 6 ’da tartışılacakür.
laca fasilitasyona uğradığı için klonus kolaylıkla ortaya
çıkar. Bu nedenle, omuriliğin fasilitasyon derecesini sap
tamak amacıyla nörologlar hastalarda klonusu araştırır Tendon Refleksinin Inhibitör Yapısı ve
lar. Kası ani olarak germek ve sabit bir gerim kuvvetini
uygulamak yoluyla bu araştırılır. Eğer klonus ortaya çı
Önemi
karsa, fasilitasyon derecesinin yüksek olduğu anlaşılır.
Artan kas gerimi ile bir kasın Golgi tendon organla
rı uyarıldığında omuriliğe taşınan sinyaller o kasta
refleks etkilere sebep olur. Bu refleks tümüyle inhi-
Golgi Tendon Refleksi bitör karakter taşımaktadır. Böylece, bu refleks kas
ta aşırı gerilmenin gelişmesini önleyen bir n egatif
Golgi Tendon Organı Kas Gerimine Yardım
feed b a ck mekanizmayı sağlamaktadır.
Eder. Golgi tendon organı, Şekil 54-7'de gösterildi
Kasta ve buna bağlı olarak tendondaki gerim aşı
ği gibi, içinden kas tendon liflerinin küçük bir de
rı bir hal aldığı zaman, tendon organından gelen
m etinin geçtiği kapsüllü bir duysal reseptördür.
inhibitör etki omurilikte ani bir reaksiyona ve bü
Genellikle her Golgi tendon organına 10-15 kadar
tün kasın ansızın gevşemesine sebep olacak kadar
kas lifi seri olarak bağlanır ve organ bu küçük kas
büyük olabilir. Bu etkiye uzam a reaksiyonu adı ve
dem etinin yaptığı gerim ile uyarılır. Kas iğciği ile
rilir; bunun olasılıkla kasın yırtılmasını veya tendo-
Golgi tendon organının uyarılması arasında bulu
nun bağlandığı kemikten kopmasını önleyen bir
nan temel fark, tendon organı kasın ger im ini algı
koruyucu mekanizm a olduğu sanılmaktadır. Ö rne
larken, iğciğin kasın uzunluğunu ve kas uzunlu
ğin, laboratuvarda. kasların elektrikle doğrudan
ğun daki değişm eleri algılamasıdır.
uyarılması halinde bu negatif refleks ile engelleme
Tendon organı, kas iğciğinin pıim er reseptörü gi
olmadığından, böyle tahrip edici etkiler ortaya çı
bi, kasın gerimi ani olarak arttığı zaman (dinamik
kabilir.
yanıt) yoğun şekilde hem d in am ik hem de statik
yanıtlar meydana getirir. Fakat saniyenin bir bölü
Tendon Refleksinin Olası Fonksiyonu Kas Lif
mü kadar zaman içinde daha aşağı düzeyde, kas
leri Arasında Kasılma Gücünü Eşitlem ektir.
gerginliği ile hem en hem en doğrudan orantılı sabit
Golgi tendon refleksinin bir başka olası fonksiyo
bir deşarj değerine ayarlanır (statik yanıt). Böylece,
nu ayrı kas liflerinin oluşturduğu kasılm a kuvvet
Golgi tendon organları, her kasın en küçük seğ
lerini eşitlemektir. Yani, kas liflerinin m eydana ge
m enimdeki gerim derecesi hakkındaki bilgiyi anın
tirdiği aşırı gerim, refleksle inhibe edilir, oysa ref
da merkezi sinir sistem ine iletir.
leks inhibisyonunun olm am ası durum unda çok az
bir gerim oluşturan kas lifleri daha fazla uyarılmış
İmpulsların Tendon Organından M erkezi Sinir
olurlar. Bu durum kas yükünü bütün kas liflerine
Sistemine İletisi. Tendon organından kaynakla
dağıtır ve özellikle aşırı yüklenme olasılığı olan az
nan sinyaller, kalın, hızlı ileten Ib tipi sinir lifleriyle
sayıda kas lifinin bulunabileceği izole kas alanla
taşınır. Ortalama çapları 16 mikrometre kadar olan
rında hasarı önler.
bu lifler, kas iğciklerindeki priıner soıılanmalardan
hafifçe daha incedir. Primer sonlanmalar gibi bu
lifler de sinyalleri hem omurilikteki lokal alanlara,
hem de spinoserebellar yollar gibi uzun liflerin Kas İğcikleri ve Golgi Tendon
oluşturduğu yollar ile serebelluma ve başka yollar Organlarının Motor Kontrolde Beynin
la da serebral kortekse taşırlar. Lokal omurilik sin Yüksek Seviyeleri İle Birlikte İşlevi
yali tek bir iııhibitör ara nöronu uyarır, o da, ante-
Kas iğcikleri ve Golgi tendon organlarının m otor
fonksiyonun om urilikten kontrolündeki işlevini
vurgulamış olmamıza rağmen, bu iki duysal organ
yüksek m otor kontrol merkezlerine de kaslarda
meydana gelen ani değişiklikleri bildirir. Örneğin,
dorsal spinoserebellar yollar hem kas iğcikleıinden
hem de Golgi tendon organlarından aldıkları anlık
bilgiyi, 1 2 0 m/saniyeye yaklaşan ileti hızıyla, doğ
rudan serebelluma iletirler. Bundan başka yollar
benzer bilgileri beyin sapının retiküler bölgelerine,
daha az ölçüde serebral koı teksin m otor alanlarına
kadar taşır. Bölüm 55 ve 56'da, bu reseptörlerden
gelen bilgilerin, tüm bu alanlardan kaynaklanan
Ş E K İL 54 - 7 m otor sinyallerin feed back kontrolü için, çok
Golgi tendon organı. önemli olduğunu öğreneceğiz.
BÖLÜM 54 • Om uriliğin M otor Foksiyonları; Spinal Refleksler 629
duysal lifler kesildiğinde bile fonksiyon yaparlar. (3) b arsa ğın bazı m otor fon ksiyonlarını kontrol e d en in-
K aşın m a refleksinin pozisyon duyusu çok gelişm iş bir testin oin testin al refleksler (Bk. B ölü m 62), (4) p erito n u n
fon ksiyon dur. Üyle ki, sp in al hayvan, o m u z u n a k adar iritasyo n u n a yanıt olarak gastroin testin al h areketleri in-
yürüyen, bir pirenin yerini, arka pen çesiyle bulabilir. Ü s h ib e eden pe ıito n e o in te stin al refleksler (Bk. B ölü m 66)
telik pen çeyi yürüyen pirenin tam üzerin e getirm ek için, ve (5) dolu idrar k esesin in (Bk. B ölü m 31) ve kolon un
ek strem itedek i 19 farklı kasın h a ssa s bir biçim de, eş z a (Bkz. B ölü m 63) b o şalm a sın ı sağ lay an reflekslerdir. AyTi-
m anlı olarak kasılm ası gerekir. Refleksi d ah a da ko m peks ca, tüm segm en ter refleksler, aşa ğ ıd a belirtildiği gibi kü t
d u ru m a getiren bir olay d a pire orta çizgiden karşıya le refleksi şeklin de eşzam an lı olarak o rta y a çıkabilir.
geçtiği za m a n , ilk pen çen in k aşın m a hareketinin d u r m a
sı ve karşı taraftaki p en çen in ileri-geri hareketlere b a ş la Kütle Refleksi. Spin al b ir h ayvan veya in sa n d a, o m u ri
yarak, so n u n d a pireyi bulm asıdır. lik b azen birden aşırı ak tif d u ru m a gelir ve om uriliğin
büyük b ö lü m ü n d e m a sif d e şarjlara s e b e p olur. G en elde
b u n u d oğu ran uyaran, deriye u y gu lan an kuvvetli bir no-
sise p tif uyarı veya idrar kesesi y a da b a rsa k gibi içi b o ş
bir organ ın aşırı dolm asıdır. U yaran ın ç e şid in e b ağlı o l
K A S S P A Z M I D O Ğ U R A N O M U R İL İK m aksızın, ortaya çıkan reflekse kütle refleksi denir. Bu
R EFLEK SLE R İ yanıtın o lu şu m u n a om uriliğin büyük b ir b ö lü m ü ve h a t
ta b ütü n om urilik katılır ve reaksiyo n un şekli h er za m a n
İn sa n d a lokal kas sp a zm ları sık görülür. T ü m ü n d e o lm a aynı olur. Etkileri şöyle sıralan abilir: (1) v ü cu d u n büyük
s a bile lokal sp azm ların ç o ğ u n d a n eden lokal ağrıdır. bir b ö lü m ü kuvvetli bir fleksör s p a z m a uğrar, (2) kolon
ve idrar kesesi boşalabilir, (3) arter b asın cı çoğu kez
Kem ik Kırığından İleri Gelen Kas Spazmı. Klinik b a m ak sim al değerlere yükselir, b azen sisto lik b asın ç 200
k ım d an ön em li bir sp a z m tipi de, kırılan kem iklerin ç e v m m l Ig'nin üzerine çıkar ve (4) v ü c u d u n gen iş ala n ların
resin deki k aslard a görülür. Bunun neden i, kırılan kem i d a yoğun bir terlem e görülür.
ğin u çların d an b aşlay an ağrı im pulsların ın , kırık alan ın ı Bu refleks d akikalarca sü rd ü ğü için olasılıkla, o m u ri
çevreleyen k a slard a yarattığı güçlü ve tonik k a sılm a o la likte gen iş alanları uyaran çok büyük m ik tard a y an sıyan
bilir. Ağrının lokal bir a n estetikle giderilm esi sp a zm ı kal devrelerin aynı an d a ak tivasyonu so n u c u olm aktadır. Bu
dırır; derin b ir genel an estezi de sp a zm ı kaldırır. K em iğin m ekan izm a, yine y an sım alı devrelerin yer ald ığı fakat
iki u cu n u eski uygun d u ru m u n a getirirken, k as sp a z m ı om urilik yerine beyin de m e y d an a gelen e pileptik n ö b e t
nı yeteri k a d a r gid erm ek için çoğu kez b u an estezi işle m lerin m e k an izm asın a benzem ektedir.
lerin d en birin i u y gulam ak gerekir.
REFERANSLAR
A bem eth y B : T h e B iop h y sica l Foundations o f change m uscle tone. Scand J R ehabil M ed enzym e form ed by con vergen t evolution.
Human M ovem ents. Cham paign, IL : Hu 3 0 :1 9 , 1994. F A S E B J 1 0 :5 5 2 , 1 9 9 6 .
m an K in etics, 1997. Hagbarth K E , M acefield V G : T h e fusim otor Pedersen B K : E x e rc is e Im m u n ology. New
Banks R W : T h e m otor innervation o f m am m a system : its role in fatigue. Adv E x p Med Y o rk : C hapm an & H all, 19 9 7 .
lian m uscle spindles. Prog N eurobiol 4 3 : B io l 3 8 4 :2 5 9 , 1995. Pitm an V , M a cK en z ie K : R e flexo lo g y . C h e l
3 2 3 , 1994. H aines D E , A rd M D : Fundam ental N eurosci tenham, U K : S . T h orn es P u blishers, 1997.
B erth oz A : M ultisensory Control o f M o v e ence. New Y ork: C hurchill Livingstone, Porter R , Lem on R : C orticospin al Fu nction
ment. New Y o rk : O xford U niversity Press, 1997. and Voluntary M ovem en t. N ew Y o rk : O x
1993. H arms J , Tab asso G, C inanni R : Instrumental ford U niversity I*ress, 1 9 9 3 .
B u rke D : Unit identification, sam pling bias Spinal Surgery. New Y o rk : Th iem e, 1998. Porterfield JA , D e R o sa C : M e ch an ical Low
and tech n ical issu es in m icroneurographic H arris-W arrick R , Hoy R : M otor C ontrol. B a c k Pain. Philadelphia: W B Saunders Co
recordings from m uscle spindle afferents. J W est W arw ick, R I: G rass Instrument D ivi- 1 9 98.
N eurosci M ethods 7 4 :1 3 7 , 1997. son o f A stro-M ed Inc, 1998. R e illy T , A tkinson G , W aterh ouse J : B io lo g i
C hiles B W , H I, C ooper P R : A cute spinal in H eckm an C J : Com puter sim ulations o f the e f ca l Rhythm s and E x e rc is e . N ew Y o rk : O x
ju ry . N Engl J M ed 3 3 4 :5 1 4 , 1996. fects o f different synaptic input system s on ford U niversity Press, 1 9 9 6 .
C onnolly K J, Forssb erg H: N curophysiology the steady-state input-output structure o f the R eith M E A : N eurotransm itter Transporters:
and N europsychology o f M otor D evelo p motoneuron poo). J Neurophysiol 7 1 :1 7 2 7 , Structure, Fu n ction, and R egu lation. T o -
ment. London: M a cK eith Press, 1 9 97. 1994. tow a, N J: Humana P ress, 1 9 9 7 .
Cordo P, B e ll C C , Harnad S R : M otor Learning Ja m i L : G olgi tendon organs in m ammalian R ow ell L B , Shepherd J T : H andbook o f P h y si
and Synaptic Plasticity in the C erebellum , skeletal m uscle: functional properties and ology, S e c . 12: E x e rc ise: Regu lation and
pam bridge, U K : C am bridge U niversity ccntral actions. Physiol R ev 7 2 :6 2 3 , 1992. Integration o f M ultiple S ystem s. New Y ork:
P ress, 1997. Johnston D, M agee JC , C olbert C M , C ristie O xford U niversity P ress, 1 9 9 6 .
Cordo P, Harnad S : M ovem ent C ontrol. New B R : A ctive properties o f neuronal dendrites. Sh en o likar S , N aim A C : M odel System s in
Y o rk : Cam bridge U niversity Press, 1994. Annu Rev N eurosci 1 9 :1 6 5 , 1996. Sign al Transduction. New Y o rk : Raven
C reed R S , et al: R eflex A ctivity o f the Spinal Joosten E A : C orticospinal tract regrow th. Prog Press, 1 9 93.
Cord. New Y o rk : O xford U n iversity Press, N eurobiol 5 3 :1 , 19 9 7 . Shepherd G : T h e S y n a p tic O rganization o f the
1932. Kurlan R : Treatm ent o f M ovem ent Disorders. Brain . N ew Y o rk : O xford U n iversity Press,
de Zeeuw C l, S trata P, V oogd J : T h e C ereb el Philadelphia: J B Lippincott, 1994. 1 9 97.
lum : From Structure to C ontrol. A m ster L e e M K , C leveland D W : Neuronal interm edi Sherrington C S : T h e In tegrative A ction o f the
dam: E lsevier, 1997. ate filam ents. Annu R ev N eurosci 1 9 :1 8 7 , Nervous S ystem . N ew H àven C T : Y a le
D ietz V : H uman neuronal control o f autom atic 1996. U niversity Press, 1 9 1 1 .
functional m ovem ents: interaction between Levitan IB , K aczm arek L K : T h e Neuron. New S y k a J : A co u stical S ig n a l P ro cessin g in the
central programs and a fferen t input. Physiol Y o rk : O xford U niversity Press. 1996. C entral A uditory S ystem . New Y o rk : P le
R e v 7 2 :3 3 , 1992. L tlscher H -R , C lam ann HP: R elation between num Press, 1997.
F etter M : T h ree-D im en sion al K in em atics o f structure and function in inform ation trans W indhorst U: Shaping sta tic elbow torque-
E y e . Head, and L im b M ovem ents. A m ster fer in spinal m onosynaptic reflex. Physiol angle relationships b y spinal cord circuits:
dam: Harwood A cad em ic Publishers, Rev 7 2 :7 1 , 1992. a theoretical study. N eu ro scien ce 5 9 :7 1 3 ,
1997. M asters B S , M cM illan K , Sh eta EA , et al: 1994.
Hagbarth K E : Evaluation o f and m ethods to N euronal nitric oxide synthase, a modular
Motor Fonksiyonunun Korteks ve
Beyin Sapından Kontrolü
Bu bölümde, vücut hareketlerinin beyin korteksi ve Sylvian fisüre yakın ağız ve yüzle başlam ak
beyin sapı tarafından kontrolünü tartışacağız. üzere prim er m otor korteksin orta kısım larında
Hemen hemen bütün "istem li” hareketler, beyin el ve kol alanları, beyin üst u cun a yakın gövde,
korteksinde daha alt beyin alanlarında -omurilik, longitüdinal fisüre inen prim er m otor korteks
beyin, sapı, bazal gangliyonlar ve serebellum- bu kısm ında ayak ve bacakla devam eden vücudun
lunan çeşitli fonksiyon "kalıplan”nın koıtikal akti- farklı kas alanlarının prim er m otor korteksteki
vasyonu ile başlatılır. Bu alt merkezler aktive edici topografik tem sili Şekil 5 5 -1 ’de sıralanm ıştır. Bu
spesifik sinyallerini kaslara gönderirler. topogıafik organizasyon çok daha şem atik olarak
Buna rağmen, özellikle parmak ve ellerin ustalıklı Penfield ve Rasm ussen tarafından haritalandırı-
hareketleri gibi birkaç çeşit hareketin düzenlenmesi larak Şekil 5 5 -2 ’de gösterildiği gibi farklı kas alan
için, korteksten başlayıp yol üzerindeki diğer motor larının tem sil edilm e d erecelerini gösterm ekte
merkezleri atlayarak omuriliğin anteriyör motor nö dir. Bu harita, beyin cerrahisi operasyonlarına
ronlarında sonlanan hemen hemen direkt bir yol da maruz kalan insanlarda m otor korteksin farklı
bulunmaktadır. İstemli motor fonksiyonunun bu alanlarının elektriksel olarak uyarılm asıyla elde
genel sentezini sağlayan omurilik ve beynin farklı edilmiştir. Tüm prim er m otor korteksin yarısın
motor alanları arasındaki karşılıklı etkileşim, bu b ö dan fazlasının el ve konuşm a kaslarının kontrolü
lüm ve 56. Bölüm'de açıklanmaktadır. ile ilgili olduğuna dikkat ediniz. Bu el ve konu ş
ma m otor alanlarına verilen nokta uyaranlar sık
lıkla tek bir kasın kasılm asına sebep olur. Fakat
uyarılma sıklıkla bir kas grubunu kapsar. Bunu
MOTOR KORTEKS VE başka bir şekilde ifade etm ek gerekirse, tek bir
m otor korteks nöronunun uyarılm ası tek bir özel
KORTİKOSPİNAL YOL
kası uyarmak yerine sıklıkla özel bir hareketi
uyarır. Bunu yapm ak için, birçok farklı kasın bir
Şekil 55-1 beyin korteksinin fonksiyonel alanlarını
"kalıbı" uyarılır ve farklı kasların h er biri de k en
göstermektedir. Santral sulkusun önünde, frontal lob
di yönü, kas hareketinin gücü ile olduğu kadar
ların yaklaşık olarak posteriyör üçte birini işgal eden
kasılm a sıralam ası ile harekete katılır.
alan motor kortekstır. Santral sulkusun posteriyörün-
deki alan, motor aküviteleıin kontrolü için birçok sin
yali motor koı tekse ileten ve önceki bölümlerde ayrın
tılı bir şekilde tartışılan som atik duysal koıtekshx. Premotor Alan
Motor korteks, kendi içinde herbiri vücudun spe
sifik m otor fonksiyonları ve kas gruplarının topog- Şekil 55-1’de de görüldüğü gibi prem otor alan pri
ıafik temsilini içeren 3 alt alana ayrılır: (1) Primer mer motor korteksin hem en önünde yer alır. Öne
m otor korteks, (2 ) Prem otor alan ve (3) S üplemeıı- 1-3 cm, aşağıya sylvian fisürün içine ve yukarıya
ter m otor alan. longitüdinal fissııre uzanıp, fonksiyonları prem o
tor alana benzeyen süplem enter m otor alana daya
nır. Premotor korteksin topografik organizasyonu
Primer Motor Korteks kabaca primer motor korteksteki gibidir. En late-
ralde ağız ve yüz alanları, sonra yukarıya doğru el,
Primer motor korteks, Şekil 5 5-1’de görüldüğü gibi, kol, gövde ve bacak alanları bulunur.
santral sulkusun önünde frontal lobun ilk kıvrı Premotor alandan doğan çok sayıdaki sinir sin
m ında uzanmaktadır. Lateral olarak sylvian fisüı- yali, spesifik görevleri yapacak olan kas gruplarının
den başlar, süpeıiyör olarak beynin en üst kısımla hareketine sebep olur. Örneğin yapılacak iş, omuz
rına yayılır ve sonra longitüdinal fisür içindeki de ve kollara şekil verdirerek ellerin spesifik bir görevi
rinliğe dalar. Bu alan, Şekil 47-5’de gösterildiği gibi yapacak şekilde yöneltilmesi olabilir. Premotor ala
beyin korteksi alanlarının Brodmann sınıflandır nın en ön bölümü bu sonuçları elde etm ek üzere
masındaki alan 4 ’ün karşılığıdır. önce yapılacak tüm kas hareketinin "m otor bir şab-
634
BÖLÜM 55 • M otor Fonksiyonun Korteks ve Beyin Sapından Kontrolü 635
:l bocorlloH
kışın dönmesi
Kontralateral SDudaWar /
jöz hareketleri /: : ■ y .-;ı
Çene |
Dil
Yutm a I
ÇlfllKftV*J .—
»İlme oluşumu
(Broca alanı) [
Ş E K İL 55 - 2
Ş E K İL 55 ■ 3
Vücuttaki farklı kasların motor kortekste temsil dereceleri
(Penficld ve Rasmussen’den: The Cerebral Cortex of Man: A Vücuttaki farklı kasların motor kortekste temsili ve spesifik m o
Clinical Study of Localization of Function. New York. Hafner, tor hareketlerden sorumlu olan diğer kortikal alanların bulun
1968.) duğu yerler.
636 ÜNİTE X I • Sinir Sistemi: C .M otor ve Entegratif Nörofizyoloji
riliğin karşı tarafına geçer. Bu lifler olasılıkla bilate- bazal gangliyonlar ile işbirliği yapar. Motor kortekse
ıal postuıel hareketlerin süplementer motor alan gelen lif yollarının daha önemli olanları aşağıda sıra
tarafından kontrolüyle ilgilidir. lanmıştır:
Piramidal yolda en çok göze çarpan lifler çap or
l.Serebral korteksin komşu bölgelerinden, özellikle (1)
talam ası 16 mikrometre olan kalın miyelinli lif gru
pariyetal korteksin somatik duysal alanlarından, (2 ) mo
budur. Bu lifler sadece primer motor kortekste bu tor korteksin önündeki frontal kortekse komşu alanlar
lunan ve Betz hücreleri de denen dev piram idal dan, (3) işitme ve görme kortekslerinden gelen subkorti-
hücrelerden kaynaklanırlar. Bu hücrelerin çapı yak kal lifler.
laşık olarak 60 mikrometredir ve lifleri sinir impuls- 2. Karşı beyin yarımküresinden korpus kallozum yo
larını omuriliğe yaklaşık 70 m/sn’lik bir hızla taşır luyla gelen subkortikal lifler. Bu lifler, beynin iki tarafın
lar ki, bu beyinden omuriliğe herhangi bir sinyalin da birbirinin karşılığı olan korteks alanlarını bağlar.
en hızlı iletisi demektir. Her kortikospinal yolda 3. Doğrudan talamusun ventrobazal kompleksinden
kortekse ulaşan somatik duysal lifler. Bunlar, başlıca de
yaklaşık 34.000 tane kalın Betz hücresi lifi vardır.
rinin dokunma sinyalleriyle, kas ve eklem sinyallerini
Bir kortikospinal yoldaki liflerin toplamı 1 milyon vücudun periferinden taşır.
dan fazla olduğuna göre, Betz hücrelerinin lifleri 4. Serebellum ile bazal gangliyonlardan gelen yoların
bütün liflerin sadece % 3’ünü temsil etmektedir. da ulaştığı, talamusun ventrolateral ve ventroanteriyör
Geriye kalan % 97'si ise (1) omuriliğin motor alan nukleuslarından gelen yollar. Bu yollar motor korteks,
larına arka fonda bulunan tonik sinyalleri ve (2 ) bazal gangliyon ve beyincik fonksiyonları arasındaki
beyne giden çeşitli duyu sinyallerinin şiddetini koordinasyonu sağlamak için gerekli olan sinyalleri ta
kontrol eden ve korteksten gelen feedback sinyalle şırlar.
5. Talamusun intıalaminar nükleuslarından gelen lif
ri ileten, genel olarak çapları 4 mikrometreden az
ler. Bu lifler, beyin korteksinin diğer bölgelerinin çoğun
liflerdir. da da olduğu gibi, motor korteksin genel uyarılabilme
düzeyini kontrol ederler.
M o to r Korteksten Gelen D iğer Liflerin Yolları
tor korteksteki Betz hücrelerine benzeyen büyük fizyolojik açıd an olduğu gibi klinik b ak ım ın d an d a g id e
nöronları içeren m agnoseliller bölümde sinaps rek d a h a az ku llan ılm aya b aşlan acaktır.
yaparlar. Bu büyük nöronlar alt beyin sapında
karşı tarafa geçer ve omuriliğin lateral kolonların
da kortikospinal yola hem en komşu ve anteriyör- Omuriliğin Primer Motor Korteks ve
de bir rota izleyen ru brospin al yolu oluştururlar. Nülkeus Ruber Tarafından Uyarılması
Rubrospinal liflerin çoğunluğu kortikospinal lif
lerle birlikte gri m addenin orta bölgelerindeki
Nöronların M o to r K ortekste Vertikal Kolonlar
aranöronlar üzerinde sonlanırken bir kısmı bazı
Şeklinde Düzenlenmesi. Bölüm 47 ve 51’de so
kortikospinal liflerle birlikte doğrudan anteriyör
matik duyu koı teksi ve görme korteksindeki hücre
m otor nöronlar üzerinde sonlanırlar.
lerin dikey kolonlar şeklinde organize olduğu gös
Nükleus ruber, m otor korteks ve serebellum
terilmiştir. Aynı şekilde, motor korteks hücreleri de
arasındaki bağlantıya benzer şekilde serebellum
milim etrenin kesri çapındaki dikey kolonların her-
ile yakın ilişkidedir.
birinde binlerce nöron olacak şekilde organize ol
muştur.
Kortikorubrospinal Sistemin Fonksiyonu. Nük Bir ünite gibi çalışan her hücre sütunu, bazen tek
leus ruberin m agnoselüler kısmında motor kor- bir kası, genelde ise sinerjistik bir kas grubunu uya
tekste olduğu gibi vücut kaslarının hepsi somatog- rır. Ayrıca, her kolon neredeyse bütün beyin kor-
rafik olarak tem sil edilir. Bu yüzden nükleus rube teksinde olduğu gibi altı ayrı hücre tabakası içerir.
rin bu bölümünde bir noktanın uyarılması ya tek Kortikospinal liflerin çıktığı piramidal hücreler kor-
bir kasın ya da küçük bir kas grubunun kasılması teksin yüzeyinden itibaren beşinci tabakada bulu
na yol açar. Ancak farklı kasların temsilindeki has nurken, hücre sütununa sinyal girişi 2. ile 4. taba
saslık m otor koı tekste olduğundan çok daha az ge kalar boyunca olur. Altıncı tabakadan, daha çok
lişmiştir. Bu durum özellikle nisbeten daha küçük beyin korteksinin diğer bölgeleriyle haberleşen lif
bir nükleus ı ubeıe sahip olan insanlarda geçerlidir. ler başlar.
Kortikorubrospinal yol, nisbeten faiklı sinyalleri
motor korteksten omuriliğe ileten yardımcı bir yol
Her Nöron Kolonunun Fonksiyonu. Her kolonun
olarak görev yapar. Kortikorubrospinal yola hasar
nöronları, kolonun çıkış cevabını tespit etm ek için
vermeden kortikospinal lifler tahrip edildiğinde, el
çeşitli giriş kaynaklarından gelen bilgileri kullanan
ve parmakların hassas kontrolü için gerekli hareket
ler hariç, farklı hareketler hala yapılabilir. Bilek ha bir entegratif işlem sistemi gibi çalışır. Buna ek ola
reketleri hala iyi yapıldığı halde, kortikorubrospinal rak, her kolon aynı kasa veya sinerjistik kaslara gi
yol kesintiye uğradığında yapılamaz. Bu nedenle, den çok sayıda piramidal lifi eşzam anlı olarak uya
nükleus ruberden omuriliğe giden yol, kortikospinal ran bir amplifikatör gibi görev yapabilir. Bu olay
sistemle, diğer başlıca beyin sapı motor yollarıyla önemlidir, çünkü tek bir piramidal hücrenin uyarıl
olduğundan çok daha yakından ilgilidir. Bölüm için ması bir kası nadiren uyarabilir. Kas kasılmasını
de daha sonra tartışılacağı gibi, vücudun başlıca ak- sağlamak için genellikle 50-100 piramidal hücrenin
siyal kasları ve çevresindeki kaslarını kontrol eden eşzamanlı olarak veya hızla ardarda uyarılması ge
vestibüloıetikülospinal sistem ile olduğundan çok rekmektedir.
daha yakındır. Bundan başka, rubrospinal yol korti
kospinal yol boyunca omuriliğin lateral kolonların Piramidal Nöronlarla İletilen Dinamik ve Statik
da uzanarak, ekstremitelerin daha distal kaslarını Sinyaller. Hızlı bir başlangıç kasılm asına sebep o l
kontrol eden motor nöron ve aranöronlarda sonla mak için bir kasa önce güçlü bir sinyal gönderilir
nır. Bu nedenle kortikospinal ve rubrospinal yolun se daha sonra çok zayıf bir sinyal bile kasılmayı
ikisine birlikte omuriliğin lateral m otor sistemi de uzun süre devam ettirebilir. Kas kasılm asına n e
nir. Bunun aksine, omuriliğin esas olarak medyalin- den olacak uyarı genellikle bu şekilde sağlanm ak
de bulunan vestibüloretikiilospinal sistem e ise tadır. Bunu yapmak için, her hücre sütunu iki ayrı
omuriliğin m edyal m otor sistemi denir. piram idal hücre topluluğunu uyarır; bunlardan
birine d in a m ik nöronlar diğerine statik n öron lar
denir. Dinam ik nöronların, kasılm anın başlangı
“E k stra p ira m id al” Sistem
cında kısa bir süre için aşırı şekilde uyarılm ası
E kstrapiram idal m otor sistem terim i, m otor kontrole başlangıçtaki hızlı giıç gelişim ine neden olur. So n
katk ıda b u lu n an ve direkt olarak ko rtik ospin al-piıam i- ra statik nöronlar çok daha yavaş deşarj yapar, fa
dal y olun bir elem an ı olm ayan , beyin ve beyin sap ın ın kat kasılma devam ettikçe kasılm a gücünün k o
b ü tü n b ölü m lerin i b elirtm ek için klinikte yaygın olarak runm ası için statik nöronlar sürekli olarak bu ya
ku llan ılan bir terim dir. I3u siste m b azal gangliyonlar, b e
vaş deşarj hızını sürdürürler.
yin sap ın ın retiküler form asyo nu , vestib üler n ü k leuslar
ve sıklıkla n ü k leu s ru b erd en geçen yolları içerir. Bu g ru
Nükleus ruberdeki nöronlar da benzer dinamik ve
b a dahil e d ilm iş tüm m o to r kontrol alanların ın farklılık statik özellikler gösterirler; fakat nükleus rubeıde
ları göz ö n ü n d e tu tulursa, bir b ütü n olarak e k strap iram i dinamik nöronlar, primer motor kortekste ise statik
dal siste m in sp e sifik n örofizyolojik fon ksiyonlarından nöronlar daha çoktur. Bu dağılım belki de nükleus
sö z etm ek güçtür. Bu se b e p le , "ek strap iram id al” terim i ruberin serebellumla sıkı işbirliği içinde bulunması
BÖLÜM 55 • M otor Fonksiyonun Korteks ve Beyin Sapından Kontrolü 639
ve Bölüm 56'da açıklandığı gibi, seıebellumun kas lateral kolonların dorsal kısmında bulunur. Bu yol
kasılmasının hızlı bir şekilde başlatılmasında önem lardaki lifler omuriliğin pek çok seviyesinde başlıca
li bir rol oynamasıyla yakından ilgilidir gri maddenin orta bölgesindeki aranöronlar üze
rinde sonlanır. Bununla birlikte, ellerin ve parm ak
Motor Kortekse Gelen Somatik Duysal ların temsil edildiği omuriliğin seıvikal genişliğinde
hem kortikospinal hem de ıobıosp inal liflerin çoğu
Geribildirim Kas Kasılmasının Hassas doğrudan anteriyör motor nöronlarda sonlanır,
lığını Kontrol Etmeye Yardım Eder böylece kas kasılmasını başlatmak için beyinden
direkt bir yolu oluştururlar. Bu durum el, parmak ve
M otor korteksten gelen sinir sinyalleri bir kasta
başparmak hareketlerinin hassas bir şekilde kontrol
kasılm aya sebep olduğunda, vücudun uyarılan
edilmesi için pıim er motor koı tekste çok ileri dere
bölgesinden dönen som atik duysal sinyaller h a
cede temsil edildiği gerçeğiyle uyum içindedir.
rekete sebep olan m otor korteks nöronlarına ge
ri gelir. Bu som atik duysal sinyallerin çoğu (1)
Omurilik M erkezlerinin M eydana G etirdiği Ha
kas iğcikleıinden, (2 ) kas tendonlarının tendon
reket Kalıpları. Bölüm 54’ten hatırlanacağı gibi,
organlarından veya (3) kasları örten derideki d o
omurilik duysal sinir uyarılmasına yanıt olarak öz
kunm a reseptörlerind en kaynaklanır. Som atik
gül refleks hareket kalıplarına neden olabilir. Bu
sinyaller sıklıkla kas kasılm asının bir pozitif geri
kalıpların çoğu, omuriliğin anteriyör m otor nöron
bildirim le şu şekillerde şiddetlenm esine yol açar:
ları beyinden gelen sinyallerle uyarıldığı zam an da
Kas iğciklerinde, eğer iğciğin fuzim otor kas lifleri
önemlidir. Örneğin, gerim refleksi her zam an fonk
kalın iskelet kası liflerinden daha fazla kasılırsa,
siyoneldir ve beyinden başlatılan m otor hareketle
iğciklerin merkezi bölüm leri gerilir ve böylece
rin sönm esine yardımcı olur ve belki de en azından
uyarılır. Bu iğcikleıden kalkan sinyaller m otor
iğciklerin intrafuzal liflerinin büyük iskelet kası lif
korteksteki piram idal hücrelere kalın kas lifleri
lerinden daha fazla kasıldığı durumlarda o kas ka
nin y eterin ce kasılm adığını bildirir. Piramidal
hücreler de kası daha fazla uyararak kasın iğcik sılması için gerekli olan gücün hiç değilse bir kıs
lerin kasılm asına yetişm esi için yardım ederler. mını sağlamaya yarar. Böylece kortikospinal lifler
D okunm a reseptörlerinde ise, elle tutulan bir tarafından yapılan direkt uyarılmaya ilave olarak
cism in parm aklara baskı yapm ası gibi, eğer kas kasın refleks yoldan “servo-destek” mekanizm asını
kasılm ası bir cism in deriye baskı yapm asına se sağlar.
bep oluyorsa, dokunm a reseptörlerinden kalkan Ayrıca, beyin sinyali bir agonist kası uyardığında
sinyaller kasın daha fazla uyarılm asına ve b u n eşzamanlı olarak antagonist kasa da gevşemesi iç
dan dolayı, kas kasılm asını artırarak elin daha sı in zıt bir sinyalin iletilmesi gerekmez; bu ileti anta-
kı kavram asına sebep olur. gonistik kas çiftlerinin fonksiyonlarını kordine et
mek için omurilikte her zaman bulunan ıesiprokal
Spinal Motor Nöronların Uyarılması inervasyonla başarılır.
Son olarak, geriçekme, adımlama ve yürüme, ka
Şekil 55-6 bir omurilik segmentinin enine kesitinde, şınma ve duruş mekanizm aları gibi diğer omurilik
refleks mekanizmaları beyinden gelen “em ir” sin
( 1 ) beyinden omuriliğe gelen çok sayıdaki motor
yalleriyle aktive edilebilirler. Böylece, beyinden ge
yolları ve (2 ) temsili bir anteriyör motor nöronu
len basit sinyaller normal m otor aktivitelerimizin
göstermektedir. Kortikospinal ve rubrospinal yollar
birçoğunu özellikle yürüme ve vücudun farklı pos-
tiirel durumları oluşturabilmesi gibi fonksiyonları
başlatabilir.
Duyu nöronları
Korteksin piramidal hücrelerinden M otor kontrol sistem i “in m e” d en en y aygın bir an om ali
gelen kortikospinal yol n edeniyle h a sa ra uğrayabilir. B u n a y a kan d a m an n ın
Rubrospinal yol yırtılarak beyin içine k a n am a sı ya d a beyn i b esley en b ü
yük arterlerden birinin trom b ozu n e d e n olur. H er iki d u
Retikülospinal yol ru m d a da korteks veya k ortik ospin al yolu b esley en kan
Anteriyör motor nöron desteği n uk leus k au d atu s ile p u ta m e n arasın d ak i inter-
nal k ap sü ld en geçtiği yerde kesilir. H ay v an lard a m otor
Motor sinir
koı teksin çeşitli kısım larının ayrı ayrı çık arılm ası ile ilgi
li deneyler de yapılm ıştır.
Tektospinal ve
retikülospinal yollar
Primer Motor Korteksin (Piramidal Alan) Çıkarılması.
Vestibulospinal ve M aym unda dev Betz piram idal hücrelerini içeren prim er
retikülospinal yollar motor korteksin bir bölüm ünün çıkarılm ası o bölgede tem
sil edilen kasların çeşitli derecelerde paralizisine yol açar.
Ş E K İL 55 - 6 D aha altta bulunan nükleus kaudatus ile kom şu prom etor
Ön motor nöronlarda bütün farklı motor yolların konverjansı. ve süplem enter m otor alanlar zedelen m em işse, kaba duruş
640 ÜNİTE X I • Sinir Sistemi: C.M otor ve Entegratif Nörofizyoloji
MEMBRANSI LABİRENT
Kupulanın Statokonya
jelatinsi kütlesi
Jelatinsi
Tüycükler / tabaka
Tüy
hücreleri
Sinir lifleri
Ş E K İL 55 • 9
Membranöz labirent ve krista ampuUaris ile makulanın organi
zasyonu (Goss’tan değiştirilerek: Gray’s Anatomy of Üıe Human
Body. Philadelplıia, I.ea & Febiger, 1948.)
gıladığından vücut öne doğıu daha fazla eğil cin endolenfı yarımdaire kanalının kendisi kadar
mez. Böylece m akulalar doğrusal ivm elenm e e s hızlı döndürmeye başlamasıdır. Bunu izleyen 5-20
nasında dengeyi, tam am en statik dengedeki gibi saniye içinde kupula esnekliği nedeniyle yavaşça
korur. ampullanın ortasındaki istirahat pozisyonuna ge
Makulalar doğrusal hızın tespitinde görev y a p ri döner.
mazlar. Koşucular koşmaya başladığında ivme n e Dönme aniden durduğunda, tam amen zıt etkiler
deniyle arkaya düşmemek için öne doğru çok fazla meydana gelir; yarımdaire kanalları durduğu halde
eğilmelidirler, fakat bir vakum içinde koşuyor olsa endolenf dönmeye devam eder. Bu esnada kupula
lardı bir kere koşma hızına erişilince eğilmeye ge aksi yönde eğilerek tüy hücresi deşarjını tam am en
rek kalmayacaktı. Havanın varlığında koşulduğun- durdurur. Birkaç saniye daha sonra da endolenfin
da, sadece havanın vücuda olan direnci nedeniyle hareketi durur ve kupula giderek istirahat durumu
dengeyi korumak için öne eğilmek gerekir; bu du na geldiğinden, tüy hücresi deşarjı, Şekil 55-12'nin
rumda eğilmeye sebep olan makulalar değil, uygun sağında görüldüğü gibi normal tonik seviyesine ge
denge düzenlemelerini başlatarak düşmeyi önle ri döner.
yen derideki basınç reseptörlerine havanın yaptığı Böylece yarımdaire kanalı, baş dönmeye b aşla
basınçtır. dığında bir polarite sinyali, dönm e durduğu z a
man da zıt bir polarite sinyali iletir.
REFERANSLAR
A bem ethy B : T h e Biophysical Foundations o f area interferes with the organization o f fu Pinker S : How the M ind W orks. New Y ork:
Human M ovem ents. C ham paign, IL: Hu ture elem ents in com plex m otor sequences. Norton, 1997.
man K in etics, 1997. Brain 1 2 0 :1 5 8 7 , 1997. Pitman V , M acK en zie K : R eflexolog y. C hel
A she J : Fo rce and the m otor cortex. Behav H arris-W arrick R , Hoy R : M otor Control. tenham, U K : S. T h o m cs Publishers, 1997.
Brain R es 8 6 :1 , 1997. W est W arw ick, RT: G rass Instrument D ivi- R eilly T , Atkinson G, W aterhouse J : B io lo g i
B erth oz A : Nlultisensory Control o f M ove son o f A stro-M ed Inc, 1998. cal Rhythm s and E x e rc ise. N ew Y ork: O x
ment. N ew Y o rk : O xford U niversity Press, H ood L J : C lin ical A pplications o f the Auditory ford U niversity Press, 1996.
1993. Brainstem Response. San D iego: Singular Rothw ell JC : Techniques an d'm ech anism s o f
B le ssin g W W : Inadequate fram ew orks for un Publisher Group, 1998. action o f transcranial stim ulation o f the hu
derstanding bodily hom eostasis. Trends Howard IP : Interactions within and between man m otor cortex. J N eu rosci M ethods 7 4 :
N eurosci 2 0 :2 3 5 , 1997. the spatial senses. J V estib R e s 7 :3 1 1 , 113, 1997.
B le ssin g W W : T h e Low er Brainstem and Ho 1997. Row ell L B , Shepherd JT : H andbook o f Phy si
m eostasis. New Y o rk: O xford University Houk JC : On the role o f the cerebellum and ology, S e e . 12: E x e rc ise: Regu lation and
Press, 1997. basal ganglia in cognitive signal processing. ' Integration o f M ultiple System s. New Y ork:
B o w e r B : C reatures in the brain. S c i News Prog Brain R e s 1 1 4 :5 4 3 , 1997. O xford U niversity P ress, 1 9 96.
1 4 9 :2 3 4 , 1996. Inglis WL, W inn P: T h e pedunculopontine teg Rowland L P : M erritt’s T e x tb o o k o f Neurology.
Brod al P: T h e Central Nervous System . New mental nucleus: where the striatum meets Baltim ore: W illiam s & W ilkin s, 1995.
Y o rk : O xford U niversity Press, 1998. the reticular formation. Prog Neurobiol 4 7 : Sanes JN , Donoghue JP : S ta tic and dynam ic
Cannito M P, Y orkslon K M , Bcukelm an D R : 1, 1995. organization o f m otor co rtex . A dv Neurol
N eurom otor Speech D isorders. Baltim ore: Ito M : Brain and M ind. Amsterdam: Elsevier, 7 3 :2 7 7 , 1997.
Paul H. B ro o k e s Publishing C o, 1998. 1997. S a ta lo ff R T : V o ice P erspectives. San D iego;
Capaday C : N europhysiological methods for Jam i L : G olgi tendon organs in mammalian Singular Publishing Group, 1998.
studies o f the motor system in freely mov skeletal m uscle: functional properties and Schw artz JC , A rrang JM , G arbarg M , et al:
ing human subjects. J Neurosci M ethods central actions. Physiol R ev 7 2 :6 2 3 , 1992.
H istam inergic transm ission in the m am m a
7 4 :2 0 1 , 1997. Jo el D, W einer I: T h e connections o f the pri
lian brain. Physiol R ev 7 1 :1 , 19 9 1.
Cesarani A , A lpini D , C laussen C F : Vertigo mate subthalam ic nucleus: indirect path
Seitz R J, Freund H J: P lasticity o f the human
and D izziness R ehabilitation. B erlin : ways and the open-interconnected schcm c
m otor cortex. Adv Neurol 7 3 :3 2 1 , 1997.
Springer, 1999. o f basal ganglia-thalam ocortical circuitry.
Sherrington C S : D ecerebrate rigidity and reflex
Brain Res Brain Res R ev 2 3 :6 2 , 1997.
C ohen H S: N euroscience for RehabilitaU'on. coordination o f m ovem ents. J Physiol
K eifer J , Houk JC : M otor function o f the cere-
Philadelphia: Lippincott-R aven, 1998. (Lond) 2 2 :3 1 9 , 1898. -
bellorubrospinal system . Physiol Rev 7 4 :
Connolly K J, Forssberg H: Neurophysiology S tein P S G : N eurons, N etw orks, and M otor B e
5 0 9 , 1994.
and N europsychology o f M otor D evelop havior. Cam bridge, M A : M IT Press, 1997.
Kurlan R : Treatm ent o f M ovem ent Disorders.
ment. London: M acK eith Press, 1997. Steriade M : A rousal: revisiting the reticular ac-
Philadelphia: J B Lippincott, 1994.
Cordo P, B e ll C C , Hemad S R : M otor Learning . tivating system . S c ie n c c 2 7 2 :2 2 5 , 1996.
Lovick T A : T h e medullary raphe nuclei: a sys
and Synaptic Plasticity in the C erebellum . Steriade M , Jon es E G , M cC o rm ick D: T h ala
tem for integration and gain control in auto
Cam bridge, U K : Cam bridge U niversity mus. A m sterdam : E lsevier, 1997.
nom ic and som atom otor responsiveness?
Press, 1997. T h ier P, Kam ath H O: Parietal L o b e Contribu
Exp Physiol 8 2 :3 1 , 1997.
du L a c S , Raym ond JL , S ejn ow ski T J , Lisber- tions to Orientation in 3 D S p a ce. B erlin :
Masterman D L , Cum m ings J L : Frontal-subcor-
ger S G : L earning and m em ory in the vesti- Springer, 1997.
lical circuits: the anatom ic basis o f execu
bulo-ocular reflex. Annu Rev N eurosci 18: Thom as P: Parkinson’s d isea se— pallidotom y
tive, social and m otivated behaviors. J Psy
4 0 9 . 1995. chopharm acology 1 1 :1 0 7 , 1997. the second tim e around. Harvard Health
Fetter M : T hree-D im ensional K in em atics o f M iddleton F A , S trick P L : C erebellar output Lett Sept: 4 , 1996.
E y e, H ead, and L im b M ovem ents. A mster channels. Int R e v Neurobiol 4 1 :6 1 , 1997. W ise S P , Boussaoud D, Joh n so n P B , Cam initi
dam: Harwood A cad em ic Publishers, 1997. Moran M J, Z u lla-Jon cs E : Learning about R : Prem otor and parietal cortex: corticocor-
G arw icz M , E kero t C F , Jo m tell H: O rganiza V o ice. San D iego: Singular Publishing tical connectivity and com bin atorial com pu
tional principles o f cereb ellar neuronal cir Group, 1998. tations. Annu R e v N cu rosc 2 0 :2 5 , 1997.
cuitry. News Physiol S c i 1 3 :26, 1998. O beso JA : T h e B a sa l G anglia and New Surgi Y eom ans J S , Frankland P W : T h e acoustic star
G e rlo ff C , C ornw ell B , Chen R , et al: Stim ula cal Approaches for Parkinson’s Disease. tle reflex: neurons and con n ections. B rain
tion over the human supplementary motor Philadelphia: Lippincott-Raven, 1997. R es Brain Res R ev 2 1 :3 0 1 ,1 9 9 5 .
Serebellum, Bazal Gangliyonlar ve
Genel M o to r Kontrol
Kas aktivitesinin kontrolünde seıe b ıa l koıteks sinyallere uyum sağlam aları için m otor aktiviteler-
alanlarının yanı sıra, beynin diğer iki yapısı da nor de düzenleyici ayarlam alar yapm ası ve onları izle
mal motor fonksiyon için gereklidir. Bu yapılar se mesidir
rebellum ve bazal gaııgliyonlardır. Bu yapılar tek Serebellum beyindeki m otor kontrol alanların
başlarına kas aktivitesini sağlayamazlar. Ancak, dan sürekli olarak, kas kontraksiyonlarının uym a
m otor kontrolle ilgili diğer sistemlerle ilişki kurarak sı istenen programları hakkında en son bilgileri
bu görevi yerine getirirler. alır. Ayrıca, sürekli olarak vücudun perifeıik kı
Temel olarak, serebellum bir hareketten diğerine sımlarından vücudun her parçasının durumunu,
hızlı ve düzgün geçişte ve motor aktivitelerin za hareket hızını, etkileneceği kuvvetleri v.s. bildiren
manlam asında önemli ve yumuşak rol oynar. Ayrı duysal bilgiler de alır. Serebellum , perifeıik duy
ca, agonist ve antagonist kas grupları arasında ge sal feedback bilgilerin saptadığı m evcut hareket
rekli etkileşimin düzenlenmesi ve kas yükü değişti ler ile m otor sistem lerde am açlanan hareketleri
ğinde kas kasılma şiddetinin kontrolüne yardımcı karşılaştırır. Eğer her ikisi (yapılan ile yapılm ak
olur. istenen hareket) birbirine uymazsa, belirli kasla
Diğer taraftan, bazal gangliyonlar, özel karmaşık rın aktivasyoıı düzeylerini azaltıcı ya da artırıcı
motor amaçlara ulaşmak için, paralel ve çoklu ardı uygun düzeltme sinyalleri geriye, m otor sistem e
şık hareketlerin ardaıda gelmesinde, hareketlerin gönderilir.
doğrultusunun, ardışık hareketlerin nisbi şiddeti Buna ek olarak, serebellum m evcut hareket h e
nin düzenlenmesine ve karmaşık kas hareketleri nüz devam ederken sonraki ardışık hareketin, sa
nin planlanması ve kontrolüne yardım eder. niyenin kesri kadar kısa bir sürede önceden plan
Bu bölüm, motor aktivitenin karmaşık koordi lanm asında beyin korteksine yardım eder. Böyle-
nasyonunu sağlayan tüm beyin mekanizmaları ce bir hareketten diğerine geçişin sarsıntısız ol
hakkında ne bildiğimizi tartışmakta ve serebellum m asına katkıda bulunur. Serebellum kendi yaptığı
ile bazal gangliyonlara ait görevlerin temel m eka hatalardan da öğrenmektedir. Eğer bir hareket
nizmalarını açıklamaktadır. tam istendiği gibi gerçekleşm ezse serebellar dev
reler bir sonrakinde daha güçlü veya daha zayıf
hareket yapmayı öğrenirler. Bunu yapabilm ek için
ilgili serebellar nöronların uyarılabilirliğinde de
ğişiklik meydana gelir. Böylece, sonraki kasılm ala
SEREBELLUM VE MOTOR rın am açlanan hareketlere daha uygun olm aları
FONKSİYONLARI sağlanır.
647
640 UNITE X I • Sinir Sistemi: C. M otor ve Entegratif Nörofizyoloii
Anterlyor lob
Ş E K İL 56 - 3
bir şeridin, geri kalan bölümlerden derin olmayan oluk Serebelluın korteksinde somatik duyu projeksiyon alanları.
larla ayrıldığına dikkat ediniz. Bu bölüme vermis adı veri
lir. Bu alanda boyun, omuz, kalça ve aksial kas hareketle
rinin serebellar kontrolünün büyük bir bölümü yer alır.
kısmında, ekstremiteler ile yüz kısmının ise ara bölge
Vermişin her iki yanında serebellar hemisferler çıkıntı
lerde temsil edildiğine dikkat ediniz. Bu topografik tem
yapmaktadır. Bu hemisferleriıı her biri de ara (interme
sil alanlarının her biri kendileriyle ilgili vücut kısımla
diate) ve yan (lateral) bölgelere ayrılmıştır.
rından ve beyin sapı ile korteksteki uygun topografik
Hemisferlerde ara bölge üst ve alt ekstremitlerin distal
motor alanlarından afferent sinyaller alır. Aynı şekilde
kısmındaki kaslar, özellikle el, ayak ve parmaklar ile ilgi
buralardan da motor korteks, nukleus rııber ve retiküler
li kasların kasılmasıyla ilgilidir.
formasyonunun benzer topografik temsil alanlarına
Hemisferin yan bölgesi, ardışık motor hareketlerin ge
sinyaller gönderilir.
nel planlanmasında beyin korteksine katıldığı için daha
Ancak, serebellumun geniş yan bölümlerinde vücut
dolaylı bir görevi üstlenmiştir. Bu bölge olmaksızın vü
topografik olarak temsil edilmez. Serebellumun bu alan
cudun ince motor aktivitelerinde uygun zamanlama ve
ları tamamen ve yalnızca serebral korteksten özellikle
sıralama yapılamadığından, hareketler daha sonra tartı
de, parietal korteksin somatik duyu ve duyu asosiyasyon
şılacağı gibi normal koordinasyonunu kaybeder.
alanları ile flrontal korteksin motor ve pıemotor alanla
rından giriş sinyallerini alırlar. Asosiyasyon alanları ile
Vermis ve Arka Bölgelerde Vücudun Topografik
olan bu bağlantı sayesinde serebellar hemisferlerin late-
Temsili. Duyu korteksi, motor korteks, bazal gangliyon-
ral kısımları, saniyenin kesri içinde gerçekleşen ardışık
lar, nukleus rııber ve retiküler formasyonda vücudun
hızlı kas aktivitesinin planlama ve koordine edilmesinde
farklı kısımları topografik olarak temsil edilmiştir. Aynı
önemli rol oynar.
durum serebellumun vermis ve ara bölgeleri için de
doğrudur. Şekil 56-3 böyle iki temsili göstermektedir.
Vücudun eksenindeki bölgeler serebellumun vermis S e re b e llu m u n N ö ro n al D evresi
yaller ile entegre edilir. Benzer karşılaştıııcı sin lum devresini tekrar düşünecek olursak, önceden
yallerin in feıio r olivar kom plekse de gittiğini d a planlanan hareketler için gerekli olan bu bifazik,
ha ön ce öğrenm iştik. Eğer sinyaller iyi uyum gös önce eksitatör ve sonra da geç inhibitör görevin ya
term ezlerse, olivaıis-Purkinje hücre sistem i olası pılması için çok iyi organize olduğunu anlarız. Ay
diğer serebellar öğrenm e m ekanizm alarıyla b ir rıca, serebellar korteksin zaman gecikmeli devrele
likte, istenilen görev yapılıncaya kadar hareketi rinin, onun bu özel yeteneğinin tem eli olduğu da
düzeltir. anlaşılır.
nin küsuratı içinde oluşan hızlı hareketlerdeki bu D isırıe tri ve A ta k si. Sereb ellar h astalık ların en ön em li
yetenek ciddi şekilde bozulur. iki se m p to m u , dismetri ve ataksidir. D ah a ön ce belirtil
diği gibi, sereb ellu m u n y okluğun da, b ilin ç dışı m otor
kontrol sistem i h areketlerin nereye k ad ar gid eceğin i ö n
Zam anlam a Fonksiyonu. Lateıal serebellar he-
ceden kestirem ez. Bu neden le, h areketler çoğu kez iste
ıııisferlerin diğer önem li bir görevi de her ardışık nen noktayı a şa r ve beynin bilin çle ilgili b ö lgesi son raki
hareket için uygun zam anlam ayı yapmaktır. Bu hareketleri karşıt y ön de k o m p a n se eder. Dismetri ad ı v e
yan alanların kaybında kişi, vücudun çeşitli par rilen bu etki, ataksi olarak bilinen k o o rd in a sy o n su z h a
çalarının, belirli bir zam an içinde nereye kadar reketlere se b e p olur.
hareket edeceğini bilinç dışı olarak kestirm e y ete D ism etri ve atak si, spinoseıebellar yolların harabiyeti
neğini kaybeder. Bu zam anlam a yeteneği bulun so n u cu d a gelişir. Ç ün kü h areketlerin h a s s a s bir şekilde
m azsa, kişi gelecek hareketin ne zam an başlam a yön etilm esi için, v ü cu d u n hareket eden k ısım ların d an
feed b ack bilgilerin gelm esi şarttır.
sı gerektiğine karar veremez. Sonuç olarak, ardı
şık hareket ya çok erken veya daha çok geç başlar.
A şm a. A şm a, sereb ellu m u n y o k lu ğ u n d a bir şah sın elini
Bu nedenle, lateral serebellum lezyonları, karm a
veya vü cu d u n u n b aşk a hareketli bir b ö lgesin i, a m a ç la d ı
şık hareketlerde (yazı yazma, koşma hatta konuş ğı n o k tad an old u k ça öteye u zatm asıd ır. B u n u n n eden i
m a gibi) koordinasyonu bozar ve bir hareketten olasılıkla şöyledir: N orm ald e sereb ellu m , bir h areketi
diğerine düzgün geçiş yeteneğini ortadan kaldı b aşlad ık tan so n ra du rd u rm ak için m o to r sinyaller g ö n
rır. Bu tip serebellar lezyonların, hareketlerin dü z derir. E ğer b u n u y ap a c ak sereb ellu m yoksa, hareket
gün ilerleyişinin bozu lm asın a neden oldu kları am açlan an noktanın ö tesin e aşar. Bu n e d e n le aşm a , a s
söylenir. lın da dism etrin in bir belirtisidir.
BAZAL GANGLİYONLAR-MOTOR
FONKSİYONLARI
Nükleus
Longitudinal fissur Nükleus kaudatus kaudatusun
kuyruk kısmı
POSTERİYOR
ŞEKİL 56 - 9
Bazal gangliyonların
serebral korteks ve
talamus ile anatomik
ilişkilerinin üç bo
ANTERİYOR
yutlu görünümü
(Guyton AC.'den Ba
Putamen Internal kapsülde sic Neuroscience:
Amígdala omurilikten gelen Anatomy and Physi
ve globus
ve omuriliğe ology. Philadelphia:
pallidus
giden lifler WB Saunders Co,
1992.)
BÖLÜM 56 • Serebellum, Bazal Gangliyonlar ve Genel M otor Kontrol 657
arası çok sayıdaki iç bağlantılar ve beynin motor anteriyor ve ventrolateıal aktarıcı nukleuslarına ge
bölgeleri ile bazal gangliyonlar arasındaki yaygın çer. Sonunda primer motor kortekse ve tamamlayıcı
giriş ve çıkış yolları görülmektedir. motor alan ile premotor alanın primer motor kor-
Gelecek birkaç bölümde bazal gangliyonlar ile teksle yakın ilişkide olan kısımlarına geri döner. Böy-
m otor kontrol sistem inin diğer kısımları arasındaki lece, putamen devresi inputunıın çoğunu prim er m o
tem el yolları ele alacak ve bunların fonksiyonel tor korteksin kendisinden değil ona kom şu olan beyin
özelliklerini tanımlamaya çalışacağız. Özellikle, iki kısımlarından alır. Outputu ise, başlıca prim er m o
ana devre, putam en ve kaııd at devreleri üzerinde tor kortekse veya onunla bağlantısı olan tam am layı
duracağız. cı korteks ve premotor kortekse geri gider.
Bu temel putamen devresi ile yakın ilişkili fonksi
yonel üç yardımcı devre vardır: Bunlar, putam en-
M otor Aktivite Modellerinin Yerine den eksternal globus pallidusa, subtalam usa ve
Getirilm esinde Bazal Gangliyonların substantia nigraya giden ve oradan da talamus yo
Fonksiyonu-Putamen Devresi luyla tekrar motor kortekse dönen yollardır.
Motor kontrolde bazal gangliyonların temel rolle Putamen Devresinde Fonksiyon Bozuklukları:
rinden biri, kortikospinal sistem ile birlikte m otor Atetozis, Hemiballismus ve Korea. Hareket m o
aktivitenin kom pleks modellerini kontrol etmektir. delinin yerine getirilmesinde putam en devresi n a
Alfabenin harflerini yazmak buna bir örnektir. B a sıl görev yapmaktadır? Cevap çok az bilinmektedir.
zal gangliyonlarda ciddi tahribat olduğunda, m o Devrenin herhangi bir yeri haraplandığında veya
tor kontrolün kortikal sistemi bu hareketleri oluş engellendiğinde bazı belirli hareket m odelleri
turamaz. Kişinin yazısı, yeni yazmayı öğreniyor- anormal hale gelir. Örneğin, globus pallidus lez-
muş gibi bozuk hale gelir. yonları sıklıkla elde, kolda, boyunda veya yüzde
Makasla kağıt kesme, çivi çakma, basket topunu atetozis adı verilen spontan ve sürekli yazm a h are
potadan geçirme, futbolda pas verme, beyzbol to ketlerinin oluşmasına sebep olur.
punu fırlatma, kirleri temizleme hareketleri, vokali- S u btalam u staki bir lezyon sıklıkla, ekstremitenin
zasyonun bazı yönleri, gözlerin kontrollü hareketle bütününde ani sallanm a hareketlerine yol açar. Bu
ri ve ustalık gerektiren diğer tüm hareketlerin yapıl duruma hem iballism us adı verilir.
ması için bazal gangliyonlaıa gereksinim vardır. Putam ende çok sayıda küçük lezyonlar ellerde,
yüzde ve vücudun diğer bölümlerinde korea denen
Ptamen Devresinin Nörol Yolları. Şekil 56-11 ba ani seyirme hareketlerine yol açar.
zal gangliyonlarda öğrenilmiş hareket modellerinin Substantia tıigra lezyonları, ileride detaylı olarak
yerine getirilmesi için gerekli temel yolları göster tartışılacak olan tremor, akinezi ve rijidite ile karak-
mektedir. Bunlar, temelde duyu korteksin primer so terize oldukça yaygın ve ciddi bir hastalık olan Par-
matik duyu alanından ve motor korteksin tamamla kinson hastalığına yol açar.
yıcı motor ve premotor alanlarından başlar. Şekilde
kırmızıyla gösterildiği gibi, daha sonra putamene
(nukleus kaudatusa uğramadan), oradan da globus Ardışık M otor Hareketlerinin Kognitif
pallidusun iç kısmına, sonra da talamusun ventro- Kontrolünde Bazal Gangliyonların
Rolü-Nukleus Kaudatus Devresi
Premotor ve
Kognisyoıı terimi, hem hafızada depolanan bilgiyi
hem de beyne gelen duysal bilgiyi kullanarak bey
nin düşünme işlemi anlamına gelir. Motor hareket
lerimizin çoğu, aklımızda oluşturduğumuz düşün
celerin bir sonucu olarak meydana gelir ve bu işle
me m otor aktivitelerin kogn itif kontrolü adı verilir.
Motor aktivitenin kognitif kontrolünde ana rolü
nukleus kaudatus oynar.
Şekil 56 -1 2 ’de gösterilen kortikospinal m otor
kontrol sistemi ile nukleus kaudatus arasındaki nö-
ral bağlantılar, putamen devresindekileıden biraz
farklıdır. Bunun nedenlerinden biri, nukleus kauda-
tusun, fıontal, lobda anteriyorden başlayarak seıeb-
rumun bütün loblarına uzanması, sonra parietal ve
oksipital loblarda, posteriora doğru geçm esi ve so
nunda Şekil 56-9’da görüldüğü gibi temporal lobla
rın içine “C” harfi şeklinde tekrar öne doğru eğilme
sidir. Ayrıca, nukleus kaudatus imputunun büyük
ŞEKİL 56 - 11 bir çoğunluğunu, farklı tipte duysal ve motor bilgile
Öğrenilen hareketlerin bilinç dışı yapılmasında bazal garıgli- ri düşünce modelleri şeklinde integre eden beyin
yonlardan geçen putamen devresi. korteksindeki asosiyasyoıı alanlarından alır.
658 ÜNİTE X I • Sinir Sistemi: C. M otor ve Entegratif Nörofizyoloji
dar d ep o lan d ığ ın ı kesin olarak b ileb ilm e m iz rinde inhibitor nörotıansm itter olarak görev yapar
m üm kün değildir. ve kararlılıkta önem taşır.
tığında, uzun bir gerim refleks sinyali serebelluma Alfabenin farklı harflerini yazma, topu elle fırlat
kadar iletilir ve omuriliğe tekrar geri dönerek gerim ma, daktilo ile yazma v.b. motor model çeşitlerinin
refleksinin yüke karşı direnme etkisini kolaylaştırır. yapılması için bazal gangliyonlara gerek vardır. Ay
Serebellum, beyin sapı düzeyinde vücudun pos- rıca, bu modellerin yavaş veya hızlı yapılması, kü
tural hareketlerinin, özellikle dengenin gerektirdiği çük veya büyük yazılması gibi değişimlerin yapıl
hareketlerin, sürekli, düzgün ve anormal osilas- ması için de bazal gangliyonlara gerek vardır. Böy-
yonlara meydan vermeden yapılmasını sağlar. lece, modellerin boyutları ve zam anlam ası kontrol
Beyin koıteksi düzeyinde ise, özellikle hareketin edilir.
başlangıcında, güçlü ve hızlı kas kontıaksiyonun Beynin düşünme sürecinde başlayan ve kişinin
başlaması için ekstra motor güç sağlayan birçok yüzüne vuran bir saldırgana verdiği ani m otor ce
yardımcı motor emirleri sağlar. Serebellum, hare vabın veya beklenm edik bir kucaklamaya karşı
keti istenilen noktada durdurmak için antagonist gösterilen ardışık cevabın planlanm ası gibi aktivi-
kasları tam zamanında ve uygun bir güçle uyarır. telerin genel sırasını hazırlayan serebral korteks-
Ayrıca, serebellumun bu açma/kapama modelinin bazal gangliyonlar devresi diğer bir üst kontrol dü
deneyimle öğıenilebildiğine dair yeterli fizyolojik zeyidir.
delil de bulunmaktadır. Somatik duysal korteks, özellikle paıietal lobun
Buna ek olarak, serebellum motor planlamanın orta ve posteıior kısımları, vücudun anlık spasyal
diğer bir seviyesinde daha serebıal korteks ile bir koordinatlarının ve vücut kısımlarının fiziki çevre
likte görev yapar. Bir yöndeki hızlı bir hareketin, ile ilişkilerinin uzaysal koordinatlarının sürekli ola
onu takip eden başka yöndeki hızlı bir harekete rak hesaplandığı alandır. Eğer iki parietal korteks
düzgün geçişi için gerekli olan kas kontıaksiyonla- ten birisi ciddi şekilde hasar görürse, kişi vücudu
ıının önceden programlanmasına yardım eder. Bu nun karşı tarafını ihmal eder, hatta karşı taraftaki
görevi yapan nöral devre beyin koıteksinden sere objeleri de ihmal eder ve hareketler sadece vücu
bellumun geniş yan hem isferleıine geçer ve sonra dun bilinçli olarak bilinen tarafının kullanılması
koı tekse geri döner. şeklinde planlanır.
Serebellum esas olarak hızlı hareketlerde görev
yapar. Serebellum olmadan, yavaş ve hesaplanmış
hareketler oluşabilir ancak amaca yönelik iyi kont Bizi Hareket Geçiren Nedir?
rol edilen hızlı ve istemli hareketleri ve özellikle
hızlı bir hareketten diğerine düzgün geçişi sağla Bizi, hareketsizlikten bir dizi hareketleri yapar du
mak kortikospinal sistem için zordur. ruma getiren nedir? Biz beynin motivasyon sistem
lerini öğrenmenin başlangıcındayız. Beyin, anteıi-
Bazal Gangliyonlarm Asosiyasyon ile İlgili G ö yor ve lateıal talamusun altında yer alan daha eski
revleri. Bazal gangliyonlarm motor kontrolde öne bir öze sahiptir. Bu öz hipotalamus, amigdaller, hi-
mi, serebellıımunkinden tam am en farklıdır. Bunla pokampus, talamus ve hipotalam usun anterioriin-
rın en önemli görevleri: (1) Hareketin bilinçaltı fakat de yer alan septal bölge ve hatta serebral korteks ve
öğrenilmiş m odelini yerine getirmede kortekse yar talamusun eski bölgelerini içerir. Bunlar beynin
dım etmek ve (2 ) çok sayıda paralel ve ar dışık hare birçok motor ve diğer fonksiyonel aktiviteleıini
ket modellerinin planlanmasına yardım etmektir. motive etmek için birlikte görev yaparlar. Bu alan
Amaçlı bir işin başarıyla yapılması için, zillin bunla ların hepsine birden beynin lim bik sistemi denir.
rın hepsini birlikte değerlendirmek zorundadır. Bu sistem Bölüm 58’de ayrıntılı olarak tartışılmıştır.
REFERANSLAR
A bem eth y B : T h e B iophy sical Foundations o f B roo ks V B , Th ach W T : C erebellar control o f C am bridge, U K : C am brid ge U niversity
H uman M ovem ents. C ham paign, IL : Hu posture and movem ent. In: H andbook o f Press, 1997.
m an K in etics, 1997. Physiology S e c . 1, V ol. II. Bethesda: Cow an N : A ttention and M em ory : A n Inte
Barinaga M : Stuttering co m es into focu s. .Sci A m erican Phy siolog ical S o ciety , 19 8 1 , grated Fram ew ork. New Y o rk : O xford U ni
en ce 1 7 0 :1 4 3 8 , 1995. p 87 7 . versity Press, 1 9 9 5 .
B le ssin g W W : T h e Low er Brainstem and H o B u n eo C A , Soechting J F , Flanders M : M uscle Do Sch u tter E , B o w e r JM : A n a ctiv e m em
m eostasis. New Y ork: O xford U niversity activation patterns fo r reaching: the repre brane m odel o f the c ereb ella r purkinje ce ll:
P ress, 1997. sentation o f distance and time. N europhys II. Sim ulation o f synaptic responses. J N eu
B o ttje r S W , A rnold A P: D evelopm ental plas iol 7 1 :1 5 4 6 , 1994. rophysiol 7 1 :4 0 1 , 1 9 9 4 .
ticity in neural circuits fo r a learned behav Burt A M : T ex tb o o k o f Neuroanatomy. P hila de Zeeuw C l, S trata P , V oo gd J: T h e C ereb el
ior. Annu R ev N eurosci 1 8 :3 8 5 , 19 9 5 . delphia: \VB Saunders C o, 1993. lum: from Structure to C ontrol. Am sterdam :
B rodal P: T h e C entral N ervous System . New C annito M P , Y orkston K M , Beukelm an D R : E lsev ier, 1997.
Y o rk : O xford U niversity Press, 1998. N eurom otor S p eech Disorders. B altim ore: E c k m iller R : Neural control o f pursuit eye
B ro d a l P, B ja a lic JG : Salien t anatom ic features Paul H. B rookes Publishing C o, 1998. m ovem ents. P hysiol R e v 6 7 :7 9 7 , 1987.
o f cortico-p o n to-cereb ellar pathway. Prog C onn olly K J, Forssberg H: Neurophysiology Fetter M : Th ree-D im en sio n al K in em atics o f
B rain R es 1 1 4 :2 2 7 , 1997. and N europsychology o f M otor D evelop E y e , H ead, and L im b M ovem ents. A m ster
B ro o k s V B : T h e Neural B a sis o f M oto r C o n ment. London: M acK eith Press, 1997. dam : H arw ood A cad em ic Publishers,
trol. N ew Y o rk : O xford U niversity Press, C ordo P, B e ll C C , Hemad S R : M otor Learning 1997.
1986. and Synaptic Plasticity in the C erebellum . Forssb erg H, H irsch feld H: M ovem ent D isor-
662 ÜNİTE X I • Sinir Sistemi: C. M otor ve Entegratif Nörofizyoloji
tiers in C hildren. Farm ington, C T : S . K ar- L evy R , Hazrati LN , H crrero M T , et al: R e- the oculom o tor system . Invest O phthalm ol
g c r Publishers In c, 1992. evaluation o f the functional anatom y o f the V is S c i 2 8 :1 9 1 2 , 1 9 87.
G arw icz M , E kerot C -F , Jorn tell H: O rganiza basal ganglia in normal and Parkinsonian Schm aham ann JD , Pand ya D N : T h e cereb ro-
tional principles o f cereb ellar neuronal c ir states. N euroscien cc 7 6 :3 3 5 , 1997. cereb cllar system . Int R e v N eurobiol 4 1 :3 1 ,
cuitry. New s Physiol S c i 1 3:26, 1998. M isulis K E : Essentials o f C lin ical N europhysi 1997.
G eorgop o u los A P: Neural integration o f m ove o logy. B oston: Butterw orth-H einem ann, T h ier P, K am ath H -O : Parietal L o b e C ontribu
m ent: ro le o f m otor cortex in reaching. 1997. tions to O rientation in 3D S p a ce. B erlin :
F A S E B J 1 :2 8 4 9 , 1988. M i zu no Y : Treatm ent o f Parkinson’s D isease. Springer, 1997.
H arding EH, D eufel T : Inherited A taxias. New Farm ington, C T : S . K arger Publishers Inc, Thom as P: Parkin son ’s d ise a se — pallidotom y
Y o rk : Raven Press, 1993. 1993. the second tim e around. H arvard Health
H ernip K , K uem erle B : T h e com partm entaliza- Lett Sep t: 4 , 1 9 96.
M ori H: M olecular B io lo g y o f A lzheim er’s
tion o f the cerebellu m . Annu R ev N eurosci T o m ie JA : C om puterized G ait A n alysis in the
D isease and A nim al M odels. New Y ork:
2 0 :6 1 , 1997. Rehabilitation o f C hildren with Cerebral
E lsev ier, 1 9 98.
Ito M : B ra in and Mind. Am sterdam : Elsevier, Palsy and S p in a B ifid a. Edm onton: H eritage
Pitman V , M acK en zie K : R eflexolog y. C h el
1997.
tenham , U K : S. Thornes Publishers, 1997. Foundation fo r M ed ical R esearch , 1997.
Ja n k o v ic J , T o lo sa E : Parkinson’s D isease and
Poulton E C : Human manual control. In: Hand Trou illas P, Fu xe K : S eroton in , the C ereb el
M ovem ent Disorders. B altim ore: W illiam s
book o f Physiology. S e c . 1, V ol. II. B e - lum, and A taxia. New Y o rk : R av en Press,
& W ilkin s, 1993.
thesda: A m erican P h ysiological S ociety, 1993.
Jo y n t R J: C lin ical Neurology: C lin ica l T ex t in
1 9 8 1 , p 1337. V itek J L , et a l: P h y siolog ical properties and
F o u r L o o s e le a f V olu m es. Philadelphia: J B
som atotopic organization o f the prim ate
l.ip p in cott. (Annual updates) Price R W , PerTy S W III: H IV , A ID S , and the
m otor thalam us. J N europhysiol 7 1 :1 4 9 8 ,
K e ife r J, H ouk J C : M otor function o f the cere- B ra in . New Y o rk : R aven Press, 1994.
1994.
bellorubrospinal system . Physiol R ev 7 4 : R e illy T , A tkinson G , W aterhouse J: B io lo g i
W einer W J : Em ergent and U rgent N eurology.
5 0 9 , 1994. cal Rhythm s and E x ercise. New Y ork: O x
Philadelphia: J B l.ip p in co tt, 1992.
Kurlan R : Treatm ent o f M ovem ent Disorders. ford U niversity Press, 1996.
Philadelphia: J B l.ippincott, 1994. R obinson D A : T h e windfalls o f technology in
Serebral Korteks; Beynin
Entellektüel İşlevleri; Öğrenme
ve Bellek
Sinir sistem in in en büyük bölü m ü n ü oluştur alanlarına ya da medulla spinalise uzanan asosiyasyon
m asın a karşın b ey ne ait yapılardan serebral kor- demetler içindeki vertikal liflere dikkat ediniz.
te k sin m e k a n iz m a la rın a ilişkin b ild ik lerim iz Serebral korteksteki spesifik tabakların ¡şevleri Bö
ço k sınırlıdır. A ncak korteksin h aıab iy eti ya da lüm 47 ve 51’de kısaca tartışılmıştır. Tekrar hatırlatır
sak, spesifik duysal liflerin çoğu korteksin IV. tabaka
çeşitli b ö lü m lerin in spesifik uyarım ı ile ortaya
sında sonlanır. Korteksten çıkan liflerin çoğu V. ve VI.
çıkan etkileri bilm ekteyiz. Bu bölü m d e kortikal tabakadaki nöronlardan başlarlar. Beyin sapı ve omu
işlevlere ilişkin b ilin en gerçekler tartışılacak, riliğe giden lifler genelde V. tabakadan doğarlar. Tala-
so n ra da zih in sel süreçler, bellek, duysal en fo r musa giden çok büyük sayıdaki lifler VI. tabakadan çı
m asyon u n analizi ve ben zeri durum lardaki n o r kar. I., II. III. tabakalardaki lifler korteks içi bağlantı
m al m e k an izm aların tem el kuram ları kısaca görevi yaparlar. Bunlardan özellikle II. ve III. tabaka
tartışılacaktır. daki lifler korteks içi bağlantı görevi yaparlar. Bunlar
dan özellikle II. ve III. tabakadaki çok sayıda nöron
komşu kortikal alanlar arasında kısa yatay bağlantıla
rı sağlarlar.
SEREBRAL KORTEKSİN FİZYOLOJİK
ANATOMİSİ Serebral Korteks ile Talamus ve D iğer Aşağı
M erkezler Arası Anatom ik ve İşlevsel Bağlantı
Serebral korteksin işlevsel bölümü başlıca, serebru- lar. Serebral korteksteki tüm alanların, beynin da
muıı tüm kıvrımlarını örten 2-5 milimetre kalınlığında ha derindeki yapıları ile karşılıklı affarent ve effe-
ince bir nöron tabakası içerir ve toplam yüzey alanı bir ıen t bağlantıları vardır. Serebral korteks ile tala
çeyrek metrekaredir. Tüm serebral kortekste 100 mil- mus arasındaki ilişkiler özellikle önem lidir. Kor
yor dolayında nöron bulunur. teks ile birlikte talam us hasar gördüğünde ortaya
Şekil 57-1, farklı tip nöronların oluşturduğu katman çıkan işlev kaybı, korteksin tek başın a haıabiyeti-
ları içine alan serebral korteksin tipik histolojik yapısı ne göre çok daha ağırdır; çünkü h em en tüm kor
nı göstermektedir. Nöronların çoğu üç tip altında top
tikal etkinlikler için talam us kökenli eksitasyon
lanır: 1) graniiler (satellit), 2) fuziform, ve 3) piramidal
gereklidir.
(tipik piramit biçimlerinden ötürü).
Graniiler nöronlar genelde kısa aksonludur ve bu ne Şekil 5 7 -2 ’de talam usun spesifik bölüm leri ile
denle intrakortikal internöron işlevi görürler. Bazıları ek- bağlantılı olan serebral korteks alanları görül
sitatöıdür ve esas olarak eksitatör nörotransmitler olan mektedir. Bu bağlantılar hem talam usdan kortek
glııtamat salgılarlar; diğerleri ise inhibitör olup başlıca se doğru, hem de sonra tekrar korteksten talam u
inhibitör bir nörotransmitler olan gamaaminobutirik sun aynı alanına doğru olmak üzere iki yönde e t
asit (GABA) salgılarlar. Duysal ve motor bölgeler arasın kir. Ayrıca, talam ik bağlantılar kesildiğinde, ilgili
daki asosiyasyon alanlarında olduğu gibi korteksin duy kortikal alan işlevleri tam am en ortadan kalkar.
sal alanlarında da granül hücrelerden bol miktarda bulu Bu nedenle, korteks ile talam us yakın bağlantı
nur. Bu durum, duysal alanlara giren duysal sinyaller ile içinde de çalışır ve gerek anatom ik gerekse işlev
asosiyasyon alanlarındaki bilişsel (kognitif) analitik sin
sel yönden tek bir birim olarak kabul edilebilir.
yallerin korteks içinde büyük ölçüde işlendiğini gösterir.
Öte yandan, piram idal ve fuziform hücreler, kor- Talamus ve korteks bazan tn lan ıokortikal sistem
teksten çıkan liflerin hemen tamamına kaynak oluştu diye de anılır. Ayrıca, olfaktör sistem dışında tüm
rurlar. Piramidal hücreler fuziform hücrelerden daha duysal organlardan başlayıp kortekse uzanan yol
büyük ve daha çok sayıdadırlar. Bunlar medulla spina- lar talam usdan geçer.
lise uzanan uzun ve büyük sinir liflerinin kaynağını
oluştururlar. Ayrıca beynin ana bölümleri arasında
seyreden büyük subkortikal asosiyasyon liflerinin ço
ğu da başlangıçlarını bu hücrelerden alırlar. SPESİFİK KORTİKAL ALANLARIN
Şekil 57-1'in sağ tarafında sinir liflerinin korteksin
değişik tabakalarındaki tipik düzenlenmesi görülmek İŞLEVLERİ
tedir. Özellikle, korteksin komşu alanları arasında uza
nan çok sayıdaki horizontal liflerve kortekse gelen ve Beyin cerrahı, nörolog ve nöı opatologların in san
ya korteksten beynin alt bölgelerine, korteksin uzak lar üzerindeki çalışm aları, farklı kortikal alanların
663
664 ÜNİTE X I • Sinir Sistemi: C. M otor ve Entegratif Nörofizyoloji
I Tamamlayıcı
motor sinerjiler
II
III
iv
v<
Via ŞEKİL 57 ■ 3
Nöroşiriirjik girişimler sırasında korteksin elektriksel uyarısı ve
kortikal bölgeleri zedelenmiş hastaların nörolojik muayenele
Vlb rinden elde edilmiş insan serebral korteksi işlevsel alanları
(Penfıeld ve Rasmussen’den: The Serebral Corteks of Man a Cli
nical Study of Localization of Function New York, Hafner Co,
1968.)
ŞEKİL 57 - 1
Serebal korteksin yapısı, I, moleküler tabaka; II, dış granüler ta lüm leıde anlatılm ış olan som atik duyum, görm e
baka; III, piramidal hücre tabakası; IV, iç granüler tabaka; V, bü ve işitmeye ilişkin prim er ve sekonder tem el alan
yük piramidal hücre tabakası ve VI, fuziform veya poliformik lar kadar korteksin prim er ve sekonder (prem o-
hücre tabakası. (Brodmann’dan alıntı ile Raııson ve Clark'tan;
Anatomy o f the Nerveus System. Philadelphia, W.B. Saunders
tor ve tam am layıcı) ana m otor alanlarını da gös
Company, 1959.) termektedir. Prim er m otor alanların, belirli kas
h areketlerini oluşturm ak üzere özgül kaslarla
doğrudan bağlantıları vardır. Prim er duysal alan
birbirinden ayrı işlevleri olduğunu göstermiştir. lar, peıifeıik duysal organlardan beyne iletilen
Şekil 5 7 -3 ’de bilinci açık hastalarda korteksin görsel, işitsel veya som atik-özgül duyum ları algı
elektriksel yolla uyarımı veya korteksin bir bölü lar. Öte yandan, sekonder alanlar, prim er alan la
m ü çıkarılmış hastaların nörolojik m uayenesi so rın işlevlerinden anlam çıkarırlar. Örneğin, ta
nucu Penfıeld ve Rasm ussen tarafından hazırlan m am layıcı ve prem otor alanlar, prim er m otor
m ış bu işlevlerden bir kısm ını içeren bir harita koı teks ve bazal gangliyonlarla birlikte işlev göre
görülm ektedir. Elektriksel yolla uyarılan hastalar rek, m otor etkinliğin “kalıplarını” sağlarlar. Duy
bu uyarılma sırasında bazı düşüncelerin doğdu sal bölüm de ise, prim er alanlardan birkaç san ti
ğunu bildirm işler ve hatta sözcükler söylem iş ve m etre uzaklıkta yer alan sekonder alanlar, özgül
ya uyarılm anın başka farklı belirtilerini göster duysal sinyallerden anlam lar çıkarır. Örneğin, ( 1 )
mişlerdir. kişinin elindeki bir n esn en in biçim ve dokusunu,
Bir çok değişik kaynaktan sağlanan bilgiler bi- (2 ) renk, ışık şiddeti, çizgi ve açıların yönü, gör-
raraya getirilerek Şekil 5 7 -4 ’deki gibi daha genel
bir harita elde edilebilir. Bu şekil, daha önceki bö-
Primer somatik
Primer motor
Tamalayıcı Sekonder somatik
ve Premoto
Sekonder
N. Dorsalis , N. Lateralis
görsel
medialis 'Ş i posterior
Primer
Corpus
geniculatum Limbik görsel
medialis
/X* y Asosiyasyo
' “Corpus
/ /geniculatuı Alanı
‘~"^£İ_Jaterale
Primer Sekonder
İşitsel İşitsel
ŞEKİL 57 - 2 ŞEKİL 57 - 4
Talamusun özgül bölümleri ile bağlanan serebral korteks Serebral korteksin ana asosiyasyon alanlarının yerleşimi,
alanları. (Elliott'dan değiştirilerek: Textbook of the Nerveous primer ve sekonder motor ve duysal alanlara bitişik açık
System. Philadelphia, J.B. Lippiııcott Company.) pembe renkte görülmektedir.
BÖLÜM 57 • Serebral Korteks; Beynin Entellektüel İşlevleri; Öğrenme ve Bellek 665
m enin diğer özelliklerinin yorum lanm ası; ve (3) sipital korteksten görsel, anteriyor parietal korteks
ses tonlarının anlam ının ve dizilim inin yorum ten somatik bilgiler alarak koordinatları belirler.
lanm ası bu alanların işlevleri arasındadır. Beynin bu bilgiye niçin gereksinimi olduğuna
gelince, gövde hareketlerinin denetim i için beyin
sürekli, olaaık gövdenin her bir bölüm ün konu
Asosiyasyon Alanları munu ve bunların çevreleri ile ilişkisini bilm ek du
rumundadır. Ayrıca, kendisine ulaşan som atoduy
Şekil 57-4 ayrıca, prim er ve sekonder m o to r ve sal sinyalleri çözüm lem ek için de bu bilgiye gerek
duysal alanlar klasik sınıflandırm asına uym ayan sinimi vardır. Gerçekte de, önceki Bölüm Şekil 56-
bazı büyük serebral korteks alanlarını da göster 13’de olduğu gibi, beynin bu alanını yitilm iş bir ki
m ektedir. Bunlara asosiyasyon alanları denir. şi gövdesinin bir de zıt tarafı bulunduğu gerçeğini
Çünkü bu alanlar, h em subkortikal yapılardan kabul etm e yeteneğini de yitirir. Sonuç olarak, ge
h em de m o to r ve duysal korteksin birçok bö lg e rek duysal deneyimleri algılamak, gerekse istemli
sind en sinyaller alır ve bunları çözüm ler. Ancak, hareketlerin tasarım ı için zıt tarafının varlığını dü
asosiyasyon alanlarının kendi içinde de u zm an şünemez.
laşm a söz konusudur. En önem li asosiyasyon
alanları, 1 ) parieto-oksipitotem poral asosiyasyon 2. Dil Kavrama Alanı. Wernicke alanı denen ana
alanı, 2) prefrontal asosiyasyon alanı, 3) lim bik dil kavram a alanı, tem poral lob superiyor girusıı-
asosiyasyon alanıdır. B unları işlevleri aşağıda ııun posteriyor bölüm ündeki prim er işitsel kortek
açıklanm ıştır. sin arkasında yer alır. Bu alan, ilerideki bölü m ler
de daha ayrıntılı olarak tartışılm ıştır. Burası, yük
sek entelektüel işlevler için tüm beyindeki en
Parieto-O ksipitotem poral Asosiyasyon Alanı. önem li bölgedir. Çünkü h em en tü m entelektüel
Bu asosiyasyon alanı, önden som atoduysal kor işlevler dil yeteneklerine dayanır.
teks, arkadan görsel korteks ve dıştan işitsel kor
teks ile sınırlanm ış olan geniş bir kortikal yapıdır 3. Görsel Dilin Ön İşlem Alanı (Okuma). Dil kavra
ve talim in edilebileceği gibi, çevresindeki tüm ma alanının arkasında ve önemli bölümü oksipital
duysal alanlardan gelen sinyallere yüksek düzey lobun angider girus bölgesinde yer alan bir görsel
de yorum sal anlam lar sağlar. Ayrıca, parieto-ok asosiyasyon alanı bulunur. Burası, bir sayfadan oku
sipitotem poral asosiyasyon alanın da, (Şekil 57- nan sözcüklerle görsel bilginin Wernicke alanına ta
5 ’te görüldüğü gibi) kendi işlevsel alt alanları bu şınmasını sağlar. Bu anguler girus alanı, görsel algı
lunm aktadır. lanan sözcüklerin anlamlandırılması için gereklidir.
Bu alanın yokluğunda, kişi işitme yolu ile dili kavra
1. Vücudun Uzamsal (Spasyal) Koordinatlarının yabilir; ancak okuma yolu ile kavrayamaz.
Çözümlenmesi (Analazi). Posteriyor parietal kor
teksten, superiyor oksipital kortekse uzanan bir 4. Nesneleri Adlandırma Alanı. Anteriyor oksi
alan, gövdenin çevresinin olduğu kadar tüm bölüm pital lob ve posteriyor tem poral lobıın en dış b ö
lerinin yersel koordinatlarının sürekli çözümlenme lüm lerinde nesneleri adlan dırm a alan ı bulunur.
sini sağlar Bu alan eş zamanlı olarak posteriyor ok- Adlar, daha ziyade işitsel girdiler yoluyla, fiziksel
Motor
Somatik
duysal Gövde ve
(armaşık çevrenin
hareketlerin yersel
planlanması ve koordinatları
düşüncelerin
olgunlaştırılması
Sözcük
lOluşumuJ Sözcüklerin
Dli Kavrama görsel
işitme Zeka işlemlenmesi
Davranış
Duygular
Ş E K İL 57 - 5 Nesnelerin Görme
Serebral korteksteki özgül Motivasyon adlandırılması
işlevsel alanların haritası.
Özellikle tüm insanların
% 95’inde sol yarı kürede
yer alan dil kavrama ve
Llmblk
Asosiyasyon Wernicke
üretimden sorumlu Wer Alanı
nicke ve Broca alanları
Alanı
görülmektedir.
666 ÜNİTE X I • Sinir Sistemi: C. M otor ve Entegratif Nörofizyoloji
özellikler ise görsel girdiler yoluyla öğrenilir. B u davranış, duygular ve motivasyon ile ilgilidir. B ö
na karşılık, adlar ise “adlar” alanının hem en üze lüm 5 8 ’de lim bik korteksin, beynin orta bazal böl
rinde yer alan W ernicke alanının işlevleri olan di gelerindeki karm aşık sinirsel yapılardan oluşan ve
li kavram a ve zeka için esastır. lim bik sistem adı verilen çok daha geniş bir siste
me ait bir bölüm olduğu öğrenilecektir. Limbik
Prefrontal Asosiyasyon Alanı. Bölüm 5 6 ’da pre- sistem beynin diğer alanlarını harekete geçiren
fontal asosiyasyon alanının hareketlerin karm a duysal dürtülerin çoğunu ve hatta kendi kendini
şık kalıbını ve sırasını tasarlam ak üzere m otor öğrenm e-tam m a m otivasyonunu sağlar.
koıteks ile yakın ilişki içinde işlev gördüğünü öğ
renm iştik. Bu işleve yardım için, prefrontal asosi Yüzlerin Tanınmasını Sağlayan Alan
yasyon alanı, kendisi ile parieto-oksipitotem po-
ıal asosiyasyon alanını birleştiren geniş bir sub- İlginç bir beyin anom alisi olan prozofeııozi yüzle
kortikal lif dem etinden güçlü girdüer alır. Bu d e ri tanım a yetisinin eksikliğidir. Bu durum, Şekil
m et aracılığı ile prefrontal korteks, özellikle h are 5 7 -6 ’da görüldüğü gibi her iki oksipital lobun alt
k etlerin tasarım ı için gerekli olan gövdenin yüzeylerinin iç tarafı ve tem poral lobların m edi-
uzam sal koordinatlarına ilişkin ön çözüm lem e oventıal yüzeylerindeki yaygın harabiyet sonucu
den geçm iş bilgileri alır. Prefrontal alandan m o ortaya çıkar. İlginç olarak, yüz tanım a alanlarının
tor denetim sistem lerine uzanan çıktının büyük kaybı diğer beyin işlevlerinde çok hafif aksaklıkla
bölüm ü, bazal gangliyonlar ile talam us arasında
ra yol açar.
ki feed back devresinin kaudal bölüm ünden ge
Yüz tanım a gibi basit bir görev için serebral
çer. Bu bölge hareket başlangıcının seri ve paralel
koı tekste bu denli geniş bir alanın ayrılmış olm a
m otor tasarım ından sorumludur.
sı hayret vericidir. Ancak, günlük işlerim izin ç o
Prefrontal asosiyasyon alanı, ayrıca, zihindeki
ğunun diğer insanlarla ilişkileri içerdiğini an ım
uzun süreli düşünce süreçleri için de gereklidir.
sarsak, bu entellektüel işlevin ne kadar önem li ol
Bu, olasılıkla, prefrontal koı teksin m otor aktivite-
duğu anlaşılabilir.
leri tasarlam a yeteneğinden kaynaklanmaktadır.
Bu alanın oksipital bölüm ü görsel koı tekse b iti
Yani, bu alanın, yaygın olarak beyin alanlardan
şiktir, tem poral bölüm ü ise Bölüm 5 8 ’de görüle
kaynaklanan m otor dışı bilgileri işleyebilm e ve
ceği gibi duygular, beyin uyarımı ve çevresel e t
böylece m otor d üşüncenin yanısıra diğer düşün
kenlere yanıt olarak doğan davranışların d en eti
ce sü reçlerini de yerine getirebilm e yeteneğinde
m inden sorum lu olan lim bik sistem le ilişkilidir.
olm ası olasıdır. G erçekte de, prefrontal asosiyas
yon alanı, çoğu zam an, düşüncelerin işlenmesi ve
olgunlaştırılması için önem li bir yapı olarak ta
n ım lan m aktad ır. Ayrıca h er yeni d ü şü n cen in Superiyor Temporal Lobun Arka
beyne girm esi sırasında analizi için gerekli olan Bölümünün Yorumsal İşlevi-”Wericke
"işlek bellek” in oluşturulm asında rolü olduğu Alanı” (Genel Yorum Alanı)
söylenm ektedir.
Şekil 5 7 -7 ’de görüldüğü gibi, som atik, görsel ve
Broca Alanı. Frontal korteksin Broca alanı adı ve işitsel asosiyasyon alanları superiyor tem poral
rilen özel bölgesi, sözel bilgi için nöral devreyi
sağlar. Şekil 5 7 -5 ’de görüldüğü gibi, bu alanın bir
bölüm ü lateral prefrontal korteksin arkasında, bir
bölüm ü de prem otor alandadır. Tek sözcüklerin Yüz
hatta kısa cüm leciklerin ifadesi için tasarım ve
m otor kalıpların oluşturulduğu ve yürütüldüğü
yerdir. Bu alan aynı zam anda, daha sonraki b ö
lüm de ayrıntılı olarak anlatılacak olan ve tem p o
ral asosiyasyon korteksinde yer alan W ernicke dil
kavram a merkezi ile yakın ilişki içinde çalışır.
kaynaklanan yorum yapabilm e ile ilgili diğer bir ri kavıayabilm elerine karşın uzun bir düşünce
çok yetenekler kalır. Baskın olm ayan hem isferi zincirini sürdüıemediler. Ruh halleri ani olarak
hasar görm üş hastalar üzerinde yapılan psikolo sevecenlikten kızgınlığa, coşkudan deliliğe doğru
jik çalışm alar, bu hem isferin özellikle müzik algı değişmekteydi.
7. Yaşamları süresince alıştıkları m otor işlevle
lam a ve yorum lam a, sözel olm ayan görsel d ene
rin çoğunu becerebildikleri halde, bunları yapar
yim ler (özellikle görsel desenler), kişi ile çevresi
ken amaçsızdılar.
arasındaki uzamsal ilişkiler, "vücut dilini” an la
ma, insan sesindeki nüansları ayııdetm e ve elle Yukarıdaki gözlem lerin ışığında şim di prefron
rin kullanım ı ile ilgili som atik deneyim ler için tal asosiyasyon alan ların ın işlevleri hakkında
önem li olduğuna işaret etmektedir. kapsamlı bir tablo oluşturulabilir.
Görüldüğü gibi, "baskın” hem isfer denildiğinde Saldırganlığın ve Uygunsuz Sosyal Davranışla
bunun dil ve sözel sem bolizm le ilgili entellektüel rın Azalması. Bu iki özellik olasılıkla frontal lo b
işlevler için geçerli olduğu anlaşılmalıdır. Baskın ların beynin alt kısm ındaki ventral bölüm lerinin
olm adığı kabul edilen diğer hem isfer ise, gerçek kaybından kaynaklanmaktadır. D aha ö n ce açık
te başka tip entellektüel işlevlerde baskındır. landığı ve Şekil 57-4 ile Şekil 5 7 -5 ’de gösterildiği
BÖLÜM 57 • Serebral Korteks; Beynin Entellektüel İşlevleri; Öğrenme ve Bellek 669
Motor korteks
Fasciculus arcuatus
Broca alanı
Wernicke alanı
Primer İşitsel alan
Motor korteks
YAZILI BİR KELİMEYİ OKUYUP SÖYLEME
ŞEKİL 57 - 8
İşitilen bir kelimeyi algı
lamak ve sonra aynı ke
limeyi söylemek için be
yinde kullanılan yollar
(üstte) ve yazLİı bir keli
menin okuyarak algıla
nıp söylenmesinde kul
lanılan yollar (altta).
(Geschwind: Sei. Amer.,
241.180, 1979 (Scientific
American Inc’den alın
mıştır. Tüm hakları sak
lıdır.)
Broca görsel
Angüler glms
Wernicke alanı
şiklikleıinden sorumlu olan, ağız, dil, larinks ve ses tel duysal korteks Bölüm 55 ve 56’da açıklanan bazal gang
lerinin kas hareketlerinden söz edebilir ki buna artikii- liyon ve serebellumun feedback mekanizmalarını kul
lasyon denir. Motor korteksin fasiycıl ve laringeal bölge lanarakbu kasların kasılma sırasını ve kasılma şiddeti
leri bu kasları uyarır. Serebellum, bazal gangliyoıılar ve ni kontrol ederler. Bu bölgelerden herhangi birinin tah
BÖLÜM 57 • Serebral Korteks; Beynin Entellektüel İşlevleri; Öğrenme ve Bellek 671
ı ibi, anlaşılabilir biçimde konuşma yeteneğinin tama lan bir başka m aym unla tekrarlandığında, bir he-
men veya kısmen kaybına yol açabilir. misfeıdeki nesne tanım a becerisinin daim a karşı
Ö zet hem isferde de aynı derecede geliştiği görülür.
Şekil 57-8 iletişimde rol alan başlıca iki sinirsel yolu Şu halde, corpus callosum ’un ve com m isura
göstermektedir. Şeklin üst kısmı işitmede ve konuşma anterior’un işlevleıinen biri, bir h em isferin kor-
da rol alan yolları belirtmektedir. Bu olaylar dizisi şöy- teksinde saklanan bilgileri diğer hem isferde bu
ledir: (1) Kelimeleri temsil eden ses sinyallerinin pri alanlara karşılık gelen alanların kullanım ına su n
mer işitsel alana ulaşması; (2) kelimelerin Wernicke maktır. Bu tür işbirliğinin bazı önem li örnekleri
alanında yorumlanması; (3) düşüncelerin ve söylene şöyle sıralanabilir:
cek kelimelerin yine Wernicke alanında kararlaştırıl
ması; (4) sinyallerin fasciculus arcuatus üzerinden 1. Corpus callosum ’un kesilm esi baskın h em is
Wernicke alanından Broca alanına iletilmesi, (5) keli ferin W ernicke alanındaki bilgilerin beynin karşı
me oluşturmanın kontrolünü sağlayan motor beceri taraf m otor korteksine aktarılm asını durdurur.
programlarının Broca alanında aktive edilmesi ve (6 ) Böylece sol hem isferde yer alan W ernicke alanı
konuşma kaslarını kontrol edecek uygun sinyallerin
entellektüel işlevler açısından sağ m otor korteks
motor kortekse gönderilmesi.
Şekil 57-8’in alt kısmı ise okumanın ve sözle yanıt üzerindeki kontrolünü kaybeder ve dolayısı ile
lamanın evreleri göstermektedir. Kelimelerin ilk alın sol el ve kol, bilinçaltı hareketleri n orm al olduğu
dığı alan primer işitsel alan değil, primer görsel alan halde istem li m otor işlevlerini kaybederler.
dır. Buraya alınan bilgiler, daha sonra angiiler girus
bölgesinde yorumlamanın başlangıç evlerinden geçi 2. Corpus callosum’un kesilmesi sağ hemisferdeki
rilirler ve son olarak da Wernicke alanında tam anlam somatik ve görsel bilgilerin baskın hemisferdeki Wer
ları ile tanınırlar. Buradan sonra yer alan olaylar, işiti nicke alanına aktarılmasını önler. Böylece, gövdenin
len bir kelimeye yanıt vermede yer alan olaylar dizisi sol tarafına ilişkin somatik ve görsel bilgiler beynin
ile aynıdır. bu genel yorumlama ile ilgili alanına ulaşamadığın
dan karar verme süreçlerinde kullanılamazlar.
3. Son olarak, corpus callosum’ları tümü ile kesil
İKİ SEREBRAL HEMİSFER ARASINDA miş kişiler, birbirinden tümüyle ayrı, bilinçli iki b e
DÜŞÜNCE, BELLEK, EĞİTİM VE yin parçasına sahiptirler. Örneğin, corpus callo
DİĞER BİLGİLERİN AKTARILMASINDA sum’u kesilmiş bir genç hem okuduğu hem de işit
CORPUS CALLOSUM VE tiği kelimeleri sadece sol hemisferi ile anlayabiliy
ordu, çünkü baskın hemisferi sol hem isferi idi. Di
CO M M İSSURA ANTERİOR’UN İŞLEVİ ğer taraftan, sağ tarafı okuduğu kelimeleri anlaya
bildiği halde, işittiği kelimeleri anlayamıyordu. Ay
Corpus callosu m iki h em isferin karşılıklı kortikal rıca, sağ korteks okunan kelimeye karşılık bir m otor
alanlarının çoğu arasında çok sayıda iki yönlü yanıt oluşturabiliyor ancak sol korteks bu yanıtın
bağlantı kurar. A m igdalanın da aralarında bulun
niçin verildiğini İliç bilmiyordu. Beynin sağ tarafı
duğu tem p oıal lobların ön kısımlarındaki tem po- duygusal (emosyonel) bir yanıt oluşturduğunda ise
ıal alanlar birbiri ile com m isu ra aııterior üzerin
etki bir hayli farklı idi; bu dununda sol tarafta da b i
den bağlıdırlar.
linç alü duygusal bir cevap ortaya çıkıyordu. Bunun
Corpus callosum ’un çok sayıda lif içerm esi n e
böyle olacağı kuşkusuzdu, çünkü beynin her iki ta
deni ile daha eskiden beri bu büyük lif kitlesinin
rafında emosyonlara ayrılan anteıior temporal kor-
iki hem isferin faaliyetleri arasında karşılıklı ilişki
teksler ve buraya komşu alanlar, kesilmem iş olan
kurm ada önem li işlevlere sahip olduğu kabul
commisura anteı ior üzerinden hala birbirleri ile ile
edilmiştir. Oysa, laboıatuvar hayvanlarında co r
tişim halinde idiler. Örneğin, gencin önüne beynin
pus callosum harap edildiğinde ilk bakışta beyin
sağ tarafının göreceği şekilde "öp” komutu yazıldı
işlevlerinde herhangi bir eksiklik gözlenem em iş-
ğında, hem en ve büyük bir heyecanla “asla” diye ya
ti. Bu nedenle, corpus callosum ’un işlevi uzun sü
nıt vermişti. Bu yanıt, Wernicke alanının ve sol h e
re bir giz olarak kaldı.
misferde konuşmaya ayrılmış m otor alanların iş
Günümüzdeki uygun şekilde tasarlanm ış psiko
levlerini gerektiriyordu; çünkü bu sol taraf alanları
lojik testler, corpus callosum ’un ve com m isura
"asla” kelimesini söylemek için gerekliydi. Ancak,
an teıio r’un son derece önem li işlevlere sahip ol
gence bunu niçin söylediği sorulduğunda açıklaya-
duğunu ortaya çıkarmıştır. Bu işlevleri açıklam a
mıyordu. Görüldüğü gibi, beynin iki tarafı bilinç,
nın en iyi yolu bu deneylerden birini anlatmaktır.
bellek, iletişim ve m otor aktivitenin kontrolü için
Bir m aym unun önce, corpus callosumu kesilerek,
birbirinden bağımsız yeteneklere sahiptir, iki tara
her bir gözden gelen sinyaller aynı taraf hem isfe-
fın iş birliği içinde çalışması için corpus callosum
rine gidecek şekilde optik kiazması uzunlam asına
gereklidir ve com missura anteıior iki tarafın duygu
ikiye ayrılarak teste hazırlanır. D aha sonra m ay
sal yanıtlarını birleştirmede önemli ek bir rol oynar.
m un, sol gözü kapalı iken sağ gözü ile çeşidi n es
neleri tanıyabilecek şekilde eğitilir. Bir sonraki
adım da sağ göz kapatılır ve sol gözü ile aynı n es
neleri tanıyıp tanım adığı test edilir. Test sonuçları DÜŞÜNCELER, BİLİNÇ VE BELLEK
sol gözün söz konusu nesneleri tanıyam adığını
gösterm iştir. Oysa, aynı deney optik kiyazması iki Bilinç, düşünceler, bellek ve öğrenm eyi tartışırken
ye ayrılan fakat corpus callosum ’u sağlam bııakı- çektiğimiz en büyük zorluk düşünm enin sinirsel
672 ÜNİTE X I • Sinir Sistemi: C. M otor ve Entegratif Nörofizyoloji
m ekanizm alarım bilm em em izden ve belleğe iliş yer alabileceğini gösterm iştir. O m urilik refleksle
kin m ekanizm alar hakkında çok az bilgiye sahip ri bile, om uriliğin tekrarlanan aktivasyonuna y a
oluşum uzdan kaynaklanır. Serebral korteksin bü nıt olarak çok az da olsa d eğişebilm ektedir ve bu
yük bir bölüm ünün harap edilm esinin insanın refleks değişiklikleri belleğin bir parçasını oluş-
düşünm esini engellem ediğini biliyoruz, ancak bu tuıular. Keza, bazı uzun süreli bellekler beynin
durum kişinin çevresinin farkında olm a derecesi- alt m erkezlerinde yer alan sinaptik ileti değişik
n iv e düşüncelerinin dinçliğini azaltır. liklerinden kaynaklanır.
Kuşkusuz, her düşünce serebral korteksin bir Entellektüel süreçlerle ilgili olduğunu düşündü
çok bölüm ünde, talam usta, lim bik sistem de ve ğümüz belleğin büyük bir kısmın, geniş çapta se
beyin sapının retiküler form asyonunda eşzam an rebral korteksteki bellek izlerine dayanmaktadır.
lı sinyaller oluşm asına yol açar. Bazı kaba düşün
celer belki h em en h em en tam am en alt m erkezle Pozitif ve N egatif Bellek-Sinaptik İletide "Duyar
re bağlıdır. Ağrı d üşüncesi belki buna iyi bir ör lılık Artışı" ve "Alışma". Çoğu zam an anıları, ön ce
nektir, çünkü insan koıteksinin elektrikle uyarıl ki düşüncelerimizin veya deneyimlerimizin pozitif
m ası ılımlı bir ağrının ötesinde bir algıya yol a ç biçim de geri çağrılışları olar ak düşünürsek de belki
m azken hipotalam usun, m ezansefalonun belli bunlar içinde en çok payı pozitif değil negatifanûa-
bölgelerinin uyarılması dayanılm az bir ağrıya n e nm ız alır. Esasen beynimiz tüm duyularımızdan ge
den olabilir. Diğer taraftan, görm e ile ilgili olan len duysal bilgiyle boğulmaktadır. Eğer zihnimiz bu
düşünceler için serebral korteks gereklidir; çünkü bilgilerin tüm ünü hatırlamaya kalksaydı beynin
görsel korteksin kaybı görsel b içim veya renk algı bellek kapasitesi dakikalar içinde aşılırdı. Ancak b e
lam a yeteneğinin tüm ünü ortadan kaldırır. yin önem i olmayan bilgileri ihmal etmeyi öğrenme
Bu anlatılanların ışığında, düşünm e için sinir gibi ilginç bir yeteneğe sahiptir. Bunun kaynağı, bu
sel aktivite bazında şöyle bir tan ım ortaya koya tip bilgilerin sinaptik yollarının inhibisyoruıdur ve
biliriz: Bir düşünce, sinir sistem in in başta sereb bu etkiye "alışma” (lıabitüasyon) denir. Bu bir tür
ral korteks olm ak üzere talam us, lim bik sistem ve negatifbeWeküı\
beyin sapındaki yukarı retiküler form asyonu da Diğer taraftan, acı veya haz gibi önem li sonuçlar
içine alan birçok bölüm ünün aynı anda ve belir doğuran bilgiler için beyin, bellek izlerini oto m a
li bir sıra içinde uyarılm asının sonucudur. Buna tik olarak güçlendirm e ve depolam a kapasitesine
d üşünm enin bütüncü kuram ı (fıolistik teori) de salıipür. Buna pozitif bellek denir. Sinaptik yollar
nir. Lim bik sistem in, talam u sun ve beyin sapın da kolaylaştırmadan kaynaklanır ve bu olaya bel
daki retiküler form asyon’un uyarılan alanları dü lekte duyarlılık artışı denir. İleride açıklanacağı gi
şünceye haz, hoşnutsuzluk, acı, rahatlık, kaba bi, beynin bazal limbik bölgelerindeki özel alanlar,
duysal kalite, vücutta lokalizasyon ve başka genel aldıkları bilgilerin önem li olup olm adığını sapta
özellikler katarak düşü ncenin genel niteliklerini yarak bunlardan doğan düşüncelerin güçlendiri
belirler. Diğer taraftan, serebral koı tekste uyarı lerek depolanm ası mı yoksa baskılanm ası mı ge
lan alanlar ise, d üşü ncenin tek tek özelliklerini rektiğine dair bilinç altı kararlar verirler.
belirlerler. Bunlar arasında, duyuların vücuttaki
ve n esnelerin görsel alandaki spesifik konumları, Belleklerin Sınıflandırılması. Anılarımızın bazıları
ipeğe dokununca aldığım ız his, beton bloklardan nın sadece birkaç saniye, bazılarının ise saatlerce,
yapılm ış bir duvarda dört köşe şekilleri tan ım a günlerce, aylarca veya yıllarca sürdüğünü biliriz.
m ız ve belli bir anı y aşam anın ayırdına varm am ı Bunları tartışmak am acı ile bellek şu şekilde sınıf
za katkıda bulunan diğer özellikler yer alır. landırılabilir: ( 1 ) kısa-süreli bellek, uzun süreli belle
Bilinç, belki çevrem izi veya ardışık d üşüncele ğe dönüştürülmedikçe saniyeler veya en çok daki
rimizi sürekli olarak farkında olm am ız şeklinde kalar sürer; (2 ) orta uzun süreli bellek, günler veya
tanım lanabilir. haftalar sürer ancak sonra kaybolur ve (3) uzun sü
reli bellek, bir anı bir kez saklandıktan sonra yıllar
boyunca veya bir yaşam boyu hatırlanabilir.
Bellek-Sinaptik Fasilitasyon ve Belleklerin bir genel sınıflandırm ası yanında
Sinaptik İnhibisyonun Rolleri daha ö n ce (prefrontal loblarla ilgili olarak) "işlek
bellek” adını verilen ve esas olarak kısa süreli b el
leği entellektüel uslam lam a için k ullanılan başka
Fizyolojik olarak anılar, daha önceki sinirsel akti-
bir bellekten daha söz etm iştik.
vitenin sonucund a nöronlar arası sinaptik ileti
Bunlara ek olarak bellekler sıklıkla saklanan
kapasitesinde m eydana gelen değişikliklerden bilgi tipine göre sınıflandırılırlar. Bu sın ıflam a
kaynaklanır. Bu değişiklikler, beynin sinirsel dev lardan birinde bellek bilgi verici bellek ve beceri
releri içinde yeni veya kolaylaştırılm ış ileti sağla ile ilgili bellek olarak ayrılır.
yan yolların gelişm esine neden olur. Bu yeni ve 1. Bilgi verici bellelc. Ö nem li bir deneyim gibi
ya kolaylaştırılm ış yollara bellek izleri denir. Bu entegre bir düşü ncenin çeşitli detaylarını içerir.
yollar önem lidir, çünkü bir kez açıldıktan sonra, Bunlar ön cesin d e (1) çevre ile ilgili bellek, (2) za
düşünen zihin bunları aktive ederek anıyı y en i m an bağlantıları ile ilgili bellek, (3) deneyim in
den canlandırabilir. nedenleri ile ilgili bellek, (4) d eneyim in anlam ı
Aşağı türden hayvanlarla yapılan çalışmalar, ile ilgili bellek ve (5) kişinin aklında kalan so n u ç
bellek izlerinin sinir sistem in in her düzeyinde larla ilgili bellek yer alır.
BÖLÜM 57 • Serebral Korteks; Beynin Entellektüel İşlevleri; Öğrenme ve Bellek 673
2. Beceri ile ilgili b e lle t Sıklıkla kişinin vücudu olm aları nedeniyle, özellikle üzerinde durm aya
ile ilgili m o to r aktivitelerle ilgilidir. Ö rneğin tenis değer m ekanizm alardır.
top u n a vurm a becerisi ile ilgili olarak, ( 1 ) topun
görülm esi, (2 ) topun rakete olan uzaklığının ve P resinatik U çla rd a ki veya P o s ts in a p tik
geliş h ızının hesaplanm ası ve (3) vücudun, kolla N ö ro n Z a rınd a ki K im yasal D e ğ iş ik lik l ere
rın ve raketin topa vuracak şekilde hareketlere Bağlı B ellek
hızla karar verilm esi gibi bellekler içerir. B un la
rın h ep si hızla daha önceki tenis oyunuyla ilgili Şekil 57-9 özellikle Kandel ve arkadaşları tarafın
öğrenilenlere göre harekete geçirilir. D aha sonra dan Aplysia adlı büyük bir salyangozda araştırıl
bir önceki oyunla ilgili detaylar unutularak bir mış olan bir bellek m ekanizm asını g österm ekte
son rakin e geçilir. dir. Bu m ekanizm a, birkaç dakikadan 3 haftaya
kadar sürebilen belleklere n ed en olabilm ektedir.
Şekil, iki presinaptik ucu gösterm ektedir. B u n lar
Kısa Süreli Bellek dan biri, bir prim er duysal n ö ro n d an kaynaklanır
ve uyarılacak n öron üzerinde so n lan ır; b u n a
Kısa süreli bellek, birkaç saniye veya birkaç daki duysal uç denir. Diğer uç ise, duysal uç üzerinde
ka süre boyunca, bir telefon num arasındaki 7 ila sonlanır; bu na fasilitatör uç denir. Duysal uç, fa -
10 rakam ı (veya 7 ila 10 ayrı ayrı) hatırda tutm ak silitatör uç uyaıılm aksızın tekrar tekrar uyarıldı
gibi kişinin bu rakam ları veya olayları sürekli dü ğında kuvvetli bir sinyal iletim i görülür, ancak
şü n erek hatırlayabilm esini sağlayan bellektir. uyarma tekrarlandıkça zayıflar ve sonund a ta
Çoğu fizyolog, kısa süreli belleğin aynı sinir m am en durur. Bu olaya, daha ö n ce de açıklan d ı
sin y allerin in reverberasyon yapan nöronların ğı gibi alışm a (habituasyon) denir. Bu olay nöro-
oluşturduğu geçici bir devre içinde sürekli dolaş nal devrenin, tekrarlandıkça ö n em i azalan uyarı
m asın dan kaynaklandığını ileri sürm ektedir. Bu lara yanıt vermeyi durdurm asından kaynaklanan
teori henü z kanıtlanam am ıştır. negatif bir bellektir.
K ısa-süreli belleğin diğer olası bir açıklam ası Diğer taraftan, eğer duysal u ç uyarılırken aynı
da, presinaptik fasilitasyon (kolaylaştırma) veya anda fasilitatör uç ağrılı bir uyaranla uyarılırsa,
inhibisyondur. Bu olaylar, bir sonraki nöron üze postsinaptik nörona iletilen sinyal giderek zayıf
rinde değil presinaptik uçlar (term inaller) üze layacağına daha da güçlü bir şekilde iletilebilir
rinde yer alan sinapslaıda gerçekleşir. Bu gibi u ç hale gelir. Bu durum dakikalar, saatler veya gün
lardan salgılanan nörotransm iterler (tipine göre) ler boyunca sürer veya daha yoğun bir eğitim le,
çoğu zam an, saniyelerce hatta dakikalarca süren fasililatör uçtan daha fazla uyarm a olm asa bile,
bir fasilitasyona veya inhibisyona neden olurlar. güçlenm e 3 haftayı bulacak şekilde devam eder.
Bu tip devreler kısa süreli belleğe yol açabilir. Böylece, ağrılı uyaran, uygulandığı and an itib a
Kısa-süreli belleğin olası son bir açıklaması, si- ren günler veya haftalar boyunca bellek izi ü ze
naptik iletide artiş m eydana getiren sinaptik po- rindeki iletim i kolaylaştırm aktadır. İlginç o la
tansiyasyondur. Sinaptik potansiyasyon presinap rak, alışm a gerçekleştikten sonra bile, bu yol az
tik uçlarda büyük miktarlarda kalsiyum iyonu b i m iktarda ağrılı uyaran karşısında kolaylaştırılm ış
rikm esinden kaynaklanabilir. Yani, bir presinapük yola çevrilebilm ektedir.
uçtan bir impuls dizisi geçerken, presinaptik uç
içine giren kalsiyum miktarı ardı sıra gelen her im- Orta Süreli Belleğin Moleküler Mekanizması
pulsla biraz daha artar. İçeri giren kalsiyum m ikta Alışmanın (habitüasyon) Mekanizması: Alışm anın
rı m itokondrilerin veya endoplazmik retikulumun duysal uçtaki etkisi m oleküler düzeyde, p resi
alabileceği miktarı aştığında, bu aşırı miktardaki naptik uç zarında giderek artan sayıda kalsiyum
kalsiyum sinapsta uzun süreli presinaptik nöıot-
ransm iter salgılanmasına neden olabilir. Böylece,
kısa süreli bellek için bu da olası bir mekanizmadır.
Ağrılı
uyaran
Fasilitatör
Orta Uzun-Süreli Bellek uç
k analının kapanm asından kaynaklanır. Kalsiyum kanıya göre, uzun süreli bellek, sinyal iletim inde
kanallarının neden kapandıkları tam olarak b i artm a veya baskılanm aya yol açan sinapslaıdaki
linm em ektedir. Aksiyon potansiyelleri bu uca kimyasal değişiklikler yerine yapısal değişiklikle
vardığında, pıesinap tik zardan içeriye n o rm al rin sonucudur. Şimdi uzun süreli belleğin olası
den daha az m iktarda kalsiyum iyonu girm ekte m ekanizm alarını anlam am ıza çok büyük yardımı
ve bu nedenle de çok daha az m iktarda transm i- olmuş ilkel hayvan (bunların sinir sistem lerini
ter salgılanm aktadır; çünkü (Bölüm 4 5 ’de tartışıl araştırm ak çok daha kolaydır) deneylerini bir kez
dığı gibi) transm iter salgılanm ası kalsiyum girişi daha hatırlayalım.
ile tetiklenir.
F asilitasyonun (kolaylaştırm a) M ekanizm ası:
K o lay laştırm an ın m o lekü ler m ek an izm asın ın Uzun Süreli B ellek O lu ş u rk e n
kısm en şöyle olduğu sanılm aktadır: S inapslarda Yapısal D e ğ iş ik lik le r O lu r
1. Duysal uçla birlikte fasilitatör ucun da uyarıl
m ası fasilitatör sinapstaıı duysal uç presinaptik Om urgasız hayvanlardan elde edilen elektron
zarı üzerine serotoniıı salgılanm asına neden olur. mikrogı aflar, uzun süreli belleklerin gelişm esi e s
2. Seroton in duysal uç zarındaki serotoniıı re- nasında sinaps yapısında pek çok fiziksel değişik
septörlerine bağlanır ve bu reseptörler de zarın iç liğin yer aldığını gösterm iştir. Hayvana presin ap
yüzündeki aden ilat siklaz enzim ini aktive ed er tik nöronda protein sentezi için gerekli DNA sis
ler. Bu da presinaptik duysal uç içinde siklik ade- tem ini bloke eden ilaçlar verildiğinde bu yapısal
ııasiıı m oııofosfat (cAMP) oluşm asını sağlar. değişiklikler görülmez ve kalıcı bellek yolları geli
3. Siklik AMP, duysal uç zaıı içinde yer alan bir şem ez. Şu halde, açıkça görüleceği gibi, uzun sü
p rotein kinazı aktive eder. Bu protein kinaz da reli belleğin gelişmesi doğrudan doğruya, sinaps-
duysal uç zan içindeki potasyum kanallarının bir laıın sinyal iletim indeki duyarlılıklarını artıran fi
parçası olan bir proteini fosfoıile eder. Bu prote ziksel yeniden yapılanm aya bağlıdır.
in söz konusu kanalları potasyum geçişine kapa Bu fiziksel değişikliklerin en ö n e m lile ri ş u n
tır. Kanalların kapanm ası birkaç dakikadan bir lardır:
kaç haftaya kadar sürebilir.
4. Aksiyon potansiyelinden sonra dinlenm e
1. İletici salgılanm asında vezikiil boşaltm a b öl
haline dönüş için presinaptik u çtan dışarıya p o
gelerinin sayısındaki artış: Bölüm 7 ’deıı h atırla
tasyum akışı gerekli olduğundan, zarın p o tas
nacağı gibi, presinaptik uç uyarıldığında, b u ra
yum iletkenliğinin durdurulmuş olm ası presi
daki m em brandan sinaptik aralığa transm iter sa
naptik uçtaki aksiyon potansiyelinin süresini bir
lıveren özel boşaltm a bölgeleri vardır. B ellek
hayli uzatır.
oluşturucu bir eğitim sürecinin ilk dakikaların
5. Bu uzun süreli aksiyon potansiyeli, kalsiyum
kanallarının uzun sürelerle aktive edilmesine, bu da dan itibaren elektron m ikrogıaflarda, uçtaki bu
duysal uca aşm miktarlarda kalsiyum iyonu girme boşaltm a bölgelerinin sayısında bir artış görülür.
sine yol açar. Kalsiyum iyonları da transmiter salgı Bu yeni boşaltm a bölgeleri, presinaptik zarın iç
lanm asında büyük bir aılışa neden olur. Böylelikle yüzeyinde beliren yeni vezikül bo şaltm a yapıla
sinaptik ileti büyük çapta kolaylaştırılmış olur. rından oluşurlar. Daha sonra, presinaptik u ca bir
aksiyon potansiyeli ulaştığında, bu ek boşaltm a
Görüldüğü gibi, fasilitatör n ö ıo n o n duysal n ö bölgelerindeki veziküllerdeıı sinaptik aralığa ek-
ronla birlikte uyarılm asının yarattığı etki, son d e
zositoz ile salınan transm iter m iktarı büyük ç a p
rece dolaylı bir yoldan, bellek izini oluşturan duy
ta artar.
sal u cun uyarılma duyarlılığında uzun süreli bir
2. Transmiter taşıyan vezikiillerin sayısında ar
artışa neden olmaktadır.
tış: Her presinaptik uçta sadece vezikül boşaltm a
B una ek olarak, yine Aplysia üzerinde Byrne ve
bölgelerinin sayısı değil, aynı zam anda tran sm i
arkadaşlarının yaptığı çalışm alar sinaptik bellek
için bir başka m ekanizm ayı akla getirmiştir: Bu ter taşıyan veziküllerin sayısı da artar.
çalışm aların sonuçlarına göre, uygun koşullar al 3. Presinaptik uç sayısında artış: Yoğun eğitim
tında aynı nörona farklı kaynaklardan gelen uya sonucunda presinaptik uçların sayısı bile bazan
rılar presinaptik zarda değil, post sinaptik nöron norm alin iki katından fazla artar. U ç sayısındaki
zarında uzun süreli değişikliklere neden olm ak artışla birlikte sinaps sayısındaki artışı karşılam ak
tadır. Tem elde bu da aynı bellek olaylarına yol üzere, bir sonraki nöronun dendritleri çoğalır.
açar. Böylece, orta uzun süreli belleğin bir başka 4. Dendı itlerde yapısal değişiklikler. D endriüe-
olası m ekanizm asından söz edilebilir. ıin uyarılması spesifik proteinleri aktive eder. Bu
da nörona giren iyonların iletim ini değiştirir. B a
Uzun Süreli Bellek zı durumlarda dendiklerin boynu genişler ve d a
ha güçlü sinyallerin iletilm esini sağlar.
Oı ta uzun süreli belleğin daha uzun süreli tipleri Böylece, gerçek uzun süren belleklerin olu şm a
ile gerçek uzun süreli bellek arasında kesin sınır sı esnasında sinapsların sinyal iletim yetenekleri
lar yoktur. Ayrım dereceleri açısındandır. Genel çeşitli yollardan artırılmış olur.
BÖLÜM 57 • Serebral Korteks; Beynin Entellektüel İşlevleri; Ö ğrenm e ve Bellek 675
Yaşamın Erken D ö n e m in d e k i Eğer güçlü elektrik şoku 10 dakikayı aşan bir süre
ile geciktirilirse, belleğin en az bir kısmı kalıcı hale
Ö ğ re n m e d e N ö ro n Sayısı ve N ö ro n la rın
gelir. Eğer şok 1 saati aşan bir süreden sonr a uygula
B a ğ la n tıla rı Ç arpıcı B iç im d e D e ğ iş ir mışa, belleğin daha büyük bir bölüm ü pekiştirilir.
Pekiştirme ve bunun için gerekli süre, kısa sü re
Hayatın ilk haftaları, ilk ayları ve hatta belki ilk yılı
li belleğin tekrarlı bir provası olarak belki aşağıda
içinde beynin birçok bölüm ü aşırı sayıda nöron
ki gibi açıklanabilir:
üretir ve bunların aksonları da başka nöronlara
bağlanm ak üzere pek çok dala ayrılır. Eğer bu yeni Kısa Süreli Belleğin Uzun Süreli B elleğe A k
nöronlar uygun başka nöronlarla, kas hücreleri ile tarılm asında Provanın Rolü. Psikolojik ça lış
veya salgı hücreleri ile bağlantı kuramazlarsa bir m alarınd an alınan so n u çlara göre, aynı b ilg ile
kaç hafta içinde yok olurlar. Uygun bağlantıların rin zihine defalarca prova ed ilm esi kısa süreli
sayısı bir sonraki nöronlar tarafından salgılanan belleğin uzun süreli belleğe ak tarılm asın ı ve d o
spesifik ve farklı sinir büyüme faktörlerine bağlıdır. layısıyla pekiştirm eyi h ızlan d ırır ve güçlendirir.
Ayrıca, bağlantılar yeterli düzeye ulaşamazsa ak Beynin yeni ed inilen bilgileri ve özellikle de dik
son dallarını gönderen nöron tümü ile yok olur. kat çeken yeni bilgileri prova etm ey e doğal bir
Görüldüğü gibi, bir bebeğin doğumundan kısa eğilim i vardır. Bu n ed en le, duysal d en eyim lerin
bir süre sonra beynin çeşitli bölgelerindeki nöron önem li özellikleri belli bir süre için d e b ellek d e
ların nihai sayısı ve bağlantıları “ya kullan ya kay polarına giderek daha kalıcı bir b içim d e y erle
b et” ilkesine göre belirlenmektedir. Bu bir tür öğ şirler. Bu durum , bir k im sen in d erin lem esin e
renmedir. Bir örnek vermek gerekirse, yeni doğan öğrendiği küçük m iktardaki bilgiyi, n ed en y ü
bir hayvanın bir gözü birkaç hafta boyunca kapalı zeysel olarak öğrendiği büyük m iktardaki b ilg i
tutulursa görsel korteksindeki hücre katmanları b i den çok daha iyi h atırlayabild iğin i açık la m a k ta
rer sıra ara ile -yani normal olarak kapatılan göze dır. Bu aynı zam and a zinde ve uyanık bir k im se
bağlı olan hücre katmanları- dejenere olur ve o göz n in belleğin i zihinsel yorgunluk için d eki bir
hayat boyunca ya kısmen ya da tam am en kör kalır. kim seden niye daha iyi p ek iştireb ild iğ in i de
Böylece, serebral korteksin pek çok alanında açıklam aktadır.
başlangıçta var olan nöronların yüzde 5 0 ’si veya Pekiştirme Esnasında Anıların Kodlanması. Pe
daha fazlası doğru kullanılmama nedeniyle yok kiştirm enin en önem li özelliklerinden biri pekiş
olur. Bu m ekanizm anın kendisi bile bir tür uzun tirm e esnasında belleklerin farklı bilgi sınıfları
süreli öğrenmedir. Ayrıca, sinir sistem inin hayaün halinde kodlanm asıdır. Bu sü reçte b en zer bilgi
erken döneminde sahip olduğu bu şekillenme ye ler bellek depolam a birim lerin d en geri getirilir
teneği, çocuklara erken dönemde zengin bir öğle ve yeni bilgilerin işlen m esin e yard ım cı olarak
nim deneyim i kazandırmanın ne kadar önem li ol kullanılırlar. Yeni ve eski bilgi, benzerlikleri ve
duğunu da vurgulamaktadır. Böylelikle çocuk ya farklılıkları açısından karşılaştırılır. Bilgi işlem e
şam boyu sürecek olan öğrenimi için müm kün süreçlerinin bir kısm ı, işlenm iş bilgiyi saklam ak
olan en iyi temele sahip olacaktır. yerine, bunları benzerlikleri ve farklılıkları y ö
Yakın zam ana kadar erişkinlerde ve hayvanlar nünden ayırarak depolar. Bilginin pekiştirilm esi
da, bellek döngülerindeki nöron sayısındaki deği sırasında, yeni bilgiler ıastg ele depolanm azlar,
şiklerle çok az bir “öğrenm e" kazanıldığına in a aynı tipte diğer bilgilerle ilişki kurularak saklanır
nılm aktaydı. Ancak son çalışm alara göre erişkin lar. Bu ileride, isten en bilgi “arandığında” bu lu
lerde bile bu m ekanizm anın bir kısm ının kulla nabilm esi için gereklidir.
nıldığı öne sürülmektedir.
B ellek S ü re cin d e B eynin
Belleğin Pekiştirilmesi Ö z g ü l B ö lü m le rin in Rolü
(Konsolidasyonu)
Hipokam pus Bilginin H afızada Pekiştirilm esi
Kısa süreli belleğin haftalar veya yıllar sonra hatırla ni Sağlar-Hipokam pus le zy o n la rın d a n Sonra
nabilecek uzun süreli belleğe dönüştürülebilmesi A n tero g rad A m nezi. H ipokam pus, tem p oral
için "pekiştirilmesi” gerekir. Yani bellek, sinapslarda lop korteksin m edial kısm ınd a bulunur. Ö nce
uzun süreli tipte bir bellek için gerekli kimyasal, fi beynin altına doğru kıvrılır, son ra da lateral
ziksel ve anatomik değişikliklerin gerçekleşmesini ventrikülün alt yüzeyine doğru yükselir. Bazı
bir şekilde başlatmalıdır. Bu süreç minimal bir pekiş hastalarda epilepsi tedavisi am acıy la h er iki h i
tirme için 5 ila 10 dakikalık bir süreyi, güçlü bir pekiş pokam pus çıkarılm ıştır. Bu işlem in , h astaların
tirme için ise 1 saat veya daha uzun bir süreyi gerek belleklerine daha ö n ce d e n kaydedilm iş bilgiler
tirir. Örneğin, beyinde derin bir iz bırakan duysal bir üzerinde ciddi bir etkisi o lm am ıştır. B una kar
deneyimden bir dakika kadar sonra, beyin elektrik şın, am eliyattan sonra, bu kişilerin, sözel ve
sel yolla oluşturulan bir konvülsiyon geçirirse duysal sem bolik anıları, kısa süreli b ellek ten uzun sü
deneyim hatırlanmayacaktır. Aynı şekilde, bir beyin reli belleğe geçirm e y eten ekleri, h atta anıların
sarsıntısı aniden uygulanan derin genel anestezi ve birkaç dakika depolandığı orta süreli bellekte
ya beynin dinamik işlevlerini geçici olarak bloke depolam a yeten ek leri büyük ölçüd e kaybolur.
eden herhangi biı* etki pekiştirmeyi engeller. Bu kişiler, zekanın tem elin i o lu ştu racak cin sten
6 76 ÜNİTE X I • Sinir Sistemi: C. M otor ve Entegratif Nörofizyoloji
yeni uzun süreli bellekler kuram azlar. B una aıı- ki yaygın alanlard a depo ed ilm eleri ve daha
terograd am n ezi denir. derin izler olu ştu rm alarıd ır.
H ipokam pus yeni bilgilerin depolanm ası için Hipokampus lezyonlu bazı şahıslarda, yukarıda
ned en, bu kadar önemli? Bunun olası cevabı, hi- tartışılan anterograd am neziyle birlikte retrograd
pokam pusun, lim bik “ödüllenm e" ve “cezalan amnezi de görülür. Bu olay, hipokam pus lezyon-
m a” sistem inden çıkan yolların en önem lilerin ları ile oluşan her iki tipteki am nezilerin hiç değil
den biri olduğudur. Ağrı veya rahatsızlığa neden se kısm en birbiıiyle ilişkili olduğunu gösterir. B u
olan uyaranlar ve düşünceler lim bik cezalandır nunla birlikte, talam usta bazı alanların hasarında
m a merkezlerini, haz, mutluluk ve ödüllenm e önem li bir anterograd am nezi bulunm aksızın,
duygusu lim bik ödüllenm e merkezlerini uyarır. retrograd am nezinin geliştiği öne sürülmüştür.
B ütün bunlar kişinin eğilim lerini ve duygusal du Bu belki de talam usun norm alde kişinin bellek
rum unu etkiler. Bu m otivasyonlardan biri beynin deposunu “taram a”, böylece anıları “okum a” gö
hoşa giden veya gitm eyen deneyim ve d üşü ncele revi yapması şeklinde açıklanabilir. Yani, bellek
ri hatırlam a dürtüsüdür. Özellikle hipokam pus, işlemi, sadece anıların depolanm asını değil, aynı
daha az derecede de başka bir lim bik yapı olan zam anda anıyı daha ileri bir tarihte arayıp bu l
talam usun dorso-m edial çekirdeği, hangi düşün mayı da gerektirir. Talam usun bu fonksiyonu B ö
celerin ödüllenm e veya cezalanm a bazında anı lüm 5 8 ’de daha ayrıntılı olarak tartışılm ıştır.
olarak saklanacak derecede önem li olduğuna ka
rar verm ede etkilidirler. Hipokampuslar Refleksif Ö ğ ren m ed e Etkili
Değildirler. Hipokampal lezyonlu hastalar g en el
R e tro g ra d A m n ezi. Retrograd am n ezi g eçm i de sözel ve sem bolik zeka gerektirm eyen fiziksel
şe ait an ıların - uzun sü reli b ellek te d ep o lan m ış becerileri öğrenm ede zorluk çekm ezler. Örneğin
b ilg ilerin orad a old u klarının b ilin m e sin e rağ bu kişiler, sadece el ve fiziksel beceri gerektiren
m e n - h atırlam a y eten eğ in in kaybıdır. R etrog birçok spor dalını kolaylıkla öğrenebilirler. Bu tip
rad a m n e z i o lu ştu ğ u n d a y ak ın g e çm işte k i öğrenmeye refleksif öğrenme denir ve gerekli gö
olaylar, uzak g eçm işteki olaylara göre d aha faz revlerin bellekte sem bolik olarak irdelenm esi ye
la unutulur. B u n u n olası bir n ed en i, eski a n ıla rine, fiziksel olarak defalarca tekrarlanm asına
rın ço k kereler tek rarlan m ası so n u cu , b ey in d e bağlıdır.
REFERANSLAR
B arlo w S M , Andreatta R D : H andbook o f C lin and physiology: determ inistic chaos in e x M acN am ara J, R e y e s G : T h e L o g ical Founda
ica l S p e ech Physiology. San D iego : S in g u citab le ce ll assem blies. Physiol R ev 7 4 :1 , tions o f C ogn ition . N ew Y o rk : O xford U n i
lar Publishing Group, 1999. 1994. versity Press, 1994.
Basbaum A I: M em ories o f pain. S c i M ed Nov/ E h ilic h Y M : M olecular and C ellular M ech a M cN cil M R : C lin ical M anagem ent o f S en so ri
D e c : 2 2 , 1996. n ism s o f Neuronal Plasticity. New Y ork: m otor S p eech D isorders. New Y ork:
B e rry M , L ogan A : C N S Injuries: C ellular R e Plenum Press, 1998. T h iem e, 1 9 97.
sponses and Pharm acological Strategies. F itch RH , M iller S , T allal P: N curobiology o f M iller B L , Cum m ings J L : T h e Human Frontal
B o c a R aton : C R C Press, 1999. speech perception. Annu R ev N eurosci 20: Lobes. N ew Y o rk : G u ilford Press, 1998.
Blu m hardt L D : T h e clin ica l utility o f event- 3 3 1 , 1997. M isulis K E : Essen tials o f C lin ica l N europhysi
related potentials to a short-term memory F u stcr JM : T h e Prefrontal C ortex: Anatom y, ology. B o sto n : Butterw orth-H einem ann,
task. E lectro en cep h alo gr C lin Neurophysiol Physiology, and N europsychology o f the 1997.
4 6 :7 3 , 1 9 9 6 . Frontal L o b e. Philadelphia: Lippincott- M ize A R : N itric O xid e in B rain D evelopm ent,
B ru g g e J : C entral Auditory Processing and Raven, 1997. Plasticity, and D isease. Nesv Y o rk : Elsevier,
Neural M odeling. New Y o rk : Plenum Press, G olding JM , M acLeod C M : Intentional Forget 1998.
1998. ting. M ahw ah, N J: L . Erlbaum A ssociates, M oran M J, Z u lla-Jo n es E : L earning A bou t'
B u n ch M : D yn am ics o f the Singing V o ice. 1998. V o ice. San D iego: Sin gu lar Publishing
Group, 1998.
V ien n a: Springer, 1997. G on zalez-L im a F : C ytochrom e Oxidase in
Pinker S : H ow the M ind W orks. New Y o rk :
Chen C , To n cgaw a S : M olecular gcnetic anal Neuronal M etabolism and A lzheim er’s D is
N orton, 1997.
ysis o f synaptic plasticity, activity-depen ease. New Y o rk : Plenum Press, 1998.
R abbitt P: M ethodology o f Frontal and E x e cu
dent neural developm ent, learning, and G rm ela A : Neural Com puting and Neural S c i
tive Fu nction. East S u sse x , U K : P sychology
m em ory in the mam m alian brain. Annu R ev en ce. Praha, C zech R epu blic: A G C E S Pub
Press, 1997.
N eurosci 2 0 :1 5 7 , 1997. lishers, 19 9 7 .
R obbins T W : R efin in g the taxonom y o f m em
C onlon R , H obson JA : U nderstanding the Hu K oliatsos V E , Ratan R R : C ell Death and D is
ory. S cien ce 2 7 3 :1 3 5 3 , 19 9 6 .
man M ind. N ew Y o rk : Joh n W iley, 1999. eases o f the Nervous System . Totow a, N J:
Sakata H, M ikam i A , F u ste r JM : T h e A sso cia
C onw ay M A , G athercole S E , C am oldi C: T h e Humana Press, 1998.
tion C ortex. A m sterdam : Harwood A ca
ories o f M em ory, Volum e II. East Su ssex, L eD o u x J E : Em otion, memory and the brain:
d em ic Pu blishers, 1997.
U K : P sych ology Press, 1998. the neural routes underlying the formation Sallh ou sc T A : G eneral and sp ecific speed m e
C ow an \VM, Zipursky S L , Jessell T M : M o lec o f m em ories about prim itive em otional e x diation o f adult age d ifferen ces in m em ory.
ular and C ellular A pproaches to Neural D e perien ces, such as fear, have been traced. J G erontol B Psychol S c i S o c S c i 5 1 :P 3 0 ,
velopm ent. N ew Y o rk : O xford U niversity S c i Am June: 5 0 , 1994. 1996.
Press, 1 9 97. L evitt P, B a rb c M F , Eagleson K L : Patterning S a ta lo ff R T : V o ic e Perspectives. San D iego:
D avid A S , Cutting JC : T h e Neuropsychology and specification o f the cerebral cortex. Singular Publishing G roup, 1998.
o f Schizoph ren ia. H illsdale, N J: Law rence Annu R ev Neurosci 2 0 :1 , 1997. Shepherd G : T he Syn ap tic Organization o f the
Erlbaum A sso ciates Inc, 1994. L o g ie R H : W orking M em ory and Thinking. B rain . N ew Y o rk : O xford U n iversity Press,
E lb e rt T , R ay \VJ, K ow alik Z J, et al: C haos E ast Su ssex , U K : Psychology Press, 1998. 1997.
BÖLÜM 57 • Serebral Korteks; Beynin Entellektüel İşlevleri; Öğrenme ve Bellek 677
Springer S P : L eft Brain , Right B rain : Perspec T o v ee M J: T h e Speed o f Thought: Inform ation tical co n n ectivity and co m b in atorial c o m
tives from C ogn itive N euroscien ce. New Processing the C erebral C ortex. A ustin, T X : pulations. Annu R ev N eurosci 2 0 :2 5 ,
Y o rk : Freem an, 1998. R G Landes C o, 1998. 1997.
Steriade M : Synchronized activities o f coupled W agm an M : Cognitive S c ie n c e and the S y m W o lo ck J L : T h e N oblest A nim ate M otion:
oscillators in the cerebral cortex and thala bo lic O perations o f Human and A rtificial S p eech , Physiology, and M ed icin e in Pre-
mus at different levels o f vigilan ce. C ereb In telligence. W estport, C T : Praeger, 1997. C artesian L ingu istic Thou ght. Philadelphia:
Cortex 7 :5 8 3 , 1 9 9 7 . W inokur G , G a y to n P: T h e M edical B a sis o f J Ben jam in s Publisher, 1 9 97.
Thom son A M , D euchars J : S yn aptic interac Psychiatry. Philadelphia: W B Saunders C o, W ong C\V: A brain m odel w ith the circuit to
tions in neocortical lo c a l circuits: dual in 1994. con vert short-term m em ory into long-term
tracellular recordings in vitro. C ereb C ortex W ise S P , Boussaoud D, Johnson P B , C am initi m em ory. M ed H ypotheses 4 8 :2 2 1 ,
7 :5 1 0 , 1997. R : Prem otor and parietal cortex: cortico cor- 1997.
Beynin Davranışsal ve
Motivasyon el Mekanizmaları-Limbik
Sistem ve Hipotalamus
Davranışın kontrolü, sinir sistem inin tüm ünün litatör alan olarak isimlendirilir. Bu alan Bölüm
fonksiyonudur. Bölüm 59’da tartışılacak olan uya 55’de tartışıldı; çünkü burası aynı zam anda aşağı
nıklık ve uyku en önem li davranışlarımız arasın ya, omuriliğe doğru, yerçekim ine karşı gelen kas
dadır. ların tonuslarının ve omurilik reflekslerinin aktivi
Bu bölümde, önce beynin değişik bölüm lerin te düzeylerinin korunm asını sağlayan kolaylaştı
deki aktiviteleri kontrol eden mekanizm aları ele rıcı sinyaller ileten beyin sapı retiküler alanıdır.
alacak daha sonra da, m otivasyonel dürtüleri, Aşağıya doğru gönderdiği sinyallerin yanı sıra, bu
özellikle de öğrenm e sü recin in m otivasyonel alan yukarıya da yoğun sinyaller gönderir. Bunla
kontrolü, haz ve cezalanm a duygularını tartışaca rın çoğu talam usta sinaps yaparlar ve oradan se
ğız. Sinir sistem inin bu fonksiyonları, beynin b a rebral koı teksin tüm alanlarına dağılırlar. Bir çoğu
zal bölüm ünde yerleşmiş olan lim bik (“sınır” a n da talam usun yanısıra diğer subkortikal yapılara
lam ına gelir) sistem tarafından yürütülür. giderler.
Talam ustan geçen sinyaller iki tiptir. Bunlardan
biri, seıebıu m u birkaç milisaniye uyaran hızlı ak
siyon potansiyelleridir. Bu uyarılar, beyin sapının
retiküler alanında bulunan büyük sinir h ücrele
BEYNİN AKTİVASYON VE rinden kaynaklanırlar. Bunların sinir uçları, par
DÜRTÜ SİSTEMLERİ çalanm adan önce birkaç milisaniye boyunca etki
gösteren, uyarıcı bir n örotıansm iter olan asetilko-
Beyin sapından, serebrum a devamlı olarak giden liıı salgılarlar.
sinir sinyalleri yok olursa, beyin işe yaramaz hale İkinci tip eksitatör uyan, beyin sapı eksitatör
gelir. Gerçekte, beyin sapının m ezensefalon ve se- alanında yayılmış olan çok sayıda küçük sinir
rebıu m arasında, pineal bir tüm ör tarafından b a hücrelerinden kaynaklanır. Bunların da çoğu yine
sıya uğramasıyla, hasta hayatının geri kalan kıs talamusa geçerler, ancak bu kez sinyallerini yavaş
m ını kalıcı koma şeklinde geçirir. iletici lifler üzerinden taşırlar. Bu lifler, başlıca ta
Beyin sapındaki sinir sinyalleri beynin seıebral lam usun intralam inar çekirdeği ve talam us yüze
kısmını iki şekilde aktive eder: ( 1 ) beynin geniş ala- yindeki retiküler çekirdekte sinaps yaparlar. Bura
larında arka plandaki aktiviteyi direkt olarak sti- dan bazı küçük lifler kortekse de yayılırlar.Bu sis
müle eder ve (2 ) nörohum oral sistem leri aktive tem liflerinin eksitatör etkisi, birkaç saniyeden
ederek, özel fasilitatör veya inhibitör horm on ben başlayarak birkaç dakika boyunca giderek artar.
zeri nörotransm itterin beynin belli alanlarına sal Bu da, bu sinyallerin beynin uzun süreli arka
gılanmasını sağlar. Bu aktivite edici sistem ler da plandaki eksitabilite düzeyini kontrol etm ekte
im a beraber çalışırlar ve birbirlerinden tam olarak özel önem taşıdıklarını göstermektedir.
ayrılamazlar. Ancak önce her ikisi ayrı ayrı tartışı
lacaktır. Periferik Duyu Sinyalleri ile Beyin Sapı Eksita
tö r Alanının Uyarılması. Beyin sapının uyarıcı
bölgesinin ve buna bağlı olarak tüm beynin aktivi
Serebral Aktivasyonun Beyin Sapın te düzeyi büyük çapta periferden gelen uyarıcı
dan Gelen Sürekli Uyarılarla Kontrolü duysal sinyaller ile belirlenir. Özellikle ağrı sinyal
leri bu alandaki aktiviteyi artırırlar ve böylelikle
Beyin Sapının Retiküler Aktive Edici Alanı beyni yüksek bir dikkat seviyesine getirirler.
Uyarıcı alanı aktive eden duysal sinyallerin ö n e
Şekil 58-1, beyindeki aktivite seviyesini kontrol mi, beşinci kafa çiftinin ponsa girdiği yerin daha
eden genel bir sistem i göstermektedir. Bu siste üstünden beyin sapı kesilerek gösterilmiştir. Bun
m in merkezi kontrol bileşeni, pons ve m ezensefa- lar, beyne som atosensoriyel sinyalleri taşıyan en
lon’un retiküler yapısında bulunan eksitatör bir üst düzey sinirlerdir. Bu sinyaller ortadan kalktı
alandır. Bu alan aynı zam anda bıılboretikü lerfasi ğında, uyarıcı alandaki aktivite düzeyi birdenbire
678
BÖLÜM 58 Beynin Davranışsa! ve Motivasyonel Mekanizmaları-Limbik Sistem ve Hipotalamus 679
Beyin Aktivitesinin
ŞEKİL 58 - 1
Nörohormonal Kontrolü
Beynin eksitatör aktive edici sistemi. Aktive edici sistemi baskı
layan veya inhibe eden bıılber inhibitor alan da gösterilmiştir.
Beyin aktiviteleıi, alt beyin bölgelerinden, beyin
koı tikal bölgelerine taşınan sinir sinyalleri ile ger
çekleştirilir. Ayrıca, beyin aktivitesini denetlem ek
azalır ve beyin büyük oranda azalmış aktivite dü için başka bir yol daha vardır. Bu da beyin dokusu
zeyine girer ve giderek kalıcı koma durumuna na verilen, eksitatör veya in hibitor tipteki ııörot-
doğru yaklaşır. Beyin sapı beşinci sinirin altından ransnıiter horm on lar yoluyla olmaktadır. Bu nö-
kesilecek olursa, yüz ve ağız bölgelerinden gelen rohormonlar, genellikle birkaç dakika ile birkaç
duysal sinyallerin etkisiyle koma önlenm iş olur. saat arasında aktivite gösterirler. Böylece, kısa d ö
nem ler halinde aktivasyon-inlıibisyon yapm ak
Serebrumdan Çıkan Sinyallerin Etkisiyle Beyin yerine uzun süreli kontrolü sağlarlar.
Sapı Uyarıcı Alanda A ktivite Artışı. Eksitatör Şekil 58-2, sıçan beyninde ayrınülı olarak h a lita
sinyaller sadece, bulboıetiküler eksitatör alandan sı çıkarılmış üç önem li nörohum oıal sistem i gös
çıkıp serebrum a geçmez, aynı zamanda serebrum termektedir: ( 1 ) norepinefıin sistem, (2 ) dop am in
dan tekrar bulber bölgelere dönerler. Bu nedenle, sistemi, (3) serotonin sistemi. N orepinefıin genel
serebıal korteks düşünce veya motor yolla uyarıl likle eksitatör horm on şeklinde davranırken, sero
dığında, sinyaller beyin sapı uyarıcı alanlarına geri tonin genellikle inhibitor tiptedir. D opam in ise b a
gönderilir, buradan da serebıal kortekse daha faz zı alanlarda eksitatör, bazı alanlarda inhibitördür.
la oranda eksitatör sinyaller çıkar. Bu sayede se- Buradan da talim in edilebileceği gibi, bu üç siste
ıebral korteksin eksitasyon düzeyinin yüksek kal m in beynin değişik yerlerinde uyarma düzeylerine
ması veya artm ası sağlanır. Bu p o zitif fe e d ba ck ’m değişik etkileri olacaktır. N oıepinefrin sistem i h e
genel m ekanizm asıdır ve bu yolla serebrum da m en hem en beynin tüm bölgelerine yayılmışken,
başlayan bir aktivite daha fazla aktiviteyi destekler serotonin ve dopam in sistem leri daha özelleşm iş
böylece “uyanık” kalmamızı sağlar. beyin bölgelerine yönlendirilmişlerdir. Örneğin,
dopam in genelde bazal gangliyonlarda bulunur
Talamus, Korteksin Belli Bölgelerindeki A ktivi ken, serotonin daha çok orta hattaki yapılarda e t
teyi Kontrol Eden Bir Dağıtım Merkezidir. B ö kili olmaktadır.
lüm 57'de anlatıldığı ve Şekil 57-2’de gösterildiği gi
bi, serebral koı teksteki her alan, talamustaki ileri İnsan Beyninde Nörohumoral Sistemler. Şekil
derecede özelleşmiş olan alanlarına bağlanır. Bu 58-3 insan beyninde, dört nörohumoral sistem i ak
nedenle, talamustaki bazı özel noktaların uyarıl tive eden beyin sapı bölgelerini göstermektedir.
ması, korteksteki belli küçük bölgeleri aktive eder. Bunlardan üçü daha önceden sıçanlarda tartışılan
Uzun süreli belleğimizin, bu şekildeki talamus ve mekanizmalar, diğerleri de asetilkolin sistemidir.
serebral korteks alanındaki ileri-geri sinyal iletimi Bunların bazı özel fonksiyonları şunlardır:
ile oluştuğu düşünülmektedir. Burada talamus kor-
teksi uyarır ve daha sonra korteks tekrar talamusu 1. Locus seruleus ve norepinefı in sistemi. Locus serıı-
uyarır. Düşünme sürecinin özellikle sinyallerin ile leııs, pons ve mezensefalon arasındaki kavşakta her
680 ÜNİ TE X I • Sinir Sistemi: C. M otor ve Entegratif Nörofizyoloji
Stria medullaris
Forniks gövdesi
İndusium griseum ve
longitudinal stria
Dorsal
forniks Septum pellusidum
(suprakommisural septum)
ön
çekirdekler grubu
yol
Kommisura anteriyor
Mamiloteg
mental yol Subkallosal girus
isthmus
Paraterminal girus
(prekommisural septum)
Fasiolar
gyrus Orbitofrontal korteks
Fornik’in rudiment
fimbria'ları
Paraolfaktor alan
Stria
terminalis Bulbus olfaktoryus
ŞEKİL 58 - 4
Renkli olarak gösterilmiş olan limbik sistemin anatomisi. (Warwick and Williams: Gray’s Anatomy’den alınmıştır. 35th Br. Ed.
London, Longman Group Ltd, 1973.)
682 ÜN ¡T i: X î 6 Sinir Sistemi: C. M otor ve Entegratif Nörofizyoloji
ŞEKİL 58 • 5
Limbik sistem
Hipotalamusun Vejetatif ve Endokrin
Kontrol İşlevleri
landırılan bir merkez de ventromediyal çekirdektebu\u- Hipotalamik Lezyonlarm O rtaya Çıkardığı Et
nur. Bu merkez elektriksel yolla uyarıldığında yemek yi kiler. Hipotalamustaki lezyonlar genelde uyarıl
yen bir hayvan ani olarak yemeyi durdurur ve yiyeceğe masının neden olduğu etkilere zıt etkiler yaratır.
karşı tam bir ilgisizlik gösterir. Diğer yandan, bu alan iki
Örneğin,
taraflı olarak tahrip edildiğinde, hayvan doymak bilmez;
hipotalamik açlık merkezleri fazlasıyla aktive olur, şid 1. Lateral hipotalam usun iki taraflı lezyonları
detli iştah ortaya çıkar ve hayvan aşırı şişmanlar. yeme içme dürtülerini azaltarak hem en hem en sı
Hipotalamustaki diğer bir bölge de gastrointestinal
aktivitenin tüm kontrolüne katılan, dudak yalama ve fır düzeyine indirir, çoğu zam n da hayvanda akti
yutma gibi bir çok beslenme refleksini kontrol eden ma- ve kaybına aşırı pasifliğe yol açar.
nıiller cisimlerdir. 2. Hipotalamus ventromedial alanlarının çift ta
raflı lezyonu, başlıca lateral hipotalam usun lez-
Ön Hipofiz Bezi Aracılığıyla Endokrin Hormon yonlaııyla oluşan etkilere zıt etkiler yaratır. Aşırı
Salgılanmasının Hipotalamik Kontrolü yeme ve içme dürtüleri ile birlikte hiperaktivite ve
çoğu zaman en hafif provokasyona karşı bile aşırı
Hipotalamusta bazı alanların uyarılması ön hipofiz öfke nöbetleriyle vahşice davranışların görülm esi
bezinden hormon salgılanmasına neden olur. Bu konu, ne yol açar.
endokrin bezlerin sinirsel kontrolü ile ilgili olarak Bö
lüm 74’de ayrıntılı olarak tartışılmıştır. Temel mekaniz- Lim bik sistem in diğer alan ların ın , özellikle
meler, kısaca aşağıdaki gibidir. amigdala, septal alan ve m ezensefalondaki ala
ön hipofiz bezi başlıca, hipotalamusun alt bölümün nların uyarılması veya lezyonları çoğu kez hipota-
den ön hipofiz damar sinüslerine dökülen ven yoluyla
lamustakilere benzer etkiler gösterir. Bunlardan
kan alır. Ön hipofize gelmeden önce hipotalamustan
geçerken, kana çeşitli hipotalamik çekirdeklerden hor bazıları daha sonra ayrıntılı olarak tartışılacaktır.
mon salgılanmasını (etikleyen ve iııhibe eden hormonlar
katılır. Bu hormonlar kan dolaşımıyla, ön hipofize taşı
narak ön hipofiz hormonlarının salgılandığı bez hücre Limbik Sistemin “Ödül” ve “Ceza” İşlevi
lerini kontrol eder.
Önceki tartışm adan da anlaşıldığı gibi, çeşitli
Özet. Hipotalamusun birçok farklı bölgesi spesifik veje limbik yapıların özellikle duyuların a ffe k tif doğa
tatif ve endokrin işlevleri kontrol eder. Bu bölgelerin ke sıyla ilgili olduğu açıktır; yani duyular ya hoşa g i
sin sınırları hala tam olarak belirlenmemiştir. Yukarıda der ya da h oşa gitmez. Bu affektif nitelik aynı za
anlatılan farklı hipotalamik işlevler için farklı bölgelerin manda ödü llen m e veya, cez an la m a ya da doyum
şu şekilde ayrımı gelecekte değişebilir. ve nefret olarak da adlandırılır. Belirli lim bik ala
nların elektriksel yolla uyarılm ası hayvanın h oşu
na giderken veya doyum sağlarken diğer b ölgele
Hipotalamusun Davranışla İlgili
rin uyarılması terör, ağrı, korku, savunm a ve kaç
İşlevleri ve İlgili Limbik Yapılar ma reaksiyonları veya tüm diğer cezalandırm a
davranışlarını doğurur. Bu iki zıt cevaplam a siste
Uyarılma Sonucu O rtaya Çıkan Etkiler. Hipotala
minin uyarılma derecesi hayvanın davranışını
musun vejetatif ve endokrin işlevlerinin yanısıra, büyük ölçüde etkiler.
insan ve hayvan emosyonel davranışları üzerinde
de derin etkileri vardır. Bu etkiler hipotalamusun
uyarılması veya lezyonlarıyla ortaya çıkar.
Ödül Merkezleri
Hayvanlarda stim ülasyonun bazı davranışsal
Şekil 58-8 beyin spesifik ödüllenm e ve cezalanm a
etkileri aşağıdaki gibidir:
alanlarını belirlem ede kullanılan bir tekniği gös
termektedir. Bu resimde, kafesin bir kenarına bir
1. L ateral hipotalam usun uyarılması, yukarıda
kaldıraç yerleştirilm iştir ve üzerine basıldığında
tartışıldığı gibi sadece susam a ve açlık duygusu
bir stim ülatörle elektriksel kontak yapacak şekil
yaratmakla kalmaz aynı zam anda daha sonra tar
de düzenlenmiştir. Elektrotlar beynin farklı b ö l
tışılacağı gibi hayvanın genel aktivite düzeyini ar
gelerine yerleştirilm iştir. Böylece hayvan kaldıra
tırarak hiddet ve kavga davranışına da yol açar. ca basarak bu bölgeleri uyarabilir. Belirli bir b ö l
2. V entrom edial çekirdeğin ve çevresindeki a la n genin uyarılması hayvana ödüllendirilm e duygu
ların uyarılması, başlıca lateral hipotalam usun su vıiyoısa hayvan kaldıraca tekrar tekrar, bazen
uyarılmasıyla ortaya çıkan davranışlara zıt etkiler saatte binlerce kez basacaktır. Ama ödüllendirm e
yaratır. Bunlar doyma hissi, yem enin azalm ası ve alanını uyarmanın yanı sıra, bazı lezzetli yiyecek
sakinliktir. ler de verildiğinde hayvanın çoğu zam an elektrik
sel uyarıyı tercih ettiği gözlenir.
3. Üçünçü ventrikülün hemen yanında bulunan
Bu teknik kullanılarak, ödüllendirm e m erkezle
periventrikiiler çekirdek ince bölgesinin ( ya da hipo-
rinin başlıca m ed ia l ön beyin d em eti boyunca,
talamusla birleşen merkezi gri maddenin) uyarıl
özellikle hipotalam u su n lateral ve ven trom edial
ması genellikle korku ve cezalan m a yanıtı uyandırır. çekirdeklerin de bulunduğu anlaşılm ıştır. Lateral
4. Seksüel dürtü, hipotalam usun çeşitli alanla çekirdeklerin kuvvetli uyarılm ası şiddet doğurdu
rından özellikle en ön ve arka hipotalam us bölge ğu halde, bu alanın ödüllenm e m erkezleri kapsa
lerinden uyarılabilir. mında bulunm ası şaşırtıcıdır. Bu çeşitli alanlar
BÖLÜM 08 * Beynin Davranışsal ve Motivasyonel Mekanizmaları-Limbik Sistem ve Hipotalamııs 685
ıar tekrar verildiğinde duysal deneyim cezalanm a lincini kaybetm em iş olsa ve yaşan anların gerçek
veya ödüllenm e duygusu doğurmazsa kortikal c e olm adığını bilse de bu halü sinasyonlar ö n le n e
vapların neredeyse tam am en söndüğü görülür. mez. H ipokam pusun bu hip ereksitabilitesin in
Hayvan duysal uyarana alışır (habituation) ve seb ep lerin d en biri, belki de hipokam pus k oıtek -
sonra onu ihmal eder. sinin bazı alanlarının beynin diğer bölgeleri gibi
Uyaran nötr olacağı yerde cezalanm a ya da altı tabakalı değil üç sinir hü cresi tabakasın d an
ödüllenmeye sebep olursa, bu uyaran tekrarladık oluşm asıdır.
ça kortikal cevap söneceği yerde daha da şiddetle
nir ve cevabın pekiştirildiğiııden söz edilir. Bir hay
van ödüllenm e ve cezalanm aya sebep olan duyu
Hipokampusun Öğrenmedeki Rolü
lar için kuvvetli bellek izleri oluştururken nötr duy
Hipokampusların İki Taraflı Çıkarılması-Öğren-
sal uyarılara karşı tam bir alışma geliştirir.
me Yetisi Kaybı. Bazı kişilerde epilepsi tedavisi
Limbik sistem in cezalanm a ve ödüllenm e m er
kezlerinin, öğrendiğim iz bilginin seçilm esinde için hipokampuslar cerrahi olarak iki taraflı çıka
rılmıştır. Bu insanlar önceden öğrenilmiş anıları
büyük rolü olduğu bellidir. Bu bilgilerin genellikle
yüzde 99'u atılır, yüzde l ’den azı bellekte saklanır. tatm inkar bir şekilde hatırlayabilm ekte, ancak sö
zel sem bolizm e dayanan yeni bir bilgi edinem e-
mektedirler. G erçekten de, her gün birarada b u
lundukları insanların bile isim lerini öğrenem ez
H ler. Yine de bir an için günlük hayatlarında biışey-
LİMBİK SİSTEMİN DİĞER ler olduğunu hatırlayabilirler. Şu halde, saniyeler
BÖLÜMLERİNİN SPESİFİK İŞLEVLERİ ile birkaç dakika arasında değişen kısa süreli b el
lek oluşturabilirler; ancak birkaç dakikadan fazla
Hipokampusun İşlevleri uzun süreli bellek oluşturm a yetenekleri kısm en
ya da tam am en yok olmuştur. Bu, bölüm 5 7 ’de
Hipokampus, serebral korteksin lateral ventrikü- tartışılan anterograd am n ezi adı verilen fen om en
lün ventıal yüzeyini oluşturm ak üzere yukarı ve dir.
içeri doğru kıvrılmış ve uzamış parçasıdır. Hipo
kam pusun bir ucu amigdaloid çekirdeklere biti Hipokampusun Ö ğrenm edeki Teorik işlevi. Hi
şirken diğer kenarlarından biri tem poral lobun pokampus olfaktor korteksin bir bölüm ü olarak
ventrom edial korteksini oluşturan paıahipokam - gelişmiştir. En aşağı sın ıf hayvanlarda, hayvanın
pal girus ile kaynaşır. ne yiyeceğini, hangi kokunun sekse davet ettiğini
Hipokampus ve ona bağlı tem poral lop yapıları; belirler, yani ölüm -kalım önem i taşıyan kararları
serebral korteks, amigdala, hipotalam us, septum, alır. Beynin en erken evrimsel gelişm esinde hipo
m am iller cisim ler gibi tem el lim bik sistem bölge kam pus m u h tem elen gelen duysal sinyallerin
leriyle sayısız indiıekt bağlantılar gösterir ve hipo- önemini, önem derecesini belirleyen ve kritik ka
k a m p a l form asyon adını alır. Hemen her türlü rarlar alan bir nöronal m ekanizm a oluşturmuştur.
duysal deneyim, hipokam pusun hiç olm azsa kü Bu kritik karar alm a yeteneği bir kez oluştuktan
çük bir bölüm ünü aktive der. Buna karşılık hipo sonra, belki de beynin geri kalan kısmı aynı karar
kampus, özellikle en büyük çıkış yolu olan forniks için yine ona başvurur. Hipokampus bir nöronal
yoluyla ön talamus, hipotalam us ve limbik siste sinyalin önem li olduğunu bildirdiğinde, bu belle
min diğer bölgelerine sinyaller gönderir. Böylece ğe alınır.
hipokampus, daha sonra da görülebileceği gibi, Kişi nötr uyaranlara çabucak alıştığı halde, zevk
gelen duysal sinyalleri farklı am açlar için uygun veya ağrıya sebep olan bir duysal deneyim i daha
davranış reaksiyonları başlatm ak üzere içerisin candan öğrenir. Bunun m ekanizm ası nedir? Hi
den geçiren ek bir kanal rolü oynar. pokampusun kısa-süreli belleğin uzun-süreli b e l
Diğer lim bik yapılarda olduğu gibi, h ip ok am leğe çevrilm esi güdüsünü sağladığı, yani hipo
pusun değişik alan ların ın uyarılm ası da hem en kam pusun yeni in fo ım asyo n u n kalıcı olarak
h em en , hiddet, edilgenlik, aşırı seks güdüsü gi depolanm ası gerçekleşinceye kadar zihnin onu
b i d avranış b iç im le rin in g ö rü lm esin e seb ep tekrarlam asını gerektiren sinyal veya sinyaller
olur. ilettiği ileri sürülmüştür.
H ipokam pusun diğer bir özelliği hipeıeksita- M ekanizma ne olursa olsun hipokam puslar ol
bilitesidir. Ö rneğin h afif elektriksel uyaranlar h i
madan verbal ya da sem bolik uzun-süreli anıların
pokam pus bölgelerind e uyaran kesildikten so n
kalıcı olm ası mümkün olmaz.
ra saniyeler süren lokal ep ileptik n öbetlere se
bep olur. Bu da hipokam pusun belki norm al ko
şullarda bile uzun süren sinyaller yaydığını gös A m ig d a la rın İşlevleri
terir. İnsand a hipokam pal n ö betler sırasında ki
şi koku, görm e, işitm e, dokunm a vb. halüsinas- Amigdala her temporal lobun medial ön kutbunun
yonlar içeren çeşitli p sikom otor etkiler yaşar. B i korteksi hemen altında bulunan nukleus topluluğu
BOLÜM 58 » Beynin Davranışsal ve Motivasyonel Mekanizmaları-Limbik Sistem ve Hipotalamus 687
dur. Bunun hipotalamusla olduğu kadar, limbik siste Benzer lezyonlar insanlarda nadir olmasına rağ
min yakın bölgeleriyle de çok sayıda iki yönlü bağlan men, hasta kişiler de maymundan farklı reaksiyon ver
tısı vardır. mezler.
Aşağı sınıf hayvanlarda, amígdala büyük ölçüde ko
ku uyaranları ve onların limbik beyinle bağlantıları ile A m ig d a la n ın Tü m İş le v i. Amigdaia, davranışı yaıı
de ilgili sayılır. Bölüm 53’de işaret edildiği gibi, koku bilinçli düzeyde ayırt eden bir yapı gibi görünmekte
tıaktusunun en büyük kollarından biri amigdalanın dir. Ayrıca kişi çevresi ve düşünceleri ile ilgili anlık
kortikom edial çekirdeklerinde sonlanır. Bu bölge tem durumunu limbik sisteme yansıtır. Bu bilgi temeline
poral lobun olfaktor piriform alanında hemen kortek- dayanılarak amigdalanın kişinin davranışlarına şekil
sin altında yer alır. İnsanda amigdalanın bir başka bö vererek her durumda uydurmaya devam ettiği sanıl
lümü olan bazolateral çekirdekler, olfaktor parçadan maktadır.
çok daha fazla gelişmiş olup genellikle koku uyaranla
rı ile bağlantılı olmayan birçok davranış aktivitelerin-
de son derece önemli rol oynar. Limbik Korteksiıı İşlevi
Amigdaia limbik korteksiıı bütün bölümlerinden ol
duğu kadar temporal, parietal, oksipital lopların ııe- Limbik sistemin en az anlaşılmış kısmı limbik korteks
okorteksinden de özellikle akustik ve vizüel asosiyas- denilen ve subkortikal limbik yapıları saran serabral
yon alanlarından olmak üzere sinyaller alır. Bu çok korteks halkasıdır. Burası, korteksiıı geri kalan kısım
yönlü bağlantıları yüzünden amigdalaya limbik siste larından limbik sisteme ve ters yöne sinyallerin iletil
min kişinin dünyadaki yerini gördüğü "pencere”’ adı diği geçiş alanı işlevini görür. Bu yüzden limbik kor
verilmiştir. Amigdaia sinyalleri (1) yukarıdaki kortikal teks gerçekte davranışı kontrol eden birserebral asosi-
alanlara, (2) lıipokampusa, (3) septuma, (4) talamusa yasyon alanı gibi fonksiyon yapar.
ve (5) özellikle lıipotalamusa iletir. Limbik korteksiıı değişik bölgelerinin uyarılması
bunların işlevleri hakkında doğru bir bilgi vermemiş
A m ig d a la y ı U yarm an ın E tk ile ri. Genelde amigdala- tir. Bununla birlikte, limbik sistemin bölgelerinin uya
da uyarılma hemen hemen hipotalamus uyarılmasın rılmasında tanımlanan bütün davranış modelleri, lim
da görülen bütün etkileri ve diğer bazı etkileri doğu bik korteksiıı değişik kısımları uyarıldığında da oluş
rur. Hipotalamus aracılığı oluşan etkiler (1) arteıyel turulabilir. Keza, bazı limbik kortikal alanların çıkarıl
basınçta düşme veya yükselme, (2 ) kalp atım hızının ması da hayvan davranışında aşağıdaki gibi bazı kalıcı
artması veya azalması, (3) gastrointestinal motilite ve değişikliklere neden olur.
sekresyonun artması veya azalması, (4) dışkılama ve
işeme (5) pupilla genişlemesi ya da nadiren daralması, Ö n Tem p oral K o rte k sin Ç ık a rılm a s ı. Ön temporal
(6 ) piloereksiyoıı ve (7) çeşitli hipofiz hormonların sal- korteks iki taraflı çıkarıldığında, hemen daima amíg
gılanmasıdır. dala da zarar görür. Bu konu daha önce tartışıldı ve
Hipotalamus aracılığı ile oluşan etkilerden başka Klüver-Bucy sendromuna neden olduğuna işaret edil
amigdalanın uyarılması farklı tipte irade dışı hareket di. Hayvan özellikle tüketici bir davranış geliştirir,
lere sebep olur. Bunlar (1) başı kaldırma, vücudu bük ününe gelen her şeyi yoklar, uygun olmayan hayvanla
me gibi tonik hareketler; (2) dönme hareketleri; (3) ba ra ve cansız nesnelere karşı şiddetli seks güdüsü göste
zen klonik, ritmik hareketler; (4) yalama çiğneme ve rir, tüm korkusunu kaybeder ve uysallaşır.
yutma gibi koku ve yeme ile bağlantılı farklı tipte hare
ketleri içerir. A rk a O rb ita l Fron tal K o rte k sin Ç ık a rılm a s ı. Orbital
Ayrıca, bazı amigdaloid çekirdeklerin uyarılması, frontal korteksin iki taraflı çıkarılması, ekseriya hayva
nadiren, daha önce hipotalamustan oluşturulduğu nın uykusuzluk ve hiç oturmadan neredeyse sürekli
anlatılan hiddet modeline benzer kaçma, cezalanma dolaştığı şiddetli derecede bir hareketliliğe sebep olur.
ve korku ile karakterize bir hiddet tablosuna sebep
olur. Diğer nukleusların uyarılması da ödüllenme ve Ö n S in g u lat ve Su bkallo sal G iru sla rın Ç ık a rılm a sı. Bu
zevk reaksiyonları verebilir. giruslar, limbik korteksin prefrontal seıebral korteks ile
Nihayet, amigdalanın diğer kısımlarının uyarılması subkortikal yapılar arasındaki bağlantıyı oluşturur. Bu
ereksiyon, çiftleşme hareketleri, ejakulasyon, ovulas- girusların iki taraflı lıarabiyeti septum ve hipotalamus-
yon, uterus faaliyeti, erken doğum gibi cinsel cevapla taki hiddet merkezleri prefrontal inhibitor etkiden kur
ra sebep olur. tarır. Bu nedenle hayvan hırçınlaşabilir ve normal halin
den daha çok hiddet nöbetlerine maruz kalır.
A m ig d a la n ın İki Taraflı Ç ıkarılm asın ın E tk ile ri-K lü -
v e r-B u cy Sendro m u. Bir maymunda iki temporal lo Ö z e t. Daha fazla bilgi kazanılıncaya kadar belki en iyi
bun ön bölgeleri çıkarılırsa bu sadece temporal kortek- si limbik sistemin kortikal bölgelerinin geri kalan se-
sin değil temporal lopların içinde yer alan amigdalala- rebral korteks ve subkortikal limbik yapıların işlevleri
rın da çıkarılması demektir. Bu, Klüver-Bucy sendromu arasında davranış biçimlerini kontrol ettiğini yani aso-
adı verilen bir seri davranış değişikliklerine sebep olur. siyasyon görevi yaptığını kabul etmektir. O halde, ön
Bu durumda, (1) korku kaybı, (2) herşeye karşı aşırı me temporal kortekste özellikle tat ve koku asosiyasyonla-
rak, (3) çabuk unutma, (4) nesneleri ağızla yoklama eği rı bulunur. Parahipokampus giruslarında kompleks
limi ve hatta sert objeleri yeme eğilimi, (5) sıklıkla aşırı işitsel ve arka temporal loptaki Wernicke merkezinden
seksüel dürtü (bu öyle kuvvetlidir ki hayvan uygun ol alınan kompleks düşünce asosiyasyonlarını sağlama
mayan cinsten, yavru ya da değişik türden hayvanlarla eğilimi vardır. Orta ve arka sigular kortekste ise senso
çiftleşmeye yeltenir) görülür. rimotor asosiyasyonlar olduğuna inanılmaktadır.
688 ÜNİTE X I * Sinir Sistemi: C. M otor ve Entegratif Nörofizyoloji
REFERANSLAR
A ustad S N : W hy W e A ge. New Y ork: John Harris J : How the B rain T alk s to Itself. New tive Function. East S u sse x , U K : P sychology
W iley & S o n s, 1997. York: Haworth Press, 1998. Press, 1997.
B e e ck m a n s K , M ich iels K : Personality, e m o Hatton G I: Function-related plasticity in hypo Rabin B S : S tress, Im m une Fu n ction , and
tions and the tem porolim bic system : a neu thalamus. Annu R ev N eurosci 2 0 :3 7 5 , H ealth. New Y o rk: W ile y -L iss, 1999.
ropsych olog ical approach. A cta N eurol B e lg 1997. R oberts A C , R o bb in s T W , W eiskrantz L : T h e
9 6 :3 5 , 1 9 96. Ito M : Brain and M ind. A m sterdam : E lsevier, P refrontal C ortex : E x e cu tiv e and C ognitive
B le ssin g W B : T h e Low er B rain stem and B o d 1997. Functions. O xford: O xford U niversity Press,
ily H om eostasis. New Y o rk : O xford U n i Ja co b s B L , A zm itia E C : Structure and function 1998.
versity Press, 1 9 96. o f the brain serotonin system . Physiol Rev Rostene W H , A lexander M J: Neurotensin and
B u rgess N, O ’ K e efe J , Je ffe ry K J: W hat A re 7 2 :1 6 5 , 1992. neuroendocrine regulation. Front Neuroen-
the Parietal and H ippocam pal Contributions Jasper HH: C on sciousness: at the Frontiers o f docrin 1 8 :1 1 5 , 1997.
to Spatial C ogn itio n ? Londo n: R o yal S o c i N euroscience. Philadelphia: Lippincott- Rugg M D : C ognitive N euroscien ce. E ast S u s
ety, 1 9 97. Raven, 1998. sex, U K : Psychology Press, 1 9 97.
C arlson N R : Physiology o f B eh avior. Bosto n : K atz P S : B eyon d N'eurotransmission: N euro Sakata H, M ikam i A , Fu ster JM : T h e A sso cia
A llyn and B a co n , 1998. modulation and Its Im portance fo r Inform a tion C ortex. A m sterdam : H arw ood A ca
tion Processing. New Y o rk : O xford U niver dem ic Publishers, 1997.
C ohen H S : N euroscience fo r R ehabilitation .
sity Press, 1999. Springer S P : L eft B rain , R ig h t B ra in : P ersp ec
Philadelphia: L ip p incott-R aven , 1998.
L o g ie R H : W orking M em ory and Thinking. tives from C ognitive N euroscien ce. N ew
C onlon R , H obson JA : U nderstanding the Hu
East S u ssex, U K : Psychology Press, 1998. Y ork: Freem an, 1998.
m an M ind. New Y o rk : Jo h n W iley, 1999.
M ann D N A : S en se and Sen ility. New York: Steriade M , Jo n es EG , M c C o rm ic k D : T h a la
C ow an W M , Zipursky S L , Jcs s e ll T M : M o le c
Chapm an and H all, 1997. mus. A m sterdam : E lse v ier, 1 9 97.
ular and C ellu lar A pproaches to Neural D e
M ega M S , C um m ings J L , Sallow ay S , M alloy Uhl C : A nalysis o f N europhysiological B rain
velopm ent. N ew Y o rk : O xford U niversity
P: T h e lim b ic system : an anatom ic, phylo Functioning. N ew Y o rk : Springer, 1999.
P ress, 1 9 97.
genetic, and clin ical perspective. J N euro Urban 1JA, B u rbach JP A , W eid D : A dvances
D eadw ler S A , H ampson R E : T h e sign ificance
psychiatry C lin N curosci 9 :3 1 5 , 1997. in B rain Vasopressin. A m sterdam : E lsevier,
o f neural en sem b le cod es during behavior
M iller B L , C um m ings J L : T h e Human Frontal 1998.
and cogn ition . Annu R e v N eurosci 2 0 :2 1 7 .
Lobes. New Y o rk : Guilford Press, 1998. van B o x tc l: G JM B rain and Behavior. T ilbu rg,
199 7 .
Nakam ura K , K ubota K : T h e primate temporal N etherlands: Tilburg U niversity Press,
G azzan iga M S : T h e C ognitive N eurosciences.
pole: its putative role in o b ject recognition 1997.
C am bridge, M A : M IT Press, 1994.
and memory'. B eh av B rain R es 7 7 :5 3 , 1996. Vaudry H: Trends in C om parative En d ocrin ol
G rm ela A : Neural Com puting and Neural S c i
O beso JA : T h e B asal G anglia and Nesv S u rgi ogy and N eurobiology. N ew Y o rk : New
e n ce. Praha, C zech R ep u blic: A G C E S Pub cal A pproaches fo r Parkinson’s D isease. Y ork A cadem y o f S c ie n c e s, 1 9 98.
lish ers, 19 9 7 . Philadelphia: Lippincott-R aven, 1997. W agm an M : C ognitive S c ie n c e and the S y m
G rossm an A , C osta A , F o rslin g M , et al: Im Okudzhava V M : M echanism s o f C ortical In h i b o lic O perations o f H um an and A rtificial
m une m odulation o f .the hypothalam ic-pitui bition. C om m ack, N Y : Nova S cien tific Pub In telligen ce. W estport, C T : Pracger, 1997.
tary-adrenal a x is: cytokines and gases in the lishers, 1997. W o llo ck J L : T h e N oblest A n im ate M otion:
hypothalam us. Ann N Y A cad S ei 8 2 3 :2 2 5 , Palm er A A : P sych ological and Ph y siolog ical S p eech , Physiology, and M e d icin e in Pre-
1 997. A dvances in H earing. London: W h urr Pub C artesian L ingu istic Thou ght. Philadelphia:
H aines D E , D ietrich s E , M ilh a ilo ff G A , M c lishers, 1998. J Ben jam in s Publishers, 1 9 97.
D onald E F : T h e cerebellar-hypothalam ic Pinker S : How the M ind W orks. New Y o rk: Z im m er L E , M organ JP : M ariju an a M yths,
a x is: b a sic circu its and clin ica l observa Norton, 1997. M arijuana F a cts. New. Y o rk : Lindesm ith
tions. Int R ev N eurobiol 4 1 :8 3 , 1997. R abbitt P: M ethodology o f Frontal and E x e cu C enter, 1997.
Beynin Etkinlik Durumları-Uyku;
Beyin Dalgaları; Epilepsi; Psikozlar
Hepimiz, beynin uyku, uyanıklık, aşırı uyarılma gi bir dönemin ardından uykuya daldıktan sonraki ilk
bi farklı aktivite durumlarını ve hatta neşe, depres saati anımsadığımızda anlayabiliriz. Bu uyku son
yon ve korku gibi farklı duygulanım düzeylerini b i derece sakindir ve hem periferik damar tonusunda
liriz. Tüm bu durumlar, beyinde üretilen farklı akti- hem de diğer birçok vejetatif vücut işlevlerinde
ve ve iııhibe edici etkilerin sonucudur. Bölüm azalmayla birliktedir. Ek olarak, kan basıncında,
5 8 ’de, beynin geniş veya izole bölümlerini aktive solunum hızında ve bazal m etabolizm ada % 10-30
etm e yeteneğine sahip farklı sistemleri tanıtırken, azalma gözlenir.
bu konuyu kısmen tartışmaya başlamıştık. Bu b ö Yavaş-dalga uykusu “düşsüz uyku" olarak adlan
lümde, uykudan başlayarak beynin diğer durumla dırılmakla birlikte yavaş-dalga uykusu sırasında da
rı hakkında bilinenleri kısaca gözden geçireceğiz. düş görülmekte, hatta bazen kabuslar ortaya çık
maktadır. Yavaş-dalga uykusu ve REM uykusu sıra
sında görülen düşler arasındaki fark, REM uykusu
sırasında görülen düşler daha rahat hatırlanabilir-
UYKU ken, yavaş-dalga uykusu sırasında görülen düşlerin
genellikle hatırlanamamasıdır. Yani, yavaş-dalga
Uyku kişinin duysal veya diğer uyarılarla uyanabi uykusu sırasında, düşlerin bellekte konsolidasyo-
leceği bir bilinçsizlik durumu olarak tanım lanm ak nu olmamaktadır.
tadır. Uyku, kişinin uyandııılamadığı bilinçsizlik
durumu olan kom adan farklı tutulmalıdır. Uyku
nun, çok hafif uykudan çok derin uykuya kadar REM Uykusu (Paradoksal Uyku,
uzanan farklı düzeyleri vardır. Bu konu ile ilgili Desenkronize Uyku)
araştırıcılar uykuyu, farklı özelliklere sahip iki fark
lı tipe ayırmaktadırlar. Normal bir gece uykusunda, 5-30 dakika süren
REM uykusu dilimleri ortalam a 90 dakikada bir or
Uykunun İki Tipi. Kişi her gece, birbirini ardarda taya çıkar. Kişi çok uykulu ise, REM uyku dilimleri
izleyen uykunun iki farklı dönem inden geçer. Bun nin süreleri kısalır ve hatta ortadan kalkar. Öte y an
lar ( 1 ) daha sonra tartışacağımız gibi beyin dalgala dan, kişi gece boyunca gittikçe daha fazla dinlemiş
rı çok yavaşladığı için yavaş dalga uykusu ve (2 ) ki olduğu için REM uykusu dilimleri giderek uzar.
şi uykuda olmasına karşın gözlerde hızlı hareketler REM uykusunun birçok önemli özellikleri vardır:
oluştuğu için hızlı-göz hareketi (ıapid-eye-move-
ınent, REM) uykusu olarak adlandırılır. 1. Genellikle aktif düş görme ve aktif vücut hare
Her gece uykunun büyük kısmı yavaş-dalga uy ketleri ile birliktedir.
kusu tipinde geçer. Bu uyku, saatler boyunca uya 2. Kişi, yavaş-dalga uykusuna göre duysal uya
nıklık sonrası uykunun ilk saatindeki derin ve din ranlarla daha zor uyanır. Ancak sabahları genellik
lendirici tipteki bölümüdür. REM uykusu dönem le yavaş-dalga uykusu değil, REM uykusu sırasında
leri, uyku boyunca periyodik olarak ortaya çıkar. uyanılır.
REM uykusu genç erişkinde uyku süresinin % 25’ini 3. Tüm vücutta kas tonusu son derece azalmıştır.
kaplar ve normalde 90 dakikada bir tekrarlanır. Bu Bu beyin sapının eksitatör alanlarından medulla
uyku tipi pek sakin değildir ve normalde, daha son spinalise uzanan liflerin güçlü inhibisyonunu gös
ra tartışacağımız gibi, canlı düşlerle bağlantılıdır. termektedir.
4. Düş görmenin karakteristiği olarak kalp ve s o
lunum hızı düzensizleşir.
Yavaş-Dalga Uykusu 5. Periferik kasların aşırı inhibisyonuna karşın,
birkaç düzensiz kas hareketi oluşur. Bunlar özellik
Çoğumuz, derin yavaş-dalga uykusunun karakte le hızlı göz hareketlerini içerir.
ristiğini, son kez 24 saatten fazla uyanık kaldığımız 6 . Beyin REM uykusunda yüksek bir aktivasyon
689
690 ÜNİTE X I • Sinir Sistemi: C. M otor ve Entegratif Nörofizyoloji
gösterir. Toplanı beyin metabolizması % 20 oranın taya çıkmamaktadır. Bu nedenle, bu bölgelerin b el
da artm a gösterebilir. Elektroansefalogram (EEG) ki rafe çekirdeğini ve soıotonin sistem ini uyararak
uyanıklıkta görülenlere benzer beyin dalgaları gös etkinlik gösterdiği düşünülmektedir.
terir. Bu uyku tipi, kişi beynindeki aşırı aktiviteye 3. Diensefalondaki bazı bölgelerin uyarılması da
rağmen uyumakta olduğu için p aradoksal uyku uykuyu kolaylaştırmaktadır. Bu bölgeler, (a) hipo
olarak da adlandırılır. talamusun rostral kısmı, özellikle suprakiazmatik
alan ve (b) talamusun yaygın çekirdeklerindeki b a
Özetle, REM uykusu beynin aktif olduğu bir uy zı alanlardır.
ku tipidir. Ancak, REM uykusu sırasındaki beyin
etkinliği, kişinin çevresindekilerden haberdar ol (Bu noktada uykunun serotonin kuramıyla ilgili
m asını ve böylelikle uyanm asını sağlamaya yöne önemli bir sorun ortaya çıkmaktadır: Serotoııinin
lik değildir. kan konsantrasyonları uyku sırasında uyanıklığa
göre d ah a düşüktür. Bu nedenle, yine beyin sapı ra
fe sistemiyle ilişkili an ca k serotonin dışında başka
Uykunun Temel Kuramları olası uyku oluşturucu m addelere yönelik araştır
m alar sürdürülmektedir.)
Uykunun A k tif Bir Inhibitor Sürecin Sonucu O l
duğu Düşünülmektedir. Eski bir uyku kuramına Uyku Oluşturan M erkezlerin Lezyonları Aşırı
göre, retiküler aktive edici sistem adını alan üst b e Uykusuzluğa Yol Açabilir. Rafe çekirdeklerindeki
yin sapının eksitatör alanları, uyanık geçirilen gün farklı lezyonlar yüksek bir uyanıklık düzeyine yol
boyunca yorulmakta ve bunu sonucunda inaktif açarlar. Bu, hipotalamusun mediyorostıal supraki-
hale geçmektedir. Bu uykunun p a s if kuram ı olarak azmik kısmı için de geçerlidir. Her iki durumda da,
adlandırılmaktadır. Bu konuda önemli bir çalışma mezensefalonun ve ponsun üst kısmının eksitatör
bu eski kuramın yerini, uykunun olasılıkla a k tif in retiküler çekirdekleri inhibisyondaıı kurtulmakta
hibitor süreçlerin sonucu olduğunu ileri süren gün dır. Gerçekten, ön hipotalamusun lezyonları bazen
cel kanı almıştır. Bu çalışmada, beyin sapının mid- hayvanda bitkinlikten ölüme neden olacak kadar
pontil bölgede kesilmesinin, elektriksel kayıtlar yoğun uyanıklığa yol açabilir.
esas alındığında, beynin hiçbir zaman uyumadığı
gösterilmiştir. Diğer bir deyişle, beyin sapının mid- Uykuyla İlişkili D iğer Olası Transm iter M a d d e
pontil düzeyinin altında beynin diğer bölgelerini ler. Deneyler, günlerce uyanık tutulan hayvanların
inhibe ederek uykuya yol açan bazı merkez ya da beyin-omurilik sıvıları, kan ve idrarlarında, diğer
merkezlerin varlığı olasıdır. bir hayvanın ventıiküler sistem ine enjekte edildi
ğinde uykuya yol açan m addeler bulunduğunu
Nöronal Merkezler, Nörohümoral Mad göstermiştir. Olası bir madde olarak, günlerce uya
deler ve Uykuya Yol Açabilen Mekaniz- nık tutulan hayvanların beyin-om urilik sıvıları ve
malar-Serotoninin Spesifik Rolü idrarlarında biriken düşük molekül ağırlıklı bir
madde olan m u ra n ıilp ep tid saptanm ıştır. Bu uyku
Beynin çeşitli spesifik alanlarının uyarılması, doğal oluşturucu m addenin sad ece m ikrogram laıı
uykuya benzer özelliklere sahip bir uykuya yol aç üçüncü ventriküle enjekte edildiğinde, birkaç da
maktadır. Bu alanların bazıları şunladır: kika içinde doğal uyku oluşmakta ve hayvan saat
lerce uyumaktadır. Benzer etkiye sahip diğer bir
1. Hemen hemen doğal uykuya neden olan belir madde, uyuyan hayvanların kanından izole edilen
gin stimülasyon alanı, poıısun alt yansı ve m edul- bir nonapeptiddir. Günlerce uyanık tutulan hay
lad a yer alan rafe çekirdekleridir. Bu çekirdekler vanların beyin saplarının nöronal dokusundan
den çıkan sinir lifleri, retiküler formasyon ve yuka moleküler yapısı henüz tanım lanm ayan üçüncü
rı doğru talamus, neokoıteks, hipotalamus ve lim bir uyku faktörü daha izole edilmiştir.
bik sistem in birçok alanına dağılmaktadır. Ayrıca, Bu nedenle, uzamış uyanıklık durumunun, uyku
aşağıya medulla spiııalise doğru uzanıp, arka boy faktör veya faktörlerinin beyin sapı ve beyin-om u
nuzlarda sonlanarak, Bölüm 4 8 ’de tartışıldığı gibi rilik sıvısında artışına yol açarak uykuya neden ol
ağrı sinyallerini inhibe edebilirler. Rafe nöronları ması olasıdır.
nın sonlanmalarının çoğunun serotonin salgıladığı
da bilinmektedir. Bir hayvana serotonin oluşumu REM Uykusunun Olası Nedeni.Yavaş-dalga uy
nu durduran bir ilaç uygulandığında, hayvan ge kusunun neden periyodik olarak REM uykusuyla
nellikle bunu izleyen birkaç gün boyunca uyuya- bölündüğü anlaşılmamıştır. Ancak, asetilkolinin
mamaktadır. Bu nedenle, serotoııinin uyku oluşu etkisini taklit eden ilaçlar REM uykusunun ortaya
mu ile ilgili ana transmiter madde olduğu varsayıl çıkışını artırmaktadır. Bu nedenle, üst beyin sapı
maktadır. retiküler formasyonundaki asetilkolin salgılayan
2. Viseral duysal sinyallerin vagus ve glossofaıen- nöronların yaygın lifleri sayesinde beynin birçok
geus sinirlerle beyne girdiği, medulla ve ponsun kısmını aktive ettikleri ileri sürülmüştür. Bu ku
duysal bölgesi olan nucleus traktııs solitariııs için ramsal olarak REM uykusunda beynin belirli böl
deki bazı alanların uyarılması da uyku oluşturmak gelerindeki aşırı aktiviteyi açıklamaktadır. Ancak,
tadır. Bu etki rafe çekirdekleri lıaraplandığında or bu sinyaller beyinde uyanıklık durumu için karak
BÖLÜM 59 • Beyin Etkinlik Durumları-Uyku, Beyin Dalgaları; Epilepsi; Psikozlar 691
teristik olan normal bilinci oluşturmaya uygun şe nıklık, genellikle zihnin ilerleyici bir işlev bozuklu
kilde yönetilmemektedir. ğunu ve hatta bazen sinir sisteminin anormal davra
nış özelliklerini beraberinde getirir. Hepimiz, uzun
Uyku ve U yanıklık D ö n g ü s ü süren bir uyanıklık döneminin sonunda düşüncele
rimizin bulanıklaştığını biliriz. Ayrıca, kişi uzun dö
Buraya kadar yapılan tartışmalar uykuyla ilişkili nemler boyunca uykusuz kalmaya zorlandığında iri-
nöronal alanları, transmiterleri ve mekanizmaları tabilite belirtileri ve hatta psikotik özellikler sergile
ele almış, ancak uyku ve uyanıklığın döngüsel, ıe- yebilir. Bu nedenle, uykunun henüz anlaşılamamış
siprok özelliğini açıklamamıştır. Bu konuya henüz bir yolla, hem santral sinir sisteminin normal etkin
bir açıklama getirilememiştir. Bu nedenle, hayal lik düzeyini korumasına yardımcı olduğu, hem de
gücümüzü kullanarak, uyku-uyanıklık döngüsü santral sinir sisteminin farklı bölümleri arasındaki
nün ıitm isitesini açıklamak üzere aşağıdaki olası normal "dengeyi" sağladığı varsayılabilir. Bu, elekt
mekanizmayı önerebiliriz. ronik analog bilgisayarların uzun kullanım dönem
Uyku merkezleri aktive olmadıklarında, mezen- leri sonunda “sıfırlaması" gerekliliğine benzetilebi
sefalik ve üst pontil ıetiküler çekirdeklerin inhibis- lir. Çünkü, bu tür bilgisayarlar çalıştıkları sürece
yondan kurtulması ve bölgenin spontan olarak ak adım adım “sıfır hattından" sapmaya başlarlar. Bazı
tif duruma geçm esine olanak sağlar. Bu, hem se- beyin bölgelerinin uyanıklık sırasında aşırı kullanı
rebral korteksin hem de periferik sinir sistem inin mı nedeniyle, bu bölgelerle sinir sisteminin geri ka
uyarılmasına yol açar. Daha sonra bu iki sistem de, lan kısmı arasındaki dengenin bozulması sonucu
ıetiküler çekirdekleri daha da aktifleştiren pozitif aynı etkinin santral sinir sisteminde de oluştuğunu
feed b a c k sinyaller gönderirler. Tüm bunların etki varsaymak akla yakındır. Bu nedenle, uykunun iş
siyle,uyanıklık bir kez oluştuğunda devam etme levsel anlamı kesin olarak ortaya konamasa da, uy
şeklinde doğal bir eğilim gösterir. kunun ana özelliğinin nöronal merkezler arasındaki
Beyin saatler boyunca aktif durumda kaldığında, doğal dengeyi korumak olduğunu ileri sürebiliriz.
tahminen aktive edici sistem içindeki nöronlar yo Daha önce de belirttiğimiz gibi, uyanıklık veya uy
rulacaktır. Bunun sonucunda, mezensefalik retikü- kunun vücudun somatik işlevleri üzerine zararlı bir
ler çekirdeklerle korteks arasındaki pozitif feedback etkisi gösterilmemiş olmakla birlikte, uyanıklık ve
döngüsü zayıflayacak ve uyku merkezlerinin inhibi- uyku döngüsünü izleyen artan ve baskılanan sinirsel
tör etkileri baskın hale gelerek uyanıklık durumun uyarılabilirlik döngüsü periferik vücutta belirgin fiz
dan uyku durumuna hızlı bir geçişe yol açacaktır. yolojik etkilere sahiptir. Örneğin, uyanıklık sırasında,
Bunun ardından, uzayan uyku süresince, retikü- sempatik etkinlik artar ve iskelet kaslarına ulaşan si
ler aktive edici sistem in eksitatör nöronlarının, nir uyarılarının sayısı kas tonusunu artıracak şekilde
uzun dinlenme dönemine bağlı olarak gitgide uya- yüksektir. Bunun aksine, yavaş-dalga uykusu sırasın
rılabilirlikleri artarken, uyku merkezlerinin inhibi- da sempatik etkinlik azalırken parasempatik etkinlik
tör nöronları aşırı etkinlikleri nedeniyle daha zor artar. Bu nedenle, bu dönemi “sakin” bir uyku izler.
uyarılabilir hale gelecek ve yeni bir uyanıklık döne Arteryel kan basıncı düşer, nabız sayısı azalır, cilt da
mi başlayacaktır. marları dilate olur, bazen gasü'ointestinal sistem et
Bu genel kuram, uykudan uyanıklığa ve uyanık kinliği artar, kaslar genellikle gevşer ve vücudun ba
lıktan uykuya hızlı geçişleri açıklayabilmektedir. zal metabolizma hızı % 10-30 oranında azalır.
Bu, aynı zamanda, uyarılmayı ve kişinin zihni bir
düşünceyle meşgul olduğunda ortaya çıkan dal
gınlığı, vücut etkinliği ile ortaya çıkan uyanıklığı ve
kişinin uyku ve uyanıklık durumunu etkileyen bir B E Y İN DA LG ALA R I
çok diğer koşulu da açıklamaktadır.
Beyin yüzeyinden ve kafanın dış yüzeyinden elde edilen
elektriksel kayıtlar, beynin sürekli bir elektriksel etkinliğe
sahip olduğunu göstermektedir. Elektriksel etkinliğin
Uykunun Fizyolojik Etkileri hem şiddeti hem de içerdiği kalıplar büyük ölçüde, ııykıı,
uyanıklık durumları ve epilepsi gibi beyin hastalıkları ve
Uyku başlıca iki tipte fizyolojik etkiye sahiptir. Bun
hatta bazı psikozlarda beynin uyarılma düzeyinde orta
lardan ilki, sinir sistem inin kendisi üzerine olan et ya çıkan değişimler sayesinde belirlenmektedir. Şekil 59-
kiler, İkincisi ise vücudun diğer yapıları üzerine l ’de gösterilen elektriksel potansiyellerdeki salınımlar
olan etkilerdir. Bunlardan ilki çok daha önemlidir. beyin dalgaları olarak adlandırılırlar. Kaydın tümüne ise
Zira, boyun hizasında omurilik kesisi olan bir kişi EEG (elektroensefalogram) adı verilir.
de, kesi bölgesinde ortaya çıkan harabiyet dışında, Beyin dalgalarının kafatası yüzeyindeki şiddetleri 0-
kesi seviyesi altında uyku ve uyanıklık döngüsüne 2 0 0 mikrovolt arasında, frekansları ise birkaç saniyede
atfedilebilecek herhangi bir zararlı etki ortaya çık birle, saniyede 50 veya üstü arasında değişir. Dalgaların
karakteri serebral korteksin etkinlik düzeyine bağlıdır ve
maz. Başka bir deyişle, uyku-uyanıklık döngüsü
uyanıklık, uyku ve koma durumları arasında büyük fark
nün ortadan kalması, beynin altındaki herhangi bir
lılıklar gösterirler.
seviyede ne vücut organlarına zarar getirir, ne de Beyin dalgaları çoğu zaman düzensizdir ve EEG’de
işlevsel bozukluklara yol açar. genel bir kalıbın tanımlanması olanaksızdır. Diğer za
Öte yandan, uykudan yoksunluk santral sinir sis manlarda ise farklı bazı kalıplar ortaya çıkar. Bunlar
temi işlevlerini kesinlikle etkiler. Uzun süren uya dan bazıları, daha sonra tartışılacak olan epilepsi gibi
692 ÜNİTE X I • Sinir Sistemi: C. M otor ve Entegratif Nörofizyoloji
ŞEKİL 59 - 3
Değişik düzeylerdeki serebral etkinliğin elek- /\^A/VWVV\AAAAAAM^
Stüpor cerrahi Uyku Psikomotor Çoçuklarda Gevşeme Dikkat Grand mal Petit mal’in
rocnsefalogranuıı temel ritmi üzerine etkisi.
(Gibbs ve Gibbs'ten; Atlas of Electroencepha anestezi Petit malin yavaş ağır epileptikler korku hızlı komponenti
komponenti Konfüzyon Hafif eter
lography, 2nd Ed. Vol. I. Reading, Mass.,Ad-
dison-Wesley,1974) I----------------- 1
1 saniye
~/WV\
Dikkatli uyanıklık (beta dalgaları)
] 50 p V
REM uykusu (beta dalgaları)
1 saniye
Psikomotor
ŞEKİL 59 - 4
Uyanıklık ve uykunun farklı aşamalarında beyin dalgalarının ŞEKİL 59 - 5
karakteristiğinde ortaya çıkan ilerleyici değişimler. Epilepsinin değişik türlerinde elektroensefalogram
694 ÜNİTE X I • Sinir Sistemi: C. M otor ve Entegratif Nörofizyoloji
Petit mal epilesi hemen hemen kesin olarak beynin te E p ile p tik O d a k la rın C e rra h i O la ra k Ç ık a rılm a sı S ık
mel talamokortikal aktive edici sistemi ile ilişkilidir. Ge lıkla N ö b e tle ri Ö n le y e b ilir. EEG sıklıkla, fokal epilep
nellikle 3-30 saniye süren bilinçsizlik veya bilinç azalma tik ataklara yatkın organik beyin hastalıklı bölgelerden
sı dönemleriyle karakterizedir. Bu dönemlerde kişide, kaynaklanan anormal sivri dalgaların lokalize edilme
genellikle kafa bölgesinde, özellikle göz kırpma gibi çe sinde kullanılır. Böyle bir odak noktası bulunduğunda,
kilmeler tarzında kas kasılmaları gözlenir. Bu durum, bi odağın cerrahi olarak çıkarılması gelecekte nöbetlerin
lincin geri dönmesi ve önceki etkinliğin devamı şeklinde oluşumunu engeller.
sonlanır. Bu sürece absans sendronuı veya absans epi
lepsisi adı verilir. Hastada, aylarca süren aralarla nöbet
görülebilir. Petit mal nöbetlerin normal seyri, geç çocuk
lukta başlama ve 30 yaş civarında kaybolma tarzındadır.
Bazen bir petit mal epilepsi nöbeti, bir grand mal nöbeti PSİKOTİK DAVRANIŞ VE DEMANS -
başlatabilir. SPESİFİK NÖROTRANSMİTER
Petit mal epilepsideki diken ve kubbe şeklindeki beyin SİSTEMLERİN ROLLERİ
dalgaları, Şekil 50-5’deki orta kayıtta görülmektedir. Di
ken ve kubbe paterni serebral korteksin büyük kısmında Çeşitli psikozlu hastalar ve bazı demans tipleri üzerinde ya
veya tümünde izlenebilir. Bu da, nöbetin, beynin tala pılan klinik çalışmalar, bunların çoğunun spesifik nörot-
mokortikal aktive edici sisteminin büyük kısmını ilgilen ransmiterler salgılayan nöronların fonksiyonlarındaki azal
dirdiğini göstermektedir. Gerçekten de, hayvan çalışma madan kaynaklandığını göstermiştir. Söz konusu transmi-
ları petit mal nöbetin, talamik retiküler nöronları (bun terleıin eksikliğini dengeleyecek ilaçların kullanımı bazı
lar inhibitör gamma-aminobutirik asit (GABA) üreten hastalıkların tedavisinde başarılı sonuçlar vermiştir.
nöronlardır) ve eksitatör talamokortikal ve kortikotala- Bölüm 56’da Parkinson hastalığının nedeni olan, subs
mik nöronları içeren nöron sisteminin salınımlarından tantia nigrada yer alan ve aksonları kaudat çekirdek ve
kaynaklandığını göstermektedir. putamende dopamin salgılayan nöronların kaybını taı-
BÖLÜM 59 • Beyin Etkinlik Durumları-Uyku, Beyin Dalgaları; Epilepsi; Psikozlar 695
REFERANSLAR
A ldrich M S : S lee p M edicin e: Normal Sleep Harris J : How the Brain T a lk s to Itself. New ology. 2nd cd. Redding, M A : Appleton &
and Its D isorders. New Y o rk : Oxford U n i Y o rk : Haworth Press, 1998. Lange, 1995.
versity Press, 1999. Ito M : B rain and M ind. A m sterdam : Elsevier, M ori H: M o lecu lar B io lo g y o f A lzheim er’s
Autret A : S lee p and neurological diseases. J 1997. D isease and A nim al M odels. N ew Y ork:
N eurol 2 4 4 :S 1 , 1997. Jasp er HH: C onsciousness: A t the Frontiers o f Elsevier, 1998.
B arlo w J S : T h e Electroencephalogram . C am N euroscience. Philadelphia: Lippincott- N iederm eyer E : Prim ary (idiopath ic) general
bridge, M A : M IT Press, 1993. Raven, 1998. ized epilepsy and underlying m echanism s.
Beard sley T : W aking up. S c i A m Ju l 18, Jellig n er K , Fazekas F, W indisch M : A geing Clin E lectroen ceph alo gr 2 7 :1 , 1996.
1996. and D em entia. New Y o rk : Springer, 1998. Nunez PL : N eocortical D ynam ics and Human
B le ssin g W W : T h e Low er Brainstem and H o K atz P S : Beyond Neurotransm ission: N euro E E G Rhythm s. N ew Y o rk : O xford U niver
m eostasis. N ew Y o rk : O xford University modulation and Its Im portance for Inform a sity Press, 1995.
Press, 1 9 97. tion Processing. New Y ork: Oxford U niver Nuw er M : A ssessm ent o f digital E E G , quanti
Bu rgess N, O ’ K e efe J , Jeffery' K J: W hat Are sity Press, 1999. tative E E G , and E E G brain mapping. N eu
the Parietal and H ippocampal Contributions Kavanau JL : Origin and evolution o f sleep: rology 4 9 :2 7 7 , 1 9 97.
to Spatial C ogn itio n ? London: Royal S o c i roles o f vision and endothermy. Brain R es Okudzhava V M : M echanism s o f C ortical Inhi
ety, 1 9 97. Bu ll 4 2 :2 4 5 , 1997. bition. C om m ack, N Y : Nova S cien tific Pub
C arlson N R : Physiology o f Behavior. Boston; Kirby R R , G revenstein N: C lin ical A nesthesia lishers, 1997.
A llyn and B a co n , 1998. Practice. Philadelphia: W B Saunders C o, Partonen T : D ependence o f the variation in
C hokroverty S : S leep Disorders M cdicine. 1994. alertness on the pineal gland. M ed H ypoth
B o sto n : Butterw orth-H eincm ann, 1998. K oliatsos V E , Ratan R R : C ell Death and D is eses 5 0 :4 7 9 , 1998.
Conlon R , H obson JA : Understanding the Hu eases o f the Nervous System . Totow a, N J: R olls E T : T h e Brain and E m otion. O xford,
man M ind. New Y ork: John W iley, 1999. Humana Press, 1998. U K : O xford U niversity Press, 1998.
D ickin son C J: T h e determ inants o f long-term Kupfer D J, Reynolds C F III: M anagem ent o f R o se J E : N icotine addiction and treatm ent.
blood pressure stability: control o f trough insom nia. N Engl J M ed 3 3 6 :3 4 1 , 1997. Annu R ev M ed 4 7 :4 9 3 , 1996.
pressure during sleep. J Hypertens 1 6 :9 0 7 , L yd ic R : M olecular Regulation o f Arousal Rugg M D : C ognitive N eu roscien ce. East S u s
1998. States. B o ca Raton: C R C Press, 1998. sex, U K : Psychology Press, 1 9 97.
Fu ster JM : T h e Prefrontal C ortex: Anatom y, M acK in non D F, Jam ison K R , DePaulo JR : Shorvon S: Status Epilepticus: Its C lin ical F e a
P h ysiology, and N europsychology o f the G enetics o f manic depressive illness. Annu tures and Treatm ent in C hildren and Adults.
Frontal L o b e. Philadelphia: Lippincott- R ev Neurosci 2 0 :3 5 5 , 1997. New Y o rk : C am brid ge U niversity Press,
R av en , 1997. Maouet P: Positron em ission tom ography stud 1994.
G illb erg M : Human sleep/wake regulation. ies o f sleep and sleep disorders. J Neurol Steriade M , Jo n es E G , M cC o rm ick D : T h ala
A cta A n aesth csiol Scand 1 1 0 :8 , 1997. 2 4 4 :S 2 3 , 1997. mus. Am sterdam : E lse v ier, 1 9 97.
G olding JM , M acLeod C M : Intentional Forget M cC orm ick D A , B a i T : Sleep and arousal: Strittm atter W J, R o ses A D : A polipoprotein E
ting. M ahw ah, N J: L. Erlbaum A ssociates, thalam ocortical m echanism s. Annu Rev and A lzh eim er’s disease. Annu R ev N eu
1998. Neurosci 2 0 :1 8 5 , 1997. rosci 19 :5 3 , 1996.
G ottesm ann C : Introduction to the neurophysi- M oore R Y : Circadian rhythms: basic neurobi Uhl C : A nalysis o f N europhysiological Brain
o log ica l study o f sleep: central regulation o f ology and clin ical applications. Annu Rev Functioning. New Y o rk : Springer, 1999.
skeletal and o cular activities. A rch Ital B iol M ed 4 8 :2 5 3 , 1997. Velluti R A : Interactions betw een sleep and
1 3 5 :2 7 9 , 19 9 7 . Morgan G E , M ikhail M S : C lin ical A nesthesi sensory physiology. J Sleep R e s 6 :6 1 , 1997.
Sinir sisteminin vücudun viseral fonksiyonlarını Sempatik Sinir Sisteminin Fizyolojik Anato
kontrol eden kısmına otonom sinir sistemi denir. misi
Bu sistem arteıyel basınç, gastıointestinal motilite
ve sekresyon, m esane boşalması, terleme, vücut Şekil 60-1 periferik sinir sisteminin sempatik sinir siste
ısısı ve diğer bir çok aktivitenin kontrolüne yardım mi bölümünün genel organizasyonunu göstermektedir.
eder ve bunlardan bazıları tam amen, bazıları da Şekilde vertebral kolonun her iki tarafında uzanan iki
kısmen otonom sinir sistemi tarafından kontrol paravertebral sempatik gangliyon zincirlerinden biri, iki
edilir.
prevertebral gangliyon (çöliak ve hipogastrik) ve gangli-
yonlardan çıkarak farklı iç organlara giden sinirler görül
O tonom sinir sistem inin en çok dikkat çeken mektedir.
özelliklerinden biri, viseral fonksiyonları hızlı ve Sempatik sinirler, omurilikte T-l ve L-2 segmentleri
şiddetli bir şekilde değiştirebilm esidir. Örneğin, arasından kaynaklanırlar ve buradan ilk önce sempatik
3 ile 5 saniye içinde kalp atım hızını norm alin iki zincire ve daha sonra sempatik sinirler tarafından uyarı
katına artırabilir ve 10 ile 15 saniye içinde aıter- lan doku ve organlara geçerler.
yel basın cı ikiye katlayabilir veya tersine 4 ile 5
saniye için d e bayılm aya seb ep olacak kadar Pregangliyoner ve P ostgangliyoner Sem patik
düşürebilir. Terlem e birkaç saniye içinde b aşla N öronlar
yabilir ve m esane de yine bir kaç saniye içinde
istem siz olarak boşalabilir. Bir kişinin iç duygu Sempatik sinirler iskelet kası motor sinirlerden şu özellik
larını yansıtm akta olan bu çok hızlı değişiklikler, leriyle farklıdırlar: Omurilikten, stimüle edilen dokuya ka
yalan saptam a poligrafı yardım ıyla ö lçü leb il dar her sempatik yol, biri pregangliyoner nöron, diğeri de
mektedir. postgangliyoner nöron olmak üzere iki nörondan oluşur.
Buna karşın, iskelet kasına ait motor yolda sadece bir tek
nöron bulunmaktadır. Her pregangliyoner nöronun hüc
re gövdesi omuriliğin intermediyolateral boynuzunda bu
lunur ve aksonu Şekil 60-2’de gösterildiği gibi omuriliğin
anteriyor kökünden ilgili spinal sinire geçer.
Spinal sinir, spinal kanalı terkettikten hemen sonra
OTONOM SİNİR SİSTEM İNİN GENEL pregangliyoner sempatik lifler spinal sinirden ayrılır ve
ORGANİZASYONU beyaz raınus boyunca sempatik zincirin gangliyonların-
dan birine ulaşır. Liflerin daha sonraki rotası ise şu üç
Otonom sinir sistem i başlıca medulla spinalis, be yoldan biri olabilir: ( !) İçine girdiği gangliyonda post
yin sapı ve lıipotalam usta lokalize olan merkezler gangliyoner nöronlarla sinaps yapabilir, (2 ) yukarı veya
tarafından aktive edilir. Aynı zamanda serebral koı - aşağı yönelerek zincirdeki diğer gangliyonlardan birinde
sinaps yapabilir veya (3) zincir boyunca farklı uzaklıklar
teks kısımları, özellikle limbik korteks impulsları
da ilerleyebilir ve daha sonra zincirden ayrılan sempatik
daha alt merkezlere iletebilir ve bu yolla otonom
sinirlerden biri ile seyrederek periferik sempatik gangli
kontrolü etkiler. yonda sinaps yapabilir.
Otonom sinir sistemi sık sık viseral refleksler yolu Daha sonra postgangliyoner nöron, sempatik zincir
ile de etki gösterir. Yani, otonom gangliyonlara, gangliyoıılarından birinden ya da periferik sempatik
omuriliğe, beyin sapına veya hipotalamusa giren gangliyonların birinden başlar. Bu iki kaynağın hangi
duysal sinyaller doğrudan viseral organlara geri sinden olursa olsun postgangliyoner lifler farklı organ
dönen ve onların aktivitelerini kontrol eden uygun lardaki hedeflerine doğru ilerlerler.
refleks yanıtları ortaya çıkartabilir.
Spinal Sinirlerdeki Sem p atik Sinir Lifleri. Şekil 60-2’de
Effeıent otonom sinyaller vücuda sem patik si
gösterildiği gibi, omuriliğin bütün seviyelerinde postgang
nir sistem i ve p a ra sem p a tik sinir sistem i olarak liyoner liflerin bir kısmı gri ratmışlar boyunca sempatik
adlandırılan iki tem el alt grupla aktarılır. Bu sis zincirden yeniden spinal sinirlere geri dönerler. Bu spinal
tem lerin özellikleri ve fonksiyonları aşağıda ele sinir içindeki sempatik sinir liflerinin tümü çok küçük çap
alınacaktır. ta C-tipi liflerden oluşur ve spinal sinirler (periferik sinirler)
697
698 ÜNİTE X I • Sinir Sistemi: C. M otor ve Entegratif Nörofizyoloji
ŞEKİL 60 ■ 3
+
Parasempatik sinir sitemi. i CH
İ İ 2
v j o
1/ 3
CH 3 — C — O — C H 2 — C H 2 — N
\
O 'CHı
neye ve üreterleriıı alt bölümüne dağılırlar. Parasempa Asetilkolin CH,
tiklerin bu sakral grubu dış genital organları da inerve
ederek ereksiyona neden olur.
vaıikozitelerde asetilkolin ve norepinefrin transmi- lan noıepinefrinin büyük bir kısmı bu yolla uzaklaştı
terlerinin vezikülleri bulunur. Aynı zamanda bu vari- rılır. (3) Küçük bir miktarın enzimlerle parçalanması
kozitelerde asetilkolin veya norepinefrin sentezi için (bu enzimlerden biri sinir sonlanmalarında bulunan
gerekli enerjiyi sağlayan adenozin trifosfatm yapıldı monamin oksidaz, diğeri de bütün dokularda yaygın
ğı çok sayıda mitokondri vardır. olarak bulunan katekol-O-metil traıısferazdır).
Bir aksiyon potansiyeli terminal aksonlara yayıldı Genellikle, direkt olarak dokuya salgılanan norepi
ğı zaman, depolarizasyon süreci lif membranının nefrin sadece birkaç saniye aktif durumda kalır. Bu da
kalsiyum iyonlarına olan permeabilitesiııi artırarak noıepinefrinin dokudan geri alınmasının ve difüzyo-
sinir sonlanmasına veya sinir varikozitelerine difüze nunun çok hızlı olduğunu gösterir. Bununla birlikte,
olmasını sağlar. Burada, kalsiyum iyonları membra adrenal medulladan kana salgılanan norepinefrin ve
na yakın olan sekresyon vezikülleri ile etkileşime gi epinefrin, bazı dokulara difüze olup katekol-O-metil
rerek bunların membran ile kaynaşmalarına ve içe tıansferaz ile parçalanıncaya kadar aküf halde kalır.
riklerini hücre dışına boşaltmalarına sebep olur. Bu parçalanma başlıca karaciğerde olur. Bu nedenle,
Böylece, transmiter madde sekrete edilmiş olur. norepinefrin ve epinefrin kana salgılandığında 1 0 ile
30 saniye kadar çok aktiftirler, sonra bir dakika veya
Asetilkolin Sentezi, Sekresyon Sonrası Yıkımı daha uzun bir sürede aktiviteleri azalmaya başlar.
ve Etki Süresi. Asetilkolin kolinerjik sinir liflerinin
terminal uçlarında sentezlenir. Bu sentezin çoğu
vezikül dışında aksoplazmada gerçekleşir. Daha Efektör Organlardaki Reseptörler
sonra asetilkolin salgılanana kadar, yüksek bir kon
santrasyonda biriktirildiği veziküllerin içine taşınır. Otonom sinir uçlarından salgılanan asetilkolin, n o
Bu sentezin temel kimyasal reaksiyonu şöyledir: repinefrin veya epinefrin efektör organı stimüle
edebilmek için önce efektör hücrelerdeki son dere
kolin ce spesifik reseptörler ile bağlanmak zorundadır.
Asetil-CoA + Kolin ase,'"ransle!î ^ . Asetilkolin Reseptör hücre m em branının dışındadır ve proste-
tik grup olarak hücre m embranım enine ve bütü
Asetilkolin kolinerjik sinir uçlarından salgılan nüyle kaplayan bir protein molekülüne bağlanır.
dıktan sonra birkaç saniye süreyle dokuda kalır, da Transmiter, reseptöre bağlandığında bu durum
ha sonra lokal bağ dokusunda kollajen ve glikoza- protein molekülünde bir biçim sel değişikliğe yol
minoglikanlara bağlı olarak bulunan asetilkolines- açar. Diğer yandan değişime uğrayan protein m o
teıaz enzimi ile asetat iyonuna ve koline parçalanır. lekülü sıklıkla ( 1 ) hücre m em branının permeabili-
Böylece asetilkolinin yıkılma mekanizması iskelet tesinde bir veya birden çok iyona karşı değişiklik
kası sinir liflerinin nöromüsküler bağlantılarındaki sağlayarak veya (2 ) reseptör proteinin hücre içine
gibidir. Oluşan kolin, term inal sinir uçlarına geri bakan diğer ucuna bağlı bir enzimi aktive veya
alınarak yeni asetilkolin sentezinde kullanılır. iııaktive ederek hücreyi uyarır ya da inhibe eder.
rol eden parasempatikler göze fazla ışık geldiği zaman lerden kanalın yukarı bölümiindekiler, özellikle ağız ve
refleks olarak uyarılırlar. Bu refleks pupillanm açıklığını midede bulunanlar, parasempatikler tarafından çok
küçültür ve retinaya çarpan ışık miktarını azaltır. Diğer kuvvetli uyarılırlar. İnce ve kalın barsaktaki bezler başlı
taraftan, heyecan durumlarında sempatikler stimlile ca intestinal kanaldaki lokal faktörler ve enterik sinir
olur ve böylcce pupillanm açıklığı artar. sistemi ile, çok daha zayıf olarak da otonom sinirler ile
Lensin fokus yapması, hemen tümüyle parasempa kontrol edilir.
tik sinir sistemi tarafından kontrol edilir. Lens normal Sempatik stimiilasyon, salgı hücrelerine direkt etki
olarak ıadyal ligamentlerinin imrensek elastik gerimi ederek ekstra enzimler ve mukus içeren konsantre bir
ile yassı durumda tutulur. Parasempatik uyarı siliyer sekresyonun oluşmasını sağlar. Ayrıca sempatik stimü-
kası kasarak bu gerimi düşürür ve lensin daha konveks lasyon salgı bezlerini besleyen kan damarlarının vazo-
olmasını sağlar. Bu, gözün yakındaki objelere fokus konstrüksiyonuna yol açar ve bu yolla çok kez bezlerin
yapmasına neden olur. Fokus yapma mekanizması sekresyon hızını azaltır.
Bölüm 49 ve 51’de gözün fonksiyonları ile ilgili olarak Sempatik sinirlerin uyarılması ter bezlerinin yoğun ter
tartışılmıştır. salgılamasına neden olurken, parasempatik sinirlerin
stimiilasyonu hiç bir etki yapmaz. Diğer yandan, ter bez
V ü c u t B e z le ri. Nazal, lakrimal, tükürük ve birçok gast- lerinin çoğuna giden sempatik lifler kolinerjiktir (avuç
ıointestinal bezler parasempatik sinir sistemi tarafın içi ve ayak tabanına giden çok az miktardaki adrenerjik
dan kuvvetle uyarıldıklarında, çoğunlukla bol miktarda lifler hariç), halbuki diğer sempatik liflerin tamamına ya
sulu bir sekresyon yaparlar. Sindirim kanalındaki bez kını adreneıjiktir. Ayrıca, ter bezleri primer olarak hipo-
BÖLÜM 60 • Otonom Sinir Sistemi; Böbreküstü (Adrenal) Bezi Medullası 703
talamusta parasempatik merkezler olarak kabul edilen renç üzerine önemli bir etkisi yoktur. Normal etkisi kan
merkezler ile stimüle edilir. Böylece her ne kadar anato basıncını hafif derecede düşürmek şeklindedir. Giiçlü
mik olarak sempatik sinir sistemi ile dağılan sinir lifleri vagal parasempatik stimülasyon kalbi hemen tamamen
ile kontrol ediliyorsa da, terleme parasempatik bir fonk durdurabilir ve arteryel basıncı tamamen veya biiyiik
siyon olarak kabul edilebilir. oranda düşürebilir.
Aksilladaki apokrin bezler sempatik stimiilasyon so
nucu koyu, kokulu bir salgı yapar, ancak parasempatik S e m p a tik v e P a ra s e m p a tik S tim ü la s y o n u n V ü c u
stimülasyona yanıt vermezler. Apokrin bezler, embıiyo- dun D iğ e r F o n k s iy o n la rın a E t k ile r i. Sempatik ve
lojik olarak ter bezleri ile yakın ilişkili olmalarına rağ parasempatik kontrol sistemleri önemli olmaları ne
men, kolinerjik liflerden ziyade adrenerjik lifler ile ve deniyle, burada ayrıntılarıyla ele alınmayan birçok vü
merkezi sinir sisteminin parasempatik merkezlerinden cut fonksiyonu ile ilgili olarak kitabın birçok yerinde,
çok, sempatik merkezler ile kontrol edilirler. tekrar tekrar tartışılmıştır. Genellikle karaciğer, safra
yolları, safra kesesi, üreter, mesane ve bronşlar gibi
G a stro in te stin a l S iste m . Gastrointestinal sistem, int endodermal yapıların çoğu sempatik stimülasyon ile
ramural pleksıts veya intestinal enterik sinir sistemi ola inhibe olurken, parasempatik stimiilasyon ile uyarılır.
rak bilinen kendi iııtrensek sinir sistemine sahiptir. Bu Sempatik stimülasyonun metabolik etkileri de vardır:
nunla beraber, hem parasempatik hem de sempatik sti Karaciğerden glikozun serbestlenmesini sağlar, kan
miilasyon özellikle intramural pleksustaki spesifik etki glikoz konsantrasyonunu artırır, karaciğer ve kasta gli-
leri artırarak veya azaltarak gastrointestinal aktiviteyi et kojenolizi, kas kuvvetini, bazal metabolik hızı ve men-
kileyebilir. Parasempatik stimiilasyon genellikle, peıis- tal aktiviteyi artırır. Son olarak, Böliim 80 ve 81’de
taltizmi artırarak ve sfinkterleri gevşeterek ve böylece açıklandığı gibi, sempatik ve parasempatikler erkek ve
içeriğin kanal boyunca hızla ilerlemesini sağlar. Bu iler dişinin seksüel etkinliklerinin ortaya çıkması ile de
letici etki daha önce tanımlanan birçok gastrointestinal ilişkilidir.
bez sekresyon hızının, eşzamanlı artışıyla birlikte gider.
Gastrointestinal sistemin normal fonksiyonu sempa
tik stimülasyona fazla bağımlı değildir. Bununla beraber,
güçlü sempatik stímülasyon peristaltizmi inhibe eder ve
sfinkterlerin tonusunu artırır. Net sonuç besinlerin kanal
boyunca ilerlemesinin büyük ölçüde yavaşlaması ve ba Adrenal Medullanın Fonksiyonu
zen de (ağır bir konstipasyona götürecek kadar) sekres-
yondaki azalmadır. Adrenal medullaya giden sem patik sinirlerin sti-
mülasyonu, büyük miktarda epinefrin ve norepi-
K a lp . Genellikle, sempatik stimülasyon kalbin tiim nefrinin kana serbestlem esine neden olur ve bu iki
aktivitesini artırır. Bu hem kalp frekansının, hem de
hormon kan yoluyla vücudun bütün dokularına
kalbin kasılma kuvvetinin artmasıyla gerçekleşir. Pa
taşınır. Ortalama olarak sekıesyonun %80 kadarı
rasempatik stimülasyon genelde ters etkiler sağlar. Bu
etkileri başka bir şekilde ifade etmek gerekirse, sem epinefrin, %20 kadarı da norepinefrindir. Bununla
patik stimülasyon ağır egzersizde kalbin pompa et beraber, bu oran farklı fizyolojik koşullarda önemli
kinliğini artırırken, parasempatik stimülasyon azaltır. ölçüde değişir.
Parasempatik stimülasyonun bu etkisi kalbin yorucu Dolaşımdaki epinefrin ve noıepinefıinin farklı
aktiviteler arasında dinlenme seviyesine dönüşünü organlardaki etkisi, direkt sem patik stimülasyon
sağlar. etkisinin hem en hem en aynıdır; ancak horm onla
rın kandan uzaklaştırılmaları yavaş olduğundan,
S is te m ik K an D a m a rla rı. Sistemik kan damarlarının etkileri 5 ile 10 ka t d a h a uzun sürer.
çoğunluğu özellikle abdominal organların ve ekstre-
Dolaşımdaki norepinefrin, vücudun bütün kan
mite derisinin damarları, sempatik stimülasyon ile
daralırlar. Parasempatik stimiilasyon, yüzün kızaran damarlarında konstriksiyoııa neden olur. Kalp ak
bölgeleri gibi sınırlı alanlardaki damarların genişle tivitesini artırır, gastıointestinal kanalda inhibis-
mesi hariç, kan damarlarının çoğuna hemen hemen yona ve gözlerde pupillanm genişlem esine yol
hiç etki yapmamaktadır. Bazı koşullarda sempatikle açar.
rin beta fonksiyonu, normal sempatik vasküler konst- Epinefıinin etkileri hem en hem en norepinefri-
riksiyon yerine, vasküler dilatasyona yol açar. Genel ninkileıle aynıdır, ancak etki şekli bazı farklılıklar
likle sempatik beta etkilere karşı dominant olan sem gösterir. İlk olarak, epinefrin beta reseptörlerini da
patik alfa vazokonstriktör etkilerin çeşitli ilaçlarla pa-
ha güçlü uyardığından kaıdiyak stimülasyon üzeri
ıalize olmaları dışında, vasküler dilatasyon nadiren
görülür. ne, norepinefrinden daha büyük bir etkiye sahiptir.
İkinci olarak, noıepinefıinin kastaki kan damarla
S e m p a tik ve P a ra se m p a tik S tim ü la syo n u n A rte r- rında yaptığı güçlü konstriksiyoııa kıyasla, epinef
ye l Basınca E tk isi. Arteryel basınç iki faktör ile tayin rin çok daha hafif bir konstriksiyon yapar. Kastaki
edilir. Bunlar kalbin kanı ileriye doğru itmesi ve damar kan damarları bütün vücut damarları içerisinde
lar boyunca kanın akışına karşı gelişen dirençtir. Sem büyük bir bölüm oluşturduğundan, noıepinefıinin
patik stimülasyon hem kalbin itme gücünü, hem de akı total periferik direnci artırarak kan basıncını yük
ma karşı direnci artırarak arteryel basınçta önemli dere seltmesi, özel bir önem e sahiptir. Buna karşın, epi
cede akut bir artışa sebep olur. Ancak, sempatikler böb
nefrin kalp üzerine eksitatör etkisiyle kardiyak de
reklerden tuz ve su retansiyonunu uyarmadıkları süre
ce, sempatiklerin basınç üzerine uzun süreli etkileri ol biyi önemli oranda artırırken, arteryel basıncı daha
dukça hafiftir. az artırmaktadır.
Diğer taraftan, orta derecede parasempatik stimülas Epinefrin ve norepinefrinin etkileri arasındaki
yon kalbin pompalama gücünü azaltırken, periferik di üçüncü bir fark, doku m etabolizm ası üzerindeki
704 ÜNİTE X I • Sinir Sistemi: C. M otor ve Entegratif Nörofizyoloji
Gerçekten, adrenal medulladan salgılanan epinef Sem patik ve parasem patik sistem ler devamlı aktif
rin, bütün vücudun m etabolik hızını normalin durumdadır ve bu tem el aktivite düzeyleri sırasıy
% 1 0 0 ’ü kadar artırabilir ve bu yolla bütün vücudun la sem patik tonııs ve p arasem p atik tonus olarak
aktivite ve eksitabilitesini yükseltir. Epinefrin diğer bilinir.
m etabolik aktiviteleri de artırır. Örneğin, kas ve ka Bu tem el tonusun önemi, tek bir sinir sisteminin
raciğerdeki glikojenolizi ve kana glikoz serbestle uyarılan organda aktiviteyi artırm ası veya azalt
mesini hızlandırır. m asına olan ak sağlamasıdır. Örneğin, sem patik to-
Özet olarak, adrenal medullanın stimülasyonu, nus, normal olarak hem en tüm sistem ik aıteriyol-
tüm vücutta direkt sempatik stimülasyoııla hem en leıin çaplarını maksimum çaplarının yaklaşık yarı
hem en aynı etkileri gösteren hormonların serbest sı kadar daralmış durumda tutar. Sem patik uyarı
lem esine neden olur. Tek fark, adrenal medullanın nın derecesinin artışıyla bu damarlar daha fazla
stimülasyonunda, bu etkilerin stimülasyon bittik daralabilir. Diğer taraftan, normal tonusun azal
ten sonra 1 veya 3 dakika gibi uzun bir süre devam masıyla damarlar genişletilebilir. Eğer sürekli bir
etmesidir. sempatik toııus bulunmasaydı, sem patik sistem
yalnızca vazokonstriksiyon yapabilir, asla vazodila-
Sem patik Sinir Sistemi Fonksiyonunda A d re tasyon yapamazdı.
nal Medullanın Önemi. Çeşitli organlar sempatik Tonusun bir başka ilginç örneği de, gastrointesti
sinirlerle direkt olarak uyarıldığında, hemen her nal kanaldaki parasempatiklerin ‘'toııusu”dur. Cer
zaman aynı anda adrenal medulladan da epinefrin rahi olarak vagus sinirlerinin kesilmesiyle baısakla-
ve norepinefrin salıverilir. Böylece, organlar doğru rın büyük bölümünün parasempatik ineı vasyonu-
dan sem patik sinirlerle ve dolaylı olarak adrenal nun kaldırılması, ciddi ve uzun süreli mide ve bar
medulla hormonları ile olmak üzere eşzamanlı ola sak "atoni"sine neden olabilir. Atoni gastrointestinal
rak iki yoldan uyarılmış olur. Bu iki yönlü uyarı bir sistemde ilerletici hareketi bloke ederek ciddi kons-
birini destekler ve genellikle birbirinin yerini tuta tipasyona yol açar. Bu da gastrointestinal sistemde
bilir. Örneğin, farklı vücut organlarına giden direkt normal koşullardaki parasempatik tonusun gerekli
sem patik yolların harap olması, bu organların uya liğini göstermektedir. Bu tonus beyin tarafından
rılmalarını tam am en ortadan kaldırmaz. Çünkü azaltılabilir veya artırılabilir. Bu yolla, gastrointesti
kan dolaşımına hala norepinefrin ve epinefrin salı nal motilite de inhibe veya aktive edilebilir.
verilmektedir ve bunlar organları indiıekt olarak
uyarır Aynı şekilde, her iki adrenal medullanın çı
Adrenal Medulla Tarafından Bazal D üzeyde
karılması genellikle, sempatik sinir sistem inin ça
Salgılanan Epinefrin ve Norepinefrinin Neden
lışması üzerine az ve önemsiz bir etkiye sahiptir,
Olduğu Tonus. Adrenal medulladan normal istira
çünkü direkt yollar hem en hem en gerekli bütün
hat durumundaki sekresyon hızı, epinefrin için
fonksiyonları yerine getirir. Böylece, sempatik uya
yaklaşık 0 . 2 }.ıg/kg/dakve norepinefrin için yaklaşık
rılm anın ikili mekanizması, birinin kaybında diğe
0.05 (.ıg/kg/dak kadardır. Bu miktarlar önemlidir;
rinin onun yerini tuttuğu bir güvenlik faktörü
zira kardiyovaskiiler sistem e giden tüm direkt sem
oluşturur.
patik yollar kesilse bile, kan basıncını hem en h e
Adrenal medullanın bir başka önemi de, direkt
men normal düzeyde tutmaya yeteıiidirler. Bu n e
sem patik liflerle inerve edilmeyen vücut yapılarını
denle, sempatik sinir sistem inin tonusunun, doğ
epinefrin ve norepinefrinle uyarabilmesidir. Ö rne
rudan sempatik stimülasyona ek olarak, epinefrin
ğin, vücuttaki tüm hücrelerin ancak çok küçük bir
ve norepinefrinin bazal sekresyonuna da bağlı ol
bölümü direkt olarak sempatik liflerle inerve edil
duğu açıkça görülmektedir.
miş olm asına rağmen, bu hormonların özellikle de
epinefrinin etkisiyle vücuttaki her hücrenin m eta
bolik hızı artar. Denervasyon Sonrası Sem patik ve Parasempa
tik Tonus Kaybının Etkisi. Bir sem patik veya pa
rasempatik sinir kesildikten hem en sonra, inerve
Uyarı Frekansının Sempatik ve ettiği organ sempatik veya parasem patik tonusunu
Parasempatik Etki Dereceleriyle İlişkisi kaybeder. Örneğin, kan damarlarının sem patik si
nirlerinin kesilmesi hızla maksim ale yakın bir va-
Otonom sinir sistemi ve somatik sinir sistemi ara zodilatasyoııa neden olur. Bununla beraber, daki
sındaki özel bir farklılık da otonom efektörleıin ka, saat, gün ya da haftalar içinde damarların düz
tam aktivitasyonu için düşük bir uyarı frekansının kaslarının intrensek tonusıı artar. Yani kas kontrak
yeterli olmasıdır. Genel olarak, saniyede sadece bir til kuvvetindeki artışa bağlı artan tonus, sem patik
sinir impulsu veya fazlası, normal sem patik ve pa stimülasyona bağlı olmayıp düz kas liflerindeki
rasempatik etkiyi devam ettirmek için yeterlidir. Bu kimyasal adaptasyonlara bağlıdır. Bu intrensek to
sinir liflerinin saniyede 1 0 - 2 0 deşarj yapmaları tam nus sayesinde, hem en hem en normal bir vazo
bir aktivasyoııa neden olur. Buna karşılık, somatik konstriksiyon yeniden sağlanır.
sinir sistem inin tam aktivasyoııu için saniyede 50- Sempatik ve parasempatik tonus kaybolduğu za
500 veya daha fazla impuls geıeklidir. man, efektör organların çoğunda aynı olaylar görü-
BÖLÜM 60 • Otonom Sinir Sistemi; Böbreküstü (Adrenal) Bezi Medullası 705
lamusun, dehşet, koıku veya şiddetli ağrı ile aktive 2. Aktif olan kaslarda kan akımı artarken, hızlı
olm ası durumunda görülür. Sonuç, kısaca tar motor aktivite için ihtiyaç duyulmayan böbrekler
tışacağımız gibi, alarm ya da stres yanıtı adı verilen, ve gastrointestinal sistem organlarında kan akımı
bütün vücuda yayılan bir reaksiyondur. nın azalması
Diğer durumlarda sem patik aktivasyon siste 3. Tüm vücutta hücresel m etabolizm a hızının
m in izole bölüm lerinde, beyin hariç medulla spi- artması
nalisi içeren reflekslere yanıt olarak ortaya çıkar. 4. Kan glikoz konsantrasyonunun artması
Bunların en önem lilerini şöyle sıralayabiliriz: (1) 5. Kasta ve karaciğerde glikolizin artması
Isı düzenlenm esi sürecinde sem patiklerle ineıve 6 . Kas gücünün artması
kontrolü
Sempatik Sinir Sisteminin “Alarm” veya Hipotalamus
“Stres” Yanıtı Adenohipofiz
Mamillar cisim
Sempatik sinir sistem inin büyük bölümünde aynı Pons
Solunum
anda deşarjların yani kitle deşarjının olması, vücu
dun şiddetli bir kas aktivitesi gösterme yetisini bir
çok yoldan artırır. Bunlar şöyle özetlenebilir: ŞEKİL 60 - 5
1. Aı teryel kan basıncının artması Beyin sapında ve hipotalamustaki otonom kontrol alanları.
BÖLÜM 60 • Otonom Sinir Sistemi; Böbreküstü (Adrenal) Bezi Medullası 707
nom fonksiyonları kontrol eder. Bunların kontrol Spesifik adrenerjik reseptörleri uyarıp diğerlerini
mekanizmaları kitapta ilgili konularda ayrıntılı ola uyarmayan önemli ilaçlardan fenilefrin alfa reseptörleri
rak tartışılmıştır. Burada beyin sapından kontrol ni, isoproterenol beta reseptörlerini ve albuterol sadece
beta2 reseptörlerini etkiler.
edilen en önem li faktörlerin, arteryel basınç, kalp
hızı ve solunum hızı olduğuna işaret etmek yeterli
S in ir U çların d an N o re p in e frin S e rb e stle m e sin e N e
olacaktır. Gerçekten, beyin sapının ortapons düze den O lan İlaçlar. Bir kısım ilaçlar, doğrudan adrenerjik
yinin üstünden kesilmesi arteryel basıncın bazal efektör organları uyarmak yerine dolaylı bir sempatomi
kontrolünü normal seyrinde bırakırken daha yük metik etkiye sahiptirler. Bunlar arasında efedrin, tiramin
sek sinirsel merkezlerin özellikle hipotalamusun, ve amfetanün sayılabilir. Bunlar sempatik sinir uçların
kan basıncını modüle etme etkisini ise engeller. Di daki depo veziküllerden norepinefrin serbestleterek etki
ğer yandan bulbusun hem en altından yapılan eni ederler. Serbestlenen norepinefrin de sempatik etkiler
doğurur.
ne kesit arteryel basıncı saatlerce veya günlerce
normalin yarı değerinin altına düşürür.
A d re n e rjik A k tiv ite y i B lo ke Ed en İlaçlar. Adrenerjik
Bölüm 41 ’de belirtildiği gibi, medulla oblongata-
aktivite aşağıdaki süreçlerin pek çok noktasında bloke
daki kardiyovasküler düzenleyici merkezlerin he edilebilir:
m en yakınında solunum düzenlenmesini sağlayan
bulbus ve pons merkezleri bulunmaktadır. Bu bir 1-Norepinefrinin sempatik sinir uçlarında depolan
otonom fonksiyon sayılmamakla birlikte, onun gi ması ve sentezi önlenebilir. Bu etkiye sahip en iyi bilinen
bi vücudun istemsiz bir fonksiyonudur. ilaç rezerpin'dir.
2-Norepinefrin sempatik uçlarından serbestlemesinin
Beyin Sapı O tonom M erkezlerinin Yüksek bloke edilmesi. Bu etki guanetidin ile sağlanır.
3-Alfa reseptörler bloke edilebilir. Bu etkiye sahip iki
Alanlardan Kontrolü. Hipotalamus ve hatta se-
ilaç, fenoksibenzamin vc fentolamin'du.
rebrumdan gelen sinyaller tüm beyin sapı otonom 4-Beta reseptörler bloke edilebilir. Propranolol tüm
kontrol merkezlerinin aktiviteleıini etkiler. Örne beta reseptörleri bloke eden bir ilaçtır. Sadece betal re
ğin, hipotalam usun uygun alanlarının uyarılması, septörlerini bloke eden ilaç ise metoproloidm.
meduller kardiyovasküler kontrol merkezlerini, ar 5-Sempatik aktivite, otonom gangliyonlarda sinir
teryel basıncı normalin iki katma çıkarmaya yete impulslarının iletisini engelleyen ilaçlarla da bloke
cek kadar aktive eder. Benzer şekilde, diğer hipota- edilebilir. Bunlar daha ileriki bir bölümde tartışıl
lamik merkezler, vücut temperatürü, tükürük ve mıştır. Hem sempatik hem de parasempatik iletiyi
gangliyonlarda bloke eden en önemli ilaç ise heksa-
gastrointestinal aktivitenin azalması veya artması
metonyıım'dur.
veya m esanenin boşalması gibi aktiviteleri kontrol
eder. Bu nedenle, beyin sapındaki otonom merkez
ler, beynin daha üst seviyelerinde başlayan kontrol K o lin erjik E fektö r O rganlara Etkili İlaçlar
aktiviteleri için bir ara istasyon görevi görürler.
Davranış yanıtlarımızın bir çoğunun hipotala P a ra se m p a to m im e tik ila çla r (M u sk a rin ik ilaçlar).
mus, beyin sapının ıetiküler alanları ve otonom si İııtravenöz olarak enjekte edilen asetilkolin, parasem
nir sistem i aracılığı ile oluştuğuna Bölüm 58 ve patik stimülasyonun tüm vücutta yarattığı etkilerin ay
59 ’da işaret edilmişti. Gerçekten de, beynin üst nısına neden olmaz, çünkü asetilkolin tüm efektör or
merkezleri tüm otonom sinir sisteminin veya bir ganlara ulaşmadan önce kan ve vücut sıvılarında ha
kısmının fonksiyonlarını etkileyebilir. Bu etki pep- raplanır. Ancak çabuk haraplanmayan diğer ilaçların
bir kısmı tipik parasempatik etkiler oluştururlar ve
tik ülser, konstipasyon, kalp çarpıntısı ve hatta kalp
bunlar parasempatomimetik ilaçlar olarak adlandırılır.
krizi gibi otonom sinir sisteminden kaynaklanan Yaygın olarak kullanılan iki parasempatomimetik ilaç
çeşitli hastalıkları oluşturacak kadar güçlü olabilir. pilokarpin ve metakolin’du. Bunlar kolinerjik reseptörle
rin muskarinik tipleri üzerine doğrudan etkilidirler.
Parasempatomimetik ilaçlar, aynı zamanda kolinerjik
sempatik liflerin efektör organlarına da etkilidirler, ö r
O T O N O M S İN İR S İS T E M İN İN neğin, bu ilaçlar bir yandan aşırı terlemeye yol açarken,
diğer taraftan bazı organlarda vasküler dilatasyoııa ne
F A R M A K O L O JİS İ
den olurlar. Hatta bu etkiler kolinerjik lifler tarafından
inerve edilmeyen bazı damarlarda da görülür.
A d ren e rjik E fektö r O rganlara Etkili
İla ç la r-S e m p a to m im e tik İlaçlar P a ra s e m p a tik le ri P o ta n s iy e liz e E d e n İla ç la r-A n ti-
k o lin e ste ra z İlaçlar. Bazı ilaçlar parasempatik efektör
Yukarıdaki tartışmalardan anlaşıldığı gibi, norepinefrinin organlara doğrudan etkili değildir, ancak parasempatik
iııtravenöz enjeksiyonu, bütün vücutta sempatik stimü- sinir uçlarından doğal olarak salgılanan asetilkoliniıı
lasyonun yarattığı etkilerin aynısının ortaya çıkmasına etkisini artırırlar. Bunlar Bölüm 7’de nöromüsküler
neden olur. Bundan dolayı norepinefrin, sempatomimetik kavşakta asetilkoliniıı etkisini artırdığı tartışılan ilaçlar
veya adrenerjik ilaç olarak adlandırılır. Epinefrin ve me- dır. Bunlar arasında neostigmin, piridostigmin ve am-
toksamin ve daha bir çokları sempatomimetik ilaçlardır. benonyıım yer alır. Bu ilaçlar asetilkolinesterazı inhibe
Bunlar, farklı sempatik efektör organları uyarma derecele ederler, böylece parasempatik sinir uçlarından serbest
ri ve etki süreleri bakımından birbirlerinden ayrılırlar. No lenen asetilkolinin hızla haraplanması önlenmiş olur.
repinefrin ve epinefrin 1 - 2 dakika kadar kısa süreli etki Sonuç olarak, efektör organlara etki eden asetilkolinin
gösterirken, yaygın olarak kullanılan diğer sempatomi miktarı ve etkinliğinin derecesi ardışık uyarılarla gide
metik ilaçların etkileri 30 dakika ile 2 saat arasındadır. rek artar.
708 ÜNİTE X I • Sinir Sistemi: C. M otor ve Entegratif Nörofizyoloji
E fe k tö r O rg a n la rd a K o lin e rjik A k tiv ite y i Bloke disi ve metakolin gibi bazı ilaçların hem nikotinik hem
Eden İla ç la r-A n tim u sk a rin ik İlaçlar. Atropin ve homat- de muskarinik etkileri vardır, ancak pilokarpinin yalnız
ropin, skopolamin gibi benzeri ilaçlar, kolinerjik efektör ca muskarinik etkisi vardır.
organların muskarinik tipleri üzerine asetilkolinin etki Nikotin, sempatik ve parasempatik postgangliyoner
sini bloke ederler. Bu ilaçlar asetilkolinin, postgangliyo- nöronların her ikisini aynı zamanda uyarır. Sonuçta ab-
nik nöronlar veya iskelet kasları üzerindeki ııikotinik et dominal organlarda ve ekstremitelerde vazokonstriksi-
kisini etkilemezler. yoıı yapan şiddetli sempatik etkiler, gastrointestinal ak-
tivitenin artması ve bazen de kalp yavaşlaması gibi para
sempatik etkiler aynı anda oluşur.
S e m p a tik ve P a ra se m p atik Postgangliyoner
N öronları B loke veya S tim ü le Eden İlaçlar G a n g liy o n B lo kajı Yapan İlaçlar. Bir çok önemli ilaç,
uyarıların pregangliyoner nöronlardan postgangliyoner
O to no m P o s tg a n g liy o n e r N ö ro n ları Stim ü le Eden nöronlara iletisini bloke eder. Bunlar arasında tetraetil
İlaçlar. Parasempatik ve sempatik sinir sisteminde pre- amonyum iyonu, hekzametonyum iyonu ve pentolinyıım
gangliyoner sinir uçlarından asetilkolin salgılanır ve yer alır. Bunlar hem sempatik hem de parasempatik sis
postgangliyoner nöronları uyarır. Bu nedenle, enjekte temde asetilkolin stimülasyonunu eş zamanlı olarak blo
edilen asetilkolin her iki sistemin postgangliyoner nö ke eder. Bu ilaçlar sıklıkla sempatik aktiviteyi, nadiren de
ronlarını stimüle ederek vücutta aynı anda hem sempa parasempatik aktiviteyi bloke etmek için kullanılırlar.
tik hem de parasempatik etkiler oluşturur. Postgangliyo Çünkü sempatik blokaja bağlı etkiler genellikle para
ner nöronların membıanları nikotinik tipte asetilkolin sempatik blokaja bağlı etkilerini baskılamaktadır. Gang
reseptörü içerdiğinden nikotin de asetilkolin gibi bu nö liyon blokajı yapan ilaçlar özellikle hipertansiyoıılu has
ronları stimüle eden bir ilaçtır. Dolayısıyla, postgangli talarda arteryel basıncı düşürür, ancak etkilerinin kont
yoner nöronları uyararak otonom etkiler doğuran ilaçlar rolü kolay olmadığı için bu amaçla kullanılmaya pek uy
nikotinik ilaçlar olarak adlandırılırlar. Asetilkolinin ken gun değildirler.
REFERANSLAR
Andresen M C , K unze D L : N ucleus iractus so- Cardiovascular D isease. New Y o rk: O xford Pelleg A , Katchanov G , X u J : A utonom ic neu
litarius— gatew ay to neural circulatory c o n U niversity Press, 1995. ral control o f cardiac function: m odulation
trol. Annu R e v Fhysiol 5 6 :9 3 , 1 9 9 4 . Guyton A C , G illespie \VM Jr : Constant infu by adenosine and adenosine 5'-triphosphate.
Barnes P J: A utonom ic C ontrol o f the R esp ira sion o f epinephrine: R ate o f epinephrine se Am J Cardiol 7 9 : 1 1, 1997.
tory System . A m sterdam : H arw ood A ca cretion and destruction in the body. Am J Pickering T G : T h e e ffe cts o f environm ental
dem ic Publishers, 1997. Physiol 1 6 4 :3 1 9 , 1951. and lifestyle factors on blood pressure and
B ennett M R : T ran sm ission at sym pathetic vari Guyton A C , Reeder R C : Q uantitative studies the interm ediary role o f the sym pathetic
cosities. N ew s Physiol S c i 1 3 :7 9 , 1998. on the autonom ic actions o f curare. J Phar nervous system . J H um H ypertens 1 1 :S 9 ,
B lessin g \V\V: T h e L ow er Brainstem and H o m acol E xp Tlier 9 8 :1 8 8 , 1950. 1997.
m eostasis. New Y o rk : O xford U niversity Herd JA : C ardiovascular response to stress. Reith M E A : Neurotransm itter Transporters:
Press, 1997. Physiol R ev 7 1 :3 0 5 , 1991. Structure, Function, and Regu lation. T o -
Brading A: T h e A utonom ic N ervous System Hirst G D , Choate JK , C ousins H M , et al: towa, N J: Humana P ress, 1 9 97.
and Its E ffe cto rs. O xford : B la ck w e ll S c i Transm ission by post-ganglionic axons o f Ro lls E T : T h e B rain and Em otion . O xford,
en ce, 1998. the autonom ic nervous system : the im por U K : O xford U niversity Press, 1998.
Brodal P: T h e C entral Nervous S ystem . New tance o f the specialized n eu ro effector ju n c R ow ell L B : Neural control o f m uscle blood
Y ork: O xford U niversity Press, 1998. tion. N euroscience 7 3 :7 , 1996. flow : im portance during dynam ic exercise.
C astellano M , Bohm M : T h e card iac beta-ad Hogan JA , B o lh u is J J : C ausal M cch an ism s o f C lin Exp Pharm acol Ph ysiol 2 4 :1 1 7 , 1997.
renoceptor-m ediated sign alin g pathway and Behavioural Developm ent. New Y o rk : Saetrum Opgaard O, G ulben kian S , Edvinsson
its alterations in hypertensive heart disease. Cam bridge U niversity Press, 1994. L : Innervation and e ffe cts o f vasoactive
H ypertension 2 9 :7 1 5 , 1997. Insel PA : A drenergic receptors— evolvin g co n substances in the coron ary circulation. Eur
Dalian A , Teppem a L , B e e k J : Physiology and cepts and clin ical im plications. N Engl J Heart J 1 8 :1 5 5 6 , 1 9 97.
Pharm acology o f Cardiorespiratory C ontrol. M ed 3 3 4 :5 8 0 , 1996. U rban IJA , Burbach JP A , W eid D : A dvances
B oston : K luw er A cad em ic Publishers, 1998. Jordan D : Central Nervous C ontrol o f A uto in B rain V asopressin. A m sterdam : Elsevier,
D am pney R A L : Functional organization o f nom ic Function. Am sterdam : Harwood A c 1998.
central pathw ays regulating the card io vascu adem ic Publishers, 1997. van B o x tel G JM : Brain and Behavior. T ilbu rg:
lar system . Physiol R e v 7 4 :3 2 3 , 1994. Jow ett NI: Cardiovascular M onitoring. L o n T ilbu rg U niversity Press, 1997.
Eglen R M : M uscarin ic R ecep to r Subtypes in don: W hurr Publishers, 1997. van G iersbergen P L M , Palkovits M , D c Jo n g
Sm ooth M u scle. B o c a R aton : C R C Press, M cA llen R M , M ay C N , C am pos R R : T h e sup W : Involvem ent o f neurotransm itters in the
1997. ply o f vasom otor drive to individual classes nucleus tractus solitarii in cardiovascular
Fcdida D, Braun A P, G iles \VR: a ,-A d re n o - o f sym pathetic neuron. C lin E xp Hypertens regulation. Physiol R ev 7 2 :7 8 9 , 1992.
ceptors in m yocardium : functional aspects 19 :6 0 7 , 1997. V erberne A J, Law W , O w ens N C , Sartor D:
and transm em brane signaling m echanism s. M isulis K E: Essen tials o f C lin ical N europhysi Supram edullary modulation o f sym pathetic
P hysiol R ev 7 3 :4 6 9 , 1993. ology. B oston : Buttcrw orth-H einem ann, vasom otor function. C lin E x p Pharm acol
G oldstein D S : S tress, C atech olam ines, and 1997. Physiol 2 4 :7 4 8 , 1997.
Beyin Kan Akımı, Serebrospina
Sıvı ve Beyin Metabolizması
Şimdiye kadar beyin fonksiyonlarını beynin kan akımı, asil ve metabolizma sırasında oluşan diğer asidik mad
metabolizması ve şualardan bağımsız olduğunu varsa deler yer alır.
yarak tartıştık. Oysa ki, gerçek bu değildir, çünkü bunla
rın herhangi birinin bozukluğu beyin fonksiyonlarını ile Karbon Dioksit ve Hidrojen İyonlarının Beyin Kan Akı
ri derecede etkileyebilir. Örneğin, beyin kan akımının tü mının Kontrolündeki Önemi. Artmış hidrojen iyon kon
müyle kesilmesi 5-10 saniye içerisinde bilinçsizliğe ne santrasyonu, nöronal aktiviteyi büyük oranda baskılar.
den olur. Bu gerçektir, çünkü beyin hücrelerine giden Bu nedenle hidrojen iyon konsantrasyonundaki artış,
oksijenin eksikliği, metabolizmanın büyük kısmını dur beyin kan akımında artışa neden olarak karbon dioksit
durur. Ayrıca, uzun bir zaman süreci içerisinde serebros- ve diğer asidik maddelerin beyin dokularından uzaklaş
pinal sıvının bileşimi ya da basıncı ile ilgili bozukluklar tırılması bakımından çok yararlıdır. Karbon dioksidin
da beyin fonksiyonları üzerinde aynı derecede ciddi et kaybı dokulardan karbonik asidi uzaklaştırır. Bu durum
kilere sahip olabilir. ile birlikte diğer asitlerin de uzaklaştırılması beyin sıvıla
rında hidrojen iyon konsantrasyonunu sabit bir değerde
tutmaya yardım eder ve nöronal aktivitenin normal dü
zeyde devam etmesine yardımcı olur.
B E Y İN KAN A K IM I
Beyin Kan Akımının Düzenleyicisi Olarak Oksijen
Yetersizliği. Aşırı beyin aktivitesi periyodları dışında,
Beyin Kan A kım ının Norm al D eğeri beyin dokusunun oksijen kullanımı dar sınırlar içinde
dir. Dakikada her 100 gram beyan dokusu için gerekli ok
Yetişkin bir insanın beyin dokusu boyunca geçen normal sijen miktarı 3.5 mililitredir. Eğer beyan kan akımı her
kan akımı, dakikada her 1 0 0 g beyin dokusu için ortala hangi bir zaman yetersiz olur ve gerekli oksijen miktarı
ma 50-65 mililitredir. Tüm beyin içinde bu miktar, 750- sağlanamazsa, Bölüm 17’de tartışıldığı gibi vazodilatas-
900 ml/dakika veya istirahatteki toplam kalp debisinin % yona neden olan oksijen eksikliği, tüm vücut dokuların
15’idir. da hızla vazodilatasyon yaparak kan akımım ve beyin
dokularına oksijen taşmımını normal sınırlara yaklaştı
rır. Beyindeki bu lokal kan akımı düzenleme mekaniz
Beyin Kan A kım ının D üzenlenm esi ması hemen hemen koronerlerde, iskelet kası dolaşı
mında ve vücudun diğer birçok dolaşım alanlarında ol
Vücudun diğer birçok vaskiiler alanlarında olduğu gibi, duğu gibidir.
beyin kan akımı da önemli ölçüde beyin dokusunun me Deneyler, beyin dokusu P 02’siniıı yaklaşık 30 mm
tabolizması ile ilgilidir. En az üç ıııetabolik faktör beyan Ilg’nin altına düşmesi halinde (normal değer 35 ile 40
kan akımı kontrolünde güçlü bir etkiye sahiptir. Bunlar, mm Hg arasındadır), beyin kan akımının hızla artmaya
karbon dioksit konsantrasyonu, hidrojen iyon konsant başladığını göstermiştir. Bu çok yararlı bir durumdur,
rasyonu ve oksijen konsantrasyonudur. çünkü özellikle PCVnin 20 mıııHg alımdaki değerlerinde
beyin fonksiyonları iflas eder. Hatta bu düşük seviyeler
Karbon Dioksit veya Hidrojen İyon Konsantrasyo de koma bile gelişebilir. Bu nedenle, beyan kan akımının
nundaki Aşırı Artışlara Cevap Olarak Beyin Kan lokal düzenlenmesiyle ilgili oksijen mekanizması, azal
Akımının Artması. Beyni perfüze eden arteriyel kanda mış beyan nöronal aktivitesine ve bununla bağlantılı
ki karbondioksit konsantrasyonunda artış, beyan kan mental yeteneğin iflasına karşı çok önemli koruyucu bir
akımını çok arttırır. Arteriyel PCiVdeki % 70’lik bir artı cevaptır.
şın, kan akımını yaklaşık iki misli arttırdığı Şekil 61-1’de
gösterilmiştir. Beyin Kan Akımı Ölçümü ve Akım Üzerine Beyin
Karbon dioksidiıı, hemen tümüyle önce vücut şuala Aktivitesinin Etkisi, insan beyin korteksinde birbirin
rındaki suyla birleşerek karbonik aside dönüşmesi ve da den ayrı 256 kadar segmentte aynı anda kan akımı kay
ha sonra dihrojen iyonlarına ayrışması ile beyin kan akı deden bir yöntem geliştirilmiştir. Bu yöntemde, radyo
mını arttırdığına inanılmaktadır. Hidrojen iyonları, daha aktif madde, genellikle radyoaktif ksenon, karotis arteri
sonra beyin damarlarının vazodilatasyonuna neden içine enjekte edilir. Daha sonra her korteks segmentinin
olur. Dilatasyon, hidrojen iyon konsantrasyonundaki ar radyoaktivitesi, radyoaktif madde beyân dokusu içinden
tışla hemen hemen direkt bir şekilde orantılı olarak kan geçerken kaydedilir. Bunun yapılabilmesi için 256 küçük
akımı sınırım normalin yaklaşık iki katma kadar çıkarır. radyoaktif siııtilasyon detektörü korteksin aynı sayıdaki
Beyin dokusunun asiditesini ve dolayısıyla hidrojen iyon ayrı parçalan üzerine odaklanır. Her doku segmentinde
konsantrasyonunu artıran herhangi bir madde, kan akı radyoaktivitenin zirveye çıktıktan sonraki bozulma hızı,
mını da artırır. Bu maddeler içinde laktik asit, pirüvik segment içindeki kan akımı hızının direkt bir ölçüsüdür.
709
710 ÜNİTE X I • Sinir Sistemi: C. M otor ve Entegratif Nörofizyoloji
Beyin M ikrosirkülasyonu
SEREBROSPİNAL SIVI SİSTEMİ Serebrospinal sıvı günde yaklaşık 500 ml’lik bir hızla
oluşur ki bu miktar, tüm serebrospinal sıvı sistemin
Beyin ve omuriliği içeren tüm boşluk yaklaşık 1600 ile deki total sıvı hacminin yaklaşık üç ile dört katıdır. Bü
1700 mililitrelik bir hacimc sahiptir. Bu hacmin yaklaşık yük olasılıkla, bu sıvının üçte ikisi ya da daha fazlası
150 mililitresi serebrospinal sıvı ile doludur; kalan bölü dört ventriküldeki, özellikle de iki yan ventriküldeki
712 ÜNİTE X I • Sinir Sistemi: C. M otor ve Entegratif Nörofizyoloji
Perivaskiiler aralıklar sıvı ve proteinleri taşımanın lem şu şekildedir: İlk olarak kişi, spinal sıvı basıncının
yanında, beyinden gelen yabancı partikülleri de su kafa içi basıncına eşit olması için tamamen yatay du
baraknoid aralığa taşırlar. Örneğin, beyinde bir en rumda bir yana doğru yatar. Omuriliğin alt ucundan
feksiyon olduğu zaman ölü lökositler ve diğer enfek lumbar-spinal kanala bir iğne ile girilir ve iğne bir cam
siyon kalıntıları, perivaskiiler aralıklar boyunca uzak tüpe bağlanır. Spinal sıvının, tüp içinde çıkabileceği se
laştırılır. viyeye kadar çıkmasına izin verilir. Eğer tüpteki sıvı iğne
seviyesinden 136 milimetre yukarı kadar yükselmişse,
basıncın 136 mm II20 basıncı olduğu ya da bu değer cı
vanın özgül ağırlığı olan 13.6'ya bölünerek yaklaşık 10
S erebrosp in al Sıvı Basıncı
mm Hg olduğu söylenir.
Serebrospinal sıvı sisteminde normal basınç, 65 mm
H20 kadar düşük ya da 195 mm H20 kadar yüksek ol Y ü k se k Serebrospinal Sıvı Basıncı O p tik D isk
makla beraber, yatay bir konumda uzanan kişide ortala Ö dem ine Yol Açar- Papilla Ö dem i. Anatomik ola
ma 130 mm H20 (10 mm Hg) kadardır. rak beynin dura materi, optik sinir etrafında bir kılıfı
gibi uzanır ve gözün sklerası ile birleşir. Serebrospinal
Serebrospinal Sıvı Basıncının Araknoid V illiler Ta sıvı sisteminde basınç yükseldiğinde, optik sinir kılıfı
rafından D üzenlenm esi. Serebrospinal sıvı basıncı içindeki sinirde de basınç yükselir. Retina arter ve ve-
normal olarak hemen tamamen araknoidal villi bo ni, gözün birkaç mm ötesinde bu kılıfı deler ve optik
yunca sıvının absorpsiyonu ile düzenlenir. Bu neden sinirle birlikte göz içine girerler. Bu nedenle, sereb
le, serebrospinal sıvı oluşum hızı sabittir; bu sayede rospinal basınç yükseldiğinde, ( 1 ) sıvı optik kılıf içine
sıvı oluşumundaki değişimler basınç kontrolünde na itilir ve daha sonra göz küresinin iç kısmıyla optik si
diren etkilidirler. Diğer yandan villiler, kanın geriye nir lifleri arasındaki aralık boyunca sıvı sıkışır, (2 ) yük
doğru ters yönde akışını engellerken sıvı ve içerikleri sek basınç, optik sinirler içindeki sıvı akışımmı azaltır
nin venöz kana kolayca akmasını sağlayan "valv” şek ve optik disk içinde sıvı birikir ve (3) kılıf içindeki ba
linde fonksiyon görürler. Normal şartlarda villilerin bu sınç aynı zamanda retina veninde kan akımını engel
kapak görevi sayesinde sıvı basıncı, venöz sinüslerde leyerek gözün her tarafında retinal kapiller basıncı ar
ki kan basıncının yaklaşık 1.5 mm Hg üstüne çıktığı tırır ve sonuçta retinal ödem daha da artar. Optik disk
durumlarda serebrospinal sıvı kana akar. Serebrospi dokuları, retinanın diğer kısımlarına göre daha esnek
nal sıvı basıncı yükselmeye daha da devam ederse ka olduğundan ödem çok daha fazla olur ve göz boşlu
paklar iyice açılır ve böylece normal koşullarda bası ğuna doğru şişer. Oftalmaskop ile gözlenebilen disk
nç, venöz sinüslerdeki basıncın birkaç mm Hg’nın da şişmesi, papilla ödemi olarak adlandırılır. Nörologlar
ha üstüne çıkamaz. serebrospinal sıvı basıncını, optik diskin göz küresi
Diğer yandan hastalık durumlarında villuslar, bazen içine uzanan bölümünün boyutlarına göre tahmin
büyük partiküllü maddeler, fibrozis ya da beyin hastalık edebilirler.
larında, serebrospinal sıvı içine sızmış olan plazma pro
tein molekülleri tarafından tıkanırlar. İleride göreceği
miz gibi, böyle bir tıkanma serebrospinal sıvı basıncının
yükselmesine neden olur. S erebrosp in al Sıvı A kışının En g ellenm esi
H id ro sefaliye Y o l A çabilir
Beyinin Patolojik Koşullarında Serebrospinal Sıvı
Basıncı. Büyük bir beyin tümörü, sıklıkla serebrospi "Hidrosefali'’ kafa içinde, aşırı su bulunması demektir.
nal sıvının absorpsiyon hızını azaltarak sıvı basıncım Hidrosefali sıklıkla açık hidrosefali ve kapalı hidrosefali
yükseltir, örneğin, eğer tümör tentoryumun üstünde olarak ikiye ayrılır. Açık hidrosefalide sıvı, ventriküler
ve çok büyükse beyni aşağı doğru baskılayarak, ten- sistemden subaraknoid aralık içine serbestçe akar; oysa
toryal açıklığın içinden geçen beyin sapı çevresindeki kapalı hidrosefalide sıvı akışı bir ya da daha çok ventri-
subaraknoid aralık boyunca, sıvının araknoidal villi- kiilde engellenmiştir.
den absorpsiyonu büyük oranda azalır. Bunun sonu Kapalı tip hidrosefalinin yaygın nedeni, bebeklerde
cunda serebrospinal sıvı basıncı, tentoryumun altında doğum öncesi dönemde atrezi (kapanma)’ye, herhangi
500 mm H20 (37 mm Hg) ya da daha yüksek bir değe bir yaşta ise beyin tümörüne bağlı olarak akuaduktus
re çıkabilir. Sylvius’un tıkanmasıdır. Sıvı, iki yan ve üçüncü ventri
Basınç, kafatası içinde kanam a ya da enfeksiyon küldeki koroid pleksuslar tarafından oluşturulduğu için
oluştuğunda da önemli derecede yükselir. Bu her iki bu üç ventrikülün de hacimleri çok artar. Bu hacim artı
koşulda da, serebrospinal sıvıda aniden beliren çok şı, kafatası içindeki beyni ince bir kabuk şeklinde yassı
sayıdaki hücreler, araknoidal villusların küçük absorp laştırır. Artan bu basınç, yenidoğan bebeklerde kafatası
siyon kanallarının ciddi şekilde tıkanmasına neden kemikleri henüz kaynaşmadığı için tüm kafanın şişip ge
olabilir. Bu durumda bazen sererbrospinal sıvı basıncı nişlemesine neden olur.
400 ile 600 mm H2 0 ’ya kadar yükselir (normalin yak Açık tip hidrosefali, genellikle beyinin bazal bölümleri
laşık 4 katı). etrafındaki subaraknoid aralıkta veya araknoidal villus-
Bazı bebekler çok yüksek bir serebrospinal sıvı basın lardaki sıvı akımının engellenmesiyle ortaya çıkar. Böy
cıyla doğarlar. Bunun sıklıkla nedeni, ya araknoidal villi lece sıvı hem ventriküller içinde hem de beynin dışında
sayısının azlığı ya da absorpsiyon özelliklerinin anormal toplanır. Bu durum eğer bebeklerde olursa, kafatası hala
olması sonucu, araknoid villideki sıvının geri emilimine esnek ve genişleyebilir olduğundan kafanın aşırı şişme
karşı direncin aşırı yükselmesidir. Bu konuda ileride hid sine neden olur. Herhangi bir yaşta ise genellikle şiddet
rosefali ile ilgili olarak tartışılacaktır. li beyin hasarına yol açar.
Hidrosefali için en etkili tedavi, cerrahi yolla peritone-
Serebrospinal Sıvı Basıncının Ölçülmesi. Serebrospi al boşluk ile ventriküllerden biri arasında silikon kauçuk
nal sıvı basıncının ölçümü için genellikle uygulanan iş bir tüp ile bağlantı sağlayarak sıvının, abdominal boşluk
714 ÜNİTE X I • Sinir Sistemi: C. M otor ve Entegratif Nörofizyoloji
ya da barsak içine absorpsiyonunu veya atılmasını sağla ödem sıvısına neden olur ve ödem giderek kötüleşir.
maktır. (2) Azalmış kan akımı dokulara oksijen ulaştırılmasını
da azaltır. Bu da kapiller geçirgenliği artırarak daha
fazla sıvı sızmasına yol açar. Ayrıca, doku hücrelerin
K an -S ereb ro spin al Sıvı ve Kan-Beyin deki sodyum pompalarını durdurarak hücrelerin şiş
Bariyerleri mesine yol açar.
Bu iki kısır döngü başladığında, beyinin tümünün ha-
Serebrospinal sıvı bileşiminin, vücudun başka bölge rabiyetini önlemek için cesaretli önlemler almak gerekir.
lerindeki ekstraseliiler şualarla tamamen aynı olmadığı Bu önlemlerden biri, mannitol gibi oldukça konsantre
daha önce belirtilmişti. Ayrıca, birçok büyük moleküllü edilmiş osmotik bir maddeyi intravenöz olarak uygula
madde, vücudun bilinen interstisyel sıvılarına kolayca maktır. Bu madde, sıvıyı beyin dokusundan osmoz yo
geçmesine rağmen, aynı maddelerin kandan serebros luyla çeker ve kısır döngüyü bozar. Diğer bir işlem ise,
pinal sıvıya veya beynin interstisyel sıvılarına geçmesi ventrikiilleri delme yoluyla beynin yan ventrikülleı inden
güçlükle olur. Bu nedenle, kanla serebrospinal sıvı ve sıvıyı hızlı bir şekilde uzaklaştırmaktır. Böylece, beyin içi
beyin sıvısı arasında sırasıyla, kan-serebrospinal sıvı ve basınç azaltılmış olur.
kaıı-beyin bariyerleri adı verilen bariyerlerin varlığın
dan söz edilir. Bu bariyerler, hem koroid pleksusta hem
de hipotalamusun bazı alanları, pineal bez ve area
postrema dışında tüm beyin parenkimasmın kapiller
zarlarında bulunur. Bu alanlarda maddeler kolayca do
ku aralıklarına difüze olurlar. Bu alanlar, vücut sıvıların BEYİN METABOLİZMASI
daki osmolalite ve glikoz konsantrasyon değişiklikleri
ne cevap veren duysal reseptörler içerdiklerinden, bu Beyin de diğer dokular gibi metabolik ihtiyaçlarını sağla
alanlarda difüzyonun kolay gerçekleşmesi önem taşır. mak için oksijen ve katı besinlere gereksinim gösterir.
Duysal reseptörler tarafından verilen cevaplar bu fak Bununla beraber, beyin metabolizmasının açıklanması
törlerin her birinin feed-back düzenlenmesi için gerek gereken kendine özgü özellikleri vardır.
li olan sinyalleri sağlar.
Genellikle kan-serebrospinal sıvı ve kaıı-beyin bari Beynin ve Nöronların Metabolik Hızları. Beyin kütle
yerleri su, karbon dioksit, oksijen ve lipidde eriyen alkol si, tüm vücut kütlesinin sadece %2 ’si olmasın rağmen,
ve çoğu anestetiklere karşı oldukça geçirgendir. Sodyum, dinlenme koşullarında beyin metabolizmasının, tüm
klor ve potasyum gibi elektrolitlere az geçirgen ve plaz vücut metabolizmasının yaklaşık % 15'i kadar olduğu
ma proteinleri ile lipidlerde erimeyen büyük organik hesaplanmıştır. Bu bakımdan dinlenme koşullarında be
moleküllere ise hiç geçirgen değildir. Kan-serebrospinal yin metabolizması, ortalama vücut metabolizmasının
sıvı ve kaıı-beyin bariyerleri nedeniyle çoğu protein ya yaklaşık 7.5 katı kadardır.
pısında olan antikorlar ve yağda erimeyen ilaçların, se Bu aşırı bejin metabolizmasının çoğu glial destek do
rebrospinal sıvı ve beyin pareııkimasında etkili konsant kularda değil, nöronlarda gerçekleşir. Nöronlardaki me
rasyonlarının sağlanması çoğu kez olanaksızdır. tabolizma için duyulan büyük gereksinim, başlıca sod
Kan-serebrospinal sıvı ve kaıı-beyin bariyerlerinin bu yum ve kalsiyum iyonlarını nöronal zar dışına, potas
düşük geçirgenliklerinin nedeni, kapiller endotel hücre yum ve klor iyonlarını da zarın iç tarafına pompalama
lerinin birbirleriyle bağlanma özelliklerine bağlıdır. Bu nedeniyledir. Nöron tarafından her bir aksiyon potansi
hücreler, sıkı bağlantılar denilen yapılarla birbirlerine yeli iletisinde, bu iyonlar zar boyunca hareket ederler,
bağlanmışlardır. Yani, birbirlerine komşu endotel hücre böylece normal iyon konsantrasyonlarının sağlanması
lerin zarları, vücudun diğer kapillerleriııdeki hücreler için zar boyunca transport ihtiyacı artar. Bu yüzden aşırı
arasında bulunan çok sayıdaki yarık-porlar yerine bir beyin aktivitesi sırasında, nöronal metabolizma yüzde
birleriyle sıkı bir şekilde kaynaşmışlardır. 1 0 0 veya 150 artma gösterebilir.
Normal Koşullarda Beyin Enerjisinin Çoğu Glikoz ronlar içine kolaylıkla difiize olur; bu da diyabetik has
İle Sağlanır. Normal koşullarda, beyan hücreleri tarafın talarda mental fonksiyon kaybının önlenmesinde bü
dan kullanılan enerjinin hemen tümü, kandaki glikoz yük bir şanstır. Diyabetik bir hasta, aşırı insülin ile teda
yoluyla sağlanır. Oksijende olduğu gibi, normal koşullar vi edildiğinde, kan glikoz konsantrasyonu çok düşük se
da kapiller kandan dakikalar ve saniyeler içinde alman viyelere inebilir. Çünkü aşırı insülin, kandaki glikozun
glikoz, sadece iki dakikalık bir glikoz sağlaması dışında hemen tümünün başla kas ve karaciğer hücreleri olmak
nöronlarda glikojen olarak dopolanır. üzere insüline duyarlı nöron olmayan hücreler içine
Nöronlara glikoz verilmesinin özgün bir özelliği, gli hızla taşınmasına neden olur. Bu gerçekleştiğinde, nö
kozun hücre zarı boyunca nöronlara transportunun, di ronlara verilmesi için kanda yeterli glikoz kalmaz ve
ğer vücut hücrelerinin çoğunda olduğu gibi insüline ba mental fonksiyon ciddi bir şekilde bozularak mental
ğımlı olmamasıdır. Bu nedenle, insülin sekresyonunuıı dengesizlik, psikotik bozukluklar ve bazen de koma or
bulunmadığı ciddi diyabetik hastalarda bile glikoz, nö taya çıkabilir.
REFERANSLAR
A rm stead W M : R o le o f opioids in the physio tory Physiology. II. D ynam ics and Control Orgogozo JM , D yken M : A dvances in Stroke
lo g ic and pathophysiologic control o f the o f the Body Fluids. Philadelphia: VVB Saun Prevention. Farm ington, C T : S . K arger P u b
cereb ral circulation. Proc S o c E x p B io l ders C o, 1975. lishers Inc, 1993.
M ed 2 1 4 :2 1 0 , 19 9 7 . H ádem enos G J, M assoud T F : T h e Physics o f Pardridge W M : A n Introduction to the B lood -
B erry M , Logan A : C N S In juries: C ellular R e C erebrovascular D iseases. New Y ork: Brain Barrier. C am bridge: C am bridge U ni
sponses and Pharm acological Strategies. Springer, 1998. versity Press, 1998.
B o c a Raton: C R C Press, 1999. H offm ann W , Schw arz H: Ependym ins: m e Posner J B , D alm au JO : Paraneoplastic syn
B ev an R D , B e v a n JA : T h e Human Brain C ir ningeal-derived extracellu lar matrix proteins dromes affectin g the central nervous sytem .
culation: Functional Changes in D isease. at the blood-brain barrier. Int R ev Cytol Annu R ev Med 4 8 :1 5 7 , 1997.
Toto w a, N J: H um ana Press Inc, 1994. 1 6 5 :1 2 1 , 1996. Risberg J, G ustafson L : R egion al cerebral
Brodal P: T h e C entral Nervous System . New K aila K , Ran som B R : pH and Brain Function. blood flow m easurem ents in the clinical
Y ork: O xford U niversity Press, 1998. New Y o rk: W iley, 1998. evaluation o f dem ented patients. Dem ent
.D avson H, S eg al M B : Physiology o f the C S F K leinschm idt A , Frahm J : Linking cerebral G eriatr C ogn Disord 8 :9 2 , 1 9 97.
and B lo o d -B ra in Barriers. B o c a Raton: blood oxygenation to human brain function. Robinson R G : N europsychiatric con seq uences
C R C Press, 1996. Current issues for human neuroscience by o f stroke. Annu R ev M ed 4 8 :2 1 7 , 1997.
D e B o e r A G , Sutan o W : Drug Transport m agnetic resonance neuroim aging. Adv Exp Sanchez-A rm ass S , M artinez-Z agu ilan R , M ar
A cross the B lo o d -B ra in Barrier. Australia: Med B io l 4 1 3 :2 2 1 , 1997. tinez G M , G illies R J: R egu lation o f pH in
Harwood A cad em ic, 1997. rat brain synaptosom es. I. R o le o f sodium,
Knight JA : A dvances in the analysis o f c ere
bicarbonate, and potassium . J N europhysiol
D im agl U : M eta b o lic aspects o f neurovascular brospinal fluid. Ann C lin L ab S c i 2 7 :9 3 ,
7 1 :2 2 3 6 , 1994.
coupling. Adv E xp Med B iol 4 1 3 :1 5 5 , 1997.
Urban IJA , Burbach JP A , W eid D : A dvances
1997. K uschinsky W : N euronal-vascular coupling: a
in Brain Vasopressin. A m sterdam : Elsevier,
du P lessis A J: C erebral hem odynam ics and unifying hypothesis. Adv E xp Med B iol
1998.
m etabolism during infant cardiac surgery. J 4 1 3 :1 6 7 , 1997.
van Leeuw en F\V: N euronal D egeneration and
Child Neurol 1 2 :2 8 5 , 1997. Landis D M : T h e early reactions o f non-neuro
Regeneration. New Y o rk : E lsev ier, 1998.
Erm isch A , Brust P, K retzschm ar R , Ruhle H J: nal c ells to brain injury. Ann R ev Neurosci
V illringer A : Understanding functional neu
Peptides and blood-brain barrier transport. 1 7 :1 3 3 , 1994.
roim aging m ethods based on neurovascular
Physiol R ev 7 3 :4 8 9 , 1993. M ann DN A: S en se and S en ility . New Y ork: coupling. Adv E xp M ed B io l 4 1 3 :1 7 7 ,
Fuster V : Syndrom es o f A therosclerosis. Ar- Chapman & H all, 1997. 1997.
monk, N Y : Futura Publishing C o, 1996. M etcalfe J: T h e Brain: D egeneration, Damage, Y onas H: C erebral B loo d Flow M easurem ent
G reitz D, G reitz T , Hindmarsh T : A new view and Disorder. B erlin : Springer, 1998. with S ta b le X en on -E n h an ced C om puted T o
on the C SF-circu Iatio n with the potential N ehlig A: C erebral energy m etabolism , glu mography. New Y ork: R av en Press, 1992.
for pharm acological treatment o f childhood co se transport and blood flow: changes with Z ierler R E : Surgical M anagem ent o f C ereb ro
hydrocephalus. A cta Paediatr 8 6 :1 2 5 , 1997. maturation and adaptation to hypoglycae- vascular D isease. H ightstow n, N J: M cG raw -
Guyton A C , T a y lo r A E, G ranger H J: C ircu la niia. D iabetes M etab 2 3 :1 8 , 1997. H ill, 1994.
iill i. t r - I 1 n l n ,i I n i mİ i r fn llli ,n ,i I iím ■ / i ,im r i --Iİ
u b r)J )lı 11¡ lü í! i il iTJ juj ( i f .'• < i t K y i C I ul.- i \ i . f ii<) J iiy \n./|i|;| M i.l i j j . l . m u ı ıiM t l i l M ıi i| i " . ı * j H i l ir ir M u .i n t ;l
\)> : vul> 'n >¡im {'t.iir-r.riH iX <•) i 1:. i n •! • m H lilt / iv | | lllu ? < H I ’ f11 iv 'lf ’f f iji ij/ jll! f t •. (i ) .lif C .I' • 1,1
fiii.v i M;.¡ Idliil ih ;1 . d i l i m i ııı? f; ii ,> f1tl• I >ui rtifjy iv
i ' i i l ^ i b m ; i i i i , I ' , V .v « ! 1 1• i n i Ii. I ij fí .l) i ii rjılıı >
. i m i:l*»• {« b ylr.tftlo ií*i|í*>*il|| u!.*u I f i o i i n
■jj'caJ<’■in >’>otr V ,,
•dll‘l 15J(I' .7. i * .flOUJir't' I*. I I' iiVV il'l ||.|. v<7 ,. •illri'l I sl^oj
flip I >?. i |M .1 'lili.liuii » I ïiïfjinû
I !: ' .i ' i i j ; 11i •■i111
,
., n.liiv/.i.V I . “ I' .i ' .'/ .’.¡ •Ilili -iM
I.......... . .1 If.n i iA . ij'l iili
Gastrointestinal
Fizyoloji XII
62
G a s tro in te s tin a l F o n k s iy o n u n G e n e l K u ra lla rı-M o tilite , S inirsel K o n tro l
v e Kan D o la şım ı
63
B esinin S in d irim K a n a lın d a Taşınm ası ve K arıştırılm ası
64
S in d irim K an a lının Salgı F o n k s iy o n la rı
65
G a s tro in te s tin a l K a n a ld a S in d irim ve E m ilim
66
G a s tro in te s tin a l B o z u k lu k la rın F izyo lo jisi
Gastrointestinal Fonksiyonun
Genel Kuralları-Motilite,
Sinirsel Kontrol ve Kan Dolaşımı
Sindirim kanalı elektrolitler, su ve gıdaları sürekli dir. Loııgitudinal kas tabakasında bu dem etler bar
olarak vücuda sağlar. Bunu gerçekleştirmek için 1) sak kanalı boyunca uzunlam asına uzanırken sirkü
gıdaların sindirim kanalında hareketi, 2 ) sindirim ler kas tabakasında barsağın çevresinde uzanırlar.
salgılarının salgılanması ve besinin sindirimi, 3) Her demetin içindeki kas lifleri birbirleriyle, iyonla
sindirim ürünleri, su ve çeşitli elektrolitlerin emili- rın bir hücreden sonrakine düşük rezistansla hare
mi, 4) em ilen maddeleri uzaklaştırmak için gastro- ketine izin veren, çok sayıda yarık bileşkeler (gap
intestinal organlarda kanın dolaşımı ve 5) tüm bu jım ctions) ile elektriksel olarak bağlanmışlardır.
fonksiyonların sinirsel ve horm onal mekanizm a Böylece her demetin içindeki elektrik sinyalleri bir
larla kontrolü gerekmektedir. liften sonraki life kolayca ulaşır, ancak bu ileti de
Şekil 62-1 tüm sindirim kanalını göstermektedir. met boyunca, yanlara doğru olduğundan daha hız
Her bölüm kendi özel fonksiyonuna göre uyum la ulaşır.
göstermiştir. Bazı bölümleri özofagus gibi basit gı Düz kas liflerinin her demeti birbirinden gevşek
da pasajını sağlarken, diğerleri mide gibi besin de bağ dokusu ile ayrılmıştır, fakat dem etler birçok
polar ve diğer bazıları da ince barsak gibi sindirim noktada birbirleriyle birleşir. Bu şekilde gerçekte
ve emilimde yer alır. Bu bölümde, tüm sindirim ka her kas tabakası düz kas dem etlerinin dantel tar
nalındaki fonksiyonların temel kurallarını tartış zında dallanmasını temsil etmektedir. Bu nedenle,
maktayız. Takip eden bölümlerde kanalın farklı b ö her kas tabakası bir sinsityum olarak işlev görür;
lüm lerinin özgül fonksiyonları tartışılacaktır. yani kas kütlesi içinde herhangi bir yerde bir aksi
yon potansiyeli oluşturulduğunda bu genellikle kas
içinde tüm yönlere ulaşır. Ulaştığı uzaklık, kasın
uyarılabilmesine bağlıdır. Bazen yalnız birkaç m ili
metre sonra durur veya başka zamanlarda birkaç
GASTROİNTESTİNAL MOTİLİTENİN santimetre veya ince barsak kanalının tüm uzunlu
GENEL KURALLARI ğu boyunca bile ilerlerler. Ayrıca, longitudinal ve
sirküler kas tabakaları arasında bir miktar bağlantı
lar bulunur, böylece bu tabakalardan birindeki
Gastrointestinal Duvarın Özellikleri uyarılma sıklıkla diğerini de uyarır.
Şekil 62-2 ince barsak duvarının tipik bir kesitini G astrointestinal Düz Kasın Elektriksel A ktivitesi
göstermektedir ve dış yüzeyden içeri doğru şu ta
bakaları içermektedir: 1 ) seroza, 2 ) uzunlam asına Barsak kanalının düz kası sürekli fakat yavaş elekt
(longitudinal) kas tabakası, 3) dairesel (sirküler) riksel aktiviteye maruz kalır. Aktivitede 2 temel
kas tabakası, 4) sııbm ukoza ve 5) m ukoza. Ek ola elektriksel dalga tipi bulunur. Bunlar Şekil 62-3'de
rak düz kas liflerinden oluşmuş seyrek bir tabaka, gösterilmiş olan 1 ) yavaş d alg ala rv e 2 ) dikensi (siv
m uskularis m ukoza, mukozanın daha derin taba ri) dalgalardır. Ayrıca gastrointestinal düz kasın is
kalarında uzanır. Baısakların motor işlevleri düz tirahat membran potansiyelinin voltajı farklı dü
kasın farklı tabakaları tarafından gerçekleştirilir. zeylere değişebilir ve bu da gastrointestinal kanalın
Bölüm 8 'de tartışılan düz kasın genel özellikleri motor aktivitesinin kontrolünde önem li etkilere
ve fonksiyonu, bu bölüm ün ilerideki kısım larına te sahip olabilir.
m el oluşturm ası am acıyla özetlenmektedir. Barsak
düz kasının özellikleri aşağıda tanımlanmıştır. Yavaş Dalgalar. Gastrointestinal kasılm aların ç o
ğu ritmik olarak gerçekleşir ve bu ıitm daha çok
G astrointestinal Düz Kas-Sinsityum Olarak düz kas m embran potansiyelindeki yavaş dalga di
Fonksiyonu. Gastrointestinal kanaldaki bireysel ye adlandırılan dalgaların frekansı ile belirlenir. Ş e
düz kas lifleri 200-500 mikrometre uzunlukta ve 2 kil 62-3’de gösterildiği gibi, bu dalgalar, aksiyon p o
ile 1 0 mikrometre çaptadırlar ve 1 0 0 0 kadar paralel tansiyelleri değillerdir. Buna karşılık istirahat
liften oluşmuş demetler şeklinde düzeıılenmişler- m em bran potansiyelindeki yavaş ve ondiilasyon
718
BÖLÜM 62 • Gastrointestinal Fonksiyonun Genel Kuralları-M otilite, Sinirsel Kontrol ve Kan Dolaşımı 719
Dikensi potansiyeller
o-
O 10 -
>
I 20 -
Depolarizasyon
Yavaş dalgalar
30 -
</> / W
c 40 -
1 /X / \ 1. Norepinefrin
o
Q. 50 - 2. Sempatikler ile
C
1. Gerilme uyarılma
-D 60 - İstirahat
E 2. Asetilkolin,
o 70 -
S 3. Parasempatikler
Hiperpolarizasyon
ile uyarılma
r t
12 18 24 30 36 42 48 54
Saniyeler
ŞE K İL 62 - 3
İnce barsak düz kasındaki membran potansiyelleri. Barsağın
farklı fizyolojik koşullarında gerçekleşen yavaş dalgalar,
dikensi potansiyeller, depolarizasyon ve hiperpolarizasyona
dikkat ediniz.
izin vermekte, bu nedenle kalsiyımı-sodyıım kan al potansiyellerine neden olmaksızın düz kas m em b-
ları adını almaktadır. Bu kanalların, hızlı sodyum ranının devamlı depolarizasyonuna yol açan h or
kanallarına kıyasla dalıa yavaş açılıp kapanmaları monlar veya diğer faktörler tarafından oluşturulur.
aksiyon potansiyellerinin uzun sürmesinden so Tonik kontraksiyonların üçüncü nedeni, m em bran
rumludur. Ayrıca, aksiyon potansiyeli sırasında, kal potansiyeli değişiklikleri ile ilişkili olmayan yollarla
siyum iyonlarının kas lifinin içine fazla miktarda ha taşınan kalsiyumun devamlı olarak hücrenin içine
reketi, biraz ileride tartışılacağı gibi, ince barsak düz girişidir. Bu mekanizmanın detayları açık değildir.
kasının kasılmasında özel bir rol oynar.
Sempatik Parasempatik
Prevertebral
gangliyonlara, (esas olarak (pregangliyoner)
medulla spinalise postgangliyoner
ve beyin sapına
k A
Myenterik
pleksus
Ş E K İL 62 - 4
Barsak duvarının sinirsel kontrolü.
Myenterik ve submukozal pleksuslar Submukozal
(siyah lifler), bu pleksusların sempatik ve Pleksus
parasempatik sinir sistemi tarafından
ekstrensek kontrolü (kırmızı lifler) vg Duysal
lümen epiteli ve barsak duvarından Nöronlar
enterik pleksuslara geçen, oradan pre-
vertebral gangliyonlara, spinal korda ve
beyin sapm a ulaşan duysal lifleri (kesik
lifler) göstermektedir.
düz kasının longitudinal ve sirküler tabakaları sinir uçlarından salgılanan düzinelerce birbirin
arasında yer aldığından tem el olarak barsak b o den farklı n örotran sm iterler tanım lam ışlardır.
yunca oluşan m otor aktivitenin kontrolü ile ilgili Bunlardan iki tanesi çok yakından tanıdığım ız 1)
dir. Uyarıldığında tem el etkileri şunlardır: 1) art asetilkolin ve 2) norepiııefrin'dir. Diğerleri 3) ade-
mış tonik kontraksiyon veya barsak duvarının "to- nozin trifosfat 4) serotonin 5) d op am in 6 ) kolesisto-
nusunun” artması, 2 ) ritmik kontıaksiyonların yo kiniıı 7) P m addesi 8 ) v azoaktif iııtestinal p o lip ep
ğunluğunda artma, 3) kontraksiyon ritminin h ı tid d) som atostatin 1 0 ) îeu-enkefalin 1 1 ) m et-enke-
zında hafifçe artma, 4) peristaltik dalgaların hız fa liıı ve 12) bombesin' dir. Aşağıdaki vurgulanan
lanm asına neden olan uyarıcı dalgaların ileti h ı noktaların haricinde, bunların çoğunun spesifik
zında artm a. fonksiyonları geniş şekilde tartışılacak kadar y e
M yenterik pleksus tam am en uyarıcı olarak ele terli bilinmemektedir.
alınm am alıdır. Çünkü bazı nöronlar inlıibitör- Asetilkolin gastrointestinal aktiviteyi hızlandı
diir, bu sinir lifleri term inal uçlarından vazoaktif rırken, n orep inefrin gastroin testin al aktiviteyi
intestinal polipeptid veya diğer peptidler gibi in baskılar. Adrenal medulladan dolaşım a salgılan
hibitor transm iterler salgılarlar. Sonuçta m eyda dıktan sonra kan yoluyla gastrointestinal kanala
na gelen inhibitor sinyaller, p ilor sfinkteri gibi ulaşan epinefrin için de bu durum geçerlidir. Yu
m idenin boşalm asını ve ileo çek a l valv gibi ince karıda belirtilm iş olan diğer transm iterler de uya
barsak içeriğinin çekum a boşalm asını kontrol rıcı ve inhibe edici özelliklere sahiptirler; ancak
eden gastrointestinal kanalın birbirini takip eden bunların önem i ve fonksiyonları henüz tam an la
segm entleri arasında gıdanın hareketini engelle şılamamıştır.
yici sfinkter kasların inhibisyonu için özellikle
yararlıdırlar.
Submukozal pleksus myenterik pleksusun tersi Gastrointestinal Kanalın Otonomik
ne her bir küçük barsak segmentinin iç duvarında Kontrolü
ki kontrolden sorumludur. Örneğin, birçok duysal
sinyal gastrointestinal epitelden kaynaklanır ve da Parasempatik İnervasyon. Barsakların parasem
ha sonra submukozal pleksusta toplanarak lokal patik sinirleri Bölüm 60'da tartışıldığı gibi kraniyal
intestinal sekresyon, lokal absorpsiyon ve mide ve sakral bölüm lere ayrılmaktadır.
mukozasının çeşitli derecelerde katlanmasına n e Ağız ve farengeal bölgeye giden birkaç parasem
den olan submukozal kasın lokal kontraksiyonuna patik lifi hariç, kraniyal parasem patikler tam am en
yardımcı olur. vagus siniri içinde taşınırlar. Bu lifler özofagus, m i
de ve pankreası yoğun olarak inerve ederlerken ka
lın barsağın birinci yarısına kadar olan barsak b ö
Enterik Nöronlar Tarafından Salgılanan lümüne daha az ulaşırlar.
Nörotransmiter Tipleri Sakral parasem patikler ikinci, üçüncü ve dör
düncü sakral spinal segmentlerden doğarlar ve pel-
Enterik sinir sistem inin birçok fonksiyonunu daha vik sinirler içinde kalın barsağın distal yarısına ula
iyi anlam ak amacıyla, araştırmacılar farklı enterik şırlar. Sigmoidal, rektal ve anal bölgeler parasem
722 ÜNİTE X II • Gastrointestinal Fizyoloji
patik lifler tarafından diğer barsak alanlarından veya parasempatik sinir lifleri ile beraber geçirerek
nispeten daha iyi inerve edilirler. Bu liflerin özellik medulla spiııalise veya beyin sapma direkt olarak
le defekasyon reflekslerindeki fonksiyonları Bölüm iletirler. Örneğin vagus sinirinin sinir liflerinin
63 ’de tartışılmıştır. % 80’i afferent, geri kalanı efferenttir. Bu lifler affe
Parasempatik sistem in postgangliyonik nöronla rent sinyalleri medullaya taşır ve böylece gastroin
rı myenterik ve submukozal pleksus içinde yerleş testinal kanalın birçok fonksiyonunu kontrol ede
mişlerdir ve parasempatik sinirlerin uyarılması en cek olan vagal refleks sinyallerini başlatırlar.
terik sinir sistem inin tam amında genel bir aktivite
artımına neden olur. Böylece gastrointestinal fonk Gastrointestinal Refleksler
siyonların büyük bir bölümünde aktivite artımına
neden olurlar. Enterik sinir sistem inin anatomik düzeni ve sem
patik ve parasempatik sistem ile olan bağlantıları,
Sem patik İnervasyon. Gastrointestinal kanalın gastrointestinal kontrol için gerekli olan 3 tip gast
sem patik lifleri spinal kordun T5-L2 segmentleri rointestinal refleksin meydana gelm esini sağlar.
arasından kaynaklanır. Baısakları inerve eden pıe- Bunlar aşağıda belirtilmiştir:
gangliyonik liflerin çoğu medıılla spinalisi terk et
tikten sonra sem patik zincir içine girer ve bu zin 1) Enterik sinir sisteminin tam am en içinde olu
cirleri terk ederek çöliak gatıgliyon ve çeşitli me- şan refleksler. Bunlar gastrointestinal salgıları, pe-
zenterik gangliyonlaı’a doğru giderler. Burada da ristaltizmi, karıştırıcı kontraksiyonları, lokal inhibi
ha çok postgangliyonik nöron gövdeleri yerleşmiş tör etkileri kontrol eden refleksleri içerir.
lerdir ve postgangliyonik lifler buradan yayılarak 2) Barsaklardan başlayıp prevertebral sem patik
postgangliyonik sempatik sinirler içinde temel ola gangliyonlara giden ve gastrointestinal kanala geri
rak enterik sinir sistemindeki nöronlarda sonlana dönen refleksler. Gastrointestinal kanalda bu refleks
cak şekilde tüm barsaklaıa geçerler. Sempatikler ler uyaranları uzun mesafeler boyunca iletebilirler.
genel olarak, parasempatiklerde olduğu gibi ağız Kolonun boşalmasını sağlayan mideden doğan sin
boşluğu ve anüse yakın bölgelere yoğun olarak dal yaller (gastrokolik refleks), mide motilitesi ve sekres-
lar vermek yerine, gastrointestinal kanalın tam a yonunu inhibe eden ince barsak ve kolondan kay
mını inerve ederler. Sempatik sinir sonlarından no- naklanan sinyaller (enterogastrik refleks) ve ileum
repinefrin salgılanır. içeriğinin kolona boşalmasını inhibe eden kolondan
Genel olarak sempatik sinir sisteminin uyarılması kaynaklanan sinyaller (kolonoileal refleks) gibi.
parasempatik sistemin sebep olduğu etkilerin tersi 3) Barsaklardan m edulla spiııalise ve beyin sa p ı
ne, gastrointestinal kanalın aktivitesinde inhibisyo- na giden ve tekrar gastrointestinal kan a la geri d ö
na neden olur. Etkilerini iki yolla meydana getirir: 1 ) nen refleksler. Bunlar özellikle 1) mide ve duode-
noıepinefrinin düz kas üzerine direkt etki ile yaptığı num dan kaynaklanan, vagus ile beyin sapma giden
hafif inhibisyon (muskularis mukoza hariç, zira bu ve mideye geri dönen midenin m otor hareketlerini
rası için uyarıcıdır) ve 2 ) enterik sinir sistemi nöron ve salgısını kontrol eden refleksler. 2 ) tüm gastroin
larına noıepinefrinin güçlü inhibitör etkisi. Böylece testinal kanalda genel bir inhibisyon yaratan ağrı
sempatik sistemin kuvvetle uyarılması gastrointes refleksleri 3) medulla spiııalise gelen ve geri dönüp,
tinal kanalda gıdanın hareketini durdurabilir. defekasyon için gerekli kuvvetli kolonik, rektal ve
abdom inal kontraksiyonları yaratan defekasyon
refleksleridir.
Barsakların Afferent Duysal Lifleri
Barsaklardan birçok afferent duysal sinir lifleri çı Gastrointestinal Motilitenin Hormonal
kar. Bunların bazılarının hücre gövdeleri enterik si Kontrolü
nir sistem i içinde bulunur. Bu sinirler 1) barsak
mukozasının iritasyonu 2 ) barsakların aşırı distan- Bölüm 6 4 ’de gastrointestinal sekresyonun kontro
siyonu veya 3) barsakta bazı özel kimyasal madde lünde çeşitli hormonların önem leri tartışılmıştır.
lerin bulunmaları ile uyarılabilirler. Bu liflerden ge Benzer hormonların birçoğu gastrointestinal kana
len sinyaller uyarılmaya veya bazı koşullar altında lın bazı bölümlerinin motilitesini de aynı zamanda
barsak hareketlerinde veya sekresyonunda inhibis- etkilerler. Hormonların motilite üzerine etkileri
yona neden olabilirler. salgılatıcı etkilerinden daha az önem li olmalarına
Enterik sinir sistem inde sonlanan afferent liflere rağmen, motilite kontrolü için çok önemli olan b a
ilave olarak iki ayrı tipte afferent lif de bu sistem ile zıları aşağıdadır.
ilişkilidir: (1) Hücre gövdeleri enterik sinir sistemi Kolesistokiııin barsak içindeki yağ ve yağ asidleıi-
içindedir; fakat aksonları çöliak, m ezenterik ve hi- nin yıkım ürünleri ile monogliseridlerin varlığına
pogastrik gangliyonlar gibi prevertebral sem patik cevap olarak duodenum ve jejunum mukozasında
gangliyonlarda sonlanan otonomik sinirler içinde ki “1" hücrelerinden salgılanır. Safra kesesinin kont-
seyreder. (2) Diğer tip afferent liflerin hücre gövde raksiyonunu artırıcı etkisi ile safrayı ince barsağa
leri medıılla spinalisin doısal kök gangliyonlarmda boşaltır, böylece safra burada yağlı gıdaları emülsi-
veya kraniyal sinir gangliyonlarmda bulunur; bu fiye ederek sindirilmeleri ve absorbe edilmelerinde
lifler sinyallerini aynı sinir gövdelerinde sempatik önemli rol oynar. Kolesistokinin mide m otilitesin-
BÖLÜM 62 • Gastrointestinal Fonksiyonun Genel Kuralları-M otilite, Sinirsel Kontrol ve Kan Dolaşımı 723
de hafif bir azalma yaratır. Böylece bu hormon ay boyunca yayılır. Böylece gastrointesünal kanal, safra
nı zamanda safra kesesini boşaltırken mideden gı kanalları, iireterler, vücuttaki diğer bez kanalları ve
daların boşalmasını yavaşlatarak yağların üst b a l düz kas tüplerinde peristaltizm meydana gelir.
sak sistem inde sindirilmeleri için yeteri kadar za Peristaltizm için en genel uyarı barsakların dis-
m an kalmasını sağlar. tansiyonudur. Eğer barsak içinde herhangi bir nok
Sekretiıı mideden pilor yoluyla duodenuma bo tada büyük miktarda gıda toplanırsa barsak duva
şalan asit özellikteki mide sıvısına cevap olarak du- rının gerilmesi enterik sinir sistem ini uyararak bu
odenum un "S" hücrelerinden salınır. Gastrointes noktanın 2-3 cm üzerinde kontraksiyona neden
tinal kanalın hem en hemen tamamında motilite olur ve peristaltik hareketi başlatan kontraktil hal
üzerine hafif bir inhibitör etkisi vardır. ka oluşur. Peristaltizmi başlatan diğer uyarılar bar
Gastrik inhibitör peptici temel olarak yağ asidleri sak epitelinin kimyasal veya fiziksel iritasyonudur.
ve amino asidlere daha az olarak da karbonhidrat Ayrıca, barsakları uyaran parasem patikler sinir
lara cevap olarak üst ince barsak mukozası tarafın uyarılarının çoğu güçlü peristaltik dalgalara yol
dan salgılanır. İnce barsağın üst kısımları gıda ile açarlar.
dolu olduğu zaman midenin motor aktivitesini in
hibe ederek mide içeriğinin duodenuma geçişini Peristaltizmde M yenterik Pleksusun Fonksiyo
yavaşlatır. nu. Gastrointesünal kanalın herhangi bir yerinde
myenterik pleksus konjenital olarak gelişmemiş ise
bu bölgede peristaltizm çok zayıftır. Myenterik
pleksusun kolinerjik sinir uçlarını paralize etmek
için atropin tedavisi yapıldığında, barsakların ta
mamında peristaltizm ya büyük ölçüde azalır veya
GASTROİNTESTİNAL KANAL HARE
tam olarak bloke olur. Bu yüzden, etkin peristal
KETLERİNİN FONKSİYONEL TİPLERİ tizm aktif myenterik pleksus gerektirir.
Gastrointestinal kanalda iki tip hareket meydana Peristaltik Dalgaların Anüse Doğru H areketi.
gelir: 1 ) sindirim ve absorpsiyon için kanal içinde Peristaltizm teorik olarak uyarılan noktadan her iki
gıdaları uygun hızda ileri doğru hareket ettiren iler yöne doğru olabilir; ancak hareket anüse doğru yol
letici hareketler ve 2 ) barsak içeriğinin her zaman alarak devam ederken ağıza doğru olan hızla yok
birbirleriyle karışık olarak kalmasını sağlayan k a olur. Peristaltizmin bu yön tercihinin sebebi belli
rıştırıcı hareketler. değildir, kuvvetle muhtem el olarak aşağıda anlatıl
dığı gibi myenterik pleksusun anüse doğru polaıi-
ze olmasından ileri gelmektedir.
İlerletici Hareketler-Peristaltizm
Peristaltik Refleks ve "Barsak Kanunu". Intestinal
Gastrointestinal kanalın temel ilerletici hareketi kanalın bir segmenti distansiyon ile uyarıldığında ve
Şekil 62-5'de gösterildiği gibi peristaltizmdir. Bar peristaltizm başladığında, peristaltizme neden olan
sak etrafında kasılan halkalar meydana gelir ve kontraktil halka gerilmiş segmeııtin ağıza doğru
bunlar ileri doğru hareket ederler. Bu hareketleri olan tarafı yönünde hafifçe hareket eder. Daha son
ince ve gerilmiş bir tübiin etrafına parmakların do ra gerilmiş segmente doğru hareket ederek, tam a
lanması ve tüp boyunca ileri doğru kaydırılmasına men ortadan kaybolmadan önce barsak içeriğini
benzetilebilir. Kasılmış olan halkanın önündeki anüse doğru 5-10 cm kadar ilerletir. Aynı zamanda
herhangi bir materyel ileri doğru hareket eder. barsak anüse doğru aşağı yönde birkaç cm. genişle
Peristalizm sinsityal düz kas tüplerinin doğal bir yebilir. Gıdaların ağız yönünden çok anüse doğru
özelliğidir. Herhangi bir noktasından uyarılması baı - daha kolay ilerletilmesine izin verdiği için buna
sağın sirküler kas tabakasında kontraktil halkanın “karşılayıcı gevşeme” (ıeseptif relaksasyon) denir.
doğmasına neden olur ve bu halka daha sonra tüp Bu kompleks durum myenterik pleksusun yoklu
ğunda meydana gelmez. Bu sebepten komplekse
myenterik refleks veya peristaltik refleks adı verilir.
Peristaltik kasılma Peristaltik refleks ile beraber anüse doğru peristal
Gerilmenin önde giden dalgası tizmin ilerlemesine “barsak kanunu" denir.
Karıştırıcı Hareketler
dir. Başka zamanlarda da barsak duvarında birkaç suda eriyen besinlerin çoğu portal ven kanı ile aynı
santim etrede bir lokal intermitan konstriktif kon t karaciğer sinüzoidleıine taşınır. Burada hem ıeti-
raksiyonlar oiuşur. Bu kontraksiyonlar sadece 5 -30 küloendotelyal hücreler ve hem de esas paranki-
saniye süıer; daha sonra baısağın başka bir nokta mal karaciğer hücrelerini oluşturan hepatositler
sında yeni kontraksiyonlar oluşur. Böylece "parça kandan bu maddeleri alırlar ve em ilen maddelerin
lama” işi sırasıyla bu bölgeler arasında yapılmış 1/2-3/4’ü geçici olarak buralarda depo edilir. Bu
olur. Bu peristaltik ve konstiktif hareketler Bölüm besinlerin ara kimyasal işlemleri de karaciğerde ya
6 3 ’de kanalın her ayrı bölümü için tartışıldığı gibi pılır. Karaciğerin nutrisyonel fonksiyonları Bölüm
gastrointestinal kanalın farklı bölgelerinde itme ve 67-71 arasında tartışılmıştır.
karıştırma işine uygun olacak şekilde değişikliğe Suda erimeyen yağ köken li besinlerin hem en ta
uğratılır. mamı barsak lenfatiklerinden emilirler ve torasik
kanal yoluyla kana taşınırlar.
Kolon
İnferiyor mezenterik
arter dalı
Orta kolik
Sağ kolik
kolon
İleokolik
Jejunum
Jejunal
İleal
Ş E K İL 62 - 7
Mezenterik damar ağı ile barsaklara kan sağlanması.
Birincisi, sindirim işlemi sırasında intestinal ka da artan kan akımının sebebi m uhtem elen yukarı
nalın mukozasında bazı vazodilatatör maddeler da sayılan faktörlerin tümü veya çoğunluğuna ilave
salgılanır. Bunların çoğu k olesistokinin, vazoaktif olarak henüz tespit edilmemiş olanların bir kom bi
iııtestinal peptid, gastriti ve sekretiıı gibi peptid nasyonundan ileri gelmektedir.
hormonlardır. Bu benzer hormonlar Bölüm 63 ve
6 4 ’de görüleceği gibi aynı zamanda barsağın bazı
m otor ve salgı aktivitesinin kontrolü için de önem Villuslarda Ters Kan Akımının M ekanizm ası.
lidirler. Şekil 6 2 -8 ’de görüldüğü gibi villusun içine doğru
İkincisi, bazı gastrointestinal bezler kallidin ve olan arteıyel akım ve villusun dışına olan venöz
b ıa d ik in iıı adı verilen iki kinini de barsak duvarı akım birbirlerine ters yönlerdedir ve damarlar bir
içine salgılarlar, bu bezler aynı zam anda salgıla birleri ile yanyana sıkı bir ilişki içindedir. Bu vas-
rını lü m ene de bırakırlar. Bu kininler çok güçlü küler düzenlenmeden dolayı kan oksijeninin çoğu
vazodilatatörleıdir. Bazı araştırm acılar sekıes- villusun en ucuna kan içinde taşınmayıp, direkt
yon ile beraber artan mukozal kan akım ının b ü olarak komşu venülün içine difüze olur. Oksijenin
yük bölü m ünü n bu kininlerden ileri geldiğine % 8 0 ’i bu kısa siklus içinde kaldığından, villusun
inanırlar. lokal m etabolik fonksiyonlarında kullanılmaz. Vil-
Ü çüııcüsü, b a rsa k d u v arın d a azalm ış oksijen lustaki bu tip ters akım m ekanizm asının Bölüm
konsan trasyon un un barsak kan akım ını en az % 28'de tartışıldığı gibi, böbrek m edullası vaza ıekta-
50-100 oranında artırabilm esidir. Böylece barsak laıındaki ters akımın mekanizması ile aynı olduğu
aktivitesi sırasın d a artm ış m etab o lizm a lıızı, hatırlanacaktır.
vazod ilatasyona yol açab ilecek kadar oksijen Normal şartlar altında arteıiyolden venülleıe
k o n san trasy o n u n u d üşü rebilir. O ksijensizlik, olan bu oksijen şantı villuslar için çok zararlı değil
artm ış kan akım ından sorum lu olduğu iyi b ili dir, ancak şok gibi barsaklarda kan akımının azaldı
nen bir vazodilatatör olan a d en oziııin serb estle ğı hastalık durumlarında villus uçlarındaki oksijen
m esinde dört kat artışa neden olabilir. açığı villusun ucu veya tam amında iskemik ölüme
Böylece, artmış gastrointestinal aktivite sırasın neden olacak kadar büyük olabilir ve villus parça-
726 ÜNİTE X II 0 Gastrointestinal Fizyoloji
REFERANSLAR
Blu ndell J E , Law ton C L , Cotton 1R, M acdiar- Fioram onti J, Bueno L : Intestinal migrating K um ar D , W ingate D L : An Illustrated Guide
mid J I : C ontrol o f human appetite: im plica m otor com plexes and blood flow: what is to G astrointestinal M otility. 2nd ed. New
tions for the intake o f dietary fat. Annu the link? Eu r J G astroenterol Hepatol 8 :7 6 5 , Y o rk : C hurchill L iving ston e, 1994.
Rev Nutr 1 6 :2 8 5 , 1996. 1996. L egg C R , B oo th D A : A ppetite: Neural and
B ou ch ier IA D , A llan RN , Hodgson H1F, G oyal R K , Hirano I: T h e enteric nervous sys Behavioural B a ses. N ew Y o rk : O xford U n i
K eigh ley M R B : G astroenterology: C linical tem. N Hngl J M ed 3 3 4 :1 1 0 6 , 1996. versity Press, 1 9 94.
S cien ce & Practice. Philadelphia: W B G reeley G H : Gastrointestinal Endocrinology. Linden R W A : T h e S cien tific B a sis o f Eating.
Saunders C o, 1994. Totow a, N J: Humana Press, 1999. New Y o rk : K arger, 1998.
Buchm an A L : G lutam ine: is it a conditionally G regersen H, K assab G: Biom echanics o f the M argules A A , Ando M : M odem Im aging o f
required nutrient for the human gastrointes gastrointestinal tract. Neurogastroenterol the A lim entary Tu be. B e rlin : Springer,
tinal system ? J Am C oll Nutr 1 5 :1 9 9 , 1996. M otil 8 :2 7 7 , 1996. 1998.
Cam illeri M , Saslow S B , Bharucha A E: G a s H olzer P, H olzer-Petsche U: Tachykinins in M iller A J: The N euroscientific Principles o f
trointestinal sensation: m echanism s and re the gut. Part II. R o les in neural excitation, Sw allow ing and D ysphagia. San D iego:
lation to functional gastrointestinal disor secretion and inflammation. Pharmacol T h cr Singular Publishing G roup, 1999.
ders. G astroenterol C lin North Am 2 5 :2 4 7 , 7 3 :2 1 9 , 1997. M ittal R K , B alaban DH : T h e esoph agogastric
1996. Johnson L R : Gastrointestinal Physiology. St. ju n ctio n . N Engl J M ed 3 3 6 :9 2 4 ,
Edm onds B , G ibb A J, Colquhoun D : M ech a Lou is: M osby, 1997. 1997.
nisms o f activation o f glutam ate receptors Jordan D: Central Nervous Control o f A uto Parkkila S , Parkkila A K : C arbonic anhydrase
and the tim e course o f excitatory synaptic nom ic Function. Amsterdam: Harwood A c in the alim entary tract. Scand J G astroen
currents. Annu Rev Physiol 5 7 :4 9 5 , 1995. adem ic Publishers, 1997. terol 3 1 :3 0 5 , 1996.
BÖLÜM 62 • Gastrointestinal Fonksiyonun Genel Kuralları-M otilite, Sinirsel Kontrol ve Kan Dolaşımı 727
Rao S S : B e lch in g , bloating, and flatulence. spectives in a gustatory physiology: trans intestinal tract. Surg C lin North Am 7 7 :5 4 9 ,
Postgrad M ed 1 0 1 :2 6 3 , 175, 1997. duction, development, and plasticity. A m J 1997.
Schmidt W E : T h e intestine, an endocrine or Physiol 2 7 2 :C 1 , 1997. van der Hulst R R , von M eyenfeld t M F , S o e-
gan. D igestion 58(Su p p l 1 ):5 6 , 1997. Surprenant A: Control o f the gastrointestinal ters P13: G lutam ine: an essential am ino acid
Smith G P: S atiation : From Gut to Brain. New tract by enteric neurons. Annu Rev Physiol for the gut. Nutrition 1 2 :S 7 8 , 1996.
York: O xford U niversity Press, 1998. 5 6 :1 1 7 , 1994. Vanner S, Surprenant A: Neural reflexes co n
Snipes R L : In testin al A bsorptive Su rface in Thom son A B , W ild G : Adaptation o f intestinal trolling intestinal m icrocirculation . A m J
M am m als o f D ifferen t S iz es. Beriin : nutrient transport in health and disease. D i Physiol 2 7 1 :G 2 2 3 , 1996.
Springer, 1997. gest Dis S c i 4 2 :4 5 3 . 1997.
Stewart R E , D eS im o n e JA , H ill D L : New per Thornton F J, Barbul A : H ealing in the gastro
Besinlerin Sindirim Kanalında
Taşınması ve Karıştırılması
Besinlerin sindirim kanalında optimal düzeyde iş me kaslarında refleks inhibisyon yaratarak alt çe
leme tabi tutulabilmesi için gastroientestinal kana nenin düşmesine neden olur. Bu düşme çene kas
lın her bölümünde yeterli sürelerde kalması ve aynı larında geri tepm e (rebound) kontraksiyonuna yol
zamanda uygun şekilde karıştırılması gerekmekte açacak olan gerilme refleksini başlatır. Çene oto
dir. İşlemin her aşamasında besinin karıştırılması matik olarak yükselerek dişlerin birbiri üzerine ka
ve itilmesi için farklı olan gereksinimler, çok sayıda panm asına neden olur ve aynı zam anda lokmayı
otonomik şekilde kontrol edilir. Böylece işlemlerin tekrar ağız mukozasına karşı bastırarak, bir kere
ne çok hızlı ne de yavaş gelişmesi önlenmiş olur. daha, çenenin düşmesine neden olan çene kasları
Bu bölümün amacı, bu hareketleri ve özellikle nın inhibisyonuna yol açar. Bunu yeni bir geri tep
bunları kontrol eden otomatik mekanizmaları tar me olayı izler. İşlem böylece tekrarlanır.
tışmaktır. Çiğneme bütün besinler için önemli olmakla b e
raber özellikle meyvalar ve kabuklu sebzeler için
çok daha önemlidir. Çünkü bunların besin değeri
olan bölüm lerinin etrafı sindirilem eyen selüloz
BESİN ALIMI zarlarla çevrilidir. Besleyici bölümün açığa çıkması
ve kullanılabilmesi için bu zarların parçalanm ası
Kişinin alacağı besin miktarı esasen açlık diye ad gerekmektedir. Aynı zamanda çiğneme, besinlerin
landırılan ve besine duyulan intrensek istek tara sindirilmesine aşağıda belirtilen nedenden dolayı
fından düzenlenir. Kişinin tercihen aradığı besin ti da yardımcı olmaktadır. Sindirim enzim leri sadece
pi ise iştah tarafından belirlenir. Bu mekanizmalar besin partikiillerinin yüzeyine etki ettikleri için,
vücut için uygun besini sağlayan çok önemli oto sindirim hızı büyük ölçüde intestinal sekresyonlaıa
matik düzenleyici sistem ler olup, beslenme ile ilgi maruz kalan besinin total yüzey alanına bağımlıdır.
li Bölüm 71 ’de geniş olarak tartışılmıştır. Bu bölüm Ayrıca besinin çok küçük partiküllere ayrılması ve
de sadece besin aliminin mekaniksel yönleri özel öğütülmesi gastrointestinal kanalın mukozasını
likle çiğnem e ve yutm a ele alınmıştır. zedelenmekten korur ve besinin m ideden ince bar-
sağa oradan da kanalın diğer bölümlerine geçm esi
ni kolaylaştırır.
Mastikasyon (Çiğneme)
728
BÖLÜM 63 • Besinlerin Sindirim Kanalında Taşınması ve Karıştırılması 729
Yutmanın Farinks Fazının Solunuma Etkisi. Yutma mi esnasında özofagusun aşağısına itilen besini al
nın faıinks fazının tümü 2 saniyeden daha kısa bir mak üzere hazır hale gelirler.
sürede gerçekleşir. Dolayısıyla normal solunum
siklusunun sadece kısa bir döneminde solunum Alt Ö zofagus Sfinkterinin (Gastroözofagial Sfink-
durur. Yutma merkezi bu esnada özellikle medulla- ter) Fonksiyonu. Özofagusun alt ucunun mide ile
nın solunum merkezini inhibe eder ve yutmanın birleştiği noktanın yaklaşık 3 santim etre kadar üs
gerçekleşm esine izin vermek için solunum siklusu tünde yer alan özofagus sirküler kası, alt özofagus
herhangi bir noktasında durdurulur. Kişi konuşur ya da gastroözofagial sfitıkter olarak görev yapar.
ken bile yutm a çok zor farkedilebilecek kadar kısa Bu sfinkter normalde yaklaşık 30 mm Hg’lık bir in t
bir süre için solunumu durdurur. raluminal basınçla tonik olarak kasılı durumda bu
lunur. Buna karşılık özofagusun üst ve alt sfinkter-
Yutmanın Özofagus Fazı. Özofagusun esas fonk leıi arasındaki orta kısmı normlade gevşek durum
siyonu besini farinksten mideye iletmektir ve özo dadır. Peristaltik yutma dalgası özofagusun alt kıs
fagusun hareketleri özellikle bu fonksiyon için or mına geçtiği zaman, “reseptif gevşem esi” peristal
ganize olmuştur. tik dalgadan önce alt özofagial sfinkteri gevşetir ve
Ö zofagusta norm al olarak iki tip peristaltik h a yutulan besinin kolayca mideye geçm esine izin ve
reket görülür: Bunlar, p rim er peristaltizm ve se- rir. Seyrek olarak sfinkter yeterince gevşeyemez ve
k o ııd er peristalitzm ’dir. Primer peristaltizm b a bunun sonucunda Bölüm 6 0 ’da tartışılan akalazya
sitçe yutm anın farinks fazı esnasında farinkste adı verilen durum meydana gelir.
başlayan ve özofagusa yayılan peristaltik dalga Mide içeriği yüksek oranda asidiktir ve birçok
nın devamıdır. Bu dalga farinksten mideye kadar pıoteolitik enzim içermektedir. Özofagus mukoza
olan tüm yolu 8-10 saniye içinde geçer. Dik pozis sı, özofagusun sekizde birlik alt kısmı hariç, gastrik
yonda ayakta duran bir kişide, yutulan besin özo sekresyonlaıın sindirici etkisine karşı uzun süre di
fagusun alt ucuna peristaltik dalgadan daha hızlı, renç gösteremez. Alt özofagus sfin k teıin tonik
yaklaşık 5-8 saniyede ulaşır, çünkü bu durumda kontraksiyonu, anormal durumlar dışında mide
yer çekim i de besini aşağıya çekm ek için ek bir içeriğinin özofagusa geri kaçm asının (reflü) önlen
kuvvet uygulamaktadır. Eğer prim er peristaltik mesine yardım eder.
dalga özofagusa giren besinin tümünü mideye
gönderem ezse, özofagusta kalan besinin özofa Ö zofagus Distal Ucunun Valva Benzer Şekilde Ka
gus duvarını germ esi sonucu sekon der peristaltik panması Reflünün Ö nlenm esinde İlave Rol Oy
d a lg a la r gelişir ve bu dalgalar besinin hepsi m i nar. Reflüyü önleyen bir diğer faktör de, özofagu
deye boşalıncaya kadar devam eder. Sekonder sun mideye ulaşmadan önce diyagragmanın h e
dalgalar kısm en özofagusun myenterik sinir sis men altında bulunan kısa bölümde oluşturduğu
tem i içindeki intrensek sinirsel devreler, kısm en valv benzeri mekanizmadır. Artan intraabdom inal
de vagusıtn afferen t lifleri ile özofagustan medul- basınç özofagusu bu noktada içeri doğru çöktürür,
laya, oradan da glossofaringeal ve vagal effeıent aynı anda intragastrik basıncı da yükseltir. Özofa
lifler ile tekrar özofagusa iletilen refleksler vasıta gusun alt bölümünün bu valv benzeri kapanışı,
sıyla başlatılır. yüksek abdominal basıncın mide içeriğini özofa
Farinks ve özofagusun üçte birlik üst bölüm ü gusa geçmeye zorlamasını önler. Aksi takdirde, her
nün kas yapısı çizgili kas tipindedir. Bu nedenle, yürüdüğümüzde, öksürdüğümüzde ya da derin n e
bu bölgelerde oluşan peristaltik dalgalar sadece fes aldığımızda mide asidi özofagusa geçerdi.
glossofaringeus ve vagus sinirleri içindeki som atik
sinir uyarıları tarafından kontrol edilir. Özofagu
sun üçte iki alt bölüm ünün kas yapısı düz kas n i
teliğindedir. Ancak özofagusun bu bölgesi de
m yenterik sinir sistem i ile olan bağlantıları dola M İDENİN MOTOR FONKSİYONLARI
yısıyla vagus sinirleri tarafından kontrol edilir.
Özofagusa giden vagus sinirleri kesildiği zam an Midenin motor fonksiyonları üç grupta toplanabi
özofagusun m yenterik pleksusu birkaç gün içinde lir. Bunlar, (1) Çok miktarda besinin duodenumda
yeteri kadar duyarlı hale gelerek, vagus sinirleri işlenebilecek duruma gelinceye kadar depo edilm e
nin desteği olm adan da kuvvetli sekonder peris si, (2 ) bu besinlerin kimus adı verilen yarı sıvı hale
taltik dalgalara neden olabilirler. Böylece yutma gelinceye kadar gastrik sekresyonlarla karıştırılması
refleksinin paralizinden sonra alt özofagusa tüple ve (3) ince barsaklarda sindirim ve absorpsiyon için
veya diğer yollarla verilen besin, buradan kolay yeterli süreyi sağlamak amacıyla besinlerin yavaş
lıkla mideye geçer. bir şekilde mideden ince baısağa boşaltılmasıdır.
Şekil 63-2 midenin temel anatom ik yapısını gös
M idenin Reseptif G evşem esi. Özofagus peristaltik termektedir. Mide, anatomik olarak iki büyük bölü
dalgası mideye geçtiğinde, myenterik inhibitör n ö me ayrılabilir: (1) Gövde ve (2) antrıım. Fizyolojik
ronlarla taşınan bir gevşeme dalgası peristaltizmin olarak, daha uygun şekilde ikiye ayrılmaktadır: ( 1 )
önüne geçer. Daha sonra, bu dalga özofagusun alt "Orad” bölüm, gövdenin yaklaşık ilk üçte ikilik kıs
ucuna ulaştığında midenin tamamı ve hatta daha mı ve (2)’’Kaudad'’ bölüm, midenin kalan kısmı ve
az oranda duodenum gevşer ve böylece yutma işle antrıım.
BÖLÜM 63 • Besinlerin Sindirim Kanalında Taşınması ve Karıştırılması 731
da görev alırlar. Bunuııla birlikte, besinlerin midede Gastrin Hormonunun M ide Boşalmasına Etkisi.
bulunduğu sürenin yaklaşık yüzde 2 0 'sinde kontrak- Bölüm 64’de gördüğümüz gibi mide gerilir ve mide
siyonlar şiddetli hale gelir. Yani, orta mideden başla içinde bazı tipte besinlerin (özellikle et sindirim
yan ve kaudad mideye yayılan zayıf karıştırıcı dalga ürünlerinin) bulunması antral mukozadan gastrin
ların yerini halka şeklindeki kontıaksiyonlar alır. Mi diye adlandırılan bir horm onun salgılanmasına n e
de boşaldıkça bu kontraksiyonlar mide gövdesinin den olur. Bu hormon mide bezlerinden yüksek
daha yukarı kesimlerinden başlayarak gövdenin da oranda asidik mide sıvısının salgılanmasına neden
ha aşağı bölümlerinde depo edilmiş besinleri derece olan güçlü etkilere sahiptir. Gastrin midenin motor
li olarak ayırır ve bunları antrumdaki kimusa katarlar. fonksiyonlarını da bir miktar uyarır. En önemlisi,
Bu güçlü peristaltik dalgalar çoğu kez 50-70 santimet pilor pompasının aktivitesini artırma etkisidir. D o
re su basıncı yaraürlar ki bu değer normal karıştırıcı layısıyla gastrin mide boşalm asının hızlanmasına
tipteki peristaltik dalgalardan 6 kat daha kuvvetlidir. en azından bir dereceye kadar yardımcı olmaktadır.
Bu antral peıistaltizmin şiddeü midenin boşalma hı
zının belirlenmesinde temel faktörü oluşturur.
Pilorun tonusu normal olduğu zaman, her güçlü Boşalmayı İnhibe Eden Güçlü
peristaltik dalga birkaç mililitre kimusu duodenu- Duodenal Faktörler
m a iter. Böylece peristaltik dalgalar “piloıik pom
pa" diye adlandırılan bir pompalama olayı gerçek Doudenumdan Kaynaklanan Enterogastrik Si
leştirirler. nir Reflekslerinin Inhibitör Etkisi. Besin duode-
numa girdiği zaman duodenal çeperden kaynakla
M id e Boşalmasının Kontrolünde Pilorun Rolü. nan birçok sinir refleksleri geriye mideye iletilirler
M idenin distal açıklığı pilordıır. Burada sirküler ve duodenumdaki kimus hacm i çok fazla olduğun
kasların kalınlığı mide antrumunun daha önceki da mide boşalmasını yavaşlatır ya da tam am en
bölüm lerinden yüzde 50-100 daha fazladır ve h e durdururlar. Bu refleksler üç yol takip ederler: (1)
m en her zaman hafif tonik kontıaksiyon halinde Barsak duvarı içindeki enterik sinir sistem i üzerin
dir. Bundan dolayı piloıik sirküler kaslar pilor den direkt olarak duodenumdan mideye, (2 ) eks-
sfiııkteri olarak adlandırılır. trensek sinirler üzerinden preveıtebral sem patik
Pilor sfinkteıinin tonik kontraksiyonuna rağmen, gangliyonlara giderler ve sonra inhibitör sem patik
pilor çoğunlukla su ve diğer sıvıların mideden ra sinir lifleri üzerinden geriye mideye dönerler ve (3)
hatlıkla boşalabilm esine izin verecek kadar açılır. muhtemelen küçük bir bölümü vagus sinirleri üze
Diğer taraftan, kontraksiyon besin partikiillerinin rinden beyin sapma ulaşır ve burada vagusla m ide
kimus içine karışıp hemen hem en sıvı hale gelince ye taşınan normal uyarıcı sinyalleri inhibe ederler.
ye kadar geçişini engeller. Bütün bu paralel refleksler mide boşalm ası üzerine
Kısaca tartışıldığı üzere, pilor kontraksiyonunun iki şekilde etki ederler. Birincisi, antral itici kont-
derecesi mide ve duodenumun her ikisinden gelen raksiyoııu kuvvetle inhibe ederler; İkincisi, pilorik
sinirsel ve hum oral sinyallerin etkisi altında artırı sfinkterin tonusunu hafifçe artırırlar.
labilir veya azaltılabilir. Duodenumda sürekli olarak kontrol edilen ve
enterogastrik refleksleri uyaıabilen faktörler şun
lardır:
Mide Boşalmasının Düzenlenmesi
1. Duodenumun gerilme derecesi
Mide boşalm asının hızı mide ve duodenumdan ge 2. Duodenal mukozanın herhangi bir yerinde iıi-
len sinyaller tarafından düzenlenir. Sinyallerin bü tasyonunun bulunması
yük kısmı duodenumdan kaynaklanır ve kimusun 3. Duodenal kimusun asidite derecesi
duodenum a boşalma hızının ince barsaktaki sindi 4. Kimusun ozm olaıite derecesi
rim ve absoıpsiyon hızından büyük olmamasını 5. Kimusta bazı yıkım ürünlerinin özellikle pro
kontrol ederler. teinlerin ve belki az miktarda yağ ürünlerinin bu
lunması
Boşalmayı Hızlandıran Zayıf Gastrik
Faktörler Enterogastrik refleksler özellikle duodenal kimus
içindeki iritan maddelere ve aside duyarlıdırlar ve
M id ed eki Besin Hacminin Boşalma Hızına Etki 30 saniye gibi kısa bir süre içinde kuvvetle aktif h a
si. Midede besin miktarının artması midenin b o le gelirler. Örneğin, duodenumdaki kimusun pH’sı
şalm a hızını artırır. Bu hızlı boşalm a tahmin edilen 3 .5 -4 ’ün altına düştüğünde, duodenal kimus,
nedenlerden dolayı olmaz. Artan boşalm anın se pankreatik ve diğer salgılarla nötralize edilinceye
bebi mide içindeki besinin depo basıncının artışı kadar refleksler asidik mide içeriğinin doudenuma
değildir, çünkü normal sınırlar içinde hacimdeki geçmesini derhal bloke ederler.
artış basıncı bu derecede artırmaz. Halbuki, mide Protein sindiriminin yıkım ürünleri de bu reflek
duvarının gerilmesi çeperde bulunan ve esasen pi- se yol açarak midenin boşalm asını yavaşlatırlar.
loıik pom panın aktivitesiııi büyük ölçüde uyaran Böylece ince barsağm üst bölümünde yeterli bir
lokal myenterik refleksleri ortaya çıkarır ve aynı za protein sindirimi için gerekli zamanı sağlarlar.
m anda piloru hafifçe inhibe eder. Son olarak, lıipo ya da lıipertonik sıvılar (özellik
BÖLÜM 63 • Besinlerin Sindirim Kanalında Taşınması ve Karıştırılması 733
le hipertonik olanlar) eııteıogastrik refleksi oluştu tör mekanizma ( 1 ) ince barsak içinde fazla kimus
rurlar. Bu şekilde izotonik olmayan sıvıların ince bulunduğu veya (2 ) kimusun çok asitli olduğu, çok
barsağa hızlı akımını engelleyerek, barsak içeriği fazla işlenmemiş protein ya da yağ içerdiği, hipoto-
nin absoıpsiyonu esnasında ekstıaselüler elektrolit nik, hipertonik veya iri tan olduğu zam an birlikte
konsantrasyonlarında meydana gelebilecek olan çalışarak boşalmayı yavaşlatırlar. Bu yolla mide b o
ani değişiklikleri önlerler. şalmasının hızı ince barsağın işleme tabi tutabile
ceği kimus miktarına göre sınırlandırılmış olur.
M id e Boşalmasını İnhibe Eden Duodenum
Kaynaklı Hormonal Feedback-Yağların ve Ko-
lesistokinin Hormonunun Rolü. Mide boşalm ası
nı sadece duodenumdan mideye giden sinirsel ref İNCE BÂRSAK HAREKETLERİ
leksler değil barsağın üst kısmından serbestlenen
hormanlar da inhibe eder. Hormonların yapımını Gastıointestinal sistem in diğer bölümlerinde oldu
sağlayan uyarırım esası duodenuma yağların girişi ğu gibi, ince barsak hareketleri de karıştırıcı ve iler
dir. Diğer besin tipleri de hormonları daha düşük letici kontraksiyonlar olarak ikiye ayrılabilir. Ancak,
düzeyde de olsa artırabilirler. bu ayının büyük ölçüde yapaydır. Çünkü, esasen
Duodenuma giren yağlar, epitel hücrelerin içinde ince barsağın bütün hareketleri en azından bir de
ki “reseptörlere” bağlanarak ya da diğer bazı yollarla receye kadar hem karıştırma hem de kimusu iler
duodenum ve jejunum epitelinden birçok farklı letme işlemi yaparlar. Bu işlemlerin genel sınıfla
hormonun salgılanmasına sebep olurlar. Hormon ması aşağıda verilmiştir.
lar kan yoluyla mideye taşınırlar ve midede pilor
pompasının aktivitesini inhibe ederler, aynı zaman
da pilor sfinkterinin kontraksiyon gücünü de hafifçe Karıştırıcı Kontraksiyonlar
artırırlar. Bu etkiler önemlidir, çünkü yağlar diğer (Segmentasyon Kontraksiyonları)
maddelerin çoğundan daha yavaş sindirilirler.
Midenin hormonal feedback inhibisyonuna hangi İnce barsağın bir bölümü kimusun etkisiyle geniş
hormonun sebep olduğu kesin olarak açık değildir. lediği zaman barsak duvarının gerimi barsak b o
En etkili olanı, kimustaki yağlı maddelere yanıt ola yunca belirli aralıklarla lokalize konsantrik kont
rak jejunum mukozasından serbestlenen kolesisto- raksiyonlar yaratır. Bu kontraksiyonlar, Şekil 63-
kinin (CCK) gibi görünmektedir. Bu hormon gastri- 3 ’de gösterildiği gibi incebarsağııı “segmentasyo-
nin sebep olduğu mide motilitesindeki artışı engel nuna” neden olur. İnce barsağın segmentiere ayrıl
lemek için bir yarışmacı inhibitör gibi hareket eder. ması barsağa sosis zinciri görünümü verir. Seg
Mide boşalmasının diğer muhtemel inhibitör hor mentasyon kontraksiyonlarm bir seti relaksasyona
monları sekretin ve gastrik inhibitör peptid (GIP) dir. uğradığında yeni bir set başlar, ancak bu kez kont
Sekreün başlıca mideden salgılanarak pilordan du raksiyonlar esas olarak önceki kontraksiyonlar ara
odenuma geçen gastrik aside yanıt olarak duodenal sında yeni noktalarda oluşur. Bu segmentasyon
mukozadan salgılanır. Bu hormon gasüointestinal kontraksiyonları kimusu genellikle dakikada 2 ya
motilitenin azalmasında yaygın fakat zayıf bir etkiye da 3 defa “parçalara böler” ve bu yolla katı besin
sahiptir. GIP ise kimustaki yağlara ve daha az ölçüde partiküllerinin ince barsağın sekresyonları ile ileri
de karbonhidratlara yanıt olarak ince barsağın üst derecede karışması sağlanır.
kesiminden salgılanır. (GIP’in bazı koşullarda gastrik İnce baısaktaki segmentasyon kontraksiyonlaıı-
motiliteyi inhibe ettiği bilinmekle beraber, fizyolojik nın maksimum frekansı barsak duvarı içindeki, B ö
konsantrasyonlardaki başlıca etkisi, belki de pankre lüm 62’de temel elektriksel ritm olarak açıklanan,
astan insülin sekresyonunu stimüle etmektir. Bu hor yavaş dalgaların frekansı tarafından belirlenir.
monlar kitapta çeşitli yerlerde, özellikle Bölüm 64’de,
safra kesesinin boşalması ve pankıeaük sekresyonun
kontrolü ile ilgili olarak daha geniş tartışılmıştır.)
Özet olarak, fazla miktarda özellikle asitli ya da
yağlı kimusun, mideden duodenuma girmesiyle
ortaya çıkan çeşitli hormonların midenin boşalm a
Düzenli aralıklı
sını inhibe ettikleri bilinmektedir. M uhtemelen
CCK bunların en önemlisidir. o x~İzole
.)
Mide Boşalmasının Kontrolünün Özeti
Midenin boşalması, bir dereceye kadar midenin
Düzensiz aralıklı
dolma derecesi ve gastrinin antrum peıistaltizmini
uyarıcı etkisiyle kontrol edilir. Bununla beraber,
mide boşalm asının daha önemli kontrolü duode
Zayıf düzenli aralıklı
numdan kaynaklanan hem eııteıogastrik sinir sis
temi feedback reflekslerini ve hem de hormonal fe-
edback'i kapsayan sinyallere dayanır. Bu iki inhibi İnce barsağın segm entasyon hareketleri
734 ÜNİTE X II • Gastrointestinal Sistem Fizyolojisi
zaman diliminde olmak üzere günde sadece 1-3 Defekasyon Refleksleri. Defekasyon genellikle
kez ortaya çıkarlar. defekasyon refleksleri ile başlatılır. Bu reflekslerden
Kitle hareketi peristaltizm in modifeye olmuş biri, lokal enterik sinir sistem inin aracılık ettiği iııt-
bir tipidir ve aşağıdaki olaylar dizisi ile karakteri- rensek reflekstir. Bu refleks şu şekilde açıklanabilir:
zedir: İlk önce, genellikle transveıs kolonda ol Feçes rektuma girdiği zaman, rektum çeperinin ge
m ak üzere gerilen ya da irite olan noktada bir rilmesi afferent impulsları başlatır. Bu sinyaller
konstriktör halka oluşur. Daha sonra, kolonun myenterikpleksıısyoluyla. yayılarak inen kolon, sig
bu kasılm a noktasının 2 0 cm ya da daha uzağın moid kolon ve rektumda peristaltik dalgaları başla
daki d istal bölüm ünde haustıasyon kasılmaları tır ve feçes anüse doğru itilir. Peristaltik dalga anü
kaybolur ve bunun yerini ünite şeklinde kasılm a se ulaştığında myenterik pleksustan gelen inhibi
lar alarak fekal m ateryali bu segm ent içinden ko tor sinyaller vasıtasıyla internal anal sfinkter gevşer
lonun aşağısına iter. Giderek güçlenen kontraksi- ve eğer aynı anda eksternal anal sfinkter de bilinçli
yon yaklaşık 30 sn sürer ve bundan sonraki 2-3 olarak gevşetilirse defekasyon gerçekleşir.
dakika içinde, kolonun daha uzak bir yerinde ye Bununla birlikte, intrensek m yenterik defekas
ni bir kitle hareketi oluşuncaya kadar gevşeme yon refleksi kendi başına oldukça zayıftır. Bu ref
m eydana gelir. leksin defekasyoııda etkili olabilm esi için Şekil 63-
Kitle hareketlerinin tüm serileri sadece 10-30 da 6 'da gösterildiği gibi, çoğunlukla diğer bir tip defe
kika devam eder ve belki yarım gün ya da bir gün kasyon refleksi olan ve omuriliğin sakral segm ent-
sonra tekrar oluşur. Bunlar feçes kitlesini rektuma lerinden köken alan p arasem patik defakasyon ref
ittiğinde defekasyon ihtiyacı hissedilir. leksi ile desteklenm esi gerekir. Rektumdaki sinir
sonlanm aları uyarıldıkları zaman, sinyaller ilk ö n
Kitle Hareketlerinin Gastrokolik ve Duodenokolik ce omuriliğe taşınır, daha sonra buradan p elvik si
Reflekslerle Başlatılması. Yemeklerden sonra kitle nirler içindeki parasem patik sinirler vasıtasıyla
hareketleri gastrokolik ve d u oden okolik reflekslerle refleks yoldan inen kolon, sigmoid, rektum ve
kolaylaştırılır. Bu refleksler mide ve duodenumun anüse geri döner. Bu parasempatik sinyaller peris
gerilmesinden kaynaklanır. Ekstrensek sinirler ke taltik dalgaları çok şiddetlendirdikleri gibi internal
sildiği zaman, bu refleksler ya hiç oluşmazlar ya da anal sfinkteri de gevşetirler. Böylece, intrensek de
çok zor meydana gelirler. Bundan da, bu refleksle fekasyon refleksini zayıf harketlerden zam an za
rin hem en hem en tam am en otonom sinir sistemi man kolonun splenik fleksurundan anüse kadar
tarafından başlatıldığı anlaşılmaktadır. olan bölümdeki kalın barsağın tam am ının bir d e
Kolondaki iritasyonda şiddetli kitle hareketleri fada boşalm asına yol açacak kadar güçlü bir defe
başlatılabilir. Örneğin, ülserli kolonu (ülseratif k o kasyon işlem ine çevirirler.
lit) olan bir kişide hem en her zaman kitle hareket Omuriliğe giren afferent sinyaller derin nefes al
lerine rastlanmaktadır. ma, glottisin kapanması, fekal içeriğin kolonun aşa
ğısına itilmesini sağlayan abdominal duvar kasları
nın kontraksiyonu ve aynı zamanda feçesin boşal
tılması için pelvik tabanın anal halka üzerinde aşa
Defekasyon ğıya ve dışa çekilmesi gibi işlemleri de başlatırlar.
REFERANSLAR
Bassotti G , C h iarin elli M L , G erm ani U, et al: D avenport H W : A D igest o f Digestion. 2nd. M oukarzel A A , S a b ri M T : G astric physiology
E ffc c t o f so m e abdom inal surgical opera ed. C h icag o: Y e a r B o o k M edical Publish and function: e ffe cts o f fruit ju ic e s. J Am
tions on sm all bow el m otility in humans: ers, 1 9 7 8 . C o ll Nutr 1 5 .1 8 S , 1996.
our exp erien ce. J C lin G astroenterol 2 1 :2 1 1 , H ellstrom P M : M otility o f small intestine: a O ’B rien M D , Phillips S F : C o lo n ic m otility in
1995. case for pattern recognition. J Tntern M ed health and disease. G astroenterol Clin North
Bassotti G , G erm ani U , M orelli A : Human c o 2 3 7 :3 9 1 , 1995. A m 2 5 :1 4 7 , 19 9 6 .
lonic m otility: physiological aspects. Int J Joh n son L R : G astrointestinal Physiology. St. Q uigley E M : G astric and sm all intestinal m o
C olorectal D is 1 0 :1 7 3 , 1995. L o u is: M osb y, 1 9 9 7 . tility in health and disease. G astroenterol
Bou chicr LAD, A llan R N , H odgson H JF, K eigh ley M R B , W illiam s N S: Surgery o f the C lin North A m 2 5 :1 1 3 , 1 9 96.
K eigh ley M R B : G astroenterology: C linical A nus, R ectum and C olon. Philadelphia: W B Sarr M G : M otility and absorption in the trans
S cien ce and Practice. 2nd cd. Philadelphia: Saunders C o, 1994. planted gut. T ran splan t P roc 2 8 :2 5 3 5 ,
\VB Saunders C o, 1994. Kum ar D, W ingate D L : An Illustrated Guide 1996.
Chang E B : Intestinal w ater and electrolyte ab to G astrointestinal M otility. 2nd ed. New Scarpignato C , G alm ich e JP : C lin ica l in vesti
sorption and secretion. Transplant Proc 2 8 : Y o rk : C hurchill Livingstone, 1994. gation in Esoph ageal D isea se. Farm ington,
2 6 7 9 , 19 9 6 . M acdonald IA : Ph y siolog ical regulation o f C T : S . K arger Publishers In c, 1 9 94.
Christl S U , S ch cp pach W : M etabo lic con se gastric em ptying and glu cosc absorption. W iedenm ann B : Intestinal P lasticity in H ealth
q uences o f total colcctom y. Scand J G as D iabetic M ed 1 3 :S 1 1 , 1996. and D isease. N ew Y o rk : New Y o rk A cad
troenterol 2 2 2 :2 0 , 1997. M arve G M : N erves and horm ones interact to em y o f S c ie n c e s, 19 9 8 .
Cummings JH : T h e Large Intestine in Nutri control gallbladder function. New s Physiol W ong M E K , H elfrick J F , Joh n son J V , T ay lo r
tion and D isease. B ru xelles: Institut D an S ei 1 3 :6 4 , 1998. T D : A tlas o f M a jo r O ral and M ax illo facial
one, 1 9 97. M iller A J: T h e N euroscientific Principles o f Surgery. Philadelphia: W B Saunders C o ,
Dantzler W H : H andbook o f Physiology, See. Sw allow in g and Dysphagia. San D iego: 1994.
13: C om parative Physiology. N ew Y ork: Singu lar Publishing Group, 1999.
O xford U niversity Press, 1997.
Salgı bezlerinin, sindirim kanalı boyunca 2 önemli dirim kanalı duvarlarının dışı b oy u n ca yer alırlar ve bu
fonksiyonu vardır. Bunlardan ilki, ağızdan ileuınun özellikleri sayesinde diğer tüm sindirim bezlerin den ayrı
distal ucuna kadar uzanan pek çok bölgeden sindi lırlar. G landiiler hücrelerin dizili olduğu m ilyonlarca asi-
niıs içerirler. Bu asin üsler so n u n d a sindirim kan alına a ç ı
rim enzim lerini salgılamaları, İkincisi ise, ağızdan
lan kanallardan oluşan bir sistem e bağlanırlar.
anüse kadar uzanan müköz bezlerin, sindirim ka
nalının kayganlaştırılmasını ve korunmasını sağla
yan m ükiis salgılamalarıdır.
Sindirim Kanalı Bezlerinin
Sindirim salgılarının bir çoğu sadece sindirim
kanalında besin bulunması halinde yapılırlar. Sin
Uyarılmasında Ana Mekanizmalar
dirim kanalının her bölümünden salgılanan salgı
Besinin Epitel Tabakası İle Temasının Etkisi: En-
miktarı düzgün bir sindirim için gereken miktar
terik Sinir Uyarılarının Fonksiyonu. Sindirim ka
kadardır. Ayrıca sindirim kanalının bazı kısımların
nalının belirli bir bölümünde besinin mekanik ola
da enzim lerin tipleri ve salgıların diğer içerikleri de
rak varlığı sıklıkla o bölüm ve yakınındaki bölümler
m evcut olan besinin tipine uygun şekilde d e
deki bezlerden orta dereceden büyük miktarlara ka
ğişkenlik gösterir. Bu bölümün amacı, farklı sindi
dar varan sindirim sıvılarının salgılanmasına yol
rim salgılarını, fonksiyonlarını ve yapımlarının dü
açar. Bu lokal etkinin bir kısmı, yüzeydeki glandiiler
zenlenm esini açıklamaktır.
hücrelerin besinle teması sonucu uyarılmalarına
bağlıdır. Buna ek olarak, epitelyal uyarı sindirim du
varındaki enterik sinir sistemini de aktive eder. Bu
na yol açan uyaran tipleri ( 1 ) dokunma, (2 ) kimya
S İN D İR İM K A NALI SA LG IL A R IN IN GENEL
sal iritasyon ve (3) sindirim duvarının distansiyonu-
P R E N S İP L E R İ dur. Ortaya çıkan sinirsel refleksler hem epitel yüze
yindeki miiköz hücreleri hem de mukozadaki derin
B ezlerin A n ato m ik Tipleri bezlerini salgılarını artırma yönünde uyarırlar.
Sin d irim kan alın d a farklı tip bezler farklı lipte salgılar Sekıesyonun Otonom ik Olarak Uyarılması
oluştururlar. Öncelikle, sind irim kanalının pek çok b ö lü Parasempatik Uyarılma. Sindirim kanalına giden
m ü n d e e p ite l tab ak asın ın yüzeyinde m ily arlarca tek
parasempatik sinirlerin uyarılması hem en her za
hücreli m ü köz bezler yer alır. B unlara, k ısaca m üköz h ü c
reler veya goblet hücreleri ad ı verilir. Bu bezler epitelin
man sekresyon hızını artırır. Bu özellikle sindirim
lokal o larak u y arılm asın a cevap olarak tek b aşların a işlev kanalının üst bölümlerindeki bezlerde gözlenir.
gö rü rler ve yüzeyi kay gan laştırm ak ve sindirilm ekten k o Bunlar, glossofarengeal ve vagus tarafından ineı ve
ru n m ak am ac ı ile m iiküs salgıların ı doğru d an epitel y ü edilen tükürük bezleri, özofagııs bezleri, gastrik
zeyin e boşaltırlar. bezler, pankreas ve duodenumdaki Bı unner bezle
İkinci olarak, sin d irim kemali yüzeyi boy u n ca pek çok ri gibi barsak kanalının üst kısımlarını kapsar. Bu
alan lar oyukçuklarla (pit) kaplıdır. Bunlar epitelin sub- durum, pelvik parasempatik sinirler ile ineıve edi
m u k o za y a u zan an girintileridir. Piller ince b arsa k ta Li-
len kalın barsağın distal bölümlerindeki bezler için
eberkü hn kriptoları adını alırlar. Bunlar derin olup ö zel
le şm iş salgı hücreleri içerirler. Bu h ücrelerden biri Şçkil
de geçerlidir. İnce barsağın kalan bölümleri ve ka
64-1 'de gösterilm iştir. lın barsağın ilk üçte iki bölümünde sekresyon, esas
Ü çü n cü olarak, m ide ve du od en ıım u n üst k ısm ın da olarak barsağın tümündeki lokal nöral ve horm o-
çok sa y ıd a derin tübiiler bezler yer alır. Şekil 64-4’de m i nal uyarılara yanıt olarak gerçekleşir.
d e d e asit ve p e p sin o je n salgılayan tipik bir tübiiler b ez
görülm ektedir. Sempatik Uyarılma. Sempatik sinirlerin uyarılma
D örd ü n cü olarak, sind irim kanalı ile ilişkili çok çeşitli sı, sindirim kanalının bazı bölümlerinde bezlerin
k arm aşık bezler de vardır. Bunlar tükürük bezleri, p an kre
salgılarında hafif ya da orta derecede bir artışa n e
as ve karaciğer gibi bezler olup besinlerin sindirilm esi ve
em ülsifiye edilm esin de görevli salgılar içerirler. B ölüm
den olur. Diğer taraftan, sempatik uyarılma bezleri
7 0 ’de tartışıldığı gibi karaciğer, ileıi derecede özelleşm iş besleyen kan damarlarında daralmaya da yol açar.
bir yapıya sahiptir. Tükürük bezleri ve pan kreas Şekil 64- Bu nedenle, sempatik uyarılma iki tipte etkiye yol
2 ’de gösterildiği gibi, asin ö z tipte bezlerdir. Bu bezler sin açabilir: Birincisi, sempatik uyarılma tek başına ge-
738
BÖLÜM 64 • Sindirim Kanalının Salgı Fonksiyonları 739
2. Artan klorür iyonlarına bağlı olarak hücre için farkeder. Zira bu durum da, bol m iktarda su ile alındığında
de artan elektronegatiflik sodyum iyonlarında ol bile katı besinlerin yutulm ası ileri derecede güçleşir.
duğu gibi pozitif iyonların da hücre içine geçm esi
ne yol açar.
3. Hücre içinde artan negatif ve pozitif iyonlar os-
m otik kuvvet uygulayarak hücre içine suyu çeker. TÜKÜRÜK SEKRESYONU
Böylece hücre içinde hidrostatik basınç artarak
hücrenin şişmesine yol açar. Tükürük Bezleri; Tükürük Salgısının Özellikleri.
4. Hücre içindeki basınç, hücrenin sekretuvar ke Başlıca tükürük bezleri parotis, subm andibuler ve
narından yırtılması ve su, elektrolit ve organik sublingual bezlerdir. Buna ek olarak, pek çok küçük
maddelerin glandüler hücrenin sekretuvar ucun bukkal bezler de mevcuttur. Normal günlük tükürük
dan bez lüm enine boşalması ile sonuçlanır. salgısı 800-1500 mililitre arasında değişir. Tablo 64-
l'de gösterildiği gibi, ortalama olarak 1 0 0 0 mililitredir.
Bu varsayımı destekleyen şu bulgular vardır: Bi Tükürük 2 ana tip protein sekresyonuna yol açar:
rincisi, bez hücrelerinin sinir uçları prensip olarak (1) Pityalin (a amilaz)içeren seröz bir salgı. Pityalin
hücrelerin bazalinde yer alır. İkinci olarak, mikro- nişastaların sindirimi için gereklidir. (2) Miisiıı içe
elektrot çalışmalarına göre, hücrenin bazal kısmın ren müköz bir salgı. Kayganlaştırıcı ve yüzey koruyu
daki m em branın norm al elektriksel potansiyeli cu özelliklere sahiptir. Parotis bezleri tamamen seröz
hücre içinde negatiflik, hücre dışında pozitiflik faz tipte, submandibuler ve sublingual bezler ise seröz
la olacak şekilde 30-40 milivolt arasındadır. Para ve müköz tipte salgı salgılarlar. Bukkal bezler ise sa
sempatik uyarı bu polarizasyon voltajını normale dece müküs salgılar. Tükürüğün pH’sı pityalinin sin
göre 1 0 - 2 0 milivolt daha fazla negatif olacak şekilde dirme etkisi için uygun olan 6.0-7.0 arasındadır.
artırır. Polarizasyondaki bu artış, sinirsel uyarının
ulaşmasından bir saniye veya daha fazla süre sonra Tükürük İçinde İyonların Sekresyonu. Tükürük
gerçekleşir. Bu da, olayın negatif yüklü iyonların esas olarak büyük miktarda potasyum ve bikarbo
(muhtemelen klorür iyonları) mem brandan hücre nat iyonları içerir. Diğer taraftan, tükürükte sod
içine hareket etmelerine bağlı olduğunu gösterir. yum ve klorür iyonlarının konsantrasyonları plaz
Bu sekresyon mekanizması kısmen varsayım olma madan çok daha azdır. Tükürükteki iyonların kon
sına rağmen, sinir uyarılarının ne şekilde sekresyonu santrasyonları, tükürük salgılanma m ekanizm ası
düzenleyebildiklerini açıklamaktadır. Hormonlar nın aşağıdaki şekilde açıklanm ası sayesinde an
hücre membranma etki ederek, sinirsel uyarı ile laşılabilir.
oluşanlara benzer sonuçlara yol açabilmektedirler. Şekil 64-2’de asini ve tükürük kanalları içeren ti
pik birleşik bir bez olan submaksiller bezin sekres
yonu görülmektedir. Tükürük salgılanm ası 2
Müküsün Kayganlaştırıcı ve Koruyucu aşamalıdır: İlk aşama asinüsleri, ikinci aşam a ise
Özellikleri ve Mıiküsün Gastrointestinal tükürük kanallarını ilgilendirir. Asinüsler pityalin
Kanaldaki Önemi ve/veya müsin içeren ve iyon konsantrasyonu ekst-
ıaselüler sıvıdan farklı olmayan bir prim er salgı sal
M tiküs, su, elektrolitler ve çeşitli glik op ro tein lerd en gılarlar. Primer salgı kanallar boyunca ilerlerken,
olu şan kalın bir salgıdır. Yapısındaki glikoproteinler kıs tükürüğün iyon içeriğini belirgin şekilde değiştiren
m en d ah a az m iktarlarda proteinlerle bağlı büyük poli- iki önemli aktif transport olayı gerçekleşir.
sakkaridlerden oluşm uştur. M üküs salgısı, gastroin testi İlk önce, tüm tükürük kanalları boyunca sodyum
nal kanalın farklı bölgelerin de hafifçe farklılıklar gösterir.
iyonları aktif olarak reabsorbe olurken, sodyum ile de
Ancak her b ölgede çok iyi bir kayganlaştırıcı ve b arsak d u
varı için koruyucu olm a gibi önem li özelliklere sahiptir.
ğişmeli olarak potasyum iyonları aktif olarak sekres-
Birincisi, m iiküs besinlerin ve diğer m addelerin sıkıca yona uğrarlar. Bunun sonucunda, tükürükte sodyum
b ağ lan m asın ı sağlayan yapışkan bir özelliğe sahiptir. Yü konsantrasyonu ileri derecede azalırken, potasyum
zeylere iııcc bir tabaka oluşturacak şekilde yayılır. İkincisi, iyon konsantrasyonu artar. Ancak, sodyumun potas
b arsa k duvarını tüm üyle kaplayarak b esin m addelerin in yuma göre ıeabsorpsiyonun fazla olması tükürük ka-
m uk oza ile tem asını engeller. Üçünciisii, m üküsün kay
m aya karşı direnci oldukça düşüktür. Bu nedenle, m a d d e
ler epitel boyunca kolayca kayabilirler. Dördüncüsü, m ü
küs leçese ait m addelerin birbirlerine yapışarak barsak
TABLO 64 - 1
hareketleri sırasın d a feçesin kitle şeklinde atılm asın ı s a ğ S in d irim S alg ıları
lar. Beşincisi, m üküs, gastrointestinal sistem enzim leri ta
rafından sindirilm eye karşı kuvvetle direnç gösterir. Son Günlük Hacim PH
olarak, altıncısı, m ü k ü sü n y apısın dak i glikoproteinler (mİ)
am foterik yapıya sahiptirler. Diğer bir deyişle, küçük m ik Tükürük 1000 6.0-7.0
tarlarda asit ve alkalileri tam p o n lam a yeteneğine sa h ip Mide sekresyonu 1500 1.0-3.5
tirler. M üküs aynı z a m an d a asitleri nötralize eden bikar Pankreas sekresyonu 1000 8.0-8.3
b on at iyonlarını d a orta derecelerde ihtiva eder. Safra 1000 7.8
Sonuç olarak, m üküs gastrointestinal kanal boyunca b e İnce barsak sekresyonu 1800 7.5-8.0
sinlerin kolayca kaym asına olanak sağlar ve epitel lıarabi- Brunner bezlerinin sekresyonu 200 8.0-8.9
yetini önler. Kişi m üküsün kayganlaştırıcı özelliğini, ancak Kalın barsak sekresyonu 200 7.5-8.0
tükürük bezlerinden tükürük salgılanm ası olm adığı zam an Toplam 6700
BÖLÜM 64 • Sindirim Kanalının Salgı Fonksiyonları 741
Ö ZOFAGUS SEKRESYONU
Ş E K İL 64 - 4
ö z o fa g u s sekresyoııları tam am e n m uk oid karakterdedir Mide gövdesinde yer alan bir oksintik bez.
ve e sa s olarak yu tk u n m a sıra sın d a k aygan laştırm ayı s a ğ
larlar. ö z o fa g u su n gö vdesi b o y u n ca çok say ıd a basit mi'ı-
köz bezler yer alır, ü z o fa g u su n gastrik u cu n d a ve d a h a az içeren ve h em en tam am en vücut sıvıları ile izoto-
m iktarda b aşlan g ıç b ö lü m ü n d e pek çok bileşik mi'ıköz nik olan bir asit solüsyon salgılarlar. Bu asidin
bezler bulunur. Ü st özofagu stak i bileşik bezler tarafın
pH’sı yaklaşık 0 .8 ’dir ve bu da sıvının aşırı d erece
d an salg ılan an m ü k ü s ö z o fa g u sa giren b esin lerin m u k o
de asidik olduğunu gösterir. H idrojen iyon k on
zayı tah riş etm esin i önlerken, ö zo fa g u s ile m iden in b ir
leşim yerine yakın b u lu n an birleşik b ezler ise m ideden santrasyonu bu pH düzeyinde arteryel kandakin-
ö zo fa gu su n alt b ö lü m ü n e reflii olan m ide sıvılarının deıı yaklaşık 3 m ilyon kez daha fazladır. H idrojen
ö z o fa g u s duvarını sin d irm elerin e karşı korur. Bu k o ru iyonlarını konsantre etm ek için gastrik sıvının
m a y a rağm en ö zo fa g u su n m ide tarafın daki u c u n d a z a her litresi için 1500 kaloriden daha fazla enerji
m a n z a m an peptik ülserler oluşabilir. gereklidir.
Şekil 64-5 bir paryetal hücrenin fonksiyonel yapı
sını şematik olarak göstermektedir. Hücre bir çok
geniş dallanmış intraselüler ka n alikü ller içerir.
MİDE SEKRESYONU Hidroklorik asit kanalikülleıin villüse benzeyen
m em bıanlarında yapılır ve daha sonra dışarıya
taşınır.
Mide Sekresyonlarının Özellikleri Hidroklorik asit oluşumunun kesin m ekanizm a
M idenin tüm yüzeyini kaplayan müküs salgılayan ları ile ilgili farklı öneriler öne sürülmüştür. Bunlar
hücrelere ek olarak mide mukozasında iki önemli dan biri şekil 6 4 -6 ’da gösterilmiştir ve şu basam ak
tip tübüler bez bulunur. Bunlar oksintik (gastrik) ları içerir:
bezler ve p ilorik bezlerdir. Oksintik (asit oluşturan)
bezler h id roklorik asit, pepsinojeıı, in trensek fa k tö r 1. Kloriır iyonları paryetal hücrenin sitoplazma-
ve m üküs salgılarlar. Pilorik bezler esas olarak pi- sıııdan kanaliküllerin lümenine, sodyum iyonları
lor mukozasını koruyan m üküs ve bir miktar pep-
sinojen ve çok önem lisi de gastriıı hormonu salgı
larlar. Oksintik bezler mide gövdesi ve fundusu-
nun iç yüzeyinde bulunurlar ve mide proksimali-
nin % 80'ini oluştururlar. Pilorik bezler midenin Müköz
% 20 distal kısm ında, a n tıa l bölüm ünde yer boyun
leşmişlerdir. hücreleri
Ekstraselüler
Paryetal Hücre Kanalikül Lümeni
sıvı
HC03 -*-t—
A
HC03 ----- C02+ 0H + H*
H* (155 mEq/!t)
K+ (15 mEq/lt)
ise lümen dışına aktif transport ile taşınırlar. Bu iki tiviteleri yoktur. Ancak, hidroklorik asitle temasa
etki kanaliküller içinde -40 ile -70 milivolt arasında geçtiklerinde ve özellikle daha önce oluşmuş pep
negatif bir potansiyel yaratır. Bu da pozitif yüklü sin ve hidroklorik asit ile temas ettiklerinde aktif
potasyum iyonlarının ve az miktarda sodyum iyon şekil olan pepsini oluştururlar. Bu olayda molekül
larının hücre sitoplazmasından kanaliküllere pasif ağırlığı yaklaşık 42,500 olan pepsinojen, molekül
difüzyonıına neden olur. Bu sayede, esas olarak, ağırlığı yaklaşık 35,000 olan pepsin oluşturmak
potasyum klorür ve daha az miktarda da sodyum üzere parçalanır.
klorür iyonları kanaliküllere girer. Pepsin yüksek derecede asit ortamda (optimum
2. Su, hücre sitoplazm asında hidrojen iyonları pPI 1.8-3.5) aktif bir pı oteolitik enzimdir. Ancak pi l
ve hidroksil iyonlarına ayrışır. Daha sonra, hidro 5 ’den yüksek olduğunda, pıoteolitik etkisi hem en
je n iyonları potasyum iyonları ile değişerek aktif hemen hiç kalmaz ve kısa sürede inaktif hale gelir.
olarak kanaliküllere sekıete edilir. Bu aktif de Böylece, hidroklorik asit midede proteinlerin sin
ğişim olayı H+, K+-ATPaz ile katalize edilir. Buna dirimi için pepsin kadar önem taşır. Bu özellik b ö
ek olarak, sodyum iyonları ayrı bir sodyum pom lüm 65’de tartışılmıştır.
pası ile aktif olarak ıeabsorbe edilir. Böylece, ka
naliküllere difüze olan potasyum ve sodyum iyon Diğer Enzimlerin Sekresyonu. Mide sıvıları içinde az
larının büyük bir kısmı ıeabsorbe edilmiş olur. miktarlarda diğer enzimler de salgılanır. Bunlar gastrik
H idrojen iyonları da bunların yerlerini alır ve ka- lipaz, gastrik amilazve jelatinaz’dır. Gastrik lipazın öne
mi oldukça azdır ve esas etkisi tereyağındaki yağ olan tri-
naliküllerdeki solüsyonun hidroklorik asit içeriği
butirin üzerine olduğu için bir tributiraz'dır. Diğer yağlar
ni oluşturur. Daha sonra, solüsyon bez lüm eııine üzerine hemen hiç lipolitik etki göstermez. Gastrik ami
sekıete edilir. laz nişastanın sindiriminde çok küçük bir role sahiptir.
3. iyonların kanaliküllere sekresyonu sayesinde Jelatinaz ise, etlerde bulunan proteoglikanların bazıları
su kanaliküllere osmoz ile geçer. Böylece kanalikül nın sıvılaştırılmasıııa yardımcı olur.
lere giren sekresyonun son şeklinde hidroklorik
asit konsantrasyonu 150-160 mEq/litıe, potasyum Intrensek Faktörün Salgılanması. İleumda B 1 2 vitami
klorür konsantrasyonu 15 mEq/litre’dir ve az mik nin emilimi için gerekli olan intrensek faktör, hidroklorik
asit ile birlikle paryetal hücrelerden salgılanır. Kronik
tarda da sodyum ldorür bulunur.
gastritte olduğu gibi, midenin asit yapan hücrelerinin
4. Son olarak, hücrede metabolizm a sırasında hasarı, kişide sadece aklorhidri oluşmasına yol açmaz,
oluşan veya kandan hücreye giren karbon dioksid sıklıkla kemik iliğinde eritrositlerin olgunlaşmasını en
karbonik anlıidraz etkisi ile hidroksil iyonları ile gelleyerek pernisıyöz aneminin de ortaya çıkmasına ne
(ikinci basam akta suyun ayrışm ası sırasında den olur. Bu konu Bölüm 32’de detaylı olarak tartışıl
oluşan) bikarbonat iyonlarını oluşturmak üzere mıştır.
birleşir. Bikarbonat iyonları, hücre içine giren klo
rür iyonları ile değişerek hücreden ekstraselüler Pilor Bezleri-Müküs Ve Gastrin Sekresyonu. Pi-
sıvıya girer ve daha sonra kanaliküllere sekrete lor bezleri yapısal olarak oksintik bezlere benze
edilirler. mekle birlikte, daha az miktarda peptik hücre içe
rirler ve hemen hem en hiç paryetal hücre içerm ez
Pepsinojen Sekresyonu Ve Aktivasyonu. Gast- ler. Bunun yerine, esas olarak gastrik bezlerin m ü
ı ik bezlerin peptik ve müköz hücrelerinden çok sa köz boyun hücreleri ile aynı olan müköz hücreler
yıda farklı tiplerde pepsinojen salgılanır. Buna içerirler. Bu hücreler daha önce tartışıldığı gibi, az
karşın, pepsinojenlerin tümü aynı fonksiyonlara miktarda pepsinojen salgılarlar. Özellikle büyük
sahiptir. miktarda ince miiküs salgılarlar ve bu da hem b e
Pepsinojenler ilk salgılandıklarında sindirme ak- sinlerin hareketini kayganlaştırır, hem de mide du
744 ÜNİTE X II • Gastrointestinal Fizyoloji
varını gastrik enzimler tarafından sindirilmekten denle bu hücrelerden salgılanan histam in bezlerin
korur. paryetal hücreleri ile direkt temas halindedir. Par
Pilor bezleri ayrıca mide sekresyonunu kontrol yetal hücreler tarafından hidroklorik asit yapım ve
etm ede önem li role sahip olan gastrin hormonu da salgılanma hızı, direkt olarak enterokıom afin h ü c
salgılarlar. relerden salgılanan histamin miktarı ile ilişkilidir.
Enterokromafin hücrelerden histam in salgılanm a
Yüzey M üköz Hücreleri. Mide mukozasının bez sı çeşitli yollarla uyarılır: (1) Olasılıkla en güçlü
ler arasında kalan tüm yüzeyi basit olarak “yüzey uyaran, hem en tam am en mide mukozasının antral
müköz hücreleri" adı verilen faiklı bir tip müköz kısmında et ve diğer besinlerdeki proteinlere karşı
hücrelerin oluşturduğu sürekli bir tabaka ile örtü yapılan gastrin hormonudur. (2) Buna ek olarak,
lüdür. Bu hücreler aşırı miktarda viskoz bir müküs enterokromafin hücreler daha az oranda vagal si
salgılarlar. Müküs insolubl olup mukozayı 1 mm’- nir uçlarından salgılanan asetilkolin ile ve mide
den daha kalın bir jel tabakası ile örterek hem m i duvarındaki enterik sinir sistemi tarafından salgıla
de duvarının korunmasında adeta bir kabuk görevi nan diğer daha az bilinen horm onal maddelerle de
görür, hem de besinlerin taşınması sırasında kay uyarılırlar. Öncelikle enterokrom afin hücreleri
g an la ştırılm a sın d a rol oynar. kontrol eden gastrin mekanizmasını ve bu hücreler
Müküsün bir diğer özelliği de alkali olmasıdır. tarafından kontrol edilen hidroklorik asit sekresyo
Böylece, altındaki norm al mide duvarı hiç bir za nu mekanizm asını tartışacağız.
m an yüksek derecede asidik, proteolitik mide sek-
resyonu ile direkt temas etmemiş olur. Besinlerle en Asit Sekresyonunun Gastrin ile Uyarılması.
ufak temas ve özellikle mukozanın tahrişi müküs Gastrin G hücreleri de denilen, gastrin hücrelerin
hücrelerini direkt olarak uyararak bol miktarda ka den salgılanan bir hormondur. Bu hücreler m ide
lın ve alkali viskoz müküs salgılamalarına yol açar. nin distal ucunda yer alan pilor bezlerinde yer
leşmişlerdir. Gastrin iki şekilde salgılanan büyük
bir polipeptiddir. Büyük şekli G-34, 34 aminoasit
Gastrik Sekresyonun Sinirsel ve Hormo- içerirken, küçük şekli G-17 ise 17 am inoasit içerir.
nal Mekanizmalarla Düzenlenmesi Her ikisi de önemli olmakla birlikte, küçük şekil da
ha fazla bulunur.
Gastrik Sekresyonu Uyaran Başlıca Fak Et veya protein içeren diğer besinler midenin
törler: Asetilkolin, Gastrin ve Histamin antral bölümüne eriştiğinde, bu besinlerdeki pro
teinlerin bir kısmı pilor bezindeki gastrin hücreleri
Mide bezlerini direkt olarak uyaran nörotransmitter ne direkt etki ederek gastrin salgılanm asını uyarır.
ve hormonların başlıcaları asetilkolin, gastrin ve his- Mide sıvıları gastrini hızla mide gövdesindeki kro-
tam in’dir. Bunların lıepsi, salgı hücreleri üzerinde m afın hücrelere taşırlar ve bu yolla histam in doğru
bulunan özgül reseptörlerine bağlanarak etkilerini dan derin gastrik bezler içine salgılanır. Histamin
gösterirler. Daha sonra, reseptörler sekresyon olayla hızlı bir şekilde gastrik hidroklorik asit sekresyonu
rını aktive ederler. Asetilkolin mide bezlerindeki sek- nu uyarır.
retuvar hücre tiplerinin tümünü sekresyon yönünde
uyarır. Bunlar arasında, peptik hücrelerden pepsino
jen salgısı, paryetal hücrelerden hidroklorik asit salgı
Pepsinojen Sekresyonunun
sı ve m üköz hücrelerden müküs salgısı yer alır. Diğer Düzenlenmesi
taraftan, gastrin ve histamin paryetal hücrelerden
asit sekresyonunu güçlü bir şekilde uyarırken, diğer Pepsinojen salgısının düzenlenmesi, asit salgısının
hücreler üzerine uyarıcı etkileri çok daha azdır. düzenlenmesinden daha az karmaşıktır. Bu olay iki
tip uyarı ile başlatılır: (1) Vagus sinirlerinden veya
diğer enterik sinirlerden serbestlenen asetilkolin
Asit Sekresyonunun Uyarılması tarafından peptik hücrelerin uyarılması ve (2 ) m i
dedeki aside bağlı olarak peptik sekresyonun uya
Hidroklorik Asit Salgılayan Yegane Hücreler rılması. Asit m uhtem elen peptik hücreleri direkt
Paryetal Hücrelerdir. Mide gövdesindeki gastrik olarak uyarmamakta ancak ilave enterik reflekslere
bezlerin derin kısımlarında yerleşmiş olan paryetal yol açarak peptik hücrelere ulaşan sinirsel uyarıları
hücreler hidroklorik asit salgılayan yegane hücreler desteklemektedir. Bu nedenle, protein sindirimini
dir. Bölümde daha önce de belirtildiği gibi, bu hüc sağlayan pepsinin ön maddesi olan pepsinojeniıı
reler tarafından salgılanan sıvınının asiditesi ileri sekresyon hızı, midedeki asit m iktarından güçlü bir
derecede yüksek olabilir. Bu sıvının pH'sı 0.8 gibi şekilde etkilenir. Normal miktarlarda asit salgılama
çok düşük düzeylere erişebilir. Bu asit sıvının salgı yetenekleri kaybolmuş kişilerde, peptik hücreler
lanması, sürekli olarak endokrin ve sinirsel sinyalle sağlam olmakla birlikte pepsinojen sekresyonu çok
rin kontrolü altındadır. Ayrıca, paryetal hücreler düşüktür.
başlıca görevleri histamin salgılamak olan enterok-
rom afin hücreler ile de yakın ilişki içindedir. Aşırı Asidite Tarafından Asit ve Pepsinojen
Enteıokrom afin hücreler gastrik bezlerin derin Sekresyonunun Feedback İnhibisyonu. Mide sı
kısımlarına yakın olarak yerleşmişlerdir ve bu n e vılarının asiditesi pH 3.0’den aşağıya doğru arttı
BÖLÜM 64 • Sindirim Kanalının Salgı Fonksiyonları 745
ğında, gastrik sekresyonıı uyaran gastrin mekaniz İntestinal Faz. Besin maddesinin ince barsağm üst
ması bloke olur. Bu etki 2 faktörden kaynaklanır: kısmında özellikle duodenumda bulunması, mideden
Birincisi, ileri derecede artmış asidite tek başına G az miktarda mide sıvılarının salgılanmasına neden
hücrelerinden gastrin salgısını baskılar veya bloke olur. Bu kısmen mideden gastrin salgısını uyaran dis-
tansiyona bağlı olarak duodenal mukozadan salgıla
eder. İkincisi, asit muhtem elen gastrik sekresyonu
nan az miktarlardaki gastrine, kısmen de mide gastrin
inhibe eden inhibitör bir sinirsel reflekse yol açar. mekanizmasını uyaran aynı tipteki kimyasal uyaranla
Mide bezlerinin bu feedback inhibisyonu mideyi ra bağlıdır.
peptik ülserasyonlara yol açabilecek aşırı asidite-
den korumada önemli rol oynar. Bu koruyucu etki
ye ek olarak, feedback mekanizma sindirim olayla Gastrik Sekresyonun M id e S o n ra sın d a ki
rı için gerekli optimal pH (yaklaşık 3.0)’nın sağlan İntestinal F ak tö rlere Bağlı İnhibisyonu
m asında da önem taşır.
Sekresyonun intestinal fazında kimüs gastrik sekresyonu
uyarmasına rağmen bazen paradoksal olarak gastrik faz
M id e Sekresyonunun F azları da sekresyonu inhibe eder. Bu inhibisyoıı en az iki etki
den kaynaklanır:
Mide sekresyonunun 3 fazda gerçekleştiği düşünülmek
tedir (Şekil 64-7’de gösterildiği gibi). Bunlar sefalik faz, 1 . İnce barsakta besin bulunması myenterik sinir sis
gastrik faz ve intestinal faz’dır. Aşağıda tartışılacağı gibi temi ve aynı zamanda mide sekresyonunu inhibe eden
bu 3 faz birbiri ile kaynaşmış durumdadır. ekstrensek sempatik ve vagus sinirleri yolu ile yayılan
ters bir enterogastrik refleksi başlatır. Bu refleks ince bar
Sefalik Faz. Mide sekresyonunun sefalik fazı, besin mi sakta distansiyon, ince barsağın üst bölümlerinde asit
deye girmeden önce veya yenildiği sırada besinin görün varlığı, protein parçalanma ürünlerinin varlığı veya mu
tüsü, kokusu, düşünülmesi veya tadı ile ortaya çıkar. kozasının iritasyonu ile başlayabilir. Bu olay Bölüm 63’de
İştah ne derece fazlaysa uyarılma da o derece fazla olur. anlatılan karmaşık mekanizmanın bir parçasıdır. Bar-
Sekresyonun sefalik fazım oluşturan sinirsel uyaranlar saklar tamamen dolu olduğunda, mide boşlamasını ya
serebral korteksten veya amigdala ya da hipotalamusta- vaşlatma yönünde etki eder.
ki iştah merkezlerinden kaynaklanırlar. Daha sonra va- 2 . İnce barsağm üst kısmında asit, yağ, protein yıkım
gusların dorsal motor nukleuslar yolu ile mideye ulaşır ürünleri, lıiperosmotik veya hipoosmotik sıvıların varlı
lar. Sekresyonunun bu fazı besin yenilmesi ile ilgili gast ğı veya herhangi iritan bir madde çeşitli barsak hor
rik sekresyonun yaklaşık %2 0 ’sini oluşturur. monlarının salgılanmasına yol açar. Bunlardan biri
olan sekretin, özellikle pankreas sekresyonunun kont
G astrik Faz. Besin maddesi mideye girer girmez, ( 1 ) rolünde önemlidir. Bunun yanısıra, sekretin mide sek
uzun bir vagovagal refleksi, (2 ) lokal enterik refleksleri ve resyonunu engeller. Diğer üç hormon, gastrik inhibitör
(3) gastrin mekanizmasını başlatır. Bunlar da besin mi peptid, vazoaktif intestinal polipeptid ve somatostatin
dede bulunduğu sürece saatlerce devam eden mide sıvı gastrik sekresyonu inhibe etmede hafif ile orta derece
sı sekresyonuna yol açarlar. de etkilidirler.
Sekresyonun gastrik fazı toplam gastrik sekresyonun
yaklaşık yüzde 70’inden sorumludur. Böylece, yaklaşık İntestinal faktörlerle gastrik sekresyonun inhibisyo-
1500 mililitre olan toplam gastrik sekresyonun büyük bir nun fonksiyonel amacı, muhtemelen ince barsak dolu
bölümünü oluşturur. olduğunda, mideden kimüsün serbestlemesini yavaşlat-
Medulla oblongatada
merkez
Vagus yolu ile sefalik faz
Parasempatikler pepsin ve
asit yapımını uyarırlar
Gastrik faz:
Afferent 1. Lokal sinirsel
Lokal sınır sekretuvar refleksler
pleksüsü 2. Vagal refleksler
3. Gastrinin uyarılması
Dolaşım sistemi
İntestinal faz:
1. Sinirsel mekanizmalar
Ş E K İL 64 - 7 2. Hormonal mekanizmalar
Gastrik sekresyonun fazlan ve
regülasyonu.
746 ÜNİTE X II • Gastrointestinal Fizyoloji
taıda pankreas salgısı birikir. Bu durumlarda, trip 2. Hücre içinde karbonik asidin ayrışm ası ile
sin inhibitörünün etkisi bazen yetersiz kalabilir ve oluşan hidrojen iyonları, hücrenin kan tarafınd a
pankreatik sekresyonlar hızla aktive olarak pankre ki kenarından yine sekonder aktif transport olayı
asın tümünü birkaç saat içinde sindirebilir. Akut ile sodyum iyonları ile değişir. D aha sonra, sod
paııkrecıtit adı verilen bu durum şoka yol açması yum iyonları lu m in al kenardan pankreas kanalı
nedeniyle sıklıkla ölümcüldür. Ölüme yol açmadığı na geçer ve bikarbonat iyonlarının sekresyonu
durumlarda da genellikle ömür boyu pankreas yet için elektriksel nötrlüğü sağlar.
mezliği ile sonuçlanır. 3. Sodyum ve bikarbonat iyonlarının kandan lü-
mene geçişi suyun da pankreas kanalına osmozla
geçişini sağlayan osmotik gıadyanı yaratır. Böyle-
Bikarbonat İyonlarının Salgılanması ce, hem en tam am en izoosmotik bikarbonat solüs
yonu oluşumuna yol açar.
Pankreas sıvısındaki enzim ler tümüyle pankreas
bezlerinin asinüsleri tarafından salgılanm asına
rağm en, pankreas sıvısının diğer iki önem li m ad Pankreas Sekresyonun Düzenlenmesi
desi olan bikarbonat iyonları ve su esas olarak
büyük m iktarlarda asinüsleıden çıkan kanal ve
kanalcıkların epitel hücrelerinden salgılanır. D a Pankreas Sekresyonunun Başlıca
ha ileride görüleceği gibi, enzim yapım ı ile ilgili Uyaranları
uyarıcı m ekanizm alar oldukça farklıdır. Pankreas
bol m iktarda pankreas sıvısı salgılam ak üzere Pankreas salgısını uyaran başlıca üç uyaran vardır.
uyarıldığında, bikarbonat iyon konsantrasyonu Bunlar:
plazm a düzeyinin beş katı olacak şekilde 145
mEq/litre’ye kadar artabilir. Bu bol miktardaki 1. Parasempatik vagal sinir uçlarından ve enterik
alkali sıvı, m ideden duodenum a giren asidi n ö t sinir sistemindeki diğer kolinerjik sinirlerden salgı
ralize eder. lanan asetilkolin,
Pankreas kanalları ve kanalcıklarına sodyum ve 2 . İnce barsağa besin m addesinin girmesiyle du-
bikarbonat solüsyonu salgılanmasıııdaki ana basa odenum ve jejunum mukozasının üst bölüm lerin
maklar Şekil 64-8’de gösterilmiştir. Bu basamaklar den salgılanan kolesistokinin,
şunlardır: 3. İnce barsağa yüksek derecede asidik bir besi
nin girmesiyle duodenum ve jejunum un aynı mu-
1. Karbon dioksid kandan hücre içine difüze olur kozal bölgelerinden salgılanan sekretin'dir.
ve karbonik anhidıaz etkisiyle karbonik asit (H2
C 0 3) oluşturmak üzere su ile birleşir. Daha sonra, Bunlardan ilk ikisi olan asetilkolin ve kolesistoki
karbonik asit bikarbonat iyonları ve hidrojen iyon nin pankreasın asiner hücrelerini kanal hücrelerin
larına (H C O 3 - ve H+) ayrışır. Bikarbonat iyonları den daha fazla uyarırlar. Böylece, bol miktarda sin
hücrenin lum inal kenarından sodyum iyonları ile dirim enzimlerinin yapım ına yol açarken, kısmen
birlikte aktif transport ile kanal lümeııine taşınır. daha az miktarda sıvı salgılanm asına yol açarlar.
Sıvı olmadığında, enzimlerin bir çoğu daha fazla
miktarda sıvı gelip onları duodenuma sürükleyin-
ceye dek, geçiçi olarak asinüslerde ve kanallarda
depolanırlar.
1 1
Diğer iki uyarana karşın sekretin, esas olarak ka
Kan 1 Kanalcık 1 Lümen nal epitel hücrelerinden büyük miktarda sodyum
1 hücreleri 1 bikarbonat salgılanmasına yol açar. Ancak hem en
hem en hiç enzim salgılanmasına yol açmaz.
gastrik fa z ve iııtestinal fazdır. Bu dönemlerin solüsyonu kalır. Bu yolla hem mideden duodenu
başlıca özellikleri şunlardır: ma boşalan asitli maddeler nötralize edilmiş olur
hem de mide sıvılarının peptik aktivitesi hızla ö n
Sefalik Ve Gastrik Fazlar. Pankreas sekresyonu lenmiş olur. İnce barsak mukozasının asitli gastrik
nun sefalik fazında midede sekresyona yol açan ay sıvıya karşı koyamaması nedeniyle bu mekanizma
nı sinirsel uyaranlar pankreastaki vagal sinir uçla duodenal ülser gelişim inden korunm ada çok
rından asetilkolin serbestlem esine yol açarlar. Bu önem taşır. Bu konu, Bölüm 6 6 ’da daha ayrıntılı
uyarılar pankreas asinüsleri ve kanallarına orta de şekilde ele alınacaktır.
recede enzim salgılanmasına neden olur. Bu mik İkinci olarak, pankreastan bikarbonat sekresyo
tar yemek sonrası salgılanan toplam pankreatik en nu pankreas enzimlerinin etkisi için uygun pH or
zim lerin % 20’sini oluşturur. Salgının küçük bir tamı sağlar. Bu pH değeri hafifçe alkali veya nötral
miktarı pankreatik kanallardan barsağa dökülür, değerdedir (7.0-8.0). Bu enzimler hafifçe alkali veya
çünkü enzimlerle birlikte sadece çok az miktarda nötral ortamda optimum etki gösterirler. Sodyum
su ve elektrolitler salgılanır. bikarbonat sekresyonunun pH’sı ortalam a 8.0’dir.
Gastrik fazda, enzim sekresyonuna yol açan si
nirsel uyaran devam eder ve bu da yemek sonrası Kolesistokinin-Pankreastan Enzim Sekresyonunun
sekresyonun %5 ile 10'unu oluşturur. Sıvı sekresyo Kontrolü. İnce barsağın üst bölüm ünde besin
nun belirgin derecede az olması nedeniyle yine bu maddesi bulunması, duodenum ve üst jejunum
sekresyonun sadece az bir bölümü duodenal lüme- bölümü mukozasında yer alan I hücreleri adı veri
ne ulaşır. len farklı bir hücre grubundan ikinci bir hormon
olan kolesistokiııinin salgılanmasına neden olur.
İntestinal Faz. Kimüsün ince barsağa girmesini Kolesistokinin 33 am inoasit içeren bir polipeptid
takiben, pankreas sekresyonu özellikle sekretiıı dir. Özellikle proteozların ve peptonların (proteinin
horm onunun etkisiyle artar. Buna ek olarak, kole- kısmen sindirilm esi sonucu ortaya çıkarlar) ve
sistokinin enzimlerin sekresyonunda daha fazla ar ıızun-zincirli yağ asitlerinin varlığında salgılanır.
tışa yol açar. Mide sıvılarından hidroklorik asid de az miktarda
salgılanmasına yol açar.
Sekretin Bol Miktarda Bikarbonat Salgılanmasına Sekretin gibi kolesistokinin de kan yolu ile pank
Yol Açar-Asidik Yapıdaki Kimüsün Nötralizasyonu: reasa geçer ve asiner hücrelerden sodyum bikarbo
Sekretin, 27 am inoasit içeren bir polipeptiddir nat sekresyonu yerine esas olarak büyük miktarda
(molekül ağırlığı yaklaşık 3400). Doudenum ve je- sindirim enzimleri salgılanmasına yol açar. Bu etki
junum mukozasında yer alan S-hücreleri adı veri vagal uyarıya bağlı etkiye benzer ancak, daha güç
len hücrelerde inaktif prosekretiıı şeklinde bulunur. lü bir etkidir. Yemek sonrası salgılanan total pank
pH’sı 4.5 ile 5.0’den daha düşük asidik bir kimüs reatik sekresyonun %70 ile 8 0 ’ini oluşturur.
mideden duodenuma girdiğinde, sekretinin salgı Sekretin ve kolesistokininin uyarıcı etkileri ara
lanm asına ve aktivasyonuna yol açar. Sekretin da sındaki farklar Şekil 6 4 -9 ’da gösterilmiştir. (1) Sek
ha sonra kana absorbe olur. Kimüste gerçekten retin ile duodenumda asit varlığına bağlı yoğun b i
sekretin salgısına yol açan tek madde hidroklorik karbonat sekresyonu uyarılır, (2 ) sabuna (yağ) bağ
asittir. Ancak yağ asitleri gibi bazı diğer maddeler lı ikili etki ve (3) kolesistokinin ile pepton varlığın
de az ölçüde buna katkıda bulunurlar. da yoğun enzim sekresyonu uyarılır.
Sekretin daha sonra pankreastan yüksek kon
santrasyonda bikarbonat (145 mEq/litre’ye varan)
ancak düşük konsantrasyonda kloı ür iyonu içeren
sıvı salgılanmasına yol açar. Ancak, pankreas sade
ce sekretin ile uyarıldığında bu sıvı az miktarda en C Z ] Su ve
zim içerir; çünkü sekretinin asiner hücreleri tek NaHC03
CZD Enzimler
başına uyarma etkisi oldukça zayıftır.
Sekretin mekanizması özellikle iki nedenle çok
önemlidir. Bunlardan ilki, duodenal içeriğin pH’sı 4.5
ile 5.0’in alüna düştüğünde, sekretin ince barsak mu
kozasından salgılanmaya başlar. pH 3.0’ün altına
düştüğünde ve asit duodenum ve jejunumda derinle
re ulaştıkça sekretinin salgılanması daha da artar. Bu
hızla bol miktarda sodyum bikarbonat içeren pankre
as salgısı salgılanmasına yol açar ve duodenum içeri
ğinde aşağıda gösterilen reaksiyona neden olur:
Sekretin ve
kolesistokinin
kana absorbe Sekretin bol miktarda
olur. pankreas sıvısı ve
bikarbonat sekresyonuna;
Ş E K İL 6 4 - 10 kolesisokinin enzim
sekresyonuna yol açar.
Pankreas sekresyonunun regülasyonıı.
Şekil 64-10 pankreas sekresyonlarını düzenleyen ten salgı epitel hücrelerinden salgılanan sodyum
önem li faktörleri özetlemektedir. Günlük salgıla ve bikarbonat iyonlarından oluşan sulu bir salgıdır.
nan toplam miktar yaklaşık 1 litredir. Bazen bu ikinci kısım, toplam safra miktarında
% 1 0 0 oranında ilave bir artışa yol açacak derecede
Karaciğer
Safra, safra
kesesinde
depolanır ve 15 kat
konsantre edilir Mide
Pankreas
Ş E K İL 6 4 - 11
Karaciğer sekresyonu ve safra kesesi boşalınası.
besinlerin duodenum a girmesiyle safra kesesi güçlü olarak vagus ve enterik sinir sistem indeki
boşalmaya başlar. Boşalm anın ana nedeni safra ke asetilkolin salgılayan sinir lifleri tarafından da
sesi duvarının ritmik kontıaksiyonlarıdır. Ancak, uyarılır. Bunlar gastrointestinal kanalın diğer b ö l
etkin bir boşalm a için aynı anda koledok kanalı ile gelerinde motilite ve sekresyonu artıran sinirlerle
duodenum arasındaki bağlantıyı sağlayan Oddi aynıdır.
sfinkteriniıı de gevşemesi gerekir. Özet olarak, safra kesesi depoladığı konsantre
Safra kesesi koııtraksiyonlarını başlatan en güçlü safrayı kolesistokinine cevap olarak duodenum a
uyarı kolesistokiııin hormonudur. Bu horm on boşaltır. Yemekte yağ bulunm adığında, safra k e
pankreasta asiner hücrelerden enzim sekresyonu- sesi zayıf şekilde boşalır; ancak, yeterli miktarda
nu artıran kolesistokinin ile aynıdır. Duodenum yağ varlığında yaklaşık 1 saat içinde tam am en
mukozasından kana salgılanması için başlıca uyarı boşalır.
duodenuma giren yağ asitleridir. Şekil 64-11 safra salgılanmasını, safra kesesinde
Kolesistokininin yaııısıra, safra kesesi daha az depolanmasını ve keseden barsağa boşalm asını
özetlemektedir.
TABLO 64 - 2
Safranın Bileşimi Yağ Sindirimi ve Emiliminde Safra
Karaciğer Safrası Safra Kesesi Safrası
Tuzlarının Fonksiyonları
Safra tuzları barsak kanalında iki önemli etkiye Kolesterol Sekresyonu; Safra Taşı Oluşumu
yol açarlar:
İlki, besindeki yağ partikiilleri üzerine deterjan Safra tuzları karaciğer hücreleri tarafından kolesterolden
etkileri vardır. Bu etki ile parüküllerin yüzey geıi- oluşur ve safra tuzlarının sekresyonu sırasında günde 1 -
m ini azaltarak yağ globüllerininin küçük parçalara 2 gram kadar kolesterol de safraya sekrete edilir. Koleste
ayrılmasına imkan sağlayan karıştırmayı sağlar. rolün safra içindeki spesifik görevi bilinmemektedir. Saf
Buna safra tuzlarının e nıü Isifiye edici veya deterjan ra tuzu oluşumu ve sekresyonunda bir yan ürün olduğu
düşünülmektedir.
fon ksiyonu adı verilir. Kolesterol saf suda hemen tamamen çözünmezdir.
İkinci olarak, em ülsifiye edici etkiden daha Safradaki safra tuzları ve lesitin kolesterole fiziksel ola
önem li olarak, safra tuzları yağ asitlerinin, monog- rak bağlanarak çözünür olan ultramikroskopik nıiçeller
liseı idleıin, kolesterol ve diğer lipidlerin barsak ka oluştururlar. Bu konu Bölüm 65’de detaylı olarak açık
nalından emilimine yardım ederler. Bunu lipidlerle lanmıştır. Safra, safra kesesinde konsantre olduğunda,
küçük kompleksler oluşturarak yaparlar. Oluşan safra tuzları ve lesitin de kolesterol ile birlikte konsant
komplekslere nıiçel adı verilir. Miçeller safra tuzla re olur ve böylece kolesterol solüsyon içinde tutulmuş
rının elektriksel yükleri nedeniyle ileri derecede olur.
Anormal koşullarda, kolesterol çökebilir ve Şekil 64-
çözünür maddelerdir. Lipidler bu yapı içinde m u
1 2 ’de görüldüğü gibi kolesterol taşları oluşumuna yol
kozadan geçebilir özellik kazanırlar ve daha sonra açabilir. Kolesterolün çökmesine yol açan durumlar: (1)
absoıbe olurlar. Bu mekanizma Bölüm 65’de ayrın safradan aşırı miktarda suyun absorbe olması, (2 ) safra
tılı şekilde açıklanmıştır. Baısakta safra tuzları ol dan aşııı safra tuzu ve lesitinin absorbe olması, (3) safra
madığında, lipidlerin %40'ı feçesle kaybedilir ve ya aşırı miktarda kolesterol salgılanması ve (4) safra ke
kişide sıklıkla buna bağlı olarak metabolik yetm ez sesi epitelinin intlamasyonudur. Sön iki durumun özel
lik gelişir. olarak açıklanması gerekir.
Safradaki kolesterol miktarı kısmen kişinin besinler
le aldığı yağ miktarı ile belirlenir. Zira hepatik hücreler
Safra Tuzlarının Enterohepatik Dolaşım ı. Safra kolesterolü yağ metabolizmasının bir ürünü olarak
tuzlarının yaklaşık %94’ii ince barsaktan absoıbe olur. seııtezlerler. Bu nedenle, uzun süre yağ oranı yüksek
Bunun yaklaşık yarısı ince barsağııı başlangıç kısımla diyetle beslenenler safra taşı gelişimi ile karşı karşıya
rında difüzyon ile, geri kalanı ise distal ileumda aktif kalabilirler.
Iransport ile gerçekleşir. Daha sonra portal kana gire Safra kesesi epitelinin inflamasyoııu genellikle
rek karaciğere geçerler. Bu tuzların hemen hemen ta düşük dereceli kronik enfeksiyona bağlıdır. Bu durum
mamı karaciğerde ilk geçişte venöz sinüslerden hepa- safra kesesi mukozasının absoıpsiyon özelliklerini de
tik hücrelere absoıbe olurlar ve daha sonra safraya ğiştirir ve bazen kolesterolün solüsyonda kalmasını
sekrete edilirler. Bu yolla tüm safra asitlerinin yaklaşık
sağlayan su, safra tuzu veya diğer maddelerin aşırı ab-
yüzde 94'ii safraya geri döner. Böylece, bu safra tuzla
sorpsiyonuna yol açar. Sonuç olarak, kolesterol çök
rı feçesle atılmadan önce 18 kez tekrar tekrar dolaşmış
meye başlar ve inflamasyonlu mukoza yüzeyinde ya
olurlar. Feçesle atılan az bir kısım safra tuzları da sü
da solubl bilirübin glukuronidin bakteri enzimleri ile
rekli olarak karaciğer hücreleri tarafından yenilenir.
dekonjugasyonu sonucu oluşan küçük bilirübin parti-
Safra tuzlarının bu dolaşımına enterohepatik dolaştın
külleri üzerinde çok sayıda küçük kolesterol kristalleri
adı verilir.
oluşur.
Karaciğerden günlük salgılanan safra miktarı büyük
oranda safra tuzlarının varlığına bağlıdır. Enterohepatik
dolaşımda safra tuzlarının büyük miktarda olması (ge
nellikle toplam yaklaşık 2.5 gram) safra sekresyonunun
da fazla olmasına yol açar. Gerçekten de, fazla miktarda
safra tuzu alınması günlük safra sekresyonunu yüzlerce
mililitre artırır.
Safra tuzlan ileuma reabsorbe olmadan safra fistülü Safra taşlarının nedenleri:
1. Safradan aşırı su absorpsiyonu
ile birkaç gün veya hafta süreyle dışarı boşaltılırsa, kara 2. Safradan aşırı safra asidi
ciğer safra tuzu yapımını 6-10 kat artırır. Bu da gün bo absorpsiyonu
3. Safrada çok yüksek kolesterol Karaciğer
yunca safra sekresyon hızını normale yaklaştırır. Bu du
bulunması
rum, günlük safra tuzu sekresyonunun aktif olarak safra 4. Epitelin inflanıasyonu
tuzlarının enterohepatik dolaşımda bulunması (veya
yokluğu) ile kontrol edildiğini göstermektedir.
Safra kesesi
Safra Sekresyonıı Kontrolünde Sekretinin Rolü. Saf Safranın izlediği yol:
ra asitlerinin safra sekresyonıı üzerine güçlü uyarıcı etki . İstirahatta
Sistik Sindirim sırasında
lerine ek olarak, sekretiıı hormonu da safra sekresyonu
nu artırır. Bu sekresyon safra kanal ve kanalcıklarındaki
epitel hücrelerinden salgılanan ve esas olarak hemen ta
mamen bikarbonattan zengin sulu bir solüsyon şeklin Oddi sfinkteri
dedir. Bikarbonat daha sonra ince barsağa geçer ve mi Vater papillası Pankreas kanalı
deden gelen asidi nötralize eden pankreas kaynaklı bi
karbonata ilave olur. Böylece, duodeııal asidi nötralize
eden sekrelin feedback mekanizması sadece pankreas
sekresyonıı üzerine etkileri yoluyla değil, karaciğer kanal
ve kanalcıklarının sekresyonıı üzerine etkileri yoluyla da Ş E K İL 64 • 12
işler. Safra taşı oluşumu.
752 ÜNİTE X II • Gastrointestinal Fizyoloji
rointestinal hareketlerle ilişkili olarak enterik sinir yüzeyindeki müköz hücrelerin direkt olarak do
sistemindeki aktivite artışına bağlı olan refleksler kunma ile uyarılması ya da Lieberkühn kriptaların-
dir. Böylece, ince baısakta sekresyonun büyük kıs daki müköz hücrelerin lokal sinirsel reflekslerle
mı basitçe ince baısakta kimus varlığına bağlı ola uyarılması ile kontrol edilir. Kalın barsağın distal
rak gerçekleşir. Kimusun miktarı ile orantılı olarak yarısı ile üçte ikisinin parasempatik ineı vasyonunu
sekıesyon miktarı da artar. sağlayan pelvik sinirlerin uyarılması müküs sekres-
yonunda belirgin bir artışa yol açar. Müküsteki ar
Hormonal Regülasyon. Gastıointestinal kanalın tış Bölüm 63’de tartışıldığı gibi, motilite artışı ile
herhangi bir bölgesinde sekresyonu artıran hor birliktedir. Böylece, sıklıkla em osyonel olaylara
monların bir bölümü ince barsakta da sekresyonu bağlı aşırı parasempatik stimülasyon kalın barsak
artırır. Bunlar özellikle sekretin ve kolesistokinin- ta aşırı müküs sekresyonuna yol açar. Bu nedenle
dir. Bazı deneysel çalışmalar, ince barsak mukoza kişide her 30 dakikada bir çok az fekal madde içe
sından kaynaklanan bazı diğer hormonal m addele ren ya da hiç içerm eyen koyu bir mliküse bağlı bar
rin de sekresyonu kontrol ettiğini öne sürmektedir. sak hareketleri gerçekleşir.
Ancak, lokal enterik refleks mekanizmalar hemen Kalın baısaktaki müküs barsak duvarını korur ve
hem en kesin olarak baskın rol oynarlar. ayrıca fekal maddeyi birarada tutan yapışkan bir
ortam sağlar. Feçesteki geniş bakteryel aktiviteden
barsak duvarını korur ve sekresyonun alkali olması
(bol miktarda bikarbonat iyonlarının varlığı nede
KALIN BARSAK SEKRESYONLARI niyle pH’sı 8.0) feçesteki asidlerin barsak duvarına
saldırmalarına karşı bariyer görevi yapar.
Müküs Sekresyonu. İnce ba