You are on page 1of 471

İRAN MEKTUPLARI

Lettres Persanes
Montesquieu

İRAN MEKTUPLARI

H ü s n iita b ia t M a tb a a sı
İSTA N B U L — 1 9 6 3
B u âzam etli eserin m u h te lif m etin lerin i karşılaştırıp
dilim ize çeviren ve MARKİ BECCARİA’m n «Suçlar
ve Cezalar» ölm ez eserine n u rlu ilh a m kaynağı olan
b a hislerin h u k u k î te n a zu ru n u çizm eğe gayret eden:

D r. A v u k a t M ııh id d in G Ö KLÜ
B endeki bu felsefî ta h avvül beş sene evvel h u ­
sule geldi; ve bunu İran Mektuplarıma m e d y u n u m .......
Ey büyük M ontesquieu, eğer senin sem â d a ki
r u h u n u n takdisine m a zh a r olursam, dünyalar benim,
olurdu! »

B e c c a ria
»Acaba, dünyada İra n M ektu p la rı’n d a n daha k u v ­
vetli şey var m ıdır? Acaba h ü k ü m e ti ve d ini daha zi­
yade ih tim a m la ele alan, daha m ü kem m e l bir eser ya­
zılm ış mıdır?»

V o lta ire
«Size azam etli bir eseri oku m a n ızı tavsiye edeceğim
İra n M ektu p la rı»

J. J. R ou sseau
GECİKMİŞ MES’UT BİR İT H A F:
B ir y a rı u y k u a le m in d e id im ; Işık
h a lin d e b ü y ü k b ir r û h b elird i, k u la ğ ım a :
«Ah! L â k in , b e n d e n s o n r a b ir M A R K İ
B EC C A R İA y a ş iy a c a ğ m ı b ilsey d im , b u
m u k a d d im e d e k i y e iste n vazg eçer, e s e ri­
m i se v in ç ve h u z u r la o n a i th a f ed erd im !»
deye fısıld ad ı. M G öklü

M üellif tarafın d a n 1721 tarihinde eserin


ille baskısına yazılan m ukaddim e.
Ben burada ru> ! ;r ithafnam e, ne de b ir izahnam ede
bulunm ıvacağ: -n • bu k itap için h er hangi b ir him aye
talebinde de değil H oşlarına giderse o k u rla r; gitm ez­
se okum azlar, um urum da değil!
H alkın zevkini denem ek için, b u ilk m ek tu p ları ayı-
rup neşrediyorum ; bun lard an dosyam da daha pek çokları
var, zam anı gelince onları da verebileceğim .
Amâ, bunun için bir şartım v a r benim ; o da, zin h ar
tanınm ış olm am alıyım ! Şayet beni tan ırlarsa, ism im i öğ­
rendikleri andan itibaren, a rtık yokum , susarım , bir k e ­
lim e bile benden alam azsınız! Çünkü, bir kadın biliyorum
ki, gayet m ükem m el yürüyebildiği halde, kendisine d ik­
k at edilince, topallam aya başlar J.
Şahsım ın k u su rların ı istediğim k ad ar gizleyebilsem
bile, eserim deki ku su rlar h er şeye kâfidir. Benim kim ol­
duğum u bilselerdi: (Bu adamın huyu ile eseri nasal da te­
zatlar içinde! Kâşke, vaktini daha iyi şeyler için harca-
saydı; bu derece ağır başlr bir adam böyle bir kitap yaz­
sın; şaşılacak şey doğrusu!) deye hayıflanırlardı.
M ünekkitler bu çeşit düşüncelerden kendilerini aslâ
k u rtaram ıy acak lard ır ; zira, bu çeşit ten k itle r zihni fazla

( 1 ) — İlm î g elen ek ler, b u im â n ın m ü e llifin k a r ıs ı J e a n n e d e


L a r tig u e ’e m ü te v e c c ih o ld u ğ u n u k a b u l eder. (P. B a rriè re ,
M o n tesq u ieu ; 1946, s: 23)
-16 İ R A N M E K T U P L A R I

tzorlam ağa luzüm kalm adan yapabilecekleri en kolay iş


•olacak t. r!
K :tabım ın m u h arrirle ri olan Ira n lıla r benim le ayni
ç a tı altın d a y aşadılar; hayatım ızı birleştirm iştik, adeta.
E ana, sanki başka b ir dünyanın insanı imişim gibi b ak ı­
y o rla r ve benden hiç bir şeylerini saklam iyorlardı. F il­
hakika, bu kad ar ay rı ve uzak diy arların insanları bir a ra ­
ya gelince, a rtık bir sırrın sahibi kalam azlardı. Y azdıkları
m ek tu p la rın büyük bir kısm ını bana gösteriyorlar, v eri­
y o rlard ı; ben de b u n ları oldukları gibi yaziyordum .
Lâkin, yine de bazı m ektuplarını bana gösterm em ekte
titizlik ve büyük ihtim am gösterdikleri oluyor, buna da
son derece h a y re t ediyordum ; sonraları bu gizliliğe âm il
o lan şeyin, g u ru r ve kıskançlık duyguları olduğunu an la­
dım.
O halde, bu eserde benim yaptığım bütün şey, sadece
sadıkâne bir m ütercim liktir. Şahsî külfet ve zahm etlerim
ise, eseri kendi geleneklerim ize göre bir nizam altına
a lm a k ta n ib arettir. O kuyucunun Asyaî b ir dile nu-
fuz edebilm esi için, elim den geldiği k a d a r ona yardım da
b u lu n d u m ; onu sonsuz ulvî ve İlâhî kelim elerden, tâ b ir­
lerd en k u rta rd ım ; yoksa bu İlâhî ve ulvî tâb irle r ve söz­
le rle başı göklere varacak, b u lu tlara karışacaktı!
Lâkin, doğrusu istenirse, yaptığım hizm et bu kadar
d eğ ild ir; okuyucuyu iltifa tla rla dolu hitap lard an da k u r­
ta rd ım ; bu sahada bizden pek önde giden şarklıların bu
debdebeli ve tan ta n alı sözlerini de kestim , budadım ; son­
r a m uhaberatı boş yere uzatan ve iki dost arasında söy­
lenm esi caiz olm ayan pek sudan şeyleri de ayıkladım ,
çıkardım .
Şayet, bizlere m ektup k ü lliy atları sunan m u h arrirle r
d e ayni şeyleri yapm ış olsalardı, o m uhteşem eserlerinden
o rta d a hiç bir şeyin kalm iyacağm ı dehşet içinde görüp şa­
şa rla rd ı...
İ R A N M E K T U P L A R I 17

B ir şey v ar ki, beni ekseriya h a y re t içinde b ıra k ır:


Bu eserin kah ram an ları olan İran lılar, F ransız m illetinin
gelenek ve tav ırla rın a benim k a d a r vukuf peyda etm iş b u ­
lunuyorlar! H attâ, en küçük davranış ve harek etleri, h e ­
le F ra n sa ’da seyahat eden A lm an lar’ın bile gözünden kaç­
tığına em in olduğum hususları m ükem m elen öğrenm işler!
Ben, bu m azhariyeti, o nların uzun m üddet F ra n sa ’
da ikam et etm iş olm alarına ham lediyorum ; A syalınm
F ra n sa ’da bir sene oturm akla, b u ran ın ahlâk ve a n ’anele-
rin i öğrenebileceğini ve buna m ukabil, A sya k ıt’asm m b ir
diy arın d a dört sene o tu ran b ir F ransızm b u bilgilere sa­
h ip olam adığını ve çünkü, b erikinin bu b ir sene içinde A v­
rupalInın, y erlilerle tam b ir tem as ve m ünasebet tesisi gay­
retin e m ukabil, bizim kinin h er tü rlü tem as ve m ünasebet­
ten fersah fersah kaçtığını hiç hesaba katm iyorum .
B ütün m ütercim ler, h a ttâ en b a rb a r m üfessir ve şâ-
rih le r tercim e, tefsir, y ah u t şerh eserlerin in baş tara fın ı
m edih ve sen alarla süsleyebilecekleri gibi, b u kitab ın fay-
dasızlığını, faziletten uzak ve m ükem m eliyetten m ah ru m
bulunduğunu da yazabilirler. B ana gelince, ben zaten, b ir
şey yaptığım ı iddia etm iş değilim ; bu n u n da sebebini sez­
m ek herkes için son derece kolaydır.

M ontesquieu

İran M ektupları F.: 2


İ R A N M E K T U P L A R I 19

MÜELLİF VE ESER

MITHİDD1N GÖKLÜ

T A R A F I N D A N
İ R A N M E K T U P L A R I 21

Montesquieu ve Iran Mektupları

Beccaria ve onun (Suçlar ve cezalar) şaheserinin T ü r­


kiye’de m azhar olduğu m uhteşem rağbet, aşk derecesine
varan h a ra re tli sevgi ve tezahürat, düşünm esini bilen in ­
sanların gözlerinden kaçm am ıştı; bunun sebepleri çoktu.
Zahiren, adaletin tesisi için yazılm ış görünen eser, aslın ­
da insanoğlunun saadetini istiyor (her şeyi söylem em i
bekleyenler için, hiç bir şey söylem iş değilim !) diyordu...
İşte bu azam etli eser iki asırdan fazla bir zam andan
b eri yer yüzü insanlarına sayılm ıyacak hizm etlerde b u ­
lu n m u ştu r h ”
Beccaria, ölmez eserinin ilk F ransız m ütercim i b ü y ü k
Fransız âlim ve ru hanîsi A ndré M orellet’ye M ilano’dan
gönderdiği M ayıs 1766 ta rih li birinci m ek tu b u n d a: (beti­
deki bu felsefî ta h a v v ü l, beş sene evvel husule geldi; ve

(1) — B ü y ü k F ra n s ız m ü te fe k k iri ve ü n lü ş a iri V ic to r H ugo, S e ­


fille r ad lı r o m a n ın ın İta ly a n c a y a te rc im e si m ü n a se b e tile
tâ b i s ig n o r D aelli’ye g ö n d e rd iğ i 18/E kim /1862 g ü n lü
m e k tu b u n d a , b iç a re , m a z lû m b eşer n e v îin in iz tir a p la n n ı,
fe lâ k e tle rin i b ire r b ire r a n la tm a k ta ve f a k a t b u k a n a y a n
y a r a la r ın a r tık eskisi gibi şifa lı ellerle sa rılm a d ığ ın ı, i h ­
m â l e d ild ik le rin i b e y a n la acı acı şik â y e tle rd e b u lu n m a k ­
t a ve a y n e n : (a h , lâ k in ey İta ly a n la r, bizde o ld u ğ u gibi,
sizd e de B e c c a ria ölm üş, z a lim F a rin a c e yaşıy o r, h e y h a t!)
deye f e ry a t ey lem ek ted ir.
B u m e k tu p b ü y ü k edibim iz m e rh u m S ü le y m a n N azif
ta r a f ı n d a n te rc im e ed ilm iş olup, b ir vesile ile k a d irş in a s
ve faz iletli o ğ u lla n m u h te re m S aid N azif O z a n k a n t a r a ­
f ın d a n bize v e rilm iştir.; b ü y ü k edibim ize U lû T a n r ı’d a n
r a h m e t d ile r m a h d u m la rın a d a te şe k k ü rle rim iz i su n a rız .
22 İ R A N M E K T U P L A R I

bunu da İran mektupları’na medyunum.) deye yazıyor­


du
Şu helde, 1950 yılındanberi T ü rk iy e’de h e r m ünev­
v erin baş ucundan ayırm adığı B eccaria’n ın o m eşhur ese­
rini ona ilham eden, o yüce, o ateşin, o derin duyguları, o
göz kam aştırıcı hak ik atleri ona fısıldayan M ontesquieu’-
yu ve İra n m ek tu p ları’nı da T ü rk fikir dünyasına sun­
m am ak büyük bir noksan, af edilm ez bir k u su r ve h a ttâ
suç saym ak da m üm kündü! H eyhat!
Zira, ancak, bu sayededir ki, iki dehâ ve iki âzam et-
li m üfekkirenin y arattığ ı eserler arasında bir vahdet, bir
ten azu r k u rm ak m üm kün olabilecekti
Biz, bu m aksada vasıl olm ak için, b ü tü n m üşkülâtı
gözümüzün önünden sildik. Ne M ontesquieu’n u n felsefî
tah lil k u d retin in derinliklerine varabilm enin im kânsız-
lızları; ne kullandığı dilin iğne ve dikenlerle dolu gülle­
rin in keskin ray ıh alarile bayılıp gafletlere yuv arlan m a
ih tim alleri; ne m üellifin tefek k ü r tarzındaki m etan et ve
istikam eti örseleyüp bulandırm ağa gay ret edebilecek, çiz­
gileri eserde belirtilm iş beth âh ların ah ve vahları, hepsi,
hepsi bizi aslâ yıldırm adı...
D evrim iz dem okrasisinin büyük m uallim i, m uhteşem
m ürşidi ve eşsiz m üdafii M oıitesquieu’nun bu şaheserinin
yurdum uza, daha da gelişecek dem okrasim ize, adalet ci­
hazım ıza, devlet anlayışım ıza, vatandaşlık haklarım ıza ve

(2) — B e c c a ria (1738-1794) i y a ş ın d a ik e n , M o n te sq u ie u h a y a t­


t a ve 49 y a ş ın d a idi. M o n te sq u ie u 66 y a ş ın d a ö ld ü ğ ü t a ­
r ih te , B e c c a ria 17 y a ş ın d a b u lu n u y o rd u ; m e ş h u r e s e ­
rin i h e n ü z y a z m a m ıştı; 21 y a ş ın d a ta s a r la m ış ve 24 y a ­
ş ın d a n e ş re tm iş ti.

( 3 ) — iş te b u v a h d e t ve te n a z u ru g ö ste rm e k üzere, bazı m e k tu p ­


la rd a k i ilh a m k a y n a ğ ı p a s a jla r ı B e c c a ria ’d a n b a z ı b a ­
h is le rle m u k a y ese s a d e d in d e n o t h a lin d e d ercey led ik .
İ RAN M E K T U P L A R I 23

insan telâkkilerim ize büyük fay d alar sağlıyacağına inani-


yoruz...

F ra n sa ’nın en büyük m ütefek k irlerin d en olan baron


de M ontesqieu, 18/O cak/1689 tarih in d e B ordeaux şehri
yakınlarındaki ecdadının m alikânesi olan le B rede şato­
sunda dünyaya gelm iştir. F ra n sa ’da adalet cihazında b ü ­
yük m evkiler işgal etm iş şahsiyetler y e tiştire n eski bir
aileye m ensuptu. Ulû T an rı’nın pek özenerek y a ra ttığ ı çok
ender zekâlardan biri daha yer yüzünü aydınlatm ış olu­
yordu. K alvinist-protestan kilisesi rah ip leri m ektebinde
okum uş, bilhassa lâtinceyi iyice öğrenm iş, eski yunancayı
da hazm etm işti. Tabiî, tıbbî ve hukukî ilim lere pek ziyade
m eyil duyuyor, feslefe ve ilâhiyatın esrarını çözmeye ça­
balıyordu. B üyük, m uhteşem ve m ehip ne v arsa hepsine
m erak sarıyor; bünyelerini yoklam ak, h ak ik atlerin i gör­
m ek istiyordu. Y orulm ak bilm eyen b ir sebat ve İsrarla
okuyor, okuyordu. 1713 de babasını kaybetti. 1714 de, d a ­
ha 25 yaşında iken, B ordeaux şehri Y üksek m ahkem esi­
ne aza tây in edildi. 1715 de evlendi. 1716 da ise, am cası­
n ın ölüm ü üzerine, ayni m ahkem enin riyasetine getirildi.
A yrıca 1712 de k urulm uş olan ayni şehir ilim akadem isi­
ne aza seçildi. Bu akadem iye giriş n u tk u n u n m evzuu:
(R om alıların siyaseti ve devlet borçları) na dairdi. 1716
da (T efekkür sistem i), 1717 de (D ehâ fark ları) ve 1721
de de (İra n m ektupları) m neşr etti. İra n m ek tu p ları H ol­
landa’da, A m esterdam şehrinde neşrolundu. B u ilk bas­
kıda m üellifin ism i gizli tu tu lm u ştu . B unun da sebebini
eseri baştan başa dikkatle okuduktan sonra, m üellifin o
tarih te bizzat kalem e aldığı m ukaddim enin son sa tırla rın ­
dan sezm ek kabil olacaktır, kanaatındayız. Böyle kahra-
m anane yazılm ış bir eserin, XIV. Louis’nin dehşet verici
bir istib d at devrinin henüz devam ettiği ve bu yam an h ü ­
24 İ R A N M E K T U P L A R I

küm darın ölüm ünden sadece altı sene sonra neşredilm iş


olduğu unutulm am alıdır.
E serin m uvaffakiyeti çok büyük oldu; çıkan baskılar
sü r’atle kapışılıyor, bitiyordu, A rtık M ontesquieu zam a­
nın büyük şöhreti olm uştu; salonların, ilim, san’at ve fel­
sefe m eclislerinin aranan ve fısıldanan sim asıydı. Bu iki
ciltlik eseri, fik ir ve siyaset alem inde derin bir sarsıntı
yapm ıştı. V oltaire: (Acaba, deyordu, dünyada İra n m ek­
tu p ların d an daha kuvvetli şey varım dır? Acaba, hüküm eti
ve dini daha ziyade ihtim am la ele alan daha m ükem m el
bir eser yazılm ış m ıdır?); beri ta ra fta J. J. Rousseau ise:
(Size azam etli bir eser tavsiye edeceğim :' İra n m ek tu p la­
rı!) diyordu. V illem ain, 1825 tarih in d e Fransız edebiya­
tı derslerinde, eser hakkm daki duygularını şöyle hülâsa
eder: (M ontesquieu, bu eserinde B ru y ére’in usulunu k u l­
lan m ak tad ır; eşhasa canlı, iğneli çizgilerle yaklaşm akta,
onlara bu v asıtalarla hay atiy et v erm ek te; alaylı, m ü frit
ve geniş b ir karih an ın vâsi sahalarında cevelan eylem ek­
tedir. O da Pascal gibi hem en daim a asabî ve cesûrane
cüm lelerle konuşm akta ve vaktiyle P ascal’ı titre tip ko r­
kutm uş fazla hissi h ay allerle e tra fı görm ektedir. E serin
lezzet ve ihtişam ı büyüktür. Y aşanılan devrin siyaseti ve
felsefî görüşü pek derin b ir k u b retle tah lil edilm ektedir;
bu çeşit yazılar ise, F ran sa için pek yenidir. Hele, XIV.
Louis’nin ölüm ünden altı sene sonra neşrolunan eserin,
saltan at tarafın d an silindirilm iş, yoksul bırakılm ış F ra n ­
sa’da gördüğü azam etli rağ b et ve m azhariyetin m anâsı
kolayca anlaşlılır. H er şey eserde m ev c u ttu r: înanilm az
şeyler, iğneleyen h akikatler, itik atlar, k ad er ve m ağ fire t;
P a ris’in m uhteşem salonları ve A vrupa siyaseti... hepsi...
evet hepsi 1.

(1) — İ r a n ’n ın şim a l d o ğ u su n d a k i U z b e k ista n ad ı v e rile n b ir


d iy a rd a n geldiği iç in k e n d isin e U sbek ad ı v e rile n b ir
İ R A N M E K T U P L A R I 25

İ ra n lı p ren s, o ta r i h te İ r a n ’ın b aş ş e h ri o la n İ s f a h a n ’­
d a k i m u h te şe m s a ra y ın ı, d ebdebe ile g eçen b ir h a y a tı,
d ü n y a la r k a d a r güzel k a rıla r ın ı, m u ti k ö le le rin i, h a r e m -
a ğ a la rın ı te r k e d e r tk R ik a a d ın d a k i d o s tu ile G a rb ’a
d o ğ ru s e y a h a ta çık ar. B u s e y a h a tin âm ili ik id ir. B iri
z a h irîd ir; o da, g ittik ç e ço ğ a la n ş a h s î d ü ş m a n la rd a n
u z a k la ş m a k tır: (H albuki, g e n ç liğ im in d a h a ilk ç a ğ la ­
r ın d a s a ra y a in tis a p e tm iştim . H a ttâ , o d e m le rd e k a lb i­
m in ta p ta z e ve te r te m iz o ld u ğ u n u söyleyebilirim . A h,
n e ta tlı e m eller b esliy o rd u m ! F a z ile t ve in s a n iy e t b ü tü n
h ü ly a larım d a , b e n im ... se y y ia tı g ö rd ü k çe, h a lâ s ç a re le ­
r in i a r a ş tır ır , şid d e tle k a ç a rd ım ... A m â, çok geçm ez, a r ­
k a s ın d a n d ö n e r, o n a y e n id e n y a k la ş ır ve b u ş e a m e tin
h a k ik a tin i ö ğ ren m e ğ e ç a b a la rd ım . B u h a k ik a ti ta ç ve
ta h t ı n t a a y a ğ ın a k a d a r g e tirird im ! O z a m a n a k a d a r b i ­
lin m e y e n b ir dille e tr a f ım a h a y k ırırd ım . D a lk a v u k lu ğ u
y e rin d ib in e b a tır ır, a y ıp la rd ım . H a y r a n la r la m a h b u b e -
le ri d e is tis n a e tm e z d im !...
L â k in , h e y h a t! B u a ç ık y ü re k liliğ im in m ü k â fa tı n e
o ld u ? H iç! sadece, e tra fım ı d ü ş m a n la rla k u ş a n m ış b u l­
d u m ! H ele h ü k ü m d a rla r d a n iltif a t g ö rm e y e n N a z ırla rın
ş a h la n a n h a s e tle r i b e n i b o ğ a c a k ra d d e y i b u ld u !...
H alb u k i, iç in d e n ç ü rü m ü ş b ir s a ra y d a , b e n i a y a k ta
tu ta b ile n n a h i f b ir f a z ile tte n b a ş k a n e id i? B öyle o lu n ­
ca da, b e n im için, h a lâ s ç a re si s a ra y ı te r k te n ib a re tti-
İş te b e n de b u n a k a r a r v erd im , z a te n !... (8 n c i m e k tu p )
İk in c i ve asıl â m il ise, İlm î h a k ik a tle r i b ü tü n v u s’-
a tle rile görm ek, a r a ş tır m a k tı; b a ş k a ik lim le ri, b a ş k a i n ­
s a n la rı, o n la rın h u y la rın ı, d u y u şla rın ı, ilim ve s a n ’a t
sev g ilerin i, se zişlerin i, g ö rü şle rin i, a h lâ k la rın ı, d in î t e ­
lâ k k ile rin i, d ev let id a re ta r z la r ın ı y e rin d e görm ek , i n ­
ce le m ek ti; s o n r a d a o n la rı y u r tla r ın a a k s e ttirm e k , ib r e t
a lm a k , ö rn e k a lm a k , is tifa d e e tm e k ti; işte s e y a h a tin
asıl gaye ve m a k sa d ı, y a n i e s e rin de a n a h ed e fi, m e v ­
zuu, h a m û le s i ve k iy m e ti h e p si b u d u r
Ş im d i a c ab a , m ü e llife ilim u ğ r u n a b u k a d a r m e z a -
h im ve b e ş a k k a te göğüs germ ek , e se rin e b u n u m ev zu
seçm ek ilh a m ı n e re d e n gelm işti? Biz b u çok m ü h im
s u a lin ce v ab ın ı e s e rin iç in d e b u ld u k , za n n ın d a y ız .
26 İ RAN M E K T U P L A R I

F ilh a k ik a , e se rin m u h te v i o ld u ğ u b ir k ısım m e k tu p ­


la rd a n , m ü e llifin İslâ m d in ve g elen e k lerin e , h â d isle re
çok b ü y ü k e h e m m iy e t v erd iğ i h iç b ir su re tle in k â r e d i­
lem ez. İ s lâ m d a ise, ilm e, ilim u ğ r u n a y o lla ra d ü şm ey e
v e rile n b ü y ü k eh e m m iy e t ve iltif a t a ş ik â rd ır, iş te biz
b u vesile ile. m ü e llifin g ö ste rd iğ i h a k lı se b ep le ri t a ­
m a m la r m ü lâ h a z a sile , P e y g a m b e r E fe n d im iz in b ir k aç
h â d is şe rifle rin i yazm ay ı y e rin d e b u ld u k : R is a le tp e n â h
E fe n d im iz in m ü m ta z iy e tle rin d e n b iri de, ilim ve ir f a n a
m e clu p o lu şları, b ü y ü k b ir m u h a b b e tle b a ğ lı b u lu n u ş ­
la r ı id i; b u y u ru y o rla r ki:
(İlm i ö ğ re n in iz ç ü n k ü , A lla h u ğ r u n d a ilm i ö ğ re n ­
m ek b ir h a s e n c d ir. İlim d e n b a h s e tm e k n a m hüdayı
te ş b ih tir. İlm i a r a m a k c ih a ttır . İlm i ta h s il, ib a d e ttir.
İlm i ta lim , sa d a k a d ır. İlim e h lin e iltif a t etm ek , H ak
T â lâ ’y a y a k la ş m a k tır. Ç ölde en isim iz ilim d ir. Y alın ız-
lık ta d o st ilim d ir. A rk a d a ş la r d a n m e h c u r k ald ığ ım ız z a ­
m a n , e n v e f a k â r refik , ilim d ir. İlim bizi s a a d e te isâ l
ed e r; s e fa le tte n vik ay e eder. İlim z in e tim iz d ir. D ü ş m a n ­
la rım ız a k a r ş ı silâ h ım ız ilim d ir... İlm i, Ç in ’de b ile o lsa
ta le p e d in iz ... İlim u ğ r u n d a v a ta n ın ı te r k eden , A llâ h
y o lu n d a a d ım a ta r!..
U le m a n ın k a le m le rin d e n d a m la y a n m ü re k k e p ş ü h e ­
d a n ın k a n ın d a n m übecceldir!.. H â lik in â s a r ın ı b ir s a a t
te e m m ü l e tm e k y e tm iş se n e ib a d e tte n h a y ırlıd ır!.. B ir
s a a t ilim ve ir f a n m e clisin d e b u lu n m a k b in şe h id in c e n a ­
zesin i te şy i e tm e k te n , b in gece n a m a z k ılm a k ta n d a h a
k iy m e tlid ir!.. İlim ve u le m a y a h ü r m e t e d e n b a n a d a h ü r ­
m e t e tm iş o lu r... H er şeye v u su l iç in b ir ta r i k v a rd ır;
C e n n e tin ta r ik i ise ilim d ir ... İlim ve ir fa n , m ü m in in g a ip
o lm u ş b ir m e ta ıd ır; o n u n e re d e b u lu r s a alır... İlim h a ­
z in e d ir, a n a h ta r ı ise su a ld ir. İ lm in d e n is tifa d e o lu n a n
b ir a lim b in â b id d e n h ay ırlıd ır!...»

B üyük m üellif eserinin ikinci baskısını yine 1721 de,


üçüncü baskısı ise ölüm ünden bir yıl önce, yani 1754 yı­
lında bazı ilâvelerle yaptı. Ö lüm ünden sonra, 1758, 1897,
1929 ve 1954 y ıllarında eksiksiz baskılar yapıldı.
B ütün eser 161 m ek tu p tan ib arettir.
İ R A N M E K T U P L A R I 27

M üellif m ektuplarında ay lar için Acem isim leri ve y ıl­


lar için de Romen rak k am ları kullanm ıştır.
M ontesquieu, İra n m ekıupları.ndan sonra dü nyaya şu
eserleri verm iştir:
1722 de (D ialoque de Sylla et d’E ucrate) ; 1723 de
(De la politique) ; 1924 de (R éflexions sur la m onarchie
u n iv erselle); 1727 de (Le voyage à Paphos).
1727 de F ransız A kadem isi’ne aza seçilerek ölm ezler­
den oldu. 1729 da İn g iltere’ye giderek L ord C hesterfield’-
in iki sene m isafiri oldu. O rada L ondra k ıraliy et cem iyeti
azaiığına kabul olundu. 1731 de te k ra r F ra n sa ’ya avdetle
B ordeaux akadem isinde bir çok m u h tıra la r okudu. Az son­
ra da şatosuna çekildi. 1734 de (R om alıların itilâ ve in ­
h ita t sebepleri üzerinde m ülâhazalar) adlı m eşhur eserini
neşretti. 1748 de C enevre’de iki ciltlik dünyaca m eşhur
(K anunların ru h u ) adlı k itabını yayınladı. 1749 tarih in d e
kilise tarafından, A llâh’ın vahdaniyetine in an an vehy ve
ilham atı red eden felsefe m esleğine m ensup (déiste) deye
itham edilerek hücum lara m aruz kaldı. 1750 de (K anun­
ların ru h u n u m üdafaa) adlı eserini yazdı. 1752 de A nsiklo­
pedi için (üslûp, tarz, fikri letâfet, y a h u t hissi tak d ir)
m anâsına gelebilen (goût) m akalesini yazdı.
A rtık ihtiyarlam ış, yorulm uştu. Y ıllardır Brède şato­
sunda h ay ır ve h asen atla öm ür sürüyordu. Senenin bir kaç
ayını P aris de geçirm eği itiy at etm işti; yine böyle b ir zi­
y a re tte iken, 10/Ş ubat/1755 tarih in d e öldü... 66 yaşında
idi...
Bu büyük insan gözlerini dünya n u ru n a yum arken, di­
ğer büyük in san lard an : d’Holbach, 28; M arm ontel 32;
d’A lem bert 38; H elvétius 40; Condillac 40; V attel 41;
D iderot 42; J. J. R ousseau 42; H um e (David) 44; B uffon
48; V oltaire 61 yaşında id iler; evvelce işaret ettiğim iz gi­
bi, büyük hay ran ı ve en büyük tilm izi M arki B eccaria ise,
bu ta rih te daha 17 yaşında bulunuyordu.
M U H İD D İN G Ö K LÜ
İ R A N M E K T U P L A R I 29

BİRİNCİ M E K T U P i 1)

Usbek’ten dostu Rustan’a

İSFAHAN

K u m şehrinde ancak b ir gün kaldık. D ünyaya on iki


peygam ber doğurm uş azize 2 nin tü rbesine derin b ir ta
zîm ile eğildikten sonra, yolum uza devam e ttik ve dün,
yani oradan hareketim izin tam yirm i beşinci günü T ebriz
şehrine vasıl olduk...
Belki de ben ve E i k a, ilim ve m arifet, akıl ve h ik ­
m et uğruna, b u n ları bulm âk em el ve hülyasile öz vatan ın ı
te rk te n çekinm iyen, ra h a t ve huzur dolu b ir h a y a tı silküp
atabilen n ad ir Ira n lıla r’dan iki kişiyiz.

( 1 ) — B u b irin c i m e k tu p e s e rin 1721 ta r ih li ik in c i b a s k ıs ın d a


m ü e llif ta r a f ın d a n ç ık a rılm ıştır.

(2) — H a z re ti F a tim e - tü l - Z e h ra , P e y g a m b e r H a z re ti M u h a m -
m e d ’in kızı ve H a z re ti A li’n in zevceleri.
30 İ R A N M E K T U P L A R I

H albuki, biz m am ur ve m üreffeh b ir diyarda dünyaya


gözlerim izi açm ıştık. Amâ, b u diyarın e tra fın ı ih ata eden
h u d u tlar, m üfekkirlerim izin de h u d u tla rı olam azdı, bunu
aslâ kabul edem ezdik. Zekâm ızı sadece şa rk ’ın m eş’ale
sile aydınlatm ağa nasıl yetinebilirdik?
İh tiy a r ettiğim iz bu seyahat hakkında orada söylenen­
leri bana yazm alısın. Senden m edih ve stayişkâr sözler
hiç beklem iyorum . Ç ünkü bu hareketim izi tasvip edecek
insanların bolluğuna hiç de inandığım yok..
M ektubunu ERZURUM ’a gönderirsin. O rada birkaç
zam an kalacağım . A llah’a ism arladık, sevgili Rustan.
D ünyanın neresinde olursam olayım, daim a vefakâr bir
dostun olduğunu aklından çıkarm a.

T ebriz, 15/N isan/1711


İ R A N M E K T U P L A R I 31

M E K T U P 2

U sbek’te n b a ş h a re m a ğ a s ın a ,

İ s f a h a n ’d ak i sa ra y ın d a .

Sen, şim di İra n ülkesinin en ihtişam lı güzellerinin


bekçisi bulunuyorsun. Şu halde, dünyada benim için en
aziz ve en kıym etli olan şeyleri bile sana, senin em anet
ve m ahrem iyetine tevdi etm iş oluyorum : bu sebeple an ­
cak benim için açılabilecek k apıların a n a h ta rla rı elinde
tutuyorsun! Böylece, kalbim in en paha biçilm ez hâzinesi
m uhafaza altında, tam b ir selâm et ve sükûnla duruyor.
G icenin sessizliğinde olduğu kadar, günün g ü rü ltü le ri
içinde de vazifesini ayni titizlikle yapıyorsun. Birazcık sal-
lansa, hem en yorulm ak bilm eyen ihtim am ve basiretin, fa­
zilet ve ism eti destekleyip tutuyor. Siyanetindeki kad ın ­
lar vazifelerinden sıyrılm a arzusuna kapılsalar, hem en
şahlanıp bu em ellerini yıkıyor, cesaretlerini ta ru m a r ed i­
yorsun. Hülâsa, azizim, sen, seyyiatın k a h h a r vurucusu
ve sadakatla vefanın bükülm ez dayanağısın!..
Sen onlara em irler verir, onlar da bu em irlere itaat
gösterirler. Böyle olm asına rağm en, her arzılarm ı da körü
körüne yapm aktan çekinm ezsin, tıpkı saray k an u n ların ı
onlar hakkında körü körüne tatb ik ettiğin gibi. En h akir
hizm etleri bile onlara yapm aktan ötürü göğsün k a b a rır;
m eşrû istekleri karşısında esirlerinin esiri m enziline in e r­
sin. Amâ, buna m ukabil nam us ve hayanın, edep ve m ah­
viyetin d ü stu rların ı tehlikede görünce de, kendini tıpkı
benim yerim e koyar, öylece savlet eder, em irler yağdı
rırsm ...
32 İ R A N M E K T U P L A R I

Sakın unutm a, esirlerim in sonuncusu, yani bir hiç


iken, seni elin d en tu tu p bu m evkie ben getirdim ; ve k a l­
b im in b ü tü n huzuzatım teşkil eden şeyleri senin v efak âr­
lığına ben em anet ettim ....
A şkım ın ateşini yakan bu nazeninlere en derin rahim
v e şefkatim esirgem iyeceksin! Böyle olm asına rağm en de
tâb iiy e t ve m erb u tiy etlerin in son haddini hissetm elerini
de tem in edeceksin! Saf ve m asûm arzu ların ın hepsini
y erin e getirm ek ten zinhar k u su ru n olmasın! Ü züntü ve
en d işeleri olursa, tevil et, oyala, aldat ve fak at m uhakkak
iç h u z u rla rın ı sağla! G önüllerini m üzikle, danslarla, nefis
içkilerle şenlendirm eye gay ret et! Sık sık a raların d a top­
lanıp v a k it geçirm elerini tem in et! Ş ayet ta b ia ta çıkm ak
isterlerse, götürebilirsin. Am a, etra fla rın d a koşuşm ak
hevesine kapılacak çapkınlardan onları koru! Hele ru h
b errak lığ ın ın aynası olan tem izlik ve intizam ı ihm al e t­
m em elerine bilhassa dikkat edesin! A ra sıra da onlara
beni yadet! Ah! O nlara ne k ad ar h asret olduğum u b ir bil-
sen! A llâha ism arladık.
T ebriz, 18/N isan/1711

M E K T U P 3

Z a k i’d e n U sbek’e

T ebriz

Baş harem gâhına, bizi k ıra gezm iye götürm esini söy­
ledik, götürdü. Yolda başım ıza hiç bir şey gelm ediğini o
sana yazar her halde.
İ R A N M E K T U P L A R I 33

Sıra ırm ağı geçm iye gelince, hepim iz arabalarım ızdan


indik; her birim iz tah ta re v a n biçim indeki b ire r sandukaya
yerleştik, h er sandukayı da iki esir um uzlayarak ırm ağı
geçtik ve kim se tarafından görülm üş de olm adık....
Oh, sevgili Usbek, İsfah an ’daki sarayında benim için
yaşayabilm ek ne m üşkülm üş!... B ir saray ki, m azideki
saadetlerim i m ütem adi su re tte bana yadettiriyor!.. A rzu­
larım ı h e r gün daha büyük b ir şiddetle kam çılıyor!.. Sa­
ray ın o köşesinden bu köşesine b ir başı boş insan gibi ko­
şuyor, hep seni arıyor ve istiyorum . Lâkin, heyhat! Seni
bulm ak bir tü rlü kabil olm uyor, sadece solup geçmiş m u t­
luluğum un öldürücü h a tırala rile karşılaşıyor, ölüyorum !
Bazı defa, seni öm rüm de ilk defa nasıl kucaklayıp kolla­
rım da sıktığım yere geliyorum , işte burada h er şey deği­
şiyor, kaskatı kesilip, donuyorum ! Bazı defa da, senin biz
m ahbubelerini biribirim izle cenkleştirdiğin yere geliyo­
rum . H ey gidi hey, o zam anlar h e r birerim iz güzellikte
kendim izi diğerlerinden çok ü stü n görür, başım ız göklere
varırd ı. Hepim iz süs ve zinetlerle kendim izi donatıp he-
lâk oluncaya k ad ar parıldam aya çalışır ve sonra önünde
arzı endam ederdik. Sen ise, bu ince san’atım ızı büyük
b ir zevk ve beşaretle tem aşa ederdin. B ütün varlığını n a ­
sıl sarsıp seni huzuzata sürüklediğim izi, aşk ihtirasının
k a n a tla rın ı nasıl göklere doğru sürüklediğim izi h a y re tle rle
syreder, derin b ir m esti içinde m es’u t olurdun. Lâkin, çok
geçm ezdi ki, bu su n ’î cazibelerden hem en bıkar, tabiî gü­
zelliklerin h asretini duyar, ye bizde onları a ra rd ın : bu se­
beple h ü n e r ve m arifetlerim izin eseri olan bediaları bir
ham lede devirir, silerdin: bizi bu sun’îliklerden adeta yı
kar, k u rta rm a k için çırpınırdın. İsterdin ki, karşına sade­
ce A llah’ın verdiği nim etlerle, güzelliklerle daha doğrusu
sadeliklerle çıkalım!
Aslâ hicab ve nam us duygusunu hesaba katm azdım .
B ütün arzum beğenilm ek, sevilm ek ve seni fethetm ekti.
İ r a n M e k tu p la rı F.: 3
34 İ R A N M E K T U P L A R I

M uvaffakiyet biricik em elim di.. N e m utlu sana Usbek!


G özlerinin önüne sadece lâta fe tle r serili, sadece güzellik­
leri görebiliyorsun! H uzuzat biricik gıdan! Biz seni uzun
zam andanberi, huzuzattan huzuzata koşar bulduk. M üte-
havvil ve m ü tered d it ru h u n hiç bir yere takılıp kalm adan
m ütem adi cevelan halinde. H albuki, bizim b ü tü n em elim iz
senin tarafın d an sevilm ek, okşanm ak, buselerinle k a v ru l­
m ak tı; hepim izin senden dilendiği, istediği sadece buydu.
Sen ise, sonu gelmez tahavvüllere m eclûp, her gün yeni
em irler, ağırlaşan ita a t şekillerinin özleyişlerde kıvra-
nırdm !
Sana itira f ediyorum ,U sbek, içimde uyanan ve h er
gün şiddetini çoğaltan bir arzu ile yine senin olm ak, se
nin tarafın d an çılgınca sevilm ek istiyorum . N asıl da yavaş
yavaş kalbinin hâkim i olm uştum ; beni önce delice sevm iş,
sonra da te rk e tm iş tin ; daha sonra yine bana dönm üş ve
ben seni zabtetm esini bilm iştim . B ütün m uzafferiyet b e­
nim olmuş, rakibelerim e ise, sadece üm itsizlik kalabilm iş­
ti. Bizim için sanki b ü tü n dünya bizden ibaretti. E tra fı­
mızı ihata eden şeylerin ehem m iyeti kalm am ıştı. R akibe-
lerim , senden nail olduğum aşkı gözleri kam aşarak tam a-
şaya nasıl da cesaret edebilm işlerdi! Şayet bendeki ta
h avvülleri sarahatle görebilm işlerse, bu hiç şüphe y o k tu r
ki, aşkım ın onlarınkinden olan farkından, başkalığından
geliyordu. Şayet fizik güzelliklerde benim karşım a çıkm ış
ve boy ölçüşm ek istem işlerse de, hassasiyetim le boy ölçüş­
m eye cesaret gösterem em işlerdi....
L âkin şimdi neredeyim ? Bu artık hayal olm uş boş
m asal beni nerelere sürüklüyor? Hiç sevilm em iş olm ak
çok büyük bir zillet!...
Sen bizleri, vahşî diy arlard a avare avare dolaşm ak
için te rk etm iş bulunuyorsun, Uzbek. Nasıl! D aha çok se­
vilm ek için m i bu işe atıldın? H eyhat! H albuki, sen neler
kaybettiğini bile hesapliyam ıyorsun! Aslâ duyulm ayan ah
İ R A N M E K T U P L A R I 35

ve eninlerle bitiyorum . Göz yaşlarım dinm iyor ve sen b u ­


na hiç aldırış etm iyorsun. Sanki b ü tü n saray, senin aşkı­
nın ateşile yanıyor; halbuki, sen hissizliğinle başbaşa v e r­
m iş, her an biraz daha uzaklara kaçıyorsun! Ah! Benim
sevgili U sbek’im, b ir m es’u t olm ayı bilebilseydin!
F a tîm e ’n in s a ra y ın d a n , 21/M art/1 7 1 1

M E K T U P 4

Z efis’d cn U sbek’e

E rz u ru m

N ihayet bu siyahi ejderha 1 beni kederden öldürm eye


azm etti. B ütün kuvvet ve nufuzunu k u llan arak esirim
Z e 1 i d’ i benden ayırm ak istiyor. O Zelid ki, b ü tü n
hizm etlerim i candan yapar, becerikli ellerile etrafım ı
süslere, güzelliklere garketm esini becerebilen tek insan­
dır.
H attâ, zalim siyahi, bu ayrılığın sadece kederlere yer
bırakm asına da razı olm uyor, illâ da şeref ve ism etim i çiğ­
nem eye yelteniyor!....
G üya, esirim e olan düşkünlüğüm ona olan em niyet
ve takdirim den gelm iyorm uş ta, behim î duygulardan k ay ­
nayan cürm î hev esattan geliyorm uş!
O kuzgunî m el’unun yüzünü görm em ek için h er gün

(1) — B a ş h a re m a ğ a sı.
36 İ R A N M E K T U P L A R I

h uzurum dan koğuyorum . D urm ağa m ecbur olduğu kapu


arkasında ise, canı sıkıldığından bu gibi canîyana şeyler
u yd urm aya başlıyor. Yok bazı şeyler duyuyorm uş, yok b a­
zı şeyler görm üşm üş! H ain adam , bu duyduğunu veya gör­
düğünü iddia ettiğin şeyleri, ben hayalen dahi tasavvur
edemem!...
İşte sevgili Usbek, bu sebeple çok betbahtım ! Ne uz­
letim , ne de faziletim bu alçağın şüphelerinden beni ko
ruyam ıyor. D üşün, bir adi esir gelsin de zehirli hançerini
ta senin kalbine k ad ar saplam ağa cü r’et etsin!
Tabiî, bu ahvalde bana da kendim i m üdafaa düşüyor!
Lâkin, hayır! Böyle bir m üdafaaya aslâ geçmiyeceğim.
Zira, bu, alçakça ith am lar karşısında m ü d afaalara k alk a­
cak, m üdafaa delilleri serdedecek k ad ar kendi nazarım da
da alçalam iyacağım ! B enim yegâne m üdafaam , iffet ve
ism etim in tek garantisi sensin, senin aşkın, senin itim a­
dındır... Benim tarafım dan da b ir delil isteniyorsa, sa­
na olan aşkım ve dinm ek bilm eyen acı göz yaşlarım !...
F a tim e ’n in S a ra y ın d a n , 2 9 /M a rt/ 1711.

M E K T U P 5 (i)

R u s ta n ’d a n U sbek’e

E rz u ru m

İsfahan’da her kesin konuştuğu sensin. A lem senin

( 1 ) — B u m e k tu p e s e rin 1721 ta r ih li ik in c i b a s k ıs ın d a m ü e llif


ta r a f ı n d a n çık a rılm ıştır.
İ R A N M E K T U P L A R I 37

buradan gidişini ağzına sakız yapm ış, çiğniyor. B azıları


bu harek etin i deliliğine, bazıları da güya çektiğin k ed er­
lere veriyor. Yalnız dostlarındırki, seni m üdafaa ediyorlar.
Am a gel gör ki, kim seyi de ikna edebildikleri yok! Senin,
karılarını, ebeveynini, dostlarım , öz ülkeni terkedip meç
hul d iy arlara düşm ene bir tü rlü akıl erdirem iyorlar...
R ika’nın annesi bir tü rlü teselli bulam iyor. O ğlum u o
benden uzaklaştırdı, deye tu ttu rm u ş, illâ da geriye gön­
derm eni istiyor...
B ana gelince, aziz Usbek, seni ve b ü tü n yap tık ların ı
anlam ağa çalışıyorum ; lâkin heyhat! Y okluğunu doldura-
m iyor, b ü tü n çabalam alarım a rağm en seni m âzur göre­
m iyorum . Bana istediğin kadar sebepler, m ecburiyetler,
zaru retlerd en bahset; nafile Usbek, kalbim b u n larla rah a t-
layam ıyor. A llâha ism arladık, beni daim a sev!...

İs fa h a n , 28/M ayıs/1711

M E K T U P 6

U sbek’te n d o stu N E S S İR ’e

İsfa h a n

E riv an ’dan bir günlük yolculuktan sonra, İra n ’ı ter-


k ettik ve T ürk hakim iyetinin top rak ların a girdik... On
iki gün sonra da, E rzurum şehrine vasıl olduk. B urada
üç veya d ört ay kacalağız....
Sana itira f etm eliyim , Nessir, İran to p rak ların ı göz­
38 İ R A N M E K T U P L A R I

d e n k a y b e ttiğ im v e k e n d i m i s e r t O s m a n lI l a r ın a ra s ın d a
b u l d u ğ u m a n d a , iç im i d e r i n b i r e l e m y a k t ı.
V atanım , ailem ve dostlarım ... hepsi m üfekkirem de
uyanm ışlar, canlanm ışlardı. K albim şefkat ve m uhabbetle
dolup taşm ağa başlam ıştı... Bazı endişeler şahlanm ış ve
sadece kendi huzurum için çok ilerilere gittiğim i bana
acı acı hissettirm işti.
F ak at kalbim i en çok parçalayan karılarım dı. O nları
düşündükçe, iztırap tan kahrolacak dereceye geliyordum .
B unun da sebebi aslâ onlara beslediğim aşktan ileri gel­
m iyordu. Çünkü, onları düşündüğüm bu anlarda uyuşu­
yor, katılaşıyordum ve bu halde de hiç b ir isteğin zebunu
olam azdım . Yaşadığım saraylarda aşkı daim a önlemiş, kül-
lem işim dir; duyduğum bir aşkı daim a başka bir aşkla
tah rib e m uvaffak oldum ... L âkin ne g a rip tir ki, bu his­
sizlik ve kayitsizlik içinde bile, gizli bir kıskançlık ejder-
hasile de m ütem adiyen kem irilm işim dir.......
G özüm ün önüne hem en hem en kendi hallerine m etrû k
bir grup başı boş kadın geliyor. Bu v arlık lar hakkında
fena h ab erler yollayan hizm etim deki kim seler ise, alçak
ve denîlerden ibaretm iş, heyhat!....
D üşün kendi esirlerim in bana sadık ve m ûtî olup olm a­
dıklarından em in olmıyayım ! Ya değillerse deye yanayım !
A ştığım bu uzak diy arlard a ne acı h a b e rler alm ıyo­
rum ! B una dostlarım ın bir çare bulam am ış olm aları da ne
hazindir! H albuki, b u ralard a bazı m ahrem h ab erleri alm a­
m ak, bilm em ek daha hayırlıdır. Am â bu im kânı tem in ede­
cek h ay ırh âh babayiğit nerede? O rtalığı b irbirin e katan
tan ta n alı bir ceza yerine, k a ra n lık ta kalm ış b ir cürm ün
cezasız kalışını bin k erre tercih etm ezm idim ?... 1
B ütün bu acılarım ı kalbine dolduruyorum , sevgili Nes-
sir, bu vaziyette heyhat! tek teselli de bundan ib aretti...
E rz u ru m , 1 0 /H a z ira n /l7 1 1
İ R A N M E K T U P L A R I 39

( 1) - ......................................................................................................................................
İşle n d ik le ri b ir k e rre is p a t o lu n d u k ta n so n ra , u z u n
z a m a n z ih in le rd e n silin m iy e n şe n î c ü rü m le ri ir tik â p ed ip
h a lâ s yolu k a ç m a k ta b u la n c a n a v a rla r ın le h in e h iç b ir
m u r u r z a m a n m e v c u t o lm a m a lıd ır. F a k a t e h e m m iy e ti az
ve sebep o ld u ğ u te s ir ve h e y e c a n s a th î o la n s u ç la r iç in
v a ta n d a ş la r ın a r tık k e n d i m u k a d d e r a tla r ın ın e n d işe le ­
r in d e n k u r tu ld u k la rı b ir z a m a n ı te s b it etm ek , y e rin d e
o lu r.
B u fa rk ı y a p m a n ın sebebi şu d u r: İk in c i h â ld e , su çu
u z u n z a m a n s a k la m ış o la n k a r a n lık ve m e ç h u liy e t a r ­
tık s u ç lu n u n cezasız k a lm a s ı k o rk u s u n u b e r ta r a f e tm e k ­
te, ve o n a te k r a r iyi b ir in s a n o lm a k im k â n ın ı b a h ş e y -
le m c k te d ir................................................................................
H e r ş a h s ın k e n d i n e fs in i s iy a n e t e tm e k h a k k ı, t a ­
b iî b ir h a k tır. H alb u k i, ş a h s ın k e n d isin e a it m a lla rı m u ­
h a f a z a ve siy a n e t h a k k ı ise, c e m iy e t h a y a tın d a n d o ğ a n
İç tim a î b ir h a k tır . R a h m ü ş e fk a t d u y g u la rın ı b o ğ a ra k ,
in s a n o ğ lu n u b ü y ü k c ü rü m le r işlem eye ite n am ille r p ek
n a d ird ir. B u n a m u k a b il, r e f a h iç in d e y a ş a m a k ih tiy a c ı
ile k ıv r a n a n in s a n oğlu, h u k u k î m e sn e d i a n c a k iç tim a i
m u k a v e le d e b u lu n u p k a lb in d e y er e tm iy e n b ir h a k k ın
ih lâ li a rz u s u n u h e r a n d u y a b ilir.......
İş te b u ik i s ın ıra m e n su p su ç la rın te k e v v ü n ü i h t i ­
m a li ta m a m e n fa rk lı k a n u n h ü k ü m le rin e d a y a n m a lıd ır.
N a d ire n işle n e n b ü y ü k c ü rü m le rd e , m a z n u n u n m a s û m i-
y e ti ih tim a li, d â v a m ü r u r u z a m a n ın ı u z a tm a lı ve f a k a t
t a h k ik a t m ü d d e tin i ve m u h a k e m e y i k ıs a ltm a lıd ır
B il’ak is e h e m m iy e tle ri az su ç la rd a , su ç u n işle n m iş
o lm a sı ih tim a li d a h a k u v v e tli o lm a k la ta h k ik a t m ü d d e ­
tin i a z a ltm a lı ve fa k a t b u n a m u k a b il d a v a m ü r u ru z a ­
m a n ın ı k ısa ltm a lıd ır. .........................................................
M er’î p re n sip le re d e rin b ir iz tir a p la b a k ıla c a k o lu r ­
sa, ceza m e v z u a tın ı ve iç tih a tla r ın ı te d v in ve te s is te h e ­
m e n h e m e n a k ıl’a h iç d a y a n ılm a m ış o ld u ğ u n u k a b u l e t ­
m e k z a r u re ti doğuyor. B u s u re tle e n şenî, e n m e ş’u m ve
e n m e v h u m su ç la r için, y a n i işle n m iş o lm a la rı ih tim a li
e n az o la n su ç la r için, e n za y if ve m e şk û k k a r in e le r d e ­
lil m a h iy e tin d e k a b u l o lu n u y o r, d em ek tir.
40 İ R A N M E K T U P L A R I

Böylece, sa n k i k a n u n la r ın ve h â k im le rin is te d ik le ri
şey, h a k ik a tin kend ir,in i a r a ş tır ıp m e y d a n a ç ık a rm a k
o lm ayıp, h e r h a n g i b ir c ü rm ü is p a t ed ip o r ta y a a tm a k ­
t a n ib a re ttir ! K ezalik, m e şk û k ve is p a t d e lille ri za y ıf
o la n b ir cü rü m le m a h k û m e d ile n k im s e n in m a sû m o la ­
b ileceği te h lik e s in d e n de p e rv a e tm e d ik le ri m e y d a n d a -
d a d ır!...
İ n s a n la r ın çoğu, b ü y ü k c ü rü m le r iç in o ld u ğ u k a d a r, b ü ­
y ü k fa z ile tle r iç in de b ir z a r u re t o la n b u m u a z z a m m a ­
n ev î e n e r jid e n m a h ru m b u lu n u y o rla r.
İ ş te b u m a n e v i e n e rji, m illi g u r u ru n d u y u ld u ğ u ve
h a lk ın se lâ m e ti iç in k a lb le rd e ih tir a s lı b ir a ş k ın y er
e ttiğ i d e v le tle rd e en m u h te re m fa z ile tle ri ve e n k o rk u n ç
fe lâ k e tle ri sevk ve id a re e tm e k te d ir.
H â k im iy e tle ri sa ğ la m ve â d ilâ n e k a n u n la r t a r a f ı n ­
d a n m ü d a f a a ed ilen m ille tle rd e ise, z a y ıfla m ış ih ti r a s ­
la r d ev let id a re s in i is lâ h ta n ziyade, o n u id a m ey e y a ra r.
B u n d a n d a bizim iç in e h e m m iy e tli b ir n e tic e h a s ıl o lu ­
y o r ki, o d a: B ü y ü k c ü rü m le r d a im a b ir m ille tin i n h i t a ­
tın ı te v lit e tm e z le r.........
B EC CA RİA , SU Ç LA R ve C EZA LA R , fasıl: X III ( T a h ­
k ik a t m ü d d e ti ve m ü r ü r z a m a n ).

M E K T U P 7

F a tim c ’d e n U sbek’e

E rz u ru m

A yrılışından iki ay geçti, sevgili Urbek. Ve ben bu


perişanlık ve yorgunluk içinde, halâ kendim i toparlaya-
İ R A N M E K T U P L A R I 41

m adım , alıştıram adım . Sanki, halâ sarayda yaşıyorm uşsun


gibi her bucağı geziniyor, seni araştırıy o ru m ...
M üm kün değil, b u h ü ly alard an silkinem edim . Seni
daim a kollarında görm eye alışmış, aşkının burhanların^
(lâkin işte, işte!) deye sunm aktan başka hiç b ir m eşga­
lesi olm am ış bir kadın! D ünyaya gözlerini, naz ve nim et­
ler içinde, h ü rriy e ti b ü tü n kem alile kucakliyarak, açtığı
halde, g irifta r olduğu aşkının zebunu olarak esareti k a ­
bullenm iş bir kadın!...
Seninle evlendiğim zam ana kadar gözlerim bir erkek
yüzü görm em işti! G örüp görüşm em e te k m üsaade edilen
erkektin, Usbek! h Zira, bu m el’un h arem ağalarım da e r­
kekten saym am a im kân olamazdı! Senin çehrenin güzel­
liğini, onlarınkinin çirkinlik ve acaipliklerile m ukayese
ettiğim zam an, saadetim in büyüklüğü karşısında gözlerim
bü sbütün kam aşırdı. M alik olduğum erkeğin yakışıklılı­
ğı, hayal ettiğim erkeğin çok fevkindeydi ve ben işte bu
sebeple h ak ikaten m u tlu idim . B unu sana yem in ederim ;
bugün bulunduğum şa rtla rın z aru reti ile m ahpus kaldığım
bu yerden çıkm am a m üsaade edilse, etrafım ı saran m u­
hafızlardan sıvışıp k u rtu lm a im kânı bahşolunsa, ve sayı-
sızsız m illetlerin yaşadığı şu p ay tah tın b ü tü n e rk e k lerin ­
den kendim e b irin i seçme hakkı tanınsa, Usbek, evet sana
yem in ederim ki, yine de senden başkasını seçemem!
D ünyada sevilm eye lâyık senden üstün kim se bulunam az!..
Sen yoksun deye, o k ad ar sevdiğin güzelliğim i hiç ih ­
m al ederm iyim ! B unu aklina bile getirm e. Gerçi beni gö­
ren kim se yok; yok amâ, yine de bu süs püslerin, b ü tü n
bu güzelliklerin bende kalm ası lâzım. Güzel kalm ak ve
daim a sevdiğim in hoşuna gitm ek isterim . Sevilm enin m u-
tad silâhlarını bırakm am ak z aru retin i iyice hissediyorum .

(1) — İ r a n k a d ın la r ı T ü rk ve H in d k a d ın la r ın d a n çok d a h a sık ı


m u h a fa z a a ltın d a d ır. (M ü ellifin n o tu ).
42 İ R A N M E K T U P L A R I

Meselâ, en bayıltıcı kokuları sürünm eden k a t’iyyen y a ­


tağa gitm iyorum . Ah, koynum a girdiğin o m es’u t geceleri
hep h atırlarım . Bazan renkli bir rü y a bu nadide sevgiliyi
getirir, kollarım a yavaşça bırakır! İşte o zam an b ü tü n em el­
lerim le hü ly alarım sarm aş dolaş olur, ve kam çılanan arzu­
larım serm estî içinde kalır!.. Bazı defa da, bu yorucu se-
y a h a tta n bıkup usanm ış olduğunu ve pek yakında bize
döneceğini tasarlarım . İşte, böyle günlerde bir kuş gibi
hafifler, asum anlarda uçar gibi sarayı dört dönerim . Bu
günün gecesi ise, karm a karışık rü y a la rla geçer. Sonra
hem en u y an ır seni y atakta, yanım da ararım , lâkin h ey ­
hat! bulam am , bu defa da benden saklandığına hükm ede­
rim . Böylece beni yakan aşkım , hayalen nail olduğum b ü ­
tü n bu nim etleri elim den alır, hak ik ata y a k la ştırır ve h er
şeyi b e rb a t etm iş olur! İşte her şeyin ta ru m a r olduğu ve
aklım ın başım a geldiği bu zam anlar ihtilaçla tiril tiril t it ­
rerim !..
Şim di sen, b ü tü n b u n lara inanm iyacaksm ! Ah, Usbek,
bu şa rtla r içinde yaşam ak ne m üm kün! D am arlarım da
sanki kan yerine, m ayi hale getirilm iş lav akar! Acaba,
bu derece iyi hissettiğim şeyleri sana izah edebiliyorm u-
yum ? Ve eğer sana iyi izah edem iyorsam , yarabbi, nasıl
oluyor da bunları, bu dehşetli duyguları hissedebiliyorum !
Böyle zam anlarım ızda, senin buselerinden b ir teki için
b ü tü n bir cihani fedadan zerre k ad ar sakınm am !
Bu durum daki bir kadın ne bahtsızdır! Am â, bu bet-
b ah t kadın m u ta t h icran ların ı kalbine göm erek, derin in il­
tiler ve sonsuz ihtilâçlarla h ay atını yaşam ağa m ecburdur!
S aadetten m ahrum bu kadın, h a ttâ sevdiği insanın
m utlu lu ğ u n a bile hizm et edem em ektedir. S arayın ihtişam
ve debdebesinin idam esine gelince, b u n u da sevdiği koca­
sının saadeti için değil, lâkin şeref ve itib ar z a ru re tleri için
yapm aktadır!..
Ah, halbuki, siz erk ek ler hak ik aten çok zalimsiniz!
İ R A N M E K T U P L A R I 43

Sizce, biz kad ın ların arzularının tatm in i m üm kün değil­


dir ve olam az da! T arzı m uam elenizin esbabını da hissiz
oluşum uzda bulursunuz. H akikatan hissiz davrandığım ız
zam anlarda da dünyanın kab ah atim üstüm üze yıkar, biz-
lerle bozuşur, uzun zam an dargın kalırsınız. Sonra, zanne­
dersiniz ki, zam anın u y u ştu ru p u y u ttu ğ u hislerim iz m ü ­
barek yüzlerinizi gösterince, hem encecik canlanır, k am ­
çılanır ve özlenen saadetim ize kavuşm uş oluruz! K endi
m eziyetlerinizle elde edem iyeceğiniz nim etleri, sırf bizim
m izaçlarım ızın nahif ta ra fla rın ı sezerek hem encecik elde
edersiniz!...
A llâha ism arladık, sevgi Usbek, A llâha ism arladık. Se­
ni sevm ek em elile yaşadığım ı unutm a. G önlüm seninle do­
lup taşıyor. G aybubetin seni u n u ttu rm a k şöyle dursun, bi­
lâkis aşkını şiddetlendiriyor! Bu gaybubet şiddetini daha
da a rttırırsa, aşkım ın taham m ül d ıv arların ın çatlayıp güm ­
b ü r güm bür yıkılacağını bil!
İ s f a h a n s a ra y ın d a n , 1 2/H aziran /1 7 1 1 .

M E K T U P 8

U sbek’d e n d o stu R u s ta n ’a
İsfa h a n

M ektubunu halen bulunduğum E rzurum şehrinde al­


dım. O radan ayrılışım ın çok büyük g ürültülere sebebiyet
vereceğini pek alâ tah m in etm iştim . B undan dolayı h ab e­
44 İ R A N M E K T U P L A R I

rine aldırış etm edim . F ıkrince düşm anlarım ın nasihatla-


rın a görem i, yoksa kendi aklım ın rehberliği altında m ı
h arek et edeyim ? B unu bana açıkla!
H albuki, gençliğim in daha ilk çağlarında saraya in­
tisap etm iştim . H attâ, o dem lerde kalbim in tap taze ve te r ­
tem iz olduğunu da söyleyebilirim . Ah, ne em eller besliyor­
dum!.. Fazilet ve iyilik bütün hülyalanındı... Seyyiatı gör­
dükçe, halâs çarelerini araştırır, şiddetle kaçardım.. Amâ,
çok geçmez, arkasından döner, ona yeniden yaklaşır ve
bu şeametin hakikatini öğrenmeye çabalardım. Bı haki­
kati taç ve tahtın ta ayağına kadar getirirdim! O zamana
kadar bilinm eyen bir dille etrafıma haykırırdım. Dalka­
vukluğu yerin dibine batırır, ayıplardım. Hayranlarla
mahbubeleri de istisna etmezdim!....
Lâkin, heyhat! Bu açık yürekliliğim in m ükâfatı ne ol­
du? Hiç, sadece etrafım ı düşm anlarla kuşattı! Hele h ü ­
küm dardan iltifa t görm eyen N âzırların şahlanan haset his­
leri beni boğacak raddeyi buldu...
H albuki, içinden çürüm üş bir sarayda, beni a y a k ta
tu ta b ile n n ahif b ir faziletten başka neydi? Böyle olunca
da, benim için halâs çaresi sarayı te rk te n ibaretti. İşte
ben de buna k a ra r verdim ...
Buna hazırlık olsun deye, evvelâ kendim i ilm e zorla­
dım ve nitekim bunun sonunda da ilm in b ü tü n şubelerine
dehşetli bir m erak sardım . A rtık sarayın hiç bir işine ka-
rışm iyordum . K üçük b ir sayfiyeye çekildim . L âkin bu
m asum inzivanın da kendine göre ağır m ahzurları vardı.
M uhasım larım ın fen alık ların a her an m aruz kalabilirdim .
Zira, şahsî em niyet ted b irlerin in hepsini kaldırm ıştım ...
Bazı m ahrem fısıltıların ehem m iyeti beni vatanım dan
ayrılm ağa m ecbur durum a soktu. Böylece, saraydan ay­
rılm ak vesilesinin m akul sebebini de bulm uş oldum. H e­
m en h ü küm dara gittim . Ona, G arb’ın tefek k ü r tarzı ve
ilim ham ulelerde yetişm ek istediğim i arz ettim H attâ, bu.
İ R A N M E K T U P L A R I 45

yolculuklarım dan taç ve ta h tın da istifadeleri olabilece-


ceğini ihsas ve im â ettim . K iralın gözlerinde lu tû f ve hil-
m iyet, kerem ve teveccüh b elirdi; bu p a rıltıla r rü y alarım ı
h ak ik at yaptı ve ben h u z u rların d an a y rılara k yola çıktım .
Böylece, düşm anlarım dan bir k u rb an k u rta rm ış oldum.
îşte, sevgili R ustan, seyahatim in hakikî sebebi b u n ­
dan ib arettir. Bırak, İsfahan’da istedikleri dedikoduyu
y ap sın lar; sen beni, sadece dostlarım ın önünde m üdafaa
et. D üşm anlarım ın kötü niyetle y a p tık la rı tefsirlere aldı­
rış bile etm e! H er an onlardan gelebilecek kötülüklerin
endişesi içinde yaşam aktansa, böyle daha çok m es’u t bir
insanım!...
Gerçi, onlar şim di hep beni konuşurlar, lâkin çok geç­
mez, beni de tam am ile u n utacaklardır. O zam an düşm anla­
rım .... hayır, R ustan, aslâ kendim i bu hazin düşünceye
terkedem iyeceğim ... Ben onlar için daim a aziz bir dost
kalacağım ; ve onların sadakatlarm a, tıpkı senin sadaka-
tm a inandığım gibi, inanacağım . 1
E rz u ru m , 20/A ğustos/1711.

( 1 ) — ( ..................... Ş a y e t b en , h a k ik a ti a r a ş tır m a la r ım d a ta m
b ir se rb e sti ile h a r e k e t ed e b iliy o rsam , şa y e t u m u m î f i­
k ir ve k a n a a t la r ın fev k in e çık ab iliy o rsam , b u istik lâ lim i
h im a y e s in d e y a ş a m a k ş e re fin e n a il o ld u ğ u m h ü k ü m e tin
â lic e n a p lığ ın a , o n u te ş k il e d e n m ü m ta z s im â la rın ilim
ve ir f a n la r ın a m e d y u n b u lu n u y o ru m !...
S evk ve id a re e ttik le ri in s a n la r ın s a a d e tle rin i is te ­
y e n b ü y ü k tâ c id a r la r ve p re n sle r, h a k ik a tin k a d irş in a s
d o s tla rı u n v a n ın ı ta ş ır la r . B u h a k ik a ti o n la ra , k e n d i in z i-
v a g a h ın d a g ö ste rm ey e k a lk a n b ir feylezof ise, ta a s s u p la
a lâ k a s ı o lm a y a n b ir c e sa re t g ö ste rm iş ve sa d ec e h a k i­
k a tin s ilâ h ın ı k u ş a n a r a k z u lm ü n ve h ile n in s a v le tle rin e
m e y d a n o k u m u ş o lu r .......................................................................
Ş a y e t k ita b ım ı te n k id e te n e z z ü l e tm e k su re tiy le b en i
şe re fle n d irm e k iste y e n le r o lu rsa, b u n u y a p m a d a n önce,
iz a h ın a ça lış tığ ım gayeyi iyice k a v ra m a ğ a g a y re t e tm e -
46 İ R A N M E K T U P L A R I

le rin i is tir h a m ed erim . B u ta k d ir d e m e şrû h ü k ü m e t o to ­


r ite s in i z a y ifla tm a şöyle d u rs u n , lâ k in b ü tü n c e h t ve g ay ­
r e tim in o n u b ü y ü tü p y ü k se ltm e k o ld u ğ u n u g ö recek lerd ir.
F ilh a k ik a , e fk â rı u m u m iy e, k u v v e t ve k u d r e tin fe v ­
k in e yükseldiği, m ü lâ y e m e t ve in s a n iy e t d u y g u la rı h ü ­
k ü m d a rla r ın s a tv e t ve k u d r e tle r in e ü rk m e d e n b a k a b ile ­
cek k a d a r b ü y ü d ü ğ ü a n d a , b u o to rite b ü y ü m ü ş ve y ü k ­
selm iş o la c a k tır!.....)
B e cc aria , S u ç la r ve C ezalar: K a n u n vazii faslı.
S u ç la rı ö n lem ek istiy o rm u su n u z - Öyle ise, h ü rriy e ti
ilm in m e ş’a lesin d e y ü tü n .
Ş a y e t ilm in bazı fe n a lık la rı o ld u ğ u id d ia o lu n m a k ta
ise, b u n a sebep s a h a s ın ın d a r tu tu lm a s ın d a d ır . B ir k e rre
yay ılıp g en işley in ce b ü tü n fe n a lık la rı sileceği gibi, h a y ır -
h â h lık la rı d a son d erece a r t t ı r ı r B e ce rik li b ir riy a k â r,
ca h il, b ir to p lu lu k ta b ü y ü k b ir h a y r a n lığ a m a z h a r o la b i­
lir. H alb u k i, ay n i ad a m , m ü n e v v e r b ir m ille t iç in is tih k a r
m evzuudur!...
İlim , in s a n la r a şe y ler a r a s ın d a m u k a y e se le r y ap m ak ,
buniları m u h te lif c e p h e le rd e n görm ek, ve k e n d isin d e m e v ­
c u t a y n i ta h a s s ü s ve a r z u la rın h e m c in s le rin d e de ayni,
şid d e tle m e v c u d iy e tin i k a b u l e d e re k h is le rin i b u n a göre
tâ d il e tm e k im k â n ın ı b a h şe d e r.
E ğ er siz, ilm jn m e ş’a le sin i m ille te u z a tır ve o n u cö ­
m e rtç e a y d ın la tırs a n ız , c e h a le t ve if tir a n ın b u n u r d a n
k a ç a c a ğ ın ı göreceksiniz! A d a le tsiz id a re c ile rin titre m e ğ e
b a şla d ığ ın ı, ve o r ta d a m ü th iş b ir k o rk u ve k u v v e t m e n b a ı
o la ra k , sa d ec e k a n u n la r ın k a ld ığ ın ı m ü şa h e d e ed e ce k si­
niz! M ün ev v er in s a n , a h k â m ı s a rih , n im e tle ri v a z ıh ve
te m e li a m m e n in se lâ m e ti o la n k a n u n la r ın m e y d a n a g el­
m iş o ld u ğ u n u g ö rm ek le k a lb i sev in çle d o la c a k tır!
............................................................................. H a y ırh â h k a n u n la r ı
gözden g e ç ire n h e r h a s s a s k a lb s a h ib i in s a n , v a ta n d a ş ­
la rın ce m iy e te te rk e tm iş o ld u ğ u h ü r riy e tle rin sad ece
h e m c in s le rin e z a r a r v e re n h ü r riy e tle rd e n ib a re t o ld u ğ u ­
n u görecek ve b u seb ep le g ere k ta ç ve ta h tı, g erek se b u
ta ç ve t a h t ı işg a l e d e n i ta k d is m e c b u riy e tin d e k a la c a k ­
tır! .................................................................... K u d re t s a h ib i p ek
m a h d u t b ir k ısım in s a n la r a fay d a lı, ve a sıl b ü y ü k lâ k in
İ R A N M E K T U P L A R I 47

z a y ıf k itle iç in h a y ır h â h o la n h a k ik a tla r a z a r a r lı ve b ü ­
t ü n ş a h la n a n ih tir a s la r ın m a y a s ın ı te ş k il e d e n k o rk u n ç
sa d em e li b a tıl itik a tla r , b e tb a h t b e şe riy e te so n su z f e n a ­
lık la r g e tirm iştir! ............................................................................
T a r ih in s a h ife le ri d ik k a tle o k u n u rsa , z ü lm e tte n ilm e,
e s a r e tte n h ü rriy e te g eç işlerd e b u m u h a ta r a lı, lâ k in g e­
çilm esi z a r u ri g e ç itle rd e d u ru ld u ğ u ve gelecek b ir n e s lin
sa a d e ti iç in b ü tü n b ir n e s lin k u r b a n ed ild iğ i g ö rü lec ek ­
tir.
M illet k e n d isin i ezen b ü tü n z u lm e tle rd e n k u rtu lu n c a ,
ru h u n u y a k a n ta a s s u p a te ş in in f iş k ır ttığ ı lâ v la r sö n d ü ­
rü lü n c e , h a k ik a t evvelâ y a v a ş yavaş, s o n r a s ü r ’a tli a d ım ­
la r la k o ş a ra k h ü k ü m d a rın t â y a n ı b a ş ın d a k i t a h t ı n ü z e ­
rin e k u ru lu r. B u s u re tle de g e re k p a r la m e n to la r d a , g ere k
ib a d e th a n e le r in m ih r a p la r ın d a b ü y ü k b ir itib a r ve h ü r ­
m e te m a z h a r o lu r! ............................................................................
S u ç la rı ö n la y a c a k d iğ e r b ir ç a re de, m a h k e m e le rin ,
c em iy ete te rk e d ile n h ü r riy e tle rin d ep o su v az ifesin i gö­
r e n k a n u n la r ı, k e n d i s u is tim a lle ri y ü z ü n d e n if s a t e d ilm e ­
le rin e m e y d a n v erm iy erek , b ilâ k is o n la r a b ü y ü k b ir i h t i ­
m a m ve h ü r m e t g ö ste rm e le rid ir ..................................................
Ş a y e t h ü k ü m d a r, h a k im le re fa z la ş a ta f a t,
çok şe k il ve m e ra s im ve o to rite b a h ş e d e r, zu lu m g ö rd ü ­
ğ ü n e in a n a n v a ta n d a ş ın şik â y e tin e m ü sa a d e etm ezse, b u
ta k d ir d e h ü k ü m d a r ta b a a la r m a k a n u n d a n ziyade h a k im ­
le rd e n çe k in m e k itiy a d ın ı a şıla m ış olur. H a k im le r de b u
çe k in m e d e n fa z la is tifa d e e d e r1er; böylece de g erek fe rd î
ve g ere k İç tim a î e m n iy e t ve s e lâ m e t m a h v o lm u ş o l u r .......
................................................................... S u ç la rı.. ö nley ecek ..t e d ­
b irle rd e n b iri de, fa z ile ti m ü k â f a t l a n d ı r m a k t ı r
............................................«......... A kıllı ve â d il ellerle, şe re f ve
fa z ile tle re d a ğ ıtıla n p a r a la r , b e re k e tle n e re k a s lâ b itm e z
ve h iç g ec ik m e d en m e y v esin i v e rir.............................................
.................................Ve n ih a y e t in s a n la rı e n h a y ırlı h a le g e­
tire c e k e n em in , lâ k in e n güç ç a re de, d a h a ilk ç a ğ la rd a
verilecek te rb iy e n in e n in c e ve en fa y d a lı h a le g e tirile b il­
m esi s a n ’a tıd ır....)
B e cc aria , S u ç la r ve C ezalar, F asıl: X L I (S u ç la rı ö n ­
leyecek ç a re le r.)
48 İ R A N M E K T U P L A R I

M E K T U P 9

B a ş h a r e m a ğ a s ın d a n İb b i’ye

E rz u ru m

Bu sey ah atta eski efendine refak at ediyorsun. E y alet­


ler, ülkelerden geçiyorsun. K eder ve ıztıraplardan h a b e r­
siz, sükûn içinde yaşıyorsun. G özlerin h er an değişik m an­
zaralarla renkleniyor. Senin için yep yeni bir alem in o r­
tasında, zam anın geçişini bile farketm iyorsun....
H albuki, benim için öylem i? M enfur b ir hapishaneye
kapatılm ış, hep ayni eşya ile çevrili, ayni ü zü n tülerle ke-
m irilip duruyorum ! Elli senelik bir hizm etin y ık ın tıları
ve bu k adarlık yılın korku ve endişelerinden biriken yo r­
gu n lu k ların ağırlığı altında iki büklüm olmuş, inlem ekte­
yim! H eyhat! Bu kad arlık uzun bir zam an devresinde ra ­
hat bir gün ve sakin b ir an geçirm iş olduğum u da söyle­
yemem!
Bin neviden tehdidin desteklediği vaitlerle beni k en ­
di varlığım dan k o p ararak bu vazifeye getiren k a ra rı ilk
efendim verm iş ve böylece nedim elerinin m uhafızlığına
getirilm iştim ...
M eşakkat ve m ezahim dolu bin çeşit vazife hizm et­
lerinden artık usanm ış bir halde idim ; servetle h uzurun
vereceği saadete erebileceğim i tasa rla y a ra k bu hizm eti
kabullenm iştim . Ah, ne budala im işim , m eğer!.......
M üfekkirem bana kay b ettik lerim i değilde, sadece k a ­
zançlarım ı gösterebiliyordu. T atm in edebilm ek k u d re tin ­
den m ahrum olunca, aşk iptilâsından da yakam ı sıyırabi-
İ R A N M E K T U P L A R I 49

leceğim i ü m it etm iştim .. H eyhat! M eğer bende im ha ede­


bildikleri şey, sadece ihtirasın ef’ali idi; yoksa âm ili dip
diri yaşam akta devam ediyordu! B u sebeple de susuzlu­
ğum u giderm iş olm aktan çok uzak bir halde, etrafım ı sa­
ran şeylerin daim î ta h rik le rd e cehennem i b ir h a y a tın a te ­
şinde y anm akta devam ediyordum !....
S araya girdiğim anda, gördüğüm h e r şey, k a y b e ttik ­
lerim in nedam etini ruhum da uyandırdı. H er vesile ile k a l­
bim in öfke ile dolduğunu hissediyordum . R ahm ü şefkat,
af ve m ağfiret, lu tu f ve ihsanın h er şekli, h e r cöm ertliği,
bana sanki acılarım ı çoğaltm ak, nevm idîm i a rttırm a k ve
beni harap etm ek için yapılıyorm uş gibi idi. Böyle şaşkın
ve perişan zam anlarım da, aslâ bir kadını efendim in y a ­
tağına götürm em işim dir! Aslâ elbiselerini kendi elim le
soym am ışım dır! Ya, bizzat ben! Ah, ben kalbim hiddet ve
tehevvürle, ruhum helâk edici b ir nevm idî içine boğul­
m uş bir halde odam a koşup, kapanm ışım dır!...
İşte sefil gençliğim i böyle geçirdim , dostum ! İtim a ­
dım. yalınızca kendim e idi. Can sık ın tıları ve kederlerle
kem iriliy o rd u m ...
Şim di sert bakışlarım la soluklarını kestiğim b u saray
kadınlarını, vaktile ne derin aşk ve h a y ran lık duygularile
tem aşaya dalardım ! O zam anlar bu zaafım a m ukabele e t­
seler, b an a b ir parçacık olsun yaklaşabilselerdi, bir an ­
da m ahvolm am işten bile değildi! B ir bakışlarına, b ir m e­
ram ların a b ü tü n varlığım ı hem en feda edebilirdim !...
Şim di iyice h atırlıy o ru m ; b ir gün bu kad ın lard an bi­
rin i banyoya sokm uştum . Öyle bir vecd ve istiğ rak için­
de idim ki, kendim den geçtim ve elim i kadının m ahrem
yerlerin d en birine uzattım ! U zatm am la da kendim e gel­
m em b ir oldu ve sonum un geldiğini anladım ! Amâ, bu
saadetim i bin k erre ölm eye de tercih ederdim ! H eyhat, b u
zaafım ın m ahrem i esrarı olan m üstesna m ahlûk, bu sükû­
tu n u bana pek pahalıya sattı! B ir k e rre onun üzerindeki
İ r a n M « k tu p la n F.: 4
50 İ R A N M E K T U P L A R I

b ü tü n nüfuz ve otoritem i tem am ile kaybetm iştim . Sonra


da, öyle şeylerine göz yum m ağa m ecbur bırakıldım ki,
b u n lard a n h er biri, her an bana ölüm ü tattırab ilird i!
Ve nihayet gençlik ateşi de eriyüp söndü, uzaklaştı!...
Şim di a rtık b ir ih tiy arım ; sük û n ve huzur içinde y a ­
şam anın yoluna bakıyorum . A rtık kadınlara, tıpkı vaktile
onların bana b ak tık ları alâkasızlık ve istih k arla bakıyo­
rum . Böylece, bana çektirdiklerini, şim di de kendileri çek­
m iş oluyorlar!..
Sanki, k ad ın lara hep em irler verm ek için bu dünya­
ya gelm iş gibiyim! kendim i öyle görüyor, öyle hissedi­
yorum . Ö te yandan, bu em irleri verdiğim anlarda, te k ra r
eski erkeklik hüviyetim e bürü n m ü ş gibi bir halim var.
Soğuk kanlılıkla tahlil edebildiğim zam anlar, bu kadın­
lard an derin su rette n e fre t ettiğim i de m üşahede edebili­
yorum . M üfekkirem bana, onların b ü tü n zaif tara fın ı gös­
terebiliyor. Gerçe ben, onları başkasının hesabına siyanet
ediyorum , lâkin onları itaatim altında tu tm ak zevki, k al­
bim i sevinçle dolduruyor! O nları b ü tü n isteklerinden m ah­
rum ettiğim zam anlar, bu m ahrûm iyeti kendi hevesatım
için yaptığım ı hisseder, dolayısile de tatm in edilm iş olu­
rum ! Böyle zam anlarda kendim i sarayda değilde, küçücük
b ir im paratorluğun başında bulunuyorm uşum gibi g u ru r­
lanırım . Bu da hakkım değilm i ya? B ana kala kala bu ka-
darcık bir şeref ve tam a ’ hakkını da fazla görm em ek lâ
zım!...
B üyük bir haz içinde, h er şeyin m ihveri aslîsi oldu­
ğum u, m evcudiyetim in gayri kabil içtinap bir z a n n e t b u ­
lunduğunu görüyorum . Bu m evkie beni sıkı su re tte bağ­
lam aya amil olan b ü tü n bu kad ın ların bana beslem ekte
oldukları n efret duygusunu da m ülâyem et ve h a ttâ anla­
yışla karşılıyorum ! B ütün bu nurdideler, her vesile ile
karşılarında beni buluyorlar! En m âsum zevklerinin
karşısına hail olarak dikilen, em ellerinin yakılıp yıkılm a­
İ R A N M E K T U P L A R I 51

sına âm il olan hep benim ! O nlar tasa rla rla r, inceden in­
ceye projelerini, p lânlarını çizerler, sonra önüm e korlar,
tasvibim e arz ederler; ve ben b ü tü n bu ta tlı hü ly aların ı
bir dokunuşla ta ru m a r ederim ! H er isteklerini m akul red-
lerle. her tasav v u rların ı vahi vehim lerle im kânsız hale
sokarım ! Ağzım daki kelim eler ise, sadece: vazife, haya,
hicap, terbiye ve m ahv iyettir. O nlara h er vesile ile cinsi­
yetlerin in zaaflarından ve çatısının altında yaşadıkları
efendilerinin hakim iyet ve tefevvuk hak ların d an bahse­
der, yeis ve nevm idîden başlarını kaldırtm am ! Hem en a r­
kasından da haklarında tatb ik a m ecbur kalacağım şiddet­
ten dem v u ru r ve bu arada da onların iyiliklerinden baş­
ka şey düşünm ediğim i, kendilerine büyük b ir sevgi ve
sadakatle bağlı bulunduğum u telkine bilhassa dikkat ede­
rim !...
Ve nihayet titizliklerim gelir; bin dereden su getirir,
her y ap tık ların ı kusurlu bulur, beğenm em . O nlar da kin
ve intikam silâhlarını kuşanm ış, naz ve niyazlar içinde tu ­
zaklarını her tara fa kurm aya başlarlar... Ya o m üthiş h a ­
yal zenginlikleri, tasavvurları! Hele onlar!... Hele onlar!...
H ülâsa, iki ta ra f karşılıklı olarak, tab iiy et ve m atbu-
iyet m ed-ve cezirleri halinde, çalkalanıp dururuz!...
O nlar, bana her gün en zelil hizm etler y ü k le rle r; m is­
li görülm em iş hakaretam iz im âlarda bulu n u rlar. Giceleri,
şu ih tiy ar halim e bakm adan, en saçm a sapan bahanelerle
beni uykum dan u y an d ırırlar, yatağım dan kaldırırlar!
A rkası gelm iyen e m irle r4 siparişler, hizm etler ve k ap ­
rislerle harap, ayakta duram iyacak hale gelm iş b u lu n u ­
yorum. Sanki b ü tü n m eharet ve zekâları bana eza ve ce-
la verm ek içindir! K eyif ve hevesatlarım n ardı arkası ke-
ilm ez!.......
K endilerine gösterdiğim ihtim am ve dikkati a r ttır ­
m am dan derunî büyük bir haz duyarlar! B unun için de
ne olm adık şeylere baş vuru rlar! M eselâ, güya kulağım a
Sî İ R A N M E K T U P L A R I

u y d u ru lm u ş m ah rem iy etler fısıld arlar; o tu rd u k la rı d aire­


n in d iv arları üzerinde d elikanlılar gördüklerini iddia eder­
le r; e tra fla rın d a garip sesler d u y d uklarına yem inler eder­
le r; y a h u tta gönderilm iş bir m ek tu b u red ve iade etm ek
telâşile nefes nefese uçuşup koşuşurlar!... B ütün bu olay­
la r yüreğim i ağzım a getirir, bana ecel te rle ri döktürür!
H albuki, onlar benim bu halim le sadece eğlenirler! B e­
nim kahrolduğum u gördükçe de, sonsuz b ir m em nuniyet­
le bay ram ederler!
B ir defasında beni k apularm ın arkasına bağlam ışlar­
dı da, b ü tü n gün ve geceyi zincirlere vurulm uş geçirm iş­
tim !...
Ya uydurm aları! Y apm acıkları! U ydurm adan hasta
olm asını, bayılm asını, büyük korku ve ked erler içinde tit­
rem esini nede güzel becerm esini bilirler! Hele beni k en ­
dilerine alet etm ek için, ne oyunlar oynam azlar, ne olm a­
dık, akla gelm ez b ahaneler icedetm ezler! Ö yle m ühim
vesileler, iddialar ileri sürerlerki, dediklerine inanm ak,
onlara uym ak, isteldikleri hudutsuz m üsaade ve m üsa­
m ahalarda bulunm ak m ecburiyeti ortaya çıkar. A rtık be­
nim için (olmaz!) dem ek gayri m üm kündür. Böyle b ir ce­
vap a rtık affedilm ez b ir cürüm olur! Bu takdirde beni
cezalandırm akta haklı bir m evki ihraz etm iş olurlar. Böy­
le hicap verici m evkie düşm ektense, ölüm ü bin k e rre te r ­
cih ederim , elbette!
Hepsi bu kadarla da bitm iyor! D aha şim diye kad ar
efendim in gözünde olduğum a dair hiç bir zam an em ­
niyet duym am ışındır! O kadar düşm anlarım olduktan son­
ra, böyle bir em niyeti nasıl duyabilirim ? Bu düşm anla­
rım ın hepsi de efendim in kalbine yerleşm iş; tacını orada
kurm uş, hükm ediyorlar! B ütün arzu ve niyazları da cel­
lâdın boynum u vurm asıdır! Gel de bu vaziyette itm inan
getir, kendinden em in ol!...
A sabı gerilm iş nedim eleri efendim in yatağına ben gö­
İ R A N M E K T U P L A R I 53

tü rü rü m . Z annediyorm usun ki, orada o nazeninler benim


lehim de, iyiliğim için konuşurlar! G örüyorsun ki, pek de
ta ra fta r topluluğuna sahip bir kim se değilim!..
Ah, onların göz y aşlarından ne kad ar korkarım , b ir
bilsen! O iç çekm elerden, kucaklayışlardan, huzuzat an­
ların d an nasıl hazer eder, nasıl ürkerim , tah m in edem ez­
sin! Bu sahalar, onların zafer m eydanlarıdır. Bu dem ­
lerde kuşandıkları güzellik silâhları öyle k a t’î ve öyle
am ansız neticeler elde eder ki, ta rif ne m üm kü, dostum !
Böyle zam anlarda onların geçici ve belirsiz hizm etleri, b e­
nim uzun y ılların öldürücü b ü tü n hizm etlerim i bir çırpı­
da silüp süpürür, u n u ttu ru r! A rtık efendim ; bana h itap
eden bu efendim , beni sevüp tak d ir eden eski efendim de­
ğildir!...
Kaç giceler itib ar ve teveccühler içinde uykuya dal­
dığım halde, ertesi sabah b ü tü n teveccühlerden m ahrum
edilm iş, m etru k ve m ünhezim uyanm ışım dır!
S arayın etrafında zelilâne kırbaçlandığım gün, suçum
neydi? Efendim in yatağına bir kadın sokm uştum . Bu k a ­
dın da prensin ateşler içinde y anm akta olduğunu görmüş,
teessüre kapılarak heyecanlanm ış ve hıçk ırarak ağlam aya
başlam ıştı. Bu hali dertleşerek anlatıyor, ve hastaya v e r­
diği aşkın ü rp ertisile ateşini büsbütün yükselteceğinden
kalbine ked erlerin dolduğunu ustalıkla ilân ediyordu.
Böyle nazik bir zam anda kendim i, suçsuzluğum u nasıl
m üdafaa edebilirdim ? İşin neticesini tevekülle bekleyince
de h er şeyi kaybetm iş, suçluluğum u kabullenm iştim , hey­
hat! Aşk ateşi içinde cereyan eden m üzakere, ve derin
solukların tanzim eylediği m ukavele sonunda m ahkûm
edilm iştim !..
İşte, sevgili Ibbi, h er günkü yaşadığım fecî h ay at
bundan ibarettir!
H albuki, sen şim di ne k ad ar m utlusun! B ütün dik­
k a t ve ihtim am ların, sadece U sbek’in şahsına m ünhasır.
54 İ R A N M E K T U P L A R I

O nu m em nun etm ek de çok kolaydır. Ö m rünün sonuna


kadar, onun tarafın d an sevilip siyanet edilm en de bu su­
retle m u hakkaktır. 1
İs fa h a n , 3 0 /N isa n /1711

( 1) B u m e k tu b u n B e c c a ria ’ya ilh a m e ttiğ i fik irle rin b a ş ın ­


d a şü p h e sizk i (esir in s a n la r ın h ü r in s a n la r k a rş ıs ın d a k i
m e v k ileri, su ç a is tid a tla rı, r u h i in c ız a p la rı) dır. İş te biz
b u p a s a jla r ı k a y ıtla ik tif a edeceğiz:
(........................................................................................
............................................................................. E sir in s a n la r h ü r
in s a n la r a n a z a r a n çok d a h a sefih , şe h v e te d ü şk ü n , z a ­
lim ve k o r k u n ç tu r la r H ü r in s a n la r k e n d ile rin i ilm e
h a s re d e rle r. M ille tle rin s a a d e te e rişm e y o lla rın ı b u lm a k
iç in z ih in le rin i y o ra rla r. E şyayı d a h a p a r la k b ir ışık a l­
tın d a g ö rü rle r ve m u h te şe m e se rle r m e y d a n a g e tirirle r...
H alb u k i, e s irle r y a ş a d ık la rı a n m z e v k le rin d e n m a h ru m
ve s e fa h e t â le m in in d ebdebe ve ta n ta n a s ı iç in d e h a r a b i-
y ete g ö tü re n eğ len c ele re d a lıp b o ğ u lm a k h ü ly a s ın ı y a ş a r ­
la r. B ü tü n h a y a tla r ı m e ç h ü liy e t ve m ü p h e m iy e tle ç e v ril­
m iştir. Ç ü n k ü , suç, k a n u n ta r a f ı n d a n ta h d it ve ta v s if
o lu n m a m ış tır; s u ç la rın ın a k ib e tin i b ilm ezler; b u da, i h ­
tir a s la r ın ı k a m ç ıla y a n y en i b ir m u h a rr ik olur.
Y a şa d ığ ı ik lim in te sirile gevşem iş b ir m ille tte , k a ­
n u n la r ın k a ra rs ız lığ ı ve m ü p h e m iy e ti, o m ille tte k i f a a li­
y etsizliği ve şa şk ın lığ ı o ld u ğ u gibi m u h a fa z a e d e r ve h a t ­
t â a r ttır ır . Z evke d ü şk ü n , lâ k in f a a l b ir m ille tte ise, k a ­
r a rs ız ve m ü p h e m k a n u n la r , o m ille tin b ü tü n f a a liy e tle ­
r in i itim a tsız lık d o ğ u ra n k ü ç ü k h ile le re ve e n tr ik a la r a
h a s re ttir ir . B öylece de a m m e a h lâ k i, h iy a n e t ve r iy a k â r ­
lık te m e lin e k u ru lm u ş olur.

........................................................................... S u ç la rı ö n le m ek is-
tiy o rm u su n u z ? o h a ld e , k a n u n la r ı s a d e le ştirip m â n a la r ı­
n ı a y d ın la tın . K a n u n la r ı m ille te se v d irm ey e ça lışın . B ü ­
t ü n m illeti, to p y e k û n b u k a n u n la r ı m ü d a fa a y a g ö n ü llü
b ir h a le g e tirin . M illetin velev cüz’î b ir k ısm ı o lsu n b u
k a n u n la r ı ih lâ le g a y re t g ö ste rm e sin le r. K a n u n la r m ille ­
tin h iç b ir sın ıfı iç in im tiy a z ta n ım a s ın . C e m iy e tin h e r
İ R A N M E K T U P L A R I 55

b ir ü y esin i m ü sa v i o la ra k , m ü d a f a a ve h im a y e etsin . V a ­
ta n d a ş la r a n c a k k a n u n ö n ü n d e k o rk u p titre s in le r. Z ira,
k a n u n u n v erd iğ i k o rk u se lâ m e te g ö tü rü r. H albuki, in s a ­
n ın d iğ e r in s a n a v e rd iğ i k o rk u ise, d â im a su ç la rın ve ş e ­
a m e tin m e n b a ı o lm u ş tu r! ........................................................)

B e cc aria , S u ç la r ve C ezalar, F asıl: X L I (S u ç la rı ö n ­


ley ecek ç a re le r.)
56 İ R A N M E K T U P L A R I

M E K T U P 10

M irza’d a n d o stu U sb ek ’e

E rz u ru m

Bana R ik a’nın yokluğunu u n u ttu rab ilecek tek kim se­


sin; nasıl ki, senin boşluğunu da o doldurabilir! Seni n a ­
sıl aradığım ızı bir bilsen!... Sen, topluluğum uzun ru h u
m esabesinde idin. K albin ve ru h u n perçinlediği ahit ve
peyim anları çözmek, pek kolay değildir! kuvvet kudret,
şiddet lâzım, Usbek!
B urada sık sık toplanıp m ünakaşalara, m usahabalara
daliyoruz. K onuşm alarım ızın m evzuu daha ziyade ahlâ­
ka dair. Dün, şöyle bir fik ir ortay a atıldı: Acaba insan
oğlu zevklerin kuvveti ve duyguların tatmini suretile mi,
yoksa faziletin icabatını yerine getirmekle mi saadete
erebilir? Ne derin bir fikir tah lili isteyen sual, değilmi?..
Kaç kerre, senden insanların faziletli olmak için yer
yüzüne geldiklerini, ve adaletin kendi varlıklarından da
daha luzumlu olduğunu dinlemiştim! Senden istirham
ediyorum , bana söylem eye çalıştığın fik irleri vazıhan yaz,
izah et!
K u r’an ’dan ay etler okuyarak sabrım ı tü k eten m üm ­
taz din adam larile de bu h u su sta görüştüm . H albuki, ben
o nlarla hakikî bir m üm in gibi değil de, alelâde bir insan
İ R A N M E K T U P L A R I 57

gibi, b ir v atandaş gibi, b ir aile babası gibi konuşm ak a r­


zusundayım . A llaha ism arladık. 1
İ s fa h a n , 3 0/N isan /1 7 1 1

(l) - ( ............................................................................................................................................
............................................................................. H assas b ir b ü n y e n in
b ü tü n e f’ali h a z ve elem d u y g u la rın a ta b id ir. H a ttâ , in -
s a n o ğ u lla rın ı d in h a y a tın a so k m a k iste y e n U lu T a n rı,
o n la ra ce z a la r ve m ü k â f a tla r v a d e tm iş b u lu n u y o rsa , a ğ ır
ve m e ş’u m su ç la rı d a a y n i k o la y lık la işley e n lere ay n i c e ­
z a la r verilecek o lu rsa, b u ta k d ir d e in s a n la r, e n a ğ ır su ç ­
la rı işlem e k te b ü y ü k b ir m a n i g ö rm iy e cek lerd ir
.......................................................... M aalesef, h is ve k a r a k te r in
te s irin e tâ b i b u ih tir a s la r ı gem leyip h e n d e s î b ir is tik a m e t
v e re re k c e m iy e tin m e n f a a tın a d o ğ ru sevk etm ey e im k â n
o lm uyor. B u riy az i h a k ik a ti i ti r a f a c e sa re t ed e m iy o rla r!
Ve b u n u n y erine, p o litik b ir h e s a b a iltif a t ed ilerek , ih ti-
m â la t ve alelâ d e ta h m in le re göre h ü k ü m y ü rü tm e y e ç a ­
lış ıy o rla r!...
T ıp k ı e c sa m ın cazibei a rz a m a ru z sık le tle ri gibi, d a ­
im î ve gizli b ir k u v v e t bizi k e n d i r e f a h ve sa a d e tim iz e
d o ğ ru itm e k te d ir!...
B u itm e k u v v e tin i z a y ıfla ta c a k o la n âm il, y a ln ız k a ­
n u n î m ü e y y ed e lerd ir. İn s a n o ğ lu n u n b ü tü n d eğ işik fiil ve
h a r e k e tle r i b u r u h î te m a y ü l ve in c iz a p ta n d o ğ m a k ta d ır.
B eşer b ü n y e s in in ta m a m la y ıc ısı, in s a n o ğ lu n u n e n e rji k a y ­
n a ğ ı o la n h a s s a s i y e t ’ i ta h r i p e tm e d e n , şa h s î
m e n f a a tla r ın m ü sa d e m e le rin d e n d o ğ a n m e ş’u m a k ib e tle re
k a rş ı k o y m a k iç in k a n u n v â z ıın ın elin d e de siy asî m a ­
h iy e t a rz eden, m ü d a fa a v a sıta sı, h e y h a t! h e p ceza m ü ­
ey y id ele rid ir!...
K a n u n vâzıı öyle m a h ir b ir m im a r ki, m u h te ş e m y a ­
p ısın ı s a ğ la m la ş tıra n b ü tü n k u v v e tle ri b ir a r a y a to p la ­
m a sın ı, ve o n u sa rsıp y ık ab ilecek b ü tü n a n a s ır ı m a ğ lu p
ve izale e tm e s in i b ilm e k te d ir!...
Ş a y e t b eşer n e v in in çe v ird iğ i k a rış ık ve k a r a n lık d o ­
la p la r a göre ta n z im ed ilm iş fiil ve h a re k e tle ri, riy a z î b ir
ölçüye göre h e s a p la m a k m ü m k ü n olabilseydi, s u ç la rın en
h a f if in d e n en a ğ ırın a k a d a r b ir n isb e t d a h ilin d e b ü y ü ­
y en ce z a la r b u lm a k ve ta tb ik e tm e k ic ab e d ec ek ti. B u iki
58 İ R A N M E K T U P L A R I

riy az i n is b e ti ta m b ir isa b e tle b ir ta b lo h a lin d e te şk il ve


te s b it e tm e k m ü m k ü n olsaydı, b u ta b lo a y m z a m a n d a
h e r m ille tte k i: h ü rriy e t, in sa n iy e t, zu lü m ve itis a f ın d a
d e re c e s in i g ö ste rm iş o lurdu!..
L â k in , h a y ır h â h b ir k a iıu n vazıı, su ç la ceza a r a s ın ­
d a b u lu n a n b u ik i a d il n isb e t ö lç ü sü n ü m u h a fa z a e tm e ­
sin i b a ş a ra b ilir, ve h e le e n h a f if su ç a e n a ğ ır cezayı b iç ­
m e k im k â n ın ı izaleye m u k te d ir o lu rsa, yine de m u tlû b ir
in s a n o la ra k e b e d iy e n ö v ü n e b ile c e k tir!...)
B e cc aria , S u ç la r ve C ezalar, F asıl: X X I I I : (C ü ­
rü m le ceza a r a s ın d a a d il b ir n isb e t b u lu n m a lıd ır.)
(........................................................................................
....................................................................... İ n s a n la r ın ş a h s î m e n -
f a a tla r ı a r a s ın d a k i z id d iy et ve b u m e n f a a tia r m k a r ş ıla ­
şıp ç a r p ış m a la r ın ı b e r ta r a f e tm e k z a ru re ti, in s a n a d a le ­
tin i te m e li o la n (İç tim a î fa y d a ) fik rin i d o ğ u rm u ştu r.
H alb u k i, in s a n ın A lla h ile o la n m ü n a s e b e ti ise, h e r
şeyi y a r a ta n ve b u itib a r la h iç b ir m a h z u r u o lm a d a n ,
a y n i z a m a n d a h e m k a n u n vâzıı, h e m de h a k im lik e d e ­
b ilm ek s a lâ h iy e tin i h a iz o lan , e n m ü k e m m e l ve m u h te ­
şem b ir v a rlık o la n m a tb u lu k e s a s ın a d a y a n m a k ta d ır.
Ş a y e t C e n a b ı H ak, k e n d i ira d e s in e k a r ş ı g elen le re
eb edi ce z a la r k o y m u ş b u lu n u y o rsa , h a z ve elem d u y g u la ­
r ın d a n h iç b ir in tib a a ta b i o lm a y a n , y e n d isin d e n s a d ır
e f’a lin d e n h iç b ir m e s’u liy e t d o ğ m a y a n , h e rşe y e k a d ir
y eg â n e k u d r e t o la n U lu T a n r ı’n m ira d e eylem iş o ld u ğ u
b u cezayı h a n g i m a h ir v a rlık ta y in ed eb ile ce k tir? İş le n e ­
cek g ü n a h ın b ü y ü k lü ğ ü k a lb d e k i gizli k ö tü lü k d u y g u s u n a
b a ğ lı o ld u ğ u n d a n , h iç b ir in s a n o ğ lu b u n u a n la y a m a z ;
m e ğ e r ki, T a n r ı b u n u o in s a n la r a ilh a m ey lem iş o la !...
O h a ld e , cezayı tâ y in edecek u s u l ve esas n a s ıl b u ­
lu n a b ile c e k tir?
B u ta k d ird e , çok d e fa A llâ h a ffe d e rk e n in s a n o ğ lu
c e z a la n d ıra c a k , v ey a A llâ h c e z a la n d ırırk e n in s a n o ğ lu a f ­
fe d e c e k tir;
İ s te r b irin c i şık, is te r ik in c i şık m ü lâ h a z a o lu n su n ,
h e r ik i h a ld e de, U lu T a n r ı’n ın ira d e s in e k a r ş ı g elin m iş
o la c a k tır.)
B e cc aria , S u ç la r ve C ezalar, F azıl: X X IV :: (S u ç ­
la r ın ağ ırlığ ı ölçüsü.)
M E K T U P 11

U sbek’tc n M irza’ya

İ s fa h a n

K endi aklın d u ru rk en benim kine baş vuruyorsun!


H attâ reyim e, fikirlerim e eğilecek kadar tevazu gösteri­
yorsun! Şu halde, seni fikren de tatm in edebileceğim e
inanıyorsun!....
Sevgili M irza, bana olan büyük iltifatların a, inanış­
ların a ve teveccühlerine binlerce teşek k ü rler... Lâkin,
beni en ziyade sevindiren şey nedir, biliyor m usun? Senin
dostluğun, m uhabbetin, yakınlığın!...
E m irlerini yerine getirm ek için m ücerret, m evhum
m uhakem eler yürütm iyeceğim . Çünkü, bazı öyle h a k ik a t­
ler vardırki, karşım ızdakini ikna ve tatm in etm ek kâfi
değildir. Bu fikir ve tah lilleri onların tâ nefislerine de
hissettirm ek lâzım dır. İşte ahlâka m ütedair h ak ik atler bu
nevidendir... Bu sebeple aşağıda anlatacağım ta rih î v u k u ­
at ince bir felsefî tahlilden daha m üessir olarak kalbinde
m akesini bulacaktır, dostum ...
A rab istan ’da TROGLODYT deye bir kavim yaşarm ış.
Şayet, tarih çilerin deyişlerine inanm am iz lâzımsa, şu k a­
dîm T r o g l o d y t kavm inden gelen bu beşerî to p lu ­
luk, önceleri daha ziyade bir hayvan topluluğundan fa rk ­
sızmış. Bu görüş yanlış değildir. Gerçe, m ensupları öyle
60 İ R A N M E K T U P L A R I

ayılar m isillu kıllı insanlar değillerm iş amâ, bu insanlar


öyle kötü tab iatlı, öyle vahşî im işler ki, araların d a ne doğ­
ruluk, ne de adalet deye b ir esas tanırlarm ış!
Y abancı asıllı b ir k iralın idaresinde im işler. Bu kıral,
onların bu tabiî k ötülük m eyillerini tâdil etm ek, onları is-
lâh eylem ek gayesile şiddete başvurm ağa m ecbur kalm ış.
L âkin çok geçm em iş ki, ta b ’ası bu şiddete taham m ül ede-
m iyerek, aleyhinde kom plo k u rm u şlar ve kendisini h a n ­
çerlem işler. A rkasında da, kiralın b ü tü n aile efradını kö­
künden kazım ışlar!
Bu darbeden sonra, yeni b ir hüküm et seçm ek için top­
lanılm ış, b ir hayli çekişm işler ve nih ay et yüksek b ir h a­
kim ler h ey ’eti seçip dağılm ışlar. A m â bu seçim den de çok
v ak it geçm em işken, ik tid arı ellerine alan bu hakim leri
çekem em eye başlam ışlar ve neticede hepsini boğazlam ış­
lar!
Bu yeni bo y u n d u ru k tan da sıyrılan m illet, yine ken­
di ilk tabiî vahşet hayatının h asretini duym ağa başlam ış.
A rtık hiç bir kim seye ita a t etm eyeceklerine ahdetm işler.
H erkes, yalnız kendi m enfaatinin bekçiliğini yapacak, ve
bu hususta diğerlerinin ery ve m ü talâaların ı aslâ alm iye-
caktı.
H er ferdin ittifak ettiği bu k a ra r hepsini ziyadesile
tesh ir etm iş, h a ttâ gururlandırm ıştı. Şöyle m uhakem e y ü ­
rü tü y o rla rd ı: (Beni hiç bir su re tle ilgilem iyen başka
kim seler için de ne deye ölüm lere gidecekm işim ? Ben a n ­
cak kendim i düşünebilirim ! Nefsim m es’u t olsun, bana
y e te r de a rta r bile! Elalem den bana ne? B aşkalarının
m es’u t yaşayıp yaşam am ası beni ne deye alâkadar etsin?
Sadece kendim e luzum lu şeyleri tem in edeyim , yeter! İs ­
tediklerim e m alik olm ak bana kâfidir. Şu T roglodyt m il­
letinin sefil insanları m es’utm uş, değilm iş um urum dam ı,
benim !....)
İ R A N M E K T U P L A R I 61

Ekim zam anı gelip çatm ıştı. H erkes şu m ütalâad a b u ­


lu n uyordu: (Adam sende! Ben ancak karn ım ı doyurabi­
lecek ekm eğin tohum unu ekerim , olur biter. D aha fazla
buğdayı da ne yapacağım ? Boş yere ne deye kendim i ezi­
yetlere, külfetlere sokacakm ışım ?)
H albuki, bu küçük h akim iyetin b ü tü n arazisi ayni ev­
safta değildi. A razinin b ir kısm ı çorak ve dağlıktı. D iğer
kısm ı alçaklarda, m üteaddit çayların, ırm ak ların suladığı
ovalardı. O sene m üthiş b ir k u rak lık oldu. Y ükseklerdeki
arazi tam am ile sudan m ahrum kalm ış, bu n a m ukabil ova­
lard ak i ekinler son derece m ünbit ve m ahsuldar olm uştu.
G el görki, dağlıların açlık sefaletine zerre k ad ar alâka
gösterm ediler ve m ahsullerinden b ir parçasını dahi v e r­
m ediler. Bu sebeple topluluğun m ühim b ir kısm ı göz göre
göre sefalet içinde m ahv olup bitti!
H albuki, ertesi yıl çok y ağm ur yağm ıştı. Y üksek y e r­
lerdeki ekinler çok bereketli olmuş, alçakdaki ovaları ise,
su baskınları, seller kaplam ış b ü tü n ekinleri alup g ö tü r­
m üştü. Şim di de toplum un diğer yarısı y ardım için yal-
variyordu. Lâkin, heyhat! A ldıkları cevap, vak tile k en ­
dilerinin v erdikleri cevabın ayni idi!...........
Y ine bu kavm in belli başlı sakinlerinden b irin in zi-
yadesile güzel bir karısı vardı. K om şusu bu kadına aşık
oldu, ve onu kaçırdı. K avgaları m üthiş oldu. T ü rlü h a k a ­
re t ve taa rru z lard a n sonra, nihayet iki taraf, araların d ak i
ihtilâfı b ir hakem in hükm ile halletm eyi k a ra rla ştırd ıla r.
Ü zerinde ittifak e ttik leri hakem , T roglodyt m illetinin,
bundan önce yaşam ış oldıiğu C um huriyet devrinin itib arlı
şahsiyetlerindendi. H alâ da itibar görüyor, kendisine, doğ­
ru lu ğ u n a inanılıyordu. N e ise, bu adam a gittiler, h er biri
ih tilâfı kendi zaviyesinden izah e tti ve reyini sordular.
Adam , hiç istifini bozm adan: (Bu kadın senin, ya da se­
nin olmuş, bundan bana ne? Beni şu anda tarlam b ek li­
yor. B enim başım ı ihtilâfınızla yorar, zam anım ı birinize
62 İ R A N M E K T U P L A R I

hak verm ekle geçirirsem , o zam an benim işim kalır! T a r­


lam da kim çalışır? Onun için sizden rica ederim , daha
fazla beni tu tm ay ın ve huzurum u bozm ayın!) Bu sözleri
söyledikten sonra da oradan ayrılarak, tarlasına, çalışm a­
ğa g itti...
H asm m dan daha güçlü kuvvetli olan kadın kaçırıcı,
sevgilisini geriye verm ektense, ölüm e razı olacağına ye­
m inler etti. K adının kocası ise, kom şusunun adaletsizliği
ve hakim in hissizliğile nevm it bir halde evine dönerken,
yolda çeşm eden su getiren çok genç, karısından da güzel
bir kadına rastladı. H azır kan sızd ı da. Ü stelik bu kadının
biraz evvel baş v u rd u k ları alâkasız ve k atı y ürekli h ak e­
m in karısı olduğunu öğrenince artık tered d ü d ü kalm adı;
kadını bileğinden yakaladığı gibi zorla evine götürdü!...
Yine bir adam v ardı; geniş ve m ünbit b ir araziye sa­
hihti. A razisini büyük bir gayret ve ihtim am la ekip biçi­
yordu. A dam ın bu gayret ve servetine göz diken iki kom ­
şusu araların d a birleştiler ve zavallıyı evvelâ evinden a t­
tılar, sonra da arazisine geçip yerleştiler. D aha sonra da
kendileri başkalarının bir tecavuzuna u ğram am aları için
araların d a ittifak aktettiler. Ve hak ik aten de aylarca bu
ittifak a ria y e t eylediler ve bu suretle v a rlık ların ı k orudu­
lar. L âkin bu iki m ü ttefik ten biri diğerinin varlığından
artık sıkılm aya başlam ıştı. B ütün bu m alikâneye tek ba­
şına hakim olm ak m üm kün iken, iştirak da ne oluyordu?
Hem en tuzağını k urdu ve m üttefikini boğazladı. Şim di
artık o arazinin tek hakim i idi ve kendini pek de m es’ut
hissediyordu. Amâ, heyhat! Bu ta tlı rü y a pek uzun sürm e­
di! T roglodyt kavm inden iki zorba gelip karşısına dikil­
m işti. B unlarla tek başına m ücadele edebilecek k u d rette
değildi; bu sefer de onlar kendisini boğazladılar!
Hem en çırıl çıplak bir halde bulunan bir T roglodvt’li
de pazar yerinde satışa arzedilm iş yün gördü. F iatını sor­
du. Satıcısı kendi kendine şöyle bir m uhakem e y ü rü tm ü ş­
İ R A N M E K T U P L A R I 63

tü : (Elim deki yünlerim le ancak iki kile buğday satın ala­


bilecek bir para isteyebilirim . H albuki ben b u n u n dört
m islini istersem , sekiz kile buğday satın alabilirim .) Ve
nitekim öyle yaptı, m üşteri istediği parayı ödemişti. Bu
sefer satıcı: (Şim di bana buğday lâzım, elim de epeyce
param da var!) dedi. M üşteri bu sözleri duyunca: (Ne
dedin?) deye sordu ve: (Sana buğday m ı lâzım ? H ay hay,
ben de satılik buğday var, am â; bildiğin fiata değil! H ay­
retinden donup kalırsın! Pekâlâ biliyorsun ki, buğday fi-
a tla rı m üthiş yükselm iştir. Zira, k ıtlık ortalığı kasıp k a ­
vuruyor! Bu sebeple şayet, sana ödediğim parayı bana iade
edersen, sana bir tek kile buğday verebilirim . D aha fazla
cöm ertlik de benden beklem e, yapam am ! Ç ünkü, açlıktan
ölm ek istem iyeceğini de iyi biliyorum !) deye ilâve etti.
B ir defasında da, b ü tü n bu havaliyi korkunç b ir sarî
hastalık kem iriyordu. Kom şu m em leketten çok m ahir ve
iyilik sever bir doktor çıkageldi. V erdiği ilâçlarla tedavi
ettiği b ü tü n hastaların ı iyileştirip ayağa kaldırm ış, sıh-
h a ta kavuşturm uştu. H astalık o m ıntıkadan tem am en si­
linince doktor, tedavi ücretlerin i alm ak için h astaların a
giderek ü cretini istedi. H er yerde retle karşılaştı. M eyus
ve m ünkesir m em leketine dönen tabip, adeta yorgunluk­
tan harap bir haldeydi. L âkin çok geçm em işti ki, o hava­
lide, ayni afet yine kendini gösterdi. Yine h er ta ra fı k a­
sıp kavuruyor, ocakları söndürüyordu. Meş’um hastalık
bu sefer daha am ansız, daha affetm ez görünüyordu. H as­
talar, doktorun bulunduğu m em lekete akın etm eye başla­
dılar. K endilerini k u rtarm ası için ne diller döktüler, ne
çok y alvardılar!... L âkin doktor a rtık onları dinlem iyor­
d u: (Haydi, burdan defolun, gidin! N ankör insanlar! Si­
zin ruhunuzu kem iren zehir, bünyelerinizi kem iren zehir­
den de beterdir! A rtık yer yüzünde sizin için bir melce
bulunam az! Çünkü, sizlerde insaniyet duygusu olm adığı
gibi, adalet ve doğruluk esaslarından da bihabersiniz! Ben
64 İ R A N M E K T U P L A R I

şim di şayet, ricalarınızı kabul eder de, y u rdunuza gelir


ve sizleri tedavi edersem , m ahrum olduğunuz faziletler
yüzünden gazap ve öfke içinde bu lu n an ilâh lara karşı gel­
miş, onları ta h k ir ve tezyif etm iş olurum ! H eyhat, bunu
yapam am , gidin! Defolun!) 1
E rz u ru m . 3 /A ğusto s/1 7 1 1 .

d) -

........................................................................... B itm e z tü k e n m e z
h a r p h a lle r in d e n y o ru lm u ş, k a t ’î s u r e tte m u h a fa z a e d e ­
m e d ik le ri iç in fay d a sız h a le gelm iş b ir h ü r r iy e tte n b ez­
m iş in s a n o ğ u lla rı, b u h ü r riy e tin b ir k ıs m ın d a n ta m
b ir e m n iy e t ve v u z u h la f a y d a la n m a k iç in d iğ e r k ıs m ın ­
d a n v az g eçtiler. İşte b a ğ ış la n a n b u b ir k ısım h ü r r iy e t­
ler, m illî h a k im iy e tle ri te ş k il eyledi. B u m illî h a k im i­
y e tle r h ü k ü m la r la r a e m a n e t ve o n la r t a r a f ı n d a n d a
k e n d i h ü k ü m e t e r k â n la r ın a te v d i ed ild ile r...

L â k in , b u m illî h a k im iy e ti te ş k il ve te v d i ey lem ek
k â f i değildi. A y rıc a h e r ş a h s ın , b u to p la n m ış , ç o ğ a l­
m ış h ü r riy e t y ığ ın ın d a n y alın ız k e n d isin e a it o la n la rı
değil, lâ k in b a ş k a la rın a a it o la n la r ı d a çekip k o p a rm a k
iste d iğ i h ü r riy e tle rin is tir d a t ve g a s b ın a d a m a n i o lm ak ,
ce m iy e t h a y a tın ı eski h e rc ü m e rç h a le g e tirm e k iste y e n
f e r tle r in ta h a k k ü m ve is tib d a tla r ın a se t çekecek m ü e s­
s ir ve m u k te d ir ç a re le re de ih tiy a ç v a rd ı...

B öylece b u ç a re le r, k a n u n la r ı ih lâ l ey ley en lere t a t ­


b ik e d ile n c e z a la ra in k ılâ p eyledi .........................................
........................................................................... B u su re tle , f e r t ­
le rin k e n d i h ü r riy e tle rin d e n f e r a g a t e ttik le ri k ıs ım la rın
m e cm u u , c e m iy e tin ceza v erm e k h a k k ın ın e sa sın ı t e ş ­
k il eyledi..

B in a e n a le y h , b u e s a sa d a y a n m a y a n b ir ic r a a t a s lâ
a d a le t o lm ay ıp b ir ad a le tsiz lik , b ir v a h ş e ttir; H ukuk
m e fh u m u ile b ir g û n a a lâ k a s ı y o k tu r. A m m e h ü r r iy e ti­
n in m u h a fa z a s ı iç in z a r u rî o lm a y a n b ü tü n ce za la r, f e r t
h ü r riy e tin i en g en iş ta r z d a te m in a t a ltın a ald ığ ı ve
İ R A N M EK TU P L A R I 65

am m e h ü r riy e tin i èn k u ts a l ve eıi d o k u n u lm a z h a lin d e


m u h a fa z a ey led ik leri n is b e tte m e ş ru te lâ k k i e d ilir...

B e cc aria , S u ç la r ve C ezalar, F a sıl: II (C e z a la rın


aslı ve ceza v e rm e n in h u k u k î m e n şei.)
(........................................................................................
....................................................................... İ n s a n to p lu lu k ları!
iç in d e d ev a m lı b ir g a y re t v a r ki, c e m iy e tte k i b ü tü n z a ­
a f ve fe lâ k e tle ri b ir y a n a ve b ü tü n k u d r e t ve sa d e tle ri
d iğ e r y a n a s ır a la m a ğ a ç a lış m a k ta d ır. A k ilâ n e k a n u n ­
la r ın v azifesi b u g a y re ti d ev a m lı s u r e tte te sirsiz b ır a k ­
m a k o lm a lıd ır ................. '..................................................................
.................................................. T a r ih i k a r ış tır alım ; h ü r in s a n ­
la rın , a r a la r ın d a y a p tık la rı b ire r m u k a v e le d e n ib a re t
o la n k a n u n la r ın , m a a le se f y a e k s e riy a e h e m m iy e tsiz b ir
e k a liy e tin ih ti r a s la r ın a a le t o ld u k la rın ı, y a h u t gelip g e­
çici ve te s a d ü f i ih tiy a ç la r d a n d o ğ d u k la rın ı, in s a n t o p ­
lu lu k la r ın ın e k s e riy e tin i te ş k il e d e n le rin h a y a t ve f a a li­
y e tle rin i ta n z im d e n u z a k k a n u n la r ın te k gayesi o lm a sı
lâ z ım gelen ( t o p l u l u ğ u n en ç o ğ u n u n en
b ü y ü k s a a d e t i ) p re n s ib in e te m a y ü l ed ecek
b ita r a f ve â d il b ir m ü ş a h id in fik ir m a h su lu , o lm a d ığ ın ı
g ö rü rü z.
P e k çok fe n a lık ve z u lm e tle rd e n s o n r a k a v u ş u la b i-
le n ve h a y ır te lâ k k i e d ile n b e şe rî te r t ip ve is tih a le le rin
a ğ ır d eğ işik lik le rin i b e k lem e y en m ille tle re n e m u tlu !..
O n la r â k ilâ n e k a n u n la r say esin d e , b u fe n a lık la rı ç a b u k
a tla y a b ilm işle rd ir. P e r iş a n ve k a r a n lık iz b ele rin d e, in s a n
k ü m e le rin e , u z u n z a m a n m e ç h u l k a lm ış fa y d a lı h a k i­
k a tle r in ilk to h u m la r ın ı sa ç m a k c e s a re tin i g ö ste re n b e ­
ş e r nevi, fe y le z o fla ra n e çok borçluyuz! .................................
...............................................! ........... E b ed î M O N T ESQ U IE U ise,
b u e h e m m iy e tli m e v zu a sa d ec e ilişm ek le ik tif a e tm iş tir.
Ve b e n b u h a k ik a tle r i a ra y ıp b u lm a k için , işte. B u b ü ­
y ü k a d a m ın n u r lu izin i ta k ip etm ey e m e c b u r o ld u m .
L â k in d ü ş ü n m e sin i b ile n le r, k i b u e se ri o n la r iç in y a z ı­
y o ru m , b e n im a y a k iz lerim i o b ü y ü k a d a m ın iz le rin d e n
a y ırt e tm e s in i de b ile ce k le rd ir. O n u n g ibi b e n de, a k ıl
ve te fe k k ü l â le m in in sessiz ve silik g e ç in e n tilm iz le rin in
İ r a n M e k tu p la rı F .: 5
66 İ R A N M E K T U P L A R I

d e r u n î ş ü k r a n la r ın ı k a z a n a c a k o lu rsa m , b e ş e rin m ü d a ­
f a a s ın a a it h a y k ırış la r a cev ap v ereb ilecek o la n r u h ­
la r ın ı h a r e k e te g e tire b ile c e k ta t l ı ü rp e rtiy i o n la rd a
u y a n d ıra b ilirs e m , d ü n y a la r b e n im o lu rd u !....)
B e cc aria , S u ç la r ve C ezalar, fasıl: i (G iriş ve
e s e rin gayesi.)
İ R A N M E K T U P L A R I

M E K T U P 12

U sbek’te n y in e M irza’ya

İsfa h a n

Ey, benim sevgili M irzam, şu T roglodyt kavm inin


m ünhasıran kendi kötü ru h la rı yüzünden nasıl yerle bir
olduklarını, ve yine kendi adaletsizliklerine ne şekilde
k u rb an olduklarını görm üş oldun!....
O k ad ar aileden yalınız ikisi ayakta durabilm iş, m il­
letin gerisi toptan telef olup bitm işti!.. F ilhakika, bu di­
y arda iki adam v ardı ki, diğerlerinden başkaydılar! B un­
ların gönlünde insaniyet duygusu yaşiyor, adalete de ina-
n iy orlardı; fazileti seviyor, kalblerindeki doğruluk h is­
lerinin istikam etinde gitm eyi başarabiliyorlardı. D iğer
yandan, yolunu şaşırm ışların yuvarlan d ık ları levsin iğ­
rençliğini de görebiliyorlardı. T opluluğun çöküşünü b ü ­
yük bir yeis ve nevm idile hissetm işler, bu sebeple de pek
çok keder duym uşlardı...
İşte onların bu hazin m üşahedeleri yeni b ir toplum un
doğuşunu hazırlam ış, buna im kân verm iş, âm il olm uştu.
F ilhakika, bu iki insan bu m aksat için kolları sıvayıp
faaliyete geçtiler; büyük b ir cehit ve gayretle çalışm aya
başladılar. B ü tü n m aksatları am m enin selâm et ve siya-
neti idi; v atan d aşları arasında ılık ve ta tlı bir bir dostluk
havası y aratm ak istiyorlardı...
68 İ R A N M E K T U P L A R I

B üyük felâk etten önce, daha o zam anlar, kendilerile


b ir ara d a yaşam aya lâyık görm edikleri vatandaşlarından
ayrılm ışlar, v atan ın ın uzak b ir köşesinde sessiz ve m es’u t
b ir öm ür sürm eyi tercih etm işlerdi. F aziletli ellerinin ça­
lıştırdığı to p rak lar, sanki kendinden gayrete gelm iş gibi
görülm em iş bir bereketle m ahsul verm eye başlam ıştı...
Bu faziletli insanlar, k a rıların ı da derin b ir m uhab­
betle seviyorlar, ve onlar tara fın d a n h a ra re tle m ukabele
görüyorlardı. B ütün em elleri çocuklarını faziletli b ü y ü t­
m ekti. O nlara h er vesile ile y u rtta şla rın ın felâketinden
bahsederler, ve bu yürek yaralayıcı m isâli h a tırla rın d a n
hiç çıkarm am alarını tavsiye ederlerdi. O nlara, her şey­
den önce şahsî selâmet ve menfaatm, daima ammenin se­
lâmet ve menfaati içinde bulunduğunu bilhassa izaha ça­
lışırlardı.. Topluluktan ayrılmakla mahv olmanın mukad­
der olacağını telkin ederlerdi. Fazilet sahibi olmanın öyle
zahmetli ve külfetli bir şey olmadığını, tatbikatının ise, in­
sanı ezip öldürmediğini, ve nihayet başkasına tatbikini
istediğim iz adaletin, kendi nefsimizin de kurtarıcısı ola­
cağını fısıldarlardı...
N ihayet b ir zam an geldi ki, b u h a y ırh â h iki insan, uğ­
ru n d a didindikleri faziletin hasâdm ı idrak â başlam ışlardı.
Y etişen çocukları kendilerine benziyorlardı. Bu genç n e ­
sil, yeni izdivaçlarla sü r’atle çoğalm aya başlam ıştı. Sayı­
la rı a rta n bu aile b irliklerindeki ahlâkî m eyil hep ayni
idi. Fazilet ise, çokluğun içinde zayıflam ası şöyle dursun,
bilâkis gelişip gürbüzleşti, güzelleşti!...
Şimdi, acaba bu T roglodyt kavm ini kim tem sil ede­
cekti? D oğruluk faziletile yuğrulm uş böyle bir m illet ilâh ­
ların takdisine m azhar olm aliydi. O to p ra k ta ilâh ları içten
sezip anlam aya başlayan h er insanın kalbindeki ilk tah a s­
süsü bu ilâh lard an hazer etm ek, o nların m eram ve em ir­
lerini h arfiyyen yerine getirm ekti. B u su retle de din, ta-
İ R A N M E K T U P L A R I 69

b iatin geleneklere yaptığı tazyiki h a fifleterek onu yum u­


şattı...
Böylece, yeni teşekkül etm iş olan bu kavim , ilâhlar
adına b ay ram lar ihdas etti. Genç kızlar, çiçekler tak ın a ­
ra k fusunlu çalgıların sarhoşluğu içinde delikanlılarla ra k ­
settiler A rkasından m ükellef ziyafetler verildi. Bu şö­
lenlerde şevk ve heyecanın ihtişam ı yanında, itidâl ve
kanaatk ârlığ ın hududu hiç b ir su retle aşılm adı.
işte, bu topluluk hay atı içinde, bu ahenk ve dekor al­
tında saf ve tem iz tab iat dile geldi, ve gönüllerin yekdi­
ğerine yaklaşm asını ve onlara sevda m übadelesini öğret­
ti. Ve yine bu m uhteşem tabiat, m elekler kad ar saf
ve tem iz b ir bakireyi, yüzü hicabın h a ra re tile al al olmuş
bir halde, ansızın babasının karşısına çıkarabildi, ona
aşkının itirafın ı y a p tırttı. B u asil itirafın önünde babası­
nın m uvafakatini istihsal o derece güç olam azdı; m üşfik
anneye gelince, m üstakbel yuvanın sadakat ve saadetle
taşm ası tem ennisile bu habere d ü n y alar k a d a r sevinç gös­
terdi!...
M abetlere ilâhların lü tu f ve him ayelerini görm ek için
gidilirdi. Ancak, bu niyazlar, servet iştiyakı ve bolluk ta ­
h assürünü giderm ek için olmazdı. Zira, m es’u t b ir Trog-
lodyt’li için böyle bir istiane hiç yakışm azdı. O nlar böyle
bir tem enniyi ancak, v atan d aşları için yapabilirdi. K e n ­
dileri ise, m ihrabın önüne, ya babalarının sihhatı, ya k a r­
deşlerinin izdivacı, karıların ın aşkı, ya da ev lâtların ın k en ­
dilerini sevip saym aları için yaklaşırlardı. Genç kızlara
gelince, onlar da sadece, kalplerinden taşan ferag at ve fe­
dakârlık duygusunu derin b ir tazim le sunm ak için m abe­
de gelirler, ve bir T roglodyt’li delikanliyi m es’u t edebil­
m ek dileğile ilâhlara yalvarırlardı..
A kşam olupta, sü rü ler m eralardan çekilir, yorgun
öküzler de sabanlarından çözülüp a h ırların a dönünce
T roglody’liler bir aray a toplanırlardı. Yemeği, kan aatla
70 İ R A N M E K T U P L A R I

b erab er yerlerdi. Yem ek esnasında şark ılar da söylerlerdi.


Bu şark ıların güfteleri ya ilk Troglodyt’lilerin adaletsiz­
liklerine, onların düştükleri u çurum un dehşetine, ya yeni
doğm uş bir m illetin faziletleri ve saadetlerine dair o lur­
du. B undan sonra da ilâhların azam eti, him ayelerine sığı­
n an lara olan lûtu fları, ve kendilerinden perva etm iyenle-
re de gösterdikleri şiddöt ve dehşeti teren n ü m ederlerdi.
Ş ark ılard an sonra, kır hay atın ın güzelliklerinin tasv ir ve
ta rifin e sıra gelirdi; iffet ve m âsum iyetin zinetini bol bol
taşiyan o hay atın saadetini an lata an lata bitirem ezlerdi.
Ve nih ay et yatağa uzanırlar, uykuya dalarlardı. D ünya­
da hiç bir endişe ve üzüntü bu uykunun keyfini kaçıra-
m azdı....
T abiat onlara ihtiyacı kadarını veriyordu. Z aten on­
ların da daha fazla istedikleri yoktu. H ırs ve tam a, bu
m es’u t diyara yabanciydi!... B iribirlerine hediyeler v e r­
m ekten b a h tiy ar olurlardı. H ediyeyi v eren kendini daim a
daha kazançlı hissederdi. Hepsi kendilerini bir aileym iş
gibi görürlerdi. S ürüleri hem en daim a bir arada b u lu ­
nurdu. En çekindikleri m ücazat da, kendi sürü lerin in top-
m unkinden ayrılm asına k a ra r verilm esiydi!... 1
E rz u ru m , 6/A ğusto s/1 7 1 1 .

— ( ..................................................................................................................................................................................................

.......................,............................. V a h ş e tte n h e n ü z k u rtu lm u ş


b ir m ille t iç in ceza, d im a ğ la rd a k u v v etli ve m ü e ssir b ir
iz b ıra k a c a k m a h iy e tte o lm a lıd ır. B ir a r s la n ı d a h a çok
k u d u r ta c a k k u rş u n y erine, o n u d ev ire ce k b ir y a ld ırım
ister. L â k in to p lu lu ğ u n r u h u y ükseldikçe, c e z a la rın
ş id d e ti de h a fifle tilm e lid ir ki, h a s s a s iy e t ile işle n e n fiil
a r a s ın d a k i ak lı selim ve m a n tık m ü lâ h a z a la r ın ın a h e n k
ve te n a z u r u m u h a fa z a e d ile b ilsin .........................................
.................................. B ir c e z a n ın k e n d is in d e n b e k le n ile n
f a y d a la rı te m in ed eb ilm esi iç in , b u c e z a n ın v e rd iğ i âz ap
ve şid d e tin , o su ç u n işle n m e sin d e n h a s ıl o la c a k fa y d a -
İ R A N M E K T U P L A R I 71

yı aşm ış b u lu n m a s ı k â f id ir; b u n a c e z a n ın k a t ’î, ve c ü ­


r ü m d e n b e k le n e n f a y d a n ın d a z iy a a u ğ riy a c a ğ ın ın m u ­
h a k k a k o lm a sın ı d a ilâv e e tm e k lâ zım d ır. İşte b u h u d u ­
d u g eçen b ü tü n c e z a la r fay d a sız ve b in a e n a le y h z u lü m ­
d ü r ...............................................................................
..................................... O h a ld e , h a d d i z a tın d a h e r n ev i i h t i ­
r a s la r a b ig â n e siyasî b ir cem iy et, f e r tle r a r a s ın d a k i i h ­
tir a s la r ı d iz g in le m ek iç in h a n g i ça rey e b a ş v u ra c a k tır?
A c a b a ta a s s u p ve h id d e tin k u lla n d ığ ı, y a h u t h u n h a r ve
z a lim le rin a lç a k ç a b a ş v u rd u k la rı u s u l ve v a s ıta la r işe
y a ra y a b ile c e k m id ir?
İşk e n c e le r a ltın d a ez ile n b ir b e tb a h tın h a y k ırışla rı,
a r tık geri g elm iyecek b ir m a zid e işled iğ i c ü rm ü n ü is lâ h
e d e b ilecek m id ir?
B in a e n a le y h , c ü rü m ile ceza a r a s ın d a b u lu n m a s ı
g e re k e n a d ilâ n e n isb e te u y g u n ce z a la rı ta tb ik e tm e lid ir.
Böyle c e z a la r m ü c rim in u zv iy eti ü z e rin d e e n az t a h r i p ­
k â r o ld u k la rı h a ld e , b e şe r z ih in le rin d e e n k u v v e tli ve
e n d ev a m lı te s iri ic ra e y le rle r.....................)
B e cc aria , S u ç la r ve C ezalar, fasıl: X V (C e z a la ­
r ın y u m u şa tılm a sı)
(..................................................
.................................................. A m m e ir a d e s in in ifa d e s in d e n
b a ş k a b ir şey o lm a y a n k a n u n la r ın , a y n i a m m e ir a d e s i­
n in n e f r e t ve te c r im eylediği b ir c in a y e ti b iz za t ve a le ­
n e n işlem eyi, ö lü m c e z a la rın ı ta tb ik ve in fa z e y lem e le­
r in i g a rip b u lu y o ru m !
A c a b a a d ilâ n e ve fa y d a lı k a n u n la r h a n g ile rid ir?
Ş ü phesiz, şa h s î m e n fa a tle r i am m e m e n fa a tle r ile
u y u ş tu rm a k g ay e sin i g ü d e n k a n u n la r d ır .
............................................... .......................... A h! şim d i b ir d ü ­
şü n e lim : b u k a n u n la r , b u k o rk u n ç k a lıp la r, b u zu lu m
m a sk e le ri, bizi, tıp k ı M â b u d a a d a n m ış b ir k u r b a n g i­
bi, d o y m a k b ilm iy en is tib d a d ın k a n lı a ğ z ın a f ırla tm a k
iç in d ü şü n ü lü p ta s a r la n m ış b ire r b a h a n e d e n b a ş k a n e ­
d ir? ...........................................................................
G ü rü ltü ve p a tır tıla r ın ,
k ö r ö rf ve a d e tle rin , b a tıl itik a tla r ın h ü k ü m r a n lığ ı y a ­
n ın d a b ir filo z o fu n sesi p e k z a y ıftır. B u n u b iliy o ru m ,
72 İ R A N M E K T U P L A R I

lâ k in şu d ü n y a y ü zü n e p ek sey rek çe s e rp iş tirilm iş çok


m a h d u t n is b e tte k i â k il in s a n la r ın b u sesi d u y d u k la rın a ,
b e n i a n liy a c a k la r m a ve k a lb le r in in d e rin lik le rin d e b a ­
n a h a k v e re c e k le rin e in a n iy o ru m .
B u n c a m a n ile rin h ü k ü m d a rla r d a n u z a k la ş tırd ığ ı b u
h a k ik a t, h e r şeye ra ğ m e n , h ü k ü m d a rla r ın k u la ğ ın a k a ­
d a r so k u la b ilir, ve b u ta c id a la r b u sesi b ü tü n b e şe riy e ­
t i n m a h re m ve k u ts a l b ir d ileğ i gibi k a b u l ve h im a y e
ey leyecek o lu rla rsa , b u z a fe r e n b ü y ü k f a tih le r in f ü tu ­
h a t la r ın ı gölgede b ıra k a c a k ve b u a d il k a h r a m a n la r T i-
tü s ’le rin , A n to n in ’le rin ve T r a ja n ’la r ın z a fe r ve g a n a -
im in i u n u ttu r a c a k la r d ır !
İlk d e fa k a n u n la r a k a v u ş a n in s a n o ğ u lla rı n e k a d a r
b a h tiy a r d ır la r! D evrim izde, A v ru p a t a h t ı n a o tu rm u ş h a -
y ır h â h h ü k ü m d a rla r g örm ekteyiz. B u n la r, ş a ta fa ts ız , f a ­
z ile tin d o stu , ilim ve s a n ’a tın h â m isi, m ille tle rin ve d e ­
ğ er s a h ib i v a ta n d a ş la r ın b a b a sı b u lu n u y o rla r. B u tâ c i-
d a r la r n u fu z ve k u d r e tle r in i a r tır d ık la r ı n is b e tte te b ’a -
la r ın ın r e f a h ve s a a d e tle ri iç in g a y re t s a rfe tm e k te d irle r.
Z ira o n la r, k o rk u n ç o ld u ğ u n is b e tte te m e li çök en is tib -
d a d i d e v irm e k iç in h a lk ın se sin i k esip z a b te d e n ve b ö y -
lece h ü k ü m d a r a k a d a r g elm esin e m a n i o la n a r a d a k i m â -
d u n m ü s te b itle ri sık ış tırıp e z m e n in h ü n e r in i d e gös­
te re b ilm işle rd ir! ....... )
B e cc aria , S u ç la r ve C ezalar, fasıl: X V I (Ö lü m
cezası)
İ R A N M E K T U P L A R I 73

M E K T U P 13

U sb ek’te n y in e d o stu M irza’y a


İsfa h a n

Ben sana daha T roglodyt m illetinin faziletinden ye­


te ri kadar bahsetm edim ...
A raların d an biri bir gün şöyle dedi: (B abam y arın
sabah gidip tarlasın ı sürecek. Hiç razı o lu m u y u m '? Ben
ondan iki saat önce kalkar, gideirm . B abam tarlasın a g it­
tiği zam an h er işin b ittiğini görecek.)
D iğer b ir genç de: (Öyle zannediyorum ki, kız k a r­
deşim akrabam ızdan T roglodyt’li b ir gence vurgun. Ben
ne yapar yapar, babam la konuşur ve onu bu izdivaca ra ­
zı ederim .) deye avunuyordu.
B ir başkası da, h ırsızların gelip sü rü sü n ü çalup g ö tü r­
düğünü, bunu pek om ursam adığını, fak at asıl bem -beyaz
ineğinin de sürü ile gittiğine kederlendiğini, ve çünkü inu
ilân lara kurban etm ek niyetinde bulunduğunu söyledi...
B ir dördüncüsü (Ben‘, deyordu, m abede gidüp ilâh­
la ra ham d ve senalarda bulunacağım . Çünkü, babam ın zi­
yadesiyle düşkün olduğu, ve benim de canım dan çok sev­
diğim kardeşim h astalık tan k a lk tı; h ay ata yeniden sıhhat
ve neş’e ile gülüm sem eye başladı.)
B ir gün de bir genç şunu söyledi. (B abam ın arazisine
h u d u t b ir y er var. B u raları ekip biçenler A llahın günü gü­
74 İ R A N M E K T U P L A R I

neşten k a v ru lu rla r. B ari gideyim de, oraya iki ağaç dike­


yim , hiç olm azsa zavallılar arada bir gider gölgelerinde
serinlerler.)
B ir gün T roglodyt’lilerin büyük bir kısm ı toplanm ış
ara ların d a görüşüyorlardı. İh tiy a r bir adam , fena bir h a ­
rek e tte bulunduğundan şüphelendiği bir gençten kızgın­
lıkla bahsediyor, aleyhinde atup tutuyordu. N ihayet sö­
zünü bitirm işti ki, hazır bulu n an delikanlılar cevap v e r­
d iler: (L âkin biz onun bu suçu işleyebileceğine inanm iyo-
ruz. Ş ay et işlemişse, bu takdirde ailesi için m ahvolm uş
dem ektir.)
B ir defasında da T roglodyt’li birine, yabancıların hu-
cum una uğradığını, b ü tü n evinin soyulduğunu ve m alla­
rın ın gasp ve yağm a edilip götürüldüğünü haber verdiler.
A dam cağız şu cevabı verir: (H ani şu adam lar bu derece
adaletsiz olm asalardı, aldıkları m allarım ı benim k u lla n ­
dığım dan daha fazla zam an güle güle kullansınlar, d er­
dim!)
Am â gel görki, Troglodyt kavm inin bu refah ve saa­
detini kom şuları daha fazla çekem edi, kıskandılar. A ra­
larında toplanup işi konuştular ve k a ra ra vardılar. Bir
bahanesini bulup Troglodyt’lilerin b ü tü n sürü lerin i yağ­
m a edip götüreceklerdi...
Bu m eş’um k a ra rı öğrenince, T roglodyt halkı elçileri­
ni seçip gönderdiler ve düşm anlarına şöyle söylettiler:
(T roglodyt’liler sizlere ne fenalık yaptılar? K arılarınızı
m ı kaçırdılar? H ayvanlarınızı m ı çaldılar? T opraklarınız,
ekinleriniz m i çiğnendi? H ayır! B unlardan hiç biri y ap ıl­
m am ıştır. B izler hak seven, ondan ayrılm ayan ve ilâh lara
da inanan bir m illetiz. O halde bizden istediğiniz nedir?
Yoksa kendinize elbise yapm ak için yünem i ihtiyacınız
var? Sürülerim izin südünü m ü istiyorsunuz? T oprağım ız­
da yetişen m eyvelerden m i yiyeceksiniz? E ğer istedikle­
riniz b u n lard an ibaretse, şayet b ü tü n arzularınız bunlarsa,
İ R A N M E K T U P L A R I 75

tasâ çekm eyin; silâhlarınızı aşağıya indirin! Hem en içi­


m ize girin, elele verelim , biz size b ü tü n istediklerinizi
verm eye hazırız! L âkin en büyük m ukaddesatım ız üzerine
de yem in ederiz ki, eğer böyle yapm az da toprağım ıza
b ir düşm an gibi girecek olursanız, o zam an sizleri gaddar­
lıktan hoşlanan adaletsiz b ir m illet gibi görecek, ve vahşî
h ay v an ların lâyık olduğu m uam ele neyse, size de ayni
m uam elede bulunacağız!)
D üşm anları T roglodyt’li elçilerin bu açık sözlerini h a ­
k a re tle rle red d ettiler. A rkasından da, bu vahşî sü rü ler si­
lâhlı olarak to p rak ların a pervasızca g irdiler; aciz ve m es­
kenetten, havf ve tab iiy etten başka bir şeyle karşılaşm i-
yacaklarm ı üm it etm işlerdi.
H albuki y erlilerin kahram anca m üdafaası önlerine
dikilm işti.. T roglodyt yiğitleri saflarına karılarile çocuk­
ların ı da alm ışlardı. D uydukları h a y re t ve celâdet, düş­
m anlarının, adedinin çokluğundan değil, lâkin onların
kalblerindeki adalet hissinin körlüğündendi! Şim di gönül­
leri yeni bir ateşle yaniyordu: B eride bir yiğit babası için
can verirken, ötede bir diğeri karısı ve çocukları için
kükriyordu. D ostları için, b ü tü n T roglodyt m illeti için v u ­
ruşuyorlar, savlet üzerine savlet ediyorlardı... Cenk m ey­
danında şerefle yakılan her kahram anın yerini başkası
alıyor, hem topluluğun m uhafaza ve m üdafaası, hem de
az önce ölenin intikam ı için arslan kesilm işlerdi.
A daletsizliğin ve faziletin karşılıklı çarpışm ası işte
böyle olm uştu. T alan ve ganim etten başka bir şey düşün­
m eyen bu alçak insanların son nasibi de er m eydanından
alçakça ve hayâsızca fira r olm uştu! Böylece, T roglodvt’-
lilerin fazileti önünde ağır b ir yenilgiye uğram ışlar, lâkin
bun d an ne eza duym uşlar, ne de utanm ışlardı!...

E rz u ru m . 6 /A ğusto s/1 7 1 1 .
76 İ R A N M E K U F L A R I

M E K T U P 14

U sbek’d e n M irza’ya

İsfa h a n

G ün geçtikçe m illetin nufusu çoğalıyordu. N ihayet


T roglodyt h alk ı kendilerine b ir k ıra l seçm enin v ak ti gel­
diğine k a n a at ettiler. T ahta, içlerinde en adil olanını o tu rt­
m ak hususunda araların d a tam bir anlaşm a v u k u bulm uş­
tu. Bu k a ra r verilince, b ü tü n gözler, yaşadığı öm ür k ad ar,
faziletile de en eski olarak tan ıd ık la rı ih tiy arın üzerinde
durdu. Adam cağız bu toplantıya bile gelm emiş, kalbi ke­
derle dolu, evine çekilm işti.
H alkın m üm essilleri gelip kendisine k ıral seçildiğini
hab er v erdikleri zam an ise, küplere b indi: (N asıl? A ra­
nızda en faziletli benm iyim ? dem ek, a raların d a en adil
insanın ben olduğum a onları inandırm ışım , öylem i? M e­
ğer ne büyük günah işlemişim, Rabbim ! Bu affedilm ez
b ü y ü k günahım dan dolayı beni affet! Şim di kararın ız
k a t’î ise, bir şey deyem em , boynum u bükerim . L âkin çok
geçm iyecek, göreceksiniz ki, kederim den öleceğim! H ey­
hat! D oğduğum gündenberi h ü r olduklarını gördüğüm
kavm im i, şim diden sonra, ta b ’am olarak görm ek zilletine
de düşeceğim, öylem i? B una aslâ tah am m ü l edem em !) Bu
sözlerden sonra ih tiy arın gözlerinden y aşlar boşandı. (B u
ne m eş’um ve kara bir gün, Rabbim ! A caba böyle b ir gü­
İ R A N M E K İ t F İ A R I 77

n ü görm eye im kân verecek k ad ar niçin uzun öm ürlü ol­


dum ?) deye derin derin iç çekti. (Ah! A nliyorum ! G örü­
yorum ! Ey Troglodyt’liler! S iz le r'a rtık faziletlerinizle haş­
haşa yaşayam iyorsunuz! Faziletleriniz size ağır gelm eye
başladı! H albuki, şim di olduğu gibi, başsız yaşarken fa ­
ziletinizin rehperliği size yeterd i de a rta rd ı bile! B u fazi­
letleriniz olm asaydı, bu gün yeryüzünde bulunam azdınız!
İlk cetlerinizin tebah oldukları şeam etin içine y u varlanır,
kökünüzle beraber kururdunuz! Şim di ise, bir kıralla, onun
k an u n ların a uym ak, tâbi olduğunuz ağır örf ve adetlerden
sıyrılm ak için didiniyorsunuz! B unlardan daha yum uşak,
daha kolay çarelere başvurm ak istiyorsunuz! S ervetlere
garkolm ak, y a h u ttâ m enfur şehvet bataklığı içinde erim ek
gibi ihtiraslarınızı söndürm ek, ve bü y ü k cü rüm lerin işlen­
m esine m ani olm ak hevesindesiniz! Öyle değilm i? O h a l­
de, b u arzularınızın k an u n larla tatm in i m üm kün iken, ne
deye örf ve adetlerin esiri olacaksınız? Ne deye, b u fazi­
letlerin boyunduruğunda inleyeceksiniz? H eyhat!.)
İh tiy a r b u rad a biraz durdu, gözlerinden y aşlar boşa-
niyordu. (Peki, şim di ne yapm am ı istiyorsunuz? B en
şim di bir T roglodyt’liye nasıl em ir ve kum anda edebilirim ?
Ben em rettim deye, siz ondan faziletli b ir h a re k e tte b u ­
lunm asını m ı isteyeceksiniz? Hey betbahtlar! H albuki b u
vatandaş bu h a re k e ti ben em retm eden de yapabilirdi.
Ç ünkü, ondaki tabiî tem ayül tek başına buna m uktedirdi.
Ey T roglodyt’liler! A rtık günlerim sayılıdır; kanım da­
m arlarım d a pıhtılaşm ış haldedir. Çok kısa b ir zam an son­
ra aziz dedelerinize kavuşacağım . Şim di size sorarım : N i­
çin onları kedere boğayım ? Niçin kendilerine to ru n la rın ı
faziletin b ay u n duruğundan çıkardığım ı ve onları başka
bir boyunduruğa v urduğum u hab er verm eye m ecbur ola­
yım?!)
E rz u ru m , 1 0 /A ğ u sto s/l7 1 1
78 İ R A N M E K T U P L A R I

M E K T U P 15

B a ş h a r e m a ğ a s ın d a n h a r e m a ğ a sı J a r o n ’a

E rz u ru m

Seni te k ra r b u rala ra gönderm esi ve b ü tü n kaza ve be­


lalard an korum ası için U lu T anrıya h ay ır dualarında b u ­
lunuyorum .
Gerçi, dostluk adını verdikleri k a rşılık lı' taa h h ü tte n
nasibini alm am iş b ir insanın; ve h a ttâ daim â da, kendi
içime kapanm ış olarak şu y er yüzünde öm ür sürm üş b u ­
lunuyorum ; amâ, b ü tü n b u n lara rağm en, benim de diğer
insanlar gibi kalb taşıdığım ı, göğüs boşluğum da, sıcak ve
hassas b ir kitlenin çarptığını bana hep sen h issettirm iş­
tin. K anunlarım ın h ükm ü altında yaşayan b ü tü n esirler
için tem am ile hissiz ve m erham etsiz bir insan iken, senin
çocukluğunu, b ü y iy ü ş tarzını, irileşip gelişişini derin bir
haz ve m em nuniyetle tem aşa ederdim!..
N ihayet, efendim in dikkatini çekecek çağa gelm iştin.
T abiatın h ü r havasından dem ir p arm ak ların arasına ge­
çişin an ları da hiç unutam am ! Bana k ad ar yükselip ge­
lişinden dolayı üzüntü m ü çektiğim i, yoksa inşirah ve
m em nuniyetim : duyduğum u bugün söyleyeffıiyeceğim.
Yalınız, senin acı göz yaşlarını hep k u ru tan , çığlıklarını
hep dindiren ve sana üm it ve teselli kaynağı olanın ben
olduğum u şim di söyleyebilirim , artık. D aim a ita a ta m ec­
bur olduğun b ir esaret hayatından, hüküm ve kum anda
edeceğin başka bir esaret hay atın a geçişini dünyaya ikin­
ci bir gelişin gibi karşılam ıştım !..
İ R A N M E K T U P L A R I 79

Tahsil ve terbiyen benim elim e tevdi edilm işti. T ah­


sil hayatile ayrılm az b ir b ü tü n teşkil eden haşinlik ve
şiddet, yıllarca sana duyduğum sevgiyi senden gizleyebil-
m işti. H albuki, seni ne çok seviyordum ! İçinde b u lu n d u ­
ğum uz şa rtla ra m ünasip düşeblise deyebilirim ki, tıp k ı b ir
babanın evlâdına duyduğu aşk ve şefkatle seni seviyor­
dum.
Eh, şim di de, h iristiy an la rın yaşadıkları iklim leri ge-
züp göreceksin. Heyhat! Bu y erlerdeki h iristiy an geçinen
insanların im an kuvveti de ziyadesile cılızdır. O ralarda
çam urlara, b a ta k lara saplanm am ana im kân yoktur! D ü­
şünüyorum da, bu kadar bol düşm anları içinde, peygam ­
ber seni nasıl görebilecek!
D önüşünüzde, efendim in M ekke’yi ziyaret etm esini
istiyorum ; bu suretle ru hlarınızı yıkam ış, paklanm ış, h u ­
zur ve saadete kavuşm uş olursunuz.
İ s f a h a n sa ra y ı, 1 0 /A ğ u sto s/l7 1 1 .

M E K T U P 16 (')

U sbck’tc n M olla M u h a m m e t A li’ye,


(Ü ç k a b irle r - m u h a fız ı)
K um

Ey A llah’ın sevgili ve m üstesna kulu, Molla! Ne de-

( 1 ) — ı721 T a rih in d e n e ş re d ile n ik in c i t a b ’ın d a b u m e k tu p ,


m ü e llif ta r a f ı n d a n e s e rd e n çık a rılm ıştır.

(2) — H a z re ti F a tim e - tü z - Z e h r a - n m k e n d isin e ve aziz eb ev ey ­


n in e a it m e z a rla r.
80 İR A N M E K T U P L A R I

ye m ezarlar arasında yaşıyorsun? Sen ki, dünyadaki y a p ­


tık ların la asum anlarda, tâ yıldızlar âlem inde yaşam ağa
lâyıksın! B iliyorum , m uhakkak ki, güneşi k a ra rtm a k kor-
kusile saklanıyorsun! H albuki, sen güneş kad ar saf ve b e r­
raksın! Ö nün k ad ar lekesizsin! Am â, yine de, onun gibi
bazan b u lu tla rın arkasına kapanıyor, gizleniyorsun!..
Senin ilm in, B üyük O kyanusların d erinliklerinden de
daha derindir! Senin zekân ise, A li’nin iki başlı kılıncın-
dan da daha keskindir!. Sen gök kubbesindeki ilâh ların
teşkil ettiği koronun raks ve nağm elerinden en iyi anli-
yansın! Sen K u r’anı İlâhî peygam berim izin göğsünden çı­
kan sesle okuyabilensin! K aranlık bulduğun m etinler o lu r­
sa, hem en göklerdeki m elek, R abb’in em rile k a n a tların ı
açar ve k u rulduğu gökteki tah tın d a n inerek, o ayetin h a­
kik atin i k u lak ların a fısıldar!
Sen tav assu t e ttik te n sonra, ben esrafil m eleklerde de
d o stlu k lar tesis edebilir, m uhaberelerde bulunabilirim !
Zira, ey üçüncü İm am ! Sen yeryüzünün ve göklerin o rta ­
sı, en derin u çurum larla A rşıalâ’nın tem as noktası değil-
m isin?
M üsaade et ki, seninle b irlik te ruhum u yıkatayım ,
varlığım ı tem izleteyim . Senin oturduğun m ukaddes y e r­
lere yüzüm ü çevireyim , sürebileyim !..
G ün doğusunun ışıklurındu, siyah iplikten beyazını
ayırdığım ız gibi, kötü insunlurı dn bana öyle göster, ayırt
et! N asihatlarm la bana yardım et! R uhum u yükselt! E t­
rafım ı peygam berin ruhile ibate et! C ennetin n im etleri­
ni ilm in m eş’alesile göster! :ı Y aralarım ı senin m übarek el­
lerinle sarup sarm alam am a rıı/.ı o l! Kutsal m ektubunu,
daha bir kaç ay kalacağım , E rzurum 'a gönder
Krzııruııı, Il/AAiıstos/1711.

(3) — •
S u ç la rı fm lnıtırk İnliyor m u su n u z? Öyle
İ R A N M E K T U P L A R I 81

ise, h ü r riy e ti ilm in m e ş’alesi a ltın d a y ü rü tü n !..


Ş a y e t siz, ilm in m e ş’a le sin i u z a tır ve o n u cö m e rtç e
a y d ın la tırs a n ız , c e h a le t ve if tir a n ı n b u n u r d a n k a ç a c a ğ ı­
n ı g öreceksiniz!
A d a le tsiz id a re c ile rin titre m e ğ e b a ş la d ığ ın ı ve o r t a ­
d a m ü th iş b ir k o rk u ve k u v v e t m e m b a ı o la ra k , sa d ec e k a ­
n u n la r ın k a la c a ğ ın ı m ü şa h e d e edeceksiniz.
M ü n ev v er in s a n , a h k â m ı s a rih , n im e tle ri v âz ih ve
te m e li â m m e n in se lâ m e ti o la n k a n u n la r ın m e y d a n a g el­
m iş o ld u ğ u n u gö rm ek le k a lb i sevinç ve h e y e c a n la d o lu p
ta şa c a k tır.»

B e cc aria , S u ç la r ve C e za lar,fa sıl: X L I.

İran M ektupları F.: 6


82 İ R A N M E K T U P L A R I

M E K T U P 17

U sbek’te n y in e ay n i ad re se

Sabırsızlığım ın dizginlerini çekem iyorum , rahm ani


Molla! Senin ulvî cevabını beklem eden yaziyorum ....
Ah, şüpheler içinde perişanım ! Bu tereddütlerim in
cevabını hem en alm am lâzım. Öyle zannediyorum ki, te ­
fekkür tarzım yolunu şaşırm ış, bir perişanlık içinde boca-
liyor! Ona yeniden doğru yolunu sen gösterebileceksin!
Ey, Işıkların kaynağı! M eş’aleni bana doğru tutki,
yolum u bulayım ! Soracaklarım ı, rab b an i kalem inle y e r­
lere ser, onlardaki esrar perdesini yırt! Bana, zavallı v a r­
lığım a m erham et et ve m eraklarım ın cehennem i ateşini
bir anda söndür!
Önce bana söylerm isin, kanun vazıımız hangi am iller­
le dom uz etini bize haram etti? Saydığı etlerin m ü rd ar
oluşlarının esrarı nedir, acaba? N eden dolayı cesetlere
dokunulam az! R uhlarım ızı kötülüklerden tem izlem ek için
m ütem adi su rette yıkanm anın hakikî saiki de ne olabi­
lir?...
H albuki, ben neler düşünüyorum , heyhat! B ir kerre,
bana öyle geliyor ki, eşya bizatihi ne m ürdar, ne de p ak ­
tır. Ben, ecsam a ayrılm az su rette m erb u t ve ona bu v a ­
sıfları verebilecek k u d retlere m alik her hangi haricî k u v ­
vetlere inanam iyorum . Meselâ, çam ur dediğim iz şeyi, a n ­
cak bakış estetiğim izi, y a h u tta diğer ihsaslarım ızı bozdu­
İ R A N M E K T U P L A R I 83

ğu için m ürdarlık vasfına lâyık görüyoruz. H albuki, mala­


za çam ur hali, altın ve elm asın hal tabiîsinden daha çok
m urdar değildir. Keza, bir cesede dokunm anın bulaşm a ve
pislik yaratacağı telâkkisi ise, bizdeki bazı tabiî istikrâh
duygusundan nebean etm ektedir. Şayet öm ründe, yıkan­
m ayı adet etm em iş kim selerin ölüleri, koku alm a ve gör­
m e duygularını rencide etm eseydi, cesetlerinin m ürdarlı-
ğını ileri sü reb ilirler midi?
O halde, İlâhî Molla, pâklik ve m ürdarlığın tek men-
baı, insan duygusu olm uyor m u? Lâkin, cisim ler insanla­
ra ayni tarzda tesir icra etm ediğinden, bazı insanları son
derece m ütehassıs eden ve duygularını okşayan bir şey,
diğer insanları tiksindire de bilir! Bu da gösteriyor ki,
hassasiyetim iz ecsam in vasıflarının tayininde k a t’î bir kis-
tas olam iyor!
Amâ, böyle olm asına rağm en, büyük peygam berim i­
zin rahm ani duygularile yapılm ış tefrikler, ve sem avî
m eleklerin rebbanî ellerde yazılm ış kanunun d erinlikle­
rindeki m anâlar kuvvet ve m etanetini daim a m uhafaza e t­
m ektedirler. 1
E rz u ru m , 20/A ğustos/1711.

( l ) — B u m e k tu b u n m u h te v a s ı b e ş e rin b ü y ü k z e k â la r ın a iki
h a k ik a ti fısıld a m ış buluunyor*
a - B e c c a ria ’ya f ıs ıld a n a n h a k ik a tla r : B ilh a s s a m e k ­
tu b u n so n p a s a jın d a n ilh a m a lın m ış b u lu n u y o r:
( ..............................
................................................................... İ n s a n la r ın b e n im s e d ik ­
le ri gerek siy asi ve gerfek a h lâ k î e s a sla r, u m u m iy e t itib a -
rile üç m e n b a d a n g e lm e k te d ir: ı — v ah iy ve ilh a m , 2 —
T ab iî k a n u n la r , 3 — İç tim a î m u k a v ele le r.
T a k ip e ttik le ri esaslı gay eleri itib a rile , b u n la r d a n b i­
ri ile d iğ e r ikisi a r a s ın d a b ir m u k a y ese y a p m a ğ a im k â n
y o k tu r. L â k in h e r ü ç ü n ü n de b en z er c ih e tle ri ş u d u r ki,
is te n e n şey, şu fa n î alem d e in s a n o ğ lu n u n sa a d e tid ir.
İç tim a î m u k a v e le le rd e n d o ğ a n m ü n a se b e tle ri m ü n a -
84 İ RAN M E K T U P L A R I

k a ş a etm ek le, v ah y ve ilh a m la ta b iî k a n u n a r a s ın d a b u ­


lu n a b ile c e k e s a s la ra h ü c u m ed ilm iş olm az.
Z ira, d eğişm ez te lâ k k i e d ile n b u ilâ h î e sasla r, m a a ­
le sef if s a t ed ilm iş z ih in le rin te sirile , y a h u t b eşer şe y ta -
n a t ın ın o y u n la rile , y a h u t s a h te d in le r say esin d e , y a h u t-
tâ , k ö tü lü k ve fa z ile t te lâ k k ile r in in a rz u ed ild iğ i ta r z d a
k a b u l ed ilm iş b u lu n m a sile b in tü r lü d eğ işik lik lere m a ru z
k a lm ış o lm a k la , h e r tü r lü h a y a l ve y a b a n c ı m ü lâ h a z a la r ı
b ir t a r a f a b ıra k a ra k , is te r h a k ik a te n a k d e d ilm iş o ls u n ­
la r, iste rse te m in e ttiğ i b ü tü n m e n a fi d ü şü n ü le re k â k d e -
d ild iğ i fa rz e d ilm iş b u lu n su n , b e şe rî m u k a v e le le rd e n h a ­
sıl o la n n e ta y ıc ı te tk ik z a r u re ti k e n d iliğ in d e n d o ğ m u ş
oluyor.
B ü tü n fik irle r, b ü tü n a h lâ k sis te m le ri z a r u rî o la ra k
işte b u n o k ta d a to p la n m a k ta d ır. A ksi h a ld e , in s a n la r ı c e ­
m iy e t h a y a tın d a y a ş a tm a k iç in m e v zu p re n sip le re , en
in a tç ıla r la , a m a n sız d in siz le ri b a ğ la m a ğ a ç a lış a n u lv î b ir
g a y re ti c e sa re tle n d irm e y e de im k â n k a lm iy a c a k tır.
B in a e n a le y h , m e n b a la rı d in , ta b iî k a n u n ve İç tim a î
m u k a v e le d e b u lu n a n ü ç sın ıf k ö tü lü k ve fa z ile t m e v c u t­
tu r. B u üç s ın ıf a s lâ y e k d iğ e rle rin i r e t ve c e rh e d e r m a ­
h iy e tte m ü te n a k ız o lm a m a la rı lâ zım d ır.
L â k in , h e r üç s ın ıf ta n h a s ıl o la n n e ta y iç a y n i o lm a ­
d ığ ı gibi, ta h m il e ttik le ri v a z ife le r de a y n i d eğ ild ir.
T ab iî k a n u n , v a h iy ve ilh a m d a n d a h a az ta le p te b u ­
lu n u r ; iç tim a i m u k a v e le le rin iste d ik le ri ise, ta b iî k a n u n ­
d a n d a d u n d u r. »
Böylece, is te r s a r a h a ta n a k te d ilm iş o lsu n , is te r a k -
te d ild iğ i z ım n e n k a b u l ed ilm iş b u lu n su n , b u n la rın b o y u n
e ğ d ik le ri b u İç tim a î m u k a v e le n in n e ta y ic in i iyice b ilm ek
so n d erece e h e m m iy e ti h a iz b u lu n m a k ta d ır. Z ira , a s lâ
U lu T a n r ı’d a n g eld iğ in i id d ia e tm iy e n ve in s a n ın in s a n ­
la m ü n a s e b e tin i ta n z im e m ü te d a ir o la n h a k im iy e tin m e ş­
r u fa a liy e ti a n c a k b u n o k ta d a te v a k k u f edebilir.
İşte, b u se b e p te n d o la y ı d e n e b ilir ki, siy asî m a h iy e t­
te o la n fa z ile t te lâ k k ile ri m ü te h a v v ild ir. H alb u k i, ta b iî
fa z ile tle r ise, b eşerî ih tir a s la r t a r a f ı n d a n d o n u k la ş tır ıl­
m ış o lm a d ık ç a, d a im a s a rih ve ş e ffa ftır. D in î e s a s la rd a n
İ R A N M E K T U P L A R I 85

n e b e a n e d e n fa z ile t te la k k ile ri ise, A llâ h ta r a f ı n d a n siy a -


n e t ve ilh a m e d ild iğ in d e n , g ay ri m ü te h a v v il ve s a rih tir...)
B e cc aria , S u ç la r ve C e za lar, fasıl: (K a n u n vazii)
b — B ü y ü k A lm a n fey lezo fu K a n t (1724 - 1804) t a r a ­
fın d a n ilk d e fa felsefe d ü n y a s ın a a tıla n in tik a tc ılık y a ­
h u t te n k itç ilik n a z a riy e s in in ilk beşiği b elk i de İlâ h î M on-
te sq ie u ’n u n b u m e k tu b u n d a k i e s ra rd ır. B u h a k ik a tin
k u v v e ti ve a r a ş tır ılm a s ı b ir felse fe te zi o la ra k b u ilim
s a h a s ın ın m ü m ta z s im a la rın a a it o ld u ğ u n d a şü p h e y o k ­
tu r. A n c a k bize g e re k e n şey, e s e rin i T ü rk fik ir d ü n y a s ı­
n a a k s e ttirm e y e ç a lıştığ ım ız b ü y ü k h u k u k ç u ve a lim in
te fe k k ü r k u d r e tin in h u d u ts u z lu k ve d e rin liğ in i e h liy e t ve
k ifa y e tim iz in v erd iğ i im k â n d e re c e sin d e g ö ste rm e k tir.
iş te şim d i biz K a n t'm felse fî görü ş ta rz ın ın , m e k tu p ­
ta k i b e y a n ta r z ın a n a s ıl ve h a y r e t edilecek b ir y a k ın lık
ve te v si te ş k il e ttiğ in i y ö ste rm e k ü zere m e ş h u r A lm a n
d e h a s ın ın : ı — A klı m a h z ın in tık a d ı, 2 — A m elî a k lın
in tik a d ı, ve 3 — M ü d rik e n in ( y a h u t m u h a k e m e n in ) t e n ­
k id i a d lı m e ş h u r e s e rle rin d e in s a n z e k â s ın a d u rg u n lu k
v ere n b ir c e lâ d e t ve k u v v e tle iz a h e ttiğ i n a z a riy e s in in b ir
h ü lâ s a s ın ı verm ey e ça lışacağ ız; [B ilg ilerim izin , d a h a v a ­
zıh ta b irle , ilm in c ih a n ş ü m u l ve z a ru rî o la b ilm e si için,
e c sa m ın h a k ik î h ü v iy e tle rd e ö n ü m ü z e g elm eleri ş a r ttır .
B ilg ile rim iz in , h a k ik î b ir İlm î m a h iy e t a la b ilm e si iç in id ­
r â k e ttiğ im iz h a ric î alem ( b ü tü n eşya) in o ld u k la rı gibi
ta ra fım ız d a n ta n ın m a s ı ile m ü m k ü n d ü r. B u da, a n c a k
k a b lî s u re tte , y a n i te c rü b e d e n önce ( à p rio ri) o c isim ­
le ri m a h z a k e n d i v a rlık la rı gibi gö rü p ö ğ ren m e m iz le
m ü m k ü n d ü r. H a lb u k i e c sa m a m ü te a llik bilgilerim iz, o n ­
la rın k e n d i za m irle rim ize , k e n d i iç alem lerim iz e, h a s s a ­
siy e t m erk ezim ize b ir m e k â n çerçevesi iç in d e ve fik irle r
ise, m ü e fe k k ire m iz e b ir z a m a n ö lçüsü iç in d e d a h il o ld u k ­
ta n s o n r a ta h a s s u l e d e b ilm e k te d irle r. B u s u re tle b e ş e rin
iç v a rlığ ın a d a h il o la n eşya, b u i^ alem d e k i a k la m ü s te n it
b u lu n a n ilm î d o n n e le re göre ta s n if e d ilm e k te d irle r. B öy-
lece, b u cisim ler te c rü b e am e liy e le rin d e n s o n r a ( à p o s te ­
rio ri) o la ra k ve b u h a lile (p h é n o m è n e ) in s a n n e v ile ri t a ­
r a f ın d a n id r a k ed ileb ilm e k te o ld u ğ u n d a n , b e ş e rin s a rıld ı­
ğı b ilg iler, dolayısile m a h z a ilim d eğ ild ir, güven ilem ez.
86 İ R A N M E K T U P L A R I

O rta d a ilim v a r deye b ilm ek için ec sa m ı m a h z a h alile ,


y a n i te c rü b e d e n m u k a d d e m h a lile (n o u m e n e ) g ö reb ilm ek
ş a r ttır . İşte b u sebeple m ü d rik e sa y esin d e e ş y a n ın ( n o u ­
m e n e ) h a lin i görm eye im k â n y o k tu r. M ü d rik em iz b u n a
m u k te d ir y a p ıd a d eğ ild ir!]
A n c a k b u im k â n am eli a k ıl sa y esin d e (m u h a k e m e
e tm e k ta rz ı ile) m ü m k ü n o la b ilir. İşte a m e li a k ıl yolu(
v ey a m u h a k e m e ta rz ı) ile a h lâ k y a h u t vazife k a n u n u ,
b e ş e rin d ü n y a iç in d ek i h a k ik î v arlığ ı, ve n ih a y e t A llâ h ’-
ın id râ k i ile r u h u n e b e d iy e tin i id râ k edebileceğim izi k a ­
b u l e tm e k te d ir.
M ütercim .
İ R A N M E K T U P L A R I 87

M E K T U P 18

M uham m ecl A li (P e y g a m b e r a ile s in in h iz m e tk â rı) n d a n


U sb ek ’e

E rz u ru m

Şim di sizin ardı arkası kesilm eden bize tevcih eyle­


diğiniz sualleri, vaktile aziz peygam berim ize defalarca
sorm uşlardı....
Niçin İslâm U lûları atra fın d a n yazılm ış ve P eygam ­
berim izden m enkul hâdis k ita p la rın ı okum uyorsunuz? B ü­
tün zekâ ve d iray etten daha b e rra k ve engin olan bu ilim
ve m arifet kayn ak ların a niçin b ir k e rre dönüp bakm iyor-
sunuz? H albuki, bunu yapsaydınız, b ü tü n güçlük ve şüp­
helerinizin hal şeklini vâzıh su re tte görecek ve aydınlığa
kolayca çıkacaktınız! ( ’)
Ey, bahtsız çocuk! Seni daim a y er yüzünün elem leri
içinde görm ekten dertleniyorum ! H albuki, bir defacık için
olsun, bu gözleri sem âya kaldırıp derin derin bakm an,
h er şeye ne kad ar yeter! Bu tam aşaya b ir dalabilseydin,
o zam an, hitap ettiğin bu M ollaların da b u lu n d u k ları şart-

( ı ) — İşte, m u k a d d im e m iz d e m ü e llifin b u e se rin e se çtiğ i (ilim


ve h a k ik a ta su sa y ış) m e v z u u n u n P e y g a m b e r E fe n d i­
m iz in h a d is i ş e rifle rin d e n alm ış o ld u ğ u y o lu n d a k i n a ç iz
m ü lâ h a z a m ız ı ta k v iy e e d e n b ir b u r h a n d a b u b e y a n ve
in a n ış tır. M ütercim .
88 İ R A N M E K T U P L A R I

ları k a v ra r ve böylece onlara ne sıkı sıkıya sarılm ağa, ne


de onların ayak izlerinden gitm eye cesaret etm ezdin!...
Ey, dinî duyguları zayıf insanoğlu! E bediyetin esra­
rın a aslâ girm em iş bulunuyorsun! Sözüm ona, şendeki
ışık ise, h a k ik a tte u çurum ların k aran lık ların d an da b e ­
terdir! M uhakem e ve idrâk kuvvetinize gelince, buda,
ayaklarınızdan kalkan toz b u lu tların d an hiç de farksızdır.
T efekkür sathınızın en yüce tepesi ise, Islâm U lûları olan
İm am ların en h â k ir efkârının yanında pek zavallı b ir
irtifad a kalır! Sizin boş felsefeniz, ancak zulm etlerin fır­
tın a la rın ı aydınlatabilir. Sizler, k asırgaların ortasında,
m üthiş rü zg ârların esiş istikam etine m etrû k b ire r k u ru
yap rak m isâli zavallıdan farksız kim selersiniz!...
M üşküllerinize cevaplar sıralam ak son derece kolay­
dır. B unun için b ü y ü k Peygam berim izin başından geçen
bir vakayı an latm ak kâfi gelecektir:
B ir gün h iristiy an la r ve yah u d iler âh ır zam an P ey ­
gam berini denem ek istem işlerdi. L âkin P eygam ber m u­
h a ta p ların kim ler olduğundan h ab e rd a r değillerdi. K ala­
balık içinden yahudi Abdias tbesalon efendim izden, Ulu
T a n rı’nın ne sebeple dom uz etinden k endilerini m ahrum
ettiğini sordu. Efendim iz cevaben: (B unu h aram etm ek
sebepsiz değildir, bu y u rd u lar. Domuz m u rd a r b ir hayvan-
dir! Ben bu hususta sizi ikna da edeceğim !) deye ilâve
e ttile r. Sonra yerden b ir parça çam ur alm ışlar, m übarek
ellerinin üzerinde bir insan başı şekli yapm ışlar ve bunu
yere atm ışlar. Ç am ur baş yere düşünce de efendim iz:
(K alkınız!) em rinde bulunm uşlar. Bu em ir üzerine, y e r­
den b ir insan doğrulm uş ve: (Ben Y afes’im! N uhun oğlu
Yafes!) demiş. Peygam ber kendisine: (Sen öldüğün zam an
da saçların böyle ak m idi?) deye sorm uşlar. T opraktan
dirilen adam : (H ayır! Aslâ!) deye cevap verm iş. (L âkin
siz beni uyandırdığınız an, kıyam etin koptuğuna, hesap
İ R A N M E K T U P L A R I 89

gününün geldiğine inanm ıştım . B udan dolayı da öyle


korkm uşum ki, saçlarım o anda aklaşm ış!)
Bu cevap üzerine A llâh’ın R esûlu adam a dönerek:
(Sen, şim di bana N uhun başından geçenlerin hepsini a n ­
lat!) em rinde bulundular.
Yafes ita a t e tti ve T ufanın birinci ayında b a şla rın ­
dan geçenlerin tam h ak ik atin i anlatm ağa başladı. S onun­
da hikâyesini şöyle b itirm işti:
(B ütün hay v an ların pisliğini gem inin bir tara fın a
toplam ıştık. B u pislik öyle b ir ağırlık yapm ıştı ki, gem i o
tara fa m eyledip yattı. H epim iz dehşetli k o rk u la rla sarsıl­
m ıştık. Bilhassâ, k ad ın lar nazik edalarıyla fe ry a t figan
ediyorlardı. Babam ız N uh h azretleri, U lu T a n rı’ya işi arz.
etm eyi m uvafık buldu. C enabı Taâlâ, babam ıza fili alm a- •
sını ve başını gem inin y a tık ta ra fın a çevirtm esini e m ir
buy u rd u lar. Bu iri hayvan o derece çok pislik yapm ıştı ki,,
bundan da bir dom uz doğm uştu! Y ani o ilk dom uz filin
pisliğinden hasıl olm uştu!
Domuz, b ü tü n gün o k ad ar çok pisliğini k a rıştırıy o r­
du ki, gem inin içine taham m ül edilm ez b ir koku y a y ıl­
m aya başladı. K endi pisliğinin pis kokusundan da bizzat
dom uz da aksırıyordu! N ihayet b ir gün de b u rn u n d an
iri bir fare fırladı. Bu fare dom uzun önündeki şeyleri yi­
yip kem irm eye başladı. Bu hale N u h ’un da taham m ülü,
kalm am ıştı. Yine U lu T an rı’nm huzura çıktı. Rab, k en ­
disine arslanın alnının o rtasın a bir darbe indirm esini em ­
retti. Bu sefer arslan da aksırdı ve onun da b u rn u n d an b ir
kedi fırladı. Şim di bu h ay v an ların m u rd arlığ ın a a rtık
inaniyorm usunuz? Sizler de öyle hissetm iyor m usunuz?)
İşte, biz o gün bu g ündür ki, bu hayvandan istik râ h
ederiz ve onun m u rdarlığına inanırız.
Şayet siz de, bu m u rd a rlık la ra akıl erdirem iyorsanız,
bunun da sebebi, henüz bilip öğrenm em iş olduğunuz d a ­
ha bir çok şeylerin m evcudiyetidir; bilhassa, Ulu T an rı ile
90 İ R A N M E K T U P L A R I

kendi m elekleri ve insanlar arasında geçenlerden hem en


hiç haberinizin bulunm ayışından ötürüdür!
Siz, şu halde ebediyetin ne olduğunu ve bunun h ik â ­
yesini de bilm iyorsunuz! Siz, göklerde yazılm ış kitab ten
da bihabersiniz! Size öğretilen şeyler, rahm ani kitaplığın
ancak pek cüz’î bir parçasından ib are ttir, ey gafil! H attâ,
bizim gibi bu kitaplığa yaklaşm ış ve fak at henüz hayat
şerbetinin tasını dudaklarından çekm em iş fâniler de halâ
m eşkûkiyet ve zulm etlerde çırpınıyor! A llâha Ism arladık,
Peygam berim iz şafaatçınız olsun!
31/E kim /1711

M E K T U P 19

U sbek’te n d o stu R u s ta n ’a
İsfa h a n

T okat’da ancak sekiz gün kaldık. Otuz beş günlük bir


y ü rü y ü şte n sonra, İzm ir’e geldik...
T okat’tan İzm ir’e kadar, b ü tü n bu saha içinde kayde
değer başkaca hiç b ir şehir yoktur! O sm anlı im p a rato rlu ­
ğunun zaafını büyük bir h a y re tle görm üş oldum. Bu has­
ta gövde, kendini tatlı ve mutedil rejimle ayakta tutmu­
yor; bil’akis gittikçe varlnğını yıpratan ve devamlı suret­
te içini kemiren şiddet tedbirlerine baş vuruyor!
P aşalar ancak p a ra kuvveti sayesinde bu m evkilere
tây in ediliyorlar. B ü tü n serv etlerin i bu u ğurda harcam ış
ve çırıl çjplak hale düşm üş olduklarından, tayin edildik­
İ R A N M E K T U P L A R I 91

leri vilâyetlere, işgal m ıntıkasına giren b ire r fâtih edasile


geliyor ve işinin başına geçer geçmez her ta ra fı soyup
söm ürm ekten başka bir şey düşünm üyorlar. A skerler m ü ­
tecaviz ve k ü stah; keyif ve hev esatlarm d an başka em ir
ve kum anda tanım iyorlar. H er ta ra f yıkık dökük; şeh ir­
ler ten h a ve perişan, köyler viran, köylüler m eyus, top­
rak ekim i ve ticarî h ay at tem am ile m efluç!...
Bu sertlik ve şiddet rejim inde, ne g a rip tir ki, cezasız
kalm ak üm idi her ta ra fta hakim ! 1 T oprak m ilkiyeti em ­
niyeti yok; bu sebeple de toprağı işletm e gayreti de son
derece yavaş! H üküm et icra edenlerin keyfî m uam elele­
rine karşı koyabilecek ne bir sıfat, ne de bir hak m anâ
taşıyabiliyor!
V ahşet halinde öm ür süren bu dayarda her tü rlü zı-
naat ve ince san’at ihm al edilmiş! O kadar ki, bu m illetin
m üm taz vasfı olan ask erlik san’atı bile m ühm el bir h a l­
de!..
Beri ta ra fta A vrupalılar, her gün daha büyük bir gay­
ret ve ihtim am la nu rlan u p yükselirken bunlar, eski ceha­
let devrinden bir tü rlü çıkm ak istem iy o rlar; h a ttâ , g a r­
bın ilm î ve fennî keşiflerini, ancak kendi aleyhlerine b in ­
lerce defa istim allerinden sonra, benim sem ek zahm etine
katlan m ay a razı olabiliyorlar!... Bu y e r insanlarının ne
deniz hakkında esaslı bir bilgileri, ne de deniz seyri se­
feri üzerinde bir m eh aretleri kalm ış! T icarete ise hiç akıl
erdirem iyorlar. B ütün tem ennileri, çalışkan ve becerikli
A vrupalIların y u rtla rın a gelip yerleşm eleri ve k en d ileri­
ne yardım da b u lunm alarıdır. B unlara tanıy acak ları im ­
tiyazlar sayesinde kendi keselerini de dolduracaklarını
um uyorlar!...
Bu derece geniş bir m em leket sathı üzerinden geçti­
ğim halde, zengin ve m üreffeh denebilecek bir şehir ola­
rak, yalınız İzm ir’i bulabildim . Onu da A v ru p alılar bu
hale getirebilm işler...
92 İ R A N M E K T U P L A R I

İşte böyle, aziz Rustan, bu imparatorluk için sana ha-


lisâne ve hakikat ifade edecek bir fikrimi -istermisin: bu
gidişle iki aşıra kalmayacak, bu imparatorluk bazı fatih­
lerin m uzafferiyet meydanı haline inkılâp eyleyecek, hey­
hat!... İzm ir, 2/K asım /1 7 1 1 .

M E K T U P 20

U sbck’tc n k a rısı Z a k i’ye


İ s f a h a n sa ra y ı

Siz beni ta h k ir ettiniz, Zaki! Şu anda, çekinm eniz


gereken kalb güm b ü rtü lerin i duyuyorum ! îftıra k ve bunca
m esafeler ne sizin davranışlarınızı değiştirm eli, ne de be­
ni kıskançlık« cehennem inde bu derece yakm alıydı!
Sizi, ak harem ağası N adir’le başbaşa yakalam ışlar, de-
ye duydum . O sadakatsiz, bu ihanetinin cezasını kellesile
ödeyecek! B ir ak harem ağasını hususî odanıza kabulden
m em nu olduğunuzu unutacak k ad ar nasıl kendinizden ge­
çebilirsiniz? H albuki, şahsî hizm etleriniz için bu k ad ar si­
yah harem ağaları h er an em irlerinize el pençe d u rm u y o r­
lar m iydi?
Şim di de bana, yok harem ağâlarının erkek sayılam iya-
caklarını, yok sizdeki fazilet duygusunun bu gibi al-
çaltıcı h allerin ve yıkıcı şüphelerin çok üstünde b u lu n d u ­
ğunu halisane ileri süreceksiniz!...
Lâkin, heyhat! Bu gibi m üdafaaların ne sizin için, ne
de benim için hiç b ir faydası olm ıyacaktır. M üdafaanıza
İ R A N M E K T U P L A R I 93

faydasızdır, çünkü, sizin c ü r’et ettiğiniz şey, saray k a n u n ­


ları tarafın d an size şiddetle m en’edilm iş bulu n m ak ta idi.
Benim için de hiç bir faydası yoktur, çünkü, alem i m ah ­
rem iyetinize kabul ederek ve bu su retle ona m em ­
nu olan kendinizi göstererek şeref ve itibarım ı bir k e rre
vahim su rette tah rip etm iş bulunuyorsunuz! Ah, ne diyo­
rum , başka kim selere kendinizi gösterm ek suretile, öyle­
mi, betbaht! K im bilir, belki de bu sadakatsiz ve riy ak âr
adam , hainca davranışlarile sizi kirletm iş, çam urlam ıştır!
B unu yapm am ışsa bile, iktidarsızlığın verdiği nevm idînin
hiddeti de bu neticenin istihsâline kâfi gelebilirdi, h ey ­
hat!..
Belki de, bana daim a sadık kalm ış olduğunuzu söy­
leyeceksiniz! Ya! öylemi?!
Dem ek şim di de bunu başım a kalkıyorsunuz, ha! Peki
alâ, başka tü rlü de h a re k e t etm eniz acaba sizin için kabil
m iydi? Sürdüğünüz h ay atın acâipliğinden h a y re te düşm üş
kara harem ağalarım ın dikkat ve basiretlerin d en y ak an ı­
zı sıyırabilecek m iydiniz? Sizi sıkı su rette kapayan ve m u­
hafaza eden bu kad ar sürgüleri, bu derece k a p u ları k ıra ­
bilir m iydiniz? Dem ek ki, böbürlendiğiniz faziletiniz, öyle
h ü rriy e tle kol kola verm iş halde değildi! K im bilir, belki
de pis arzularınız, bu sadakatinizin ü cretini size bin k e rre
ödetm iş bulunuyordur!
K albim e dolan şüphe ve endişelerin yersiz olduğunu,
sizin hiç bir kötü şey yapm am ış bulunduğunuzu ne çok
isterdim ! Bu hain kölenin .g ü n a h k â r ellerini size dokun­
durm am ış olduğunu, h er şeyile efendisine ait bulunan bü­
tün bu güzelliklerinizden hiç bir cöm ertlik yapm adığınızı,
onunla bu güzellikler hâzinesi arasına n ah if ve rak ik bir
m ani olan elbiselerinizi ihtim am la sırtınızda m uhafaza e t­
tiğinizi, ve bizzat o günahkârın U lû T an rı’nın k o rk u de­
nizine düşüp gözlerini saygile y ere indirdiğini ve kendisi
için hazırlanan m ücazatın dehşetile zangır zangır titre d i­
94 İ R A N M E K T U P L A R I

ğini bilm eği, b ü tü n bu özlenenlerin h ak ik at olm alarını n a­


sıl isterdim , Zaki!...
Ah, yalınız b ü tü n b u n lar doğru ve aynen vaki olsa
bile, siz vahim su re tte vazife m ecburiyetinizi ihlâl etm iş
bulunuyorsunuz! Şayet siz, bu vazife ihlâlini hiç bir kötü
niyet için yapm am ış iseniz, o halde, saray kanunlarına
olan bu kayıtsızlığı nasıl ve ne suretle telâfi edebilecek­
siniz? A caba, bu kutsal sarayın d ıvarlarından büsbütün
azat edilirseniz, haliniz nice olurdu? Sizin için taham m ül
edilm ez bir hapishane olan burası, sevdiklerinizin bütün
belâlardan korunabildikler: m es’ut ve emin bir yerdir.
Tabiî su re tte nahif ve zayıf olan, ve erk ek ler tarafından
ezilm eye m ahkûm kadın cinsi için bu saray, her tehlikeyi
b e rta ra f eden kutsal bir m ab e ttir; orada hiç bir kadın
ezilemez, m ağlûp edilem ez!...
Ve şayet, b ü tü n elinizde ve avucunuzda kalan şeyin,
bana olan aşkınızdan ve saraya karşı vecibelerinizden iba­
ret olduğu, ve bunları da zalim ane su rette ve yakışık al­
maz bir tarzda ihlâl etm iş ve ihanette bulunm uş iseniz,
bu takdirde, dünyada artık yapabileceğiniz ne kalm ıştır!
Bu gün m em leket geleneklerinin hüküm sürdüğü y e r­
de yaşam ak sayesindedir ki, en adî bir esirin bile teca-
vuzundan m asun olabiliyorsunuz! Onun için sizi böyle bir
hapishanede yaşattığım dan dolayı bana dualarda bulu n m a­
lısınız. Çünkü, siz ancak bu sayede hayata gülüm sem ek-
te devam edebiliyorsunuz!
D avranışlarınızı bu derece sıkı takip ediyor, size akıl­
lıca öğütlerde bulunuyor deye, baş harcm uğasına bu dere­
ce kızm am ak, bu derece m ııztarip olmamalısınız! (Onun
yüzü o kadar betki, dönüp bakam iyonım !) diyorsunuz.
Size bakılırsa, bu m evkiler harik alar ister, değil mi? H al­
buki. asıl sizin m eram ınız, onun verinde sizi alçaltacak
beyaz harem ağaları görm ektir!
Lâkin soruyorum , birine: esiriniz size ne yaptı? O, s i­
İRAN M E K T U P L A R I 95

ze genç Zelide ile teklifsiz olm anızı adap ve terbiyeye


aykırı düşeceğini söyledi ve işte siz de küplere bindiniz;
kalbiniz zavallıya kin ve n efretle dolup taşm ağa başladı!
H eyhat, hakkınızda am ansız bir hakim gibi davran-
m aliydim , Zaki! H albuki, öylem i yapıyorum , hayır! Bil’-
âkis, karısını suçsuz bulm ağa çabalayan bir koca gibi iz-
tırap çekiyorum . Yeni karım R uksan için beslediğim aşk
kalbim i öyle yum uşatıp ısıtm ış ki, ondan daha az güzel
olm ayan size de teveccüh etm ek zorunda kalıyor. Aşkı böy-
lece ikiniz arasında bölüyorum . Y alnız R uksan’nın bir faz­
lalığı v ar ki, o da güzelliğine fazileti de katabiliyor!
İzm ir, !2 /O c a k /l7 1 1 .

M E K T U P 21

U sbek’te n ak b a ş h a r e m a ğ a s ın a

H er halde bu m ektubu açarken titriyorsundur! Kim


bilir, ak harem ağası N adir’in ihanet ve günahına göz yum ­
duğun, m üsam aha ettiğin için, şim di kim bilir ne büyük
k orkularla sarsılıyorsundur!...
Sen ki, ateşi tem am ile sönmüş, sararu p solm uş bir ih­
tiyarsın! îşte sen bile, aşkım ın titrediği o sevgili ve baş­
kaları için m eş’um kadınlara, sen bile, başını kaldırıp ba-
kam azken, her kesin kem gözüne sıkı sıkıya kapalı o m ü t­
hiş odanın kapısına hiç bir günahkâr ayak yaklaşam azken.
96 İ R A N M E K T U P L A R I

nasıl oluyor da, sevk ve idareleri sana tevdi edilm iş bet-


h â h la rın bu neviden c ü r’et ve k ü sta h lık la rın a göz yu m a­
bilm ek cesaretini gösterebiliyorsun?! Y ıldırım ların nerede
ise, senin ve o g ü n ah k ârların başına düşüp yerle bir olm ak
üzere bulunduğunuzun farkında değil misiniz, yoksa!...
Evvelâ, siz kim siniz, bana söyler misiniz? Siz benim ,
b ir anda keyif ve hevesim in k u rb an ı olacak bir oyuncak­
ta n başka nesiniz? H ürm et ve ita a tta n başka bir vazifeniz
v ar m ıdır? Bu dünyada b ü tü n nasibiniz k an u n larım ın a l­
tında yaşayabilm eniz, y a h u ttâ istediğim anda ölüp cehen­
nem i boylam anızdır! Nefes alışınızın sebep ve hikm eti ise,
saadetim in, aşkım ın, ve h a ttâ kıskançlığım ın size ihtiyaç
duym asından dolayıdır! B ütün nasibiniz, inkiyat ve ita ­
a t; b ü tü n ru h î ihtiyacınız, ancak benim iradem ; ve b ü tü n
em el ve üm idiniz de, sadece benim m utluluğum ve benim
ra h a t ve huzurum dur!
B iliyorum ki, karılarım d an bazıları y üklendikleri v a­
zifelerin şiddet ve ağırlığından am ansız su re tte m uztarip
ve b e tb a h ttırla r. K arşılarında devam lı su re tte k ap k ara bir
harem ağası görm ek, onların ru h u n u sıkıyor, âsablarını
geriyor. L âkin şim di h er şey değişm iş, konan nizam tem e­
linden bozulm uş, gelenekler sarsılm ış bulunuyor! B ütün
bu teşevvüş ve kargaşalığın asıl sebebi ise, sensin! Sana
ta tb ik edeceğim ceza, itim adı m ı kötüye kullanm aya cür’­
et edenlerin hepsini titre tec e k m ah iy ette olacaktır!
B ütün Peygam berlerin, ve U lû larm Ulûsu H azreti
Ali üzerine yem in ederim ki, şayet vazifende ku su ru n
olursa, varlığını, ayağım ın altın a düşm üş bir böcek m i­
sâli görecek ve bu ehem m iyete göre cezanı ta tb ik edece­
ğim!
İzm ir, 12/O cak/1711.
İ R A N M E K T U P L A R I 97

M E K T U P : 22

J a r o n ’d a n b a ş h a r e m a g a s ın a

S araydan uzaklaştıkça efendim in başı o tarafa, kutsal


k arıların ın dünyasına dönüyor! Bu sebeple kederi artıyor,
gözlerinden acı yaşlar hiç eksilm iyor! Şim di a rtık eskisi
gibi gülm üyor, som urtuyor; sert ve şüpheli bakışlarla m e­
yus yaşıyor!...
S aray m uhafızlarını çoğaltm aya k a ra r verdi. B erabe­
rin d e getirdiği b ü tü n siyahileri de benim le geri yolluyor.
K endi nefsi için hiç b ir endişesi yok; b ü tü n korkusu ve
ü züntüsü sevgilileri, h ay atından da üstün tu ttu ğ u m üstes-
nâ v a rlık ları için!...
Ş u halde, pek yakında yine senin em rin e girm iş ola­
cağım ; nizam larına tab i bulunacağım . B ir ta ra fta n da se­
nin vazifene iştirâkla dikkat ve ihtim am larını paylaşaca­
ğım. Hey Ulû Tanrım ! B ir tek erkeğin saadeti için ne b ü ­
y ük g ay retlere m uhtaç bulunuyoruz!..
Sanki, tab iat kadınlara evvelâ tabiiyet ve m erbutiyeti
reva görm üş, onları buna icbar etm iş; sonra da bundan
nedam et duym uş gibi onları, bu tabiiyet ve m erb u tiy etten
çekm eye zorlamış! K arşılıklı hak lar doğunca da, işler k a ­
rışm ış, arap saçına dönm üş, g ü rü ltü le r alm ış, yürüm üş...
Bize gelince, biz bam başka b ir nizam a tâbi olduk.
B ir ta ra fta n kadın cinsi ile aram ıza nifak ve kinin tohu­
m unu serperken, onlarla erk ek lerin arasında aşkı geliş­
tirm eye gayret ediyoruz!...
H eyhat! A lnım kırışıp buruşuyor! B akışlarım donuk-
İ r a n M e k tu p la rı F.: 7
98 İ R A N M E K T U P L A R I

laşıp ağırlaşıyor! D udaklarım daki ebedî tebessüm a rtık


silinm eye başlıyor! Dışarısı ise, sakin ve sessiz! E fkâr m ü-
teheyyiç! Çok geçm eden, yaşlılığın hantallığını ve b itik ­
liğini beklem eye hacet kalm adan iztırap larla kavrulm uş
olacağım!
Efendim i, b ü tü n bu B atı diy arların d a takip etm ek
benim için büyük bir m u tlû lu k olurdu. L âkin asıl m era­
m ım onun m utlulûğu, onun rah atıd ır. Şim di o, benim
oraya, saraya dönm em i, ve k arıların ı m uhafaza etm ekli­
ğimi benden istiyor. E lbette ona ita a t edecek, bu hizm eti
ona sadakatle ifa eyleyeceğim . Bu nazeninlere nasıl dav­
ranılacağını, onları m ahvetm eden nasıl korunacaklarını,
kendilerini hicâbm tah tın a k urup bütün kötü lü k lerd en
nasıl uzak tutacağım ı da pek alâ biliyorum .
İşte aziz dostum , yakında him ayen ve bakışların a l­
tında vazifem i görm eye çalışacağım.
İzm ir, l2 /O c a k /l7 1 1 .

MEKTUP 23

LTsbek'ton (loştu Ihbt-ııY


İ zmi r

K ı r k g ü n l ü k b i r d e ni z y o l c u l u ğ u n d a n s on r a , n i h a y e t
L i v o r n o ’y a gel di k. B u y en i b ir sel ı i tel i ı T o s k a n a d ü k ü n ü n
d e h â s ı s a y e s i n d e b a t a k l ı k t a n ib a re t b ir köy, b ö y l e c e b i r
h a m l e d e İ t a l y a ’n ı n en m a m ıiı beldesi h a lin e g e l i v e r d i ,
işte!...
İ R A N M E K T U P L A R I 99

B urada k adınlar geniş bir h ü rriy e t havası kokluyor-


lar. E vlerinin küçücük b ire r penceresi v a r; adına (kıs­
kançlık) diyorlar ve bu rad an da, sokaktan geçen erkekleri
istedikleri gibi seyredebiliyorlar. Sonra, bazı yaşlı başlı
kim selerin refakati şartile, sabahtan tâ akşam a kadar da
sokakta gezm eleri m üm kün! Y üzlerini de sadece tek bir
peçe ile ö rtü y o rlar K ayınbiraderlerinin, am calarının,
dayılarının ve yeğenlerinin ziyaretlerini, kocalarının h u ­
susî m üsaadelerini istihsâle m ecburiyetleri olm adan, kabul
ediyorlar!...
İlk defa bir h iristiy an şehri gören bir m üslüm an nasıl
da h a y re tle r içinde kalıyor! Bu m üthiş h ay ret, sadece
göze ilk görünen şeylerden (büyük yapıların m im arî ta rz ­
ları, giyim kuşam farkları, esas gelenekler) değildir; en
ehem m iyetsiz şeylerde bile bu fark beliriyor ve onu h ay ­
re t takip ediyor. Ö yle hususiyetler ki, bunu görüp his de
ettiğim halde, kelim elerle izaha m u k ted ir değilim!
Y arın M arsilya’ya h arek et ediyoruz. O rada da çok
kalm iyacağız. Ben ve Rika, hem en oradan P a ris’e gitm ek
arzusundayız. Paris, denebilir ki, A vrupa im p arato rlu ğ u ­
nun idare m erkezidir. S eyyahlar daim a büyük şehirler
iste rle r; bunun da sebebi, bu gibi şehirlerin b ü tü n dünya
yabancılarının m üşterek vatanı sayılm alarıdır.
A llâh’a ism arladık, seni daim a seveceğim den m utm ain
ol!
L ivorho, 12/N isan/1712.

i i ) — H alb uki, İ r a n k a d ın la r ın ın y ü zü n ü ö rte n peçe a d e d i d ö r t­


tü r . (m ü ellif)
100 İ R A N M E K T U P L A R I

M E K T U P 24

R ik a ’d a n İb b e n ’e

İz m ir

B ir aydanberidir P a ris’teyiz. Bu m üddet zarfında m ü­


tem adi h arek et halinde yaşadık, deyebilirim . İnsan bir ye­
re yerleşm eden önce, yapacağı bazı işleri bitirm esi lâzım.
E vvelden k a ra rla ştırıla n kim seleri ziyaret, ihtiyacım ız
olan b ü tü n noksanları ikm âl etm ek ilh, ilh ....
Paris, İsfahan kadar büyük b ir şehir. B inaları öyle
yüksek ki, insan b ü tü n bu yapılarda astrologların o tu rd u ­
ğunu iddia edeceği geliyor. G özlerini b ir yum! G öklere
tırm anm ış bir şehri düşün! E vler hep üst üste, altı yah u t
yedi k a tlı; sonra da bu n ların tıklım tıklım insanlarla do­
lu olduğunu bir hesapla! B ir de b ü tü n bu insanların so­
k ak lara döküldüklerini, ve nasıl neş’eli bir kalabalık m ey­
dana getirdiklerini tahayyüle çalış!....
Belki de, inanam ıyacaksin amâ, doğruyu söylüyorum ;
bir aydır buradayız, daha doğru d ü rü st sokakta yürüyen
birine rastlam adım ! Şu yer yüzünde, F ran sızlar kad ar
cevvâliyetin tadını çıkaran başka bir m illet yoktur, em in
ol! Y ollarda m ütem adi kaşuşm a ve adeta uçuşm a h a ­
lindedirler, denilebilir! A sya’nın o ölü ölü giden ara b a la ­
rını, develerim izin o nazlı ve ahenkli adım atışlarını gör­
seler, m uhakkak ki, taham m ül ve sabır ihtiyacile düşüp
bayılırlar! Ben ki, oldukça d ikkatli ve şaşırm adan y ü rü ­
rüm , bazan bir hıristiy an kad ar çıldıracak hale geliyorum !
İ R A N M E K T U P L A R I 101

Çünkü, yanım dan geçen v asıtaların sıçrattık ları ç am u rlar­


la tepem den tırnağım a kadar ıslaniyorum ! D ahası v ar:
Ya yayalardan sık sık yediğim o dehşetli dirsekler! İşte,
b un ları hiç m azûr görem iyor, af edem iyorum ! Bir de
bakıyorsun ki, arkam dan gelm ekte olan bir adam , b ir­
den önüm e fırlıyor, ve bana m ecburî bir çark yaptırıyor!
D erken karşıdan gelen bir başkası da, öyle bir göğüs­
lem ek istiyor ki, bu sefer bilm ecburiye beni ilk istikam e­
tim e çeviriyor! Ve böylece, ancak yüz adım yürüm üşken,
sanki on fersah gitm işim gibi, yorgun ve bitkin hale ge­
liyorum!..
Bu m ukaddem eye bakarak, sana A vrupalIların gele­
neklerinden uzun uzun bahse girişeceğim i zannetm e. Be­
nim bile bu m evzuda bildiklerim çok yavan! Şim diye k a­
dar bulabildiğim zam an, ancak h ay ret etm em e kâfi ge­
lebilm iştir! M am afih, sana bazı öğrendiklerim i anlatayım
Fransız kıralı, Avrupa hükümdarları içinde en kud­
retlisidir. Bu hükümdarın, komşusu İspanya kıralı gibi al­
tın madenleri yok. Yok, yok aınâ, gel gör ki, ondan da da­
ha zengin! Çünkü, bu zeki hükümdar, bütün gelirini teba-
sımn gururundan, tefahür ve hevesatmdan istihsâl ediyor!
Bu ise, altın madenine nazaran daha da bitmez tükenmez
bir kaynaktır!...
Öyle azam etli m uharebeler hazırlam ış ve başarm ıştır
ki, b unların b ütün m asraflarını, tebaasına sattığı şan ve
şeref u nvanlarının bedellerde ve beşerî g u ru ru yücelten
tan tan alı cöm ertliklerle karşılayabilm iştir. Bu sayede dol­
durduğu hâzinesinden ordusunu doyurm uş, m aaşlarını ak­
satm adan ödemiş, silâh ve teçhizatı bol bol tem in etm iş ve
deniz h arp filolarını da m ükem m elen donatabilm iştir...
B undan m aâda, bu k ıral ayni zam anda em sâlsiz bir
sihirbazdır da! O hâkimiyetini, yalnız tebaasının beden­
leri üzerine tesisle iktifa etmemiş, onların tefekkür tar­
zına da hükmetmesini bilmiştir. Filhakika, onları kendi
102 İ R A N M E K T U P L A R I

arzu ettiği tarzda düşündürm üş, ikna edebilm iştir. Bilfarz,


iki m ilyon alt.n eküye ihtiyacı olduğu halde, hâzinesinde
sadece bir m ilyon mu var? İşin halli onun için son d ere­
ce basittir. B ütün yapacağı, tebaasına, beher ekünün iki
ekü değerinde olduğunu telkinden ib arettir. Bu telkin de
bu insanları iknaa kâfidir! Keza, m eselâ bir h arp zarureti
gelip çatm ıştır, ve hüküm darın hâzinesi tam takırdır! Iş
yine p e k 'd a h iy â n e su rette halledilecektir: H üküm dar te-
beasına alelâde kâğıt p arçaları dağıtacak ve onlara bu ve-
rak p a ıele rin her birinin bir altın ekü değerini taşıdığını
söylem ekle m alî sıkıntı bu suretle hem en giderilm iş ola­
caktır!
H üküm darın m ehareti bu kadar mı ya! D aha neler!
O, şöyle bir dokunm asile, her hangi bir tebaasının uzviye­
tine m usallat olan bir afetten onu derhal halâs etm ek k u d ­
retin e de sahip olduğunu onlara inandırm ıştır! 1.
Bu k ıral hakkında söylediklerim sakın seni hay rete
düşürm esin; çünkü, ondan da yam an b ir sihirbaz var! Bu
beriki de, kiralın efkârına tem am en hakim durum da! Bu
sihirbazın adına Papa diyorlar. Meselâ, bu da kirala, üçün
h ak ik atta bir olduğunu inandırm ış. Yediğim iz ekm ek, onca
h a k ik a tte ekm ek değildir! Keza içilen şarap ta. hak ik atte
şarap değildir. Ve bu neviden bin tü rlü şeyler; v a r sen
kiyas et!....
H üküm darı daim a soluk soluğa tutm ak, inanm a alış­
kanlığından aslâ uzak tu tm am ak için zam an zam an k en ­
disine akaidini takviye edici m ahiyette dinî eşyalar da
•yollam aktadır. B undan iki sene önce adına: C onstitu-

( 1 ) — S ö y len d iğ in e göre, F ra n s ız k ır a tla r ın a izafe e d ile n ve


se ra c e h a s ta lığ ın a m ü p te lâ o la n la r ı b ir d o k u n m a k la iy i-
le ştire b ild ik le rin e d a ir İlâ h î b ir m a z h a riy e ttir. P. D a n i-
el’e göre b u riv a y e t h ü k ü m d a r H u g n es C a p e t’n in o ğlu
ve h a le fi k ır a l R o b e rt n (le P ieu x ) (996-1031) e k a d a r
çık ar.
İ R A N M E K T U P L A R I 103

tion 1 adı verilen bir yazı gönderm iş. B üyük ceza te h d it­
leri altında da gerek hüküm darı, gerek etrafın d ak i p ren s­
leri bu ferm anda yazılanların hepsine im an etm elerini
zorlamış. K ıral ve pren sler bu inanışı hem en kabul etm iş­
ler ve k ıral bu h areketile bütün tebaasına da num une ol­
muş. Lâkin, halkın içinden bazıları baş k ald ırarak bu im a­
nı beslem ek istem em iş! İşte bütün sarayı, bütün im p ara­
torluğu, b ü tü n F ransızları b iribirine düşüren hep bu ilk
baş kaldırm a vakasıdır. Ve bu isyanın âm il ve m uharriki
de, kim lerdir, bilirm isin? F ransız kadınları! Evet, onlar!

( l ) — K ıra l X IV . L o u is’n in v ak i m ü r a c a a tı ü z e rin e P a p a X I.


C lé m e n t ta r a f ı n d a n 8/9/1713 ta h ir in d e v e rilm iş m e ş h u r
u n ig e n itu s d ir ki, P a p a n ın a fe ro z n a m e sin e a it b ir r u h a ­
n î k a r a rn a m e d ir. Y o k sa A n a y a sa m a n a s ın d a d eğ ild ir.

P a sq ie r Q u esn el (1634-1719) ad lı b ir r u h a n î (k i z a ­
m a n ın d a S o rb o n n e ’d a ilâ h iy a t d o k to ru u n v a n ile de m ü ­
c e h h e z b u lu n u y o rd u .) d e rin b ir te te b b ü d e n so n ra : (k ıs a l­
tılm ış İn c il’in a h lâ k iy a tı) n a m ile d ü şü n c e le rin i m u h te v i
b ir eser çık ard ı. E se rin d e m ü ellif, m e n su p o ld u ğ u ja n s é ­
n ism e y a h u t (kadcı- ve m a ğ fire te itik a t) ta r ik in i ş id d e t­
le m ü d a fa a ediy o rd u . İşte m ü f rit k a to lik le r ve je z v it p a ­
p a z la rı k ıra lı ta h r i k e tm işle r ve P a p a d a k e n d is in i a fe -
ro z ey led iğ in i b u f e r m a n la ilâ n eyledi. Q u esn e l P a r is r u ­
h a n î d a ire s in d e n ta r d ve e b t’i t edilince, o d a H o lla n d a ’y a
iltic a e tti. R u h a n î, g eri k a la n g ü n le rin i in a n d ığ ı h a k ik a t-
la r iç in v a k fe d e re k ib a d e tle geçirdi. A rn a u ld ’u n ö lü m ü
ü z e rin e de, J a n s é n ite k ilise sin in şe fliğ in e g etirild i. 1719
y ılın d a d a A m e s tırd a m ş e h rin d e 85 y a ş ın d a r u h u n u A l­
la h ’a te slim eyledi.
«
Ş u c ih e ti de a rz edelim ki, P a p a ’n ın b u c o n s titu tio n
d ed iğ im iz r u h a n î fe r m a n ın ı b id a y e tte F ra n s ız r u h a n îl e ­
r in d e n b ü y ü k b ir k ısm ı k a b u ld e n im tin a e tti. B u n u n ü z e ­
r in e b ü tü n 18. a s ır b o y u n c a ja n s é n is tle rle m u h a s ım la rı
(k i b u n la r a d a c o n s titu tio n n a ir e ad ı v eriliy o rd u .) a r a ­
s ın d a b ü y ü k m ü c a d e le le r o lm u ş tu r, (m ü te rc im )
104 İ R A N M E K T U P L A R I

B u k ararnam esinde P apa hazretleri, b ü tü n h ıristiyan ale­


m inin sem avî olduğuna inandığı bir kitabın 1 kadınlar ta ­
rafın d an okunm asını m en’etm işti!
H albuki, bu kitap bütün h ıristiyan dünyasının K u r’anı
hükm ünde tu tuluyordu. K endi cinsiyetlerine savurulan
bu ağır h a k a re tte n derin su rette y aralanan k aam lar, b ü ­
tün dünyayı bu k ararn am e aleyhine ayaklandıruılar. Bu
fırsatı ganim et saym ak ve lehlerine im tiyaz sahibi olm ak
sevdasına düşm eyen erkekler de, bu kadınların tarafın a
geçm işlerdir.
M am afih, bana sorarsan, H iristiy an ların B üyük M üf­
tüsü, hiç de fena düşünm em iştir, derim . H azreti Ali adına
kasem ederim ki, bu B üyük R uhanî, bizim rah m an i k a ­
nunlarım ızı da m ükem m elen biliyordu, h er halde! Z ira
bizim peygam berlerim iz de, bize k adınların bize nazaran
eksik olduklarını ve aslâ cennete girem iyeceklerini söy­
lem ediler mi? M adem ki, bu bir h ak ik attir, o halde k a­
dınlar, bütün m evzuu cennetin yolunu öğretm ekten iba­
re t olan, bu kitabı da ne deye okuyacaklardı, değil mi?
K ıral hakkında daha ne acaip şeyler dinlediğim i bir
bilsen! Ben senin b ü tü n bu an latılan lara inanm ak için bir
hayli ter dökeceğini de biliyorum !
R ivayet edildiğine göre, bir zam anlar bütün kom şu-
larile hal h arp te olan hüküm dar, yalnız d ört b ir tarafın ı
kuşatm ış düşm an m üttefiklerle değil, fak at kendi im p ara­
torlu ğ u n u n içindeki sayısız düşm anlarile de cenkleşm ek
zoruna düşmüş!

( 1 ) — İncil.

(2) — B ilh assâ, b u m e k tu b a a it d ip n o tla rd a , h a k k ın d a iz a h a t


v erd iğ im iz (K a d e r ve m a ğ fire te itik a t) ak id e sin i m ü d a ­
f a a ed e n ja n s e n is tle r.
İ R A N M E K T U P L A R I 105

Yine ilâve ediyorlar ki, k ıral bu iç düşm anlarile tam


otuz seneden fazla m ücadele m ecburiyetinde kalm ış. Bu
m üddet zarfında durm adan onları aram ış, durm uş!.. K i­
ralın tam itim adını haiz bazı jezvit papazlarının da aşk
ve şevkle, kılı kırk y ararcasına araştırm aların a rağm en,
heyhat, bir tekini dahi bulam am ışlar! H albuki, bu düş­
m anlar hüküm darın sarayında, p ay itah tta, ordunun için­
de, heyeti hakim e arasında b ulunuyorlar, izzet ve ikram
görüyorlarm ış! H attâ, bazıları hüküm darın, m evcut ol­
m alarına rağm en düşm anlarını elegeçirem em enin derin
kederile m ahv olup yıkıldığını söylüyorlar! Bu gün dahi
b u n ların yaşadıkları, ve b ir vücut olarak v ar olup, uzuv
olarak görülm edikleri iddia ediliyor. M ağlup ve m ü n h e­
zim düşmanlarına aman tanınmamış, rahim ve şefkat gös­
termemiş bir kirala ise, Ulu Tanrı böyle düşündürücü bir
cezayı müstahak kılmış ve bunun için düşmanlarını onun
şerrinden saklamış, korumuştur. O Ulu Tanrı ki, dehâ ve
bahtta, halk ettiklerinden ve bu arada macerasını yaz­
dığım hükümdardan kiyassız nisbette daha âlîdir!
Sana yazm akta devam edeceğim ; Sana İra n k a ra k te r
ve dehâsından fark lı ne görürsem hepsini bildirm eye ça­
lışacağım. Şüphesiz, üzerinde yaşadığım ız to p rak lar ayni;
lâkin, benim bulunduğum toprağın insanları ile seninki-
ler çok farklı!....
P a ris, 4 /H a z ira n /1 7 1 2
106 İ R A N M E K T U P L A R I

M E K T U P 25 i1)

U sb ek ’te n İb b e n ’e

İz m ir

Yeğenin R hedi’den bir m ektup aldım . İta ly a ’ya g it­


m ek üzere İzm ir’den ayrılm ak üzere olduğunu yazıyor.
B undan da m aksadı, orada ilim ve irfanla kendini y etiş­
tirm ek imiş. Bu suretle de sana lâyik olacakmış! H ey gidi,
m es’ut ve talihli dostum , seni defalarca kutlularım . De­
m ek bu h ayırlı yeğen sayesinde, bir gün gelecek ih tiy arlı­
ğın da tesellisini bulm uş olacaksın!...
Rika, sana uzun bir m ektup yaziyor. Bana söylediğine
göre, bulunduğum uz diyar hakkında sana tafsilât v eriyor­
muş. Zekâsının cevvâliyeti her hususu sana ak settireb ile­
cektir. B ana gelince, dostum , bu fikrî yorgunluk ve d u r­
gunluk içinde, sana hiç bir şey söyleyebilecek ta k a tta de­
ğilim.
H em en ekseri zam anlar senden konuşuyoruz. Amâ,
ne k ad ar da söylesek, İzm ir’de bize gösterdiğin hüsnü ka-
bulu ve orada geçirdiğim iz m üddet içinde esirgem ediğin
alâka ve dostluğu bitirem eyiz. M am afih, sen cöm ert İb-
ben, dünyanın hem en h er köşesinde, bizim kadar sana y a­
kın ve m in ettar dostlar bulabilirsin.
Ah, sen de aram ızda olsaydın; Rika ile geçirdiğim iz
/
<1 ) — B u m e k tu p 1721 ta r ih li ik in c i b a s k ıs ın d a m ü e llif t a r a f ı n ­
d a n e se rd e n ç ık a rılm ıştır.
İR A N M E K T U P L A R I 107

bu sakin ve m e s ’ut g ü r l e r i n h u z u z a tm ı seninle de pay­


laşır, sevinçlere boğ u lu rd u k ! A lla h a Ism arladık.
P aris, 4 / H a z i r a n /1 7 l 2

M E K T U P 26

U sbek’te n R u k s a n ’a

İ s f a h a n sa ra y ı

Ne bahtiyarsınız, Ruksan, ne kadar bahtiyarsınız!


İra n ’ın ılık ve ta tlı diyarında bulunm akla hak ik aten
ne çok talihlisiniz! Hicap ve nam usun, faziletin tem am en
m eçhul olduğu, bu öldürücü iklim içinde yaşam am akla A l­
lah ’ın ne sevgili kulu olduğunuzu bir bilseniz!...
Sarayım da, m elekler kadar temiz ve huzurlu bir ömür
sürüyorsunuz. B ütün beşer nevine karşı m âsun ve m ah­
fuz bulunuyorsunuz. Gerçe, kendi başınıze değilsiniz, ve
keyfinizin istediği tarzda bir h ay at ve h ü rriy e te m alik de
bulunm uyorsunuz, am â bu cihet, eriştiğiniz hay atın saa­
detini k arartm iyor, sevinç ve neş’esini azaltm iyor; kuşlar
kadar serâzat ve dertsiz yaşiyorsunuz!
Asla bir bethâhın bulanık bakışları sizi kirletm em iş,
lek elem em iştir; h a ttâ kayinbabanız bile, ziyafet ve şenlik­
lerin serbestisile de olsa, güzel ağzınızı tam aşa hazzm a
erm em iştir! Çünkü, böyle zam anlar da bile, o sevgili gül
ağızlarınızı örten k u tsal peçeyi hiç eksik etm iş değilsiniz...
B ahtı güzel Ruksan, k ırla ra çıktığınız zam anları bir
düşünün; önünüzde daim a esir harem ağaları yürü rlerd i,
108 İ R AN M E K T U P L A R I

değilm i? İşte onlar, şayet siz; görm ek hevesine kapılacak


pervasızın biri çıkarsa, onu tereddütsüzce öldürm ekle va-
zifelendirilm işlçrdi! O nları bir tara fa bırakın, ya ben! Ben
ki, m utluluğum için, Ulu T anrı sizi bana lütfetm işti, ben
bile bu kıym etli hâzinem i öyle kolayım ; kazanm ıştım ? B u­
nun için nasıl çırpınm ış, inat ve m etanetinizi k ırm ak az-
m ile sizinle nasıl cenkleşm iştik! İzdivacım ızın ilk günleri
sizi görem em enin ateşile nasıl yanup kavrulm uştum ! Gö­
rünce de, tahalük ve istical, sabır ve taham m ülsüzlükten
helâk olm uştum ! G iriştiğim iz cidâl bu teh alü k ve sabırsız­
lığım ı büsbütün kırbaçlıyor, öldürüyordu! Hicap ve nam u­
sun h a ra re t ve kuvvetile giriştiğiniz yam an cidâl içinde,
bir hârika idiniz. Bu fevkaladeliğiniz size m alikiyet a te ­
şim i şiddetlendiriyor, parlatıyordu. H albuki, siz beni her
zam an kendilerinden gizlendiğiniz erkeklerle k a rıştırıy o r­
dunuz. E sirlerinizin arasına sığınarak kayıplara k a rıştı­
ğınız günü h atırlad ın ız mı? Sizi nasıl delice araştırm ış,
lâkin, heyhat, bulam am ıştım . Ç ünkü, bu esirler bana iha­
net etm işler, sizin tarafınızı tu ta rak , sizi iyice gizlem işler­
di. Yine bir defasında, a rtık m ukavem et edem em ekten
m eyûs, sizi ağlar bulm uştum ; h atırladınız mı? A şkım ın
savletlerini durdurabilm ek için son çare olarak, annenize
dahâlete m ecbur kalm ıştınız, değil m i? N ihayet, bütün
cesaret ve m ukavem etlerinizin iflâs ettiği anı gözünüzün
önüne getirebiliyor m usunuz? Elinize bir hançer aldınız,
ve onunla şayet m alik olduğunuz o k ıy m e tta r hâzinelere
el uzatm ak hevesine devam ettiği takdirde, sizi o kad ar
kuvvetle seven m eşru kocanızı, ölüm le teh d it ettiniz! Hey,
gidi hey, bu aşk ve fazilet m uharebesi am ansız s u re tte
tam iki ay devam etm işti!
H albuki, siz iffet ku ru n tu ların ızı çok u zak lara g ö tü r­
müş bulunuyordunuz. H attâ, m ağlubiyetten sonra dahi,
teslim iyeti aslâ kabul etm ediniz. Siz, beni karısına aşık
bir koca gibi görm üyor, b il’âkis size ağır şekilde h ak a­
İ R A N M E K T U P L A R I 109

re tte bulunm uş her hangi aşağılık bir erkekm işim gibi k a ­


bul ediyordunuz. Belki, aradan üç ay geçmiş olduğu h a l­
de, hicâbın h a ra re ti yüzünüzü kızartm adıkça bana ba-
kam ıyordunuz. İfadenizdeki hiddet ve tehevvür, bana e l­
de ettiğim şeyin m ücazatı gibi gelir, m üthiş sıkılırdım .
Sizdeki b ü tü n m üstesna ve güzel olanları bana gösterm e­
mek, verm em ek için elinizden gelen her şeyi yapardınız.
Ve ben daim a sarhoşluk ve tah assü r halinde yaşam aya
m ecbur kalm ışım dır!...
Şayet, siz şim di bulunduğum m em lekette yetişm iş ol­
saydınız, o zam an bu derece şaşkın ve perişan olmazdınız.
B ura k adınları b ü tü n ih tiy at ve tem kini kaybetm iş b u lu ­
nuyorlar. E rkeklerin önüne yüzleri açık çıkıyorlar. S an­
k i hezim et ve in h itat için çırpım yorlarm ış gibi b ir h alleri
var. E rkekleri bakışlarile takip ediyorlar, onlarla kilise­
lerde, eğlencelerde, h a ttâ kendi evlerinde görüşebiliyorlar;
y anlarında da h arem ağ aları b ulundurm ak hiç adet değil!
Ah! O ra kadınlarında bulunan o asil sadelik ve sa­
m im iyet, o kutsal hayâ v e .n a m u s duygusu yerine, b u ra ­
da şam atalı bir şirretlik, aşırı b ir saygısızlık v ar ki, in­
sanın kendisini alıştırm ası m üm kün değil!
Evet, Ruksan, eğer burada olsaydınız, kendinizi hem ­
cinslerinizin yaşadığı iğrenç b ir alçaklık ve denaet d e ry a ­
sında ta h k ir edilm iş hisseder, yaralanırdınız. Belki de,
fırsatını bulur, bu m enfur yerden kaçar giderdiniz! O za­
m an da, şim di yaşam akta olduğunuz o lâtif ve ra h a t yalı-
nızlığl, o em sâlsiz sükûnu hasretle anardınız. Siz şim di
orada, tam bir em niyet ve «selâmet içinde, hiç bir tehlike
ve endişe ile titrem ed en yaşayabiliyor, ve yine ancak o ra­
da bana beslem ekte olduğunuz aşkı, aslâ kaybetm ek k o r­
kusu olm adan, devam ettirebiliyorsunuz!...
En parlak ren k lerle teninizi parlattığınız, en bayıltıcı
ray ih alarla b ü tü n vücudunuzu oğduğunuz, en şahane el­
biselere büründüğünüz, en öldürücü dansların yapıldığı
110 İ RAN M E K T U P L A R I

ve e n yakıcı şark ıların söylendiği bir yarışm ada, za­


rafet ve liyakatınızla bütün diğer rakibelsrinizi kolaylık­
la m ağlup edebilirsiniz. Sizdeki çekicilik, sizdeki h araret,
tatlılık ve yum uşaklık, ya hele o dalga dalga neş’eniz!...
Ah! B ütün bun lard an başka, dünyada ne isteyebilirim ? Ve-
ne zam anki, sizi m ütevazı bir eda içinde, yüzünüz hafif kı­
zarm ış, bakışlarınız benim kilerin peşinde, ta tlı ve kalbe
giren sözleriniz dudaklarınızı süsler görürüm , o zaman,
işte o zam an Ruksan, artık aşkınızdan ve onun b ü y ü k lü ­
ğünden hiç şüphem kalmaz!
H albuki, A vrupalı kadınlardan ne bekliyebilirim ?
Y üzlerini boyam ak san’atları, süslenm ek m eharetleri, v ü ­
cu tların a ettik leri dikkat ve ihtim am , erkeklerin hoşuna
gitm e m eram larının inat ve sebatı karşısında irkilip k a­
lınıyor! B ütün bu hallerin, kendilerini alçaltm aktan ve
kocalarını da yerin dibine sokm aktan başka bir şeye ya­
radığı yok!
Lâkin Ruksan, bu sözlerle bu tarz yaşayış ve d a v ra ­
nışın, bir sefahet ve rezalet kasırgası halinde, aile yu v a­
sını kökünden sarsıp onu korkunç m üntehasına sav u rd u ­
ğunu da iddia etm iş olm iyorum . C ürüm lerini bu derece­
ye kad ar ağırlaştıran k ad ın lar pek azdır. F ilhakika, k a­
dınların k alblerine doğuştan bazı faziletler hakkedilm iş-
tir. Gerçe, tahsil ve terbiye bu faziletleri zayıflatıyor, lâ­
kin büsbütün dc silemiyor. Namus ve hayâ faziletinin
kendilerinden istediği bazı haricî vazifeleri ihmal edebi­
liyorlar; amâ son adımı atmak için ayaklarımı kaldırdıkları
vakit, tabiat ihtilâl yapup karşı koyuyor, attırmiyor. ..
B unun gibi, biz de sîzleri sıkıca kapatıyor ve başınıza
m uhafazanız için esir harem ağalarm ı dikiyoruz. A rzula­
rınız m ahallî geleneklerin sınırını aşm ak istidadını gös­
terince de sîzleri daha da sıkıyor, eziyoruz. B unun da se­
bebi, nihaî ihanetin tarafınızdan işlenm esi korkusu de­
ğildir; iffet ve sâfiyetin b ü tü n m ehabetile nihai su rette
İ R A N M E K T U P L A R I 111

m uhafaza güçlüğünden ve en küçük bir lekenin bu ih ti­


şamı bozabileceğine inandığım ızdandır.
Bilseniz, şimdi size nasıl kalbim parçalanıyor, Ruk-
san! İffet ve nam usunuzun lekesizliğini şu kad ar zam an­
dır, bu derece m etanetle ispat etm iş olduğunuza göre, ko­
canız tarafın d an aslâ terkedilm em eliydiniz! Ve sizin a r­
zularım a gösterdiğiniz inkiyada rağm en, bu nam us ve if­
fet faziletiniz yalnız başına önüm e geçm eli ve beni bu a r ­
zum dan m en’etm eye m uk ted ir olm aliydi! H eyhat!...
P a ris, 7/E ylûl/1712.

M E K T U P 27

U sbek’te n N essir’e

İsfa h a n

H alen P a ris’teyiz. G üneş şehri 1 nin bu m uhteşem ra ­


kibi olan m em lekette! İzm ir’den hareketim de, dostum İb-
ben’e, size gönderilm ek üzere, bir küçük sandık bıraktım .
İçinde sizin için hediyeler* bulacaksınız. Z aten bu m ek tu ­
bu da ayni yoldan alacaksınız ya. İki bin kad ar m il m esa­
fede olm am ıza rağm en, kendisile kolaylıkla m ektuplaşı­
yoruz; sanki o İsfah an ’da, ben de K um ’da im işim gibi!
Ben m ektuplarım ı önce M arsilya’ya yolluyorum , oradan
da İzm ir’e m untazam vapor seferleri v ar; İzm ir’e varınca

( 1 ) — İs fa h a n .
112 İR AN M E K T U P L A R I

da, oradan hem en her gün İsfah an ’a E rm eni kerv an ları


kalkıyor...
R ika’nın sihhatı m ükem m el. B ünyesinin sağlam lığı,
gençliği ve h er zam anki neş’esi b ü tü n afetlere karşı ken­
disini koruyor. L âkin ben, öyle değilim , sihhatım hiç de
düzgün sayılm az. B edenim ve ru h u m yorgun ve bitkin
halde! H er gün derin düşüncelerin zebunu, m ahzun bir
insan oldum . Uzvî zafiyetim veham et kesbettikçe, vatan
hasretim de a rtıy o r; yaşam akta olduğum bu y eri ise, y a ­
dırgıyorum ...
Lâkin sevgili Nessir, size b ü tü n sevdiklerinizin başı­
n a and içiriyorum , her çareye baş vurun, fak at k a rıla ­
rım bu çöküntü içindeki hâlim i sakın öğrenm esinler! Zi­
ra, şayet beni hakikaten seviyorlarsa, benim için göz yaşı
akıtm aların a k a t’iyen razı değilim ; yok şayet sevm iyor­
larsa, bu takdirde, bu hâlim onların c ü r’et ve cesaretleri­
ni a rttırır ki, hele bunu hiç istemem !
Ya, hele harem ağalarım , benim tehlikede olduğum u
sezerlerse, asıl felâket o zam an başlar, dostum ; bu ta k d ir­
de onlar, ahvalim in zebunu olarak ihan etlerin in cezasın­
dan kendilerini koruyacağım a ihtim al verirlerse, o zam an
ne yap arlar, biliyor m usun? O zam an, k ay alarla cansızları
bile h arek ete getirebilen o kadın cinsiyetinin ta tlı fısıltı­
ların a sağır tu ttu k la rı k u laklarını m üthiş bir hassasiyetle
açm ağa cesaret etm ekten aslâ çekinm ezler!...
P a ris, 5/E kim /1712.
İ R A N M E K T U P L A R I 113

M E K T U P : 28

R ic a ’d a n ye

Dün oldukça garip m ahallî bir hususiyetle karşılaş­


tım. M am afih, P a ris’de daim a vuku buluyorm uş. B urada
akşam yem eklerinden sonra, büyük bir halk topluluğu
(kom edi) adını v erdikleri bir oyun seyrediyorlar. O yunun
oynandığı m ahalle de (tiyatro) deniyor. O yunun oynandı­
ğı yüksekçe şeddin ism ine de (sahne) adı verilm iş. S ah ­
nenin de iki tarafın d a küçücük ve duvara göm ülü odacık­
lar v ar ki, b u rala ra da (loca) tab ir ediliyor. Sahnedeki
a rtistle r erkek ve kadın karışık. Ses çıkarm adan işaretle
rollerini y apıyorlar; tıpkı, bizim m em leketim izde oyna­
dıkları gibi...
Sahnede, bazan aşk ateşile yanan bir biçarenin y ü ­
zünde bütün zaafları görülebiliyor, okunabiliyor! Bazan
da, bir başkası, keskin bakışları ve ih tiraslı tav ır ve h a ­
rek e tle rd e geliyor, kendisini hay ran lık la seyreden âşıkı-
na yiyecekm iş gibi bak arak iç çekiyor! B ütün elem ve he-
vesat, hepsi hepsi yüzlerde, gözlerde besbelli! Sessiz ol­
m asına rağm en, oyunun bundan daha canlı ve ifadeli oy­
nanm asına da im kân tasavvur edilemez. O yuncular, sah­
nede ancak y a rı bellerine kad ar görünüyorlar, ve hem en
daim a-her halde m ahviyettendir ellerini bir m anşonla
gizliyorlar. Seyircilerden bir gurup, ayakta duruyor, ve
üst k a tta bu lu n an larla alay ediyorlardı; üsttek iler de bu
İ r a n M e k tu p la rı F.: 8
114 İRAN M E K T U P L A R I

aşağıdakileri işaret ederek katıla katıla gülüyorlardı!..


Lâkin, zahm et ve külfetin asıl büyük kısm ı bir kaç
gencin sırtın a yüklenm iştiki, yaşlarına n azaran h ak ikatan
ziyadesile yoruluyorlardı. B unlar, h er tara fa yetişm eye
m ecbur bulunuyorlardı. A ncak kendilerinin yollarını bil­
dikleri m ahallere giriy o rlar; k a tta n kata h a y re t edilecek
bir m eharetle çıkıyorlar; şim di yukarıda, biraz sonra aşa­
ğıda görü n ü y o rlar; ve b ü tü n localara dalar, uçar gibi sü­
zülüyorlardı! B ir m üddet kaybolduktan sonra, te k ra r görü­
n üy orlar, ele avuca sığm ıyorlardı. İçlerinden biri vardı ki,
taşıdığı koltuk değneklerinden beklenm eyen bir sü r’at ve
cesaretle diğerlerine refak at ediyordu....
N ihayet, tiyatronun başka salonlarına geçildi; b u ra ­
da da hususî bir tem sil vardı. Önce, saygılı rev e ra n sla rla
başlandı; kucaklaşm alar ve öpüşm elerle oyuna devam
edildi. H akikî bir m uarefe ve âşinalığm insan oğlunu de­
ğiştirdiği ve onu rik k ata getirdiği söylenir ya, ne k a d a r
doğrudur! Bu zam anlarda insan b ü tü n riv ay etlere in an ­
m ak ister, y ah u t kalb öyle arzular, fikir öyle çalışır! Söy­
lendiğine göre, güya buradaki bu prensesler k ad ar güzel
kızlar, o derece haşarı ve korkunç şeyler değillerm iş. G ü­
nün iki üç saatında gösterd;kleri hiddet ve vahşet h a lle ri
geçiştirilebilirse, sair zam anlar pek alâ uslû akıllı, hanım
hanım cık olurlarm ış. B ütün o m uvakkat vahşetleri de,
yaratışların d an olm ayup, kendilerine verilen içkiden ile ri
gelirm iş!...
Bütün bu anlattık larım ın cereyan ettiği binaya çok
yakın b ;r yer daha var ki, oraya da (O pera) deniyorm uş.
B unun diğerlerinden farkı da, oyunun hep şarkı ile oynan­
m ası imiş. Geçen gece bir dostum beni oraya götürdü.
O rada beni, bir locaya soktu. Bir de ne göreyim , azizim ,
operanın belli başlı ak trislerinden biri orada soyunm uyor
mu! N azeninle o derece dost olduk ki, ertesi gün bana şu
m ektubu gönderdi:
İ R A N M E K T U P L A R I 115

Beyefendi,
Ben b ü tü n dünyanın en bahtsız kızıyım . H albuki Ope­
ranın daim a en faziletli ve iffetli aktirisi oldum. Bundan
yedi yah u t sekiz ay önce, dün yece benim le tanıştığınız
locada, D iane rahibesinin kiyafetine bürünüyordum . B ir­
den locam a genç bir papaz girm işti. Bu delikanlı sırtım ­
daki k ar beyazlığındaki elbiselere, peçeye, baş sargısına
aldırış etm eden bek âret hâzinem i elim den aldı! Bu fecî
teşebbüsünün sonunda, ettiğim fedakârlığın azam etini an­
latm ağa girişm ek istem iştim ki, katıla katıla gülm eye baş­
ladı ve b en ; haddinden fazla m ukaddesata saygısız b u ld u ­
ğunu da söylem ekten çekinm edi! Lâkin, bana olanlar ol­
muştu. bir k erre; nihayet gittikçe irileşip kalınlaşm ağa
başladım . A rtık sahneye çıkm ak im kânı kalm am ıştı. Aslâ
boş karşılanm ıyacak nazik bir durum a girm iş bulu n u y o r­
dum. Şeref ve nam usum söz konusu oluyordu! Ben ki,
iyi bir aileden gelm iş bir kızın, hayâ ve faziletten m ahrum
olm asının, sadelik ve tevazudan vazgeçm esinden daha ko­
lay olacağm ı m üdafaa ederdim . Bu şerait içinde, genç p a ­
pazın bana izdivaç vadetm iş bulunduğunun tabiî ve m u­
hakkak olduğu ve böyle bir vaitte bulunm am ış olması ha-
halinde kendim i, her şeye rağm en ona teslim etm em iş ola­
cağım ı ve bu fecî akibete de düşm em iş bulunacağım ı pek
kolayca m uhakem e edersiniz, sanırım . Bu izdivaç vaadi,
benim için o derece önem li idi ki, evlenm eye m üteallik
basit form alitelerin ikm âlini beklem eye hiç lüzum görme-
n rştim . İşte, bu luzum görm eyiş ve istical de baisi yeis
ve felaketim oldu ya!
Amâ, heyhat, bu m üraî papaz, bir k erre beni aldatm ış
ve vadini de un u tm u ştu ; m adem ki, böyleydi, o halde ben
de artık O pera’da kalam azdım . Hoş aram ızda, onlar da pa­
bucum u çoktan dam a atm ış b u lunuyorlar ya!..
Z aten gittikçe de yaşlaniyor, cazibelerim i de yavaş y a ­
116 İ R A N M E K T U P L A R I

vaş kaybediyorum . B ana tahsis edilen ücrette de h er gün


k ısın tılar vuku bu lm ak tad ır...
İşte tam bu sırada size rastlad ım ; ve m aiyetinizden
biri bana, m em leketinizden bahsetti. O rada, iyi b ir dansö­
zün tâlii çok yav er olurm uş. Ve şayet, ben İsfahan’da bu-
lunsaym ışım , istikbalim i çok geçm eden m ükem m elen ya­
pabilirm işim . İşte sizden istirham ediyorum , şayet beni
him ayenize alm ak lû tfu n d a bulunur, ve o m es’ut diyara be­
raberinizde götürecek olursanız, bir genç kızın çöken h a ­
y atın ı yeniden k u rm a k lu ttu fk ârlığ ın d a bulunacak ve bu
h ayırhâhlığın tükenm ez hazzını duyacaksınız. Ben de, bu
b üy ük âlicenaplığınızın karşılığını, fazilet yolundan ay­
rılm am ak, en iyi tav ır ve h arek et örneklerini verm ek su-
retile liyakatim i ispatla ödem eye gayret ederim ...
P a ris , 2/O cak/1712.

M E K T U P 29

R ik a ’ıla n İb b e n ’e

İzm ir

H iristiyanların reislerine P apa diyorlar. Eski d ev ir­


lerden kalm a bir alışkanlığın kurduğu hakim iyet ile ade­
ta m âbut m ertebesine çıkarılm ış!...
Öyle devirler olm uştur ki, P ap alar h ü k ü m d arları bile
titretm işlerdir! Çünkü, bu yam an dinî hüküm darlar, taç
ta h t sahibi nice k ıralları azletm ek hakkına bile sahiptiler!
Tıpkı, im paratorluğum uza tabi G ürcistan ve daha bazı ü l­
İ R A N M E K T U P L A R I 117

kelerin kıralların ı azletm ek hakkını haiz m uhteşem sul­


tanlarım ız gibi..
Lâkin, A vrupa h ü k ü m d arların ın şim di a rtık bu ko r­
k uları kalm am ış....
P ap alar kendilerini ilk hiristiy an 1 lard an saint Pier-
re ’in halefi addederler. Bu sıfatla da çok zengin bir m ira­
sın sahibi olm uşlardır. Filhakika, P a p a ’nın hâzinesi dil­
lere destan olduğu gibi, hükm ü altında tu ttu ğ u d iyarların
genişliği de hudutsuzdur..
P apaların, Piskopos veya Evek denilen m adûnları
vardır. Bu ru h an îlere gelince, b u n lar P apanın m aiyetini
teşkil etm ekle beraber, dinî ahkâm ın da yüksek m akam ­
larını işgal ederler. B unlar, adeta dinî sahadaki kanun
otoriteleridir
Bu yüksek ru h an îlerin um um iyetle yekdiğerinden
fark lı iki nevi vazifeleri v a rd ır: Meclis halinde toplanup
vazife gördüklerinde işleri, P apa gibi, itikada m ütealliktir.
M ünferit bulu n d u k ları zam an ise, vazifeleri alâkalıları di­
nî ahkâm dan m uaf tutm ak, dinî kan u n ları onlara ta tb ik ­
ten istisna eylem ektedir. Zira, biliyorsun ki, h iristiyanlık
sayısız şekil ve m erasim le doldurulm uştur. B unların ta t­
bikatı ise, son derece m üşküldür. Bu ahvalde, bu şekil ve
m erasim vazifelerini yerine getirm ektense, piskoposların
bu gibi vezaiften alâk adarları m uaf kılm aları elbetteki
tercihe şayandnr. H attâ, bu tercih am m enin h a y rr ve se­
lâm etine daha faydalı addedilir. Bilfarz, m isâli bizden ala­
lım : R am azanda oruç tu tm ak istenm iyor m u; y a h u t ev­
lenm enin form aliteleri ağır m ı geliyor; yah u t kan u n u n
m en’ettiği kim seler arasında evlenilm ek m i isteniyor; h a t­
tâ, eda edilm iş bir yem inden rucu etm ek yoluna m ı baş v u ­
ru lm a karzu ediliyor, ilh Öyle ise, iş gayet kolay, b ü tü n
bu gibi ahvalde yapılacak şey, sadece bu b ü y ü k ruhanîler-

<1) — H a v a ri yun.
118 İR AN M E K T U P L A R I

den birine başv u rm ak tad ır; istenen vecibeler yerine ge­


tirildi mi, m uafiyet vesikası hem en hazırdır, alırsınız!...
Bu piskoposlar, bizzat kendi vazifelerinin dinî sorum ­
luluğu ile m eşgul olam azlar, izahına girişem ezler. Bu h u ­
sus için doktor unvanını haiz din alim leri v a rd ır ve sayı­
sı pek çoktur. B unlar bir nevi bizim dervişlere benzerler,
işte b u n lard ır ki, dinî m ünakaşalara girişirler, sorulan
hususun cevabını bulm ağa çalışırlar.. Bu m ünakaşaları
bazan çok uzun sü re r; bu m ücadele, m es’eleyi halleden
k a ra r istihsâl edilinceye kadar devam eder...
Seni tem in ederim ki, şu yer yüzünün hiç bir im pa­
ratorluğunda, H azreti îsa ’nınki k ad ar dahilî m uharebeler
cereyan etm em iştir!.
Evvelâ, ortaya konm uş ve halli istenm iş şey. dalâlet
denilen fiil ve h areketlerdir. H er bir dalâlet filinin vasfi
tayin kılınm ak istenm iştir. Meselâ, t e c e m m ü sözü
gibi. F ak at m eram etm em işlerse, hiç bir zam an dalâlet ol­
maz. B ütün iş, ihtilâfı ikiye bölmek, ve bir kim seyi
dalâletle takbih edip etm em ek kasdını sezm ektir. G erisi
zaten kolay ve b asittir. Y apılan tefrika göre kasıtları o şah­
si tem ize çıkarm ak m ıdır? O halde tefrik m akuldür ve o
şahıs kardan da beyaz olarak ilân edilir. Ve bu m asu­
m iyet bir k erre sabit olunca da, bu adam tam bir orto-
doks olduğunu öne sürebilm ektedir. Ya, m aazallâh, bu tef­
rik itham kasdile yapılm ışsa, işte o zam an o adam ın hali
yam an olur!
F ran sa ve A lm anya’da bu tefrikin, hissi adalet ve h a ­
kikatle yapıldığını duyuyorum ; lâkin, heyhat, İspanya ve
İta ly a ’da öyle m erham etsiz ve insaniyetsiz ru h an îler 1
varm ış ki, adam ı haksız yere ve m ünhasıran tefrik tuza-
ğile biri diri ateşte yaktırıyorlarm ış!
Bu zalim lerin ellerine düşenlerin vay hallerine! B un­

(1) — Engizisyon papazları.


İR A N M E K T U P L A R I 119

lardan, om uzlarında beyaz atkıları, ellerinde tah tad an


boncuklar 1 çekerek Ulu T an rı’ya devam lı ham d ve sena­
larda bulunan b ah tiy ar Galice liler istisna edilirse, d i­
ğerlerinin vay başlarına gelenlere! B unlar Ortodoks olduk­
larına binlerce defa yem in etseler bile, zahirî h alleri ve
vasıfları yem inleri ile bağdaşm iyor deye, yine de dalâ­
lete düşm üş oldukları gerekçesile ateşe verilm ektelerm iş!
M asûm un tefriki, m üdafaasile kabildir, heyhât, bu m üda­
faaya vakit bırakılm az, ve sıra ona gelm eden evvel adam ­
cağız bir avuç kül haline inkılâp eder!
Senin bildiğin hakimler, önlerine gelen bir müttehe-
ınin evvelâ masûm olduğunu kabul ederler, değil mi? Ah.
bunlarda aksinedir! Bu papazlar mahkemesinde hakikatin
yüzü bambaşkadır. Onlarca, asıl olan maznunun daima
mücrim olduğudur. Ortada şüphe ve tereddüt varsa, bu
masûmiyete değil, mahkûmiyete hizmet eden bir delil
olur! Bunun da sebebi, insan oğlunun, aslında kötü ya­
ratıştı oluşudur. Diğer cihetten m ünhasıran kendi âmâl-
lerine hizm et ettiği için insana ûlviyet isnat edilerek, m e­
selâ hilkatan insanın yalan konuşamiyacağını., hakikati
beyan temayülünde olduğunu iddia ederler. Çünkü, mah­
kûm etmek istedikleri maznun aleyhine dinletmek iste­
dikleri şahitleri kiymetlendirmek sevdasındandırlar. Bu
şahitler de kimlerdir? Kimler olacak. Maznunun can düş­
manları, fahişeler, rezilâne meslek sahibi sefiller!.
Lâkin, k u rnazlıkları da eksik değildir. Meselâ, M ah­
kûm iyet ilâm larının gerekçelerinin başında, kolayca y a n ­

<1) — T eşbih.

<2) — G alice: Is p a n y a ’d a b ir e y â le t olup m erk ezi S a n tiy a g o ş e h ­


rid ir. B u şe h ir k ilisesin d e, h a v a r iy u n d a n K u d ü s ş e h r i­
n in ilk P isk o p o su o ld u ğ u sö y le n en (S a in t J a c q u e s) ın
k a b r i b u lu n u p , h ir is tiy a n la r ta r a f ı n d a n d a im a te v a f
edilir.
120 İR A N M E K T U P L A R I

m aları için k ü k ü rtlü göm lek giydirilen m ahkûm lara acı­


d ık ların ı da belirtm eyi unutm azlar! Güya, onların bu k ı­
yafetlerin d en dolayı dilhun olduklarını, ve aslında kendi­
lerinin kalben yum uşak ve gafur bulunduklarını, kandan
tiksindiklerini, işkenceden n efret duyduklarım ve bu iti­
b arla ilâm da adı yazılı şahsın m ahkûm iyetinden dolayı
derin keder içinde olduklarını tebarüz e ttirirler! Bu de­
rin k ederlerini tesltin ve teselli için de, m ahkûm un bil­
cüm le em valini kendi lehlerine gasp ve m üsadereyi de
m übah görürler!
Aziz Peygam berim izin çocukları tarafın d an v ak tile
oturulm uş o to p rak lard an Ulu T an rı’nın n uru ve saadeti
eksik olmasın, dostum ! Bu fecî d ram lar o m übarek to p ra k ­
larda, çok şükür, bilinm iyor ’. M eleklerin bu topraklarda
taşıdığı k u tsal dinim iz ahkâm ı ise, haiz olduğu hakikatle
de varlığını kolayca m üdafaa etm ektedir. Onun kendi de­
vam lılığı için şiddet ve işkence v asıtalarına hiç bir ih ti­
yacı y o k tu r!2.
P a ris , 4 /A ralık /1 7 1 2 .

(1) — B ü tü n m ü s lü m a n la r iç in d e en m ü s a m a h a k â r m ille t:
İ r a n lıla r ’dır. (m ü ellif)
(2) — B u m e k tu p g ere k B e cc aria , gerek V o lta ire iç in so n su z
b ir h a k ik a t ve feyiz k a y n a ğ ı olm uş, b ilh a s s a B e c c a ria ’yı
a d a le tin n e f ’in e sa v le tle re ta h r ik etm iş, şa h e s e r s a h ife -
le r y az d ırm ıştır. A şa ğ ıd a k i p a s a jla r ı b ilh a s s a k a y d e d i­
yoruz:
(........................................................................
..................................... H er m a z n u n u n k e n d i a k r a n la r ı o la n
k im se le r ta r a f ı n d a n m u h a k e m e e d ilm e sin i e m re d e n b ir
k a n u n , çok a d ilâ n e o lu rd u . Z ira, b ir v a ta n d a ş ın m u k a d ­
d e r a tı m e v z u u b a h is o ld u ğ u z a m a n , sın ıf ve s e rv e tte n d o ­
ğ a n b ü tü n d u y g u la ra k u la k tık a m a k lâ z ım gelir. K u d r e t­
li b ir in s a n ın za y ıf b ir in s a n a k a r ş ı b esled iğ i is tih k â r ,
âc izin k u v v etliy e k a r ş ı b esled iğ i is tik râ h , h a k im le m a z ­
n u n a r a s ın d a b u lu n m a m a lıd ır!
İ R A N M E K T U P L A R I 121

B ir m a z n u n u n k e n d isin e şü p h e li g ö ­
r ü n e n bazı h a k im le ri r e t ey leyebilm esi çok a d ilâ n e olur.
B u h a k k ı m a z n u n la ra ta n ıy a n d iy a rla r d a m a z n u n , k e n ­
d i rey i ile b iz za t k e n d in i m a h k û m ediyor, d e m e k tir. H e r
v a ta n d a ş ın (B en e s ir değilim , k a n u n b e n im h â m im d ir!)
d ey eb ilm esi; e fk â rı u m u m iy e ta r a f ın d a n , g ü ç lü le rin
k u v v e tle rin i ve h a k im le rin de ih tir a s la r ın ı fre n le y e b il­
m ek için, m u h a k e m e n in a le n i o lm a sı ve d e lille rin de o r­
ta y a k o n m a sı z a ru rîd ir. B u h is v a ta n d a ş la r ın c e s a re t­
le rin i a r ttır a c a k ve b u h a l h a k ik î m e n fa a tle r in i m ü d rik
h ü k ü m d a rla r iç in n im e t o la c a k tır. B u h u s u s ta u z u n
iz a h la r a g irecek ve b u p re n s ip le rin te e ssü sü iç in g e re ­
k e n z a r u rî te d b irle ri g ö ste re ce k değilim . H e r şeyi sö y -
le m ek liğ im i b e n d e n b e k le y e n le r için, h iç b ir şey sö y le­
m iş d eğilim !)

B eccaria, S u ç la r ve C ezalar, fasıl: V II (D e liller v e


M u h a k em e ta rz ı)

(........................................................................
......................................... Ş u h a ld e , b ir ş a h id in ş a h a d e tin in
k iy m e ti, ith a m e d ile n ş a h s a k a r ş ı b esleiğ d i d o stlu k v e ­
y a d ü ş m a n lığ ın d ere cesin e ve k e z a a r a d a m e v c u t b ü tü n
m ü n a s e b e tle rin şe k il ve m a h iy e tin e göre te s b it e d ilm e ­
lid ir ......................................................................................................
S u çu n ş e n a a ti ve k o rk u n ç lu ğ u n is b e tin d e
şa h id e az itim a t e tm e k p re n sib i esas o lm a lıd ır. H a lb u ­
k i ceza âlim le ri b u p re n s ib in ta n ı a k s in i k a b u l e d iy o r­
la r. İş te o n la rın en k o rk u n ç b ir b u d a lık la o r ta y a a t t ı k ­
la r ı m ü te a rife : (İn a tro c isim sis levoires c o n je c tu ro e
su ffic iu ııt, e t lic et ju d ic i ju r a tr a n s g r e d i). B u p r e n s ip
lis a n ım ız a sa d e b ir u slû p le çev rild iğ i z a m a n . A v ru p a lIla r
g ö re c e k le rd ir ki, m a n a s ın ı b ilm e d ik le ri h a ld e , te k r a r
ed ip d u rd u k la rı en m a n tık sız v ec iz ele rin d en b ir in in k a r ­
ş ıs ın d a b u lu n m a k ta d ırla r : (E n şe n i c ü rü m le rd e , y a n i
t a tb i k a t t a e n e n d e r o la ra k r a s tla n a n s u ç la rd a , e n z a ­
y ii k a r in e le r m a z n u n u n m a h k û m iy e tin e k â f i olup , h a ­
k im a r tık iste d iğ i gibi h a r e k e tte se rb e s ttir!) H ey h a t!
L â k in , m e v z u a tın e n b e d ih î m a n tık s ız lık la rı e k s e ­
riy e b eşerî te n a k u z u n en z e n g in m e n b a ı o la n k o rk u
132 İR A N M E K T U P L A R I

ve e n d işe le rin d e n d o ğ m a k ta d ır.

Ş a y e t şa h it, ta b i o ld u ğ u n iz a m ve e s a sla rı
p ek az m a lû m , y a h u t m ev k ii ta tb ik te k i n iz a m ve p r e n ­
sip le rd e n a y k ırı e s a sla rı k a b u l eylem iş h e r h a n g i b ir c e ­
m iy e tin a z a la rı m e y a n m d a b u lu n u y o rsa , ş a h a d e tin in
d eğ e ri d a h a d a çok azalır. Z ira, böyle b ir ş a h it v alin iz
k e n d i ih tir a s la r ın ın değil, lâ k in d iğ e r cem iy et m e n s u p ­
la r ın ın d a ih tir a s la r ın ın z e b u n u o lur.)
B eccaria, S u ç la r ve C ezalar, fasıl: V III (Ş a h itle r)

( .......................................................................
......................................... G izli ta h k ik a t a p a ç ık b ir s u is tim a l
o ld u ğ u h ald e, b ir çok m ille tle rd e m e r’ı b u lu n m a k ta d ır.
Bu, a n c a k h ü k ü m e tin z a a f ın d a n d o ğ a n b ir z a r u re ttir .
G izli ith a m ve ta h k ik a t in s a n la r ı s a h te k â r ve h a in y a ­
p a r. V a ta n d a ş la r ; a r a s ın d a b ir m ü n a fık b u lu n d u ğ u n d a n
şü p h e e d e n kim se, çok g eç m e d en k e n d in e b irin i d ü ş m a n
b ilir, d u y g u la rın ı gizlem ek itiy a d ın ı k a z a n ır ve b a ş k a ­
la r ın a k a r ş ı ve b iz za t k e n d i n e fsin e k a r ş ı ü rk e k b ir h a ­
le g e tirir Böyle b ir d u ru m a d ü şe n in s a n la r n e b e tb a h t-
tırla r!
B u n la r k o rk u n ç e jd e r h a la r ta r a f ı n d a n te h d it ed il­
m iş m a z lu m la r m isâli, m ü f te rile r ta r a f ı n d a n te h d it
ed ilm e k te, ve o n la rın ş e rrin d e n s a k ın m a k en d işesile g e­
n iş b ir d e ry a d a çırp ın ıp d u r m a k ta d ır la r

............................ A cab a, ta ç ve v a ta n ın k o ru y u c u s u ce su r
y ü rek li a sk e rle ri b u nevi in s a n la r iç in d e b u la b ile ce k m i­
yiz? A cab a, b u gibi in s a n iç in d e if s â t ve 17] âl ed ilem ez
d ev let a d a m la rın ı ve h a k im le ri te d a r ik ed ebilecek m i­
yiz? Ö yle k im se le r ki, v a ta n p e rv e râ n e ve k o rk u su z b ir
b e la g a tla d e v le tin h a k ik î m e n f a a tla r m ı sö y ley eb ilsin ­
le r ve b u fa z ile tle ri in k iş a f e ttir e r e k v a ta n d a ş la r ın h e r
ta b a k a s ın d a n d ev lete se rv e t, sevgi ve h a y ır h â h lık la r t a ­
şıy a b ilsin ler! B u n im e tle ri e n m u h te ş e m s a ra y la r d a n ,
m u h ta ç la r ın e n m ü te v a z î ç a tıla r ın a k a d a r so k a ra k o n ­
la r a em n iy et, h u z u r ve m u k a d d e r a tla r ın ı ta s h ih e t t i r ­
m ek ü m id in i, ve h e r f e rd in b u lu n d u ğ u iç tim â i ş a r tla r
İ R A N M E K T U P L A R I 123

için d e m e s’u t y a ş a m a k s ır r ın ın aziz m a y a s ın ı v e re b ilsin ­


le r!...
Z u lm ü n n ü fu z edilm ez k a lk a n ı o la n gizlilikle n ıü sel-
lâ h b ir if tir a d a n k e n d in i k o ru y a b ile c e k k im v a rd ır? H er
te b a a s ın ı b ir d ü ş m a n gibi g ö re n ve g û y a u m u m u m s e lâ ­
m e ti iç in h e r v a ta n d a ş ın h u z u ru n u k a ç ır a n b ir h ü k ü m ­
d a r ve o n u n h ü k ü m e ti n e a c ın a c a k d u ru m d a d ır!...)
■B eccaria, S u ç la r ve C ezalar, fa sıl IX (G izli ta h k ik a t) .

Ş im di b ü y ü k F ra n s ız feylezofu V o lta ire ’in, V allo m -


b re u se m a n a s ın r a h ib i V İN CEN ZO F A C C H İN E İ DE
C O R FR İ, ta r a f ı n d a n y az ıla n B e c c a ria ’n ın (S u ç la r ve
C e za lar k ita b ı h a k k ın d a n o tla r ve m ü ş a h e d e le r) ad lı
te n k it k ita b ın d a k i k o rk u n ç ith a m la r a k a r ş ı B e c c a ria ’yı
(S u ç la r ve C e za lar y a h u t ta B e şe riy e tin M ecellesi ad lı
esere te fs ir) k ita b ile ş a n ve şe re fle m ü d a fa a e tm iş o la n
b u m u h te şe m s im a n ın b u e s e rin in X IV . sa h ife sin d e k i
b ir b u r h a n ın ı d a v e rm e k te n k e n d im iz i alam ıy o ru z. T â ­
ki, M o n te sq u ie u ’n u n n u fu z ve te s ir in in a z a m e ti d a h a
iyi ta s a r la n a b ils in ; ve ta k i, h a k ik a tle r i b ü tü n çıp lak lığ ı
ile m e k tu p la ra n a s ıl g eçird iğ i ta m a ş a ed ileb ilsin ! z
[B o u rg o g n e k o n tlu ğ u n u n e n k o rk u n ç k a y a la rın a
sığ ın m ış, S a in t-C la u d e G u illo n a d lı f a k ir b ir a s ilz a d e ­
n in ö lü m c e z a sın ın in fa z ın a a it v a ra k a s ı m u h a fa z a e d il­
m e k te d ir. B u ad a m , 28/7/1629 y ılın d a b a şı k e silm e k su -
re tile id a m e d ilm iştir. K e n d isi s e fa le te d ü şm ü ş ve a ç ­
lığ ın ta h a m m ü ls ü z iz tıra b ın ı çe k m e k te idi. B ir g ü n c i­
v a r d a k i b ir ç a y ırlık ta ö ld ü rü lm ü ş cılız b ir b e y g irin
e tin d e n b ir p a r ç a k o p a rm ış ve yem işti. İş te b ü tü n su ç u
b u n d a n ib a re tti. M u k a d d e sa ta say gısızlık e tm e k te n (y a ­
n i m e k tu b u m u z d a k i d a lâ le t s u ç la r ın d a n b iri!) m a h k û m
ed ild i. Ş a y e t b u a d a m z e n g in olsaydı, ve f a k irle r a ç lık ­
t a n ö lü rk e n , k e n d isi y alın ız b ir a k ş a m y em eğ in d e y i­
y eceği ta z e b a lık la ra 200 ek ü ö dem iş b u lu n sa y d ı, b u
ta k d ird e , b ü tü n v a z ife le rin i y e rin e g e tirm iş o lm a k la
h ü r m e t ve itib a r g ö rec ek ti!...
İşte m a h k û m iy e t ilâ m ın d a k i h ü k ü m fık ra sı: «Bizler,
d a v a d o sy a sın d a k i b ü tü n e v ra k ve* vesaik i u su lü d a ir e ­
124 İR A N M E K T U P L A R I

sin d e g ö rü p in c e le d ik te n ve h u k u k â lim le rin in d e r e y ­


le rin i d u y u p ö ğ re n d ik te n so n ra , m u m a ile y h C lau d e
G u illo n ’n u n b u şe h re y a k ın ç a y ırlık ta ö ld ü rü lm ü ş b ir
b e y g ird e n b ir p a r ç a e t k e se re k p işirip y ed iğ in e ta m s u ­
r e tte v ic d a n î k a n a a t sa h ib i olduk, ılh...»
L â k in re y le rin i v e re n b u h u k u k â lim le ri de k im le r
oluyor?
A caba, b u g ü lü n ç m a c e ra la r A fr ik a ’n ın T o p in a rn -
bus, y a h u t tâ H o ta n to k a b ile le rin d e m i geçiyor? B u y ü k ­
sek m a h k e m e cid d en k o rk u n ç b ir a d a le t cih az ı idi! A l­
m a n y a 'n ın b ü tü n ş e h irle rin e gizliden gizliye m e m u ru
m a h s u s la r yolluyordu. B u k o m ise rle r gizli ta h k ik a tla r
y ap ıy o rla r, ih b a r la r a lıy o rla r, lâ k in m a z n u n la ra b u n ­
la r d a n a s lâ b a h s e tm iy o rla r, h a b e rle ri o lm a d a n o n la rı
m u h a k e m e ed iy o rlard ı!
B u m a h k e m e n in v e rd iğ i ölüm cezasını, e k s e riy a o l­
d u ğ u gibi, in fa z edecek c e lla t b u la m iy a c a k olsa, h a k im ­
le rin e n g en ci y ü k le n e re k m a h k û m u k e n d i elile asard ı!
B u c e llâ tla r h e y ’e tin d e n k u rtu la b ilm e k iç in h ü k ü m d a rın
h u su sî b ir a f em ri, im p a r a to r la r ın h im a y e le ri lâ z ım d ı ki,
b u d a e k s e riy a fay d a sız k alırd ı.
B u k a tille r m a h k e m e si a n c a k im p a r a to r I. M ax im -
lie n ta r a f ı n d a n ta m a m e n lağved ileb ild i. V e n e d ik ’te k i
O n la r M ahkem esi, b u m e n fu r m a h k e m e y e k iy a sla a f ve
m a ğ fire t k a y n a ğ ı, ş e fk a t ve m e rh a m e t ocağ ıd ır.
B u m iiesseselere ve b u n u n gibi b in le rc e s in e n e d e ­
m eli A cab a, b eşer n e v in e ç e k tirile n b u n c a in iltile r k â fi
d eğ il m i?
B e şe rin in tik a m ın ı a la c a k f ır s a tla r ı z in h a r k a ç ır ­
m a m alı!.]
V o lta ire
M E K T U P 30

R ik a ’d a n y in e Ib b e n ’e
İz m ir

P aris halkı acaipliğe vardıracak kadar m ütecessis in ­


sanlar! Şehre ayak basar basm az, gökten inm işim gibi,
etrafım ı aldılar, garip n azarlarla beni süzm eye başladılar.
İh tiy ar, genç, erkek, kadın, çoluk çocuk, hülâsa b ü tü n halk
tabakası, yığınlar halinde seyrim e dalm ış, kendilerini
unutm uşlardı, sanki!... Sokağa çıkışım la, onların pen­
cerelerine üşüşm eleri bir oluyordu! T uileries sarayına m ı
gidiyorum , hem en etrafım çevriliyor, kuşatılıyordu. Ya,
o k adınların gösterdikleri m erak, teheyyüç ve yakınlık!
Bu nazeninler, bin çeşit ren k lerd en bir yarım daire teşkil
ediyorlar ve beni ara ların a aldıktan sonra da, bu y arım da­
ireyi tem am en kapatıyorlardı. B ir tem sile gitsem , hem en
yüzlerce ufak ve zarif d ürbin yüzüm e çevriliyor, tarassu t
altına alınıyordum . Velhasıl, y er yüzünde benim ki kadar
m erakla seyredilm iş çehre y o k tu r desem, hiç de m übalâğa
etm iş olmam! Bazan öyle konuşm alar duyuyorum ki, gü-
lüm sem ekten kendim i alam fyorum . Meselâ, b ü tü n ö m rün­
de bir defacık olsun odasından çıkm am ış insanlara ra s t­
ladım ki, araların d a benim hakkım da şöyle k o n u ştukları­
nı duym uşum dur: (İtira f etm eliki, dostum , bu adam da
tam bir İran lı hal ve tav rı var!) B unun gibi daha da neler!...
Biraz g arip tir amâ, doğrusu hoşa da gidiyor: hem en her
tara fta çizilmiş resm im i görüyorum . B unu tek sir edip
i 2e İ RAN M E K T U P L A R I

b ü tü n dükkânlara, kahvehanelere koym uşlar; şöm ine­


lerin üzerine asm ışlar; sanki, bana bakm aktan doym uyor-
larm ış gibi!....
D oğrusunu istersen, bu kadar izzet ve ikram a, bu k a ­
dar şan ve şerefe taham m ül de öyle kolay değil! Evvelâ
h ak ik at şudur ki, ben kendim i o derece m erak ve iltifata
lâyık, n a d ira tta n bir insan görm üyorum . G örm üyorum
amâ, gel gör ki, evvelce hiç tanışm am ış olduğum bu m uh­
teşem beldenin huzur ve sükûnunu bozacak kadar da y ü ­
reğini hoplatm ış bulunuyorum ! İşte, bu m ahzuru göz
önünde tu ta rak , İran kisvesini sırtım dan çıkarm ağa k a ­
ra r verdim ; A vrupalı kiyafetine girdim . Böylece çehrem ­
de hayran olunacak bir hususiyetin kalıp kalm adığını da
öğrenm :ş olacaktım .Bu hareketim bana, onların n azarın ­
daki hakikî değerim i de gösterecekti. B ütün yabancı süs
ve şatafattan sıyrılm ış bir halde, hakkım da verilecek en
doğru hükm ü de öğrenecektim . Bu tasavvurum u filiyata
çıkarayım derken, terzim in acem iliğinden dolayı canım
fena halde yandi. D iktiği elbisede öyle büyük k u su r­
lar yapm ış ki, h er şey berbat! Bu elbiseler beni her
kesin nazarında adeta acınacak hale soktu; sanki m üthiş
bir boşluğa fırlatılm ış gibiyim! Bazan bir toplantıda b u lu ­
nuyorum , arad an tam bir saat geçiyor da, yine birin in gö­
züne çarpm iyorum ; ben de cesaretsizlikten ağzımı açup
kim seye bir tek söz söyleyem iyorum . Lâkin, kalabalıktan
biri tesadüfen, yanm dakinin bir îra n lı olduğunu öğrense,
hem en harekâtı, tav rı değişiyor, bir fısıltı başlıyor; e t­
rafım sarılıyor ve araların d a tehalükle m ırıld a n iy o rla r:
(Ah! Ah! Bu bey İran lı imiş, öylem i? Ne harikulade şey,
Rabbim! Ah! Acaba, insan nasıl olur da, îra n lı olabilir?)

P a ris. 6 /A ralık /1 7 1 2
İ R A N M E K T U P L A R I 127

M E K T U P 31

R h e d i’d e n U sbek’e

P a ris

Şim di V enedik’teyim , sevgili Usbek. İnsan, dünyadaki


b ü tü n şehirleri görm üş, gezmiş olabilir; lâkin, b u ray a ge­
lince, yine de h a y retlere düşer! Öyle bir şehir ki, ku le­
ler:, b ü tü n kiliseleri sudan fırlayup yeryüzüne çıkıyor,
ve oradan yükseliyor! Yine bir şehir ki. içi insanlarla do­
lu d u r; ve b ütün bu insanlar, ancak b alıkların yaşayabile­
cekleri sahalarda y aşam aktadırlar!...
Lâkin, uhrevî alem e sırtını çevirm iş bu şehirde d ü n ­
yanın en şaşaadar bir hâzinesi yok! Eksik tara fı b u : Te­
miz su! B inaenaleyh, burada islâm dininince m akbul bir
abdest alm ak im kânı aslâ yoktur! Bu su, dinim izce m ek­
ru h tu r ve aziz Peygam berim iz, sem adan büyük b ir öfke
ile bu suyu tem aşa etm ektedir!
İşte, bu m ahzur istisna edilirse, sevgili Usbek, bu
m em lekette bulunduğum dan dolayı b a h tiy ar olduğum u
söyleyebilirim . Bir k erre fikren ve ru h an yükseliyor, in­
kişaf ediyorum . T icaret hayatının esrarını, tâcidarlarm
4
m enfaatlarını, hüküm et icra etm enin eşkâlini öğreniyo­
rum . H attâ, A vrupalIların bâtıl itik atların ı dahi ihm âl e t­
m iyorum . Tıp ilm ini, fiziki, h ey ’et ilm ini de tahsil ediyo­
rum . Güzel san’a tla rı inceliyor, derinlerine dalm ağa çalı-
şiyorum . H ülâsa azizim, doğduğum m em lekette gözlerim i
kapam ış b u lu tlard an sıyrılm ağa gayret ediyorum .
V enedik, i6 /A ralık /1 7 1 2 .
128 İ R A N M E K T U P L A R I

M E K T U P 32

Rica’dan ***’e

Geçen gün, içinde üç yüz kadar bakım a m uhtaç in ­


sanı b arındıran, bir yeri ziyarete gitm iştim . Z iyaretim i
çabuk yapm ıştım ; çünkü ne binalar, ne kilisesi görülm eye
değer şeyler değildi. O rada b a rın a n la r bir hayli neş’eli
kim selerdi. P ek çokları a raların d a ya kâğıt oynuyorlar,
y a h u tta benim hiç bilm ediğim başka eğlencelere dalm ış
bulunuyorlardı. Z iyaretim bitm iş, tam çıkıyordum ki, a ra ­
ların d an biri de peşim den gelm eye başladı. P aris şehri­
nin en uzak b ir sem ti olan M arais’ye gitm ek istediğim i ve
b an a ta rif etm elerini yanım dakilerden rica ettiğim i d u ­
yan bu adam bana y ak laşarak : (Bende, zaten oraya gidi­
yorum , sizi götüreyim , beni lü tfen takip edin!) dedi. Bu
adam h ak ikaten dediğini de yap tı; istediğim yere beni m ü­
kem m elen götürdü. Yoldaki b ü tü n m üşküllerden k u rta rd ı;
b üyük bir m eharetle beni karuselerden ve sair arabalardan
korudu. Tam hedefe gelm em iştik ki, m erakım ı m ucip ol­
du, sordum : (L ütfen kim olduğunuzu söylerm isiniz, dos­
tum ?) R ehperim : (Efendi, ben am anın biriyim ! Beni bi­
lip de ne yapacaksınız?) cevabını verdi. M erakım büsbü­
tü n artm ıştı: (Ne dediniz? Bir am â m ısınız? Ya kâğıt oy­
nadığınız m uhterem zat?) M uhatabım bu suale de ehem-

( 1 ) — B u m e k tu p m ü e llif ta r a f ı n d a n 1721 ta r i h li ik in c i b a s k ı­
sın d a , e se rd e n ç ık a rılm ıştır.
İ R A N M E K T U P L A R I 129

m iyet verm iyorm uş gibi dav ran d ı: (O da âm âdır. H epi­


miz de öyleyiz. Bizler tam dört yüz seneden b erid ir ki, üç
yüz kişilik kadrom uzla hep ayni yerde yaşam aktayız! Ne
ise, bu izahat size y e te r sanırım . Şim di izin v erin de ay ­
rılayım . Sizin yolunuz işte şu radan geçiyor! Ben de kala­
balığa karışıp şu gördüğünüz kiliseye gireceğim . O rada
cem aat beni pek az rahatsız eder amâ, size yem in edebili­
rim ki, ben onların ziyadesile canlarını sıkacağım!..
P a ris , 17/A ralık/1712

M E K T U P 33

U sbek’te n R h e d i’ye

V en e d ik

P a ris ’te içilen şaraba öyle ağır bir vergi tarhedilm iş-
ki, İlâhî K u r’a n ’m n, şarabı m en’eden em irleri yerine ge­
tirilm ek istenm iştir, sanırsın!..
Filhakika, bu içkinin m eş’um akibetlerini düşündü­
ğüm zam an, bunu tab iatın insanoğluna sunduğu en k o r­
kunç bir arm ağanı gibi görürüm ! Ve şayet, bizim tâcidar-
larım ızın h ay atların d a zulm etler olmuş, şeref ve şö h ret­
lerinde kü sû flar vukua gelmişse, em in ol, bunun da se­
bebi, bu im paratorlarım ızın bu içkiyi aşırı derecede içmiş
olm aları, itidâli tam am en elden kaçırm ış bu lu n m aların ­
dan dolayıdır. H attâ, adaletsizliklerinin ve gad d arlık ları­
nın en am ansız zehirli kaynağı da, işte bu şarap olm uş­
tur!..
İran M ektupları F.: 9
130 İ RAN M E K T U P L A R I

Şimdi, işi insafla tahlil edelim ; bizim k anunum uz


prenslerim ize bu yüzden şarabı yasak etm iştir, değilm i;
am â onlar bu m em nuiyete rağm en, bu içkiden öyle bolca
içerler, öyle aşırı giderler ki, beşerî alçalm alara kadar işi
v a rd ırırlar! H albuki, h iristiyan k an u n ları şarabı p ren s­
lere m üsaade etm iştir. F akat, bu sarih m üsaadeye rağm en,
pren sler aslâ ifra ta v ard ırm azlar ve haysiyetlerini hiç,
am â hiç bozm azlar! Şimdi, bir de beşer ru h u n a bakalım ,
vaziyetin m ütenakız olduğunu görürüz: Rezilâne bir sefa-
hette dinî akâide karşı büyük bir teh evvürle ve pek ko­
laylıkla hücum a geçilir, aleyhte atılıp tu tu lu r, ağıza gelen
k ü fü rle rd e n hiç sakınılm az! Bu ciheti iyice bildiğim iz
halde, o çeşit k an u n lar yapıyoruz ki, aslında adalet esas­
larına riay et etm em iz için tedvin edilen bu k anunlar, ek­
seriya insanı daha ziyade suça itm ekte, cürm e çekm ekte­
dir!
L âkin ben, bu şarabı insan tefek k ü rü n e doğrudan doğ­
ru y a m üessir, m uhakem eyi baltalayup aklı perişan ettiği
için lanetliyor, tasvip eylem iyorsam , bu tezim i tahdidi m a­
h iy ette ileri sürdüğüm ü ve aslâ teşm ili m anâda söylem e­
diğim i de ilâve zaruretinde bulunuyorum . Filhakika, fik­
re beşaşst, m uhakem eye parlaklık, ve akla daha vasi
u fu k lar açan neş’e kaynağı içkileri b il’âkis b ü tü n insano-
ğullarına tavsiye ediyorum . Bu da Ş arkın enfes ve hakî-
m âne bir tefek k ü r tarzıdır ki, beşer için en tehlikeli bir
hastalık olan keder ve kara düşünce ile yaşam a tarzına en
m üessir deva olarak, işte bu neş’e veren içkileri bulm uş­
tur. A v rupacılardan birine her hangi bir m usibet geldiği
zaman, ne yapar bilirm isin, tek yaptığı şey. b ü tü n bu la­
bildiği teselli kaynağı, feylezof Senequc’in eserleridir! 1
H albuki, onlardan daha m üdebbir ve daha hakîm olan

(1) — E ski R o m alı b ü y ü k feylezof L u ciu s A n n a e u s S e n e c a m i­


lâ d ı İs a ’d a n 2 yıl evvel Is p a n y a ’n ın G u a d a lq u iv ir ey a le -
İ R A N M E K T U P L A R I 131

A sya'lılaıa gelince, onlar hiç de öyle d av ranm azlar; in­


sana ııcş’e kuvveti aşılayan içk;lere sa rılırla r ve b u n lar sa­
yesinde kara düşüncelerinin b u lu tları sü r’atle dağılır,
ağır üzüntüler k an atlan up m aviliklere uçar ve fik ir sem a­
vi ferahlıklarla dolup taşar!..
Ah, sevgili Rhedi, bütün dünyada tesk in ve tesellinin
er, acısı, şeam etin zaru retin e boyun eğm ek; alınacak m ad­
dî ilâçla iltiyam bulm ak; taliin uğursuzluğuna inanm ak;
hikm et ve kaderi rabbaniyedir ne yapalım , dem ek; ve
ırh a y e t beşerin içinde bulunduğu şa rtla rın yüklediği tabiî
bir felâk ettir, deye sükûtla m ukabele etm ektir! B una razı
olmak, bu m efluç m uhakem elerle susm ak, teselli olm ak,
nedir bilir m isin? ira d e y i red ve in k âr etm ek, insanın do­
ğuştan sefil ve biçareliğini, ve binaenaleyh gelebilecek
b ü tü n kötülüklerin, b ü tü n m usibetlerin haklı ve m übah
olduğunu peşinen kabul etm ek dem ektir!..
Ah! Ö yle ise, fikri beşeri böyle çarpık, böyle m alûl
ve zelîl bir m uhakem enin üstüne çıkarm ak, sadece (eh,
zararsızdır!) deye değil; insanı, duyan, gören, m uhakem e
eden bir varlık halinde kabul etm ek, elbetteki çok daha
faydalı ve daha ulvî bir m uhakem e tarzıdır!

tin d e k i b ilâ h a r e İs lâ m -A ra p m e d e n iy e tile m e ş h u r o l-


m u ş -C o rd o u a n s şe h rin d e d o ğ m u ş ve m il â tt a n s o n r a 66.
y ıld a R o m a’d a k e n d i elile id a m ed ilm iştir. B a b a sı eski
R o m a n ın m e ş h u r ilm i b e y a n ve fe n n i b e la ğ â t m u a llim i,
h a k im M areu s A n n a e u s S e n e c a idi..
D ü n y a d a çok şö h re ti o la n b u d e rin feylezof, ö n c e ­
le ri N e ro n ’a m ü reb b iy elik ve h o ca lık y apm ış, im p a ­
r a to r lu ğ u n d a d a B u rrh u s ile b irlik te N ero n ta r a f ın d a n
h ü k ü m e tin b a ş ın a g e tirilm işti. P iso n fe s a t h a r e k e tin e
iş tira k e tti deye, im p a r a to r ta r a f ı n d a n az led ilm iş ve
a k a b in d e de, b ilek d a m a r la r ın ı a ç m a k s u re tile ölm esi
y in e N ero n ta r a f ı n d a n k e n d isin e e m re d ilm işti. K a rısı
P a u lin e de o n u n la b irlik te ve ay n i şek ild e ölm ek iste -
d ise de y e tiştile r, y a r a la r ı d ik ilerek te d a v i edild i; m a ğ ­
132 İ R A N M E K T U P L A R I

Aksi halde, vücutla birleşecek olan ru h da daim î bir


işkencenin, ebedî b ir azâbın iztırabile örselenecektir! Ş a­
yet, v ü cu ttak i kan cevelânı çok yavaşsa, şayet zekâ tam
su re tte b errak ve cevvâl değil ve h a ttâ kâfi m ik tard a da
bulunm uyorsa, biz bu tak d ird e derhal can sıkıntısının,
bezginlik ve kederin k aranlık deryasına yuvarlanm ış olu­
ruz! Lâkin, şayet vücudum uzdaki bu çöküntüyü d u rd u ­
racak, tâdil edebilecek içkiler alâcak olursak, bu ta k d ir­
de ruhum uz da neş’e ve sevinç rü zg ârların a göre k an at
çırpacak, bu hal ise, gayret ve şetaretin zevkini içten içe
ta ttıra c a k ve böylece de yeniden hay atiy ete dönecektir.
P a ris, 25/O cak/1713

m u m , s a ra rıp solm uş, b itâ p b ir h a ld e k o c a s ın d a n s o n r a


a n c a k b ir k a ç se n e y aşay a b ild ise de, so n u n d a y e iste n ö l­
d ü ...
F ilh a k ik a , feylezof b u f e s a t h a r e k e tin e iş tirâ k e tm iş
idi. B u n u n d a sebebi N e ro n ’o n ç ılg ın lık la rı, say ısız c ü ­
r ü m le ri idi. H ele k e n d i öz a n n e s i A g rip p in e ’i b ir s u b a ­
y ın a k a r n ın ı d eşm ek su re tile ö ld ü rtm e si, ve b u c in a y e ­
tin e se rv e t h ırs ın ın , a n n e s in in p e re stij ve o to rite s in e
ta h a m m ü l e d e m e y işin in sebep olm ası, b ü tü n h u z u ru n u ,
a d a le t d u y g u su n u bozm uş, v ic d a n ın ı d e rin d e n d e rin e
sa rsm ış, a y a k la n d ırm ıştı. İşte b u iş tira k i y ü z ü n d e n ö lü ­
şü, b ü y ü k lü ğ ü n e , m ü d a fa a e ttiğ i fik ir ve m e sle ğ in d e
s a b iti k ad e m , ve m e tin o lm a te z in e çok yak ışm ış, ş a n ve
şe re fin i y ü k se ltm işti.
B u p a r la k z e k â n ın z a m a n ım ız a in tik a l e tm iş m e ş ­
h u r e se rle ri ş u n la rd ır: Y aşa d ığ ı d e v rin ilim le rin in t e r ­
k ip ve te lifin e a it (T ab iî m e s’e le le r); a h lâ k ın sev k ve
id a re s in e a it olup felsefî ta rik le r i de iz a h e d e n (L û cili-
u s’a m e k tu p la r); ve h e r b iri m e ş h u r h a k im Z e n o n ’n u n
u s u lü h ik m e tin e a it: fik ir ve m e sle ğ in d e sa b it k a d e m
ve m e tin o lm a k m e slek i felsefesi o la n re v a k îlık y a h u t-
t a (S to icism e) d e n ile n te fe k k ü r ta r z ın d a n m ü lh e m :
G ayz ve te h e v v ü r; A f ve m a ğ fire t ( y a h u t m e rh a m e t);
ve ( H a y ırh â h lık la r) h a k k ın d a k i m u h te ş e m ciltle rd ir.
İ R A N M E K T U P L A R I 133

A y rıca tu m tu ra k lı, ed a lı d ır a m la r ı d a m e v c u ttu r...


B ü tü n e s e rle rin d e b a riz v asıf: ih tim a m lı, g ay re tli,
p a r la k ve sü rü k ley ici b ir ü slû p , pek z e n g in m u h ay y ele,
h ik m e t d o lu h ita p la r, ib r e t v.erici a t â sözleri ve ş iriy e t-
tir. (M ü terc im )

M E K T U P 34

U sbek’te n İb b e n ’e

İzm ir

Sevgili İbben, doğrusunu istersen, İra n k adınları F ra n ­


sız kadınlarından çok daha güzeldirler; lâkin F ransız k a ­
dınları da, İran lı k ad ın lara nazaran daha sevim li ve lâ tif­
tirler. Bu sebeple birincileri sevm em ek nasıl m üm kün de­
ğilse, İkincilerden hoşlaşm am ak da o derece m üm kün ola­
maz! B irinciler çok daha sıcak, m üşfik ve m u tîd irle r; d i­
ğerleri ise, ötekilerden daha ziyade neş’eli, şûh ve h a y a t­
la doludurlar...
Fikrim ce, İra n ’daki sıhhat ve güzelliği bu derece ih ti­
şam a götüren âmil, oradaki k adınların yaşadıkları h ay at
tarzile izah edilebilir. O nlar, orada saatların ı ne oyun p a r­
tilerd e geçirebilirler, ne de geç v ak itlere kad ar uykusuz
kalabilirler! Aslâ şarap içem ezler; aslâ sere serpe dola-
şam azlar. H attâ, saray lar orada zevk ve sefa sürm eleri
için değil, sağlık ve güzelliklerini korum ak m aksadiyle
134 İ R A N M E K T U P L A R I

inşa edilm iştir, denilebilir. S ürdükleri h ay ât yeknesak ve


sadedir. B u h ay at esasen hiç kim seyi tedirgin etm ez. O
saray lard a h er kes bir tabiiyet ve m erb u tiy et vazife d u y ­
gusu ile yaşar. Z evkleri,, eğlenceleri bile vakur, sevinçleri
ağır ve ölçülüdür; onu da ancak, ya bir hüküm ve k u ­
m anda alâm eti, y a h u ttâ tabiiyet ve m erb u tiy et m ükâfatı
vesilesile hissetm ek m üm kündür!
Hattâ, İranlı erkekler de Fransız erkeklerine nazaran
daha az neş’eliiir. İşte, bu yüzdendir ki, toprağımızın er­
keklerinde Fransadakiler gibi, hür bir tefekkür tarzına,
halinden daima memnun olmak zevkine malik olamazlar.
Halbuki burada, bu güzel m eziyetleri toplumun her taba­
kasında, her köşesinde ve her zaman görüyorum.
Türkiyedeki erkeklere gelince, bunlar İran erkekle­
rinden daha beterdirler! Orada öyle aileler vardır ki, o
toprakta hükümranlıkları kurulduğundan beri, babadan
oğula, hiç bir erkeğin güldüğü görülmemiştir!...
Asyaî kavim lere hâs. bu ağırlık ve ciddiyet, onların
kendi araların d ak i aile m ünasebetlerinin pek ziyade sey­
rek cereyanından doğm uştur. O nlar, ancak bayram larda
ve sair resm î zam anlarda, m erasim z a ru re tlerd e biribir-
lerini görebilm ektedirler. D ostluk, kalbleri kenetleyen bu
İlâhî rabıta, G arb’in hayatını asıl ren k leştiren ve şenlen­
diren fazilet iken, onlar için hem en hem en m eçhuldür.
B ütün yapabildikleri şey, evlerine çekilm ek ve orada k en ­
dilerini daim a büyük b ir sadakatle bekliyen eslerile öm ür
sürm ektir. Böylece. denebilir ki, her aile daim a diğer­
lerinden m üstakil ve m ünferit yaşam akta, ve a raların d a
hiç bir dostluk ve sam im iyet havası esm em ektedir!
Geçen gün b u rad a birisile bu m evzu üzerinde konu­
şuyorduk, birden dönüp ne dedi, biliyor m usun?
Söyleyeyim : (Sizin gelenekleriniz arasında beni en
çok ü rp erten şey, esirlerinizle b irlik te yaşam anız ve b u n ­
ların da gerek yürek lerin d e ve gerek fikirlerinde,
İ R A N M E K T U P L A R I 135

bulundukları şa rtla rın ifade ettiğ i aşağılık duygusu


altında zelil ve m uztarip sizinle b irlikte yaşam alarıdır!
Bu sefil ve hain insanlar, böylece, sizneki tab iat v e r­
gisi fazilet hissini, tâ çocukluğunuzdan itibaren, ör­
seleyip zayıflatm aktadır! İşte b u n u n içindir ki, ge­
lin a rtık bu kötü geleneği yıkın! K aldırın! B ir kerrecik
■olsun düşünün, ilk tahsil ve terbiyenizi size kim veriyor?
Bu kim selerin kim ler olduklarını bir m uhakem e edin!
B aşkalarının k adınlarını m uhafaza etm ek gibi beşerî hiz­
m etlerin en aşağısile vazifelendirilm iş sefil insanlar, öy­
le değil mi! Böyle bir insandan tah sil ve terb iy e alınabi­
lir m i? H attâ, bu kim se hizm etini görürken, sadakatinin
b üy üklüğü nisbetinde alçalm ış olur! Çünkü, bu biricik fa­
zileti olan aşırı sadâkat, rah m an ı bir iyilik ve kadirşinas­
lık duygusundan nebean eden h a y ırh â h lık la rla değil, lâ ­
kin heyhat, ihtırâs, haset ve nevm idîden tuğyan etm ek­
tedir! Filhakika, her iki cinsiyete karşı da derin b ir in ti­
kam hissile yanan ve iki cinsiyetin de red ve ta h k ir e tti­
ği bir v a rlık olarak en kötü m uam elelere, en rezilâne iş­
kencelere çaresiz razı kalm ış ve alçalm ıştır; Zira, hiç ol­
m azsa, bu çare ile en kuvvetlinin işkenceleri ile ezilirken,
daha zaifinin de hakkından gelebilecekti! Ucube v a rlığ ın ­
dan, çirkinliğinden, eksikliğinden m eydana gelen yaşayış
şa rtla rın a m alik bu adam , zaten daha fazla ta k d ir de edi­
lem ezdi; çünkü, buna lâyık değildir! Ve nihayet, ebedî
su re tte perçinlenm iş olduğu kapuda rezelerden, sü rg ü le r­
den daha da fazla d urup yıpranacak, ve e lli'se n e sin i ge­
çirm ekle övündüğü alçaltıcı hizm eti ise, m ünhasıran efen­
disinin daim a ayakta olan kıskançlık duygusunun z a ru re t­
lerinden uydurulm uş rezilâne bir hizm et faaliyetinden
başka nasıl telâkki edilebilecektir?)
P a ris , 1 4/Ş u b at/1 7 1 3

(
E sir in s a n la r, h ü r in s a n la r a n a z a r a n çok
136 İ R A N M E K T U P L A R I

d a h a se fih , şe h v e te d a h a d ü şk ü n , za lim ve k o rk u n ç tu r la r!
H ü r in s a n la r k e n d ile rin i ilm e h a s re d e rle r: M illetle­
r in s a a d e te e rişm e y o lla rın ı b u lm a k iç in z ih in le rin i y o ­
r a r la r ; eşyayı d a h a p a r la k b ir ışık a ltın d a g ö rü rle r ve
m u h te ş e m e s e rle r m e y d a n a g e tirirle r.
H alb u k i, e s irle r y a ş a d ık la rı a n ın z e v k le rin d e n m a h -
zuz ve s e fa h e t a le m in in d ebdebe ve ta n ta n a s ı iç in d e h a -
ra b iy e te g ö tü re n eğ len c ele re d a lıp b o ğ u lm a k h ü ly a s ım
y a ş a rla r! B ü tü n h a y a tla r ı m e ç h u liy e t ve m ü p h e m iy e tle
ç e v rilid ir!...)
B e cc aria , S u ç la r ve C ezalar, fasıl: X L I ( S u ç la n ö n ­
leyecek ç a rele r.)
İ R A N M E K T U P L A R I 137

M E K T U P 36

U sbek’te n R h e d i’ye

V en ed ik

P a ris’te kahve içm eyi adet etm işler; hem en h er y e r­


de kahvehaneler var. U m um a m ahsus bu yerlerde, küçük
hikâyeler, güldürücü fık ra la r a n la tıy o rla r; y a h u ttâ tav lâ
oynuyorlar. Bu kahvehanelerden birinde kahveyi öyle b ir
m eharetle hazırlıy o rlar ki, bunu içenin efkârında bir can­
lanış, zekâsında bir parıldayış h asıl oluyorm uş! V elhâsıl
oraya giren, çıkışında kendini çok daha zinde ve kuvvetli
hissederm iş, azizim!
Lâkin, bu güzel m ülâhazalardan, n ü k telerd en b an a en
dokunan cihet hangisidir, bilir m isin; b ü tü n bun lard an
v a ta n ların a bir fayda gelm eyişi, ve bu adam ların b ütün
kiym et ve kab iliy etlerin in çocukca hevesata k u rb an olup
heba oluşlarıdır. Sana b ir m isâl vereyim de h a y re tle r için­
de kal, dostum : P a ris’e ilk geldiğim iz sıralarda, b ir gün
garip bir hal gördüm . Bir yığın m ünevver P arisli, b ü tü n
dünyada tasavvur edilebilecek en çocukça bir m es’ele için
büyük bir m ünakaşaya dalm ışlardı. A deta hepsi ateşler
içinde yaniyor, hiddetle köpürüyorlardı. O nları bu d ere­
ce tah rik eden m ünakaşanın m evzuu ise, eski bir Y unan
şairinin şöhreti idi *.

(1) — H o u d a r de la M o tte, J .- B. R ou sseau , M e D a c ie r’ve göre,


esk ile rle m o d e rn in s a n la r ın fik ir k a v g a la rı 17. a s ır d a
b a ş la m ış ve o n u ta k ip e d e n a s rın b a ş ın d a h a r a r e tle n -
le n m iştir.
138 İ R A N M E K T U P L A R I

H albuki bu şair, zam anım ızdan iki bin rene evvel y a ­


şamış, ne doğduğu m em leket, ne doğum tarih i b ilinm iyor­
du. Gerçi iki ta ra f da bu adam ın m üm taz ve ince bir şair
olduğunda ittifak ediyorlardı. Lâkin, asıl m es’ele bu şa­
ire izale edilecek m eziyet ve liyâkatin ölçüsünden çıkıyor­
du. H em en h er biri kendine göre bir kıym et ölçüsü öne
sürüyor ve diğeri bu ölçüyü isabetsiz bu larak itiraz edi­
yordu. Amâ, doğrusu istenirse, bu şöhret dağıtıcılarından
bir kısm ı teraziyi daha ziyade b asiret ve insafla kullani-
y o rla rd ı; ve kızıl kiyam et de işte bundan kopuyordu!
M ünazara hak ik aten çok h a ra re tli ve heyecanlı idi. Zira,
ta ra fla r karşılıklı olarak yekdiğerlerine öyle ağır h a k a re t­
ler, öyle acı istihzalar sav u ru y o rlard ı ki, kendi hesabım a,
m ünazaranın şekline duyduğüm alâka, m ünazaranın m ev­
zuuna duyduğum alâkadan daha cazip geliyordu. K endi
kendim e: (Acaba, gafilin biri, bu eski Y unan şairinin mü-
d afilerinden birinin önünde, h er hangi nam uslu bir va­
tandaşın şeref ve şöhretine böyle bir tecavuza yeltenecek
olsa, hali nice olur?) deye düşünüyordum . Ö lülerin şan
ve liy âk atları yüzünden y apdan bu gayretkeşlik, yaşıyan-
lar için göze alınsa, bütün m em leket harabeye dönerdi!
L âkin ne olursa olsun, ilâve edeyim ki, Ulû T anrı beni bu
eski şairin büyük sansürlerinin adavetinden ebediyyen ko­
rusun! Ç ünkü, iki bin senelik k abir h ay atı bile, gözlerim in
önünde cereyan eden m üthiş kavgayı önleyebilecek bir
g aran ti teşkil edemedi! H attâ, dövüşm eye bile başlam ışlar­
dı; bu korkunç m anzara karşısında irkilm iştim ! Ya, m ü n a­
zara ettik le ri kim seler düşm an olsaydı, o zam an ne y ap a­
caklardı, işin sonu neye varırdı? deye derin derin düşü n ­
m eye başladım . F ilhakika, bu adam ların dili kaba ve k ö tü ­
yü kolaylıkla söyleyebiliyordu; ancak. A llâh’a çok şükür,
•bu dilden de daha beterin i k u lla n a n la r v ardı h Zira, bu be­

( 1 ) — S o rb o n n e ilâ h iy a tç ıla rı.


İ R A N M E K T U P L A R I 139

rik iler de, m ünakaşalarjnda vahşî b ir dil kullaniyorlar, k a­


balık ve k üfürlere, inat ve teh ev v ü rü de ilâve ed iy o rlar­
dı.
P a ris’te öyle sem tler v a rd ır ki, b u rala rd a alacalı kis­
veler içinde yığın yığın in san lar yaşar. B unlar, gıda olarak
ih tiram ve tem ayüzden başka bir şeye nail olam azlar;
m uzlim bir tefekkür tarzı ve neticeleri boş tah a y y ü lât ile
yaşarlar. A çlıktan ölebilecek haldedirler, fak at m ensup
oldukları m eslek teslim iyetlerine m anîdir! Yine, P a ris’te
to p rak ların d an kovulm uş, b u ray a gelip sığınm ış b ü tü n bir
cam ia 1 dahi görülm üştür. B unlar an av atan ların d an ko­
vulunca denizleri aşm ışlar ve F ran say a sığınm ışlardır.
B eraberlerinde de topu topu, h ay atların d an ayrılm ayan bir
süs gibi, m ünazara san’at ve kabiliyetini getirebilm işler­
dir! A llâha ism arladık.
P a ris, 3O /Ş u b a t/171-3.

<1 ) — L a b o u la y e ’e göre, b u b ü tü n b ir c a m ia d a n m u r a t: İ rla n d a


R u h b a n M ektebi ra h ip le rid ir.
140 İ R A N M E K T U P L A R I

M E K T U P 37

U sb ek ’te n İb b e n ’e

İzm ir

F ran sa k ıralı ih tiy arlam ıştır T arihim izde bu derece


uzun m üddet h üküm darlık etm iş bir su ltan a rastlanam az.
R ivayet edildiğine göre, bu hüküm darda, insanı hükm ü
altın a alıp ita a t e ttirm ek te çok yüksek bir kabiliyet v a r­
mış. K ıraliy et ailesini, sarayı, ve devleti hep bu dehâ ile
sevk ve idare ederm iş. T ürkiye, ve bizim k u d retli şahı­
m ızın ki de dahil, b ü tü n dünya h ü k ü m etleri içinde, Ş ark
siyaseti en kuvvetli ve m ahir h ü k ü m d ar odur, diyorlar!...
Bu tâcidarın k a ra k terin i inceden inceye tedkik ettim ;
öyle tez a tla r gözüme çarptı ki, kafam da düğüm lenen sual­
lerin cevaplarını bir tü rlü çözemedim. B ilfarz, onun daha
on sekizine yeni basm ış bir N azırı var! Sonra bir m etresi
de vark:, henüz yirm i dört yaşında!

(1) — 1638 de d o ğ a n ve 1643 de, y a n i 5 y a şın d a , a n n e s in in n i ­


y a b e tin d e t a h t a geçen ve 72 se n e lik b ir h ü k ü m r a n lık ta n
s o n ra 1715 ta r ih in d e ö len B ü y ü k la k a b ile a n ıla n 14.
L o u is’dir.

(2) — A c a b a b u o n sekiz y a ş ın d a k i N az ır d a k im d i? B ir çok m ü -


fe ssirle r, b u n u n B A R B E Z İE U X o ld u ğ u n d a ittif a k e tm iş ­
le rse de, L ou v o is’n in o ğ lu o la n b u şa h ıs, 24 y a ş ın d a h a r ­
biye n a z ırı o lm u ş ve 1701 ta r ih in d e ö lm ü ş tü r.
Y irm i d ö r t y a ş ın d a k i m e tre s e gelince, b u d a M m e de
M a in te n o n ’dır. B u k a d ın d a, y e tm iş sekiz y a ş ın d a o ld u ğ u
h a ld e , 1713 ta r ih in d e ö lm ü ş tü r.
İ R A N M E K T U P L A R I 141

Bu hüküm dar, m ensup olduğu dini seviyor, iyice ina-


niyor. Lâkin, bu dine karşı huşunetle davranm ayı tavsiye
edenlere hiç te kızm ıyor; b il’âkis yum uşak davraniyor!
Gerçi şehir g ü rü ltü lerin i sevm iyor, ten h a lara kaçiyor; te ­
m aslardan da sakıniyor. Amâ, sabahtan akşam a k ad ar da
durm adan hep kendinden bahsedilsin, istiyor! H arpleri,
m uzafferiyetleri seviyor; lâkin m uk ted ir bir generali düş­
m an ordusunun başında görm ekten ziyade, kendi k ıt’aları-
nın başında görm ekten de ürküyor! Bir tâcid arm hülya
dahi edem iyeceği kad ar zenginliklere m alik olduğu halde,
h e r hangi b ir insanın taham m ül edem iyeceği bir fakirliğe
de yuvarlanm ış bulunuyor!...
K endisine hizm et edenlere karşı pek s e m ih tir; eli açık,
gönlü ziyadesile cöm erttir. D iğer ta ra fta n da b ü tü n gör­
d ükleri iş, saray a m untazam an gelm ekten ib are t dalkavuk­
lara, m em leketin hakikî hizm etlerini görenlere dağıttığı
tah sisattan daha bol ihsanlarda bulunm aktadır! E kseriya
elbiselerini soyan, y ah u t sofrada peçetesini veren bir ada­
mı, im paratorluğuna şehirler k atan, m eydan m uharebe­
leri kazanan bir kum andandan ü stü n tu ttu ğ u görülm üştür.
Bu büyük kıral, bol m ü k âfatlar, ihsanlar dağıtm akla,
ülkesinin ihtişam ına bir ziyan geleceğine aslâ inanm az;
hattâ, ganim etlere boğduğu şahsin, buna liyâkat derece­
sini tedkik etmez. K endisinin bu intihabı yapm ış olm ası­
nı, teveccühünü bu liy âk ata kâfi âm il addeder h
Sarayı h ak ikaten görülecek gibidir; âzam eti kelim e­
lerle izah edilemez. Bu sarayın bahçesindeki heykeller,
büyük bir şehir halkının nufusundan da ziyadedir. M u­

d i — «.................................................................................................
.................................. S u ç la rı ö nleyebilecek te d b irle rd e n b iri
de, faz ileti m ü k â fa tla n d ır m a k tır.
142 İ R A N M E K T U P L A R I

hafız kuvveti ise. b ü tü n tâcid arların önünde diz çöktük­


leri im paratorum uzun ku v v etlerin d en de fazladır. O r­
dusu öyle kalabalık, servet m enbaları öyle geniş, ve h â ­
zinesi öyle bitm ez tükenm ez ki!
P a ris, 7/M art/1 7 1 3 .

G ö rü y o ru m ki, b ü tü n m u a s ır m ille tle rin k a n u n la r ı


b u m evzu h a k k ın d a d e rin b ir sü k û t m u h a fa z a ed iy o rlar.
Ş ay et, ilim a k a d e m ile ri ta r a f ı n d a n fa y d a lı ic a tla r d a
b u lu n a n la r a d a ğ ıtıla n , ilm in g e n işle m e sin e ve k iy m e tli
k ita p la r ın ç o ğ a lm a sın a sebep o la n p a r a m ü k â fa tla rı h a ­
y ır h a h b ir h ü k ü m d a rın e lin d e n d a ğ ıtıla c a k o lu rsa, fa z i­
le tli h a r e k e tle r a r ttırılm ış o lm az m ı?
A kıllı ve â d il ellerle, şe re f ve fa z ile tle re d a ğ ıtıla n
p a r a la r,b e re k e tle n e re k a s lâ b itm e z ve h iç g ec ik m ed en
m e y v esin i v erir.)
B e cc aria , S u ç la r ve C ezalar. F asıl: X L I

M E K T U P 38

R ik a ’d a n İb b e n ’e

İz m ir

B uradaki insanlar arasında büyük bir m ünakaşadır,


alm ış yürü m ü ş: acaba, diyorlar, kadınların m alik olduk­
ları h ü rriy e tleri onlardan istird at etm ek mi, yoksa o nlar­
da bırakm ak mı, faydalıdır?
Fikrim ce, m es’elenin her iki şekline de hak verecek
b u rh an la r vardır. Şayet. A vrupalılar bize, sevilen insan­
ların ihsan ve ikram larından hiç h ü srana uğranılm az, de-
İ R A N M E K T U P L A R I 14T

ye bir itirazları olursa, onları haklı gibi gösteren bu söz­


lerine, biz A syalılar da deyebiliriz ki, tab iatın erkeğe, k a ­
drolara karşı tanıdığı ü stü n lü k ve hâkim iyetten vazgeç­
m ekle de, erkeklik alçaltılıp düşürülm üş olur. B una m u ­
kabil bize, bir yere kapatılm ış k adınların büyük üzüntü
ve sıkıntılarla k ıv ran d ık ları ileri sü rü lü rse, buna da, b ir
yere kapatılm ış, m uti on kadının üzüntü ve sıkıntısı, ser­
best olan bir tek kadının sıkıntı ve üzüntüsünden azdır,,
deyebiliriz. Keza, onlar bize, esasen A vrupalı bir erkeğin,
sadakatından şüphe ettiği bir kadınla m es’u t olam iyaca-
ğım söylerlerse, onlara deriz ki, bu kadar övündükleri bu
sadakat, tam su rette tatm in edilm iş bir ih tirası hem en tâ-
kip eden istikrâh ve iştahsızlığı aslâ önleyem ez!. O nları
kıskanıp m uhafazada titizlik gösterm ekle, biz k a d ın la rı­
m ıza daha çok m âlik oluyoruz ve arzulu bulunuyoruz. H u­
zur ve sükûn içinde tam bir vuslât, heyhât, insanda ne
m erâm , ne de endişe yaratab ilir, artık! H albuki, b ir parça
işve, biraz şuhluk şehveti kam çılar, aşkın hem en hakikî
tadı ve tuzu olur, hanı de bu aşkın dağılıp bozulm asını
önler!
Şim di onların m ülâhazalarına bir bakalım : (H er şey
bir yana, diyorlar, kocalık sıfatile kendim izi b e tb a h t d u y ­
duğum uz vakit, çaresini bulur, başkalarına aşık oluruz.
Z aten bir erkeğin, haklı olarak karısının sadakatından şi­
kâyet edebilm esi için yer yüzünde üç erkeğin m evcudi­
yeti kâfidir. Hele bu adet dörde çıkarsa, sadakatsizlik m u­
hakkak vuku bulm uştur!)
i
T abiat kanununun, kadını erkek hâkim iyetine koy­
m uş olup olm adığı hususunu tayin ise, tam am en ayrı bir
m es’eledir Bu hususa dair, son derece zarif ve keskin ze­
kâlı bir filozof, geçen gün bana şöyle diyordu: (T abiat
aslâ böyle bir kanun vaz’etm em iştir! K adınların üzerinde
m ahk olduğum uz hâkim iyet, hakikî bir gaddarlık, düpe­
düz bir zulüm ve istibdaddan başka bir şey olamaz! On­
144 İ R A N M E K T U P L A R I

la r sadece bize nazaran, çok daha nazik ve yum uşak ol­


d u k ları için, bu hâkim iyetin altın a girm iş bulunuyorlar.
B inaenaleyh, onlar haiz oldukları bu naziklik ve y u m u ­
şaklık faik iy etleri dolayısile, bize n azaran çok daha ulvî
bir insaniyete ve ihatâlı bir m uhakem eye m alik bu lu n u ­
yorlar. Ve şayet biz erkekler, hakikaten m akûl ve m unsif
davranabilseydik, k adınların bu vasıf faikiyetlerini naza­
ra alır, kendilerinden gasbetm iş olduğum uz hâkim iyeti
onlara terk le ü stü n lü k lerin i kolayca kabul ederdik!)
Bu sözlerden sonra, derin d erin düşünen zeki m u h ata­
bım , ilâve e tti:
(Şim di b ir düşünelim , bu hâkim iyetim iz şayet hak i­
k a te n bir zulüm ve g ad d arlıktan ibaretse, bu tak d ird e on­
ların, bizim üzerim izde tabiî bir h âk im iy etleri olduğunu
kabule m ecbur kalırız! Bu hâkim iyet de hiç şüphe yok­
tu r ki, güzellik vasıtaların d an doğm aktadır. B u İlâhî kuv­
vetlerin e m ukavem et edebilecek dünyada kim se v ar m ı­
dır, acaba! işte diğer bir b u rh an v eriyorum : Bizim h âk i­
m iyetim iz zam anım ıza ait olup, sadece bizlere şam il b u ­
lunm aktadır. H albuki, kadınların güzellik hâkim iyetleri,
geçmiş zam anları da kucaklam akta ve b ü tü n cihanı içine
alm aktadır. H akikat böyle iken, biz erk ek ler kendim ize
b ir im tiyaz tanınm asını isteyem eyiz! K uvvet ve cesaret
öne sürülüyorsa, bu da işin ispatına yetm ez. B ir kerre,
kadınların cesaret ve kuvvetini ezip çiğnem ek, onları ko r­
ku tm ak için, acaba erkeklerin baş v u rm adıkları dünyada
hangi çareler kalm ıştır? Meselâ, tahsil ve terbiyeyi ele
alalım ; şayet bu sahada kadınlara da m üsavi hak ve m u­
am ele tanınm ış olunsaydı, erkeklerin bu günkü ü stü n lü k ­
leri olacakm i idi? B unun tecrübesine k a t’iyyen girişilm e-
m iştir!)
G eleneklerim izi kökünden sarsm asına rağm en, itiraf
■etmeli ki, en m edenî, ilim ve san ’a tta en ileri ve ince m il­
letlerde kadınlar hep kocaları üzerine hâkim iyet tesis et-
/
İ K A N M E K T U P L A R I 145

m islerdir. Bilfarz, eski M ısırlılar İsis’in şerefine; Babilon-


yalılar Sem iram is şerefine isdar edilm iş kan u n larla bu
m illetlere m ensup kadınların kocaları üzerindeki hâkim i­
yetleri tesçil edilm iştir. Keza, Eski R om alılar için; (Ro­
m alı erkekler, b ütün m illetlere hükm ederlerdi; fak at ken­
di kadınlarına da tam bir ita a t gösterirler, onların hâkim i-
m iyetinde bulunurlardı.) dendiği de m eşhurdur.
Sevgili îbben, bu m em lekete ne çok ısındığım ı görü­
yorsun. B uranın insanları, en fevkalâde fik irlerin m üda­
faasına girişm ekten ve bu fik irleri en garip hale sokm ak­
tan zevk aliyorlar. H albuki, Peygam berim iz bu m es’eleyi
.bir çırpıda halletm iş ve her iki cinsiyetin h u k u k u n u tes-
bit eylem iştir: (Kadınlar kocalarını şereflendirirler; ko­
calar da kadınlarını şereflendirirler. Lâkin, kocaların ka­
rılarından bir derece üstünlükleri vardır.)
P a ris, 26/A ğustos/1713.

M E K T U P 39

H acı İb b i’d e n y a h u d i B en J o su e ’ye

İzm ir

Bana öyle geliyor ki, Ben Josue, harikulâde insanların


doğuşlarında, daim a şanlı ve parlak işaretler vuku b u lu ­
yor! Sanki tabiat bir nevi sancılar çekiyor, sem avî k u d ret
büyük cehit sarfile bu doğum u m eydana getiriyor!
İşte bu yönden, b ü tü n dünyada, H azreti M uham m ed’-
in doğum undan daha harikulâde bir hadise vuku bulm a-
İ r a n M e k tu p la rı F .: 10
146 İ R A N M E K T U P L A R I

m ıştır, denilebilir! Ulû Tanrı, kendi hikm etinden sadır


olan b u y ruklarla, İblis’i zincirlere vurm ak m aksadile, da­
ha başlangıçta y er yüzündeki insanlara bu büyük P ey ­
gam beri gönderm iş bulunuyordu. D aha H azreti A dem ’den
iki bin yıl önce, A llâh bir ışık kitlesi yaratm ıştı! Bu ışığı
m üteakip, in tih ap tan intihaba geçerek, cedden cedde ine­
rek sevgili Resûlu, M uham m ed’e vasıl olmuş ve böylece
O nun U lulardan gelm iş olduğunu beşer nevine gösterm ek
istem iştir.
İşte, yine bu Peygam ber yüzünden, Cenabı Hak, ço­
cuk doğuran her annenin haslet ve m izacını pâklâyup y ü k ­
seltm iş, ve çocuğu da sünnet gibi hasleti m übarekeye m ü­
yesser kılm ıştır.
N itekim , B üyük Peygam ber, dünyaya sü n n etli ola­
rak gelm işler, ve yine daha doğuşlarında m übarek yüz­
lerinde büyük bir neş’e ve sevinç m üşahede kılınm ıştır.
Y eryüzü, sanki bizzat onu doğurm uş gibi, üç k erre sarsıl­
mış, yer yerinden oynam ıştı! B ütün p u tla r secdeye kapan­
m ış; tâcid arların tah ta la rı devrilm iş ve şeytan da deniz­
lerin derinliklerine fırlatılm ıştı!
P eygam berin doğum gecesi. Allâh, kadınla erkek a ra ­
sına bir nevi iddet koym uş; ne birinin, ne de diğerinin bu
beklem e m üddetine tecavüz etm em esini em retm işti. Si
hirbazlarla, ölü falcıları hezim et ve h üsrana uğradılar.
Gökten gelen bir sesin şöyle haykırdığı duyuldu: (Ben
dünyaya, sadık habibim i yolladım !)
A rap m üverrihi, İsben A ben’in şahadetine göre, b ü ­
tün uçan kuşlar, bulutlar, rüzgârlar, ve bütün m elekler
saf saf gelerek toplanm ışlar ve yeni doğm uş bu çocuğun
büyütülm esi hususunda araların d a büyük m ünakaşalara
başlam ışlardı. K uşlar cıvıldaşarak, bu işin kendilerine
verilm esini, bu vazifeyi hepsinden daha iyi yapabilecek­
lerini, ve çünkü dünyanın h er köşesindeki her çeşit m ey­
veleri taşıyarak bebeği besleyeceklerini söylediler; Rüz-
İ R A N M E K T U P L A R I 147

yârlar hom urdanarak (Bebeğin bakım ı bize b ırakılm alı­


dır, zira biz dünyanın her yanından en güzel kokuları ona
taşır, sürükleriz!) dem işler; b u lu t küm eleri itirazla: (Hayır,
demiş, çocuk bizim bakım ım ıza bırakılsın. Çünkü, ona en
taze suyu ancak biz tem in edebiliriz!) dem işlerdi. Bu sı­
rada saf saf bekliyen m elekler sabırsızlanm ış ve üzül­
m üşler: (Bize ne kaldı, öyle ise?), bu anda göklerden bir
ses duyulm uş ve bu ses b ü tü n bu m ünakaşaları bitirm iş:
(O, fânilerin elinden alınmiyacak! Çünkü, onu emziren
m emelere ne mutlu! Ona dokunan eller ne mübarektirler!
Onu. barındıracak ev, istirahat edeceği yatak nurla dola­
caktır!).
İşte, azizim Josue, bunca parlak b u rh an lard an sonra,
a rtık bu Peygam berin rabbani kanununa inanm am ak için
dem irden bir kalbe sahip olm ak gerektir! Ulu T anrının bu
B üyük Elçisinin salâhiyetini a rttırm a k için, tab iatı devir­
m ek ve ikna etm ek istediği b ü tü n beşer cam iasını yok e t­
m ekten başka, acaba yapabileceği daha başka ne kalm ıştı?
P a ris, 20/E ylûl/1713.

M E K T U P 40

U sbek’tc n İb b c ıı’e

İzm ir

Bir B üyük ölür ölmez, hem en bir kilisede toplanıyor­


lar ölünün duasını yapiyorlar ve arkasından da m ethü se-
148 İ R A N M E K T U P L A R I

nâsına girişiyorlar! O ne n u tû k Rabbim! însan bu m ethü


senâ nutk u n u dinledikten sonra, ölenin, hakikaten bir insan
olduğuna inanm akta güçlük çekiyor!
Ah! Elim de olsaydı, b ü tü n bu cenaze alaylarını, şa­
tafa t ve ta n ta n a la rı defederdim ! H albuki, insana doğuşun­
da ağlam alı, yoksa ölüm ünde değil! Ölen bir insan için,
onun dünyadan elini eteğini çektiği bu anları için, bütün
bu debdebe ve m erasim e, b ü tü n bu gam ve keder verici
hayhuylara, aile efradının akıttığı göz yaşlarına, dostların
elem ve kederlerine de ne lüzum var, sanki? Öte yandan,
b ari b ü tü n bu insanların y üreklerinde açılm ış olan boş­
luğun büyüklüğü kadar yansalar, yine neyse; lâkin ne ge­
zer, bin k e rre fazlasına giderler!...
H eyhat! Gözlerim iz bağlı, öyle gafil, öyle körüz ki,
daha ne zam an iztirap çekeceğimizi, hangi zam an gülüp
sevineceğim izi dahi bilm iyoruz! B ütün teessürlerim iz y a ­
lan, b ü tü n neş’eler sahte!...
P a ris , 20/E ylûl/1713,

M E K T U P 41 0)

B a ş harem ağ-asınclan U sbek’e

P a ris

Sizin siyahı harem ağalarım zdan İsm ail öldü, m u h te ­


şem efendim iz; ben de, ister istemez, yerine yenisini koy-

(1) — B u m e k tu p , 1721 ta r ih li ik in c i b a sk ısın d a , m ü e llif t a r a ­


fın d a n , e se rd e n çık a rılm ıştır.
İ R A N M E K T U P L A R I 149

m ak zorunda idim. Ancak, bu sıralarda h arem ağaları sey­


rekleştiğinden, bizzarur köydeki siyahi esirlerinizden bi­
risinin uygun olacağını düşündüm . L âkin b ü tü n çırpınış­
larım boşa gitti, ve ayırdığım adam ı, şu ana kadar bu v a­
zifeyi kabule razı edem edim . H albuki bu iş, onun ne k a ­
dar da m enfaatm a idi! Bu sebeple de bu vazifeyi kabullen­
mesi için azacık zor kullanayım dedim. B ahçelerinizin kâ-
hiyesi ile de m utabık kalarak, b ü tü n direnm elerine rağ ­
men, bu adam ı tâyin edilen işinin başına cebren g etirm e­
lerini em rettim . Vahşî adam , bilm iyordu ki, görd ü rü l­
m ek istenen hizm et, efendisinin kalb duygularına m ü te­
allikti ve bu iş onun için h ay atî bir ehem m iyeti haiz b u ­
lunuyordu! Lâkin şirret ve nankör esir, hiç om ursam adı,
öyle bir vaveyla kopardı ki, d u y an lar derisini yüzdüğü­
m üzü zannetm işlerdir! Velhasıl, öyle bir didindi ve çırpın­
dı ki, nihayet elim izden sıyrılm aya m uvaffak olarak kaçup
gitti...
Şim di kulağım a geldiğine göre, siz efendim ize yaza­
cakmış! Size yazacakm ış, ve güya hareketim in kasda m ah­
sus olduğunu bildirip, suçunun affini sizden dileyecekm iş!
Ona, kasten eza ettiğim den, bu cefaların bir sebebi b u lu n ­
duğundan, ve b ü tü n bu tah rik le re sebep olan âm ilin de,
beni alaya alup şahsım la tü rlü istihzalarda bulunduğun­
dan galeyana geldiğim i efendim ize yana yakıla anlatacak ­
mış!
Halbuki, büyük efendim iz, halbuki yüzbinlerce pey­
gam ber üzerine yem in ederim ki, ben sadece sizin hizm e­
tiniz görülsün istedim . Ne yapm ışsam bunun için yapm ı­
şı m dır. Z aten benim için dünyada en aziz ve sevgili olan
şey, sadece size hizm etten ib a re ttir; başka hiç bir şeyde
de gözüm yoktur. D erin tazim duygularım la ayaklarınıza
kapanıyorum .
S a ra y d a n , 7 /M art/1 7 1 3 .
150 İ R A N M E K T U P L A R I

M E K T U P 42

F a r a n ’d a n Y üce E fe n d isi U sb ek ’e

P a ris

Şayet burada olsaydınız, benim m uhteşem efendim ,


şayet burada olsaydınız, beyaz kâğıtlara b ü rü n ü r, h u zu ru ­
nuza öyle çıkardım ; amâ, yine de b ü tü n bu kâğıtlar, baş
harem ağanızın bana ettiği h ak aretleri yazm am a yetm ezdi!
A yrılışınızdan beri, ah, tâ ozam andan beri dünyanın bu
en k atı yürekli ve kötü adam ı bana neler, neler reva gör­
dü, bir bilseniz!...
K endine göre b ir bahane de bulm uş; güya yaşadığı
şa rtla rın şeam etini dilim e dolam ışım da kendisile istih ­
zalarda bulunm uşum ! Bu yersiz ve uydurm a itham larla,
bitm ez tükenm ez intik am ların a m aruz kalm aktayım . B u­
nunla da yetinm iyerek, bahçelerinizin kâhyasını da aley ­
him e doldurup k ışk ırttı; ve işte tam gidişinizden beri, in ­
san oğlunun aslâ taham m ül edem iyeceği şekiide ikisi de
üzerim e çullanarak. ezm ektedirler. K endi kendim e:
«Mademki, efendim e çalışiyorum , hayatım ı bin k e rre feda
ederim de g ay retten geri kalmam!» Bazan öyle eziliyor ve
bunaliyorum ki, düşüncelere daliyorum : (Ben ki, diyo­
rum , kalbi iyilik ve m erham etle dolup taşan bir efendim
v a r; nasıl oluyor da beni dünyanın en biçare bir esiri h a ­
line sokabiliyorlar!)
İtira f ederim , m uhteşem efendim iz, him ayeniz­
de kendim i hiç b ir zam an büyük sefaletlere atılm ış bir
İ R A N M E K T U P L A R I 151

kimse addetm em işim dir. Lâkin, bu hain harem ağası, kö-


tlilüğile beni biçareliğin en sefil derecesine indirm ek isti­
yor! Beni zillete fırlatu p atm ak, hacaletle im ha etm ek h e­
vesine düşmüş! Bakın an latayım : Geçen gün, sadece k en ­
di arzu ve iradesile, beni kutsal harem lerinizin m uhafızlı­
ğına tâyine kalkıştı; yani, benim için ölüm den bin k erre
beter bir işkenceyi hakkım da rev a gördü! Belki doğuştan
böyle bir hizm ete nasbedilm iş olanlar, babadan intikal
etm iş bir m irastır, deye kadere boyun eğer, babasının
hizm etidir, deye teselli b u lab ilirle r; lâkin ben böylem i-
yim, efendimiz? Beni bu hizm ete icbar etm ek, insaniyetin
kucağından silküp atm akla b ird ir ve bu sukuta aslâ ta ­
ham m ül edemem. Şayet, bu vahşet beni öldürm ese bile,
iztırap beni m uhakkak eritip öldürecektir!
D erin huşû ile ayaklarınıza kapanır, öperim , İlâhî efen­
dimiz, o k ad ar m uhterem , o. kad ar m uazzez faziletlerinizin
nim etlerini bana ta ttırın ve sizin em irlerinizle yer yüzü­
nün en biçare ve zelîl adam ı m enziline indirilem iyeceğim i
gösterin....
F a tim e ’n in sa^ay b a h ç e le rin d e n , 7/M art/1 7 1 3 .

M E K T U P : 43 0)

U sb ek ’te n F a r a n ’a
t

F a tim e ’n in b a h ç e le rin d e

K albin sevinçle dolsun ve huzur içinde ol! Bu kutsal

(1) — B u m e k tu p , 1721 ta r ih li ik in c i b a sk ısın d a , m ü e llif t a r a ­


f ın d a n e se rd e n çık a rılm ıştır.
152 İ R A N M E K T U P L A R I

yazıyı iyice oku, sonra da baş harem ağasına ve bahçele­


rim in kâhyasına göster; öpüp başlarına değdirsinler. A v­
detim e intizaren ellerini sana sürm ekten onları m en’edi-
yorum . O nlara söyle, eksik harem ağasım satın alsınlar.
Seni de bu vazifeden affediyorum . Amâ, ben oradaym ışım
gibi, hiç ayrılm iyacaksın. İyilik ve m erham etim in ne de­
rece büyük olduğunu bilirsiniz; buna m ukabil bu duygu­
larım la oynam aya k alk an lar için de, nasıl am ansız dav­
randığım ı daha iyi tak d ir edersiniz!
P a ris , 25/E ylûl/171&

M E K T U P 44

U sbek’te n R h e d i’ye

V en ed ik

F ra n sa ’da rev açta olan sınıf adedi üçtür: kilise, asker,


ve hakim ler.. Bu sınıflardan her biri diğer ikisine m üthiş
bir istihkarla bakar! H er birinin nazarında, diğer sınıf­
lard an bir adam budaladan başka bir şey değildir; k en ­
disine gelince, dev aynaları da ne güne duruyor!...
Diğer m eslek ve san’a t erbabına bakacak olursak ,hey
gidi hey, onlar da hem en hem en bun lard an farksızdır. En
basit bir zan aatk âr bulam azsınız ki, çalıştığı m eslek ve
san’atı diğerlerinden ü stü n bulm asın; B ütün m eslek e r­
babının b u ru n la rı kafdağm da! Hep tepeden b a k a rla r; di­
ğerlerini zelil, sü rü n ü r görürler!
İ R A N M E K T U P L A R I 153

B ütün insanlar, az veya çok, şu m eşhur E riv a n ’lı k a ­


dına benzetilebilir. M alûm ya, bu kadın h üküm darlarım ız­
dan birinden bir lü tu f görmüş, o da buna karşı diz çöküp
Ulu T an rı’dan bu tacidâra E rivan valiliği ihsan etm esini
dilemiş!

Bir hikâyede okum uştum . Bir Fransız gemisi Yeni


G ine sahillerine yanaşıp dem irlem iş. T ayfalardan bir k a ­
çı, bu diyardan bir kaç koyun satın alm ak istem işler ve
içerilere dalm ışlar. Y erliler kendilerini y akalayarak h ü ­
kü m d arların ın huzuruna çıkarm ışlar. K ıral, o sırada teb a ­
asının dâvalarına bakiyorm uş. B ir ağacın altında ve ta h ­
tına kurulm uş, hakim lik, ediyor, adaleti dağıtiyorm uş.
T aht dediğim şey de, bir ağaç kütüğünden ibaretm iş! Am â,
h azret sanki B üyük Moğol tah tın d a imiş gibi pürâzem et,
debdebesinden geçilm iyorm uş! E trafında, ellerinde ta h ­
tad an m izraklar taşiyan m uhafızlar varm ış. K ubbe şek­
lindeki bü yük bir şem siye de gölgesile kendisini güneşin
dehşetinden koruyorm uş. G erek kendisinin, gerekse y a ­
nında o tu ran kıraliçenin b ü tü n süs ve zinetleri ciltlerinin
tabiî siyahlıkları ile bir kaç yüzük ve bileziklerden ib a re t­
miş. B ir biçareden de daha yoksul olan tacidâr, gelen y a ­
bancılara, F ra n sa ’da kendisinden çok bahsedilip edilm edi­
ğini sorm uş. K endi kanaatınca, adı, b ü tü n k ürei arzı şe­
reflere garketm eliym iş! Y er yüzünün fatihi olduğu söyle­
nen kim seden farkı, b ü tü n cihanı dize getirm ekte aranm a-
liymiş!
T a tarla rın hakanı akşam yem eğine oturunca, k a h ra ­
m anlarından biri, yer yüzünün bütün tacid ârların a hay k ı­
rır ve onların da isterlerse, yem eğe oturabileceklerini m ü j­
delerm iş! Bu b a rb a r hakan ise, sadece süt içermiş. O tu ra­
cağı bir barınağı da yokm uş. B ütün öm rü ise, çapulculuk
ve eşkiyalıkla geçermiş. Böyle olm asına rağm en, b ü tü n
154 I R A N M E K T U P L A R I

dünyadaki hü k ü m d arları kendi esiri gibi görür ve bu h a ­


rek etin i A llâh’m günü iki defa tekrarlarm ış!
P a ris, 2S/Eylûl/1713.

M E K T U P 45

R ik a ’d a n U sbek’e
i: ¿e

Dün sabah, daha yatağım dan çıkm am ıştım ki, kapum


hızla v u ru ld u ; ve birden açılm asile içeri, kendisile öteden-
beri m uarefem bulunan, bir adam girdi.
Adam cağız sanki kendinde değildi; üstü başı dağınık,
perukası karışm ıştı. Siyah yeleğindeki söküğü diktirecek
vakti bulam am ıştı. H ülâsa, her zam anki, hün erle saklaya­
bildiği giyim kuşam harabiyetini, bu gün tam am en o rta ­
ya vurm uştu!...
(Kalkınız! deye bağırdı. Size ihtiyacım var. Bin çeşit
siparişte bulunacağım . Benim le olursanız, içim ra h a t eder.
Önce SAİNT HONORE sokağına uğrayacağız. O rada bir
noter v ar; beş yüz bin lira değerinde bir arazi satacak.
İstiyorum ki, bu hususta beni tercih etsin. Biraz evvel b u ­
raya gelirken, bir m üddet Saint-G erm ain sem tinde kaldım .
O rada da iki bin liraya bir otel kiraladım . Öyle saniyorum
ki, m ukaveleyi bu gün im zalayıp bitireceğiz.)
İster istem ez, y atak tan fırladım , daha giyinm em b it­
m işti ki, adam kolum dan tu ttu ğ u gibi, adeta fırla tır gibi,
ben: aşağı indirdi! İşe bir k arusa satın alm akla başliya-
İ R A N M E K T U P L A R I 155

lım ; böylece teç h iza tın ız ı önce bir güzel tam am layalım .)
Filhakika, önce bir karusa satın aldık. A ncak iş bununla
bitm edi; daha yüz bin liralık da başka eşya aldık. B ütün
bu alış verişler tam bir saat içinde olup bitm işti. H er şey
sü r’atle cereyan eylem işti. Ç ünkü, yanım daki adam , hiç
pazarlık etm iyor, hesap yapm iyordu. A radığını ilk bulduğu
yerde satın alıyor, başka yerlerd e de araştırm ağa lüzum
görm üyordu. Olup b itenlerin önünde derin derin d ü şünü­
yor, şaşıyordum . Gözlerim dostum un üzerinde durdukça,
daliyor, onda istisnaî bir zenginlikle beraber, elîm bir
yoksulluk da seziyordum . Öyle bir his içinde bocaliyordum
ki, neye hükm edeceğim i bilem iyordum . N ihayet sükûtu
bozup kendisini bir köşeye çektim . K ulağına yavaşça:
(Dostum , b ü tü n bu satın alm an eşyanın bedellerini kim
ödeyecek?) deye sordum . (Kim olacak, ben!) dedi. (O da­
m a gelin. Size servetim i göstereyim . En m uhteşem tâci-
darlarm gıpta edecekleri bir hazine göreceksiniz!)
K endisini takip ettim . Evvelâ dairesinin bulunduğu
beşinci kata çıktık. O radan da dar bir m erdivenden, h u ­
susî çalışm a yeri olan, çatı katına tırm andık. B urası dört
tarafı açık acaip bir yerdi. İçerideki b ütün eşya ise, iki y a­
h u t üç düzine toprak liğenden ibaretti. Bu kapların içi m uh­
telif renk ve vasıfta m ayıat ile dolu idi. (Bu sabah şafak­
la uyandım , dedi. Önce yirm i beş senedir, m untazam an
yapm akta olduğum işi y aptım : kendi eserim i gözden ge­
çirdim ; ve gördüm ki, doğan günle birlik te yer yüzünün
en zengin insanı da b irlik te'doğuyor! işte bu lâl kırm ızısı
m ayii görüyor m usunuz? Bu m ayide b ü tü n filozofların
yegâne dilekleri olan m adenî istihâle vasfı m evcuttur. îşte
bu gördüğünüz altın renkli habbecikleri hep ondan elde
ettim . A ğırlığı itibarile tam değilse de, rengi itibarile a ra ­
larında hiç bir fark yoktur, işte, R aim ond L u lle’den ve
onu takiben bir m ilyon kadar başka alim in m ütem adi gay­
re t ve faaliyeti h ü sranla neticelendikten sonra, bu sırrın
156 İ R A N M E K T U P L A R I

çözülmesi bana, Nicolas Flam el’e m üyesser olm uştur. Bu


sebeple de, bu gün kendim i m es’ut bir sim yaker olarak
germ ekteyim . Bu unvanı kullanm akta da yerden göğe k a ­
d ar hakliyim . Ulû Tanrı, bu hâzinenin an ah tarın ı bana lâ-
yik görm üşse, bunun da sebebi kendi kem âl ve kendi mu-
zafferiyetinin şaşaadar kılınm ası içindir!)
Bu derece zengin bir adam ı hazinesile başbaşa b ıra ­
k arak odasından dışarıya fırladım . M erdivenlerden y uvar-
lanırcasına indim ; kalbim öfke ile dolup taşiyordu.
A llâh’a ism arladık. sevgili Usbek, y arın seni görm eye
geleceğim , şayet arzu edersen. P a ris’e b irlik te döneriz.
3 0/E y lû l/1 7 î3 .

M E K T U P 46

U sbek’te n R h e d i’ye

V en ed ik

B urada, durup dinlem eden din hakkında m ünakaşa


eden in sanlara rastlıyorum . L âkin öyle zannediyorum ki,
üzerinde bu kadar nefes tü k ettik leri bu m evzuun ahkâm
ve avâm irine de en az ria y e t edenler yine onlar oluyor!
B unlar kusursuz denebilecek hiristiy an kim seler olm a­
d ıkları gibi, m ükem m el vatandaş da sayılm azlar; zaten
bana en dokunan cihet de bu ya!.. Zira, hangi dine m en­
sup olunursa olunsun, k an u n lara itaat, insanlara aşk, ebe­
veyne acım a ve riayet, b ü tü n b u n lar h er dinin başta gelen
ahkâm ve am ellerindendir...
İ R A N M E K T U P L A R I 157

Filhakika, dindar bir adam ın ilk hedefi, o dini tesis


ve talim etm iş olan ulûhiyetin m uhabbetini kazanm ak de-
ğilm idir? Lâkin, bu m aksada vasıl olm ak için en em in ça­
re de şüphesiz ki, cem iyetin vazetm iş olduğu nizam lara
ita a t ve riay et etm ek, beşer nevine hâs vazifeleri teh a lü k ­
le yerine getirm ektir. Çünkü, hangi dinde yaşanırsa ya­
şansın, ortada bir din olduğu farzolununca, Ulû T an rı’nın
da insanları sevdiğini ve zira, din m üessesesini insanları
m es’ut etm ek için kurm uş bulunduğunu m ülâhaza ve k a ­
bul etm ek m ecburiyetindeyiz. Ve şayet, A llâh’ın insanları
sevdiği hak ik ati kaçınılm az bir hakikat ise, bu kutsal sev­
gi dolayısiyle, insanlarda m erham et ve insaniyete m ü te­
allik vecibeleri yerine getirm ek ve him ayesinde yaşadık­
ları kanun hüküm lerini aslâ ihlâl etm eden pâyıdar olmak
suretiyle Cenabı H akkın indindeki itib ar ve aşklarını k ay ­
betm em ek m ecburiyetini hissederler.
Ulû T a n rı’nm aşk ve itib arın a nail olm ak için en emin
çare budur ve bu yol, dinî âyin ve ibadetten de üstündür.
F ilhakika, sadece âyin ve ibadetlerin h er hangi b ir iyilik
ve insaniyet tarafı m evcut değildir. Olsa olsa b u n lar Al-
lâh ’ın em ir ve iradelerile ifa edildiklerinden y apanlar de­
rin bir h ü rm ete lâyık o lu rlar; o kadar!...
D iğer taraftan , bu ayin ve ibadetlerin tarzı üzerinde
beşer kolaylıkla aldanabilir de! Çünkü, dünyada m evcut
iki bin dinden seçilebilecek hangisinin acaba âyin ve iba­
d etleri diğerlerinden ü stü n d ü r? Bu cihet de büyük bir
m ünakaşa m evzuudur.
B ir a d a m , h e r g ü n C e n ab ı H a k k a şu d u a y ı y a p a rm ış:
(R ab b im , h a k k ın ız d a re v a g ö rü le n b itm ez tü k e n m e z m ü n a k a ­
ş a la r d a n şa şırd ım , k ald ım . H alb u k i, b e n k u lu n u z e m ir ve ir a d e ­
le rin ize g ö re k u llu ğ u m u y a p m a k iste rim T Böyle ik en , b u h u ­
s u s ta f ik rin i so rd u ğ u m h e r in s a n istiy o r ki, k e n d i m e ra m ın a
g ö re h a r e k e t edeyim ! Size d u a la rım ı h a n g i d ild e n y ap a ca ğ ım ı,
size h a n g i d ild e n y a lv a ra c a ğ ım ı b ile m iy o ru m ! B u n iy a z a n l a ­
r ım d a h a n g i v az iy e tte d u ra c a ğ ım ı d a şa şırd ım , k ald ım . B irisi,
150 İ R A N M E K T U P L A R I

size a y a k ta d u a edebileceğim i söylüyor; d iğ eri o tu rm a m ın d a h a


u y g u n o la c a ğ ın ı b ild iriy o r; b ir b a ş k a sı d a diz çö k m em in e n m ü ­
n a s ip o la c a ğ ın ı y e m in le rle İs ra r « d iy o r! D a h a b itm e d i! B azı
k im seler, h e r sa b a h soğ u k su ile y ık a n m a m ın ş a r t o ld u ğ u n u
ö n e s ü rü y o rla r; d iğ e rle ri ise, şa y e t e tim d e n b ir p a rç a y ı k o p a r ­
m a zsa m g ö k le rd e n en b ü y ü k öfke ile b a n a b ak a c a ğ ın ız ı sö y lü ­
y o rla r! Hey, b ü y ü k T a n rım ! d a h a s ı v a r: b ir k a ç g ü n evvel b ir
k e r v a n s a ra y d a o tu rm u ş, p işm iş b ir ta v ş a n yiyecektim . Y a k ın ım ­
d a o tu r a n ü ç kişi b e n i ç ılg ın a çe v ird iler, a d e ta ! H er ü çü de
sizi tezy iı ve ta h k ir e ttiğ im i, çok b ü y ü k g ü n â h işled iğ im i sö y ­
led iler. B irisi (1) zira, b u h a y v a n ın m u r d a r o ld u ğ u n u ile ri s ü r ­
d ü ; d iğ e ri (2) zira, b u h a y v a n ın b o ğ u lm u ş o ld u ğ u n u söyledi:
ü çiin cü sü (3) de b u n a sebep o la ra k , ta v ş a n ın b ir b a lık sa y ıla -
m iy a c a ğ ın ı g ö ste rd i! O sıra d a , o r a d a n b ir B r a h m a n geçiy o rd u .
B u ih tilâ f h a k k ın d a h a k im lik y a p m a sın ı ve h ü k m ü n ü v e rm e ­
sin i ric a e ttim . M cs’elcyi d in le d ik te n so n ra , b a n a d ö n d ü : (O n ­
la r h a k sız d ır, ç ü n k ü ta v ş a n ı sizin ö ld ü rm e d iğ in iz a ş ik â r!) d e ­
y in ce, (E vet, b e n ö ld ü rd ü m !) ce v ab ın ı verd im . B u cev ab ım
B r a h m a n m a k lın ı o y n a tm ıştı, sa n k i; h ış ım la b a n a döndü:
(N asıl? Sizm i ö ld ü rd ü n ü z ? K en d i elin izle h a ! L â k in siz son
d ere ce iğ re n ç b ir iş y a p tığ ın ız ın f a r k ın d a m ısınız! U lû T a n rı
sizi a s la a ffetm iy ec ek !) deye b a ğ ır d ı. S o n r a b a n a d a h a faz la
y a k la ş a ra k b ir sır te v d i ed iy o rm u ş gibi y a v a şç a : (Ne b iliy o r­
su n u z, b elk i de b a b a n ız ın r u h u b u h a y v a n a in tik a l e tm işti? )
dedi.

Ey büyük Tanrım ! B ütün bu şeyler beni taham m ül


edilmez sık ın tılara ve kararsızlıklara, büyük tered d ü t ve
baş döndürücü m üşküllere yuvarliyor! Size belki hakaret
olur dsye başımı bile boynum un etrafında harek et ettire-
m iyorum ! H albuki, size lâyik bir kul olm ak, aşkınızı ka­
zanm ak ve bu tarzla bana verdiğiniz öm rü tam am lam ak­
tan başka isteğim yol';! Belki de yanılıyorum anıâ bana
öyle geliyor ki, bu gayeye vasıl olm ak için tek çare, için­
de bana hayatı gülüm settiğiniz bu toplulukta iyi ve m uti

d ) — B ir Y a h u d i.
( 2 ) — B ir T ü rk .
( 3 ) — B ir E r m e n i.
İRAN M E K T U P L A R I 159

b ir vatandaş olm ak ve bana lütfetm iş olduğunuz aile kuca­


ğında faziletli bir baba olarak yaşam aktır!
8/E kim /1713.

(D A c a b a Ö lm ez B a c c a ria 'n ın İta ly a n -K la s ik m e k te b in e


m e ş’ale tu ta n b u d e rin m a n â la r la d o lu eser, d a h a n e le r
y a p m ıştır? N açiz k a n a a tım ız c a çok şeyler y apm ış, b eşer
n ev in in , k ığ ılc ım la rd a n h a y ır h a h y a n g ın la r ç ık a rm a s a n ’-
a tın a v a k ıf b ü y ü k d e h â la r b u e se rd e n ş a h e s e rle r m e y d a ­
n a g e tirm iştir. F e rd iy e tç i m e sle ğ in in ve te k â m ü lc ü fe lse ­
fe n in e n b ü y ü k k u r u c u la rın d a n b ü y ü k İn g iliz filozofu
I-ierbert S p e n c e r (1820-1903) e; b e d e n i ve irsi b ir şe a m e ­
tin te s ir le r in in h a k im iy e ti e s a s ın a göre k u ru lm u ş pozi-
tiv is t ceza ilm in in en b ü y ü k le rin d e n p a r la k İta ly a n ze­
k â s ı B a ro n R efaele G a ro fa lo d ü n y a c a m e ş h u r e s e rle rin ­
d e n çok m u h ta s a r iki ö rn e k v e rm e k te n k en d im iz i a la m i-
voruz. Biz b u n u k a t ’î b ir id d ia veya b ir te z o la ra k o r ta y a
atm iy o ru z. F ilh a k ik a , b u fa z la ve b ü y ü k b ir id d ia o lu r ve
isp a tı için çok g eniş b ir ç a lışm a, d e rin liğ in e te d k ik ve
tetefcbü iste r, b u n u m ü d rik iz. L â k in B e c c a ria ’la rı y a r a ta n
b ir eserin , o sem av i m e ş’a le n in e tr a f ın d a cev elan ed en
p a r ıltıla r ı n iç in y a ra ta m iy a c a ğ ı h u su su d a a y rıd ır... Biz
sadece, b u iki b ü y ü k a lim in e s e rle rin d e k i ta h lil ve v asıl
o ld u k la rı m ü n te h a n m M o n te sa u ie u m u n b u m e k tu b u n d a
v a r ıla n n e tic e le re n a s ıl b e n z ed iğ in i h a y r e t ve h a y r a n lık la
ta rr.â şa için d erced iy o ru z:
H e rb e rt S p e n c e rh n te k â m ü lc ü fe lse fe sin in e n b ü y ü k
e s e rle rin d e n o la n (R u h iy a tın p re n sip le ri) adlı e s e rin in
ik in c i k ita p , ik in c i faslı şöyle p a r ç a la rla sü sle m e k te d ir:
(........................................................................
A cıy a k a r ş ı d u y u la n se m p a ti, ta v ir ve
h a re k e tle rd e m u h te lif şe k ille rd e d eğ işik lik ler y ap a r. E v ­
v elâ iz tıra p v ere n b ü tü n k a sd î fiilleri te c rim eder. B u n e ­
tice m u h te lif d ere celerd e te z a h ü r eder. F a rz e d ilsin ki, d i­
ğer b ir in s a n a eziyet v e re n b ir fiil v u k u b u lm u ştu r.
.................................................. D iğer bazı a h v a ld e m e rh a m e t,
d u y u la n b ir iz tıra b ı te v lit ed e n g a y re tle ri ta d il eder. B ir
h a s ta lık ta n , k a z a d a n , y a h u t b ir h a in in zu lü m ve v a h ş e ­
tin d e n , y a h u t tâ h a t t â k a lb in d e m e rh a m e t d u y g u su y a-
160 İ R A N M E K T U P L A R I

ş a y a n b ir ş a h s ın h id d e t ve şid d e tin d e n m e y d a n a gelen


iz tıra p ............................................................................. A d a le t d u y ­
g u su ta b iîd ir ki, alela d e s u r e tte b ir in s a n ın d u y d u ğ u h az
ve m a ru z k a ld ığ ı elem in ta s a v v u r ve m a n z a ra s ın a is tin a t
etm ez. A d ale t, b ir in s a n d a k i h a z la rı te m in veya elem leri
d efe d e c e k fiilleri, h a k ik î ve fili s u r e tte y a h u t a tiy e n
m e n ’etm ey e k a lk tığ ı z a m a n v u c u d a y a y ıla n h e y e c a n ve
isy a n d u y g u su n a is tin a t eder. B a şk a s ın d a h u su le g e lm e ­
y e n b ir ta h a v v ü l ve h e y e c a n d a n a d a le t d u y g u su n u n t e ­
şe k k ü l ed eb ilm esi iç in b iz za t b u d u y g u y a faz lasile m a lik
o lm a k lâ z ım d ır... T e frik ve tem y iz i o ld u k ç a kolay b u çok
y ü k se k in s a n iy e tp e rv e r d u y g u n u n h u d u d u n e re d e b itiy o r
a c a b a ? Bu, v a ta n d a ş ın , k e n d i h ü r riy e tin d e n a s lâ fe r a g a t
ed e m e d iğ i s a h a n ın d ış ın d a k a la n ve d iğ e r v a ta n d a ş ın z a -
T u re t h a se b ile isted iğ i ve k e n d isin d e n a lın m a s ın ı k o la y ­
lık la ta sv ip ed ild iğ i h ü r riy e t s a h a s ın a in h is a r eder. D a ­
h a s ı v ar, b u v a ta n d a ş , d iğ e rin in şid d e tle ih tiy a ç h is s e t­
tiğ i b u h ü rriy e tin d e n f e r a g a ti k o la y lık la ta sv ip e tm ek le
k a lm a z , lâ k in b u z a ru re ti k e n d iliğ in d e n t a n ır ve istek le
f e r a g a t ed er.)

B a ro n R. G aro fa lo ise (C rim in o lo g ia: Suç, su ç lu ve


c e z a ) * a d lı e s e rin in m fa slı o la n (T abi! S uç) b a h s in d e
şu p a r ç a la rla ; a d a le t, in s a n iy e t ve m e rh a m e t m e fh u m ­
la r ın a d o k u n m a k ta d ır.

(......................................................................
.......................................... D iğ e rb in lik d u y g u la rı m u h te lif m il­
le tle rd e fa rk lı d ere celerd e m ü n k e ş if o ld u ğ u gibi, h a t t â
b ir m ille tin m u h te lif s ın ıfla r ın d a d a h i fa rk lı d e re celer
k a y d e d e r. A n ca k , b u d u y g u la ra h e r yerd e r a s tla n ır . N i­
z a m a ltın a a lın m ış b ü tü n b eşerî to p lu lu k la r d a (b elk i de
b az ı k ü ç ü k k a b ile le r m ü s te s n a ) b u d u y g u la r ik i tip ik şe v ­
k i ta b iî h a lin e in k ılâ p e tm iş o la b ilir: H a y ırh a h lık vc
a d a le t D a h a ilk d e ­
v irle rd e bile, m e rh a m e t d u y g u su v ard ı, a n c a k k o zm o p o lit
o lm a k ta n çok u za k tı. B ü tü n id d ia la ra ra ğ m e n b u g ü n d a ­
h i ta m a m ile k o m o p o lit o lam az
............................ A lt ü r is t ik d uy g u b a k ım ın d a n g a y rin m a lik
o ld u ğ u h e rşe y e h ü r m e t ve ria y e t e tm e y i ifa d e edecek m a ­
n â d a a n c a k p ro b ité k elim e sin i b u la b ild ik
İ R A N M E K T U P L A R I 161

................................................................ Şu cihet hakikattir


ki, bir cemiyetin vasatı ahlâk düşüncesi, adalet duygu­
sunun bütün inceliklerini ihtiva edemez. Huzuzatın en
tatlısı olan ince duygular (yahut adalet endişeleri: la
délicatesse) müstahak olduğümuza vicdanen tamamile
kanaat etmediğimiz meziyetlerden dolayı bize karşı ya­
pılan medih ve senaları kabule mâni olur. Lâkin bu duy­
gu mahdut bir takım mümtaz insanlarda bulunabilir.

* — tarafımızdan dilimize çevrilen bu eser 1957 yılında


neşredilmiştir.
•mütercim»

İran M ektupları F.: 11


162 İ RAN M E K T U P L A R I

M E K T U P 47

Z a k i’flen U sbek’e (1)

P a ris

Sana büyük bir haberim v ar: Zafis'le barıştık, a ra ­


daki soğukluk kalktı. Saraydaki ikilik te nih ay et buldu.
Şim di bu sulh ve sükûn cennetinde bir sen eksiksin! Sen
de gel ki, sevgili Usbek, aşk b ü tü n ihtişam ile doğm uş ol­
sun!..
Bu m usalâhayı tes’it için Z afis’in şerefine büyük bir
ziyafet çektim ; annen, b ü tü n k arıların , odalıkların da dâ-
vet edildiler; halaların, teyzelerin, yeğenlerin hepsi, h ep ­
si yüzleri kalın peçelerle, üstleri ağır elbiselerle atla rın a
binm iş geldiler....
E rtesi günü de hep b irlikte kıra çıktık. G üya biraz
hava alacaktık. D evelerim ize binm iştik; h er devesırtı lo­
casına dört kişi kurulm uştuk. H areketim iz anî olduğun­
dan, bazı kargaşalıklar olmuş, etra fta k i kalabalık dağıtı­
lam am ış ve develer sıralanam am ışlardı. L âkin işinin e r­
babı baş harem ağası bunun da çaresini bulm uş ve bizi ha-
zurunun bakışlarından korum ak için kurnazca bir şey b u l­
m uştu: E trafım ıza gerilm iş ve bizi görünm ekten koruyan
örtüye daha kalınını gererek, bizim de onları görm em izi
önlem işti....

(D — 47.nci m e k tu p , 1721 ta r i h li ik in c i b a s k ısın d a , m ü e llif t a ­


r a f ın d a n e se rd e n ç ık a rılm ıştır.
İR A N M E K T U P L A R I 163

Geçeceğimiz ırm ağa geldiğim iz zam an, adet olduğu


iizf’iv, lıcr birim iz tah ta re v a n şeklindeki bir sandukaya
yerleştirildik ve bu n larla sala taşındık .Bize söylendiğine
f.öre, ırm akta çok insan varm ış. B u n lardan biri m erakını
ycnem iyerek yanım ıza kad ar sokulm ak ihtiyatsızlığını
gösterdi ve bu cü r’etini h ay atile ödedi. B ir başkası, kıyıda
anadan doğm a yüzerken görüldüğü için, ayni akibete uğ­
radı!...
Ya, işte böyle, senin harem ağaların, senin bu sadık
kulların, senin ve bizim m utlûluğum uz için, bu iki biça­
reyi bir anda fedadan çekinm ediler!...
Lâkin, m aceram ızın sonunu dinle! Irm ağın ortasına
geldiğim iz zam an, öyle şiddetli b ir rüzgâr esm eye başla­
dı. gök öyle siyah b u lu tlarla k arard ı ki, gem iciler m üthiş
bir üm itsizliğe düştüler. Bize gelince, hepim iz korkum uz­
dan titrem eye başlam ıştık. Çoğum uz bayıldı. Ben hare-
m ağalarının m ünakaşalarını halâ kulağım da hissediyo­
rum . B unlardan bir kısm ı tehlikeden h a b e rd a r edilm ek­
liğimizi, ve kapalı bulundurulduğum uz yerlerd en dışarı
çıkarılm am ızı m uvafik görüyordu; fakat şefleri ise. efen­
dilerinin şeref ve itibârına böyle bir leke sürm ektense, öl­
m eyi tercih edeceğini m usirrane m üdafaa ediyor; ve böy-
!e pervasızca ve c ü r’etk âran e tekliflere kalkacak olanla­
rın kalblerine hiç tere d d ü t etm eden hançerini saplayaca­
ğını söyleyerek onları teh d it ediyordu. E sirlerim den biri,
kendini kaybetm iş, tam am ile çıplak denecek bir kiyafetle
yardım ım a koşm uştu. Lâkin siyahı bir harem ağası, onu
valışiyâne bir tarzda y ak alay arak çıktığı yere soktu. Ve
işte o sırada de ben bayılm ışım ! Ancak, tehlike a tla tıld ık ­
tan sonra ayılabildim .
Rabbim ! K adınlar için seyahatlar ne m üşkülm üş m e­
ğer! T ehlikeler erk ek ler için olsa olsa, h a y a tların ı teh d it
edebiliyor; halbuki, biz kadınların hem hayatım ızı, hem
nam uzum uzu daim î teh d it altında tutuyor.
164 İR AN M E K T U P L A R I

A llah ’a ism arladık, benim sevgili Usbek, seni her za­


m an seveceğim.
F a tim e s a ra y ın d a n , 2/K asım /1713.

M E K T U P : 48

U sbck’te n R h e d i’ye

V en e d ik

İlm e, tete b b ü ata dalan insan pek öyle işsiz güçsüz


sayılm az. Gerçi, m ühim denebilecek bir iş güçle m eşgul
sayılm am amâ, lâkin yine de devam lı bir m eşguliyet h a ­
lindeyim , deyebilirim . Ö m rüm tetk ik a t ve m iişahedat ile
geçiyor; gündüz duyduklarım ı, gördüklerim i, dikkatim i
çekenleri geceleyin o tu rup yaziyorum . H er şeyle ilgileni­
yor, h a y re tle re düşüyorum . Tıpki çocuklara benziyorum ;
bedenî inkişafları natam am , son derece rak ik ve nazik
h er sadaya karşı m ütehalik, en küçük kıpırdanışlara de­
rin bir hassasiyetle adeta m üptelâ b ir çocuk gibiyim !...
Belki de inanm iyacaksm , b u rad a bizi, hem en b ü tü n
sohbetlere, cem iyetlere, girilm esi pek m üşkül m ahfillere
pek bü y ü k b ir nezaket ve teh alü k le kabul ediyorlar. Ş ü p ­
hesiz bu m uzafferiyet ve hüsnü kabulun en. büyük hisse­
si R ika’ya aittir. O nun parlak zekâsı, ince ru h u ve tabiî
neş’esi b ü tü n bu zor k ap u larm ard ın a k a d a r açılm alarında
asıl âm il oluyordur. O ndaki bu m eziyetler aradığı k ad ar
aranm asına, sevdiği kad ar sevilm esine, istediği k ad ar da
istenm esine sebep oluyor....
İ R A N M E K T U P L A R I 165

Y abancı havam ız kim seye ağır gelm iyor; hiç kim se


bizduı sıkılm ıyor; h a ttâ bizde bâzı incelikler, nezaketler
seziyorlar; ve bunu sezdiklerini anlayınca, neye yalan
söyleyeyim, m em nun da oluyoruz. M am afih, itira f da e t­
meli ki, bura in sanları uyarılm ağa, ikaz ve irşada lâyik
kim selerdir, doğrusu...
Geçende, bir kaç günüm ü P a ris’e yakın b ir sayfiye
köşkünde geçirdim . Ev sahibi çok m üm taz b ir şahsiyetti,
ve beni evinde ağırladığından dolayı hakikî bir saadet du­
yuyordu. Son derece sevim li b ir de karısı vardı. B u kadın
yeknesak bir hayatı canlı b ir neş’e ile b irleştirm ek m eha-
retin i gösterebildiği halde, İra n lı k ad ın lar bu m eh aretten
külliyen m ah ru m d u rlar....
M adem ki, burada bir yabancı idim, benim için yap ı­
lacak en iyi şey, m utadım olduğu üzere, tem as ettiğim bu
insanların yeni tah av v ü ller gösteren m izaçları üzerinde
derinden derine düşünüp incelem eler y ap m ak tı... Bu is­
tik am ette giderken, önce sadeliği pek hoşum a giden bir
adam dikkatim i çekti. O nunla karşılıklı dost olduk, öyle
ki sonraları sık sık buluşm ağa başladık...
Bir gün, büyük bir toplantıda, biz ikim iz yalınız başı­
m ıza bir köşeye çekilm iş konuşuyorduk. M usahaba mev-
zuum uz um um î idi. Bir aralık kendisine yavaşça:
— Belki de, dedim , bende kibarlık ve sevim lilikten
ziyade, tu haflık ve tecessüse değer ta ra fla r buluyorsunuz-
dur? L âkin ne olursa olsun, size bazı sualler sorm aklığı­
m a m üsaadenizi istirham edeceğim. Çünkü, tam bir gaflet
içinde, ve bir arada bulunduğum insanları tefrik edem e­
m iş bir halde yaşam ak bana pek sıkıntılı gelir. İki gündür,
p atliyorum : bu adam lardan her biri adeta b'aşımı kem irip
yem ekte, h er gün hiç olm azsa iki defa ölüm işkencesile
kıvranm aktayım ! Ö te yandan, bu adam ları sanki bin yıl-
danberi tan ır gibiyim ; böyle iken, b ir de bakiyorum ki,
tanıdığım ı zannettiğim bu in san lar bana haşm etli h ü k ü m ­
166 İ R A N M E K T U P L A R I

darım ın kadınlarından da daha görülem ez m ah lû k lar gibi


e sra r perdesine b ü rü n m ek ted irler!...
— H er istediğinizi sorunuz, hepsini cevaplandırm ağa
çalışacağım . Sizin son derece şayan itim at ve ketûm bir
insan olduğunuza em inim , bu itim adım ı da suistim al et-
m iyeceğinize inaniyorum .
— Önce, bize ftıütem adiyen büyük şahsiyetlere verdiği
ziyafetlerden bahseden bu adam ın kim olduğunu söy­
ler m isiniz? H em en daim a düklerle, baronlarla m u arefe­
ler kurm uş, ve bana anlatıldığına göre, b aşkaları için o
kad ar zor olduğu halde, kendisi ekseriya N azırlarınızla
ü lfet ederm iş! Şu halde, çok m üm taz bir sim adır. Böyle
iken, çok bayağı bir çehresi var! Hiç de asîl çizgiler taşı-
miyor! Sonra, kendisini pek kültü rsü z buldum . Filhakika,
ben kir yabanciyim, amâ öyle zannediyorum ki, bütün
m illetlere hâs umumî bir zarafet ve nezaket adabı vardır.
Halbuki, bu adamda bunlardan eser yok! Yoksa, sizin
mümtaz şahsiyetleriniz diğer milletlerinkinden daha mı
fena yetiştirilmişlerdir?
Dostum , gülerek:
— Bu adam geniş arazi işletir, dedi. S erveti ile etra-
fındakilerinden nasıl çok ü stü n bulunuyorsa, soyu sopu
itib arile de hepsinden pek aşağıdadır. H anı kendisi de
d âvetlilerin arasına oturm am ış olsa, P a ris’in en m uhteşem
sofrası onundur, denebilir!... Am â varliğile bu sofrayı
adileştirir! Görm üş olduğunuz gibi, sonderece saygısız
ve m ünasebetsizdir. Amâ, herifin yam an b ir aşçısı vardır,
ve onun sayesinde tem ayüz ediyor, işte! M am afih, o da
n ankörlük etfniyor ha, b ü tü n gün siz de dinlediniz ya,
aşçisini m ethedip durdu...
— Ya şu bir hanım la karşı karşıya o tu ran siyah elbi­
seli şişm an adam? Ü stündeki elbisenin pejm ürdeliğinden
akan hüzünle kendisinin bu neş’e ve şetareti, derisinin
İR A N M E K T U P L A R I 167

p arlaklık ve pem beliği tezat halinde! Siz onunla daha ko­


nuşm aya başlar başlam az gülm eye başliyor!
— Bu adam bir vâizdir. H attâ, baş vâizdir. Çok y a ­
m andır. K onuşm a sanatına vakıftır. Bu sebeple kadınları
kocalarından daha iyi tanır. O nların zayıf ve eksik ta ra fla ­
rını iyice kavram ıştır. M am afih, k ad ın lar da onun zayıf
tara fla rın ı b ilirler ya, o da ayrı!...
— Peki, nasıl oluyor da, hiç durm adan onlara şük­
ran ve nim etten, af ve m ağ firetten bahsedip duruyor?
— Hep onlardan m ı ya! Bâzan da güzel bir kadının k u ­
lağına kendi zâfından, kendi sukutundan, kendi in h ita ­
tından da ayni kolaylıkla fısıldar. C em aat önünde y ıldı­
rım lar gibi gürleyen bu adam , yalınızken kuzu k ad ar h a ­
lım ve selim olur!..
O zam an dayanam adım :
— B ana öyle geliyor ki, dedim , bu adam çok itibâr,
çok h ü rm et görüyordur?
— Nasıl! Evet, h ü rm et ve ria y e t görüyor! Ç ünkü bu
adam a ih tiy açları b ü y ü k tü r. Zira, o m ünzevî bir h ay ata
huzur ve ren k v eriyor; lezzet getiriyor. K üçük n asih at­
ler, dinî hizm et ve ih tim am lar... V elhasıl, bu adam bir
baş ağrısını, âlim b ir insandan daha büyük bir m eharetle
g eçirtebilir ve bu da harikulâde b ir iştir, doğrusu!
— Lâkin, aziz dostum , sizi suallerim le bunaltm iyor-
sam, şunu da soracağım : Şu önüm üzde duran, çok zevk­
siz giyinm iş, zam an zam an yüzünü gözünü b u ru ştu ran ,
sah te tav ırlı zatın da kim olduğunu bana söyleyin. Bu
adam , bir k e rre diğerlerinden fark lı konuşuyor. H itabetin
zarafet ve dehâsına m alik olm adığı halde, bu zarafet ve
dehâye m alik olm ak ateşile yaniyor!
— Bu b ir şairdir, çirkin bir m ahlûktur. R ivayet eder-
lerki, b u n lar doğuştan böyledirler; öm ürleri boyunca
da böyle k a lırla r; tam am ile doğrudur! Y ani bu gibiler d a­
im a diğer insanların m askarasıdırlar. L ânet ve h a k a re ti
168 İ R A N M E K T U P L A R I

hiç kim se b u n lard an esirgem ez; bu neviden hediyelere


bol bol nail olurlar. Al m eselâ, şu adam ı; B üyük bir k ıt­
lık ta çaresiz kalm ış ve bu eve sığınm ış. Ev sahipleri k en ­
disine büyük b ir hüsnü kabul gösterm işler. Bilhassâ, k a ­
dın nezaket ve iyi kalbliliği ile h er keşçe m aru f imiş. Za­
m anla dul kalm ış. Bizim şâir onunla evlenm ek b ah tın a
da m azhar olmuş. İşte, o zam an öm ründe ilk defa güzel
b ir şey yapm ış, ve izdivaçlarının kasidesini yazm ış; bu
eserinde izdivaç h ay atın ın tah ayyül ettiğinden de da­
ha büyük bir saadet getirdiğini ifade etm iş!... İnanm iya-
caksınız amâ, sırası gelm işken söyleyeyim ki, bizde de h a ­
kikaten pek m u tlû izdivaçlar v u k u b u lu r; böyle m es’u t
yu v alard a k ad ın lar son derece faziletlidirler; nam u sları­
nı hiç bir şekilde lekelem ezler. K ocaları daim î b ir huzur
ve itm inan içinde yaşar. Bu sükûn ve itm inan hiç b ir şe­
kilde bozulm az. Böyle aileler hem en h er yerde sev ilir;
h ü rm et ve itib âr görür. Yalınız b ir şey vardır, bu aileler­
de hakim olan nezaket ve iyi yü rek lilik yüzünden, ev leri­
ne akın eden her çeşit insanları kabule m ecbur kalırlar.
İşte b u n lar arasından pek tabiî bazan da k ö tü ler süzülür;
m eş’um ra b ıta la r teessüs eder. Ben şim di bu yüzden bu
aileleri ten k it etm iş olm uyorum ; insanları oldukları gibi
kabul m ecburiyetinde olduğum uzu tak d ir ederlerdenim ;
yalnız ne v ar ki, söylediğim m eş’um ra b ıta la r da, m aale­
sef b ire r vakıa oluyor. Zaten iyi ahbap dediğimiz insan­
lar da, esasen ekseriya hile ve kötülüklerini çok ince ve
zarifâne tatbik edebilenler değilmidir! Belki de bunları
zehirlere benzetmek en doğrusudur; en ince, en renksiz
ve pürüzsüz görünen zehirlerin en tehlikeli cinsten oluş­
ları gibi!
M uhatabım a daha fazla yaklaşarak, gayet yavaşça
— Ya şu çok m ahzun görünen ih tiy ara ne dersiniz?
Deye sordum . Onu önce yabancı zannetm iştim . Ç ünkü,
kim seye benzem eyen bir giyiniş tarzın d an başka, b ü tü n
İ R A N M E K T U P L A R I 16»

F ransa'da olup biten leri ince b ir tah lil ve te n k itte n geçi­


riy o r; üstelik te hüküm etinizin icraatın ı da hiç beğen­
miyor!
— Bu bir eski m u h arip tir. M uharebelerde geçirdiği
ıı/.un yıllar yüzünden dinleyicileri kendisini tan ırlar.
Fransa tara fın d a n kazanılm ış bir m uharebe olsun da, o
bu m uharebede bulunm am ış olsun, bunu aslâ kabul e t­
mez! Y ahuttâ, bir h arp cephesi m ethedilsinde, o cephede
kendisi siperlerin üzerinde cirit oynam am ış olsun, bu n a
da im kân yoktur! T arihim iz için varlığının zaru retin e o
derece k an id ir ki, onca bu varlığ ın ın yıkıldığı yerde ta rih
de yıkılıp bitecektir! Alm ış olduğu bazı y aralara, sanki
İm p aratorluğun yıkılıp dağılışının alâm etleriy m iş gibi
bakar. M azinin geçmiş olduğuna, aslolan yaşanm akta olan
zam anın değerinde bulunduğuna inanan filozofların tam
tersine, b ü tü n dünyanın ve h a y a tın ancak m azide m ahfuz
bulunduğunu, b ü tü n hay atiy etin vaktile yapm ış olduğu
m uharebelerde toplanıp kaldığını, yaşanm akta olan za­
m an da ise, hiç bir şeyin m evcut bulunm adığını iddia eder.
Ona göre, teneffüs ettiği hava bile, akup giden m aziden
kopup gelm ektedir; gelecek zam anlarda yaşam ak isteyen
tarih î kah ram an lard an olm ak sevdasındadır!...
— Peki, m adem böyledir, niçin askerî hizm eti ter-
ketti?
— O m u? O, aslâ askerî hizm eti terk etm ed i; fak at as­
kerî hizm et onu terk etti! K endisini ehem m iyetsiz b ir m ev­
kiin başına kum andan tâyin etm işlerdi. H eyhât! Hepsi bu
kadar! B ütün geri kalan öm rünü bu hizm eti a n latm ak la
geçirecektir. Lâkin, b a ş k a ‘serm ayesi de olm iyacak! Zira,
şan ve şeref yolu ona tam am en kapanm ış b u lu nm aktadır.
— Lâkin niçin böyle olsun, dostum ?
— Ç ünkü, F ra n sa ’da b ir atâsözü v a rd ır: Aşağı hiz­
m etlerde fazla y ıp rananları, taham m ülü a rtık ta h rib a ta
uğram ış, m etrû k ve m u atta l kalm ış zabitleri aslâ yüksek
170 İ R A N M E K T U P L A R I

kum anda m evkilerine getirm em elidir! N azarım ızda bu gi­


bilerinin zekâları te fe rrü a t içinde sıkışup kalm ış, ve bu
küçük şeylere olan alışkanlıklarla büyük işleri yapacak
k u d re tte n a rtık m ahrum hale gelm iştir. Bize göre, otuz
yaşında general olm ak vasfını ihraz etm em iş bir zabit,
a rtık ebediyen edemez! Zira, bir bakışta, geniş bir arazi­
nin m uzafferiyete hizm et edecek b ü tü n hususiyetlerini
ih ata edem iyen bir zekâ, bir hezim ette b ü tü n bu nim et­
lerin fay d aların ı ise, aslâ m ülâhaza edemez.
İşte bundan dolayıdır ki, U lû T a n rı’nın yalınız kalben
değil, lâkin kahram anca b ir dehâ ile de diğerlerinden
tem ayüz e ttird iğ i büyük insanlara, biz de azam etli hiz­
m etle r tevdiinden hiç çekinm eyiz. D aha dûn hizm etleri
ise, m adûn olm a vasfında yaratılm ış olanlara gördürürüz.
Ve bu gibiler ekseriya, m uharebelerde ih tiy arlay an kim ­
selerdir. B ütün e n e rjile ri esasen tükenm iş hald ed ir; a rtık
bü n y elerin in nahifleştiği bir zam anda onlara yeniden hiz­
m etle r verilm em elidir.
B iraz sonra yeniden m eraka kapıldım :
— Şayet, dedim , bir arzum u daha yerine getirm ek lût-
funda bulunursanız, a rtık size sual sorm iyacağım . Acaba,
bu uzun boylu, gür uzun saçlı, zekâsı kıt, lâkin cü r’e ti faz­
la delikanlı da kim oluyor? Bu derece küstah tav ır, h er
keşten daha yüksek sesle konuşm a arzusu ve halinden de
b u derece m em nuniyet nereden geliyor?
— Ha, bu gencm i? O çok bahtlı, ve aşk bahsinde zi­
yadesiyle m uvaffak b ir delikanlıdır!
M uhatabım , daha bu cüm leyi b itirir bitirm ez, içeri
m isafirler girm eye başladı; b ir kısm ı dışarı çıkıyordu;
kim i de o turduğu yerden ayağa kalkıyordu. B u n lardan bir
kaçı gelip dostum la konuşm aya daldılar. Ben de yine es­
kisi k a d a r m erak ettiğim şeylerle başbaşa kalm ıştım . A n­
cak, biraz sonra, hangi vesile ile olduğunu bilm iyorum ,
İR A N M E K T U P L A R I 171

söziinü ettiğim delikanlı yanım a y aklaştı ve bana h ita ­


ben :
— H ava ne kadarda güzel, acaba, bahçede bir gezinti
vnpm ak isterm iydiniz? deye sordu.
B üyük bir nezaketle kabul ettiğim i söyledim. O dadan
birlikte çıktık. A ram ızdaki sü k û tu önce o bozdu:
— Evin hanım ını m em nun etm ek için kalktım , b u ra ­
lara k ad ar geldim. H ani kadınla aram ız hiç fena değil
doğrusu! Gerçi şu dünyada, sebepsiz yere som urtup d u ran
ne k a d ın lar vardır, am â elinizden ne gelir azizim ? P a ris’-
de en güzel k ad ın larla ta tlı ra b ıta la r kuruyorum . L âkin
hiç birine takılıp kalm am ha! Bundan bilhassâ korkarım .
G erçe işin asıl garip tarafı, aram ızda kalsın dostum , hani
ben de pek öyle arkasından koşulm aya lâyık b ir m al da
değil, ha!
Sözlerini tabiî karşıladım , nazikâne cevap verdim :
— Şüphesiz, dostum sizin de kendinize göre m eşgale­
leriniz, vazifeleriniz v a rd ır; ve b u n lar sizin bu k a d ın la r­
la sıkı ve devam lı bir rab ıta tesis etm enize m ani o luyor­
d ur ?
M uhatabım , bu sözlerim den h a y re te düşm üş gibi, b a­
na b a k a ra k :
— Yok canım , dedi, benim ne vazifelerim , ne de m eş­
galelerim v a r; benim b ü tü n vazifelerim ve m eşgalelerim ,
bir kocayi çılgına çevirm ek, bir babayı elem ve nevm idî
ile inletm ek ten ib arettir! Beni avucunun içine aldığını
zanneden bir kadını telâş 4v e k orku içinde çırpındırm ak
kadar, dünyada bana zevk veren bir şey olamaz! Beni k a y ­
betm ek korkusu içinde cehennem ateşile o kadın yanup
kav ru lm alıd ır ki, ben keyfim den yana m es’ut olabileyim !
A rtık daha fazla taham m ül edem edim :
— Benim anladığım a göre, dedim , siz en kah ram an
bir m u h arip ten daha fazla g ü rü ltü yapıyor, en büyük
172 İ R A N M E K T U P L A R I

bir devlet adam ından da daha çok h ü rm et ve ria y e t görü­


yorsunuz! H albuki, İra n ’da olsaydınız, b ü tü n bu m uvaffa­
k iy etlere h a sre t çekerdiniz. M alik olduğunuz m eziyetlerle
olsa olsa, k arılarım ızın m uhafazasına m em ur edilebilirdi­
niz; yoksa, onların aşkına hiç bir zam an erişem ezdiniz!
A teş yüzüm e çıkm ıştı; ve şayet konuşm aya bir p a r ­
çacık daha devam edebilseydim , bu delikanlıya hücum dan
kendim i zabtedem iyecektim .
M eslek ve m eşrebi böyle olan bu gibi in sanları hoş
gören ve baş tacı yapan b ir diyar hakkında sen ne düşü-,
neceksin, bilm iyorum ! Öyle bir diyar ki, sadakatsizlik,
h iy an st, cebren kız ve kadın kaçırm ak, hakikatsizlik ve
adaletsizlik h ü rm et ve itib ara m azhar oluyor! Ç ünkü, b ir
babanın sevgili kızını elinden alup kaçırdı deye, çünkü bir
kocanın karısını iğfal e tti deye, ve çünkü en sakin ve k u t­
sal b ir topluluğu k arıştırıp kargaşalık çıkarabildi deye,
bu adam ı göklere çıkariyorlar!..
Ey H azreti A li’nin m utlû çocukları! Sizler ki, aileleri­
nizi cehaletten, iğva ve ifsattan m uhafaza ve him aye edi­
yor, onları şiddetle ve kahram anca m üdafaa edebiliyor­
sunuz, ne bahtiyarsınız, siz! G ünün ışığı, kadınlarınızın
kalblerinde yanan alevden daha tem iz ve b e rra k olam az,
inanın bana! K ızlarım ız ise, kendilerini m eleklerle eş tu ­
tan ve onların m anevî kuvvetile teçhiz eden kalblerindek:
bu b ü y ü k alevi söndürecek h er hangi bir felâket gününü
hazırladıkları zam an, k o rkularından bir kuş gibi titre r
dururlar!...
Ey doğduğum sevgili toprak! G üneşin ilk bak ışları­
na serili k utsal varlık! B atı’yı saran kesif zûlm eti y ırtu p
dağıtm ak hevesile yükselen bu p a rla k yıldızı, orada işle­
nen sayısız cü rü m ler soldurm aya zorlarken, sen aslâ onu
lekelem iyeceksin!
P a ris , 5 /K asım /1 7 1 3 .
İ R A N M E K T U P L A R I 173

M E K T U P : 49

R ik a ’d a n U sb ek ’e

Geçen gün odam da otu ru rk en , içeri derviş kılıklı bir


papaz girdi; kiyafeti cidden garipti. Sakalı, ipten örülm üş
kem erine k ad ar iniyordu; ayakları çıplaktı; kaba ve k a­
im kum aştan dikilm iş zubunu kül renginde, bazı ta ra fla rı
kabarık ve sivri idi. H ülâsa hali ta v rı o derece garibim e
gitm işti ki, hem en bir ressam bulayım da, adam ın resm i-
yaptırayım , deye düşündüm .
Adamcağız, bana büyük iltifa tla rla söze başladı, söz­
leri arasında, kendisinin de m üm taz b ir sim a olduğunu,
sayılı bir K apusen rahibi b ulunduğunu da öğretm iş oldu.
Sonra da döndü: (Efendi H azretleri, zatı âlilerinin, pek
yakında İra n sarayına döneceklerini duydum . S arayda
h a tırı sayılır bir m evki ve itibarınız varm ış. Sizden him a­
yenizi istirham e geldim. Casbin civarında iki üç din ada­
m ım ıza bir sığnak lû tfu n d a bulu n m aları için haşm etlû im ­
p aratorunuz nezdlerinde h ay ırh âh delâletlerinizi sizden
istirham edeceğiz.)
K endisine: (Aziz peder, dedim , dem ek siz İra n ’a g it­
m ek istiyorsunuz?) A dam cağız hem en telâşlandı: (Ben
eyalet reisi ruhanisiyim , dedi; onun için bulunduğum
m evkii dünyaya değişm em !) Şim di h a y re t sırası bende
idi; (Peki, öyle ise, benden bu ricanızın sebebini söyler-
174 İRAN M E K T U P L A R I

m isiniz?) G ayet sakin bir sesle cevap v erdi: (Şâyet, böyle


bir m isafirhaneye m azhar olursak, b ü y ü k Ita ly an ru h an î
reislerim izden bir kaçını oraya gönderm ek im kânına m a­
lik olm uş oluruz!) Bu sefer kendisine dedim ki: (M uhte­
rem peder, şüphes’z, bu gidecek ru h an îleri tanıyorsunuz-
d ur?) Y ine ayni soğuk sesle: (H ayır efendi hazretleri, hiç
birin i tanım iyorum !) dedi. (Vay canına! dedim . Peki ta ­
nım adığınız kim selerin İra n ’a gitm elerinin sizce ne gibi
bir ehem m iyeti olabilir?) Ve ilâve e ttim : (M am afih, Cas-
b in ’in havası da çok lâtifd ir ya! İki üç din büyüğüne bu
havayı koklatm ak hakikaten güzel bir tasavvurdur! B un­
dan hem A v ru p a’ya, hem de A sya’ya büyük m en faatlar
sağlanabilir. T acidârlar da bun u n la ziyadesile alâkalana-
caklardır. Ve arkasından gelsin m ükem m el m üstem leke­
ler! Ö yle dsğilm i? H aydi haydi, ne siz, ne de sizin gibi
ruhanîler, sakın b u raların ı başkalarına kaptırm ayın! Ne-
nize gerek, hakkınızda en hayırlısı, yine bu yerlerd e sü ­
rü n ü p sefil olmak, öm rünüzün kalan yıllarını da ayni zil­
let içinde geçirm ektir!)
P a ris, 15/K asım /1713.

M E K T U P 50

R ik a ’d aıı U sbek’e

Faziletleri kendilerile öyle kaynaşm ış, öyle tabiî hale


gelm iş kim seler gördüm ki, sanki bu h asletlere hiç m alik
İ R A N M E K T U P L A R I 175

değillerm iş gibi d av raniyorlar, insana bunu his bile e ttir ­


m iyorlar!..
Bu insanlar, vazifelerini hiç gösterişsiz, adeta insiyaki
im\ş gibi y apiyorlar; haiz o ldukları n ad ir m eziyetleri an ­
latm ak şöyle dursun, h a ttâ bu m eziyetlerin fark ın d a bile
değillerm iş gibi bir h alleri v ar!....
Ah, iste benim sevdiğim insanlar, bunlardır! Benim
nazarımda faziletli olduğuna mutmain, ve hayırhâh sayı­
lan bir hareketin karşısında m ütehayyir kalanlar, asla fa­
ziletli kimseler değillerdir!..
Şayet, U lû T an rı’nın büyük liv âk atlar verdiği kim se­
lere tevazu, bir z aru ret ise, h a ttâ en büyük in sanları bile
hacalete düşürecek bir g u ru ra kapılan böceklere ne de­
meli, bilm em !?...
Heyhat! Hem en h er tarafta, hep kendinden bahseden
insanlar görüyorum . K onuşm aları tıpkı bir aynaya ben­
ziyor. Bu aynada m ütem adiyen onun m ünasebetsiz çehresi
tecessüm ediyor! B aşlarına gelm iş en ehem m iyetsiz şey­
lerden dem v u ru rla r; b unları yağlandıra ballandıra anla-
ia an lata bitirem ezler! B ütün bu izahlardan bekledik­
leri şey de, nazarınızda ehem m iyetlerini b ü y ü tü p a rttır ­
m aktır. H er şeyi onlar yapm ışlardır! H er şeyi önceden
onlar söylem işlerdir! H er şeyi tâ evvelinden onlar düşün­
m üşlerdir! O nlar b ü tü n cihana num unedirler! Bitm ez tü ­
kenmez örnektirler!...
Hey, Rabbim! Metih ve seııâ, yapana müteveccih olun­
ca ne tatsız, ne yavan ve bayağı oluyor!...
Bir kaç gün önce, bu k arak terd e bir adam , tam iki
saat bize m eziyetlerini saçıp döktü; liyâkatim dinleye
dinleye bitâp hale geldik! N ihayet hiç birim izde en küçük
bir tepki yaratm adığını görünce, ister istem ez yakam ızı
bıraktı. Şim di konuşm a sırası bize gelm işti; tabiî biz de
ııam ızı kaçırm adık, içimizi döktük. N ihayet çok dertli
görünen içimizden biri bu konuşm alardan şikâyete baş--
176 İ R A N M E K T U P L A R I

ladı: (Ne? N alıncı keseri gibi hep kendi tarafın a yontan


b u d alalard an mı? Y eter artık, yeter, illâllâh, birader!) B i­
zim yam an konferansçı bu fırsatı k açırır mı, hem en a tıl­
dı: (H akkınız var, e n doğrusu benim gibi yapm aktır. Ben
aslâ kendim i m ethetm em . Bilfarz, ham dolsun m alım m ül­
küm v a r; doğuştan asâlet sahibiyim ; elim açık, gözüm
to k tu r; h a ttâ dostlarım a kalırsa, parlak da bir zekâya sa­
hip bulunuyorum ! Amâ, b ü tü n bu n lara rağm en, ağzımı
açup b ir şey iddia ettiğim v ar mı, benim ? Şayet bâzı m e­
ziyetlerim varsa, fikrim ce yine en m akbulu tevazuum dur,
tevazuum !)
Benim sevgili Usbek, görüyorsun, ne m ütevazi adam!
D oğrusu bu m ünasebetsize gıbta ettim . O böyle y üksek­
te n atup tu ta rk en , ben kendi kendim e: (Ne m utlû o in ­
san a ki, kendi liy âkatından bahsetm iyccek k a d a r m a ğ ru r­
dur! D inleyicilerinden h azer eder; ve kendi m eziyetlerile
başkalarının g u ru ru n u ihlâl ve ifsât etm ez!)
P a ris, 20/K asım /1713.

M E K T U P 51

İ r a n ’n ın R u sy a m ü m e ssili N a rg u m ’d a n U sbek’e

P a ris

İsfah an ’dan bana yazdıklarına göre, İra n ’dan a y rıl­


m ışsın; halen de P a ris’de bulunuyorm uşsun. E ğer böyle
ise, neye sen ortada iken, h ab erlerin i başk aların d an ala­
yım ?
İ R A N M E K T U P L A R I 177

Şehinşah h azretlerin in em ir ve ferm anlarile, beş se-


nedenberidir bu m em lekette bulunuyorum ve o zam an bu
zam andır, nice önem li m üzakerelerde bulu n d u m ve b u n ­
ları neticelere bağladım ...
B ilirsin ki, hiristiy an tâc id ârlar içinde m enfaati İra n ’­
la m üşterek yegâne hüküm dar, Ç ardır; çünkü, o da b i­
zim gibi T ü rk düşm anıdır....
O nun im p aratorluğunun genişliği bizim kinden de zi­
yadedir. Zira, tâ Çin h u d u tla rın a dayanan tâbi devletleri
hesaplarsak, bu vus’atı zihninde tasarlayabilirsin!...
Çar, tebaasinin m alları ve canları üzerinde m utlak
hakim iyete sahiptir. Bu teb aan in hepsi, yalnız d ört aile
m üstesna, evet hepsi esir sü rü lerin d en ib are ttir. K endisi
ise, İsa’nın vekili, kuralların kıralı, arşı âlaya bile h ü k ­
m e m uktedir, m uhteşem b ir varlıktır!..
M oskova’nın m üthiş soğuklarına rağm en, m ühim b ir
şahsiyet gözden düşünce, onu S ibirya’ya sürgüne gönde­
rirle r; çünkü, b u ran ın h a tırı sayılır derecede eziyetli h a ­
pishane h ay atın ın onlara nim et olacağını bilirler!..
Bizim büyük Peygam berim iz, bize şarabı nasıl haram
etm işse, Ç ar da R uslara m en’e tm iştir...
R uslar, m isafirlerini İra n ’da olduğundan tam am ile
başka tarzd a ağırlarlar. B ir yabancı bir R us evine girer
girm ez, evin erkeği rtıisafirine hem en karısını takdim
e d e r; m isafir de kadını h a ra re tle öper, ve bu h a re k e t ko­
caya derin bir h ü rm e t ve nezaket ifadesidir...
H er ne k ad ar evlenm e akitnam elerinde, b ab alar kız­
larının kocaları tarafın d an kırbaçlanm am alarını şa rt ko-
şorlarsa da, Rus k ad ınlarının hak ik atte bu k ırb açlara n a ­
sıl h asret çektiklerini anlatam am !...
O nlarca, kocalarını feth e ttik le rin e en büyük burhan,
ancak onlar tarafın d an atılan k ırbaçlar olabilir. B ir ker-
re iyice k ırbaçlandılar mı, a rtık iyice sevildiklerine in a ­
nırlar! B unun aksine bir m uam eleye m aruz kalm aları, m u ­
irán Mektupları F.: 12
178 IR A N M E K T U P L A R I

cibi felâk eletri o lu r; m eyus o lu rla r; in le rle r; ken d ilerin i


dünyanın en biçare k adınları olarak görürler! Sanki d ü n ­
ya başlarına yıkılm ıştır! Niçin? Ç ünkü, dövülm üyorlar!
Ve çünkü sevilm iyorlar, işte! İhm âl edildiklerine, m e trû k
ve m ünhezim olduklarına, aslâ erk ek lerin in gönüllerinde
bir yer yapm am ış b u lu n duklarına daha büyük delile lü ­
zum y oktur, artık!..
Böyle b ir durum daki bir kadın ne bahtsızdır! B undan
dolayı o, bu halini aslâ hoş görmez, af etmez! için için y a­
nar, erir, yıkılır!..
İşte, sana elim e geçen böyle bir m ektubu gönderiyo­
ru m ; son zam anlarda böyle bir kadın tarafın d an annesi­
ne yazılm ış bulunuyor:
(Benim sevgili anneciğim,
Dünyanın en bahtsız kadınıyım, ben! Kocam tarafın­
dan sevileyim deye baş vurmadığım çare kalmadı. Lâkin,
heyhat! İşte muvaffak olamadım!...
Dün, evde belki bin çeşit işim vardı; hepsini yüz üs­
tü bıraktım ve sokağa çıktım. Hava kararıncaya kadar
eve dönmedim. Eh, dedim, akşama bir güzel dayak hak
etmiş oldum! Lâkin ne gezer! Bütün ümitler suya düştü!
Adamcağız dayak atmak şöyle dursun, ağzından kötü bir
kelim e bile çıkarmadı!..
Halbuki, kız kardeşim böylemi ya! O, tamamen ayrı
muamele görüyor! Kocası her gün kendisini ayaklarının
altında eziyor! Bir erkeğe dönüp bakmak haddinemi, te­
pelendiği gündür! Sevgi dediğin işte böyle olur! Onlar,
işte böyle sevişip, böyle kaynaşiyorlar!...
Zaten kız kardeşimin bütün şişmeleri, etrafını hâkir
görmeleri hep bu yüzden değilmi? Amâ, artık beni hâkir
ve zelil görmesine müsaade etmiyeceğim! Ben de bundan
böyle kocam tarafından sevileceğim. N eye mal olursa ol­
sun, bunu ona ispat edeceğim. Ne yapup yapup kocamı
mutlaka kudurtacağım! Onu öyle öfkelendireceğim ki, o
İ R A N M E K T U P L A R I 179

da ister istemez beni, istediğim tarzda sevecektir! Arzu­


ladığım gibi okşayacaktır! Hele bir küçük fiske ile bana
bir dokundumu, işte kızıl kiyam etler kopacak, bütün dün­
yaya ayaklandıracağım! Çağıracağım, bağıracağım ve höy-
lccc her kes işlerin yolunda gittiğini anlayacak! Ve şayet
komşulardan kurtarmağa gelenler olursa, onlann boğazına
sarılup bütün intikamımı onlardan alacağım!...
Sizden rica ederim, anneciğim, kocamla bir görüşün,
bana lâyık olduğum tarzda muamele yapmasını bir kerre
dc siz hatırlatın....
Bu kadar ağırbaşlı ve faziletli olan babam bile, böyle
davranmazdı! Şimdi iyice hatırliyorum, daha ben küçü­
cük iken, bazan öyle bir coşup taşardı ki, sana olan sev­
gisini bütün şiddetile ispat ederdi; öyle değilmi?
Seni öperim, benim biricik sevgili anneciğim.)
R uslar seyahata çıktıkları v ak it im paratorluğun h u ­
dudunu aşam azlar. Böylece, dahilî nizam lara tabi olarak,
diğer m illetlerden tam am en ay rı yaşam ağa m ecbur k al­
dıklarından, eski geleneklerini büyük bir titizlikle m u h a­
faza etm iş b u lu n u y o rlar; o derecede ki, dünyada başka
tü rlü le rin in m evcut olabileceğine a rtık inanam iyorlar!...
Lâkin, şim diki Çar da h er şeyi değiştirm ek hevesine
kapıldı; kapıldı amâ, daha ilk adım da başı ağrım aya baş­
ladı: İlk önce tebaasının sakallarını kestirm eğe k alk tı;
bu yüzden halk arasında büyük k argaşaklıklar çıktı; ru h ­
ban sınıfı da bu ayaktakım larının yanında yer aldı!
Yine bu tâcidar, b ü tü n güzel san’a tla rın gelişmesi için
oldukça gayret sarfetm ekte, cihan devletlerinin u n u ttu k ­
ları R usyayı A vrupa ve A sya ülkelerinde te k ra r tan ıtm ak
lıevesile hiç b ir fedakârlığı esirgem em ektedir.
Endişeli, ve m ütem adi m üteheyyiç hüküm dar, geniş
im paratorluğuna bağlı devletleri dolaşm akta, h er yerde
tabiî su rette sert m izacının ağır havasını bırakıp ay rıl­
m aktadır.
180 İR AN M E K T U P L A R I

Sanki, im paratorluğu, Asya k ıt’asındaki to p rak ların ın


yü k ü n ü a rtık taşiyam iyorm uş, b u n ları a rtık istem iyorm uş
gibi terk e tm e k te ; buna m ukabil A vrupa k ıt’asında k en ­
dine yeni yeni ey âletler ve k ıra llık la r aram aktadır..
Seni hü rm etle öperim , sevgili Usbek, bana kendinden
bahset, y alv arırım kardeşim ,
M oskova, 2/A ralık /1 7 1 3 .

M E K T U P : 52

R ik a k la n U sbek’e

Geçende b ir toplantıda bulunm uş, bir hayli da eğlen-


m iştim . O rada hem en h er yaştan k ad ın lar vardı. B iri sek­
senlik, diğeri altm ışlık, ve bir diğeri de k ırk lık üç k a d ın ­
la m uarefe kurdum . Bu sonuncusunun yirm i yaşında bir
de yeğeni vardı. B ir aralık garip b ir insiyakla bu genç
kıza yaklaşm ıştım . Beni görü r görmez, o da bana sokul­
du ve kulağım a eğilerek:
— Nç dersiniz, deye sordu, teyzem yaşına bakm adan
arkasından aşıkların koşm asını istiyor?
— Teyzenize bu h arek eti hiç yakıştırm am , dedim . Bu
tarz h a re k e t olsa olsa, size uygun düşebilir.
B ir m üddet sonra teyzesinin yanında bulunuyordum ;
o da bana:
— Rica ederim , dedi, şu kadın hakkında ne d ü şü n ü r­
sünüz, bilm em amâ, en azından altm ışında var. Böyle iken,
İ R A N M E K T U P L A R I 181

bu gün aynanın karşısında, tam b ir sa attan fazla süslen­


di, püslendi durdu!
— Geçen zam ana yazık olmuş, dedim . B unu yapm ası
için sizdeki cazibelere sahip olm ası lâzımdı!
B u zavallı altm ışlık kadını da ziyaret e ttim ; beni gö­
rü r görmez hem en d ertlerin i döktü:
— Acaba, dünyada bu kadından da gülüncü bulunur-
mu? En azından seksenlik olduğunu görüyorsunuz. Amâ,
o bu yaşın, kan kırm ızısı kordela bağlam asına hiç de m ani
olm adığına kanidir! Hep gençlik özentisi içinde, halbuki
bu gidişle gençlik m erhalesini de çok geri de b ırakıp ço­
cukluk yılların a basacak!
Ah, Rabbim! Niçin yalınız başkalarının gülünçlükle­
rini görebiliyoruz? deye hayıflandım . Sonra da, belki de
bu bir saadettir, başkalarının zaaflarında kendim ize bir
teselli arayup buluyoruz, deye m ülâhazada bulundum . M a­
m afih, daha eğlenm ek arzusundaydım . K endi kendim e:
(E h, iyice tepelere çıktık; şim di de a şa ğ ıla ra inm eye b a ş­
layalım ve en tepedeki seksenliğe yaklaşayım !) dedim .
— M adam , biraz evvel konuştuğum o hanım a o d ere­
ce çok benziyorsunuz ki, görenler sizleri iki hem şire sa­
n ırlar. Sonra yaşça da öyle, zannetm em ki, biribirinizden
fark lı olasınız?
Bu sualim e çok m em nun b ir çehre ile:
— Ya, öylem i? dedi. M am afih, haklısınız beyefendi,
ikim izden biri ölecek olsa, diğerim iz akibetinden endişe­
ye düşm elidir. Zira, aram ızda ^iki gün yaş fark ı olduğuna
kani değilim .
Bu ih tiy ar ve derm ansız kadınla işimi bitirince, a lt­
m ışlık kadına yaklaştım
— G iriştiğim b ir bahis h ak kında reyinizi alm ağa gel­
dim m adam , dedim , (kırk yaşındaki kadını işaret ederek)
Ben o hanım efendi ile sizin ayni yaşta olacağınıza em in
olduğum a d air bahse giriştim .
182 IR AN M E K T U P L A R I

— A ram ızda a ltı ay fark olabileceğini zannetm edi­


ğim e em in olun!
Ne güzel netice! M am afih sırayı tak ip te devam edi­
yorum . Şim di de k ırk yaşındaki hanım ın yanm a geldim :
— M uhterem m adam , lütfen söylerm isiniz, şu m asa­
daki genç kıza niçin yeğenim diyorsunuz? A caba herkesi
bu söze güldürm ek için mi? Ç ünkü, siz de onun kadar
gençsiniz. H attâ, onun yüzünde bazı k ırışıklıklar olduğu
halde, sizinkinde bundan eser yok. Ya, teninizin p a rla k ­
lığı, penbeliği ve cazibesi!..
— Ah! Beyefendi, rica ederim durun, o k a d a r acele
etm eyin! Gerçi ben onun teyzesiyim ; lâkin annesi en az
benden yirm i beş yaş daha büyük idi. A nnelerim iz de
ayrı idi. S onradan bana anlatıldığına göre, m erhum e ab la­
m ın kızı ve ben ayni sene içinde doğmuşuz.
— Ben de öyle olacak, diyordum . Şu hay retim d e de
aldanm am ışım .
Hey sevgili Usbek, cazibelerini fazlasile k a y b e ttik le ri­
ni hisseden kadınlar, gençliğe dönm eğe çabaliyorlar. Öyle
ise! H içte haksız değiller! Niçin başkalarını aldatm ağa
çare aram asınlar? H akikatte, onlar b ü tü n g ay retlerin i asıl
kendi kendilerini aldatm ağa, b ü tü n bu keder verici ü z ü n ­
tü lerd en sıyrılm ağa hasred erler...
P a ris. 3/A ralık /1 7 1 3 .

M E K T U P 53

Z elis’te n U sb ek ’e

P a ris

D ünyada hiç bir aşk, beyaz h arem ağası C osru’nun


esirem Zelide’ye beslediği ih tira sta n daha çılgın olamaz!
İ R A N M E K T U P L A R I 183

Ö yle bir dehşetle yaniyor ve şiddetle evlenm ek istiyor ki,


reddetm ek ne m üm kün; kızın annesi m em nun; h attâ, bu
sâhte izdivaca, ona uzatılan bu ham hayâle esirem Zelide
bile razı ve serm est olduktan sonra, b an a da ne deye üzün­
tü sü kalsın?
Yalnız m erak ettiğim hususlar v a r: zavallı esirem ,
aşırı bir kıskançlıktan başka hiç b ir kocalık tarafın a nail
olam iyacak bu biçareden ne bekliyor, acaba? B ahtsız adam ,
b ü tü n sükûn ve serin kanlılığından, aşkın ta tlı raşelerile
sıyrılıp k u rtu lsa bile yesin sonsuz denizine y u v arlan m ak ­
tan başka ne yapabilecek! G eçm işteki bedenî k u d ret ve
kabiliyetini h er hatırlayışında, yaşadığı anın aczini acı
acı idrâk edip helâk olacaktır! D aim a kendini aşka v e r­
m eye hazır hissedecek; fak at aslâ verem iyecek, kendini
aldatacak, Zelide’yi aldatacak; ve h er defasında nevm idî-
nin ve hezim etinin terin i derin b ir hicapla ona sildirüp
k u ru tacak tır!...
H eyhât! Hep Böyle; daim a tah ay y ü lât ve tasa v v u rat
içinde öm ür sürecek! Ve daim a hayâl k urm ak için yaşa­
yacak! H er zam an zevklerin etrafın d a dolaşılacak ve fa­
k at aslâ ondan tadılm iyacak! B ir biçarenin kolları arasında
sık ın tılar içinde kıvranm ak, m eflûç ve zebun kalm ak, h ey ­
hât! Aşk nağm eleri, ih tırâs heyecanları yerine, erkeğin
şikâyetlerini, teessüflerini dinlem ek ne acı olacak, Rab-
bim! D üşün bir kerre, b ü tü n aşk ve gay reti sevgilisini m u­
hafazaya m ünhasır olup, aslâ ona m alikiyeti olm ayan bir
koca ne acınacak durum dadır!
Ah! Usbek, ben de aşkı ariyorum ve onu y ak ın larım ­
da bulam iyorum . Ben şim di seninle serbestçe konuşuyo­
ru m ; zira, sen benim açık yürekliliğim i daim a sevmiş bir
insansın. Sen benim serbest davranışım ı ve aşka olan has­
sasiyetim i, rakibelerim in yapm acık hicap çekingenlikleri­
ne daim a tercih etm işsindir.
184 İ R A N M E K T U P L A R I

Onun için seninle açıkça konuşacağım; harem ağala­


rının kadınlardan bir nevi şehevî haz duyduklarını, lâkin
bu hazzm bizim için meçhul olduğunu, bin Karre senden
dinlemiştim. Derdim ki: Tabiat bu suretle onlarda mevcut
eksikleri telâfi ediyor; tabiat ananın haiz olduğu geniş
kaynaklar böylece, bir kısım beşer nev’inde m evcut nok­
sanlık ve zaafları tamamlamış, zararı tâmir etmiş oluyor.
Bunun gibi, bir insan, erkeklik vasfını kaybedebilir, lâkin
o insanın hassasiyeti devam eder. Bu ahvalde ise, üçüncü
bir his sayesinde zevklerde bir tebeddül meydana gelir!»
Eğer bu söylediklerin doğru idi ise, bu takdirde Zeli-
de’nin, halinden o derece şikâyetçi olmaması icabeder. Bu
izdivaç onun için, nisbeten bahtsız insanlarla yaşamaktan
ibaret bir hayat tarzı olacaktır, o kadar!....
Bu husustaki emirlerini bildir. Ayrıca bu izdivacın,
sarayda olmasını isetüp istemediğini de yaz. Allâh’a is-
marladık.
İ s f a h a n sa ra y ı, 5 /A ralık /1 7 1 3 .

M E K T U P : 55

R ik a ’d a n İb b e n ’e
İzm ir

Avrupa milletlerinde izdivacın ilk çeyrek saatında


bütün müşkülât ortada kalkar! Zifaf, gelinlerin erkekle­
rine duydukları derin ihtirasın da ispat tarihini teşkil eder.
Burada kadınlar, bazan aylarca inatlarında İsrar eden bi­
zim tranlı kadınlarımız gibi davranmazlar. Zaten bunla­
İ R A N M E K T U P L A R I 185

rın bu in at ve İsrara ih tiy açları da y oktur. B iraz yüz k ı­


zartıcıdır, am â, bu nazeninlerin su k u t ta rih le ri hem en
um um iyetle m alûm bir şeydir ve yıldızların esrarın a dal­
m aya hacet kalm adan bebeklerinin doğ.uş sa atları önceden
haber verilebilir!
B unların arasında öyle b e tb a h t erkekler v a rd ır ki,
kendilerini teselliye im kân y o k tu r; b u n lar kıskanç koca­
lardır! B ir kısm ı da v a rd ır ki, b u n lard an h er kes adeta
tik sin ir; b u n lar da kıskanç kocalardır! Y ine bazı erk e k ­
ler v a rd ır ki, b ü tü n diğer erk ek ler b u n ları istih k ar eder;
keza b u n lar da kıskanç kocalardır!
Gel gelelim , dünyada kıskanç kocaların en azı da
F ra n sa ’dadır! Buna da sebep, b u rad ak i kocaların, k ad ın ­
ların a fazla itim at d uym aları değildir. B il’âkis k a rıları
hak kında en kötü duygu besliyen yine o n lard ır ve sebep
doğrudan doğruya bu duygudan gelm ektedir! A sya’lıların
alm ış oldukları b ü tü n m âkul te d b irle r; k ad ın ları örten
tüller, m uhafaza eden d ört dıvarlar, h arem ağ alarm ın b a ­
siretleri, hepsi hepsi, bu rad ak i erk ek lerin nazarında b ü ­
tün bu çare ve ted b irle r k ad ın ları uslandırıp a k ıllan d ıra­
cağına, onları bezdirüp uyuşturacağına, cinsiyetlerinin ka-
barup kam çilanm asm a, hile ve dolaplara baş v u rm a ların a
sebebiyet verir! B undan dolayı b u ra erk ek leri kad ın ların ı
m üdafaa ed erler ve onları haklı b u lu rla r; ih an etlerin i k a ­
derin önüne geçilmez b ir şeam eti sayarlar.
K arısına yalınız kendisinin m alik olm asını isteyen b ir
erkeğe burada, topluluğun ahenk ve h u zu ru n u n bozgun­
cusu nazarile b ak ılır; güneşin p a rıltıla rın ı yalınız kendine
hasredip diğer b ü tü n insaniyeti ondan m ahrum etm eye
kalkan duygusuz bir kim seym iş gibi h a k ir görülür!
B ura insanlarının gözünde, karısını seven b ir koca,
başka k a d ın lara kendini sevdirebilecek m eziyetlerden
m ahrum , k an u n u n kendisinde olm asını istediği cazibe ve
liy ak atlara m alik olm adığından, bu boşluğu k apatm ağa
186 İR A N M E K T U P L A R I

g ay ret eden b ir biçaredir! K endi m en faatların ı b ü tü n bir


cem iyetin z ararın a tem ine k alk an hotkâm bir v arlkıtır!
K endisine ancak m uayyen vecibelerin taah h ü d ü m ukabi­
linde teslim edilm iş bulunan bir varlığa b ü sbütün tem el­
lüke kiyam etm iş bir hay d u ttu r! Bu suretle de iki ayrı cin­
sin m üreffeh ve m es’u t olm ası için akdedilm iş zım nî bir
m ukaveleyi derin su rette ihlâl ve tah rib e azm etm iş bir
zorbadır!
Asya k ıt’asında güzel bir kadının kocası olm a unvanı
nasıl h er keşten bin ihtim am la gizlenm ek istenirse, b u ­
rad a tersine, her kes bu unvanı büyük bir şan ve şeref
tim sâli gibi serbestçe ve ihtim am la taşım aktadır! Bu sa­
hadaki zıddiyet her ta ra fta görülm ektedir. Meselâ, k a rı­
sının sadakatsızlığından m uztarip bir adam um um iyetle
kınanm am akta, b il’akis akıl ve tedbirdeki başarısına bir
b urhanm ış gibi övülüp gıpta edilm ektedir! A ncak, pek is­
tisnaî bazı hallerde, şeref ve itibarının rencide edilm iş ol­
duğu kabul edilebilm ektedir.
Bu hal F ra n sa ’da faziletli kad ın ların kıtlığından do­
layı değildir. H attâ, onların m üm taz sim alara m alik pek
çok kadına m âlik oldukları da söylenebilir. R ehperim b a ­
n a bu hususu daim a ispat etm iştir. Lâkin, bu k ad ın lar h ey ­
hat, o derece çirkin m ah lu k lard ı ki, b u n ları görünce fa ­
zilet denilen liy âk attan n efret etm em ek için de insanın
m uhakkak bir aziz olm ası lâzımdı!
Bü m em leketin adetleri hakkında b ü tü n bu söyledik­
lerim den sonra, a rtık sen F ran sızların sadakat davasına
hiç aldırıp kızm adıklarını kolayca düşünebilirsin! O nların
kanaatınca, b ir kadının önünde ebedî aşkından, sonsuz
sadakatından dem v urm ak ve b u n ların solm iyacağı h a k ­
kında yem inler etm ek k ad ar gülünç bir şey olamaz! Z ira
b ir kadına karşı, onu daim a seveceğini söyleyen b ir erkek,
İ R A N M E K T U P L A R I 187

o kadının da daim a ayni tazelik ve güzelliği m uhafaza ede­


ceğini ondan üm it ediyor dem ektir. B inaenaleyh, bu kadın
üm it edilen vasıflarını kay b ettiğ i gün, erkek de kendi ta ­
a h h ü tlerin d en sıyrılm ış olacaktır!..
P a ris. 7/O cak/1714.

M E K T U P 56

Usbek’tcn İbben’e
İzmir

F ra n sa ’da k u m ar çok oynaniyor. K um arbazlık adeta


bir m eslek! Sanki asaletin, huzurun, iffe t ve istikam etin
işareti sayıliyor. Bu unvanı taşiyanlar, kim likleri hiç ara ş­
tırılm adan, nam uslu insanların saflarına sokuluyorlar; bu
sebeple de âkibet ekseriya h ü sran la bitiy o r; b itiyor am â,
ibret alındığı da hiç yokf
Bilhassa, k ad ın lar kum ara pek m üptelâ!. B unların,
gençliklerinde zebûn oldukları başka bir iptilâyı tah fif
için kendilerini oyuna verd ik leri bir h ak ik at ise de, hey-
hât, ih tiyarladıkça ku m ara hakikî bir iptilâ halinde sa rıl­
m akta ve h a ttâ zam anla bu ih tira sla rı diğerlerinin boşlu­
ğunu doldurm aktadır!...
188 İ R A N M E K T U P L A R I

B u kum arbaz k ad ın ların b ü tü n dertleri, kocalarını


soyup soğana çevirm ektir! Ye bunda m uvaffak olm ak için
de, b u lu n d u k la rı h e r yaşta, en taze gençlik çağlarından,
en derm ansız ih tiy arlık la rın a kadar, tü rlü çarelere baş
v u ru rla r: giyim kuşam bahanesile parayı çekm eye b a şla r­
lar, süs püs ve şuhluk m asraflarile tah silatı a rttırırla r ve
nih ay et k u m arla felâketi ikm âl ederler!...
E kseriya, bir m asanın etrafım dokuz on kadın çevir­
m iş görürüm . O nları, b ü tü n üm itleri, endişeleri, sevinçle­
ri ve bilhassa öfkelerde seyrederim , ah!...
Sen de görsen, dersin ki, b u n lar öfkelerini yenecek
v akti b u lam am ışlardır; h a ttâ nevm idîlerine göm ülm eye
dahi vakit bulam adan tebâh olup gideceklerdir, bu zaval­
lılar!.. Y a b u n lara durm adan p a ra yetiştiren erkeklere da­
h a çok şaşardın; h e r halde bu n lar, ya kendilerine ikra-
z a tta b u lu n an b ankerleri, y a h u ttâ b ü y ü k b ir üm idin a r ­
dından giden m irasçılarıdır, derdin!
Öyle sanılır ki, bizim aziz Peygamberimiz m üfekki­
remizi bulandırup karıştıran ne varsa, hepsini bize haram
kılmıştır. Şarabı m en’e tti; çünkü, şarap, m üfekkirem izi
b ü sb ü tü n dağıtup felce u ğratm aktadır! Y ine m ânası vazıh
b ir hâdisle k u m arı m en ’etm iştir. İh tira sla rın esbabını yok
etm eye im kân görem ediği zam anlarda ise, b u ih tira sla rı
tah fif etm enin çarelerini gösterm iştir...
A ram ızdaki aşk iptilâsm a gelince, b u ip tilâ m üfek­
kirem izi ne k a rıştırır, ne de b u landırır. Ö fkeye de hiç y e r
verm ez. Bu öyle bir ih tıra sd ır ki, ona m ü p telâ o lanları za-
iflatup in ce ltir; lâkin ru h u m u zu h u zu r ve sükûn içinde
bırakır. K adınların m ebzuliyeti ise, bizi onların ta h a k k ü ­
m ünden k o ru r; arzularım ızın şiddetini azaltıp hafifletir.
Paris, 10/Şubat/i714.
İ R A N M E K T U P L A R I 189

M E K T U P : 57

Usbek’ten Rhedi’ye
Venedik

B urada sefih ve ho v ard alar sayısız fahişeler besliyor­


la r; zâhitler de sayısız rah ip leri him ayelerine alm ış b u lu ­
nu y o rlar. Bu rah ip lerin üç em eli v a r: itaat, fu k aralık ve
iffet. Söylenenlere bakılırsa, içlerinde en ziyade ria y e t
edileni, birincisi imiş. İkinciye gelince, sana h ab er vereyim
ki, bu adam lar hiç de fak ir kim seler d eğillerdir; üçüncü-
sünün m evcudiyetini de senin ferasetin e bırakiyorum .
Lâkin, bu rah ip ler ne k ad ar zengin olsalar da, fu k a ra ­
lık vasfını aslâ te rk e tm e z le r; h attâ, bizim fâtih su ltan la­
rım ız, o m uhteşem ve sem avî sıfatların d an vazgeçerler de,
onlar yine bu işi y apam azlar; çünkü, bu fukaralık vasfı,
onların hakikaten fukara düşmelerine mâni olmaktadır!
Geçen gün, rah ip lere ait b ir m enastırda bulu n u y o r­
dum.. A ralarında, ak saçlarile saygı çeken b iri beni b ü ­
yük b ir edep ve nezaketle kabul etti. B ütün m a n a stın
gezdirdi. B ir aralık bahçeye de çıkm ıştık; orada, bir kö­
şeye çekilerek sohbete daldık. (Aziz peder, dedim ,
ru h b an cem aatında görm ekte olduğunuz vazifeyi m erak
ediyorum ?) M uhatabım bu sualim den son derece m ahzuz
olm uş gibi idi. (Benim cem aat içindeki vazifem , â k a it
alim liğidir.) dedi. (Â kait alim im i dediniz? L âkin F ra n sa ’­
ya geldiğim den beri böyle bir hizm etten bana bahseden
olm adı!) H ayretim karşısında yaşlı rah ip : (Ne söylüyor­
190 İ R A N M E K T U P L A R I

sunuz!?) deye h ay k ırm ak tan kendini alam adı. Sonra da


(D em ek siz, akait alim inin gördüğü hizm eti bilm iyor su­
nuz, öyle mi! Pekâla, ben size bunu izah edeyim , dinle­
yin! V ereceğim tafsilât b ü tü n tered d ü tlerin izi silecektir.
İki tü rlü günah vardıç: M ühlik olanlar, ki b unları işle­
yen ler .m utlaka cennetten koğulurlar. İkinci nevi günah­
lar ise, küçük g ü n ah lard ır; b u n ları işleyenler, aslında Ulû
T a n rı’yı ta h k ir ve tezyif etm işlerdir, Lâkin, bu günahlar,
onları u h rev î saadetten m ahrum ettirecek k ad ar Ulû Tan-
r ı’yı gazaba getirm em iştir. İşte dostum , bizim san’atım ız
bu iki nevi günahı yekdiğerinden tefrik etm ektir. D üşü­
n ü n bir kerre, b ü tü n h iristiy an la r - haylazlar ve serseriler
hariç hepsi cennete kavuşm ak isterler. Ancak, yine he­
m en hepsi de bu nim ete m üm kün olduğu k ad ar kolay ve
ucuz erm ek isterler. O nun için, m ühlik günahlar iyice
öğrenilince, b u n ları işlem em eğe çalışırlar; ve böylece de
hizm etim izin büyük ehem m iyeti kendiliğinden ortiaya
çıkm ış olur. M am afih, öyle insanlar v a rd ır ki, işin o de­
rece yükseğine bakm azlar; fazla ih tira sla rı olm adığı için,
öyle cennetin birinci m evkiinde yer idinm enin peşinde
koşm azlar. O nlar için istikam etleri cennete m üteveccih
olm ak ve sonunda oraya girm ek kâfidir. Zaten, onlar bu
yüzden dünyada ne fazlasını, ne de eksiğini yapm ışlardır.
Bu gibiler, Cenabı A llâh’ın h a y ra n d ırla r ve ona dönüp
şöyle niyaz e d erler; (Tanrım , ben vazifelerim i büyük bir
titizlikle yaptım . Onun için vaddettiğin n im etleri benden
esirgeyem ezsin! İstediğin kadarını yaptım , bunu aşm a­
dım. B inaenaleyh, ben de senden vadetm ediğini istem i­
yorum !.
G örüyorsunuz ki, m uhterem dostum , bizim varlığ ı­
mız in sa n la r için z aru rîd ir... Hepsi bu kad ar da değil;
bakın, başka şeyler de var; Suçu doğuran şey fiil değildir.
Cürmü husule getiren, kötü niyettir; kasittir. Yani, o fi­
ili işleyenin, işlediği fiilin kötü olduğunu bilmesidir. Yok­
İ R A N M E K T U P L A R I 191

sa, bir fenalık yapan kimse, şayet işlediği fiilin fena olma­
dığına samimî olarak inanabilmiş ise, bu kimsenin vicdanı
pâk kalmış, kirlenmemiş demektir. Bu, su demektir ki,
hakikat önünde bu kimse suçlu değildir ’.
Sonra, iki m ânaya alınabilen, karan lık ve şüpheli fi­
iller de v a rd ır; bir âk ait âlim i bu fiillere isterse, bir ha-
yırh âh lık m ertebesi tahsis edebilir; bu d av ranışların iyi
am eller vasfında olduklarını söyleyebilir. H albuki, ne bu
hayırhâhlık, ne de bu iyi vasıflar bu fiillerde m evcut de­
ğildir. Ancak, bu yüksek ru h an îlerin itm inan getirm ek is­
tedikleri tek husus, bu fiillerde her hangi gizli b ir ihane­
tin, b ir kin ve intikam ın işe karışm am ış olm asıdır.
Ben size burada beni ihtiy arlatm ış olan bir m esleğin
sırlarını açiyor, ve size bu m esleğin en ince ta ra fla rın ı
gösetriyorum . B urada h er kese, h a ttâ en az kabiliyet ve
istidat gösterenlere bile derin bir h ü n e r ve çok ölçülü b ir
m arifetle yanaşm ak zaru reti vardır.)
(Aziz peder, dedim, izahlarınız cidden çok faydalı ve
güzel, lâkin Ulû T anrı ile nasıl uzlaşabiliyorsunuz, onu
m erak ediyorum ? Şayet büyük bir h ü k ü m d arın sarayında
sizin gibi bir kim se bulunsa, ve sizin Ulû T a n rı’ya karşı
yaptıkların ızı o da hüküm dara yapsa, em ir ve ferm an ları
arasına fark lar koyup hangisinin dinlenip, hangisinin de
dinlenem iyeceğini vâzetse, bu adam ı hem en oracıkta k a ­
zıklam azlar m iydi?) m uhatabım ı hü rm etle selâm ladım ve
sualim in cevabını beklem eden yanından uzaklaştım !...
P a ris, 25/M art/1714.

( l) — «Evvelce d e m iştik ki, su ç la rın a ğ ırlığ ın ın h a k ik î ölçüsü,


ce m iy e te o la n z a r a r la r ın ın b ü y ü k lü ğ ü ve ağ ırlığ ı n isb e -
tin d e d ir. Bu, o n ev i h a k ik a tla r d a n d ır ki, en az d ik k a tli
z ih in le re ve en v a s â t z e k â la ra ç a rp a c a k d ere ced e bedih'i
o lm a sın a ra ğ m e n , a h v a lin ve h â d is a tın g a rip g iriftliğ i y ü ­
zü n d e n , h e m e n b ü tü n a s ırla r b o y u n c a ve b ü tü n d iy a r ­
la r d a sa d ec e b ir k ısım m ü te fe k k irle r ta r a f ı n d a n d o ğ ru
192 İ R A N M E K T U P L A R I

o la ra k m ü ş a h e d e ed ileb ilm iştir.


İ s te r k ö r b ir sa flığ ın , is te r d u y g u d a n g elm ey e n i n t i ­
h a la r ın te s irle o lsun, is tib d a d ın zo rile g e n işle y e n f ik ir ­
le r ve z u lm ü n şid d e tile k a b a r a n ih tir a s la r , ilk İn s a n la r ın
fa z ile tli felsefey i te s is e d e n ta b iî fik ir e s a s la rın ın aç ık
v e sa d e m â n a s ın ı b o ğ u p sild ile r!...

............................. B azı a h lâ k ç ıla r, c ü rm ü n h a f if v ey a a ğ ır


o lm a sı k e y fiy e tin in fa ilin ciirü m k a s tın a göre tâ y in e d i­
le b ile c e ğ in i ile ri sü rü y o rla r.
H a lb u k i, b iz za t c ü rü m h a s tı d a h i, e ş y a d a n ve r u h u n
d a h a evvel k a r a r la ş tır d ığ ı ta s a v v u r la r d a n h â s ıl o la n
a h v a lin d o ğ u rd u ğ u in tih a la r ın ş id d e tin e b a ğ ü d ır. İk i şey
k i, ik i in s a n iç in ta m a m e n b a ş k a b ir k ıy m e ti h a iz d ir.
H a ttâ , a y n i şey, e fk â rın , a h v a lin ve ih tir â s la r ın m ü te ­
m a d i ve s e rî d e ğ işik lik le ri dolayısile a y n ı ş a h ıs ta d a d â -
im â a y n i d eğ e r ve e h e m m iy e tte d eğ ild ir. B in a e n a le y h ,
h e r v a ta n d a ş iç in a y rı b ir ceza k a n u n u y a p m a k k â f i o l-
m a y u p , a y rıc a h e r su ç iç in de b a ş k a b ir k a n u n y a p m a k
z a r u r e ti d o ğ m a k ta d ır.
E k se riy a e n iy i b ir k a s itla ce m iy e te e n b ü y ü k b ir
k ö tü lü k y a p ılır; ve b a z a n d a ce m iy e te z a r a r v e rm e k iç in
e n k ö tü b ir k a s ıtla h a r e k e t ed ild iğ i h a ld e o n a esa slı h iz ­
m e tle rd e b u lu n u lm u ş olur.
D iğ er b ir k ısım h u k u k ş in a s la r, su ç u n a ğ ırlığ ı ö lç ü ­
s ü n ü n , c e m iy e te o la n f e n a lığ ın ın şid d e tin e g ö re h e s a p ­
la n a c a ğ ı yerd e, b u n d a n z a r a r g ö re n k im s e n in m ü m ta z i-
y e tin e g ö re tâ y in lâ zım g eld iğ in i ile ri sü rm e k te d irle r. Ş a ­
y e t b u te z d o ğ ru olsaydı, b u ta k d ir d e b ü tü n v a r lık la r y a ­
r a t a n U lû T a n r ı’y a k a r ş ı e n k ü ç ü k b ir saygısızlığ ın , b ir
h ü k ü m d a rı ö ld ü re n k im s e n in göreceği c e z a d a n d a h a ş id ­
d e tli b ir cezay a ç a rp tır ılm a s ı lâ z ım gelirdi. Z ira, İlâ h î
u lv iy e tin fa ik iy e ti h e r ik i suç a r a s ın d a k i f a rk ı m u tlâ k s u ­
r e tt e k a p a tır

İ n s a n la r ın k e n d i a r a la r ın d a k i m ü n a s e b e tle ri m ü s a ­
v a t e s a s ın a d a y a n m a k ta d ır. İ n s a n la r ın şa h s î m e n f a a tla r ı
a r a s ın d a k i z id d iy et ve b u m e n f a a tla r ın k a rş ıla ş ıp ç a r p ış ­
m a la r ın ı b e r ta r a f e tm e k z a ru re ti, in s a n a d â le tin in te -
İ R A N M E K T U P L A R I 193

m e li o la n iç tim a i fa y d a , f ik rin i d o ğ u rm u ştu r. H alb u k i,


in s a n ın A lla h ’la o la n m ü n a s e b e ti ise, h e r şeyi y a r a ta n
ve b u itib a r la h iç b ir m a h z u r u o lm a d a n , a y n ı z a m a n d a
h e m k a n u n vazıı, h e m de h â k im lik ed e b ilm ek s a lâ h iy e ­
tin i h â iz o la n e n m ü k e m m e l ve m u h te ş e m b ir v a rlık
o la n U lû T a n r ı’y a tâ b ilik e s a s ın a d a y a n m a k ta d ır.
Ş ay et, C e n â b ı H ak , k e n d i irâ d e s in e k a r ş ı g elen le re
eb ed î ce z a la r k o y m u ş b u lu n u y o rsa , h â z ve elem d u y g u ­
la r ın d a n h iç b ir in tib a a tâ b i o lm a y a n , k e n d is in d e n s â -
d ir e f’a lin d e n h iç b ir m e s’u liy e t d o ğ m a y a n , h e r şeye k a ­
d ir y e g â n e k u d r e t o la n U lû T a n r ı’n ın ira d e ey lem iş o l­
d u ğ u b u cezayı h a n g i m â h ir v a rlık tâ y in e d e b ile ce k tir?
İşle n e c e k g ü n a h ın b ü y ü k lü ğ ü k a lb d e k i gizil k ö tü lü k d u y ­
g u s u n a b ağ lı o ld u ğ u n d a n , h iç b ir İn sa n o ğ lu b u n u a n l a ­
y am az ; m e ğ er k i T a n rı, b u n u o in s a n a ilh a m ey lem iş
ola!
O h ald e, cezayı tâ y in ed e ce k u s û l ve esas n a s ıl b u ­
lu n a b ile c e k tir.
B u ta k d ird e , çok d e fa A llâ h a ffe d e rk e n k u l c e za­
la n d ıra c a k , v ey a A llâ h c e z a la n d ırırk e n , k u l a ffe d e c e k tir!
İ s te r b irin c i şık, is te r ik in c i şık m ü lâ h a z a o lu n su n ,
h e r ik i h â ld e de, u l û T a n r ı’n m irâ d e s in e k a r ş ı g elin m iş
o lacak tır!»

B e cc aria , S u ç la r ve C ezalar, fasıl: X X IV


(S u ç la rın a ğ ırlığ ı ölçü sü )

¿ran M ektupları F.: 13


194 İR A N M E K T U P L A R I

M E K T U P 58

R ik a ’d a n R h e d i’ye

V en ed ik

Dinle, benim sevgili R hedi’im, P a ris’de bilsen ne çok


m eslek var! B ir parçacık para ver, sana hem en altın imâl
etm enin sırrın ı söyleyecek birini bulursun. Biraz daha
cöm ert davranırsan, seni m elekler ve perilerle saadete e r­
direcek başka birisi gelir; buna m ukabil senden istediği
b ü tü n şa rt: otuz yaşm a basm ış olm an ve bu yaşa kadar
k ad ın larla görüşm em iş bulunm andan ibarettir!..
D ahası var, yaşayacağınız öm rün b ü tü n teferru atın ı
size bir bir anlatacak ne yam an falcılar bulursunuz; b u n la ­
rın da bir şa rtla rı v a rd ır: hizm etkârlarınızla önceden bir
çeyrek saat konuşm ak! Öyle m arifetli k ad ın lara ra s tla r­
sınız ki, tıpkı her sabah yeniden açan taze çiçekler gibi,
onlar da bekâretlerin in kem erile her gün yeniden k uşa­
n ırla r ve zifâfa öyle girerler!... Ö yleleri de v ard ır ki, san’-
a tların ın m eharetile, zam anın çehrelerinde açtığı derin
h arab iy eti öyle bir k udretle düzeltirler, artık yıkılıp çök­
m eye başlayan o yüzde öyle bedialar y a ra tırla r ki, h a ttâ
yaşlılığının zirvesinde bulunan bir ihtiyardan, en lâtif ve
en h a ra re tli ve taze bir gençlik yaratabilirler!..
İşte b ü tü n bu insanlar, b ü tü n bu m ucize yaratıcıları,
hepsi hepsi bu ih tırâ sla r kaynağı parlak şehirde >yaşiyor-
lar; h ay attâ yaşam ak sevdasile çırpınıyorlar!...
İ KAN M E K T U P L A R I 195

D oğrusunu istersen, sakinlerinin gelirleri yaşam a gü­


cüne hiçte kâfi derecede değildir; bu im kân, zekâ, san’at
vs m arifetlerle ancak elde edilebiliyor; her kesin elinden
kendine göre bir h ü n er geliyor; bu h üneri gösterüp inki­
şaf ettireb ilm ek için de hiç bir gay ret esirgenm iyor..
Bazı m abetlerin gelirlerini takip ve tahsille görevli
kanun adam larının sayısını ne sen sor, ne ben söyleye­
yim ; b unların ille sayısını bilm eye kalkacak kim se, deni­
zin kum larını ve sultanlarım ızın esirlerini saysın, daha
akıllıcasım yapm ış olur!..
Ya dil, san’at ve diğer ilim leri öğretm eye kalkışan
sayısız insanlara ne demeli! Bunlar aslında bilmediklerini
öğretiyorlar; ve bu da tabiî çok makbule geçiyor! Mama­
fih, bunda da haklıdırlar; çünkü, bilinen bir şeyi öğret­
m ek için zekâya pek az ihtiyaç olduğu halde, bilinm eyen
b ir seyi öğretmek için sonsuz bir zekâya lüzum vardır!...
B urada, ancak anî ölmek m üm kündür. Başka tü lü bir
ölüm, bu belde için gayri m üm k ü n d ü r; zira, ölüm buna
m uktedir değildir! Çünkü, hem en h er köşede, tasavvur
edilebilecek b ü tü n h astalık lara karşı tesiri m uhakkak de-
vâlara sahip insanlar vardır!...
B ütün dükkânlar, sanki m üşterileri iple içeri çeker­
ler!. Bazan, b ü tü n bu gayret hiç denilebilecek bir alış ve­
riş içindir. B ir genç tüccarın bir diş k ü rd an ı için, bir
m üşteriye tam bir saat yüz suyu döküp m alını göklere
çıkardığı vakidir!
Bu şehre girerken, gösterdiği tedbirden daha fazla­
sını gösterm eden çıkan kim se bulunm az, insan b ü tü n gay-
ıe tile başkalarının m enfaatına kendini verm ekle, kendi
hayrını da m uhafazayı öğreniyor. Zaten, bu çekici şeh ir­
de, yabancıların yegâne m enfaatları da bundan ib arettir.
P a ris, 10/N isan/1714.
196 İ R A N M E K T U P L A R I

M E K T U P : 59

R ik a ’d a n U sbek’e

G eçen gün, h er çeşitten in sanların toplandığı bir k u ­


lü p te bulunuyordum . G ençleşm ek hevesile günün tâ sa­
b ah ından öğleye kad ar süslenen ih tiy a r k ad ın ların ara-
sındaydım . H a ra re tli b ir konuşm aya dalm ışlardı. A rala­
rın d a n b irisi; (İtira f etm eliki, diyordu, bu günün e rk e k ­
leri gençliğim izde gördüğüm üz erk ek lerd en çok fark lılar.
E skiler öyle terbiyeli, öyle kibâr, öyle sıcak ve zarif in ­
sanlardı ki, ta rif dahi edemem! Ah, lâk in şim dikiler öy­
lem i ya? Ben doğrusu, şim dikileri tah am m ü l edilm ez de­
recede kaba ve küstah buluyorum !) M afsal h astalığın­
dan m uztarip görünen bir bey, kadıncağıza cevap v erdi:
(Evet, haklısınız, zam an tam am en değişti. K ırk sene ön­
cesi h ak ikaten nasıl da başka idi! B ir k erre h erkes sağ­
lam ve sihhatli idi; durm adan gezilir, tozulurdu; neş’eden
h e r kes kırılırdı, adeta; gülm ekten, oynam aktan başka
bir şey düşünülm ezdi. Bu gün ise, b ü tü n yüzleri keder
k aplam ış; öldüresiye bir so m urtkanlıktır, gidiyor!)
Çok geçm em işti ki, konuşm anın m evzuu, siyasete in ­
tikal etm işti. İh tiy a r bir bey: (Vay canına! dedi. D evle­
tin idaresi de tam am en ehliyetsiz ellerde! Haydi, siz şim ­
di bana, C olbert gibi bir m aliye nazırı bulun da, göreyim !
Ah, bilseydiniz, bu C olbert’i ne iyi tan ırd ım ; dostlarım ­
dan biri de oydu. H angi sim a için olursa olsun, ödeneği-
İ R A N M E K T U P L A R I 197

m i h er keşten önce bana ödetirdi. Ya, İktisadî ve m alî h a ­


yatım ızdaki o m ükem m eliyet, o düzen! H er kes refah ve
huzur içinde yaşardı. H eyhat! Bu gün ise, m alî durum iti-
barile yıkılm ış çökm üş bir haldeyim !) B una da, bir
papaz cevap v erd i: (Efendim , dedi, siz bizim o m u h te ­
şem, o yenilm ez hüküm darlarım ızın devrinden bahis açtı­
nız da, kendim i tutam adım . Ya dalâlete sapanlarla m üca­
dele eden o aziz hüküm darım ızdan daha büyüğü dü n y a­
ya gelm iş m idir?) O âna kad ar ağzını hiç açm am ış başka
bir adam ın yüzünde derin bir m em nuniyet belirdi, se­
vinçli bir sesle: (Peki, ya düellonun lağvini hiç m i hesa­
ba katm iyacaktm ız?) 1 deye sordu ve sonra h er kesi ay rı
ay rı süzdü; bu söz üzerine oradakilerden biri yavaşça k u ­
lağım a eğildi: (Bu m ütalâa da, tam am en ceza adaletini
alâkadar eder. dedi. Z aten bu adam hü k ü m d ar ferm an ­
larına, em irnam elerine o derece körü körüne tu tk u n d u r
ki, adeta tapar! H attâ, bu yüzden altı ay önce, bu em ir­
nam elerden birini ihlâl etm em ek için tam yüz sopa yem e­
ye razı oldu!...)
P a ris, 1 4 /N isa n /I7 1 4 .

d ) — « F ena k a n u n la r ın m e y d a n a g e tird iğ i k a r g a ş a lık d e v irle ­


rin d e te e ssü s e tm iş o la n b u şa h s î m ü b a re ze ler, e fk â rı
u m u m iy e d e n b e k le n e n h ü r m e t ve itib â r z a r û re tin d e n
d o ğ m u ştu r.
D ü e llo n u n eski ç a ğ la rd a b ilin m e d iğ i z a n n e d iliy o r;
b elk i de d o ğ ru d u r Z ira, o d e v irle rd e in s a n la r m â b e t-
le rd e to p la n d ık la rı z a m a n la r b ir n evi itim a ts ız lık eseri
o la n silâ h î y a n la r ın d a b u lu n d u rm a z la rd ı.
K ezâ düello, o devir* iç in esir ve sefil in s a n la rın
o y n a d ık la rı ad î ve u m u m î b ir te m a ş â m a h iy e tin i a rz
ed ecek ve b u y ü zd en asille r k e n d ile rin e b ire r sirk p e h ­
liv a n ı gözüle b a k ılm a s ın d a n k o rk a c a k la rd ı.
N e o lu rs a o lsun, asıl m esele gerek d ü ello y u te k lif
ed e n e ve gerek b u te k lifi k a b u l ed e n k im sey e boş y ere
ö lü m cezası v e rilm e k te o lm a sıd ır. B u şid d e tli kanun,
198 İ R A N M E K T U P L A R I

şe re fi h a y a ta te rc ih e ttir e n d u y g u y a d a y a n a n b u ö rf ve
â d e ti sö k ü p a ta m a m ış tır.
D üello te k lifin i re d d e d e n k im se v a ta n d a ş la r ı n a ­
z a r ın d a alça lm ış, k ü ç ü lm ü ştü r. A rtık n asib i, y a m e trû
k iy e t iç in d e m ü n z ev î b ir ö m rü sü rü k le m e k o la c a k tır ki,
c e m iy e t h a y a tın ın n im e tle rin e alışm ış b ir in s a n iç in
g a y ri k a b il ta h a m m ü l b ir h a y a ttır ; y a h u ttâ , o k im se
v a ta n d a ş la r ın ın m ü te m a d i h a k a r e t ve te c a v u z la rın a h e ­
d e f o la c a k tır ki, b u h a lin d ev a m ı b ir te h lik e y e p e r v a ­
sızca a tılm a k m e c b u riy e tin i d o ğ u ra c a k tır.
A ca b a, d ü e llo n u n asille r a r a s ın d a b u ld u ğ u r a ğ b e ­
tin , h a lk ta b a k a s ı iç in d e b u la m a y ış ın ın sebeb i n e d ir?
B u n a sebep, a v â m ta b a k a s ın ın z a d e g â n e n a z a r a n , e fk â rı
u m u m îy e n in şe re f ve itib â r d u y g u su n a d a h a az m u h ­
ta ç o lu şu ve y ü ksek ta b a k a y a n a z a r a n y e k d iğ e rle rin e
k a r ş ı d a h a e m n iy e tli ve d a h a az k ıs k a n ç b u lu n u ş la rıd ır.
B u ra d a şu c ih e ti te k r a r e tm e k fay d a sız d e ğ ild ir: Bu
n ev i c ü rü m le ri ö n le m ek için en iyi çare, m u te a rrız , y an i
d ü ello f ırs a tım ih d a s e d e n k im sey i c e z a la n d ırm a k , ve b u
h u s u s ta b ir k u s u ru b u lu n m a y a n ve sad ece v a ta n d a ş la r ın a
k im se d e n k o rk u su o lm a d ığ ın ı is p a t k ü lfe tin e d ü şü p , k a ­
n u n la r ın k â fi m ik ta r d a te m in a t a ltın a a la m a d ığ ı ş e re fi­
n i m ü d a fa a y a m e c b u r k a la n k im s e n in m a sû m iy e tin e k a ­
r a r v e rm e k lâzım dır.»

B e cc aria , S u ç la r ve C ezalar, fasıl: X X IX (D üello)


İ R A N M E K T U P L A R I 194

M E K T U P 60

U sb ek ’te n İb b e n ’e

İz m ir

Bana, F ra n sa ’da Y ahudi var mı deye soruyorsun? Bil


ki, nerde para varsa, orada Y ahudi vardır! Yine bana,
bu n ların burada ne iş y a p tık la rın ı soruyorsun? İra n ’da
ne iş yapiyorlarsa, burda da aynini yapiyorlar. A syalı bir
Y ahudiye A vrupalı bir Y ahudi kadar, dünyada hiç bir şey
daha fazla benziyem ez.
Y ahudiler, bizde y ap tık ları gibi, H iristiy an ların için­
de de, dinlerinin em irlerine kırılm az bir inatla, adeta
cinnet derecesinde bağlanm ışlardır. Eski bir gövde olan
Y ahudi dininden iki esaslı dal çıkm ış ve y er yüzünü k ap ­
lam ıştır: H iristiyanlık ve M üslüm anlıktan bahsetm ek is­
tiyorum . Y ahut daha yerinde bir tabirle, bu ana dinden,
iki kız dünyaya gelm iştir, işte bu iki evlât da ana dinin
başına bin tü rlü m usibet g etirm iştir h Filhakika, en y a ­
kın dinler, yekdiğerine en düşm an olan dinlerdir. Bazı
devâlara nail olmuş bulunsa da, Y ahudilik dini, bu iki
dini dünyaya getirm iş olm akla, hiç de m es’u t ve m üftehir

d ) — W o ltaire b u fik ri S o ttis ie r (G a rn ie r, sa h ife : 141.) e s e r in ­


d e te k ra rliy a r a k : (H iris tiy a n lığ ın a n a sı, ve M ü slü m a n lı­
ğ ın n in e si o la n Y a h u d i d ini, s o n r a la r ı k e n d i o ğ lu n u n
ve to r u n u n u n d a rb e le ri a ltın d a y ıkılıp h u r d a h a ş o ld u !)
diyor.
200 İ R A N M E K T U P L A R I

olm am ıştır. Sadece, bu iki hâyırsız evlâdı sayesinde, b ü ­


tü n dünyaya yayılm ak im kânına erişm iştir. D iğer yandan,
h ü rm ete lâyık ihtiyarlığile de, b ü tü n devirleri kucaklam ış
b u lu nuyor...
Böylece, Y ahudiler kendilerini b ü tü n m ukaddesatın
kaynağı ve b ü tü n diğer dinlerin kökü addederler. B una
m ukabil bizlere de, T e v rat’ın ahkâm ını ihlâl etm iş b ire r
bozguncu, ve daha doğrusu d alâlete sapm ış âsî b ire r Y a­
hudi nazarile bakarlar!
O nlarca, şayet bu değişiklik hissedilm eden vukubul-
m uş olsaydı, iğva ve ifsât da gayet kolayca m eydana gel­
m iş o lu rd u ; lâkin, bu tahavvül anî ve b ü y ü k b ir şiddetle
husule geldiğinden, h er iki dinin de teşekkül ve tekevvün
günlerini, h a ttâ saatlerin i söyleyebilirler. Bu sebeple b i­
zim dinim izde b ir eskim e ve yerleşm e görünce gücenir­
ler, incinirler ve bunun tesirile de, dünyanın k u ru lu şu n ­
dan da kadîm olduğuna in an d ık ları kendi dinlerine sıkı
sıkıya sarılırlar!...
Y ahudiler b u gün, evvelce bir eşini daha görm edik­
leri. sakin ve h u zu rlu b ir h ay atı A v ru p a’da yaşam akta­
dırlar. Lâkin, varlık ların d a derin sarsın tılar yapan bu ta ­
assup derecesindeki m usam âha edilm ez ru h u , hiristiyan-
ların içinden atm ak gayreti baş gösterm iş bulunuyor. Is­
pan y a’dan koğulm aları onlara çok ağır b ir darbe oldu.
F ra n sa ’da ise, H iristiy an ları bezdiren bu inanış tarzı, h ü ­
küm darla halkın arasına nifak sokm aya başladı. D inin te-
rek k iy atı için sarfedilen gayretin, v atan d aşların dine olan
bağlılrklarile, yani din sevgisile din üzerindeki m üşahe-
datın yekdiğerinden a y rı şeyler olduğu için tefrik e ttiğ i­
ni, b u n ların tam am en ayrı m evzular b u lu n duğunu göster­
m ektedir. B inaenaleyh, din üzerinde m üşahedatı olm a­
y an lara n e fre t duym anın ve onları işkenceye tab i tu tm a ­
nın adaletsizlik olduğu a rtık iyice anlaşılm ış b u lunuyor....
İ R A N M E K T U P L A R I 201

Öyle ise, tem enni edelim ki, inşallâh M üslüm anlar da


bu m evzuda H iristiy an lar gibi m âk u l d a v ra n ırla r; o n lar
da kendi araların d a sulh ve sükûna varup, aziz P eygam ­
b e rle r arasındaki ü stü n lü k vasıfların ın tak d irin i C enabı
H akka bırak ırlar! İsterd im ki, P eygam berleri boş y e re
tercih iddıalarile değil, fak at h ü rm e t ve riay etle tebcil v e
taziz edelim! Biz ancak, bu yolla o nların (şefaatların ı te ­
m in edip, U lû T an rı’nm indinde, O nun m uhteşem ta h tı­
nın sağ köşesinde, y a h u ttâ hiç olmazsa, bu ta h tın basam ak
yerinde kendim ize bir ufacık yer edinebiliriz!...
Paris, 18/Nisan/1714.

M E K T U P 61

U sb ek ’te n R h e d i’ye

V en ed ik

Geçen gün N otre-D am e dedikleri m eşhur b ir kiliseyi


ziyarete gitm iştim . Bu enfes yapıyı ne derin b ir h a y ra n ­
lıkla tem âşa ediyordum ! İşte, bu arada benim gibi m erak
saikile b u ray ı görm eye gelm iş b ir ru h an î ile tanıştık. P ek
tabiî, şurdan burdan konuşm aya daldık. B ir aralık m u h a­
verem iz onların m em uriyetlerine intikal etti. (B ir çokları
varki, dedi, içinde yaşadığım ız h ay atın saadetini im re n ir­
ler, h ak ları da yok değil. Lâkin, bu h ay atın pek de çok
gaileleri olduğunu hiç bilm ezler! Dış âlem inden elimizi
eteğim izi çekm iş gibi g ö rünürüz; halbuki, bin çeşit vesi­
202 İ R A N M E K T U P L A R I

lele r bizi bu âlem e çeker d urur. Böyle zam anlarda ise,


gördüğüm üz vazifeler pek ağırdır...
B akın izah edeyim ; bir k erre insanlar çok g a rip tir;
ne kendilerini tak d ir ve tasvip edişimize, ne de onları te n ­
k it ve m urakabam ıza tah am m ü leri vardır! H atâların ı tas­
hihe kalksak, n azarlarında gülünçleşiriz! Şayet davranış­
larını ta k d ir ve tasvip eylesek, bu ahvalde de kendilerine
d alk avukluk ettiğim ize, alçaldığım ıza hükm ederler! D in­
sizlerin bile n efret ve h ak aretin i celbettikten sonra, bu
m eslek cidden ziyadesile acınacak bir durum a düşm üş
dem ektir. Acaba, b ütün dünyada bizden daha biçare kim
olabilir? Bu yüzden değilm idir ki, haylaz ve serserileri
dahi uslandırm ak azm ile ağza göre şerbet vererek, bazan
en ipe sapa gelm ez m ülâhazalara bile m ülâyım davranıp
dini, adeta siyasetin âleti haline getiririz. Tabiî bunun için
de geniş kariha ister. Hele tam bir bitaraflık taktiği ku lla­
nabilm ek, öyle pek de kolay bir şey değildir. Gözünü çöp­
ten esirgem eyen beşer nevi, h er çeşit ham le ve taarru za
m üheyya olduğundan, m uvaffakiyetin derecesine göre, bu
cesaret ve savletleri ayarlar!
Hepsi bu kadarla da bitm iyor! Bu derece m ethedilen
bu m es’ut ve sakin hayatı, in san lar arasında öyle kolay
kolay yaşayam ayız da! Bizi ara ların d a görür görm ez h e­
m en m ünakaşa yağm uruna tu ta rla r. M ünakaşa m evzuum u
istersiniz, istem ediğiniz kadar! Meselâ, Ulû T an rı’nın v a r­
lığına hiç inanm am ış bir insanın ibadetinden de ne fayda
um ulabilir? V arsa, bunun ispatını isterler! Y ahut, ru h u n
ölm ezliğini h er zam an in k âr etm iş b ir başkasının, oruç
tu tm asın ın z aru reti saçm a iken, aksinin ispatını isterler!
D ahası var! Bir başkasını kendi tefekkürüm üze ve m es­
leğim ize çekm ek arzusu da bizi bir hayli yorar, y ıpratır.
Bu öyle gülünç bir g a y re ttir ki, tıpkı beşer cinsinin h a y ­
rına, A frika zencilerinin yüzlerini beyazlaştırm ak için
A vrupalIların girişecekleri bir gayrete benzer!
İ R A N M E K T U P L A R I 203

Hiçte sağlam olm ayan dinî b a rik a tla rı k urm ak ama-


cile devletin bünyesini sarsıyor, kendim izi de h elâk edi­
yoruz! Böylece, tıpkı saçlarını ve tırn a k la rın ı kesm ek ga-
yesile tebaasını isyanlara, ih tilâllere ta h rik eden Çin fa ­
tihlerine benziyoruz!
M ukaddes dinim izin bizlere tahm il ettiği vazifelerin
ifası bile, ekseriya tehlikeli oluyor; hiç b ir v ak it ih tiy at
ve tedbirin him ayesine tam su re tte m azhar olam iyoruz!
Tteodos adlı bir im parator b ir şehrin b ü tü n sakinini, k a ­
dınlar ve çocuklar dahil, hepsini kılıçtan geçirm iş ve son­
ra da bundan nedam et duyarak kiliseye nefsini v a k fe t­
m ek istem işti. A m broise adlı bir piskopos h ü k ü m d ara k i ­
lisenin kapusunu kapatm ış, bir cani ve dine karşı gelm iş
büyük bir günahkâr olarak, onu içeri sokm am ıştı. Ş üphe­
siz piskoposun bu davranışı kahram anca idi. F akat, im ­
parator, cürm ünün m ücazatm ı gördükten sonra, kiiiseye
kabul edildi ve rah ip lerin arasında kendine bir yer bu lab il­
di. Lâkin, ayni piskopos, aşırı b ir taassuba kapılarak im ­
p arato ru rah ip lerin arasından çıkarup koğdu! O nun bu
harek eti elbetteki taşkınca idi; ve bu gayreti hiç te hoş
karşılanam azdı. Ç ünkü, bu hükü m d arın ru h an îler a ra sın ­
da bir m evki olmuş veya olmamış, b u n u n din için, yahut-
tâ devlet için ne ehem m iyeti olabilirdi?)

P a ris , l/M av is/1 7 1 4 .


204 İ R A N M E K T U P L A R I

M E K T U P 62

Zelis’den Usbek’c
Paris

Y edi yaşına basan kızının, daha şim diden saray oda­


ların a kapatılm asını m ünasip gördüm ; onun, on yaşında
siyah h arem ağalarına teslim ine intizarı b ü y ü k b ir gaf­
let telâkki ediyorum . B iliyorum ki, genç b ir kızı, daha
çocuk yaşta, bu yaşın h ü rriy e tlerin d en m ahrum etm ek,
hicap ve iffetin barındığı bu d ıv arlar arasında ona terb iy e
ve tahsilin k u tsal esaslarını öğretm ek her kes tara fın d a n
anlayışla karşılanm iyacaktır.
L âkin ben kızlarını, kocalarının kucağına atacak çağa
geldikleri zam an, odalara k apatm ak isteyen annelerin fik ­
rinde değilim . Bu anneler, kendi nefislerine tatb ik in i is­
tem edikleri bir usule baş v u ru p kızlarını saraya h ap set­
tirirle r ve aslâ alışam am ış oldukları bir öm ür tarzın a on­
ları m ahkûm etm eye can atarlar!
Böylece, acaba h er şeyi, aklı zorlam a yolundan m ı
beklem eli; yoksa, alışkanlığın yum uşak yoluna hiç baş
vurm am alı mi? 1

(D - «................................................................................................
................. Ç o c u k la ra k a r m a k a r ış ık çok şe y ler y erin e , itin a
ile se çilm iş az, lâ k in aç ık ve v â z ıh şe y ler g ö ste rilm e lid ir:
İ s te r m a d d iy a ta , is te r m â n e v iy a ta m ü te d a ir şe y ler o lsu n ,
ö n le rin e e ş y a n ın ta k litle r i y e rin e a s ılla rı k o n m a lıd ır.
İ R A N M E K T U P L A R I 205

T abiatın, bizi erk ek lerin dûnunda halketm iş olduğu


yolundaki sözlerin kulaklarım ıza fısıldanışı beyhudedir.
Biz, sadece bu m ülâhaza ile ikna edilem eyiz! Bize bu n u n
ta tb ik a tı da gösterilm elidir; öyle b ir ta tb ik a t ki, b u h ran lı
zam anlarım ızda içimizi doldurm ağa başliyan ih tira sla rı­
m ızın ve m üstakil kalm a c ü r’etinin kükrediği anlarda, bu
ta tb ik a t yardım cım ız olabilsin, ve bizi tam b ir h u zu r ve
sükûna kavuştursun!
Şayet, biz sizlere sadece vazife duygusile bağlı olsay­
dık, öyle zam anlarım ız o lurdu ki, b u vazife bağlılığını a n ­
m az, u n u tu rd u k ; yok, şayet b ir m eyil ve cazibe tesirile
bizi kendinize çekiyorsanız, bu tak d ird e de, belki de da­
h a büyük bir m eyil ve cazibe b u tesiri azaltup zayıflata­
caktı! Lâkin, m evzuat bizi b ir erkeğe verdiği zam an, bizi
diğer b ü tü n erk eklerden gizliyor, ve aray a sanki binlerce
fe rsa h la r giriyorm uş gibi onlardan uzaklaştıriyor!
T abiat, erkeklerin nef’ine b ü y ü k m eh aret ve m arifet
sahibi bu büyük yapıcı, erkeklere sadece arzu verm iş ol­
m akla yetinm em iştir. O, bu arzuya bizim de m alik olm a­
m ızı istem iştir. İşte bu yüzden bizi e rk ek lerin m utlûluğu-
n a canlı ve h arek etli b ir âlet haline sokm uştur. Bizi, ih ­
tirasın ateşile kavurm uş, böylece de, erkeğin h u zu r ve sü­
kûna kavuşm asını m üm kün kılm ıştır. Şayet, onlar hassa­
siyetlerinden uzaklaşacak olsalar, tab iat bizleri faaliyete
geçirm ekte ve onları te k ra r tabiî m ecralarına çevirtm ek-
tedir. Lâkin, heyhat! Bu ahvalde biz, onların duydukları
saadetten hiç nasibedar olhıayız!

D u y g u n u n y u m u şa k y o lu n d a n y ü rü tm e k s u re tile ço c u k ­
la rın fa z ile te g id eb ile ce k lerin i, z a r u r e tin g ö rü n m e y e n
k u v v eti, ve e f’a lin d o ğ u rd u ğ u m a h z u rla r sa y e sin d e de,
f e n a lık ta n u z a k la ş a c a k la rın ı saniyorum .,,
B e c c a r ia , S u ç la r v e C e z a la r , fa s ıl: X L I ( S u ç la r Ö n ­
le y e c e k Ç a r e le r )
206 İ R A N M E K T U P L A R I

Böyle olm asına rağm en. Usbek, kendi vaziyetinin be­


nim kinden daha m u tlû olduğunu sanm a! Benim b u rad a
tattiğ im bin tü rlü zevkten, sen tam am ile m ahrum bir h a l­
desin! Benim m üfekkirem durm adı, m uttasıl çalıştı; ve
bu g ayretin m ükâfatını da alm ış oldum. Evet, ben daim a
m utlû yaşadım ; sen ise, iztirapla inledin, soldun, sa ra r­
dın!..
Beni kapattığın hapishanede bile, senden daha h ü r-
rüm ! Şimdi, senin b ü tü n aklın ve fikrin daha dikkatli,
daha basiretli olm ak; korkularına, endişelerine uğ ram a­
m aktır. Sana ihanet etm eyeyim deye çabaliyorsun! Ş üp­
helerin, kıskançlığın, iztıraplarm , b ü tü n b u n lar senin bağ­
lantının, esaret h ay atın ın delilleridir.
Sen bu faaliyetinde devam ededur, sevgili U sbek; ge­
ce gündüz beni göz hapsinden çıkarm a! H attâ, alelâde
ted b irlerle de iktifa etme! K endi m u tlûluğunu perçinle­
m ek için ne kad ar gayret sarfedersen, benim m u tlu lu ğ u ­
mu da, o nisbette arttırm ış olursun. Bil ki, dünyada hiç
bir şeyden korkum yok! B ütün endişem , sadece senin alâ­
kasızlığına uğram aktan ibarettir!
İs f a h a n s a ra y ın d a n , 2/M ayıs/1714.

M E K T U P 63

R ik a ’d aıı U sbek’e

;::**’de

Bana kalırsa, sen öm rünü taşrada geçirm ek sevdasına


düşm üşsün. Önceleri, en çok iki y a h u t üç gün için sen­
İ R A N M E K T U P L A R I 207

den ayrılırken, aradan on beş gün geçtiği halde yine de


kayıplardasın. M ükem m el bir evde, hoşlaştığın b ir k a ­
labalık içinde yaşadığın m uhakkak. Tabiî, bu şeraitte de
istediğin gibi tefek k ü r âlem ine dalabiliyorsun; böyle
olunca da, b ü tü n cihanı u n u tu rsu n elbette!...
Bana gelince, evvelce görm üş olduğun h ay at tarzını
hiç değiştirm eden yaşiyorum . Ben de h er kese karışm ış,
kendim i araların d a unutm uş, ak ın tıların a kapılm ış bir
haldeyim ve onları tanım ağa çabaliyorum ....
M ütefekkirem yavaş yavaş, hissettirm eden, A syaî ne
varsa hepsini terkediyor. A vrupai alışkanlıklara tâbi olu­
yor. Şim di artık bir evde beş a ltı kadını, beş a ltı erkekle
görm ekten h ay retlere düşm üyorum ; h attâ, bu adetin fena
bir şey olm adığına da k an aat getiriyorum .
Seninle açık konuşayım : ben kadınları ancak burada
tanıyabildim . O nlar hakkında bir ay içinde öğrendikleri­
mi, otuz yıllık saray h ayatında öğrenem ezdim !..
Bizde k a ra k ter bir biçim dir. Bu da kuvvetin zorile
husule gelm iştir, in sa n la rı orada oldukları gibi görm ek
m üm kün değildir; belki olm ağa m ecbur tu tu ld u k la rı gibi
görünürler. B ittabi, bu kalbi ve fikrî esaret h ay atı içinde
de, korku ve endişeden başka söz edilmez! Halbuki, tabiî
halinde dil, mizacın değişik ahvaline göre, başka başka
beyanlar, tahassüsler ifade eder.
Bizim için o kadar zarurî ve salgın olan m ü railik ve
gizlilik hüneri, burada adeta m eçhûldur. H er şey söyle­
n ir; her şey g ö rülür; h er şey d u y u lu r; yüz b u rad a kalbin
aynasıdır. G eleneklerde, faziletlerde, h a ttâ kötü lüklerde
bile, insan daim a bir açıklık, bir saflık, bir berrak lık ve
m asûm iyet m üşahede eder... 1

( 1) — «......................................................................................................................................
.................... Z û lm u n n ü fu z edilm ez k a lk a n ı o la n gizlilikle
m ü s e llâ h b ir if tir a d a n k e n d in i k o ru y ab ilece k k im v a rd ır?
208 İ R A N M E K T U P L A R I

B u ra d a , b a z ı m e z iy e tle r v e k a b iliy e tle r, in s a n ı d a h a


f a z l a k a d ı n l a r a ı s ı n d ı r ı r : b u d a , o n l a r a i l t i f a t e t m e ğ e , m i-
z â h v e lâ tif e le rd e b u lu n m a y a is tin a t e tm e k te d ir. Ö n c e k a ­
d ın la r ın s ü s le r in e s a rfe d ile n b u iltif a tla r , z a m a n la m â n a ­
s ı n ı g e n i ş le tm iş , m iz â h v e l â t i f e l e r e i n k ı l â p e d e r e k , m i l ­
l e t i n k a r a k t e r i n e n u f u z e t m i ş b u l u n u y o r . Ş im d i a r t ı k b u ­
n u h e r ta r a f ta g ö rü y o ru z : b ir k a b in e to p la n tıs ın d a lâ tif e
y a p ı l ı y o r ; b i r o r d u n u n b a ş ı n d a l â t i f e y a p ı l i y o r .. .. H a t t â ,
b i r m e s le k n e k a d a r c i d d îy e , a s ı k ç e h r e l i ğ e k a ç a r s a , o n is -
b e t t e d e g ü l ü n ç t e l â k k i e d iliy o r ! M e s e lâ , b i r d o k t o r u e le
a la lım , b u d o k to r k ıy a f e tte r u h a h ü z ü n v e a ğ ırlık v e r e n
ta r z d a n u z a k la ş tığ ı n is b e tte , g ü lü n ç o lm a k ta n k u r tu lu y o r ;
v e h e le h a s ta s ın ı ö ld ü rü rk e n d a h i ş a y e t o n u n la lâ tif e
e t m e k t e n k e n d i n i a l a m a m ış s a , m e s le ğ in in e n d ira y e tlis i
o l u y o r ! . .. P a ris , 10/M ayıs/1714.

H e r ta b a a s ın ı b ir d ü ş m a n gibi g ö re n ve gü y a u m u m u n
s e lâ m e ti iç in h e r v a ta n d a ş ın h u z u r u n u K aç ıran b ir h ü ­
k ü m d a r ve o n u n h ü k ü m e ti n e a c ın a c a k d u ru m d a d ır!....

Ö yle ise, iti r a f ed elim ; b u h ü k ü m e t d e n ile n


şey n e g a rip b ir te ş e k k ü ld ü r ki, m a d d î m a n e v î b ü tü n
k u v v e tle ri a v u c u n d a tu tt u ğ u h a ld e , h â l â h e r f e r tte n ç e k i­
n ip k o rk m a k ta d ır! Ş u n u ilâ v e ed ey im k i, b e n b u r a d a
b ü tü n h ü k ü m e tle re sa y g ı g ö steriy o r, h iç b irin i d iğ e rin d e n
a y ırt ed ilm iş o la ra k söz k o n u s u y ap m iy o ru m .
M aalesef, a h v a lin h u su siy e tle ri b a z a n b u d ere ce g a ­
r a b e tle r a rz ey lem e k te ve b ir d e v le tin siyasî v a rlığ ın ı y ık ­
m a d ık ç a , b ü n y e sin e sin e n b u n ev i y o lsu z lu k la rı sök ü p
a tm a ğ a im k â n o lm a d ığ ın a in a n m a k z a r u re ti d o ğ m a k ta ­
dır.
Şu cihanın m uhtelif köşesinde yeni kanunları ted­
vinle vazifclendirilseydim, gelecek neslin hayali gözümün
önünde şahlanır, titreyen ellerimi yakarlar ve beni bu
günkü mevzuata benzeyen bir şeyi yazmama aslâ m üsa­
maha etmezdi!...,,
B e cc aria , S u ç la r ve C ezalar, fasıl: IX (G izli
ta h k ik a t)
İ R A N M E K T U P L A R I 209

M E K T U P 64

Baş harem ağasından Usbek’e


Paris

Öyle m üşkülât içindeyim ki, ta rif edem em , m uhteşem


efendimiz! S aray tam bir hercü m erç içinde, korkunç bir
kargaşalık hakim bulunuyor! K adınlar kendi araların d a
kanlı bıçaklı! H arem ağalarınızın arasına tefrik a girmiş!
H er kafadan şikâyet, her ağızdan dedikodu, beddia taşi-
yor! Benim ih tarlarım , n asihatlarım istihfafla karşılani-
yor! Sizin bulunm ayışınız, sanki h er şeyi m übah kıldı, ve
ben sarayınızda boş ve faydasız b ir ünvandan başka bir
şey değilim !...
K arılarınızın hiç biri y o k tu r ki, doğuştaki âsalet, gü­
zellik üstünlüğü, zenginlikteki ihtişam , zekâ inceliği, siz­
den nail olunan aşkın âzam eti gibi hasletlerden bir kaçile
bezenip, diğerlerinin fevkinde olduğundan bahsile fark lı
im tiyazlar iddiasına kalkışm asın!..
H eyhat! Aslâ bu nazik varlık ları m em nun b ırak m a­
mış olan taham m ül kuvvetim i her an kaybediyorum ; te d ­
birlerim , basiretim , cem ilekârlığım (işgal ettiğim m evki­
ler için çok nâdir görülen bu faziletler) hepsi faydasız
kalm ış bulunuyor...
B ütün bu kargaşalığın sebeplerini size açıklam am ı
isterm iydihiz, büyük efendimiz? O halde, söyleleyim : bu­
nun sebepleri sizin kalbinizde ve onlar hakkında besledi­
ğiniz m üstesnâ duygularda saklı bulunuyor! Şayet siz eli­
m i tutm asaydınız, ih ta r ve n asih atlar yerine, hakikî mü-
İ r a n M e k tu p la rı F .: 14
210 İ R A N M E K T U P L A R I

cazatlar tatbikinde bana m üsaadekâr davranabilsevuiniz;


onların şikâyetlerine ve göz yaşlarına aciyip yum uşam a
zâfm dan kendinizi k u rtarabilseydiniz; onları o göz yaşla-
rile tersyüzü bana gönderebilseydiniz; işte o zam an gö­
rürdünüz, nasıl h er şey bam başka olurdu! Ben o göz,
yaşlarına hiç acım azdım ; onları taşım ağa m ecbur olduk­
ları boyunduruğa hem en v u ru r, m ütehakkim ve m ü sta­
kil kalm a m eyillerini bunaltup ezerdim!..
B akın efendim iz, kendi hikâyem i an latayım ; ben
vatanım olan A frika’nın iç diyarlarından, henüz on beş
yaşında iken kaçırılm ıştım . Önce, yirm iden fazla karısı
ve kapatm ası olan bir zengine satıldım . Efendim gün gör­
m üş, gayet anlayışlı idi. Benim ağır tavrım ı ve sükûtî h a ­
lim i farkedince, saraya m ünasip görerek, buna göre h a ­
zırlam alarını em retti. Bu hazırlanış da m üthiş bir am eli­
yatla başladı. Bu büyük acıyi halâ unutm am ! Lâkin, baş-
langiçta m erham etsizce bir işkence olan bu am eliyatın
neticesi hakkım da pek hayırlı oldu. Ç ünkü, ancak bu sa­
yede efendilerim in k ulakları ve itim atları bana yaklaşa­
bildi. G irdiğim şim diki saray ise, benim için yeni bir dün­
ya oldu. Sarayın baş harem ağası, ki h a y a tta tanım ış oldu­
ğum en sert insandı, vazifesini m üsam aha tanım ayan b ir
şiddetle icra ediyordu. S arayda kim se tezvirden, tefrikten,
ne de kavgadan bahsedem ezdi. H er ta ra fta derin bir ses­
sizlik hüküm sürerdi. B ütün saray kadınları, senenin h a n ­
gi m evsim i olursa olsun, ayni saatta y a ta rla r, ayni sa atta
kalkarlardı. Nöbetle banyoya girerler, en küçük bir işa­
retim izle ham am dan çıkarlardı. G ünün geri kalan v ak ­
tinde de odalarına kapanır kalırlardı. Baş harem ağasm m
şaşmaz bir kaidesi vardı ki, üzerinde büyük bir titizlikle
d u ru rd u : bu da, kadınların her zam an büyük bir pâklik
içinde olm aları idi; bu hususta sarf ettiği itina ve dikkat
h a y re t edilecek dereceyi bulurdu. D iğer tara fta n , en k ü ­
çük bir itaats:zlığı hiç af etm ez, hem en cezalandırırdı.
İ R A N M E K T U P L A R I 211

(Ben bir esirim , d erdi; am â, öyle birin in esiriyim ki, bu


kim se hem sizlerin, hem de benim efendim dir. Sizi asıl
cezalandıran da odur; ben değilim . Ben, sadece, elim i
onun em rine tahsis etm ekten başka bir şey yapm iyorum !)
Bu kadınların hiç bir:, efendim tarafın d an çağrılm a­
dıkça, odasına girem ezdi. O nlar, böyle b ir dâveti büyük
bir lü tu f olarak sevinçle k a rşıla rla r; çağrılm adıkları zam an
ise, şikâyet etm ezlerdi. Bana gelince, ben o tarih le rd e bu
sakin sarayın harem ağalarm m en sonuncusu idim ; öyle
idim amâ, baş harem ağası olduğum bu günkü m evkiim de
gördüğüm den bin k erre daha ziyade hü rm et ve ria y e t gö­
rürdüm !...
A radan bir m üddet geçm işti; baş harem ağası bendeki
liyâkati sezince, n azarlarını üzerim e çevirdi. Efendim e
benden bahsederek, arzuladığı tarzd a kendilerine hizm ett-
te bulunabileceğim i ve kendisine hâlef olabileceğim i fı­
sıldadı. O ta rih te pek gençtim ; lâkin o, bundan ürkm em iş,
fazla dikkatli oluşum sayesinde, bu tecrübesizliğim i telâfi
edebileceğim e inanm ıştı. Baş harem ağasının o derece iti­
m adını kazandım ki, bu kadar uzun yıllar m uhafaza ettiği
bu m üthiş hâzinelerin a n a h ta rla rın ı elim e teslim ederken
hiç bir m üşkülât gösterm edi. İşte ben em ir ve kum anda
etm ek gibi zor bir san’atı. bu büyük ü sta tta n öğrenm iş, ve
acım a nedir bilm ez bir idare tarzının um um î esaslarına
göre kendim i yetişdirm iş bulunuyorum .
Ben bu büyük reh b erin nezaretinde k adınların k a l­
bini tedkik ettim ; onların zâafından nasıl istifade edilebi­
leceğini, g u ru r ve âzam etlerlnden şaşkına nasıl dönülm i-
yeceğini hep ondan öğrendim . Ekseriya, onları ita a tin son
m erhales'n e kadar sevk edebildiğim i tem aşa ederdi de,
büyük bir hazla huzura kavuşm uş görünürdü. Sonra on­
ları yavaş yavaş, hiç hissettirm eden te k ra r eski hallerine
getirir, ve böylece benim ayni şevk ve kuvvetle onların
üzerlerine yürüm em i görm ek isterdi. Lâkin, asıl onu, ka-
212 İ R A N M E K T U P L A R I

d m ların m eyûs olm aya başladıkları niyazlarla serzeniş­


lerin ağızlarından yükseldiği zam anlarda görm ek lâzımdı.
D ökülen göz yaşlarını seyreder, fak at aslâ teessür ve rik ­
k a t eseri gösterm ez, ve bundan da kendine büyük b ir m u-
zafferiyet payı çıkarır, g u rurlanırdı. B üyük bir iftih a rla :
(İşte, derdi, kadın denilen m ahlûklar böyle idare edilir!
S ay ıları bana vız gelir! H attâ, m uhteşem Şehinşahım ızın
b ü tü n kad ın ların ı dahi kuzuya çeviririm ! Şayet bu sadık
harem ağ aları ,bu k adınların tefek k ü r tarz la rın ı ita a t al­
tına alam azsa, erk ek ler onların kalblerini yum uşatabile-
ceklerini nasıl üm it edebileceklerdir?)
Onda yalınız sebat ve m etanet yoktu, lâkin ayrıca fe­
raset, s ü r’ati intikal de v ard ı; kadınların ne düşündük­
lerini yüzlerinden okur, ne sakladıklarını gözlerinden an ­
lardı. Ö lçülü harek etler, yapm acık yüz ifadeleri aslâ ona
b ir şeyi gizleyem ezdi. En saklı işleri bilir, en m ahrem fı­
sıldanan sözleri işitirdi. B âzılarını, diğerlerini tanım akta
vasıta olarak kullanır, en küçük bir gizli hizm eti m ükâ­
fatlan d ırm ak tan büyük zevk duyardı. K adınlar dâvetsiz,
kocalarına m ülâki olam azlardı. K adınlarından b irin i a r ­
zuladığı zam an koca, harem ağasım çağırır, iradesini bil­
dirirdi. H arem ağası, efendisinden bakışlarını ayırıp k ad ın ­
lardan birine dikince, istenenin o olduğu hem en anlaşı­
lırdı. H arem ağasının bu tefrik im tiyazı ise, bazı m ah re ­
m iyetlerin m ükâfatı idi. O, bu intihabı kendisine b ıra k ­
m akla isabet ettiğini efendisine in an d ırm ıştı; böylece de
kendisine büyük bir hüküm ve nufuz bahşedilm iş oluyor­
du...
İşte, canım dan aziz efendim iz, kanaatım ca İra n ’da en
iyi düzenle yaşanan bir sarayda, usul erk ân böyle idi,
ve idare bu tarzda görülürdü!
Öyle ise, siz de ellerim i çözün ve beni serbest b ıra ­
kın. K endim e itaat ettirm em e m üsaade buyurun. B u ta k ­
İ R A N M E K T U P L A R I 213

dirde b ü tü n düzensizlikleri, k argaşalıkları sekiz günde gi­


dereceğim e em in olun. Z aten sizin m uvaffakiyetiniz, em ­
niyet ve selâm etiniz de buna bağlı.
İs f a h a n sa ra y ı, 9/M ayıs/1714

M E K T U P 65

Usbek’ten Karılarına
İsfahan Sarayı

S arayın kargaşalık içinde yüzdüğünü, iç kavgalar ve


tefrik a la rla taşdığm ı öğreniyorum !...
H albuki, sizden ay rılırken tavsiyelerim neydi? Sulh
ve sükûn, dirlik ve düzenlik, hüsnü m uaşeret istem em iş-
m iydim ? Ve siz de, bunu buna vaat etm iştiniz! Yoksa, bu
vaadiniz beni aldatm ak içinm iydi?
Baş harem ağasm ın nasih atların ı dinleyecek olsam,
aldanacak yine sizler olursunuz! O zam an, üzerinizde haiz
olduğum nufuz ve h aklarım ı k u llanır ve tavsiyelerim in
sîzlerden beklediği b ü tü n düzenleri kolaylıkla istihsâl e t­
miş olurum . Ancak ben, diğer bütün im kânlarım ın fayda­
sız kaldığına k an aat g etirdikten sonra, bu şiddetli yola
baş vurm ak azm indeyim . Öyle ise, benim gösterdiğim b a­
siret ve itin ala ra dikkat etm iyorsanız, kendi b asiret ve iti­
nalarınıza d ik k at gösterin!
Baş harem ağasm ın sizden şikâyet etm esi için, elinde
çok m ühim sebepleri v a r: söylediğine göre, kendisine ita ­
atiniz kalm am ış! Onu hiç saym iyor m uşsunuz! H ü rm et ve
riayeti bir ta ra fa atm ışsınız! Bu ne haldir? K endi m üte-
214 İ R A N M E K T U P L A R I

vazi durum unuz, bu davranışlara nasıl m üsait olabilir?


B una nasıl c ü r’et edebilirsiniz! Benim yokluğum da, hepi­
nizin şeref ve nam usu ona em anet edilm edi mi? Bu k u t­
sal hâzinenin a n a h ta rla rı onun elinde değilmi? Şim di si­
ze soruyorum : Ona reva gördüğünüz bu istihkar, doğrudan
doğruya, ahlâk ve kanunun sizi huzur ve refah içinde
yaşatm ak vecibesile m ükellef kıldığı kim seye teveccüh
etm iş olm uyor m u?
M adem ki böyledir, o halde sizden rica ediyorum , bu
d av ranışlardan vaz geçip, kendinizi toplayın, aklı selim in
yoluna girin, ve öyle bir tav rı h arek et takının ki, b ir baş­
ka defasında, yine huzur ve h ü rriyetinizi teh d it eden te k ­
lifler gelince, reddedebileyim !
Zira, benim sizden istediğim , efendiniz olduğum u
unutm anız, beni sadece kocanız olarak düşünm enizdir!.

P a ris , 5/E kim /1714.

M E K T U P 66

Rika’dan ***’e

B urada ilim lerle çok uğraşıliyor, lâkin acaba kuvvetli


âlim m idirler, onu bilm iyorum . B ir filozof olarak h er
şeyden şüphe eden biri v ar ki, bir ilâhiyatçı gibi h er şeyi
inkâra sapam iyor D aim a tenakuzlar içinde ve kendi h a ­

(1) — A c a b a D e sc a rte s’ım ı im â e tm e k istiy o r?


P ro f. P a u l V e rn ie re ’in d ip n o tu
İ R A N M E K T U P L A R I 215

linden daim a m em nun bu adam ın b ü tü n istediği, liyâkat


ve m arifetlerin tak d ir edilm esi, itira f olunm asıdır, o kadar.
F ransızların ekserisinin fa rtı iptilâları, bir zekâya te ­
sahup içindir; bir zekâya tesahup edenlerin de b ü tü n far-
tı ip tilâları ise, yüksek k ita p la r vücuda getirm ektir.
Böyle olm asına rağm en, bu uğurda tasavvur edilebi­
lecek en kötü k itap lar da b u rad a yazılıyor. T abiat, bazı
insanların duçar olduğu budalalık felâketinin iz b ırak m a­
dan sü ratle izalesini âkilâne düşünm üş olduğu halde, hey-
hât, bu k ita p la r o biçareleri ebedileştiriyor!..
B ir ahm ak, sadece kendi devrindeki in san lara eza ve
cefa etm ekle iktifa edip m em nun kalacağına, bu yetm i­
yorm uş gibi, gelecek nesilleri de işkence ile tâzip etm ek
ister! A hm aklığın nisyanı yenm esini ve bir m ezar gibi
dâim â ortada kalm ak ve b ü tü n doğacak nesillerin önünde
ebedî bir sersem olarak bilinm ek sevdasile yanar, tutuşur!
B ütün m üellifler arasında, en ziyade h a k ir gördükle­
rim , eser toplayan m usanniflerdir. B u n lar dünyanın h er
köşesine, üşenm eden giderler, başkalarından k alan eser
k a lın tıların ı to p larlar ve b u n ları getirüp kendi yazdık­
ları k ita p la rın içine y e rle ştirirle r; tıpkı, h er hangi başka
bir sahaya y erleştirilen çim enzarlar gibi! Bu gibi kim se­
ler bence, dizi halindeki h u ru fa tı yan yana getirip kitap
haline sokan ve bu faaliy ette sadece ellerini kullanm ış
olan m atbaa işçilerinin fevkinde değillerdir. O nun için
isterdim ki, aslî eserlerden kısım lar alup başka eserlere
ithal etm ek, tıpkı dinî m ahallerde, şanlarına lâyık bir ih ­
tişam la m uhafaza edilen rtıukaddes em anetlerin bir k ıs ­
m ının oradan alınıp, istiskal teşkil edecek başka y e rle r­
de teşh ir etm eğe benzer.
Şâyet, bir adam ın söyleyecek yeni bir şeyi yoksa, sus­
m alı değil mi? Bu iki cepheli faaliyetinin nim eti de ne
olabilir ki? (Lâkin ben, yeni b ir düzen verm ek istiyorum .-
Siz de am m â m âhir adam sınız ha! K ütüphanem e geli­
216 İ R A N M E K T U P L A R I

yorsunuz, ü st ra fta duran kitap ları aşağiya, aşağıda du­


ra n la rı üste çıkariyorsunuz; ve böylece de ne büyük b ir
şaheser m eydana getiriyorsunuz, doğrusu hayret!)
B iraz evvel elim den fırlattığ ım bir k itabın verdiği
hiddetle sana bu m evzuu açtım ; bu kitap öyle kalındı ki,
cihanın ilm ini içinde topluyor sanm iştim . Lâkin, yazık ki,
b ir tek şey bile öğretm eden kafam ı patlattı!
P a ris, 8/E kim /1714.

M E K T U P 67

İbben’den Usbek’e
Paris

B uraya arka arkaya üç gemi geldiği halde, senden


bana b ir haber getirm edi. Acaba hasta m ısın? Yoksa beni
m erak ta b ırakm aktan zevk mi aliyorsun?
Hiç kim seye bağlı olm adığın bir diyarda beni sev-
m iyecek, aram iyacak olursan, y arın İra n ’a dönerde y u rt­
taşlarına, sevdiklerine, aile kucağına kavuştuğun zam an
hâlim nice olur, benim , bilm iyorum ? Amâ, belki de al-
daniyorum ; sen büyük m eziyetlerinle dünyanın h er köşe­
sinde dostluk idinecek çapta bir insansın. Elbetteki, kalb
bütün diyarların vatandaşıdır. Kemâle gelmiş bir ruhu,
muarefeler kurmaktan men’etmek mümkün müdür hiç!
Sana ben de itira f edeyim : Ben eski dostluklara çok
saygı gösteririm ; lâkin bu eski dostluklar, dünyanın baş­
ka köşelerinde yeni dostluklar k u rm ak tan da beni m ene-
demez! S eyahat ettiğim nice diyar v a rd ır ki, oralarda sa n ­
ki b ü tü n öm rüm ü geçirm iş gibi yaşadım . R astlam ış oldu­
İ R A N M E K T U P L A R I 217

ğum faziletli insanlara ayni ihtim am ı, ayni teh allü k ü gös­


terdim , bağlandım ; Yaşadıkları huzur ve saadetin parlak­
lığı ile görme hassalarını kaybetmemişlerin hepsine tak­
dir ve hayranlık duygusunu asla esirgemedim: bu benim
karak terim d ir, Usbek, nerede insan görürsem , orada dost­
lar idinirim ...
N itekim burada da, kalbim i bir dost işgal ediyor. Bu
adam , bir iffet ve istikam et senboludur. H ususî sebep ve
âm iller kendisini bu şehire çekilm eye m ecbur etm iş, n a ­
m uslu bir tic a re t h ay atın ın verdiği im kân içinde sevdiği
b ir kadınla, sakin bir öm ür sürüyor. B ütün h ay atı h ayırlı
faaliyetle doludur. K endisi son derece m ah v iy etk âr b ir
insan olup k a ran lık ta kalm ak istiyorsa da, geçmişi bir kı-
ralda bulunm ası gereken k a h ram an lık larla dolup taşiyor.
Senden ona belki bin defa bahsettim . Senin b ü tü n
m ek tu p ların ı ona gösterdim . Hepsi de kendisinde büyük
m em nunluk y arattı. Şim di sen, hiç tanışm am ış olduğun
halde, m ükem m el bir dosta sahip bulunuyorsun.
27/A ğu sto s/1 7 1 4

M E K T U P 68

Rika’dan Usbek’e

Beni sık sık yem eğe dâvet eden bir hakim in evinde,
sofrada bulunuyordum . Sohbetim iz hem en h er m evzua dair
olm uştu. B ir aralık kendisine: (Efendi hazretleri, dedim .
Öyle zannediyorum ki, çok zahm etli ve m eşakkatli b ir v a­
818 İ R A N M E K T U P L A R I

zife görüyorsunuz?) M uhatabım gayet sakin: (D üşün­


düğünüz k ad ar değil, dedi. Biz vazifem izi o şekilde y ap a­
rız ki, bir eğlence m ahiyetini geçmez.) Bu cevap beni şa­
şırtm ıştı. (Lâkin, ne diyorsunuz? Başınız m ütem adiyen
b aşk aların ın işlerile şişm iyor m u? H er zam an en çapraşık
vak ıalarla bunalm iyor m usunuz?) deye sordum . (H aklı­
sınız dedi, am â bu işler o kadar da çapraşık şeyler
değildir. Bir k e rre biz, bu işlere pek az ehem m iyet v eri­
riz. Bu su retle de m esleğim iz, zannettiğiniz kad ar b u n al­
tıcı olmaz.)
B aktım ki, ev sahibim dokunduğum bu m evzudan,
ne yapup yapup kolayca sıyrılm ak sevdasında; k ararım ı
verdim , yakasını b ıra k m iy a c ak tım ; devam e ttim : (Efen­
di H azretleri, biliyor m usunuz, m akam ınızı çok m erak
ediyorum , am â hiç görm edim ?) dedim . (Size inaniyorum ,
dedi, çünkü benim m akam dairem yoktur, esasen! Bu v a­
zifeyi üzerim e aldığım zam an, zaru rî m asraflar için p a ­
ray a ihtiyacım olm uştu. Ben de, kütüphanem i sattım . Ol­
dukça zengin olan kütüphanem in b ü tü n ciltlerini satın
alan kitapçı bana asdece akıl k itabı nı b ıraktı. Lâkin,
b e n şim di bu k itap ları sattım deye hayıflanm iyorum ! Biz
hakim ler, öyle boş ilim lerle çalım yapup böbürlenecek
in san lar değiliz. Z aten bu kad ar k a n u n la rla ne alâkam ız
olabilirdi ki? B ir kerre, b ü tü n h ü k ü m ler farazi ve kiyasî
olup, ayni um um î kaideden istihraç edilirler.) D ayanam a­
dım: (Şüphesiz, dedim , böyle istihraç ed ilirler; çünkü is­
tihraç eden sîzlersiniz, öyle değil mi? Peki, m adem ki bu
k a n u n la r tatb ik edilm em ektedirler, niçin dünya m ille t­
leri bu k ü lliy atları m ahfuz b u lu n d u ru y o rlar? Ve şâvet lıa-

.(1) — A k ıl k ita b ı, h e r h a n g i b ir ş a h s ın v ey a b ir tü c c a r ın iç in e
k a z a n ç la rım ve m a s ra f la r ın ı k a y d e ttiğ i d e fte re d e n ird i.
B u d e fte rle r, o d e v irle rd e a ile n in k r o n ik h a t ı r a d e f te ri
m a h iy e tin d e idi.
İ R A N M E K T U P L A R I 219

k im ler bu kan u n ları bilm ezlerse, onları nasıl tatb ik ede­


bileceklerdir?) M uhatabım ın hiç fü tu ru yo k tu : (Siz, de­
di, adliye saray ların ı bilip tanısaydınız, böyle konuşm az­
dınız! Bizim esasen canlı k itaplarım ız vardır. B unlar da
av u katlardır. O nlar bizim için çalışırlar ve m alûm at sa­
hibi olm am ıza gayret ederler.) H em en atıldım : (Ah!
Efendim , dedim , acaba bu canlı k itap lar, bu g ayretlerini
bazan da sizi aldatm ağa hasretm ezler mi? O nun için b u n ­
ların tuzaklarından kendinizi korursanız, fena etm ezsiniz!
O nlar, ellerinde öyle m ahir silâh lar b u lu n d u ru rla r
ki, b u n ları sizin adalet ve nasefet duygularınıza çevirebi­
lirler. İşte bu yüzden, sizin de bu m ukaddes hâzineleri
m üdafaa silâhlarına m âlik olm anız lâzım dır. B u sebeple,
göğüs göğüse yapılan b ir m uharebede, dişinden tırn ağ ın a
k ad ar zırh lara bürü n m ü ş düşm anın karşısına silâhsız ve
yum uşak elbiselerle çıkm am alısınız!) dedim, h

( 1 ) — B u M u h te şe m m e k tu b u n ih tiv a e ttiğ i h a k ik a tle r, B ecc a-


r ia ’m n e se rin d e p re n sip le re m ü n k a lip o lm u ş ve m u a s ır
m ille tle rin ceza k a n u n la r ın d a ise, d eğişm ez ceza a n a
k a id e le rin e , d e m o k ra s in in ve b u r e jim s a a d e tin in h ü r r i ­
y eti iç in d e y a ş iy a n in s a n la r ın fe th e d ilm e z k a r e le r in i d ik ­
m iştir* Biz, şim d i B e c c a ria ’n ın S u ç la r ve C e za lar e s e rin ­
d ek i m â k e sin e k ısa c a b ir göz a ta lım :
(C em iy ete d e v a m lı fa y d a la r te m in ed eb ilm esi iç in
İd a rî a h lâ k ın te m eli, in s a n o ğ lu n u n en k u v v e tli k a lb d u y ­
g u la rı o lm a lıd ır. B u te m e le d a y a n m a y a n b ü tü n k a n u n la r ,
m e r’iy e tte k a ld ık ç a , d a im î b ir m u k a v e m e te m â ru z d u rla r
ve b u m u k a v e m e t n ek aÜ ar az h issed ilse de, e r geç o k a ­
n u n u d e v ire c e k tir. B u tıp k ı m ih a n ik te o ld u ğ u gibi, a z a ­
m e tli b ir m a k in e n in b ü y ü k h a r e k e tin i d u r d u r a n k ü ç ü k
b ir k u v v e tin d a im î fa a liy e tin e ben zer.
O h a ld e , c e z a la rın a s ılla rın ı ve ceza v e rm e n in h u ­
k u k î m e n şe in i b u lm a k için , b e ş e r k a lb in i y o k lay u p d in le ­
m e k ic ab e d er. D ü n y a d a h iç b ir f e r t y o k tu r ki, k a rşılık sız
o la ra k , sad ece a m m e n in h a y ır ve s e lâ m e ti n a m ın a , h ü r r i-
220 İ R A N M E K T U P L A R I

y e tin i fe d a e ts in ve o n d a n v azgeçsin

................................................... İşte b u k a t ’î z a r u r e tte n d o la y ı­


d ır ki, h e r f e r t h a d d i z a tin d e , a n c a k p ek cüz’î b ir k ıs ­
m ın d a n vazgeçebileceği h ü r riy e tin in m ü h im b ir k ısm ın ı
ce m iy e te te rk e tm iş o luyor; tâ k i, k e n d isin e k a la n h ü r r i ­
y e tin i e m n iy e t ve se lâ m e tle b iz za t is tim â l ey ley eb il­
sin. B u su re tle , f e r tle rin k e n d i h ü r riy e tle rin d e n fe r a g a t
e ttik le ri k ıs ım la rın m e cm u u , c e m iy e tin ceza v e rm e k h a k ­
k ın ın e sa sın ı te ş k il eyledi.
B in a e n a le y h , b u esasa d a y a n m a y a n b ir ic ra a t, a s lâ
a d a le t o lm a y u p b ir ad a le tsiz lik , b ir v a h ş e ttir!)
(B u p re n s ip le rd e n ç ık a n n etic e le r:
A — B irin c i n e tic e : S u ç la rın ce za la rı, a n c a k k a n u n ­
la r ta r a f ı n d a n tâ y in edilir. C eza k a n u n la r ın ı y a p m a k
h a k k ı ise, iç tim a i m u k a v ele ile b irle şm iş o la n cem iy eti
te m s il ed e b ile n : vazi k a n u n a a ittir.
B u e s a s ta n d a şu h a k ik a tle r m e y d a n a ç ık m a k ta d ır:
a — C e m iy e tin b ir cüz’ü o la n h a k im le r, o ce m iy e tin
d iğ e r cüzleri o la n v a ta n d a ş la r a k a n u n u n tâ y in etm ed iğ i
b ir cezayı hükm ed em ez.
b — H a k im le r v a ta n d a ş la r ı, k a n u n u n d a h a ö n ce d en
d e rp iş ve ta v s if eylediği b ir c e z a d a n g ay ri b ir ce zay a ç a r p ­
tır a m azlar.
c — H iç b ir h a k im , h a t t â a m m e n in h a y ır ve s e lâ ­
m e ti m ü lâ h a z a s ile de olsa, suç iç in k a n u n p n b iç tiğ i c e ­
za y ı a ğ ırla ş tıra m a z la r.
B — İk in c i n e tic e : C em iy eti te m sil e d e n vâzi k a n u n ,
a n c a k te m sil e ttiğ i c e m iy e tin b ü tü n a z â la r ın a şâm il,
u m u m î b ir ceza k a n u n u y a p a b ilir. F a k a t, b ir v a ta n d a ş ın
ce zay a m ü s ta h a k o lup o lm a d ığ ın ı ta k d ir ve m u h a k e m e
e tm e k v azifesi k e n d in e a it değ ild ir.
C — Ü çü n c ü n e tic e : E sir in s a n la r a te rc ih a n , h ü r ve
m e s’u t in s a n la r a te s p it e ttir ile n c e z a la rın , şid d e t ve d e h ­
ş e tin in h a y ır h â h fa z ile tle ri o ld u ğ u n u r lu d im a ğ la r t a r a ­
f ın d a n te y it ve te s p it edilm ed ik çe, d o ğ ru d a n d o ğ ru y a c e ­
m iy e tin s e lâ m e t ve h a y rin e h a d im ve s u ç la rın iş le n m e si­
n e m â n i o la b ilecek v a s ıfta b u lu n m a d ık ç a , h e r ceza f a y ­
dasız, a d â le tsiz ve İçtim aî m u k a v e le n in b ü n y e s in e a y k ırı
o la c a k tır!)
İ R A N M E K T U P L A R I £21

(D — D ö rd ü n c ü n e tic e : C eza h â k im le ri, k a n u n v az u


o lm a m a la rı h aseb ile, ceza k a n u n la r ın ı te fs ir e tm e k h a k ­
k ın a m â lik o la m az la r.
H âk im ler, k a n u n la r ı d e d e le rim izd e n , yazılı b ir m illî
g elen ek v esik aları, y a h u t m ira s ç ıla rı t a r a f ı n d a n ic ra sı
lâ z ım g elen m u ris in so n a r z u la rı gibi, ele g eç irm iş d e ğ il­
le rd ir ........................................................................................................
.................................. K a n u n u n m e ş ru m ü fe ss irle ri, a m m e n in
ira d e s in in e m a n e tç isi o la n k a n u n v âzileri olup, y o k sa
v az ifele ri sa d ec e h e r h a n g i b ir ş a h s ın işled iğ i b ir fiilin
k a n u n a m u h a lif olu p o lm a d ığ ın ı te tk ik te n ib a re t b u lu ­
n a n h a k im le r d e ğ i l d i r .......................................................................
.................................................. E ğ er h â k im , g ere k k e n d iliğ in ­
d en , g ere k k a n u n la r ın k u s u r u n d a n dolay ı b ir ceza d â v a ­
sın d a , b ird e n fa z lâ k iy a sî m a n tık y a p a c a k o lu rsa, işle ­
r in k a r a r ıp k a rış tığ ım görürüz.

U m um i m a h iy e tte m ü te a rife te sis e tm e k k a d a r t e h ­


lik eli b ir şey olam az. A SIL O LA N K A N U N U N R U H U N A
N U FU Z ETM EK TİR. B öyle o lu rsa, fik ir silsile sin i d u r ­
d u r a n m â n ia la r yık ılm ış o lu r
......................................... E ğ er k a n u n la r sa b it ve h a r f i h a r ­
fin e m a h fu z ve m â s u n o lm asay d ı, eğ er h a k im le rin b ir i­
cik vazifesi, b ir fiilin m evzu k a n u n a m u v a fık veya m u ­
h a lif o ld u ğ u n u n te s b itin d e n ib a re t b u lu n m a sa y d ı, ve
eğ er c a h ille rd e n ve gerek m ü n e v v e rle rd e n s â d ir o la ca k
e f’ali sevk ve id a re edecek o la n h a k lılık v ey a h ak sızlık
h a lle r i h a k im le r iç in sa d ec e filî b ire r h a d ise o lm a k ta n
ib a re t b u lu n m a sa y d ı, v a ta n d a ş h a k im le rin esiri o lu rd u !
Y ine b u k a d a r k o rk u n ç o la n b ir c ih e t de, z â lim in g a d d a r ­
lığı, k u d re ti n is b e tin d e o lm a y u p , ö n ü n e d ik ilecek m â n i­
le rin m u k a v e m e ti n isb e tin d e a r tm a s ıd ır!.,.

T a rz ı ta h r ir le r i a n lâ ş ılır ceza k a n u n la r ım h e r k es
o k u y ab ilir. S uç sa y ıla n fiille rin f e n a â k ib e tle rin i h a k k i-
le a n la r; ve b u an lay ış, o n u n b u fiili işlem e m esin e y a r ­
d ım eder. B u su re tle in s a n la r, c a n la rın ın ve m a lla rın ın
s e lâ m e tin i te m in e tm iş o lu rla r. B u gaye ile h a r e k e t e d e n
f e r t is tik lâ l ve h ü r riy e tin i de k a y b e tm e m iş, k ö rce ita a t a
ve zillete fa z ile t u n v a n ın ı ta k a n in s a n la r a n a z a r a n , d a h a
az esir b ire r v a rlık h a lin d e k a lm ış o lu rla r. B u d u r u m d a ­
222 İ R A N M E K T U P L A R I

k i v a t a n d a ş la r , k a n u n la r a v e y ü k s e k o t o r it e le r e d a h a a z
m u t i v e h ü r m e t k â r s a y ıla m a z la r .
B u p re n s ip le r şüph esiz, m a fe v k le rin d e n y ed ik leri z u ­
lü m d a rb e le rin i m a d u n la r ın a in d irm e h a k k ın ı k e n d ile r in ­
d e g ö re n z â lim le ri m e m n u n etm iy e c e k tir. B en i o k u y u p
a n la s a la rd ı, d o ğ ru su k e n d ile rin d e n k o rk u m o la c a k tı; l â ­
k in , z â lim le r h iç o k u m a z la r!...)

B E C C A R İA , S u ç la r v e C e z a la r , fa s ıl: I, II, III v e IV


P a r is , 1 3 /E k im /I 7 1 4 .
İ R A N M E K T U P L A R I 223

M E K T U P 69

Usbek’ten Rhedi’ye
Venedik

Seni h ay retlere düşürecek derecede felsefenin d erin ­


liklerine dalm ış bulunuyorum . Felsefî m ülâhazalarım ın
taşkınlığını gördüğün, bu m ülâhazaların enginliklerine
açıldığın zam an, bu h ay retin azalacak, buna sen de ina­
nacaksın ’.
A llâh’m varlığı üzerinde tefek k ü re dalan en hassas
filozoflar R abbin m utlak bir kem âl varlığına m âlik oldd-
ğunu söylerler; amâ, onlar bu fikri çok ileri götürm üş,
m übalağalara varm ış bulunuyorlar. Bu filozoflar, insan
oğlunun m âlik olduğu ve tasav v u r edebildiği b ü tü n k e­
m âl m erteb elerin i sıralam ışlardır; b ü tü n bu m ertebelere
ulûhiyet vasfı verm ekten de çekinm em işlerdir. Hiç d ü ­
şünm em işlerdir ki. ekseriya bu vasıflar, kendi araların d a
yekdiğerini ihlâl ve itfa etm ekte, ve bizzat kendi kendi­
lerini red ve in k âr eylem edikçe ayni v a rlık ta tek evvün
edem em ektedirler

d ) — M ü ellifin, 1710 y ılın d a F r a n s a ’d a n e ş re d ile n L eib n iz’in


L a T h eo d icee (İlâ h î a d a le t) n a m e s e rin d e n m ü lh e m o la ­
r a k A lla h ’ın v a rlığ ı ve b eşer h ü r riy e ti ü z e rin d e k i fe lse ­
fe sin i k u rd u ğ u söyleniyor.

(2) — B elki de, b u ş e rh ve te fsir, D e sc a rte s’a im â d ır. N ite k im


ayr.i im â d a b u lu n a n B ayie: (Ş a y e t A llâ h , D e s c a rte s’ın
ile ri s ü rd ü ğ ü gibi, a k lın ve ir a d e n in so n su z lu ğ u n d a k i
224 İ R A N M E K T U P L A R I

G arp âlem inin şâirlerinin dediklerine bakılırsa, güzel­


lik ilâhesinin tablosunu yapm ak isteyen bir ressam , en
güzel Y unan b akirelerini toplam ış, ve h er birinden en
m üstesna b ed ialar alarak, böylece ilâheler ilâhesinin ta b ­
losunu m eydana getirm iş. Şimdi, şayet bir adam çıksa da,
bu ilâheler ilâhesini hem sarışın hem esm er, gözlerinin
hem siyah hem m avi, m izacının hem m ağrur hem m üte-
vazi olduğunu söylerse, ne olur? Pek tabiîdir ki, böyle bir-
adam sadece, gülünç olur!...
İşte A llâh da, ulûhiyetle kabili telif olm ayan bazı ke-
m âlatı varlığında b u lu n d u ra m az ; bu takdirde, k em âlattan
m ahrum farz olunur. Lâkin, m ühim olan cihet, bu m ah-
rû m iy e tin Ulû T an rı’nın kendine hâs irade ile vukubul-
m asıdır. Bu da ulûhiyetinin icabıdır. Böyle olunca, Allâh,
hâkim i m utlak olsa da, yine de vaadini ihlâl edemez! K u l­
larını aldatam az! Z ira bu k u d retten m ah rû m d u r ’. H attâ,
ekseriya kudretsizlik Rabbin kendisinde değil, kiyasî ve
izafi olan bizzat eşyanın zatındadır. Bu tak d ird e de bu eş­
yayı tebdil edem em enin sebebi kendiliğinden ortay a çık­
mış olur! Ve yine işte bundan dolayıdır ki, büyük âlim le­
rim izden bazılarının A llâh’m sonsuz kem âlatile ad alet­

k e m â l m e rte b e s in d e , b ü tü n m ü k e m m e liy e tle r ve b ü tü n


h a y ır h â h lık la r la m ü c e h h e z ise, n a s ıl olu y o r da, yer y ü ­
z ü n ü k a s u p k a v u ra n b u k a d a r f e n a lık la rd a n m e s’u l o l­
m u y o r? B u ta k d ir d e b ü y ü k a h e n k siz lik le r ve te n a k u z ­
la r iç in d e b o c a la m iy o r m u y u z?) c ü m le le rin i c e sa re tle
k u lla n m a k ta d ır.

(1) — D esc arte s, (d e rin te fe k k ü r ve te e m m ü l, IV ) eserin d e:


(İn a n iy o ru m ki, A llâ h ’m b e n i a ld a tm a s ı im k â n s ız ­
dır. Ç ü n k ü , b ü tü n a ld a tm a la r ve h ile le r n o k s a n k e m â lâ t
m a h sû lü d ü r. A ld a tm a b ir in c eliğ in , b ir ze k â ve k u d r e tin
m a h s u lü o lsa d a h i, a ld a tm a ve d o la p çev irm e arz u su , m u ­
h a k k a k s u r e tte b ir aciz ve k ö tü lü k k a y n a ğ ın d a n gelir.
B ü tü n b u n o k s a n lık la rd a ise, U lû T a n r ı’y a r a s tla n a m a z !)
İ R A N M E K T U P L A R I 225

sizliğinin tevafuk etm ediği yolundaki iddiaları tem elsiz


sayılm az...
Bu fikir ne kadar cü r’etk âran e olsa da, m etafizik m ü­
lâhazaları sahasında çok m uvafık bir yer bulabilm ektedir.
Filhakika, felsefenin um um î prensiplerine göre, A llâh, es-
bab ve avam ili h ü r bir iradeden gelen h er hangi b ir ta-
am m üde m üstenit ahvali önceden kestirem ez; çünkü, he­
nüz vuku bulm am ış bir şey, o rtad a m evcut sayılm az. Bi­
naenaleyh, olm ayan bir şey de, tanınup bilinem ez. H aki­
k a tte de, hiç olan şey, her hangi bir v arlık u n su ru n a m â­
lik olm adığına göre, tefrik ve tem yiz de edilemez. Böyle
olunca da Allâh, m evcut olm ayan bir iradede h er hangi
bir şeyi okuyam az; ve m evcut olm ayan bir ru h da, her
hangi bir şey göremez. Öyle ise, tah d it ve tâyin kılınm ış
olm adıkça da, ortada her hangi bir fiil m evcut olam iya-
caktır.
Ruh, tâyin ve taam m üt eyliyeceği fiili bizzat im âl
eder; lâkin öyle ahval v a rd ır ki, hangi fiili, ne şekilde
tâyin ve taam m ü tte bulunacağını ru h da bilm ez. E kseri­
ya bu faaliyeti sadece h ü rriy e tin in istim ali için yapar. O
tarzda ki, Ulu T anrı bu tâyin ve taam m üdü önceden göre­
mez; ne ruhun, ne de eşyanın bünyesinde bu faaliyet ta r ­
zını m üşahede edemez.
M am afih, ben böyle dem ekle R abbim bilgi hududunu
tahdit etm iş olm uyorum . Filhakika, k ulları kendi ira d e ­
sine doğrudan doğruya ve tam su rette bağlı olduğuna g ö ­
re, elb sttek i öğrenm ek istediklerini öğrenecektir. Lâkin,
her şeyi görebilm ek im kânına m alik olm asına rağm en, bu
ihtiyarını h er zam an kullanm ak istem iyecektir. L iyâkat
ve liyâkatsizliğinin tespitini k ullarına bırakm ak m aksa-
dile, h a rek etlerin in intihap h ü rriy etin i alelâdde ahvalde
onlara te rk etm iştir. Amâ, bir şeyi öğrenm ek isteyince
de, o şeyi dâim a iyi bilir. Çünkü, vuku bulan şeylerin
İ r a n M e k tu p la rı F .; 15
226 İ R A N M E K T U P L A R I

gördüğü gibi vuku bulduğuna, ve m ahlûkatın da kendi


iradesi gib: y aratıldığına hiç şüphe yoktur.
Eğer, m ukayeselerin fevkine çıkan bir m ukayese y ap ­
m ak istenirse, şu m isâl v erilebilir: B ir hüküm dar, çok m ü­
him bir m es’elede sefirinin ne yapacağını, nasıl h a re k e t
edeceğini önceden bilemez. Ve eğer, bunu bilm ek isterse,
o sefirine ne tarzda harek et etm esini istediğini söyleye­
cek tir; bu da yetm ez, sefirinden de, istediği tarzda h a re ­
k et edeceğine d air inandırıcı tem inat alm ası lâzım gele-
cektir....
K u r’an K erim ve Y ahudilerin m ukaddes k ita p la rı
ilm -ül-gayb (prescience) inanışlarına m ütem adi hücum ­
lard a bulunur, red ve inkâr ed erler; ve A llâh’ın insan
fik riy atın ın m üstakbel k a ra r ve taam m üdünden h a b erd ar
değildir, derler. Böylece de, H azreti M usa’nın insanlara
ilk hak ik ati tâlim ettiği m üşahede edilir....
Ulû T anrı, H azreti A dem ’i dünya cennetine sokm uş
ve bazı m eyveleri yem em esini şa rt koşmuş. İşte b u rad a
hak ik at bel’riy o r; çünkü m adem ki, A llâh, önceden henüz
fiil haline gelm iyen şeylerden hab erd ard ır, m adem ki ilm
-ül-gayb m ecvuttur, o halde, ru h la rın m üstakbel tasav v u r
ve taam m ü tlerin i bilen R abb’ için böyle bir em ir verm ek
m ânadan arî olacaktır.
F ilhakika, böyle bir v arlık kendi terah h ü m atı, af ve
m ağfiretleri için, kullarına şa rtla r ileri sürebilir m idi? Bu
şa rtla rı ileri sürebilm iş olsaydı bile, bu şartlar, ona izafe
edilen kem âlat arasında her şeyi önceden bilm ek k u d re ­
tinin sonsuzluğu göz önünde tu tu lara k , gülünç olm azm idi?
B una da şöyle bir m isâl verm ek m üm k ü n d ü r: B ağdat şeh-
rin 'n fethedileceğini önceden bilen bir adam ın: (Ş ayet
Bağdat alınm azsa, size yüz Tornan 1 veririm dem esine

(1) — İ r a n p a ra sı: T ü m e n . İki T ü rk a ltu n u k iy m e tin d e b ir sikke.


İ R A N M E K T U P L A R I 227

benzer. İşte bu şekildeki bir söz, acaba kötü b ir şaka ol­


maz da, ne olur?
Azizim, Rhedi, bu kadar felsefe de niçin deyeceksin?
Ulû T anrı o derece y ü k sek tir ki, biz h a ttâ b u lu tların ı bile
tefrik ten aciz bulunuyoruz. Biz ancak, onu kutsal ây etle­
rinden taniyoruz. Payânsız, hudutsuz, m anevî ve sonsuz­
dur. A zam et ve ulviyeti karşısında biz sadece b ir hiçiz!
Bize düşen, o büyük varlığın önünde istihyâ etm ek, eğilip
bükülm ek ve dâim a hayranı olm aktır!
P a ris, 30/E kim /1714.

M E K T U P 70

Zelis’den Usbek’e
Paris

O kadar sevdiğin biçare Solim an’ın, ağır bir h ak aretin


darbesi altında nasıl m eyûs olduğunu bir bilsen!...
Sofi adlı, dünyadan habersiz, ne oldum budalası b ir
delikanlı, kızının izdivacına talip olm uştu. Bu em elini ay­
lardan beri de tek ra rla y ıp durm uştu. G erek söylenenler­
den, gerek kızı evvelâ görm üş olan kad ın ların çizdikleri
resim den m üstakbel gelini de beğenm işti. H attâ, kızın b a ­
ba evinden getireceği çehizde de ta ra fla r anlaşm ışlardı;
h er şey de, hadisesiz olup bitm işti.
Dün, önceki m erasim ler bitm iş ve kız atm a binerek
baba evinden yola düzelm işti. G eleneklere göre de, b a­
şından tırnağına kadar iyice örtünm üştü. Y am başında da
harem ağası gidiyordu. H eyhât! M üstakbel eşinin evinin
önüne varınca, çılgın adam kapıyı gelinin yüzüne k ilitle ­
228 İ R A N M E K T U P L A R I

di ve çehizin arttırılm am ası halinde, gelini içeri abrayaca­


ğına yem in üstüne yem inler etti! Şaşkına dönen kızın ana
babası, bir hal çaresi bulm ak için, sağa sola koşuştularsa
da, delikanlının inadı yum uşam adığından, adam cağız dam a­
dına küçük bir hediye verm eye razı oldu, işte, böylece ev­
lenm e m erasim i tam am landı ve henüz pek küçücük olan
gelini, biraz da zor kullanm ak suretile, güveyinin y atağ ı­
na götürdüler....
A radan daha bir saat geçm işti ki, bu utanm az genç,
çığlıklarla dışarı fırladı, gelinin bakire çıkm adığını etrafa
ilân ederek ve yüzünü gözünü y a ralay arak babasına geri
yolladı. Bir babaya bundan daha b eter bir hançer sapla-
nam azdı! Ö te yandan, bazı kim seler kızın hiç günahsız ve
m uhakkak bakire olduğunu iddia edip duruyor. Zavallı
b abalar, bu nevi haksız ve insafsız h ak aretlere uğram ak
tehlikesine her zam an m âruz bulunuyorlar!
Şayet, benim kızım a böyle bir m uam ele yapsalardı,
bu aciya dayanm az, m utlaka ölürdüm , saniyorum .
A llâh’a ism arladık.
F a tim î sa ra y ı, 9/T em m uz/1714.

M E K T U P 71

Usbek’ten Zelis’c

Yediği ağır darbenin devasızlığı nisbetinde, zavallı


Solim an’a aciyorum ! D am adına gelince, o da b ü tü n bu
İ R A N M E K T U P L A R I 229

ciir’etk ârlığ ı, kanunun kendisine tanıdığı serbestçe h a re ­


k et etm ek hakkından alm ış bulunuyor!...
Ben de, bir ailenin şeref ve haysiyetini bir çılgının
zevk ve heveslerinin insaf ve serbestîsine te rk eden bir
kanunu çok gaddârane buluyorum . B ekâret hakikatinin,
bazı em m arelerle bilineceği yolundaki lıatâlı görüş tarzı,
m âalesef zam anım ıza k ad ar gelm iş bulunuyor. H albuki
hekim lerim iz, bu alâm etlerin ekseriya insanı y a n ılttık ­
ları hakkında, gayri kabil cerh İlmî deliller v eriyorlar...
H iristiyanlara gelince, h er ne k ad ar b u n ların m ukad­
des kitap ları ve kanun vâzileri, bek âretin varlığını açıkça
kabul ve h attâ, cürüm le itham edilen genç kızların m âsu-
m iyet, y a h u ttâ m ahhûm iyetleri bu faziletin m evcudiyet
veya adem i m evcudiyetine bağlam ışlarsa da, kendileri
bu fikrin esassız, m evhum ve m eşkûk olduğunu kabul
ediyorlar.
Sana gelince, kızın hakkında, onun m ükem m el yetiş­
mesi, tahsil ve terbiyesi için gösterdiğin ihtim am son de­
rece beni m em nun etti. Ulû T anrı, onu m üstakbel kocası
indinde m ahbup, d ü n y alar kadar güzel, ve hazreti F atim e
k ad ar pâk kılsın. M uhafazasına on harem ağası tahsis k ı­
lın sın ; kendisine m ukadder olacak sarayın süsü ve şerefi
o olsun; tavanı altun yaldızlı ve zem ini en nadide h alı­
ların serildiği odalarda dolaşsın; ve dileğim i tam am lam ak
için de derim ki, b ü tü n bu satvet ve ihtişam ları kendi
gözlerim e tem aşa edebileyim !
P a ris, 5/A ralık /1 7 1 4 .
230 İ R A N M E K T U P L A R I

M E K T U P 72

R ik a ’d a n İb b e n ’e

=:=**’de

Geçen gün b ir m ecliste bulunuyordum ; orada, k en ­


dinden pek em in ve halinden ziyadesile m em nun birisini
gördüm . Bu adam , bir çeyrek saat içinde, ahlâka m ü te ­
dair üç suali cevaplandırdı, dört tarih î vakıayı tah lil ve
ten k it etti, ve nih ay et beş fizik m es’elesini de bir çırpıda
hallediverdi. Doğrusu, bu derece hazır cevap bir ayaklı
k ütüphaneye de hiç rastlam am ıştım . Bu adam daki tefek ­
k ü r hali, inkıta nedir bilm iyor, hele tereddüde hiç m ahal
bırakm iyordu. M ütem adi bir faaliyet hali içinde, d u rm a ­
dan, dinlenm eden m evzudan m evzua geçiyor; beşer zekâ­
sının ve engin hafızasının m üstesna örneğini veriyordu....
B ir aralık ilim lerden uzaklaşıldı; çağım ızın en m ühim
hadiselerine geçildi. Şim di de, devrim izin büyük vakıaları
üzerinde kesin m uhakem eler y ü rü tü y o r, geniş izahlar ya-
piyordu. Hiç olmazsa, bu sahada ona yetişeyim ,h a ttâ onu
geçeyim, deye bir heveslendim . K endi kendim e: (Eh, de­
dim, şim di artık kozların oynanm ası zam anı geldi! Tabiî,
b unun için de onun yaya kalacağı sahaya girişeyim de
kendi vatanım a sığm ayım , bari!) İşte böyle kendim i ta k ­
viye ve teselli ederek, İra n ’dan bahis açtım ve heyhat, d a ­
ha d ö ıt kelim e söylem eye vakit kalm adan, bizim yam an
ayaklı kütüphane, bana bir taa rru z a geçti! C hardm ve
İ R A N M E K T U P L A R I 231

T a v e rn ie r’nin bilgi kay n ak ların ı ileri sü rerek beni bir


bozdu, bir teçhil etti ki, içim den (Eyvah! Ne yaptım ! L â­
kin büyük A llah’ım bu adam görüyorum ki, İsfahan’ın
sokaklarını benden bile iyi taniyor!) deye m eyûs ve m ün­
hezim susm aya m ecbur oldum. Bu su retle ben de nasibim i
ondan alm ış oluyordum ! Şim di söz m eydanı yine onundu;
durm adan yine o söyleyecekti, nitekim de öyle yaptı ve
halâ da söylüyor!.. ].
P a ris, 8/O cak/1715.

(D — S a th î b ir te e m m ü l tu z a ğ ın a d ü şe n b irisi, m ü e llifin k e n d i
b ilgisile m a ğ ru r b ir g a fle t iç in d e o ld u ğ u n a h ü k m e d e b ilir.
H alb u k i, M o n te sq u ie u ’n u n b ü tü n m e ra m ı, e se rin e m e h a z
y a p tığ ı s im â la rın m ü m ta z iy e tle rin i g ö ste rm e k tir.
F ilh a k ik a , İ r a n M e k tu p la rı, m u h te v a s ın d a k i İn san î,
felse fî ve h u k u k î fik irle r h a ric in d e , c o ğ ra fî ve ö rfî h u s u ­
siy e tle r y ö n ü n d e n , b ilh a s s â b u ik i ş a h s iy e tin iz ve eseri
b ü y ü k o lm u ş tu r; z ira filo zo fu m u z n e İ ra n 'ı, n e T ü rk iy e ’yi
g ö rm ü ştü r!
İşte b u n d a n dolayı, g erek k e n d ile ri, g erek e serleri
h a k k ın d a a ş a ğ ıd a k i bilgiyi fa y d a lı g ö rm ek tey iz:
J e a n C h a rd in , 1643 - 1713, F ra n s ız se y y ah ı ve iş a d a ­
m ıd ır. E lm a s tic a r e ti m a k sa d ile 1665 ta r ih in d e H in d is­
t a n ’a g itm iş, o r a d a n İ r a n ’a geçerek o t a r i h te p a y t a h t
o la n İ s f a h a n şe h rin d e y e rle şe re k a ltı se n e o tu rm u ş tu r.
1670 y ılın d a F r a n s a ’ya d ö n m ü ş, lâ k in fa z la k a lm iy a ra k
İ r a n ’a av d e tle çok u z u n y ılla r k a lm ış tır. A n cak , 1680 d e
H in d is ta n ’d a g en iş b ir te d k ik a t y a p a ra k a n a v a ta n a d ö n ­
m ü ş tü r. A n c a k b u d e fa d a İn g ilte re y e göç e d e re k o ra y a
y e rle şm iştir. 1683 de İn g iliz H in d is ta n ş ir k e tin in m ü m e s ­
sili o la ra k H o lla n d a ’y a g ö n d e rilm iş ve a y n i z a m a n d a k ı-
r a liy e tin fe v k a lâ d e elçisi u n v a n ile de te ç h iz ed ilm iştir.
1671 Y ılın d a « İra n k ır a lı III. S o lim a n ’ın t a h t a çık ışı
in tib a la rı» n ı. 1686 y ılın d a d a « İran ve D oğu H in d is ta n ’a
se y ah a t» ad lı m e ş h u r e se rin i n e ş re tti; n ih a y e t 1711 de
« Ç ın g ıra k la rd a n sesler» e s e rin i çık ard ı.
«M ontesquieu, işte « İra n ve D oğu H in d is ta n ’a se y ah a t»
e s e r in d e n çok f a y d a la n a ra k , ese rin d e k i: ı — 2 — 3 — 7
232 İ R A N M E K T U P L A R I

— 9 — 15 — 16 — 18 — 23 — 26 — 28 — 29 — 33 — 34
_ 35 _ 47 _ 49 _ 51 _ 55 _ 64 — 70 — 85 — 97 — 102
— 119 — 131 — 135 — 141 ve 143 n cü m e k tu p la r b u ışık
a ltın d a y a z ılm ışla rd ır.
J e a n - B a p tis te T a v e rn ie r, 1605 - 1689, F ra n s ız sey ­
y a h ıd ır. D a h a k ü ç ü k y a ş ta A n v e rs t’d e n P a r is ’e gelm iş,
s e y a h a t e tm e k ateşile y a n a n b ir m iz a c a sa h ip ti. O n beş
y a ş ın d a b a b a o ca ğ ın ı te rk e tm iş , A v ru p a n ın b a tı vee o r ta
k ıs ım la rın ı gezm iş, P o lo n y a ’ya k a d a r u z a n m ış tı. 1630 d a
İ s ta n b u l’a geldi; 1632 de İ r a n ’a geçti. Ç ok k ıs a b ir m ü d ­
d e t iç in F r a n s a ’ya a v d e tte n so n ra , v a rlık lı b ir tü c c a r o la ­
r a k H in d is ta n ’a g itti. 1642 y ılın a k a d a r b u s e y a h a tla r d ö rt
d e fa te k ra rla n ıy o rd u . S o n ra 1643-1668 y ılla rı a r a s ın d a g ü ­
n ey A sy a m e m le k e tle rin i, A frik a ’n ın Ü m it B u r n u ’n u g e­
zerek 1668 de çok b ü y ü k b ir se rv e tle v a ta n ın a a v d e t e tti.
1669 d a X IV . L o u is ta r a f ı n d a n k e n d isin e b a ro n lu k â s a le ti
te v c ih edildi. İş te b u n d a n so n ra , b ü tü n s e y a h a tla n n ı
n e ş re b aşlad ı. 1675 de ( S u lta n ın s a ra y ın d a d ö n e n le r)
1676 d a ( J e a n B a tis te T a v e rn ie r’n in a ltı s e y a h a ti...
T ü rk iy e ’ye İ r a n ’a ve H in d is ta n ’a s e y a h a tla r ) ; 1679 d a
( a lâ k a la r, g a rip ve is tis n a î h a lle r k ü lliy a tı.)
M o n tesq u ieu , b u e s e rle rd e n p ek çok m a lû m a tla r
to p la y a r a k k ita b ın ın : ı — 6 — 7 — 20 — 40 — 47 — 85
— 96 — 112 — 121 ve 125 n ci m e k tu p la rın ı b u n la r la s ü s ­
ley ip z e n g in le ştirm iştir.
(m ü te rc im ).
İ K A N M E K T U P L A R I 233

M E K T U P 73

R ik a ’d a n =:;**’ya

F ransız A kadem isi 1 adını v erdikleri bir nevi m ah­


kem eye benzeyen bir m üesseseden bana bahsetm işlerdik
Ne ise, bu teşekkülü de tanım ış oldum. B ütün dünyada
bu m üesseseden daha az h ü rm et gören başka hiç bir m ü­
essese olamaz. Şimdi, bir yığın k a ra rla r veriyor, lâkin
biraz sonra m illet, ittib aı lâzım gelen, bir kanun çık ara­
rak b ü tü n bu k a ra rla rı bir çırpıda bozup hüküm süz kılı­
yor!
Bir m üddet önce bu m üessese, y etkilerini tesbit için
ittihaz etm iş olduğu k a ra rla ra ait bir ciltlik bir sicilli mu-
k a rre ra t m eydana getirm işti.Ç ok babalı bu bebek, doğ­
duğu zam an bile hem en hem en bir ihtiyardı. G erçi bu
çocuğun nesebi sahihti. Lâkin kendinden evvel, teşekkül
etm iş piç döl, bu m eşru evlâdı daha pek küçüklüğünde
boğup öldürm üştü!
İşte, bu Fransız A kadem isini teşkil eden azaların bü­
tü n iş ve güçleri, durm adan dinlenm eden konuşm ak, ge­
vezelik etm ektir! B iribirlerini m etih ve sena edip göklere

(D — l ’A cad ém ie fra n ç a ise . ( F f a n s a E n c ü m e n i D an ışı.)

(2) — F ra n s ız A k ad e m isi k a m u s u n u n ta b ’ı 1678 de b a ş la m ış


ve 1692 de d u rd u ru lm u ş tu . B irin c i b ask ı ise, a n c a k 1694 de
v u k u b u ld u . A k a d e m in in im tiy a z ın a ra ğ m e n , 1684 de F u re -
tiè re k e n d i k o m u s u n u n n e ş ir m ü sa a d e sin i alm ıştı. B u n a
b ir tü r lü ta h a m m ü l ed e m e y en A k ad em i, m ü e llife g en iş
h ü c u m la r d a b u lu n d u ve v e rile n m ü sa a d e m e y i 2 2 /O c a k /
1685 de ip ta l e ttird i. P iç y a h u t ta k lit ( B â ta r d ) ise, a n -
231 İ R A N M E K T U P L A R I

çıkarm ak san’atı, B abil kulesi gibi gittikçe yükselip ih ­


tişam peyda etm ektedir. H er hangi biri, bir k erre anîden
bu esrar âlem ine daldı mı, a rtık tu tu ld u ğ u ifra t derece­
deki m etih ve stayiş çılgınlığına m eftun olur ve yakasım
ebediyete kad ar bundan sıyıram az! 1
B u gövdenin tam k ırk başı vardır. Bu başlar ise, eda
ve tav ırlar, istiare ve m ecazlar, tezât ve terd itlerle dop
doludur. B ütün ağızlara gelince, yalınız h ay ran olm ak, ta ­
a c c ü p ve istiğ rap ta bulunm ak için açılır; k u lak lar daim a
vezin ve ahenk sadaları için gerilir!.. Ya gözler? O nlar
için hiç b ir m es’ele yoktur. Ç ünkü, onlar sanki görm ek için
değil, fak at konuşm ak için halkolunm uşlardır!...
İşte bu gövde, bu ay ak lar üzerinde duram am aktadır.
O na şeam et ve m usibetlerle dolu olan zam an, her an kendi­
sini tâ kökünden sarsıp sallam akta, yaptığı her şeyi de­
rin d e n derine çökertm ektedir! Bu vücudun ih tiraslarla
yan u p k avrulduğu söyleniyordu; ben ise, bir şey söylemi-
yeceğim . Bu hükm ü, onu benden daha iyi tan iy a n la ra b ı­
rakacağım .
işte, aziz dostum , bir sürü garabet, tarife sığm az aca-
iplikler, tu h aflık lar ki, vatanım ız İra n ’da hiç, am â hiç
rastlanam az! M üfekkirem iz bizi aslâ böyle nev’i şahsına
m ünhasır, garip m üesseselere sürüklem em iştir. Biz tab i­
atı. h er zam an b asit geleneklerim izde ve m asûm icra atı­
m ızda ararız.
P a ris, 2 7 /Ş u b at/1 7 1 5 .

cak : 1690 d a la H aye de in tiş a r ed eb ild i; y an i, m ü e llifi­


n in ö lü m ü n d e n ik i se n e so n ra . İşte M o n te sq u ie u b u ilk
n ü s h a y a m â lik b u lu n u y o rd u .

<1) — A k ad e m iy e y en i d a h il o la n z e v a ta sö y le n en k a b u l m e t­
h iy e le rin e ve A k ad e m i azası ik e n ir tih a l e d e n le re o k u ­
n a n k a sid e le re a it n u tu k la r ı im â ediyor.
İ R A N M E K T U P L A R I 235

M E K T U P 74

U sbek’tc n R ik a ’y a

T anıdıklarım dan biri, bir kaç gün önce b an a: (Sizi,


P a ris’in en m ükellef evlerine götüreceğim i vaadetm iştim
ya. işte şim di, sizinle im paratorluğun en m üm taz sim âla-
rm dan birine gideceğiz.) dedi. D ostum un bu alâkasına
teh alü k gösterdim : (L ütfen bu sözlerinizle neyi m u rat
ettiğinizi söylerm isiniz? Deye sordum . Acaba bu m üm -
taziyet bu zatın her keşten daha kibar, h er keşten daha
sevim li ve nazik olm asından mı, yoksa h er keşten daha
çok iyilik etm esini sevdiğinden m idir?) - D ostum bu sual­
lerim e kısaca: (H ayır, sebep b u n lar değildir.) deye cevap
verdi. O zam an: (Öyle mi! O halde anladım , dedim ; bu
adam , daim a etrafın d a b u lu n an lard an daha yüksek ol­
duğunu hissettirm eye özeniyor, dem ektir. Eğer, böyle ise,
beni hem en ona götürün, b ü tü n g u ru r ve ü stü n lü k leri
ona bırakup, b ü tü n m ahviyet ve küçüklüklerle de k en ­
dim i m ahkûm edeceğim !). ,
Böylece, bu dâveti kabule m ecbur oldum. N itekim
çok geçm eden de, düşüncelerim de ne kadar haklı oldu­
ğum u anladım . Kısa boylu, ufak tefek, lâkin son derece
m ağ ru r birile tanıştırıldım . B urnuna bir tu tam enfiye çe­
kerken tü tü n küçük dağları kendisi yarattığ ın ı iddia edi­
yordu. Balgam dolu tü k ü rü k le rin i savururken hiç kim se­
den pervası olm adığını ilân etti. E trafında dönüp dolaşan
236 İ R A N M E K T U P L A R I

köpeklerini itina ile okşarken de. yanındaki insanlara zer­


re kad ar ehem m iyet verm ediğini ve h a ttâ isterlerse, bu
hareketini onları tah k ir m ânasına da alabileceklerini açık­
ça im â etti. Eh, bu kadarı da yeterd i; bu m anzaraya daha
fazla hayranlıkla bakm am a taham m ülüm kalm am ıştı.
İçim den: (Ah! Rabbim! dedim. Şayet İra n sarayında bu­
lunduğum sırada, tem sil vazifem i böyle yapm ışsam , tavır
ve harek etlerim bu şekilde olm uşsa, o halde pek ahm akça
davranm ışım dem ektir! Bir budaladan hiç farksızm ışım ,
öyle ise!)
Benim sevgili Rika, her sabah saraya girdiğim iz za­
man, bizi en güzel dileklerle karşdavan, etrafım ızı çevi­
ren in sanlara yüzlerce h a k a re tle r yapabilm ek için, ham u­
rum uzun kötü m ayadan yuğrulm uş olm ası lâzımdı. Bu
adam lar, kendilerinden ü stü n olduğum uzu zaten biliyor­
lardı. Şayet, bunu önceleri bilm em iş olsalardı bile, her
gün onlara yaptığım ız bin tü rlü h ay ırh âh lık larla bunu
öğrenm iş bulunuyorlardı. K endim ize h ü rm et ettirm ek
m aksadile hiç bir teşebbüste bulunm azdık; b ü tü n gayre­
timiz, onların kalblerini kazanm ak içindi. B unun için de,
onların her derdile alâkalandırdık. G ittikçe hissizleşip
katılaşan azam et ve ih tişam ' 11 ortasında, bizi dâim a h a s­
sas ve onlarla alâkalı bulurlardı. O nlar sadece, kalbleri-
mizi kendilerinin fevkinde görürlerdi. E trafım ızdakilerin
h er çeşit ihtiyaçlarına kadar inip eğilm esini bilirdik.
Am â, H üküm dar h azretlerini de, um um î toplantı ve
şenliklerde, m erasim lerde m uhafaza ve m üdafaa etm ek
icabettiği; yabancıları m illetin selâm et ve varlığına h ü r­
m et ve riay ete m ecbur etm ek gerektiği zam anlarda; ve
nihayet v atana karşı m eş’um ve tehlikeli anlarda da h e ­
m en canlanır, p ü r celâdet yerim izden silkinir, ask erleri­
m izin başına geçer, onları k a h ram an lık lara sü rü k ler ve
bulunduğum uz irtifa la rın da yüz katın a çıkm aktan aslâ
yılm azdık! Böyle zam anlarda, bizim de yüzüm üzü ihtişam
İ R A N M E K T U P L A R I 237

ve guru r k aplardı; bu hislerle bezenm iş yüzlerim izin hiç


çirkinleşm em iş olduğunu da ekseriya söylerlerdi.
P a ris, 10/N isan/1715.

M E K T U P 75

U sbek’te n R h e d i’ye

V en ed ik

Sana itira f etm eliyim , R hed’l, M üslüm anların dinle­


rin e besledikleri k anaat ve im anı H iristiyanlarda gör­
m edim . Z aten onlardaki bu zâaf ve gevşeklik her şey­
lerine, m esleklerinden tu tta, am el ve ibadetlerine kadar
girm iş. Din onlarda, bir m ukaddesat m evzuu olm aktan
ziyade, her kesi içine alan bir m ünakaşa ve kavga m ev­
zuudur. S aray m ensupları, m uharipler, h a ttâ kadınlar
ruhban ısnıfı aleyhine ayaklanm ışlar, inanm adıkları şey­
lerin ille de ispatını isterler!..
Onlar; n bu ret ve in k ârları kalbı ve aklî de değildir.
Öyle, h ak ikati bulup kucaklam ak için e ttik leri bir gayret
yoktur. D inin esassızlığına bu yollarla varm ış b u lu n m u ­
y o rla r; bunlar, girecekleri hoyunduruğun m ahiyetini da­
ha bilüp öğrenm eden ürkm üşler ve onu sallayup sarsarak
k u rtu lu ş çareleri arayan b ire r asîden başka kim seler de­
ğillerdir! H attâ, onların im anlarındaki bu zaaf, in k â rla ­
rın d a da aynen m evcuttur. Tıpkı, bir m et ve cezir içinde
gibidirler, önce enginlere doğru açılırlar, sonra da top-
lanup g erilerler; böylece gidüp gelirler! B unlardan biri
238 I R A N M E K T U P L A R I

bana bir gün şöyle dedi: (Ben, ru h u n ölm ezliğine her altı
ayda bir inaniyorum . Benim m üfekkirem , bedenim in gös­
terdiği gelişm e tarzına göre faaliyet gösteriyor. F ikren
cevvaliyetim in azalıp çoğalm asına, yediğim etlerin yum u­
şaklık veya sertliğine, Spinosa 1 felsefesine m eclup b u lu ­

( 1 ) — F elsefe z e k â s ın ın en p a r la k la r ın d a n ve b eşer n ev in i,
P e y g a m b e rle rd e n so n ra , U lû T a n r ı’y a y a k la ş tıra n en h a ­
y ır h a h s im a la rın d a n b iri de: B a rtıeh S p in o za (y ah u t
S p in o sa) d ır. A slen P o rte k iz Y a h u d ile rin d e n o lu p H o l­
la n d a 'd a , 1632 de (A m e ste rd a m ’ö a) d o ğ m u ş ve 1677 de
L a H ay ’de ö lm ü ştü r.
E vvelâ H in d d in le rin i besleyen, s o n r a eski Y u n a n
felse fesin i k u c a k la y a n m e ş h u r filozof (Z e n o n ) n u n , a h -
lâ k çe pek s e rt olm asiJe m e şh u r, b ir fik ir ve m e sle k te se­
b a t, s a b ır vc te h a m m ü l felsefesi (S to ïcism e) ve N eo p -
la to n is m e ’in eski R o m a’yı d a s a rd ık ta n so n ra ( en b ü y ü k
m ü m e ssili: L u ciu s S en ec a) P a n th é is m e (v a h d e ti m u tla k a
felsefesi) in k u d re tli filo z o fu n u S p in o s a ’d a b u lm u ş tu r.
T ra c ta tu s T heologico - P o litic u s ad lı eserile, ve b il­
h a s s a E th iq u e : (İlm i a h lâ k ) ad lı şa h e se rin d e S p in o zism e
( y a h u t S p in o sism e) deye ta n ın a n S p in o sa p a n th é s m e ’in in
esası şöylece h ü lâ s a ed ileb ilir: T a b ia t y a h u t d ü n y a ile
A llâ h yek v ü c u t h a lin d e d ir ki, b u n a v a h d e ti v ü c u t d e -
yoruz. S p in o sa ’ya göre, U lû T a n r ı ile d ü n y a a r a s ın d a a n ­
ca k b ir n o k ta i n a z a r f a rk ı v a rd ır. A slo la n A llâ h ’ın y e g â ­
n e m a d d e i asliye oluşu, te k v a rlık b u lu n u şu d u r.
T ek m a d d e i asliye, te k v a rlık o la n A llâ h ’ın b ir çok
v a s ıfla rı v a rd ır: M u tlak z a ru rî olan, so n su z o lan , ebedî,
m ü sta k il, sa d e ve g ay ri k a b il ta k s im o la n h e p o d u r. B u
v a s ıfla rd a n ise, a n c a k ikisi b eşer n evi iç in m a lû m o lm u ş­
tu r : te fe k k ü r ve im tid a t. iş te , d ü n y a bu” ik i v asıf a r a s ın ­
d a b u lu n u y o r. B eşer n e v :i ( y a r a tık la r ) ise, b u v a s ıfla rın
k ü ç ü k m o d e lle rin in k o lle k siy o n u n d a n ib a re ttir . B eşe­
r in ira d e i cüz’iyesi ise, e f ’ali sevk ve id a re e d e n a m il­
d e n h a b e rsiz h a ld e k ım ıld a n m a k ta d ır. H a lb u k i h ü rriy e t,
in s a n la rın ih tir a s la r d a n k u rtu ld u ğ u , h a k ik î ilim ve fe l­
sefeye y a k la şa b ild iğ i ve A llâ h ’ı k u c a k la y a b ild iğ i n is b e t-
İRAN M E K T U P L A R I 23»

nup bulunm ayışım a, Socinien 1 olup olm ayışım a, katolik,


dinsiz veya zahit bulunuşum a göre hissiyatım değişiyor.
H ekim başım ın ucunda iken günâh çıkaran papas, öyle
kolay kolay benden b ir itira f alam az. Sıhhatim yerinde
iken, dinin huzur ve rah atım ı bozm asına aslâ m üsaade
etm iyeceğim . Amâ, hastalanırsam , beni teselli ve teskin
etm esini de re t edem em doğrusu! A rtık benim için hiç b ir
ta ra fta üm it şulesi yanm ayınca, din im dadım a yetişir ve
vaitlerile kalb'm i ferahlandırır, işte, bu suretle kendim i
tem am ile dine terk eder, üm idin geniş k an atların d a ölüm
d iyarına rah atça uçm ak isterim !..)
Uzun yıllar "var ki, h iristiyan tâcidarlar, ü lk elerin ­
deki esirleri âzat edip h ü rriy e tlerin e kav u ştu rd u lar. O n­
lar, bunu yaparken, İncil’in em rini yerine getirdiklerini,
zira, hiristiy an lık ta b ü tü n insanların h ü r ve eşit olduğunu
ileri sürm üşlerdi. Hiç şüphe y o k tu r ki, bu dinî sebep, bu
tâcidarların çok işine y aram ıştı; çünkü, ancak bu sayede

te elde ed ileb ilir. A klâk! p re n s ip le r ise, İlâ h î a ş k ta m e v ­


c u ttu r.
S p in o sa ’n m d e te rm in iz m i, c ih a n ş ü m u l b ir d e te r m i­
n iz m in alcibetini d o ğ u rm u ştu r. H egel ve F ic h te ’n in s is­
te m le ri de fa rk lı p a n th é is te d o k trin le rd ir. A n c a k S p in o -
s a ’n ın k i so n d erece k u v v etli, v âz ıh ve u lv îd ir. B u d o k tr in
te c rü b e y i a ş m a k ta , e ş y a n ın a s lın a s ü r’a tle v a sıl o lm a n ın
s ır r ın ı h a iz b u lu n m a k ta d ır.
E lb e tte k i T ü rk ve İslâm te fe k k ü r ta r z ın ın ir tif a la r ın ı
g ö ste re n ta s a v v u f felsefesi, A llâ h ’ı id r â k fa z ile tin in b ü ­
t ü n İlm î iz a h la rın ı h a iz b u lu n u y o r.
(D — S ocin (L elio S ozzini) İta ly a lı b ir p r o te s ta n olu p 1525 de
d o ğ m u ş 1562 de ö lm ü ştü r. K u rm u ş o ld u ğ u S o c in ia n ism e
d in î d o k trin in e göre, Hz. İs a ’n ın u lû h iy e ti m e v c u t o lm a -
yup, sad ece u l û T a n r ı’n ın y a r a ttığ ı b ir k u ld u r. A n cak ,
y in e A llâ lı ta r a f ı n d a n b eşer n e v in in k u r ta r ılm a s ın a m e ­
m u r e d ilm iştir. B ilâ h a re , b ir çok d o k trin e b ö lü n e n b u
m ezh ep , 18. a s ırd a sad ece U lû T a n r ı’n ın v a rlığ ın ı k a b u l
e d e n (v ü c u d u v a h d a n iy e t d o k trin i) D eism e’i g e tirm iş tir.
240 İ R A N M E K T U P L A R I

d erebeylerin sefil tabakaya dayanan kuvvet ve hâkim iyet­


lerini yıkabileceklerdi. Eu iş olup b ittik ten sonra, bu tâci-
d a rla r öyle d iyarlarda fü tu h ata giriştiler ki, b u ralard a h ü ­
küm süren esareti kendi m enfaatları için bulunm az bir
nim et sayarak, bu m üesseseyi aslâ yıkm ayı düşünm ediler.
Bil’âkis, bu esirlerin satın alınup satılm alarına geniş m ü ­
saadelerde bulunm uşlar, ve baktile üzerine o kadar titre r
göründükleri hiristiyanlık dinindeki eşitlik prensibini ise
hiç h atırlam ak dahi istem em işlerdir!...
D aha ne deyeyim , bilm em ki? Bir devir için h ak ik a­
tin tâ kendisi olan şey, diğer bir devir için vehim ve h a ­
tâd an ileri gidem iyor!
Acaba, biz de H iristiyanlar gibi niçin mi yapm iyoruz?
Ç ünkü, biz m es’u t iklim lerde kolayca k urulm uş müessese-
leri ve yapılm ış fü tu h a tla rı re t edebilecek hâlis ve sade
insanlarız da ondan! B unlardan yüzüm üzü kolayca çevi­
rebiliriz, çünkü, m ukaddes K u r’anım ızın evam irine göre,
yıkanabileceğim iz bir su bile oralarda y oktur h
K adiri m u tlâk olan A llâh’a ham d ve senâlar olsun ki,
bize gönderdiği büyük Peygam beri, indiği gökler kadar
tem iz ve berrak, o yüce ki, bize tâlim ettiği dinle, beşe­
rin y a ra ların ı sa ru p sarm alaya biliyor ve bun u n la iftih ar
ediyoruz
13/N isan/1715

( 1 ) — M ü slü m a n la r V en ed ik ş e h rin in fe th i ile y a n u p tu tu ş m a -


m ış la rd i; ç ü n k ü , b u r a d a K u r ’a n ın e m irle rin e göre, g u su l
ve a b d e st su y u yoktu.

(2) — 31 ve 39 n c u m e k tu p la rın te k r a r g özden g e ç irilm e sin i


o k u y u c u la rd a n ric a ederiz.

«m ütercim »
İ R A N M E K T U P L A R I 241

M E K T U P 76

U sbek’te n İb b e n ’e

İzm ir

İn tih a r edenlere karşı A vrupa’da k a n u n lar pek am an­


sız oluyor. K endi ta tlı canlarına kendi elile k iy an ları ik in ­
ci defa ölüm e m ahkûm ediyorlar! N asıl m ı? C esetlerini
sokaklarda sürüklem ek, nam us ve şereflerini çam urlara
bulam ak, m al ve m ülkleri m üsadere edilm ek suretile!...
Bana öyle geliyor ki, İbben, bu k an u n lar ziyadesile
haksız ve adaletsizdir. B ir düşün, kederden, sefaletten,
h a k a re tte n inleyüp ezilirken, bu iztıraplarım a niçin n ih a­
yet verm em e m ânî olunm ak isteniyor? Bu ağır y a ra la rı­
m ın yegâne devası avuçlarım da b u lu nurken, m erh am et­
sizce nasıl ondan beni m ahrum etm eye kalkiyorlar?
Acaba, içinde bulunm am ağı kabul ettiğim b ir cem iyet
için, neden çalışup didinm em i benden istiyorlar. Aslâ,
a rtık iştirak etm ek istem ediğim b ir anlaşm a ile neden il­
zam edilm iş olayım ? Cem iyet karşılıklı m enfaat zem ini
üzerine kurulm uştur. Lâkin,, şayet cem iyet benim için bir
yük, bir m üşkülât, bir m ezahim ve m eşakket kaynağı o lu r­
sa, artık bu cem iyetten yüz çevirm em e kim m ani olabi­
lir. H ayat hakkı, bana bir lu tû f ve inâyet olarak v e ril­
m iştir; lâkin, şayet o bu h a y ırh âh vasfını kaybederse, ben
de onu reddetm ek, istem em ek hakkına m âlik olm aliyim .
Ç ünkü, sebep ve illet kalkınca, eser ve netice de nihayete
erer!
İran M ektupları F.: 16
242 İ R A N M E K T U P L A R I

Şayet, tebaalık nim etlerinden istifadelerim olm uyorsa,


kıral hazretleri de, tebaası olm am ı benden isteyem em eli-
dir, değilm i? Acaba, vatandaşlarım , adaletsiz bir taksim
şekli olan kendi saadetlerini b ir yana ve benim m eyûsi-
yetim i diğer yana bırakılm asında devam lı İsrar edebile­
cekler m idir? 1
Acaba, b ü tü n hay ırh âh lard an daha hayırhâh olan Ulû
Tanrı, altında ezilm ekte olduğum darbelere ebedî m ah­
kûm kalm am a razı olacak m ıdır?
Ben k an u n lara itaata m ecburum , şâyet o k anunların
hükm ü altında vaşiyorsam ; lâkin ben ölmüş b ulunuyor­
sam, artık o k an u n ların hükm ü altında sayılabilirm i-
yim ?...
F akat, şim di de bana: (Siz, m ukadderatı İlâhiye ni­
zam ını bozuyorsunuz! Allâh, ruhunuzla bedeninizi birleş­
tirdi, halbuki siz, onları yekdiğerinden ayırıyorsunuz!
B inaenaleyh, siz M ukadderatı İlâhiye’ye karşı geliyorsu­
nuz; ona m ukavem et ediyorsunuz!) deyeceklerdir.
L âkin bu sözlerle de ne dem ek istiyorlar? Acaba, m ad­
denin eşkâlini tebdil ettim deye, h arek et halinin ilk k a­
nunları, yani tekvin ve m uhafazanın ilk evam ir: ta ra fın ­
dan yuvarlak yapılm ış cisme dört köşe bir şekil verdim
deye, A llâh’ın nizam ını bozmuş olurm uyum ? H ayır, hiç
şüphesiz! Ben, sadece bana bahşedilm iş bir hakkı istim al
etm iş oluyorum ; ve bu m ânada da. H ikm eti R abbaniyeye
ar.lâ karşı gelm iş olm adan, kendi keyfim e göre h arek ette
m uhtarım !

(D — Ş u ilh a m k u v v e tin e h a y r e t e tm e m e k m ü m k ü n d e ğ il­


d ir: ( İn s a n to p lu lu k la rı iç in d e d ev a m lı b ir g a y re t v ark i,
ce m iy e tte k i b ü tü n z a a f ve fe lâ k e tle ri b ir y a n a ve b ü tü n
k u d re t ve sa a d e tle ri d iğ e r y a n a s ır a la m a ğ a ç a lış m a k ta ­
d ır. A k ilâ n e k a n u n la r ın vazifesi, b u g a y re ti d ev a m lı s u ­
r e tte te sirsiz b ıra k m a k o lm a lıd ır....)
B eccaria, S u ç la r ve C ezalar, fasıl: I, s; III.
İ R A N M E K T U P L A R I 243

R uhum gövdem den ayrıldığı takdirde, acaba cihanın


nizam ve ahenginde en küçük b ir değişiklik olacak m ıdır?
Bu tefrik in vuku ile hasıl olacak yeni te rtip ve terkibin
daha az m ükem m el olacağına, İlâhî ve um um î kan u n lara
daha az uyabileceğine inanırm ısıntz? Acaba, dünya bu
yüzden bazı eksiklik ve ziyanlara mı uğrayacaktır? Yoksa,
A llâh’ın m uazzam ve m uhteşem eserleri ehem m iyetlerin­
den bir şeymi kaybedeceklerdir?
T asavvur edebilir m isiniz ki, b ir buğday başağı; bir
solucan, bir çim ene m ünkalip oldu deye, vücudum a rtık
tab iata yakışıksız bir v arlık sayılsın? Ve ruhum , dü n y a­
daki b ü tü n şeylerden kaçm ış ve saklanm ış deye, ulviyet
ve m ükem m eliyetini kaybetm iş bulunsun?
Ah! B ütün bunlar, sevgili İbben, sadeıe g ururum uz­
dan, kibir ve azem etim izden geliyor, heyhât! Biz b ir tü r ­
lü küçüklüğüm üzü hissetm iyoruz ve C ihanda m u tlak a bir
şey olmak, bir şey sayılm ak için çırpınıyoruz! Biz, bir k i­
şinin telef olup gitm esini bile tab iatı küçültüp alçaltacak
azam etli bir vakıa gibi tah ay y ü l ediyoruz! H albuki, b ili­
yoruz ki, dünyada bir adam artm ış, ya da eksilm iş ben
de ne konuşuyorum ? hattâ, b ü tü n bir kitle yok olmuş,
m eselâ bizim gibi yüz m ilyonluk bir insan m anzum esi,
bundan da ne çıkar sanki? İşte bu m uazzam kitle bile, ci­
handa bir zerreden, boşlukta kalm ış bir zavallı v arlık tan
başka nedir ki? Ve Cenabı H ak şâyet, bu zerreden m âlû-
m atta r ise, bunun da sebebi, bütün cihanın kendi ta ra fın ­
dan yaratılm ış bulunm ası ve dolayısile o cihanın ihtiva
ettiği her zerreden b:le bilgi sahibi olm asıdır, h
P a ris, 15/N isan/1715

(D — (R e a lite o la ra k in tih a r , c e z a la n d ırılm a s ı a s lâ m ü m k ü n


o lm a y a n b ir fiild ir. B u n u n d a sebebi, cezaya m ev zu o la n
şe y in ca n sız ve c a m it b ir gövdeden ib a re t oluşu, y a h u t-
t â b u y üzden c e z a la n d ırılm a ğ a k a lk ın a c a k b a ş k a ş a h ıs ­
la rın ise, ta m a m e n m â su m b u lu n u ş la rıd ır. B irin c i h a ld e ,
244 İ R A N M E K T U P L A R I

b u ceza y a ş a y a n la r ü z e rin d e h iç b ir te s ir h u su le g etirm ez ;


tıp k ı b ir h e y k e lin k ırb a ç la n m a s ı gibi b ir in tib a y a ra tm ış
o lu r, ik in c i h a ld e ise, y an i m ü n te h ir in a k r a b a la rın ın c e ­
z a la n d ırılm a s ı h a lin d e , o r ta y a zu lü m ve a d a le tsiz lik çık ar.
Z ira, c e z a n ın ta m a m e n ş a h sîle ştirilm e m iş o ld u ğ u m e m ­
le k e tte , in s a n h a k la r ı m e v cu t değildir.
İ n s a n la r h a y a tı çok se v erler; k e n d ile rin i ih a ta e d e n
eşya, o n la rı h a y a ta k u v v etle b ağ lar..
B e şerî le zaizin cazip h a y a lle ri ve b ü y ü k y u d u m la rla
içtiğ im iz z e h ir u sa re sile d o lu h a y a t k â s e sin e b ir k a ç d a m ­
la s a a d e t ş e rb e ti k a r ış tır a n ta tlı ü m it, ş u fa n î in s a n la rın
k a lb le rin i öyle k u v v etle b ü y ü le m e k te d ir ki, cezasız k a l­
m a sı h a lin d e , in ti h a r la r ın sa lg ın la şm a sı k o rk u s u r u h la r ı
ş id d e tle ü r p e r tip titre tm e k te d ir

..................................... o h a ld e , m ü n te h ir in elin i d u rd u ra c a k
â m il n e o la b ilir? )
B e cc aria , S u ç la r ve C e za lar: (fa sıl: X X X V .)
B eccaria, m u h te lif fa s ılla rın d a z ik re ttiğ i şu te d b ir ­
le ri ta v siy e e y lem e k te d ir:
a — B ü tü n sa a d e tle ri b ir y a n a ve b ü tü n s e fa le t ve
fe lâ k e tle ri d iğ e r y a n a s ıra la m a y a c e h te d e n in s a n ın ta b iî
te m a y ü lü n ü dizgin ley eb ilecek k a n u n la r y a p m a k (fa sıl: '„);
b — M üeyyedesi ta tb ik ed ilem ey e n te sirsiz k a n u n la r
n e ş re tm e m e k ;
c — D evlet s a th ın ı b ü y ü k b ir h a p is h a n e h a y a tı h a li­
n e g e tirm e m e k ;
d — V a ta n d a ş la r ın y u r tla r ın d a n h ic re t h ü r riy e tle rin e
m â n i o lu n m a m a k ;
e V a ta n d a ş la r ı t â ç o c u k lu k la rın d a n itib a r e n y u r t­
la r ı n a b a ğ la y a c a k en e m in ça rey i o n la rın r e f a h ve s a a ­
d e tle rin i a r tt ır m a k ta a ra m a k ;
f — H e r devlet, tic a r e t h a y a tın ın k e fe sin i to p r a ğ ın a
d o ğ ru m e y le ttirm e li, v a ta n d a ş ın m ü y e sse r o ld u ğ u r e f a h
ve s a a d e t payı, k o m şu m ille tin n a s ib in d e n ü s tü n o lm a lı-
d ır
(B u son f ık ra la r iç in : a y n i eser, fasıl: X X X V .)
İlâv e n o t: B ü tü n b u h u k u k î ve felse fî m ü d a f a a la r a ra ğ m e n b e ­
ş e riy e t b u g ü n de m ü n te h ir e ve y a rd ım c ıs ın a a ğ ır ce-
İ R A N M E K T U P L AR I 245

z a la r v e rm e k te n vaz geçm iş değ ild ir. M isâller: İn g iliz


ceza sistem i h e m i n ti h a r a te şeb b ü sü , h e m de y a rd ım ı
su ç sa y ıp c e z a la n d ırm a k ta d ır. 1881 T a rih li N ew -Y o rk
C u m h u riy e ti c e z a .k a n u n u (172 ve m ü te a k ip m a d d e le r);
1932 ta rih li İsp a n y a ceza k a n u n u , (m ad . 416); P o lo n y a
(228); D a n im a rk a (m a. 240), 1936 ta r ih li K o lo m b iy a
ceza k a n u n u (m ad . 367); 1937 İsviçre F e d e ra l ceza k a ­
n u n u (m ad. 115); B rez ily a (176); M a c a ris ta n (d. 283);
H o la n d a (m ad . 294); 1890 ta rih li İta ly a n ceza k a n u n u
(m ad . 3 7 0 ) ; ' ve 930 ta r ih li İta ly a n ceza k a n u n u (m ad .
580). in ti h a r a y a rd ım ed e n le ri c e z a n la n d ırm a k ta d ır.
1890 ta r ih li İta ly a n ceza k a n u n u s is te m in e s a d a ­
k a t g ö ste re n m e r’i T ü rk ceza k a n u n u m ü n te h ir e y a r ­
d ım e d e n le ri c e z a la n d ırm a k ta d ır, (m ad . 454). A n ca k
b u k a n u n n e in tih a r ı, ve n e de te şe b b ü sü suç s a y m a ­
m a k ta d ır. M a d d ed e n de s a r a h a ta n a n la ş ılm a k ta d ır ki,
f e r ’a n z im m e lh a l o la n la r ın c e z a la n d ırıla b ilm e s i için,
in ti h a r fiilin in te k e m m ü lü , y a n i ölüm v e tire s in in ta m
h u su lü ş a rttır .
(m ü te rc im )
246 İ R A N M E K T U P L A R I

M E K T U P : 77 (i)

İbben’den Usbek’e
Paris

Sevgili Usbek, fikrim ce, hakikî bir M üslüm an için asıl


büy ük şeam et ve m usibet, çekilen m ücazatlar ve cefalar
değil, lâkin gelecek tehditlerdir. Bize, h a k a re tle r getirip
acılar çektiren günler en kiym etli günlerim iz olm alıdır.
Asıl kısaltılm ası gereken zam anlara gelince, b u n lar da re-
fâh, saadet ve m uvaffakiyetle geçen günlerim izdir!...
B ütün bu sabırsızlıklar, m üstakil ve m es’ut olmak
hasretile, saadet ve m utluluğun bizzat kendisi olan, m u ­
kaddesattan bir an önce ayrılm ak da ne işe y a ra r sanki?
Şâyet, bir varlık, iki v arlık tan teşekkül ve terek k ü p
ediyorsa ve z aru ret dahi, bu iki varlığın b irlik te m uhafa­
zasını istiyorsa, o takdirde bu birlik, dinî bir kanun de­
m ek olan m uhteşem yaratıcının em ir ve irâdesine daha
büyük ita a t gösterm iş oluyor!..
V e şâ y e t, b u b ir liğ in m u h a f a z a s ı z a r u r e ti, in s a n o ğ lu ­
n u n e f ’a lin e d e e n iy i g a r a n ti te ş k il e d iy o rs a , b u n d a n d a
d ü n y e v î b ir k a n u n y a p m a k im k â n ı d o ğ m u ş o lu y o r, d e ­
m e k tir. İzm ir, 30/N isan/l715

d ) — 77 nci m e k tu p 1754 ta r ih li b a s k ıy a ilâv e e d ile n ü ç ü n c ü


m e k tu p tu r. A lâk a sı ve m ü e llifin e f k â rın d a h a s ıl o la n ta -
h a v v u l ve te b e d ü llâ t dolayısile, b u s ıra y a k o n m u ş tu r;
m ü te a k ip iki m e k tu b u n ta r ih le r d e o la n te n a k u z d a k i t e ­
re d d ü d ü n b u su re tle g id e rilm e sin i ric a ederiz.
(m ü te rc im )
İ K A N M E K T U P L A R I 847

M E K T U P 78

R ik a ’d a n U sbek’e
** *>de

Sana, Ispanya’da bulunan bir Fransızın yolladığı mek­


tubun kopyasını gönderiyorum; okuyunca, çok memnun
olacağına eminim...
(A ltı aydan beri İspanya ve Portekiz’i dolaşiyorum.
Diğer bütün milletleri hakir gören bu insanlar, nefret et­
mek şerefini sadece, Fransız m illetine bahşediyorlar....
Bu iki ülke halkının mizacı ağır ve soğuk kanlıdır. Bu
vasıfların da iki tezahürü vardır: Gözlükler ve bıyık.
Gözlükler, kendilerini ilme vakfetmiş, ve bütün va­
kitlerini okumağa lıasreylemiş olmanın nümayışkâr de­
lilini teşkil ediyor; zira, ancak bu çare ile zayıflayan göz­
ler derman bulabilmektedir. Bu gözlüklerle süslenmiş, ya-
huttâ yüklenmiş burunlar, hiç itirazsız, bir âlimin burnu
olarak hürmet ve riayet görür!...
Bıyıklara gelince, tevlit ettiği neticelerden müstakil
olarak, bizzat kendisi şayan hürmettir; mamafih, bazan
da, Prens hazretlerine ve milletin şeref ve itibârina büyük
hizmetlerde de kullanıldığı vakidir; nitekim meşhur Por­
tekiz generalinin Hindistan’da bu sayede yaptığı hizmet
aslâ unutulamaz!

(D — J o a m de C astro.
(m ü e llifin n o tu )
(1500 de L iz b o n ’d a d o ğ m u ş 1548’de G oa’da, b a tı H in d is-
248 İR A N M E K T U P L A R I

Filhakika, bu kumandan para sıkıntısına düşünce, bı­


yıklarından birini kesti ve GOA sakinlerine göndererek
kendilerinden ödünç olarak ve bıyığını rehin etmek sure-
tile, yirmi bin tabanca satın aldı; zamanı gelince de, bı­
yığını şerefile rehinden kurtardı.
Soğuk, ağır ve ciddî tavırlı milletlerin, pek de gurur­
lu oldukları kolayca kabul edilebilir. İşte, İspanyollarla
Portekizliler de bu gurura mâliktirler ve buna da iki se­
bep gösteriyorlar: Bir kcrre kendi topraklarında yaşiyan
insanların kalben çok yüksek olduklarını iddia ederler;
nazarlarında onlar, kendi tabirleri ile eski Hiristiyanlar’-
dır. Bundan da, şu son asırlarda ruhanî mahkemenin iş­
kence ile hiristiyan dinine soktukları bir nesilden gelm e­
diklerini bildirmek isterler. İkinci sebep ise, bilhassa, Hin­
distan’da bulunanlara aittir; zira, bunlar daha da mağrur­
durlar; çünkü, onlar orada, yine kendi deyişlerile, beyaz
tenli insanlardır. Bu ise, öyle ulvî bir vasıftır ki, başları
tâ göklere kadar değmektedir!. O kadar ki, ne haşmetli im ­
parator hazretlerinin sarayındaki sultan güzelliğinin füsu-
nile bu derece göz süzer, ne de Meksika’daki bir şehirde,
kapusunun önüne çömelmiş ve elleri kenetli çirkin acuze
derisinin zeytunî beyazliğile bu derece mağrurdur!...
Şimdi böyle bir adam, bu derece mükemmel bir ya­
ratık, dünya hâzineleri verilse bile yine de çalışmaz, tabiî!
Alelâde ve mihaniki sanayi işleri için de derisinin ihti­
şam ve haysiyetini ayaklar altına da atamaz!
Şu husus dahi bilinmeli ki, îspanya’da bir adamın faz­
ladan da bazı liyâkatları varsa, meselâ biraz evvel söyle­
diklerime, bir de kocaman bir kılıç sahibi olmak sıfatı,
yahut babadan kötü bir kitar çalmak mirası da eklenebi-

t a n sa h ilin d e k i b u a n a v a ta n m ü ste m le k e şe h rin d e ö lm ü ş­


tü r . B u s ır a d a P o rte k iz k ıra liy e ti v alî u m u m îsi b u lu n u ­
y o rdu.)
İRAN M E K T U P L A R I 249

lirse, artık her şey bitmiştir; bu kimse hiç çalışamaz! Şe­


ref ve haysiyeti, bu adamdan tam bir istirahat ister! Vü­
cudunun bütün uzuvları devamlı bir dinlenmeye tâbi ola-
cakhr ve buna mecburdur. Günde on saat oturan bir adam,
günde ancak beş saat oturabilen diğerine nazaran iki de­
fa daha fazla hürmet görür! Çünkü, asâlet ancak koltuk­
lar üzerinde ihraz edilebilir!
Lâkin, çalışmanın bu amansız düşmanları, her ne ka­
dar hakiınâne bir huzur gösterişi içinde yaşarlarsa da,
bu rahatlık ve sükûn kalblerinde yoktur. Çünkü, onlar
devamlı aşıktırlar. Bütün dünyada, sevgililerinin pence­
releri altında halsiz ve dermansız ölmek isteyenlerin ba­
şında onlar gelir! Ve hele gripten perişan olmayan bir İs­
panyol da hiç bir zaman zarif ve kibar aşık sayılmaz!
İspanyollar evvelâ dindar, sonra da kıskançdırlar. Ka­
rılarını, hattâ kurşunlarla delik deşik edilmiş bir askerin,
ya da dermandan düşmüş bir ihtiyar hakimin bakışların­
dan saklarlar! Amâ, öte yandan onları, gözleri yerde bir
rahip çırağile, yahuttâ kendilerini okutup yetiştiren güç­
lü kuvvetli bir Fransisken papazile bir odaya kapatmak­
tan da hiç çekinmezler!
Karılarının, her kesin içine, göğsü bağrı açık çıkma­
larına izin verirler; fakat, topuklarına bakılmasına rızaları
yoktur; ve parmak uçlarına basarak kendilerini adım adım
takip ederler.
Dünyanın her yerinde, aşkın iztırapları müthiştir, der­
ler; lâkin, ispanyollar için bu çevir ve cefa daha da m üt­
hiştir! Kadınlar erkeklerin ,bu ateşlerini söndürmek sure-
tile iztıraplannı giderirlerse de, heyhât! Bütün yapabi­
lecekleri de, bu çevir ve cefanın değiştirilmesinden iba­
rettir. Hemen ekseriya, kendilerine sönüp küllenmiş bü­
yük bir ihtirasın yeis dolu hatıraları kalır!..
Bu adamların küçücük kibarlıkları vardır ki, Fran­
sa’da da pek anlaşılamamıştır. Meselâ, bir yüzbaşı aske­
250 İ R A N M E K T U P L A R I

rinden müsaade istemeden kendisini aslâ dövmez; bir ru­


hanî mahkeme ise, bir Yahudi’den özür dilemeksizin ken­
disini hiç bir suretle ateşte yakmaz!
İspanyollar’da zekâ ve iyi yüreklilik bulabilirsiniz;
lâkin, bu m eziyetleri kitaplarında hiç aramayın, bulmaz­
sınız! Kütüphanelerinden birine bir göz atacak olursanız,
romanlarla, Ortaçağ safsatlarına ait eserlerden başka bir
şey yoktur! Zannedersiniz ki, bütün bu kitap serileri, be­
şer zekâsının bazı gizli düşmanları tarafından derlenip
toplanmıştır!
İçlerinden yalnız biri, o da diğer hepsini gülünçleş­
tirmiş olan kitap güzeldir '.
Her iki m illet de Yeni Dünya da uçsuz bucaksız keşif­
lerde bulundular. Öte yandan, kendi öz diyarlarını dahi
lâyikile tanımazlar. Sahillerinde öyle limanlar vardır ki,
henüz bunları keşfetmem iş bulunuyorlar; dağlarında ise,
öyle insan toplulukları yaşiyor ki, m evcudiyetlerinden ha­
bersizdirler
Güneşin kendi diyarlarında doğup, yine orada battı­
ğını söylerler; amâ, buna şunu da ilâve etm eli ki, bu se­
yir esnasında biçare güneşin bütün görebildiği, sadece vi­
ran köylerden ve ıssız topraklardan ibarettir!)
Ah! Usbek, isterdim ki, F ra n sa ’da da seyahat eden
b ir spanyol olsun; oda M adrid’e bir m ektup göndersin.
Öyle zannediyorum ki, o da kendi m illeti aleyhinde y a ­
zılanların intikam ını alm ak fırsatın ı bulm uş olurdu.
M uhayyelesi kuvvetli ve soğuk kanlı bir insan için
F ran sa çok vasi bir sahadır! F ikrim ce bu adam , P a ris’in
tarifine şöyle başlardı:
(Burada delilerin kapatıldığı bir ev var; sakın bu ev,
Paris'in en büyük binası zannedilmesin! Hayır! Maalesef,

(1) — D o n K işot.
(2) — B a tu e c a v a d isin e im â.
İ R A N M E K T U P L A R I 851

hastalığın devâsı, hastalığa nazaran son derece cüz’i bir


şey! Hiç şüphe yok ki, komşularının yanında şeref ve iti­
barlara kırılmış Fransızlar, aralarında sadece bir kaç de­
liyi topla.yup bu yere kapayarak, dışarılarda serbestçe do­
laşan bütün kitlenin akıllı olduğunu ispata özeniyorlar!)
Ne ise, şim dilik hayalim in İspanyolunu b u rad a sus­
turuyorum !
A llâh’a ism arladık, sevgili Usbek.
17/N isan/1715

M E K T U P 79 0)

Usbek’ten Rhedi’yc
Venedik

K anun vazîlerinin ekserisi akıl ve dirayetçe m ahdut


kim selerdir; kaza ve kader kendilerin: diğer insanların
başına getirm iştir. Bu gelişi tem in eden istişarenin y ap ıl­
dığı şey de, ekseriya sadece safsatalarla, keyif ve heve-
sattan ibarettir!
Öyle anlaşılıyor ki, onlar y ap tık ları işin azam et ve
ihtişam ından b ih ab erd irler; adetâ çocukça şeyler, eğlen­
ce kabilinden m üesseseler k u ru p eğleniyorlarm ış gibi bir

( 1 ) — Ş a y a n d ik k a ttir ki, b u m e k tu b u , e serin son b a sk ısı o lan ,


ve B o rd e a u x Ü n iv e rsite si e d e b iy a t f a k ü lte s in d e n P ro l.
P a u l V e rn ie re ’in n e z a re t ve g a y re tile ç ık a n i960 ta rih li
n ü s h a s ın d a b u la m a d ık . B u m e k tu b u , 1754 ta r ih li ü çü n c ü
b a s k ıs ın a göre y a p ıla n 1935 ta r ih li n ü s h a s ın d a b u ld u k .
B in a e n a le y h , m e k tu p n u m a ra la r ı b a d e m a b u n a göre s ır a
ta k ip ed e ce k tir. (m ü te rc im )
352 İ R A N M E K T U P L A R I

h alleri v ardır. Halbuki, onlar işleri bu derece hafiften


tutmakla, sadece küçük zekâları kendilerinden boşnut
edebilirler; aklı eren ve duyanların karşısında ise, bütün
itibar ve itimatları sarsılmıştır!
Bu nevi kim seler, aslâ faydası olm ayan tefe rrü a ta da­
la rla r; hususî ahvale bilhassa kendilerini h asre d e rle r; za­
ten eşyayı parça parça görm ek hasleti, dar görüşlü in san ­
ların k â rıd ır; um um î bir ih âta dehâsm a aslâ m alik ola­
m azlar!
B azıları da, k an u n ları tedvin ederken, konuşulan dil­
den daha başka bir dil kullanm ak sevdasına düşer; bir
kanun yapıcısı için bu ne garip bir düşünce tarz ıd ır; Şâ-
yet, yapılan bu kanunlar kolayca anlaşılm iyacaksa, bu
ahkâm a riay et ne suretle m üm kün olacaktır ’ ?
Sonra da bu kanunlar, ekseriya yapıldıkları zam anda
ileri sürülen z a ru re tle r hiç h a tıra getirilm eden ilga edi­
lirle r; bu suretle de m illetler, değişm elerde sıkı sıkıya
bağlı olan kargaşalıkların tâ ortasına fırlatılm ış olur!
G arip tir ki, h ak ikaten bazen insanların tefek k ü r ta r ­
zından ziyade, tab iat ve m izaçtan doğan bir zaruretle, k a ­
nu n ların değiştirilm esi m ülâhazası ortaya çıkar. Lâkin,
bu hâl nâdirdir. Bu nâdir z a ru re t olunca da, bu değişecek
kan u n lara ancak titre k ellerle dokunulm alıdır. B üyük
usûl ve m erasim kaidelerine ria y e t olunm alı, bir çok te d ­
bir ve çarelere başvurulduktan sonra, bu m aksada vasıl
olm alıdır ki, ilgaları bu derece form alitelere bağlı ve pek
zor olan k an u n ların k u tsiyetine m illet, inanç getirebilsin!

( 1) — ................................................................................................................................
.............................. S u ç la rı ö n lem ek istiy o r m u su n u z ? o h a ld e ,
k a n u n la r ı s a d e le ştirip m a n â la r ın ı a y d ın la tın ; k a n u n la r ı
m ille te se v d irm ey e ça lışın ; b ü tü n m illeti, to p y e k û n b u
k a n u n la r ı m ü d a fa a y a g ö n ü llü b ir h a le getirin!»
B eccaria, Suçlar ve Cezalar, f: XLI.
İ R A N M E K T U P L A R I 253

Ekseriya, bu k an u n ları çok s ü r’atle ve pek kolaylık­


la tedvin e d erler; ve bunu y ap arlark en de, tabiî adalet
f i k r i yerine m antık erbabının m uhakem esini reh b e r idi-
nirler. Ve sonunda da bu k a n u n la r pek sert, çok şiddetli
görülür. Böyle olunca da, ondan sıyrılup k u rtu lm ay ı da
adaletin bir icabı bilirler '.
Böylece, bu yeni k anunlar, yeni bir m usibet ve felâ­
k etin kaynağı olur. H albuki, k a n u n la r ne olursa olsun, da­
im a hü rm et ve ria y e t edilm elidir. O nlara daim a, am m e­
n in vicdanı, şuuru nazarile bakılm alıdır. F e rtle r, bu am m e
vicdanının bir cüz’ü, bir zerresi olduklarından, k an u n ları
dâim a tasvip etm ek, ona uym ak m ecburiyetindedirler. 2.
Bununla beraber itiraf etm eli ki, bu kanun yapıcıları
arasında öyleleri çıkm ıştır ki, gösterdikleri dikkat ve b a ­
siretle, U lû T an rı’nın tükenm ez akıl hâzinesinden cöm ert­
çe nasibedâr olduklarını ispat etmişlerdir....
B unlardan bilhassâ, b ab alara ev lâtları üzerinde h a ­
kim iyet taniyan kanun vazîlerini zikretm eliyim . H âkim ­

( 1) - - ....................................................................................................................
.......................... B eşer d u y g u su n u n ta b iî te m a y ü lle rin e a y k ırı
o la n h e r k a n u n , k a n u n v a s fın ı h a iz olam az. B in a e n a le y h ,
n e tic e si şe a m e t olur!
B u n ev i k a n u n la r , b ir n e h r in s u la rı o rta s ın d a , ak ışı
d u r d u rm a k için , b ird e n b ire y ü k se len b a r a j d u v a r la rın a
b e n z e tile b ilirle r; öyle ise, y a b u d u v a r la r çılg ın s u la rın
k u v v e tile a n iy e n devrilecek, y a d a b u d u v a r la rı d ip le r in ­
d e n y av aş y av a ş y u m u şa tıp e r ite n b u su la r, o n u e r geç
y in e de o r ta d a n k a ld ıra c a k tır!»
' B e cc aria , S u ç la r ve C ezalar, f: I.
{2) — İşte b u n d a n d o la y ıd ır ki, ebedî B e cc aria : (B eşer d u y g u su ­
n u n ta b iî te m a y ü lle rin e a y k ırı h e r k a n u n , k a n u n v a s fın ı
h aiz olam az. B in a e n a le y h , n e tic e si şe a m e t o lu r!) d iy o r ya!
(m ü te rc im )
(3) — M ü ellif ( a u to r ité ) k elim e sin i k u lla n ıy o r. Biz de ( h â k im i­
y et) sö zü n ü y e rin d e b u ld u k . Ç ü n k ü , (v elâ y et h a k k ı) h u ­
k u k î tâ b iri, n e m ü e llifin d e v rin d e k i h u k u k î n iz â m a , n e d e
k e n d is in in m a k s a d ın ı k a v ra y a m a z d ı. (m ü te rc im )
254 İR A N M E K T U P L A R I

leri bunun k ad ar m em nun edebilecek ahkâm tesis etm ek


m üm kün olam azdı; mahkemelerin iş hacmini bundan da­
ha müessir azaltabilecek hükümler bulunamazdı; ve n i­
hayet, k a n u n lard an ziyade geleneklerin iyi vatandaşlar
kazandırdığı bir devlet içinde um um î ahenk ve huzuru
tem in edebilecek bundan daha m ükem m el kaideler yapı­
lam azdı.
D iğer tara fta n , b ü tü n diğer h âkim iyetler içinde, en
az suistim ale uğriyanı da b u d u r; b ü tü n adâlet cihazları­
nın en kutsalı yine bu m üessesedir. İçtim aî m ukavele ile
elde edilm em iş tek hâkim iyet dahi, keza budur. Ve h attâ,
bu hükim iyet, İçtim aî m ukaveleye dahi takaddüm etm iş­
tir.
Mükâfat ve mücazatın cömertçe baba avucuna kon­
duğu diyarlarda ,aile hayatlarının çok daha huzurlu ve
mes’ut olduğu görülmüştür. Baba, cihanı halk eden Tan-
rı’nm bir hayali gibidir; ancak aradaki fark, Ulû Tanrı,
insanları sadece onlara olan aşkile sevk ve idare edip,
kendilerinden intizarda bulunduğu ne bir üm idi, ne de bir
korkusu vardır!
F ransızların fikrî tuh aflık ların a d ikkatim çekm eden,
bu m ektubum a nihayet verm iyeceğim . R ivayet ed erler ki,
bu m illet eski Rom a kanunlarından, sayılm iyacak kadar
faydasız hüküm ler alm ış ve b unları titizlikle m uhafaza e t­
m ektedir. Amâ, gel gelelim , insaniyetin ilk m eşru hâk i­
m iyet hak ların ı teşkil ecîen bu babalık hakim iyet hü k ü m ­
lerini akıl edipte almamış! H eyhât!...
lS /N isa n /1 7 1 5
İ R A N M E K T U P L A R I 255

M E K T U P : 80

B aş h a r e m a ğ a s ın d a n U sbek’e

P a ris

D ün E rm eniler saraya genç bir Çerkeş esiresi g etir­


diler; kızı satm ak istiyorlardı. E sireyi sarayın gizli dai­
resine götürdüm , soydum ; bir güzel m uayene ettim . Sey­
rettikçe, m üstesna letafet ve zarafeti gözlerim i kam aştı-
riyordu. O zavallı ise, bekârete hâs bir istihya ile benden
kaçıyor, gizlenm eye çabalıyordu!... V erdiğim em irlere
itaat etm ek için, çektiği b ü tü n çevir ve cefânın farkında
idim. Çıplak görünm ekten üzülm üş, hicâbın h a ra re tile kı­
zarm ıştı. lîey h ât! Bu dilberin önüm de bile, bu hale ta ­
ham m ülü yoktu! H albuki, ben onun nazarında ne olabi­
lirdim ki? H ayânın örtüsünü kaldırabilen aşk ihtirasının
çılgın fırtın aların d an m ahrûm bir biçare değilm iydim !? Bu
neviden m üstesna varlık ların altında soğuk bir cesaret­
ten farksız, en hü r h arek etler anında en zelil ve a tıl bir
zavallı olan ben, yapabildiğim yegâne şey, terbiyeli ve
m ahcup n azarlarla göz süzm ek, pâk ve m asûm görün­
m ekten ibaretti!... Ah!..
Ne ise. bu m ahlûkun sana lâyık olduğunu an lar a n ­
lam az, gözlerim i ondan ayırarak h ürm etle yere indirdim ;
om uzlarına erguvanı b ir m anto a ttım ; parm ağına altun
bir yüzük geçirdim ve sonra da ayaklarına kapandım .
Şim di o, kalbinin kraliçesi idi ve bana da gereken, derin
tâzim ve h ayranlık duygularım ı sunm aktan ibaretti'...
256 İ R A N M E K T U P L A R I

E rm enilere istedikleri parayı ödedim ; kızı, saraydaki


b ü tü n gözlerden iyice sakladım .
M utlû Usbek! Sen şimdi b ü tü n Ş ark saray ların ın
m âlik olam adığı b ir güzellik hâzinesinin sahibisin. D önü­
şünde, sarayında, İra n ’nın en nadide cevahirini bulm ak­
la, kim bilir ne büyük huzûzata nâil olacaksın! Amâ, bu
huzûzatın azam et ve ihtişam ı, aradan yeçecek m üddetin
ve girecek sıkıntının tah rip kuvvetile m ütenasip su re tte
azalacaktır, heyhât!

F a tm e s a ra y ın d a n , l/M ay ıs/1 7 1 5 .

M E K T U P 81

Usbek’ten Rhedi’ye
Venedik

A vrup a’da bulunduğum dan beri, sevgili Rhedi, bir çok


hü k ü m etleri tedkik fırsatın ı buldum . G ördüm ki, b u ra la r­
da y ü rü tü le n nizâm , öyle A sya’da olduğu gibi, hep ayni
kaidelerden ibaret değildir. E kseriya, kendi kendim e so­
ra rım : Acaba hü k ü m etler içinde akliselim e en uygun ola­
nı hangisidir? Bana öyle gelir ki, gayesine en az masraf-
İ R A N M E K T U P L A R I 257

la 1 varan, vatandaşlarını insanın tabiî temayülüne en


mükemmel şekilde sevk ve idare eden hükümetler, en
iyileridir

( 1 ) — V a ta n d a ş la r ın ı v erg i k ü lf e ti a ltın d a e n az b u n a lta n , d e v ­


le tin b ü tü n ih tiş â m ve s a a d e tin i v erg i ç a re le rd e te m in e
a z m e tm iy e n h ü k ü m e tle ri k a s te tm e k te d ir. Bizce, B ecca-
r ia ’n m ölm ez e s e rin in V. f a s lın d a (.... Ö yle b ir h ü k ü m e t
ki, ik tid a r, k e n d i siy a si v a r lığ ın d a m e v cu t olu p , y o k sa
o n u te şk il e d e n ş a h ıs la rın e lin d e d e ğ ild ir!...); k e z a ay n i
e s e rin X X V II fa slın d a : (.... K a n u n la r b a z ı a h v a ld e , v a ­
ta n d a ş la r ı b ir şa h ıs o lm a k ta n ç ık a r a r a k b ir şey o lm a la rı­
n a m ü sa a d e d e b u lu n d u k ç a , h ü r riy e t a s lâ m e v c u t o lam az!)
ve (V aziî k a n u n ) f a s lın d a d a şöyle diyor. (... Ş a y e t
b en , h a k ik a ti a r a ş tır m a la r ım d a ta m b ir se rb e sti ile h a ­
r e k e t ed e b iliy o rsa m , şa y e t u m u m î fik ir ve k a n a a t la r ın
fev k in e çık ab iliy o rsam , b u is tik lâ lim i h im a y e s in d e y a ş a ­
m a k şe re fin e n â il o ld u ğ u m h ü k ü m e tin â lic e n a p lığ ın a ,
o n u te şk il ed e n m ü m ta z s im â la rın ilim ve ir f a n la r ın a
m e d y u n b u lu n u y o ru m !...
Sevk v e id a re e ttik le ri in s a n la rın s a a d e tle r in i is te ­
y e n b ü y ü k tâ c id a r la r v e p r e n s le r , h a k ik a tin k a d irş in a s
d o s t la r ı u n v a n ı n ı ta ş ır la r . B u h a k ik a t i o n la r a k e n d i i n -
z iv a g a h ın d a g ö s t e r m e y e k a lk a n b ir f ilo z o f is e , t a a s s u p la
a lâ k a s ı o lm a y a n b ir c e s a r e t g ö s t e r m iş v e s a d e c e , h a k i ­
k a t i n s i l â h ı n ı k u ş a n a r a k z u lm u n v e h i l e n i n s a v le t le r in e
m e y d a n o k u m u ş o lu r !)
B u d e r in fik ir le r d ü n y a d u r d u k ç a h e r h ü k ü û m e t in
m u k a d d e s g a y e s in i t e ş k i l e t m e lid ir ! ... ( m ü t e r c im ) .

( 2) - « . ......................................................
İ n s a n t o p lu lu k la r ı iç in d e d e v a m lı b ir g a y ­
r e t v a r k i, c e m iy e t t e k i b ü t ü n z â a a f v e f e lâ k e t le r i b ir y a ­
n a , v e b ü t ü n k u d r e t v e s a a d e t le r i d iğ e r y a n a s ır a la m a ğ a
ç a lış m a k t a d ır İ ş te , â k ilâ n e k a n u n la r ın v a z ife s i, b u g a y ­
r e t i d e v a m lı s u r e t t e t e s ir s iz b ır a k m a k o lm a lıd ır

Beşer duygusunun tabiî temayüllerine


aykırı olan her kanun, kanun vasfını haiz olamaz. B ina­
enaleyh, neticesi şeamet olur.
İran M ektupları F.: 17
260 İK A N M E K T U P L A R I

G örüyorum ki, şiddetli devrelerde, hiç kim senin ida­


reyi eline alam adığı daim î kargaşalık silsilesi baş gösterir;
b ir k erre de m üstebit bir idare m illetin istih k arın a hedef
olursa, a rtık hiç kim se sükûn ve h u zuru geri getirm ek im ­
k ân ın a m alik olamaz. İşte böyle devrelerde, cezalandıra-
m am ak nevm idîsi nizâm sızlığı a rttırır, tey it ve takviye
e d er; yangını çok uzaklara k ad ar körükler!
K üçük ve m ahallî ayaklanm alar böyle devletler içinde
v u k u bulm az; b u ralard a daim î m ırıldanm a ve hom urdan­
m alarla vahîm isyan ve ihtilâller hem en hiç fasıla verm e­
den devam eder gider!
Ö te yandan, büyük hadiselerin, b ü y ü k âm illerle h a ­
zırlanıp m eydana geldiği de zannedilm esin! Bilâkis, en
küçük b ir hadise büyük bir ihtilâle sebep olur; ve h a ttâ
bu ihtilâller öyle anî v u k u b u lu r ki, bunu y ap an lar da, id-
b a ra düşenler de şaşkına dönerler!
N itekim , T ü rk im paratoru Osm an 1 tah tın d an aniyen
alaşağı edilm işti. H albuki, ona bu darbeyi hazırlayanlar, bu
iskatı aslâ hayallerinden bile geçirm em işlerdi. O nların b ü ­
tün m eram ları, bazı şikâyetlerine kulak verilm esi ve ada­
letsizliklerin giderilm esiydi. Lâkin, o sırada tesadüfen
bir ses-ki bu sesin sahibi hiç bir zam an öğrenilem em iştir-
halkın içinden yükseldi ve M ustafa’nın ism i söylendi; böy-
lece sultan M ustafa da t a h t a o anda kuruluverdi.

(1 ) — İ k in c i S u l t a n O s m a n ( G e n ç O s m a n ) . İ h t ilâ ld e id a m e d i l ­
m e s i ü z e r in e y e r in e a m c a s ı B ir in c i S u lt a n M u s t a fa i k i n ­
c i d e f a te k r a r t a h t a o t u r tu lm u ş t u .
İ R A N M E K T U P L A R I 261

M E K T U P 82

İranın Moskova Büyükelçisi


Nargum’dan Usbek’e
Paris

B ütün m illetler içinde, sevgili Usbek, gerek ihtişam ,


gerek fü tu h a t azam eti itibarile T a tarla rı 1 geçebilecek m il­
let olamaz. Bu m illet cihanın hakikî hâkim idir! Sanki,
diğer m illetler bu n lara hizm et etm ek içi cihana gelm işler-
lerdir. Düşün, öyle bir m illet ki, yer yüzünde hem im pa­
ra to rlu k la r kurm uşlar, hem de kurulm uş im p arato rlu k ları
silüp süpürm üşlerdir. H er devirde k u d ret ve satv etlerinin
derin izlerini dünyaya verm işler, tarih in b ü tü n çağların­
da m illetlerin felâket ve m usibeti de kendileri olm uşlar­
dır.
T a tarla r iki defa Ç in’i fetih ve istilâ etm işler, ve h a ­
len de hâkim iyetleri altında tu tm ak ta d ırlar
Moğol im paratorluğunu teşkil eden geniş sahaları da
idareleri altına alm ış bulunuyorlar. İra n ’ın m utlâk hak i­
m i olarak, C yrus ve G ustasp’ın tah tın a k u ru lan da onlar-
dır. T ürk adile. A vrupa, Asya ve A frikada m uazzam fu-
tû h a t başardılar ve böylece cihanın bu üç k ıt’asına hâkim
oldular.
Ve daha eski zam anlara gidecek olursak, eski Roma
im paratorluğunu yıkan hem en bütün m illetler de b u n la r­
dan çıkm ıştır.

(1) — F ilo z o f u n T a ta r d e d iğ i m i ll e t in b u g ü n a r tık T ü r k le r


o ld u ğ u a n la ş ılm ış t ır . Z a t e n d a h a a ş a ğ ıla r d a b u n a b iz z a t
iş a r e t e d iy o r . (m ü t e r c im )
262 İR A N M E K T U P L A R I

B ir Cengiz H an’nın kurduğu im paratorluğun yanında,


acaba büyük İsk en d er’in fü tû h a tı da azam et itibarile ne
m anâ taşıyacaktır? b
Bu m uzaffer m illetin eksik tek tarafı, sadece bu k a­
d ar azam et ve ihtişam ının h a tırala rın ı tebcil edecek T arih
ya z arla rı yetiştirm em iş olm asıdır!...
Hey gidi dünya, hey! N isyanın derinliklerine neler,
ne k u d retli ve ölmez m uzafferiyetler göm ülebiliyor! O n­
la r tarafın d an kurulm uş ne çok im p arato rlu k lar varki, bi­
zim b u n lard an hiç, am â hiç haberim iz yok! Bu yam an m u ­
h arip m illet, ancak yaşam akta oldukları devrin zaferle­
rd e yetinüp, h e r devirde düşm anı v u ru p m ağlup edeceğin­
den em in bir yürekle yaşam akta, ve fak at m azideki fü-
tû h atın ın penbe hayâlde istikbale bakm ayı h a tırın a bile
g etirm em ek ted ir!...
M oskova, 4/M ayıs/1715.

(1) — C en giz H a n (1175 1227), h â k im iy e tin i A sy a’d a K a r a ­


d e n iz ’d e n K o re’ye k a d a r g e n işle tm işti. 1212 de Ç in ’i z a b -
te tti. 1221 de İ r a n ’ı ilh a k eyledi ve 1644 de ise, T a ta r
X u n c h i P e k in ’i z a b te tti ve M ing sü lâ le sin i t a h t t a n isk a t
eyledi.
(2) — H e y h â t! B u boşluk h iç d o lm a m ıştır. (m ü te rc im )

M E K T U P 83

Rika’dan İbben’e
İzmir

Gerçe, F ransızlar çok konuşurlar, lâkin içlerinde sus-


İ R A N M E K T U P L A R I 263

m asını bilen ve bizdeki dervişlere benziyen bir nevi r a ­


hipler de v ard ır ki, adlarına (chartreux) deniyor h
R ivayet ederler ki, bu rah ip ler m anastıra g irerlerken
kendi dillerini kökünden keserlerm iş! B una bakarak, b ü ­
tü n diğer rahiplerin de, m ensup oldukları tarik atın fay ­
dasız hale soktuğu neleri varsa, kesm eleri candan tem en ­
ni ediliyor!..
Bu sükûtî in sanlardan bahis açmış iken, şunu da söy-
liyeyim ki, yine bu çeşit insanlardan öyleleri v ar ki, k e n ­
dilerine daha da değer biçiliyor.
B unlar da, hiç bir şey söylem eden konuşm asını bilen- ^
lerdir! B ir m übahasayi iki saat m ükem m elen idare eder­
ler de, ağızlarından bir cüm le alm anıza, bir fik irlerin i in­
tih al etm enize, ve h a ttâ sa rfettik leri kelim elerden birini
zihnen olsun zabtetm enize im kân yoktur!
Hele k ad ın lar bu nevi insanlara h ay ran d ırlar. F akat,
başka bir nevileri daha v a rd ır ki, bu h ay ra n lık la rı çok
daha ziyadedir.
Bu kim seler ise, U lû T an rı’dan ta tlı gülüm sem e has­
sasına nâil olm uşlardır; hem en h er an, kad ın ların her de­
diğini içten gelen bir hilm iyet ve teslim iyet ile ve en ta tlı
b ir gülüm sem e ile tasvip eder, izharı m em nuniyet göste­
rirler!
Lâkin, bir k e rre de dinlenildiklerini, zekâ ve n ü k te ­
lerinin m âkes bulduğunu görünce, a rtık b ir konuşm a fır­
tınası halinde eserler; en alelâdde şeyleri öyle yağlandıra

( 1 ) — 1084 y ılın d a S a in t B ru n o ta r a f ı n d a n k u ru lm u ş, S a in t-
B ru n o ta r ik i ru h a n îs i. B u t a r i k a tın ta k d is u s u l ve m e r a ­
sim le ri a y rıd ır. M a n a s tırla r ın a C h a rtre u s e d e n d iğ i gibi,
r a h ip le r in e de: C h a rtre u x a d ı v e rilm e k te d ir. M a n a s tırd a
h e r r a h ip m ü s ta k il b ir h ü c re y e ve k ü ç ü c ü k b a h ç e y e m a ­
lik tir. S ü k û t asild ir. F r a n s a ’d a b u m a n a s tır la r 1790 d a
lâ ğ v ed ild i. 1903 de F r a n s a ’d a n k o ğ u la n b u ta r i k a t a m e n ­
s u p p a p a z la r İsp a n y a , A v u stu ry a ve İ ta ly a ’y a y e rle ştile r.
264 İ R A N M E K T U P L A R I

b allan d ıra a n latırlar, onda öyle istisnâlar, renkli ta ra fla r


gösterirler ki, h e r kesi h a y re t içinde bırakırlar!..
M am afih, ben başka çeşitlerini de tanıdım ; b u n lar da,
m uhaverelerine cansız şeyleri m evzu seçerler ve bunda
da son derece incelik g ö sterirler; sanki dünya, onların iş­
lem eli elbiselerinden, takm a sarı saçlarından, enfiye k u ­
tu larından, bastonlarından ve eldivenlerinden ib arettir!
Yolun o rtaların d a arabalarını g ü rü ltü ile d u rd u ru rla r, n u ­
tu k la rın ın m ukaddim elerini tokm ak gibi kafanıza indi­
rirle r; ve bir k e rre bu nda m uvaffak olunca da, ark asın ­
dan akla hayale gelm edik ahm aklıklar, b u d alalık lar akın
etm eye başlar! Ne ise, bereket versin ki, bu işkence m u­
kaddim eden epeyce sonra başlar!
Seni tem in ederim ki, bizde rastlanm iyan bu çeşit k ü ­
çük insanlar b u rad a yan ların d a hizm et e ttik le ri m es’u t
insanlar için b ir kıym et ifade ediyorlarsa da, olgun ve an ­
layışlılar kendilerinden hiç te hoşnut görünm üyorlar.
P a ris , 6 /H az iran /1 7 1 5 .

M E K T U P 84 1

Usbek’tcn Rhedi’ye
Venedik

Eğer A llâh varsa, sevgili Rhedi, zarurî surette, bu

(1) — A d a le te d a ir o la n b u m e k tu p A. S. C risa fu lli ta r a f ı n d a n


te fs ir e d ilm iştir. L eibniz, S h a fte s b u ry ve M a le b ra n c h e ’in
e s e rle rin d e n p a s a jla r a la r a k M o n te sq u ie u ile m u k a y e se le ­
re g irişm iş ve b u b ü y ü k m ü te fe k k irle rin te s ir le r in i g ö s­
te rm iş tir.
İ R A N M E K T U P L A R I 265

A llah’ın âdil olması da v a rd ır ve elzem dir. Çünkü, şâyet


âdil olm asaydı, o zam an O, m evcut v a rlık la rın en kötüsü,
ve en noksanı olurdu! Niçin böyle olduğunu şim di anliya-
caksın.
Adalet, hakikaten m evcut iki şey arasındaki münase­
betin nizâm ve ahengini ifade eder b Bu münasebet her
zaman aynidir; m evcudiyeti şart bu şeyler ise, ister Al-
lâh, ister melek, isterse bir insan olsun, hiç fark etmez 2.
H akikat odur ki, insanlar bu nizâm ve ahengi h er za­
m an görm ezler; ekseriya da gördükleri halde, ondan ka-
çup uzak laşırlar; m en faatları ise, daim a daha faydalıyı
görm ektir. İşte, burada adalet sesini y ü k seltir; lâkin ih ti­
rasların kasırgaları içinde bu ses kendini pek zayif duyu­
rur.
İnsanlar, adaletsizlik y ap ab ilirler; çünkü, b u n ları y ap ­
m akta m en faatları v a rd ır; O da kendi kendilerini tatm in
edişi, b aşkalarına tercih etm elerinden ileri gelir. Nefse
olan bu daim î m eclûbiyet, onların h a re k e t m ebdeini te ş ­
kil eder ve bu da hiç b ir zam an hasbî değildir. D âim â b ir
m aksadı aslîsi v a rd ır ki, o da hep m enfaattir.
Lâkin, U lû T a n rı’nın bir adaletsizlik yapm asına aslâ
im kân yoktur. Çünkü, b ir kerre, onun adaleti gördüğü ve

(1 ) — L e ib n iz ( A d a le t i İ lâ h iy e f ik r i ü z e r in d e d e n e m e , 1866. B ö ­
lü m : II, s a h il e : 14 7 -1 5 8 ) d e: ( ........ B u a d a le t a n c a k n iz â m
v e a h e n k ü z e r in e m ü e s s e s t ir ; b u d a , k ö t ü b ir f i il i n tö v b e
v e k e f a r e t i n i e lz e m k ıla r ! ) d iy o r .
«
(2 ) _ M a le b r a n c h e , (T r a it é d e m o r a le : A h lâ k ı n m e c e lle s i. 1837.
b ö lü m : I, s: 401.) d e: ( Ş ü p h e y o k tu r k i, h a k i k a t v e y a ­
la n ; a d a le t v e a d a le tsiz lik , v a r d ır . A k ıl v e id r a k i ç i n b o n -
la r d e ğ iş m e z . B ir i n s a n i ç in h a k ik a t o la n ş e y , m e le k i ç in
d e h a k ik a t t ir ; h a t t â , A l l â h i ç i n d e h a k ik a t t ir . K e z a a d a ­
le t s iz lik d e ö y le d ir ; n a s ıl i n s a n i ç i n a d a le t s iz lik is e , A l ­
l â h i ç i n d e ö y le a d a le t s iz lik t ir . Z ir a , h a k ik a t le r fik r e a y ­
n i i h t i ş a m z a r u r e ti i ç in d e g ö r ü le b ilir ve k u c a k la n a b ilir ! )
266 İR AN M E K T U P L A R I

adaleti bildiği kabul edilince, a rtık bu adaleti takın e t­


mesi, görüp gözetm esi de k a t’î bir z aru ret olacaktır. Zira,
Ulû T a n rı’nın hiç bir şeye ihtiyacı olmadığı, kendi ih ti­
yaçlarına bizzat yettiğine göre, adaletsizliğin peşinde g it­
m ekte hiç b ir m enfaati olm iyacaktır ; buna rağm en bu yola
girdiği su re tte de, cihanda v arlık ların en kötüsü olacaktır!
H attâ, A llâh olm asaydı, bizim yine adaleti sevmemiz
icabedecekti ; zira, hakkında o kad ar güzel ve m üstesna
fik irle r beslediğim iz, ve m evcudiyeti halinde âdil olaca­
ğına inandığım ız, o büyük varlığa benzem ek için, b ü tü n
k u d ret ve gayretim izi harcayacaktık!..
Böylece, belki dinin boyunduruğundan h ü r insanlar
h aline gelebilirdik, fak at adaletten yine de uzak düşm iye-
c ektik...
işte, Rhedi, adaletin ebedî olduğuna, ve beşerî anlaş­
m ala ra aslâ bağlı bulunm adığına, beni derin derin düşün­
d ü re n hep bu sonuçlardır. Şayet, adalet beşerî m ukavele­
lere bağlı olsaydı, bu çok m üthiş bir h ak ik at olacak, ve
bu hak ik at kendi kendinden hicap edip, saklanm ak isteye­
cekti ’.
Biz, kendim izden de kuvvetli insanlarla çevrilm iş bir
hald e yaşam aktayız! Bizi ih ata eden bu yığınlar iste rle r­
se, bin çeşit oyun ve hilelerle bizi bir anda yıkup ezebi­

( 1 ) — M üellif, ta b iî k a n u n l a r a d a ir b u iz a h ın ı (T ra ité d es d e ­
voirs: v a z ife le rin m ecellesi) m u h tır a s ın d a g e n işle tm iş ve
b u felse fî te lâ k k is in i l/M ay ız/1 7 2 5 ta rih in d e , B o rd o A k a ­
d e m isin d e o k u m u ştu r. B ü y ü k m ü te fe k k ir, te fe k k ü r ta rz ı
itib a rile H obbes’in a h lâ k felse fesin e h ü c ü m e tm e k te d ir.
N agel, d iy o r ki: (M üellif, e s e rin in IV, V- fa s ılla rın d a ,
a d a le tin b eşerî k a n u n la r a tâ b i o lm a d ığ ın ı, in s a n ın fe rd î
ira d e s i ve a rz u la rı ü z e rin e k u ru lm u ş o lm a y u p , a n c a k ak ıl
ve id râ k le b ez en e n in s a n o ğ u lla rın ın v a rlık la rı ve İç ti­
m a î b ü n y e le ri ü z e rin e te sis ed ilm iş o ld u ğ u n u aç ık lıy o r;
ve b u n e tic e de, m ü e llifi H O B B E S’in a h lâ k ü z e rin d e k i
p re n s ip le r in i r e t ve ta h r ib e c e h t e tm e k te d ir.)
İ R A N M E K T U P L A R I 267

lirle r; h attâ, bu fiillerinin d ö rtte üçünü de ceza görm eden


işleyebilirler. Şu halde, b ü tü n bu adam ların kalblerinde
gizli bir duygunun yaşadığı, ve bu duygunun bizim leh i­
mize onlarla daim î bir m ücadele halinde bulunduğu bir
gerçektir ve biz, bu gerçeği bilm ekle ne büyük bir huzur
kaynağına, ve bizi hem cinslerim izin şerrinden koruyan ne
büyük bir hâm iye m âlik bulunuyoruz!
Şâyet, bu olm asaydı, hayatım ız devam lı b ir korku ve
endişe içinde geçecekti; o zam an biz, insanların önünden,
tıp k ı arslan ların ininden geçer gibi geçecektik! Böyle olun­
ca da, ne m alım ızdan, ne hayatım ızdan, ne de şeref ve
haysiyeitm izden em in olarak yaşayabilecektik!..
B ütün bu düşünceler, beni Ulû T an rı’yı, ku d retin i
gaddârane istim âl eden bir v arlık gibi gösterm eye çalışan
b ü y ü k âlim lerin âleyhine kışk ırtıy o r; onlara karşı ziya-
desile öfkeleniyorum . Zira, o nların U lû T a n rı’ya revâ
gördükleri zulüm ve gaddârlığı, biz h a ttâ kendi nefsim ize
bile revâ göremeyiz! B una m üsaade edemeyiz! Ç ünkü,
aksi takdirde, kendi kendim izi ağır su re tte istih k ar etm iş,
alçaltm ış oluruz. Ve keza bu âlim ler, T a n rı’ya karşı b ü ­
tün eksiklikleri de lâyik görm ekte, ve fikrî m uvazenele­
rinde derin sarsın tılara u ğ riy arak bazan ona kötü bir v a r­
lık olm a vasfı verm ekte, bazan da tez atlara y u v arlan arak
bu k ötülüklerden m üteneffir, h a ttâ b u n ları cezalandırdığı
iddia edilm ektedir!
Bir insan kalbini yokladığı vakit, orada adaletin var­
lığını hissederse, ne büyük sevinçlere mazhar olur! Bu
haz, insan oğlunu baştan başa sarar, sevinçlere garkeder.
Böylece bir adam, kendini bu hazdan mahrum bütün in­
sanların üstünde görür; bütün kaplanların ve ayıların fev­
kinde, onları istihkar eder!
Evet, Rhedi, şayet ben, hiç şaşm adan, aslâ incitm eden
adaleti böyle takip edebileceğim e, onu gözlerim den hiç
268 İ R A N M E K T U P L A R I

ayırm iyacağım a em in olabilseydim , o zam an kendim i b ü ­


tün kalan insanların en büyüğü görürdüm ! 1
P a ris, l/T e m m u z/1 7 1 5 .

(1) — H O B B ES: (A d a le t, k e n d iliğ in d e n h iç b ir şey d eğ ild ir.


A d a le t k a n u n la r ın e m ir ve n e h ’yeylediği şe y d ir!) diyor.
M o n te sq u ie u ise, b u n u şöyle c e v a p la n d ıriy o r: (P e n sée s:
T e fe k k ü rle r, b ap . I, sa h ife : 395): (B öyle b ir g ö rü ş ta r z ın ­
d a n eza d u y u y o ru m ! Ç ü n k ü , in s a n la r la b e ra b e r y a ş a m a k
m e c b u riy e tin d e o la n ben, o n la rın k a lb le rin d e öyle k u d ­
r e tli b ir p re n s ip h is e d iy o ru m ki, b u h is o n la rla b e ra b e r
y a ş a rk e n k o rk u ve e n d işe d u y m a m a m ı, h u z u r ve e m n iy e t
iç in d e ö m ü r sü rm e m i te m in ediyor.)
Ö te y a n d a n m e ş h u r e se rin d e B e c c a ria ’d a b ü y ü k r e h -
p e r in in iz in d e d ir ve b u izi d a h a d a a y d ın la tıp d e rin le ş ­
tir ir :
« .................
................................. İ n s a n la r ın b e n im se d ik le ri gerek siy asî
ve g ere k a h lâ k î e sasla r, u m û m iy e t itib a rile ü ç k a y n a k ­
t a n ta ş m a k ta d ır : ı — V a h iy ve ilh a m ; 2 — T ab iî k a n u n ­
la r, y a h u t h u k u k u ta b iîy e ; 3 — ve n ih a y e t, İç tim a î m u k a ­
veleler.
T a k ip e ttik le ri esaslı g ay e le ri itib a rile b u n la r d a n b iri
ile ikisi a r a s ın d a b ir m u k a y ese y a p m a ğ a im k â n y o k tu r.
L â k in , h e r ü ç ü n ü n de b e n z e r c ih e tle ri ş u d u r ki, is te n e n
şey, şu fâ n î âle m d e in s a n o ğ lu n u n sa a d e tid ir.

İşte bu, se b e p te n d o la y ı d en e b ilirk i,


siy asî m a h iy e tte o la n fa z ile t te lâ k k ile ri m ü te h a v v ild ir;
h a lb u k i ta b ii fa z ile tle r ise, b eşeri ih tir a s la r ta r a f ın d a n
d o n u k la ş tırılm ış o lm a d ık ç a d â im a s a rih ve ş e ffa ftır. D i­
n î e s a s la rd a n n e b e a n e d e n fa z ile t te lâ k k ile ri ise, A llâ h
t a r a f ı n d a n siy a n e t ve ilh a m e d ild iğ in d e n g a y ri m ü te h a v -
vil ve v a z ıh tır.
Ö yle ise, iç tim a i m u k a v e le le rd e n ve o n la rın n e tic e ­
le rin d e n b a h s e d e n b ir kim se, ta b iî k a n u n d a n v a h y ve
ilh a m d a n b a h s e tm e d i deye, b u ik i m e n b a ın e s a s la rın ı
r e t ve in k â r e d e n p re n s ip le r öne sü rü y o r deye, ith a m e d i­
le b ilir m i?
İ R A N M E K T U P L A R I 269

B u ad a m , h a r p le r in c e m iy e t h a y a tın a ta k a d d ü m e t ­
tiğ in i ile ri s ü rd ü deye, o n u m ü n fe rid e n y a ş a y a n ferd e n e
b ir vazife, n e de ta b iî b ir b o rç y ü k le m ey e n H obbes’a b e n ­
ze tm e k a d ilâ n e o lu r m u ? ... B u m u h a re b e le ri k a n u n la r ın
f ık d a n ın a ve b e ş e riy e tin iz m ih lâ lin e h a m le d e n b ir k im s e ­
yi, o ld u ğ u n d a n b a ş k a tü r lü ta s a v v u r e tm e k m a n tık e s a s ­
la r ın a u y g u n d ü şü n e b ilir m i?

Ve n ih a y e t, h e r şe y in v a rlığ ın d a n evvel m e v cu d iy e­
tin i k a b u l e ttiğ i b u İç tim a î m u k a v e le le ri ve o n d a n n e b e -
a n e d e n n e tâ y ic i te tk ik e d e n b ir m ü e llife h ita p ta b u lu ­
n a n l a r a ld a n m ış o lm u y o rla r m ı? ...

İ lâ h î a d a le tle ta b iî a d a le t m e tin , a ş ik â r ve değ işm ez


v a s ıfla rı h a iz d irle r; zira , ik i şey a r a s ın d a k i r a b ıta la r ın
ta b ia tı a y n ı o lu rsa , a s lâ d eğişm ezler. L â k in b e ş e rî a d a ­
le t ise, k i b u n a siy asî a d a le t d a h i deyebiliriz, iş le n e n b ir
fiil ile, b ü n y esi m ü te h a v v il c e m iy e t a r a s ın d a b ir r a b ıta
o ld u ğ u n d a n , b u fiil c e m iy e tin z a r a r lı v ey a h a y ırlı o lm a s ı­
n ın d ere cesin e göre ta h a v v ü l eder.»

B e cc aria , S u ç la r ve C ezalar,
m ü e llifin m u k a d d e m e sin d e n .
İlâve n o t:

T h o m a s H o b b e s, B a c o n ’u n tilm iz i o lu p b ü y ü k İ n g iliz
f ilo z o fu d u r (1588 1679). İ n c i l ’d e b a h s i g e ç e n D ev’d e n
k in a y e m u a z z a m v e m ü t h iş ş e y m a n a s ın a g e le n ( L e v ia t­
h a n ) a d lı m e ş h u r e s e r in i iö 5 1 d e y a z m ış tır . F ilo z o f b u
e s e r in d e h e r s a h a y a a it g ö r ü ş le r in i b ü y ü k b ir k u d r e t le
iz a h e tti. R u h i y a t t a s e n s u a liz m i, m e t a f i k iz t e m a t e r y a ­
liz m i, a h lâ k t a ş a h s î m e n f a a t i v e s i y a s e t t e is e , is t ib d a d ı
s a v u n m u ş tu r . (m ü t e r c im )
270 İ R A N M E K T U P L A R I

M E K T U P 85

Rika’dan ***’ye

D ün Învalides’di ziyaret ettim J. B ir hü k ü m d ar olsay­


dım, üç m uharebenin de m uzaffer kum andanı bulunsay-
dım, kendim e böyle bir abideyi y ap tırm ak isterdim ! A za­
m etli yapının h er köşesinde büyük bir h üküm darın eli his­
sediliyor. Fikrim ce, yer yüzünün en saygıya değer y eri
burasıdır!..
Bu gün dahi şu duruşlarile, vatan ın m üdafaasına h a s ın
nefis edem em enin iztırabile m üteellim , ayni kalb v u ru şu ­
nu ayni kuvvetle duyan ve vaktile yalınız v atan ın k u rtu ­
luş ve selâm eti için yaşam ış bu m übarek şehitlerin hep­
sini toplu olarak bu m ahalde tem âşa etm ek ne m uhteşem
şey, yarabbi!...

( 1 ) — H ö tel des İn v alid es, P a r is ’de S a in t G e rm a in m e v k i­


in d e, ay n i a d lı b u lv a r ü z e rin d e m e ş h u r a n ıttır . 1670 t a r i ­
h in d e X IV . L o u is’n in b ir fe rm a n ile ve h a r p m â lû lle rin in
b a rın m a la rı, b a k ılm a la rı iç in in ş a s ı em re d ilm iştir. M u h ­
te lif ta rih le r d e ta d il ve te v si ed ilm iş o la n a z a m e tli y a ­
pı, a n c a k 1735 de b u g ü n k ü h a lile ik m â l e d ilm iştir. İç in ­
de kilisesi m e v c u t olup, k u b b e s in in z e m in d e n ir tif a ı 110
m e tre d ir.
1840 T a rih in d e B üyük N a p o le o n ’u n k ü lle ri g etirilip ,
m a b ed e g ö m ü lm ü ştü r 1929 T a r ih in d e de, B irin c i D ü n y a
S a v a şı’n ın ü n lü b a ş k u m a n d a n ı, m a re ş a l FO C H ’u n k ü l­
le ri a n ıta g ö m ü lm ü ştü r. B u b ü y ü k a n ıt, ay n i z a m a n d a
F ra n s ız a sk erî m üzesidir.
İ R A N M E K T U P L A R I 271

Şimdi, tak a tta n düşm üş bu yiğit m u haripleri se y re t­


m ekten daha çok hay ran lık duyulacak dünyada ne v ardır,
acaba? Bu inzivâ ve uzlette, sanki bir düşm an karşısında
riayete m ecbur oldukları hakikî b ir disiplin ve ita a t nizâ­
mı altında im işler gibi, onları seyretm ek, bu h arp hülyası
içinde onların son itm inân ve h u zû rların ı tem aşa etm ek ;
dinî vecibelerle, askerî san’atin içine dolduğu k alblerini
ve ru h la rın ı paylaşm ak ne doyulm az şey, Tanrım !
İstiyorum ki, vatan için ölenlerin isim leri m abetlerde
m uhafaza edilsin; O ralarda b u lu n durulacak k ü tü k d e fte r­
lerine bu isim ler geçirilsin, ve bu d efterler şan ve şerefle,
asaletin en hakikî kay n ak ları olsun.
P a ris , 15 /T e m m u z/1 7 1 5 .

M E K T U P 87

Rika’dan ***’ye

Sanırsınki, burada aileler kendi b aşlarınadırlar, k a rı­


şanları, edenleri yoktur. E rkeğin karısı üzerindeki h â k i­
m iyeti hem en hiç m esabesindedir; babanın evlâtları ü s­
tündeki velâyet hakkı bir rüyadan, efendinin esirleri üze­
rindeki hakları ise, bir gölgeden başka bir şey değildir. İş­
te, bu sebeple adalet hem en b ü tü n aile işlerine karışır.
Amâ, daim a da kıskanç kocanın, m eyûs babanın ve h u z u r­
suz efendim n âleyhinde hükm ünü verir!...
272 İ R A N M E K T U P L A R I

Geçen gün de adaletin tevzi edildiği m ahalle gittim .


O raya girm eden evvel, bir sü rü satıcı kızların d ü k kânla­
rın ın önünden geçtim. Bu tüccar kızların öyle b ir bağırış­
ları, davet edişleri v ard ı ki, donup kalm am ak m üm kün
değildi h B u m anzara hidâyette oldukça güldürücü idi;
lâk in iç kısım lara, büyük salonlara girilince değişiyor, ke­
der verici oluyordu; asık ve ağır çehreler, b u n lard an da
ağ ır kisveler göze çarpiyordu. N ihayet, m ukaddes yere
giriliyordu. B urada b ir ailenin b ü tü n m ahrem iyeti açılup
saçıliyor, en gizli işlenen şeylerin örtüsü çekiliyordu. Boy­
n u b ü k ü k b ir genç kız geliyor, uzun zam andan beri m u h a­
faza ettiği bek âretin in iztırap ların ı y an a yakıla itira f
ediyor, giriştiği m ücadeleleri, acılarla dolu m ukavem et­
lerini saçup döküyordu. B u zaferinden pek de m üftehir
görünm üyor, m üstakbel bir in h itatın tehdidini savuruyor,
babasının hakkında daha anlayışlı davranm asını istiyor­
du.
Şim di m ahkem enin huzuruna küstâh, pervasız ve şir­
re t bir kadın giriyordu. Bu da, kocasına revâ gördüğü te k ­

( 1 ) — A d liy e s a r a y ın ın b u t a r if i n i M o n t e s q u ie u ’ye i lh a m e d e n
h e r h a ld e ; D u f r e s n y ’n i n ( E ğ le n c e , IV , s: 15) a d lı e s e ­
r id ir . B u e s e r d e t ü c c a r k a d ın la r la k a n u n a d a m la r ı a r a ­
s ın d a k i t e z a d a d o k u n u lm a k i s t e n m iş t ir : ( .... B u d ü k k â n ­
d a k o r d e la s a t ılır k e n , d iğ e r in d e m a h k e m e ilâ m ile a r a z i
m ü z a y e d e y e k o n m u ş tu r . S a ğ d a g e n ç v e g ü z e l b ir s a t ıc ı
k ız ın p a r la k s e s i d a v e t e d e r k e n , s o ld a b ir m ü b a ş ir in k ı ­
s ık v e b o ğ u k s e s i k u la k la r ı t ır m a la r . B u g a r a b e t k a r ş ı ­
s ı n d a m ü t e h a y y ir v e d ü ş ü n c e le r e d a lm ış s e y y a h , b ir d e n
s iy a h r e n k t e v e ö n d e n a r k a d a n k ö ş e li s e r p u ş g iy m iş b ir
sü r ü b a ş g ö r ü n c e k o r k u ile ir k ilir . H a lb u k i, b u a d a m la r
n i z â lı b ir d â v a n ın h a l l i iç in , b u k o r k u n ç v e b iç im s iz t o p -
l a n t i y i y a p iy o r la r . B u k o r k u n ç m a n z a r a , ö y le m ü h lik v e
m s ş ’u m b ir d ille m ü z a k e r e y e s a h n e o lu r k i, s a r f e d ile n
s ö z le r d e n b ir t e k i b ile , b ü t ü n b ir a ile y i t a r u m a r e t m e y e
y e te r ! )
İ R A N M E K T U P L A R I 273

m il h a k a re tle ri pervasızca te k ra rliy o r ve böylece ondan


ay rılm an ın m eşrû sebebini elde etm ek istiyordu.
B ir başka kadın, zengin ve. üzgün b ir tav ırla d u ru ş­
m aya giriyordu. Bu biçarenin düşüncesi de başka tü rlü
idi. Onca, nim etinden istifade etm edikten sonra, kadın ol­
m ak sıfatını taşım anın da ne fayda ve luzum u vardı! Zi­
fa f gecesindeki esrarı b ü tü n tefe rrü a tile anlatiyor, halâs
ve saadetini m ahkem eden yalvarıyordu. B unun için de,
en liyâkatlı vukuf ehillerine sevkedilm esini istiyor, orada
iyice m uayene edilerek, halen dahi bakire bulunduğunun
tevsikile ilâm la teyidini dâva ediyordu...
H attâ, duruşm aya alın an lar arasında öyle kadınlar
v ardı ki, b u n lar kocalarını ayni sebeplerle istih k ar ediyor­
lardı. H albuki, böyle bir delil talebine kalkışan b ir kadın
zillet ve hacâletin en derinine yuvarlanm ış olduğu gibi,
böyle bir m ücadelede m ağlup düşecek bir erkek ise, h a k a ­
re tle rin en ağırına m üstahak olurdu h
O rada daha bir sürü kızlar v a rd ı; b u n lar ya kaçırıl­
mış. y a da iğfal edilm işlerdi. Bu ağır ith am lar, m aznun
e rk ek lerin şeref ve itib arların ı vahim şekilde yaralam ak ­
taydı. A şkın gür sesi m ahkem e salonunu çınlatiyordu.
H er ta ra fta kızgın babalar, aldatılm ış kızlar, sadakatsiz
aşık lar ve m eyus kocaların sesi duyuluyordu!
M er’iyetteki kanun hükm ünce, izdivaç esnasında do­

( 1 ) — M ü ellif (les P en sé es: te fe k k ü rle r - y a h u t d ü şü n c e le r - ad lı


eserin d e, b a p II. s: 336) b u n d a n a la y la b a h s e d e r. B u eski
u s u l m u h a k e m e 1677 ta r ih in d e la ğ v e d ilm iştir. G esv res
m a rk iz in in seb eb iy et v erd iğ i ad e m i ik tid a r d â v a s ın d a filo ­
zof, b ir h u k u k ç u o la ra k , ih tilâ f ı te tk ik e tti. Ş a h s î e v r a ­
k ın a a it k ü lliy e tte b az ı n o tla r b ıra k tı: (G resv re s m a r k i­
z in in a d e m i ik tid a r ı b u lu n m a d ığ ın ı id d ia e ttiğ in d e n , k e n ­
d is in in c e r r a h la r ta r a f ı n d a n ve k a r ıs ın ın d a eb e le r t a ­
r a f ın d a n m u a y e n e e d ilm e le rin e ve r a p o r la r ın ın d a m a h ­
k em ey e te v d iin e k a r a r verildi.)
İran M ektupları F..- 18
274 İ R A N M E K T U P L A R I

ğan çocuk babaya a itti Amâ, babanın aksine inanm ası


için elinde kuvvetli sebepleri bulunabilirdi. K anun sadece
babayı düşünm üş, m enfaatına bu hükm ü koym uştu;
çünkü, bu sayede o a rtık m uayenelerden, endişe ve vehim ­
lerden k u rtu lm u ş oluyordu.
Mahkemede kararlar reylerin ekseriyetile ittihaz olu­
nuyor. Lâkin, bu kararların, reylerin ekalliyetile verilm e­
sinin daha isabetli olacağını iddia ediyorlar, ve diyorlar
ki, dünya saçma ve yanlış fikirlerle dolup taşarken, doğru
ve haklı fikirlere pek nâdir rastlaniyor!
P a ris. l/A ğ u sto s/1 7 1 5 .

( 1 ) — ( is p a te r e st au e m J u s ta e n u p tia e d e n u n tia n t) .

M E K T U P 89

U sb ek ’te n R h e d l’ye

V en ed ik

P a ris’te h ü rriy e t ve m üsavat hâkim dir. D oğuştan


m üm taziyet, fazilet, nam us, h a ttâ ne derece parlak o lur­
sa olsun, h arplerdeki büyük y a ra rlık la r insanı halk k itle ­
sinden tefrik etm ez, im tiyazlı kılm az. Sınıf fark ların a bes­
lenen haset burada hiç duyulm az. P a ris’te en m uteber in­
san, arabasına en m uhteşem a tla rı koşabilen kim sedir!
B urada büyük bir insan dem ek, k ıralla görüşen, nâ-
İ R A N M E K T U P L A R I 275

zırlarla düşüp kalkan, zengin ecdada m alik olan, büyük


borçları ve büyük gelirleri olan kim se dem ektir. Hele
böyle bir kim se avareliğini, m eşgul ve m ütehâlik görün­
mek, ya da kendini tü rlü zevklere dalm ış gösterm ek su-
retile gizleyebilirse, a rtık hiç korkusu olmasın! Böylece,
bu kim se kendini P a ris’in en m es’u t ve m üreffeh insanı
ilân etm iş ve her kesi de buna inandırm ış bilsin!
H albuki, İra n ’da, büyük bir adam dem ek, Şah ta ra ­
fından hüküm et hizm etinde vazifelendirilm iş b ir kim se
dem ektir H albuki, b u rad a daha doğuşunda büyük olan
insanlar vardır. Lâkin, bu doğuşun m alî bir im tiyaz ve
nim eti olamaz, tahsisat bağlanam az. H üküm darlar, tıpkı
eserlerini sade ve basit m akinelerle ikm âle çalışan m ahir
san ’a tk â rla ra benzerler; onlar gibi dav ran ırlar.
Sahabet ve iltim as F ransızların ta p tık la rı ilâhedir. Bu
m abedin büyük rahibi m esabesinde olan h er nâzır, bu ila­
heye pek çok k u rb an la r takdim eder. K endi e trafın d ak i­
ler de, pek kar gibi beyaz kim seler sayılm azlar. Bazan
bu k u rb an la rı kesen rahip sıfatile, bazan bizzat k urbanın
kendisi olarak ilâheye kendilerini ve kendilerde beraber
b ü tü n m illeti feda ederler!

P a ris, 9/A ğusto s/1 7 1 5 .

(D — (N e İ r a n ’da, n e de h a t t â b ü tü n Ş a r k ’t a a s â le t m ü e ssese-
sesi y o k tu r. A sâ le t ve saygı sad ece g ö rü len v az ifed e d ir.)
C h a rd in , ay n i eser, s: 224.
276 İRAN M E K T U P L A R I

M E K T U P 90

U sb ek ’te n İb b c n ’c

Şan ve şerefe beslenen arzu ve hasret, insanoğlunun


nefsin beka ve m uhafazası için duyduğu şevki tabiîden
asla fark lı değildir. V arlıklarım ızı hem cinslerim izin hafı­
zalarına geçirince, öyle zannedilir ki, bu v a rlık la r ulûla-
şıp ih tişâ m la şır; azam et peyda eder. Bu. adeta yeni bir
hayat, yeni bir yaşayış olur, şu yer yüzünde! Ve bu başka
hayat, Ulû T an rı’dan gelen h ay at k ad ar aziz ve kiym et-
lidir...
Lâkin, nasıl insanların hepsi h ay ata ayni bağlılığı
gösterm ezlerse, şan ve şerefe de o derece duygulu olm az­
lar. Bu asil aşk, beşer nevinin tâ kalbine kadar oyulm uş-
tu r. F akat, gerek m uhayyelenin faaliyeti, gerek tah sil ve
terbiye, bu aşkı bin çeşit tav ır ve h arek etle tâd il ve te b ­
dil eder, işte, bu yüzden her insana göre şiddeti değişen
b u aşkın, m illetten m illete göre kazandığı ehem m iyet az
veya çok olur.
H attâ, şöyle um um î bir kaide dahi konabilir: Şan ve
şeref isteğinin şiddeti, vatandaşların hürriyeti ile mebsu-
ten mütenasiptir; bu hürriyet çoğaldıkça bu arzu şiddet­
lenir, bu hürriyet kısıldıkça bu aşk da azalır. Şan ve şe­
ref esaretle aslâ bağdaşamaz, beraber yürüyemez!
A nlayışlı b ir adam geçen gün bana şöyle diyordu:
İRAN M E K T U P L A R I 277

(F ran sa’da h ü rriy e t h er yönden İ ra n ’dan fazladır. Onun


için F ra n sa ’da şan ve şerefe düşkünlük, İra n ’dan pek zi­
yadedir. Bu m es’u t heves, sizde ancak hüküm darınızın
m ücazat veya m ükâfat v aat ve teh d itlerile tebaasına y ap ­
tırabileceğini, F ra n sa ’da büyük bir haz ve sevinçle y a p tı­
rır. Fransa hükümdarı, en hâkir tebaasının şan ve şere­
fini küçümseyemez. Bu şeref ve itibarı koruyan mahke­
m elerimiz vardır; bu mahkemeler her türlü saygı ve iti­
mada lâyıktırlar. Bu şeref ve itibar m illetin kutsal hâzine­
sini teşkil eder. Hükümdarın hükmedemediği yegâne var­
lık da^işte bu hazinedir. H ükm edem ez çünkü, kendi m en­
faatlerin i tehlikeye atm adan böyle bir teşebbüse girişe-
mez. İşte, bu yüzdendir ki, ister tevcih edilm iş bazı ruç-
han ve im tiyazlarını kaybetm ek suretile olsun, isterse
hükü m d arın istihkar edici en küçük bir fiil ve h arek etile
bulunsun, şeref ve itib arı hü k ü m d ar tarafın d an incinen
b ir vatandaş oldum u, hem en h üküm darın h uzurunu ter-
keder, vazifesini b ıra k ır ve evine çekilir.
Fransız ordusile sizinkiler arasındaki farka gelince,
sizinkiler esirlerden teşekkül ettiği için, bu askerler gayet
tabiîdir ki cebindir, korkak tırlar! Ancak, görecekleri ağır
m ücazatlarm tehdidi altında ölüm lere gidebilirler; bu da,
ru h la rın d a yeni bir zulüm ve işkence kasırgası e stirir ve
onları budala ve şaşkına çevirir. H albuki, bizim kiler, ölü­
me zevkle, şevkle koşarlar ve her tü rlü korkuyu üstün
b ir itm inan ve cesaretle ezüp ortadan kaldırırlar.
Lâkin, namus ve iffetin, şöhret ve faziletin merkezi,
öyle zannediliyor ki, ancak cumhuriyet idarelerinde ve
vatan sözünün serbestçe söylenebildiği diyarlarda kurul­
muştur! R om a’da, A tin a’da, Lacedem on’da en büyük hiz­
m etler, ancak şan ve şerefle ödenebiliyordu. Meşe dalla­
rından bir taç, bir defne dalı, bir heykel, veya b ir m et­
hiye, kazanılm ış bir m uharebe için, yah u t zaptedilm iş bir
şehrin en büyük m ükâfatını teşkil ederdi.
İRAN M E K T U P L A R I

O ralarda güzel ve asîl bir h a rek ette bulunan bir adam,


m ükâfatını bizzat o güzel ve asîl harek etten fazlalasile a l­
m ış olurdu. Çünkü, bu adam hayırhahlığını inkâr edecek
bir tek vatandaşa dahi rastlayam azdı. Böylece, her v a ta n ­
daş sayısı kadar, asîl hareketinin adedi de artm ış oluyordu.
O nlara göre, her adam , başka birine her hangi bir iy ilik ­
te bulunm ağa m u k ted ird i; amâ, bütün bir topluluğun
hayrına, b ü tü n topluluğun saadetini a rttırm a ğ a m atuf
h ay ırh âh lık ta bulunanlar, bu m eziyetlerde T an rılara b en ­
zerlerdi!
Öyle ise, hizm et, asâlet, şan ve şeref, sadece h ü k ü m ­
darın keyif ve hevesine tabi olan, siz İra n ’lıların kalblerin-
de bu gıpta ve tefah u r m eş’alesi ebediyete kadar sönmüş
kalacak m ıdır? Heyhât! Orada, şöhret ve fazilet şâyet, h ü ­
k üm darın lu tû f ve takdirine m azhar olmamışsa, farazî bir
m efhum dan ib aret telâkki ediliyor, dem ektir. Ç ünkü, siz­
ce fazilet ve şan şeref ancak, hü k ü m d arla doğar ve onun­
la ölür! Bu gün efkârı um um iyenin takdirine m azhar ol­
m uş bir kim senin, ertesi gün bu şan ve şerefi kaybetm iye-
ceğinden aslâ em in değildir. Bu gün, b ir orduya kum anda
eden şöhretli bir generalidir. B elki de, y arın Şahın canı
ister, kendisini sarayın aşçıbaşısı yapar! İşte, bundan son­
ra da bu adam ın üm it edebileceği m ethiye, ancak pişire­
ceği nefis k ızartm alara dair olacaktır, eyvâh!)
P a ris , 15/A ğustos/1715.
İRAN M E K T U P L A R I 279

M E K T U P 91

U sbek’te n İb b e n ’e

İzmir

F ransız m illetinin, şan ve şerefe olan bu um um î aşk


ve m erb u tiy et duygusu, ne diyeyim bilm iyorum , h er k e­
sin m üfekkiresinde bir (nam us ve haysiyet işi) adı v e ri­
len bir m efhum yaratm ış bulunuyor. H em en b ü tü n iş ve
m eslekte bu nam us ve haysiyet işi açıkça hâkim dir. L â­
kin, bu duygunun asıl aşırı olduğu m eslek de askerliktir.
Ben, sana bu duygunun bünyesini lâyikile hissettirem iye-
ceğim ; çünkü, bu hususta bizde sarih bir fikir ve izah
tarz ı yoktur.
Eski zam anlarda, Fransızlar, ve bilhassa asilzâdeler,
diğer k an u n lara uym azlar, sadece bu nam us ve haysiyet
işi kan u n u n a riay et ederlerdi. H ay atların ı baştan başa bu
k an u n düzenlerdi; b u k an unun en ehem m iyetsiz ahkâm ını
ihlâl etm ek şöyle dursun*, onlardan sıyrılm ağa kalkm anın
cezası ölüm lerden b e te r olurdu!...
M ünazaaları halletm ek icabedince, verilebilecek h ü ­
küm , daim a ayni olurdu; bu da, düello etm ekten ibaretti.
Düello, b ü tü n m üşkülâtı bir çırpıda yenerdi. Lâkin, b u n ­
da m eş’um olan cihet, verilecek hükm ün, ekseriya a lâ­
k alılard an başkalarını felâkete atm asiydı.
280 İRAN M E K T U P L A R I

B ir adam , diğerini istediği kad ar az tanınm ış olsun,


onun uğruna m ücadeleye girecek, gayz ve gazaba itilen
kendisiym iş gibi, ölüm ü istih k ar edecekti! B u m ücadele­
ye şahsının intihap ve tercihi ona daim î b ir iftih a r vesi­
lesi verecek, şeref ve hazların en büyüğüne nâil olacaktı.
O k ad ar ki, bir adam ı ve b ü tü n ailesini darağacından k u r­
ta rm a k için dört altu n sikkeyi dahi verm ekten çekinirken,
bu defa, ayni adam ın uğruna kendi h ay atın ı bin k e rre
tehlikeye atm ak tan aslâ çekinm iyecekti!
M am afih, bu tarzdaki m uhakem e sistem i ile delil te ­
m ini pek adaletsizdir. Ç ünkü, m uhasım lardan biri, diğe­
rinden çok daha kuvvetli ve m ahir olabildiği halde, ih ti­
lâfın m evzuu itibarile son derece haksız durum da b u lu ­
n ab ilir; binnetice m übarezenin neticesi aslâ adilâne b ir
delil olamaz.
H attâ, k ıral çok ağır m ücazatlar koyarak, düelloyu
m en’etm iştir *. Lâkin, b ü tü n bu teşebbüsler boşuna olm uş­
tu r; dâim â hâkim olm ak sevdasında bulunan haysiyet ve
şeref, h er zam an hırçın ve ayakta, hiç b ir k an u n a k u lak
verm em iştir!
İşte, bu yüzden F ransızlar çok m üşkül b ir durum da
b u lu n u y o rla r; nam us ve haysiyet kanunu, ta h k ir edilen
şerefin intikam ını em rederken, adalet böyle b ir intikam
aldı deye kendisini en korkunç cezalara m üstahak kılm ak ­
ta d ır; şayet, nam us ve haysiyet kan u n u n u n yolundan gi­
decek olsa, bu yolun sonunda darağacı ile karşılaşa-
cektir, yok şayet adaletin izi üzerinden gidecek olsa, o
zam an da m ensup olduğu to p lu lu k tan ebediyen koğula-
caktır! Şu halde, önünde iki yoldan birini seçm ek kaliy o r:

(1) — X IV L o u isin in 1679 ta r ih li fe rm a n ı dü ello e d e n le rin


k a tlin e d aird i. B u fe r m a n ın h ü k m ü 1725 ta r ih in d e XV.
L o u is z a m a n ın d a y en ile n m iştir.
İRAN M E K T U P L A R I 281

ya ölecek, ya da yaşam ak liy âkatından ebediyen m ahrum


kalacaktır! b
P a ris , 18/A ğustos/1715.

d ) — «F ena k a n u n la r ın m e y d a n a g e tird iğ i k a r g a ş a lık d e v ir­


le rin d e te e ssü s e tm iş o la n b u ş a h s î m ü b a re z e le r, e f k â r ı
u m u m îy e d e n b e k le n e n h ü r m e t ve itib â r z a r û re tin d e n
d o ğ m a k ta d ır.
D ü e llo n ü n eski ç a ğ la rd a b ilin m e d iğ i z a n n e d iliy o r.
B elki de d o ğ ru d u r. Z ira, o d e v irle rd e in s a n la r m a b e tle r ­
de, tiy a tr o la r d a ve şö le n le rd e to p la n d ık la rı z a m a n d a , b i r
n ev i itim a ts ız lık eseri o la n s ilâ h ı y a n la r ın d a b u lu n d u r ­
m a z la rd ı.
K eza, düello o d e v irle r iç in , esir ve se fil in s a n la r ın
o y n a d ık la rı a d î ve u m û m î b ir te m â ş a m a h iy e tin i a rz e d e ­
cek ve b u y ü zd en a s île r k e n d ile rin e b ire r s irk p e h liv a n ı
gözile b a k ılm a s ın d a n k o rk a c a k la rd ı.
N e o lu rs a o lsun, a sıl m e s’ele g ere k d ü ello y u te k lif
ed e n e ve g ere k b u te k lifi k a b u l eyley en k im sey e b o ş y e­
re ö lü m cezası v e rilm e k te o lm a sıd ır. B u şid d e tli k a n u n ,
şe re fi h a y a ta te r c ih e ttir e n d u y g u y a d a y a n a n , b u ö rf v e
â d e ti sö küp a ta m a m ış tır.
D üello te k lifin i re d d e d e n k im se v a ta n d a ş la r ı n a z a ­
r ın d a alça lm ış, k ü ç ü lm ü şitü r! A rtık n a s ib i y a m e tr û k iy e t
iç in d e m ü n z ev i b ir ö m rü sü rü k le m e k o la c a k tır, k i c e m i­
y et h a y a tın ın n im e tle rin e alışm ış b ir in s a n iç in g ay ri
k a b il ta h a m m ü l b ir h a y a ttır ; y a h u ttâ , o k im se v a ta n d a ş ­
la r ın ın m ü te m a d i h a r e k e t ve te c a v ü z le rin e h e d e f o la c a k ­
tır ki, b u h a lin d ev a m ı b ir te h lik e y e p e rv a sız c a a tılm a k
m e c b u riy e tin i d o ğ u ra c a k tır.
A cab a, d ü e llo n u n z a d e g a n la r a r a s ın d a b u ld u ğ u r a ğ ­
b e tin , h a lk ta b a k a la r ı iç in d e b u la m a y iş in in sebebi n e d ir?
B u n a sebep, y alın ız â v a m ta b a k a s ın ın silâ h sız o lu şu d e ­
ğ ildir. A sıl sebep, â v a m ta b a k a s ın ın z a d e g â n a n a z a r a n ,
e fk â rı u m u m iy e n in şe re f ve itib â r d u y g u su n a d a h a az
m u h ta ç o lu şu ve y üksek ta b a k a y a k iy a se n y e k d iğ e rle rin e
k a rş ı d a h a em n iy e tli ve d a h a az k ısk a n ç b u lu n u ş la r ı­
d ır...»
B eccaria, Suçlar ve Cezalar, F.: X X IX .
282 İRAN M E K T U P L A R I

M E K T U P 93

U sb ek ’te n R horti’yc

V en ed ik

Bu k ad ar yıllık h üküm dar öldü. H ay atta iken insan­


la rı iyice konuşturm uş olan kıral, ölünce her kesi sus­
turdu!. Son an ların a kadar m etîn ve cesur idi; sadece m u­
k ad d erata boyun eğeceğe benziyordu. Tıpkı Şah Abbas
gibi. Zira, o da nam ve şöhretile b ü tü n dünyayı sardıktan
sonra, h ayata gözlerini yum m uştu.
Sakın zannetm e ki, bu büyük hâdisenin tepkisi y alı­
nız ru h ta ve efkârda oldu! Ne gezer, h e r kes bu değişik­
liği fırsat bilerek işlerini tanzim etti, çık arların ı bildi!
T ahta da, ölen h üküm darın to ru n u n u n çocuğu o tu rd u ; h e ­
nüz beş yaşında bir bebek! Am cası da k ıra liy e t nâibi ilân
edildi.
Ölen hüküm dar, sağlığında bir vasiyetnam e tanzim
etm iş ve içinde kıraliy et nâibinin salâhiyetlerini göster­
miş, kısmış. Yeni nâip ise, esasen P arlam an to ’da olduğun­
dan, doğuşuna a it m eşrû hak ların ı orada izah ederek n e ­
ticede, vasiyetnam e h üküm lerini iptal ettird i 1. Tanzim

( 1 ) — X IV . L ouis, 1/9/1715 ta r ih in d e öldü. Y a n i b u m e k tu b u n


ta r ih in d e n ta m 3 g ü n önce. E rte si g ü n ü k ır a l n âib i,
P h ilip p e d ’O rle a n s P a r la m e n to y a g elerek v a s iy e t­
n a m e h ü k ü m le rin i, P a r la m e n to ’n u n re isi k o n t J e a n A n -
İRAN M E K T U P L A R I 283

etm iş olduğu bu vasiyetnam e h ü k ü m lerd e ölen kıral, ade­


ta ölüm ünden sonra da yaşam ak, ta h ta hâkim olm ak iste ­
m işti.
P arlam en to lar birer viran ed ir ki, dâim â ay ak lar a l­
tında çiğnenm işlerdir; böyle olm alarına rağm en, dâim â
m illetlerin kadîm dinlerindeki m âbetleri h a tırla tırla r. Bu
v iran elik ler sadece, adaletin çiğnendiği, ve binaenâleylı
onu yeniden k u rm ak gerektiği zam anlarda m am ureler h a ­
line gelir, ayaklanır, kaynaşm aya başlarlar! H ayatın tabiî
seyrinde parlam entoların kuvvet ve k u d reti gittikçe aza­
lır, zayıflar, derm ansızlaşır; ancak beklenm edik anî h a l­
ler ve tesadüfler ona yeniden hayatiyet, kuvvet vereb il­
m ekte, diri k alm alarını sağlam aktadır...
Bu büyük gövdeler, beşerî v a rlık la rın m ukadderat
izini takip ederler. Öyle zam an olm uştur ki, bu izi k ay ­
bettiklerinden, tam am en çöküntüye uğram ış, kendileri de
kaybolm uşlardır!...
Ne ise, m illete hoş görünm ek isteyen k ıral nâibi, ev­
velâ am m enin h ü rriy e t hülyâsına h ü rm e tk âr bir tav ır ta ­
kındı; sonra da, yer yüzündeki m abetle m abûdu k a ld ır­
m ak sevdasına dü ştü ; o zam an da, kendisine taç ve ta h ­
tın h a y ırh â h m üdafii, b ü tü n m eşru hakim iyetin büyük
halâskârı nazarile bakılm ası ihtırasile yanm ağa başladı h
P a ris, 4/E ylûl/1715.

to in e de M esm es’n in y a rd ım ı ile, ip ta l e ttird i. V a s iy e t­


n a m e s in d e h ü k ü m d a r, m a d a m de M o n te sp a n ’d a n d o ğ a n
g a y ri m e ş ru oğ lu M ain e d ü k ü n ü sa ra y n a z ırı tâ y in e d i­
y o r ve k e n d isin e m e ş ru e v lâ t h a k la r ı sa ğ liy o rd u .

(D — M üellif, P a r la m e n to üyesi o la ra k ,P a rla m e n to fa a liy e tin e


d e v a m lı s a d a k a t gö sterd i. P a r la m e n to la r y aln ız a d lî b i­
r e r c ih az d eğ ild ile r, f a k a t im p a r a to r lu k k a n u n la r ın ın
d a te d v in ed ild iğ i m üessese idi.
284 İRAN M E K T U P L A R I

M E K T U P 95

U sb ek ’te n R h e d i’ye

V en ed ik

Ne zam an bana am m e h u k u kundan bahsetseler, hem en


arkasından beşerî to p lulukların k u ru lu ş esasını, aslını in ­
ceden inceye araştırm ağa b aşlarlar. Ben de, bu hale içten
içe gülerim . H albuki, şayet insanlar bu to p lu lu k ları y ap ­
m am ış olsalar, bu cem iyetleri terkedip birib irlerin d en
kaçsalardı, işte o zam an bu insanların neden ayrı yaşadık­
larının esbabını araştırm ak lâzım dı ve bu daha m âkul o lu r­
du. Ç ünkü, insanlar daha doğuştan b irib irlerin e b ağlıdır­
lar. B ir çocuk babasına bağlı olarak ve onun çatısı altında
doğar: îşte cem iyet ve işte topluluğu doğuran âm il de bu-
du r ’.

( 1 ) — M o n tesq u ieu , ce m iy e tin m u k a v e le d e n d o ğ m u ş o lm a d ığ ı­


n a , o n u n m u k av eley e ta k a d d ü m e ttiğ in e d a ir felse fî m ü ­
lâ h a z a s ın a ö lü m ü n e k a d a r sa d ık k a lm ış, in h ir a f g ö s te r­
m e m iştir. Locke, H obbes, G ro tiu s ve d a h a s o n r a la r ı J . J .
R o u seau ta r a f ı n d a n m ü d a f a a e d ile n teze m u h a lif o la ­
r a k , c e m iy e tin in s a n ın ille ta b iî d e v rin d e de m e v c u t o l­
d u ğ u n u ve ç ü n k ü ce m iy e t h a y a tın ın b iz z a t t a b ia t ta n
k a y n a d ığ ım , in s a n o ğ lu n u n İç tim a î h a y a ta açlık, su su z ­
lu k ve cin sî h a y a t şevki ta b iîs i k a d a r m ü te h a s s ir b u lu n ­
d u ğ u n u m ü d a fa a eder. T e fe k k ü rle r (P e n ée s, cilt: 1, s:
İRAN M E K T U P L A R I 285

Am m e hukuku A v ru p a’da, A sya’dan daha fazla b i­


lin m ek ted ir; bununla beraber denilebilir ki, h ü k ü m d arla­
rın ih tirasları, m illetin sabır ve sükûnu ve m u h a rrirle rin
m üdahene ve tabasbusları b ü tü n prensipleri a lt ü st etm iş,
bozm uştur!
Bu günkii halile bu hukuk prensipleri, kendi m enfa­

397) ad lı e se rin d e b u te z in i iz a h ed e r: (C e m iy e tle rin


te ş e k k ü lü n d e n evvel, in s a n la r te d k ik ed ilirse, g ö rü lü r ki,
b eşer n ev i b u z a m a n la r d a d a h i te sis e ttiğ i b ir h a k im i­
y ete ta b i b u lu n u y o rla rd ı. F ilh a k ik a , so n d ere ce zay if ve
n a h if ş e ra it iç in d e k i ç o c u k la r k e n d ile rin e h a y a t ve b u
h a y a tı id a m e e ttir m e k iç in z a r u rî v a s ıta la r ı te m in ed e n
b a b a la rın ın h im a y e le rin e sığ ın m ışla r, o n a ta b i o lm u ş­
la rd ır.)

İki te z a r a s ın d a k i m ü h im fa rk , ceza a d a le tin d e de


çok m ü h im so n u ç la r v e rm iştir. F ilh a k ik a , b irin c ile re
göre, c e m iy e tin ceza v e rm e k s a lâ h iy e tin i (m u tla k
fa y d a ) e s a sın a b a ğ la m a k lâ zım d ır. B u n a : (m e ş ru m ü ­
d a f a a sistem i) de d e n ilm e k te d ir. B u siste m e göre, b id a ­
y e tte h ü r ve m ü s ta k il o la n in s a n , d iğ e r m ü n f e r it y a ş a ­
m a k ta o la n in s a n la r ın g ere k ş a h ıs la r ın a ve g ere k m a l­
la r ı n a v ak i te c a v ü z la rı k e n d i şa h sî m ü d a fa a la rile b e r ­
t a r a f etm ey e ç a lış ırla rk e n , k a v i ve h ile k â r ın fa ik iy e t ve
z u lm ü n d e n y ıla ra k b ir a r a y a g elm işler ve a r a la r ın d a
ak d e y le d ik le ri b ir m u k a v e le ile m e ş ru m ü d a fa a h a k k ın ı
ce m iy e te te rk e tm iş le rd ir.

T ec av ü z ü n v u k u b u lm a sile, m u k a v e le i iç tim a iy e ih lâ l
ed ilm iş o la c a ğ ın d a n , c e m iy e t m e ş ru m ü d a fa a y a g eç erek
m ü te c a s iri c e z a la n d ıra c a k tır, o h a ld e , ce m iy e tin m e n f a ­
a ti c e z a n ın d e r h a l ta tb ik in e b ağ lıd ır.
B e c c a ria ’m n (E ski k lâ sik ) y a h u t (k lâ sik fa y d a ) m e k ­
te b i b u tezi a n c a k b u n o k ta y a k a d a r k a b u l ve m ü d a f a a
ed er. A m â, b u n o k ta d a n so n ra , ta m a m e n b u te z d e n a y ­
rılır. B e c c a ria ’y a göre, b ir c e z a n ın m e ş ru o la b ilm e si için,
v u k u b u la n te c a v ü z ü n , c e m iy e tin b e k a ve m u h a fa z a s ın a
v ey a fe rd in h a y a t ve h ü r riy e tin e v e rile n b ir z a r a r ın t a ­
h a k k u k u n a b ağ lıd ır.
286 İRAN M E K T U P L A R I

atlerini zedelemeden, hangi noktalara kadar adaleti tahrip


edebileceklerini öğreten bir ilim şekline bürünmüştür!..
Bu ne hazin b ir saiktir ki, A h Rhedi, vicdanları sus­
turm ak, k alblerini k atılaştırm ak için bu ilim, adaletsiz sis­
tem ler haline sokuluyor, ondan kaideler istihraç olunu­
yor, esaslar öne sürülüyor ve bundan da neticeler elde
ediliyor!

Ş u h a ld e , m u tla k f a y d a veya m e ş ru m ü d a fa a te z in ­
de, ceza m ü n h a s ır a n te c a v u z a , y a n i (fiil) e v erild iğ i h a l ­
de, k lâ s ik f a y d a n a z a riy e sin d e ceza, ce m iy e tin b e k a s ın a
v ey a fe rd in h a y a t ve h ü r riy e tin e v e rile n b ir z a r a r ın is ­
p a tın ı ş a r t k o şa r, ö y le ise, b irin c i n a z a riy e , ceza ce m iy e­
t in h a l h a z ır m e n fa a tin i siy â n e t iç in v erild iğ i h a ld e ,
ik in c i te zd e ceza, to p lu m u n m ü s ta k b e l m e n fa a tle r i iç in
v e rile b ilm e k te d ir.
Böylece, c e z a n ın gayesi, b ü n y e si ve in fa z şe k ille ri
b a k ım ın d a n ik i s is te m in n e tic e le ri p e k b ü y ü k o lm u ş tu r.
Ş im d i a c a b a M o n te sq u ie u ’n m a n tik o n tr a k tu a lis t n a -
z a riy e s in in so n u n c u n e o la c a k tır?
Bizce, m a d em k i, c e m iy e t m u k a v e le d e n önce v a rd ır,
ve b u ta b ia tın z a ru rî k ıld ığ ı b ir h a ld ir; yem ek, içm ek
k a d a r z a ru rî ve azizdir; öyle ise, B e c c a ria ’n ın k lâ sik fa y ­
d a n a z a riy e si de M o n te sq u ie u ’d en , o n u n sa ğ la m , d e rin
(m u k av e le d ışı ce m iy e t) te fe k k ü r c e n n e tin d e n ilh a m
o lu n m u ş tu r. F ilh a k ik a , b u b ü y ü k d e h â n ın h e m e n h e r
m e k tu b u n d a o k u n a n h ü r riy e t aşkı, b e şe riy e t aşk ı ve a d a ­
le t aşk ı a y n e n B e c c a ria ’y a in tik a l e tm iş b u lu n u y o r.
İk i b ü y ü k m ü te fe k k irin e s e rle rin d e k i b u h a k ik a tle r
k a n u n y a p ıc ıla rın : n u rla n d ırm a lı, to p lu lu ğ u n r u h u n u
y ü k seltm eli, fe rd in h a s s a s iy e tin i in c e ltm e li ve v erilecek
ceza ile ak lı selim a r a s ın d a k i a h e n k ve te n a z u r şid d e tle
m u h a fa z a ed ilm e lid ir!...
(m ü te rc im )

B e c c a ria ölm ez e s e rin in X X X V III. fa s lın d a « m u tlak


fa y d a n a z a riy e sin iıı esassız m ü lâ h a z a la rı» n a h a s r e tm iş ­
tir. Biz b u fa s ıld a n bazı p a r ç a la rı b u ra y a g e ç irm e k te n
k e n d im iz i m e n ed e m ed ik :
İRAN M E K T U P L A R I 287

Halbuki, kendi hudutsuz hükümranlıklarından başka


bir kaide tanımayan sultanlarımızın, işledikleri en kor­
kunç ve yüz kızartıcı suç, aslâ eğilip bükülme kabiliyeti
olmayan adaleti katlayup kırmak arzusudur, heyhat!
Y ekdiğerinden tam am en fark lı iki tü rlü adaletten
bahsediyorlar: Biri fertle rin arasındaki işleri tanzim eden
adalet ki, buna hususî h u k u k ta rastliyoruz. D iğeri ise,
m illetlerin arasındaki ih tilâfları düzelten a d a le ttir ki, bu
da am m e hukukuna hakim bulunm aktadır. Am m e h u k u ­
ku, hususî hukukun sahası dışında olduğundan, h a k ik a t­
te bir m em leketin m alı olm ayup cihanı ihata etm ektedir.

............................ H er şey d en önce k a n u n v a z ıın ın m u tla k


f a y d a n a z a riy e sin e s ır tın ı v erm e si e s a sın ın s a ç m a lığ ın ı
a n la tm a lıy ım . H e y h a t! L â k in , u m û m î m a h z u r la r d a n z i­
y ade, h u su sî m a h z u r la r ı ele a la n , d u y g u la rı c a n la n d ır ­
m a k ta n ziyade o n a u y u şu k lu k v ere n , id râ k i s ü k û ta d â v e t
ed ip a k la h ü k m e k a lk a r a k o n a «esir ol!» e m rin i v e rm e ğ e
c e s a re t ed e n y in e b u fa y d a n az a riy e sid ir.
M efruz, y a h u t tâ az e h e m m iy e tli o la n z a r a r ve z iy a n ­
la r ın k o r k u s u n a b in le rc e h a k ik î k â r ve m e n f a a tle r i fe d a
ed e n k e z a h e p b u «fayda» m ü lâ h a z a la rıd ır!...
Y a n g ın çıkıyor deye a teşi, fe y e z a n la ra se b eb iy e t v e ­
riy o r deye su y u in s a n o ğ lu n d a n e sirg e m e k h a k k a ve a k lı
selim e u y a rm ı? ...........................................................................
........................ B u n ev i k a n u n la r k a tille r in a d e d in i a r t t ı r ­
m a k ta n b a ş k a şeye y a ra m a z . Z ira, b u k a n u n la r s a y e s in ­
de m ü d a fa a d a n âciz v a ta n d a ş la r , silâ h sız in s a n la r ı b ü ­
yük ce sa re tle v u ra n s ilâ h lj k a tille rin k u c a ğ ın a a tılm ış
o la c a k la r. B öyle k a n u n la r say esin d e , şe re f ve n a m u s s a ­
h ib i m u tî in s a n la rın z a r a r ın a o la ra k , h a y d u tla r h im â y e
ed ilm iş b u lu n a c a k la r d ır ...................................................................
........................ Z ulm ü, sad ece k e n d i aile e f r a d ın a ve d o s t­
la r ın a m ü n h a s ır in s a n ın m â ru z k a ld ığ ı te h lik e b ü y ü k d e ­
ğildir. L â k in , zû lu m b ü y ü k o lu r ve in s a n la r ın b ü y ü k b ir-
k ıs m ın a s a ri b u lu n u rsa , z a lim k o rk u s u n d a n titre m e li;
c ü r’ef ve sa v le tte n , yeis ve n e v m id îd e n e n d işe e tm elid ir!
288 İRAN M E K T U P L A R I

Bu m evzudaki diğer düşüncelerim i, sana başka bir


m ek tu p ta izah edeceğim.
P a ris, l/Ş u b a t/1 7 1 6 .

B ilh a ssa , z e n g in le ri k o la y lık la a y a k la n d ıra b ile n , o n ­


la r ın r u h la r ın d a k i o k a d a r s a h h a r ü m it a te ş in i y a k a b i-
le n ve a tıla c a k la r ı te h lik e le r in m ü ş te re k o ld u ğ u n u ve
m e s’u liy e tle rin , a y a k la n a n la rın h e p s in e ta k s im ed ilec eğ i­
n i te lk in e d e n k u rn a z ve m ü te y a k k ız in s a n la r d a n ç e k in ­
m elid ir!
D ü şü n m e lid ir ki, fe lâ k e tz e d e in s a n la r k e n d ile rin i
ezen şe a m e tin y a n ın d a , h a y a tla r ın a te v c ih e d ile n te h li­
k e le re p ek de o d erece eh e m m iy e t verm ezler!»
«Beccaria»
İRAN M E K T U P L A R I 289

M E K T U P 96

U sb ek ’te n R h e d i’ye

Venecli.

Hakimler adaleti vatandaşlar arasında tevzi etm elidir­


ler; her m illet de, bu adaleti bizzat başka bir m illete tes­
lim etmekten bahtiyarlık duymalıdır. Adaletin bu ikinci
tarz tevziinde, riayet edilecek ana kaide, birincisinin ayni
olacaktır...
M illetten m illete adaletin tevziinde üçüncü bir şah ­
sın m uhakem e zaru retin e nâdiren ihtiyaç o lu r; zira, ih ti­
lâf m evzuları her zam an vâzıh ve m üntehaya vasıl olm a
şekli pek basittir. İki m illetin m enfaati um um iyetle yek-
diğerinden ay rıdır ve ortada yapılm ası gereken iş, adaleti
sevm ek ve onu arayup bulm aktan ib arettir. Şahıslar a ra ­
sındaki ih tilâflar ise, ziyadesile m u h teliftir. İnsanlar, ce­
m iyet h ay atı yaşadığından, m en faatlar karışm ış, g irift bir
hal alm ıştır. T arafların hırs ve tam âh sav letlerd e k a ra r­
tılm ış bu bin çeşit ih tilâfın o rtad an kaldırılm ası için,
üçüncü bir şahsın m üdahalesine m utlak z aru ret vardır.
H aklı m uharebeler ancak iki çeşit olabilir: Birinci n e ­

( 1 ) — F ilh a k ik a , b ü y ü k m ü te fe k k ir, İslâ m a d a le t a n la y ış ın ın


m e clû b u o lm u ştu . K u r’a n m e m irle rin i b iliy o rd u : «Şayet
in s a n la r a r a s ın d a h ü k ü m v erm e k le v a z ife le n d irilirse n iz ;
İ r a n M e k tu p la rı F .: 19
290 İRAN M E K T U P L A R I

vi m uharebeler, saldıran düşm anı def’etm ek için y a p ılır;


d iğerleri ise, taa rru z a uğram ış m üttefik bir m illete y a r­
dım için olur.
H üküm darın şahsî m ücadelelerinden dolayı açılm ış
bir m uharebede adalet aslâ m evcut değildir; ancak bu
şahsî m ücadelelerde hükü m d arın telef olması, veya m il­

sa k ın a d a le tte n a y rılm ay ın ! Ey im â n e d e n le r, in s a f ve
a d a le ti t u t a r o lu n ; k e n d i aley h in izd e, a n a b a b a n ız ın âley -
h in d e , ze n g in , f a k ir a k ru b a a le y h in d e de olsa! B ir
ta k ım h a v a ve h ev e sle re k a p ılm a k sizi a d a le tte n alık o y ­
m a sın ! B azı in s a n la r a k a r ş ı d ü şm a n lığ ın ız sizi a d a le tte n
a y ırm a sın , a d a le ti en d işesiz ic ra edin! Z ira, ta k v a y a e n
y a k ın o la n o d u r! R a b b in iz k ita b ı ( K u r’a n ) h a k ve t e r a ­
zi (y a n i a d a le t) ile g ö n d e rm iştir! B iz P e y g a m b e rle rim iz i
e n aç ık d elille rle g ö n d erd ik ; ve o n la rla b e ra b e r k ita p ve
n iz a m ı (te ra z iy i) g ö n d e rd ik ki, in s a n la r a d a le ti ic ra e t ­
sin ler! o y u r tla r ki, a d a le ti b ıra k ıp zûlm e s a p tıla r, biz
de k e n d ile rin i h e lâ k ettik ! R a b b in iz b ir k im sey e a s lâ
zü lm etm ez; (y a n i in s a n la r a d a le tsiz d a v ra n ış la rile k e n ­
d i k e n d ile rin e zu lm e d e rle r.)
B u yüce e s a s la r İslâ m iy e tin a d a le t a n la y ış ın ı n e d e
güzel b e lirtm e k te d ir. F ilh a k ik a , İslâ m iy e t m u tla k a d a le t
ta r a f t a r ıd ır . Ve a d a le t s a th ın d a b ü tü n in s a n la r ın m ü s a ­
v a tın ı k a b u l eder. V a k fe ttiğ im iz a y e tle r b u n u n aç ık d e ­
lille rid ir. A d a le t ö n ü n d e in s a n o ğ u lla rm m m ü s a v a tı e s a ­
sın ı gölgelem eye k a lk a c a k h e r h a n g i b ir b a h a n e n in h iç
b ir k ıy m e ti olam az. Z ira, a d â le tin h u z u r u n d a m u tla k m ü ­
sa v a t v a rd ır. O n u n için K u r ’a n a d a le ti (te ra z i) k elim e si-
le ifa d e e tm iştir. B u te ra z in in â y a ri ile h iç b ir şe k ild e
o y n a n a m a z , bozulam az. A d a le te itib a r ve o n u ta tb ik
e d e n h iç b ir m ille t h e lâ k o lm iy acak , zu lm e d e n d iy a r ise,
çöküp m a h v o la c a k tır!...
İşte, b u se b e p te n d o la y ıd ır ki, İslâm d in i d â im a ilim ,
te d b ir ve te fe k k ü re sevk eder. İslâ m d in i ilm i farz k ılm ış
ve ak lı d a b u ilim ve te rb iy e, te fe k k ü r ve iç tih a t ile m u ­
h a fa z a y ı, a k la z a r a r v e re n v ey a o n u izale e d e n şe y le rd e n
iç tin a b ı e m re tm iş tir.
İRAN M E K T U P L A R I 291

letin felâketine sebebiyet verm esi hali m üstesna, işte b u n ­


dan dolayı, bir h üküm dar kendisine tevcih edilm esi lâ-
zim gelen bir şan ve şeref nişanesinden m ahrum b ıra k ıl­
dığından, yah u t elçilerine adâb ve erkâna sığm ayan ta rz ­
da h a re k e tte bulunulm uş olm asından, ve daha buna ben­
zer sebeplerden dolayı diğer b ir m illete h arp ilân ede­
m ez 1. Tıpkı, bir şahsın hediye verm edi deye, bir başka­
sını öldürm eye hakkı olam iyacağı gibi. A klı selim, harp
ilânının adalet dairesinde tanzim edilm iş b ir ilâm m ahi­
yetinde olm asını, bu ilâm da tasm im edilen cezanın işle­
nen cürm ile âdil bir nisbette bulunm asını, bu fiili işle­
yenin, hakikaten ölüm e m üstahak olduğunun ispatını is­

B öylece, b u d in ak ıl n u r u n u sö n d ü rm ez! İ h a ta y ı, göz


n u r u n u k ö rletm ez! B elki b u n im e tle ri a r ttır ır . F ik ri t a s ­
h ih ve o n u se lâ m e te g ö tü rü r. A k la re h p e r o lu r, a k ü n
a la m a d ığ ı h a k ik a ti tu tu p çeker, g e tirir! A k lın g ö rem ed iğ i
a f e t ve te h lik e le rd e n b eşer n e v in i çekip k u r ta r ır ! B u s u ­
r e tle a k la h a y ır h a h b ir m e ş’ale o lu r, n u r a g a rk eder!
H ü lâsa, İslâ m ın k a n u n la r ı ta h lil o lu n u rsa , g ö rü lü rk i,
n u ru : ( d in ), ca m ii: (a k ıl), ve gayesi ise: ( a d a le t) tir!
(B u b ilg ile rin k a y n a ğ ı b ü y ü k İslâm a lim le rid ir.)
«m ütercim »
(D — M üellif, k ır a l X IV L O U İS d e v rin d e k i m u k a b e le i b ilm isil
siy a se tin i im â e tm e k istiy o r. İs p a n y a ’n ın L o n d ra se firi
(1661 E kim a y ın d a ) F ra n s ız se firi k o n t E stra d e s ö n ü n d e
say g ı iş a re ti o la ra k g eri çekilm eyi re d e tm işti. X IV . L ouis,
I s p a n y a ’n ın P a ris m ü m e ssilin i F r a n s a ’d a n k o ğ d u ve re sm î
ta rz iy e ta le p e tti. F ilh a k ik a , 24/3/1662 ta r ih in d e a le n e n
h a c ilâ n e b ir ta rz iy e v e r ild i..
K eza 1662 A ğ u sto s’u n d a P a p a ’ü ğ ın m u h a fız a sk erleri,
F ra n s ız se firi d ü k de C réq u i’n in o tu rd u ğ u s e fa re t b in a ­
sın a a te ş ettile r. XIV. L ouis g a z a b a geldi, h a r b a k a r a r
verdi. P a p a IIV A le x a n d re k o r k tu ve m u h a fız a s k e rle ri­
n in P a p a ’lık la a lâ k a s ın ı k eserek , h e p s in i d a ğ ıttı.
M o n te sq u ie u T e fe k k ü rle r e se rin d e (sa h ife : 369). Ş ö y ­
le diyor: (L o u is’n in sa n k i b ü tü n h â k im iy e ti, g ö ste riş ve
ş a ta f a t içindi. H er şey alây iş ve d eb d e b ed e n ib a re tti, s i­
y a s e ti bile!)
292 İRAN M E K T U P L A R I

ter. Ç ünkü, b ir kim seye ilân h arp etm ek dem ek, o kim se­
yi ölüm e m ahkûm etm ek dem ektir!..
A m m e hukukunda en ağır adlı ilâm , h arp ilânıdır!
Zira, bu harp, bir cem iyeti top yekûn yıkup m ahvede­
bilir!
Yine am m e hukukunda, şiddet sahasında, ikinci de­
receyi m ukabelei bilm isil işgal eder. Bu öyle b ir kanun
ki, m ahkem eler cürm e göre cezayı ölçüp biçm eye m ec­
b urdur. Üçüncü bir adalet tepkisi de, h üküm darın bizler-
den nâil olacağı bir takım m enfaatlerden m ahrûm edil­
m esidir; bu m ahrûm iyet dahi yapılan tecavuzla m ü ten a­
sip olacaktır. A daletin dördüncü tepki şekli de, hakkında
şikâyet edilen m illetin ittifa k ta n çıkarılıp atılm asıdır ki,
bu hal sık sık cereyan etm ektedir. Bu bir m illet için, m üc­
rim in cem iyetten sürgün edilm esinden farksızdır. A rtık
o hüküm dar, evvelki m üşterek topluluğun azası olm ak sı­
fat ve haysiyetini kaybetm iş, oradan silkilip atılm ış de­
m ektir.
B ir hü k ü m d arı bir ittifa k ta n atm aktan daha büyük
bir h a k a re t olam az; nasıl ki, onunla bir ittifak akdetm ek­
le ona şereflerin en büyüğü bahşedilm iş olur. Çünkü, in­
sanlar için en şerefli ve h a ttâ en faydalı iş, diğer insan­
ların kendi varlığı ve bu varlığının m uhafazası için de­
vam lı su re tte gösterdiği alâka, dikkat ve ihtim am dır.
Lâkin, b ir ittifak ın bizi bağlam ası için, bu ittifak ın
d ü rü st olması lâzım dır; bundan dolayıdır ki, bir üçüncü
m illeti yok etm ek için diğer iki m illet arasında akdedi­
len ittifak hiç bir zam an m eşrû sayılam az; bu sebeple de
böyle bir ittifak ı bozm ak aslâ b ir suç teşkil etmez.
Bunun gibi, bir hükümdarın her hangi bir müstebit
ile ittifak akdetmesinde ne şan ve şeref, ne de bir vakar
ve ciddiyet vardır!..
R ivayet edildiğine göre, b ir M ısır hüküm darı, Samos
kiralın a haber göndererek büyük istibdat ve g addarlık­
İRAN M E K T U P L A R I 293

larını yum uşatup değiştirm esini ih ta r etm iş. L âkin zâlim


k ıral bu ih ta ra kulak asm ayınca, M ısır hü k ü m d arı onunla
dostluk ve ittifak anlaşm alarını ip tal ettiğini kendisine
b ild irm iştir h
F etih kendiliğinden bir hak doğurm az. M illet m ev­
cut oldukça, sulhnam enin ve duçar olunan tecavuza ait.
tazm inatın tem inatını teşkil eder. Ve şâyet m illet, m ahvol­
muş, yahu t dağılm ış bulunuyorsa, bu tak d ird e bu netice
bir zulm un, bir gaddarlığın eseri olarak m eydana gelm iş
dem ektir.
Sulh muahedeleri insanlar için o derece mukaddestir
ki, ahidnâme sanki kendi hukukunu haykıran tabiatın tâ-
kendi sesi mahiyetini almaktadır. Âkit iki m illet tarafın­
dan şartları mahfuz tutulabildikçe, iki m illetten birinin
mahvini istihdaf etmedikçe, harp yolile o m illet tabiî mü­
dafaasından mahrum bırakılmadıkça, bu ahitnameler bü­
tün ahkâmile meşrûdurlar.
H arp yolile diyorum , zira, kuvvet ve zaaf yönünden,
insanlar araşm a m üsavatsızlık sokm uş olan tabiat, zaife
nevm idînin celâdet ve savletin: v ererek kuvvetliyi eşit
hale getirm eye çalışm aktadır.
P a ris 14/Ş ubat/1716.

(1) — B u M ısır h ü k ü m d a rı: K ır a l A m a sis’dir.

(2) — B u m e k tu b u n so n üç b e n d i 1754 b a s k ın ın ta s h ih in e gö­


re y u k a rı g eç irilm iş ise de, 1720 b a s k ısın d a şöyle idi:
(F e tih h a k k ı, a s lâ b ir h a k d eğildir. B ir to p lu lu k a n ­
ca k o n u te ş k il e d e n le rin ira d e sile k u ru lm u ş o la b ilir. Ş a ­
y et b u to p lu lu k f u tû h a t yolile d a ğ ıtılırsa , o n u te ş k il ed en
a z a la r eski ta b iî h ü r riy e tle rin e k a v u ş m u ş o lu rla r. Y en i
b ir c e m iy e t aslâ d o ğ m u ş olm az; ve şa y e t f â tih o la n ş a h ­
siyet, b u to p lu lu ğ u te k r a r k u rm a k isterse, b u d a b ir z u ­
lü m ve g a d d a r lık ta n b a ş k a b ir şey olm az!
294 İRAN M E K T U P L A R I

S u lh m u a h e d e le rin e gelince, şa y e t b u a h itn a m e le rd e


u ğ r a n ıla n z a r a r ve z iy a n la ra n isb e tle çok d a h a fa z la t a z ­
m in a t, y a h u t ta h r ip h ü k ü m le ri m e v c u ts a b u ta k d ird e , b u
v e s ik a la r g a y ri m e ş ru o lu r; d iğ e r b ir tâ b irle , böyle b ir
m u s a lâ h a a ş ik â r b ir g a d d a rlık ve işk e n c e d ir; ve b ir g ü n
b u az a p ve işk e n c e n in ş id d e tin e m a ru z k a la n m illet, ay n i
ş e a m e tle ri re v â g ö rm e k te n ç e k in m iy e c e k tir; o n u n iç in
a n c a k k a y b e d ile n le rin te lâ fisile ik tif a etm eli, y o k sa b u
m ız â n ı d e v irü p eziyet ve c e f â la rın ca zib esin e a s lâ k a p ıl­
m a m a lıd ır!

İşte böyle, sevgili R hedi, b e n im am m e h u k u k u n d a n


k a s d e ttik le rim b u n la rd ır. İ n s a n h a k la r ın d a n , d a h a d o ğ ­
r u s u a k ıl ve id râ k in e m re ttiğ i h u k u k ta n b u n la rı b ek liy o r,
m u r a d ed iy o ru m .)

İlâ v e n o t :

F ilo z o fu n a d a le te d a ir y ü ce lik lerin i, b ü tü n in s a n la ra ,


h a n g i d in ve m e zh eb e m e n su p o lu r la rs a o lsu n la r, h a t t a
is te rle rs e h iç b ir d in e in a n m a m iş b u lu n s u n la r, 86 n ci
m e k tu p te g ö ste rm e k te , beliğ ve e n g in b ir b e y a n ve i h a ta
k u d re tile iz â h ey lem e k te d ir, o m e k tu b u n b u vesile ile
te k r a r o k u n m a sı z e v k in d e n k e n d ile rin i m a h rû m e tm e m e ­
le rin i o k u y u c u la rd a n ric a ederiz. «m ütercim »
İRAN M E K T U P L A R I 295

M E K T U P 97

B a ş h a r e m a ğ a s ın d a n U sbek’e

P a ris

V isapur 1 k ıraliy etin d en b u ray a pek çok sarışın k a­


dın geldi; bun lard an birini kardeşiniz, M azenderan v a­
lisi için satın aldım ; bu husustaki yüksek em irlerini ve
100 altını bir ay önce bana gönderm işlerdi...
K adın denilen m ah lû k ları iyice tan ırım ; k a t’îyen beni
y a n ılta m a z la r; çünkü, kalb v u ru şları bakışlarım ın kuvve­
tin i aslâ gevşetemez!
Ö m rüm de bu derece m ütenasip, b u kadar kusursuz
güzellik de hiç görm em iştim . P ırıld ay an gözleri çehresine
h ay at ve ışık dolduruyor, b ü tü n çerkes d iyarının güneşi­
ni kıskandıracak n u rla ışıl ışıl parlatiyordu!...
P azarlığı benim le İsfahan tâcirlerin d en birin in baş
harem ağası y a p tı; b ir ken ard a bizi seyretm enizi ne çok
isterdim , efendimiz! Bu pazarlık esnasında esire, kendisi­
ni satm ağa çalışan harem ağasının bakışlarından iğrenir
gibi, istihfâf eder gibi kaçm ağa çalışıyor, b u bakışlar san­
ki büyük bir tehalük ve tahassürle benim kilerle buluşm a­
ya çabaliyordu; bu hareketile de bana adî bir tâcirin ken-

( 1 ) — H a le n B om bay e y a le tin d e B e d ja p u r p ren sliğ i.


(2) — H az er d e n iz in in g ü n ey k ıy ıla rın d a eski H y rc an ie.
296 İRAN M E K T U P L A R I

dişine lâyık olm adığını, b il’âkis kendisinin m üm taz ve


m uhteşem bir kocaya m üstahak bulunduğunu ifade etm ek
istiyor gibiydi.
Size itira f ederim , yüce efendim iz, bu güzel v a rlık ta ­
ki hâzinelerin hususiyetlerini, huzuzatım düşündüğüm za­
m an, bendeki gizli b ir râşenin sevincile sarhoş olm uş­
tum . Onun, kardeşinizin sarayına nasıl öldürücü b ir nâz ve
eda ile girdiğini görür gibi oluyordum da, saray k ad ın ları­
nın derin h a y re tle rle sarsılıp eridiklerini m em nuniyetle
hissediyordum ; bu gözdelerin bir kısmı, keder yükünün
altın d a acı çığlıklar kop ararak h ay retlerin i izhar ed erler­
ken, sessiz lâkin çok ağır bir darbenin şiddetile de p eri
şandılar; b ü tü n nasiplerini felekten alm ış ve gele­
cekten a rtık ü m it beklem iyenler ise, şeytanî bir teselli
sevincine kavuşurlarken, henüz taze em ellerin peşinde
koşanlar, k alblerini dolduran ihtirasın b ü sb ü tü n alevlenen
yangınlarile tam am en kül olacaklardı!

B ütün bir im paratorluğun içine dalup, bir sarayın çeh­


resini tam am en değiştirm eye azm ettim . K im bilir,
ih tiras kasırgası esdirereğim ! K im bilir, korkular,
çeşit cezalar hazırlayacağım !...
M am afih, içerideki bu kargaşalık, dışarıdan görülm i-
yecek, sulh ve sükûn rüzgârı esiyorm uş zannedilecektir!
Nasıl ki, büyük ihtilâller de kalblerin derinliklerinde hep
gizli kalır; ıztırap lar derinleşip m üzm inleştikçe m üzm in­
leşecek ve sevinçler de aralıksız devam edecektir. U ysal­
lık ve ita a t azalm iyacak, konm uş kaideler bozulm iyacak-
tır. A rzulanan yum uşaklık ve tatlılık , h a ttâ üm itsizliğin
derinliklerinden silkinip ortaya çıkacaktır!
Şu cihetten eminiz ki, gözüm üzün önünde ne kadar çok
kadın görürsek, onlardan o derece az sıkılırız. B üyük b ir
hoşa gitm ek zarureti, birlik teşkil etm e kolaylığının az­
İRAN M E K T U P L A R I 297

lığı, itâ a t ve inkiyât etm e m isâlinin çokluğu, b ü tü n b u n ­


lar onları bağlayan zincirlerdir. Bu kad ın lard an b ir kısm ı
diğerlerinin harek etin i büyük b ir dikkatle k o n trol eder,
ve bize daha fazla tâbi olm ağa çalışırlar. Bizim işlerim i­
zin hem en hem en yarısını seve seve s ırtla n ırla r ve biz
gözlerim izi yum acak olsak, onlar hem en yetişip tehalükle
açarlar. N eler söylüyorum , efendim iz? E vet işte onlar,
efendilerini kendi rakibeleri aleyhine k ışk ırtırla r; ve ce­
zalandırm ağa m uvaffak oldukları bu kad ın ların ne kadar
yakınlarında olduklarının fark ın d a bile olmazlar!
Lâkin, m uhterem efendim iz, siz olm adıktan sonra b ü ­
tü n b u şeylerin de ne ehem m iyeti olur ki, bir hiçten iba­
re t kalır! Aslâ tesiri olm ayan b ir otorite hayaletinden iba­
re t olan bizler ne yapabiliriz? H aydi, olsun olsun, biz a n ­
cak sizin yarınızı tem sil edebilelim ! Bu da sadece, onlara
ta tb ik ettiğim iz m enfur tazyik ve şiddet sayesinde m üm ­
kün olabiliyor. H albuki, siz korkuyu, dolu ü m itlerle yu-
m uşatiyor, teh d it ettiğiniz zam anlardan daha ziyade ok­
şadınız anlarda onları fetihediyor, hükm ünüz altın a ali-
yorsunuz!
İşte bundan dolayı, dönün a rtık efendim iz, dönün ve
h e r ta ra fı hakim iyetinizin alâm etlerini taşîyan bu sarayı
şereflendirin. G elin ki, üm itsizlerin gönlü sükûn ve h u ­
zura k a v u şsu n ; gelin ki, h er şeyi m ahvedecek b ü tü n vesile
ve bahaneleri ortadan kaldırın! İnleyen aşkı teskin, vazife
duygusunu eski alevli seviyesine yükseltm ek için durm a-
yin gelin!
Ve nih ay et sadık harem ağalarınızın sırtında h er gün
daha da ağırlaşan bir yükü hafifletm ek için koşun, gelin
m uhteşem efendimiz!

İ s f a h a n sa ra y ı, 3 /Ş u b at/1 7 1 6 .
298 İRAN M E K T U P L A R I

M E K T U P 97

U sbek’tc n H a sse n ’c

J a r o n d a ğ ın ın dervişi

Ey zekâsı bunca ilim lerle pırıl pırıl yanan akıllı d e r­


viş, sana söyleyeceklerim i iyice dinle!
B urada yaşayan filozoflar, h ak ik atte şark zekâsının
ulaştığ ı zirveye v aram am ışlardır; ilm in aydınlattığı m uh­
teşem ta h tın üzerine çıkam am ışlar, m eleklerin fısıldadık­
ları sem avî sözleri duyam am ışlar, rab b an i gayz ve teh ev ­
v ü rü n izhar tarzın ı henüz görem em işlerdir! Amâ, kendi
b aşlarına terkedilm iş, m ukaddes k iym etlerden m ahrum
b ir halde, beşer zekâsının derin izini sessiz ve gürültüsüz
ta k ip etm esini pekâlâ başarm ışlardır.
Bu reh b erin onları nerelere k ad ar götürdüğüne sen de
inanam azsın! Zira, onlar k argaşalıkları bu sayede düzenle­
yebilm işler, ve İlâhî m im arın nizam ım basit bir m ihanik
ilm ile hal ediverm işlerdir!...
T abiatın kurucusu, m addeye h a re k e t hali verince, ci­
handa gördüğüm üz sayısız değişikliklerin husul bulm ası
için de, daha fazla âm ile lüzum ve z a ru re t kalm adı.
A lelâde kanun vâzileri, insan to p luluklarını nizam al­
tın a sokm ak için, bize k an u n lar teklif ediyor; öyle k an u n ­
la r ki, öne sürenlerin efkârında ve b u n ları kabul eden
m illetlerin bünyelerindeki tah av v ü ller kad ar değişiktir­
İRAN M E K T U P L A R I 299

ler. Bu kanun vâzileri ise bize, umumî, değişmez, ebedî hiç


istisna kabul etmiyen, sonsuz bir sür’at ve intizam isteyen
bir nizâm getirici, sonsuzluk ve payânsızlık alemi içinde­
ki kanunlardan bahsediyorlar ’.
Ey aziz insan, bu k an u n lara inaniyorm usun? Belki de,
ebediyet m eclisine girerken k u tsal esrarın ulviyeti k a rşı­
sında m ebhut kalacaksın ve bu esrarın h ak ikatına v a rd ık ­
ça, yaklaşm ayı red edecek ve sadece onu hay ran lık la te-
m aşâ etm ekle yetineceksin!..
Lâkin, çok geçm eden bu fikrinden döneceksin; çok
geçm eden göreceksin ki, bu m ukaddes h ak ik at esrarı, y ap ­
m acık bir saygı ile gözlere asla gülüm sem iyecek, d e rin ­
liğine dalm adıkça bu esrarın a n a h ta rla rı ele geçirilem iye-
cek, ve b ü tü n sadeliklerine rağm en bu hazineler tab iatın
kucağında göm ülü kalacaktır. İşte bu yüzdendir ki, bu
sade h ak ik atler insanlardan uzun zam an g izlenebilm iştir;
ancak uzun ve derin düşüncelerden sonradır ki, b u n lar
b ü tü n bolluk ve bereketile y er yüzünü kap liy arak in san ­
oğlunun idrâkini aydınlatm ış bulunuyor.
İşte, yüce derviş, tabiatın anahtarı bundan ibarettir;
sana yazacağım hususî bir mektupta göstereceğim ki, mer’î
prensipleri değiştirecek bol ve bereketli prensipler işte
bunlardır!...
İlm in hak ik atleri bilinm ekle felsefenin k a n a tla n da­
ha da gerilir, ve Peygam berim iz efendim izin b ü tü n b u ­
y u rd u k ları n im etler ve fevkalâddelikler böylece tezyin
edilm iş b ulunurlar.
Ve nihayet em inim k‘i, dünyam ızı saran havayı bir te ­
razide tartm aların ı, y ah u t h er sene arz sathına düşen yağ­
m ur sularını ölçm elerini isteyeceğim iz alim lerim izden hiç
birisi yeis ve m üşkülâta düşm iyeceklerdir. Işığın güneş­
ten bize ne kad ar zam an içinde geldiğini; Z uhal yıldızı

( 1 ) — T ab iî k a n u n la r.
300 İRAN M E K T U P L A R I

ile aram ızdaki m esafenin kaç kulaç olduğunu; en m ükem ­


m el bir yelkenli vasfının hangi inhina ile elde edilebile­
ceğini keza ayni kolaylıklarla halledebileceklerdir.
B elki de bu derece ulvî ve derin konuşup filozofların
eserlerini süsleyen bu İlâhî sim alar, şâyet bu eserlere ce-
surâne tim sâller ve esrar dolu m ecazlar karıştırabilseler-
di, o zam an öyle azam etli k itap lar ortaya çıkardı ki, an ­
cak k u tsal K u r’anım ız onlardan üstün olabilirdi.
B ununla beraber, sana düşündüğüm ü söylem em ge­
rekiyorsa, K u r’anın m ecazî uslubile uzlaşam adığını da
söylem eliyim h
N itekim , bu kutsal kitabım ızda k u d ret ve telâk attan
nebean etm iş olm akla beraber, haddi zatinde m anâ itiba-
rile hakim olan ihtişam la tezat teşkil edecek derecede b a ­
sit ve sade şeyler de gözüme çarpiyor.
Her şeyden önce, vahiy ve ilham kitapları, İlâhî fikir­
lerin beşerî dile tahavvülü demektir. Bizim Kur’ammızda
ise, bunun zıddına, ekseriya ulû Tanrı’nın dilini ve insan­
ların fikirlerini okuyoruz. Hayran kalınacak bir arzu ve
hevesle Cenabı Hakk’a sözlerini yazdırmış, lâkin fikirleri
insanoğlu vermiş!
Sen şim di belki de, bizim için son derece k u tsal olan
m evzularda çok serbestçe konuştuğum a hükm edeceksin.
Belk: de, yaşanılan m em leketin h ü rriy e t ve istiklâl hava-
sile coştuğum a inanacaksın. H ayır, hiç öyle değil!

( 1 ) — K u r ’a n h a k k ın d a k i b u m e ca zî u slu p te n k id i, S p in g o ve
R ic h a rd S im o n ’a in a n ılırs a , İn c il iç in d a h a vâsi ölçüde
y a p m a k m ü m k ü n d ü r. Ş a irâ n e , v u s’a tı k a r ih a ve cerbeze,
a c a b a y a p ıla n m a d d î h a t â la r ı ve a h lâ k î te n a k u z la r ı ö r ­
tü p m ü s a m â h a ile k a rşıla y a b ile c e k m id ir?
V a le n tin F a ijd it, V irgile ve H o m ère ü z e rin d e ve
K ü tü b -ü -M u k a d d e s e ’n in u slû b le ri h a k k ın d a k i g ö rü ş le rin ­
d e b u n u sa v u n m u ştu r.
İRAN M E K T U P L A R I 301

B üyük A llâh’ın yardım ile, fik ir ne derece cevvâl o lu r­


sa olsun, kalbi ezemez, onu aslâ bozam az; ve ben yaşadık -
dıkça H azreti M uham m ed P eygam berim kalacaktır.
P a ris , 10/E kim /1716.

M E K T U P 99

U sb ek ’te n İb b e n ’c

İz m ir

B urada olduğu kadar, serv et dünyanın hiç bir d iy arın ­


da bu derece istikrarsız, m ütehavvil değildir. B ir k erre
her on senede bir, ihtilâller olur, ve bu am ansız kasırga­
lar zengini sefaletin tâ en derin uçurum una fırlatırk en ,
fakiri de bir ham lede varlığın en göz kam aştırıcı m erte ­
besine yükseltir. Biri düştüğü yoksulluğun karanlığı için­
de şaşkına dönm üşken, diğeri kavuştuğu bolluğun hazzı
ile m esttir. Yeni zengin m ukadderatın bu hikm etine h a y ­
ranlık, sevinç duyarken, yoksullaşan bahtsız ise, kör olası
tâliin şeam etile kan ağlar, du ru r!...
İh tilâl sü rülerini h arek ete g etiren ler hazineler için­
de yüzerler; araların d a buna lâyık olanları ise, pek az­
dır. Bu ihtilâl m acerasına ise, sefaletin son kadem esinde
a tılırla r; ve fak ir oldukları zam anlarda gördükleri h a k a ­
re tin tarifin e bile im kân yoktur. Zenginleşince de, oldukça
tak d ir edilip h ü rm et g ö rü rler; amâ, onlar da bu h ü rm ete
302 İRAN M E K T U P L A R I

nail olm ak için ellerinden gelen hiç bir şeyi ihm âl etm ez­
ler!...
Bu gün bu insanlar çok korkunç bir d urum dadırlar.
Şim di adına Y üksek A dalet D ivanı denilen b ir m ahkem e
k u ru d u ; işte, bu m ahkem e, bu n ların b ü tü n m allarını elle­
rinden alm ak üzeredir ].
E llerindeki m alları ne kaçırabilirler, ne de saklaya­
b ilirler; çünkü, ölüm cezası tehdidi altında, m al bey an ­
larını doğru yapm ağa m ecburdurlar. Böylece, şim di bu
adam lar son derece dar bir boğazdan geçirilm iş oluyorlar;
yani h a y a tları ile servetleri arasından geçeceklerdir. F e­
lâketi tam am lam ak için, zekâsının inceliğile şöhret yap­
mış bir N âzır var ki, onlarla öyle bir güzel alaylar ediyor.
N âzırlar m eclisinde kendilerde bir eğleniyor ki, sorm a azi­
zim -! M am afih, m illeti her gün gülüp eğlendirebilecek
N âzırlara her zam an rastlanam az; halbuki, bu adam bu
işi ne k ad ar da can ve gönülden yapiyor, bir bilsen!
U şaklar cam iasının F ra n sa ’da gördüğü rağbet ve ih­
tiram dünyanın diğer hiç bir yerindekile kiyas edilem iye-
cek kad ar b ü y ü k tü r. İm p aratorluğun en büyük okulu ol­
m uştur, adeta! H em en en m eşhurlar bu rad an yetişm iştir.
H er boşluk buradan doldurulm uştur. Bu cam iaya dahil
olanlar, bazan büyük m uztaripler, bazan sefalata düşm üş

( 1 ) — K ıra liy e t n a ib in in 14/M art/1716 ta r i h li e m irn a m e sile b ir


Y ü k sek A d a le t D iv an ı te ş k il ve ilâ n o lu n m u ş tu r. B u a d a ­
le t c ih a z ın ın k u r u lm a s ın d a d ü k de N oailles ve n a ib in
m a lî m ü şa v iri R ouille’n in b ü y ü k d a h li o lm u ş tu r. B u m a h ­
k em e v erg i m ü lte z im le rin e ve m ü rte k ip le re g ö tü rü o la ra k
200.000.000 f ra n k vergi t a r h e tm iştir. M ü e llifin d o s tla r ın ­
d a n o la n B e rth e lo t de P le n e u f k o r k u s u n d a n İta ly a ’y a
k a ç m ış tır.

(2) — X V III. A sır m ü e llifle rin e göre, b u m e ş h u r N âzir, 1715


d en 1718 ta r ih in e k a d a r m a liy e n a z ırlığ ı y a p a n , F ra n s ız
m a re şa li, A y en k o n tu A d rie n M a u ric e ’dir.
İRAN M E K T U P L A R I 303

hakim ler, bazan da h arp m eydanlarında hiddet ve gazap


rü zg ârların a tu tu lu p kahram an kesilm iş vatan ın büyük.
evlâtlarıdır. Ve şayet kendileri bu boşluğu dolduram az-
larsa, o zam an kızları sayesinde büyük evleri eski huzur
ve refah seviyesine vasıl olu r; bu kızlar tıpkı, dağlık ve
çorak araziyi m ünbit ve m ahsuldar hale sokan tılsım lı
gübreler kadar m üessir olurlar.
Ibben, fikrim ce zenginliğin beşer nevine dağılışında,
hikm eti rabbaniye, hayran olunacak kad ar m eh aret gös­
terir. Şâyet, o bu zenginlikleri, sadece, iyi insanlara nasip
kılıyorsa, bu serveti faziletten ayırmak istememesinden
dolayıdır. Zira, faziletsizler, bu boşluğu hiç hissetmezler!
Lâkin, bu faziletin de en çok kim de b u lu n duğunun ta h k i­
kine gelince, zenginlerin h ak ir görülm esi tazyikinin fazla
ağırlığı sebebile, eninde sonunda yine de istih k ar edilecek
onlardır!
P a ris, 26/M art/1717..

M E K T U P 100

R ik a ’d a n R h e d i’ye

V en ed ik

F ransızları h ay ret edilecek derecede m odaya düşkün


buluyorum . D aha bu yaz nasıl giyinm iş olduklarını şim ­
diden unutm uş b u lu n u y o rlar; önüm üzdeki kış ne giyine-
■304 İRAN M E K T U P L A R I

çeklerini de şim diden derin derin düşünüyorlar! L âkin


asıl m erak edilecek cihet, karısını m odaya uydurm anın
b ir kocaya kaça m al olduğudur!..
Bu k ad ın ların m odaya göre giyinişlerini ve süslerini
hak ik ata uygun şekilde tarife kalkışm anın da bana ne fay ­
dası olur, diyeceksin; onu bildiğim yok! Çünkü, sen daha
benim m ektubum u eline alm adan, h e r şey değişecek ve
yeni çıkacak m oda benim b ü tü n gayretim i yıkup devire­
cektir!..
Sayfiye için bu rad an a ltı ay uzaklaşan P arisli bir
kadın,, dönüşünde, hayatından otuz sene geçmiş gibi ken­
dini hissedecektir. A nnesinin portresini gören oğlu ise,
resim deki elbise ile onu tanıyam iyacak, belki de onu bir
A m erikalı kadına benzetecek, y a h u tta ressam ın hevesatı-
na kapılup hayal ettiği tarzda fırçasını gezdirdiğine h ü k ­
m edecektir!..
Bazı defa, başları süsleyen saçlar, hissedilm eden ka-
barup yükselir; ve fakat arkasından b ir m oda ih tilâli olur,
bu yükselişler birden çöküşler kaydeder. T arihte kadın
başları, saç süs ve oyunlarile o derece azam etli bir y ü k ­
seklik kazanm ıştır ki, yüz adeta b ü tü n bedenin ortasında
kalm ıştır. Başka b ir devirde de baş tu v aletin in ehem m i­
y eti ayaklara v erilird i; to p u k lar sanki, kiym etli kadın
büsbütün m üstesnâ kaidesini teşkil ediyordu. H albuki,
şim di buna kim inanabilir? B ir zam anlar, m im arlar k a ­
d ınların süs ve girdikleri k iyafetlere uygun düşsün deye,
evlerinin k ap u ların ı ya y ü k se ltirle r ve genişletirler, ya da
a lçatırlard ı; böylece, san’atla rın ı onlardaki değişiklik ve
heveslere göre nizam altına alırlardı. Bazan da o güzel
çehrelerin, süs olsun deye, acaip sinek resim lerile bezen­
diği olur, lâkin ertesi gün b u n ların kayboldukları g ö rü lü r­
dü. Eskiden kadınlarda m ühim olan boy bos ve diş z a ra ­
feti idi. H albuki, bu gün b u n ların lâfı bile edilm iyor. Bu
İRAN M E K T U P L A R I 305

çabucak değişen m illet içinde, fena dedikodulara rağm en,


kızlar analarına n azaran daha fa rk lı yetişiyorlar.
Burada bütün ceht ve gayret, bütün davranış ve iste­
yiş, hep modalara göre yaşamaktan ibarettir. F ransızlar,
kurallarının yaşlarına göre, geleneklerini değiştiriyorlar.
H attâ, h ü k ü m d arlar m eram etseler, bu m illet daha da v a ­
k u r ve ağır başlı olabilirler. P re n sle r kendi m izaçlarını
saray a sindirm ektedirler. Saraysa bunu şehirlere, şehirler
taşra la ra yaym aktadırlar. H üküm darın ru h u bir dökm e
kalıp gibi, b ü tü n diğer insanların ru h u n a şekil v erm ek te­
dir!...
P a ris , 8 /N isan /1 7 1 7 .

M E K T U P 101

R ik a ’d a ıı R h e d i’ye

V en ed ik

B undan evvelki m ektpbum da, sana F ransızların m o­


daya düşkünlüklerini, ve bu m evzudaki acâyip heves de­
ğişikliklerini anlatm ıştım . M am afih, bu bahisteki sebat
ve inat dereceleri pek öyle anlaşılabilir de değildir! H a t­
tâ, diğer m illetlerdeki davranışları bile, hep bu m oda k ai­
desine ria y e t derecesile ölçüyor, öyle m uhakem e ediyor­
lar. O nlara yabancı olan h er şey, kendilerine gülünç gö-
İ r a n M e k tu p la rı F .: 20
306 İ R A N M E K T U P L A R I

rü n ü r. Sana itira f edeyim ki, onların geyinişlerindeki şid­


detli iptilâya gösterdikleri sebatı, doğrusu her an değişen
heveslenle bağdaştıram adım ...
K endilerine yabancı olan her şeyi istih k ar ettik lerin i
söylüyordum , değilm i? L âkin bu sadece küçük ve ehem m i­
yetsiz şeylere aittir. Ehem m iyetli hususlarda kendi k en ­
dilerini istih k ar edecek kadar anlayış gösterirler; tak d ir
ederler. G iyinişleri kusursuz olan m illetleri kendilerinden
daha ü stü n ve daha akıllı görürler. Keza F ransız b e rb e r­
leri, yabancı bir m illetten saç yapm ada ü stü n bir m eha-
re t ve bilgi alabilirlerse, bu yabancı m illet, h a ttâ rakip
de olsa, o m illetin kan u n ların a m em nuniyetle tabi o lu r­
lar h D ünyada, onlara görünebilecek en m uhteşem m an­
zara, kendi aşçılarının, şim alden cenuba, b ü tü n ülkelerin
sofralarına hükm etm eleri ve b erb erlerin in de b ü tü n A v­
rupa süs salonlarını şereflendirm eleridir.
Bu asil ü stü n lü k ler kendilerinde olduktan sonra, kom ­
şu m illetlerin siyasî ve m edenî sahalardaki ü stü n lüklerinin
de onlar için ne ehem m iyeti olur, sanki!...
A vrupanın en eski ve k u d retli bir kıraliyetinin, on
asırdan fazla bir zam andan beri tatb ik ettiği kanunların,
kendisi için tedvin edilm iş k an u n lar olm adığına acaba kim
inanabilir? Şayet F ransızlar m ağlûp ve m ühezim bir m il­
let olarak fethedilm iş bulunsaydılar, doğrusu buna akıl
erebilirdi; halbuki, bu fâtih m illet bizzat kendisi idi!
O nlar, ilk h ü k ü m d arların ın iradesile ve m illet m ec­
lislerinde yapılm ış eski kan u n ların ı terketm iş bulu n u y o r­
la r; asıl tu h af olanı ise, bu k an u n ların yerini alan Rom a
kan u n ların ın bir kısm ını tedvin etm iş ve bir kısm ını m e r’-
iyete koym uş Roma im paratorları bu ilk F ransız kanun-

(1) — İn g ilte re im â ediliyor.


İRAN M E K T U P L A R I 307

larının vâzileri olan h ü k ü m d arlarla ayni devirde yaşam ış


olm alarıdır d
B ununla da kalm iyarak, bu benim sem eyi derin leşti­
rip daha kadîm bir şekle sokm ak, ve m anâyı ulvileştirip
kuvvetlendirm ek m aksadile. P a p a la rın ru h an î em irnam e­
lerini de bu arada kabullenm işler, ve b u n ları da kendi
h u k u k sahalarının yeni bir bölüm ü haline g etirm işlerdir;
ve işte bu da yeni bir esaret şeklini m eydana getirm iştir.
Son zam anlarda bazı şehir ve eyâletlere ait yeni n i­
zam lar ve k a n u n la r tedvin edildiği b ir hak ik attir. Lâkin,
bü tü n bu ahkâm dahi Rom a hukukundan alınm ıştır.
K abul edilmiş, daha doğru bir tabirle, benim senm iş
bu k an u n ların bolluğu o derece büyük olm uştur ki, hem
adaleti, hem hakim leri ezm ektedir. Lâkin, heyhât! B u k a ­
n u n ciltleri, adalet duyguları k ıt ve m üfekkireleri dar
m üfessirlerden, toplayıcı ve tam am layıcılardan m üteşek­
kil korkunç ve azam etli bir orduya nisbeten hiç m esabe­
sindedir!..
Hepsi bu k ad ar da değil! Bu yabancı k anunlar, öyle
şekil ve m erasim ler getird iler ki, b u n lar da beşer akıl ve
iz’anı için utanç vericidir.
Acaba, bu usul ve m erasim in, m ehâkim içtihadına mı,
yoksa tıp sahasına mı girm esi daha büyük tehlikelidir.
Bunu anlam ak çok zordur. Acaba, b u n lar kanunşinâslarm
ve hukukşinâsların cübbelerinin altındam ı, yoksa bir ta ­
bibin geniş şapkasının içindem i daha vahîm ta h rib a tla r
yapar? Şayet, b u n lar birincilerde insanları fazla tah rip
ederse, İkincilerde onları öldüı'mez.
P a ris, 17/N isan/1717.

(D — « B u ndan o n iki a s ır önce, C o n s ta n tin o p le - d a h ü k ü m r a n


o la n b ir k ir a lın em rile, eski f â tih b ir m ille tin b ıra k tığ ı
m e v z u a t a r tık la r ın ın en iy ileri to p la ttırılm ış , b ir te r tip
ve n iz â m a tâ b i tu tu lm u ş ; lâ k in , s o n r a L o m b a rd ıy a ’n ın
ö rf ve a d e tle rd e ve m u a zz am b ir yığ ın m u zlim te fs irle r in
308 İ R A N M E K T U P L A R I

iç in e g ö m ü le rek k a r m a k a rış ık b ir fik irle r k ü m e si m e y ­


d a n a g e tirm iş tir ki, A v ru p a ’n ın b ü y ü k b ir k ısm ın ın ( k a ­
n u n ) u n v a n ile şe re fle n d ird iğ i şeyler, işte b u m ü şev v eş ve
m u z lim f ik irle r y ığ ın ın d a n ib a re ttir !
L â k in , m a a le se f b u g ü n d a h i m e ş’u m o ld u ğ u n is b e t-
te m ü n te ş ir ve ü lfe t ed ilm iş b a tıl itik a tla r ın te sirile C o rp -
zovios’u n b ir fik rin i, C la ru s’u n iş â re t e ttiğ i eski b ir ö rf
ve a d e ti, F a rin a c c iu s ’u n v a h ş î h eves ve h ü ly a s in in m a h ­
su lü b ir işkenceyi, in s a n la r d eğişm ez h u k u k i e s a s la r o la ­
r a k ta k ip ed iy o rlar! H alb u k i, b u in s a n la r k e n d i v a ta n d a ş ­
la r ın ın h a y a t ve s e rv e tle rin in m a s û n iy e tin i m ü lâ h a z a e t ­
tik le r i z a m a n , b u m e v z u a tla rı h ic â p ve k o rk u ile t i t r e ­
m elid irler!...
İşte b en b u e serim d e en v a h ş î a s ırla r ın a r tığ ı o la n
b u k o rk u n ç ve m e n fu r m e v z u a tı te d k ik e tm e k istiy o ru m ;
lâ k in a le lâ d e o k u y u c u la rı te s h ir e d e n b ir ü s lû p la y az m a k
iç in fa z la g a y re t ve en d işey e d ü şm e d en , a m m e n in r e f a h
ve s a a d e tin i te m in e tm e k v a z ife le rin i y ü k le n e n le re b u
m e v z u a tta k i şe a m e tle ri ç e k in m e d e n g ö ste re c e ğ im ! »
B e cc aria , S u ç la r ve C ezalar, f. m u k a d d e m e
İ R A N M E K T U P L A R I 309

MEKTUP 102

B urada m ütem adiyen (C onstitution) sözü ediliyor h


Geçen gün bir evi ziyarete gidiyordum . D aha kapudan gi­

( 1 ) — C o n s titu tio n y a h u t (B ulle) k elim e si b u r a d a V a tik a n P a ­


p a la r ın ın r u h a n î e m irn a m e le ri v ey a f e r m a n la r ı m a n a s ın ı
ta ş ım a k ta d ır. 8/E ylûl/1713 ta r ih in d e P a p a X I. C lem en t.
U n ig e n itu s r u h a n î fe rm a n ı ile (İn c il h a k k ın d a d ü ş ü n c e ­
le r) a d lı e s e rin d e n d o la y ı J a n s e n is t ta r i k a tın ı n k u r u c u ­
la r ın d a n r a h ip Q u esn e l’i m a h k û m e tti. B u f e r m a n z a m a ­
n ın F r a n s a b aşv ek ili A g u e sse a u ve P a r is a rşe v e k i k a r d in a l
N o ailles’n in şid d e tli m u h a le fe tle rin e ra ğ m e n , X IV . L o u is’-
n in ta z y ik ile 1 5 /Ş u b a t/I7 1 1 ta r ih in d e m ille t m eclisi a rş iv i­
n e k a y ıt ve te sç il e d ilm iştir. X IV . L o u is’n in ö lü m ü n d e n
so n ra , k a r d in a l N oailles (V icd a n Ş û ra sı: G o n seil ve C o n s­
cien ce) n ın id a re s in i elin e aldı, ve m ü c a d e le y en id e n b a ş ­
ladı. S o rb o n n e , P a p a ’m n fe r m a n ın ı (k a y ıt ve te s c il e d il­
m iş ise de, k a b u l e d ilm e m iştir.) deye ilâ n e tti. Y en i p is ­
k o p o sla r r u h a n î m e c lisin in iç tim a i iç in P a p a ta r a f ı n d a n
d ö r t E vek d â v e t o lu n d u . 7'/E k im /l7 1 7 ta r ih li b e y a n n a m e
ile k ır a l n a ib i ta r a f ı n d a n s ü k û t edilm esi e m ro lu n d u . İ s ­
te r f e r m a n la r ın te r tip ve ta n z im c ile rin e , is te r o n u ta s v ip
ed e n le re h iciv risa le si y az m a k m e n ’edildi. Böylece, r u h a ­
n î f e r m a n la r h id â y e tte F ra n s ız r u h a n î re isle ri ta r a f ı n d a n
k a b u ld e n im tin a ed ilin ce, b ü tü n 18. a s ır b o y u n c a J a n s e -
n is tle r ve m u h a s ım la rı (ki b u n la r a d a C o n s titu tio n n a ire
d en iy o rd u ) b ü y ü k m ü c a d e le le re g irişm işle rd i.
310 İ R A N M E K T U P L A R I

rerken, şişm an, penbe yüzlü bir adam ın şöyle dediğini


işittim : (Ben em ir ve talim at kitabım ı verm iş 1 b u lu n u ­
yorum . A rtık sorduklarınıza cevap verem iyeceğim . Amâ,
siz o eserim i bir güzel okursanız, gereceksiniz ki, orada
b ü tü n şüphe ve tered d ü tlerin iz halledilm iştir. M am afih,
bunu başarm ak için bir hayli te r döktüm , didindim , y o ru l­
dum ha!) Sonra elini' alnında gezdirerek ilâve e tti: (Bü­
tü n bilgilerim i h atırlam ak ve L âtin âlim lerini okum ak da
lâzım geldi.) O rada b u lu nanlardan biri: (İnaniyorum , de­
di, çünkü, hakikaten güzel bir eser m eydana getirm iş bu­
lunuyorsunuz. B unu okuduktan sonra, daha m ükem m el
b ir eser m eydana getirm ek iddiasile, sizi sık sık ziyarete
gelen şu C ezvitten de iyice şüphelenm eye başladım ; iddi­
a ları hakkında tered d ü tlere düştüm .) Şişm an adam te k ­
r a r söze girişerek: (o halde, bu eseri te k ra r iyice okuyun,
bu m evzular hakkında bir çeyrek saat zarfında oradan
öğrenebileceklerinizi, ban size b ü tü n b ir gün zarfında izah
edem em !) dedi.
Şişm an adam , böylece bir m ünazarayı k a t’iyetle önle­
m iş ve kifayeti hakkındaki tehlikeli b ir im tihanı kolaylık­
la ve ustalıkla savuşturm uştu. Lâkin, ziyadesile m eşgul ve

O k u y u c u la rın a y rıc a X X IV . m e k tu b u ve d ip n o tu n u
te k r a r gözden g e ç irm e le rin i r ic a ederiz.

(1) — B u ş iş m a n ve p en b e yüzlü a d a m F ré ju s p isk o p o su F le u ry


idi. Y azdığı ta lim a tn a m e ise, Q u esn el a le y h in d e ve 6 /M a -
yıs/1714 ta r i h li 32 sa h ife lik , ila h iy a t ilm in e m ü te a llik b ir
eserdi. B u a d a m X IV n ci L o u is’r.in ö lü m ü n d e n b ir h a f ta
ö n ce b ü y ü k o ğ lu n a m u a llim ve m ü re b b i ta y in o lu n m u ş tu .
C e zv itlerin c a n d a n d o s tu o la ra k g eçin iy o rd u . L â k in h a ­
k ik î te m a y ü lü m e çh u ld u .
M ontesq u ieu , 1717 ta r ih in d e F ra n s ız A k a d e m isin e
n a m z e t g ö sterilin ce, önce e n b ü y ü k m u h a le fe ti işte b u
P isk o p o s F le u ry y a p m ıştı; ve b u m e k tu b u n b u d ü ş m a n ­
lığı d o ğ u rd u ğ u m u h a k k a k tı.
İ R A N M E K T U P L A R I 311

sıkışık görünerek, b ü tü n delillerini öne sürm ekten vaz­


geçmiş gibi bir eda takındı ve b ir ru h an în in derin bir say-
ğile kendisine nakletm iş olduğu ahm akça ilâhiyat tâ b ir­
lerine sarılm ağa m ecbur kaldı. O rada bulu n an lard an iki
adam , bazı esasları re t ve inkâr edince de, önce! (Biz onu
böyle m uhakem e e ttik ; biz aslâ yanılm ayan hakim leriz!)
cevabını verdi. E lbetteki orada hazır bulu n an ben kendi­
sine: (Y anılm ayan hakim ler sizlerm isiniz?) deye soram az­
dım. Adam , hiç fü tû r getirm eden bu defa şöyle dedi:
(R uh-ül-K udus’ün bizi ay d ın lattığ ın ı görm iyor m usunuz?)
Bu sefer hiç dayanam adım , hem en atıldım : (Oh, ne sa­
adet! Bu günkü konuşuş tarzınıza bakılacak olursa, hak i­
k a te n R uh-ül-K udus tara fın d a n iyice aydınlanm ağa m uh­
taçsınız!) dedim.
P a ris , 18/M ayıs/1717.

M E K T U P 103

Usbek’ten Ibben’e
İzmir

A vrupa’nın en k u d retli devletleri, Fransa, İspanya ve


İngiltere kıraliy et ve im p aratorluklarıdır. İtaly a ve A l­
m anya’nın büyük bir kısm ı sayısız küçük devletçiklere
taksim edilm iş bulunuyor. B unlardan küçük h ü k ü m d ar­
lar, doğrusu istenirse, bu hâkim iyetlerin k u rb an ı olm uş­
312 İ R A N M E K T U P L A R I

lardır. Bu p ren slerin tab aaların ın sayıları, bizim m uzaffer


sultanlarım ızın odalıkları kad ar bile değildir. H ele İtalya,
ittih ad d an o derece uzak tır ki, ne k a d a r şikâyet etse h a k ­
lıdır. O nu teşkil eden devletler tıpkı b ire r kerv an sarayı
m isâli, h e r yöne açık bulunm aktadır. O raya ilk geleni h e­
m en yerleştirm eye m ecburdurlar. B unlar daha büyük
p renslere bağlanm ak zorundadırlar. A ralarındaki bağlan­
tı korkudan doğm uş olup, aslâ dostluk ve sevgiden k a y ­
namaz.
A vrupa devletlerinin idare tarzı ekseriya m onarşi 1
d ır; y ah u ttâ, bu unvanı taşırlar. Zira, böyle b ir idarenin
hak ikaten hüküm sürüp sürm ediğini bilm iyorum . Ç ünkü,
böyle b ir idarenin şa rtla rın a tam uygun şekilde uzun za­
m an lar pâyıdar olm ası zordur. Bu şiddetli idare tarzı za­
m anla daim a bozulur ve m u tlak iy ete döner; y a h u t b ü s­
b ü tü n değişerek C um huriyet şeklini alır. Z ira, bu id are ­
lerde hâkim iyet aslâ m illetle h ü k ü m d ar arasın d a m üsavi
su rette taksim edilem ez; m uvazeneyi m uhafaza çok zor­
dur. B ir ta ra fta bu ik tid ar a rtark en , diğer ta ra fta azalm a­
sı gerekir. Lâkin, faikiyet dâim â ordunun başı olan h ü ­
küm dardadır.
Keza, A vrupa kurallarının h akim iyetleri çok vasidir.
H a ttâ arzuladıkları derecede ik tid ara m alikdirler, dene­
b ilir; lâkin, onlar bu hâkim iyeti bizim sultanlarım ızın
y ap tık ları gibi, pek geniş şekilde kullan m azlar; bunun
birinci sebebi, ne m illî gelenekleri, ne de dinin esaslarını
zorlayıp bozm ak istem em eleri, İkincisi de, hâkim iy etleri­
ni bu derece genişletm ekte kendileri için b ir m enfaat gör­
m em eleridir.
H üküm darlarım ızı, bu hudutsuz hâkim iyet k ad ar te ­
baalarına yaklaştıracak, içinde yaşadıkları şa rtla rı onlara

(1) — K ıra llık , y a h u t m e şru tiy e t.


(2) — Y a h u t ik tid a r.
İ R A N M E K T U P L A R I 313

gösterebilecek başka hiç b ir ku v v et olam az; ve bu saye­


de, ancak bu h ü k ü m d arlar servet ve saadetin veya idbar
ve felâketin feyezan sahasını keşfetm iş olabilirler.
Hoşlarına gitmedi deye, bir küçük göz işaretile teba­
alarını öldürtmeleri ise, imparatorlukların ahenk ve ni­
zamı ve' devletlerin ruhu demek olan cürüm ile ceza ara­
sındaki adil nisbeti yıkup devirir ve hiristiyan tâcidarları
tarafından büyük titizliklerle muhafaza edilen ve saygı
gösterilen bu adalet nisbeti onlara bizim sultanlarımızın
üzerinde sonsuz bir üstünlük temin eder!...
B ir İranlı, ihtiyatsızlık veya bahtsızlık eseri, hü k ü m ­
darın teveccühünü kaybedince, a rtık ölüm onun için m u­
h a k k a k tır; en küçük b ir hatâ, y ah u t en ehem m iyetsiz b ir
heves onu bu z aru rete m ahkûm eder. L âkin şayet bu adam ,
hük ü m d arın hay atın a k ast ederse, şayet m uharebe m ey­
danında tu ttu ğ u bir m üstahkem m ahalli düşm ana teslim
etm işse, cezası yine de ölüm olacaktır! Şu halde, b u son
ahvaldeki akibeti, birincisinden daha vahim olm iyacaktır!
Keza, en küçük bir gözden düşm enin, ölüm ü gerçek­
leştirdiğini görünce, o insan daha vahim bir akibetin ol­
m adığı bedaheti karşısında, hiç şüphesiz devletin v a rlı­
ğını tem elinden sarsm ak isteyecek ve halkı ik tid ar aley­
hine ayaklanm aya teşvik edecektir; zaten kendisine h a ­
yatını ku rtarab ilecek tek çare de bu k alm ıştır 1.

( 1 ) — İ r a n m e k tu p la rı’n a a it m ü sv e d d e d e fte rin d e , m ü e llif y a ­


r a tt ığ ı ş a h s a d a h a b ü y ü k c e s a re t v e rm iştir, D ü şü n c e le r
ad lı e se rin d e (i. k ita p , fas'ıl: III) k a h r a m a n ın a şöyle d e ­
d irtiy o r: (B izim s u lta n la rım ız b u z a m a n a k a d a r, h â k im i­
y e tle rin i öyle p e rv a sız c a k u lla n m ış la r, b eşer b ü n y esile
öyle ta h r ip edici b ir zu lü m le o y n a m ış la rd ır ki, b ü tü n b u
h a lle r d e n bezm iş ve u s a n m ış m ille tin b u p e k a ğ ırla ş m ış
b o y u n d u ru ğ u s a rs u p ç ık a rırsa , h iç de h a y r e t etm iy e ce -
ğ im !) İ r a n lı p re n s b u m e k tu b ile ; 1719 ta r ih in d e v u k u a
g elen M ir-W eiss is y a n ın ı im â ediyor.
314 İR A N M E K T U P L A R I

A vrupa hü k ü m ran lık ların d a ise, hal ayni değildir;


b u rala rd a gözden düşm e, sadece h üküm darın h ayırhâhlık
ve lu tû fla rın ı zayi ettirir. B unları kaybeden kim seler, a r ­
tık saray d an çekilirler ve sakin, sessiz bir h ay at sü rm ek ­
ten başka bir düşünceleri olm az; b ü tü n elde edebilecek­
leri nim etler de, sadece ecd atların d an tevarüs e ttik le rin ­
den ib are t kalır, o kadar. Şayet, bu adam lar h üküm darın
şahsına veya devletin varlığına 1 karşı bir cürüm işlerler­
se, bu tak dirde akıbetleri ölüm cezası olur. H albuki, on­
la r böyle bir teşebbüs sonunda, kazançlarının ne kadar
az, kay ıp ların ın ise ne derece çok olduğunu hesapliyarak
böyle bir m aceraya atılm azlar; işte bundan dolayı A v ru ­
p a ’da isy an lar az, ve tâcid arların cinayetlere k u rb an oluş­
la rı pek nâdirdir.
Şayet, bu hudutsuz hâkim iyete sahip sultanlarım ız,
h a y a tların ı korum ak için bunca ted b irler alm am ış olsa­
lardı, öyle kolay kolay yaşayam azlardı. Ve şayet, teb aala­
rın ı zabt ve ra b t altında tu ta c ak ordu birlik lerin e m alik
bulunm asalardı, im p arato rlu k ların ı bir ay bile ay akta tu ­
tam azlardı!...
Fransız k ıra lla rın d a n yalınız birisi, o da d ört beş asır
önce, devrinin şa rtla rın ı n azara alarak, Asyaî küçük bir
h ü k ü m d arın kendisini öldürm ek için gönderdiği k a tille r­
den korunm ak endişesile te d b irle r alm ak zorunda kalm ış­
tı Bu tarih e kad ar k ıra lla r teb aaların ın arasında huzur
ve sükûn içinde öm ür sürm üşlerdi.
(D — C rim e de L èse - M a je sté ta b ir i a s lın d a ( h ü k ü m d a r a z a ­
r a r v ere n c ü rü m ) deye te rc im e ed ileb ilirse de, z a m a n la
in k iş a f ed e rek n ih a y e t, d e v le tin v a rlığ ın a k a r ş ı c ü rü m ,
m a h iy e tin e b ü rü n m ü ş tü r. B u h u s u s a d a ir d ip n o tu m u z
105. m e k tu b u n s o n u n a k o n m u ştu r.
(2) — K ir a l P h ilip p e A u g u ste A rzı M u k a d d e s’i te rk e tm iş ti. E h li
S alip se fe rle rin d e k i gaye ve m ü c ad e le a rk a d a ş ı A rs la n
y ü rek li R ic h a rd 1192 de k e n d is in i k a tle tm e k ü zere ü c r e t­
li k a tille r tu tm u ş ve b u n la rı P a r is ’e y o lla n m ıştı.
İ R A N M E K T U P L A R I 315

F ransız k ıralları, bizim sultanlarım ızın tam tersine,


teb aların d an hiç birinin hay atın a kıym ak istem ez, bilâkis
berab erlerin d e en b ü y ü k m ücrim lere af ve m ağfiret h â ­
zineleri taşırla rd ı; ölüm e m ahkûm bir bahtsız, tâcidarm ın
m uhteşem ve nu rlu yüzünü görm ek şerefine nail olabilir­
se, hay atın ı kazanm ış olurdu! Bu h ü k ü m d arlar tıpkı,
güneşe benzerlerdi, bir k e rre doğunca, h er tara fı hayat
ve ışıkla doldururlardı!...
P a ris. 8 /H a z ira n /l7 1 7 .

M E K T U P 104

Usbek’ten İbben’e
İzmir

Son m ektubum daki fik irleri daha iyi izah için, bir kaç
gün önce oldukça anlayışlı b ir A vrupalının söylediklerini
n akletm eliyim ; Adam cağız şöyle diyordu: (A syalı tâci-
d a rla rın y ap tık ları en fena iş, teb aaların d an kaçınm aları,
o nlardan gizlenm eleridir, p ü y a bu suretle onlar, daha
fazla h ü rm e t ve ria y e t göreceklerini um u y o rlar; oysa ki,
tebaalarının gösterdikleri saygı aslâ kıratların şahıslarına
olmayup, lâkin tem sil ettikleri kıraliyetleredir. B ütün
k albler sadece taç ve ta h ta bağlı olup, aslâ onu işgal eden­
ler için çarpm az! Bu gözle görünm ez hakim iyet tarzı, halk
nazarında hep ayni kalır, hiç değişmez. H er ne k a d a r m il­
316 İ R A N M E K T U P L A R I

let, yalınız adlarını bildiği on k a d a r k iralın arka ark a y a


boğazlandıklarını bilirse de, b u h al onda hiç bir değişik­
lik yapm az. O yine de kendini sanki ru h la r tarafın d an ida­
re edilm iş farzeder.
Ş ayet büyük hüküm darım ız IV. H en ri’nin m enfur
k atili olan oğlu, bu m eş’um darbesini k ad ir m utlak ve tü ­
kenm ez hazineler sahibi H indistan K iralına indirm iş ol­
saydı, o devletin dizginlerini büyük bir huzur ve sükûn­
la eline alabilecek, h a ttâ bir tek tebaasının, ne ailesinin,
ne de çocuklarının m ukavem et ve düşm anlığına m aruz
kalm adan, ta h ta k u ru lu p hük ü m d arlık edecekti!
Ş ark h ü k ü m d arların ın kurduğu h ü küm etlerde hiç de­
ğişiklik olm adan uzun y ıllar pâyıdar olm ası karşısında bir
düşünelim ; bu istik rar, istibdat ve gad d arlık tan değilde,
acaba nereden gelebilir? H üküm et değişiklikleri, ancak y a
tâcidar tarafından, ya da m illet .tarafından yapılabilir. L â­
kin, orada su lta n la r buna lüzum görm ezler; çünkü, o d ere­
ce yüksek b ir ik tid ara m âlik olduktan sonra, m eram e t­
tik leri her şeyi kolaylıkla elde edebilirler. Şayet, bazı
şeyleri değiştirm eye kalkacak olurlarsa, bu değişiklikler
olsa olsa kendi z a rarların a olur.
T ebaaya gelince, onlar bu husus hak k ın d a b ir k a ra ra
v aracak olsa, bu k a ra rı hük ü m d ara ta tb ik ettirem ez. B u­
nun için, onun da çekinilecek k u d rette olm ası ve dâim â
m üessir b ir hâkim iyeti m uvazeneye sokm ası lâzım dır.
H albuki, bım un için ne lüzum lu zam ana, ne de vasıtaya
m aliktir. O halde tek çare, bu hâkim iyetin kaynadığı men-
baı hemen oracıkta kurutmak kalır ki, bunun için de, bü­
tün ihtiyacı bir kol ve bir de bir anlık zamandan ibaret­
tir.
Bu suretle katil tahta çıkarken, vurduğu hükümder
devrilip yuvarlanır ve ayaklarının altında son nefesini
teslim eder!
İ R A N M E K T U P L A R I 317

A vrupa’da devlet idaresinden gayri m em nun bir v a­


tandaş, bazı gizli m ünasebetler kurm ak, kaçam aklı m üza­
kerelere girişm ek ve düşm an to p rak ların a iltica etm ek,
bazı m evkiler ihraz etm ek ve en nih ay et v atan d aşlar a ra ­
sına bazı fısıltı ve m ırıltılar sokm ak ister. H albuki, ayni
gayri m em nun vatandaş, A sya’da böyle h arek et etm ez;
doğruca hük ü m d arın üzerine y ü rü r, onu şaşırtır, onu v u ­
r u r ve onu tah tın d an devirir! O tâcidarı bir darbe ile h a t­
tâ zehinlerden, h â tırala rd a n b ü sb ü tü n silebilir! B ir anda
esir, efendi olur; bir anda eşkiya, m eşru baş yerine geçer
ve her şey unutulm uş olur!
Veyl o tâcidara ki, verecek hepsi hepsi b ir tek başı
vardır! Ve sanki, b ü tü n ih tira sla rın toplandığı y erin işte
bu baş olduğunu gösterm ek için, o tâc id arlar bu h u d u t­
suz hâkim iyeti k u llan ırlar!)
P a ris. 1 7/H aziran /1 7 1 7 .

M E K T U P 105

Usbek’ten İbben’e
İzmir

B ütün A vrupa m illerleti tâcid arların a ayni derecede


m uti değildirler. Meselâ, Ingilizlerin sabırsızlığı k ıra lla rm a
otoritelerini ağırlaştırm ağa vakit bırakm am ıştır. İn k iy at
ve itâ a t onları en az gücendiren faziletlerdir. Bu m evzuda
318 İ R A N M E K T U P L A R I

çok garip şeyler an latırlar. Onlara göre, insanları yekdi­


ğerine bağlayabilecek ancak bir bağ vardır: Şükrân ve
nim et...
Bir koca, bir zevce, bir baba ve bir oğul ancak ya aşk
bağile, yahuttâ hayırhahlık duygularile birbirlerine bağ­
lıdırlar. İşte, şükrân ve nimetin bu muhtelif esbabı, bütün
kıraliyetlerin ve bütün cemiyetlerin menşeini teşkil eder.
Lâkin, şayet bir tâcidar, tebaasını mes’ût yaşatmak gü­
cünden uzak olur, onu ezip yıkmak arzusuna düşerse, o
zaman itaat ve inkiyat tem eli de hemen yıkılır! Artık teb’-
asını kendisine hiç bir şey bağlayamaz; hiç bir şey onları
hükmü altına alamaz! Ve böylece, onlar tabiî hürriyetle­
rine avdet etmiş olurlar. Keza, onlara göre b ü tü n h u d u t­
suz h âkim iyetler gayri m eşrudur; çünkü, böyle bir h âk i­
m iyetin aslâ m eşru b ir esası olamaz. Ve zira, diyorlar, biz
hiç b ir zam an bizzat kendim ize, nefsim iz üzerinde ta n ı­
m adığım ız bir k u d reti bir başkasına tanıyam ayız. F ilh a ­
kika, kendi nefsim iz üzerinde hudutsuz bir hâkim iyete
m âlik değiliz; m eselâ, biz kendi elimizle kendi h ay atım ı­
za son verem eyiz. O halde, yer yüzünde hiç kim se böyle
bir k u d rete m alik olamaz!
Yine bu n lara göre, Lese-m ajeste cürm ü, en zayıf olan
tarafın d an en kaviye karşı işlenm iş bir itaatsizlik ve in-
kiyatsızlık suçudur ’. Keza, kurallarından biri önünde en

(D — (D o ğ ru d a n d o ğ ru y a ve m u tla k s u r e tte ce m iy e tin veya


o n u te m sil e d e n in m a h v in e te v c ih o lu n a n su ç la ra : crim es
de L e se -M a je ste n a m ı v e rilir; zira , b u n ev i su ç la r c e m i­
y et iç in m e ş’u m fiillerd ir.
T a b ir ve is tilâ h la rla , en aç ık fik irle ri k a rm a k a rış ık
h a le so k a n is tib d a t ve c e h a le t, m a h iy e ti ta m a m e n b a ş k a
b ir ta k ım su ç la ra b u u n v a n ı v erd iler. V e b u s u re tle en
h a f if su ç la ra en a ğ ır ce z a la r re v a g örüldü. Böylece, p ek
çok h a lle rd e o ld u ğ u gibi, b u h u s u s ta d a in sa n o ğ lu , k u lla ­
n ıla n k e lim e n in m â n a s ın a k u r b a n edildi.
İ R A N M E K T U P L A R I 319

kavi durum da olan İngiliz halkı, kendisine m ücadele açan


kiralın harek eti bir lèse-m ajesté cürm ü olarak vasıflan­
dırılm ıştır 1.
Öyle ise, ik tid arlara ita a t ve inkiyadı em reden m u­
kaddes k itap ların izinde y ürüm enin m üşkül olm adığı yo­
lundaki iddiaları yerindedir. Ç ünkü, esasen bu em irleri
kabul etm em ek onlar için m üm kün de değildir. H attâ, o
derecede ki, yalınız en faziletli olanlar tarafın d an değil,
lâkin en kuvvetlileri de bu ita a t ve inkiyada m ecbur kıl­
m aktadır.
îngilizler diyorlar ki, k ıralların d an biri, taç ve tah tın
üzerinde hak iddiasına kalkışan bir prensi m ağlûp ve onu

F ilh a k ik a , b ü tü n su ç la r ce m iy e te z a r a r lıd ır ; lâ k in ,
b ü tü n su ç la r c e m iy e tin h a r a b iy e tin e m a tu f d e ğ ild ir...)
B e cc aria , S u ç la r ve C ezalar, fasıl: X X V I.
(Ç in k a n u n la r ı, im p a r a to r a h ü r m e tte k u s u r e d e n le ­
r in ölüm ce z a sın a m ü s a ta h a k o ld u k la rın ı y a z m a k ta d ır.
L â k in (H ü rm e tte k u s u r) u n n e o ld u ğ u n u sö y le m e d iğ in ­
d en , k a s d e d ile n şa h sı, h a t t â b ü tü n b ir aile e f r a d ın ı si-
lü p s ü p ü rm e k iç in h e r b a h a n e o r ta d a d ır. S a ra y ın g az e­
te s in i ç ık a rm a k vazifesile ta v z if e d ile n ik i şa h ıs, h a k ik a t
o lm a y a n b az ı h u s u s la r d e rc e tm iş o ld u k la rın d a n id a m
ed ild iler. Z ira, s a ra y ın g az etesin d e y a la n y a z m a n ın , s a ­
r a y a h ü rm e tsiz lik o ld u ğ u ile ri s ü rü lm ü ştü r.
H ü k ü m d a r ailesin e m e n su p b ir p re n s, h ü k ü m d a r t a ­
r a f ın d a n im z a la n m ış b ir m u h tıra y a d ik k a tsiz ce b azı n o t ­
la r y azdığı için, im p a r a to r a h ü rm e ts iz lik e ttiğ in e k a r a r
v e rile re k p r e n s in b ü tü n ailesi, ta r i h in k a y d e tm e d iğ i m ü t­
h iş b ir zu lü m ve işk en cey e m a ru z k ald ı.)
M o n tesquieu, K a n u n la r ın R u h u : B ap X I, fasıl: V II
( 1 ) — H a ttâ , B ra d s h a w ’in riy a se tin d e k i Y ü k sek A d a le t D iv a ­
n ın d a g ö rü len B irin c i C h a rl’ın m u h a k e m e s in d e n evvel,
A v am K a m a ra s ı l/O c a k /1 6 4 9 ta rih in d e : (B ir h ü k ü m d a ­
r ın m ille tin e k a r ş ı L e se -M a je sté c ü rm ü ile ith a m e d ile ­
b ile ce ğ in i) n e ş ir ve ilâ n etti.
(C la re n d o n ; İ n g ilte re ’de iç m u h a re b e le rin in ta r ih i,
L a H aye, 1704-1709, cilt: 6)
320 İ R A N M E K T U P L A R I

zin d an a a ttırm ış; b ir m üddet sonra prensi huzu ru n a cel-


bederek, sadakatsizlik ve ihanetini yüzüne vurm aya k al­
kınca, bahtsız p rens hiç çekinm eden: (H aşm etm eap, iki­
m izden hangim izin hain olduğunu, sadece bir ân tây in e t­
m iş bulunuyor!) dem iş 1
H er hangi b ir zorba, kendisi gibi v atanını çiğnem ek
istem iyenleri kolaylıkla eşkiya ilân edebilir! B u zalim, h a ­
k im lerin bulunm adığı y erlerde k an u n ların da olm iyacağı-
nı zanneder; heyhât, yine bu kim se tâli ve tesadüfle ser­
v etin k ışk ırttığ ı hevesata, m u k ad d erâtı İlâhîye dam gasını
v u ru r ve h er kesin b u n lara tâzim le eğilm esini ister!
P a ris , 20 /H aziran /1 7 1 7 .

( 1 ) — B a re k h a u s e n ’e göre, b u h a d ise (ik i G ül M u h a re b e si) d ev ­


r in d e v u k u b u lm u ş tu r; b u cevabı v e re n p re n s ise, VI. H e n -
r i ’n in oğ lu E d d w a rd olup, g alip h ü k ü m d a r ise, 4 /M a y ıs/
1471 ta r i h li T ew kesbury m u h a re b e s i galibi IV. E d w ard
idi.

M EK TU P 106

Rhedi’den Usbek’e
Paris

Son m ek tuplarından birinde bana, G arbin ilim lerin­


den, gelişmiş sa n ’at hâzinelerinden çok bahsetm iştin; ner-
de ise, beni bir b a rb a r gibi görm ek isteyen bir halin var!
İ R A N M E K T U P L A R I 321

H eyhât, duyduğum a göre, yalınız bom banın icadı, b ü ­


tün A vrupa m illetlerini h ü rriy e tlerin d en etmiş! Tâcidar-
lar, daha ilk bom ba ile m ukavem etten vazgeçüp teslim
ederler korkusu ile, ehem m iyetli yerlerin m uhafazasını
artık halka bırakam iyarak, büyük ordu birlik leri teşkiline
m ecbur olm uşlar ve bu yüzden teb aaların ı ağır m asraflar
altında ezm eye başlam ışlar!
B iliyorsun ki, b aru tu n keşfinden beri, a rtık zabtedil-
mez y erler kalm am ıştır; Bu şu dem ektir ki, Usbek, şu yer
yüzünde a rtık adaletsiz ve gaddarlıktan kaçup sığım labile-
cek hiç bir m elce yoktur!
Ben şim di daha kötü, daha korkunç akibetlerle titr i­
yorum ; insan kitlelerini, m illetleri ve hattâ bütün bir in­
saniyeti silüp süpürecek meş’um sırların yaratacağı gizli
silâhların meydana çıkabileceğinden râşeler içindeyim! 1.
Sen tarih le ri okum uş bir insansın; onları dikkatle h a ­
tırla! H em en bütün k ıraliy etler cehalet ve san’at tem elle­
ri üzerine k u ru lm u şlar ve bu san’a tla rın ziyadesile geliş­
m esinden yıkılm ışlardır. Eski İran im paratorluğum uz,
buna m ükem m el bir m isâldir.
A vrupa’ya gelişim den uzun zam an geçm edi; lâkin,
kim yanın yaptığı ta h rib a tı duygulu insanlardan b ir hayli
dinledim . D enilebilir ki, kim ya beşer nevini tah rip eden
dördüncü felâkettir. Amâ, o bu tah rib atın ı yavaş yavaş,
fakat devam lı olarak yapm aktadır. B una m ukabil, harp,
veba ve k ıtlık afetleri toptan, fak at fasılalarla insaniyeti
im ha ederler.
Acaba, pusulanın icadı bize ne kazandırdı? K ü rrei a r ­
zın m eçhul d iyarlarında yaşayan m illetleri bulup m eydana
çıkarm anın da faydası ne olm uştur? Bu ülkelerin keşfile,
serv etten ziyade m eş’um hastalıkların b ü tü n ülkelere y a­
yılışı acaba bir kazanç sayılabilir mi?
<1 ) — A cab a, b ü y ü k m ü te fe k k ir d a h a 250 sen e önce b eşeriy ete
a to m u n ş e a m e tin i fısıld a m a k mı istem işti!
İ r a n M e k tu p la rı F. 21
322 İ R A N M E K T U P L A R I

N edretlerinden başka kullanılış değerleri olm ayan a l­


tın ve güm üş m adeninin, b ü tü n em tianın bedel kiym etle-
rinin tem in atı kabul edilişinin neticesi ne olm uştur? Bu
m adenlerin um um î bir anlaşm a ile m üşterek p ara vasfına
bürünm üş olm ası ve böylece bir zahirenin bedeli m u h te­
lif k arşılık larla değerlendirilm iş bir tek kiym ete indirilm e­
sinin insaniyete kazancı nedir? Bence bu hal alış verişi
güçleştirm ekten başka bir işe yaram am ıştır.
Asıl büyük z a ra rla r keşfedilen m em leketler için ol­
m uştur. Koskoca m illetler yıkılıp m ahvolm uşlardır. H a­
y atların ı ölüm den k u rta rab ile n le r ise, hikâyesi m üslüm an-
ları titretecek kad ar zalim âne bir esaret zilletine m ahkûm
edilm işlerdir!..
Ey H a z r e t i M u h a m m e d ’in m a s u m e v l â d la r ı , n e m u t l û
s iz le re ! Aziz P e y g a m b e r i m i z i n s e v g i v e s a d e li k d o lu h a ­
y a t ı, b a n a d a i m a e s k i d e v i r l e r i n c e t l e r i m i z i n k a lb le r in e
d o l d u r m u ş o ld u ğ u m a s û m iy e t, h u z u r v e s ü k û n d o lu h a ­
y a tı h a tır la tır! .. V enedik, 5/K asım /1 7 1 7 .

M E K T U P 107

U skek’tc n îth e d i’ye

V en ed ik

Ya sen ne söylediklerini düşünm eden yazıyorsun, ya


da düşünm ediğine pekâlâ ediyorsun! vatanını, fik ren
İ R A N M E K T U P L A R I 323

yükselm ek, ilm en kendini yetiştirm ek için terk e ttiğ in h a l­


de. şimdi ilm e verdiğim ehem m iyetten dolayı beni ta h k i­
re kalkıyor, m aarifi tezyif ediyorsun! Öyle bir m em lekete
gelm iş bulunuyorsun ki, orada güzel san’a tla r h er kalbin
aşkı, her dim ağın gıdası h alin d ed ir; böyle iken sen bu gü­
zel san’atları tehlikeli ve zararlı görüp gösterm eye çaba-
liyorsun. B ütün b unları sana benm i söylüyorum , Rhedi?
Ben ki, fikren senin benim le olm adığın kad ar seninleyim ,
h e y h â t!...
S an’a tla rın ölüşü, bizi hangi b a rb a r ve bahtsız akibete
sü rü k ler hiç düşündünm ü? Bu akibetin tah ay y ü lü n e bile
luzum y o k tu r; zira, bunu gözle görm ek de m üm kündür.
Y er yüzünde halâ öyle kavim ler v a rd ır ki, iyi y e tiştiril­
miş bir m aym un, onların arasında h ü rm et görecek kadar
bir m üm taziyetle yaşayabilir; bu m aym unun fikri alem i,
araların d a yaşadığı insanların fikriyatile hem en he­
m en ayni m erhaleded;r! Onda ne hususî b ir ru h ve tefek ­
k ü r tarzı, ne de garip bir k a ra k te r bulunacaktır! O
da diğerleri gibi, hesaba katılacak, sayılacak ve h attâ, za­
rafe t ve nezaketi ile daha ziyade göze çarpacaktır!..
Sen iddia ediyorsun ki, im paratorluk k urucuları, he­
m en hem en san’a tta n habersiz kim selerdir. Ben de seni
bu fikrinde yalanlam iyarak diyorum ki, b a rb a r m illetler
şiddeti: seller halinde yer yüzüne yayılm ışlar, m erh am et­
siz ve gaddâr ordularile dünyanın en iyi nizam larına göre
kurulm uş hâkim iyetleri devirerek, her tarafı baştan başa
zabt ve işgal etm işlerdir.
Lâkin dikkat et, onlar san’atı ya öğretm işler, ya da
m ağlûp m illetlere tatb ik etm işlerdir. Eğer böyle olm asay­
dı, onların bu h arek etleri yıld ırım lar ve fırtın a la r gibi
m üthiş bir g ürültüden ib aret kalacak ve az sonra sönüp
silinecekti...
Sen şimdi, kullanılan m üthiş tah rip silâhlarından da­
ha korkuncunun icat edilm esi ihtim âlile titrediğini söy-
324 İ R A N M E K T U P L A R I

İliyorsun! Bu korkuna sebep yok! Ç ünkü, şayet böyle


m eş’um bir keşifte bulunulacak olsa, bu m enfur tah rip vası­
tası derh al d ev letler hu k u k u tarafın d an m en ed ilecek tir;
ve m illetlerin ittifak la alacakları bir k a ra rla bu m eş’um
icat tah rip edilüp ebediyyen göm ülecektir! T âcidarların
bu gibi korkunç v asıtalarla ülkeler fethetm elerinde hiç
b ir m en faatları o lm iy acak tır; zira, onlara luzûm lu olan
şey, tebaa olup toprak değildir.
Yine sen, b aru tu n ve bom banın icadından şikâyet
ediyorsun; zabtedilem iyecek b ir m ahallin bulunam am ası-
n ı garip ve felâket getirici buluyorsun; yani sen bu gün
h arp lerin eskisinden çok daha erken bitm esinden hay rete
düşm üş, yeis içindesin!
T arih kitap ların ı okurken, her halde gözüne çarpm ış
olm alı; b a ru tu n icadından beri, m uharebeler eskisinden
çok daha az kanlı cereyan etm ek ted ir; filhakika, a rtık
göğüs göğüse boğazlaşm alar olm uyor.
Ö yle ise, bir san’at bazı istisnaî ahvalde zararlı olu­
yor deye, onu re t ve in k âr etm ek hak k an iy et olacak m ıdır?
B ir düşün, Rhedi, hain h iristiy an la rı k a rıştırd ı deye, aziz
peygam berim izin göklerden getirdiği İslâm iyeti tehlikeli
kabul edebilir m iyiz?
S en san’a tla rın m illetleri yum uşatıp gevşettiğine ve
böylece im p arato rlu k ların çatır çatır çöktüğüne inaniyor-
sun; buna m isâl olarak, gevşeyen eski İra n im p a rato rlu ­
ğunun h arab elerin i gösteriyorsun! H albuki, san’a tı İra n ’­
dan da üstün tu ta n ve kiyâs kabul etm ez b ir ihtim am la
onu y uğurup ihtişam la yükselten eski Y unanlıları u n u t­
tun m u?
Güzel sa n ’atların erkekleri kadınlar gibi gevşetip in ­
celttikleri, kadın m izâcına soktuğu söylenince, hiç olm az­
sa, b ü tü n bu san’a tla rı y aratu p m eydana g etirenlerin kas-
dedilm ediğini anlam ak lâzım dır. Ç ünkü, san’atı y a ra tu p
m eydana getirenlerin işsiz güçsüz kim seler olm adığı k a ­
İ R A N M E K T U P L A R I 325

bul olunuyor dem ektir. Zira, bir erkeği cesaret faziletin


den uzaklaştırıp, gevşekliğe ve kadınlaşmağa sevkeden
en büyük âmil işssizlik ve avareliktir!.
O halde, güzel san’a tla rın erk ek leri gevşetüp in celttik ­
leri, kadın m izâcına soktuğu sözünden m ürat, olsa olsa
sadece bu güzel san’a tla rı kendi nefislerinde tatb ik eden­
lerdir. Lâkin, huzûr ve sükûn içinde yaşayan bir m em le­
kette, bir san’atın kolaylık ve h u zû rundan faydalananlar,
diğer bir san’a tta n istifade z aru retin i de d u y a rla r; ancak
hicâp verici bir sefâlet bu ihtiyaca m ani olabilir. B un­
dan da şu netice çıkar ki, işsizlik ve gevşeklik san’at-
larla hiç bir şekilde telif edilemez.
Rhedi, bili'rmisin ki, P aris y e r yüzünün en şehvetpe-
rest beldesidir! O rada zevklerin en inceliğine k a d a r gidi­
lir; bu belki de, h ay atın b u rad a çok haşin ve m eşakkatli
oluşundandır. B urada bir erkeğin zevk ve sefa içinde y a ­
şam ası için, yüz insanın durm adan çalışm ası lâzım dır. B ir
kadın, b ir toplantıda m uhakkak bazı süslerle bezenm iş
olm lıdır; bu z aru ret onun kafasını yer b itirir! işte bu gibi
an lard a o kadının süsü için elli san’atk â rın d urup dinlen­
m eden terlem esi; uyum am ası, yem em esi, içm em esi ş a rt­
tır! Bu kadın, o top lan tılard a öyle hükm eder, öyle h ü r­
m et ve itib ar görür ki, im paratorum uz bile bu ü stünlük
karşısında şaşar, kalır. Eh, bilirsin, Rhedi, şu yer yüzünün
en büyük imparatoru, menfaattir!
B ütün b unların m üntehası gayret ve faaliyet olur. Ça­
lışm ağa olan bu ateşin savlet, zenginleşm eye duyulan bu
bü y ü k ihtirâs, derece dereee en küçük sa n ’a tk ârd an en
büyük şahsiyetlere k ad ar b ü tü n m üfekkireyi d o ld u ru r;
dünyada hiç kimse, kendinden daha aşağı m erhalede gör­
düğü diğerinden daha yoksul olm ağı k a t’iyen istemez.
O nun için, P a ris’de her gün öyle insanlara rastla n ır ki,
bu kim selerin servetleri kendilerini kiyam ete kad ar bes­
leyebileceği halde, yine de durm adan çalışırlar ve öm ür­
İR A N M E K T U P L A R I

lerinin kısalm ası pahasına tehlikelere atılıp yeni se rv e t­


ler yığarlar!
A yni ru h ve ayni düşünce m illeti de bir hayli sarm ış
bulu n u y o r; h er yerde iş ve sanayi göze ç arp ar; o halde,
senin o kad ar tehalükle bahsettiğin gevşemiş, kadınlaş­
mış halk hanı? Nerede?
Öyle zannediyorum ki, Rhedi, b ü tü n hevesat ve hu-
zuzata m üteallik san ’a tla rı kapu dışarı edip, sadece to p ­
rağın verim ini sağlayan ve a rttıra n san’atı ve İlmî benim ­
seyen bir m em leket halkı dünyanın en sefil insanları h a ­
line sokulm uş olur!
B ir diyarın sâkinleri kendi v a rlık ları için m utlak za­
ru rî olan ihtiyaç vasıtalarından vaz geçerlerse, m illet her
gün daha da azalup seyrekleşir, ve devlet o derece zâafa
uğrayup cılızlaşır ki, en küçük bir devletin önünde bile
tam bir hezim ete m ahkûm hale girer! B urada uzun ta f­
silâta girişir ve deyebilirim ki, şahısların gelirleri hem en
tam am en k u ru r ve bunun neticesi olarak da, prensin h â ­
zinesi tam tak ır hale gelir. Bu durum daki vatandaşlar
arasında ih tiyari ve tabiî m ünasebetler zail olur. Bu su­
retle h er vatandaşın faaliyet eseri olan san’atın geliştiği
sahalarda kuvvet bulan ittih ad d an kaynayan serv et m ü­
badelesi ve gelirler tam am en kısırlaşıp erir. Bu takdirde,
h er vatandaş gelirini ancak kendi toprağından bekleyebi­
lecek tir; bu da ancak açlıktan ölm iyecek kad ar lâzım
olan sefil bir m ik tard an ib arettir. Lâkin, bu hal bir h ü ­
küm ranlığın m illî gelirinin yüzde biri dahi olam iyacağın-
dan, o d iyar halkının da ayni nisbette azalm ası zaru retin i
doğuracaktır.
Sen şimdi, sanayiden gelen gelirin, nereye kad ar y a ­
yıldığına bir dikkat et! B ir serm aye tesisi, sahibine sene­
lik ancak, değerinin yirm ide biri k ad ar b ir gelir sağlaya­
bilir. H albuki, bir ressam , fırçasile kendine serm ayesinin
İ R A N M E K T U P L A R I 327

elli m islini tem in edecek b ir tablo yapabilir! A yni şey


kuyum cular için; yün, ipek ve b ü tü n bu nevi sanayi e r­
babı için söylenebilir.
B ütün bunlardan şu netice çıkıyor ki, Rhedi, bir tâ-
cidarm k u d ret sahibi olm ası için, teb ’aların m huzur ve
huzuzat içinde yaşam ası lâzım dır; bu h üküm dar m illeti­
ne, h ay at için lâzım olan bu z a ru re tleri büyük bir dikkat,
ceht ve ihtim am la tem in etm ek zorundadır!...
P a ris , 14/A ralık/1717.

M E K TU P 108

Rika’dan İbben’e
İzmir

Genç hüküm darı gördüm . Bu tâcidarın hayatı, tebaası


için çok aziz ve k iy m etlidir; bu hayat, yavrucağın sebep
olacağı büyük k argaşalıklar yüzünden, b ü tü n A vrupa için
de ayni ehem m iyeti haizdir. Lâkin, k ıra lla r ilâh lara ben­
zer, yaşadıkları m üddetçem lm ez farzolunurlar. Sim ası hem
m uhteşem , hem de sevim li ve lâtiftir. Güzel bir tahsil ve
terbiye, m es’ut bir m izaçla el ele verm iş; dünyayı büyük
bir hükü m d arın şereflendireceği m üjdesi v ar sanki!...
D iyorlar ki, kendilerini bekliyen iki büyük im tih an ­
dan geçm edikçe, G arp h ü k ü m d arların ın k a ra k terlerin i
bilip öğrenm ek aslâ m üm kün değildir; bu iki im tihan
328 İ R A N M E K T U P L A R I

vasıtası da, k ıra lla rı h âkim iyetleri altına alm ak, efk ârla­
rın a hükm etm ek için v ar k u v v e tle rd e m ücadele etm işler­
dir. T âcidarlar da. bu esarete düşm em ek için çırpınm ış
durm uşlardır.
Filhakika, genç bir kiralın saltanatı zam anında, bu iki
hâkim iyet dâim a yekdiğerine rakip o lm uştur; fak at ih ti­
y a r b ir k iralın saltanatında bu iki rakip araların d a an la­
şıp uzlaşm ışlar, yanyana yaşam ışlardır. Genç bir hü k ü m ­
darın idaresinde, bir ruhanînin rolü taham m ül edilem iye-
cek kâd ar zordur. H üküm darın kuvvet ve kudreti, k en ­
disinin zâaf ve cılızlığını m eydana koyar! H albuki, diğeri
ne zâafından, ne de kuvvetinden yılm az, m uzaffer olur..
F ra n sa ’ya geldiğim zam an, şim di ölm üş bu lu n an h ü ­
k üm darı tam am en k ad ın lar tarafın d an idare edilir buldum !
H albuki, yaşı itibarile, yer yüzündeki h ü k ü m d arlar içinde
böyle bir idareye en az ihtiyacı olan kendisiydi. B ir gün,
b ir kadının şöyle dediğini duym uştum : (Bu genç albay
için b ir şeyler yapm ak lâzım ; onun ne derece m üm taz b ir
şahsiyet olduğunu pek alâ biliyorum . Bu hususta N âzırla
görüşeceğim .)
Başka b ir kadın da: (Bu genç rahibin b ir köşede
unutulm uş olm ası çok garip doğrusu! H albuki o, m ükem ­
m el bir piskopos olm aya lâyiktir. R uhan asil insandır. A h­
lâk ve faziletlerine göğüs gere gere şehadet edebilirim !)
deye hayıflanm ıştı.
 m â, sen şimdi, sakın bu b e y a n atla rı v eren k ad ın la­
rın, h üküm darın hayatına girm iş k a d ın lar deye hükm etm e!
B unlar, belki de b ü tü n öm ürlerinde hü k ü m d arla iki defa
bile konuşm am ışlardır. Lâkin, ne yaparsın ki, A vrupa tâ-
cidarları nezdinde, bu gibi şeyleri yapm ak son derece b a ­
sit ve kolaydır...
Hülâsa, azizim, sarayda b ir hizm et görüpte, P a ris v e ­
ya taşrada, elile h asen âtlar dağıtan veya adaletsizliklere
İ R A N M E K T U P L A R I 329

yol açan b ir kadına m alik olm ayan hiç kim se yok gibi­
dir. B ütün bu kadınlar, kendi a raların d a tam b ir anlaş­
m a tesis etm işler, işleri tık ırın d a y ü rü tü p d u ruyorlar. B u
nazeninler F ra n sa ’da öyle bir C u m h u riy et k u rm u şlard ır
ki, bu idareyi ellerinde tu ta n la r, en faal ve yam an k ad ın ­
lard ır ve h er an yekdiğerlerinin y ardım ına h azırd ırlar.
İşte senin anlayacağın, devlet içinde devlet gibidirler.
S arayda yaşayanlar, P a ris’de olsun, taşrad a olsun Nâ-
zırların, büyük hâkim lerin, yüksek ru h an îlerin nasıl sevk
ve idare edildiklerini göreb ilirler; onları idare eden k a ­
d ınları tan ım iy an lara gelince, b u n lar bir oyuncağın e tra ­
fında cıvıldaşan bebeklere b en zerler; o oyuncakları h a re ­
ket e ttire n zenbereklerden habersiz, h ay ran h ay ran ba-
kup d u ru rla r!...
Şim di sana sorarım , Sevgili İbben, b ir kadının yalınız
ve sadece onunla y atm ak için bir N âzırın m etresi olm ayı
kabul edebileceğine in an ab ilir m isin? Ben de n eler söylü­
yorum , değilm i? E lbette buna inanam azsın! Bu kadın h er
sabah beş y ah u t a ltı m evkie adam kayırm ak için o Nâ-
zıra m etres olm uştur, tabiî! O nlar büyük bir teh alü k ve
ihtim am la atıldıkları bu iyilik ve insâniyet m ücadelesin­
de sayısız bahtsızların im dadına koşarlar ve böylece, yüz-
binlerce liralık gelirlere nail olurlar!
İra n ’da im paratorluğun iki, yah u t üç kadın ta ra fın ­
dan idare edildiğinden şikâyet edilir, öyle değilm i? H al­
buki, F ran sa bu sahada çok daha beterdir! B urada devleti
um um iyetle k ad ın lar idare eder. Hem de b ü tü n otoriteyi!
ve sadece toptancı olarak da kalm az, perakendeci de k en ­
d ileridir!...
P a ris, 30/A ralık /1 7 1 7 .
330 İ R A N M E K T U P L A R I

M E K TU P 113

Rhcdi’den Usbck’e
Paris

A vrupa’ya geldiğim gündenberi eski ve yeni tarih çi­


leri okuyorum . Geçmiş zam anları m ukayeseden kendim i
alam iyor, b ü tü n bu devirlerin gözüm ün önünden geçişle­
rini hazla tam âşa ediyorum . Lâkin, efkârim i bilhassa Çağ-
larm arasına derin u çu ru m lar açan ve y er yüzünün şek­
lini değiştiren büyük tah av v ü ller üzerinde d u rd u ru y o ­
rum ...
Belki de sen, her gün derin su rette h ayretim i m ucip
olan bir şeye hiç dikkat etm em işsindir: Acaba, şu dünya
dediğim iz âlem , eski devirlerdeki kalabalığını neden k a y ­
betti de böyle tenhalaştı, bana söyler misin? T abiat nasıl
oldu da, ilk çağlardaki bolluk ve bereketinden m ahrum
kaldı? Yoksa, tab iat ihtiyarladım ı? Y ahuttâ, sararu p sol­
mağa, a rtık çökm eyem i başladı?
İta ly a ’da bir seneden fazla kaldım ; eski devirlerin bu
k ad ar m eşhur diyarında, sadece y ık ın tılar ve virân eler
görebildim . H alkın hem en hepsi şehirlerde o tu rm aların a
rağm en, bu beldeler yine de İssızdırlar. Sanki bu şehirler,
tarih le rin o kadar bah settik leri büyük debdebe ve ihtişam ­
ların hüküm sürdüğü y erlerin işlerini gösterm ek için ay ak ­
ta duruyorlar!
İ RAN M E K T U P L A R I 331

Rom a şehrinin eski devirlerdeki nufusunun, bu g ü n ­


k ü A v ru p a’nın büyük b ir k ıraliyetinde bulunm adığı iddia
ediliyor. Rom alı vatandaşlardan öyleleri varm ış ki, on bin,
h a ttâ yirm i bin esiri b u lu n u rm u ş; taşra la rd a k i m alikâne­
lerinde çalıştırdıkları da ayrı imiş. R om a’nın o ta rih le rd e ­
ki kendi h ü r vatandaş nufusu 400.000-500.000 olduğu dü­
şünülürse (bu v atan d aşların esirlerd e b irlikte) bu m u h te ­
şem p ay tah tın b ü tü n nufusunu hesaplam ak için akıl ve. sa-
bir ister!
Eski devirlerde Sicilya adasında k u d retli k ıraliy etier
ve m uhtelif m illetler yaşadığı halde, so n raları b u n lar o ra ­
d an silinm işlerdir. Şimdi, bu adanın volkanlarından başka
ehem m iyeti haiz bir tara fı kalm am ıştır.
Y unanistan, ta rih î nufusunun yüzde birini bile ba-
rındırm iyor.
Eski devirlerin o k ad ar kalabalık diyarı İspanya, şim ­
di boş k ırla rd a n ibaret! F ra n sa ’ya gelince, C ezar’ın b a h ­
settiği eski G au llu ler’e kiyasen, hiç m esabesindedir.
A v ru p a’nın şim âl m em leketleri adam akıllı tenhalaş-
mış bulunuyor. H albuki, eskiden o d iy arlar in sanlarla öy­
le dolup taşarlard ı ki, halk fevç fevç, tıpkı arı sü rü leri
gibi, oralard an başka iklim lere akın ederler ve yeni yeni
m üstem lekeler, yeni yeni m illetler m eydana getirirlerdi.
Polonya ve A vrupa k ıt’asındaki T ürkiye hem en h e ­
m en halksız kalm ışlardır.

(D — M ü ellif b u fik ri V o ssius’den, belki de B a v le’d e n alm ış


o lm a lı. V ossius, E ski R o m a ’n ın ih tiş a m ın a d a ir e se rin d e :
R o m a n ın 667 y ılın d a 460.000 n u fu s u b u lu n d u ğ u n u sö y lü ­
y o r ve (Ş a y e t eski R o m a ş e h rin d e k i e sirle rin , h ü r in s a n ­
la r a n isb e ti, eski A tin a ş e h rin d e k in in ay n i idise, k i bu
ta k d ird e , şöyle b ir m u k a y ese y a p m a k lâ zım g elec ek tir:
20.000 n u fu s lu A tin a ’d a 400.000 esir v ard ı. B u n isb e te g ö ­
re, R o m a’n ın esir n u fu s u 8.000.000 idi ki, böyle b ir k a l a ­
b a lık A v ru p a ’n ın en k u d re tli k ıra liy e tin d e bile b u lu n ­
m az.)
332 İ R A N M E K T U P L A R I

V aktile A m erik a’da büyük hâkim iyetler kurm uş k it­


lelerin ellide birini bile bulm ak m üm kün değildir.
A sya k ıt’ası da p a rla k bir durum da değildir. Hele şu
K üçük Asya, vak tile o derece büyük hâkim iyetleri b a rın ­
dırm ış, öyle büyük şehirleri sinesinde toplam ış bu diyar,
şim di iki üç perişan şehircikten ib aret kalm ış bulunuyor.
B üyük A sya k ıt’asına gelince, T ü rk lerin boyunduruğuna
girm iş d iy arların nufussu azalm ış, h er ta ra f tenhalaşm ış-
tır 1; bizim tâcidarlarım ızın hâkim iyetine giren k ısım lar
ise, b u raların ı eski güllük gülistanlık d ev irlerd e m ukaye­
se edersek, X erxes ve D arius devirlerinde yaşayan nufu-
sun ancak pek cüz’î bir kısm ının yaşadığını görürüz.
M ısır da, diğer h âk im iy etler kad ar eski nufusunu k ay ­
betm iştir.
îşte, nih ay et b ü tü n dünyayı gözden geçiriyorum ; h er
ta ra fta sadece yık ın tılar, sefaletler gözüme ilişiyor; sanki
bü tü n bu çöküntüler ve perişanlıklar, kolera ve k ıtlık ta n
m eydana gelm iş gibi, beni titre tip sarsm aktadır.
A frika, dünyanın diğer k ıt’alarm a nazaran, daim a
m eçhul kalm ış bahtsız bir ü lkedir; bu k ıt’adan açıkça ve
k a t’î bir lisanla konuşm ak m üm kün de değildir. Am â, ta ­
rih in h er devrinde bilinen Akdeniz k ıy ıları bu n d an m üs-
tesnâdır. M am afih, b u ra la r da K artaca ve eski Rom a de­
virlerin in ihtişam ve zenginliğini tam am en kaybetm iş
haldedir. Bu gün, bu diy arların h ü k ü m d arları öyle âciz,
öyle zây ıftırlar ki, yeryüzünün hem en hem en en küçük tâ-
cidarları olm uşlardır!...
inceden inceye hesap ettim , kitap e ttim ; sonunda, es­
ki çağlarda yaşayan insan n ufusunun ancak onda birin in
halen yaşam akta olduğu neticesine vardım . Asıl insanı
şaşkına çeviren, bu geriye kalan nufusun da h er gün daha

(1) — B u ifa d e d a h i 82. ci m e k tu p ta b a h s e d ile n T a t a r la r ’d a n


T ü rk le r’in m u r a t ed ild iğ in i açık lıy o r. «m ütercim »
İ R A N M E K T U P L A R I 333

d a azalm asıdır. Bu azalm a böyle devam ederse, on asır


geçm iyecek, bütün dünya ıssız bir çölden ib are t kalm ağa
m ahkûm olacaktır!
İşte böyle, benim sevgili Usbek, dünyanın başına m u­
sallat olan korkunç afet, bence bundan ib are ttir. Lâkin,
bu afetin yaklaştığının fark ın d a bile olm uyoruz. Çünkü,
bu pek sessiz ve sinsi, asırlar boyunca gizli kalabilm iş bir
zehirin beşer bünyesini yavaş yavaş yiyüp tah rip etm esi
sonunda, o varlığı çökertip öldürm esine benziyor!
V en ed ik , iO /E ylûl/1718.

M E K T U P 114

Usbek’ten Rhedi’ye
Venedik

Şu yeryüzü dediğim iz alem , sevgili Rhedi, hanı pek


öyle değişip bozulm az da değildir h attâ, astronom lar,
cihanı dolduran ecsam ın tabiî faaliyetlerinden doğan gök­
lerdeki değişm elerin yanılm az görgü şahitleri b u lu n u y o r­
lar!...
D ünyam ız da, diğer yıldızlar gibi, ayni tabiat k a n u n ­
ların d an kaynayan harekejt ve faaliyetlere tab id irler; bu
sebeple bağrında yerleşm iş bu k an u n ların prensiplerinden
fışkıran felâketlerle m ücadele etm ek bahtsızlığına k a tla n ­

ı l ) — M o n te sq u ie u 1719 ta rih in d e , B o rd e a u x A k ad e m isi h e s a ­


bına: (E ski ve yeni d ü n y a ta r ih in e d a ir iz a h n a m e ) sin i
k a le m e alm ış b u lu n u y o rd u .
334 İ R AN M E K T U P L A R I

m ak zorundadır. Filhakika, k a ra larla denizler, sanki sonu


gelm ez bir savaş içinde çarp ışırlar; her an yeni tertip ler
ve terk ip le r m eydana gelir.
İnsanlara gelince, m ütem adi değişm elerin tesirlerine
esir, y u rtla rın d a şaşkın ve telâşlı bir öm ür sürerler. K en­
dilerini bir ham lede yere serm aye, y a h u t sayılarını a rttı­
rıp eksiltm eye m uktedir binlerce felâket âm ili her an baş­
larına yağm aya hazırdır!
Ben sana hem en b ü tü n tarih çilerin bah settik leri m u­
azzam şehirleri, m uhteşem hâkim iyetleri tam am en yok
eden istisnaî felâket ve m usibetlerden dem vurm uyorum .
T arihler cihanı zam an zam an yakup yıkan, h arap ve pe­
rişan eden um um î veba afetlerd e dopdoludur! Bu a fe tle r­
den bilhassâ biri, beşer nev’ine öyle m eş’um olm uştur ki,
n eb atları tâ köklerinden yakup kurutm uş, dehşeti tâ Ca-
tay 1 im p arato rlu ğ u n d a duyulm uştur. Şayet, bu m usibetin
tahrip şiddeti bir derece daha fazla olsaydı, belki de bü­
tün bir insaniyeti bir günde yok ederdi -!
H astalıklar içinde, en yüz kızartıcısı olanın, A vrupa,
Asya ve A frika’yı baştan başa sarstığından daha iki asır
geçmemiş bulunuyor :t. Çok az bir zam an içinde, m üthiş
ta h rib a tla rı oldu. Şayet, ayni şiddette devam etseydi, b ü ­
tü n insanlara s ü r’atle bulaşacaktı. D oğuştan bu hicâp ve­
rici afete m usap olanlar, topluluğun m ecbur ettiği ağır

(D — C a ta y a y a h u t C a th a y ism in i, O rta ç a ğ m ü e llifle ri Ç in 'e


v eriy o rla rd ı.
(2) — M üellif, belki de 1348 de v u k u b u lm u ş o la n (K a ra veba)
fe lâ k e tin i im â e tm e k istiy o r.
( 3 ) — T e fe k k ü rle r (k ita p : I, sa h ife : 490) eserin d e, m ü e llif şö y ­
le diyor:
(F re n g i 1605 de H in d is ta n ’ın C a lic u ta e y â le tin d e a ğ ır
ta h r i b a t y ap m ıştı. B u ta r ih e k a d a r bizce m e ç h u l o la n b u
h a s ta lığ ı P o rte k iz lile r A v ru p a ’ya g e tird ile r; b u d a H in ­
d is ta n ’ın k e şfi sa y esin d e oldu.)
İ R A N M E K T U P L A R I 335

yüklere taham m ül edem iyerek er geç sefilâne b ir hayatın


çam urunda boğulup gideceklerdi.
Bu zehirin tesiri biraz daha ziyade olsaydı, işin n e ti­
cesi neye varırdı, acaba? Ve şayet, bu am ansız zehirin
ayni k u d rettek i devası da bulunsaydı, insaniyetin kaderi
ne olurdu? Kim bilir, belki de bu takdirde, beşer neslinin
ancak bazı topluluğuna hücum eden bu afet, bir gün gele­
cek, doğrudan doğruya neslin toptan varlığına da saldı­
rıp onu kurutacaktı!
Lâkin, insan nevinin h arab iy etin i tevlit edebilecek bu
şeam etlerden de niçin bahsediliyor? B unlar hiç başa gel­
m em iş m idir, sanki? Tufan m usibeti, insan oğlunu bir te k
aileden ibaret halde bırakm adı mı? Filozofların b ir kısm ı
varki, b u n lar iki hilk atin tekvininin b iribirinden a y ırt e d il­
m esini tavsiye ederler. Yani, m addenin ve insanın halke-
dilm eleri ayrı ayrıdır, onlarca. H albuki, b u n lar anliyam i-
y o rlar ki, m addenin y aratılışından ancak a ltı bin sene
geçm iştir. Ö te yandan, U lû T anrı eserlerini ebediyet bo­
yunca y aratu p tefrik etm iş bulunuyor. Öyle ise, bu y a ra ­
tıcılık k udreti önünde altı bin yılın da sözüm ü olur! Şa­
yet, onların görüşleri doğru olsaydı. R abbm ya daha ön­
ce bu y aratıcd ık ve tefrik ten kudretin d en m ahrum olduğu,
ya da bu halkediş ve tefrik i istem ediği kabul olunm ak ica-
beder. H albuki, bir zam anda o k udreti gösterm iyen, diğer
zam anda da ona m alik olamaz. O halde, A llâh bunu daha
önce istem em iştir, ihtim ali kaliyor. Lâkin, m adem ki, Ulû
T an rı’nın halefi yoktur, bir k erre arzuladığı şeyi, daha ön­
ce de arzulam ış ve daha baştan itibaren istem iş dem ektir.
B ununla beraber, tarih çiler bize ilk ceddim izden b a h ­
sederler. Bize, tab ia tta insan nevinin nasıl peyda olduğun­
dan dem v u ru rlar. Acaba, Nûh Peygam berin T ufandan
halâs olm ası gibi, hazreti A dem ’in de dünyanın ilk k u ru ­
luşundan itibaren yer yüzünü sık sık kasup kav u ran um u­
336 İ R A N M E K T U P L A R I

m î f e lâ k e t v e m u s ib e tle r in b ir in d e n k u r tu lm u ş o ld u ğ u ­
n u d ü ş ü n m e k a c a b a t a b i î o lm a z m ı?
Fakat, b ü tü n m usibetler o derece velveleli ve korkunç
olm azlar. N itekim , dünya yüzünde öyle çok köşeler görü­
yoruz ki, oralard a insanlar varlık ların ı koruyabilm işler­
dir. H eyhât! L âkin ne biliriz ki, bu görünm ez, hissedilm ez,
fak a t yavaş yavaş tesirini y ü rü te n bu büyük yorgunluk
ve çöküntünün asıl âmili, belki de yaşadığım ız dünyanın
tâ kendisidir? 1.
D ü n y a n u f u s u n u n , o n y e d i o n s e k iz a s ı r d a n b e r i , g i t ­
t ik ç e a z a l d ığ ın a d a i r b a n a y a z m ış o l d u ğ u n m e k t u b u n a h e ­
n ü z c e v a p v e r m e m i ş o ld u ğ u m h a l d e , s a n a b ü t ü n b u n l a r ­
d a n n e ş ’e v e h a r a r e t l e b a h s e d iş i m in s e b e b in i b ile m iy o ­
r u m ; a m â , ço k y a k ın d a s a n a y a z a c a ğ ım m e k tu p ta , b a h ­
s e ttiğ in ş e y le rin m a d d î e s b a b ın d a n a y r ı o la r a k , m o ra l
â m i l l e r i n i d e s a y u p d ö k e c e ğ im . P a ris , 8/E kim /1718.

ı ) — Bu cümle, eserin 1754 baskısında, mektuba ilâve edilm iş­


tir

M E K T U P 115

Usbek’ten Rhedi’ye
Venedik

M adem ki sen, yeryüzündeki insanların eski devirlere


n a z ara n azalmış olm alarının sebeplerini araştırıy o rsu n ;
İ R A N M E K T U P L A R I 337

öyle ise, bu araştırm aların a dikkat et, aradaki büyük fa r­


kın ahlâkî geleneklerden doğduğunu, pekâlâ göreceksin!.
H iristiyanlık ve İslâm iyet, Rom a im p arato rlu k dün­
yasını araların d a bölüştüklerinden beri, her şey değiş­
m iştir. Kâşke, bu iki dine m ensup m illetler de, cihanın
eski hâkim leri gibi, beşer n ufusunun artm asın a gayret
e tselerd i; lâkin, hiç te öyle olm am ıştır, heyhât!...
Eski R om a’nın dinî esasları poligam iyi m en’etm iş b u ­
lunuyordu. Bu fazileti ile eski Roma dini, İslâm iyet üze­
rinde büyük bir üstü n lü ğ ü haiz bulunuyordu. B una m uka­
b il boşanm a m üessesesini kabul etm işti. Bu fazileti ile de,
H iristiyanlık dini üzerinde çok yüksek bir ü stü n lü k ta-
şiyordu.
P eygam ber efendim iz bize: (K arılarınızı görüp gö­
z etin ; çünkü, siz onlara tıpkı üzerlerine giyindikleri e l­
biseleri kadar zaru rî bulunuyorsunuz; n asıl ki, onlar da
size tıpkı giyindiğiniz libâslar kad ar m utlak b ir z a ru re t­
tir.) bu y u ru y o rlar. İşte hakikî bir m üslüm anın hay atın ı
g a y re t ve şevkle dolduran bir ayeti kerim e!...
Yine Resulu E krem im iz; (Karılarınız tarlalarınızdır.
Ö yle ise, tarlalarınıza istediğiniz gibi yaklaşabilirsiniz.
Ruhlarınızın hayrı için faaliyetinizde serbestsiniz. Bekle­
diğiniz bu hayırı bir gün bulacaksınız. !) buyuruyorlar.

( 1 ) — K u r’a n ı k e rim in B a k a r a S û re sin in 223. cü a y e tin in , D u


R y er ta r a f ı n d a n te rc im e si (L a H aye, 1685, sa h ife : 27) m ü ­
e llif ta r a f ı n d a n b e n im se n m iş b u lu n u y o r. A h ire n B esim
A ta la y B e y efen d i ta r a f ı n d a n b ü y ü k b ir ih tim a m ve v u ­
k u f la y a p ıla n K u r’a n te rc im e sin d e ise, (sa h ife : 45) ay n i
a y e t şöyle te rc im e e d ilm iştir: ( K a d ın la r siz le rin e k e n e ­
ğiniz, n ic e iste rse n iz ek e n eğ e y ak laşın ız, k e n d in iz e s u n u ­
nuz, A llâ h ’ta n sa k ın ın ız , bilesin iz ki sizler, A lla h ’a k a v u ­
şa ca k sın ız , m ü jd e le in a n m ış b u lu n a n la r ı...)
B u n d a n 278 se n e evvelki F ra n s ıs c a te rc im e s in d e k i
(b e k le n e n h a y r ın b ir g ü n b u lu n a c a ğ ı) m ü jd e si, iz d iv ac ın
İ r a n M e k tu p la rı F. 22
338 İ R A N M E K T U P L A R I

Benim gözüm de iyi bir m üslüm an, bir koşuya giren’


diğer m üsabıkları geçm ek azm ile durm adan savlet yapan
bir a tle ttir; lâkin, heyhat! D aha ilk yorgunlukların sade-
m esile sarsılıp ezilm ekte ve içinde zaferden zafere koştu­
ğu koşu m eydanına yığılıp kalm akta, kendi zaferinin ağ ır­
lığı altında tebâh olup gitm ektedir.
H albuki, tab ia t tesir ve kuvvetini yavaş yavaş, yani
ta sa rru f esasına riay et ederek gösterir; onun h arek et ve
faaliyetleri aslâ şiddet ve savlete m üstenit değildir. H a t­
tâ, nim etlerin in istihsal ve idrâki de öyledir. D aim a iti­
dal ve basiret ister. A dım ları her zam an ölçülüdür. Bu.
itidâl ve ahenk şayet zorlanacak olursa, h er şey berbat
olur, yıkılır. Sinesinde yaşayan hilkati m üdafaa ve m u­
hafaza için bulundurduğu b ü tü n k u v v etleri kullanır, lâ ­
kin zor karşısında b ü tü n m uhafaza kuvvetini ve doğurup’
çoğaltm a faziletini tam am en kaybeder.
îşte, bunun gibi bizi m em nun ve hoşnut etm ekten zi­
yade eritü p bitirm eye yarayan kadınlar, bu zaaf ve gev­
şeklik an ların d a başım ıza m usallat olurlar. Çok kerre,
m uhteşem b ir sarayın zenginlik ve refahı içinde debdebe
süren bir adam ın pek az çocuğa m alik olduğunu görürüz.
H attâ, bu çocuklar ekseri ahvalde, cılız ve h astalıklı ba­
balarından tevarüs ettik leri bir derm ansızlık ve solgunluk
içinde d ertli bir öm ür sürüp giderler

m eyvesi o la n ço c u k la r’ı im â o ld u ğ u n a göre, ik i te rc im e n in


y ek d iğ erin i h a y ır h a h b ir m a n â ve m e d lu l ile ik m â l ve i t ­
m a m e ttiğ in e k a n i b u lu n u y o ru z.
(m ü te rc im )

(D — R ic a u t; O sm anlI im p a r a to r lu ğ u n u n h a li h a z ır d u ru m u ,
(A m e ste rd a m , W olfg an g 1670, cilt: II, sa h ife : 203) adlı
eserin d e, çok k a d ın la ev len m e (p o ly g am ie) n in T ü rk iy e ’­
de n u fu s a r tm a s ın a değil, h a t t â ek silm e sin e sebep o ld u ­
ğ u n a iş â re t ed e rek diyor ki: (H e r n e k a d a r , T ü rk iy e ’de
çok k a d ın la ev len m e k h u k u k u ta n ın m ış ise de, b u c ih e t
İRAN M E K T U P L A R I 339

.Hepsi bu kadar da değil; bu zoraki b ir iffet m uhafaza


m ahpusiyeti, ve keza atalet m ecburiyeti, ister istem ez
onların görüp gözetm elerini de m ecburî kılm ış ve m uha­
fızlar tâyinine m ecbur olunm uştur. İşte, bu vazife de h a ­
rem ağalarına yüklenm iştir. Din, h a ttâ kıskançlık, başka­
larının onlara yaklaşm asına aslâ m üsaade etm ez. Bu m u­
hafızların sayıları ela son derece çoktur. B unun da böyle
olması lâzım dır. Z 'ra, bir tara fta n harem içinde hüküm
süren iç m ücadelelerini yenip sükûn ve h uzuru tem in e t­
mek, diğer tarafdan, dışardan gelecek te rtip ve teşeb­
büslere m ani olmak gerektir. Böylece on karısı, y a h u t
m üstefrişesi olan bir erkeğin en azından on harem ağasına
ihtiyacı vardır. Lâkin bu k ad ar çok erkeğin daha doğuş­
lar ından itibaren, ölmüş sayılm aları topluluk içine büyük
bir kayıptır! Böyle olunca da, nufusun gittikçe azalm ası
neden garip görülsün?
Saraydaki esirelere gelince, h arem ağalarile b irlikte
aray hizm etinde bulunan bu kızlar, b ü tü n öm ürlerini
orada geçirirler, b ek âretleri de orada kav ru lu r, ölür! Zi­
ra, orada durdukça evlenem ezler, h anım ları da bir k erre
kendilerine alışınca, a rtık im kânı yok, onlardan vaz ge­
çem ezler...
Şimdi, yalnız bir insanın, sırf kendi zevk ve hevesleri
için, kadın olsun, erkek olsun, ne kadar insanı em rinde
tu ttu ğ u ve devlet hesabından onları beşer nev’inin çoğal­
m ası yönünden de kendilerini nasıl varlıksız ve faydasız
hale getirdiğini bir düşün! «
C onstantinople ve İsfahan dünyanın iki büyük im pa­
ratorluğunun idare m erkezidir. Bu vasıflarile, orada her
şev'n yolunda gitm esi lâzım dır, değilmi? B undan başka,

a fif k a d ın ın aşkile a y a k ta d u r a n aile b irliğ in e n a z a ra n ,


o r a d a çok çocuk doğ m ad ığ ı, d o ğ u p ta y a şa m a d ığ ı m ü ş a ­
h ed e e d ilm e k te d ir.)
340 İ F A N M E K T U P L A R I

b 'n ç e ş i t c â z ip t a r a f l a r i l e d ü n y a n ın h e r y a n ın d a n in s a n
a k ı n ı o lu r , o r a l a r a . B u n a r a ğ m e n , b u m e r k e z l e r d e n u f u s
h e r g ü n d a h a d a a z a l m a k t a d ı r . V e ş a y e t, t â c i d a r l a r , h e ­
m e n h e r a s ır v e b a z a n b ü tü n b ir m ille ti g e tirip iç e rile rin e
y e r le ş tir m e s e le r d i, ç o k ta n ta rih le rd e n s ilin ip g itm iş o l a ­
c a k l a r d ı ’ . B u m e v z u u b a ş k a b i r m e k t u b u m l a ta m a m l i y a -
c a ğ ım . P a ris, 13/E kim /1718.

(1) — R ica u t, a y n i eser (cilt: I, sa h ife : 18): (T ü rk le r’de n u fu s


a r tt ır m a n ın m u h te lif çarele ri, o n la r iç in esaslı b ir siy a ­
se tti.)
M o n te sq u ie u ise, (T e fe k k ü rle r, sa h ife : 151.) de şöyle
diyor:
(A sıl a c ık lı h al, b u b a ş ş e h rin , b ir t a r a f t a n b ü tü n c i­
v a r ın n u fu s u n u iç in e çe k tiğ i h ald e, n u fu s s u z lü k ta n te n -
h a la ş ıp e rim e k te n y a k a sın ı sıy ıra m a m a sıd ır! İşte, C o n s­
ta n tin o p le ded iğ im iz m u h te şe m belde, b u acık lı d u r u m ­
d a d ır!)

M E K T U P 116

U sbck’te n R h e d i’ye

V en ed ik

Eski R om alıların esirleri bizim kilerden az değildi;


h attâ, onlar daha fazla esir k u llanırlardı. Lâkin, esirlerine
davranışları çok daha başkaydı; pek İnsanî idi.
İ R A N M E K T U P L A R I 341

Bu esirlerinin sayısını kuvvet ve şiddet kullanarak


azaltm ak şöyle dursun, tam tersin e artm asına uğ raşırlar
ve bu uğurda yapm adıkları fedakârlık kalm azdı. B unun
için de, evvelâ onları yekdiğerlerile evlenm eye teşvik eder­
lerdi; ve neticede de önce kendileri evlerini h er cins ve
yaşta hizm et gören insanlarla doldurm uş olurlar, sonra da
devlet sayısız insan kuvvetine sahip olurdu.
Bir ailenin reisi kendini, çocuklarının çokluğu ile v a r­
lıklı sayar, bununla övünürdü. 1 B ütün ailenin geçimi,
tahsil ve terbiyesinden, baba m es’uldu. Aile reisi bir ker-
re bu yükün altına girm eyi göze aidim i, artık hiç bir şeyi
om ursam az. yalınız tabiî m eyillerinin cazibesine kapıla-
ıa k çok kalabalık bir kitle m eydana getirirdi.
H albuki, sana söylem iştim , bizde ise b ü tü n esirlerim i­
zin tek vazifeleri sadece, k arılarım ızı m uhafaza etm ekten
ib a re ttir; aile içinde gördükleri başka b ir vazife yoktur!
D evlet nizam ı içindeki varlık ları ise, m ütem adi bir aciz
ve m eskenet, bir tenbellik ve a ta let kaynağıdır. Çünkü,
a ta let ve tenbelliğin zoru ile ziraat ve san’a t sahasına h a ­
yatiyet ve faaliyet verebilecek bir yığın h ü r ve güçlü in ­
sandan, sayısız aile reislerinden m ahrum kalınm ış oluyor.
H albuki, R om alılarda hal hiç de ayni değildi; C um ­
h u riy et idaresi, bu esirler kitlesinden sonsuz hizm etler sağ­
lıyordu. B ir kerre, çalışan her esirin bir pecule’ü vardı

(1) — İ m p a r a to r A u g u ste, J u lia ve P a p p ia P o p p a e a k a n u n la r ın ı


n e ş ir ve ilâ n ederek, o t a r i h te R o m a’d a v ü k u b u la n b ir d o ­
ğu m az a lm a sı b u h ran ın ı* ö n le m ek istem işti. B u k o n u la ra
göre, üç çocuk b a b a sı e rk e k le r ş a n ve şe re fle re b oğ u lu y o r,
b e k â r la r ise, m e d e n î h a k la r ın ı k u lla n m a y a e h il o lm a k ta n
çıkıyorlardı.»

(2) — Y evm iyeye te k a b ü l e d e n ve p a r a ile ifa d e ed ilen b ir ü c ­


r e ttir . P o z itiv ist ceza siste m i içinde, ceza in fa z u s u lû n u
d a h i b u sistem e is tin a t e ttir m iş F r a n s a ’d a ceza e v le rin d e ­
k i m a h k û m la ra ö d en e n yevm iyelere de b u a d v e rilm e k te
342 İRAN M E K T U P L A R I

O bu ücretini, sistem ve şa rtların a riay et ettiği, efendisin


den alırd ı; buna m ukabil de, canla başla çalışır ve bu n i­
m etin fışkırdığı faaliyet kaynağm m bollaşm asına hasrı
nefs ederdi. B akarsınız bir esir bir tezgâhın başındadır;
ötekisi deniz tic a re t:le m eşguldür; bir başkası öteberi sa t­
m aktadır, bir diğeri ya m ihaniki bir vasıtayı çalıştırm ak­
ta, ya da toprağı kuvvetlendirip inbat kabiliyetini a r t t ır ­
m aktadır. V elhasıl ne olursa olsun, yaşam akta olduğu esa­
ret hay atın ın h u zurunu da a rttıra b ik n ve bir gün kavuşu­
lacak h ü rriy e tin ta tlı üm idini de m üjdeleyebilecek bu üc­
re ti faydalı ve verim li işlerde kullanm ayan tek bir esir
dahi bulm ak m üm kün değildi. Böylece, son derece gay­
retli ve çalışm ağa istekli bir kitle m eydana gelm işti; ve
bu sayede de san’atın her şubesi ve sanayi büyük bir can­
lılık ve gelişm eye kavuşm uştu.
İşte, bu Rom alı esirler kendi gayret ve ihtim am ları
sayesinde, evvelâ servete, sonra da h ü rriy e te kavuşm uş­
lar ve bu su retle her biri h ü r ve şerefli vatandaş sıfatını
ihraz etm işlerdi. Bu suretle de, C um huriyet idaresi her
gün daha da gelişip kuvvetlendi ve sinesinde yeni yeni
h ü r aile b irlikleri toplayarak çöküp giden eski ailelerin
yerlerin i aldı.
Belki de, gelecek m ektuplar:rndan birinde, sana izah
ve ispat edeceğim ki, bir m em lekette insan adedi arttıkça,
orada tic a re t dahi gelişip ku v v etlen ir; yine kolayca ispat
edeceğim ki, ticaret gelişip kuvvetlendikçe de, o diyarda

ve b u ü c re t üç m ü sa v i k ıs m a ta k s im e d ilm e k te d ir. B u
ü c r e tin ü ç te b iri m a h k û m u n h a p is h a n e h a y a tın a a it m a s ­
r a f la r ı k a r ş ıla m a k ta , ik in c i ü ç te b iri iste d iğ i ta r z d a
şa h s î m a s ra f la r ı ve aile ih tiy a ç la rı iç in k e n d isin e in fa z
e s n a s ın d a v e rilm e k te ve g eriye k a la n ü ç te b iri ise, t a h l i ­
y esin d e n a m u s lu b ir h a y a t sü rm e s in i te m in edecek işin
se rm a y esi o lu r deye n a m ın a m u h a fa z a ed ilm e k te d ir.
(m ü te rc im )
İ R A N M E K T U P L A R I 343

insan nufusu arta r. Bu iki şey b irib irin in yardım cısı ve


her biri zarurî su rette diğerinin h ayrini tev lit eder;
onu geliştirip kuvvetlendirir.
İşte böyle davranılsaydı, kim bilir bu çalışkan esirle­
rin adedi zam anla nasıl gelişip artacaktı! Sanayi h ay atı ve
bolluk onları a rttırıp çoğaltacak, buna m ukabil onlar da
sanayi hayatını, bolluk ve bereketi a rttırıp çoğaltacaklar­
dı.
P a ris, 16/E k im /I7 1 8 .

M E K T U P 117

U sb ek’te n R herii’ye

V en e d ik

Şim diye kadar hep M uham m ed dinine tabi olan ka-


vim lerden bah settik ; b u ralard a R om alıların hâkim iyeti
zam anındaki nufusun ne sebeple azaldığını araştırdık. Şim ­
di de, H iristiyanlık âlem ine bir göz atm am ız lâzım geliyor.
P u tp e re st olan Roma* hâkim iyeti, boşanm aya cevaz
veriyordu. H albuki, H iristiyanlık bu m üesseseyi lâğvetti..
Ö nceleri pek ehem m iyetsiz gibi görünen bu değişiklik,
sonraları inanılm iyacak derecede vahim neticeler m eyda­
na getirdi. Bu m em nuiyetle, izdivacın yalınız zevki kaçı­
rılm ış olm adı, fak at ondan beklenen âkibetleri de yıkıp
harabeye çevirdi. O nlar bu suretle inzivaçla bağlanan dü­
344 İ R A N M E K T U P L A R I

ğüm ü daha da sıkm ak istem işlerken, bu düğüm , h e y h a t,


tam am en gevşeyip çözülm üş oldu; ve izdivaç kalbleri b ir­
leştiren bir bağ olm aktan çıkarak, kökleri ebediyen b irb i­
rinden silkip ayırdı!
A slında bu kad ar serbest bir anlaşm a olm asına, kalbin
tam am en hür, endişesiz ve hiç bir tazyik altında ezil­
m em esi gerekm esine rağm en, izdivacı sıkıntılar ve üzün­
tüler, m ecburiyetlerle ve h a ttâ kaderin şeam etile gölge­
leyip k a ra rttıla r. O rtada hiç bir şey yok iken, tatsızlık­
lar, boş hevesler ve huysuzlukların doğm asına sebebiyet
v erd iler; tabiatta sebatsızlık ve tahavvüllere en az mu­
kavim olan kalbi, güya sıkı surette bağlamağa kalktılar!
Böylece, yekdiğerinin varlığından m uztarıp, biri diğerinin
yakınlığından bezgin ve m eflûç iki insanı, heyhât, hem en
ekseriya biri diğerinin dengi olm aktan çok uzak iki v a r­
lığı, geri dönülm ez, üm itsiz bağlarla bağlam ağa cehtetti-
ler! B ütün b u n ları da keyfî b ir şekilde, gaddârane ve zâ-
lim ane bir tav ırla yaptılar. B ilm iyorlardı ki, bu bağlanıl­
m ak istenen vü cu tlard an biri canlı ise, diğeri bir cesetten
başka bir şey olm uyordu!
Halbuki, iki canlı insanın birleşmesini kuvvetlendiren
tek çare de, işte bu boşanma hürriyeti idi. B ir erkek ve
b ir kadının, izdivaç hay atın a istedikleri anda n ih ay et ve­
rebileceklerini bilm ek kadar, bu hay atı karşılıklı b ağ lar­
la kuvvetlendirecek dünyada hiç bir âm il olam az; ve b u n ­
lar, bu h uzurlu hava içinde evlilik hayatının b ü tü n acı ve
iztirap ların a sabırla göğüs gerebilirler. O nlar ekseriya bu
h ü rriy e ti b ü tü n öm ürlerince ellerinde sak larlar, h er an bu
h ü rriy e tin kendi im datlarına koşabileceklerinden em in
'o larak onu ihtim am ve itina ile m uhafaza ederler, lâkin
aslâ kullanm ayı h a tırla rın a getirm ezler.
Lâkin, H iristiyanlarda vaziyet ayni değildir; bu yüz­
den çekm ekte oldukları iztırabın, istikbal için hiç bir de-
vâsı bulunm adığını düşünerek, yeisleri daha da a rtm a k ta ­
İ R A N M E K T U P L A R I 345

dır. O nlar izdivacın keder ve gailesinin sürüp gideceğin­


den titreşip du ru rlar. İşte, bu yüzden de izdivaç hayatı
m üthiş bir tatsızlık, şiddetli geçim sizlik, karşılıklı tezyif
ve h ak aretlerle örselenm eye başlar ve gittikçe çoğalıp ge­
lişerek doğacak nesli de k u ru tu p h arap ederler. H attâ, iz­
divaçların üzerinden daha üç yıl geçm em işken, bu âkibet-
ler m eydana çıkar, izdivaç hay atın ın gayeleri tam am en
ihm ale u ğ rar; bundan sonra otuz sene m u tlak bir soğuk­
luk ve m eyusiyet içinde öm ür sü rü lü r; aile birliğinin m ah­
rem hayatında tam bir ayrılık ve uzaklık h üküm sürer.
Aile birliği halinde geçen bu m ahrem ay rılık ve uzaklık
o derece tehlikeler ve şeam etler doğurur ki, aşikâr a y rı­
lık ve uzaklıklar bunun yanında hiç m esabesindedir. H er
biri kendi başına, kendi köşesinde yaşam ağa nefsini has­
reder. Ve işte b ü tü n bu h allerin şeam etleri m üstakbel n e­
sillerin üzerine yıkılıp kalır. Çok geçmez, ebediyen mah­
kûm olduğu kadından artık iğrenmiş olan erkek, kendini
bir fahişenin kollarına atar! Bu hicâp verici ticarî müna­
sebet cemiyet için pek bahtsızlık ve tehlikelerle doludur!
Şimdi, böylece birleşm iş iki insanı düşünelim ; b u n la r­
dan birisi gerek mizacı, gerekse yaşı itibarile tab iatın koy­
duğu esas ve m aksatlara ve beşer nevinin gelişip çoğal­
m asına elverişli bir bünyede değildir; işte bu insan, diğe­
rin i de kendisile b irlikte uçurum a yuvarliyacak ve onu
da tıpkı hendisi gibi faydasız bir cisim haline sokacaktır!
O halde, H iristiyanlık âlem inde bu kadar izdivaçlar o lur­
ken, neden v atandaşların sayısı artm iyor, deye hayrete-
düşm em ek lâzım dır. O nlar ar‘a s:nda boşanm a lağvedilm iş­
tir. Y ekdiğerine denk olm ayan çiftlerin izdivacı ise, aslâ
gayeyi tem in etm iyor, felâh bulm uyor. B uradaki kadınlar,
R om alılarda olduğu gibi, m üteaddit defalar izdivaç y a­
pabilm ek ve bu suretle evlilik saadetini bir gün tatm ak
im kânından tam am en m ahrum bulunuyorlar.
C esaretle şu m isâli de verebileceğim : İnsaniyet La-
346 IR AN M E K T U P L A R I

cadem one gibi bir C um huriyet devieti idaresini idrâk e t­


m iştir. O rada b ü tü n vatandaşlar, son derece istisnaî ve in ­
ce kan u n larla idare edilirlerdi, bütün C um huriyet bir tek
aileden kurulm uştu. Bu C um huriyet idaresi m evzuatı, e r­
keğin h er sene karısını değiştirm esini şart koşm uştu;
böylece de devletin nufusu hesapsız bir şekilde artm ıştı.
H iristiyanlığın boşanm ayı lağvetm esi sebebini anla­
m ak çok zordur; izdivaç dünyanın b ü tü n m illetlerinde
h er çeşit itilâfa m üsait olup, sadece bu birliği zaafa u ğ ra ­
tacak hususlara cevaz verilm ez. Lâkin, H iristiy an lar bu
noktai nazara hiç kiym et verm ezler. H attâ, bu hakikati
beyan etm ekten ise, ölm eyi tercih ederler. O nlar izdivacı
duyguların karşılıklı anlaşıp sevişm esine bağlam ak iste­
m ezler. B il’âkis, sana evvelce de söylem iş olduğum gibi,
ellerinde olsa, bu duyguları beşerin kalbinden söküp a t­
m ak isterler! L âkin heyhât! Bu bir hayâlden ib a re ttir; bir
şekil ve tasavvurdan, bir tü rlü akıl erdirem ediğim garip
ve esrar dolu bir vehim den başka bir şey değildir!...
P a ris, 19/E kim /1718.

M E K T U P 113

U sbek’te n R h e d i’ye

V en ed ik

H iristiyan diy arların d a nufusun azlığına sebep, y al­


nız boşanm anın ilgası değildir. A raların d a büyük bir ye­
I R A N M E K T U P L A R I 347

kûn tu tan harem ağaiar:n:ıı da bu işte tesiri büyük olm uş­


tur.
B uraca bahsettiğim harem ağalarınd.an m aksadım , e r­
kek olsun kadın olsun, ruhanîler, yani rah ip ler ve rah ib e ­
lerdir. Bu iki cins insanlar da nefislerini ebedî su rette ri-
yâzate hasrederler ve cinsî birleşm elerden çekinirler. B ü­
tün nefsânî zevklerden uzaklaşm a, bu paklık ve perhizkâr-
bk, H irish y an k k için en ulvi bir fazilettir. L âkin neticesi
hiç bir şey olm iyan böyle bir faziletin bu derece ulvileş­
tirilm esi nedendir, bunu da bir tü rlü anliyam iyorum k
F ik r:mce, H iristiyanlık dininin U lûları, bir yandan iz­
divaca büyük kutsiyet ;zafe ederlerken, diğer yandan cinsî
h ay atı günahlayıp ondan uzaklaşm ayı göklere çıkararak
alkışlam aları çok vahîm bir tezattır. Çünkü, gerek M ukad­
des K itaplar, gerek dinî akideler bir k erre iyi sayılan şe­
yin, daim a tercihe şayan olduğunu em rederler.
Böylece, bekâr kalm ağı m eslek idinen insanların ade­

( 1 ) — İs lâ h a tç ı m ü e llifle rin p ek çoğu, r u h b a n s ın ıfın ın b e k â r ­


lığ a m a h k û m iy e t h a lin d e v a rlık la r ın ın ce m iy e t iç in n e d e ­
rece te h lik e li o la c a ğ ın ı sö y lü y o rlard ı. V a u b a n , y irm i beş
ilâ o tu z y a ş ın d a n k ü ç ü k le rin d in e in tis a p la r ın ı m e n e t­
m e k istiy o rd u . B o u lain v iller, S a in -S im o n , B e le sb at r u h a ­
n ile r in s a y ıla rın ın a z a ltılm a s ın ı ta v siy e ediyordu. C o lb ert
ise, 1666 ta r ih li e m irn a m e sin d e , y eni r u h a n î to p lu lu k la r ı­
n ı ta h d it ve n iz a m a ltın a aliyordu.
L â k in , b u r a d a U sbek’in c im â m e m n u iy e rin e k a rş ı iz ­
h a r e ttiğ i şid d e tli te h e v v ü r ve istih za , felsefi ta a r r u z u n
a le m d â rlığ ı idi. P a p a z G a u ltie r, ( İ r a n m e k tu p la rın ın d in ­
sizliği a r tık a y â n b e y â n ıd ır) a d lı e s e rin in (82. s a h ife s in -
de) y u k a rıd a k i s a tır la r ı şöyle te fs ir ediy o r: (H e r yıl b ir
k a d ın d e ğ iş tire n b ir ad a m , b e k â re ti iz d iv ac ın fev k in e ç ı­
k a r a n b ir d in i e lb e tte k i t u h a f b u la c a k tır, o, h iç b ir n e ­
tic esi o lm iy a n b ir faz iletin , n e d e n ib a re t o ld u ğ u n u s o r ­
m a k ta h a k lı olab ilir. M ü ellifin k o y d u ğ u p re n s ip le re g ö ­
re ise, cem iy et in s a n o ğ lu n u n asıl ve m e ra m ın d a n ib a ­
r e ttir ! )
348 İRAN M E K T U P L A R I

di akıl durduracak kadar fazlalaşm ış b ulunm aktadır


E skiden b ab alar daha beşikte iken çocuklarını bu dinî
m esleğe alıştıriy o rlar ; böylece onların ebediyen bek âr
k alm aların ı tem in ediyorlardı. Şim di ise, bu çocuklar on
dört yaşına basınca, kendiliklerinden bu m esleğe dahil
oluyorlar ki, netice hep ayni dem ektir
Ben burada sana sadece, K atolik m em leketlerden b ah ­
sediyorum . P ro testan dinine tabi ülkelere gelince, o ra la r­
da her kesin çocuk yapm ak hakkı kabul edilm iş b u lu n ­
m aktadır. Keza onların ru h an îleri de bundan m üstesnâ
tu tu lm a m ıştır Ve eğer her şeyi ilk zam anlara irca eden
bu dinin m üessisleri, ifra t ve itidalsizliği m ütem adi su­
re tte itham ve m ahkûm etm em iş olsalardı, hiç şüphe edil­
m esin ki, izdivacı um um îleştirm elerine rağm en, boyun­
larındaki boyunduruğu aslâ oynatup kım ıldatam iyacaklar,
ne de h a ttâ gevşetebilecekler ve b u rad a kendi sahalarını
H azreti M uham m ed ve N azareen’inkinden 4 zinhar ay ırt
edip kurtaram iy acak lard ır!...
Lâkin, ne olursa olsun, A vrupa’nın bu günkü haline
bakılırsa, K atolik dini daha beş yüz sene yaşayam iyacak-
tır!....
İspanya hâkim iyetinin inhitatın d an önce, k atolikler
-roiestanlardan çok daha kuvvetli idiler. Bu sonuncular,
yavaş yavaş onlarla bir hizaya geldiler. Ve P ro testan lar
(1) — Y aln ız F r a n s a 'd a 1637 ta r ih in d e 270.000 r u h a n î m e v cu t
idi.
12) — B lois e m irn a m e s in in 28. m a d d esi, 1579 M a y ısın d a , r u h a ­
n ile rin in tis a p y aşım 16 o la ra k te s p it e tm işti. 1768 de bu
yaş, k a d ın la r iç in 18 ve e rk e k le r iç in 25 o la ra k d e ğ iş tiril­
m iştir.
(3) — B u d u ru m , m ü e llif iç in ş a y a n d ik k a ttir. A m ca ve d a y ı­
la r ın d a n d ö rd ü r u h a n î o ld u ğ u gibi, kız k a rd e şi T h é rè se de
ra h ib e idi. (M u h a b e ra t, C ilt i, s: 52-53.)
(4) — Y a h u d ile rin ilk z u h u r ed e n H ir is tiy a n la ra v e rd ik le ri is im
(n u s ra n î) .
İ R A N M E K T U P L A R I 349

h e r gün daha zengin ve daha k u d retli olacaklar, buna m u­


kabil katolikler gittikçe zaafa uğrayıp eriyeceklerdir!..
P rotestanlar, K atoliklerden daha kalabalık olacaklar­
dır; zaten bu gün dahi daha kalabalık bulunuyorlar. B un­
dan da şu neticeler çıkıyor, d em ektir: evvelâ, P rotestan
m illetlerin devletlerine ödedikleri vergiler çok daha aza­
m etlid ir; çünkü, ödeyenlerin nisbeti daha fazladır. İkinci
olarak, bu m illetlerin to p rak ları daha güzel işleniyor ve
daha verim li kılınıyor. Ve nihayet, ticaret h ay atı P ro te s­
tan m illetlerde çok daha canlı ve daha verim li hale g eti­
rilm iş, m illetin serveti artm ış, m illî hazine sü r’atle dol­
m aya yüz tu tm uştur. Zira, serveti yapıp a rttıra n eller on­
lard a daha çok, dolayısile daha bereketli ve ihtiyaçların
daha bol ve büyük olm asile de b u n ları karşılam ak için
h er yönden gayrete m ecburiyet ve z aru ret duyuluyor d e­
m ektir. Toprağın işlenip verim inin arttırılm a sı için kâfi
m iktarda insan bulunm adığı zam an, tic a re t hay atın ın da
donup hareketsiz kalm ası z aru rî olacaktır. Ticaret h a y a ­
tın ı canlandırıp geliştirecek za ru re tler olm ayınca da, top­
rağın m ünbit ve m ahsuldar hale sokulm ası im kânı m ah­
volacaktır. Bu şu dem ektir: H er iki nim etin ayni zam anda
o m illetin başına düşm esi lâzım dır. Çünkü, bun lard an
yalınız birine nail olm anın şevki ile iktifa edilerek diğeri­
nin ziyaı büyük hü sran tevlit edecektir.
K atolik m em leketlere gelince, oralarda toprak y alı­
nız ihm âl edilmem iş, lâkin sanayi dahi m uzur ve tehlikeli
sayılm ıştır. Bu din:n saliklerinden b ü tü n istenen şey, eski
ölm üş bir lisandan bir kaç* kelim e öğrenebilm ekten iba­
rettir. Bir k erre bu kelim eleri öğrenm iş b ir insan için,
a rtık taliinden şikâyete, m üşkülâta uğram aktan korkuya
m ahal kalm am ıştır. M anastırın kaim ve donuk divarları
arasında bulacağı ra h a t ve sakin hayatı, dışarıda ancak
nice acılarla ve bir çok alın terleri dökerek tem in edebi­
lecektir!
350 İR A N M E K T U P L A R I

Hepsi bu kadar c’a değildir, bu rah ip ler hem en bütün


devletin hazînelerine m alik bulunuyorlar. K endileri ise,
son derece cim ri bir cem aattır; daim a alırlar, ve aslâ bir
şey verm ezler. B ütün öm ürleri boyunca verilenleri b irik ­
tirirle r ve hepsini m ala y a tırırla r. Böylece, dünyalar k a ­
d ar servet donm uş, kötürüm leşm iştir. A rtık ne intikal
m evzuu, ne ticaret, ne san’at, ne de h a ttâ im âlat vardır,
hepsi hepsi m ahvolm uştur.
D ünyada hiç bir P rotestan tâcidar, P a p a ’nın kendi
K atohk tebaasından daha fazla vergi alm az; böyle iken,
P a p a ’lar her zam an yoksulluk içinde kıvran d ık ları halde,
P ro testan tâcid arlar bolluk ve ihtişam içinde pâyıdar o lur­
lar. Çünkü, o fâcidarların ülkelerinde ticaret hayatı her
gün daha da canlı ve bereketli ellerle halkın ceplerini
nimetle doldururken, berikilerde mutlakivet idaresi her
tarafa ölüm ve kıtlık saçmaktadır!
P a ris, 2 6 /E k im /l7 1 8 .

M E K T U P 119

U sbek’te n R h e d i’ye
V en ed ik

A 'y a ve A vrupa hakkında söyleyecek bir şey kalm adı;


şim di A frika k ıt’asm a geçelim. Bu kıt’anın da sadece kı­
y ıla rsa n bahsedeceğiz, zira içerileri daha bilinm iyor.
İ R A N M E K T U P L A R I 351

M üham m ed dininin hüküm sürdüğü B erberistan saha­


larında, evvelce söylediğim iz sebeplerle, eski Rom a dev­
rindeki kalabahğa rastlam iyoruz. Gine sahillerine gelince,
b u rala rd a da iki yüz senedenberi küçücük k ıra lla r yahut
kabile şefleri, teb aalarını A vrupa prenslerine satm akta,
onlar da b unları A m erika’daki m üstem lekelerine götü­
rü p yerleştirm ektedirler.
Asıl garip olanı, her sene hariçten bu kadar yeni n ü ­
fus çeken A m erika’nın çok ten h a bir k ıt’a olması ve A f­
rik a ’nın bu derece devam lı nufus fedakârlığına m ukabil,
zü ğ ü rtlü k ten bir tü rlü kurtulam am asıdır. Başka bir ikli­
m e taşm an bu es’rler, oralarda kitleler halinde telef olup
gidiyorlar! Y erli ve yabancıların çalıştıkları m aden ocak­
ların d ak i hayat, çıkan fena ve ağır kokular ve gazlar, civa
m ürekkebatı, bütün bunlar beşer nevini yıkup helâk e t­
m ektedir!..
H sle toprağın bu kadar derinliklerinde bulunan altın
v e güm üş m adenini çıkarm ak em elile, bunca insanın h a ­
y atın a son verm eye razı olm anın garabet ve acaipliğine
hiç akıl ermez! H albuki, bu m adenlerin kendiliklerinden
hiç bir faydaları yoktur. İnsanoğlu, onları nişan ve alâ­
m etle r için seçtikten sonra, servet ve ihtişam ın da yegâne
vasıtası oldular!

P a ris, 31/E kim /1718.


352 IR AN M E K T U P L A R I

M E K T U P 120

U sbek’te n R h e d i’ye

V en ed ik

Bazan, bir m illetin çoğalıp kalabalıklaşm ası pek ehem ­


m iyetsiz hadiselere istin at ettiği halde, bu olay fikrin im âl
m ahsulu pek çok âm illere bağlanm ak isteniyor!...
Y ahudileri ele alalım ; daim a kital ve im halarla kökü
kazınm ak istenm iş bu m illetin, h er defasında yeniden ge­
lişip çoğaldığı, kayıp ve im ha edilen nüfuslarını te k ra r
kazandıkları görülm üştür. B ütün gayret ve ham lelerin
tek âm ili ise, b ü tü n dünyayı fethedecek b ir h üküm darın
bir gün kendilerini teşkil eden ailelerden birinde doğuşu­
nu ü m it etm elerinden ileri gelm ektedir.
Eski İra n k ıra lla rı ise, m ensup oldukları Z erdüşt di­
ninin akide ve um deleri dolayısiyle, o kad ar kalabalık bir
nufusa hükm ediyorlardı ki, h a y re t edilir. F ilhakika, bu
dinî akideye göre, insanoğlunun Ulû T a n rı’ya yapabile­
ceği en büyük ibadet, çocuk sahibi olm ak, toprağı sürm ek
ve ağaç dikip yetiştirm ek ten ibaretti.
Keza, şayet Çin toprağı, insan yönünden bu derece tâ-
lili ise, bu m azhariyetin yegâne sebebi, bazı inanışlardan
ib arettir. Filhakika, buradaki çocuklar babalarına A llâh
nazarile bakarlar, o yaştan itib aren bütün öm ürleri bo­
yunca babalarına ayni h ü rm e t ve riayeti gösterirlerdi.
İ R A N M E K T U P L A R I 353

Ö lüm lerinden sonra ise, Çin diyarının sem alarında ceve-


lan eden ve orada yeniden dirilip başka bir h ay ata k a v u ­
şan babalarının ru h la rın ı sayısız k u rb an la r ve fed ak ârlık ­
larla taziz ederler, yüceltirlerdi.
İşte, h er Çinli bu m es’u t âkibete erişm ek emelile,
araların d a vaz geçilmez bağlarla bağlı ailesinin ade­
dini a rttırm a ğ a son derece ceht ve gayret gösterirdi.
Öte yandan, M uham m ed dinine m ensup d iyarların her
gün tenhalaştığını görüyoruz. B unun sebebi, aslında k u t­
sal olan bir fikir ve endişedir; bu fik ir ve endişe zih in ler­
de yerleşüp kaldıkça, hiç de büyük bir tehlike ve zarar
doğurm az. Bu fikre göre, M üslüm anlar birbirim ize başka
b ir âlem de buluşacakm ışız gibi bakarız. F aydalı ve
devam lı çalışm a, çocuklarım ızın refahını tem in at altına
alacak ihtim am ve gayretler, kısa ve geçici bir h ay atı aşa­
cak her hangi bir tasavvur, b ü tü n b u n lar bizler için garip
ve gülünç şeylerdir! Yaşadığım ız anın ra h a t ve h u z u ru n ­
dan m utm ain, istikbal için b ü tü n ko rk u lard an uzak oldu­
ğum uzdan, am m enin h ay ır ve m enfaatına hizm et eden
h e r hangi yapıyı tam ire en küçük bir arzu ve hevesten
m ahrum b ulu n u ru z; keza ne bir bayırı veya kırı ekilm eye
y a ra r ta rla haline sokmağa, ne de verim siz y erleri v erim ­
li hale getirm ek için ihtim am sarf etm eğe ihtiyaç ve arzu
duyarız. Um um î b ir duygusuzluk içinde, h er şeyi m u k ad ­
derata te rk etm iş bir halde yaşar dururuz.
Ya A vrupa’lıların büyük evlâda tanıdığı hakka ne
dem eli! Fikrim izce, tam am en boş bir düşünce m ahsulu
o lan bu hak adaletsizliğin tâ kendisidir! Ve h a ttâ nufusun
çoğalm asına m âni olan âm illerin başlıcalarındandır. Filha-
lrika, bu haksız hukuk telâkkisi sebebile, baba b ü tü n dik­
k a t ve ihtim am ını ev lâtlarından yalınız birine gösterm ek­
te , diğerlerine sadece sırtın ı çevirm ektedir. B ir tek kişi­
n in refah ve h u zu ru için, diğerlerinin felâketine göz yum -
İ r a n M e k tu p la rı F. 23
354 İ R A N M E K T U P L A R I

m aktadır. B undan başka, bolluk, zenginlik ve ihtişam ın'


yapıcısı olan vatandaşlarm m üsavatı esası da bu sebeple
yıkılm aktadır.
P a ris, 4 /K asım /1 7 1 8 -

M E K T U P 121

U sbek’te n R h e d î’ye

V en ed ik

V ahşilerin b a rın d ık ları m em leketlerin nüfu sları u m u ­


m iyetle azdır; bu da işlere, ve hele ziraata karşı duyulan.
tenbellik ve gayretsizlikten doğm aktadır. D uyulan bü
m eş’um istik râh ve nefret, o derece şiddetlidir ki, hasım -
larından b irine yağdıracakları lân et ve bedduaların en
m üthişi, onu tarlad a çalışır halde görm eyi tem enni etm ek­
ten ibarettir! N azarlarında en asil faaliyet tarzı, ve şeref­
lerine en yakışık olan iş, sadece avcılık ve balıkçılıktır.
Lâkin, bazı seneler gerek avcılık, gerek balıkçılık çok
az m ahsul verince de, bu insan k itleleri sık sık açlığın,
yoksulluğun pençesinde kıvranm ağa başlarlar. H albuki,
düşünm ezler ki, ister av hay v an ları olsun, ister b a lık la r-
olsun, b ü tü n b u n ların en çok koşuştukları ve h a ttâ içini
doldurup taşırd ık ları ülkeler, aynı zam anda insanlarla da
dolup taşan diyarlardır! B undan başka, vahşilerin o tu r­
du k ları en çok iki yüz, üç yüz nufuslu ve pek seyrek evli
İ R A N M E K T U P L A R I 355

köyler, vekdiğerlerinden o derece uzak k u ru lm u şlard ır ki,


h a ttâ birinin m enfaati iki im paratorluğunki kad ar diğerin-
ayrı ve uzak bulunur. Bu yüzden yekdiğerinin y a r­
dım cısı da olam azlar, esasen her birin in m âlik olduğu im ­
kân ve şerait, böyle bir yardım a aslâ m üsait de değildir.
V ahşilerde, birincisinden daha az vahim olm iyan baş­
ka bir gelenek daha v a rd ır: Bu korkunç itiy at da, ham ile
kadınların h er çareye baş v urup çocuklarını d üşürm eleri­
dir. Gebelik halinin çirkinliğile kocalarının görüş zevk­
lerini bozm am ak ve onlara dâim â güzel görünm ek endi­
şesi onları buna sevkeder ' !
H albuki, yaşam akta bulunduğum m em lekette, bu gi­
bi suçlara karşı çok şiddetli k a n u n lar var! H attâ, bu şiddet
gaddarlığa kadar gitm ektedir. G ebeliğini m ahkem eye ha-
verm eyen bir kızın karnındaki çocuk ölecek oisa, aııa
ölüm cezasına çarpılır Hicâp ve nam us kaygusu, h a ttâ
kazalar bile kendisini m azur gösterem iyor!...
P a ris, 9/K asım /1 7 1 8 .

d ) — M o ntesquieu, b u ta fs ilâ tı, la B rè d e ’deki k ü tü p h a n e s in ­


de b u lu n a n E tie n n e de F la c o u rt’u n (B üyük M a d a g a sk a r
a d a s ın ın ta r i h i 1655) u n v a n lı k ita b ın d a n a lm ıştır. B u
e serd e (fa sıl: X X IX , sa h ife : 93, Ç ocuk d ü şü rm e ) şöyle
d en iy o r: (S e fil k a d ın , m e m e le rin in d a h a d a b ü y ü y ü p , b u
y ü zd en ç a p k ın erk e ğ i ta r a f ı n d a n eskisi k a d a r sev ilm iy e-
te ğ in i a n la y ın c a , ya k a r n ın d a k i çocuğu d ü şü rü r, y a h u t d a
k u c a ğ ın d a k i bebeği b ir a n d a ö ld ü rü rd ü !)

( 2 ) — G eb eliğ in m a h k e m e y e b ey a n ı, H e n ri II. n in 1 5 5 6 /Ş u b at
fe r m a n ın d a n itib a re n , F r a n s a ’d a m e c b u rî k ılın m ış tır.
B u n d a n d a asıl m a k sa t, n u fu s u n is ta tis tik k o n tr o lü o l-
m ay u p , v aftizsiz ö len ç o c u k la r iç in k ilise n in g ö ste rd iğ i
tep k i, ç ık a rd ığ ı e m irn a m e le rd i.
(3) — ( ..................................................................;.................................................
Y eni d o ğ m u ş çocuk ö ld ü rm e su ç u n a g e lin ­
ce, b u d a ta h k ir ve ta h rik le r e m a ru z k a lm ış za v allı in s a ­
n o ğ lu n u n b u lu n d u ğ u feci b ir d u ru m d u r.
356 İ R A N M E K T U P L A R I

B ir k a d ın ki, y a a ğ ır b ir h ic a b a b ü rü n m e y i, y a h u ttâ
b u d ü n y a d a n çekilip g itm e n in ne o ld u ğ u n d a n b ih a b e r t a ­
lih siz b ir v a rlığ ın te le f edilm esi ş ık la r ın d a n b irin i te rc ih
e tm e si z a r u re ti k a rş ıs ın d a b u lu n u y o r!
B ö y le b ir k a d ın , n a s ıl o lu r d a h e m k e n d in in , h e m d e
b u z a v a llı v a r lığ ın m â r u z k a la c a ğ ı h ic a b ı s ilm e k iç in i k i n ­
c i ş ık k ı t e r c ih e tm e z ?
B u c ü rm ü önleyecek e n k u v v etli ça re, b ir tü r lü faz ilet
h a r m a n is in e sa rıla m iy e n ve b ü tü n k ö tü lü k ve s e fa h e tle -
r in m ü se b b ib i o la n zu lm u n k a rş ıs ın d a z a a fın ve z a v a llılı­
ğ ın k u d re tle h im â y e sid ir!)
B e cc aria , S u ç la r ve C ezalar, F asıl: X X X I, s: 280-281

N O T: O k u y u c u la rd a n , a y rıc a B e c c a ria ’d e n b u fa slın d ip ­


n o tla r ın ı o k u m a la rım r ic a ederiz. (m ü te rc im )
İ R A N M E K T U P L A R I 357

M E K T U P 122

U sb e k 'te n R herii'ye

V en ed ik

M üstem lekelerin tabiî sonuncu, koparıldığı diyarın,


zayıflayıp yoksul düşmesi ve bura y erlilerinin gönderildi­
ği m em leketlerin de nufusça her gün gerileyip fakirleş­
m esidir...
İnsanlar, yaşadıkları yerlerde k alm alıd ırlar; bazı öy­
le hastalık lar v a rd ır ki, iyi iklim in kötü iklim le değişm e­
sinden hasıl olur; yine öyleleri v a rd ır ki, bir iklim k ö tü ­
leşm esi olm adan sadece o yaşanan havanın değişm esinden
m eydana gelir...
H er m em leket de, tıpkı orada yetişen n eb atlar gibi,
havası da o diyarın zerrelerd e doludur. H attâ, bu zerre­
leri m uhtevi hava bizim m eyillerim izi, huylarım ızı y ap a­
cak kadar m üessir olur. Başka bir diyara gönderildiğim iz
zam an, hastalanırız. M ayilerin nasıl m uayyen kıvam ı, ko­
yuluğu olursa; sulp cisim lerin nasıl m uayyen bir incelm e
ve düzleşm e kabiliyeti varsa, ve her iki nevi scsam ın m u­
ayyen bir h arek et ve kım ıldanm a derecesine m alik olup
bu derecenin fevkine çıkm a tak a tla rı bulunm azsa, insan­
lar da öyledir; yeni bir hava ve yeni bir iklim e öyle ko­
lay intibak edem ezler, m ukavem et gösterem ezler, m ahv
olurlar!
358 İ R A N M E K T U P L A R I

Bir m em leketin nufussuz kalm ası, çöle benzem esi, o


m em leketin bazı tabii felâketlere (:ster toprak, ister ik ­
lim ) m aruz bulunduğuna alâm ettir. B unun gibi, insanları
m ss’u t bir diyarın sem asından alup, başka bir diyarın or­
tasına fırlatm akla, m uhakkak su rette üm it edildiğinden,
tam am en başka neticelerin m eydana gelm esine sebebiyet
verilm iş olur.
Eski R om alılar tecrübe ile bunu biliyorlardı. O nlar
b ü tü n m ücrim leri S ardunya adasına sürerlerdi. Orada, on­
ları Y ahudilerle m ezcederler ve Y ahudileştirirlerdi. Sonra
da bu kayıplarını unutm ak için, teselli ararlar, ve garip
bir sonuç hasıl olurdu. Filhakika, bu sefil kitleye b esle­
dikleri zillet ve ist:hkar hissi, bu kaybın tesellisini onlara
kolaylıkla verirdi!
B üyü Şah Abbas, T ü ık le rin hudut boylarında büyük
o rdular beslem e im kânını yok etm ek için, oralarını y u rt
idinm iş E rm enilerin heosm i buradan çıkardı; bunlardan
yirm i binden fazla aileyi G uilan y ay lalarına yerleştirdi.
L âkin b ü tü n bu kitleler çok geçm eden m ahv olup gitti.
C onstantinople şehrinin kalabalıklaşm ası için, civ ar­
dan getirilen büyük kitlelere rağm en, bu gayede aslâ m u ­
vaffak olunam am ıştır. Şaşılacak kadar çok A frika zenci­
lerinin doldurulm asına rağm en, A m erika k ıt’ası çöl olm ak­
tan k urtulam am ıştır. A drien’nın hüküm darlığı zam anında
vuku bulan Y ahudi katliam ından beri F ilistin ’de nufus
yoktur. Dem ek ki, büyük katliam ve im haların telâfisi
m üm kün değildir; bunu açıkça itira f etm ek lâzım dır.
Çünkü, bu dereceye kadar tah rip edilen bir m illet, kolay
dirilem iyor; ve şâyst bir gün kaderin yardım ile kendini
toplayabilse bile, bunun için asırların ark a ark ay a gelip
geçmesi icabedecektir.
M illet zaaf ve gevşeklik içinde şaşkın, ve o sana b ah ­
settiğim basit gibi görünen ahval de inzim am ederse, iş­
te azizim o zam an işler b ü sbütün karışıp perişan o lu r;
İ R A N M E K T U P L A R I 359

bu takdirde a rtık o m illet için yalınız felân üm idi y ık ıl­


mış olmaz, fakat her gün biraz daha eriyüp dağılm ağa
başlam ak suretile, nihayet o m illetin inkıraz bulm asına
kadar dayanır!
M au rlar’ın İspanya’dan koğulm asından sonra hasıl
olan boşluğun, ilk günkü şiddeti halâ d u y u lm aktadır 1
Bu boşluğun doldurulm ası şöyle dursun, h er gün daha da
derinleşip genişlem ektedir.
A m erika’nın ıssızlaşıp çöl haline gelm esinden beri,
eski yerli halkın yerini alan İspanyollar, bu k ıt’ayı aslâ
nufusla g ü ld irm e d ile r; b il’âkis, İlâhî adalet deye isimleş-
dirm ekten kendim i alam adığım bir şeam etle, bu diyarın
yakup yıkıcıları şim di ayni akibete sürüklenm ekte, kendi­
rleri de yanup yıkılm aktadırlar! 2.
Şu halde, tâcid arlar m em leketlerini m üstem lekeler
sayesinde insanla zenginleştirebileceklerini zinhar a k ıl­
la rın a getirm em elidirler. M am afih, ben böyle söylem ekle
bazı defa bunun m üm kün olabildiğini in k âr etm iş olmi-
yorum . Öyle iklim ler v a rd ır ki, insanlar oralard a dâim â

(1 )— E ski M a u rita n y a d e n ile n k ıt’a n ın y e rlile rin e v e rile n isim .


B ilâ h a re şim a lî A frik a ’d a b u g ü n B e rb e rî’le rin y a ş a d ık la rı
y e rle rin eski sa k in le rin e v erilm iştir.
K a r ta c a lıla r b u ü lk e le ri z a b t edince, y erlilere M a u r
y a h u t M or a d ın ı verd iler. A ra p la rın Is p a n y a ’yı f e th i ile
de, İb erik y a rım a d a s ın a g irm iş o ld u lar.

(2) — B u m e v zu d a M o n te sq u ie u ’ye ışık t u ta n eser, le B re d e ’d ek i


k ü tü p h a n e s in d e ele geçen p a p a z V a y ra c (B u g ü n k ü İ s ­
p a n y a devleti, cilt: I. s: 74) e se rin d e şöyle d en iy o r: (M o r­
la r ın ve Y a h u d ile rin s ü rg ü n ed ilm e leri b ü tü n E n d ü lü s ve
G re n a d a , C o rd o v a ve M urcie k ır a llık la rın ı ıssız b ir çöl h a ­
lin e g e tirm iştir. L âk in , n u fu s u n e riy ü p k ır ılm a s ın a asıl
sebep, H in d is ta n ’ın k e şfid ir. O ra y a b in le rc e İsp a n y o l a k ­
tı. B ir k ısm ı d a h a y o lla rd a öldü. O ra y a v asıl o la n la r ın
ise, d ö r tte b iri g eriye d ö n m ed i!)
360 İ R A N M E K T U P L A R I

çoğalıp gelişirler. B una bazı gem ilerin yanaşıp b ıra k tık ­


ları h astaların çok geçm eden hayata yeniden gülüm sedik­
leri adaları şahit gösterebiliriz 3.
H eyhat, bu m üstem lekeler m uvaffak oldukları zam an,
m etbu devletlerin hâk im iy etlerin i a rttırac a k ların a , h il’-
âkis onu parçalayıp bölerler! Şâyet, bu hâkim iyetler pek
vasi olmaz ve m üstem lekeler m ünhasıran ticaret maksa-
dile işgal edilm iş m ahdut p arçalardan ibaret olursa, o za­
m an bahsettiğim iz hâkim iyetin parçalanıp bölünm esine de
lüzum ve z a ru re t kalm am ış olur.
İspanyollar gibi, K artacalılar da vaktile ya A m erika
k ıt’asını, ya da bu k ıt’anın bazı büyük adalarını keşfetm iş­
ler ve bu raİarla h a y re t edilecek bir ticarî m ünasebet k u r ­
m uşlardı. Lâkin, y erlilerin gittikçe azaldıklarını görünce,
bu akıllı C um huriyet hem bu ticareti, hem de bu ülkelere'
gem ilerle seyahati teb aaların a yasak etm işlerdi.
C esaret edip söyleyebilirim ki, İspanyolları H indis­
ta n ’a gönderip yerleştireceklerine, gerek h in tlile ri gerek
m elezleri y u rtla rın d a n kaldırıp Ispanya’ya y erleştirecek­
lerdi!...
Bu k ıraliy et yer yüzünde dağılm ış b ü tü n tebaalarını
bir araya toplam alı, hepsini getirip an av atan a y e rle ştir­
m elidir. Ve şâyet, m âlik bulunduğu m üstem lekelerden

(1) — B elki de m ü e llif b u n u n la B o u rb o n a d a s ın d a n b a h s e tm e k


istiyor.
(M o n te sq u ie u ’n u n n o tu .)
L âk in , b u a d a d a n d a h a önce b a h s e d e n E tie n n e d e F la -
c o u rt o lm u ş tu r. (B üyük M a d a g a sk a r A d ası T a rih i, P a ris,
1658, cilt: II. F asıl: X X V III, s: 259) eserin d e, sü rg ü n e
g ö n d e rile n 12 F ra n s ız ’d a n b a h se d iy o r; b u F ra n s ız la rın
s ü rg ü n ed ild ik le ri a d a d a üç se n e k a ld ık la rı, f a k a t h iç b ir
h a s ta lığ a y a k a la n m a d ık la rı b e lirtilm iştir. ( A r a la r ın d a n
b ir k a ç ı o ra y a h a s ta g itm işle r, lâ k in a d a y a v a rır v a rm a z
iy ileşm işle rd ir.) diyor.
İ R A N M E K T U P L A R I 361

yalınız yarısını m uhafaza etm ek basiretini gösterebilsey-


di. bu devlet A vrupa’nın en çekin:'lecek hüküm ranlığı h a­
line gelirdi.
İmparatorlukları bir ağaca benzetmek kabildir; bir
ağaç ki, en uzun dallar gövdenin usaresini akıtıp israf
eder, ve bütün yapabildiği şey, bir parça gölge verebil­
mekten ibaret kalır!
Uzak ülkelerin fetih belâlarından tâcid arları daim a
ib retle korkutabilecek en büyük m isâl İspanya ve P o rte ­
kiz’dir. Bu iki galip ve m uzaffer m illet, geniş k ırallık ları
aklın pek de kabul edem iyeceği bir sü r’at ve suhuletle
fethetm işlerdi. G alipler, m ağlup m illetlerin bu beklenm i-
yen çöküşlerinden d uydukları şaşkınlıktan çok daha faz­
la, kendi zaferlerinin ihtişam ından hay rete düşm üşlerdi;
şim di bütün endişeleri, bu m ağlûp m illetlerin m uhafazası
idi; ve bunun için de her biri başka bir yoldan yürüdü.

İspanyollar, bu m ağlûp m illetleri sadakat bağı ile k en ­


dine bağlam ak için, onları im ha etm eyi ve yerlerin e Is­
p a n y a ’dan sadık kitleler getirm eyi k ararlaştırd ılar. D ün­
yada hiç bir korkunç m erâm , bu derece ihtim am ve dik­
katle, bu kad ar plânlanm ış m üddeti kem al sadakatle m ev­
kii tatb ik e konm am ıştır! Bu b a rb a r kitleler, o m üstem le­
kelere ayak basar basmaz, b ü tü n A vrupa nufusu kadar
kalabalık b ü tü n bir m illetin, top yekûn yer yüzünden si­
linip eridiği görülm üştür! Bu kanlı katiller. H indistanı
keşfederlerken, rastlad ık ları insan lara yer yüzünün en za­
lim ve kanlı devrin dahi başlam ış olduğunu gösterm iş olu­
yorlardı! Bu vahşet sayesinde, bu d iy arları kendi hâkim i­
y etlerinde tu ttu la r. Şimdi, sen bir m uhakem e et!

Neticesi böyle olunca, fetihler m illetler için ne büyük


bir şeamet oluyor! Hele yegâne çare de bu olunca, var sen
362 İ R A N M E K T U P L A R I

hesapla! Filhakika, m ilyonlarca insanın bir tek hâkim iyet


altında ita a ta nasıl icbar edilebilecektir? Bu derece uzak
d iyarlarda, bir iç m uharebeye nasıl m üsam aha olunabile­
cektir? D iğer tara fta n , şayet önlerine çıkan bu yeni ilâh­
lara ve onlardan kopacak y ıldırım lara karşı gelm ek im ­
kânı kendilerine verilseydi, sonuçları neye varırdı, acaba?
P ortekizlilere gelince, b u n lar tam am en aksi bir yol
tu ttu la r. B unlar, şiddet ve dehşet tarafın a gitm ediler. Amâ,
bu sefer onlar, bu keşfettikleri diy arlard an tam am en ko-
ğulup atıldılar!...
H o l l a n d a l I l a r is e , d a h a b a ş k a b ir u s u l k u lla n d ıla r;
b u n l a r d a m a h a l l î e ş k iy a l ığ a y a r d ı m v e m ü s a m a h a g ö s t e r ­
d ile r v e b i t t a b i b u n d a n d a is t if a d e e t t i l e r .

Şim di bir düşünelim , acaba bu fetihlerin akibetini


hangi tâcidar arzulayabilecektir? Bu şa rtla r altında bu
yayılm aları kim ister? Bu arzu ile yan an lard an bir kısm ı,
g irdikleri y erlerden koğuldular; bir kısm ının yerleştik ­
leri ülkeler de, terk e ttik le ri vatan misâli, bir çöl gibi sa-
raru p kurudu, katılaştı.
K endi m em leket:nin yoksulluğa düşm esi pahasına, bu
başka d iyarların fâtihi kah ram an ın kaderine gelince, er
geç, heyhât, bu fethedilm iş yeni diy arlard an da atılacak ­
tır! Y ahut, eninde sonunda yıkılıp göçecek, diğer m illet­
lerin boyunduruğuna girecektir. Tıpkı, b ü tü n varlığını
harciyarak, kendine bir heykel satın alan ve onu denize
fırlatan, y a h u ttâ m uhteşem ay n alar alup hem en a y a k la rı­
nın altında parçalayan duygusuz ve düşüncesiz insana
benzer!

P aris, 18/Kasım/1718.
M E K T U P 123

U s b e k ’t e n R h e d i’y c

V e n e d ik

Hükümetlerin itidal ve yumuşaklığı nufusun çoğal­


m asına şayan hayret derecede yardım eder B ütün Cum ­
h uriyet idareleri bunu ispat ediyor. H attâ, bunun içindir
ki. İsviçre ve H ollanda, tabiî teşekkülleri itibarile A vrupa’­
n ın en kötü to prakları oldukları halde, nufus itibarile en
zengin m em leketlerdir.
Yabancıları bir diyara çekecek en büyük kuvvet, hür
riyet ve servettir; onlar hep bu n ların peşinde koşarlar.
H ü rriy et bizzat kendisi için aranıp isten ir; servet ise, h a n ­
gi m em lekette bulunursa, ihtiyaçlarım ız bizi oraya doğru
sıkıca çeküp sürükler.
E beveyinlerinin gıdaları azaltılm adan, çocukların bol­
luk ve bereket içinde büyütüldüğü diy arlard a da nufus
s ü r’atle artar.
Alelâde ahvalde, r e f a h ‘nim etini de eşitleştiren v a ta n ­
daşların m üsavatı, m illetin bütün siyasî varlığına bolluk
ve bereket getirir, hay atiy et v e rir; bu halile b ü tü n bu be­
reket ve canlılık vatanın en hücra köşelerine kadar y a ­
yılır.
( 1 ) — T a r ih im iz i a lâ k a d a r e t t i ğ i n d e n 19 m e k t u b u n t e k r a r o k u n ­
m a s ın ı r ic a e d e r iz . « m ü te rc im »
3«i İR A N M E K T U P L A R I

H albuki, İstibdat idaresile yaşayan bir m em lekette


hal böyle değildir; tâcidar, saray m ensupları, y âranlar, dal­
kavuklar b ü tü n servete sahip oldukları halde, m illetin di­
ğer kalan kısm ı sonsuz bir yoksulluk içinde istiraptan
inim inim inler!..
Şayet, bir adam huzurlu bir öm ür sürm üyor, y ap a­
cağı çocukların kendinden de daha sefil olacaklarına ina-
niyorsa, elbetteki evlenm iyecektir. Ve şâyet, evlenecek da­
hi olra, h ayata ait b ü tü n huzur ve saadetini kaçırdıktan
m aada, bir gün babalarının bulunduğu şa rtta n da daha
elim şa rtla r içinde iztiraplar çekerler vehm ile, aslâ b ir
kaç çocuk babası olm ak istem iyecektir!
İtiraf eylem eliyim ki, basit b ir çiftçi veya bir ren çb er
öyle değildir. Böyle birisi bir k erre evlenince, ister zengin
ister fak ir olsun um ursam az, ve nufusunu a rttırm ağ a b a ­
kar. Aslâ endişelere kapılm az. O, dâim a çocuklarına b ıra ­
kacağından k a t’iyyen em in olduğu b ir m irâsı v a rd ır: T ar­
lasında kullandığı yaba! Bu sebeple tefek k ü r ve m ü lâh a­
zaları bir tara fa atarak, şevki tabiîye kapalı gözle kendi­
ni b ıra k ır ve hiç bir şeyi buna m âni olamaz.

Lâkin, sefalet içinde sa ra ru p solan bu çocuklara m a­


lik olm ak da neye yarar? D oğum ları ölüm ler takip eder!
Aslâ m utluluğa kavuşam azlar. Zayıf ve derm ansız, b in
vesile ile yavaş yavaş yıkılır, telef olur giderler. K alan ­
lar da sefaletin veya kötü gıdaların sık sık yaptığı um um î
hastalık afetlerinde toptan toprağa göm ülür. B ütün b u n ­
lardan yakasını k u rta rıp erginlik yaşına erişm iş gençlere
gelince, bu zavallılar da geri k alar öm ürlerini derm ansız­
lık ve halsizlik içinde adeta sürükleyerek bitirirler.
İnsanlar tabiî n ebatlara benzerler, iyi gözetilip b ak ıl­
m adıkça aslâ gelişip gürbüzleşem ezler. B unun için, sefil
m illetlerde nufus, gün geçtikçe azalır ve h a ttâ bazan d a
İ R A N M E K T U P L A R I 365

yalınız azalm akla da kalm az, o in: anlar anorm al bir b ü n ­


yeye m âlik olurlar.
B ütün bu söylediklerim için F ra n sa ’da büyük m isâl­
ler v a rd ır; geçm işteki m uharebelerde, b ü tü n aile çocuk­
larının silâh altına alın m aları korkusu, gençleri evlenm e­
ye m ecbur ediyordu Böylece, gençler henüz pek nahif
sayılacak bir çağda ve henüz sefaletin kucağında iken y u ­
va sahibi oluyorlardı. Böylece bir evlenm eden de tabiî pek
çok çocuk doğuyordu; ancak sefalet, açlık ve h astalıklar
bu doğum ları sü r’atle çeküp toprağa veriyordu.
Bu kadar p arlak ve m avi bir rem â altında, bu derece
h u zu r ve sükûn içinde yaşayan F ransa gibi m es’u t bir di­
yard a hal böyle olursa, başka devletlerde bu vaziyet nice
olur, var sen kiyas et?
P a ris , 23/K asım /1718.-

(D — M ilislerin lağvi h a k k ın d a k i 26/O cak/1701 ta r i h li fe rm a n ,


tıp k ı 2 9 /K a sım /l6 8 8 n iz a m n a m e si gibi, a s k e rin y alın ız b e ­
k â r la r d a n to p la n a c a ğ ın ı em red iy o rd u .

(B e rc k h a u sa n )
365 İ R A N M E K T U P L A R I

M E K T U P 125

U sb ek ’te n R h c d i y e

V ene dik

Acaba tâcidarların, çevrelerine bu derece cöm ert


davranm alarına, bu kadar ihsanlar, atiyeler dağıtm alarına
sebep ne olabilir? Yoksa, m aksatları bu sayede onları k en ­
dilerine iyice bağliyabilm ekm idir? E ğer m eram ları bu ise,
zaten bu adam ların değerlerinin binlerce m isillerini k en ­
dilerine daha önceden de ödemiş b u lu n u y o rlar; bundan
m aada, şâyet bir hü k ü m d ar tebasının bazılarını satın al­
m ak suretile onları kendine bent edebildikleri doğru ise,
bu takdirde diğer bir kısım teb aaların ı yoksul hale sok­
m akla da, bunları da kaybediyorlar dem ektir!..
H ü küm darların d u rum larını kafam da canlandırıyo­
ru m ; onları, etra fla rı haris, tam ah k âr ve doym ak nedir
bilm ez in sanlarla çevrili görüyorum ; bu acıklı h a lle rin ­
den dolayı da onlara aciyorum . Hele bu aç gözlülerin hiç
bir şey verm eden, daim a en yüksek tarifeden isteklerde
b ulunuşlarına m ukavem et edem iyecek kadar zaaf gösteren
bu hü k ü m d arların durum una acım a duygum gittikçe de
artar.
Bu tâcidarların ard ı arkası kesilm ez lü tu f ve in ay et­
lerinden, bağladıkları m aaş ve tah sisatlard an bahis açıl­
dıkça, kafam a binlerce düşünceler yığılır; zihnim bu fi­
İ R A N M E K T U P L A R I 367

k irle rle dolup taşar; neler düşünm em , neler!.. Ve nih a­


y et fikren, şöyle bir ferm an bile tanzim ederim :
«Tebaamızdan bazılarının yorulmak bilmez azım ve
gayretle ve mütemadi surette hükümdarlık şevket ve aza­
metimizin kerem ve sahavetine sığınarak bizden maaş ve
tahsisat bağlanmasını niyaz edenlerin müracaatları o mik­
tarı bulmuştur ki, şu ana kadar taç ve tahtın şefkat ve
ihtimamına müyesser bu nimetin tevziinden badema vaz­
geçmek zaruretinde kaldık. Bu tebaamız, tahta oturduğu­
muz günrîenberi, bulunduğumuz her yerde huzuru şaha­
nemize ç kmayı aslâ ihmal etmemişler; daima yollarım ı­
zın kenarın a dikili kazıklar nizamile dizilmişler; en yük­
sek umuzların üzerinden başlarını kaldırarak çehremiz­
deki saadet ve tatlığı, saffvet ve hayırhâhlığı hayranlıkla
tcmasû etmişlerdir...
Bu arada cinsi lâtif tebaamızdan da bir hayli arizeler
almış bulunuyoruz. Onlar dahi, nafaka ve gelirlerinin pek
az olduğundan sıkıntı içinde yaşadıklarını, bu sebeple
atifet ve semahatımıza sığındıklarını arzetmektedirler.
Hattâ, bunlardan bazıları, yaşları fazlasile geçkin, son
derece kartlaşmış kadınlardır; başları titreyerek bize hi-
tabetmekte, ecdadımız olan kıratların sarayında, vaktile
birer ihtişam ve nadide zinet olduklarını, büyük kuman­
danlarımızın askerî dehâ ve meharetlerile düşmanlarımızı
devletimizden nasıl yıldırmışlarsa, kendileri de fitne, hile
entrika ve aşikâne münasebetlerle sarayımızın şeref ve
şöhretini öylece göklere çıkardıklarını fısıldamaktadırlar!
İşte bütün bu sebeplerden dolayı, dilekçe sahiplerinin
hepsinin dileklerini yerine getirmek, taç ve tahtın kerem
ve sehavetini driğ etmemek düşüncesile, aşağıdaki tedbir­
lerin alınmasını emretmiş bulunuyoruz:
Beş çocuk sahibi bütün işçiler, her gün çocuklarına
verdikleri ekmeğin beşte birini kesip tasarruf edecekler­
368 İ R A N M E K T U P L A R I

dir. Bütün aile reislerine, aile efradından her birinin na­


fakasını, elinden geldiği kadar bir dürüstlük ve adaletle,
kısacaklardır. Aile şirketi emvaline ait arazilerde, yalıut
müstakil çiftliklerde zeriyatı ve buralarda her türlü ona­
rım ve gelişmeyi, yine tasarruf mülâhazasile, menetmiş
bulunuyoruz.
Bundan böyle, adî ve mihaniki işlerde çalışan ve hu­
zuru şahanemize hiç görünmemiş bulunan bütün işçilerin
gerek kendileri, gerek eşleri ve gerek çocukları, ancak
dört senede bir yeni elbise satın alabileceklerdir. Keza,
onları senenin başlıca bayramlarında yaptıkları şenlikler­
den de, israfı önlemek maksadiyle, mahrum etmiş bulu­
nuyoruz.
Güzel şehirlerimizin sakinlerinden ekserisinin bütün
gayretlerini, kızlarını evlendirip evbark sahibi yapabil­
mek için harcadıklarını öğrenmiş bulunuyoruz. Yine bize
arzedildiğine göre, bu kızların devletimizin şan ve şerefine
nisbeti, ancak malik oldukları hazin ve can sıkıcı bir teva-
zud.an ibarettir. İşte şimdi biz, hükümleri ihlâl edilen ve
kızların evlenm e yaşlarının asgarî haddini tesbit eden fer­
manların hükümlerine riayet edilmek üzere ana babaları,
kızlarını evlendirmekten menediyoruz. Hakimlerimizi de
çocuklarım fikren yükseltmek, tahsil ve terbiyelerile uğ­
raşmakta alakoyuyoruz 1.»

< 1 ) — S a ra y m e n s u p la rı ve k ıra liy e t im tiy a z ve n im e tle rd e p e r-


v erd e o la n la r la y a p ıla n b u a la y lı te n k it, fe r m a n ın ta n z im
şek li de d a h il o lm a k üzere, h ep si bizi XIV. L o u is’n in d ev ­
r in e g ö tü rü y o r. F ilh a k ik a , 1721 b a s k ısın d a b u m e k tu b u n
ta r ih i ll/O c a k /1 7 1 5 dır. A. A d am ın fik rin ce, M o n te s-
cıuieu’n u n b u ta r ih i d a h a s o n ra y a a t n ı n ı n sebebi, ( te h ­
lik eli te fs irle ri) ö n le m ek tir.
A n to in e A dam , (M o n te sq u ie u ’n u n b ü y ü k g ö rü şleri,
s a h ife : 315.)
İ R A N M E K T U P L A R I 369

M E K T U P 126

Rnka’dan

Ö m rünü hak yolunda harcay an ların nail olacakları


huzuzatm neler olacağı hakkında bir fikir edinm ek iste­
nince, hem en b ü tü n dinler büyük m üşkülâta m aruz kali-
yorlar! K ötü ru h la rı uzun sürecek ceza te h d itle ri altında
k orkutm ak m üm kün oluyor; lâkin, faziletli insanların
nasiplerini hem en açıklam ak, gösterm ek o k ad ar kolay
olm uyor, sadece bazı vaadlerden ibaret kaliyor! ö y le zan­
nediliyor ki, bünyesi itibarile huzuzatm tem adisi kısa sü­
rü y o r, m üfekkire ve tah ayyül sair huzuzatı ise, öyle ko­
lay canlandırıp ortaya koyam iyor!...
H attâ, cennetin öyle tasvir ve tariflerin e rastlam ışım -
d ır ki, b u n ları öğrenen iyi niyetli insanların bile boş ve­
rip oraya girm eyi reddetm eleri gayet kolaydır. B ir kısım
akıllılar oradaki m utlu hayallere durm adan fü lü t çaldırır,
diğerleri ebedî gezinm e işkencelerile insanı ü rk ü tü r du­
r u rla r'...
Sırası düşm üşken, şim di hatırladığım bir hikâyeyi de
an latayım : Bu hikâyeyi M oğolistan ülkesinde bir yerliye
söylerlerken duym uştum . Bu hikâye g österir ki, oranın
y e rli ruhanîleri, dim ağlarda yaşatılan ve cennetin huzu-
zatm dan istifade edenlerden daha anlayışlı değildir!..
İşte o şehirde, az bir m üddet önce kocasını kaybeden
b ir kad ın m erasim le beldenin valisinin huzuruna kabul
e d ilir; Validen ateşte, yakılm asına m üsaade edilm esini is<
İran Mektupları F, 24
$70 İ R A N M E K T U P L A R I

ter. Lâkin, M üslüm an dinine tâbi m em leketlerde bu kor-'


kunç geleneğe son verilm iş olduğundan, vali kadm m is-'
teğini k a t’î su re tte red eder.
Y alvarışlarının neticesiz kaldığını gören kadın, m ü t­
hiş bir tehevvüre tu tu lu r: (Ah, görüyorm usunuz n asıl
zulum ediyorlar! Dem ek ki, kendini yakm ak isteyen za­
vallı bir kadının bu isteği de çok görülüyor, öylem i! A ca­
ba d ü nyada bu gaddarlığın daha bir eşi görülm üşm üdür?
Halbuki, annem , teyzem , halam , hem şirelerim , hepsi h ep ­
si pek alâ kendilerini yakm ışlardı! Ve fak at şim di sıra
bana gelince, işler değişti! Sıram ı kullanm ak için, bu m en­
fu r valiye baş vuruyorum da, zalim adam , bu haklı ve
m asum isteğim e kızıyor, köpürüyor, ateşler kusuyor ve
kudıırm uşcasına bana saldıriyor!..) 1
T esadüfen orada genç bir Budda m ezhebi rahibi b u ­

( 1) _ M ü ellife k a y n a k o la n T a v e rn ie r (H in d is ta n a s e y a h a t,
1664, 1810 b ask ısı, sa h ife : 198-199.) şöyle diy o r: (B ir k a ­
dın o tu rd u ğ u m a h a llin v a lisin d e n izin a lm a d ık ç a , k o c a ­
s ın ın cesedi ile b irlik te k e n d in i y ak am az. Ve M u h a m m e d ’-
in d in in e m e n su p v a lile r ise, b u k o rk u n ç g e le n e k te n n e f ­
r e t d u y a rla r. O n u n iç in bu izni kolay k o la y v erm e zle r!)
B e rn ie r (S e y a h a tla r, 1709, cilt II, sa h ife : 106-107) şu
ta fs ilâ tı v eriy o r: (M u h am m ed d in in e m e n su p m ille tle rin
b a ş ın d a k i h ü k ü m e tle r b u v a h şi g elen e ğ in d ü ş m a n ıd ır la r
ve e lle rin d e n geld iğ in i k a d a r b u n a m a n i o lu y o rla r... BU
seb eple k e n d in i a te şe a tm a k istey e n k a d ın la r ı d a h a önce
b u lu n d u k la rı belde v a lile rin d e n izin a lm a ğ a ic b a r e d iy o r­
la r. O n la r d a h u z u r la rın a g e tirile n b u k a d ın la r a g e re k e n
n a s ih a t ve ih ta r la r ı y a p m a k ta , iy ilik leri ve h u z u r la rı için ,
k e n d ile rin e v a a d le rd e b u lu n m a k ta ve a n c a k b u n la r d a n
c in n e t g e tird ik le rin e ve a s lâ yola g e lm elerin e im k â n o l­
m a d ığ ın a in a n d ık la rın a b u m ü sa a d e y i pek e n d e r o la ra k
v erm ek ted irler.»
M üellif, e se rin d e b u n d a n b a ş k a , a rk a d a ş ı ve M ogof
s a ra y ın d a m u h a r r ir B e n d id a s’ın k a r ıs ın ı b u y a n m a d a n
n a s ıl v az g eç ird iğ in i de a n la tm a k ta d ır .
İ R A N M E K T U P L A R I 371

lunuyorm uş. Vali onu orada görünce: (İm ansız, dinsiz


adam! Sakın bu çılgınlığı bu kadının zihnine sen koym uş
olm iyasm !) der. R ahip hiç' istifini bozm adan, (H ayır, der,
asla! B unu ona söyleyen ben değilim . Lâkin, şâyet benim
reyim e baş vursaydı, kendini feda etm ek hususundaki
azım ve iradesini takdis eder, m utlulardım . Böylece. o
B rahm a A llâhına harikulade bir ibadette bulunm uş olur­
du. Bu suretle de bu faziletinin m ükâfatını lâyıkile gör­
m üş bulunurdu. Göçüp giden kocasını başka bir âlem de
yeniden bulacak ve onunla ikinci bir izdivaç h ayatına tek ­
ra r başlam ış olacaktı.)
K adın rahibin bu sözleri karşısında adeta donup kal­
m ıştı; büyük bir korku içinde: (nasıl, ne dedin? deye
haykırdı. K ocam la yeniden m i buluşacağım ? Bu söyledik­
lerin doğrum u? A m an yarabbi! N eler duyuyorum ! L âkin
ben vazgeçtim , kendim i y akm aktan tam am en vazgeçtim !
Kocam, öyle suratsız, öyle aksi, öyle kıskanç, hele o de­
rece yaşlanm ış, yıpranm ış idi ki, şüphesiz eski halile ona
taham m ül edemem! U lû T an rı kendisinde bazı değişiklik­
ler, yücelikler yapm azsa ben a rtık onun için yokum ! B un­
dan sonra onun için kendim i yakm akm ı?.. Onu cehenne­
m in dibinden çıkarm ak için h a ttâ serçe parm ağım ın ucu­
n u bile kıpırdatm am ! Beni yoldan çıkarm aya çabalayan
iki ih tiy ar Budda rahibi, benim kocam la nasıl bir bağ k u ­
ru p yaşadığım ı pek alâ biliyorlardı. Böyle olm asına rağ ­
m en, bana b ü tü n b u n ları söylem ek faziletini gösterm edi­
ler. Lâkin, m adem ki B rahm a A llâhının bana revâ göreceği
b ü tü n u hrevi saadet bundan ib arettir, ben de bu büyük
arm ağanı b ü tü n kalbim le reddediyorum . B üyük Vali Faşa
H azretleri, ben M uham m ed dinini kabul ediyorum .) Ve
sonra orada d uran B udda rahibine dönerek: (Size de ge­
lince, rahip efendi, siz de isterseniz gidip kocam a deyiniz
İRAN M E K T U P L A R I

ki, sıhhatim A llâh’a çok şükür m ükem m eldir ve ben de


b u n d a n son derece m em nun bulunuyorum !) dedi.
P a ris , 2 /A ra lık /1 7 1 4

M E K T U P 127

Rifca’dan Usbek’e

S eni y arın burada bekliyorum ; m am afih. İsfahan’dan


adına gönderilen m ektuplarını sana yolluyorum . B anâ ge­
len m ek tu p lard a okuduğum a göre. B üyük Moğol elçisine
kıraliy et h u d u tların d an çıkm ası em ri verilm iş. Keza, k i­
ralın tah sil ve terbiyesile uğraşan am cası p rensin de te v ­
kif edildiği ilâve olunuyor. K endisini bir şatoya götürm üş­
ler, orada son derece sıkı bir şekilde m uhafaza altına
alınm ış; bundan başka, haiz bulunduğu b ü tü n rü tb e ve
şereflerden de m ahrum edilm iş '. P ren sin bu akibetine
ç o k m üteessir oldum ve ona ziyadesile acıdım.
Sana itiraf edeyim, Usbek, göz yaşı döken insanların
önünde kalbim daima parçalanmış, bahtsızlar için dâima
İnsanî duygularla titremişimdir! Kalbimde hasıl olan so-

( 1) _ M üellif, böylece, C e lla m a re ta r a f ı n d a n te r tip e d ile n s u ­


ik a s tın u s ta c a ve m ü d e b b ira n e e ş h a s d eğ işik liğ in i y ap m ış
oluyor. İ s p a n y a n ın P a ris elçisi p re n s C e lla m are , F r a n s a ’­
n ın genç h ü k ü m d a rı XV L o u is’n in ö lü m ü h a lin d e , t a h t a
ç ık m a ğ a n a m z e t P h ilip p e v . n a m ın a , k ır a l n a ib in e b ir
su ik a s ıt h a z ırla m a k la m eşg u ld u . B u se b e p te n 9 /A r a lık /
1713 ta r ih in d e te v k if edildi ve h u d u d a sevkedildi. S uç
o r ta ğ ı o la n X IV L o u is’n in m a d a m M o n te sp a n ’d a n ev lilik
İ R A N M E K T U P L A R I 373

ğııkluk ve katılık, onlar o yükseklerden düşer düşmez


ılıklaşıp yumuşamıştır!..
F ilhakika, ikbal ve saadet devirlerinde, irtifa la rd a
b ulu n d u k ları zam an, faydasız bir şefkat ve m uhabbet on­
ların ne işlerine yarar? Bu d uygular eşitliğin de bir b u r­
hanı gibi tezah ü rata sebebiyet verir. Öyle devirlerde ise,
onların asıl istedikleri, bilhassa bekledikleri sevgi, şef­
k a t değildir; fakat h ü rm e ttir, tâzim dir, u b û d iyettir, alça­
lıştır! Bir kere ihtişam ve satvetlerinden, o yüce irtifaların -
dan y uvarlanıp düşm e felâketine m aruz kald ılar mı, daha
felâketin vukuu ile b irlikte her şey de b erab er y u v a rla ­
n ır; ne hürm et, ne tazim , ne ubûdiyet, ne de hiç bir şey
kalm az, çöker gider! Bu andan itibaren de bütün görüp
ü m it edebilecekleri şey, bizim şefkat ve m uhabbet duygu­
larım ız, içimizde onlara duyduğum uz sonsuz acıma hissin­
den ib aret kalır.
D üşm anlarının eline esir düşm ek üzere bulunan bir
h üküm darın sarfettiği sözlerde, saffet ve ihtişam hisse­
d erim ; bu kahram an prens etrafın ı saran yakınlarının,
kendi âkibeti için duydukları acı ve döktükleri göz yaş­
larını sey rettik ten sonra onlara döner: (Göz yaşlarınıza
bakıyorum da, onlarda hâlâ kiralınız olduğumu görüyo­
rum!) der. 1.
P a ris, 3 /A ralık /1 7 1 8

d ışı d o ğ m u ş oğlu, d u c d u M aine, a y n i z a m a n d a X IV .


L o u is’n in v asiy eti m u c ib in c e yeni h ü k ü m d a rın ta lim ve
te rb iy esile de m u v azzaf, m ü re b b isi idi. o d a, k ıs a b ir t a h ­
k ik a tı m ü te a k ip , 29/A ralık /1 7 1 8 ta r ih in d e te v k if e d ile re k
D o u llens ş a to s u n a h a p sed ild i.

41) — B u sözler, A rb eles m u h a re b e si m a ğ lû b u k ır a l D a riu s Co-


d a m a n ta r a f ı n d a n e tr a f ın ı s a ra n so n k a la n v e f a k â r la ­
r ın a h ita b e n sö y le n m iştir: (F id es v e s tra e t c o n s ta n tia
u t re g e m m e esse c re d a m fa c it.)
Q u in te -C u rc e (De gestis A le z a n d ri, v, 6)
374 İRAN M E K T U P L A R I

M E K T U P 128

Rika’dan İbben’e
İzmir

Belki de bin defa, İsveç kiralın d an bahsedildiğini


duym uşsundur. Norveç adı verilen birleşik bir k ıraliy ette
ta h t sahibi bulunuyor. G eçenlerde, refak atın d a b ir m ü ­
hendis olduğu halde, bir siperi gezerken başından bir
k u rşu n la v u ruldu ve hem en o anda öldü. B aşvekilini h e ­
m en tevkif e ttile r; B irleşik K raliy et devletleri m üm essil­
leri toplandılar ve başvekili ölüm cezasına m ahkûm e t­
tile r
Başvekil aleyhine tanzim kılınan ithamname çok
ağırdı. O, m illete iftira etmiş, bu suretle de m illetle hü­
kümdarının arasını açmış ve kiralın m illeti üzerindeki

(1) — K ira l C h a rl X II, ll/A r a lık /1 7 1 8 ta r ih in d e y a n ın d a y a ­


v eri S iq u ier ve F ra n s ız m ü h e n d is i M é g re t o ld u ğ u h ald e,
N o rv e ç’deki F re d e rik s h a ld ş e h ri is tih k â m sip e rle rin i z i­
y a r e t e d e rk e n b ir s u ik a st s o n u n d a a ln ın d a n v u ru la r a k
m a k tu l d ü şm ü ştü . Çok gözde n a z ırı b a r o n H e n ri d e
G ö rtz te v k if edildi ve Isto k h o lm ’de A y â n m eclisi t a r a f ı n ­
d a n m u h a k e m e si ic ra k ılın a r a k b a ş ı k esilm e k su re tiy le
id a m ce z a sın a m a h k û m ve h ü k ü m 2 /M a rt/1 7 1 9 t a r i h i n ­
d e in fa z edildi.
İRAN M E K T U P L A R I S7S

.İtimadının kırılmasına sebep olmuştu 2. Öyle bir cü-


jrünı ki. fikrimce, bin kere ölüm cezasına müstahaktır!
Zira, eğer tebaalarından sadece b ir kaçını dahi h ü ­
k üm darının gözlerinde k a ra rtm a k kötü bir fiil ise, ya m u­
kaddesatın b ü tü n bir m illetin m u tluluğuna m em ur ettiği
bir h üküm darın hayırhâhlığından o m illetin topunu m ah-
yum etm eğe kalkm ak fiili nasıl görülebilecektir, bir m u­
h akem e et!
İsterim ki, tebaaları hüküm darlara, m eleklerin bizim
aziz Peygam berim ize hitap e ttik le ri gibi, h itap etsin ler;
pyle davransınlar!..
Esirlerinin hallerini, yaşayışlarını öğrenmek ve dert­
lerine çareler bulmak için yer yüzünün en ulvî tahtından
inip mukaddes ziyafet sofrasına oturan kırallar kıralı be­
ni de bu sofraya davet etm ek lütufkârlığını göstermiş
olsaydı, ilk yapacağım iş, kendime bir kanun tedvin et­
m ek ve bu kanunla dilimin bütün acı ve incitici tarafla­
rını kesüp sofraya öyle oturmak olurdu! O zaman göre­
ceklerdi ki, ağzımdan o muhteşem hükümdarın en hakir
bir tebaasına bile bir tek acı ve incitici söz çıkmiyacak-
tır.!...
B ir gün itidâl ve anlayışlı olm a m izacını terketm eye
icbar edilsevdim , yine de nam uslu adam olm aktan vaz­
geçmezdim . sadakat ve vefakârlığım ın ispatı olarak da,
hayatım ı tehlikelere atar, fakat faziletlerim den zinhar
pıyrılm azdım !..
Şaşup kaldığım bir cihet var: H em en b ü tü n dünyaya
gelm iş en kötü hü k ü m d arların bile N âzırları, ken d ilerin ­
den daha kötü oluyor! Zira, bir hüküm darın fena bir dav­

( 2 ) — H e n ri de G örtz, m a k tu l k ır a l X II. ci C h a rl'ın k ö tü b ir


m a liy e n a z ırı deve ş ö h re t b u lm u ştu .
d ’A la n B ease (T h e F re n c h M ind, O xfo rd , c la re n d o n ,
1952, s: 162)
376 İRAN M E K T U P L A R I

ran ışı olm uşsa, bu hem en dâim a N âzırlarım n tesir ve nü*


fuzlarile, o nların tah rik ve ilham larile vukubu lm uştur.
Ç ünkü, prenslerin arzu ve ih tirasları hiç bir zaman alçak
ve rezil b ir ru h taşıyan m üşavirlerinin nasihat ve tav*
siyelerinden daha tehlikeli olm am ıştır.
Lâkin, dün N âzırlık koltuğunda iken, belkide y arın
orada bulunm iyacak bir insanın, bir anda bizzat hü*
küm darının, ailesinin, vatanının ve h a ttâ m illetinin düş*
m anı kesilebileceğini kabul edebilir misin, azizim?
F ilhakika, bir p rensin kendi ih tirasları v a rd ır; am a,
kendisini bu ih tiraslara doğru sevkeden N âzırlarıdır. Z a ­
t e n o N âzır, kendi N ezâretini de bu istikam ete tevcih et*
m iştir de. Esasen başka bir gaye de gütm ez. G üdem ez del
K iralın nedim leri, m edih ve senâlarla onu baştan çıkar*
m ağa, ald atu p kandırm ağa, iğvaya. dalâlete şevke gayret
e d erler; nasihat ve tavsiyelerde, g ü ttü k leri m aksadı ona
ilham ederek, sarfettik leri atâsözleri ve hikm et düstur-
larile onu çileden çıkarm ak m eharetine ziyadesile m a­
liktirler!.. P a ris , 2 5 /N isa n /1 7 1 6

M E K T U P 129

Rika’dan Usbek’e

Geçen gün dostlarım dan birile Pon-N euf’den geçer­


ken arkadaşım eski âşinâlarından birine ra stla d ı; Hende-
seci imiş, çok tanınm ış bir âlim deye bilm iyorm uş. Z aten
Jıali, tav rı da bunu açıkça gösteriyordu. H ayâl ve hü ly a
İ R A N M E K T U P L A R I 37Ï

âlem ine derin su rette dalm ış gibiydi D ostum kendisini


bu dalgınlığından uyandırm ak ve h akikata getirm ek için
bir hayli kolundan çekm eye ve epice sarsm ağa m ecbur ol­
du. Kim bilir, belki de sekiz günden beri zihnen bir m ün-
hanînin çizgileri içinde helâk olm uştu. Ne ise. iki ahbabın
pek sevişüp an laştıkları hem en belli oldu; pek çok ik ­
ram lard a bulundular. Sonra, yeni edebî bahislere tem asa
geçerek uzun uzun konuştular. K onferansları bir kahve­
hanenin giriş kapusuna kadar devam e tti ve berab er
içeri girdik.
O rada, hendese âlim im izin herkes tarafın d an büyük
ihtim am ve saygı ile karşılandığını farkettim . G arsonlar
kendisine o kadar çok itib ar gösteriyorlardı ki, bir köşede
o turan k iralın m uhafız k ıt’asından iki silâhşörünü tam am en
unutm uşlardı. Âlim im iz de, orada bulunm aktan çok m em ­
nun görünüyordu; zira, yüzündeki ciddiyet ve ağırlık
birden silinm iş, sanki hendese hakkında en küçük bir m e­
rak ı kalm am ış gibi, keyifli keyifli gülm eye başlalam ıştı.
B ununla beraber, sağlam m antığı, dikkatli tefe k k ü r
tarzile m übahasalardaki konuşm alarını inceden inceye
ölçüp kontrol etm esine im kân veriyordu. O. şimdi b a h ­
çede elindeki keskin kılıçla. diğerlerinden daha fazla
uzam ış çiçeklerin başlarını k ırpan bir adam a benzi­
yordu M am afih, bu arada doğru sözlülüğünün de k u r­

( 1 ) — D e s c a rte s’e d a ir h e n d e se fik rin in i h â ta ve fa z ile tle ri


h a k k ın d a ilk fik irle ri v e re n p a s c a l’dır. M o n tesq u ieu , b u r a ­
d a L a B ru y è re ’in d ü şü n m e m iş o ld u ğ u h e n d e se âlim in im
p o r tre s in i veriyor.
(2) — M ilâ tta n önce (534-510) y ılları a r a s ın d a h ü k ü m r a n o la n
R o m a ’n ın y ed d in ci ve son k ıra lı L ucius T a rq u in iu s S u ­
p e rb u s, R o m a’n ın k u d r e tin i a r tt ır a r a k L â tin k o n fe d e ­
r a s y o n u n u k u rd u . 45 b ü y ü k v ilâ y eti R o m a’n ın h â k im i­
y e tin d e to p la d ı. D evlete bü y ü k h iz m e tle r e tti. R o m a
z a d e g â n ın a k a r ş ı çok s e rt ve h a ş in d a v ra n d ı, a ğ ır te d ­
b irle r aldı. İşte, b u h ü k ü m d a r oğlu S e x tu s T a rq u in iu s ’u n
m İRAN M E K T U P L A R I

banı oluyordu; zar il ve ince bir m anzaranın kuvvetli ışık


altın d a kam aşıp bulanıklaşm ası gibi, o da bir çıkıntı ol­
m anın ihtişam ile gözleri kam aştırıyordu. A nlatılanın h a ­
kik at olduğuna biı kerre inanınca, o şey ne olursa olsun
ilıgilniyor, yakınlık duyuyordu. K onuşm asında harikulâde
b ir hususiyet vardı. Şöylediğine göre, o gün taşradan gel­
m işti; yol arkadaşı orada m uhteşem b ir şato ve m ükem ­
m el bahçeler görm üş, hayran olm uştu. H albuki, kendisi­
nin gördüğü şey, 60 kadem boyunda ve 35 kadem eninde
bir yapı ile elli dönüm lük gayri m untazam m u statil şek­
linde bir ko ru lu k tan ibaretti. C addelerle birleşen iki ta ­
raflı ağaçlı yolların, hiyâbanların, uzaktan görünüşlerinin
hep ayni genişlik gösterm elerini ne çok isterdi! B unun
için de hiç şaşm az usulleri m evcuttu. G ayet hususî bir
şekilde yapılm ış, taksim atlı bir saat kad ran ın ın yapıcısı
olm aktan dolayı kendini pek sevinçli hissediyordu; lâkin,
yanım da o tu ran başka bir âlim in kendisine, bu k ad ran ­
da Babil saatinin gösterilip gösterilm ediğini sorm ası üze­
rine. b ü tü n neş’esi kaçtı, bu m ünasebetsiz suale çok kız­
m ıştı B ir havadisçi F ontarabie şatosunun bom bardı­
m anından bahsetti Sonra da bom baların havada çizdik­

ö n ü n d e elin e k ılın c ın ı a lır ve s a ra y ın b a h ç e s in d e çok


y ü k se lm iş gelin cik b a ş la rın ı d â im a k eserd i, b u h a r e k e t
ile o ğ lu n a , n u fu z lu yüksek ta b a k a n ın d â im a k ır p ılm a la rı
g e re k tiğ in i im â ed erd i: (S u m m a p a p a v e ru m c a p ita d i-
c itu r b ac u lo decussisse).
(1) — G erek eski Y u n a n lıla r, g erekse eski R o m a lıla r, g ü n ü n on
iki s a a t ta k s im in i B ab il m e d e n iy e tin d e n a lm ışla rd ı. G ü n e ­
ş in d o ğ u ş u n d a n b a tış ın a k a d a r gün, o n ik i m ü sa v i k ıs ­
m a b ö lü n m ü ş ve h e r b ir k ısm a s a a t ism i ta k ılm ış tı. Ş ü p ­
h esiz m e v sim in e göre, b u m ü d d e t d eğ işik lik g ö ste riy o rd u .
E ski g ü n eş k a d r a n la r ı (B ab il s a a tla r ı) deye a n ılırla rd ı.
(2) — M a re şa l B erw ick ta r a f ı n d a n m u h a s a r a e d ile n F o n ta r a b ie
h is a rı şid d e tli b ir b o m b a rd ım a n d a n s o n r a 1 8 /H a z ira n /
I7Î3 ta rih in d e te slim olm u ştu .
İ R A N M E K T U P L A R I 379

l e r i m ahrek hakkında vâzıh fik irlerd e bulundu. Â lim i­


m iz b ü tü n bu izahlardan çok m em nun göründü. Başka
b irisi, geçen kış vukııbulan feyezanlardan v arın ı yoğunu
kaybettiğini yana yakıla an latın ca: (Bu söyledikleriniz
beni çok m ütehassıs etti, dedi, çünkü, bu feyezanlar ileri
.sürm üş olduğum ilm i m üşahedelerim in doğruluğunu ispat
etm iştir.; böylece dünya yüzüne, geçen seneye nazaran,
iki pouce daha fazla yağm ur düşm üş oluyor.)
D ostum uz az sonra kahvehaneden çıktı, biz de ken d i­
sini takbih ettik. Yolda çok hızlı y ürüyordu, ö n ü n e hiç
bakm ıyordu. İşte, bu sırada birden başka bir adam la k a r­
şılaştı. Çok şiddetle çarp ıştılar ve bu sadem e ile h e r ik i­
si de yuv arlan d ı; s ü r’at ve ağ ırlıkları bu su k u tu intaç
etm işti Biraz doğruldukları zam an, bu adam elini a l­
nına götürdü ve hendese âlim ine şöyle dedi: (B ana çarp ­
tığınıza çok m em nunum . Zira, bu sayede size büyük bir
havadisi verm ek fırsatını da kaçırm am ış oluyorum . Evet,
ben H oras’ı neşrettim .)
 lim im iz şaşkın bir tav ırla : (Ne dediniz? Lâkin, bu
eser neşredileli iki bin sene oluyor!) dedi. A dam : (Söz­
lerim i iyi anlayam adınız, ben bu iki bin sene önceki
m üellifi tercim e ederek yeniden h ayata kavuşturdum .
Bu tercim e için tam yirm i senem i harcadım !) diye izah
etti.
H endesecinin şaşkınlığı azalm am ıştı: (A m an efen­
dim, bu nasıl söz! Dem ek yirm i seneden b eri tefe k k ü rü
bıraktınız! Dem ek siz hep başkaları hesabına konuşacak­
sınız ve vaşkaları da hep sizin hesabınıza düşünecekler,
.öyle mi!) Adam cağız m üşkül durum da kaldı, yavaşça:
(Ü stat, dedi, herkesin bu kad ar sevip benim sediği büyük

(1) — B ir P o u ce ta k rib e n 27 m ilim e tre d ir.


.(2) — D e sc a rte s’in m ih a n ik i (m v) fo rm ü lü n e göred ir. Z ira ,
M o n te sq u ie u h e n ü z N ew to n ’u te tk ik e tm e m iş b u lu n u y o r­
du.
380 İRAN M E K T U P L A R I

y azarları dilim ize çevirip m illete okutm akla büyük bir


hizm ette bulunm uş olm uyor m uyum ?) Â lim dostum uz:
(Yok, bunu dem ek istem edim , dedi. B üyük ve ulvî dehâ­
lara bu derece ferag atla yeniden h ay atiyet veren sizi ta k ­
dir ediyorum ; lâkin, ne yapsanız kahram anlarınızı asıl-
ların a benzetem iyeceksiniz! Sonra siz, hep başkalarını
tercim e ile öm rünüzü geçirirseniz, başkalarının bir gün
sizi tercim e etm eleri im kânından da m ahrum kalırsınız.
T ercim eler, tıpkı m eşin akçelere benzerler, izâfî olarak
onlar da altın p a ra ların taşıdıkları kıym eti taşıy ab ilirler;
h attâ, m illetçe altın paradan da daha çok ku llan ılab ilir­
ler. F akat, bu p a ra lar daim a hafif ve nahiftir, a y arları ise,
daim a eksik ve bozuktur!
Deyişinize bakılırsa, siz aram ıza m eşhur ve hayırhâh
ölüleri sokm ak, yeniden diriltip yaşatm ak istiyorsunuz.
İtira f edeyim ki, siz hak ik atte onlara m ükem m elen bir
beden verebiliyorsunuz. Lâkin, onlara aslâ hayat verem i­
yorsunuz. O nları diriltecek ru h eserlerinizde daim a e k ­
sik olacaktır. Sonra, acaba her gün basit bir hesapla keşi
edip kavuştuğum uz bu derece güzel h akikatlere kendi­
nizi hasretseniz daha iyi etm iş olmaz mısınız?..)
Bu küçük nasihat ve tavsiyelerden sonra iki dost
birb irinden ayrıldılar. Heyhat! A nladım ki, hiç b iri di­
ğerinden m em nun kalm am ıştı.
P a ris , 3 0 /H a z ira n /1 7 1 9 '
İ R A N M E K T U P L A R I 381

M E K T U P 130

Rika’dan ***'ya

Sana şimdi adlarına nouvellistes 1 denilen b ir to p lu ­


lu k ta n bahsedeceğim ; bu topluluğa dahil olanlar m u h te ­
şem b ir bahçede toplanıyorlar - ve orada boş vak itlerin i
m ükem m elen eğlenerek geçiriyorlar. Bu adam ların dev­
lete hiç b ir faydaları y o k tu r; ve elli senedenberi çek tik ­
leri n u tu k la rın verdiği sonuç, b u zam anlık sü k û tu n geti­
rebileceği sonuçtan hiç de fark lı olm am ıştır. H akikat
böyle iken, bu adam lar yine de kendilerini dev aynasın­
da görürler, m uazzam p ro jeler çizerler ve bu p ro je ler­
den de b ü y ü k m enfaatlara nail olm anın yolunu becerirler!
M übahasalarının tem eli boş ve gülünç m erak ve te ­
(1) — A slın d a b u k e lim e n in m a n a s ı ( h a v a d is m e ra k lısı, h a ­
v ad is y a z a n , h a v a d isç i, gazeteci, h ik â y e c i) d ir. O k u y u cu
g ö re c e k tir ki, m ü e llif b u ta b ir i (ö n ce d en h ü k m e d e n , k e h a ­
n e t sa h ib i, ta h k ik e tm e k siz in z a n ve ta h m in ü z e rin e k a ­
n a a t y ü rü te n , v u k u b u la c a k b ir v ak ıay ı çok ö n c e sin d e n
h a b e r veren, k ısa c a sı g ü y a k e ra m e t sa h ib i o ld u ğ u n u id ­
d ia e d e n k im se) iç in k u lla n m ış tır.
(2) — L a B ru y ère , b u n la rd a n b ilh a s s a D ém o p h ile ve B a silid e’-
d e n çok eza ve ce fa d u y m u ş (C a ra c tè re s, X, II) o n la rın
e n çok to p la n d ık la rı y e rin T u ile ries o ld u ğ u n u , sö y lem işti.
D u fresn y (A m u se m e n t, VI, p. 91) o n la ra d a im a (s i­
n ek y a h u t siv ri sin e k le r m isâ li) g ez in ti m a h a lle rin d e
r a s tla r d ı. L â k in ça ğ ım ızd a e n iyisi, F ra n z F u n c k -B re n -
ta n o ta r a f ı n d a n y az ıla n (L es N o u v ellistes 1985) a d lı eser
o k u n a c a k o lu rsa, b u c a m ia n ın m a h iy e ti iyice a n la ş ıla c a k ­
tır
382 İRAN M E S T U R L A R I

cessüslerden ib are ttir. Hiç bir esrarengiz meclis, hiç b ir


gizli m ahal y o k tu r ki, oraya dahil olm ak iddiasında bu­
lunm uş olm asınlar; bilm edikleri dünyada hiç bir şey, hiç
b ir m evzu yoktur! H attâ, bizim ku d retli Sultanım ızın kaç
karısı olduğunu, geçmiş yıllar içinde kaç çocuğu doğdu­
ğunu b ilirler. K u d ret ve nüfuzları da, kendilerine k alırsa
pâyansızdır; gizli, aşikâr hiç bir tah sisatları olm am asına
rağm en, T ürk ve Moğol im p arato rların ı korkutacak ted b ir
ve çarelere baş vurabilecek h ü n er ve m arifetlere de m â­
liktirler!
Y aşadığım ız zam anın b ü tü n ü n ü harcayıp bitirdikten-
sonra, istikbalin üzerine de ç u lla n ırla r; İlâhî k u d retin
önünden y ü rü y ü p insan oğullarının başlarına gelecek bü­
tü n şeam etleri b ire r b ire r haber v erirler. B ir savaş m ey­
danındaki geniş o rd u lar birliğine kum anda eden bir ge­
n e ra lin elinden tu tu p m ukadder âkibetine doğru çekip
g ö tü rü rle r; bin çeşit budalaca m edih ve senâ y o llarile
m uh atap ların ı göklere ç ık a rırla r; lâkin, o buna aldırış
etm eyince de, hiç bezip usanm adan daha binlerce yenisini
hazırlam aktan çekinip u tan m azlar; en rezilâne h ü n er ve
m arifetler öne sü rü p orduları m ağlûp ve perişan ederek
o rtad an k ald ıracaklarını iddia e d erler; istihkâm ları k a r­
tondan yapılm ış gibi devirip y ık tırırla r; h er ırm ağın üze­
rinde kurulm uş köprüleri olduğunu söylerler; bütün dağ­
lard ak i gizli yolları onlar b ilirle r; ıssız, kavrulm uş çöller­
de m uhteşem saraylardan, m ağazalardan bahsederler!
H eyhat! Bu adam larda noksan olan, sadece aklı selim dir!
A yni yerde m isâfir kaldığım ız biri var ki, böyle bi­
rinden şöyle bir m ektup aldı. Çok alâka çekici olduğun­
dan yazıyorum :
Beyefendi,
Zamanımızda cereyan edecek vakıalar hakkır.daki
zan Te tahminlerimde nadiren aldanırım.
İ R A N M E K T U P L A R I 383

l/O cak /1711 tarihinde imparator Joseph’ 1 in y ıl


içinde öleceğini önceden haber vermiştim. Hakikat şu
idi ki, imparatorun sıhhati mükemmeldi ve doğrusu, bil
kadar sarih kehanette bulunduğumdan dolayı mahçup
olurum diye korkuyordum; gerçe biraz bulanık konuş­
muştum ama, yine de aklı başında insanlar, söyledikleri­
min mânâsını pekâlâ anlamışlardı. Nitekim, sözüm doğru
çıktı, ayni senenin 17 Nisan’ında imparator çiçek hasta­
lığından öldü!.
İmparatorla Türkler arasında savaş ilân edilir edil­
mez, hemen Tuilleries’ ııin bütün köşe bucağına araştıra­
rak bizim efendileri bahçedeki havuzun kenarına topla-

( 1) A lm a n im p a r a to r u b irin c i L eo p o ld ’u n oğ lu b irin c i Jo se p f.
1678 de v iy a n a ’d a doğdu. 1705 de im p a r a to r s ıfa tile ta h ta '
o tu rd u . 1711 de öldü. K a rd e şi A v u stu ry a im p a r a to r u
C h a rle s ’m İ s p a n y a ’yı k u r ta r m a k için X IV L o u is’n in a le y ­
h in e g iriştiğ i sa v a ş la rd a k e n d isin e d ev am lı y a rd ım d a b u ­
lu n d u .
(2) — B u m e k tu p ta sık g eçen T u ile ries h a k k ın d a o k u y u c u la rı­
m ız a ta r i h î bilgi v erm e k fa y d a lı o la c a k tır. P a r is ’d e b u 1
n a m d a b ir sa ra y , y in e b u n a m d a b u s a ra y ın b ü y ü k b ir
b a h ç e si h a le n de v a rd ır.
E ski F ra n s ız k ır a lla r ın ın ik a m e tg â h ı id i b u ra sı. H a t­
tâ , b u şim d ik i s a ra y d a n d a d a h a önce, yine a y n ı n a m d a
b ü y ü k b ir sa ra y v a rd ı ve işte b u iki y ap ı b ilâ h a r e b ü y ü ­
tü lm ü ş, ta d il ed ilm iş ve b u g ü n k ü sa ra y m e y d a n a g e tir il­
m iş tir. B ilâ h a re u z u n y ılla r F ra n s ız h ü k ü m d a rla r ı b u s a ­
ra y ı yüz ü s tü b ıra k u p P a r is c iv a rın d a k i V ersaille s s a r a ­
y ın ı te r c ih ed e rek o ra d a ik a m e te b a ş la m ışla rd ır. B ü y ü k
İ h tilâ ld e n itib a r e n ise, T u illeries s a ra y ın a . C u m h u riy e t
id a re s in in ic ra k u v v e ti y erleşti. İ m p a r a to rlu ğ u n y e n id e n
ih y a sı ü ze rin e, T u illeries te k r a r h ü k ü m d a rla r ın s a ra y ı
v az ifesin i g örm eye b aşlad ı. 1871 de h a lk ın a y a k ta k ım la r ı
t a r a f ı n d a n s a ra y y akıldı. Çiçek b a r a k a la r ın d a n b a ş k a b ir
şey k a lm a d ı. 1878 de y en id en ta m ir ve ih y a edild i. S a r a ­
y ın k ü lliy a tın d a n m ü h im b ir kısm ı, b u g ü n L o u v re m ü ­
zesi ile b irle ştirilm iştir.
381 İ R A N M E K T U P L A R I

dınu Onlara Belgrad’ın muhasara edileceğini ve bu bel­


denin dayanamayıp düşeceğini haber verdim. Bu keha­
netim in de hemen gerçekleştiğini öğrenince de, dünyalar
benim oldu. Şurası bir hakikattir ki, muhasaranın orta­
larına doğru, Belgrad’ın 18 Ağustos’ta 1 teslim olacağına
dair 1(M) altın sikke üzerine bahse girişmiştim. Teslim sa­
dece bir gün sonra vuku buldu. Böyle güzel bir bahis kay­
bedilir mi idi, edildi işte!..
Fransız donanmasının Sardunya adasına asker çıkar­
dığını görünce, orayı fethedeceğine hemen hükmettim.
Hemen söylemiş olduğum bu haber de aynen vuku buldu.
Bu muvaffakiyetin itimat ve gururu ile ilâve edeceğim ki,
bu muzaffer donanma daha sonra Final’a çıkarma yapa­
cak ve bu suretle bütün Milanoluları hükmü altına ala­
caktı. Bu havadisimi herkese kabul ettirmek için, bir çok
m ukavemetleri kırmanı gerekiyordu, buna m em nuniyetle
göğüs gerdim. Bunun için de elli altına bahse girdim; bu­
nu da, heyhat, kaybettim! Çünkü, bu iblis Alberoni m ev­
cut ahitnamelere beslenen em niyete rağmen, filosunu Si­
cilya adasına gönderdi ve ayni anda iki büyük siyasi de­
hâyı aldattı: Savoie dükünü ve beni!
İşte efendim, bütün bunlar beni şaşkınlık içinde bı­
raktı ve artık kehânette bulunmamağa ve hele hiç bahis
tutuşma mağa ahdettim. Evvelleri biz, Tuilleries’de bahse

(1) — I 717.
(2) — A v u stu ry a im p a r a to r u VI C h a rle s’in b a ş k u m a n d a n ı
P re n s E u g en e 1716/T em m uz’u n d a T ü rk le re k a rş ı sa v a şa
g irişti. İs p a n y a ’n m y a m a n r u h a n îs i ve d ev let a d a m ı A l­
b ero n i, d o n a n m a ile S a rd u n y a a d a s ın a b ir kuvv ei s e fe ri­
ye g ö n d erd i ve 2 0 /A g u slo s/l7 1 7 de k a r a y a a s k e ri ç ık a rm a
y a p tıla r. D okuz b in İsp an y o l, ik i ay iç in d e b ü tü n aday!
za'o tetti. S o n ra , S icilya a d a s ın a h ü c u m a geçtiler. Savoie
d ü k ü V icto re -A m e d ee ıı. A v u stu ry a - İsp a n y o l h a r b in in
y ag â n e z a ra rlıs ı çıktı. S icily a a d a s ın ı P h ilip p e V e te rk e
m e c b u r oldu.
IR A N M E K T U P L A R I »85

girişm enin ne olduğunu bile bilm ezdik. Lâkin, aram ıza


küçük şeflerden ib aret b ir grup karışınca bahislere gi­
riş de başlam ış oldu. Şim di a rtık daha ağzım ızı açm ağa
vakit bulup b ir fikir, bir havadisi h a b e r verm eye d a v ra ­
nırken, bu gençler karşı koyuyorlar ve aksi tez ve m ülâ-
za’ıalarla bizi didikliyorlar!..
Geçen gün notlarım ı okum ak üzere gözlüğüm ü b u r­
num a yerleştirm iştim ki, bu farfaracılard an biri, başlanan
ilk sözün ikinci kelim esini beklem eden: (yüz altınına
bahse girerim ki, değil!) dem esini mi! B u acaipliğe aldı­
rış etm ek istem em iş ve duym am ış gibi davranm ış ve
b u sebeple sözlerim e daha canla başla başlam ıştım , lâkin:
(.. V aziyeti öğrenen.. M areşal..) dem em e kalm adan, m u­
h atab ım : (Tam am en yanlıştır, dedi, gayet tu h af hab erler
veriyorsunuz, b ü tü n bu sözlerinizde akla uygun hiç bir
m ânâ yok!)
İşte böyle beyefendi, m alesef vaziyet bundan ib a­
re ttir.
Şim di benim sizden istirham ım , m üm künse otuz a ltın
ödünç verm enizdir. Filhakika, itira f edeyim ki, bu bahis işi
beni bir hayli yolup soydu. N âzır hazretlerin e gönderdi­
ğim iki m ektubun kopyalarını ilşik sunuyorum .
Bu vesile ile derin ihtiram atım m

BİR HABERCİNİN BİR NÂZİRA YAZDIĞI


M EKTUPLA R:

Âsaleim eap,

H aşm etm eâp K ır al H azretleri”: in şu ana k ad ar nail ol­


dukları en g ayretli bir kullarıyım . D ünya hükü m d arları
içinde, B üyük lâkabile anılabilecek en b ü y ü k k iralın
Louis le G rand olduğunu ispat m aksadile b ir eser vücude
getirm ek hususundaki tasavvurum u dostlarım dan birine
İ r a n m e k tu p la rı F.: 25
386 İRAN M E K T U P L A R I

tah a k k u k etiren de yine benim . Uzun zam anlardan b e ri­


d ir ki, b ir başka eserin hazırlanm asile de m eşgun b u lu n u ­
yorum . Bu eserim de m illete şan ve şeref kazandıracaktır.
Ve şayet sah av et ve âlicenaplığınıza m azhar olabilir,
bu hususta şeref ve im tiyazlar diriğ buyrulm azsa, niyetim
vatanım ızda, hüküm darlığın k u ruluşundan itibaren, F ra n ­
sızların asla yenilm em iş olduklarını cihana isp at etm ektir.
Oysa ki, m ü v errih ler bugüne k a d a r bu hakikati gizleyerek
ayni tarihi, devam lı bir gerilem e ve çöküşün başlangıcı
gösterm işler ve böylece m illeti aşikâr b ir surete ve vahim
b ir şekilde aldatm ışlar, iğfal eylem işlerdir.
İşte, ben şim di bütün bu hak ik atleri vakıalardan istih ­
raç ederek m eydana koym ak, k ıraliy etin şeref ve itib a ri­
ni yüceltm ek, alay ve iftira la rı silm ek istiyorum . Ş u
ciheti de bilbasa kem ali cesaretle söylem eliyim ki, te n k it­
lerim de hiç de yum uşak ve insaflı davranm ıyacağm ı.
En derin ih tira m atıııın ....

 sieim eâp,

M uhterem başkanım ız kont L ... ı kaybettiğim iz gün­


den beri kendim ize yeni bir başkan seçm ek m üsadesini
bahş buyurm anız için size yalvarivoruz. Z ira, a rtık toplan­
tılarım ız bütün nizam ve âhengini kaybetm iş bir d u ru m ­
d ad ır; konferanslar kargaşalık içinde cereyan ediyor; h er
kafadan bir ses çıkıyor; devlet icra tına a it işlerin m üza-
k eratm d a m azide olduğu gibi ciddiyet gösterdikleri yok;
b üy ük bir kayıtsızlık içinde öm ür sürüp gidiyorlar; kendi
araların d a ise, disiplin nedir, bilm iyorlar. H ülâsa etm ek
lâzımsa, bu gençlerin ih tiy arlara tatb ik etm ek isted ik leri
siyaset ve verm eye cür’et eyledikleri fikir, hakikî b ir
İ R A N M E K T U P L A R I 387

Roboam 1 fikri ve siyasetidir. Biz ise, daha onlar dünyada


yok iken yirmi sene önce Tuilleries’de sakin ve sessiz bir
ömür sürdüğünmüzü ispat etmiş bulunuyoruz. Lâkin, enin­
de sonunda bizi buradan söküp atacaklarına emnim-;
biz ki, burada kaç kereler Fransız kahramanlarının ha­
tıralarını anmış, taziz etmiş bulunuyoruz.
Bittabi, bundan böyle toplantılarımızı buradan epe-
yiee uzaktaki Inral bahçesinde yapmamız lâzım gelecek.
Derin ihtıranıatınıızın...
P a ris , 7 /A ğu sto s/1 7 1 9

( ı ) — R oboam , Y a h u d ile rin k ıra lı h a z r e ti S ü le y m a n ın o ğ lu d u r.


M ilâ tta n önce 958 de ö lm ü ştü r. Z alim liğ i, k ib ir ve a z a m e ti
y ü zü n d e n , on k a b ile Y a h u d i d in in d e n a y rılm ıştı. N ih a y e t
M ısır k ıra lı b irin c i S h e sh o n ta r a f ı n d a n m a ğ lu p e d ilm iş­
tir

(2) — Ş im d ik i P a ris N e b a ta t b a h ç e si: ( J a r d in des P la n te s.)

MEKTUP 131

R h e d i’clen R ik a ya

Paris

A vrupa’ya geldiğim günden beri, m erakım ı en çok


çeken şeylerden biri de. C um huriyet idarelerinin tarih i ve
köküdür. Bilirsiniz ki, A syalıların çoğu, ne bu hüküm et
şekli hakkında bir fik irleri vardır, ne de şu dünya yüzün-
388 İR A N M E K T U P L A R I

de m u tlak iy et tarzından başka bir tarz ı idarenin m evcut


olabileceğini tasav v u r edebilirler:
C ihanda ilk hüküm et şekilleri hep m onarşik olm uş­
tu r; cum huriyet idareleri ise, ancak tarih î tesadüflerin ve
uzun asırların m irası olarak doğm uşlardır.
'B ir tu fan âfetile bir anda yıkılup harap olan eski Y u­
nanistan, ancak oraya yeni gelip yerleşm iş kavim ler ta ra ­
fından p ay id ar kılınm ıştır. Bu ülke tebaasını hep M ısır’­
dan ve civar Asya m em leketlerinden toplam ıştır. O di­
y a rla r tarafın d an idare edildiklerinden, Y unanistin’a gel­
diklerinde yine ayni idare tarzı ile idare edilm eye devam
ettiler. Lâkin, bu k ıra lla rm zulüm ve istib d atları o dere­
ceyi buldu ki, buna dayanam adılar; boyunduruklarını
zorlayıp k ım ıld a ttıla r ve bu kıraliy etin enkazından, cum ­
h u riy e t idareleri doğdu. Bu yeni rejim ler Y unanistan’da
b ü tü n ku d retile çiçeklendi, m eyvesini verdi ve bu suretle
zulüm ve vahşet idarelerinin ortasında yegâne p a rla k bir
m edeniyet ve h u zu r diyarı doğmuş oldu...
H üriyete olan aşk, h ü k ü m d arlara beslenen kin ve
nefret, Y unanistan’ın istikbalini uzun zam an m uhafaza
e tti; C um huriyet hüküm etinin nufuz ve k u d retin i çok
uzaklara kadar götürdü. Y unan şehirleri, K üçük A sya’da
bir çok m üttefik devletler buldu. O ralara kendisi kadar
h ü r ve m üstakil teb aalar gönderdi. O nlar sayesinde Ira n
şahlarının bir çok fü tu h a t teşebbüslerini önlem iş oldu.
Hepsi bu kadar da değil: Y unanistan, tebaasını İta ly a ’da
yerleştirdi. O radan Ispanya’ya, belki de F ra n sa ’ya geçtiler.
O büyük Hesperie, kadin zam anlarda o kadar m eşhur
olan bu diyar. Y unanistan’ın tâ kendisi idi. Kom şu devlet­
ler, bu diyara saadet ve refahın cenneti nazarile b a k a rla r­
dı. H albuki, Y unanlılar kendi iklim lerinde bu saadeti duv-
m iyarak, y u rtla rın ı terkediyorlar, nice zahm et ve k ü lfe t­
lerden sonra, İta ly a ’ya yerleşiyorlardı. İtalyadakiler, İs-
panya’ya göç ediyorlardı; oradakiler de, ya B etique ta ­
İ R A N M E K T U P L A R I 389

rafların a \ yah u t P ortekize gidip yerleşiyorlardı. L âkin


hem yerleşilen diyarların, hem de o d iy arlard a yaşayan
y erlilerin isim leri hep ayni kalıyor, değişm iyordu.
Bu Y unan istilâcıları berab erlerin d e h ü rriy e t fik ri­
ni de g ö türüyorlardı; y erleştik leri bu güzel diyarlarda
hü riy et fikrini yay arlar, ru h la ra sindirirlerdi. Iştö bu
yüzdendir ki, ne kadîm İta ly a ’da, ne İspanya, ne de kadîm
F ran sa’da m utlak idarelere rastlanm am aktadır. Yine gö­
rü lecek tir ki, şim al m illetleri ve A İm anya halkının h ü r­
riyetleri, öyle pek de tah d it edilm iş değildi. Ve şâyet, a ra ­
larında bazı m onarşik idare izlerine rastlanabilirse, bu
izlerdeki m onarşik başlar, ya sadece kum andanlarının,
y ah u tta C uhm uriyet rejim inin devlet başkanlarına a ittir
B ütün bunlar A vrupa’da geçm iştir. Asya ve A frika
k ıi’alarm a gelince, b u ralar daim a m utlakiyet idarelerinin
altında çiğnenmiş, ezilm iştir; bu zulüm den, sadece evelce
bahsetiğim iz. küçük A sya’daki bazı beldeler ve A frika’da­
ki K a itaca cum huriyeti m iislesnâ kalm ıştır.
Böylece, bütün dünya. C um huriyet rejim in i tatb ik
eden i k i büyük h â k i m i y e t arasında taksim edilm iş oldu:
Roma ve K artaca C um huriyetleri. Rom a C um huriyetinin
başlangıcı tarih i kad ar vâzıh ve sarih hiç b ir şey olam az;
lâkin, K artaca C um huriyetinin başlangıç tarih i ise, o
nisbette bulanık ve k aran lık tır. Didon :f dan beri A frika

( i ) — E n d ü lü s ta r a f la r ı.
(.2 ) — C ih an ta r i h in in s ü r ’a tle çizilen b u siy asî şa m ası, R o m a
C u m h u riy e tin in in k iş a fın a d a ir m ü lâ h a z a la r ’ın m u k a d d i­
m esin i, k e z a K a n u n la r ın R u h u ’n u n fe o d a l d ev ird e n m o ­
d e rn m o n a rşile re k a d a r C e rm en k ıra liy e tle ri b a h s in in
ilk fik irle rin i te ş k il e tm e k te d ir.
(3) — D iğ er ism i de E lissa’dır. E ski F e n ik e lile r k ır a lı B elu s’u n
k ızı P y g m a lio n ’n u n kız k a rd e şid ir. K o cası S ichee, b ald ızı
P y g m a lio n ta r a f ı n d a n ö ld ü rü lü n c e , h â z in e le rd e b irlik te
K a r ta c a ’ya k a ç ıp o ra y a yerleşti. V irg ile’in tr a je d is ile ş a h ­
siy eti e fs a n e le ş tirile re k eb e d ileştirild i.
390 İ R A N M E K T U P L A R I

tâcid arların ın âkibeti bilinm iyor! İk tid arı nasıl elden k a ­


ç ırdıkları herkes için m eçhuldür...
Eğer Roma vatandaşları ile yenilgiye uğramış m illet
ler arasına adaletsiz farklar konmamış olsaydı, eğer taşra
eyâlet valilerine daha az iktidar tanınmış bulunulsaydı;
eğer zûlmun ve gaddarlığın önleyicisi olan kutsal kanun­
ların mcr’iyetine lâyık ihtimam ve dikkat gösterilebilsey-
di ve nihayet, eğer adaletsizliklerin ateşile toplanan hâzi­
neleri kendi zevk ve heveslerine sarfa kıyam eylememiş
bulunsalardı, işte o zaman Cumhuriyeti daha da büyüyüp
gelişecek, sonsuz bir ihtişam ve azamete kavuşacak ve
bütün insanlık için bir saadet ve huzur kaynağı olacaktı h
Cesar Rom a C um huriyetini ezip y ık tı; m utlak
bir ik tid arın esaretine m ahkûm etti. A vrupa uzunca bir
devir, askerî ve gaddar bir rejim tarafından sevk ve idare
e d ild i; R om a’nın yum uşak hâkim iyeti yerine zalim ve
korkunç bir hâkim iyet başladı.

(D — M ü ellif b ü t ü n ö m r ü b o y u n c a R om a ta r ih i ve R o m a ’n ın
i n h i t a t v e in k ır a z ı û m illerile b i l h a s s a y a k ın d a n a lâ k a la n -
m is t ir B o rd e a u x şe h ri İlim E n s titü s ü n e su n u p b iz za t o k u ­
d u ğ u ve iç in d ek i h ey b e tli fik irle rin i m ü d a fa a e ttiğ i tezi
de y ine b u m e v zu a d airü i.
(2) — J u l C esar ( M ilâ tta n önce ıoo y ılın d a d o ğ m u ş ve 56 yıllık
b ir ö m ü rd e n s o n r a 44 de ö lm ü ştü r. T a r ih in en b ü y ü k k u ­
m a n d a n la rın d a n , e n b ü y ü k k â tip le rin d e n ve e n b ü y ü k
d ev let a d a m la rın d a n d ır. S o n d erece a te ş in b ir z e k â y a
m a lik ti.
M ü ste sn â m e z iy e tle rin d e n dolayı, k ıs a z a m a n d a h a lk
ta r a f ı n d a n İlâ h î b ir a ş k la sevildi. Ç ocuk d en e ce k y a ş ta s i­
y asî h a y a ta a tılm ıştı. Ö nce, h a lk ın h a k la r ın ı P o m p é e ’ye
k a r ş ı m ü d a fa a y a g irişti. 41 y a ş ın d a k o n s ü l seçildi. 49 y a ­
ş ın a k a d a r G au le s m u h a re b e le ri d e v a m e tti. B u m u h a r e ­
b elerd e g ö ste rd iğ i b ü y ü k şe c a e t ve d ir a y e tte n do lay ı ş ö h ­
r e ti b ü tü n C u m h u riy e ti is tilâ e tti. D ev le tin te k m il o r d u ­
la rı ta p a r c a s ın a k e n d isin e b a ğ la n m ıştı. A m an sız d ü ş m a n ı
P o m p ée ve C ra ssu s ile b ir T riu m v ir a t k u rd u . A m â, az
İ R A N M E K T U P L A R I 391

H al böyle iken, A v ru p a’nın şim alinden m eçhul bir


takım m illetler aşağılara sarkm ağa, k ıt’anın diğer kısım ­
larını istilâya başladılar; b u n lar Rom a eyâletlerini seller
gibi kaplıyor, bütün bu fetih leri h ay ret edilecek b ir ko­
laylıkla yapıyor ve h er tara fı sü r’atle talân ediyorlardı;
Rom a im paratorluğunu p arçalıy o rlar ve oralarda sayısız
k ıra llık la r k u ru y o rlard ı; b u n ların hepsi de h ü r m illetler­
di; K endi kurallarının hâkim iyetlerini adam akıllı tah d it
etm işlerdi. Zaten, bu k ırallar, aslında ordularının k u m an ­
d anları ve grupların başbuğlarından ib arettiler. İşte böy-
lece, bu h ü k ü m d arlık lar her ne kad ar kuvvetle k u ru lm u ş­
larsa da, aslâ galiplerin esaret boyunduruğunu hissetm e­
m işlerdi. T ürkler ve T a tarla r gibi, A syalı m illetler fetih ­
lerde bulundukça, zab tettik leri y erlerin m ahallî o torite­
lerine yeni teb aalar v ererek kendi kuv v etlerin in gölge­
sinde tam ve m utlak bir hâkim iyeti devam e ttirirlerd i.
H albuki, şim al A vrupa m illetleri böyle yapm ıyorlardı;
bunlar kendi diy arların d a tam am ile h ü r olduklarından,
Rom a eyâletlerini zabtedince, m ahallî şeflere büyük hâk i­
m iyetler aslâ tanım ıyorlardı. H attâ, bun lard an bâzı mil-

s o n r a b u h a s ım l a r ın ı b e r t a r a f e t ti. R o m a ’y a d ö n ü ş ü n d e
C u m h u r iy e t i t e k b a ş ın a id a r e y e a z m e t m iş t i, ö y le y a p tı.
D ik t a r e j im i k u r m u ş t u v e k e n d i s i d e t a r i h i n e n y a m a n
d ik ta t ö r le r in d e n b ir i k e s ild i. L â k in , id a r e s ile d e d e v le t e
t a m b ir n iz â m g e t ir m iş t i; d e m o k r a s in in fe y iz v e n i m e t ­
le r i n d e n v a t a n d a ş la r ın m a h r u m k a lm a m a s ı i ç i n ç a lış iy o r -
d u . B u s ır a la r d a g e r e k G a u le s m u h a r e b e le r i, g e r e k s e iç
m u h a r e b e le r e d a ir o l a n ‘m e ş h u r e s e r i o l a n (T e f s ir le r ) in i
y a z d ı.
L â k in , y e n id e n m u t la k iy e t id a r e s i k u r a c a ğ ın d a n
e n d iş e b a ş la m ış t ı; b a z ı s e n a t ö r le r a l e y h in e h iz ip k u r ­
d u la r ; b u t e r t ib e m a n e v î e v lâ d ı B r u tu s d e d a h i l o lm u ş t u .
N i h a y e t S e n a t o n u n i ç t i m a s a lo n u n d a s u ik a s t ç ıla r ü z e r i­
n e ü ş ü ş e r e k h a n ç e r le y ip ö ld ü r d ü le r . B r u t u s d e k a t i l le r
a r a s ın d a id i, h e y h â t !
392 İ R A N M E K T U P L A R I

letler, m eselâ A frika’da V andallar, İspanya’da G oths’lar,


istedikleri anda, hem en k ıra lla rm ı azlediyorlardı ’. D i­
ğer prenslerin otoriteleri ise, bin tü rlü şekil ve m erasim ­
lerle tah d it edilm işti: H attâ, bir çok derebeyleri bu hâk i­
m iyeti h ü k ü m d arlarla paylaşm ışlardı; h arp ler ancak b ü ­
yük reislerin rıza ve m u v afak atlerd e yapılabilirdi; h a rp
ganim etleri ancak hüküm darla askerî şefler arasında bö-
lü şü lü rd ü ; H üküm dar, m illetten hiç bir vergi alam azdı;
k anunlar, ancak m illet m elcislerinde yapılabilirdi.
İşte Rom a im paratorluğunun enkazı üzerine k urulm uş
devletlerde hâkim olan esas prensipler bunlardı...
V e n e d ik , 2 0 /E y lû l/1 7 1 9 .

(1 ) — B a r c k h a u s e n , (M o n t e s q u ie u , İ r a n m e k t u p la r ı v e m e h a z ­
la r , 1898, fa s ıl: n , s a h if e : 69) b iz e , k ır a l H ild e r ik ’in m i l â ­
d î 530 d a V a n d a lla r t a r a fın d a n ; k ır a l S u i n t i la ’n ın 631,
k ır a l T u lg a ’n ın 642 d e, v e k ır a l W a m b a ’n m 680 t a r ih in d e
G o t h la r t a r a f ı n d a n a z le d ild ik le r in i s ö y lü y o r .

M E K T U P 132

Rika’dan devam
***’da

Beş yah u t altı ay önce, bir kahvehaneye gitm iştim ;


orada hali tav rı kibar, giyinişi zarif ve sözü sohbeti y e ­
rinde biri gözüme ilişm işti. P aris h ay atın ın zevklerinden
bahsediyordu; böyle öm ür sürm ek varken, kendisinin
taşralard a, A llâh’ın kırında öm ür törpülem esi revâyı hak-
İRAN M E K T U P L A R I 393

m ıydı, deye hâyıflaniyordu: (A razim in yıllık geliri on beş


bin liradır. Ah, ne olurdu, b ü tü n servetim in d ö rtte birine
m alik olsaydım da, hepsi de para, yah u t her yere nakli k a ­
bil m al olabilseydi! H albuki, bu gün bu arazim in kiracıla­
rın ı istediğim kadar sıkıştırayım , onları elim den geldiği nis-
bette m ahkem elerde, icralarda süründüreyim , yine ne
olursa bana olacak, m asraflara boğulacağım , ve onlardan
bir kuruş tahsil etm em m üm kün olmiyacak! Z aten bu yüz­
den öm rüm de hiç bir zam an yüz altını bir arad a görm e­
dim! Şimdi m âazallâh, b irine on bin fra n k borçlanayım ,
bücün bu çiftim i çubuğum u haczederler ve bana da d a ­
rülacezeye sığınm ak kalır!)
Bu konuşm aları daha fazla dinlem iyerek oradan çık­
tım.
D ün yolum ayni sem te düşm üştü, o kahvehaneye te k ­
ra r uğradım . Bu defa içeride ciddî tav ırlı bir adam gözü­
me ilişti; yüzü asık ve soluktu. Beş altı gevezenin arasın ­
da gayet m ahzun ve düşünceli görünüyordu. B ir de b ak ­
tım ki, o da konuşm alara canla başla karışm ıştı. Y üksek
b ir sesle diyordu ki: (Evet dostlarım , ben bu gün yoksul
düşm üş, h a ttâ m ahvolm uş bir kim seyim ! İnanın, karnım ı
doyuracak yiyeceklerden bile m ahrum sayılırım ; zira, bu
gün a rtık b ü tü n servetim iki yüz bin lira banknot ve yüz
bin de güm üş écus 1 den ib arettir. G örüyorsunuz ki, pek
vahim bir durum da bulunuyorum . H albuki, kendim i zen­
gin bir adam farzederdim . H eyhat! A rtık beni darülaceze
paklar! Hiç olmazsa, iki karış bir toprağım olsaydı, o za­
m an açlıktan ölmek tehlikesi kalm azdı, barı. Y azıklar
olsun, bu şapkanın büyüklüğünde olsun bir toprağa m a­
lik değilim , ben!)

( 1 ) — o t a r ih t e b ir é c u s üç f r a n k lık g ü m ü ş b ir p a r a id i.
(2 ) — M o n te s q u ie u , b u r a d a L a w s is t e m ile m e y d a n a g e le n ik i
m a lî b u h r a n z a m a n ı n ı t a r if e d iy o r . B ir in c i z a m a n a a i t
v a k ’a M is s is ip p i h is s e s e n e t l e r in i n b a ş d ö n d ü r ü c ü y ü k -
394 İ R A N M E K T U P L A R I

T esadüfen başım ı başka tara fa çevirince, m eczupların


yüz b u ru ştu rm a larile çehresi karışm ış birini gördüm :
(B undan sonra kim e itim at etm eli, deye bağıriyordu, dost­
larım dan o k ad ar çok güvendiğim bir haine paralarım ı em ­
niyet ederek ödünç verm iştim . A dam hem en kalktı, pa­
ram ı bana iade etti. Bu ne korkunç bir ih an ettir, Rabbim!
G üya bu dostum faziletli bir h a re k e tte b u lu n arak param ı
iade etti, borcunu ödedi; oysa ki, sadakatsizliğin, vefa­
sızlığın ve fırsatçılığın şaheser m isâlini verm iş oldu ve
nazarım da da alçaklık ve nam ussuzluğun örneği olarak
ebediyyen yaşiyacaktır!) '.
Y akınında o turan çok dağınık kiyafetli bir adam da
başını göğe k ald ırarak : (Ulû T anrı, N âzırlarım ızın pro­
jelerin i tedcil ve m uhafaza buyursun! Bu gidişle hisse se­
n etlerin in değeri göklere fırlayacak ve P a ris’in b ü tü n
uşakları efendilerinden de daha zengin olacaktır!) deye
gürledi.
M eraka düştüm , bu adam ın kim olduğunu sordum .
(Bu, son derece yoksul bir insandır, dediler. M esleği de
beş para getirm ez. Kendisi soy sop bilginidir. Bu servet
fırlam ası devam ederse, o da m esleği sayesinde servete
kavuşacağından emin. Çünkü, b ü tü n yeni zenginler, k en ­
d ilerine yeni soy sop araştırıp, nesep şecerelerini ay ık la­
tıp parlak isim ler bulacaklar, b u n ları m uhteşem ara b a la ­
rına kazıtacaklardır. B ütün bu im kânları ise, ancak bu

s e l iş in d e n h a s ıl o l a n a r a z i k iy m e t d ü ş ü k lü ğ ü n e iş a r e t t ir .
İ k in c is i is e , h i s s e s e n e t l e r in i n s a t ı ş ı v e a m m e e m n i y e t i n ­
d e m e n k u l k iy m e t le r e h a s ıl o l a n s a r s ı n t ı y ü z ü n d e n t o p ­
r a ğ ın k a z a n d ığ ı it ib a r ı g ö s te r ir . ( L a w h a k k ın d a k i d ip
n o t u m u z 138. c i m e k t u p t a d ır .)

< 1 ) — B o r ç lu la r k i y m e t i d ü ş m ü ş k â ğ it p a r a la r la b o r ç la r ın ı ö d e ­
m e k t e t e h a l ü k g ö s t e r iy o r la r d ı, o
k a d a r k i, l l / M a r t / 1 7 2 0
t a r ih li b ir fe r m a n , h â z in e c e y ü z lir a d a n f a z la ö d e m e le r i
a lt u n l a y a p m a ğ ı m e n e t m iş t i.
İRAN M E K T U P L A R I 395

b ;lginim iz onlara tem in edebilecektir. Tabiî, o da istediği


kadar asîl insan yaratm ak im kânına m alik olacağını dü­
şünerek, kurduğu ta tlı hayâlin saadetile şim diden titre ­
meğe başlam ıştır, bile!)
Tam bu sırada soluk benizli, ekşi yüzlü bir ih tiyar
içeri girdi. D aha oturm am ıştı ki, bir haberci 1 olduğunu
hem en tanıdım . Bu ihtiyar, b ü tü n aksiliklere, solukluklara
yaldız süren, her gördüğü yerden zafer ve ganim et m ü j­
deleri ile gelip ortalığı hoplatan nikbin habercilerden de­
ğildi. Tam tersine, daim a kötü gören, her ak ibetten titre ­
yen, nevm it bir insandı: (Ispanya’da işler çok bozuk gi­
diyor! H er şey berbat! O cephede bizim süvari ku v v eti­
miz hem en hiç yok! Buna m ukabil, büyük bir süvari b ir­
liğine m alik prens P io’nun b ü tü n Languedoc 2 havalisini
zabetm esinden korkulur!)
K arşım da üstü başı dağınık bir filozof otu ru y o rd u ; bu
habercinin hâline aciyan gözlerle bakiyor, o sesini y ü k selt­
tikçe, bu da om uzlarını kaldırıyordu. Y anına daha da y a k ­
laştım . Filozof kulağım a eğilerek: (Evlât, dedi, görüyor­
sunuz ki, bu hotkâm budala tam bir saattir, Languedok
için hissettiği k u ru n tu la rla bizi sersem e çevirdi. H albuki,
ben güneşte bir leke gördüm . Şâyet, bu leke bir gün d a­
ha da büyüyüp çoğalırsa, o zam an T abiat A nayı tam bir
m addî bitiklik, tam b ir d urgunluk ve hareketsizlik içinde
m ahvedebilir; lâkin bu endişeler karşısında ağzını açıp
bir kelim e söylem ek kim in haddine!)
P a r is , 1 7 /K a s ım /1 7 1 9

( 1 ) — n o u v e l l is t e (130. c u m e k t u p t a t a f s i l â t v a r d ır .)

<2) — M e r k e z i T u lu z ş e h r i o l a n c e n u b î F r a n s a h a v a lis i.
395 İR AN M E K T U P L A R I

M E K T U P 133

Rika’dan devam

Geçen giin bir m anastırın m uazzam kütüphanesini gör­


m eye gitm iştim ; kitaplar, rah ip lerin m uhafazasına em a­
net deiım işti; am â onlar da, günün m uayyen saatlarında
hariçten kütüphaneye ziyaretçi kabule m ecbur bu lu n u ­
yorlardı
İçeri girerken, sayısız ciltler arasında gezinen v a k u r
1avırlı bir adam gördüm ; yaklaştım . D iğerlerine nazaran,
daha itina ile ciltlenen k itap ların neler olduklarını kendi­
sinden sordum . (Evlât, dedi, ben burada bana tam am ile
yabancı bir yerdeyim , kim seyi de tanım am . Ayni suali çok
kim seler de sordu:, lâkin, görüyorsunuz ki, onları tatm in

(!) — G e le n e k le r e g ö r e, r u h a n î S a i n t V ic t o r ’u n k ü t ü p h a n e ­
sid ir . B a z ı m ü m t a z ş a h s i y e t l e r i n v a s iy e t n a m e le r ile ç o k
z e n g in le ş m iş , 1797 d e k ü t ü p h a n e u m u m île ş t ir ilm iş t ir .
H a f t a n ı n h e r p a z a r t e s i, Ç a rşa m b a ve C u m a rte si g ü n ­
le r i h a lk a a ç ık t u t u lm a s ı m u t a t o lm u ş t u r . P a r is ’d e k i b ir
ç o k m a n a s t ır la r d a b ü y ü k k ü t ü p h a n e l e r m e v c u tt u ; b u n ­
la r d a n b i l h a s s â S a i n t - G e r m a i n - d e s - P r é s p is k o p o s lu ğ u
m a n a s t ır ı ile S a i n t e - G e n e v i é v e p is k o p o s lu ğ u m a n a s t ır ı
k ü t ü p h a n e le r i u m u m î o lm a y ıp , s a d e c e â lim le r e a ç ık t u ­
tu lu r d u .
M. R o d d ie r , m e k t u p t a g e ç e n k ü tü p h a n e d e n m ü r a t
e d ile n in , 1721 d e m ü e l li f i n h o c a s ı v e d o s t u r u h a n i D e s -
m o l e t s ’n i n id a r e e t t i ğ i v e S a i n t - H o n o r é s o k a ğ ın d a k i O r a ­
to ir e k ü t ü p h a n e s i o ld u ğ u n u id d ia e t m iş tir .
İ R A N M E K T U P L A R I 397

edeyim deye, bu k itap ları okum ak k ü lfetine katlanm ak


niyetinde de k a t’iyen değilim . Em in bir k ü tü p h an e m em u­
rum v ar ki, arzunuzu yerine getirecektir. Çünkü, o b ü tü n
öm rünü bu eserleri okum akla ve sırların ı çözm ekle geçi­
rir. D oğrusunu isterseniz, bu adam dan bize bir fayda da
yoktur, zira ayrıca üzerim izde ağır bir yük de oluyor;
çünkü, m anastıra hâs hiç bir y a ra rlı hizm eti yoktur. Lâkin,
işte büyük yem ek salonunun çanı çaliyor; benim gibi bir
topluluğa baş olanlar, h er keşten önce davranm alıdırlar.)
R ahip böyle söyleyerek beni k ü tüphaneden dışarı itti,
kapıyı yüzüm e kapadı ve sanki kanatlanm ış gibi birden
gözlerim den kayboldu.
P a r is , 2 1 /K a s ım /1 7 1 9

M E K T U P 134

Rika’dan devam

E rtesi gün ayni kütüphaneye gittim ; ilk ziyaretim de


görm üş olduğum adam ın yerinde şim di bam başka birisi
vardı. Çok sade, babacan tavırlı, duygulu ve zeki görü­
nüşlü idi. K endisine m erakynı açar açmaz, hem en beni
m em nun etm eyi, yabancı olduğum u öğrenince de, gere­
ken bilgileri verm eyi candan vazife bildi.
— M uhterem peder, dedim , k ü tüphanenin bu köşesi­
ni kaplayan bu kocam an ciltler acaba neye dairdir?
— B unlar, M ukaddes K itabın tefsirlerid ir evlât, dedi.
— Lâkin, dedim, sayıları da pek ziyade! K itabı M u­
398 İR A N M E K T U P L A R I

kaddes, her halde eski devirlerde çok karanlık, ziyadesile


m uğlaktı; am â zam anım ızda da tefsirlere luzûm bırakm i-
yacak kad ar açık, aydınlık olm alıdır; öyle değilm i? A ca­
ba halâ, bazı şüpheler, tere d d ü tle r kaldım ı? Zıt fikirler
bulunuyor mu, halâ?
— B üyük Tanrım ! Evet, bulunuyor halâ! Halâ!
— E vet mi? H âlâm ı? F akat, b ü tü n bu ciltlerin m üel­
lifleri ne yapm ışlardır, öyle ise?
— Bütün bu müellifler, bu Mukaddes Kitapta, ina­
nılması gereken şeyleri aramadılar; onlar sadece kendi­
lerinin inanmış oldukları şeyleri araştırdılar. Aslâ bu ki­
taba, kabul etm eye mecbur oldukları dinin âkait ve emir­
lerini muhtevi imiş gibi bakmadılar; fakat kafalarındaki
inanışlara kuvvet ve otorite verecek bir kaynak gibi bak­
tılar! İşte bundan dolayı da, bütün manâları değiştirip if­
sat ettiler ve bütün ibareleri âzap ve işkencelerle yuğur-
dular, manâları anlaşılmaz hale soktular! Bu Mukaddes
kitap, sanki sahipsiz, ve nizamı korunmayan bir ülke, her
tarik ve mezhebe mensup bu adamlar da dağ haydutları
imişler gibi baskınlar yapmışlar ve bu mukaddes ülkeyi
baştan başa çiğneyerek yağmalara, talanlara girişmişler­
dir! Bu, sanki düşman m illetlerin karşılaşıp amansız vu­
ruştukları bir cenk meydanıdır! Pek çetin meydan muha­
rebeleri, küçük çarpışmalar, hepsi hepsi vuku bulmuştur!
Bu ciltlere en yakın olanlar da züht ve takvaya ait
olanlarla, sadaket ve insaniyete m üteallik kitablardır.
B unlardan sonra, çok faydalı olan ahlâk kitap ları g e iir;
daha sonra, gerek m evzuları, gerekse üslûpları itibarile hiç
anlaşılm az ilâhiyat c iltle ri; tasavvufa dair eserler, kalbleri
ateş gibi yanan sofi ve zâhit ku llard an bahseder.
— Ah! Aziz peder, dedim , biraz m üsaade edin. Bu
kad ar acele etm eyin. Bana biraz bu tasavvuf denilen şey­
den bahsedin.
— Oğlum, dedi, bu senin dediğin sofîlik, z â h itlik tir;
İRAN M E K T U P L A R I 399

kendini A llah’a v e r:ş, onunla b ir tek v arlık haline geliş


derçıektir. Ama, bu öyle kolay değildir, çok hassas, çok
sıcak bir kalb ister; öyle bir kalb ki, sevm iye, sevilm eye
açık, daim a açık olacak, bu yoldan dim ağı nurlan d ırıp
aydınlatm ağa m uktedir bir seziş k u d retin e m alik b u lu n a ­
caktır. İşte, oradan da vecd ve istiğrak, sevinç ve h ay ret
kaynayacaktır. Bu da a rtık züht ve takvanm kendinden
geçişi, sayıklam ası devresini teşkil eder. E kseriya da bu
hal, daha da incelip b erraklaşır, y ah u t A llâh aşkı ile H ak­
ka yaklaşm a şekline 1 tahavvül ve tebeddül eder. B ilirsi­
niz ki, aşkı İlâhî ile H akka yaklaşanlar bir nevi m ecnun,
zahit, sofi ve m üdahenesiz kim selerdir.
Vicdan ve kalbe taallû k eden m es’ele ve m üşkülleri
akıl ve itik at esaslarile hal eden şu âkuit âlim leri yokm u,
işte onlar, gecenin esrarını, gündüzün n u ru n a k atarlar,
ancak şehvet şeytanının sürükleyebileceği canavarları
b u n lar hayalhanelerinde kolaylıkla y a ra ta b ilirle r; onları
bir araya toplarlar, b irb irlerile m ukayese ederler, ve onlar­
dan tefek k ü r d ünyalarının ebedî m evzularını m eydana
getirirler! Ne m utlu kalbi bu faaliyetlere iştirak etm em iş,
h a ttâ bunca aşikâr söylenen ve açıkça resm edilen dalâlet
ve ahlâksızlığa şerik olm am ışlara!
Oğlum, görüyorsun ki, gayet serbestçe düşünüyor ve
düşündüklerim i size açıkça söylüyorum . Tabiîdir ki, bir
yabancı olan size karşı tam bir açık yüreklilikle harek et
m ecburiyetindeyim . Zira, siz öğrenm ek istediğiniz b ü tü n
bu şeyleri açık h ak ik atlerd e bilm ek istem ekte haklısınız.
Filhakika istem iş olsaydım ,' b ü tü n bu şeyler hakkında,
size sadece bir hay ran lık duygusundan bahseder, b ü tü n
sorduklarınıza daim a: (Bu eseri m i soruyorsunuz? İlâ h î­
dir, u h rev îd ir; en derin bir saygıya lây ik tir; içinde ne
harik alar vardır, bilseniz!) dem ekle iktifa edebilirdim !

(1 ) — Q u i6 tis m e .
400 İ R A N M E K T U P L A R I

Böyle h a re k e t etm enin de, iki sonuncu olurdu: ya ben


sizi aldatm ış olurdum ; yah u tta, nazarınızda şeref ve iti­
bardan külliyen m ahrum bir biçare haline düşerdim .
Tam b u rad a susm uştuk; m an astıra ait bir hizm et y ü ­
zünden, kütüphanecile konuşm am ız ertesi güne kaldı.
P a r is , 2 3 /K a 3 im /1 7 1 9

M E K T U P 135

Rika’dan devam

B elirli saatte ayni yere yine g ittim ; konuşm uş oldu­


ğum adam , beni eski yerim ize götürdü.
— B unlar da gram er üstatları, şârihler ve m üfessir-
lerdir, deyerek evvelki izahatına devam etti, Sözünü kes­
tim :
— M uhterem peder, dedim , acaba b ü tü n bu ü sta tla r
h e r şeye rağm en yüksek duygulu, derin anlayışlı olm ak
faziletinden uzak olam azla1, mı?
M uhatabım gayet ta tlı bir sesle:
— Evet, olabilir, dedi. H attâ, onlar bu hallerini gizle­
m iş de olabilirler. Onun için, eserleri ilk bakışta pek de fe­
na sayılmaz. B u suretle de d u rum larını düzeltm iş olurlar.
— Bu doğrudur, dedim , öyle filozoflar tanıdım ki, bu
ilim lere yaklaşıp b u n ları öğrenseler doğrusu çok iyi etm iş
olurlardı!
— B unlar da büyük h â tip le rd ir; b u n lar tek başlarına
aklı kandırıp m antığı iğm ek kud retin e m aliktirler! Ya
İ R A N M E K T U P L A R I 401

şu geom etri alim lerine gelince, onlar da insanı, b ü tü n fik ­


rî m ukavem etine rağm en, eninde sonunda yu m u şatırlar
ve m üstebidâne bir hâkim iyetle ona itm inan verirler.
B unlar da m etafizik k ita p la rı; bu derece büyük alâ­
ka toplayan bu eserlerin hem en h er köşesinde sonsuzlukla
karşılaşılır! H ikm eti tabiîye k itap ları fevkalâdeliklerin
dünya sathını dolduran zenginliklerde aranm asını, lâkin
bu h arik aların esnafın kullandığı en basit tezgâhlarda b u ­
lunabileceğini fısıldar. Tıp kitapları, bünyenin incelik ve
nazikliğini, m eharet vasfının k u d ret ve kabiliyetini gös­
teren bu eserler, en ehem m iyetsiz bir h astalığa m üdaha­
le ederken bile, ölüm le karşı karşıya gelm işiz gibi bizi
ko rkutup titretm esin i bilir ve tedaviden bahse geçince de,
ebediyen ölm iyecekm işiz gibi bizi teskin ve teselli etm ek
celâdetini gösterir!..
B unların tam yanındaki ciltlere gelince, insan vücu­
dunun b ü tü n akşam ını kaba isim lerle ta rif eden, am â bu
tariflerd e ne h astalıkların iyileşm esine, ne doktorların
cehlini giderm eye y aray an anatom i k ita p la rıd ır 1.
B unlar da kim ya ilm ine ait olan lard ır; bu n lara ekse­
riya, ya hastahanelerde, ya da tim arhanelerde rastlan ır.
B u ilm in m evzuu bakım ından ise, her iki m ahallin yekdi-
ğerinden hiç bir fark ı yoktur.
Ve işte diğer İlmî eserler; daha doğrusu gizli ilim ­
lere dair ciltler. Bazı şeytanî esrar, sihirbazlıklar, efsûn-
la r; ekseri insanların nazarında n e fre t ve istik râh verici
bilgiler. Bana göre ise, bu «ciltler m erham et duygusuna
lâyık şeylerdir! Adlî astroloji kitap ları da bu m eyanda-
dır

( 1) M ü e llif in B r è d e ’d e k i k ü t ü p h a n e s i, b il h a s s â t ıp k i t a p l a -
le r ile p e k z e n g in d i. İk i y ü z e y a k ın t ıp k it a b ı b u lu n m u ş t u r .
( 2 ) — M ü e llif in k ü t ü p h a n e s in d e y a lın ız b ir a d lî a s t r o lo j i b u l u n ­
m u ş tu r :
H e n r i R a n tz a u , T r it é a s t r o lo g iq u e d e s ju g e m e n ts des
İ r a n M e k tu p la r ı F .: 26
402 İ R A N M E K T U P L A R I

— Ah, aziz peder, ne diyorsunuz? A dlî astroloji öyle­


mi? Deye sertçe bağırm ıştım . İşte bizim İra n ’da en çok
okuduğum uz b u n la rd ır; bu k itap larla yaşar, bunlarla
am el ederiz! H ayatım ızın hem en b ü tü n faaliyetini b u n lar
tanzim eder; h er çeşit teşebbüsüm üzü nizâm layan da y i­
ne o n lard ır; m üneccim ler bizim efendilerim iz, am irleri­
miz, rehperlerim izdir! H attâ daha da fazladırlar! H ükü­
m ete bile dahildirler! 1
M uhatabım beni dinledikten sonra: (Eğer böyle ise,
dedi, o halde siz akıl ve idrâkten daha sert ve haşin bir
boyunduruk altında yaşiyorsunuz, demektir! İşte hâkimi­
yetler içinde en garibi de hudur. Hattâ, böyle bir boyun­
duruktaki bir ailenin haline bile acırım; idaresini gökteki
yıldızların seyrine terkeden bir m illete ise, kalbim parça­
lanır!) Bu çok dokunaklı sözlere hem en cevap verdim :
(Lâkin, dedim , işleriniz için cebir ilm inin faydası neyse,
yıldızlar ilm i de bizim için odur; aynı derecede yararlı,
ayni derece ehem m iyetlidir. Esasen h er m illetin kendine
göre bir ilim sahası vardır, ve bu sahanın hususiyetine
göre, o m illetin idare tarzı tanzim edilir. H em ben size
garip bir şey söyliyeyim m:, burada, yani m em leketiniz­
de, sadece bir tek riyaziyecinizin yaptığı budalalığı, İra n ’-

t h e m e s g e n e t lia a u e s (P a r is , M e n a r d , 1657, l a B r e d e , n o :
1 648).

( 1 ) — C lıa r d in , (İr a n ve D o ğ u H in d i s t a n a sey a h a t 1686.)


e s e r in in b ü tü n b ir f a s lın ı m ü n e c c im le r e t a h s is e t m iş tir :
( M ü n e c c im le r in fik r i, r e y i a lın m a d ık ç a , h iç b ir e h e m m i ­
y e t li iş y a p ıla m a z . B a z ı h ü k ü m d a r , e n b a s it h u s u s la r d a
b ile o n la r ın r e y in i so r a r M e s e lâ , g e z m e y e g it m e le r i m ü -
n a s ip m id ir ? Y e m e ğ e b a ş la s ın la r m ı? )

M ü e llif, b i l h a s s a b a ş m ü n e c c im in b ü y ü k ic r a a t ın d a n
v e e h e m m i y e t in d e n b a h s e t m e k te d ir .
İ K A N M E K T U P L A R I 403

da bütün m üneccim ler b ir arada bile y apam am ışlardır *.


Sizce, yıldızların tesadüfi yardım ı ile elde edilen neticele­
rin, sistem inizin yapıcısı tarafın d an konm uş olan kaide­
lerden daha isabetli olm adığına em inm isiniz? Şâyet, bu
m evzu gerek F ra n sa ’da, gerek İra n ’da toplanacak rey le­
re göre halledilseydi, h er halde m üneccim ler güzel bir
m uzafferiyet kazanacaklar, ve riyaziyecileriniz hicaptan
kızaracaklardı! O zam an aleyhlerinde neler, neler söylen -
m iyecek, ne b u rh an la r ileri sürülm iyecekti!)
M ünakaşam ız burada kesildi, ayrılm ağa m ecbur olduk.
P aris, 26/Kasım/1719.

(1 ) — L a w h a k k ın d a y e n i b ir a la y lı im â . ( B u t a r ih î ş a h s i y e t
h a k k ın d a k i m u f a s s a l n o t u m u z u 138. c i m e k t u p t a b u ­
la c a k s ın ız :)

M E K T U P 136

Rika’dan devam.

M üteakip m ülâkatım ızda kütüphaneci âlim im , beni


başka bir hususî odaya götürdü. (İşte, m uasır tarih k ita p ­
ları! dedi. Önce kilise ve P a p a ’l&rın ta rih le ri; fikren y ü k ­
selm ek için okuduğum bu eserler, ekseriya bende tam
aksi tesirler yapm ışlardır. Bu ciltler de, m uazzam Rom a
im paratorluğunun in h itat ve inkırazını gösteren ta rih le r­
dir. Pek çok kıraliy etlerin enkazı üzerine k urulm uş Roma
h â k ;m iyeti yıkılınca da, yerine sayısız yeni hâkim iyetler
kurulm uştur. H angi m em leketten geldikleri belirsiz m uh-
401 İ R A N M E K T U P L A R I

telif b a rb a r kavim ler birden ortaya çıkm ışlar, im p arato r­


luğu baştan başa istilâ etm işler, yakup yıkm ışlar, p a rç a ­
lam ışlar ve bu gün A v ru p a’da gördüğünüz devletleri tesis
etm işlerdir. Bu m illetler aslında hiç de b a rb a r değillerdi.
Ç ünkü, h ü r yaşiyorlardı; lâkin, m utlak bir hâkim iyete ta ­
bi oldukları andan itibaren b a rb a rla ştılar; zira, ta tlı h ü r­
riy etlerin i a rtık kaybetm işlerdi; o kadar lâtif olan o h ü r­
riy et ki, akla, insaniyete ve tabiata da pek güzel intibak
ediyordu!1.
B urada da A lm an im paratorluğu tarihçilerini görü­
yorsunuz; bu im paratorluk, ilk kurulm uş im paratorluğun
bir gölgesinden ib a re ttir; parçalanm asına rağm en, zayıf­
lam ayan yegâne hâkim iyettir. Kezâ, kayıplara uğradıkça,
m uvaffakiyet ve m uzafferiyetlerinden faydalanm a nisbeti
artm akta, hezim etlere uğradıkça, yenilm ez hale gelen tek
devlet olarak onu görm ekteyiz!
İşte Fransız m üverrihleri, ciltlerde hü k ü m d arların
hâkim iyetleri iki defa silinm iş, sonra te k ra r dirilm iş,
asırlar boyunca zâafa uğram ış, sararıp solm uştur. F ak at
daha sonraları hiç hissettirm eden kuvvetini toplayarak her
sahada gelişm eye başlam ış ve son devresine vasıl olm uş­
tur. Tıpkı, bir n ehrin seyrine tabi olm uştur: uzun m esa­
feler akan sular toprağın altından seyrederek m ecrasını
takip etm iş, sonra te k ra r suyun yüzüne çıkm ıştır; dört

( 1 ) — B u b a h s i 131. c i m e k t u b u n ı ş ı ğ ı a lt ın d a o k u m a k v e m ü ­
e ll i f in : T e fe k k ü r le r (L e s P e n s é e s , c ilt; I, s: 39 v e m ü t e a ­
k ip ) d e k i i z a h la r la t a m a m la m a k lâ z ım d ır .
( 2 ) — M ü e llif e , A v r u p a d e v le t le r in in b u r e s m i k e ç id in i y a p t ır a n
b e lk i d e , P u f f e n d o r f ’dır. A v r u p a h ü k ü m d a r la r ı v e d e v l e t ­
le r i t a r ih in e g ir iş , 1710. L a B r è d e , N o : 2709) e s e r in d e n
i lh a m a l d ığ ın ı (T e fe k k ü r le r , c ilt: II, s. 2 91) a ç ık ç a i t ir a f
e tm e k t e d ir .
K e z a A lm a n y a h a k k ın d a k i d ü ş ü n c e le r i d e P u f f e n d o r f ’d a n
m ü lh e m o ld u ğ u p e k m u h t e m e ld ir ; (D e s t a t ü g e r m a n ic i
im p e r u , L e ip z ig , 1708, L a B r è d e , N o : 3107)
İ R A N M E K T U P L A R I 405

yandan karışan çaylar, dereler, ırm ak larla bollaşıp geniş­


leyen nehir, m ansabına büyük b ir kuvvet ve zindelikle
vasıl olurken, önüne çıkan b ü tü n m anileri de yıkıp devi­
rerek b irlikte sürükleyip götürm üştür.
B urda da İspanyol m illetinin sıra dağlar ardından
nasıl çıktıklarını okuyacaksınız. H er tarafı zabıt ve ist:-
lâ etm iş M üslüm an prenslerini kolaylıkla ve s ü r’atle m ağ­
lûp ettik lerin i göreceksiniz. Bu suretle bir çok k ıralıy etler
hem en hem en tek bir geniş hü k ü m d arlık haline gelm iş ü l­
kede, birleşik bir düzen kurm uş oluyorlar. Asılsız ihtişam
ve zenginliklerinin altında öyle ezilm iştir ki. nihayet bü­
tün kuvvet ve k udretini ve h a ttâ şöhret ve itib ârım ta ­
m am en k a y b e tti; kendisine kala kala, ilk hâkim iyetinin
gurubu kaldı, o kadar! L
B unlar da İngiliz m üverrihleri, bu ciltlerde bitm ez
tükenm ez kavgalar, isyanlar, fesât ve ihtilâllerden h ü rri­
yetin nasıl kaynayıp fışkırdığı o kunur; k ıra lla r sağlam bir
tah tın üstünde m ütem adi bir sallantı ve titrem ey e m aruz
kalm ışlardır; sabırsız bir m illet, h a ttâ kızgınlık ve gazap
halinde bile akıl dizginini hiç bırakm am ıştır! H er zam an
denizlerde hâkim iyet kurm uş (bu güne kad ar duyulm a­
m ış bir şey!) ticareti im paratorlukla yuğu rm u ştu r
O nların hem en yakınında duran ciltler, denizlerin di­
ğer kıraliçesi H ollanda C um huriyetidir; A vrupa’da bu
derece saygı gören bu devlet, A sya’da m uhteşem bir m ev­
kie sah ip tir; orada sayısız tâcidarlar H ollanda tacirlerinin

( 1 ) — P a p a z V a y r a c : ( H a li h a z ır İ s p a n y a d e v le ti, i h t i lâ l l e r i , i n ­
h i t a t v e in k ır a z ı, P a r is 17 i S , L a B r e d e , N o: 3 1 7 1 ).

(2 ) — M o n te sc ıu ie u , C la r e n d o n ’u n ( İ n g il t e r e ’d e iç h a r p le r ve
is y a n la r ın t a r ih i, L a H a y , 1704-1709, la B r e d e , N o : 3198)
e s e r in in t e r c im e s in i o k u m u ş tu r .
405 İ R A N M E K T U P L A R I

önünde derin tazim duygularile secdeye k a p a n ırla r '.


İtaly an m ü v errih ler, size eski devirlerde dünyaya
h ükm etm iş b ir m illeti tan ıtırla r. H albuki o m illet, bu gün
b aşkalarının esiri o lm uştur; eski istiklâl ve h âkim iyetin­
den tek nişâne olarak, b erb at bir politikası kalm ıştır.
Şim di de sıra C um huriyet idarelerinin m ü v errih leri­
ne geldi. Önce, h ü rriy e tin tim sâli m evkiinde olan, İsviçre
C um huriyetini görüyoruz. Sonra, İktisadî gelişm esinden
başka kayde değer bir tarafı bulunm iyan V enedik C um ­
h u riy eti geliyor. Onu, gem ilerinden m aâda, m uhteşem ta ­
rafı bulunm ayan Cenevizler takip ediyor.
D aha şim aldaki devletlere de bir göz atalım : B u n lar­
dan Polonya, gerek h ü rriy etlerin i, gerek h aklarını çok
kötü kullanm ak itiyadından bir tü rlü k u rtu la m a m a k ta d ır;
çok eski devirlerden beri kıralların ı seçerek ta h ta o tu r­
tu rla r; bu da, sanki b irb irlerin i kaybetm iş kom şu m illet­
lerini teskin ve teselli içindir
Âlim burada sustu ve konuşm am ız ertesi güne kaldı.
P a r is , 2 /A r a lık /1 7 1 9 .

(1 ) — G r o t iu s ’u n (M a r e lib e r u m ) d ö v iz i i ç in ş ö y le d iy o r : ( O n ­
l a r ın e s k id e n b ü t ü n is te d ik le r i h ü r r iy e tt i; ş im d i ise , b ir
im p a r a t o r lu k t u r ! )
(B r e d e , N o : 2 4 0 6 ).

(2 ) — M ü e llif, B iz a r d ie r e ’in ( K ır a lla r ın s e ç ilm e le r i yönü nd en


P o lo n y a ’n ı n D iy e t m e c lis i t a r ih i, P a r is , 1697, l a B r e d e ,
0:3147) e s e r in d e n m ü lh e m d ir . F ilh a k ik a , t a r ih î m is â lle r ,
P o lo n y a ’d a k i k ır a l s e ç im l e r i n i n m ü e l li f i n d e m o k r a t ik
m a k s a t la r ı n ı h iç b ir s u r e t le o k ş a m a d ığ ın ı g ö s t e r m iş t ir .
İ R A N M E K T U P L A R I 407

M E K T U P 137

R lk a ’d a n d e v a m

E rtesi günü başka bir odaya girdik. (B unlar da


şairlerdir, dedi. En içten duygularına köstek v u ran ve aklı,
süsler ve püslerle örtüp ezen m üelliflerdir, b u n lar M Tıpkı
eski zam anlarda ağır ziynet eşyası ve m ücevherlerin yı-
ğınlarile k adınların göm ülm eleri gibi! Siz bu şairleri ta ­
nırsınız; zira, güneşin kızgınlığile hayâl k u rm a k u d retleri
de ateşli olan şark lılar için, b u n lar nadir m ah lû k lar değil­
lerd ir -.
Ve işte b u n lar da destanlardır.) B urada dayanam adım ,
sözünü kestim ve sordum : (Ya! Dem ek bunlar da destan­

( 1 ) — B ö y le c e M o n te s q u ie u , e d e b î t e n k i t â le m in d e m e ş h u r f i ­
lo z o f D e s c a r t e s ’in u s u l f e ls e f e s i n e m ü t e a llik C a r t é s ia n is -
m e ’in m ü d a f ile r i F o n t e n e ll e v e H o u d a r d e la M o t te ’n i n
k u r d u k la r ı m o d e r n e d e b î g ö r ü ş ü n m u t la k b ir t a r a f t a r ı o l ­
d u ğ u n u g ö s te r iy o r .

(2) — İranlIlarda çok tabiî bir görüş olmakla beraber, m üellife


i lh a m e d e n : m a d a m D a c ie r ’n i n (Z e v k d u y g u s u s u i s t i -
m a l in in â m ille r i, P a r is , R ig a d , 1714, s a h if e : 1 8 -1 9 .) e s e ­
r id ir : (Ö y le m u t lu e s a s la r ü z e r in e k u r u lm u ş m ille t le r
v a r d ır k i, o r a d a g ü n e ş b ü t ü n ş a ş a a s i le e t r a f ı a y d ın la t ır
v e b u m e s ’u t d iy a r ın in s a n l a r ı h a y â l k u r m a k v e z ih n e n
m u t lu lu k y a r a t m a k h u s û s u n d a , ç o k b ü y ü k k u d r e t e s a h ip
b u lu n u r la r ! ... B u n a m u k a b il, d iğ e r b ir t a k ı m m i ll e t le r d e
a ğ ır b ir h a v a i le sarılm ış v e b u n a lm ış o ld u ğ u n d a n , b u
k u d r e t t e n m a h r û m d u r la r . K e n d ile r in i g u r u r v e b a r b a r lık ­
408 İR AN M E K T U P L A R I

lar, öylem i? Lâkin, destan dediğiniz de nedir, lütfen an-


latırm ısm ız?)
(H akikati isterseniz, dedi, onun ne olduğunu ben de
bilm em ; bilenlerin söylediklerine bakılırsa, b ü tü n dü n y a­
da bun lard an sadece iki tane yazılm ıştır. A ynı ad konm uş
diğerleri ise, aslâ destan sayılm azlar; m am afih, bu h ü k ­
m ün de ne derece doğru olduğunu yine bilm em . H attâ,
yine dediklerine göre, yeniden destan yazm ak da m üm kün
değildir. Bu iddia ötekilerden de h a y re t vericidir, doğrusu!
Bu ciltler dram şâirlerine aittir. Fikrim ce, bu m üel­
lifler h a rik u lâd ed irler ve ih tirâsları ifadede hakikî ü s ta t­
tırlar. B unlar iki kısm a ay rılırlar: H islerim izi pek yum u­
şak yollardan ta h rik eden kom edi y azarlar; duygularım ızı
şiddetle ve h a ra re tle kam çılayan tra jed i m üellifleri.
İşte, b u n lar da lirik ş a irle rin in d ir; diğerlerini beğen­
diğim kadar, b u n ları beğenm em , küçüm serim ; san’atları-
nı gayet garip bir ahenkle icra eden biçarelerdir, onlar!
K üçük aşk şiirleri ve çoban şark ıları yazan şairlere
gelince, b u n lar da saray m ensubinine k ırla rın sükün ve
huzurunu, çoban hay atın ın cennetini ta ttırırla r; lâkin
heyhât, kendileri bu huzur ve sükündan tam am en m ah­
rum yaşarlar! 1
G ördüğüm üz b ü tü n m üelliflerin işte te h lik e lile ri: târiz
ve istihza alanında zehirli kalem ler y ü rü te n hicviyeciler!
B unlar, b irer küçücük, başıboş o k d u rlar ve kalblerde aç­

t a n ç e k ü p k u r t a r a m a z la r . Ş a r k m i ll e t le r i n e n a z a r a n b ü ­
t ü n g a r p lıla r b ö y le d ir . H a lb u k i, ş a r k m ille t le r i h a r e k e t
v e f a a l iy e t h a lin d e , d a im a h a y â l â le m in d e m e s t v e m e s ’-
u t , d a im a c a n lı v e d e r in b ir t e fe k k ü r d ü n y a s ın d a b a h t i ­
y a r d ır la r ! ...)

(1 ) — B u ilh a m ın e s a s la r ı: F o n t e n e ll e 'i n (Ç o b a n v e k ır h a y a t ı
ü z e r in d e n u tu k la r , 1688) e s e r ile , (Ç o b a n ş iir le r i, 2. b a s k ı,
P a r is , 1698, s: 1 4 9 -1 5 0 ) a d lı k ita b ıd ır .
İ R A N M E K T U P L A R I 409

tık ları derin y araları sarıp iyileştirebilecek hiç bir m er­


hem de bulunm az!
B urada rom anları görüyorsunuz, b u n ların m üellifleri
de bir nevi şaird irler; fazla olarak bunlar, akim ve kalbin
dillerini k ullanırlar. B ütün öm ürlerini aslî cevher olan
tabiatı bulm ak, tab iatı y a ratm ak hevesile h a rc a rla r; lâkin
heyhat! D aim a da h ü sranla karşılaşırlar! Y a rattık ları k a h ­
ram an lar da k an atlı ejd erh alar ve insan başlı esatiri bey­
girler m isâli, bu dünyaya tam am en yab an cıd ırlar h)
(Aziz peder, ben bazı rom anlarınızı gördüm , dedim.
Şayet siz de bizim kilerini görecek olsaydınız, o zam an
daha da şaşup kalırdınız! Çünkü, bizim kiler daha da az
tab iîd irle r; bundan m aada, geleneklerim izin tesiri ile de,
perişan hale sokulm uşlardır. B ir âşkın, sevgilisinin yüzü­
nü görebilm esi için, ilk tanışm alarından itibaren, er. az
on senelik bir aşkın ateşinde yanup h arap olm aları lâzım ­
dır. M üellifler, okuyucularına b ir m ukaddem e azâbı çek­
tirm ek m ecburiyetindedirler! Çünkü, v ak ’anın başka tü r ­
lü geçmiş olm asına im kân yoktur. K u rtu lm a k için baş v u ­
rulacak hile ve desise, y a h u t sun’îlik daha da b e te rd ir; zi­
ra insan, akıl ve idrâkini durduracak kad ar acâiplik ve
garabete yuvarlanacaktır. Şuna m uhakkak su re tte em m im
ki, o insanın, tek başına yüz bin insanı öldürm esi asJâ ho­
şunuza gitm iyecektir. Böyle olm asına rağm en, rom anla­
rım ızın m evzuları hep aynidir. Daim a tek ra rla n an bu h i­
kâyeler bizi bezdirip usandırm ış, bu inanılm az g arab et­
ler ruhum uzda isyanlar y a ra tm ıştır!2)
P a r is , 6 / A r a lı k / l 7 1 9

(1 ) — B u t a r ih t e n e M a r iv a u x , n e d e P r é v o s t h e n ü z r o m a n la r ı­
n ı n e ş r e t m e m iş b u lu n u y o r la r d ı.

(2 ) — M o n t e s q u ie u k ü t ü p h a n e s i n d e G a lla n d t a r a f ı n d a n t e r c i ­
m e e d ilm iş : ( B in b ir g e c e ) m a s a lın a m a lik b u lu n u y o r d u .
410 İ R A N M E K T U P L A R I

M E K T U P 138

Rikn’dan İbben’e

N âzırlar b u rad a tıpkı m evsim lere benzerler; kısa


öm ü rlü d ü rler, gelm elerile gitm eler bir olur, adeta. Sana
b ir m isâl vereyim , aradan geçen üç sene içinde, yalınız
m alî nizâm ların dört defa değiştiğini kendi gözlerim le
gördüm ’. H albuki bu gün Türkiye ve İra n ’da konm uş
olan v ergilerin kaldırılm ası, bu im parato rlu k ların kaldı­
rılm ası kad ar m üşküldür, öyle değil mi? B unun da sebe­
bi, bizim onlar gibi bir m evzu üzerinde inceden inceye
kafa yorm ayışım ız, fazla düşünüp taşınm ağa luzûm gör-
m eyişim izdir.
Bize göre, h üküm darın gelirlerinin idaresi ile, her h a n ­

( 1) — M ü fe s s ir le r , B a r c k h a u s e n ’d e n A n t o in e A d a m ’a kadar
h e p s i, b u t e lm i h l e r i n n a i p li ğ i n t a k ip e t t i ğ i m a lı s i s t e m i n
s a p ık l ığ ı n a m ü t e v e c c ih o ld u ğ u n d a m ü t t e f ik t ir le r . 1717
d e n 1720 y e k a d a r t a t b ik e d ile n ü ç m a lî p o lit ik a y ı s a r a -
h a t a n t e f r ik e d e b iliy o r u z : E v v e lâ m a r e ş a l d e N o a i l le s ’in
s iy a s e t i. H a z in e k o n s e y in i n r e is i o l a n b u z a t ın t a k ip e t t i ­
ğ i s iy a s e t , i s t i f a s ı o la n 28/Ocak/1718 t a r ih in e k a d a r d e ­
v a m e t ti. O n d a n s o n r a , h a l e f i R e n é d ’A r g e n s o n ’u n s i y a ­
s e t i g e lir . B u n u 5/Ocak/1720 d e H a z in e u m u m î k o n t r o l ö ­
r ü t â y i n e d ile n İ n g iliz a s ıllı v e a s le n İ s k o ç y a lı L a w ’in
m a l î s iy a s e t i g e lir . B u s i y a s e t i n t a s f i y e s i is e , 1720 y ılı
i ç in d e y a p ılm ış t ır . B u n d a n s o n r a , D u v e r n e y ’i n m a lî s i ­
y a s e t i g e lir . B ö y le c e ü ç s e n e d e , d ö r t m a liy e o t o r it e s i
F r a n s a ’y a h â k im o lm u ş tu r .
İ R A N M E K T U P L A R I 411

gi bir vatandaşın m allarının idaresi arasında hiç bir fark


y o k tu r; ama, bu fark birinde yüz binlerce altın, diğerinde
sadece yüz altın olurm uş, um urum uzda m ı? H albuki, b u ­
rada işin hesabı öyle tutulm uyor. Mütemadi bir gayret
ve incelikle hakikatin ışıkları araştırılıp durulur; büyük
dehaların gece gündüz demeden çalışıp didinmeleri lâzım­
dır. Tıpkı büyük sancılarla doğurulan bebekler gibi, onlar
da büyük zahmet ve savletlerle yeni yeni projeler yapmak
zorundadırlar; büyüklere kapalı ve küçüklere mahrem
hücrelerinde hasbî bir sadakatle durmadan çalışıp kendi­
lerine yardıma koşan, kafaları dâima büyük m es’eleler,
faşedilem iyecek sırlar, mucizevî tasavvurlar, yeni sistem ­
lerle dolu, dâima tefekkürî derinliklere dalmış, alelâdde
konuşm a hünerinden ve hattâ hazan nezaket gelenekle­
rinden bile uzaklaşmış sayısız insanların tavsiye ve nasi­
hatlerini de dinlemek zorundadırlar!...
M üteveffa k ıral h ayata gözlerini kap ar kapam az, y e­
ni bir idare tarzı kurulacağı zannedildi. Zira, kötüye gi­
dildiği hissedilm işti; lâkin, iyiye nasıl gidilebileceğini bi­
len de yoktu. Evvelki nazırların ölçüsüz otoritelerinden
pek çok elem ve iztırap çekilm işti ’. Bu otoritenin bölün­
m esi istendi. B unun için altı yah u t yedi m üsteşarlık ihdas
olundu. Bu nezaret şekli belki de F ran sa'y ı en anlayışlı
idare eden sistem oldu. Lâkin, çok kısa sürdü. G etirdiği
n im etler de ayni s ü r’atle tükendi
Fransa, bu hüküm darın ölüm ünde bin çeşit h a sta lık ­
la m alûl bir vucüde benziyordu. N ... bıçağı eline aldı,
hasta vücuttaki faydasız et parçalarını kesip biçti ve m ey­

il) — Bu N azırlard an b ilhassa C olbert ve Louvois’yi h a tırla m a k


lâzım dır.
(2 ) — K ır a l N a ib i b u s is t e m i 2 4 /T e m m u z /l7 1 8 d e l a ğ v e t t i . B u
t a r ih t e m ü s t e ş a r la r ın a d e d i y e d i id i.

(3 ) — M a r e ş a l d e N o a ille s .
412 İ R A N M E K T U P L A R I

dana gelen oyuklara hariçten kullanılan bazı ilâçlar ta t­


bik etti. H albuki, iyileşm esi gereken bir iç y ara v ardı ki,
hep kaniyordu. B ir yabancı geldi, o da bu yaran ın iyileş­
m esine çalıştı. B ir çok şiddetli ilâçların tatbikinden sonra,
ortalığı bolluk içinde, güllük gülüstanlığa çevirdiğine in an ­
dı; heyhât, b ü tü n y ap tık ları bir soytarılıktan başka bir
şey değildi '.
D aha altı sene evvelisine kadar zengin insanlar, bu
gün sefalet içindedirler; bir dilim ekm eği olm iyanlar da

d) — İ s k o ç y a lı J o h n L a w m a liy e c i id i. 1671 d e E d im b u r g ’d a
d o ğ d u v e 1729 d a V e n e d ik ’d e ö ld ü . B ir k u y u m c u n u n o ğ lu
id i. 1703 d e ilk d e f a F r a n s a ’y a g e lm iş , lâ k in X I V . L o u is
t a r a f ı n d a n h u d u t d ış ı e d ilm iş t i. 1720 t a r ih in d e F r a n s a ’ya
c e lb e d ile r e k h a z in e u m u m î m u r a k ip liğ in e g e t ir ild i v e h â ­
z in e n in b ü t ü n i c r a a t ı k e n d i s i n e t e v d i e d ild i. L a w H in d is ­
t a n Ş ir k e t in i k u r a r a k b a ş ın a g e ç ti. F r a n s a ’d a X I V . L o u is
ö lm ü ş y e r in e X V . L o u is g e ç m iş v e f a k a t y a ş ı p e k k ü ç ü k
o ld u ğ u n d a n a m u c a s ı L o u is P h ilip p e k ır a liy e t n a i p li ğ i n e
g e ç m iş t i.

L a w , n a ip k ir a lın b ü y ü k h im a y e v e te ş v ik ile , F r a n ­
s ız m illî b a n k a s ın ı k u r d u . B u m i ll î m ü e s s e s e F r a n s a ’d a
b ü y ü k b ir h ü s n ü k a b u l g ö r d ü , h i s s e s e n e t l e r i a d e t a k a ­
p ış ıld ı. L â k in , L a w a y r ıc a p e k ç o k d a k â ğ ı t p a r a b a s t ı
n p p iy a s a y a s ü r m ü ş t ü . B u p a r a n ın it ib a r î k i y m e t in e t e ­
k a b ü l e d e n a lt m ı F r a n s ız m illî b a n k a s ı g a r a n t i e d iy o r ­
d u . i ş t e b u k â ğ ı t p a r a n ın ç o k lu ğ u n d a n e n d iş e y e d ü ş e n
h a lk , e lle r in d e k i k â ğ ı t p a r a la r ı a l t ın a ç e v ir m e k is t e d i.
L â k in , L a w ’in e lin d e b u n la r ı k a r ş ıla y a b ile c e k m ik t a r d a
a l t ın s t o k u y o k tu . K o r k tu , v e s e l â m e t i F r a n s a ’d a n k a ç -
ır ıa k d a b u ld u . F r a n s ız m illî b a n k a s ı k a p u la r ın ı h a l k a k a ­
p a m a y a m e c b u r o lu n c a , t a r ih t e e n k o r k u n ç b ir i f lâ s d a
m e y d a n a g e lm iş o ld u .

B ö y le o lm a s ın a r a ğ m e n , L a w ’m F r a n s ız m i ll e t in e h i z ­
m e t e t tiğ i, b u m i ll e t e k r e d in in e h e m m i y e t in i ilk ö n c e
k e n d i s i n i n ö ğ r e t m iş b u lu n d u ğ u s ö y le n ir .
İ R A N M E K T U P L A R I 413

boğazlarına k ad ar servete göm ülm üşleridir! ifra t ve te f­


ritin bu derece yakından sü rtü n erek geçtikleri hiç görül­
m em iştir. O yabancı, yam an bir eskici gibi, devleti ters
yüz e tti; a ltta olanları üste çıkardı, üsttek ileri alta aldı!
Ne um ulm ayan, inanılm ayan servet ta ç la n kim lerin b a ­
şına kondu!
U lû T anrı bile, insanları hiçlikten bu derece sü r’atle
çekiip kurtaram az! U şaklara başka uşaklar hizm et e tti;
belki de yarın, h a ttâ kendi efendileri önlerinde secde ede­
ceklerdir!
B ütün bunlar ekseriya garip şeyler m eydana getirir.
Taç ve tah tın bundan evvelki devrinde servet yapm ış at
seyisleri, şim di asaletlerde övünüyorlar! D aha altı ay ön­
ce bir sokakta, ' sırtların d ak i uşak k iyafetlerini çıkarıp
a ta n lara istihkar duym uş insanları şim di başkaları istih ­
k ar ediyor! Beri tara fta n da olanca k u v v e tle rd e h a y k ırı­
y o rla r; (H eyhât! A sâlet çiğnendi! H am âset çam urlatıldı!
N edir bu nizam sızlık? D evlete yazık değilmi! Sınıflar, de­
receler arasında bu ne karışıklık, bu ne kargaşalık! N enin
nesi olduğu belirsizler her tara fı tutm uş, ha bire serv et
yığıyorlar!).
Seni tem in ederim ki, çok geçmiyecek, otuz sene sonra
b unlardan intikam alacak yüksek sınıflar, öyle g ü rü ltü ve
p a tırtı çıkaracaklar ki, dünya şaşıp kalacak!
P a ris, l/O c a k /1 7 2 0

(1) — Q u in ca m p o ix sokağı.
414 I R A N M E K T U P L A R I

M E K T U P 139

Rika’dan devam

îşte sana k arı koca aşkının büyük bir örneği! Bu bü­


yük aşkı ispat edecek bu vak’anın kahram anı kadın asdece
bir zevce değildir, fakat bu kadın ayni zam anda bir k ra ­
liçedir!
İsveç devletinin h üküm darı olan bu m uhteşem kadın.
B irleşik D evletlere gönderdiği bir bildiri de, kocası prensin
tah ta oturm asını b ü tü n kalbile istediğini ve şâyet onu seç­
m ek lü tu fkârlığı gösterilirse, taç ve tah tın d an b ü tü n gön-
lile çekileceğini ilân e tti L
A ltm ış şu k ad ar yıl varki, başka bir kıraliçe, C hristine

( 1 ) — B u m e k tu b u n ta r i h i 2 7 /M a rt/l7 2 0 o ld u ğ u n a göre, m ü e l­
lif, B rèd e k ü tü p h a n e s in d e b u lu n a n p a p a z de v e r t o t ’n u n
(İsveç İh tilâ li ta r ih i) e se rin i h e n ü z o k u m a m ıştı. Ç ü n ­
k ü , b u k ita p 1722 ta r ih in d e n e şre d ilm işti.
H âd ise şu d u r: K ıra l X II. C h a rle s ’in kız k a rd e şi U l-
riq u e -E le o n o re , İsveç B irleşik d e v le tle rin c e l3 /O cak /1 7 1 9
d a p a r la m e n to d a se rb e st b ir seçim le d e v le tin h ü k ü m d a r ­
lığ ın a seçilm işti. L â k in , k en d isi, k o ca sı F ré d é ric de H es-
se l-C assel’in le h in e 2 4 /M art/1 7 2 0 ta r ih in d e ta ç ve t a h ­
tın d a n fe r a g a t e tti.
M o n te sq u ie u ’n u n b u h issî ta h lilin i, d a h a s o n r a V o l­
ta ir e de ele alm ış ve (K o c a sın a ta ç ve t a h t ı te rk etm ek le,
izd ivaç h a y a tın ın aşk ve lezaizine, s a lta n a t s ü rm e n in h e -
v e s a tın ı fe d a e tm iş o ld u ğ u n u is p a t etti!..) d e m iştir. (X II.
C h a rle s ’ın ta r ih i, la P léia d e, 1958, s: 275).
İ R A N M E K T U P L A R I 415

adlı bir tâcidar, kendini tam am ile um um î felsefenin de­


rin liklerine terkedebilm ek gayesile, taç ve tah tın d a n vaz­
geçti >.
Şimdi, acaba bu iki heybetli örnekten hangisi daha
çok gıpta ve hayranlığım ıza lâyıktır! B unu b ir tü rlü kes­
tirem iyorum . Şu ciheti gayet iyi ta k d ir ediyorum ki, b u
kadınlardan ikisi de tab iatın kendilerine tahsis ettiği ze­
m in üzerinde sebat ve m etanetle durm uşlar, asla kaderi
zorlayup kadınlık vasıflarından uzaklaşm am ışlardır.
Gerçe ben, bulu n d u k ları m evkilerin ırtifa la n n d a n dûn
y aratılışta olduklarını hissederek, o ralardan çekilip kaçışan
insanları pek de öyle övm em amâ, doğrusu bu iki p ren se ­
sin ru h asâletleri, birindeki tefek k ü r tarzının kud reti, di­
ğerindeki kalb h a ra re t ve ulviyeti karşısında derinden de­
rine sevinç ve heyecanla sarsılm ış bir haldeyim . C hristine,
başkalarının ta ttığ ı huzuzatın sadece m ahiyet ve h a k ik a t­
lerine fikren erişm ek istiyor; diğeri ise, h er şeyi k u d retli
kocasının ellerine terk etm enin saadet ve sevincini kalb in ­
de duym ak ateşile yanıyor!...
P a ris, 27/M art./1720

(D — İsveç k ıra lı G u sta v e -A d o lp h e ’ın kızı k ıra liç e C h r is tin ’d e


1654 ta r ih in d e X. C h a rle s G u sta v e n a m ile t a h t a o tu r a n
y eğ eni le h in e t a h t t a n fe r a g a t e tti. B ü y ü k filozof D esc ar-
te s ’i h im a y e s in e a la r a k y a n ın d a n h iç ay ırm ad ı. İş te b ü ­
y ü k m ü e llifin b u m e k tu b u n d a (B a ş k a la rın ın ta ttığ ı h u -
z u z a tın sa d ec e m a h iy e t ve h a k ik a tle r in e f ik re n e rişm e k
istiy o r.) dem esi b u n d a n d ır. K ıra liç e gen çlik ç a ğ la rın d a
h a y a tın a g ire n bazı re z a le tle ri, b u a r a d a aşık ı M o n a l-
d e s e h i’n in F r a n s a ’da, F o n ta in e b le a u ’d a h u n h a r c a ö ld ü ­
rü lm e sin i u n u tm a k istiy o rd u .
D ü n y a ta r ih in in b u y a m a n sim ası k a d ın , b ü tü n A v ­
r u p a ’yı ze k âsı ve g a ra b e tle rd e h a y re tle re b o ğ d u k ta n s o n ­
ra , R o m a’ya g id erek 1689 d a o r a d a öldü.
«m ütercim »
416 İ R A N M E K T U P L A R I

M E K T U P 140

R ik a ’d a n U sbek’c

=:=**’de

P aris parlem anı Pontoise kasabasına sürüldü ’. Nâzır-


lar konseyi, tesçil edilsin deye bir em irnam e gönderm işti;
bu em irnam e parlem anı küçük düşürecek m ahiyette idi, o
da buna m ukabele etti, ve N âzırlar konseyini küçük d ü ­
şürecek tarzda bu talebi tesçil etti.
Bu gibi davranışlarla diğer bazı parlem an ları ü rk ü t­
mek, k orkutm ak istiyorlar!
Bir çeşit insanlar varki, hakikaten çok k o rk u n çtu r­
lar! Bu hü k ü m d arların sevim li bendeleri kendilerine te ­
baalarının refah ve saadetlerinin m ethiyesini yaparlarken,
dalkavukluk ve yaltak lan m aları en son h ü n e rle rd e göster­
m eye gay ret ederlerken, bu taham m ül edilm ez kişiler ise,
halkın in iltilerin i ve döktükleri göz yaşlarını bıkm adan,
yorulm adan taşırlar, taç ve ta h tın ta ayak ucuna kadar
getirirler!...

( 1 ) — C a p e tie n s h ü k ü m d a rla r ı d e v rin e k a d a r k ö k ü uzanan


(p a r le m e n t) , fe o d a l d e v rin y a r a ttığ ı b ir te şe k k ü ld ü r. K ı-
r a liy e tin en m ü m ta z s im a la rın d a n te şe k k ü l e d e n m e c lis ­
lerd i. K ira liy e tin m u h te lif e y a le tle rin d e b u lu n a n b u m ü ­
esseseler: istişâ rî, k az aî b ire r m eclisti. İ s tiş a rî idi, ç ü n k ü
k ıra l, siyasî, id a ri m alî, iç tim a i ve a s k e rî h u s u s la r h a k ­
k ın d a b ir ic r a a tt a n önce b u m e clisleri b ir a r a y a to p la r
re y le rin e b a ş v u ru rd u . K a z a î v az ifele ri v a rd ı, z ira p a rle -
İRAN M E K T U P L A R I 417

Hakikatleri tâcidarların tâ ayak uçlarına kadar taşi-


yip getirmek ne demektir bilirmisin, sevgili Usbek? H ey­
hat! Bu en az tahammül edilebilen bir yükün altında ezi­
lip kalmak demektir!
T âcidarlar iyi düşünm elidirler ki, bu m üthiş yükün
altın a girm eye katlan an lar, kendilerini buna m ecbur his­
sedenlerdir! Onlar, ancak vazife duygusunun, besledikleri
saygının ve hattâ kalblerini dolduran aşkın mukavemet
edilm ez zorile bu hazin ve iztiraplı savlete atılmışlardır!
----------------------------P a ris , 21/T em m uz/1720
m e n t’la r h e m ric a li d ev leti m u h a k e m e y e tk isin i h a iz y ü k ­
sek m a h k e m e le rd i, h e m de d iğ e r k a z a m e rc ile rin in is tin a f
m ercii idi. P a ris P a r le m e n t’n m ın b ir ü ç ü n c ü ödevi v a rd ı
ki, o d a k ır a l f e rm a n la rile h ü k ü m e t e m ir n â m e le r in in te s ­
cil ve ilâ n ı idi.
İşte m e k tu p ta b a h s i geçen h a d ise şu d u r: 1720 y ılın ın
T em m u z o r ta la r ın d a , b ir k ır a l fe r m a n ı H in d is ta n Ş irk e ­
tin e on iki ay z a r fın d a 600.000.000 b a n k n o tu te d a v ü ld e n
k a ld ırm a y ı e m re tm iş ti. P a ris p a r le m e n t’ı b u f e rm a n ı te s ­
cil etm ey i re d d e tti; b u y ü zd en de 20/7/1720 de P o n to ise
şe h rin e n a k lo lu n d u . B u sebeple m e k tu b u n ta r i h i ta m b ir
h a k ik a ti te s p it e tm e k te d ir.
«m ütercim »

M E K T U P 141

E îk a ’d a n U sbek’e

D ün bir âlim ’den aldığım bir m ektubu sana gönderi­


yorum; bu m ektubu çok garip bulacaksın:
İ r a n M e k tu p la rı F 27
418 İ R A N M E K T U P L A R I

Efendim,
Altı ay önce çok zengin bir dayımdan mirasa kondum}
tereke beş altı yüz bin lira ile çok nadide döşenmiş muh­
teşem bir evden ibarettir. Kullanılması bilinirse, mal mülk
sahibi olmak iyi şeydir doğrusu. Öyle adi zevklere karşı ne
bir meylim, ne de hevesim vardır. Hemen her gün odama
kapanmış, bir âlime yakışacak tarzda bir hayat sürerim,
işte böyle bir evde, tarihî büyük değer taşiyan eski eser­
lere şaşılacak m eftuniyet duyarak yaşamaktayım L
Dayım gözlerini kapadığı zaman, onu eski Yunanis­
tan ve Roma geleneklerine göre, dinî merasimini yaptırıp
gömdürmek istemiştim. Lâkin, ne yazık ki, o gün için
elimde ne topraktan mânıul göz yaşı ibriği, ne de tarihî
kandiller vardı.
Lâkin, hamdolsun şimdi bu nâdir mücevherlerin
sahibi bulunuyorum. Bir kaç gün önce, bir sofist filozofun
kullanmış olduğu bir toprak kandili satın almak için, gü­
müş sofra takımımı sattım. Yine vaktile Virgil’in kullan­
dığı küçük çatlak bir ayna parçasını ele geçirmek için,
dayımın bütün evinin divanlarına kaplamış olduğu kristal­
leri söküp parçaladım. Artık o aynada Mantoue nun ku­
ğusu yerine, kendi yüzümü görmekle dünyalar benim olu­

( 1 ) — (T a rih î b ü y ü k d eğ e r ta ş iy a n eski eserlere şa şıla c a k b ir


m e ftû n iy e t d u y a n ) b iri h a k ik a ta n m e v cu tm id i?
M üellif, İ r a n m e k tu p la rın d a n o tu z se n e s o n ra , d o stu
r a h ip de G u asco ’ya: (Siz a n tik a c ıla r, h e p in iz de ş a r la ta n
in sa n la rsın ız !) deye yaziyordu. (M u h a b e ra t, c ilt ı ı 400.
9 /K a s ım /i7 5 1 ta r ih li m e k tu p .)
M a m afih , d e rin hevesli a n tik a c ı iç in h a t ır a g eleb ile­
cek en u y g u n tip C a y lu s'ö ;r 1692 de d o ğ m u ş ve 1731 t a ­
r ih in d e resim a k a d e m isin e k a b u l ed ilm iş b u ş a h siy e t, m ü ­
ellifle ay n i se n e le r y a şa m ıştır. D evrin en m e ş h u r a n t i k a ­
cısı idi.
(2) — M a n to u e, İta ly a ’da b ir ş e h ird ir. Bu ş e h rin yakınında, An---
d es’da V irgil doğdu
İRAN M E K T U P L A R I 419

yor. Hepsi bu kadar da değil: Yüz Louis altunu vererek


iki bin sene evvel tedavül gören beş altı adet meşin para
satm aldım. Şimdi artık evimde eski Roma imparatorlu­
ğunun inkırazından sonraya ait bir eşyam bulunduğuna
kani değilim. Küçük bir odam varki, içi son derece nadide
ve pek pahalı eski el yazma eserlerle dolup taşiyor. Gerçi
onları okurken canım da sıkılıyor ya, fakat yine de bun­
ları basılmış eserlere tercih ederim. Çünkü, basılmış eser­
ler, elyazmalar kadar yanlışsız olmadıkları gibi, onları her
kesin elinde bulmak dahi pek kolaydır. Gerçi evden hiç
çıktığım yok, böyle olmasına rağmen eski Romalılar dev­
rinden kalmış yollara beslediğim hudutsuz bilip öğrenmek
iştiyakile yanıyorum, doğrusu. Bu yollardan birisi pek
yakınımdan geçiyor >. Bir Proconsül on iki asır kadar
önce bu yolu yaptırmış. Taşradan evime gelirken, çok
zahmet çekmeme ve yolu bir saat kadar uzatmama rağmen
yine de bu yoldan geçmeyi ihmâl etmem!
Lâkin, beni asıl kudurtan cihet, civar şehirlerin birbi­
rinden uzaklığını gösteren ağaçtan kazıkların m uayyen
m esafelere çakılmış olmasıdır. Bu sefil işaretleri görmek­
ten bıktım, usandım; halbuki bunun yerine, eski devir­
lerde kullanılan taş kazıklar kullanılsaydı, daha iyi olmaz-
m iydiî
Veresemin, bu eski geleneği ihya etmelerini kendile­
rinden isteyeceğim e ve icabedecek masrafların mirasım­
dan ödenmesinin temin edileceğine şüphe etmiyorum.
Muhterem beyefendi, şâyet elinizde eski İran elyaz-
malarından varsa, dünyaları bana‘vermiş olursunuz; iste­

( 1) P ie rre B a rriè re , m ü e llifin m a lik â n e si o la n le B ré d e ’in


y a k ın ın d a n , eski R o m a d e v rin d e n k a lm a b ir yol g e ç tiğ in e
iş â re t eder. A c a b a m ü e llif k e n d i k e n d isile alay m ı e tm e k ­
te d ir? B iraz s o n r a göreceğiz ki, a ra z isi ü ze rin e fe r s a h la r ı
ö lçen ta ş la r, k a z ık la r d ik m iş ve ü s tle rin e lâ tin c e y a z ıla r
y az m ıştır. (T e fe k k ü rle r, cilt, s: 24-26)
42» İ R A N M E K T U P L A R I

diğiniz bedeli ödemeye amadeyim. Ü stelik size, kendi eser­


lerimden de takdim edeceğim; hem de bu vesile ile, be­
nim edebiyat camiasının faydasız bir üyesi olmadığımı is ­
pat etmiş olurum. Keza, bu takdim edeceğim eserlerimden
birinde, okuyacağınız bir bahiste, eski devirlerde zaferle­
rin sonunda başlara konan taçların defneden olmayıp m e­
şeden yanıldıklarını da göreceksiniz. Yine hayran kalaca­
ğınız başka bir bahiste de, en ağır başlı Yunan m üellifle­
rinin ilmi faraziyelerine istinaden, ispat ediyorum ki,
Cambyse 1 muharebelerde sağ bacağından değil, lâkin sol
bacağından yaralanmıştı. Diğer bir eserimde de, eski Ro­
malıların güzellik sahasında, en çok aradıkları şeyin, alın
darlığı olduğunu ayan beyan ispat ediyorum.
Ayrıca size dört sahife halinde, bir ciltlik eserimi gön­
dereceğim; burada Virgil’in Eneide’ inin altıncı kitabın­
daki şiirlerinin aynini göreceksiniz. Bütün bu eserler bir
kaç gün içinde size gelmiş olacak. Şimdilik size, şu ana ka­
dar görülmemiş eski Yunan mitolojisine dair olup bir kü­
tüphanenin tozları arasında bulduğum bir eseri gönderi­
yorum.
Huzurunuzdan ayrılıyorum; zira, çok ehem m iyetli bir
vazifeye çağrılmış bulunuyorum. Bu vazife de, beşinci asır
müstensihleri tarafından fecî şekilde tahrif edilmiş Pline 3

( 1 ) — C am byse, b ü y ü k İ ra n h ü k ü m d a rla r m d a n d ır. K ıra l C y ru s’-


u n h a le fi ve oğ lu idi. M ilâ tta n önce 529-522 y ılla rın d a
t a h t a o tu rm u ştu . M ısırı fe th e tm iş , im p a r a to r lu ğ u n h u ­
d u tla r ım çok g e n işle tm işti L âk in , za lim ve çılgın o la ra k
ş ö h re t y a p m ıştır.

(2) — V irg il’in d e s ta n şe k lin d e k i şiir k ita b ı. E serd e 12 şa rk ı


v a rd ır ve h e p s in in de m evzuu v a ta n î ve m illîd ir.

(3) — P lin e y a h u t (C aiu s P lin iu s S ecu n d u s) eski R om alı ta b iîy e


'lim i. M ilâ tta n s o n ra 23 de doğdu. K a d îm d e v irle rin a n ­
sik lo pedisi m a h iy e tin d e k i 37 c iltlik b ir ta r i h i ta b iî k i t a ­
b ın ı yazdı. K en d isi, R om a o - d u s u n d a b ü y ü k h iz m e tle rd e
İRAN M E K T U P L A R I 431

e ait bir yazının temizlenip eski haline getirilmesidir.


Deirn saygılarımın ilh...
P a ris, 9/E k im /1 7 2 0

de b u lu n d u . D a h a s o n r a R o m a B a ro s u n a y a z ıla ra k te m a ­
yüz e tti. V esuve y a n a r d a ğ ın ın in d ıf a ın d a 79 y a ş ın d a o l­
d u ğ u h a ld e h a y a ta gözlerin i yum du.

M E K T U P 143

Rika’dan Yahudi doktor N athanael Levi’ye


Livourne

Sen bana ham âillerin fazilet: ve m uskaların k u d reti


hakkında ne düşündüğüm ü soruyorsun. Peki, neden aca­
ba bu suallerin için, bana baş vuruyorsun? Sen bir Yahu-
disin, ben de M uham m ed dinine m ensubum ; yani ikim iz
de saf gönüllü insanlarız...
Ü zerim de hem en daim a K u r’anı kerim in iki bin a y e ­
tini taşırım . K ollarım ın içinde iki yüzden fazla İslâm Ulû-
larınm adları yazılı küçücük b ire r çıkın v a rd ır; hazreti
A li’nin, F âtim enin ve diğer U lûların
t isim leri elbiselerim in
belki yirm i yerinde saklı d u ru r

( 1 ) — (D ü n y a d a İ r a n m ille tin d e n d a h a m ü te a s sıp b ir m ille t


olam az... B u se b e p te n o n la rın h a m â il ve m u s k a la rın te s ir ­
le rin e b esled ik leri in a n ış la rın h u d u d u y o k tu r. B u n la rı
K u r a n ’d a n ay e tle rle ve H a z re ti M u h a m m e d ’in, ilk h â l i­
fe le rin in riv a y e t e ttik le ri, h a d isle rle yazıp d o ld u ru rla r
43e İRAN M E K T U P L A R I

Böyle olm asına rağm en, bu fazilet iddialarını red d e­


d e n le ri tak b ih de etm em ; çünkü, onların m uhakem e tarz ı­
n ı reddetm ek bizim için çok güç olduğu gibi, bizim idin-
diğim iz tecrübeleri de onların inkâr etm esi ziyadesile zor­
dur.
U m um î bir alışkanlığa kendim i uydurm ak için, bu
kâğ ıt p arçaların ı uzun y ıllardan beri üzerim de taşım ağı
ad et etm iş bulunuyorum ; lâkin, şayet başka insanların
tak ıp tak ıştırd ık ları yüzük vesair m ücevherlerin süsten
başka bir faziletleri yoksa, bu tak d ird e bizim bu taşıdığı­
m ız şeylerin de ötekilerden daha faziletli telâkki edilm e­
m esi lâzım dır, fikrindeyim .
Meselâ, seni ele a la lım : Senin b ü tü n inanışların bir kaç
esrarengiz m ektuba 1 dayanm iyor m u? Ve bu sihirli m ek­
tu p la r olm asa, devam lı bir cehennem azabı içinde k a v ru ­
lacak değilmisin?..
in sa n la r çok bahtsızdırlar! O nlar yalancı ü m itlerle gü­
lünç k orkular arasında çalkalanup duru rlar! Akıl ve h ik ­
m etin gem isine bineceklerine, kendilerini titre te n devle­
rin ağzına girerler, y a h u tta heyecandan heyecana sü rü k ­
leyen hayâl ve h o rtlak ların peşinden koşarlar!...
B ir kaç m ektubun sana ne iyilikler, ne düzenlikler ge­
tireceğini zannedersin, ey gafil? Yine bu m ek tu p ların h a n ­

B u h a m â il ve m u s k a la rı b o y u n la rın a , b ellerin e , ve e k s e ­
riy a d a k o lla rın a , b o y u n la o m u z la rı a ra s ın a , k ü ç ü k ip e k ­
te n k esec ik ler için d e ta ş ır la r B u n la rı k ü ç ü k ib riş im y u ­
m a k la rı şe k lin d e de ta ş ır la r . B a z ıla rı da, k o rd e la b ile zik ­
le r ü z e rin e d ik ilm iş yedi sekiz k e se c ik le r iç in d e b ile k le ­
rin e g e ç irirle r.... Ö yle k im se le r g ö rd ü m ki, b u şe k ille rd e
b ü tü n b ir k u r ’a n ı ü z e rle rin d e ta ş iy o rla rd ı!) (C h a rd ın , a y ­
n i eser, cilt: II, sa h ife : 174.)

(1) — T e v ra t’ın te fs irin d e k i İb ra n ic e m e k tu p la rd a m e v c u t se m ­


bolizm e te lm ih . B u m e k tu p la r d ö r t a d e t olu p m u h te v a la r ı
d ö rt d u a d a n ib a re ttir.
İRAN M E K T U P L A R I 423

gi felâketlerin âm ili olabileceklerini tah ayyül edebiliyor­


sun, ey m ecnun? O nların, rü zg ârlarla ne alâkası vardır,
söylerm isin? B unlar kasırgaları yatıştırab ilirlerm i? Top­
ları gürleten b arutla, bu m addenin infilâk ku d retile m ü­
n asebetleri nedir? H ekim lerin ahlât-ı fâside ve âm ili m a­
raz dedikleri şeylerle irtib a tla rı varım dır?
Asıl şayan h a y re t olanı, kendilerine bazı esrarlı h a y ır­
la r getirecek hadiselerin husulu için, zihinlerini y orm ak­
tan bıkıp usanm iyan insanların, bu hadiselerin hakikî
âm illerini bulm ak uğruna en küçük b ir zahm ete k a tla n ­
m ak istem eyişleridir!
Şimdi, bazı m ucizelerin bir m uharebeyi kazandırdı­
ğ ın ı ileri süreceksin, öyle değilm i? Ben de sana, m u h are­
benin yapıldığı arazinin hususiyetlerini, döğüşen ask er­
lerin savı ve cesaretini, k u m andanların tecrübe ve me-
h aretlerin i, m uzafferiyete kâfi gelecek b ü tü n bu âm illeri
hesaplam am an için, kör olm an lâzım geldiğini ileri sü rü ­
yorum !
H aydi ben. iddialarını bir an için kabul ederek sihir­
bazlıkların esası vardır, deyeyim ; sen de, yine b ir an için
benim iddialarım ı, yani sihirbazlığın bir esası olm adığını
kabul ettin, deyelim ; çünkü, böyle b ir tek lif gayri m üm ­
kün değildir. Böylece, senin anlayış tarzın, iki ordunun
çarpışm asına aslâ m ani olmaz. İsterm isin, bu ahvalde iki
ordudan hiç birisi zaferi elde edem esin? Bu iki ordunun,
gizli bir kuvvetin savletine kadar k u d retlerin in askıda k a ­
lacağına inaniyorm usun? O zam ana kad ar b ü tü n darbelerin
boşuna gideceğine, b ü tü n ted b irlerin neticesiz kalacağına
ve gösterilen bütün cesaretlerin fayda verm iyeceğine
em inm isin? B ütün bu ahvalde bin şeklile ortada sırıtacak
ölüm , m üfekkirede anî ve korkunç kargaşalıklar yaratm i-
yacakm ıdır? Sen yüz bin kişilik bir orduda korkudan titre ­
424 İ R A N M E K T U P L A R I

yecek bir tek kişinin bile çıkm ıyacağını iddia ediyorsun*


öylem i? Bu bir kişinin fü tu r getirici ve gayret kırıcı hali­
nin diğerlerinin de gayret ve cesaretini kırm iyacağından
ve üçüncünün de dördüncüyü çökertm iyeceğinden nasıl
m utm ain olabilirsin? Böylece, b ü tü n bir orduyu, sayısı ne
kadar çok olursa, s ü r’ati de o ü stü n lü k te a rttırılm a k sure-
tile, nevm idîye sürüklem ek ve onu devirm ek son derece
kolay olacaktır!
B ütün dünya bilir ve hisseder ki. insanlar diğer b ü tü n
m ah lû k lar gibi gay retlerin i nefislerinin m uhafaza ve be­
kasına tevcih ed erler ve h ay atı ih tiras derecesinde se­
v e rle r; bunun böyle olduğu cihanca m alûm dur, ve keza
bazı hususî ahvalde h ay at denilen bu tılsım lı rab ıtad a n
çözülm em ek için, nasıl canla başla m ücadelelere girişildi-
ği v ak ıalarla sabittir!
H er ne kadar m illetlerin M ukaddes K itapları, anî su-
su rette p atlay an tab iat üstü ve korkunç kargaşalıklar v e
m usibetlerle dop dolu bir halde iseler de, ben yine de bü­
tün b unların vahî ve bâtıl olduklarını düşünm ekten ken­
dim i alam iyorum ! Çünkü, yüz binlerce tabiî âm illerle h u ­
sule gelen hadiseler m uhakkak ki, tab iat üstü oldukların--
dan, daha önce bu âm illerden hiç birinin bu hadiseleri h u ­
sule getirm em iş olm aları da m uhtem eldir ve bunun a raştı­
rılm ası da m üm kün değildir.
Bu m evzuuda sana daha fazla bir şey söylerniyeceğım*
N athanaël; çünkü, bana öyle geliyor ki, uğraştığım ız m ev­
zu, o kadar ciddiye alınm ağa da değmez!
P a ris, 20/E k im /1 7 2 0
İRAN M E K T U P L A R I

M E K T U P 144

Rika’dan Usbek’e

Bir kaç gün önce kıra çıkm ıştım ; bir sayfiye evinde
P a ris’de çok şöhret yapm ış iki âlim le karşılaşm iyayım mı?
H uylarına bayıldım , doğrusu; çok sevilen ve sayılan birin ­
cinin m ülâhazası şöyle idi: (Ne söyledim se, hepsi haki­
k a ttir, çünkü onları ben söyledim !) İkinci âlim in m antığı
daha k a t’î idi: (Bir şey ki, tarafım dan ifade edilm em iştir,
o şey h ak ik at olam az!)
B irinci âlim i çok sevdim ; zira, bir adam fikrinde is­
tediği kadar m usir ve inatçı olsun, bu beni hiç rahatsız
etmez. Lâkin, bir adam , hem c ü r’etkâr, hem de saygısız
bulunursa, işte buna taham m ül edem em ; pek perişan
olurum . Şim di, bu âlim lere bir bakalım ; birincisi sadece
kendi fik irlerin i m üdafaa ediyor, onu benim siyor dem ek­
tir. B una kim ne deyebilir? Bu şahis yalınız kendi h ay rı
için gay ret ediyor, o kadar. H albuki, İkincisi öylem i ya?
Bu adam ise, dünyadaki bütün in sanların fikirlerine teca­
vüz ediyor; yani b ü tü n diğer in san ların h ay rı âleyhine
g ayret ediyor, dem ektir!
Ya. işte böyle benim sevgili Usbek! Kendi varlığının
muhafazası için zarurî olan dozu kaçırılmış tefahur ve gu­
rur, bütün beşeriyete sadece şer getirir! Bu gibi insanlar,
can sıkm ak ve tiksindirm ek zorile âlem i kendilerine m ef­
tun etm eye çabalarlar! H er keşten yüksek olm ak için çır­
p ın ırla r; halbuki, her kes kadar bile değildirler!..
.426 İ R A N M E K T U P L A R I

E y m ahviyet ve tevazu çatısı altın d a sessiz ve sakin


yaşiyan insan oğulları! Gelin, gelin de sîzleri kucakliya-
yım, öpeyim! H ayatın sertliğini gideren asıl sîzlersiniz!
g iz le r hiç bir şeye m alik olm adığınıza kanisiniz, ben de
h e r şeye m âlik, m utlu insanlar olduğunuzu dünyaya ilân
ediyorum ! K im senin sizden çekinüp korkm adığını zanne­
dersiniz, halbuki, b ü tü n dünya sîzlerden titre r! Ve ben
sizleri şu yer yüzünün h er köşesinde gördüğüm b u rn u K af
dağlarındaki in sanlarla zihnen m ukayese ettiğim de, onları
hem en sahte taç ve tah tla rın d a n fırla tır ve ayaklarınızın
a ltın a iterim !
Paris,, 22/K asım /l720

M E K T U P 145 f1]

Usbek’ten

F ik ir adam ı um um iyetle cem iyet içinde zor bir durum ­


dadır. Çok az kim seyi beğenir; kendi hakkında, geçimsiz
deyen, büyük kitle içinde sıkıntıdan p atlayacak k ad ar
m u ztarip tir. E trafın ı çevreleyen in sanlardan birazcık ol­
sun iğrendiğini his ettirm em esine im kân yoktur. Böyle
olunca da, yığılsın düşm an kafileleri!...
îşte bu fikir adam ı, isteyince cem iyet içinde kendini
¡sevdireceğinden emin olduğu halde, hem en ekseriye b u
yohı ihm al eder. Bu adam , ister istem ez ten k itle re sürük-

¿1) — B u m e k tu p , e s e rin 1734 ta r ih li so n baskısında çıkmıştır.


İRAN M E K T U P L A R I 427

denecektir; zira, bir başkasından daha iyi görecek ve a n ­


layacaktır. S ervetini m ütem adiyen savurup d u rac a k tır;
çünkü, fikriyatı ona pek çok vasıta ve ih tiy açlar göstere­
cek tir. T eşebbüslerinde m uvaffakiyetsizliklere u ğ ra r; zira,
gözünü hiç bir b u d aktan esirgem ez. N azarları çok ileriye
ulaştığından, çok uzaklardaki veham eti görür. B ir işin
tah ak k u k u safhasında doğacak h er çeşit m ü şk ü lâttan pek-
az yılar. Hem en bütün büyük işlerin m uvaffakiyetini h a ­
zırlayan ufak tefe rrü a tı ihm âl eder.
Halbuki, orta k ıra tta bir adam ise, böyle değildir; bil’-
âkis o. inceden inceye hesaplar, hiç bir ciheti tesadüfe
bırakm az; en ufak bir ihm âlin nelere m al olacağını gayet
iyi bilir.
E fkârı um um iye ise, h er zam an o rta çaptaki adam ı
ta k d ir eder, tasvip ed er; onu m akbul görür, beğenir; her
şeyin ona lâyık görülm esini, ona verilm esini m uvafık g ö ­
r ü r ; oysa ki, her şeyin fik ir adam ından esirgenm esini
k a t’iyetle ister! H aset edilecek hallerin zuhurunda ise,
orta çaptaki adam ın her hali hoş ve m azur görüldüğü h al­
de, ötekine yan yandan hücum a geçilir, g u ru r ve âzam etle
suçlandırılır!
Lâkin, bir fikir adam ı bu kad ar ağır şa rtla r içinde
yaşarsa, âlim ler için ne deyebileceğiz? Bu m evzuda ben
bir şey söyleyem iyorum , sadece, bu âlim lerden birin in
b ir dostuna yazdığı şu m ektubu hatırliy o ru m :
Beyefendi,
30 K adenılik bir rasat aleti ile bütün gecelerini başı-;
nın üstündeki gök kubbesini taramakla geçiren bir kim ­
seyim; Birazcık olsun gezinip dinlenmek istediğim zaman­
lar ise, küçücük mikroskopumu alır, belirsiz haşaratı ve­
ya m innacık kurtları tedkik ederim.
Zengin değilim, hepsi hepsi bir odacığım var; hattâ,
bu inzivagâhımda ateş bile yakamiyorum. Çünkü, kullan­
dığım termometre lıarict bir sühunetle patlayabilir. Ben,
42 8 İ R A N M E K T U P L A R I

bu kışı çıkaramam, soğuktan ölürüm, diyordum. En aşa­


ğı derecelerde gezen termometre civası, bana ellerimin
donmak tehlikesine maruz olduğunu haber vermesine
rağmen, doğrusu yine de, hiç istifim i bozmadım; vs geç­
m iş senelerin hissedilmeden geçen mevsimlerine alışık
olduğumu düşünerek kendimi teselli ettim
Çok az muhaberatım oluyor, gördüğüm insanlardan da
kim seyi tammiyorum. Lâkin, Stokhol, Leipzik, Londra’da
birer dostum var ki, kendilerile hiç görüşmüş değilim ve
bundan böyle de, onları görmeme imkân yoktur.' Amâ, bu­
na rağmen kendilerile pek seyrek ve fakat ciddi muha­
berat kurmuş bulunuyoruz; o taraflara giden biri çıkınca,
fırsatı hiç kaçırmiyorum.
Oturduğum semtte hiç kimseyi tanımadığım halde,
öyle kötü bir şöhret sahibi oldum ki, eninde sonunda ora­
yı terke mecbur kalacağım. Bundan beş sene önce, komşu­
larımdan bir kadın tarafından çok haşin bir surette tahkir
edilmiştim; sebep de ölmüş bir köpeğin teşrihi idi. Bu
komşum, bu köpeğin kendisine ait olduğunu iddia etmişti.
Münakaşamız sırasında kasabın karısı da orada idi, o da
karıştı. Komşum hakaretlerle beni hırpalarken, kasabın
karısı da beni taş yağmuruna tuttu. Bu sırada yanımda
bulunan doktor **** atılan taşlardan birile alnından ya­
ralandı ve müfekkiresinin sığındığı yer iyice sarsıldı.
İşte o tarihten itibaren, tasmasını koparıp kaçan her
köpeği, benim yanımda ariyorlar. Gün görmüş şehirli bir
kadın geçende, hattâ çocuklarından bile çok sevdiğini söy­
lediği, küçük köpeğini kaybedince, soluğu bende aldı;
odamda de düşüp bayıldı! Kendisine gelince köpeğini is­

( 1) B o rd e a u x İlim ler A k ad em isi, m e te ro lo ji ile çok m eşg u l


o lu y ordu. A k ad e m i 1715 yılı (b a ro m e tre y i) m ü k â fa t mev­
z u u seçti. B u m ev zu a d a ir 14 eser a k a d e m iy e su n u lm u ş,
m ü k â fa tı ise, D o rto u s de M a'iran k a z a n m ıştı.
İRAN M E K T U P L A R I 429

tedi, haberim olmadığını söyleyince de, beni hâkimin hu­


zuruna çıkardı!
Öyle zan ediyorum ki, bütün bu kadınların haksız
davranışlarından şu zavallı başımı bir türlü kurtaramiya-
eağıın!
Derin saygılarımın....

Eski devirlerde b ü tü n âlim ler büyücülükle itham edil­


m işlerdi. B undan dolayı hiç h a y re t etm iyorum . B unların
h er biri kendi kendine şöyle diyordu: (Tabiî olan k u d ret
ve üstü n lü k leri en yüceliklere çıkardım , bu n a rağm en,
bazı âlim ler yine de benden daha göz kam aştırıcı ü stü n ­
lü k ler ihraz ediyorlar! Şu halde, onlar bazı sihirbazlıklar­
dan, büyücülükten favdalaniyorlar!)
Bu neviden ith am ların itib ârd an düştüğü zam anım ız­
da ise, başka şekilde bir dolap çevrilm ekte, bu sefer de
hiç bir âlim yakasını din düşm anlığından, ya da dalâlete
sapm ış olm aktan sıyram am aktadır!
G erçe, m illetin önünde tem ize çıkm ak çok güzel bir
m azhariyettir, lâkin gönülde derin bir yara bir kere açıl­
m ış ve bu yara derinden derine dal budak salm ıştır, artık!
Bu y ara aslâ tam am en kapanm iyacaktır! Bu onun dâim a
kanayan, hasta bir tara fı olarak ebediyen kalacaktır! D üş­
m anlarından biri otuz sene sonra gelecek, m ütevazi bir
ta v ır takınıp ona usulcacık: (Sizi itham e ttik leri fiili h a ­
kikaten işlem iş olsanız da, incinen sadece Ulû T an rı’dır!
Lâkin, siz insanlara karşı kendi m asum iyetinizi m üdafaaya
m ecbur bırakıldınız, heyhât!) deye hom urdanacaktır.
Şâyet, bir âlim bazı tarihî eser yazmış, yahut tefek­
kür tarzında asâlet, ve kalbinde istikamet sahibi ise, ar­
tık o bin türlü zulüm ve işkenceye müstahak demektir!
Hattâ, bin sene önce vuku bulmuş, bir hadiseyi tahrik
âmili yaparak, hâkimi aleyhine kışkırtırlar ve şayet kul­
430 İ R A N M E K T U P L A R I

landığı kalemi satın alamazlarsa, bu kalemi cebren dur*


durup kırmanın çaresine bakarlar!
Böyle olm asına rağm en, bu adam lar şöyle böyle b ir
m aaş ve tahsisat karşılığında inanışlarından vaz geçen,,
şu aşağılık insanlardan yine de daha m es’u ttu rla r! O nlar,
b ü tü n hilelerini tek er tek e r ku llan arak h er şeylerini ya­
lınız bir p a ra ve pula satm akla kalm azlar, im p arato rlu k ­
ların tam teşkilâtile devrilm esine de sebebiyet verirler!
B ir h ü küm ranlığın hukukî esaslarını yeniden diriltirler;,
zam anm revaçtaki ih tirasların ı, taç ve ta h tı kirleten fe­
nalık ların faydalarını m etih ve senâ yolile göklere çıka­
r ır la r ; gelecek nesle öyle yakışık alm az bir tarzda, o ka­
d ar çok bayağı hizm etler tahm il ederler ki, bu bayağılık­
ları yıkıp devirm ek için m evcut delilleri bile kullanm ak­
ta n aciz kalırlar!
Lâkin, bir m üellife yağdırılan b ütün bu h a k a re tle ri
yıkıp silm ek için, bu sayılanlar kâfi gelmez! B ütün bun­
lar, yazdığı bir eserin m uvafakiyeti hakkında duyduğu
devam lı endişeleri izaleye yetm ez. K endisine bu derece
pahaliya m al olan eseri, intişar ettiği günü nihayet
görür. H er yandan hücum lar başlar. Şim di bir düşün, b u
m üellif bu hücum lardan başını nasıl k u rta rab ilir? N iha­
yet, zihnini k a rıştıran bir duygusunu bir kitap haline sok­
m uş ve bu duyguyu orada m üdafaa etm iştir. Sekiz yüz
kilom etre m esafedeki bir insanın, kendisinin söylediğinin
tâm aksini m üdafaa etm iş olduğunu nereden bilecekti?
Lâkin, ne olursa olsun, aradaki savaş bir kerre p atlam ış
bulunur!
M usibet ve felâketlerin bu çeşitlerine rağm en, bu
adam ın İlmî ehliyeti, kifayet üstünlüğü tak d ir edilebilse,
yine ne ise; lâkin, ne gezer! Böyle bir ta tlı üm it dahi yok­
tu r; aynı ilim şubelerde uğraşanların seviyesinden b ir çöp
kad ar bile fark ı görülm ez! Bir filozof başını iş güçten kal-
dırm iyan b ir insana derin bir istiğna, sonsuz bir istihkal
İ R A N M E K T U P L A R I 43Î

ile b a k a r; bu n a m ukabil, m antık m ülâhazaları, daha kuv­


vetli b ir başkasına da bu filozofu, bir hayâl ve hülyâ pe­
şinde koşan biçare gibi gösterir!
A zam etli b ir cehlin zebunu in sanlara gelince, onlar da
isterler ki, diğör b ü tü n beşer n ev ’i, kendileri gibi, nisyanm
d erinliklerine dalup, her kes nazarında un u tu lm u ş olsun­
lar. Bir m eziyet ve faziletten mahrûm insan, o m eziyet ve
fazileti tezyif etm ek suretile kendindeki bu noksanı telâ­
fiye gayret eder; böylece kendi ile liyakat ve ehliyeti ara­
sındaki manii yıkmış olur; bu sayede de, gayret ve faali­
yetlerinden aşağıda olduğu insanların seviyesine çıkmış
görünür!
Ve nihayet, şu veya bu şekilde İlmî bir şöhrete erişe­
bilm ek için, luzum lu fed ak ârlık lara ilâveten, huzuzattan
m ah ru m iy etleri ve beden sağlığının da kaybını k atm ak
lâzım dır!
P aris, 22/E kim /l720/

M E K T U P 146

Usbek’ten Rhedi’ye
Venedik

Çok eski zam anlardan beri derler ki, iyi niyet, devlet
ricalinin ru h u n u teşkil eder. A lelâde bir insan, yaşadığı k a ­
ran lık bir köşede istediği oyunları oyniyabilir; bu ancak
onun bir kaç kişinin yanında itib ar ve haysiyetini k ıra r;
432 İ R A N M E K T U P L A R I

b u n a m ukabil, diğer insanların yanındaki m evkii hiç sar­


sılm az, aynen devam eder, gider...
Lâkin, böyle bir m evkie düşen şahıs bir devlet adam ı
ise. iş büsbütün başkalaşır; böyle bir kim se doğruluk ve
n am u sk ârlık tan uzaklaşınca, buna sayısız kim seler şahit
o lu r; bu sayısız kim selerin arasında her sınıftan m üm taz
devletliler, parlak zekâlar, hâkim ler vardır....
Bilmem ki, söylem eye cesaret edeyim m i? Nam us-
kârlık ve doğruluk faziletinden m ahrum bir devlet ada­
m ının asıl kötülüğü ne h ü k ü m d arların a karşı vazifesini
yapm am ak, ne de m illetini soym ak değildir; b ü tü n b u n ­
lardan bin defa daha tehlikelisi, m illete çok kötü bir ö r­
nek oluşudur!...
Biliyorsun ki, H indistan’da çok uzun seyahatler ettim .
O rada çok âlicenâp, pek yiğit bir m illet görm üştüm ; işte
bu m illet bir anda bozulmuş, en küçüğünden, en b ü y ü ­
ğüne kadar ahlâkî çöküntüye uğram ıştı. B una da bir
N âzır sebebiyet verm işti. İşte orada b ü tü n bir m illetin,
iyilik ve cöm ertliğin, âlicenaplık ve m ertliğin, hâm iyet ve
doğruluğun, safvet ve saflığın ve nihayet iyi niyetliliğin
bu kadar asırdır, hâkim olduğu bu topluluğun birden bire,
diğer m illetlere nazaran, en aşağı bir m ertebeye düştüğü­
nü görm üştüm ! Bu fenalıklar ara ların a s ü r’atle yayılıyor,
en sağlam larına bile sirayet ediyordu. Bu insanların en
faziletlileri bile, yakışık alm az davranışlarda bulunuyor,
kanun hüküm lerini hiç sakınm adan bozuyorlardı. Ve
b ü tü n bu esef verici davranışlara karşı ileri sürdükleri
m üdafaa, kendilerine yapılan haksızlıkların örn ek lerin ­
den ibaret bulunuyordu. Şimdi a rtık bu insanlar, yaptıkları
en alçakça işlerin dolaplarını çevirmeye yarayan dehşet
verici vesikalara kanun adı veriyorlar, adâletsizlik ve
ihanete zaruret diyorlardı!..
M ukavelelere beslenen inanışların söndüğünü, en m u­
kaddes anlaşm aların bozulduğunu, b ü tü n aile hay atın ı ta n ­
İ R A N M E K T U P L A R I 433

zim eden k an u n ların ay aklar altın a alındığını şu gözlerim le


görm üştüm . Y oksulluğun cü r’etiyle küstahlaşm ış, k a n u n ­
ların ve ahvalin zor kullanm asını faydasız hale getirm iş
nice hasis borçlular gördüm ki, borçlarını ödeyeceklerine,
alacaklılarına bıyık altından gülüyorlar ve bıçaklarını ken-
lerine iyilik eden h ay ırh âh insanların göğüslerine dayıyor­
lardı!
D aha nankör ve daha utanm azlarını gördüm! Y etim ­
lerin ve dulların m al ve m ülklerini bir pul uğruna e lle rin ­
den kapup gûya satın alanları, yah u t yerden topladıkları
m eşe y ap rak ların ı gıda diye bu biçarelerin önlerine
koyanları da görm üştüm .
Sonra, birden kalblerde doym ak bilm ez bir zenginleş­
m e ihtirasının alevlendiğini de görm üştüm . B üyük servet
sahibi olm anın arzusu ile kav ru lan vü cu tların aslâ nam uslu
iş teşebbüslerine ve hayırhâh sanayi nim etine yaklaşm ak
istem ediklerini, fakat b ü tü n azgın hırslarını, tâcid arları
soymak, devleti yoksul düşürm ek ve vatandaşları s ü rü n ­
dürm ek için bilediklerini m üşahede ettim !
Bu bahtsız zam anda sözüm ona nam uslu bir vatandaşa
rastladım , uyum adan önce hep şöyle bir dilekte bu lu n m a­
yı âdet edinm işti: (Bugün bir aileyi yoksul hale getirdim ;
y a rın bir başkasını m ahvedeceğim !) Bir başkası da: (Ben,
diyordu, elinde bir hokka takım ı, kulağında ucu siv­
riltilm iş bir dem ir sap taşıyan k ara yüzlü bir adam la v a­
zifem in gerektiğini yapm ak için bazı insanları öldürm eye
gidiyorum !) Yine bir başkası da: (İşlerim i güzelce yoluna
koyduğum u görüyorum , diyordu; hakikat şu ki, üç gün
önce bir tahsilde bulunm ak üzere, gittiğim bir evde b ü tü n
b ir aileyi kanlı göz yaşlarına boğdum! İki nam uslu genç
kızın çehiz tak ım larını saçıp savurdum ! Bir küçük çocu­
ğun tahsil im kânını yok ettim ! Baba, acılarından day an a­
m ayıp ölecektir! Anne, ıztırap tan kahrolup bitecektir!
İran Mektupları F 28
431 İ R A N M E K T U P L A R I

Lâkin, b ü tü n bunları, kanunun revâ gördüğü ahkâm a da­


yanarak yaptım , ötesi um urum da m ı benim !)
Resm î vazife görürken, bir m illetin b ü tü n ahlâk te ­
lâkkisi ve geleneklerini çiğnem ekten acaba daha büyük
cürüm olur m u? Bu kim seler, en m ert ve kadirşinâs ru h ­
ları ezüp alçalttık ların ın farkında m ıdırlar? V akar ve
ihtişam ın, haysiyet ve zarafetin parlaklığını nasıl giderip
don uklaştırdıklarını biliyorlar mı? Fazileti zulm ete boğup
herkesin nazarında şan ve şerefi, azam et ve asâleti nasıl
çam urlayıp b u landırdıklarını âh, bir b ils e le rd i1 !
B abaları h acaletten kızarm ak m evkiine düşen gelecek
nesil acaba nasıl konuşacaktır? Doğacak m illet, ecdadının
dem ir k itlelerini babalarının altın stoklariyle m ukayese­
ye m ecbur kalınca, kim bilir ne diyebilecektir?
Kiç şüphe etm iyorum ki, asîl ve âlicenâp insanlar,
kendi saflarından en küçük bir çöküntüye m üsaade etm i-
yeceklerdir; zira, bu hal, onlar için bir şerefsizlik ola­
caktır. D iğer yandan, bugünkü beşer nev’inin içinde inle­
diği korkunç ve iğrenç çukurda daha fazla kalm asına da
rıza gösterm iyecektir!..
P a ris, İ l / K a s ı m / 1720

( 1 ) — L aw sis te m in in m a d d î n e tic e le ri h a k k ın d a k i m ü n a z a ra
h e r z a m a n aç ık tu tu lm u ş tu r ; lâ k in o n u n F ra n s ız c a m ia sı
a h lâ k iy a tın d a y ap m ış o ld u ğ u in f is a h ve y ık ın tıla r h a lâ
d a h i m ü n a k a ş a ed ilm em iş b u lu n u y o r. M o n te sq u ie u b u
m e k tu b u n d a v a k ıa la ra h iç de fa c ia çe şn isi k a tm ış g ö rü n ­
m ü y or. İn s a n iy e t b u o la y la rın b in le rc e s in i görm ü ş, y a ş a ­
m ıştır. V e h e y h â t! b u elem ve İs tır a p la r d a n y a k a sın ı h iç
b ir d ev ird e de sıy ıra m a m ıştır! N itek im , L aw d e v rin d e b ü ­
tü n b u v a k ıa la r o lm u ş tu r: D ü k de B u rb o n ve p re n s d e
C o n ti b irle şe re k g idüp L aw ’in k a p u s u n u z o rla m ışla r, g a s -
b e ttik le ri m ily o n la rc a a ltın ı a r a b a la r ın d a k a ç ır m ış la r -
İR A N M E K T U P L A R I 435

dır. D ük d ’E strees, ç u k o la ta k u tu la r ın ın ü z e rin e a tılm ış,


d ü k d ’A n tin k u m a ş to p la r ın ı y a ğ m a e tm işti! P re n s de
L ig n e ’in yeğeni k o n t de H o rn b ir b o rsa k o m isy o n c u su n u
b ir k ile re sık ıştırm ış ve o r a c ık ta b o ğ azlam ış, ü ze rin d ek i
p a r a la r ı çalm ıştı!..
Ö te y a n d a , b ü tü n b u v a k ’a la r ın 1720 yılı A ra lık
ayı iç in d e c e re y a n e ttiğ i evde, k o c a asılı b u lu n m u ş, k a r ı­
sı üç çocuğu ile ö ld ü rü lm ü ştü . B ir k öşede de a ltı k u ru ş
m a d e n î u fa k lık ve 200.000 lira lık d a n a k it d u ru y o rd u .
436 İRA N M E K T U P L A R I

M E K T U P 147

B a ş h a r e m a ğ a s ın d a ıı U sbek’e

P a ris

İşler o dereceyi buldu ki, a rtık taham m ül im kânı k al­


madı! Zevcelerin, senin buradan ayrılışından sonra, artık
kendilerini her hangi bir cezadan tam m uaf saniyorlar!
Ve işte bu yüzden de, sarayında dehşetler kopuyor, efen­
dimiz! Şu anda size söyleyeceklerim in dehşetinden ben bi­
le titriyorum !
Zelis bir kaç gün önce cam ie g itti ve b ü tü n cem aatın
önünde, peçesini düşürerek yüzünü h er kese gösterdi!
Ya Z aki’ye ne dersiniz? o da saray kanun ve gelenekle­
rin in şiddetle m enettiği bir şeyi um ursam iyarak, cariyele-
rinden birini odasında yatırdı!
İlişik gönderdiğim m ektup ise, beni şaşkına döndürdü;
k arıların d an hangisine gönderildiğini bir tü rlü anliyam a-
dım!
Dün akşam sarayın bahçesinde bir delikanlı görm üşler,
lâkin yakalayam am ışlar, divardan atlayıp kaçmış.
B ütün bu olaylara, bana m eçhul kalanları da ilâve ede­
bilirsiniz, efendimiz.
N etice olarak, ihanete uğradığınız tah ak k u k ediyor,
buna a rtık şüphe kalm adı.
Şim di a rtık em irlerim izi bekliyorum , bu em irlerinizi
öğrenm ek b ahtiyarlığına erişinceye kadar da, h er halde
heyecan ve kederim den yaşayam am , ölürüm !
İRAN M E K T U P L A R I 437

Lâkin, şayet bütün bu k adınları kayıtsız ve şartsız be­


nim sevk ve idarem e bırakm iyacak olursanız, a rtık o nlar­
dan size hiç bahsetm em eye azim liyim ! H albuki, kim bilir
size ulaştırılm ası gerekecek her gün ne hazin şeylerle k a r­
şılaşmış olacağım!
İ s f a h a n s a r a y ı, l /T e m m u z /1 7 1 7

MEKTUP 143

U sbek’tc n B aş h a r c m a ğ a s ın a

İ s f a h a n sa ra y ı

Bu m ektupla b irlikte sarayda hudutsuz k u d ret ve sa­


lâhiyetleri de sana gönderiyorum . Bizzat m alik olduğum
em ir ve kum andayı sen eline al, ve öyle h arek et et! K orku
ve dehşet iki yardım cın olacaktır. D urm adan o daireden bu
daireye koş; eza ve cefadan, işkence ve cezadan başka bir
şey dağıtm a! Hepsi, hepsi yeis ve fu tu ra göm ülsün! H er
kes senin önünde göz yaşlarına boğulm alıdır! B ütün bir
sarayı topla ve hepsini kılı kırk yararcasına sorguya çek!
Önce kölelerden başla! Aşkım ı sakın istisnâ etm e! H er kes
ve her şey senin m üthiş m ahkem enin önünden geçsin ve
sırasını savsın! En gizli sırları, günün ışığına çıkar! Bu
günâh deryasını tem izleyip b e rra k la ştır; akup kaybolan
fazileti te k ra r oraya akıt!...
Ve çünkü, bu andan itibaren işlenecek en küçük bir
suçun dehşet saçacak cezası senin başında olacaktır! Seni
şaşkına çevirip bana gönderdiğin m ektubun Zelis’e yazıldı­
438 İRAN M E K T U P L A R I

ğını zannediyorum . Bu şüphem in üzerine vaşak gözlerle


dikkatini topla!
P a ris . ll/Ş u b a t/1 7 1 8

M E K T U P 149

Narsit’den Usbek’e

Parisu

Baş harem ağası öldü, m uhterem efendimiz. K ölelerinin


en yaşlısı olan ben, iradeniz birinin üzerinde duruncava
kadar, idareyi elim e aldım.
Eaş harem ağasm ın ölüm ünden iki gün sonra, ona yol­
lam ış olduğunuz m ektubu bana getird iler; açm adım . Baş­
ka bir zarfa saygı ve itina ile koydum , kutsal irdenizi bana
bildirinceye kadar onu saklayacağım .
Dün bir köle geldi, gice yarısı sarayın bahçesinde bir
delikanlı gördüğünü haber verdi. H em en kalktım , etrafı bir
güzel araştırdım ve sonunda iyice anladım ki, kölenin gör­
düm dediği, bir k u ru n tu d a n ibaretm iş!
H ürm etle eğilir ayaklarınızı uperim , aziz efendim iz,
gayret ve sadakatım dan em in olmanızı, tecrübe ve ih ti­
yarlığım a bel bağlam anızı sizden yalvarırım .
İ s f a h a n S a ra y ı, /5 /T e m m u z /1 7 1 8
İRAN M E K T U P L A R I 439

M E K T U P 150

Usbek’ten Narslt’e
İsfahan sarayı

Ey betbaht! Acaba dünyada senden daha feci bir gaf­


lete düşm üş kim se varım dır! E linde kapalı tu ttu ğ u n m ek­
tu b u n içinde, benim en k a t’î arzularım ve en dehşetli em ir­
lerim var! En küçük b ir gecikm e beni teessür ve sonsuz
nevm idîye götürebilirken, sen çocukça bahanelerin k a­
n a tla rın d a m es’ut ve sakin uçabiliyorsun!
Ne korkunç şeyler oluyor, Tanrım ! Belki de köleleri­
m in yarısı ölüm ü çoktan hak etm iş bulu n u y o rlar da, b e­
nim haberim yok!..
Ben şim di sana baş harem ağasının ölüm ünden önce,
bana yollam ış olduğu m ektubu gönderiyorum ; ona gön­
derm iş olduğum zarfı açacak olsaydın, orada kahredici
em irlerim i okuyacaktın! Şim di bu em irlerim i oku, oku da
tatb ik a tın d a göstereceğin en küçük bir ihm âli h ay atınla
ödeteyim !...
Paris, 25/Aralık/1718
440 İRAN M E K T U P L A R I

M E K T U P 151

Solim’den Usbek’e
Paris

Şayet daha da susacak olursam , o zam an sarayınızı


dolduran bu kad ar m ücrim den biri de ben olurum !
B ütün kölelerinizin en sadıkı olan, büyük harem ağası­
nın en sadık sırdaşı da bendim . Zavallı, sonunun yaklaş­
tığını hissedince, beni yanm a çağ ırttı ve bana şunları
fısıldadı: (A rtık ölüyorum ; lâkin, hay atı terk ed erk en duy­
m akta olduğum son ve derin acı, efendim izin b ü tü n k a­
rıla rın ın günahkâr olduklarına itm inân getirişim dir! Z ihni­
mi tırm alay an m usibet ve şeam etlerden efendim izi, a n ­
cak U lû T anrı koruyabilecektir! Ah! K âşke, ölüm üm den
sonra, ruhum te k ra r b u ray a dönebilse ve bu hainlere v a ­
zifelerini h a tırla tıp onları korkunun rüzgârile hep kova-
lasa, ne olurdu! İşte, ben şim di sana bu belâli yerin an a h ­
tarların ı teslim ediyorum . B unları götür ve en yaşlı köle­
ye em anet et! F akat, şayet ölüm üm den sonra, dikkat ve
b asirette kusuru olursa, hiç vakit kaybetm eden efendim izi
h ab erd ar et!) Bu vasiyette b u lu n u r bulunmaz., bu vefakâr
insan kollarım ın arasında son nefesini verdi.
O nun ölüm ünden bir kaç gün önce, zevcelerinizin dav­
ranışları hakkında size n eler yazdığını da biliyorum . S ara­
ya yollam ış olduğunuz öyle bir m ektup varki, açılm ış ol­
saydı, ortalığı dehşete boğardı. D aha sonra yazm ış olduğu­
nuz m ektup ise, b u ray a üç fersah m esafede kayboldu; bil­
İ R A N M E K T U P L A R I 441

m em amâ, b u rad a her şey m eş’um ve hazin bir m ahreke


düşm üş gibi dönüp gidiyor!
K arılarınız şimdi a rtık sırayı saygıyı tam am en u n u t­
m uş haldeler! B üyük harem ağasının ölüm ünden sonra,
sanki her şey onlar için m übah olm uştur! A ralarında y a­
lınız Roksan vazifelerine bağlı görülüyor, yum uşak başlı
olm akta da devam ediyor. Saray örf ve ananeleri her gün
daha da bozuluyor, adeta hiçe sayıliyor! Zevcelerinizin y ü ­
zünde eskiden görünen kadınlık âr ve hayâ fazileti, vak ar
ve nam us heybeti a rtık zavâl bulm uş gibi hiç görünm ü­
yor! B unların yerini şim di başka bir sevinç, başka bir çıl­
gınlık, ve kanaatım a göre, tatm in edilen bir hissiyatın
vahşeti kaplam ış! En küçük şeyde bile, o ana kad ar m eç­
hul olan bir h ü rriy e tin böbürleniş serm estîsi var!
H attâ, bir kısım esirlerinizin bile davranışları başka­
laşm ış; vazifelerine karşı, saray geleneklerine karşı esaslı
b ir um ursam azlık görüyorum da, şaşkınlığım dan donup
kalıyorum ! A rtık bu adam lar istediğiniz gayret ve hizm et
fazilet ve aşkından külliyen uzaklaşm ış b ire r sefilden baş­
ka bir şey değildirler!..
Zevceleriniz sekiz gün için sayfiyeye gitm işlerdi; bu
sayfiye yeri de, hem en içinde hiç oturulm am ış olan o te n ­
halardaki köşkünüzdü. D uyduğum a göre, iki erkek o evde­
ki bekçi köleyi kandırm ışlar, ve h anım lar oraya varm adan
önce, büyük y atak odasının b ir köşesine gizlenm işler ve
o gece, bizler çekildikten sonra da m eydana çıkm ışlar!...
Şim di başım ızda olan yaşlı* harem ağası b ir ahm ak ve
budaladan başka bir şey olm adığı için, istenen h er şeyi
ona inandırm ak işten bile değildir!.
Ah efendim iz, bu ihanet ve hiyanete öyle bir intikam
dehşetile yaniyor ve tehevvür duyuyorum ki, size hizm et
yolunda, Ulû T an rı’nın em ir ve iradesile ve şayet bu hiz­
m etin tarafım dan yapılabileceğine kanaatiniz varsa, vaa-
442 İRAN M E K T U P L A R I

dediyorum , bu kadınlarınızı faziletli yapam asam bile, hiç


olm azsa efendim ize ihanet ettirm em !
İsfahan sarayı, 6/Mayıs/1719

M E K T U P : 152

Narsit’ten Usbek’e
Paris

Roksan ve Zelis yazlığa çıkm ak arzusunda bulundu­


la r; bu dileklerini yerine getirm em eyi uygun görm edim .
İyi ve b a h tiy a r Usbek! Bilsen ne sadık k arıların, ve ne can­
dan kölelerin var! Şimdi, em rim altında yaşanan bu say­
fiye yeri h ak ikaten bulunm az b ir uzlet, yer yüzünde en
ra h a t bir iltic a g â h tır; b u rad a öyle bir sessizlik hüküm
sürüyor ki, sen bile bu derecesini im kân yok, reva gör­
mezsin!
Beni büyük acılara boğan büyük bir felâket oldu. İs­
fah a n ’a henüz gelm iş olan bir kaç E rm eni tüccarı senden
b ir m ektup getirm işti ya; ben de bu m ektubu onlardan
alm ası için bir esirini gönderdim ; gönderdiğim esiri k a ­
çırdıkları gibi, m ektup da yok oldu!
Şim di senden istirham ederim , yüce efendim iz, bana
yeniden ve acele yaz; çünkü, b u rad a vukubulan bu deği­
şiklik dolayısile bana verilm iş çok m ühim em irlerin olmalı!
Fatim e sarayı, 6/Mayıs/1719
İ R A N M E K T U P L A R I 443

M E K T U P 153

Usbek’ten Solim’e
İsfahan sarayı

B ütün irade ve ih tiy ar a n a h ta rla rım ı senin eline b ı­


rak ıy o ru m ; şu yer yüzünde en aziz ve sevgili varlığım ı,
evet b ü tü n kin ve intikam ım ı sana tevdi ve em anet edi­
yorum . Şim di a rtık şecaat ve cesaretle yeni vazifene baş­
layabilirsin! Yalınız, bu yeni hizm ete girerken, kalbini ve
m erham etini beraberinde alma! B ırak onları! K örü kö­
rü n e sana ita a t etm eleri için, karılarım a da yaziyorum .
Bu derece cürüm işleyen onlar, senin karşında zaten ayak­
ta duram ayıp tökezlenecekler, devrilecekler! Saadet ve
huzuru sen bana verm elisin! Sarayım ı bırakm ış olduğum
nizâm ile bana iade etm elisin! Lâkin, h er şeyden önce,
cürm ün kefaretini onlara ödetm eli, kendini m ücrim gös­
term ek te n yılm ıyanları titretm elisin!

Acaba, bu değerli hizm etlerin için efendinden ne n i­


m etlere, ne tü rlü ihsanlara nâil olacağının farkında m ısın?
B ulunduğun seviyenin üst basam aklarını tâyin, ve
erişm ek istediğin m ü k âfatların tensip ve intihabı, bizzat
sana ait olacaktır, Solim!
P a ris, 4/E kim /1719-
444 İRAN M E K T U P L A R I

M E K T U P 154

Usbek’ten karılarına
Isfahan sarayı

Bu m ektubum şim şekler, kasırgalar ve şiddetli fırtı­


n alar ortasında yıld ırım lar gibi başınıza düşsün inşallâh!...
Solim, şim di baş harem ağanızdır! Vazifesi de sizi m u­
hafaza değil, fak at dehşetli m ücazatlarla hepinizi inim
inim inletm ektir!...
B ütün saraydakilerin, onun huzurunda eğilip secde
etm elerini irade ediyorum !..
Geçm işte b ü tü n yaptıklarınızın hesabını her bireri-
nizden inceden inceye soracak, bu n ların m uhakem esini bi­
tirecek, hükm e bağliyacaktır!...
İstikbale gelince, bundan sonrası için, sizleri öyle
ağır bir boyunduruğa v u racak tır ki, h ü rriy e t deye y a p tı­
ğınız b ü tü n çılgınlıklardan sizleri nedam et ettirecek ve
kaybettiğiniz faziletin saadetini sizlere iyice h a tırla ta c a k ­
tır.!...
P a ris, 4 /E k im /l7 1 9 .
İRAN M E K T U P L A R I 445

M E K T U P 155

Usbek’ten Nessir’e
İsfahan

Sakin ve tatlı bir öm rün değerini anlayabilen insan­


oğlu ne bahtiyardır! Böyle bir kim senin kalbi ancak aile­
sinin içinde istira h a ta kavuşur, ve doğduğu to p rak tan baş­
ka dünyada hiç bir diyarı tanım az!
H albuki, ben öyle vahşî b ir iklim de yaşiyorum ki,
beni kahreden her şey fazlasile ortada m evcut olduğu
halde, gönlüm ün istediği hiç bir şeyden eser yok! D onuk
b ir hüzün baştan başa beni sarıp sarm alam ış, sıkıyor; bir
ru h î çöküntü halindeyim !
Bazan, şu dünya yüzünden silinip söndüğüm ü hisse­
diyorum ; bir m üddet sonra da korkular, şüphe ve endişe­
ler, kin ve intikam ü rp ertileri ve heyhât, nihayet nedam et
duyguları kalbim i kasıp kavurunca, işte o zam an te k ra r
kendim e geliyor, yaşadığım ı yeniden anliyorum !...
t
Sen beni iyi tanırsın, N essir; kendi kalbini okur gibi
benim kini okum uş, anlam ışsm dır. Bahtsızlığım ın derece­
sini bilseydin, bana acırdın!... Bazan saraydan haber a l­
m ak için tam altı ay beklem em lâzım geliyor; halbuki,
ben geçen h er dakikayı bile sayiyor, hissediyor, yaşiyo­
rum . Sabırsızlığım , geçen zam anı bana daha da uzatıyor;
o kadar h asret ve iştiyakla beklediğim in gelm esi yakla-
416 İRAN M E K T U P L A R I

şmca da, birden kalbim de bir kıpırdanm a, b ir burkulm a,


b ir isyan ve ihtilâl duyuyorum ! E llerim m eş’um bir m ek­
tubu açarken öyle titre r ki, ta rif edem em ; ve beni nev-
m idîye götüren bu endişe, bana adeta en m es’u t bir anı
y aşatır; ben bu andan k u rtu lu p ölüm den bin kerre daha
m üthiş bir felâketle karşılaşm ak korkusile titrerim !...
L âkin, b azı h a k lı se b e p le r le v a ta n ım d a n a y rılm ış o l­
m am a, v e bu litica v e u z le t sa y e sin d e h a y a tım ı te h lik e le r ­
den ku rtarm ış b u lu n m a m a rağm en , artık b ü tü n sa b ır v e
ta h a m m ü lü m tü k en d i, N e ssir; a rtık bu m ü th iş m en fa h a ­
y a tı çek ilem iy o r! 1 Ah, evet acaba b ü tü n bu acılarla şim di­
ye kadar nasıl yaşayabildim , değilm i? Ben bu yabancı
diyarı terk etm ek için, belki bin k erre R ika’yı sıkıştırdım -
sa da. heyhat, o bin dereden su g etirerek k ararlarım a
daim a karşı koydu; beni buraya bağlam ak için ne bahâ-
neler bulmaz. Onun bu haline h a y re t ederim ; bazan onun
vatanını u n u ttu ğ u n a hükm ederim ; y a h u ttâ beni tam am ile
unutm uş, hüzün ve yeislerim le başbaşa bırakm ış deye d e rt­
lenirim .
Bahtsızlığım ın derecesini bir bilsen! Şim di de v a ta n ı­
m ın hasretile yaniyorum ; kim bilir, belki de bu duygu
perişanlığım ın en büyük âm ilidir! Gelsem de, orada ne y a­
pacağım ı ben de bilm iyorum ? A cab a, bu h a r e k e tim le b a­
şım ı k en d i e lim le d ü şm a n la rım a te slim e tm iş o lm iy a ca k -
m iyim ? Hepsi bu k ad ar da değil: S araya girince oradaki­
lerden de, yokluğum da ettiklerinden hesap sorm ak zorun­
da değilm iyim ? Peki, ya araların d a m ücrim leri bulacak
olursam , o zam an davranışım ne olacak? Beni bu kadar
uzaktan bile ezip öldüren korkunç endişeler, orada bana
neler yaptırm az? B urada düşüncelerile titrediğim şeyleri

(1) — B u v âz ıh b ey a n , şim diye k a d a r k ap a l), m ü p h e m k a lm ış


b u b ü y ü k s e y a h a tin h a k ik î â m ilin i a ç ık la m ış oluyor.
«m ütercim »
İRAN M E K T U P L A R I 447

orada gözlerim le görecek, kulak larım la duyacakm iyim ? Ve


nihayet, şayet orada bizzat hükm edeceğim cezalar, içim ­
deki m eçhuliyet ve şüphelerin, kargaşalık ve hicabın, h a tâ
ve nevm idînin ebedî alâm et ve dam gası olacaksa, halim
nice olur, benim ? h
Ülkeme dönüp kendi sarayım ın dıv arları arasına k a­
panacağım ; bu dıvarlar, içinde hapsettiği k a d ın lar kadar,
bana da m üthiş işkence olacak! O raya b ü tü n şüphelerim ­
le b irlikte gireceğim! K arılarım ın arzu ve sevgileri, her
şeyi görüp hissetm em e m ani olam iyacak! Y atağım da, kol­
larının arasında yine de endişelerim in zebunu kalacağım ;
düşünm ek için bulacağım en az bir zam anı dahi, kıskanç­
lık duygularım ı kam çılam akta kullanacağım !
E y, b eşer n e v ’in in s e fil ta b a k a sın ı te şk il ed en , v e aşk
d u y g u la rın a k a lb le r i e b e d iy e n k a p a lı b u lu n a n k ö le ler ! Ş a ­
y e t, sîzler b e n d e k i fe lâ k e t v e se fa le ti, b e n d e k i m u sib et v e
kara b a h tı b ir ö ğ r e n e b ilse y d in iz , b u lu n d u ğ u n u z şartların
z u lm e tin d e in le m e ğ i b ir y a n a b ırak ır v e U Iû T a n rı’ya ta tlı
göz y a şla rı d ök erek ham d v e sen â la rd a b u lu n u rd u n u z!...
------------------------ ■
— P a ris, 4/E k im /1 7 1 9 .
( 1 ) — A cab a, ceza a d a le tin in h a n g i y ü k sek h isle rle b ü tü n t e ­
sirle rd e n k o ru n m a s ı g e re k tiğ in i b u n d a n d a h a b eliğ b ir
d ille iz a h e tm e k m ü m k ü n m ü d ü r? «m ütercim ..

M E K T U P 156

R o k s a n ’d a ıı U sbek’e

P a ris

K orku ve dehşet, gaddarlık ve zulm et... işte sarayda


geçen hayat! M enfur ve iğrenç bir m atem , karan lık bir
448 İRAN M E K T U P L A R I

yas h er ta ra fı örtm üş, sarıp sarm alam ış!.. B ir azgın k ap ­


lan h er an haşiyet ve dehşet kopararak savlet ediyor!....
M asûm iyetlerini savunan iki ak halayığı günlerden
beri işkenceler altın d a inim inim inletiyor! H alay ık ları­
m ızın bir kısm ını bizden ayırıp dışarıya sa ttı; k alan ları da
aram ızda değiştirtti.
Zaki ve Zelis gicenin karanlığında işkenceye alındı­
la r; kâfir adam , pis ellerile onların güzel ve nazik beden­
lerini acıtıp incitm ekten çekinm edi!
H er birerim izi sarayın bir odasına k ap attı ve orada
y ap a yalınız olm am ıza rağm en, kapalı elbiseler ve peçe­
ler içinde soluğum uzu kesti! K endi aram ızda m ektuplaş-
m ayi en büyük suç sayıyor! Serbestçe yapabildiğim iz tek
şey ise, ağlam aktır!
S araya bir sürü yeni harem ağası getirildi; bu yen i­
ler, bizleri gece gündüz m uhasara içine aldılar, göz açtır-
m iyorlar! Yapm acık, ya da h ak ik at olan endişelerinden
k u rtu lm a k için ,geceleyin bizi sık sık ta tlı uykum uzdan
uyandıriyorlar!
Beni teselli eden tek şey, b ü tü n bu azapların daha
fazla devam edem iyeceği ve pek yakında hayatım la sona
ereceğidir! Bu cezalar zaten daha fazla uzayam azdı, k o r­
kunç Usbek!
B ütün bu zillet ve h ak aretlere bir nihayet verecek,
zam an fırsatını sana bırakm iyacağım , elbette!
İ s f a h a n sa ra y ı, 2 /M art/1 7 2 0 .
İ R A N M E K T U P L A R I 449

M E K T U P 157

Z a k i’cleıı U sbek'e

P a ris

Rabbim! B ir barbr beni ceza nam ı altında pek kalb-


sizce ta h k ir etti. Nam: ve hayâya dokunm ak su retile baş­
layan bu ceza, beni Bj. ;altup y erlere serdi! Bu ceza beni
sonsuz hicâp çam urlarile sıvadı ve adeta çocuklaştırıp
şaşkına çevirdi!
F e ry atlarım sarayın tav an ların ı çınlatınca, önce r u ­
hum un yıkılıp eridiğini, sonra da duygularım ın tem elinden
sarsılıp çöktüğünü hissettim ! D ünyanın en alçak insanın­
dan af ve m ağfiret dilediğim i ve bu taş y ürekli siyahinin
vahşet arzusu kabardıkça, m erham et etm esi için nasıl yal-
v arup yakardığım ı her kes duydu! Heyhât!..
İşte, o zam andan itibaren küstâh ve köle kalbi, benim ­
kinin fevkine çıkm ış bulu n u y o r; m evcudiyeti, bakışları,
sözleri, her şeyi; oh, her şeyi bir m usibet halinde beni
eziyor, boynum u büküyor, benliğim i h arap ediyor!
Şim di a rtık yalınız kaldığım zam anlar daha iyiyim ;
hiç olmazsa, istediğim kadar göz yaşı dökebiliyorum ; lâkin,
bu heyulâ karşım a dikilince, hiddet ve teh ev v ü r b ü tü n
bedenim i kasıp kavuruyor, aciz ve biçareliğe yuvarlaniyor,
üm itsizlik içinde çırpınıp duruyorum !..
Bu iğrenç kaplan, bana b ü tü n bu vahşetlerin senin
eserin olduğunu söylem ek küstahlığını dahi gösterebili­
yor! Aşkım ı yıkm ak ve kalbim deki büyük duygularım ı
İ r a n m e k tu p la rı F.: 29
450 İ R A N M E K T U P L A R I

çam urlam ak istiyor! Bana sevdiğim insanın ism ini söyle­


diği vakit, a rtık ne söyleyeceğim i şaşiriyor, ölm ekten baş­
ka bir şey istem iyorum !..
Şu kad ar zam andır yokluğuna taham m ül gösterdim ,
aşkım ın kuvvetile aşkım ı m uhafaza ettim . G ünler, geceler
b ü tü n zam anlarım ı sana h a sre ttim ; ve ben bu aşkım dan
m ağrurdum da; seninkilerine ise, sadece saygı gösterdim !..
Lâkin, şim di... Hayır!.. Şimdi, a rtık düştüğüm hicâp ve
zillet çukuruna taham m ül edem iyeceğim . Şâyet m asûm -
sam, aşkım a m ukabele etm en için, dön artık! Yok eğer
m ücrim sem , yine hem en dönki, ayaklarının altında can
verebileyim !...
İ s fa h a n sa ra y ı, 2 /M a rt/1 7 2 0 .

M E K T U P 158

Z a k i’d e n U sbek’e

P a ris

Benden bin fersah uzakta, beni suçlu bu lu y o r; bin


fersah ötede, cezalandırıyorsun!
B arbar bir harem ağası iğrenç ellerini bana kaldırsın,,
beni döğsün ve b ü tü n b unları senin em irlerinle yapsın!..
H ak aretleri revâ gören, asıl büyük zâlim in kendisi
olup, zulm u yapan o köle değildir, öyle ise!
Sen hevesine u y arak bu m uam ele tarzını daha da be­
te r hale sokabilirsin; seni sevm ekten vaz geçtiğim andan
beri, kalbim a rtık m üsterih bulunuyor!
İ R A N M E K T U P L A R I 451

R uhan alçaliyor ve gittikçe de korkunçlaşiyorsun!


Asla m utlû bir insan sayılm iyacağından em in olabi­
lirsin, artık!
A llâh’a ism arladık, Usbek!
İ s f a h a n sa ra y ı, 2/M art/1 7 2 0 .

M E K T U P 159

S o lim ’d e n U sbck’e

P a ris

K eııdi halim den de, sizinkinden de m üştekiyim , m uh­


teşem efendimiz! D ünyada hiç bir sadık köle benim m en­
fu r ve korkunç durum um a düşm em iştir! İşte sizin de,
benim de felâketlerim iz; b u n ları size kalbim burk u larak ,
vücudum baştan başa titriy e re k yaziyorum :
G öklerin b ü tü n peygam berleri üzerine yem in ederim
ki, kadınlarınızı bana em niyet ettiğinizden beri, b ü tü n
günlerim i ve gecelerim i onlara harcam akla geçirdim ; on­
lar için şüphe ve endişelerim i b ir an bile unutm adım .
Vazifeme onları cezalandırm akla başladım ; ve b ü tü n
bu m ücazata ara verdiğim a n lard a da, bendeki tabiî tayak-
kuz ve ciddiyet, aslâ peşlerini bırakm adı.
Lâkin, ben de neler söylüyorum ! Size hiç faydası
olm ayan bir sadakati da ne deye göklere çıkarm aya çalı­
şayım?
452 İ R A N M E K T U P L A R I

B ütün bu hizm etlerim i unutunuz, aziz efendimiz, ve


bana bir hainm işim gibi bakınız! Bir tü rlü önleyem em iş
olduğum cürüm ler için beni m erham etsizce cezalandırınız!
Roksan, m ağrur ve m uhteşem Roksan! Ey Rabbim!
Bundan sonra kim e inanm alı bilm em ? H albuki, siz Zelis’-
ten şüphelenm iştiniz; buna m ukabil, Roksan için hudutsuz
bir em niyet ve huzur duyuyordunuz, değilm i? Heyhat! Ne
çılgınlıkm ış meğer! Aslında bu kadının b ü tü n bu vahşî
ve m ağrı.r fazileti bir yapm acıktan, bir hileden ibaretm iş!
Hepsi hepsi bir ihanet ve hıyanetin ince bir örtüsü imiş!
Evet, kendisini bir delikanlının kollarında yakaladım !
Genç adam , görüldüğünü an lar anlam az, üzerim e bir ca­
nav ar gibi atıldı; hançerini iki defa vücudum a sapladı. G ü­
rü ltü y ü duyan harem ağaları koşuşup yetiştiler, etrafını
sardılar. M eçhul adam , kendini uzun boylu m üdafaa etti.
Bir çoklarını yaraladığı gibi, kendi de bir hayli ağır yara
aldı; h attâ, içeri, odaya girnıeK, Roksanın dizlerinde ölmek
istediğini bile haykıracak kadar çılğınlaşm ıştı! Lâkin, k a ­
labalık karşısında nihayet tak ati tükendi ve ayaklarım ızın
dibine düştü.
B ilm iyorum , ulvî efendimiz, am ansız em irlerinizi bek-
lem elim iyim ? H albuki, siz intikam huku k u n u benim avuç­
larım a bırakm ıştınız! Ben de bu hakkın daha fazla askıda
kalm asına razı olam iyorum .
İ s fa h a n sa ra y ı, 8 /M a y ıs/l7 2 0
İ R A N M E K T U P L A R I 493

M E K T U P 160

S o lim ’fioıı U sbek'e

P a ris

Ben kendi üzerim e düşeni y ap tım ; b ü tü n m usibet ve


felâketler ortadan kalkacak; sucun k efaretini ödeteceğim!
D aha şim diden gizli bir sevinç kalbim i doldurdu; be­
nim de ruhum sizinkile sükûn ve huzura kavuşacak; cür-
m ü ortadan siliyor, yok ediyoruz; gaflet ebediyen sararıp
solacaktır! h
Ya sîzler, ey duygunun gafleti ve arzu ların infiali
içinde kıvranan âr ve hayanın ebedî ku rb an ları, ya sîz­
lere de ne yapm alı bilm em ki!
A kıtacağım kanların bolluğu karşısında, h a y re tte n do­
nup kalm anız için, sizleri de bu bahtsız saray ın içinde gez­
direceğim!
İ s f a h a n sa ra y ı, 8/M ayıs/1720.

(1) — E serin 1721 ta r ih li ik in c i b a s k ıs ın d a m ü e llif şöyle d i­


y o rd u: «B ütün fe lâ k e tle rin iz d a ğ ılıp b ite ce k : R u h u m u z u n
isy a n ve fe v e ra n ın ı h u z u r ve sü k û n e k a v u ş tu ra c a ğ ım !
Gizli b ir sev in çle ç ılg ın a d ö n d ü m ! Ç ü rm ü c e z a la n d ırıp ,
b ir k e rre k ö tü lü ğ ü o r ta d a n silip sü p ü rü n c e , g a fle t de
s a ra rıp solacak tır!»
454 İ R A N M E K T U P L A R I

M E K T U P 161

K o k saıı’d a n U sbek’e

P a ris

Evet, seni ald attım ; sana ihanet ettim ! Senin o yam an


harem ağalarını kandırdım , yoldan çıkardım ; kıskançlık­
ların la alay ettim ve bu iğrenç sarayını bir zevk ve sefâ
yer: haline sokm asını pek alâ becerdim , işte!
Şim di ölm ek üzereyim . İçtiğim zehir dam arlarım a y a­
yılıyor. Beni h ayata bağlayan tek adam da göklere uçtu k ­
tan sonra, a rtık bu dünyada işim ne benim ? Ö lüyorum ,
lâkin ru h u m onunla beraber cevelan edecek; dünyanın
en kutsal kanını akıtan bu kâfir m uhafızların, şim di de
benim etrafım a toplaniyorlar!
Cihanda, yalınız senin hevesatına kapılıp, sana h a y ­
ran olm akla yetineceğim e nasıl inanabildin? Sen nefsin
için h er zevki bir hak bilirken, benim b ü tü n arzularım ın
bir suç sayılabileceği revâyi hak m ıdır? H ayır! E sarette
yaşayabilirdim , lâkin daim a hürdüm ! Ben senin k an u n ­
larını, tabiî kanunlara 1 göre tâdil ve islâh ettim ; fikren
de her zam an bağıntısız yaşadım.

( 1 ) — B u m e k tu b u n ih tiv a e ttiğ i d e r in h ik m e t ve d u y g u la ra
n u fu z için, b ilh a ssa .ta b ii hukuk» y a h u t »tabii k an u n »
b a h s in e d a ir (98. ci m e k tu p ) gözden g eç irilm e lid ir.
• m ü tercim »
İ R A N M E K T U P L A R I 455

Sana yapm ış olduğum fed ak ârlık lara teşek k ü r etm e­


lisin; sana sadık ve vefakâr görünecek kad ar kendim i a l­
çaltm ış olm am dan dolayı m innet duym alısın! H albuki, ben
kalbim de alçakça sakladığım şeyi b ü tü n cihana gösterm e­
liydim ! V e n ih a y e t fa z ile t v e n a m u sa k a rşı işle d iğ im s a y ­
g ısızlık la r, sen in h e v e sa tın a b o y u n e ğ m e y işim in , sana k a r­
şı d iren işim in bir n işâ n esiy d i!
Sen şehvetinden zerresinin bana intikal etm eyişine
h a y re tle r ederdin; halbuki, beni iyi anlam ış olsaydın, ben-
deki kin ve intikam ın şiddet ve dehşetini görür, irkilirdin!
Heyhat! Sen benim gibi bir kalbin sana daim a m uti
kalacağına inanm ıştın! Böylece, ikim iz de m es’u t yaşi-
yorduk; sen beni aldatılm ış b ir biçare görüyordun, h ak i­
k a tte ise, ben seni aldatiyordum !
Şüphesiz, böyle bir dille konuşulm asına alışık b ir in ­
san değilsin; seni iztırapların en büyüğüne yuvarlad ık tan
sonra, şimdi de cesaretim e hay ran olm anı da senden iste­
yecek kad ar budala değilim! Lâkin, ne yapalım ki, olan
oldu, bir k e rre ; zehir vücudum a iyice yayıldı! T akatim k e ­
siliyor! K alem im elim den düşüyor! K in ve intikam ım a
kadar b ütün hislerim eriyor! Ve oh, işte ölüyorum !...
İ s f a h a n sa ra y ı, 8 /M a y ıs/l7 2 0 .

— SO N —
İ R A N M E K T U P L A R I 457

“ Tahassüsler
İ R A N M E K T U P L A R I 459

Montesquieu’ya Dair

«Onun m ütevazî ve serbest h a h tavrı, sohbetlerini an­


d ırırd ı; bedenî yapısı çok ahenkli ve m ütenasipti. B ir gö­
zünü bütün bütün kaybetm iş, öteki gözü ise, pek zayıf­
lam ıştı; buna rağm en, hiç kim se bunun farkında olmazdı!
Ç ehresinde hilm iyet, vakar ve ulviyet toplu bir halde p a ­
rıldardı.
Giyim kuşam m erakından tam am en uzak, tem izlikten
başka şey aram azdı; en sade kum aşlardan giyinir, altın
veya güm üş gibi m ücevherlere aslâ rağ b et etm ezdi. A ynı
sadelik yem ek sofrasını ve bütün geçim ini kucaklardı.»
«Maupertuis»
«kitabını yaşadığı topluluğun içinde yazardı; lâkin,
yalnız yabancılarla konuşardu; b ü tü n m eram i onlardan
b ir şeyler öğrenm ekti.»
«Mme (le Chaulnes.

« M. de M ontesquieu hiç bir şahıs için çırpınıp hayıf-


lanm azdı. K endi için de hiç bir hırs ve tam âh sahibi d e ­
ğildi. Okur, seyahat eder, m u arefler k u ra r; sonunda k a ­
lem e sarılır yazar ve b ü tü n bu çabalam alar hep kendi ta ­
hassüsleri, zevkleri içindi. T efekkür hâzinesi pâyansızdı;
ve bu hâzineyi kendisince m alûıjı büyük bir m eh aret ve
zarafetle kullanırdı. Ancak, onun incelik ve ülviyeti m u­
haverelerden çok k itap ların d a tem âşa edilirdi; bunun da
sebebi, etrafın ın gözüne çarpıp onların nazarında p a rla ­
yıp göz kam aştırm ak hevesile hiç yanm azdı. Doğduğu
m em leketin «Gascon» lehçesini m uhafaza eder ve bunu
düzeltm eyi bir çeşit aşağılaşıp küçülm e kabul ederdi!»
«D’argenson»
4tiO İ R A N M E K T U P L A R I

Iran Mektupları’na Dair

«Bu m ektupların bir çoğu nufusun artıp insanların


refah ve saadete kavuşm aları, ticaret, ceza m evzuatı ve
am m e hukukuna dair olup küçücük birer m ecelle değeri­
ni taşiyor!... Alay ve istihza m üellifin elinde her şerre
yöneltilen m üthiş bir silâhtır! H attâ, o kadar korkulan
zulm un acı kuvveti, işkenceyi bile bu silâhla v urup de­
virm ektedir!»
H a rp c
X V III. a s ır felsefesi (I, II).

«İran m ektupları, beşeriyete vahi ve hayalî bir nikâba


bü rü n ere k sunulan m uhteşem bir eser, fevkalâde ehem m i­
yeti haiz bir m ecelledir. Bu nikâp bir rom an hicviyesi
şeklindedir; ve bu hicviye de görünm ez m üthiş bir silâh
halinde bütün bir felsefeye istikam et veriyor!»
M .-J. C h e n ie r
F ra n s ız e d e b iy a tın ın t a n n î m a n z a ra s ı (V I)

«Acaba dünyada İran m ek tu p la rın d a n daha kuvvetli


şey varm ıdır? Acaba, hüküm eti ve dini bu derece ve h ü ­
nerle incelem iş başka bir eser yazılm ışm ıdır?»
V o lta ire
M. de C idevelle’e (26. T em m uz. 1733)

«Bu hareketli tabloda Usbek, sonsuz bir gayret ve


h a y re t edilecek bir kolaylıkla gözüm üzün önüne, dikkati-
na çarpm ış ve kalbine dokunan şeyleri seriyor: B u n lar
İ R A N M E K T U P L A R I 461

b ü y ü k ehem m iyet ve ciddiyetle bağlandığım ız d ü şk ü n lü k ­


lerimiz, alışkanlıklarım ız; sırtım ızı çevirdiğim iz ve aslâ
um ursam adığım ız ve alaya aldığım ız hususlarım ız; basit
ve sathî m ünakaşalarla berb at ettiğim iz sohbetlerim iz; hu-
zuzatın kucağında bile can sıkıntısından dehşet içinde k a ­
lışlarım ız; batıl itikatlarım ız ve davranışlarım ızın hakikat
ışığile nasıl tezat ve tenakuzlarla k arard ığ ı; m uvaffakiyet
ve m uzafferiyetlere düşkünlük zorile başım ızın lu tû f ve
inâyet putların ın önünde secdeden kalkm ayışı; yabancı-
laıa karşı gösterdiğim iz zahirî nezaketin yanında onlara
duyduğum uz hakikî istihkar y ahuttâ, aşırı düşkünlüğüm üz,
tecessüslerim iz, tercihlerim iz; huzuzatım ızın garabeti, bir
vatandaşın en hürm ete lâyık iki m eşguliyeti, ticaret ve
hâkim lik m esleğine duyduğum uz istihfaf ve istihza; ede­
biyat sahasındaki bitm ez tükenm ez ve faydasız m ünakaşa
ve kavgalarım ız; tefekkürden önce kalem e sarılıp yazm ak
çılgınlığı, işin m ahiyetini öğrenm eden hükm e varm ak
adaletsizliği :lh... ilh...
D ’ A lem b ert
« M ontesquieu’y a m ethiye»

<. ..İran m e k tu p la rın ın uslubuna gelince, günüm üzde


fikir eserleri için m uvaffakiyetin en kuvvetli âm illeri
sayılan, canlılık, b erraklık ve p arlaklık eseri baştan başa
sarm aktadır. Bu kadar akıl ve hikm etin, bu derece zengin
zarafet ve letafetle el ele verdiği, böyle az sözlere bunca
derin ve sonsuz m anâlar Sığdırıldığı hiç görülm em iştir!
Ö te yandan, b ü tü n bu h arikalar, sathî b ir filozofun gayret
ve ihtim am larından değil, lâkin derin ve heybetli bir m ü­
tefekkirin payânsız akıl ve iz’ânından kayniyor!»
D e M a u p c rtu ıs
B e rlin K ra liy e t İlim le r A k ad e m isin e
k a b u lu vesilesile
M o n tesq u ieu için
sö y len en m e th iy e d e n
(5 /H az ira n /1 7 5 5 )
4S2 İ R A N M E K T U P L A R I

«M ontesquieu’nun özendiği, daha doğrusu aşağı k al­


m adığı La B r u y e r e ’iıı uslubudur. Eşhasa aynı k u d retli
a d ım larla yaklaşm akta, aynı ifra tla onları iğrelem ekte,
aynı ahlakî cerbeze ve fikir enginliği içinde onları didik­
lem ektedir. E kseriya P a sc a l’ın sinirli ve cesur edasile
h ita p etm ekte, başka b ir devrin zarif ve ince renklerile
tablolarını çizm ekte, şüpheci, hassas ve P ascal’ı titre tip
ü rk ü tm ü ş bir tahayyül kuvvetile yazm aktadır!... Bu
şehvanî, nefsanî zevklerin kaynaştığı beşer zaaflarını de­
rin bir felsefe ve açık bir istihza ile teşrih eden m üellif,
F ran sa için, o tarih te pek yeni tarzla, siyasî ve felsefî sa­
h aların ı da aynı alaylı bir hava ile dolaşm aktadır. X IV .
L o u is’n in ö lü m ü n d e n sa d ece a ltı se n e sonra in tişar ed en
b ö y le b ir eserin n a sıl k a p ışıld ığ ı; k ır a liy e t n a ib liğ i tara­
fın d a n te z y if ed ilm iş, ü rk ü tü lm ü ş v e so y u lm u ş F ra n sa ’da
n a sıl kan a kana ok u n d u ğu k o la y c a a n la şıla b ilir. Eserde
h er şey, h er şey vardır: Acı ve garip h akikatler, Law sis­
tem i ve Jansenism , Paris salonları, A vrupa siyaseti ilh...
ilh .....
Villemain
F ra n s ız E d e b iy a t d ersle ri
( 1828)
İ R A N M E K T U P L A R I 463

Marki Beccaria'mn
« S uçlar ve C e za lar y a h u t B e şe riy e tin m ecellesi» ölm ez e s e ­
r in in 1766’d a ilk d e fa b ü y ü k r u h a n î A n d ré M o rellet’ye M ilân o ’-
d a n g ö n d e rm iş o ld u ğ u M ayıs/1766 ta r i h li m e k tu p ta n b azı p a r ­
ç a la r:

........................ l’A le m b e rt, D id ero t, H elv etiu s, B ü ffo n , H u m e, b u


m u h te ş e m ve h e y e c a n d u y u lm a d a n te lâ f f u z ed ilm e y en b ü y ü k
isim le r, sizler g ü n d ü z le ri iş tig a lâ tım in ve geceleri de te fe k k ü r
ve te h a y y ü lâ tım ın m e n b a m ı te ş k il e d e n e s e rle rin m ü e llifle ri­
sin iz; te d ris e ttiğ in iz h a k ik a tle rle d o lu o la n b en , b u h a t â l a r ı
m ü d a fa a edip m â z u r g ö ste rm eğ e c ü r ’e t ed e b ilirm iy im ? G ele­
cek n e s ille re y a la n la r söyleyebilecek k a d a r a lç a la b ilirm iy im ?
B in a e n a le y h , sizlere y a z d ık la rım , a y n e n h is s e ttik le rim d ir.
B ü tü n ü m itle rim in fev k in d e o la ra k , h o c a la rım o la n b u m e ş h u r
in s a n la rın ta k d ir k â r d u y g u la rın ı k a z a n m ış o lm a k la k e n d im i
m ü k â fa tla n d ır ılm ış b u lu y o ru m

B ü tü n isted iğ im , k e n d im i h u z u r iç in d e ilim ve felse fey e


h a s re tm e k ve b e n d e k i üç b ü y ü k ve p ek h a r a r e tli d u y g u ile k a ­
n a a t e tm e k tir: F ik ir ve s a n ’a t eski; h ü r riy e t aşk ı; esir ve b e t-
b a h t in s a n la r a ş e fk a t ve m e rh a m e t
B e n d ek i b u felse fî ta h a v v ü l, b eş se n e evvel h u su le g eldi;
ve b u n u İ r a n M e k tu p la rı’n ı o k u m a m a m e d y u n u m

................................. L â k in size a ç ık la m a lıy ım ki, b u eseri y a z a rk e n ,


g ö zlerim in ö n ü n d e M a ch ia v el’in, G alile’n in ve G ia n n o n ’ın k i­
ta p la r ı d u ru y o rd u ; k u la k la r ım d a b â tıl itik a tla r ın sa lla d ığ ı z in ­
c irle rin ş a n g ırtıla rın ı, h a k ik a tin in iltile rin i b o ğ a n ta a s s u b u n
h o m u r d a n m a la rın ı d u y u y o rd u m . B u k o rk u n ç s a h n e n in m a n ­
z a ra sı, b â z a n is te r istem e z b e n i ış ık ta n k a r a n lığ a çek ilm eğ e
m e c b u r ed iy o rd u ; k e n d im i f e d a e tm iş o lm a d a n b e şe riy e ti m ü ­
d a f a a e tm e k istiy o rd u m . K a r a n lık m ü p h e m k a lm a k m e c b u ri­
y e tin i ta h m il e d e n b u m ü lâ h a z a , b â z a n h iç lu z u m su z ca b e n i
zo rlu y o r, b u yola sevkediyordu!

Ey b ü y ü k M ontesquieu! S e m a d a k i u lv î r u h u n u n
ta k d is in e m a z h a r o lu rsam , d ü n y a la r b e n im olurdu!....»
«Beccaria«
464 İ R A N M E K T U P L A R I

Bibliografya

H. Barcklıausen. «Montesquicu, İran mektupları ve Brede


arşivi, 1898...
P. Barrière. «İran mektupları’nda şahsi ve Borrteaux'-
ya müteallik esas ve unsurlar, 1951»
Ernest Jovy. «İran mektupları nın apaçık müjdeci ve
ilham ediciliği, 1917.»
A. Crisafulli. «İran mektuplarından önce şarklı m ü­
şahit ve müdakkikler, 1954.»
Pierre Martino. «Fransız edebiyatında Şark, 1906.»
Marie-Louise Dufrènoy.«Fransa’da romantik şark, 1946.»
André Massoıı. «İran mcktııpları’nın Çinli bir illıamkârı,
1951.»
Paul Valéry. «İran mektuplarına mukaddeme, 1950.»
V. Châtelain. «İran mektuplarında ahlâkçı M ontes­
quieu, 1931.»
A. Landrin. «İran mektupları’nııı orijinal baskısı,
1876.»
J. Duffour. «İran mektupları’nın orijinal baskıları,
üzerinde araştırmalar, 1931
Paul Vcrnière. «İran Mektupları, 1960.»
İ R A N M E K T U P L A R I 463

MUHİDDİN GÖKLİTnim İNTİŞAR EDEN

TERCÜME ESERLERİ

1950. S U Ç L A R ve C E Z A L A R yahut
B E Ş E R İ Y E T İ N M EC E L L E S İ
.MARKİ CESARE BECCARİA»

1951.. EL HAKİM;
.JOHN KNİTTEL.

1957 C Rİ Mİ NOL OG İAr SU Ç, SUÇ­


LU ve C E Z A ;
-BARON RAFAELE GAROFALO.

1958.. T H É R È S E ETİENNE;
-JOHN KNİTTEL.

1958- A M E D É E ;
(TELHİS OLUP THÉRÈSE ETİENNE ile
BİRLİKTE ÇIKMIŞTIR.)

1961.. CÜRMİ C E Z A L A R
N A Z A R İ Y E S İ;
(Beccaria’nin ikinci baskısile çıkmıştır.)
•JEREMİE BENTHAM.»

1963.. İ R A N M E K T U P L A R I ;
.MONTESQUIEU-.
İran m ektupları F.: 30
464 İ R A N M E K T U P L A R I

Bibliografya

H. Barcklıausen. ..Montesquieu, İran mektupları ve Brède


arşivi, 1898...
P. Barrière. ..İran mektupları’ncla şahsî ve Bordeaux'-
ya müteallik esas ve unsurlar, 1951,,
Ernest Jovy. ..İraıı mektupları’nın apaçık müjdeci ve
ilham ediciliği, 1917...
A. Crisafulli. «İran mektuplarından önce şarklı m ü­
şahit ve müdakkikler, 1954...
Pierre Martino. ..Fransız edebiyatında Şark, 1906...
Marie-Louise Dufrènoy...Fransa’da romantik şark, 1946.,,
André Massoıı. ..İran mcktupları’nın Çinli bir ilhamkârı,
1951...
Paul Valéry. «İran mektuplarına mukaddeme, 1980.»
V. Châtelain. «İran mektuplarında ahlâkçı Montes­
quieu, 1931...
A. Landriıı. «İran m ektuplan’nııı orijinal baskısı,
1876...
J. Duffour. «İran nıektupları’ııın orijinal baskıları,
üzerinde araştırmalar, 1931
Paul Vernière. «İran Mektupları, I960.»
İ R A N M E K T U P L A R I <65

MUHİDDİN GÖKLÜ'niim İNTİŞAR EDEN

TERCÜME ESERLERİ

1 — 1950 S U Ç L A R ve C E Z A L A R yahut
B E Ş E R İ Y E T İ N M E C EL L ES İ
.MARKİ CESARE BECCARİA»

2 — 1951. EL HAKİM;
.JOHN KNİTTEL,.

S — 1957 C R İ M İ N O L O G İ A : SUÇ, SUÇ­


LU ve C E Z A ;
-BARON RAFAELE GAROFALO.

4 — 1958., T H É R È S E ETİENNE;
-JOHN KNİTTEL.

5 — 1958.. A M E D É E ;
(TELHİS OLUP THÉRÈSE ETİENNE ile
BİRLİKTE ÇIKMIŞTIR.)

« — 1961... C Ü RM l C E Z A L A R
NAZARİYE'Sİ;
(B e c c a r ia ’nuı ik in ci b a sk ısile ç ık m ıştır .)
«JEREMİE BENTHAM..

7 — 1965.. İ R A N M E K T U P L A R I ;
.MONTESQUIEU.»
İran m ektupları F.: 30
466 İ R A N M E K T U P L A R I

F İ H R İ S T

Sahife
K ita b ın ism i ve t a k d i m le r 1
M ü ellif ta r a f ı n d a n m u g a d d im e 15
M üellif ve eser (M u b ’d d in G öklü r a f ın d a n ) 19

1. ci mektup jjgjjpK’te n d o stu R u s ta n ’a — U sbek ve R i-


ji a ırljn ilim ve ir fa n , ak ıl ve h ik m e t u ğ r u n a
se y a h a t a ç ık ıld ığ ın a d a ir: (... H alb u k i, biz
m a u ju r ve m ü re ffe h b ir d iy a rd a d ü n y a y a
g a le r im iz i aç m ıştık . A m a, b u d iy a rın e t r a ­
f ın ı ih a ta ed e n h u d u tla r , m ü fe k k ire le rim i-
z;n de h u d u tla r ı o la m azd ı!) 23
2 . ci mektup j-gbek’te n b a ş h a r e m a ğ a s ın a — B aş h a r e -
j^ a ğ ^ s ın d a n b e k le n e n h iz m e tle re d a ir: (A ş-
k ım iü a te şin i y a k a n b u n a z e n in le re e n d e ­
r in ra h im ve ş e fk a tin i esirg e m iy e ce k sin !
Böyle o lm a sın a ra ğ m e n , ta b iiy e t ve m e r-
b u tiy e tle riııin so n h a d d in i h is s e tm e le rin i
d e teirhn e d e c e k sin ’) 31
3. eli mektup Z a k i’deıı U sb ek 'e— A şksız b ir d e b d e b e n in
Ij İj. jztırap o ld u ğ u n a d a ir: (O h, sevgili U s-
b e k İs fa h a n 'd a k i s a ra y ın d a b e n im iç in
y aşa ra b ilm e k ne m ü şk ü lm ü ş... B ir s a ra y
„ f i d e k i sa a d e tle rim i m ü te m a d i s u r e t­
te ' ba)la y a d e ttiriy o r!..) 32

4. cü m ektup Z e f i s ’d m U s b e k 'e — B aş h a r e m a ğ a s ın ın
zulüm ve h a k ::z şü p h e ve ith a m la r ın d a n
cj’-^.-etler ( H a tta , z a lim siy a h i b u a y r ılı-
badece k e d e rle re y e r b ır a k m a s ın a d a
ra z ı olmuyor, ilîâ d a şe re f ve ism e tim i ç iğ ­
nem eye y e lte n iy o r!...) 39

5. ci m ektup R ustafl’d an U sbek’e — İ s f a h a n ’d a U sb ek ’in


b u se)’0h a im :r) k ö tü y e y o ru m la n d ığ ın a
89
İ B A N M E K T U P L A R I 467

Sahile
6. ci mektup U sbek’te n d o stu N e ssir’e — l — v a ta n to p ­
r a k la r ım te rk e ttiğ i a n d a d u y d u ğ u d e rin
y a r a la r ın sızısı; 2 — G izli k a lm ış b ir c ü r-
m ü n cezasız b ır a k ılm a s ın ın fa y d a s ın a d a ir:
( ..... O rta lığ ı b irb irin e k a t a n ta n ta n a lı b ir
ceza y erin e , k a r a n lık ta k a lm ış b ir c ü rm ü n
cezasız k a lış ın ı b in k e r r e te rc ih etm ez
m iy d im ? ...) 37

7. ci mektup F a tim e ’d en U sbek’e — T a h a s s ü r ü n k alb e


d o ld u rd u ğ u h ü z ü n le r, k a d ın g ö n lü n e d a ir 40

8. ci mektup U sb ek ’te n R u s ta n ’a — 1 — G e n ç liğ in in f a ­


z ile t ve iyilik r ü y a la rile g eç tiğ in e; 2 — H a -
k ik a ta in a n d ığ ın a ; 3 — K anun v âz u ;
4 — s u ç la r ı ö n ley ecek ç a re le re d a ir 43

9 . cu mektup B a ş h a r e m a ğ a s ın d a n Ib b i’ye — B a ş h a r e -
m a ğ a sı m e rh a le s in e k a d a r geçen s a f h a la r
h a k k ın d a 48

10. cu mektup . . M irza’d a n U sbek’e — A ca b a, in s a n o ğ lu


ze v k le rin k u v v e ti ve d u y g u la rın ta tm in i
su re tile m i, y o k sa fa z ile tin ic a b a tın ı y e­
r in e g e tirm e k le m i s a a d e te e re b ilir 58

11 . ci mektup U sbek’te n M irza’y a — T ro g lo d y t k a v m in in


a d a le te sa y g ısız lık la rı sebebile in k ıra z b u l­
d u ğ u n a d a ir 58
12. ci mektup U sbek’te n y in e M irza’y a — T ro g lo d y t k a v ­
m in in y en id e n a d a le ti sev m eleri ve a m m e
m e n f a a t ve s e lâ m e tin i d ü şü n m e le ri d o la -
yısile y en id e n s a a d e te e rişişle rin e d a ir 67

13. cü mektup .. U sbek’te n y in e d o stu M irza’y a — T ro g lo d y t


k a v m in in ü s tü n fa z ile tle ri h a k k ın d a 78

14. cû mektup . . U sbek’te n M irza’y a — Y in e T ro g lo d y t


k a v m in in çok ü s tü n fa z ile tle rin e d a ir 78
15. ci m e k tu p ... B a ş h a r e m a ğ a s ın d a n h a re m a ğ a s ı J a r o n ’a —
B a ş h a r e m a ğ a s ın ın d a d iğ e r in s a n la r g i-
468 İ R A N M E K T U P L A R I

S a h lfe
bi. k alh ta şıd ığ ı, göğüs b o ş lu ğ u n d a sıc a k
ve h a s s a s b ir k itle n in ç a r p tığ ın a d a ir 78

16. ci m e k tu p U sbek’te n M olla M u h a m m e d A li’ye — İl­


m in m e ş’a lesin i u z a tıp z u lm etleri, te r e d ­
d ü t. c e h a le t ve şü p h e y i g id e rm esi n iy a z
ed iliy o r 79
17. ci m e k tu p U sbek’te n y in e ay n i a d re se — D in î g ele­
n ek ler. a d e tle r, m e m n u iy e tle r ve vesv eseler
h a k k ın d a te v c ih ed ilm iş s u a lle re d a ir 82

18. ci m e k tu p M olla M u h a m m e d A li’d e n U sbek’e — İs lâ m


d in in d e k i b az ı g elen ek ve m e m n u iy e tle rin ,
g ü n â h la r ın m e n şei 87

19. cu m e k tu p U sb ek ’te n d o stu R u s ta n ’a — O sm an lI im ­


p a r a to r lu ğ u n u n şid d e t r e jim in e d a ir: (B u
h a s ta gövde, k e n d in i ta tlı ve m u ted il re­
jim le a y a k ta tu tm u y o r; b il’â k is gittik çe
v a rlığ ın ı y ıp r a ta n ve d ev a m lı su rette için i
k e m ire n şid d e t te d b irle rin e b a ş vuruyor!...

.................... İş te böyle, aziz R u s ta n , bu im ­


p a r a to r lu k iç in s a n a h â lis â n e ve hakikat
ifa d e edecek b ir fik rim i is te rm is in ? Bu
g id işle ik i a ş ıra k a lm iy a c a k , b u im p ara­
to rlu k b az ı f â tih le r in m u z a ffe rly e t m ey ­
d a n ı h a lin e in k ılâ p eyleyecek, h e y h a t....) 90

20. ci m e k tu p U sbek’te n k a rısı Z a k i’ye — K ısk a n çlık ,


şü p h e ve e n d işe ile ç a r p a n b iç a re k alb e
d a ir 92

23. ci m e k tu p U sbek’te n a k b a ş h a r e m a ğ a s ın a — İ h a n e t
ve g ü n â h ın a s lâ cezasız k a lm iy a c a ğ ın a
d a ir 95

22. ci m e k tu p J a r o n 'd a n b a ş h a r e m a ğ a s ın a — A llâ h ’m


önce k a d ın la r a ta b iiy e t ve m e rb u tiy e t re­
va g ö rd ü ğ ü n e d a ir 97
İ R A N M E K T U P L A R I 469

Sahife
23. cü m e k tu p U sbek’tc n İb b e n ’e — A v ru p a lI k a d ın la r ın
se rb e stisi h a k k ın d a 98

24. cü m e k tu p R ik a ’d a n İb b e n ’e — P a r is lile r in h u s u s iy e t­
leri, m iz a ç la rı; XIV- L o u is’n in d e h â s ın a
d a ir: (O, h â k im iy e tin i te b a a s ın ın b e d e n ­
le ri ü z e rin e te sisle ik tif a e tm e m iş, o n la rın
te fe k k ü r ta r z ın a d a h ü k m e tm e s in i b ilm iş ­
tir ! ) 100

25. ci m e k tu p U sb ck ’te n İb b e n ’e — C ö m e rtlik ve h a y ı r ­


h a h lık h a k k ın d a 106

26. ci m e k tu p U sbek’teıı R u k s a n ’a — Ş a r k ta z ifa f ve is-


tih y â ; A sy a ve A v ru p a k a d ın la r ı a r a s ın ­
d a iffe t, s ü k û n ve h ilm iy e t y ö n ü n d e n y a ­
p ıla n m u k a y e se le r 107

27. ci m e k tu p U sbek’teıı N e ssir’e — İ f tır a k ın a te şile


y a n d ığ ın a , d e rin e n d iş e le rin z e b û n u d ü ş ­
tü ğ ü n e , r u h a n y o rg u n , b e d e n e n b itg in h a ­
le g eld iğ in e d a ir 111

26. ci m e k tu p R ik a ’d a n ye— P a ris ta m â ş a h a y a tı,


b ir a k tris in b a ş ın a g e le n le r 113

29. cü m e k tu p R ik a’d a n İb b e n ’e — P a p a la r ; b ü y ü k r u h a ­
n ile r, v az ifele ri; d a lâ le t suçu, g a d d a r r u ­
h a n î m a h k e m e le r 116

30. cü m e k tu p . R ik a ’d a n İb b e n ’e — P a r is h a lk ın ın y a ­
b a n c ıla ra d u y d u k la rı le c e ssü s, g ıp ta , a l â ­
k a , snobizm , zü b b elik 125

31. ci m e k tu p R h c d i’d en U sbek’e — V en ed ik şe h rin d e


ilim ir fa n , tic a r e t ve b e d ia la rla in s a n o ğ ­
lu n u n b a h tiy a r lığ a e riş tiğ in e d a ir 127

32. ci m e k tu p R ik a ’d a n ***’e — İn s a n iy e t ve m u a v e n e t
d u y g u su n u n k ö rle ri g ö rü rle r k a d a r k u d r e t
-ve k u v v e t sa h ib i y a p tığ ın a d a ir 128
470 İ R A N M E K T U P L A R I

Sahife
33. eü m e k tu p U sbek’te n R h e d i’y e — İs lâ m iy e tte ş a r a ­
b ın m e n 'e d ilm e sin in h ik m e ti; ruhumuzun
n eş'e ve sevinç r ü z g â rla rın a göre k a n a t
ç ırp ış ın a d a ir 129

34. cü m e k tu p U sbek’te n İb b e n ’e — ı — F ra n s ız ve İ r a n
k a d ın la r ın d a güzellik, se v im lilik ve l â ta f a t
fa rk la r ı; 2 — A sya ve A v ru p a e rk e k le ri
a r a s ın d a m izaç f a r k la r ı; 3 — A sy a m ille t­
le rin in e sirle re k a rş ı k ö tü d a v r a n ış la rı 133

36. ci m e k tu p U sbek’te n R h e d i’y e — P a r is k a h v e h a n e ­


le ri; boş ve fay d a sız m ü n a k a ş a ve m ü n a ­
z a r a la r a d ü ş k ü n lü k le r 137

37. ci m e k tu p U sb ek ’te n İb b e n ’e — X IV . L o u is’n in m i­


zacı, h u su siy e tle ri, fa z ile ti m ü k â f a tla n d ır ­
m a aşk ı 140

38. ci m e k tu p R ik a ’d a n İb b e n ’e — P a r is li k a d ın la r ın
h ü r riy e ti; e rk e k le rin k a d ın la r ü z e rin d e k i
h â k im iy e tin şek il ve h a k ik a tın a d a ir 142

39. cü m e k tu p H acı İb b i’d e n y a h u d i B e n J a s u e ’ye —


H a z re ti M u h a m m e d ’in d ü n y a y a g elişin e
d a ir 145

40. ci m e k tu p U sbek’te n İb b e n ’e — İ n s a n a ö lü m ü n d e d e ­
ğil. d o ğ u m u n d a a ğ la n m a s ı lu z û m u n a d a ir 147

41. ci m e k tu p B as h a r e m a ğ a s ın d a n U sbek’e — H a r e m a -
ğ ası o lm a k iste m e y e n b ir e s ird e n ş ik â y e t­
le r 146

42. ci m e k tu p F a ra n k la n Y iice e fe n d isi U sbek’e — B a ş


h a r e m a ğ a s ın m zu lü m ve işk e n c e le rin i
iz a h la , h a re m a ğ a s ı o lm a s ın a m ü s a a d e e d il­
m e m esi is tir h a m ın a d a ir 150

43. cü m e k tu p U sbek’te n F a r a n ’a — H a re m a ğ a s ı y a p ıl­


m a m a s ı r ic a s ın ın k a b u l e d ild iğ in e d a ir 151
İ R A N M E K T U P L A R I 471

S a h lfe
44. cü m e k tu p U sbek’te n R h e d i’ye — F r a n s a ’d a ü ç sın ıf
ve m e sle ğ in yek d iğ e ri ü z e rin d e te fe v v u k
id d ia sı; b ü tü n m e slek e r b a b ın ın k e n d ile ­
r in i dev a y n a la rın d a ta m â ş a e ttik le ri h a k ­
k ın d a 152

4 5 . ci m e k tu p R ik a ’d a n U sb ek ’e — S im y a k e rle rin ç ıl­


g ın lık la rın a d a ir 154

46. ci m e k tu p U sbek’te n R h e d i’ye — 1 — D in in e s a sla rı;


2 — A lla h ’a y ö n e ltile n d u a la r ; 3 — a d a le t,
in s a n iy e t ve m e rh a m e t d u y g u la rı h a k k ın d a 150
4 7 . ci m e k tu p Z a k i’d e n U sbek’e — S a ra y k a d ın la r ın ın
se y a h a t ed iş ta r z la r ın a d a ir 162

48. ci m e k tu p U sbek’te n R h e d i’ye — P a r is ’in k ib a r to p ­


la n tıla rı; çok z e n g in b ir e m lâ k ve a ra z i
sa h ib i, b ir vâiz, b ir şa ir, eski b ir m u h a s ip
ve b ir se fil ç a p k ın ın p o rtre s i 104
49. cu m e k tu p R ik a ’d a n U sb ek ’e — K a p u se n p a p a z la r ı­
n ın İ r a n ’d a k u rm a k iste d ik le ri m e lce le re
d a ir 173

50. ci m e k tu p R ik a ’d a n U sbek’e — T e v a z u u n u lv iy e ti,


g u ru ru n , ş a rla ta n lığ ın , b ö b ü rle n m e n in ş e ­
a m e tle ri 174

51. ci m e k tu p İ r a n ’n ın R u sy a m ü m e ssil N a rg u m ’d a n
U s b e k e — R us k a d ın ın ın d u y g u la rın d a n ,
is te rile rin d e n ; Ç a r’ın zu lü m ve g a d d a rc a
id a re s in d e n 170
52. ci m e k tu p R ik a ’d a n U sbek’e — A v ru p a k a d ın la r ın ın
gen çleşm ey e o la n z a a f la rın a d a ir 180

53. cû m e k tu p Z elis’te n U sbek’e — B ir h a r e m a ğ a s m ın


a ş k ih tiy a c ı ve n e v m id îsin in h u d u ts u z -
lu ğ u 182

55- ci mektup R ik a ’d a n tb b e n ’e — F r a n s a ve A sy a ’d a
k a rık o c a m ü n a s e b e tle rin e d a ir 184
472 İ R A N M E K T U P L A R I

Sahile
66. ci m e k tu p U sbek’te n İb b e n ’e — F r a n s a ’d a k a d ın la ­
r ın k u m a ra ip tilâ la r ın a ve P e y g a m b e ri­
m iz in k o y d u ğ u m e m n u iy e tle re m ü te d a ir 18T

67. ci m e k tu p U sbek’te n R h e d i’ye — F r a n s a ’d a r u h b a n


sın ıfı, â k a it âlim le ri, h a k ik î g ü n â h la r \ e
s u ç la ra d a ir 189

68. ci m e k tu p R ik a’d aıı R h e d i’y e — P a r is ’de tü r lü m e s ­


lek ve s a n ’a t la r a d a ir 194

60. c u m e k tu p R ik a ’d aıı U sbek’e — P a ris so k a k ları, k i ­


b a r k a d ın to p la n tıla r ı, so h b e tle r, eski d e ­
v irle rin h a s re tle yadı, d ü e llo n u n lâğ v i 199

60. ci m e k tu p U sbek’te ıı İb b e n ’e — Y a h u d ilik , h ir is ti-


y a n lık ve m ü slü m a n lık ; P e y g a m b e rle r a r a ­
s ın d a ü s tü n lü k id d ia la rın ın h a k ik a ti 199

61. ci m e k tu p U sbek’te n R h e d i’y e — R u h a n île rin g ö r­


d ü k le ri h iz m e t ve y ü k le n d ik le ri v az ifele rin
a ğ ırlığ ı 201

62. ci m e k tu p Z elis’te n U sbek’e — D u y g u n u n y u m u şa k


y o lu n d a n y ü rü m e k su re tile ço c u k la rın f a ­
zilete g id e b ile ce k lerin e d a ir 204

63. cü m e k tu p R ik a ’d a n U sbek’e — Ş a rk d iy a rla rı iç in


o k a d a r z a ru rî ve sa lg ın o la n m ü ra ilik ve
gizliliğin, G arb iç in a d e ta m e ç h u l o ld u ğ u 206

64. cü m e k tu p B aş h a re m a ğ a s ın d a ıı U sbek’e — İ ta a t ve
in k iy â t z a rû re ti ıç h u z û rsu z lu ğ u n u n â m il­
le ri 209

65. ci m e k tu p U sbek’te n k a r ıla r ın a — Z e v c e le rin in b a ş


h a r e m a ğ a s ın a in k iy a t ve i t a a t a m e c b u ri­
y e tle ri 213

66. ci m e k tu p R ik a 'd a n ***’ye — İlm in ve İlm î e se rle rin


m ev k ii 214

87. ci m e k tu p İb b e n ’d e n U sb ek ’e — K a lb le rin b ü tü n d i­
y a r la rın v a ta n d a ş ı o ld u ğ u 210
İ R A N M E K T U P L A R I 473

Sahile
68. ci m e k tu p R ik a ’d a n U sbek’e — H a k im le r ve a v u k a t­
la r 217

69. cû m e k tu p Usbek’ten Rhedi’ye — Allâh ve k u l, m e­


(Ruh, tayin ve ta a m -
ta fiz ik h a k k ın d a .
müt eyleyeceği fiili bizzat im âl eder; ön ­
ceden UIû Tanrı haberdar değildir!) 223

70. ci m e k tu p Z elis’te n U sbek’e — İ r a n 'd a z ifâ f fa c ia sı 227

71. ci m e k tu p U sbek’te n Z elis’e — C ism a n î b e k â r e tin


k o flu ğ u 228

72. ci m e k tu p R ik a ’d a n İb b e n ’e — T e te b b ü ile b ilg in in


aşa c a ğ ı h u d u tla r 230

73. cü m e k tu p Rika’dan ***’ya — F ra n s ız A k ad e m isi 233

74. cü m e k tu p U sbek’te n R ik a ’ya — G u ru r, tev azu , k ö tü ­


lü k ve iyilik 235

75. ci m e k tu p U sbek’te n R h e d i’ye — H iris tiy a n lık ve


M ü slü m an lık d in le rin d e bazı in a n ış f a r k ­
la rı, e s a re t m üessesesi 237

76. ci m e k tu p U sb ek ’te n İb b e n ’e — İ n tih a r e tm e k h a k k ı 241

77. ci m e k tu p İb b e n ’d en U sbek’e — B ir M ü slü m a n iç in


acı ve İ s tır a p ta n şik â y e t m ev zu u o la m iy a -
ca ğ ı 246

78. ci m e k tu p Rika’dan Usbek’e — İsp a n y o l ve P o r te ­


k iz lile rin m izaç la rı, z â a f la rı 247
4

79. cü m e k tu p U sbek’te n R h e d i’y e — 1 — K a n u n v âzi-


le rin in e k s e risin in ak ıl ve d ir a y e tte n m a h -
rû m o ld u k la rı; 2 — k a n u n la r ın v âz ıh ve
sa d e b ir dille yazılm ası ve k o la y kolay d e ­
ğ iştirilm e m e si; 3 — k a n u n la r ın k u ts iy e ti;
4 — v elay e t h a k la r ın ı k u lla n a n b a b a n ın
b u bü y ü k ve h a y ır h â h ve p ek eski h a k k ı 251

80. ci m ektup B a ş h a r e m a ğ a s ın d a n U sbek’e — G üzel b ir


c a riy e n in s a tın a lın ışı 255
474 İ R A N M E K T U P L A R I

S a h lfe
81. ci m e k tu p U sb ek ’te n R h e d i’y e — A klıselim e e n u y ­
g u n h ü k ü m e t h a k k ın d a (G a y esin e
e n az m a s ra f la v a ra n , v a ta n d a ş la r ın ı İn ­
s a n ın ta b iî te m a y ü lü n e e n m ü k e m m e l ş e ­
k ild e sevk ve id a re e d e n h ü k ü m e tle r, e n
iy ile rid ir ,.) 256

82. ci m e k tu p İ r a n ’n ın M oskova b ü y ü k elçisi


N a rg u m ’d a n U sbek’e — T a t a r ad ile T ü rk -
le rin c ih a n ı fe th e d işle ri: (... B u m ille t c i­
h a n ın h a k ik î h â k im id ir! S a n k i d iğ e r m il­
le tle r b u n la r a h iz m e t iç in y e ry ü z ü n e g e l­
m işle rd ir!) 261

83. cü m e k tu p R ik a ’d a n İb b e n ’e — F ra n s ız la r ın k o n u ş m a
m e ra k ı, r u h b a n s ın ıfın ın ik n a s a n ’a t ı 262

84. cü m e k tu p U sb ek ’te n R h e d i’ye — A d a le tin ebedî o l­


d u ğ u . h e r tü r lü İç tim a î m u k a v e le le rd e n
önce m e v c u t b u lu n d u ğ u ( H a ttâ . A llâh
o lm a sa y d ı, bizim y in e a d a le ti sevm em iz
ic ab e d ec ek ti; zira, h a k k ın d a o k a d a r g ü ­
zel ve m ü s te s n a fik irle r besled iğ im iz ve
m e v cu d iy e ti h a lin d e â d il o la c a ğ ın a i n a n ­
dığım ız o b ü y ü k v a rlığ a b en z e m e k için,
b ü tü n k u d re t ve g a y re tim iz i h a r c a y a c a k ­
tık !) 264

85. ci m e k tu p R ik a ’d a n ***’y e — İn v a lid e s’in ilh a m e t ­


tiğ i d u y g u la r 270

87. ci m e k tu p R ik a ’d a n *='.=*’ y e — P a ris a d a le t s a r a y ın ­


d a g eç en ler 271
89. cü m e k tu p U sb ek ’te n R h e d i’ye — F r a n s a ve İ r a n ’d a
a s â le t m üessesesi ve b ü y ü k in s a n te lâ k k is i 274
90. ci m e k tu p U sbek’te n İb b e n ’e — F r a n s a ’d a ş a n ve
şe re fe d ü şk ü n lü k (S a n ve ş e re f is te ğ in in
şid d e ti, v a ta n d a ş la r ın h ü r r iy e ti ile m c b su -
te n m ü te n a s ip tir! F r a n s a h ü k ü m d a rı, en
İ R A N M E K T U P L A R I 475

S a h lfe
h a k ir te b a a s ın ın d a h i ş a n ve şe re fin i k ü -
çüm seyenıez! B u ş a n ve şe re fi k o ru y a n
m a h k e m e le rim iz v a rd ır!) 270

91. ci m e k tu p U sbek’te n İb b e n ’e — D üello y a d a ir: (Ş a n


ve şe re fe o la n b u u m u m i a ş k ve m e rb u ti-
y ct d u y g u su m ü fe k k ire d e ..n am û s ve h a y ­
siyet işin ad ı v e rile n b ir m e fh u m y a r a t a ­
ra k d ü ello y a m ü k a lip o lm u ş tu r.) 279

93. cü m e k tu p U sbek’te n R h e d i’yc — X IV L o u is’n in


ölüm ü; P a r la m e n to la r ın s ü k û n d e v re le ­
rin d e d â im a ç iğ n e n e n b ire r v ira n e o ld u ğ u ;
a d a le tin çiğ n en d iğ i ve b in a e n a le y h , o n u
y en id en k u rm a k g e re k tiğ i z a m a n la r d a m a ­
m u re le r h a lin e geldikleri, ve b u h a lle rd e
bu m ü e sse se le rin a y a k la n ıp k a y n a ş tık la r ı­
n a d a ir 282

95. ci m e k tu p U sbek’ie n R h e d i’ye — Amme H ukukuna


d a ir: (A m m e h u k u k u , h u su si h u k u k u n s a ­
h a sı d ışın d a o ld u ğ u n d a n , h a k ik a tte h i r
m e m le k e tin m a lı o lm ay ıp c ih a n ı ih a ta e t ­
m e k te d ir. ................................................................... B u
g ü n k ü h a lile bu h u k u k p re n sip le ri, k e n d i
m e n fa a tle r in i ze d elem e d en h a n g i n o k ta la ­
r a k a d a r a d a le ti ta h r i p ed e b ile c e k le rin i ö ğ ­
r e te n b ir ilim şe k lin e b ü r ü n m ü ş tü r ! ) 284

96. ci m e k tu p U sbek’te n R h e d i’y c — A d a le tin tev zii;


am m e h u k u k u n d a h a r p ve d iğ e r cezaî m ü -
eyyedeleı-; su lh m u a h e d e le rin in k u ts iy e ti;
fe tih h a k k ı * 289

97. ci m e k tu p B aş h a re ıııa ğ a s ın d a n U sbek’e — B ir esi-


r e n in s a tın a lın ışı; k a d ın k a l b i : (.... N asıl
ki, b ü y ü k ih tilâ lle r de k a lb lc rin d e r in lik ­
le rin d e h ep gizlidir, g ö m ü lü d ü r!) 225

98. ci m ektup U sbek’te n H a ss e n ’e — T ab iî k a n u n ( y a h u t


ta b ii h u k u k ): (... Bu k a n u n v âzileri ise, b i­
ze u m u m î, değişm ez, ebedî, h iç is tis n â k a -
476 İ R A N M E K T U P L A R I

S a h ile
b u l etm ez, so n su z b ir s ü r ’a t ve in tiz a m is ­
te y e n b ir n iz â m g e tiric i, so n su z lu k ve p a -
y âsızlık â le m i iç in d e k i k a n u n la r d a n b a h ­
se d iy o rlar!..) 293

09. cü mektup U sbek’te n İb b e n ’e — İ h tilâ lc ile r ve se rv e t;


u ş a k la r c a m ia s ın ın F r a n s a ’d a g ö rd ü ğ ü r a ğ ­
b e t ve ih tira m ; fa z ile tle se rv e tin ta k s im in ­
d e h ik m e t 301

100. cû mektup.. R ik a ’d a n R h e d i’ye — F ra n s ız k a d ın la r ın ın


m o d a ve süse c in n e t d e re c e s in d e k i d ü ş k ü n ­
lü k le ri 303

101. ci m ektup.. R ik a ’d a n R h e d i’y e — F ra n s ız la r ın y a b a n ­


cı h ü n e r ve k a n u n l a r a in tib a k ve h a y r a n ­
lık la rı; eski R o m a h u k u k u ve P a p a e m ir n a ­
m e le rin i k a b u lle n ip b e n im se m e le ri 305

102. ci mektup.. U sbek’te n ***’y e — B azı r u h a n ile r in k o f ­


lu ğ u , ş a rla ta n lığ ı, ilim ve iz’a n f u k a r a lık ­
la r ı 306

103- cü mektup.. U sbek’te n İb b e n ’e — ı — A v ru p a n ın k u v ­


v etli d e v le tle ri; 2 — h ü k ü m e t şe k ille ri, m o ­
n a r ş i n i n b o z u la ra k b a ş k a r e jim le re te b e d ­
d ü lü ; 3 — İ r a n Ş a h la rın ın is tib d a tla r ı;
4 — L e se -M a je ste c ü rm ü ’n ü n h a k ik î â m il­
le ri 311

104. cü m ektup... U sbek’teıı İb b e n ’c — A v ru p a ve A sy a’d a


tâ c id a r la r ın şa h s î m a s û n iy e tle rin d e b ü y ü k
e n d işe ve m u h a fa z a f a ik la r ı; A sy a ’lıla r ın
h ü k ü m d a rı ö ld ü rm e sebepleri.. (.. V eyl, o
tâ c id a r a ki, v ere cek h e p si h e p si b ir te k
b a şı v a rd ır! Ve sa n k i, b ü tü n b u ih ti r a s la ­
rın to p la n d ığ ı y e rin iş te b u b a ş o ld u ğ u n u
g ö ste rm e k için, o tâ c id a r b u h u d u ts u z h â ­
k im iy eti k u lla n ır!) 315
İ R A N M E K T U P L A R I 477

Sahlfe
105. ci m e k tu p ... l ’sb ek ’te n İb b e n ’e — 1 — Ş ü k râ n ve m in ­
n e t d u y g u su in s a n la r a r a s ın d a ve o to rite
ile m ille t b e y n in d e e n k u v v e tli r a b ıta d ır ;
2 — h u d u ts u z h â k im iy e tle rin g a y ri m e ş rû
o ld u ğ u ; 3 — İ n tih a r la r ; 4 — L e se -M a je stâ
c ü rm iı 317

106. ci m e k tu p ... R h e d i’d e n U sbek’e — S a n ’a t ve ilm in m e ­


d e n iy e tle re , d e v le t id a re le rin e te s irle ri;
(.. Hemen bütün hakimiyetler, san’at b i­
limsizliği tem elleri üzerine kurulmuşlar ve
bu san’atların ziyadesile gelişm esinden y ı­
kılmışlardır. Eski İran İmparatorluğumuz
buna mükemmel bir misâldir!) 321
107. ci m e k tu p ... U sbek’te n R h e d i’y e — S a n ’a tın to p lu lu ğ a
h iz m e ti; işsizlik ve a v a re lik le s a n ’a t a r a ­
sın d a k i m ü n a se b e t; z ir a a t ve s a n a y i 322

108. ci m e k tu p ... R ik a’d a n İb b e n ’e — F r a n s a ta h t ı n d a k a ­


d ın la r ın n u fû z ve s a lta n a tı 327

113. cü m e k tu p ... R h e d i’d en U sbek’e — D ü n y a n u f u s u n d a e s­


kiye n a z a r a n a z a lm a la r, e sb ab ı 330

114. cü m e k tu p ... U sbek’te n R h e d i’y e — T a b iî a fe tle r, y er


y ü zü n ü sık sık k a s u p k a v u r a n um um î
fe lâ k e t ve m u sib e tle r; s a rî h a s ta lık la r 333

115. ci m e k tu p ... U sb ek ’te n R h e d i’y e — D in le rin aile h a ­


y a tın a k o y d u k la rı h ü k ü m le r a r a s ın d a k i
f a r k la r; k öle h a y a ti; K u r’a n d a k a d ın 336
i
116 ci m e k tu p ... U sbek’te n R h e d i’y e — E ski R o m a lıla rın
k ö le lere ta tb ik e ttik le ri fa z ile tli ve h ü r r i ­
y ete g ö tü rü c ü id a re ta rz ı; n u fu s u n a r t t ı ­
rılm a sı g a y re ti 340

117 ci m e k tu p ... U sbek’te n R h e d i’y e — H iris tiy a n lığ ın b o ­


ş a n m a m e m n u iy e ti, v a h im n e tic e le ri 343
118. ci m e k tu p ... U sb ek ’te n R h e d i’y e — H ıris tiy a n lık â le ­
m in d e n u f u s u n a z a lm a sın a d iğ e r b ir se -
478 İ R A N M E K T U P L A R I

bep de, r u h a n ile r in cin si h a y a tta n ın e m -


n u iy e tle rid ir; P ro te s ta n k a to lik d in le ­
r in d e g ö rü ş f a rk la rı, â k ib e tle ri; P a p a ’n m
d a rlık çe k m e sin in sebebi ................................. 346
119. cu m e k tu p .. U sb ek ’te ıı R h e d i’ye — A fr ik a ve A m e ri­
k a ’d a n u fu s u n a z a lm a sı ............................. 350
120 . ci m e k tu p .. U sbek’te ıı R h e d i’y e — K a d ım Y ah u d i,
İ ra n , Ç in m ille tle rin d e n u fu s u n s ü r ’a tle
ç o ğ a lm a sı âm ille ri 352
121 . ci m e k tu p .. U sbek’te n R h e d i’y e — V a h şile rin y a ş a ­
d ık la rı ü lk eler, g elen ek leri, g eb elik leri 35 4
122 . ci m e k tu p .. U sbek’te n R h e d i’ye — M ü stem le k eler ve
z a r a r la r ı, istilâ c ı m ille tle rin a y rı siy a se tle ri
ve â k ib e tle ri............................................................. 357
123. cü mektup.. U sbek’te n R h e d i’y e — İtid â l, y u m u şa k ve
ezcüm le C u m h u riy e t id a re le rin d e n u fu su n ,
r e f a h ve s a a d e tin a r ttığ ı; y a b a n c ıla rı b ir
d iy a ra çekecek e n b ü y ü k k u v v e tin h ü r r i ­
y et ve se rv e t o ld u ğ u ......................................... 363
125-ci m e k tu p .. U sb ek ’te n R h e d i’y e — T â c id a r la rın e t r a ­
fın ı k u ş a ta n h a r is ve d a lk a v u k in s a n la rın
d o y m a k b ilm ez iste k le ri ve n ih a y e t b u n ­
la r a fik re n d ü z e n le n e n âla y li fe rm a n 366
126. ci m e k tu p .. R ik a ’d a n ■■"■‘■ ■■’ya,— Ö m rü n ü h a k y o lu n d a
h a r c iy a n la r ın n a il o la c a k la rı h u z u z a t;
B r a h m a n d in in e m e n su p b ir k a d ın ın k o ­
ca sı öldü deye a te ş te y a k ılm a isteğ i ....... 366
127. ci m e k tu p ... R ik a ’d a n U sb e k e — M u z ta rip ve b a h t ­
sız in s a n la r a d u y u la n m e rh a m e t, göz y a ş ­
la r ın a a tfe d ile n u lv i m â n a . 372
128. ci m e k tu p ... R ik a ’d a n İb b e n ’e — İsveç k ıra lı X II
C h a rle ’m ö ld ü rü lm e si; N â z ırla rm p re n -
le rin ih tir a s la r ın ı ta h r i k e d işle ri 374
129 cu m e k tu p ... R ik a ’d a n U sbek’e — B ir h e n d e se c i â lim in
m iz âc i; u z a m ış g e lin c ik le rin b ir k lıç la b i-
çilm esi; te rc im e n in m â ria sı ............................. 376
130. cu m ektup... R ik a ’d a n ***’y e — N o u v elliste’le re d a ir ... 381
131. ci m e k tu p ... R h e d i’deıı R ik a ’y a — M o n a rşik ve C u m -'
h u riy e t idar.e şek illeri, m e n şe le ri; A v ru ­
p a, A sy a ve A frik a ’d a ilk id a re şe k il-
İ R A N M E K T U P L A R I

leri. R o m a ve K a r ta c a C u m h u riy e tle ri;


C e sar ............................................................... 387
132. ci m e k tu p ... R ik a ’daıı d e v a m — H a lin d e n h iç m e m ­
n u n o lm a y a n tip le r; L aw sis te m in in m e y ­
d a n a g e tird iğ i ik i m a lı b u h r a n ; b ir n o u -
v e lliste ’in f a r f a r acılığı; b ir soy sop b ilg i­
n in in ta tlı k u r u n tu s u ................................. 392'
133. cü m e k tu p ... R ik a ’d a n d e v a m — B ir m a n a s tır ın k ü ­
tü p h a n e s in e d a ir ......................................... 396
134. cü m e k tu p ... R ik a ’d a n d e v a m — A yni m a n a s tır k ü ­
tü p h a n e s in d e m u k a d d e s K ita b ’ın te f s i r ­
le rin e a it c iltle rin m u h te v a la r ı; ta s a v v u f 397
135. ci m e k tu p ... R ik a ’d a n d e v a m — Y in e o m a n a s tır k ü ­
tü p h a n e s in d e d iğ e r ilim şu b e le rin e m ü -
te d a ir e se rle r .................................................. 400
136. ci m e k tu p ... R ik a d a n d e v a m — A yni m a n a s tır k ü ­
tü p h a n e s in d e m e v c u t m u h te lif m ille tle rin
ta r ih le r in e a it c iltle rin m u h te v a la r ı ........ 403
137. ci m e k tu p ... R ik a ’d a n d e v a m — Y ine ay n i k ü tü p h a ­
n e d e k i c iltle rd e n ; d e s ta n la r, şiirle r, r o ­
m a n la r, b u n la rın h a k ik î m a n â la r ı 407
138. ci m e k tu p ... R ik a ’d a n İb b e n ’e — N az ırlık m a k a m ın ın
geçiciliği, İ r a n ve T ü rk iy e ’deki a n la y ış la
B a tı a n la y ışı a r a s ın d a k i f a r k .................... 410
139. cu m e k tu p ... R ik a ’d a n d e v a m — B a tı’d a k a r ı k o c a a ş ­
k ın a b ir m isâ l; İsveç k ıra liç e s in in t a h t ı n ­
d a n f e r a g a tin in b ü y ü k m a n â s ı 414
140. ci mektup... R ik a d a ıı U sbek’e — P a r le m a n la r ve P a ­
r is p a rle m a n ı .................................................. 416
142. ci m e k tu p ... R ik a ’d a n U sbek’e — G a rip b ir â lim in
m e k tu b u ............ *............................................. 417
143. cü mektup... R ik a ’d a n Y a h u d i d o k to r
N athanael Levi’y e — İ r a n ’d a H a m â il ve
m u s k a la rın k u d r e ti 421
144. cü mektup... R ik a ’d a n U sbek’e — P a risli iki m e ş h u r
â lim in g a rip te lâ k k i ta rz la r ı 425
145. ci m e k tu p ... U sbek te n **=:=’y e — F ik ir a d a m ın ın c e ­
m iy e t iç in d ek i zor d u ru m u .........................426
146. ci mektup... Usbck’ten Rhedi’y e — D ev let r ic a lin in
iyi n iy e ti 431
480 İ R A N M E K T U P L A R I

147. ci m e k tu p ... B a ş h a r e m a ğ a s ın d a n U sbek’e — S a ra y d a


h ü k ü m s ü re n k a rg a ş a lık ................................. 436
143. ci m e k tu p ... U sbek’te n B aş h a r e m a ğ a s ın a — Büyük
s a lâ h iy e tle r v erild iğ i ......................................... 437
149. cu m e k tu p ... N a r s it’d e n U sb ek ’e — B a ş h a r e m a ğ a s ın m
ö ld ü ğ ü 438
150. ci m e k tu p ... U s b e k te n N a r s it’e — İçin e d ü ş tü ğ ü g a f ­
le te d a ir ............................................................... 439
151. ci m e k tu p ... S o lim ’d cn U sb ek ’e — S a ra y d a k i ih a n e tle ­
r in ih b a rı
152. ci m e k tu p ... N a r s it’te n U sbek’e — S a r a y d a n iyi h a ­
b e rle r 442
153. cü m e k tu p ... U sbek’te n S olim ’e — B ü tü n s a lâ h iy e tle ­
r i o n a d e v re ttiğ i .................................................. 443
154 cü m e k tu p ... U sbek’te n k a r ı l a r ı n a — Y en i b a ş h a r e -
m a ğ a s ın a i ta a t e tm e le ri .............................. 444
155. ci m e k tu p ... U s b e k te n N essir’e — N e d a m e tle r, iftir a k ,
a te ş i 445
156. ci m e k tu p ... R o k s a n ’d a n U sbek’e — B a ş h a re m a ğ a s ı-
n ın s a ra y ı k a n a ve işk en cey e b u la d ığ ı 447
157. ci m e k tu p ... Z a k i’d e n U sbek’e — B a ş h a re m a ğ a s ın m
g a d d a rlığ ı................................................................... 449
158. ci m e k tu p ... Z a k i’d e n U sb ek ’e — V e rile n c e z a n ın h a k ­
sız ve a d a le tsiz o lu ş u n d a n şik â y e t ............ 450
159. cu m e k tu p ... S o lim d e n U sbek’e — R o k s a n ’n ın b ir d e ­
lik a n lı ile y a k a la n d ığ ı ve d e lik a n lın ın
ö ld ü rü ld ü ğ ü ............................................................... 451
160. ci m e k tu p ... S olim ’d en U sb ek ’e — R o k sa n h a k k ın d a
a d a le tin ta tb ik e d ild iğ i................................ 453
161. ci m e k tu p ... R o k s a n ’d a n U sbek’e — K e n d is in d e n i n ­
tik a m ald ığ ı ve in tih a r e ttiğ i 454

T a h a s s ü s le r....................... ........................................... 457


B ib liy o g ra fy a ........................................ 464
Muhiddin G öklii n ü n diğer tercim e eser­
leri 465
F i h r i s t 466
Cİ LT T ev zi y e r i

KORAY İN K IL Â P ve AKA
Mücellithanesinde Ciltlenmiştir. KİTABEVLERİ KOLLEKTİF ŞİRKE1
Tel. 22 83 20 Ankara Cad. No. 95 - İstanbul

TL. 30

You might also like