Professional Documents
Culture Documents
HAZIRLAYAN
ALEYNA AKGÜL
17020111057
DANIŞMAN
AZİZ AYVA
KONU
HALK HİKÂYESİ VE FIKRA ETRAFLICA ARAŞTIRILACAK
KONYA 2020
1
İÇİNDEKİLER
1. Halk Hikâyesi…………………………………………………………………………………………………..…………….3
- Manzum Kısımlar………………………………………………………………………………………9
- Mensur Kısımlar…………………………………………………………..………………………….10
- Akademik Çalışmalar………………………………………………………………………………….….12
b. Doktora Tezleri……………………………………………………………………………………..13
c. Doçentlik Tezleri……………………………………………………………………….……………13
2. Fıkra……………………………………………………………………………………………………………………………14
B. Fıkranın Özellikleri……………………………………………………………………………………………17
- Doktora Tezleri……………………………………………………………………………………….21
D. Fıkraların Tarihçesi…………………………………………………………………………………………..22
E. Fıkra Bibliyografyası…………………………………………………………………………………….…..22
Kaynakça…………………………………………………………………………………………………………………………24
2
HALK HİKÂYESİ
Halk anlatılarının öneli bir türü olan halk hikâyeleri, batıda ve bizde üretiliş tarz ve biçimi
belirli bir “tür” olarak ele alınmış ve diğer anlatı türleri ile karşılaştırmalı olarak incelenmiştir.
Türk halk hikâyeleri üzerine yaptığı önemli çalışmasında Boratav, hikâye tanımına bir “tür”
konusu olarak yaklaşır ve diğer türlerden farkını ortaya koyarak “hikâyenin ne olduğu”
sorusuna cevap arar.
Halk hikâyelerinin konusu genellikle aşktır. Olaylar iki sevgilinin yaşadığı maceralar üzerine
kurulur. Ancak aşk ile kahramanlığın bir arada olduğu hikâyeler de vardır. Bazı hikâyelerde ise
kahramanlık ön plandadır.
Halk hikâyeleri bir edebi tür olmakla birlikte, bazı hikâyelerin tarihi olaylarla yakın ilişkisi
vardır. Hikâyelerdeki olaylar yaşanılan hayatta örneklerine rastlayabileceğimiz türden
gerçekçi olaylar olduğu halde fantastik ve olağanüstü unsurlarla da karşılaşılmaktadır.
3
Halk hikâyesi bazen adı farklı olmakla birlikte bütün Türk dünyasında bilinen bir türdür.
Yaygın adlandırılışı küçük fonetik farklılıklar olmakla birlikte destandır.
Halk hikâyelerinin merkezinde belirli kahramanlar rol alır. Bu kahramanlar artık halka mal
olmuştur. Halk hikâyelerini ise genellikle âşıklar anlatmıştır. Ellerindeki sazla halk hikâyelerini
anlatan âşıklar, hikâyeleri nazım-nesir karışık bir şekilde anlatmıştır. Kahramanların
birbirleriyle olan konuşmaları, duygusallığın ağır bastığı yerler nazım şekilde oluşturulmuştur.
Fuat Köprülü, “Oğuz Türklerinin kurdukları büyük küçük muhtelif devletlerde, şair İslâm
saltanatlarında olduğu gibi, hükümdarı eğlendirmekle vazifeli nedim ve komiklerin
bulunduğuna kolaylıkla hükmedebiliriz. Nitekim Anadolu’da Selçuklu saraylarında, Bizans
İmparatorlarının taklitlerini yaparak sultanları eğlendirmeğe çalışan bir takım komik ve
taklitçilerin bulunduğunu Bizans kaynaklan bize bildiriyor. Bunlardan aynı olarak da, Selçuklu
ordularında ve saraylarında, Farsça kasideler ve gazeller yazan şairlerden tamamen farklı, bir
takım ozanların bulunduğunu Şark kaynaklarından öğreniyoruz. ” (Köprülü 1999: 375)
demektedir. Elbette ozan, baksı, kam, şaman geleneğinin de hikâye anlatmada önemli bir
yerinin olduğu açıktır. Çünkü yukarıda belirttiğimiz törenlerin yöneticileri büyük ölçüde
ozanlar, baksılar, kamlar ve şamanlardı. Bir dönem şairliği, halk hekimliğini, büyü işlerini
birlikte yürüten bu dörtlü daha sonra kendi aralarında iş bölümü yapmışlardır. Buna göre şiir
söyleme, kopuz çalma ozanlara; büyü ve halk hekimliği yapma da kam, baksı ve şamanlara
verilmiştir. Muhtemelen halk hikâyesi anlatanların ilk ataları bu ozanlar ve kopuzcular
olmalıdır.
Hikâye kelimesi ilk defa 9. yüzyılda al-Cahiz tarafından kullanılmıştır. Hikâye anlatma ve
dinleme geleneği Türklerde ilk dönem törenlerde karşımıza çıkar. Bilhassa sığır ve
şölen/şeylan törenlerinde anlatıcıların ilk örnekleri ozanlar ve kopuzlar olmalıdır. Doğu
Anadolu Bölgesi’nde serküşte, Çukurova’da bozlak adı verilen hikâyeli türkülerin halk
hikâyeleri arasında sayılabilir. Bunlara şiirsiz kara hikâyeler ve koçakların maceralarını konu
alan metinleri de dâhil etmek gerekir.
4
2.Halk hikâyelerinin özellikleri
-Bade içme,
5
-Resme bakarak âşık olma,
Türkiye sahası sözlü geleneğinde anlatılmakta olan halk hikâyelerini konu ve kaynakları
bakımından şu şekilde sınıflandırmak mümkündür:
1. Aşk hikâyeleri: “ Âşık Garip ile Şahsenem”, “Kerem ile Aslı”, “Arzu ile Kamber” vb. gibi.
3. Aşk ve kahramanlık hikâyeleri: “Şah İsmail”, “Elif ile Mahmut”, “Âşık Efgan ve
Belendihüma”, vb. gibi.
3. Destanların hikâyeleşmesi,
6. Masal, efsane, menkıbe, fıkra, gibi küçük hacimli anlatım türlerinin hikâye tasnifine ilham
vermesi,
6
1. Eski Türk geleneğinden geçenler: Köroğlu, Dede Korkut.
2. İslam geleneğinden geçenler dini mevzular: Mevlit, Battal Gazi, Fütuhu’ş-Şam, Hazreti Ali
Cenkleri, Hallac-ı Mansur vs.
3. İran geleneğinden geçenler: Kelile ve Dimne, Şeh-Name vs.
Halk hikâyelerinin kaynağı ile ilgili olarak bir başka görüş de Pertev Naili Boratav’a aittir:
1. Olmuş vakalar: Bunlar, gerçekte yaşanmış olan olayların etrafında teşekkül etmiştir. Bu tür
hikâyelere Kuzeydoğu Anadolu’da serküşte, kaside Güneydoğu’da ise bozlak adı verilir.
2. Yaşamış veya yaşadığı rivayet olunan âşıkların tercüme-i halleri: Âşık Kerem, Âşık Garip,
Sümmani vs.
3. Köroğlu ve bu tipte diğer menkabeler: Köroğlu ve kolları.
4. Klasik manzum hikâyeler: Binbir Gece Masalları, Hüsrev ü Şirin, Leyla vü Mecnun, Yusuf u
Züleyha vs.
Bugüne kadar halk hikâyesi konusu üzerinde çalışan bazı araştırıcılar bunları konularına,
biçimlerine ve çıkış yerlerine göre değişik şekillerde tasnif etmeye çalışmışlardır. Bu hususta
ilk adımı Ignacs Kunos atarak; Turkische Volksromane in Klein - Asien başlıklı yazısında halk
hikâyelerini üç kısma ayırır:
a) Kahramanlık romanı
b) Saz şairlerinin romanı
c) Saz şairlerinin kahramanlık romanı.
7
Kunos, burada halk hikâyesi yerine roman kelimesini kullanmıştır. Roman ile halk hikâyesi
arasında birçok farklılıklar olmasına rağmen, bir dönemin roman ihtiyacını halk hikâyelerinin
karşıladığını düşünürsek, bu terimin o kadar da yanlış olmadığını söyleyebiliriz.
Otto Spies, Kunos’un bu tasnifini beğenmeyerek tenkit eder fakat halk hikâyesi ile ilgili
çalışmalarında bu tasnife bağlı kalır. Nihat Sami Somyarkın (Banarlı) ise halk hikâyelerini
tasnif ederken destan ve masalları da bu grubun içerisinde değerlendirir.
a) Menkıbevî kahramanlık hikâyeleri
b) Aşk hikâyeleri
c) Klâsik edebiyattan doğan hikâyeler
Somyarkın, ayrı bir grup olarak Çok yayılmamış küçük, yerli hikâyeleri de eklediği bu
tasnifte bu hikâyenin konusunu, çıkış yerini ve yayılma sahasını birlikte değerlendirmiştir.
Halk hikâyelerini hacimleri ve şekilleri bakımından tasnif etmeye çalışan İsmail Habip (Sevük)
ise:
a) Büyük halk hikâyeleri
b) Bozlaklar olmak üzere ikiye ayırır.
Bu tasnifte, birinci madde, üzerinde durduğumuz halk hikâyelerini, ikinci madde ise, kısa
hikâyeli tasnifleri içine almaktadır. Aynı araştırıcı konuyla ilgili başka bir denemesini aşağıdaki
gibi yapar:
a) Dede Korkut hikâyeleri
b) Destani halk hikâyeleri
c) Hamasî halk hikâyeleri
ç) Aşklı hikâyeler
Önceki tasnifinde hikâyeleri hacmine göre değerlendiren Sevük, bu tasnifinde de işlenen
konuları ön planda tutmuştur. Edmond Saussey de, halk hikâyeleri üç başlık altında ele
almaktadır.
a) Menşe destanları
b) İslâmî destanlar
c) Saz şairleri etrafında teşekkül eden destanlar
Mesnevî tarzında yazılmış olan halk hikâyeleri üzerinde duran Hikmet İlaydın da konuyu
aşağıdaki şekilde ele alır:
a) Dini mevzular.
b) Milli mevzular.
8
c) Âşıkâne mevzular
Bu tasnife değişik konular dâhil edildiği için halk hikâyelerini sadece üçüncü madde
içerisinde değerlendirebiliriz.
Halk hikâyelerinin yazılı kaynaklarda alınan metinleri genellikle kalıp bir cümle ile başlar.
Daha sonra, kahramanların aileleri, çocuksuzluk, dervişin verdiği elma ile çocuk sahibi olma,
dervişin çocuklara ad koyması, gurbete çıkma, engeller, engellerin ortadan kaldırılması,
sevgililerin birbirleriyle kavuşması, araya yeni engellerin girmesi üzerine tekrar ayrılma ve
sonuç kısmıyla son bulmaktadır. Bu kısımlar tıpkı sözlü kaynaklarda olduğu gibi nazım-nesir
bir aradadır.
Derleme metinlerde ise daha çok anlatıldığı coğrafyanın geleneğine bağlı bölümleme
görülür. Mesela, Boratav’ın Halk Hikâyeleri ve Halk Hikâyeciliği adlı eserinde anlatılanlar o
yılların Kars’ındaki hikâye anlatma geleneğinin gözlem yöntemiyle elde edilmiş şeklidir.
Halk hikâyeleri ister yazılı, ister sözlü kaynaktan alınsın, iki temel kısımdan oluşur:
Manzum kısımlar
Mensur kısımlar
1. Manzum kısımlar
Bu bölüm hikâyenin değişmeyen kısımlarıdır. Fasıl kısmında halk şiirinin değişik türlerinin
örnekleriyle karşılaşabiliriz.
Divan: Halk şiirinin aruzlu türlerindendir. En az üç dörtlükten oluşur. Hikayeci âşıklar,
aruz veznini bilmedikleri için divani nazım şeklini hece ölçüsüne uydurmaya çalışırlar.
Tecnis: Kafiyeleri cinaslı kelimelerden oluşan bir şiir olup genelde türkü olarak
okunur. Kafiye şekli koşmada olduğu gibidir. Türk halk şiirinin örneği en zor verilen
dallarından birisidir.
Tekerleme: Gülünç bir konuyu dinleyicileri heyecanlandırabilmek için yine türkü
olarak okunan bir daldır. Kafiye şekli koşmada olduğu gibidir. Türk halk şiirinde fazla
örneği yoktur.
Koşma: Halk şiirinin en sevilen türlerinden biridir. Hece ölçüsünün 8 ve 11’li ölçüsüyle
söylenir. En az üç dörtlükten oluşup, aşk, tabiat, sevgili gibi konuları işler. İlk
9
dörtlüğün birinci ve üçüncü mısraları serbest, ikinci ve dördüncü mısraları kendi
aralarında kafiyeli veya ilk dörtlüğün birinci ve üçüncü mısraları ile ikinci ve dördüncü
mısraları kendi aralarında kafiyelidir; diğer dörtlüklerin ise ilk üç mısrası kendi
aralarında, dördüncü mısra ise birinci dörtlüğü son mısrası ile kafiyelidir.
Destan: Kafiye şekli koşmada olduğu gibidir. En az beş dörtlükten ibaret olup üst sınır
hakkında herhangi bir kısıtlama yoktur. Halk hikâyesi anlatılması sırasında tercih
edilen destan genelde kahramanlık konusunu içerir. Doğu Anadolu Bölgesi âşıklık
geleneğinde geçmişte olduğu gibi günümüzde de Köroğlu’ndan bir parça okuma
geleneği sürmektedir. Yine geleneğe göre Köroğlu’ndan destan okumazsa onun
güceneceği, Kırat’ın sabaha kadar anlatıcının kayınvalidesini rahatsız edeceği
düşüncesi yaygın bir görüştür.
Muamma: Muamma bir adı gizlemek anlamına gelir; hem divan hem de halk
edebiyatınsa bolca örneği vardır. Halk hikâyesi anlatıcısı bir âşıksa mecliste
bulunanlara muamma sorar. Hikâye anlatıcısı eğer belirlenen süre içerisinde
muammaya cevap alamazsa o zaman kendisi cevap verir.
2.Mensur kısımlar
Bu kısım halk hikâyesinin nesir kısımlarını içine almakta olup bölüm döşeme adı verilen bir
tekerlemeyle başlar. Burada tekerlemenin yapısına uygun hale getirilen bir olay anlatıcının
ağzından komik bir şekle sokularak anlatılır. Tekerlemeyi söylemedeki asıl amaç dinleyici ve
anlatıcı ikilisinin hikâyeye uyum göstermesi ve iletişim sağlanması içindir. Bu sebepten
hikâyeci mensur tekerlemede dinleyiciye anlattığı olayı kendi başından geçmiş gibi gösterir.
Döşemeye Azerbaycan sahasında Ustadname, Kars civarında Sersuhane gibi adlar verilirken
Erzurum’lu Behçet Mahir Selçuk, peşrev, peşrov gibi adlar vermektedir.
Döşeme uzunca bir dua ile devam eder. Türkiye Cumhuriyeti Devletinin bölünmez
bütünlüğüne ve Türk silahlı kuvvetlerine dua edildikten sonra Cumhuriyetimizin kurucusu
Gazi Mustafa Kemal Atatürk’e, şehitlerimize, anlatıcı ve dinleyici kesimin ölenlerine Tanrı’dan
rahmet, kalanlara sağlık dileme, vb. konularda olabilir.
Hikâyenin mensur kısımlarında meddah, âşık, halk hikâyecisi dediğimiz anlatıcı, anlatım
serbestliği içerisindedir. Burada olayları dinleyici durumunun yapısına göre istediği gibi
kısaltıp uzatabilir. Dinleyicini sıkıldığı yerlerde onların ilgisini çekecek parçaları anlatmayı
10
tercih eder. Normal hikâyenin yapısının dışına çıkılarak asıl hikâyenin arasına yeni metinler
eklenebilir. Biz bu küçük hikâyelere karavelli adını veriyoruz. Bunların dışında halk
hikâyelerinin arasında çok farklı eklemelerin örnekleriyle karşılaşmaktayız.
Zaman zaman mensur metinlerin arasına günlük olayların izlerini taşıyan eklemeler
yapılmıştır. Bunlardan bazıları aşağıya alınmıştır.
1. Halk hikâyesi anlatıcıları teknolojik gelişmelere ayak uydurarak yeni kavramlara da yer
verirler. Kamera, radyo, teyp, piriz vb.
3. Anlatıcılar son yılların savaşlarından da söz ederler. Âşık Mustafa Köse bir hikâyesinde
böyle bir savaştan söz etmektedir.
“Dünyada iki tane ölüm vardır: Birisi hakiki ölüm, biri de ölmeden ölmek var. Ölmeden
ölmek, işte Bosna-Hersek’te yaşanıyor!..”
“Bu gece orda galim. Sabahlayen gelim belediyeye haber verim de gelsin bunun cenazesini
götürsün, defin eylesin.”
11
Bunların dışında halk hikâyeleri arasında bazı dini kıssalar, tarihi olaylar, vb. anlatılabilir.
Bilhassa son meddah diyebileceğimiz Meddah Behçet Mahir’in hikâyelerinde bu türün pek
çok örneğine rastlanmaktadır. Hatta bazen asıl hikâyeden daha fazla bu türden örneklere yer
verilmiştir.
Halk hikâyelerinin metin kısımlarında efsane, fabl ve fıkra metinlerinin bolca örneklerine
rastlanır. Bunların dışında hikâye anlatıcısı bir âşıksa gittiği yerlerle ilgili hatıralarını da
anlatabilir.
Halk hikâyeleri uzun anlatmalar olduğu için anlatılması günler, hatta aylar alabilir. Uzun kış
gecelerinde geceleyin anlatıldığı için meddah, dinleyicinin uykusu geldiğinde veya kendisi
yorulduğunda hikâyeye ara vermek zorunda kalır. Bu kısımlara hikâyenin yatılacak yerleri adı
verilir.
Halk hikâyelerinin mensur kısımlarının anlatılması esnasında daha çok soru cevap ve tasvir
yoluyla anlatımın güzel örnekleriyle karşılaşırız. Metnin dili, anlatıcının yaşadığı coğrafyanın
dil özelliklerini muhafaza eder. Ayrıca, anlatıcının yaşadığı coğrafyanın dil özelliklerine bağlı
olarak Arapça ve Farsçanın bozulmuş örnekleriyle de karşılaşabiliriz. Cümleler genelde
kısadır.
1. Akademik Çalışmalar
Zeynelabidin Makas, Yaralı Mahmut ile Mahbub Hanım Hikâyesi, Erzurum 1979
Ali Berat Alptekin, Kirmanşah Hikâyesi Üzerine Bir Çalışma, Erzurum 1980
Esma Şimşek, Arzu ile Kamber, Elazığ 1987
Nerin Köse, Türk Halk Edebiyatında Kısa Hikâyeler, İzmir 1989
Asuman Güneş, Köroğlu Destanının Ayvaz Kolu, Ankara 2003
B. Doktora Tezleri
Pertev Naili Boratav, Köroğlu Destanı, 1931
İlhan Başgöz, Biyografik Halk Hikâyeleri, 1949
Zekeriya Karadavut, Köroğlu’nun Ortaya Çıkışı, Konya 1996
12
C. Doçentlik Tezleri
13
Karaoğlan ile Karakız, İstanbul 1939
KEMAL, Yaşar; Üç Anadolu Efsanesi, İstanbul 1967
Kerem ile Aslı, İstanbul 1981
KÖSE, Nerin; Araştırmalar 1, Ankara 1996
KÖSE, Nerin; Araştırmalar 3, Ankara 1998
KÖSE, Nerin; Araştırmalar 4, Ankara 1999
KÖSE, Nerin; Sürmeli Bey Hikâyesi İncelem-Metin, Ankara 1996
ORTEKİN, Hasan; Çora Batır Destanı, İstanbul 1930
ÖGEL, Bahaddin; Türk Kültür Tarihine Giriş, Ankara 1987
PÜSKÜLLÜOĞLU, Ali; Türk Halk Öyküleri, Ankara 1982
TERZİBAŞI, Ata; Arzı Gember, Bağdat 1964
TERZİBAŞI, Ata; Arzı Gember, Bakı 1971
TERZİBAŞI, Ata; Arzı Gember, Tahran 1967
TERZİBAŞI, Ata; Arzı Kamber Matalı-Kerkük Ağzı, İstanbul 1971
YENER, Cemil; Türk Halk Edebiyatı Antolojisi, İstanbul 1973
YUKAY, Rasih; Karacaoğlan İle Benli Kız, İstanbul 1945
FIKRA
Fıkra karşılığı olarak Kaşgarlı Mahmut, DLT’de “köğ” ve “külüt” sözcüklerinin açıklamasını
verir; “Köğ, bir şehir halkı arasında meydana çıkarak bir sene içerisinde gülünen şey,
gülmece” olarak tanımlanır. “Külüt ise, halk arasında gülünç olan nesne” anlamındadır.
İslamiyet öncesinde “külüt” ve “küg” olarak adlandırıldığı düşünülen bu anlatı türüne,
“fıkra”nın yanı sıra, geçmiş dönemlerde “latife” , “nükte”, “hikâye”, “mizah”, “destan”,
“kıssa”, “masal”, “saka” gibi isimler de verilmiştir. Diğer Türk topluluklarında ise fıkra türünü
adlandırmak için “latife”, “erteki”, “anız”, “nükte”, “yomak”, “değişme”, “şorta söz”,
“küldirgi”, “anekdot”, “mezek” gibi terimler kullanılmaktadır.
Kısalık anlamında yoğunluk gibi temel özelliklere sahip olan fıkralar, genellikle günlük
hayatta yaşanan olaylara dayandığı için gerçeklik duygusu uyandırırlar. Fıkralarda “halkın
ortak yaratma gücünden kaynaklanan estetik biçimde ince bir mizaha, keskin bir alaya veya
erdemli bir yoruma rastlarız. Ancak, bu üç temel unsurun her zaman aynı fıkrada bulunması
14
şart değildir. Fıkralarda ayrıntıya, betimlemeye yer vermeden kısa yoldan yargıya varıldığı
görülür. Temel olay ve yargı, fıkra üslubunun belirgin yönüdür. Anlatılmak istenilen düşünce,
savunulmak istenen tez, bazen bir tek sözcükle bile sunulabilir.
Fıkrayı oluşturan iki önemli unsuru tez ve karşı tez olarak da nitelendirebiliriz. Giriş
bölümünde kısaca olay veya anlatılmak istenen düşünce ile ilgili bilgi verildikten sonra, tez ve
karşı tez sunulur.
Karşılıklı konuşma, tartışma ile olay didiklenir. Varılan yargı, fıkranın sonuç kısmıdır.
Fıkraların yargısı, her zaman çok açık bir biçimde sergilenmez. Tez ve karşı tez, aslında
gülmece olayının da özünü oluşturan çatışmayı doğurur.
Fıkralar, herhangi bir düşünceyi güçlendirmek, dinleyenleri ikna etmek, bir olayı, durumu
açıklamak amacıyla anlatılan; yapısında nükte, mizah, eleştiri ve yergi gibi öğeler bulunan kısa
anlatılardır.
Kimi batılı araştırıcılarca masallarla birlikte ele alınan ve masal sınıflandırmaları içerisinde
bir masal çeşidi; “Güldürücü Hikâyeler”, “Nükteli Fıkralar” olarak gösterilen fıkra, kendine has
yapı ve kompozisyon özelliklerine sahip olması ve belli bazı işleri icra etmesi bakımından
sözlü edebiyat geleneği içinde özel bir tür oluşturmaktadır.
Masal ile diğer anlatı türlerini karşılaştıran Max Lüthi, masal ile fıkra arasındaki benzerlik
ve farkları şu şekilde ortaya koymuştur; “Fıkra, realist anlatım türleri olan roman ve hikâyenin
karşısında olup gerçek olmayanı içinde barındırabilmesi bakımından masala benzemektedir.
Fıkra da gerçek bir olayı anlatıyor olabilir ya da dinleyici içinde yalanlar bulunan bir fıkrayı
büyük bir ciddiyetle dinleyebilir fakat fıkranın parodi ve satire olan yakınlığı, onu gerçek
olmaya doğru bir yol izlemesine neden olur. Fıkra ile masal birbirlerinden sonuçları
bakımından ayrılırlar. Fıkra insanları güldürmek isteyen bir anlatım türüdür. Ancak böyle bir
durum masalda söz konusu değildir. Fıkra diğer anlatım türlerinin içinde barındırabilir: Asıl
fıkralar, günlük hayatta karşılaştığımız olayları; efsane fıkralar, bir efsanenin ana bölümü olan
ilahi kudreti; menkıbe fıkraları, kahramanların komik taraflarını; masal fıkralar, masalda
yarattığımız dünyayı içinde barındırır. Fıkra, çeşitli anlatım türlerinin ve anlatım tiplerinin bir
araya gelmesinden oluşması bakımından, içinde bir bileşiğin oluşturulduğu ‘eriyik kabı’na
benzemektedir”.
15
“Güldürme”, “eleştiri”, “çarpıklıkları ortaya koyma”, “alay” vb. gibi çeşitli işlevleri göz
önünde tutularak fıkranın ne olduğu konusunda çeşitli tanımlar yapılmıştır.
Dursun Yıldırım, fıkrayı şöyle tanımlamıştır; “Fıkra, gerçek hayat ile bağı olan vakaları, tam
bir fikri, sosyal ve beşeri kusurları günlük yaşantımızda karşılaştığımız çarpıklıkları, gülünç
durumları, tezatları, eski-yeni çatışmalarını ince bir mizah, hikemi söyleyiş, keskin bir istihza
ve güçlü bir tenkit anlayışına sahip bir üslup içinde, dramatik ögeleri ağır basan bir hikâye
çatısı etrafında toplanarak, genellikle bir tipe bağlı olarak anlatan, nesir diliyle yaratılmış
küçük hacimli sözlü edebiyat kompozisyonlarından her birine verilen ad, diyebiliriz”.
Yıldırım’ın tanımından da anlaşılacağı üzere, fıkralar, tıpkı hayvan masallarında olduğu gibi,
kısa, hatta onlardan daha yoğun bir anlatım tekniğine sahiptir. Gülünç durumları, sosyal
çarpıklıkları, çatışmalar, çelişkileri ince bir mizahi üslupla dillendiren, güldürürken
düşündüren, kişi ve zümrelerin her türlü bireysel, sınıfsal, toplumsal baskılara karşı
eleştirilerini ifade edebilmelerini “kelleden olma” riskini ortadan kaldırarak sağlayan fıkralar,
çok sayıda milli ve mahalli tip etrafında toplanmışlardır. Halk, hayalinde canlandırdığı ya da
gerçekten yaşamış olan belli tipleri konuşturmuş, onlar vasıtasıyla hedefine oturttuğu değer
yargılarını, sınıfları, devlet yöneticilerini alay dolu ifadelerle eleştirmiştir. Zor zamanda
konuşmak durumunda kalan insanlar, zümreler ve hatta siyasiler, milli ve mahalli “fıkra
tipleri”nin masumiyet ve dokunulmazlığına sığınarak konuşmayı yeğlemişlerdir. Birey ya da
toplum, fıkra tipleri vasıtasıyla sadece hedefe oturttuğu kesim ya da değer yargılarını
eleştirmemiş, kendi çelişkilerini ve tuhaf hallerini de bu tipler vasıtasıyla eleştirme
olgunluğunu gösterebilmiştir.
Fıkra türü yazılar Türk edebiyatına Tanzimat döneminde Batı’dan geçmiştir. 1908’den
sonra bu yazı türü Türk edebiyatında görülmeye başlanmıştır. Özellikle Ahmet Rasim
fıkralarıyla tanınmıştır. Daha sonra Ahmet Haşim, Hüseyin Cahit Yalçın, Falih Rıfkı Atay, Refik
Halit Karay, Bedii Faik, Orhan Seyfi Orhon, Refik Cevat Ulunay, Metin Toker, Peyami Safa,
Burhan Felek, Ahmet Kabaklı, Aziz Nesin, Çetin Altan, Ahmet Kabaklı, İlhan Selçuk, Sabri Esat
Siyavuşgil de fıkralarıyla öne çıkmıştır.
2. Fıkraların Özellikleri
16
Gündemde olan konular işlendiğinden kalıcılığı yoktur.
Kanıtlanma zorunluluğu yoktur.
Fıkra metni küçük bir tiyatro eseri gibidir. Çoğunluğunda başoyuncuların yanında alt
oyuncuları da bulabiliriz.
Fıkraların çoğunluğu gerçekçi bir karakter gösterir.
Fıkralarda katı bir alay, ince bir mizah da söz konusu olabilir.
Bir fıkra metni, tıpkı roman ve hikâyede olduğu gibi üç kısımdan ibaret olabilir.
Fıkralarda hikâye etme ve buna bağlı olan tasvirlere fazlaca yer verilmez.
Masal, halk hikâyesi gibi diğer halk nesri metinlerinde kalıplaşmış ifadelere yer
verilirken fıkralarda bu tür ifadelere rastlanmaz.
Fıkra metni okunduktan veya anlatıldıktan sonra eğer gülme, hiciv, hikmetli bir söz
yoksa bu fıkranın anlatışında veya yazılışında sorun vardır.
Fıkraların şahıs kadrosunda her kesimden insanlar görülür. Cumhurbaşkanından
işçisine, siyasi parti genel başkanlarından aydınlara; çeşitli meslek gruplarından
sıradan insanlara kadar her kesimden insan fıkraların kahramanı olabilir. Bazen de
şahsın yerini, bir aşiret, bir dini grup, vb. alabilir.
Her fıkranın kahramanları genelde olumlu ve olumsuz olmak üzere ikiye ayrılabilir.
Fıkralarda olayın geçtiği zaman büyük ölçüde belli değildir. Bazı fıkralarda ise zaman
belli gibi görünürse de bunda yanılabileceğimiz de gözden kaçmamalıdır.
Fıkraların mekânı belirsiz olduğu gibi küçük bir köy, bir ev, bir iş yeri de
olabilmektedir.
Fıkraların amacı güldürürken düşündürmektir.
Fıkraların dili anlatıldığı coğrafyanın dil özelliklerini gösterir. Ancak fıkralar yazılı
kaynaklardan alınmışsa yazıldığı yüzyılın dil özelliklerini korur.
Fıkraların değişmez kahramanı insandır. Hayvan kahramanlarda ise destan devrindeki
atın yerini eşek almıştır.
Fıkralar bir deyimin, atasözünün hatta kalıp ifadenin açıklaması olabilir.
Bazen bir fıkra atasözünün açıklaması gibidir.
17
Türk fıkraları ve masallarıyla ilgili ilk sınıflama denemesi Lami Çelebi ve oğlu Abdullah’a
aittir. Ancak bu çok geniş çerçeveli bir sınıflamadır. Lami Çelebi’nin başlayıp oğlu Abdullah’ın
tamamladığı eserdeki bu sınıflama aşağıdaki gibidir:
Türk fıkralarının konularına göre daha geniş bir sınıflamasını Faik Reşat yapmıştır. 31 başlık
altında ele alınan bu sınıflamada bazen tip bazen de konu öne alındığı için konular
karıştırılmıştır.
Türk fıkralarının tiplerine göre sınıflamasını ise Dursun Yıldırım yapmıştır. “Türk
edebiyatında ister sözlü ister yazılı gelenekte olsun bütün fıkralar şu veya bu şekilde halkın
yarattığı herhangi bir fıkra tipine bağlı olarak anlatılır.” diyen araştırıcımız fıkrayı tiplerine
göre şu şekilde sınıflandırmıştır.
18
Bekri Mustafa: 4. Murat döneminde yaşamıştır. 4. Murat’ın içki ve tütün yasağına karşı bir
tepki olarak ortaya çıkmıştır. Bu sebepten kadı ve yeniçeriyle hep karşı karşıya kalmıştır. Bekri
Mustafa sertliğe karşı hoşgörüyü savunan bir insandır.
Kemine: Türkiye dışındaki fıkra tiplerinden olup 19.yüzyıldan itibaren Türkmenistan Türkleri
arasında ün kazanmış olan bir fıkra tipidir.
Esenpulat: 18. yüzyılda yaşadığı sanılmakta olup Türkmenistan Türkleri arasında ün yapmış
olan bir fıkra tipidir.
Ahmet Akay: Kırım Türkleri arasında tanınan bir fıkra tipi olup hayatı hakkında hiçbir bilgiye
sahip değiliz.
Bektaşi: Tip, belirli bir kimsenin şahsında oluşmamış, katı tutumlara karşı hoşgörüyü
savunmuştur.
Aldarköse: Hazar Denizi’nin batısındaki Bektaşi tipine karşılık doğusunda Aldarköse ortaya
çıkmıştır. Kazakistan, Kırgızistan, Özbekistan, Türkmenistan, Tacikistan, Karakalpakistan
Türkleri arasında tanınan ve fıkraları sözlü kaynaklarda anlatılan bir tiptir.
Aydınlar arasında ortaya çıkan fıkra tipleri olup devletin üst düzeyindeki yöneticileri yanı sıra
yazarlar, şairler, düşünürler de bu fıkra tipinin içerisinde değerlendirilebilir. Ali Şir Nevai,
Öküz Mehmet Paşa, Keçecizade İzzet Molla, Koca Ragıp Paşa, Şair Haşmet, Namık Kemal,
Neyzen Tevfik, vb.
d. Mahalli tipler
Türkiye’nin değişik bölgelerinde belirlenen fıkra tipleri olup bunların sayıları yüzlercedir.
Bunlar arasında en tanınan tipler şunlardır: Birader Kasım(Bursa), İbik Dayı, Daldikli’nin
Osman Ağa(Elazığ), Naim Hoca (Erzurum), Pinti Hamit(İstanbul), Çivit Emmi, Hacı
Kiya(Mersin), Murtaza(Kastamonu), Avradın Hasan Ağa, vb.
19
Türk halk temaşası içinde değerlendirdiğimiz Karagöz belli bir devrin kültürünü
yansıtmakta olup bu konu etrafında da Karagöz fıkraları oluşmuştur.
2. Zümre tipleri
Bu tip fıkraların temel özelliği temsil ettikleri tipin karakterini yansıtmasıdır. Yörük,
Mevlevi, Terekeme, Karapapak, Tahtacı, köylü, vb. gibi.
3. Azınlık tipleri
Türkiye’de Lozan anlaşmasıyla azınlık olarak kabul edilen Rum, Ermeni ve Yahudilerin
etrafında oluşan fıkralardır. Bu tür fıkralarda azınlık olarak kabul edilen tiplerin özellikleri
anlatılır.
Belli bir coğrafyada yaşayan ve yaşadığı coğrafya ile adlandırılan fıkra tipleridir. Kayserili,
Karadenizli, Çemişgezekli, Andavallı, Karatepeli, Karakayalı, Eğisteli, Konyalı, vb.
Başka milletlerin fıkra tipleri olup bizim edebiyatımızda da yer etmiş olan fıkra tipleridir.
Behlül Dana: Asıl adı Ebu Vüheyb b. Amr Sayrafi’dir; aslen Küfeli olup hayatını büyük bir
kısmını Bağdat’ta geçirmiştir. Dana’nın kelime anlamı bilge, bilgin demektir. Türk
edebiyatında nükte, fıkra ve vecizeleriyle tanınan Behlül Dana daha çok tasavvufi konulardaki
fıkraların kahramanı olarak görülür. Türk fıkraları arasında anlatılan Behlül Dana fıkraların
ikinci önemli kahramanı Harunreşit’tir; bu tür fıkralarda daima Behlül galip gelir.
Kadı Karakuş: Doğum tarihi bilinmemektedir, ölüm tarihi ise çeşitli kaynaklarda 1201 olarak
verilir. Kadı Karakuş fıkra tipi için İslam Ansiklopedisi’nde çok kısa bilgi verilmiştir: “Bu
devirde ahmaklığın müşahhas timsali olarak şöhret kazanmış bir ‘Karakuş’ vardır. Kitap al-
faşüş fi ahkâm Karakuş adındaki eserde birçok saçma hükümleri anlatılır. Kâtip Çelebi’ye
nazaran bu eserin müellifi İbn Mammati’dir”.
20
6. Gündelik fıkra tipleri
Bu tür tipler devamlılığı olmayan tipler olup çabuk unutulurlar. Bu tür fıkraları da kendi
arasında şu şekilde sınıflandırabiliriz:
b. Mariz ve kötü tipler: Deli, hasis, cimri, pinti, kör, topal, sağır, dilsiz, hırsız, dolandırıcı,
eşkıya, yankesici, bıçkın, vb.
c. Sanat ve meslekleri temsil eden tipler: Ressam, şair, doktor, avukat, hakim, bezirgan,
bakkal, kasap, molla, imam, kadı, asker, vb.
ç. Molla tipler: Bunları da kendi arasında yerli ve yabancı moda tipler olarak ikiye ayırabiliriz.
Bu tip fıkralar belirli bir olay sonucu ortaya çıkmış olup o olay gündemden düşünce moda tip
ya ortada kalkar, ya da kendisini yeni olaylara yönlendirir.
Yapılan araştırmalara göre Temel yaşamış bir tip olmadığı gibi, Temel adı bölgede,
geçmişten günümüze, sanıldığı kadar yaygın da değildir. Karadeniz insanının başından geçen
olaylara veya içinde bulunduğu durumlara bir tepki olarak doğan Karadeniz fıkraları, çeşitli
sebeplerde son zamanlarda ünlü bir tip olan, Temel’e bağlı olarak anlatılmaktadır.
a) Doktora Tezleri
Dursun Yıldırım, Türk Edebiyatında Bektaşi Tipine Bağlı Fıkralar, Ankara 1976
İbrahim Altunel, Anadolu Mahalli Fıkra Tipleri Üzerinde Bir Araştırma, Konya 1990
Nükhet Tör, Türkçe ve Rumca Olarak Söylenilen Nasreddin Hoca Fıkraları Üzerine Bir
İnceleme, Ankara 1992
Tarıman Cenikoğlu, Nasreddin Hoca Fıkralarının İnsan Kadrosu, Konya 1998
Cengiz Gökşen, Temel Fıkraları Üzerine Bir Araştırma, Konya 2002
21
5. Fıkraların Tarihçesi
Fıkra yazarlığı, Türk edebiyatında Şinasi’nin 1890 yılında Agâh Efendi ile birlikte çıkardıkları
Tercüman-ı Ahval gazetesindeki yazılarıyla başlamıştır. Başlangıçta sadece siyasi ve sosyal
konular etrafında yazılan fıkralar, zaman içinde sınırlarını genişletmiş, bugün sanattan spora,
ekonomiden siyasete kadar toplumun günlük bütün sorunlarını kuşatmıştır.
O zamandan günümüze kadar fıkra yazan başlıca yazarlar şunlardır: Namık Kemal, Ahmet
Rasim, Ahmet Haşim, Falih Rıfkı Atay, Burhan Felek, Peyami Safa, vd.
6. Fıkra Bibliyografyası
A. Esat Bozyiğit, Nasreddin Hoca Bibliyografyası Üzerine Bir Deneme, Ankara 1987,
Kültür Bakanlığı MİFAD Yayınları
Abdülbaki Gölpınarlı, Nasreddin Hoca, İstanbul 1961, Remzi Kitabevi.
Alpay Kabacalı, Nasreddin Hoca, Hayatı, Kişiliği, Fıkraları, İstanbul 1991, Özgür Yayın
Dağıtım.
Battal Pehlivan, Alevi-Bektaşi Fıkraları, İstanbul 1995, Alev Yayınları
Dursun Yıldırım, Türk Edebiyatında Bektaşi Fıkraları, Ankara 1999, Akçağ Yayınları
Eflatun Cem Güney, Nasreddin Hoca Fıkraları, İstanbul 1995, Varlık Yayınları.
İlhan Başgöz, Fıkralarımız Üstüne, İstanbul 1986, Adam Yayınları.
Kaya Erginer, Nasreddin Hoca ve Hikâyelerinin Yeniden Değerlendirilmesi, İstanbul
1990, Arba Yayınları.
Nuri Taner, Nasreddin Hoca Fıkraları, İstanbul 1996, Ortipa Yayınları.
Pertev Naili Boratav, Nasreddin Hoca, İstanbul 1995, Yapı Kredi Yayınları.
Sabri Koz, Nasreddin Hoca’dan Fıkralar, İstanbul 1984, Sanat Yayınları
Saim Sakaoğlu, Türk Fıkraları ve Nasreddin Hoca, Konya 1992, Selçuk Üniversitesi
Yayınları.
Şükrü Kurgan, Nasrettin Hoca, Ankara 1996, Kültür Bakanlığı Yayınları.
Yusuf Çotuksöken, Nasrettin Hoca Fıkraları, İstanbul 1996, Özgür Yayınları.
22
KAYNAKÇA
23