You are on page 1of 229

S.

ABf\H YILDIZI
A. J. C R ON İN

SABAH
Y 1L.D1Z1

Çeviren
VAHDET GOLTEKİN
Neşreden

V A S 1 F 0 L K 0
GÜVEN BASIM ve VAVINEVİ
Cağaloğlu Yokuşu, Narlıbahçe sokağı, 11
İstanbul

llllllHlllflltllllllllllllllllllllllllllllltllfllf'
.-;

Bu se r i

VAHDET GOLTEKİN'in
batkllnlığında bir heyet tarafından hazırlanmaktadır.

'?uı11111111111111111u11111111111111n111111111111111111111111111111111111111111111111111111111111111111111111111111111111ı111111111111 ;
CRONIN'iN HAYATI DA
TIPKI ROMAN GiBi...

A KŞAM olmuş. doktor yine her günkü gibi, yorgun argın evine
dönmüştü•.. Muibakta çay kaynarken. pencerenin önündeki koliu­
ğuna oturmuş dalgın dalgın dı'5arıyı seyrediyordu. Karısı da. ocağın
yanındaki koltuğa yaslanmış. yanı başındaki lambanın hafif aydınlığın­
da yün örüyordu.
Doktor. yine her günkü gibi. sabahtan beri görüp konuştuğu kim·
seleri. baktığı hastalan. onların hayatındaki faciaları. küçük sevinçleri,
büyük acılan düşünüyordu. Bir ara. başını pencereden çevirip karı­
sına baktı:
- «Biliyor musun.» dedi. «vaktim olsa ben güzel bir roman yaza-
bilirim... »
Kadın. başını elindeki işten kaldırarak. ona şöyle bir baktı:
- «Ya?» dedi.
Sonra. yine başını önüne eğdi.
- uSmith'lerin Johnnie boğmaca olmuştu. Nasıl?» diye sordu.
Doktor, karısının bu sözleri üzerine, hayal dünyasından yine ger·
çeğe döndü. Kadının istediğ'i de buydu. Ona «Nene gerek senin roman
yazmak!» der gibi bakmıştı.
Sahiden öyle: Birçok insan. bu arada doktorlar da. «vaktim olsa
ben de roman yazarım.» diye düşünürler. Bunların binde dokuzyüz
doksandokuzu vakit bulamaz: binde biri de vakit bulur ama kağıt, ka·
lemi önüne alıp yazmaya koyulunca bunun hiç de sandığı gibi kolay
bir iş olmadığını anlar.

5
Bu binde-birin onbinde veya yüzbinde-bir rastlanan bir müs!es­
nası vardı ki Dr. Cronin onlardandı. Aradığı vakti yıllarca sonra buldu,
denedi.- başardı.
Hikayenin başından başlayalım daha iyi:
Archibald Joseph Cronin 1896'da İskoçya'nın Cardross şehrinde
doğdu. Annesi İskoçtu, mutaassıp bir ailenin kızıydı. Anasını-babasını
dinlememiş. mezhebi ayrı bir Irlandalıyla evlenmi�ti. (Bu mezhep ay·
rılıklarının ortaya çıkardığı çahşma ve çekişmeleri, felitkeıı ve acıları
Cronin romanlarında sonradan uzun uzun anlatmışhr.)
Arclıibald yedi yaşındayken babası öldü. Bereket versin çocuk
çok çalışkan ve azimliydi. Annesinden İskoçların inatçılı!!ını. babasın­
dan da Irlandalıların canlılığını almıştı. Okul saatleri dışında ufak-te­
fek i�erde çalışarak kendisinin, annesinin geçimini sağladı, geceleri
dersine çalıştı." ve bu böyle, doktor çıkıncaya kadar sürdü.

HAYAT ACILARI
KÜÇÜKTEN BAŞLADI

Hayat acıları da yine küçiik yaş:tan delikanlılığına kadar onun pe·


şinden adım adım geliyordu. Okuldaki çalışkanlı2ı. başkalarına dert
olmuştu. Onun başarılarını kıskanan çocuklar, bu çocuklardan birinin
babası bile ona düşman kesilmitUerdi. (Cronin çocukluğunun bu sıkın·
tılı günlerini. imtihana çalışırken uğradığı talihsizliği «Yeşil Yılları>
da anlatmıştır.)
Cronin, Glasgow Üniversitesinde :tıp tahsil ederken de, boş za­
manlarında başka işlerde çalışıyor, geçim parasını zor kazanıyordu.
Yalnız. o sıralarda, kendisine büyük bir kıymet ve cesaret kaynağı
olan bir arkadaş bulmuştu. Fakülte arkadaşlarından Agnes sessiz, ağır.
başlı, azimli, gayretli bir kızdı. ,Archibald'ın duygularını, düşüncelerini
çok iyi anlamışı ve benimsemişti. Onun üzüntülerini paylaşıyor, bun­
ları yenmek için kendisine yardım ediyordu. «Pembe Yıllar» daki Jean
Law'dı bu. Boş vakitlerinde ufak bir pasianede bulu�urlar, sadece bi­
rer çay içerek konuşurlar, dertleşirlerdi. Cronin ona evlenmeyi de yine
böyle. bir akşam, baş başa çay içerken :teklif etti. Nişanlandılar.
Harp çıkh, Cronin'in tahsili iki yıl geri kaldı. Donanmada, asieğ·
men rütbesiyle ve cerrah olarak hizmet gördü. Harpten sonra yine fa-·
kültesine döndü. Arkasına yeni bir elbise alacak parası yoktu, subay
esvabının apuleilerini, sırmalarını sökmüş, onu giyiyordu.
Doktor çıktıktan sonra da bu sıkınhlı günler devam elli. Yalnız,
şimdi ileriye bakarak beslenen umut daha da yakınlaşmıştı. Nişanlısı
da. o da hayattan çok bir �Y istemiyorlardı. Beraber olunca her zor­
lu!tu yeneceklerini biliyorlardı. Evlendiler. Cronin ilk olarak Güney

6
Wales'te Rhondda Vadisinde çamur ciyfe içinde küçük bir madenci
kasabasında iş buldu: ihüyar, hastalıklı bir doktorun yanında yardımcı
olarak çalışacaktı.

CRONİN'İN KARISI
SEVİNCİNDEN AGLIYOR

Kasabaya geldikleri gün, ellerinde bavulları. çamurlu sokaklardan


geçtiler, bir otele girdiler. Sonra, yine beraber çıkıp. kiralık bir yer
aradılar .Bir maden işçisinin evinde. kendilerine göre dayalı-döşeli iki

oda buldular.
Cronin kendisi anlatıyor: Oraya girip de yerleşince, karısı oturmuş
sevincinden ağlamış. Çünkü bu onların ilk yuvası, :okadar zorluk ve sı­
kıntıdan sonra kavuı,;tukları ilk sığınaktı.
Çok iş vardı, Fakat Cronin işten. çalışrnaktan yılacak adam de·
ğlldi. Hastanede çalışıyor. hastaya gidiyor, muayenehaneye gelenlere
bakıyordu. Hastaneyle evinin arasında kilometrelerce yol vardı, oraya
hep yürüye yürüye gidip geliyordu. Maden ocaklarındaki kualarda
yaralananlardan kızamık olan çocuklara kadar herkese o koşuyordu.
Cronin'ler altı ay orada kaldılar. Sonra, ba�a bir madenci kasabasına
geçtiler. Genç doktorun çalışkanlığı., azmi, gayreti, hastalarını iyi et­
mek için canla-başla çalışması dillere destan olmuştu. Tredegar'da ona
biraz daha kazançlı bir vazife verdiler. Orada iş daha çoktu ama. öy­
leyken, yine vakit buldu. üç ayrı bahis üzerinde ihtisasını hazırlamaya
başladı. Para buldukça, Londra'dan birer birer kitap getirtiyor, gece
sabahlara kadar çalıı,;ıyordu. Yalnız, bu da yetmezdi: laboratuvarlarda
çalışmak isterdi. Oraya en yakın laboratuvar da ancak, oiuzbeş kilomet­
re uzakta, Cardiff'teydi. Zorlukları yenmek için hiçbirşeyden ytlnuyan
Cronin «Oraya kadar nasıl giderimlıt demedi: «bunun bir kolayını bu·
labilir miyim acaba?» diye düşündü, buldu da:
Biriktirdiği beş-on kuruşla, elden-düşme eski bir motosiklet aldı.
Haftada-bir motosikletine atlıyor, Cardiff'e gidiyor. oradaki hastanenin
laboratuvarında iki saat çalışıyor, sonra yine Tredegar'a dönüyordu. İki
saatçik çalışabilmek için yetmi!!. seksen kilometre yol aşmaktan bık·
mıyor, usanmıyordu.
Cronin'le kansı bu zor günlerin de üstesinden geldiler. Agnes ko·
casına her hususta yardımcı oluyor, evde onun çalışmasını kolaylaştı·
nyordu. Bir oğulları olmuş, evin işi, geçim zorluğu büsbütün artmışn.
Yavan-yaşık yiyorlar, kimseye hallerini belli etmiyorlardı.
Londra'da Cronin'in girdiği imtihanlar en zorlularındandı. Giren·
lerin dör.tte\-üçü dökülürdü. ;Öyle�en. bizim deli.k.anh i.miihanlann
üçünü de on-yıldızla geçti...

7
Artık Londra'ya yerleşebilirlerdi. Cronin o güne zaten çoktan ha·
zırlanmışh. Çektikleri bütün geçim sıkıntısı içinde yine bir kenara
birkaç kunış koymuştu. Bununla Londra'da, şöyle, şehrin iyi bir sem­
tinde, güzel bir muayenehane açmak istiyordu... Bunun ne büyük bir
hayal olduğunu ancak işe koyulunca anladı ve umduğunu bulamama­
nın acısını birdaha duydu. Elindeki parayla ancak şehrin kenar mahal­

lelerinden birinde derme-çatma bir muayenehaneyi devralabilidi. O da.


birazını peşin verip üstünü taksite bağlayarak.
Olsun: artık kendi-başına-buyruk olarak çalışabilecekti ya, sevi­
niyordu.

TÜTÜN KESESİNE
PARALAR DOLUYOR

Londra'da ilk günler yine çok sıkıntılı geçti. İlk çocukları iki ya­
şında var-yoldu, bir ikincisi -bir oğlan daha- geldi. Oturdukları kira
evi pek büyük değildi belki ama. eşyaları çok az olduğu için bomboş
görünüyordu, Bayan Cronin de bundan şikayetçiydi; ne yapsa köşeyi­
b�.ı dolduramıyor, evi şöyle, içinde oiurulur bir hale getiremiyordu.
Bu tam-takır-kuru-bakır evin i�i de çok zordu. O eksik, bu eksik .••

Cronin'e gelen hastalar da hep mahallenin fakir halkıydı. Verdik·


leri kırk. elli kuruş. çok-çok bir lira. Öte· �anda dört kişinin boğazı.
evin ve muayenehanenin taksitleri, giyim-kuşam. .. Hasılı. Agnes Cro­
nin'in o günleri anlatırken dediği gibi «çıldırmak birşey deme değildi.»
Derken. yavaş yavaş, rahjit günler gelmeye başladı. Genç dokto­
run ne usta bir hekim olduğunu ariık o semtin dışındakiler de' duy·
muşlardı. Londra'nın en kibar muhil:lerinden kadın. erkek birçok kişi,
kalkıp «Burada bir Doktor Cronin varmış. » diye oraya kadar geliyor­
•.

lardı. Giderken de masanın üzerine. öyle, yarım lira. bir lira değil,
on lira. onbeş lira bırakıyorlardı.
Cronin'in bir tütün kesesi vardı: çocukluğundan kalma, aile ya­
digarı. el işi büyükçe bir kese. Uğur getirir diye, Doktor aldığı para­
ları onun içine atardı. İşte şimdi bu kesenin içine büyük paralar dol­
maya başlamıştı. Bunlarla muayenehanenin taksitlerini verdiler, borcun
hepsini temizlediler; evlerine eşya aldılar, odaları güzelce dayayıp dö­
şediler: otomobil aldılar. hizmetçi tuttular. Bütün bu büyük değişiklik
üç yılın içinde olmuştu.
Cronin, memnun memnun gülerek karısına: «Düşün. Agnes.ıo di-
yordu, «bugün bir hastam bana üç İngiliz lirası verdi.»
Agnes: «Nesi varmış?» diye sordu.
Cronin dudak büktü:
- «Hiç. canım... Basil: bir mide rahatsızlığı.ıo
Agnes, o çetin yılların yılmaz savaş arkadaşı. hiç de memnun gö·
rünmüyordu. Hafifçe· kaşlannı çaih:
- «Sen eskiden daha ciddi hastalıklarla ilgilenirdin-.» dedi.
Bu sözler Cronin için iyi bir ders oldu. Yalnız zengin hastalara
bakmak gibi, ne yazık ki birçok doktorların düştükleri «hastalığa» tam
i'Uiulmak üzereyken ayıldı. O günden sonra, tülün kesesinin içine dü­
Ş'<ln şilinğlere de hor bakmamaya başladı.

BATAKLIKTA ÇALIŞAN
ADAMIN VERDİGİ DERS

İşte o sıralardaydı. yukarıda anlattığımız gibi. bir gün Cronin.


pekala kuvvetli bir roman yazabileceğini düşündü. Çok şeyler görmüş.
geçirmi�ti; kendinde bunları derinden ve içten anlatabilecek kudreti
de buluyordu. Eksik olan. dediği gibi, vakiiii.
Çok geçmedi. Allah ona bu vakii de verdi:
Nezamandan beri hazımsızlık çekiyordu. «Terzi kendi söküğünü
dikemez.» derler; onun gibi. Dr. Cronin de kendi hastalığıyla ilgilene­
cek vakii bile bulamıyor, aldın� etmivordu. En sonunda, dayanamıya­
cak hale gelince, giiii bir arkadaşına baktırdı. Arkadaşı ona birçok
ilaçlar yazdığl. gibi. ayrıca uzun bir dinlenme de sağlık verdi.
Cronin'in romancılığı bu hastalıkla başlar:
Dinlenmeye İskoçya yaylalarında bir çiftliğe çekilmişti. Bir gün,
eline kalemini aldı, masaya geçti. Gözlerini kağıda dikmiş. şaşkın şaş­
kın bakıyordu. Nereden başlayacağını bilemiyor, düşünceleri kafası­
nın içinde savrulup duruyordu. Meğerse roman yazmak pek okadar
kolay bir iş değilmiş.••
O gün akşama kadar hemen hemen iek satır yazamadı. Kalkıp gi­
diyor, pencereden dışarısını seyrediyor, düşünüyor, gelip yine oturu­
yor, yazıyor, sonra onu da karalıyordu. Yalnız roman yazmayı bir
kere kafasına koymuştu, yılmıyacak, yazacaktı ...
Bu gayreUe, yazdı.- günlerce yazdı, kalın bir defleri doldurdu•..
Sonra, yazdıklarını başından sonuna kadar toptan okudu; hırsla o koca
defteri bir burkuşta yıriiı. Beyenmemişti. Yalnız. «ben roman yaza­
mıyacağım.» demeyi de gururuna yediremiyordu: ozamana kadar neye
el almışsa başarmıştı. Hem sonra. ilk denemeyi başaramamıştı ama.

içinde hala o. roman yazma hevesi duruyordu.


İnce ince yağmur yağıyordu. Cronin. buna aldırmadan, belki de
farkında olmadan, dL5ftn fırladı. Aşağıdaki vadiye kadar indi. Orada.
ba.ktı yaşlı bir adam, çamurlara d.almış. elinde kazma. uğraşıp duruyor.
Yanına yaklaştı:
- «Kolay gelsin, baba.» dedi. «Çamu r içinde çalışıyorsun••?»

9
İhtiyar, kazmasının sapına dayanarak. acı acı güldü:
- «Ne yaparsın, oğul! Şu mendebur topraklarda birşey yetitmez,
bu bataklık -ne yapsan- çayır olmaz: benden önce babam da uğraş·
mış. başaramamıştı. Bunu biliyorum. biliyorum �· yine de uğraşı·
yorum. Benden uğraşmak: olur. olmaz... o başka.»
Cronin düşünmeye başladı: bataklığı çayır yapmaya uğraşan bu
ihtiyardan onun için alınacak bir ders vardı. Hemen yine çiftliğe dön·
dü, odasına kapandL kalemi, kağıdı yeniden eline aldı, başladı yeni
baştan yazma?a.
Tam bir ay. geceli-gündüzlü çalıştı. Elle yazıyordu, hala da öyle
yazar: makineye birtürlü alışamamıştır, alışmak da istemiyor.
Roman bitmiş.ti. Bu seferkini az-çok beyendi ama, yine de öyle.
şaheser bir roman yazdığını pek sanmıyordu. Gelişi-güzel bir yayın·
evının adresini buldu, romanı ı;ardı sarmaladı. oraya yolladı. Beyen­
meylp geri döndermelerini bekliyordu, tebrik telgrafı geldi.

BİNLERDEN, ONBİNLERDEN
YÜZBİNLERE, MİLYONLARA

Cronin'in bu ilk romanı: «HaUer's Castle» (= Şapkacının Şatosu,


türkçede «Kabus Şatosu») 193l'de çıktı. Kapışılırcasına satıldı. Daha
başlangıçta yirmibir dile çevrildi, sonra filmi çekildi, piyesi yapıldı.
Cronin adı bütün dünyada tanınmıştı. Eleştirmeciler onun için: «Yeni
bir dıihi romancı», «İngiltere'nin yeni Dickens'i» diyorlardı.
Cronin'in kendine pek okadar güveni yoktu. Belki vardı ama. aya­
ğını tetik almak İskoçyahnın huyudur. O da. Londra'ya dönüp ondan
sonra hayatını kalemiyle kazanmaya karar verdiği zaman karısına:
«Belli olmaz, Agnes. bu belki hep böyle gitmez.» diyordu. Eski evle·
rinden çıktılar ama. küçük bir apartıman dairesine yerleşmeyi daha
uygun buldular. İkinci adım olarak da Sussex'te ufak bir köşke geçtiler.
Cronin o yıl bir roman daha yazdı: «Three Loves» (Üç Aşk). 1931'
de çıktı. Ertesi yıl üçüncü bir roman: «Grand Canary'» <= Büyük Ka­
narya Oteli, türkçede «Maziyi Unutmak Lazım»). İki yıl arayla, 1935
te de «The Stars Look Down» (Yıldızlar Bakarken) çıktı, ondan yine
iki yıl sonra da. 1937'de «The Citadeb (Şahika). Bu ötekilerden de
üstün bir ilgi topladı. Amerika Kitapseverler Birliği «Şahika» yı Yılın
Romanı ilan etti.
1940'ta Cronin. romancılık hayatına atılı�ının onuncu yıldönümü·
nü kutlarken, sanatına ve kendisinden yeni romanlar bekleyen o.kurları­
na umulandan çok daha kuvvetli bir eser hediye etli: Bugün Şaheser
Romanlar arasında sizlere türkçesini sunduğumuz «Sabah Yıldızı» iş:te
bu Onuncu Yıl armağanıdır.

10
«Sabah Yıldızı» Cronin'in e n dramatik, en içli ve derin eseridir,
diyebiliriz. Onun bütün romanlarında rastladığımız kuTTeili karakter
tahlilleri. çok mükemmel bir konu kuruluşu bu eserde aynca hare.
kefü bir akışla da canlanmıştır. Cronin, eserinin bu üstün tarafından
faydalanarak, onu sonradan «Jupiter Laughs» (İupiter Gülüyor) adıyla
piyes haline getirmiş. sahnede de büyük başarılar kazanmıştır.
Büyük romancının eserleri ondan sonra da, bir. iki, dört. beş yıl
arayla birbiri ardı sıra çıktı. 194l'de: «The Keys of the Kingdom» (Cen­
netin Anahtarları), 1944'te «The Green Yearn (Yeşil Yıllar), 1948'de
«Shannan's Way» <= Shannon'un Yolu, türkçede Pembe Yıllar), 1950
de «Beyond This Place» (= Bu Yerin Ötesinde, türkçede -üç ayrı ter­
cümeyle- ,Hayata Dönüş, Ümit. Adalet Kılıcı), 1953'ie «Gracie Lindsay»
(iürkçede Aşk Bir Rüya mıdır?). 1954'te «A Thing of Beaufy-» (= Gü­
zel Bir Şey, türkçede Hayatımdaki Kadınlar). Bunlardan başka, roman­
dan çok hikaye veya hatıra sayılabilecek olan «Adventures of a Black
Bagıt <= Bir Kara Çantanın Maceraları, türkçede Ha'!'at Rüzgarlan).
ayrıca son yıllarda yazdığı kendi hayat hikayesi: «Adventures in Two
Worlds» (= İki Dünyada Maceralar). «Vigils at Nighh> (= Gece Nö"..­
betçileri, türkçesi Hemşireler), «Caleidoscope» (iürkçesi Renkli Rüya­
lar), yalnız fransızca olarak çıkan «La Dame aux OeilleiS» <= Karan·
filli Kadın), gibi daha birkaç eser de Cronin kütüphanesinin çerçevesi
içindedir. En son romanı «The Northern Lighb C= Kuzey Işığı) cBir
Aşk Uğruna» adıyla «Şaheser Romanlar» serisinde çıkmıştır.

CRONİN'İN SANAT
SIRRI NEREDE?

Bir sanat eserinin sırrını --güzelliğin sırrını- çözmek kolay de­


ğildir. Yalnız. edebiyat dünyasındaki bütün şaheserlerde ortalı:lama
olan bir özellik vardır ki o da «hayata dayanma» dır. Yazılı bir eser
masal olmaktan ancak böyle kurtulabilir.
Cronin'in eserlerinde bunu daima görürüz: hiçbir iddiası olmayan,
eseri zorlamadan meydana getiren tabii bir kaynaktan gelen temiz
bir kuvvet. Hadiseler o ı:.;ekilde cereyan ediyor ki, kendimizi hayatın
ta içinde hissediyoruz: kahramanlar okadar canlı ki, etrafımızda ya.
ıadıklarma kani oluyoruz.
Büyük romancı nasıl çalışb.ğını şu şekilde anlahyor:
«Romancının iı;:i güçtür. Onu, girift bir ormanda, nebatat tetkiki
yapan bir adama benzetebiliriz: Önünde hudutsuz malzeme vardır.
Bunların hepsini alamaz. İçlerinden birikisini seçmek zorundadır. B�
işin güçlüğü sade bukadar çok malzemeyi gözden geçirmek değil, aynı
zamanda. hangisini seçeceğini bilmektedir.»

11
'.ı';
·

Cronin kendisinin nasıl çalıştığını da şöyle anlatıyor:


«Uyanır uyanmaz iı;e koyulurum. fasıla vermeden gece yarıSllla,
hatta bazan daha sonraya kadar yazarım. İlk eserim beni memnun
bırakmıştı. İkinci eserim de belki biraz tatmin etl:i. Fakat her ese•

rimden sonra içimde daha büyük _bir eksiklik hissediyorum. Bir _ ro·
manımı beyendiğim zaman da üzerinde fazla çahşmadığıma kani olu­
yorum. Daha güzel ve tam istediğim gibi bir eser yazabilmek için yeni
bir şevk duyuyorum. Günde bin kelime yazmadan içim rahat etmez.»
Bin kelime. aşağı-yukarı. elinizdeki kitabın üç dört sayfasıdır.
Sabahtan akşama. hatta gece yarılarına kadar çalıştığını kendi a ğ'Zın ·

dan duyduğumuz muharrir. demek ki, hazan. bu sekiz. on saatlik za.


man zarfında bir. iki saatlik iş yapıyor. yazdığını bozup yeniden ka- _
leme alıyor, yani -kendi tabiriyle- malzemesini tekrar tekrar ayı.it
lıyor.
Cronin sözlerine şöyle devam ediyor:
«Bence. insanın, edebiyat sahasında ilk eseriyle şöhret kazanması
doğru değil. Çünkü, o eseri miyar oluyor. Sonrakileri de ona vurarak
kıymetlendirmek lazım geliyor. Muharrir, bunu bildiği için, kendisin·
den. kuvvetli ,bir eser bekleyenlerin ümitlerini ho'.5a çıkarmamak için,
büyük bir endişe duyuyor.»
Daima daha iyi bir eser vermek, ula�hğı başarıyla yetinmeden ..
daha yükseklere varmak isteği: işte hakiki bir sanatkarın vasfı. Belki
de sanatın sırrı burada.
Cronin bugün bütün ·dünyada, geniş kitlelerin baş tacı ettiği, eleş·
tirmecilerin kötü bir taraf bulamadıkları sayılı ediplerden biridir. O·
nun hakkında yazılan yazıların hepsinde bu hayranlık bellidir. Me­
sela, «New York Times» in yazarlarından Orville Prescott şöyle diyor:
«Dr, Cronin'in kaleminden çıkan her sayfada, iddiadan. yapma­
cıktan, sahte ahlaktan uzak, dürüst ve sade bir adamın izi vardır. O­
nun -romanlarından birini okurken, çok görmüş-geçirmiş, çok acı duy·
muş, insanlara karşı hararetli bir sevgi besliyen, derin bir samimiyete
sahip. derin hisli. açık. kalbli bir adamla karşı karşıya olduğumuzu his·
sederiz. Sanki Dr. Cronin herkestir.» ._.

«Boston Post» un kitap sayfasındaki bir yazıda da Cronin şöyle


anlatılmıştır:
- «Cronin'in derin canlılığı, hararetli samimiyeti ve içindeki o tatlı
:tabiat sıcaklığı romanlarının her sayfasında hissedilir. Bundan başka,
Cronin'de romanlarının daima tazeliğini muhafaza etmesine yarayan
büyük bir gazetecilik tarafı da vardır. Buna inzimam eden harikulade
bir anlatış kudreti, Cronin'i rakipsiz bir romancı yapmaktadır.»
Cronin. kaza·ncının çoğu Amerikadan gelmeye başlayınca, kendisi
de, karısı ve üç oğluyla beraber oraya gidip yerleşti. Şimdi. Connec-

1"
ticuU'a büyük bi r köşkte oturuyor. Oğullarından en büyüğü: Patrick
Cronin de doktor oldu. Londraya gidip muayenehane açtı. Ortanca oğ·
lu: Vincent de. üniversiteyi Amerikada bitirdikten sonra İngiltereye
döndü. O da. babasının yazar tarafını almış: Londrada bir dergide ça­
lışıyor. Küçük oğlu: Andrew. daha yirmi iki yaşında, henüz okuyor
Cronin bugün altmışüç yaşındadır ama. çok daha genç görünjür .

Gayet canlı. hareketli, ne�eli bir adamdır. Tabiatı da sever. sporu.


toplu yaşayışı da. Gençliğinde futbol oynardı. şimdi en çok golfu se
viyor. Sık sık balığa çıkar. En sevdiği romancılar İngilizlerden Walter
Scoı::t. Joseph Conrad. Arnold Bennetı. Somerset Maugham; Fransız­
laxdan Balzac, Flaubert. De Maupassant'hr: Amerikalılardan da Sinclair
Lewis.

13
III

� OPEWELL Towers Hastanesi, geniş bir bah­


çe içinde, sarı boyalı, eski .bir yapıydı. Duvar­
ları yer yer çatlamış, yıpranmış, yılların yağmuru, karı, fırtı­
nası diş geçirebildiği yerde bir yara izi ıbırakmıştı.
O kış günü bina daha da köhne görünüyordu. Gökyüzünün
isli rengi her yana sinmiş, bütün parlak renkleri silmiş, keskin
çizgileri yontmuştu. Ortada hüzünlü bir hava vardı. Herşey
donmuş, kanı çekilmiş gibiydi.
Öğleden sonra, saat üç buçuğa geliyordu. Hastanede ses
kesilmişti. Uyuyabilenler için gündüz uykusunun en derin saati,
ağrı çekenler için ilacın en tesirli dakikalarıydı. İyileşmeye yüz·
tutmuş hastalar kitaplarına dalmışlar, işlerini bitiren hastaba­
kıcılar odalarına çekilmişlerdi.
Doktorların odasında, biri genç, ;biri hayli ihtiyar, iki dok­
tor vardı. İkisi de, bu sıkıntılı kış gününün bütün soğuklu,ğ"unu,
ürpertisini ta içlerinden duyarak bedenen ve ruhan büzillmüş
giıbi, birer köşeye oturmuşlar, odanın loşluğunda gölgelere ka­
rışmışlardı.
Burası oldukça büyük bir odaydı. Doktorların orada hem

15
oturdukları, hem yemek yedikleri belliydi; bir yanda, sol ta­
rafta, büyükçe bir tabak, çanak dolabı vardı; ortada da, ocağın
önünde, yemek masası. Sağ taraf da oturmaya ayrılmıştı. Pen­
cerenin yanına küçük bir masa ile, karşılıklı iki küçük koltuk
konulmu], dipteki girintiye bir gramofon yerleştirilmişti. Karşı
köşeye, meşin kaplı eski bir divan dayanmıştı. Öbür köşede de,
çapraz olarak, küçük bir piyano duruyordu.
Odanın üç kapısı vardı. Tam karşıya gelen, esas kapıydı,
taşlığa açılıyordu. Soldaki daha ufak kapıdan doktorların ya­
tak odalarına, cnun karşısındaki kapıdan da laboratuvara geçi­
liyordu.
Doktorların ihtiyarı: Riohard Drewett, küçük masanın ö­
nündeki koltuklardan birine oturmuş, kendi kendine iskanı.bil
falı açıyordu.
Belki yetmişini geçmişti ama, sağlam, dinç bir adamdı.
Uzun boyluydu, hafifçe kamburu Ç!kmıştı; oldukça da zayıftı;
-!"flm7, yanaklannın pespembe rengi gövdesinin, yüz çizgileri­
nin yalanını çıkarmaya çalışıyor gibiydi. Gözlerinin ışıklı ve
keskin bakı�ları da bu gençlik iddiasına katılıyordu.
Dudaklarında, şu yalancı dünyada hayli uzun süren misa­
firliği esnasında çok şey görmüş, çok şey öğrenmiş ve bütün
bunlardan kendine mahsus bir ders çıkarmış gföi, feylesofça
bir gülümseyiş vardı. Yalnız, yüzündeki ifadede, hayatla olduğu
kadar bütün insanlarla da zalimce, insafsızca alay eder gibi bir
mana da seziliyordu. Hayattan aldığı dersi sade kendine sakla­
mak istiyor, başkalarının da aynı dersi aynı acılarla öğrenme­
lerini bekliyor ve onların çektiklerini gördükçe de içinden se­
viniyor denilebilirdi.
Genci: Dr. George Thorogood, yirmialtı, yirmiyedi yaşla­
rında bir delikanlıydı. Tıknaz yapılıydı, yüzünün çizgileri ol­
dukça sertti ama, bakışlarında fazla bir yumuşakılık vardı. Bu
onu daha genç gösteriyor, pek toy bir çocuk hali veriyordu.
Teni beyaz, saçları açık kumraldı.
Gayet temiz giyinmişti. Arkasında bembeyaz bir hastane
g1Smleği vardı, düz renk bir boyunbağı takmıştı. Piposu ağzın-

16
da, elleri arkasında, pencerenin önünde durmuş, dışarısını sey­
rediyordu.
Kar atıştırmaya başlamıştı. Küçük küçük kar tanecikleri,
uçmaya yeni başlayan kuş yavruları giıbi, ürkek ürkek uçuşu­
yorlar, oraya-buraya korka korka konuyorlardı.
Dışarının o can sıkıcı, iç karartıcı koyu kurşuniliği biraz
ağarmış, içten içe aydınlanan bir külrengine bürünmüştü. Vakit
geçip akşam yaklaşmakla beraber hava bir saat öncekinden
daha aydınlanmış gibiydi. Karın beyazlığı ortaya yalancı bir
aydınlık serpmişti.
George Thorogoc·d, ark.asma dönüp, piposunu eline aldı,
öbür elini de gömleğinin cebine soktu, ağır ağır odanın ortasına
doğru geldi:
- «Merak ediyorum.» dedi.
Bunu kendi kendine konuşur gföi söylemişti.
Dr. Ricıhard Drewett de. önündeki iskam'billere söyler gib�
alçak sesle ve başını kaldırmadan sordu:
«Merak mı ediyorsun?>
- "Evet.>
- •Neyi?•
Genç doktor ihtiyar arkadaşına, «neden bahsettiğimi bilmi·
yor musun?» der gibi, kaşlarını çatarak baktı:
- •Foster'in halini merak ediyorum.> dedi. «Bana sorarsa­
nız, çok mühim bir vaka. Ne yazık ki Iazımgelen ehemmiyet ve
rilmiyor glbi geliyor bana.»
Gramofona doğru gitti. Piposunu yine dişlerinin arasına sı­
kıştırarak, eğildi, gramofonun altındaki çekmeceden plak aradı.
Bir tane bulup koydu.
Tanınmış bir operetten, halkın ağzına düşmüş, pek harcı­
alem ·bir parçaydı bu. Oynak hava, odanın içindeki sessizliği
arsız bir inatla bozarak zorla neşe yaratmaya çalışıyordu.
Dr. Richard Drewett, yine başını önündeki iskambillerden
kaldırmadan, yalnız bu sefer yan gözle genç arkadaşına ,baka­
rak, biraz daha yüksek sesle sordu:
- «Derdini böylece unutmaya çalışıyorsun galiba? Ruhunu

Sabah Yıldızı: 2 17
neşelendirmeye bu gi.bi operet parçalarının yardunı oluyor mu
bfıri ?•
(;eorge Thorogood, ihtiyar doktorun sözlerini üzerinde
durmaya değmeyecek kadar basit veya lüzumsuz ıbuluyormuş
gibi, doğrudan doğruya onun sorduğuna cevap vermedi:
- cÇok güzel bir parçadır,» dedi.
Sonra, piposunu ağzından alıp elinde tuttu, kaşlarını çata­
rak, sert adımlarla yine pencereye doğru gitti:
- «Ba�ekim bu işi eline almalı, derhal harekete geçmeli.
Hastanemizin şerefi var ortada çünkü. Tatbik edilen tedavi iyi
netice vermezse, bir felakete yol açarsa bundan hepimiz zarar
görürüz.•
Dr. Drewett: «Başhekim senin dayın,• dedi. «Bunları bana
söyleyeceğine git ona söyle.•
Sonra, dalgınlıkla yanlış bir şey söylemiş gibi, birdenbire
kendini toparladı, daha yüksek sesle konuştu:
--� 'I Yalnız, ben senin yerinde olsam .. »
.

Sesi .birdenıbire yavaşlayarak, durdu, yine fala dalmıştı:


- cDokuzlunun kırmızısı yok... Neden bilmem, artık iskam-
billerde dokuzluları kırımzı yapmıyorlar.»
Bir kağıt çekip önündekilerin arasına, maça beyinin üze­
rine koydu. Durup uzun uzun düşündü. Sonra bir kağıt daha
aldı, onu da deminkinin yanıbaşına usulca yerleştirdi. Ancak
ondan sonra sözünün arkasını getirdi:
- «Evet, ben senin yerinde olsam, dayına hiçbirşey söyle­
mem. Hele onu Paul'a karşı kışkırtmaya hiç kalkmam. Çünkü
Paul Venner arkadaşımızın işine, hastalarına karışmak çok teh­
likelidir. Aklı başında bir insan bundan çekinir ve çekinmeli­
dir.•
George kızmıştı. Piposu elinde olduğu halde, ağzındaymış
gibi, dudaklarını büzdü, dişlerinin arasından konuştu:
- •Rica ederim, Dr. Bragg'ın dayım: olduğunu bana ikide­
bir hatırlatmaktan vazgeçin, Dr. Drewett. Ben de burada hepi­
ni z gibi s a dece bir doktorum, üzerime düşen vazifeyi yapıyo­
ru m Ne başka birşey beklediğim var, ne de kendimde herkes·
.

18
ten üstün bir vasıf görüyorum. Yalnız, Paul Venner'in bu has·
taya tatbik ettiği tedavi usulünü beyenmediğimi söyledim ki.
yine de söylüyorum. Bunu sadece size veya Başhekime değil,
herkese söyliyeıbilirim... »
Dr. Drewett, mğıh-ınğh yaparak içini çekti.
Sonra yine falına devam ederken: «Bazan bana öyle geliyor
ki, George, oğlum,• dedi, «insan biraz cahil olmalı. O zaman ne
başkalarının hatasını anlar, ne de karşısındakinin yanlışını çı­
karmaya heves eder • .

George Thorogood ihtiyarın bu sözlerinde kendisine bir


iğne olduğunu ya anlamadı, ya anladı da anlamamazlıktan geldi;
alçakgönüllü bir tavır takındı:
- «Ben sadece mesleğim icabı bilmem lazımgelen şeyleri
biliyorum,» dedi. «Dğ
o ru bildiğim ıbirşeyi de söylemekten hiçbir
zaman çekinmem.•
Bu sırada, birdenbire kapı açıldı, içeri Dr. Venner girdi.

R. Paul Venner, yirmi sekiz, otuz yaşlarında, uzun boylu,


D esmer, yakışıklı bir delikanlıydı. Gür kaşları çatık, keskin
dudakları gergindi. Yüzündeki bu hal onun azimkar bir genç
olduğunu göstermekle beraber, hayata karşı bir küskünlüğün
ifadesine de benziyordu.
Giyinişinde de bir derbederlik vardı. Kurş:uni pantalon üze­
rine lacivert ceket giymiş, önünü iliklememiş, ceketin bir omu­
zu yana kaçmıştı. Gömleğinin yakası da öyle...
Şapkasını, paltosunu taşlığa asmış, yalnız, şemsiyesini odaya
kadar getirmişti. Açıp, ocağın önüne doğru koydu. Sonra, el­
lerini pantalonunun ceplerine sokup, ayakta durdu, arkadaşla·
rına baktı.
Yerinde duramıyan, içi içine sığmıyan bir hali vardı. Yal­
nız bu hali de bir canlılıktan çok sinirlilikten, bir ruh düzensiz­
liğinden ileri geliyor denebilirdi.
Paul Venner içeri girince George, birdenbire sözünü kese·
rek durmuş, gözlerini ona dikerek, uzun uzun süzmeye başla

19
mıştı. Dr. Drewett ise hala falında umduklarının gerçekleşme­
sini bekliyordu.
Paul, gramofona bir göz attıktan sonra Dr. Thorogood'a
doğru döndü, kaşlerını büsbütün çattı:
- «Zannedersem, .benim hatırım için ıbu plağı bir daha çal­
mamanı rica etmiştim senden, George,ıo dedi.
George Thorogood, söylemek istediği şeyi çekinmeden söy­
liyebileceği ıbir fırsat düşmüş gibi, hemen atıldı:
- «Senin o hastanın yüzünden,• dedi. «Öyle sinirlerimizi
bozdu ki, biraz neşelenmek için musiki dinlemek ihtiyacını duy­
duk.»
Venner'in de cevabı hazırdı:
- «Öyleyse, adam-akıllı bir musiki parçası dinleyin.•
- «Merhum pederinizin bestelediği parçalardan birini, öyle
mi?,.
Paul Venner daha fazla kızmış görünmeyi kibfrine yedire·
mıyormuş gibi, zoraki bir ciddi tavır takındı:_
- «Babam iyi bir sanatkar değildi, bunu biliyorum. Öyley­
ken, yine de musikinin iyisini, kötüsünü ayırt etmesini bilirdi.»
Sonra, birdenbire yine öfkelendi. Gramofona doğru atılıp
plağı kaptı, çıkardı:
- cBu plağı bir daha çalarsan kırarım vallaha!ıo
George, külünü silkmek üzere piposunu tablaya vururken
·ona kızgın kızgın bir baktı:
- «Hele bir kırmaya kalk, dünyaya geldiğine pişman ede
rim seni! Bilmiymsun gaHba: Sen Avrupa memleketlerinde
meyhane meyihane dolaşırken ben en meŞhur boksörleri birer
birer yere seriyordum.ıo
Paul Venner, elleri ceplerinde, sert bir hareketle birdenbire
arkasına dönerek dolaba doğru gitti:
- cHer boksörün hayatında öğrenemediği bir ders vardır.
Onu da, lazım gelirse, ben sana vermeye hazırım.>
Dr. George Thorogood, iyiden iyiye kızmaya başlamış gi·
biydi.
Yüzünü ekşiterek: «Çok konuşma, rica ederim,,. dedi. «Sen

20
asıl benim soracağıma cevap ver: Foster'e tatbik etmekte oldu··
ğun tedavi usulünden ne zaman vaz,geçeceksin? Yoksa, adamca­
ğız ölünceye kadar bunda inat mı edeceksin?»
Dr. Venner, dolabın önünde durup birdenbire arkasına dön­
dü. Karşısındakini çok küçük görüyormuş, acıyormuş gibi alayh
alaylı bakarak gülümsedi:
- «Sen sahi çsk ahmak şeysin. Okadar ahmaksın ki, bunu
görmemezlikten gelmeyi çok istediğim halde, yine de görüp sana
acımaktan kendimi alamıyorum.»
Dönüp dolabı açtı, alt gözde duran bir tencerenin kapağını
kaldırıp baktı. Canı sıkılmış gibi yüzü asıldı:
- «Benim yemeğim bu mu?»
George Thorogcod alaylı alaylı güldü:
- «İdi! Geç gelmenin cezası!"
Böylece, arkadaşından hıncını almış gibi, seviniyordu.
Dr. Venner, hızla, soldaki kapıya doğru gitti. Açıp seslendi:
- «Jennie! Jennie!»
Cevap alamayınca daha hızlı !bağırdı:
- «Jennie!»
Sonra, öfkeyle, geldi, ocağın üzerindeki mermer tablaya
asılı duran zile uzun uzun bastı.
Soldaki kapı !birdenbire açıldı, Başhemşire göründü.
Fanny Leeming, kırkbeş yaşında, erkek gibi ibir kadındı.
Dimdik yürür, sert konuşurdu. Bu ciddi görünüşünün altında
birtakım sinsi düşüncelerin gizlenmiş olduğunu herkes kolay
kolay keşfedemezdi. Çok zeki bir kadın olduğu için, herkesin
naıbzma göre şerbet vermesini, gönlünü almasını, sevgisini ka·
zanmasını bilirdi. Yalnız Dr. Venner'le yıldızı birtürlü barış·
mamıştı.
Şimdi de, tasladığı ciddiyete uymayacak kadar aşırı bir öf­
keyle genç doktora dönmüştü:
- «Ben size kaç kere söyledim, Doktor Venner,ıo diye hay­
kırıyordu, «hizmetçiyi böyle bağırarak çağırmayacaksınız! Za­
ten onlardan çektiğim yetişiyor, bir de sizin yüzünüzden sinir­
lenmeyeyim... ,,

21
'

Durdu. Kendini toparlayıp, daha sakin görünmeye çalışı-


yordu.
Alçak ·bir sesle: «Jennie'nin işi var,• dedi. «Yeni gelecek
doktorun odasını hazırlıyor. Ne istiyordunuz?•
Dr. Venner, Başhemşirenin bu ateşli nutkunu lakayıt bir
halle· dinlemişti; daha doğrusu, dinlememlıjti ıbile. Sorulana
yine gayet sakin ıbir halle cevap _verdi:
- cYiyecek ıbir şey... •
- cYemeğiniz dolapta, tencerenin içinde. Üst gözde tabak,
çatal, bıçak da var. Kendiniz alır yersiniz.•
Fanny Leeming dönmüş gidiyordu, Venner onu sesinin
sert edasıyla olduğu yere çiviledi:
- cBuna mı yemek diyorsunuz! Buz gibi olmuş ... >
Başhemşire, pek küstah bir kimseye layık olduğu cevabı
ermek üzere söyleyecek söz arar giıbi bir an durdu.
Sonra öfkeden titreyen bir sesle: cYemek ';aktini dışarıda
geçirdinizse kabahat benim mi?• diye haykırdı.
Sesi gittikçe yükseliyor, daha sinirli -bir hal alıyordu:
- cZaten siz ne nizam tanırsınız, ne intizam! Yemek vak·
tinde sofrada bulunmazsınız, hastalara bakılacak saatte orta­
dan kaybolursunuz, şuraya... >
Başıyla la1boratuvarın bulunduğu tarafı gösteriyordu. Oka­
dar sinirlenmişti ki, ıbaşını sallarken yüzünün adaleleri titri·
yordu:
- « ... Şuraya kapanırsınız, saatlerce çıkmazsınız... •
Dr. Venner, onu kfıfi dereced_e kızdırmış da artık gönlü·
nü almak istiyormuş g1bi ıbir tavırla, tatlı tatlı gülümsedi ve
başını bir yana eğerek kadının gözlerinin içine baktı:
- cAh benim Fanny'ciğim! Seni böyle üzmeli miyim ya!
Yazık sana!•
Görünüşte pek içten ...gelme bir sevgi ve yakınlık ifadesi
olan bu sözler Başhemşireyi büs.bütün kızdırmıştı. Odadakile­
rin ozamana kadar onda görmedikleri derecede taşkın bir öf­
keyle haykırdı:

22
- cBana küçükadımla hitabetmek cesaretini nereden aldı·
nız, Doktor Venner?•
Sesi 0kadar cırlak çıkmıştı ki, kendi kulaklarına bile bir
yabancı ses gibi gelmişti. Öfkesinden olduğu kadar, bu yadır­
gamadan da ürpererek, titredi. Sözüne devam ederken sesi pek
kısık ve boğuk çıktı:
- cLaübaliliği size hiç yakıştıramam. Herkes kendi mevki­
ini bildiği kadar karşısındakinin mevkiini de gözetmeli. Say
beni, sayayım seni.•
Paul Venner acı acı güldü, sonra alaylı bir kahkaha koyu­
verdi:
- cNe güzel söylediniz, Başhemşire Hanım! Herkes mev­
kiini bilmeli. Çok doğru. Yalnız, bana öyle geliyor ki, siz ken­
dinize zorla mevki elde etme:ye çalışıyorsunuz. Burnunuzu sok­
madığınız yer yok ... •
Fanny Leeming'in yüzünü kaplayan dehşet okadar kor-­
kunçtu ki, etrafa buz gibi dondurucu dalgalar yayıyor glıbiydi.
Ozamana kadar doktorla Başhemşirenin bu meraklı ve eğlen­
celi atışmalarını köşelerinde zevkle, sakin sakin dinleyen Dr.
Drewett'le Dr. Thorogood bile birdenbire telaşlanmışlar, yer­
lerinden doğrulmuşlardı.
Yalnız Venner, sözlerinin kadın üzerinde bıraktığı tesire
aldırış etmeden, elleri ceplerinde, sözlerine devam etti:
- «Sizi soframızda görmek istemiyoruz, bunu kaç kere
kapalı bir şekilde, hatta açıktan açığa anlattık, oralı olmadınız,
sofraya :başkanlık etmekte hala ayak diriyorsunuz. Mevkiini
bilmek bu mu?•
Cevap bekliyormuş gibi ona şöyle bir baktı, sonra yine ba ·

şını çevirdi:
- cKüçükhanımın yatak -0dası bu bölükte olduğu için, gü�
nün her saatinde bizim odamıza damlar, her işimize burnunu so­
kar. Mevkiini bilmek bu mu?•
Başhemşirede yine cevap yoktu. Richard Drewett'le Geor­
ge Thoroıgood kıs-kıs gülüyorlardı. İıhtiyar doktor o meraklı

23
iskambil falını bile bırakmış, bir Fanny Leeming'e bakıyordu,
bir Venner'e ...
Dr. Paul Venner, yine birdenbire dönerek Başhemşirenin
karşısına dikildi. Daha sert bir sesle, daha atak bir tavırla de­
vam etti:
- «Bütün bunlar bir yana, ayrıca, hiçbir fırsatı kaçırmaz­
sınız, Doktor Bragg'la pek samimi 'Olduğunuzu anlatacak şekil­
de laflar edersiniz. Böylece, aklınızca, nüfuz ve itibarınızı arttı­
racaksınız, bizi emriniz altına alacaksınız... Başhekimle pek sı­
kı-fıkı dost, gidip bizi şikayet ederse, Dr. Bragg onun sözüne bi­
zimkinden çok değer verir, diye korkacağız... Bu mu mevkiini
bilmek?·
Fanny Leeming sinirden titriyor, öfkeden burnundan solu­
yordu. Venner konuşurken kaç kere onun sözünü keserek bir­
�ey söylemek istemişti ama, dudakları sadece kıpırdamakla
kalmıştı.
iın sonunda, o susunca, konuşabildi:
- «Çok ileri gidiyorsunuz , Doktor Venner. Bu oda hasta­
ne doktorlarının odası. Ben de buraya geliyorsam, ayrı bir otur­
ma odam olmadığı için geliyorum. Bu durumdan ben memnun
muyum sanıyorsunuz?
«Bütün hastanelerde başhemşirelerin ayrı bir odası vardır.
Burada yok. Daha doğrusu, <ılabilir ama, yok. Niçin olmP,sın?»
Bunu hepsine birden soruyormuş gibi odadakilere ayrı ay
rı baktı. Sonra yüzünün ifadesi değişti. Biraz durulmuşken ye­
niden içten içe bir alevle harekete geliyor gibiydi:
- cEvet, niçin benim kendime mahsus bir odam olmasın?
Mesela şu oda ... •
Ba�ıyla laboratuvarın bulunduğu tarafı gösterdi:
- cŞu oda benim olabilir pekali'ı... •
Bunu söylerken sesi birkaç perde birden yükselmişti. Aynı
şekilde devam etmek istedi ama, birdenbire fazla tize çıktığı
için sesi kısıldı, ağlaya ağlaya konuşuyormuş gibi, sözleri peK
kısık ve boğuk çıkıyordu:

24
- «Güzelim oda ıboşu boşuna ziyan oluyor ... Ne o, doktor
beyimiz birtakım ilmi denemeler yapacakmış... •
Dr. Venner, kadının böyle, onu küçük görür gibi konuşma·
sına hiç aldırmıyarak, gayet sakin bir tavırla karşılık verdi:
- «Bir kere şunu biliniz ki, Başhemşire Hanım, orası eski­
den beri benim lab-Oratuvarımdır. Aziz ve değerli dostunuz
Doktor Bragg 'bu hastaneyi devralmadan önce de ben buraday­
dım, bu laboratuvarda çalışırdım, bundan sonra da kimseye
vermek niyetinde değilim. Öyle bir emeliniz varsa, yani oda­
ma göz diktinizse, bu sevdadan vazgeçmenizi size şimdiden na­
çizane tavsiye ederim.•
Başhemşire, onun alaylı sözlerine karşılık daha azametli
bir tavır takındı:
- cBelli clmaz, Doktor Venner. Kimin ölüp kimin yaşıya­
cağı belli olmadığı gibi, kimin gidip kimin kalacağı da belli de­
gildir. Herşeyi zaman gösterir.
c Ben şu Hopewell Towers Hastanesine hayatımın en güzel
yıllarını verdim. Ömrümü buraya vakfettim. Bunun karşılığı­
nı görmiyecek miyim? Bukadar nankörlük, değerbilmezlik
olur mu? Gösterdiğim feragat ve fedakarlığa, bağlılık ve ya­
kınlığa karşılık bu hastanede bir oda sahibi olmak benim hak­
kım...
«Şunu da söyliyeyim ki, Doktor Venner, benim bildiğim
birçok şey v?.r. Bilmediğimi sandığınız birçok şey ... Bunları
Doktor Bragg'a söyliyecek olursam pasaportunu eline alacak
olan heııha:lde ben değil, siz olursunuz. Bunu da bilmiş olun. Bu
da benim size naçizane tavsiyem.»
Paul Venner yine onun bu açıktan açığa meydan okuyan
sözlerine hiç aldırmıy<ırdu. Ellerini ceplerinde daha derine so­
kup omuzlarını kaldırarak, başını arkaya atarak bir kahkaha
koyuverdi:
- cPasaportunu eline alacak olan!:. diye onun taklidim
yaptı. «Hizmetçi tabirlerini hala unutmamışsınız, Hemşire Ha­
nım! İnsan dilini kolay kolay düzeltemez, değil mi ya? Hakkı­
nız var... >

25
Fanny Leemin.g, birdenbire öfkeyle yerinden sarsılır giıbi
oldu. Sonra, kendini tuttu. Bir şey söyliyecek olursa kendisi
zararlı çıkacakmış gilbi, sustu.
- «Münakaşayı uzatmıyalım, Doktor Venner,• dedi. cSi­
zi .bilmem ama, benim çok işim var. Lakırdıyla kaybedilecek
vaktJm yok.•
Hızla dönüp, ıgeldiği taraftan, sert adımlarla yürüyerek
çıktı.
Paul Vcnner, onun arkasından uzun uzun baktı. Dudakla­
rında, öc almış bir insanın içten duyduğu haz gibi tatlı bir gü­
lümseyiş vardı.
Sonra, başını çevirdi. Dr. Drewett'le göz göze geldiler.
Yaşlı doktorun bakışlarında hem alaylı, hem de acır gibi bir
hal vardı.
- «Doğru mu yaptığın, Venner?• dedi.
Paul Venner, flnlıyamamış gibi, gözlerini açarak baktı:
- cNe yaptım?•
Riohard Drewett: cDaha ne yapacaksın!• dedi. «Kadınca­
ğıza söylemediğini bırakmadın.•
George Thorogood, piposunu dişlerinin arasına alıp sıka­
rak, sırıttı:
- cHem de ne sözler! Ben olsam dayanamazdım, kaldırır,
bunları söyliyenin kafasına elime ne geçerse atardım .. Yine sa­
bırlı kadınmış... •
Paul Venner, ona yan yan bir baktı ve, bir şey söyliyecek­
miş de sonra va:zıgeçmiş gibi yutkunaraik başını öbür yana çe­
virdi. Bu hareketinde, «Seninle konuşan y-0k. der gibi bir eda
da vardı.
Yaşlı arkadaşına döndü. Kaşlarını kaldırarak, sözlerine şa­
şırmış gibi bir tavır takındı:
- cNe söyledim ki?• dedi. «Bilinmeyen bir şey mi söyle·
diklerim? Cümlealem biliyor... •
Mahsus biraz müphem konuşuyor gibiydi: Merak etsinler,
sorsunlar da o da daha uzun uzun anlatsın; onu istiyordu.

26
George bunu anlamıştı. Ona takılmak fırsatını bulduğu
için sevinerek, alaylı alaylı güldü:
- cNeymiş o, cümlealemin bildiği? Ayıp değil ya, baik
ben bilmiyorum. Anlat da biz de öğrenelim.•
Dr. Venner, cevap vermeden, dönmüş, ona kızgın kızgın
bakıyordu.
George Thorogood, pek mühim bir mesele konuşuyormuş
da bir noktayı pek merak etmiş gibi, bu sefer de Richard
Drewett'e döndü:
- cSiz biliyor musunuz, Doktor Drewett?• diye sordu.
Fhtiyar doktor, ne konuşulduğunun sahiden farkında de·
ğilmiş gibi, dalgın dalgın pencereden dışarı bakıyordu. Georıge'­
nin ona birşey sorduğunu neden sonra farketti. Birdenbire ona
doğru döndü:
- cNeyi biliyor muyum, Doktor Thorogcod?•
George Thorogood, piposunu eline a l ıp, arkaya doğru kay­
kılarak, gevrek bir kahkaha attı.
Sonra, Doktor Venner'in taklidini yaparak: cCümlealemin
bildiğini!• dedi. «Demek siz de bilmiyorsunuz?,.
Bunu, kaşlarını kaldırıp başını dikerek, aşırı ve yapmacık
bir merakla sormuştu. Sonra, daha şaşkın bir tavır takındı:
- cBen bilmiyorum, .siz bilmiyorsunuz... Peki ama, kim
biliyor?•
Son sözleriyle beraıber, ağır ağır Paul Venner'e doğru dön­
müş ve sözlerinin sonuna bir nokta koyar gibi gözlerini on:ı.
dikmişti.
Paul Venner, elleri ceplerinde, ileriye doğru hafifçe hamle
ederek, onun üzerine atılır gibi yaptı:
- «Herkes biliyor!:& diye bağırdı.
Dr. Thorogood onun damarına basmakta devam etmek ni·
yetindeydi. Yine bilmemezlikten gelerek: cNeyi?• diye sordu.
Paul Venner'in ona öfkeli öfkeli bakışına karşı, hiç ôralı
olmayarak, sakin bir tavırla tekrar etti:
- «Herkes neyi biliyor?•
Dr. Venner, aç;.k konuşmak zorunda kaldığına bir yandan

27
üzülüyormuş, 1bir yandan da seviniyormuş gibi bir tavırla, dö­
nüp pencereye doğru gitti:
- cHizmetçilikten yetişme olduğunu!,. dedi.
Sonra dönüp odanın ortasına geldi. Dr. Drewett'e bakarak
devam etti:
- «Evet, hizmetçilikten yetişme. Yirmi yıl Blackton Home
hastanesinde hade,melik etmiş. Ondan sonra, talihin bir cilve­
siyle, hasta'bakıcı yamaklığına geçmiş, oradan da ilerlemiş, bu­
günkü haline gelmiş. Bunu söylemek mi kabahat?
Dr. Drewett: cE, değil mi ya?> dedi. «Bunu yüzüne karşı,
hem de bizim yanımızda söylediğin için sana teşekkür edecek
değil herıhaMe. Kolay kolay unutmaz bunu. Bak haberin ol­
sun!"
Dr. Venner, omuz silkerek: cPöh!» diye bir güldü.
- «İstediği kadar unutmasın. Umurumda mı! Ondan mı
korkacağım? Ne yapabilir \ki! Yalnız... ,.
Venner burada alaylı bir hal takındı. Dudaklarını büzüp
gözlerini açarak, başını salladı:
- «Yalnız, bir şey yapaibilir: Öğleyin aç kaldığımı biliyor
ya bugün, mahsus ikindi kahvaltımızı her zamankinden geç çı­
kartır. İşte, bakın bunu yapaıbilir!,.
Dr. Drewett: «Başka gün belki ama,» dedi, «bugün yapa·
maz.,.
George bunu Venner'den daha çok merak etmişti. Onun
sormasına kalmadan, hemen atıldı:
- "Neden?,.
Dr. Drewett, bu kendini-beyenmiş delikanlıya hiç ehemmi­
yet vermiyormuş gibi, Venner'e dönmüş, devam ediyordu:
- «Bugün, bilakis, kahvaltıyı her zamankinden daha erken
çıkaracaktır.,.
Dr. Venner, gözleriyle «Neden?» diye sorar gibi, baktı.
Yaşlı dcıktor, yılların verdiği tecrübeyle her şeyi çok iyi bi­
len, olacağı önceden sezen bir kimse haliyle, gülümsedi:
- «Gelecek olan yeni arkadaşımızın şerefine!,. dedi. «Gö­
receksiniz bakın: Başh2mşiremiz bize bugün mükellef bir ikindi

28
kahvaltısı hazırlatacak. Hem de, saatini öyle bir ayarlayacak
ki, hastanemizin yeni doktoru, kapıdan içeri adım attığı esnada,
bu müstesna ve muteber sağlık yurdu mensuplarını güzel bir
kahvaltı sofrası başında bulacak. Bilirsiniz, Başhemşire Hanım
gösterişi pek sever.»
George Thorogood, söyliyecek bir şey bulamamış, şaşkın
şaşkın dinliyordu. Piposundan, daha uzun nefesler çekip bol du­
manlar püskürtüycr, dumanlanan gözleriyle dalgın dalgın ba
kıyordu.
Paul Venner, gözlerini hafifçe kapayarak, alaylı alaylı gü­
lümsedi:
- «Bilirim,» dedi, «hele Başhekime yaranmak fırsatını hiç
kaçırmaz. Öyle değil mi, George?ıo
George Thorogood, Dr. Drewett'in açıktan açığa Venner'in
tarafını tuttuğunu görmüş, arkadaşına hücumdan vazgeçmişti.
Hiç sesini çıkarmadı.
Paul Venner, bir cıgara yakıp, geldi koltuğa çökercesine
oturdu. Şimdi, kendine daha fazla güveni gelmiş gibi bir hali
vardı. Sanki çetin bir savaşa girmek üzereydi de kazanacağı ba·
şarının şimdiden tadını çıkarıyordu. Tatlı tatlı gülümserken
gözlerinde kıvılcımlar yanıp söndü.
Sonra, birdenbire durgunlaştı. Hatta, kaşları belli-belirsiz
çatıldı:
Dr. Drewett'e dönerek sordu:
- cNe zaman geliyormuş o kadın?.
Venner'in, hastaneye yeni gelecek bir kadın meslekdaştan
«O kadın• diye, böyle, alay eder, küçümser, hatta aşağılık gö
rür gibi bahsedişi, George'yi kızdırmış gibiydi. Başka zaman
olsa, böyle şeylere dikkat etmezdi; doğrusu aranırsa, nezaket
ve terbiye bahsinde Paul Venner'den daha yüksek numara ala·
cak bir insan değildi ama, şimdi ona çatacak fırsat aradığı için,
bu sözler kulağını tırmalamış, zihnini harekete getirmişti. Yal­
nız, deminki saldırganlığını artık kaybetmişti, yine hiç sesini
çıkarmadı; yan yan bir bakmakla kaldı.
Dr. Drewett de Venner'in soruşundaki o küstahça edaya
şaşmış ve kızmış gibiydi. Hemen cevap vermedi. Delikanlıya
ş öyle bir baktı. Sonra, ayağa kalktı, ellerini ceplerine sokup
pencereye doğru gitti.
Ancak o zaman cevap verdi:
....:_ "Üçte bir tiren geliyor ya, ondan çıkacakmış. Başhekimle
hanımı da zaten Parchester'e iniyorlarmış. O saatte istasyondan
karşılayacaklar, otomdbillerine alıp getirecekler. •
Venner, kendi kendine güler gibi hafifçe gülümseyerek ba­
şını salladı:
- «Güzel! Demek bayan doktorlara ittbar pek fazla.•
Sonra, yine, canı birşeye sıkılmış gibi, kaşları çatıldı. Ayağa
kalktı. Külü hayli uzayan cıgarasını parmaklarının ucuyla ağ ·
zın dan ahp havada tutarak, gitti masanın üzerindeki t abloya
bastırdı.
Gelip yine yerine oturmak üzereyken kızgın kızgın bir iç-ini
çekti :
- «Buraya d a bir kadın d oktor geliyor demek ... B unu dü
şündükçe.. . •

Sözünün arkasını getirmeden sustu:


- c Söy lemiyeyim daha iyi,• der gibi bir hali vardı.
Dr. Drewett onun zihninden geçenleri anlar gibiydi ama,
anlamamazlıktan geldi. Gözlerini kısıp sinsi sinsi gülümseye­
rek takıldı:
- «Kendine bir aşk macerası çıkacak diye seviniyor mu­
sun yoksa?. . •

O daha lafını tamamlamaya kalmadan Dr. Venner caşk ma­


cerası• sözünü duyar duymaz parladı:
- c Ne münasebet! Sevinmek şöyle dursun, aklıma geldikçe
tüylerim ürperiyor.•
Dr. Drewett : cNeden?,. dedi.
Bakışlarında genç meslekdaşını çok sevmekle beraber, bazı
huylarını, düşüncelerini beyenmediğini açıkça gösteren bir hal
vardı.
Paul Venner ona : « Aşkolsun!> der gibi haktı.
Sonra: cBunu siz bari sormayın, Dr. Drewett,ıı dedi. cKadın

30
kim, döktorluk kim! Bıraksınlar da bu gibi işlerle biz uğraşa­
lım, onlar gitsinler süslenmelerine, eğlenmelerine baksınlar.>
Epeydir lafa hiç karışmadan köşesinde oturan George Tho­
rogood, burada şöyle bir doğruldu. Arkadaşlarının yok yere te­
laşlanmasına, endişelenmesine acıyormuş gibi bir tavırla: cMe­
rak etme, canım,• dedi, cıbelki senin korktuğun gibi değildir.>
Venner, birdenibire c na doğru dönüp öfkeyle: « Ne korka­
cakmışım!• diye bağırdı. c Ben sen değilim, yeni gelen biri elim­
den ekmeğimi alacak diye korkayım.. . •
·
Daha söyılenecekti, Dr. Drewett araya girerek susturdu :
- «Bırakın şimdi atışmayı, çocuklar. Aramıza yeni bir ar ·
kadaşın katılmak üzere olduğu şu sırada eski arkadaşlık ve dost­
lukları bozmayalım.•
Dr. Thorogood, yaşlı meslekdaşın azarını yalnız Venner'in
üzerine yığmak için kendini kenara çekti:
- cBen bir şey demedim ki. Paul Venner biraderimiz bi­
razdan müşerref olacağımız bayan arkadaşımızdan yana biraz
pirelenmiş gibi görünüyordu da onu avutmaya çalıştım.•
Georıge TI:ıorngood burada Venner'e doğru döndü:
- cHem sonra, ne biliyorsun: Belki de değerli bir arkadaş­
tır? Şöyle, orta yaşlı, gerek h ayatta, gerek meslekte görmüş,
geçirmiş bir doktor hanım hastanemiz için pek de faydalı ola­
bilir. Hopewell Towers Hastanesinin şanı ve şerefi, mensupları­
na iftihar vesilesi olduğu ,gi!bi, böyle bir doktor da bu çatı al·
tında pekala tam yerini bulmuş olur. Yadırganacak bir şey göre­
miyorum ben bunda...•
Pek uzun ve tumturaklı bir nutuk başlangıcına benzeyen
bu sözleri öteki iki doktorun genci de, yaşlısı da, daha ortasın­
dan sonra , dinlememeye başlamışlardı, hatta aralarında başka
bir şey ko nuşmaya hazırlanır gibiydiler.
Fakat, George bırakmadı, daha kuvvetli bir sesle devam
etti:
- «Şu da var ki, gelecek o bayan arkadaş her kimse, bura­
da temelli kalacak değil. Biliyorsunuz: Sargent'in yerine geli­
yor, onun izni biter bitmez yine gidecek. Bunun için, kendisini

31
bir misafir saymalıyız, ufak-tefek kusurları olsa bile aldırma­
malıyız. Hem, dediğiniz gibi, kadın: bu latif ve zayıf cinse karşı
nezaket, tahammül ve müsamaha göstermek erkekliğin şanın·
dan değil midir?•
Venner'le Drewett, onun yeniden söze başlaması üzerine
durup dinlemişılerdi ama, sonradan yine başlarını dönmüşler·
di. Aralarında konuşmaya başladılar.
Drewett : c: İskoçyalıymış, değil mi?» diye sordu.
Venner: « Evet,• dedi, « kızıl saçlı, sıska, çiyan gibi birşey­
dir muhakkak. Daha görmeden, görmüş gibiyim.•
Sonra, bir durdu; acayip bir hal takınarak, İskoç ağzıyla,
kadının sözde taklidini yapmaya başladı:
- «Z aturreye garşı yahı gullanıyır mısınız, tohtor?•
Dr. Drewett, ayıplıyormuş gibi, yan yan bir baktı.
Venner, çok iyi bildiği bir şeyi iddia eder gibi, başını sal-
ladı:
- « Ben bilirim bunları,> dedi.
Richard Drewett: «Bakıyorum İskoçyalıları hiç s evmiyor­
sun,,, dedi.
Dr. Venner' birşey söyliyecekti, bu sırnda bir ses oldu. Dö·
nüp baktılar:
George Thorogoo d vinçester şişesinin mantarını açmıştı.
Şişenin içinde süt-ıbeyaz bir karışım vardı.
Dr. Thorogood, şişeyi eline a:lmış, aydınlığa doğru tutup ba­
karken: «Aferin bana, doğrusu• diyordu. « Mükemmel olmuş.•
Dr. Venner, cnun kendini - beyenmişliğine bıyık altından
gülerek: «A! efüette,» dedi. « Bayımız 'büyük bir !bilgin! O yap­
m ayacak da böyle şeyleri, biz mi yapacağız!•
George duymamazlıktan geldi. Kaşlarını çatmış, başka bir·
şey düşünüyor gibi görünmeye çalışıyordu:
- « Bir mesele var,• dedi. «Bunu halletmeliyiz.•
Dr. Drewett merak etmişti :
- « Ne o?" diye sordu.
- «Ecza ve ilaçlar işinde haksızlık oluyor. Birimiz çok alı-
yor, ötekine az kalıyor. Bu böyle olmaz!,.

32
Venner, yeni bir çekişme başlıyacağı için sevinmiş gibi,
keyifli keyifli gülümsedi:
- cYa, nasıl olur�>
- «Dağıtma işini biri eline almalı. Herkese hakkı neyse
onu vermeli. Böylece, ecza ve ilaçların boş yere harcanması,
havaya gitmesi de önlenmiş olur. •
Dr. Vanner, bunda kendine taş olduğunu anlamıştı:
- cKimi kasdediyorsun yani?> diye hiç çekinmeden sordu.
George Thorogood da, açıkça cevap verdi:
- cSeni ! İnkar edebilir misin? Geçen gün Glyster'den ge­
len üç litre eter ne oldu ?:o
Venner : cGünahımı alıyorsun, George!» dedi.
Geor:ge Thorogood duraladı. Yanılmış mıydı acaba? Arka­
daşının yüzüne uzun uzun baktı, sonra piposunu yeniden diş­
lerinin arasına sıkıştırdı:
- «Bilmem vallaha,:t diye söylendi, «O üç litre eteri de
senin şu baş belası denemelerinde kullandın sandım da.•
Şişeyi kaldırdı, masanın üstünü topladı, kapıya doğru yü-
rüdü.
Tam çıkmak üzereyken, Venner arkasından seslendi :
- «Eteri ben aldım, ben ! •
George dönüp: cSenlen başa çıkılmız ki ! . diye homurdan-
dı.
Kapıyı hızla kapayıp gitti:

EORGE Thorogood odadan çıktıktan sonra bir-iki dakika


G sessiz geçti.
Dışarıda hava kararmaya başlamıştı. Kar sıkı s�kı atıştır­
dıktan s·onra dinmiş, ortalığı akla karanın zıtlaşmasındaki kor­
kunçluğu iyice açığa vuran bir aydınlık - karanlık renk ayrıl ·
ması kaplamıştı. B acaların, damların karaltısı köşelere biriıkmiş
karların beyazlığı yanında büsbütün kara görünüyor, karların
beyazı onlara nisıbet gözleri kamaştırıyordu.
Bir an, ikisinin de gözleri pencereden dışarı daldı.

Sabah Yıldızı : 3 33
Sonra Dr. Drewett, birdenbir� aklına gelmiş gibi: •Foster
bugün nasıl?.. diye sordu.
Dr. Venner: cBedenen durumunda değişiklik yok,• dedi.
« Biliyorsunuz: Kalbi çok zayıf. Fakat, ruhan fevkalade bir iyi­
ye doğru gidiş var.•
Paul Venner burada birdenbire heyecanlandı. Gözleri par­
lamış, yanaklarına i çten içe aydınlanmış bir renk gelmişti:
- c Evet, fevkalade,• diyordu. cİlacın mikdarını çoğalt­
tım. umduğumdan da iyi bir netice aldım.•
Okadar heyecanlıydı ki, farkında olmadan yerinde doğrul­
muş, dimdik oturuyordu. Yüzü baştan başa değişmiş, adeta baş­
ka bir adam olmuştu. Biraz önceki o, her işin alayında, kimse­
de!1 pervası olmıyan delikanlının yerinde şimdi, kendini büyük
bir davaya vermiş, b ütün varlığını buna bağlamış, uğrunda
herşeyi göze alabilecek bir adam vardı.
Gelmiş, yaşlı doktorun ellerine sarılınl§; .. nu benim için
ne büyük bir sevinç, bilemezsiniz,> diyordu. cGünlerce düşün�
dilin , en sonunda cesaret gösterdim, formülü değiştirdim: Yüz­
de - bir yerine yüzde - iki di-sodyum fosfat koydum.:. Betra ·
zolun kuvveti de, tesiri de bir kat arttı. .. •
Bu sırada dışarıdan bir otomobil sesi geldi.
İki doktor birbirine bakıştı.
Sonra, Dr. Drewett omuz silkti:
- •Bize ne!• dedi.
Konuşmalarına devam etmek istiyordu:
- « Demek Foster'i iyi edebileceğini umuyorsun, öyle mi?•
diye sordu.
Paul Venner, heyecanla: « Edebilirim, Doktor Drewet,,. dedi.
cYalnız sade bana bağlı bir iş değil ki bu. Hastada, iyi etmeye
benim gücümün yetmiyeceği daha başka bozukluklar da var .• ·

Venner, burada biraz durdu. Neler yapabilec eğini kafasının


içinde toparlıyormuş gibiydi.
Sonra, yine heyecanlandı. Birdenbire ayağa fırlayarak, ce-J
binden bir anahtar çıkardı, laboratuvarın kapısına doğru atıldıl
- cBakın, size gösteteyim, • diyordu.

34
Bu sırada George Tıhorogood içeri girdi. Paul Venner'in
laboratuvara doğru gittiğini görünce, onu durdurmak ister gi­
bi, heyecanla atıldı, boğuk ve kısık bir sesle bağırdı:
- •Geldiler ! ,.
Dr. Venner, eli kapıda, durdu. Ne yapacağını şaşırmış gibi
bir hali vardı. Sonra, elini ağır ağır kapıdan çekti, anahtarı ce­
bine attı. Geri döndü, orada, bekler gibi, durdu.
Dr. Thoroıgood, verdiği haberin onlar üzerinde nasıl bir te­
sir bıraktığını merak ediyormuş gibi, ibir Venner'e bakıyordu,
bir Dr. Drewett'e. Venner, sakin ve lakayıt görünmek istiyor­
du ama, büyük bir merak ve heyecan duyduğu halinden bel·
liydi. Yaşlı doktor ise, hayatta hiÇ'bir zaman beklenmedik bir
şeyle karşılaşmıyacağına emin, tecrübeli kimselerde olduğu
gibi, gayet sakin duruyordu. Thorogood'un verdiği haıberi duy­
mamış gtbi, ona 13.kayıt bir tavırla bakıyordu.
George Thorogood, ikisinden de b ekl ed iği heyecanı göre­
meyince, onları küçümser ve içinden alay eder gibi bir tavırla,
başını çevirdi, gitti, bir köşede durdu. Boyunbağını düzeltti,
pantalonunun arka cebinden ufak bir tarak çıkararak, saçlarını
çabuk çabuk taradı, ceketinin önünü ilikleyip kendine bir çeki·
düzen verdi, beklemeye başladı. Gözü kapıdaydı.

API birdenbire açıldı.


K Önden Başhekim Dr. Edgar Bragg girdi, arkadan bir genç
kız göründü.
Onu görünce, odadakilerin üçü de şaşırakaldılar. Birini
beklediklerini unutmuş gibiydiler: Hiç şüphesiz, bekledikleri
ve, gelecek diye, biraz da korktukları maıhlılk 'bu kız değildi.
Kendi kendilerine ve birbirlerine: cBu da kim?,. der gibi bakı ·
yorlardı.
Dr. Bragg, azametli bir tavırla durdu, heı:fbirine ayrı ayrı
baktı. Hafifçe gülümsüyor, ahbapça bir hal takınmaya çalışı­
yordu.
Elli, elli iki yaşlarında, tıknaz bir adamdı. Şakaklarına bi­
rer pençe ak düşmüştü ama, yanaklarının alı ona yine bir genç

35
hali veriyordu. Gülerken gözlerinin ve dudaklarının etrafında
beliren kırışıklar ciddi bir tavır alınca gerilip kayıb oluyordu.
Çok a ğırbaşlı, hatta yeni nesle göre eski zaman tarzı giyin­
mişti : Ayağında çubuklu pantalon, üstünde kuyruklu ceket,
kolalı devrik yaka, siyah bir plastron boyunbağı. Sert kolalı
koUukları da ceketinin yenlerinden bir karış dışarı çıkmıştı.
- c.Merhaba, baylar,» diye, hepsini !birden selamladıktan
sonra, askervari, sert ve tutuk iki adımla, geriye gidip kenara
çekildi. Eliyle geniş bir çember çizerek, onları yeni gelene ta­
nıttı:
- «Birlikte çalışacağınız arkadaşlar, Doktor Hanım.,.
Bu genç kızın doktor olduğunu - nezamandan beri merak
ve endişeyle bekledikleri «yeni gelecek doktor" olduğunu - öğ­
renince ötekilerin üçü de okadar şaşırdılar ki, şaşkınlıklarım
belli etmekten bile kendilerini alamadılar.
Hele Dr. Ven ner öyle derin bir sarsıntı geçirmişti ki, elin-­
de olmadan, rüya görüyormuş da silkinip uyanmak istiyormuş
gibi, başını sallayarak gözlerini kırpıştırdı.
Karşısındaki bu genç kız, hayalinde canlandırdığı o cİs­
koçyalı kadın doktor• dan öyle uzaktı ki! Her bakımdan tam
tersiydi.
Bir kere, çok gençti: Yirmi bir, yirmi iki yaşında var-yok·
tu. Sonra, çok güzeldi Son derece güzel, fevkalade güzel bir
kız... Pembe-ıbeyaz bir ten, altı n sarısı saçlar, berrak mavi
gözler... Öyle bir güzellik ki, ne sözle anlatılır, ne renkle, çiz·
·giyle ... Tarife, tasvire, hatta tahayyüle bile sığmayan bir şey
vardı bu kızda: hem cana yakın, sıcak bir hal; hem de bu dün­
yadan değilmiş gibi, ilahi, esiri bir üstünlük. Yere inmiş bit
melek denilebilirdi.
Arkasında lacivert bir kostüm vardı. İçine erkek gömleği ·
ni andırır, · sade bir beyaz gömlek giymişti. Eldiveni, ayakka
bısı gayet sade, öyleyken yine de zarifti. Yeri incitmekten bile
korkar gföi, ayaklarının ucuna basa basa girmiş, bir tüy konar
gibi, hareketsiz ve sessiz durmuştu.
Dr. Bragg'ın sözlerini, dikkatle bakarak ve hafifçe gülüm-

36
seyerek dinliyordu. Gözlerinde bu yabancı yeri, bu yabancı
insanları hiç de yadırgamamış gföi, sıcak bir bakış, içten gel­
me bir seviniş ı�ıldıyordu. Kendine olan güveninden kuvvet
bulduğu gibi, başkalarına da bu kaynaktan bol bol sunmaya
hazır bir hali vardı.
Başhekim ona yeni arkadaşlarını birer birer tanıtıyordu:
- « Doktor Drewett ... müessesemizin en kıdemli ve değerli
bir rüknü. Yaşça olduğu kadar, bilgi ve görgü bakımından da
hepimizden hayli ileridir... »
Dr. Drewett bu iltifata teşekkür eder gibi, gülümserken
kız, gayet nazik ve samimi bir tavırla selam verdi:
- «Müşerref oldum, efendim,• dedi.
Edgar Bragıg, sol tarafa doğru dönerek George'yi gösterdi:
- «Doktor Geol'ge Thorogood... Yeğenimdir. Bunu göğ-
süm kaıbararak söyliyebilirim, çünkü o da benim gibi, «sağ­
lam kafa s<ı.ğlam gövdede bulunur• sözünün doğru olduğuna
inanmıştır: Tenis takımımızın kaptanıdır. Sanatı da sever: Der­
neğimizin korosunu idare eder. Hoş çocuktur da, ayrıca! »
George Thorogood, dayısının bu pohpohlayıcı sözlerinden
son derece memnun olmuştu. Bu heyecanla, ileri dcğru atılarak,
elini uzattı:
- « Hoş geldiniz,,. dedi .
Genç kızın elini biraz hoyratça ve uzun uzun tutarak sıktı.
- •Hoş bulduk, efendim, memnun oldum.»
Kızın bunları söyleyişinde o kadar ciddi ve ağırbaşlı bir
hal vardı ki, laübaliliğe hiç gelmiyeceğini ilk ve son defa an­
latır gibiydi. Delikanlının ne küstah bir şey olduğunu sezmiş
de onun ileri doğru atabileceği adımlara daha şimdiden set
çekmek istiyor denebilirdi.
Dr. Bragg, en sona Venner'i bırakmıştı. Tanıtma işinin ilk
heyecanı tavsayınca, onun ancak adını söylemekle kaldı:
- ·Doktor Venner.•
İşin tuhafı, Başhekimin böyle hiç değer vermiyormuş gibi
davrandığı genç doktora kız daha büyük bir yakınlık gösterdi:

37
- cMemnun oldum, Doktcr Venner, ,. diyerek elini uzatır­
ken gözlerinin içi gülüyordu.
Dr. Bragg'ın kaşları çatılırken Venner gülümsememek için
kendini zor tuttu. Dr. Drewett de bu küçük sahneyi kaçırma ·
mıştı, bıyık altından gülüyordu.
Başhekim, kendini toparlayarak, yine neşeli bir tavır ta­
kınmaya çalıştı. Hepsine birden dönerek ve gözlerini daha çok
yeğeninin üzerinde durdurarak, bu sefer de onlara yeni ar­
kadaşlarını tanıttı:
- «Doktor Mary Murray arkadaşımız hastanemizde bir
müddet için çalışacak. Umarım ki kendisi bizde çok iyi hatı­
ralar bırakacağı gibi, biz ve müessesemiz de kendisi üzerin­
de... •
Edgar Bragg, nutuk verir gibi, tuttumnuş, bir takım �l,
kol hareketleriyle ve gittikçe yükselen bir sesle konuşurken,
kapı vuruldu, cevap gelmesini beklemeden açıldı: Önden Baş­
hemşire göründü, arkasından da .Jennie.
Dr. Bragg, sözünü yarım bırakarak hemen kapıya doğru
döndü:
- «Tam zamanında gelirsin, Fanny Hemşire. Sizi tanıştı·
rayım: Doktor Mary Murray. .. Başihemşiremiz Fanny Lee­
ming."
Mary, ölçülü bir saygı göstererek: «Memnun oldum, efen­
dim.• derken, Başhemşire elini, sanki lutfen veriyormuş gibi
uzattı ve ağzının içinde: « Safa geldiniz, ,. diye mırıldandı.
Dr. Bragg onu da biraz pohpohlamak lüzumunu duymuştu:
- • Başhemşiremiz, bizim sağ kolumuzdur. Eksik olmasın,
müessesenin yükünü hafifletmekte bana büyük bir yardımcı­
dır.•
Fanny Leeming, Başhekime ne kadar kul-köle olduğunu
gösterebilmek iı;in böyle bir fırsat çıktığına sevinerek, hemen
atıldı:
- cİltifat buyuruyorsunuz, efendim. Bu müessesede ve
emriniz altında çalışmak bendeniz için paha biçilmiyecek kadar
büyük bir şereftir. >

38
Dr. Bragg, birdenbire ciddi bir tavır takınarak, Mary Mur­
ray'a döndü :
- «Hakikaten, Doktor Murray, hastanemizin bütün İnıgil­
terede müstesna bir mevkii vardır. Bir kere, teşkilat ve teçhizat
bakımından son derece mükemmeldir. Sonra, Belediyeyle olan
ilgimiz dolayısiyle - ıbilmem biliyor musunuz: Ben Belediye
Meclisi Ba.şkanıyundır aynı zamanda - evet, bu bakımdan da
hastanemizin bir üstünlüğü vardır: Belediye'ye başvuran bir­
alay fakir hastaya biz kapılarımızı açıyoruz. Böylece, elimizden
türlü çeşit hasta geçiyor. Neticede hastanemizin hizmetleri çok
geniş bir sahayı kapladığı gibi, burada çalışanlar da başka mes­
lekdaşlarından daha çok bilgi ve görgü kazanmış oluyorlar. ..
Dr. Bragg, b u nutuk gibi sözlerden karşısındakilerin canı
sıkıldığını farketmişti. İşi şakaya vurmak istiyerek, güldü:
- • Hastanemizin başka bir hususiyeti daha vardır: Biz
burada başlı-başına bir memleket, lıir devlet gföiyiz: Sebzemi­
zi, yemişimizi kendi bahçemizde yetiştiririz; yağımızı, yumur­
tamızı kendi hayvanlarımızdan alırız ; yerin dibine ikiyüz, üç­
yüz metreye kadar inen artezyen kuyularımız vardır ... >
Bu sözlerinin de, beklediği tesiri uyandırmadığını görünce,
kızmış da birşeyden vazgeçmiş gibi bir halle, birdenbire ciddi­
leşti:
- «E, sa.at beşte odamda beklerim sizi, Doktor Murray.
Şimdi Başhemşiremiz size odanızı göstersin.>
Mary Murray: «Teşekkür ederim, efendim,,. dedi. Sonra,
Başiliemşireye döndü: «Kahvaltıdan önce elimi, yüzümü yıkamak
isterdim. Yolda toz, toprak içinde kaldım.>
Fanny Leeming hiç cevap vermedi. Doktor hanımın öne
düşmesini bekliyormuş, fakat ona bir saygı göstermek zorunda
kaldığı için canı da sıkılmış gibi bir tavırla, hafifçe kaşlarını
çatarak, suratını asarak, öyle duruyordu.
Dr. Mary Murray, şaşkın şaşkın, adeta sendeler gibi, sağ­
daki kapıya doğru gitti.
Dr. Venner, orada, kapının pervazına yaslanmış, sert sert
bakıyordu. Başhekimin sözlerine karşı duyduğu hiddet ve nef·

39
ret, yüzünden hala silinmemişti. Bu sert bakışları şimdi Dr.
Murray'a dikmiş, ona geçit vermek istemez gfüi bakıyordu.
Kız, ta yanıbaşına kadar geldikten sonra, paylar gibi bir
sesle: «Buradan değil!• diye bağırdı.
Mary Murray yanlış kapıya gittiğini ozaman anladı.
Birdenbire irkilerek, olduğu yerde kalakalmıştı:
- c Afedersinz,,. diye kekeledi.
Sonra dönüp, etrafındakfü�rden yardım diler ve çıkacağı
kapıyı arar gibi bakındı.
Başhemşire, durmuş, onun bu zavallı halini görmekten bü­
yük bir zevk alıyormuş gibi, dudaklarında sinsi bir gülümseyiş
le, öyle, bakıyordu. Nihayet, acımış da yardıma karar vermiş
gibi bir halle, kapıya doğru işaret etti ve bu sefer, onu bekle ·
meden, kendisi yürüdü. O önde, Dr. M urray arkada, çıktılar.
Bütün bunlar olup biterken, J ennie
kahvaltı sofrasını ha­
:.. .u.)amakla me�uldü. Hep önüne bakıyor, etrafıyla hiç al�kada:
olmıyordu ama, kulağının onlarda olduğu da belliydi. Ara-sıra,
söylenenlere içinden güldüğü, yüzünün değişen çizgilerinden
okwıuyordu.
İşini t amamlayınca o da çıktı.
Ozaman, Dr. Bragg, ciddi bir t avırla , Drewett'le Thoro­
good'a doğru döndü:
- « Bizim kusurumuza bakmazsınız, değil mi?• dedi.
Sonra, ağır ağır gidip, Dr. Venner'i hafifçe kolundan tuta­
rak, bir kenara çekti.
Bunu görünce, Dr. Drewett, yine, masasına kapanarak, is­
kambil falına koyuldu. Dr. Thorogood da, başını önüne eğdi, pi­
posunu temizler gibi yaptı ama, kulağı onlardaydı: c Ne konu­
şacaklar acaba?,. diye merak ediyordu.

ENNER, Başhekimin onu, böyle, bir kenara çekmesine hiç


V de kızmış gi:bi görünmüyor, hatta: cBirşey söylese de
karşılığını versem!• diye bekliyormuş gibi, biraz da memnun
olmuşa benziyordu.
Başhekim, haline daha sert bir eda vermeye çalışıyordu.

40
cTeşhis ve tedavi defterlerinin yazılması bitti mi, Doktor Ven­
ner?" diye sordu.
Paul Venner, lakayıt bir tavırla : «Hayır, efendim, daha bit­
medi, • diye cevap verdi.
Edgar Bragg, kaşlarını kaldırıp gözlerini açarak, şaşar ve
kızar gibi sordu:
- cNiçin bitmedi?»
Venner yine o sakin ve kaygısız halini hiç bırakmadı:
- «Vaktim olmadı.•
Başhekimin öfkesi gittikçe artıyordu:
- «Vaktim olmadı, ne demek! » diye bağırırken, sesi pek
kısık ve boğuk çıktı. Sonra, kendini toparlıyarak, daha düzgü.-ı
bir sesle devam etti: cVakit bulmalıydınız. Müessesemin yıllar ·
dır sürüp gelen adetlerini sizin manasız hevesleriniz yüzünden
feda edemem, Doktor Venner, anladınız mı?•
Paul Venner. ne c evet,• dedi. ne chayır•. Put gibi duruyor­
du. Dr. Bragg onu uzun uzun süzdü. Sonra, yine kaşlarını çattı.
Genç doktorun bir kusurunu daha yakalamış olduğu için mem­
nundu:
- cBugün niye tıraş olmadınız?,. diye sordu. «Yoksa ona
da mı vakit bulamadınız?•
Dr. Venner onun beklediği ceva:bı vermedi.
Yine, ciddiyetini hiç bozmadan: «Kimi gün elime usturayı
almaktan korkuyorum da, ondan,• dedi.
Edgar Bragg, alaylı alaylı güldü:
- «Boynunuzu kesmekten korkuyorsunuz, öyle m i?•
- «Hayır, sizin boynunuzu keserim d iye korkuyorum.•
Başhekim, bunun üzerine, kendini büsbütün kaybetti :
- «Artık çok oluyorsunuz, Doktor Venner!. diye haykırdı
ve üzerine yürüyecek gibi oldu, kendini zor tuttu. Gözleri yu­
valarından dışarı uğramış, öflı:: eden yüzünün her adalesi ayrı
ayrı oynıyor, dudakları titriyordu: «Bakın, tekrar söylüyorum :
Ceketinizi giyin, kendinize çeki-düzen verin, ve bu hastaneye
yakışır şekilde hareket edin. İşte okadar! •
Paul Venner, hafifçe öksürerek, alay eder gibi güldü:

41
- « G elin, bir bahse girişelim: Benim, gömlekle ve kollarım
sıvalı olarak, altı ayda iyi ettiğim hastalar, sizin böyle iki dir­
hem bir- çekirdek, giyimli olarak altı yılda iyi ettiklerinizden
· çoktur. Ne dersiniz?,,
Başhekimin bu açıktan açığa alaya büsbütün kızıp köpür­
mesi beklenirdi. Fakat, karşısındakine, taşi gediğine koyacak
bir cevap vermek fırsatını bulduğunu düşünerek, kızmak te­
nezzülünü göstermedi.
Gayet soğuk bir halle: «Bahse girmek adetim değildir, Dok­
tor Venner,• dedi. «Yalnız, bildiğim birşey varsa, o da şu ki, iyi
etmeyi kendi üzerinize aldığınız hastanız gün geçtikçe kötüle­
şiyor. Hele bu hafta durumu birdenbire öyle tehlikeli bir hal
aldı ki, ben sizin yerinizde olsam, kahrımdan ve utancımdan ne
yapacağımı bilmem.»
Başhekim bunları söylerken, Dr. Venner, vereceği cevabı
çoktan hazırlamış olmanın h a zzıyl a, için için gülüyordu. Son
cümlesini tamamlamasını da bekledi.
Sonra başını iki yana sallıyarak, gülümsedi:
_ . __
- cFoster'in durumunda hiç de endişe verecek bir hal yok·
tur.»
Edgar Bragg, yine şaşmış gibi, gözlerini açtı:
- . «Yok mu?>
__:: · «Yok ya.•
- «Peki, boyuna bağırıp çağırmasına, bütün hastaneyi aya­
ğa kaldırmasına ne buyurulur? Kime sorarsanız sorun, herkes
ondan şikayetçi.>
Dr. Venner, elleri ceplerinde, omuz silkerek dudak büktü:
- -.. o başka mesele,,. dedi. «Elbette gürültü edecek.•
--:- «Peki, yatıştırıcı bir ilaç verseniz olmaz mı?,.
Faul Venner, gözlerini hafifçe kapıyarak başını arkaya
attı:
- «Olmaz.,. ·

Dr. Bragg, onun ağzından lakırdıyı, böyle, zorla almaktan


bıkmış ve artık sabrı tükenmiş gibi bir halde: cNeden?ıo diye
haykırdı.

42
Dr. Venner, Başhekimin bunu sormasını bekliyormuş gibi,
birdenbire açıldı:
- « Hislerini uy uşturmak istemiyorum da ondan. Benim
bugibi hastaları iyi etmekte tuttuğum yol b unu icap ettirir. His­
lerini uyuşturmaya kalkacak olursam, kurtarmam imkansız­
laşır.»
Bc.şhekim buna da kızmış gibi görünüyordu.
Fakat, Dr. Venner, onun birşey söylemesine kalmadan, da­
ha ciddi ve azimkar bir tavırla atıldı:
- -.. M ademki hastanenizin akıl hastalıkları kısmını ben ida­
re ediyorum, Doktor Braıgg, müsade edin de ilmi bir şekilde
idare edeyim.>
Dr. Bragg, buna da yine öfkeyle cevap verecekti; fakat
tam o sırada kapı açıldı, karısı içeri girdi.
Gladys Bragg, 0tuzdört, otuzbeş yaşlarında, uzun boylu,
harikulade endamlı bir kadındı. Kapıdan içeri girişinde, ağır
ağır ilerleyişinde p€'k az kadında raslanan .bir zerafet vardı. Yü­
zünün beyaz tenini çerçeveliyen siyah saçları içten içe kızılını­
tırak harelerle yanıyor gibiydi. Uzun siyah kirpikleri, sanlti
kendisini bile yakacakmış gibi parlayan iri, parlak gözleri ört­
mek ister gibi, sık sık kırpışıyordu.
Gülümsiyerek bir kocasına baktı, bir genç doktora:
- cRahatsız ettim galiba,• d edi. •Mühim birşey konuşu­
yordunuz?•
Dr. Bragg, karısını görür görmez değişmişti. Gözleri ışılda -
mış, öfkeden, sinirden kasılmış olan yüzü gülmüştü. Bakışların­
dan bir sevgi taşıyordu.
Ona doğru giderek, kucaklıyacak gibi bir hareket yaptı.
Sonra durdu:
- «Hayır, zarar yok, cicim,• dedi. cKonuşmamız bitmişti
zaten. Ben söyliyeceğimi söyledim.•
Gladys, kocasının genç d oktoru hayli hırpalamaya çalıştı­
ğım anlam1ş, fakat o nun da bütün ibu hücumlara kaya gibi
dayanmış olduğundan emin bir halle, Paul Venner'e d öndü:
- «Siz de bütün söyliyeceklerinizi söylediniz mi?,. diye,

43
yarı alaylı, yarı da sahiden merak ediyormuş gibi bir halle sor­
du.
Venner, ona uzun uzun baktı. Sorduğuna ceva!) vermeye
lüzum görmiyormuş gibi bir hali vardı.

LADYS, çok serbest tavırlı bir kadındı. Araya çöken sıkıcı


G havadan hiç müteessir olmadan, s alına salına odada bir
dolaştı. Gayet zevkli giyinmişti. Üzerinde koyu kurşuni bir
kostüm vardı, boynuna zümrüt yeşili bir ipek atkı dolamıştı,
ayakkapları d a yeşildi.
İlk bakışta hafif bir kadına benzetilebilirdi ama, biraz
daha derin gören bir göz onda içli bir yaradılış bulunduğunu
sezerdi. Kadın her şeyde işi alaya vurur gibi bir tavır takını­
yorsa, bu, muhakkak ki, iç alemine kapanacak olursa duyacağı
ıstıraptan kaçmak içindi.
Birdenıb ire dönerek, kolundaki uzun saplı, zembil gibi bü­
yük ve derin çantayı açtı:
- «Siparişinizi unutmadım, Doktor Venner,,. diyerek, çan­
tanın içini karıştırdı : «Yüz tane istemiştiniz, değil mi?"
Paul Venner: «Evet,,. diyerek ilerledi.
Bayan Bragg, çantasından çıkardığı büyük bir cıgara pa-
ketini uzattı:
- cBuyurun.>
Venner : «Teşekkür ederim,,. diye paketi hemen kaptı.
Gladys Hragg, yalancıktan, kızmış gihi bir halle: «A! işte
bu iyi ! ,. diye haykırdı. «Ben ne anladım bu işten? Hani benim
payım?•
Paul Venner: «Afedersiniz,,. dedi.
Sonra, alelacele, paketi açtı, bir cigara uzattı:
- •Buyurun.,.
Gladys: -:Teşekkür ederim,• diye, zarif bir harketle, elini
uzatıp aldı.
Dr. Bragg, bir kenara çekilmiş, onların bu konuşmalarını
ve hallerini kararsız bir tavırla seyrediyordu. Burada, birden-

44
bire canlanarak, hemen çakmağı çıkarıp atıldı, karısının ciga­
rasını yaktı.
Yalnız, onun cıgara içmesine pek memnun olmadığı da
belliydi. Ateş verme vazifesini yerine getirdikten sonra, çak­
mağını k apatırken, kaşları çatıldı. Sonra, kaşlarının altından,
karısına, adeta korka korka baktı:
- « Çok içmiyor musun, Gladys? Bugün yine biraz hesabı
kaçırdın gibi geliyor bana.,.
Gladys Bragg, P.ğzının içinden dumanla beraber kısık bir
kahkaha savurdu:
- «Ne münasebet! Hele Doktor Venner'in yanında böyle
bir sual o kadar �bes kalıyor ki! Günde en aşağı elli cıgara içi­
yorsunuz, değil mi, Doktor Venner? Kalbiniz nasıl dayanıyor
buna?•
Paul Venner, canı sıkılmış gibi, kaşlarını çattı, başını öbür
yana çevirdi. Cevap vermeye hiç niyeti yoktu.
Dr. Bragg, yüzünü buruşturup gözlerini kısarak : «Doktor
Venner'in kaç cıgara içtiği, kalbinin ne halde olduğu beni ala ·
kadar etmez, yavrum,,. dedi. «Hadi gel biz gidelim. Glyster'den
biri gelmiş beni bekliyor.»
Genç kadın, cilveli bir hareketle, omuz kırıp, kocasının
elinden sıyrıldı. Gözlerini süzerek, ona şöyle bir yan yan baktı:
- «Ne zaman burada biraz kalmak istesem beni hemen
uzaklaştırmaya bakarsın, Edgar. Anlıyorum , erkek erkeğe ko­
nuşmak istiyorsunuzdur belki ama, eh, ben de kadınım yani :
meraklıyımdır, bazı şeyleri öğrenmek isterim.>
Burnımu yukarı dikerek havayı koklar gibi yaptı:
- «Burada bir kadın kokusu var ... Hastanemizin kadroswı­
da boş bulunan yeri doldurmaya gelen hanım doktorun kokusu
olsa gerek. .. Nasıl bildim, değil mi?>
Etrafına bakındı. Sonra, öteki doktorları ilk defa görmüş
gibi, onlara doğru gitti:
- «Nasıl buldun yeni arkadaşını, Geoı:ıge?:o diye sordu.
Dr. George Thorogood, beyenımemiş gibi bir halle, dudak
büktü:

45
- «Çok genç.•
- «Siz ne diyorsunuz, Doktm Drewett? »
Dr. Drewett, biraz soğuk bir tavırla cevap verdi:
- cHiç bir şey söyliyemiyeceğim, Bayan Bragg. Daha yeni
tanıdım çünkü. Lehinde de söylesem, aleyhinde de söylesem, ya
lan olur. Bilirsiniz, çok yakından, çok uzun zamandan beri ta­
nıdığımız insanlar hakkındaki kanaatlerimizde bile ekseriya ya ·
nıldığımızı görüyoruz.,.
Paul Venner, birdenbire bir kahkaha koyuverdi. Hepsi
ona baktılar.
Bu sırada Jennie Hemşire, elinde tepsi, tepsinin üzerinde
dumanı tüten büyük bir çaydanlık, içeri girdi.
Dr. Brag.g, kaşlarını çatıp, ağırbaşlı ve h �kim tavırlı bir
insan haliyle, karısına doğru gitti:
- "Gel yavrum,• dedi, koluna girdi: cGidelim. Sen bir
kere konuşmaya başladın mı, uzatır gidersin. Hele bir müna ­
kaşa açilmıya görsün. Açılacağa da benziyor. İyisi mi, gel gide­
lim...•
Karısının kolundan, cBu kadın benimdir!• der gibi, sıkı sıkı
tutarak çekti, kapıya doğru yürüdüler. Gladys'in, kendini koca�
sının eline bırakmış gidişinde hem bir mazlumiyet, hem de bir
hakimiyet vardı.

ENNİE Hemşire, bütün bu olup bitenler bambaşka bir


J
alemde oluyurmuş da onu hiç ilgilendirmiyormuş gibi bir
halle, etrafındakilere hiç bakmadan, gitti çayı sofraya koydu,
sonra büfenin üzerindeki küçük gonga vurarak, hepsini kaihvaltı
sofrasına çağırdı.
Venner, o inatçı ve somurtkan halini bırakıp gülümseyerek
sofraya doğru gelirken, ihtiyar doktorla genci de, yerlerinden
ağır ağır doğruldular.
O sırada gong sesine Başhemşireyle Dr. Murray da geldiler,
kadro tamamlandı. ötekiler her zamanki yerlerine oturdular,
yeni arkadaşlarına da boş yeri verdiler. Başhemşire Fanny
Leeming yine evsahibi mevkiindeydi. Ötekileri kendi hallerine

46
bıralınnş, yeni misafiriyle alakadar oluyordu. Çayını doldurdu
şeker atmaya hazırlandı:
- cKaç tane, Doktor Murray ? •
- «İki tane, lütfen. •
Ortaya öyle bir sessizlik çöktü ki, çayın içinde şekerlerin
erime fısıltısı hile işitiliyor denebilirdi.
Hepsi, başları önlerinde, çaylarını karıştırıyorlar, gözleri­
nin kuyruğuyla birbirlerine bakıy<Jrlardı. Başhemşirenin pek
ciddi bir hali vardı. Dr. Drewett, baktığını görmez giıbi, gözle­
rini derine dikmişti. George Thorogood, genç doktor kızı pel.c
merak ediyor, fakat daha dikkatli bakmanın ayıp olacağını dü·
şünerek, a çıktan açığa bakmaya da cesaret edemiyordu.
Venner'de böyle bir çekingenlik yoktu ama, o da, hiç ilıgi­
lenmediği için bakmıyordu. Yalnız, bu kadar soğuk durmanın
yabanilik sayılacağını da bilmiyor değildi.
İlk laf açan o oldu.
Nazik bir tavır takınarak, genç doktor kıza döndü:
- cKış ortasında ne güzel hava, değil mi, efendim?•
Dr. Mary Murray , gülümseyerek başını salladı:
- «Evet, İskoçyada kışın yağmur bile güzel hava sayılır.•
Kızın çok tatlı bir sesi vardı. Konuşurken gözlerinin içi kı-
vıl-kıvıl kıvılcımlanıyordu. İnsana - ne kadar yabancı olursa
olsun - tanıdık biri gibi, onu bütün hüviyetiyle, bütün gizli ta­
raflariyle tanıyormuş gibi bir bakışı vardı.
George, birdenbire, alakasını belli etmekten artık çekinmi­
yormuş giıbi bir halle, doğruldu. Kıza hayran hayran bakı­
yordu:
- "Yolculuğunuz iyi geçti inşallah?• diye . sordu.
Mary Murray, neşeli bir gülümseyişle cevap verdi:
- cFena geçti diyemem. Yorgunluğu bir yana, yolculuk
daima eğlenceli şeydir. •
Dr. Venner, George'nin taklidini yapmaktan kendini ala­
madı:
- cPeder, valde iyidirler inşallah?•
Mary bu sinsi şakanın ya farkında olmadı, yahut farkında

47
değilmiş gibi davrandı, gayet ciddi bir tavırla cevap verdi:
- «Benim hiç kimsem yok.•
Paul Venner, sesine pek acıklı ve yanık bir eda verdi :
- «Yazık! Benim giibi, deseniz-e. Ben de öksüzüm .. »
.

Mary Murray, dönüp ilk defa olarak, Paul'a dikkatle baktı.


Nasıl bir adam olduğunu o zamana kadar hiç merak etmemiş
de şimdi anlamak istiyor gibiydi.
George Thorogood durumu rakibinin aleyhine çevirmek
için karşısına çıkan bu fırsatı kaçırmadı:
- cSiz ona bakmayın, Doktor Murray,• dedi. cSaçma-sa­
pan, deli-dolu söylenir bizim bu arkadaş. Biz ona hiç ehemmiyet
vermeyiz.•
Paul Venner ona kızgın kızgın bakarken George bir kah ·
kaha koyuverdi. Pek büyük bir zafer kazandığına emindi.
O zamana kadar, yaşlı kimselere has bir dalgınlıkla, başı
önünde, yiyeceğini yiyip çayını höpürdeten Dr. Drewett, bura­
da, başını kaldırdı, babaca bir gülümsedi:
- cGeorge Thorogood dostumuza da pek bakmayın! Baş­
hekimimiz Doktor Bragg'ın yeğenidir. Suttan Coldfield'deki.
zengin bir madensuyu fabrikatörünün de oğludur ama, ne yazık
ki nişanlıdır! Nişanlısı da, her gün mektup yazar.•
Bu sefer de Dr. Venner kahkahayla gülmeye başladı .
Geor,ge kızmıştı :
- c Size ne?» diye söylendi.
Dr. Drewett, kıs-kıs gülerek, başını yine önüne eğdi, ye­
mesine devam etti.
Paul Venner, fincanını iki eliyle, ağzı hizasında tutarak,
gözlerini Mary'ye dikti. Gözleri dalmış gibi uzun uzun baktı.
Sonra : cSizi buralara hangi rüzgar attı, doktor hanım?•
diye sordu. cYoksa Hopewell Towers Hastanesinin sahibi, sayın
Başhekimimiz Dr. Edgar Bragg'ın şöhreti mi çekti buraya sizi?•
Mary Murray, gayet tabii bir halle, başını hafifçe iki yana
salladı:
-- cHayır. Adını hiç duymamıştım bile.•
Dr. Venner: cİmkanı yok! » diye haykırdı. cNasıl olur! De-

48
ğil mi, Doktor Drewett? Müzmin romatizmayı hastanesinın
bahçesinde kendi eliyle yetiştirdiği karalMıanayla iyı eden ve
böylece tıp ilmine büyük bir yararlıkta bulunan meşhur alimi
tanımayan olur mu?>
Başhemşire o zamana kadar ağzını hiç açmamıştı. Konuşu·
!anların kimini beyenerek, kimini kınayarak, dinliyor, bir gü­
lümsüy<ır, bir surat asıyordu ama, ikisi de pek ölçülü.
Konuşmanın çığrından çıkmaya başladığını sezmiş de bunu
önlemek istiyormuş gibi bir halle, doktor kıza döndü :
- «Biraz daha ekmek ister misiniz, Doktor· Murray ?>
Paul Venner, konuşmadan kendisinin uzaklaştırılmak isten­
diğini anlamıştı. Hiç bırakır mı! Hemen atıldı:
- cBuyurun, buyurun, Bayan Murray. Yahut şu kurabiye­
lerden alın. Bunlar evden yapılmadır; unu, yağı halistir. E, ne
demişler, Başhemşire Hanım ? cMens sana in corporis sanitas­
de�ler, değil mi? Yani - hepiniz bilirsiniz, benim çevirmeme
lüzum yok ya - şu demek: "Yiyecek buldun mu, yemene bak,
zira bulamazsan ne kadar çırpınsan yine yiyemezsin. > Bu böyle,
şimdi gelelim yine asıl meseleye : Hastanemizin şerefi değil, Baş
hekimimizin şöhreti değil ; peki ama, siz buraya niye geldiniz,
· allahaşkına, Doktor Murray?>
Mary Murray, pek açık ve içten geldiği belli bir cevap
verdi:
- cGayet basit. Doğrusunu isterseniz benim bu işte kal ·
maya biç niyetim yok. Ben kalben ve ruban bambaşka bir da ·
vaya bağlıyım. Misyoner olacağım ... Misyoner doktor ... >
Faul Venner, şaşırakalmıştı:
- cNe ! ıo diye haykırdı.
Mary Murray, onun gösterdiği bu şaşkınlıktan dolayı ne
alınmıştı, ne de kızmış. Gayet sakin bir tavırla devam etti :
- «Evet, Çin'e, Şançen'e gideceğim. Babam orada misyoner­
di; orada çalıştı, orada öldü. Annem de öyle. Ben mektebi da­
ha geçen ay bitirdim. Şançen'deki bizim misyoner hastanesinin
başhekimi Doktor King beni daha pek olgun bulmuyor. Bu pir,
ikincisi...•

Sabah Yıldızı : 4 49
Mary, burada durdu, önüne bakarak gülümsedi:
- cİkincisi, biraz da para kazanmak istiyorum. Hiç olıoaz·
sa, yol paramı çıkarayım dedim. cLancetıo dergisindeki ilanı
görünce öyle sevindim ki! İşte bunun üzerine, kalktım geldim . •
Paul Venner'in �kınlığı hala geçn;ıemişti: /
- cAllah Allah ! ,. dedi. Durdu. cDemek öyle ha?"
Mary: cEvet.» dedi.
Ötekiler de şaşırmış gibiydiler ama, birşey söylemiyorlardı.
Yine Paul sordu:
- «Çince bilirsiniz elbet?"
� « Biraz. Çocukken çok kelime öğrenmiştim... Şimdi sıkı
da çalışıyorum. »
Paul Venner yine alaylı bir t avır takındı:
- cMükemmel, mükemmel! Sizinle çince konuşmak ne bü­
yük bir zevk! Bana bakın, doktor: çu-çov çin çin çunğ lunğ su,
ha?»
Dr. Drewett yine işe karışmak lüzumunu hisseti:
- cÇok ileri gitme, Venner. Yetişir."
Paul Venner, Çinli taklidiyle Dr. Mary Murray'ın ağzın­
dan konuşmaya başladı:
- «Beni can kulağıyla dinleyin, salı kaldeşlel. Ben bulaya
sizleli daha yakından tanımak, yaşayışınızı daha iyi öğlenmek
için geldim. Hastanemizin kapısı, hepinize gece, gündüz açık·
tıl. Gelin, deltlerinize deva bulmaya çalışılız. Şimdi bil dua
okuyalım: Ey Ulu Tanlım, sen bize günlük lızkımızı vel...ıo ·

Ötekiler, Paul Venner'in bu maskaralığını hoş görür gibi


bir halle. gülümsiyerek, d inliyorlardı. Fakat Başhemşire daha
fazla dayanamadı:
- "Vallaiıi, Doktor Venner, ayıp size! ,. diye çıkıştı.
Ondan cesaret alarak, George de birdenbire ayağa fırladı:
- .. şeytan diyor ki, suratının ortasına bir yumruk y�r-
leştir ... »
Venner : cİyi akıl öğretiyor o şeytan sana ama,,. dedi, cvaz­
geç, kadınların yanında olmaz, Geor ge. Kozumuzu sonra. baş·
başa kaldığımız zaman paylaşırız. ,.

50
Mary pek üzülmüş görünüyordu. Venner'e döndü:
- «Söylediklerinizin benim için hiç ehemmiyeti yok, Dok·
tor Venner,,. dedi. «Yalnız vazifem adına canım sıkıldı. Misyo­
nerliğin ne olduğunu bilmiyorsunuz ve bu husustaki fikriniz
galiba çok eskiden gördüğünüz bir karikatüre dayanıyor. Öy­
leyse, bakın size haber vereyim : Çin'de harp var ... Milyonluca
insan yersiz-yurtsuz, evsiz-barksız kalmış ... aç-biilaç... Uçaklar
başlarına bomba yağdırıyor... Dört-bir yanda kolera salgını
var ... Hastalık, ölüm zavallıları kırıp geçiriyor. Kadınlar, çocuk­
lar akla gelmez, inanılmaz eza-cefa çekiyorlar.. «Ekmek! ek ·
mek! " diye bağırıyorlar .. İmdatlarına koşacak kimse yok ... >
Paul Venner, ciddi ciddi dinliyordu. Aynı halle sordu :
- « Siz de onlara koltuğunuzun altından çıkardığınız bir
somun ekmeği İncil'den yırtılmış bir yaprağın içine sararak
vereceksiniz, öyle mi?»
Mary Murray, hafifçe boynunu bükerek, kabul etti :
- «Evet. Yalnız bu ekmeği onlara Tanrı'nın yolladığını
göstermek için.»
Paul Venner, acı acı gülümsedi :
- «Bombaları da Tanrı yollamıyor mu?>
Dr. Mary Murray, başını şiddetle iki yana salladı:
- «Hayır! » dedi. «Tanrı'yı unutan insanlar yolluyor bom­
baları! »
- «Öyleyse, siz d e Tanrı'yı tanıtmak için dağıttığınız be-
yannameleri niçin bunlara yollamıyorsunuz?»
Mary Murray: «Onların ne ehemmiyeti var ! > dedi.
Sonra, coştu, sesi yükseldi, titremeye başladı :
- «Dünyadaki bütün insanlar Tanrı'ya inansalar, onun
gösterdiği yoldan gitseler, yeryüzünde şeytana uyan kalmaz,
kendi dilediklerini zorla yaptırmaya kalkanlar kimseye sözleri­
ni dinletemezler. Böylece, dünyadan zor ve zorbalık kalkar. »
Dr. Venner, alaylı alaylı güldü v e yine taklit yaptı:
- « Sevıgili yavrular, bu akşamki hikayemiz burada bitti.
Yarın sizlere o pis yılanın Havva Anamız'a ne yaptığını anla-
tacağım . >
..

51
.& RTESİ gün, yine ikindi kahvalbsmda, ay-
nı masanın başında toplanmışlardı. Şim­
di Paul Venner kızla pek okadar ilgilenir gibi görün­
müyordu. Bir gün önce 1onu istediği kadar iğnelemişti,
yeterdi. Öyle pek hınzır yaradılışlı bir insan değildi o.
Yalnız, hayattan çok şey bekleyen, bekledikleri de umduğu gibi
çıkmayan kimsel�r gibi o da umumiyetle, her şeye, herkese
karşı alaylı bir tavır takınırdı.
O gün de, kahvaltıda arkadaşlarına takılmış, kalblerini kı­
racak, kızdıracak şeyler söylemiş, sonra laboratuvara geçerek,
üzerinde çalıştığı bir denemeye devam etmişti. Şimdi de, gazc
ocağına koyduğu bir karışımın kaynaması için geçecek yarım
saatten faydalanarak, gelmiş, köşedeki koltuğa oturmuş, son
, çıkan tıp derıgilerine göz gezdiriyordu.
Dr. Drewett'le George Thorngood bir hastanın halini mü­
. nakaşa ediyorlardı. Mary Murray onların anlattıklarını dik­
katle dinliyor, arada-ıbir merak ettiği noktaları soruyordu.
Fanny Leeming, her zaman olduğu gibi yine, kahvaltıdan
sonra çekilip gitmemiş, ad eta ötekilerin neler konuşacaklarını

52
öğrenmeye memur bir kimse gibi, oradan oraya dolaşarak, ku­
lak kabartıyordu.
Jennie, kahvaltı sofrasını toplamış, yeni götürmüştü ; biraz
sonra, yine geldi.
- « Bay Alibert Ohivers sizinle görüşmek istiyorumş, Dok­
tor Venner,- diye haıber verdi.
Paul Venner, başını kaldırıp şöyle bir baktı ama, bir şey
söylemedi. Onun yerine Dr. Drewett cevap verdi:
- «Buyursun. »
Albert Chivers, hasatneye sık sık gelirdi. Yalnız, bu sefer
niçin Dr. Venner'le konuşmak istediğini de bilmiyor değillerdi.
Onun için, hastabakıcı kız Ohivers'in geldiğini ve doğrudan
doğruya Venner'i sorduğunu söyleyince George Thorogood'la
Fanny Leeminıg'in gözlerinde bir kıskançlık ışıltısı belirdi.
A�bert Chivers, daha kapının aw:ından, dört-bir yana se­
lamlar sarkıta sarkıta, içeri girdi. Selamlarının en kandillisini
geldi Dr. Venner'in ayakları dibine sercli.
Sonra ötekilere döndü:
- «Rahatsız etmedim ya, baylar?,, diye sordu.
Dr. Drewett : « İyi ki ettiniz,,. dedi, «Çünkü lüzumundan
fazla rahattık. Ben hadi yine n eyse; tembelliğimi yaşlılığıma
bağışlarlar. Ama, içimizde öyle gençler var ki, boş oturmalarını
bir türlü hoş göremiyorum."
Başhemşire : «Bu taş size , Doktor Thorogood,ıo dedi.
George Thorogcod: «Bana mı?" diye, öfkeyle sordu.
Fanny Leeming: «Öyle ya,,. dedi, «Doktor Venner harıl
hanı çalışıyor. Bayan doktor henüz hastanemizin yrubancısı.
ondan da daha fazla açlışma beklenemez. İçimizde genç olarak
bir siz bulunduğunuza göre, bu taş olsa olsa size.»
Thorogood'u Venner'e karşı kışkırtmaktan haz duyduğu
belliydi. Fakat, emeği boşa gitti. George Thorogood'un bütün
ilgisi şimdi A1bert Chivers'in Venner'le ne konuşacağı nokta­
sında toplanmıştı.
Dr. Drewett, Mary Murray'a döndü, yeni geleni tanıttı:

53
- cBay Chivers meşhur Glyster İlaç Fabrikasının mümes­
silidir,,. dedi.
Albert Chivers onların yanına gelerek saygılarını sundu
ve Dr. Murray'la «tanıştığına çok memnun oldu • . Müessesesi­
nin adı geçer geçmez de reklam fırsatını kaçırmadı :
- -.Glyster muhakkak ki memleketimizin en mükemmel
ilaç fabrikasıdır. Müessesemiz ve ben sayın d oktorlara hizmet
etmekle daima şeref duyarız, bayan ... şey, doktor hanım. Ha­
yatımda duyduğum en büyük pişmanlık bu olmuştur; niye ben
de doktor olmadım? Geriye dönmek kabil olsa, yeniden mek­
teıbe başlamaya hazırım. Bizden geçti ya artık, şimdi bütün
emelim oğlumu doktur yapmak. Geçen gün Blodwen'e öyle di­
yordum. . Blodwen karım, Dokt'.)r Murray... Wales'lidir . .
Swansea'da evlendik, balayımızı Mumıbles'te geçirdik, yağmura
falan hiç aldırmadım. Ne diyordum? ha geçen gün_, pazar günü,
bahçede çimleri biçiyordum, Blodwen'e dedim ki . . :o
Venner ilk defa olarak onun farkına varmış gtbi, ba­
şını kaldırarak baktı, alaylı alaylı güldü:
- c Bakıyorum bugün pek neşelisiniz, Bay Chivers.. Bir
şey var galiba. •
Albert Ohivers ağzı kulaklarına varırcasına sırıttı:
- cVar ya, Doktor Venner. Bay Glyster beni Londra'ya
vermeyi düşünüyor.. . Hem de, satış müdürü olarak. Ha, onu
diyordum işte karıma. Kazancım biraz daha artsın, bir kena­
ra para koymaya başlayacağım, ileride oğlumu okutup doktor
yapmak için. Daha yedi yaşında. Ama, öyle de zeki ki ! •
Venner'in yine hınzırlığı tuttu:
- cDemek bahçe işlerinden de anlıyorsunuz, Bay Chi­
vers ?• diye, pek ciddi bir halle sordu.
Albert Chivers: cE, az-çok anlarım,• dedi. «Bilhassa kim­
yevi gübre, zirai ilaçlar bahsinde >
...

Dr. Venner onun sözünü kesti :


- cBen d e onu soracaktım size. Yaıbani otları temizlemek
için bir ilaç var mı sizin fabrikada ? .
- cVar, Doktor Venner. Arzu ederseniz bir dahaki geli-

54
şimde getireyim. Nekadar istersiniz ? •
- «Bir kişilik.>
Hepsi, anlıyamamış gibi, Paul Venner'in yuzune baktılar.
o gayet sakin ve tabii bir halle, y.ine Chivers'e bakarak, de­
vam etti:
- «Bizim Başhekim için. Kendisini tanırsınız: oldukça iri­
kıyım bir zattır. İşte, o cüssede bir adama ne miktar isterse
okadar.•
Albert Chivers: .:İlahi Doktor Venner ! ıo diye kahkahayla
gülmeye başladı. «Şakayı ne de s eversiniz! Demek Doktor
Bragg'ı temizlemek niyetindesiniz? Çok yaşayın, vallahi! Beni
öyle güldürttünüz ki ! >
Ötekiler de gülüyorlardı. Yalnız, hepsinin gülüşü birbirin­
den ayrıydı. Fanny Leeming'le Ge<ırge Thorogood, icabında Baş­
hekimi Venner'e karşı kışkırtmakta faydalanacakları bir şey
elde ettikleri iç in pek memnundular. Dr. Drewett gençliğin
patavatsızlığına ve ulu-orta lakırdılarına karşı yaşlı bir adamın
görmüş�geçirmişliğinden ilerigelen bir olgunlukla gülümsüyor ·
du. Mary Murray'ın gülüşündeyse, hayranlığa benzer bir hal
vardı.
Afüert Chivers, Dr. Braıgg aleyhindeki şakada üzerine ol­
dukça büyük bir suç ortaklığı aldığını yeni farketmiş gibi, bir­
denbire ciddileşmişti.
- « Ben sizinle görüşmeye geldimdi, Doktor Venner,,. dedi.
Sonra, göğsünün üzerine vurarak, ceketinin iç cebini işaret
etti :
- «Bana verilen emir burada. Sizinle görüşüp anlaşmak
için emirle beraber tam yetki de veriliyor. E, söyleyin bakalım,
Doktor Venner, müessesemizin teklifi hakkında fikriniz ve ce­
vaibınız nedir?>
Paul Venner yine inatçı bir sessizliğe gömülmüştü.
Dr. Drewett merakla sordu:
- cNedir teklif? •
Albert Chivers bunu duymamazlıktan geldi, Paul Venner'e
doğru biraz daha yaklaşarak uzandı:

55
- "Yılda beşbin İngiliz lirası.. az para değildir, Doktor
Venner! Ayrıca, Glyster İlaç Fabrikasının araştırmalarla uğ­
raşmak üzere seçtiği yirmi doktordan biri olmak şerefi de ba� ·

ka ! »
Venner, başını ağır ağır çevirerek Dr. Drewett'e baktı, gü­
lüştüler.
Sonra, genç doktor fabrikanın mümessiline döndü:
- c Ne yazık ki kaibul edemiyeceğim, Bay Chivers,• dedi.
« Bana değer vermişler, eksik olmasınlar. Fakat, daha önceden
de söylediğim gibi, imkanı yok.»
Albert Chivers, pişkin bir iş adamı haliyle, alaylı alaylı gü­
lümsedi:
- «Vallahi, ben daha ümidimi kesmedim. Şöyle, aramız­
da, elli lira kadar da biz kendiliğimizden arttırsak, ne dersiniz ?
Hele biraz daha düşü.."'lün bakalım. Yalnız, siz bana söyleyin
bakayım: nasıl gidiyor ? »
Paul Venner, şaşkın şaşkın : cNe nasıl gidiyor ? • diye sordu.
Albert Chivers bir kahkaha koyuverdi :
- cNe mi? A ! işte b u iyi! Beni aldatamazsınız, bayım! Bir
günlük yoldan koku alırım ben. Daha dün akşam diyordum ka­
rıma. cBlod,ıo dedim cşu Venner denen adam hiç boş değil...•
Pek Iaübali konuşuyorum ama, kusura bakmayın. Evet, aynen
böyle dedim. Hasılı, bizim herşeyden haberimiz var, azizim
doktor. Teklifimizi tekrar eder, cevabınızı bekleriz. Düşünün,
ben yine gelirim.»
Dr. Thorogood, onu bir an önce odadan dışarı çıkarmaya
çalışır gibi bir halle, hemen ayağa kalktı:
- cBizim eczaneye bir uğrasanız da eksik ilaçları beraber
yazsak, Bay Chivers. Mesela, tentürdiyot ister, kafuru ister... •
Chivers, delikanlının önünde yerlere kadar eğildi :
- «Emredersiniz, doktorum. Hiçbir siparişi geri çevirme­
m ek müessesemizin ve A�bert Ohivers kulunuzun düsturudur. •
Ötekilere doğru döndü:
- c Allahaısmarladık, Bay Venner. Hoşça kalın, bayanlar,
baylar. •

56
Hepsini çepe-çevre bir selamdan geçirip kapıya doğru dön­
dü, bir adım attıktan sonra durup geride kaldı, Dr. Thorogood'a
yol verdi. O önde, kendisi arkada, odadan çıktılar.
Onlar gider gitmez Venner de ayağa fırladı:
- «Az daha unutuyordum, ateşte bir şey bıraktım ... »
Cıgarasını t aıblaya bastırıp c ebinden anahtarı çıkardı, labo-
ratuvarın kapısına doğru gitti.

fANNY Leeming, Dr. Venner'in arkasından uzun uzun bak·


tı; bakışı uzadıkça yüzünün buruşması, ekşimesi artıyor­
du. Sonra, Mary Murray'a döndü:
- « Doktor Venner'in hallerinden dolayı hastanemiz adına
sizden af dilerim, Doktor Murray,- dedi. «Bunu söylemek belki
bana düşmez ama, hastanemizin bir emektarı sıfatiyle pekalfı
söyleye:lbilirim : Dcıktorumuz, sağ olsun, biraz tuıh aftır .. HiÇbiri­
miz sevmeyiz onu. "
Dr. Drewett, kaşların ı çatarak : «Hiçbirimiz mi, Başhemşi­
re Hanım? -,, diye sordu.
Fanny Leeming yüzünü b üsbütün buruşturdu:
- « Bilirim,,, dedi, « Siz ona pek bağlısınızdır... Neden , bil­
mem. Buna birtürlü akıl erdiremem.»
Yaşlı doktor, kendisine boş yere suç kondurulmuş bir kim­
se haliyle, şöyle bir doğruldu :
- cBağlı mıyım ? dedi. cNe münasebet! Ben dünyada
kendimden başka kimseye bağlı değilim.»
Başhemşire, onun bu sözlerine hiç aldırmıyormuş gibi bir
halle, suratı asık, kalktı:
- «Koğuşta nöbet sırası bu akşam bende,» dedi. «Yün işi­
mi a layım da gideyim artık ... »
O da çıktıktan sonra, Dr. Drewett'le Mary Murray karşı
karşıya kaldılar.
Genç kız, oturduğu yerden kalkıp gitti biraz önce Ven­
ner'in gözden geçirdiği dergileri aldı, bakmaya başladı. Bu has­
tanede kendini henüz pek yabancı buluyordu. Yavaş yavaş alı­
şacağını biliyordu ama, bu alışma için ne eksikti acaba ve bu

57
nasıl tamamlanacaktı, onu bilmiyordu.
Yaşlı doktor, kızın bu halini anlar gibi, ona şefkatle baktı.
Sonra, lakırdı açtı:
- « D oktor Venner arkadaşımız hastanemizin başlıca kah­
ramanıdır. Gördüğünüz gi:bi, çoğu ona takılır. Onun da patavat­
sızlık ettiği, söylenmiyecek şeyler söylediği olur, olmaz değil;
kendisinden yana çıkacak değilim. Yalnız, ne var, onun bu hal­
lerini ben biraz hoş görebilirim ... Çünkü ... nasıl anlatayım .. ha­
yatta pek · gülmemiştir ... Çocukluğu çok. . . >

Dr. Drewett yine söyleyeceklerini daha yumuşak kalıpla-


ra dökmeye çalışıyordu, duraladı.
Dr. Mary Murray ilgilenmeye başlamıştı.
- «Çok mu hetbaht geçmişt ir ? ,. diye sordu.
- «Bedbaht demiyeceğim ama, pek hadiseli geçmiştir. Ba-
bası çok iyi bir ailenin oğluymuş. Pek içli bir adammış. Hayat­
ta çok ezilmiş. Pek y üksek emdlel'i varmış: musikiye heves
sarını?, yeni bir Mozart olmak istemiş. Ostende'de bir gazinoda
keman çalmaktan ileri gidememiş . Son nefesini de orada ver­
miş.
·Annesi de öyle. Bir gün bana fotoğrafını gösterdiydi.
Gençliğinde güzel kadınmış. Sonra o da gazinoda kocasıyla be­
raber çalışmaya başlamış, adam çalıyor, o oynuyormuş. Sizin
anlayacağınız, Faul Venner'in annesi de, babası d a çok zor bir
hayat yaşamışlar.
« Adamcağız, eceliyle ölmüş. Kadın, yedi yaşında babasız
kalan oğlunu büyütmek, okutmak için dişini tırnağına takmış,
eskisinden de çok çalışmaya başlamış ama, üç yıl ancak daya­
nabilmiş. »
Dr. Drewett burada durdu, içini çekti, sesini alçaltarak de­
vam etti :
- «Bir sabah, havagazıyla dolu odadan Paul'u zor kurta ­
rıyorlar. On yaşında anasız-babasız kalıyor.»
M a ry Murray heyecanla dinliyordu. Bu acıklı hikaye ona
pek dokunmuştu.
- «Vah! zavallı yavrucak ! • diye, acındı.

58
- o: Ondan sonra da çekmediği kalmamış. Anası da ölünce
çocuk dedesinin eline kalıyor. Adam onu okutmasına okutuyor
ama, sadaka kabilinden, köpeğin önüne lokma lokma atılan ek­
mek kabilinden : hoş, eğlenceli bir şeydir ama, ekmeği atan için,
bir de köpeğe sorun bakalım ! Her lokmasında başına kakar gi:bi,
bir lokmacık ekmek için onun nasıl çırpındığını görerek alay
eder ve bundan pek zalimce bir haz duyar gibi...,.
Genç kızın pembe yanaklarını, sanki bu hadise o anda gö­
zünün önünde geçiyormuş da b u kalpsizliğe kızmış gibi, pençe
pençe kan bürümüştü:
Ağır ağır konuşarak; « İnsanlara ve hayata karşı nekadar
hınç duysa hiç şaşmam, ,. d edi.
Sonra, birdenbire: «Ama, zeki bir delikanlı, değil m i ? » di­
ye sordu.
Dr. Drcwett, gcğsü kabarır gibi bir halle: «Zeki de söz :mü !
Dahi ! ,. dedi.
Bir vazifeyi yerine getirmiş, hakkı korumuş, hakikati orta­
ya koymuş bir insan gibi h<ı.z duyduğu sesinden ve yüzünden
belliydi. Genç doktor kız:n şaşkın şaşkın, biraz da sevinmiş gi­
bi baktığını görünce, gülümsiyerek devam etti:
- «Paul Venner'in Budapeşte Devlet Hastanesi'ndeki
başarısını. duymadınız mı? Erken bunamayı damar altına beta -
metilene-tetrazol iğnesi yaparak iyi etmişti. Duymadınız de­
mek ? >
Mary Murray «hayır» der gibi, başını iki yana salladı.
Dr. Drewett, acı acı içini çekti :
- « Duymazsınız ya! Duyacağınızı zaten hiç aklıma getir·
memiştim. Dünyaya diş bilemez de ne olur! İşte onun böyle ak·
si, alaycı, karamsar bir adam olması asıl bundan ilerigeliyor.>
Mary'nin ilgisi bü.sbütün a rtmıştı:
- «Ya?» dedi. o:Anlatır mısınız, lutfen ! »
Dr. Drewett, lakayt bir tavırla anlattı:
- «Reiter'le beraber -daha doğrusu, onun yanında­
çalışıyordu. Dediğim g1'bi, erken bunamayı iyi etmede çok fay-

59
dalı bir usul bulmuştu. Daha deneme çağındaydı ama, ilerisı
için çok umut veriyordu.
«Yalnız, bu iğnenin hasta üzerinde çok sarsıcı bir tepkisi
oluyordu. Reit e r, bunu olağan sayıyor, ilacın hastayı bu tepkiy­
le iyi ettiğini ileri sürüyordu. Venner ise öyle düşünmüyordu.
Ona göre, beynin hiçbir iş görmeden duran birtakım dokuları
vardı ki ilaç onları da uyandırıyordu , bu sarsıntı da ondan ile­
rigeliyordu.
«Bunun üzerinde bir çatışmadır başladı. Reiter dediğinde
ayak diriyor, yanında çalışan bir delikanlının kendisinden üs­
tün bir başarı göstermesine dayanamıyordu. Venner'in ilerisür­
düğünü açıkça ortaya koyabilecek araştırmalar, denemeler yap­
masına engel oldu.
"Venner, hakkını arıyor, sözün ü · dinletmeye çalışıyordu.
Ne yazık ki Reiter işi çığrından çıkardı : çocukcağıza karşı çok
aşırı bir hücuma geçti. Ondan yana olanlar da gürültüyü bü·
yütmekte yardım ettiler. Uzatmıyalım, öyle oldu ki Paul Ven­
ner tası-tarağı toplayıp memleketten kaçmak zorunda kaldı.
Aletleri de, denemelerinden ozamana kadar aldığı sonuçlar da
hep orada kalmıştı. •
Yaşlı doktorun anlattıklarını Mary Murray gittikçe artan
bir ilgi ve yakınlık duyıgusuyla dinliyordu.
Dr. Drewett susunca araya derin bir s essizlik çöktü. Sonra.
Mary, durumu iyice anlamış gibi, başını salladı:
- cBir insanı yıldırmak için bukadarı çok bile. •
Dr. Drewett, kaşlarını çatıp gözlerini kısarak gülümsedi:
- «Venner yılmadı. B ilakfrs , azmi bir ·kat daha arttı. İ n-
giltere'yc döndü, kendisine yeni çalışma imkanları aradı. Bu
hastanede a kıl hastalıkları koğuşu hekimliği boştu. Bunu hab€r
alınca hemen başvurdu. Başhekim de · ondan daha iyisini mi
bulacaktı, hemeri kabul etti.
«Venner burada çok iyi çalıştı. Geleli dört yıl kadar olu·
yer. Ben, kendi hesabıma, onunl a bir çatı altında çalışmaktan
dolnyı iftihar duyuyorum. Ama, her yerde olduğu gibi burada

60
da onu çekemiyenler var. Olsun, sonunda yine ilim ve ilme
inananlar üstün gelecektir.
«Paul Venner'in dört yıllık çalışması boşa gitmedi. Buda­
peşte'deki denemelerini ilerletti ; şimdi, o:betrazoh diye bir şey
buldu ki, bununla, erken bunamayı, hastada sarsıntı yapmadan .
iyi edebileceğini umuyor. Dediğine göre, betrazol sinir dokula­
rını yeniden canlandırmaya yarıyormuş."
Mary Murray, Dr. Drewett bunu acaba alay eder gibi mi
söylüyor diye, onun yüzüne tasayla baktı. Sonra, genç dokto­
run başansma onun nekadar güvendiğini gözlerinin parlayışın­
dan anlayarak, içine su serpilir gibi oldu.
Dr. Drewett, biraz durup, konuşmasına kuvvet verebilmek
için derin bir nefes aldıktan sonra devam etti :
- «Bence Paul Venner büyük bir keşfin eşiğinde bulunu ·
yor .. Bu öyle bir ke�if ki, akıl ve sinir hastahklarmın iyi edil
mesinde şimdiye kadar tutulan yolları baştan başa değiştirecek . .
Tıp tarihinde yepyeni b i r çığır açacak ... büyük bir devrim ola·
cak .. »
Dr. Drewett birdenbire sözünü keserek doğruldu. l\II a ry
Murray'ın yüzüne doğru bakarak, sesine sert bir eda verdi :
- «Bak kı.zım, sana bir şey söyliyeyim: sakın kendini ona
kaptırma.»
Mary de, onun konuştuğu gibi , çabuk çabuk konuşarak ce ·
vap verdi :
- « Ben kendimi kimseye kolay kolay kaptırmam, efen
dim.»
Sonra, daha yavaşladı:
- «Bunları bana anlattığınıza çok memnun oldum,,. dedi.
«Teşekkür ederim. Hakikaten, Dr. Venner'in halinde bir garip ·
lik görüycrdum, merak ediyordum. Şimdi bunun neden ileri gel­
diğini öğrenmiş bulunuyorum. Onda pek bedbaht bir adam hali
görüyordum da acıyordum. Şimdi ona karşı acıma değil, ancak
şefkat ve saygı duyuyorum. »
Mary, içinden gelen bir duyguya kapılmış gibi, dalgın dal­
g ın, sehpaya doğru gitti, oradaki tıbbi dergileri karıştırmaya

61
başladı. Şimdi deminkinden daha büyük bir ilgiyle b akıyordu.
Faul Venner'in ilim aşkına böylece katılıyor ve bundan büyük
bir zevk duyuyor gibiydi.
Dr. Drewett onu, korktuğu kapılma tehlikesinden kurtar­
mak ister gibi, yavaş yavaş doğruldu, saatine baktı. Sonra Ma­
ry'ye döndü:
- «Hastalarımı görmeye gidiyorum , kızım• dedi, «istersen
gel beraber dolaşalım. »
Mary, elindeki dergileri hemen bırakıp kalktı, beraber çık­
tılar. Genç doktor, yeni geldiği bu hastaneye birdenbire ısın­
maya başlamış gibiydi.

p AUL VENNER, laboratuvardaki denemesinden pek mem­


nundu. Umduğu sonucu almış, sevincinden adeta uçuyordu.
Elinde tüp, laboratuvardan çıkıp salona geldi, kimseyi bula ­
mayınca dur aladı ; sonra, dudakl:ırmda içten içe beliren gülüm­
seyiş birdenbire dışa vurdu.
Gövdesini arkaya doğru vererek, elindeki tüpü kaldırıp ışı­
ğa tuttu. Tüpün içinde, sarı sarı, ufacık cam kırıkları gibi, bil ·
lurlaşmış bir şey vardı. Zaferinin timsali gibi gördüğü bu zer­
reciklere uzun uzun baktı.
Sonra, tüpü masanın üzerine koydu , bir cıgara yaktı, gitti
gramofona bir plak taktı: Chopin'in Si bemol minör Sonatası.
Yanıbaşmdaki koltuğun ucuna oturarak arkaya devrildi, göz­
lerini yarı kapıyarak dinlemeye başladı.
Birdenbire, gözlerini aç1p, masanın üzerindeki tüpe baktı,
kendi kendine gülümsedi, gözkapakları yeniden kapandı. Cho­
pin ona bir zafer marşı bestelemişti...
V enner okadar dalmıştı ki içeri 'birinin .girdiğini ancak
ayak sesleri ta yanıbaşına gelince farketti.
Bir kadının ayak sesleriydi bunlar.
- «Merhaba ! Ne o, hülyaya mı daldı n ? •
Faul Venner, biraz doğrularak, parmağını dudaklarına gö­
türdü :
- cSus ! • dedi.

62
Gladys, gramofona doğru döndü:
- "Yine o parça! Bıkmadın mı allahaşkına boyuna bunu
çalmaktan? Bukadar çok mu seviyorsun bunu ? »
Venner, başını kaldırmadan v e gözlerini açmadan: «Evet , •
dedi.
- cNiçin? ..
Paul Venner, koltuğuna tutunmadan, yalnız gövdesini ile­
ri doğru alarak, doğruldu. Ellerini önünde kavuşturdu, meydan
okur gibi bir tavır takınarak genç kadına baktı:
- « Çünkü hayat denen manasız faciayı unutturuyor ba­
na. Sonra, bu parçayı ben de bukadar güzel çalmak isterdim
ama, çalamam ; böyle bıir haset ve hasret var içimde, biraz da
ondan.»
Gladys, her istediğini istediği gibi yapmaya alışık bir kim­
se haliyle, gramofona doğru gitti:
- « G iizel,» decll, .. g �z.el bir parça. Yalnız, ben ;;en.iille
biraz konuşmak istiyorum.»
Gramofonu kapattı, geldi Venner'in koltuğunun kenarına
oturdu.
« Önce borcumu vereyim . Dün akşam burası kalabalıktı,
cıgara almak için bana verdiğin paranın üstünü veremedim.
Ab
Etekliğinin cebine elini atıp birkaç ufak para çıkardı, Ven­
ner'in kucağına doğru attı.
Sonra: «Bu da, benden sana hediye, • deyip, boynuna sa­
rıldı, dudaklarından uzun uzun öptü.
Paul Venner bu ateşli öpüşmeye kendinden bir şey kat­
mıyordu ama, karşı da koymadı. Kendini onun eline bırakıver·
miş gibiydi.
Gladys, ilk sarılışındaki coşkunluğu tüketmiş, birdenbire
durulmuştu.
- « Son günlerde hiç görüşemez olduk, nedir bu hal, ayol ! "
diye söylendi. «Biliyorum, çok işin var, ama bizim sevgıimizi
de biraz ciddiye almalısın . . »
.

Dr. Venner hiç sesini çıkarmıyordu. Yine, başı arkada,

63
koltuğa yaslanmış, yarı kapalı gözlerinde dalgın bir bakışla,
Gladys'i süzüyordu.
Gladys Bragg ona, bu sefer biraz çekine çekine sarılıp,
kulağına doğru eğildi :
- «Ama, beni yine eskisi gibi seviyorsun, değil mi ? •
Venner, o n a acır gibi bir halle gülümsedi:
- « Seni s eviyorum dedim mi ben sana hiç? •
Gladys birdenbire kaşlarını çattı, geri geri çekilerek onun
yüzüne doğru sert sert baktı: Bu sözler ona sahiden pek dokun­
muştu.
- c Aşk-0lsun, Faul ! » dedi. c Birarada geçirdiğimiz o mesut
d akikaları nasıl unutursun! Beni sevdiğini sözle söylemedinse
bile hallerinle, hareketlerine belli ettin ki bence bunun değeri
daha büyük.•
Paul Venner, kendisini hiç i1gilendirmiyen bir şey dinler
giıbiydi.
Gladys, birdenbire ciddi ve düşünceli bir hal aldı:
- «Sen olmasaydın buradaki hayata nasıl dayanırdım, bil­
miyorum.»
Venner: «Kocan var ya,• dedi
Gladys : «Aman! Edgar mı?» diye söylendi. «Bırak allahaş.­
kına! Ondan hayır yok Önümüzdeki ay yine toplantıları baş­
y
lı or. Birlik Başkanı olmak hevesinde. Bu sefer olacakmış, öy·
le umuyor . »
..

Gladys, bunları söylerken, sesini gittikçe alçaltmıştı. Son·


ra, birdenbire sesi yine yükseldi :
- «Ben bu adama niye vardım acalba, Paul ? ıo
Paul Venner, kaşlarını kaldırıp gözlerini kısarak ona şöy­
le bir baktı:
- «Bana mı soruyorsun ? ,, dedi. « Ne bileyim ben! Evlen­
dikten sonra onunla yaşamak zcrunda kalacağın aklına gelme
miştir herhalde. •

Gladys, dinlemiyordu, kendi kendine konuşur gibiydi:


- «Bugünkü aklım olsa varmazdım ya. Ona katlanacağı·

64
ma, babamın evindeki sıkıntılı hayata katlanırdım. Ne yapar­
sın ki, gençlik. Türlü hülyalarım vardı ... •
Acı acı gülümsedi.
Dr. Venner, ona acır g�bi bakıyordu.
- « Demek genç kızlığın pek bedbaht geçti? • diye sordu.
Gladys içini çekti.
- «Çok ! Hele babam öldükten sonra. Dayım papazdı; on­
dan dolayı, annemin tanıdıkları da hep sofu insanlardı. Adım
atmama karışırlardı ... •
- « Sen de, zamanın asri, züppe kızlarındandın ... •
- « Ne münasebet, Paul! Yalnız, aptal bir kız değildim el-
bet . Onların yolundan gidemezdim. Sabrettim. En sonunda,
kim olursa olsun, beni ilk isteyecek adama varmaya karar ver·
dim ... •
Venner yine alylı bir tavır takındı :
- « Demek Dr. Bragg'dan başka isteyen olmadı ? •
- «Belki olurdu ama, ilk teklif ondan geldi. Benim de ar-
tık beklemeye taihammülüm kalmamıştı. Derhal kabul ettim . •
- « Sonra da pişman oldun? •
Gladys, Paul Venner'in bu sözlerini duymamış gibiydi.
Dalgın dalgın anlatıyordu:
- « Genç kızlığımın en sıkıntılı günleri orada geçti ama,
Londra'yı yine severim ... O sisli, dumanlı şehir gözümde tütü­
yor ... Sinemalar, tiyatrolar, gece hayatı... Işıl J.§ıl caddeler ...
Ah! Paul, seninle beraıb er olmalıyız Londra'da! Bir piyesin ilk
gecesitle gitmeliyiz ... O ne muhteşem şeydir! Ben yine o sır­
ma işlemeli elbisemi giyerim ... •
- «Beni baştan çıkardığın gece arkanda <J elbise vardı de­
ğil mi?•
Gladys, kızmış ama, yine de karşısındakinin kusurunu hoş
görüyormuş gibi bir halle, dönüıp, ona yan yan baktı :
- cBukadar açık konuşmaya lüzum var m ı ya, canım ? Bu­
gibi şeyler biraz daha kapalı 'sözlerle söylenir. Neyse, şimdi be­
nim tatlı hülyalarımı bozma... Yemeği nerede yeriz? Henri'nin
lokantasında, ha?•

Sabah Yıldızı : 5 65
Paul Venner gözlerini kırpıştırarak başını salladı:
- cEvet. Listeye bakarsan yemekler Fransız yemekleridir
ama, önüne gelince görürsün ki, bizim kırk yıllık yemekler,
adlarını değiştirip gelmişler.»
Gladys : cÖf! sen de ! » diye, çırpınır gibi yaptı. «Herşeyin
tadını bozarsın! ,.
Sonra, hırsla sarılıp onun saçlarını okşamaya başladı. Par­
makları içten içe, ateşli kıvranmalarla açılıp kapanıyor, du­
manlanan gözlerinde pırıltılar yanıp sönüyordu.
- cNe gür saçların var, Paul ! » dedi. cEdgar'ın yaptırma­
dığı ilaç kalmadı, yine d e dökülenin yerine birtek tel geldiği
yok. . »
.

Paul Venner, hiçlbirşey söylemiyor, başını arkaya atmış,


tavana bakıy-0rdu. Gladys, onun başını saçlarından tutup çekti,
göğsünün ortasına yasladı, bastırdı.
Yük.sek ateşten kısılmış gibi bir sesle: «Bugece buluşalım,
Paul,ıo dedi.>
Paul Venner, gözlerini kapayarak başını iki yana salladı:
- cMaalesef ... İşim var.»
Kadın, onun yanaklarını avuçlarının içine alıp mıncıklar
g�bi yaptı:
- cAh Paul ! ,. diyordu.
Paul Venner : «Cıvıma P.llahaşkına! • diyerek, başını onun
göğsünden aldı, sıyrılıp ayağa fırladı.
- «Çocuklaşmayalım,> dedi. «Düşün ki...•
Gladys de, kalkıp, elbisesini düzeltirken, başını öıbür yana
çevirdi'.
- cNe düşüneceğim,,. diye onun sözünü kesti. «Yaptığı­
mız .bana hiç de kabahat gibi gelmiyor ... » Burada, arsız bir kız
gibi, yılışık yılışık güldü: «Elverir ki Edgar keşfetmesin .....
- «İşte senin ahlak telakkin! Kabahat, gizli kaldıkça kaba­
hat değil, ancak açığa vurulması tehlikesi varsa sakınmak ge­
rek. Güzel bir hayat felsefesi, doğrusu! Kim öğretti bunu sa­
na? »...

66
Gladys, alaylı bir tavırla: «Hatırlarım,> dedi, «O papaz da­
yım bir gün bana demişti ki...>
Venner, sahiden sinirlenmiş gibi bir halle, hızla döndü :
- «Yeter, Gladys ! Saçmalıklarını şimdi de dine uydurma­
ya kalkma ! > diye haykırdı. «Dayın ne söylerse söylesin, yaptık­
larını hiçbir şekilde mazur gösteremezsin.>
Genç kadın, onun böyle birdenbire öfkeleneceğini hiç bek­
lemiyordu, bir tuhaf oldu. Şaşalamış, kalakalmıştı. Sonra, o da
ciddi bir tavır aldı:
- «İşi biııbirimizden gizlemeye kalkmakta .mana var mı,
Faul? Biliyorsun ki sana müthiş tutkunum. Ne diyeceksin bu­
na ?»
Faul Venner, ellerini ceplerine soktu, öfkesinden homur­
damyormuş gibi, uzun uzun bir iç çekti. Sonra, sert adımlarla,
odanın içinde dolaşmaya başladı:
- «Hata derim... İkimiz için de büyük bir hata. Yapmıya­
caktık. Ama, mademki bunun bir hata olduğunu şimdi anladık,
artık vazgeçmeliyiz.>
Gladys, avuçlarını birbirine kapatarak, duyulmasından kor­
kar giibi alçak sesle: cSana tutkunum diyorum, Faul ! > dedi.
.:Bunun ne demek olduğunu anlamıyor musun yoksa? Düşünüp
taşınarak karar verdiğim bir şey değil ki bu, aksine karar ve­
rerek, bu sefer de vazgeçeyim. Kalbin söz dinlemiyeceğini yok­
sa sen hiç duymadın mı?>
Paul Venner, canı sıkılmış gibi bir tavırla, omuz silkip, git­
ti, köşedeıki koltuğa oturdu.
Gladys de onun yanına geldi ama, uzakta durdu.
- «Hele şu <ı.ltı aydır beni okadar mesut ettin ki, artık
senden vazgeçemem, Paul. Sen beni değiştiren, hayatımı, dün­
yamı değiştiren adamsın ... Başlangıçta olsaydı, belki, senin de­
diğin gibi, bu bir hatadır, der, seni unutmaya çalışırdım. Fakat,
dediğim gibi, sen beni yeni baştan yaratan adamsın ... >
Faul Venner : «Neler söylüyorsun, Gladys ! > diye, onun sö­
zünü kesmek istedi ama, genç kadın devam ediyordu:
- «Sonra, unutma, Paul: Bana .. senden hoşlanıyorum> de-

67
diğin anlar çok oldu. Beni sevdiğini sandımsa kabahat benim .
mi?»
Dr. Venner, ellerini açıp havaya kaldırdı:
- «Canım, her erkeğin bazı anlarda bir kadına: « Seni se­
viyorum ... Sana tapıyorum ! » dediği bile olur. Bu sözlere gerçek
değ�rlerini vermek kadına düşer.>
Gladys, öfkeyle yumruklarını sıktı:
- «Bu da sizin felsefeniz, demek, beyefendi! Yalan söyle­
yin; sonra, yalan söylediğiniz için siz kabahatli olmayın da, bu
yalana inanan hiz biçareleri kabahatli çıkarın .. Güzel şey, doğ­
rusu! •
Paul Venner birşey söylemedi; ne söyliyebilirdi ki!
Gladys, yeniden bir şey umar, bir tehlikeyi göze alır gibi
önce çevik, sonra tifrek adımlarla, ona doğru geldi:
- « Kavga etmeyelim, Faul. Dedigin gibi, erkek yalandan
bile «seni seviyorum! > dese, kadın da bunun yalan olduğun�
bilse, yine hoşuna gider. Bir an meselesiymiş hu; doğru. Biz ka­
dınların da nasi:bi, zaten, bir an için mesut olmaktır ... ve biz
buna razıyız ... •
Yaklaşıp, iki eliyle onun bileklerinden tuttu:
- cGeliyorsun değil mi, bugece?>
Delikanlı, bir an, gözlerini önünden kaldırmadı. Soma, bi­
leklerinden yukarı doğru yüks elen bir sıcaklık, yavaş yavaş
bütün vücudunu kaplamaya başlayınca, gözleri ağır ağır ona
doğru dikildi, boğazına .bir şey tıkanır gibi oldu, sesi pek :boğuk
çıktı :
- cPeki,• dedi.
Gladys, parola verir gibi : cAynı yerde, aynı saatte,> dedi.
Sarılıp öpmek için eğiliyordu, dışarıdan lbir ayak sesi du-
yunca geri geri çekildi, toparlanarak masaya doğru gitti.
Venner de, hemen kalkıp, masaya atıldı, tüpü eline aldı,
ona bakıyormuş gibi yaptı.

'
ELEN Başıhemşireydi.
G Gladys, hemen, ona doğru dönerek, g�lümsedi:
- « Siz misiniz, Başhemşire Hanım ? Doktor Venner yeni
bulduğu iacı gösteriyordu bana. Çok mühim bir keşif... Ne di·
yor:sunuz adına, Doktor?>
Paul Venner, gözünü tüpten ayırmadan, kısaca cevap ver·
di:
- ·Betrazol •
- cA! öyle ya, Betrazol demiştiniz. Ne güzel bir rengi var,
değil mi, Başhemşire Hanım ?,.
Fanny Leeming, önce birşey söylemedi; kaşlarını hafifçe ça­
tarak, bir ona, bir ötekine bakıyordu. İşi pek açığa vurmamakla
beraber, anladığını belli etmek de istiyordu.
- •Hakikaten, rengi çok güzel, Bayan Bragg,,, dedi.
Sonra, böyle, münasebetsiz bir zamanda içeri girmiş ol­
maktan dolayı özür diler gibi, etrafına bakındı:
- c Çoraıbın birtekini bulamıyorum... >
Dr. Venner, halfı tüp elinde, pencereye doğru tutmuş ba·
karken, dalgın dalgın sordu:
- cÇorap mı dediniz ? Nasıl çorap?,.
Fanny Leeming, onunla saygısızca konuşmaktan zevk du­
yuyormuş gibi bir halle: "Yün çorap,• dedi. cBir ara burada ör­
düm, yünlerle tığlar, yeni başladığım teki çantamda, öbür teki
yok. Buraya bir yere düşmüş olacak.•
Paul Venner, laboratuvara doğru giderken, ona kızgın kız·
gın bir baktı:
- cDemek onu aramaya geldiniz buraya?"
Sonra, cevap beklemeden , hu sefer Gladys'e bir göız attı :
- cBaşhekimimize örüyorsunuz galiba bu çorapları, de-
ğil mi?•
Başhemşire : «Hah! buldum,,. diye, köşedeki koltuğun altına
eğildi, çorabı alı:p kalkarken : cEvet,,. dedi. cDoktor Bragg hava­
lar biraz yağışlı gitmeye başladı mı yün çorap giyer. Benim
ördüklerimi de pek beyeniyor.ıo
Venner laboratuvara girmişti.

69
Fanny Leeming, onun arkasından uzun uzun bakıp alaylı
alaylı gülümsedi; sonra Gladys'e d öndü :
- cNe akıllı delikanlı, değil mi, efendim? »
Gladys, onun Paul Venner'i ne bakımdan akıllı bulduğun..ı
anlayamamış gföi baktı. Sonra keşfini kasdettiğini sanarak .
cEvet,,. dedıi, cmuhakkak ki mühim bir buluş. Hastanemiz için
ne büyük şeref! ,.
Başhemşire: «Evet ama,ıo dedi, «tehlikeli de.•
Gladys: cTehlikeli mi ?ıo diye, şaşkın şaşkın sordu. cNiçin..
neden tehlikeli?>
Fanny Leeming, bilgisini gösterebilmek için fırsat bulduğu­
na sevinmiş gi'biydi. Bunu belli etmekten de çekinmiyordu.
Çünkü asıl maksadı başkaydı, bunu örtmeye çalışıyordu.
- cE . . parlayıcı bir madde... • dedi, duraladı.
Başhekimin karısı, merakla dinlemeye başladı:
- «Evet? •
- cSağ olsunlar, bizim kızlar pek sarsaktırlar... İçlerinden
biri... mesela Jennie, dalgınlıkla, bir kibrit düşürecek olursa...
Allah vermesin... •
Gladys, önce, ürkmüş gibi, bir ürperti geçirdi. Sonra, omuz
silkiıp güldü :
- cA! olacak şey mi hiç! Binde-\bir ihtimal bile yok. Hem
sonra, Doktor Venner laboratuvarının kapısını hep kitli bu­
lundurur. Anahtarı da ken1dindedir... »
Başhemşire, dalgın dalgın başını salladı:
- cEvet, anahtarı kendindedir. Ama, neden bilmem, böy­
le bir korku girdi içime. Tesadüf bu, olur olur. Düşündükçe
ürpertiler geçiriyorum. •
Gladys, karşısındakinden çok kendi endişesini gidermek is­
ter gi:;:;i, sinirli sinirli bir kahkaha attı:
- cAman, Başhemşire Hanım ! Siz de ne evıhamlısınız!
Böyle şeyleri aklınıza getirmeyin, canım! Birşey olmaz.•
Sonra, şakacıktan telaşlı bir hal takındı:
- cAman, .ben gideyim buradan, mikrop kapmadan! Hadi
allaıhaısmarladık... ,.

70
Fanny Leeming, onun içine bir fitil soktuğu için, sinsi sin­
si gülümseyerek : cGüıle�güle, efendim,> dedi.
Gladys onun gülüşünü görmemişti. Hakikaten, mikrop kap­
maktan korkuyormuş gibi, acele, dışarı çıktı.
O gittikten sonra, Fannıy Leeming durup, etrafı dinleyerek,
kulak kabarttı. Sonra, ayaklarının ucuna basa basa laboratuva­
rın kapısına kadar gitti. Eğilip anaıhtar deliğinden içeri baktı.
Daha doğrusu, içeri bakmıyor, anahtar deliğini gözden geçirir
gibiydi.
Birdenbire, irkilerek, arkasına döndü. Farkında ve elinde
olmadan yerinden sıçramıştı:
- «İçeri girerken kapıyı vurmak yok mu?. diye haykırdı.
cNe dolaşıyorsun arkamdan beni gözler gfüi?>
J ennie, elinde te:psi, bakakalmıştı; elleri titriyordu :
- «Ben... ben sizi... sizin burada olduğunuzu bilmiyordum,>
diye kekeledi. « K ahvaltı takımlarını toplamaya gelmiştim.»
Başhemşire : cSus ! Cevap istemiyorum ... > diye, yeniden ve
bu sefer daha öfkeli öfkeli bağırdı. «Haddini bil, yoksa karış­
mam ! »
Kıza yan yan bakarak, yanından sıyırdı geçti, odadan dı­
şarı çıktı.
Jennie, ortada birşeyler döndüğünü sezer gibi olmuştu
ama, ne olduğunu da pek anlayamıyor, bunun için daha çok
ürküyordu. Çay fincanlarını t epsiye koyarken elleri titriyordu.

71
LTI hafta kadar sonraydı. Pazar sabah ı,
onıbire çeyrek vardı. Hastane kilisesinin
çanları berrak bahar havasının mavi göklerinde adeta sesten
parıltılarla çınlıyordu.
Güneş, günlerce süren yağmurdan sonra, insanlara sıcaklı­
ğını ve parlaklığını bütün haşmetiyle göstermek ister gibi, her
tarafa, billurdan süzülen bir aydınlık serpiyordu.
Havada da bir billur şeffaflığı vardı. En uzaktan gelen en
ufak bir ses bile, görünmez bir avizeye çarpmış gibi, derinden
derine tın-tın ötüyordu. Uzaktan uzağa horoz sesleri, tavuk gı­
daklamaları geliyor, araba sesleri, otomobil gürültüleri duyu­
luyordu.
Doktorların oturma odası da o sabah derli-topluydu. Pa­
zar temizliği çok erkenden yapılıp bitmiş, oda orada pazar din­
lenmesine çekilecek olanlara rahatlık ve huzur vermeye hazır­
lanmıştı.
Odanın ortasında, oturmaktan korkar gibi ayakta duran
Fanny Leeming'in halinde bir acayiplik vardı. Kiliseye gitmek

72
üzere, gayet ağırbaşlı giyinmişti. Arkasında siyah kostüm, ba­
şında siyah kurdeleyle süslü koyu kurşuni şapka vardı. Beyaz
dantele eldivenlerini buruşturmaktan korkar gibi, ellerini açık
tutuyordu. Çantasını koluna asmıştı.
Dışarıdan bir ayak sesi duyunca, elinde olmadan ve görü ·
nürde hiç sebep yokken, birdenbire irkildi ve kapıya doğru
döndü.
Dr. Bragg içeriye pek neşeli girdi. Başhemşireyi görün� e,
aşırı bir yapmacık gülümseyişle, ona doğru geldi :
- cVay, Hemşire Hanım! Siz çoktan hazırlandınız demek! •
- �Evet, efendim. Bu sabah herzamankinden daha erken
kalktıım. Bilmem neden, uyku tutmadı. Bir ara uyandım, şafak
sökmek üzereydi, ondan sonra birdaha uyuyamadım . . ».

Dr. Bragg, ellerini pantalonunun cebine sokarak, gerine ge­


rine odanın içinde dolaşmaya başladı. Pencerenin önüne gitti,
başını arkaya atarak gökyüzüne baktı:
- cHava güzel de ondan. Bugün çok hafü bir hava var.
Ben de içimde bir ferahlık, bir hafiflik hissediyorum. Mesudum!
diyeceğim geliyor ama, ortada bir sebep de yok ki.ıt
Fanny Leeming, kendini tutamayıp güldü ; sonra, bu gül-
mesine daha tatlı bir eda vermeye çalıştı:
- cNiçin yok, efendim ! •
Başhekim gözlerini açarak şaşkın şaşkın sordu:
- «Var mı?•
Fanny Leeming, aklından geçenleri Başhekimin sezmiş ol­
masından korkar gtbi, birdenbire lüzumundan fazla ciddi bir
tavır takındı :
- « Birliğe başkan seçilecekmişsiniz, onu demek istiyorum,
efendim. Duyunca ne kadar sevindim, bilemezsiniz. Çok isabet
ederler. Sizden iyisini mi bulacaklar ! •
Dr. Bragg, bir kat daha gerinerek, derin derin içini çekti :
- «Vallahi, Hemşire Hanım, seçerlerse, o mevkie layık ol­
mak için canla, ·başla çalışırım. Yüzlerini kara çıkarmam her ·
halde.•
- «Haddim olmayarak, size mensup olmaktan ... sizin mü·

73
essesenizde çalışmaktan nekadar büyük bir iftihar duyduğu­
mu söylemek isterim, efendim.•
Başhekim, teşekkür kabilinden birşey söylemek üzereydi,
Fanny Leeming buna vakit bırakmadan, daha coşkun bir halle,
devam etti:
- «Sizin ilerlediğinizi görmek benim en ıbüyük emelimdim.
Meslek hayatınızdaki başarılara bazı kadınlar değer vermez,
hatta .güler belki ama, benim için bunlar dünyanın en mühim
şeyidir.•
Dr. Bragg, bu sefer, hastabakıcısına teşekkür etmek zorun­
da kaldığı için canı sıkılmış gföi bir halle, hafifçe kaşlarını ça­
tarak, öbür yana doğru yürüdü :
- «Eksik olma, Fanny Hemşire,• deıdi, c senin bana ve has­
taneme nekadar bağlı olduğunu bilirim. Ben de, çatımın al­
tında böyle bir kimsenin bulunmasıyla iftihar ediyorum.•
Fanny Leeming, bütün bu sözlerle hazırladığı zeminin ar-
tık tam kıvamına g�diğine kanaat getirmişti.
- «Doktor Bragıg?•
Başhekim, birdenbire dönüp baktı:
- cNe var ?,.
Fanny Leeming, kolundaki çantayı açarak içinden bir baş­
örtü çıkardı, Başhekime doğru u zattı:
- cBusabah bahçede buldum,,.
Dr. Bragg, önce bunda bir fevkaladelik görmiyormuş gibi,
lakayıt bir tavırla baktı:
- « Karımın ibaşörtüsü . •
Başhemşire bilmemizlikten geldi ve pek şaşırmış gibi gö-
ründü :
- cA! sahi mi?•
- «Evet, düşmüş olacak.•
Fanny Leeming'in söyliyeceği daha bitmemişti ; şöyle bir
duraladı :
- «Ama, yol üzerinde falan değil,> dedi.
Dr. Bragg, yine pek ehemmiıyet vermiyormuş gibi bir ta­
vırla sordu :

74
- «Ya nerede?>
Başhemşire önüne baktı:
- «Otların üzerinde,» dedi. Sesini alçaltmış, pek sıkılır,
utanır giıbi konuşuyordu. cKHisenin arkasındaki fidanların ara­
sında... »
Dr. Bragg, anlayamamış gilbi bakıyordu. Ortaya bir fikir
atar gibi:
- « Rü.zıgar uçurmuştur,. dedi.
Fanny Leeming, onun halini görmek ister gibi, ağır ağır
başını yukarı kaldırıp baktı:
- c Dün falan hiç rüzgar yoktu ki, efendim,ıo dedi.
Dr. Braıgg, şöyle bir duraladı:
- «Yani? ... »
Başhemşire onu işitmemezlikten geldi. Elindeki başörtüyü
hafifçe yüzüne sürerek kokladı:
- « Pek de baygın bir koku sürülmüş ... »
Dr. Bragg, birdenbire kadına doğru atılarak elinden başör·
tüyü kaptı. Pek öfkelenmişti. Gözleri yuvalarından dışarı uğra·
mış, ateş s açıyordu :
- «Karımın başörtüsünün hastabakıcıların ellerinde gez­
mesine gelemem ! > diye bağırdı.
Başhemşirenin ·böyle birşeyle karşılaşacağını hiç aklından
geçirmediği be!liydi. Şaşırakalmış, ürkek ürkek bakıyordu. �ir
adım geri gider giıbi oldu. Kıpkırmızı kesilmişti.
Sonra, kendini topladı. Kafasına koyduğu şeyi, ne olursa
olsun, yerine getirmeye azmetmişti. Zorla gülümsedi:
- o:Kusura bakmayın, Doktor Bragg,,. dedi, cbelki biraz
ileri gittim ama, ben sizin iyiliğinizi düşünüyorum. Başka hiç­
birşey beni alakadar etmez.,.

R. Bragg, anlar gibi olmuştu ama, birşey söylemesine kal­


D madı, kapı vuruldu, içeri Dr. Murray'la Dr. Thorogood gir-
di. İkisi de kfliseye gitmek üzere hazırlanmışlardı, Mary Mur·
ray'ın elinde dua kitabı vardL

75
Başhekim , toparlanarak, yüzünden hiçbirşey belli etmeme-
ye çalıştı :
- « Günaydın, Doktor Murray,• diye kızı selamladı.
Sonra yeğ�nine döndü :
- cMerhalba, George. Nasılsın ? ,. diye hatır sordu.
George Thorogood : «Teşekkür ederim, dayıcığım, ,. dedi.
Başhekimin yüzündeki zoraki gülümseyiş daha fazla sür-
medi. Kaşları çatıldı :
- «Venner nerede? Hepimiz hazırız, artık kiliseye gidebi·
liriz, bir o yök . Gladys de hazırlanıyordu, şimdi neredeyse ge­
lir.»
George Thorogood: «Venner'i saıbahtan beri görmedim,,.
dedi. «Kahvaltıda da yoktu.>
Dr. Bragg, kaşlarını çatarak, yeğenine tuhaf tuhaf baktı:
- «Yani, daha kalkmadı mı demek istiyorsun, George?»
Arkasmdan bukadar şey söylenen zavallı adamın yardımı-
na genç Joktor kız k()ştu:
- «A, kalkmıştır ... » dedi. «Bana kalırsa .. .>
Fanny Leeming, onu konuşturmak niyetinde değildi , he­
men atılarak sözünü kesti :
- «J ennie'nin söylediğine göre, yatağı hiç boıZulmamış ...
Olduğu-gibi duruyormuş. Yani, dün gece hiç yatmadığı anla ­
şılıyor.»
Mesele çatallaşıyordu. Başhekim, hastanesini ilgilendiren
bir rezaleti tahkik eder gibi, bir kat daha ciddileşti:
- «Dün gece hastanede değildi demek ?,,
Dr. Vanner'i korumak yine M ary'ye düşüyordu :
- « Başka yerde olacağını hiç sanmıyorum, efendim,> de-
di. «Yalnız, belki sabaha kadar 18ıboratuvarda çalışmıştır. Son
günlerde çok mühim ibir şey üzerinde çalıştığını söylüyorou.•
Fanny Leeminıg, başıyla, laboratuvarın kapısını gösterdi:
- « Öyleyse, hala oradadır belki.»
Dr. Venner'in çağırılması için Başhekimden emir bekliyor
giıbiydi. Başhekim önce oralı olmadı:
- «Sabahlara kadar çalışıyor, ha ! Olur şey değil! Neymiş

76
bu mühim keşif? Ama, ne olursa olsun, böyle, usule, · kaideye
aykırı hareketlere ben göz yumamam. Herşeyin bir zamam
var.»
Sonra, Fanny Leeming'e döndü :
- cÇağırın bakayım şunu ibana! »
Başhemşire, laboratuvarın kapısına gidip, sinirli sinirli
vurdu. Sonra, ayrıca da seslendi :
- « Doktcr Venner? Doktor Venner ! »
İçeriden hiç ses yoktu.
Başhemşire, bu sefer daha hızlı vurdu, sesini de yükseltti :
- «Doktor Venner! Doktor Venner? Başhekim sizinle gö
rüşmek istiyor ! »
İçeriden ıbir tıkırtı duyulmuştu. Hepsi, kulak k albartarak,
kapıya doğru baktılar.
Biraz sonra, kapı açıldı, Paul Venner göründü.
Pek perişan bir haldeydi. Saçları darına-dağın, yuzu;gozu
şiş ... Yakası bir yana gitmiş. Uykudan uyandığı belliydi. Yalııız
elinde birtakım kağıtlar da vardı ki, bunları ya çalışıyormuş
görünmek için alelacele almıştı, yahut da onlar elinde uyuya­
kalmıştı.
Karşısındakileri giyimli - kuşamlı görünce, kendi harabati
halinden utanmış giibi, önce bir çekindi; sonra, herşeye hoş
vermek adetini hatırlıyarak, gülümsedi :
- «Günaydın bayanlar, baylar! » dedi. «Hepiniz giyinmiş,
kuşanmışsınız... Nereye böyle? Pazar gezmesine mi?,,
Fanny Leeming, taşı gediğine koymak için hemen atıldı:
- «Hayır, kiliseye gidiyoruz, Doktor Venner. Sizin iböyle
şeylerle başınız hoş olmadığı için, anlamazsınız elbet.»
Dr. Bragg, okadar dindar görünmek istemiyordu:
- «Kiliseden sonra da Blackton'a kadar ineceğiz, » dedi.
«Karım bizi otomobille götürecek ... Birkaç ahbabı görmeye.>
Paul Venner, esnemesini zor tutarak, yine gülümsedi:
- «Güzel... Hava da pek latif bugün. İyi eğlenirsiniz.>
Başhemşire, onun damarına basmak ister gibi: c Siz gelmi-
yor musu�uz ?» diye sordu.

77
- cNereye? Gezmeye mi?a
- cHayır ... Önce , kiliseye. Sonra, isterseniz Blackton'a da
gelebilirsiniz sanırım ... Arabada yer vardır sizin için de. Öyle
değil mi, Doktor Bragıg ?»
Başhekim, onun hastanenin müdürü, arabanın saMbi gibi
konuşmasına kızmıştı, hiç!birşey söylemedi.
Dr. Venner, alaylı bir tavırla: cTeklifinize ve davetinize
teşekkür ederim , Başhemşire Hanım,> dedi. c Ne yazık ki, kabul
edemiyeceğim. Daha kahvaltı etmedim ... Bakalım büfede birşey
kalmış mı? ... •
Dolaıb ın kapağını açıp baktı:
- cNe gezer! • diye söylendi. cBırakırlar mı hiç! Neyse,
bari bir kadeh bir şey içeyim ... >
Büyükçe bir bardağa viski doldurup içti.
öt ekiler, şaşkın şaşkın, durmuş, bakıyorlardı. Mary atılıp
onun içki içmesini önleyecek gibi oldu ama, karışmanın yersiz
olacağını düşünerek vaz.ıgeçti.
Fanny Leeming, bir koltuğun kenarına tutunmuş, alaylı
alaylı gülüyordu.
Dr. Bragg, kendini tutmak için çabalıyor gibiydi :
- cSalbah sabah, hem de pazar salbahı viski içilir mi, Dok­
tor Venner?ı. diye haykırdı. cSize şaşıyorum doğrusu ! >
Paul Venner, içkisinden bir yudum daha alırken, güldü :
- cGüzel mantık, ne yalan söyliyeyim ! Siz bu mantıkla
Parlamento'ya girmeliydiniz... >
Sonra yüzünü ekşiterek, pek üzgün bir hal aldı:
- cOniki saat gözümü kırpmadan çalıştım .. Şöyle, sınır­
lerimi ayakta tutacak bir şeye ihtiyacım var sanırım. Hem
sonra, ha cumartesi akşamı içmişim, ha pazar sabahı, ne farkı
var?•
Dr. Bragg, başını sallıyarak : cDoğru,a dedi, • gündüzü bı­
rakıp geceleri çalışan bir adam için cumartesiyle pazar arasın­
da da pek fark yoktur.>
Sonra, gitti masanın üzerindeki defteri elledi, sinirli sinir­
li düzeltti :

78
George Thorogood, Mary'yi dirseğinin ucundan hafifçe tu ·
tarak, Başhekime d<ığru döndü :
- cBize müsaade eder misiniz? ,.
İşin uzayacağını anlamış, s abırsızlanmaya başlamıştı.
Dr. Bragg : «YO,• diye, elini kaldırdı, cbir dakika daha du­
run. Dr. Venner'e söyliyeceklerimi siz de duyun, daha iyi. Her­
kes duysun, belki daha fazla tesir eder.•
Venner'e döndü:
- c Şu defterleri görüyor musunuz, Doktor Venner? :o diye
sordu.
Paul Venner, alaylı alaylı güldü:
- cHem de nasıl! Herbirini çift görüyorum.•
Başhekimin tepesi attı. Kendisi bu kadar cidıdi konuşurken
onun alay etmesine gelemezdi. Sesini bir kat daha yükseltti :
- « Dört ayda ikinci defa oluyor, defterlere altı haftadır
bir şey yazılmamı ş. Elimizden bu kadar mülhim hastalıklar ge­
çiyor, onların teŞhisine dair hiç ibir kayıt yok.•
Faul Venner, hiç ibir şey söylemeden, Başhekimin yuzüne
bön bön bakarak , dinliyordu.
Dr. Braıgg da, <ınun bu sakinliği karşısında biraz duraladı:
- « Hastalarınızı tedavide kendinize göre bir takım usulle­
riniz var; kırk yıldır görülmüş, alışılmış u sullere aykırı ama,
yine de sesimi çıkarmıyorum. Fakat, buna hiç gelemem ... Çün­
kü, bu doğrudan doğruya benim hastanemin şerefiyle ilgili bir
şey.•
Dr. Venner, yine hiç bir şey söylemeden dinliyordu.
Bu sırada, Jennie geldi :
- « Hanımefendi hazırlar, sizleri bekliyorlar, efendim. •
diye haber verdi.
Dr. Bragg: c Geliyoruz,. dedi, kapıy a doğru davrandı.
Sonra, defterleri göstererek, Venner'e döndü :
- «Bu akşam, ben geldiğim zaman, bugüne kadar olan bü­
tün vak'aları bu defterlere �lenmiş ıbulacağım. Yoksa, istifa­
nızı istemek zorunda kalacağım, haberiniz olsun ! İşte bukadar. •

79
Kapıya kadar kısa, sert adımlarla gitti. Orada durdu, öte­
kilere işaret etti:
- «Buyurun. »
Fanny Leeming, Dr. Venner'e, yüzünü ekşiterek, şöyle bir
baktıktan sonra, kapıya doğru seğirtti.
Odada şimdi Paul'la Geor.ge ve Mary kalmıştı. Kız da on­
ların hemen arkasından gidecekti ama, Geor:ge, geride kalmak,
ötekilerden ayrı olarak Mary'yle beraıber gitmek istiyordu.
- eBir hastama dair koğuştaki hemşireye bir şey tenbih
edecektim, unuttum» dedi. «LUtfen beni bekler misiniz?•
Mary Murray: «Hayhay,» dedi. «Burada beklerim.»
Dr. Thorogood onun kendisini dışarıda beklemesini isterdi
ama, küçük düşmemek için, bir şey söylemedi.
Çıkar çıkmaz Mary, dakikalardan beri başına yıldırımlar
yağan, bunlara metanetle karşı koyan delikanlıya hayranlıkla
ve şefkatle gülümsedi. Sonra, hem yalvarır, hem onun hesaıbın a
tasa duyar giıbi bir halle sordu:
- "Yapacaksınız, değil mi Başhekimin dediğini?»
Venner, onun orada bulunduğunu daha yeni farketmiş .giıbi,
yavaş yavaş- dönerek baktı. Uzun uzun baktı. Gözlerinin yor­
gunluğunu onun gözlerinin huzur veren berrak renginde din­
lendiriyor gibiydi.
Sonra, kaşları . çatıldı:
:-- «Yapmıyacağıın ! KMip miyim ben! Başkasına yazdır­
sın ! .. Lutfediyormuş da benim kırk yıllık alışılmış usullere ay­
kırı tedavi tarzıma sesini çıkarmıyormuş... Ama, buna hiç ge­
lemezmiş . . . Okadar lutufkarsa buna da sesini çıkarmasın. De­
ğilse, benim yeni icat usullerime de tahammül etmesin ! »
Mary: c Doğru,:ı. dedi. «Hakikaten, size söyledikleri hiç ya1
kışık alacak şeyler değildi. »
Faul Venner, şaşırmış gibi bakıyordu:
- cBen sizi ondan yana çıkarsınız sanıyordum.»
Mary Murray buna cevap vermedi. Bakışlarındaki üzüntü
gözlerini bütün bütün kapladı. Coşkunlukla ileri atıldı:
- «Kendinizi yıpratıyorsunuz, Doktor Venner. Yapmayın
bunu. Biraz acıyın kendinize. Biliyorum büyük bir emel peşin·
desiniz, maksadınız insanlara yardım. Öyleyken, yine de doğru
bulmuyorum bu yaptığınızı. Kendine bu kadar cefa eden insan­
alrı Allah sevmez.»
Venner, şaşkın şaşkın kıza bakıyordu :
- cYok, canım ?• dedi.
Dr. Murray, gayet ciddi bir tavırla devam etti:
- cEvet, kendinizi mahvettikten sonra, yaptığınız iyiliğin
ne hayrı kcı.lır! Başkalarını kurtarmak isterken kendinizi telef
ederseniz olur mu ya?•
Venner, kendisine kondurulan suçu inkara çalışan yarama:.3-
bir çocuk haliyle, başını silkti :
- « Hiç de öyle bir şey yok ... Belki size öyle geliyor a.µıa .. •
Mary, sinirlenir gibi bir ihareketle : « Görüyorum ! » dedi. « Ne­
kadar saklamaya kalkışsanız nafile. Son günlerde hemen hemen
hiç yemek yemiyorsunuz ... Çok cigara içiyorsunuz ... Az uyuyor­
sunuz. Zayıfladınız, çok zayıfladınız.,.
Venner, kaşlarını çatıp gözlerini büzerek, yüzünü buruştu­
rarak sordu:
- cSize ne? Ne üzülüyorsunuz siz benim halime?.
Mary Murray, önce bir duraladı; sonra, sıkıla sıkıla ve ken­
dini zorlayarak cevap verdi:
- cBana ne olur mu? Ben sizin arkadaşmız d eğil miyim?
Bir çatı altında çalışmıyor muyuz? Onu da bırakın, insan değil
miyiz? İnsanların da vazifesi yalnız kendilerini düşünmek değil
başkalarının da iyiliğini istemek değil midir? Öyle olmasayd,ı,
siz bu kadar çalışır mıydınız?
Venner, kad.ehinin dibinde kalan son damlayı da dikip bir
cigara yaktı. Hiç bir şey söylemiyor, somurtmuş, öyle, duru·
yordu.
Mary, daha fazla cesaret bulmuş gibi, devam etti :
- «Evet, halinize üzülüyorum: Bir insan olarak bu benim
vazifem ; hatalı gördüğüm hareketinizi düzeltmenizi isemek de
hakkım.•
Venner, cigarasından uzun bir nefes çektikten sonra, gözle-

Sabah Yıldızı : 6 81
rini kısarak, acı acı .gülümsedi:
- « Hayret, doğrusu! Birbuçuk aydır tan�ıyoruz, ben size
en ufak <bir sayıgı .göstermedim ... Çok kaba davrandığım bile ol­
du. Öyleyken, siz bana bu kadar yakınlık gösteriyorsunuz ... Bu
sizin iınsanlık vazifesi duygunuzdan mı ileri geliyor, yoksa ya:­
radılışınızdaki !hoşgörürlükten mi?»
Genç kız, biraz kızararak gülümsedi :
- «Belki her ikisinden. •
Paul Venner, ona y ı:ı n yan şöyle bir bakarak, gitti masaya
oturdu. Dr. Braıgg'ın gösterd '.ği defterleri elink tersiyle itip yere
attı, dirseklerini masaya dayayarak başını iki elinin arasına
aldı :
- c Öf! Müthiş başım ağrıyor, çatlıyor ! » diye söylendi . .:Şim­
di ıbir fincan kaıhve olsa başım kendine gelir belki biraz. •
Mary Murray, gözleri dalmış gibi, ona, öyle, bakıyordu.
Sonra, or a d a n zorla ayr ıl ı r gibi, ağır ağır kapıya kadar yürüdü.
Dışarıda, George 'Dhoro.good'un sesi duyulmuştu, biriyle konu·
şuyordu.
- « Doktor Thorogood geliyor, bana müsaade,,. dedi.
Çıkarken geri döndü:
- « Şimdilik Allahaısmarladık, Doktor Venner. Sonra gö­
rüşürüz.>

ARY gittikten sonra, Venner uzun müddet olduğu yerde


M kaldı. Hiç kımıldamadan, başı ellerinin arasında, gözleri
yarı kapalı, öyle, duruyordu. Yorgunluğunu daha derinden duy­
maya başlamış gfüiydi.
Sonra, birdenbire, üzerine hasan uykuyu yenmek ister gibi,
ellerini başından çekerek doğruldu, kalktı, odanın içinde bir
aşağı, bir yukarı d-0laşmaya başladı.
Okadar da1gındı ki, kapının vurulduğunu duymadı bile.
Dr. Drewett'in içeri girdiğini ancak, neden sonra, arkasına dön ­
düğü vakit gördü.
Yaşlı doktor, ona babaca ıbir gülümseyerek, geçti köşedeki
masaya oturdu, yine iskambillerini alıp fal açtı. Kaşlarını çat-

82
mış, kağıtlardan bir mana çıkarmaya çalışır gibi bakarken, de­
rin derin içini çekti:
- cSeninle ben kaldık, değil mi, Paul? Ötekilerin hepsi
gitti. Ne yaparsın, ibu hafta nöbet bize düştü. Ben, nöbetçi de ol­
masam, nereye .gidecektim ya! Ama, sen , genç bayan doktor ar·
kadaşımızla beraber, kiliseye hile giderdin s anırım, değil mi?»
Delikanlıya takılmak hoşuna gidiyordu. Bunun için, Paul
Venner de, okadar canı sıkkın olduğu halde, sesini çıkarmadı.
İşi alaya vurup biraz eğlenip oyalanmak kendisi için de daha
iyi olurdu. Elleri ceplerinde, ağır ağır dönerek, ona doğru geldi:
- cBizim genç bayan doktor arkadaşımız seni böyle is­
kambil falına bakarken görmesin, vallahi afaroz eder ! • dedi,
bir kahkaha attı. cPek dindar, çünkü. Her şeyi de o gözle gö­
rüyor ... •
Dr. Drewett, elindeki kağıtları masanın üzerine, atar gibi,
birdenbire bırakıp doğruldu :
- cNe isiiyorswı sen ıbu kızdan, allahaşkına? Nesini beyen­
miyorsun? Hanını - hanımcık bir kız. Senin, benim gibi, çalış·
mış, doktor çıkmış. Ayrıca, insanları vücutçe iyi etmekten baş­
ka, ru:han iyi etmeyi de kendisine gaye edinmiş. Yalnız, ne var
ki, ,bu iş i.çin ta Çin'e, Maçin'e gideceğine, memlekette de kalsa
yine epey hayrı dokunurdu ... Öyle değil mi?•
Paul Venner dinlemiyordu. Yine masaya çökmüş, başını el­
lerinin arasına almış, çatlayan şakaklarını kıracak gibi sıkıyor­
du
- cBaşım çok ağrıyor, Doktor Drewett, • dedi. cDün gece
sabaha kadar uyumadım. •
- c Halfı mı o şeyin üzerinde çalışıyorsun ? Neydi o . . . ?•
- cBetrazol... Evet, hala onun üzerindeyim. Son safhaya
geldim, takıldım kaldım.•
- « Şimdilik va�geç. Dur bekle 1biraz. Zamanla aklına baş­
ka bir şey gelir ... Büyük icatlar hep böyle olmuştur... •
Venner, acı acı güldü:
- .:At yarışlarında bir atın üzerine oynuyorsun ... Bu ata
binen cokeye, cdur bekle biraz, sonra yine yola koyulursun. . • .

83
diye�ilir misiiı? Benimki de aynı hesap, baba. Ben duraladığırn
gün başkası pekala !beni geçebilir... >
Arkasına yaslanıp bir cıgara y aktı. Uzun uzun bir nefes
çekti:
_,,... cOh! » dedi. c Bu sıkıntı içinde insanın canı cigara içmek
ister, lwboratuvarda ona da im'kan yok.»
Dr. Drewett, şaşkın şaşkın : «Neden? > diye sordu.
Venner, onun bu bilgisizliğine kızmış gibi, sert sert baktı:
- "Yaptığım karışımda tri-toluol kullanıyorum. Bu da,
malum-u aliniz son derece kolay parlayıcı ve patlayıcı bir nes­
nedir. Ağzımda cigara, yanına yaklaşacak olursam, yahut kib­
riti çakarken bir kıvılcım sıçrayacak <llursa hep :b eraber h ava­
ya uçtuğumuzun resmidir ... ,,
Bu yarı kızıg ın, yarı şakacı halini ıbirdenbire bırakarak yü­
zünü buruşturdu:
- cAman yarabbi ! Bu sabah hiç keyfim yok. Bir de baş­
hekimden a zar işittik. Goce s abaha kadar çalışılır mıymış ! Gece
çalışmayayım da ne yapayım? Gündüzleri hastalardan baş al­
dığım var mı k i! "
- Burada Dr. Drewett, birdenbire onun sözünü kesti:
- cHa, hasta dedin de aklıma geldi, Paul, oğlum. Foster'in
karısı gelmiş, seni soruyordu. Seni laboratuvarda biliyordum ;
onun için, hiç sesimi çıkarmadım. Koğuşa bakmıştır, şimdi ne­
redeyıse buraya gelir . •
Derken, kapı vuruldu. İki doktor biııbirlerine baktılar.
Dr. Drewett , alçak sesle: c Geldi ! » dedi. ·Odur.»
Sonra seslendi:
- «Buyurun! "
Kapı yavaş yavaş açıldı, Bn. Foster, sıkıla sıkıla içeri girdi.
Orta yaşlı, t emiz-pak giyinmiş bir kadındı . Kolunda zembil gibi
büyük bir ça nta vardı. İŞçi olduğu halinden, ellerinden belliyıdi
belki ama, ıbakışlarında bir asalet vardı. Teşekkür etmeye gel -
diği halde bile, yine vakur duruyordu.
İkisini de ayn ayrı selamladıktan sonra, yine Venner'e dön-
dü:

84
- cAfedersiniz, Doktor Bey,> dedi, crahatsız ettim. Pazar­
dan başka gün gelemem ki. Öyle söyledim. H all Hemşire : « Dok­
tor Venner görüşür belki,» dedi. «Ben de ıbundan cesaret ala­
rak. .. »
Paul Venner, kadına doğru dönmüş, kollarını göğsüne ka­
vuşturarak ıbiraz arkaya kaykılmış, ciddi ciddi dinliyordu .
Onun sözünü keserek: « Safa geldiniz» dedi. «Bir emriniz
mi var ? »
Kadıncağız, b u sözün basma-kalıp bir lakırdı olduğunu dü­
şünemiyecek kadar saftı, ciddiye aldı , mahcup oldu, ne söy­
liyeceğini şaşırdı:
- «Aman efendim, ne münasebet ! » diyebildi. «Tom'u gör­
düm de, size teşekküre geldim ... A!h ! Yarabbim ... •
Bn. Foster, ellerini birbirine kenetleyerek, dövünür gibi,
iki yanına sallanmaya başladı :
- «Ne kadar sevindiğimi.. bf'n i . . . 'bizi n e kadar sevindirdi·
ğinizi anlatamam size, d oktor. Yeniden hayata geldik gibi bir
şey... Ben de, kocam da, çocuklar da ... Tom adam-akıllı eski
halini bulmuş, diyebilirim. Benlen konuştu, çocukları sordu.
"Yakında buradan çıkarım, yine tuğla fabrikasında çalışmaya
başlarım, ,. dedi. Aıh! o günü ıb ir görsem, doktor ! Bayram ede­
ceğim ... »
Paul Venner, kadının bu coşkun hali pek dokunmuş gibi,
öbür yana döndü, pencereye doğru ıb ir iki adım attı, durdu. Za­
vallıyı boş yere umutlandırmaktan korktuğu !belliydi.
Kendi kendine konuşur gib i : «Benim yapabileceğim, koca­
nızın sinirlerini düzeltmektir, Bayan Foster,» dedi. «Üna çalı­
şıyorum. Az-çok d a başardım sayılır. Yalnız, kalbini iyi ede­
mem. O benim işim değil.•
Bn. Foster, kocasına kondurulan bir suçu reddeder gibi, eli­
ni sallayarak atıldı :
- «Tom'un kalbinden yana hiç tasa çekmeyin siz, doktor,>
dedi. « Faıbrikada çalışırken ne yükler kaldırırdı, bir bilseniz ! ,.
Dr. VennP.r, h afif ıbir acı gülümseyişle, başını salladı:

85
- ·•İşte asıl onun için tasa çekiyorum ya. Kendini çok yor­
muş. Kalbi çok yorgun.»
Kadın, yine kocasına son <derece güvenir bir halle, ona kon­
durulan bu zayıflık töhmetini de reddetti :
- «Artık kendine geldi ya, hiç korkmayın. Yakınd a sapa
sağlam ayağa kalkar. Eski kuvvetini çabucak yine bulur.• Bu
rada elinde olmadan övündüğü için utanır gibi, kısık kısık gül­
dü: « Dağları devirir, evvel Allaih ! •
Venner: c Evet, ama ... • dedi, lakırdısının arkasını getiremi­
yerek, duraladı.
Bn. Foster işitmemişti bile. Devam ediyordu :
- •Bugün onu kalkmış, yatağında oturur görünce öyle se
vindim ki! Hele getirdiğim domuz pastırmasından yediğini gö-
rünce ... Aklıma gelmişken vereyim, doktor: Size de biraz ge-
tirdim ... •
Kadıncağız, bunları söylerken, eğilmiş, hasır çantasını ka­
rıştırıyordu. Epey uğraştıktan sonra, başka şeylerin arasından,
peçeteye sarılmış bir çıkını çekip çıkard ı.
- «Bilmem ayıp mı ettim, doktor ?» diyerek uzattı.
Gözlerini genç doktora dikmiş, adeta korka korka bakıyor­
du. Daha kısık lbir sesle anlattı :
- c ÖVünmek .gibi olmasın ama, bu etin pastırmasını yap­
mada üzerime yoktur. Herkes pek beyenir. Hele ibu parça, en
iyi yerinden ... pamuk gibi. Afiyetle yiyin, doktor.•
Paul Venner, almak istemiyor gibi, çekingen duruyordu;
kadın, çıkını onun eline tutuşturur gibi, uzattı, kucağına bıraktı.
Dr. Venner, almak zorunda kaldığı bu hediyeyi tutup yanı·
başındaki masanın üzerine koydu :
- cTeşekkür ederim,• dedi. cBeni hatırlamışsınız, eksik ol­
mayın. Kendi elinizle yaptığınıza göre her halde çok nefis ol­
muştur. Elinize sağlık . •
Bn. Foster, büyük ıbir işi, ağır bir yükü en sonunda üzerin­
den atabilmiş olmanın yerdiği ferahlık ve sevinçle, şimdi daha
. ·
ser:best konuşuyordu:
- cSize lben ne kadar teşekkür etsem azdır, d oktor. Bu sıe.-

86
dece, çoban armağanı, çam sakızı kabilinden, ufak bir hediye.
Evde yerken sizsiz boğazımızdan geçmiyecekti. >
Sonra, ellerini oğuşturarak, yine sıkılgan bir hal aldı:
- cBeyenirseniz, haftaya pazara, bir daha geldiğimde, yine
getiririm .. . >

Toparlanarak kalktı:
- cBana müsaade, doktor. Daha fazla vaktinizi almayım.
Allahaısmar ladık.,.
Dr . Venner: « Gülegüle,• dedi ve bu kadına herhangi bir
hastasının ziyaretçisinden daha çok saygı göstermek zorunda
kaldığı için canı sıkılmış ibir tavırla, biraz falzaca boyun büke·
rek selam verdi. .
Bn. Foster, kapıya kadar gittikten sonra, orada durup ar­
kasına döndü:
- «Kocam size emanet, doktor. Bir daha gelişimde daha
iyi bulurum inşa1Iah. :o
Venner, onu bir an önce savmak ister giıbi, haşını hızlı hızlı
sallayarak: «Biz elimizden geleni yapacağız, merak etmeyin,,.
dedi.
Kadın, minnettar bir tavırla, ona, yaşlı doktora tekrar tek­
rar selam verdi. Sonra, bu iki doktoru r ahatsız etmiş olduğunu
ve :bununla ne ıbüyük bir hata işlediğini de farketmiş de yaptı­
ğından ürkmüş gibi ıbir halle, ça:bucak kapıdan dışarı sıvıştı.

p AUL Venner, kollarını iki yana açarak, kendini oradaki


koltuğa attı: .
- .«Aman Allah! > diye içini çekti. «Doktorluğun şu, hasta­
lara ve hastaların yakınlarına yalan söyleme, hiç değilse doğru­
yu saklama m e�buriyeti yok mu, mahvediyor beni. Adamda şi­
fasız bir kalb hastalığı var ... Ama, gel bunu karısına söyle. Ko­
casına bu kadar düşkün bir kadına nasıl söylersin ıb unu! :o
Dr. Drewett, gözlerini devirerek, acı acı güldü:
- «Kocasına bu kadar düşkün ha? Öldüğü zaman ilk se­
vinecek o değil mi acaba? Kimbilir o da ne sinsidir: bütün ka­
dınlar gibi ! ,.

87
Paul Venner: .:Amma yaptın üstat! > diye güldü. «Bütün ka­
dınlar diye, hepsini kötüleme, canım! İçlerinde . . . >
Dr. Drewett, onun sözünü kesti:
- c İyileri de vardır, diyeceksin, değil m i ? Ben seni bu ka­
dar bön bilmezdim, Paul. >
Paul Venner, ihtiyar meslekdaşmın bu sözleri ağrına git­
miş gibi, kaşlarını çattı:
- «Bön müyü m?» dedi. «Öyle mi görünüyorum ? »
Dr. Drewett'in dudaklarındaki acı-tatlı gülümseyişin acı ta­
rafı daha çoğaldı :
- «Ben gör ünüyor muyum ? ıo dedi. « Gören hiç de öyle de­
mez. Yalnız, ins anlar göründükleri gibi değildir, azizim. Hep­
sinin içinde bambaşka bir insan saklıdır. Hele biz erkekler; hiç
göründüğümüz gibi değilizdir. Yıllarca, yastığımın altında bir
kadının resmini sakladım. Sık sık çıkarır bakardım . . . "
- «Esir kampınd a mı?•
- « Evet. Esir ka mpındayken. Yanıbaşımdaki yatakta ya-
tan arkadaş, dayanamadı da, bir gün: «Metresin mi?• diye
sordu.
c Öyle f�nama ,gitti ki adamın bu sözü, kendimi kaybettim,
az kalsın öldürecektim keratayı.»
Eski günlerin kaLb sızlatıcı hatıralarına dalmış, adeta kendi
kendine konuşur gibi anlatıyordu.
Paul onun anlattılkarmdan bir şey l er sezip, hikayen.in eksik
taraflarını t amamlayabilmek için, dikkatle dıinliyordu.
- c Değil miydi?• diye sordu.
Dr. Drewett, hayalinde çoktan uzaklara gitmişti:
- cNe değil miydi? "
- cO kadın senin metresin?>
Yıllarca önce esir kampındaki yatakhane arkadaşının so ·

ruşu gibi bu defaki de yaşlı doktorun bakışlarında fırtınalar


yarattı. Yalnız, bu seferkinin sebebi bambaşkaydı.
Alçak ve .boğuk bir sesle : cHayır ... > dedi. cBenim değil, baş·
kasının metres iymiş. .. Benim karımdı.>

88
8 İRKAÇ cümleyle anlatılmış bu uzun ve acı hikaye, şimdi
odayı dolduran sessizlik içinde çın-çın çınlıyor gibiydi.
Uzun müddet ikisi de konuşmadılar.
Sonra, Paul Venner ağır ağır doğruldu. Gitti, c amlıdolaptan
kendine büyükçe bir kadeh viski doldurdu. Yine yavaş yavaş yü·
rüyerek, yaşlı arkadaşının yanına geldi :
- « Seni şimdi anlıyorum, Drewett, » dedi.
Sonra, acı hikayeyi unutturup havayı tatlılaştırmak için işı
şakaya boğmaya çalıştı.
- « Sen de beni anlarsın sanırım, değil mi? Diyebilirim ki,
şu çatı altında, nasıl söyleyim ... aramızda ruhan yakınlık bu­
lunan bir sen varsın. Onun için, şu müşahede defterlerini benim
yerime sen yazıverirsin, d eğil mi?.
Dr. Drewett, ciddi ciddi dinlerken, arkadan <böyle ibir an
garya geldiğini görünce, başını ağır ağır arkaya atıp ,babaca
giilümsedi :
- cBunu hiç bekleme benden, oğlum. Bundan yirmi yıl ön­
ce, karımdan boşandıktan sonra mahkemeden çıkarken, insan
lara en son iyiliğimi yapmış bulunuyordum, ondan sonra da
kimseye iyilik etmemeye andettim. Anladın mı, azizim ? »
Paul Venner, kadehini sonuna kadar dikip omuz silkti, yü­
rüdü:
- «Pekala. Unuttuğum bir şeyi hatırlattığın için teşekkür
ederim dostum: Kendi işini kendin yap. Bugün öğleden sonra
oturup yazmalı, başka çare yok. Bu yaştan sonra, hastaneden
kovulmayı göze alacak değilim ya.»
Sonra, masaya çöktü , kağıtlarını önüne aldı, yine formülü
üzerinde çalışmaya başladı. Bir takım şeyler yazıyor, kimya
muadeleleri kuruyor, bozup düşünüyor, yeniden yazıyor'du.
Okadar dalmıştı ki, dışarıdan çanlar çalmaya başlayınca ilk
önce duymadı; sonra zihnini alt-üst eden şeyin ne olduğunun
yeni farkına varmış g�bi, sinirli bir hareketle yerinden sıçradı :
- «Aman ! Bu gürültü de! • diye söylendi. «İnsanda ne kafa
bırakıyor, ne bir şey . »
Odada yalnız olmadığını d a yeni farketmiş giıbiydi. Ağır a-

89
ğır arkasına dönerek, Dr. Drewett'e baktı. İhtiyar, yine iskambil
falı açmış, elinde ıb ir kağıt, düşünüyordu.
Dr. Venner: « Senin de şu falın bir türlü bitmedi! » diye ona
da çıkıştı.
Drewett, dönüp ona bakmadan, başını ağır ağır arkaya
doğru kaldırdı:
- « Bitmez ... ,. dedi. «Biter mi hiç. O bitince ne olacak? Baş-
ka ne var ki bu dünyada benim için eğlence ıolarak ? »
Durdu. Yine u zaklara dalmış g1biydi. Sesi alçaldı:
- «Ü ... esaretteki yatak arkadaşım öğrettiydi bunu bana.•
O acı hikaye yine açılacak gibiydi. Venner, bakışları canla-
narak, baktı.
Bu sırada, kapı h afifçe vuruldu, içeri Dr. Mary Murray
girdi.
Elinde tepsi vardı. Kapıyı açarken bir eliyle tutmuştu, içeri
girer girmez tepsiyi yine iki eliyle tuttu. getirdi, Dr. Venner'in
çalıştığı masanın üzerine koydu.
Paul Venner'in önce sevinçle ve çok içten 'bir duyguyla yu­
muşayan gözlerinde sonra zoraki bir sert bakış belirdi:
- «Bu ne ibu?,. diye sordu.
Mary, her türlü çıkışmaya, çoktan bekliyormuş da, hazır­
mış gibi bir halle, gayet sakin ve yüzünün hiç bir adalesi oyna­
madan cevap verdi:
- «Bir kahve olsa da içsem, demiştiniz ya. İşte size kahve
getirdim. Buyurun. İçin, iyi gelir. •
Venner n e kadar sevindiğini artık saklayamıyordu. Kahve­
nin buğusundan bulanan bakışlarını genç kıza dikti:
- «Koruyucu melekler diye ıbir şey varmış,• dedi, « siz on­
lardansınız galiba. Ama, yanlış yere gelmişsiniz . Dini-bütün in­
sanların arasına düşseydiniz, y aptığınız hayır havaya gitmezdi,
imanları büsbütün artardı...>
Mary, yine fütursuz bir halle: «Ne isterseniz söyleyin,,.
dedi, « siz hele şu kahveyi bir için.>
Delikanlının alaycılık damarı üzerindeydi. Kızı en can alıcı
yerinden bir kere yakalamıştı ya, bırakmak istemiyordu.

90
- «Ben sizi de kiliseye gitti sandım. Gitsenize, ne duruyor­
sunuz ? Geç kalırsınız sonra. Allah sizi sevmez. Hele benim yü­
zümden aranızın açılmasını hiç istemem.>
- «Ne yapalım. Ona da katlanırız.>
Paul, ne söylese onu kızdıramıyacağını anlayınca, ciddi bir
tavır taıkındı. Gözlerini fincana dikerek sordu:
- «Şekeri var . mı ? »
- «Var ! ,.
Bunun üzerine, Paul Venner, fincanı alıp kahveden bir yu­
dum içti. Yüzü, bakışları birdenbire değişti. İçinde biriken, ken­
disinin zorla bastırdığı tatlı duygular artık açığa vurulmuştu:
- «Harikulade! • dedi.
Dudaklarının arasından sıyrılan bu sözü kahve için söyle
mişti ama, sesinin edasına, içinden yükselen bir heyecanın ür­
pertisi karışmış, karşısındakini kasteder ıbir mana almıştı.
Kendisi de bunun farkına vardı. Ortada olanı olduğu gibi
ele almaya karar vermiş bir tavırla, ıdurdu:
- «Ben size karşı çok kötü da\rrandım,> dedi.
Mary'de yine bir değişiklik görülmedi.
- «Bilmem,> dedi. « Öyle mi ? »
Paul Venner başını salladı :
- «Evet. Yalnız, bir şey var... Siz mürekkepbalığını bilir
misiniz? ,.
- «Hayır.•
- cMürekkepbalığı karşısındakini görür görmez hemen ze-
hirini fışkırtır: Kötülüğünden değil; ona zarar vermek istedi­
ğinden değil. Kendine bir kötülük .gelmesinden, kendi canının
yanmasından korkar da ondan.•
Mary Murray, ilk defa olarak, ciddi duruşunu bozdu. Ha-
fifçe gülümsedi:
- cAnlıyorum, » dedi.
Dr. Venner, başını önüne eğdi:
- «Bu sözlerimi öııür dileme yerine geçmek üzere söylüyo­
rum,,. dedi. « Şimdiye kadar size karşı ettiğim saygısızlıkları h�
görün. Anlamakta belki geç kaldım ama, şimdi anlıyorum : Siz

91
çok iyi bir insansınız, Doktor Murray.»
Mary Murray yine kısaca cevap verdi:
- «Teşekkür ederim, efendim.»
Paul Venner, birdenbire başını kaldırıp gözlerini kıza dikti.
Bakışlarında acayip bir hal vardı:
- « Çok da güzelsiniz... »
Bu sözleri kendi kendine söylemiş gibiydi. Karşısındakinde
bir hareket görmeyince, işitmediğini sanmış da daha yüksek
sesle söyler gibi, başını dikti:
- «Korkunç derecede güzelsiniz,,. dedi.
Mary Murray, yalnız, ibaşını önüne eğdi, gözlerini yerde bir
noktaya dikti. Bunu cevap vermeye değer bir söz saymamış
gibi bir hali vardı ama, içten içe duyduğu sevinci belli etmek­
ten de korkar gibiydi.
Dr. Venner de, sözlerini bir sebebe bağlamak lüzumunu _.
duymuştu:
- « ŞU bizim yakışıklı delikanlı, güzellerin düşmanıdır. Sa-
kın kapılmayın ona.»
Mary, şaşırarak, biraz da korkmuş gibi sordu:
- « Kim?•
Dr. Venner, alaylı alaylı, biraz da ağabey haliyle: «Kim o-
lacak,» dedi, «Doktor Thmoıgood biraderimiz.»
Mary bu sefer sahiden şaşırmıştı:
- «A! o nişanlı değil mi?. dedi.
Paul Venner, şakacıktan takınılmış ciddi bir tavırla göz­
lerini hafifçe kapayıp açarak, başını salladı:
- «Nişanlı. Yalnız o gibi kimseleri parmaklarındaki yüzük
pek değiştirmez.,.
Mary içeri girdikten ıberi, Dr. Drewett, ona başıyla selam
vermekten başka, orada bulunduğunun farkında değilmiş g�bi
davranmış, onların konuşmalarına hiç karışmamıştı. Yalnız, söz
Thorogood'a gelince duramadı:
- «Halkayı onun burnuna takmalı,» dedi. «Ü zaman aklı
başına gelir.»
Paul Venner, pek isteksiz bir halle güldü:

92
- « O ! Bu güzel işte! »
Onların aralarında konuşmaya başlamış Glmalarını fırsat
bilerek, Mary: «Müsaadenizle,» dedi, kapıya doğru sıvıştı.
Sonra, Paul'la olan ahbapça görüşmesini böyle birdenbire
ve soğuk bir şekilde kesmeye gönlü razı olmamış gibi, döndü
- «Kendinize iyi bakın, Doktor Venner. Çok yorgunsunuz ;
dinlenin. >
Paul Venner, gözlerini hafifçe süzerek, hiç kırpmadan, ona
baktı:
- cEiksik olmayın,» dedi. «Demek beni düşünüyorsunuz ... •
Kapı kapandı, kız gitti, Venner'in gözleri halfı oraya dikili
kalmıştı:
- «Çok şeker bir kız,,. dedi.
Sonra birdenbire kendini topladı:
- «Yoksa şimdi sen bana yine, ene kadar bönsün ! � mü di­
yeceksin, hoca?•
Drewett cevap vermeyince o yine devam etti:
- « Evet, evet... unutmadım dediğini, unutmamaya da ça­
lışacağım. Kadınların hepsi iki-yüzlüdür.»
Sonra, kollarını çaprazlayıp alnının üzerine dayayarak ar ·
kaya devrildi:
- « Öf! öyle yorgunum ki! » diye inledi. «Kızın hakkı var:
Biraz dinlenmeliyim. »
Koltuktan zorla doğrulup ilerideki divana gitti yattı. Göz­
lerini kaıpar kapamaz derin bir uykuya daldı.
Dr. Drewett, önündeki iskambil falından başını ağır ağır
kaldırıp döndü, ona baktı. Sonra, kalktı, divanın ayakucunda
dürülü duran battaniyeyi aldı, usulca Venner'in üzerine örttü.
Yerine dönüp bir el daha fal açmaya koyuldu.

93
� G-
R. VENNER, bir gürültü üzerine gözlerini
açtı. Odayı sarı bir alacakaranlık kaplamış­
tı. İlk önce şaşkın şaşkın dört-bir yanına bakındı. Sonra, içeride
biri olduğunu seçti.
Genç doktoru daldığı tatlı ve derin uykudan Jennie uyan­
dırmıştı. Elinde kömür kovası, maşa, ocağa bakmaya gelmiş,
Venner'in divanda uyuduğunu farkedince, birdenbire irkilmiş,
gürültü etmemeye çalışırken elinden maşayı düşürmüştü.
- «Ü! afedersiniz efendim,» dedi. «Ateşe bakmaya gelmiş­
tim de. Hem, sofrayı da hazırlayacağım ... >
Paul Venner, esneyip gerinirken, birdenbire durdu. Kolları-
havada, ağzı açık kalmıştı:
- cSofrayı mı hazırlayacaksın?> dedi.
Sonra, telaşla doğruldu:
- cOkadar oMu mu? Kaç saat uyudum iben?•
Hastabakıcı kız, biraz yılışık bir gülümseyişle: «Kaçta uyu..
duğunuzu bilmiyorum ki...> dedi.
Paul Venner kızın lbu laübaliliğine kızmıştı. Kaşlarmı ça-

94 '-
tarak, toparlandı, kalktı, cebinden saatini çekip baktı: Saat ye­
diyi geçiyordu.
Jennie, ocağın önüne çömelmiş, ateşi canlandırıyordu. Dr.
Venner, uykusunu açmak için, odada şöyle bir dolaşmaya baş­
ladı. Gözüne, masanın üzerindeki kağıtlar ilişti. Kızgınlıkla ye­
re fırlattığı o teşhis ve müşahede notları derlenmiş, toparlan­
mış, gayet düzgün bir şekilde yine eski yerine konulmuştu.
Önce, canı sıkılır gibi oldu. Sonra, 1bir şey hoşuna gitmiş
gibi, tatlı tatlı gülümsedi:
- «Aferin, Jennie,• dedi, «ben uyurken odayı derleyip to­
parlamışsın. Hamarat kızsındır ama, kadrini bjlmezler senin."
Başka zamanlar, Jennie'ye hiç yüz vermez, onunla t eklifsiz
olmaktan çekinirdi, çünkü kızın samimiyeti anlayacak bir ya­
radılışta olmadığını biliyordu. Yalnız, o anda , uykusuz geçen
bir geceden ve yorucu bir çalışmadan sonra, bir hayli uyuyarak
kendine gelmiş olmaktan dolayı olsa gerek, kendinde rahat bir
hafiflik hissediyordu. Neşesi üzerindeydi. Kimle olursa olsun,
şakalaşmak, gülmek istiyordu.
Jennie, ocak işini bitirmiş, sofrayı açmak üzere doğruluyor
du; biraz üzgün bir gülümseyişle, Venner'e döndü:
- cüdayı ben toplamadım, efendim,• dedi.
Paul Venner, odanın içinde gezinirken durdu:
- cYa kim topladı?• diye sordu.
- cMary... Dr. Murray, efendim ... •
Venner : cYa ! • diye, şaşkınlığını belli etmekten kendini ala
matlı. Sonra, hızlı hızlı masanın yanına gitti. Defterlerden bi­
rini açıp baktı:
- cAman yarabbi! . diye söylendi.
J ennie, telaşla geldi:
- «Ne var, efendim? Bir şey mi olmuş?. diye sordu.
Paul Venner, elinde olmayarak ağzından bir laf kaçırmış
gi'bi, birdeıtbire toparlandı:
- cHayır. Bir şey yok,> dedi.
Kızın orada olduğunu yine unuttu. İçini altüst eden duy­
gular okadar sarsıcıydı. Gidip ocağın üzerindeki yüksek mermer

95
tablaya dayandı. Başını bir eline dayadı, düşünür giibi durdu.
Kapı açılıp içeri Fanny Leeming'in girdiğini ancak hasta­
bakıcı kızın konuşmasından anladı.
Jennie: «Hüş geldiniz, Başhemşire Hanım,» diyordu. « İyi
bir gün geçirdiniz mi bari?»
Başhemşire, mahsus, başka bir şey düşünüyormuş gibi dal­
gın bir tavır takındı. Kısaca: cEvet,,. dedi. Venner'e döndü:
- «Nasılsınız Doktor Venner? Bugün hiç bir yere çıkmadı­
nız galiba?«
Bunları söylerken, masanın üzerindeki defterlere, kağıtlara
da ıbir göz attı. Başhekimin genç doktoru ıböyle bir cezaya çarp­
tığı için sevindiği gibi, onun ibu cezayı yerine getirmiş olmasını
d a takdirle karşılıyor gibi bir hali vardı.
Paul Venner hiç cevap vermedi. Hala, mermere dayalı, du­
ruyordu. Fanny Leeming'in içeri girdiğini anlayınca, başını çe­
virip şöyle bir bakmış, sonra yine arkasını dönmüştü.
O sabah, kiliseden sonra, Başhemşirenin Dr. Bragg'la ve ka­
rısıyla beraber şehre ineceklerini biliyordu. Fanny Leeming'in
şimdi bundan söz açılsa da şehirde gördüklerini, nerelere git­
tiklerini ve kimlerle konuştuklarını nisbet verir gibi anlatsa diye
içi içini yediğini de bilmiyor değildi. Onun için, inadına, ne bir
şey sC!rdu, ne dönüp baktı. Selamına karşılık bile vermedi.
Fanny Leeming, bu sefer Jennie'ye döndü :
- «Sofra hazırlanmadı mı daha?» diye haykırdı.
Kız, bunun hiç de telaşa ve çıkışmaya değer bir şey olma-
dığını anlatmak ister gibi, lakayt bir halle cevap verdi :
- cHayır, efendim. Şimdi hazırlayacaktım. "
Başhemşire, sesini biraz daha yükseltti:
- «Peki ama, ben sana demedim miydi saat tam yedide
sofra kurulmuş olacak diye? Hani ya? Bak saat yedi buçuğa
geliyor! ,,
Jennie: «Şimdi efendim,» diye, dışarı fırladı.
Onun arkasından Venner de, ağır ağır yürüyerek kapıya
doğru gitti. Dışarı çıkıp bahçede biraz dolaşmak, hava almak is­
tiyordu.

96
Tam , çıktı, kapıyı arkasından kapamak üzereydi, içine doğ­
muş gibi, birdenbire durdu. Sessizce arkasına dönüp halktı :

f ANNY Leeming, masaya doğru gidiy<ırdu. Venner bunu gö-


rünce, hemen kapının dışına doğru çekildi. Kadın onu gitti
sanmıştı. Masaya yaklaştı. Defterleri, kağıtları karıştırmaya
başladı. Venner bunu, olduğu-gibi, kapının menteşe tarafındaki
aralığından görüyordu.
Soluk almaktan korkarak, uzanmış, meraıkla bakıyordu.
Fanny'nin defterleri ne maktıatla karıştırdığını anlamıştı.
Birdenbire, öksürerek, içeri daldı.
Başhemşire, boş bulundu, yerinden sıçradı, defteri telaşla
kapadı, kendine aşırı bir çeki-düzen vererek durdu. Sonra, ne
kadar saklamaya çalışsa sa1klayamıyacağını anlayarak, kafa tu­
tar .giıbi, dikildi :
- «Ya, beni gözetliyordunuz demek ! »
Paul Venner, alaylı alaylı gülümseyerek, başını salladı:
- v.Evet. E, sırayla, değil mi ya'? Hep siz beni gözetliyecek
değilsiniz ya.•
Artık düşmanlık iyiden iyiye açığa vurulmuştu. Görünüşü
kurtarmaya çalışmadan konuşabilirlerdi.
Fanny Leeming: «Saklayacak değilim,• dedi. «Başhekimin
bu sa!bah size verdiğıi vazifeyi yaptınız mı, yapmadınız mı, me­
rak ediyordum. Ama, çar-na-çar yapacağınızı da biliyordum.•
Başhemşire burada sesine daha alaylı .bir eda verdi:
- «Başkalarına karşı istediğiniz kadar caka satın, Doktor
Bragg'ın karşısında süt dökmüş kediye dönersiniz!,.
Paul Venner kadının bu kadar küstahça konuşmasına hiç
aldırmadı. Yalmz, yüzündeki alaylı gülümseyiş yavaş yavaş
daha sert ve e�ıµ bir renge büründü.
Alçak sesle ve dişlerinin araısından konuşarak : «Ah! ıbana
ne diş biliyorsunuz siz ! » dedi. « Öyle değil mi, Fanny Hemşire'?•
Başhemşire ona önce, içinden derin bir hınç duyar gfüj
baktı. Sonra, dudak büküp omuz silkti :

Sabah Yıldızı : 7 97
- cHiç de değil. Onu da nereden çıkardınız, Doktor Ven­
ner?:o
Paul Venner, burnundan güldü:
- · Bilmiyormuş gibi konuşuyorsunuz. Oda meselesini unut­
tunuz mu?»
Fanny Leeming anlamıyormuş gibi duruyordu.
Kaşlarını çatarak: cüda mı?» dedi. c Hangi odadan bahse­
diyorsunuz, allahaşkına, Doktor Venner?»
Paul Venner, bir şey üzerinde ayak direr gibi : «Oda,:. dedi.
•Hani şu, almak isteyip de elimden bir türlü alamadığınız o­
da... »
Bunun üzerine, Fanny Leeming, yeni anlamış gibi: «Ha!
laboratuvar mı ?:o diye haykırdı.
Sonra, birden:bire yumuşadı. Çok üzülmüş gibi bir hal aldı:
- «Biliyorum, Doktor Venner. Geçen gün bu iş üzerinde
t.ıiraz sert krmu5'İum. Sonradan pi şman nldüm y a , n ey�e : Uf::tk
şeyler bunlar, Doktor Venner, üzerinde durmaya değmez.»
Paul Venner, alaylı alaylı bir kahkaha attı:
- o:Ay ! Ufak şeyleri ibüyültmek sizin adetiniz değil midir,
Hemşire Hanım? Nezamandan beri vazgeçtiniz bu huyunuz­
dan?"
Fanny Leeming'in yumuşayan yüzü birden:bire yine asıldı :
- .. öyle bir huyum olduğunu bilmiyordum , doğrusu.»
Dr. Venner, birdenbire, yalancıktan ciddileşti :
- «A, afedersiniz. Demek hakkınızda yanlJJ? bir kanaat edin­
mişim. Kusura bakmayın. Böyle bir huyunuz olmadığını öğren ·
diğime çok s evindim. »
B u sefer d e Fanny Leeming sahiden ciddi bir tavır aldı :
- · Size bir şey söyliyeyim mi, doktor? Siz benden yana
yok yere kuşkulanıyorsunuz ve boşuna kendinizi üzüyorsunuz.
Benim gibi zavallı bir kadının size ne kötülüğü dokunabilir ki! "
Venner'den tatlı bir söz bekliyordu. Bunu bulamayınca, da­
ha alçak gönüllü bir halle devam .etti :
- «Biliyorsunuz: anam - babam hizmetçiydiler. Ben de bir
ara hizmetçilik ettim. Ama, ayıp mı? Ekmeğini kazanmak için

98
çalışmak ayıp mı? Burada nasıl canla, başla çalıştığımı da söy·
lersem, yalan olmaz sanırım. Ama, farkındayım: hemşireler
hast'abaıkıcılar arkamdan: «Vaktiyle hizmetçiymiş! » diye benim­
le alay ediyorlar. Etsinler, ne çıkar! Bugüne bugün ben onlar&
emredebiliyorum ya. Ona bakarım ben ! Üst tarafı rbana vız ge­
lir ! »
Çok aşağı'd.an alarak başladığı sözlerini yine bir böbür­
lenme ve övünmeyle bitirmişti. Venner buna içinden kıs-kıs
gülüyordu. Bu gülümseyişi sonradan dışarı da vurdu. Başhem­
şire bunu görünce on<ı, tuhaf tuhaf baıktı. Karşılıklı silahları bı­
rakmışlarken sanki onun yeniden saldırmaya hazırlandığını gör­
müş de kendi de pusuya çekiliyormuş gibiydi.
Dı;. Venner, onu uzun uzun süzdü. Bakışları manadan ma­
naya geçiyordu.
En sonunda : «Buradan çıkmayı hiç düşünmediniz mi,
!":mny Hcmiire? � diye s-ordu.
- «Buradan çıkmayı mı.? Yo, öyle bir şeyi aklımdan hiç
geçirmiş değilimdir, geçirmem de.>
Fanny Leeming, böylece cevabını verdikten sonra sordu :
- «Neden icabetti şimdi bu, Doktor Venner?ıo
- «Hizmetçilikten gelme olduğunuzu burada herkesin bil-
diğini daha demin siz söylüyordunuz da. Başka yere gidecek
olursanız, kimse geçmişinizi bi·lmez, sizi bugün göründüğünüz
şekilde kabul eder diye düşündüm de.>
Venner bunları gayet tabii ve sakin bir halle söylemişti
Başhemşire, yüzünde bir alay gölgesi dolaşırken: c Eks.ik
olmayın, Doktor Venner " dedi. « Siz hep ·b enim iyiliğimi dü­
şünürsünüz, bilirim! Y aİnız, dediğim gibi, buradan ayrılmayı
aklımdan hile geçirmem. Bunca emek verdiğim bir yeri nasıl
bırakabilirim!"
Paul Venner, gidip köşedeki koltuğa oturdu. Çetin bir çar­
pışmaya hazırlanıyormuş ve sonunda savaşı kazanacağına
eminmiş gibi bir tavırla kuruldu. Başını arkaya atıp kaşlarını
kaldırarak sordu:
Fanny Leeming gelip onun karşısına dikildi:

99
- «Seibep bu mu?»
- «Başka ne sebep olabilir ki?-. diye sordu.
'
- «Söyliyeyim mi?•
- «Buyurun. •
Paul Venner, önce biraz durdu. Karşısındakinden bekle­
diği bir hareket üzerine, söylemekten vazgeçecek gibi bir hali
vardı. Bu hareketi göremeyince de onun hesabına üzülmüş gibi
oldu:
- «Edgar Bragg'ı seviyorsunuz da ondan.•
Bu sözler, duvardan duvara gidip de sonunda güm! diye
odanın ortasına düşer gibi, içten içe bir sarsıntı uyandırdı.
Önce 'bir sessizlik oldu. Sonra 'bu sessizlik içıinde Başhem­
şirenin sesi pek cılız ve zavallı bir halde duyuldu:
- «Ben mi? Doktor Bragg'ı mı? Neler söylüyorsunuz siz,
Doktor Venner?•
Faul Venner, başını kısmış, gözlerıni süzerek ona, öyle ba­
kıyordu. Kaldırıp fırlattığı koca taşın onu ta kalbinden yarala­
dığını, silkinip kalkmaya bile hal bırakmadığını görerek pek
sevinmişti.
Fanİıy Leeminıg, kendisine kondurulan bu suçu daha kuv-=
vetli bir şekilde reddetmek lazım geldiğini anlamıştı. Yalnız,
ne kadar istese yine de beklendiği kadar öfkeli konuşamı­
yordu :
- «Başhekimimize karşı daima derin bir saygı beslemi­
şimdir,• dedi. «Ona karşı başka türlü bir his duymama da esa­
sen imkan yok. Hem sonra ... Doktor Bragg, karısına çok bağlı.
Ağzının içine bakıyor hanımının. Bir �etliğini iki etmiyor.• .
Sayıgı gösteren fbir edayla haşladığı ıbu sözlerini bitirdiği
zaman sesinde bir kıskançlığ1.n fırtınası esiyordu. Heye<:andan
nefeısi tıkanır gibi oldu. Biraz durdu, sonra devam etti:
- «Ama, Gladys Bragg da güzel kadın ... Değil mi?.
Venner, dalgın bir tavırla: «Güzel kadın,,. dedi.
Başhemşire, onun ağzından lakırdı kapmış gLbi, birden:bire
atıldı:

100
- «Ya! Ben biliyordum zaten... Siz ondan pek hoşlanıyor­
sunuz.,.
Faul Venner hrç bozulmadı. Gayet sakin ve fütursuz: cE·
vet..» dedi, «çok hoşuma gidiyor.»
Fanny Leeming yine: «Biliyorum ... » dedi. «Ü da sizden pek
hoşlanıyor... Bunu da biliyorum. •
« Daha çok bildiklerim var. . . > diyecekti, b u sırada kapı ha­
fifçe vuruldu, Mary Murray girdi.
Fanny Leeming'in yüzü birdenbire değişti. Yüzünü kalay­
dan incecik bir maske gibi kaplayan yalancı gülümseyişlerin­
den birini takındı:
- uHoş geldiniz, Doktor Murray,ıo dedi. «Bugün hava ne
güzeldi, değil mi? Siz de bir yere gittiniz mi bari? Gitseydi­
niz ... ,,
Mary hıiç cevap vermiyordu. Fanny de, bir kere söze baş­
lamıştı, birdenbire keserse küçük di.ışmı.i.ş olacaktı. Sormasına
devam etti. Öyle ki, kendi kendine konuşur hale geldi.
Sonra, birdenibire arkasına döndü:
- «Ben gideyim sofranın hazırlanmasına bakayım,,. diye,
kapıya doğru yürüdü. «Ben burada olmayınca işler hemen
alt-üst oluyor. Saat yedi buçuk oldu, daha sofra hazır değiL»
Sözlerini Mary'nin karşılıksız bırakmasından dolayı duy-
duğu hıncını hastabakıcı kızlara, hizmetçilere söylenmekle
alıyordu.

DADA Faul'la Mary yalnız kalmca, önce birbirlerine bak­


O tılar. İkisinin de bu bakışlarında hem yakınlık duyar, hem
de uzaklaşmak ister gibi bir eda vardı.
Sonra, Mary, dışarı çıkmak üzere, kapıya doğru döndü . .
O zaman Faul Venner, sert bir sesle: cNe geldiniz, ne gi­
diyorsunuz?,. diye sordu.
Mary Murray olduğu yerde kaldı. Sonra ağır ağır döndü:
- «Size bakmaya geldim,> dedi. Bk çocuk safüğıyla gü­
lümsüyordu. «Kendinizi biraz daha iyi hissediyorsunuz ya
şimdi? Epey uyudunuz çünkü.>

101
Faul Venner, yumuşamamak için kendini zorluyor gibiydi :
- «Ben kendimi ne iyi hissederim, ne fena,,. dedi.
Pek ak.si bir t avırla konuşuyordu.
Mary içini çekti:
_ - «YaZ1k ! ıo
Faul Venner, yine aynı halle devam ett i :
- «İyi: mi, ıkötü mü, :bilmem. Ben bunu kend,iıme kaide yap·
mışımdır : Hiç bir zaman hiç bir şeyin daıha iyisini beklemem.
Böylece, çok şey umup sonradan üzülmek korkusu yoktur be­
nim için. Çok bir şey beklemediğim için, hiç umduğumu bula­
mamış durumuna düşmem.•
Mary, bir sözü üzerine bu kadar lakırdıya yol açtığı için
sahiden canı sıkılmış gibiydi:
- c AfedersiniZ, » diyerek, dışarıya doğru yürüdü.
P aul Venner yerinden fırladı:
- «Durun, gitmeyin ! • diye seslen<ii.
Mary, eli kapının tokmağında, durdu. Dönüp ona baktı .
Hem şaşırmış, hem de sevinmiş gibi bir hali vardı.
- «Ne var? » diye sordu.
Dr. Venner: « Hiç bir şey yok,• d edi. Zor işitilecek kadar
alçak bir sesle konuşuy·ordu: «Daha d oğrusu, çok şey var. Bil­
mem neden ... Sizin gitmemenizi, hep burada, yanımda, benimle
beraıb er kalmanızı istiyorum.•
Kızcağız o kadar şaşırmış, bir tuhaf olmuştu ki, söyliyecek
bir şey bulamadı:
- «Ya ? ,. diyebildi.
Faul Venner, ağır ağır yürüyerek, gelmiş onun yanıbaşın­
da durmuştu. Gözleri karş�sındaki şaşkın ve sevimli yüzdeydi
Elini uzatt!, kapının tokmağına doğru götürdü: Onun elinin
üzerine koyacaktı. Sonra, ürkek ürkek çek.ti. Biraz geriledi:
- «Saçmalık ediyorum, değil mi? » dedi.
Sesi yine pek alçak çıkıyordu ; daha da boğuklaşmıştı.
Mary bir şey söylemedi. Hiç kımıldamadan, d urmuş, öyle
önüne bakıyordu. İçini bürüyen a teşten, 'billur bir kasenin bu­
ğulanması gibi, yüzü pençe pençe al al olmuştu.

102
Bir ara sessiz geçti - ne kadar ? İkisi de bilemezdi -; sıon­
-ra, Paul Venner, olduğu yerde, ona doğru uzandı . Daha açık
bir sesle sordu :
- «Niçin yaptınız?>
Mary, onun neyi sorduğunu anlamıştı ama, anlamamazlık­
tan geldi:
- «Neyi ?» derıken, görzleri, elinde olmayarak, masanın üze­
rindeki defterlere gitti.
Yüzü büsbütün kızardı. Gözleri ağırlaştı, yere daha kuv­
vetle dikildi.
Dr. Venner : c Neyi sorduğumu pekala biliyorsunuz,> dedi.
Mary Murray, gözlerini yerden ağır ağır kaldırdı. Bir an
için {)nun yüzüne .baktı. Göz göze gelince başını hemen başka
tarafa çevirdi:
- « Darılacağınızı bilmiyordum, » dedi. «Sırf, size... bir
yaı:dıl-.ı oLu.Iı diye yaptım. »
Venner: « Bana bir yardım olsun diye, ha?»dedi.
Bunu öyle acı bir sesle, öyle asık bir yüzle söylemişti ki,
Mary onun sahiden kızmış olduğuna kanaat getirdi. Ellerini
birbirinin üstüne k apayıp göğsüne götürdü, daha yanıp yakı­
larak özür dileyecekti, Paul'un sözlerindeki acı manayı kr.v ­
radı.
- «Bana yardım etmek istediniz, ha?• diyordu. «Ben size
karşı o kadar kötü davrandığım halde? Siz bir meleksiniz! ,.
Bu sözler o haşin bakışlı, sert duruşlu adamın ağzına hiç
yakışmıyordu. Mary, gülümse:mekten kendini alamadı:
- «Bir yanağına tokat yiyince öbür yanağını uzatanlar­
danımdır ben,> dedi.
Paul Venner de, bu sefer, ken1dini tutamıyarak gülüm-
sedi :
- «Demek onun için yaptınız ?,.
Mary yine ne söyliyeceğini şaşırmış gibi görünüyordu:
- cE, biraz da {)nun için,> dedi.
Vanner'in .sesi yine yavaşladı, içten gelen, boğuk bir hal
aldı:

103
...:.... «Hiç de yalan söylemesini bilmiyorsunuıL. • diyordu.
« Çok .. açık kallilisiniz.,,
Dr. Mary Murray, biraz acı acı gülümsedi:
- «Bu iltifatınıza teşekkür edeyim mi, bilmem ki. Açık
kalbli demekle, belki de saf, bön demek istiyorsunuz benim
için. >
Paul hemen atıldı:
- cYo ! Öyle bir şey hiç aklımdan geçmedi... geçmez de. •
Sonra, birdenlbire kendini topladı:
- «Kızdırıyorum, değil mi s:Zi ? İçinizden kimıbilir bana ne
diş biliyorsunuzdur! Değil mi?>
Mary sahiden şaşırmıştı:
- cNe münasebet ! • dedi. c Hiç de değil. Niçin kızacakmı­
şım ? Ne söylediniz ki?•
Dr. Venner: «Demek söylediklerimle canınızı sıkmadım ?>
diye !:Ordu. «Doğru mu sö:ı·lüyorsunuz.?,.
Mary : cElbette d-0ğru söylüyorum,,. diye, hemen atıldı.
c Niçin yalan söyliyeyim... ve niçin canım sıkılsın söyledikle·
rinize?:o
, Paul Venner, içini çekip, kapının önünden uzaklaştı, oda­
nın ortasına doğru yürüdü :
- cBilmem,,. dedi. «Sizi kızdırdım mı, kızdırmadım mı,
bilmem ama, ben bu sözlerimden dolayı kendi kendime kızı­
yorum. Ak1siliğim var çünkü ibu akşam üzerimde. Bir tuhaflı­
ğım var bu akşam.>
Mary, d e kapının önünden ayrılıp, onun arkasından, ya­
nına kadar geldi:
- •Yo, » dedi, «ben sizde bu akşam hiç de bir değişiklik
görmüyorum. Herzaman neyseniz yine osunuz. •
Paul Venner dudak büktü:
- «Olabilir. Belki herzaman kendim i çok kötü bir insan
gibi hissediyorum da, bu akşam biraz daha fazla öyleyim gibi
geliyor bana. Hani demin bana: «Kendinizi daha iyi mi hissedi­
yorsunuz ? ,. diye sormuştunuz da, ben ckendimi ne iyi hissedi­
d.im, ne de kötü,• demiştim y a ; yanlışmış ... Şimdi anlıyorum.

104
Benim de kendimi biraz daha kötü bulduğum anlar oluyor
demek. Şu anda ben pis bir domuzdan farksızım. ,.
Mary, kendini tutamıyarak : cA! ,. diye haykırdı.
Venner, kendi kendine söylenir gibi, devam ediyordu :
- «Ruhiyatçılara göre, insanın içinde türlü çeşit m ahluk­
ları andıran birtakım huylar varın�. Benim nasibim hep kötü
mahlUklardan olacak ki...>
Mary Murray, atılarak onun sözünü kesti:
- «Niçin böyle söylüyorsunuz, Doktor Venner? Niçin ken­
dinizi muhakkak kötü bir insan gibi görmek ve göstermek isti­
yorsunuz ? ,.
Venner'in sinirliliği son haddine gelmiş gibiydi. Neden ol·
duğunu kendi de anlamadan, içinde bir sıkıntı duyuyordu. Son­
ra, bu sıkıntının yavaş yavaş .başka fbir biçime girdiğini sezdi.
Şimdi içinde bir sevinç, bir ferahlık duyar gilbiydi.
Birdenibire, Mary'yp doğru dönür> onun elini tuttu:
- cNekadar güzelsin, Mary ! ,. dedi. cBunu sana hiç kimse
söyledi mi ?»
Mary Murray bir an şaşaladı. Yalnız, kızmış, yahut utan­
mış gibi bir hali yoktu.
Sonra, gülümsedi:
- «Bilmem... Söyleyen olmuştur ıbelki ama, ehemmiyet
verdiğim kimseler değildi herhalde ki, aklımda kalmamış.»
Paul Venner, tuttuğu eli, ilk heyecanla, fazla sıktığını fark­
etmişti. Parmaklarını ge:vşetti, sonra tamamen .b ıraktı:
- «Benim söylediğim aklınızda kalacak mı acaba?,. diye
sordu.
Arkasından, onun cevabını beklemeden, devam etti :
- cKalmıyacağı muhakkak. Çünkü ben de ehemmiyet ver­
diğiniz kimselerden değilimdir herhalde. Yalnız, öyle şeyler
vardır ki, insan söylemeden edemez. Bu da onlardan.,.
Mary, ilk sözleri üzerine, ona doğru dönmüş, gözleri tuhaf
bir parıltıyla ışıldayarak, tatlı bir gülümseyişle bakmıştı. Şimdi,
bakışlarını yere çevirmiş, yüzüne de fazlaca bir pembelik gel­
mişti. Hiçbirşey s öylemeden dinliyordu.

105
Dr. Venner'in sesi heyecandan yer yer dalgalanıyordu:
- « Çok güzelsin, Mary. Okadar güzelsin, okadar gençsin
ki, sana baktıkça yüreğim duracak gibi oluyor. Sonra, çok da
iyi kalbli, temiz bir kızsın. Ben senin eline su dökemem. »
Mary, birdenbire yerinden sıçrar gibi oldu. Ellerini de,
onun ellerine sarılmak ister gibi ileri doğru uzattı, sonra çekti:
- «Neler söylüyorsunuz, Doktor Venner ! » dedi.
Sesi pek zayıf ve titrek çıkmıştı. Heyecanından kendi de ·

korkuyormuş giibi, duraladı.


Paul Venner, pek biçare bir halle, iki kolunu da yanına sar­
kııt arak, başını salladı:
- «Doğru. Bunları söylememeliydim ama, dediğim gibi,
elimde değil. İçimden, bunları söylemek geliyor. »
Durdu. Sonra, birdenbire aklına, hiç beklemediği bir şey
gelmiş gi:b i gözleri parladı:
-- «Sizin yerinizde başkası olsaydı, nckadar güzel olursa
olsun, bunları söylemezdim ona. Sözlerimi, du)"gularımı yanlış
anlamasından korkardım. Fakat, siz... size söyliyebilirim bunla­
rı. Yanlış anlaşılmaktan korkmıyarak, küçük düşmek.ten kork­
mıyarak söyliyebilirim.»
Mary, gözlerini yerden kaldırarak, Paul'a onun beklediği
gibi anlayışlı bir bakışla baktı.
Paul Venner devam ett i :
- « Şimdi anlıyor musunuz başlangıçta niçin sizi rencide
edecek şekilde d avrandım?»
Mary hemen başını iki yana sallıyarak atıldı:
- «Beni hiçbirzaman rencide etmiş değilsiniz. »
- «Ühalde, kendimi rencide ettim demek. Size karşı duy-
duğum hisleri gizlemek için, sert davrandım, iğnelemek isıte­
dim, alaya ı:ı.lmaya çalıştım. Şimdi, bütün bunlardan dolayı
kendim incinmiş bulunuyorum. >
Mary, bunları dinlerken, başını öyle önüne eğmişti ki,
gözleri ve yüzünün aldığı mana görünmüyordu.
· Paul Venner, çekine çekine elini uzatarak, çenesinden ha­
fifçe tuttu :

106
- «Bak bakayım bana, Mary,» dedi.
Sonra, elektriğe dokunmuş gibi, elini birdenbire çekti:
- «Ne o! titriy<ırsun ! »
Böyle, boş bulunup haykırdığı için, utanmıştı. Duralıyarak ,
kendini toparladı. Sonra, uzanıp kızın ellerini tuttu :
- «Sana baktıkça, seni gördükçe bambaşka bir adam olu­
yorum, Mary. Bu nedir, nedendir, anlatamam ; yalnız, bunun
böyle olduğunu anladım artık. İnkar etmeye, reddetmeye kalk- •

makta mana yok. Yüzüne, gözlerine bakınca nasıl oluyorum, bi­


liyor musun ? Sanki ayaklarım yerden kesiliyor da, havada
uçuy.:ırum, göklere yükseliyorum, güneşli ılık bir diyara doğru
uzaklaşıyorum ... »
Mary , başını doğrultmuştu ama, yine gözleri önündeydi.
Paul'un bu sözleri üzerine, ona bakarak gülümsedi:
- «Ben sizi ilim adamı biliyordum, Doktor Venrn:�r, meğer
ı;ıairmisc;iniz.>
P aul Venner, birdenbire başa vuran bir içkinin tesiri altın­
da kalmış gibi, yarı sarhoş bir halde konuşuyordu :
- « Senin yanında ben hiÇibirşey değilim, Mary ... Bir hi­
çim. Hani, insan bir yerinin ağrıdığını hazan neden sonra fark­
eder. İşte, onun giib i bir şey bu. Çoktan beri seziyordum belki
ama, şimdi iyice anladım. »
Mary'nin gülümseyişinde alaylı bir eda görür g:ıbi olmuştu,
sesine bir kuvvet ve heyecan geldi:
- � Yalan söylemiyorum ... Dcğrunun ta kendisi bu. İnan
bana, Mary . Nasıl inandırayım seni, bilmem ki! ..
Mary, alçak sesl e : «İnanıyorum,» dedi.
Pa·u l Venner, birdenbire ciddileşti:
- «Sahi mi söylüyorsun, Mary ? Seni sevdiğimi anladın ve
sevgimi redd efaniyorsun, öyle m i ? ,.
Mary, gayet sakin v e tabii b i r halle cevap verdi:
- « Ben seni ilk gördüğüm günden beri seviyorum, Paul.
Bunu belki ben de kendi kendime bile kabul etmek istemiyor ­
dum ama, ne yap�am boş. Kendimi ruhan ve kalben çoktan sana
verdim. Hayatımda ilk defa seviyorum. Şimdiye kadar hiçbir

107
erkeği sevmedim, bundan sonra d a sevemem.•
Paul Venner, şaşalamış, öyle, bakıyordu. Hiçbirşey söyliye­
cek halde değildi.
Mary, renkten renge girerek, daha kısık ve içten bir sesle
devam etti:
- « Seni seviyorum . . . Bu sevginin karşılıks ız kalmasından
korkuyordum. Senin de ibenıi sevmen için Allah'a dua ettim ...
Her gece bunun için yalvardım Tanrı'ma. Duam nihayet ka­
bul oldu ... »
Paul Venner, heyecanla atılıp Mary'ye sarıldı.
Kız : «Paul ! • d iye, kendisini onun kollarına bıraktı. Başı
yana, delikanlının koluna doğru devrildi. Saçları bozulup da­
ğıldı, boynundan aşağı döküldü. O anda, aşkın içten içe yanan
aleviyle, yüzüne öyle bir renk, gözlerine öyle bir ışıltı gelmişti
ki, bir kat daha güzelleşmişti.
Paul Venner: «Maryı. , diye, hırsla eğ'ilip onu öomeye hazır­
landı. Sonra, birdenbire kendini tuttu. Öpmeye kıyamıyormuş,
bunu bir günah sayıyormuş gibi bir hali vardı.
Mary, ondaki bu çekingenliği anlamıştı. Gözlerini kapıya­
rak başını doğrulttu, dudaklarını uzattı.
Kapı açılmış, Dr. Drewett içeri girmişti. Onların öpüştükle­
rini görünce, yüzü derin bir acıyla kıvranır gibi oldu. Sanki
kötü bir şey olacağı, bir felaket kopacağı içine doğmuş gibi, göz ­
leri dehşetle açıldı, baştan aşağı bir ürperti geçirdi :
Paul'la Mary, 0nun içeri girdiğinin farkında bile olmadılar.

108
c!Yb
-
ARY: «Ne güzel çiçek, �eğ�! m i ? »
Dr. Thorogood dudak buktu: « Evet...»
diyordu.

Güzel bir bahar günüydü. Öğleden sonra, saat üçe geliyor­


du. Odanın içine gözleri ve gönülleri ısıtan tatlı bir güneş dol­
muştu.
Mary, arkasında 'beyaz doktor gömleği, cebinde stetoskop,
masanın önünde durmuş, vazoya çiçek yerleştiriyordu.
- «Arkamızdaki bayır bunlarla dolu. Çayırnergisi derler
bunl.ara, çok severim. Yalnız bukadar canlı renklisini, bukadar
irisini hiç görmedim.•
Mary Murray'ın bir çocuk sevinciyle ve derin bir coşkun­
lukla söylediği bu sözleri George Thorogo-0d yine burun bü­
k erek karşıladı :
- «Yabani çiçek. Ondan bol ne var ! »
- «Yakanıza bir tane takar mısınız? •
Mary onunla zıt gider gibi konuşuyordu.
Dr. Thorogo od, tiksinir gibi, başını hızla iki yana salladı :
- «Ben yakama hiç çi,çek takmam,• dedi. Sonra, alaylı

109
alaylı gülümsedi : c Öyle şairane, marazi adetlerim yoktur be­
nim.»
Beyaz pantalon, beyaz gömlek giymişti: Tenis oynamış,
içeri yeni girmişti. Üzerinde lacivert bir şayak ceket vardı .
Mary, özene bezene, çiçekleri vazoya yerleştirdi. Biraz ge­
ri çekilip uzaktan baktı. Kendi kendine, memnun memnun, gü­
lümsedi. Sonra, George Thorogood'a döndü :
- •Demek çiçek sevmezsiniz? ,.
Yine, damarına basmak ister g1bi konuşuyordu.
Dr. Thorogood, kısac a : • Sevmem,» dedi.
- «Tenis cynamayı seversiniz.»
George Thorogood, ona da dudak büke r gtbi bir tavır ta­
kındı:
- c Vazife,• dedi. cBuradaki çocuklardan bir takım kur ·
duk. Pazara şehirde maçları var. Hazırlamak lazım. Ona uğra ·
ştyorum günlerden beri. Yalnız. ne var : Zı:>vkli bir i ş . Gen çlerin
sağlam yetişmeleri şart. Buna, biraz da olsa, yardım edebilir­
sem, ne mutlu bana ! •
Mary, çiçeklerden birinin duruşunu beyenmemişti ; onu dü-·
zeltmeye giderken, dalgın bir halle: cYa?• dedi.
George hemen atıldı:
- «Evet. Bu da bir zevk. Aziz dostunuz Faul Venner bu­
nu bilir mi acaba? Yoksa onun için zevk, hastalarla oyuncak gi­
bi oynamak mı?•
Mary birdenbire ciddileşti:
- c O da n e demek?,.
George, gözlerini ona dikerek, kollarını göğsüne kavuştur
du:
« Daha nasıl açık söyliyebilirm ? Eline verilen hasta�rla
keyfinin istediği gibi oynuyor.»
l\fary, haks:zlığa uğrayan birini korumaya çalışır gibi bir
tavırla, sesini yükseltt i :
- « Keyfinin istediği giibi oynuyor, n e demek! O da h epi­
miz gibi, hastas:nı, tıbbın imkan hudutları içinde olan her çare­
ye başvurarak, iyi etmeye çalışıyor . "

1 10
Dr. Thorogood, burada, samimi, hatta fazlaca Iaübali bir
hal aldı:
- « Şu zıpçıktının da nesini beyeniyorsun, Mary ? Anlıya­
mıyorum, doğrusu.»
Mary ona öyle bir sert sert baktı ki, George sözünü kesmek
zorunda kaldı.
- cBen de sizin bu sözlerinizdeki manayı anlıyamıyorum,
Doktor Thorogood. Meslekdaşınızdan biraz daha saygıyla bah­
setmenizi heklerdim.»
George Thorogood alaylı a laylı güldü :
- « Meslekdaşım, ha! M eslekdaşımızın ne yaptığını bilmi­
yorsun galiba ! »
Mary, gayet fütursuz bir halle: cNe yaptı?» diye sordu.
George, onun böyle bir şeyi bilmeyişiyle veya bilmiyor görü-
nüşüyle içinden alay eder gibi bir t avırla güldü :
- «Foster'in halinden h ab er in yok mu? ..
Mary, birdenbire endişelendi :
- «Foster mi? İyi değil m i ? Daha düne kadar, çok iy�ı;di,
tamamiyle kendine gelmiş gibiydi, . akll bakımından . »
George Theıwgood'un dudaklarındaki alaycı gülümseyiş da­
h a da genişledi :
- «Akıl bakımından belki ama, ka1bini hiç sormuyorsun!
Kalbi gittikçe zayıflıyor ... çok tehlikeli bir hal alıyor . . . »
Mary, ferahlamış gibiydi. Ellerini göğsüne kavuşturarak,
birdenbire arkasını dönüp kapıya doğru yürüdü :
- «Faul ne yaıpsın buna! Ka1b doktoru değil !ki o.,.
George Thorogood: «Ne m i yapsın! » diye haykırdı. «Betra­
zolu kessin. Bu kendi icadı ilaçla, hastasının aklını yerine ge­
tireyim derken canını uçuracak. Ama, adam ölünce başı ne bü­
yük belaya girecek, haberi yok ! »
Mary, en can alacak yerinden vurulmuş gibi, bir silkinişle
geri döndü:
- «Rica ederim, susun ! » diye bağırdı. cBu gibi sözlerinizi
dinleyemem ! "
George, koşup onu kolundan y akaladı:

111
. - cKızma bana, Mary. Senin iyiliğin için söylüyorum. Bu
çocuğa sen çok bağlandın gibi geliyor bana. Boş yere ve teh­
likeli bir şekilde. Sonunda çok üzüleceksin. Öyle değersiz bir
adam ... »
Mary, onun bu Iaüıbali ve küstah sözlerine iyiden iyiye si­
nirlenmişti:
- «Yeter ! • diye haykırdı, kapıya doğru atıldı.
George kolunu bırakmıyordu. Bunun üzerine Mary de, ka­
pının önünde gürültü koparmasından ve dışarıdan duyulmasın·
dan korkarak, George'nin elinden kurtulmak için zorlamadı. O ·
nu oyayal'acak bir şey aradı. Gözüne, kapının yanındaki mektup
rafında sabahtan beri duran pembe zarf ilişti :
- «Baksanıza,• dedi, «nişanlınızdıan mektup var. Görmü­
yor musunuz ? Deminden beri ihiç gözünüze çarpmıyor mu?•
George 'l1horogood , la.kayıt bir tavırla : cGördüm,• dedi.
•Dursun, ne çıkar ! •
Mary, şaşırmış gibi: cMerak etmiyor musunuz ?,. diye sordu.
�George : cYo.," dedi. «Ne merak edeceğim! İçinde ne yazılı
olduğunu kelimesi kelimesine biliyorum, hep aynı şeyler çün­
kü. Başka ne yazabilir ki ! »
Mary : cAşkolsun ! ,. dedi. cNişanlınız hakkında böyle konuş ·
mak yakışır mı size ! •
George hemen atıldı :
- cYanlış �nlama, Mary. Phyllis'in aleyhinde söylemiyo­
rum. İyi kızdır. Babası babamın çok eski arkadaşı. Bizi de bir­
birimize uygun buldular. Yalnız, basit bir kız. Mesela, senin ne
güzelliğin var onda, ne de zekan.»
Gelip, mektubu aldı, cebine koydu.
Mary, hiç bir şey söylemeden, kapıya doğru yürüdü.
George onu yine durdurdu:
- • Şimdi yine tenise gidiyorum. Sen de gelsene. Eğlenir­
sin.•
Mary Murray, başını hızla iki yana sallayarak cevap verdi:
- cHayır. Hastam var. O iiht iyar kadınlardan birinin di­
kişlerini sökeceğim. Zavallı kadın ... •

112
George Thorogood, bir iki adım daha yaklaşarak, onun sö­
zünü kesti :
- cPeki, bu akşam şehirde beraber yemek yiyelim. >
Mary, delikanlının sırnaşıklığı karşısında sinirleniyordu a ·
ma, onun elinden kolayca kurtulmak için de işi tatlıya bağla­
maya çalışıyordu :
- cBaşkasına verilmiş sözüm var,- d edi.
Manalı manalı gülümsüyordu. Bu «SÖZ• ün iki manaya ge­
leceğini biliyordu, mahsus söylemişti. George de belki anlamıştı
ama, anlamamazlıktan geldi.
Birdenbire coşarak: «Çok hoşuma gidiyorsun, Mary,• dedi.
cDaha doğrusu, müthiş tutkunum sana.•
Elini uzatıyordu. Mary onu tersler gibi bir hareketle: «Rica
ederim, söylediğinizi bilin, Doktor Thorogood,,. diye çıkıştı. «Be ­
nimle böyle Iaübali konuşmak cesaretini nereden buluyorsu·
nuz anlamıyorum. B en buraya bir arkadaş olarak geldim, hepi·
nizi bir arkadaş olarak gördüm... Şimdi siz kalkıyorsunuz... >
Sözünün arkasını getiremedi, birdenbire telaşla geriledi.
Kapının tokmağında duran eli, dışarıdan tokmağın çevrilmesiy­
le sarsılmış, bu beklenmedik hareket ona tuhaf bir ürperti
verm�ti.
Dr. Drewett içeri girerken, onun s-0n sözlerini duymuş ola­
cak ki, önce Georıge Thorogood'a baktı ; sonra, ondan şikayet et·
mesini bekler gibi Mary'ye baktı. Kızdan ses çıkmayınca, yine
ötekine döndü:
- «Takım seni bekliyor, k aptan. Sen burada ... •
Yaşlı doktorun arkasını getirmediği cümlesini George ta·
mamladı:
- cÇene çalıyorum, değil mi? Hakkın var, üstat. Gidiyo·
rum.•
İkisinin arasından fırladığı giıb i, kapıdan sıyrıldı geçti. Ge-
çerken de Mary'ye manalı manalı bir göz kırptı:
- «Şimdilik allahaısmarladık.•
Mary, güle-güle demedi.
George, biraz uzaklaştıktan sonra, dönüp geldi :

Sabah Yıldızı : 8 113


- «Az daha unutuyordum, Doktor Drewett : Birazdan Baş­
hekim gelecek, toplantının gününü kararlaştıracağız. Sizin mu ·
hakkak bulunmanız ı istiyordu ve görürsem söylememi tenbih
etti. Ben de yarım saate kadar gelirim . »
D r . Drewett: «Gel, gel y a , » dedi. « Sensiz b i z karar vere­
meyiz.,.
Bunu o kadar ciddi bir tavırla söylüyordu ki, gizli olan
alayı George ancak neden sonra sezebildi, dönmüş giderken du­
rup şöyle bir baktı, sonra koşa koşa uzaklaştı.

ARY: c Paul nerede?,. diye sordu.


M Dr. Drewett: « Şimdi gelir,,, dedi. «Koğuşuna gitti, Fos­
ter'e bir i:ğne daiha yapmaya.»
Mary, telaşla: «Bir iğne daha mı yapacak ?» diye haykırdı.
Dr. Drewett , Geor.ge Thorogood'a takılırken yüzünün aldığı
alaylı hali bırnkmamı�tı :
- « Evet,» dedi. c Ne var bunda telaşlanacak, kızım ? ,.
Mary: « Şey . . . » diye kekelemeye başladı. «Adamın hayatı
tehlikedeymiş de. Acaba, diyorum, iğnelerin tesiriyl e kalbi daha
zayıflar da... ölüverirse . . .»

Dr. Drewett, pek feylesofça bir tavırla gülümsedi :


- « Allah rahmet eylesin, deriz, kızım, ne yapalım ! Has
,anemizd e yatıp kurtaramadığımız ilk hasta o olacak değil ya
rıp henüz ölüme çare bulmuş değil..»
Mary: « Evet ama,:o diye, helecanla konuşmaya başladı. cFos­
ter'in ölümünden dolayı Paul'u suçlu bulurlarsa diye korkuyo­
rum da .. .ıo
İhtiyar bu sefer daha babaca gülümsedi:
- " İşte aşkın tatlı heyecanlarından biri! Sevdiğimiz kimse
için daima endişe duyarız, başına bir şey gelecek diye korka­
rız .. . »
Mary, içten içe bir ürperti geçirir g�bi oldu. Paul'u sevdi­
ğini bütün dünyaya haykırmak isterken, bu kadar yakın bir
dostun bile öğrenmiş olması ona ürküntü vermişti.

1 14
- «Anlamıyorum ne demek istiyorsunuz, Doktor Drewett,:o
dedi :
Dr. Drewett, gözlerini ona dikmiş, dalgın dalgın bakıyordu.
Duymamış gibi d avran:dı, yahut da sahiden duymamışt ı :
- cHayatın h e r dakikası h e r insan için t ehlikeli olabilir.
Biz bu tehlikeyi kendi hesabımıza, başkaları h esabına hiç ak­
lımıza getirmeyiz. Ama, sevdiğimiz, üzerine titrediğimiz biri
oldu mu, onu korkunç bir girdaba yakalanmış, her an gözümü­
zün önünden kayıbDluverecekmi ş gibi görürüz ... >
Mary de şimdi, bir afsuna tutulmuş gibi, gözlerini ona dik­
miş, öyle bakıycr , dalgın da1:gın dinliyordu.
Dr. Drewett, hep bir ses üzerine devam ediyordu :
- «Hele •b u gibi bir yerde, daima bir facia havası eser. Zih­
nimiz işimizin ciddiyetine dalıp kalbimiz şahsi duy.gulara ka­
pandığı zaman, bu havanın farkında olmayız. Ne zaman ki, ak­
lımız sevdiğimiz birin e doğru çevrilmiştir,- kalbimizde ona ve
kendimize ait duygular kaynaşmaktadır, Ö�zaman bu facia ha­
vası bütün benliğimizi sarar.>
Mary gitmiş, köşedeki koltuğa kendini a ğır bir külçe gibi
bırakıvermişti.
Dr. Drewett onun yanına gitti, başucunda durdu , elini saç­
larına götürerek okşadı. Yine dalgın bir halle konuşuymdu :
- «Biz ... şu dünyayı dolduran ufacık mahlı'.lklar ... ı=ı ydınlık
içinde yaşıyoruz sanırız ... ruhumuz öyle derin bir karanlık için­
dedir ki! Onun i çin, kızım, fazla düşünme, işi .oluruna bırak ...
Hep iyi şeyler um. Hayatın tek tadı iyi şeyler umaıb ilmektedir,
çünkü bizim bu dünyadaki tek karımız, güzel hayallerden kalan
zevktir. »
M ary'nın içini kaplayan ürküntü, Dr. Drewett'in bu sözle­
riyle büsıbütün f'.rtmıştı. İhtiyarın, insanlardan öç alır gibi bir
konuşması vardı. Mary bunu çoktan ö·ğrenmişti ama, şimdi al -
dırmamazlık edemiyordu.
Bir ara sessiz geçti. Bu sess izlik içinde düşünceler sanki
katılaşmış da birer faş gibi, duvarlara çarpıyor, y erde, tavanda
çın - çın ötüyordu.

115
Sonra, Mary kalktı, gidip masanın üzerindeki çiçekleri yeni
baştan düzeltmeye koyuldu. Dalgın dalgın söyleniyordu:
- · Gitsek ... Paul'la beraber buradan uzaklaşsak .. »

Dr. Drewett : « Ya ? • dedi.


Mary Murray, yine kendi kendine konuşur gibi, hafifçe ba­
şını salladı:
- «Evet... Dün mektup aldım Doktor King'den... Bizim
Şançen'deki hastanemizin başıhekimi. Oraları bir beyin hum­
ması salgını kasıp kavuruyormuş. Hele çocuklar arasında ölen­
ler pek çokmuş. Epeyi faydamız dokunabilir. .Aıh, bi!' gitsek ! •
Dr. Drewett , kızcağızı yine daldığı hayallerden dolayı azar·
lar gibi, kaşlarını çatt ı :
- ·Aziz doktor Venner a rkadaşımız Şark'ın esrarlı füsu­
nun a senin kadar tutkun mudur acaba, Mary, yavrum ? »
Mary, bu sözlerin manasını pekala anlamıştı ama, düşünce ·
lerine o kadar aykırıydı ki, duymuş olmak istemiyordu :
- «Anlamadım, efendim,,. dedi.
- «Daha açık söylemek istemezdim, kızım. Ama, madem
sordun, söyleyim : Paul Çin'e gider mi acaba ? Çin'in ona hiç
sözünü ettin mi? Ne dedi?»
- «Bir kere ettim, beni öptü ... »
Mary, ne söylediğinin farkında değildi. Ancak, Dr. Drewett
şaşkın şaşkın : c Öptü mü?:o diye sorunca hatırladı ağzından çı­
kan sözleri..
- «Evet,• diyerek başını salladı.
Dr. Drewett : • Tuhaf şey,• diye, bir kahkaha attı. « Böylesi­
ni de hiç duymamışt ım ! Peki , Çin'e giderim, demek mi bu, yoksa
senin ağzını kapatmak için bir çare m i ? •
Mary: •Bilmiyorum,:o dedi.
Biraz durdu. Sonra, vazodaki nergislerden birini usulca çe­
kip öteki sapları n arasından sıyırarak çıkardı, saçlarının arasına
sıkıştırdı. Başını arkaya atarak, derin derin bir göğüs geçirdi.
Yüzüne bir şafak p emıbeliği gelmişti, gözleri bir bahar canlılı­
ğıyla ışıldıyordu:
- • Çok mesudum, Doktor Drewett, . dedi.

116
Paul'u s evdiğini artık bu, baba gibi müşfik ihtiyardan sak­
makta mana görmüyordu. o görmüş - geçirmiş insanlara has
bir sevgiyle, ikisinin birbirlerini sevdiklerini anlamıştı ve bu
s ev,giye saygı duyar gi!bi ıbir \hali vardı. Acı konuşsa, kal!b kı­
racak sözler söylese bile, bunu onların iyilikleri için y apmadığı
düşünülemezdi.
- «Öyle mesudum ki, böyle bir saadeti bana verdiği için
Tanrı'ma şükrediyorum. Sevırnek ve sevilmek kadar mukaddes
bir şey var mı dünyada! İnsan o zaman kendini Allah'a daha
yakın hissediyor, kendinde bir yaratıcılık buluyor, dağları ye­
rinden yürütecek kuvvet buluyor ... »
Mary, heyecandan s esi kısılır gibi, durdu.
Sonra, üzüntüden ağırlaşmış, durgun bir sesle, ağır ağır
konuşarak :
- « Öyleyken, yine de içimde bir korku var, ,. dedi. « �llah
bu saadeti bize çok görecek gibi geliyor bana. Kendim için de ­
ğil, Paul için korkuyorum ... ,.
Dr. Drewett, hiçbirşey söylemeden, elini çenesine dayamış,
dinliyordu. Mary'nin bu sözleri üzerine doğruldu:
- «Çok seviyorsun da ondan, kızım,,. dedi. «Demin söy-
ledim ya: İnsan birini sevince ... >
Mary, hatırladığını anlatan bir işaret yaptı.
Dr. Drewett gelip onun çenesini okşadı:
- «Üzme kendini, kızım. Boş yere aklına kötü şeyler geti­
rerek keyfini bozma. Bak, mesudum, diyorsun. Bunu diyebil­
mek her kula nasip olmaz. »
Genç kızın sinirleri okadar gergindi ki, b u şefkatli elin d e ·
ğişi üzerine gözleri yaşardı ; ağlamak üzereyd i, kendini tuttu:
Kapı vurulmuştu.

1 ÇERI. Paul girdi. Madeni kutusu elindeydi.


.
Gayet temiz tı-
raş olmuş, sRçları güzelce t aranmıştı. Arkasındaki gömlek
kar gi:b:i bemibeyazdı.
- «Merhab a ! " diye ikisini birden selamladı.
Sonra Mary'ye döndü : Bakışları parlamış, dudaklarında

1 17
çok şey anlatan •bir gülümseyiş belirmişti. Öyleyken, üzerinde
yine fazla ciddi, hatta biraz da gergin bir hal vardı.
- « Nası1sın, Mary ? ıo diye sevgilisinin hatırını sordu.
Mary: «Teşekkür ederim, Faul,� dedi. «Öğleden beri gör­
medim seni; çok meşguMün galiba ? •
Sesinde sitem eder gibi bir eda vardı. Faul bunu sezmiş,
biraz üzülmüştü. Başıyla laboratuvarı gösterdi :
- «Çalıştım . . . ..
B u tek kelimeyi öyle kuvvetli b i r şekilde .söylemişti k i , ne ­
kadar çalıştığını ve bu çalışma karşısında hertürlü suçun lmş
görülmesi lazımgeldiğini anlatmak ister gibiydi.
Sonra kutuyu açıp içinden §ırıngayı ç:kardı, ispirto lamba ­
sını yaktı, alevden geçirdi, ayrıca ispirtolu p amukla sildi, kutu
yu yeniden yerleştirdi. Bir yandan da anlatıyordu:
- « Günlerden ·beri tesbit ettiğim formülün bu sabah de­
'nemesini yaptım. Artık hepsi tamam . •
Mary, yanına gidip, elini omuzuna koydu, yaslanır gibi bas­
. tırdı:
- « Gözün aydın, Faul.•
Faul Venner, içini çekerek: « Teşekkür ederim,.. dedi.
«Aman! ne ferahladım ! Çocuk doğurur giıb i ! •
Dr. Drewett , manalı manalı gülümsedi:
- « Güzel bir benzetiş. E, şimdi de, mutlu anne gilbi, yavru­
nun ilerisini düşünüyorsundur elbet. •
Dr. Venner, alaycı bir t avırla ve makamlı bir sesle cevap
verdi :
- «Ben ileriyi hiç düşünmem, babacığını! •
Dr. Drewett, köşesine doğru gitti: .
- c Şöyle, oturayım, bir fal daha açayım,,. diyordu.
Bunu söylerken, hafifçe dönüp, gözünün kuyruğuyla Mary'­
ye haktı ve sinsi sinsi gülümsedi : Onların falına bakac ağını an­
latmak istiyordu.
Sonra, birde:n:bire, s a ğ eliyle sol elinin tersine vurdu:
- cEyvah! Kağıtlarımı yukarıda unuttum ! •

118
Paul Venner: •:Vazgeç şundan allahaşkına, hoc a ! » dedi.
«Bıkmadın mı hala?»
Dr. Drewett, kapıya doğr u giderken : «Bıkmam,• dedi. «Bu·
nu bana öğreten esaret arkadaşım « işin t ılsımı bunda,> demiş­
t i : hiç bıkmıyacaksın ... Her seferin1de aynı heyecanı duyacak­
sın ... »
Paul Venner, birdenbire yüzünün ifadesi değişerek, başı­
nı salladı :
- «Doğru, ,. dedi. «Birçok şeylerde olduğu gibi. İşte de,
aşkta da., her seferinde aynı heyecanı duyuyorsan, seni ona bağ­
lıyan bağlar çok kuvvetlidir.>
Mary'yle !bakışıp gülüştüler.
Dr. Drewett da1gınlaşmıştı, Paul'un söylediklerini duyma­
mış gfüiydi :
- «Esaretteki o yatakhane arkadaşım bir Rustu: Boronov.
"Bıktığın gün ha�ma bir felaket gelir .. demi'.jtİ. Yo, bilirim
..::
Ruslar karamsar insanlardır . Hele bizim bu Boronov, öyle ka­
ra görüşlüydü ki, bir gün pantalonunun askısıyla kendini as­
maya kalktıydı . »
Acı acı gülüımsiyerek çıktı.
Faul da, gülümsiyerek, Mary'ye yaklaştı, kolunu boynuna
attı, yüzüne hayran hayran baktı, öyle durdu.
Mary: « Ciddi mi söylüyor ? > diye sordu.
Paul: « B elli olmaz ki,,, dedi. « Çok tuhaf bir adamdır o. Çok
acı çekmiştir hayatta. Tam doktor çıkmış, yeni evlenmiş, harb
patlamış. On gün içinde a par-topar cepheye yollamışlar. On gün
sonra da Alamanlara esir düşmüş, hadi esir kampına. Dört yıl..
dile kolay... evet, tam <l ör:t yıl, avuç içi kadar bir pencereden
karşıki duvarın tuğlalarını seyretmiş. Çıldırmadığına şükür.
Sonra da daha büyük bir felaket: Sulh oluyor, dönüp memle
k�tine geliyor, karısını kaybediyor . »
Mary : "Va:h, zavallı» diye, acındı.
Faul dudak büktü:
- « Kabahat onun. Giderken karısını uçak alanına çok ya­
kın bir evde bırakmış."

1 19
Genç kız, kısık bir haykırışla sordu:
- c Hava bombardımanı mı?•
Paul gayet sakin bir halle cevap verdi:
- cHayır. Hava komodoru. •
Mary : cA! • diye haykırmaktan kendini alamadı.
Paul anlatıyordu :
- • Hemen boşanıyor. Ama, onun için artık hayat kalına­
mıştır. Kendini olduğu-gibi mesleğine veriyor, hastanelere ka ­
panıyor. Tek eğlencesi, iskambil falı. O da eğlence mi, için için
yanmak mı, orasını Allah bilir.•
Mary kaşlarını çattı:
- c Ne bahtsız adammış ! •
- · Görüyorsun y a : kahramanlığın mükafatı ! »
Mary : c Sus ! • dedi, cgünaha girme. Fakat, sahiden çok acı. »
Ellerini yüzüne kapad ı ; ağlamamak, hıçkırmamak için ken-
dini zor tutuyordu. Sonra, kendini Paul 'un kollarına ,b ıraktı:
- ·Bende bugün çok tuhaf bir hal var, Paul,> dedi. cBil-
mem neden, sinirlerim pek gergin.•
Paul merakla sordu:
- c Ne var? Bir şey mi var?>
- cYo ... Bir şey yok. Yalnız, burada ben umduğumu pek
bulamadım giıbi. Belki hiç ummadığım bir şey buldum : seni.
Fakat, öteki insanlar hiç sandığım gibi çıkmadı. Ben doktor­
ların insan sev:gisiyle, insanlara yardım isteğiyle yanmalarını
beklerdim. Buradakiler ise hep kendi emelleri, kendi ihtirasları
uğruna didiniyorlar... >
Paul Venner : cBir, Doktor Drewett için söyliyemezsin bu­
nu,. dedi. «Başkaları için çırpınmıyor belki ama, kendi çıka­
rını falan d a düşündüğü yok. Ben onu asıl bunun için seviyo·
·,um ya : hevecansız bir adam.•
Mary dinlemiyor gibiydi: Duygularını söze nasıl dökebile·
ceğini düşünmeye okadar da1mıştı:
- c Seninle ... yalnız olsak.. . başbaşa olsak... İnsan rolüne
çrn:mış bu değersiz mahluklardan uzak olsak ... Bizden yardım
bekleyen kimselere kendimizi dah a çok verebilsek ... •

120
Paul Venner, kızm omuzlarına kolunu ıdaha sıkı dolayarak
tı açlarını okşadı:
- cBukadar içli olma, yavrum,• dedi. «Sen üzerine düşeni
y ap , başkasının y aptığına, yapmadığına aldırma. •
Mary, elini omuzuna atarak Paul'un elini tuttu:
- « Seninle d e daha yakın olmak isterdim,,. dedi. «Kendimi
öyle büyük bir boşluk içinde, öyle derin bir uçurumun kena­
rında hissediyorum ki, sana tutunamazsam, kendimi sana bağ­
lı görmezsem başım dönecek , gözlerim kararacak gi:bi geliyor
bana.»
Paul alaylı alaylı gülümsemeye çalışarak: «Peki, ne y apa­
lım? » diye sordu.
Mary birdenıbire kıpkırmızı kesildi. Okadar heyecanlanmış ­
tı ki, zor konuşuyordu :
- c Müsade edersen sana bir şey vereceğim, Pauı, .. dedi.
Sonra, sol elindeki yüzüğü usulca parmağından sıyırıp çı­
kardı, Paul'un parmağına geçirdi:
- «Bu bana ıbahamın yadigarı,• dedi. c İlk ve son olarak
sevebileceğime kanaat getirdiğim erkeğe vermemi vasiyet et·
mişti. >
Faul Venner, eğildi, parmağına yüzüğü takan eli öptü.
Sonra, şakalaştı:
- «Asıl ıbenim sana yüzük h ediye etmem Jazımgelmez
miydi? .. Erkekle kadının yerleri mi değişti yoksa ?•
Mary: cBen sana bağlanmak ihtiyacını duyuyorum, Paul,•
dedi. « Sevdiğine bağlanmak, tutunmak ihtiyacını da daima ka­
dın duyar. •
Paul Venner : c Teşekkür ederim, Mary,• .d edi.
Yüzük parmağına küçük geliyordu, çıkarmış, serçeparma­
ğına takıyordu , Dr. Drewett geldi.
Mary saate baktı:
- «0! üçü geçiyor! • diye haykırarak fırladı, Dr. Drewett,
kapıyı kapamak üzereyken oraya doğru atıld� : cBen gelinceye
kadar herşeyi h azırlamasını tembih e.tmiştim hemşireye. Beş
dakikaya kadar gelirim, dedim, yarım saati geçti! ,.

121
ARY çıktıkt�m sonra, Dr. Drewett elini arkasına doğru uza­
f\-1 tarak kapıyı kapadı. Gözleri Paul',daydı. Göz ·göze gelince
bir bab a sevgisiyle gülümsedi:
- «Tebrik ederim, Paul,» dedi. «Kız pek mesut gorunu­
yor. Büyük bir ıbaşarı bu senin hesabına . Mucize kabilinden bir
şey. Ama, üç aya kalmaz ağlatırsın.>
Paul Venner, öfkeyle kaşlarını çatt ı :
- « Ü ne demek o ? >
- « Şu demek ki, aziz evladım, çok geçmez kızcağızın kal-
bini kırarsın. Mesela, pılını-pırtını toplayıp ıburadan gitmeye,
ta Çin-Maçin'in yolunu tutmaya hazır mısın ? »
Dr. Venner biraz duraladı. Sonra, ağır ağır başını iki yana
sallsdı:
- « Hayır.»
- « Gördün mü bak. Halbuki kızcağızın bu en büyük eme-
. h.- Pek !ı:_ giclemjyet>eğini söyledin mi kcn.:l.isine?"
- « Söylemedim elbet.•
- « Neden ? "
Paul, elinde olmadan, pek yılışık bir şekilde güldü :
- «Seviyorum da ondan.»
Dr. Drewett , inanamıyacağı kadar tuhaf bir şey işitmiş gi­
bi : «Ne ? ,. diye haykırdı. Sonra : cKimi?:o diye sordu.
Paul: «Kimi konuşuyorduk şimdi? » de'di. «Mary'yi.ıo
Dr. Drewett, onun yüzüne uzun uzun baktıktan sonra, başı­
nı bir yana eğdi:
- « Vallahi, Paul, oğlum, ,. dedi, «hekimlik ıbakımından çok
şaş;rtıyorsun beni. Kaç kalbin var senin ? Daha düne kadar
Gladys'i -sevmiyor muydun? :o
Paul, öfkeyle dönüp, odanın içinde, sinirli sinirli bir aşağı,
bir yukarı dolaşmaya başladı :
- «Yo, öyle bir şey hiç söyleım edim ben. Yalnız, onunla
gönlümü eğlendirmek hoşuma gidiyordu. Sonra, söylemesi ayıp
belki a ma, Brngg d enen şu kendini beyenmişi aptal yerine koy·
mak da ayrıca gururumu okşuyordu.»
Dr. Drewett, alnını kaşıyarak, başını çevirdi, yukarıdan gi·

122
dip aldığı iskambilleri masanın üzerine döktü :
- «Bu sefer kimin aptallık ettiğini çok geçmeden anlıya ·
caksın, yavrum, ,. dedi. «Unutuyorsun gaHba : Sen k::mdini ilme
vermişsin, o Allah'a. Havva Ana'mızla Adem Baba'mızdan be­
ri birlbiriyle uyuşamıyacak iki insan varsa o da sizsiniz.»
Paul Venner, omuz silkip somurtt u :
- « Ne yapayım, elimde değil. Seviyorum ... Hem sonra, iki­
miz de gayret eder, kendi hesabımıza fedakarlıklarda bulunur­
sak ıb u iş pekala yürür gibi geliyor bana.»
Dr. Drewett, sinirlenmiş gibi başını silkti :
- « Demek bir arada mesut olacağınız a sen de pek emin de­
ğilsin ama, bir denemek istiyorsun? Peki, kızı bedbaht eder­
sen, hiç acımaz mısın ?>
Paul Venner, gözlerini yere diklI!iş, �omurtuyordu. Dre­
wett, sesini biraz daha yükseltti :
- « Sonra, bir şey daha var, Paul : Öteki şeyi unutuyor·
sun .. Sen sanıyor musun ki.. . »
Dr. Venner, dayanamadı :
- « Sus! yeter ! » diye haykırdı.
Sonra, ağzından çıkan sözleri yeni farketti, toparlandı:
- «Affeder.sin, Doktor Drewett,» dedi. «Birder...bire ke:ıcli-
·

mi kaybettim ... »
Drewett: «Bu sözlerimle seni üzüyorum, biliyorum,,. dedL
c Ne yapayım ki, seni severim. Başkalarının işine karışmak ade­
tim .değildir ama, sevdiğim kimselerin yanlış yoldan gittikleri­
ni görünce dürtmekten kendimi alamıyorum.•
Paul Venner: «Eksik olma, dostum,• dedi. «Yalnız, bu işin
kötülüğü nerede, -onu anlıyamıyorum . . . •

Dr. Drewett'in cevap vermesine kalmadı, kapı açıldı, Baş­


hekim içeri girdi, arkasından da karısı.
Dr. Braıgg, daha içeri adımını atar atmaz: cBaşıhemşire ne­
rede ? » diye sondu. Sonra saatine bakt ı :
- «Üçü geçiyor. Tam üçte hepimiz burada bulunacaktık. •
Paul gidip pencerenin yanında durmuş, dışarı bakıyordu.

123
Gladys Bragg, ondan yana başını bile çevirmeden, Dr. Drewett'e
doğru baktı :
- «Merhaba, doktor, nasılsınız,?,.
Drewett : c Teşekkür ederim, efendim,> ıdedi.
Bunu, uzun uzun konuşmaya hiç niyeti yokmuş gibi bir
tavırla söylemişti; Gladys de başka bir şey sormadı.
Dr. Bragg, şöyle bir durup, sanki karşısında büyük bir ka­
labalık varmış da gözde n geçiriyormuş g�bi, bakındı. Sonra, ce­
binden bir kağıt çıkarıp yüksek sesle okudu:
-. « Saat birde öğle yemeği. İki buçukıta toplantı ve seçim,
beşte çay. Akşama da, yemekten sonra, ufak tertip bir balo.
Yarınki programımız bu. ıo
Sinirlenir grbi kımıldamaya ıbaşladı:
- «Arkadaşlar gelse de, .toplantıda hep birlikte destekli­
yeceğimiz düşünceleri kararlaştırsak .. . »

Ertesi f;ti_nkü Birlik genel kurul toplantl.lôma büy ük bir


önem verdiği beUiydi. Dr. Drewett de, Paul Venner de onun,
hastanedeki doktorları kendinden yana çekip toplantıda kendi­
sinin başkan seçilmesi için yardımlarını sağlamak istediğini bi ·

liyorlardı. Onun için, inadına, sözlerine kulak bile asmadılar.


Başhekim onlardan yüz bulamayınca karısına döndü:
- .. Değil mi ? »
Gladys , gözlerini süzüp başını salladı:
- « İyi olur. Yalnız, unutma, hani bir masa meselesi var ·
dı, onu konuşacaktın . »
Dr. Bragg: c A ! sahi ! » diye haykırarak Dr. Drewett'e dön·
dü : «Yarın akşam bize, yemekte, yardımcı bir masa lazım ola·
cak. Sizin odadaki masayı d üşündük. Rica etsek. . . »
Dr. Drewet t : « Ü masa küçüktür, » diye Başhekimin sözünü
kesti Hma, öteki ayak diredi:
- « Değildir sanırım. İşimi.zi görür. Gelin .gidip bakalım."
Kapıya doğru yürüdü. Karısının da gelmesini bekler gi­
biydi ama, onda bir kımıldanış göremeyince, e sen de gelmez
misin ?,, diye sormaya çekindi; küçük düşmekten korkuyordu.
O önde, Dr. Drewett arkada, odadan çıktılar.

124
NLAR gidince, Paul Venner, elleri c eplerinde, ağır ağır
O· döndü. Gladys'le yalnız kalıp da konuşmak zorunda bu ­
lunuşundan dolayı canı sıkılmış gföiydi ama, ıb unu ıbelli etmek
de istemiyordu :
- « Çok meşgulsün galıi!b a ? » diye, ahbaplık etmeye çalıştı.
Gladys, derin derin bir iç çekip kendini koltuğa att ı :
- « Çok ! » dedi.
- «Yorgunsun ? •
- «Evet... Ama, seve seve yapıyorum. Kocamın yuzunu
ağartmak bana düşer. Hele bu toplantıya o kadar ümit bağla­
mış bulunuyor ki ! »
Paul Venner bir şey söylemedi. Gladys, gözlerini süzerek,
ona uzun uzun baktı :
- « Sen de çok meşıgulsün galiba bugünlerde, değil mi,
Paul? Epidir görüşemedik. »
Paul: «Evet, öyle oldu,,, dedi, dönüp yine pencerenin ya­
nına gitti.
O ne kadar konuşmayı kesmek istiyorsa, kadın o kadar
konuşmaya çalışıyordu :
-- «Nedir meşguliyetin?» diye sordu.
Paul Venner omuz silkti :
- «Her zamanki işler. »
Gladys, manalı manalı güld ü :
- «Sade onlar olmasa gerek, çünkü eskiden d e o işler
vardı, sen yine benim hatırımı sormaya vakit bulurdun. Yal­
nız, yeni meşguliyetinin ne olduğunu da bilmiyor değilim, bi­
liyorum ! »
- «Evet, bildiğin gibi ! »
Bir ara sessiz geçti. İkisi d e kendilerini içten içe saran bire r
düşünceye dalmış gibiydiler.
Sonra Gladys , ağır ağır yürüyerek Paul'a doğru geldi:
- «Niyetin ciddi gaUba, ha, Paul?ıo
Elinden geldiği kadar lakayıt görünmeye ve bir arkadaş
gibi konuşmaya çalışıyorıdu.

125
Paul da, yakın ıbir dostuna içini açar gibi ibir halle cevap
verdi:
- «Evet, evlenmek niyetindey im . »
Gladys, önce bir durdu.
Sonra, kısaca: « Hat a ediyorsun,» dedi.
Paul d udak büktü:
- «Evlenme baht işidir, demişler. Biz de bir, boyumuzun
ölçüsünü alabm bakalım . »
Glaıdys : c Sen bilirsin,» dedi. «Benden sana sadece nasihat.
Anlayamadığım bir şey var : Bu kızın nesini seviyorsun ? ,.
Paul'un cevabı hazırdı:
- «Kendisini,» dedi.
Gladys Bragg, önce, anlayamamış gibi baktı. Sonra, alaylı
alaylı güldü:
- «Kendisini seviyorsun elbette, gölgesini değil. Yalnız,
::.::: � ::r:ıf::-: ::1:::1 ho��nıyorsun, onu anlayamıyorum. Ne giyirı·
mesini biliyor, ne süslenmesini. Darılma ama, çok zevksizsin."
Paul bir kahkaha attı:
- «Düne kadar öyle demiyordun ama ! ,.
Gladys, gelip onun yanıbaşınd a .durdu. Dirseğini koltuğun
arkalığına dayayıp eğildi, Paul başını kaldırsa yüzü yüzüne
değecekti. Bundan çekinir gibi, hiç kıpırdamadan oturuyordu.
Yalnız, soluk alışını o kadar yakında duyuyordu ki, içten içe
gıdıklanır giıbi oluyor.du.
Gladys, biraz durdu, sonra alçak ve yumuşak bir sesle ko­
nuştu:
- « Düne kadar beni seviyordun, Paul. Kendimi-beyenmiş ·
liğim yoktur ama, beni sevmen elbette hoşuma gidiyordu, bun­
dan d olayı sana zevksiz diyeceık değilim ya. Şimdiyse, benden
üstün olduğunu hiç de kabul e demiyeceğim .birini sevdiğini
söylüyorsun ki buna e1bette canını sıkılır. Yalnız, kendi bakı­
m ımdan değil, senin bakımından da. ,.
Paul Venner, başım sanki korka korka biraz yana doğru
çevirip gülümsedi :
«Eksik olma, Gladys. Yalnız, değil m i ki açık konuşu-

126
yoruz , şunu da kabul etmen lazım: ben sana karşı hep dürüs�
davranmışımdır. »
Gladys, sesini inceltip alaylı bir eda ile konuştu :
- «Yani, bana hiç bir şekilde söz vemnemiş olduğun ıçın
şimdi kendini suçsuz mu çıkarmak is:tiyorsun ? Merak etme,
yaıkana yapı"Şacak değilim. Yalnız, sana okadar bağlandıktan
sonra ayrılmak bana çok zor gelecek, Faul. Bunu bilmeni is­
terim.»
Paul Venner, ona çar,pmamaya çalışarak, sıyrılıp koltuktan
kalktı, pencereye doğru yürüdü :
- « İşi büyütme, Allahaşkına, Gladys, » dedi. « Bu gibi şey­
ler.de insan biraz feylesof olmalı. Hayatta neyin sonu yok ki,
sevişmenin sonu olmasın»
Gladys, gelip onun karşısına dikildi. Yavaş yavaş kızmaya
başlıyor gibiydi:
- «Ya7» JtJi, «iiimdi böyle konuşuyorsun demek'! Seviş­
tiğimiz günlerde hiç de feylesofluğun yoktu ; pek, ama, pek
maddidin. »
Paul Venner, yine omuz silkti :
- «Olabilir. Ben ilerisi için hiç kimseye söz vermediğim
gibi , kendi kendime de söz vermem. O gün öyle düşünüyordum,
bugün böyle düşünüyorum. Düşüncelerim duygularıma bağ­
lıdır çünkü. »
Gladys Bragg'ın yüzü birdenbire kıpkırmızı kesildi :
- «REncide ediyorsun beni, Paul ! ,. diye haykırdı. «Benden
bıkıp başka bir kadına dönebilirsin, bunu anlarım. Yalnız, baş­
ka birini benden çok sevmene gelemem. Birincisin.de kalbim
incinir ; ikincisinde gururum. Bir kadının da gururu her şeyden
üstündür. »
Faul, onun böyle öfkelenmesinden sık:ıilm.ış gibiydi, sert
bir. t avır takındı:
- « Şimdi neden icaıb etti bu sözler, anlayamıyorum. »
Gladys, birdenibire hfüibütün öfkelenerek, !haykırdı:
- « Öyleyse sen ne söylediğini anlamadan konuşuyorsun.
Düşüncelerin duy,gularına bağlıymış. Haspa hakkında daha

127
ciddi bir düşünce beslediğine göre, demek ki ona karşı benden
daha derin bir duygun var . . . Bu benim gururumu incitmez mi?ıo
Paul omuzlarını kaldırıp ellerini açtı :
- « Bana ne?»
Gladys: «Nasıl sana n e ! ıo .diye bağırdı. «Sende hiç utanma
yok mu ? Böyle bir şeyi bana nasıl söyliyebiliyorsun? Ben ki
sana her şeyimi verdim! »
Paul Venner de artık sinirlenmeye başlamıştı:
- «Senin de bu şekilde konuşmaya hiç hakkın yok,
Gladys,> dedi. «Biliyorsun ki, eskiden de hayatımda bir çok
maceralar olmuştur ... >
- «Evet ama, beni tanımadan önce. Benimle tanıştıktan
ve seviştikten sonra senin ıbana bağlı kalmanı istemek hakkım­
dır sanırım ... >
Paul Venner, öfkesini yenmeye çalışarak: «Rica ederim,
Gfadys, çocuk gi'bi hareket etme," d e di . «İkimiz de y aş!mızı "
başımızı almış kimseleriz; olanı olduğu gibi görmeli, ona başka
mahiyet vermeye t:ğraşmamalıyız. İkimiz de canı sıkılan birer
insandık, birbirimizle oyalandık. Tatlı anlar geçirdikse bun�r
birer tatlı an olarak geçmişte kalmalı. İşi zorlayıp olmayacak
şekle dökmeye çalışmakta ne mana var! Birıbirimizi d arıltma­
yalım, hiç olmazsa arkadaş olarak kalalım.>
Gladys - bunları dinlerken kaşlarını çatıyor, yüzünü buruş­
turuyord u.
&munda: cGüzel edebiyat y apıyorsun, doğrusu ! > diye alay
etti. Sonra birdenbire değişti:
- «Arkadaş olarak kalacakmışız ! Hayır, Paul! Arkadaş
olarak, dost olarak kalamayız . . . Ya eskisi gibi oluruz, yahut
düşman ! »
Sesi 'burada yuımuşadı, tatlılaştı :
- «Asıl sen çocukluk ediyorsun, Paul. Kendini bir hayale
kaptırmışsın, saadetimizi bczuyorsun . Halıbuki daha da mesut
olahiliriz. Ah ! Paul! Gel dinle beni : Kaçalım, buralardan uzak ·
lara gidelim. Bizi tanımıyan bir diyarda başbaşa kalalım. Seni
benden uzaklaştıran he:p : «Başkaları ne der ?> düşüncesi. Bu dü

128
şünceden kurtulursan beni sevdiğini kendi kendine itiraftan ar­
tık çekinmezsin . Çünkü, biliyorum: sen de beni seviyorsun.>
Paul onun bu sözlerini sabırla dıinliyordu. Burada, güldü :
- « Seni sevdiğimi ağzımdan işitmedin, sevmediğimi mi
işitmek istiyorsun? ,.
Glady s : « Sen n e hainsin! ,. diye söylendi. «Kadınlık guru­
rumu ayaklarımın altına alarak sana yalvarıyorum, yüreğin
zerre kadar sızlamıyor. Üstelik , bir de beni büsbütün kıracak
sözler söylüyorsun. ,.
Paul Venner, alaylı bir hal takındı :
- c Görüyorsun ya, hiç de sevilecek bir adam değilim. Vaz­
geç ıbu sevdadan, şekerim.>
Gladys yine ciddileşti:
- cAsıl sen vazgeç şu senin çocukça sevdandan. Yirmi ya­
şında delikanlı mısın ki, şairane bir aşk macerası arıyorsun !
Tam bir genç erkeksin, benim verebileceğim ateşli bir sevgi la­
zım sana. Sonra pişman olmak istemezsen, dinle benim dediği·
mi : Gidelim.»
Paul inatçı bir t avırla : « Gidemem,,. dedi. «Benim işim, la·
boratuvarım burada. Seni umduğun kadar sevseydim bile yine
buradan bir yere gidemezdim. »
- « Peki öyleyse. Başka bir t eklifim var: Gitmiyelim ama,
yine eskisi gibi olalım. Ozaman sana büyük yardımım dokunur.
Edgar'a söylerim, sana araştırmaların için daha geniş imkan­
lar verdiririm. Laboratuvarını istediğin gi'bi büyültürsün, ora­
da istediği:n gibi çalışırsın. İnan, Faul, bunu y apab ilirim ben . •
Faul kanmış gibi göründü :
- «Güzel bir teklif, doğrusu ! .ıo
Gladys birdenbire ümitlenmişti. Sevinçle haykırdı :
- « Değil m i ! Ha, Paul? Kabul mü?ıo
Paul yine ser'tleşti:
- «Hayır ! »
- «Peki. Üçüncü ıbir teklif: Beni sevdiğini söyle, hiç ol-
mazsa. Ozaman , başka bir çare ararım .. . a

Bunun üzerine Paul büsbütün sert ve insafsız bir hal aldı:

Sabah Yıldızı : 9 129


- c Seni sevmiyorum, hiçbir zaman da sevmedim, Gladys ! •
diye haykırdı. cBunu m u duymak istiyordun?•
Gladys bir an şaşaladı. Öyle olmuştu ki, sanki dört-bir ya·
nını birdenbire zifiri bir karanlık kaplamıştı d a hiçbirşey göre­
miyordu. Ürkek ürkek bakındı, kıvranır, çırpını r gibi oldu. Son
ra, kendini toparladı :
- « Pekala , • dedi. c Öğrenmek istediğimi öğrendim. Sana
yanıp tutuşuyormuş gibi konuşmam, sırf bunun içindi: Duru­
mumuzu bi1mek istiyordum. Şimdi öğrendim ya, mesele kalma�
dı. Ne yapacağımı ben bilirim. >
Kapıya doğru gidiyordu, dışai·ıdan b ir konuşma işitince du­
raladı: Kocasıyla Dr. Drewett geliyorlardı.

R. BRAGG içeri pek heyecanlı girdi :


D - «Tam istediğimiz gibi bir masa, sevgilim ! > diye hay­
.lrn;:dL Sonra birdenbire durdu : Karısın ı n h al i n i farketmişti
- «A! nen var senin ? > diye, t elaşla sordu
Gladys ne söyliyeceğini b ilemedi. İçinde k opan fırtınanın
yüzünden belli olabiieceğini hiç aklına getirmemişti ; yoksa,
kocası içeri girerken, bir bahane uy.qurur, hemen oradan sıvı­
şırdı. Suç üstünde yakalanmış gibiydi, büsbütün kızardı :
- « Hiç ... • dedi. c Birşey yok. Oda biraz sıcak da . . »
.

B aşhekim hemen emir verdi:


- «Pencereyi açıverin, Doktor Venner. >
Paul Venner, pek isteksiz bir halle, ağır ağır gitti, pence-
reyi açtı.
Sonra dönüp, başka bir emir bekler gibi durdu:
- «Bana bir diyeceğiniz var mı, efendim ? • diye sordu.
Dr. Bragg, cebinden defterini çıkarıp baktı, dudaklarını kı-
pırdatarak, notları ic;:inden okudu :
- cHayır,> dedi. "Toplantımızda sizinlE> görüşülecek bir
mesele yok.>
- «Ohalde, müsadenizle ... •
Dr. Venner, laboratuvarına doğru gitmek üzereydi, Baş·
hemşire telaşla odadan içeri daldı:

130
- «Bir dakika, Doktor Venner,,. diye seslendi.
Sonra, Başhekime döndü:
- «Afedersiniz, geç kaldım. Söz verince tam vaktinde bu·
lunmak adetimdir ama, hiç beklenmedik bir şey oldu da ... »
Helecandan, soluğu kesiliyor, güçlükle konuşabiliyordu. Ve­
receği haberle orada bulunanları şaşırtacağını ve telaşlandıra
cağını bildiği için bunu usturuplu bir şekilde vermeye çalıştığı
da belliydi. Gö,z leri de arada-bir Venner'e gidiyordu :
- c Doldor Venner'in koğuşunda ... » d iye başladı.
Paul hemen: «Benim koğuşta m ı ? • diye atıldı.
Dr. Bragg da: «Ne oldu? Çabuk söyleyin! > diye üsteledi.
Başhemşire, acıklı bir sesle : «Hiç sormayın. » dedi. «Beş da ·
kika oluyor, Foster'e fenalık geldi...·
Paul yine: « Fenalık mı geldi ? • diye haykırdı.
Gözleri yuvalarından dışarı uğramış, yu.zu sapsar,ı kesil­
mişti. Kapıya doğru atıldı, sonra durup, Fanny Leeming'e doğ
ru döndü:
- c Neden hemen bana haber vermediniz? ,.
Başhemşire omuz silkti. Okadar helecanlı olduğu halde,
Paul Venner'i böyle perişan bir vaziyette görmekten hoşlandı·
ğı yüzünden belliydi:
- «Benim haberim yoktu ki,• dedi. cBana da Hail Hemşi­
re geldi haber verdi. Belki ilk önce size haber vermesi lazımdı
onu bilmem.-
Faul kapıdan dışarı fırlamak üzereydi, Fanny Leeming ar
kasından seslendi :
- .. zahmet etmeyin. İş işten geçti artık... »
Paul Venner, olduğu yerde, katılmış, taş kesilmiş gibi ka
J akaldı :
- «Yani ? ,.
- c Öldü ! »
Bu iki hece Fanny'nin ağzından k arşısındakini can evinden
vurmak üzere fırlatılmış birer kurşun gfüiydi.
Paul : « Öldü mü ? • diye haykırdı, odadan dışarı fırladı".

131
Dr. Drewett de: «Dur, Paul, ben de geliyorum,,. diye, onun
arkasından davrandı.
Başhemşire, bir müddet, onların arkasından kapıya doğru
baktı. Dönüp Dr . Bragg'la göz göze gelmekten korkuyor gi­
biydi.
Sonra, yine başını çevirmeden: cHiÇbirşey yapılamazdı
ki, • dedi. cHas:taya birdenbire fenalık geliyor ... >
Dr. Bragg, ağır ağır ona doğru yürüyerek sordu:
- «Nasıl olmuş bu iş, anlatır mısınız? Kim varmış başın­
da?>
- « Hall Hemşire varmış. O anlattı. Saat iki buçukta Dok­
tor Venner yeni bir iğne yapıyor. Aradan bir saat geçiyor, geç­
miyor, hasta şöyle bir doğruluyor, su istiyor. Hall Hemşire suyu
veriyor, adama fenalık geliyor, arkasına devriliyor. Kızcağız
bana geldi, haber verdi, ikimiz beraber koğuşa koştuk ki, öl­
müş.>
Başhekim : «Yazık ! > diye , acındı.
Sonra : «Gideyim ben de lbir bakayım , ,. diyerek, kapıya
doğru yürüdü_.
Fanny Leeming onu durdurdu :
- « Gitmeseniz daha iyi edersiniz, efendim. »
- «Niçin ? >
Başhekim bunu sorarken, dönüp karısına da baktı. Gladys,
bir köşeye çekilmiş, bütün bu olup bitenlere bir seyirci gibi
bakıyordu. Haberi Fanny'den duyar duymaz, Paul hesabına
üzülmüş olmakla beraber, bir bakıma sevinmiş gibiydi de : Bel­
ki hıncını böyle almak istemezdi ama, n e de olsa Paul'dan öcü
alınmış gibi geliyordu ona . . . -

Gladys bir şey söylemeyince Dr. Bragg yine Başhemşire­


ye döndü.
Fanny Leeming, özür diler giibi bir halle : «Telaşla koğuş�
koşmak bir Başhekime pek yakışmaz, efendim, > dedi.
Dr. Bragg yine karısına bir göz attı. Gladys hafifçe başını
sallıyarak göz kırptı: O da bu fikirdeydi.
Bunun üzerine Dr. Bragg: «Doğru,> dedi, ağır ağır yürüye·

132
rek, geldi koltuğa oturdu.
Başhemişre de gelip ona yakın bir yerde durdu:
- « Alt t arafı, kabahat tamamen Doktor Venner.'de,,. di­
yordu. «Ü ilaçla giriştiği denemenin siz ta başlangıçtanberi aley·
hindesiniz, hepimiz biliyoruz bunu. Tehlikelidir, dediniz ... Bir
şey olursa, onu sorumlu tutacağınızı söylediniz. Sizden kabahat
gitti. Ama, o aldırmadı, yine bildiğini okudu. Suç tamamiyle
onun. Öyle değil mi, Bayan Braıgg?ıo
Gladys, yine gözlerini kırparak başını salladı:
- c Öyle. Bence de sen bu işe hiç karışma, Edgar. Doktor
Venner'in bu işteki suçunu öı:t-bas etmeye, hatta hafifletmeye
çalışacak olursan sen de kabahatliymişsin gföi olur... Sepin adın
da kirlenir. Başkan seçilemezsin . •
Gladys kocasını e n can alacak yerinden yakaladığını bili­
yordu. Biraz önce, Paul'a, kocasına her istediğini y aptırabile­
cegini söylerken yalan �öylemiyordu. Ama, Faul kafasızın bi
riydi. Yükselmek istememiş, m ahvolmayı kendi isteğiyle seç­
mişti. Gladys onu yükseltebileceği gibi, işte böyle mahvede­
bilirdi de.
Dr. Bragg: «Hakkın var, cicim,,. dedi.
Sonra, kendi kendini avutmaya çalışır gibi bir halle, Baş­
hemşirenin söylediklerini tekrarladı :
- « Öyle y a . B e n b u işin ta başındanberi aleyhindeydim.
Fos:ter'in tedavisinde o ilacın kullanılmasını adet a yasak ettim :
Yine de dinlemedi. Bana ne c evap verdi, biliyorsunuz: Hasta-:
nemin akıl hastalıkları koğuşunun hekimi oymuş. Hastalarını
istediği gibi iyi etmeye hakkı varmış. Kendisine tam yetki ver­
me1iymişim. İstediği y etkiyi değil mi ki kendi ıb aşına aldı, bu­
gün karşısına çıkan sorumluluğu da üzerine alması gerek. Öyle
değil mi?:o
Gladys Bragg da, Fanny Leeming de diş biledikleri adam
hakkındaki bu idam kararını onayladılar :
- « Öyle ! ,. sözü ikisinin de. ağzından aynı zamanda çıktı.
Sonra Gladys, kocasını bir kat daha destekledi :
- cPaul Venner'i ibu işten vazgeçirmeye nasıl çalıştığını

133
ben pekala biliyorum, Edgar,,. dedi. «Beni asılmaya götüre ·
ceklerini bilsem bunu söylerim. Kaıbaıhat.. tamamen .. onun ! "
Dr. Bragg, karısının bu sözlerine, sevinmekle beraber, şaş­
mış gibiydi de...
- «A! ben seni Venner'den yana çıkarsın san ıyordum,
Gladys ! >. demekten kendini alamadı.
Gladys, gayet sakin ve tabii bir halle sordu:
- «Niçin?>
Dr. Bragg kansının böyle bir şey soracağını hiç beklemi­
yordu :
- •Şey ... > diye kekeledi. «Ondan hoşlanıyorsun gibi geli-
yordu qa bana.,,
Gladys pek şakrak bir kahkaha attı :
- «A ne münasebet! Nereden çıkardın bunu, ilahi Edgar ! >
B u mesele açılmışken ibelki Dr. Bragg'ın daha bir söyliye-
ceği vardı ama, o sırada, kapı hızla açıldı, George Thorngood
fırtına gi.bi içeri girdi :
- c Haıb eriniz var mı?>
Başhekim, eliyle, onu durdurup lafını ağzına tıkadı:
- «Var, George, meseleyi ele aldım, ne yapılacağını bili·
yorum. Sen boşuna telaş etme, ortalığı da velveleye verme.»
Kocasının bu yatıştırıcı sözleri Gladys'in hoşuna gitme
mişti :
- cAma, çabuk davranmalısın, Edgar, ,. dedi. cBu işin şa
kaya gelir tarafı yok. Hastanemizin adı kötüye çıkmadan, bütün
kabahatin Paul Venner'de olduğunu herkes öğrenmeli. Hem
sonra, bu deliyi daha fazla serbest de bırakama zsın. Laboratuvar
çalışmalarına derhal son verdirmelisin. Yok.sa, daha başka fe­
·

laketlere de yol açabilir, Allah göstermesin ! .


Dr. Bragg, onu da yatıştırmaya çalıştı :
- «Merak etme, karıcığım, derhal harekete geçiyorum,»
Kazanılan zaferin Başhemşire de bol bol hazzını tadıyctdu
ama, belli etmemeye çalışıyordu.
Vakur ve ciddi bir tavırla : « İsterseniz laboratuvarı hemen

134
şimdi kitleyelim, Doktor Bragg?• dedi. «Anahtar üzerinde ba­
kın.»
Başhekim : «Lı'.\tfen,» dedi. «Kitleyiverin.•
Fanny Leeming ağır ağır, gitti, laboratuvarın kapısındaki
anahtarı üst üste iki defa çevirdi. Sonra, kazara kitlenmediyse
diye, kolu çevirip bir denedi; kapı açılmadı. Anahtarı, y,ine pür­
azame.t, çıkardı, getirdi Başhekime uzattı.
Dr. Bragg: «Sizde kalsın,» dedi.
Bu, Başhemşirenin pek hoşuna gitti : Z aferinin elle tutulur,
gözle görülür ganimetine memnun memnun bakarak önlüğünün
cebine koydu.

p AUL Venner içeri girdiği zaman bu sahne yeni tamamlan­


mıştı. Ötekilerin yüzüne niçin böyle alaylı aylaylı gü­
lümser g1bi baktıklarını anlayamadı ama, üzerinde durmad ı :
- «Evt;L,,, eledi, cg.itmi� zavallı.•
Pek perişan bir hali vardı. Kendini koltuğa attı, arkaya dev­
rildi.
Dr. Bragg : cOnu biliyoruz,,. dedi. "Vereceğiniz izahatı bek­
liyoruz. »
Paul Venner, kendinden gayet emin bir insan haliyle : «Me­
sele basit,,. dedi. «Kalp durması. Hastaya fenalık gelir gelmez
koğuş hemşiresi, yahut Başhemşire hemen gelip hana haiber
verselerdi, kurtarmak pekala k abil olu rdu . . . ..
.
Kimse bir şey söylemiyordu. D r . Venner devam etti :
- «Yalnız, otopsi yapılırsa daha iyi olur elbet. Hem ölü­
mün neden ileri geldiği daha açıkça görülür, hem de ... b eynini
de ben alırım, üzerinde çalışmak için•
Başhekim de dahil, oradakilerin ona alaylı alaylı bakma·
ları şimdi daha belli olmuştu. Paul Venner dayanamadı :
- « Ne bakıyorsunuz bana böyle? ,. diye sordu.
Hepsinin adına cevap vermeyi kendiliğinden George üze­
rine aldı:
- cBu izah şekli kafi gelmiyor bize,• dedi. «Başhekimimiz
de bu fikirde, bizler de.•

135
Paul Venner: cNiçin?. diye sorarken, bakışlarını birinden
ötekine çeviriyordu. «Hastanın kalp durmasından öldüğünde
şüpheniz mi var yoksa? Kalbinin zayıf olduğunu zaten biliyor ·
duk. Neyse, otopside hepsi görülecek ya.•
Başhekim: «Otopsi müsaadesini size kim verdi?,. diye ba·
ğırdı.
- cHenüz kimse vermedi ama, siz vereceksiniz., ,.
- c Ne biliyorsunuz vereceğimi? Benim yapacağımı siz ön-
ceden nasıl ibilebilirsiniz? Bu cür'eti nereden buluyorsunuz ?,.
Dr. Bragg'ın birdenbire parlaması Venner'i şaşırtmıştı.
Önce hiç bir şey söyliyemedi. Sonra, derin derin bir göğüs ge­
çirerek etrafına bakındı:
- «Ne oluyor Allahaşkına? Hastanenizde şimdiye kadar
kimse ölmedi mi yani? •
Edgar Bragg: cFazla ileri gidiyorsunuz, Doktor Venner ! •
rliye haykırarak ı:ıyağa f1rlarl1, gı>lip onun karşısma dikildi:
«Müessesemin şerefiyle oynayamazsınız... Buna hiç bir şekilde
müsaade edemem ... Anladınız mı? Ölüme sizin tedavi usulü ·
nüz mü sebep oldu, yoksa başka şey mi, öğreniriz her halde.
Ben bu meseleyi öteki hekim arkadaşlarla birlikte inceliyece·
ğim ... •
Paul Venner bunları gayet sakin bir halle ve içinden git·
tikçe daha fazla alay eder gibi dinliyordu. Dr. Bragg sözlerim
bitirince onun dudaklarındaki gizli gülümseyiş de açığa vur·
·

mu�u:
- «Gülünç olursunuz, Doktor Bragg,» dedi. « Böyle ko­
nuşuyorum, kusura bakmayın ama, işin doğrusu bu. Sahiden
gülünç olursunuz, çünkü hastanenin kadrosunda bu hususta
hüküm verejbilecek kimse olmadığını sizden başka herkes bi­
liyor.,.
Dr. Bragg: « Hakaret ediyorsunuz bana ! • diye, yine hay­
kırdı.
Paul Venner scğukkanlılığı, sakinliği elden bırakmıyordu.
- cBetrazolun kalp üzerinde hiç bir kötü tesil'i olmıyaca·
ğını ben size istediğiniz şekilde ispat edebilirim ama, bunun

136
aksini hiç kimse ispat edemez, nerede kaldı ki laboratuvar de·
nemeleriyle hiç hir ilgileri olmayan arkadaşlarınız ! ,.
- «Görürüz.•
- "Yanlış bir y e.la giriyorsunuz, Doktor Bragg! Bunu
size söylemek ve sizi bu yoldan çevirmek zorundayım, çünkü
ben de bu hastanenin çatısı altında barınıyorum. Eğer d oktor
arkadaşlarımızı bu işe zorlayacak olursanız müessesenizin şe­
refini yıkmakta onları da kendinize suç ortağı etmiş olursunuz.•
Başh ekim yine: cGörürüz,,. dedi.
Odanın içinde sinirli sinirli dolaşmaya başladı.
Paul Venner de ayağa kalktı, gidip ocağın üzerindeki mer­
mere dayandı:
- cNe tasarladığınızı anlıyorum, .. dedi. «Foster'in ölümün­
den tamamiyle beni sorumlu göstermek istiyorsunuz... Sözde
hastanenizin şerefini kurtarmak için. Öyle yapacağınıza niçin
ctop.siye müsaade etmiyorsunuz? Hastanın sadece bir kaJp ki·
fayetsizliğinden dol�� ı öldüğü anlaşılısa sizin için şerefsizlik
mi olur? Olmaz. Yalnız, o zaman benim betrazol tedavimin ba­
şarısızlıkla sona erdiği iddia edilemez. Halbuki sizin asıl eme­
liniz bu: Başarımı baltalamak, beni mahvetmek istiyorsunuz! ,.
Dr. Bra.gg zoraki bir kahkaha attı :
- «Bunlar sizin hüsnü-kuruntunuz, Doktor Venner! Ken­
dinizi pek yüksek görüyorsunuz çünkü. Kimse sizi çekemiyor,
herkes sizinle uğraşıyor sanıyorsunuz. Bu hülyaları bırakıp da
gerçek değerinizi bilseniz, küçük de olsa o çerçeve içinde ça­
lışsanız daha iyi edersiniz. »
Başhekim, kapıya doğru yürüdü:
- «Neyse, keyfinize karışacak değilim . Siz yine bildiğiniz
gibi düşünün. Ben önce savcıya bir telefon edeyim. ....
Paul Venner : «Savcıya mı?• d_iye, yerinde zıpladı.
Dr. Bragg da, kapının ağzında durmuştu.
Odayı derin bir sessizlik kapladı. Bütün gözler Venner'­
deydi ama, o hiç birine bakmıyordu. Hele, odaya girdiğinden­
beri Gladys'le hiç göz göze gelmemeye d ikkat etmişti.
Kapıya doğru bir a�ım attı:

137
- «Yapmayın, Dr. Bragg,» dedi. «Bunu bir mesele yap­
makla hastanenizin adını tehlikeye koyuyorsunuz ; bunu unut­
mayın.»
Birdenbire yan tarafa döndü, laboratuvara doğru gitti. Ka­
pıyı açmak istedi, kitli olduğunu görünce, dalgın dalgın, cep­
lerinde anahtar aradı. Dr. Bragg, kapıdan çıkmak üzereyken,
yine 'bir hoş sahneyle karşılaşacağını anlayarak, dönmüş bek­
liyordu.
Alaylı alaylı güldü :
- «Laboratuvar kitli, Doktor Venner ! »
Paul Venner dönüp şaşkın şaşkın sordu :
- «Anahtarım nerede? »
- «Ü anahtar sizin değil artık, Doktor Venner. Benim has-
tanemde bir odanın anahtarı. Anladınız m ı ? »
Bunu söylerken, gülümseyerek, ıbir karısına göz kırptı, bir
Başıhemşireye. İkisi de pek memnun görünüyorlardı.
Paul Venner : «Ne hakla kitliyorsunuz benim laboratuvarı­
mı?» diye haykırdı. «Hastanenizin bir odası olabilir ama, aynı
zamanda benim çalıştığım bir yer.»
Başhekim yine o alaylı haliyle : «Artık orada çalışamıyacak­
sınız, Doktor Venner,,, dedi. «Kitlendi ve idare heyetimin ve­
receği karara kadar kitli kalacak.»
Dr. Venner, azimkar bir tavırla, ona doğru ilerledi:
«Anahtarımı verir misiniz lfıtfen ? » dedi.
...:___ «Bende değil. »
- «Kimde?»
Paul Venner, odadakilere bakındı. Gözleri Fanny Leeming'­
in üzerinde durdu. Ona doğru atılarak : «Seni kaltak ... » diye
haykırdı.
Sonra kendini topladı, duraladı.
· Georıge Thorog-0od: «Ağzından çıkanı kulağın işitsin,
Paul» diye haykırarak ayağa fırladı. «Yoksa ben adama aklını
J5aşına toplatmasını bilirim.»
Paul Venner buna lazım gelen cevabı vereıbilirdi ama, pek
fena olmuştu. Laboratuvarın kitlenmesi, hele anahtarının Bas-

138
hemşire gibi can düşmanına verilmiş olması onun pek ağırına
gitmişt�. Çalışmalarından alıkonulması da onun için başka bir
azaptı. F0<ster'in ölümüne yol açmrş olımakla suçlandırılması bi­
le cnu bukadar üzmemişti:
- « Ne çocukça şeyler ! ,, diye söylendi. «Laboratuvarın
kapanması benim iç.in, sözde işlediğim bir suçtan dolayı, bel­
ki ceza ama, hastane için de kayıp; bunu_ anlamıyorlar. İdare
heyeti karar verünceye kadarmış. Ozamana kadar ben ne yapa­
cağım? •
Dr. Bragg'<l a cevap hazırdı :
- « E şyanızı toıplarsınız, Doktor Venner. »
Paul Venner, piyanonun önündeki iskemleye çöker gtbi
oturdu. Elleri piyanonun üzerine düştü, sonra parmakları kı­
mıldadı, tuşlar üzerinde gezinmeye başladı. « Gülümseyi � Ül­
kesi» nden bir parça çalıyordu.
Başh eki min sözüne ancak neden sonra, istemiye istemiye
. başını çevirip cevap verdi :
- «Sizden d e ancak bu beklenirdi, doğrusu ! »
Dr. Bragg: « Küstahlıktan elinıize bir şey geçmez, bakın bu·
nu söyliyeyim size,» dedi. Scnra ötekilere döndü : «Buyurun,
Başhemşire Hanım, George. Biz gidelim, benim odada toplantı·
mızı yapalım. Doktor Drewett'i de oraya çağırınız. Sen de gel,
Gladys. ,.
Başhekim odadan çıktı, Başhemşireyle George Thorogood
da arkasından. Gladys daha yerinden kalkmamıştı. Onlar dışa·
rı çıktıktan sonra yavaş yavaş doğruldu. Piyanonun yanından
geçerken Paul'a doığru eğildi:
- «Nasıl, pişmansın, değil mi? Keşke benim sözümü din­
leseydin de kaçmaya razı olsaydın, ha? .. Son pişmanlık fayda
vermez, oğlum ! »
Paul piyanoyu kesmemişti. Tem�oyu biraz y avaşlatarak
devam ederken: «Hiç de pişman değilim,» dedi.
- « Herneyse. Aklında olsun: daha vakit var. Fikrini de­
ğiştirirsen haber ver bana.»
Gladys kapıya doğru giderken Paul başını çevirip haktı,

139
onu yukarıdan aşağı bir süzdü :
- �Hala mı umuyorsun? • dedi.
Bu sırada dışarıdan Dr. Bragg'ın sesi duyuldu :
- «Gladys! "
Karısı : « Geliyorum, Edgar! • diye seslenerek koştu.
Paul Venner onun arkasından gürültülü bir hava çalmaya
başladı. Sanki piyano kahkahalarla gülüyordu.

- İCHARD Drewett içeri girdiği zaman piyano yavaşlamış,


R
alçak perdeden, hüzünlü bir havaya geçmişti.
Paul Venner, ihtiyar dostunun ancak ta yanıbaşına gelip
durunca farkına vardı. Çalmasını k esip döndü :
- « Sizi bekliyorlar,,, dedi.
- «Ben de onları arıyorum ."
- «Burada d eğiller. Toplantı Başhekimin odasında yapılı·
J vr, çünkü burada biraz önce ıb ir hengame koptu. Ellerinden
gelse, hepsi bir olup yere ölümü sereceklerdi... •
Dr. Venner, olup bitenleri kısaca v e o alaylı, iğneli diliyle
anlattı. Dr. Drewett, başını sallaya sallaya, acıyarak dinledi.
Sonra : «Peki, şimdi ne yapacaksın?• diye sordu.
Paul Venner: «Otopsiyi yapacağım,• dedi.
- «Bugün yapmazsın herhalde.»
- «Bugün y apacağım ! »
- « Nasıl yapaıb ilirsin, oğlum ! Bir kere, ölünün ailesinden
müsade almak lazım. İkincisi, Başhekim taraftar değilse, sen
nasıl tek başına ... »
Paul onun sözünü kesti:
- «Bu işte siz de bana yardım edeceksiniz, Doktor Dre·
wett. •
Ricıhard Drewett bir duraladı:
- «Ben mi?,. dedi.
- «Evet, siz. Bunu sizden yalnız arkadaş olarak değil, ay ·
.
nı zamanda ilim adına da rica ediyorum. Çünkü, bakın size
açıkça söyleyebilirim : Betrazolun ilk denemesi için ben Fos
ter'i niçin seçtim, biliyor musunuz? Evet, hastalarımızdandı,

140
iyi olmasına çalışmak vazifemdi. Ama ilacımın dokular üzerin­
dekii etkisini bana en kısa zamanda gösteDmek ihtimali de var ­
dı ki, bu da beni ayrıca çekti. »
Dr. Drewett: «Yani...> dedi, d uraladı.
Onun demek istediğini Paul Venner tamamladı:
- «Evet, kafüinin zayıf olduğunu biliyordum. Benim ila­
cımdan dolayı değil ama, kalp kifayetsizliğinden ölmesi ihti­
mali olduğunu biliyordum. Böyle, bir ilacın dokular üzerinde
ne yaptığını kısa zamanda kendini neşt·er altına yatırarak gös·
termeye imkan verecek hasta h erzaman ele geçmez, d-0ktor ! ,.
Paul Venner ıbunları acı bir alayla söyliyordu. İçinin ne­
kadar sızladığı da yüzünden belliydi. Yalnız, ilim uğruna ev­
ladını bile kurban vermeyi .göze alan bir adam ihali vardı.
Dr. Drewett : «Peki,> dedi. o:Bu işte sana elimden geldiği
kadar yardım edeceğim.»
- «Teşekkur ederim. Mesele hakikaten mühim. Bunca ça­
lışmadan sonra elde ettiğim başarıyı kendini - beyenmiş bir
adamın manasızlığı yüzünden mahvetmeye razı olamam.»
Dr. Drewett: «Hakkın var, oğlum,• dedi. «Nezaman yap­
mak niyetindesin otopsiyi ? ,.
- «Bugece, el-ayak çekildikten sonra. Oranın anahtarı
var mı sizde? :.
İhtiyar dost, başını sallıyarak: «Var,• dedi.
Verecekti, Paul Venner almadı :
- «Sizde kalsın daha iyi,,. dedi. «Onu da elimden almaya
kalkarlar.•
- «Pekala, Paul, oğlum. Ben şimdi gideyim de, kuşkulan­
masmlar. Toplantı biter bitmez gelirim, ıb ir fırsatını bulursak
başbaşa kalırız, akşam yapacaklarımızı kararlaştırırız.,.
Paul Venner: « Sağ ol, hoca ! • dedi, eliyle a.sker-vari bir se­
lam verdi.
Birdenbire yine canlanmış, neşelenmişti. Hayat, insana sa­
vaşmak isteği verdikçe ne güzeldi!

1-4:1
ARY içeri girince onu ·k oltuğa uzanmış, kitap okurken bul­
M du :
- «Ah ! Paul ! » diye, ona doğru atıldı. «Duydum, öyle
üzüldüm ki .. . »
Yüzünde sevgi ve acımanın en temizi, en derini okunuyor-
du.
Paul Venner, kolunu uzatıp onu belinden kavrıyarak ken­
dine doğru çekti, koltuğun kenarına oturttu. Elini aldı, okşadı,
sıktı, yüzüne tuttu :
- «Mary'ciğim benim,,, dedi. «Yalnız, yalvarırım, beni
hapse atmışlar da halimi gördükçe ağlıyormuşsun gibi konuş­
ma. Ortada birşey yok. Beni tek üzen, elde ettiğim başarının
tam elle tutulur bir hale gelmek üzereyken, mahvolmak kor­
kusu. »
Mary, elini onun tıraşı uzamış yüzünde gezdirirken : « Bili­
yorum," dedıi. cBen de ona üzülüyorum ya. »
Paul Venner biraz durdu. Birşey düşünüyor gibiydi. Son­
ra, doğruldu :
- « İşin asıl acınacak tarafı ne, .biliyor musun ? Bunların
hepsi cehil insanlar. Cahiller de bir.birlerini tutarlar. Yönetim
kurulu toplantısında Bragg benim aleyhimde atıp tutarken öte­
kilerin hepsi ıbaşlarını sallıyacaklar. Buradan bir kere kovul­
dum mu da başka hiçbir hastane bana kapısını açmaz.»
Mary: «Açmasın, » dedi. .. Ne ehemmiyeti var ? »
Paul: «Ne ehemmiyeti var, olur mu ? » diye haykırdı. «Has­
tanesiz, laboratuvarsız nasıl çalışırım ? "
Mary şaşırmış görünüyordu :
- «Peki ama, Paul, yakında biz buradan nasıl olsa gitmi-
yor muyuz? ,.
Paul önce ıbir duraladı.
Sonra: cHa, evet...» dedi. « Onu demek istiyorsun ! »
- « Evet, Paul. Herşeyde bfr hayır vardır derler. Böyle ol­
duğu bizim için be1ki de daha iyi. "
«Demek bu işe sen çok sevindin?»
c Rica ederim, Paul, böyle konuşma ! ,.

142
Paul, söylediklerinin kızın nekadar gücüne gittiğini sesin­
den anlamıştı. Gönlünü almaya çalıştı :
- «Biliyorum, Mary. Şaka söyledim. Yalnız, Çin'e niçin
gidemiyeceğimi anlarsın sanırım. "
Mary büsbütün fena oldu:
- «Gidemiyecek misin? Peki ama, sen demedin miydi,
«seninle beraber olunca dünyanın öbür ucuna kadar gelirim ! •
diye? Aşkolsun, Paul ! •
Umduğunun boşa çıkmasından ne derin acı duyduğu, sesi­
nin titremesinden anlaşılıyordu. Ağlıyacak gföi olmuştu.
Öyleyken, Paul yine sert konuştu. Elinde değildi: Karşı·
sındaki en s evdiği insan bile olsa, iğnelemekten tuhaf bir zevk
alıyordu
- «Sen de buna inandın, h a ? Söz gelişi söylemiştim, ca ­
nım. Kimi vakit ;benim, öyle, şairliğim tutar ! »
(j.ii 1 ii yorr hı
Mary hiç şaka edecek halde değildi. Çok derin bir yerin­
den yaralanmış gfüiydi. Gözleri dolu dolu oldu:
- « Ü ! Paul...» diyebildi.
Paul -0na sarıldı ama, nekadar kırdığını anlıyor, boynuna
doladığı kollarının geri itilmesinden korkuyordu.
- « Seni üzmek istemem, Mary'ciğim, » dedi. « Herşeyi gö­
ze alırım, tek sen üzülme. Yalnız, ne var, biliyor musun? Seni
sevdiğim için, ilerimi şimdi eskisinden de çok düşünmek zorun ·
dayını. Çahşmak imkanını bulamazsam ... "

Mary onun sözünü keserek, a tıldı :


- «Şançen'de mükemmel bir laboratuvar bulacaksın, bak
sana söz veriyorum. •
Paul güldü :
- « Ona bakarsan, belki Tibet'te de bulurum ama, başımın
ucuna Dalay Lama'nın gelip dikildiğini görünce çalışamam ! •
Sonra, birdenbire değişti, sinirlenir gibi bir hal aldı:
- «Ah, Mary ... Niçin lbeni alıp Çin'e götürmek istiyorsun,
anlamıyorum ! "
Mary , bütün bu konuşma ve çekişmelerinde, hiç yılmadan

143
kafa tutuyor, karşı koyuyordu. Şimdi de kendine son derece
güveni olan 'bir insan haliyle cevap verdi:
- • Kadınların, durumu erkeklerden daha iyi gördüğü,
olacakları da'ha iyi sezdiği olur. Hele seven bir kadın! »
Paul, kızı incitmemeye çalışarak gülümsedi :
- · Boş şeyler bunlar, Mary. ..
Mary, kızgın bir halle sordu:
c Neler? "
- c Olacakları önceden sezmek, içine doğmak gibi şeyler. . ..
- cHiç de değil. Bunun doğruluğunu herkes hayatında bir
kere olsun denemiştir. Dediğim g.i.bi, bu sezi biz kadınlarda da­
ha çoktur.>
Paul, ciddi görünmeye çalışıyordu ama, sesinde yine alaylı
bir eda vardı :
- « Demek ibir tehlike seziyorsun ... Beni kurtarmak, sela­
mete doğru götürm ek istiyorsun » ...

Mary, heyecanla atıldı:


- cSaadetimizi kurtarmak istiyorum, Paul! Bunun için de,
bizi bir.birimize bağlıyan manevi bir bağ bulunmalı.•
Paul Venner, anlıyamamış gibi baktı.
Sonra : «Beni sevmiyor musun yoksa? .. diye sordu.
Mary derhal cevap verdi :
- cMütıhiş seviyorum . ..
- c Öy
leyse, daha n e istiyorsun? o cmanevi bağıt dediğin
nedir? Ben de seni seviyorum, evlenmeye razıyım . • .

Mary : cEvelenmeye razı mısın ?:o diye, onun sözünü kesti.


Paul, hatasını anladı:
-- c Kusura bakma, yavrum, > dedi. cKonuşmasını bilmem
ben. Böyle, çamlar devirdiğim olur. Sen benim ağzımdan çıka­
na d eğil, içimden geçene bakmalısın. Seni çı1gıncasına seviyo­
rum. Yalnız, Çin'e falan gitmek.ten vazgeçeceksin.•
Mary hemen: «Geçemem,• dedi. cSen nasıl laboratuvarın·
dan vazgeçemiyorsan ... •
Paul: · Benimki ıbaşka,,. d edi. c Tıp insanlara en çok fayda­
sı olan ilimdir. Öteki ilimlerin hepsi insanların nihayet raha-

144
tını sağlamaya yararken hekimlik onların hayatını kurtarma­
ya yarar. ,.
Genç kız acı acı gülümsedi
- « Siz doktorlar hep böyle misiniz? Deneme tüpünün di­
binden, mikroskopun camından ötesini göremez misiniz? Bıütün
öteki ilim adamları da böyle m i ? İnsanların rahatına, kurtul­
masına yardım ediyormuşsunuz! Ne getirdiniz bu dünyay a ?
Zehirli gaz, makineli tüfek , değil m i ? Atomu da patlatmayı
başarırlarsa muhakkak ki, onu da bomba yapmakta kullanır­
lar.
«Bu dünyayı, üzerindeki insanları asıl kurtaracak şey, be ­
nim inandığım. Bugün içinde bulunduğumuz durumdan dolayı
Tanrı'ya kabahat ıbulanlar, ya da ona inanmıyanlar var. Unu­
tuyorlar ki, bu felaketler Tanrı'nın bize gösterdiği yollardan
ayrıldığımız için başımıza gelmiştir. Yaradan'a değil de yarat­
tıklarımtza tapa�ak, başka ne bck1iye'biliriz ki ! ».
Faul Venner dinledi, dinledi. Sonra, o da kendi düşüncesi-
ni söyledi :
- cAllah'ın var olduğunu ispat edebilir misin ki?:ıo
Mary, ona acıyormuş gibi bir halle, gülümsedi:
- cNe lüzum var ! Allah varlığın ı her gün kendisi birçok
şeyle göstermiyor mu? Hem sonra, sizler çok yanlış düşünü­
yorsunuz: Madem bu işi ilme bağlamak istiyorsunuz, Allah'a
inanmak için onun var olduğunu ilmin is.pat etmesini isteyece­
ğinize, olmadığını ispat etmesini istesenize? Önce inanın, sonra,
eğer ilim inancınızın köksüz olduğunu gösterirse, ozaman, bu
inancı bırakırsınız.»
Faul derin bir düşünceye dalmış gibiydi. Somurtmuş, yere
bakıyordu. Mary'nin son söylediklerini sanki hiç duymamışt ı :
- «Allah var olduğunu bana pek ispat etmiş değildir,,.
diyordu.
Mary, büyük bir anlayışla, hoşgörürlükle gülümsedi :
- cNe çocuksun sen, Faul ! Çok zekisin, bunca yıl okumuş­
sun; öyleyken, yine de inatçı bir çocuk halin var. Nasıl anla­
mazsın : Allah'ı ancak arayan bulur, görmek istiyen görebilir.

Sabah Yıldızı : 10 145


Dostluk, arkadaşlık da böyle değil midir? Sen bir adım yaklaşa·
caksın ki, karşındaki de yaklaşsın. •
Paul yine somurtuyordu :
- ·Bilmem," dedi, «benim hiç dostum yoktur, hep dü�­
manım vardır.•
Mary sesini birdenbire alçalttı, canı sıkılmış gibi görünü·
yordu :
- .vaaz vere<!ek değilim sana, Paul,. dedi. «Yalnız, şunu
bilmelisin ki, varlığımızın, biri heden, biri ruh olmak üzere, iki
tarafı vardır. Sadece maddeden ibaret olamazsın. İnsanın
maneviyata da değer vermesi gerek. Şimdiye kadar hayattan
zevk almadınsa, var olmaktan memnun kalmadınsa bu, hep,
maddeye bağlı olmandan ileri gelmiştir. Ruh tarafını h iç bes­
lemem'.şsin, aç kalmış, cılız kalmış...
«Maddi şeyler geçicidir, Paul. İnsanlar arasındaki maddi
bağlar çabuk kopar. Arkadaslık, dostluk manevi bağlarla mey­
dana gelir. Aşk da öyle: yalnız maddi duygulara dayanırsa çok
yaşamaz. Bedenimizle beraber ruhumuzu saran duygulara da ih­
tiyacımız vardır ... Seninle ben bile, birıhi:ı:imizi bukadar sever­
ken, aramızda manevi bağ <llmazsa, sevıgimiz temelli olmaz,
kökiü olmaz. "
Paul, başı önünde, somurtmuş, öyle dinliyordu. Mary söz­
lerini ıbiÜrince, başını yine kaldırmadan, gözlerini yukarı doğ­
ru dikti :
- «Allaıh 'la yarış edecek değilim ya ... Muhakkak ki sen
ona daha çok bağlısın ... >
Mary, sert .bir hareketle, onun sözünü kesti :
- •Valla:hi, Paul, böyle konuştukça korkutuyorsun beni ! ,.
Paul, kaşlarını çatarak, doğruldu, ayağa kalktı, odanın için-
de sinirli sinirli dolaşmaya başladı :
- c Ne yapayım, Mary, bütün bunlar bana masal gibi geli·
yor,,. diyordu.
Mary güldü:
- cÇocuksun da ondan . Çocuklara herşey masal gibi · ge­
lir. İnsan ancak olgunlaştıktan sonradır ki herşeyin derinliğini

146
görebilir. Kusura bakma, acı söylüyorum belki ama, sen daha
olgunluğa pek ulaşamamışsın. O gün de gelecek elbette. Bu
dünyada her işin Tanrı'ya bağlı olduğunu, hepimizin her nefes
alışta bile onun emrini yerine getirdiğimizi anlıyacaksın. •
Paul inatçılığı yine elden bırakmıyordu :
- «Benden onu geç ! » dedi. «Ben çalışıyorsam, çalışmayı
sevdiğim için çalışıyorum . . . Bir şey üzerinde gece-gündüz uğ­
raşıyorsam, ilim uğruna uğraşıyorum . Hatta insanlara yardım
düşüncesi bile ikinci clarak gelir: be n ilme hizmet edeyim, ilim
insanl:ara hizmet eder ; dolayısiyle ben de insanlara yardım et­
miş olurum. Ama, birinin uğruna, hele din uğruna kendimi ha­
rabetmek, canımı vermek falan gibi şeyleri bekleme benden . •
Mary, derin deri n içini çekti :
- «Yazık ! • dedi.
Sonra gidip Paul'un yanında durdu, elini hafifçe omuzuna
koydu :
- « Seni okadar seviyorum ki, Paul,,. dedi, « aramızda bir
düşünce ayrılığı olduğunu görmek beni müthiş üzüyor. Sevgiy­
le canlanan kafüim bu üzüntüyle bin kere ölüyor . . . İçim çok
' .

perişan . . . Benim inandıklarıma seni nasıl inandıraıbils em ! •


Paul omuzundaki eli tutup ok�adı, dönüp kızın gözleri n i n
içine baktı. Yine alaylı alaylı gülümsüyordu :
- «Madem Allah'la aran bukadar iyi,» dedi, « Ondan yar­
dım istiyebilirsin. Senin inandıklarına beni de inandırması
için yalvara.bilirsin . »
Mary elini onun elinin altından ve omuzundan yavaş yavaş
çekti, pencereye doğru gitti:
- « Doğru,• dedi. eBunu belki sen alay için söylüyorsun
ama, çok doğru. Allah'a yalvarabilirim . . . Evet, Paul, Allah'tan
bunu istiyebilirim... ve, istiyeceğim. •

8U sırada kapı birdenıb ire açıld1 ve içeri, tel�a, Dr. Dre­


wett girdi. Elinde iki çift kalın kırmızı lastik eldiven var
dı, iki lastik önlüğü de koluna almıştı :
- «Çabuk, Paul,» dedi. «Ü işi geceye bırakamıyacağız,

147
çünkü toplantıda bu mesele konuşuldu. Çoğu B aşhekimin fik·
rinde : Savcılığa telefon edebilirler. Ben bir bahane uydurdum,
dışarı fırladım. Gel hemen gidelim, bu işi bitirelim ... >
Faul Venner: «Peki , > dedi. cBiraz formalin lazım. •
- «Dolapta var. Alkol de al.»
Mary, merakla, bir ona, bir ötekine bakıyordu:
- «Ne yapacaksınız ? ,. diye sordu.
Faul keyifli keyifli gülümsedi:
- «Mucize yaratacağız,,. dedi «Ölüyü konuşturup hakikatı
söyleteceğiz! ,.
Koşa koşa çıktılar.
Onlar çıktıktan sonra Mary, bir müddet kapanan kapıya
gözlerini dikerek dalgın dalgın baktı. Sonra, döndü, diz çöküp
ellerini kı!!n etledi, dua etmeye başladı.
Kapı açılıp içeri birinin girdiğini duyunca, yavaş yavaş aya·
ğa kalktı, başını çevirip baktı. Gelen Gladys'ti.
- «Afedersiniz, rahatsız ettim galiıba,> diyordu.
Mary, ona doğru ilerledi:
- «Hoş geldiniz, • dedi. .
Gladys, önce onu şöyle bir süzdükten sonra gülümsedi :
- « Kocam ısrar etti, toplantıya beni de çağırdı ama, ben
s ıkıldım, kaçtım geldim. Onların konuştukları beni alakadar
etmez zaten.»
Gladys Bragg, burada sesini alçalttı, Mary'ye doğru biraz
daha yaklaştı:
- «Sonra, aklım hep sizdeydi.,.
Mary şa:şırarak sordu :
- «Bende m i ? Beni mi düşünüyordunuz? •
Gladys daha alçak bir sesle cevap verdi :
- •Evet . ..
Mary d e biraz daha şaşırarak sordu :
- •Neden? •
Başhekimin karısı azametli bir hal takındı :
- « Hastanemi�de hiç de hoşa gitmiyecek bir hadise oldu.
Buna hepimiz üzülüyoruz. Yalnız, böylece istikıbali t ehlikeye

148
giren bir genç var ki, sizin ona tutkun olduğunuzu düşündük­
çe ... »
Mary, sakin sakin dinlerken, bu sözler üzerine kaşlarını
çattı, eliyle sinirli bir hareket yaptı.
Gladys duraladı :
- «Belki fazla ileri gidiyorum, ,, dedi. «Belki hakkım yok.
Üzerime elzem olmıyan işlere karışıyorum... Fakat, bir genç
kızın göz göre göre mahvolmasına gönlüm razı olmuyor.....
Mary kızmıştı:
- « Doğru söylüycrsunuz,,. dedi. «Hakikaten size ait olmı­
yan şeylere karışıyorsunuz. Yalnız, bir noktada yanıldığınızı
da söylemek isterim. Bu bir tutkunluk değil.ıt
Gladys hafifçe gülümsedi:
- « Sizin yaşınızdayken ben de öyle düşünürdüm. İnsan o
yaşta hakiki aşkla geçici sevdayı birbirinden ayıramıyor. An­
cak sonradan anlıyor ... »
Mary, bunları konuşmak istemed�ğini anlatır şekilde J:Üzü­
nü buruşturdu. Gladys, bahsin kapanmasından korkarak, söy­
lemek istediklerini çabucak söylemeye baktı:
- « Daha pek gençsiniz, Doktor Murray. Hayatı daha yeni
anlamaya başlıyorsunuz. Evlenmekte acele etmemelisiniz. Çün­
kü, evlilik öyle ıbir şeydir ki, bir kere o yola girdikten sonra zor
geri dönülür. Dönülemeyince de insan bedlbaıht olur.»
Durdu. Sonra sesine daha yavaş ve acınaklı bir hal verdi:
- «Bunu size kendinde denemiş biri söylüyor ... ve sırf si­
zin iyiliğiniz için. Buna emin olmanızı rica ederim.>
Mary gülümsedi :
- « Eksik olmayın,» dedi. «Benim iyiliğim için söylediğini­
ze inanmamakta hiçbir sebep yok. Yalnız, ne yazık ki, sözünüzü
tutamıyacağım. Çünkü ondan ayrılmaktansa bir arada bedbaht
olmaya razıyım... >
Gladys, içini çekerek, mahzun mahzun başını salladı:
- «Böyle söyliyeceğinizi biliyordum,,. dedi. «Bu da sızın
nekadar tutkun olduğunuzu gösterir. Yalnız, bir dakika düşü­
nün bakalım : Doktor Venner'e dair ne biliyorsunuz?,.

149
Mary bu soru karşısında h iç şaşırmadı :
- «Bildiklerim onu sevmeme kafi,> dedi.
Genç kız·. n bu sözleri üzer.ine Gladys'in rengi değişti. Ko­
nuşmaya başladıklarından beri içini kaplıyan kıskançlık fırtı­
nasını artık bastıramıyordu. Gözleri şimşek çakmaya başlamış­
tı. Paul bu kızı ondan fazla seviyordu : Bu bile hırslı kadını kıs­
kandırmaya yeterdi. Üstelik, kızın da onu çılgınca sevmesi, he­
le bunu saklamaya lüzum görmeyip açıkça söylemekten çekin­
memesi onu artık ifrit ediyordu.
- «Anlıyorum ! > dedi. « Demek Paul Venner k�sa zamanda
size kendini sevdirmesini bilmiş. Aklına koyduğu şeyi yapmak­
ta ustadır: buna varacak yolları seçmesini gayet iyi bilir. Sizi
mükemmel bir şekilde avlamış. Bu başarısından dolayı ona an­
cak hayranım. Yalnız, size acıdığımı da yine söylüyorum . »
Mary hiçbirşey söylemedi. Gittikçe öfkelendiği, soluğunun
hızlanmasından belliydi. Gladys sesini biraz daha yükseltti: __

- « Şaşıyorum da. Gençsiniz ama, herhalde çocuk değilsi­


niz. Ahlak kaidelerini de herkese ders verecek kadar bildiğinizi
söylüyorlar. Öyleyken, nasıl oldu da ona kandınız ! »
Mary: " Utanılacak hiçbirşey yapmadım ! » diye haykırdı.
Sesi çok boğuk ve titrek çıkmıştı. Bir kelime daha söyle­
mek zorunda kalırsa ağlayıverecekmiş gibiydi.
Gladys bunu sezmiş, inadına sert konuşuyordu. Şu kızın
ağladığını görse ne sevinecekti !
- « Akşamları buluşup karanlıkta koruda dolaşmadınız
mı ? » dedi. .: Gizli gizli, köşede-ibucakıta öpüşmediniz mi?»
Mary: «Rica ederim, neler söylüyorsunuz! ,. diye bağırdı
ama, sesi ağzının içinde düğümlenip kaldı, boğuk bir gürültü
çıktı.
Gladys : «Doğruyu söylüyorum, » dedi. Sinsi sinsi gülüyor­
du. cünun için tahammül edemiyorsunuz, değil mi?»
Mary : «Sizin Paul aleyhinde konuşmanıza daha fazla mü­
sade edemem ! ,. dedi, eliyle kapıyı gösterdi : «Beni rahatsız etti
ğinizi size bildirmek zorundayım.»
Gladys güldü :

150
- cBurada kimin kimi kovmak mevkiinde bulunduğunu
bilmiyorsunuz gali.ha. Yalnız, bu hareketinizi de toyluğunuza
veriyorum ve kusurunuzu bağışlıyorum. Şunu da söyliyeyim
ki, Doktor Paul Venner'in aleyhinde konuştuğum yok. Zeki ço ·
cuktur, yakışıklıdır. Buradan uzaklaşmak zorunda kalırsa bile
başka yerde ve aradan epi zaman geçtikten sonra, belki yen i ·
den itibarını kazanıp mesleğinde iler1iy�bi1ir.
« Ne var ki, sizi mesut edemez. Yaradılışlarınız bambaşka
çünkü. Dünyalarınız bamlbaşka. Hep çarpışacaksınız. H ep de o
üstün gelecek, sizi mahvedecek, perişan edecek, mukaddes ta -
nıdığınız ne varsa, hepsini kırıp dökecek ... ayaklarının altına
alacak ... Siz de buna hoyun eğeceksiniz... Söyleyin bakayım ba­
na: ozaman mesut olabilir misiniz ? »
Mary : «Yeter ! » diye haykırdı, düşmemek için yanıbaşmda­
ki koltuğa tutundu.
Gbdys, ellerini beline koynıuş, kızın karşıı::;ın d a arkaya
doğru kaykılarak, onun acınacak haline hazla bakıyordu :
- « Siz hayatta çok büyük z orluklara hiç sesinizi çıkarmj­
dan katlanmayı üzerinize vazife olarak almışsınız,,. dedi. cAcı
bir gerçeği duymaya tahammül edemezseniz başkalarına nasıl
dayanabilirsiniz ?,.
Mary : «Söyledikleriniz yalan ! ıo diye haykırdı. Sesi pek tit­
rek çıkmıştı, gözyaşları hazırdı. « Hepsi yalan ! Bana azap ver­
mek için söylüyorsunuz... Siz de Paul'u seviyorsunuz .. Ama, o
sizi sevmiyor ... Onun beni sevmesini kıskanıyorsunuz... ve be·
ni ondan uzaklaştırmak için, soğutmak için böyle söylüyorsu­
nuz ! ,,
Sesi kısılmış, soluğu tükenmişti. B iraz durdu; sonra kadı­
nın yeniden söze başlamasına kalmadan, büyük ibir kuvvet bul-
muş gibi, birdenlbire atıldı : ,-
- «Çok zalimsiniz_! ,. dedi. cÇok kalpsizsiniz. Yalnız, ne
yapsanız, ne söyleseniz beni yıldıramazsınız! Buradan beni kov­
durabilecek durumda olduğunuzu bile yarı açık bir şekilde
söylemekten çekinmediniz. Kovdurabilirsiniz. Belki Paul'u da
kovdurabilirsiniz. Yalnız, şunu iyi bilin ki, piz ikimiz de hiçbir

151
korkl! karşısında yolumuzdan dönmeyiz. Sözde bana acıyor­
muşsunuz ... Beni yanlış yoldan geri çekmeye bakıyormuşsu­
nuz ... Bunların h epsi yalan. Başka bir maksadınız olmasa bile,
sözleriniz beni kandıramaz, çünkü bence sevmek hiçıbirzaman
yanlış ıbir hareket değildir. •
Gladys şöyle bir durdu. Aklına yeni bir şey gelmiş, yeni
bir şeye karar vermiş gföiydi.
- cPekala,:o dedi. .:Madem öyle, benim Paul'u sevmem de
yanlış bir hareket sayılmız. Şimdi, sizinle karşı karşıya, iki ra­
kip olarak bulunuyoruz. Yalnız, benim Paul üzerinde sizden
çok hakkım olduğunu iler.i sürebilirim sanıyorum, çünkü siz
ge1meden önce o benim dostumdu. Siz bir şeyi kazanmak için
çarpışacaksınız . . Ben, çoktan elde ettiğim bir şeyi elimden ka·
çırmamak için. Ben biraz daha zorlu çarpışacağım galiba, de·
ğil mi?»
Mary çnk fen a olmuştu. Gladys'in Paul'u sevdiğini ı:ınla­
mıştı, ama, Paul'un onunla macerası olabileceğini aklına getir­
nwmişti. Şimdi, ıbunu öğrenince, içi burkulmuş, gözleri kararır
gibi <0lmuştu.
Yalmz, yine de Paul'a karşı bir kin, bir soğukluk duymu­
yordu. Belki tuhaftı ama, o anda asıl Gladys'e karşı içinde daha
derin bir hınç, bir öfke duydu.
Bir an, karşılıklı durup, birbirlerine diş biler gibi baktılar.
İkisinin de gözleri şimşek çakıyordu.
Sonra, BaŞ'hekimin karısı, dudaklarında acı bir gülümse­
i
y şle, kapıya doğru yürüdü, sert adımlarla çıkıp gitti.
Mary kendini koltuğa attı. Başını ellerine dayadı. Ağlamak
istiyordu ama, ağlıyamıyordu. İçi okadar doluydu.

152
, ()
� AMBALARIN hepsi yanıyordu. Oda gün-
- düz gibi aydınlıktı. Hopewell Towers
Hastanesinde olağanüstü bir hava estiği he:-şcydrn belEydi.
Birliğin genel kurul toplantısı o gün saat üçte başlamıştı.
Şimdi saat altıbuçuğa geliyordu. Doktorların odasında PJchsrd
Drewett'ten başka kimse yoktu. O da, yine köşesine çekilmiş,
bitmez - tükenmez iskambil fallarından birini daha açmakla
meşguldü.
Kapıdan içeri bomba gibi Dr. Thorogoo d girdi:
- «Ne oldu, !biliyor musun, hoca?:. diye haykırdı :
Soluk soluğaydı. Sevinçten de gözleri öyle parlıyordu ki,
sanki bambaşka biri olmuştu.
Dr. Drewett, hiç istifini bozmadan, alçak sesle: c Ne oldu ?•
diye sordu.
George'ni11 nekadar yaygaracı bir insan olduğunu bildiği
için, onun böyle haykırarak içeri girmesinden meraka düşme­
si b eklenemezdi.
George Th_orogood, büsbütün coşarak anhıtro.aya başladı :
- «Başhekimin odas ındaydım ... Belediye Başkanıyla da-

153
ha birçok ilerigelenleri bu akşam nasıl ağırlıyacağımızı konuşu·
yorduk. Derken, kim geldi, bil bakayım ! •
Dr. Drewett lakırdıyı uzatmak taraftarı değile·.;
- « Bilemem, sen söyle,> d'j'di.
Dr. Thorngood bukadar sevinçle giriştiği şeyin tadını iste­
diği gibi çıkaramıyacağına üzülmüştü. İsteksiz i.5teksiz cevap
verdi:
- « Foster'in karısı ! »
Dr. Drewett yine hiç oralı olmadı:
- « Sen · bana şuradan viski şişesiyle kadehi verir mısın,
George, cğlum? » dedi . «Artık eskisi gibi değiliz : Saatlerce tı­
raş dinlemeye .gençler dayanır ama, bizden geçti. Başhekimin
bir edebiyat şaheseri olan nutkunu dinlerken bile bana uyku
bastı. Biraz bir şey içeyim de kendime geleyim.»
Ceorge, duymamış gibi, önce bir durdu. Sonra, yine iste­
'fh�e istemeye camlıdolaba gitti, sürahiyle kadehi aldı, getiı'di
ihtiyarın önündeki alçak masanın üzerine koydu.
Dr . Drewett, ancak ozaman onun söylediğinin farkında gö-
ründü :
- « Foster'in karısı mı? Ne diye gelmiş ? »
George şaşırmış gibi göründü :,
- cNe diye gelmiş olur mu! Şimdiye kadar çoktan gel­
meliydi ama, kocasının öldü.ğünü geç haıber almış olacak. Yal­
nız, tam genel kurul toplantısı sırasında gelmesi de bizim dayı
. bey için çok güzel bir t alih eseri vesselam ! İstese 1bukadarını
Y?- Pamazdı.
« Kadın nasıl ağlıyordu! Paul Venner'in tedavi tarzına ta­
"aitar olanlar varsa bile onun s uçlu olduğuna tam kanaat ,f!e­
tirdiler. " _
Dr. Drewett, başını yavaş yavaş kaldırarak George Thoro­
good'a şöyle bir baktı :
- «Kadının ağlaması üzerine, ha?» diye sordu .
· George, ne manasız bir laf söylemiş olduğµnu ancak oza­
man farketti ama, bozuntuya da vermedi:

154·
- «Evet,» dedi, «facia bütün dehşetiyle gözler önüne se­
rildi. » ,
Dr. Dı·ewett yine falına dalmıştı. Ortaya, insıı ı:ı..a boşlukta
kalmış duygusu verecek kadar derin bir sesizlik çöktü. Sonr a ,
George çekine çekine sordu:
- «Başhekimin müsaadesi olmadığı halde, Paul Venner
otopsi yapmış, öyle mi?,.
İhtiyar yine o , hiçbirşeyden heyecanlanmaz haliyle cevap
verdi :
- « Evet . "
George Thorogood, üna d:oğru bdraz daha uzanip sesini al-
çaltarak, bir sır ister gi'bi sordu:
- «Ne buldu acaba? •
Dr. Drewett dudak büktü :
- «Bilmem.»
Sonra başını kaldırıp gözlerini kısarak baktı:
- « Kendisine sorsan-a, ne sormuyorsun?
George: « Sordum,• dedi.
- « Ne dedi ?•
- «Ne dedi dersin ? »
Dr . Drewett başını salladı:
- «Anladım. Demek şimdiki halde kimseye söylemiyor.
Yarın genel kurul toplantısında bomba gibi patlatacak ! »
G eorge oodişelenmişti ; rengi sararmış, gözlerinin parlaklığı
gitmişti ama, belli etmemeye çalıştı. Zoraki bir kahkaha att ı :
- «Aleyhindeki cereyan çok kuvvetli. Öyle, bir-iki lakır­
dıyla çoğunluğu kendine kazanacağını sanıyorsa aldanıyor. •
Dr. Drewett, yine lakayıt bir tavırla konuştu:
- « Kim\bilir ... bir-iki lakırdı mı edecek, yoksa uzun uzun
anlatıp deliliyle, ispatiyle mi gfüterecek. Herneyse, yarın gö­
rürüz.•
George yine alaylı alaylı gülümsemeye çalıştı:
- « Görürüz. Nasıl bozguna uğrayacak! A:_ma, :gıeheldir. Bu
�adar kendkıi-lbeyenmiş, boş bir insanın arada-sırada kafasına
böyle yumruklar inmeli ki, aklı başına gelsin. •

155
Dr. Drewett, sanki önündeki kağıtlardan okuyormuş gibi ,
alçak sesle : cBir arkadaşımız hakkında hu şekilde konuşmam
doğru bulmuyorum, George.ıo dedi.
Geor.ge Thorngood hemen ciddileşti :
- ·Ben d e sizin ondan yana çıkar gibi konuşmanızı doğru
bulmuyorum, Doktor Drewett ! ıo
Bunu öyle 'bir şekilde söylemişti ki, içinde bir korkutma
var gibiydi.
Bu sırada Başhemşire geldi.
George, havanın değişmesine ve o bahsin kapanmasına
vesile olacağı için buna pek sevinmişti. Dolaba doğru giderek
başını arkaya çevirdi:
- « Bir kadeh şarap, Başıhemşire Hanım? "
Fannıy Leeming, elinden geldiği, yaşının elverdiği kadar
kır:ııtarak : cE, hatırınız için ufak bir kadeh .içertrn.• dedi.
George Thorogo-0d, onun nekadar büyük bir kadeıh olursa
olsun yine içeceğini biliyordu. Hınzırlık olsun diye, mahsus,
koca hir bardak aldı, ağzına kadar d-Oldurdu. Daha ufakça bir
bardağa da kendine koydu. Sonra, köşeye doğru seslendi:
- "Viskinizi tazeley.im mi, Doktor Drewett? Nutkun ver­
diği uyuşukluk belki daha dağılmamıştır.•
Dı·. Drewett: cYo, yeter bir tane, .. dedi.
George, iki elinde iki kadeh, odanıın ortasındaki masaya
doğru geldi. Büyüğünü Fanny Leeming'e uzattı, ötekini havaya
doğru kaldırdı:
- «Sıhhat ve fıfiyetinize, Başhemşire Hanım.•
Fanny Leeming, fırsatı kaçırmadı:
- c Herşeyden önce Başhekimimizin sıhhatine içmeliy�z,
Doktor Tho rogood. Bugün kazandıkları başarı unutulacak şey
değil, doğrusu. •
Başhemşire, burada, sesini baygınlaştırıp güzlerini süzdü :
- «Doktor Bragg'ın başkan seçildiği ilan edilince heyecan­
dan kendimi kaybedecek gibi oldum. O ne alkıştı! ..
George de : cYa,• dedi. «Hastalar nasıl alkışlıyorlardı ? .

156
Başhemşire, Dr. Drewett'ten yana tuhaf tuhaf baktı, sesini
biraz daha yükseltti:
- « Sade hastalar mı! Herkes ne alkışladı ! »
Georıge : « Öy leyse, Akıl Hastalıkları Hekimleri Birliği'nin
yeni başkanı D:ıktor Bragg'ın şerefine, sıh�at ve afiyetin e ! " di­
yerek, kadehini biraz daha yukarı kaldırdı.
Başhemşire de, kadehini kaldırırken, Dr. Drewett'e doğru
baktı. Onun da kadehine biraz olsun yeniden viski doldurtup
Başhekimin şerefine içmesini bekliyor gibiıydi. Ondan böyle bir
hareket görmeyince de daha sevindi : Onun aleyhinde, icabında
Başhekime gammazlamak için, bir şey bulmuş oluyordu.

ENNER içeri girdiği zaman şarap kadehleri çoktan boşal­


V mış, masanın üzerinde duruyordu. Dr. Drewett de, iskam­
billerini toplarn1-ş, çıkan faldan pe1>: memnun olmayarak sura­
tını asmış, köşesinde piposunu tüttürüyordu.
George, Dr. Venner'i görünce: « O ! sen misin, Paul ?:a diye,
alaylı karşıladı.
Paul Venner : «Galiba,. dedi.
- «Bir şey içer misin? .,,
Dr. Venner : « Sorulur mu, azizim ! • diye güldü.
Sonra, Fanny Leeming'in önündeki o koca kadehi başıyla
gösterdi:
- «Bakıyorum, Başhemşire Hanım ölçüyü biraz geniş tut­
muşlar. Bu şerefi şarap neye borçlu acaba?»
Fanny Leeming, alayın farkına varmamış gibi bir tavır
takındı:
- « Başhekimimizin Birlik Başkanı seçilmesi şerefine birer
kadeh bir şey içtik de... •
- «Birer kadehcik, ha? Peki ama, içkinin burnu kızart­
mak gibi kötü bir huyu olduğunu Baş."ıemşiremiz bilmiyorlar
mı acaba?»
Bu seferki açıktan açığa bir alaydı. Fanny Leeming kız­
dığlıll ı belli etmekten kendini alamadı:
- «Beni raıh at bırakın, allahaşkına, Doktor Venner.•

157
Bunu söylerken : c Sen kendi derdini düşün ! • der gibi hir
hali vardı.
Paul Venner : «Kızmayn, canım ! • dedi. .. Başhekimimizin
bu başarılı ve sevinçli gününde şuracıkta biz de gülüp söylü­
yoruz. Keyfimizi bozmayın.>
Camlıdolaba gidip kendine de ufak bir kadeh viski dol-
durdu:
- «Biz de içelim bari,> dedi. « Şerefe ! •
Sonra, daha neşeli bir t�vır takındı:
- « E, bu akşam cümbü? var. Başhekimimiz iki gündür
hanımından rumba dersi alıy-or. Bu akşam kimbilir ne şahane
d ansedecektir ! »
Başhemşire : «Alayın sınırını biraz aşıyorsunuz gibi geli­
yor bana, Doktor Venner ! ,. dedi.
Paul Veınner: cBelki, • cedi. «Yalnız, müsaade edin de bun­
ları ben sayın Dol�tor Bra�·ın yanında söyliyeyim, sınırı aş­
tığımı da bana kendisi söyl�in . •
Fanny Leeming iyiden :yiye kızmıştı:
- «Merak etmeyin,> dcii. «Ü size haddinizi bildirecek za­
te..'1.»
Paul : «Olabilir,> dedi. «Yalnız, bu akşam okadar güleceğiz
ki, arkasından nekadar cezara çar.pılsam yine gam yemem. Dü­
şünün; Akıl Hastalıkları Heıimleri Birliğinin yeni başlrnnı Dok­
tor Bragg Hazretlerini, ha)li çakır keyif olup, genç ve güzel
hanımıyla rumlba oynarken görmek az şeref mi?,.
Başhemşire: « Hınzır seJi ! " diye, ağzının içinde söylendi.
Kendini zor tuttuğu beliydi. Paul'a ters ters bakarak oda­
dan dışarı çıktı.
Dr. Drewett, köşesinder, kıs kıs gülüyordu. Piposunun kü­
lünü silkerken: « Bir el fal daha açalım bakalım ne göstere ­
cek ! · dedi.
Gecrge de Paul'a dcğn geldi :
- «Sana bir haberim ,ar, azizim, » dedi.
Paul, elinde kadehi, ağr ağır ona doğru döndü :
«Nişanlın mı geliyoı yoksa bu akşam ? " diye takıldı.

158
- «Yok, canım ! Ne münasebet ! »
Paul, yine alay etti:
- « A ! öyle ya! Başkalarının nişanlısına senin balta olmafJ
münasebet alır da nişanlının kırk yılda-bir seninle dansetmeye
gelmesi münasebet almaz. Kusura bakma, düşünemedim.•
Geoı:ıge Thorogood'un artık hiç çekinmesi yoktu:
- «Yarından sonra sen çok düşüneceksin, azizim,,, dedi.
« İşte buydu benim sana vermek istediğim haber. ıo
Dr. Drewett : « Susun bakayım, çocuklar, gürültü etmeyin � "
diye çıkıştı. « Z ihnimi çeliyorsunuz. Çok mühim bir fal üzerin­
deyim . »
..

Paul, ona doğru gidip yanıbaşında durdu:


- «Yardım edebilir miyim , üstat ? » diye sordu.
Sonra, onun müsaadesini fal an beklemeden, fala karışt ı :
- • Şu onluyu maça beyinin üzerine koyacaksın ... »
- « Evet. hen de onu oraya k"ymak üzereydim . ..
«Kızı d a papazın üzerine koy. »
- « Yapma, Paul! »
« Afedersin, görünce söylemeden duramadım . »
- «Ama, fal iyi gitmiyor. . . »
- «Ne yapalım ! Kısmet ! Kimin falına bakıyordun ? »
Dr. Drewett buna cevap vermedi:
« İspatinin onlusu 6lsa, » dedi.
- « İşte şurada var ya.»
- «Evet ... Onu görmemiştim .. . >
- « Şimdi nasıl gidiyor ?>
Dr. Drewett, gözlerini yumarak başını hızla iki yana sal
ladı:
- « Kötü ... Çok kötü ! •
- «Aldırm a ! ,.
- « Senin gibi, fala inanmayan biri için bunu söylemek
kolay ama, ben yıllardanıb eri ıbu işe inanırım. İskambil falı be­
nim için yarının, öıbürgünün gazetesini okumak gibi bir şeydir.
Anladın mı, Paul, oğlum ? »
George Thorc,good öteden arsız arsız bir kahkaha kopardı.

159
- «Şu falı sen evlenmeden önce bilseydin, değil mi, üstat?
Hiç evlenir miydin acaba! Neyse, fayda yine faydadır; bundan
sonra evlenmezsin artık!>
Bu öyle kaba ve densiz bir şakaydı ki, ihtiyar ancak yan
yan bir bakmakla kaldı. Paul hiç işitmemiş gibi davrandı.
Sonra, kendisi sordu:
- «Peki, önümüzdeki çarşamba günü ne olmuş acaba?•
Dr. Drewett, gözlerini yumup başını iki yana hafifçe sal-
ladı:
- «Hiç sorma. Bu falı açtığıma pişmanım... »

Öfkeyle kağıtları t'.)pladı, acele acele deste edip sehpanın


alt gözüne attı. Ayağa kalktı.
Kapıya doğru gidiyordu. George daha insafsızca alay etti:
- «Oyund a kaybeden aşkta kazanır derler... Yeni bir aşk
,macerasında talihin pek yaver gidecek demektir, Doktor Dre­
wett ! »
Richard Drewett, hiçhirşey söylemeden odadan çıktı.
Geor:ge Thorogüod, ellerini ceplerine sokarak, hızla bir ge­
- riye çarketti. Paul Venner'in karşısına dikildi:
- c Ne oluyor bu akşam, allahaşkına! Herkeste bir surat! ıo
- Paul: «Sen anlayamazsın,- dedi. «Derisi kalın mahluklar
havadan nem kapmazlar. Fena mı? Hiçıbirşeyden haberin ol­
maz, rahat raıhat yaşarsın.�
George kaba kaba güldü:
- «Bugünlerde asıl senin derin kalın olmalıydı. Çünkü
öyle şeyler olacak ki, nekadar geç haber alırsan senin için o
kadar iyi olur. Biraz daha rahat uyku uyursun... >

Paul Venner bunun da karşılığını ve11mek üzereydi, kapı


vuruldu.
ÇERI Foster'in karısı girdi. Çok ürkek bir hali vardı. Birkaç
. ;

I gün öncesine ıgöre çok da zayıflamıştı. Gözlerinin altındaki


karartı bütün yüzünü kaplar gibiydi. Solgun gözleri, şaşkın
şaşkın odada dolaştıktan sonra Paul'un üzerinde durdu .
Çekingen ve titrek bir sesle: «Doktor Venner?,. dedi.
1 60
- «Buyurun?»
- «Sizlen !biraz konuşmak istiyorum, doktor. Başhekim Be-
ye söyledim, konuşun, dedi.»
Paul Venner, kollarını göğsüne kavuşturup bekledi:
- «Ya? Peki, konuşalım. Yalnız, pek vaktim yok, baloya
hazırlanıycruz çünkü.•
Kadın, inler gilbi bir ses çıkardı:
- «Baloya gideceksiniz demek?»
Öteden Geor.ge Thorogood'un yine yezitliği tuttu:
- «Gitmiyeceğiz, efendim,» dedi. «Balo hastanede.•
Martha F:Oster bü.Eıbütün fena oldu :
- «Ya? Demek kocam kara topraklarda yatarken siz bu­
rada balolar ver.iyorsunuz, gülüp söylüyorsunuz! Öyle mi? Hiç
ummazdım.»
George yine: cSizin daha nice ummadıklarınız var ki, ba­
şımızı:ı geldi?." diye, yangın a körükle gitti.
Paul Venner ona yan yan bakıyor, içinden köpürüyordu
ama, hıncını sonraya saklıyordu.
Kadına döndü :
- «Vazife,:. dedi. «Başhekimimizin şerefine bir eğlenti ya­
pılıyor, biz gitmezsek alınmaz mı? Onun için, gideceğiz. Ben
kendi hesabıma... »
George hemen atılarak onun sözünü kesti:
« Laboratuvarına kapanıp ilaçların üzerinde çalışmak
isterdin, değil mi?.,,
- • • •

Martha Foster'in Paul'la ne konuşmaya geldiğini anlamış,


b'u bahsi açmaya yardım ediyordu.
Umduğu gibi oldu.
Kadın: «Ah! Sizin o ilaçlar ... Yeni icat ilaçlar! • diye söy-
lenmeye başladı. «Onlar değil mi kocamı mahveden! ,.
Doktor Venner: «Nereden biliyorsunuz?• diye sordu.
Kadın duraladı:
- «Bilmiyorum . . diyebildi. cBilmiyorum... ama, öğrenmek

istiyorum.»
.

Paul Venner: «Öyleyse, sa·bredin,• dedi. «Öğreneceksiniz.


Sabah Yıldızı : 1 1 161
Yalnız, ben de size bir şey soracağım: Doktor Bragg bu hususta
ne dedi size? •
Martıha Foster, sıkıla sıkıla dönüp, G eorge'ye baktı. Çekini­
yordu:
- «Doktm Bragg çok kibar bir zat,> dedi. «Açıkça bir şey
söylemez elhetıte ama, ben öyle anlıy<ırum ki...•
Doktor Venner: cYanlış anlıyorsunuz, • dedi. cBilmeden ko­
nuşmayın, çok rica ederim.. . •
Kadın şaşalamıştı:
- cHayır,• dedi, eben de size ondan dolayı çok kabahat
bu1muyorum... Bile bile yapmadınız el'b et. Yalnız... •
Durdu. Bir, Paul'a bakıyordu; bir, George'ye.
Paul Venner : cEvet, yalnız ne var ? • diye sordu.
Martha F{)ster ellerini oğuşturdu :
- cBilmem ki ... şey, yani... kocamın ölüsünü kesip biçmiş-
-siniz.. . Bari onu yapmasaydınız.-..
Paul'un içi burkuldu. Demek ki, kadmcağıza en çok acı ve- _

. ren, kocasının, öldükten sonra, masaya yatırılıp parçalanma­


sıydı. Elinden geldiği kadar, bu cahil kadının anlayabileceği
kadar anlatmaya çalıştı:
- c Bakın, Bayan Foster, ben bunu sırf doğrunun ortaya
çıkması için yaptım. Ölülere saygım vardır. Tom'u da pek se­
verdim. Yalnız, ölümünün neden ileri geldiğini anlamak da be­
nim vazifemdi : Hem, bana kondurulan suçu üzerimden atabil­
mek için, hem de kullandığım ilacın neler yaptığını öğrenmek
için. Böylece, hekimliğe bir faydamız dokunursa, buna yardım
ettiği için, Tom'un da ruhu şadolur. •
Martha yatışmıştı ama, yine de söyliyemediği !bir şey kal·
mış gibiydi. Onu da söylemeden rahat edemiyecekıti :
- cEvet ama, doktor, • dedi, chiç olmazsa , bana sormalıy­
"
mışsınız ; benden müsaade almanız lazımmış. Doktor Br�gg öyle
diyor.•
Bu son cümleyi söylememesi lazımgeldiğini sonradan anla­
dı. Paul manalı manalı gülerek, George Thorogood'a göz kırptı:

162
Kadını Başhekim.in kışkırttığını çoktan biliyordu ama, ıböylece
daha iyi öğrenmiş oluyordu:
- cYa ? • dedi. cDemek Doktor Bragg öyle söyledi, ha ? On­
dan sonra da ıbana karşı deği§tiniz ... •
Kadın kırdığı potu anlamıştı; düzeltmeye çalıştı : Daha sert
konuşmaya başladı :
- c Ben kimsenin sözüne uymam. Kendimce neyi doğru
bulursam onu yaparım, onu söylerim. Başlangıçta sizi tanıyor
muydum? Tanımıyordum. Kocam ı iyi edeceğinizi söylediniz
ben de in�ndım. Kandırdınız beni. K andırmasaydınız ben de
başka doktora giderdim. Dünyada başka doktor mu yok ! Öy le
değil mi, Doktor 'Iihorogood? :o
George Thorogood hemen başını salladı:
- c Öyle, Bayan Foster. Yerden göğe kadar hakkınız var.•
Kadın bunu fırsat .bildi. İleri doğru atılarak bağırdı:
- « Bak, arkadaşınız bile hak veriyor bana ! Elbette haklı­
yım... Hakkımı arayacağım da! Siz de benden yanasınız, değil
mi, Doktor Thorogood.?•
George Thorogood, okadar açıktan açığa taraf tutamazdı
elbette :
- cYo, Bayan Foster,. ded.i, cbunu sormayın bana. C evap
veremem. Meslek a:hlakı diye ıbir şey vardır, malum ya.ıo
Bunu alaylı alayıl söylüyor, bir yandan da Paul'a bakı­
yordu.
Faul Venner, kadına doğru yürüyerek: cNe demek istiyor­
sunuz, allahaşkına ? ıo diye sordu. cNe y apacaksınız yani? •
Kadın d a celallendi :
- «Bağırmayın öyle yüzüme karşı, doktor. Bağırmaklan
korkutamazsınız beni ! Ne yapacağımı ben biliyorum. N e bana
kimse akıl verdi, ne de benim kimseden akıl öğrenmeye ihti­
yacım var ! •
Dr. Venner, iy iden iyiye öfkelenmişti ama, kendini tutu ·
y ordu :
- cPeki, :o dedi, ene yapacaksınız?•

163
- «Hakkımı arayacağım. Dava açacağım. Bir kere, kocam
sizin elinizde öldü.»
Paul Venner, acı a cı gülümsedi:
-:-Yanılıyorsunuz. Tem Foster'in neden dolayı öldüğünü
c

ben ispat edebilecek durumdayım. Acaba siz, onu benim öldür­


düğümü ispat edebilir misiniz?»
Kadın duraladı. Sonra, başladığı işi sonuna kadar vardır­
mayı kafasına koymuş bir insan haliyle tepindi:
- «Lüzum var mı ya? Tom sizin ilaçlarımzdan dolayı öl­
mediyse neden ölüsünü kesip biçtiniz? İzleri kaybetmek için
değil de ya ne için?.. Ben bunu bilmiyor muyum sanıyorsunuz?»
Kadının bu yaygarası karşısında Paul'un öfkesi birdenbire
geçmişti. Çok eğlenceli bıir şey karşısında bulunuyormuş gibi,
keyifli keyifli gülüyordu:
- "Yok canım?» diye alay etti. «Demek bunları size kimse
öğretmedi, kendiliğinizdı:n dü�ünüp buldunuz? •
- «Elbette ya!» .
- cAferin sana, Martha Hatun! Sen pek kafalı bir kadın-
mışsın, ayol! Kendi başıma bir hastane açacak olursam, baş­
hemşire yaparım seni. Ozamana kadar birbir.imizi kaybetmiye·
lim de... »
Martha Foster, alayın farkında değildi:
- cHiçbirşeyinizi istemeım ,,, dedi. «Ben hakkımı istiyorum
sadece. Kocamı siz öldürdünüz... Bunun hesabını vereceksiniz.
Davayı pekala kazanırım ... Zaten ben böyle düşünüyordum, ,
Doktor Bragg'la konuştuktan sonra aklım büsbütün yattı.»
Yine ağzından baklayı çıkarmıştı ama, heyecanından, far­
kında değildi.
Dr. Venner, George'ye doğru bir göz attı.
Sonra: «Pekala,,, dedi. «Madem öyle, ne duruyorsun, git
dava et.•
Gcorge Tiwrogood'un açıktan açığa alay eder gibi baktığını
görünce, yılmış gibi görünmek istememiş, daha fazla meydan
okur bir hal almıştı.
Martha Foster: «Gidiyorum,,, dedi. «Şimdi doğru karakola
164
gidiyorum. Polis alıp ·geleceğim; ellerinize kelepçe vurduraca­
ğım ... Yapar mıyım yaparım!»
Paul Venner: «Yaparsınız!• diye güldü.
Martha Foster, hızlı hızlı yürüyerek, kapıyı vurdu çıktı.
George Thorogood: cHüüü! ne kadınmış be! • dedi. «Yü-
zünden hiç ummazsın. Ama, elinden erkeği alınmış dişi aslan
gtbi, bıirdenıbire ne yaman kesildi! Yalan da değil hani yani. E­
linden erkeği alındı ya.•
Paul Venner bu sözlerde kendine taş olduğunu anlamıya­
cak kadar aptal değildi. Anlamamış görünmeyi de kibirine ye­
diremedi :
- «Bari sen de bana «Sen öldürdün! » de de tamam olsun,
George,• dedi. «Artık kimseye güvenim kalmadı... Kimseden
yakınlık beklemiyorum .•

Dr. Thorogood, onun bu sözlerine üzülmüş gibi görünmeye


çalıştı:
- «Böyle söyleme, Paul. Başına gelen bu felakete nekadar
canım sıkıldı anlatamam. Ama, ne yapacaksın. Elden ne gelir
ki! Hata ettin, cezana boyun eğeceksin.•
Paul Venner Mçhirşey söylemedi. Dost görünüp içten diş
bileyen .bu sinsi düşmanına ters ters ıbakmakla kaldı.
URUMU artık açıkça görüyordu. Dört .bir yanı düşmanla
D çevrilmişti. Başhekim onun karısıyla olan münasebetini
-

-çol{'. geç anlamış olmakla beraber- en sonunda anlamıştı. Bel­


ki de bunu ona fbiri söylemişti. Mesela, Fanny Leeming söyle­
miş, yahut ç�tlatmış olamaz mıydı?
Başhemşire ona nezamandan beri diş biliyordu zaten. Onun
la'boratuvar olarak kullandığı odayı kendisine istediğini açıkça
söylemişti. Ayrıca, Başhekime yaranmak için de Paul'u birçok
bakımlardan onun gözünden düşürüp ayağını kaydırmaya ça­
lışıyordu.
George Thoro.gocd da, Paul'u öteden beri hiç sevmezdi. O­
nun başarılarını çekemezdi. Ayrıca, Mary geldiğinden beri de
kızın peşini bırakmaz olmuştu.
165
Paul için en }rnrkunç düşman da, hiç şüphesiz, Gladys'ti.
Onu elinden kaçırmak üzere olduğunu an'laymca -George'nin
tabiriyle- erkeğini kaybetmiş dişi aslan kesilmişti. Onun Ma­
ry'yi sevdiğini anlayınca, büsbütün üriıt olmuştu. Bu kadından
artık her kötülük umulabilirdi.
Şimdi bir de Foster'in karısı çıkmıştı ki, onu da Doktor
Bragg'm kışkırttığı belliydi.
:Böylece, Paul Venner kendini gittikçe daralan bir kıskaç
içinde görüyordu. Hastanede ona dost olarak bir, Dr. Drewett
vardı, 'b ir de, koruyucu meleği Mary. Genç adam en büyük ce­
sareti ondan alıyor, onun sevıgisini kalbinde duyduğu her an
dünyaya meydan okuyacak kadar kuvvet buluyordu. Bununla
da Mary'y.i her gün biraz daha seviyordu, çünkü aşkı içinde her
an biraz daha gelişen, kuvvetlenen, birşeyler, mucizeler yara­
tan muazzam bir kuvvet olarak hissediyordu.
Bunlar Paul Venner'in :bildikleriydi. Bir de b;Umedikleri
vardı ki, onlardan biri George'nin Mary'yi kandırmak için uğ­
raşmasıydı.
Mary -Pauıl'un dediği gibi- hakikaten melek gibi bir kız­
dı. Öyle olmasa, Geor.ge'nin arsızlıklarını, sırnaşıklıklarını gelip
birer birer ona anlatır, iki arkadaşı -isteyerek veya istemiye­
rek- bıirıbirine düşürebilirdi.
Ancak, Mary kendine güveni olan bir kızdı. George ne ya­
pars a yapsın, ne söylerse şöylesin, onu kandıramıyacağını bili·
yor ve ona lazımgelen cevabı kendisinin pekala vere:bileceğine
güveniyordu.
O akşam da, Paul, ziyafete hazırlanmak üzere, giyinmeye
odasına giıttiği sırada, Geor:ge odada yalnızdı. Mary, bir ara,
Paul'a bakmaya geldi. Onu göremeyince çıkı9 gidiyordu.
George arkasından seslendi:
- •Nereye, Mary ? Dursan-a .biraz. Gel birer kadclı bir
şey içelim. Ziyafet sofrasına oturmadan önce bir kadeh atmak
iyidir : Hem iştahı açar, hem de insana neşe verir. Malum ya
bizimki ne de ·olsa yarı resmi bir ziyafet olacak. Hava pek oka·

166
dar ferah değildir. Cansıkıcı uzun nutuklar, buz gibi soğuk, so­
pa gibi kaskatı insanlar ... >
Mary, gülümseyerek : cYo, teşekkür ederim, gideyim, • dedi.
« İçkiyle başım hoş değildir ; neşem de, çok şükür, suni şekilde
yaratmaya ihtiyaç göstermiyecek kadar y erinde. Onun için,
benim y erime de siz için lutfen.>
Mary, son sözünü söylemiş, gülümseyerek gidiyordu.
George yine seslendi :
- «Peki öyleyse. Bir dakika. Sana bir şey göst ereceğim.>
Kıza doğru gelerek, pantalonunun arka c ebine elini attı,
cüzdanını çıkardı:
- «Bak , geçen hafta çektiğim resimler. Sen çok güzel çık­
mışsın . ,.
Dilinin ucuna öyle geldiği için söylemişti bunu ama, sonra
pişman oldu:
- «Aslın da clduğun kadar güzel değil ya,> diye, kırdığı
potu düzeltmeye çalıştı.
Yalnız, farkında değildi ki, Mary onun, lehte veya aleyhte,
hiÇbir sözüne değer vermiyordu. Geoııge'nin uzattığı resimlere
şöyle bir bakıp aldı:
- «Teşekkür ederim,» diyerek, önlüğünün cebine koydu.
Dönmüş gidiyordu, George bu sefer işi daha ileri vardıra·
rak, onu kolundan tuttu :
- «Nekadar güzelsin, Mary ! > dedi. c Seni gittikçe daha
çok s eviyorum. Başlangıçta sadece hoşuma gidiyordun, bak bu­
nu sana şimdi açıkça söyliyeıbilirim. Ancak, şimdi hakikaten se­
viyorum ... o, şairlerin, romancıların dilindeki manayla seviyo­
rum. Aşk d.ed.ikleri şeyi ilk defa olarak şimdi anlıyorum ... >
Mary, kendini onun elinden kurtarmaya çalışarak : «Rica
ederim bırakın beni ! > dedi. c Bugibi lakırdıları da bırakın.>
Geor:ge, kızın kolundaki pençesini büsbütün kastı:
- « Hayır, M ary, ıo dedi, e seni bırakmıyacağım. Bak, daha
açık konuşuyorum : Senin Paul'u bırakmanı istiyorum. Senin
dengin d eğil o. Hiçbir bakımd an anlaşamazsınız. >
Mary güldü :

167
- .:Ne biliyorsunuz?•
- «Biliyorum. Çünkü Paul'u ben yıllardan beri tanırım.
Seni de yeni tanıdım ama, bu kısa zamanda tamamiyle anladı­
ğımı söyliyeibiliriım. Seni okadar iyi anlıyorum ki, Mary, seninle
beraber ta Çin'e kadar giderim. Paul gitmez.>
Mary bu sefer a laylı alaylı ve acıyormuş gibi güldü:
- «Çocuk gibi konuşuyorsunuz, Doktor 'I1horogood. Paul'u
seviyorsam, rbenimle .beraber istediğim yere gelmiyor, diye on·
dan soğuyacak mıyım sanıyorsunuz? Sizi sevmiy-0rsam, benimle
beraber Çin'e kadar geleceksiniz diye, hemen seviverecek mi;
yiın? Bu söylediğinize acaba siz inanıyor musunuz ki, beni bu
sözlerle kandırabileceğinizi umuyorsunuz? Gülerim size, ve acı­
rım!»
Bu sözler üzerine George'nin artık susması ve af dilemesi
lazımgelirdi ama, onda utanma, çekinme diye ,bir şey yoktu.
- «Peki,> dedi , e seni nPkadar ı;nk seycH�mi, Paul'un seni
sevdiğinden kat kat fazla sevdiğimi ispat edecek olursam... •
Mary, ondan ·tiksinir gibi, kolunu hızla çekerek yana kaçtı:
- «Beni ondan fazla sevseniz bile ben sizi sevmedikten
sonra neye yarar!• dedi. «Hoş, sevemezsiniz zaten; söyledikle­
riniz bunu gösteriyor. Aşkın pazarlığa gelebileceğini sanan kim·
senin hakiki bk aşkla sevmesine imkan var mı?,.
George, hemen cevap vermedi, kızın bu sözlerine bir kar·
şılık hazırlıyordu, Mary devam etti:
- «Hem sonra, nişanlınızı da unutuyorsunuz,. dedi. c:Or·
tada- başka hiçbir seıbep olmasa, nişanlı bulunmanız dolayısiyle,
bana bugibi sözler söylemekten çekinmelisiniz.>
George: «Phyllis'ten ayrılmaya ben çoktan karar verdim,•
dedi. cDaha doğrusu, seni tanıdıktan sonra karar verdim. Onun­
la anlaşamıyacağımı ozaman daha iyi anladım. Seninle çok
mesut olacağıma, seni de çok mesut edebileceğime eminıim. Üs­
tüne bukadar düşmem de bundan ileri geliyor, Mary. Sade ken­
dimi değil, seni de düşünüyorum. İleride, bu sözümün nekadar
doğru olduğunu sen de göreceksin.. . •

1 68
George burada uzanıp kızın saçlarına dudaklarını değdirir
gibi yaptı :
- « İleride... » diye tekrar etti , «benimle mesut olduğun za­
man. »
Mary, yine tiksinir g1bi, ündan biraz daha uzaklaştı:
- «Bu sözlerinize daha fazla tahammül edemiyeceğim,
Doktor T!horogood, » dedi. «Size hakaret etmek zorunda kalaca­
ğım. Bunu istemem. Ne de olsa, şimdiye kadar saydığım bir ar­
kadaşsınız, yine de öyle kalmak isterim. Ağırınıza gidecek bir
hareket yapmak zorunda bırakmayın beni', çok rica ederim.»
Bundan d aha açık konuşulamazdı, adam olana d a btıkadarı
yeterdi.
George Thorogo<'d, ellerini birleştirip dirseklerini geri ge­
ri çekerek, boynunu kısarak .bir vaziyet aldı:
- « Şaşıyorum sana, Mary,,, dedi. o:Nasıl olur da bukadar
çocukça duygulara kendini kaptıraıbilirsin! Kusura bakma ama,
sen artık iler.ini düşünecek bir yaştasın. Nasıl bir erkekle me­
sut olabileceğini anlamış bulunmalısın. Onu şu veya bu bakım­
dan çekici bulabilirsin ama, huyu ve ahlakı :bakımından senin
yaradılışına uy;gun mudur, değil midir, bunu hiç düşündün mü ?
Düşünmedinse, düşünmeli değil misin?-.
Mary: «Düşündüm veya düşünmedim, » dedi, « bu sizi hiç
alakadar et�ez. Demin söylediğim sözleri tekrar ettirmeyin ba­
na, rica ederim. Bırakın beni... Birdaha da bugibi sözlerle ra­
hatsız etmeyin. Ben de, aramızda böyle bir şey geçtiğini unut­
maya çalışırım.•
George, somurtarak : «Pekala,,. dedi, birdenbire dönüp
hızla yürüdü, kapıyı vurup çıktı.
Mary de, onun uzaklaşması için biraz bekledikten sonra,
çıkıyordu, Dokıtor Drewett'le karşılaştı.
Gülümsiyerek : .. siz henüz hazırlanmamışsımz,> dedi.
G eçirdiği heyecan ve öfkenin yüzünden belli olacağından
korkuyor, tabii ve sakin görünmeye çalışıyordu.
Yalnız, Dr. Drewett onda bir fevkaladelik olduğunu çoktan
sezmişti. Bir şey söylemedi ama, gözlerini yüzüne dikmiş, dik­
katle bakıyordu:
- «Benim hazırlanmamdan ne olacak, kızım! » dedi. «E.ski
bir smokinim var, onu giydim mi, tamam. Yalnız, şu insan eski­
sine lfıtfedip bir kere olsun onunla dansa kalkarsanız, ihya eder­
siniz.,.
Mary: •Hayır,,. dedi, cbir kere değil, ben bu akşam sizinle
istediğiniz kadar dansetmeye hazırım.»
:iihtiyarcığın memnun olduğu yüzünden belliydi:
- «Merak etme, kızım,,. derken gözleri yaşarıyordu. «Çok
fazla dansetmeye gönlüm elverse bile bacaklarım dayanamaz.
Onun için, sevdiğinle de bol bol dansetmeye vaktin kalır... >

Mary bu anlayışlı, babacan adama bakarak tatlı tatlı gü-


lümsedi
ELEDİYE B aşkanını kar§Üamaya, hastanenin en yaşlısı
B ve en eskisi olmak dolayısiyle, Dr. Drewett de George'yle
bera\ber gitmişti. Arabayla ta korunun kapısına inecekler, mi­
safirlerini oradan karşılayıp beraber geleceklerdi.
Mary odada yalnızdı. Neden bilmiyordu, üzerine birdenbi­
re ıbir durgunluk çökmüştü. Gidip hazırlanmak canı istemiyor­
du. Yarım saat kadar önce Paul'a bakmaya oraya geldiği za­
man, niyeti ondan sonra odasına çıkıp giyinmekti.
Geo:r;ge'yle çatışması onun birdenbire keyfini kaçırmıştı.
Bütün ibu hayat, bu insanlar ona pek boş, pek manasız geliyor­
du. Bir an önce kaçıp gitmek, buralardan uzaklaşmak istiyordu ..
,. Ah! ibir Paul da onunla beraı'ber gelmeye razı olsaydı!
Gelmezse ne yapacaktı? Yine gidecek miydi? Ondan ayrıl­
maya nasıl katlanacaktı? Bunları aklına bile getirmeye çekini­
yordu, çünkü: «Evet, ne olursa olsun gideceğim ... Vazifem 'beni
oraya çağırıyor... Bu uğurda, sevdiğim adamdan seve seve vaz­
geçerim,> diyebileceğinden emin değildi.
Birdenıbire bir şeye karar vermiş gibi, kalktı.
Gidıip dolalbın göızünden kağıt, kalem aldı. Dr. Drewett'iı�
köşesine geçip alçak masanın üzerine doğru abandı. Bir müd�
det, kalem elinde, düşündükıten sonra, yazmaya başladı.
Okadar dalmıştı ki, Faul'un içeri girdiğini duymadı.
Faul, sessizce, 'Onun yambaşına kadar gelip durdu. Korkut-
makta n çekinir gibi, usulca elini saçlarının üzerinde gezdirdi.
M ary silkinerek doğruldu .
Paul: c N e yazıyorsun ? • diye sordu.
Gözünün önünde olduğu halde, kağıda bakmamış, kızın
yazdıklarını okumamıştı. Ne yazdığını kendisi söylesin istiyor­
du.
Mary , dalgın bir tavırla, dönüp ona baktı. Bir şey söyleme-
di.
Bunun üzerine, Paul: « Mektup mu? Kime? ,. diye sordu.
Mary : «Mektup değil,• dedi. Daldığı hulyadan yeni ken­
dine gelmiş gi'biydi:
- « İstiıfamı yazıyorum.•
Paul: « Ne ! ıo diye haykırdı. Kaşları çatılmıştı : « İstifanı mı
yazıyorsun? Nereden icabetti şimdi ıbu? •
Mary: «Yeni bir şey değil k i , • dedi. « Sen d e çoktan beri bi­
liyocsun hunu. Zaten ben iburaya bir müddet için gelmiştim.
Bugün kararımı verdim : Bir aya kadar gideceğim Çin'e. Usul
bakımından, bir ay önce h aber vermem lazım. •
Faul Venner ihem şaşırmış, hem kızmış gföiydi:
- «Bana da mı bir ay önceden haber veriyorsun ? -. dedi.
Mary önüne bakıyordu. Bir şey söylemedi. Yalnız, eli artık
kağıda gitmiyordu. Kalem havada kalmıştı.
Dr. Venner, onu omuzlarından tutup kendine doğru çevir-
di :
- « Bana bak, Mary,,. dedi, cc gitmiyeceksin ! ,,
Genç kız aynı sertlikle karşılık verdi :
- « Gideceğim . •
- «Beni bırakıp da m ı ? •
- « Hayır. Be.n beraber gitmek niyetindeyim. Ama, gel-
mez.sen, asıl sen beni bırakıyorsun demektir. Çünkü ben çok·
tan yola çıkmış sayılırım : Buraya gelmeden vermiştim kararı­
mı. Sen ise, muhakkak .burada kalacağına dair karar vermiş de-

171
ğilsin. Onun için, senin burasını bırakman hiçbir z aman sözün­
den, kararından dönmek sayılmaz.•
Paul : « Demek benden ayrılmaya razı olabileceksin?,. diye
sordu.
Mary cevap vermedi.
- « Demek vazife uğruna aşkını feda ediyorsun ? İnsana
herşeyi unutturan o büyük fedakarlık ve feragat ! .. >
Mary : «Rica ederim alay etme, Faul ! > diye yalvardı.
� «Alay edeceğim ... Çünkü çok gülünç bir şey. Lüzumsuz
bir şey. Boş bir hayal uğruna sen aşkını, saadetini bırak... Btt
yüz d en kendini bedbaht ettiğin gibi , başkasını da b€dbaht et.
Güzel şey, doğrusu! Şu insanlar doğru - dürüst düşünürlerken
birdenbire niye sapıtıyorlar, bilmem ki ! •
Mary, aıt ılıp Paul'un ellerine sarıldı:
- «Yapma, Paul ! İkimiz için de zor bir şekle sokma i şi.
Birbirimizin kalbini kırmıyalım. Ayrılırken arkadaşça, dostça
ayrılalım .. . Birbirimizi unutamıy acaksak hep hoş hatıralarla
analım ... »
Paul ozamana kadar sanki şakaya dinliyordu da ayrılmanın
acılığını ilk olarak kızın bu sözleri üzerine yüreğinin en derin
yerinde� duymuş - gibi, birdenbire: «Mary ! ıo diye haykırdı.
Sonra, atılıp onu omuzlarından kavradı, sarsmaya başladı.
İncitmemeye çalıştığı da belliydi ama, bu çekinme içinden ge­
liyordu, kendisi farkında değildi.
- «Mary ! ,, d edi, « sahi mi söylüyorsun ? Gidecek misin?
Burad a kalamaz mısın ? Aynı gaye uğrunda burada, memleke­
tiriıiZde Çalışamaz mısın? Bizde de yardım isteyen kimseler var­
dır, bizde de Tanrı'ya inandırılacak insanlar vardır ... >
Mary, içinden gülüyor: «Birincisi sen ! • diyordu.
Paul durup •onun yüzünü çenesinden tutarak kaldırdı, göz­
lerinin içine baktı :
- «Bak bakayım bana, Mary . Beni seviyor musun, sevmi­
yor musun, öğrenmek istiyorum . Gözlerin yalan söylemez.,.
Mary gülümsiyerek balını.

172
Paul'u n çok derin bir heyecan sarsıntısı geçirdiği, gözleri·
nin yaşarmasından belliydi :
- c Nekadar güzelsin, Mary ! ıo dedi. cVe ben seni nekadar
seviyorum ! Gözlerin ... sabah yıldızı kadar parlak ve saf.. ,.
Mary, gülümsiyerek, uzandı onun alnına bir öpücük kon­
dur:du:
- c Görüyürsun, değil mi? Yalan söylemediğimi gözlerim·
den okuyorsun, değil mi ? Seni elbette seviyorum, Paul. Bir
genç kız için, bir erkeğe: c Seni seviyorum" demek kolay değil ­
dir. İçinde bütün varlığını saran bir sevgi duymadıkça bunu
söyliyemez. Çok kutsal bir sözdür bu onun · için ; öyle, gelişi - gü­
zel harcamaya kıyamaz . •
Paul içini çekti :
- « Duygularını güzel anlatıyorsun, • dedi. «Aşkın güzel
bir tarifini yaptın diyebilirim. Ben de öyle: «Seni seviyorum •
dediğim zaman sana. bu sözle bütün varhğım dile gelir gibi
oluyor.»
Mary alaylı alaylı güldü:
- « Öyleyken, yine de .benimle beraber Çin'e gelmeye razı
olamıyorsun ! »
Paul, sert bir tavır takındı:
- « Bunu ben d e sana söyliyebilirim. Beni bütün varlığın·
la sevdiğini söylüyorsun; öyleyken, yine de, benim hatırım için,
benimle beraber olabilmek için burada kalmaya razı olamıyor·
sun. Sevdiği erkek için mesleğini bırakmayı bile göze alan kadın
az mıdır? ... Sen de onlardan biri olamaz mısın? •
Mary, bu sözler gücüne gitmiş gibi, kaşlarım çatt ı :
- «Meslek !bırakılabilir .. . »

- c Seninki bırakılamaz ? ,.
Mary'nin bakışları büsbütün sertleşti:
- «Bırakılamaz elbette ! Benim uğruna kendimi verdiğim
dava dünyada h erşeyden üstün. Bunu nasıl anlamıyorsun, Paul!
Bunu anlamayışın beni çok üzüyor. •
Paul da kaşlarını çattı :

173
- c Senin de benim demek istediğimi anlamayışın canımı
sıkıyor,,. dedi.
Sonra, Mary'nin y anından aynlıp pencerenin önüne gitti
Kollarını göğsüne kavuşturup gözlerini dışariya dikti. Akşam
karanlığı, dalga dalga k ıvrılan koyu bir vapur dumanı gibi her
yanı sarmaya başlamıştı. Hastane o akşamki eğlentiye sevinç
içinde hazırlanırken o anda iki gencin kalpleri hayatlarının bel­
ki en derin acısıyla burkuluyordu.
Sessizlik uzun sürdü.
Sonunda, Mary, ağır ağır gidip, Paul'un biraz gerisinde
durdu . Kolunu usulca boynuna attı :
- cPaul, yavrum, ,. dedi. cAnla beni. Anlasan hoş görür­
sün ... Seni sevdiğimden bir an için bile olsa şüphe etmene da­
yanamam. Başına şu ... hadise geldiğinden beri nekadar üzül­
düm, her an seni nasıl düşündüm bilsen ! Geceleri gözüme uy­
ku girmedi. Sana nasıl yardım edebileceğimi düşündüm. Seni
�ı . ' • .

kurtarabileceğimi
i

. nasıl düşündüm. »
Paul: · İstemiyorum,,. dedi. cBana acımanı istemiyorum.
Beni sevmeni, benim için her şeyini feda edip yanımda kalmanı
istiyorum.»
M ary'nin eli onun omuzuna bir pençe gibi yapıştı :
- cBunu konuşmakla halledemeyiz, Paul,,, dedi. cBen de
senin benimle beraber heryere gidebilecek kadar sevmeni isti­
yorum. Görüyoruz ki, ikimiz de birıbirimizi bütün varlığımızla
sevdiğimiz halde, varlığımızdan daha üstün birer davaya ıbağlı
bulunuyoruz. Başka yol yok: Kalplerimiz parçalana parçalana.
birbirimizden ayrılacağız."

')>AUL, hiçbirşey söylemeden, kımıldamadan, kıpırdamadan


dinliyordu. Çok derfn bir düşünceye dalmıŞ olduğu belliy­
di. Sanki kendinden uzaklaşmış, akşamın gittikçe bastıran ka­
ranhğı içine dalıp boşluğa karışmış gi!biydi.
Dönüp cMary,,. derken, sesi kendine bile sanki uzaktan ge·
liyormuş giıbi geldi :
c M ary, yavrum, ,. dedi. cAyrılabileceğimizi sanıyorsun

174
demek? Belki sen benden ayrılabilirsin ... Belki senin davan sev­
ginden de üstün. Beni o büyük emelinden üstün tutmayı iste­
meye de elbette ki hakkım yok.Yalnız, ben senden ayrılamam.
Şu bir-iki dakika içinde kararımı verdim: Seninle beraıber ge­
liyorum . »
Sarılıp öpmek istedi.
Mary : c Dur ! » diye, onu hafifçe itti. Gözlerinin yaşardığı gö­
rülüyordu . Dönüp, gitti masanın üzerinden istifasını aldı. Ge­
tirdi kağıdı, Paul'un gözü önünde, üstüste iki kere yırtk
- «Ben de kararımı vermiştim, Paul,» dedi.
Sesi titriyordu, devam edemedi. S evglisinin göğsüne yı­
kıldı. Hüngür hünıgür ağlamaya başladı. Sarsıla sarsıla, hıçkıra
hıçkıra ağlıyordu. İçin için kahkahalarla gülüyor gibiydi.
Paul onun başın ı çevirip dudaklarını buldu, uzun uzun, ka·
na kana öptü.
Mary, yaralı ibir kuş gibi, kendini onun kucağına bırakmış,
gözleri yarı kapalı, sık sık soluk alıyor, kalbi hızlı hızlı atı­
yordu.
Kesik kesik konuşarak: c Evet,,. dedi, e ben de anlamıştım
senden ayrılamıyacağımı.. . Kararımı vermiştim : kalacaktım.
Yalnız, senin beni uğrumda herşeyi feda edecek kadar sevdiğini
anlamadan benim seni uğrunda herşeyi feda edecek kadar sev­
diğimi kendime k arşı bile itiraf etmeyi gururuma yediremiyor­
dum . "
Yine sarılıp öpüştüler.
Mary, uzun bir çarpışmadan sonra, harap ve perişan olmuş,
•bitkin düşmüş gibi, Paul'un kolları arasına yığılmıştı. Yalnız,
bu öyle bir yenilmeydi ki, sonunda z afere ulaşmıştı...
Paul onun kulağının d ibinde f ısıldıyordu:
- « Beni seviyordun, değil m i ? ,.
« Evet, Paul.»
« Seni sevdiğimi biliyordun, değil m i ? ,.
« Biliyordum, Paul.»
« Öyleyse, birbirimizden ayrılabileceğimizi nasıl aklı.na
getirebildi n ? "

175
- «Düşünüyordum ama, olabileceğini aklım birtürlü almı·
yordu . Korkulu bir rüya görür gibi, duygularım uyuşarak, ba­
şun zonklayarak düşünüyordum.. .. •
Paul, onun saçlarını okşayarak : cNeyse,• dedi, «bu korkulu
rüyayı unut artık. Nekadar mesut olacağımızı düşün... •
Mary, kolunu atıp, saçlarını okşayan eli tuttu. Avucunun
içi ateş giibi yanıyordu.
- «Ben şimdiden mesudum , • dedi. c Sen değil misin? .
Paul: «Mesudum, Mary . • dedi.
Elini tutan eli aldı, bir manolya koklar giıbi, kokladı, öptü,
kokladı. ..

API birdenibire açıldı.


K - cPaul,,. diye bağırarak içeri Gladys girdi.
Mary'yle Paul, yerlerinden zıplayarak, kapıya doğru döndü­
ler. Paul'un 0dada yalnız olmadığını Glady,\; ancak ozaman gör­
dü. Olduğu yere mı:hlanarak şaşkınlıktan haykırdı :
- c A ! afedersiniz ... Rahatsız ettim. »
Sonra, Mary'ye d öndü:
- , Burada olduğunuzu bilmiyordum,• dedi.
Şaşkınlıktan kararan, buğulanan göillerine yeni yeni �k
geli'yor, her.birinde öfke, kıskançlık, hınç birer çelik hançer gübi
parıldıyordu.
Mary, kadına sert sert baktı. Sonra Paul'a döndü:
- «Ben gideyim, hazırlanayım, Paul,• dedi.
- «Hayhay, sevgilim. Ben de gidip giyineceğim. O mükel-
lef ziyafete bu kılıkla gidecek değilim ya.•
Gladys, kenara çekilip, Mary önünden geçerken ona yan
yan baktı, tepeden tırnağa bir süzdü. Sonra, kız dışarı çıkar
çıkmaz koştu , geldi, Paul'un boynuna sarıldı:
- c Gidiyormuş, değil mi ?•
- cKim?,.
- cBu kız. •
Paul, anlayamamış gibi, kaşlarını çattı:
cMary mi? Nereye gidiyormuş?•

176
- •Çin'e. Burada daha fazla kalamıyacakmış. Hesapça Sar­
gent'in üç aylık izini bitinceye kadar kalacaktı ya, beklemiye­
cekmiş. »
Paul'un şaşkınlığı daha geçmemişti :
- « Kim söyledi ?» diye sordu.
- «Kocam söyledi şimdi. Kız ona bugün kendisi haber ver-
miş. İstifasını yazacakmış.»
Paul alaylı alaylı gülümsed i :
- «Yazdı bile,» dedi.
Eğilip yerden kağıt parçalarını aldı, gösterdi.
Gladys önce bir duraladı . Bunun ne demek olduğunu son­
radan anladı.
Kağıtları Paul'un elinden kapıp: « Demek ... şey ... yani..» di­
ye kekeledi ..
Pnul : «Evet,» dedi .. İstifasını yazdı, sonra yırttı. Senin an­
layacağın, gitmiyor. Burada kalıyor . . . Benimle beraber . . . Benim
yanı başımda ... »
Gladys'in gözleri alev alev yanıyordu :
- cSen mi vazgeçirdin gitmekten ? » diye sordu.
Paul : «YO, » dedi. «Ô gidecek olsaydı, ben de onunla bera­
ber gidecektim. Bunu öğrenince, kendiliğinden yırttı istifasını.»
Gladys, en son umudu da kırılmış bir insan haliyle, yanı-
başındaki koltuğa çöktü :
- •Sana yeni el'bisemi göstermeye geldimdi,,. dedi.
Sesi, sanki inler giıbi, pek zayıf ve titrek çıkmıştı.
Paul alaylı alaylı gülümsedi :
- « Niye o tarihi elbiseni giymedin ? »
- «Seni baştan çıkardığım akşamki elbisemi m i ? •
- c Bu tabir ç o k hoşuna gitti galiba ?•
Gladys , birdenbire doğrulup onun ellerine sarıldı:
- «Paul ! » dedi. c Sen başlangıçtan beri işin alayındasın. O­
nun için, :benim seni nekadar sevdıiğimi birtürlü anlayamadın.
Hatta senin beni sevdiğinin bile bu yüzden farkına varamadım.
Bunu sonradan anlayacaksın, Paul! Kimse seni benim sevdiğim

Sabah Yıldızı : 12 1'17 .


gibi sevemez... Sen de hiçbir kadını beni sevdiğin gibi seve­
mezsin.»
Dr. Paul Venner, bıkmış, usanmış .gföi bir halle, ellerini o­
nun ellerinden kurtarıp, geri çekildi :
- «Bunları daha önce konuştuk, Gladys,,. dedi. «Yeniden
başlamayalım. Seni sevdim, sevmedim; ıbeni sevdin, sevmedin ...
Bunları konuşmakta fayda yok artık. Çünkü ben başkasını se­
viyorum... Çünkü beni başkası seviyor. Zaten ben senin beni
tamamiyle kendine mal etmek i stemenden bıkmıştım ... ,.
·

Gladys Bragg birdenbire öfkelendi:


- cLlkırdına dikkat et, Paul ! ,. dedi. « Gururumu rencide
ediyorsun, buna gelemem ! >
Paul : « Gelemezsin de ne yaparsın? ,. diye güldü. • Canın ce­
henneme ! •
Gladys deli gibJ oldu :
-=-: «Neler söylüy�rsun bana � » diye haykırırken 'Sll'pınıyor,
tepiniyordu.
- «Söylerim elbette ! Neden korkacağım? Bıktım senden!
Senin bu sırnaşıklığından bıktım. Rahat bırak beni artık! Yü­
zünü görmek istemiyorum ! •
Gladys : cPaul ! • diye haykırdı, yine koltuğa yığıldı.
Paul, hiç adeti olmadığı halde {)kadar sinirlenmişti ki, ken­
d in i kaylbe tmiş gi:b iydi.
Daha yüksek sesle, bir dah a : "Yüzünü görmek istemiyorum,
anladın mı?• diye hakyırdı.
Gladys, öfkeden boğulacak gibi, kısık bir sesle : cPaul ! • di- -
ye inledi. « Niçin bukadar acı konuşuyorsun? Niçin bana bukadar
azap veriyorsun ? •
Paul, önce bir duralad ı ; sonra, omuz silkti:
- « İçimden geldiği gibi konuşuyorum ... ,. dedi, kapıya doğru
yürüdü.
Gladys, onun arkasından, atılacak gibi, bağıracak gibi oldu;
kendini tuttu. Koltuğun üzerine yüzü-k-0yun kapanıp kıvran­
maya başladı. Ağlamak istiyor, ağlayamıyordu. Hırsından el­
lerini ısırmaya başladı.

ıvnr �1 • .aı.oıı l rtı:CEG


Sonra , birdenbire ayağa fırladı. Ne yapacağını bilmemenin
aczi içinde çırpınıyordu. O sırada, dışarıdan bir ayak sesi işitti.
Toparlanmaya, kendine bir çeki-düzen vermeye kalmadan içeri
Başhemşire girdi.
Pek süslenmiş, ziyafete hazırlanmıştı. Başhekimin karısını
odada yalnız görünce önce şaşırır gibi oldu. Sonra, yüzünde bir
merak belirdi. Anlar gibi oluyordu, çünkü Dr. Venner'in biraz
önce oradan öfkeli bir halle çıktığını görmüştü. Pek ahbaıpça
gülümseyerek: c Şu Doktor Venner de çok ileri gidiyor, değil
mi, Bayan Bragg?• diye söylep.di.
Gladys Bragg, hiç de şaşalamadı:
- cEvet ya,- dedi.
Başhemşirenin n eyi kasdederek bunu söylediğini hiç düşün­
memişti. Evet, demekle suçunu kaıb ul etmiş olmuyor muydu? •
Fanny Leeming, onun bu düşüncelerle sarsıldığını, durala­
.
dıgını anlamıştı. Pek hınzırca alay eder giıbi şöyle bir baktık­
tan sonra, kadının yüreğine biraz su serpmek istedi :
- «Hiç utanmas ı yok,- dedi. c Kızı açıktan açığa çembere
almış. Hep peşinde . Söylemesi ayıp ama, afedersiniz, söyleme­
den edemiyeceğim, çünkü hastanemizin şerefi var ortada: ge­
çen akşam, bir iş iıçin, odaya birdenbire girdim ... Öpüşüyorlar­
dı ! E, bukadar olur artık ! Rezalet! Hep bir çatı altında yaşıyo­
ruz... Gözümüzün önünde, yanıbaşımızda bugibi şeyler 61sun. ..

Ben kendi hesabıma gelemem buna ! Bilmem siz ne dersiniz. •


Gladys, sinirinden tir-tir titriyordu. Paul'un Mary'yle seviş­
tiğini biliyordu, daha biraz önce kendi ağzından dinlemişti. Öy­
leyken , nedense, Başhemşirenin söyleyişi cna daha çok dokun­
muş, çok deı-inden sarsmıştı :
- «Evet, rezalet y a ! » dedi.
Bu sefer de sonradan farketti : Fanny Leeming lbir ckız•
dan bahsetmişti. Gladys'in changi kız ? • diye sorması lazımgel­
mez miydi? Sormayışl, bu i�en haberi olduğunu göstermiyor
muydu? Hatasını sonradan anladı ama, artık iş işten geçmişti;
geri dönemezdi.

179
Fanny Leeming bunda da zafer kazanmıştı, sinsi sinsi gü­
lümsüyordu.
Gladys, bu işe pek değer vermiyormuş giıbi bir halle, du-
dak büküp omuz silkt i :
- «Kendi bilir. B i r gün pişman olacak ama, n e fayda ! »
B aşhemşire kısık bir kahkaha attı :
- c B irşey olacağı yok. Yalnız bu mu ! Şimdiye kadar ne­
ler yaptı, her seferinde cezasını çekmesini ıbekledik, birşey ol­
madı. Bu sefer de yine, kedi gibi, dört ayağının üzerine düşer.
Pek talihli bir hınzır o . •
Gladys, günlerden beri Paul Venner'e diş bilediği, ona artık
can düşmanı kesildiği halde, bir ceza vermek ozamana kadar
aklından geçmemişti. İlk k avgalarında : cBen yapacağımı bili­
rim ! » demişti ama, yine öyle bir şey düşünmemişti.
Şimdi, Başhemşirenin sözleri ona bu bakımdan da çok d o
kunaklı gelmişti . O anda, Paul'un başına bir felaket gelme8i,
omründe unutamıyacağı derecede şiddetli 1b ir ceza görmesi
için hayatının on yılını vermeye razıydı. Öyle bir hınç duyu­
yordu ona!
Kendini avutmak ister gibi : «Merak etme, Fanny Hemşire,,.
dedi, • yarına kadar sabret hele. Onu öyle bir sıygaya çekecek ·
ler k i ! Birliğin başkanı artık kocam y a , hepsi ondan yana çı­
kar; so,Ytarıyı terleıtirler. Sonunda da pasaportunu eline verdik·
leri gibi, yallah ! "
Bu «pasaportunu eline vermek • sözü, Başhemşireye Faul
Venner'le ilk ıbozuştukları günlerde yaptıkları bir ağız kav.ga­
sını hatırlattı. Doktor Venner, laf arasında Başhemşirenin bu
tabiri kullanması üzerine, onun hizmetçilikten yetişme olduğu­
nu hiç utanmadan, sıkılmadan, ötekilerin yanında söylemişti.
Bunu hatırlayın�a. Fanny Leeming'in gözleri korkunç bir pa­
rıltıyla yanmaya başladı. Yine acı acı güldü:
- c Hiç sanmıyorum, hanımcığım. O ne şeytandır o! Hep­
sinin yine cı.lt çenesinden girer, üst çenesinden çıkar, kurtarır
kendini. O ne bilmiştir o ! :.
�Peki , ne yapmalı?•
LADYS bunu kendi kendine konuşur gibi söylemişti. Daha
G doğrusu, bunu içinde n düşünüyor sanıyordu, farkında ol­
madan ağzından k açırıvermişti.
Fanny Leeming de bunu bekliyordu. Sözü öyle u stalıkla
istediği yola doğru getirmişti ki, sonunda Gladys'in bunu sora­
cağını biliyordu.
O anda aklına gelmiş gibi: "Vallaha,> dedi, cbir tek çare
var, ama, bilmem ki... doğru 0lur mu ? ,.
Gladys, bir yerde okuduğu sözü hatırladı:
- « Olsun, ,. dedi. c İnsanın ulaşmak istediği yere varabilme­
si için her yol uygundur.»
Başhemşire, söylediğine pişman olmuş gibi bir tavır takın-
dı:
- " Yok, yok, olmaz,,. dedi. c Keşke söylemeseydim . ,.
Gladys: « Değil mi ki bir kere a çtın, söyliyeceksin, Fanny
Hemşire.» dedi .
Sesine emreder gibi bir eda vermeye çalışıyordu.
Fanny Leeming çok yalvartmadı :
- « Dediğim şu, hanımefendi,» dedi. «Yarın Paul Venner'i
yönetim kurulunda sorguya çekecekler. Belki sonra mahkeme­
de de hesap soracaklar. Doktor Venner, her ikisinde de, ilacı ­
nın, öyle bir hastayı hakikaten iyileştirebileceğini, kalbine hiç­
bir şekilde dokunmıyacağını ispat edebilirse kurtulur.
· •Yaptığı ilacın formülü de, aylardan beri yazıp çizdiği ka­
ğıtlar arasında, bunları gözü gibi tutar. Bütün hayatı bunlar­
daymış gibi, yabancı gözden kıskanır. Sade formül değil, her­
halde başka şeyler de olacak; yaptığı denemeler ... aldığı sonuç­
lar ...
« İşte, bunları yönetim kurulunun önünde okudu mu, ken­
dini pekala kurtarabilir, çünkü ne de olsa hepsi insan, hepsi
doktor: Başhekimimizin hatırı ve itibarı nekadar büyük olursa
olsun, yine bir meslekdaşlarını yok yere suçlu görmeye, mah­
kemeye vermeye gönülleri razı olmaz.»
Gladys, gözlerini ona dikmiş, dikkatle dinliyordu.
Sonunda: c Doğru,,. dedi. «Kendini pekala kurtarabilir ...

181
eğer Foster sahiden o ilaçtan ölmediyse ... >
Fanny Hemşire, iıçini çekti :
- «Galiba da ondan ölmemiş,> dedi. « Ondan öldüğü mu­
hakkak olsa, Doktor Bra.gg ölüye otopsi y apılmasını önlemeye
kalkmazdı."
Gladys buna da: « Doğru,> dedi.
Biraz durdu. Sonra yine aynı dalgın halle sordu:
- «Peki, ne yapmalı dersiniz?>
- «Bu kağıtları ortadan kaldırmalı. »
- « Ortadan kaldırmalı m ı ? >
Gladys bunu sorarken, şaşkınlıktan küçükdilini yutar gibi,
sesi dalga dalga kısılmıştı.
Başhemşire soğuk soğuk bir güldü :
- « Olnuyacak şey, değil mi, hanımefendi? Aklıma şöyle
geldi ama, olacak şey değil, bunu ben de biliyordum. Onun
için söylemek is:tememi�tim size. >
Onun bu düşünceden vazgeçer gibi görünmesi üzerine
Gladys adeta telaşa kapıldı.
Kısık bir sesle: « Yok, yok, neden olmasın ? » dedi. «Pekala
olabilir. •
Fanny Leeming bu düşünceyi Gladys'e bir kere aşılamıştı
ya, artık hiç desteklemiyormuş, söylediğine pişman olmuş gibi
görünebilirdi.
- «Olmaz, ,. dedi. c Şeytan bu , bizi dürter. Demin, şu kapı­
nın önünde dururken, içeri gireyim, o kağıtları ortadan kaldıra­
yım diye düşündüm. Ama, böyle bir düşünce aklımdan sadece
gelip geçti. Olacak şey değil elbet. Hem zaten, benim içim te­
mizdir. O bana söylemediğini bırakmadı, dünyanın hakaretini
etti. Öyleyken, ben ona yine kötülük etmek istemem ... >
Fanny Leemin:g birdenbire sesinin edasını değiştirdi :
- «Ben buraya niye gelmiştim, az daha unutuyordum. Ye­
mekte de, yemekten sonra da belki Başhekimi göremem diye,
biraz önce odasında aradım, yoktu. Belki buradadırlar diye bak­
maya gelmiştim.•

182
Gladys, merakla: cBir şey mi söyliyecektiniz? ,. diye sordu.
Sesinde tuhaf kaçacak kadar bir heyecan vardı. Fanny Lee­
ming bunu farketmişti, sevindi :
- «Hayır, bir şey söyliıyecek değildim,• dedi. «Yalnız,
Doktor Venner'in laboratuvarının anaıhtarı bende de . Yarın
ben erkenden şehre ineceğim, bir iş için. HaLbuki yarın toplantı
var. Anahtar lazım olur belki. Erkenden de raıhatsız etmek is­
temem , bugeceki yorgunluktan sonra, · uyursunuz. Onun için,
anahtarı bu akşamdan vereyim dedim.•
Gladys, anahtar sözünü işitince, helecandan hafif hafiıf so­
lumaya başlamıştı. O anda, aklından geçen bir düşünceyle, bü­
tün vücudu sarsılmış, gözleri kararır, başı döner gibi olmuştu.
Sonra, büyük bir çabalayışla, kendini topladı:
- «Ban a verin anahtarı,» dedi. «Ben ... ben veririm küca-
ma.»
Elini uzatıp anahtarı alırken parmakları titriyordu.
Fanny Leeminıg bunu farkedince, şaşırmış gibi göründü:
- «Ne var, hanımefendi? Raihatsız mısınız? •
Gladys, zorlukla: «Hayır,• diyebildi, cbirşey.im yok. .. Bu­
gün ibiraz fazla ctgara içtim de ... » Zoraki gülümsedi : « Şerefe !
Kocamın başkan seçilmesi benim için de sevinilecek bir şey
e]bet.»
Başhemşire : «Elbet ! » dedi.
Sonra gülümsiyerek selam verdi :
- «Bana müsade, efendim. Gideyim sofra hazırlıklarına
bakayım. Ben olmayınca kızlar birşey yapamazlar ki ! "

IŞARIDAN çalgı sesi geliyordu. Orkestra, hafif parçalardan


D· başlamış, akşamı açıyordu. Yemek bu havayla devam ede­
cek , sonra dans başlıyacaktı.
Gladys, B aşhemşire gittikten sonra, anahtar elinde, labora­
tuvara doğru bir adım aıtmış, sonra duralamıştı. Ömründe bu­
kadar helecan çektiğini bilmiyordu. Ne vardı bunda helecanla­
nacak ?
Yüreğinin çarpıntısı biraz dinsin diye, gidip kapının yanın-
<laki koltuğa oturdu. Anahtar elindeydi. Avucunun içinde, s1-
kı sıkı tutuyordu. Öbür elini de yumruk yapıp başına dayamış,
düşünüyordu.
Başı zonkluyor, şakakları atıyordu. Göğsü hızlı hızlı kalkıp
iniyordu, gözleri dehşetten iri iri a çılmıştı. Laboratuvarın ka­
pısına bakıyordu ...
Ne varsa orada vardı ... Ne olacaksa orada olacaktı. . . Fırtına
oradan kopacak, öç orada alınacaktı ..
Dışarıdan çalgı sesi dalga dalga geliyordu. Gladys'in yüre­
ği hızlı hızlı çarpıyor, şakakları zonkluyordu. Yerinden kalkar
gibi oluyor, kendinde kuvvet bulamıyarak, yine arkasına yas­
lanıyordu. Elindeki anahtar avucunun içini kızgın bir demir gi­
bi yakıyordu. Öyleyken, parmakları onun üzerine sıkı sıkı ka­
panmıştı, bırakmak istemiyordu. Ne varsa bu anahtarda vardı,
ne yapacaksa bu anahtar yapacaktı. ..
Gladys bir an baygınlıklar geçirir gibi oldu. Paul'la seviş­
ti!kler.i günleri hatırlıyordu . Kocasının üzerine ilk defa birini
seviyor<lu. İlk defa bir erkeğe ateşli bir sevgiyle bağlanıyordu.
Gösterdiği ilgiyi Paul da karşılıksız bırakmamıştı. Genç kadın
kocasından bulamadığı saadeti, çalmaca - çırpmaca da olsa, ni ·

hayet bulmuş, hayatının en tatlı günlerini yaşamaya başla­


mıştı.
Şimdi bu saadeti kaybetmişti. Buna katlanabilirdi belki
ama, onun yerine başkasının mesut olmasına gelemiyordu.
Paul'u mahvedecekti, onunla beraber Mary'yi de bedbaiht ede­
cekti. Paul, davasını kaybeder de hastaneden, hatta belki de
memleketten çıkarılırsa onun için n e acı olacaktı ! Ozaman
belki Mary de ondan yü:zı çevirirdi...
Bütün bu düşünceler Gladys'in aklından, kızgın bir ateşin
üzer.indeki hafif, m avimtırak buğu dumanları gibi geçiyordu.
Belki muhakemesini kandırmak için bu düşüncelere ihtiyacı
vardı. Asıl ateş, yüreğini dağlıyan ateş arkada alev alev yanı­
yordu. Öc alm a hırsı ... Alev alev yanıyordu bu ateş...
Gözlerini bu ateş bürüdü... İ:ç ini bu ateşin uğultusu kap-
ladı... Bu ateş bütün dünyayı sarmıştı. .. Ondan başka birşey
yoktu artık...
Gladys kendini birdenbire laboratuvarın kapısının önünde
buldu. Nasıl gelmişti oraya kad?.r'? Farkına varmamıştı... Ken­
dinde değildi çünkü...
Kapının kilidine anahtarı sokan da, döndürüp açan da, tok­
mağı çevirip kapıyı içeri doğru iten de o değildi.
Kapıyı itip açtı.. . İçeri baktı .. Sonra, geri dönüp, geldi oca­
ğın mermeri üzerinde duran kförit kutusunu aldı. Deli gibi, et­
rafına bakınarak, bir-iki sıçrayışta yiıne laboratuvardan içeri
daldı...
Mary odaya girip de laboratuyarın kapısını açık görünce
yadırıgamadı. Aklına hiçbirşey gelmedi, Paul içeride {)laı'bilirdi...
Yavaş yavaş kapıya doğru gidiyordu, baktı, l�boratuvardan
Gladys çıkıyor!
Olduğu yerde gerileyerek: «A! Siz misiniz!� d�ye haykırdı.
La'b cratuvarın açık olduğunu ancak ozaman yadırgadı. Ne
zaman, niçin kitlendiğini hatırlamıştı. Şimdi niçin açılm:ş, kim
açmış olabilirdi'?
Gladys onu görünce şaşırdı, kapıdan dışarı kaçar gibi çıktı:
- «Evet... ben ... diyebildi.

Sesi iherşeyi anlatıyor gibiydi.


Mary: «Ne yaptınız orada!:o diye haykırdı, laboratuvardan
içeri koştu.
Gladys : «Hiç... derken, bacakları kesilmişti, oracığa yığılı­

verecek gibiydi.
Kendini zor toparladı, dışarı fırladı.
Kapının ağzında Paul'la karşılaştılar. Azdaha birıbirlerine
çarpıyorlardı.
O sırada Mary içeriden bir çığlık kopardı.
Paul, Gladys'in telaşlı halini görüp bu çığlığı da �itince,
olup bitenleri anlamış gibi, kadını bir tarafa itip içeri daldı,
laboratuvara koştu:
- «Mary!,. diye haykırarak atıldı.
«Dikkat et, etere dikkat et! > diye bağırdığı duyuluyordu.
185
Derken, boğuk bir patlama sesi duyuldu. Arkasından, göz
kamaştırıcı bir alev fışkırdı ... Sonra, kızgın bir duman yayıldı . . .
Paul : c Mary! Ah, Mary ! ıo diye haykırıyordu.
Gladys: .. Ay! ıo diye bir çığlık kopararak, deli gibi, taşlığa
doğru koşmaya başladı.

186
Q lCAK bir gündü.
(} Gök mavi, çayırlar yeşil,
çiçekler kırmızı, mor, sarı ... Herşeyin üze­
rine de mayıs sonlarının baharı bırakıp yaza dcğru giden car.­
lılığının sıcak parlaklığı şeffaf bir cila gföi yayılyordu.
Facianın üzerinden bir ay geçmişti. Hastane hala yastaydı.
O günden sonra her yana bir hüzün çökmüş, herkese bir dalgın­
lık gelmiş gibiydi. Eskiden hastaneyi pençesi altına alan o çe ­
kememezlikler, hırs, ihtiras çoktan kaybolmuştu. Facia sanki
hepsinin suratına bir tokat gibi inmiş, onları kendine getirmiş,
doğru yola sokmuştu.
O gün Jennie, elinde tüy, doktorların oturma odasında toz
alırken, laboratuvarın kapısına doğru gidemiyor, oraya baka­
mıyordu. Patlama sesi hala kulaklarında, alevler hala gözleri­
nin önündeydi.
Jennie, işini çabucak bitirdi, dışarı kaçar gibi çıkıyordu. Al­
bert Chivers'le karşılaştı.
Glyster İlaç Fabrikasının mümessili yine pek şık giyinmişti
Bastonu elinde, salına salına gelirken kızı görünce birdenbire
durdu :

187
- «Doktor Venner burada mı?• diye sordu.
J ennie bu adı işitmekle içi sızlamış giıbi, yüzünü buruştur­
du ve kısa bir cevap verip savuşmaya çalıştı:
- «Hayır, efendim. •
Albert Chivers : c Peki, nerede ? » diye haykırdı. « Kime sor­
sam bilmiyor.»
- « Bilmiyorum, efendim. İsterseniz buyurun bekleyin, ben
arayım.•
Cilüvers, canı sıkılmış bir halde, odaya girdi, sinirli sinirli,
brr aşağı, bir yukarı dolaşmay a başladı. O da laboratuvarın ka­
pısına doğru ancak korka korka bakabiliyordu.
İçeri Doktor Drewett'in girdiğini görünce, konuşacak birini
bulduğu için sevindi, hemen ona doğru k-0ştu:
- «Merhaba, Doktor! Nasılsınız ? ,.
Doktor Drewett, ha�1 önün df>, gf>lPrek elin? uzattı :
- «Merha-ba, B a y Chivers. Safa geldiniz. •
- «Safa bulduk, efendim. Dok.t or Venner'i görmeye gel-
miştim de. Onu bekliyorum. »
Dr. Drewett , birşey söylemeden, köşesine doğru gidiyordu,
Chivers d e arkasından geldi. Konuşmayı kesmeye pek niyeti
y oktu :
- .: G eçmiş olsun , ,, dedi. «Hadiseyi duyunca çok üzüldüm.
Kızcağız kurtulamadı demek? •
Dr. Drewett, acı acı içini çekti:
- «Deı,hal öldü. »
- « Yazık! Çok güzel kızdı da.•
Bir ara sessiz geçti. Drewett geçip yerine oturmuştu ama,
artık eskisi gibi iskambil falı açmaya eli varmıyordu. Dünyada­
ki bu tek eğlencesinden d e vazgeçmişti artık.
Sonra, Albert Chivers ileri doğru uzanarak, alçak sesle sor-
du :
- •Peki, nasıl oldu bu iş? Kızcağız içeri niçin girmiş?»
Doktor Drewett, yine uzun uzun bir göğüs geçirdi :
- «Bilmiyoruz. Orası anlaşılamadı. Bildiğimiz şu : Kağıtlar
ateş alıyor. Mary'cik bunu görünce hemen yerdeki ufak halıyı

1 88
alıp üstüne kapatıyor. Kağıtların çoğunu kurtarıyor. Kurtları·
yor, ama, halıyı atarken kolu yanındaki eter şişesine değiyor. . .
Şişe devrilip kırılıyor, eter ateş alıyor. . . Derken tri-toluol şişesi
de ateş alıp patlıyor ... ,.
Chivers: « Doktor Venner'in de eli, yüzü yanmış, değil mi,
efendim ? » diye sordu. « İki parmağını kaybetmiş? •
Doktcr Drewett cevap vermedi. Kalkıp pencereye doğru
gitti, dalgın dalgın dışarı bakmaya başladı.
Albert Ohivers yine alçak sesle sordu :
- «Kendisini nerede bulabilirim acaba? Siz bilirsiniz. ,.
Dr. Drewett başını çevirmeden cevap verdi :
- «Ara-sıra, koğuştaki işini bitirince, koruda dolaşmaya ç ı­
kıyor. Şimdi de orada sanırım.»
A1bert Chivers, şapkasını , bastonunu kaptığı gibi, acele bir
.. Allahmsmarhı.dık � » dedi, kapıdan Jı�n .fırladı.
Kapının önünde Jennie'yle karşılaştı.
Elini ağzına götürerek: «Başka biri gelir de Doktor Ven­
ner'i sorarsa, koruda olduğunu sakın söyleme, emi, kızım ? ,.
dedi.
Hastabakıcı kız, şaşkın şaşkın sordu :
- «Başka biri m i ? ,.
- « Evet, Mamley İlaç Fabrikasının mümessili de gelir bel-
ki. Sakın ha! Dcktor Venner'in koruda dolaşmaya çıkmış ola­
bileceğini söylemiyeceksin. Olmaz mı, benim güzel kızım? •
J ennie, hala anlayamamış gibi, adamın arkasından bakar·
ken, o taşlığı iki, üç adımda geçip hastaneden dışarı çıktı.
Kız, dönüp dönüp onun arkasından iki, üç defa daha bak­
tıktan sonra, odaya girdi. Elindeki gazeteyi Doktor Drewett'e
uzatt ı :
- «Postadan .bir b u gazete çıktı, efendim.•
Dr. Drewett gazeteyi aldı. Koltuğuna çöktü, önce şöyle bir
göz gezdirdi, sonra bir sayfa üzerine gözleri dikildi, oradaki bir
yazıyı dikkatle okumaya başladı.
Dr. George Thorog>0od içeri girdiği zaman ihtiyar, gazete­
nin üzerine kapanmıştı, onun farkında olmadı, George, ta ya-

189
nıbaşına kadar gelip, tepesine dikildi:
- cPek mühim bir şey var gali.ha gazetede, ha, üstat ? •
Dr . Drewett, önce dalgın dalgın 'başını salladı. George Tho­
rogood'un farkına ancak ondan sonra vardı.
Genç doktor, gazetedeki mühim şeyin ne olduğunu sorma­
dı ; ötekinin kendiliğinden anlatmasını bekliyordu. O da, oralı
olmadı. Araya bir sessizlik çöktü.
Sonra, George: «Başhekim nerede, allahaşkına?ıo diye sordu.
c Odasında yok. Buradadır belki diye geldim, burada da yok.
Nerede acaba? O da koruda mı yoksa ?,.
Dr. Drewett, kaşlarını çatarak: « Koruda mı?• diye sordu.
«O da ne demek ?•
George güldü:
- «Haberin yok mu? Paul korudaymış.,.
- c Kim söyledi ? •
- c J ennie.ıt
Dr. Drewett, kızın gevezeliğine acı acı gülümseyerek, ba ·

şını salladı.
Sonra : «Hakkıdır, d olaş.sın, hava alsın, biraz avunsun, ,. dedi.
" Yangından nasıl kurtulduğunu biliyorsun. Alevler içinde, Ma­
ry'nin üzerine kapanmış, onu çekip laboratuvardan dışarı çı­
karmaya çalışırken, kolları tutuşmuştu. Biz yetiştiğimiz vakit,
yanan ellerinin acısı.ndan, baygın düşmüştü. İkisini bernber
dışarı zor çıkardık. Yangın çabucak söndürüldü, bu odaya geç­
mesi önlendi ama, birkaç dakika içinde iki kuı:'ban vermiştik.•
George: "Yine de Paul ucuz kurtuldu,,. dedi.
Dr. Drewett, içinden: « Paul'un ucuz kurtulmasına canı mı
sıkılıyor acaba? • diye delikanlının yüzüne baktı. Hayır; ondaki
kıskançlık, haset, çekememezlik de kalmamıştı artık. Facia, bü­
tün yüzlerden temizleyici bir ateş gibi geçmiş, hepsinin leke­
lerini, pürüzlerini alıp götürmüştü.
Başhemşire içeri girdiği vakit ihtiyar ve genç, iki doktoru
da kendi başlarına düşüncelere dalmış 'buldu. Oraya niye gel­
diğini bilmiyormuş gibi, önce bir durakladı. Ayak alışkanlığıyla
. gelmişti ; hiçbir işi yoktu. Yalnız, içi içine sığmaz bir hali de

190
vardı: biryerde 0turamıyor, birşeyle oyalanamıyordu.
George, dönüp onu görünce, birdenbire doğruldu:
- «Başhekim nerelerde, siz bilirsiniz ?» diye sordu.
Fanny Leeming: « Bilmiyorum,,. dedi. •Yalnız, demin oda-
sında değilse bile belki şimdi gelmiştir. Gidin birdaha bakın . >
D r . George Thorogcod hemen yerinden fırladı. Kapıya doğ­
ru giderken: • Evet, doğru, belki şimdi odasına gelmiştir,• di­
yordu.
Pek mühim bir şey için aradığı belliydi.
George çıkarken Paul geliyordu. Onun için, kapının önün­
deki ayak seslerinden, içeri birinin girdiği belli olmadı. Fanny
Leeming, laboratuvarın kapısına doğru dönmüş, bakıyordu.
Paul Venner'in geldiğini 'bilse hemen döner, oradan uzaklaşırdı.
Dr. Venner, onu görünce, pek keyiflenmiş gibi, alaylı alay­
lı güldü. Yüzünün sarı rengi üzerinde bu gülümseyişle yer yer
pem'belikle r belirir gibi cldu. Sol kolu boynuna asılıydı. Sağ
eli de bileğinden yukarı, dirseğine kadar sanlıydı. Yalnız, vücu•
dünde öyle bir zindelik vardı ki, geçirdiği bu felaket üzerine o

da ruhundaki korkunç bir hastalıktan kurtulmuş, selamete var­


mış giıbiydi; vücutçe .sakatlanmıştı ama, ruban iyi olmuştu.
Şimdi onda yüksek bir davaya, kutsal bir inanışa bağlanmış,
kendine güvenen bir insan hali vardı. Bakışlarındaki o eski
gerginlik, huzursuzluk gitmiş, yerine bir rahatlık, bir sakinlik
gelmişti.
Kapının ağzında durmuş, öyle, Başhemşireye bakıyordu.
Dr. Drewett, köşesinden onu görmüştü ama, delikanlının key­
fini bozmamak için, bunu Fanny'ye belli etmemeye çalışıyordu.
Paul Venner , B aşhemşireyi korkutmak iste r gfüi, birden­
bire : «Yeni odanızı mı seyrediyorsunuz ?,. dedi.
Fanny Leeming, olduğu yerde tepinir gibi : «Ric a ederim,
beni muazzap etmeyin ! • diye haykırdı. « Zavallı kıza nekadar
acıdığımı bilemezsiniz. Böyle olmasını ister miydim hiç! sonra,
benim davam sizinle değ1ldi, hele oncağızla hiç. Bu hastanede
bir odam olsun istiyordum. Boş hirtek �da vardı. Onu da siz
laboratuvar yapmıştınız, artık orada çalışmak istemediğinizi

191
Başhekimimize söylediniz, o da bu odayı bana verdi. Bunda be­
n1m ne...•

Paul Venner onun sözünü keserek: «Anladım, anladım,»


dedi. cSizin bunda hiç kaba:hatiniz yok e1bet. Ben de öyle bir­
şey söylemedim. Gözünüz aydın dedim, okadar.:o
Öyle sert, acı, alaylı ve hınçlı bir halde konuşuyordu ki,
sözlerinin herbiri kadının suratına bir taş gibi iniycrdu. Fanny
Leeminıg ozamana kadar yüreğinde nekadar kötülük taşımışsa,
kime karşı nekadar kötü bir duygu •beslemişse, hepsinin cezası ·
nı, azabını çeker gibi, soğµk terler dökmeye başlamıştı.
- «Bırakın .gideyim, rica ederim!:. derken, sesi pek zayıf,
pek boğuk çıktı.
Dr. Venner bırakmıyordu. Bir kolunu kapının pervazına at­
mış, hiç kımıldamadan duruyordu.
- «Bir sizin kalbiniz sızlamadı bu felaketten,:. diye, devam
etti. «Nekadar kalpsiz olduğunuzu böylece ıdaha iyi anladım. O
melek yüzlü, melek ruhlu kız 'bize Tanrı'nın 'bir dersini getirdi,
bize bunu kendi canı pahasına öğretti. Bir siz nasibinizi almadı·
nız bu dersten. Yüreğiniz okadar katı ki, hiçbirşey işlemiyor .. . •

Dr. Venner'in bu biçim konuşması Başhemşire'nin tuhafına


gitmişti. Geri geri biriki adım atarak, duvara sürünürcesine
kenara çekilip durdu, onun yüzüne bakakaldı. Paul Venner'frı
dediği gibi, kalbi okadar katıydı ki, ondaki değişikliği anlaması­
na imkan yoktu.
Dr. Venner daha çok söyliyecekti ama, o sırada Başhekim
geldi. Paul, ona yol vermek üzere, kapının önünden çekildi. Dr.
Drewett'in yanına doğru gitti.
DGAR Bragg, odanın planını getirmiş, Başhemşireye gös·
E teriyordu. Onlar kapının önünde konuşurlarken Paul, elin­
de olmadan, kulak kabarttı.
Dr. Bragg: «Bahçeye bakan pencereyi. büyültüyorum,
Fanny Hemşire,» diyordu. «Böylece, odanız bol güneş ve ışık
alacak.»
1 92
Fanny Leeming: «Teşekkür ederim, efendim, > dedi. «Beni
düşünmeniz... "
Dr. Bragg : « Birşey değil,,. derken, Paul Venner'e baktı.
Onu görünce, söyleyeceklerinden vazgeçmiş gibi, duraladı.
Sonra, ona doğru gitti :
- «Kolunuz nasıl, Doktor Venner ? > diye sordu.
Faul Venner, kısaca: «İyi,» dedi.
« Sancısı?»
« Azaldı.>
«Eliniz de iyileşti sanırım ?•
«Evet. » Paul burada pek saf bir heyecanla gülümszdi :
« Dün akşam .piyano bile çaldım. Niyetim, piyanoya biraz daha
kendimi vermek. Eskiden çaldığımın onda-birini bile çalsam,
şimdi, «Zavallı tek eliyle nasıl da çalıyor! » diye, herkes hayran
kalır bana.»
Dr. Drewcit, yine herzam.anki köşesinde, söylenmeye de­
ğer bir şey söylemek için fırsat gözler gibi, hiç konuşmadan
duruyor, yalnız dinliyordu. Burada söze karıştı:
- « Hakkın var, Paul, oğlum. İnsanların değer bilmesi
için kimi vakit, böyle, felaketlerle karşılaşmaları lazımdır . >
Bunu söylerken, elindeki gazeteyi sallıyordu. Yalnız, bu­
nunla sözleri arasında bir ilgi olabileceği oradakilerden hiç­
birinin aklına gelmedi.
Başhekim, Dr. Drewett'in sözlerine canı sıkılmış gibi, biraz
kaşlarını çatmıştı. Dr. Venner'e dönd ü :
- «Gelelim sizin meseleye, ,. diye söze başladı. « Bugüne
kadar geciktirdim ama, daha geciktiremem; sonra ben de töh­
met altında kalırım. >
Faul Venner, hiçbirşey söylemeden, gözleri Ba�hekimde,
dinliyordu. Dr. Bragg, yaşlı meslekdaşına döndü:
- « Öyle d eğil mi, Dr. Drewett ? •
Richard Drewett, ondan yana çıkacak değildi elhet. Başhe
kim de bunu biliyordu ama, daha ziyade, takılmak ister gibi
sormuştu.

Sabah Yıldızı : 13 193


Dr. Drewett cevap vermeyince o yine, soğuk bir tavırla,
devam etti :
- « Faciadan duyduğunuz ve hepimizin duyduğu acıya kafi
derecede saygı gösterdiğimi !Öylersem övünmüş gibi olmam
sanırım . Meslek hayatımın en şerefli gününün böyle bir hadi­
seyle körlenmesi de ayrı bir can sıkıcı şeydi ki, buna da meta­
netle katlandım. Ama, artık ... »

Ozamana kadar hiç sesini çıkarmadan dinliyen Dr. Venner


burada Başhekimin sözünü tamamladı:
- « . .. Adalet yerini bulmalı, değil mi, efendim ? »
B aşhekim, ellerini kenetleyip karnının üzerine bastırarak
başını salladı :
- «Tamam! Çok iyi söylediniz, Doktor Venner. Biliyorsu­
nuz : Benim müsadem olmadan, kendi başınıza otopsi yapmıştı­
nız. Bu bir; ikincisi, Foster'in ölümünde betrazolun tesiri ol­
mllil mudw., olmamış mıdır '? Bunlar hastane yönetim kurulu
toplantısında konuşulmuş ve sizin suçlu olduğunuza kanaat ge­
tirilmekle beraber, m eselenin bir de, ertesi gün toplanacak olan
Birlik genel kuruluna sunulması uygun görülmüştü. »
Dr. Bragg bunları söylerken Richard Drewett içinden gü­
lüyordu: Başhekim , genel kurulu kendi istediği yola yürütece­
ğine emin olmasa böyle bir şeye başvurur muydu hiç? Genel
kurulu da kolayca kendisi gföi düşündürebileceğini umuyordu,
çünkü Dr. Venner'in kendi başına otopsi yapmasını suçlu oldu­
ğu için delilleri ortadan kaldırmak üzere kalkıştığı bir hareket
olarak gösterelbileceğini umuyordu.
Facia onun bütün düşündüklerini alt-üst etmişti. Başhe­
kimin o akşam Birlik genel kurulu üyeleri şerefine verdiği ba­
lo yarım kaldığı gibi, ertesi günkü toplantı da çok sönük geç­
miş, yalnız yönetim kurulu seçilmişti.
Dr. Bragg, yarım kalan tasarısını şimdi tamamlamayı dü­
şünüyordu ama, bunları anlatırken Paul Venner de, Dr. Dre­
wett de farkındaydılar : O eski acarlığı kalmamıştı. Yaptığının
kötü bir iş olduğunu o da artık içten içe duymaya başlamıştı.
Yalnız, öncede n kafasına koyduğu bi r şey olduğu için yapmak

194
zorunda olduğunu düşünüyormuş da, onun için yapıyormuş gibi
bir hali vardı.
Sözlerini bitirirken başını kaldırıp karşısındakilerin yüzü ·
ne bakamıyordu. Çabuk çabuk konuşuyordu :
- «Hulasa, yeni yönetim kurulu, yarın sabahtan toplana­
rak, bu işi konuşacak, öğleden sonra da suçlu görülürseniz, sav­
cılığa başvurulacak.•
Paul Venner, acı acı konuşarak : «Teşekkür ederim, Doktor
Bragg,» dedi . «Bana kendimi temize çıkarmak imkanı veriyor­
sunuz. Böylece, hastanenizin şerefi de kurtulacak, buna emin
olun.•
Dr. Venner'in davasını kazanacağına ıbüyük güveni olduğu
belliydi. Drewett de, herşeyi bildiği için, konuşulanları bıyık al­
tından gülümsiyerek dinliyordu : B eraber y aptıkları otopside,
Fqstcr'in kalp durmasından öldüğünü görmüşlerdi. Ayrıca,
Paul, hastasının ıb eynini de alıp incelemiş, kullandığı ilacın çok
iyi bir sonuç verdiğini görmüştü. Bu beyin şimdi yatak odasın­
daki dolabında, kavanoz içinde duruyordu ki, kendisini kurta­
racak en kuvvetli dayanağı buydu. Z avallı Mary'nin, canını hiçe
sayarcasına ateşe atılarak kurtardığı kağıtlar da Venner formü­
lünün sağlamlığını göstermek üzere elindeydi... Daha doğrusu,
artık bütün tıp dünyasının gözü önündeydi!

EORGE Thorogood odadan içeri öyle bir «Başhekim bura­


G da mı?» diye bağırışla girdi ki, Dr. Bragg öfkeyle dönüp
kapıya doğru baktı :
- «N'oluyorsun, Geor:g e?• diye payladı.
Yeğeni, birdenbire kendini t opladı :
- «Afedersiniz efendim,• dedi. • Çok mühim bir şey var
da. • Elinde bir gazete tutuyordu. Başhekime uzattı.
Dr. Bragg, kızmış giıbi, kaşlarını çatarak: «Ne o ? • diye spr-
du.
George Thorogood : c Şunu okuyun ! • diye, bir yazıyı gös­
terdi.

195
Başhekim hızla gazeteyi çekip onun elinden aldı. Sonra,
atar gibi, yine ona verdi:
- « Gözlüğüm yanımda yok... Okuyamam. Sen söyle, ne
var? ,.
George, Paul'la Drewett'in bulundukları yana doğru bir
göz attı :
- «Doktor Venner arkadaşımızın buluşun a dair uzun bir
yazı, ,. dedi. «Kendisi yazmış ... Ayrıca, Profesör Gadsby'nin d e
önsözü var. «Charcot'tan beri tıp dünyasında en büyük keşif,.
diyor.. . »
Dr. Bragg duralamıştı. Ne söyliyeceğini bilemiyordu. An­
lıyamamış gi'bi bir ona, bir ötekilere bakıyordu.
- « Sahi mi?» diye, eli titreye ti•t reye gazeteyi aldı, gözle-
rine yaklaştırarak, okumaya çalıştı.
Dr. Drewett, gidip Paul Venner'in elini sıktı :
- « Tebrik ederim, aziz.im, » dedi.
Paul Venner, hiçbirşey söylemiyor, yalnız keyifli keyifli
gülüyordu.
George Thorogoo d gelip yine Başhekimin karşısında dur­
du, anlatmaya başladı:
- «Bilirsiniz: Bu cMedical Journah İngiltere'nin, belki de
dünyanın en başta gelen tıp yayını. Önsözünü yazan da en bü­
yük bilginlerimizden . Onun için , elimizdeki şu yazı kanun gibi
bir şey. Böyle büyük bir keşfe hastanemizin beşik olması bizim
için ne şeref!
« Doktor Venner arkadaşımız yazısında keşfini bütün de­
lilleriyle ortaya koyuyor. Yaptığı denemeler, aldığı sonuçlar,
beyin üzerindeki incelemeler ... Artık hiç şüphemiz yok : biz
yanılmışız ... ,,
Paul Venner'ıde yine ses yoktu. Yüzündeki hafif gülümse-
me de kay.b olmuş, ciddi bir hal almıştı.
Bir ara sessiz geçti.
Sonra, Başhemşire : « İ nanmam ! » diye bağırdı.
George Thorogood : «Nasıl inanmazsınız? ,. dedi. «Bakın ne
yazıyor Profesör Gadsby : c Hopewell Towers Hastanesinin, pek

196
isabetli bir şekilde desteklediği, laboratuvarlarında gelişmesine
imkan sağladığı bu büyük keşif.. . » Buna inanmamak olur m u !
İ nsana deli derler. »
George Thorogood'un, ince bir alay la söylediği bu sözler
üzerine Fanny Leeming hırsından yerinde tepinir gibi olurken,
Dr. Edgar Bragg hemen atıldı :
- «Nerede, nerede bakayım? Birdaıha oku şunu, George ! »
George '.Dhcrogood makaleyi başından okumaya b a şladı.
Başhekim yerinde duramıyordu. Yüzündeki gergin çizgiler ya­
vaş yavaş gevşedi, önce hafif, sonra geniş bir gülümseyiş yayıl ·
dı. Dayanamadı, koşup iki eliyle Paul'un ellerine sarıldı:
- «Tebrik ederim, Doktor Venner,,. dedi. «Çalışmalarını­
zın ötedenberi nekadar hayranı olduğumu elbette bilirsiniz . . .
Yalnız, ş u var ki.. . >
D r . Venner, acı acı güldü :
- « Samimi olsak daha iyi olmaz mı, Doktor Bragg? »
Başhekim, onun b u sözüne çok şaşmış gibi, arka arka gitt i :
- « Gayet samimiyim! Niçin inanmıyorsunuz?,.
Paul Venner, adamın yüzüne bakmakla kaldı. Söyliyece.,;:
bir şey bulamıyordu. Dr. Bragg, daha beş d akika öncesine kadar
t akındığı . tavrı, söylediği sözleri birdenbire unutuvermiş gibiy­
di.
B aşhekim yeniden onun eline sarıldı:
- «Demin de söylüyordum, ,. dedi, «ben sızın çalışmanızı
daima ta�dir etmişimdir. Yalnız, ne var, ortaya çıkan kötü bir
durum üzerine, vazifem ve mevkiim icabı, işi derhal ele almam
ve o cı. n Için gerekli tedbirlere başvurmam icabetmişti. Şimdi
durum, şüph esiz, baştan başa değişmiş bulunuyor. Burada yine
eskisi gibi çalışırsınız ... Ll'b oratuvar, tamir olduktan sonra, yi­
ne sizıindir ... »
Dakikalardan beri, renkten renge ,giren, hırsından boğula­
cak gibi olan Fanny Leeming: « Laboratuvar benim ! ,. diye hay­
kırarak , Başhekime doğru atıldı.
Dr. Bragg, alaylı alaylı güld ü :
cOrada siz mi çalışacaksınız yoksa, Fanny Hemşire?>

197
Fanny Leeming olduğu yere mıhlanıp kalmıştı.
Kısık bir sesle: cPeki ama, orasını bana vermemiş miydi­
nıiz?,, diyebildi. «Daha demin . ».

Başhekim sert bir tavır takındı:


- cRica ederim ısrar etmeyin. Bunun üzerinde daha fazla
konuşmak n iyetinde değilim. Laboratuvar Doktor Venner'in­
dir. İşte bukadar ! "
Fanny Leeminıg, yumruklarını sıktı, Başhekimin üzerine
doğru yürüyecek gibi oldu. Sonra, birdenbire gevşeyiverdi,
kolları iki yanına düştü. Ağlıyacak gibi oldu. Gözleri alev alev
yanıyordu. Çılgın gibi, dört-·bir yana bakınıyordu. Pek perişan
bir hali vardı.
Yine kendini toparladı. Başhekime doğru bir adım attı,
durdu :
- « Son sözünüz bu mu, Doktor Bragg?> diye bağırdı. « Öy ·
Ic:r·se ben d.e son sözümü wyliy eyim: Bu adam... bu alçak
adam ... > Paul Venner'i gösteriyordu : « ... Sizin karınızla .. Evet
geceleri... kilisenin arkasındaki kuytu köşede ... >
Lakırdısını bitiremedi, yere yığılıverdi.
George hemen koştu, arkasından Paul da fırladı, Başhem­
şireyi tutup kaldırdılar, divan a yatırdılar.
Dr. Bragg, dehşetle, geri gerıi çekilmiş, bakıyordu. Gözü
Paul Venner'deydi. Fanny'nin sözleri üzerine ne diyeceğini
merak ediyordu ama, Paul hiç renk vermemişti.
George, Başhemşirenin hemen yakasını açtı, Paul da bilek-
lerini oğuyordu.
Dr. Bragg, nihayet, onlara doğru gitti :
- « Dışarı çıkarın, hava alsın. . . > diyordu.
Fanny Leeming kendine gelir gibi oldu. Gözlerini açt ı :
- c Birşeyim yok. . . Bırakın beni...,. diye söyleniyordu.
Yine Paul'la George kollarına girerek, sürükler gibi, dışarı
çıkardılar. Kapının önünde J ennie'yle karşılaştılar. Hastabakıc1
kız gürültüye koşup gelmişti. Paul vazifesini ona devretti, kendi
odaya döndü. Kaçar gibi ,görünmekten çekinmişti. Onun bu ha·

1 98
reketini Dr . Drewett, köşesinden, takdirle karşılamıştı. Sonra
o da çıktı.
Dr. Bragg'ı da ter basmıştı. Yüzü kıpkırmızı kesilmiş, göz-
leri dönmüştü :
- « Ben onu hiç böyle görmedim ... > diyordu.
Paul Venner gayet sakindi :
- « Sinirden, ,, dedi. «Hırsından bayıgınlık geldi. >
Dr. Bragg, gözlerini ona dikmiş, lüzumundan fazla şaşır-
mı� gibi görünerek bakıyordu:
- «Evet, ama, o ... söylediği sözler ... >
Paul: «Ne söylediğinin 'f arkında değildi, ,. dedi.
Ba§ihemşirenin o ağır sözleri arasında adı geçen sanki ken -
disi değilmiş gibi k<muşuyordu. Okadar sakin ve lakayıttı ki,
karşısındaki onun suçlu olduğuna yüzde yüz emin bulunsa bile
bunun üzerine şüpheye düşerdi.
Dr. Bragg, onun bu şekilde davranışından çok memnundu.
Çünkü o sırada Dr. Venner'le hiç de bozuşmak niyetinde de­
ğildi. Paul'un, kendisine kondurulan suça karşı hiç oralı ol­
mayışı onun hesalb ına da görünüşü kurtarıyordu. Yalnız, bir­
denbire kesmek de tuhaf olacaktı.
- «Ama, nereden de uydurur bunları ? -. diye şaşar gibi
yaptı.
Paul Venner omuz silktıi.
- « Uydurur. Kötü yürekli, geçimsiz, cadaloz bir kadın. Şu
oda işinden dolayı benimle arası açılmıştı, bilirsiniz. Benim bu­
radan ayağımı kaydırmak için n eler yapmadı! Belki de o sırada,
günlerce düşünüp taşındıktan sonra, bana böyle bir iftira at­
mak aklına gelmiştir de o vakitler bir pundunu getirip söyliye­
memiştir.»
Dr. Bragg, acı acı gülümseyerek başını salladı : .: S öyledi,
ozaman da söyledi! > der gibiydi : Fanny Leeming'in, bir pazar
gabahı, Gladys'in başörtüsünü getirerek : «Bunu bahçede, kuytu
bir köşede buldum,> dediğini hatırlamıştı.
Edgar Bragg'ın gözleri birdenbire derıin bir parıltıyla ışıl­
dadı . Demek ki yalandı! Evet, hepsi yalandı: Fanny Hemşire

J 99
daha ozamandan beri Paul Venner aleyhine bir dolap tasarla­
mıştı, fırsat buldukça da bunu gerçekleştirmeye çalışmıştı.
Başhekim bu düşün�e zinciriyle içine güven saldıktan son­
ra, rahat bir nefes aldı, keyifli keyifli güldü:
- « Hepsi bu kadının başının altından çıkıyordu demek!..
Ama, en sonunda yılanın başını ezmek fırsatı geçti elimize ! Ben
bilirim ona yapacağım ı ! Bak, böyle mutlu bir günümüzde bile
bizim aramızı nasıl açmaya kalktı ! »
Dr. Bragg, zoraki bir kahkahayla uzun uzun güldü. Kapıya
doğru yürüdü. Çıkmak üzereydi, biriyle tam kapının ağzında
karşılaşmış da Qna yol veriyormuş �ibi geri çekildi. Gitmekte!'l
:vazgeçmişti.
Gelen, Albert Chivers'ti .

p AUL onu görür görmez bir kahkaha koyuverdi :


• - «Nasıl da koku alırsınız, ,. diyordu.
Albert Chivers, yerlere kadar eğilerek, önce B aşhekime,
sonra Paul Venner'e selam verdi. Ona ayrıca yılışık yılışık sı­
rıttı :
- c İşimiz bu, bayım! Tıp aleminde yeni keşifleri biz haber
almıyacağız da kıim alacak! Yeni bir ilaç bizi ilgilendirmez de
kimi ilgilendirir ! »
Dr. Venner, keyifli bir ağız çatışmasına hazırlanır gibi, tatlı
tatlı gülümseyerek, cebinden cıgara paketini çıkarıyordu. Al­
bert Chivers daha atik davrandı, cebinden altın bir tabaka çı­
kardı, açıp uzattı:
- «Buradan buyrun, efendim. »
Dr. Venner: «Değiştirmiyeyim, ben burad ı an içeyim, » ded i,
kendi cıgarasından bir tane aldı.
Albert Chivers'in Ç'akmağı da pek saltanatlıydı ve lahzada
yanıp gür aleviyle Dr. Venner'in cıgarasını ateşledi:
- «Altın tırbaka içinde cıgaraya daha başka tat geliyor,
diyebilirim, Doktor Venner. Bu tabaka da, onsekiz ayar altın­
dır. Ağır. » ElinsJ.e tartarak .gösteriyordu : «Hediye değil... Dok­
torlara bugibi şeyler hediye gelir . . . Ben de doktm olsaydım da

200
bu tabaka bana hediye gelseydi, bence değeri dahıa çok olurdu.
İ çimde ukde kalmıştır : doktor ol mak isterdim. Geçen gün öyle
diyordum bizim hanıma . . . Ama, doktorlar arasında düşe, kalka
bana da biraz doktor hali gelmiştir hani . "
Dr. Bragg, köşeye çekilmiş, gülümseyerek, dinliyordu :
- « Ne demezsiniz ! » diye alay etti.
Albert Chivers, birdenbire o ndan yana döndü :
- cAfedersiniz, Doktor Bragg . S aygıda kusur ettimse özür
dilerim . Doktor Venner'le görüşmek için bilmem sizden mü·
saade almak ister miydi. Ama, be nce doktorumuz artık tıhbın
malıdır. Bütün ilaç fabrikaları, şimdi onu kendi çatısı altında
görmek için yarışa giriyor. Yaln ız, bu işte biz ilk olduğumuzu,
bunun için de yarışta birinci geleceğimizi söyliyebUiriz. Doktor
Venner burada, bozuk - düzen b ir laboratuvarda ... Kusura bak­
mayın, Doktor Bragıg,hastaneni zi k öt ül er gibi konuşuyorum
ama, maksadım o değil.. . İ şin do ğrusu : ne de olsa bir hastane
laboratuvarı, bir ilaç fabrikasının, hele bizdeki gibi, yalnız İn­
giltere'nin değil, bütün Avrupa 'nın en ileri ilaç fabrikasının
labortuvarları gibi olamaz.
«Ne diyordum ? A, evet : şu bozuk-düzen laboratuvarda ek­
sik-gedik çalışırken de ve daha muhim ilacını ortaya koyma­
mışken, fabrikamız Doktor Venn er'in değerini layıkıyla takdir
etmiş, kendi kadrosu içine almak için harekete geçmişti. Bu va­
zife bana verilmişti ama, yetkim pek geniş değildi. Bugün ise,
çok geniş bir yetkiyle geliyorum. »
Bu sözleri üzErine Faul Venner'in ilgileneceğini umarak,
gözünün kuyruğuyla şöyle bir b aktı ama, onda hiç değişiklik
yoktu.
Albert Chivers yeni baştan a ldı :
- cBuradaki laboratuvarın eksikliği şununla da belli ki,
D:>ktor Venner, araştırmalarınız çok uzun sürdü. Ayrıca, o fa­
ciaya da sebep, laboratuvarın kafi derecede teçhizatlı olma­
yışı...»
Faul Venner kaşlarını çattı:
- «Rica ederim, onu bahsimizin dışında bırakın,> dedi.

201
Glyster İ laç Faibrikasının mümessili, sanki hiç öyle bir şey
söylememiş gibi başka bahse geçti :
- « Dediğim gibi, bugün buraya çok geniş yetkiyle gelmiş
bulunuyorum. Teklifimiz.in maddi tarafı da azımsanacak bir
para değildir. Ayda bin lira. Yalnız, lab oratuvanmızda emrinize
verilecek tesisat ve teçhizat, araştırma ve inceleme imkanları
bundan da çekicidir.
« Düşünün, Doktor Venner: İkibin deneme faresi emriniz­
de! En son sistem fırınlar, elektrik ocakları .. Duvarlar b a ştan
başa b ey·az çini... Alt katta en asri şekilde döşenmiş dayanmış
bir kantin ... »
Dr. Venner yine adamın sfo:ünü kesti :
- « Bütün bunlar beni bekliyor ? •
Albert Chiv!i_rs heyecanla atıldı:
- «Evet, D o ktor Venner! Hem siz fabrikamızda yardımcı
doktoı· olarak değil, araştırma dairemizin başkanı olarak çalı­
şacaksınız. Emrinizde yirmi-küsur doktor, eczacı, kimya mü­
hendisi . . . »
Paul Venner: «Peki,» dedi , «bütün bunlara karşılık ben­
den ne istiyorsunuz? »
Albert Chivers, anlayamamış gibi baktı. Paul daha açık
konuştu:
- «Yani siz bütün bunları bana veriyorsunuz, ben size ne
vereceğim? Sade 'bundan sonraki çalışmalarımı mı, yoksa, keş­
fettiğim ilacı da m ı ? »
Albert Chivers ah:'b apça b i r güldü :
- cE, d eğil mi ya, doktor? Keşif ve icatlar insanın evlatları
gibidir. Onların iyi ellerde yetişip gelişmelerini isteriz. Siz de
elbette ilacınızın yayılmasını, piyasaya çıkmas•nı, hastaların
ondan elden geldiği kadar faydalanmasını da istersiniz. Bunu
da bizim fabrikanın hepsinden iyi yapacağına emin olabilir­
siniz. >
Albert Chivers burada yine yılışık yılışık güldü:
- «Adını bile bulduk ... Daha doğrusu, ben buldum: Nerv­
san. Nasıl? Nerv: sinir; sa:r.. da csanitas» tan, yani sağlık: Nerv

202
san . . . Güzel bir ad, değil mi?
Paul Venner hi<,--birşey söylemedi.
Chivers ayağa kalkıp ona doğru geldi, elini uzatt ı :
- «Anlaştık, değil mi, Doktor Venner? Bay Glyster cevabı
telgrafla bekliyor.»
Paul, yerinden fırlayarak, ayağa kalktı, adama doğru geldi,
elini uzattı :
- « Öyleyse, aman merakta bırakmayın, hemen şimdi gidip
telgrafı çekin. o: Kabul etmiyor» deyin.»
Albert Chivers, önce, sanki kanı çekilmiş, ruhu bedenin­
den uzaklaşmış gibi, sapsarı, dimdik durdu. Sonra, o cansız ka­
lıptan çatlak bir ses çıktı:
- « Kabul etmiyor musunuz ? ,.
- « Etmiyorum. »
Glyster İ la,ç Fabrikasının adamı yavaş yavaş kendine gelir
gibiydi. Yüzune hafif bir pembelik geldi, gözleri parladı, yine
yılışık yılışık güldü :
- «Bana verilen yetkinin hayli geniş olduğunu söylemiş­
tim sanırım, Doktor Venner. Demin söylediğim ücret, müesse­
senin verebileceği en yüksek ücret olmakla beraber, ben ken­
diliğimden yüz lira daha arttırabilirim . . »
.

- « Zahmet etmeyin.»
- « İkiyüz diyelim .. •
.

- « Çenenize yazık ! »
- «Beş yıllık mukavele?»
- cOn yıllık bile olsa nafile.>
- « Bin beşyüz lira.. . On y ıllık mukavele ? »
- « Hayır! »
- «Yetkimin sınırına geldik.»
- c Aman aşmayın ! »
Albert Chivers, somurtarak döndü, pencereye doğru gitti.
Dışarı baktı. Sonra, dönüp ağır ağır geldi:
- «Müsadenizle ben şimdi gideyim , Doktor Venner,"
dedi. «Yalnız, bugün ne ben son sözümü söylemiş olayım, ne
siz. Düşünün. Ben de... biz d e düşünelim ... Yarın, öbürgün yine

203
gelirim . . . Ozaman anlaşırız umuyorum. ,.
B aşhekim: «Boşuna yorulmayın, Bay Ohivers, ,, dedi.
«D�ktor Venner bu büyük keşfiniı ortaya çıkarabilmek için
kendisine ilk imkan veren . hastanemize karşı bağlılık göste­
riyor, buradan .uyrılmayacak. Anladınız mı?>
Albert Chivers, Paul V enner'den imdat umar gibi, ona
doğru baktı ama, hiç de cesaret verid bir söz veya hareketle
karşılaşmadı. İ kisine de kısaca selam verip çıkmak zorunda
kaldı.

DADA yalnız kalınca Başhekim de, Dr. Venner de önce


O hiç konuşmadılar. İkisi de birtakım düşüncelere dalmış
gibiydiler. Yalnız, Dr. Braıgg'da içi içine sığmayan bir hal var­
dı. Odada bir aşağı, bir yukarı dolaşıyor, ikide-bir Paul'a yan
gözle bakıy<ırdu.
Paul Venner geçip sehpanın yanındaki lmltuğa oturmuştu,
gazeteleri karıştırıyordu. Biraz önce Dr. Drewett'in okuduğu
gazete onların arasındaydı. Alıp y azısın a y eniden göz gezdirdi.
O sabah, postadan gazete gelir gelmez hemen açıp bakmJş,
keşfi üzerindeki yazıyı okumuştu ama, heyecandan pek anla­
yamamış gibiydi. Şimdi, Prof. Gadsby'nin yazd1klarmı daha
büyük bir dikkatle okuyordu.
Dr. Bragg, ağır ağır yürüyerek, geldi onun yanıbaşmda
durdu:
- « Keşfiniz kadar kararınızdan dolay� d a sizi teıbrik ede­
rim, Doktor Venner,• diye söze başladı. «Paraya değer verme­
diğinizi görüyorum. Hakiki bir ilim adamına da bu yakışır.
Hastanemizin verdiği imkanlardan faydalanarak ortaya koy­
duğunuz keşif kadar, bundan sonra da çalışmalarmLZa burada
devam etmek kararınız da bize şeref verir. Buna karşılık biz
de, elimizden geldiği kadar maddi fedakarlık yaparak sizi
memnun etmeye çalışacağız, buna emin olabilirsiniz ... ,,
Paul Venner hiç sesini çıkarmadan dinliyordu. Dr. Bragg,
ikide-ıbir onun yüzüne bakıyor, sözlerinin ne gibi bir tesir bı-

204
raktığını anlamaya çalışıyordu ama, genç doktorun yüzünde
hiçbir ifade belirmiyordu.
İ çeriye Gladys'in girmesi bu duııgun havayı değiştirdi.
Kadının pek telaşlı bir hali vardı:
- «Edgar ! > diye haykırdı. « Gazeteciler gelmiş, seni görmek
istiyorlar ... »
Paul'u görünce biraz durıaladı ve duruldu :
- « Daha doğrusu, D:>kt.or Venner'le görüşmek istiyorlar­
dı. ama, ben : « Önce Başhekime söyliyelim bakalım ne diyecek»
dedim. Üç gazeteci... Biri «Pareıhester PostasI» ndan, ikisi de
Londradan. Gelsinler mi, Edgar ?»
Başhekim, karısı anlatırken, düşünüyor gibiydi:
- «Ben gider odamda konuşurum onlarla, ,. dedi.
Sonra, Paul Venner'e döndü :
- « İ sterseniz sonra da buraya gönderirim, siz de konu­
şursunuz ?,,
Paul: «Hayır, hayır ... » dedi. « Siz konuşun, kafi. Benim ga­
zetecilerle uğraşacak hıalim yok. Siz lwnuşun, ne isterseniz söy­
leyin . »
D r . Bragg, acele acele giderken, kapının önünde durup
karısına döndü:
- « Sen buralardan kaybolma, Gladys. Bir şey konuşaca-
ğım seninle. »
Glad:yıs meraklanmıştı. Ona doğru gitti :
- «Bir şey mi konuşacaksın ? Neye dair, Edgar ? »
Edıgar Bragg, kapıyı açmışken, kapadı, karısına doğru bir
iki adım geldi :
- «Bahçeye dair, yavrum.»
- «Bahçeye dair mi? Bahçenin nesi...,.
B aşhekim, karısının sözünü keserek, daha ciddi bir tavırla,
devam etti:
- «Hani şu kilisenin arkasında kuytu bir kiöşe var ya?
pek bakımsız kalmış, ot bürümüş. Hiç hoş değil. Ben diyorum
ki, orasını temizletelim, çiçek ektirelim, yahut ağaç diktire­
lim ... Ne dersin? "

205
Gözü kıarısındaydı. Bakışlarında, yüzünde en ufak bir de­
ğişiklikten mana çıkarmaya çalışıyordu. Yalnız, şu Gladys'te
de Paul'u andıran bir taraf vardı: İçinden geçenleri hiç belli
etmemesini çok iyi beceriyordu.
- «A! çok iyi olur, Edıgar,> dedi. «Nereden aklına geldi ? ·
diye sormaktan d a çekinmedi.
Dr. Bragg, P.aul'un ağzını ararken olduğu gibi, karısının
bu sakin ve lakayıt halinden de, içine su seııpilir gibi oldu. Or­
t ada birşey olmadığına kendini inandırmaya, kandırmaya za­
ten hazır bulunuyordu; karşısındakilerden kuşkulandıracak bir
hıareket görmeyince, içi hemen rahat ediveriyordu. Bu sefer de
öyle oldu.
- cBen şimdi gelirim, bunu daha uzun konuşuruz, cicim, •
diye, kapıya doğru yürüdü. c Yahut, sen benim odaya gel, gaze­
teciler gittikten sonra. B en onları şimdi savarım. >
Gladys: cPeki, peki,> dedi. «Görüşürüz.»
Kocası gittikten sonra, Venner'e doğru geldi :

- «Sen niye görüşmek istemiyorsun gazeteci erle, Paul ?>
diye sordu.
Paul Venner omuz silkti :
- cNe görüşeceğim! Onlarm anlayabilecekleri bir mesele
değil ki bu. Ne söylesem yanlış anlarlar; sonra da, sanki ben
öyle söylemişim gıibi yazarlar. Hiç konuşmam daha iyi.
«Yalnız, merak etme, Başlh.ekimimiz onlarla uzun uzun ko­
nuşacaktır. Yarın ga{:etelerde ne çıkacağını ben sana şimdi·
den söyliyeyim : Kendisi başta olmak üzere, bütün hastane
mensuplarının fedakarane çalışıp çaıbalamaları, la:boratuvarı­
mızdaki fenni tesisat, aSTi t e�hizat, eh biraz da bendenizin ça­
lışması sayesinde :bu büyük keşif elde edilmiş... Esasen Hope­
well Towers Hastanesi ş:ö>yle mükemmel, böyle müterakki bir
müeSS'esedir ... Hulasa, baştan başa hastanenin reklamı. »
Gladys, başını bir yana bükerek: «Pek insafsızsın, Paul! >
diye sızlandı. cKocam sana karşı bukadar anlayış v e yakınlık
göstersin, sen yine onun aleyhinde bulun.>
Paul Venner: cAleyhinde falan bulunduğum yok,ıo dedi.

206
İ şin doğrusunu söylüyorum. O da şu b etrazol meselesinde işin
doğrusunu öğrendi, Foster'in ölümünde :b enim kabahatim ol­
madığını anladı . .. »

Gladys, manalı manalı gülümsedi :


- « Önceden bilmiyor muydu sanki ? » dedi
Sonra geldi, Paul'un koltuğunun kenarına ilişti, sesini aı­
çalttı :
«Ben sana bir şey söyliyeyim mi, Paul? Betra.zolun za­
rarsız ibir ilaç olduğunu da, Foster'in bundan ölmediğini de ko­
cam pekala biliyordu ama, seni çekemiyordu, aramızda bir şey
olduğunu da sezmişti. Bir yandan bu kıskançlık, bir yan da
G eorge'nin kışkırtması, Fanny'nin fitlemesi.. . »
Paul elini kaldırarak : «Biliyorum, Gladys, bunların hepsi­
ni biliyorum ben, » dedi. «Yeniden anlatmaya lüzum yok. >
Gladys, memnun memnun gülümsedi :
- « Öyleyse, bugün onlara karşı kazandığın zaferden do­
layı kim!bilir ne seviniyorsundur, değil mi ?ıo
Paul yine omuz silkt i :
- «Yo. Ozamanlar nasıl onların kurdukları dolaplara, ku­
yumu kazmak için çaiba lamalarına aldırmıyorsam, şimdi de
yenilmelerinden hiçbir sevinç duyduğum yok. Ben ancak ilim
için çalışıyordum ; onun için, başka higbirşeye aldırıınıyordum.
B ugün de seviniyorsam, ancak ilme bir yardımım oldu diye se­
viniyorum. »
Gladys, ona d oğru eğilerek, kulağına fısıldar gibi : / Doğ­
ru, » dedi, «hakkın var. Bu insanların hiçbiri beş para etmez.
Ben senin yerinde olsam ne yaparım, biliyor musun, Paul? İlaç
fabrikalarından hangisi daha çok para verirse onunla anlaşı­
rım... K eşfimi oraya satarım... Bu hastaneden de çekilir gide­
rim .. »
Gladys bunları söylerken çekine çekine Paul'un yuzune
bakıyordu. Onun alacağı tavra göre sözlerini değiştirmeye ha­
z ır bulunuyordu.
Paul'da hiçbir değişiklik yoktu.
Gladys sesini daha tatlılaştırarak devam etti :

207
- c Seni başlangıçtan beri anlayabilen biri varsa o da be·
nim, Paul. Hatta, diyelbilirim ki, seni ben kendinden d aıha iyi
tanıyorum. Onun için, rica ederim bu sefer benim dediğimi
dinle : Git, uzaklaş buralardan ... »
Sonra, kulağına doğru ıbiraz daha eğilerek, dudaklarını
saçlarına dokundururcasına yaklaştı:
- «Ben de senin arkandan gelirim... "
Paul, koltuğunda, yavaş yavaş döndü. Gladys, sözleriyle
onu en sonunda harekete getirdiği için sevindi. Sarılıp öpüş­
meye hazırlandı.
Fakat Paul ıbirdenbire doğrularak kalktı, koltuktan fırlar
gibi uzaklaştı. Dönüp kadının karşısına dikildi :
- «Beni anladığını söylerken yalan söylüyorsun, sen ken­
dini bile anlayamamışsın, Gladys. Onun için� bırak bu hulya­
ları, bu eski ihtirası. Felaket bize ders vermezse, neyle usla­
nacağız?,.
Gladys onun böyle konuşacağını hiç ummamıştı ama, şa­
şırmadı da. Kendini çabucak topladı:
- «Felaketten ders almamışa bir sen benziyorsun, Paul...
Şu boyunbağına bak. Renkli, çiçekli. Hiç olımazsa siyah bir bo­
yunbağı takmalıydın. Bir gün bile yas tutmadın. Ben kızın me­
zarına her gün çiçek yolluyorum. O günden beri de siyaıhtan
başka elbi se giymedim ... "
Paul, bu balısın açılmasına canı sıkılmış gibi, başını çevi­
rip pencereye doğru gitti:
- «Bunların hepsi gösteriş, » dedi. « İnsanlar bugibi şeyleri
zaten gösteriş olsun diye, birbirlerini aldatmak, göz boyamak
iç�n icat etmişler. İçten duyulan acının dıştan bir nişaneyle
kendini belli etmeye ihtiyacı yoktur.»
Gladys söyliyecek söz bulamadı. Paul okadar sert kcnuşu­
yordu ki, bir şey söyliyecek olsa ters bir cevap verecek, arala­
rında yine kavga kopacaktı. Ozaman ise Gladys için onu elde
etmek umudu büsbütün duya düşerdi. Hatbuki o, Paul'u bu se­
vinçli günlerinde elde edemezse hiçıbi:r zaman edemiyeceğini
pek iyi biliyordu ..

208
Yalnız, Faul'un yatışmaya niyeti yoktu :
- «Hele sen ! » diyordu. « Öyle iğrenç bir mahluksun ki! »
Gladys : cFaul ! » diye haykırdı. «Kendine gel. Neler söy-
lüyorsun ! »
Faul: « Daha söyliyeceğim, ,, dedi. « Sana haddini bildirmek,
hayattaki yerini buldurmak istiyorum. Sen basit bir kadınsın . . .
Yerin d e kocanın yanı. Onun için, hayalleri , hulyaları, hırsları,
ihtirasları artık bırak da dürüst bir insan olarak yaşamaya
bak . •
Gladys'in üzerine birdenbire b i r halsizlik gelmişti. Yıkıla­
cakmış gibi yan yan giderek bir koltuğa çöktü. Ancak ozaman
k'onuşa'bildi :
- «Hakaret ediyorsun bana, Faul ! Buna müsaade ede­
mem ! »
Faul Venner : c Öyleyse çekil git karşımdan ! " diye hay-
kırdı.
Gladys, son bir kuvvetle, yine yerinden fırlad ı :
- « N e oluyorsun böyle, F aul? Deli m i oldun sen ?>
Faul, gayet ciddi: «Hayır,» dedi, « bilakis, asıl şimdi aklım
başıma geldi. Delilik edecekleri de kendine getirmeye uğra­
şacağım. Bundan sonra benim işim bu. Karşıma çıkacak olanı
tepeleyeceğim ... ,.
Gladys yine Faul'un yanına geldi:
- «Anlıyorum, Faul,» dedi. «Büyük bir sarsıntı geçirdin.
Bunun için zihnin şimdi bir hercümerç içinde. Uzun bir din­
lenmeye ihtiyacın var.»
Faul Venner, kadına u zun uzun baktı. Sonra, bu sefer hep­
sinden hızlı haykırdı :
- «Benden artık birşey umma. Daha acı ve sert karşılı k
almak istemiyorsan, bana bir kelime daha söyleme ... »
Gladys ona uzun uzun b a ktıktan sonra , içini çekti :
- «Yazık! O büyük aşkımız, ateşli sevgimiz böyle mi sona
erecekti! Çok mesut olabilirdik, Faul. Hele şimdi... Artık bu­
rada çalışmak zorunda değilsin. Nerede olsan .. . »
Faul, ayağa fırlayarak: « Yeter! • diye haykırdı

Sabah Yıldızı : 1' 209


Gladys bu sözle bütün bir maceranın kapandığını anlamış­
tı. Ne söylese, ne yapsa boştu artık. Bundan sonra o n a unut ·
mak, unutamazsa, acı acı, için için ağlamak düşüyordu. Yapa­
bileceği başka bir}ey, hiçbirşey yoktu.
Ağır ağır kapıya doğru yürüdü. Dönüp son bir defa Pa­
ul'a bakmak istedi. Bakamadı. Vücudü katılmış, boynu tutul­
muş gibiydi. Başını çeviremiyordu.
Kapıdan dışarı bir gölge gibi çıktı.

pAUL Venner, üzerinden büyük bir ağırlığı atmış giibi, ra­


hatlamış, ferahlamıştı. Gladys'e nezamandan beri son
sözü söyleyip ilgiyi ıbüsbütün kesmek istiyordu ama, fırsatını
bulamamıştı.
O gün, Gladys'in Paul'u kandıracağına çok güveniyormuş
gibi konuşması, hele Mary'nin yasını tuttuğunu ileri sürmesi,
Paul'a : «Sen onu çoktan unuttun> der gibi lakırdı edişi deli­
kanlıyı adamakıllı sinirlendirmişti. B u öfkeyle şahlanmış, ne­
z.amandır için için işleyen yarayı deşmiş, söküp atmıştı.
Artık rahattı. Mary'yi tanıdığı günden beri, eskiden böyle
bir kadını sevdiği için duyduğu utançtan da böylece kurtulmuş
oluyordu. O anda duyduğu rahatlık v� fera'hlık, daha çok, ru­
hundaki bu lekeyi temizlemiş olmaktan ileri geliyordu.
Mary'yi hatırladı. On u hatırlamadığı bir dakika yoktu za­
ten. Hastan.enin her köşesinde o vardı. Kendisinin dediği gibi,
« ŞU insan rC'lüne çıkmı.ş alçak mahlukların:. arasına o bir nur
gibi düşmüş, yüzlerini, ruhlarını aydınlatmıştı.
Hiçbiri henüz tamamiyle iyi insan değildi. Yalnız, o facia
hepsinin ruhuna öyle işlemiş, içinde öyle derin sarsıntılar uyan­
dırmıştı ki, bunu her zaman duyacaklar, üzerinde düşünecek­
lerdi. Mary, onların da içinde, çevresinde hep yaşayacak, h ep
s esini duyuracaktı.
Onlar eskiden kötülük düşünürlerken, uyıgunsuz davranır­
larken bunun doğru bir şey olmadığını akıllarına bile getir­
mezlerdi. Şimdi, belki onları yine yapacaklardı ama, kötü bir
şey yaptıklarını bileceklerdi. Düzelmenin yolunu tutmak da

210
y aptığı kötülüğün kötü olduğunu bilmekle başlardı.
Paul bunları düşünürken, içinde bir ateş kaynar gibi oldu,
yerinde duramadı, kalktı, pencerenin önüne gitti. Dışarı baktı.
Bahçe, yaz güneşinin erimiş şeker r engi sıcak aydınlığı
altında baygın bir güzellikle serilmiş yatıyordu. Çiçeklerin
herlbiri bir kor parçası, yapraklar alevdi. Güneş gökyüzünde,
dünyayı yakmak , eritmek ister gibi, bütün ateşini boşaltıyor­
du. Her yan nura boğulmuştu.
Paul bu gözkamaştırıcı aydınlıkta, bu yakıcı sıcaklıkta da
Mary'yi görüyordu. Heryerde, herşeyde onu gördüğü gibi.
- «Ü benim Sabah Yıldızı'm,» diyordu. «Ü gelinceye ka­
dar ben, derin bir karanlık içinde, yolumu şaşırmıştım, ken­
dimi şaşırmıştım, varlığımı kaybetmiştim. O bana ışık verdi,
doğru yolu gösterd i ; kendimi buldum. Ne ya·zık ki onu kaybet­
tim . . . •
Hayır, kaybetmiş de değildi. Mary şimdi onun içinde öy­
lesine yaşıyordu ki, yokluğunu hemen hemen hiç duymuyordu.
Ö
lümünden sonra ağlamayışı, yas tutmayışı da bundandı. Ma­
ry'yi daha başlangıçtan beri, çok üstün ve yüksek bir sevgiyle
sevmişti. Onda öyle bir melek güzelliği vardı ki, karşısında
ancak ruhu ve kalbi kaplayan bir istek duyuluyordu. Paul
inanmadığı birçok şeylere bu manevi kuvvetle inanmıştı.
Paul Venner bu düşüncelerdeyken, içeri GeoJ:1ge girdi.
Paul, pencerenin önünden, ağır cı.ğır arkasına dönüp ona şöyle
bir baktı, kapıya doğru yürüdü. Konuşmaya hiç niyeti yoktu ;
içi okadar dolu idi.
George : « Nereye, Paul ? > diye ona elini uııattı. · Dur biraıı:,
konuşalım.»
İ
Paul : « şim var,,. diyip, çıkmak istedi, George atılıp onu
kolundan tuttu:
- « Gel, Allaha�sen, biraz konuşalım. Bak ne söyliyece"'

ğim. »
Paııl, istemiye istemiye, döndü, gidip köşedeki koltuklara
karşılıklı oturdular.
Georıge Thorogood, Dr. Venner'e doğru uzanarak, alçak

21 1
sesle, söze başladı:
- «Glyster'in adamı sana çok yüksek fiyatla bir teklif yap-
mış, öyle m i ?
Paul dudak büktü :
Ö
- « yle. »
Gözlerini karşısındakine dikmiş, merakla, biraz da öfkeyle
bakıyordu. Geor.ge da:h a ahbapça bir tavır takındı:
- « Kabul etmedin, değil m i ? ,.
- « Hayır- >
George Thorogood, başını salladı, arkasına yaslandı:
İ
- « yi ettin. Bak benim aklıma ne geldi...·
Yeniden öne doğru eğildi, sesini de alçaltt ı :
- «Keşfini kolay kolay ve ucuza satma, azizim. Nekadar
verseler ::ı. zdır. Onun için, elinden geldiği kadar yükseğe sat­
İ
m aya bak. Mamlev laç Fabrikası'nın t!bbi araştırmalar kolu
başkanını ben tanırım. Diy<ırum ki, onunla bir konuşalım ... >
Paul yerinden fırladı:
- « Ben bugibi şeyleri konuşmak bile istemiyorum ! » diye
haykırarak, kapıya doğru atıldı.
George fırlayıp onu kolundan yakaladı:
- «Gel buraya, Paul. Kızma,,. dedi. c S enin iyiliğin için
söylüyorum. Bukadar mühim bir keşif . . » .

Paul onun sözünü kesti:


- cBunu sen m i söylüyorsun, George? B enim b u keşfimi
baltalamak istediğini unuttun mu yoks a ? Sen unuttunsa ben
unutmadım. •
George arsız arsız güldü :
- «Amma da yaptın, Paul! Nereden çıkarıyorsun bunu!
Ben seni daima t akdir ederim. Yalnız, bir ara, Mary yüzün­
den . . . >
Paul onun sözünü bitirmesini beklemeden: «Mary m i ? >
diye bağırdı.
George, sakin bir halle: c Evet» dedi. «Bilirsin ki, Mary"yle
Ö
ben de ı:ı.lakadar olurdum. nce o da bana karşı yakınlık gös­
terdi ama, sonradan sana döndü ... >

212
Paul Venner, daha fazla dinleyemedi:
- « Sus ! ıo diye haykırdı. c M ary'nin adım sen ağzına ala­
mazsın ! »
Georıge Thorogood, kollarını gogsune kavuşturarak, başını
yana eğip, şaşmış, aynı zamanda acıyormuş giıbi bir tavır ta­
kındı :
- «Aşk'olsun, Paul ! Kadın yüzünden kavga mı edeceğiz
şimdi ! Hem de ölmüş bir kadın ... »
Paul ozaman kendini büsbütün kaybetti:
- cSus ! ıo diye haykırarak George'nin üzerine atıldı, yü­
züne doğru bir yumruk savurdu.
G eorge yediği yumruğun acısından çok şaşkınlıktan : «Ay ! •
diye haykı:rıarak yanlamasına yere yıkıldı.
Paul, ö.fkeden ve heyecandan soluyarak, ,geri geri gitti,
arkasındaki koltuğun kenarına tutunarak baktı. Gözlerinin ö­
nünde, savaşmaya karar verdiği kötü insanlardan birinin daha
perişan halini görüyor, büyük bir davayı kazanmanın tadını
duyuyordu.
Geoııge Thorogood, yerde bir müddet gözleri yumulu kal­
dı. Acıdan yüzü buruşmuş, yumrukları kasılmıştı. Sonra, kıv­
Ö
ranarak, zorlukla doğruldu. Sendeleyerek ayağa kalktı. nce,
Paul'un üzerine yürüyecek gibi oldu. Sonra, vazgeçti. Azametli
bir t avır takındı.
- «Alacağın olsun ! ,, dedi. « Seninle dövüşecek d eğilim . . .
Ben ancak kendime layık olan bir sila!hla çarpışabilirim. Yum­
ruk külhanıb ey silahıdır.,.
Paul, kaşlarını çatmış, gözlerini hiç kırpmadan Dna öyle
bakıyordu :
- « Fazla söylenme,» dedi. « Çekil git karşımdan! "
George, alaylı alaylı güldü:
- « Hatırlar mısın : Bir kavıgamızda daha böyle söylemiş­
tin de hen sana kimin kimi kovduraıbilecek durumda olduğunu
h atırlatmak zorunda kalmıştım. Aynı şeyi yine hatırlatmak is­
terim . »
- «Merak etme, - dedi. «Bugün beni buradan kimseye kov-

213
durtamazsın. Demin senin söylediğin gibi, herkes şimdi benim
peşimde. Hele senin dayı bey beni hastanenin çatısı altında
tutabilmek için herşeye göz yummaya çoktan hazır.,.
George Th-0rogood sinsi sinsi gülümsedi :
- «Acaba?• dedi.
Bir şey söylemek ister gibi durdu, sonra vazgeçti.
Faul ona yeniden bir yumruk savurmaya hazırlanır gibi
davranınca, George onu eliyle durdurdu :
- cBir şey soracağım,• dedi. cMary'nin adı geçince niçin
bukadar öfkeleniyorsun ? ,.
Baul onun üzerine yeniden saldırmaktan kendini zor alı­
koydu:
- « Kapat bu bahsi dedim sana ! » diye haykırdı. cMary'yi
sen.in ve senin gibilerin anlamasına imkan yoktur. Onu sevdi­
ğini iddia ediyorsun. Yalan ! Onu sevseydin, sevebilseydin, de­
ğişir, bambaşka, iyi 'bir adam olurdun. O bu dünyay;a iyilik ge­
tirmek için gelmiş bir melekti. Onu anlayamadığımız gilbi,
hırslarımızla, ihtiraslarımızla mahvettik. Günahımızı bağışlat­
mak isıtiyorsıak, -0nun bize öğrettiklerini unutmıyacağız, o yol­
dan yürüyeceğiz. •
George Thoroogood, bunları dinlerken, yavaş yavaş ken­
dine geliyor, yine o eski alaycı, küstah halini alıyordu. Faul'un
bu son sözleri üzerine güldü :
- cDemek Mary vaız kitabını sana miras ıbıraktı ! •
Paul onun üzerine nasıl atıldığının, George de yere nasıl
yuvarlandığının farkında olmadı. ..

y.ERDE boğuşurlarken içeri Gladys girdi :


- c Ne yapıyorsun, Faul ! • diye haykırarak atıldı, onu
kolundan tutup çekmeye çalıştı.
Faul Venner, George'yi altına almış, boğacak gibi boğazını
sıkıyordu. Kendisi de mosmor kesilmiş, titriyordu. Gladys'in
farkında bile olmadı.
Sonra, birdenbire bir şey hatırlamış gfui, doğruldu. Kol­
ları gevşemiş, elleri iki yanına sarkmıştı.

214
Mary'yi hatırlamıştı. Mary şimdi oI1ada olsa onun bu ha·
reketini şüphesiz hiç beyenmezdi.
Kalktı. Arkadaşına elini uzatarak kolundan tuttu, kalkmı:ı_­
sına yardım etti.
- «Afedersin, George,» dedi.
Gladys de George Thorogood'un öbür kolundan tutmuştu.
Beraber getirip bir koltuğa oturttular.
Paul tekrar : «Afet beni, George,ı• dedi. «Bukadar Heri git­
mek istemezdim. Hislerime kapıldım. Yalnız, bu senden çok
İ
bana ders oldu. Ben de hala d e ğişmemişim... çimde hala kötü
bir taraf kalmış ... ,.
Fırlayıp odadan dışarı çıktı.
Taşlıkta, gürültüye koşanlara rastlad ı : Jennie, arkasından
lJr. Drewett geliyorlardı.
Paul Venner h astabakıcı kıza : « Git iı;eri, sana ihtiyacı

o-

ıan biri var orada,» dedi.

Geçip gidiyordu. Dr. Drewett kolundan tutup yakaladı :


- «Ne oluyor, Fıaul, oğlum ? Nedir bu hal ? ıo diye sordu.
İıh
Paul Venner konuşamıyacak kadar heyecanlıydı. tiyar
dostu üstelemedi. Koluna girip onu aldı, bahçeye çıkardı. Ora­
dan koruya doğru gittiler. Yaz s ıcağından bir ağaç kümesinin
altında saklanmış gölgelik bir yere oturdular.
Ö
Paul otların üzerine kendini pek bitap bir halde attı. nce
yüzü-koyun kapanıp başını kollarının arasına gömdü. Hıçkı­
rır giıbi sık sık soluk alıyordu. Sonra, arka-üstü döndü, gözle­
rini sonsuz derinliklerin masmavi enıginine dikti.
Dr. Drewett hala konuşmamış, onu konuşturmaya da ça­
lışmamıştı. Genç adamın yanıbaşına oturmuş, bir eline daya­
narak, yana doğru uzanmıştı. Paul Venner'in yüzüne bakar­
ken göz1'erinde öfkeyle sevgi birbirine karışıyordu.
Aradl=ı.n dakikalar geçtikten sonra Paul ona doğru döndü :
- « Senden de af dilerim, hoca,» dedi.
Dr. Drewett olup bitenleri bilmiyordu ama, biliyormuş da
Paul'u haklı buluyormuş gibi, onun kusurunu hoş görmeye

2 15
çoktan hazırdı. Çünkü o, Paul Venner'in bir gün Mary'ye de­
diği gibi, «heyecansız,. bir adamdı.
Babaca gülümseyerek : « Neden dolayı, oğlum ? ,. diye sordu.
Paul'un gözleri yine boşluklara dalmıştı:
- «Çok kötü hareket ettim,• dedi.
Sonra, Dr. Thorogood'la arasında geçenleri anlattı. Hep
kendini kabahatli gösterecek şekilde konuşuyordu.
Sonunda : « Senden de şunun için af dilerim, Doktor Dre ·
wett,» dedi: «Mary'yi bu dünyada benden ba?ka kimse anla­
yamaz, dedim George'ye. Bunu söylerken seni unuttum. Af­
edersin. Evet, sen de Mary'yi anlamıştın ve seviyordun. Zaten,
onu sevebilmek için �mlamak lazımdı; anladıktan sonra da
sevmemek kabil değildi. ,.
İhtiyarın gözleri dolu dolu olmuştu. O heyecansız adam,
hayatta türlü şey görmüş, türlü felakete uğramış, artık her­
şeye kanıksamış adam, belki yıllardan beri ilk defa olarak
yüreğinin sızladığını duyuyordu.
Dr. Mary Murray şimdi onun da gözü önünde canlanmıştı.
Bir kış günü hastaneye gelişi, herkese yardım etmek, herkesi
sevmek için çı.rpınışı, sonra çevresindekilerden çoğunun ne
kötü insanlar olduğunu öğrendikçe oradan uzaklaşmak iste­
yişi...
Sonra, Paul'u sevmiş, onun dünyaya kapalı kalbine de sev­
gi ateşinin sıcaklığını duyurmuştu. Türlü ihtirasın gizliden
gizliye kaynaştığı bu çatı altından onu da çekip kurtarmak,
kendisinin temiz bir gayeyle gideceği uzak diyara götürmek
istemişti. Bu arada Paul'un çalışmalarında ona büyük bir des­
tek olmuş, ona kuvvet ve cesaret vermişti. Sonra ...
Sonra, büyük facia kopmuştu. Mary, yine Paul'u kurtar ·
mak için kendi canını hiçe saymış, alevler arasına atılarak, o­
na bugünkü başarısını sağlayan kağıtları yanıp kül olmaktan
korumuştu.
Dr. Drewett, dalgın dalgın, alçak sesle: « Severdim,> dedi,
c Mary'yi kızım gibi severdim. Seni de oğlum gibi severim. Hani
kimi babalar vardır, oğullarının kusurlarını görürler, canları

216
sıkılır ama, bunları düzeltmesini bile söyleyemezler, çünkü
oğlan değişirse bütün sfürini kayıbedecekmiş, yabancı biri olu­
İ
verecekmiş gibi gelir onlara, korkarlar ... şte ben de seni böyle
bir baba sevgisiyle severim...
«Birbirinizi sevdiğinizi öğrendiğim zaman da çok sevin­
dim. Yine, yaramaz oğluna onu adam edecek iyi bir kız bulmuş
bir babanın s evinciydi bu. Hayalimde sizin saadetinizi kuruyor,
bu hayalle ben de mesut cluyordum ... »
th
tiyarın gözleri yine yaşarmıştı. Faul bunun farkındaydı ;
onun için, göz göze gelmemeye çalışıyordu. Doğrulup, yamba­
şındaki otlarla oynamaya başladı. Bulunduğu yere güneş gel­
mişti. Yaprakların arasından süzülen sıcak ışık yüzünü tatlı
bir alevle yakıyordu. Faul, gözlerini kapayarak, kendini güneşe
verdi. Gözkapaklarının ardından gördüğü kızıllık ona mukad­
d es bir alev giibi gel iyordu : Kendi_n i bu alevde yakm:ık, güne­
şin geldiği şu uçsuz ve sonsuz boşluklara , ebediyet alemine ka­
rışıp gitmek istiyordu.
Ne konuştuklarını unutmuştu.
Kendi kendine konuşur gibi, a l �ak s&lc : «Ne g i.i.lünç şey-
miş ! » dedi.
Dr. Drewett, merakla sordu:
- « Nedir o gülünç olan, Faul? ,.
- «Bir avuç topraktan ibaret olduğumuz v e yine bir avu�
t oprak olarak kalacağımız inancı. Bu bir avuç maddenin içinde
ve üstünde ruh denen bir şeyin bulunduğuna inanıyorum ar­
tık. Beni buna Mary inandırdı. »
Dr. Drewett birşey söylemedi. Bunu, karşısında ancak sus­
makla kalınacak büyük bir gerçek olarak kabul eder gibiydi.
Hiç konuşmadan, dakikalarca, öyle oturdular. Uzaktan u­
zağa, hastaneden sesler geliyordu: Telefon sık sık çalıyor, ayak
sesleri oradan oraya koşu-ıuyor, kapılar açılıp kapanıyordu.
Bunların hiçlbiri cnları ilgilendi rmiyordu. Bambaşka bir alem­
deydiler şimdi onlar. . .

217
İ İ
ENN E'N N seslenmesine doğruldular:
J - «Doktor Venner ! Doktor Venner ? » sesi hastanenin
kapısından, yaklaşa yaklaşa, ta onların b ulunduğu köşeye ka­
dar gelmişti. Hastabakıcı kız, Dr. Venner'i herbir yanda ara­
mış, en sonunda korunun bu yanına doğru uzanmıştı.
Faul, kendine karşı büyük bir güven duymaya başlamış
bir insan haliyle, hemen ayağa fırladı, ağaçların arasından or­
taya çıktı:
- « N e var, Jennie ? »
Kızcağız onu bulduğuna okadar sevinmişti ki, önce, göz­
lerine inanamıyormuş gibi bakakaldı. Sonra, derin bir nefes
aldı :
- « Çok şükür buldum sizi, Doktor Venner,» dedi. «Telefon
üstüne telefon çalıy{)r, hep sizi arıyorlar. Ayrıca, birileri daha
geldi. Başhekim sizi aramaya beni yolladı. Bulamıyacağım sa­
:nıyordmn . . . "

Faul Venner gülümsedi:


- «Buradayım. Nereye gideceğim ? »
J eıınie, yok yere bir şeyden kuşkulanmış d a sonra utanmış
gibıi, başını önüne eğdi:

- « G eliyorsunuz, değil mi, Doktor Venner ? » diye sordu.


Faul Venner: cGeliyorum, hadi sen git, Jennie, ,. dedi.
Kız koşa koşa uzak1aşırken, Dr. Drewett de ayağa kalktı.
Beraber hastaneye döndüler.

Dr. Faul Venner kendisini bekleyen bütün telefonlara,


ilaç fabrikalarının mümessillerine, hastanelerden gelen teklif
telgraflarına, hepsine « hayır,. cevabı verdi, gazetecilerle çok kı­
sa kDnuştu, hemen hemen hiçıbirşey söylemedi.

Londra'dan Glyster'in kendisi kalkmış, Farchester'e gelmi�


ti, oradan telefon ediyor, öğle yemeğine şehirde bir lokantada
beklediğini söylüyordu.
Dr. Venner: «Yazık! Ben bugün öğle yemeği yememeye ka­
rar verdim,,. dedi.
Gazcteci:t'erden birinin : c Şimdi ne yapmak niyetindesiniz ? ,,

218
sualine: «Çok iyi bir şey,ıt diye cevap verdi.
Öğle yemeğinde sofrada Dr. Drewett'le ikisi vardı: Fanny
Hemşire odasında, hasta, yatıyordu. George de od2sma kapan­
m ıştı. Bu yalnızlığı ne Drewett yadırıgamıştı, ne de Paul. İki�i
de yine gözlerinin önünde ufku yeni açılan dünyada yaşıyıor ­
lardı.
Hemen hemen hiç konuşmadan, biriki l-0kma birşey yediler,
sonra köşedeki masaya çekildiler. Dr. Drewett piposunu yaktı,
Paul da bir cıgara aldı, dudaklarının arasına sıkıştırdı, yakma­
dı. Dalgın dalgın konuşm ayıa başladı :
- «İnsanın, ömrü boyunca, türlü hadiselerden, okudukla­
rından, gördüklerinden edindiği düşünceleri, böylece ortaya çı­
kan bütün varlığı bir an içinde öyle değişebiliyor ki ! Bunu ibana
başkası söylese inanmazdım, gülerdim. Kendimde gördüm, şaş­
tım. •
Sesi gittıkçe heyecanlanıyor, titriyor, b·:ı·ğuklaşıyordu.
- ·Bu büyük değişiklik, büyük hadise, mucize, Mary'yi a­
levler içinde kollarıma aldığım anda oldu. Gözlerinde son ha­
yat parıltısıyla \bana bakarken, ne ulu bir şeye inandığını anla­
dım. Bu dünyadan ölerek değil, yeniden doğarak gidiyordu.
«Ü bakışları unutamam. Diyebilirim ki, o ana :rn�ar onu
çok az sevmiştim, asıl sevm2ye şimdi başlıyordum. Gözlerini ka­
parken bana öyle bakıyordu ki, bu bakışlarla onun ruhu bana
geçti. Şimdi onu ben içimde, damarlarımda, kanımda, bütün
varlığımda hissediyorum.
«Eskiden, birleşmeye çalışan, iki ayrı varlıktık; artık, be­
nim bedenim içinde onun ruhuyla, birtek varlığız ... •
Dr. Drewett, önce pek lakayıt ibir halle d inlerken, sonra
sonra bakışları canlanmış, gözleri dikkatle delikanlının yüzüne
dikilmişti. Yüzündeki o hiç eksik olmayan acı gülümseme da­
ğılmış, yerine derin bir haz duyar gibi tatlı bir ifade gelmişti.
Sonunda, ağır ağır başını salladı:
- «�kın böylesi ne güzel! Ne büyük, ne yüksek sevgi bu!
Ne multu sana ki, insanları yere ibağlayan, boyunlarını eğip
başlarını toprağa sürten bayağı duygulardan kendini kurtarıp

219
böyle bir yüceliğe ulaşabildin! Mesutsun, değil mi, oğlum ? »
Faul Venner: « Çok mesudum,,. dedi. ·Eskiden saadeti dü ­
�.ünürken hiç aklıma gelmemiş derecede mesudum . • ..

İ
Çocuk gibi, sevinçle yerıinden fırladı. çi içine sığmıyor, bir­
yerde duramıyordu. Odadan çıktı, taşlıktan hızla geçti, basa­
makları ikişer ikişer atlayarak yukarı koştu. Odasına girip be­
yaz gömleğini giydi. Koğuşa gidiyordu.
İ
çeri girerken J ennie'ye rastladı, kolundan tutup kızı he­
men bir kenara çekti :
- « Çabuk b enim elbiselerimi, ötemi-!berimi topla, b avulla­
ra yerleştir, ben hastalarıma son bir defa bakayım, geliyorum . . »

dedi.
Okadar çabuk çabuk konuşuyordu ki, hepsini bir nefeste
söyledi. Jennie, anlayamamış gibi, bakıyordu.
- « Hadi, Jennie, sana söylüyorum,,. dedi.
Kız, kekeleyerek : « Bir ... bir yere mi gidiyorsunuz, Doktor
Venner ? " diye sordu.
Faul Venner : «Evet,,. dedi, cLcndra'ya gidiyorum. Yalnız,
henüz kimse duymasın. Hastalarımın önceden haber almasını
istemem ... "

İ
çeri daldı. Jennie, bir müddet daha, kapının önünde kaldı.
Sonra, doktorun söylediklerini daha yeni anlamış gibi, birden­
bire fırladı. Venner'in odasına koştu.

Ö G
LEDEN sonra saat üçe doğruydu. Hastaneyi derin bir ses-
sizlik kaplamıştı. Sıcak yaz günü, yavaş yavaş gelen, top­
lanıp biriken koyu renk bulutların ağırlığıyla bir kat daha dur­
gun bir hal almıştı. Sanki bulutlar, görünmeden, sinsice, yere
inip oraya-iburaya girmiıler, köşelere, bucaklara sokulmuşlar,
sesleri, gürültüleri boğmuşlardı.
Krırudaki ağaçları daıha koyu bir yeşil bürümüş, çimenlerin
üzerine bir gölge inmişti. Çiçekler, bardaktan boşanırcasına bir
y ağmur bekleyerek korkar gföi, olduklar ı yere sinmişler, yap­
raklarının arasına çekilmişlerdi.
Dr. Bragg, odasında, masasına abanmış, Faul Venner'in

220
«Medical Journal» da çıkan makalesini okuyordu. Ara-sıra, bur­
nunun ucuna kadar düşen gözlüğünü düzeltiyor, dudaklarını
kıpırdata kıpırdata yeniden okumaya koyuluyordu .
. Gladys, yatağına uzanmış, elinde bir aşk romanı, dalgın
dalgın okuyordu. Zihninde, okuduklarından çok, kendi hayal­
lerinin canlandığı 'belliydi. Arada-bir kaşlarını çatıp gözlerini
pencereden dışarı diktiği oluyor; sonra, aklına gelenleri unut­
maya çalışır gibi, kendini zorlayarak yine kitabına dönüyordu.
Fanny Leeming'in sinirleri hala düzelmemişti. Yalnız, en
kızdığı şey, bu hasta halinde kimsenin ona bakmaya gelmeyi­
şiydi. Dr. Thorogood'la Jennie onu getirip yatağına yatırmışlar,
İ
sonra kaybolmuşlardı. Hele Jennie'ye öyle kızıyordu ki! yi olup
ayağa kalkar kalkmaz ilk işi bu kızı hastaneden kovdurmak
olacaktı. Yahut, kendisi çıkıp gitse daha iyi olmaz mıydı ? La­
boratuvarın, tam kendisine verileceğini um duğu anda;· yine Dr.
Venner'e verilmesi dayanılır şey değildi. Orada bu zrpçıktığının
çalıştığını gördükçe hafakanlar basacaktı.
Yalnız, acaba yeni bir oyun düşünse, mesela G la dys'le Paul
Venner'i Başhekime kendi eliyle yakalatsa nasıl olurdu acaba?
Oyalanacak yeni bir şey bulduğuna sevinmiş gibi, gözleri par­
ladı, yatağında şöyle bir doğrularak, sinsi bir gülümseyişle, dü­
şünmeye başladı.
George Thorogoo d da başka bir alemdeydi. Hala, Paul'u
kandırıp, keşfini bir ilaç fabrikasına satmakta kendisinin ön­
ayak olaıbileceğini düşünüyor, böylece onunla barışabileceğini
umuyordu ; çünkü, ondan yediğ.i yumrukların acısını hala ora­
sında-burasında duyuy.:ı rdu. Yaradılış bakımından da, ısıramıya­
cağı eli öpüp başına koymak taraflı5ıydı. Paul Venner'le barışa­
mıyacak olursa bu hastanede kendisine rahat..huzur olmadığını
pek iyi biliyordu.
Oturma odasında bir, Dr. Drewett vardı. Yine herzamanki
yerine oturmuştu Rma, artık iskambil falı açmıyordu. Faciadan
beri buna töıvıbe etmiş gLbiydi. «Yarının, öbürgünün gazetesini »
okumaktan va.z,geçmişti artık. Tükendiğini sandığı yaşama gü ­
cünü yeniden bulmuştu. Dünü, yarını bırakıp günün işleriyle

22 1
uğraşacak, kendini bunlara daha çok verecekti.
Paul Venner içeri girince Drewett onu önce gülümseyerek
karşıladı. Sonra, kaşlarını çatıp dikkatle ıbaktı :
- c Ne o, Paul? Giyinmi.şsin. Nerey e ? •
Paul Venner, b u sevgili d'Ostunu üzeceği için çekiniyormuş
gibi, duraladı. Sonra, ona doğru gelip yanına oturdu. Gözlerinin
i çine bakarak gülümsedi:
- « Gidiyorum ... •
Dr. Drewett, boynunu k ısıp başını kaldırarak, gözlerini açıp
ona dikerek, şaşkın şaşkın bir şey sorar gibi baktı.
Dr. Venner, daha tatlı t atlı ve ahbapça· gülümseyerek, bu
sessiz soruya cevap verdi:
- cLondra'ya ... Oradan da, Çin'e.•
Dr. Drewett önce bir duraladı.
Sonra, b!r düşünceye cfolm1ş gi•hi, al �ak sesle: «Çin'e mi?ıo
diye sordu.
Paul : «Evet,,, dedi, « Çin'e . Orada Mary'nın sevdikleri, Ma­
ry'yi sevenler var ... •
Bakışları durgunlaştı. Sonra yeniden canlandı. Ayağa kalk-
tı. Parmağındaki yüzüğü elledi. Gülümsedi :
- « Mary'yle beraber gidiyoruz ... • dedi.
Pencereye doğru gitti, dışarıya baktı.
Dr. Drewett d e, kalkıp, geldi onun yanıbaşında durdu. Elini
İ
omuzuna attı. kisi de alçalan kara ıbulutlara baktılar.
Drewett: "Yağmur yağacak,• dedi.
Paul başını salladı:
- «Evet. Telefon ettim, araba şimdi neredeyse gelir ... •

Güven Basım ve Yay ınevi - Vasıf Ülkü - İ stan bul, 1 959

222
CRO�İN'in
en son,

en güzel

romanı:

B i R A S, K U Ö R U N A '!
Çeviren:
ı
Vahdet G ÜL TEKİN
Ü N Ü M ÜZ Ü N
G
say ı l ı yazarlarından b i r i olan Cronin'in her yeni
romanı bütün d ü nyaca merakla b e k l e n i r, ç ı k ı nca da sevi n ç l e
.
kar§ ı l a n ı r. Y a l n ı z, büyük yaza r ı n e n s o n eseri o lan B i R AŞK
U G R U N A b u n d a n önce k i l e r i n a n c a k pek az ı n a n a s i p olan m ü stesna
b i r i l g i ve hayran l ı k l a karş ı l a n d ı . Ç ü nkü Cron i n bu roman ı nda, b i rçok
m ü nekkitlerin tesl i m etti kleri g i b i •sanat ı n ı n zirvesi n e u l aşm ı ı• b u l u ­
n uyor.
Doğru b u l duğu yolda hiç �aşmadan, y ı l madan yü rüyen, bu yüzden
korkunç teh l i ke le ri göze alara k tek ba�ına cesaretle çarpışan bir adam:
Henry Page; geçm i �teki hayat ı n ı ve utanç verici s ı rr ı n ı u n utmaya ça l ı ­
şan basit fakat yü ksek r u h l u b i r genç kad ı n : Cora; yuvas ı n ı v e mev­
kiini kaybetmekten korkan maddi d üş ü nce l i bir kad ı n - H e n ry'n i n
karısı - Alice; kendi kend i n e yarattığı veh i m leri n esiri olan b i r del i ­
knn l ı - Henry'n i n o ğ l u - Dav i d ; v e n i hayet kızı: g ü n ü m üzün süsten,
l ü ksten başka b i rşey d ü ş ü n m iyen avare gençleri nden b i r i : Dorothy...
Bu kahramanları pek az romanda rastlanacak kadar merak l ı,
sarıcı b i r konu için de, kalp sızlatıcı macera lar arasında yaşatan Cro­
n i n' i n b u roma n ı kütüphanenizin �e ref kö�esine k o n u l maya layık m ü s ·
tesna b i r eserdir.
ciltli, beş renk ceket kaplı. - 10 L.
S-' 1111111111111111111111111111111111111111111111111111111.ııııııııııııııııııııııııııııııııııııııııııııııııııııııııııııııııııııııııııııııuıııınıııııı,�

� Sagzn Okurlarımıza
o KURLARINA bir insanın hayatında pek zor elde
'=--
edebileceği iyi bir kütüphane kazandırmak eme­
liyle kurulan ŞAHESER ROMANLAR bu gaye-
sini her kitabıyla bir kere daha ispat ettiğini iftiharla iddia
edebilir. Şimdiye kadar çıkan ondört ŞAHESER ROMANı
teker teker elden geçirirseniz bunu siz de teslim edersiniz.
En büyük yazarların en güzel eserlerini memleketimizin
en muktedir mütercimlerine, asıllarına en sadık tercümeyle,
en temiz türkçeyle çevirterek nefis, sağlam ciltler içinde,
beşrenk resimli kapaklar arasında sizlere sunan, böylece,
dünün ve bugünün okunmaya ve saklanmaya değer eserlerini
bir araya toplayan ŞAHESER ROMANLAR okuma ihtiyacı·
nızı en özlü bir şekilde karşıladığı gibi evinizde herkese göğ­
sünüz kabararak gör terebileceğiniz bir ziynet köşesi de sağ­
lamış bulunuyor.
« Harp ve Sulh» , «Notre DamE"O' ın Kamburu» , «Gelin Tacı» ,
« Her Kadın Gibi » . «Aşktan da Üstün» gibi, bütün dünyada
her yeni neslin büyük bir zevkle okuduğu klasik romanlal' ;
«Silahlara Veda» , «Seni Sevmek Kaderim» , « Bir Başka Ka-
- dm,/ gibi bugünkü büyük romancıların daha şimdiden kla­
sikleşmiş ererlerinden seçilmiş modern romanlar ; «Sabah
Yıldızı» , « Bir Aşk Uğruna» , « Bahar Ateşi» , «Melissa» ,
«Büyülü Çiçek » , « İhtiras Enginleri» gibi Avrupa ve A m e ­
rika' da son yılların en yüksek satış rekorlarına ulaşmış günün
meşhur romanları Türk okurlarına hep bu seride sunul­
muştur.
Henüz pek kısa olan yayın hayatında çok seçme ve öz-

-·�:_= l:��� �
lü eserler vermiş olan ŞAHESER ROMANLARın bundan

i
a size aynı değerde eserler vereceğinden emin olabi­
z
GereK "J:,u romanl.aı-, ge"·ek Güven Yayınevinin diğer kitapları hak­
kında daha geni� bilgi edinmek isteyen okurlarımız bize adreslerini
bildirdikleri takdirde u m umi kataloğumuz ÜCRETSİZ olarak derhal
gönderilir.

Ayrıca, bulundukları yerde kitaplarımızı temin edemiyen okurla-


rımız, bunların bedellerini posta pulu olarak gönderirlerse sipariş­
leri kahhütlü olarak adreslerine derhal yollanır. Ancak, tutarı 25
lirayı geçen siparişleri posta ödemeli olarak gönderebiliriz. Bunun
için bize istediğiniz ki taplarımızın adlarını bildirmeniz kafidir. Parastnl
postadan paketi alırken ödersiniz. =
�1111111111111111111111111111ıı111111111111111111 11111111111111111111111111111111111111111ııı1111111 1111111111uıııııııııııı11ııııııııııııııııııııı ı 1�

You might also like