You are on page 1of 180

ISBN 975-405-137-2

9
1 11 1 1 1 1 1 1 1 1 1 1 1 1
789 7 54 0 513 77
ALTIN KİTAPLAR
YAYINEVİ
KiTABIN ÜRİJİNAL Aoı
CURTAIN

YAYIN HAKLARI
AGATHA CHRISTIE
AKCALI TELİF HAKLAR! AJANS!
ALTIN KİTAPLAR YAYINEVİ
VE TİCARET A.Ş. ©

KAPAK
SELÇUK ÖZDOCAN

BASKI
3. BASIM/ MAYIS 2005
AJ>_DENİZ YAYINCILIK A.Ş.
Matbaacılar Sitesi No: 83
Bağcılar - İstanbul

BU KİTABIN HER TÜRLÜ YAYIN HAKLARI


FİKİR VE SANAT ESERLERİ YASASI GERECİNCE
ALTIN KİTAPLAR YAYINEVİ VE TİCARET A.Ş.'YE AİTTİR.

ISBN 975 - 405 - 137 - 2

ALTIN KİTAPLAR YAYINEVİ


Celal Ferdi Gökçay Sk. Nebioğlu İşhanı
Cağaloğlu - İstanbul

Tel: 0.212.513 63 65 / 526 80 12


0.212.520 62 46 / 513 65 18
Faks: 0.212.526 80 il

hıtp://www.altinkitaplar.com.tr
info@altinkitaplar.com.tr

---- ---- - 1 .
AGATHA CHRISTIE

... VE PERDE İNDİ

TÜRKÇESİ
GÖNÜLSUVEREN
STYLES KÖŞKÜNDE BULUŞANLAR:

Arthur Hastings : Poi rot' n u n eski arkadaş ı . Saf bir adam d ı .


George Luttrell : Yaşl ı , dalgı n b i r ada m . Fazla uysald ı .
Daisy Luttrell : George'un karı s ı . Gitgide şi rretleşiyord u .
Judith Hastings : Arth u r Hastings'i n k ı z ı . Çok ciddi v e içine
kapan ı kt ı .
John Franklin : Genç b i r doktor. İ şine çok bağ l ı yd ı .
Barbara Franklin : Doktoru n karı s ı . Çok h assas olduğunu söy­
l üyord u .
William Boyd-Carrington : Yaşl ı ca, yakışıklı b i r adam. Biraz u n utkan ­
dı.
Elizabeth Cole : Güzel b i r kad ı n . Ü zgü n v e dertli gibiyd i .
Stephen Norton : Orta yaş l ı , sessiz v e silik b i r tip.
Kuşlara düşkü n d ü .
Allerton : Erkeklerin sinirlendiği, kad ı nları n beğend i ­
ği bir çapk ı n .
Hemşire Craven : K ı z ı l saçl ı , güzel ve sağ l ıkl ı b i r kızd ı . Gö­
zünden b i r şey kaç m ı yo rd u .

ve

H E RC U LE POI ROT

- 5-
HERCULE POIROT'NUN ELİNDE ŞU İPUÇLAR! VARDI:

• Othello . . .
• B i r fas u lye . . .
• Bi r piyes . . .

• Bi r peruk . . .
• B i r d ü rbü n . . .
• B i r kaza . . .
• Bi r randevu . . .
• B i r m ektu p . . .
• B i r h ikaye . . .

• B i r iddia . . .

POIROT, OLAYIN ESRARINI ÇÖZE BİLMEK İÇİN ŞU


SORULAR! CEVAPLANDIRMAK ZORUNDAYDI:

•O eski ci nayetleri n a ras ı nda n as ı l b i r bağ vard ı ?


• X . şimdi nerdeyd i ?
• G i z l i kati l i n tekniği neden müke m meldi ?
• Barba ra Frankli n , l aboratuvardan ne al m ışt ı ?
eJudith gerçekten Allerton'a kanacak m ı yd ı ?
• Hemşire neden öfkelenmişti ?
• N o rton d ü rb ü n l e ne görmüşt ü ?
• Luttre l l karı s ı n ı gerçekten tavşan m ı san m ı ştı ?
• Kazan ı n arkas ı nda ne gizliyd i ?
• D r. Frankl i n ' i n n e derdi vard ı ?

- 6-
1

Geçmişteki bi r olayı ye niden yaşad ı ğ ı veya bir heyecan ı tekrar


h issettiği zaman h ayretle karı ş ı k ani b i r s ı z ı duymayan var m ı d ı r?
" Ben bunu daha önce de yapmıştım ... "

Neden bu sözler i n s a n ı dai m a deri nden sarsar?


i şte ben de trende otu rmuş, o d ü m d ü z uzanan Essex k ı rları n ı sey­
rederken kendi kend i m e soruyord u m .
Ayn ı yolcu luğu ne kadar önce yapm ı ştı m ? O s ı rada gü l ü nçtü , a m a
yaşa m ı n en güzel döne m i n i n s o n a ermiş olduğunu düşü nüyord u m .
Dai ma "Büyük Savaş" ol arak a n ı msayacağ ı m . O savaşta yaralan m ı ş­
t ı m . U m utsuzca çarp ı ş m aları n s i l i p götürdüğü o savaşta . . .
O y ı l larda genç Art h u r H asti ngs ' i n a rt ı k yaşlan m ı ş ve olgu nlaşm ı ş
olduğunu san ı yo rd u m . H ayatı m ı n o s ı rada henüz yeni başl a m ı ş o l d u ­
ğ u n u n pek fark ı nda değildi m .
O gü n h ayat ı m ı yoğ u ru p şeki l ve recek olan bir i nsanla karş ı l aş­
m a k için yap ıyord u m o yolcu l u ğ u . Ama bunu bi l m iyord u m tab i i . As l ı n­
da eski dostu m Jo h n Cavendish'lero kal m aya gidiyord u m . J o h n ' u n an­
nesi son zaman larda yeniden evle n m i ş Styles ad l ı bi r köşke yerleşmiş­
ti. Eski dostlukları hoş bi r şekilde tazeleyecekti m . Bütü n düşündüğüm
buyd u . K ı s a bi r s ü re so n ra karmakarı ş ı k , esrarl ı b i r ci n ayeti n karanl ı k
deri n l i kleri ne dalacağ ı m ı nereden bi lebi l i rd i m ki ?
Styles Köşkü 'nde, d ah a ö nce Belçi ka'da tan ı ş m ı ş olduğu m o aca­
yip, ufak tefek adamla, H e rcule Poi rot'yl a karş ı laşm ı ştı m .
Köy yolundan h afifçe sekerek ç ı ka n o pos b ı y ı k l ı adam ı görd ü ğ ü m
zaman d u ydu ğ u m şaşk ı n l ığı h ala a n ı m s ı yoru m .

- 7 -
Hercule Poirot! O g ü n lerden sonra Belçi kal ı ben i m en yak ı n arka­
daş ı m o l m uştu . Beni etki leyerek, hayat ı m a yön ve rmişti. Onunla birlikte ,
yine başka bir kati l i n izinden giderken, sonradan karı m olan genç kızla
tan ışm ı ştı m . Bir erkeğ i n ondan daha sad ı k ve tatlı bir eşi olamazd ı .
Karı m şimdi Arjanti n topraklarında yatıyord u . İ stediği şeki lde öl­
müştü . Uzu n u z u n acı çekmeden, yaşl ı l ı k yüzünden çöküp bitki n leş­
mede n . Ama geride ço k yal n ı z ve m utsuz bir e rkek b ı rakm ıştı .
Ah . . . Geri dönebi lseyd i m . . . H ayatı m ı yeniden yaşayabilseyd i m . . .
Bu Styles Köşkü ' ne i l k geldi ğ i m y ı l o lsayd ı . . . O zamandan bu yana n e
değişiklikler o l m uştu ? Tan ı d ı k yüzlerde n baz ı ları s i l i n m i şti. Caven­
dish' ler, Styles Köşkü ' n ü sat m ı şlard ı . J o h n C avendish ö l m üştü . Karıs ı
Mary, o çekici, esra rl ı kad ı n , hala sağd ı . Devo n s h i re'da otu ruyord u ar­
t ı k. Laurence ise, kar ı s ı ve çocuklarıyla G ü n ey Afri ka'ya yerleşm i şti .
Değişikl i kler. . . Değ işiklikler. . . Her yerde değişikli kler ol uyordu.
Ama işin garibi bir tek şey eskisi gibiyd i . Ben yine Styles Köşkü ' n e ,
Hercu le Poi rot'yla b u l uş m aya gidiyo rd u m .
Ü stünde, "Styles Köşkü Essex" yaz ı l ı m e ktubu ald ı ğ ı m zaman n e
kadar şaş ı rm ı şt ı m .
Eski arkadaş ı m ı hemen hemen b i r y ı ldan beri görmem i şti m . Onun­
la son karş ı laşm am ı zda çok sars ı l m ı ş ve üzü l m üştü m . Poirot çok yaş l ı
b i r adamd ı art ı k . A rtröz yüzünden bayağ ı sakat gibiyd i . Sağ l ı ğ ı n ı n d ü ­
zeleceğ i n i u m arak M ı s ı r'a gitmişti . Ama mektubunda aç ı kl ad ı ğ ı n a göre
sağ l ı ğ ı daha da bozuk bir halde İ ngi ltere'ye d ö n m üştü . Ama m ektub u
yine de neşeliyd i .

"Mektubu yazd ı ğ ı m adres seni merakland ı rm a d ı m ı , dostu m ? Bu


yer eski h atı raları n can lanmas ı n a neden o luyor. Ö yle değil mi? Evet,
ben bu rda, Styles Köşkü 'nde kal ıyoru m . Düşü n , b u rası a rt ı k 'pansiyon'
denilen o yerlerden . Buras ı n ı tam tipik bir İ ngi liz olan yaş l ı bir albay yö­
netiyor. Eski tarzda, Hindistan'da geçi rdiği y ı l ları n etkisinde kal m ı ş b i r
ada m . Ama açı kças ı pansiyo n u n para geti rmesi n i sağlayan albay ı n ka­
rıs ı . İyi bir idareci ama zeh i rli bir d i l i var. Zava l l ı albay da bu yüzden çok
ı st ı rap çekiyor. Ben adam ı n yeri nde olsayd ı m , kad ı n ı baltayla keserd i m !

- 8-
Pansiyo n u n i l a n ı n ı gazetede görd ü m . Ve o zaman bu ü lkede i lk
yuvam olan bu yeri tekrar gö rmek isteğ i ne kapı ld ı m . İ ns a n beni m yaş ı ­
m a gel i nce geçmişi yeniden yaşamaktan zevk a l ı yo r.
Düşü n , ondan so n ra bu rada bir beyefendiyle karş ı laşt ı m . Bu asil
ada m , k ı z ı n ı n patro n u n u n ahbab ı . (Bu cü m le bi raz Frans ı zca ders ki ­
tapları nda okudukları m ıza benzed i , değ i l m i ?)
Ada m ı görür görmez hemen bir şey tasarlad ı m . Sözünü ettiğ i m kim ­
s e Frankl i n ' leri yaz ı burada geçirmeleri için i k n a etmeye çal ı ş ı yord u . As­
l ı nda ben de seni kan d ı racağ ı m . Böylece hep bir arada olacağ ı z . B i r ai­
le gibi . Çok hoşu m a gidecek. İ şte o n u n içi n , sevgi l i HastingS\c i ği m , ça­
bucak bu raya gel . Sen i n içi n banyolu bir oda ay ı rtt ı m . (Anlayacağ ı n
sevgi l i , eski Styles m odernleşti ri l m i ş artık.) Albay ı n kar ı s ı Bayan Lutt­
rell ' le de pazarl ık etti m . Son u nda m aku l b i r fiyat ü zeri nde an laştık.
Frankli n ' lerle sen i n sevi m l i Judith bu raya gelel i bi rkaç gün oldu.
Her şey h az ı r a rtık. O n u n içi n m azeretler uydurmaya kalkı ş m a .

P e k yak ı nda görüşmek u muduyla


Hercule Poirot . "

İ lgi nç bir ö neriyd i . Bu yüzden nazlanmadan eski arkad aş ı m ı n i ste­


ğ i n i yerine geti rdi m . Ne bir bağ ı m , ne de bel i rl i bi r evi m vard ı . Çocuk­
ları m ı n her bi ri bir taraftayd ı . Bir oğlum Deniz Kuvvetleri ' ne gi rmiş, di­
ğeri ise evle n m işti ve Arjanti n 'deki çiftli ğ i yönetiyord u . K ı z ı m G race bi r
su bayla evliydi ve bu ara H i n distan'dayd ı . Poirot' n u n söz ü n ü ettiği ise
küçü k kı z ı m J udith ' d i . Asl ı nd a çocukları m ı n aras ı nd a en çok onu se­
verd i m ama b u n u ki mseye belli de etmezdi m . Gelgelel i m Judith'i kesin­
l i kle anlayam azd ı m . Acayi p, içi ne kapa n ı k , esmer, d u rgu n b i r k ı zd ı .
K i mseye akı l dan ı ş m azd ı . Bildiğini okum aya çok merakl ı yd ı . B u durum
bazen beni üzer ve s i n i rlendi ri rd i . Karı m o n a karş ı daha anlay ı ş göste­
rird i . Bana J u d it h ' i n bu davranışlarına güvensizlik ya da kuşku n u n ne­
den o l m ad ı ğ ı n ı söylerd i . K ı z ı n bu şeki lde davranmak içi n ö n ü ne geçil­
mez bi r istek duyd u ğ u n u savu n u rd u . Ama karı m da bazen ben i m gibi
J u d ith yüzünden kayg ı l an ı rd ı . "Judith' i n duygu ları çok yoğ u n , " derd i .
" B i r nokta üzeri nde topl a n ı yo r b u n lar. İçine kapan ık b i r i o l d u ğ u için de,

- 9 -
konuşup boşala m ı yor. Rahatlaya m ı yor. " Judith gü nlerce s o m u rtup otu ­
ru r ve hiç konuşmazd ı . Taraf tutmak bakı m ı ndan d a adeta yakıc ı , he­
men hemen acı denebi lecek bir gücü vard ı . Ailesi içinde e n akı l l ı m ı z
oyd u . Bu yüzden J u d ith ' i n ü niversite öğre n i m i yap m ak isteği n i hoşnut­
lukla kab u l etmiştik. K ı z ı m bir y ı l önce fen böl ü m ü nden mezu n o l m u ş ,
sonra da bir dokto ru n yan ı n a sekreter olarak gi rmişti. Dokto r, tropikal
h astal ıklarla i lgi l i araşt ı rmalar yap ıyord u .
Zam a n zaman J u dith ' i n i ş i n e bu kadar dalması v e patro n u n a çok
bağlanması beni kayg ı l and ı rıyord u . Acaba k ı z ı m doktora aş ık olmak
üzere m i , diye düşünüyordu m . Ama sonra doktorla aras ı ndaki i l işkisi­
nin ciddiliği içimi rahatlat ı yordu .
Judith ' i n de beni sevdiğine i n a n ı yordu m . Ama o karakteri gereğ i
duygu ları n ı belli etm ekten hoşla n m ı yord u . Çoğun lukla beni m , "ro m an ­
t i k v e modas ı geçmiş" diye tan ı m lad ı ğ ı fikirleri m i sab ı rs ı z l ı k v e öfkeyle
karş ı l ıyord u . Aç ıkças ı k ı z ı mdan bi raz çeki niyord u m !
Tam bu s ı rada dald ı ğ ı m düşü ncelerden uyand ı m . Tren Styles St.
M ary istasyo n u n a gi rm işti . Hiç o l m azsa b u ras ı hiç değiş m e m i şti. Za­
man istasyona doku n m adan geçip gitmiş gibiyd i . Bu sevi m l i ve küçük
istasyo n , sanki varl ı ğ ı için h içbi r neden yokm u ş gibi kı rları n aras ı ndaki
tepeciğe tünemiş d u ruyord u .
Asl ı nda bindiğim taksi köyden geçerken , zaman ı n geçmiş olduğu n u
b i r kez d a h a anlad ı m . Styles St. Mary tan ı n m ayacak kadar değişmişti .
Benzi n istasyonları , bir sinema, i ki han daha ve s ı rayla kooperatif evleri .
So nunda Styles Köşkü ' n ü n bahçe kap ı s ı ndan içeri girdik. Ve o za­
man sanki yine modern çağlardan uzaklaşt ı k. Büyük bahçe h atı rlad ı ­
ğ ı m gibiyd i . A m a yol çok bakı m s ı zd ı . Çak ı l ları n aras ı ndan otlar çıkm ı ş
ve b u n l ar etraf ı bürü m ü ş lerd i . Bir köşeyi döndük v e köşk gözü ktü . Evi n
d ı ş görü nüşü de değ i ş m e mişti . Boyaları da berbat h aldeyd i .
Y ı l lar ö nce bu raya i lk ge ldiğim günde o l d u ğ u gibi y i n e b i r kad ı n
tarh lardan b i ri n e doğru eği l m i şti. Kalbi m b i r a n d u rdu sanki . Sonra ka­
d ı n doğ ru larak bana doğru ge ldi . O zaman ke ndi halime gü ld ü m . Bu
kad ı n , o güçlü kuvvetl i Evelyn Howard'la taban tabana z ı tt ı .

- 10-
B i r kere yaşl ı yd ı . Zay ıf nah ifti . G ü r, kıvı r kıvı r beyaz s açları , pem ­
b e yanakları v e nazik, dostça tavı rlarıyla tezat teşki l eden soğuk bakış­
lı, uçuk m avi gözleri vard ı . Aç ı kças ı kad ı n ı n dostluğunu fazla abart ı l ı
buld u m .
"Siz Bayan Hasti ngs'siniz, değil m i ?" diye sord u . " H ay Allah ! Be­
nim elleri m de çam u r içinde. E l i nizi s ı kam ayacağ ı m . Sizi bu rada gör­
mek bizi pek m e m n u n etti . Hakk ı n ızda o kadar çok şey duyduk ki . Ken­
dimi tan ıtay ı m . Ben Bayan Luttre l l ' i m . Koca m l a bu köşkü bir ç ı lg ı n l ı k
a n ı nda sat ı n ald ı k . Şimdi bu ray ı para geti recek b i r h a l e sokmaya çal ı ­
ş ı yoruz. Doğrusu sonunda otelci l i k edeceği m h i ç akl ı m a gel m ezd i !
Ama size i htar ediyoru m , Bay Hasti ngs . Ben tam bi r iş kad ı n ı y ı m . He­
sabı d a iyice şişi riyoru m . "
Olağanüstü bir n ü kte yapm ı ş gibi i k i m i z de gü ldük. A m a be n , Ba­
yan Luttre l l ' i n bu sözleri pekala da doğru olabi l i r, diye düşünüyord u m .
O 'şirin i h tiyarc ı k' ro l ü oynuyo rdu a m a bu tav ı rları n ı n gerisi nde granit
kadar sert bi r i nsan ı n gizli olduğunu sezm i şti m .
Bayan Luttre l l zaman zaman İ rl�ndal ı aksanıyla d a konuşuyord u .
Ama asl ı nda dam arları nda İ rlandalı kan ı da yokt u . Yapmac ı ktı o n u n k i .
O n a arkadaş ı m ı sord u m .
" A h , zava l l ı Mösyö Poirot'cuk. Gelmenizi dört gözle bekl iyord u .
O n u n b u h a l i taş kalpleri b i l e eriti r. Ona ç o k ac ı yo ru m . Çü nkü p e k ıstı­
rap çe kiyor. "
E v e doğru yü rü meye başlam ı şt ı k . Kad ı n bahçe eldivenleri n i ç ı ka­
rıyord u . "Güzel k ı z ı n ı z da burad a," diye kon u ş m as ı n ı s ü rdürd ü . "Ne
hoş bi r k ı z . Hepi m i z de ona çok h ayran ı z . Ama anlayacağ ı n ı z , ben es­
ki kafal ı y ı m d ı r. öy ıe bi r k ı z ı n parti lere gidip delikan l ı larla dans edeceği
zaman ı n ı , tavşanları kesip biçerek, bütü n gün m i kroskobun ü ze ri n e
eği lerek geçi rmesi , bana gü nah m ı ş gibi geliyor. Yaz ı k gü nah ! Bence öy-
,

le işleri çi rki nlere b ı rakmal ı . "


"J udith nerede?" diye sord u m . " B u rada b i r yerde m i ?"
Bayan Luttre l l yüzü nü bu ruştu rd u . "Ah , zava l l ı kı zcağ ı z . O bahçe­
nin dibi ndeki laboratuvarda. Dr. Frankl i n o ray ı benden ki ralad ı . İ çini dö­
şed i . Orada kobay kafesleri var. Zava l l ı h ayvancı klar. So n ra farek.:� ve

- 1 1 -
tavşanlar. Açı kças ı bu b i l i m denilen şeyden pek h oşland ı ğ ı m ı sanmıyo­
ru m . Bay H asti ngs . Hah, işte koca m . "
Albay Luttrel l evi n köşes i n i dönm üştü . Çok u z u n boy l u , gayet za­
rif, kadavra s u ratl ı bir adam d ı . Uysal m avi gözleri p ı r ı l p ı r ı l parl ı yo rd u .
Dai m a karars ı z b i r tav ı rl a ince , beyaz b ı y ı ğ ı n ı çekişti rip d u ruyord u . S i ­
n i rl i , dalgı n b i r adamd ı .
"Ah , George . . . Bay Hasti ngs geldi . "
Albay Luttrell'le el s ı kıştık. Ada m , "Şey. . . " ded i . "Beş . . . şey. . . k ı rk
treniyle geld i n i z demek?"
Bayan Luttrel l sert sert, "Başka h angi trenle gelecekti ?" diye söy­
lend i . "As l ı nda bu önemli mi? Kendis i n i götü r, odas ı n ı göster, George .
Belki Bay Hastings ondan sonra hemen Mösyö Poirot'n u n yan ı n a g i ­
der. . Yoksa d a h a ö nce çay içmeyi m i isterd i n i z , B a y H asti ngs?"
Kad ı na çay istemed i ğ i m i , arkadaş ı m ı gö rmek içi n sab ı rs ı z l andı ğ ı ­
m ı söyled i m .
Albay Luttre l l , " İ yi," ded i . " H aydi gel i n . Şey . . . herhalde eşyalar ı n ı z ı
odaya ç ı kard ı lar bile. Öyle değ i l m i , Daisy?"
Bayan Luttre l l aksi aks i , "Bu se n i n işin George , " diye cevap verd i .
" B e n bahçeyle u ğ raşıyord u m . H e r şeye d e b e n bakamam ya!"
"Tabii tabii . Doğru . Ben . . . ben bu işi hal lederi m , yavru m . "
Ad am ı n peşi s ı ra öndeki basamaklardan ç ı kt ı m . Kap ıda, ufak te­
fek, k ı rçı l saç l ı bi r ad amla karş ı l aşt ı k . O, e l i nde d ü rb ü n , telaşla d ı şarı
bakıyo rd u . Heyecan l ı , çocuksu bir yüzü vard ı . Topal l ı yord u .
Hafifçe kekeleyerek, "Karabaş l ı ötleğen kuşları . Fi ravu n i nci ri n i n
o raya yuva yapm ı ş lar," ded i .
Biz h o l e g i re rke n Luttrel l m ı rı ldand ı . "Norton o . İ yi bir ada m . K u ş
delisi . "
Holde i riyarı b i r adam m asan ı n yan ı nda d u ruyord u . Te lefo n l a ko­
nuşmuş olduğu be l l iyd i . Baş ı n ı kald ı rarak, "Bütün m ütea h h it ve i nşaat­
çı ları parça parça etmeyi , sonra da asmayı i sterd i m . Allah kah rets i n ,
h i çbi r şeyi doğru d ü rüst yap m ı yo rl ar. "
Öfkesi o denli şiri n ve ko m i kti ki , ikimiz de güldük. Bu adama he­
m e n ı s ı n d ı ğ ı m ı h i ssetti m . Ellisi ni geçmiş o l m as ı na rağ men gü neşte n
iyice yan m ı ş yüzüyle son derece yak ı ş ı k l ı yd ı . G ü nleri n i n çoğ u n u a ç ı k

- 12 -
h avada geçirmiş gibi bi r hali vard ı . Bundan başka gitgide azal a n o tip­
lere benziyord u . D ü rüst, açık h avaya m e rakl ı , e m i r vermesi n i b i l e n es­
ki tarz İ ngi lizlere .
Albay Luttrell o n u , "Si r William Boyd-Carri ngton," diye tan ışt ı rd ı ğ ı za­
man buna hiç şaşmad ı m . Onun H i ndistan'da bir bölgenin valiliğini yaptı­
ğ ı n ı ve orada olağanüstü bir başarı gösterdiğini biliyordum. Ayrıca biri nci
s ı n ı f bir atıcı ve vahşi hayvan avc ı s ı olarak da ün yapm ışt ı . İ çimden artık
bu kötü gü nlerde onun gibi adamlar yetiştiremiyoruz, diye düşünd ü m .
Sir Wi l l i a m Boyd-Carrington , "Hah , " dedi . "So n u n d a ş u ü n l ü şahsi­
yetle, 'mon a m i Hastings 'le tan ıştı ğ ı m için çok m e m n u n u m . " Güldü. "O
sevi m l i Belçika l ı sizden sık sık söz ediyor anlayacağ ı n ı z . Tabii so nra kı­
z ı n ı z d a b u rada. Her yönüyle müke m m e l b i r k ı z . "
G ü l ü m sedi m . "Judith ' i n benden pek s ö z ettiğ i n i san m ı yo ru m . "
"Oras ı öyle. Çok modern b i risi o . Son zamanlarda genç kızlar an­
ne ya da babaları olduğunu iti raf etmekten bi l e utan ı yo rlar. "
" İ nsan ı n anne v e babas ı n ı n o l m as ı utan ı l adk bir şey, " dedim.
Güldü. "Ah , neyse . . . Ben bu bakı mdan şansl ı y ı m . Neyseki çoluk
çocu ğ u m yok. Sizi n J u d ith de pek güzel bir k ı z a m a son derece kültür­
l ü . B u da beni bir h ayli korkutuyor. Telefo n u n reseptörü n ü tekrar kald ı r­
d ı . "Sizin santrala küfretmeme ald ı rmayacağ ı n ı u marı m , Luttre l l . Ben
sabı r l ı bir i nsan deği l i m . "
Luttre l l , " Bu n u n o n lara faydası o l u r, " diye yanıtlad ı .
Merdivenden ç ı km aya başlad ı . B e n d e peşi nden gitti m . Beni evi n
sol böl ü m ü ne sokarak d i pteki b i r kapıya götü rdü . O zaman Poi rot' n u n
b a n a d a h a ö nce kal m ı ş olduğ u m odayı seçti ğ i n i anlad ı m .
Bu rada değişiklikler o l m u şt u . Koridord a i lerlerken baz ı kap ı lar açık
d u ruyord u . Eski tarz büyü k yatak odaları n ı n böl ü n m ü ş old �ğ u n u fark
etti m . Böylece ortaya bi rkaç oda daha ç ı km ı şt ı .
Eskiden de gen i ş o l m ayan be n i m kendi odam değiş m emişti . Yal ­
n ı zca bu raya s ı cak v e soğuk su veri l m i şti . Odan ı n b i r köşesi de ayr ı l a­
rak küçü k b i r banyo haline soku l m uştu. İ çersi beni oldukça d ü ş k ı rıkl ı ­
ğ ı n a uğ ratan u c u z , modern eşyalarla döşe n m i şti . B e n m7i n m i ma risine

oldukça uyan bir sti l i te rci h ederd i m .

- 13 -
Bavu l ları m odamdayd ı . Albay, Poirot'nu n odas ı n ı n tam karş ıda o l ­
duğu n u söyledi . A d a m t a m b e n i oraya götü receği s ı rada aşağ ı d aki hol­
den sert b i r ses yükse ld i . "George!"
Albay Luttrell sinirli bir at gibi irkildi. Elini dudakları na götürdü. "Bu . . .

bu rada rahat edeceğinizden emin misiniz? Bir şey isterseniz zile bas ı n . . . "
"George!"
"Geliyoru m , h ayat ı m , geliyoru m . " Ad am korido rda telaşla i lerled i .
B e n b i r an d u rarak o n u n arkas ı ndan bakt ı m . Sonra da koridoru a şıp
Hercu le Poirot' n u n kap ı s ı n a vu rd u m .

Bence h içbi r şey yı lların yaptığı tah ribat kadar acı deği ld ir.
Zava l l ı dostu m ! Onu bi rçok defalar tarif ettim size. Ş i m d i de ara­
d aki farkı anlatm aya çal ı şacağı m . Po i rot artröz yüzü nden sakat olduğu
içi n art ı k tekerlekli arabayla dolaş ı yo rd u . Tom b u l vücudu hemen he­
m e n çökmüştü . Poirot art ı k, ufak tefek, zayıf b i r adam d ı . Yüzü k ı r ı ş ı k
v e çizgi içindeyd i . B ı y ı ğ ı v e saçı kuzg u n i siyahtı a m a açı kçası bir ha­
tayd ı b u . Fakat bunu ke ndisine söyleyerek o n u k ı r m ay ı kes i n l i kle i ste­
mezdi m . Bir an gelir saç boyas ı üzü lecek bir şekilde pek belirli bi r h a l
a l ı r. Bir zamanlar Poirot' n u n saçları n ı n siyah l ı ğ ı n ı boyaya borçlu o l d u ­
ğunu öğrendiğim z a m a n ç o k şaş ı r m ı şt ı m . Ama ş i m d i . . . Bu o kadar b e l ­
l i y d i ki . İ nsana Poi rot sanki çocukları eğlendirmek için peruk takm ı ş v e
d udağı n ı n üstüne de bir b ı y ı k yap ı şt ı r m ı ş gibi geliyord u !
Yal n ı zca gözleri h i ç değişmemişti . H e r zamanki gibi zeki v e m u z i p
bakı ş l ı yd ı bu gözler. Ve -evet, h i ç k u ş k u yok,- arkadaş ı m ı n bakışları
baz ı h i s leri n etkisiyle yum uşam ı ştı .
"Ah mon ami H asti ngs, mon ami H asti ngs."
Baş ı m ı eğd i m . Poirot d a h e r zaman yaptığı gibi beni hara retle ku­
caklad ı .
"Mon ami Hasti ngs." Arkas ı na yasland ı . Baş ı n ı h afifçe yana eğe­
rek beni süzdü . " Evet, hiç deği ş m e mişsi n . Geniş o m u z l u , d i m d i k b i r

- 14 -
ada m . K ı r saçları n sana çok kibar bir h a l veriyor. Bil iyor musu n , dos­
tu m , y ı l l arin sana zararı doku n m a m ı ş . Kad ı n l ar hala seni nle i lgi len iyor­
lar san ı rı m . Ö yle değ i l m i ?"
"Poirot," diye iti raz etti m . "Yani . . . "
" E m i n o l , dostu m , bir ölçü bu. Tek ölçü. Pek genç kızlar yan ı n a ge­
lip se ninle şefkatle, büyü k bir şefkatle kon u ş m aya başlad ı kları zaman
her şeyi n sona ermiş olduğunu anlars ı n . Onl ar, 'Zava l l ı i htiyarc ı k , ' der­
ler. 'Ona iyi d avranal ı m . Bu halde ölmek pek feci bir şey herhalde . ' Ama
sen, H asti ngs ... sen hala gençs i n . Evet, evet b ı y ı ğ ı n ı bur ve o m u zları­
nı kambu rlaşt ı r. Bu söyledi kleri m i n doğru olduğu n u anl ıyoru m . Yoksa
bu kadar uta n m azd ı n . "
G ü l m eye başlad ı m . "Ale msi n , Poirot . . . E e , s e n nas ı ls ı n ?"
P o i rot yüzünü bu ruştu rd u . "Ben m i ? Ben be rbat h aldeyi m . B i r en­
kaz, bir h a rabeyi m art ı k . Yürüyemiyo ru m . Sakat old u m , vücu d u m çar­
p ı ld ı . Neyseki hala ke ndi kendi m e ye mek yiyebi liyoru m . Ama diğer ba­
k ı m l ardan bana sanki bir bebekm i ş i m gibi bakı lması gerek. Beni yata­
ğa yat ı rı yorlar, y ı k ı yorlar ve giydiriyorlar. Ah, hiç de hoş bir şey değil b u .
Neyseki d i ş i n çürümesine rağ m e n , öz hala sağlam . "
" Evet, g� rçekte n öyle. Kalbin fevkal adedir. "
"Kalbi m m i ? Belki . Ama benim kastettiğ i m kalbim değildi. Benim
'öz'den m aksad ı m , 'beyin' dostu m, beyi n . Ve beynim hala olağanüstü bir
şeki lde çal ı ş ıyo r. " .
" H i ç o l m azsa beyninde alçakgö n ü l l ü l ü ğ e doğ ru b i r bozu l m a o l m a­
d ı ğ ı açı kça a n l aş ı l ıyo r. "
" B u radan hoşlan ıyor m u s u n ? " diye sord u m .
P o i rot o m z u n u s i l kti . "Benim i ç i n u ygu n b u ras ı . Anlayacağ ı n , pan­
siyo n , R itz Ote l i değ i l . H i ç değ i l . Bu raya ge ldiğim zaman bana ve rd i k­
leri oda h e m küçüktü , h e m de eşyalar yete rli değ i l d i . Bu raya geçt i m .
Hem de ücrette bir a rtma o l madan . . . S o n ra , ye mekler . . . İ ngi l izleri n o en
kötü yemekleri b u rada pişiriliyo r. Brüksel lahanaları tam İ ngi lizlerin
sevd i ğ i gibi koskocaman ve kaskat ı . P atatesler haşlama. Bunlar ya
sert kal ı yor ya da parça parça oluyor. Sebzeler su tad ı nda. Daima, da­
ima s u tad ı nda. H i çb i r yemeğe tuz ve biber koym uyorlar. . . " Arkadaş ı m
anlam l ı a n l a m l ı sustu .

- 15 -
"Yemeklerin ko rku nç olduğu anlaş ı l ı yor, " dedi m .
Poi rot m ı rı ldand ı . "Ben şikayet etm iyoru m ... " A rd ı ndan şikayet et­
meye koyu l d u . "So n ra ' modernleşti rme' deni len o dert bu raya da m u ­
sal lat o l m u ş . Banyolar, h e r yerde gördüğüm m u sluklar . . . B u n lardan n e
akıyor? Ç o ğ u zaman ı l ık s u , dostu m , ı l ık s u . Ya h avl u l ar? İ ncecik, k ü ­
ç ü k şeyler. "
Düşünceli düşünceli m ı rı ldand ı m . " Evet, eski gün leri n iyi tarafları
vard ı . " Eskiden Styles Köşkü'ndeki o tek banyodaki s ıcak s u m u s l u ­
ğ u ndan fışkı ran b u h arı h atı rlam ı şt ı m . Kenarları maundan, pek büyük
bir küvet banyo odası n ı n tam ortas ı nda gururla dururdu. O kocaman
banyo h avlu ları n ı , eski tarz l avabo ların üzeri ne sık s ı k kon u l a n içi s ı ­
cak su d o l u p ı r ı lt ı l ı pirinç ibrikleri d e u n utmam ı ştı m .
Poirot tekrar, "Asl ı nda şikayet etmemek gerek," ded i . " Ben acı çek­
meye raz ı y ı m . . . İ yi bir amaç için tabi i ."
Birdenbire akl ı m a bir şey geldi. "Şey, Poi rot. . . para d u ru m u n bozuk
değ i l ya? Baz ı yat ı rı m ları n . . .
"

Arkadaş ı m bu kaygı m ı hemen giderd i . " H ay ı r, h ay ı r dostu m . D u ru­


m u m çok iyi. H atta zengi n i m bile. Bu raya d a param ı idareli h a rcamak
zoru nda olduğum için gelmed i m . "
"Ah , neyse . . . " ded i m . Son ra da, " H isleri n i anlad ı ğ ı m ı san ıyo ru m , "
diye konuşmam ı s ü rd ü rdü m . " İ nsan yaşland ı kça eski gü nleri d a h a s ı k
düşünmeye baş l ı yo r. O eski h i s leri yakalam aya çal ı ş ı yo r. B i r bak ı m a
b u raya gel mek b a n a ac ı veriyor. Ama köşk y i n e d e b a n a duydu ğ u m u
b i l e u n uttuğ u m birtak ı m eski d uygu ları v e düşü nceleri a n ı m sat ıyor.
Herh alde sen de ayn ı şeyleri duyuyorsu n . "
" H i ç d e deği l . . . Ben öyle şeyler h issetm iyoru m . "
Ü zü ntüyle, "Güzel gün lerdi o n l ar, " ded i m .
"Kendi ad ına ko nuş, Hasti ngs . Ben Styles St. Mary'e acı , üzücü bir
zamanda geldi m. Hiç m utlu ve neşeli değildim. Tabii o s ı rada İ ngi ltere'nin
ikinci vatan ı m olacağ ı n ı ve bu rada m utluluğa erişeceği m i bil miyord u m . "
"Bunu u nutmuştu m , " diye iti raf etti m .
"Tabii. Sen hissettiğ i n şeyleri b aşkaları n ı n d a d u yd u ğ u n u düşünü r­
s ü n daima. H asti ngs , m utluyd u . O h alde herkes de mutluyd u !"

- 16 -
G ü l e rek iti raz etti m . "Hay ı r ! Hay ı r!"
P o i rot devam etti . "Ayrıca bu doğru da değ i l . Geriye bak ı yo r ve
yaşl ı göz lerle, 'Ah , ne m utlu gü n lerdi o n lar. Ben de gençti m , ' diyors u n .
Ama as l ı nda hiç de sand ı ğ ı m kadar m utlu değildi n , dostu m . Ağ ı r şeki l ­
de yaralan m ı şt ı n . Kasvetli bi r h astanede yatarak sıkı ntıdan patla m a
derecelerine ge lm işti n . Ve yan ı lm ı yo rsam ayn ı zamanda i k i kad ı n a b i r­
den aşık olarak h e r şeyi karmaka r ı ş ı k etm işti n . "
G ü ldüm a m a kızard ı ğ ı m ı n farkı ndayd ı m . "Sendeki d e n e zeka Poirot !"
"Ah , ah . . . Senin o i ki güzel kad ı n h akkı nda aptalca sözler söyleye­
rek içi n i n as ı l çektiğ i n i a n ı m s ı yo ru m . "
" Peki , o zaman b a n a söylediklerin i de h at ı rl ı yo r m u s u n ? ' İ ki si d e
s a n a göre deği l , ' demişti n . 'Ama cesu r o l , dostu m . Belki ile rde seninle
yine ava ç ı karız. Ve belki de o zaman ... "' Durdu m .
Çü nkü Poirot'yla Fransa'da ava çıkm ı ştık yine. Ve ben o rad a sev­
diğim o kad ı n l a . . .
Arkadaş ı m şefkat v e sevecen l ikle ko l u m a vurd u . "Biliyo ru m . Has-
tings biliyoru m . Onu n yeri ne ileriye bak."
Ö fke li bir hareket yapt ı m . " İ leriye ? İ lerde bakabi leceğ i m ne var ki ?"
" Dostu m , yap ı l acak iş var."
" İ ş mi? Nerede?"
" B u rada ."
Ona h ayretle bakt ı m .
P o i rot, "Bi raz ö nce bana bu raya neden ge ldiği m i sord u n , " dedi .
"Belki b u n u yan ı tlamad ı ğ ı m ı fark etmed i n . Cevabı sana şimdi verece­
ğ i m . Ben bu raya bir kati l i avlamaya geldi m . "
Ona d a h a da büyük bir şaşk ı n l ıkla bakakald ı m . H atta b i r an o n u n
saçm alam aya başlad ı ğ ı n ı b i l e düşündü m . "Ciddi m i s i n ? "
"Tabii ciddiyi m . B a n a katı lman i ç i n neden o kadar ı srar etti m san ı ­
yorsu n ? Kolları m ı , bacaklarımı eski si gibi h areket ettire m iyoru m . Ama
de m i n de söyled i ğ i m gibi kafam iyi çal ı ş ı yo r hala. P rensibi m i n dai m a
ayn ı o l d u ğ u n u h atırl ayacaks ı n: arkan a yaslan arak otu r v e d ü ş ü n . Ben
b u n u h a l a yapabi liyoru m . Asl ı nda yapabi leceğ i m tek şey de b u . Av ı n
d ah a h a reketl i k ı s m ı için paha biçi lmez H asti ngs ' i m i yan ı m a çağ ı rd ı m."

- 17 - ... Ve Perde İndi/ F:2


Bağ ı rd ı m . "Doğ ru m u söylüyorsun?"
"Tabii gerçeği söylüyoru m . Hasti ngs, sen ve ben , yine ava ç ı kaca­
ğız."
Poirot' n u n gerçekten ç o k ciddi olduğunu ancak neden sonra kav­
rayabi ldi m . Sözleri çok gari pti , ama arkadaş ı m ı n kararından kuşku lan­
m a m için h içbi r neden de yoktu .
Poi rot h afifçe g ü l ü m sed i . "Sonu nda i n a nd ı n . Ö nce b u n a m ı ş oldu­
ğ u m u sand ı n , değ i l m i ?"
Te laşla, " H ay ı r, h ay ı r, " dedi m . "Ya l n ı zca . . . burada böyle b i r şey
olacağ ı hiç akı l m a gel mezd i . "
"Ah . . . Demek böyle düşünüyorsu n ? "
"Tabii henüz bu rad aki leri n hepsi n i de g ö r m ü ş değ i l i m a m a . . . "
"Kim leri görd ü n ?"
"Luttrell'leri yal n ı zca. Sonra Norton ad ı nd a biri n i . . . Zarars ı z bir i nsa­
na benziyor o . Ve Boyd-Carri ngto n ' u . Açı kçası ondan çok hoşland ı m . . . "
Poirot baş ı n ı sallad ı . "Sana şu kadarı n ı söyleyeceği m , H asti ngs.
Diğerleri n i de görd ü kten sonra sözleri me ş i m d i ki kadar h ayret edecek­
sin yine."
"Pansiyonda başka ki m ler var?"
"Frankl i n ' ler. D r. Frankl i n ve karı s ı . Sonra Bayan Franklin'e bakan
hemşire . K ı z ı n Judith. Sonra bir de Allerton ad ı nda bir adam var. Kad ı n
avc ı s ı o . Evet, b i r d e otuz yaşları nda b i r kad ı n . . . Bayan Cole . . . Ve şu­
n u d a ekleyey i m , hepsi de iyi i nsanlar. "
"Ve içlerinden bi ri kati l , öyle m i ?"
"Ama nede n ? .. . N as ı l . . . Niçin sen? . . . " Soruları m ı s ı ralam akta güç­
l ü k çekiyord u m . Ke li meler b i rbirine kar ı ş ı yo rd u .
"Saki n o l , H asti ngs. Şu i ş e baş ı ndan başlayal ı m . Lütfen b a n a ko­
midi n i n üzerindeki şu küçük kutuyu ve r. Tam a m .. . Şimdi anahtar .. iş­
te ... " Poirot evrak çantas ı n ı açarak bu ndan dakti loda yaz ı l m ı ş bir sürü
kağ ıtla, gazete kupürleri çı kard ı . "Bun ları boş zaman ı nda i nce lers i n .
Şu ara gazete kupürleri n i n ü zeri nde de durmal ı y ı m . B u n l a r değ i ş i k fe­
laketlerle i l g i l i yaz ı lar. Baz ı ları yan l ı ş , bir k ı s m ı anlam l ı . Olayları n ne o l ­
d u kları n ı anlayabilmen için h azı rlud ı ğ ı m şu özeti oku m a n ı istiyoru m . "
Fena halde m eraklan m ı ştı m . Oku m aya başlad ı m .

- 18-
A. vakası - ETHERİNGTON

Leonard Etheri ngto n . Kötü alı şkan l ı kları vard ı . Beyaz zehi r kullan ı ­
yor ve içki içiyord u . Acayip, sadist b i r adam d ı . Karı s ı genç v e güzeldi .
Son de rece m utsuzdu kad ı n . Etherington öldü. Ye mekten zehi rlendiği
san ı l d ı . Doktor kuşku l a n m ı ştı . Otopsi sonucu Etheri ngto n ' u n arsen i kten
zeh i rlendiği o rtaya ç ı ktı . Evde, yaban otları n ı o rtadan kald ı rmak için kul­
lan ı lan arsenikli bir i l aç vard ı . Ama bu d a uzun bir s ü re önce al ı n m ı ştı .
Bayan Etherington tutu kland ı. Kendis i n i cinayetle suçluyorlard ı . Genç
kad ı n ı n bir memurla s ı kı fıkı olduğu bi l i n iyord u . Ama adam H i n d istan' a
dönmüştü . Kad ı n ı n kocas ı n a i h anet ettiğ i n i gösterecek kesi n b i r d e l i l
yoktu . Gelgelel i m iki genci n birbi rleri nden ç o k hoşlandı kları bel liydi .
Genç ada m , ondan sonra Hi ndistan'a yapt ı ğ ı yolcu l u k s ı ra s ı n d a tan ı şt ı ­
ğ ı bir k ı z l a nişanland ı . Bayan Etheri ngto n ' u n bunu açı klayan m e ktubu ,
kocas ı n ı n ö l ü m ü nden önce m i , yoksa sonra m ı ald ı ğ ı kes i n l i kle öğreni­
lemedi . Genç kad ı n mektubu kocas ı n ı n ö l ü m ü nden önce ald ı ğ ı n ı iddia
ediyordu. Genç kad ı n ı n aleyh i nde kesi n delil bulamad ı lar. Sadece o rta­
d a kuşku lanı lacak başka kimse yoktu . Etheri ngto n ' u n kazara zehi rle n­
m i ş olması da olanaks ı zd ı . Mahkemede, adam ı n karakteri dolay ı s ıyla,
genç kad ı na çok acı d ı lar. Etheri ngto n ' u n karı s ı n a çok kötü davran d ı ğ ı
m u h akkakt ı . Yarg ıç, olayı toplarken g e n ç kad ı n ı n lehi nde kon u ştu .
Ö zellikle j ü ri n i n en ufak kuşku su olmaması gerektiğ i n i belirtti . . .
Bayan Ethe ri ngton be raat etti . A m a h e rkes yine d e o n u n suçlu ol­
d u ğ u n a i n a n ı yord u . Ondan sonra kad ı n ı n h ayatı çok zorlaşt ı . Arkadaş­
ları vs . ondan kaç ı yorlard ı . Davadan i ki y ı l sonra fazla uyku i l acı ald ı ğ ı
i ç i n öldü . Resmi soruşturmada o n u n kazara öldüğüne karar veri ldi .

B. vakası MİSS SHARPLES


-

Yaşl ı k ı z . Hasta l ı k l ı bir insand ı . Fazla ı stı rap çekiyord u . Aksi ve


h uysuzd u . Ona, yeğeni Fred a Clay bakıyord u . Mis s S h arples fazla
dozda m o rfin yüzünden öld ü . Freda C l ay b i r h ata yapm ı ş olduğu n u iti ­
raf etti . Teyzes i n i n ı st ı rab ı n ı n çok fazl a olduğu n u , sanc ı y ı h afifletmek

- 19 -
için ona fazla m i ktarda morfi n verdiğini söyled i . Polis, k ı z ı n b u n u kaza­
ra deği l , bi lerek yapt ı ğ ı na i n a n ı yord u . Ama yete rli delil o l m ad ı ğ ı içi n ,
o n u tutu klaya m ad ı l ar.

C. vakası EDWARD RIGGS


-

Rençber. Karı s ı n ı n kendisini pansiyonerleri olan Ben C raig' le al­


d attığ ı ndan kuşku lan ıyord u . Craig'le Bayan Riggs ö l ü bu l u n d u . Vu ru l­
m uşlard ı . K u rşu nları n Riggs'i n tabancas ı ndan atı l m ı ş olduğu anlaş ı l d ı .
Riggs gid i p polise tes l i m o l d u . Cinayeti kend i s i n i n işlemiş o l m as ı ge­
rekti ğ i n i , fakat b u n u hiç hatı rlamad ı ğ ı n ı söyledi . Kafas ı n ı n bomboş o l ­
d u ğ u n u iddia etti. R iggs ölüme m a h k u m oldu . Sonra cezas ı m ü ebbet
h apse çevri ldi .

D. vakası DEREK BRADLEY


-

B i r kızla i lişkisi vard ı . Karı s ı duru m u öğrendi ve adam ı ö l ü m l e teh­


dit etti . Bradley siya n ü rle zehi rlenerek ö l d ü . Bu bi ras ına karışt ı r ı l m ıştı .
Bayan Bradley tutuklan arak, cinayet suçuyla yargı land ı . Sorgu s ı ras ı n­
da her şeyi iti raf etti . İ dam cezas ı n a çarpt ı r ı l d ı .

E. vakası - MATTHEW LITCHFIELD

Yaşl ı , aksi bi r adam . Evde dört k ı z ı vard ı . O n lara ne para veriyo r,


ne de bi raz eğlenm elerine raz ı oluyord u . B i r akşam eve dönerke n yan
bahçe kapı s ı n ı n ö n ü nde sald ı rıya u ğ rad ı . Baş ı na vurulan ağ ı r bir dar­
be yüzünden öldü . Polis so ruştu rmas ı ndan sonra, büyük k ı z ı M argaret
karakola gitti ve babas ı n ı öldürdüğü için tes l i m o l m ak isted i ğ i n i söyle­
di. C i n ayeti, kardeşleri n i n çok geÇ kalm adan kendilerince bir h ayat ku r­
m aları n ı sağlamak i stediği içi n işlediğini aç ı klad ı . Litchfield büyük b i r
se rvet bı rakm ı ştı . Margaret Litchfield ' i n deli o l d u ğ u n a karar veri l d i .
G e n ç k ı z ı B road moor akı l h astanesi ne kapad ı lar. A m a o, kısa bir s ü re
sonra öldü .

- 20 -
Yaz ı ları d ikkatle a m a gitgide artan b i r h ayretle okudu m . Son ra ka­
ğ ı d ı bir tarafa b ı rakarak merakla P o i rot'ya bakt ı m .
"E, mon ami?'
Ağ ı r ağ ı r, "Bradley olay ı n ı h at ı rl ıyord u m , " ded i m . " B u n u o s ı rada
gazetelerde okudu m . Kad ı n çok gü zeldi . "
P o i rot baş ı n ı sallad ı .
"Fakat beni ayd ı n latm al ı s ı n . Bütün b u n ları n anlam ı nedir?"
"Bana önce şunu söyle: Sence bütü n bunlar ned ir?"
İ yice şaş ı rd ı m . "Bana verdiğin beş ayrı c i n ayetle i lgi l i b i r özet. Baş­
ka başka yerlerde olmuş, değişik s ı n ı ftan i nsanl arla ilgi l i vakalar. Ayr ı ­
ca onları n arası nda h afif bir benzerl i k bile yok. Yani.: vakalardan bi ri
kı skançl ı kla ilgi l i . :.3irinde mutsuz b i r kad ı n kocas ı n ı o rtadan kald ı rm ı ş .
Bir diğeri n i n nede niyse para. Dörd ü ncüsü benci l o l m ayan gayele rle iş­
lenmiş deni lebi l i r. Zi ra katil kan undan kaç m aya kalkı ş m a m ı ş . Beşinci­
siyse , vahşice b i r cinayet. Herhalde kati l o s ı rada sarhoştu . " D u rd u m
v e karars ızca, "Onlar ı n aras ı nda gözümden kaçan o rtak b i r nokta m ı
var?" diye sord u m .
" H ay ı r, h ay ı r. Olayları u stal ı kla özetled i n . Yal n ı z ş u n u da söyleye­
b i l i rd i n : Bu vakaları n h i çb i ri n i n de şüphe götü rü r bir tarafı yokm u ş . "
"Anlayamad ı m . . . "
" Ö rneğ i n . . . Bayan Etheri ngton beraat etm i ş . Ama b u n a rağ men yi­
ne de herkes onun katil olduğu ndan e m i n m i ş . Fred a C l ay ' ı aç ı k aç ı k
suçlam a m ı şlar. Fakat hiç ki mse d e c i n ayeti başka b i r şeki lde çöz ü m le­
meye kalkışmam ı ş . Riggs, karı sıyla aşığı n ı öldürdüğü n ü hiç h atı rlama­
d ı ğ ı n ı söyle m i ş . Ama başka b i ri n i n katil olduğu da h i çb i r zaman düşü­
n ü l m e m i ş . Margaret Litchfield ise, suçu n u iti raf etm i ş . "
Kaşları m ı kald ı rd ı m . "Evet, bu doğru . Ama b u ndan beli rli ne sonuç
ç ı ka rd ı ğ ı n ı anlayam ıyorum . . . "
"Ah , a m a şimdi se n i n henüz bilmediğin b i r gerçeğe geliyorum.
H asti ngs, diye l i m ki bütü n bu özetled iği m vakalarda, hepsi n i n m ü şte­
rek, acay i p bir taraf ı var. . . "
"Ne demek i stiyors u n ? "

- 21 -
Poirot ağ ı r ağı r, "Hasti ngs, sözleri m i dikkatle seçmek niyeti ndeyi m , "
dedi . " B u n u şu şeki lde açıklayayım: Belirli bir ki mse v a r. . . X diye tan ı mla­
yacağ ı m biri . Bütün bu olaylarda X'in ku rbanı ortadan kald ı rması için bir
neden yokmuş. Görünürde bir sebep. Ö ğrenebi ldiğim kadarıyla vaka n ı n
biri nde, cinayet işlendiği sı rada X, ü ç y ü z kilometre ötede b i r yerdeymiş.
Ama yine de sana şunu söyleyeceğim: X. Etheri ngton'la sam i m iymiş. X.
bir süre Riggs'le ayn ı köyde otu rmuş. X, Bayan Bradley'le ahbapm ı ş . X'le
Freda Clay'in sokakta bi rlikte yü rürken çeki lmiş bir resi mleri var bende.
İ htiyar Matthew Litchfield öldüğü zaman X de evi n yakı n ı ndaym ı ş . "
O n a h ayretle bakakald ı m . " Evet, bu kadarı da faz l a . . . İ ki vakay ı
rastlantı o larak açıklayab i l i riz. H atta üçü n ü . Ama beş vaka . . . h ayı r bu
kadarı bi raz fazla. Olmayacak bir şeymiş gibi gözükmesine rağ m e n bu
değişik ci nayetler aras ı nda bir bağ o l m al ı . "
"Demek ben i m le ayn ı sonuca vard ı n ? "
"X' i n katil olduğu sonucuna m ı ? Evet . "
" O h a l d e H asti ngs, benimle birlikte bir ad ı m daha atmaya h az ı rs ı n
demekti r. Sana ş u n u söylememe i z i n ve r. X b u evde."
"Burada m ı ? Styles'da mı yan i ?"
"Styles'da. Bundan çıkacak mantıklı so nuç nedir?"
Onun n as ı l bir aç ıklama yapacağ ı n ı anlam ı ştı m . " H ayd i , " ded i m .
"Söyle."
Hercu le Poirot ciddi bir tavı rl a baş ı n ı sallad ı . " K ı s a b i r süre sonra
bu rada bir c i n ayet işle necek. Burada."

B i r iki dakika Poirot'ya üzü ntüyle baktı m . Sonra da, " H ay ı r, " ded i m .
" İ şlen meyecek. Sen buna engel olacaks ı n . " Böylece yapt ı ğ ı aç ıklama­
ya karş ı tepki göstermiş ol uyord u m .
Poirot b a n a sevece nlikle bakt ı . "Sad ık dostum . . . B a n a o l a n güve­
n i n i ne kadar takdi r ediyoru m bilsen. Ama bu kez bana bu kadar gü­
ven m ekte h akl ı olduğu ndan pek de e m i n değ i l i m . "

- 22 -
"Saçma. C i n ayete tabii ki e ngel o labi l i rs i n . "
" B i r d aki ka d ü ş ü n , Hasti ngs . " Poi rot' n u n sesi ciddiyd i .
" Evet, i nsan bi r kati l i yakal ayab i l i r . . . Ama b i r cinayete nas ı l engel
olabi l i r?"
"Şey, sen . . . sen . .. şey, yan i . .. ö nceden b i liyorsan . . . " Şaşk ı n şaşkı n
sustu m . Ç ü n kü birdenbire gü çlükleri a n l a m ı ştı m .
Poirot, "Anl ı yorsu n ya?" ded i . "Soru n b u kadar basit deği l . Asl ı nda
bu işin üç yolu vard ı r: Bir ... ku rbana ihtarda bu lunursun. Onun teti kte ol­
ması n ı sağlars ı n . Ama bu yöntem daima başarı l ı olmaz. Çünkü baz ı in­
sanları ciddi bir tehlikeyle karş ı karş ıya olduklarına ikna etmek i n a n ı l m a­
yacak kadar zordur. Özellikle bu teh l i ke kaynağ ı n ı n onları n sevdikleri bir
yakı nları olduğuna i nandı rm ak. Öfkelenirler ve sözleri ne inanmaya da
yanaşmazlar. İ kinci yol şudur: Katile ihtarda bulunursun. Bi raz gizli ka­
pakl ı bir şeki lde, 'Senin niyeti ni biliyoru m , ' dersin. ' Eğer şu kimse ölürse,
dostu m sen de m u h akkak darağac ı n ı boylars ı n . Bu ekseri biri nci yön­
temden daha başar ı l ı o l u r. Ama bunun da işe yaramad ı ğ ı çoğu zaman
gö rü l ü r. Çünkü dostu m , bir katil yeryüzündeki yaratı kları n en kendini be­
ğenmişidir. Bi r kati l , dai ma herkesten çok daha akı l l ı olduğu nu . . . hiçbir
zaman kendisi nden şüphelenmeyecekleri ni ... po lisin şaş ı r ı p kalacağ ı n ı
düşü n ü r. Bu yüzden d e ihtarına rağmen yine d e bildiğini oku r. Sende sa­
dece daha son ra onu astı rmak zevki ne erişirsi n . " Bir an durd u . Sonra da
düşü nceli düşü nceli ekled i . "Hayatı mda i ki kez bir kati le i htarda bulun­
dum. Bir kere M ı s ı r'da, bir defa da başka bir yerde. Ama her i ki vakada
da cani kurban ı n ı öldü rmeye kararl ıyd ı . . . Burada da öyle olabi l i r."
Ona h at ı rlattı m . "Üçüncü bir yol o l d u ğ u n u söylemişti n . "
"Ah , evet. Ama b u n u n içi n d e çok zekice davranmak gerek. Darbe­
nin nas ı l ve ne zaman indirileceğini tam tam ı n a tahm i n etmelisi n . Ve en
uygu n psikolojik anda işe karışmaya h az ı r olmal ı s ı n . Katil i , suçüstü değil­
se bile, maksad ı şüphe götürmeyecek bir şeki lde yakalamal ı s ı n . " Poi rot
ko nuşmas ı n ı sürdürd ü . "Ve bu çok zor ve nazik bir işti r, bundan e m i n ola­
bi l i rsin , dostu m . Ve bunun başarı l ı olacağ ı n ı da garanti edemem ! Belki de
kendini beğenmiş bi r adam ı m . Ama kend i m i bu kadar da beğen mem."
" B u rada h a ngi yolu denemek niyeti ndes i n ?"

- 23 -
"Belki de üçünü b i rd e n . E n zor olanı b i ri ncis i . "
"Nede n ? B a n a bu e n kolayı gipi gel m i şti . "
"Evet. . . K u rban adayı n ı n ki m olduğunu bildiğin takd i rde. Ama d u ­
rum u n farkı nda değ i l misi n , H asti ngs ? Ben bu rada, kurban ı n ki m o l d u ­
ğ u nu b i l m iyoru m . "
"Ne?" Düşün meden b ağ ı rm ı ştı m . Sonra d u ru m u n zorl u ğ u n u anla­
maya başlad ı m . O b i r seri c i n ayeti birbirine bağlayan gizli b i r bağ var­
dı herhalde. O l m a l ı yd ı . A m a bu bağ ı n ne olduğunu b i l m iyorduk. Se­
bep, o çok önemli olan ci nayet neden i belli değildi . B u n u b i l meden de
ki m i n teh likede olduğunu tah m i n ede mezdik.
Poirot duru m u n güçlüğünü kavram aya başlad ı ğ ı m ı yüzümden an­
lam ıştı . Baş ı n ı sallad ı . "Görüyorsun ya, dostu m ? Bu pek de kolay değ i l . "
"Evet," dedi m . " B u n u görüyo ru m . . . O değişik cinayetler aras ı nda
henüz bi r bağ kuramad ı n m ı ?"
Poi rot baş ı n ı sallad ı . " H i ç ku ramad ı m . "
Yi ne düşü ndü m . A . B . C . ci nayetle rinde alfabetik olduğu iddia edi­
len vakalarla karş ı laş m ı ştık. Ama sonra da işin içyüz ü n ü n tam a m ı yla
bambaşka olduğu o rtaya çıkm ı şt ı .
"Sebep u z u n vadeli b i r şey o l m as ı n ? " diye sord u m . " Parayla i lgi l i
b i r şey. Evelyn Carlisle o l ay ı nda olduğu gibi?"
"Hay ı r. İ lk iş olarak parayla i l g i l i nedenleri araştı rd ı ğ ı mdan e m i n
olabi l i rs i n , Hasti ngs . "
Bu doğruyd u . Poirot para ko n u s u nda d a i m a kuşkucuyd u .
Yi ne düşündü m . İ ntika m ? Bu olaylara d a h a uyuyord u . Ama yine
de bu aç ı dan o l ayları birbi ri ne bağ layacak b i r şey yoktu . Sebepsiz o l ­
dukları san ı la n b i r dizi c i n ayetle i l g i l i b i r yaz ı oku muştu m . Onu h at ı rla­
d ı m . Asl ı nda ku rbanlar bi r davada j ü ri üyeleriyd i ler. Ve c inayetler de
o n ları suçlu bularak mahkum etti rdikleri bir ada m tarafı ndan işlenmişti .
Bana, böyle bi r şey bu d u r u m a uyarm ı ş gibi geld i . Bu fikri kend i m e sak­
l ad ı ğ ı m ı utanarak iti raf ediyo ru m . Poi rot'ya esrarı çözd ü ğ ü m ü açıkla­
m ak gururu m u çok okşayacaktı .
Onun yeri ne sord u m . "Şimdi bana söyle: X ki m ? "
Poirot beni çok öfkelendiren kararl ı bir tav ı rla baş ı n ı sallad ı . " İ şte
bunu söylem eyeceğ i m , dostu m . "

- 24 -
"Saçma. Neden söylemeyecekm i şs i n ?"
Poi rot'n u n gözlerinde neşeli b i r p ı r ı lt ı belird i . "Çünkü, mon cher,
sen yine o eski H asti ngs's i n . Yüzün hala bütü n düşü nceleri n i , d u yg u ­
ları n ı o l d u ğ u gibi yans ıtıyor. Otu rup, ağz ı n bir karış açı k X'e bakman ı ,
yüzünden açı k aç ı k, 'Bu . . . b u bakt ı ğ ı m kimse . . . bir kati l , ' diye d ü ş ü ndü­
ğünün anlaş ı l m ası n ı istemiyoru m . "
"Gerektiğ i zaman duyguları m ı saklamas ı n ı pekala b i l i ri m . B u n u
s e n de kabul etme l i si n . "
"Duyg u ları n ı saklamaya kalkışt ı ğ ı n zaman h e r şey d a h a d a kötü
o l u r. H ay ı r, h ayı r, dostu m , sen ve ben izimizi bel l i etme meliyiz. So n ra . . .
�ama n ı geli nce sald ı rıya geçeriz."
"Seni i htiyar iblis," ded i m . "Kı zarsam . . . "
Kap ı ya vurulduğu için sözlerimizi tamam layam ad ı m .
P o i rot seslendi . "Giriniz." K ı z ı m J udith'di gele n .
S i z e J u d ith'i tarif etmeyi isterd i m . Ama böyle şeyleri p e k b i l m e m .
J udith u z u n boy l u d u r. Baş ı n ı d i m d i k tutar. Siyah düz kaşları vard ı r.
Yanak ve çenesi biçi m l i d i r. Esmer yüzü adeta haşi n ifadelidir. Çok cid­
di, h atta karş ı s ı ndaki n i bi raz d a aşağ ı görüyorm uş gibi b i r tav ı r tak ı n ı r.
Ben onda trajedilere yakışacak b i r h a l olduğunu da d ü ş ü n ü rü m .
K ı z ı m gelip ben i öpmed i . Ö yle b i r k ı z deği l d i r o. Yal n ı zca bana gü­
l ü mseyerek, "Merhaba baba ," dedi .
Çeki nge n , h atta utangaç bir tav ı rla g ü l ü msüyord u . Duygu ları n ı
belli etmemesine rağm en b u tebessü m ü beni gördü ğ ü ne sevi ndiği ni
d ü ş ü n m e m e neden oldu .
" E h . . . " ded i m . Gençleri n yan ı nd a d a i m a olduğu gibi kend i m i pek
aptal bu l m aya başlam ı şt ı m . " İ şte geldi m . "
Judith , " B u da çok zeki olduğunu gösterir, h ayat ı m , " diye yan ıtlad ı .
P o i rot, "Ona yemekleri an lat ıyord u m , " dedi .
J udith sord u . "Yemekler çok m u kötü ?"
" B u n u sorm aman gerek, yavru m . Yani sen deney tüpleri ve m i k­
roskoplardan başka h i çbir şey düşü n m ü yo r m u su n ? Orta parmağ ı n a
m avi o d u n alko l ü bu laşm ı ş . M i desiyle i l g i lenmemen koca n iç in h i ç d e
h o ş bir ş e y o l m az . "

- 25 -
"Evleneceğ i m i h i ç san m ı yoru m . "
"Pekala da evleneceks i n . Tanrı seni neden yarattı ?"
Judith , " B i rçok şey yapmam içi n yaratt ı ğ ı n ı u m a rı m , " d ed i .
"Bun ları n baş ı nda da evl i l i k gelir. "
Judith , "Pekala , " diye m ı rı ldand ı . "Siz bana iyi b i r koca b u l u n . Ben
de o n u n midesiyle yakı ndan i lg i l en i ri m . "
Poirot, "Beni m l e alay ediyor, " ded i . " İ lerde b i r g ü n yaş l ı ları n n e ka­
dar akı l l ı oldukları n ı anlayacak."
Kapıya tekrar vuruldu ve Dr. Frankli n içeri g i rd i . Otuz beş yaşların­
da, uzun boyl u , ke m i k l i , k ı z ı l ı m s ı saçl ı , m avi gözlü genç bi r adamd ı .
Çenesi n i n biçi m i nden n e kad ar azi m l i v e i n atç ı olduğu anlaş ı l ı yord u .
H ayat ı m d a o n u n kadar sakar bir i nsan h i ç görm edi m . Dai m a dalg ı n l ı k­
l a şu raya bu raya çarpıyord u .
Poirot' n u n sand alyes i n i n yan ı ndaki paravan aya toslad ı . Sonra ba­
ş ı n ı h afifçe çevi re rek, " Pardon . . . " dedi paravanaya.
İ çimden g ü l m e k geldi, ama Judith'i n gayet ciddi bir tav ı rl a d u rd u ­
ğ u nu fark etti m . Herhalde dokto run bu haline çoktan a l ı ş m ı ştı o .
Judith , "Baba m ı h at ı rl ıyors u n tabi i , " ded i .
Dr. F rankl i n i rki l d i . Telaşla geriled i . Gözleri n i kı sarak b a n a baktı .
Sonra e l i n i uzatarak, beceriksizce b i r tavı rla, "Tabi i , tabi i , " ded i . " N as ı l­
s ı n ı z ? Geleceğinizi duym uştu m . . . " Judith'e dönd ü . " D i nle, yemek i çi n
giyi n m e m i z şart m ı ? Buna gerek yoksa o zaman yemekten sonra d a
bi raz çal ı şabi l i ri z . O lam lardan bi rkaç tane daha h az ı rlasak . . . "
Judith , " H ayı r, " ded i . "Ben babam la ko nuşmak istiyoru m . "
"Ah , evet. Tabi i , tabi i . " Dr. Frankl i n b i rdenbire özür di lermiş gibi g ü ­
l ü msed i . Tebess ü m ü çocuksuyd u . "Afeders i n i z . . . İ şe öylesi ne dalıyo­
ru m ki . Affedi lecek bi r şey değil b u . Beni benci lleşti ri yor. Affeders i n i z . "
Saat çal maya baş lam ı ştı . Frank l i n te laşla buna bir g ö z att ı . "Alla­
h ı m ! O kadar geç o l m u ş mu? İ şte şimdi baş ı m derde g i recek. Barba­
ra'ya yem e kten ö nce ke ndisine kitap okuyacağ ı m a dair söz verm işti m . "
G ü lerek bize bakt ı . Telaşla d ı şarı fı rlarke n kap ı n ı n kenarı na çarptı .
"Bayan Franklin n as ı l ?" diye sord u m .

- 26 -
Judith , "Her zamanki gibi , " ded i . " Hatta daha da kötü . "
M ı rı ldand ı m . "On u n böyle h asta o l m a s ı üzü lecek bir şey. "
Judith, "Bi r doktoru ç ı ld ı rtacak b i r şey bu , " ded i . "Dokto rlar s ağ l ı k-
l ı insanlardan hoşlan ı rlar. "
Bağ ı rd ı m . "Siz gençler de ne kadar acı m as ı z o luyors u n u z ! "
J udith soğ u k soğuk, " B e n sadece b i r gerçeği aç ı kl ı yo rd u m , " ded i .
P o i rot atı ld ı . " H e r şeye rağ m e n , i y i doktoru m uz karı s ı na kitap oku-
mak için telaş l a koşt u . "
J u d ith h o m u rdand ı . "Budalal ı k ! E ğ e r Barbara kitap o ku n m as ı n ı i s ­
tiyorsa, bu işi kendisine bakan hemşire ç o k iyi başar ı r. Ben ş a h s e n b i ­
ri n i n bana yüksek sesle kitap okumas ı ndan nefret ederd i m . "
"Zevkler değişir, " ded i m .
J u d ith , "Barbara Frankl i n , çok apta l , " d iye yanıtlad ı .
P o i rot, "Yavru m , " ded i . " İ şte b u kon u d a seninle ayn ı kan ı d a deği-
lim."
"Barbara Frankl i n , e n bayağ ı rom a n l ardan başka h i çbi r ş e y oku­
m u yo r. Kocas ı n ı n işiyle h i ç ilgilenm iyor. Son fikir akı m ları ndan haberi
yok. K i m i b u l u rsa hemen s ağ l ığ ı ndan söz etmeye baş l ı yo r. "
Poirot, "Ben yine d e ayn ı şeyi söyleyeceğ i m , " ded i . "Kad ı n gri h ü c­
releri n i senin h i ç bilmediğin bir şeki lde k u l l an ı yo r. "
J udith dudak bü ktü . " Pek n az l ı v e ci lve l i biri . Kı m kı m kı rıtıyo r. Siz
h e rhalde öyle kad ı n lardan hoşlanıyo rs u n u z , Poi rot Amca !"
"Ne m ü n asebet," d iye bağ ı rd ı m . "Poirot i riyar ı , gösterişli , Beyaz
Rusları te rc i h eder. "
"De mek s ı rları m ı böyle açı k l ı yo rs u n , H asti ngs? J u d ith , baban d a
k ı z ı l saçl ı lara pek merakl ı d ı r. Bu yüzden de baş ı kaç kez derd e g i rdi . "
Judith i k i mize bakarak hoşgörüyle g ü l ü m sedi . "Ne acayip i nsanlar­
s ı n ı z , " diyerek döndü .
Ben de ayağa kalktı m . "Bavu lları m ı açm a m gerek. Ye mekte n ön­
ce b i r banyo yapmam d a iyi o l u r."
Poi rot h e m e n yakı n ı ndaki zile bast ı . Bi r i ki dakika sonra b i r uşak
içeri g i rd i . O n u görü nce şaş ı rd ı m . Ad am b i r yabanc ıyd ı .
"A! Georg e nerede ?"

- 27 -
Poirot' n u n uşağ ı George y ı llardan beri o n u n yan ı ndayd ı .
"George ai lesi n i n yan ı n a gitti. Babas ı h astaym ı ş . B i r s ü re sonra
tekrar bana döneceği n i u m arı m . O s ı rada . . . " Ye ni uşağ ı na g ü l ü msed i .
"Curtiss bana bakıyor. "
C u rtiss de sayg ı l ı bir tav ı rl a g ü l ü msedi. İ riyarı , aptalca suratl ı b i r
adam d ı .
Kapıdan ç ı karke n Poi rot'nu n içinde kağ ıtlar o l a n evrak çantas ı n ı
d ikkatle kilitled i ğ i n i fark etti m .
Koridoru aşarak odama giderken kafam karmakar ı ş ı kt ı .

O akşam yemeğe i n e rke n bana h ayat sanki b i r rüya h a l i n i al m ı ş


g ibi geliyord u .
Giyinirken bi r i k i defa kendi kend i m e , acaba bütü n b u n l a r Po­
i rot' n u n haya l i n i n mahsulü mü, diye sorm u ştu m . Neticede sevg i l i a rka­
d aş ı m yaş l ı bir adam d ı a rt ı k. Sağ l ı ğ ı da bozuktu . Kendisi kafas ı n ı n es­
kisi kadar fevkal ade olduğunu iddia ediyord u . Ama asl ı nda öyle m i yd i
bakal ı m ? P o i rot bütü n yaşam ı n ı kati l leri n i z i n i bu l m ak v e o n ları k ı st ı r­
m akla geçi rmişti . Son u n d a olmayacak yerde ci nayetlerden kuşku lan­
ması şaş ı l acak bir şey m i say ı l ı rd ı ? San ı r ı m ki bu zoraki dinlenme onu
fe na h alde s i n i rlendiriyord u . O n u n içi n yeni bir ' i nsan av ı ' yaratm ı ş ol­
m az m ı yd ı ? Bazen i nsan çok i stediği bir şeyi n gerçek o l d u ğ u n u sanı­
yord u . Asl ı nd a m a ntı k l ı bir s i n i rsel b u n al ı m d ı b u . Poirot gazete lere ge­
çen bi rkaç olayı seçm i ş , bunlara kendi nce b i r anlam ve rmişti . B u o l ay­
ları n gerisi nde gölge gibi biri n i n , bi rkaç kişi n i n can ı n a kıyan bi r can i n i n
g i z l i olduğ u n u düşünm üştü . Herhalde asl ı nda Bayan Etheri ngton koca­
s ı n ı öldü rm ü ştü . Rençber karı s ı n ı vurmuştu . Genç k ı z , teyzesine ger­
çekten fazl a dozda morf i n vermişti . K ı skanç kad ı n , tehd id ini yeri ne ge­
tirmiş ve kocas ı n ı ortadan kald ı rm ı şt ı . O kaçak i htiyar kız d a asl ı nd a
kendisini polise tesl i m o l m aya zorlayan cinayeti işlemişti . Yan i asl ı nd a
bütü n bu c i n ayetler göründükleri g i biydiler!

- 28 -
Bu asl ı nd a pek makul olan görüşe karş ı l ı k sadece Poi rot' n u n akl ı ­
na olan kesi n i nanc ı m ı ö n e sü rebi l i rd i m .
Poirot b i r c i nayeti n plan land ı ğ ı n ı söyle m i şti . Styles i ki nci kez b i r ci­
nayete sahne o l acakt ı .
Zaman bu iddiayı doğru l ayacak ya d a yalanlayacakt ı . Gelge l e l i m
bu doğruysa, o z a m a n o l a y ı ö n l e m e k d e b i z e düşüyord u .
Ve P o i rot kati l i n kim olduğ u n u biliyord u . B u n u b e n b ilm iyord u m .
D ü ş ü n d ü kçe büsbütü n öfkelendi m ! Açı kças ı Poirot' n u nki de küs­
tah l ı kt ı . B e n i m yard ı m ı m ı istiyor a m a s o n ra d a bana aç ı l ma maya ya­
naş m ı yo rd u !
Nede n ? Tabii b i r sebep ortaya sürmüştü . A m a m u h akkak k i b u d a
pek yete rsizd i . Yüzümden düşünceleri m i n belli olduğu iddias ı ndan, bu
g ü l ü n ç şakadan b ı km ı şt ı m art ı k ! Ben de h e rkes gibi bir s ı rrı saklayabi­
l i rdi m . P o i rot, d a i m a gururumu kı racak bir şeki lde gayet şeffaf bir i nsan
olduğ u m ve herkes i n kafamdan geçe n leri rah atl ı kla okuyabildiği i nan­
c ı na ı s rarla i n an m ı ştı . Bazen bunu her tür h i leden nefret eden güzel ve
d ü rüst karakteri m e vererek bu hakareti y u m uşatm aya da çal ı ş ı rd ı !
Tabi i , diye düşü ndü m . Bütü n b u olay Poirot' n u n h ayal i n i n mahsu­
lüyse, o zaman bana aç ı l mayı istememesi ko l ayl ı kl a açı klanabi l i r.
Gonga vurulduğu s ı rada ben hala b i r sonuca varam am ı şt ı m . Ye­
meğe i ne rken h e r türlü fikri kabule h az ı r deği ldi m . Ama yine de gözle­
ri m i dört açacak ve Poirot' n u n efsanevi X ' i n i b u l m aya çal ı şacakt ı m. ·
B i r s ü re i ç i n Poirot' n u n sözleri n i n tam am ıyla doğru olduğu n u ka­
bul edecekti m . Bu evde beş defa cinayet i ş leye n ve yeniden öldürme­
ye h az ı rlanan bi ri vard ı . Kimdi o ?
Yemeğe gitmeden önce salonda be n i Bayan Gole ve Bay Aller­
ton ' l a tan ı ş t ı rd ı l ar. K ad ı n otuz üç, otuz d ö rt yaşları ndayd ı . Uzun boylu
ve hoştu . Bay Allerton'dan hiç hoşlan m azd ı m . K ı rk iki kı rk üç yaş ları n­
da yakı ş ı kl ı , geniş omuzlu, bronz ci ltli b i r adam d ı . Rahatl ı kla konuşu­
yordu ve sözleri n i n çoğ u n u n da çift a n l am l ı olduğunu fark etti m . Aller­
ton ' u n gözleri n i n altı ndaki şişli kler o n u n sefi lce bir h ayat s ü rdüğü n ü or­
taya koyuyord u . H e rh alde adam h i l e l i işlere g i rişiyo r, ku mar oynuyor,

- 29 -
içkiyi de fazla kaçırıyordu. Her şeyden önce kadınlara fazla düşkün bir
insan olduğu da belliydi.
İhtiyar Albay Luttrell'in de ondan pek hoşlanmadığını fark ettim.
Boyd-Carrington da Allerton'la soğuk bir tavırla konuşuyordu. Allerton
daha ziyade gruptaki kadınları etkiliyordu. Bayan Luttrell mutlu bir ta­
vırla adeta cıvıldıyordu. Adamsa tembel tembel ve pek de gizlemediği
bir küstahlıkla ona iltifatlar yağdırıyordu. Judith'in de adamla ahbaplık
etmekten hoşlandığını ve onunla konuşmak için kendisini her zaman­
kinden daha fazla zorlandığını görerek öfkelendim. En kötü bir erkeğin,
kadınların en iyilerini ilgilendirip memnun etmesi hiçbir zaman çözeme­
yeceğim esrarlı bir problemdir benim için. İçgüdülerim bana Allerton'un
ahlaksız biri olduğunu haber veriyordu. Erkeklerin yüzde doksanı da
bu konuda beni desteklerdi. Buna karşılık kadınların yüzde doksanı ve
hatta belki de yüzde yüzü ondan hemen hoşlanırdı.
Sofraya oturduk. Önümüze içinde beyaz yapışkan bir sıvı bulunan
tabaklar konulurken ben de masadakileri süzdüm. Olasılıkları hesapla­
maya çalışıyordum.
"Poirot haklıysa, zekasına bir şey olmamışsa, o zaman bu insan­
lardan biri tehlikeli bir katil... Ve hatta belki de bir deli."
Poirot bana açık açık söylememişti ama ben X'in erkek olduğunu
sanıyordum. Katil bu erkeklerden hangisi olabilirdi?
Kararsız, bitkin haliyle yaşlı Albay Luttrelll olamazdı herhalde. Ev­
den dürbünle dışarı ·fırlarken karşılaştığım Norton? Bu da mümkün de­
ğildi. İyi bir insana benziyordu o. Beceriksiz, biraz mızmız bir insan.
Kendi kendime, tabii, dedim. Katillerden çoğu ufak tefek, dikkati çekme­
yen erkeklerdi. Zaten bu sebepten cinayet işlemişlerd.i. Dikkati çekmek
için. Başkalarının kendileriyle ilgilenmemesine, onlara aldırmamasına
sinirlenmişlerdi. Gelgelelim Norton kuşlara bayılıyordu. Ben doğa sev­
gisinin bir insanda daima sağlıklı bir işaret olduğuna inanırdım.
Boyd-Carrington? Olmayan şeydi bu. Adı dünyaca biliniyordu.
Fevkalade bir sportmen, bir idareci, herkes tarafından sevilen ve sayı­
lan bir insandı. Franklin'in üzerinde de durmadım. Judith'in ona hem
büyük bir hayranlık ve hem de derin bir saygı duyduğunu biliyordum.

- 30 -
Sonra... Bay Allerton. Adamı iyice tarttım. Kötü bir insandı Allerton.
Bu hiç kuşku götürmezdi! Büyük annesinin bile derisini yüzecek tipte
bir adamdı. Tabii o şirin tavırlarıyla bu kusurlarını örtüyordu. Adam ko­
nuşuyordu şimdi. Kendisini sıkıntıya düşüren bir olayı hikaye ediyordu.
Üzüntüyle gülünç bir duruma düşmüş olduğunu kabul ediyor ve böyle­
ce herkesin gülmesini sağlıyordu.
Kararımı verdim. "Eğer Allerton X ise, o zaman bütün o cinayetle­
ri kendisine menfaat sağlamak için işledi."
Evet, Poirot X'in erkek olduğunu kesinlikle söylememişti. Onun
için Miss Cole'un üzerinde de durdum. Kadının huzursuz bir hali vardı.
Telaşla hareket ediyordu. Sinirlerinin bozuk olduğu belliydi. Güzeldi
ama çok ıstırap çekmiş olduğu da anlaşılıyordu. Ama bütün bunlara
rağmen yine de normal bir insan hali vardı onda. Sofrada Miss Cole,
Bayan Luttrell ve Judith'den başka kadın yoktu. Bayan Franklin, yukar­
da kendi odasında yemek yiyordu. Ona bakan hemşire de bizden son­
ra sofraya oturuyordu.
Yemekten sonra salonun penceresinin önünde durmuş bahçeye
bakıyor ve eski günleri düşünüyordum. Kızıl saçlı genç bir kız olan
Cynthia Murdoch, şu çim alanı koşarak geçmişti. Beyaz elbisesiyle ne
kadar hoştu...
Geçmişle ilgili hayallere dalmıştım. Judith koluma girince irkildim.
Kızım beni camlı kapılardan terasa çıkardı.
Sonra da birdenbire, "Ne var?" dedi.
Şaşırdım. "Ne mi var? Ne demek istiyorsun?"
"Bütün akşam pek acayiptin. Yemekte neden herkese öyle dik dik
bakıyordun?"
"Bakıyor muydum gerçekten?... Herhalde geçmişi düşünüyordum.
Belki de birtakım hayaller görüyordum."
"A, evet. Gençliğinde burada kalmışsın, değil mi? Styles'da yaşlı
bir kadın öldürülmüş sanırım. Ya da öyle bir şey."
"Onu strikninle zehirlemişlerdi."
"Nasıl bir kadındı o? İyi mi, kötü mü?"

- 31 -
Bu soruyu düşündüm. Sonra ağır ağır, "Çok iyi bir kadındı," dedim.
"Cömertti. Hayır kurumlarına çok yardım ederdi."
"Ah, şu cömertlerden..." Judith'in sesinde hafif bir istihkar vardı.
Sonra garip bir soru sordu. "Buradakiler... mutlu muydular?"
Hayır, değillerdi. Bu kadarını biliyordum. Ağır ağır, "Hayır," dedim.
"Neden?"
"Çünkü kendilerini hapisteymiş gibi hissediyorlardı. Anlayacağın
bütün para Bayan İnglethrop'daydı. Ve... o parayı herkes kendisi dağıtı­
yordu. Üvey çocuklarının istedikleri gibi bir hayat sürmeleri olanaksızdı."
Judith'in dehşetle içini çektiğini duydum. Kolumu tutan parmakları
kasıldı. "Kötü bu. Kötü... İnsanın gücünü kötüye kullanması demek...
Böyle şeylere izin verilmemeli. Yaşlılar, hastalar, gençlerin ve sağlam­
ların yaşamlarını engelleyecek güce sahip olmamalılar. Onları sıkı sıkı
bağlamak, yıprandırmak, faydalı olabilecekken ihtiyaç duyulan güç ve
enerjilerini ziyan ettirmek... Bu sadece bencillik."
Alayla, "Bu karakter yaşlıların tekelinde değil," diye cevap verdim.
"Ah, gençlerin bencil olduğunu düşündüğünü biliyorum, baba. Bel­
ki de öyleyiz. Ama bizimki temiz bir bencillik. Hiç olmazsa biz sadece
istediğimizi yapmayı arzu ediyoruz. Başkalarının da bizim istediğimiz
gibi hareket etmelerini söylemiyoruz. Onları birer esir haline sokmaya
çalışmıyoruz."
"Hayır... Yalnızca önünüze çıktıkları takdirde onları çiğneyip geçi­
yorsunuz."
Judith kolumu sıktı. "Bu kadar acı konuşma. Benim kimseyi çiğne­
yip geçtiğim yok. Aslında sen de hiçbirimizin hayatını istediğin biçime
sokmaya kalkışmadın. Onun için sana minnet duyuyoruz."
Dürüstçe, "Korkarım bunu yapmayı istedim," diye yanıtladım.
"Ama annen ısrar etti. 'Bırak kendi hatalarını yine kendileri düzeltsin­
ler,' dedi."
Judith tekrar kolumu çabucak sıktı. "Biliyorum. Sen tıpkı bir tavuk
gibi gıdaklayarak etrafımızda dolaşmayı istiyordun. Ben her şeyin
abartılmasından nefret ederim. Böyle şeylere gelemem. Çünkü fayda­
lı hayatların faydasızlar uğruna kurban edildiği konusunda benim gibi
düşünüyorsun, değil mi?"

- 32 -
"Bazen böyle oluyor," diye itiraf ettim. "Ama sert tedbirler almaya
da gerek yok... Neticede isteyen başını alıp gider."
"Bu kolay mı sanıyorsun? Kolay mı sanıyorsun?"
Sesi öy lesine heyecanlıydı ki, ona hayretle bakakaldım. Teras ka­
ranlık o lduğu için, yüzünü iyice göremiyordum. Kızım, söz lerini sürdür­
dü. Sesi hafif ve kuşkuluydu. "O kadar çok şey var ki... Pek zor bu...
Mali sorunlar... Sorumluluk hissi... Vaktiy le sevdiğin birini incitmekten
kaçınmak... Bütün bunlar... Ve bazı insanlar son derece vicdansız olu­
yorlar. Karşılarındakinin bütün bu his leriyle oynuyorlar. Bazı insanlar...
bazı insanlar sülükten farksız lar !"
Kızımın sesindeki öfke beni şaşırtmıştı. "Judith'ciğim ! "
Judith haddinden fazla heyecanlanmış olduğunu fark etmişti. Zira
gülerek kolumdan çekti. "Pek mi ateşli konuştum? Açıkçası beni sinir­
lendiren bir konu bu. Anlayacağın öy le bir vaka biliyorum... Adam za­
lim, hain bir ihtiyardı... Ve bir kız bağları koparmak ve sevdiklerini ser­
best bırakmak cesaretini gösterdiği zaman, herkes onun deli olduğunu
söyledi. Deli? Bir insanın yapabileceği en akıl lıca hareket. En akı l lıca
ve en cesurca !"
Fena halde endişelendim. Kısa bir süre önce buna benzer söz ler
duymuştum. Ama nerede? Sert sert, "Judith," dedim. "Hangi vakadan
söz ediyorsun?"
"Sen tanımazsın... Frankl in'lerin eski ahbapları. Litchfield adında
bir ihtiyar. Adam çok zengindi ama zaval lı kız larını hemen hemen aç
bırakıyordu. Onların sokağa çıkmalarına ya da başkalarıyla ahbaplık
etmelerine i zin vermiyordu. As lında deliydi tabii. Ama tıp açısından ye­
terince deli sayılmıyordu."
"Ve en büyük kızı onu öldürdü," dedim.
"Ah... Herhalde bunu gazetelerde okudun? Evet, buna cinayet
adını verebilirsin. Ama bu kişisel çıkarlar için işlenmedi. Margaret Litch­
field hemen polise giderek tes lim o ldu. Bence çok cesur bir kızdı. Açık­
çası ben kendimde o cesareti bulamazdım."
"Polise tes lim o lmak cesaretini mi? Yoksa cinayet işlemek cesare­
tini mi?"
" İkisini de."

- 33 - . . . Ve Perde İndi / F:3


Sert sert, " Buna memnun oldum , " diye cevap verdim . " Senin bazı
vakalarda katilin haklı olduğundan söz etmen de hiç hoşuma gitmiyor."
Bir an durdum , sonra ekledim. " Dr. Franklin ne düşünüyor?"
Judith , "Adamın öldürülmeyi hak ettiğini," dedi. " Babacığım açık­
çası bazı insanlar ölümü davet ediyorlar."
"Böyle konuşmana göz yumamam , Judith. Kafana bu fikirleri so-
kan kim?"
" Hiç kimse değil."
"O halde dinle. Bütün bunlar zararlı düşünceler."
"Anlıyorum. Neyse, konuşmayı burada keselim." Kızım bir an dur­
du. "Ben aslında Bayan Franklin'den sana haber getirmiştim. Yatak
odasına çıkmaya bir itirazın olmadığı takdirde seni görmek istiyor."
"Buna pek sevinirim. Onun yemeğe inemeyecek kadar hasta ol­
masına üzüldüm ."
Judith duygusuz bir ses tonuyla, "Aslında iyiydi o," dedi. "Yalnızca
mesele çıkarmaktan hoşlanıyor."
Gençler pek anlayışsız oluyorlar.

Bayan Franklin'i daha önce bir kez görmüştüm. Otuz yaşlarında


" Madonna T ipi" diye tarif edebileceğim bir kadındı o. İri kahverengi
gözleri , hassas ifadeli uzunca bir yüzü vardı. Saçlarını ortadan ayırı­
yordu. Vücudu çok inceydi. Cildi şeffaf gibi duruyordu.
Genç kadın şezlongdaki yastıklara dayanmış oturuyordu . Arkasın­
da beyaz , süslü , uçuk mavi, pek zarif bir sabahlık vardı.
Franklin'le Boyd-Carrington odadaydılar. Kahve içiyorlardı. Barba­
ra Franklin, beni gülümseyerek karşıladı. Elini de uzatmıştı .
"Geldiğiniz için ne kadar sevindiğimizi bilemezsiniz . Bay Hastings.
Judith için çok iyi olacak bu. Zavallı yavrucak pek fazla çalışıyor."
Kadının küçük , narin elini tuttum . " Fazla çalışmanın ona yaradığı
belli ."

- 34 -
Barbara Franklin içini çekti. "Evet, şanslı o. Judith'e ne kadar ha­
set ediyorum bilseniz . Onun sağlıklı olma denilen şeyin ne olduğunu
bilmediği belli. Sen ne dersin, hemşire? Ah, sizi tanıştırayım . Bu hem­
şire Craven. Bana o kadar, o denli iyi bakıyor ki. O olmasaydı ne ya­
pardım bilmem. Sanki ben küçücük bir bebekmişim gibi davranıyor."
Hemşire Craven uzun boylu, güzel bir kadındı. Gür kızıl saçları,
kusursuz bir cildi vardı. Ell!3rinin ince, uzun ve bembeyaz olduğunu fark
ettim. Hastanede çalışan hemşirelerin çoğunun elleri böyle olmuyordu.
Hemşire Craven bir bakıma sıkı ağızlı bir kızdı. Bazen insana cevap da
vermiyordu. Şimdi de soruyu cevaplandırmayarak sadece başını salla­
makla yetindi.
Bayan Franklin sözlerine devam etti. "Ama açıkçası John zavallı
kızınızı fazla çalıştırıyor. Tam bir esir tüccarı o. John, sen kalpsiz bir
esir tüccarısın, öyle değil mi?"
Kocası durmuş, pencereden dışarıyı seyrediyordu. Hafifçe ıslık
çalıyor ve cebindeki bozuk paraları şıkırdatıyordu. Karısının sorusu
üzerine ansızın irkildi.
"Ne dedin, Barbara?"
"Senin zavallı Judith Hastings'i ayıp denilecek derecede fazla ça­
lıştırdığını söylüyordum. Ama Bayan Hastings geldi artık. Onunla kafa
kafaya verecek ve bu işe engel olacağız."
Şakacılığın Dr. Franklin'in en güçlü tarafı olmadığı belliydi. Y üzün­
de hafif bir endişe ifadesi belirdi. Bir şey sormamış gibi Judith'e dönerek
mırıldandı. "Seni fazla çalıştırdığım takdirde bana haber vermelisin . . . "
Judith, "Takılıyorlar..." dedi . "İşten söz ettiler de aklıma geldi. Sa­
na o ikinci lam için kullanılacak numarayı soracaktım ... Hani şu..."
Doktor heyecanla ona dö nerek sözünü kesti. "Evet, evet. Dinle
sence bir sakıncası yoksa laboratuvara gidelim. Emin olmak istedi­
ğim..."
Konuşarak odadan çıktılar.
Barbara Franklin yastıklara dayanarak içini çekti.
Hemşire Craven birdenbire hiç de hoşa gitmeyecek bir tavırla,
"Bence asıl esir tüccarı Miss Hastings;" dedi.

- 35 -
Bayan Franklin tekrar içini çekti. "Kendimi o kadar yetersiz hisse­
diyorum ki. John'un işiyle daha yakından ilgilenmem gerektiğini biliyo­
rum. Ama elimde değil bu. Evet, belki benim zayıf bir tarafım var... "
Şöminenin yanında duran Boyd-Carrington, onun sözünü kesti.
"Saçmalama, Babs. Zayıf bir tarafın hiç yok . Boş yere kendini ü zme . "
"Ama, Bill'ciğim, ben kaygılanıyorum. Kendim bakımından bayağı
umutsuzluğa kapılıyorum. Ama... elimde değil. Bence... çok çirkin şey­
ler bunlar. Kobaylar, fareler, bilmem ne... Ööö..." Titredi. "Bunun buda­
laca bir şey olduğunu biliyorum. Gelgelelim ben yalnızca o güzel ve
mutlu şeyleri düşünmek istiyorum. Kuşlar, çiçekler, oyun oynayan ço­
cuklar... Ne demek istediğimi sen biliyorsun, Bill."
Adam yaklaşarak, kadının yalvarırcasına uzattığı elini tuttu. Boyd­
Carrington, baş ı nı eğerek Barbara Franklin'e bakarken y ü zündeki ifa­
de değişmişti . Bir kadınınki kadar şefkat doluydu çehresi. Nedense bu
çok etkileyici bir şeydi. Çünkü William Boyd-Carrington aslında tam bir
erkekti .
Adam, "On yedi yaş ından beri fazla değişmedin, Babs," dedi. "Bah­
çedeki av ını, kuşlar ın banyo yaptığı küçük havuzu ve hindistancevizle­
rini anımsıyor musun?" Bana döndü. "Biz Barbara'yla eski oyun arkada­
şıyız . "
Kad ın itiraz etti. " Eski oyun arkadaşı mı?"
"Ah, senin benden en aşağı on beş yaş küçük olduğunu inkar et­
miyorum. Ama ben bir delikanlıyken seninle oynardım. Sen k üçücük bir
bebektin . Seni sırtımda taşırdım, yavrum. Daha sonra İngiltere'ye dön­
düğü m zaman senin pek güzel bir genç han ı m halini alm ı ş olduğunu
gördüm. Sosyeteye takdim edilmek üzereydin. Ben de payıma düşeni
yapt ım. Seni kulübe götürerek golf öğrettim. Bunu hatırl ıyor musun?"
"Ah, Bill, bütün bunlar ı unutabilir miyim sanıyorsun?" Kadın bana,
"Ailem bu taraflarda otururdu," diye açıkladı. "Bill de Knatton'a gelip
yaşl ı amcas ı Sir Everard' ın malikanesinde kalırd ı."
Boyd-Carrington, "Ne kasvetli yerdi oras ı," dedi . " Hala da öyle ya .
Bazen umutsuzluğa kap ılıyor ve malikaneyi yaşanılabilecek bir hale
katiyen sokamayacağ ımı düşünüyorum."

- 36 -
"Ah , B i l i , oras ı şahane bir hale kon u labi l i r. Fevkalade, şahane b i r
hale."
"Evet, Babs. Ama i ş i n kötü'3ü ben i m bu konuda hiçbir fi kri m yok.
Banyolar ve rahat ko ltu klar. . . Akl ı m a geleni bu kadar. Bu iş içi n b i r ka­
d ı n gerek. "
"Sana gelip yard ı m edebileceği m i söyled i m . Gerçekte n çok ciddi­
yi m . "
"Eğer gücün kuwetin yeri ndeyse seni oraya arabayla götü rebi l i ­
ri m . Ne ders i n h e m ş i re ? "
"Ah , evet, S i r Wi l l i a m . Bence bu Bayan Franklin'e ç o k i y i g e l i r. Ta­
b i i di kkat etmesi ve kendisini faz la yormaması koşu luyla."
Boyd-Carringto n , "O halde anlaşt ı k , " ded i . "Hayd i , sen art ı k güzel­
ce uyu bakal ı m . Yar ı n a dipd i ri o l . "
İ ki m i z de Bayan Franklin'e, " İ yi geceler," diyerek birlikte odadan
ç ı ktık. Merdivenlerden i nerke n Boyd-Carri ngto n , haşin bir tav ı rla, "Bi le­
mezsi niz," diye m ı r ı ldand ı . "On yedi yaş ı ndayken ne güzel bir kızd ı . Ben
Birmanya'dan İ ngi ltere'ye dön m ü ştü m . Kar ı m orada ölm üştü . Size açı k­
ça söyleyeyi m , Barbara'ya birdenbire tutu luverd i m . O, üç dört y ı l sonra
Franklin'le evlendi . Onları nki n i n m utlu b i r evl i l i k olduğunu da san m ı yo­
ru m . Bence Barbara' n ı n h astal ı ğ ı n ı n as ı l sebebi de bu. Ada m , Barba­
ra'yı anlayam ı yor, onu takd i r edemiyor. H albuki kad ı n çok· h assas.
Onun rah ats ı z l ı ğ ı n ı n bir k ı s m ı s i n i rsel san ıyoru m . Barbara'yı gezmeye
götü rdüğü n , o n u eğlend i rdiğin, i lgisini çekecek şeyler yapt ı ğ ı n takd i rde
kad ı n tamam ı yla değişiyor. Ama o Allah ı n cezas ı heki m bey sadece de­
ney tüyleriyle, Batı Afrikal ı yerli lerle ve bakterilerle i lgileniyor. "
Adam ı n sözleri nde gerçek pay ı olabi leceğ i n i düşü nd ü m . Ama
Boyd-Carri ngto n ' u n Bayan Frankli n'den hoşlanması beni şaş ı rtt ı . Neti­
cede kad ı n eski res i m le rdeki gibi naz l ı bir güzel o l m as ı n a karş ı n yine
de h asta l ı k l ı bir i nsand ı . H albuki Boyd-Carrington, h ayat dolu , can l ı ve
enerji k bir adam d ı . İ nsan o n u n sinirli bi r h asta karş ı s ı nda sadece öfke
ve s ab ı rs ı z l ı k d uyacağ ı n ı san ı rd ı . Ama Barbara Frankl i n genç k ız l ı ğ ı n­
da pek güzeldi anlaş ı lan. Ve Boyd-Carri ngto n gibi idealistler i l k izlenim­
lerin etkisinden kol ay l ı kla kurtu lamazlard ı .

- 37 -
Aşağıda Bayan Luttrell bizi yakalayarak briç oynamamızı önerdi.
Poirot'nun yanına gitmek istediğimi söyleyerek özür diledim.
"Allah layığını versin, Poirot," dedim. " Her şeyi kendine saklama
merakın yok mu ! Bütün akşamı X'i bulmaya çalışarak geçirdim."
Arkadaşım, " Herhalde bu da bir hayli dalgınlaşmana neden oldu,"
diye mırıldandı. "Sana kimse bu dalgınlığından söz etmedi mi? Bunun
sebebini sormadı mı?"
Judith'in sorularını anımsayarak hafifçe kızardım. Yanılmıyorsam
Poirot sıkıntımı fark etmişti. Dudaklarında hafif, alaycı bir tebessümün
uçuştuğunu gördüm. Ama yalnızca, "Peki bu konuda ne sonuca var­
dın?" diye sordu. ·
" Doğru tahmin etmişsem bunu bana söyleyecek misin?"
"Asla !"
Dikkatle Poirot'nun yüzüne bakıyordum. "Norton'un üzerinde dur­
dum... "
Arkadaşımın çehresindeki ifade değişmedi.
"Tabii," diye ekledim. " Elimde kesin bir delil yok. Sadece o bana di­
ğerlerinden daha da az şüphe edilecek bir insan gibi gözüktü. Sonra
Norton... şey... dikkati çekmeyen bir adam. Herhalde peşinde olduğu­
muz katil de öyle silik bir insan."
"Orası öyle. Fakat dikkati çekmemenin sandığından daha çok yol­
ları vardır."
"Ne demek istiyorsun?"
"Seninle .hayali bir vakayı inceleyelim... Cinayetten birkaç hafta
önce köye esrarlı bir yabancı geliyor. Bu gelişinin belirli bir nedeni yok.
Muhakkak ki bu yabancı hemen dikkati çeker. Fakat yabancı silik bir tip
olur ve balık tutmak gibi zararsız bir sporla meşgul olursa o zaman du­
rum değişir."
Başımı salladım. "Ya da kuşları seyrederse... Evet ama ben de bu­
nu söylüyordum zaten."
Poirot, " Diğer taraftan," dedi. "Katilin köyde bilinen biri olması du­
rumu daha da kolaylaştırır. Örneğin ... katil kasap olabililir. Üstelik bu
sayede kimse onun elbisesindeki kan lekelerinin üzerinde de durmaz."

- 38 -
"Saçmalıyorsun. Kasap, fırıncıyla kavga etti diyelim. Bunu bütün
köy hemen haber alır."
"Bu düşüncede haklı bile olsan, katil, fırıncıyı öldürmek için kasap
rolüne girmişse durum değişir. Her şeyin bir adım gerisine bakmalısın
daima, dostum."
Dikkatle Poirot'yu süzdüm. Bu sözlerinde gizli bir ima olup olmadığı­
nı anlamaya çalışıyordum. Eğer bu laflarının kesin bir anlamı var idiyse o
zaman arkadaşım Albay Luttrell'i kastediyor demekti. Adam, sırf müşteri­
lerden birini öldürmek fırsatını bulabilmek için mi açmıştı pansiyonu?
Poirot usulca başını salladı. "Aradığın cevabı yüzümde bulamaya­
caksın."
İçimi çektim. "Sen insanı çıldırtırsın, Poirot. Zaten tek şüpheli de
Norton değil. Şu Allerton adlı adama ne dersin?"
Arkadaşımın yüzü hala ifadesizdi. "Ondan hoşlanmadın mı?" diye
sordu.
"Hoşlanmadım tabii."
"Ah... Ahlaksızın biri o. Öyle değil mi?"
"Tabii ya. Sen o fikirde değil misin?"
"Olmaz olur muyum?" Poirot ağır ağır ekledi. "Kadınları çeken bir
tip o."
İsyanla bağırdım. "Kadınlar nasıl bu kadar aptal olabiliyorlar ! Aller­
ton gibi bir adamın nesini beğeniyorlar?"
"Kim bilir? Ama daima böyledir. Ahlaksız bir erkek... Ve kadınlar
daima ona bayılırlar."
"Ama neden?"
Poirot omzunu silkti. "Belki de bizim göremediğimiz bir şeyi fark
ediyorlar."
"Fakat nedir bu?"
"Belki de tehlike... Dostum, herkes hayatının tehlikeli olaylarla bi­
raz renklenmesini ister. Kimisi buna dolambaçlı bir şekilde erişir. Me­
sela boğa güreşlerini seyrederek. Kimisi heyecanlı kitaplar okur. Bazı­
sı da tehlikeyi sinemada heyecanlı filmler seyrederek tadar. Ama ben
şu kadarından eminim . Fazla güvenli, rahat bir hayat insanların hoşu-

- 39 -
na gitmez . Erkekler birçok yollardan tehlikeye erişirler. Kadınlar ise
tehlikeyi ekseri seks maceralarında bulacak dereceye gelirler. Belki de
bu yüzden kaplanı andıran erkeklerden hoşlanırlar. İçeri çekilmiş sivri
tırnaklı pençe... Saldırmaya hazırlanan kalleş bir yarat ık... Kadınlar, iyi
ve müşfik bir koca olabilecek fevkalade bir erkeğin yüzüne bile bak­
mazlar."
Bu sözleri birkaç dakika sıkıntılı s ıkıntılı, sessizce inceled im. Son­
ra da ondan önceki konuya döndüm . "Biliyor musun, Poirot? Aslında
benim X.'in kim olduğunu öğrenmem çok kolay. Biraz soruşturma yap-
· mam ve o listedeki insanlarla kimin ahbap olduğunu öğrenmem yeter.
Yani şu özetled iğin beş cinayet vakasındaki k imselerle .. .''
Bu sözleri içtenlikle söylemiştim. Ama Poirot beni aşağı görüyor­
muş gibi baktı sadece. "Hastings, seni buraya benim çoktan aştığım bir
yolda ağ ır ağır, beceriksizce ilerlememi seyretmek için çağırmadım .
Sana şunu da söyleyeyim : bu iş sandığın kadar basit değil. O vakalar­
dan dördü bu bölgede olmuş. Aslında burası tam anlamıyla bir pansi­
yon da sayılmaz. Luttrell'ler buralı. Durumları iyi değilmiş. Köşkü almış
ve pansiyon işletmeye başlamışlar. Buraya gelenlerin çoğu onların ah­
bapları. Ya da ahbaplarının tavsiye ettikleri kimseler. Franklin'leri bura­
ya gelmeye ikna eden Sir William . Franklin'ler de pansiyonu Norton'a
ve yanılmıyorsam Miss Cole'a tavsiye etmişler. İşte böyle.. Yani ... içle­
rinde birinin bildiği bir kimseyi diğerlerinin de tanıması ihtimal dahilinde.
Ayrıca X . ' de istediklerini belirli bir yere çekebilir. Örneğin ... Rençber
Riggs'i alalım. Olayın olduğu köy Boyd-Carrington'un amcasının mali­
kanesine yakın. Bayan Franklin'in ailesi de o civarda bir yerde oturu­
yormuş. Köyle hana sık sık turistler geliyor. Bayan Franklin'in a ile dost­
larının çoğu da o handa kalırlarmış . Dr. Franklin de hana inmiş. Nor­
ton'la Miss Cole'un da handa oda tutmuş olmaları pekala mümkün . ''
"Hayır, hayır, dostum. Sana açmaya yanaşmadığım sırrı öğren­
mek için beceriksizce çabalara girişme.''
"Çok saçma bu . Sanki bu sırrı başkalarına açıklarmışım gibi ! Po­
irot, yüzümden düşüncelerimin belli olduğu idd iasından, bu şakalardan
bıktım artık. Bunları hiç de komik bulmuyorum .''

- 40 -
Poirot usulca, "Nedenin yalnızca bu olduğundan emin misin?" de­
di. " Dostum, böyle bir bilginin tehlikeli bir şey olacağının farkında değil
misin? Emniyette olmanı istediği mi gör müyor musun?"
Ağzım bir karış açık ona bakakaldım . O ana kadar meselenin bu
yönünü düşünmemiştim . A ma tabii Poirot'nun sözleri doğruydu . Beş ci­
nayet işleyip, yakasını yasadan yine de kurtarmış bir katil vardı. Adam
kendisinden kimsenin kuşkulanmadığına inanıyordu. Gelgelelim o biri­
nin peşinde olduğunu öğrendiği an, kendisiyle ilgilenen kimse için bü­
yük bir tehlike halini alacaktı.
Sert sert, " Fakat sen . . . " diye bağırdı m . "Sen de tehlikede değil mi­
sin, Poirot?"
Poirot o sakat haline rağmen tehlikeye hiç aldırmadığını belirtmek
için elini salladı. "Ben böyle şeylere alışığım . Kendimi koruyabilirim .
Sonra benim sadık tazım da beni korumaya gelmedi mi? Benim sadık
ve fevkalade Hastings'im?"

Poirot'nun erkenden yatması gerekti . Onu uyumaya bırakarak,


aşağıya indim. Ama daha önce durarak uşak Curtiss'le biraz konuş­
tum .
Kafası ağır çalışan, fakat becerikli ve güvenilir, sakin bir adamdı .
Poirot, Mısır'dan döndüğünden beri onun yanında çalışıyordu . Bana
arkadaşımın sağlığının oldukça iyi sayılacağını söyledi. Çünkü zaman
zaman Poirot korkutucu kalp krizleri geçiriyordu. Ve kalbi şu son aylar­
da iyice bozulmuştu. Gitgide bozulan bir motor gibiydi bu.
Ah , neyse, güzel bir hayat sürmüştü Poirot . Ama yokuş aşağı her
adımda kahramanca savaşan eski arkadaşımın halini düşündükçe kal­
bim de burkuluyordu. Şimdi bile, sakat ve zayıf olmasına rağmen , o
amansız cesareti onu pek usta olduğu o oyunu oynamaya zorluyordu.
Huzursuz bir halde aşağıya indi m . Poirot'suz bir hayatı düşünemi­
yordum hiç kuşkusuz.

- 41 -
Salonda bir oyun yeni sona eriyordu. Beni briçe katılmaya davet
ettiler. Oyalanacağımı düşünerek razı oldum . Boyd-Carrington oyun­
dan çıkmıştı . Norton, albay ve Bayan Luttrell'in karşısına geçtim.
Bayan Luttrell, "Ne dersiniz , Bay Norton?" diye sordu . "Sizinle or­
tak olup , şu ikisine karşı oynayalım mı? Son defaki ortaklığımız çok ba­
şarılı olmuştu . . . "
Norton nazik nazik gülümsedi . Sonra da kart çekmemizin belki de
iyi olacağına dair bir şeyler mırıldandı.
Bayan Luttrell razı oldu ama istemeye istemeye sanırım .
Norton'la ben, Luttrell'lere karşı oynamaya başladık. Bunun Bayan
Luttrell'in hiç hoşuna gitmediğini fark ettim. Dudağını ısırdı. O şirinliği
ve yapma İrlandalı aksanı kayboldu.
Bunun nedenini çok geçmeden anladım. Daha sonraları Albay
Luttrell'le sık sık briç oynadım . Aslında adam fena bir oyuncu da değil­
di. 'Orta karar' diye tanımlayacağım bir briççiydi o. Ama unutkandı. Bu
yüzden zaman zaman gerçekten ciddi hatalar da yapıyordu . Karısıyla
ortak olduğu zaman hataların ardı arkası kesilmiyordu. Adamın kadın­
dan çok çekindiği belliydi. Bu yüzden de üç misli daha kötü oynuyordu .
Bayan Luttrell ise gerçekten iyi bir oyuncuydu. Ama açıkçası hiç de ho­
şa gidecek bir oyuncu değildi o. Akla gelecek her fırsattan faydalanı­
yor, hasmı bilmediği zaman bazı Kaidelere aldırmıyor, ama işine geldi­
ği takdirde bunları hemen uyguluyordu . Ayrıca hiç çekinmeden ustalık­
la, hasmının eline çabucak bir göz atmasını da biliyordu. Yani kısaca­
sı kadın kazanmak için oynuyordu.
Ve kısa bir süre sonra Poirot'nun 'zehirli dil'den neyi kastetmiş ol­
duğunu da anladım. Bayan Luttrell oyun oynarken kendisine hakim ola­
mıyordu. Zavallı kocasının yaptığı her hata kadının o zehirli diliyle aklı­
na gelen her şeyi söylemesine sebep oluyordu. Hem Norton ve hem de
benim için çok sıkıcı bir şeydi bu. Oyun sona erince bayağı sevindim.
İkimiz de saatin geç olduğunu ileri sürerek yeni bir oyuna başla­
maya yanaşmadık.
Oradan uzaklaşırken Norton biraz da ihtiyatsızlık ederek duyguları­
nı açıklayıverdi. "Hastings , ne korkunç şey bu ! Kadının, o zavallı adam­
cağızı böyle azarlaması çok sinirime dokunuyor. Üstelik Luttrell bütün

- 42 -
o azarlara sessizce katlanıyor. Zavallı adamcağız. Hindistan'da etrafa
sert emirler veren bir albay hali yok onda."
Norton ihtiyatsızca sesini yükseltmişti. "Hişşş ... " diye ihtar ettim.
Albay Luttrell onun bu sözlerini duyabilirdi.
"Çok kötü bir şey bu."
Öfkeyle, "Adam kadın ı baltayla doğradığı takdirde kendisine hak
vereceğim, " dedim.
Norton başın ı salladı. "O böyle bir şey yapamaz. Yuları kadının eli­
ne vermiş bir kere. Bundan sonra daima böyle olacak. ' Evet, hayatım...
Hayır, hayatım ...' diyecek. Bıyığ ını çekiştirerek, uysal uysal, meler gibi
konuşacak. Kendisini tabuta yatırıncaya kadar böyle gidecek bu. Adam
artık istese de bir şey yapamaz."
Kederli kederli başımı salladım. Norton'un haklı olduğunu düşünü­
yordum. Dışardan gelen bir sesle irkildim. "Bahçede biri mi var. Herkes
yatmadı mı? "
Norton cevap vermeden önce bir an duraksad ı. "Şey... ah... Her­
kesin evde olduğunu sanmıyorum."
Ans ı z ı n ani bir kuşkuyla sarsıldım. "Kim dışarda?"
"Kızınız sanırım... Şey... bir de... Allerton." Norton kayıtsızca bir ta­
v ı rla konuşmaya çalışmıştı.
Ama Poirot'yla yaptığım konuşmadan hemen sonra aldığım bu
haber birdenbire endişelenmeme neden oldu. Judith'im o tipte bir ada­
ma kanmazdı. Muhakkak ki Allerton'un içyüzünü anlay ı verirdi.
Soyunurken kendi kendime bunu yineleyip durdum. Ama o vuzuhsuz
endişem yine de geçmedi. Uyuyamad ım... Sağa sola dönüp durdum.
Gece duyulan kuşkular daima abart ılı bir hal alır. Yeniden umutsuz­
luğa kapıldım. Kendimi yine yapayalnız hissediyordum. Sevgili karım
sağ olsayd ı ... Y ıllar boyunca daima onun akl ına güvenmiştim. Karım, ço­
cuklar konusunda daima anlay ışlı ve mantıklı bir şekilde davranmıştı.
O olmadığı için şimdi kendimi pek yetersiz ve aciz hissediyordum.
Artık çocukların mutluluğu ve güveni benim sorumluluğumdu. Ben bu
konuda başarılı olabilecek miydim? Aslında zeki bir insan değildim.
Şaşırıyor, hatalar yapıyordum. Judith, mutlu olma fırsatını kaçırdığı, ıs­
tırap çektiği takdirde...

- 43 -
Umutsuzca elektriği yaktım. Yatakta doğrulup oturdum .
Bunu böyle sürdürmenin bir faydası yoktu . Uyumam gerekti . Ya­
taktan kalkarak lavaboya gittim. Orada duran aspirin kutusuna tered­
dütle baktım.
Hayır, bana aspirinden daha kuvvetli bir şey gerekti. H erhalde Po­
irot'da uyku ilacı vardır, diyP. düşündüm. Koridordan geçerek onun ka­
pısına gittim . Bir an orada kararsızca durdum. Arkadaşımı uyandırmak
günahtı.
Öyle tereddütle beklerken bir ayak sesi duyarak döndüm. Allerton
koridordan bana doğru geliyordu . Işık bir hayli sönüktü . Adam iyice
yaklaşıncaya kadar onun yüzünü seçemedim. Ben bir s üre adamın kim
olduğunu düşündüm. Sonra Allerton'u fark ettim ve bütün v ücudum da
kaskatı kesildi. Çünkü adam kendi kendine gülüyordu. O tebessümü
hiç hoşuma gitmedi .
Sonra bana bakarak kaşlarını kaldırdı. "A, Hastings, hala yatma-
dınız mı?"
Kısaca, "Uyuyamadım," dedim.
"Hepsi bu mu? Ben bu işi hemen hallederim. Benimle gelin."
Allerton'un peşi sıra onun odasına girdim. Bu benimkinin hemen
yanındaydı. Acayip bir merak bu adamı iyice yakından incelemeye zor­
luyordu beni.
"Siz de geç yatıyorsunuz galiba !" dedim .
"Ben hayatımda hiçbir zaman erkenden yatmadım. Özellikle eğ­
lence olduğu zaman. Bu güzel geceler ziyan edilmek için yaratılma­
mış." Bir kahkaha attı.
Gülüşünden tiksiniyordum . Allerton'un peşinden banyoya gittim.
Adam, küçük bir dolabı açarak, bir şişe çıkardı. İçinde birtakım haplar
vardı bunun.
" İşte... Fevkalade bir ilaçtır bu. Mışıl mışıl uyuyacak ... Üstelik ne­
fis rüyalar da göreceksiniz . Bu 'Slumberil' denilen nesne şahane bir
şey. İlacın adı bu."
Sesindeki heyecan hafifçe irkilmeme sebep oldu. Bu adam aynı
zamanda uyuşturucu madde mi k ullanıyordu. Kararsızca, "Bu ... tehli­
keli değil mi?" diye sordum .

- 44 -
"Fazla aldığınız takdirde tabii tehlikeli. Fazlası zehir etkisi yapıyor."
Gülümsedi. Dudaklarının kenarı hiç de hoşa gitmeyecek bir şekilde yu­
karıya doğru kıvrıldı.
"Bu ilacı reçetesiz vereceklerini hiç sanmıyorum, " dedim.
"Gerçekten bunu reçetesiz alamazsınız dostum. Yani.. . siz ala­
mazsınız açıkçası. Benim bu bakımlardan bazı ahbaplarım vardır."
Belki benimki budalalıktı ama bazen içimden geldiği gibi hareket
ederim ben. Dayanamayarak, "Yanılmıyorsam siz Etherington'u tanı­
yordunuz, " dedim.
Aynı anda pek de boşa atmamış olduğumu fark ettim . Allerton'un
bakışları sertleşti. Beni ihtiyatlı bir tavırla süzüyordu şimdi. Sonra, "Ah,
evet, " diye mırıldandı. "Etherington'u bilirdim." Sesi değişmişti. Yapma­
cıklı bir neşeyle konuşuyordu şimdi. "Zavallı adam.. " Ben bir şey söy­
lemeyince devam etti. �· Etherington uyuşturucu madde kullanıyordu ta­
bii. Ama fazla ileri gitti. İnsan ne zaman durması gerektiğini bilmelidir.
Fakat Etherington bunu bilemiyordu. Kötü bir şeydi bu. Aslında karısı
şanslıydı. Eğer jüri ona acımasıydı, kendisini asarlardı." Bana birkaç
tablet verdi. "Etherington'u iyi tanır mıydınız? "
Gerçeği söyledim. "Hayır... "
Bir an ne diyeceğini bilmiyormuş gibi durakladı. Sonra da neşeyle
hafifçe gülerek işi idare etti. "Acayip bir insandı o. Pek de iyi olduğu
söylenemezdi. Ama eğlenceli bir ahbaptı bazen."
Tabletler için Allerton'a teşekkür ederek odama döndüm.
l şığı söndürerek yatarken kendi kendime aptallık edip etmediğimi
sordum.
Çünkü birdenbire X.'in Allerton olduğuna karar vermiştim. Hemen
hemen emindim bundan . Ve adama bu kuşkumu da belli etmiştim.

Styles'da geçen günlerle ilgili hikayem biraz karışık. Ama kaçınıl­


maz bir şey bu. O süreyi düşünürken aklıma birtakım konuşmalar... ha­
fızama kazınan bazı anlamlı sözler ve cümleler geliyor.

- 45 -
Bir kere daha başlangıçta Hercule Poirot'nun ne kadar hasta ve
aciz olduğunu anladım. Onun da söylediği gibi zekasının eskisi kadar
fevkalade bir şekilde çalıştığına inanıyordum. Ama o fiziki zar öylesine
incelmişti ki, rolümün eskisinden daha da hareketli olacağı nı anladım .
Ben Poirot'nun hem gözleri hem de kulakları görevini yapacaktım.
Evet, hava güzel olduğu zamanlar Curtiss, Poirot'yu kucağına ala­
rak aşağıya , daha önce i ndirilmiş olan tekerlekli sandalyesinin durdu­
ğu yere götürüyordu. Sonra arkadaşımın sandalyesini iterek onu bah­
çeye çıkarıyor ve rüzgarsız bir köşe seçiyordu. Hava nın güzel olmadı­
ğı günleraeyse, onu salona taşıyordu.
Poirot nerede olursa ols u n muhakkak biri yanına giderek onunla
konuşuyordu. Gelgelelim bu da Poirot' nun baş başa kalacağı insanı
kendisinin seçmesine benzemiyordu tabii. Arkadaşım artık konuşmak
istediği insanı kendisi seçemiyordu.
Styles'a geldiğimin ertesi günü Dr. Franklin beni alarak bahçedeki
eski stüdyoya götürdü. Burası ilmi araştırmalar için alelacele bir labo­
ratuvar haline sokulmuştu .
Burada şunu açıklamalıyım : Bende bilim kafası yoktur. Herhalde
Dr. Franklin'in çalışmalarını anlatırke n de yanlış terimler kullanacağım
ve bu konularda bilgisi olan kimseler de beni aşağı görecekler.
Anladığım kadarı Franklin 'Kalabar fasulyesi' Physostigme Veneno­
sum'dam çıkarılan çeşitli alkaliler üzerinde deneyler yapıyordu. Frank­
lin'le Poirot'nun yaptığı bir konuşmadan sonra bu konuyu daha iyi kav­
radım . Bana bilgi vermeye çalışan Judith, bütün heyecanlı gençler gi­
bi aklın almayacağı kadar teknik terimler kullandı. Tabii sözlerinden
hiçbir şey anlayamad ım. Bütü n bunları n i nsanlığa ne faydası olacağı­
nı sorunca da Judith ba na hayretle baktı. Gerçek bir bilimciyi bundan
daha fazla kızdıran hiçbir soru yoktur. Judith, hemen beni aşağı görü­
yormuş gibi baktı ve sonra tekrar uzu n, bilgince bir izaha başladı. Ben
ancak şu kadarını anlayabildim : Batı Afrika'daki adı sanı duyulmamış
bazı yerli kabileleri, yine pek duyulmamış fakat öldürücü bir hastalığa
karşı şaşılacak bir bağışıklık gösteriyorlardı. Yanılmıyorsam hastalığın

- 46 -
adı Jordanitis'di . Zira Dr. Jordan adında heyecanlı ve hevesli bir ilim
adamı keşfetmişti bunu. Jordanitis aslında gayet nadir görülen, tropik­
lere has bir hastalıktı . Sadece bir iki beyaz tutulmuştu bu illete. Ve on­
lar da ölmüşlerdi .
Judith'in öfkesini göze alarak , "Kabakulağın yan tesirlerini gidere­
cek bir ilaç bulunması daha akıllıca bir şey olmaz mı?" dedim .
Judith bana hayret ve merhametle baktı. Erişmeye değer tek amaç
insanların iyileştirilmesi değil, onların bilgisini artırmaktı.
Mikroskopla bazı lamları inceledim . Batı Afrikalı bazı yerlilerin fo­
toğraflarına baktım. Bunlar gerçekten ilgi çekiciydi . Nihayet bir kafeste­
ki uykulu bir fareyle göz göze gelince kendimi telaşla temiz havaya at­
tım.
Demin d e söylediğim gibi b u konuyla ilgilenmeme Franklin'in Po­
irot'yla yaptığı bir konuşma sebep oldu.
Doktor, "Biliyor musunuz, Poirot," dedi . "Aslında bu madde benim
mesleğimden çok sizinkiyle ilgili. Üzerinde deney yaptığım ' Kalabar fa­
sulyesi' denilen şey. Yani güya bir insanın suçlu mu yoksa suçsuz mu
olduğunu ortaya koyuyor. O, Bat ı Afrikalı kabileler bu fasulyeye çok
inanıyorlar. Veya eskiden inanırlardı . Son zamanlarda artık onlar da
böyle şeylere aldırmaz oldular . . . Fakat önceleri ciddi ciddi fasulyeyi çiğ­
ner, suçlu oldukları takdirde bunun onları öldüreceğine inanırlardı . Ma­
sum oldukları takdirde ise hiç zarar vermeyeceğine. . . "
"Ondan sonra da ölüp giderler miydi?"
"Hayır, hayır. Ölmezlerdi. Şimdiye dek işin bu tarafıyla hiç kimse il­
gilenmiyordu . Bu meselenin arkasında bir şeyler gizliydi. Belki de sihir­
bazların hileleriyle ilgili bir şeyler. Aslında bu fasulyenin iki türü var.
Çünkü bunlar birbirlerine o kadar benziyorlar ki, türleri ayırt etmek bir
hayli zor. Ama tabii aralarında yine de büyük bir fark var. İkisinde de
physostigmine, geneserine ve diğer maddeler bulunuyor. Ama ikinci
türde bir başka alkaliyi ayırmak mümkün ya da ben bunu yapabilece­
ğimi sanıyorum . Bu alkali , diğerlerinin etkisini nötr hale sokuyor. Bun­
dan başka bu ikinci tür fasulyeyi üstün sayılan bir grup gizli bir ayin sı-

- 47 -
rasında yiyor. Ve bu fasulyeyi yiyen yerliler hiçbir zaman Jordanitis'e
tutulm uyorlar. Sözünü ettiğim bu üçüncü maddenin kas siste mi üzerin­
de de şaşılacak bir etkisi var. Hiçbir kötü yan tesiri de yok . Çok ilgi çe­
kici bir şey bu . Ama neyse ki saf alkali değil . Ama yine de sonuçlar alı­
yoru m . Fakat asıl gerekli olan oraya giderek yerinde araştırmalar ya­
pılması . . Asıl yapıl ması gereken bu! Evet, bu şart! Alla hım, ben de ... "
Birdenbire d urakladı. Gülüyordu . "İşimden bu kadar çok söz ettiğim için
kusuru ma bakmayın. Bu konular beni çok h eyecanlandırıyor. "
Poirot sakin sakin, "Dediğiniz gibi, " diye mırıldandı. "Suçluyla suç­
suzu bu kadar kolaylıkla ayırt edebilseydim işim daha kolaylaşırdı. A h ,
' Kalabar fasulyesi'nin sağladığı iddia edilen şeyi yapabilecek bir mad­
de olsaydı."
Franklin "Ama dertleriniz böylece sona er miş olmazdı ki," dedi .
"Neticede suç nedir, suçluluk nedir?"
Atıldı m . "Bu konuda ufak bir kuşku bile olduğunu sanmıyorum."
Franklin bana döndü. "Kötü nedir? İyi nedir? Bu konudaki fikirler
yüzyıldan yüzyıla değişiyor. Herhalde siz de suç duygusuyla suçsuzluk
hissini anlamaya çalışacaksınız . Hatta . .. aslında bu denemenin hiçbir
değeri de olmayacak."
"Bu sonuca nasıl vardığınızı anlayamadım."
"Aziz dostum , diyelim ki bir adam bir diktatörü ya da bir tefeciyi ve­
ya bir aracıyı veya ahlak bakımından kendisini öfkelendiren birini öl­
dürmek için ilahi bir hakkı olduğuna inanıyor. O sizin suç saydığınız bir
hareketi de yapıyor. Ama kendisine sorarsanız bu hareketi suç değil.
Aksine, bu durumda sizin 'kalabar fasulyesi'nin ne faydası olur?"
"Bir cinayetin insanda suçl uluk d uygusu uyandıracağından emi­
nim," dedim .
Dr. Franklin neşeyle, "Öldürmek istediğim bir sürü insan var," diye
cevap verdi. "Onları ortadan kaldırdıktan sonra gece vicdan azabı yü­
zünden uykumun kaçacağını da hiç sanmıyorum. Biliyor musunuz ben
insan ırkının yüzde sekseninin ortadan kaldırılması gerektiğini düşünü­
yorum . Onlar ol mazsa daha rahat ederiz . " Ayağa kalktı. Neşeyle ıslık
çalarak uzaklaştı.

- 48 -
Şaşkın şaşkın onun arkasından baktım. Poirot'nun hafif kahkaha­
sı aklımı başıma getirdi.
"Dostum, yılanlarla dolu bir yuvayla karşılaşmış gibi bir halin var.
Doktorun önerdiği şeyi yerine getirmeyeceğini umalım."
"Ah , " dedim. "Ya bunu yaparsa o?"

Bir hayli tereddütten sonra Allerton konusunda Judith'in ağzını


aramam gerektiğine karar verdim . Kızımın ne tepki göstereceğini öğ­
renmem gerekiyordu . Judith'in aklı başında bir kız olduğ unu, kendisini
koruyabileceğini ve aslında Allerton gibi bir adamın bayağı çekiciliğinin
etkisinde kalmayacağını biliyordum. Aslında kızıma bu konuyu açma­
mın nedeni ondan içimi rahat ettirecek bir iki söz duyma isteğiydi.
Ama neyse ki isteğim olmadı. .. Herhalde yine beceriksiz davran­
dım . Gençleri, büyüklerin öğütleri kadar kızdıran hiçbir şey yoktu. Ka­
yıtsız ve neşeli bir tavırla konuşmaya çalıştım . Ama galiba bunu da ba­
şaramadım.
Judith hemen dikleşti. "Ne oluyor? O korkunç kurt karşısında dik­
katli davranmam için kulağımı mı büküyorsun? Babaca bir ihtar mı
bu?"
"Hayır, hayır, Judith, ne münasebet !"
"Galiba Bay Allerton'dan hoşlanmıyorsun?"
"Açıkçası hoşlanmıyorum . Aslında senin de onu beğendiğini pek
sanmıyorum ya ."
"Nedenmiş o?"
"Şey. . . Adam aslında senin tipin sayılmaz. Öyle değil mi?"
"Benim tipim nedir, baba?"
Judith daima beni kolaylıkla şaşırtırdı . Fena halde bocaladım.
Durmuş bana bakıyordu . Dudakları hafifçe alaycı bir gülümsemeyle
yukarı doğru kıvrılmıştı . "Sen ondan tabii hoşlanmazsın," dedi. "Ben
hoşlanıyorum . Çok eğlenceli bir adam Allerton."
"Eğlenceli mi?.. . Belki. " Kayıtsız bir tavır takınmaya çalıştım.
Judith inadına, "Allerton çok yakışıklı," diye ekledi. "Her kadın böy­
le düşünür. Tabii erkekler bunu fark etmezler bile ."

- 49 - . . . Ve Perde İndi / F:4


"Tabii fark etmezler." Beceriksizce bir tavırla sözlerime devam et­
tim. "Geçen gece Allerton'la geç vakitlere kadar dışarda dolaştın..."
Kızım sözlerimi bitirmeme izin vermedi. Ve kıyameti de kopardı.
"Doğrusu bir budala gibi davranıyorsun, baba. Artık bu yaşta kendi
kendimi idare edebileceğimin farkında değil misin? Beni kontrol etme­
ye hiç hakkın yok. istediğimi yaparım, beğendiğim kimseyle gezerim.
Anne ve babaların insanı çileden çıkaran tarafları da bu . Mantıksızca
bir şekilde çocuklarının hayatlarına karışmaları. Ben seni çok severim.
Ama ben artık olgun bir insanım. Hayatımı da bildiğim gibi yaşarım.
Eski kafalı, zorbalıkla her şeyi yaptıran babalara benzemeye kalkma."
Bu son derece kötü söz beni öylesine yaraladı ki, cevap vereme­
dim. Judith de çabucak ya n ımdan uzaklaştı.
Bense üzüntüyle faydadan çok zararımın dokunmuş olduğunu dü­
şünüyordum.
Ben böyle dalgın dalgın dururken Bayan Franklin'in hastabakıcısı­
n ı n sesiyle kendime geldim. Kad ı n cilveli cilveli, "Arpacı kumrusu gibi
ne düşünüyorsu nuz bakayım?" diye bağırıyordu.
Hoşnutlukla ona döndüm. Böylece kötü şeyleri düşünmekten kur­
tulacakt ım.
Hemşire Craven gerçekten güzel bir kadındı. Tav ırlar ı belki biraz
fazlaca cilveli ve çapkıncaydı, ama hoş ve zeki bir insandı. Hastasını
biraz ö nce laboratuvarın yakınındaki güneşli bir yere yerleştirdiğini
söyledi ba na.
" Bayan Frankli n kocas ı nın araştırmalarıyla ilgile niyor m u?" diye
sordum.
Hemşire Crave n, kadını aşağı görüyormuş gibi başını salladı. "Ba­
yan Franklin için fazla teknik bir konu. Aslında o hiç de zeki bir kadı n
değil, Bay Hasti ngs."
"Evet... Galiba öyle... "
"Tabii Dr. Frankli n 'i n araştırmalarını ancak tıpta n anlayan biri tak­
dir edebilir. O, gerçekten fevkalade akıllı bir insan. Son derece parlak
bir zekası var. Zavallı adamcağız. Ona çok acıyorum."
"Acıyor musunuz?"

- 50 -
" Evet. Böyle şeyleri çok gördüm ben. Yani... bazı erkekler kendile­
rine hiç uymayacak kadınlarla evleniyorlar."
"Yani Bayan Franklin'in doktor için uygun bir eş olmadığını mı dü­
şünüyorsunuz?"
"Siz düşünmüyor musunuz? Onların ortak hiçbir yanları yok."
" Doktor karısını çok seviyor sanırım," dedim. "Onun bütün istekle­
rini yerine getirmeye çalışıyor."
Hemşire Craven pek de hoş sayılmayacak bir tavırla güldü. " Ba­
yan Franklin bunu sağlamasını iyi biliyor."
Şaşkın şaşkın, "Yani," diye mırıldandım. " Kadın sağlıklı olmaması­
nı kocasına karşı bir silah gibi mi kullanıyor?"
Hemşire Craven bir kahkaha attı. " Kadın, isteklerini elde edebil­
mek için her şeyden yararlanıyor. Bu konuda bilmediği şey yok. Lady
hazretleri ne isterse, bu hemen yerine getiriliyor. Bazı kadınlar böyle­
dir. Bu konuda çok kurnazdır onlar. Biri itiraz edecek oldu mu, hemen
arkası üstü uzanarak gözlerini kapatırlar. Çok hastaymış gibi içe doku­
nacak bir tavır takınırlar. Ya da sinir krizi geçirirler. Aslında Bayan
Franklin, içe dokunacak bir tavır takınmayı tercih edenlerden. Gece
uyumuyor. Sabaha, bembeyaz bir suratla bitkin bitkin kalkıyor."
Şaşkın şaşkın, "Ama aslında o gerçekten hasta, değil mi?" diye
sordum.
Hemşire Craven bana acayip bir tavırla baktı. Sonra da alayla,
"Ah, tabii," diyerek birdenbire konuyu değiştirdi.
Bana yıllar önce gerçekten köşke gelip gelmediğimi sordu.
" Evet. Gerçekten geldim."
Kadın sesini alçalttı. "O sırada bu evde bir cinayet işlenmiş, öyle
mi? Hizmetçi kızlardan biri öyle söyledi bana. Öldürülen yaşlı bir kadın­
mış sanırım."
" Evet."
"Ve siz o sırada buradaydınız, öyle mi?" ,
" Evet, buradaydım."
Hemşire Craven hafifçe titredi. "Bu da her şeyi açıklamıyor değil mi?"
" Neyi açıklıyor?"

- 51 -
Kadın çabucak yan yan bana baktı. "Bu... bu evdeki havayı. Bunu
hissetmiyor musunuz? Ben hissediyorum. Bir acayiplik var burada...
Bilmem ne demek istediğimi anlıyor musunuz?"
Bir an cevap vermedim. Düşünüyordum . Kadının söylediği doğru
muydu? Belirli bir yerde, bilerek isteyerek işlenilen korkunç bir cinaye­
tin orada güçlü bir izi mi kalıyordu? Yıllar sonra bile fark edilecek kadar
kuvvetli bir izi? Psişik kimseler böyle olduğunu söylüyorlardı. Styles
Köşkü'nde de yıllar önce olan o olayın kesin bir izleri kalmış mıydı?
Burada, bu duvarlar arasında, bu bahçede cinayet düşüncesi belirli bir
hal almış ve gitgide kuvvetlenmişti. Son hareketle de meyvesini ver­
mişti bu. Şimdi bu cinayet fikri havayı hala kirletiyor muydu?
Hemşire Craven birdenbire konuşmaya başlayarak beni daldığım
düşüncelerden uyandırdı. "Bir keresinde cinayet işlenilen bir evde bu­
lundum. O olayı hiçbir zaman unutamadım . İnsan böyle şeyleri unuta­
mıyor zaten. Hastalarımdan biriyle ilgiliydi bu. Mahkemede tanıklık et­
mek zorunda da kaldım. Çok kötü oldum o sırada. Bir kız için hiç de
hoş olmayan bir şey bu."
"Öyle olmalı. Ben de. . . " Boyd-Carrington hızla evin köşesini dön­
müştü. Onun için sözümü tamamlayamadım.
Adam her zamanki gibi iriyarı vücudu, neşeli kişiliğiyle gölgeleri,
elle tutulamayacak gizli dertleri uzaklaştırıverdi. O kadar boylu boslu,
öyle aklı başında, sportmen bir insandı ki. Sevgi uyandıran, neşe sa­
çan, mantıklı, karakteri güçlü kimselerdendi o.
"Günaydın, Hastings. Günaydın, Hemşire Craven. Bayan Franklin
nerede?"
"Günaydın, Sir William . Bayan Franklin, bahçenin dibinde. Labo-
ratuvarın yakınındaki kayın ağacının altında ."
"Ya Dr. Franklin? Herhalde o laboratuvarda?"
"Evet. Sir William . Miss Hasting'le birlikte."
"Zavallı kızcağız . Böyle güzel bir sabah içeri tıkıl ve o pis kokulu
şeylerle uğraş. İtiraz etmeniz gerek. Hastings ."
Hemşire Craven hemen atıldı. "Ah, Miss Hastings çok memnun.
Bu iş onun hoşuna gidiyor. Doktor da onsuz yapamıyor sanırım ."

- 52 -
Boyd-Carrington, "Aptal ne olacak, " dedi. "Judith gibi g üzel bir
sekreterim olsaydı, kobaylar yerine ona bakardım. Öyle değil mi?"
Judith'in çok sinirine dokunacak bir şakaydı. Fakat bu sözler Hem­
şire Craven'in pek hoşuna gitti. Kadın bir süre güldü.
"Ah, Sir Willia m, böyle şeyler söylememelisiniz. Hepimiz de sizin
nasıl dav ranacağınızı biliyoru z ! Ama zavallı Doktor Franklin o kadar
ciddi bir ada m ki. Gözü işinden başka bir şeyi görmüyor."
Boyd-Carrington neşeyle, "Karısı kocasını göz hapsine alabileceği bir
yere yerleşmiş anlaşılan," diye yanıt verdi. "Doktoru kıskanıyor sanırım."
"Siz de her şeyi biliyorsunuz, Sir William ! " Bu şakaların Hemşire
Craven'i pek eğlendirdiği belliydi. istemeye istemeye ekledi. "Gidip ba­
kayım . .. Bayan Franklin'in sütü kaymış mı?" Ağır ağı r uzaklaştı .
Boyd-Carrington durmuş onun arkasından bakıyordu. "Güzel bir
kadın o. Saçları da, dişleri de fevkalade. Kadın dediğin böyle olmalı.
Hastalara bakmak sıkıcı bir şey. Onun gibi bir kadın daha güzel ve ra­
hat bir hayata layık . "
"Eh," dedi m . "Herhalde g ü n ün birinde evlenir."
"Herhalde." Boyd-Carringto n içini çekti. Bana ölm üş olan karısını
düşü n üyormuş gibi geldi, sonra adam, "Benimle Knatton'a gelip mali­
kaneyi görmek ister misiniz?" diye sordu.
"Ah, tabii . Bu çok hoşuma gider. Yalnız önce Poirot' nun bana ihti­
yacı olup olmadığı nı anlayayım . "
Poirot'yu verandada buldum . İyice sarınıp b ü rünm üştü . Bana git­
memi söyledi . "Ah, tabii H astings . . . Git. .. Muhakkak git . Duyduğuma
göre g üzel bir yermiş orası. Malikaneyi görmelisin . "
" Bunu b e n d e istiyorum . A m a seni yalnız bırakmaya d a gönl ü m ra­
zı değil . "
"Ah benim sadık dostu m ! Hayır, sen Sir Willia m'la git. O hoş bir
adam değil mi?"
Heyecanla, "Fevkalade bir insan, " diye bağırdım.
Poirot gülü msedi. "Ah, evet ... Adam senin hayran olduğun tipler­
den . Bunu fark etmişti m . "

- 53 -
Gezintinin zevkini iyice çıkardım.
Hava çok güzeldi . Gerçekten şahane bir yaz günüydü bu. Ayrıca
Body-Carrington dostluk edilecek bir insandı.
Kuvvetli, çekici bir kişiliği vardı. Görmüş geçirmiş bir adamdı. Bu
yüzden de onunla ahbaplık etmek insanın çok hoşuna gidiyordu. Bana
Hindistan'daki idarecilik günleriyle ilgili hikayeler anlattı. Doğu Afrika
kabileleri hakkında çok ilgi çekici bilgi verdi. Konuşması o kadar ilginç­
ti ki, bayağı oyalandım . Judith'le ilgili korkularımı ve Poirot'nun açıkla­
malarının neden olduğu o büyük kaygılarımı unuttum .
Boyd-Carrington'un arkadaşımdan söz etme tarzı da hoşuma git­
ti. Adamın Poirot'ya büyük bir hayranlığı vardı. Hem iyi, hem de karak­
teri bakımından . Belçikalı dostumun sağlığının bozukluğu yüzünden
hali gerçekten acıydı . Ama Bo_ d-Carrington öyle ucuz, merhamet do­
lu sözler de etmedi . Poirot'nunki gibi geçirilen bir hayatın bile büyük bir
mükafat sayılacağını düşünüyordu . Arkadaşımın olanları anımsayarak
yine de mutluluk �uyacağından ve böylece kendi kend isine olan say­
gısını kaybetmeyeceğinden emindi.
"Bundan başka ," dedi. "Onun kafasının eskisi gibi fevkalade bir
şekilde çalıştığına dair iddiaya da girebilirim."
Heyecanla tasdik ettim. "Gerçekten öyle."
"Bir insanın bacaklarının güçsüzleşmesinin beynini de etkilediğini
düşünmek büyük hatadır. Hiç de böyle olmaz aslında. Yıllar kafa çalış­
masını sanıldığından daha az etkiler. Ama açıkcası Hercule Poirot'nun
burnunun dibinde cinayet işlemeyi istemezdim . Hatta bugün bile ... "
Güldüm. "Böyle bir şey yapsaydınız, sizi yakalardı."
"Bundan eminim ." Boyd-Carrington kederle ekledi . "Zaten böyle usta­
ca bir cinayet de işleyemem . Aslında iyi plan yapamam . Çünkü çok sabır­
sızımdır. Cinayet işlersem, ancak bunu o anda öfkelendiğim için yaparım."
"Fark edilmesi en zor cinayet de budur."
"Hiç sanmıyorum . Herhalde böyle bir cinayetten sonra arkamda
bir sürü delil ve iz bırakırdım. Neyse, şansım var da cinayet işlemeye
meraklı değilim. Ben ancak bir tek tipte insanı öldürebilirim. Şantajcıla­
rı . İğrenç bir şeydir bu . Ben daima şantajcıların v u rulmaları gerektiğini
düşündüm. Ne dersiniz?"
Aynı fikirde olduğumu itiraf ettim .

- 54 -
Sonra genç bir mimar gelerek bizi karşıladı. Evdeki çalışmaları in­
celemeye başladık.
Knatton, aslında Tudor devrinde yapılmış, sonra eve bir bölüm ek­
lenmişti. Binaya bin sekiz yüz kırklarda iki ilkel banyo kurulmuştu. On­
dan sonra da burası bir daha ne modernleştirilmiş, ne de değiştirilmişti.
Boyd-Carrington amcasının adeta bir münzevi olduğunu anlattı.
İnsanlardan hiç hoşlanmaz ve koskoca evin bir köşesinde otururm uş.
Boyd-Carrington'la onun kardeşine ka rcıı biraz hoşgörüsü varmış . İki
çocuk, Sir Everard iyice bir münzevi halini almadan önce tatillerini ma­
likanede geçirirlermiş.
Yaşlı adam hiçbir zaman evlenmemiş ve büyük gelirinin de ancak
onda birini harcamış. Bu yüzden, miras vergisi de ödendikten sonra bi­
le şimdiki malikane sahibi yani Sir William Boyd-Carrington çok zengin
bir insan haline gelmiş.
Adam içini çekti. "Ama çok yalnızım..."
Sesimi çıkarmadım. Duyduğum acıma hissi sözle anlatılamaya­
cak kadar derindi. Çünkü ben de çok yalnızdım. Sevgili Kül Kedisi öle­
liden bu yana bana adeta yarım bir insan halini almışım gibi geliyordu .
Sonunda duraklaya duraklaya duygularımın bir kısmını Boyd-Car­
rington'a açıkladım.
"Ah, evet, Hastings . Ama sizin, benim hiçbir zaman sahip olama­
dığım bir şeyiniz varmış yine."
Bir an durdu . Sonra da kesik kesik bana başı na gelen felaketi an­
lattı .
Genç ve güzel karıs ından söz etti. Bu hoş kadın kültürlü ve sevim­
liydi ama damarlarındaki kanda bozukluk vardı. Ailesinin hemen hemen
bütün fertleri içkiden ölmüştü. Genç kadın da çok geçmeden aynı der­
din pençesine düşmüştü. Düğünden ancak bir yıl sonra bütün alkolikler
gibi korkunç bir şekilde can vermişti. Boyd-Carrington, karısını güçlü
bulmuyordu. Kalıtım denilen şeyin ne kadar güçlü olduğunu biliyordu.
Karısının ölümünden sonra yalnız bir hayat sürmeye başlamıştı
adam . Bu olay onu sarsmıştı . Bu yüzden de bir daha evlenmeye karar
vermişti.
Kısaca, "İnsan yalnızken kendisini daha güvende hissediyor," dedi.

- 55 -
"Evet.. Neden böyle hissettiğinizi anlıyoru m... Özellikle başlangıç-
ta ."
"Öyle büyük bir felaketti ki bu . Zamanından önce yaşlandı m . Kal­
bim acı hislerle doldu." Boyd-Carrington bir an durd u . "Evet... bir kere­
sinde tekrar evlenm eyi düşündüm . A ma kız o kadar gençti ki ... onu düş
kırıklığına uğramış bir erkeğe bağlamanın haksızlık olacağına karar
verdi m . Onun için çok yaşlıydım ben. O çocuk gibiydi. . . Çok güzel.. .
son derece saf bir kız ." Susarak başını salladı.
"Bu konuda kızın karar vermesi daha doğru olmaz mıydı?"
"Bilmiyorum, Hastings. O za man böyle düşünmüyordu m . Kız... kız
da benden hoşlanıyormuş gibiydi. Ama dediğim gibi, o kadar da genç­
ti ki. Onu daima iznimin son günündeki haliyle anımsayacağım. . . Başı­
nı hafifçe yana eğmişti... Yüzünde şaşkın bir ifade vardı... Küçücük
eli. . . " Durd u .
B u sözler gözlerimin önünde bana tanıdık gelen bir portrenin can­
lanmasına neden olmuştu . Ama bunun sebebini de bilmiyordum.
Boyd-Carrington' un birdenbire, haşinleşen sesi daldığım düşün­
celerden uyanmama sebep oldu. "Ne budalaymışım ! Elindeki fırsatı
kaçıran her erkek aptaldır ! . . Her neyse . . . İşte şimdi buradayım . . . Bana
pek büyük gelen bir malikanem var. Ama sofranın başına geçecek za­
rif bir karım yok."
Adamın her şeyi biraz eski tarzda anlatması hoşuma gidiyordu . İn­
sanın aklına o zaman eski günlerin güzelliği ve rahatlığı geliyordu .
"O hanım şimdi nerede?" diye sordum.
"Ah . . . evli o." Konuyu burada kesti . "Açıkçası Hastings, ben artık
bekarlığa alıştım. Kendimce bir hayat sürüyorum. Gelin de bahçelere
bir bakın. Çok ihmal edildiler bunlar. Ama bir bakıma yine de güzeller."
Etrafı dolaştık . Gördüklerim beni çok etkiledi . Knatton gerçekten
olağanüstü bir yerdi. Boyd-Carrington'a malikaneyle gururlandığı için
hak veriyordum. Adam, civarı ve yakında oturanların çoğunu da tanı­
yordu . Tabii o buradan ayrıldıktan sonra bölgeye yeni gelenler de ol­
m uştu .

- 56 -
Boyd-Carrington Albay Luttrell'i de eskiden beri tanıyordu. Styles
pansiyonunun başarılı olmasını çok istediğini de samimiyetle açıkladı.
"Zavallı George Luttrell'in mali durumu çok bozuk anlayacağınız,"
dedi . "Çok iyi bir insandır o. Fevkalade bir nişancı ve askerdir. Bir ke­
resinde Afrika'da onunla birlikte bir safariye katıldık. Ah, ne günlerdi on­
lar! Luttrell yine evliydi tabii. Ama Allahtan karısı da birlikte gelmemiş­
ti. Daisy Luttrell o zamanlar güzeldi ama... pek sivri dilliydi daima. Ne
garip ... İnsan bazen bir kadının hırçınlıklarına nasıl da katlanıyor? Hal­
buki George Luttrell genç subayları tir tir titretirdi. O kadar sert bir ko­
mutandı ki! Ama şimdi. .. Karısının aksiliklerine uysalca katlanıyor. Bir
hayli de kılıbık. Kadının zehirli bir dili olduğu muhakkak . Ama yine de
aklı başında. O pansiyonu para getirecek bir duruma ancak Daisy Lutt­
rell sokabilir. George Luttrell böyle şeylerden hiç anlamaz . Ama Bayan
Daisy... o büyükannesini bile dolandırır."
"Kadın, çok yapmacıklı," diye şikayet ettim.
Boyd-Carrington'un yüzünde neş�li bir ifade belirdi. "Biliyorum.
Pek tatlı konuşuyor değil mi? Hiç onlarla briç oynadınız mı?"
Acı acı oynadığımı söyledim.
Boyd-Carrington, "Ben genellikle kadın briç oyuncularına yaklaş­
mam bile," dedi. "Beni dinlerseniz... siz de öyle yapın."
Ona, pansiyona geldiğim ilk gece Norton'la ne kadar sıkıldığımızı
anlattım.
"Evet... İnsan nereye bakacağını şaşırıyor değil mi?" Boyd-Car­
rington ekledi. "İyi bir adam, Norton . Fakat çok sessiz. Daima kuşları
filan seyrediyor. Kuş avlamaktan hiç hoşlanmadığını söyledi bana. Ne
acayip! Spordan hiç anlamıyor. Ona çok şeyden mahrum kaldığını an­
lattım. Soğuk ormanlarda usulca dolaşıp, dürbünle kuşlara bakmanın
ne zevki var bilmem ki?"
Norton'un bu merakının ilerdeki olaylarda önemli bir rol oynayaca­
ğını ikimiz de bilmiyorduk tabii.

- 57 -
8

Günler geçti. Sıkıcı b i r zamandı bu. Günler, sanki bi r şey olması­


nı bekliyormuşuz gibi, endişe doluydu.
Aslında b i r şey olmadı. Bilmem bunu bu şekilde anlatabili r miyim?
Ama tab i i bazı basit vakalarla karşılaştık. Acayip konuşmalar duyduk.
B i rtakım olaylar Styles'dakilerin karakteri bakımından bizi aydınlattı.
Eğer bütün bunları uygun bir şekilde b i r araya geti rebilseydim herhal­
de esrarı bi raz çözebilirdim.
Utanılacak b i r şekilde fark etmediğim b i r şeyi Poirot bir iki sert söz­
le bana gösterdi.
Belki yüzüncü kez Poirot'nun inatla bana her şeyi açıklamaktan
kaçınmasından yakınıyordum. " Haksızlık bu. Eskiden daima bilgimiz
b i rbi rine eşit olurdu. Ama belki ben aptallık ederdim. Sense her zaman­
ki ustalığınla bunlardan doğru sonucu çıkarırdın..."
Poi rot sabırsız b i r tavırla elini salladı. " Evet, dostum. Haksızca bir
şey bu! Sportmen ruhuna uymuyor. Bir oyun böyle oynanmaz! Bütü n
bunları iti raf edelim ve sonra da b i r kenara bırakalım. Bu bi r oyun de­
ğil... B i r spor ya da maç sayılmaz. Sen, deli gibi X'in kim olduğunu tah­
m ine çalışıyorsun. Ben seni buraya bunun için çağırmadım. Bu konuy­
la uğraşman gereksiz. Çünkü ben o sorunun cevabını biliyorum. Fakat
bilmediğim, öğrenmem gereken şu aslında : ' Pek yakında kim ölecek?'
Asıl sorun bir insanın ölümüne mani olmak, dostum. Senin bi r tahmin
oyunu oynamanı sağlamak değil."
Şaşırdım. Sonra da ağır ağır, "Tabi i ya," dedim. "Şey... ben... evet,
b i r a ra böyle söyledin hemen hemen... Ama açıkcası durumu iyice kav­
rayamamışım."
"O halde bunu şimdi kavra. Hemen."
" Evet, evet, kavrayacağım... Yani, anlıyorum."
" İyi ! O halde şimdi bana söyle Hastings. Kim ölecek?"
Boş gözlerle arkadaşıma baktım. " Hiç bilmem!"
"Bilmem ge rek. Bu konuda bir f ikrin olması gerekir ! Buraya niçin
geldin?"

- 58 -
Bu konuda düşündüklerimi hatırlamıştım . " Herhalde X'le kurbanı
arasında bir bağ var. Onun için bana X'in kim olduğunu söylersen..."
Poirot kafasını öyle şiddetle salladı ki ona bakarken benim başım
döndü. "Sana X'in tekniğinin ana noktasının bu olduğunu söylemedim
mi? X'le o cinayet arasında hiçbir bağ olmayacak. Bu muhakkak."
"Yani o bağ gizli mi kalacak?"
"Hem de öylesine gizli kalacak ki, bunu ne sen, ne de ben keşfe­
debileceğiz."
" Fakat X'in geçmişini inceleyerek..."
"Sana 'olmaz,' dedim. Zaten bunu zamanında başaramayız. Her
an o cinayet işlenebilir. Anl ıyor musun?"
" Bu evden biri mi öldürülecek?"
"Evet. Bu evden biri öldürülecek?"
"Ve sen kimin öldürüleceğini gerçekten bilmiyorsun, öyle mi? Ci­
nayetin nas ıl işleneceğini de?"
"A h ! Bunu bilseydim, bütün bunlar ı öğrenmem için seni s ı k ışt ı r ı r
mıydım?"
"Tahminlerinin temeli X'in burada olması m ı?" Sesimde biraz kuş­
ku vard ı.
Bacaklar ı n ı k ullanamad ığı için eski soğukkanl ılığı kalmam ış olan
Poirot bana avaz avaz bağ ırd ı. "Allah ım ! Bunu sana kaç defa anlataca­
ğım? Avrupa'nın belirli bir yerine bir sürü savaş muhabiri doluşursa, bu
ne anlama gelir? Savaş olduğu anlamına tabii ! Dünyan ın her taraf ından
birtak ım doktorlar bir kente gelirlerse bu neyi gösterir? Bir T ıp kongresi
olduğunu. Akbabalar bir yerin yukarsında dönmeye başlarlarsa, orada
bir leş var de mektir. Birtak ım adamlar ellerindeki sopalarla çalılara vu­
rurlarsa, bu avın başlam ış olduğunu gösterir. Bir adam ın birdenbire du­
raklad ı ğ ı n ı, ceketini telaşla ç ı kararak denize atladığ ı n ı görürsen, onun
boğulmakta olan birini kurtarmaya çalıştı ğ ı n ı anlarsın. Orta yaşl ı, say­
g ıdeğer baz ı hanımlar ın çitin arasında bir yere baktıklarını fark eder­
sen, onların aç ı k saç ık bir sahneyi seyrettiklerinden emin olabilirsin ! Ve
nihayet burnuna nefis bir koku gelirse ve birçok kişi koridordan aynı
odaya doğru giderlerse, bu yemeğin hazır olduğunu gösterir !"

- 59 -
Bir iki dakika bu benzetmeleri düşündüm . Sonra bunlardan ilkini
ele aldım. "Ama yine de bir tek savaş muhabiri, bir çarpışma olmasını
sağlamaz . "
"Tabii. Bir tek kırlangıç da yazın gelmesini sağlamaz. Ama bir tek
katil, bir cinayete sebep olur, Hastings."
Tabii bu inkar edilmeyecek bir gerçekti. O an da aklıma bir şey gel­
mişti. Poirot'nun bunu düşünmediği belliydi. Bir katilin de dinlendiği za­
manlar olabilirdi. Belki de X Styles'a sadece tatilini geçirmeye gelmiş­
ti, kötü hiçbir niyeti de yoktu . Fakat Poirot o kadar öfkeliydi ki ona bu
ihtimalden söz etmek cesaretini gösteremedim. Yalnızca bu işin bana
çok umutsuz gözüktüğünü söyled im. "Beklememiz... "
Poirot cümlemi tamamladı. "Ve görmemiz gerek. Sizin Bayan As­
quith'in son savaşta yaptığı gibi . Asıl bizim yapmamız gereken şey de
bu dostum. Dikkat et, sana başarıya erişeceğimizi söylemiyorum. Çün­
kü sana daha önce de açıkladığım gibi bir katil öldürmeye karar verdi­
ği zaman, ona kolay kolay engel olamazsın. Ama hiç olmazsa bunu bir
deneriz. Hastings, bunun gazetedeki bir briç problemi olduğunu düşün.
Bütün kartları görüyorsun. Sana sadece sonucun ne olacağını soru­
yorlar."
Başımı sallad ım. " Faydas ız, Poirot. Hiçbir fikrim yok. X'in kim ol­
duğunu..."
Poirot yine bana avaz avaz bağırdı. Sesi o kadar tizleşti ki, Curtiss
dehşet içinde, yan odadan koşarak geldi. Poirot elini sallayarak uşağa
çıkmas ı n ı işaret etti . Adam gittikten sonra da daha sakin bir tavırla ko­
nuşmaya başladı.
" Haydi, Hastings. Sen asl ında mahsus iddia ettiğin kadar aptal de­
ğilsin. Sana okuman için verdiğim o vakaları inceledin. X'in kim oldu­
ğunu bilmeyebilirsin. Ama X'in cinayet tekniğini herhalde öğrendin."
"Ah," dedim. "Anlıyorum."
"Tabii anlıyorsun ya ! Senin kusurun nedir biliyor musun? Kafaca
tembel olman. Oyun oynamak ve tahminlerde bulunmaktan hoşlanı­
yorsun. Kafanı çalıştırmak işine gelmiyor. X'in tekniğinin ana noktası

- 60 -
nedir? Cinayetin, işlendiği zaman tam bir şey olması değil mi? Yani...
cinayet nedeni o rtada. Katilin eline fırsat geçtiği ve neden faydalandı­
ğı açık. Ve en önemlisi suçlu yargıcın önüne çıkmaya hazır durumda."
O zaman işin can alacak noktasını kavradım. Bunu daha önce fark
etmemekle aptallık etmiştim. "Anlıyorum ..." dedim. "Çevreme bakmak
ve bütün bu şa rtlara uyacak birini bulmam gerek... Yani kurban adayı­
nı ."
Poirot içini çekerek arkasına yaslandı. "Nihayet ! Çok yoruldum.
Curtiss'i bana yolla . A rtık sana düşen görevi anladın. Hareketli bir in­
sansın. Çevrede dolaşabilir, bazı kimselerin kolaylıkla peşine takılırsın.
Onlarla konuşur, belli etmeden hepsini de gözetleyebilirsin..." Az kalsın
öfkeyle itiraz edecektim. Ama kendimi tuttum. Daima tartıştığımız bir
konuydu bu. "Konuşmaları dinleyebilirsin . Dizlerin kaskatı değil . Onun
için eğilip anahtar deliklerinden içeri bakabilirsin. . . "
Öfkeyle onun sözünü kestim. "Anahta r deliklerinden odaları gözet­
leyecek değilim !"
Poirot gözlerini kapattı. "Pekala. . . Anahtar deliklerinden odaları
gözetlemezsin... Daima bir İngiliz centilmeni gibi davranırsın, o arada
bir zavallı da öldürülür. Ama bu önemli d � ğil tabii. Bir İngiliz için önem­
li olan onurdur. Senin şerefin de birinin hayatından çok daha değe rli.
Evet. Anlıyorum."
"Poirot, Allah aşkına ... "
A rkadaşım soğuk soğuk, "Curtiss'i bana yolla," dedi. " Haydi, git ar­
tık. Çok inatçı ve son derece de aptalsın. Keşke güvenebileceğim baş­
ka biri olsaydı. Ama korkarım sana ve senin sportmenlikle ilgili gülünç
fikirlerine katlanmak zorundayım. G ri hücrelerini kullanman olanaksız.
Çünkü sende yok bunlar. Ama hiç olmazsa gözlerini, kulaklarını ve bur­
nunu kullan. Tabii şerefinin ön gördüğü sınırlar içersinde ."

E rtesi gün birkaç defa aklıma gelen bir fikri açmak cesaretini gös­
terebildim. Bunu biraz çekine çekine yaptım tabii. Çünkü Poirot'nun ne
tepki göstereceği belli olmazdı !

- 61 -
"Ben düşündüm , Poirot," dedim. "Öyle parlak zekalı bir adam ol­
madığımı biliyorum. Sen de benim aptal olduğumu söylüyorsun...
Şey... Bir bakıma doğru bu. Ayrıca artık eskisi gibi değilim. Kül Kedi­
si'nin ölümünden beri yarım bir adam halini aldım..." Durakladım.
Poirot halimi anladığını beli rtmek için aksi aksi homurdandı.
"Fakat burada bize yardım edebilecek bir adam var," diye devam
ettim. "Tam yararlanacağımız tipte biri o. Kafalı, becerikli. Hayal gücü
geniş. Çabuk karar vermeye alışık. Son derecede de tecrübeli. Boyd­
Carrington'dan söz ediyorum. O çok işimize yarar, Poirot. Ona açıl. Her
şeyi kendisine anlat."
Poirot gözlerini açtı ve müthiş bir kesinlikle, "Ne münasebet," dedi.
"Ama neden? Adamın zeki olduğunu inkar edemezsin. O benden
çok akıllı."
Poirot acı acı alay etti. "Senden akıllı olmak çok KO LAY ! Fakat bu
fikri kafandan at , Hastings. Hiç kimseye açılmayacağız. Anlıyor mu­
sun? Bu sorunu başkalarıyla konuşman ı yasakl ıyorum. Anlaşıld ı m ı?"
"Pekala , madem öyle istiyorsun. Halbuki Boyd-Carrington . .."
"Off , aman ! Boyd-Carrington ! O adama da aklın tak ılmış ! Neden?
Neticede kim o? Ukala , herkes onu , ' Ekselans ,' diye çağırdığı için iste­
diği zaman incelik gösterebilen bir insan. Ama o senin Boyd-Carring­
ton pek de öyle fevkalade bir adam değil. Daima aynı şeyleri yineliyor.
Hikayeyi birkaç kez anlatıyor. Dahası da var ! Hafızası o kadar zayıf ki ,
senden duyduğu hikayeyi tekrar sana anlatmaya kalkışıyor ! Olağanüs­
tü yetenekli bir adam dediğin bu mu? Nerede o bolluk. İç sıkıc ı , geve­
ze ve... ukala bir insan !"
Durumu anlamıştım. "Ah ... "
Boyd-Carrington'un hafızasının zayıf olduğu doğruydu. Ve adam ,
şimdi Poirot'yu çok öfkelendirdiğini anlad ı ğım bir pot da kırmıştı. Poirot
ona Belçika'da polislik ettiği günlerle ilgili bir hikaye anlatmıştı. Bundan
birkaç gün sonra grup halinde bahçede otururken Boyd-Carrington ay­
nı olayı sakin sakin Poirot'ya hikaye etmeye kalkışmıştı. Unutkanlığı yü­
zünden tabii. Hatta sözlerine şöyle başlamıştı adam : "Paris'teki Surete
şefinin bana söylediklerini hala hatırlıyorum ... "

- 62 -
Şimdi bunun arkadaşımı çok sinirlendirdiğini anlıyordum.
İncelik gösterecek başka bir şey söylemedim ve oradan ayrıldım.
Aşağıya inerek bahçeye çıktım. Görünürde k imseler yoktu. Koru-
dan ağır ağır geçerek çimenli bir tepeciğe tırmandım . Yukarda iyice ha­
rap, küçük bir yazlık pavyon vardı . Orada otu�arak pipomu yaktım. Me­
seleyi düşünmeye başladım.
Styles 'daki katil kim olabilirdi? Cinayet işlenmesi için kesin bir ne­
den var mıydı? Kiminle ilgiliydi bu?
Akla ilk Albay Luttrell geliyordu. Onu bir tarafa bıraktım. Korkarım
adamcağız haklı olmasına rağmen bi r briç oyununun ortasında karısına
baltayla saldıracak bir tip değildi. Ama başka kimse de düşünemiyordum.
İşin kötüsü pansiyondakiler hakkında fazla bir şey bilmiyordum .
Norton hakkında mesela . . . Sonra Miss Cole vardı... Bir cinayet hangi
sebeplerden işlenirdi? Para için?. . . Yanılmıyorsam pansiyondaki tek
zengin Boyd-Carrington'du . O öldüğü takdirde serveti kime kalacaktı?
Bu ara Styles'da olan birine mi? Hiç sanmıyordum . Ama bu noktayı in­
celemeye değerdi. Örneğin adam servetini bir araştırma enstitüsüne
bırakabilirdi. Parayı Dr. Franklin'in idare etmesini de isteyebilirdi. Böy­
le bir şey insanı düşündürürdü tab i i. Üstelik Franklin insanların yüzde
sekseninin ortadan kalkmasının iyi olacağına dair ihtiyatsızca birtakım
sözler ediyordu. Bu yüzden kızıl saçlı doktorun aleyhinde oldukça teh­
likeli bir dosya hazırlanabilird i . Ya da belki de Norton veya Miss Cole,
Boyd-Carrington'un uzaktan akrabasıydılar. Adam ölünce servet oto­
matik olarak onlara kalacaktı. Bu da mümkündü pekala. Albay Luttrell,
Boyd-Carrington'un eski arkadaşıydı . Adam vasiyetnamesinde ona da
para bıraktığını açıklıyor muydu acaba? Böylece para konusunun so­
nuna gelmiş oluyordum . .. Bu sefer romantikçe sebepleri incelemeye
başladım. Franklin'ler, Bayan Barbara Franklin hastalıklı bir kadındı.
Acaba kadını yavaş yavaş zehirliyorlar mıydı? Bunun sorumlusu koca­
sı mıydı? Adam doktordu. Muhakkak ki onda hem zehir vardı, hem de
bunu karısına vermek için eline bol bol fırsat geçiyordu. Sebep? Hiç de
hoş olmayan bir ihtimali düşünerek titredim. Judith ' i bu işe karıştırabi-

- 63 -
lirlerdi. Kızımla doktorun ilişkilerinin çok ciddi olduğunu biliyordum.
Ama halk buna inanır mıydı? Ya da deneyimli insanlara fazla inanma­
yan bir polis? Judith son derece güzel bir kızdı. Birçok cinayet güzel bir
sekreter veya yardımcı yüzünden işlenmişti. Bu ihtimal beni çok üzdü.
Sonra A :lerton'u düşündüm. Allerton'u ortadan kaldırmaları için bir
neden var mıydı? Cinayet işlenecekse, Aılerton'un kurban olarak seçil­
mesini tercih edecektim. Adamı ortadan kaldırmak için bol sebep bulu­
nabilirdi. Miss Cole çok genç olmamakla birlikte güzel bir kadındı. Al­
lerton'la belki de samimiydiler. Ve kadın kıskançlığa kapılabilirdi. Ama
onların bir ilişkileri olduğunu da sanmıyordum. Sonra Allerton, X oldu­
ğu takdirde ...
Sabırsızca başımı salladım. Böyle düşünmekle bir sonuca vara­
mazdım. Aşağıdaki çakıllı yoldan gelen ayak sesi dikkatimi çekti. Frank­
lin hızla eve doğru gidiyordu. Ellerini cebine sokmuş, başını öne eğmiş­
ti. Umutsuz ve üzgün bir hali vardı. Onu ilk kez böyle savunmasız bir
halde görüyordum. Doktorun son derece mutsuz olduğunu sezdim.
Franklin'e öylesine dalmışt ım ki , yakınımdaki ayak seslerini duy­
madım. Miss Cole konuşmaya başlayınca da irkilerek döndüm.
Telaşla ayağa fırlarken özür diler gibi, "Geldiğinizi duymadım, " de­
dim.
Kadın yazlık pavyonu süzüyordu. "Viktorya devrinden bir kalıntı!"
"Gerçekten öyle . Korkarım içersi örümcek ağı dolu. Lütfen oturun.
Ben bankı sileyim."
Diğer pansiyonerleri daha iyi tanıma fırsatını ele geçirmiş olduğu­
mu düşünüyordum. Örümcek ağlarını süpürürken gizlice Miss Cole'u
süzdüm.
Yaşı otuz ile kırk arasıydı sanırım . Biraz yorgun gibiydi. Profili bi­
çimli, gözleriyse gerçekten çok güzeldi. Tavırları çekingen ... hatta kuş­
ku doluydu. Birdenbire, bu kadın çok ıstırap çekmiş, diye düşündüm.
Onun için de hayata karşı büyük bir güvensizlik duyuyor. Elizabeth Co­
le'u daha yakından tanımayı istiyordum.
Mendilimi son bir defa daha salladım. "İşte. Elimden bu kadarı ge­
liyor."

- 64 -
"Teşekkür ederim." Elizabeth Cole gülümseyerek oturdu. Ben de
yanına yerleştim. Bank tehlikeli bir şekilde gıcırdadı ama neyseki bir fe­
laket olmadı.
Miss Cole, "Yanınıza geldiğim zaman," dedi. " Ne düşünüyordu-
nuz? Dalmış gitmiştiniz..."
Ağır ağır, " Doktor Franklin'i seyrediyordum ..." diye cevap verdim.
" Evet?"
Ona aklıma gelen şeyi açıklamam için bir neden yoktu. "Bana çok
mutsuzmuş gibi geldi..."
Genç kadın usulca, "Tabii mutsuz o," dedi. " Bunu şimdiye kadar
fark etmiş olmalıydınız."
Sanırım hayretimi belli ettim. Hafifçe kekeleyerek, " Hayır," diye mı­
rıldandım. " Hayır... Fark etmedim... Ben doktorun tamamıyla işine dal­
mış olduğunu sanıyordum."
"Orası öyle..."
"Siz buna mutsuzluk mu diyorsunuz? Bence çok mutluluk veren
bir şey olmalı bu."
"Ah, evet. Buna itiraz ettiğim yok. Ama yapabileceğinizi duyduğu­
nuz bir şeyi yerine getirmenizi engellerse? .. . Yani... başarıya erişmeni­
ze mani olurlarsa?"
Kadına baktım. İyice şaşırmıştım.
O, "Geçen sonbaharda Dr. Franklin'e Afrika'ya gitmesini teklif etti­
ler," diye açıkladı. "Araştırmalarına orada devam edecekti. Bildiğiniz gi­
bi doktor bu konuya fazlasıyla ilgi duyuyor. T ropikal hastalıkları alanın­
da da olağanüstü çalışmaları var."
"Ve adam Afrika'ya gitmedi öyle mi?"
" Hayır. Karısı itiraz etti. Afrika'nın iklimine dayanacak kadar sağlık­
lı değildi. Burada bırakılmayı da istemiyordu. Özellikle o zaman çok
idareli davranmak zorunda kalacaktı. Teklif edilen aylık fazla değildi."
"Ya!..." Ağır ağır devam ettim. " Dr. Franklin, karısını o hasta halin­
de bırakamayacağını düşündü herhalde."
" Barbara Franklin'in sağlığı konusunda fazla bir şey bilmiyorsunuz
sanırım, Bay Hastings."
"Şey... Öyle... Ama o hastalıklı bir kadın değil mi?"

- 65 - . . . Ve Perde İndi / F : 5
Miss Cole alaycı bir tavırla, "Kadının hastalığın zevkini çıkardığı
muhakkak," dedi. Kuşkuyla ona baktım. Miss Cole'un daha çok dokto­
ra acıdığı belliydi.
Ağır ağır, "Herhalde," dedim. "Sağlıkları yerinde olmayan kadın-
lar... biraz bencilleşiyorlar..."
"Evet... Bence hastalar... daima hasta olan kimseler çok bencilleşi-
yorlar. Belki de onları suçlu bulmamak gerek. Çünkü bu çok kolay bir şey."
"Bayan Franklin'in aslında pek de hasta olmadığını mı düşünüyor­
sunuz?"
"Ah, böyle bir şey i söylemek istemem. Benimki yalnızca bir şüphe.
Kadının her istediğini yaptığını görüyorum ."
Bir iki dakika sessiz sedasız düşündüm. Miss Cole'un Franklin'ler
hakkında çok şey bildiği anlaşılıyordu. Hafif bir merakla, "Herhalde Dr.
Franklin'i iyi tanıyorsunuz," dedim.
Başını salladı. "Yok canım. Burada karşılaşmadan önce onları sa­
dece bir iki defa görmüştüm."
"Ama herhalde doktor size kendisinden söz etti?"
Kadın yine başını salladı. "Hayır... S ize anlattıklarımı kızınız Ju­
dith'ten öğrendim."
Ani, acı bir üzüntüyle, "Judith de benden başka herkesle konuşu­
yor," diye düşündüm.
Miss Cole sözlerini sürdürdü. "Judith patronuna son derece sadık.
Adamın namına savaşa da hazır. Bayan Franklin'i bencilliğinden dola­
yı çok ayıplıyor."
"Siz de kadının bencil olduğunu mu düşünüyorsunuz?"
"Evet. Aslında ben Barbara Franklin'in görüş açısını da anlayabili­
yorum. Ben hastaları bilirim. Dr. Franklin'in karısına boyun eğmesinin
sebeplerini de takdir ediyorum. Tabii Judith, adamın karısını bir yere bı­
rakıvermesini ve işine devam etmesini istiyor. Kızınız çok heyecanlı ve
,
hevesli bir bilgin."
Üzüntüyle, "Biliyorum ... " diye mırıldandım. "Bu bazen beni endişe­
lendiriyor. Bana normal gelmiyor bu. Bilmem ne demek istediğimi anlı­
yor musunuz? Judith'in daha... insanca olması gerek... Biraz hoşça va­
kit geçirmey i istemeli... Eğlenmeli... Bir iki hoş delikanlıya aşık olmalı...

- 66 -
Neticede insan böyle çılgınlıkları gençliğinde yapar. Gençlik yılları, de­
ney tüplerinin arasında geçirilmemeli. Normal değil bu. Biz gençliğimiz­
de çok eğlenirdik... Flört ederdik... Günümüzü gün etmeye bakardık...
Öyle değil mi?"
Kısa bir sessizlik oldu.
Sonra Miss Gole acayip, soğuk bir sesle, "Bilmem ki," dedi.
Birdenbire dehşetle irkildim. Farkına varmadan sanki Elizabeth Go-
le'la yaşıtmışız gibi konuşmuştum. Halbuki kadın benden en aşağı on
yaş küçüktü. Farkına varmadan son derece terbiyesizce davranmıştım.
Elimden geldiği kadar özür dilemeye çalıştım. Ben kekeleyerek
konuşmaya çalışırken Elizabeth Gole sözümü kesti.
"Hayır, hayır, ben bunu kastetmedim. Rica ederim, bzür dilemeyin.
Ben o sözü bilhassa söyledim. Gerçekten bilmiyorum. Ben hiçbir za­
man kastettiğiniz anlamda 'genç' o lmadım. Ve hiçbir zaman ' Eğlenme­
dim, ' ' Günümü gün etmedim."'
Sesindeki acı, şiddetli öfke beni sarstı. Şaşkın şaşkın, ama büyük
bir içtenlikle, "Çok üzüldüm..." dedim.
Gülümsedi. "Neyse... Lararı yok. O kadar üzülmeyin canım. Hay­
di, gelin, başka bir şeyden söz edelim."
Bu isteğine uydum. "Bana buradaki diğer pansiyonerlerden söz
edin. Tabii onları iyi tanımıyorsanız o başka... "
"Luttrell'leri çocukluğumdan beri tanırım. Böyle pansiyon işletmek
zorunda kalmaları çok acı. Özellikle adam için. Çok iyi bir insandır. Ka­
rısı ise sandığınızdan daha yumuşaktır. Fakat bütün hayatı boyunca
idareli yaşamak Daisy Luttrell'i bu hale soktu . Y ırtıcı, hırçın bir hale.
Daima sıkıntı çekerseniz sonunda bunun izleri de kalır. Kadının tek ho­
şuma gitmeyen tarafı o yapmacıklı neşesi."
"Bana Bay Norton'u anlatın..."
"Anlatacak fazla bir şey yok. Çok iyi bir adam o... Biraz çekingen...
Oldukça da aptal sanırım. Sağlığı daima bozuktu. Annesiyle oturuyor­
du. Kadın hırçın ve kafasız bir insandı. Yanılmıyorsam oğlunu idaresi
altına almıştı. Birkaç yıl önce öldü o. Norton, kuşlardan, çiçeklerden,
buna benzer şeylerden hoşlanıyor. Aslında çok merhametli... Ayrıca
gözünden pek bir şey kaçmadığına da eminim."

- 67 -
"Dürbünüyle mi görüyor bunları?"
Elizabeth Gole gülümsedi. "Benim kastettiğim bu değildi... Anlaya­
cağınız Norton birçok şeyin farkına varıyor. Sessiz insanlar ekseri böy­
ledir. Norton bencil değil. Erkek olmasına rağmen son derece düşün­
celi. Yalnız . . . biraz silik. Bilmem ne demek istediğimi anlıyor musu­
nuz ?"
Başımı salladım. "Ah, evet. Tabii."
Elizabeth Gole birdenbire, "Böyle yerlerin sıkıcı tarafı da bu," de­
di. Sesi yine acılaşmıştı. "Parasız kalmış kibar insanların yönettiği pan­
siyonlar. Böyle yerlere başarısız kimseler doluşur. Başarıya erişeme­
yen ... hiçbir zaman erişemeyecek olan kimseler. Hayatın ezip kırdığı,
yaşlı, yorgun ve tükenmiş insanlar.. . "
Sesi hafifledi. Derin, acı bir kederle sarsıldım. Sözleri ne kadar
doğruydu. İşte biz buraya toplanmıştık. Alacakaranlıkta bir grup insan.
Kül rengi saçlar, kül rengi kalpler ve kül rengi hayaller. Ben yorgun ve
yalnızdım. Bu yanımdaki kadın, hayal kırıklığına uğramıştı, kalbi acı
hislerle doluydu. Heyecanlı, hevesli Dr. Franklin engellenmiş, istediği­
ne erişememişti . Karısı daima hastaydı. Ufak tefek, sessiz Norton to­
pallayarak dolaşıyor ve kuşları seyrediyordu . Poirot bile, bir zamanla­
rın pırıl pırıl Poirot'su bile şimdi sakat ve bitkin bir ihtiyardı.
Eski günlerde durum ne kadar farklıydı! Styles Köşkü'ne ilk geldi­
ğim günlerde. ıstırap ve esefle bağırırken kendimi tuttum .
Yanımda oturan kadın çabucak, "Ne var ?" diye sordu.
"Hiç. .. Aradaki tezadı düşündüm de. Y ıllar önce buraya gelmiştim
yine. Genç bir adamken. Geçmişle şimdiyi kıyaslıyordum."
"Anlıyorum ... O zaman burası mutlu bir yer miydi ? Bu evde otu­
ranlar mutlu muydular?"
Ne garip, bazen insanın düşünceleri sanki bunlar renkli bir resmin
küçük parçalarıymış gibi karmakarışık oluyordu. Şimdi de böyleydi .
Hatıralarım beni şaşırtan bir şekilde birbirlerine karıştılar. Olaylar da
öyle. Sonra birleşerek bir tablo meydana getirdiler.
Ben geçmişi esefle düşünmüştüm, gerçekleri değil. Çünkü, o çok
uzaklarda kalan eski günlerde de Styles mutlu bir yer değildi. Şimdi ta­
rafsız bir şekilde olanları anımsıyorum . Arkadaşım John ve karısı. Sür-

- 68 -
mek zorunda kaldıkları hayat onları sıkıyordu. Laurence Gavendish
melankolik olmuştu. Gynthia'nın o genç kızlara has pırıltısını diğerleri­
nin eline bakmak zorunluğu gölgeliyordu. İnglethorp zengin kadınla sırf
onun parası için evlenmişti. Ve hiçbiri de mutlu değillerdi . Şimdi de
Styles'da yine kimse mutlu sayılmazdı. Uğurlu bir ev değildi burası.
Miss Gole'a, "Benimki romantikçe bir düşünceydi," dedim . "Burası
hiçbir zaman mutlu bir yer değildi . Şimdi de öyle . Buradakilerin hepsi
de mutsuz ."
"Hayır, hayır. Kızınız ... "
"Judith mutlu değil ki ." Birdenbire ani bir kesinlikle söylemiştim bu­
nu. Hayır Judith de mutlu sayılmazdı.
Tereddütle, "Boyd-Garrington," diye mırıldandım. "O geçen gün
çok yalnız olduğundan söz ediyordu. Ama buna rağmen onun hayatın
zevkini iyice çıkardığını sanıyorum. Malikaneyi tamir ettiriyor, başka
şeylerle ilgileniyor."
Miss Cole sert sert, "Ah, evet," dedi. "Ama Sir William başka tabii .
O, bizler gibi buraya uygun bir insan değil. Sir William dış dünyadan.
Başarı ve bağımsızlık dünyasından. Hayatı başarılı geçmiş onun. Bu­
nu kendisi de biliyor. O . . . ezilmiş ve sakat kalmışlardan değil."
Seçtiği kelimeler acayipti. Dönerek hayrPtle kadına baktım . "O
sözleri neden seçtiğinizi bana söyler misiniz?"
Miss Gole ani bir öfkeyle, "Çünkü bu gerçek," diye bağırdı. "Hiç ol­
mazsa benimle ilgili gerçek. Ben de sakatım ."
Usulca, "Sizin çok ıstırap çekmiş olduğunuzu anlıyorum," dedim.
" Çok mutsuzmuşsunuz."
Yavaşça, "Siz benim kim olduğumu bilmiyorsunuz, değil mi?" diye
sordu.
"Şey, adınızı biliyorum."
"Gole asıl adım değil. .. Daha doğrusu annemin aile ismi bu... Bu
adı daha sonra aldım."
"Sonra?"
"Benim asıl adım Litchfield."
Bir an durumu anlayamadım . İsim sadece bana tanıdık gelmişti.
Sonra birdenbire hatırladım . "Matthew Litchfield."

- 69 -
Kadın başını salladı. "Olayı bildiğiniz anlaşılıyor. Demin bunu kastet­
tim ben. Babam hasta bir adamdı. Zalim ve aksi bir insandı. Bizim nor­
mal bir hayat sürmemize razı olmazdı. Arkadaşlarımızı eve davet ede­
mezdik. Para vermezdi. Sanki hapis gibiydik." Bir an durdu. Gözleri, o
güzel gözleri daha irileşmişti. Şimdi koyu renk duruyordu. "Sonra ab­
lam... ablam." Durakladı.
"A ma bilmiyorsunuz. Bilemezsiniz. Ablam Maggie. Bu inanılacak,
anlaşılacak bir şey değil. Ablamın polise gidip teslim olduğunu, baba­
mı öldürdüğünü itiraf ettiğini biliyorum. Ama buna hala da inanamıyo­
rum. Bana bu hiç de gerçek değilmiş gibi geliyor. Olay Maggie'nin de­
diği gibi olamaz. Olamazdı."
"Yani," diyerek durakladım. "Yani... bir çelişki mi vardı."
Çabucak sözümü kesti. "Hayır, hayır. Kastettiğim bu değil. Hayır,
Maggie'nin kendisinde bir acayiplik vardı. Sanki kendinde değildi o.
Maggie gitmiş yerine başkası gelmişti."
Dilimin ucuna kadar gelen sözleri yuttum. Henüz bir açıklama yap­
manın zamanı değildi. Ona belki ilerde, "Haklısınız," diyebilirdim. "Suç­
lu Maggie değildi aslında."
Albay Luttrell bahçe yolunda gözüktüğü za man saat altıya geliyor­
du sanırım . Yanında tüfeği vardı. Elindeki ölü birkaç yabani güverci ni
sallıyordu.
Ben seslenince irkildi. Bizi görünce de şaşırdı. "Merhaba ! İkiniz
orada ne yapıyorsunuz? O harap yer hiç de emin değildir. Parça parça
dökülüyor. Herhalde tavan başınıza geçecek, Elizabeth, korkarım elbi­
sen de kirlenecek."
"Yok, yok. Bay Hastings, elbisemi temiz tutmak uğruna mendilini
feda etti."
Albay dalgın dalgın mırıldandı. "Öyle mi? O halde mesele yok."
Orada durmuş dudağını çekiştiriyordu.
Ayağa kalkarak adamın yanına gittik. Bu akşam aklı başka yerler­
deydi. Kendisini toplamaya çalışarak, "Bu Allahın cezası yaban güver­
cinlerinin bir kısmını vurmaya çalışıyorum," dedi. "Çok zarar veriyorlar
bunlar."
Ona, "Duyduğuma göre çok iyi bir nişancıymışsınız," dedim.

- 70 -
" Ha? Bunu kim söyledi size? Ah, Boyd-Carrington tabii. Bir zamanlar
öyleydim. Bir zamanlar. . . Son günlerde eski ustalığım kalmadı. Yaş tabii."
"Gözleriniz bozuk olmasın?" diye sordum .
Bunu hemen reddetti. "Saçma. Gözlerim eskisi kadar iyi görüyor. Ta­
bii kitap okurken gözlük takıyorum ama o başka. Uzağı hala çok iyi görü­
yorum. Hoş bu da önemli değil ya . .." Sözleri dalgın bir mırıltı halini aldı.
Miss Cole çevresine bakındı. "Ne güzel bir akşam ."
Çok haklıydı. Güneş batı ufkuna doğru iniyor. Işıkları altınımsıydı şim­
di. Bu yaldızlı ışınlar ağaçların koyu yeşilliğini daha belirli bir hale sokuyor­
du. Sakin ve sessiz bir akşamdı. İnsanın uzaklardaki tropik ülkelerde da­
ima hatırladığı güzel bir İngiltere akşamı. Bunu onlara da tekrarladım.
Albay Luttrell heyecanla onayladı. " Evet, evet, ben de Hindis­
tan'dayken böyle akşamları düşünürdüm. İnsan o zaman emekliye ay­
rılıp güzel bir eve yerleşmeyi çok istiyor."
Başımı salladım .
Luttrell sözlerine devam etti . " Evet, güzel bir eve yerleşmek. . . " Se­
si değişmişti. " Memleketine dönmek. Ama hayal hiçbir zaman gerçeğe
uymuyor. Hayır, hiçbir zaman."
B u sözlerin özellikle onun bakımından çok doğru olduğunu düşün­
düm . Herhalde adam bir pansiyon işleteceğini, bunu para getirecek bir
hale sokmaya çalışacağını, karısının durmadan dır dır ederek kendisi­
ni azarlayacağını düşünmemişti.
Ağır ağır eve doğru yürümeye başladık . Norton'la Boyd-Carring­
ton verandada oturuyorlardı . Luttrell'le ben onlara katıldık . Miss Cole
ise içeri girdi.
Birkaç dakika konuştuk . Albay Luttrell'in keyfi biraz yerine gelmiş gi­
biydi. Bir iki şaka yaptı. Her zamankinden daha az dalgın ve neşeliydi.
Norton, " Bugün hava bayağı sıcaktı," dedi . "Çok susadım ."
" Bir içki için. . . Bunu ben ikram edeyim size. Ne dersiniz?" Lutt­
rell'in sesi neşeli ve heyecanlıydı.
Ona teşekkür ettik . İçkileri içecektik. Adam ayağa kalkarak içeri
girdi.
Verandada, tam yemek odasının camlı kapılarının önünde oturu­
yorduk . Kapılar da açıktı.

- 71 -
Luttrell'in içerde bir dolabı açtığını duyduk. Bunu tirbişonun gıcır­
tısı ve çıkan mantarın patlamaya benzeyen gürültüsü izledi.
Sonra Bayan Luttrell'in sert ve tiz sesini işittik. Kadın, kocasıyla
konuştuğu için o yapmacıklı, sevimli tavırlarını bir tarafa bırakmıştı.
"Ne yapıyorsun, George?"
Adamcağız hafifçe mırıldandı. Biz sadece bir iki kelimeyi duyabil­
dik. "Dışardaki çocuklar... İçki . .. "

O sert, insanın sinirlerine dokunan ses büsbütün cırlaklaştı. "Öyle


bir şey yapmana razı olacak değilim, George. Şuna da bak sen! Her­
kese içki ikram edersen pansiyonu para getirecek bir hale nasıl soka­
rız? Burada içilen her içkinin bedeli ödenecek! Sen işten anlamıyorsun
ama ben anlıyorum. Sanki çocukmuşsun gibi senin de peşinde dolaş­
mam gerek. Evet, tıpkı bir çocukmuşsun gibi. Öyle kafasızsın ki. Ver
şu şişeyi bana. Ver diyorum!"
Luttrell yine alçak sesle, üzüntülü üzüntülü itiraza çalıştı.
Bayan Luttrell hırçın hırçın cevap verdi. "İster ayıplasınlar, ister
ayıplamasınlar. O şişe tekrar dolaba konulacak! Ve ben de o dolabı ki-
litleyeceğim! " .
Gerçekten bir anahtarın kilitte döndüğünü duyduk.
"İşte! Bu da oldu!"
Bu seter Luttrell'in sözlerini daha iyi işittik. "Çok ileri gidiyorsun,
Daisy. Artık katlanacak değilim."
"Sen mi katlanamayacaksın? Kim oluyorsun sen bakayım? Bu evi
kim idare ediyor? Ben! Bunu sakın unutayım deme."
Perdeler hafifçe hışırdadı. Bayan Luttrell'in öfkeyle odadan çıktığı
anlaşılıyordu.
George Luttrell ancak birkaç dakika sonra yanımıza gelebildi. O
birkaç dakika içersinde sanki daha yaşlanmış ve bitkinleşmişti.
Adam acayip, ifadesiz bir sesle, "Affedersiniz, çocuklar, " dedi.
"Korkarım viski bitmiş."
Muhakkak ki o konuşmayı ister istemez duymuş olduğumuzun far­
kındaydı. Bunu sezmeseydi bile halimizden tavrımızdan çok geçme­
den durumu anlardı. Hepimiz de fena halde sıkılmıştık. Norton adeta
kendisini kaybetmişti. Önce telaşla canının içki içmek istemediğini söy-

- 72 -
ledi. "Zaten yemek zamanı yakın, " dedi. "Öyle değil mi?" Sonra konu­
yu değiştirmeye çalışarak, ilgisiz birtakım laflar etti. Gerçekten kötü bir
andı bu. Ben felce uğramış gibiydim. Belki içimizden Boyd-Carrington,
durumu idare edebilirdi. Ama o da Norton'un saçmalıklarından konuş­
ma fırsatı bulamıyordu.
Gözucuyla Bayan Luttrell'in bahçe yollarının birinden öfkeyle ilerledi­
ğini gördüm. Kadın, bahçe makasını ve çapayı almıştı. Gerçekten bece­
rikli bir insandı. Ama o sırada kendisine karşı hiç de dostça duygular bes­
lemiyordum. Bir insanın bir diğerinin gururunu kırmaya hiç hakkı yoktu.
Norton hala telaşla konuşup duruyordu. Yaban güvercinlerinden
biri elindeydi. Önce ilkokulda vurulmuş bir tavşan gördüğü zaman mi­
desinin bulandığını ve bu yüzden öğrencilerin kendisiyle alay ettikleri­
ni açıkladı. Sonra kekliklere geçti. İskoçya'da av sırasında olan bir ka­
za� la ilgili yersiz ve anlamsız bir hikaye anlattı. Kazada avcılardan biri
vurulmuştu. Ondan sonra av sırasında olan kazalardan söz ettik.
Nihayet Boyd-Carrington hafifçe öksürdü. " Bir keresinde emireri­
min başından pek gülünç bir olay geçtiydi. İrlandalıydı. İzinli çıktığı za­
man memleketine gitti. Geri döndüğü zaman ona güzel bir tatil geçirip
geçirmediğini sordum."
"Ah , evet, ekselans ," dedi. "Hayatımda bundan daha güzel bir ta-
til geçirmedim."
Heyecanı beni şaşırtmıştı. "Buna sevindim... "

"Ah , evet, harikulade bir tatildi bu. Kardeşimi vurdum."


"Ne ," diye bağırdım. "Kardeşini mi vurdun?"
"Evet , efendim. B unu yıllardan beri istiyordum. Dublin'de dama
çıkmıştım. Bir de bakt ı m kardeşim sokaktan geçmiyor mu? T üfek ise
elimdeydi zaten. Kendimi övmek gib i olacak ama , fevkalade ateş ettim.
Kuş gibi avladım onu. O anı hiçbir zaman unutmayacağım."
Boyd-Carrington, hikaye anlatmasını iyi biliyor, uygun yerlerde mü­
balağalı bir tavırla duruyordu. Hepimiz de güldük. Biraz rahatlamıştık.
Sonra Boyd-Carrington ayağa kalktı. Yemekten önce banyo yap­
mak istediğini söyleyerek uzaklaştı.
Norton heyecanla , "Ne fevkalade bir insan o !" dedi. Böylece hepi­
mizin hislerini de açıklamış oluyordu.

- 73 -
Ben başımı salladım .
Luttrell de, "Evet, evet," diye yanıtladı. "Çok iyidir gerçekten."
Norton mırıldandı . "Anladığıma göre her gittiği yerde başarıya
erişmiş . İlgilendiği her konuda baŞarılı olmuş . Aklı başında bir adam .
Ne istediğini de biliyor. Aslında hareketli, enerjik bir tip . Gerçekten ba­
şarılı bir insan."
Luttrell ağır ağır, "Bazı erkekler böyledir," dedi . "El attıkları her ko­
nuda başarıl ı olurlar. Hiçbir zaman hata yapmazlar. Bazı insanlar . . . çok
şanslı oluyorlar."
Norton çabucak başını salladı. "Hayır, hayır, efendim. Bunun şans­
la bir ilgisi yok." Anlamlı anlamlı ekledi. "Bu yıldızlanmızda değil, sevgi­
li Brutus, kendi içimizdedir. "
Luttrell mırıldandı . "Belki de siz haklısınız ."
Ben hemen atıldım. "Herhalde . . . Knatton malikanesi ona kaldığı
için gerçekten çok şanslı . Ne şahane bir yer orası! Ama adamın evlen­
mesi çok iyi olur. O koskoca evde kendisini çok yalnız hisseder."
Norton, "Evlenip malikaneye mi yerleşecek?" dedi . "Peki, ya karı­
sı çaçaronun biriyse? Dırdıra başlarsa . . . "
Büyük aksilikti bu. Herkes böyle bir laf söyl�yebilirdi. Ama bu şart­
lar altında pek acayip kaçmıştı . Norton daha bu sözler ağzından çıkar­
ken durumu sezdi. Bunları geri almaya çalıştı . Tereddüt etti, kekeledi .
Sonra da beceriksizce bir tavırla durakladı . Tabii bu durumu daha da
kötü bir hale soktu.
Sonra ikimiz birden konuşmaya başladık. Ben akşamla ilgili budalaca
bir laf söyledim . Norton ise yemekten sonra briç oynamamazı teklif etti.
-
Albay Luttrell ikimize de aldırmadı. Acayip, ifadesiz bir sesle, "Ha­
yır," dedi. "Karısı Boyd-Carrington'u ezemez. O, karısına boyun eğe­
cek bir adam değil. Boyd-Carrington, tam bir erkek. Tam bir erkek o."
Çok sıkıntılı bir andı. Norton yine briçten söz ederek saçmalama­
ya başladı. Tam o sırada iri bir yaban güvercini başımızın üzerinden
uçtu. Ve yakınındaki bir ağacın dalına kondu .
Luttrell tüfeğini aldı. "İşte o muzır yaratıklardan biri daha."
Fakat adam daha nişan almadan kuş uçarak ağaçların arasına
daldı. Artık onu vurmak olanaksızdı .

- 74 -
Fakat aynı anda Luttrell'in bakışları ilerdeki bayıra kaydı. Orada
bir şeyler kımıldıyordu. Adam, "Allah kahretsin!" diye homurdandı. "Bir
tavşan gitmiş meyve fidanlarından birinin kabuğunu kemiriyor. Halbuki
oraya tel de çektim."
T üfeğini kaldırarak ateş etti.
Bunu müthiş bir kadın çığlığı izledi. Sonra feryat korkunç, garga­
raya benzeyen bir gürültüyle sona erdi.
T üfek Luttrell'in elinden düştü. Adamın bütün vücudu gevşemişti.
Elini ağzına götürdü. "Allahım!... Daisy bu!"
Ben çim alandan koşmaya başlamıştım bile. Norton da peşimdeydi.
Yamaca erişerek yere diz çöktüm. Gerçekten yaralanan Bayan
Lutrell'di. Kadın diz çökmüş, küçük meyve fidanlarından birini yere
çaktığı bir kazığa bağlamaya çalışırken olmuştu kaza. Oradaki otlar bir
hayli yüksekti. Luttrell'in kadını görmediğini, sadece otların dalgalandı­
ğını fark ettiğini anladım. Işık da iyice azalmıştı.
Daisy Luttrell omzundan vurulmuştu�Yarasından kanlar fışkırıyordu.
Yarayı incelemek için eğildim. Sonra başımı kaldırarak Norton'a
baktım. Adam bir ağaca dayanmıştı. Y üzü yeşildi adeta.
Özür diler gibi, "Kan görmeye dayanamam..." diye mırıldandı.
Sert sert, "Hemen Franklin'i bulun," dedim. "Ya da hemşireyi."
Başını sallayarak koştu.
İlk gelen Hemşire Craven oldu. İnanılmayacak kadar kısa bir süre
sonra yanımızda belirdi kadın. Hemen kanı durdurmak için uğraşmaya
başladı. Ardından Franklin koşarak geldi. Hemşireyle Bayan Luttrell'i
eve taşıyarak, yatırdılar. Franklin yarayı temizleyerek sardı. Sonra da
kadının kendi doktorunu çağırdı. Hemşire Craven, Daisy Luttrell'in ba­
şında oturuyordu.
Franklin telefonu kaparken ona yaklaştım. "Bayan Luttrell nasıl?"
"Kendisine gelecek. Neyseki kurşun tehlikeli sayılacak bir yere gel­
memiş. Kaza nasıl oldu?"
Anlattım.
Doktor, "Anlıyorum. . ." dedi. "İhtiyar nerede? Herhalde çok sarsıldı.
Belki de karısından çok onun doktora ihtiyacı var. Adamın kalbinin pek
sağlıklı olduğunu da sanmıyorum."

- 75 -
Albay Luttrell'i sigara odasında bulduk. Dudaklarının etrafı mos­
mordu. Gayet şaşkın bir hali vardı. Titrek bir sesle, "Daisy?" diye mırıl­
dandı. "O... o... nasıl?"
Franklin çabucak, " Bayan Luttrell iyileşecek, " diye cevap verdi. "Hiç
endişelenmeyin."
"Bir... tavşanın... ağacın kabuğunu. . . kemirdiğini sandım ... Nasıl
yaptım bu hatayı bilmem ?... Işık gözlerimi aldı.. . "
Franklin neşeyle, "Böyle kazalar olur," dedi. "Ben de bir iki defa
böyle vakalarla karşılaştım . Buraya bakın . .. Size ilaç vereyim. Böylece
kendinize gelirsiniz. Pek iyi olduğunu sanmıyor
"Ben iyiyim. Daisy'nin... Daisy'nin yanına girebilir miyim."
"Hemen olmaz. Hemşire Craven onun yanında. Ama endişelen­
meyin. Bayan Luttrell'in durumu tehlikeli değil. Dr. Oliver biraz :
gelecek. Onun da size aynı şeyi söyleyecPqinden eminim . "
İkisini ba� başa bırakarak dışarı çıktırr, 3üneş batıyordu. Judith'le
Allerton bahçe yolundan bana doğru gelmekteydiler. Adam, kızıma
doğru eğilmişti. İkisi de gülüyorlardı.
Deminki felaketten sonra onların bu hali beni fena halde öfkelen­
dirdi. Sert bir sesle Judith'e bağırdım. Kızım hayretle başını kaldırdı.
Onlara bir iki kelimeyle olanları anlattım.
Kızım, " Ne acayip bir olay, " diye fikrini açıkladı.
Ben, "Aslında üzülmesi gerekti, " diye düşündüm. "Ama ald ırmadı
bile."
Allerton'un tavırları ise ancak 'rezalet' diye tanımlanabilirdi. Adam,
bu olayı bir şaka gibi alıyordu.
"O ihtiyar cadıya iyi olmuş," diye mırıldandı . "Acaba kocası bilerek
mi yaptı bunu?"
Öfkeyle, "Ne münasebet , " dedim . " Bir kaza bu."
"Evet ama ben o kazaları bilirim. Bazen çok işe yararlar. Açıkçası
eğer ihtiyar, karısını vurduysa, onu saygıyla selamlarım."
Hiddetle, "Öyle bir şey yok, " diye homurdandım .
"O kadar emin olmayın. İki ahbabım karılarını vurdulardı. Biri ta­
bancasını temizliyordu. Diğeriyse, kadına doğrudan doğruya ateş etti.
Sonra da, ' Şaka yapıyordum,' dedi. İkisi de cezaya çarptırılmadan ya-

- 76 -
kalarını sıyırdılar. Böylece başlarındaki belalardan da k urtulmuş oldu­
lar bence."
Soğuk soğuk, "Albay L uttrell öyle bir adam değildir," dedim.
Allerton ısrarla sordu. "Ama adam böylece kurtulup rahatladı, de­
ğil mi? Kazadan biraz önce kavga mı etmişlerdi yoksa."
Hiddetle döndüm. Aynı zamanüa endişemi gizlemeye de çalışıyor­
dum. Allerton gerçeğe fazla yaklaşmıştı. Ben de ilk defa şüpheye ka­
pılmaya başlıyordum.
Boyd-Carrington'la karşılaşmam da durumu düzeltmedi. Adam, do­
laşa dolaşa küçük gölün kenarına inmiş olduğunu söyledi. Ona kaza­
dan söz edince de hemen, "Hastings," dedi. "Luttrell karısını öldürme­
yi düşünmüyordu, değil mi?"
"Aman, ne diyorsunuz?"
"Affedersiniz, affedersiniz. Böyle söylememeliydim. Ama, sadece
bir an insan... yani... Daisy Luttrell de adamı çileden çıkarıyor."
İkimiz de bir süre sustuk. İstemememize rağmen tanık olduğumuz
o sahneyi düşünüyorduk.
Üzgün ve kaygılı bir halde yukarıya çıkarak, Poirot'nun kapısına
vurdum .
Arkadaşım Curtiss'den olanları öğrenmişti bile. Ama heyecanla
bütün ayrıntıyı duymayı istiyordu. Styles'a geleliden bu yana Poirot'ya
günlük karşılaşmaları ve konuşmaları uzun u z un anlatmayı adet edin­
miştim. Böylece sevgili arkadaşımın kendisini herkesten uzak hisset­
mesini engellediğimi düşünüyordum. Poirot bu şekilde Styles'da olan
her şeye katılmış sayıyordu kendini. Hafızam iyidir ve her şeyi ayrıntı­
larıyla da hatırlarım. Konuşmaları kelimesi kelimesine yinelemek de
benim için kolaydır.
Poirot beni büyük bir dikkatle dinledi. Şimdi kafama yerleşen o
korkunç fikri çabucak kovacağımı umuyordum. Fakat arkadaşım daha
bana ne düşündüğümü söylemeden kapıya usulcu vuruldu.
Gelen Hemşire Craven'di. Kadın bizi rahatsız ettiği için özür dile­
di. "Affedersiniz... Fakat ben doktorun burada olduğunu sanıyordum.
Bayan Luttrell kendisine geldi. Şimdi kocası için endişelenip duruyor.

- 77 -
Onu görmek istiyor. Albay Luttrell'in nerede olduğunu biliyor musunuz,
Bay Hastings? Hastamı yalnız bırakmak istemiyorum."
Gidip albayı arayacağı söyledim. Poirot takdirle başını sallarken
Hemşire Craven de bana hararetle teşekkür etti.
Albay Luttrell'i pek de kullanılmayan sabah odasında buldum.
Pencerenin önünde durmuş dışarıya bakıyordu. ·
Ben içeri girerke n çabucak döndü. Bakışlarıyla bir soru sorar gi­
biydi. Bana yüzünde korku dolu bir ifade varmış gibi de geldi.
"Karınız kendisine geldi. Sizi istiyor."
"Ah..." Adamın yüzüne renk geldi birdenbire. Ancak o zaman çeh­
resinin ne kadar bembeyaz kesilmiş olduğunu a nladım. Luttrell, çok
yaşlı bir adam gibi ağır ağır, kekeleye kekeleye, "... O... o... beni mi is­
tiyor?" diye sordu. "Hemen... hemen... geliyorum."
Ayaklarını sürüyerek kapıya doğru giderken sendeliyordu. Hemen
onun yardımına koştum. Merdivenlerden çıkarken iyice bana yaslandı.
Zorlukla soluk alıyordu. Franklin'in de tahmin ettiği gibi şok onu çok
sarsmıştı.
Hastanın oda kapısına geldik. Ben usulca kapıya vurdum. Hemşi­
re Craven'in ciddi, sakin sesi duyuldu. "Giriniz."
Luttrell hala ba na yaslanıyordu. Onu adeta taşıyarak odaya sok­
tum. Yatağın önüne bir paravana konulmuştu. Bunun yanından geçtik.
Bayan Luttrell'in çok hastaymış gibi bir hali vardı. Yüzü bembe­
yazdı. Gözlerini kapatmıştı. Biz paravanın arkasına geçerken o da
gözlerini açtı.
Soluk soluğa, "George..." dedi. Sesi zorlukla duyuluyordu. "George."
"Daisy... Yavrum..."
Kadının bir kolu sarılmış ve askıya alınmıştı Bayan Luttrell diğer
:
elini şaşkın şaşkın kocasına doğru uzattı. Adam bir adım attı. Karısının
zayıf elini avuçlarının arasına aldı. Tekrar, "Daisy..." diye mırıldandı.
Sonra da boğuk bir sesle ekledi. "Çok şükür... Durumun tehlikeli değil..."
Ben ona bakıyordum. Gözleri dolmuştu. Bakışlarında büyük bir
sevgi ve kaygı vardı. O zaman marazi şüphelerimizden dolayı fena hal­
de utandım.

- 78 -
Usulca odadan çıktım... Kaza süsü verilen cinayet ha? Luttrell'in
karısının ölmemiş olduğuna gerçekten canı yürekten sevindiği o kadar
belliydi ki. Anlatamayacağım kad.ar rahatlamıştım.
Koridordan ilerlerken gongun sesi irkilmeme neden oldu . Zamanın
geçtiğini fark etmemiştim. Kaza her şeyi altüst etmemişti. Sadece aşçı
her zamanki gibi işine devam etmiş ve saatinde akşam yemeğini ha ­
zırlamıştı.
· Çoğumuz yemek için giyinmemiştik. Albay Luttrell de gözükmedi.
Ama uçuk pembe elbisesiyle pek hoş olan Barbara Franklin aşağıya
inmişti . Hem sağlığı, hem keyfi yerindeydi. Fakat Franklin bana sıkın­
tılı ve dalgınmış gibi geldi.
Yemekten sonra Allerton'la Judith birlikte bahçeye çıktılar. Buna
fena halde sinirlendim tabii. Bir süre orada ot�rarak tropikal hastalıklar­
dan söz eden Franklin'le Norton'u dinledim. Norton, anlayışlı, meraklı
bir dinleyiciydi. Belki bu konuda fazla bilgisi yoktu ama Franklin'i dik­
katle dinliyordu.
Bayan Franklin'le Boyd-Carrington da odanın diğer tarafında soh­
bete dalmışlardı. Adam kadına perdelik kumaşlardan ya da kretonlar­
dan örnekler gösteriyordu .
Elizabeth Cole elindeki kitaba dalmış gibiydi . Bana kadın benim
yanımda sıkılıyor ve biraz da utanç duyuyormuş gibi geldi. Belki de bu­
nun nedeni o akşamki itiraflarıydı. Bunu da nor mal karşılamak gerekti.
Ama bu duruma üzülüyordum. Kadının bana açıldığına pişman olma­
dığını da ummaktaydım. Miss Cole'a sırrına saygı göstereceğimi ve
bunu kimseye söylemeyeceğimi iyice anlatmak istiyordum . Ama o, ba­
na fırsat vermedi.
Bir süre sonra yukarıya, Poirot'nun yanına çıktım .
Albay Luttrell de oradaydı . Y ıkılmış olan küçük elektrik lambasının
meydana getirdiği ışıktan gölcüğün içinde oturuyordu.
O konuşuyor, Poirot da dinliyordu. Bana Luttrell aslında yüksek
sesle düşünüyormuş gibi geldi.
"O anı çok iyi hatırlıyorum.. . Evet, avcılar balosunda oldu bu. Be­
yazlar giymişti. . . Tuvaleti, tül denilen kumaştandı sanırım. Etrafında bir
bulut gibi duruyordu. O kadar da güzeldi ki . Onu görür görmez yıldırım-

- 79 -
la vurulmuş gibi oldum. Kendi kendime, "İşte bu kızla evleneceğim," de­
dim. Ve bunu da başardım. Çok da şirindi. Küstahtı ayrıca. İnsana he­
men cevap veriverir, lafın altında hiç kalmazdı. Luttrell hafifçe güldü.
O sahneyi görür gibi oldum. Daisy Lutt rell'i genç ve güzel yüzü,
küstah tavırlarıyla hayal edebiliyordum. Hazır cevaptı ol. Ve bu da ken­
disini şirinleştiriyordu. Ama bazen böyle hazır cevap kızlar yıllar geçtik­
çe sivri dilli oluyorlardı.
Ama Albay Luttrell bu gece ilk gerçek aşkı olan o güzel genç kızı
düşünüyordu... Daisy 'sini .
Birkaç saat önce söylemiş olduğumuz sözleri hatırlayarak yeniden
utandım.
Tabii Albay Luttrell, yatmaya gidince de, hemen her şeyi Poirot'ya
anlatıverdim.
Arkadaşım beni sessizce dinledi. Y üzündeki ifadeden bir şey an­
layamadım. "Demek böyle düşündün, Hastings? Adamın bilerek ateş
ettiğini?"
"Evet. Şimdi çok utanıyorum..."
Poirot, o andaki duygularımın önemli olmadığını belirtmek ister gi­
bi elini salladı. "Bu durup dururken senin aklına mı geldi. Yoksa bunu
başka biri mi söyledi?"
Öfkeyle, "Allerton buna benzer bir şeyler geveledi,'' dedim. "Ama
ondan da böyle bir şey beklenir tabii."
"Başka?"
"Boyd-Carrington da aynı şeyi söyledi . "
"Ah! Boyd-Carrington."
"Neticede o görmüş geçirmiş bir adam . Bu konularda da deneyimi
var."
"Ah, tabii, tabii. Ama o olayı görmedi, değil mi?"
"Hayır, Boyd-Carrington dolaşmaya çıkmıştı sanırım. Yemek için
giyinmeden önce biraz yürüyüş yapıyor."
"Anlıyorum. . . "
Kuşkuyla, "Ben aslında o varsayıma pek inanmış değilim," diye
mırıldandım . "Sadece. . . "

- 80 -
Poirot sözümü kesti. "Kuşkuların yüzünden bu kadar pişmanlık
duymamalısın, Hastings. Bu şartlar altında herkesin aklı na böyle şey­
ler gelebilirdi. Evet, çok normal bu."
Poirot'nun halinde anlayamadığım bir şeyler vardı. Bir ciddilik ya
da resmiyet. Gözlerinde acayip bir ifadeyle beni süzüyordu .
Ağır ağır, "Belki," dedim. "Fakat adamın karısına ne kadar bağlı ol­
duğunu görünce..."
Poirot baş ını sallad ı. "Tabii. Durum çoğunlukla böyledir. Bunu unut­
ma. O kavgalar ı n, anlaşmazlıkların, günlük hayatın aşikar düşmanlıkla­
rının altında gerçek, derin bir sevgi gizli olabilir."
Ben de aynı kan ıdaydım . Kocası yatağ ın üzerine eğildiği zaman
ufak tefek Bayan Luttrell'in gözlerinde beliren sevgi ve şefkat dolu ifa­
deyi hatırl ı yordum. O huysuzluğu, sabırsızl ı ğ ı kalmamıştı. Dili de eski­
si gibi zehir saçmıyordu.
Yatmaya giderken, evlilik hayat ı, diye düşünüyordum. Pek acayip
bir şey...
Poirot'nun tav ırlarındaki gariplik beni hala kaygılandır ıyordu. Arka­
daş ım tuhaf bir şekilde adeta tetikte bekliyormuş gibi oturuyordu. San­
ki benim bir şeyi fark etmemi istiyordu. Ama neyi?
Tam yatağa girerken durumu anlad ı m. Sanki bir şimşek çaktı ka­
famda.
"Bayan Luttrell ölseydi, bu olay da diğer vakalara benzeyecekti.
Görünüşte kad ı n ı Luttrell öldürmüş olacakt ı. Bu bir kaza say ılacaktı.
Ama yine de hiç kimse bunun gerçekten bir kaza olup olmad ığın ı ke­
sinlikle bilemeyecekti. Ya da adam ın bilerek, isteyerek ateş edip etme­
diğini. Olayın cinayet olduğunu gösterecek bir delil bulunamayacaktı.
Ama adamdan yine de kuşku edeceklerdi."
Gelgelelim bu... bu...
Bu ne anlama geliyordu?
Olayı mantık açıs ından ele aldığımız takdirde şöyle düşünmek ge­
rekti. "Bayan Luttrell'i kocası değil, X vurdu."
Ama bu da olanaksızdı. Belli bir şeydi bu. Ben bütün olayı görmüş­
tüm. Tetiği çeke n Luttrell'di. Başka ateş eden olmamıştı.

- 81 - . . . Ye Perde İndi / F:6


"Ama tabii. . . Hayır, hayır, olamaz bu.. . Hay ır, belki de imkansız de­
ğil... Yalnızca ... biraz zor... Diyelim ki biri tetikte bekledi. .. Albay Luttrell
tam bir tavşana ateş ettiği sırada bu kimse de elindeki silahın tetiğini
çekti. Ve Bayan Luttrell'i vurdu . O zaman bir tek silah sesi duyulurdu.
Veya... hafif bir gecikme olsa bile, bu yankıya verilirdi. .. Evet, şimdi dü­
şünüyorum da . .. Silah ses.i yank ı yapt ı sanırım . ..
"Fakat, hay ır, saçma bu. Neticede bir kurşunun hangi silahtan atıl­
dığı kolaylıkla tespit ediliyor artık. Kurşunun üstündeki işaretlerin sila­
hın namlusundakilere uy,ması gerek."
Sonra bir şeyi hatırladım. "Bu incelemeler de ancak polis hangi si­
lahla ateş edildiğini kesinlikle tespit etmek istediği zaman yapılıyor. Bu
olayda öyle fazla bir soruşturma yapılmayacaktı. Ç ünkü Albay Luttrell
de , diğerleri gibi , o öldürücü kurşunu kendisinin attığına inanacaktı.
Bunu itiraf edecek ve bu sözleri hemen kabul edilecekti. Silahla test fi­
lan yapılmayacaktı. Yalnızca adam ın kazara mı yoksa karısın ı öldür­
mek niyetiyle mi ateş ettiğini öğrenmek isteyeceklerdi . Ve tabii bu me­
sele de hiçbir zaman kesinlikle halledilemeyecekti ."
.
"Bu yüzden bu olay da diğer vakalardan farksız. Cinayet işlediğini
an ımsamayan , 'Ama herhalde katil benim ,' diyen Riggs . . . Çıldıran ve
işlemediği bir cinayet yüzünden polise teslim olan Maggie Litchfield . . . "
"Evet , bu durum da onlarınkine uyuyor."
Artık Poirot'nun tav ırlarının ne anlama geldiğini biliyordum . Arka­
daşım bu durumu anlamamı bekliyordu . . .

Ertesi sabah bu konuyu Poirot'ya açtım. Hemen yüzü aydınlandı .


Takdirle başını salladı.
"Aferin , Hastings. Ben de aradaki benzerliği fark edip etmeyeceği-
ni anlamak istiyordum . Seni etkilemek niyetinde değildim."
"O halde ben haklıyım. Bu da yine X'le ilgili bir vaka ."
"Orası muhakkak."
"Fakat neden, Poirot? Sebep nedir?"

- 82 -
Arkadaşım başını salladı. Bağırdım. "Bilmiyor musun? Bu konuda
hiçbir fikrin yok mu?"
Poirot ağır ağır, "Evet, bir fikrim var," diye mırıldandı.
"Bütün bu değişik vakalar arasındaki gizli bağı keşfettin mi?"
"Öyle sanıyorum."
"O halde?" Sabırsızlığı gizleyecek halde değildim.
"Hayır, Hastings."
"Ama bunu bilmem gerek ."
"Bilmemen çok daha iyi olur."
"Neden?"
"Bana inan. Böylesi daha iyi."
"Sen adam olmazsın," dedim. "Artrözden kemiklerin çarpılmış. Bu­
rada aciz bir halde oturuyorsun. Ve yine de bu oyunu tek başına oyna­
maya kalkışıyorsun ."
"Bu oyunu tek başına oynamaya kalkıştığımı düşünmemelisin. Bu­
nu aklına bile getirmemelisin . Aksine, sen bu işe iyice karıştın, Has­
tings . Sen benim hem gözlerim, hem de kulaklarımsın. Ben sadece sa­
na, tehlikeli olabilecek bir şeyi açıklamaya yanaşmıyorum."
"Benim için mi tehlikeli?"
"Katil için."
Ağır ağır, "Katilin izinde olduğunu anlamasını istemiyorsun sanı­
rım," diye mırıldandım . "Evet, mesele bu olmalı. Veya benim kendimi
koruyacağımı sanıyorsun."
"Senin hiç olmazsa bir tek şeyi bilmen gerek, Hastings. Bir defa öl­
düren, bir insan, tekrar. . . tekrar... tekrar öldürebilir."
Öfkeyle, "Hiç olmazsa bu kez bir cinayet daha işlenmedi," dedim.
"Bu seferki kurşun hedefi bulamadı."
"Evet, şansımız varmış . Şansımız varmış. Sana söylediğim gibi,
böyle şeyleri önceden tahmin etmek çok zor." Poirot içini çekti. Yüzün­
de endişeli bir ifade belirmişti.
Usulca onun yanından ayrıldım. Üzgün üzgün Poirot'nun artık sü­
rekli çaba gösterecek halde olmadığını düşünüyordum . Kafası hala iyi
çalışıyordu ama arkadaşım hasta ve yorgun bir insandı artık.

- 83 -
Poirot bana X'in kim olduğunu öğrenmeye kalkışmamamı söyle­
miş ve bana ihtarda bulunmuştu . Ama ben için için katilin kimliğini keş­
fetmiş olduğuma inanıyordum . Styles Köşkü'nde çok kötü olduğu he­
men anlaşılan bir tek insan vardı. Aslında basit bir soruyla bir tek şey­
den emin olabilirdim . Ama bu negatif bir denemeydi. Yine de benim için
değeri vardı.
Kahvaltıdan sonra Judith'i yakaladım . "Dün Bay Allerton'la sana
rastladığım zaman nereden geliyordunuz?"
İşin kötüsü bir olayın bir yönüne daldığınız zaman diğer şeyleri
unutuyordunuz . Judith, bana öfkelenince fena halde şaş i rdım .
"Rica ederim baba. Bu senin üzerine vazife değil."
Şaşkın şaşkın kızıma bakakaldım . "B . . . ben sadece sordum ."
"Evet ama neden? Niçin durmadan sorular soruyorsun? ' Ne yapı-
yordun? Nereye gittin? Yanında kim vardı?' Çekilir gibi değil bu!"
İşin garibi aslında bu defa Judith'in nerede olduğunu öğrenmeyi
istediğim yoktu . Beni ilgilendiren Allerton'du . Kızımı yatıştırmaya çalış­
tım . "Judith, açıkçası artık sana alelade bir soru bile sorulamıyor."
"Bunu öğrenmek istemenin sebebini anlayamıyorum ."
"Aslında öğrenmeyi istediğim de pek yok. Yani... sadece . . . olay­
dan ikinizin haberi yoktu . Bunun sebebini merak ettim ."
"Kazadan mı? Bunu mu kastediyorsun? Madem öğrenmek istiyor­
sun söyleyeyim. Ben pul almak için köye gitmiştim."
Hemen atıldım . "Yani Allerton seninle birlikte değildi, öyle mi?"
Judith öfkeyle soludu . "Hayır, değildi." Sesinde buz gibi bir öfke
vardı. "Aslında ben Allerton'a evin yakınında rastladım. Seninle karşı­
laştığımızdan iki dakika kadar önce. Memnun oldun mu? Yalnız şunu
da söylemem gerek : istersem bütün günümü Allerton'la dolaşarak ge­
çiririm. Bu yine de seni ilgilendirmez. Ben yirmi bir yaşındayım. Çalışa­
rak hayatımı kazanıyorum . Zamanımı nasıl geçirdiğim de yalnızca be­
ni ilgilendirir."
Bu laf selini durdurmaya çalışıyordum . "Tabii, tabii."
"Benimle aynı kanıda olmana sevindim." Judith yumuşamıştı. Üzün­
tüyle hafifçe güldü . "Ah, hayatım, ne olur biraz kendini tut. Otoriter baba

- 84 -
rolü oynamaktan vazgeç. Bunun ne sinir bozucu bir şey olduğunu bilmi­
yorsun. Bu kadar telaşlanıp sorular sormasan ne iyi olacak."
Aynı anda Franklin gözüktü. "Merhaba, Judith. Haydi gel. Bugün
her zamankinden daha geç kaldık." Tavırları sertti. Onun nezaketle
davrandığı söylenilemezdi.
istemememe rağmen yine de öfkelendim. Franklin'in Judith'in pat­
ronu olduğunu biliyordum tabii. Judith'in zamanı ona aitti. Adam, kızı­
ma aylık ödediğine göre, ona emir vermek de hakkıydı. Buna rağmen
Franklin'in de herkes kadar terbiyeli davranması gerekmez miydi ':
Başkalarına karşı olan hareketleri 'son derece kibar' diye tanımlana­
mazdı ama yine de onlara karşı biraz nezaket gösteriyordu. Fakat Ju­
dith'e karşı, özellikle son zamanlarda gayet sert ve diktatörce bir tavır
takınıyordu. Konuşurken kızıma bakmıyor, adeta havlarmış gibi emir
veriyordu . Judith'in buna sinirleniyormuş gibi bir hali yoktu. Ama kızım
namına ben kızıyordum bu işe. Çok yersiz bu, diye düşünüyordum.
Özellikle Franklin'in tavırları Allerton'un o mübalağalı ilgisiyle taban ta­
bana zıt. Muhakkak ki John Franklin, Allerton'dan on defa daha iyi bir
insan. Ama çekicilik bakımından adamın yanında pek gölgede kalıyor.
Hızla laboratuvara doğru g iden Franklin'in arkasından baktım. Za­
yıf vücudunu, biçimsiz yürüyüşünü, çıkık yüz ve kafa kemiklerini, kızıl
saçlarını ve çillerini inceledim. Çirkin ve biçimsiz bir adamdı. Frank­
lin'de o belirli meziyetlerin hiçbiri yoktu . Evet, kafalıyd ı. Ama kadınların
sadece kafaya aşık olduklar ı pek görülmemişti. Üzüntüyle, "Judith, işi
dolayısıyla hemen hemen başka erkeklerle hiç karşılaşmıyor, " dedim.
" Başka değişik, hoş erkekleri inceleme f ırsatı bulam ıyor. Çirkin ve ka­
ba Franklin'in yanında Allerton'un yalancı şirinliği büsb ütün belirli ve
güçlü bir hal alıyor. Zavallı kızımın onun gerçek değerini anlama fırsa­
tını bulması olanaksız.
"Ya Judith ciddi bir şekilde Allerton'a aşık olursa ? Deminki öfkesi
kaygı verici bir işaret. Allerton'un gerçekten ahlaksız ı n biri olduğu mu­
hakkak. Hatta o daha da kötü. Ya Allerton, X'se? "
"Bu olabilir d e... Ateş edildiği sırada Judith'in yanında değilmiş... "

- 85 -
"Fakat bu görü nüşte anlamsız cinayetleri n as ı l sebepleri ned i r ? Al­
lerto n ' u n deli o l m a d ı ğ ı ndan e m i n i m . Akl ı baş ı nda onun . . . Çok baş ı n­
d a . . . Ve adam çok da terbiyesi z . "
"Ve Judith . . . Be n i m Judith ' i m o n u n l a fazla ah bap . . . "

O zamana kad ar k ı z ı m için bi raz endişelenmekle birli kte, X soru­


n u na dalmam ve her an bir cinayet işlenebi leceğ i n i düşü n m e m , kişisel
dertleri m i ikinci plana atmam ı sağlam ı şt ı .
Fakat art ı k darbe i n m işti . B i r cinayet denemesi yap ı l m ı ş a m a ney­
seki kati l başarıya u l aşam a m ı ştı . Böylece art ı k diğer meseleyi düşün­
mekte se rbestt i m . Ve bu ko nuyu düşündükçe endişeleri m de a rtt ı . B i r
g ü n laf aras ı nda söyleni len bir s ö z Allerto n ' u n e v l i olduğunu anlamam ı
da sağ lad ı .
Herkes h akkı nda bilgisi olan Boyd-Carri ngton beni daha d a ayd ı n ­
lattı . Allerto n ' u n karı s ı d i n i ne çok bağ l ı b i r Kato l i kt i . Evlenmeleri nden k ı ­
sa bi r süre so n ra ada m ı terk etm işti . Fakat d i n i i n ançları yüzü nde n A l ­
lerton'dan kesi n l i kle boşanmak niyeti nde değ i l d i .
Boyd-Carri ngto n aç ı k a ç ı k , " B a n a so rarsa n ı z , " ded i . "Bu d a o a h ­
laks ı z ı n ç o k i ş i n e geliyor. Onun niyeti dai ma kötü. E v l i o l ması da bu ba­
kı mdan işine yarı yor."
B i r baba için ne acı sözlerdi bunlar!
Kazad an sonraki g ü n ler görü n ü şte olays ı z geçti . Fakat o gizli hu­
z u rsuzluğum gitgide artıyord u .
Albay Luttre l l zaman ı n ı n önemli bir k ı sm ı n ı karı s ı n ı n yatak odas ı n­
da geçi riyord u . H astaya bakmak için b i r h e m ş i re g e l m i ş , M iss C raven
de tekrar Bayan Fran klin'le ilgilenmeye baş l a m ı şt ı .
Dedikodu yapmak istemiyoru m a m a Bayan Frankl i n ' i n baş h asta
rolünü başkas ı n a kapt ı rd ı ğ ı için sinirlendiğini hemen fark etti ğ i m i açı k­
lamal ıyı m . Herkes i n Bayan Luttrell'in çevresi nde dön mesi , o n u n l a ilgi­
lenmesi ke ndi sağl ığ ı n ı n as ı l kon u sayı l m as ı n a a l ı ş m ı ş olan bu h a n ı m ­
efendiyi fen a h alde kızdı rıyord u .
H a m a ğ a u zan ı p yatıyor, elini göğsü ne bastı rarak çarp ı ntıdan ş i ka­
yet ediyord u . Yap ı lan hiçbi r yemeği uyg u n b u l m uyord u . O s ı k ı c ı istek­
leri n i de sab ı rl ı bir taham m ü l m as kesiyle gizlemeye çal ı ş maktayd ı .

- 86 -
Poirot'ya şi kayet eder gibi , "Ben soru n ç ı karmaktan h i ç hoşlan­
m a m , " diyord u . "Sağ l ı ğ ı m ı n bozuk o l m as ı ndan öyle utan ı yo ru m ki . . .
Başkaları ndan bana yard ı m etm eleri n i iste m e m n e kadar. . . n e denli g u ­
ru r k ı r ı c ı b i r ş e y bilseniz . Bazen bozuk sağl ı ğ ı n b i r suç o l d u ğ u n u d ü ş ü ­
nüyoru m . Sağl ı k l ı v e duygusuz o lmayan bi r i n sa n b u dü nyada yaşama­
yacak demekti r. Onu usu lca ortadan kald ı rm aları daha iyi o l u r. "
"Ah , h ay ı r, madam . " Poi rot h e r zamanki g i b i nazikti . "Ender b u l u ­
n a n naz l ı b i r çiçeğ i n serde koru n m as ı gereki r. O s o ğ u k rüzgarlara d a ­
yanamaz . K ı ş ortam ı nda sadece alelade otlar rah atça yetişi r. A m a b u
yüzden o n l ara değer vermek de gerekmez. Be n i al ı n . . . Bacakları m ,
ko l l ? rı m . çarp ı ld ı . Büzü l d ü . Hareket edem iyoru m . Am a b e n . . . h ayat ı m ı
sona erd i rmeyi d e düşü n m üyoru m . M ü m kü n olduğu kadar yaşam ı n
zevk i ni ç ı karm aya çal ı ş ı yoru m . Ye mek, içki , kafa zevkleri . . . "
Bayan Frankl i n içi n i çekerek m ı rı ldand ı . "Ah , ama sizin d u r u m u ­
nuz ç o k başka. Sizin ke n d i n izden başka düşü necek ki mseniz y o k . H a l ­
bu ki b e n ö y l e miyi m ? Zava l l ı Joh n ' u m v a r be n i m . Ona ne kadar ağ ı r b i r
yük olduğumu ç o k i y i h issediyoru m . H asta, bir işe yaram ayan b i r ka­
d ı n . J o h n ' u n boy n u n a as ı l m ı ş bir değirmen taş ı . "
"Onun sizin içi n böyle b i r şeyi h i çb i r zaman söylemediğinden e m i ­
nim."
"Ah , tabii söylemedi. Tabii söyl e m e d i . Ama e rkekler o kadar şeffaf
ol uyorlar ki . . . Zaval l ı c ı klar. John da d u yg u ları n ı saklamas ı n ı katiyen bil­
mez. Tab i i o hai n l i k etmek i ste m iyor. Am a kocam . . . son derece h issiz
bi r i n sand ı r. Bu da ke ndisi için iyi b i r şey tabi i . Hisleri deri n değ i l d i r.
Başkaları n ı n duyguları n ı n deri n olabilece ğ i n i de düşünemez. İ nsan ı n
h i ss i z doğ m as ı büyük b i r şans . "
" Doğrusu b e n Dr. F ranklin'i duygusuz b i ri d iye tan ı m lamazd ı m . "
" Ö yle m i ? Ama siz J o h n ' u ben i m kadar tan ı m ıyors u n u z . Tabii ben
o l m asayd ı m , John da se rbestçe hareket edebi lecekti . B u n u bi liyoru m .
Bazen o kadar üzülüyoru m ki , her şeyi s o n a e rd i rm e n i n çok i y i b i r şey
o l acağ ı n ı düşü nüyoru m . "
"Yapmay ı n , m adam . "

- 87 -
"Neticede ben i m ki me yararı m doku n u yor? Her şeyi terk edip o
Büyük Bilin meyen e kaçmak . . . " Kad ı n baş ı n ı sallad ı . "O zaman J o h n da
k u rtu l m u ş o l u r. "
Bu kon u ş m ay ı kendisine yi nelediği m z a m a n , Hemşire Crave n ,
"Büyük saçm a l ı klar, " diye homurdand ı . "Kad ı n ı n öyle bir ş e y yapacağ ı
yok. H i ç endişelenmeyi n , Bay Hasti ngs . " Can çekişen b i r kaz ı n ki n i an­
d ı ran bir sesle, "Her şeyi sona erd i rmekten söz eden ler, h içbi r zaman
b un a kal kışmazlar. Böyle bi r niyetle ri yoktu r. "
Şunu da söylemeliyi m : Bayan Luttre l l ' i n yaralanmas ı n ı n uyand ı r­
d ı ğ ı heyecan geçti kte n ve Hemşire Craven de tekrar Barbara Frank­
l i n ' l e i lg i lenmeye başlad ı ktan sonra, kad ı n ı n keyfi de ye ri ne geld i .
P e k güzel bi r sabah Curtiss, Poirot'yu l aboratuvarı n yakı n ı ndaki
kay ı n ağaçları n ı n alt ı n a indird i . Arkadaş ı m bu köşeden çok hoşlan ı yo r­
d u . Doğu rüzgarı n ı al m ı yord u bu taraf. Zaten h i ç esi nti yoktu o rada.
Rüzgardan nefret eden ve açı k h avadan da şüphelenen Poirot'ya gö­
re bir köşeydi b u ras ı . Asl ı nda biz i m ki içerde otu rmayı terc i h ediyo rd u
san ı r ı m . Fakat s ı kıca sarı n ı p bü rü ndüğü z a m a n temiz h avaya katlan­
m aya da al ı ş m ı şt ı .
Ağ ı r ağ ı r yürüyerek ona kat ı ld ı m . Tam arkadaş ı m ı n yan ı na gittiğ i
s ı rada Bayan Franklin d e labortauvardan ç ı kt ı .
Güzel b i r elbise giymişti. Dikkati çekecek kadar neşeliyd i . Boyd­
Carri ngton ' l a m a l i kaneyi görmeye gideceğ i n i aç ı klad ı . Ada m a kreto n
seçmek ko nusunda bir uzmana yakı şacak şeki lde fikir verecekti .
" D ü n J o h n ' l a konuşurke n çanta m ı laboratuvarda u n utmuşu m , " d i ­
ye i z a h etti . "Zaval l ı John . . . O n l a r Judith'le Tadcaster ' a gitti ler. Arabay­
la . . . Ki myasal bir ayı raç mı bitmiş ne? . . . " Poi rot' n u n yakı n ı ndaki b i r
banka çöke rcesine otu rarak , kom i k b i r tav ı rla baş ı n ı sallad ı . "Zaval l ı ­
l a r . . . B e n de b i l i m kafas ı olmad ı ğ ı n a o kadar sevi niyo ru m ki . Böyle gü­
zel bir g ü nde bütü n o çal ı şmaları i nsana çok çocu kça gel iyor. "
"Am a n b i l i m adamları bu sözleri nizi duymas ı n l ar, m adam . "
"Oras ı öyle . . . " Kad ı n ı n yüzü ndeki ifade değişti . Ciddi leşm işti şim­
d i . Usu lca, "Koca m a hayran ol mad ı ğ ı m ı san m a m al ı s ı n ı z , Mösyö Po­
i rot. Ona çok h ayran ı m . J o h n ' u n sadece işi için yaşaması bence . . . ha­
riku l ade b i r şey. " Sesi h afifçe titriyord u .

- 88 -
Ani b i r kuşkuyl a, Bayan Franklin değişik roller oynamaktan hoşla­
n ı yor galiba, diye düşündü m . Şimdi de kocas ı n a tapan , sad ı k bi r eş ro­
lü nde . . .
Barbara Franklin öne doğru eği lerek, e l i n i heyecan la Poirot' n u n d i ­
z i n e koyd u . "Joh n asl ı nd a bir . . . bir a z i z adeta. Bazen bu yüzden baya­
ğı ko rkuyoru m . "
Frankl i n ' i ' b i r aziz'e benzetmek bence faz la abart ı l m ı ş bi r d avra­
n ı şt ı .
Fakat Barbara Franklin sözlerine devam etti . Gözleri p ı r ı l p ı r ı l par­
l ı yord u . "O, i nsanları n bilgisini a rttı rmak için her şeyi yapab i l i r. . . Her
teh l i keyi göze alır . . . Bu da fevkalade bir şey. Ö yle değil m i ?"
Bayan Frankl i n , "Fakat a n l ayacağ ı n ı z , " diye devam etti . "Bazen
John içi n endişeleniyoru m . Yan i . .. o her şeyi göze a l ı yo r. Ö rneğ i n ş i m ­
di üzerinde de ney yapt ı ğ ı o iğrenç fas u lye. J o h n ' u n ke ndi üzerinde de­
neyler yapm aya başlaması ndan korkuyo ru m . "
" Kocan ı z herhalde bazı tedb i rler alacakt ı r, " dedi m .
Kad ı n , h afif, ac ı b i r tebess ü m l e baş ı n ı sallad ı . "Siz J o h n ' u tan ı m ı ­
yorsu n u z . O n u n ye ni gazla n e yaptı ğ ı n ı h i ç duymad ı n ı z m ı ?"
Baş ı m ı sallad ı m . " H ay ı r. "
"Yeni b i r gaz b u l m u ş l a rd ı . B u n u n h akkı nda bilgi edi nme k istiyorlar­
d ı . Joh n , g ö n ü l l ü olarak o rtaya ç ı kt ı . G az ı n üzeri nde denen mesi n i isti ­
yord u . O n u otuz altı saat kad ar b i r tankı n içine kapattı lar. G az ı n yan te­
sirleri n i anlamak, b u n u n insanl arda h ayvan lardaki gibi etki yap ı p yap­
m ad ı ğ ı n ı öğrenmek içi n J o h n ' u n nabz ı n ı sayı yor, derecesi n i a l ı yor ve
sol u n u m u n u i nceliyorlard ı . P rofesörlerden biri son radan bana J o h n ' u n
büyük b i r te h l i keyi göze alm ı ş o l d u ğ u n u söyled i . 'O, kolayl ı kl a ölebil i r­
d i , ' ded i . A m a J o h n böyle b i r i nsand ı r işte . Kendisi n i h i ç düşünmez. Ö y­
le bir i nsan o l m ak h ariku lade bir şey, değ i l m i ? Doğrusu ben b u cesa­
reti göste remezdi m . "
Poirot, "Böyle şeyleri soğu kkan l ı l ı kla yapabilmek i ç i n büyük cesa­
ret ister, " ded i .
Barbara Frankl i n , " Evet, gerçekte n öyle , " diye cevap verd i . "Aç ı k­
ças ı Joh n ' l a çok g u ru rlan ıyoru m . Ama ayn ı zamanda da endişeleniyo-

- 89 -
ru m . Anlayacağ ı n ı z b i r noktadan sonra kobayları n da ku rbağalar ı n hiç­
b i r faydası o l m u yo r. İ nsan tepkisi n i n ne olacağ ı n ı n anlaş ı lması gerek.
İ şte bu yüzde n d e hşetle titriyoru m . Joh n kal k ı p o pis 'kalabar fasulye­
si' nde yiyeb i l i r. Ondan son ra da k i m b i l i r ne korku nç bir şey o l u r?" İ ç i n i
çekerek baş ı n ı sallad ı . " A m a John ben i m ko rku l arı m la a l a y ediyor sa­
dece. Evet, o gerçekten de 'aziz' gibi bir i n s a n . "
Ayn ı a n d a Boyd-Carri ngton b i z e d o ğ r u geldi . "Babs ! H az ı r m ı s ı n ?"
"Evet, B i l l . Ben de seni bekliyord u m . "
" B u yo lcu l u ğ u n s e n i fazla yorm ayacağ ı n ı u m arı m . "
"Yo rm az can ı m ! B u g ü n kend i m i h e r zamankinden çok d a h a i y i h is-
sediyoru m . " Kad ı n ayağa kal karak Poirot'yla bana ş i ri n şirin gü ldü .
So n ra da uzu n boylu ahbab ıyla ç i m alanda ilerlemeye başlad ı .
Poirot m ı rı ldand ı . "Modern aziz Dr. Fra n k l i n . . . H ı m m . . . "
"Tav ı rları n ı değişti rm i ş , " dedi m . "Ama kad ı n böyle zate n . "
" N e d e m e k i stiyors u n ? "
"Barbara Franklin melodrama m e rakl ı . T ü r l ü rol ü v a r o n u n . B i r g ü n
a n l aş ı l maya n , i h mal edilen eş ro lü nde . . . B i r başka g ü n ke ndisi n i feda
eden , sevdiği kocası na yük o l m ay ı istem eyen , kalbi ı st ı rap dolu bir ka­
d ı n . . . Bug ü n de kocas ı na hayran olan , ona tapan sad ı k yard ı mc ı . Ama
i ş i n kötüsü kad ı n ro llerinde bi raz m ü balağaya kaç ıyor."
Poirot düşü nceli bir tav ı rl a , "Sen Bayan Frankl i n ' i n bi raz aptal ol­
d u ğ u n u san ıyo rs u n , değ i l m i ?" diye sord u .
"Şey . . . P e k de deği l . . . Sadece kad ı n ı n fazla zeki olmad ı ğ ı ndan e m i ­
nim."
"Ah , o s e n i n tipi n deği l . "
Homurdand ı m . "Be n i m tipi m ki m ? "
Poirot bekle mediğ i m bir şey söyled i . "Gözleri n i kapa, ağz ı n ı aç.
Bakal ı m peri ler sana ne geti recekler? . . . "
O ria cevap vermed i m . Çü nkü Hemşire C rave n çim alandan seke
seke bize doğru geliyordu . . . Kad ı n bize neşeyle g ü l d ü . Dişleri p ı r ı l p ı ­
r ı ld ı . Sonra labo ratuvarı n kap ı s ı n ı anahtarla açarak içeri g i rdi . Te krar
d ı şarı ç ı kt ı ğ ı zaman e l i nde bir çift eldiven vard ı .

- 90 -
Hemşire Crave n , Barbara Frankl i n ' l e Boyd-Carri ngto n ' u n bekle­
dikleri ye re doğru h ı zla giderken bize, " Ö nce mendi l i n i u n utmuştu , " de­
d i . "Şimdi de eldivenleri n i . .. Dai m a bir şey u n utur. . . "
"Bayan Frankl i n , şu rada b u rada eşyaları n ı u nutan dalg ı n kad ı nlar­
dan , " d iye d ü ş ü nd ü m . "Her şey i n i b ı rakıyor ve sonra da başkaları n ı n
koşup b u n l a r ı toplamaları n ı bekliyor. H atta bu huyuyla d a övü nüyor sa­
n ı r ı m . " Barbara Frankl i n ' i n kaç defa hoşnut bir tav ı rl a , "Tabi i , ben i m ka­
.
fam elek g i b i d i r, " d iye m ı rı ldand ı ğ ı n ı duymuştu m .
Hemşire Craven koşarak çi m alandan geçerken genç kad ı n ı n ar­
kas ı ndan bakt ı m . Rahat l ı kl a koşuyordu o . Vücudu can l ı ve dengeliyd i .
G e n ç kad ı n gözde n kaybolu nca, d ü ş ü n m eden, " B i r kad ı n böyl e b i r h a­
yattan çab u k b ı kar herhalde," dedi m . "Yani . . . asl ı nda ö n e m l i bir hasta­
l ı ğ ı yok. H e m ş i reye de kad ı n ı n eşyaları n ı taş ı mak düşüyo r. Bayan
Frankl i n ' i n iyi ve düşü nceli bir i nsan o l d u ğ u n u d a sanm ıyoru m . "
Poirot' n u n cevab ı beni fe na halde öfkelendird i . Çü nkü arkadaş ı m
o rtada hiç sebep yokke n gözleri n i kapayarak, " K ı z ı l saç . . . " diye m ı rı l ­
dand ı .
Evet, g e rçekten Hemşire Crave n ' i n saçları k ı z ı ld ı . Ama Poirot' n u n
bu ndan söz etmek i ç i n o a n ı seçmesi n i n sebebi n i an laya m ad ı m .
Arkadaş ı m a cevap d a vermed i m .

10

Yan ı l m ıyorsam ertesi saba h , öğle yemeğinden ·ö nce yap ı l a n b i r


kon u ş m a a n laşı l m az bi r şekilde kayg ı lanmama neden o l d u .
Dö rt kişiydik. Judith , be n , Boyd-Carrington v e Norton .
Konu n u n n as ı l açı l d ı ğ ı ndan pek e m i n deği l i m . Fakat, "euthana­
sia"yı yani ı stı rap çeke n kimsel e ri n öldürül mesi meselesi ni tart ı ş ıyo r­
duk. B u n u n aleyhi ndeki ve lehindeki noktaları .
Tabii içimde e n çok Boyd-Carri ngton ko n u şuyor. Norto n da arada
s ı rada bir i ki kel i m e söylüyord u . Judith ise sessiz sedas ı z oturuyor, ko­
n u ş u l an ları d i kkatle d i n l iyord u .

- 91 -
Ben , görü n ü şte bu usulü desteklemek i çi n bi rçok neden olduğunu
fakat ro mantikçe b i r şeki lde bu n u n yine de beni tiksi ndird i ğ i n i iti raf et­
m i şti m . "Sonra bu i nsan ı n yak ı n l arı n ı n elinde fazla güçlü b i r silah da
o l abi l i r."
Norton d a be n i m le ayn ı fi ki rdeyd i . "Bence bu işi h astan ı n kendisi­
nin i stek ve rızas ı y l a yapm alı lar. Tabii o n u n u z u n b i r s ü re ı stı rap çek­
ti kte n sonra ö leceği kesin l i kle b i l i n iyorsa."
Boyd-Carri ngto n , "Ah , işin can alacak noktası da bu," ded i . "Baka­
l ı m bir hasta ı st ı rab ı n a son veri lmesini i ster m i ? "
Sonra bize o l m u ş b i r vaka anlatt ı . Ameliyat devresi geçm i ş , kan­
ser yüzünden son derece ı stı rap çeken bir h asta, doktoru n a kendisine
' her şeyi sona e rd i recek b i r i l aç' vermesi içi n yalvarm ı şt ı .
Doktor, " Ko rkarı m b u n u yapamam, dostu m , " dem işti . Fakat sonra
odadan çı karken h astan ı n başuc u n a bi rkaç m o rfin tableti b ı rakm ı ştı .
Adam a da di kkatle b u n lardan ne kadarı n ı rahat l ı kla alabileceğ i n i ve ne
m i ktar ı n ı n da ö l d ü rücü o l acağ ı n ı anlatm ıştı . Tabletler h astan ı n yan ı nda
d u ruyo rd u . Adam istediği takd i rde ke ndisini öldürebi l i rdi . Ge lge l e l i m
h asta kendisi i çi n teh l i ke l i olacak dozda morf i n i al m a m ı ştı .
Boyd-Carri ngto n ekled i . "Böylece adam ı n bütü n o sözleri ne rağ­
m e n , ıstırab ı , ani bir kurtu luşa te rci h ettiği de anlaş ı l m ı ş . "
Judith i l k defa o z a m a n söze karı ştı . Çabucak, heyecanla, "Tabi i
öyle yapacakt ı , " ded i . "Kararı ona b ı rakm amal ı yd ı l ar. "
Boyd-Carri ngto n kız ı m a ne demek istediği n i so rd u .
"Yani zayıf b i r i nsan . . . ıstı rapla kıvranan b i r h asta karar verecek
d u ru m da değ i l d i r. Onda bu güç yoktu r. Bu işi o n u n ad ı na başka bi ri n i n
yapmas ı gereki r. Karar verme görevi , h astay ı seven birine düşer. "
Şaşk ı n şaşk ı n sord u m . "Görev m i ded i n ?"
Judith bana döndü. " Evet, görev, dedi m y a ! Akl ı baş ı nda olan ve
bu soru m lu l uğu yüklenmeye h az ı r bi ri yapab i l i r b u n u . "
Boyd-Carri ngto n baş ı n ı sallad ı . "Ve o sonunda kend isini yarg ı c ı n
karş ı s ı nda bu l u r. Ad a m ı cinayet iş lemekle suçl arlar."
"Bu şart deği l . . . Çü nkü biri n i seviyo rsan ı z , bu teh l i keyi de göze
a l ı rs ı n ı z . "

- 92 -
N o rton , "Ama bu raya bakı n , Judith , " ded i . "Sizi n teklif ettiğ i n i z kor­
kunç bir soru m l u l u k . "
"Ben ayn ı kan ı d a değ i l i m . İ nsanlar soru m l u l u klardan çok korkuyor­
lar. Ama köpekleri u m utsuz derecede h astayke n o n u n uyutu l m as ı na
karar verebili yorlar. Bu soru m luluğu yü kleniyorlar. O halde bu işi bi r i n ­
s a n için neden yapm as ı n l ar?"
"Şey. . . ama bu iki d u ru m çok farkl ı . Ö yle değ i l m i ?"
Judith, " Evet , " ded i . " İ nsan la i l g i l i olan ı çok d aha öne m l i . "
N o rton m ı r ı l dand ı . "Sizi d i n lerken so l u ğ u m kesildi . "
Boyd-Carrington merakla sord u . "Demek s i z bu te h l i keyi göze ala-
caks ı n ız ? "
" Ö yle sanıyoru m . Ben teh l i keden korkm a m . "
Boyd-Carri ngton baş ı n ı sallad ı . "Am a bu olacak iş deği l . . . O za­
man ö n ü n e gelen herkes bildiği gibi h a reket etmeye kalkar. Ö l ü m ka­
l ı m meseleleri nd e kendi baş ı n a karar verir. "
N o rton , "Boyd-Carri ngto n , " ded i . "As l ı nda i nsanları n çoğunda bu
cesaret yoktu r. Onlar bu soru m luluğu yüklenemezler. " Judith'e bakarak
h afifçe gülü m sed i . " İ ş o dereceye geli nce siz de bir şey yapamazs ı n ı z. "
Judith saki n saki n , " İ nsan e m i n olamaz tabii , " diye cevap verd i .
" A m a yapabi leceği m i sanıyoru m . "
N o rto n ' u n gözlerinde h afif bir p ı r ı lt ı belirdi . "Tabii bir ç ı karı n ı z var­
sa, o başka . "
J u d ith öfkesinden kıpkı rm ı z ı kesi ldi . ." Bundan da meseleyi h i ç a n ­
l a m ad ı ğ ı n ı z bel l i o luyor. " S e s i sertleş m i şt i . " Eğer benim . . . ş a h s i b i r ç ı ­
karı m o l u rsa, o zaman h içbi r ş e y yapamam . Anlam ı yo r m u s u n uz ?" H e ­
pi m i ze de yalvarı yordu sanki . "Bu i ş i n i nsanla h içbi r i l işkisi o l m aması
gerek. B i r h ayatı sona erdirmek soru m l u l u ğ u n u , ancak a macı n ı zdan
tam a m ı yl a emin olduğunuz takd i rde yüklenebi l i rsiniz. Bu işin benci l l i k­
le hiçbir i l işkisi o l m aması gerek."
N o rto n , "Ama ne o l u rsa olsu n , " ded i . "Siz b u n u yapam azs ı n ı z . "
J udith ı s rar etti . "Pekala yaparı m . B i r ke re b e n s i z i n g i b i yaşama­
ya faz l a değer vermiyoru m . Faydasız i nsanlar, h ayata uyamayanlar. . .
onlar o rtadan kald ı rı l m al ı . Yol u n üstü nden çeki l me l i . Dünya zaten kar-

- 93 -
m akcır ı ş ı k. Ancak topluma bir faydası doku nabilecek ki m seleri n ya­
şamları n a izin veri l m e l i . Diğerleri ı stı rapl ı o l m ayan bir u s u l l e öldürülme­
l i . " B i rd enbire Boyd-Carri ngton'a döndü. "Siz de be n i m l e ayn ı fiki rde
değ i l misiniz?"
Adam ağ ı r ağ ı r, "Teori olarak, evet, " d i ye cevap verd i . "Ancak de-
ğerli i nsanlar yaşamal ı . "
"Lüzumu olduğu takd i rde bu ko nuda karar veremez m i s i n i z ?"
Boyd-Carri ngto n , "Belki . . . " diye m ı rı ld a nd ı . " B i l m iyoru m . . . "
Norton usulca, "Teori k olarak çok ki mse size hak veriyor," ded i .
"Ama b u n u uygulamak tamam ıyla bambaşka b i r mesele."
"Mant ı k l ı bir söz değ i l bu."
Norton sab ı rs ı zca, "Tabii deği l , " diye baş ı n ı sallad ı . "As l ı nda bu b i r
cesaret m eseles i . Aç ı kças ı h e rkes bu cesareti gösteremez."
Judith ses i n i ç ı karmad ı .
Norton sözlerine devam etti . "Bana kal ı rsa s i z d e ayn ı şekilde dav-
ran ı rd ı n ız, Judith. Zamanı gelince kendinizde bu cesareti bulamazd ı n ı z . "
" Ö yle m i düşü nüyorsunuz?"
"Bundan e m i n i m . "
Boyd-Carrington atı l d ı . "Bence yan ı l ı yo rs u n uz, Norton. B a n a kal ı r­
sa Judith son derece ces u r b i r k ı z . Ama neyseki çoğu zaman böyle b i r
meseleyle karş ı l aş ı l m ı yor. "
Evden g o n g sesi geldi .
Judith ayağa kalkt ı . Sözcü klere basa basa N o rto n ' a, "Yan ı l ı yorsu­
nuz," ded i . "Ben . . . sizi n sand ı ğ ı n ı zd a n daha d a ces u ru m . " Çabucak
eve doğru gitti .
Boyd-Carri ngto n o n u n peşinden i lerledi . "J udith ! Beni bekleyi n !"
Nedense üzülmüş ve kayg ı l a n m ı ştı m . Onları izled i m . Karş ı s ı nda­
ki n i n duyguları n ı çabucak sezen Norton beni teselliye çal ı şt ı . "As l ı nd a
o n u n sözleri ne ald ı rm amak gerek. İ nsan gençliği nde böyle acayip şey­
ler düşü n ü r. Ama neyseki b u n l arı uyg u la m aya kalkışmaz. Bütü n b u n l a r
sözde kal ı r."
San ı rı m Judith bu sözleri duymuşt u . Omzu n u n üzeri nden öfkeyle
bakt ı .

- 94 -
N o rton sesi ni alçalttı . "Teo ri ler ki mseyi endişelendirmemeli . . . Ama,
buraya bakı n , H asti ngs . . . "
" Evet?"
N o rto n ' u n s ı k ı l m ı ş gibi bir hali vard ı . "Herkesi n işine b u rn u m u sok­
maktan hoşlanmam ama . . . Allerton hakkı nda ne bil iyors u n u z ?"
"Allerton hakkı nda m ı ?"
" Evet. . . Affedersi niz, be n i m ki de u kalal ı k ama . . . Ben sizi n yeri niz­
de olsayd ı m , kı z ı m ı n o adamla fazla a h bapl ı k etmesine izin vermez­
d i m . Adam . . . adam hakkı nda hiç de iyi şeyler söylem iyorlar. "
A c ı acı , "On u n ah laks ı z ı n biri olduğunu bil iyoru m , " dedi m . "Am a
art ı k i nsan çocukları n a karı şam ı yo r ki . "
"Ah , biliyo ru m . K ı z ları n ke ndi leri ni koru m as ı n ı bi ldi kleri söyle niyor.
Gerçekten çoğu da b u n u başarıyo rlar. Fakat. . . şey. . . Allerto n' u n bu ko­
nuda özel bir tekniği var. " N o rton tereddütle du raklad ı . Sonra d a ekle­
di. "Aç ı kças ı bunu size söyle mem gerek. Tabii bundan başkaları n a söz
etmeyi n . Allerton h akkı nda çok i ğ renç bir şey biliyoru m . . . "
Bana meseleyi hemen orac ı kta a n l att ı . Sonradan hi kaye n i n e n
u f a k ayrı nt ı s ı na kadar doğru olduğunu d a öğrend i m . İ ğ renç bi r olayd ı .
Allerto n ' u n i l i şki ku rduğu kız kendisinden e m i n , baş ı na buyruk v e mo­
dernd i . Allerton o n u elde edebi lmek için bütü n u stal ı ğ ı n ı kullanm ı şt ı .
A m a so n ra . . . u m utsuzluğa kap ı l a n k ı z , fazla dozda uyku i l ac ı alarak i n ­
tihar etm işti .
İ ş i n en korku n ç tarafı da bu zaval l ı k ı z , J udith'e benziyord u . O n u n
g i b i baş ı na buyruk, kültürlü bir i nsand ı . Kalbini. ve rdiği zam a n , b o ş ka­
fal ı , h avai bir kız ı n h i çbir zaman bilemeyeceği bi r u m utsuzluk ve ç ı lg ı n­
l ı kl a yap ı yo rd u bu n u .
Ö ğle ye meğine giderken müthiş b i r önseziyle sars ı l ıyord u m . . .

1 1

O akşam üzeri Poi rot bana, "Seni kayg ı land ı ran bir şey m i var,
dostu m ?" diye sord u .

- 95 -
Ona cevap vermeyerek, "Hay ı r, " der gibi baş ı m ı sallad ı m . Po­
i rot'yu tamam ıyla kişisel olan dertleri m l e s ı km aya hiçbi r hakk ı m o l m a­
d ı ğ ı n ı düşünüyord u m . Zate n o da bana bu ko nuda yard ı m edemezd i .
Judit h , Poi rot' n u n öğütleri ni gençleri n , yaş l ı ları n iç s ı kı c ı tavsiyele­
ri karş ı s ı nda tan ı d ı kları o neşe li kay ıts ı z l ı kla d i n lerd i .
Judith , ben i m Judith ' i m . . .
O g ü n neler çekti ğ i m i şimdi anlatmak olanaks ı z . Daha sonra olan­
ları düşündüğüm zaman b u n l arı Styles Köşkü ' n ü n h avas ı ndaki kötü l ü ­
ğe bağlad ı m . Orada i nsan ç o k kötü şeyler h ayal ediyord u . Sonra yal­
n ı z geçm iş değ i l , teh l i keli bir gelecek de yaşa n ı yo rd u köşkte. B i r c i n a­
yetin ve bir kati l i n gölgesi evi karart ı yord u .
Bence kati l Allerton'du v e Judith de ona aş ı k olmak üzereydi ! İ nan ı l­
m ayacak, korku nç bi r şeydi bu. Ve ben ne yapacağ ı m ı da bil miyord u m .
Öğle yemeğ inden sonra Boyd-Carri ngto n b e n i b i r kenara çe kti .
Adam ko nuya gi rmeden önce sözü ağz ı nd a geveleyip d u rd u . Ve so­
n u nda kesik kesik, " İ şinize karışmak iste m e m , " ded i . "Fakat bence k ı ­
z ı n ı zla bi raz ko nuşman ı z gerek. O n a i htarda bu l u n u n . O Allerton deni­
len adam ı bil iyors u n u z . Çok kötü b i r şöh reti var onun. Judith ise . . . ya­
ni o n u n hali ciddi deği l . "
Çocukları o l m ayan b u adamlar i ç i n h e r şey ko layd ı . J udith'e i htar­
da b u l u nacakt ı m demek?
Bunun bir faydası olur muyd u ? Bu d u ru m u d aha da kötü bir hale
sokmaz m ı yd ı ?
"Ah , K ü l Kedisi sağ olsayd ı . . . O n e yapmas ı , ne söylemesi gerek­
tiği ni bi l i rdi . . . "
D i l i m i tutmay ı , h içbi r şey söylememeyi istediği m i iti raf ediyoru m .
Ama sonra düşünü nce bu n u n korkakl ı k o l d u ğ u n a kar a r verd i m . J u ­
dith'le aç ı k aç ı k ko nuşmak hiç de hoş o l m ayacakt ı . Anlayacağ ı n ı z ,
u z u n boylu g ü z e l k ı z ı mdan bayağ ı çeki niyord u m ben .
Gitgide artan bi r kayg ıyla bahçede bi r aşağ ı b i r yukarı dolaşmaya
başlad ı m . Sonunda ağ ı r ağ ı r g ü l bahçes i ne doğ ru g itti m . Ve o rada ka­
rar verme be n i m eli mden a l ı n d ı . . Ç ü n kü banklardan b i rinde J ud ith yal­
n ı z baş ı n a oturuyord u . H ayatı mda hiçbi r kad ı n ı n yüzünde o n u nki ka­
dar acı ve m utsu z bir ifade de görmemişti m .

- 96 -
M askesi d ü ş müştü . Karars ız ve çok m utsuz olduğu aç ı kça belliy­
di art ı k .
B ü t ü n cesaretimi topl ayarak Judith'e doğ ru i lerled i m . O , beni a n -
c a k yan ı nda d u rd u ğ u m z a m a n fark etti .
"Judith , " ded i m . "Al lah aşkı na, Judith'ciğ i m , bu kadar ü zü l m e . "
K ı z ı m i rkilerek b a n a d ö n d ü . "Baba? Geldiğini duymad ı m . . . "
Sözleri m i s ü rd ü rdü m . Judith ' i n b u n u s ı radan bir kon u ş m a h a l i n e
sokmas ı n ı n çok kötü olacağ ı n ı b i liyord u m . "Ah , sevg i l i yavrum . . . B i l m e­
diği m i , anlamad ı ğ ı m ı sanma. O adam bu n a değmez . . . Bana i n a n . . .
Değmez o . "
Kederli ve endişeli yüzü n ü bana doğru çevi rmişti . "Sen neden söz
etti ğ i n i bi liyor m u s u n ?"
"Tabii bil iyoru m . O adama aş ı ks ı n . Ama yavru m , yersiz b u . "
K ı z ı m a c ı a c ı g ü l d ü . Tebess ü m ü kal b i m i s ı zlatt ı . "Belki bende b u ­
n u s e n i n kada r b i l iyoru m . "
" H ay ı r bi l m iyors u n . Bilemezs i n . A h , J u d ith , bu i ş i n sonu ne reye va­
rı r? Evli o . B i rl i kte bir h ayat ı n ı z olamaz . Yal n ı zca üzülür ve utan ı rs ı n . . .
Her şey sona erince d e acı acı kendi nden tiksi n i rsi n . "
Tebess ü m ü yay ı l d ı v e d a h a da acı laştı . "Konuşman ç o k etki leyi-
ci . . . Ö yle değ i l m i ?"
"Vazgeç bu i şte n , J u dith . Vazgeç . "
" H ayı r ! "
" O a d a m b u n a değ mez, yavru m . "
Judith u s u lca ağ ı r ağ ı r, "O ben i m için bu dü nyada h e r şeye değer, "
ded i .
" H ay ı r, hayı r, Judith. Yalva r ı rı m . . . "
K ı z ı m ı n yüzü ndeki tebessü m s i l i ndi . M üthiş bi r öfkeyle bana çat­
m aya başlad ı . "Bu ne c ü ret? Ben i m işleri m e ne hakla kar ı ş ı yorsu n ?
B u n a gele m e m . B i r daha bu ko nuyu açm ayacaks ı n . Senden nefret
ediyoru m , nefret ediyoru m . Bu senin üzerine elzem deği l . Bu ben i m
h ayat ı m ! K e n d i d ü nyam !" Ayağa kalkt ı . G ü ç l ü eliyle b e n i bi r tarafa ite­
rek ö n ü rnden geçti . Bir i ntikam meleğine benziyord u .
B e n üzü ntüyle o n u n arkas ı ndan bakakald ı m .

- 97 - ... Ve Perde İndi / F : 7


On beş dakika sonra hala ordayd ı m . Şaşkı n ve aciz b i r h a ldeyd i m .
Ne yapmam ge rektiğ i ni de bilemiyord u m .
Elizabeth Cole'la Norto n beni o rada buldular.
Son radan o n ları n bana çok iyi d avra n m ı ş oldukları n ı anlad ı m . Be­
n i m çok sars ı l m ı ş olduğ u m u anlam ı ş lard ı herhalde. Anlam ış olmaları
gerek. Ama büyük bir i ncelik göstererek bu h al i mden hiç söz etmediler.
Onun yeri ne beni yanları n a al arak yürüyüşe çı kard ı lar. İ kisi de doğaya
aş ı kt ı l ar. E l izabeth Cole bana kı ,· çiçekleri ni göste rd i . Norton da d ü rbü­
nüyle kuşları seyretti rdi .
Ko nuş maları , sevecen ve yat ı şt ı rıcıyd ı . Tüylü hayvanlar ve orman
çiçekleriyle i lg i liydi bu n lar. Yavaş yavaş ke ndime geldi m . Ama için için
hala sars ı l ıyord u m .
İ şte bu yüzden N o rton d ü rbünü gözleri n e götürerek, "Ah , işte be­
nekli bir ağaçkakan !" diye bağ ı rd ı , sonra da, "Ben hiçbir zaman . . . " der­
ken birdenbire sustuğu vakit, hemen kuşku land ı m .
D ü rb ü n ü a l m ak için e l i m i uzatt ı m . "Ben d e bakay ı m . " E m i r veri r g i ­
bi ko nuşmuştu m .
Norto n dürbü nü beceri ksizce çekti . Acayip, karars ı z b i r tav ı rla,
"Ya ... yan ı l m ı ş ı m . . . " diye m ı rı ldand ı . "Kuş uçtu . . . yan i . .. asl ı nd a o alela­
de bir şey m i ş . "
R e n g i uçm u ş , y ü z ü kayg ı l ı bir ifadeye b ü rü n m üştü . İ ki m i ze de ba­
kam ı yo rd u . Hem şaş ı rm ı ş , hem de üzü l m ü ş gibi bir hali vard ı .
On u n d ü rbü nle ben i m görmemi istemediği b i r şeyi fark etm i ş oldu­
ğ u nu düşünüyord u m . Şimdi bile bu sonuca varmakla mantıks ı zl ı k et­
miş olduğ u m u san m ı yoru m .
Norto n ' u n gördüğü neyse o n u fena h alde şaş ı rtm ı şt ı b'u . Hem be n , .
h e m d e Elizabeth Cole b u n u n farkı ndayd ı k .
Ada m , d ü rbünle ilerdeki koruya doğru bakm ı şt ı . Gördüğü neydi
Norto n ' u n ?
Sert sert, " B e n d e bakay ı m , " dedi m .
Dürbünü kaparcası na ald ı m . Norto n ' u n bu n u bana vermek içi n b i r
hareket yaptı ğ ı n ı a n ı m s ı yoru m . Beceriksizce d i rendi o . Ben kaba b i r
tav ı rla d ü rbünü ald ı m .

- 98 -
Norton yavaşça, "As l ı nda . . . yan i . . . kuş u çtu , " dedi . "Keşke . . . "
Titreyen elleri m le dürbünü gözleri m e g ö re ayarlad ı m . Kuvvetli bi r
dürbündü b u . N o rto n ' u n bakt ı ğ ı ye re doğ ru döndü m .
Fakat hiçbi r şey göremed i m . . . Daha doğrusu beyaz b i r şeyi n
ağaçları n aras ı nda kaybo lduğu n u fark etti m . B i r k ı z ı n beyaz elbisesi
miydi b u ?
D ü rb ü n ü i n d i rd i m . Hiçbir ş e y söylemeye rek b u n u N o rton'a u zat­
t ı m . O, ben i m yüzüme bakam ıyord u . Şaş k ı n ve endişeli bir hali vard ı .
Hep birlikte eve doğru yürüdük. N o rto n ' u n dönüşte iyice susku n­
laşm ı ş olduğunu hala hat ı r l ı yoru m .

B i z eve döndükten kısa bi r süre sonra Bayan Frankl i n'le Boyd­


Carri n gton geldiler. Adam kad ı n ı arabasıyla Tadcaster'e götü rmüştü.
Ç ü n kü Barbara Frankli n a l ı şveriş yapmak i ste m i şti .
Kad ı n ı n bir h ayli şey alm ı ş olduğu anlaş ı l ıyord u . Arabada n b i r sü­
rü paket çı karı ld ı . Barbara Franklin de her zamankinden daha can l ı ve
neşeliyd i . Yanakları na ren k gelm işt i . G ü l ü p kon uşuyord u .
Boyd-Carringto n ' u k ı r ı l m ası n ı istemediği b i r şeyi n b u l u n d u ğ u bi r
paketle yukarı yollad ı . Ben de nezaketle diğer paketleri ald ı m .
Kad ı n h e r zamankinden daha çab u k v e s i n i rli sini rli kon uşuyord u .
" H ava çok s ı cak, değ i l m i ? F ı rt ı n a ç ı kacak san ı rı m . Bu h ava böyle git­
mez. B i l iyor m u s u n u z , suyun ço k azald ı ğ ı n ı söylüyorlar. Y ı l lardan bu
yana böyle, müthiş b i r ku rakl ı k olmam ı ş . " Barbara Frankl i n , Elizabeth
Cole'a dönerek sözleri ni sürdürd ü . "Siz ne yapt ı n ı z ? John nerede? Ba­
ş ı n ı n ağrı d ı ğ ı n ı , b u n u geçirmek için yürüyüşe ç ı kacağ ı n ı söylediyd i .
B a n a kal ı rsa o deneyler yüzünden kayg ı l a n ı yor. San ı r ı m çal ı ş m alar iyi
gitmiyo r. Bana işinden daha fazla söz etmesini isterd i m . " Bir an d u rd u ,
sonra Norto n ' a bakt ı . "Hiç sesi niz ç ı km ıyo r, Bay Norto n . B i r şey m i o l ­
d u ? Sanki . . . sanki ço k korkm uşsu nuz gibi b i r h a l i n i z var. Yoksa vaktiy­
le bu evde ölen o kad ı n ı n hayaleti ni m i görd ü nüz?"
N o rton i rkildi . " H ay ı r, h ayı r. H ayalet fi lan görmed i m . Şey ... ben sa­
dece bir şey dü ş ü n ü yo rd u m . . . "

- 99 -
Ayn ı anda C u rtiss, tekerlekli sandalyes i nde oturan P o irot'yu ö n
kap ı da n içeri soktu . Holde bir an d u rd u l ar. Uşak, arkadaş ı m ı kucağ ı n a
alarak yukarıya taş ı yacaktı .
Poirot' n u n b i rdenbi re canland ı ğ ı n ı fark etti m . Bizi teker teker süz­
dü. Son ra da sert b i r sesle, "Ne var?" ded i . "Bir şey m i o ld u ?"
Bir an hiçbiri m i z de cevap vermedik.
Sonra Barbara Franklin yalandan güldü. "Yo , h içbi r şey o l m ad ı . N e
olabi l i r ki ? Yal n ı zca . . . gök m ü gü rlemeye baş l ad ı ? . . . Ben . . . ah . . . ç o k yor­
g u n u m . Bay Hasti ngs, o paketleri yukarı geti ri r misiniz? Çok teşekkür
ederi m . "
Kad ı n ı n peşi s ı ra m e rdivenden ç ı ka rak, doğu bölü m ü n e g i d e n ko­
ridora sapt ı m . Bayan Frankl i n ' i n odası en u çtayd ı .
Kad ı n kap ı y ı açt ı . Ben d e kucağ ı m da paketlerle o n u n arkas ı nday­
dım.
Bayan Frank l i n birdenbire eşikte du raklad ı . Boyd-Carri ngton pen­
cere n i n ö n ü nde Hemşire Craven'a el fal ı n a baktı rıyord u .
Adam baş ı n ı kald ı rarak bi raz utangaç bi r tav ı rla g ü l d ü . " A h . . . Be n
de fal ı m a bakt ı r ı yord u m . . Hemşire iyi falc ı . "
" Ö yle m i ? Bundan h i ç h aberim yoktu . " Barbara Frankl i n ' i n sesi
sertti. Onun Hemşi re C raven'a kızm ı ş olduğunu düşündü m . "Lütfe n
ş u n l arı al, hemşire . Beni m sütü m ü de haz ı rla. İ çine bir y u m u rta k ı r.
Kend i m i ço k yorg u n h issediyoru m . Buyota s ı cak su dold u r l ütfe n . He­
men yatmak istiyo ru m . "
"Peki , Bayan Frankl i n . " Hemşire Craven yaklaşt ı . Duygu ları n ı bel­
l i etmiyord u . Yüzünde yal n ı zca ciddi bir ifade vard ı .
Bayan Frankl i n , "Sen d e lütfen git, B i l l , " ded i . "Çok bitki n i m . "
Boyd-Carri ngto n endişelend i . "Ah , Babs , bu gezi nti sen i n i ç i n çok
mu yorucu oldu ? Affedersin . . . Budalan ı n bi riyim ben ! Düşü ncesiz b i r
budala ! Se n i n kend i n i bu kadar yorm ana i z i n ve rmemeliyd i m . "
Bayan Franklin ıstı rap çeken b i r melek tavrıyla o n a g ü l ü m sedi . "Bir
şey söylemek istemedim ... Seni n can ı n ı s ı kmak hoşu m a gitm eyecekti . "
Biz i k i m i z , bi raz da utangaç bir tavı rla odadan ç ı ktık. İ ki kad ı n ı
içe rde b ı rakt ı k .

- 1 00 -
Boyd-Carri ngton büyük bir pişman l ı kla, "Ne budalay ı m , " ded i . "Bar­
bara o kadar can l ı ve neşeliydi ki . . . Onu yormamam gerekti ğ i n i u n uttum .
Hasta olmayacağ ı n ı u m arı m . "
Dalg ı n dalg ı n , "Gece d i n l e n i rse yar ı n a bir şeyi kalmaz," d i y e cevap
verd i m .
Boyd-Carri ngton merdive n lerden i nd i . B e n te reddütle d u raklad ı m .
So n ra diğer bölüğe giderek Poi rot'n u n odas ı na doğru g itti m . Ufac ı k te­
fecik arkadaş ı m beni bekliyordu herhalde. Ama nedense h ayat ı m d a i l k
kez Poi rot'yu gö rmeyi p e k istem iyord u m . B e n i d ü ş ü n d ü re n b ü y ü k b i r
derd i m vard ı . Adeta hasta gibiyd i m .
Koridordan ağ ı r ağ ı r i lerled i m . . .
Allerto n ' u n odası ndan birtakı m sesler geliyord u . İ çeriyi d i n lemek n i ­
yetinde deği ldi m . Gelgelel i m fark ı n a varmadan bir an kapı n ı n ö n ü nde
d u rm uştu m . So n ra kapı bi rdenbire açı l d ı ve k ı z ı m Judith d ı şarı ç ı kt ı .
Beni görünce d u raklad ı . O n u kol u ndan yakalayarak kendi odama
sürükled i m . Ansı z ı n müthiş öfkel enm i şti m .
" O adam ı n odas ı n a neden gidiyors u n ? "
K ı z ı m hiç gözü n ü kı rpm adan b a n a bakt ı . Art ı k öfke l i değ i l d i . Sade­
ce tavı rları çok soğuktu . Bi rkaç saniye bana cevap ve rmed i .
O n u sarstı m . "Buna geleme m . Anl ıyor m u su n ? N e yaptı ğ ı n ı bi l m i ­
yors u n sen . "
J udith alçak, ac ı bir sesle, " S e n ç o k fesats ı n ," dedi .
"Herhalde , " diye yan ıtlad ı m . " Herhalde. Sizin kuşağ ı n bizim yüzü­
m üze vu rm aktan pek hoşland ı ğ ı bir suçlama b u . Ama h i ç o l m azsa bi­
z i m baz ı ölçüleri m i z var. Şunu kafan a iyice sok, J udith . O ada m l a i lg i ­
l e n m e n i yasakl ıyoru m . "
Di kkatli d i kkatli bana bakıyord u . Son ra usu lca, "An l ı yorum . . . " dedi .
"Demek mesele b u ? "
" O n a aş ı k o l d u ğ u n u i nkar m ı edeceks i n ? "
" H ay ı r. "
"Ama o n u n n e o l d u ğ u n u b i l m iyors u n . . . Bi lemezsin . . . " O n a Allerton
hakk ı n d a duyd u kları m ı , o m ace ray ı anl att ı m . Söz leri m i y u m uşatmaya
da çal ı ş m ad ı m . Sonra, "Görüyors u n ya?" diye ekledi m . " İ şte o adam
böyle i ğ renç bir h ayva n . "

- 1 01 -
Bu sözleri m Judith 'i hiç etki lememiş g i biyd i . Beni aşağ ı görüyo r­
m u ş gibi dudağ ı n ı büktü . "Ben o n u n bir aziz olduğunu d ü ş ü n m üyord u m
zate n . Bu ndan e m i n olabi l i rsin?"
"Bu an lattı kları m durumu değişti rmiyor mu, Judith ? Sen bu kadar
ahlaks ı z olamazs ı n . "
"Bana i sted i ğ i n i söyleyebi l i rsi n . "
"J udith , s e n . . . yani . . . " Ne demek isted i ğ i m i ke l i melerle açı klamam
olanaks ı zd ı .
Judith ko l u n u silke rek, eli mden ku rtu l d u . "Şimdi beni d i n l e , baba.
Beni korkutamazs ı n . Bağ ı rı p çağ ı rman ı n d a faydası yok. Ben i stedi ğ i m
g i b i hareket edeceğ i m . H ayat ı m ı bi ldiğim g i b i yaşayacağ ı m . S e n bana
engel olamazs ı n . " Odadan ç ı kt ı .
Dizleri m i n titrediğini fark etti m .
B i r ko ltuğa çöktü m . Durum sand ı ğ ı mdan da kötüyd ü . Ç o k d a ha
kötüydü . K ı z ı m a d a m a iyice kap ı l m ı şt ı . Yard ı m isteyebi leceğ i m h i ç ki m ­
s e yoktu. Judith bel ki annesini d i n lerdi ama K ü l Kedisi de ö l m üştü a r­
t ı k. Ş i m d i her şey bana bağ l ı yd ı .
Müthiş ı st ı rap çekiyord u m . Ondan önce böyle acı çekmemişt i m . . .
Ondan sonra da çekmedi m .

So nunda yeri mden kalkt ı m . Y ı kan ı p tı raş o l du m , elbisemi değişti r­


d i m . Akşam yemeği için aşağ ıya i nd i m . Yan ı l m ı yo rsam h e r zamanki g i ­
bi davrand ı m . K i m s e ne h a l d e olduğ u m u fark etmed i .
Judith'in b i r i ki defa acayip bir tav ı rla b a n a bir g ö z att ı ğ ı n ı gördü m .
Herhalde be n i m her zamanki gibi hareket etmem o n u şaş ı rtm ı şt ı .
A m a bütü n o süre boyu nca b e n i ç i n içi n daha d a kesi n kararı m ı
veriyord u m .
B a n a gereken sadece cesarett i . Cesaret v e zeka.
Yemekten sonra d ı şarı çı karak h avaya baktık. Boğucu sıcaktan söz
ettik. Yağm u r yağacağ ı n ı . . . gök gürleyeceğini . . . fırtına çı kacağ ı n ı söyledik.
Gözucuyla J udith ' i n evi n köşesi n i döndüğünü görmüştü m . Kısa b i r
s ü re sonra Allerton da ağ ı r ağ ı r o tarafa doğru gitti .
Boyd-Carri ngton'a anlatt ı kları m ı kısa keserek ben de o yöne doğ­
ru yürü d ü m .

- 1 02 -
Yan ı l m ı yorsam Norton bana engel o l maya çal ı şt ı . Kol u m u tutt u .
San ı r ı m g ü l bahçesine doğru g i t m e m i z i de teklif etti . Ona ald ı rm ad ı m .
Evi n köşesi n i döndüğüm zaman Norto n hala yanı mdayd ı .
Onlar i l e rdeydiler. Judith ' i n baş ı n ı kald ı rm ı ş olduğ u n u , Allerto n ' u n
o n a doğru eği ld i ğ i n i gördü m . Adam k ı z ı m ı ko l l ar ı n a alarak öptü .
Sonra bi rde nbi re birbirleri nden uzaklaşt ı lar. Ben de geriye doğ ru bir
ad ı m att ı m . Norton beni zorla sürükleyerek götü rd ü . Köşeyi döndük.
Norton, "Bu raya bakı n , " ded i . "Bazı şeyleri yapamazs ı n ı z . . . "
O n u n sözü n ü keserek, şiddetle, "Yapabi l i ri m !" diye bağ ı rd ı m . "Ya­
pacağ ı m d a ! "
" B u n u n bir faydası o l m az ki , aziz dostu m . Evet, ç o k ü z ü c ü b i r du­
ru m b u . Ama yine de sizi n yapabileceğiniz hiçbir şey yok."
Ses i m i ç ı karmad ı m . O böyle sanabi l i rdi ama benim de bi r bildiğim
vard ı .
Norton devam etti . " Evet, i nsan ke ndisini çok aciz h issediyor. Ade­
ta del iye dönüyo r. Ama yap ı l acak bir tek şey var: o da yenilg iyi kab u l
etmek. Bu d u ru m u olduğu gibi kabu l etme l i s i n i z ! "
Ona iti raz etmedi m . Bekled i m . Konuşmas ı n a i z i n ve rd i m .
Sonra da kes i n b i r tav ı rl a y i n e evi n köşes i n i dönd ü m .
Judith 'le Allerton ortad an kaybo l m u şlard ı . Ama o nları n ne reye git­
tikleri n i tah m i n edebi l i rd i m . Yakı nda, leylak fidanları n ı n aras ı nda yaz l ı k
bi r pavyon vard ı .
Oraya doğru yü rüdü m . San ı rı m N o rton d a yine yan ı m d ayd ı . Ama
bundan pek emin de deği li m .
Pavyo na yaklaş ı rken birtakı m sesler duyarak d u raklad ı m .
Duyd u ğ u m A l l e rto n ' u n sesiydi .
"O halde, k ı z ı m anlaştı k . Art ı k iti raz edip durma. Sen yar ı n kente i n .
B e n de l pswich'e gideceğ i m i , o rada bir arkadaş ı m ı n yan ı nda bir i k i ge­
ce kalacağ ı m ı söyleri m . Sen Lo ndra'dan hemen geri dönemeyeceği n i
bildiren bir te lg raf çekers i n . Seni nle apartm a n ı mda b a ş başa y e m e k ye­
diğimizi kim bi lecek? Sana söz veriyoru m , hiç pişman olmayacaks ı n . "
N o rton ' u n ko l u m u çe kiştird i ğ i n i fark etti m . B i rdenbi re, u ysal uysal
döndü m . Adam ı n kayg ı ve korku dolu yüzünü görü nce neredeyse gü-

- 1 03 -
lecekti m . Norto n ' u n beni gerisin geriye eve s ü rüklemesine de raz ı ol­
dum. Yu m uşam ı ş gibi d avrand ı m . Çü nkü o anda ne yapacağ ı m ı anla­
m ı şt ı m . . .
Norto n'a aç ı k açı k , "Merak etmeyi n , aziz dostu m , " dedi m . "Bütü n
bun ları n hiç faydas ı yok. Art ı k b u nu a n l ı yoru m . İ nsan çocukları n ı n ha­
yatları n ı kontrol edemiyor. Bundan sonra J udith'e de karı şacak değ i l i m . "
Norton g ü l ü nç bir şekilde rah atlad ı .
Kısa b i r s ü re sonra adama erkenden yatacağ ı m ı söyled i m . "Biraz
baş ı m ağ r ı yo r, " ded i m .
O hiç kuşkulanmad ı . Ne yapacağ ı m ı tah m i n edemezdi tabi i .

Koridorda b i r an d u rdu m . Etraf çok sessizd i . Görü n ü rde h i ç ki mse­


ler yo ktu . Yataklar ı n örtü leri geceye h az ı rl ı k o l m ak üzere açı l m ı şt ı . Bu
tarafta odası olan Norton ' u aşağ ıya b ı rakm ıştı m . E l izabeth Cole, briç
oynuyord u . C u rtiss ' i n ise yemek için aşağ ıya i n m i ş olduğu ndan e m i n ­
d i m . Yan i böl ü k b a n a kal m ı ştı art ı k.
Poirot'yla o kadar y ı l birlikte çal ı ş m an ı n boşa git m e m i ş olduğu n u
düşünüyord u m . Ne tedb i rler almam gerektiğ i n i çok i y i b i l m e kteyd i m .
Al lerto n yar ı n Londra'da Judith'le buluşamayacaktı.
Al lerto n yarı n h içbi r ye re gide meyecekti . . . .
Asl ı nda b u i ş g ü l ü n ç deni lecek kadar basitti .
Ke ndi odama giderek aspi ri n şişes i n i ald ı m . Sonra Allerto n ' u n
odas ı n a g i rerek, banyoya geçti m . Slamberi l tabletleri dolaptayd ı . Sekiz
tanesi işi görür, diye düşündü m . Normal doz bir ya da i ki . .. o n u n içi n
sekiz tanesi yete r de artar bile. Allerto n ' u n kendisi de z e h i rle n m e dozu­
nun fazla yüksek o l m ad ı ğ ı n ı söylemişti . Eti keti okud u m . Bildirilen dozu
aşmak te h l i kelidir.
Ke ndi kend i m e g ü l d ü m .
E l i m e i p e k mendi l i m i alarak, şişeyi d i kkatle açtı m . B u n u n üzerinde
parmak izi b ı rakmamam gerekti.
Tabletleri boşaltt ı m . Evet , b u n lar h e m e n h e m e n aspi ri n boyu nday­
d ı lar. Şişeye sekiz aspi ri n koyd u m , üzerleri n e de u yku i lacı ndan . Geri­
de sekiz Sl amberi l kal m ı şt ı . Şişe şimdi eskisi gibiyd i . Allerton hiçbir şe­
yi fark etmeyecekti .

- 1 04 -
Kendi odama döndü m . Orada b i r şişe viski m vard ı . Styles'daki he·
men hemen bütü n pansiyonerler yan larında viski geti rmişlerdi zate n .
İ ki bardak v e soda ç ı kard ı m . O z a m a n a kadar Allerto n ' u n i ç k i tekl ifi ni
reddettiği n i hiç görmemişti m . O, yukarıya ç ı kt ı ğ ı zaman ke ndisi ne yat­
madan önce b i r viski içmemizi söyleyecekti m .
Tabletleri bi raz içkide ezdi m . Oldukça kolay b i r şeki lde e ri d i ler
b u n la r. Viskiyi u s u lca tatt ı m . San ı rı m bi raz acı yd ı bu. Ama pek d e fark
edi lecek g i b i değildi . Plan ı m ı yap m ı şt ı m . Allerton yukarı ç ı kt ı ğ ı zaman
sanki bardağa ken d i m için yeni viski koy m u ş u m gibi yapacakt ı m . Son­
ra da bu kad e h i adama verecek, ken d i m için başka bir bardağa i çki
doldu racakt ı m . Rahat ve normal b i r şekilde davranacakt ı m .
M u hakkak k i Allerton kendisi h akkı ndaki düşü nceleri m i b ilm iyord u .
Am a belki Judith ona bu ndan söz etm i şti . B i r an i ş i n bu yön ü n ü d ü ş ü n ­
d ü m . Sonra e m n i yette olduğuma karar verd i m . J u d i t h kimseye açı l ­
mazd ı .
H e rhalde Allerto n , onları n planlarından h i ç h aberim olmad ı ğ ı n ı sa­
n ı yord u .
Art ı k beklemekten başka yap ı l acak b i r şey yoktu . Allerton m u h ak­
kak uzun bir s ü re sonra yukarı çı kacaktı . Bir i ki saat sonra. Gece kuş­
ları ndand ı adam .
Orada otu rarak sessizce beklemeye başlad ı m .
Ans ı z ı n kap ı ya vuru l ması i rki l m e m e neden oldu. A m a neyseki ge­
len C u rtiss'd i . Adam Poirot' n u n beni isted i ğ i n i h aber ve rd i .
Sars ı larak ke ndime geld i m . Poirot ! Bütü n akşam onu b i r defa bile
düşün memişti m . Herhalde arkadaş ı m bana ne olduğu n u merak etmiş­
ti . B i raz kayg ı land ı m . B i r kere Poi rot' n u n yan ı na gitmediğ i m içi n utan­
d ı m . Sonra o n u n acayip bir şeyler olduğundan kuşku l a n m as ı n ı d a i ste­
m i yo rd u m .
C u rtiss' i n peşi s ı ra koridoru aştı m .
Poi rot, " İ şte b u iyi !" diye bağ ı rd ı . "Beni terk etti n d e m e k ?"
Kend i m i zorlayarak esnedi m . Ö z ü r di lermiş gibi g ü l ü msed i m . "Afe-
ders i n , dostu m . Ama aç ı kçası baş ı m çatl ayacak gibi ağrı yordu adeta.
H atta sana, ' İ yi geceler, ' deyip demed i ğ i m i bile u n uttu m . "

- 1 05 -
Umduğum gibi Poi rot hemen üzüldü. Bana i l açlar teklif etti . Te laş­
land ı . Beni açı k h avada, ce reyanda otu rmakla suçlad ı . ( H albuki bu ya­
zın en s ıcak g ü nüyd ü ) . Uzatt ı ğ ı aspi ri ni reddetti m . "Ben aspi ri n aldı m bi­
le . . . " ded i m . Gelgelelim onun eli nden kurtu l mam mümkün değildi. i ster
istemez o çok tatl ı , mide buland ı rıcı kakaodan içmek zoru nda kald ı m .
Poirot izah etti. "Bu s i n i rleri besler. "
Tart ı ş m aya sebep o l mamak i ç i n kakaoyu baş ı m a d i kti m . So n ra
Poi rot'ya, " İ yi geceler, " dedi m . D ı şarı çı karken hala ku l ağ ı mda arkada­
ş ı m ı n kayg ı ve sevgi d olu sesi ç ı n l ı yord u .
Kendi odama dönerek, kap ı y ı g ü rültüyle kapatt ı m . S o nra da büyük
bir di kkatle h afifçe aralad ı m . Allerton yukarı ç ı kt ı ğ ı zaman onun ayak
ses leri ni d uyacakt ı m . Ama o n u n gelmesine daha vakit vard ı .
Orad a otu rarak beklemeye başlad ı m . Ö l m ü ş olan karı m ı düşün­
d ü m . Bir ara u s u lca, "An l ı yo rs u n değ i l mi, sevgi l i m ?" diye m ı rı ldand ı m .
" K ı z ı m ı z ı k u rtacağ ı m . "
O , Judith'i bana bı rakm ı ştı . Karı m ı hayal kırıkl ı ğ ı na uğratmayacakt ı m .
O deri n sessiz l i kte b a n a birde nbire K ü l Kedisi ç o k yakı n ı mday m ı ş
gibi geldi.
Sanki odad ayd ı karı m .
Ve ben otu ruyor v e öfkeyle bekliyord u m . . .

12

B i r o l ay ı n h i ç de heyecan l ı o l m ayan s o n u n u saki n sakin yazmak


i nsan ı n g u ru ru n u k ı rıyor.
Anlayacağ ı n ı z gerçek ş u : Orada otu rmuş Allerto n ' u beklerke n
uyuyakalm ı ştı m !
San ı r ı m asl ı nd a şaş ı lacak bir şey de değ i l b u . B i r gece önce doğ­
ru d ü rüst uyuya m a m ı ştı m . Bütün gün d ı şarda dolaşm ıştı m . E ndişe ve
kendi m i yapacağ ı m şeyi hazı rlamak için gösterdiği m çaba yüzü nden
yoru l m u ştu m . Ü ste l i k h ava d a gerg i n ve elektrikliyd i . Belki , düşüncele­
ri m i bir noktaya toplayabi lmek içi n u ğ raş m am ı n etkisi de görü l m üştü .

- 1 06 -
Her neyse, olan olmuştu . Koltuğumda uyuyakal m ı ştı m .
Uyand ı ğ ı m zaman d ı şard a kuşlar c ı v ı l d ı yo rd u . G ü neş doğ m u ştu .
Bense arkamda gece elbisem koltukta kal m ı şt ı m . Her taraf ı m tutu l­
m u ştu . Çok rahats ı zd ı m . Baş ı m fena halde ağrıyord u . Ağz ı mda da ga­
yet kötü bir tad vard ı .
Şaş ı rm ı ş , sersemlemiş, öfkelenmiştim . . . Sonra deri n , müthiş b i r
rahatl ı k duyd u m .
B i l miyoru m , " E n karanl ı k g ü n , yar ı n a kadar yaşand ı ğ ı takd i rde, so­
na ermiş o l u r, " diye yazan ki m d i ? Ama bu söz o kadar doğruydu ki .
Ş i m d i , akl ı m baş ı mdayd ı . Gereksiz yere ne denli te laşlan m ı ş ve o l m a­
yacak şeyler d ü ş ü n m ü ş olduğu m u şimdi çok iyi a n l ı yo rd u m . Ö lçüyü ka­
ç ı rm ı ş , işi bir melodram haline sokm uştu m . Ve . . . bir i nsan ı öldü rmeye
karar verm işti m .
Ayn ı anda gözlerim önümde d u ran bardak dolusu viskiye takı ld ı .
Titreyerek kalktı m . Perdeleri açarak, içkiyi pencereden döktü m . " D ü n
gece ç ı ld ı rm ı ştı m herhalde!"
Tı raş oldu m . Banyo yap ı p giyi nd i m . Kend i m i daha iyi h i ssediyor­
dum art ı k . Karş ı ya, Poirot' n u n odas ı n a gitti m . Onu n dai m a erken kal k­
tı ğ ı n ı biliyo rd u m . Poi rot' n u n yan ı n a otu rarak her şeyi o n a iti raf etti m .
Ç o k rahatlad ı ğ ı m ı söyleme liyi m .
Poirot, bana bakarak şefkatle baş ı n ı sallad ı . "Ah , n e delilikler düşün­
müşsü n ! Günah ları n ı gelip bana aç ıklad ı ğ ı n için sevi niyoru m . Fakat, sev­
gili dostu m , neden dün gece kafandan geçirdikleri ni bana anlatmad ı n ?"
Utançl a , "Herhalde bana engel o l m andan korkuyord u m , " ded i m .
"Sana tabi i engel o l u rd u m . Oras ı kes i n . Allerton adl ı i ğ renç b i r ah­
laks ı z ı n yüzünden seni asmaları n ı iste r miydim san ı yo rs u n ?"
"Ben i , yakalayamazlard ı , " diye yanıtlad ı m . "Ben her tedb i ri al m ı ş-
tım."
"Bütün katiller d e öyle düşü n ü r. Sende de tam bi r katil kafas ı varm ı ş .
Ama şimdi s a n a sand ı ğ ı n kadar akı l l ı o l m ad ı ğ ı n ı anlatacağ ı m , dostu m . "
" H e r şeyi düşü ndü m . Şişe n i n üstündeki parmak izleri m i de sildi m . "
"Ta m a m . Tabii o arad a Allerto n ' u n parmak izleri n i d e s i l m i ş old u n .
O n u ö l ü b u l d u kları zaman ne olacakt ı ? Otopsi yapacakl ar v e adam ı n

- 1 07 -
fazla dozda Slamberi l yüzünden öldüğü n ü anlayacaklard ı . Ad am ilacı
kazara mı ald ı , d i yeceklerdi . Yoksa bilere k mi? Sonra ? Bakacaklard ı .
Şişe n i n üzerinde Allerto n ' u n parmak izleri yok. Nede n ? Kaza y a d a i n ­
tihar. Allerto n ' u n parmak izlerini sil mesi i ç i n bir sebep yoktu ki, diye d ü ­
şüneceklerdi . Geri kalan tabletleri i nceleyecek v e b u n ları n yarı s ı n ı n as­
pirin olduğunu göreceklerd i . "
Şaş k ı n şaşk ı n , "Can ı m herkesde aspirin vard ı r, " diye m ı rı ldand ı m .
"Evet. Ama herkesi n Allerton'un çi rki n niyetlerle kovalad ı ğ ı b i r k ı z ı
yok. Eski moda, m e lodrama kaçan sözler ku l land ı ğ ı m iç in kusuru m a
bakm a. Ve daha bir g ü n önce bu yüzden k ı z ı n l a kavga etm işti n . İ ki kişi ,
Boyd-Carri n gton'la Norto n , seni n Allerton'a karş ı müthiş b i r düşman l ı k
beslediği n i n farkı ndalard ı . Hay ı r, Hasti ngs, d u ru m u n çok kötü olacakt ı .
Hemen kuşkular senin üzeri nde toplanacakt ı . Sense art ı k o zamana ka­
dar korku ve h atta belki de pişman l ı kla titre meye başlayacakt ı n . Tabii bir
polis m üfettişi de se n i n suçlu olduğuna kesinlikle karar verecekti. Bun­
dan başka belki de biri senin tabletleri değişti rdiğini de görm ü ştü ... "
"Göremezlerd i . Çevrede ki mse yoktu . "
"Pencere n i n d ı ş ı nda balkon var. Belki biri oradan u s u lca içe riye
bakıyord u . Veya kimbi l i r, belki de biri anahtar deliğinden odayı gözetli­
yord u . "
"Se n i n de akl ı n fikrin anahtar deliklerinde, Poirot. İ nsanlar sen i n
sandı ğ ı n g i bi her d akika anahtar deli kleri nden odaları gözetlemezler. "
Poirot gözleri n i y a r ı kapayarak ben i m ç o k saf olduğ u m u aç ı klad ı .
"Sana bir şey daha söyleyeyi m . B u evde anahtarlara b i r şeyler oluyor.
Sad ı k C u rtiss yan odada olsa bile, ben kap ı m ı içerden kilitlemekten
hoşlan ı rı m . İ çi m ancak o zaman rahat eder. Bu raya geldikten kısa bir
süre sonra odam ı n anahtarı kaybo ldu . B i r başkas ı n ı yaptı rmak zoru n­
d a kald ı m . "
Rahat b i r soluk alarak, "Her neyse . . . " dedi m . " B u i ş i başarama­
d ı m . " Kafam hala kendi dertleri m le doluyd u . " İ n sa n ı n öfkesi nden ken­
disini böyl e kaybedivermesi korku nç bir şey. " Sesi m i alçaltt ı m . "Poirot,
buran ı n h avas ı mı zeh i r l i ? Yani uzun y ı l lar ö nce köşkte işlenen c inayet
yüzünden demek i stiyoru m . "

- 1 08 -
"Ci nayet m i krobu h a ? İ lgi çekici bi r varsay ı m b u . "
Düşü nceli düşünce l i , " H e r evi n kendisine h a s b i r h avas ı vard ı r, " d i ­
y e m ı rı ldand ı m . " B u evde eskiden ç o k kötü şeyler oldu . "
Poirot baş ı n ı sallad ı . " Evet. Bu radaki i n sanlardan bi rkaçı biri n i n ö l ­
mesi n i çok i stedi ler. Bu doğru gerçekte n . "
"San ı r ı m bu da i nsanı h a l a acayip b i r şeki lde etki liyor. . . Ama ş i m ­
d i . . . Poirot, söyle bana. B e n ne yapacağ ı m ? Yan i Judith v e Allerton ko­
nusu nda. Bu işe bir son vermek gerek. Se nce ne yapm am gerek?"
P o i rot kes i n likle, " H içbi r şey yap m a , " ded i .
"Ah , fakat. . . "
"Bana i n a n . İ şe b u rn u n u sokmazsan daha i y i o l u r. "
"Allerton'la konuşsam . . . "
"Ne söyleyebi l i rsi n ? Ne yapars ı n ? Judith yirmi bir yaş ı nda. Ve ba­
ş ı na buyru k bir k ı z . "
" Fakat ben i m de . . . "
P o i rot sözü m ü kesti . "Hay ı r, Hasti ngs. O ikisi nden birini kişi liğ in le
etki leyecek kadar güçl ü , zeki ve ku rnaz olduğu n u h i ç san m a . Allerton
öfke l i ve aciz babalarla karş ı laşm aya a l ı ş m ı ş . Herhalde böyle şeylerle
çok da eğlen iyor. J udith ise zorba l ı kl a sindiri lebi li necek bir kız deği l .
Eğer fi kri mi soruyorsan, sana çok değişik b i r şey yapm a n ı tavsiye ede­
ri m . Ben senin yeri nde o lsayd ı m , Judith'e güve n i rdi m . "
P o i rot'ya h ayretle bakt ı m .
Arkadaş ı m , "Judith , fevkalade bir k ı z , " ded i . "Ben ona karş ı büyük
b i r h ayran l ı k duyuyoru m . "
"Ona b e n de h ayran ı m . . . " Sesi m titriyord u . "Ama k ı z ı m i ç i n korku­
yoru m . "
Poirot birdenbire canlan arak baş ı n ı sallad ı . "Onu n i ç i n b e n d e kay­
g ı lan ı yo ru m . Ama senin gibi değ i l .. Çok korkuyoru m . Ve aciz d u ru mda­
y ı m . . . Ya da hemen hemen aciz say ı l ı r ı m . Ve günler de geçiyor. Teh l i ­
k e var, Hasti ngs. Ve bu ç o k da yaklaşt ı . "

B e n d e Poirot kadar teh l i ke n i n iyice yaklaş m ı ş olduğ u n u n farkı n­


dayd ı m . Böyle düşünmem için daha da kuvvetli sebepler vard ı . Ç ü n kü
bi r gece önce b i r kon u ş m ay ı duym uştu m .

- 1 09 -
Am a aşağ ıya, kahvaltıya inerken Poirot' n u n sözleri ni düşü nüyor­
d u m . "Ben senin yeri nde olsayd ı m , Judith'e güve n i rd i m . . . "
Poirot b u n u beklenmedik bir anda söylemişti . Ama bu sözler aca­
yip bir şekilde içi m i n rahatlamas ı n ı d a sağlam ı şt ı . K ı sa bir s ü re so n ra
Poirot' n u n haklı olduğunu anlad ı m . Ç ü n kü J udith ' i n Lo nd ra'ya gitmek­
ten vazgeçmiş olduğunu sezd i m .
K ı z ı m o n u n yeri ne kahvaltıdan h e m e n sonra Frankl i n ' l e birlikte
doğruca laboratuvara gitti. Orada yoğ u n bir çal ışmayla dolu çet i n b i r
g ü n geçi recekleri anlaş ı l ı yord u .
M üthiş bir sevi nçle titreye rek, şükretti m . "D ü n gece ç ı l d ı rm ı şt ı m , "
diye düşündü m . " U m utsu z l ukla kıvra n ıyord u m . Judith ' i n A l lerto n ' u n
kuşku uyand ı rı c ı önerilerine kand ı ğ ı n a i n a n m ıştı m . Hem de kesi n l i k l e .
ama şimdi düşü nüyo ru m da . . . Judith ' i n d ü n gece adam a; ' Evet , ' dedi­
ğ i n i de duymad ı m . Hay ı r, k ı z ı m as l ı nda Allerton'a boy u n eğmeyecek
kad ar te m i z ve iyi bir i nsand ı r. O randevuya gitm eye yanaş m ad ı . "
Allerto n ' u n erken kahvaltı ederek l pswich'e gitm i ş o l d u ğ u n u öğ­
rendi m . Adam ı n hala plan ı n ı uygu lamak niyeti nde olduğu ve J u d ith ' i n
de kararlaşt ı rd ı kları gibi Lo ndra'ya gideceğ i n i sand ı ğ ı anlaş ı l ı yo rd u .
Öfkeyle , "Al lerton h ayal k ı r ı kl ı ğ ı na uğ rayacak," diye h o m u rdan­
dım.
Boyd-Carri ngto n yan ı m a gelerek adeta şikayet eder gibi o sabah
pek n eşe l i olduğu m u söyled i .
"Evet," dedi m . "Güzel b i r haber ald ı m . "
"Benden şansl ı s ı n ı z . M i m arla can s ı kı c ı bi r telefon ko n u ş m a s ı
yapt ı m . B i r güçlük ç ı km ı ş . Kontrolör iti raz ediyorm uş. Ald ı ğ ı m m e ktup­
lar ise kayg ı verici h aberlerle dol u . Ayrıca Barbara Franklin için de üzü­
lüyoru m . D ü n o n u n kendisini fazla yormas ı n a göz y umdu m . "
Gerçekte n de Bayan Frankl i n , s o n g ü n l e rdeki keyif v e neşesi n i n
acı s ı n ı herkeste n çı karmaya başlam ı ştı . H e m ş i re C raven'dan öğre n d i ­
ğ i m e göre kad ı n çeki lmeyecek bi r hal al m ı şt ı .
Hemşi re C raven , kendisine söz veri l m i ş o l m as ı n a rağ m e n i z i n l i ç ı ­
karak, arkadaşlarıyla buluşmakta n vazgeçmek zoru nda kal m ı şt ı . Tab i i
b un a d a fen a h alde s i n i rlenmişti genç kad ı n . Bayan Frankli n , sabah ı n
erken saatle ri nden beri e m i rler yağ d ı r ı yor, ş u n u bu n u istiyord u . Aman-

- 110 -
yak ru h u , s ı cak su dolu buyot, şu i laç, bu ye mek . . . Hemşire n i n odadan
ç ı km as ı na bile raz ı olm uyord u . Nevraljiden şi kayet ediyord u . Kalbi n i n
etrafı nda bi r s a n c ı vard ı . Ayaklarıyla bacakları na kramp g i riyord u . Titri­
yord u . Daha bir s ü rü şeyden şi kayet ediyord u .
Bu rada ş u n u da açı klayay ı m : Kad ı n ı n bu h a l i ne beni e ndişelendi­
riyord u , ne de başkaları n ı . Hepi miz de bunu Bayan Frankli n ' i n h astal ı k
merakı na ve riyorduk.
Hemşire C raven ' l a D r. Frankl i n de ayn ı şeki lde düşünüyorlard ı .
Doktoru laboratuvardan çağ ı rm ı şlard ı . Ad am karı s ı n ı n şi kayetleri­
ni d i n ledi . Kad ı na köy doktoru n u çağ ı rtmak i steyip i stemedi ğ i n i sord u .
Barbara Frankl i n , " Kes i n l i kle istemem !" d i ye bağ ı rd ı . Dr. Frankl i n , karı­
s ı n a bir yat ı şt ı r ı c ı hazı rlad ı . Onu elinden geldiği kadar saki n leşti rd i kten
sonra tekrar labo ratuvara gitti .
Hemşire C raven , "Tabii , " ded i . " D r. F ran kl i n karı s ı n ı n ro l yaptı ğ ı n ı
biliyor. "
"Bayan Frankl i n ' i n öyle bir derdi y o k san ı rı m . . . "

"Ateşi yok. N abz ı normal . Bana sorarsan ı z o n u nki sadece ş ı ma­


r ı kl ı k. " Hemşire C raven si n i rlenmişti . Onun için de her zamankinden
daha i htiyats ı zca konu şuyord u . "Başkaları n ı n h ayatlarından hoşnut ol­
maları n a katiyen gelem iyord u . Kocas ı n ı n te laşlanmas ı n ı , ben i m endi­
şeyle çevresi nde dönmemi istiyor. Sir Wi l l i a m ' ı da iyice üzmek n iyeti n­
de. Adam ı n dün ke ndisini çok yorduğ u n u sanmas ı n ı ve bu yüzden de
üzülmesini istiyo r. O öyle bir kad ı n işte . "
H e m ş i re C rave n ' i n o g ü n hastas ı n ı n ş ı marı kl ı ğ ı yüzünden iyice si­
n i rlenmiş olduğu anlaş ı l ı yo rd u . Bayan Frankl i n ' i n ona karş ı kabal ı k et­
m i ş o l d u ğ u n u da sezd i m . Barbara Fra n kl i n , hemşireleri n daha i l k gö­
rü şte hoşlanmadı kları tipte bir h astayd ı . Yal n ı z sorun ç ı karmakla kal m ı ­
yor, b u n u d a i nsan ı n tepesi n i attı racak bi r şekilde yapıyord u .
Ded i ğ i m gibi o g ü n hiçbi ri m i z d e Barbara Frankli n ' i n h astal ı ğ ı n ı
cidd iye a l m ad ı k.
Boyd-Carri ngton d ı ş ı nda. O büyü kleri nden azar işitmiş küçük bir
çocuk gibi o rtada dolaştı d u rd u . D u ru m u içler acı s ı yd ı .
Sonraları o g ü n olanları kaç kez kafam d an geçi rdi m ! Ö nemsiz bir
şeyi , u nutu l m uş alelade bir vakay ı an ı msamay a çal ı ştı m . H e rkesi n na-

- 111 -
sıl hareket ettiğini hafızamda canlandırmak için uğraştım. Normal miy­
diler? Yoksa heyecanlı mı?
İzin verin ben yine her şeyi hatırladığım gibi anlatayım.
Dediğim gibi Boyd-Carrington'un üzgün, hatta suçlu gibi bir hali
vardı. Bir gün önce haddinden fazla taşkınlık ettiğini, .arkadaşının pek
de iyi olmayan sağlığına aldırmayarak bencilce davranmış olduğunu
düşünüyordu. Barbara Franklin'in nasıl olduğunu sormak için bir iki de­
fa yukarı çıkmıştı. Aksiliği ü stünde olan Hemşire Craven de ona ters
cevaplar vermişti.
Boyd-Carrington köye kadar da gitmiş, bir kutu çikolata almıştı.
Kadın bunu da geri yollamıştı. "Bayan Franklin çikolatadan hoş­
lanmıyor..."
Boyd-Carrington sigara odasında üzgün üzgün kutuyu açtı. O,
ben ve Norton ciddi ciddi çikolataları yemeğe başladık.
Şimdi düşünüyorum da.. Norton'un o sabah bir derdi vardı sanı­
rırı . . Dalgınlığı üstündeydi. Bir iki defa sanki bir meseleyi yoluna koyu­
yormuş gibi kaşlarını da çattı.
Adam Çikolataya düşkündü. Dalgın dalgın bir hayli çikolata yedi.
Dışarda hava iyice bozmuştu. Saat ondan beri bardaktan boşanır­
casına yağmur yağıyordu.
Gelgelelim diğer yağmurlu günlerin aksine, bu ıslak hava hiç de
içimizi sıkmıyordu. Hepimiz de rahatlam ıştık.
Curti's öğleye doğru Poirot'yu aşağıya indirerek, salonda bir köşe­
ye oturttu. Elizabeth Gole de arkadaşımın yan ına gitti. Ve ona piyano
çalmaya başladı. Oldukça ustaydı kadın. Arkadaşımın çok sevdiği
Bach ve Mozart'ın eserlerinden bazılarını çalıyordu.
Bire çeyrek kala Franklin'le Judith bahçeden geldiler, Judith'in yü­
zü bembeyazdı. Yüzünün hatları iyice gerilmişti. Hiç konuşmuyordu.
Sanki uykudaymış gibi dalgın dalgın çevresine bakınd ıktan sonra çıkıp
gitti. Franklin, bizim yanımıza oturdu. O da yorgun ve dalgındı. Ayrıca
sinirleri iyice gerilmiş bir insan hali vard ı doktorda.
Yağmurun insanı rahatlattığını söylediğimi hatırlıyorum.
O zaman Franklin çabucak, " Evet ," dedi. "Bazı zamanlar... bir şey­
ler olması gereklidir..."

- 1 12 -
Bana kastettiği sadece hava değilmiş gibi geldi . Franklin sakar oldu­
ğu için bu kez de masaya çarptı ve çikolataları n yarı s ı n ı n dökü l mesine
neden old u . Yine şaşkın şaşkın eğilerek çikolata kutusundan özü r d i ledi .
"Ah . . . Affede rs i n i z . . . "
B u sah n e n i n kom i k ol ması ge rekti asl ı nda. Ama nedense h içbiri-
m i z g ü l me d i k.
Fran kli n çabucak eği l e rek dökü l m ü ş olan çikolataları toplad ı .
N o rto n , "San ı r ı m yorucu b i r g ü n geçi rd i n i z , " dedi .
Doktor g ü ldü o zaman. O can l ı , tatl ı , çocu ksu tebessü mü yüzü nü ay­
d ı nlattı . "Hay ı r, hayı r. . . Sadece birdenbire yan l ı ş yolda olduğumu anla­
d ı m . Gerekli olan daha basit bir ameliye. Art ı k kestirmeden gidebilirim ... "
Orada durmuş ayakları n ı n üzerinde h afifçe öne arkaya sallan ıyo rd u . Ba­
kışları dalg ı n , fakat yine de kararl ıyd ı . "Evet, kesti rme . En iyisi de bu."

Sabah leyi n hepi miz de sinirli ve huzursuz olmam ı za rağ m e n , ak­


şamüzeri beklenmedik bir şeki lde güzel geçti . G ü neş çıkt ı . Hava seri n ve
tazeydi . Bayan Luttrell'i aşağ ıya indirerek, verandadaki bir şezlonga yer­
leşti rdiler. Kad ı n tam form undayd ı . Şirin şirin gü lüyor ama yapmacığa
kaçm ıyord u . Zehi rli bir dille konuşmaktan da vazgeçm iş gibiyd i . Kocas ı ­
na takı ld ı . A m a şefkat ve sevgiyle. Adam da o n a tatlı tatl ı güldü. Karı ko­
can ı n araları n ı n bu kadar iyi olduğunu görmek gerçekten hoş bir şeyd i .
P o i rot da uşağ ı n kendisini tekerlekli iskem leyle d ı şarı çı karmas ı na
izin verd i . Arkadaş ı m ı n da keyfi yerindeyd i . Luttrell'lerin bi rbi rle riyle
böyle iyi anlaştı kları n ı görmek onu hoşnut etm işti san ı r ı m . Albay daha
genç du ruyordu art ı k . Hareketleri eskisinden daha azi m liydi . B ı y ı ğ ı n ı
da öyle çekişti rip d u rm uyord u . H atta adam o akşam briç oynayab ilece­
ğ i n i bile söyledi.
"Bizim Daisy, briçi özle m i ş . "
N o rton oyu n u n kad ı n ı yoracağ ı n ı i m a etti. ,
Bayan Luttre l l , "Bir parti oynarı m , " diye m ı rı ldand ı . Sonra d a göz-
leri nde m u z i pçe bir p ı rı ltıyla ekledi . "Briçi u s l u uslu oynayacağ ı m . . . Zı:t­
val l ı George'a da çatmayacağ ı m . "
Kocas ı , "Yavru m , " diye iti raz etti. "Ben p e k kötü b i r oyu ncu olduğu­
m u bi liyoru m . "

- 1 13 - . . . Ve Pe rde İ n d i / F : X
Bayan Luttre l l , " E , ne olmuş?" ded i . "Seni bu yüzden azarlay ı p ba­
ğ ı rm ak bana ne büyük zevk veri yor bilsen . "
Bu sözler hepi mizin d e g ü l mesine sebep o ld u .
Bayan Luttrell devam etti . "Ah , ben ku s u rları m ı bil iyoru m . A m a ar­
t ı k bu yaştan sonra bütü n bun lardan vazgeçecek deği li m . George' u n
b a n a katlanması gerek."
Albay Luttrel l karı s ı na sevgiyle bakt ı .
Galiba onların araları n ı n b u kad ar iyi o l m as ı daha so n ra evlenme
ve boşan m a kon u s u n u n aç ı l m as ı na sebep old u .
Erkeklerle kad ı n l ar, boşan m a ko laylaşt ı r ı ld ı ğ ı i ç i n d a h a m ı m utlu­
lard ı artı k? Yoksa geçici bir öfke ve ayrı l ı k devresi . . veya üçü ncü bir
şah s ı n sebep olduğu darg ı n l ı ktan sonra eşler eski sevgi ve dostluğa
ye niden kavuşuyorlar m ı yd ı ?
İ nsanları n düşü nceleri n i n başları ndan geçen olaylarla taban taba­
na zıt o l m as ı gerçekten şaş ı l acak bir şey.
Ben i m ke ndi evliliğim inan ı l mayacak kadar başarı l ı ve m utlu o l ­
m u ştu . Ve b e n asl ı nda eski kafal ı bir adam ı m . Ama b e n y i n e de boşan­
m an ı n gerektiği düşü ncesi ni savunuyord u m . İ nsan, "Zararı n neres i n ­
den dönü l ü rse kard ı r," d e m e l i v e yeniden başlamal ıydı bence. Evl i l i ğ i
ç o k mutsuz o l a n Boyd-Carri ngto n buna rağ m e n boşan m an ı n tam a m ı y­
la aleyhi ndeyd i . Evl i l i k bağları n ı n koparı l maması gerektiğine i n a n ı yo r­
d u . "Be n i m evl i l i k müessesesine büyük sayg ı m vard ı r," diyordu . "Top­
l u m u n te melidir bu . "
Hiçbi r bağ ı , bu ko nuyla kişisel bi r i l i şkisi o l m ayan Norton ben i m g i ­
bi düşünüyord u .
Modern b i l i m ad am ı Fran kl i n i s e şaş ı l acak bi r şeki lde boşan m a
düşman ıyd ı . Anlaş ı lan bu , dokto ru n ideal o l a n kes i n düşünce v e h are­
ket prensibine ayk ı r ı düşüyord u . " İ nsan beli rli bazı soru m l u l u kları yü k­
lenir. Art ı k bunları yeri ne getirmek zo ru ndad ı r. Bu soru m l u l u klardan ka­
çamaz. Veya bun ları bir tarafa atamaz. Anlaş m a , anlaşmad ı r. İ nsan
b u n u kendi isteğiyle kabul eder. O n u n için de art ı k bunun şartları n ı ye­
rine geti rmek zoru ndad ı r. Başka türlü hareket ettiği takd i rde her şey al­
tüst o l u r. Yarı kopmuş bağ lar. . . Askıda kal m ı ş işler. . . " Frankl i n koltuğun­
da arkas ı n a yaslanarak uzun bacaklarıyla bir m asayı itişti rd i . "Bir i nsan

- 1 14 -
karı s ı n ı ke ndisi seçer. Ve kad ı n a rt ı k ölü nceye kadar o n u n soru m l u l u ­
ğudur. Ya da adam ölü nceye kadar. "
Norton oldukça kom i k b i r tav ı rla, "Ve bazen . . . " dedi . "Yaşas ı n ölü m !
Ö yle değil m i ?"
Hepi miz de güldük.
Boyd-Carri ngto n , "Siz h içbi r şey söylemeyi n , " diye atı l d ı . "Siz hiç
evle n m e m i şs i n i z . "
N o rt o n baş ı n ı sallad ı . "Ve art ı k ben i m içi n ç o k geç."
" Ö yle m i dersi niz?" Boyd-Carri ngto n ' u n bakı şları alayc ı yd ı . " B u n ­
dan emin misiniz?"
Tam o s ı rada Eli zabeth C o l e yan ı m ı z a geldi. G e n ç kad ı n b i r s ü re
yukarda Bayan Frankl i n ' i n yan ı nda otu rmuştu .
Acaba bana m ı öyle geliyord u , yoksa Boyd-Carrington anlam l ı a n ­
lam l ı b i r Eli zabeth C o l e ' a bir Norto n ' a bakm ı ş m ı yd ı ? Ve N o rton k ı z ar­
m ı ş m ıydı gerçekten ?
Bu akl ı m a ye ni b i r şeyi n gelmesine neden oldu. Di kkatle Elizabeth
Cole'u süzd ü m . Hala genç bir kad ı n say ı l ı rd ı . Bundan başka bir h ayli
güzel d i . Hatta h e r erkeği mutlu edebi lecek şirin ve anlay ı ş l ı bir i nsan­
dı. Son zaman larda d a sık sık N o rto n ' l a dolaş ı yorlard ı . Kır çiçekleri ve
kuşları i nce lerken dost o l m uşlard ı . M iss Cole ' u n Norto n ' u n çok iyi bi r
i nsan olduğu n u söylediğ i n i h at ı r l ı yoru m .
Eğer böyle bi r şey varsa, diye düşündü m . Elizabeth Cole ad ı n a
çok sevi n i ri m . O n u n h e r şeyden yoks u n , k ı s ı r gençliği sonunda m utlu­
luğa eriş mesini engellemeyecekti r. H ayat ı n ı altüst eden o felaket boşu­
na olmuş sayı l m az o zaman. Dikkatle kad ı na bakıyord u m . Evet, eski­
sinden çok daha m utlu g i bi bir hali var. Styles'a i lk geldiğim günkünden
daha da neşe l i .
E l i zabeth C o l e v e Norton . . . Evet bu o l abi l i rd i .
Ve bi rde nbi re nedense vuzu hsuz bir e n d i ş e v e h u z u rsuzluğa ka­
p ı ld ı m . B u rada m ut l u l u k plan ları yapmak doğru deği ldi. Teh l i keli b i r
şeydi b u . Styles' ı n h avas ı nda kötü b i r şeyler vard ı . B u n u şi mdi , şu an­
da d a seziyord u m . B i rdenbi re kend i m i yaş l ı ve yorg u n h issetti m . Ve . . .
evet, korkuyord u m .

- 1 15 -
B i r dakika s o n ra bu hissim kaybol d u . Yan ı l m ı yorsam Boyd-Car­
rington'dan başka h i ç kimse bu h a l i m i fark etm e m i şti . Bi rkaç dakika
son ra adam bana alçak sesle, "Bir şey m i var, Hasti ngs?" diye sord u .
"Hayı r. Nede n ?"
"Şey. . . Acayip bir haliniz vard ı . . . N as ı l anlatay ı m b i l m e m ki . . . "
"Ben i m ki sadece bir h i s . . . Bir endişe . . .
"

"Size kötü b i r şey olacakm ı ş gibi m i geliyor?"


"Evet. Bunu bu şekilde de söyleyebi l i riz. B i r şey olacağ ı n ı . . . h i sse­
der gibiyi m . "
"Çok acayip . . . B e n d e ayn ı şeyi b i r i k i defa h issetti m . N e o l acak
acaba? Bunu tah m i n edebil iyor musunuz?" Dikkatle beni süzüyord u .
Baş ı m ı sallad ı m . " Hayı r . . . " Gerçekten belirli bi r şeyden korkm uyor­
d u m . Yal n ı zca ani bi r korku ve iç s ı k ı nt ı s ı duymuştu m .
So n ra Judith evderı ç ı kt ı . Baş ı n ı dimdik tutm uş, ağ ı r ağ ı r yü rüyor­
du. Dudakları n ı b i rb i ri n e bast ı rm ı ştı . Yüzü çok ciddi ve fevkalade de
güzeld i .
O n u n bana d a , Kül Kedisi'ne de hiç benzemediğini düşündü m . O n ­
da genç b i r rah i be h ali vard ı .
Norton da b u n u h issetm işti . "Ad aş ı n ı z d a h e rh alde Holofernes ' i n
kafas ı n ı kesmede n ö nce sizinkine benzeyen tav ı rlar takı n m ı şt ı . "
Judith g ü l ü m seyerek kaşları n ı h afifçe kald ı rd ı . "On u n , Holofer­
nes'i n kafas ı n ı neden kestiğ i n i u n utm uştu m . "
"Ah, b u n u n yüksek, ah lakla i l g i l i neden leri vard ı . Judith, topl u m u n
iyi l i ğ i n i düşünüyord u . "
Adam ı n şakac ı bi r tavı rla ko nuşması Judith ' i k ı zd ı rm ı şt ı . K ı zard ı
v e Norto n ' u n ö n ü nden geçerek gidip Fra n kl i n ' i n yan ı n a otu rd u . "Bayan
Frankl i n , kend i s i n i çok daha iyi h issediyormuş. Hepi m i z i n de bu akşam
yukarı ç ı k ı p o n u n l a kahve içmemizi istiyo r. "

Akşam yemeği nden sonra hep birlikte yukarı çı karke n , Bayan


Frankl i n ' i n de ru h hali s ı k s ı k değişiyo r, diye düşün üyord u m . Kad ı n bü­
tün gün h e rkesi n h ayat ı n ı cehe nneme çevi rmişti . Ama şimdi çok tatl ı ve
şiri n d i .

- 1 16 -
Barbara Frankl i n , N i l yeş i l i b i r sabah l ı k giymiş ve şez l o n g u n a
uzanm ıştı . Yan ı nda, üzeri nde d ö n e r b i r kitap l ı k bu l u n an b i r m asa var­
d ı . Bu raya kahve takı m ı da ko n u l m u ştu . Kad ı n beyaz , usta e l leriyle
kahve h az ı rl ad ı . Hemşire Craven de arada s ı rada o n a yard ı m ediyor­
du. Hepi m i z de orad ayd ı k. Sadece d ai m a ye mekte n önce odas ı n a çe­
kilen Poirot, l spwsch'den henüz dönmemiş olan Allerton ara m ı zd a de­
ğ i l lerd i . Albay ve Baya n Luttre l l de aşağ ıda kal m ı şlard ı .
Kahve kokusu burnumuza kadar geliyord u . Nefis b i r kokuydu b u .
Styles'da ve ri len kahve tats ı z , çam u r gibi b i r şeydi . O n u n iç in hepi m i z
de Bayan Fran kli n ' i n taze kavru l m u ş kahves i n i bekliyorduk.
Frank l i n m asan ı n diğer taraf ı n a geçmişti. Karı s ı fi ncanları doldu­
ru ldukça, o n a yeni le ri ni uzatıyord u . Boyd-Carri ngto n , şezlon g u n ayak­
ucunda ayakta duruyord u . E l izabeth Cole'la N o rton pencere n i n ö n ü n ­
deyd i le r. H e m ş i re Crave n , geri çeki l m i şti . Karyo l an ı n başucu nda bekli ­
yord u . B e n b i r koltuğa yerleş m i ş , The Times daki bilmeceyle u ğ raş ı ­
'

yord u m . Zam an zaman d a ipuçlar ı n ı yüksek sesle okum aktayd ı m .


"Onu n ki teh l i keli bir i lişki o l abi l i r. . . "
Fran kl i n , "Acaba kel i melerin baş harfleri m i toplanacak. "
Hepi miz b i r an düşündük. Sonra b e n devam etti m . " İ şkenceye me­
rakl ıyd ı l ar. "
Boyd-Carri ngton çabucak, "Engizisyo ncular," dedi .
"Şimdi bir cü m l e : 'Yankı ke ndisine ne soru l u rsa soru lsu n , ayn ı ce­
vabı ve ri r. Ve . . . d re . ' Ten n yson'danm ı ş bu. Dört h arf . . . "
Bayan Frankl i n , "Neden ? " dedi . "Herhalde Yankı , Nede n ? ' diye ce-
vap veri r. ''
Ben b u n u kabul etmed i m . "Nede n , beş h a rf . "
"Ya ' n i ç i n ' o da m ı beş h arf?"
Elizabeth Cole, penceren i n önü nden söze karışt ı . "Ten nyson ' u n o
m ı srası şöyled i r : Yankı , kendisine ne soru l u rsa soru l su n , d ai m a , Ö l ü m , '
der. "
B i ri n i n arkamda çabucak soluğunu tuttu ğ u n u i şitti m . Baş ı m ı kald ı r­
d ı m . Judith'di b u . K ı z ı m yan ı m ı zdan geçerek balko n a ç ı kt ı .
' Ö l ü m , ' keli mesini yazd ı ktan sonra, " İ lk okuduğum cümlenin başharf­
leri ni n yazı lması gerektiğini san m ı yoru m , " dedim . "Kelimenin son h arfi K."

- 117 -
"Neydi o?"
"Onu n ki teh l i ke l i bir i lişki olabi l i r. "
Boyd-Carri ngto n at ı ld ı . " A ş ı k . "
Barbara Frankl i n ' i n kahve kaş ı ğ ı n ı n ş ı k ı rdad ı ğ ı n ı duyd u m . Ondan
son raki ipucu n u okudu m . "Bu ki mse, ' K ı skançl ı k yeş i l gözlü b i r cana­
vard ı r, ' dem i ş . "
Boyd-Carri ngto n , "Shakespeare , " diye bağ ı rd ı .
Bayan Franklin sord u . "Bunu söyleyen hangisiyd i ? Othello m u , E m i -
lia m ı ?"
"Bu i s i m le r uzu n . Kelime dört h arf ."
" İ ago . "
"Ben b u n u n Othello'nun sözleri olduğu ndan e m i n i m . "
" B u n u n Othello'yla h içbi r ilgisi yok. Bu söz leri Romeo, J u l i et'e söy­
l üyord u . "
H e r kafadan b i r ses çı kıyord u .
Sonra Judith balkondan bağ ı rd ı . "Ah , b i r y ı l d ı z kayd ı ! A, b i r tane
daha!"
Boyd-Carri ngto n , "Nerede?" dedi . " Hepi m i z de b i r di lekte b u l u n ­
m a l ı y ı z . " Balkona çı karak J u d i t h , Elizabeth G o l e v e Norto n ' a kat ı ld ı .
H e m ş i re C rave n d e d ı şarı f ı rlam ı şt ı . Boyd-Carri ngto n d a g rub u n yan ı ­
n a g itti . Orada durmuş, karan l ı k gökyüzüne bakıyor bağ ı rıyorlard ı .
Ben hala b i l mece n i n üzeri ne eği l m i ş öyle otu ruyo rd u m . Kayan b i r
y ı ld ı z a bak ı p ne yapacakt ı m ? İ steyecek h i ç b i r şeyi m yoktu ki . . .
Boyd-Carri ngto n b i rdenbire od aya dald ı . "Barbara, sen d e gelme­
lisi n . "
Bayan Frankl i n aksi aksi, "Hay ı r, gelem e m , " diye cevap verd i . "Çok
yorg u n u m . "
"Saçm alama, Babs . Balkona ç ı k v e bi r şey iste . " G ü l d ü . " İ ti raz et­
m e . Ben seni taş ıyacağ ı m . " Bi rdenbire eğ i l erek kad ı n ı kucağ ı na ald ı .
Barbara Frankli n , g ü lüyor, itiraza çal ı ş ı yord u . " B i l l , b ı rak beni . Ço­
cukluk etme . "
"Küçük kızlar da y ı l d ı zlara bakı p, b i r d i lekte b u l u n m al ı d ı rlar. "
Boyd-Carri ngto n , kad ı n ı balkona ç ı kararak, yere b ı raktı .

- 1 18 -
Ben gazete n i n üzerine daha da eği ldi m . Ç ü n kü baz ı şeyleri h atı r­
l ı yordum . . . Berrak bir tropik gecesi ni . . . Kurbağalar bağ ı rıyordu . . . Ve bir y ı l­
d ı z kaym ı şt ı . Orada pe ncere n i n ö n ü nde d u ruyord u m . . . Dönmüş ve K ü l
Kedisi ' n i kucağ ı ma a l m ı şt ı m . . . Y ı l d ı z lara bakarak bir şey iste m esi i ç i n
onu pencereye götü rmüştüm . . .
Bil mecedeki yaz ı lar gözleri m i n ö n ü nde bulan ı klaş ı p bi rbi rleri ne
karı şt ı lar.
Balko ndaki g ruptan bi ri ayrı larak odaya g i rd i . Judith . . .
K ı z ı m beni gözleri yaş l ı yakalamam a l ı yd ı . Ol m azd ı b u . Te laşla dö­
ner kitap l ı ğ ı çev i rd i m . Sanki bi r kitap arıyorm u ş u m .gibi bir tav ı r takı n ­
d ı m . Oradaki eserleri n aras ı nda bir S h a kespeare c i l d i o l d u ğ u n u h atı r­
lam ı şt ı m . Evet, tamam kitap oradayd ı . Othel lo'yu açtı m .
" N e yapıyors u n , baba."
İ pucu h akkı nda bir şeyler m ı rı ldan d ı m . Sayfaları çevi riyord u m .
Evet , o sözler İ ago ' n u n d u .
"Ah , efendi m , k ı skançl ı ktan sakı n ı n . "
Bu beslendiği etle alay eden,
Yeş i l gözlü bi r canavard ı r. "
Judith b u n u n altı ndaki satı rları da o k u d u . G ü z e l , kal ı n sesi odada
yankı land ı .
Diğe rleri ko nuşup, g ü l ü şerek içeri gi riyorlard ı . Bayan Frank l i n yi ne
şezlong u n a uzand ı . D r. Frankl i n , eski ye ri ne geçerek kahvesi ni karı ş­
t ı rd ı . Norto n ' l a E l izabeth Cole, kahveleri n i çabucak içtikte n so n ra izin
istedi ler. Zira Luttrell' lere briç oynayacakları n a d ai r söz vermişlerd i .
Bayan Frankl i n kahvesi n i yudu m l ad ı . So n ra da 'dam las ı n ı ' istedi .
Hemşi re C rave n d ı şarı ç ı km ı şt ı . Onu n için şişeyi Judith banyodan a l ı p
getird i .
Fran k l i n a m açsı zca odada dolaşmaya başlam ıştı . Küçük bir siga-
ra m asas ı n a çarpt ı .
Karı s ı sert sert, "Sakarl ığa baş l a m a J o h n , " ded i .
"Affeders i n , Barbara. B i r şey d ü ş ü nüyord u m . "
Bayan Fran k l i n s o n derece yapm ac ı k l ı bi r tavı rla, "Sen koskoca­
man bir ayıya benziyorsu n , değ i l m i , sevg i l i m ?" diye m ı rı ldand ı .
Adam kad ı na dalg ı n dalg ı n baktı . Sonra da, "Gece pek güze l , " de­
di. "Biraz dolaşayı m . " D ı şarı ç ı kt ı .

- 1 19 -
Barbara Franklin gülümsedi. "As l ı nda bir dahi o . Bu tav ı rları ndan bi­
le anlaş ı lıyor. Açı kçası ona karşı büyük bir hayranl ı k duyuyorum . İ şine ba­
yağ ı aşı k."
Boyd-Carrington başı n ı sallad ı . "Evet, evet, o çok zeki ." Sesi sertleş­
mişti .
Judith birdenbire odadan f ı rlad ı . Kapıda az kalsı n Hemşire Craven'la
çarpışıyordu.
Boyd-Carringto n , "Babs," dedi. "Seninle piket oynayal ı m m ı ?"
"Ah , ne hoş olur. Bize kart bulabi lir misin, hemşire?"
Hemşire Craven iskambilleri getird i . Ben de Bayan Franklin'e kahve
için teşekkü r ederek, iyi geceler diledim .
D ışarda Judith'le Franklin'i görd ü m . Koridordaki pencerenin önünde
durmuş d ı şarıya bakıyorlard ı . Yan yana duruyorlard ı ama birbi rleriyle de
hiç konuşmuyorlard ı .
Ben yaklaşı rken doktor omzu n u n üzeri nden bakt ı . Bir iki ad ı m att ı .
Duraklad ı . "Biraz dolaşal ı m m ı , Judith ?"
K ı z ı m baş ı n ı sallad ı . "Bu gece can ı m istemiyor." Sert sert ekled i .
"Ben g i d i p yatacağ ı m . İ yi geceler."
Frankli n ' le birlikte aşağ ıya i ndi m . Adam usulca ıslık çalıyor ve gülüm­
süyordu.
İ çim s ı k ı l ıyord u . Onun içi n hafif bir hiddetle, "Bu gece hayat ı n ı zdan
pek memnun gözüküyorsu nuz," diye homurdand ı m .
"Evet," diye iti raf etti . "Uzun bir süreden beri yapmak istediğim bir şe­
yi sonunda yeri ne getird i m . Mutluluk verici bir şey bu ."
Aşağ ıda onun yan ı ndan ayrı ld ı m . Bir i ki dakika briç oyuncuları n ı sey­
retti m . Norton, Bayan Luttrell'e fark ettirmeden bana göz kırpt ı . Oyu n
umulmayacak bir ahenkle devam ediyordu.
Allerton hala dönmemişti . Bana o olmad ı ğ ı için ev daha az s ı k ı ntı l ı gi­
bi geliyordu. Evet, daha mutluydu şimdi buras ı .
Poirot'nun odas ı na çıktım. Judith , arkadaş ı m ı n yan ı ndayd ı . Ben içe­
ri giri nce bana gülümsedi ama bi r şey söylemedi .
Poirot, "Judith seni affetmiş, dostu m , " diye açı klad ı . İ nsan ı n tepesini
attı racak bir sözdü bu.
"Ri. . . rica ederi m ... " diye kekeled i m . "Bence ...
"

- 1 20 -
Judith ayağa kalkt ı . Boynuma sarı larak beni öptü . "Zaval l ı babac ı ­
ğ ı m . Hercule Amca s e n i n vakarı na sald ı ramayacak. As ı l affedi l mesi gere­
ken biri varsa o da ben i m . Onun için . . . Beni affet ve, ' İ yi geceler,' de."
Bilmiyoru m neden , "Çok üzgünüm, Judith ," diye m ı rı ldand ı m . "Çok
üzgü n ü m . Ben asl ı nda . . . "
K ı z ı m beni susturdu. " Ü zülme, üzülme . . . O olayı u nutal ı m artık. Şim­
di her şey yolunda . . . " Ağı r ağ ı r, dalg ı n dalg ı n gülümsedi. Sonra, "Şi mdi
her şey yolu nda," diye yineleyerek usulca odadan çıkt ı .
O gidi nce Poirot bana döndü. " E ? " diye sordu. "Bu gece ne o ld u ?"
Elleri m i açtı m . "Hiçbir şey olmadı . . . " diye açı klad ı m . "Olacağ ı da yok."
Asl ı nda müthiş yan ı l m ıştı m .
Çünkü o gece b i r şey old u .
Bayan Frankli n feci şeki lde hastaland ı .
İ ki doktor daha çağrıldı ama boşuna.
Kad ı n e rtesi sabah öldü.
Ancak yirmi dört saat sonra Barbara Franklin'in physostigmi ne'den
zehirlenerek ölmüş olduğunu öğrendik.

13

Resmi soruşturma iki g ü n sonra yapı ld ı . O bölgede ikinci defa böy­


le bir soru ştu rmaya kat ı l ıyord u m .
Sorgu yarg ı c ı zeki bakı şl ı , ciddi tav ı rl ı , o rta yaş l ı bir adam d ı .
Ö nce tıpla i l g i l i deliller i nce lend i . Bayan Frankli n , physosti g m i ne'le
zehi rlenerek ö l m üştü . Kad ı n ı n vücudunda ' kalabar fasulyesi 'nden ç ı ka­
r ı l a n diğer alkal i le ri n b u l u nduğu da tespit edi l m işti . Bayan Frankli n , za­
h i ri bir akşam ö nce yediyle gece yar ı s ı aras ı nd a a l m ı ş olmal ı yd ı . Polis
doktoru ve yard ı mc ı ları bundan daha kes i n bir şey söylemeye yanaş­
m ad ı l ar. Ondan so n ra tan ı k yeri ne D r. Fran kli n ç ı ktı . Genel olara k d i n ­
leyici lerin üzerinde iyi etki yaptı o . Açı k ve anlaş ı l ı r b i r şeki lde konuşu­
yord u . Kar ı s ı n ı n ö l ü m ü nden so n ra laboratuvarı ndaki karı ş ı m l a r ı kont­
rolden geçi rmişti . Ve içi nde kalabar fasu lyesi n i n üzerinde tecrübe yap-

- 1 21 -
t ı ğ ı kuvvetli alkali karı ş ı m ı n ı n b u l u n ması gereken bir şi şeye alelade s u
doldurulmuş olduğunu görm üştü . Tabii şişede alkali lerin izi vard ı hala.
Bu işi n ne zaman yap ı l m ı ş olduğunu kesi n l i kle söylemesi olanaks ı zd ı .
Çünkü o beli rli karı ş ı m ı bi rkaç günden beri ku l l a n m ı yo rd u . .
Ondan sonra laboratuvara ki m lerin gi rebileceği konusu i ncelend i .
Dr. Frankl i n , laboratuvar ı n kapı s ı n ı n ekseri kilitli tutu lduğ u n u v e anahta­
rı da cebine koyduğunu aç ı klad ı . Tabii yard ı mc ı s ı M iss Judith Has­
tings'de de bir anahtar vard ı . Laboratuvara g i rmek isteyen bir ki mse, ya
kendisinden ya da Miss H astings'den anahtarı istemek zoru ndayd ı . Ka­
rısı zaman zaman anahtarı ondan al ı yord u . Ö zelli kle içerde bir eşyas ı ­
n ı b ı raktığı v e b u n u a l m ak istediği zaman . Kendisi physostigmine karı­
ş ı m ı n ı hiçbir zaman eve veya karı s ı n ı n odas ı na götü rmemişti . Bayan
Frankl i n ' i n karı ş ı m ı yan l ı ş l ı kla içmiş olabi leceğ i n i de hiç san m ı yord u .
Yarg ı c ı n d i ğ e r soruları üzeri ne Dr. Franklin karı s ı n ı n sinirleri n i n ve
sağ l ı ğ ı n ı n bir süreden beri bozuk olduğunu aç ıklad ı . Fakat organik bir ra­
h ats ı z l ı ğ ı yoktu . Sadece müthiş s ı k ı l ı yor, ru h h ali de s ı k s ı k değişiyord u .
Dr. Frankl i n , karı s ı n ı n s o n zamanlarda daha neşeli o l d u ğ u n u v e b u
yüzden o n u n sağl ı ğ ı n ı n da, sini rleri n i n de düzel meye başlad ı ğ ı na i n an­
d ı ğ ı n ı söyledi . Bayan Franklin'le hiç· kavga etmemişlerd i . Araları iyiyd i .
S o n akşam da karı s ı bir h ayli keyifliyd i . Öyle s ı kı ntı l ı bir h a l i yoktu .
Doktor, Bayan Frankl i n ' i n bazen i ntih ardan söz etti ğ i n i de aç ı kla­
d ı . Gelgelelim kendisi bu sözleri hiç ciddiye a l m am ı ştı . Frankl i n 'e kes i n
bir soru soru lu nca da doktor, " H ay ı r, " ded i . "Bence kar ı m i ntihar ede­
cek bir tip değ i l d i . Hem onun eşi ve hem de bir doktor olarak bunu ke­
s i n l i kle söyleyebi l i ri m . "
Frankl i n ' i , Hemşire C rave n izledi . Kad ı n tiri l tiril ü n iform asıyla zarif
ve ciddiyd i . Soru l arı , mesleğine uyg u n bir kesi n l i kle cevapland ı rd ı . Ba­
yan Franklin'e iki aydan daha uzu n bir zamandan beri bakıyord u . Ba­
yan Frankl i n ' i n s i n i rleri çok bozuktu . En aşağ ı üç defa kad ı n ı n ' her şe­
yi sona erdirmeyi isted i ğ i n i , ' fayd as ı z bir i nsan olduğunu ve kendisini
kocas ı n ı n boynuna as ı l m ı ş b i r değirmen taş ı gibi hissetti ğ i n i söylediği­
n i duymuştu .
"Neden böyle söylüyord u ? Kocas ıyla kavg a m ı etm işti ?"

- 1 22 -
"Ah , h ay ı r, h ay ı r. Fakat Bayan Fran kl i n , kocas ı n a son zamanlarda
d ı ş arda bir iş teklif edi l m i ş olduğunu biliyord u . Doktor, karı s ı n ı yal n ı z
b ı rakmamak için bu i ş i reddetmek zoru nda kal m ı ştı . "
"Ve Bayan Franklin zaman z a m a n bu yüzden marazi b i r üzü ntü
duyuyord u , öyle m i ?"
"Evet, efend i m . Her şeye pek de iyi o l m ayan sağ l ı ğ ı n ı n neden ol­
d u ğ u n u söylüyo r ve iyice üzülüyo rd u . "
" D r. Frankli n b u n u b i liyor muyd u ? "
"Bayan Frankl i n ' i n b u ndan ona s ı k s ı k söz etti ğ i n i p e k san m ı yo-
ru m . "
" Fakat kad ı n s i n i r krizleri geçiriyordu . Ö yle m i ?"
"Tabi i . Kesi n l i k l e . "
"O h i ç i ntihar etmekten be lirli b i r şeki lde s ö z etm iş miyd i ? "
"Yan ı l m ı yorsam ekseri ' h e r şeyi s o n a erdi rmek' tabi ri ni ku llan ıyo rd u . "
"Kendisini n as ı l öldüreceğ i n i hiç açı klam ı ş m ı yd ı ?"
" H ay ı r. Bu konuda bel l i bel i rsiz birtakı m sözler söylüyord u . "
"Son zamanl arda o n u özellikle sarsacak b i r şey o l m u ş m uydu ? "
" H ay ı r. Bayan Fran klin oldukça keyifl iyd i . "
" S i z de Dr. Frankli n'le ayn ı fiki rde m i s i n i z ? Bayan Franklin öldüğü
gece neşeli miydi?"
Hemşire C rave n te reddüt etti . "Şey. . . bir hayli heyecan l ı yd ı . Kötü
bir g ü n geçi rm i ş , baş dön mesi ve sanc ı lardan şi kayet etmişti . Akşam
b i raz daha iyiceyd i . Fakat neşesi de bi raz anorm aldi . Ateşi var gibiydi .
Tavı rları yapmac ı k l ı yd ı . "
" İ çinde ze h i r ol abi lecek b i r şişe y a d a b i r kap gördü nüz m ü ?"
" H ay ı r. "
"Bayan Fra n k l i n ne yedi ve ne içti ?"
"Çorba içti . Koklet, bezelye, patates püresi ve vişneli tatlı yed i . Ye­
mekte b i r bardak şarap içti ."
"Şarap nerede d u ruyord u ? "
" K e n d i odas ı nda. Şişe n i n d i b i n d e de bi raz şarap kal m ı ştı . Yan ı l m ı ­
yorsam sonradan b u n u tah l i l ettiler v e zeh i rl i o l m ad ı ğ ı sonucuna vard ı ­
lar. "

- 1 23 -
"Bayan Fran k l i n size fark etti rmeden bardağ ı na zeh i r koymuş o l a­
b i l i r m i ?"
"Ah , evet. B u n u ko layl ı kla yapabi l i rdi . Ben odada g i d i p geliyo r, et­
rafı topluyord u m . Bayan FrankJ i n 'e pek bakm ıyord u m . O n u n yan ı nda
hem el çantas ı vard ı h e m de küçük bi r to rba. Şarab ı n içine herhangi
bir şey karı şt ı rabi l i rd i . Daha sonra kahveye de. Veya yatmadan ö nce
son olarak içtiği s ı cak süte . "
"Böyle yaptı ğ ı n ı varsayal ı m . . . Zah i ri n d u rduğu ş i ş e veya k a p ne o l ­
du sizce? Bayan Frankl i n bunu ne yapm ı ş olabi l i r?"
Hemşire C raven düşündü. "Belki daha sonra bunu pencereden d ı ­
şarı att ı . Ya d a kağ ıt sepetine . . . " B i r an d u rd u . "Belki d e şişeyi banyo­
da y ı kad ı ve so n ra da i laç dolab ı n a koyd u . Orada bi rkaç tane boş şişe
vard ı . Ben onları sakl ıyord u m . Zi ra gerekiyord u . "
"Bayan Fran kli n ' i e n s o n ne zaman gördünüz?"
"On buçukta. Onu yatağ ı n a yat ı rd ı m . S ı cak süt içti . Ve bir aspi ri n
i sted i . "
" O s ı rada nas ı ld ı ?"
Tan ı k b i r an düşündü. "Şey. . . Her zamanki gibiyd i . . . H ay ı r, h ay ı r,
bi raz heyecan l ı yd ı san ı rı m . "
" Ü zg ü n değ i l miyd i ? "
"Hayı r . . . Daha ziyade sini rleri iyice geri l m i ş gibiyd i . E ğ e r i nti h a r ı
düşün üyorsan ı z . . . b e l k i de bu Bayan Franklin'e böyle bi r etki yapm ı şt ı .
Herhalde b u hareketin üstü n ve asilce b i r şey olduğunu düşünüyo rd u . "
"Sizce Bayan Fran kl i n , kend isini öldürebilecek bir i n san m ıyd ı ?"
B i r sessizlik o ld u .
Hemşire Crave n ' ı n karar vermeye çal ı ştı ğ ı anlaş ı l ı yo rd u . S o n u n ­
da, "Şey . . . Hem evet, hem h ay ı r . . . " dedi . " Evet, evet, bir bak ı m a o n d a n
böyle b i r ş e y bekl e n i rd i . Çü nkü ç o k dengesiz bir tipti . "
Ondan sonra s ı ra Sir William Boyd-Carri ngton'a geld i . Adam ı n çok
sars ı l m ı ş olduğu belliyd i . Fakat düzgün ve anlaş ı l ı r bir şekilde kon u ştu .
Bayan Frankl i n 'le o n u n öldüğü gece piket oynam ı şt ı . O s ı rada ka­
d ı n ı n öyle üzg ü n ve s i n i rl i gibi bir hali yo ktu . Ama Barbara Frankl i n , bi r­
kaç g ü n önce i nti har etmekten söz açm ıştı . Hiç benci l o l m ayan b i r i n ­
s a n d ı o . Kocas ı n ı n i lerlemesine engel olduğunu düşünerek ç o k üzülü-

- 1 24 -
yord u . Kocas ı n a çok bağl ıyd ı ve o n u n i le rlemesini bütü n kalbiyle i sti­
yord u . Bazen kendi safl ı ğ ı yüzü nden çok kederleniyordu .
Judith de çağ rı l d ı . Ama o n u n anlatabi leceği faz la bi r şey yoktu .
Physosti g m i n e ' i n l abo ratuvardan al ı n m ı ş olduğu ndan h aberleri
yoktu . Fe laket olduğu gece Bayan Frankl i n h e r zamanki gibi davran­
m ı şt ı . Fakat belki bi raz daha heyecan l ı yd ı . Judith, Bayan Frankl i n ' i n in­
tihar etmekte n söz ettiğ i n i h i ç duymam ı şt ı .
S o n tan ı k Hercule Poirot'yd u . Arkadaş ı m kel i m e lerin üzerinde d u ­
r a dura ko n u ştu v e sözleri herkesi d e etki led i . Bayan Fran kl i n 'le kad ı ­
n ı n ö l ü m ü nden b i r g ü n önce yapt ı ğ ı b i r kon u ş m ay ı a n l attı Poirot. Kad ı n
çok üzgündü v e bi rkaç d efa b i r şeyi sona e rd i rm e k istediğinden söz et­
m i şti. Sağ l ı ğ ı için endişeleniyord u . Poirot'ya melanko liye kap ı ld ı ğ ı n ı ve
o zaman h ayatı yaşam aya değer b u l m ad ı ğ ı n ı açıklam ıştı . Bazen uyku­
ya dal ıverme n i n ve bir daha da uyan maman ı n çok güzel bir şey olaca­
ğ ı n ı düşündüğü nden söz etmişti.
Arkadaş ı m ı n ondan sonraki cevabı daha d a büyük b i r heyecan
uyand ı rd ı .
" 1 O Hazira n g ü n ü laboratuvarı n kap ı s ı n ı n d ı ş ı nda otu ruyord u n u z
değ i l m i ?"
" Evet . "
"Bayan F ra n kl i n ' i n laboratuvardan ç ı kt ı ğ ı n ı görd ü n ü z m ü ?"
" Evet , gördü m . "
" E l i nde bi r şey var m ı yd ı ?"
"Sağ elinde b i r şişeyi s ı kıca tutuyord u . "
"Bundan e m i n misiniz?"
" Evet . "
" S i z i görünce bocalad ı m ı ?"
"Sadece bi raz şaş ı rd ı . İ şte o kadar. "
Ondan sonra sorg u yarg ı c ı özetle mesi n i yaptı . J ü ri n i n , Bayan
Frankl i n ' i n n as ı l öldüğüne karar vermesi gerektiğ i n i söyledi . Ö l ü m ne­
d e n i n i a n l a m ak ko layd ı . Dokto rlar tan ı k l ı k ede rlerken açı klam ı şlard ı
b u n u . Bayan Frankli n physosti g m i n e sü lfatla zehirlenm işti . Jüri n i n ka­
rar vermesi gerektiği nokta şuydu : Bayan Fra n kl i n zehiri bilerek ve is­
teyerek m i al m ı şt ı , yoksa kazara m ı ? Bunu ke ndisi m i içmişti ? Yoksa

- 1 25 -
zehi ri ona başka b i ri mi verm işti ? Bayan Frankl i n ' i n krizler geçi rd i ğ i n i ,
organik bir h astal ı ğ ı olmamas ı na rağ m e n , s i n irleri n i n son derece bo­
zuk olduğunu öğre n m işlerd i . Ad ı he rkesçe bili nen bir tan ı k, Hercule
P o i rot, kad ı n ı n şişeyle labo ratuvarda n ç ı kt ı ğ ı n ı ve ke ndi s i n i görünce
şaş ı rd ı ğ ı n ı kesi n l i kle söylemişti . J ü ri , kad ı n ı n zehiri i ntihar etmek n iye­
tiyle laboratuvardan a l m ı ş olduğuna karar verebi l i rd i . Bayan Frank­
l i n 'de b i r sabit fi ki r olduğu, daima kocas ı n ı n i lerlemes i n i engelled i ğ i n i
d ü ş ü n d ü ğ ü anlaş ı l ı yord u . Haks ı zl ı k etmemek için ş u n u d a söyle mek
gerekti : D r. Fran kl i n , karı s ı n ı seven m ü şf i k bi r eşti . H içbi r zaman Bayan
Frankl i n ' i n hastal ı k krizleri yüzünden s i n i rlenmem i şti . B u n u sadece Ba­
yan Frankl i n ' i n düşü ndüğü bel liyd i . Sini rleri bozu k kad ı nl arda baze n
böyle sabit fikirler görü l ü rd ü . Ze h i ri n ne zaman veya neyi n içinde al ı n­
d ı ğ ı n ı gösterecek hiçbir delil yoktu . Ze h i r i n konduğu şişe n i n b u l u n ma­
ması belki bi raz garipti . Fakat Hemşire C rave n' ı n d a söylediği gibi Ba­
yan Franklin şişeyi y ı kayı p banyodaki dolaba koym uş o labi l i rdi . Belki
de şi şeyi zaten o radan alm ı ştı . Art ı k karar ve rmek j ü riye düşüyord u .
K ı s a bir süre s o n ra karar açı kland ı .
J ü ri , Bayan Frankl i n ' i n ani bir c i nnet sonucu i ntihar ettiğ i n e karar
vermişti .

Yarı m saat sonra Poi rot' n u n odası ndayd ı m . Arkadaş ı m bitki n hal­
deyd i . C u rti'ss o n u yat ı r m ı ştı . Şimdi i l aç vererek Poi rot'yu can land ı rma­
ya çal ı ş ı yordu .
Arkadaş ı m la ko nuşmak içi n sab ı rs ı z l a n ı yo rd u m . Fakat uşağ ı n işi­
n i bitirerek odadan ç ı km as ı n ı bekle mek zo ru nda kald ı m .
So n ra d a patlad ı m . "Poirot, söyle d i klerin doğru m u y d u ? Yani Ba­
yan F ranklin labo ratuvardan ç ı kt ı ğ ı zaman o n u n eli nde şişe var m ı yd ı ?
B u n u kendi gözleri nle görd ü n m ü ? "
Poi rot' n u n m o r u m s u dudakları nda h afif b i r g ü l ü m se m e uçuştu .
" Sen şişeyi görmedin m i , dostu m ?" diye m ı rı ldand ı .
"Hayı r, görmed i m . "
"Ama belki de b u n u fark etmed i n . . . "
"Evet, belki . Kad ı n ı n elinde şişe o l m ad ı ğ ı na yemin edemem tabi i . "
Kuşkuyla Poirot'ya bakt ı m . "As ı l soru n ş u : S e n doğruyu m u söyledi n ?"

- 1 26 -
"Benim yalan söyleyeceği m i m i san ı yo rs u n , dostu m ?"
"Senden her şey bekl e n i r. "
"Hastings, beni şaş ı rtıyor v e üzüyorsu n . Nerede o eski saf i n a nc ı n ?"
"Şey, " diye iti raf etti m . "Se n i n m a h kemede yalan söylediği n i pek
san m ı yo ru m . Yalancı şahitlik o l u rd u b u . "
Poirot h afifçe güldü . "Yalancı şahitl i k o l m azd ı . Çü nkü ye m i n etme­
m i şti m . "
" O h alde sözlerin yaland ı . "
Poirot usu lca e l i n i sallad ı . "Söylenen söylendi art ı k, dost u m . B u n u
tartışmak yersi z . "
"Doğrusu s e n i anlayam ı yo ru m !" diye bağ ı rd ı m .
"Anlayamad ı ğ ı n nedi r?"
"Tan ı kl ı k ederke n söyledikleri n . . . Bayan Frankl i n ' i n i ntih ardan söz
etm esi . .. s i n i rleri n i n bozuk o l m ası . .. "
"Ama kad ı n ı n böyle şeyler söyled i ğ i n i sen kend i n de duyd u n . "
"Evet. . . Fakat Bayan Franklin s ı k s ı k rol değişti riyord u . Bazen de
öyle saçma sapan sözler söyledi ğ i de o l u yo rd u . Sen soruştu rmada bu­
nu belirtmedi n . "
"Belki b u n u istemed i m . "
O n a hayretle bakakald ı m . "Yani j ü ri n i n kad ı n ı n i ntihar etti ğ i n e ka­
rar vermesi ni mi i stiyors u n ? "
Poirot bir süre cevap ve rmedi . So n ra , " H asti ngs, san ı r ı m sen d u ­
ru m u n ne kadar c i d d i olduğu n u n fark ı n d a deği lsi n , " dedi . "Evet, j ü ri n i n
kad ı n ı n i nt i h a r ettiği n e karar vermesini istiyordum . Oldu m u ?"
" Fakat. . . " diye m ı rı ldand ı m . "Sen . . . ke nd i n . . . kad ı n ı n i ntihar ettiğ i ­
ne i nanm ıyors u n . . . Ö yle değ i l m i ?"
Poi rot ağ ı r ağ ı r baş ı n ı sal l ad ı .
"Yani , " ded i m . "Sen Bayan Frankl i n ' i n bi r ci nayete kurban g ittiğ i n i
m i d ü ş ü n üyo rs u n ?"
" Evet, H asti ngs. O bir cinayete kurban gitti ."
"O h alde neden olayı örtbas etmeye kalkışt ı n ? Niçin b u n u n b i r in­
tihar vakas ı olduğ u n u düşünmeleri n i sağ l ad ı n ? Böylece soruştu rma
durd u ru l d u . . . "
"Tabi i . "

- 1 27 -
" B u n u m u istiyord u n ?"
"Evet."
"Am a nede n ? "
" Du r u m u anlamaman gerçekte n mü mkün m ü ? Neyse . . . b u n u b ı ra­
kal ı m . . . Bana i n a n m al ı s ı n . Bu bir ci nayetti. Ö nceden tasarla n ı l arak iş­
lenmiş bir cinayet . . . Hasti ngs, biz gizl ice çal ı ş m aya devam edeceğ i z .
Ve ergeç X'i yakalayacağ ı z . "
"Peki ama, o a rada biri d a h a öldürü l ü rse?" d i y e so rd u m .
Poi rot baş ı n ı sallad ı . "San m ı yo ru m . . . Tabii b i ri b i r şey görmüşse
veya biliyo rsa, durum değiş i r. . . Ama böyle bi r şey olsayd ı bu gizli tan ı k
da o rtaya ç ı karak gerçeği aç ıklamaz m ıyd ı ?"

14

Bayan Frankl i n ' i n ölü müyle i lg i l i resm i soruşturmadan sonraki


g ü n le ri iyice h atı rlaya m ı yo ru m . Tabii cenaze töre n i yapı ld ı . Styles St.
Mary' n i n büt ü n m e rakl ı ları n ı n törene kat ı l d ı kları n ı söyleyebi l i ri m . O
arada gözleri aka n , tecessüsü tiksi nti verecek derecede fazla, i h tiyar
bir kad ı n da bana yanaşt ı .
B i z t a m mezarl ı ktan ç ı karke n karş ı m a dikildi kad ı n . "Benim sizi b i r
yerden h atı rlamam gerek, efend i m . Ö yle deği l m i ?"
"Şey. . . Belki . . . "
Be n i m sözleri m i d i n lemedi bile. Ko nuşmas ı n ı s ü rd ü rd ü . "Yi rmi y ı l ­
d a n d a h a u z u n bi r zaman önce . . . Yaşl ı kad ı n köşkte öldüğü zaman
Styles'da işlenen i l k cinayet buyd u . O zama n , ' Bu sonu ncusu da o l m a­
yacak , ' dediyd i m . İ htiyar Bayan l nglethorp'u kocas ı n ı n öldürmüş oldu­
ğ u ndan emindik hepi m i z de. Gayet e m i nd i k . " Sinsi sinsi güldü . "Belki
bu sefer kati l kad ı n ı n kocas ı d ı r. "
Sert sert, "Ne d e m e k istiyorsunuz?" d i y e bağ ı rd ı m . "J ü ri n i n verd i ­
ği kararı duymad ı n m ı ? B i r intihar o l a y ı b u . "
"Sorgu yarg ı c ı d a öyle söyled i . Ama o yan ı l m ı ş olabi l i r. Ö yle değ i l
m i ?" B e n i d ü rttü . "Dokto rlar, karı ları n ı nas ı l o rtad an kald ı racakları n ı b i ­
l i rler. Anlaşı lan kad ı n da adam ı n p e k i ş i n e yaram ıyorm u ş . "

- 1 28 -
Hiddetle ona doğru dönd ü m . Te laşla uzaklaş ı rke n , "Be n i m kötü b i r
maksad ı m yoktu , " diye söylendi . "Sadece köşkte i ki nci defa c i n ayet i ş ­
l e n m e s i b a n a acayip gözüktü . . . Her sefer sizin köşkte o l m a n ı z d a b i r
garip . . . Ö yle değ i l m i , efen d i m ? "
Korku nç bir an kad ı n ı n gerçekten iki c i n ayeti de be n i m işle miş ol­
duğumdan kuşku l a n ı p kuşku l a n m ad ı ğ ı n ı düşündü m . Çok sars ı c ı bi r
şeydi b u . Art ı k köyl ü leri n şüphes i n i n ne acayip, ı srarl ı ve s ı kı c ı b i r şey
olduğunu a n l ı yord u m .
Neticede o n l a r ı n şüpheleri d e yersiz değ i l d i . Ç ü n kü bi ri Bayan
F ra n kl i n ' i öldürmüştü .
Dediğim g ibi o günleri pek de iyi an ı msam ıyoru m . B i r kere Po­
i rot' n u n sağ l ı k durumu beni ciddi şeki lde endişelendi rmeye başla m ı şt ı .
C u rtiss b i r g ü n telaşla bana geld i . İ fadesiz yüzünde h afif b i r e n d i ­
şe vard ı . Poirot' n u n bi raz da ko rkutucu b i r k a l p krizi geçi rd i ğ i n i haber
verdi . "Be nce b i r doktor çağ rı lması g e rek."
Hemen Poi rot' u n yan ı n a koştu m . Arkadaş ı m i n atla bu teklifi red­
detti . Bu h ali eskisinden bi raz farkl ı , diye düşünd ü m . Vaktiyle P o irot
s ağ l ı ğ ı için boş ye re endişelenir d u ru rd u . H ava akı m ı o l d u ğ u n u _.düşü­
n ü r boy n u n a i pek ve yün atkı lar sarard ı . Ayakları n ı n ıslanmas ı ndan
ödü patlard ı . H afif bir soğ u k alg ı n l ı ğ ı ndan şüphelendi mi, hemen d e re­
ce koyar ve yatard ı . Aksi takd i rd e zatü rree o l abi l i ri m , derd i . E n ufac ı k
bi r rahats ı z l ı k yüzünden hemen doktora koşard ı . "
Şimdi arkadaş ı m ge rçekten h astaydı v e tav ı rları n ı d a tama m ı yla
değişti rm işti .
Hoş belki de as ı l neden buyd u . Bütü n o eski rahats ı zl ı klar ö n e m ­
siz şeylerd i . Poirot şimdi gerçekte n h astayd ı v e belki de b u n u kendi
kendi sine b i l e iti raf etmekten kaç ı n ı yo rd u . Korktuğu için h astal ı ğ ı na al­
d ı rm az m ı ş gibi bir tav ı r tak ı n ıyord u .
Beni m iti razları m a heyecanla, a c ı a c ı cevap verd i . " Fakat b e n dok­
torl ara görü n dü m ! A'ya ve B'ye g itti m . . . " Sözü nü ettiği tan ı n m ı ş iki m ü ­
teh ass ıstı . "On lar ne yaptı lar? B e n i M ı s ı r' a yo l l ad ı lar. Oraya eri ş i r eriş­
mez daha da fenalaştı m . Son ra R'ye de g itti m . . . "

R ' n i n kalp m ütehass ı s ı o l d u ğ u n u b i l iyord u m . Çabucak so rd u m . "O


ne dedi ?"

- 1 29 - . . . Ve Perde İndi / F:9


Poirot yan yan bana baktı . Kalbi m ac ıyla burkul arak bi rde nbire
d u rdu adeta.
Arkadaş ı m usu lca, "O, ben i m için mü mkün olan her şeyi yapt ı , " d i ­
ye m ı rı ldand ı . " İ laçları m v a r . . . Hepsi de b u rada, yakı n ı md a . . . o n l ardan
başka . . . yap ı lacak hiçbir şey yok. O n u n için Hasti ngs'ci ğ i m , başka dok­
to rları da çağ ı rma n ı n hiçbi r faydası o l m ayacak. Dostu m , m aki ne eski­
miş. İ nsan neyseki yeni bir motor takarak, bi r araba gibi çal ı ş m aya de­
vam edemiyor. "
"Bu raya bak, Poirot. M u h akkak bir şey o l m al ı . C u rtiss . . . "
Poi rot sert sert, "Curtiss m i ?" ded i .
" Evet, o b a n a g e l d i . Endişele n m i şti . . . Kriz geçi rm işsin . . . "
Poirot yavaşça baş ı n ı sallad ı . " Evet, evet. Bazen bu krizler seyre­
den için ko rku nç bir olay h a l i n i a l ı yorlar. Zava l l ı C u rtiss, kalp krizleri n e
a l ı ş ı k deği l . "
"Gerçekten bi r doktora görü n m eyecek m i s i n ? "
" B u n u n h i ç b i r faydası o l m az ki , dostu m . " Poirot sevece n l i kle a m a
yine de kesi n bir tav ı rla konuşm uştu .
Kalbi m i n yi ne ıstı rapla burku l d u ğ u n u h issetti m .
Poi rot bana g ü l ü m sedi . "H asti ngs, b u be n i m ilgilend i ğ i m s o n vaka
olacak. Ayrıca e n fazla i l g i m i çeken olay. . . Ve en ilginç kati l . .. Ç ü n kü
X ' i n fevkal ade , şahane bir tekniği var. İ stemememe rağ m e n yine de
o n a karş ı h ayran l ı k duyuyoru m . Anl ayacağ ı n , dostu m , X bu ana kadar
öyle büyük bir ustal ı k gösterdi ki , bf!ni bile yend i . Be n i , Hercu le Po­
i rot'yu ! Engel leye meyeceğim bir sald ı r ı yönte m i b u l m u ş o."
Onu yat ı ştı rmak i ç i n , "Sağl ı ğ ı n yeri nde olsayd ı . .. " d i ye baş lad ı m .
Fakat h ata etm işti m anlaşı lan. Çünkü Hercule Poirot hemen öfke­
lend i . "Ah ! Fiziki bir güç sarf etmenin gereksiz olduğu nu sana yüz defa
mı söyleyeceği m ? Yüz defa ! B i n defa ! Gereken sadece . . . düşünmek."
"Şey. . . Tabi i . Sen b u n u güzel bi r şekilde yapabi l i rsi n !"
"Güzel b i r şekilde m i ? Ben b u n u fevkalade bir şeki lde yapabi l i ri m !
Kolları m , bacakları m felçli gibi . Kalbi m bana oyu n l a r oynuyor. Fakat
beyn i m , Hasti ngs, beyni m i n h içbi r kusuru yok. M ü ke m m e l çal ı ş ı yor o .
Bey n i m h a l a he rkesi nkinden üstü n . "
O n u yat ı ştı rmak içi n , " İ şte bu fevkalade ," ded i m .

- 1 30 -
Fakat ağ ı r ağ ı r aşağ ı ya i n e rke n , Poirot'n u n beyn i n i n esrarı gerek­
tiği kadar çabucak çözemedi ğ i n i düşün üyord u m . Ö nce Bayan Luttre l l
ö l ü m l e karş ı karş ıya gelmiş ama neyseki ku rtu l m uştu . Sonra . . . Bayan
Frankl i n zehirlenm işti . Peki , biz bu konuda ne yapıyorduk? Hemen he­
m e n h i çbi r şey. . .

Poirot ertesi g ü n bana, "Benim bir doktora görü n m e m i i stiyord u n ,


Hasti ngs," ded i .
Heyecanla, "Evet," diye cevap verdi m . " B u n u yaparsan b e n i çok
sevi ndirirsi n . "
"Pekala . . . Raz ı oluyoru m . Frankli n ' i göreceğ i m . "
Şaş ı rd ı m . " Frankl i n ' i m i ?"
" Evet. O doktor değ i l m i ? "
"Doktor ama d a h a ç o k araştı rmayla meşg u l ol uyor. "
"Orası öyle . O n u n a i l e doktoru ol arak başarıya erişebi leceği n i san­
m ı yoru m . Çü nkü Frankl i n , h astalara karş ı nas ı l davran ı lacağ ı n ı pek bil­
m i yo r. Ama T ı p Fakü ltesi'nden mez u n ada m . Ve bu konuda çok b i l g i l i
olduğu da m u h akkak."
Pek de hoşnut ol mam ı ştı m . Frankl i n ' i n yetenekli bi r i nsan oldu­
ğ u ndan e m i n d i m . Fakat bence o, i nsanları n h astal ı kları n a karş ı fazla
bir i lg i duym uyor, h atta böyle şeyleri sab ı rs ı zl ı kla karş ı l ı yo rd u . Belki
araşt ı r m a alanı içi n m ü kemmel meziyetlerdi b u n lar. Ama herhalde dok­
toru n bakacağı bir h astayı m e m n u n edecek şeyler de değ i l l e rdi .
Fakat Poirot' n u n onu bile gö rmeye raz ı o l m as ı yi ne de sevi n i lecek
bir şeydi . Poi rot' n u n köyde doktoru o l m ad ı ğ ı için Frankl i n h e m e n ona
bakm aya raz ı old u . " Fakat," ded i . " P o i rot' n u n dai m i doktor ko ntro l ü nde
b u l u n d u ru l m a s ı ge rekeb i l i r. O zaman köyden bir doktor çağ ı rı rs ı n ı z . Zi­
ra ben her zaman o n u n l a meşg u l olama m . "
Frankl i n , Poirot' n u n yan ı nda u z u n b i r süre kald ı .
Doktor s o n u n d a odadan ç ı kt ı ğ ı zaman ben o n u d ı şard a bekliyor-
d u m . Frankl i n ' i kendi odama çekerek, kap ı y ı s ı kıca kapatt ı m .
Endişeyle, " E ?" diye sord u m .
Frankl i n düşü nceli düşünce l i , " O , i lgi çekici b i r adam ," ded i .
"Evet evet. . . " Bu herkesçe b i l i n e n g e rç e ğ i n ü zeri nde d u racak de­
ği ldi m . "Sağ l ı ğ ı n as ı l ?"

- 1 31 -
"Ah ! Sağ l ı ğ ı m ı ?" Frankli n sanki pek önemsiz bir şeyd e n söz etm i ­
ş i m g i bi bayağ ı şaş ı rm ı ştı . " A h . . . Sağ l ı ğ ı be rbat tabi i . "
H i ç de dokto rca b i r söz deği ldi b u . H albuki Judith 'te n Frankl i n ' i n
T ı p Fakü ltesi ' ndeki e n parlak öğrencilerden b i ri say ı ld ı ğ ı n ı d u y muştu m .
Endişeyle bağ ı rd ı m . "Durum çok m u kötü ?"
Doktor bana şöyle bir bakt ı . " Ö ğ renmek m i istiyors u n u z ? "
"Tabi i !" Bu b u d a l a ne san ı yo rd u ?
Franklin fikri n i hemen açıklad ı . " İ nsanları n çoğu gerçeği b i lm eyi is­
te mezler. O n lar sadece yatışt ı r ı c ı sözler bekle rler. U m utları n ı n ayakta
tutu l m as ı n ı isterler. . . Her g ü n ayn ı şekilde yaşayacakları n a dair güven­
ce vermenizi i sterler. . . Tabii bazen b i r h asta şaş ı lacak bir şeki lde iyile­
ş i r. Ama P o i rot i ç i n böyle bir şey söz ko n u s u olamaz."
"Yani ? ... " Kalbi m i yine o buzdan e l s ı kmaya başlam ı ştı .
Frankli n baş ı n ı sallad ı . "Evet, o ö l ü m e m a h ku m . Ve pek az zama­
nı o ld u ğ u n u san ıyoru m . Eğer Poi rot izin vermeseydi size bu açı klama­
y ı da yapmazd ı m . "
"O halde . . . Poirot durumu b i l iyor."
Frankli n , "Tabii b i liyor," ded i . "Kalbi ... h e r an d u rabi l i r ... a m a b u n u n
ne zaman olacağ ı n ı kimse kesi n l i kle söyleyemez." B i r an d u rd u . Son­
ra da ağ ı r ağ ı r ekled i . "Sözleri nden onun bi r şey için endişelend i ğ i n i
anlad ı m . Ü zeri ne ald ı ğ ı bir işi zaman ı nda biti rmek istediğini aç ı klad ı .
B u n u b i l iyor muyd u n u z ?"
"Evet," dedi m . "Bi liyord u m . "
Franklin b a n a i lgiyle bakt ı . " O işi tam a m l a m ay ı istiyor. "
"An l ıyoru m . . . " B i r taraftan da, "Acaba J o h n Frankli n bu i ş i n ne o l -
d u ğ u n u b i l iyor m u ?" diye düşünüyord u m .
Dokto r ağ ı r ağ ı r, "Bu i ş i başaracağ ı n ı u m arı m , " ded i . "Sözleri nden
bunun Poirot içi n çok önemli olduğu n u a n l ad ı m . " Bir an d u rd u , sonra
da ekled i . "Çok i ntizam l ı bi r kafas ı var o n u n . "
Endişeyle sord u m . "Yapı lacak bir şey y o k m u ? Yen i bir tedavi . . . "
Baş ı n ı sallad ı . " H içbi r şey yok. Poi rot' n u n yan ı nda amyln itrat am­
p u l leri var. Kriz ge leceğ i n i anlay ı nca bun ları kul lanacak." B i rdenbi re
pek garip b i r şey söyledi Frankl i n . "Poi rot' n u n i nsan h ayat ı n a büyük
sayg ı s ı var, değ i l m i ?"

- 1 32 -
" Evet. . . Herhalde . . . "
Poirot' n u n kaç defa, "Ben ci nayet işlenmesini hiç tasvi p etme m , "
dediğini duym uştu m . Ciddi ciddi söylediği v e ko nuya göre pek h afif ka­
çan bu söz daima hoşuma giderd i .
Frankl i n sözleri ne devam ediyord u . " İ şte ara m ı zdaki fark ! B e n i m
yoktur. . . "
Ona merakla bakt ı m .
Frankl i n h afifçe gülerek baş ı n ı eğdi . "Doğru söylüyoru m . İ nsan na­
s ı l olsa ö lecek değ i l mi? E rken veya geç ö l m ü ş bu o kadar önemli m i ?
Arada o kadar a z fark var ki !"
Bi raz da öfkeyle, "O halde neden doktor oldunuz?" diye sord u m .
"Ah, aziz dostu m , doktorluk o kaçı n ı l m az sonucu atlatmak demek
deği l d i r ki. Heki m l i k bundan daha derin ve önemlidir. Yaşayanları daha
iyi hale sokmak demektir bu. Sağ l ı kl ı bi r adam ö l ü r. . . Bu o kadar önem­
li değ i l d i r. Geri zeka l ı bi ri öl ü rse bunun iyi b i r şey olduğunu düşü n ü r­
s ü n . Fakat uyg u n hormonlar ve rerek g e ri zekal ı b i r zava l l ı y ı normal,
sağ l ı kl ı bir insan haline sokmay ı , ondaki tiroid yetersiz liğ ini gidermeyi
başar ı rsan, işte bu çok önemli bir b u l u ş o l u r. "
O n a daha da büyük bir i lgiyle bakt ı m . G ribe tutu lsayd ı m herh alde
Dr. Franklin'i çağ ı rmazd ı m . Gelgele l i m adam ı n gerçek gücü ve o müt­
hiş samim iyeti karş ı s ı nda deri n bir sayg ı duyuyord u m . Karısı n ı n ölü­
m ü nden beri Frankl i n ' i n değ i ş m i ş olduğunu d a fark etm işti m . Ada m ı n
pek d e öyle yas tutarm ı ş gibi bi r h a l i yokt u . Aksine daha can l ı , enerj i k
v e ateşliyd i . O e s k i dalg ı n l ı ğ ı d a kal m a m ı şt ı .
O n u n çabucak söylediği sözler üzerine dald ı ğ ı m düşü ncelerden
uyand ı m . "Judith size pek be nzemiyor. . . Değ i l m i ?"
" H ay ı r. . . Benzem iyor san ı r ı m . "
" O , a n nesi ne m i çekmiş?"
Düşü n d ü m . Sonra da ağ ı r ağ ı r baş ı m ı sallad ı m . "Hay ı r ... Asl ı nda
kar ı m neşe l i , güler yüzlü bir i nsand ı . H i çbi r şeyi ciddiye almazd ı . Bana
da ayn ı şeyi aş ı lamaya çal ı şt ı ama korkarı m bu bakı mdan pek de ba­
şarı l ı olamad ı . "
Frankli n h afifçe g ü l d ü . "Hayı r. S i z daha ziyade sert b i r babas ı n ı z,
değ i l mi? J u d ith öyle söylüyordu . . . Judith faz l a g ü l m üyo r. Pek ciddi bir

- 1 33 -
k ı z . Herhalde b u n u n sebebi h addi nden faz l a çal ı ş m as ı . S u ç bende ta­
b i i . " Deri n deri n düşünmeye başlad ı .
Laf olsun diye, " İ şiniz çok i lgi çekici o l m al ı , " ded i m .
"Efendi m ?"
" İ şi niz çok ilgi çekici olmal ı , ded i m . "
"Ancak altı yedi kişi içi n öyle. Başkaları içinse fevkalade iç sı k ı c ı
bir şey. Belki de o n l a r hakl ı lar. Ama . . . " Baş ı n ı arkaya atarak om uzları­
nı d ikleştird i . O anda güçlü, can l ı bir erkek olduğu her hali nden belliy­
d i . "Art ı k elime beklediğim fı rsat geçti ! Allah ı m , avaz avaz bağ ı rabi l i ri m !
Enstitüdeki ler bana bugün haber yollad ı l ar. O yer hala aç ı km ı ş . İ şi ba­
na veriyo rlar. On gün sonra yo la ç ı kacağ ı m . "
"Afrika'ya m ı g ideceksiniz?"
"Evet. Ne h ari ku lade, değ i l m i ?"
"Bu kadar çabuk m u ?" Bi raz sars ı l m ı şt ı m .
Bana h ayretle baktı . "Çabuk? Ne demek istiyors u n u z ? A h . . . " Yüzü
ayd ı n land ı . "Yani Barbara' n ı n ö l ü m ü nden hemen so n ra mı demek isti­
yors u n u z ? Neden o l m as ı n ? Karı m ı n ö l ü m ü n ü n beni ne kadar rahatl at­
tı ğ ı n ı n farkı nda değ i l m i s i n i z ? Sevi nci m i gözlemem i n ne faydası o l u r?"
Yüzümdeki. ifadeyi pek gülünç b u l m u ş gibiyd i .
"Korkarı m ben i m a l ı ş ı lage l m i ş tavı rları tak ı n acak vakti m yok. Sab­
rım da. Barbara'ya aş ı k oldu m . Pek güzel bir kızdı o . Barbara'yla ev­
lend i m ve bir yıl sonra da ona olan aşk ı m söndü . Barbara' n ı n bana
olan sevg i si n i n bu kadar da devam etmediği nden e m i n i m . Tabii karı m ı
h ayal kı rı kl ı ğ ı n a u ğ ratt ı m . O , beni etki leyebileceğ i n i san ı yord u . A m a
b un u başaramad ı . B e n benci l , i n atçı ve b i l d i ğ i n i okuyan b i r adam ı m . "
Franklin'e h at ı rl att ı m . " Fakat karı n ı z uğruna Afrika'ya gitmeyi red­
detti n i z . . . "
" Evet. . . ama bu sadece mali bir meseleyd i . Ben Barbara'n ı n a l ı ş ı k
olduğu şeki lde bir h ayat sürmesini sağ l a m a görevi n i üzerime alm ıştı m .
Afrika'ya g itseyd i m , Barbara çok paras ı z kalacakt ı . Fakat şimdi . . . " Yü­
zü nde o çok içte n , çocu ksu gü lücük bel i rd i . "Şans ı m varm ı ş . . . Her şey
isted i ğ i m gibi oldu . "
Sözleri m i d e m i buland ı rıyord u . Evet karı s ı ölen her adam ı st ı rap­
la kıvrar:ı m ıyordu belki . Başkaları da b u n u fark ediyorlard ı herhalde.
Ama art ı k bu kadarı da fazlayd ı .

- 1 34 -
Franklin yüzümdeki ifadeyi fark etmişti ama bu onu hiç de sarsma­
dı. "Gerçeği pek az insan takdir eder. Halbuki bu sayede zaman kaza­
nılır. Ve insan olmayacak şeyler söylemekten de kurtulur."
Sert sert, "Karınızın intihar etmiş olması sizi hiç üzmüyor mu?" de­
dim.
Düşünceli düşünceli mırıldandı. "Barbara'nın intihar ettiğine inan­
o
mıy rum aslında. İmkansız bu..."
"O halde ne olduğunu düşünüyorsunuz?"
Beni süzdü. "Bilmiyorum. Hatta... bilmeyi istediğimi de pek sanmı­
yorum. Anlıyor musunuz?"
Ona hayretle bakakalmıştım. Franklin'in bakışları sert ve soğuktu.
Tekrar, "Bilmeyi istediğimi de pek sanmıyorum," dedi. "Bu beni hiç
ilgilendirmiyor. Anlıyor musunuz?"
Anlıyorum... Ama durum hiç de hoşuma gitmiyordu.

Stephen Norton'un bir derdi olduğunu ne zaman fark ettiğimi pek


bilmiyorum. Resmi soruşturmadan sonra çok sessizleşmişti adam. Ce­
naze töreninden sonra da dalgın dalgın dolaşmaya başladı. Kaşlarını
çatıyor, gözlerini yere dikiyordu. Ayrıca ellerini kısa, kır saçlarının ara­
sına sokmak gibi bir adeti de vardı. Bu yüzden saçları çalı gibi dimdik
duruyordu. Norton pek gülünç bir hal alıyordu o zaman. Ama bunun
farkında değildi. Bu hali aklına bir şeyin takılmış olduğunu gösteriyor­
du. Kendisine bir şey söylediğiniz zaman da dalgın dalgın cevaplar ve­
riyordu. Sonunda Norton'un bir şey yüzünden endişelendiğini anladım.
Ona usulca kötü bir haber alıp almadığını sordum. Hemen, "Hayır," de­
di. Böylece bir süre için bu konu kapanmış oldu.
Fakat daha sonra Norton gizli kapaklı bir şekilde, beceriksizce fik­
rimi almaya çalıştı.
Ciddi bir şeyden söz edeceği zaman daima kekelerdi o. Şimdi de ke­
keleyerek ahlak konusuyla ilgili uzun ve karışık bir hikayeye başlamıştı.
"Biliyor musunuz, Hastings? Bir şeyin doğru mu, yoksa yanlış mı
olduğunu hemen söyleyebilmek çok kolay bir şey olmalı. Ama aslında
bu mesele hiç de basit değil. Yani... İnsan bir şeyle karşılaşabilir... Yani
onunla ilgisi olmayan bir şeyle... Bunu kazara görür... Aslında bu onun

- 1 35 -
faydalanamayacağı bir şeydir... Ama bir bakıma çok da önemli olabilir.
Ne demek istediğimi anlıyor musun?"
"Korkarım pek de anlayamıyorum," diye itiraf ettim.
Norton 'un kaşları yine çatıldı. Elini saçlarının arasına soktu. Ve ta­
bii saçları gülünç bir şekilde kabardı. "Bunu açıklamak o kadar zor ki.
Şöyle demek istiyorum... Örneğin.. . özel bir mektupta bir şey gördü­
nüz... Aslında bu başkasına yazılmıştı ama mektubun size yollandığı­
nı sanarak okumaya başladınız. Daha durumu fark etmeden bilmeme­
niz gereken bir şeyi öğrendiniz... Böyle bir şey olabilir..."
"Ah, evet. Tabii olabilir..."
"Eh, insan o zaman ne yapar?"
"Şey.. . " Kafamı bu meseleye verdim. "Herhalde mektubun asıl sa­
hibine gider ve 'Çok üzgünüm,' dersiniz. ' Mektubu yanlışlıkla açtım."'
Norton içini çekti. "Ben meselenin bu kadar basit olduğunu sanmı­
yorum." Bir an durdu. "Çünkü insan bir hayli utanılacak bir şey okumuş
olabilir, Hastings."
"Yani karşısındakini utandıracak bir şey demek istiyorsunuz. Her­
halde o zaman mektubu okumamış, hatayı tam zamanında fark etmiş­
siniz gibi davranırsınız..."
Norton kısa bir sessizlikten sonra, "Evet," dedi. Fakat bu hal çare­
sinin onu pek de memnun etmediği belliydi. Sonra üzüntüyle mırıldan­
dı. "Ne yapmam gerektiğini bilseydim!"
Ona başka yapılacak bir şey olmadığını söyledim.
Norton yine düşünceli düşünceli kaşlarını çatmıştı. "Anlayacağı­
nız, Hastings, mesele bundan çok daha derin. Diyelim ki... okuduğu­
nuz şey çok önemliydi. Yani... başka biri için..."
Sabrım taşıverdi. "Doğrusu ne demek istediğinizi anlayamıyorum,
Norton. İnsanın başkalarının özel mektuplarını okuması hiç de doğru
değildir."
"Evet, evet, tabii. Ben bunu kastetmedim. Zaten söz ettiğim de as­
lında mektup değil. Ben sadece bu mektup örneğini bir şeyi anlatabil­
mek için kullandım. Tabii insan kazara duyduğu, okuduğu veya gördü­
ğü bir şeyi kendisine saklar. Ama . .."
"Ama ne?"
Norton ağır ağır, "Ama bu açıklanması gereken bir şey de olabilir."

- 1 36 -
Ona a n i b i r i lgiyle bakt ı m .
Norton sözleri n e devam etti . "Buraya bakı n . . . B u meseleyi şöyle
düşü n ü n : belki . . . bir. . . bir anahtar deliğinden bi r şey gördü nüz . . . "
Anahtar deliği sözleri Poirot'yu düşü nmeme sebep o l d u .
Norton ke ke liyord u hala. "Yani � u n u demek istiyoru m . . . O an ahtar
deliğinden bakm a n ı z ı n gayet normal bir sebebi var. Ö rneğ i n . . . belki
anahtar takı ld ı . N e olduğunu anlamak i çi n bakt ı n ı z . . . Veya daha g ü z e l ,
daha önemli b i r n e d e n vard ı . . . Ve ö y l e b i r sah neyle karş ı lacağ ı n ı z da
hiç akl ı n ıza g e l m iyordu . . . "
Bir an o n u n kekeleyere k söyled iği sözleri duymaz oldu m . Ç ü n kü
kafamda bi rdenbire bir şi mşek çakm ı ştı . O çi m en l i tepeye t ı rmand ı ğ ı ­
m ı z g ü n d ü v e N o rto n ' u n benekli ağaçkakan görmek içi n d ü rb ü nü göz­
lerine götü rüş ü n ü hat ı rlam ı şt ı m . Adam ı n birdenbire çok üzülüp s ı kı ld ı ­
ğ ı n ı u n utmam ı şt ı m . Norto n ben i m d e d ü rbünle bakm ama engel o l m a­
ya kalkı ş m ı ştı . O s ı rada gördüğü şeyin beni m l e i lgisi olduğu n u san m ı ş­
t ı m . Yani Judith'le Allerton'un orada oldukları n ı düşünm üştü m . Ama
belki d u ru m böyle deği ldi . Belki de adam tamam ıyla bambaşka bir şey
görmüştü . O s ı rada akl ı m fikri m Judith'le Allerton'da olduğu için hemen
bu sonuca varm ı ştı m . Başka bir şey düşünememişti m .
B i rdenbire , " B u , d ü rbü nle gördüğ ü n ü z bir şeyle m i i l g i l i , " diye sor­
dum.
N o rton h e m şaş ı rd ı , hem de rahatlad ı . " H asti ngs, nas ı l bildiniz?"
" B u , siz ve ben Eli zabeth Cole ' l a küçük tepeye t ı rmand ı ğ ı m ı z gün
oldu, değil m i ? "
" Evet , öyl e . "
"Ve ben i m o sah neyi g ö r m e m i de istemed i n i z . "
" H ay ı r. Bu . . . ş e y. . . bu h içbi ri m ize göre bir ş e y değildi . Yan i . . . b i z i m
görm e m e m i z gereken bir şeydi o . "
"O g ü n ne gördü nüz?"
Norton yi ne kaşları n ı çatt ı . " İ şte mesele de bu ya! B u n u açı kla­
m a m doğru o l u r m u ? Yani . . . bu bir tür gözetle m e g i b i bir şeyd i . Asl ı nda
görm e m e m gereken bir şeyi fark etti m . Tabii ben o sah neye bakm ı yor­
d u m . G e rçekte n benekli bir ağaçkakan görmüştüm . . . Pek güzel bir
şeydi o . Sonra . . . diğer sah neyi fark etti m . " D u rd u .

- 1 37 -
Meraklan m ıştı m . Fena halde meraklanm ı şt ı m . Ama Norto n ' u n d ü ­
rüstlüğüne de sayg ı m vard ı . "Gö rdüğünüz . . . önemli bir ş e y m i yd i ?"
Ağ ı r ağ ı r, " Ö nemli olabi l i r," ded i . " İ şte işin can alacak noktas ı da b u .
E m i n deği l i m . "
"Bu olay ı n Bayan Frankl i n ' i n ö l ü m üyle b i r i l g i s i olabi l i r m i ?" diye
sord u m .
İ rki l d i . " B u n u sorm a n ı z çok gari p . "
" O h a l d e bu olayla gerçekte n . . . "
" H ay ı r, h ayı r. Doğrudan doğruya deği l . Ama olabi l i r. . . " Ağ ı r ağ ı r ko­
n uşuyord u . "Bu baz ı şeyleri n daha değişi k anlamları olduğunu göste­
ri r. Yan i . . . Allah kah retsi n ! Ne yapacağ ı m ı bi l m iyoru m !"
Fena h alde bocalad ı m . Meraktan ölüyord u m . Ama N o rto n ' u n gör­
düğünü anlatmayı pek istemedi ğ i n i de seziyord u m . D u ru m u n u a n l ı yo r­
d u m o n u n . Norto n ' u n yeri nde olsam ben de ayn ı şekilde düşü n ü rd ü m .
Başkaları n ı n u yg u nsuz b i r şeki lde elde etti ğ i m izi düşünecekleri bir bil­
gi k ı r ı ntı c ı ğ ı n a sahip o l m ak hiç de hoş b i r şey değ i l d i .
So n ra akl ı m a bir ş e y geldi . "Neden Po i rot' n u n fikri n i a l m ı yorsu-
nuz?"
."Poirot' n u n m u ?" Norton bu öneriyi pek beğe n m e m i şti .
" Evet. Ona dan ı ş ı n . "
Norton ağ ı r ağ ı r, " Evet," ded i . "Bu da b i r fi ki r. Tabii o b i r yabanc ı . . . "
Utanarak sust u .
O n u n ne d e m e k istediğini biliyord u m . Poi rot' n u n , 'oyu n u sport­
mence oynamak' ko nusundaki acı sözleri ni u n utmam ı ştı m . Acaba Po­
i rot etrafı neden d ü rbünle seyretmeyi akı l edemed i , diye düşü ndü m . Bu
akl ı na gelmedi herhalde. Ge lseydi hemen bir dürbün al ı rd ı .
ısrar etti m . "Poirot, s ı rrı n ıza sayg ı gösteri r. Beğen mezseniz o n u n
tavsiyesi ni yeri ne geti rmezsi niz, o l u r biter."
Norto n ' u n yüzü ayd ı nland ı . "Doğru ya. Bil iyor m usunuz, H asti ngs.
Gerçekte n öyle yapacağ ı m . "

Poi rot' n u n b u h abe ri me hemen tepki göstermesi beni çok şaş ı rttı .
"Ne ded i n , H asti ngs?" Arkadaş ı m ağz ı n a götü rmekte olduğu kızar­
m ı ş ekmek parças ı n ı düşürmüştü . Baş ı n ı i l eriye doğ ru uzatt ı . "Anlat.
Çabu k anlat."

- 1 38 -
Hikayeyi tekrarlad ı m .
Poirot düşü nceli düşünce l i , " O g ü n d ü rbünle b i r şey görmüş . . . " d i ­
y e m ı rı ldand ı . " S a n a anlatmaya yanaşm ad ı ğ ı bir şey. " E l i n i uzatarak
kol u m u s ı kıca tuttu . "Bu ndan başka b i ri ne söz etm i ş m i ?"
"San m ı yo ru m . . . Evet, söz etmediğinden e m i n i m . "
"Çok di kkatli o l m al ı s ı n , H asti ngs. N o rto n başkaları n a aç ı lm a m al ı .
B u çok ö ne m l i . Hatta o b i r i m ada bile b u l u nmamal ı . Bu teh l i keli olabi­
l i r."
"Te h l ikeli m i ?"
"Çok teh l i keli hem de." Poirot' n u n yüzü nde son derece ciddi b i r ifa­
de vard ı . "On u n l a kon u ş , dostu m . Bu akşam bu raya gelip beni görsü n .
Sanki alelade, dostça b i r ziyarette b u l u n acakm ı ş gibi davran s ı n . A n l ı ­
y o r m u s u n ? Norton'un b a n a gelmesi n i n ö z e l bir sebebi olduğundan h i ç
kimse şüphelen memeli . Ve di kkatli o l , H asti ngs. Ç o k di kkatli o l . O s ı ra­
da yan ı n ı zda başka ki m vard ı dedi n?"
" E l izabeth Gole."
"O, Norto n ' u n hali nde b i r acayi plik o l d u ğ u n u fark etti m i ?"
Hatı rlamaya çal ıştı m . " B i l m iyoru m . . . Fark etm iş olabi l i r. Ona so ra-
y ı m m ı ?"
" H i ç ki mseye b i r şey söyleme, Hasti n g s . Katiyen söyl e m e . "

N o rton 'a Poi rot' n u n yol l ad ı ğ ı h aberi tekrarlad ı m .


"Yu karı ç ı k ı p o n u göreceğim tabi i . B u n u ben d e istiyoru m . Fakat
b i liyor m u s u n u z , H asti ngs. B i r bakı m a bu konuyu size bile açt ı ğ ı m a
pişman ı m . "
"Ha, akl ı m a gelmi şke n , " dedi m . "Bundan başka h i ç kim seye söz
etmediniz, değil m i ?"
" H ay ı r. . . yani . . . h ay ı r, ne m ü nasebet."
"Emin m i s i n iz ?"
" H ay ı r, h a y ı r. K i m seye b i r şey söyle medi m . "
"Yi ne d e söylemeyi n . Ö nce Poirot'u b i r görü n bakal ı m . "
İ l k cevap verdiği zaman tereddütle d u raklad ı ğ ı n ı fark etmi şti m .
A m a ikinci sefer tavrı kesi ndi . Fakat o h afif tereddütü sonradan h at ı rla­
yacakt ı m .

- 1 39 -
O g ü n gitti ğ i m i z çimenli tepeye tekrar t ı rm a nd ı m . B i ri benden ö n ­
ce davra n m ı şt ı . Elizabeth C o l e . Ben bay ı rı t ı r m an ı rken o d a d ö n d ü .
" Ç o k heyeca n l ı bir haliniz var, B a y H asti ngs. B i r ş e y m i oldu . "
Saki n leşm eye çal ı şt ı m . " H ayı r, h ay ı r, h içbi r şey yok. H ı z l ı yürüdü­
ğ ü m için soluğum kesi ldi . " So n ra kay ıts ı z b i r tav ı rl a ekled i m . "Yağ m u r
geliyor."
Elizabeth Cole gökyü züne baktı . " Evet . Ö yle san ı r ı m . "
B i r i k i dakika o rada sessiz sedas ı z d u rduk. Bu kad ı n ı n hoşu m a g i ­
d e n b i r tarafı vard ı . Elizabeth Cole k i m olduğunu aç ı klad ı ğ ı n ı v e h aya­
tı n ı m a hveden felaketten söz ettiği gü nden beri o n u n l a i lg i l e n m eye
başlam ı ştı m . ıst ı rap çeken iki i nsan ı n aras ı nda gizli bi r bağ vard ı r. A m a
E l izabeth C o l e ' u iki nci bir b a h a r bekliyord u . Ya d a ben ö y l e d ü ş ü nüyor­
dum.
İ çimden gelen sese uyarak, "Heyeca n l a n m ak bi r tarafa , " dedi m .
" B u g ü n can ı m çok s ı k ı l ıyor. Sevg i l i arkadaş ı m h akkı nda kötü şeyler
duydu m . "
"Mösyö Poirot h akkında m ı ?"
Anlay ı ş ve ilgisi derdimi dökmem i sağ l ad ı .
Sözleri m sona eri n ce Eli zabeth Cole usu lca, "An l ı yorum . . . " diye
m ı rı ldand ı . "Demek . . . her an aram ızdan ayrı lab i l i r?"
Baş ı m ı sallad ı m . Konuşacak halde değ i ld i m .
Uzu n b i r sessizlikten sonra, " O d a gittikten sonra dü nyada gerçek­
ten yapaya l n ı z kalacağ ı m , " ded i m .
"Böyle söylemeyi n . Judith var. Son ra diğer çocukları n ı z . . . "
"Onları n h e r b i ri bir tarafta. Judith ise . . . O n u n i ş i var. Bana i htiyacı
yok . "
" G a l i b a çocu klar an neleriyle babalar ı n a , başları derde girmedikçe
fazla bir i htiyaç duymuyorlar. Bu n u kes i n bir kan u n olarak kabul etme­
n i z i isterd i m . Ben sizden çok daha yal n ı z ı m . İ ki ablam da çok u zakla r­
dalar. B i ri Amerika'da, bi ri de İ talya'da . "
"Yavru m , " ded i m . " S i z i n hayat ı n ı z daha y e n i baş l ı yor. "
"Otuz beş yaş ı nda m ı ?"
"Otu z beş yaş ned i r ki ? Keşke ben de otuz beşinde o lsayd ı m . . . "
Ö fkeyle ekledi m . "Ben kör deği l i m . "

- 1 40 -
Merakla bana bakt ı . Sonra da kızard ı . "Yani siz . . . ah ! . . . Stephen
Norton'la sadece ahbab ı z . Onunla m ü şterek tarafları m ı z çok . . . "
"Daha iyi ya . . . "
"Çok nazik b i r i nsan o . . . "
"Yavru m , " diye m ı rı ldand ı m . "Her şeyi nezakete ve rmeyi n . . . Biz er­
kekler öyle yarat ı klar değ i l izdir. "
Fakat E l izabeth C o l e birde nbire bembeyaz kesi ldi . Alçak, boğu k
b i r sesle, "Siz çok hainsiniz," dedi. "Körsünüz ! Ben . . . evlenmeyi n as ı l
düşünebi l i ri m ? H ayat h i kaye m i u n utuyor m u s u n u z ? Ablam kati ldi . . .
Katil değ i l idiyse, o zaman d a deliydi ! Bi l m iyoru m hangisi daha kötü . "
Olanca g ü c ü m l e , "Art ı k b u n u n üzerinde durmay ı n , " d i ye bağ ı rd ı m .
" U nutmay ı n . . . Belki de olanlar doğru deği l . "
" N e demek i stiyors u n u z ? Hepsi d e doğru o n l arı n . "
"Bana b i r keresinde, 'Sanki Maggie gitmiş, yeri ne başkas ı g e l m i ş-
ti , ' ded i n i z . B u n u u n uttu nuz m u ? "
Soluğu n u tuttu . " İ nsana öyle geliyo r. "
"Bazen i nsana öyle gelen şey doğrudu r. "
H ayretle b a n a bakt ı . " N e demek i sti yorsu nuz?"
"Baban ı z ı öldüre n," dedi m . "Ablan ı z deği ldi . "
E l i n i ağ ı r ağ ı r ağz ı na götü rdü . Gözleri iyice i ri leşm işti . Korkuyla
bana bakıyord u . "Siz delis i n i z ! Ç ı ld ı rm ı ş o l m a n ı z gerek. Bunu size kim
söyledi ?"
"Bunu b ı rakı n ş i m d i , " diye cevap verd i m . "Ama bu sözleri m doğru .
İ lerde bir g ü n b u n u size ispat edeceğ i m . "

Evi n yak ı n ı nd a Boyd-Carri ngton'la karş ı laşt ı m . Bana, "Bu radaki


son gece m , " ded i . "Yarı n gidiyoru m . "
"Knatto n ' a m ı ?"
" Evet . "
"Herhalde ç o k sevi niyors u n u z . "
"Sevi n m e m m i gerek? . . . Belki . . . " İ çini çekti . "Size açı k söyleyey i m ,
H asti ngs. Bu radan ayr ı l acağ ı m i çi n mem n u n u m . "
" Evet, yemekler gerçekten kötü. Servisin de i y i olduğu söyleni'e­
mez . "

- 1 41 -
"Ben b u n u kastetmed i m . Neticede buras ı ucuz bir yer. Böyle pan­
siyo n lardan faz la b i r şey bekleye m ezsi niz. H ay ı r, Hasti ngs, ben rah at­
s ı z l ı ktan daha önemli b i r şeyi kastediyord u m . Bu evden hoşlan m ı yo­
ru m . . . buran ı n h avas ı nda kötü bir şey var. Köşkte türlü şeyler oluyo r. "
"Gerçekten öyle."
"Styles insanı neden böyle etki liyor bi l m iyoru m . Belki de içinde ci­
nayet işlenen b i r ev a rt ı k bir daha eskisi gibi olam ı yor. . . Ama b u rayı
sevm iyoru m . Ö nce Bayan Luttre l l ' i n baş ı n a o kaza geld i . Büyük şans­
s ı z l ı ktı o . Sonra da zava l l ı küçük Barbara öldü . . . " Boyd-Carri ngton b i r
an d u rd u . " B a n a sorsalard ı . Barbara katiye n i ntihar edecek bir i n s a n
deği l d i r, ' derdi m . "
Du raklad ı m . "Bilmem o kadarı d a söylenebi l i r m i ?"
Sözü m ü kesti. "Ben söyledi m . Allah kah retsi n ! B i r g ü n ö nce Bar­
bara'yla be raberd i m . Saatlerce . Gayet neşeliyd i . Gezi nti m i z çok hoşu­
na gitmişti . Onu endişelend i ren tek şey J o h n 'du . Kocas ı n ı n deneylere
fazla dal m ı ş o l m as ı ndan çok i leriye gitmeden ko rkuyo rd u . Ben ne dü­
ş ünüyoru m , biliyor m u su n , Hasti ngs?"
"Hayı r. "
"Barbara' n ı n ö l ü m ü ne kocas ı sebep o l d u asl ı nda. Herhalde d ı rd ı r
etti d u rd u . Barbara ben i m l eyken bayağ ı m utluyd u . Ama John Frankl i n ,
karı s ı na o p e k değerli mesleğinde i lerlemesini engellediğini i m a etti .
Meslek ha? Ben ona gösteri ri m ! Tabii o n u n bu i m aları Barbara'yı çok
sarstı . O adam çok duygusuz, kı l ı bile k ı p ı rdamad ı . Bana saki n saki n
yakı nda Afrika'ya gideceğ i n i söyledi. Bi liyor m u s u n , H asti ngs, bana Bar­
bara'yı kocas ı n ı n öldürmüş olduğ u n u söylerlerse buna hiç şaşm a m . "
Sert sert, "Asl ı nd a böyle düşünmediğinizden e m i n i m , " dedi m .
" Evet . . . Evet. . . Orası öyle . . . A m a b u n u n nedeni ada m a i na n m a m
deği l . . . Hay ı r, be n sadece böyle d ü ş ü n m üyoru m . 'Barbara'yı öldürmek
isteseydi , bu şeki lde davran mazd ı , ' diyoru m . Yan i herkes Jo hn Fran k­
l i n ' i n physosti g m i n e üzerinde çal ı şt ı ğ ı n ı b i l iyord u . Onun için de Barba­
ra'yı öldü rmeye kalkı şsayd ı , m u h akkak kad ı n ı o m addeyle ze h i rlemez­
d i . Fakat H asti ngs . . . Frankli n ' i n şüpheni lecek b i r i n san olduğunu düşü­
nen yal n ı z be n değ i l i m . İ ş i n içyüzünü b i l mesi gereken bi ri de bana ba­
z ı şeyler söyledi . "

- 1 42 -
Telaşla, "Kim o?" ded i m .
Boyd-Carri ngton sesi n i alçaltt ı . "Hemşire Crave n . "
" Ne ?" Ç o k şaş ı rm ı ştı m .
" Hişş. Bağ ı rmay ı n . Evet. Bana bu fi kri Hemşire Craven ve rd i . O
çok zeki bi r k ı z . Akl ı baş ı nda. Franklin'den hiç hoşlanm ıyor. H içbir za­
man da hoşlan m am ı ş zate n . "
Düşü ndü m . Asl ı nda Hemşi re C rave n h astas ı ndan hoşlan m ı yor­
muş gibi gelmişti bana. Birdenbire , kendi kend i m e , herhalde Hemşi re
C raven'in Fran klin'ler hakkında bir h ayli bilgisi var, dedi m .
Boyd-Carri ngton ekled i . " O b u gece bu rad a kalacak."
"Ne?" Şaş ı rm ı ştı m . Zira Hemşire C rave n cenaze töreninden he­
m e n sonra b u radan ayrı l m ıştı .
Boyd -Carri ngto n izah etti . "Sadece bu gece . . . Ondan sonra başka
bi r h astaya gi decek . . . "
Nedense Hemşi re Craven' ı n köşe dönmesi beni bi raz endişelen­
dirmişti . Bu n u n sebebi n i de b i l m iyord u m . Kad ı n ı n geri gel mesi iç in bir
sebep var m ı , diye düşündü m . Boyd-Carringto n ' u n söylediğine göre
genç kad ı n Fran kli n'den hiç hoşlan m ı yormuş . . .
Huzursuzlu ğ u m u yenerek ani b i r öfkeyle, "Hemşire Crave n ' ı n
Fran kl i n hakkında birtak ı m i malarda b u l u n m aya hiç h akkı yok!" diye ba­
ğ ı rd ı m . "Neticede vaka n ı n i ntihar olduğu o n u n tan ı k l ı ğ ı sayesinde ke­
s i n l i kle tespit edi l d i . O ve Poirot' n u n Bayan Frankl i n ' i n laboratuvardan
eli nde şişeyle ç ı ktığ ı n ı görmüş olmas ı . "
Boyd-Carri ngto n h o m u rdand ı . "Şişe o kadar önemli m i ki ? Kad ı n­
ları n e l lerinde d a i m a bir şişe o l u r. Esans şişes i . . . Saç losyon u . . . Tı rnak
cilas ı . .. Sizi n kı z ı n ı z d a o akşam elinde bi r şişeyle etrafta dolaş ı p d u ru ­
yordu . . . A m a bu J u d ith ' i n i ntihar etmeyi düşü ndüğü anlam ı na m ı g e l i ­
yord u ? N e m ü n asebet !" B i rdenbire sustu .
Zira Allerton yan ı m ı za gelmişti . O bize soku lu rke n , tam melodra­
ma yakı şacak şeki lde uzaklarda gök gü rled i . Eskiden olduğu gibi yine,
Allerton tam kötü adam rolü oynayacak bi r tip, diye düşü n d ü m .
Fakat Barbara Frankl i n ' i n öldüğü gece Allerton köşkte değ i l d i .
Sonra . . . kad ı n ı öldü rmesi için ne sebep olabi l i rdi ?

- 1 43 -
Ama X ' i n c i nayet işlemesi için h içbi r zaman sebep yokm u ş ki , d i ­
y e düşündü m . İ şte kati l i n g ü ç l ü d u r u m d a o l m as ı d a bu yüzden . B i z i d e
bu engelliyor. Fakat. . . her an bir şimşek çakabi l i r. Ve biz de gerçeği gö­
rürüz . "

Şimdi bu raya ş u n u kesinlikle yazmam gerektiğine i n a n ı yo ru m . M a­


ceran ı n baş ı ndan beri bir an için bile Poi rot' n u n başarı s ı z l ı ğa uğrayabi­
leceği n i katiyen düşünmedi m . Poirot'yla X aras ı ndaki savaşta, kati l i n
g a l i p çı kabileceği akl ı ma b i l e gelmed i . Poi rot'n u n h astal ı ğ ı na v e bitki n­
liğine rağ m e n , arkadaş ı m a i n a n ı yo rd u m . Bence X'den daha güçlüyd ü
o . Anlayacağ ı n ı z Poirot'n u n dai m a zafere e rişmesine a l ı ş m ı şt ı m .
Kafam a i l k şüpheyi sokan Poi rot' n u n kendisi o l d u .
Akşam ye meğine i nmeden ö nce o n u n odas ı na u ğ rad ı m . B u ko nu­
n u n nas ı l aç ı ld ı ğ ı n ı şimdi hat ı r l ı yo ru m . Fakat P o i rot b i rdenbi re, "Bana
bir şey olduğu takdi rde . . . " sözleri ni ku l l an d ı .
Hemen, yüksek sesle iti raz etti m . Hiçbir şey olmayacakt ı . Olamazd ı .
"Ah . . Dr. Frankl i n ' i n sana anlatt ı kları n ı di kkatle di nlemediğin be l l i . "
" Fran kli n bi r ş e y bilm iyor. S e n daha u z u n y ı l lar yaşayacaks ı n , Po-
i rot."
"Olab i l i r, dostu m . . . Ama hiç san m ı yo ru m . . . A m a şimdi genel ol arak
deği l , be l i rl i bi r maksatla konuşuyo ru m . Yakı nda ölebi l i r i m . . . Fakat dos­
tumuz X yine de ölmekte çok geç kal m ı ş olduğ u m u düşünebi l i r."
"Ne?" Yüzümden ne kadar sars ı l m ı ş ve şaş ı rm ı ş olduğum belliyd i .
Poirot baş ı n ı sallad ı . "Ah , evet, H asti ngs. Neticede X zeki bir insan.
H atta pek zeki o . Ve m u hakkak ki X ben i m ortadan kald ı rı l m am ı n çok
işi ne geleceğini de düşünmüştür. Tabi i bir ö l ü m le son nefes i m i verece­
ğim andan bir i ki g ü n önce bile o rtadan kalkmam onu m e m n u n eder."
" Fakat o zaman . . . o zaman . . . ne o l u r?" İ yice serse m l e m i şti m .
"Kom utan şehit olu nca, dostu m , yabanc ı s ı yöneti m i e l e a l ı r. Yan i
s e n i ş e deve m eders i n . "
" B e n b u n u nas ı l yapar ı m ? . H içbi r şeyden h aberi m yok. "
"Ben o n u n icab ı na bakt ı m . Bana b i r şey olduğu takd i rde, dostu m ,
bu rada . . . " Yan ı nd a d u ran ki litli evrak çantas ı na vurd u . " . . . gerekli bütü n
ipuçlar ı n ı bulacaks ı n . An layacağ ı n ben h e r i htimali göz önüne ald ı m . "

- 1 44 -
"Bu kadar zekice oyu n lara lüzum yok ki . Bana bilmem gereken her
şeyi şimdi anlat ı ver. "
"Hay ı r, dostu m . S e n i n beni m öğrendi kleri m i bilememen asl ı nd a le-
hi mize bir nokta."
"Bana h e r şeyi açı k aç ı k yazd ı n m ı ? "
"Ne m ü n asebet ! Yazd ı kları m X'i n eline geçebi l i r."
" O halde bana ne bakı yorsu n ? "
"Birtakı m ipuçları . Bunları n X i ç i n h içbi r ö n e m i olmayacak. Bundan
emin olabil i rs i n . Ama sen o ipuçları n ı n yard ı m ıyla gerçeği öğreneceksin."
"Ben bundan pek de e m i n değ i l i m . Neden böyle karmakarı ş ı k şey­
lerden hoşlan ı yors u n , Poirot? Her şeyi güçleşti rd i n zate n . Dai m a böy­
le yapars ı n . "
"Ve art ı k bu bende b i r a l ı şkan l ı k halini a l d ı öyle m i ? B u n u m u söy­
leyecekti n ? Belki . Ama üzülme, bı rakacağ ı m ipuçları gerçeğe erişmeni
sağlayacak." Poirot bir an d u rd u . Sonra, "Belki de o zaman , " ded i . "Ger­
çeği anlad ı ğ ı n için pişman olacaks ı n . H atta belki de, 'Ve Perde İ ner!' d i ­
yeceks i n . "
P o i rot' n u n sesindeki g i z l i bir şey, bir i ki defa titrememe n e d e n o l a n
o vuzuhsuz, şekilsiz korkuyu tekrar hissetmeme sebep oldu. S a n k i bir
yerde, göremediğim bir yerde, bil meyi istemeyeceğ i m , kabule daya n a­
mayacağ ı m bi r gerçek gizliyd i .
Belki de kafam ı n deri n l i klerinde bu s ı rrı çözm üştü m . . . Her şeyi b i ­
liyord u m . . .
Korku m u yenerek aşağ ı ya , yemeğe i ndi m .

15

Akşam yemeği oldukça neşeli geçti . Bayan Luttre l l yine aşağ ı ya


i n m işti . Ve o yap m ac ı k l ı İ rlandalı neşesiyle konuşup du ruyord u . Frank­
l i n , her zamankinden daha can l ı ve şe ndi . Hemşire C rave n ' ı ilk defa
ö n l ü ksüz, düz bir elbiseyle görüyord u m . O mesleğ i ne has cidd i l i ğ i n i bi r
tarafa b ı rakm ı ş olduğu için ge � çekten çok çekici b i r genç kad ı n olduğu
iyice anlaş ı l ı yord u art ı k .

- 1 45 - . . . Ve Perde İndi / F: 10
Yemekte n so n ra Bayan Luttrell briç oynam a m ı z ı teklif etti . A m a
o n u n yeri ne s a l o n oyu nlarına başland ı . Dokuz buçuğa doğru Norto n ,
yukarı ç ı k ı p Poirot'yu yoklayacağ ı n ı söyled i .
Boyd-Carri ngto n , " İ yi b i r fikir b u , " ded i . "Son zamanlard a rah ats ız­
l ı ğ ı n ı n artm ı ş o l m as ı na üzül üyoru m . Ben de ge leyi m . "
Çabucak davranmam gerekiyord u . "Bu raya bak ı n . . . " diye atı ld ı m .
"Kusura bakmay ı n . . . Fakat bir kişiden fazlas ıyla ko nuşmak Poirot'yu
yoruyor. "
Norton hemen d u ru m u anlayarak rol ü n e gird i . "Ben ke ndisine kuş-
larla i lg i l i b i r kitap ve receği m i vaat etm işti m . "
Boyd-Carri ngton, " İ yi ya," dedi. "Siz geri dönecek misiniz, Hasti ngs?"
"Evet."
Norto n ' l a yukarı ç ı kt ı m . Poi rot bekliyord u . Onunla bir i ki kel i m e ko­
n uştuktan sonra tekrar aşağ ıya i n di m . Remi oynamaya başlad ı k .
Boyd-Carri ngto n ' u n bu gece Styles'deki neşel i h avaya si n i rlendi­
ğini san ı yo rd u m . Herkesi n felaketi u nutması için arad an fazla bir za­
man geçmemiş olduğunu düşün üyordu h erhalde. Adam ı n dalg ı n l ı ğ ı
ü stü ndeyd i . S ı k s ı k n e yaptı ğ ı n ı u nutuyo rd u . Sonu n da özü r di leyerek
oyu ndan ç ı kt ı .
Cam l ı kap ı lara giderek bunları açt ı . Uzaklarda g ö k g ü rlüyord u . F ı r­
t ı n a başlam ı şt ı ama bu daha bizi m taraflara gelmemişti . Boyd-Carri ng­
ton kap ı ları kapayarak tekrar yan ı m ıza geldi . B i r iki daki ka bizi m oyu­
n u m uzu seyretti . Sonra da odadan ç ı ktı .
Ben on b i re çeyrek kala yatmaya gitti m . Poi rot' n u n yan ı na gi rme­
d i m . Arkadaş ı m uyuyo r olabi l i rdi . Bundan başka Styles' ı ve köşkle i lgi­
l i soru n l arı düşün meyi istem iyord u m art ı k . U y u m ay ı arzu ediyord u m .
Uyu m ayı v e u n utmayı .
Tam dalarken b i r g ü rü ltü uyanmama sebep oldu . Kap ıya vuru l m u ş
o labi leceğ i n i düşü nerek, "Giri n i z , " diye seslendi m . Ama cevap ve re n
o l m ad ı . l ş ı ğ ı yakarak kalkt ı m . Koridora baktı m .
Norto n ' u n banyodan çı karak ke ndi odas ı na g itti ğ i n i gö rd ü m . Gayet
çirkin re nkli , kareli bir robdöşambr giymişti . Saçları d i m d i kti yine. Oda­
s ı na girerek, kap ı y ı kapatt ı . Hemen arkas ı ndan anahtarı kil itte çevi rd i ­
ğ i n i duyd u m .

- 1 46 -
Anahtarı n ki litte dön mesi n i n sebep olduğu h afif bir h u z u rs u z l u k
i ç i n d e tekrar yatt ı m .
Bu hareket baz ı teh l i keli olas ı l ı kları an ı m sat ıyord u . Acaba N o rton
kap ı s ı n ı her gece kil itliyor muyd u ? Yoksa o n a b u n u yapmas ı nı Poirot
mu tembih etm i şt i . Ani bir endişeyle Poi rot' n u n anahtarı n ı n nas ı l es rar­
lı bi r şeki lde kaybol m u ş olduğu n u h atı rlad ı m .
Yatakta öyle yatarken endişem artmaya başlad ı . F ı rt ı n a n ı n u ğ u ltu­
su huzursuzl u ğ u m u daha belirli bir hale sokuyord u . Sonunda kalkarak,
ben de kendi kap ı m ı kilitled i m . Sonra da tekrar yatağ a gi rerek, uykuya
dald ı m .

Sabah leyi n kahvaltıya i n m eden ö nce Poirot' n u n odas ı na gitti m .


Arkadaş ı m yataktayd ı . O n u n ne be rbat h alde o l d u ğ u n u fark ettim
yine. Yüzünde yorg u n l u k ve bitki n l i ğ i n sebep olduğu deri n çizgi ler be­
lirm işti .
" N as ı ls ı n , dostu m ?"
Bana sab ı rl a g ü l ü m sedi. "Yaş ıyoru m , dostu m . Hala yaş ı yo ru m . "
" l st ı rab ı n var m ı ?"
" H ayı r. . . Yal n ı zca yorg u n u m . . . " İ çini çekti . "Çok yo rg u n u m . . . "
Baş ı m ı sallad ı m . " D ü n gece ne oldu ? Norton sana o g ü n ne gör-
düğünü söyledi m i ?"
"Evet, söyled i . "
"Neymiş o . "
Poirot cevap vermeden önce beni düşü ncel i b i r tav ı rl a u z u n u z u n
süzd ü . "Bilmiyo ru m b u n u s a n a söylemem doğ ru o l u r m u , H asti ngs?
D u ru m u yan l ı ş a n l ayabi l i rsi n ?"
"Neden söz ediyors u n se n ?"
Poirot, " N o rto n , " ded i . "Bana iki kişiyi gördüğ ü n ü söyled i . . . "
"Judith ve Allerto n , " diye bağ ı rd ı m . "O s ı rada b u n u anlam ı şt ı m za-
ten . "
" H ay ı r, hiç d e değ i l işte . J udith'le Allerton ' u görm e m i ş . Sana d u ru ­
m u yan l ı ş anlayacağ ı n ı söylemed i m m i ? Kafan b i r t e k fi kre tak ı l d ı m ı
tam a m ! "
B i raz utan m ı şt ı m . "Affeders i n . Anlat."

- 1 47 -
"Yarı n anlat ı r ı m . Şimdi düşünmem gereken b i r s ü rü şey var."
"Norto n ' u n açıklamas ı n ı n . . . esrar ı n çöz ü l m esine bir faydas ı olacak
m ı ?"
Poirot baş ı n ı sallad ı . Gözleri n i kapayarak yast ı klara d ayand ı . "Es­
rar çözüldü. Vaka sona erdi . Evet , sona e rd i . Art ı k sadece halledil mesi
gereken b i r iki önemsiz nokta var. Hayd i , kahvaltıya in, dostu m . Gider­
ke n C u rtiss'i de bana yol l a . "
Ö yle yapt ı m . Sonra da aşağ ıya i nd i m . Norton'u g ö r m e k istiyor­
d u m . Onun Poi rot'ya ne anlattı ğ ı n ı çok m e rak etmekteydi m .
İ çi n için yine d e mutlu deği ldi m . Poi rot' n u n h i ç d e sevi nçli o l m a m a­
s ı be n i sars m ı şt ı . Niçi n hala bir açıklama yapmamakta ı s rar ediyord u ?
Neden tarif edilemeyecek b i r şeki lde o kadar kederliydi ? İ çi n içyüzü
n eyd i ?
Norton kahvaltı d a yoktu .
Daha sonra ağ ı r ağ ı r bah çeye ç ı ktı m . F ı rt ı n adan s o n ra h ava taze
ve seri n di . Gece çok yağ m u r yağ m ı ş olduğunu fark etti m . Boyd-Car­
rington çim alandayd ı . Onu görmek hoşu m a gitti . Ada m a aç ı lm ay ı çok
i stiyord u m . Baş ı ndan beri istemişti m zate n . Şimdi d e içimden Boyd­
C arri ngton'a her şeyi anlatmak geliyord u . Poirot, ise tek b aş ı na devam
edecek h alde deği ldi .
Bu sabah Boyd -Carri ngto n ' u n gayet can l ı , kend isinden e m i n b i r
h ali vard ı . Ona karş ı s ı cak bir dostluk d uydu m . İ çi m rahatlad ı .
Boyd-Carri ngton, "Bu sabah gecikti n i z , " dedi .
Baş ı m ı sallad ı . "Geç kalkt ı m . "
"Gece b i r hayli gök gü rled i . Duyd u n u z m u ? "
Uyku m u n arası nda gök gürü ltüs ü n ü duymuş old u ğ u m u h atı rlad ı m .
Boyd-Carri ngton, " D ü n çok keyifsizd i m , " diye m ı rı ldand ı . "Ama bu-
g ü n daha iyiyi m . " Gerinerek esnedi .
"Norton nerede ?" diye sord u m .
"H erhalde kalkmad ı . . . Te mbel, ne olacak?"
İ ki miz de ayn ı zamanda baş ı m ı z ı kald ı rd ı k. Tam Norto n ' u n pence­
res i n i n alt ı nda du ruyorduk. Ben i rki ld i m . O taraftaki pence re lerden sa­
dece Norto n ' u n ki n i n panj u rları hala kapal ı yd ı .
"Çok garip . . . " ded i m . "Onu uyan d ı rmayı m ı u n uttular acaba?"

- 1 48 -
"Acayip . . . H asta olmad ı ğ ı n ı u marı m . Gelin gidip bakal ı m . "
Birlikte yu karı ç ı ktık.
Aptal s u ratl ı b i r k ı z olan oda h i zmetçi si ko ridordayd ı . Soru m uza
cevap ol arak, "Kapıya vurd u m ama, Bay Norton cevap vermedi , " dedi.
"Bir iki defa vurd u m kapıya. Ama galiba Bay Norton b unu duymad ı . Ka­
p ı s ı da içerd e n kilitli . "
Korku nç bir önseziyle titredi m . H ı zla kap ı y ı y u m rukl ayarak, "Nor­
ton !" diye bağ ı rd ı m . "Norto n ! Uyan ı n !" E ndişem daha da artarken h ay­
k ı rd ı m . "Uyan ı n a rt ı k ! "

İ çerden cevap ç ı km ayacağ ı n ı a n layı nca g i d i p Albay Luttre l l ' i b u l ­


duk. Ada m , uçuk m avi gözleri nde h afif b i r kayg ıyla b i z i d i n ledi . B i r ta­
raftan d a karars ı z bir tavı rla bıy ı ğ ı n ı çekişti riyord u .
D a i m a çabuk karar vermeye al ı ş ı k o l a n Bayan Luttre l l tereddüt et­
medi bile. " B i r yolu n u bulup o kap ı y ı açmak gerek. Başka çare yok."
H ayat ı m d a i ki n ci defa Styles Köşkü ' nde bir kapı n ı n k ı rı ld ı ğ ı na ta­
nık oldum. Bu kap ı n ı n arkas ı nda da ilk sefe ri nde olduğu gibi korku nç
bi r şey yat ı yo rd u . Ö l ü m . . .
N o rton arkas ı nda robdöşambrıyla yatakta yatıyo rd u . Kap ı n ı n
anahtarı cebindeydi . E l i nde b i r tabanca tutuyord u . Küçücük, oyu ncak
gibi bir şey. Ama b u yine de öldürücü bir si lahtı . Norton'un al n ı n ı n tam
o rtas ı nda bir delik vard ı .
B i r a n b u sahnenin bana neyi h at ı rlatt ı ğ ı n ı bulamad ı m . . . M u h ak­
kak eski bir şeydi bu . . .
A m a b u n u a n ı msayamayacak kadar yorg u n d u m .
P o i rot' n u n odas ı na gi rerke n arkadaş ı m yüzüm deki ifadeyi fark et-
ti . Çabucak, "Ne o l d u ? " ded i . "Norton . . . "
" Ö l m ü ş !"
" N as ı l ? Ne zaman?"
Ona k ı saca a n l att ı m . Sözleri m i , yorg u n yorg u n , " B u n u n i ntihar ol­
duğunu söylüyorlar," d iye biti rd i m . "Başka ne diyebi l i rler? Kapı ki litliydi .
Panjurlar da kapal ı yd ı . Odan ı n anahtarı da N o rto n ' u n cebindeyd i . Ah !
Ben o n u n odas ı na g i rdiğini görd ü m ve kap ı s ı n ı ki litlediğini de duydu m . "
"Evet, d ü n gece . " Olanları anlatt ı m .

- 1 49 -
"Gördü ğü n ü n Norton olduğundan e m i n m i s i n ?"
"Tabi i . O ko rku n ç robdöşambrı nerede olsa tan ı r ı m . "
Poirot b i r an eski h a l i n i takı nd ı . "Ah , seni n teşhis edeceğ i n ada m ,
robdöşambr değ i l . H ay Allah ! Robdöşambrı h e rkes giyeb i l i r. "
Ağ ı r ağ ı r, " Doğru ," dedi m . "Norto n ' u n yüz ü n ü görmed i m . A m a d im­
dik d u ran o n u n saçlarıyd ı . . . Sonra ad am h afifçe de topal l ı yo rd u . . . "
"Al lah ı m ! Herkes topallayabi l i r ! "
Şaşkı n şaş k ı n o n a bakt ı m . "Poirot, yani gördüğ ü m ü n N o rton o l m a­
d ı ğ ı n ı m ı söylemek istiyors u n ? "
"Benim bir ş e y söylemek isted i ğ i m y o k . Ben yal n ı zca s e n i n ada­
m ı n Norton olduğunu kanıtlamak içi n söyled i ğ i n mantı ks ı z sözlere k ı ­
z ı yo ru m . H ay ı r, h ay ı r. B i r a n b i l e görd ü ğ ü n ü n Norto n o l m ad ı ğ ı n ı iddia
etmek niyetinde deği l i m . Zaten başkas ı da olamazd ı . Zira köşkteki e r­
kekleri n hepsi de uzun boyl u . Hepsi de Norton'dan u z u n d u l ar. Ve i nsan
ne yaparsa yaps ı n boyu n u gizleyemez. Bu i m kans ı zd ı r. Yan ı l m ı yorsam
N o rton , sadece bir altm ı ş i ki boyu ndayd ı . Ama yine de . . . bu hokkabaz­
l ı ğa benziyo r değ i l m i ? Adam odas ı na gi riyor, kap ı y ı kil itliyor. Anahtarı
cebine koyuyor. Kendi s i n i sabahleyin elinde tabancayla b u l uyorlar.
Anahtar da hala cebinde."
"O halde , " ded i m . "Norto n ' u n kend i s i n i öldürd ü ğ ü n e i n an m ı yo r­
sun."
Po i rot ağ ı r ağ ı r baş ı n ı sal lad ı . " H ay ı r, Norto n inti h a r etmed i . B i ri
o n u öldürdü ."

Sersem sersem aşağ ıya i n di m . Bu olay öyle anlaş ı l m az b i r şeydi


ki . . . Ondan son raki kaç ı n ı l m az olayı tah m i n edemediğ i m için kusuru m a
bakı l m ayacağ ı n ı u m uyoru m . İ yice şaş ı rm ı ştı m . Kafam doğru d ü rüst
çal ı ş m ı yord u .
Gelgele l i m bu o kadar da mantı k l ı b i r şeydi ki . N o rton öldürü l m üş­
tü . Neden? Gördüğünü aç ı klamas ı na engel o l m ak içi n . Ben böyle dü­
ş ü nüyord u m .
Fakat Norton bildikleri n i b i r başkas ı n a açıklam ı ştı .
O halde o ki m se de teh l i kedeyd i .
Yal n ı z teh l i kede değ i l , ayn ı zamanda acizdi de o . . .

- 1 50 -
B u n u b i l me liydi m . . .
Ben odadan ç ı karken Poirot bana, "Sevg i l i dostu m , " demişti .
Ondan d uyacağ ı m son sözlerdi bunlar. . .
Çü nkü Curtiss, Poi rot'ya bakm aya gittiği zaman o n u ö l ü b u l m uş­
tu . . .

16

B u n u yazmayı istem iyoru m .


A n l ayacağ ı n ı z b u olayı düşü n m e m eye çal ı ş ı yoru m .
H e rcule Poirot ö l m üştü . Ve o n u n l a birlikte Arthur H asti ngs'in d e
kalbi n i n b i r k ı s m ı ö l ü p gitmişti .
Size olayları süslemeden kı saca anlatacağ ı m . Daha fazlas ı na da­
yanmam m ü m k ü n değ i l .
P o i rot' n u n tabii sebeplerden öldüğünü söyledi ler. Yani arkadaş ı m
b i r kalp kri zi sonucu son nefesi ni verm işti . Frankl i n , "Ben d e o n u n bu
şeki lde öleceğ i n i tah m i n ediyord u m , " ded i . "Herh alde N o rto n ' u n i nti h a­
rı ü zerine b i r şok tesi ri yaptı . . ."

B i r u n utkan l ı k yüzünden amyl n itrate ampulleri de Poi rot' n u n kar­


yolas ı n ı n yan ı n a kon u l m a m ı şt ı .
Bu gerçekten b i r u n utkan l ı k m ı yd ı ? Yo ksa biri i laçl arı m ahsus o ra­
dan al m ı ş m ı yd ı ? H ay ı r, işin içinde başka bir şeyler daha olamazd ı . Zi­
ra X, Poi rot' n u n kalp krizi geçi receğ i n i kesi n l i kle bilemezd i .
A n l ayacağ ı n ı z Poirot' n u n tabi sebeplerde n öldüğüne i na nmak n i ­
yeti nde değildi m . O n u öldürdü ler. Norton'u öldürdü kleri g i b i . . . Barbara
Frankli n ' i ö l d ü rd ü kleri gibi. Ve ben o n ları n neden öldürüldükleri n i bi l m i ­
yoru m . Kati l i n ki m olduğunu da bilmediğim gibi !
Norton ' u n ö l ü m üyle i lg i l i o larak resm i soruştu rma yap ı ld ı . J ü ri ada­
m ı n i ntihar ettiğ i n e karar verd i . Sadece dokto r bir adam ı n ke ndisini al­
n ı n ı n tam o rtas ı ndan vurmas ı n ı n pek de görülen şeylerden o l m ad ı ğ ı n ı
söyleyerek h afif şüphesini açıklad ı . A m a bundan başka kuşku l u b i r ta­
raf d a yoktu . D u r u m o kadar açı kt ı ki . Kapı içerden kilitlen m i şti . Anah­
tar ö l ü n ü n cebi ndeyd i . Panj u rlar kapa l ı yd ı . Tabanca da N o rto n ' u n e l i n -

- 1 51 -
deyd i . Norto n ' u n s ı k s ı k baş ağ rı ları ndan yakı n d ı ğ ı duyu l m u ştu . Son
zamanlarda da yapt ı ğ ı baz ı başarı s ı z yat ı r ı m lar yüzünden paraca epey
zarara u ğ ra m ı ştı . Tabi i as l ı nda i ntihar için yeterli sebepler değ i l lerdi
b u n lar. Ama on ları n d a bir şey söylemeleri gerekt i .
Tabanca n ı n N o rto n ' u n o l d u ğ u anlaş ı l ı yo rd u . Orta h i z metçis i , ada­
m ı n Styles'da kald ı ğ ı süre içersi nde tabancan ı n tuvalet m asas ı nd a
d u rd u ğ u n u i ki defa görmüştü . İ şte böyle . . .
Katil yine fevkalade b i r m izansen h az ı rlam ı şt ı . Ki mse olay ı n bir ci­
n ayet olduğu ndan şüphe etmiyord u . Ç ü n kü Norto n ' u n ö l ü m ü n ü başka
şeki lde aç ı klamak olanaks ı zd ı .
Po i rot'yla X aras ı nd aki savaş ı kati l kazan m ı şt ı . X !
Art ı k h e r şey bana düşüyord u .
Poirot' n u n odas ı na giderek, evrak çantas ı n ı ald ı m .
O n u n , vasiyetnames i n i n koş u l ları n ı yerine geti rmeye beni m e m u r
etm i ş olduğunu bil iyord u m . Bu nede n l e çantay ı açmaya da h akkı m
vard ı . Anahtar arkadaş ı m ı n boynunda as ı l ı yd ı .
Çantay ı kendi odamda açtı m .
Ve müthiş b i r ş o k geçi rd i m . X'le i l g i l i vakaları n dosyaları kaybo l­
m u ştu . Halbuki ben b u n ları b i r iki g ü n önce Poi rot çantayı açt ı ğ ı zaman
kendi gözleri m le görmüştü m . Dosyaları n kaybolması da X ' i n hala faali­
yette olduğunu göste re n bir delildi . Hoş be n i m böyle b i r delile i htiyac ı m
yoktu ya, o da başka. Kağ ıtları y a Poi rot ortadan kald ı rm ı ştı y a da X .
Arkadaş ı m ı n böyle b i r şey yapmas ı için hiçbir sebep yoktu .
X. X. Yi ne X. O Allah ı n be lası iblis !
Ama çanta boş değ i l d i . Poi rot' n u n bana verdiği sözü h at ı rl ad ı m .
Arkadaş ı m bana X . ' i n b i r anlam çı karam ayacağ ı b i rtakı m ipuçları b ı ra­
kacağ ı n ı da söylem işti .
Çantada Shakespeare' i n eserleri nden bi ri vard ı . 'Othello' piyes i .
B i r de başka b i r kitap. S t . John Evri n e ' i n 'Jo h n Fergueson' ad l ı oyu n u .
B u n u n üçüncü perdesine işaret kon u l m u ştu .
Boş gözle rle bu iki kitaba baktı m .
Poirot' n u n bana b ı rakt ı ğ ı ipuçları b u nlard ı . Ve ben b u i ki kitaptan
h içbi r şey anlamam ı şt ı m !
Bu nları n anlam ı neyd i ?
Akl ı m a sadece b i r t ü r şifre geliyord u . P iyeslerle i l g i l i bir şifre.

- 1 52 -
Asl ı nd a bu tah m i n i m doğ ruysa bile, şifreyi n as ı l çözecekti m ?
Kitapları n h içbirinde ke l i m e le ri n ya d a h a rfleri n altları çizi l m e m işti .
Sayfaları hafif s ı cağa tutmayı denedi m . Ama yine bir sonuç alamad ı m .
'Jo h n Fergueson' ad l ı oyu n u n üçüncü perdesi n i di kkatle okud u m .
Çok heyecanl ı , fevkalade bi r sahneydi b u . ' Kaçı k' C l utie. Jo h n , otu r­
m u ş ko nuşuyord u . Sahnenin sonunda da genç Fergueson k ı z kardeşi­
ne kötü l ü k eden adam ı bulup öldürmek için d ı şarı f ı rl ıyord u . K arakter­
ler pek usta l ı kla işlen m i ş . Fakat Poirot' - un bu eseri edebiyat zevki m i
yükseltmek için b ı rakm ı ş olduğu n u da san m ı yo rd u m .
Sonra . . . kitabı n sayfaları n ı ağ ı r ağ ı r ·çevi ri rke n , b i r kağ ı t parças ı
düştü . B u n u n üzerinde bir tek cüm le yaz ı l ıyd ı·
" Uşağım George 'la konuş."
Poirot'n u n yaz ı s ı n ı tan ı m ı şt ı m .
Neyse, b u da b i r şeyd i . Belki d e şifre n i n a nahtarı George'a b ı rakı l­
m ı şt ı . Tabii b i r şifre var idiyse . . . Uşağ ı n adresini b u l u p , hemen o n a git­
mem gerekti .
Ama ondan önce o acı görev vard ı . Poi rot' n u n g ö m ü l mesi . . .
Poirot, İ ngi lte re'ye i l k geldiği zam a n bu rada oturm uştu . Son d i n ­
lenme yeri de yine b u rası olacakt ı .
S o n zaman lard a Judith bana karş ı büyük şefkat gösteriyo rd u .
Zaman ı n ı n önemli b i r k ı s m ı n ı ben i m le geçi riyord u . Haz ı rl ı kları n
yapı l m a s ı n d a da bana yard ı m etti . Müşfik ve anl ay ı ş l ıydı k ı z ı m . . . E liza­
beth Cole'la Boyd-Carri ngto n da bana çok iyi d avran ı yorlard ı .
Norto n ' u n ö l ü m ü E l izabeth Cole'u sand ı ğ ı mdan d a h a a z etki len­
m i şti. Belki kad ı n derin bi r ıstı rap duyuyord u , ama b u n u bize bel l i de et­
m i yo rd u .
İ şte böylece her şey so na erdi . . .
Evet, b u n u yazmam gerek.
Açıkla n m a l ı b u .
Cenaze töre n i so na ermişti . B e n Judith'le otu rm u ş , gelecekle ilgi­
l i , kaba taslak bir iki plan yapmaya çal ı ş ıyord u m .
K ı z ı m o zam a n , " Fakat, h ayat ı m , " ded i . " Ben burada olmayacağım
k/.. ,,
"Olmayacak m ı s ı n ?"

- 1 53 -
" İngiltere 'de olmayacağım. "
Ona h ayretle bakakald ı m .
"Bunu sana d a h a önce açmayı i stemed i m , baba. Büsbütü n ü z ü l ­
meni istem iyord u m . Ama art ı k d u ru mu öğre n m e n gerek. B u n u n s e n i
fazla sarsm ayacağ ı n ı u m arı m . Anlayacağ ı n b e n D r. Fran kli n'le Afri­
ka'ya gidiyoru m . "
İ şte o zaman patl ad ı m . Bu i m kans ı zd ı . J udith böyle bi r şey yapa­
m azd ı . M u h akkak h e rkes ded i koduya başlard ı . İ ngi lte re'de ve kar ı s ı
sağke n Dr. Frankl i n ' i n yard ı mc ı s ı o l m as ı başka, o n u n l a birlikte Afri­
ka'ya gitmesi daha başkayd ı . İ mkan s ı z d ı bu. Onu men edecekti m . J u ­
d i t h böyle bir ş e y yapam azd ı .
K ı z ı m söz ü m ü kesmed i . Bağ ı rm am ı n sona ermesi n i bekled i . H a­
fifçe gülüyord u . "Fakat , babac ı ğ ı m , ben o n u n yard ı m c ı s ı ola rak gitme­
yeceği m ki . John Frankl i n ' le evleneceğ i m . "
Fena h alde şaş ı rd ı m . Sonra, " A l . . . Allerto n ? " ded i m . D a h a doğru­
su kekeledi m .
K ı z ı m ı n yüzünde hafif, alayc ı b i r ifade belirdi . "Onu n l a aram ızda
h içbi r şey yoktu . Beni o kadar öfkelendi rmeseyd i n sana b u n u söyler­
d i m . Ayrıca . . . Se n i n . . . o şekilde düşü n meni i stiyord u m . As ı l ilgilendiği­
m i n ... J o h n olduğ u n u bilmen hoşu m a gitmeyecekti . "
"Fakat adam ı n b i r gece se ni öptüğünü görd ü m . . . Te rasta."
Judith sab ı rs ı z sab ı rs ı z , "Ah , evet, biliyoru m , " ded i . "O gece çok üz­
gündü m . Ö yle şeyler oluyor bazen . Herhalde bunu sen de b i liyorsu n ? "
"Frankl i n ' l e h e m e n evlenemezs i n , " dedi m . " D a h a ç o k erke n . "
" Pekala da evlenebi l i ri m . O n u n l a g itmeyi i stiyo ru m . Böylesi d a h a
iyi . Art ı k . . . beklem e m i z gereken h içbi r şey yok."
Judith ve Franklin . . . Fran kli n ve J udith .
O zaman kafamda nas ı l fikirler uçuştuğunu tah m i n edebiliyor musu­
nuz. Bun lar uzun bir süre beyn i m i n derinliklerinde pusuda beklemişlerd i .
E l i nde şişeyle J udith . G e n ç , ateşli sesiyle fayd as ı z insanları n ya­
rarl ı olacak ki mseleri n yo lundan çeki l m ele ri gerektiğ i n i söyleyen J u ­
d ith . Be n i m v e . . . Poi rot' n u n ç o k sevdiği Judith . . . Norto n ' u n gördüğü o
i ki kişi . . . Judith'le Frank/in miydi o n l ar? Eğer öyleyse , eğer öyleyse . . .
h ay ı r, b u doğru olamazd ı . Judith. Böyle bi r şey yapam azd ı . Frankl i n ,

- 1 54 -
belki. . . Acayip, amans ı z bir adamd ı o . C i n ayet işlemeye karar verdiği
takdi rde tekrar tekrar öldürebi lecek bi ri . ..
P o i rot, F rankl i n ' e m u ayene o l m ayı i stem i şti.
Nede n ? O sabah adam ne söylem işti ?
Hayı r, Judith ' i n bu işle b i r i l işkisi o l a m azd ı . Benim güze l , ciddi ,
genç Judith ' i m . . .
Fakat. . . Poirot' n u n h al i d e n e acayipti . O sözleri odada n as ı l yan­
k ı l a n m ı şt ı . "Be lki de, 'Perde i n si n , ' demeyi terci h edeceksin . . . "
Birdenbire akl ı ma başka bir şey geldi. Korku nç! İ m kansız bir şey. Bü­
tün o X hikayesi bir masal m ı yd ı ? Poirot, Frankli n'lerle ilgili bir felaket ola­
cağ ı ndan korktuğu için mi Styles'a gelmişti ? Judith'i korumak için m i köş­
ke yerleşmişti ? Bana inatla hiçbir şey söylememesinin nedeni bu muyd u ?
X hikayesi bir m asal, beni uyutmak i ç i n hazı rlanan bir oyun m uydu ?
Bütü n felaketi n kaynağ ı k ı z ı m m ıyd ı ? Judith miyd i ?
Othello ! B u , Bayan Fran kl i n ' i n öldüğü gece kitapl ı ktan ald ı ğ ı m Ot­
hello 'ydu . B i r ipucu muydu bu ?
O gece biri Judith ' i n adaş ı n ı n Holofernes'in kafas ı n ı kes meden
önceki h a l i ne benzediğini söylem işti . O s ı rada kalbinde ö lü m m ü vard ı
Judith ' i n ?

17

Bu sat ı rları Easbou rne'dan yazı yoru m .


E asbou rne'a George ' u , Poirot' n u n eski uşağ ı n ı gö rmeye geld i m .
George y ı l l arca Poi rot'n u n yan ı nda çal ı ş m ı ştı . Bece rikli , saki n ve
h ayal gücü o l m ayan bir adamd ı . Her şeyi olduğu gibi söyler, olayları n
deri nliğine de i n mezd i .
Neyse . . . Onu görmeye gitti m . Poi rot' n u n ö l ü m ü n ü anlatt ı m .
Georg e t a m kendisinden beklenecek şeki lde tepki gösterd i . Çok
üzüldü, kederlendi . Ve bunu saklamayı d a hemen hemen başard ı .
Sonra, " P o i rot sana ben i m için bir h aber b ı rakt ı değ i l m i ?" dedi m .
George h e m e n , "Sizin için m i , efendi m ?" diye cevap verd i . " H ay ı r,
ben i m böyle b i r şeyden h i ç h aberi m yok . "

- 1 55 -
Şaş ı rd ı m . ı srar etti m . Fakat adam kes i n b i r şeki lde konuşuyord u .
Sonunda, "Herhalde b e n yan ı ld ı m , " diye m ı rı ldand ı m . "Neyse . . . Keşke
sonlara doğru Poirot' n u n yan ı nda olsayd ı n . "
"Bunu b e n d e isterd i m , efend i m . "
"Ama tabi i baban h astalan m ı ş . On u n yan ı na gelmek zoru nday-
d ı n. "
George bana p e k acayip b i r tavı rla bakt ı . " Ö z ü r dileri m , efendi m .
N e demek isted i ğ i n i zi pek anlayamad ı m . "
"Babana bakabi l m e k için Poirot' n u n yan ı ndan ayr ı l mak zorunda
kal m ı ş s ı n . Ö yle değ i l m i ?"
"Ben ayrı l m a k i stemedi m , efendi m . Beni Mösyö Poi rot yo l l ad ı . "
"Yo l l ad ı m ı ?" O n a hayretle bakıyord u m .
" İ şime s o n verd i ğ i n i kastetm iyoru m , efendi m . Kendisiyle anlaş m ı ş­
t ı k. Daha sonra tekrar o n u n yan ı na dönecekti m . Asl ı nda ben Mösyö
Poirot'n u n yan ı ndan bunu kendisi i stedi ğ i için ayrı ld ı m . Ben bu rad a
yaş l ı babam ı n yan ı nd a oturu rken bana uyg u n b i r m aaş d a verd i . "
"Fakat nede n , George? Neden?"
"Doğrusu b i l m i yoru m , efe ndi m . "
" B u n u n sebebi n i sormad ı n m ı ?"
" H ay ı r, efend i m . Bunun bana düşmeyeceğ i n i düşünd ü m . Mösyö
Poirot' n u n kendi nce baz ı fiki rleri vard ı daima. Onun çok zeki birisi oldu­
ğunu b i liyoru m , efe nd i m . He rkes kendisine büyük sayg ı d a gösterd i . "
Dalg ı n dalg ı n , "Evet, evet," diye m ı rı ldand ı m .
"K ı l ı ğ ı n a k ıyafeti ne çok düşkü n d ü . A m a tab i i elbiseleri daha ziya­
de yabanc ı lara yakı şacak, süslü şeylerd i , efendi m . B i l m e m ne demek
istediği m i anlatab i l iyor muyu m ? Ama tabii bu d a normaldi . Zi ra ke ndisi
de yabancı yd ı . Sonra saçları na ve b ı y ı ğ ı n a d a çok önem veri rdi . "
"Ah , Poirot' n u n o ü n l ü bı yığ ı ." Arkadaş ı m ı n b ı y ı ğ ı yla ne kadar övün­
düğü n ü h atı rlam ıştı m . Kalbi m burkuld u .
George sözleri ne devam etti . " B ı yı ğ ı konusunda ç o k titizdi . Tabii
b ı y ı ğ ı n ı n biçi m i pek d e modaya uyg u n deği l d i . Ama bu kendisine çok
yakı ş ı rd ı , efendi m . Bilmem ne demek i stediğ i m i anlatabi liyor muyu m ?"
Anlad ı ğ ı m ı söyledi m . Sonra da usu lca nezaketle ekled i m . "Herhal­
de Poirot yal n ı z saçları n ı değ i l , b ı y ı ğ ı n ı da boyuyordu . . . "

- 1 56 -
"Şey. . . B ı y ı ğ ı n ı bi raz boyuyord u . . . Ama saçları n ı deği l . . . Son y ı l lar­
da bundan vazgeçm işti . "
"Saçma," ded i m . "Poirot' n u n saçları kuzg u n i siyaht ı . B u o kadar d a
anormaldi ki , saçları sanki perukmuş g i b i d u ruyord u bu yüzden . "
George özür d i lermiş gibi öks ü rd ü . "Affeders i n i z efe ndi m , fakat o
gerçekten peru ktu . Mösyö Poirot' n u n saçları son zaman larda dökü l ­
meye başla m ı şt ı . B u yüzden bi r peru k ald ı yd ı . "
B i r i n s a n ı yak ı n arkadaş ı ndan çok uşağ ı n ı n daha i y i tan ı m a s ı n ı n
pek garip bir şey olduğunu düşünd ü m . Sonra beni şaş ı rtan o kon u ya
döndüm tekrar. "Poirot' n u n seni neden yanı ndan uzaklaşt ı rd ı ğ ı n ı ger­
çekten b i lmiyor m u s u n ? Bi raz düşü n , düşü n . "
George bu i steği m i ye ri ne getirmeye çal ı şt ı . A m a o n u n doğru d ü ­
rüst düşünmeyi p e k d e başaramad ı ğ ı belliydi . N i h ayet, "Sadece ş u n u
söyleyebilirim efendi m , " dedi . " Mösyö Poirot, s ı rf C u rtiss'i tutabi l m e k
için b e n i bu raya yollad ı . "
"Curtiss'i m i ? A m a Poirot neden C u rtiss'i tutm ayı istes i n ? "
George tekrar öksürdü. " Doğrusu b u n u n sebeb ini b i l miyoru m ,
efendi m . C u rtiss'i gördü m . O bana . . . affedersiniz efendi m . . . pek d e akı l­
l ı bir adam m ı ş gibi gelmedi . Tabii güçlü kuvvetliydi ama asl ı nda C u rtiss,
M ösyö Poi rot ' n u n hoşlanacağ ı s ı n ı ftan bir i nsan da değildi. Yan ı l m ı yo r­
s a m , C u rtiss bi r zamanlar bir akı l h astanesinde hademelik etm i şti . "
George'a bakakald ı m .
C u rtiss !
P o i rot bu yüzden m i bana fazla açı l m a m akta ı s rar etm i şti? C u r­
tiss . . . Ü zerinde h i ç durmad ı ğ ı m o adam . . . Evet, Poi rot be n i m esrarl ı X . ' i
bulabilmek i ç i n Styles'daki m ü şteri leri i ncelememe raz ı olm uştu . A m a
X as l ı nd a m ü şteri değ i l d i .
C u rtiss !
B i r zamanlar t ı m arhanede h adem e l i k yapan C u rtiss. Ve ben b i r
yerde akı l h astaneleri v e t ı m arhanede yatan h astaları n bazen o rada
yard ı mc ı olarak çal ı ş m aya başlad ı kları n ı okumam ı ş m ı yd ı m ?
Acayip, ağ ı r zekal ı , aptal s u ratl ı b i r ada m . Kendi nce, gari p , deği­
ş i k b i r sebep yü zünden c i n ayet işleyebi lecek b i r tip . . .
Eğer öyleyse . . . Eğer öyleyse . . .
B i rdenbire s ı rt ı mdan ağ ı r b i r yük kalkm ı ştı sanki ! C u rtiss? . . .

- 1 57 -
Son uç

Arth u r H asti ngs'in notu : Aşağ ıdaki mektup elime ar­


kadaş ı m Hercule Poirot'nun ö l ü m ü nden dört ay sonra
geçti . Bir hukuk fi rmas ı ndan mektup ald ı m . . . Bundan bü­
roya uğramam isteniliyordu. Orada bana, 'm üvekkileri
Mösyö Hercule Poirot'nun talimat ı n a uyarak' m ü h ü rlü ka­
l ı n bir zarf verdiler. Bu nun içi ndeki mektubu olduğu gibi
aşağ ıya alıyo ru m .

Hercule Poirot' n u n mektubu :

"Aziz dostu m ,
Sen b u satı rları o kuduğun s ı rada ben öleli dört a y geçmiş olacak.
Bütü n b u n ları yaz ı p yazmamak konusunda çok düşündü m . Ve so nun­
da biri nci, i k i n c i 'Steyles Olay ı ' n ı n içyüzünü öğren m e nin gere ktiğ i ne ka­
rar ve rd i m . Ayrıca sen i n , bu mektubu okuyu ncaya kadar türlü o lmaya­
cak varsay ı m lar yü rüttüğü n ü ve belki de bu yüzden ı stı rap çektiğ ini de
tah m i n ediyoru m .
'
A m a ş u n u söylememe i z i n ver: Asl ı nda gerçeği kol ayl ı kl a keşfet­
men gerekti , dostu m . Sana her türlü ipucunu verd i m . Gerçeği anlaya­
m ad ı ysa n , bunun nedeni karakteri n i n çok iyi ve kalb i n i n de güven dolu
o l m as ı . Dai m a böyleydi n zate n .
A m a h i ç olmazsa Norton'u kimin öldürdüğünü bilmen gerek. Belki Bar­
bara Franklin konusunda hala bir fikrin yok ama diğerini anlamalıyd ı n . Her­
halde Barbara Frankli n meselesi de seni sarsacak.
Başı ndan başlayal ı m . Bildiğin gibi seni çağ ı rtt ı m . Sana i htiyac ı m ol­
duğunu söyled i m . Bu doğruyd u . Senin ben i m kulaklar ı m ve gözleri m gö­
revi ni yapman ı istediğimi açı klad ı m . Bu da doğruydu yine. Çok doğruy­
du ama senin anlad ı ğ ı n anlamda değ i l ! Sen beni m istedi kleri m i duyacak
ve yine ben i m istedikleri m i görecekti n .

- 1 58 -
Sana olayı anlatı rken haks ı zca davrand ı ğ ı mdan yakı n d ı n , aziz
dostu m . Bildiğim şeyleri sana aç ı klamaya yanaş m ı yo rd u m . Yan i , sana
X . ' i n ki m olduğ u n u söylemeyi reddediyord u m . Bu doğruyd u . Ama böy­
le yapmak zoru ndayd ı m . Fakat sana açı klad ı ğ ı m nedenlerden dolayı
da deği l . As ı l sebebi şimdi öğre neceks i n .
Şimdi sen i n le X meselesi ni i n ce leyeli m . S a n a çeşitli vakaları n b i r
özeti ni göste rd i m . Ve ayrıca o l ayda suçl a n ı lan ya da kuşku duyulan
kimsen i n , gerçekte n söz ko nusu olan cin ayeti işlemiş olduğunu söyle­
di m . Olayları n başka çöz ü m yo lu da yoktu . Ondan sonra sana i ki nci
önemli noktay ı aç ı klad ı m : Her vakada X. ya cinayet yeri n i n civarı nda
gözükm üştü ya da bu meseleyle yakı ndan i l g i si vard ı . O zaman bütün
bunlard an çabucak b i r sonuç çı kard ı n : İ ş i n garibi bu hem doğruyd u ,
hem de yan l ı ş . Sen bütü n ci nayetleri X . ' i n i ş l e m i ş o l d u ğ u n u söyledi n .
Gelgelelim dostu m , h e r vakada veya hemen hepsinde koşu l lar öy­
lesine s ı ralanm ı şt ı ki , ci nayeti ancak suçlan ı lan ki mse işlemiş o labi l i r­
d i . Öte taraftan , böyle olduğu takdi rde X . ' i n varl ı ğ ı nas ı l izah edi lecek­
ti? Polisten veya bir h u kuk firmas ı ndan bi ri d ı ş ı nda bir erkeğ i n ya da b i r
kad ı n ı n b e ş cin ayete b i rden karışması hiç de n o r m a l say ı l acak b i r şey
değ i l d i r. Anlayacağ ı n böyle bir şey o l m az ! Hiç ki mse, kendinden e m i n
bi r tavı rla, ' Be n b e ş kati l tan ı m ı şt ı m , ' diyemez. Hay ı r, hayı r, dostu m , b u
m ü mkün değ i l d i r . . . İ şte b ü t ü n bu vakalarda acayip b i r d u ru m l a karş ı
karşıyayd ı k. X . adeta b i r katalizatörd ü . B i l d i ğ i n gibi i ki madde aras ı nda
b i r tepki , ancak b i r üçüncü madde . . . yani b i r katali zatör olduğu zaman
o l u ş u r. Ama katalizatör tepki ye kat ı l m az ve h i ç değişmez. D u ru m böy­
leyd i . Yan i , X . ' i n b u l u nduğu yerde ci nayet oluyord u . Fakat X. bu cina­
yetlere doğrudan doğruya kat ı l m ı yo rd u .
Acayip, anormal b i r d u ru m ! O zaman meslek h ayat ı m ı n sonu nda
n i h ayet m ü ke m m e l b i r kati lle karş ı laşm ış olduğ u m u anlad ı m . Bu katil
öyle b i r te knik kullan ı yordu ki , ke ndisi n i hiçbir zaman bir cinayetle suç­
layamazlar, mahkum edemezlerd i .
Şaş ı lacak bi r şeyd i . Ama ye ni bir mesele de değ i l d i . Ard ı ard ı n a
paralel olaylar görü l m ü ştü . Ve şimdi sana b ı rakt ı ğ ı m ipuçlarından i l ki ­
ne geliyoruz. Othello piyesine. İ şte o eserde, X . ' i n ş a h a n e b i r şeki lde
çiz i l m i ş orjinaliyle karş ı l aş ı yoruz. l ago gerçekten m ü ke m m e l bi r kati l .
Desde mona' n ı n , Cassio ' n u n . . . v e h atta Oth e l l o ' n u n kendisi n i n . . . ö lü-

- 1 59 -
m ü n ü n as ı l soru m l u s u l ago asl ı nda. B u n l a r l ago' n u n cinayetleri. O n u n
planlad ı ğ ı v e u ygulad ı ğ ı öl ü m ler. Ve o bu daire n i n d ı ş ı nd a kal ı yor. K i m ­
se ke ndisi nden kuşku lanm ıyor . . . ya da istese ö y l e yapab i l i r. Ç ü n kü si­
z i n büyük S h akespeare'i n i z h ayatı n ı n neden olduğu bir soru n u çöz mek
zoru nda. l ago ' n u n m askesi ni düşürmek için pek beceriksizce bir yön­
teme başvu ruyor. Mendile . . . Bu hiç de l ago' n u n genel tekni ğ i ne uyan
b i r şey değ i l . İ nsan bu potu l ago ' n u n k ı rd ı ğ ı n ı bile düşün üyor.
Evet, işte l ago'nu nki gerçekten m ü ke m m e l b i r cinayet işleme sa­
n at ı . Adam aç ı k açı k bir tek teklif ya da ö neride bile b u l u n m uyor. H atta
d ai m a diğerleri n i n şiddetli h areketlere g i rişmeleri ni önle meye çal ı ş ı yo r,
dehşetle, açıklanan şüpheleri reddediyor. Ama bu kuşku lar da o söyle­
yinceye kadar hiç kimse n i n akl ı na gelmiyo r, o d a başka !
Ve ayn ı tekni k 'John Fergueson' piyesi nin o parlak üçüncü perdesin­
de görülüyor. 'Sap ı k' Clutie Joh n , başkaları n ı kendisinin nefret ettiği ada­
m ı öldü rmeleri için ikna ediyor. Psikolojik etki nin mükemmel bir örneği bu.
Şimdi , ş u n u anlamal ı s ı n , Hasti ngs. H e rkes b i r katil aday ı d ı r asl ı n ­
da. Herkes zaman zaman öldürme isteğ i ne kap ı l ı r. A m a bu konud a b i r
ş e y de yapamaz. Başkalar ı n ı n , ' B e n i ö y l e k ı zd ı rd ı ki , o n u rah atl ı k l a ö l ­
d ü rebi l i rd i m ! , ' ' Ö yle d e d i ğ i için B . ' n i n g ı rtlağ ı n ı s ı kab i l i rdi m , ' ' Ö yle k ı z­
m ı şt ı m ki , baş ı na bir şey vurup o n u gebertebi l i rdi m !' ded i ğ i n i ki m b i l i r
kaç defa duyd u n ? Asl ı nda bu sözler doğrudur. Ö yle anlarda i nsan ı n
belleği çok berrakt ı r. O adam ı veya kad ı n ı öldü rmeyi ister. Ama bunu
yapmaz. Ç ü nkü bunu yapabi lmek için i rade n i n isteğ i n emrine gi rmesi
gereki r. Küçük çocuklarda bu fre n henüz m ü ke m m e l bi r şeki lde çal ı ş ı r
h alde değ i l d i r. Kendisine öfkelendiği içi n , "Doğru otu r, yoksa baş ı n a bir
şey vurup seni öldürürü m , ' diyen küçü k bir çocuğu h atı r l ı yoru m . Ger­
çekten de böyle yapm ıştı . Bir dakika so n ra da kendisi n i n tekrar canla­
n ı p ayağa kalkmaması karş ı s ı nd a dehşete düşmüştü . Ç ü n kü asl ı nda
kendisini ge rçekten çok seviyo rd u . . . Dediğ i m gibi hepi m i z de asl ı nda
kati l adayları y ı z . X.'in sanatı ise şu radayd ı : O, c i n ayet isteğ i n i uyand ı r­
m ı yo r, yal n ı zca b u n a olan normal ve uyg u n karş ı koymayı o rtadan kal­
d ı rıyord u . Uzun uzun çal ışmalar sonunda m ü kem mel bir hale soktuğu
b i r sanattı bu o n u n . X . zayıf bir noktaya gitgide artan bir baskı yapabi l­
mek içi n uyg u n keli meyi , uyg u n sözü biliyord u . B u n u n as ı l bir ifadeyle
söyleyeceği ni de. Bu yapı labili necek bir şey. X. de bunu ku rban ı kuşku-

- 1 60 -
landı rmadan başarıyord u . İ pnotizma değildi b u . İ pnotizma h içbi r zaman
başarı l ı olamazd ı . Bu tekni k daha si nsice, daha öldürücü bir şeyd i . Bu,
bir insan ı n içinde beliren kapatılabi lecek bir çatlağ ı , zo rla, güç kullana­
rak daha geniş bir d u ru m a sokmakt ı . B i r i nsan ı n en iyi taraf ı n ı uyand ı ­
rıyor ve b u n u en kötü yönüyle bi rleşti riyo rd u .
B u n u n ne olduğunu b i l men gerek. H astings. Çünkü ayn ı şey sen i n
de baş ı n a geld i . . .
Belki art ı k seni öfkelendiren ve akl ı n ı karıştı ran baz ı sözleri m i n ne
anlama geldiğ i ni anlamaya baş l ı yors u n . Ben işleni lecek b i r suçtan söz
etti ğ i m zaman her seferi nde de ayn ı c i n ayeti kastetmiyord u m . Sana
Styles Köşkü ' n e b i r m aksatla geldiğ i m i söyled i m . ' B u raya geldi m , ' de­
dim. 'Çünkü b i r c i n ayet işle necek. Be n i m b u ko nuda bu kadar kesi n ko­
nuşmam seni şaş ı rtt ı . Gelge lelim emin o l m a m ı n çok önemli bir sebebi
vard ı . Ç ü n kü . . . o cinayeti ben kendim i şleyecekti m . . .
Evet, dostu m . B u çok acayip, gülünç ve . . . korku nç bir şey ! Ben cina­
yetleri tasvip etmezdim. Ben insan h ayatı n a çok değer veri rd i m . Ve ben
meslek h ayat ı m ı bir cinayet işleyerek sona erdird i m . Belki de bunun ne­
deni kendimi çok dürüst bulmam, bu bakı mdan çok takdir etmemdi. İ şte
bu yüzden sonu nda bu korku nç sorunla karşı laşt ı m belki de. Çünkü , Has­
tings, bu n u n iki yönü var. Benim hayatta bütü n amac ı m masum ları koru­
mak . . . cinayetleri önlemekti . Ve şimdi bunu ancak cinayet işleyerek yeri­
ne geti rebilecekti m . Kanun X.'e dokunamazd ı bile. Bu bakı mdan hiç şüp­
hen olmas ı n . Emniyetteydi o. X.'i yenmek için başka hiçbi r yol da yoktu.
Ama dostu m , yine de bunu istem iyord u m . Ne yap ı l m as ı gerektiğ i ­
ni a n l ı yo rd u m ama e l i m buna varm ıyord u . T ı p k ı Ham let gibiyd i m . . . D a ­
i m a o kötü g ü n ü ileriye at ıyord u m . . . O n d a n sonra cinayet denemesi ya­
p ı ld ı . .. Bayan Luttrel l az kals ı n öl üyord u .
Hastings, çok me raktayd ı m . S e n d a i m a en be l i rl i şeyleri görür­
d ü n ? Acaba bu sefer de yine öyle olacak m ı yd ı ? Oldu tabi i . İ lk tepki ni
a n ı m s ı yoru m . Norto n'dan bi raz şüphele ndi n . Ve çok hakl ı yd ı n . Çü nkü
asl ı nda X . Norto n ' d u . Asl ı nda Norto n'dan kuşku lanman için hiçb i r ne­
den yoktu . Yal n ı zca yar ı m ağ ı z l a onun di kkati çekmeye n b i r adam ol­
d u ğ u n u söylemişti n . Ve o anda gerçeğe yaklaş m ı şt ı n , H asti ngs.
N o rto n ' u n yaşam öyküsünü di kkatle i n celedi m . Ukala ve aksi b i r
kad ı n ı n t e k oğ luyd u . H i çbir z a m a n baş ı n a b u y r u k olamam ı ştı . Başka-

- 1 61 - . . . Ve Pe rde İndi / F: 1 1
!arı n a tes i r edeb i lecek bi r tip de değ i l d i . Güçlü b i r kişiliği yoktu . Hafifçe
topallad ı ğ ı ndan okulda oyu n lara katı lam ıyord u .
B a n a anlattı ğ ı n en ö n e m l i şeylerden bi ri Norto n ' l a i lg i l iydi . Çocu k­
ken okulda ö l ü bi r tavşan gördüğü zaman çok fena o l m u ş ve arkadaş­
ları da ke ndisiyle alay etm işlerd i . Bu olay ı n Norto n'u çok etki lemiş ol­
duğunu san ı yo ru m . Şiddet hareketle ri nden ve kandan tiksi niyord u . Bu
yüzden arkadaşları n ı n gözü nden d ü ş müştü . Bence N o rton fark ı n a var­
madan o n ları n tekrar gözü ne gi rmeyi istedi . B u n u ces u r ve amansızca
d avranarak yapacakt ı .
Yan ı l m ıyorsam Norton daha pek gençken başkaları n ı etkileme gücü
olduğunu keşfetti . Sempatik bi r adam , sab ı rl ı bir dinleyiciydi. Herkes on­
dan hoşlanıyordu ama kendisine pek de dikkat etmiyorlard ı . İ şte bu da
Norton'u kızd ı rıyord u . Sonra bu duru mdan faydalanm aya başlad ı . Norton,
uygun sözleri kullanmak ve uygun telki ni sağlamak su retiyle i nsanları et­
kilemenin gülünç denilecek kadar kolay olduğunu anlad ı . Gerekli olan on­
ları anlayabi lmekti . Düşü nceleri ni okumak, gizli tepki ve istekleri n i sezmek.
Böyle bir b u l u şu n , Norton'un kend i s i n i fevkalade güçlü h i ssetme­
sine sebep olduğunu tah m i n edebi l i rsi n . H asti ngs. Kendisi , h e rkesin
hoşlan d ı ğ ı ve aşağ ı gördüğü Stephen Norto n , başkaları n ı istemedikle­
ri şeyleri yapm aya sü rükleyeb i liyord u . Veya o n l arı n istemedikleri n i
sand ı kları şeyleri . . . Bu sözüme di kkat et , H asti ngs.
Norron'u gözleri m i n önünde canland ı rabi liyoru m . Bu gücünü gelişti­
riyord u . Yavaş yavaş dolaylı bir şekilde şiddet hareketlerinden zevk alma­
ya başlıyordu. Kendisi nin böyle hareketler yapm ası olanaksızd ı . Çünkü
onda o güç yoktu. Zaten kendisiyle de bu yüzden alay etmemişler miyd i ?
Evet, Norto n ' u n bu merakı gelişti , gelişti v e sonunda bir tutku vaz­
geçi l mez bir şey h a l i n i ald ı ! Bu uyuşturucu bir madde g i biyd i , Hasti ngs.
Afyon ve kokai n gibi a l ı şkan l ı k yapan bi r şey.
Uysal ve müşfik Norton asl ı nda sadisti n bi riyd i . ıstı rap, manevi iş­
kence tutkunuydu o. Son y ı l larda dü nyada bu sal g ı n halini de ald ı zate n .
B u şiddet hareketleri Norton'un i k i ihtiras ı n ı besliyordu : Sadistli k ta­
raf ı n ı ve güç isteği n i . O, Norton, eli nde h ayat ve öl ü m anahtarlar ı n ı tutu­
yordu artık.
Bütü n uyuşturucu madde kullananlar gibi , o da tutkusu olduğu şeyi
istiyord u . Kurban üstüne ku rban buluyord u . Norto n'un benim izi ni buldu-

- 1 62 -
ğ u m o beş cinayetten daha fazlas ı n a karış m ı ş olduğundan e m i n i m .
Adam , o b e ş vakada da ayn ı rolü oynad ı . Etherington'u tan ıyord u . B i r
yaz ı Riggs'in oturduğu köyde geçirdi v e adamla oradaki meyhanede iç­
ki içti . Freda Clay ad l ı kızla bir deniz yolculuğu s ı ras ı nda tan ışt ı . K ı z ı n ka­
fas ı nda pek de açı k o l m ayan birtakı m fikirler belirmişti . Freda C lay, yaş­
lı teyzesi n i n ölümünün iyi bir şey o lacağ ı n ı düşünüyord u . Bu olduğu tak­
dirde zava l l ı teyzeciği ı st ı rap çekmekten ku rtulacak, kendisi de mali ba­
kı mdan rahata kavuşarak h ayat ı n tad ı n ı çı karacakt ı . Norto n , k ı z ı n bu ta­
raf ı n ı işled i . Adam Litchfield'lerin de ahbabıyd ı . Margaret Litchfield, Nor­
ton'la konuşu rken kendisi n i , kız kardeşleri n i müebbed hapisten ku rtaran
bir kahraman gibi görüyord u . Fakat Hastings, bence bu i nsanlar Nor­
ton ' u n etkisi nde kalsalard ı , hiçbir zaman o cinayetleri işlemezlerdi.
Şimdi Styles'da olanlara geleli m . Bir süreden beri Norto n ' u n izi ndey­
d i m . O, Franklin 'lerle tan ı ş m ı şt ı . Burnu m a hemen teh l i ke kokusu gelme­
ye başlad ı . Şunu anlamal ı s ı n : Norton'un etki yapabi lmesi için yine orta­
da bir şey, bir nüve o l m as ı gerekti . Neticede i nsan ancak toh u m u olan bir
şeyi geliştirebilir. Ö rneğin ben Othello' n u n kafas ı nda Desdemona' n ı n
kendisine olan sevgisi n i n sadece genç bi r kı z ı n çok tan ı n m ı ş b i r cenga­
vere karş ı duyduğu heyecanl ı , ateşl i , dengesiz bir hayranl ı k olduğuna
dair bir kuşku n u n yerleşmiş olduğuna inan ıyoru m . Bu bir kad ı n ı n , bir er­
kek olarak Othel lo'ya karş ı duyduğu o dengeli sevgi değildi. Hatta belki
de Othello, Desdemo na'n ı n as ı l eşi nin Cassio olduğu nu ve genç kad ı n ı n
zamanla b u n u anlayacağ ı n ı da sezmişti .
Frankli n'ler bizi m Norton içi n pek hoş birer adayd ı lar. Tü rlü şey ola­
bi l i rdi ! Hastings, herhalde art ı k Frankl i n ' i n Judith'e aşı k oldu ğ u n u , kızı n ı n
da o n u sevdiğini anlad ı n . (Akl ı baş ı nda b i r i nsan bunu hemen fark eder­
d i . ) John Franklin'in sertliği, Judith'e hiç bakmamas ı , nezaket kuralları n ı
bi r tarafa b ı rakması adam ı n J udith'e ç ı l g ı nca aş ı k olduğunu aç ı klamal ıy­
d ı sana. Gelgele l i m Frankli n , karakter sahibi , azi m l i bir adam. Konuşma­
s ı n ı n rom anti klikle hiç i lgisi yok. Acı m as ı zca gerçekçi o. Fakat D r. Frank­
lin ayn ı zamanda kesin prensip sahibi de. Ve bir erkeği n seçtiği karı s ı n ı
hiçbi r zaman boşamaması gerektiğine inanıyor.
Judith, Franklin'e çok aş ı ktı ve on u n için de ı stı rap çekiyord u . Artık
bunu sen bile fark etmeliyd i n . Kızın, kendisini gül bahçesinde bulduğun
g ü n senin gerçeği anlad ı ğ ı n ı san m ı ştı . İ şte bu yüzden sana öyle öfkeyle

- 1 63 -
bağ ı rd ı . Karakteri Judith gibi olanlar kendi lerine ac i m as ı ndan, merh amet
dolu sözler söylemesi nden hiç hoşlanmazlar. Bu onlar için aç ı k bir yara­
ya doku n m ak gibi bir şeyd i r.
Judith son ra senin Allerton'dan şüphe ettiğ i n i anlad ı . S e n i n buna
daha d a i n a n m a n ı sağ l ad ı . Böylece sen k ı z ı n ı n yaras ı n ı d a h a da deş­
meyecek, beceriksizce sözler etm eyecekti n . J u d ith , bir a n u m utsuzlu­
ğu yüzünden tesel l i bulabilmek için Allerto n ' l a flört etmeye de kalk ı şt ı .
O n u n ne tipte b i r e rkek olduğunu çok i y i b i liyord u . Allerton o n u eğlen­
d i riyo r, ke ndisine dertleri ni u nuttu ruyordu . Ama Judit h ' i n o n a karş ı h i ç­
b i r duygusu yoktu .
Tabii Norton, işin içyüzünü çok iyi biliyord u . Frankl i n üçlüsünden çok
umudu vard ı . Herhalde önce Franklin'i etkilemeye çal ı ştı ama başarı sız­
lığa uğrad ı . Dr. Franklin, Norton'unki gibi sinsi, zehirli telkinlere karş ı ba­
ğışıklığı olan tek insan tipi. Franklin'in berrak, iyi çal ı şan bir kafası var. Her
şey onun için gayet kesi n. Adam kendi duyguları n ı da çok iyi biliyor. D ı ş
baskılara karşı da s o n derece güçlü. Ayrıca Franklin'in hayatı n ı n en bü­
yük ihtiras ı , işi . Çal ışmaları na dald ı ğ ı için zayıf tarafı da fazla yok.
Norton, Judith konusunda daha başarı l ı oldu. Adam, faydası z h ayat­
lar konusunu ustal ıkla işled i . Judith bu prensibe gerçekten inan ıyord u .
Bu nun , kendi g i z l i isteklerine çok uyduğunu da görmemezlikten gelmeye
çal ışıyordu. Norton ise onun bu gizli istekleri nin çok işine yarayacağ ı n ı n
farkı ndayd ı . Adam b u konuda çok zekice davrand ı . Kendisi diğer görüşü
savu ndu. Judith 'in böyle bir şey yapamayacağ ı n ı söyleyerek, onunla
usulca alay etti . Judith'in kesin bir şekilde h areket etmek için yeterli cesa­
reti olmad ı ğ ı n ı söyled i . "Bütün gençler böyle iddialarda bulunurlar! Ama
bu konuda hiçbir şey de yapmazlar!" Ne kadar ucuz ve bayağ ı bir alay,
değil m i ? Ama bunun ne kadar s ı k etkisi olur. Hasti ngs! Bu çocuklar as­
l ı nda ne kadar savu nmasız i nsanlar! Farkı nda değiller ama kendilerine
meydan okundu mu, hemen harekete geçmeye kalkışıyorlar!
Faydasız Barbara ortadan kalktı m ı , Judith'le Frankl i n'e yol açı l m ış
olacaktı . Tabii bu h içbi r zaman açı kça söylen miyordu. İ m a bile edilmiyor­
d u . Aksine, kişisel çıkarların meseleyle hiçbi r ilişkisi olmadığı iyice belirti­
liyord u . Hiçbir i lişkisi olmad ı ğ ı . Çünkü Judith , böyle bir i l işkiyi fark ettiği an
müthiş bir tepki gösterecekti. Fakat Norton gibi korku nç bir cinayet tutku-

- 1 64 -
nu için bir aday yeterli değildi. O, her tarafta zevk alabileceği zavall ı lar bu­
lunuyordu. Böylece Luttrell'lerin üzerinde de durdu .
Geriye dön ve düşün, Hasti ngs. Briç oynad ı ğ ı m ı z i l k akşam ı a n ı m ­
s a . Norton o ndan sonra sana düşündü kleri ni öyle yü ksek sesle söyledi
ki , Albay Luttrell'in bunları duymas ı ndan korktu n . Tabii ! Asl ı nda N o rton
adam ı n bu sözleri duymas ı n ı istiyordu zaten ! Adam , bu kon u n u n üzeri n ­
de d u rmak, onu d a h a belirli v e tabii daha ağ ı r bir h ale sokmak i ç i n her
fı rsattan faydaland ı . Ve sonunda bütü n bu çabaları başarı l ı so nuç verd i .
Olay sen i n burn u n u n dibi nde oldu , H asti ngs. Ve s e n bunu fark etmed i n
b i l e . Temeller çoktan atı l m ıştı . Luttrell gitgide duru m u n u n ağ ı rl ı ğ ı n ı daha
fazla duymaya başlam ıştı . Herkese, özellikle diğer erkeklere pek g ü l ü nç
gözü ktüğünün farkı ndayd ı . Karıs ı na karş ı iyice derinleşmeye başlam ı ş
o l a n bir öfke duyuyordu.
Olanları iyice anı msamaya çal ış. Norton susad ı ğ ı n ı söyled i . (Acaba
Bayan Luttrell'in evde olduğunu ve kocas ı n ı göreceğini biliyor muydu?)
Asl ı nda Albay Luttrell cömert bi r ev sahibiydi. Norton'un sözleri ni duyun­
ca, adam ı n beklediği tepkiyi gösterdi. Size içki teklif etti . Hepiniz de cam­
l ı kap ı n ı n önünde oturuyordunuz. Karı sı odaya g i rdi ve o kaçı n ı lmaz tar­
tışma oldu . Luttrell dışarı çıkt ı . Uygun şekilde rol yapılsayd ı , olay da ora­
da kapan ı rd ı . Bu işi Boyd-Carrington iyi başard ı . (O, oldukça tecrübeli dip­
lomasiden anlayan bir adam. Ama rastlad ı ğ ı m i nsanları n en ukala ve iç
s ı kıcı larından da biri . Yani tam senin h ayran olacağ ı n bir tip!) Hasti ngs,
sen de duru m u idare edebi lirdin o akşam. Ama Norton telaşla konuşma­
ya başlad ı . Aptal aptal bir şeyler söylüyor, pot üstü ne pot kı rıyord u . Böy­
lece duru m u daha da kötü bir hale soktu . Norton briçten söz etti. Ve böy­
lece Luttrell'e diğer guru r kı rıcı sahneleri h atı rlattı . Sonra adam durup du­
ru rken av kazaları ndan söz açt ı . Ve o zaman u mduğu şey de oldu . Boyd­
Carri ngton denilen o bu nak, o kafas ız ah m ak kardeşi ni vuran İ rlandalı öy­
küsünü anlatmaya başlad ı . Hem de tam zamanı nda. Ve, Hasti ngs, asl ı n ­
da bu hi kayeyi Boyd-Carrington'a Norton anlatmıştı daha önce. Çünkü
yaş l ı bunağ ı n uygun bir şekilde teşvik edildiği zaman hemen bunu anlat­
m aya koyulacağ ı n ı biliyordu. Anlayacağ ı n sonuncu , en etki li telki ni yapan
Norton'un kendisi olmayacakt ı . Ne münasebet !
Artık her şey h az ı rd ı . Etkenler birikmişti . Bardak taşmak üzereydi .
Luttrell e v sahipliği yapmaya çal ı ş ı rken azar işitmişti . Diğer erkekleri n
önü nde utan ı lacak bir duru m a düşmüştü. Onları n kendisi hakkında, 'O,

- 1 65 -
hiçbi r şey yapamaz. Daima karı s ı n ı n şirretliklerine usulca boy u n eğecek,'
diye düşündükleri n i biliyordu. Bu gururunu fena halde yaral ıyo rdu onun.
Sonra önü nde kaç ış yolu açı ld ı . Tüfek ... Av kazaları ... Kardeşi n i vu ran bir
adam ... Ve sonra birdenbi re karı s ı n ı n otları n aras ı nda belire n kafas ı . . .
"Çok emin . . . sadece bir kaza . . . Onları göstereceği m ! . . . Allah onu kahret-
sin ! . . . onun ölmesini istiyorum . . . Ö lecek de!"
Fakat adam karı s ı n ı öldürmedi , H asti ngs. Ben, Luttre l l ' i n daha
ateş ede rke n içg ü d ü lerine uyarak yan l ı ş nişan ald ı ğ ı na i n a n ıyoru m .
Çünkü as l ı nda o ku rşu n u n hedefi bulmas ı n ı i ste m i yo rd u . Sonra . . . son­
ra o korku nç etkiden kurtu ldu. Daisy onun karı s ı yd ı . Her şeye rağ men
çok sevdiği kad ı n .
Böylece Norton'un cinayetlerinden biri başarıya erişemed i .
A m a ondan sonraki denemesi ? Ondan sonra listede s e n vard ı n ,
Hastings. B u n u n farkı nda m ı s ı n bilmem? Geriye d ö n , h e r şeyi h atı rlama­
ya çal ış. Sen, beni m dürüst, müşfik Hastings'i m . O kafandaki bütü n zayıf
noktaları keşfetm işti . Bütü n dürüst ve vicdanl ı olanları n ı da.
Allerton seni n ilk görüşte hoşlanmad ı ğ ı n ve korktuğ u n tipte bir er­
kekti . Se n i n o rtadan kald ı rı lması gerektiğini düşündüğün bir tip. Allerton
hakkı nda duyd u ğ u n ve düşündüğün her şey de doğruyd u . Norton sana
o nu n h akkı nda bir h ikaye anlattı . Görünüşte bu doğruyd u . (Ama asl ı n ­
da i lişki kurd u ğ u k ı z ı n sinirleri zayıft ı . Ailesinde anormal ki mseler vard ı .)
Bu h i kaye senin gibi ı l ı m l ı ve eski kafal ı bir i nsan ı etki leyecek gibiy­
di. Allerton i ğ renç bir adamd ı . Kı zları baştan çı karı yord u . Onları mahve­
diyor ve ke ndileri n i öldürmeleri ne neden ol uyord u . Norto n , Boyd-Car­
rington'a da aç ı l d ı . Ona, senin kulağ ı n ı bükmesi ni söyled i . Sen de so­
nunda Judith'le konuşmak zoru nda kald ı n . Ve tabii Judtih önceden de
tah m i n edebi leceği n gibi , hemen h ayat ı n ı bildiği gibi yaşayacağ ı n ı h ay­
k ı rd ı . O zaman durumun pek kötü olduğuna inand ı n .
Norto n ' u n se n i n h angi tarafları n l a oynad ı ğ ı n ı n farkı nda m ı s ı n ? K ı ­
z ı n a olan sevg i n . Seni n gibi b i r adam ı n çocukları ko nusu nda d uyduğu
o eski tarz , müthiş soru m l u l u k hissi. Kendi ke ndi ni bi raz önemli say­
m a n . ' B i r şey yapmal ı y ı m . Çünkü her şey bana bağl ı . ' Sana yol göste­
ren karı n ö l m ü ş olduğu için kendini aciz h i ssetm e n . Sadakat ı n . ' Karı m ı
h ayal k ı r ı kl ı ğ ı n a u ğ ratm amal ı y ı m . ' Bundan b aşka diğer zayıf tarafları n .
Yani . . . Kendi ni beğenmişliği n . Ve sonunda erkekleri n çoğ u n u n kızları
h akkı nda besledikleri o his: Yavru ma ki mse l ay ı k değ i l d i r ! M antıks ı zca

- 1 66 -
bir k ı skançl ı k ve kı z ı n ı a l ı p götüren adama karş ı duyulan nefret. Nor­
ton b i r virtüöz gibi bütü n bunlarla oynad ı . Ve sen ona karş ı l ı k verd i n .
S e n her şeyi o l d u ğ u g i b i kabul eders i n . Hem de kolayl ı kl a . Daima
böyleyd i n . Allerto n ' u n yazl ı k pavyo nda kon u ştuğu ki msen i n J udith ol­
duğ u n u hemen kabul etti n . Halbuki k ı z ı n ı o rada görmedin. H atta onun
konuştuğunu duymadm bile. İ ş i n en şaş ı l acak tarafı e rtesi sabah hala
Allerto n ' u n randevu verdiği ki mseni n J u d ith olduğunu san ıyo rd u n . K ı ­
z ı n fi kri ni değişti rmiş olduğu i ç i n sevi niyord u n .
E ğ e r zahme t edip olayları i n celeseyd i n , Judith ' i n o g ü n Londra'ya
gitmesi n i n söz ko nusu o l m ad ı ğ ı n ı öğre n i rdi n . Ve sen en bariz bir şeyi
de fark etmed i n . O gün köşkten ayrı lacak olan biri vard ı . Ve o i z i n l i ç ı ­
kamad ı ğ ı içi n ç o k öfkelenm işti . Hemşire C rave n ! Allerto n , bir tek kad ı ­
n ı kovalamakla yetinecek bi r tip değ i l d i . Ada m ı n H e m ş i re C rave n ' l a
olan m acerası J u d i t h ' l e g i riştiği h afif flörtte n daha ç o k i lerlemişti .
Evet . . . Norto n ' u n m i zanseniydi yine b u .
Sen Allerton'la Judith ' i n öpüştükleri ni görd ü n . Sonra Norton se n i
sü rü kleyerek, evi n köşesini dönd ü rd ü . M u h akkak k i adam, Allerto n ' u n
biraz sonra yaz l ı k pavyonda Hemşire C raven'la buluşacağ ı n ı biliyord u .
Kısa bir tartışmadan sonra s e n i tutm aktan vazgeçti . A m a yi ne de senin­
le birlikte geld i . Yaz l ı k pavyona yaklaşt ı ğ ı n zaman Allerto n ' u n konuştu­
ğunu duyd u n . O sözler tam Norto n ' u n amac ı n a uyacak gibiyd i . Ondan
sonra seni çabucak oradan uzaklaşt ı rd ı . Ç ü n kü orada kald ı ğ ı n takd i rde
Allerton ' u n yan ı ndaki kad ı n ı n Judith o l m ad ı ğ ı n ı fark edebi l i rdi n .
Evet, bir vi rtüözdü Norton . Ve s e n o n u n etkisiyle hemen tepki gös­
terd i n . Allerto n ' u öldü rmeye karar ve rd i n .
Ama neyse k i H asti ngs, kafas ı h a l a çal ışan bir arkadaş ı n vard ı .
Çal ışan yal n ı z kafası d a değildi o n u n .
Bu mektub u n başlang ı c ı ndan s a n a gerçeğe erişmeni kalbi n i n faz­
la güven dolu o l m as ı n ı n engelled i ğ i n i söyled i m . Sana söyleni lene he­
men i na n ı yorsu n . Benim söyled i kleri m e de inand ı n . . .
Halbuki gerçeğ i o kadar ko layl ı kla ö ğ renebi l i rd i n ki . George'u yol­
lam ı ştı m . Neden ? Onun yeri ne daha az tecrübeli ve aptal olduğu he­
m e n a n l aş ı lan b i ri n i al m ı ştı m . Nede n ? Doktor çağ ı rm ı yord u m . . . Sağ l ı ­
ğ ı n a d a i m a iti na göste re n b e n , dokto r laf ı n ı b i l e etti rmiyord u m . Neden?
Bana Styles'da neden gerekti ğ i n i art ı k anlad ı n mı? Benim sözleri­
mi soru sormadan kabul edecek birine i htiyac ı m vard ı . M ı s ı r'dan daha

- 1 67 -
kötü h alde döndüğüme hemen inand ı n . Bu doğru deği l d i . M ı s ı r'dan
sağ l ı k d u ru m u m çok daha iyi h alde dönd ü m . Eğer bi raz zahmet etsey­
d i n , bunu öğrenebi l i rd i n . Ama, h ay ı r. Bana i nand ı n . George'u yan ı m ­
d a n uzaklaşt ı rd ı m . Zi ra onu bacakları m ı n bi rdenbire tutmaz olduğuna
katiyen inand ı ramazd ı m . George gördüğü şeyler ko nusunda son dere­
ce zeki d i r. Benim rol yapt ı ğ ı m ı hemen anlard ı .
Antwor musun, Hastings ? Çok acizmiş gibi ro l yap ıyor ve C u rtiss'i
de kand ı rıyord u m . Halbuki asl ı nda hiç de aciz değild i m . Yü rüyebiliyo r­
d u m . . . Ama topal l ayarak.
Senin o akşam yukarı ç ı ktı ğ ı n ı duyd u m . Du raklad ı ğ ı n ı ve sonra da
Allerto n ' u n odas ı n a g i rdi ğ i n i fark etti m . Ve hemen teti kte beklemeye
başlad ı m . Zira kafa duru m u n u iyi b i l iyordu m .
Zaman kaybetmed i m . Yal n ı zd ı m . C u rtiss akşam yemeği yemek
içi n aşağ ıya i n m işti . Usu lca odamdan ç ı ktı m . Koridorda i l e rled i m . H afif
g ü rü ltüler bana senin Allerto n ' u n banyosunda olduğunu h aber ve riyo r­
d u . Ve dostu m , senin hiç hoşlan m ad ı ğ ı n b i r şeki lde, hemen diz çöktü m
ve banyo n u n kap ı s ı n ı n anahtar deliğinden baktı m . Neyseki o rada
anahtar yoktu . S ü rgü ku llan ı yo rd u .
Uyku h aplarıyla yaptı ğ ı n işleri görd ü m . Ve plan ı n ı n n e o l d u ğ u n u
anlad ı m .
Ve ondan so n ra harekete geçti m , dostu m . Odama gitti m . H az ı rl ı k
yapt ı m . C u rtiss yu karı çı k ı nca o n a seni çağ ı rm as ı n ı söyled i m . S e n es­
neyerek içeri g i rdi n . Baş ı n ı n ağ ı rl ı ğ ı ndan söz etti n . Hemen telaşlan m ı ­
ş ı m gibi yapt ı m . Sana i l açlar teklif etti m . E l i m d e n ku rtu labi lmek için ka­
kaoyu hemen baş ı na dikti n . Ama, dostum, bende de uyku ilacı vardı.
İ şte bu yüzden odanda uykuya dald ı n . . . Sabaha kad ar uyud u n .
Uyand ı ğ ı n zaman akl ı n başı ndayd ı v e cinayet i ş lemene ramak kal m ı ş
olduğunu h at ı rl ayarak dehşetle titred i n .
Art ı k emniyetteydi n . İ nsan böyle b i r şeye i l k defa kalkışmazd ı . Özel­
l i kle akl ı baş ı n a geldikten sonra.
Ama bu olay benim kesin kararı m ı vermeme neden o l m uştu, H as­
tings. Başkaları n ı bi lmiyord u m ama seni iyi tanıyord u m . Sen katil değil­
si n , H asti ngs. Kati l ru hlu bir i nsan değilsi n . Ama yine de as ı l acakt ı n . He­
men de kati l damgas ı n ı yiyerek. Kanu n u n suçsuz sayd ı ğ ı bir adam ı n iş­
lediği suç yüzü nden.

- 1 68 -
Sen, benim iyi , dürüst şerefl i H asti ngs'i m ! Benim müşfik, vicdanlı ve
çok masum arkadaş ı m !
Evet art ı k harekete geçmem gerektiğini anlıyordu m . Zaman ı m ı n pek
az olduğunu bi liyordum. Bunun için de sevi niyord u m . Zi ra ci nayeti n en
kötü taraf ı , Hasti ngs, bunun kati lin üzeri nde yaptığı etkidir. Ben, Hercule
Poirot da, şunu bunu öldürmem için bana i lahi bir hak verilmiş olduğuna
inanmaya başlayabi lirdim ... Ama neyseki bunun için zaman yoktu . So­
num yakı nd ı . Ayrıca Norton'un ikimizin de fevkalade çok sevdiği bi ri ko­
nusunda başarıya erişmesinden de korkuyordum. K ı z ı n ı kastediyorum . . .
Şimdi Barbara Frankl i n ' i n ölümüne geliyoruz. B u kon udaki fiki rleri ni
bilm iyoru m , Hasti ngs . Ama bir ke re bi le olsun gerçekten kuşku land ı ğ ı n ı
sanm ıyoru m .
Zira, H asti ngs'ci ğ i m , asl ı nda Barbara Franklin'i sen öldürd ü n .
·

Evet, sen öldürdün y a !


Anlayacağ ı n o üçlü nün bir açı s ı daha vard ı . Benim pek de üzeri n­
de d u rmad ı ğ ı m bir nokta. Norton'un o konuda ku lland ı ğ ı taktiği ikimiz de
bilm iyoru z . Ama adam ı n bir h ayli uğraşt ı ğ ı ndan e m i n olabi l i rsin . . .
H asti ngs, sen hiç kendi ke ndine, 'Bayan Fran klin Styles Köşkü 'ne
gelmeye neden raz ı oldu acaba?' diye sord u n m u hiç? Düşü necek olur­
san oras ı hiç de kad ı na göre bir yer değ i l d i . Bayan Frankl i n , rah at ye r­
lerden , güzel yemeklerden ve en önemlisi sosyeteden kimselerden hoş­
lanıyord u . Ten h a bi r yerdeyd i . Ama bütü n bunlara rağmen yazı orada
geçi rmeleri için ı srar eden de Bayan Franklin'di.
Evet, bi r üçüncü açı daha vard ı : Boyd-Carri ngto n . Barbara Frank­
l i n , h ayal k ı r ı kl ı ğ ı n a uğram ı ş bir kad ı nd ı . Sinir h astal ı ğ ı n ı n sebebi de
buyd u . Hem sosyete hayat ı , hem de mali bakı mdan çok h ı rsl ıyd ı kad ı n .
Frankli n 'le adam ı n fevkalade meş h u r v e ze ngin b i r doktor olacağ ı na
inand ı ğ ı için evlen m i şti .
Evet, adam gerçekten olağan üstü bir doktordu ama kad ı n ı n istediği
şeki lde değ i l . Ada m ı n başarısı gazeteleri n ondan söz etmesini sağlaya­
cak. H arley sokağ ı n ı n ü n lü uzmanları aras ı na girmesine sebep o lacak
bi r şey değildi. Onu ancak ke ndi mesleğinde altı kişi bi lecekti. Frankli n ,
ciddi dergi lere yaz ı lar yazacakt ı . D ı ş dü nya onun ad ı n ı b i l e duymaya­
cakt ı . Ve m u hakkak ki adam zengin de o l m ayacakt ı .
Ve şimdi Boyd-Carri ngton o rtaya ç ı km ı ştı . Adam doğudan dönmüş­
tü . Kısa bi r süre önce asalet u nvan ına ve büyük bir servete konmuştu . Ve

- 1 69 -
Boyd-Carri ngton bir an evlenme teklif etmeyi düşündüğü on yedi yaş ı n ­
daki kıza karş ı romantikçe duygular beslemişti . Adam, Styles'e gidecekti.
Franklin'lere de gel melerini söyled i . Barbara bu daveti hemen kabul etti.
Ama sonradan sinirlenmeye başlad ı . Neredeyse ç ı ld ı racakt ı . Bu ya­
kışıkl ı , zengin adam ı n kendisinden hala hoşland ı ğ ı belliyd i . Ama Boyd­
Carrington eski kafa l ı yd ı . Ona boşanmas ı n ı teklif edecek bi r tip değildi.
Ve John Frankli n de boşanma düşmanıydı ... Fakat. . . John Franklin öldü­
ğü takdirde o zaman her şey düzelecekti . Barbara, Lady Boyd-Carring­
ton olacakt ı . Ve ondan sonra da ne m ü kemmel bir hayat sü recekti !
Bence Norton kad ı n ı n bu işe dünden raz ı olduğunu gördü .
Düşünecek o l u rsan, her şey çok belliyd i , H asti ngs. Kad ı n ı n kocas ı ­
n ı pek sevdiğini anlatmas ı . . . A m a tabii Barbara Frankl i n b u n u yaparken
de m übalağaya kaçtı . Kocas ı n a engel olduğu için 'her şeyi sona e rdir­
mek' istediğinden söz etti .
Sonra . . . yepyeni bir iddia att ı o rtaya. G üya f ranklin'in kendi üzeri n­
de deneme yapmas ı ndan korkuyord u .
B i z bu duru m u h e m e n sezmeliydik. H asti ngs. Kad ı n asl ı nd a bizi
John Franklin'in physostigmi ne'den zeh i rlenerek öl mesi olayı na h az ı rl ı ­
yord u . Ada m ı kimse öldürmüş olm ayacaktı . . . Hay ı r, J o h n Fran kli n , bi l i m ­
sel bir araştı rma u ğ r u n a ölmüş san ı l acaktı . A d a m g ü y a zarars ı z bir alka­
liyi içecekti ve sonradan bunun çok öldürücü olduğu anlaş ı l acakt ı .
Kad ı n ı n bütü n h atas ı fazla aceleci lik etmesi oldu. Bana Barbara
Franklin'in, Boyd-Carrington'un Hemşire C raven'a e l fal ı na bakt ı rm as ı n­
dan hiç memnun o l m ad ı ğ ı n ı söyled i n . Hemşire Craven güzel bir kad ı n­
d ı ve yakışıklı erkekler de gözünden hiç kaçm ıyordu onun. Hemşire Cra­
ven , Dr. Franklin'le de flörte kalkışm ı ş fakat başarı l ı olamam ı ştı . İ şte bu
yüzden de Judith'e düşmand ı . Hemşire C rave n , Allerton'la bir macera­
ya girişmişti . Ama adam ı n bu konuda hiç ciddi olmad ı ğ ı n ı da biliyord u .
O n u n i ç i n e n i n d e sonunda h a l a yakı ş ı kl ı bir erkek o l a n zengi n S i r Wi lli­
am'a göz dikeceği m u h akkakt ı . Ve Sir Wi l l i am da belki Hemşire Cra­
ve n' ı n çekici liğine kap ı l maya d ü nden h az ı rd ı . Adam, Hemşire Craven' ı n
sağ l ı kl ı ve güzel bir kad ı n olduğunu çoktan fark etmişti .
Barbara Fra n kl i n , Boyd-Carri ngto n ' l a Hemşire Craven' ı öyle baş
başa görü nce fena h alde sars ı l d ı . Endişelendi. Hemen hare kete geç-

- 1 70 -
meye karar ve rd i . Ne kadar kısa zamanda içe doku n a n , zarif ve tesel ­
l i edilebilecek bi r d u l h a l i n i al ı rsa, kend isi i ç i n o kadar i y i olacakt ı .
Ve , g ü ndüz s i n i r kri zleriyle etrafı kas ı p kavurd u ktan sonra sahne­
yi h az ı rlad ı .
B i l iyor m u s u n , dostu m ben i m 'kalabar fasu lyesi ' ne bayağ ı s ayg ı m
var. Çünkü bu kez ' kalabar fasu lyes i ' n i n etkisi gerçekten görü ldü . Suç­
suza doku n m ad ı . Suçluyu öldürd ü .
Bayan Franklin hepimizi de odas ı na davet ett i . Tel aş l ı h a re ketler­
le kahve yaptı . Senin bana anlatt ı ğ ı n a göre kendi kahve fi ncan ı kad ı ­
n ı n h e m e n yan ı ndayd ı . Kocas ı n ı n fi ncan ı ysa kitapl ı kta masan ı n öbür
taraf ı ndayd ı .
Ve son ra y ı l d ı zlar kaymaya başlad ı . Herkes balkona ç ı kt ı . Yal n ı zca
sen içerde kald ı n , dostu m . Sen ve bil mecen ve a n ı ları n . . . Duyg u l a rı n ı
belli etmemek i ç i n kitap l ı ğ ı çevird i n . Sh akespeare'in kitab ı n ı arıyord u n . . .
Sonra diğerleri döndüler. Ve Bayan Frankli n , çok sevg i l i bi l i m ada­
mı olan kocası J o h n için h az ı rlad ı ğ ı , 'kalabar fasu lyesi ' dolu kahveyi iç­
ti . John Fra n k l i n de zeki Bayan Frankl i n ' i n kendisi içi n ay ı rd ı ğ ı o zarar­
s ı z kahveyi baş ı n a d i kti . Çü nkü sen kitap l ı ğ ı çevi rd i ğ i n zaman fincan­
lar da dö n m ü ş ve böylece yer değişti rmişlerd i .
Ben olanları h e m e n anlad ı m . A m a bu d u ru mda yap ı lacak bi r tek
şey vard ı . Bi raz düşü necek o l u rsan, bana hak verirs i n , H asti ngs. Neti­
cede ben o l a n l arı kan ı tlayamazd ı m . Bayan Frankl i n ' i n intihar etmediği­
n i aç ı kl ad ı ğ ı takd i rde, hemen Frankli n'den veya Judith'den ku şkulana­
caklard ı . Halbuki i kisi de suçsuzdu lar. O n u n içi n hakk ı m olan bir şeyi
yaptı m . Barbara Frankl i n ' i n o ki m seyi kan d ı rm ayan söz leri n i n üzerinde
d u rd u m . 'Her şeyi sona erdirmek .. . ' sözleri ni herkesi i nandı racak b i r
şeki lde tekrarlad ı m .
B u n u ben yaptı m . Zaten bunu başarabi lecek tek i nsan d a bendim
galiba. Ç ü n kü herkes benim sözüme i n a n ı rd ı . Ben cinayet konusu nda
tecrübesi olan bir i nsand ı m . Olay ı n intihar olduğuna i n a n ı yordu m . De­
mek ki b u g e rçekten bir i ntihard ı . . .
B u mesel e n i n seni şaş ı rttı ğ ı n ı n farkı ndayd ı m . M e m n u n da değil­
din. Ama All ahtan as ı l teh l i ke kaynağ ı n ı fark etmed i n .
Ama b u n u b e n gitti kten sonra düşü necek misi n ? Bu düşünce ka­
fanda kara bir y ı lan gibi yatıp, zaman zaman baş ı n ı kal d ı racak m ı ? 'Ya
J udith ? .. .' d i ye f ı s ı ldayacak m ı ?

- 1 71 -
Bu olabi l i r. İ şte o n u n için bu satı rları yazı yo ru m . Se n i n gerçeği bil­
men gerek.
J ü ri n i n Barbara Fra n kl i n ' i n i nti h a r ettiğ i n e karar vermesi bir tek ki­
şiyi m e m n u n etm e m i şti . Norto n ' u . Adam i stedi ğ i n e erişe m e m i şti. Sana
ded i ğ i m gibi bir sadistti N o rto n . Oyu n u n baş ı ndan son u n a kadar oyna­
mas ı n ı da i stiyord u . Şüphe, ko rku , kan u n u n pençesi . Bütü n b u n lardan
yoksun kal m ı şt ı . P l a n l ad ı ğ ı cin ayet altüst o l m u şt u .
Gelgele l i m sonra h e r şeyin acı s ı n ı ç ı karabi leceğ i n i fark etti . İ m a­
larda b u l u n m aya başlad ı . Daha önce dürbü n l e sanki b i r şey görmüş g i ­
bi bir tavı r tak ı n m ı şt ı . As l ı nda o a n d a s e n d e o şüpheyi uyand ı rm ak is­
te mişti . Yan i onun, Judith'le Allerto n ' u çi rki n bir d u ru md a gördüğünü
zannetm eni sağ l a m aya çal ışm ıştı . Ama bu ko nuda kesi n b i r şey söyle­
memişti . Onun için bu olayı art ı k başka bir şeki lde kullanabi l i rd i .
' . . . Gördüğ ü m ü n Fran klin'le Judith olduğunu söylesem . . . ' diye d ü ­
şünüyord u . Tabii böylece i ntihar olayı n ı n d ah a i lg i çekici bir h a l alma­
sına neden olacakt ı . H atta belki de Bayan Frankli n ' i n intihar etmediği­
ni de düşün meye baş l ayacaklard ı . . .
İ şte, dostu m , b u yüzde n , yap ı l m as ı şart olan şeyi hemen u yg u l a­
mam gerektiğ i n i anlad ı m . O gece sen i n Norto n ' u ben i m odama geti r­
meni sağlad ı m . . .
Şimdi sana o gece o l anları anlatacağ ı m . M u h akkak k i Norto n ba­
n a hazı rlad ı ğ ı h i kayeyi anlatm aktan büyük zevk alacakt ı . Ama ona za­
m an b ı rakmad ı m . N o rton'a açı k çek ve kesi n bir tav ı rla kendisi hakkı n­
da bütü n bildikleri m i söyled i m .
Bunları i n kara kalkışmad ı . H ay ı r, dostu m . Koltu kta arkas ı n a yasla­
narak s ı rıtt ı . Evet, H asti ngs, gü lüşü başka türlü tarif edilemez. S ı rıttı
adam . 'Bu g ü l ü n ç fikri n i z konusunda ne yapmayı düşünüyorsunuz?' d i ­
y e sord u . O n a , ' S i z i i d a m etmek niyeti ndeyi m , ' dedi m .
'Ah , ' diye m ı rı ldand ı . 'An l ı yo ru m . H ançer m i kullanacaks ı n ı z ? Yok­
sa zeh i r m i ? '
O s ı rada birlikte kakao içmeye h az ı rlan ı yo rd u k . B i z i m Mösyö N o r­
to n tat l ı şeylere çok düşkü n d ü .
' E n basiti ze h i r o l u rdu , ' ded i m . Ve ona fincana y e n i dold u rduğu m
kakaoyu uzatt ı m .
Norto n , 'O halde,' diye g ü l d ü . ' Kend i m i n ki n i n yeri ne sizin finca n ı ­
n ı zdan içebilir m i yi m ? B u n a bir iti raz ı n ı z v a r m ı ?'

- 1 72 -
' Hiç yok , ' dedi m . Asl ı nda önemsizdi bu. Sana da ded i ğ i m g i b i , ben
de uyku ilacı al ıyord u m . Sadece uzun zamandan beri uyku i l ac ı kullan­
d ı ğ ı m içi n vücudum b i r de receye kadar buna al ı ş m ıştı . Ve Norto n ' u he­
m e n s ı zd ı racak bir doz bana fazla bir etki yapmazd ı . Uyku i l ac ı n ı ka­
kaoya karıştı rm ı şt ı m . İ kimizin de finca n ı nda ayn ı şey vard ı . Çok geç­
meden N o rto n ' u n içtiği uyku i l ac ı n ı n etkisi görü ld ü . Bana bir şey o l m a­
d ı . Z i ra ayrıca stri k n i n l i to niği mden de bi raz alm ı şt ı m . Uyku i lacı n ı n et­
kisi n i azaltmak içi n .
İ şte böylece s o n perdeye geldik. Norton uykuya d a lı nca, o n u te­
kerlekli sandalyeme otu rttu m . Bu kolay oldu . Zi ra iskemlemde b i rçok
mekani z m a vard ı . Sandalyeyi h e r zamanki yeri ne götü rd ü m . Ş a h n i ş i n ­
d e k i perdelerin arkas ı na .
Sonra C u rtiss be n i 'yat ı rd ı . ' Etraf sessizliğe gömülü nce, N o rto n ' u
tekerlekli iskem leyle odas ı na götü rd ü m . Art ı k s ı ra sevg i l i dostum H as­
tings'i n gözleri ve kulakları ndan faydalanmama gelmişti.
Sen belki farkı nda deği lsi n Hastings, ama ben peru k takıyo rum ar­
t ı k . Herhalde b ı yı ğ ı m ı n takma olduğu ndan da hiçbi r zaman kuşku lan­
m ad ı n . (Bunu George bile b i l m iyor. ) C u rtiss yan ı md a çal ı ş m aya başla­
d ı ktan kı sa bir süre sonra bı yı ğ ı m ı güya kazara yakt ı k. Berbe ri m de ba­
n a o n u n üzerine takma bir b ı y ı k hazı rlad ı .
Norto n ' u n odas ı n d a o n u n robdöşambrı n ı giyd i m . K ı r saçları m ı ka­
r ı şt ı rarak o nları n d i m d i k du rmaları n ı sağlad ı m . Sonra ko ridord a i lerle­
yerek se n i n kap ı n a vu rd u m . Kısa bir süre sonra sen kap ı y ı açarak uy­
kulu uyku l u d ı şarı bakt ı n . Ve Norto n ' u n banyodan çı karak topa llaya to­
pallaya kendi odas ı n a g ittiğ i n i görd ü n . Adam ı n , anahtarı kil itte çevirdi­
ğini de d u yd u n .
Ondan sonra robdöşambrı Norton ' a giydird i m . O n u yatağ ı n a yat ı r­
d ı m ve d ı şardayken ald ı ğ ı m küçük b i r tabancayla a l n ı ndan v u rd u m . O
tabancay ı Norton köşkte değ i l ke n iki defa tuvalet m asas ı n ı n üzerine b ı ­
rakm ı ştı m . Hizmetçi görsün diye.
Anahtarı Norto n ' u n cebi ne koyarak, odadan ç ı kt ı m . Kap ı y ı d ı şar­
dan i ki nci bir anahtarla kilitled i m . Bir s ü reden beri bende d u ruyordu bu
anahtar. Tekerlekl i iske m leyi d e odama götürd ü m .
İ şte o n d a n sonra da otu rdu m s a n a bu mektubu yaz ıyoru m .

- 1 73 -
Çok yorg u n u m . . . Bütü n bu yapt ı kları m beni bitki n d ü ş ü rd ü . Art ı k
fazla zaman ı m ı n kald ı ğ ı n ı san m ı yoru m . . .
Aç ı klamak istedi ğ i m b i r i k i şey d a h a var.
Norto n ' u n ki le r ge rçekten m ü ke m m e l c i n ayetlerd i .
Be n i m ki deği l . . . As ı l nda öyle bir niyeti m de yoktu .
Norton'u en iyi ve en kolay şeki lde, açı k açı k öldü rebi l i rd i m . Ö rne­
ğin o küçük tabancayla oynarken bir kaza o labi l i rd i . Ü zülür, telaşlan ı r­
d ı m . Bunun feci bir kaza olduğunu söylerd i m . Herkes de, ' İ htiyar b u n ak,'
derdi. 'Tabancan ı n dolu olduğ u n u n fark ı nda deği l m i ş . Zaval l ı i htiyar .. .'
Ama b u n u yapmay ı istemed i m .
S a n a b u n u n sebebi n i açıklayacağ ı m .
Çünkü, H asti ngs, ben d e 'sportmence' davranmaya karar verd i m .
Evet, evet, sportmence. Yapmad ı ğ ı m i ç i n b a n a çatt ı ğ ı n o şeyleri yeri ne
geti rmeye çal ış ıyoru m . Sana da bir şans tanıyoru m . Bu oyu n u sport­
mence oynuyoru m . Yani gerçeği öğrenmen içi n sana f ı rsat veriyoru m .
Bana i n a n m ı yo rsan, sana bütü n i puçları n ı sayay ı m .
An ahtarlar.
Norto n ' u n bu raya benden sonra geld i ğ i n i b i liyord u n . Ç ü n kü b u n u
sana ben söyled i m . Köşke geldikten sonra oda m ı değişti rd i ğ i m i bi liyo r­
d u n . Çü nkü b u n u da sana söyled i m . Styles'da kald ı ğ ı m sı rada odam ı n
anahtarı n ı n kaybo lduğunu ve bir ye n i s i n i yapt ı rmak zoru nda kald ı ğ ı m ı
b i liyord u n . Ç ü nkü b u n u d a sana söyled i m .
O n u n içi n , ' N o rto n'u kim öldürmüş olabi l i r ? Anahtar N o rto n ' u n ce­
bi nde olduğuna göre, ada m ı vurduktan sonra ki litli kapıdan d ı şarıya
ç ı kmayı ki m başard ı ?' diye sorarsan . . .
B u n u n cevabı şöyle: Hercule P o i rot. Ç ü n kü o bu raya geldikten b i r
s ü re sonra anahtar yapt ı rd ı . O n d a b i r odan ı n çift anahtarı vard ı .
Korido rda gördüğün adama geli nce . . .
"Sana, ' Koridorda gördüğün ada m ı n N o rton olduğu ndan e m i n m i ­
s i n ? ' diye so rdu m . Şaş ı rd ı n . Koridordaki adam ı n N o rton o l m ad ı ğ ı n ı i ma­
ya çal ı ş ı p çal ı ş m ad ı ğ ı m ı öğrenmek isted i n . Sana böyle bir niyeti m o l ­
m ad ı ğ ı n ı söyled i m . Bu doğruydu. (Zira Norton k ı l ı ğ ı na g i rmek için o ka­
dar uğ raşt ı ktan so n ra her şeyi bu şeki lde altüst edecek değildi m . ) Son­
ra boy konusunu açt ı m . Köşkteki erkeklerin hepsi n i n de Norton'dan çok
uzun boylu oldukları n ı söyledim . Ama Styles'da N o rto n 'dan k ı s a olan

- 1 74 -
biri vard ı : Hercu le Poi rot. Ve insan ı n topu klu veya altı kal ı n ayakkab ı ­
larla boyu n u bi raz uzatm ası kolayd ı r.
Sen benim aciz ve h asta b i r adam olduğumu san ı yord u n . Neden?
Ç ünkü sana ben öyle söylemiştim. Ve George' u da göndermişti . İ şte
son ipucu da buyd u . 'Git George' l a kon u ş .. . '

Othello'la 'C lutie John' X . ' i n Norto n olduğunu sana aç ı kl ı yo rd u .


E , o h alde N o rton'u ki m öldürmüş ol abi l i rd i ?
Sadece Hercule Poirot.
Bundan bir a n şüphelenseyd i n , o zaman her şeyi de kavrayacakt ı n .
Söylediği m v e yaptığ ı m şeyleri . Susmakta i nat edişim i , M ı s ı r'daki doktor­
lardan, Londra'daki m ütehass ıstan asl ı nda rahatça yü rüyebi ldiği m i öğre­
necekti n . George sana ben i m peruk taktı ğ ı m ı açıklayacaktı . . . Sonra bir
şeyi daha fark etmen gerekird i . Norton'dan daha fazl a topallad ı ğ ı m ı .
S o n o larak d a . . tabancayla ateş edişi m . İ şte tek zayı f taraf ı m d a
b u . Norton ' u şakağ ı ndan vurmam gerektiğ i n i biliyoru m . A m a öyle çar­
p ı k çu rpuk bir şey hoşu m a gitmeyecekti . O n u n için N o rton ' u si metri k
olarak, tam aln ı n ı n o rtas ı ndan vurd u m . . .
A h , Hasti ngs, h i ç o l m azsa b u gerçeği sana aç ı klamal ı yd ı m .
Ama belki d e sen yine d e d u ru m u sezdi n . . . Bu satı rları o ku rken
gerçeği bil iyors u n bel ki de . . .
Ama sanm ıyorum . . .
Ç ü n kü kalbi n fazla güven dolu . . .
Karakteri n çok iyi se n i n . . .
Sana başka n e söyleyeyi m ? Yan ı l m ı yorsam Franklin'le J udith'de
gerçeği biliyorlard ı . Ama bunu sana açı klamad ı l ar. O ikisi çok mutlu
o l acaklar. P ara s ı k ı n t ı s ı çekecekler. Bir s ü rü tropik böceği o n ları ı s ı ra­
cak. Acayip ateş li h asta l ı klara tutulacaklar. Ama herkesi n kendisine gö­
re bir ideal ve m utlu h ayat fikri vard ı r. Öyle değ i l m i ?
Ya s e n , be n i m zavall ı , yal n ı z H asti ngs'i m ? Ah, seni düşündükçe
kalbi m kan ağ l ı yo r, sevg i li dost u m . Son kez i htiyar Poirot' n u n önerisini
di nler misi n ?
Bu m e ktubu oku d u ktan sonra b i r trene y a d a otomobile veya arka
arkaya otooüslere b i n . Git E l izabeth Cole'u b u l . .. Yani Elizabeth Litch­
field ' i . Bu m e ktubu o da okusu n . Veya o n a benim yazd ı kları m ı anlat.
Kend i s i n e , 'Az kals ı n ben de ablan M argaret gibi h areket edecekti m , '
d e . 'Ama Margaret Litchfield'in ke ndisini koru m aya çal ı şa n b i r arkada-

- 1 75 -
ş ı . . . Poi rot gibi bir dostu yoktu . ' Genç kad ı n ı yaşad ı ğ ı o kabustan ku r­
tar artık. Ona babas ı n ı ablas ı n ı n değ i l , anlay ı ş l ı aile dostu , 'dürüst la­
go,' Stephen N o rto n ' u n öldürmüş olduğunu aç ı kla.
Çü nkü onun gibi hala genç ve güzel olan bi r kad ı n ı n damarları n­
da lanetli bir kan dolaştı ğ ı n ı sanarak yaşam aktan kaç ı n m as ı doğru de­
ğ i l. Hiç doğru değ i l . B u n u ona söyle, dostu m . Sen hala kad ı n ları n be­
ğendiği bir e rkeks i n .
Eh art ı k söyle necek başka bi r ş e y kal m ad ı . B i l m iyoru m . N o rto n ' u
öldü rm eye hakk ı m v a r m ı yd ı ? Hay ı r, b i l miyoru m . . . Ben bir i nsan ı n ka­
n u n u kendi baş ı na uygu l amaya kal k ı ş m as ı n ı hoş karş ı lamam .
Am a öte taraftan ben kan u nu m ! Belçi ka'da genç bir polis memuruy­
ken korku nç bir kati li vurup öldürmüştü m . Adam dai ma pusu ku rmuştu ,
aşağ ıdaki lere ateş ediyord u . Aci l d u ru m l arda sıkıyöneti m i lan edi lir.
Norton'u ö l d ü rerek başka h ayatları ku rtard ı m . . . Masu m ları n h ayat­
ları n ı . Ama yine de bilmiyo ru m . . . Belki de b u n u b i l m e m e m daha doğ­
ru . . . Ç ü n kü dai ma kendi mden e m i nd i m . Çok e m i n d i m .
A m a ş i m d i çok alçakgö n ü l lüyüm v e küçük bi r çocu k g i b i , 'bilm iyo­
ru m , ' diyoru m . . .
Allah a ı s m arl ad ı k, sevg i l i dostu m . Amylnitrate ampullerini yatağ ı ­
m ı n yan ı ndan uzaklaşt ı rd ı m . Kend i m i Tan rı ' n ı n elleri n e b ı rakmay ı ter-
cih ediyoru m . Belki ben i cezal andı racak . . . Veya belki ödüllendirecek . . .
A m a bunun çabucak o l m as ı n ı di liyoru m . . .
Seninle tekrar ava ç ı km ayacağ ı z , H asti ngs. Se n i n l e i l k defa bu ra­
da avlan m ı şt ı k . Son av ı m ı z da burada oldu . . .
N e güzel g ü nlerdi on l ar.
Evet, çok güzel gün lerd i . . .
(Hercule Poi rot' n u n mektubu n u n sonu . )

Bay Arthur Hastings 'in son notu:


Mektubu okudum . . . B u n a hala inanam ıyoru m . . . Ama o hakl ı . Du­
ru m u an lamal ı yd ı m . Norto n ' u n aln ı n ı n tam o rtas ı ndaki deliği gördüğüm
zaman gerçeği sezmeliyd i m .
Ne garip . . . Şimdi hatı rlad ı m . . . Bu sabah b i r ara akl ı m a gelir g i b i ol­
m u ştu . . .
Norto n ' u n aln ı n ı n ortas ı ndaki delik . . . B u t ı pkı Kabi l ' i n işareti ne
benziyord u .

You might also like