Professional Documents
Culture Documents
9
1 11 1 1 1 1 1 1 1 1 1 1 1 1
789 7 54 0 513 77
ALTIN KİTAPLAR
YAYINEVİ
KiTABIN ÜRİJİNAL Aoı
CURTAIN
YAYIN HAKLARI
AGATHA CHRISTIE
AKCALI TELİF HAKLAR! AJANS!
ALTIN KİTAPLAR YAYINEVİ
VE TİCARET A.Ş. ©
KAPAK
SELÇUK ÖZDOCAN
BASKI
3. BASIM/ MAYIS 2005
AJ>_DENİZ YAYINCILIK A.Ş.
Matbaacılar Sitesi No: 83
Bağcılar - İstanbul
hıtp://www.altinkitaplar.com.tr
info@altinkitaplar.com.tr
---- ---- - 1 .
AGATHA CHRISTIE
TÜRKÇESİ
GÖNÜLSUVEREN
STYLES KÖŞKÜNDE BULUŞANLAR:
ve
H E RC U LE POI ROT
- 5-
HERCULE POIROT'NUN ELİNDE ŞU İPUÇLAR! VARDI:
• Othello . . .
• B i r fas u lye . . .
• Bi r piyes . . .
• Bi r peruk . . .
• B i r d ü rbü n . . .
• B i r kaza . . .
• Bi r randevu . . .
• B i r m ektu p . . .
• B i r h ikaye . . .
• B i r iddia . . .
- 6-
1
- 7 -
Hercule Poirot! O g ü n lerden sonra Belçi kal ı ben i m en yak ı n arka
daş ı m o l m uştu . Beni etki leyerek, hayat ı m a yön ve rmişti. Onunla birlikte ,
yine başka bir kati l i n izinden giderken, sonradan karı m olan genç kızla
tan ışm ı ştı m . Bir erkeğ i n ondan daha sad ı k ve tatlı bir eşi olamazd ı .
Karı m şimdi Arjanti n topraklarında yatıyord u . İ stediği şeki lde öl
müştü . Uzu n u z u n acı çekmeden, yaşl ı l ı k yüzünden çöküp bitki n leş
mede n . Ama geride ço k yal n ı z ve m utsuz bir e rkek b ı rakm ıştı .
Ah . . . Geri dönebi lseyd i m . . . H ayatı m ı yeniden yaşayabilseyd i m . . .
Bu Styles Köşkü ' ne i l k geldi ğ i m y ı l o lsayd ı . . . O zamandan bu yana n e
değişiklikler o l m uştu ? Tan ı d ı k yüzlerde n baz ı ları s i l i n m i şti. Caven
dish' ler, Styles Köşkü ' n ü sat m ı şlard ı . J o h n C avendish ö l m üştü . Karıs ı
Mary, o çekici, esra rl ı kad ı n , hala sağd ı . Devo n s h i re'da otu ruyord u ar
t ı k. Laurence ise, kar ı s ı ve çocuklarıyla G ü n ey Afri ka'ya yerleşm i şti .
Değişikl i kler. . . Değ işiklikler. . . Her yerde değişikli kler ol uyordu.
Ama işin garibi bir tek şey eskisi gibiyd i . Ben yine Styles Köşkü ' n e ,
Hercu le Poi rot'yla b u l uş m aya gidiyo rd u m .
Ü stünde, "Styles Köşkü Essex" yaz ı l ı m e ktubu ald ı ğ ı m zaman n e
kadar şaş ı rm ı şt ı m .
Eski arkadaş ı m ı hemen hemen b i r y ı ldan beri görmem i şti m . Onun
la son karş ı laşm am ı zda çok sars ı l m ı ş ve üzü l m üştü m . Poirot çok yaş l ı
b i r adamd ı art ı k . A rtröz yüzünden bayağ ı sakat gibiyd i . Sağ l ı ğ ı n ı n d ü
zeleceğ i n i u m arak M ı s ı r'a gitmişti . Ama mektubunda aç ı kl ad ı ğ ı n a göre
sağ l ı ğ ı daha da bozuk bir halde İ ngi ltere'ye d ö n m üştü . Ama m ektub u
yine de neşeliyd i .
- 8-
Pansiyo n u n i l a n ı n ı gazetede görd ü m . Ve o zaman bu ü lkede i lk
yuvam olan bu yeri tekrar gö rmek isteğ i ne kapı ld ı m . İ ns a n beni m yaş ı
m a gel i nce geçmişi yeniden yaşamaktan zevk a l ı yo r.
Düşü n , ondan so n ra bu rada bir beyefendiyle karş ı laşt ı m . Bu asil
ada m , k ı z ı n ı n patro n u n u n ahbab ı . (Bu cü m le bi raz Frans ı zca ders ki
tapları nda okudukları m ıza benzed i , değ i l m i ?)
Ada m ı görür görmez hemen bir şey tasarlad ı m . Sözünü ettiğ i m kim
s e Frankl i n ' leri yaz ı burada geçirmeleri için i k n a etmeye çal ı ş ı yord u . As
l ı nda ben de seni kan d ı racağ ı m . Böylece hep bir arada olacağ ı z . B i r ai
le gibi . Çok hoşu m a gidecek. İ şte o n u n içi n , sevgi l i HastingS\c i ği m , ça
bucak bu raya gel . Sen i n içi n banyolu bir oda ay ı rtt ı m . (Anlayacağ ı n
sevgi l i , eski Styles m odernleşti ri l m i ş artık.) Albay ı n kar ı s ı Bayan Lutt
rell ' le de pazarl ık etti m . Son u nda m aku l b i r fiyat ü zeri nde an laştık.
Frankli n ' lerle sen i n sevi m l i Judith bu raya gelel i bi rkaç gün oldu.
Her şey h az ı r a rtık. O n u n içi n m azeretler uydurmaya kalkı ş m a .
- 9 -
konuşup boşala m ı yor. Rahatlaya m ı yor. " Judith gü nlerce s o m u rtup otu
ru r ve hiç konuşmazd ı . Taraf tutmak bakı m ı ndan d a adeta yakıc ı , he
men hemen acı denebi lecek bir gücü vard ı . Ailesi içinde e n akı l l ı m ı z
oyd u . Bu yüzden J u d ith ' i n ü niversite öğre n i m i yap m ak isteği n i hoşnut
lukla kab u l etmiştik. K ı z ı m bir y ı l önce fen böl ü m ü nden mezu n o l m u ş ,
sonra da bir dokto ru n yan ı n a sekreter olarak gi rmişti. Dokto r, tropikal
h astal ıklarla i lgi l i araşt ı rmalar yap ıyord u .
Zam a n zaman J u dith ' i n i ş i n e bu kadar dalması v e patro n u n a çok
bağlanması beni kayg ı l and ı rıyord u . Acaba k ı z ı m doktora aş ık olmak
üzere m i , diye düşünüyordu m . Ama sonra doktorla aras ı ndaki i l işkisi
nin ciddiliği içimi rahatlat ı yordu .
Judith ' i n de beni sevdiğine i n a n ı yordu m . Ama o karakteri gereğ i
duygu ları n ı belli etm ekten hoşla n m ı yord u . Çoğun lukla beni m , "ro m an
t i k v e modas ı geçmiş" diye tan ı m lad ı ğ ı fikirleri m i sab ı rs ı z l ı k v e öfkeyle
karş ı l ıyord u . Aç ıkças ı k ı z ı mdan bi raz çeki niyord u m !
Tam bu s ı rada dald ı ğ ı m düşü ncelerden uyand ı m . Tren Styles St.
M ary istasyo n u n a gi rm işti . Hiç o l m azsa b u ras ı hiç değiş m e m i şti. Za
man istasyona doku n m adan geçip gitmiş gibiyd i . Bu sevi m l i ve küçük
istasyo n , sanki varl ı ğ ı için h içbi r neden yokm u ş gibi kı rları n aras ı ndaki
tepeciğe tünemiş d u ruyord u .
Asl ı nda bindiğim taksi köyden geçerken , zaman ı n geçmiş olduğu n u
b i r kez d a h a anlad ı m . Styles St. Mary tan ı n m ayacak kadar değişmişti .
Benzi n istasyonları , bir sinema, i ki han daha ve s ı rayla kooperatif evleri .
So nunda Styles Köşkü ' n ü n bahçe kap ı s ı ndan içeri girdik. Ve o za
man sanki yine modern çağlardan uzaklaşt ı k. Büyük bahçe h atı rlad ı
ğ ı m gibiyd i . A m a yol çok bakı m s ı zd ı . Çak ı l ları n aras ı ndan otlar çıkm ı ş
ve b u n l ar etraf ı bürü m ü ş lerd i . Bir köşeyi döndük v e köşk gözü ktü . Evi n
d ı ş görü nüşü de değ i ş m e mişti . Boyaları da berbat h aldeyd i .
Y ı l lar ö nce bu raya i lk ge ldiğim günde o l d u ğ u gibi y i n e b i r kad ı n
tarh lardan b i ri n e doğru eği l m i şti. Kalbi m b i r a n d u rdu sanki . Sonra ka
d ı n doğ ru larak bana doğru ge ldi . O zaman ke ndi halime gü ld ü m . Bu
kad ı n , o güçlü kuvvetl i Evelyn Howard'la taban tabana z ı tt ı .
- 10-
B i r kere yaşl ı yd ı . Zay ıf nah ifti . G ü r, kıvı r kıvı r beyaz s açları , pem
b e yanakları v e nazik, dostça tavı rlarıyla tezat teşki l eden soğuk bakış
lı, uçuk m avi gözleri vard ı . Aç ı kças ı kad ı n ı n dostluğunu fazla abart ı l ı
buld u m .
"Siz Bayan Hasti ngs'siniz, değil m i ?" diye sord u . " H ay Allah ! Be
nim elleri m de çam u r içinde. E l i nizi s ı kam ayacağ ı m . Sizi bu rada gör
mek bizi pek m e m n u n etti . Hakk ı n ızda o kadar çok şey duyduk ki . Ken
dimi tan ıtay ı m . Ben Bayan Luttre l l ' i m . Koca m l a bu köşkü bir ç ı lg ı n l ı k
a n ı nda sat ı n ald ı k . Şimdi bu ray ı para geti recek b i r h a l e sokmaya çal ı
ş ı yoruz. Doğrusu sonunda otelci l i k edeceği m h i ç akl ı m a gel m ezd i !
Ama size i htar ediyoru m , Bay Hasti ngs . Ben tam bi r iş kad ı n ı y ı m . He
sabı d a iyice şişi riyoru m . "
Olağanüstü bir n ü kte yapm ı ş gibi i k i m i z de gü ldük. A m a be n , Ba
yan Luttre l l ' i n bu sözleri pekala da doğru olabi l i r, diye düşünüyord u m .
O 'şirin i h tiyarc ı k' ro l ü oynuyo rdu a m a bu tav ı rları n ı n gerisi nde granit
kadar sert bi r i nsan ı n gizli olduğunu sezm i şti m .
Bayan Luttre l l zaman zaman İ rl�ndal ı aksanıyla d a konuşuyord u .
Ama asl ı nda dam arları nda İ rlandalı kan ı da yokt u . Yapmac ı ktı o n u n k i .
O n a arkadaş ı m ı sord u m .
" A h , zava l l ı Mösyö Poirot'cuk. Gelmenizi dört gözle bekl iyord u .
O n u n b u h a l i taş kalpleri b i l e eriti r. Ona ç o k ac ı yo ru m . Çü nkü p e k ıstı
rap çe kiyor. "
E v e doğru yü rü meye başlam ı şt ı k . Kad ı n bahçe eldivenleri n i ç ı ka
rıyord u . "Güzel k ı z ı n ı z da burad a," diye kon u ş m as ı n ı s ü rdürd ü . "Ne
hoş bi r k ı z . Hepi m i z de ona çok h ayran ı z . Ama anlayacağ ı n ı z , ben es
ki kafal ı y ı m d ı r. öy ıe bi r k ı z ı n parti lere gidip delikan l ı larla dans edeceği
zaman ı n ı , tavşanları kesip biçerek, bütü n gün m i kroskobun ü ze ri n e
eği lerek geçi rmesi , bana gü nah m ı ş gibi geliyor. Yaz ı k gü nah ! Bence öy-
,
- 1 1 -
tavşanlar. Açı kças ı bu b i l i m denilen şeyden pek h oşland ı ğ ı m ı sanmıyo
ru m . Bay H asti ngs . Hah, işte koca m . "
Albay Luttrel l evi n köşes i n i dönm üştü . Çok u z u n boy l u , gayet za
rif, kadavra s u ratl ı bir adam d ı . Uysal m avi gözleri p ı r ı l p ı r ı l parl ı yo rd u .
Dai m a karars ı z b i r tav ı rl a ince , beyaz b ı y ı ğ ı n ı çekişti rip d u ruyord u . S i
n i rl i , dalgı n b i r adamd ı .
"Ah , George . . . Bay Hasti ngs geldi . "
Albay Luttrell'le el s ı kıştık. Ada m , "Şey. . . " ded i . "Beş . . . şey. . . k ı rk
treniyle geld i n i z demek?"
Bayan Luttrel l sert sert, "Başka h angi trenle gelecekti ?" diye söy
lend i . "As l ı nda bu önemli mi? Kendis i n i götü r, odas ı n ı göster, George .
Belki Bay Hastings ondan sonra hemen Mösyö Poirot'n u n yan ı n a g i
der. . Yoksa d a h a ö nce çay içmeyi m i isterd i n i z , B a y H asti ngs?"
Kad ı na çay istemed i ğ i m i , arkadaş ı m ı gö rmek içi n sab ı rs ı z l andı ğ ı
m ı söyled i m .
Albay Luttre l l , " İ yi," ded i . " H aydi gel i n . Şey . . . herhalde eşyalar ı n ı z ı
odaya ç ı kard ı lar bile. Öyle değ i l m i , Daisy?"
Bayan Luttre l l aksi aks i , "Bu se n i n işin George , " diye cevap verd i .
" B e n bahçeyle u ğ raşıyord u m . H e r şeye d e b e n bakamam ya!"
"Tabii tabii . Doğru . Ben . . . ben bu işi hal lederi m , yavru m . "
Ad am ı n peşi s ı ra öndeki basamaklardan ç ı kt ı m . Kap ıda, ufak te
fek, k ı rçı l saç l ı bi r ad amla karş ı l aşt ı k . O, e l i nde d ü rb ü n , telaşla d ı şarı
bakıyo rd u . Heyecan l ı , çocuksu bir yüzü vard ı . Topal l ı yord u .
Hafifçe kekeleyerek, "Karabaş l ı ötleğen kuşları . Fi ravu n i nci ri n i n
o raya yuva yapm ı ş lar," ded i .
Biz h o l e g i re rke n Luttrel l m ı rı ldand ı . "Norton o . İ yi bir ada m . K u ş
delisi . "
Holde i riyarı b i r adam m asan ı n yan ı nda d u ruyord u . Te lefo n l a ko
nuşmuş olduğu be l l iyd i . Baş ı n ı kald ı rarak, "Bütün m ütea h h it ve i nşaat
çı ları parça parça etmeyi , sonra da asmayı i sterd i m . Allah kah rets i n ,
h i çbi r şeyi doğru d ü rüst yap m ı yo rl ar. "
Öfkesi o denli şiri n ve ko m i kti ki , ikimiz de güldük. Bu adama he
m e n ı s ı n d ı ğ ı m ı h i ssetti m . Ellisi ni geçmiş o l m as ı na rağ men gü neşte n
iyice yan m ı ş yüzüyle son derece yak ı ş ı k l ı yd ı . G ü nleri n i n çoğ u n u a ç ı k
- 12 -
h avada geçirmiş gibi bi r hali vard ı . Bundan başka gitgide azal a n o tip
lere benziyord u . D ü rüst, açık h avaya m e rakl ı , e m i r vermesi n i b i l e n es
ki tarz İ ngi lizlere .
Albay Luttrell o n u , "Si r William Boyd-Carri ngton," diye tan ışt ı rd ı ğ ı za
man buna hiç şaşmad ı m . Onun H i ndistan'da bir bölgenin valiliğini yaptı
ğ ı n ı ve orada olağanüstü bir başarı gösterdiğini biliyordum. Ayrıca biri nci
s ı n ı f bir atıcı ve vahşi hayvan avc ı s ı olarak da ün yapm ışt ı . İ çimden artık
bu kötü gü nlerde onun gibi adamlar yetiştiremiyoruz, diye düşünd ü m .
Sir Wi l l i a m Boyd-Carrington , "Hah , " dedi . "So n u n d a ş u ü n l ü şahsi
yetle, 'mon a m i Hastings 'le tan ıştı ğ ı m için çok m e m n u n u m . " Güldü. "O
sevi m l i Belçika l ı sizden sık sık söz ediyor anlayacağ ı n ı z . Tabii so nra kı
z ı n ı z d a b u rada. Her yönüyle müke m m e l b i r k ı z . "
G ü l ü m sedi m . "Judith ' i n benden pek s ö z ettiğ i n i san m ı yo ru m . "
"Oras ı öyle. Çok modern b i risi o . Son zamanlarda genç kızlar an
ne ya da babaları olduğunu iti raf etmekten bi l e utan ı yo rlar. "
" İ nsan ı n anne v e babas ı n ı n o l m as ı utan ı l adk bir şey, " dedim.
Güldü. "Ah , neyse . . . Ben bu bakı mdan şansl ı y ı m . Neyseki çoluk
çocu ğ u m yok. Sizi n J u d ith de pek güzel bir k ı z a m a son derece kültür
l ü . B u da beni bir h ayli korkutuyor. Telefo n u n reseptörü n ü tekrar kald ı r
d ı . "Sizin santrala küfretmeme ald ı rmayacağ ı n ı u marı m , Luttre l l . Ben
sabı r l ı bir i nsan deği l i m . "
Luttre l l , " Bu n u n o n lara faydası o l u r, " diye yanıtlad ı .
Merdivenden ç ı km aya başlad ı . B e n d e peşi nden gitti m . Beni evi n
sol böl ü m ü ne sokarak d i pteki b i r kapıya götü rdü . O zaman Poi rot' n u n
b a n a d a h a ö nce kal m ı ş olduğ u m odayı seçti ğ i n i anlad ı m .
Bu rada değişiklikler o l m u şt u . Koridord a i lerlerken baz ı kap ı lar açık
d u ruyord u . Eski tarz büyü k yatak odaları n ı n böl ü n m ü ş old �ğ u n u fark
etti m . Böylece ortaya bi rkaç oda daha ç ı km ı şt ı .
Eskiden de gen i ş o l m ayan be n i m kendi odam değiş m emişti . Yal
n ı zca bu raya s ı cak v e soğuk su veri l m i şti . Odan ı n b i r köşesi de ayr ı l a
rak küçü k b i r banyo haline soku l m uştu. İ çersi beni oldukça d ü ş k ı rıkl ı
ğ ı n a uğ ratan u c u z , modern eşyalarla döşe n m i şti . B e n m7i n m i ma risine
•
- 13 -
Bavu l ları m odamdayd ı . Albay, Poirot'nu n odas ı n ı n tam karş ıda o l
duğu n u söyledi . A d a m t a m b e n i oraya götü receği s ı rada aşağ ı d aki hol
den sert b i r ses yükse ld i . "George!"
Albay Luttrell sinirli bir at gibi irkildi. Elini dudakları na götürdü. "Bu . . .
bu rada rahat edeceğinizden emin misiniz? Bir şey isterseniz zile bas ı n . . . "
"George!"
"Geliyoru m , h ayat ı m , geliyoru m . " Ad am korido rda telaşla i lerled i .
B e n b i r an d u rarak o n u n arkas ı ndan bakt ı m . Sonra da koridoru a şıp
Hercu le Poirot' n u n kap ı s ı n a vu rd u m .
Bence h içbi r şey yı lların yaptığı tah ribat kadar acı deği ld ir.
Zava l l ı dostu m ! Onu bi rçok defalar tarif ettim size. Ş i m d i de ara
d aki farkı anlatm aya çal ı şacağı m . Po i rot artröz yüzü nden sakat olduğu
içi n art ı k tekerlekli arabayla dolaş ı yo rd u . Tom b u l vücudu hemen he
m e n çökmüştü . Poirot art ı k, ufak tefek, zayıf b i r adam d ı . Yüzü k ı r ı ş ı k
v e çizgi içindeyd i . B ı y ı ğ ı v e saçı kuzg u n i siyahtı a m a açı kçası bir ha
tayd ı b u . Fakat bunu ke ndisine söyleyerek o n u k ı r m ay ı kes i n l i kle i ste
mezdi m . Bir an gelir saç boyas ı üzü lecek bir şekilde pek belirli bi r h a l
a l ı r. Bir zamanlar Poirot' n u n saçları n ı n siyah l ı ğ ı n ı boyaya borçlu o l d u
ğunu öğrendiğim z a m a n ç o k şaş ı r m ı şt ı m . Ama ş i m d i . . . Bu o kadar b e l
l i y d i ki . İ nsana Poi rot sanki çocukları eğlendirmek için peruk takm ı ş v e
d udağı n ı n üstüne de bir b ı y ı k yap ı şt ı r m ı ş gibi geliyord u !
Yal n ı zca gözleri h i ç değişmemişti . H e r zamanki gibi zeki v e m u z i p
bakı ş l ı yd ı bu gözler. Ve -evet, h i ç k u ş k u yok,- arkadaş ı m ı n bakışları
baz ı h i s leri n etkisiyle yum uşam ı ştı .
"Ah mon ami H asti ngs, mon ami H asti ngs."
Baş ı m ı eğd i m . Poirot d a h e r zaman yaptığı gibi beni hara retle ku
caklad ı .
"Mon ami Hasti ngs." Arkas ı na yasland ı . Baş ı n ı h afifçe yana eğe
rek beni süzdü . " Evet, hiç deği ş m e mişsi n . Geniş o m u z l u , d i m d i k b i r
- 14 -
ada m . K ı r saçları n sana çok kibar bir h a l veriyor. Bil iyor musu n , dos
tu m , y ı l l arin sana zararı doku n m a m ı ş . Kad ı n l ar hala seni nle i lgi len iyor
lar san ı rı m . Ö yle değ i l m i ?"
"Poirot," diye iti raz etti m . "Yani . . . "
" E m i n o l , dostu m , bir ölçü bu. Tek ölçü. Pek genç kızlar yan ı n a ge
lip se ninle şefkatle, büyü k bir şefkatle kon u ş m aya başlad ı kları zaman
her şeyi n sona ermiş olduğunu anlars ı n . Onl ar, 'Zava l l ı i htiyarc ı k , ' der
ler. 'Ona iyi d avranal ı m . Bu halde ölmek pek feci bir şey herhalde . ' Ama
sen, H asti ngs ... sen hala gençs i n . Evet, evet b ı y ı ğ ı n ı bur ve o m u zları
nı kambu rlaşt ı r. Bu söyledi kleri m i n doğru olduğu n u anl ıyoru m . Yoksa
bu kadar uta n m azd ı n . "
G ü l m eye başlad ı m . "Ale msi n , Poirot . . . E e , s e n nas ı ls ı n ?"
P o i rot yüzünü bu ruştu rd u . "Ben m i ? Ben be rbat h aldeyi m . B i r en
kaz, bir h a rabeyi m art ı k . Yürüyemiyo ru m . Sakat old u m , vücu d u m çar
p ı ld ı . Neyseki hala ke ndi kendi m e ye mek yiyebi liyoru m . Ama diğer ba
k ı m l ardan bana sanki bir bebekm i ş i m gibi bakı lması gerek. Beni yata
ğa yat ı rı yorlar, y ı k ı yorlar ve giydiriyorlar. Ah, hiç de hoş bir şey değil b u .
Neyseki d i ş i n çürümesine rağ m e n , öz hala sağlam . "
" Evet, g� rçekte n öyle. Kalbin fevkal adedir. "
"Kalbi m m i ? Belki . Ama benim kastettiğ i m kalbim değildi. Benim
'öz'den m aksad ı m , 'beyin' dostu m, beyi n . Ve beynim hala olağanüstü bir
şeki lde çal ı ş ıyo r. " .
" H i ç o l m azsa beyninde alçakgö n ü l l ü l ü ğ e doğ ru b i r bozu l m a o l m a
d ı ğ ı açı kça a n l aş ı l ıyo r. "
" B u radan hoşlan ıyor m u s u n ? " diye sord u m .
P o i rot o m z u n u s i l kti . "Benim i ç i n u ygu n b u ras ı . Anlayacağ ı n , pan
siyo n , R itz Ote l i değ i l . H i ç değ i l . Bu raya ge ldiğim zaman bana ve rd i k
leri oda h e m küçüktü , h e m de eşyalar yete rli değ i l d i . Bu raya geçt i m .
Hem de ücrette bir a rtma o l madan . . . S o n ra , ye mekler . . . İ ngi l izleri n o en
kötü yemekleri b u rada pişiriliyo r. Brüksel lahanaları tam İ ngi lizlerin
sevd i ğ i gibi koskocaman ve kaskat ı . P atatesler haşlama. Bunlar ya
sert kal ı yor ya da parça parça oluyor. Sebzeler su tad ı nda. Daima, da
ima s u tad ı nda. H i çb i r yemeğe tuz ve biber koym uyorlar. . . " Arkadaş ı m
anlam l ı a n l a m l ı sustu .
- 15 -
"Yemeklerin ko rku nç olduğu anlaş ı l ı yor, " dedi m .
Poi rot m ı rı ldand ı . "Ben şikayet etm iyoru m ... " A rd ı ndan şikayet et
meye koyu l d u . "So n ra ' modernleşti rme' deni len o dert bu raya da m u
sal lat o l m u ş . Banyolar, h e r yerde gördüğüm m u sluklar . . . B u n lardan n e
akıyor? Ç o ğ u zaman ı l ık s u , dostu m , ı l ık s u . Ya h avl u l ar? İ ncecik, k ü
ç ü k şeyler. "
Düşünceli düşünceli m ı rı ldand ı m . " Evet, eski gün leri n iyi tarafları
vard ı . " Eskiden Styles Köşkü'ndeki o tek banyodaki s ıcak s u m u s l u
ğ u ndan fışkı ran b u h arı h atı rlam ı şt ı m . Kenarları maundan, pek büyük
bir küvet banyo odası n ı n tam ortas ı nda gururla dururdu. O kocaman
banyo h avlu ları n ı , eski tarz l avabo ların üzeri ne sık s ı k kon u l a n içi s ı
cak su d o l u p ı r ı lt ı l ı pirinç ibrikleri d e u n utmam ı ştı m .
Poirot tekrar, "Asl ı nda şikayet etmemek gerek," ded i . " Ben acı çek
meye raz ı y ı m . . . İ yi bir amaç için tabi i ."
Birdenbire akl ı m a bir şey geldi. "Şey, Poi rot. . . para d u ru m u n bozuk
değ i l ya? Baz ı yat ı rı m ları n . . .
"
- 16 -
G ü l e rek iti raz etti m . "Hay ı r ! Hay ı r!"
P o i rot devam etti . "Ayrıca bu doğru da değ i l . Geriye bak ı yo r ve
yaşl ı göz lerle, 'Ah , ne m utlu gü n lerdi o n lar. Ben de gençti m , ' diyors u n .
Ama as l ı nda hiç de sand ı ğ ı m kadar m utlu değildi n , dostu m . Ağ ı r şeki l
de yaralan m ı şt ı n . Kasvetli bi r h astanede yatarak sıkı ntıdan patla m a
derecelerine ge lm işti n . Ve yan ı lm ı yo rsam ayn ı zamanda i k i kad ı n a b i r
den aşık olarak h e r şeyi karmaka r ı ş ı k etm işti n . "
G ü ldüm a m a kızard ı ğ ı m ı n farkı ndayd ı m . "Sendeki d e n e zeka Poirot !"
"Ah , ah . . . Senin o i ki güzel kad ı n h akkı nda aptalca sözler söyleye
rek içi n i n as ı l çektiğ i n i a n ı m s ı yo ru m . "
" Peki , o zaman b a n a söylediklerin i de h at ı rl ı yo r m u s u n ? ' İ ki si d e
s a n a göre deği l , ' demişti n . 'Ama cesu r o l , dostu m . Belki ile rde seninle
yine ava ç ı karız. Ve belki de o zaman ... "' Durdu m .
Çü nkü Poirot'yla Fransa'da ava çıkm ı ştık yine. Ve ben o rad a sev
diğim o kad ı n l a . . .
Arkadaş ı m şefkat v e sevecen l ikle ko l u m a vurd u . "Biliyo ru m . Has-
tings biliyoru m . Onu n yeri ne ileriye bak."
Ö fke li bir hareket yapt ı m . " İ leriye ? İ lerde bakabi leceğ i m ne var ki ?"
" Dostu m , yap ı l acak iş var."
" İ ş mi? Nerede?"
" B u rada ."
Ona h ayretle bakt ı m .
P o i rot, "Bi raz ö nce bana bu raya neden ge ldiği m i sord u n , " dedi .
"Belki b u n u yan ı tlamad ı ğ ı m ı fark etmed i n . Cevabı sana şimdi verece
ğ i m . Ben bu raya bir kati l i avlamaya geldi m . "
Ona d a h a da büyük bir şaşk ı n l ıkla bakakald ı m . H atta b i r an o n u n
saçm alam aya başlad ı ğ ı n ı b i l e düşündü m . "Ciddi m i s i n ? "
"Tabii ciddiyi m . B a n a katı lman i ç i n neden o kadar ı srar etti m san ı
yorsu n ? Kolları m ı , bacaklarımı eski si gibi h areket ettire m iyoru m . Ama
de m i n de söyled i ğ i m gibi kafam iyi çal ı ş ı yo r hala. P rensibi m i n dai m a
ayn ı o l d u ğ u n u h atırl ayacaks ı n: arkan a yaslan arak otu r v e d ü ş ü n . Ben
b u n u h a l a yapabi liyoru m . Asl ı nda yapabi leceğ i m tek şey de b u . Av ı n
d ah a h a reketl i k ı s m ı için paha biçi lmez H asti ngs ' i m i yan ı m a çağ ı rd ı m."
- 18-
A. vakası - ETHERİNGTON
Leonard Etheri ngto n . Kötü alı şkan l ı kları vard ı . Beyaz zehi r kullan ı
yor ve içki içiyord u . Acayip, sadist b i r adam d ı . Karı s ı genç v e güzeldi .
Son de rece m utsuzdu kad ı n . Etherington öldü. Ye mekten zehi rlendiği
san ı l d ı . Doktor kuşku l a n m ı ştı . Otopsi sonucu Etheri ngto n ' u n arsen i kten
zeh i rlendiği o rtaya ç ı ktı . Evde, yaban otları n ı o rtadan kald ı rmak için kul
lan ı lan arsenikli bir i l aç vard ı . Ama bu d a uzun bir s ü re önce al ı n m ı ştı .
Bayan Etherington tutu kland ı. Kendis i n i cinayetle suçluyorlard ı . Genç
kad ı n ı n bir memurla s ı kı fıkı olduğu bi l i n iyord u . Ama adam H i n d istan' a
dönmüştü . Kad ı n ı n kocas ı n a i h anet ettiğ i n i gösterecek kesi n b i r d e l i l
yoktu . Gelgelel i m iki genci n birbi rleri nden ç o k hoşlandı kları bel liydi .
Genç ada m , ondan sonra Hi ndistan'a yapt ı ğ ı yolcu l u k s ı ra s ı n d a tan ı şt ı
ğ ı bir k ı z l a nişanland ı . Bayan Etheri ngto n ' u n bunu açı klayan m e ktubu ,
kocas ı n ı n ö l ü m ü nden önce m i , yoksa sonra m ı ald ı ğ ı kes i n l i kle öğreni
lemedi . Genç kad ı n mektubu kocas ı n ı n ö l ü m ü nden önce ald ı ğ ı n ı iddia
ediyordu. Genç kad ı n ı n aleyh i nde kesi n delil bulamad ı lar. Sadece o rta
d a kuşku lanı lacak başka kimse yoktu . Etheri ngto n ' u n kazara zehi rle n
m i ş olması da olanaks ı zd ı . Mahkemede, adam ı n karakteri dolay ı s ıyla,
genç kad ı na çok acı d ı lar. Etheri ngto n ' u n karı s ı n a çok kötü davran d ı ğ ı
m u h akkakt ı . Yarg ıç, olayı toplarken g e n ç kad ı n ı n lehi nde kon u ştu .
Ö zellikle j ü ri n i n en ufak kuşku su olmaması gerektiğ i n i belirtti . . .
Bayan Ethe ri ngton be raat etti . A m a h e rkes yine d e o n u n suçlu ol
d u ğ u n a i n a n ı yord u . Ondan sonra kad ı n ı n h ayatı çok zorlaşt ı . Arkadaş
ları vs . ondan kaç ı yorlard ı . Davadan i ki y ı l sonra fazla uyku i l acı ald ı ğ ı
i ç i n öldü . Resmi soruşturmada o n u n kazara öldüğüne karar veri ldi .
- 19 -
için ona fazla m i ktarda morfi n verdiğini söyled i . Polis, k ı z ı n b u n u kaza
ra deği l , bi lerek yapt ı ğ ı na i n a n ı yord u . Ama yete rli delil o l m ad ı ğ ı içi n ,
o n u tutu klaya m ad ı l ar.
- 20 -
Yaz ı ları d ikkatle a m a gitgide artan b i r h ayretle okudu m . Son ra ka
ğ ı d ı bir tarafa b ı rakarak merakla P o i rot'ya bakt ı m .
"E, mon ami?'
Ağ ı r ağ ı r, "Bradley olay ı n ı h at ı rl ıyord u m , " ded i m . " B u n u o s ı rada
gazetelerde okudu m . Kad ı n çok gü zeldi . "
P o i rot baş ı n ı sallad ı .
"Fakat beni ayd ı n latm al ı s ı n . Bütün b u n ları n anlam ı nedir?"
"Bana önce şunu söyle: Sence bütü n bunlar ned ir?"
İ yice şaş ı rd ı m . "Bana verdiğin beş ayrı c i n ayetle i lgi l i b i r özet. Baş
ka başka yerlerde olmuş, değişik s ı n ı ftan i nsanl arla ilgi l i vakalar. Ayr ı
ca onları n arası nda h afif bir benzerl i k bile yok. Yani.: vakalardan bi ri
kı skançl ı kla ilgi l i . :.3irinde mutsuz b i r kad ı n kocas ı n ı o rtadan kald ı rm ı ş .
Bir diğeri n i n nede niyse para. Dörd ü ncüsü benci l o l m ayan gayele rle iş
lenmiş deni lebi l i r. Zi ra katil kan undan kaç m aya kalkı ş m a m ı ş . Beşinci
siyse , vahşice b i r cinayet. Herhalde kati l o s ı rada sarhoştu . " D u rd u m
v e karars ızca, "Onlar ı n aras ı nda gözümden kaçan o rtak b i r nokta m ı
var?" diye sord u m .
" H ay ı r, h ay ı r. Olayları u stal ı kla özetled i n . Yal n ı z ş u n u da söyleye
b i l i rd i n : Bu vakaları n h i çb i ri n i n de şüphe götü rü r bir tarafı yokm u ş . "
"Anlayamad ı m . . . "
" Ö rneğ i n . . . Bayan Etheri ngton beraat etm i ş . Ama b u n a rağ men yi
ne de herkes onun katil olduğu ndan e m i n m i ş . Fred a C l ay ' ı aç ı k aç ı k
suçlam a m ı şlar. Fakat hiç ki mse d e c i n ayeti başka b i r şeki lde çöz ü m le
meye kalkışmam ı ş . Riggs, karı sıyla aşığı n ı öldürdüğü n ü hiç h atı rlama
d ı ğ ı n ı söyle m i ş . Ama başka b i ri n i n katil olduğu da h i çb i r zaman düşü
n ü l m e m i ş . Margaret Litchfield ise, suçu n u iti raf etm i ş . "
Kaşları m ı kald ı rd ı m . "Evet, bu doğru . Ama b u ndan beli rli ne sonuç
ç ı ka rd ı ğ ı n ı anlayam ıyorum . . . "
"Ah , a m a şimdi se n i n henüz bilmediğin b i r gerçeğe geliyorum.
H asti ngs, diye l i m ki bütü n bu özetled iği m vakalarda, hepsi n i n m ü şte
rek, acay i p bir taraf ı var. . . "
"Ne demek i stiyors u n ? "
- 21 -
Poirot ağ ı r ağı r, "Hasti ngs, sözleri m i dikkatle seçmek niyeti ndeyi m , "
dedi . " B u n u şu şeki lde açıklayayım: Belirli bir ki mse v a r. . . X diye tan ı mla
yacağ ı m biri . Bütün bu olaylarda X'in ku rbanı ortadan kald ı rması için bir
neden yokmuş. Görünürde bir sebep. Ö ğrenebi ldiğim kadarıyla vaka n ı n
biri nde, cinayet işlendiği sı rada X, ü ç y ü z kilometre ötede b i r yerdeymiş.
Ama yine de sana şunu söyleyeceğim: X. Etheri ngton'la sam i m iymiş. X.
bir süre Riggs'le ayn ı köyde otu rmuş. X, Bayan Bradley'le ahbapm ı ş . X'le
Freda Clay'in sokakta bi rlikte yü rürken çeki lmiş bir resi mleri var bende.
İ htiyar Matthew Litchfield öldüğü zaman X de evi n yakı n ı ndaym ı ş . "
O n a h ayretle bakakald ı m . " Evet, bu kadarı da faz l a . . . İ ki vakay ı
rastlantı o larak açıklayab i l i riz. H atta üçü n ü . Ama beş vaka . . . h ayı r bu
kadarı bi raz fazla. Olmayacak bir şeymiş gibi gözükmesine rağ m e n bu
değişik ci nayetler aras ı nda bir bağ o l m al ı . "
"Demek ben i m le ayn ı sonuca vard ı n ? "
"X' i n katil olduğu sonucuna m ı ? Evet . "
" O h a l d e H asti ngs, benimle birlikte bir ad ı m daha atmaya h az ı rs ı n
demekti r. Sana ş u n u söylememe i z i n ve r. X b u evde."
"Burada m ı ? Styles'da mı yan i ?"
"Styles'da. Bundan çıkacak mantıklı so nuç nedir?"
Onun n as ı l bir aç ıklama yapacağ ı n ı anlam ı ştı m . " H ayd i , " ded i m .
"Söyle."
Hercu le Poirot ciddi bir tavı rl a baş ı n ı sallad ı . " K ı s a b i r süre sonra
bu rada bir c i n ayet işle necek. Burada."
B i r iki dakika Poirot'ya üzü ntüyle baktı m . Sonra da, " H ay ı r, " ded i m .
" İ şlen meyecek. Sen buna engel olacaks ı n . " Böylece yapt ı ğ ı aç ıklama
ya karş ı tepki göstermiş ol uyord u m .
Poirot b a n a sevece nlikle bakt ı . "Sad ık dostum . . . B a n a o l a n güve
n i n i ne kadar takdi r ediyoru m bilsen. Ama bu kez bana bu kadar gü
ven m ekte h akl ı olduğu ndan pek de e m i n değ i l i m . "
- 22 -
"Saçma. C i n ayete tabii ki e ngel o labi l i rs i n . "
" B i r d aki ka d ü ş ü n , Hasti ngs . " Poi rot' n u n sesi ciddiyd i .
" Evet, i nsan bi r kati l i yakal ayab i l i r . . . Ama b i r cinayete nas ı l engel
olabi l i r?"
"Şey, sen . . . sen . .. şey, yan i . .. ö nceden b i liyorsan . . . " Şaşk ı n şaşkı n
sustu m . Ç ü n kü birdenbire gü çlükleri a n l a m ı ştı m .
Poirot, "Anl ı yorsu n ya?" ded i . "Soru n b u kadar basit deği l . Asl ı nda
bu işin üç yolu vard ı r: Bir ... ku rbana ihtarda bu lunursun. Onun teti kte ol
ması n ı sağlars ı n . Ama bu yöntem daima başarı l ı olmaz. Çünkü baz ı in
sanları ciddi bir tehlikeyle karş ı karş ıya olduklarına ikna etmek i n a n ı l m a
yacak kadar zordur. Özellikle bu teh l i ke kaynağ ı n ı n onları n sevdikleri bir
yakı nları olduğuna i nandı rm ak. Öfkelenirler ve sözleri ne inanmaya da
yanaşmazlar. İ kinci yol şudur: Katile ihtarda bulunursun. Bi raz gizli ka
pakl ı bir şeki lde, 'Senin niyeti ni biliyoru m , ' dersin. ' Eğer şu kimse ölürse,
dostu m sen de m u h akkak darağac ı n ı boylars ı n . Bu ekseri biri nci yön
temden daha başar ı l ı o l u r. Ama bunun da işe yaramad ı ğ ı çoğu zaman
gö rü l ü r. Çünkü dostu m , bir katil yeryüzündeki yaratı kları n en kendini be
ğenmişidir. Bi r kati l , dai ma herkesten çok daha akı l l ı olduğu nu . . . hiçbir
zaman kendisi nden şüphelenmeyecekleri ni ... po lisin şaş ı r ı p kalacağ ı n ı
düşü n ü r. Bu yüzden d e ihtarına rağmen yine d e bildiğini oku r. Sende sa
dece daha son ra onu astı rmak zevki ne erişirsi n . " Bir an durd u . Sonra da
düşü nceli düşü nceli ekled i . "Hayatı mda i ki kez bir kati le i htarda bulun
dum. Bir kere M ı s ı r'da, bir defa da başka bir yerde. Ama her i ki vakada
da cani kurban ı n ı öldü rmeye kararl ıyd ı . . . Burada da öyle olabi l i r."
Ona h at ı rlattı m . "Üçüncü bir yol o l d u ğ u n u söylemişti n . "
"Ah , evet. Ama b u n u n içi n d e çok zekice davranmak gerek. Darbe
nin nas ı l ve ne zaman indirileceğini tam tam ı n a tahm i n etmelisi n . Ve en
uygu n psikolojik anda işe karışmaya h az ı r olmal ı s ı n . Katil i , suçüstü değil
se bile, maksad ı şüphe götürmeyecek bir şeki lde yakalamal ı s ı n . " Poi rot
ko nuşmas ı n ı sürdürd ü . "Ve bu çok zor ve nazik bir işti r, bundan e m i n ola
bi l i rsin , dostu m . Ve bunun başarı l ı olacağ ı n ı da garanti edemem ! Belki de
kendini beğenmiş bi r adam ı m . Ama kend i m i bu kadar da beğen mem."
" B u rada h a ngi yolu denemek niyeti ndes i n ?"
- 23 -
"Belki de üçünü b i rd e n . E n zor olanı b i ri ncis i . "
"Nede n ? B a n a bu e n kolayı gipi gel m i şti . "
"Evet. . . K u rban adayı n ı n ki m olduğunu bildiğin takd i rde. Ama d u
rum u n farkı nda değ i l misi n , H asti ngs ? Ben bu rada, kurban ı n ki m o l d u
ğ u nu b i l m iyoru m . "
"Ne?" Düşün meden b ağ ı rm ı ştı m . Sonra d u ru m u n zorl u ğ u n u anla
maya başlad ı m . O b i r seri c i n ayeti birbirine bağlayan gizli b i r bağ var
dı herhalde. O l m a l ı yd ı . A m a bu bağ ı n ne olduğunu b i l m iyorduk. Se
bep, o çok önemli olan ci nayet neden i belli değildi . B u n u b i l meden de
ki m i n teh likede olduğunu tah m i n ede mezdik.
Poirot duru m u n güçlüğünü kavram aya başlad ı ğ ı m ı yüzümden an
lam ıştı . Baş ı n ı sallad ı . "Görüyorsun ya, dostu m ? Bu pek de kolay değ i l . "
"Evet," dedi m . " B u n u görüyo ru m . . . O değişik cinayetler aras ı nda
henüz bi r bağ kuramad ı n m ı ?"
Poi rot baş ı n ı sallad ı . " H i ç ku ramad ı m . "
Yi ne düşü ndü m . A . B . C . ci nayetle rinde alfabetik olduğu iddia edi
len vakalarla karş ı laş m ı ştık. Ama sonra da işin içyüz ü n ü n tam a m ı yla
bambaşka olduğu o rtaya çıkm ı şt ı .
"Sebep u z u n vadeli b i r şey o l m as ı n ? " diye sord u m . " Parayla i lgi l i
b i r şey. Evelyn Carlisle o l ay ı nda olduğu gibi?"
"Hay ı r. İ lk iş olarak parayla i l g i l i nedenleri araştı rd ı ğ ı mdan e m i n
olabi l i rs i n , Hasti ngs . "
Bu doğruyd u . Poirot para ko n u s u nda d a i m a kuşkucuyd u .
Yi ne düşündü m . İ ntika m ? Bu olaylara d a h a uyuyord u . Ama yine
de bu aç ı dan o l ayları birbi ri ne bağ layacak b i r şey yoktu . Sebepsiz o l
dukları san ı la n b i r dizi c i n ayetle i l g i l i b i r yaz ı oku muştu m . Onu h at ı rla
d ı m . Asl ı nda ku rbanlar bi r davada j ü ri üyeleriyd i ler. Ve c inayetler de
o n ları suçlu bularak mahkum etti rdikleri bir ada m tarafı ndan işlenmişti .
Bana, böyle bi r şey bu d u r u m a uyarm ı ş gibi geld i . Bu fikri kend i m e sak
l ad ı ğ ı m ı utanarak iti raf ediyo ru m . Poi rot'ya esrarı çözd ü ğ ü m ü açıkla
m ak gururu m u çok okşayacaktı .
Onun yeri ne sord u m . "Şimdi bana söyle: X ki m ? "
Poirot beni çok öfkelendiren kararl ı bir tav ı rla baş ı n ı sallad ı . " İ şte
bunu söylem eyeceğ i m , dostu m . "
- 24 -
"Saçma. Neden söylemeyecekm i şs i n ?"
Poi rot'n u n gözlerinde neşeli b i r p ı r ı lt ı belird i . "Çünkü, mon cher,
sen yine o eski H asti ngs's i n . Yüzün hala bütü n düşü nceleri n i , d u yg u
ları n ı o l d u ğ u gibi yans ıtıyor. Otu rup, ağz ı n bir karış açı k X'e bakman ı ,
yüzünden açı k aç ı k, 'Bu . . . b u bakt ı ğ ı m kimse . . . bir kati l , ' diye d ü ş ü ndü
ğünün anlaş ı l m ası n ı istemiyoru m . "
"Gerektiğ i zaman duyguları m ı saklamas ı n ı pekala b i l i ri m . B u n u
s e n de kabul etme l i si n . "
"Duyg u ları n ı saklamaya kalkışt ı ğ ı n zaman h e r şey d a h a d a kötü
o l u r. H ay ı r, h ayı r, dostu m , sen ve ben izimizi bel l i etme meliyiz. So n ra . . .
�ama n ı geli nce sald ı rıya geçeriz."
"Seni i htiyar iblis," ded i m . "Kı zarsam . . . "
Kap ı ya vurulduğu için sözlerimizi tamam layam ad ı m .
P o i rot seslendi . "Giriniz." K ı z ı m J udith'di gele n .
S i z e J u d ith'i tarif etmeyi isterd i m . Ama böyle şeyleri p e k b i l m e m .
J udith u z u n boy l u d u r. Baş ı n ı d i m d i k tutar. Siyah düz kaşları vard ı r.
Yanak ve çenesi biçi m l i d i r. Esmer yüzü adeta haşi n ifadelidir. Çok cid
di, h atta karş ı s ı ndaki n i bi raz d a aşağ ı görüyorm uş gibi b i r tav ı r tak ı n ı r.
Ben onda trajedilere yakışacak b i r h a l olduğunu da d ü ş ü n ü rü m .
K ı z ı m gelip ben i öpmed i . Ö yle b i r k ı z deği l d i r o. Yal n ı zca bana gü
l ü mseyerek, "Merhaba baba ," dedi .
Çeki nge n , h atta utangaç bir tav ı rla g ü l ü msüyord u . Duygu ları n ı
belli etmemesine rağm en b u tebessü m ü beni gördü ğ ü ne sevi ndiği ni
d ü ş ü n m e m e neden oldu .
" E h . . . " ded i m . Gençleri n yan ı nd a d a i m a olduğu gibi kend i m i pek
aptal bu l m aya başlam ı şt ı m . " İ şte geldi m . "
Judith , " B u da çok zeki olduğunu gösterir, h ayat ı m , " diye yan ıtlad ı .
P o i rot, "Ona yemekleri an lat ıyord u m , " dedi .
J udith sord u . "Yemekler çok m u kötü ?"
" B u n u sorm aman gerek, yavru m . Yani sen deney tüpleri ve m i k
roskoplardan başka h i çbir şey düşü n m ü yo r m u su n ? Orta parmağ ı n a
m avi o d u n alko l ü bu laşm ı ş . M i desiyle i l g i lenmemen koca n iç in h i ç d e
h o ş bir ş e y o l m az . "
- 25 -
"Evleneceğ i m i h i ç san m ı yoru m . "
"Pekala da evleneceks i n . Tanrı seni neden yarattı ?"
Judith , " B i rçok şey yapmam içi n yaratt ı ğ ı n ı u m a rı m , " d ed i .
"Bun ları n baş ı nda da evl i l i k gelir. "
Judith , "Pekala , " diye m ı rı ldand ı . "Siz bana iyi b i r koca b u l u n . Ben
de o n u n midesiyle yakı ndan i lg i l en i ri m . "
Poirot, "Beni m l e alay ediyor, " ded i . " İ lerde b i r g ü n yaş l ı ları n n e ka
dar akı l l ı oldukları n ı anlayacak."
Kapıya tekrar vuruldu ve Dr. Frankli n içeri g i rd i . Otuz beş yaşların
da, uzun boyl u , ke m i k l i , k ı z ı l ı m s ı saçl ı , m avi gözlü genç bi r adamd ı .
Çenesi n i n biçi m i nden n e kad ar azi m l i v e i n atç ı olduğu anlaş ı l ı yord u .
H ayat ı m d a o n u n kadar sakar bir i nsan h i ç görm edi m . Dai m a dalg ı n l ı k
l a şu raya bu raya çarpıyord u .
Poirot' n u n sand alyes i n i n yan ı ndaki paravan aya toslad ı . Sonra ba
ş ı n ı h afifçe çevi re rek, " Pardon . . . " dedi paravanaya.
İ çimden g ü l m e k geldi, ama Judith'i n gayet ciddi bir tav ı rl a d u rd u
ğ u nu fark etti m . Herhalde dokto run bu haline çoktan a l ı ş m ı ştı o .
Judith , "Baba m ı h at ı rl ıyors u n tabi i , " ded i .
Dr. F rankl i n i rki l d i . Telaşla geriled i . Gözleri n i kı sarak b a n a baktı .
Sonra e l i n i uzatarak, beceriksizce b i r tavı rla, "Tabi i , tabi i , " ded i . " N as ı l
s ı n ı z ? Geleceğinizi duym uştu m . . . " Judith'e dönd ü . " D i nle, yemek i çi n
giyi n m e m i z şart m ı ? Buna gerek yoksa o zaman yemekten sonra d a
bi raz çal ı şabi l i ri z . O lam lardan bi rkaç tane daha h az ı rlasak . . . "
Judith , " H ayı r, " ded i . "Ben babam la ko nuşmak istiyoru m . "
"Ah , evet. Tabi i , tabi i . " Dr. Frankl i n b i rdenbire özür di lermiş gibi g ü
l ü msed i . Tebess ü m ü çocuksuyd u . "Afeders i n i z . . . İ şe öylesi ne dalıyo
ru m ki . Affedi lecek bi r şey değil b u . Beni benci lleşti ri yor. Affeders i n i z . "
Saat çal maya baş lam ı ştı . Frank l i n te laşla buna bir g ö z att ı . "Alla
h ı m ! O kadar geç o l m u ş mu? İ şte şimdi baş ı m derde g i recek. Barba
ra'ya yem e kten ö nce ke ndisine kitap okuyacağ ı m a dair söz verm işti m . "
G ü lerek bize bakt ı . Telaşla d ı şarı fı rlarke n kap ı n ı n kenarı na çarptı .
"Bayan Franklin n as ı l ?" diye sord u m .
- 26 -
Judith , "Her zamanki gibi , " ded i . " Hatta daha da kötü . "
M ı rı ldand ı m . "On u n böyle h asta o l m a s ı üzü lecek bir şey. "
Judith, "Bi r doktoru ç ı ld ı rtacak b i r şey bu , " ded i . "Dokto rlar s ağ l ı k-
l ı insanlardan hoşlan ı rlar. "
Bağ ı rd ı m . "Siz gençler de ne kadar acı m as ı z o luyors u n u z ! "
J udith soğ u k soğuk, " B e n sadece b i r gerçeği aç ı kl ı yo rd u m , " ded i .
P o i rot atı ld ı . " H e r şeye rağ m e n , i y i doktoru m uz karı s ı na kitap oku-
mak için telaş l a koşt u . "
J u d ith h o m u rdand ı . "Budalal ı k ! E ğ e r Barbara kitap o ku n m as ı n ı i s
tiyorsa, bu işi kendisine bakan hemşire ç o k iyi başar ı r. Ben ş a h s e n b i
ri n i n bana yüksek sesle kitap okumas ı ndan nefret ederd i m . "
"Zevkler değişir, " ded i m .
J u d ith , "Barbara Frankl i n , çok apta l , " d iye yanıtlad ı .
P o i rot, "Yavru m , " ded i . " İ şte b u kon u d a seninle ayn ı kan ı d a deği-
lim."
"Barbara Frankl i n , e n bayağ ı rom a n l ardan başka h i çbi r ş e y oku
m u yo r. Kocas ı n ı n işiyle h i ç ilgilenm iyor. Son fikir akı m ları ndan haberi
yok. K i m i b u l u rsa hemen s ağ l ığ ı ndan söz etmeye baş l ı yo r. "
Poirot, "Ben yine d e ayn ı şeyi söyleyeceğ i m , " ded i . "Kad ı n gri h ü c
releri n i senin h i ç bilmediğin bir şeki lde k u l l an ı yo r. "
J udith dudak bü ktü . " Pek n az l ı v e ci lve l i biri . Kı m kı m kı rıtıyo r. Siz
h e rhalde öyle kad ı n lardan hoşlanıyo rs u n u z , Poi rot Amca !"
"Ne m ü n asebet," d iye bağ ı rd ı m . "Poirot i riyar ı , gösterişli , Beyaz
Rusları te rc i h eder. "
"De mek s ı rları m ı böyle açı k l ı yo rs u n , H asti ngs? J u d ith , baban d a
k ı z ı l saçl ı lara pek merakl ı d ı r. Bu yüzden de baş ı kaç kez derd e g i rdi . "
Judith i k i mize bakarak hoşgörüyle g ü l ü m sedi . "Ne acayip i nsanlar
s ı n ı z , " diyerek döndü .
Ben de ayağa kalktı m . "Bavu lları m ı açm a m gerek. Ye mekte n ön
ce b i r banyo yapmam d a iyi o l u r."
Poi rot h e m e n yakı n ı ndaki zile bast ı . Bi r i ki dakika sonra b i r uşak
içeri g i rd i . O n u görü nce şaş ı rd ı m . Ad am b i r yabanc ıyd ı .
"A! Georg e nerede ?"
- 27 -
Poirot' n u n uşağ ı George y ı llardan beri o n u n yan ı ndayd ı .
"George ai lesi n i n yan ı n a gitti. Babas ı h astaym ı ş . B i r s ü re sonra
tekrar bana döneceği n i u m arı m . O s ı rada . . . " Ye ni uşağ ı na g ü l ü msed i .
"Curtiss bana bakıyor. "
C u rtiss de sayg ı l ı bir tav ı rl a g ü l ü msedi. İ riyarı , aptalca suratl ı b i r
adam d ı .
Kapıdan ç ı karke n Poi rot'nu n içinde kağ ıtlar o l a n evrak çantas ı n ı
d ikkatle kilitled i ğ i n i fark etti m .
Koridoru aşarak odama giderken kafam karmakar ı ş ı kt ı .
- 28 -
Bu asl ı nd a pek makul olan görüşe karş ı l ı k sadece Poi rot' n u n akl ı
na olan kesi n i nanc ı m ı ö n e sü rebi l i rd i m .
Poirot b i r c i nayeti n plan land ı ğ ı n ı söyle m i şti . Styles i ki nci kez b i r ci
nayete sahne o l acakt ı .
Zaman bu iddiayı doğru l ayacak ya d a yalanlayacakt ı . Gelge l e l i m
bu doğruysa, o z a m a n o l a y ı ö n l e m e k d e b i z e düşüyord u .
Ve P o i rot kati l i n kim olduğ u n u biliyord u . B u n u b e n b ilm iyord u m .
D ü ş ü n d ü kçe büsbütü n öfkelendi m ! Açı kças ı Poirot' n u nki de küs
tah l ı kt ı . B e n i m yard ı m ı m ı istiyor a m a s o n ra d a bana aç ı l ma maya ya
naş m ı yo rd u !
Nede n ? Tabii b i r sebep ortaya sürmüştü . A m a m u h akkak k i b u d a
pek yete rsizd i . Yüzümden düşünceleri m i n belli olduğu iddias ı ndan, bu
g ü l ü n ç şakadan b ı km ı şt ı m art ı k ! Ben de h e rkes gibi bir s ı rrı saklayabi
l i rdi m . P o i rot, d a i m a gururumu kı racak bir şeki lde gayet şeffaf bir i nsan
olduğ u m ve herkes i n kafamdan geçe n leri rah atl ı kla okuyabildiği i nan
c ı na ı s rarla i n an m ı ştı . Bazen bunu her tür h i leden nefret eden güzel ve
d ü rüst karakteri m e vererek bu hakareti y u m uşatm aya da çal ı ş ı rd ı !
Tabi i , diye düşü ndü m . Bütü n b u olay Poirot' n u n h ayal i n i n mahsu
lüyse, o zaman bana aç ı l mayı istememesi ko l ayl ı kl a açı klanabi l i r.
Gonga vurulduğu s ı rada ben hala b i r sonuca varam am ı şt ı m . Ye
meğe i ne rken h e r türlü fikri kabule h az ı r deği ldi m . Ama yine de gözle
ri m i dört açacak ve Poirot' n u n efsanevi X ' i n i b u l m aya çal ı şacakt ı m. ·
B i r s ü re i ç i n Poirot' n u n sözleri n i n tam am ıyla doğru olduğu n u ka
bul edecekti m . Bu evde beş defa cinayet i ş leye n ve yeniden öldürme
ye h az ı rlanan bi ri vard ı . Kimdi o ?
Yemeğe gitmeden önce salonda be n i Bayan Gole ve Bay Aller
ton ' l a tan ı ş t ı rd ı l ar. K ad ı n otuz üç, otuz d ö rt yaşları ndayd ı . Uzun boylu
ve hoştu . Bay Allerton'dan hiç hoşlan m azd ı m . K ı rk iki kı rk üç yaş ları n
da yakı ş ı kl ı , geniş omuzlu, bronz ci ltli b i r adam d ı . Rahatl ı kla konuşu
yordu ve sözleri n i n çoğ u n u n da çift a n l am l ı olduğunu fark etti m . Aller
ton ' u n gözleri n i n altı ndaki şişli kler o n u n sefi lce bir h ayat s ü rdüğü n ü or
taya koyuyord u . H e rh alde adam h i l e l i işlere g i rişiyo r, ku mar oynuyor,
- 29 -
içkiyi de fazla kaçırıyordu. Her şeyden önce kadınlara fazla düşkün bir
insan olduğu da belliydi.
İhtiyar Albay Luttrell'in de ondan pek hoşlanmadığını fark ettim.
Boyd-Carrington da Allerton'la soğuk bir tavırla konuşuyordu. Allerton
daha ziyade gruptaki kadınları etkiliyordu. Bayan Luttrell mutlu bir ta
vırla adeta cıvıldıyordu. Adamsa tembel tembel ve pek de gizlemediği
bir küstahlıkla ona iltifatlar yağdırıyordu. Judith'in de adamla ahbaplık
etmekten hoşlandığını ve onunla konuşmak için kendisini her zaman
kinden daha fazla zorlandığını görerek öfkelendim. En kötü bir erkeğin,
kadınların en iyilerini ilgilendirip memnun etmesi hiçbir zaman çözeme
yeceğim esrarlı bir problemdir benim için. İçgüdülerim bana Allerton'un
ahlaksız biri olduğunu haber veriyordu. Erkeklerin yüzde doksanı da
bu konuda beni desteklerdi. Buna karşılık kadınların yüzde doksanı ve
hatta belki de yüzde yüzü ondan hemen hoşlanırdı.
Sofraya oturduk. Önümüze içinde beyaz yapışkan bir sıvı bulunan
tabaklar konulurken ben de masadakileri süzdüm. Olasılıkları hesapla
maya çalışıyordum.
"Poirot haklıysa, zekasına bir şey olmamışsa, o zaman bu insan
lardan biri tehlikeli bir katil... Ve hatta belki de bir deli."
Poirot bana açık açık söylememişti ama ben X'in erkek olduğunu
sanıyordum. Katil bu erkeklerden hangisi olabilirdi?
Kararsız, bitkin haliyle yaşlı Albay Luttrelll olamazdı herhalde. Ev
den dürbünle dışarı ·fırlarken karşılaştığım Norton? Bu da mümkün de
ğildi. İyi bir insana benziyordu o. Beceriksiz, biraz mızmız bir insan.
Kendi kendime, tabii, dedim. Katillerden çoğu ufak tefek, dikkati çekme
yen erkeklerdi. Zaten bu sebepten cinayet işlemişlerd.i. Dikkati çekmek
için. Başkalarının kendileriyle ilgilenmemesine, onlara aldırmamasına
sinirlenmişlerdi. Gelgelelim Norton kuşlara bayılıyordu. Ben doğa sev
gisinin bir insanda daima sağlıklı bir işaret olduğuna inanırdım.
Boyd-Carrington? Olmayan şeydi bu. Adı dünyaca biliniyordu.
Fevkalade bir sportmen, bir idareci, herkes tarafından sevilen ve sayı
lan bir insandı. Franklin'in üzerinde de durmadım. Judith'in ona hem
büyük bir hayranlık ve hem de derin bir saygı duyduğunu biliyordum.
- 30 -
Sonra... Bay Allerton. Adamı iyice tarttım. Kötü bir insandı Allerton.
Bu hiç kuşku götürmezdi! Büyük annesinin bile derisini yüzecek tipte
bir adamdı. Tabii o şirin tavırlarıyla bu kusurlarını örtüyordu. Adam ko
nuşuyordu şimdi. Kendisini sıkıntıya düşüren bir olayı hikaye ediyordu.
Üzüntüyle gülünç bir duruma düşmüş olduğunu kabul ediyor ve böyle
ce herkesin gülmesini sağlıyordu.
Kararımı verdim. "Eğer Allerton X ise, o zaman bütün o cinayetle
ri kendisine menfaat sağlamak için işledi."
Evet, Poirot X'in erkek olduğunu kesinlikle söylememişti. Onun
için Miss Cole'un üzerinde de durdum. Kadının huzursuz bir hali vardı.
Telaşla hareket ediyordu. Sinirlerinin bozuk olduğu belliydi. Güzeldi
ama çok ıstırap çekmiş olduğu da anlaşılıyordu. Ama bütün bunlara
rağmen yine de normal bir insan hali vardı onda. Sofrada Miss Cole,
Bayan Luttrell ve Judith'den başka kadın yoktu. Bayan Franklin, yukar
da kendi odasında yemek yiyordu. Ona bakan hemşire de bizden son
ra sofraya oturuyordu.
Yemekten sonra salonun penceresinin önünde durmuş bahçeye
bakıyor ve eski günleri düşünüyordum. Kızıl saçlı genç bir kız olan
Cynthia Murdoch, şu çim alanı koşarak geçmişti. Beyaz elbisesiyle ne
kadar hoştu...
Geçmişle ilgili hayallere dalmıştım. Judith koluma girince irkildim.
Kızım beni camlı kapılardan terasa çıkardı.
Sonra da birdenbire, "Ne var?" dedi.
Şaşırdım. "Ne mi var? Ne demek istiyorsun?"
"Bütün akşam pek acayiptin. Yemekte neden herkese öyle dik dik
bakıyordun?"
"Bakıyor muydum gerçekten?... Herhalde geçmişi düşünüyordum.
Belki de birtakım hayaller görüyordum."
"A, evet. Gençliğinde burada kalmışsın, değil mi? Styles'da yaşlı
bir kadın öldürülmüş sanırım. Ya da öyle bir şey."
"Onu strikninle zehirlemişlerdi."
"Nasıl bir kadındı o? İyi mi, kötü mü?"
- 31 -
Bu soruyu düşündüm. Sonra ağır ağır, "Çok iyi bir kadındı," dedim.
"Cömertti. Hayır kurumlarına çok yardım ederdi."
"Ah, şu cömertlerden..." Judith'in sesinde hafif bir istihkar vardı.
Sonra garip bir soru sordu. "Buradakiler... mutlu muydular?"
Hayır, değillerdi. Bu kadarını biliyordum. Ağır ağır, "Hayır," dedim.
"Neden?"
"Çünkü kendilerini hapisteymiş gibi hissediyorlardı. Anlayacağın
bütün para Bayan İnglethrop'daydı. Ve... o parayı herkes kendisi dağıtı
yordu. Üvey çocuklarının istedikleri gibi bir hayat sürmeleri olanaksızdı."
Judith'in dehşetle içini çektiğini duydum. Kolumu tutan parmakları
kasıldı. "Kötü bu. Kötü... İnsanın gücünü kötüye kullanması demek...
Böyle şeylere izin verilmemeli. Yaşlılar, hastalar, gençlerin ve sağlam
ların yaşamlarını engelleyecek güce sahip olmamalılar. Onları sıkı sıkı
bağlamak, yıprandırmak, faydalı olabilecekken ihtiyaç duyulan güç ve
enerjilerini ziyan ettirmek... Bu sadece bencillik."
Alayla, "Bu karakter yaşlıların tekelinde değil," diye cevap verdim.
"Ah, gençlerin bencil olduğunu düşündüğünü biliyorum, baba. Bel
ki de öyleyiz. Ama bizimki temiz bir bencillik. Hiç olmazsa biz sadece
istediğimizi yapmayı arzu ediyoruz. Başkalarının da bizim istediğimiz
gibi hareket etmelerini söylemiyoruz. Onları birer esir haline sokmaya
çalışmıyoruz."
"Hayır... Yalnızca önünüze çıktıkları takdirde onları çiğneyip geçi
yorsunuz."
Judith kolumu sıktı. "Bu kadar acı konuşma. Benim kimseyi çiğne
yip geçtiğim yok. Aslında sen de hiçbirimizin hayatını istediğin biçime
sokmaya kalkışmadın. Onun için sana minnet duyuyoruz."
Dürüstçe, "Korkarım bunu yapmayı istedim," diye yanıtladım.
"Ama annen ısrar etti. 'Bırak kendi hatalarını yine kendileri düzeltsin
ler,' dedi."
Judith tekrar kolumu çabucak sıktı. "Biliyorum. Sen tıpkı bir tavuk
gibi gıdaklayarak etrafımızda dolaşmayı istiyordun. Ben her şeyin
abartılmasından nefret ederim. Böyle şeylere gelemem. Çünkü fayda
lı hayatların faydasızlar uğruna kurban edildiği konusunda benim gibi
düşünüyorsun, değil mi?"
- 32 -
"Bazen böyle oluyor," diye itiraf ettim. "Ama sert tedbirler almaya
da gerek yok... Neticede isteyen başını alıp gider."
"Bu kolay mı sanıyorsun? Kolay mı sanıyorsun?"
Sesi öy lesine heyecanlıydı ki, ona hayretle bakakaldım. Teras ka
ranlık o lduğu için, yüzünü iyice göremiyordum. Kızım, söz lerini sürdür
dü. Sesi hafif ve kuşkuluydu. "O kadar çok şey var ki... Pek zor bu...
Mali sorunlar... Sorumluluk hissi... Vaktiy le sevdiğin birini incitmekten
kaçınmak... Bütün bunlar... Ve bazı insanlar son derece vicdansız olu
yorlar. Karşılarındakinin bütün bu his leriyle oynuyorlar. Bazı insanlar...
bazı insanlar sülükten farksız lar !"
Kızımın sesindeki öfke beni şaşırtmıştı. "Judith'ciğim ! "
Judith haddinden fazla heyecanlanmış olduğunu fark etmişti. Zira
gülerek kolumdan çekti. "Pek mi ateşli konuştum? Açıkçası beni sinir
lendiren bir konu bu. Anlayacağın öy le bir vaka biliyorum... Adam za
lim, hain bir ihtiyardı... Ve bir kız bağları koparmak ve sevdiklerini ser
best bırakmak cesaretini gösterdiği zaman, herkes onun deli olduğunu
söyledi. Deli? Bir insanın yapabileceği en akıl lıca hareket. En akı l lıca
ve en cesurca !"
Fena halde endişelendim. Kısa bir süre önce buna benzer söz ler
duymuştum. Ama nerede? Sert sert, "Judith," dedim. "Hangi vakadan
söz ediyorsun?"
"Sen tanımazsın... Frankl in'lerin eski ahbapları. Litchfield adında
bir ihtiyar. Adam çok zengindi ama zaval lı kız larını hemen hemen aç
bırakıyordu. Onların sokağa çıkmalarına ya da başkalarıyla ahbaplık
etmelerine i zin vermiyordu. As lında deliydi tabii. Ama tıp açısından ye
terince deli sayılmıyordu."
"Ve en büyük kızı onu öldürdü," dedim.
"Ah... Herhalde bunu gazetelerde okudun? Evet, buna cinayet
adını verebilirsin. Ama bu kişisel çıkarlar için işlenmedi. Margaret Litch
field hemen polise giderek tes lim o ldu. Bence çok cesur bir kızdı. Açık
çası ben kendimde o cesareti bulamazdım."
"Polise tes lim o lmak cesaretini mi? Yoksa cinayet işlemek cesare
tini mi?"
" İkisini de."
- 34 -
Barbara Franklin içini çekti. "Evet, şanslı o. Judith'e ne kadar ha
set ediyorum bilseniz . Onun sağlıklı olma denilen şeyin ne olduğunu
bilmediği belli. Sen ne dersin, hemşire? Ah, sizi tanıştırayım . Bu hem
şire Craven. Bana o kadar, o denli iyi bakıyor ki. O olmasaydı ne ya
pardım bilmem. Sanki ben küçücük bir bebekmişim gibi davranıyor."
Hemşire Craven uzun boylu, güzel bir kadındı. Gür kızıl saçları,
kusursuz bir cildi vardı. Ell!3rinin ince, uzun ve bembeyaz olduğunu fark
ettim. Hastanede çalışan hemşirelerin çoğunun elleri böyle olmuyordu.
Hemşire Craven bir bakıma sıkı ağızlı bir kızdı. Bazen insana cevap da
vermiyordu. Şimdi de soruyu cevaplandırmayarak sadece başını salla
makla yetindi.
Bayan Franklin sözlerine devam etti. "Ama açıkçası John zavallı
kızınızı fazla çalıştırıyor. Tam bir esir tüccarı o. John, sen kalpsiz bir
esir tüccarısın, öyle değil mi?"
Kocası durmuş, pencereden dışarıyı seyrediyordu. Hafifçe ıslık
çalıyor ve cebindeki bozuk paraları şıkırdatıyordu. Karısının sorusu
üzerine ansızın irkildi.
"Ne dedin, Barbara?"
"Senin zavallı Judith Hastings'i ayıp denilecek derecede fazla ça
lıştırdığını söylüyordum. Ama Bayan Hastings geldi artık. Onunla kafa
kafaya verecek ve bu işe engel olacağız."
Şakacılığın Dr. Franklin'in en güçlü tarafı olmadığı belliydi. Y üzün
de hafif bir endişe ifadesi belirdi. Bir şey sormamış gibi Judith'e dönerek
mırıldandı. "Seni fazla çalıştırdığım takdirde bana haber vermelisin . . . "
Judith, "Takılıyorlar..." dedi . "İşten söz ettiler de aklıma geldi. Sa
na o ikinci lam için kullanılacak numarayı soracaktım ... Hani şu..."
Doktor heyecanla ona dö nerek sözünü kesti. "Evet, evet. Dinle
sence bir sakıncası yoksa laboratuvara gidelim. Emin olmak istedi
ğim..."
Konuşarak odadan çıktılar.
Barbara Franklin yastıklara dayanarak içini çekti.
Hemşire Craven birdenbire hiç de hoşa gitmeyecek bir tavırla,
"Bence asıl esir tüccarı Miss Hastings;" dedi.
- 35 -
Bayan Franklin tekrar içini çekti. "Kendimi o kadar yetersiz hisse
diyorum ki. John'un işiyle daha yakından ilgilenmem gerektiğini biliyo
rum. Ama elimde değil bu. Evet, belki benim zayıf bir tarafım var... "
Şöminenin yanında duran Boyd-Carrington, onun sözünü kesti.
"Saçmalama, Babs. Zayıf bir tarafın hiç yok . Boş yere kendini ü zme . "
"Ama, Bill'ciğim, ben kaygılanıyorum. Kendim bakımından bayağı
umutsuzluğa kapılıyorum. Ama... elimde değil. Bence... çok çirkin şey
ler bunlar. Kobaylar, fareler, bilmem ne... Ööö..." Titredi. "Bunun buda
laca bir şey olduğunu biliyorum. Gelgelelim ben yalnızca o güzel ve
mutlu şeyleri düşünmek istiyorum. Kuşlar, çiçekler, oyun oynayan ço
cuklar... Ne demek istediğimi sen biliyorsun, Bill."
Adam yaklaşarak, kadının yalvarırcasına uzattığı elini tuttu. Boyd
Carrington, baş ı nı eğerek Barbara Franklin'e bakarken y ü zündeki ifa
de değişmişti . Bir kadınınki kadar şefkat doluydu çehresi. Nedense bu
çok etkileyici bir şeydi. Çünkü William Boyd-Carrington aslında tam bir
erkekti .
Adam, "On yedi yaş ından beri fazla değişmedin, Babs," dedi. "Bah
çedeki av ını, kuşlar ın banyo yaptığı küçük havuzu ve hindistancevizle
rini anımsıyor musun?" Bana döndü. "Biz Barbara'yla eski oyun arkada
şıyız . "
Kad ın itiraz etti. " Eski oyun arkadaşı mı?"
"Ah, senin benden en aşağı on beş yaş küçük olduğunu inkar et
miyorum. Ama ben bir delikanlıyken seninle oynardım. Sen k üçücük bir
bebektin . Seni sırtımda taşırdım, yavrum. Daha sonra İngiltere'ye dön
düğü m zaman senin pek güzel bir genç han ı m halini alm ı ş olduğunu
gördüm. Sosyeteye takdim edilmek üzereydin. Ben de payıma düşeni
yapt ım. Seni kulübe götürerek golf öğrettim. Bunu hatırl ıyor musun?"
"Ah, Bill, bütün bunlar ı unutabilir miyim sanıyorsun?" Kadın bana,
"Ailem bu taraflarda otururdu," diye açıkladı. "Bill de Knatton'a gelip
yaşl ı amcas ı Sir Everard' ın malikanesinde kalırd ı."
Boyd-Carrington, "Ne kasvetli yerdi oras ı," dedi . " Hala da öyle ya .
Bazen umutsuzluğa kap ılıyor ve malikaneyi yaşanılabilecek bir hale
katiyen sokamayacağ ımı düşünüyorum."
- 36 -
"Ah , B i l i , oras ı şahane bir hale kon u labi l i r. Fevkalade, şahane b i r
hale."
"Evet, Babs. Ama i ş i n kötü'3ü ben i m bu konuda hiçbir fi kri m yok.
Banyolar ve rahat ko ltu klar. . . Akl ı m a geleni bu kadar. Bu iş içi n b i r ka
d ı n gerek. "
"Sana gelip yard ı m edebileceği m i söyled i m . Gerçekte n çok ciddi
yi m . "
"Eğer gücün kuwetin yeri ndeyse seni oraya arabayla götü rebi l i
ri m . Ne ders i n h e m ş i re ? "
"Ah , evet, S i r Wi l l i a m . Bence bu Bayan Franklin'e ç o k i y i g e l i r. Ta
b i i di kkat etmesi ve kendisini faz la yormaması koşu luyla."
Boyd-Carringto n , "O halde anlaşt ı k , " ded i . "Hayd i , sen art ı k güzel
ce uyu bakal ı m . Yar ı n a dipd i ri o l . "
İ ki m i z de Bayan Franklin'e, " İ yi geceler," diyerek birlikte odadan
ç ı ktık. Merdivenlerden i nerke n Boyd-Carri ngto n , haşin bir tav ı rla, "Bi le
mezsi niz," diye m ı r ı ldand ı . "On yedi yaş ı ndayken ne güzel bir kızd ı . Ben
Birmanya'dan İ ngi ltere'ye dön m ü ştü m . Kar ı m orada ölm üştü . Size açı k
ça söyleyeyi m , Barbara'ya birdenbire tutu luverd i m . O, üç dört y ı l sonra
Franklin'le evlendi . Onları nki n i n m utlu b i r evl i l i k olduğunu da san m ı yo
ru m . Bence Barbara' n ı n h astal ı ğ ı n ı n as ı l sebebi de bu. Ada m , Barba
ra'yı anlayam ı yor, onu takd i r edemiyor. H albuki kad ı n çok· h assas.
Onun rah ats ı z l ı ğ ı n ı n bir k ı s m ı s i n i rsel san ıyoru m . Barbara'yı gezmeye
götü rdüğü n , o n u eğlend i rdiğin, i lgisini çekecek şeyler yapt ı ğ ı n takd i rde
kad ı n tamam ı yla değişiyor. Ama o Allah ı n cezas ı heki m bey sadece de
ney tüyleriyle, Batı Afrikal ı yerli lerle ve bakterilerle i lgileniyor. "
Adam ı n sözleri nde gerçek pay ı olabi leceğ i n i düşü nd ü m . Ama
Boyd-Carri ngto n ' u n Bayan Frankli n'den hoşlanması beni şaş ı rtt ı . Neti
cede kad ı n eski res i m le rdeki gibi naz l ı bir güzel o l m as ı n a karş ı n yine
de h asta l ı k l ı bir i nsand ı . H albuki Boyd-Carrington, h ayat dolu , can l ı ve
enerji k bir adam d ı . İ nsan o n u n sinirli bi r h asta karş ı s ı nda sadece öfke
ve s ab ı rs ı z l ı k d uyacağ ı n ı san ı rd ı . Ama Barbara Frankl i n genç k ız l ı ğ ı n
da pek güzeldi anlaş ı lan. Ve Boyd-Carri ngto n gibi idealistler i l k izlenim
lerin etkisinden kol ay l ı kla kurtu lamazlard ı .
- 37 -
Aşağıda Bayan Luttrell bizi yakalayarak briç oynamamızı önerdi.
Poirot'nun yanına gitmek istediğimi söyleyerek özür diledim.
"Allah layığını versin, Poirot," dedim. " Her şeyi kendine saklama
merakın yok mu ! Bütün akşamı X'i bulmaya çalışarak geçirdim."
Arkadaşım, " Herhalde bu da bir hayli dalgınlaşmana neden oldu,"
diye mırıldandı. "Sana kimse bu dalgınlığından söz etmedi mi? Bunun
sebebini sormadı mı?"
Judith'in sorularını anımsayarak hafifçe kızardım. Yanılmıyorsam
Poirot sıkıntımı fark etmişti. Dudaklarında hafif, alaycı bir tebessümün
uçuştuğunu gördüm. Ama yalnızca, "Peki bu konuda ne sonuca var
dın?" diye sordu. ·
" Doğru tahmin etmişsem bunu bana söyleyecek misin?"
"Asla !"
Dikkatle Poirot'nun yüzüne bakıyordum. "Norton'un üzerinde dur
dum... "
Arkadaşımın çehresindeki ifade değişmedi.
"Tabii," diye ekledim. " Elimde kesin bir delil yok. Sadece o bana di
ğerlerinden daha da az şüphe edilecek bir insan gibi gözüktü. Sonra
Norton... şey... dikkati çekmeyen bir adam. Herhalde peşinde olduğu
muz katil de öyle silik bir insan."
"Orası öyle. Fakat dikkati çekmemenin sandığından daha çok yol
ları vardır."
"Ne demek istiyorsun?"
"Seninle .hayali bir vakayı inceleyelim... Cinayetten birkaç hafta
önce köye esrarlı bir yabancı geliyor. Bu gelişinin belirli bir nedeni yok.
Muhakkak ki bu yabancı hemen dikkati çeker. Fakat yabancı silik bir tip
olur ve balık tutmak gibi zararsız bir sporla meşgul olursa o zaman du
rum değişir."
Başımı salladım. "Ya da kuşları seyrederse... Evet ama ben de bu
nu söylüyordum zaten."
Poirot, " Diğer taraftan," dedi. "Katilin köyde bilinen biri olması du
rumu daha da kolaylaştırır. Örneğin ... katil kasap olabililir. Üstelik bu
sayede kimse onun elbisesindeki kan lekelerinin üzerinde de durmaz."
- 38 -
"Saçmalıyorsun. Kasap, fırıncıyla kavga etti diyelim. Bunu bütün
köy hemen haber alır."
"Bu düşüncede haklı bile olsan, katil, fırıncıyı öldürmek için kasap
rolüne girmişse durum değişir. Her şeyin bir adım gerisine bakmalısın
daima, dostum."
Dikkatle Poirot'yu süzdüm. Bu sözlerinde gizli bir ima olup olmadığı
nı anlamaya çalışıyordum. Eğer bu laflarının kesin bir anlamı var idiyse o
zaman arkadaşım Albay Luttrell'i kastediyor demekti. Adam, sırf müşteri
lerden birini öldürmek fırsatını bulabilmek için mi açmıştı pansiyonu?
Poirot usulca başını salladı. "Aradığın cevabı yüzümde bulamaya
caksın."
İçimi çektim. "Sen insanı çıldırtırsın, Poirot. Zaten tek şüpheli de
Norton değil. Şu Allerton adlı adama ne dersin?"
Arkadaşımın yüzü hala ifadesizdi. "Ondan hoşlanmadın mı?" diye
sordu.
"Hoşlanmadım tabii."
"Ah... Ahlaksızın biri o. Öyle değil mi?"
"Tabii ya. Sen o fikirde değil misin?"
"Olmaz olur muyum?" Poirot ağır ağır ekledi. "Kadınları çeken bir
tip o."
İsyanla bağırdım. "Kadınlar nasıl bu kadar aptal olabiliyorlar ! Aller
ton gibi bir adamın nesini beğeniyorlar?"
"Kim bilir? Ama daima böyledir. Ahlaksız bir erkek... Ve kadınlar
daima ona bayılırlar."
"Ama neden?"
Poirot omzunu silkti. "Belki de bizim göremediğimiz bir şeyi fark
ediyorlar."
"Fakat nedir bu?"
"Belki de tehlike... Dostum, herkes hayatının tehlikeli olaylarla bi
raz renklenmesini ister. Kimisi buna dolambaçlı bir şekilde erişir. Me
sela boğa güreşlerini seyrederek. Kimisi heyecanlı kitaplar okur. Bazı
sı da tehlikeyi sinemada heyecanlı filmler seyrederek tadar. Ama ben
şu kadarından eminim . Fazla güvenli, rahat bir hayat insanların hoşu-
- 39 -
na gitmez . Erkekler birçok yollardan tehlikeye erişirler. Kadınlar ise
tehlikeyi ekseri seks maceralarında bulacak dereceye gelirler. Belki de
bu yüzden kaplanı andıran erkeklerden hoşlanırlar. İçeri çekilmiş sivri
tırnaklı pençe... Saldırmaya hazırlanan kalleş bir yarat ık... Kadınlar, iyi
ve müşfik bir koca olabilecek fevkalade bir erkeğin yüzüne bile bak
mazlar."
Bu sözleri birkaç dakika sıkıntılı s ıkıntılı, sessizce inceled im. Son
ra da ondan önceki konuya döndüm . "Biliyor musun, Poirot? Aslında
benim X.'in kim olduğunu öğrenmem çok kolay. Biraz soruşturma yap-
· mam ve o listedeki insanlarla kimin ahbap olduğunu öğrenmem yeter.
Yani şu özetled iğin beş cinayet vakasındaki k imselerle .. .''
Bu sözleri içtenlikle söylemiştim. Ama Poirot beni aşağı görüyor
muş gibi baktı sadece. "Hastings, seni buraya benim çoktan aştığım bir
yolda ağ ır ağır, beceriksizce ilerlememi seyretmek için çağırmadım .
Sana şunu da söyleyeyim : bu iş sandığın kadar basit değil. O vakalar
dan dördü bu bölgede olmuş. Aslında burası tam anlamıyla bir pansi
yon da sayılmaz. Luttrell'ler buralı. Durumları iyi değilmiş. Köşkü almış
ve pansiyon işletmeye başlamışlar. Buraya gelenlerin çoğu onların ah
bapları. Ya da ahbaplarının tavsiye ettikleri kimseler. Franklin'leri bura
ya gelmeye ikna eden Sir William . Franklin'ler de pansiyonu Norton'a
ve yanılmıyorsam Miss Cole'a tavsiye etmişler. İşte böyle.. Yani ... içle
rinde birinin bildiği bir kimseyi diğerlerinin de tanıması ihtimal dahilinde.
Ayrıca X . ' de istediklerini belirli bir yere çekebilir. Örneğin ... Rençber
Riggs'i alalım. Olayın olduğu köy Boyd-Carrington'un amcasının mali
kanesine yakın. Bayan Franklin'in ailesi de o civarda bir yerde oturu
yormuş. Köyle hana sık sık turistler geliyor. Bayan Franklin'in a ile dost
larının çoğu da o handa kalırlarmış . Dr. Franklin de hana inmiş. Nor
ton'la Miss Cole'un da handa oda tutmuş olmaları pekala mümkün . ''
"Hayır, hayır, dostum. Sana açmaya yanaşmadığım sırrı öğren
mek için beceriksizce çabalara girişme.''
"Çok saçma bu . Sanki bu sırrı başkalarına açıklarmışım gibi ! Po
irot, yüzümden düşüncelerimin belli olduğu idd iasından, bu şakalardan
bıktım artık. Bunları hiç de komik bulmuyorum .''
- 40 -
Poirot usulca, "Nedenin yalnızca bu olduğundan emin misin?" de
di. " Dostum, böyle bir bilginin tehlikeli bir şey olacağının farkında değil
misin? Emniyette olmanı istediği mi gör müyor musun?"
Ağzım bir karış açık ona bakakaldım . O ana kadar meselenin bu
yönünü düşünmemiştim . A ma tabii Poirot'nun sözleri doğruydu . Beş ci
nayet işleyip, yakasını yasadan yine de kurtarmış bir katil vardı. Adam
kendisinden kimsenin kuşkulanmadığına inanıyordu. Gelgelelim o biri
nin peşinde olduğunu öğrendiği an, kendisiyle ilgilenen kimse için bü
yük bir tehlike halini alacaktı.
Sert sert, " Fakat sen . . . " diye bağırdı m . "Sen de tehlikede değil mi
sin, Poirot?"
Poirot o sakat haline rağmen tehlikeye hiç aldırmadığını belirtmek
için elini salladı. "Ben böyle şeylere alışığım . Kendimi koruyabilirim .
Sonra benim sadık tazım da beni korumaya gelmedi mi? Benim sadık
ve fevkalade Hastings'im?"
- 41 -
Salonda bir oyun yeni sona eriyordu. Beni briçe katılmaya davet
ettiler. Oyalanacağımı düşünerek razı oldum . Boyd-Carrington oyun
dan çıkmıştı . Norton, albay ve Bayan Luttrell'in karşısına geçtim.
Bayan Luttrell, "Ne dersiniz , Bay Norton?" diye sordu . "Sizinle or
tak olup , şu ikisine karşı oynayalım mı? Son defaki ortaklığımız çok ba
şarılı olmuştu . . . "
Norton nazik nazik gülümsedi . Sonra da kart çekmemizin belki de
iyi olacağına dair bir şeyler mırıldandı.
Bayan Luttrell razı oldu ama istemeye istemeye sanırım .
Norton'la ben, Luttrell'lere karşı oynamaya başladık. Bunun Bayan
Luttrell'in hiç hoşuna gitmediğini fark ettim. Dudağını ısırdı. O şirinliği
ve yapma İrlandalı aksanı kayboldu.
Bunun nedenini çok geçmeden anladım. Daha sonraları Albay
Luttrell'le sık sık briç oynadım . Aslında adam fena bir oyuncu da değil
di. 'Orta karar' diye tanımlayacağım bir briççiydi o. Ama unutkandı. Bu
yüzden zaman zaman gerçekten ciddi hatalar da yapıyordu . Karısıyla
ortak olduğu zaman hataların ardı arkası kesilmiyordu. Adamın kadın
dan çok çekindiği belliydi. Bu yüzden de üç misli daha kötü oynuyordu .
Bayan Luttrell ise gerçekten iyi bir oyuncuydu. Ama açıkçası hiç de ho
şa gidecek bir oyuncu değildi o. Akla gelecek her fırsattan faydalanı
yor, hasmı bilmediği zaman bazı Kaidelere aldırmıyor, ama işine geldi
ği takdirde bunları hemen uyguluyordu . Ayrıca hiç çekinmeden ustalık
la, hasmının eline çabucak bir göz atmasını da biliyordu. Yani kısaca
sı kadın kazanmak için oynuyordu.
Ve kısa bir süre sonra Poirot'nun 'zehirli dil'den neyi kastetmiş ol
duğunu da anladım. Bayan Luttrell oyun oynarken kendisine hakim ola
mıyordu. Zavallı kocasının yaptığı her hata kadının o zehirli diliyle aklı
na gelen her şeyi söylemesine sebep oluyordu. Hem Norton ve hem de
benim için çok sıkıcı bir şeydi bu. Oyun sona erince bayağı sevindim.
İkimiz de saatin geç olduğunu ileri sürerek yeni bir oyuna başla
maya yanaşmadık.
Oradan uzaklaşırken Norton biraz da ihtiyatsızlık ederek duyguları
nı açıklayıverdi. "Hastings , ne korkunç şey bu ! Kadının, o zavallı adam
cağızı böyle azarlaması çok sinirime dokunuyor. Üstelik Luttrell bütün
- 42 -
o azarlara sessizce katlanıyor. Zavallı adamcağız. Hindistan'da etrafa
sert emirler veren bir albay hali yok onda."
Norton ihtiyatsızca sesini yükseltmişti. "Hişşş ... " diye ihtar ettim.
Albay Luttrell onun bu sözlerini duyabilirdi.
"Çok kötü bir şey bu."
Öfkeyle, "Adam kadın ı baltayla doğradığı takdirde kendisine hak
vereceğim, " dedim.
Norton başın ı salladı. "O böyle bir şey yapamaz. Yuları kadının eli
ne vermiş bir kere. Bundan sonra daima böyle olacak. ' Evet, hayatım...
Hayır, hayatım ...' diyecek. Bıyığ ını çekiştirerek, uysal uysal, meler gibi
konuşacak. Kendisini tabuta yatırıncaya kadar böyle gidecek bu. Adam
artık istese de bir şey yapamaz."
Kederli kederli başımı salladım. Norton'un haklı olduğunu düşünü
yordum. Dışardan gelen bir sesle irkildim. "Bahçede biri mi var. Herkes
yatmadı mı? "
Norton cevap vermeden önce bir an duraksad ı. "Şey... ah... Her
kesin evde olduğunu sanmıyorum."
Ans ı z ı n ani bir kuşkuyla sarsıldım. "Kim dışarda?"
"Kızınız sanırım... Şey... bir de... Allerton." Norton kayıtsızca bir ta
v ı rla konuşmaya çalışmıştı.
Ama Poirot'yla yaptığım konuşmadan hemen sonra aldığım bu
haber birdenbire endişelenmeme neden oldu. Judith'im o tipte bir ada
ma kanmazdı. Muhakkak ki Allerton'un içyüzünü anlay ı verirdi.
Soyunurken kendi kendime bunu yineleyip durdum. Ama o vuzuhsuz
endişem yine de geçmedi. Uyuyamad ım... Sağa sola dönüp durdum.
Gece duyulan kuşkular daima abart ılı bir hal alır. Yeniden umutsuz
luğa kapıldım. Kendimi yine yapayalnız hissediyordum. Sevgili karım
sağ olsayd ı ... Y ıllar boyunca daima onun akl ına güvenmiştim. Karım, ço
cuklar konusunda daima anlay ışlı ve mantıklı bir şekilde davranmıştı.
O olmadığı için şimdi kendimi pek yetersiz ve aciz hissediyordum.
Artık çocukların mutluluğu ve güveni benim sorumluluğumdu. Ben bu
konuda başarılı olabilecek miydim? Aslında zeki bir insan değildim.
Şaşırıyor, hatalar yapıyordum. Judith, mutlu olma fırsatını kaçırdığı, ıs
tırap çektiği takdirde...
- 43 -
Umutsuzca elektriği yaktım. Yatakta doğrulup oturdum .
Bunu böyle sürdürmenin bir faydası yoktu . Uyumam gerekti . Ya
taktan kalkarak lavaboya gittim. Orada duran aspirin kutusuna tered
dütle baktım.
Hayır, bana aspirinden daha kuvvetli bir şey gerekti. H erhalde Po
irot'da uyku ilacı vardır, diyP. düşündüm. Koridordan geçerek onun ka
pısına gittim . Bir an orada kararsızca durdum. Arkadaşımı uyandırmak
günahtı.
Öyle tereddütle beklerken bir ayak sesi duyarak döndüm. Allerton
koridordan bana doğru geliyordu . Işık bir hayli sönüktü . Adam iyice
yaklaşıncaya kadar onun yüzünü seçemedim. Ben bir s üre adamın kim
olduğunu düşündüm. Sonra Allerton'u fark ettim ve bütün v ücudum da
kaskatı kesildi. Çünkü adam kendi kendine gülüyordu. O tebessümü
hiç hoşuma gitmedi .
Sonra bana bakarak kaşlarını kaldırdı. "A, Hastings, hala yatma-
dınız mı?"
Kısaca, "Uyuyamadım," dedim.
"Hepsi bu mu? Ben bu işi hemen hallederim. Benimle gelin."
Allerton'un peşi sıra onun odasına girdim. Bu benimkinin hemen
yanındaydı. Acayip bir merak bu adamı iyice yakından incelemeye zor
luyordu beni.
"Siz de geç yatıyorsunuz galiba !" dedim .
"Ben hayatımda hiçbir zaman erkenden yatmadım. Özellikle eğ
lence olduğu zaman. Bu güzel geceler ziyan edilmek için yaratılma
mış." Bir kahkaha attı.
Gülüşünden tiksiniyordum . Allerton'un peşinden banyoya gittim.
Adam, küçük bir dolabı açarak, bir şişe çıkardı. İçinde birtakım haplar
vardı bunun.
" İşte... Fevkalade bir ilaçtır bu. Mışıl mışıl uyuyacak ... Üstelik ne
fis rüyalar da göreceksiniz . Bu 'Slumberil' denilen nesne şahane bir
şey. İlacın adı bu."
Sesindeki heyecan hafifçe irkilmeme sebep oldu. Bu adam aynı
zamanda uyuşturucu madde mi k ullanıyordu. Kararsızca, "Bu ... tehli
keli değil mi?" diye sordum .
- 44 -
"Fazla aldığınız takdirde tabii tehlikeli. Fazlası zehir etkisi yapıyor."
Gülümsedi. Dudaklarının kenarı hiç de hoşa gitmeyecek bir şekilde yu
karıya doğru kıvrıldı.
"Bu ilacı reçetesiz vereceklerini hiç sanmıyorum, " dedim.
"Gerçekten bunu reçetesiz alamazsınız dostum. Yani.. . siz ala
mazsınız açıkçası. Benim bu bakımlardan bazı ahbaplarım vardır."
Belki benimki budalalıktı ama bazen içimden geldiği gibi hareket
ederim ben. Dayanamayarak, "Yanılmıyorsam siz Etherington'u tanı
yordunuz, " dedim.
Aynı anda pek de boşa atmamış olduğumu fark ettim . Allerton'un
bakışları sertleşti. Beni ihtiyatlı bir tavırla süzüyordu şimdi. Sonra, "Ah,
evet, " diye mırıldandı. "Etherington'u bilirdim." Sesi değişmişti. Yapma
cıklı bir neşeyle konuşuyordu şimdi. "Zavallı adam.. " Ben bir şey söy
lemeyince devam etti. �· Etherington uyuşturucu madde kullanıyordu ta
bii. Ama fazla ileri gitti. İnsan ne zaman durması gerektiğini bilmelidir.
Fakat Etherington bunu bilemiyordu. Kötü bir şeydi bu. Aslında karısı
şanslıydı. Eğer jüri ona acımasıydı, kendisini asarlardı." Bana birkaç
tablet verdi. "Etherington'u iyi tanır mıydınız? "
Gerçeği söyledim. "Hayır... "
Bir an ne diyeceğini bilmiyormuş gibi durakladı. Sonra da neşeyle
hafifçe gülerek işi idare etti. "Acayip bir insandı o. Pek de iyi olduğu
söylenemezdi. Ama eğlenceli bir ahbaptı bazen."
Tabletler için Allerton'a teşekkür ederek odama döndüm.
l şığı söndürerek yatarken kendi kendime aptallık edip etmediğimi
sordum.
Çünkü birdenbire X.'in Allerton olduğuna karar vermiştim. Hemen
hemen emindim bundan . Ve adama bu kuşkumu da belli etmiştim.
- 45 -
Bir kere daha başlangıçta Hercule Poirot'nun ne kadar hasta ve
aciz olduğunu anladım. Onun da söylediği gibi zekasının eskisi kadar
fevkalade bir şekilde çalıştığına inanıyordum. Ama o fiziki zar öylesine
incelmişti ki, rolümün eskisinden daha da hareketli olacağı nı anladım .
Ben Poirot'nun hem gözleri hem de kulakları görevini yapacaktım.
Evet, hava güzel olduğu zamanlar Curtiss, Poirot'yu kucağına ala
rak aşağıya , daha önce i ndirilmiş olan tekerlekli sandalyesinin durdu
ğu yere götürüyordu. Sonra arkadaşımın sandalyesini iterek onu bah
çeye çıkarıyor ve rüzgarsız bir köşe seçiyordu. Hava nın güzel olmadı
ğı günleraeyse, onu salona taşıyordu.
Poirot nerede olursa ols u n muhakkak biri yanına giderek onunla
konuşuyordu. Gelgelelim bu da Poirot' nun baş başa kalacağı insanı
kendisinin seçmesine benzemiyordu tabii. Arkadaşım artık konuşmak
istediği insanı kendisi seçemiyordu.
Styles'a geldiğimin ertesi günü Dr. Franklin beni alarak bahçedeki
eski stüdyoya götürdü. Burası ilmi araştırmalar için alelacele bir labo
ratuvar haline sokulmuştu .
Burada şunu açıklamalıyım : Bende bilim kafası yoktur. Herhalde
Dr. Franklin'in çalışmalarını anlatırke n de yanlış terimler kullanacağım
ve bu konularda bilgisi olan kimseler de beni aşağı görecekler.
Anladığım kadarı Franklin 'Kalabar fasulyesi' Physostigme Veneno
sum'dam çıkarılan çeşitli alkaliler üzerinde deneyler yapıyordu. Frank
lin'le Poirot'nun yaptığı bir konuşmadan sonra bu konuyu daha iyi kav
radım . Bana bilgi vermeye çalışan Judith, bütün heyecanlı gençler gi
bi aklın almayacağı kadar teknik terimler kullandı. Tabii sözlerinden
hiçbir şey anlayamad ım. Bütü n bunları n i nsanlığa ne faydası olacağı
nı sorunca da Judith ba na hayretle baktı. Gerçek bir bilimciyi bundan
daha fazla kızdıran hiçbir soru yoktur. Judith, hemen beni aşağı görü
yormuş gibi baktı ve sonra tekrar uzu n, bilgince bir izaha başladı. Ben
ancak şu kadarını anlayabildim : Batı Afrika'daki adı sanı duyulmamış
bazı yerli kabileleri, yine pek duyulmamış fakat öldürücü bir hastalığa
karşı şaşılacak bir bağışıklık gösteriyorlardı. Yanılmıyorsam hastalığın
- 46 -
adı Jordanitis'di . Zira Dr. Jordan adında heyecanlı ve hevesli bir ilim
adamı keşfetmişti bunu. Jordanitis aslında gayet nadir görülen, tropik
lere has bir hastalıktı . Sadece bir iki beyaz tutulmuştu bu illete. Ve on
lar da ölmüşlerdi .
Judith'in öfkesini göze alarak , "Kabakulağın yan tesirlerini gidere
cek bir ilaç bulunması daha akıllıca bir şey olmaz mı?" dedim .
Judith bana hayret ve merhametle baktı. Erişmeye değer tek amaç
insanların iyileştirilmesi değil, onların bilgisini artırmaktı.
Mikroskopla bazı lamları inceledim . Batı Afrikalı bazı yerlilerin fo
toğraflarına baktım. Bunlar gerçekten ilgi çekiciydi . Nihayet bir kafeste
ki uykulu bir fareyle göz göze gelince kendimi telaşla temiz havaya at
tım.
Demin d e söylediğim gibi b u konuyla ilgilenmeme Franklin'in Po
irot'yla yaptığı bir konuşma sebep oldu.
Doktor, "Biliyor musunuz, Poirot," dedi . "Aslında bu madde benim
mesleğimden çok sizinkiyle ilgili. Üzerinde deney yaptığım ' Kalabar fa
sulyesi' denilen şey. Yani güya bir insanın suçlu mu yoksa suçsuz mu
olduğunu ortaya koyuyor. O, Bat ı Afrikalı kabileler bu fasulyeye çok
inanıyorlar. Veya eskiden inanırlardı . Son zamanlarda artık onlar da
böyle şeylere aldırmaz oldular . . . Fakat önceleri ciddi ciddi fasulyeyi çiğ
ner, suçlu oldukları takdirde bunun onları öldüreceğine inanırlardı . Ma
sum oldukları takdirde ise hiç zarar vermeyeceğine. . . "
"Ondan sonra da ölüp giderler miydi?"
"Hayır, hayır. Ölmezlerdi. Şimdiye dek işin bu tarafıyla hiç kimse il
gilenmiyordu . Bu meselenin arkasında bir şeyler gizliydi. Belki de sihir
bazların hileleriyle ilgili bir şeyler. Aslında bu fasulyenin iki türü var.
Çünkü bunlar birbirlerine o kadar benziyorlar ki, türleri ayırt etmek bir
hayli zor. Ama tabii aralarında yine de büyük bir fark var. İkisinde de
physostigmine, geneserine ve diğer maddeler bulunuyor. Ama ikinci
türde bir başka alkaliyi ayırmak mümkün ya da ben bunu yapabilece
ğimi sanıyorum . Bu alkali , diğerlerinin etkisini nötr hale sokuyor. Bun
dan başka bu ikinci tür fasulyeyi üstün sayılan bir grup gizli bir ayin sı-
- 47 -
rasında yiyor. Ve bu fasulyeyi yiyen yerliler hiçbir zaman Jordanitis'e
tutulm uyorlar. Sözünü ettiğim bu üçüncü maddenin kas siste mi üzerin
de de şaşılacak bir etkisi var. Hiçbir kötü yan tesiri de yok . Çok ilgi çe
kici bir şey bu . Ama neyse ki saf alkali değil . Ama yine de sonuçlar alı
yoru m . Fakat asıl gerekli olan oraya giderek yerinde araştırmalar ya
pılması . . Asıl yapıl ması gereken bu! Evet, bu şart! Alla hım, ben de ... "
Birdenbire d urakladı. Gülüyordu . "İşimden bu kadar çok söz ettiğim için
kusuru ma bakmayın. Bu konular beni çok h eyecanlandırıyor. "
Poirot sakin sakin, "Dediğiniz gibi, " diye mırıldandı. "Suçluyla suç
suzu bu kadar kolaylıkla ayırt edebilseydim işim daha kolaylaşırdı. A h ,
' Kalabar fasulyesi'nin sağladığı iddia edilen şeyi yapabilecek bir mad
de olsaydı."
Franklin "Ama dertleriniz böylece sona er miş olmazdı ki," dedi .
"Neticede suç nedir, suçluluk nedir?"
Atıldı m . "Bu konuda ufak bir kuşku bile olduğunu sanmıyorum."
Franklin bana döndü. "Kötü nedir? İyi nedir? Bu konudaki fikirler
yüzyıldan yüzyıla değişiyor. Herhalde siz de suç duygusuyla suçsuzluk
hissini anlamaya çalışacaksınız . Hatta . .. aslında bu denemenin hiçbir
değeri de olmayacak."
"Bu sonuca nasıl vardığınızı anlayamadım."
"Aziz dostum , diyelim ki bir adam bir diktatörü ya da bir tefeciyi ve
ya bir aracıyı veya ahlak bakımından kendisini öfkelendiren birini öl
dürmek için ilahi bir hakkı olduğuna inanıyor. O sizin suç saydığınız bir
hareketi de yapıyor. Ama kendisine sorarsanız bu hareketi suç değil.
Aksine, bu durumda sizin 'kalabar fasulyesi'nin ne faydası olur?"
"Bir cinayetin insanda suçl uluk d uygusu uyandıracağından emi
nim," dedim .
Dr. Franklin neşeyle, "Öldürmek istediğim bir sürü insan var," diye
cevap verdi. "Onları ortadan kaldırdıktan sonra gece vicdan azabı yü
zünden uykumun kaçacağını da hiç sanmıyorum. Biliyor musunuz ben
insan ırkının yüzde sekseninin ortadan kaldırılması gerektiğini düşünü
yorum . Onlar ol mazsa daha rahat ederiz . " Ayağa kalktı. Neşeyle ıslık
çalarak uzaklaştı.
- 48 -
Şaşkın şaşkın onun arkasından baktım. Poirot'nun hafif kahkaha
sı aklımı başıma getirdi.
"Dostum, yılanlarla dolu bir yuvayla karşılaşmış gibi bir halin var.
Doktorun önerdiği şeyi yerine getirmeyeceğini umalım."
"Ah , " dedim. "Ya bunu yaparsa o?"
- 50 -
" Evet. Böyle şeyleri çok gördüm ben. Yani... bazı erkekler kendile
rine hiç uymayacak kadınlarla evleniyorlar."
"Yani Bayan Franklin'in doktor için uygun bir eş olmadığını mı dü
şünüyorsunuz?"
"Siz düşünmüyor musunuz? Onların ortak hiçbir yanları yok."
" Doktor karısını çok seviyor sanırım," dedim. "Onun bütün istekle
rini yerine getirmeye çalışıyor."
Hemşire Craven pek de hoş sayılmayacak bir tavırla güldü. " Ba
yan Franklin bunu sağlamasını iyi biliyor."
Şaşkın şaşkın, "Yani," diye mırıldandım. " Kadın sağlıklı olmaması
nı kocasına karşı bir silah gibi mi kullanıyor?"
Hemşire Craven bir kahkaha attı. " Kadın, isteklerini elde edebil
mek için her şeyden yararlanıyor. Bu konuda bilmediği şey yok. Lady
hazretleri ne isterse, bu hemen yerine getiriliyor. Bazı kadınlar böyle
dir. Bu konuda çok kurnazdır onlar. Biri itiraz edecek oldu mu, hemen
arkası üstü uzanarak gözlerini kapatırlar. Çok hastaymış gibi içe doku
nacak bir tavır takınırlar. Ya da sinir krizi geçirirler. Aslında Bayan
Franklin, içe dokunacak bir tavır takınmayı tercih edenlerden. Gece
uyumuyor. Sabaha, bembeyaz bir suratla bitkin bitkin kalkıyor."
Şaşkın şaşkın, "Ama aslında o gerçekten hasta, değil mi?" diye
sordum.
Hemşire Craven bana acayip bir tavırla baktı. Sonra da alayla,
"Ah, tabii," diyerek birdenbire konuyu değiştirdi.
Bana yıllar önce gerçekten köşke gelip gelmediğimi sordu.
" Evet. Gerçekten geldim."
Kadın sesini alçalttı. "O sırada bu evde bir cinayet işlenmiş, öyle
mi? Hizmetçi kızlardan biri öyle söyledi bana. Öldürülen yaşlı bir kadın
mış sanırım."
" Evet."
"Ve siz o sırada buradaydınız, öyle mi?" ,
" Evet, buradaydım."
Hemşire Craven hafifçe titredi. "Bu da her şeyi açıklamıyor değil mi?"
" Neyi açıklıyor?"
- 51 -
Kadın çabucak yan yan bana baktı. "Bu... bu evdeki havayı. Bunu
hissetmiyor musunuz? Ben hissediyorum. Bir acayiplik var burada...
Bilmem ne demek istediğimi anlıyor musunuz?"
Bir an cevap vermedim. Düşünüyordum . Kadının söylediği doğru
muydu? Belirli bir yerde, bilerek isteyerek işlenilen korkunç bir cinaye
tin orada güçlü bir izi mi kalıyordu? Yıllar sonra bile fark edilecek kadar
kuvvetli bir izi? Psişik kimseler böyle olduğunu söylüyorlardı. Styles
Köşkü'nde de yıllar önce olan o olayın kesin bir izleri kalmış mıydı?
Burada, bu duvarlar arasında, bu bahçede cinayet düşüncesi belirli bir
hal almış ve gitgide kuvvetlenmişti. Son hareketle de meyvesini ver
mişti bu. Şimdi bu cinayet fikri havayı hala kirletiyor muydu?
Hemşire Craven birdenbire konuşmaya başlayarak beni daldığım
düşüncelerden uyandırdı. "Bir keresinde cinayet işlenilen bir evde bu
lundum. O olayı hiçbir zaman unutamadım . İnsan böyle şeyleri unuta
mıyor zaten. Hastalarımdan biriyle ilgiliydi bu. Mahkemede tanıklık et
mek zorunda da kaldım. Çok kötü oldum o sırada. Bir kız için hiç de
hoş olmayan bir şey bu."
"Öyle olmalı. Ben de. . . " Boyd-Carrington hızla evin köşesini dön
müştü. Onun için sözümü tamamlayamadım.
Adam her zamanki gibi iriyarı vücudu, neşeli kişiliğiyle gölgeleri,
elle tutulamayacak gizli dertleri uzaklaştırıverdi. O kadar boylu boslu,
öyle aklı başında, sportmen bir insandı ki. Sevgi uyandıran, neşe sa
çan, mantıklı, karakteri güçlü kimselerdendi o.
"Günaydın, Hastings. Günaydın, Hemşire Craven. Bayan Franklin
nerede?"
"Günaydın, Sir William . Bayan Franklin, bahçenin dibinde. Labo-
ratuvarın yakınındaki kayın ağacının altında ."
"Ya Dr. Franklin? Herhalde o laboratuvarda?"
"Evet. Sir William . Miss Hasting'le birlikte."
"Zavallı kızcağız . Böyle güzel bir sabah içeri tıkıl ve o pis kokulu
şeylerle uğraş. İtiraz etmeniz gerek. Hastings ."
Hemşire Craven hemen atıldı. "Ah, Miss Hastings çok memnun.
Bu iş onun hoşuna gidiyor. Doktor da onsuz yapamıyor sanırım ."
- 52 -
Boyd-Carrington, "Aptal ne olacak, " dedi. "Judith gibi g üzel bir
sekreterim olsaydı, kobaylar yerine ona bakardım. Öyle değil mi?"
Judith'in çok sinirine dokunacak bir şakaydı. Fakat bu sözler Hem
şire Craven'in pek hoşuna gitti. Kadın bir süre güldü.
"Ah, Sir Willia m, böyle şeyler söylememelisiniz. Hepimiz de sizin
nasıl dav ranacağınızı biliyoru z ! Ama zavallı Doktor Franklin o kadar
ciddi bir ada m ki. Gözü işinden başka bir şeyi görmüyor."
Boyd-Carrington neşeyle, "Karısı kocasını göz hapsine alabileceği bir
yere yerleşmiş anlaşılan," diye yanıt verdi. "Doktoru kıskanıyor sanırım."
"Siz de her şeyi biliyorsunuz, Sir William ! " Bu şakaların Hemşire
Craven'i pek eğlendirdiği belliydi. istemeye istemeye ekledi. "Gidip ba
kayım . .. Bayan Franklin'in sütü kaymış mı?" Ağır ağı r uzaklaştı .
Boyd-Carrington durmuş onun arkasından bakıyordu. "Güzel bir
kadın o. Saçları da, dişleri de fevkalade. Kadın dediğin böyle olmalı.
Hastalara bakmak sıkıcı bir şey. Onun gibi bir kadın daha güzel ve ra
hat bir hayata layık . "
"Eh," dedi m . "Herhalde g ü n ün birinde evlenir."
"Herhalde." Boyd-Carringto n içini çekti. Bana ölm üş olan karısını
düşü n üyormuş gibi geldi, sonra adam, "Benimle Knatton'a gelip mali
kaneyi görmek ister misiniz?" diye sordu.
"Ah, tabii . Bu çok hoşuma gider. Yalnız önce Poirot' nun bana ihti
yacı olup olmadığı nı anlayayım . "
Poirot'yu verandada buldum . İyice sarınıp b ü rünm üştü . Bana git
memi söyledi . "Ah, tabii H astings . . . Git. .. Muhakkak git . Duyduğuma
göre g üzel bir yermiş orası. Malikaneyi görmelisin . "
" Bunu b e n d e istiyorum . A m a seni yalnız bırakmaya d a gönl ü m ra
zı değil . "
"Ah benim sadık dostu m ! Hayır, sen Sir Willia m'la git. O hoş bir
adam değil mi?"
Heyecanla, "Fevkalade bir insan, " diye bağırdım.
Poirot gülü msedi. "Ah, evet ... Adam senin hayran olduğun tipler
den . Bunu fark etmişti m . "
- 53 -
Gezintinin zevkini iyice çıkardım.
Hava çok güzeldi . Gerçekten şahane bir yaz günüydü bu. Ayrıca
Body-Carrington dostluk edilecek bir insandı.
Kuvvetli, çekici bir kişiliği vardı. Görmüş geçirmiş bir adamdı. Bu
yüzden de onunla ahbaplık etmek insanın çok hoşuna gidiyordu. Bana
Hindistan'daki idarecilik günleriyle ilgili hikayeler anlattı. Doğu Afrika
kabileleri hakkında çok ilgi çekici bilgi verdi. Konuşması o kadar ilginç
ti ki, bayağı oyalandım . Judith'le ilgili korkularımı ve Poirot'nun açıkla
malarının neden olduğu o büyük kaygılarımı unuttum .
Boyd-Carrington'un arkadaşımdan söz etme tarzı da hoşuma git
ti. Adamın Poirot'ya büyük bir hayranlığı vardı. Hem iyi, hem de karak
teri bakımından . Belçikalı dostumun sağlığının bozukluğu yüzünden
hali gerçekten acıydı . Ama Bo_ d-Carrington öyle ucuz, merhamet do
lu sözler de etmedi . Poirot'nunki gibi geçirilen bir hayatın bile büyük bir
mükafat sayılacağını düşünüyordu . Arkadaşımın olanları anımsayarak
yine de mutluluk �uyacağından ve böylece kendi kend isine olan say
gısını kaybetmeyeceğinden emindi.
"Bundan başka ," dedi. "Onun kafasının eskisi gibi fevkalade bir
şekilde çalıştığına dair iddiaya da girebilirim."
Heyecanla tasdik ettim. "Gerçekten öyle."
"Bir insanın bacaklarının güçsüzleşmesinin beynini de etkilediğini
düşünmek büyük hatadır. Hiç de böyle olmaz aslında. Yıllar kafa çalış
masını sanıldığından daha az etkiler. Ama açıkcası Hercule Poirot'nun
burnunun dibinde cinayet işlemeyi istemezdim . Hatta bugün bile ... "
Güldüm. "Böyle bir şey yapsaydınız, sizi yakalardı."
"Bundan eminim ." Boyd-Carrington kederle ekledi . "Zaten böyle usta
ca bir cinayet de işleyemem . Aslında iyi plan yapamam . Çünkü çok sabır
sızımdır. Cinayet işlersem, ancak bunu o anda öfkelendiğim için yaparım."
"Fark edilmesi en zor cinayet de budur."
"Hiç sanmıyorum . Herhalde böyle bir cinayetten sonra arkamda
bir sürü delil ve iz bırakırdım. Neyse, şansım var da cinayet işlemeye
meraklı değilim. Ben ancak bir tek tipte insanı öldürebilirim. Şantajcıla
rı . İğrenç bir şeydir bu . Ben daima şantajcıların v u rulmaları gerektiğini
düşündüm. Ne dersiniz?"
Aynı fikirde olduğumu itiraf ettim .
- 54 -
Sonra genç bir mimar gelerek bizi karşıladı. Evdeki çalışmaları in
celemeye başladık.
Knatton, aslında Tudor devrinde yapılmış, sonra eve bir bölüm ek
lenmişti. Binaya bin sekiz yüz kırklarda iki ilkel banyo kurulmuştu. On
dan sonra da burası bir daha ne modernleştirilmiş, ne de değiştirilmişti.
Boyd-Carrington amcasının adeta bir münzevi olduğunu anlattı.
İnsanlardan hiç hoşlanmaz ve koskoca evin bir köşesinde otururm uş.
Boyd-Carrington'la onun kardeşine ka rcıı biraz hoşgörüsü varmış . İki
çocuk, Sir Everard iyice bir münzevi halini almadan önce tatillerini ma
likanede geçirirlermiş.
Yaşlı adam hiçbir zaman evlenmemiş ve büyük gelirinin de ancak
onda birini harcamış. Bu yüzden, miras vergisi de ödendikten sonra bi
le şimdiki malikane sahibi yani Sir William Boyd-Carrington çok zengin
bir insan haline gelmiş.
Adam içini çekti. "Ama çok yalnızım..."
Sesimi çıkarmadım. Duyduğum acıma hissi sözle anlatılamaya
cak kadar derindi. Çünkü ben de çok yalnızdım. Sevgili Kül Kedisi öle
liden bu yana bana adeta yarım bir insan halini almışım gibi geliyordu .
Sonunda duraklaya duraklaya duygularımın bir kısmını Boyd-Car
rington'a açıkladım.
"Ah, evet, Hastings . Ama sizin, benim hiçbir zaman sahip olama
dığım bir şeyiniz varmış yine."
Bir an durdu . Sonra da kesik kesik bana başı na gelen felaketi an
lattı .
Genç ve güzel karıs ından söz etti. Bu hoş kadın kültürlü ve sevim
liydi ama damarlarındaki kanda bozukluk vardı. Ailesinin hemen hemen
bütün fertleri içkiden ölmüştü. Genç kadın da çok geçmeden aynı der
din pençesine düşmüştü. Düğünden ancak bir yıl sonra bütün alkolikler
gibi korkunç bir şekilde can vermişti. Boyd-Carrington, karısını güçlü
bulmuyordu. Kalıtım denilen şeyin ne kadar güçlü olduğunu biliyordu.
Karısının ölümünden sonra yalnız bir hayat sürmeye başlamıştı
adam . Bu olay onu sarsmıştı . Bu yüzden de bir daha evlenmeye karar
vermişti.
Kısaca, "İnsan yalnızken kendisini daha güvende hissediyor," dedi.
- 55 -
"Evet.. Neden böyle hissettiğinizi anlıyoru m... Özellikle başlangıç-
ta ."
"Öyle büyük bir felaketti ki bu . Zamanından önce yaşlandı m . Kal
bim acı hislerle doldu." Boyd-Carrington bir an durd u . "Evet... bir kere
sinde tekrar evlenm eyi düşündüm . A ma kız o kadar gençti ki ... onu düş
kırıklığına uğramış bir erkeğe bağlamanın haksızlık olacağına karar
verdi m . Onun için çok yaşlıydım ben. O çocuk gibiydi. . . Çok güzel.. .
son derece saf bir kız ." Susarak başını salladı.
"Bu konuda kızın karar vermesi daha doğru olmaz mıydı?"
"Bilmiyorum, Hastings. O za man böyle düşünmüyordu m . Kız... kız
da benden hoşlanıyormuş gibiydi. Ama dediğim gibi, o kadar da genç
ti ki. Onu daima iznimin son günündeki haliyle anımsayacağım. . . Başı
nı hafifçe yana eğmişti... Yüzünde şaşkın bir ifade vardı... Küçücük
eli. . . " Durd u .
B u sözler gözlerimin önünde bana tanıdık gelen bir portrenin can
lanmasına neden olmuştu . Ama bunun sebebini de bilmiyordum.
Boyd-Carrington' un birdenbire, haşinleşen sesi daldığım düşün
celerden uyanmama sebep oldu. "Ne budalaymışım ! Elindeki fırsatı
kaçıran her erkek aptaldır ! . . Her neyse . . . İşte şimdi buradayım . . . Bana
pek büyük gelen bir malikanem var. Ama sofranın başına geçecek za
rif bir karım yok."
Adamın her şeyi biraz eski tarzda anlatması hoşuma gidiyordu . İn
sanın aklına o zaman eski günlerin güzelliği ve rahatlığı geliyordu .
"O hanım şimdi nerede?" diye sordum.
"Ah . . . evli o." Konuyu burada kesti . "Açıkçası Hastings, ben artık
bekarlığa alıştım. Kendimce bir hayat sürüyorum. Gelin de bahçelere
bir bakın. Çok ihmal edildiler bunlar. Ama bir bakıma yine de güzeller."
Etrafı dolaştık . Gördüklerim beni çok etkiledi . Knatton gerçekten
olağanüstü bir yerdi. Boyd-Carrington'a malikaneyle gururlandığı için
hak veriyordum. Adam, civarı ve yakında oturanların çoğunu da tanı
yordu . Tabii o buradan ayrıldıktan sonra bölgeye yeni gelenler de ol
m uştu .
- 56 -
Boyd-Carrington Albay Luttrell'i de eskiden beri tanıyordu. Styles
pansiyonunun başarılı olmasını çok istediğini de samimiyetle açıkladı.
"Zavallı George Luttrell'in mali durumu çok bozuk anlayacağınız,"
dedi . "Çok iyi bir insandır o. Fevkalade bir nişancı ve askerdir. Bir ke
resinde Afrika'da onunla birlikte bir safariye katıldık. Ah, ne günlerdi on
lar! Luttrell yine evliydi tabii. Ama Allahtan karısı da birlikte gelmemiş
ti. Daisy Luttrell o zamanlar güzeldi ama... pek sivri dilliydi daima. Ne
garip ... İnsan bazen bir kadının hırçınlıklarına nasıl da katlanıyor? Hal
buki George Luttrell genç subayları tir tir titretirdi. O kadar sert bir ko
mutandı ki! Ama şimdi. .. Karısının aksiliklerine uysalca katlanıyor. Bir
hayli de kılıbık. Kadının zehirli bir dili olduğu muhakkak . Ama yine de
aklı başında. O pansiyonu para getirecek bir duruma ancak Daisy Lutt
rell sokabilir. George Luttrell böyle şeylerden hiç anlamaz . Ama Bayan
Daisy... o büyükannesini bile dolandırır."
"Kadın, çok yapmacıklı," diye şikayet ettim.
Boyd-Carrington'un yüzünde neş�li bir ifade belirdi. "Biliyorum.
Pek tatlı konuşuyor değil mi? Hiç onlarla briç oynadınız mı?"
Acı acı oynadığımı söyledim.
Boyd-Carrington, "Ben genellikle kadın briç oyuncularına yaklaş
mam bile," dedi. "Beni dinlerseniz... siz de öyle yapın."
Ona, pansiyona geldiğim ilk gece Norton'la ne kadar sıkıldığımızı
anlattım.
"Evet... İnsan nereye bakacağını şaşırıyor değil mi?" Boyd-Car
rington ekledi. "İyi bir adam, Norton . Fakat çok sessiz. Daima kuşları
filan seyrediyor. Kuş avlamaktan hiç hoşlanmadığını söyledi bana. Ne
acayip! Spordan hiç anlamıyor. Ona çok şeyden mahrum kaldığını an
lattım. Soğuk ormanlarda usulca dolaşıp, dürbünle kuşlara bakmanın
ne zevki var bilmem ki?"
Norton'un bu merakının ilerdeki olaylarda önemli bir rol oynayaca
ğını ikimiz de bilmiyorduk tabii.
- 57 -
8
- 58 -
Bu konuda düşündüklerimi hatırlamıştım . " Herhalde X'le kurbanı
arasında bir bağ var. Onun için bana X'in kim olduğunu söylersen..."
Poirot kafasını öyle şiddetle salladı ki ona bakarken benim başım
döndü. "Sana X'in tekniğinin ana noktasının bu olduğunu söylemedim
mi? X'le o cinayet arasında hiçbir bağ olmayacak. Bu muhakkak."
"Yani o bağ gizli mi kalacak?"
"Hem de öylesine gizli kalacak ki, bunu ne sen, ne de ben keşfe
debileceğiz."
" Fakat X'in geçmişini inceleyerek..."
"Sana 'olmaz,' dedim. Zaten bunu zamanında başaramayız. Her
an o cinayet işlenebilir. Anl ıyor musun?"
" Bu evden biri mi öldürülecek?"
"Evet. Bu evden biri öldürülecek?"
"Ve sen kimin öldürüleceğini gerçekten bilmiyorsun, öyle mi? Ci
nayetin nas ıl işleneceğini de?"
"A h ! Bunu bilseydim, bütün bunlar ı öğrenmem için seni s ı k ışt ı r ı r
mıydım?"
"Tahminlerinin temeli X'in burada olması m ı?" Sesimde biraz kuş
ku vard ı.
Bacaklar ı n ı k ullanamad ığı için eski soğukkanl ılığı kalmam ış olan
Poirot bana avaz avaz bağ ırd ı. "Allah ım ! Bunu sana kaç defa anlataca
ğım? Avrupa'nın belirli bir yerine bir sürü savaş muhabiri doluşursa, bu
ne anlama gelir? Savaş olduğu anlamına tabii ! Dünyan ın her taraf ından
birtak ım doktorlar bir kente gelirlerse bu neyi gösterir? Bir T ıp kongresi
olduğunu. Akbabalar bir yerin yukarsında dönmeye başlarlarsa, orada
bir leş var de mektir. Birtak ım adamlar ellerindeki sopalarla çalılara vu
rurlarsa, bu avın başlam ış olduğunu gösterir. Bir adam ın birdenbire du
raklad ı ğ ı n ı, ceketini telaşla ç ı kararak denize atladığ ı n ı görürsen, onun
boğulmakta olan birini kurtarmaya çalıştı ğ ı n ı anlarsın. Orta yaşl ı, say
g ıdeğer baz ı hanımlar ın çitin arasında bir yere baktıklarını fark eder
sen, onların aç ı k saç ık bir sahneyi seyrettiklerinden emin olabilirsin ! Ve
nihayet burnuna nefis bir koku gelirse ve birçok kişi koridordan aynı
odaya doğru giderlerse, bu yemeğin hazır olduğunu gösterir !"
- 59 -
Bir iki dakika bu benzetmeleri düşündüm . Sonra bunlardan ilkini
ele aldım. "Ama yine de bir tek savaş muhabiri, bir çarpışma olmasını
sağlamaz . "
"Tabii. Bir tek kırlangıç da yazın gelmesini sağlamaz. Ama bir tek
katil, bir cinayete sebep olur, Hastings."
Tabii bu inkar edilmeyecek bir gerçekti. O an da aklıma bir şey gel
mişti. Poirot'nun bunu düşünmediği belliydi. Bir katilin de dinlendiği za
manlar olabilirdi. Belki de X Styles'a sadece tatilini geçirmeye gelmiş
ti, kötü hiçbir niyeti de yoktu . Fakat Poirot o kadar öfkeliydi ki ona bu
ihtimalden söz etmek cesaretini gösteremedim. Yalnızca bu işin bana
çok umutsuz gözüktüğünü söyled im. "Beklememiz... "
Poirot cümlemi tamamladı. "Ve görmemiz gerek. Sizin Bayan As
quith'in son savaşta yaptığı gibi . Asıl bizim yapmamız gereken şey de
bu dostum. Dikkat et, sana başarıya erişeceğimizi söylemiyorum. Çün
kü sana daha önce de açıkladığım gibi bir katil öldürmeye karar verdi
ği zaman, ona kolay kolay engel olamazsın. Ama hiç olmazsa bunu bir
deneriz. Hastings, bunun gazetedeki bir briç problemi olduğunu düşün.
Bütün kartları görüyorsun. Sana sadece sonucun ne olacağını soru
yorlar."
Başımı sallad ım. " Faydas ız, Poirot. Hiçbir fikrim yok. X'in kim ol
duğunu..."
Poirot yine bana avaz avaz bağırdı. Sesi o kadar tizleşti ki, Curtiss
dehşet içinde, yan odadan koşarak geldi. Poirot elini sallayarak uşağa
çıkmas ı n ı işaret etti . Adam gittikten sonra da daha sakin bir tavırla ko
nuşmaya başladı.
" Haydi, Hastings. Sen asl ında mahsus iddia ettiğin kadar aptal de
ğilsin. Sana okuman için verdiğim o vakaları inceledin. X'in kim oldu
ğunu bilmeyebilirsin. Ama X'in cinayet tekniğini herhalde öğrendin."
"Ah," dedim. "Anlıyorum."
"Tabii anlıyorsun ya ! Senin kusurun nedir biliyor musun? Kafaca
tembel olman. Oyun oynamak ve tahminlerde bulunmaktan hoşlanı
yorsun. Kafanı çalıştırmak işine gelmiyor. X'in tekniğinin ana noktası
- 60 -
nedir? Cinayetin, işlendiği zaman tam bir şey olması değil mi? Yani...
cinayet nedeni o rtada. Katilin eline fırsat geçtiği ve neden faydalandı
ğı açık. Ve en önemlisi suçlu yargıcın önüne çıkmaya hazır durumda."
O zaman işin can alacak noktasını kavradım. Bunu daha önce fark
etmemekle aptallık etmiştim. "Anlıyorum ..." dedim. "Çevreme bakmak
ve bütün bu şa rtlara uyacak birini bulmam gerek... Yani kurban adayı
nı ."
Poirot içini çekerek arkasına yaslandı. "Nihayet ! Çok yoruldum.
Curtiss'i bana yolla . A rtık sana düşen görevi anladın. Hareketli bir in
sansın. Çevrede dolaşabilir, bazı kimselerin kolaylıkla peşine takılırsın.
Onlarla konuşur, belli etmeden hepsini de gözetleyebilirsin..." Az kalsın
öfkeyle itiraz edecektim. Ama kendimi tuttum. Daima tartıştığımız bir
konuydu bu. "Konuşmaları dinleyebilirsin . Dizlerin kaskatı değil . Onun
için eğilip anahtar deliklerinden içeri bakabilirsin. . . "
Öfkeyle onun sözünü kestim. "Anahta r deliklerinden odaları gözet
leyecek değilim !"
Poirot gözlerini kapattı. "Pekala. . . Anahtar deliklerinden odaları
gözetlemezsin... Daima bir İngiliz centilmeni gibi davranırsın, o arada
bir zavallı da öldürülür. Ama bu önemli d � ğil tabii. Bir İngiliz için önem
li olan onurdur. Senin şerefin de birinin hayatından çok daha değe rli.
Evet. Anlıyorum."
"Poirot, Allah aşkına ... "
A rkadaşım soğuk soğuk, "Curtiss'i bana yolla," dedi. " Haydi, git ar
tık. Çok inatçı ve son derece de aptalsın. Keşke güvenebileceğim baş
ka biri olsaydı. Ama korkarım sana ve senin sportmenlikle ilgili gülünç
fikirlerine katlanmak zorundayım. G ri hücrelerini kullanman olanaksız.
Çünkü sende yok bunlar. Ama hiç olmazsa gözlerini, kulaklarını ve bur
nunu kullan. Tabii şerefinin ön gördüğü sınırlar içersinde ."
E rtesi gün birkaç defa aklıma gelen bir fikri açmak cesaretini gös
terebildim. Bunu biraz çekine çekine yaptım tabii. Çünkü Poirot'nun ne
tepki göstereceği belli olmazdı !
- 61 -
"Ben düşündüm , Poirot," dedim. "Öyle parlak zekalı bir adam ol
madığımı biliyorum. Sen de benim aptal olduğumu söylüyorsun...
Şey... Bir bakıma doğru bu. Ayrıca artık eskisi gibi değilim. Kül Kedi
si'nin ölümünden beri yarım bir adam halini aldım..." Durakladım.
Poirot halimi anladığını beli rtmek için aksi aksi homurdandı.
"Fakat burada bize yardım edebilecek bir adam var," diye devam
ettim. "Tam yararlanacağımız tipte biri o. Kafalı, becerikli. Hayal gücü
geniş. Çabuk karar vermeye alışık. Son derecede de tecrübeli. Boyd
Carrington'dan söz ediyorum. O çok işimize yarar, Poirot. Ona açıl. Her
şeyi kendisine anlat."
Poirot gözlerini açtı ve müthiş bir kesinlikle, "Ne münasebet," dedi.
"Ama neden? Adamın zeki olduğunu inkar edemezsin. O benden
çok akıllı."
Poirot acı acı alay etti. "Senden akıllı olmak çok KO LAY ! Fakat bu
fikri kafandan at , Hastings. Hiç kimseye açılmayacağız. Anlıyor mu
sun? Bu sorunu başkalarıyla konuşman ı yasakl ıyorum. Anlaşıld ı m ı?"
"Pekala , madem öyle istiyorsun. Halbuki Boyd-Carrington . .."
"Off , aman ! Boyd-Carrington ! O adama da aklın tak ılmış ! Neden?
Neticede kim o? Ukala , herkes onu , ' Ekselans ,' diye çağırdığı için iste
diği zaman incelik gösterebilen bir insan. Ama o senin Boyd-Carring
ton pek de öyle fevkalade bir adam değil. Daima aynı şeyleri yineliyor.
Hikayeyi birkaç kez anlatıyor. Dahası da var ! Hafızası o kadar zayıf ki ,
senden duyduğu hikayeyi tekrar sana anlatmaya kalkışıyor ! Olağanüs
tü yetenekli bir adam dediğin bu mu? Nerede o bolluk. İç sıkıc ı , geve
ze ve... ukala bir insan !"
Durumu anlamıştım. "Ah ... "
Boyd-Carrington'un hafızasının zayıf olduğu doğruydu. Ve adam ,
şimdi Poirot'yu çok öfkelendirdiğini anlad ı ğım bir pot da kırmıştı. Poirot
ona Belçika'da polislik ettiği günlerle ilgili bir hikaye anlatmıştı. Bundan
birkaç gün sonra grup halinde bahçede otururken Boyd-Carrington ay
nı olayı sakin sakin Poirot'ya hikaye etmeye kalkışmıştı. Unutkanlığı yü
zünden tabii. Hatta sözlerine şöyle başlamıştı adam : "Paris'teki Surete
şefinin bana söylediklerini hala hatırlıyorum ... "
- 62 -
Şimdi bunun arkadaşımı çok sinirlendirdiğini anlıyordum.
İncelik gösterecek başka bir şey söylemedim ve oradan ayrıldım.
Aşağıya inerek bahçeye çıktım. Görünürde k imseler yoktu. Koru-
dan ağır ağır geçerek çimenli bir tepeciğe tırmandım . Yukarda iyice ha
rap, küçük bir yazlık pavyon vardı . Orada otu�arak pipomu yaktım. Me
seleyi düşünmeye başladım.
Styles 'daki katil kim olabilirdi? Cinayet işlenmesi için kesin bir ne
den var mıydı? Kiminle ilgiliydi bu?
Akla ilk Albay Luttrell geliyordu. Onu bir tarafa bıraktım. Korkarım
adamcağız haklı olmasına rağmen bi r briç oyununun ortasında karısına
baltayla saldıracak bir tip değildi. Ama başka kimse de düşünemiyordum.
İşin kötüsü pansiyondakiler hakkında fazla bir şey bilmiyordum .
Norton hakkında mesela . . . Sonra Miss Cole vardı... Bir cinayet hangi
sebeplerden işlenirdi? Para için?. . . Yanılmıyorsam pansiyondaki tek
zengin Boyd-Carrington'du . O öldüğü takdirde serveti kime kalacaktı?
Bu ara Styles'da olan birine mi? Hiç sanmıyordum . Ama bu noktayı in
celemeye değerdi. Örneğin adam servetini bir araştırma enstitüsüne
bırakabilirdi. Parayı Dr. Franklin'in idare etmesini de isteyebilirdi. Böy
le bir şey insanı düşündürürdü tab i i. Üstelik Franklin insanların yüzde
sekseninin ortadan kalkmasının iyi olacağına dair ihtiyatsızca birtakım
sözler ediyordu. Bu yüzden kızıl saçlı doktorun aleyhinde oldukça teh
likeli bir dosya hazırlanabilird i . Ya da belki de Norton veya Miss Cole,
Boyd-Carrington'un uzaktan akrabasıydılar. Adam ölünce servet oto
matik olarak onlara kalacaktı. Bu da mümkündü pekala. Albay Luttrell,
Boyd-Carrington'un eski arkadaşıydı . Adam vasiyetnamesinde ona da
para bıraktığını açıklıyor muydu acaba? Böylece para konusunun so
nuna gelmiş oluyordum . .. Bu sefer romantikçe sebepleri incelemeye
başladım. Franklin'ler, Bayan Barbara Franklin hastalıklı bir kadındı.
Acaba kadını yavaş yavaş zehirliyorlar mıydı? Bunun sorumlusu koca
sı mıydı? Adam doktordu. Muhakkak ki onda hem zehir vardı, hem de
bunu karısına vermek için eline bol bol fırsat geçiyordu. Sebep? Hiç de
hoş olmayan bir ihtimali düşünerek titredim. Judith ' i bu işe karıştırabi-
- 63 -
lirlerdi. Kızımla doktorun ilişkilerinin çok ciddi olduğunu biliyordum.
Ama halk buna inanır mıydı? Ya da deneyimli insanlara fazla inanma
yan bir polis? Judith son derece güzel bir kızdı. Birçok cinayet güzel bir
sekreter veya yardımcı yüzünden işlenmişti. Bu ihtimal beni çok üzdü.
Sonra A :lerton'u düşündüm. Allerton'u ortadan kaldırmaları için bir
neden var mıydı? Cinayet işlenecekse, Aılerton'un kurban olarak seçil
mesini tercih edecektim. Adamı ortadan kaldırmak için bol sebep bulu
nabilirdi. Miss Cole çok genç olmamakla birlikte güzel bir kadındı. Al
lerton'la belki de samimiydiler. Ve kadın kıskançlığa kapılabilirdi. Ama
onların bir ilişkileri olduğunu da sanmıyordum. Sonra Allerton, X oldu
ğu takdirde ...
Sabırsızca başımı salladım. Böyle düşünmekle bir sonuca vara
mazdım. Aşağıdaki çakıllı yoldan gelen ayak sesi dikkatimi çekti. Frank
lin hızla eve doğru gidiyordu. Ellerini cebine sokmuş, başını öne eğmiş
ti. Umutsuz ve üzgün bir hali vardı. Onu ilk kez böyle savunmasız bir
halde görüyordum. Doktorun son derece mutsuz olduğunu sezdim.
Franklin'e öylesine dalmışt ım ki , yakınımdaki ayak seslerini duy
madım. Miss Cole konuşmaya başlayınca da irkilerek döndüm.
Telaşla ayağa fırlarken özür diler gibi, "Geldiğinizi duymadım, " de
dim.
Kadın yazlık pavyonu süzüyordu. "Viktorya devrinden bir kalıntı!"
"Gerçekten öyle . Korkarım içersi örümcek ağı dolu. Lütfen oturun.
Ben bankı sileyim."
Diğer pansiyonerleri daha iyi tanıma fırsatını ele geçirmiş olduğu
mu düşünüyordum. Örümcek ağlarını süpürürken gizlice Miss Cole'u
süzdüm.
Yaşı otuz ile kırk arasıydı sanırım . Biraz yorgun gibiydi. Profili bi
çimli, gözleriyse gerçekten çok güzeldi. Tavırları çekingen ... hatta kuş
ku doluydu. Birdenbire, bu kadın çok ıstırap çekmiş, diye düşündüm.
Onun için de hayata karşı büyük bir güvensizlik duyuyor. Elizabeth Co
le'u daha yakından tanımayı istiyordum.
Mendilimi son bir defa daha salladım. "İşte. Elimden bu kadarı ge
liyor."
- 64 -
"Teşekkür ederim." Elizabeth Cole gülümseyerek oturdu. Ben de
yanına yerleştim. Bank tehlikeli bir şekilde gıcırdadı ama neyseki bir fe
laket olmadı.
Miss Cole, "Yanınıza geldiğim zaman," dedi. " Ne düşünüyordu-
nuz? Dalmış gitmiştiniz..."
Ağır ağır, " Doktor Franklin'i seyrediyordum ..." diye cevap verdim.
" Evet?"
Ona aklıma gelen şeyi açıklamam için bir neden yoktu. "Bana çok
mutsuzmuş gibi geldi..."
Genç kadın usulca, "Tabii mutsuz o," dedi. " Bunu şimdiye kadar
fark etmiş olmalıydınız."
Sanırım hayretimi belli ettim. Hafifçe kekeleyerek, " Hayır," diye mı
rıldandım. " Hayır... Fark etmedim... Ben doktorun tamamıyla işine dal
mış olduğunu sanıyordum."
"Orası öyle..."
"Siz buna mutsuzluk mu diyorsunuz? Bence çok mutluluk veren
bir şey olmalı bu."
"Ah, evet. Buna itiraz ettiğim yok. Ama yapabileceğinizi duyduğu
nuz bir şeyi yerine getirmenizi engellerse? .. . Yani... başarıya erişmeni
ze mani olurlarsa?"
Kadına baktım. İyice şaşırmıştım.
O, "Geçen sonbaharda Dr. Franklin'e Afrika'ya gitmesini teklif etti
ler," diye açıkladı. "Araştırmalarına orada devam edecekti. Bildiğiniz gi
bi doktor bu konuya fazlasıyla ilgi duyuyor. T ropikal hastalıkları alanın
da da olağanüstü çalışmaları var."
"Ve adam Afrika'ya gitmedi öyle mi?"
" Hayır. Karısı itiraz etti. Afrika'nın iklimine dayanacak kadar sağlık
lı değildi. Burada bırakılmayı da istemiyordu. Özellikle o zaman çok
idareli davranmak zorunda kalacaktı. Teklif edilen aylık fazla değildi."
"Ya!..." Ağır ağır devam ettim. " Dr. Franklin, karısını o hasta halin
de bırakamayacağını düşündü herhalde."
" Barbara Franklin'in sağlığı konusunda fazla bir şey bilmiyorsunuz
sanırım, Bay Hastings."
"Şey... Öyle... Ama o hastalıklı bir kadın değil mi?"
- 65 - . . . Ve Perde İndi / F : 5
Miss Cole alaycı bir tavırla, "Kadının hastalığın zevkini çıkardığı
muhakkak," dedi. Kuşkuyla ona baktım. Miss Cole'un daha çok dokto
ra acıdığı belliydi.
Ağır ağır, "Herhalde," dedim. "Sağlıkları yerinde olmayan kadın-
lar... biraz bencilleşiyorlar..."
"Evet... Bence hastalar... daima hasta olan kimseler çok bencilleşi-
yorlar. Belki de onları suçlu bulmamak gerek. Çünkü bu çok kolay bir şey."
"Bayan Franklin'in aslında pek de hasta olmadığını mı düşünüyor
sunuz?"
"Ah, böyle bir şey i söylemek istemem. Benimki yalnızca bir şüphe.
Kadının her istediğini yaptığını görüyorum ."
Bir iki dakika sessiz sedasız düşündüm. Miss Cole'un Franklin'ler
hakkında çok şey bildiği anlaşılıyordu. Hafif bir merakla, "Herhalde Dr.
Franklin'i iyi tanıyorsunuz," dedim.
Başını salladı. "Yok canım. Burada karşılaşmadan önce onları sa
dece bir iki defa görmüştüm."
"Ama herhalde doktor size kendisinden söz etti?"
Kadın yine başını salladı. "Hayır... S ize anlattıklarımı kızınız Ju
dith'ten öğrendim."
Ani, acı bir üzüntüyle, "Judith de benden başka herkesle konuşu
yor," diye düşündüm.
Miss Cole sözlerini sürdürdü. "Judith patronuna son derece sadık.
Adamın namına savaşa da hazır. Bayan Franklin'i bencilliğinden dola
yı çok ayıplıyor."
"Siz de kadının bencil olduğunu mu düşünüyorsunuz?"
"Evet. Aslında ben Barbara Franklin'in görüş açısını da anlayabili
yorum. Ben hastaları bilirim. Dr. Franklin'in karısına boyun eğmesinin
sebeplerini de takdir ediyorum. Tabii Judith, adamın karısını bir yere bı
rakıvermesini ve işine devam etmesini istiyor. Kızınız çok heyecanlı ve
,
hevesli bir bilgin."
Üzüntüyle, "Biliyorum ... " diye mırıldandım. "Bu bazen beni endişe
lendiriyor. Bana normal gelmiyor bu. Bilmem ne demek istediğimi anlı
yor musunuz? Judith'in daha... insanca olması gerek... Biraz hoşça va
kit geçirmey i istemeli... Eğlenmeli... Bir iki hoş delikanlıya aşık olmalı...
- 66 -
Neticede insan böyle çılgınlıkları gençliğinde yapar. Gençlik yılları, de
ney tüplerinin arasında geçirilmemeli. Normal değil bu. Biz gençliğimiz
de çok eğlenirdik... Flört ederdik... Günümüzü gün etmeye bakardık...
Öyle değil mi?"
Kısa bir sessizlik oldu.
Sonra Miss Gole acayip, soğuk bir sesle, "Bilmem ki," dedi.
Birdenbire dehşetle irkildim. Farkına varmadan sanki Elizabeth Go-
le'la yaşıtmışız gibi konuşmuştum. Halbuki kadın benden en aşağı on
yaş küçüktü. Farkına varmadan son derece terbiyesizce davranmıştım.
Elimden geldiği kadar özür dilemeye çalıştım. Ben kekeleyerek
konuşmaya çalışırken Elizabeth Gole sözümü kesti.
"Hayır, hayır, ben bunu kastetmedim. Rica ederim, bzür dilemeyin.
Ben o sözü bilhassa söyledim. Gerçekten bilmiyorum. Ben hiçbir za
man kastettiğiniz anlamda 'genç' o lmadım. Ve hiçbir zaman ' Eğlenme
dim, ' ' Günümü gün etmedim."'
Sesindeki acı, şiddetli öfke beni sarstı. Şaşkın şaşkın, ama büyük
bir içtenlikle, "Çok üzüldüm..." dedim.
Gülümsedi. "Neyse... Lararı yok. O kadar üzülmeyin canım. Hay
di, gelin, başka bir şeyden söz edelim."
Bu isteğine uydum. "Bana buradaki diğer pansiyonerlerden söz
edin. Tabii onları iyi tanımıyorsanız o başka... "
"Luttrell'leri çocukluğumdan beri tanırım. Böyle pansiyon işletmek
zorunda kalmaları çok acı. Özellikle adam için. Çok iyi bir insandır. Ka
rısı ise sandığınızdan daha yumuşaktır. Fakat bütün hayatı boyunca
idareli yaşamak Daisy Luttrell'i bu hale soktu . Y ırtıcı, hırçın bir hale.
Daima sıkıntı çekerseniz sonunda bunun izleri de kalır. Kadının tek ho
şuma gitmeyen tarafı o yapmacıklı neşesi."
"Bana Bay Norton'u anlatın..."
"Anlatacak fazla bir şey yok. Çok iyi bir adam o... Biraz çekingen...
Oldukça da aptal sanırım. Sağlığı daima bozuktu. Annesiyle oturuyor
du. Kadın hırçın ve kafasız bir insandı. Yanılmıyorsam oğlunu idaresi
altına almıştı. Birkaç yıl önce öldü o. Norton, kuşlardan, çiçeklerden,
buna benzer şeylerden hoşlanıyor. Aslında çok merhametli... Ayrıca
gözünden pek bir şey kaçmadığına da eminim."
- 67 -
"Dürbünüyle mi görüyor bunları?"
Elizabeth Gole gülümsedi. "Benim kastettiğim bu değildi... Anlaya
cağınız Norton birçok şeyin farkına varıyor. Sessiz insanlar ekseri böy
ledir. Norton bencil değil. Erkek olmasına rağmen son derece düşün
celi. Yalnız . . . biraz silik. Bilmem ne demek istediğimi anlıyor musu
nuz ?"
Başımı salladım. "Ah, evet. Tabii."
Elizabeth Gole birdenbire, "Böyle yerlerin sıkıcı tarafı da bu," de
di. Sesi yine acılaşmıştı. "Parasız kalmış kibar insanların yönettiği pan
siyonlar. Böyle yerlere başarısız kimseler doluşur. Başarıya erişeme
yen ... hiçbir zaman erişemeyecek olan kimseler. Hayatın ezip kırdığı,
yaşlı, yorgun ve tükenmiş insanlar.. . "
Sesi hafifledi. Derin, acı bir kederle sarsıldım. Sözleri ne kadar
doğruydu. İşte biz buraya toplanmıştık. Alacakaranlıkta bir grup insan.
Kül rengi saçlar, kül rengi kalpler ve kül rengi hayaller. Ben yorgun ve
yalnızdım. Bu yanımdaki kadın, hayal kırıklığına uğramıştı, kalbi acı
hislerle doluydu. Heyecanlı, hevesli Dr. Franklin engellenmiş, istediği
ne erişememişti . Karısı daima hastaydı. Ufak tefek, sessiz Norton to
pallayarak dolaşıyor ve kuşları seyrediyordu . Poirot bile, bir zamanla
rın pırıl pırıl Poirot'su bile şimdi sakat ve bitkin bir ihtiyardı.
Eski günlerde durum ne kadar farklıydı! Styles Köşkü'ne ilk geldi
ğim günlerde. ıstırap ve esefle bağırırken kendimi tuttum .
Yanımda oturan kadın çabucak, "Ne var ?" diye sordu.
"Hiç. .. Aradaki tezadı düşündüm de. Y ıllar önce buraya gelmiştim
yine. Genç bir adamken. Geçmişle şimdiyi kıyaslıyordum."
"Anlıyorum ... O zaman burası mutlu bir yer miydi ? Bu evde otu
ranlar mutlu muydular?"
Ne garip, bazen insanın düşünceleri sanki bunlar renkli bir resmin
küçük parçalarıymış gibi karmakarışık oluyordu. Şimdi de böyleydi .
Hatıralarım beni şaşırtan bir şekilde birbirlerine karıştılar. Olaylar da
öyle. Sonra birleşerek bir tablo meydana getirdiler.
Ben geçmişi esefle düşünmüştüm, gerçekleri değil. Çünkü, o çok
uzaklarda kalan eski günlerde de Styles mutlu bir yer değildi. Şimdi ta
rafsız bir şekilde olanları anımsıyorum . Arkadaşım John ve karısı. Sür-
- 68 -
mek zorunda kaldıkları hayat onları sıkıyordu. Laurence Gavendish
melankolik olmuştu. Gynthia'nın o genç kızlara has pırıltısını diğerleri
nin eline bakmak zorunluğu gölgeliyordu. İnglethorp zengin kadınla sırf
onun parası için evlenmişti. Ve hiçbiri de mutlu değillerdi . Şimdi de
Styles'da yine kimse mutlu sayılmazdı. Uğurlu bir ev değildi burası.
Miss Gole'a, "Benimki romantikçe bir düşünceydi," dedim . "Burası
hiçbir zaman mutlu bir yer değildi . Şimdi de öyle . Buradakilerin hepsi
de mutsuz ."
"Hayır, hayır. Kızınız ... "
"Judith mutlu değil ki ." Birdenbire ani bir kesinlikle söylemiştim bu
nu. Hayır Judith de mutlu sayılmazdı.
Tereddütle, "Boyd-Garrington," diye mırıldandım. "O geçen gün
çok yalnız olduğundan söz ediyordu. Ama buna rağmen onun hayatın
zevkini iyice çıkardığını sanıyorum. Malikaneyi tamir ettiriyor, başka
şeylerle ilgileniyor."
Miss Cole sert sert, "Ah, evet," dedi. "Ama Sir William başka tabii .
O, bizler gibi buraya uygun bir insan değil. Sir William dış dünyadan.
Başarı ve bağımsızlık dünyasından. Hayatı başarılı geçmiş onun. Bu
nu kendisi de biliyor. O . . . ezilmiş ve sakat kalmışlardan değil."
Seçtiği kelimeler acayipti. Dönerek hayrPtle kadına baktım . "O
sözleri neden seçtiğinizi bana söyler misiniz?"
Miss Gole ani bir öfkeyle, "Çünkü bu gerçek," diye bağırdı. "Hiç ol
mazsa benimle ilgili gerçek. Ben de sakatım ."
Usulca, "Sizin çok ıstırap çekmiş olduğunuzu anlıyorum," dedim.
" Çok mutsuzmuşsunuz."
Yavaşça, "Siz benim kim olduğumu bilmiyorsunuz, değil mi?" diye
sordu.
"Şey, adınızı biliyorum."
"Gole asıl adım değil. .. Daha doğrusu annemin aile ismi bu... Bu
adı daha sonra aldım."
"Sonra?"
"Benim asıl adım Litchfield."
Bir an durumu anlayamadım . İsim sadece bana tanıdık gelmişti.
Sonra birdenbire hatırladım . "Matthew Litchfield."
- 69 -
Kadın başını salladı. "Olayı bildiğiniz anlaşılıyor. Demin bunu kastet
tim ben. Babam hasta bir adamdı. Zalim ve aksi bir insandı. Bizim nor
mal bir hayat sürmemize razı olmazdı. Arkadaşlarımızı eve davet ede
mezdik. Para vermezdi. Sanki hapis gibiydik." Bir an durdu. Gözleri, o
güzel gözleri daha irileşmişti. Şimdi koyu renk duruyordu. "Sonra ab
lam... ablam." Durakladı.
"A ma bilmiyorsunuz. Bilemezsiniz. Ablam Maggie. Bu inanılacak,
anlaşılacak bir şey değil. Ablamın polise gidip teslim olduğunu, baba
mı öldürdüğünü itiraf ettiğini biliyorum. Ama buna hala da inanamıyo
rum. Bana bu hiç de gerçek değilmiş gibi geliyor. Olay Maggie'nin de
diği gibi olamaz. Olamazdı."
"Yani," diyerek durakladım. "Yani... bir çelişki mi vardı."
Çabucak sözümü kesti. "Hayır, hayır. Kastettiğim bu değil. Hayır,
Maggie'nin kendisinde bir acayiplik vardı. Sanki kendinde değildi o.
Maggie gitmiş yerine başkası gelmişti."
Dilimin ucuna kadar gelen sözleri yuttum. Henüz bir açıklama yap
manın zamanı değildi. Ona belki ilerde, "Haklısınız," diyebilirdim. "Suç
lu Maggie değildi aslında."
Albay Luttrell bahçe yolunda gözüktüğü za man saat altıya geliyor
du sanırım . Yanında tüfeği vardı. Elindeki ölü birkaç yabani güverci ni
sallıyordu.
Ben seslenince irkildi. Bizi görünce de şaşırdı. "Merhaba ! İkiniz
orada ne yapıyorsunuz? O harap yer hiç de emin değildir. Parça parça
dökülüyor. Herhalde tavan başınıza geçecek, Elizabeth, korkarım elbi
sen de kirlenecek."
"Yok, yok. Bay Hastings, elbisemi temiz tutmak uğruna mendilini
feda etti."
Albay dalgın dalgın mırıldandı. "Öyle mi? O halde mesele yok."
Orada durmuş dudağını çekiştiriyordu.
Ayağa kalkarak adamın yanına gittik. Bu akşam aklı başka yerler
deydi. Kendisini toplamaya çalışarak, "Bu Allahın cezası yaban güver
cinlerinin bir kısmını vurmaya çalışıyorum," dedi. "Çok zarar veriyorlar
bunlar."
Ona, "Duyduğuma göre çok iyi bir nişancıymışsınız," dedim.
- 70 -
" Ha? Bunu kim söyledi size? Ah, Boyd-Carrington tabii. Bir zamanlar
öyleydim. Bir zamanlar. . . Son günlerde eski ustalığım kalmadı. Yaş tabii."
"Gözleriniz bozuk olmasın?" diye sordum .
Bunu hemen reddetti. "Saçma. Gözlerim eskisi kadar iyi görüyor. Ta
bii kitap okurken gözlük takıyorum ama o başka. Uzağı hala çok iyi görü
yorum. Hoş bu da önemli değil ya . .." Sözleri dalgın bir mırıltı halini aldı.
Miss Cole çevresine bakındı. "Ne güzel bir akşam ."
Çok haklıydı. Güneş batı ufkuna doğru iniyor. Işıkları altınımsıydı şim
di. Bu yaldızlı ışınlar ağaçların koyu yeşilliğini daha belirli bir hale sokuyor
du. Sakin ve sessiz bir akşamdı. İnsanın uzaklardaki tropik ülkelerde da
ima hatırladığı güzel bir İngiltere akşamı. Bunu onlara da tekrarladım.
Albay Luttrell heyecanla onayladı. " Evet, evet, ben de Hindis
tan'dayken böyle akşamları düşünürdüm. İnsan o zaman emekliye ay
rılıp güzel bir eve yerleşmeyi çok istiyor."
Başımı salladım .
Luttrell sözlerine devam etti . " Evet, güzel bir eve yerleşmek. . . " Se
si değişmişti. " Memleketine dönmek. Ama hayal hiçbir zaman gerçeğe
uymuyor. Hayır, hiçbir zaman."
B u sözlerin özellikle onun bakımından çok doğru olduğunu düşün
düm . Herhalde adam bir pansiyon işleteceğini, bunu para getirecek bir
hale sokmaya çalışacağını, karısının durmadan dır dır ederek kendisi
ni azarlayacağını düşünmemişti.
Ağır ağır eve doğru yürümeye başladık . Norton'la Boyd-Carring
ton verandada oturuyorlardı . Luttrell'le ben onlara katıldık . Miss Cole
ise içeri girdi.
Birkaç dakika konuştuk . Albay Luttrell'in keyfi biraz yerine gelmiş gi
biydi. Bir iki şaka yaptı. Her zamankinden daha az dalgın ve neşeliydi.
Norton, " Bugün hava bayağı sıcaktı," dedi . "Çok susadım ."
" Bir içki için. . . Bunu ben ikram edeyim size. Ne dersiniz?" Lutt
rell'in sesi neşeli ve heyecanlıydı.
Ona teşekkür ettik . İçkileri içecektik. Adam ayağa kalkarak içeri
girdi.
Verandada, tam yemek odasının camlı kapılarının önünde oturu
yorduk . Kapılar da açıktı.
- 71 -
Luttrell'in içerde bir dolabı açtığını duyduk. Bunu tirbişonun gıcır
tısı ve çıkan mantarın patlamaya benzeyen gürültüsü izledi.
Sonra Bayan Luttrell'in sert ve tiz sesini işittik. Kadın, kocasıyla
konuştuğu için o yapmacıklı, sevimli tavırlarını bir tarafa bırakmıştı.
"Ne yapıyorsun, George?"
Adamcağız hafifçe mırıldandı. Biz sadece bir iki kelimeyi duyabil
dik. "Dışardaki çocuklar... İçki . .. "
- 72 -
ledi. "Zaten yemek zamanı yakın, " dedi. "Öyle değil mi?" Sonra konu
yu değiştirmeye çalışarak, ilgisiz birtakım laflar etti. Gerçekten kötü bir
andı bu. Ben felce uğramış gibiydim. Belki içimizden Boyd-Carrington,
durumu idare edebilirdi. Ama o da Norton'un saçmalıklarından konuş
ma fırsatı bulamıyordu.
Gözucuyla Bayan Luttrell'in bahçe yollarının birinden öfkeyle ilerledi
ğini gördüm. Kadın, bahçe makasını ve çapayı almıştı. Gerçekten bece
rikli bir insandı. Ama o sırada kendisine karşı hiç de dostça duygular bes
lemiyordum. Bir insanın bir diğerinin gururunu kırmaya hiç hakkı yoktu.
Norton hala telaşla konuşup duruyordu. Yaban güvercinlerinden
biri elindeydi. Önce ilkokulda vurulmuş bir tavşan gördüğü zaman mi
desinin bulandığını ve bu yüzden öğrencilerin kendisiyle alay ettikleri
ni açıkladı. Sonra kekliklere geçti. İskoçya'da av sırasında olan bir ka
za� la ilgili yersiz ve anlamsız bir hikaye anlattı. Kazada avcılardan biri
vurulmuştu. Ondan sonra av sırasında olan kazalardan söz ettik.
Nihayet Boyd-Carrington hafifçe öksürdü. " Bir keresinde emireri
min başından pek gülünç bir olay geçtiydi. İrlandalıydı. İzinli çıktığı za
man memleketine gitti. Geri döndüğü zaman ona güzel bir tatil geçirip
geçirmediğini sordum."
"Ah , evet, ekselans ," dedi. "Hayatımda bundan daha güzel bir ta-
til geçirmedim."
Heyecanı beni şaşırtmıştı. "Buna sevindim... "
- 73 -
Ben başımı salladım .
Luttrell de, "Evet, evet," diye yanıtladı. "Çok iyidir gerçekten."
Norton mırıldandı . "Anladığıma göre her gittiği yerde başarıya
erişmiş . İlgilendiği her konuda baŞarılı olmuş . Aklı başında bir adam .
Ne istediğini de biliyor. Aslında hareketli, enerjik bir tip . Gerçekten ba
şarılı bir insan."
Luttrell ağır ağır, "Bazı erkekler böyledir," dedi . "El attıkları her ko
nuda başarıl ı olurlar. Hiçbir zaman hata yapmazlar. Bazı insanlar . . . çok
şanslı oluyorlar."
Norton çabucak başını salladı. "Hayır, hayır, efendim. Bunun şans
la bir ilgisi yok." Anlamlı anlamlı ekledi. "Bu yıldızlanmızda değil, sevgi
li Brutus, kendi içimizdedir. "
Luttrell mırıldandı . "Belki de siz haklısınız ."
Ben hemen atıldım. "Herhalde . . . Knatton malikanesi ona kaldığı
için gerçekten çok şanslı . Ne şahane bir yer orası! Ama adamın evlen
mesi çok iyi olur. O koskoca evde kendisini çok yalnız hisseder."
Norton, "Evlenip malikaneye mi yerleşecek?" dedi . "Peki, ya karı
sı çaçaronun biriyse? Dırdıra başlarsa . . . "
Büyük aksilikti bu. Herkes böyle bir laf söyl�yebilirdi. Ama bu şart
lar altında pek acayip kaçmıştı . Norton daha bu sözler ağzından çıkar
ken durumu sezdi. Bunları geri almaya çalıştı . Tereddüt etti, kekeledi .
Sonra da beceriksizce bir tavırla durakladı . Tabii bu durumu daha da
kötü bir hale soktu.
Sonra ikimiz birden konuşmaya başladık. Ben akşamla ilgili budalaca
bir laf söyledim . Norton ise yemekten sonra briç oynamamazı teklif etti.
-
Albay Luttrell ikimize de aldırmadı. Acayip, ifadesiz bir sesle, "Ha
yır," dedi. "Karısı Boyd-Carrington'u ezemez. O, karısına boyun eğe
cek bir adam değil. Boyd-Carrington, tam bir erkek. Tam bir erkek o."
Çok sıkıntılı bir andı. Norton yine briçten söz ederek saçmalama
ya başladı. Tam o sırada iri bir yaban güvercini başımızın üzerinden
uçtu. Ve yakınındaki bir ağacın dalına kondu .
Luttrell tüfeğini aldı. "İşte o muzır yaratıklardan biri daha."
Fakat adam daha nişan almadan kuş uçarak ağaçların arasına
daldı. Artık onu vurmak olanaksızdı .
- 74 -
Fakat aynı anda Luttrell'in bakışları ilerdeki bayıra kaydı. Orada
bir şeyler kımıldıyordu. Adam, "Allah kahretsin!" diye homurdandı. "Bir
tavşan gitmiş meyve fidanlarından birinin kabuğunu kemiriyor. Halbuki
oraya tel de çektim."
T üfeğini kaldırarak ateş etti.
Bunu müthiş bir kadın çığlığı izledi. Sonra feryat korkunç, garga
raya benzeyen bir gürültüyle sona erdi.
T üfek Luttrell'in elinden düştü. Adamın bütün vücudu gevşemişti.
Elini ağzına götürdü. "Allahım!... Daisy bu!"
Ben çim alandan koşmaya başlamıştım bile. Norton da peşimdeydi.
Yamaca erişerek yere diz çöktüm. Gerçekten yaralanan Bayan
Lutrell'di. Kadın diz çökmüş, küçük meyve fidanlarından birini yere
çaktığı bir kazığa bağlamaya çalışırken olmuştu kaza. Oradaki otlar bir
hayli yüksekti. Luttrell'in kadını görmediğini, sadece otların dalgalandı
ğını fark ettiğini anladım. Işık da iyice azalmıştı.
Daisy Luttrell omzundan vurulmuştu�Yarasından kanlar fışkırıyordu.
Yarayı incelemek için eğildim. Sonra başımı kaldırarak Norton'a
baktım. Adam bir ağaca dayanmıştı. Y üzü yeşildi adeta.
Özür diler gibi, "Kan görmeye dayanamam..." diye mırıldandı.
Sert sert, "Hemen Franklin'i bulun," dedim. "Ya da hemşireyi."
Başını sallayarak koştu.
İlk gelen Hemşire Craven oldu. İnanılmayacak kadar kısa bir süre
sonra yanımızda belirdi kadın. Hemen kanı durdurmak için uğraşmaya
başladı. Ardından Franklin koşarak geldi. Hemşireyle Bayan Luttrell'i
eve taşıyarak, yatırdılar. Franklin yarayı temizleyerek sardı. Sonra da
kadının kendi doktorunu çağırdı. Hemşire Craven, Daisy Luttrell'in ba
şında oturuyordu.
Franklin telefonu kaparken ona yaklaştım. "Bayan Luttrell nasıl?"
"Kendisine gelecek. Neyseki kurşun tehlikeli sayılacak bir yere gel
memiş. Kaza nasıl oldu?"
Anlattım.
Doktor, "Anlıyorum. . ." dedi. "İhtiyar nerede? Herhalde çok sarsıldı.
Belki de karısından çok onun doktora ihtiyacı var. Adamın kalbinin pek
sağlıklı olduğunu da sanmıyorum."
- 75 -
Albay Luttrell'i sigara odasında bulduk. Dudaklarının etrafı mos
mordu. Gayet şaşkın bir hali vardı. Titrek bir sesle, "Daisy?" diye mırıl
dandı. "O... o... nasıl?"
Franklin çabucak, " Bayan Luttrell iyileşecek, " diye cevap verdi. "Hiç
endişelenmeyin."
"Bir... tavşanın... ağacın kabuğunu. . . kemirdiğini sandım ... Nasıl
yaptım bu hatayı bilmem ?... Işık gözlerimi aldı.. . "
Franklin neşeyle, "Böyle kazalar olur," dedi. "Ben de bir iki defa
böyle vakalarla karşılaştım . Buraya bakın . .. Size ilaç vereyim. Böylece
kendinize gelirsiniz. Pek iyi olduğunu sanmıyor
"Ben iyiyim. Daisy'nin... Daisy'nin yanına girebilir miyim."
"Hemen olmaz. Hemşire Craven onun yanında. Ama endişelen
meyin. Bayan Luttrell'in durumu tehlikeli değil. Dr. Oliver biraz :
gelecek. Onun da size aynı şeyi söyleyecPqinden eminim . "
İkisini ba� başa bırakarak dışarı çıktırr, 3üneş batıyordu. Judith'le
Allerton bahçe yolundan bana doğru gelmekteydiler. Adam, kızıma
doğru eğilmişti. İkisi de gülüyorlardı.
Deminki felaketten sonra onların bu hali beni fena halde öfkelen
dirdi. Sert bir sesle Judith'e bağırdım. Kızım hayretle başını kaldırdı.
Onlara bir iki kelimeyle olanları anlattım.
Kızım, " Ne acayip bir olay, " diye fikrini açıkladı.
Ben, "Aslında üzülmesi gerekti, " diye düşündüm. "Ama ald ırmadı
bile."
Allerton'un tavırları ise ancak 'rezalet' diye tanımlanabilirdi. Adam,
bu olayı bir şaka gibi alıyordu.
"O ihtiyar cadıya iyi olmuş," diye mırıldandı . "Acaba kocası bilerek
mi yaptı bunu?"
Öfkeyle, "Ne münasebet , " dedim . " Bir kaza bu."
"Evet ama ben o kazaları bilirim. Bazen çok işe yararlar. Açıkçası
eğer ihtiyar, karısını vurduysa, onu saygıyla selamlarım."
Hiddetle, "Öyle bir şey yok, " diye homurdandım .
"O kadar emin olmayın. İki ahbabım karılarını vurdulardı. Biri ta
bancasını temizliyordu. Diğeriyse, kadına doğrudan doğruya ateş etti.
Sonra da, ' Şaka yapıyordum,' dedi. İkisi de cezaya çarptırılmadan ya-
- 76 -
kalarını sıyırdılar. Böylece başlarındaki belalardan da k urtulmuş oldu
lar bence."
Soğuk soğuk, "Albay L uttrell öyle bir adam değildir," dedim.
Allerton ısrarla sordu. "Ama adam böylece kurtulup rahatladı, de
ğil mi? Kazadan biraz önce kavga mı etmişlerdi yoksa."
Hiddetle döndüm. Aynı zamanüa endişemi gizlemeye de çalışıyor
dum. Allerton gerçeğe fazla yaklaşmıştı. Ben de ilk defa şüpheye ka
pılmaya başlıyordum.
Boyd-Carrington'la karşılaşmam da durumu düzeltmedi. Adam, do
laşa dolaşa küçük gölün kenarına inmiş olduğunu söyledi. Ona kaza
dan söz edince de hemen, "Hastings," dedi. "Luttrell karısını öldürme
yi düşünmüyordu, değil mi?"
"Aman, ne diyorsunuz?"
"Affedersiniz, affedersiniz. Böyle söylememeliydim. Ama, sadece
bir an insan... yani... Daisy Luttrell de adamı çileden çıkarıyor."
İkimiz de bir süre sustuk. İstemememize rağmen tanık olduğumuz
o sahneyi düşünüyorduk.
Üzgün ve kaygılı bir halde yukarıya çıkarak, Poirot'nun kapısına
vurdum .
Arkadaşım Curtiss'den olanları öğrenmişti bile. Ama heyecanla
bütün ayrıntıyı duymayı istiyordu. Styles'a geleliden bu yana Poirot'ya
günlük karşılaşmaları ve konuşmaları uzun u z un anlatmayı adet edin
miştim. Böylece sevgili arkadaşımın kendisini herkesten uzak hisset
mesini engellediğimi düşünüyordum. Poirot bu şekilde Styles'da olan
her şeye katılmış sayıyordu kendini. Hafızam iyidir ve her şeyi ayrıntı
larıyla da hatırlarım. Konuşmaları kelimesi kelimesine yinelemek de
benim için kolaydır.
Poirot beni büyük bir dikkatle dinledi. Şimdi kafama yerleşen o
korkunç fikri çabucak kovacağımı umuyordum. Fakat arkadaşım daha
bana ne düşündüğümü söylemeden kapıya usulcu vuruldu.
Gelen Hemşire Craven'di. Kadın bizi rahatsız ettiği için özür dile
di. "Affedersiniz... Fakat ben doktorun burada olduğunu sanıyordum.
Bayan Luttrell kendisine geldi. Şimdi kocası için endişelenip duruyor.
- 77 -
Onu görmek istiyor. Albay Luttrell'in nerede olduğunu biliyor musunuz,
Bay Hastings? Hastamı yalnız bırakmak istemiyorum."
Gidip albayı arayacağı söyledim. Poirot takdirle başını sallarken
Hemşire Craven de bana hararetle teşekkür etti.
Albay Luttrell'i pek de kullanılmayan sabah odasında buldum.
Pencerenin önünde durmuş dışarıya bakıyordu. ·
Ben içeri girerke n çabucak döndü. Bakışlarıyla bir soru sorar gi
biydi. Bana yüzünde korku dolu bir ifade varmış gibi de geldi.
"Karınız kendisine geldi. Sizi istiyor."
"Ah..." Adamın yüzüne renk geldi birdenbire. Ancak o zaman çeh
resinin ne kadar bembeyaz kesilmiş olduğunu a nladım. Luttrell, çok
yaşlı bir adam gibi ağır ağır, kekeleye kekeleye, "... O... o... beni mi is
tiyor?" diye sordu. "Hemen... hemen... geliyorum."
Ayaklarını sürüyerek kapıya doğru giderken sendeliyordu. Hemen
onun yardımına koştum. Merdivenlerden çıkarken iyice bana yaslandı.
Zorlukla soluk alıyordu. Franklin'in de tahmin ettiği gibi şok onu çok
sarsmıştı.
Hastanın oda kapısına geldik. Ben usulca kapıya vurdum. Hemşi
re Craven'in ciddi, sakin sesi duyuldu. "Giriniz."
Luttrell hala ba na yaslanıyordu. Onu adeta taşıyarak odaya sok
tum. Yatağın önüne bir paravana konulmuştu. Bunun yanından geçtik.
Bayan Luttrell'in çok hastaymış gibi bir hali vardı. Yüzü bembe
yazdı. Gözlerini kapatmıştı. Biz paravanın arkasına geçerken o da
gözlerini açtı.
Soluk soluğa, "George..." dedi. Sesi zorlukla duyuluyordu. "George."
"Daisy... Yavrum..."
Kadının bir kolu sarılmış ve askıya alınmıştı Bayan Luttrell diğer
:
elini şaşkın şaşkın kocasına doğru uzattı. Adam bir adım attı. Karısının
zayıf elini avuçlarının arasına aldı. Tekrar, "Daisy..." diye mırıldandı.
Sonra da boğuk bir sesle ekledi. "Çok şükür... Durumun tehlikeli değil..."
Ben ona bakıyordum. Gözleri dolmuştu. Bakışlarında büyük bir
sevgi ve kaygı vardı. O zaman marazi şüphelerimizden dolayı fena hal
de utandım.
- 78 -
Usulca odadan çıktım... Kaza süsü verilen cinayet ha? Luttrell'in
karısının ölmemiş olduğuna gerçekten canı yürekten sevindiği o kadar
belliydi ki. Anlatamayacağım kad.ar rahatlamıştım.
Koridordan ilerlerken gongun sesi irkilmeme neden oldu . Zamanın
geçtiğini fark etmemiştim. Kaza her şeyi altüst etmemişti. Sadece aşçı
her zamanki gibi işine devam etmiş ve saatinde akşam yemeğini ha
zırlamıştı.
· Çoğumuz yemek için giyinmemiştik. Albay Luttrell de gözükmedi.
Ama uçuk pembe elbisesiyle pek hoş olan Barbara Franklin aşağıya
inmişti . Hem sağlığı, hem keyfi yerindeydi. Fakat Franklin bana sıkın
tılı ve dalgınmış gibi geldi.
Yemekten sonra Allerton'la Judith birlikte bahçeye çıktılar. Buna
fena halde sinirlendim tabii. Bir süre orada ot�rarak tropikal hastalıklar
dan söz eden Franklin'le Norton'u dinledim. Norton, anlayışlı, meraklı
bir dinleyiciydi. Belki bu konuda fazla bilgisi yoktu ama Franklin'i dik
katle dinliyordu.
Bayan Franklin'le Boyd-Carrington da odanın diğer tarafında soh
bete dalmışlardı. Adam kadına perdelik kumaşlardan ya da kretonlar
dan örnekler gösteriyordu .
Elizabeth Cole elindeki kitaba dalmış gibiydi . Bana kadın benim
yanımda sıkılıyor ve biraz da utanç duyuyormuş gibi geldi. Belki de bu
nun nedeni o akşamki itiraflarıydı. Bunu da nor mal karşılamak gerekti.
Ama bu duruma üzülüyordum. Kadının bana açıldığına pişman olma
dığını da ummaktaydım. Miss Cole'a sırrına saygı göstereceğimi ve
bunu kimseye söylemeyeceğimi iyice anlatmak istiyordum . Ama o, ba
na fırsat vermedi.
Bir süre sonra yukarıya, Poirot'nun yanına çıktım .
Albay Luttrell de oradaydı . Y ıkılmış olan küçük elektrik lambasının
meydana getirdiği ışıktan gölcüğün içinde oturuyordu.
O konuşuyor, Poirot da dinliyordu. Bana Luttrell aslında yüksek
sesle düşünüyormuş gibi geldi.
"O anı çok iyi hatırlıyorum.. . Evet, avcılar balosunda oldu bu. Be
yazlar giymişti. . . Tuvaleti, tül denilen kumaştandı sanırım. Etrafında bir
bulut gibi duruyordu. O kadar da güzeldi ki . Onu görür görmez yıldırım-
- 79 -
la vurulmuş gibi oldum. Kendi kendime, "İşte bu kızla evleneceğim," de
dim. Ve bunu da başardım. Çok da şirindi. Küstahtı ayrıca. İnsana he
men cevap veriverir, lafın altında hiç kalmazdı. Luttrell hafifçe güldü.
O sahneyi görür gibi oldum. Daisy Lutt rell'i genç ve güzel yüzü,
küstah tavırlarıyla hayal edebiliyordum. Hazır cevaptı ol. Ve bu da ken
disini şirinleştiriyordu. Ama bazen böyle hazır cevap kızlar yıllar geçtik
çe sivri dilli oluyorlardı.
Ama Albay Luttrell bu gece ilk gerçek aşkı olan o güzel genç kızı
düşünüyordu... Daisy 'sini .
Birkaç saat önce söylemiş olduğumuz sözleri hatırlayarak yeniden
utandım.
Tabii Albay Luttrell, yatmaya gidince de, hemen her şeyi Poirot'ya
anlatıverdim.
Arkadaşım beni sessizce dinledi. Y üzündeki ifadeden bir şey an
layamadım. "Demek böyle düşündün, Hastings? Adamın bilerek ateş
ettiğini?"
"Evet. Şimdi çok utanıyorum..."
Poirot, o andaki duygularımın önemli olmadığını belirtmek ister gi
bi elini salladı. "Bu durup dururken senin aklına mı geldi. Yoksa bunu
başka biri mi söyledi?"
Öfkeyle, "Allerton buna benzer bir şeyler geveledi,'' dedim. "Ama
ondan da böyle bir şey beklenir tabii."
"Başka?"
"Boyd-Carrington da aynı şeyi söyledi . "
"Ah! Boyd-Carrington."
"Neticede o görmüş geçirmiş bir adam . Bu konularda da deneyimi
var."
"Ah, tabii, tabii. Ama o olayı görmedi, değil mi?"
"Hayır, Boyd-Carrington dolaşmaya çıkmıştı sanırım. Yemek için
giyinmeden önce biraz yürüyüş yapıyor."
"Anlıyorum. . . "
Kuşkuyla, "Ben aslında o varsayıma pek inanmış değilim," diye
mırıldandım . "Sadece. . . "
- 80 -
Poirot sözümü kesti. "Kuşkuların yüzünden bu kadar pişmanlık
duymamalısın, Hastings. Bu şartlar altında herkesin aklı na böyle şey
ler gelebilirdi. Evet, çok normal bu."
Poirot'nun halinde anlayamadığım bir şeyler vardı. Bir ciddilik ya
da resmiyet. Gözlerinde acayip bir ifadeyle beni süzüyordu .
Ağır ağır, "Belki," dedim. "Fakat adamın karısına ne kadar bağlı ol
duğunu görünce..."
Poirot baş ını sallad ı. "Tabii. Durum çoğunlukla böyledir. Bunu unut
ma. O kavgalar ı n, anlaşmazlıkların, günlük hayatın aşikar düşmanlıkla
rının altında gerçek, derin bir sevgi gizli olabilir."
Ben de aynı kan ıdaydım . Kocası yatağ ın üzerine eğildiği zaman
ufak tefek Bayan Luttrell'in gözlerinde beliren sevgi ve şefkat dolu ifa
deyi hatırl ı yordum. O huysuzluğu, sabırsızl ı ğ ı kalmamıştı. Dili de eski
si gibi zehir saçmıyordu.
Yatmaya giderken, evlilik hayat ı, diye düşünüyordum. Pek acayip
bir şey...
Poirot'nun tav ırlarındaki gariplik beni hala kaygılandır ıyordu. Arka
daş ım tuhaf bir şekilde adeta tetikte bekliyormuş gibi oturuyordu. San
ki benim bir şeyi fark etmemi istiyordu. Ama neyi?
Tam yatağa girerken durumu anlad ı m. Sanki bir şimşek çaktı ka
famda.
"Bayan Luttrell ölseydi, bu olay da diğer vakalara benzeyecekti.
Görünüşte kad ı n ı Luttrell öldürmüş olacakt ı. Bu bir kaza say ılacaktı.
Ama yine de hiç kimse bunun gerçekten bir kaza olup olmad ığın ı ke
sinlikle bilemeyecekti. Ya da adam ın bilerek, isteyerek ateş edip etme
diğini. Olayın cinayet olduğunu gösterecek bir delil bulunamayacaktı.
Ama adamdan yine de kuşku edeceklerdi."
Gelgelelim bu... bu...
Bu ne anlama geliyordu?
Olayı mantık açıs ından ele aldığımız takdirde şöyle düşünmek ge
rekti. "Bayan Luttrell'i kocası değil, X vurdu."
Ama bu da olanaksızdı. Belli bir şeydi bu. Ben bütün olayı görmüş
tüm. Tetiği çeke n Luttrell'di. Başka ateş eden olmamıştı.
- 82 -
Arkadaşım başını salladı. Bağırdım. "Bilmiyor musun? Bu konuda
hiçbir fikrin yok mu?"
Poirot ağır ağır, "Evet, bir fikrim var," diye mırıldandı.
"Bütün bu değişik vakalar arasındaki gizli bağı keşfettin mi?"
"Öyle sanıyorum."
"O halde?" Sabırsızlığı gizleyecek halde değildim.
"Hayır, Hastings."
"Ama bunu bilmem gerek ."
"Bilmemen çok daha iyi olur."
"Neden?"
"Bana inan. Böylesi daha iyi."
"Sen adam olmazsın," dedim. "Artrözden kemiklerin çarpılmış. Bu
rada aciz bir halde oturuyorsun. Ve yine de bu oyunu tek başına oyna
maya kalkışıyorsun ."
"Bu oyunu tek başına oynamaya kalkıştığımı düşünmemelisin. Bu
nu aklına bile getirmemelisin . Aksine, sen bu işe iyice karıştın, Has
tings . Sen benim hem gözlerim, hem de kulaklarımsın. Ben sadece sa
na, tehlikeli olabilecek bir şeyi açıklamaya yanaşmıyorum."
"Benim için mi tehlikeli?"
"Katil için."
Ağır ağır, "Katilin izinde olduğunu anlamasını istemiyorsun sanı
rım," diye mırıldandım . "Evet, mesele bu olmalı. Veya benim kendimi
koruyacağımı sanıyorsun."
"Senin hiç olmazsa bir tek şeyi bilmen gerek, Hastings. Bir defa öl
düren, bir insan, tekrar. . . tekrar... tekrar öldürebilir."
Öfkeyle, "Hiç olmazsa bu kez bir cinayet daha işlenmedi," dedim.
"Bu seferki kurşun hedefi bulamadı."
"Evet, şansımız varmış . Şansımız varmış. Sana söylediğim gibi,
böyle şeyleri önceden tahmin etmek çok zor." Poirot içini çekti. Yüzün
de endişeli bir ifade belirmişti.
Usulca onun yanından ayrıldım. Üzgün üzgün Poirot'nun artık sü
rekli çaba gösterecek halde olmadığını düşünüyordum . Kafası hala iyi
çalışıyordu ama arkadaşım hasta ve yorgun bir insandı artık.
- 83 -
Poirot bana X'in kim olduğunu öğrenmeye kalkışmamamı söyle
miş ve bana ihtarda bulunmuştu . Ama ben için için katilin kimliğini keş
fetmiş olduğuma inanıyordum . Styles Köşkü'nde çok kötü olduğu he
men anlaşılan bir tek insan vardı. Aslında basit bir soruyla bir tek şey
den emin olabilirdim . Ama bu negatif bir denemeydi. Yine de benim için
değeri vardı.
Kahvaltıdan sonra Judith'i yakaladım . "Dün Bay Allerton'la sana
rastladığım zaman nereden geliyordunuz?"
İşin kötüsü bir olayın bir yönüne daldığınız zaman diğer şeyleri
unutuyordunuz . Judith, bana öfkelenince fena halde şaş i rdım .
"Rica ederim baba. Bu senin üzerine vazife değil."
Şaşkın şaşkın kızıma bakakaldım . "B . . . ben sadece sordum ."
"Evet ama neden? Niçin durmadan sorular soruyorsun? ' Ne yapı-
yordun? Nereye gittin? Yanında kim vardı?' Çekilir gibi değil bu!"
İşin garibi aslında bu defa Judith'in nerede olduğunu öğrenmeyi
istediğim yoktu . Beni ilgilendiren Allerton'du . Kızımı yatıştırmaya çalış
tım . "Judith, açıkçası artık sana alelade bir soru bile sorulamıyor."
"Bunu öğrenmek istemenin sebebini anlayamıyorum ."
"Aslında öğrenmeyi istediğim de pek yok. Yani... sadece . . . olay
dan ikinizin haberi yoktu . Bunun sebebini merak ettim ."
"Kazadan mı? Bunu mu kastediyorsun? Madem öğrenmek istiyor
sun söyleyeyim. Ben pul almak için köye gitmiştim."
Hemen atıldım . "Yani Allerton seninle birlikte değildi, öyle mi?"
Judith öfkeyle soludu . "Hayır, değildi." Sesinde buz gibi bir öfke
vardı. "Aslında ben Allerton'a evin yakınında rastladım. Seninle karşı
laştığımızdan iki dakika kadar önce. Memnun oldun mu? Yalnız şunu
da söylemem gerek : istersem bütün günümü Allerton'la dolaşarak ge
çiririm. Bu yine de seni ilgilendirmez. Ben yirmi bir yaşındayım. Çalışa
rak hayatımı kazanıyorum . Zamanımı nasıl geçirdiğim de yalnızca be
ni ilgilendirir."
Bu laf selini durdurmaya çalışıyordum . "Tabii, tabii."
"Benimle aynı kanıda olmana sevindim." Judith yumuşamıştı. Üzün
tüyle hafifçe güldü . "Ah, hayatım, ne olur biraz kendini tut. Otoriter baba
- 84 -
rolü oynamaktan vazgeç. Bunun ne sinir bozucu bir şey olduğunu bilmi
yorsun. Bu kadar telaşlanıp sorular sormasan ne iyi olacak."
Aynı anda Franklin gözüktü. "Merhaba, Judith. Haydi gel. Bugün
her zamankinden daha geç kaldık." Tavırları sertti. Onun nezaketle
davrandığı söylenilemezdi.
istemememe rağmen yine de öfkelendim. Franklin'in Judith'in pat
ronu olduğunu biliyordum tabii. Judith'in zamanı ona aitti. Adam, kızı
ma aylık ödediğine göre, ona emir vermek de hakkıydı. Buna rağmen
Franklin'in de herkes kadar terbiyeli davranması gerekmez miydi ':
Başkalarına karşı olan hareketleri 'son derece kibar' diye tanımlana
mazdı ama yine de onlara karşı biraz nezaket gösteriyordu. Fakat Ju
dith'e karşı, özellikle son zamanlarda gayet sert ve diktatörce bir tavır
takınıyordu. Konuşurken kızıma bakmıyor, adeta havlarmış gibi emir
veriyordu . Judith'in buna sinirleniyormuş gibi bir hali yoktu. Ama kızım
namına ben kızıyordum bu işe. Çok yersiz bu, diye düşünüyordum.
Özellikle Franklin'in tavırları Allerton'un o mübalağalı ilgisiyle taban ta
bana zıt. Muhakkak ki John Franklin, Allerton'dan on defa daha iyi bir
insan. Ama çekicilik bakımından adamın yanında pek gölgede kalıyor.
Hızla laboratuvara doğru g iden Franklin'in arkasından baktım. Za
yıf vücudunu, biçimsiz yürüyüşünü, çıkık yüz ve kafa kemiklerini, kızıl
saçlarını ve çillerini inceledim. Çirkin ve biçimsiz bir adamdı. Frank
lin'de o belirli meziyetlerin hiçbiri yoktu . Evet, kafalıyd ı. Ama kadınların
sadece kafaya aşık olduklar ı pek görülmemişti. Üzüntüyle, "Judith, işi
dolayısıyla hemen hemen başka erkeklerle hiç karşılaşmıyor, " dedim.
" Başka değişik, hoş erkekleri inceleme f ırsatı bulam ıyor. Çirkin ve ka
ba Franklin'in yanında Allerton'un yalancı şirinliği büsb ütün belirli ve
güçlü bir hal alıyor. Zavallı kızımın onun gerçek değerini anlama fırsa
tını bulması olanaksız.
"Ya Judith ciddi bir şekilde Allerton'a aşık olursa ? Deminki öfkesi
kaygı verici bir işaret. Allerton'un gerçekten ahlaksız ı n biri olduğu mu
hakkak. Hatta o daha da kötü. Ya Allerton, X'se? "
"Bu olabilir d e... Ateş edildiği sırada Judith'in yanında değilmiş... "
- 85 -
"Fakat bu görü nüşte anlamsız cinayetleri n as ı l sebepleri ned i r ? Al
lerto n ' u n deli o l m a d ı ğ ı ndan e m i n i m . Akl ı baş ı nda onun . . . Çok baş ı n
d a . . . Ve adam çok da terbiyesi z . "
"Ve Judith . . . Be n i m Judith ' i m o n u n l a fazla ah bap . . . "
- 86 -
Poirot'ya şi kayet eder gibi , "Ben soru n ç ı karmaktan h i ç hoşlan
m a m , " diyord u . "Sağ l ı ğ ı m ı n bozuk o l m as ı ndan öyle utan ı yo ru m ki . . .
Başkaları ndan bana yard ı m etm eleri n i iste m e m n e kadar. . . n e denli g u
ru r k ı r ı c ı b i r ş e y bilseniz . Bazen bozuk sağl ı ğ ı n b i r suç o l d u ğ u n u d ü ş ü
nüyoru m . Sağl ı k l ı v e duygusuz o lmayan bi r i n sa n b u dü nyada yaşama
yacak demekti r. Onu usu lca ortadan kald ı rm aları daha iyi o l u r. "
"Ah , h ay ı r, madam . " Poi rot h e r zamanki g i b i nazikti . "Ender b u l u
n a n naz l ı b i r çiçeğ i n serde koru n m as ı gereki r. O s o ğ u k rüzgarlara d a
yanamaz . K ı ş ortam ı nda sadece alelade otlar rah atça yetişi r. A m a b u
yüzden o n l ara değer vermek de gerekmez. Be n i al ı n . . . Bacakları m ,
ko l l ? rı m . çarp ı ld ı . Büzü l d ü . Hareket edem iyoru m . Am a b e n . . . h ayat ı m ı
sona erd i rmeyi d e düşü n m üyoru m . M ü m kü n olduğu kadar yaşam ı n
zevk i ni ç ı karm aya çal ı ş ı yoru m . Ye mek, içki , kafa zevkleri . . . "
Bayan Frankl i n içi n i çekerek m ı rı ldand ı . "Ah , ama sizin d u r u m u
nuz ç o k başka. Sizin ke n d i n izden başka düşü necek ki mseniz y o k . H a l
bu ki b e n ö y l e miyi m ? Zava l l ı Joh n ' u m v a r be n i m . Ona ne kadar ağ ı r b i r
yük olduğumu ç o k i y i h issediyoru m . H asta, bir işe yaram ayan b i r ka
d ı n . J o h n ' u n boy n u n a as ı l m ı ş bir değirmen taş ı . "
"Onun sizin içi n böyle b i r şeyi h i çb i r zaman söylemediğinden e m i
nim."
"Ah , tabii söylemedi. Tabii söyl e m e d i . Ama e rkekler o kadar şeffaf
ol uyorlar ki . . . Zaval l ı c ı klar. John da d u yg u ları n ı saklamas ı n ı katiyen bil
mez. Tab i i o hai n l i k etmek i ste m iyor. Am a kocam . . . son derece h issiz
bi r i n sand ı r. Bu da ke ndisi için iyi b i r şey tabi i . Hisleri deri n değ i l d i r.
Başkaları n ı n duyguları n ı n deri n olabilece ğ i n i de düşünemez. İ nsan ı n
h i ss i z doğ m as ı büyük b i r şans . "
" Doğrusu b e n Dr. F ranklin'i duygusuz b i ri d iye tan ı m lamazd ı m . "
" Ö yle m i ? Ama siz J o h n ' u ben i m kadar tan ı m ıyors u n u z . Tabii ben
o l m asayd ı m , John da se rbestçe hareket edebi lecekti . B u n u bi liyoru m .
Bazen o kadar üzülüyoru m ki , her şeyi s o n a e rd i rm e n i n çok i y i b i r şey
o l acağ ı n ı düşü nüyoru m . "
"Yapmay ı n , m adam . "
- 87 -
"Neticede ben i m ki me yararı m doku n u yor? Her şeyi terk edip o
Büyük Bilin meyen e kaçmak . . . " Kad ı n baş ı n ı sallad ı . "O zaman J o h n da
k u rtu l m u ş o l u r. "
Bu kon u ş m ay ı kendisine yi nelediği m z a m a n , Hemşire Crave n ,
"Büyük saçm a l ı klar, " diye homurdand ı . "Kad ı n ı n öyle bir ş e y yapacağ ı
yok. H i ç endişelenmeyi n , Bay Hasti ngs . " Can çekişen b i r kaz ı n ki n i an
d ı ran bir sesle, "Her şeyi sona erd i rmekten söz eden ler, h içbi r zaman
b un a kal kışmazlar. Böyle bi r niyetle ri yoktu r. "
Şunu da söylemeliyi m : Bayan Luttre l l ' i n yaralanmas ı n ı n uyand ı r
d ı ğ ı heyecan geçti kte n ve Hemşire Craven de tekrar Barbara Frank
l i n ' l e i lg i lenmeye başlad ı ktan sonra, kad ı n ı n keyfi de ye ri ne geld i .
P e k güzel bi r sabah Curtiss, Poirot'yu l aboratuvarı n yakı n ı ndaki
kay ı n ağaçları n ı n alt ı n a indird i . Arkadaş ı m bu köşeden çok hoşlan ı yo r
d u . Doğu rüzgarı n ı al m ı yord u bu taraf. Zaten h i ç esi nti yoktu o rada.
Rüzgardan nefret eden ve açı k h avadan da şüphelenen Poirot'ya gö
re bir köşeydi b u ras ı . Asl ı nda biz i m ki içerde otu rmayı terc i h ediyo rd u
san ı r ı m . Fakat s ı kıca sarı n ı p bü rü ndüğü z a m a n temiz h avaya katlan
m aya da al ı ş m ı şt ı .
Ağ ı r ağ ı r yürüyerek ona kat ı ld ı m . Tam arkadaş ı m ı n yan ı na gittiğ i
s ı rada Bayan Franklin d e labortauvardan ç ı kt ı .
Güzel b i r elbise giymişti. Dikkati çekecek kadar neşeliyd i . Boyd
Carri ngton ' l a m a l i kaneyi görmeye gideceğ i n i aç ı klad ı . Ada m a kreto n
seçmek ko nusunda bir uzmana yakı şacak şeki lde fikir verecekti .
" D ü n J o h n ' l a konuşurke n çanta m ı laboratuvarda u n utmuşu m , " d i
ye i z a h etti . "Zaval l ı John . . . O n l a r Judith'le Tadcaster ' a gitti ler. Arabay
la . . . Ki myasal bir ayı raç mı bitmiş ne? . . . " Poi rot' n u n yakı n ı ndaki b i r
banka çöke rcesine otu rarak , kom i k b i r tav ı rla baş ı n ı sallad ı . "Zaval l ı
l a r . . . B e n de b i l i m kafas ı olmad ı ğ ı n a o kadar sevi niyo ru m ki . Böyle gü
zel bir g ü nde bütü n o çal ı şmaları i nsana çok çocu kça gel iyor. "
"Am a n b i l i m adamları bu sözleri nizi duymas ı n l ar, m adam . "
"Oras ı öyle . . . " Kad ı n ı n yüzü ndeki ifade değişti . Ciddi leşm işti şim
d i . Usu lca, "Koca m a hayran ol mad ı ğ ı m ı san m a m al ı s ı n ı z , Mösyö Po
i rot. Ona çok h ayran ı m . J o h n ' u n sadece işi için yaşaması bence . . . ha
riku l ade b i r şey. " Sesi h afifçe titriyord u .
- 88 -
Ani b i r kuşkuyl a, Bayan Franklin değişik roller oynamaktan hoşla
n ı yor galiba, diye düşündü m . Şimdi de kocas ı n a tapan , sad ı k bi r eş ro
lü nde . . .
Barbara Franklin öne doğru eği lerek, e l i n i heyecan la Poirot' n u n d i
z i n e koyd u . "Joh n asl ı nd a bir . . . bir a z i z adeta. Bazen bu yüzden baya
ğı ko rkuyoru m . "
Frankl i n ' i ' b i r aziz'e benzetmek bence faz la abart ı l m ı ş bi r d avra
n ı şt ı .
Fakat Barbara Franklin sözlerine devam etti . Gözleri p ı r ı l p ı r ı l par
l ı yord u . "O, i nsanları n bilgisini a rttı rmak için her şeyi yapab i l i r. . . Her
teh l i keyi göze alır . . . Bu da fevkalade bir şey. Ö yle değil m i ?"
Bayan Frankl i n , "Fakat a n l ayacağ ı n ı z , " diye devam etti . "Bazen
John içi n endişeleniyoru m . Yan i . .. o her şeyi göze a l ı yo r. Ö rneğ i n ş i m
di üzerinde de ney yapt ı ğ ı o iğrenç fas u lye. J o h n ' u n ke ndi üzerinde de
neyler yapm aya başlaması ndan korkuyo ru m . "
" Kocan ı z herhalde bazı tedb i rler alacakt ı r, " dedi m .
Kad ı n , h afif, ac ı b i r tebess ü m l e baş ı n ı sallad ı . "Siz J o h n ' u tan ı m ı
yorsu n u z . O n u n ye ni gazla n e yaptı ğ ı n ı h i ç duymad ı n ı z m ı ?"
Baş ı m ı sallad ı m . " H ay ı r. "
"Yeni b i r gaz b u l m u ş l a rd ı . B u n u n h akkı nda bilgi edi nme k istiyorlar
d ı . Joh n , g ö n ü l l ü olarak o rtaya ç ı kt ı . G az ı n üzeri nde denen mesi n i isti
yord u . O n u otuz altı saat kad ar b i r tankı n içine kapattı lar. G az ı n yan te
sirleri n i anlamak, b u n u n insanl arda h ayvan lardaki gibi etki yap ı p yap
m ad ı ğ ı n ı öğrenmek içi n J o h n ' u n nabz ı n ı sayı yor, derecesi n i a l ı yor ve
sol u n u m u n u i nceliyorlard ı . P rofesörlerden biri son radan bana J o h n ' u n
büyük b i r te h l i keyi göze alm ı ş o l d u ğ u n u söyled i . 'O, kolayl ı kl a ölebil i r
d i , ' ded i . A m a J o h n böyle b i r i nsand ı r işte . Kendisi n i h i ç düşünmez. Ö y
le bir i nsan o l m ak h ariku lade bir şey, değ i l m i ? Doğrusu ben b u cesa
reti göste remezdi m . "
Poirot, "Böyle şeyleri soğu kkan l ı l ı kla yapabilmek i ç i n büyük cesa
ret ister, " ded i .
Barbara Frankl i n , " Evet, gerçekte n öyle , " diye cevap verd i . "Aç ı k
ças ı Joh n ' l a çok g u ru rlan ıyoru m . Ama ayn ı zamanda da endişeleniyo-
- 89 -
ru m . Anlayacağ ı n ı z b i r noktadan sonra kobayları n da ku rbağalar ı n hiç
b i r faydası o l m u yo r. İ nsan tepkisi n i n ne olacağ ı n ı n anlaş ı lması gerek.
İ şte bu yüzde n d e hşetle titriyoru m . Joh n kal k ı p o pis 'kalabar fasulye
si' nde yiyeb i l i r. Ondan son ra da k i m b i l i r ne korku nç bir şey o l u r?" İ ç i n i
çekerek baş ı n ı sallad ı . " A m a John ben i m ko rku l arı m la a l a y ediyor sa
dece. Evet, o gerçekten de 'aziz' gibi bir i n s a n . "
Ayn ı a n d a Boyd-Carri ngton b i z e d o ğ r u geldi . "Babs ! H az ı r m ı s ı n ?"
"Evet, B i l l . Ben de seni bekliyord u m . "
" B u yo lcu l u ğ u n s e n i fazla yorm ayacağ ı n ı u m arı m . "
"Yo rm az can ı m ! B u g ü n kend i m i h e r zamankinden çok d a h a i y i h is-
sediyoru m . " Kad ı n ayağa kal karak Poirot'yla bana ş i ri n şirin gü ldü .
So n ra da uzu n boylu ahbab ıyla ç i m alanda ilerlemeye başlad ı .
Poirot m ı rı ldand ı . "Modern aziz Dr. Fra n k l i n . . . H ı m m . . . "
"Tav ı rları n ı değişti rm i ş , " dedi m . "Ama kad ı n böyle zate n . "
" N e d e m e k i stiyors u n ? "
"Barbara Franklin melodrama m e rakl ı . T ü r l ü rol ü v a r o n u n . B i r g ü n
a n l aş ı l maya n , i h mal edilen eş ro lü nde . . . B i r başka g ü n ke ndisi n i feda
eden , sevdiği kocası na yük o l m ay ı istem eyen , kalbi ı st ı rap dolu bir ka
d ı n . . . Bug ü n de kocas ı na hayran olan , ona tapan sad ı k yard ı mc ı . Ama
i ş i n kötüsü kad ı n ro llerinde bi raz m ü balağaya kaç ıyor."
Poirot düşü nceli bir tav ı rl a , "Sen Bayan Frankl i n ' i n bi raz aptal ol
d u ğ u n u san ıyo rs u n , değ i l m i ?" diye sord u .
"Şey . . . P e k de deği l . . . Sadece kad ı n ı n fazla zeki olmad ı ğ ı ndan e m i
nim."
"Ah , o s e n i n tipi n deği l . "
Homurdand ı m . "Be n i m tipi m ki m ? "
Poirot bekle mediğ i m bir şey söyled i . "Gözleri n i kapa, ağz ı n ı aç.
Bakal ı m peri ler sana ne geti recekler? . . . "
O ria cevap vermed i m . Çü nkü Hemşire C rave n çim alandan seke
seke bize doğru geliyordu . . . Kad ı n bize neşeyle g ü l d ü . Dişleri p ı r ı l p ı
r ı ld ı . Sonra labo ratuvarı n kap ı s ı n ı anahtarla açarak içeri g i rdi . Te krar
d ı şarı ç ı kt ı ğ ı zaman e l i nde bir çift eldiven vard ı .
- 90 -
Hemşire Crave n , Barbara Frankl i n ' l e Boyd-Carri ngto n ' u n bekle
dikleri ye re doğru h ı zla giderken bize, " Ö nce mendi l i n i u n utmuştu , " de
d i . "Şimdi de eldivenleri n i . .. Dai m a bir şey u n utur. . . "
"Bayan Frankl i n , şu rada b u rada eşyaları n ı u nutan dalg ı n kad ı nlar
dan , " d iye d ü ş ü nd ü m . "Her şey i n i b ı rakıyor ve sonra da başkaları n ı n
koşup b u n l a r ı toplamaları n ı bekliyor. H atta bu huyuyla d a övü nüyor sa
n ı r ı m . " Barbara Frankl i n ' i n kaç defa hoşnut bir tav ı rl a , "Tabi i , ben i m ka
.
fam elek g i b i d i r, " d iye m ı rı ldand ı ğ ı n ı duymuştu m .
Hemşire Craven koşarak çi m alandan geçerken genç kad ı n ı n ar
kas ı ndan bakt ı m . Rahat l ı kl a koşuyordu o . Vücudu can l ı ve dengeliyd i .
G e n ç kad ı n gözde n kaybolu nca, d ü ş ü n m eden, " B i r kad ı n böyl e b i r h a
yattan çab u k b ı kar herhalde," dedi m . "Yani . . . asl ı nda ö n e m l i bir hasta
l ı ğ ı yok. H e m ş i reye de kad ı n ı n eşyaları n ı taş ı mak düşüyo r. Bayan
Frankl i n ' i n iyi ve düşü nceli bir i nsan o l d u ğ u n u d a sanm ıyoru m . "
Poirot' n u n cevab ı beni fe na halde öfkelendird i . Çü nkü arkadaş ı m
o rtada hiç sebep yokke n gözleri n i kapayarak, " K ı z ı l saç . . . " diye m ı rı l
dand ı .
Evet, g e rçekten Hemşire Crave n ' i n saçları k ı z ı ld ı . Ama Poirot' n u n
bu ndan söz etmek i ç i n o a n ı seçmesi n i n sebebi n i an laya m ad ı m .
Arkadaş ı m a cevap d a vermed i m .
10
- 91 -
Ben , görü n ü şte bu usulü desteklemek i çi n bi rçok neden olduğunu
fakat ro mantikçe b i r şeki lde bu n u n yine de beni tiksi ndird i ğ i n i iti raf et
m i şti m . "Sonra bu i nsan ı n yak ı n l arı n ı n elinde fazla güçlü b i r silah da
o l abi l i r."
Norton d a be n i m le ayn ı fi ki rdeyd i . "Bence bu işi h astan ı n kendisi
nin i stek ve rızas ı y l a yapm alı lar. Tabii o n u n u z u n b i r s ü re ı stı rap çek
ti kte n sonra ö leceği kesin l i kle b i l i n iyorsa."
Boyd-Carri ngto n , "Ah , işin can alacak noktası da bu," ded i . "Baka
l ı m bir hasta ı st ı rab ı n a son veri lmesini i ster m i ? "
Sonra bize o l m u ş b i r vaka anlatt ı . Ameliyat devresi geçm i ş , kan
ser yüzünden son derece ı stı rap çeken bir h asta, doktoru n a kendisine
' her şeyi sona e rd i recek b i r i l aç' vermesi içi n yalvarm ı şt ı .
Doktor, " Ko rkarı m b u n u yapamam, dostu m , " dem işti . Fakat sonra
odadan çı karken h astan ı n başuc u n a bi rkaç m o rfin tableti b ı rakm ı ştı .
Adam a da di kkatle b u n lardan ne kadarı n ı rahat l ı kla alabileceğ i n i ve ne
m i ktar ı n ı n da ö l d ü rücü o l acağ ı n ı anlatm ıştı . Tabletler h astan ı n yan ı nda
d u ruyo rd u . Adam istediği takd i rde ke ndisini öldürebi l i rdi . Ge lge l e l i m
h asta kendisi i çi n teh l i ke l i olacak dozda morf i n i al m a m ı ştı .
Boyd-Carri ngto n ekled i . "Böylece adam ı n bütü n o sözleri ne rağ
m e n , ıstırab ı , ani bir kurtu luşa te rci h ettiği de anlaş ı l m ı ş . "
Judith i l k defa o z a m a n söze karı ştı . Çabucak, heyecanla, "Tabi i
öyle yapacakt ı , " ded i . "Kararı ona b ı rakm amal ı yd ı l ar. "
Boyd-Carri ngto n kız ı m a ne demek istediği n i so rd u .
"Yani zayıf b i r i nsan . . . ıstı rapla kıvranan b i r h asta karar verecek
d u ru m da değ i l d i r. Onda bu güç yoktu r. Bu işi o n u n ad ı na başka bi ri n i n
yapmas ı gereki r. Karar verme görevi , h astay ı seven birine düşer. "
Şaşk ı n şaşk ı n sord u m . "Görev m i ded i n ?"
Judith bana döndü. " Evet, görev, dedi m y a ! Akl ı baş ı nda olan ve
bu soru m lu l uğu yüklenmeye h az ı r bi ri yapab i l i r b u n u . "
Boyd-Carri ngto n baş ı n ı sallad ı . "Ve o sonunda kend isini yarg ı c ı n
karş ı s ı nda bu l u r. Ad a m ı cinayet iş lemekle suçl arlar."
"Bu şart deği l . . . Çü nkü biri n i seviyo rsan ı z , bu teh l i keyi de göze
a l ı rs ı n ı z . "
- 92 -
N o rton , "Ama bu raya bakı n , Judith , " ded i . "Sizi n teklif ettiğ i n i z kor
kunç bir soru m l u l u k . "
"Ben ayn ı kan ı d a değ i l i m . İ nsanlar soru m l u l u klardan çok korkuyor
lar. Ama köpekleri u m utsuz derecede h astayke n o n u n uyutu l m as ı na
karar verebili yorlar. Bu soru m luluğu yü kleniyorlar. O halde bu işi bi r i n
s a n için neden yapm as ı n l ar?"
"Şey. . . ama bu iki d u ru m çok farkl ı . Ö yle değ i l m i ?"
Judith, " Evet , " ded i . " İ nsan la i l g i l i olan ı çok d aha öne m l i . "
N o rton m ı r ı l dand ı . "Sizi d i n lerken so l u ğ u m kesildi . "
Boyd-Carrington merakla sord u . "Demek s i z bu te h l i keyi göze ala-
caks ı n ız ? "
" Ö yle sanıyoru m . Ben teh l i keden korkm a m . "
Boyd-Carri ngton baş ı n ı sallad ı . "Am a bu olacak iş deği l . . . O za
man ö n ü n e gelen herkes bildiği gibi h a reket etmeye kalkar. Ö l ü m ka
l ı m meseleleri nd e kendi baş ı n a karar verir. "
N o rton , "Boyd-Carri ngto n , " ded i . "As l ı nda i nsanları n çoğunda bu
cesaret yoktu r. Onlar bu soru m luluğu yüklenemezler. " Judith'e bakarak
h afifçe gülü m sed i . " İ ş o dereceye geli nce siz de bir şey yapamazs ı n ı z. "
Judith saki n saki n , " İ nsan e m i n olamaz tabii , " diye cevap verd i .
" A m a yapabi leceği m i sanıyoru m . "
N o rto n ' u n gözlerinde h afif bir p ı r ı lt ı belirdi . "Tabii bir ç ı karı n ı z var
sa, o başka . "
J u d ith öfkesinden kıpkı rm ı z ı kesi ldi . ." Bundan da meseleyi h i ç a n
l a m ad ı ğ ı n ı z bel l i o luyor. " S e s i sertleş m i şt i . " Eğer benim . . . ş a h s i b i r ç ı
karı m o l u rsa, o zaman h içbi r ş e y yapamam . Anlam ı yo r m u s u n uz ?" H e
pi m i ze de yalvarı yordu sanki . "Bu i ş i n i nsanla h içbi r i l işkisi o l m aması
gerek. B i r h ayatı sona erdirmek soru m l u l u ğ u n u , ancak a macı n ı zdan
tam a m ı yl a emin olduğunuz takd i rde yüklenebi l i rsiniz. Bu işin benci l l i k
le hiçbir i l işkisi o l m aması gerek."
N o rto n , "Ama ne o l u rsa olsu n , " ded i . "Siz b u n u yapam azs ı n ı z . "
J udith ı s rar etti . "Pekala yaparı m . B i r ke re b e n s i z i n g i b i yaşama
ya faz l a değer vermiyoru m . Faydasız i nsanlar, h ayata uyamayanlar. . .
onlar o rtadan kald ı rı l m al ı . Yol u n üstü nden çeki l me l i . Dünya zaten kar-
- 93 -
m akcır ı ş ı k. Ancak topluma bir faydası doku nabilecek ki m seleri n ya
şamları n a izin veri l m e l i . Diğerleri ı stı rapl ı o l m ayan bir u s u l l e öldürülme
l i . " B i rd enbire Boyd-Carri ngton'a döndü. "Siz de be n i m l e ayn ı fiki rde
değ i l misiniz?"
Adam ağ ı r ağ ı r, "Teori olarak, evet, " d i ye cevap verd i . "Ancak de-
ğerli i nsanlar yaşamal ı . "
"Lüzumu olduğu takd i rde bu ko nuda karar veremez m i s i n i z ?"
Boyd-Carri ngto n , "Belki . . . " diye m ı rı ld a nd ı . " B i l m iyoru m . . . "
Norton usulca, "Teori k olarak çok ki mse size hak veriyor," ded i .
"Ama b u n u uygulamak tamam ıyla bambaşka b i r mesele."
"Mant ı k l ı bir söz değ i l bu."
Norton sab ı rs ı zca, "Tabii deği l , " diye baş ı n ı sallad ı . "As l ı nda bu b i r
cesaret m eseles i . Aç ı kças ı h e rkes bu cesareti gösteremez."
Judith ses i n i ç ı karmad ı .
Norton sözlerine devam etti . "Bana kal ı rsa s i z d e ayn ı şekilde dav-
ran ı rd ı n ız, Judith. Zamanı gelince kendinizde bu cesareti bulamazd ı n ı z . "
" Ö yle m i düşü nüyorsunuz?"
"Bundan e m i n i m . "
Boyd-Carrington atı l d ı . "Bence yan ı l ı yo rs u n uz, Norton. B a n a kal ı r
sa Judith son derece ces u r b i r k ı z . Ama neyseki çoğu zaman böyle b i r
meseleyle karş ı l aş ı l m ı yor. "
Evden g o n g sesi geldi .
Judith ayağa kalkt ı . Sözcü klere basa basa N o rto n ' a, "Yan ı l ı yorsu
nuz," ded i . "Ben . . . sizi n sand ı ğ ı n ı zd a n daha d a ces u ru m . " Çabucak
eve doğru gitti .
Boyd-Carri ngto n o n u n peşinden i lerledi . "J udith ! Beni bekleyi n !"
Nedense üzülmüş ve kayg ı l a n m ı ştı m . Onları izled i m . Karş ı s ı nda
ki n i n duyguları n ı çabucak sezen Norton beni teselliye çal ı şt ı . "As l ı nd a
o n u n sözleri ne ald ı rm amak gerek. İ nsan gençliği nde böyle acayip şey
ler düşü n ü r. Ama neyseki b u n l arı uyg u la m aya kalkışmaz. Bütü n b u n l a r
sözde kal ı r."
San ı rı m Judith bu sözleri duymuşt u . Omzu n u n üzeri nden öfkeyle
bakt ı .
- 94 -
N o rton sesi ni alçalttı . "Teo ri ler ki mseyi endişelendirmemeli . . . Ama,
buraya bakı n , H asti ngs . . . "
" Evet?"
N o rto n ' u n s ı k ı l m ı ş gibi bir hali vard ı . "Herkesi n işine b u rn u m u sok
maktan hoşlanmam ama . . . Allerton hakkı nda ne bil iyors u n u z ?"
"Allerton hakkı nda m ı ?"
" Evet. . . Affedersi niz, be n i m ki de u kalal ı k ama . . . Ben sizi n yeri niz
de olsayd ı m , kı z ı m ı n o adamla fazla a h bapl ı k etmesine izin vermez
d i m . Adam . . . adam hakkı nda hiç de iyi şeyler söylem iyorlar. "
A c ı acı , "On u n ah laks ı z ı n biri olduğunu bil iyoru m , " dedi m . "Am a
art ı k i nsan çocukları n a karı şam ı yo r ki . "
"Ah , biliyo ru m . K ı z ları n ke ndi leri ni koru m as ı n ı bi ldi kleri söyle niyor.
Gerçekten çoğu da b u n u başarıyo rlar. Fakat. . . şey. . . Allerto n' u n bu ko
nuda özel bir tekniği var. " N o rton tereddütle du raklad ı . Sonra d a ekle
di. "Aç ı kças ı bunu size söyle mem gerek. Tabii bundan başkaları n a söz
etmeyi n . Allerton h akkı nda çok i ğ renç bir şey biliyoru m . . . "
Bana meseleyi hemen orac ı kta a n l att ı . Sonradan hi kaye n i n e n
u f a k ayrı nt ı s ı na kadar doğru olduğunu d a öğrend i m . İ ğ renç bi r olayd ı .
Allerto n ' u n i l i şki ku rduğu kız kendisinden e m i n , baş ı na buyruk v e mo
dernd i . Allerton o n u elde edebi lmek için bütü n u stal ı ğ ı n ı kullanm ı şt ı .
A m a so n ra . . . u m utsuzluğa kap ı l a n k ı z , fazla dozda uyku i l ac ı alarak i n
tihar etm işti .
İ ş i n en korku n ç tarafı da bu zaval l ı k ı z , J udith'e benziyord u . O n u n
g i b i baş ı na buyruk, kültürlü bir i nsand ı . Kalbini. ve rdiği zam a n , b o ş ka
fal ı , h avai bir kız ı n h i çbir zaman bilemeyeceği bi r u m utsuzluk ve ç ı lg ı n
l ı kl a yap ı yo rd u bu n u .
Ö ğle ye meğine giderken müthiş b i r önseziyle sars ı l ıyord u m . . .
1 1
O akşam üzeri Poi rot bana, "Seni kayg ı land ı ran bir şey m i var,
dostu m ?" diye sord u .
- 95 -
Ona cevap vermeyerek, "Hay ı r, " der gibi baş ı m ı sallad ı m . Po
i rot'yu tamam ıyla kişisel olan dertleri m l e s ı km aya hiçbi r hakk ı m o l m a
d ı ğ ı n ı düşünüyord u m . Zate n o da bana bu ko nuda yard ı m edemezd i .
Judit h , Poi rot' n u n öğütleri ni gençleri n , yaş l ı ları n iç s ı kı c ı tavsiyele
ri karş ı s ı nda tan ı d ı kları o neşe li kay ıts ı z l ı kla d i n lerd i .
Judith , ben i m Judith ' i m . . .
O g ü n neler çekti ğ i m i şimdi anlatmak olanaks ı z . Daha sonra olan
ları düşündüğüm zaman b u n l arı Styles Köşkü ' n ü n h avas ı ndaki kötü l ü
ğe bağlad ı m . Orada i nsan ç o k kötü şeyler h ayal ediyord u . Sonra yal
n ı z geçm iş değ i l , teh l i keli bir gelecek de yaşa n ı yo rd u köşkte. B i r c i n a
yetin ve bir kati l i n gölgesi evi karart ı yord u .
Bence kati l Allerton'du v e Judith de ona aş ı k olmak üzereydi ! İ nan ı l
m ayacak, korku nç bi r şeydi bu. Ve ben ne yapacağ ı m ı da bil miyord u m .
Öğle yemeğ inden sonra Boyd-Carri ngto n b e n i b i r kenara çe kti .
Adam ko nuya gi rmeden önce sözü ağz ı nd a geveleyip d u rd u . Ve so
n u nda kesik kesik, " İ şinize karışmak iste m e m , " ded i . "Fakat bence k ı
z ı n ı zla bi raz ko nuşman ı z gerek. O n a i htarda bu l u n u n . O Allerton deni
len adam ı bil iyors u n u z . Çok kötü b i r şöh reti var onun. Judith ise . . . ya
ni o n u n hali ciddi deği l . "
Çocukları o l m ayan b u adamlar i ç i n h e r şey ko layd ı . J udith'e i htar
da b u l u nacakt ı m demek?
Bunun bir faydası olur muyd u ? Bu d u ru m u d aha da kötü bir hale
sokmaz m ı yd ı ?
"Ah , K ü l Kedisi sağ olsayd ı . . . O n e yapmas ı , ne söylemesi gerek
tiği ni bi l i rdi . . . "
D i l i m i tutmay ı , h içbi r şey söylememeyi istediği m i iti raf ediyoru m .
Ama sonra düşünü nce bu n u n korkakl ı k o l d u ğ u n a kar a r verd i m . J u
dith'le aç ı k aç ı k ko nuşmak hiç de hoş o l m ayacakt ı . Anlayacağ ı n ı z ,
u z u n boylu g ü z e l k ı z ı mdan bayağ ı çeki niyord u m ben .
Gitgide artan bi r kayg ıyla bahçede bi r aşağ ı b i r yukarı dolaşmaya
başlad ı m . Sonunda ağ ı r ağ ı r g ü l bahçes i ne doğ ru g itti m . Ve o rada ka
rar verme be n i m eli mden a l ı n d ı . . Ç ü n kü banklardan b i rinde J ud ith yal
n ı z baş ı n a oturuyord u . H ayatı mda hiçbi r kad ı n ı n yüzünde o n u nki ka
dar acı ve m utsu z bir ifade de görmemişti m .
- 96 -
M askesi d ü ş müştü . Karars ız ve çok m utsuz olduğu aç ı kça belliy
di art ı k .
B ü t ü n cesaretimi topl ayarak Judith'e doğ ru i lerled i m . O , beni a n -
c a k yan ı nda d u rd u ğ u m z a m a n fark etti .
"Judith , " ded i m . "Al lah aşkı na, Judith'ciğ i m , bu kadar ü zü l m e . "
K ı z ı m i rkilerek b a n a d ö n d ü . "Baba? Geldiğini duymad ı m . . . "
Sözleri m i s ü rd ü rdü m . Judith ' i n b u n u s ı radan bir kon u ş m a h a l i n e
sokmas ı n ı n çok kötü olacağ ı n ı b i liyord u m . "Ah , sevg i l i yavrum . . . B i l m e
diği m i , anlamad ı ğ ı m ı sanma. O adam bu n a değmez . . . Bana i n a n . . .
Değmez o . "
Kederli ve endişeli yüzü n ü bana doğru çevi rmişti . "Sen neden söz
etti ğ i n i bi liyor m u s u n ?"
"Tabii bil iyoru m . O adama aş ı ks ı n . Ama yavru m , yersiz b u . "
K ı z ı m a c ı a c ı g ü l d ü . Tebess ü m ü kal b i m i s ı zlatt ı . "Belki bende b u
n u s e n i n kada r b i l iyoru m . "
" H ay ı r bi l m iyors u n . Bilemezs i n . A h , J u d ith , bu i ş i n sonu ne reye va
rı r? Evli o . B i rl i kte bir h ayat ı n ı z olamaz . Yal n ı zca üzülür ve utan ı rs ı n . . .
Her şey sona erince d e acı acı kendi nden tiksi n i rsi n . "
Tebess ü m ü yay ı l d ı v e d a h a da acı laştı . "Konuşman ç o k etki leyi-
ci . . . Ö yle değ i l m i ?"
"Vazgeç bu i şte n , J u dith . Vazgeç . "
" H ayı r ! "
" O a d a m b u n a değ mez, yavru m . "
Judith u s u lca ağ ı r ağ ı r, "O ben i m için bu dü nyada h e r şeye değer, "
ded i .
" H ay ı r, hayı r, Judith. Yalva r ı rı m . . . "
K ı z ı m ı n yüzü ndeki tebessü m s i l i ndi . M üthiş bi r öfkeyle bana çat
m aya başlad ı . "Bu ne c ü ret? Ben i m işleri m e ne hakla kar ı ş ı yorsu n ?
B u n a gele m e m . B i r daha bu ko nuyu açm ayacaks ı n . Senden nefret
ediyoru m , nefret ediyoru m . Bu senin üzerine elzem deği l . Bu ben i m
h ayat ı m ! K e n d i d ü nyam !" Ayağa kalkt ı . G ü ç l ü eliyle b e n i bi r tarafa ite
rek ö n ü rnden geçti . Bir i ntikam meleğine benziyord u .
B e n üzü ntüyle o n u n arkas ı ndan bakakald ı m .
- 98 -
Norton yavaşça, "As l ı nda . . . yan i . . . kuş u çtu , " dedi . "Keşke . . . "
Titreyen elleri m le dürbünü gözleri m e g ö re ayarlad ı m . Kuvvetli bi r
dürbündü b u . N o rto n ' u n bakt ı ğ ı ye re doğ ru döndü m .
Fakat hiçbi r şey göremed i m . . . Daha doğrusu beyaz b i r şeyi n
ağaçları n aras ı nda kaybo lduğu n u fark etti m . B i r k ı z ı n beyaz elbisesi
miydi b u ?
D ü rb ü n ü i n d i rd i m . Hiçbir ş e y söylemeye rek b u n u N o rton'a u zat
t ı m . O, ben i m yüzüme bakam ıyord u . Şaş k ı n ve endişeli bir hali vard ı .
Hep birlikte eve doğru yürüdük. N o rto n ' u n dönüşte iyice susku n
laşm ı ş olduğunu hala hat ı r l ı yoru m .
- 99 -
Ayn ı anda C u rtiss, tekerlekli sandalyes i nde oturan P o irot'yu ö n
kap ı da n içeri soktu . Holde bir an d u rd u l ar. Uşak, arkadaş ı m ı kucağ ı n a
alarak yukarıya taş ı yacaktı .
Poirot' n u n b i rdenbi re canland ı ğ ı n ı fark etti m . Bizi teker teker süz
dü. Son ra da sert b i r sesle, "Ne var?" ded i . "Bir şey m i o ld u ?"
Bir an hiçbiri m i z de cevap vermedik.
Sonra Barbara Franklin yalandan güldü. "Yo , h içbi r şey o l m ad ı . N e
olabi l i r ki ? Yal n ı zca . . . gök m ü gü rlemeye baş l ad ı ? . . . Ben . . . ah . . . ç o k yor
g u n u m . Bay Hasti ngs, o paketleri yukarı geti ri r misiniz? Çok teşekkür
ederi m . "
Kad ı n ı n peşi s ı ra m e rdivenden ç ı ka rak, doğu bölü m ü n e g i d e n ko
ridora sapt ı m . Bayan Frankl i n ' i n odası en u çtayd ı .
Kad ı n kap ı y ı açt ı . Ben d e kucağ ı m da paketlerle o n u n arkas ı nday
dım.
Bayan Frank l i n birdenbire eşikte du raklad ı . Boyd-Carri ngton pen
cere n i n ö n ü nde Hemşire Craven'a el fal ı n a baktı rıyord u .
Adam baş ı n ı kald ı rarak bi raz utangaç bi r tav ı rla g ü l d ü . " A h . . . Be n
de fal ı m a bakt ı r ı yord u m . . Hemşire iyi falc ı . "
" Ö yle m i ? Bundan h i ç h aberim yoktu . " Barbara Frankl i n ' i n sesi
sertti. Onun Hemşi re C raven'a kızm ı ş olduğunu düşündü m . "Lütfe n
ş u n l arı al, hemşire . Beni m sütü m ü de haz ı rla. İ çine bir y u m u rta k ı r.
Kend i m i ço k yorg u n h issediyoru m . Buyota s ı cak su dold u r l ütfe n . He
men yatmak istiyo ru m . "
"Peki , Bayan Frankl i n . " Hemşire Craven yaklaşt ı . Duygu ları n ı bel
l i etmiyord u . Yüzünde yal n ı zca ciddi bir ifade vard ı .
Bayan Frankl i n , "Sen d e lütfen git, B i l l , " ded i . "Çok bitki n i m . "
Boyd-Carri ngto n endişelend i . "Ah , Babs , bu gezi nti sen i n i ç i n çok
mu yorucu oldu ? Affedersin . . . Budalan ı n bi riyim ben ! Düşü ncesiz b i r
budala ! Se n i n kend i n i bu kadar yorm ana i z i n ve rmemeliyd i m . "
Bayan Franklin ıstı rap çeken b i r melek tavrıyla o n a g ü l ü m sedi . "Bir
şey söylemek istemedim ... Seni n can ı n ı s ı kmak hoşu m a gitm eyecekti . "
Biz i k i m i z , bi raz da utangaç bir tavı rla odadan ç ı ktık. İ ki kad ı n ı
içe rde b ı rakt ı k .
- 1 00 -
Boyd-Carri ngton büyük bir pişman l ı kla, "Ne budalay ı m , " ded i . "Bar
bara o kadar can l ı ve neşeliydi ki . . . Onu yormamam gerekti ğ i n i u n uttum .
Hasta olmayacağ ı n ı u m arı m . "
Dalg ı n dalg ı n , "Gece d i n l e n i rse yar ı n a bir şeyi kalmaz," d i y e cevap
verd i m .
Boyd-Carri ngton merdive n lerden i nd i . B e n te reddütle d u raklad ı m .
So n ra diğer bölüğe giderek Poi rot'n u n odas ı na doğru g itti m . Ufac ı k te
fecik arkadaş ı m beni bekliyordu herhalde. Ama nedense h ayat ı m d a i l k
kez Poi rot'yu gö rmeyi p e k istem iyord u m . B e n i d ü ş ü n d ü re n b ü y ü k b i r
derd i m vard ı . Adeta hasta gibiyd i m .
Koridordan ağ ı r ağ ı r i lerled i m . . .
Allerto n ' u n odası ndan birtakı m sesler geliyord u . İ çeriyi d i n lemek n i
yetinde deği ldi m . Gelgelel i m fark ı n a varmadan bir an kapı n ı n ö n ü nde
d u rm uştu m . So n ra kapı bi rdenbire açı l d ı ve k ı z ı m Judith d ı şarı ç ı kt ı .
Beni görünce d u raklad ı . O n u kol u ndan yakalayarak kendi odama
sürükled i m . Ansı z ı n müthiş öfkel enm i şti m .
" O adam ı n odas ı n a neden gidiyors u n ? "
K ı z ı m hiç gözü n ü kı rpm adan b a n a bakt ı . Art ı k öfke l i değ i l d i . Sade
ce tavı rları çok soğuktu . Bi rkaç saniye bana cevap ve rmed i .
O n u sarstı m . "Buna geleme m . Anl ıyor m u su n ? N e yaptı ğ ı n ı bi l m i
yors u n sen . "
J udith alçak, ac ı bir sesle, " S e n ç o k fesats ı n ," dedi .
"Herhalde , " diye yan ıtlad ı m . " Herhalde. Sizin kuşağ ı n bizim yüzü
m üze vu rm aktan pek hoşland ı ğ ı bir suçlama b u . Ama h i ç o l m azsa bi
z i m baz ı ölçüleri m i z var. Şunu kafan a iyice sok, J udith . O ada m l a i lg i
l e n m e n i yasakl ıyoru m . "
Di kkatli d i kkatli bana bakıyord u . Son ra usu lca, "An l ı yorum . . . " dedi .
"Demek mesele b u ? "
" O n a aş ı k o l d u ğ u n u i nkar m ı edeceks i n ? "
" H ay ı r. "
"Ama o n u n n e o l d u ğ u n u b i l m iyors u n . . . Bi lemezsin . . . " O n a Allerton
hakk ı n d a duyd u kları m ı , o m ace ray ı anl att ı m . Söz leri m i y u m uşatmaya
da çal ı ş m ad ı m . Sonra, "Görüyors u n ya?" diye ekledi m . " İ şte o adam
böyle i ğ renç bir h ayva n . "
- 1 01 -
Bu sözleri m Judith 'i hiç etki lememiş g i biyd i . Beni aşağ ı görüyo r
m u ş gibi dudağ ı n ı büktü . "Ben o n u n bir aziz olduğunu d ü ş ü n m üyord u m
zate n . Bu ndan e m i n olabi l i rsin?"
"Bu an lattı kları m durumu değişti rmiyor mu, Judith ? Sen bu kadar
ahlaks ı z olamazs ı n . "
"Bana i sted i ğ i n i söyleyebi l i rsi n . "
"J udith , s e n . . . yani . . . " Ne demek isted i ğ i m i ke l i melerle açı klamam
olanaks ı zd ı .
Judith ko l u n u silke rek, eli mden ku rtu l d u . "Şimdi beni d i n l e , baba.
Beni korkutamazs ı n . Bağ ı rı p çağ ı rman ı n d a faydası yok. Ben i stedi ğ i m
g i b i hareket edeceğ i m . H ayat ı m ı bi ldiğim g i b i yaşayacağ ı m . S e n bana
engel olamazs ı n . " Odadan ç ı kt ı .
Dizleri m i n titrediğini fark etti m .
B i r ko ltuğa çöktü m . Durum sand ı ğ ı mdan da kötüyd ü . Ç o k d a ha
kötüydü . K ı z ı m a d a m a iyice kap ı l m ı şt ı . Yard ı m isteyebi leceğ i m h i ç ki m
s e yoktu. Judith bel ki annesini d i n lerdi ama K ü l Kedisi de ö l m üştü a r
t ı k. Ş i m d i her şey bana bağ l ı yd ı .
Müthiş ı st ı rap çekiyord u m . Ondan önce böyle acı çekmemişt i m . . .
Ondan sonra da çekmedi m .
- 1 02 -
Yan ı l m ı yorsam Norton bana engel o l maya çal ı şt ı . Kol u m u tutt u .
San ı r ı m g ü l bahçesine doğru g i t m e m i z i de teklif etti . Ona ald ı rm ad ı m .
Evi n köşesi n i döndüğüm zaman Norto n hala yanı mdayd ı .
Onlar i l e rdeydiler. Judith ' i n baş ı n ı kald ı rm ı ş olduğ u n u , Allerto n ' u n
o n a doğru eği ld i ğ i n i gördü m . Adam k ı z ı m ı ko l l ar ı n a alarak öptü .
Sonra bi rde nbi re birbirleri nden uzaklaşt ı lar. Ben de geriye doğ ru bir
ad ı m att ı m . Norton beni zorla sürükleyerek götü rd ü . Köşeyi döndük.
Norton, "Bu raya bakı n , " ded i . "Bazı şeyleri yapamazs ı n ı z . . . "
O n u n sözü n ü keserek, şiddetle, "Yapabi l i ri m !" diye bağ ı rd ı m . "Ya
pacağ ı m d a ! "
" B u n u n bir faydası o l m az ki , aziz dostu m . Evet, ç o k ü z ü c ü b i r du
ru m b u . Ama yine de sizi n yapabileceğiniz hiçbir şey yok."
Ses i m i ç ı karmad ı m . O böyle sanabi l i rdi ama benim de bi r bildiğim
vard ı .
Norton devam etti . " Evet, i nsan ke ndisini çok aciz h issediyor. Ade
ta del iye dönüyo r. Ama yap ı l acak bir tek şey var: o da yenilg iyi kab u l
etmek. Bu d u ru m u olduğu gibi kabu l etme l i s i n i z ! "
Ona iti raz etmedi m . Bekled i m . Konuşmas ı n a i z i n ve rd i m .
Sonra da kes i n b i r tav ı rl a y i n e evi n köşes i n i dönd ü m .
Judith 'le Allerton ortad an kaybo l m u şlard ı . Ama o nları n ne reye git
tikleri n i tah m i n edebi l i rd i m . Yakı nda, leylak fidanları n ı n aras ı nda yaz l ı k
bi r pavyon vard ı .
Oraya doğru yü rüdü m . San ı rı m N o rton d a yine yan ı m d ayd ı . Ama
bundan pek emin de deği li m .
Pavyo na yaklaş ı rken birtakı m sesler duyarak d u raklad ı m .
Duyd u ğ u m A l l e rto n ' u n sesiydi .
"O halde, k ı z ı m anlaştı k . Art ı k iti raz edip durma. Sen yar ı n kente i n .
B e n de l pswich'e gideceğ i m i , o rada bir arkadaş ı m ı n yan ı nda bir i k i ge
ce kalacağ ı m ı söyleri m . Sen Lo ndra'dan hemen geri dönemeyeceği n i
bildiren bir te lg raf çekers i n . Seni nle apartm a n ı mda b a ş başa y e m e k ye
diğimizi kim bi lecek? Sana söz veriyoru m , hiç pişman olmayacaks ı n . "
N o rton ' u n ko l u m u çe kiştird i ğ i n i fark etti m . B i rdenbi re, u ysal uysal
döndü m . Adam ı n kayg ı ve korku dolu yüzünü görü nce neredeyse gü-
- 1 03 -
lecekti m . Norto n ' u n beni gerisin geriye eve s ü rüklemesine de raz ı ol
dum. Yu m uşam ı ş gibi d avrand ı m . Çü nkü o anda ne yapacağ ı m ı anla
m ı şt ı m . . .
Norto n'a aç ı k açı k , "Merak etmeyi n , aziz dostu m , " dedi m . "Bütü n
bun ları n hiç faydas ı yok. Art ı k b u nu a n l ı yoru m . İ nsan çocukları n ı n ha
yatları n ı kontrol edemiyor. Bundan sonra J udith'e de karı şacak değ i l i m . "
Norton g ü l ü nç bir şekilde rah atlad ı .
Kısa b i r s ü re sonra adama erkenden yatacağ ı m ı söyled i m . "Biraz
baş ı m ağ r ı yo r, " ded i m .
O hiç kuşkulanmad ı . Ne yapacağ ı m ı tah m i n edemezdi tabi i .
- 1 04 -
Kendi odama döndü m . Orada b i r şişe viski m vard ı . Styles'daki he·
men hemen bütü n pansiyonerler yan larında viski geti rmişlerdi zate n .
İ ki bardak v e soda ç ı kard ı m . O z a m a n a kadar Allerto n ' u n i ç k i tekl ifi ni
reddettiği n i hiç görmemişti m . O, yukarıya ç ı kt ı ğ ı zaman ke ndisi ne yat
madan önce b i r viski içmemizi söyleyecekti m .
Tabletleri bi raz içkide ezdi m . Oldukça kolay b i r şeki lde e ri d i ler
b u n la r. Viskiyi u s u lca tatt ı m . San ı rı m bi raz acı yd ı bu. Ama pek d e fark
edi lecek g i b i değildi . Plan ı m ı yap m ı şt ı m . Allerton yukarı ç ı kt ı ğ ı zaman
sanki bardağa ken d i m için yeni viski koy m u ş u m gibi yapacakt ı m . Son
ra da bu kad e h i adama verecek, ken d i m için başka bir bardağa i çki
doldu racakt ı m . Rahat ve normal b i r şekilde davranacakt ı m .
M u hakkak k i Allerton kendisi h akkı ndaki düşü nceleri m i b ilm iyord u .
Am a belki Judith ona bu ndan söz etm i şti . B i r an i ş i n bu yön ü n ü d ü ş ü n
d ü m . Sonra e m n i yette olduğuma karar verd i m . J u d i t h kimseye açı l
mazd ı .
H e rhalde Allerto n , onları n planlarından h i ç h aberim olmad ı ğ ı n ı sa
n ı yord u .
Art ı k beklemekten başka yap ı l acak b i r şey yoktu . Allerton m u h ak
kak uzun bir s ü re sonra yukarı çı kacaktı . Bir i ki saat sonra. Gece kuş
ları ndand ı adam .
Orada otu rarak sessizce beklemeye başlad ı m .
Ans ı z ı n kap ı ya vuru l ması i rki l m e m e neden oldu. A m a neyseki ge
len C u rtiss'd i . Adam Poirot' n u n beni isted i ğ i n i h aber ve rd i .
Sars ı larak ke ndime geld i m . Poirot ! Bütü n akşam onu b i r defa bile
düşün memişti m . Herhalde arkadaş ı m bana ne olduğu n u merak etmiş
ti . B i raz kayg ı land ı m . B i r kere Poi rot' n u n yan ı na gitmediğ i m içi n utan
d ı m . Sonra o n u n acayip bir şeyler olduğundan kuşku l a n m as ı n ı d a i ste
m i yo rd u m .
C u rtiss' i n peşi s ı ra koridoru aştı m .
Poi rot, " İ şte b u iyi !" diye bağ ı rd ı . "Beni terk etti n d e m e k ?"
Kend i m i zorlayarak esnedi m . Ö z ü r di lermiş gibi g ü l ü msed i m . "Afe-
ders i n , dostu m . Ama aç ı kçası baş ı m çatl ayacak gibi ağrı yordu adeta.
H atta sana, ' İ yi geceler, ' deyip demed i ğ i m i bile u n uttu m . "
- 1 05 -
Umduğum gibi Poi rot hemen üzüldü. Bana i l açlar teklif etti . Te laş
land ı . Beni açı k h avada, ce reyanda otu rmakla suçlad ı . ( H albuki bu ya
zın en s ıcak g ü nüyd ü ) . Uzatt ı ğ ı aspi ri ni reddetti m . "Ben aspi ri n aldı m bi
le . . . " ded i m . Gelgelelim onun eli nden kurtu l mam mümkün değildi. i ster
istemez o çok tatl ı , mide buland ı rıcı kakaodan içmek zoru nda kald ı m .
Poirot izah etti. "Bu s i n i rleri besler. "
Tart ı ş m aya sebep o l mamak i ç i n kakaoyu baş ı m a d i kti m . So n ra
Poi rot'ya, " İ yi geceler, " dedi m . D ı şarı çı karken hala ku l ağ ı mda arkada
ş ı m ı n kayg ı ve sevgi d olu sesi ç ı n l ı yord u .
Kendi odama dönerek, kap ı y ı g ü rültüyle kapatt ı m . S o nra da büyük
bir di kkatle h afifçe aralad ı m . Allerton yukarı ç ı kt ı ğ ı zaman onun ayak
ses leri ni d uyacakt ı m . Ama o n u n gelmesine daha vakit vard ı .
Orad a otu rarak beklemeye başlad ı m . Ö l m ü ş olan karı m ı düşün
d ü m . Bir ara u s u lca, "An l ı yo rs u n değ i l mi, sevgi l i m ?" diye m ı rı ldand ı m .
" K ı z ı m ı z ı k u rtacağ ı m . "
O , Judith'i bana bı rakm ı ştı . Karı m ı hayal kırıkl ı ğ ı na uğratmayacakt ı m .
O deri n sessiz l i kte b a n a birde nbire K ü l Kedisi ç o k yakı n ı mday m ı ş
gibi geldi.
Sanki odad ayd ı karı m .
Ve ben otu ruyor v e öfkeyle bekliyord u m . . .
12
- 1 06 -
Her neyse, olan olmuştu . Koltuğumda uyuyakal m ı ştı m .
Uyand ı ğ ı m zaman d ı şard a kuşlar c ı v ı l d ı yo rd u . G ü neş doğ m u ştu .
Bense arkamda gece elbisem koltukta kal m ı şt ı m . Her taraf ı m tutu l
m u ştu . Çok rahats ı zd ı m . Baş ı m fena halde ağrıyord u . Ağz ı mda da ga
yet kötü bir tad vard ı .
Şaş ı rm ı ş , sersemlemiş, öfkelenmiştim . . . Sonra deri n , müthiş b i r
rahatl ı k duyd u m .
B i l miyoru m , " E n karanl ı k g ü n , yar ı n a kadar yaşand ı ğ ı takd i rde, so
na ermiş o l u r, " diye yazan ki m d i ? Ama bu söz o kadar doğruydu ki .
Ş i m d i , akl ı m baş ı mdayd ı . Gereksiz yere ne denli te laşlan m ı ş ve o l m a
yacak şeyler d ü ş ü n m ü ş olduğu m u şimdi çok iyi a n l ı yo rd u m . Ö lçüyü ka
ç ı rm ı ş , işi bir melodram haline sokm uştu m . Ve . . . bir i nsan ı öldü rmeye
karar verm işti m .
Ayn ı anda gözlerim önümde d u ran bardak dolusu viskiye takı ld ı .
Titreyerek kalktı m . Perdeleri açarak, içkiyi pencereden döktü m . " D ü n
gece ç ı ld ı rm ı ştı m herhalde!"
Tı raş oldu m . Banyo yap ı p giyi nd i m . Kend i m i daha iyi h i ssediyor
dum art ı k . Karş ı ya, Poirot' n u n odas ı n a gitti m . Onu n dai m a erken kal k
tı ğ ı n ı biliyo rd u m . Poi rot' n u n yan ı n a otu rarak her şeyi o n a iti raf etti m .
Ç o k rahatlad ı ğ ı m ı söyleme liyi m .
Poirot, bana bakarak şefkatle baş ı n ı sallad ı . "Ah , n e delilikler düşün
müşsü n ! Günah ları n ı gelip bana aç ıklad ı ğ ı n için sevi niyoru m . Fakat, sev
gili dostu m , neden dün gece kafandan geçirdikleri ni bana anlatmad ı n ?"
Utançl a , "Herhalde bana engel o l m andan korkuyord u m , " ded i m .
"Sana tabi i engel o l u rd u m . Oras ı kes i n . Allerton adl ı i ğ renç b i r ah
laks ı z ı n yüzünden seni asmaları n ı iste r miydim san ı yo rs u n ?"
"Ben i , yakalayamazlard ı , " diye yanıtlad ı m . "Ben her tedb i ri al m ı ş-
tım."
"Bütün katiller d e öyle düşü n ü r. Sende de tam bi r katil kafas ı varm ı ş .
Ama şimdi s a n a sand ı ğ ı n kadar akı l l ı o l m ad ı ğ ı n ı anlatacağ ı m , dostu m . "
" H e r şeyi düşü ndü m . Şişe n i n üstündeki parmak izleri m i de sildi m . "
"Ta m a m . Tabii o arad a Allerto n ' u n parmak izleri n i d e s i l m i ş old u n .
O n u ö l ü b u l d u kları zaman ne olacakt ı ? Otopsi yapacakl ar v e adam ı n
- 1 07 -
fazla dozda Slamberi l yüzünden öldüğü n ü anlayacaklard ı . Ad am ilacı
kazara mı ald ı , d i yeceklerdi . Yoksa bilere k mi? Sonra ? Bakacaklard ı .
Şişe n i n üzerinde Allerto n ' u n parmak izleri yok. Nede n ? Kaza y a d a i n
tihar. Allerto n ' u n parmak izlerini sil mesi i ç i n bir sebep yoktu ki, diye d ü
şüneceklerdi . Geri kalan tabletleri i nceleyecek v e b u n ları n yarı s ı n ı n as
pirin olduğunu göreceklerd i . "
Şaş k ı n şaşk ı n , "Can ı m herkesde aspirin vard ı r, " diye m ı rı ldand ı m .
"Evet. Ama herkesi n Allerton'un çi rki n niyetlerle kovalad ı ğ ı b i r k ı z ı
yok. Eski moda, m e lodrama kaçan sözler ku l land ı ğ ı m iç in kusuru m a
bakm a. Ve daha bir g ü n önce bu yüzden k ı z ı n l a kavga etm işti n . İ ki kişi ,
Boyd-Carri n gton'la Norto n , seni n Allerton'a karş ı müthiş b i r düşman l ı k
beslediği n i n farkı ndalard ı . Hay ı r, Hasti ngs, d u ru m u n çok kötü olacakt ı .
Hemen kuşkular senin üzeri nde toplanacakt ı . Sense art ı k o zamana ka
dar korku ve h atta belki de pişman l ı kla titre meye başlayacakt ı n . Tabii bir
polis m üfettişi de se n i n suçlu olduğuna kesinlikle karar verecekti. Bun
dan başka belki de biri senin tabletleri değişti rdiğini de görm ü ştü ... "
"Göremezlerd i . Çevrede ki mse yoktu . "
"Pencere n i n d ı ş ı nda balkon var. Belki biri oradan u s u lca içe riye
bakıyord u . Veya kimbi l i r, belki de biri anahtar deliğinden odayı gözetli
yord u . "
"Se n i n de akl ı n fikrin anahtar deliklerinde, Poirot. İ nsanlar sen i n
sandı ğ ı n g i bi her d akika anahtar deli kleri nden odaları gözetlemezler. "
Poirot gözleri n i y a r ı kapayarak ben i m ç o k saf olduğ u m u aç ı klad ı .
"Sana bir şey daha söyleyeyi m . B u evde anahtarlara b i r şeyler oluyor.
Sad ı k C u rtiss yan odada olsa bile, ben kap ı m ı içerden kilitlemekten
hoşlan ı rı m . İ çi m ancak o zaman rahat eder. Bu raya geldikten kısa bir
süre sonra odam ı n anahtarı kaybo ldu . B i r başkas ı n ı yaptı rmak zoru n
d a kald ı m . "
Rahat b i r soluk alarak, "Her neyse . . . " dedi m . " B u i ş i başarama
d ı m . " Kafam hala kendi dertleri m le doluyd u . " İ n sa n ı n öfkesi nden ken
disini böyl e kaybedivermesi korku nç bir şey. " Sesi m i alçaltt ı m . "Poirot,
buran ı n h avas ı mı zeh i r l i ? Yani uzun y ı l lar ö nce köşkte işlenen c inayet
yüzünden demek i stiyoru m . "
- 1 08 -
"Ci nayet m i krobu h a ? İ lgi çekici bi r varsay ı m b u . "
Düşü nceli düşünce l i , " H e r evi n kendisine h a s b i r h avas ı vard ı r, " d i
y e m ı rı ldand ı m . " B u evde eskiden ç o k kötü şeyler oldu . "
Poirot baş ı n ı sallad ı . " Evet. Bu radaki i n sanlardan bi rkaçı biri n i n ö l
mesi n i çok i stedi ler. Bu doğru gerçekte n . "
"San ı r ı m bu da i nsanı h a l a acayip b i r şeki lde etki liyor. . . Ama ş i m
d i . . . Poirot, söyle bana. B e n ne yapacağ ı m ? Yan i Judith v e Allerton ko
nusu nda. Bu işe bir son vermek gerek. Se nce ne yapm am gerek?"
P o i rot kes i n likle, " H içbi r şey yap m a , " ded i .
"Ah , fakat. . . "
"Bana i n a n . İ şe b u rn u n u sokmazsan daha i y i o l u r. "
"Allerton'la konuşsam . . . "
"Ne söyleyebi l i rsi n ? Ne yapars ı n ? Judith yirmi bir yaş ı nda. Ve ba
ş ı na buyru k bir k ı z . "
" Fakat ben i m de . . . "
P o i rot sözü m ü kesti . "Hay ı r, Hasti ngs. O ikisi nden birini kişi liğ in le
etki leyecek kadar güçl ü , zeki ve ku rnaz olduğu n u h i ç san m a . Allerton
öfke l i ve aciz babalarla karş ı laşm aya a l ı ş m ı ş . Herhalde böyle şeylerle
çok da eğlen iyor. J udith ise zorba l ı kl a sindiri lebi li necek bir kız deği l .
Eğer fi kri mi soruyorsan, sana çok değişik b i r şey yapm a n ı tavsiye ede
ri m . Ben senin yeri nde o lsayd ı m , Judith'e güve n i rdi m . "
P o i rot'ya h ayretle bakt ı m .
Arkadaş ı m , "Judith , fevkalade bir k ı z , " ded i . "Ben ona karş ı büyük
b i r h ayran l ı k duyuyoru m . "
"Ona b e n de h ayran ı m . . . " Sesi m titriyord u . "Ama k ı z ı m i ç i n korku
yoru m . "
Poirot birdenbire canlan arak baş ı n ı sallad ı . "Onu n i ç i n b e n d e kay
g ı lan ı yo ru m . Ama senin gibi değ i l .. Çok korkuyoru m . Ve aciz d u ru mda
y ı m . . . Ya da hemen hemen aciz say ı l ı r ı m . Ve günler de geçiyor. Teh l i
k e var, Hasti ngs. Ve bu ç o k da yaklaşt ı . "
- 1 09 -
Am a aşağ ıya, kahvaltıya inerken Poirot' n u n sözleri ni düşü nüyor
d u m . "Ben senin yeri nde olsayd ı m , Judith'e güve n i rd i m . . . "
Poirot b u n u beklenmedik bir anda söylemişti . Ama bu sözler aca
yip bir şekilde içi m i n rahatlamas ı n ı d a sağlam ı şt ı . K ı sa bir s ü re so n ra
Poirot' n u n haklı olduğunu anlad ı m . Ç ü n kü J udith ' i n Lo nd ra'ya gitmek
ten vazgeçmiş olduğunu sezd i m .
K ı z ı m o n u n yeri ne kahvaltıdan h e m e n sonra Frankl i n ' l e birlikte
doğruca laboratuvara gitti. Orada yoğ u n bir çal ışmayla dolu çet i n b i r
g ü n geçi recekleri anlaş ı l ı yord u .
M üthiş bir sevi nçle titreye rek, şükretti m . "D ü n gece ç ı l d ı rm ı şt ı m , "
diye düşündü m . " U m utsu z l ukla kıvra n ıyord u m . Judith ' i n A l lerto n ' u n
kuşku uyand ı rı c ı önerilerine kand ı ğ ı n a i n a n m ıştı m . Hem de kesi n l i k l e .
ama şimdi düşü nüyo ru m da . . . Judith ' i n d ü n gece adam a; ' Evet , ' dedi
ğ i n i de duymad ı m . Hay ı r, k ı z ı m as l ı nda Allerton'a boy u n eğmeyecek
kad ar te m i z ve iyi bir i nsand ı r. O randevuya gitm eye yanaş m ad ı . "
Allerto n ' u n erken kahvaltı ederek l pswich'e gitm i ş o l d u ğ u n u öğ
rendi m . Adam ı n hala plan ı n ı uygu lamak niyeti nde olduğu ve J u d ith ' i n
de kararlaşt ı rd ı kları gibi Lo ndra'ya gideceğ i n i sand ı ğ ı anlaş ı l ı yo rd u .
Öfkeyle , "Al lerton h ayal k ı r ı kl ı ğ ı na uğ rayacak," diye h o m u rdan
dım.
Boyd-Carri ngto n yan ı m a gelerek adeta şikayet eder gibi o sabah
pek n eşe l i olduğu m u söyled i .
"Evet," dedi m . "Güzel b i r haber ald ı m . "
"Benden şansl ı s ı n ı z . M i m arla can s ı kı c ı bi r telefon ko n u ş m a s ı
yapt ı m . B i r güçlük ç ı km ı ş . Kontrolör iti raz ediyorm uş. Ald ı ğ ı m m e ktup
lar ise kayg ı verici h aberlerle dol u . Ayrıca Barbara Franklin için de üzü
lüyoru m . D ü n o n u n kendisini fazla yormas ı n a göz y umdu m . "
Gerçekte n de Bayan Frankl i n , s o n g ü n l e rdeki keyif v e neşesi n i n
acı s ı n ı herkeste n çı karmaya başlam ı ştı . H e m ş i re C raven'dan öğre n d i
ğ i m e göre kad ı n çeki lmeyecek bi r hal al m ı şt ı .
Hemşi re C raven , kendisine söz veri l m i ş o l m as ı n a rağ m e n i z i n l i ç ı
karak, arkadaşlarıyla buluşmakta n vazgeçmek zoru nda kal m ı şt ı . Tab i i
b un a d a fen a h alde s i n i rlenmişti genç kad ı n . Bayan Frankli n , sabah ı n
erken saatle ri nden beri e m i rler yağ d ı r ı yor, ş u n u bu n u istiyord u . Aman-
- 110 -
yak ru h u , s ı cak su dolu buyot, şu i laç, bu ye mek . . . Hemşire n i n odadan
ç ı km as ı na bile raz ı olm uyord u . Nevraljiden şi kayet ediyord u . Kalbi n i n
etrafı nda bi r s a n c ı vard ı . Ayaklarıyla bacakları na kramp g i riyord u . Titri
yord u . Daha bir s ü rü şeyden şi kayet ediyord u .
Bu rada ş u n u da açı klayay ı m : Kad ı n ı n bu h a l i ne beni e ndişelendi
riyord u , ne de başkaları n ı . Hepi miz de bunu Bayan Frankli n ' i n h astal ı k
merakı na ve riyorduk.
Hemşire C raven ' l a D r. Frankl i n de ayn ı şeki lde düşünüyorlard ı .
Doktoru laboratuvardan çağ ı rm ı şlard ı . Ad am karı s ı n ı n şi kayetleri
ni d i n ledi . Kad ı na köy doktoru n u çağ ı rtmak i steyip i stemedi ğ i n i sord u .
Barbara Frankl i n , " Kes i n l i kle istemem !" d i ye bağ ı rd ı . Dr. Frankl i n , karı
s ı n a bir yat ı şt ı r ı c ı hazı rlad ı . Onu elinden geldiği kadar saki n leşti rd i kten
sonra tekrar labo ratuvara gitti .
Hemşire C raven , "Tabii , " ded i . " D r. F ran kl i n karı s ı n ı n ro l yaptı ğ ı n ı
biliyor. "
"Bayan Frankl i n ' i n öyle bir derdi y o k san ı rı m . . . "
- 111 -
sıl hareket ettiğini hafızamda canlandırmak için uğraştım. Normal miy
diler? Yoksa heyecanlı mı?
İzin verin ben yine her şeyi hatırladığım gibi anlatayım.
Dediğim gibi Boyd-Carrington'un üzgün, hatta suçlu gibi bir hali
vardı. Bir gün önce haddinden fazla taşkınlık ettiğini, .arkadaşının pek
de iyi olmayan sağlığına aldırmayarak bencilce davranmış olduğunu
düşünüyordu. Barbara Franklin'in nasıl olduğunu sormak için bir iki de
fa yukarı çıkmıştı. Aksiliği ü stünde olan Hemşire Craven de ona ters
cevaplar vermişti.
Boyd-Carrington köye kadar da gitmiş, bir kutu çikolata almıştı.
Kadın bunu da geri yollamıştı. "Bayan Franklin çikolatadan hoş
lanmıyor..."
Boyd-Carrington sigara odasında üzgün üzgün kutuyu açtı. O,
ben ve Norton ciddi ciddi çikolataları yemeğe başladık.
Şimdi düşünüyorum da.. Norton'un o sabah bir derdi vardı sanı
rırı . . Dalgınlığı üstündeydi. Bir iki defa sanki bir meseleyi yoluna koyu
yormuş gibi kaşlarını da çattı.
Adam Çikolataya düşkündü. Dalgın dalgın bir hayli çikolata yedi.
Dışarda hava iyice bozmuştu. Saat ondan beri bardaktan boşanır
casına yağmur yağıyordu.
Gelgelelim diğer yağmurlu günlerin aksine, bu ıslak hava hiç de
içimizi sıkmıyordu. Hepimiz de rahatlam ıştık.
Curti's öğleye doğru Poirot'yu aşağıya indirerek, salonda bir köşe
ye oturttu. Elizabeth Gole de arkadaşımın yan ına gitti. Ve ona piyano
çalmaya başladı. Oldukça ustaydı kadın. Arkadaşımın çok sevdiği
Bach ve Mozart'ın eserlerinden bazılarını çalıyordu.
Bire çeyrek kala Franklin'le Judith bahçeden geldiler, Judith'in yü
zü bembeyazdı. Yüzünün hatları iyice gerilmişti. Hiç konuşmuyordu.
Sanki uykudaymış gibi dalgın dalgın çevresine bakınd ıktan sonra çıkıp
gitti. Franklin, bizim yanımıza oturdu. O da yorgun ve dalgındı. Ayrıca
sinirleri iyice gerilmiş bir insan hali vard ı doktorda.
Yağmurun insanı rahatlattığını söylediğimi hatırlıyorum.
O zaman Franklin çabucak, " Evet ," dedi. "Bazı zamanlar... bir şey
ler olması gereklidir..."
- 1 12 -
Bana kastettiği sadece hava değilmiş gibi geldi . Franklin sakar oldu
ğu için bu kez de masaya çarptı ve çikolataları n yarı s ı n ı n dökü l mesine
neden old u . Yine şaşkın şaşkın eğilerek çikolata kutusundan özü r d i ledi .
"Ah . . . Affede rs i n i z . . . "
B u sah n e n i n kom i k ol ması ge rekti asl ı nda. Ama nedense h içbiri-
m i z g ü l me d i k.
Fran kli n çabucak eği l e rek dökü l m ü ş olan çikolataları toplad ı .
N o rto n , "San ı r ı m yorucu b i r g ü n geçi rd i n i z , " dedi .
Doktor g ü ldü o zaman. O can l ı , tatl ı , çocu ksu tebessü mü yüzü nü ay
d ı nlattı . "Hay ı r, hayı r. . . Sadece birdenbire yan l ı ş yolda olduğumu anla
d ı m . Gerekli olan daha basit bir ameliye. Art ı k kestirmeden gidebilirim ... "
Orada durmuş ayakları n ı n üzerinde h afifçe öne arkaya sallan ıyo rd u . Ba
kışları dalg ı n , fakat yine de kararl ıyd ı . "Evet, kesti rme . En iyisi de bu."
- 1 13 - . . . Ve Pe rde İ n d i / F : X
Bayan Luttre l l , " E , ne olmuş?" ded i . "Seni bu yüzden azarlay ı p ba
ğ ı rm ak bana ne büyük zevk veri yor bilsen . "
Bu sözler hepi mizin d e g ü l mesine sebep o ld u .
Bayan Luttrell devam etti . "Ah , ben ku s u rları m ı bil iyoru m . A m a ar
t ı k bu yaştan sonra bütü n bun lardan vazgeçecek deği li m . George' u n
b a n a katlanması gerek."
Albay Luttrel l karı s ı na sevgiyle bakt ı .
Galiba onların araları n ı n b u kad ar iyi o l m as ı daha so n ra evlenme
ve boşan m a kon u s u n u n aç ı l m as ı na sebep old u .
Erkeklerle kad ı n l ar, boşan m a ko laylaşt ı r ı ld ı ğ ı i ç i n d a h a m ı m utlu
lard ı artı k? Yoksa geçici bir öfke ve ayrı l ı k devresi . . veya üçü ncü bir
şah s ı n sebep olduğu darg ı n l ı ktan sonra eşler eski sevgi ve dostluğa
ye niden kavuşuyorlar m ı yd ı ?
İ nsanları n düşü nceleri n i n başları ndan geçen olaylarla taban taba
na zıt o l m as ı gerçekten şaş ı l acak bir şey.
Ben i m ke ndi evliliğim inan ı l mayacak kadar başarı l ı ve m utlu o l
m u ştu . Ve b e n asl ı nda eski kafal ı bir adam ı m . Ama b e n y i n e de boşan
m an ı n gerektiği düşü ncesi ni savunuyord u m . İ nsan, "Zararı n neres i n
den dönü l ü rse kard ı r," d e m e l i v e yeniden başlamal ıydı bence. Evl i l i ğ i
ç o k mutsuz o l a n Boyd-Carri ngto n buna rağ m e n boşan m an ı n tam a m ı y
la aleyhi ndeyd i . Evl i l i k bağları n ı n koparı l maması gerektiğine i n a n ı yo r
d u . "Be n i m evl i l i k müessesesine büyük sayg ı m vard ı r," diyordu . "Top
l u m u n te melidir bu . "
Hiçbi r bağ ı , bu ko nuyla kişisel bi r i l i şkisi o l m ayan Norton ben i m g i
bi düşünüyord u .
Modern b i l i m ad am ı Fran kl i n i s e şaş ı l acak bi r şeki lde boşan m a
düşman ıyd ı . Anlaş ı lan bu , dokto ru n ideal o l a n kes i n düşünce v e h are
ket prensibine ayk ı r ı düşüyord u . " İ nsan beli rli bazı soru m l u l u kları yü k
lenir. Art ı k bunları yeri ne getirmek zo ru ndad ı r. Bu soru m l u l u klardan ka
çamaz. Veya bun ları bir tarafa atamaz. Anlaş m a , anlaşmad ı r. İ nsan
b u n u kendi isteğiyle kabul eder. O n u n için de art ı k bunun şartları n ı ye
rine geti rmek zoru ndad ı r. Başka türlü hareket ettiği takd i rde her şey al
tüst o l u r. Yarı kopmuş bağ lar. . . Askıda kal m ı ş işler. . . " Frankl i n koltuğun
da arkas ı n a yaslanarak uzun bacaklarıyla bir m asayı itişti rd i . "Bir i nsan
- 1 14 -
karı s ı n ı ke ndisi seçer. Ve kad ı n a rt ı k ölü nceye kadar o n u n soru m l u l u
ğudur. Ya da adam ölü nceye kadar. "
Norton oldukça kom i k b i r tav ı rla, "Ve bazen . . . " dedi . "Yaşas ı n ölü m !
Ö yle değil m i ?"
Hepi miz de güldük.
Boyd-Carri ngto n , "Siz h içbi r şey söylemeyi n , " diye atı l d ı . "Siz hiç
evle n m e m i şs i n i z . "
N o rt o n baş ı n ı sallad ı . "Ve art ı k ben i m içi n ç o k geç."
" Ö yle m i dersi niz?" Boyd-Carri ngto n ' u n bakı şları alayc ı yd ı . " B u n
dan emin misiniz?"
Tam o s ı rada Eli zabeth C o l e yan ı m ı z a geldi. G e n ç kad ı n b i r s ü re
yukarda Bayan Frankl i n ' i n yan ı nda otu rmuştu .
Acaba bana m ı öyle geliyord u , yoksa Boyd-Carrington anlam l ı a n
lam l ı b i r Eli zabeth C o l e ' a bir Norto n ' a bakm ı ş m ı yd ı ? Ve N o rton k ı z ar
m ı ş m ıydı gerçekten ?
Bu akl ı m a ye ni b i r şeyi n gelmesine neden oldu. Di kkatle Elizabeth
Cole'u süzd ü m . Hala genç bir kad ı n say ı l ı rd ı . Bundan başka bir h ayli
güzel d i . Hatta h e r erkeği mutlu edebi lecek şirin ve anlay ı ş l ı bir i nsan
dı. Son zaman larda d a sık sık N o rto n ' l a dolaş ı yorlard ı . Kır çiçekleri ve
kuşları i nce lerken dost o l m uşlard ı . M iss Cole ' u n Norto n ' u n çok iyi bi r
i nsan olduğu n u söylediğ i n i h at ı r l ı yoru m .
Eğer böyle bi r şey varsa, diye düşündü m . Elizabeth Cole ad ı n a
çok sevi n i ri m . O n u n h e r şeyden yoks u n , k ı s ı r gençliği sonunda m utlu
luğa eriş mesini engellemeyecekti r. H ayat ı n ı altüst eden o felaket boşu
na olmuş sayı l m az o zaman. Dikkatle kad ı na bakıyord u m . Evet, eski
sinden çok daha m utlu g i bi bir hali var. Styles'a i lk geldiğim günkünden
daha da neşe l i .
E l i zabeth C o l e v e Norton . . . Evet bu o l abi l i rd i .
Ve bi rde nbi re nedense vuzu hsuz bir e n d i ş e v e h u z u rsuzluğa ka
p ı ld ı m . B u rada m ut l u l u k plan ları yapmak doğru deği ldi. Teh l i keli b i r
şeydi b u . Styles' ı n h avas ı nda kötü b i r şeyler vard ı . B u n u şi mdi , şu an
da d a seziyord u m . B i rdenbi re kend i m i yaş l ı ve yorg u n h issetti m . Ve . . .
evet, korkuyord u m .
- 1 15 -
B i r dakika s o n ra bu hissim kaybol d u . Yan ı l m ı yorsam Boyd-Car
rington'dan başka h i ç kimse bu h a l i m i fark etm e m i şti . Bi rkaç dakika
son ra adam bana alçak sesle, "Bir şey m i var, Hasti ngs?" diye sord u .
"Hayı r. Nede n ?"
"Şey. . . Acayip bir haliniz vard ı . . . N as ı l anlatay ı m b i l m e m ki . . . "
"Ben i m ki sadece bir h i s . . . Bir endişe . . .
"
- 1 16 -
Barbara Frankl i n , N i l yeş i l i b i r sabah l ı k giymiş ve şez l o n g u n a
uzanm ıştı . Yan ı nda, üzeri nde d ö n e r b i r kitap l ı k bu l u n an b i r m asa var
d ı . Bu raya kahve takı m ı da ko n u l m u ştu . Kad ı n beyaz , usta e l leriyle
kahve h az ı rl ad ı . Hemşire Craven de arada s ı rada o n a yard ı m ediyor
du. Hepi m i z de orad ayd ı k. Sadece d ai m a ye mekte n önce odas ı n a çe
kilen Poirot, l spwsch'den henüz dönmemiş olan Allerton ara m ı zd a de
ğ i l lerd i . Albay ve Baya n Luttre l l de aşağ ıda kal m ı şlard ı .
Kahve kokusu burnumuza kadar geliyord u . Nefis b i r kokuydu b u .
Styles'da ve ri len kahve tats ı z , çam u r gibi b i r şeydi . O n u n iç in hepi m i z
de Bayan Fran kli n ' i n taze kavru l m u ş kahves i n i bekliyorduk.
Frank l i n m asan ı n diğer taraf ı n a geçmişti. Karı s ı fi ncanları doldu
ru ldukça, o n a yeni le ri ni uzatıyord u . Boyd-Carri ngto n , şezlon g u n ayak
ucunda ayakta duruyord u . E l izabeth Cole'la N o rton pencere n i n ö n ü n
deyd i le r. H e m ş i re Crave n , geri çeki l m i şti . Karyo l an ı n başucu nda bekli
yord u . B e n b i r koltuğa yerleş m i ş , The Times daki bilmeceyle u ğ raş ı
'
- 117 -
"Neydi o?"
"Onu n ki teh l i ke l i bir i lişki olabi l i r. "
Boyd-Carri ngto n at ı ld ı . " A ş ı k . "
Barbara Frankl i n ' i n kahve kaş ı ğ ı n ı n ş ı k ı rdad ı ğ ı n ı duyd u m . Ondan
son raki ipucu n u okudu m . "Bu ki mse, ' K ı skançl ı k yeş i l gözlü b i r cana
vard ı r, ' dem i ş . "
Boyd-Carri ngto n , "Shakespeare , " diye bağ ı rd ı .
Bayan Franklin sord u . "Bunu söyleyen hangisiyd i ? Othello m u , E m i -
lia m ı ?"
"Bu i s i m le r uzu n . Kelime dört h arf ."
" İ ago . "
"Ben b u n u n Othello'nun sözleri olduğu ndan e m i n i m . "
" B u n u n Othello'yla h içbi r ilgisi yok. Bu söz leri Romeo, J u l i et'e söy
l üyord u . "
H e r kafadan b i r ses çı kıyord u .
Sonra Judith balkondan bağ ı rd ı . "Ah , b i r y ı l d ı z kayd ı ! A, b i r tane
daha!"
Boyd-Carri ngto n , "Nerede?" dedi . " Hepi m i z de b i r di lekte b u l u n
m a l ı y ı z . " Balkona çı karak J u d i t h , Elizabeth G o l e v e Norto n ' a kat ı ld ı .
H e m ş i re C rave n d e d ı şarı f ı rlam ı şt ı . Boyd-Carri ngto n d a g rub u n yan ı
n a g itti . Orada durmuş, karan l ı k gökyüzüne bakıyor bağ ı rıyorlard ı .
Ben hala b i l mece n i n üzeri ne eği l m i ş öyle otu ruyo rd u m . Kayan b i r
y ı ld ı z a bak ı p ne yapacakt ı m ? İ steyecek h i ç b i r şeyi m yoktu ki . . .
Boyd-Carri ngto n b i rdenbire od aya dald ı . "Barbara, sen d e gelme
lisi n . "
Bayan Frankl i n aksi aksi, "Hay ı r, gelem e m , " diye cevap verd i . "Çok
yorg u n u m . "
"Saçm alama, Babs . Balkona ç ı k v e bi r şey iste . " G ü l d ü . " İ ti raz et
m e . Ben seni taş ıyacağ ı m . " Bi rdenbire eğ i l erek kad ı n ı kucağ ı na ald ı .
Barbara Frankli n , g ü lüyor, itiraza çal ı ş ı yord u . " B i l l , b ı rak beni . Ço
cukluk etme . "
"Küçük kızlar da y ı l d ı zlara bakı p, b i r d i lekte b u l u n m al ı d ı rlar. "
Boyd-Carri ngto n , kad ı n ı balkona ç ı kararak, yere b ı raktı .
- 1 18 -
Ben gazete n i n üzerine daha da eği ldi m . Ç ü n kü baz ı şeyleri h atı r
l ı yordum . . . Berrak bir tropik gecesi ni . . . Kurbağalar bağ ı rıyordu . . . Ve bir y ı l
d ı z kaym ı şt ı . Orada pe ncere n i n ö n ü nde d u ruyord u m . . . Dönmüş ve K ü l
Kedisi ' n i kucağ ı ma a l m ı şt ı m . . . Y ı l d ı z lara bakarak bir şey iste m esi i ç i n
onu pencereye götü rmüştüm . . .
Bil mecedeki yaz ı lar gözleri m i n ö n ü nde bulan ı klaş ı p bi rbi rleri ne
karı şt ı lar.
Balko ndaki g ruptan bi ri ayrı larak odaya g i rd i . Judith . . .
K ı z ı m beni gözleri yaş l ı yakalamam a l ı yd ı . Ol m azd ı b u . Te laşla dö
ner kitap l ı ğ ı çev i rd i m . Sanki bi r kitap arıyorm u ş u m .gibi bir tav ı r takı n
d ı m . Oradaki eserleri n aras ı nda bir S h a kespeare c i l d i o l d u ğ u n u h atı r
lam ı şt ı m . Evet, tamam kitap oradayd ı . Othel lo'yu açtı m .
" N e yapıyors u n , baba."
İ pucu h akkı nda bir şeyler m ı rı ldan d ı m . Sayfaları çevi riyord u m .
Evet , o sözler İ ago ' n u n d u .
"Ah , efendi m , k ı skançl ı ktan sakı n ı n . "
Bu beslendiği etle alay eden,
Yeş i l gözlü bi r canavard ı r. "
Judith b u n u n altı ndaki satı rları da o k u d u . G ü z e l , kal ı n sesi odada
yankı land ı .
Diğe rleri ko nuşup, g ü l ü şerek içeri gi riyorlard ı . Bayan Frank l i n yi ne
şezlong u n a uzand ı . D r. Frankl i n , eski ye ri ne geçerek kahvesi ni karı ş
t ı rd ı . Norto n ' l a E l izabeth Cole, kahveleri n i çabucak içtikte n so n ra izin
istedi ler. Zira Luttrell' lere briç oynayacakları n a d ai r söz vermişlerd i .
Bayan Frankl i n kahvesi n i yudu m l ad ı . So n ra da 'dam las ı n ı ' istedi .
Hemşi re C rave n d ı şarı ç ı km ı şt ı . Onu n için şişeyi Judith banyodan a l ı p
getird i .
Fran k l i n a m açsı zca odada dolaşmaya başlam ıştı . Küçük bir siga-
ra m asas ı n a çarpt ı .
Karı s ı sert sert, "Sakarl ığa baş l a m a J o h n , " ded i .
"Affeders i n , Barbara. B i r şey d ü ş ü nüyord u m . "
Bayan Fran k l i n s o n derece yapm ac ı k l ı bi r tavı rla, "Sen koskoca
man bir ayıya benziyorsu n , değ i l m i , sevg i l i m ?" diye m ı rı ldand ı .
Adam kad ı na dalg ı n dalg ı n baktı . Sonra da, "Gece pek güze l , " de
di. "Biraz dolaşayı m . " D ı şarı ç ı kt ı .
- 1 19 -
Barbara Franklin gülümsedi. "As l ı nda bir dahi o . Bu tav ı rları ndan bi
le anlaş ı lıyor. Açı kçası ona karşı büyük bir hayranl ı k duyuyorum . İ şine ba
yağ ı aşı k."
Boyd-Carrington başı n ı sallad ı . "Evet, evet, o çok zeki ." Sesi sertleş
mişti .
Judith birdenbire odadan f ı rlad ı . Kapıda az kalsı n Hemşire Craven'la
çarpışıyordu.
Boyd-Carringto n , "Babs," dedi. "Seninle piket oynayal ı m m ı ?"
"Ah , ne hoş olur. Bize kart bulabi lir misin, hemşire?"
Hemşire Craven iskambilleri getird i . Ben de Bayan Franklin'e kahve
için teşekkü r ederek, iyi geceler diledim .
D ışarda Judith'le Franklin'i görd ü m . Koridordaki pencerenin önünde
durmuş d ı şarıya bakıyorlard ı . Yan yana duruyorlard ı ama birbi rleriyle de
hiç konuşmuyorlard ı .
Ben yaklaşı rken doktor omzu n u n üzeri nden bakt ı . Bir iki ad ı m att ı .
Duraklad ı . "Biraz dolaşal ı m m ı , Judith ?"
K ı z ı m baş ı n ı sallad ı . "Bu gece can ı m istemiyor." Sert sert ekled i .
"Ben g i d i p yatacağ ı m . İ yi geceler."
Frankli n ' le birlikte aşağ ıya i ndi m . Adam usulca ıslık çalıyor ve gülüm
süyordu.
İ çim s ı k ı l ıyord u . Onun içi n hafif bir hiddetle, "Bu gece hayat ı n ı zdan
pek memnun gözüküyorsu nuz," diye homurdand ı m .
"Evet," diye iti raf etti . "Uzun bir süreden beri yapmak istediğim bir şe
yi sonunda yeri ne getird i m . Mutluluk verici bir şey bu ."
Aşağ ıda onun yan ı ndan ayrı ld ı m . Bir i ki dakika briç oyuncuları n ı sey
retti m . Norton, Bayan Luttrell'e fark ettirmeden bana göz kırpt ı . Oyu n
umulmayacak bir ahenkle devam ediyordu.
Allerton hala dönmemişti . Bana o olmad ı ğ ı için ev daha az s ı k ı ntı l ı gi
bi geliyordu. Evet, daha mutluydu şimdi buras ı .
Poirot'nun odas ı na çıktım. Judith , arkadaş ı m ı n yan ı ndayd ı . Ben içe
ri giri nce bana gülümsedi ama bi r şey söylemedi .
Poirot, "Judith seni affetmiş, dostu m , " diye açı klad ı . İ nsan ı n tepesini
attı racak bir sözdü bu.
"Ri. . . rica ederi m ... " diye kekeled i m . "Bence ...
"
- 1 20 -
Judith ayağa kalkt ı . Boynuma sarı larak beni öptü . "Zaval l ı babac ı
ğ ı m . Hercule Amca s e n i n vakarı na sald ı ramayacak. As ı l affedi l mesi gere
ken biri varsa o da ben i m . Onun için . . . Beni affet ve, ' İ yi geceler,' de."
Bilmiyoru m neden , "Çok üzgünüm, Judith ," diye m ı rı ldand ı m . "Çok
üzgü n ü m . Ben asl ı nda . . . "
K ı z ı m beni susturdu. " Ü zülme, üzülme . . . O olayı u nutal ı m artık. Şim
di her şey yolunda . . . " Ağı r ağ ı r, dalg ı n dalg ı n gülümsedi. Sonra, "Şi mdi
her şey yolu nda," diye yineleyerek usulca odadan çıkt ı .
O gidi nce Poirot bana döndü. " E ? " diye sordu. "Bu gece ne o ld u ?"
Elleri m i açtı m . "Hiçbir şey olmadı . . . " diye açı klad ı m . "Olacağ ı da yok."
Asl ı nda müthiş yan ı l m ıştı m .
Çünkü o gece b i r şey old u .
Bayan Frankli n feci şeki lde hastaland ı .
İ ki doktor daha çağrıldı ama boşuna.
Kad ı n e rtesi sabah öldü.
Ancak yirmi dört saat sonra Barbara Franklin'in physostigmi ne'den
zehirlenerek ölmüş olduğunu öğrendik.
13
- 1 21 -
t ı ğ ı kuvvetli alkali karı ş ı m ı n ı n b u l u n ması gereken bir şi şeye alelade s u
doldurulmuş olduğunu görm üştü . Tabii şişede alkali lerin izi vard ı hala.
Bu işi n ne zaman yap ı l m ı ş olduğunu kesi n l i kle söylemesi olanaks ı zd ı .
Çünkü o beli rli karı ş ı m ı bi rkaç günden beri ku l l a n m ı yo rd u . .
Ondan sonra laboratuvara ki m lerin gi rebileceği konusu i ncelend i .
Dr. Frankl i n , laboratuvar ı n kapı s ı n ı n ekseri kilitli tutu lduğ u n u v e anahta
rı da cebine koyduğunu aç ı klad ı . Tabii yard ı mc ı s ı M iss Judith Has
tings'de de bir anahtar vard ı . Laboratuvara g i rmek isteyen bir ki mse, ya
kendisinden ya da Miss H astings'den anahtarı istemek zoru ndayd ı . Ka
rısı zaman zaman anahtarı ondan al ı yord u . Ö zelli kle içerde bir eşyas ı
n ı b ı raktığı v e b u n u a l m ak istediği zaman . Kendisi physostigmine karı
ş ı m ı n ı hiçbir zaman eve veya karı s ı n ı n odas ı na götü rmemişti . Bayan
Frankl i n ' i n karı ş ı m ı yan l ı ş l ı kla içmiş olabi leceğ i n i de hiç san m ı yord u .
Yarg ı c ı n d i ğ e r soruları üzeri ne Dr. Franklin karı s ı n ı n sinirleri n i n ve
sağ l ı ğ ı n ı n bir süreden beri bozuk olduğunu aç ıklad ı . Fakat organik bir ra
h ats ı z l ı ğ ı yoktu . Sadece müthiş s ı k ı l ı yor, ru h h ali de s ı k s ı k değişiyord u .
Dr. Frankl i n , karı s ı n ı n s o n zamanlarda daha neşeli o l d u ğ u n u v e b u
yüzden o n u n sağl ı ğ ı n ı n da, sini rleri n i n de düzel meye başlad ı ğ ı na i n an
d ı ğ ı n ı söyledi . Bayan Franklin'le hiç· kavga etmemişlerd i . Araları iyiyd i .
S o n akşam da karı s ı bir h ayli keyifliyd i . Öyle s ı kı ntı l ı bir h a l i yoktu .
Doktor, Bayan Frankl i n ' i n bazen i ntih ardan söz etti ğ i n i de aç ı kla
d ı . Gelgelelim kendisi bu sözleri hiç ciddiye a l m am ı ştı . Frankl i n 'e kes i n
bir soru soru lu nca da doktor, " H ay ı r, " ded i . "Bence kar ı m i ntihar ede
cek bir tip değ i l d i . Hem onun eşi ve hem de bir doktor olarak bunu ke
s i n l i kle söyleyebi l i ri m . "
Frankl i n ' i , Hemşire C rave n izledi . Kad ı n tiri l tiril ü n iform asıyla zarif
ve ciddiyd i . Soru l arı , mesleğine uyg u n bir kesi n l i kle cevapland ı rd ı . Ba
yan Franklin'e iki aydan daha uzu n bir zamandan beri bakıyord u . Ba
yan Frankl i n ' i n s i n i rleri çok bozuktu . En aşağ ı üç defa kad ı n ı n ' her şe
yi sona erdirmeyi isted i ğ i n i , ' fayd as ı z bir i nsan olduğunu ve kendisini
kocas ı n ı n boynuna as ı l m ı ş b i r değirmen taş ı gibi hissetti ğ i n i söylediği
n i duymuştu .
"Neden böyle söylüyord u ? Kocas ıyla kavg a m ı etm işti ?"
- 1 22 -
"Ah , h ay ı r, h ay ı r. Fakat Bayan Fran kl i n , kocas ı n a son zamanlarda
d ı ş arda bir iş teklif edi l m i ş olduğunu biliyord u . Doktor, karı s ı n ı yal n ı z
b ı rakmamak için bu i ş i reddetmek zoru nda kal m ı ştı . "
"Ve Bayan Franklin zaman z a m a n bu yüzden marazi b i r üzü ntü
duyuyord u , öyle m i ?"
"Evet, efend i m . Her şeye pek de iyi o l m ayan sağ l ı ğ ı n ı n neden ol
d u ğ u n u söylüyo r ve iyice üzülüyo rd u . "
" D r. Frankli n b u n u b i liyor muyd u ? "
"Bayan Frankl i n ' i n b u ndan ona s ı k s ı k söz etti ğ i n i p e k san m ı yo-
ru m . "
" Fakat kad ı n s i n i r krizleri geçiriyordu . Ö yle m i ?"
"Tabi i . Kesi n l i k l e . "
"O h i ç i ntihar etmekten be lirli b i r şeki lde s ö z etm iş miyd i ? "
"Yan ı l m ı yorsam ekseri ' h e r şeyi s o n a erdi rmek' tabi ri ni ku llan ıyo rd u . "
"Kendisini n as ı l öldüreceğ i n i hiç açı klam ı ş m ı yd ı ?"
" H ay ı r. Bu konuda bel l i bel i rsiz birtakı m sözler söylüyord u . "
"Son zamanl arda o n u özellikle sarsacak b i r şey o l m u ş m uydu ? "
" H ay ı r. Bayan Fran klin oldukça keyifl iyd i . "
" S i z de Dr. Frankli n'le ayn ı fiki rde m i s i n i z ? Bayan Franklin öldüğü
gece neşeli miydi?"
Hemşire C rave n te reddüt etti . "Şey. . . bir hayli heyecan l ı yd ı . Kötü
bir g ü n geçi rm i ş , baş dön mesi ve sanc ı lardan şi kayet etmişti . Akşam
b i raz daha iyiceyd i . Fakat neşesi de bi raz anorm aldi . Ateşi var gibiydi .
Tavı rları yapmac ı k l ı yd ı . "
" İ çinde ze h i r ol abi lecek b i r şişe y a d a b i r kap gördü nüz m ü ?"
" H ay ı r. "
"Bayan Fra n k l i n ne yedi ve ne içti ?"
"Çorba içti . Koklet, bezelye, patates püresi ve vişneli tatlı yed i . Ye
mekte b i r bardak şarap içti ."
"Şarap nerede d u ruyord u ? "
" K e n d i odas ı nda. Şişe n i n d i b i n d e de bi raz şarap kal m ı ştı . Yan ı l m ı
yorsam sonradan b u n u tah l i l ettiler v e zeh i rl i o l m ad ı ğ ı sonucuna vard ı
lar. "
- 1 23 -
"Bayan Fran k l i n size fark etti rmeden bardağ ı na zeh i r koymuş o l a
b i l i r m i ?"
"Ah , evet. B u n u ko layl ı kla yapabi l i rdi . Ben odada g i d i p geliyo r, et
rafı topluyord u m . Bayan FrankJ i n 'e pek bakm ıyord u m . O n u n yan ı nda
hem el çantas ı vard ı h e m de küçük bi r to rba. Şarab ı n içine herhangi
bir şey karı şt ı rabi l i rd i . Daha sonra kahveye de. Veya yatmadan ö nce
son olarak içtiği s ı cak süte . "
"Böyle yaptı ğ ı n ı varsayal ı m . . . Zah i ri n d u rduğu ş i ş e veya k a p ne o l
du sizce? Bayan Frankl i n bunu ne yapm ı ş olabi l i r?"
Hemşire C raven düşündü. "Belki daha sonra bunu pencereden d ı
şarı att ı . Ya d a kağ ıt sepetine . . . " B i r an d u rd u . "Belki d e şişeyi banyo
da y ı kad ı ve so n ra da i laç dolab ı n a koyd u . Orada bi rkaç tane boş şişe
vard ı . Ben onları sakl ıyord u m . Zi ra gerekiyord u . "
"Bayan Fran kli n ' i e n s o n ne zaman gördünüz?"
"On buçukta. Onu yatağ ı n a yat ı rd ı m . S ı cak süt içti . Ve bir aspi ri n
i sted i . "
" O s ı rada nas ı ld ı ?"
Tan ı k b i r an düşündü. "Şey. . . Her zamanki gibiyd i . . . H ay ı r, h ay ı r,
bi raz heyecan l ı yd ı san ı rı m . "
" Ü zg ü n değ i l miyd i ? "
"Hayı r . . . Daha ziyade sini rleri iyice geri l m i ş gibiyd i . E ğ e r i nti h a r ı
düşün üyorsan ı z . . . b e l k i de bu Bayan Franklin'e böyle bi r etki yapm ı şt ı .
Herhalde b u hareketin üstü n ve asilce b i r şey olduğunu düşünüyo rd u . "
"Sizce Bayan Fran kl i n , kend isini öldürebilecek bir i n san m ıyd ı ?"
B i r sessizlik o ld u .
Hemşire Crave n ' ı n karar vermeye çal ı ştı ğ ı anlaş ı l ı yo rd u . S o n u n
da, "Şey . . . Hem evet, hem h ay ı r . . . " dedi . " Evet, evet, bir bak ı m a o n d a n
böyle b i r ş e y bekl e n i rd i . Çü nkü ç o k dengesiz bir tipti . "
Ondan sonra s ı ra Sir William Boyd-Carri ngton'a geld i . Adam ı n çok
sars ı l m ı ş olduğu belliyd i . Fakat düzgün ve anlaş ı l ı r bir şekilde kon u ştu .
Bayan Frankl i n 'le o n u n öldüğü gece piket oynam ı şt ı . O s ı rada ka
d ı n ı n öyle üzg ü n ve s i n i rl i gibi bir hali yo ktu . Ama Barbara Frankl i n , bi r
kaç g ü n önce i nti har etmekten söz açm ıştı . Hiç benci l o l m ayan b i r i n
s a n d ı o . Kocas ı n ı n i lerlemesine engel olduğunu düşünerek ç o k üzülü-
- 1 24 -
yord u . Kocas ı n a çok bağl ıyd ı ve o n u n i le rlemesini bütü n kalbiyle i sti
yord u . Bazen kendi safl ı ğ ı yüzü nden çok kederleniyordu .
Judith de çağ rı l d ı . Ama o n u n anlatabi leceği faz la bi r şey yoktu .
Physosti g m i n e ' i n l abo ratuvardan al ı n m ı ş olduğu ndan h aberleri
yoktu . Fe laket olduğu gece Bayan Frankl i n h e r zamanki gibi davran
m ı şt ı . Fakat belki bi raz daha heyecan l ı yd ı . Judith, Bayan Frankl i n ' i n in
tihar etmekte n söz ettiğ i n i h i ç duymam ı şt ı .
S o n tan ı k Hercule Poirot'yd u . Arkadaş ı m kel i m e lerin üzerinde d u
r a dura ko n u ştu v e sözleri herkesi d e etki led i . Bayan Fran kl i n 'le kad ı
n ı n ö l ü m ü nden b i r g ü n önce yapt ı ğ ı b i r kon u ş m ay ı a n l attı Poirot. Kad ı n
çok üzgündü v e bi rkaç d efa b i r şeyi sona e rd i rm e k istediğinden söz et
m i şti. Sağ l ı ğ ı için endişeleniyord u . Poirot'ya melanko liye kap ı ld ı ğ ı n ı ve
o zaman h ayatı yaşam aya değer b u l m ad ı ğ ı n ı açıklam ıştı . Bazen uyku
ya dal ıverme n i n ve bir daha da uyan maman ı n çok güzel bir şey olaca
ğ ı n ı düşündüğü nden söz etmişti.
Arkadaş ı m ı n ondan sonraki cevabı daha d a büyük b i r heyecan
uyand ı rd ı .
" 1 O Hazira n g ü n ü laboratuvarı n kap ı s ı n ı n d ı ş ı nda otu ruyord u n u z
değ i l m i ?"
" Evet . "
"Bayan F ra n kl i n ' i n laboratuvardan ç ı kt ı ğ ı n ı görd ü n ü z m ü ?"
" Evet , gördü m . "
" E l i nde bi r şey var m ı yd ı ?"
"Sağ elinde b i r şişeyi s ı kıca tutuyord u . "
"Bundan e m i n misiniz?"
" Evet . "
" S i z i görünce bocalad ı m ı ?"
"Sadece bi raz şaş ı rd ı . İ şte o kadar. "
Ondan sonra sorg u yarg ı c ı özetle mesi n i yaptı . J ü ri n i n , Bayan
Frankl i n ' i n n as ı l öldüğüne karar vermesi gerektiğ i n i söyledi . Ö l ü m ne
d e n i n i a n l a m ak ko layd ı . Dokto rlar tan ı k l ı k ede rlerken açı klam ı şlard ı
b u n u . Bayan Frankli n physosti g m i n e sü lfatla zehirlenm işti . Jüri n i n ka
rar vermesi gerektiği nokta şuydu : Bayan Fra n kl i n zehiri bilerek ve is
teyerek m i al m ı şt ı , yoksa kazara m ı ? Bunu ke ndisi m i içmişti ? Yoksa
- 1 25 -
zehi ri ona başka b i ri mi verm işti ? Bayan Frankl i n ' i n krizler geçi rd i ğ i n i ,
organik bir h astal ı ğ ı olmamas ı na rağ m e n , s i n irleri n i n son derece bo
zuk olduğunu öğre n m işlerd i . Ad ı he rkesçe bili nen bir tan ı k, Hercule
P o i rot, kad ı n ı n şişeyle labo ratuvarda n ç ı kt ı ğ ı n ı ve ke ndi s i n i görünce
şaş ı rd ı ğ ı n ı kesi n l i kle söylemişti . J ü ri , kad ı n ı n zehiri i ntihar etmek n iye
tiyle laboratuvardan a l m ı ş olduğuna karar verebi l i rd i . Bayan Frank
l i n 'de b i r sabit fi ki r olduğu, daima kocas ı n ı n i lerlemes i n i engelled i ğ i n i
d ü ş ü n d ü ğ ü anlaş ı l ı yord u . Haks ı zl ı k etmemek için ş u n u d a söyle mek
gerekti : D r. Fran kl i n , karı s ı n ı seven m ü şf i k bi r eşti . H içbi r zaman Bayan
Frankl i n ' i n hastal ı k krizleri yüzünden s i n i rlenmem i şti . B u n u sadece Ba
yan Frankl i n ' i n düşü ndüğü bel liyd i . Sini rleri bozu k kad ı nl arda baze n
böyle sabit fikirler görü l ü rd ü . Ze h i ri n ne zaman veya neyi n içinde al ı n
d ı ğ ı n ı gösterecek hiçbir delil yoktu . Ze h i r i n konduğu şişe n i n b u l u n ma
ması belki bi raz garipti . Fakat Hemşire C rave n' ı n d a söylediği gibi Ba
yan Franklin şişeyi y ı kayı p banyodaki dolaba koym uş o labi l i rdi . Belki
de şi şeyi zaten o radan alm ı ştı . Art ı k karar ve rmek j ü riye düşüyord u .
K ı s a bir süre s o n ra karar açı kland ı .
J ü ri , Bayan Frankl i n ' i n ani bir c i nnet sonucu i ntihar ettiğ i n e karar
vermişti .
Yarı m saat sonra Poi rot' n u n odası ndayd ı m . Arkadaş ı m bitki n hal
deyd i . C u rti'ss o n u yat ı r m ı ştı . Şimdi i l aç vererek Poi rot'yu can land ı rma
ya çal ı ş ı yordu .
Arkadaş ı m la ko nuşmak içi n sab ı rs ı z l a n ı yo rd u m . Fakat uşağ ı n işi
n i bitirerek odadan ç ı km as ı n ı bekle mek zo ru nda kald ı m .
So n ra d a patlad ı m . "Poirot, söyle d i klerin doğru m u y d u ? Yani Ba
yan F ranklin labo ratuvardan ç ı kt ı ğ ı zaman o n u n eli nde şişe var m ı yd ı ?
B u n u kendi gözleri nle görd ü n m ü ? "
Poi rot' n u n m o r u m s u dudakları nda h afif b i r g ü l ü m se m e uçuştu .
" Sen şişeyi görmedin m i , dostu m ?" diye m ı rı ldand ı .
"Hayı r, görmed i m . "
"Ama belki de b u n u fark etmed i n . . . "
"Evet, belki . Kad ı n ı n elinde şişe o l m ad ı ğ ı na yemin edemem tabi i . "
Kuşkuyla Poirot'ya bakt ı m . "As ı l soru n ş u : S e n doğruyu m u söyledi n ?"
- 1 26 -
"Benim yalan söyleyeceği m i m i san ı yo rs u n , dostu m ?"
"Senden her şey bekl e n i r. "
"Hastings, beni şaş ı rtıyor v e üzüyorsu n . Nerede o eski saf i n a nc ı n ?"
"Şey, " diye iti raf etti m . "Se n i n m a h kemede yalan söylediği n i pek
san m ı yo ru m . Yalancı şahitlik o l u rd u b u . "
Poirot h afifçe güldü . "Yalancı şahitl i k o l m azd ı . Çü nkü ye m i n etme
m i şti m . "
" O h alde sözlerin yaland ı . "
Poirot usu lca e l i n i sallad ı . "Söylenen söylendi art ı k, dost u m . B u n u
tartışmak yersi z . "
"Doğrusu s e n i anlayam ı yo ru m !" diye bağ ı rd ı m .
"Anlayamad ı ğ ı n nedi r?"
"Tan ı kl ı k ederke n söyledikleri n . . . Bayan Frankl i n ' i n i ntih ardan söz
etm esi . .. s i n i rleri n i n bozuk o l m ası . .. "
"Ama kad ı n ı n böyle şeyler söyled i ğ i n i sen kend i n de duyd u n . "
"Evet. . . Fakat Bayan Franklin s ı k s ı k rol değişti riyord u . Bazen de
öyle saçma sapan sözler söyledi ğ i de o l u yo rd u . Sen soruştu rmada bu
nu belirtmedi n . "
"Belki b u n u istemed i m . "
O n a hayretle bakakald ı m . "Yani j ü ri n i n kad ı n ı n i ntihar etti ğ i n e ka
rar vermesi ni mi i stiyors u n ? "
Poirot bir süre cevap ve rmedi . So n ra , " H asti ngs, san ı r ı m sen d u
ru m u n ne kadar c i d d i olduğu n u n fark ı n d a deği lsi n , " dedi . "Evet, j ü ri n i n
kad ı n ı n i nt i h a r ettiği n e karar vermesini istiyordum . Oldu m u ?"
" Fakat. . . " diye m ı rı ldand ı m . "Sen . . . ke nd i n . . . kad ı n ı n i ntihar ettiğ i
ne i nanm ıyors u n . . . Ö yle değ i l m i ?"
Poi rot ağ ı r ağ ı r baş ı n ı sal l ad ı .
"Yani , " ded i m . "Sen Bayan Frankl i n ' i n bi r ci nayete kurban g ittiğ i n i
m i d ü ş ü n üyo rs u n ?"
" Evet, H asti ngs. O bir cinayete kurban gitti ."
"O h alde neden olayı örtbas etmeye kalkışt ı n ? Niçin b u n u n b i r in
tihar vakas ı olduğ u n u düşünmeleri n i sağ l ad ı n ? Böylece soruştu rma
durd u ru l d u . . . "
"Tabi i . "
- 1 27 -
" B u n u m u istiyord u n ?"
"Evet."
"Am a nede n ? "
" Du r u m u anlamaman gerçekte n mü mkün m ü ? Neyse . . . b u n u b ı ra
kal ı m . . . Bana i n a n m al ı s ı n . Bu bir ci nayetti. Ö nceden tasarla n ı l arak iş
lenmiş bir cinayet . . . Hasti ngs, biz gizl ice çal ı ş m aya devam edeceğ i z .
Ve ergeç X'i yakalayacağ ı z . "
"Peki ama, o a rada biri d a h a öldürü l ü rse?" d i y e so rd u m .
Poi rot baş ı n ı sallad ı . "San m ı yo ru m . . . Tabii b i ri b i r şey görmüşse
veya biliyo rsa, durum değiş i r. . . Ama böyle bi r şey olsayd ı bu gizli tan ı k
da o rtaya ç ı karak gerçeği aç ıklamaz m ıyd ı ?"
14
- 1 28 -
Hiddetle ona doğru dönd ü m . Te laşla uzaklaş ı rke n , "Be n i m kötü b i r
maksad ı m yoktu , " diye söylendi . "Sadece köşkte i ki nci defa c i n ayet i ş
l e n m e s i b a n a acayip gözüktü . . . Her sefer sizin köşkte o l m a n ı z d a b i r
garip . . . Ö yle değ i l m i , efen d i m ? "
Korku nç bir an kad ı n ı n gerçekten iki c i n ayeti de be n i m işle miş ol
duğumdan kuşku l a n ı p kuşku l a n m ad ı ğ ı n ı düşündü m . Çok sars ı c ı bi r
şeydi b u . Art ı k köyl ü leri n şüphes i n i n ne acayip, ı srarl ı ve s ı kı c ı b i r şey
olduğunu a n l ı yord u m .
Neticede o n l a r ı n şüpheleri d e yersiz değ i l d i . Ç ü n kü bi ri Bayan
F ra n kl i n ' i öldürmüştü .
Dediğim g ibi o günleri pek de iyi an ı msam ıyoru m . B i r kere Po
i rot' n u n sağ l ı k durumu beni ciddi şeki lde endişelendi rmeye başla m ı şt ı .
C u rtiss b i r g ü n telaşla bana geld i . İ fadesiz yüzünde h afif b i r e n d i
şe vard ı . Poirot' n u n bi raz da ko rkutucu b i r k a l p krizi geçi rd i ğ i n i haber
verdi . "Be nce b i r doktor çağ rı lması g e rek."
Hemen Poi rot' u n yan ı n a koştu m . Arkadaş ı m i n atla bu teklifi red
detti . Bu h ali eskisinden bi raz farkl ı , diye düşünd ü m . Vaktiyle P o irot
s ağ l ı ğ ı için boş ye re endişelenir d u ru rd u . H ava akı m ı o l d u ğ u n u _.düşü
n ü r boy n u n a i pek ve yün atkı lar sarard ı . Ayakları n ı n ıslanmas ı ndan
ödü patlard ı . H afif bir soğ u k alg ı n l ı ğ ı ndan şüphelendi mi, hemen d e re
ce koyar ve yatard ı . Aksi takd i rd e zatü rree o l abi l i ri m , derd i . E n ufac ı k
bi r rahats ı z l ı k yüzünden hemen doktora koşard ı . "
Şimdi arkadaş ı m ge rçekten h astaydı v e tav ı rları n ı d a tama m ı yla
değişti rm işti .
Hoş belki de as ı l neden buyd u . Bütü n o eski rahats ı zl ı klar ö n e m
siz şeylerd i . Poirot şimdi gerçekte n h astayd ı v e belki de b u n u kendi
kendi sine b i l e iti raf etmekten kaç ı n ı yo rd u . Korktuğu için h astal ı ğ ı na al
d ı rm az m ı ş gibi bir tav ı r tak ı n ıyord u .
Beni m iti razları m a heyecanla, a c ı a c ı cevap verd i . " Fakat b e n dok
torl ara görü n dü m ! A'ya ve B'ye g itti m . . . " Sözü nü ettiği tan ı n m ı ş iki m ü
teh ass ıstı . "On lar ne yaptı lar? B e n i M ı s ı r' a yo l l ad ı lar. Oraya eri ş i r eriş
mez daha da fenalaştı m . Son ra R'ye de g itti m . . . "
- 1 30 -
Fakat ağ ı r ağ ı r aşağ ı ya i n e rke n , Poirot'n u n beyn i n i n esrarı gerek
tiği kadar çabucak çözemedi ğ i n i düşün üyord u m . Ö nce Bayan Luttre l l
ö l ü m l e karş ı karş ıya gelmiş ama neyseki ku rtu l m uştu . Sonra . . . Bayan
Frankl i n zehirlenm işti . Peki , biz bu konuda ne yapıyorduk? Hemen he
m e n h i çbi r şey. . .
- 1 31 -
"Ah ! Sağ l ı ğ ı m ı ?" Frankli n sanki pek önemsiz bir şeyd e n söz etm i
ş i m g i bi bayağ ı şaş ı rm ı ştı . " A h . . . Sağ l ı ğ ı be rbat tabi i . "
H i ç de dokto rca b i r söz deği ldi b u . H albuki Judith 'te n Frankl i n ' i n
T ı p Fakü ltesi ' ndeki e n parlak öğrencilerden b i ri say ı ld ı ğ ı n ı d u y muştu m .
Endişeyle bağ ı rd ı m . "Durum çok m u kötü ?"
Doktor bana şöyle bir bakt ı . " Ö ğ renmek m i istiyors u n u z ? "
"Tabi i !" Bu b u d a l a ne san ı yo rd u ?
Franklin fikri n i hemen açıklad ı . " İ nsanları n çoğu gerçeği b i lm eyi is
te mezler. O n lar sadece yatışt ı r ı c ı sözler bekle rler. U m utları n ı n ayakta
tutu l m as ı n ı isterler. . . Her g ü n ayn ı şekilde yaşayacakları n a dair güven
ce vermenizi i sterler. . . Tabii bazen b i r h asta şaş ı lacak bir şeki lde iyile
ş i r. Ama P o i rot i ç i n böyle bir şey söz ko n u s u olamaz."
"Yani ? ... " Kalbi m i yine o buzdan e l s ı kmaya başlam ı ştı .
Frankli n baş ı n ı sallad ı . "Evet, o ö l ü m e m a h ku m . Ve pek az zama
nı o ld u ğ u n u san ıyoru m . Eğer Poi rot izin vermeseydi size bu açı klama
y ı da yapmazd ı m . "
"O halde . . . Poirot durumu b i l iyor."
Frankli n , "Tabii b i liyor," ded i . "Kalbi ... h e r an d u rabi l i r ... a m a b u n u n
ne zaman olacağ ı n ı kimse kesi n l i kle söyleyemez." B i r an d u rd u . Son
ra da ağ ı r ağ ı r ekled i . "Sözleri nden onun bi r şey için endişelend i ğ i n i
anlad ı m . Ü zeri ne ald ı ğ ı bir işi zaman ı nda biti rmek istediğini aç ı klad ı .
B u n u b i l iyor muyd u n u z ?"
"Evet," dedi m . "Bi liyord u m . "
Franklin b a n a i lgiyle bakt ı . " O işi tam a m l a m ay ı istiyor. "
"An l ıyoru m . . . " B i r taraftan da, "Acaba J o h n Frankli n bu i ş i n ne o l -
d u ğ u n u b i l iyor m u ?" diye düşünüyord u m .
Dokto r ağ ı r ağ ı r, "Bu i ş i başaracağ ı n ı u m arı m , " ded i . "Sözleri nden
bunun Poirot içi n çok önemli olduğu n u a n l ad ı m . " Bir an d u rd u , sonra
da ekled i . "Çok i ntizam l ı bi r kafas ı var o n u n . "
Endişeyle sord u m . "Yapı lacak bir şey y o k m u ? Yen i bir tedavi . . . "
Baş ı n ı sallad ı . " H içbi r şey yok. Poi rot' n u n yan ı nda amyln itrat am
p u l leri var. Kriz ge leceğ i n i anlay ı nca bun ları kul lanacak." B i rdenbi re
pek garip b i r şey söyledi Frankl i n . "Poi rot' n u n i nsan h ayat ı n a büyük
sayg ı s ı var, değ i l m i ?"
- 1 32 -
" Evet. . . Herhalde . . . "
Poirot' n u n kaç defa, "Ben ci nayet işlenmesini hiç tasvi p etme m , "
dediğini duym uştu m . Ciddi ciddi söylediği v e ko nuya göre pek h afif ka
çan bu söz daima hoşuma giderd i .
Frankl i n sözleri ne devam ediyord u . " İ şte ara m ı zdaki fark ! B e n i m
yoktur. . . "
Ona merakla bakt ı m .
Frankl i n h afifçe gülerek baş ı n ı eğdi . "Doğru söylüyoru m . İ nsan na
s ı l olsa ö lecek değ i l mi? E rken veya geç ö l m ü ş bu o kadar önemli m i ?
Arada o kadar a z fark var ki !"
Bi raz da öfkeyle, "O halde neden doktor oldunuz?" diye sord u m .
"Ah, aziz dostu m , doktorluk o kaçı n ı l m az sonucu atlatmak demek
deği l d i r ki. Heki m l i k bundan daha derin ve önemlidir. Yaşayanları daha
iyi hale sokmak demektir bu. Sağ l ı kl ı bi r adam ö l ü r. . . Bu o kadar önem
li değ i l d i r. Geri zeka l ı bi ri öl ü rse bunun iyi b i r şey olduğunu düşü n ü r
s ü n . Fakat uyg u n hormonlar ve rerek g e ri zekal ı b i r zava l l ı y ı normal,
sağ l ı kl ı bir insan haline sokmay ı , ondaki tiroid yetersiz liğ ini gidermeyi
başar ı rsan, işte bu çok önemli bir b u l u ş o l u r. "
O n a daha da büyük bir i lgiyle bakt ı m . G ribe tutu lsayd ı m herh alde
Dr. Franklin'i çağ ı rmazd ı m . Gelgele l i m adam ı n gerçek gücü ve o müt
hiş samim iyeti karş ı s ı nda deri n bir sayg ı duyuyord u m . Karısı n ı n ölü
m ü nden beri Frankl i n ' i n değ i ş m i ş olduğunu d a fark etm işti m . Ada m ı n
pek d e öyle yas tutarm ı ş gibi bi r h a l i yokt u . Aksine daha can l ı , enerj i k
v e ateşliyd i . O e s k i dalg ı n l ı ğ ı d a kal m a m ı şt ı .
O n u n çabucak söylediği sözler üzerine dald ı ğ ı m düşü ncelerden
uyand ı m . "Judith size pek be nzemiyor. . . Değ i l m i ?"
" H ay ı r. . . Benzem iyor san ı r ı m . "
" O , a n nesi ne m i çekmiş?"
Düşü n d ü m . Sonra da ağ ı r ağ ı r baş ı m ı sallad ı m . "Hay ı r ... Asl ı nda
kar ı m neşe l i , güler yüzlü bir i nsand ı . H i çbi r şeyi ciddiye almazd ı . Bana
da ayn ı şeyi aş ı lamaya çal ı şt ı ama korkarı m bu bakı mdan pek de ba
şarı l ı olamad ı . "
Frankli n h afifçe g ü l d ü . "Hayı r. S i z daha ziyade sert b i r babas ı n ı z,
değ i l mi? J u d ith öyle söylüyordu . . . Judith faz l a g ü l m üyo r. Pek ciddi bir
- 1 33 -
k ı z . Herhalde b u n u n sebebi h addi nden faz l a çal ı ş m as ı . S u ç bende ta
b i i . " Deri n deri n düşünmeye başlad ı .
Laf olsun diye, " İ şiniz çok i lgi çekici o l m al ı , " ded i m .
"Efendi m ?"
" İ şi niz çok ilgi çekici olmal ı , ded i m . "
"Ancak altı yedi kişi içi n öyle. Başkaları içinse fevkalade iç sı k ı c ı
bir şey. Belki de o n l a r hakl ı lar. Ama . . . " Baş ı n ı arkaya atarak om uzları
nı d ikleştird i . O anda güçlü, can l ı bir erkek olduğu her hali nden belliy
d i . "Art ı k elime beklediğim fı rsat geçti ! Allah ı m , avaz avaz bağ ı rabi l i ri m !
Enstitüdeki ler bana bugün haber yollad ı l ar. O yer hala aç ı km ı ş . İ şi ba
na veriyo rlar. On gün sonra yo la ç ı kacağ ı m . "
"Afrika'ya m ı g ideceksiniz?"
"Evet. Ne h ari ku lade, değ i l m i ?"
"Bu kadar çabuk m u ?" Bi raz sars ı l m ı şt ı m .
Bana h ayretle baktı . "Çabuk? Ne demek istiyors u n u z ? A h . . . " Yüzü
ayd ı n land ı . "Yani Barbara' n ı n ö l ü m ü nden hemen so n ra mı demek isti
yors u n u z ? Neden o l m as ı n ? Karı m ı n ö l ü m ü n ü n beni ne kadar rahatl at
tı ğ ı n ı n farkı nda değ i l m i s i n i z ? Sevi nci m i gözlemem i n ne faydası o l u r?"
Yüzümdeki. ifadeyi pek gülünç b u l m u ş gibiyd i .
"Korkarı m ben i m a l ı ş ı lage l m i ş tavı rları tak ı n acak vakti m yok. Sab
rım da. Barbara'ya aş ı k oldu m . Pek güzel bir kızdı o . Barbara'yla ev
lend i m ve bir yıl sonra da ona olan aşk ı m söndü . Barbara' n ı n bana
olan sevg i si n i n bu kadar da devam etmediği nden e m i n i m . Tabii karı m ı
h ayal kı rı kl ı ğ ı n a u ğ ratt ı m . O , beni etki leyebileceğ i n i san ı yord u . A m a
b un u başaramad ı . B e n benci l , i n atçı ve b i l d i ğ i n i okuyan b i r adam ı m . "
Franklin'e h at ı rl att ı m . " Fakat karı n ı z uğruna Afrika'ya gitmeyi red
detti n i z . . . "
" Evet. . . ama bu sadece mali bir meseleyd i . Ben Barbara'n ı n a l ı ş ı k
olduğu şeki lde bir h ayat sürmesini sağ l a m a görevi n i üzerime alm ıştı m .
Afrika'ya g itseyd i m , Barbara çok paras ı z kalacakt ı . Fakat şimdi . . . " Yü
zü nde o çok içte n , çocu ksu gü lücük bel i rd i . "Şans ı m varm ı ş . . . Her şey
isted i ğ i m gibi oldu . "
Sözleri m i d e m i buland ı rıyord u . Evet karı s ı ölen her adam ı st ı rap
la kıvrar:ı m ıyordu belki . Başkaları da b u n u fark ediyorlard ı herhalde.
Ama art ı k bu kadarı da fazlayd ı .
- 1 34 -
Franklin yüzümdeki ifadeyi fark etmişti ama bu onu hiç de sarsma
dı. "Gerçeği pek az insan takdir eder. Halbuki bu sayede zaman kaza
nılır. Ve insan olmayacak şeyler söylemekten de kurtulur."
Sert sert, "Karınızın intihar etmiş olması sizi hiç üzmüyor mu?" de
dim.
Düşünceli düşünceli mırıldandı. "Barbara'nın intihar ettiğine inan
o
mıy rum aslında. İmkansız bu..."
"O halde ne olduğunu düşünüyorsunuz?"
Beni süzdü. "Bilmiyorum. Hatta... bilmeyi istediğimi de pek sanmı
yorum. Anlıyor musunuz?"
Ona hayretle bakakalmıştım. Franklin'in bakışları sert ve soğuktu.
Tekrar, "Bilmeyi istediğimi de pek sanmıyorum," dedi. "Bu beni hiç
ilgilendirmiyor. Anlıyor musunuz?"
Anlıyorum... Ama durum hiç de hoşuma gitmiyordu.
- 1 35 -
faydalanamayacağı bir şeydir... Ama bir bakıma çok da önemli olabilir.
Ne demek istediğimi anlıyor musun?"
"Korkarım pek de anlayamıyorum," diye itiraf ettim.
Norton 'un kaşları yine çatıldı. Elini saçlarının arasına soktu. Ve ta
bii saçları gülünç bir şekilde kabardı. "Bunu açıklamak o kadar zor ki.
Şöyle demek istiyorum... Örneğin.. . özel bir mektupta bir şey gördü
nüz... Aslında bu başkasına yazılmıştı ama mektubun size yollandığı
nı sanarak okumaya başladınız. Daha durumu fark etmeden bilmeme
niz gereken bir şeyi öğrendiniz... Böyle bir şey olabilir..."
"Ah, evet. Tabii olabilir..."
"Eh, insan o zaman ne yapar?"
"Şey.. . " Kafamı bu meseleye verdim. "Herhalde mektubun asıl sa
hibine gider ve 'Çok üzgünüm,' dersiniz. ' Mektubu yanlışlıkla açtım."'
Norton içini çekti. "Ben meselenin bu kadar basit olduğunu sanmı
yorum." Bir an durdu. "Çünkü insan bir hayli utanılacak bir şey okumuş
olabilir, Hastings."
"Yani karşısındakini utandıracak bir şey demek istiyorsunuz. Her
halde o zaman mektubu okumamış, hatayı tam zamanında fark etmiş
siniz gibi davranırsınız..."
Norton kısa bir sessizlikten sonra, "Evet," dedi. Fakat bu hal çare
sinin onu pek de memnun etmediği belliydi. Sonra üzüntüyle mırıldan
dı. "Ne yapmam gerektiğini bilseydim!"
Ona başka yapılacak bir şey olmadığını söyledim.
Norton yine düşünceli düşünceli kaşlarını çatmıştı. "Anlayacağı
nız, Hastings, mesele bundan çok daha derin. Diyelim ki... okuduğu
nuz şey çok önemliydi. Yani... başka biri için..."
Sabrım taşıverdi. "Doğrusu ne demek istediğinizi anlayamıyorum,
Norton. İnsanın başkalarının özel mektuplarını okuması hiç de doğru
değildir."
"Evet, evet, tabii. Ben bunu kastetmedim. Zaten söz ettiğim de as
lında mektup değil. Ben sadece bu mektup örneğini bir şeyi anlatabil
mek için kullandım. Tabii insan kazara duyduğu, okuduğu veya gördü
ğü bir şeyi kendisine saklar. Ama . .."
"Ama ne?"
Norton ağır ağır, "Ama bu açıklanması gereken bir şey de olabilir."
- 1 36 -
Ona a n i b i r i lgiyle bakt ı m .
Norton sözleri n e devam etti . "Buraya bakı n . . . B u meseleyi şöyle
düşü n ü n : belki . . . bir. . . bir anahtar deliğinden bi r şey gördü nüz . . . "
Anahtar deliği sözleri Poirot'yu düşü nmeme sebep o l d u .
Norton ke ke liyord u hala. "Yani � u n u demek istiyoru m . . . O an ahtar
deliğinden bakm a n ı z ı n gayet normal bir sebebi var. Ö rneğ i n . . . belki
anahtar takı ld ı . N e olduğunu anlamak i çi n bakt ı n ı z . . . Veya daha g ü z e l ,
daha önemli b i r n e d e n vard ı . . . Ve ö y l e b i r sah neyle karş ı lacağ ı n ı z da
hiç akl ı n ıza g e l m iyordu . . . "
Bir an o n u n kekeleyere k söyled iği sözleri duymaz oldu m . Ç ü n kü
kafamda bi rdenbire bir şi mşek çakm ı ştı . O çi m en l i tepeye t ı rmand ı ğ ı
m ı z g ü n d ü v e N o rto n ' u n benekli ağaçkakan görmek içi n d ü rb ü nü göz
lerine götü rüş ü n ü hat ı rlam ı şt ı m . Adam ı n birdenbire çok üzülüp s ı kı ld ı
ğ ı n ı u n utmam ı şt ı m . Norto n ben i m d e d ü rbünle bakm ama engel o l m a
ya kalkı ş m ı ştı . O s ı rada gördüğü şeyin beni m l e i lgisi olduğu n u san m ı ş
t ı m . Yani Judith'le Allerton'un orada oldukları n ı düşünm üştü m . Ama
belki d u ru m böyle deği ldi . Belki de adam tamam ıyla bambaşka bir şey
görmüştü . O s ı rada akl ı m fikri m Judith'le Allerton'da olduğu için hemen
bu sonuca varm ı ştı m . Başka bir şey düşünememişti m .
B i rdenbire , " B u , d ü rbü nle gördüğ ü n ü z bir şeyle m i i l g i l i , " diye sor
dum.
N o rton h e m şaş ı rd ı , hem de rahatlad ı . " H asti ngs, nas ı l bildiniz?"
" B u , siz ve ben Eli zabeth Cole ' l a küçük tepeye t ı rmand ı ğ ı m ı z gün
oldu, değil m i ? "
" Evet , öyl e . "
"Ve ben i m o sah neyi g ö r m e m i de istemed i n i z . "
" H ay ı r. Bu . . . ş e y. . . bu h içbi ri m ize göre bir ş e y değildi . Yan i . . . b i z i m
görm e m e m i z gereken bir şeydi o . "
"O g ü n ne gördü nüz?"
Norton yi ne kaşları n ı çatt ı . " İ şte mesele de bu ya! B u n u açı kla
m a m doğru o l u r m u ? Yani . . . bu bir tür gözetle m e g i b i bir şeyd i . Asl ı nda
görm e m e m gereken bir şeyi fark etti m . Tabii ben o sah neye bakm ı yor
d u m . G e rçekte n benekli bir ağaçkakan görmüştüm . . . Pek güzel bir
şeydi o . Sonra . . . diğer sah neyi fark etti m . " D u rd u .
- 1 37 -
Meraklan m ıştı m . Fena halde meraklanm ı şt ı m . Ama Norto n ' u n d ü
rüstlüğüne de sayg ı m vard ı . "Gö rdüğünüz . . . önemli bir ş e y m i yd i ?"
Ağ ı r ağ ı r, " Ö nemli olabi l i r," ded i . " İ şte işin can alacak noktas ı da b u .
E m i n deği l i m . "
"Bu olay ı n Bayan Frankl i n ' i n ö l ü m üyle b i r i l g i s i olabi l i r m i ?" diye
sord u m .
İ rki l d i . " B u n u sorm a n ı z çok gari p . "
" O h a l d e bu olayla gerçekte n . . . "
" H ay ı r, h ayı r. Doğrudan doğruya deği l . Ama olabi l i r. . . " Ağ ı r ağ ı r ko
n uşuyord u . "Bu baz ı şeyleri n daha değişi k anlamları olduğunu göste
ri r. Yan i . . . Allah kah retsi n ! Ne yapacağ ı m ı bi l m iyoru m !"
Fena h alde bocalad ı m . Meraktan ölüyord u m . Ama N o rto n ' u n gör
düğünü anlatmayı pek istemedi ğ i n i de seziyord u m . D u ru m u n u a n l ı yo r
d u m o n u n . Norto n ' u n yeri nde olsam ben de ayn ı şekilde düşü n ü rd ü m .
Başkaları n ı n u yg u nsuz b i r şeki lde elde etti ğ i m izi düşünecekleri bir bil
gi k ı r ı ntı c ı ğ ı n a sahip o l m ak hiç de hoş b i r şey değ i l d i .
So n ra akl ı m a bir ş e y geldi . "Neden Po i rot' n u n fikri n i a l m ı yorsu-
nuz?"
."Poirot' n u n m u ?" Norton bu öneriyi pek beğe n m e m i şti .
" Evet. Ona dan ı ş ı n . "
Norton ağ ı r ağ ı r, " Evet," ded i . "Bu da b i r fi ki r. Tabii o b i r yabanc ı . . . "
Utanarak sust u .
O n u n ne d e m e k istediğini biliyord u m . Poi rot' n u n , 'oyu n u sport
mence oynamak' ko nusundaki acı sözleri ni u n utmam ı ştı m . Acaba Po
i rot etrafı neden d ü rbünle seyretmeyi akı l edemed i , diye düşü ndü m . Bu
akl ı na gelmedi herhalde. Ge lseydi hemen bir dürbün al ı rd ı .
ısrar etti m . "Poirot, s ı rrı n ıza sayg ı gösteri r. Beğen mezseniz o n u n
tavsiyesi ni yeri ne geti rmezsi niz, o l u r biter."
Norto n ' u n yüzü ayd ı nland ı . "Doğru ya. Bil iyor m usunuz, H asti ngs.
Gerçekte n öyle yapacağ ı m . "
Poi rot' n u n b u h abe ri me hemen tepki göstermesi beni çok şaş ı rttı .
"Ne ded i n , H asti ngs?" Arkadaş ı m ağz ı n a götü rmekte olduğu kızar
m ı ş ekmek parças ı n ı düşürmüştü . Baş ı n ı i l eriye doğ ru uzatt ı . "Anlat.
Çabu k anlat."
- 1 38 -
Hikayeyi tekrarlad ı m .
Poirot düşü nceli düşünce l i , " O g ü n d ü rbünle b i r şey görmüş . . . " d i
y e m ı rı ldand ı . " S a n a anlatmaya yanaşm ad ı ğ ı bir şey. " E l i n i uzatarak
kol u m u s ı kıca tuttu . "Bu ndan başka b i ri ne söz etm i ş m i ?"
"San m ı yo ru m . . . Evet, söz etmediğinden e m i n i m . "
"Çok di kkatli o l m al ı s ı n , H asti ngs. N o rto n başkaları n a aç ı lm a m al ı .
B u çok ö ne m l i . Hatta o b i r i m ada bile b u l u nmamal ı . Bu teh l i keli olabi
l i r."
"Te h l ikeli m i ?"
"Çok teh l i keli hem de." Poirot' n u n yüzü nde son derece ciddi b i r ifa
de vard ı . "On u n l a kon u ş , dostu m . Bu akşam bu raya gelip beni görsü n .
Sanki alelade, dostça b i r ziyarette b u l u n acakm ı ş gibi davran s ı n . A n l ı
y o r m u s u n ? Norton'un b a n a gelmesi n i n ö z e l bir sebebi olduğundan h i ç
kimse şüphelen memeli . Ve di kkatli o l , H asti ngs. Ç o k di kkatli o l . O s ı ra
da yan ı n ı zda başka ki m vard ı dedi n?"
" E l izabeth Gole."
"O, Norto n ' u n hali nde b i r acayi plik o l d u ğ u n u fark etti m i ?"
Hatı rlamaya çal ıştı m . " B i l m iyoru m . . . Fark etm iş olabi l i r. Ona so ra-
y ı m m ı ?"
" H i ç ki mseye b i r şey söyleme, Hasti n g s . Katiyen söyl e m e . "
- 1 39 -
O g ü n gitti ğ i m i z çimenli tepeye tekrar t ı rm a nd ı m . B i ri benden ö n
ce davra n m ı şt ı . Elizabeth C o l e . Ben bay ı rı t ı r m an ı rken o d a d ö n d ü .
" Ç o k heyeca n l ı bir haliniz var, B a y H asti ngs. B i r ş e y m i oldu . "
Saki n leşm eye çal ı şt ı m . " H ayı r, h ay ı r, h içbi r şey yok. H ı z l ı yürüdü
ğ ü m için soluğum kesi ldi . " So n ra kay ıts ı z b i r tav ı rl a ekled i m . "Yağ m u r
geliyor."
Elizabeth Cole gökyü züne baktı . " Evet . Ö yle san ı r ı m . "
B i r i k i dakika o rada sessiz sedas ı z d u rduk. Bu kad ı n ı n hoşu m a g i
d e n b i r tarafı vard ı . Elizabeth Cole k i m olduğunu aç ı klad ı ğ ı n ı v e h aya
tı n ı m a hveden felaketten söz ettiği gü nden beri o n u n l a i lg i l e n m eye
başlam ı ştı m . ıst ı rap çeken iki i nsan ı n aras ı nda gizli bi r bağ vard ı r. A m a
E l izabeth C o l e ' u iki nci bir b a h a r bekliyord u . Ya d a ben ö y l e d ü ş ü nüyor
dum.
İ çimden gelen sese uyarak, "Heyeca n l a n m ak bi r tarafa , " dedi m .
" B u g ü n can ı m çok s ı k ı l ıyor. Sevg i l i arkadaş ı m h akkı nda kötü şeyler
duydu m . "
"Mösyö Poirot h akkında m ı ?"
Anlay ı ş ve ilgisi derdimi dökmem i sağ l ad ı .
Sözleri m sona eri n ce Eli zabeth Cole usu lca, "An l ı yorum . . . " diye
m ı rı ldand ı . "Demek . . . her an aram ızdan ayrı lab i l i r?"
Baş ı m ı sallad ı m . Konuşacak halde değ i ld i m .
Uzu n b i r sessizlikten sonra, " O d a gittikten sonra dü nyada gerçek
ten yapaya l n ı z kalacağ ı m , " ded i m .
"Böyle söylemeyi n . Judith var. Son ra diğer çocukları n ı z . . . "
"Onları n h e r b i ri bir tarafta. Judith ise . . . O n u n i ş i var. Bana i htiyacı
yok . "
" G a l i b a çocu klar an neleriyle babalar ı n a , başları derde girmedikçe
fazla bir i htiyaç duymuyorlar. Bu n u kes i n bir kan u n olarak kabul etme
n i z i isterd i m . Ben sizden çok daha yal n ı z ı m . İ ki ablam da çok u zakla r
dalar. B i ri Amerika'da, bi ri de İ talya'da . "
"Yavru m , " ded i m . " S i z i n hayat ı n ı z daha y e n i baş l ı yor. "
"Otuz beş yaş ı nda m ı ?"
"Otu z beş yaş ned i r ki ? Keşke ben de otuz beşinde o lsayd ı m . . . "
Ö fkeyle ekledi m . "Ben kör deği l i m . "
- 1 40 -
Merakla bana bakt ı . Sonra da kızard ı . "Yani siz . . . ah ! . . . Stephen
Norton'la sadece ahbab ı z . Onunla m ü şterek tarafları m ı z çok . . . "
"Daha iyi ya . . . "
"Çok nazik b i r i nsan o . . . "
"Yavru m , " diye m ı rı ldand ı m . "Her şeyi nezakete ve rmeyi n . . . Biz er
kekler öyle yarat ı klar değ i l izdir. "
Fakat E l izabeth C o l e birde nbire bembeyaz kesi ldi . Alçak, boğu k
b i r sesle, "Siz çok hainsiniz," dedi. "Körsünüz ! Ben . . . evlenmeyi n as ı l
düşünebi l i ri m ? H ayat h i kaye m i u n utuyor m u s u n u z ? Ablam kati ldi . . .
Katil değ i l idiyse, o zaman d a deliydi ! Bi l m iyoru m hangisi daha kötü . "
Olanca g ü c ü m l e , "Art ı k b u n u n üzerinde durmay ı n , " d i ye bağ ı rd ı m .
" U nutmay ı n . . . Belki de olanlar doğru deği l . "
" N e demek i stiyors u n u z ? Hepsi d e doğru o n l arı n . "
"Bana b i r keresinde, 'Sanki Maggie gitmiş, yeri ne başkas ı g e l m i ş-
ti , ' ded i n i z . B u n u u n uttu nuz m u ? "
Soluğu n u tuttu . " İ nsana öyle geliyo r. "
"Bazen i nsana öyle gelen şey doğrudu r. "
H ayretle b a n a bakt ı . " N e demek i sti yorsu nuz?"
"Baban ı z ı öldüre n," dedi m . "Ablan ı z deği ldi . "
E l i n i ağ ı r ağ ı r ağz ı na götü rdü . Gözleri iyice i ri leşm işti . Korkuyla
bana bakıyord u . "Siz delis i n i z ! Ç ı ld ı rm ı ş o l m a n ı z gerek. Bunu size kim
söyledi ?"
"Bunu b ı rakı n ş i m d i , " diye cevap verd i m . "Ama bu sözleri m doğru .
İ lerde bir g ü n b u n u size ispat edeceğ i m . "
- 1 41 -
"Ben b u n u kastetmed i m . Neticede buras ı ucuz bir yer. Böyle pan
siyo n lardan faz la b i r şey bekleye m ezsi niz. H ay ı r, Hasti ngs, ben rah at
s ı z l ı ktan daha önemli b i r şeyi kastediyord u m . Bu evden hoşlan m ı yo
ru m . . . buran ı n h avas ı nda kötü bir şey var. Köşkte türlü şeyler oluyo r. "
"Gerçekten öyle."
"Styles insanı neden böyle etki liyor bi l m iyoru m . Belki de içinde ci
nayet işlenen b i r ev a rt ı k bir daha eskisi gibi olam ı yor. . . Ama b u rayı
sevm iyoru m . Ö nce Bayan Luttre l l ' i n baş ı n a o kaza geld i . Büyük şans
s ı z l ı ktı o . Sonra da zava l l ı küçük Barbara öldü . . . " Boyd-Carri ngton b i r
an d u rd u . " B a n a sorsalard ı . Barbara katiye n i ntihar edecek bir i n s a n
deği l d i r, ' derdi m . "
Du raklad ı m . "Bilmem o kadarı d a söylenebi l i r m i ?"
Sözü m ü kesti. "Ben söyledi m . Allah kah retsi n ! B i r g ü n ö nce Bar
bara'yla be raberd i m . Saatlerce . Gayet neşeliyd i . Gezi nti m i z çok hoşu
na gitmişti . Onu endişelend i ren tek şey J o h n 'du . Kocas ı n ı n deneylere
fazla dal m ı ş o l m as ı ndan çok i leriye gitmeden ko rkuyo rd u . Ben ne dü
ş ünüyoru m , biliyor m u su n , Hasti ngs?"
"Hayı r. "
"Barbara' n ı n ö l ü m ü ne kocas ı sebep o l d u asl ı nda. Herhalde d ı rd ı r
etti d u rd u . Barbara ben i m l eyken bayağ ı m utluyd u . Ama John Frankl i n ,
karı s ı na o p e k değerli mesleğinde i lerlemesini engellediğini i m a etti .
Meslek ha? Ben ona gösteri ri m ! Tabii o n u n bu i m aları Barbara'yı çok
sarstı . O adam çok duygusuz, kı l ı bile k ı p ı rdamad ı . Bana saki n saki n
yakı nda Afrika'ya gideceğ i n i söyledi. Bi liyor m u s u n , H asti ngs, bana Bar
bara'yı kocas ı n ı n öldürmüş olduğ u n u söylerlerse buna hiç şaşm a m . "
Sert sert, "Asl ı nd a böyle düşünmediğinizden e m i n i m , " dedi m .
" Evet . . . Evet. . . Orası öyle . . . A m a b u n u n nedeni ada m a i na n m a m
deği l . . . Hay ı r, be n sadece böyle d ü ş ü n m üyoru m . 'Barbara'yı öldürmek
isteseydi , bu şeki lde davran mazd ı , ' diyoru m . Yan i herkes Jo hn Fran k
l i n ' i n physosti g m i n e üzerinde çal ı şt ı ğ ı n ı b i l iyord u . Onun için de Barba
ra'yı öldü rmeye kalkı şsayd ı , m u h akkak kad ı n ı o m addeyle ze h i rlemez
d i . Fakat H asti ngs . . . Frankli n ' i n şüpheni lecek b i r i n san olduğunu düşü
nen yal n ı z be n değ i l i m . İ ş i n içyüzünü b i l mesi gereken bi ri de bana ba
z ı şeyler söyledi . "
- 1 42 -
Telaşla, "Kim o?" ded i m .
Boyd-Carri ngton sesi n i alçaltt ı . "Hemşire Crave n . "
" Ne ?" Ç o k şaş ı rm ı ştı m .
" Hişş. Bağ ı rmay ı n . Evet. Bana bu fi kri Hemşire Craven ve rd i . O
çok zeki bi r k ı z . Akl ı baş ı nda. Franklin'den hiç hoşlanm ıyor. H içbir za
man da hoşlan m am ı ş zate n . "
Düşü ndü m . Asl ı nda Hemşi re C rave n h astas ı ndan hoşlan m ı yor
muş gibi gelmişti bana. Birdenbire , kendi kend i m e , herhalde Hemşi re
C raven'in Fran klin'ler hakkında bir h ayli bilgisi var, dedi m .
Boyd-Carri ngton ekled i . " O b u gece bu rad a kalacak."
"Ne?" Şaş ı rm ı ştı m . Zira Hemşire C rave n cenaze töreninden he
m e n sonra b u radan ayrı l m ıştı .
Boyd -Carri ngto n izah etti . "Sadece bu gece . . . Ondan sonra başka
bi r h astaya gi decek . . . "
Nedense Hemşi re Craven' ı n köşe dönmesi beni bi raz endişelen
dirmişti . Bu n u n sebebi n i de b i l m iyord u m . Kad ı n ı n geri gel mesi iç in bir
sebep var m ı , diye düşündü m . Boyd-Carringto n ' u n söylediğine göre
genç kad ı n Fran kli n'den hiç hoşlan m ı yormuş . . .
Huzursuzlu ğ u m u yenerek ani b i r öfkeyle, "Hemşire Crave n ' ı n
Fran kl i n hakkında birtak ı m i malarda b u l u n m aya hiç h akkı yok!" diye ba
ğ ı rd ı m . "Neticede vaka n ı n i ntihar olduğu o n u n tan ı k l ı ğ ı sayesinde ke
s i n l i kle tespit edi l d i . O ve Poirot' n u n Bayan Frankl i n ' i n laboratuvardan
eli nde şişeyle ç ı ktığ ı n ı görmüş olmas ı . "
Boyd-Carri ngto n h o m u rdand ı . "Şişe o kadar önemli m i ki ? Kad ı n
ları n e l lerinde d a i m a bir şişe o l u r. Esans şişes i . . . Saç losyon u . . . Tı rnak
cilas ı . .. Sizi n kı z ı n ı z d a o akşam elinde bi r şişeyle etrafta dolaş ı p d u ru
yordu . . . A m a bu J u d ith ' i n i ntihar etmeyi düşü ndüğü anlam ı na m ı g e l i
yord u ? N e m ü n asebet !" B i rdenbire sustu .
Zira Allerton yan ı m ı za gelmişti . O bize soku lu rke n , tam melodra
ma yakı şacak şeki lde uzaklarda gök gü rled i . Eskiden olduğu gibi yine,
Allerton tam kötü adam rolü oynayacak bi r tip, diye düşü n d ü m .
Fakat Barbara Frankl i n ' i n öldüğü gece Allerton köşkte değ i l d i .
Sonra . . . kad ı n ı öldü rmesi için ne sebep olabi l i rdi ?
- 1 43 -
Ama X ' i n c i nayet işlemesi için h içbi r zaman sebep yokm u ş ki , d i
y e düşündü m . İ şte kati l i n g ü ç l ü d u r u m d a o l m as ı d a bu yüzden . B i z i d e
bu engelliyor. Fakat. . . her an bir şimşek çakabi l i r. Ve biz de gerçeği gö
rürüz . "
- 1 44 -
"Bu kadar zekice oyu n lara lüzum yok ki . Bana bilmem gereken her
şeyi şimdi anlat ı ver. "
"Hay ı r, dostu m . S e n i n beni m öğrendi kleri m i bilememen asl ı nd a le-
hi mize bir nokta."
"Bana h e r şeyi açı k aç ı k yazd ı n m ı ? "
"Ne m ü n asebet ! Yazd ı kları m X'i n eline geçebi l i r."
" O halde bana ne bakı yorsu n ? "
"Birtakı m ipuçları . Bunları n X i ç i n h içbi r ö n e m i olmayacak. Bundan
emin olabil i rs i n . Ama sen o ipuçları n ı n yard ı m ıyla gerçeği öğreneceksin."
"Ben bundan pek de e m i n değ i l i m . Neden böyle karmakarı ş ı k şey
lerden hoşlan ı yors u n , Poirot? Her şeyi güçleşti rd i n zate n . Dai m a böy
le yapars ı n . "
"Ve art ı k bu bende b i r a l ı şkan l ı k halini a l d ı öyle m i ? B u n u m u söy
leyecekti n ? Belki . Ama üzülme, bı rakacağ ı m ipuçları gerçeğe erişmeni
sağlayacak." Poirot bir an d u rd u . Sonra, "Belki de o zaman , " ded i . "Ger
çeği anlad ı ğ ı n için pişman olacaks ı n . H atta belki de, 'Ve Perde İ ner!' d i
yeceks i n . "
P o i rot' n u n sesindeki g i z l i bir şey, bir i ki defa titrememe n e d e n o l a n
o vuzuhsuz, şekilsiz korkuyu tekrar hissetmeme sebep oldu. S a n k i bir
yerde, göremediğim bir yerde, bil meyi istemeyeceğ i m , kabule daya n a
mayacağ ı m bi r gerçek gizliyd i .
Belki de kafam ı n deri n l i klerinde bu s ı rrı çözm üştü m . . . Her şeyi b i
liyord u m . . .
Korku m u yenerek aşağ ı ya , yemeğe i ndi m .
15
- 1 45 - . . . Ve Perde İndi / F: 10
Yemekte n so n ra Bayan Luttrell briç oynam a m ı z ı teklif etti . A m a
o n u n yeri ne s a l o n oyu nlarına başland ı . Dokuz buçuğa doğru Norto n ,
yukarı ç ı k ı p Poirot'yu yoklayacağ ı n ı söyled i .
Boyd-Carri ngto n , " İ yi b i r fikir b u , " ded i . "Son zamanlard a rah ats ız
l ı ğ ı n ı n artm ı ş o l m as ı na üzül üyoru m . Ben de ge leyi m . "
Çabucak davranmam gerekiyord u . "Bu raya bak ı n . . . " diye atı ld ı m .
"Kusura bakmay ı n . . . Fakat bir kişiden fazlas ıyla ko nuşmak Poirot'yu
yoruyor. "
Norton hemen d u ru m u anlayarak rol ü n e gird i . "Ben ke ndisine kuş-
larla i lg i l i b i r kitap ve receği m i vaat etm işti m . "
Boyd-Carri ngton, " İ yi ya," dedi. "Siz geri dönecek misiniz, Hasti ngs?"
"Evet."
Norto n ' l a yukarı ç ı kt ı m . Poi rot bekliyord u . Onunla bir i ki kel i m e ko
n uştuktan sonra tekrar aşağ ıya i n di m . Remi oynamaya başlad ı k .
Boyd-Carri ngto n ' u n bu gece Styles'deki neşel i h avaya si n i rlendi
ğini san ı yo rd u m . Herkesi n felaketi u nutması için arad an fazla bir za
man geçmemiş olduğunu düşün üyordu h erhalde. Adam ı n dalg ı n l ı ğ ı
ü stü ndeyd i . S ı k s ı k n e yaptı ğ ı n ı u nutuyo rd u . Sonu n da özü r di leyerek
oyu ndan ç ı kt ı .
Cam l ı kap ı lara giderek bunları açt ı . Uzaklarda g ö k g ü rlüyord u . F ı r
t ı n a başlam ı şt ı ama bu daha bizi m taraflara gelmemişti . Boyd-Carri ng
ton kap ı ları kapayarak tekrar yan ı m ıza geldi . B i r iki daki ka bizi m oyu
n u m uzu seyretti . Sonra da odadan ç ı ktı .
Ben on b i re çeyrek kala yatmaya gitti m . Poi rot' n u n yan ı na gi rme
d i m . Arkadaş ı m uyuyo r olabi l i rdi . Bundan başka Styles' ı ve köşkle i lgi
l i soru n l arı düşün meyi istem iyord u m art ı k . U y u m ay ı arzu ediyord u m .
Uyu m ayı v e u n utmayı .
Tam dalarken b i r g ü rü ltü uyanmama sebep oldu . Kap ıya vuru l m u ş
o labi leceğ i n i düşü nerek, "Giri n i z , " diye seslendi m . Ama cevap ve re n
o l m ad ı . l ş ı ğ ı yakarak kalkt ı m . Koridora baktı m .
Norto n ' u n banyodan çı karak ke ndi odas ı na g itti ğ i n i gö rd ü m . Gayet
çirkin re nkli , kareli bir robdöşambr giymişti . Saçları d i m d i kti yine. Oda
s ı na girerek, kap ı y ı kapatt ı . Hemen arkas ı ndan anahtarı kil itte çevi rd i
ğ i n i duyd u m .
- 1 46 -
Anahtarı n ki litte dön mesi n i n sebep olduğu h afif bir h u z u rs u z l u k
i ç i n d e tekrar yatt ı m .
Bu hareket baz ı teh l i keli olas ı l ı kları an ı m sat ıyord u . Acaba N o rton
kap ı s ı n ı her gece kil itliyor muyd u ? Yoksa o n a b u n u yapmas ı nı Poirot
mu tembih etm i şt i . Ani bir endişeyle Poi rot' n u n anahtarı n ı n nas ı l es rar
lı bi r şeki lde kaybol m u ş olduğu n u h atı rlad ı m .
Yatakta öyle yatarken endişem artmaya başlad ı . F ı rt ı n a n ı n u ğ u ltu
su huzursuzl u ğ u m u daha belirli bir hale sokuyord u . Sonunda kalkarak,
ben de kendi kap ı m ı kilitled i m . Sonra da tekrar yatağ a gi rerek, uykuya
dald ı m .
- 1 47 -
"Yarı n anlat ı r ı m . Şimdi düşünmem gereken b i r s ü rü şey var."
"Norto n ' u n açıklamas ı n ı n . . . esrar ı n çöz ü l m esine bir faydas ı olacak
m ı ?"
Poirot baş ı n ı sallad ı . Gözleri n i kapayarak yast ı klara d ayand ı . "Es
rar çözüldü. Vaka sona erdi . Evet , sona e rd i . Art ı k sadece halledil mesi
gereken b i r iki önemsiz nokta var. Hayd i , kahvaltıya in, dostu m . Gider
ke n C u rtiss'i de bana yol l a . "
Ö yle yapt ı m . Sonra da aşağ ıya i nd i m . Norton'u g ö r m e k istiyor
d u m . Onun Poi rot'ya ne anlattı ğ ı n ı çok m e rak etmekteydi m .
İ çi n için yine d e mutlu deği ldi m . Poi rot' n u n h i ç d e sevi nçli o l m a m a
s ı be n i sars m ı şt ı . Niçi n hala bir açıklama yapmamakta ı s rar ediyord u ?
Neden tarif edilemeyecek b i r şeki lde o kadar kederliydi ? İ çi n içyüzü
n eyd i ?
Norton kahvaltı d a yoktu .
Daha sonra ağ ı r ağ ı r bah çeye ç ı ktı m . F ı rt ı n adan s o n ra h ava taze
ve seri n di . Gece çok yağ m u r yağ m ı ş olduğunu fark etti m . Boyd-Car
rington çim alandayd ı . Onu görmek hoşu m a gitti . Ada m a aç ı lm ay ı çok
i stiyord u m . Baş ı ndan beri istemişti m zate n . Şimdi d e içimden Boyd
C arri ngton'a her şeyi anlatmak geliyord u . Poirot, ise tek b aş ı na devam
edecek h alde deği ldi .
Bu sabah Boyd -Carri ngto n ' u n gayet can l ı , kend isinden e m i n b i r
h ali vard ı . Ona karş ı s ı cak bir dostluk d uydu m . İ çi m rahatlad ı .
Boyd-Carri ngton, "Bu sabah gecikti n i z , " dedi .
Baş ı m ı sallad ı . "Geç kalkt ı m . "
"Gece b i r hayli gök gü rled i . Duyd u n u z m u ? "
Uyku m u n arası nda gök gürü ltüs ü n ü duymuş old u ğ u m u h atı rlad ı m .
Boyd-Carri ngton, " D ü n çok keyifsizd i m , " diye m ı rı ldand ı . "Ama bu-
g ü n daha iyiyi m . " Gerinerek esnedi .
"Norton nerede ?" diye sord u m .
"H erhalde kalkmad ı . . . Te mbel, ne olacak?"
İ ki miz de ayn ı zamanda baş ı m ı z ı kald ı rd ı k. Tam Norto n ' u n pence
res i n i n alt ı nda du ruyorduk. Ben i rki ld i m . O taraftaki pence re lerden sa
dece Norto n ' u n ki n i n panj u rları hala kapal ı yd ı .
"Çok garip . . . " ded i m . "Onu uyan d ı rmayı m ı u n uttular acaba?"
- 1 48 -
"Acayip . . . H asta olmad ı ğ ı n ı u marı m . Gelin gidip bakal ı m . "
Birlikte yu karı ç ı ktık.
Aptal s u ratl ı b i r k ı z olan oda h i zmetçi si ko ridordayd ı . Soru m uza
cevap ol arak, "Kapıya vurd u m ama, Bay Norton cevap vermedi , " dedi.
"Bir iki defa vurd u m kapıya. Ama galiba Bay Norton b unu duymad ı . Ka
p ı s ı da içerd e n kilitli . "
Korku nç bir önseziyle titredi m . H ı zla kap ı y ı y u m rukl ayarak, "Nor
ton !" diye bağ ı rd ı m . "Norto n ! Uyan ı n !" E ndişem daha da artarken h ay
k ı rd ı m . "Uyan ı n a rt ı k ! "
- 1 49 -
"Gördü ğü n ü n Norton olduğundan e m i n m i s i n ?"
"Tabi i . O ko rku n ç robdöşambrı nerede olsa tan ı r ı m . "
Poirot b i r an eski h a l i n i takı nd ı . "Ah , seni n teşhis edeceğ i n ada m ,
robdöşambr değ i l . H ay Allah ! Robdöşambrı h e rkes giyeb i l i r. "
Ağ ı r ağ ı r, " Doğru ," dedi m . "Norto n ' u n yüz ü n ü görmed i m . A m a d im
dik d u ran o n u n saçlarıyd ı . . . Sonra ad am h afifçe de topal l ı yo rd u . . . "
"Al lah ı m ! Herkes topallayabi l i r ! "
Şaşkı n şaş k ı n o n a bakt ı m . "Poirot, yani gördüğ ü m ü n N o rton o l m a
d ı ğ ı n ı m ı söylemek istiyors u n ? "
"Benim bir ş e y söylemek isted i ğ i m y o k . Ben yal n ı zca s e n i n ada
m ı n Norton olduğunu kanıtlamak içi n söyled i ğ i n mantı ks ı z sözlere k ı
z ı yo ru m . H ay ı r, h ay ı r. B i r a n b i l e görd ü ğ ü n ü n Norto n o l m ad ı ğ ı n ı iddia
etmek niyetinde deği l i m . Zaten başkas ı da olamazd ı . Zira köşkteki e r
kekleri n hepsi de uzun boyl u . Hepsi de Norton'dan u z u n d u l ar. Ve i nsan
ne yaparsa yaps ı n boyu n u gizleyemez. Bu i m kans ı zd ı r. Yan ı l m ı yorsam
N o rton , sadece bir altm ı ş i ki boyu ndayd ı . Ama yine de . . . bu hokkabaz
l ı ğa benziyo r değ i l m i ? Adam odas ı na gi riyor, kap ı y ı kil itliyor. Anahtarı
cebine koyuyor. Kendi s i n i sabahleyin elinde tabancayla b u l uyorlar.
Anahtar da hala cebinde."
"O halde , " ded i m . "Norto n ' u n kend i s i n i öldürd ü ğ ü n e i n an m ı yo r
sun."
Po i rot ağ ı r ağ ı r baş ı n ı sal lad ı . " H ay ı r, Norto n inti h a r etmed i . B i ri
o n u öldürdü ."
- 1 50 -
B u n u b i l me liydi m . . .
Ben odadan ç ı karken Poirot bana, "Sevg i l i dostu m , " demişti .
Ondan d uyacağ ı m son sözlerdi bunlar. . .
Çü nkü Curtiss, Poi rot'ya bakm aya gittiği zaman o n u ö l ü b u l m uş
tu . . .
16
- 1 51 -
deyd i . Norto n ' u n s ı k s ı k baş ağ rı ları ndan yakı n d ı ğ ı duyu l m u ştu . Son
zamanlarda da yapt ı ğ ı baz ı başarı s ı z yat ı r ı m lar yüzünden paraca epey
zarara u ğ ra m ı ştı . Tabi i as l ı nda i ntihar için yeterli sebepler değ i l lerdi
b u n lar. Ama on ları n d a bir şey söylemeleri gerekt i .
Tabanca n ı n N o rto n ' u n o l d u ğ u anlaş ı l ı yo rd u . Orta h i z metçis i , ada
m ı n Styles'da kald ı ğ ı süre içersi nde tabancan ı n tuvalet m asas ı nd a
d u rd u ğ u n u i ki defa görmüştü . İ şte böyle . . .
Katil yine fevkalade b i r m izansen h az ı rlam ı şt ı . Ki mse olay ı n bir ci
n ayet olduğu ndan şüphe etmiyord u . Ç ü n kü Norto n ' u n ö l ü m ü n ü başka
şeki lde aç ı klamak olanaks ı zd ı .
Po i rot'yla X aras ı nd aki savaş ı kati l kazan m ı şt ı . X !
Art ı k h e r şey bana düşüyord u .
Poirot' n u n odas ı na giderek, evrak çantas ı n ı ald ı m .
O n u n , vasiyetnames i n i n koş u l ları n ı yerine geti rmeye beni m e m u r
etm i ş olduğunu bil iyord u m . Bu nede n l e çantay ı açmaya da h akkı m
vard ı . Anahtar arkadaş ı m ı n boynunda as ı l ı yd ı .
Çantay ı kendi odamda açtı m .
Ve müthiş b i r ş o k geçi rd i m . X'le i l g i l i vakaları n dosyaları kaybo l
m u ştu . Halbuki ben b u n ları b i r iki g ü n önce Poi rot çantayı açt ı ğ ı zaman
kendi gözleri m le görmüştü m . Dosyaları n kaybolması da X ' i n hala faali
yette olduğunu göste re n bir delildi . Hoş be n i m böyle b i r delile i htiyac ı m
yoktu ya, o da başka. Kağ ıtları y a Poi rot ortadan kald ı rm ı ştı y a da X .
Arkadaş ı m ı n böyle b i r şey yapmas ı için hiçbir sebep yoktu .
X. X. Yi ne X. O Allah ı n be lası iblis !
Ama çanta boş değ i l d i . Poi rot' n u n bana verdiği sözü h at ı rl ad ı m .
Arkadaş ı m bana X . ' i n b i r anlam çı karam ayacağ ı b i rtakı m ipuçları b ı ra
kacağ ı n ı da söylem işti .
Çantada Shakespeare' i n eserleri nden bi ri vard ı . 'Othello' piyes i .
B i r de başka b i r kitap. S t . John Evri n e ' i n 'Jo h n Fergueson' ad l ı oyu n u .
B u n u n üçüncü perdesine işaret kon u l m u ştu .
Boş gözle rle bu iki kitaba baktı m .
Poirot' n u n bana b ı rakt ı ğ ı ipuçları b u nlard ı . Ve ben b u i ki kitaptan
h içbi r şey anlamam ı şt ı m !
Bu nları n anlam ı neyd i ?
Akl ı m a sadece b i r t ü r şifre geliyord u . P iyeslerle i l g i l i bir şifre.
- 1 52 -
Asl ı nd a bu tah m i n i m doğ ruysa bile, şifreyi n as ı l çözecekti m ?
Kitapları n h içbirinde ke l i m e le ri n ya d a h a rfleri n altları çizi l m e m işti .
Sayfaları hafif s ı cağa tutmayı denedi m . Ama yine bir sonuç alamad ı m .
'Jo h n Fergueson' ad l ı oyu n u n üçüncü perdesi n i di kkatle okud u m .
Çok heyecanl ı , fevkalade bi r sahneydi b u . ' Kaçı k' C l utie. Jo h n , otu r
m u ş ko nuşuyord u . Sahnenin sonunda da genç Fergueson k ı z kardeşi
ne kötü l ü k eden adam ı bulup öldürmek için d ı şarı f ı rl ıyord u . K arakter
ler pek usta l ı kla işlen m i ş . Fakat Poirot' - un bu eseri edebiyat zevki m i
yükseltmek için b ı rakm ı ş olduğu n u da san m ı yo rd u m .
Sonra . . . kitabı n sayfaları n ı ağ ı r ağ ı r ·çevi ri rke n , b i r kağ ı t parças ı
düştü . B u n u n üzerinde bir tek cüm le yaz ı l ıyd ı·
" Uşağım George 'la konuş."
Poirot'n u n yaz ı s ı n ı tan ı m ı şt ı m .
Neyse, b u da b i r şeyd i . Belki d e şifre n i n a nahtarı George'a b ı rakı l
m ı şt ı . Tabii b i r şifre var idiyse . . . Uşağ ı n adresini b u l u p , hemen o n a git
mem gerekti .
Ama ondan önce o acı görev vard ı . Poi rot' n u n g ö m ü l mesi . . .
Poirot, İ ngi lte re'ye i l k geldiği zam a n bu rada oturm uştu . Son d i n
lenme yeri de yine b u rası olacakt ı .
S o n zaman lard a Judith bana karş ı büyük şefkat gösteriyo rd u .
Zaman ı n ı n önemli b i r k ı s m ı n ı ben i m le geçi riyord u . Haz ı rl ı kları n
yapı l m a s ı n d a da bana yard ı m etti . Müşfik ve anl ay ı ş l ıydı k ı z ı m . . . E liza
beth Cole'la Boyd-Carri ngto n da bana çok iyi d avran ı yorlard ı .
Norto n ' u n ö l ü m ü E l izabeth Cole'u sand ı ğ ı mdan d a h a a z etki len
m i şti. Belki kad ı n derin bi r ıstı rap duyuyord u , ama b u n u bize bel l i de et
m i yo rd u .
İ şte böylece her şey so na erdi . . .
Evet, b u n u yazmam gerek.
Açıkla n m a l ı b u .
Cenaze töre n i so na ermişti . B e n Judith'le otu rm u ş , gelecekle ilgi
l i , kaba taslak bir iki plan yapmaya çal ı ş ıyord u m .
K ı z ı m o zam a n , " Fakat, h ayat ı m , " ded i . " Ben burada olmayacağım
k/.. ,,
"Olmayacak m ı s ı n ?"
- 1 53 -
" İngiltere 'de olmayacağım. "
Ona h ayretle bakakald ı m .
"Bunu sana d a h a önce açmayı i stemed i m , baba. Büsbütü n ü z ü l
meni istem iyord u m . Ama art ı k d u ru mu öğre n m e n gerek. B u n u n s e n i
fazla sarsm ayacağ ı n ı u m arı m . Anlayacağ ı n b e n D r. Fran kli n'le Afri
ka'ya gidiyoru m . "
İ şte o zaman patl ad ı m . Bu i m kans ı zd ı . J udith böyle bi r şey yapa
m azd ı . M u h akkak h e rkes ded i koduya başlard ı . İ ngi lte re'de ve kar ı s ı
sağke n Dr. Frankl i n ' i n yard ı mc ı s ı o l m as ı başka, o n u n l a birlikte Afri
ka'ya gitmesi daha başkayd ı . İ mkan s ı z d ı bu. Onu men edecekti m . J u
d i t h böyle bir ş e y yapam azd ı .
K ı z ı m söz ü m ü kesmed i . Bağ ı rm am ı n sona ermesi n i bekled i . H a
fifçe gülüyord u . "Fakat , babac ı ğ ı m , ben o n u n yard ı m c ı s ı ola rak gitme
yeceği m ki . John Frankl i n ' le evleneceğ i m . "
Fena h alde şaş ı rd ı m . Sonra, " A l . . . Allerto n ? " ded i m . D a h a doğru
su kekeledi m .
K ı z ı m ı n yüzünde hafif, alayc ı b i r ifade belirdi . "Onu n l a aram ızda
h içbi r şey yoktu . Beni o kadar öfkelendi rmeseyd i n sana b u n u söyler
d i m . Ayrıca . . . Se n i n . . . o şekilde düşü n meni i stiyord u m . As ı l ilgilendiği
m i n ... J o h n olduğ u n u bilmen hoşu m a gitmeyecekti . "
"Fakat adam ı n b i r gece se ni öptüğünü görd ü m . . . Te rasta."
Judith sab ı rs ı z sab ı rs ı z , "Ah , evet, biliyoru m , " ded i . "O gece çok üz
gündü m . Ö yle şeyler oluyor bazen . Herhalde bunu sen de b i liyorsu n ? "
"Frankl i n ' l e h e m e n evlenemezs i n , " dedi m . " D a h a ç o k erke n . "
" Pekala da evlenebi l i ri m . O n u n l a g itmeyi i stiyo ru m . Böylesi d a h a
iyi . Art ı k . . . beklem e m i z gereken h içbi r şey yok."
Judith ve Franklin . . . Fran kli n ve J udith .
O zaman kafamda nas ı l fikirler uçuştuğunu tah m i n edebiliyor musu
nuz. Bun lar uzun bir süre beyn i m i n derinliklerinde pusuda beklemişlerd i .
E l i nde şişeyle J udith . G e n ç , ateşli sesiyle fayd as ı z insanları n ya
rarl ı olacak ki mseleri n yo lundan çeki l m ele ri gerektiğ i n i söyleyen J u
d ith . Be n i m v e . . . Poi rot' n u n ç o k sevdiği Judith . . . Norto n ' u n gördüğü o
i ki kişi . . . Judith'le Frank/in miydi o n l ar? Eğer öyleyse , eğer öyleyse . . .
h ay ı r, b u doğru olamazd ı . Judith. Böyle bi r şey yapam azd ı . Frankl i n ,
- 1 54 -
belki. . . Acayip, amans ı z bir adamd ı o . C i n ayet işlemeye karar verdiği
takdi rde tekrar tekrar öldürebi lecek bi ri . ..
P o i rot, F rankl i n ' e m u ayene o l m ayı i stem i şti.
Nede n ? O sabah adam ne söylem işti ?
Hayı r, Judith ' i n bu işle b i r i l işkisi o l a m azd ı . Benim güze l , ciddi ,
genç Judith ' i m . . .
Fakat. . . Poirot' n u n h al i d e n e acayipti . O sözleri odada n as ı l yan
k ı l a n m ı şt ı . "Be lki de, 'Perde i n si n , ' demeyi terci h edeceksin . . . "
Birdenbire akl ı ma başka bir şey geldi. Korku nç! İ m kansız bir şey. Bü
tün o X hikayesi bir masal m ı yd ı ? Poirot, Frankli n'lerle ilgili bir felaket ola
cağ ı ndan korktuğu için mi Styles'a gelmişti ? Judith'i korumak için m i köş
ke yerleşmişti ? Bana inatla hiçbir şey söylememesinin nedeni bu muyd u ?
X hikayesi bir m asal, beni uyutmak i ç i n hazı rlanan bir oyun m uydu ?
Bütü n felaketi n kaynağ ı k ı z ı m m ıyd ı ? Judith miyd i ?
Othello ! B u , Bayan Fran kl i n ' i n öldüğü gece kitapl ı ktan ald ı ğ ı m Ot
hello 'ydu . B i r ipucu muydu bu ?
O gece biri Judith ' i n adaş ı n ı n Holofernes'in kafas ı n ı kes meden
önceki h a l i ne benzediğini söylem işti . O s ı rada kalbinde ö lü m m ü vard ı
Judith ' i n ?
17
- 1 55 -
Şaş ı rd ı m . ı srar etti m . Fakat adam kes i n b i r şeki lde konuşuyord u .
Sonunda, "Herhalde b e n yan ı ld ı m , " diye m ı rı ldand ı m . "Neyse . . . Keşke
sonlara doğru Poirot' n u n yan ı nda olsayd ı n . "
"Bunu b e n d e isterd i m , efend i m . "
"Ama tabi i baban h astalan m ı ş . On u n yan ı na gelmek zoru nday-
d ı n. "
George bana p e k acayip b i r tavı rla bakt ı . " Ö z ü r dileri m , efendi m .
N e demek isted i ğ i n i zi pek anlayamad ı m . "
"Babana bakabi l m e k için Poirot' n u n yan ı ndan ayr ı l mak zorunda
kal m ı ş s ı n . Ö yle değ i l m i ?"
"Ben ayrı l m a k i stemedi m , efendi m . Beni Mösyö Poi rot yo l l ad ı . "
"Yo l l ad ı m ı ?" O n a hayretle bakıyord u m .
" İ şime s o n verd i ğ i n i kastetm iyoru m , efendi m . Kendisiyle anlaş m ı ş
t ı k. Daha sonra tekrar o n u n yan ı na dönecekti m . Asl ı nda ben Mösyö
Poirot'n u n yan ı ndan bunu kendisi i stedi ğ i için ayrı ld ı m . Ben bu rad a
yaş l ı babam ı n yan ı nd a oturu rken bana uyg u n b i r m aaş d a verd i . "
"Fakat nede n , George? Neden?"
"Doğrusu b i l m i yoru m , efe ndi m . "
" B u n u n sebebi n i sormad ı n m ı ?"
" H ay ı r, efend i m . Bunun bana düşmeyeceğ i n i düşünd ü m . Mösyö
Poirot' n u n kendi nce baz ı fiki rleri vard ı daima. Onun çok zeki birisi oldu
ğunu b i liyoru m , efe nd i m . He rkes kendisine büyük sayg ı d a gösterd i . "
Dalg ı n dalg ı n , "Evet, evet," diye m ı rı ldand ı m .
"K ı l ı ğ ı n a k ıyafeti ne çok düşkü n d ü . A m a tab i i elbiseleri daha ziya
de yabanc ı lara yakı şacak, süslü şeylerd i , efendi m . B i l m e m ne demek
istediği m i anlatab i l iyor muyu m ? Ama tabii bu d a normaldi . Zi ra ke ndisi
de yabancı yd ı . Sonra saçları na ve b ı y ı ğ ı n a d a çok önem veri rdi . "
"Ah , Poirot' n u n o ü n l ü bı yığ ı ." Arkadaş ı m ı n b ı y ı ğ ı yla ne kadar övün
düğü n ü h atı rlam ıştı m . Kalbi m burkuld u .
George sözleri ne devam etti . " B ı yı ğ ı konusunda ç o k titizdi . Tabii
b ı y ı ğ ı n ı n biçi m i pek d e modaya uyg u n deği l d i . Ama bu kendisine çok
yakı ş ı rd ı , efendi m . Bilmem ne demek i stediğ i m i anlatabi liyor muyu m ?"
Anlad ı ğ ı m ı söyledi m . Sonra da usu lca nezaketle ekled i m . "Herhal
de Poirot yal n ı z saçları n ı değ i l , b ı y ı ğ ı n ı da boyuyordu . . . "
- 1 56 -
"Şey. . . B ı y ı ğ ı n ı bi raz boyuyord u . . . Ama saçları n ı deği l . . . Son y ı l lar
da bundan vazgeçm işti . "
"Saçma," ded i m . "Poirot' n u n saçları kuzg u n i siyaht ı . B u o kadar d a
anormaldi ki , saçları sanki perukmuş g i b i d u ruyord u bu yüzden . "
George özür d i lermiş gibi öks ü rd ü . "Affeders i n i z efe ndi m , fakat o
gerçekten peru ktu . Mösyö Poirot' n u n saçları son zaman larda dökü l
meye başla m ı şt ı . B u yüzden bi r peru k ald ı yd ı . "
B i r i n s a n ı yak ı n arkadaş ı ndan çok uşağ ı n ı n daha i y i tan ı m a s ı n ı n
pek garip bir şey olduğunu düşünd ü m . Sonra beni şaş ı rtan o kon u ya
döndüm tekrar. "Poirot' n u n seni neden yanı ndan uzaklaşt ı rd ı ğ ı n ı ger
çekten b i lmiyor m u s u n ? Bi raz düşü n , düşü n . "
George bu i steği m i ye ri ne getirmeye çal ı şt ı . A m a o n u n doğru d ü
rüst düşünmeyi p e k d e başaramad ı ğ ı belliydi . N i h ayet, "Sadece ş u n u
söyleyebilirim efendi m , " dedi . " Mösyö Poirot, s ı rf C u rtiss'i tutabi l m e k
için b e n i bu raya yollad ı . "
"Curtiss'i m i ? A m a Poirot neden C u rtiss'i tutm ayı istes i n ? "
George tekrar öksürdü. " Doğrusu b u n u n sebeb ini b i l miyoru m ,
efendi m . C u rtiss'i gördü m . O bana . . . affedersiniz efendi m . . . pek d e akı l
l ı bir adam m ı ş gibi gelmedi . Tabii güçlü kuvvetliydi ama asl ı nda C u rtiss,
M ösyö Poi rot ' n u n hoşlanacağ ı s ı n ı ftan bir i nsan da değildi. Yan ı l m ı yo r
s a m , C u rtiss bi r zamanlar bir akı l h astanesinde hademelik etm i şti . "
George'a bakakald ı m .
C u rtiss !
P o i rot bu yüzden m i bana fazla açı l m a m akta ı s rar etm i şti? C u r
tiss . . . Ü zerinde h i ç durmad ı ğ ı m o adam . . . Evet, Poi rot be n i m esrarl ı X . ' i
bulabilmek i ç i n Styles'daki m ü şteri leri i ncelememe raz ı olm uştu . A m a
X as l ı nd a m ü şteri değ i l d i .
C u rtiss !
B i r zamanlar t ı m arhanede h adem e l i k yapan C u rtiss. Ve ben b i r
yerde akı l h astaneleri v e t ı m arhanede yatan h astaları n bazen o rada
yard ı mc ı olarak çal ı ş m aya başlad ı kları n ı okumam ı ş m ı yd ı m ?
Acayip, ağ ı r zekal ı , aptal s u ratl ı b i r ada m . Kendi nce, gari p , deği
ş i k b i r sebep yü zünden c i n ayet işleyebi lecek b i r tip . . .
Eğer öyleyse . . . Eğer öyleyse . . .
B i rdenbire s ı rt ı mdan ağ ı r b i r yük kalkm ı ştı sanki ! C u rtiss? . . .
- 1 57 -
Son uç
"Aziz dostu m ,
Sen b u satı rları o kuduğun s ı rada ben öleli dört a y geçmiş olacak.
Bütü n b u n ları yaz ı p yazmamak konusunda çok düşündü m . Ve so nun
da biri nci, i k i n c i 'Steyles Olay ı ' n ı n içyüzünü öğren m e nin gere ktiğ i ne ka
rar ve rd i m . Ayrıca sen i n , bu mektubu okuyu ncaya kadar türlü o lmaya
cak varsay ı m lar yü rüttüğü n ü ve belki de bu yüzden ı stı rap çektiğ ini de
tah m i n ediyoru m .
'
A m a ş u n u söylememe i z i n ver: Asl ı nda gerçeği kol ayl ı kl a keşfet
men gerekti , dostu m . Sana her türlü ipucunu verd i m . Gerçeği anlaya
m ad ı ysa n , bunun nedeni karakteri n i n çok iyi ve kalb i n i n de güven dolu
o l m as ı . Dai m a böyleydi n zate n .
A m a h i ç olmazsa Norton'u kimin öldürdüğünü bilmen gerek. Belki Bar
bara Franklin konusunda hala bir fikrin yok ama diğerini anlamalıyd ı n . Her
halde Barbara Frankli n meselesi de seni sarsacak.
Başı ndan başlayal ı m . Bildiğin gibi seni çağ ı rtt ı m . Sana i htiyac ı m ol
duğunu söyled i m . Bu doğruyd u . Senin ben i m kulaklar ı m ve gözleri m gö
revi ni yapman ı istediğimi açı klad ı m . Bu da doğruydu yine. Çok doğruy
du ama senin anlad ı ğ ı n anlamda değ i l ! Sen beni m istedi kleri m i duyacak
ve yine ben i m istedikleri m i görecekti n .
- 1 58 -
Sana olayı anlatı rken haks ı zca davrand ı ğ ı mdan yakı n d ı n , aziz
dostu m . Bildiğim şeyleri sana aç ı klamaya yanaş m ı yo rd u m . Yan i , sana
X . ' i n ki m olduğ u n u söylemeyi reddediyord u m . Bu doğruyd u . Ama böy
le yapmak zoru ndayd ı m . Fakat sana açı klad ı ğ ı m nedenlerden dolayı
da deği l . As ı l sebebi şimdi öğre neceks i n .
Şimdi sen i n le X meselesi ni i n ce leyeli m . S a n a çeşitli vakaları n b i r
özeti ni göste rd i m . Ve ayrıca o l ayda suçl a n ı lan ya da kuşku duyulan
kimsen i n , gerçekte n söz ko nusu olan cin ayeti işlemiş olduğunu söyle
di m . Olayları n başka çöz ü m yo lu da yoktu . Ondan sonra sana i ki nci
önemli noktay ı aç ı klad ı m : Her vakada X. ya cinayet yeri n i n civarı nda
gözükm üştü ya da bu meseleyle yakı ndan i l g i si vard ı . O zaman bütün
bunlard an çabucak b i r sonuç çı kard ı n : İ ş i n garibi bu hem doğruyd u ,
hem de yan l ı ş . Sen bütü n ci nayetleri X . ' i n i ş l e m i ş o l d u ğ u n u söyledi n .
Gelgelelim dostu m , h e r vakada veya hemen hepsinde koşu l lar öy
lesine s ı ralanm ı şt ı ki , ci nayeti ancak suçlan ı lan ki mse işlemiş o labi l i r
d i . Öte taraftan , böyle olduğu takdi rde X . ' i n varl ı ğ ı nas ı l izah edi lecek
ti? Polisten veya bir h u kuk firmas ı ndan bi ri d ı ş ı nda bir erkeğ i n ya da b i r
kad ı n ı n b e ş cin ayete b i rden karışması hiç de n o r m a l say ı l acak b i r şey
değ i l d i r. Anlayacağ ı n böyle bir şey o l m az ! Hiç ki mse, kendinden e m i n
bi r tavı rla, ' Be n b e ş kati l tan ı m ı şt ı m , ' diyemez. Hay ı r, hayı r, dostu m , b u
m ü mkün değ i l d i r . . . İ şte b ü t ü n bu vakalarda acayip b i r d u ru m l a karş ı
karşıyayd ı k. X . adeta b i r katalizatörd ü . B i l d i ğ i n gibi i ki madde aras ı nda
b i r tepki , ancak b i r üçüncü madde . . . yani b i r katali zatör olduğu zaman
o l u ş u r. Ama katalizatör tepki ye kat ı l m az ve h i ç değişmez. D u ru m böy
leyd i . Yan i , X . ' i n b u l u nduğu yerde ci nayet oluyord u . Fakat X. bu cina
yetlere doğrudan doğruya kat ı l m ı yo rd u .
Acayip, anormal b i r d u ru m ! O zaman meslek h ayat ı m ı n sonu nda
n i h ayet m ü ke m m e l b i r kati lle karş ı laşm ış olduğ u m u anlad ı m . Bu katil
öyle b i r te knik kullan ı yordu ki , ke ndisi n i hiçbir zaman bir cinayetle suç
layamazlar, mahkum edemezlerd i .
Şaş ı lacak bi r şeyd i . Ama ye ni bir mesele de değ i l d i . Ard ı ard ı n a
paralel olaylar görü l m ü ştü . Ve şimdi sana b ı rakt ı ğ ı m ipuçlarından i l ki
ne geliyoruz. Othello piyesine. İ şte o eserde, X . ' i n ş a h a n e b i r şeki lde
çiz i l m i ş orjinaliyle karş ı l aş ı yoruz. l ago gerçekten m ü ke m m e l bi r kati l .
Desde mona' n ı n , Cassio ' n u n . . . v e h atta Oth e l l o ' n u n kendisi n i n . . . ö lü-
- 1 59 -
m ü n ü n as ı l soru m l u s u l ago asl ı nda. B u n l a r l ago' n u n cinayetleri. O n u n
planlad ı ğ ı v e u ygulad ı ğ ı öl ü m ler. Ve o bu daire n i n d ı ş ı nd a kal ı yor. K i m
se ke ndisi nden kuşku lanm ıyor . . . ya da istese ö y l e yapab i l i r. Ç ü n kü si
z i n büyük S h akespeare'i n i z h ayatı n ı n neden olduğu bir soru n u çöz mek
zoru nda. l ago ' n u n m askesi ni düşürmek için pek beceriksizce bir yön
teme başvu ruyor. Mendile . . . Bu hiç de l ago' n u n genel tekni ğ i ne uyan
b i r şey değ i l . İ nsan bu potu l ago ' n u n k ı rd ı ğ ı n ı bile düşün üyor.
Evet, işte l ago'nu nki gerçekten m ü ke m m e l b i r cinayet işleme sa
n at ı . Adam aç ı k açı k bir tek teklif ya da ö neride bile b u l u n m uyor. H atta
d ai m a diğerleri n i n şiddetli h areketlere g i rişmeleri ni önle meye çal ı ş ı yo r,
dehşetle, açıklanan şüpheleri reddediyor. Ama bu kuşku lar da o söyle
yinceye kadar hiç kimse n i n akl ı na gelmiyo r, o d a başka !
Ve ayn ı tekni k 'John Fergueson' piyesi nin o parlak üçüncü perdesin
de görülüyor. 'Sap ı k' Clutie Joh n , başkaları n ı kendisinin nefret ettiği ada
m ı öldü rmeleri için ikna ediyor. Psikolojik etki nin mükemmel bir örneği bu.
Şimdi , ş u n u anlamal ı s ı n , Hasti ngs. H e rkes b i r katil aday ı d ı r asl ı n
da. Herkes zaman zaman öldürme isteğ i ne kap ı l ı r. A m a bu konud a b i r
ş e y de yapamaz. Başkalar ı n ı n , ' B e n i ö y l e k ı zd ı rd ı ki , o n u rah atl ı k l a ö l
d ü rebi l i rd i m ! , ' ' Ö yle d e d i ğ i için B . ' n i n g ı rtlağ ı n ı s ı kab i l i rdi m , ' ' Ö yle k ı z
m ı şt ı m ki , baş ı na bir şey vurup o n u gebertebi l i rdi m !' ded i ğ i n i ki m b i l i r
kaç defa duyd u n ? Asl ı nda bu sözler doğrudur. Ö yle anlarda i nsan ı n
belleği çok berrakt ı r. O adam ı veya kad ı n ı öldü rmeyi ister. Ama bunu
yapmaz. Ç ü nkü bunu yapabi lmek için i rade n i n isteğ i n emrine gi rmesi
gereki r. Küçük çocuklarda bu fre n henüz m ü ke m m e l bi r şeki lde çal ı ş ı r
h alde değ i l d i r. Kendisine öfkelendiği içi n , "Doğru otu r, yoksa baş ı n a bir
şey vurup seni öldürürü m , ' diyen küçü k bir çocuğu h atı r l ı yoru m . Ger
çekten de böyle yapm ıştı . Bir dakika so n ra da kendisi n i n tekrar canla
n ı p ayağa kalkmaması karş ı s ı nd a dehşete düşmüştü . Ç ü n kü asl ı nda
kendisini ge rçekten çok seviyo rd u . . . Dediğ i m gibi hepi m i z de asl ı nda
kati l adayları y ı z . X.'in sanatı ise şu radayd ı : O, c i n ayet isteğ i n i uyand ı r
m ı yo r, yal n ı zca b u n a olan normal ve uyg u n karş ı koymayı o rtadan kal
d ı rıyord u . Uzun uzun çal ışmalar sonunda m ü kem mel bir hale soktuğu
b i r sanattı bu o n u n . X . zayıf bir noktaya gitgide artan bir baskı yapabi l
mek içi n uyg u n keli meyi , uyg u n sözü biliyord u . B u n u n as ı l bir ifadeyle
söyleyeceği ni de. Bu yapı labili necek bir şey. X. de bunu ku rban ı kuşku-
- 1 60 -
landı rmadan başarıyord u . İ pnotizma değildi b u . İ pnotizma h içbi r zaman
başarı l ı olamazd ı . Bu tekni k daha si nsice, daha öldürücü bir şeyd i . Bu,
bir insan ı n içinde beliren kapatılabi lecek bir çatlağ ı , zo rla, güç kullana
rak daha geniş bir d u ru m a sokmakt ı . B i r i nsan ı n en iyi taraf ı n ı uyand ı
rıyor ve b u n u en kötü yönüyle bi rleşti riyo rd u .
B u n u n ne olduğunu b i l men gerek. H astings. Çünkü ayn ı şey sen i n
de baş ı n a geld i . . .
Belki art ı k seni öfkelendiren ve akl ı n ı karıştı ran baz ı sözleri m i n ne
anlama geldiğ i ni anlamaya baş l ı yors u n . Ben işleni lecek b i r suçtan söz
etti ğ i m zaman her seferi nde de ayn ı c i n ayeti kastetmiyord u m . Sana
Styles Köşkü ' n e b i r m aksatla geldiğ i m i söyled i m . ' B u raya geldi m , ' de
dim. 'Çünkü b i r c i n ayet işle necek. Be n i m b u ko nuda bu kadar kesi n ko
nuşmam seni şaş ı rtt ı . Gelge lelim emin o l m a m ı n çok önemli bir sebebi
vard ı . Ç ü n kü . . . o cinayeti ben kendim i şleyecekti m . . .
Evet, dostu m . B u çok acayip, gülünç ve . . . korku nç bir şey ! Ben cina
yetleri tasvip etmezdim. Ben insan h ayatı n a çok değer veri rd i m . Ve ben
meslek h ayat ı m ı bir cinayet işleyerek sona erdird i m . Belki de bunun ne
deni kendimi çok dürüst bulmam, bu bakı mdan çok takdir etmemdi. İ şte
bu yüzden sonu nda bu korku nç sorunla karşı laşt ı m belki de. Çünkü , Has
tings, bu n u n iki yönü var. Benim hayatta bütü n amac ı m masum ları koru
mak . . . cinayetleri önlemekti . Ve şimdi bunu ancak cinayet işleyerek yeri
ne geti rebilecekti m . Kanun X.'e dokunamazd ı bile. Bu bakı mdan hiç şüp
hen olmas ı n . Emniyetteydi o. X.'i yenmek için başka hiçbi r yol da yoktu.
Ama dostu m , yine de bunu istem iyord u m . Ne yap ı l m as ı gerektiğ i
ni a n l ı yo rd u m ama e l i m buna varm ıyord u . T ı p k ı Ham let gibiyd i m . . . D a
i m a o kötü g ü n ü ileriye at ıyord u m . . . O n d a n sonra cinayet denemesi ya
p ı ld ı . .. Bayan Luttrel l az kals ı n öl üyord u .
Hastings, çok me raktayd ı m . S e n d a i m a en be l i rl i şeyleri görür
d ü n ? Acaba bu sefer de yine öyle olacak m ı yd ı ? Oldu tabi i . İ lk tepki ni
a n ı m s ı yoru m . Norto n'dan bi raz şüphele ndi n . Ve çok hakl ı yd ı n . Çü nkü
asl ı nda X . Norto n ' d u . Asl ı nda Norto n'dan kuşku lanman için hiçb i r ne
den yoktu . Yal n ı zca yar ı m ağ ı z l a onun di kkati çekmeye n b i r adam ol
d u ğ u n u söylemişti n . Ve o anda gerçeğe yaklaş m ı şt ı n , H asti ngs.
N o rto n ' u n yaşam öyküsünü di kkatle i n celedi m . Ukala ve aksi b i r
kad ı n ı n t e k oğ luyd u . H i çbir z a m a n baş ı n a b u y r u k olamam ı ştı . Başka-
- 1 61 - . . . Ve Pe rde İndi / F: 1 1
!arı n a tes i r edeb i lecek bi r tip de değ i l d i . Güçlü b i r kişiliği yoktu . Hafifçe
topallad ı ğ ı ndan okulda oyu n lara katı lam ıyord u .
B a n a anlattı ğ ı n en ö n e m l i şeylerden bi ri Norto n ' l a i lg i l iydi . Çocu k
ken okulda ö l ü bi r tavşan gördüğü zaman çok fena o l m u ş ve arkadaş
ları da ke ndisiyle alay etm işlerd i . Bu olay ı n Norto n'u çok etki lemiş ol
duğunu san ı yo ru m . Şiddet hareketle ri nden ve kandan tiksi niyord u . Bu
yüzden arkadaşları n ı n gözü nden d ü ş müştü . Bence N o rton fark ı n a var
madan o n ları n tekrar gözü ne gi rmeyi istedi . B u n u ces u r ve amansızca
d avranarak yapacakt ı .
Yan ı l m ıyorsam Norton daha pek gençken başkaları n ı etkileme gücü
olduğunu keşfetti . Sempatik bi r adam , sab ı rl ı bir dinleyiciydi. Herkes on
dan hoşlanıyordu ama kendisine pek de dikkat etmiyorlard ı . İ şte bu da
Norton'u kızd ı rıyord u . Sonra bu duru mdan faydalanm aya başlad ı . Norton,
uygun sözleri kullanmak ve uygun telki ni sağlamak su retiyle i nsanları et
kilemenin gülünç denilecek kadar kolay olduğunu anlad ı . Gerekli olan on
ları anlayabi lmekti . Düşü nceleri ni okumak, gizli tepki ve istekleri n i sezmek.
Böyle bir b u l u şu n , Norton'un kend i s i n i fevkalade güçlü h i ssetme
sine sebep olduğunu tah m i n edebi l i rsi n . H asti ngs. Kendisi , h e rkesin
hoşlan d ı ğ ı ve aşağ ı gördüğü Stephen Norto n , başkaları n ı istemedikle
ri şeyleri yapm aya sü rükleyeb i liyord u . Veya o n l arı n istemedikleri n i
sand ı kları şeyleri . . . Bu sözüme di kkat et , H asti ngs.
Norron'u gözleri m i n önünde canland ı rabi liyoru m . Bu gücünü gelişti
riyord u . Yavaş yavaş dolaylı bir şekilde şiddet hareketlerinden zevk alma
ya başlıyordu. Kendisi nin böyle hareketler yapm ası olanaksızd ı . Çünkü
onda o güç yoktu. Zaten kendisiyle de bu yüzden alay etmemişler miyd i ?
Evet, Norto n ' u n bu merakı gelişti , gelişti v e sonunda bir tutku vaz
geçi l mez bir şey h a l i n i ald ı ! Bu uyuşturucu bir madde g i biyd i , Hasti ngs.
Afyon ve kokai n gibi a l ı şkan l ı k yapan bi r şey.
Uysal ve müşfik Norton asl ı nda sadisti n bi riyd i . ıstı rap, manevi iş
kence tutkunuydu o. Son y ı l larda dü nyada bu sal g ı n halini de ald ı zate n .
B u şiddet hareketleri Norton'un i k i ihtiras ı n ı besliyordu : Sadistli k ta
raf ı n ı ve güç isteği n i . O, Norton, eli nde h ayat ve öl ü m anahtarlar ı n ı tutu
yordu artık.
Bütü n uyuşturucu madde kullananlar gibi , o da tutkusu olduğu şeyi
istiyord u . Kurban üstüne ku rban buluyord u . Norto n'un benim izi ni buldu-
- 1 62 -
ğ u m o beş cinayetten daha fazlas ı n a karış m ı ş olduğundan e m i n i m .
Adam , o b e ş vakada da ayn ı rolü oynad ı . Etherington'u tan ıyord u . B i r
yaz ı Riggs'in oturduğu köyde geçirdi v e adamla oradaki meyhanede iç
ki içti . Freda Clay ad l ı kızla bir deniz yolculuğu s ı ras ı nda tan ışt ı . K ı z ı n ka
fas ı nda pek de açı k o l m ayan birtakı m fikirler belirmişti . Freda C lay, yaş
lı teyzesi n i n ölümünün iyi bir şey o lacağ ı n ı düşünüyord u . Bu olduğu tak
dirde zava l l ı teyzeciği ı st ı rap çekmekten ku rtulacak, kendisi de mali ba
kı mdan rahata kavuşarak h ayat ı n tad ı n ı çı karacakt ı . Norto n , k ı z ı n bu ta
raf ı n ı işled i . Adam Litchfield'lerin de ahbabıyd ı . Margaret Litchfield, Nor
ton'la konuşu rken kendisi n i , kız kardeşleri n i müebbed hapisten ku rtaran
bir kahraman gibi görüyord u . Fakat Hastings, bence bu i nsanlar Nor
ton ' u n etkisi nde kalsalard ı , hiçbir zaman o cinayetleri işlemezlerdi.
Şimdi Styles'da olanlara geleli m . Bir süreden beri Norto n ' u n izi ndey
d i m . O, Franklin 'lerle tan ı ş m ı şt ı . Burnu m a hemen teh l i ke kokusu gelme
ye başlad ı . Şunu anlamal ı s ı n : Norton'un etki yapabi lmesi için yine orta
da bir şey, bir nüve o l m as ı gerekti . Neticede i nsan ancak toh u m u olan bir
şeyi geliştirebilir. Ö rneğin ben Othello' n u n kafas ı nda Desdemona' n ı n
kendisine olan sevgisi n i n sadece genç bi r kı z ı n çok tan ı n m ı ş b i r cenga
vere karş ı duyduğu heyecanl ı , ateşl i , dengesiz bir hayranl ı k olduğuna
dair bir kuşku n u n yerleşmiş olduğuna inan ıyoru m . Bu bir kad ı n ı n , bir er
kek olarak Othel lo'ya karş ı duyduğu o dengeli sevgi değildi. Hatta belki
de Othello, Desdemo na'n ı n as ı l eşi nin Cassio olduğu nu ve genç kad ı n ı n
zamanla b u n u anlayacağ ı n ı da sezmişti .
Frankli n'ler bizi m Norton içi n pek hoş birer adayd ı lar. Tü rlü şey ola
bi l i rdi ! Hastings, herhalde art ı k Frankl i n ' i n Judith'e aşı k oldu ğ u n u , kızı n ı n
da o n u sevdiğini anlad ı n . (Akl ı baş ı nda b i r i nsan bunu hemen fark eder
d i . ) John Franklin'in sertliği, Judith'e hiç bakmamas ı , nezaket kuralları n ı
bi r tarafa b ı rakması adam ı n J udith'e ç ı l g ı nca aş ı k olduğunu aç ı klamal ıy
d ı sana. Gelgele l i m Frankli n , karakter sahibi , azi m l i bir adam. Konuşma
s ı n ı n rom anti klikle hiç i lgisi yok. Acı m as ı zca gerçekçi o. Fakat D r. Frank
lin ayn ı zamanda kesin prensip sahibi de. Ve bir erkeği n seçtiği karı s ı n ı
hiçbi r zaman boşamaması gerektiğine inanıyor.
Judith, Franklin'e çok aş ı ktı ve on u n için de ı stı rap çekiyord u . Artık
bunu sen bile fark etmeliyd i n . Kızın, kendisini gül bahçesinde bulduğun
g ü n senin gerçeği anlad ı ğ ı n ı san m ı ştı . İ şte bu yüzden sana öyle öfkeyle
- 1 63 -
bağ ı rd ı . Karakteri Judith gibi olanlar kendi lerine ac i m as ı ndan, merh amet
dolu sözler söylemesi nden hiç hoşlanmazlar. Bu onlar için aç ı k bir yara
ya doku n m ak gibi bir şeyd i r.
Judith son ra senin Allerton'dan şüphe ettiğ i n i anlad ı . S e n i n buna
daha d a i n a n m a n ı sağ l ad ı . Böylece sen k ı z ı n ı n yaras ı n ı d a h a da deş
meyecek, beceriksizce sözler etm eyecekti n . J u d ith , bir a n u m utsuzlu
ğu yüzünden tesel l i bulabilmek için Allerto n ' l a flört etmeye de kalk ı şt ı .
O n u n ne tipte b i r e rkek olduğunu çok i y i b i liyord u . Allerton o n u eğlen
d i riyo r, ke ndisine dertleri ni u nuttu ruyordu . Ama Judit h ' i n o n a karş ı h i ç
b i r duygusu yoktu .
Tabii Norton, işin içyüzünü çok iyi biliyord u . Frankl i n üçlüsünden çok
umudu vard ı . Herhalde önce Franklin'i etkilemeye çal ı ştı ama başarı sız
lığa uğrad ı . Dr. Franklin, Norton'unki gibi sinsi, zehirli telkinlere karş ı ba
ğışıklığı olan tek insan tipi. Franklin'in berrak, iyi çal ı şan bir kafası var. Her
şey onun için gayet kesi n. Adam kendi duyguları n ı da çok iyi biliyor. D ı ş
baskılara karşı da s o n derece güçlü. Ayrıca Franklin'in hayatı n ı n en bü
yük ihtiras ı , işi . Çal ışmaları na dald ı ğ ı için zayıf tarafı da fazla yok.
Norton, Judith konusunda daha başarı l ı oldu. Adam, faydası z h ayat
lar konusunu ustal ıkla işled i . Judith bu prensibe gerçekten inan ıyord u .
Bu nun , kendi g i z l i isteklerine çok uyduğunu da görmemezlikten gelmeye
çal ışıyordu. Norton ise onun bu gizli istekleri nin çok işine yarayacağ ı n ı n
farkı ndayd ı . Adam b u konuda çok zekice davrand ı . Kendisi diğer görüşü
savu ndu. Judith 'in böyle bir şey yapamayacağ ı n ı söyleyerek, onunla
usulca alay etti . Judith'in kesin bir şekilde h areket etmek için yeterli cesa
reti olmad ı ğ ı n ı söyled i . "Bütün gençler böyle iddialarda bulunurlar! Ama
bu konuda hiçbir şey de yapmazlar!" Ne kadar ucuz ve bayağ ı bir alay,
değil m i ? Ama bunun ne kadar s ı k etkisi olur. Hasti ngs! Bu çocuklar as
l ı nda ne kadar savu nmasız i nsanlar! Farkı nda değiller ama kendilerine
meydan okundu mu, hemen harekete geçmeye kalkışıyorlar!
Faydasız Barbara ortadan kalktı m ı , Judith'le Frankl i n'e yol açı l m ış
olacaktı . Tabii bu h içbi r zaman açı kça söylen miyordu. İ m a bile edilmiyor
d u . Aksine, kişisel çıkarların meseleyle hiçbi r ilişkisi olmadığı iyice belirti
liyord u . Hiçbir i lişkisi olmad ı ğ ı . Çünkü Judith , böyle bir i l işkiyi fark ettiği an
müthiş bir tepki gösterecekti. Fakat Norton gibi korku nç bir cinayet tutku-
- 1 64 -
nu için bir aday yeterli değildi. O, her tarafta zevk alabileceği zavall ı lar bu
lunuyordu. Böylece Luttrell'lerin üzerinde de durdu .
Geriye dön ve düşün, Hasti ngs. Briç oynad ı ğ ı m ı z i l k akşam ı a n ı m
s a . Norton o ndan sonra sana düşündü kleri ni öyle yü ksek sesle söyledi
ki , Albay Luttrell'in bunları duymas ı ndan korktu n . Tabii ! Asl ı nda N o rton
adam ı n bu sözleri duymas ı n ı istiyordu zaten ! Adam , bu kon u n u n üzeri n
de d u rmak, onu d a h a belirli v e tabii daha ağ ı r bir h ale sokmak i ç i n her
fı rsattan faydaland ı . Ve sonunda bütü n bu çabaları başarı l ı so nuç verd i .
Olay sen i n burn u n u n dibi nde oldu , H asti ngs. Ve s e n bunu fark etmed i n
b i l e . Temeller çoktan atı l m ıştı . Luttrell gitgide duru m u n u n ağ ı rl ı ğ ı n ı daha
fazla duymaya başlam ıştı . Herkese, özellikle diğer erkeklere pek g ü l ü nç
gözü ktüğünün farkı ndayd ı . Karıs ı na karş ı iyice derinleşmeye başlam ı ş
o l a n bir öfke duyuyordu.
Olanları iyice anı msamaya çal ış. Norton susad ı ğ ı n ı söyled i . (Acaba
Bayan Luttrell'in evde olduğunu ve kocas ı n ı göreceğini biliyor muydu?)
Asl ı nda Albay Luttrell cömert bi r ev sahibiydi. Norton'un sözleri ni duyun
ca, adam ı n beklediği tepkiyi gösterdi. Size içki teklif etti . Hepiniz de cam
l ı kap ı n ı n önünde oturuyordunuz. Karı sı odaya g i rdi ve o kaçı n ı lmaz tar
tışma oldu . Luttrell dışarı çıkt ı . Uygun şekilde rol yapılsayd ı , olay da ora
da kapan ı rd ı . Bu işi Boyd-Carrington iyi başard ı . (O, oldukça tecrübeli dip
lomasiden anlayan bir adam. Ama rastlad ı ğ ı m i nsanları n en ukala ve iç
s ı kıcı larından da biri . Yani tam senin h ayran olacağ ı n bir tip!) Hasti ngs,
sen de duru m u idare edebi lirdin o akşam. Ama Norton telaşla konuşma
ya başlad ı . Aptal aptal bir şeyler söylüyor, pot üstü ne pot kı rıyord u . Böy
lece duru m u daha da kötü bir hale soktu . Norton briçten söz etti. Ve böy
lece Luttrell'e diğer guru r kı rıcı sahneleri h atı rlattı . Sonra adam durup du
ru rken av kazaları ndan söz açt ı . Ve o zaman u mduğu şey de oldu . Boyd
Carri ngton denilen o bu nak, o kafas ız ah m ak kardeşi ni vuran İ rlandalı öy
küsünü anlatmaya başlad ı . Hem de tam zamanı nda. Ve, Hasti ngs, asl ı n
da bu hi kayeyi Boyd-Carrington'a Norton anlatmıştı daha önce. Çünkü
yaş l ı bunağ ı n uygun bir şekilde teşvik edildiği zaman hemen bunu anlat
m aya koyulacağ ı n ı biliyordu. Anlayacağ ı n sonuncu , en etki li telki ni yapan
Norton'un kendisi olmayacakt ı . Ne münasebet !
Artık her şey h az ı rd ı . Etkenler birikmişti . Bardak taşmak üzereydi .
Luttrell e v sahipliği yapmaya çal ı ş ı rken azar işitmişti . Diğer erkekleri n
önü nde utan ı lacak bir duru m a düşmüştü. Onları n kendisi hakkında, 'O,
- 1 65 -
hiçbi r şey yapamaz. Daima karı s ı n ı n şirretliklerine usulca boy u n eğecek,'
diye düşündükleri n i biliyordu. Bu gururunu fena halde yaral ıyo rdu onun.
Sonra önü nde kaç ış yolu açı ld ı . Tüfek ... Av kazaları ... Kardeşi n i vu ran bir
adam ... Ve sonra birdenbi re karı s ı n ı n otları n aras ı nda belire n kafas ı . . .
"Çok emin . . . sadece bir kaza . . . Onları göstereceği m ! . . . Allah onu kahret-
sin ! . . . onun ölmesini istiyorum . . . Ö lecek de!"
Fakat adam karı s ı n ı öldürmedi , H asti ngs. Ben, Luttre l l ' i n daha
ateş ede rke n içg ü d ü lerine uyarak yan l ı ş nişan ald ı ğ ı na i n a n ıyoru m .
Çünkü as l ı nda o ku rşu n u n hedefi bulmas ı n ı i ste m i yo rd u . Sonra . . . son
ra o korku nç etkiden kurtu ldu. Daisy onun karı s ı yd ı . Her şeye rağ men
çok sevdiği kad ı n .
Böylece Norton'un cinayetlerinden biri başarıya erişemed i .
A m a ondan sonraki denemesi ? Ondan sonra listede s e n vard ı n ,
Hastings. B u n u n farkı nda m ı s ı n bilmem? Geriye d ö n , h e r şeyi h atı rlama
ya çal ış. Sen, beni m dürüst, müşfik Hastings'i m . O kafandaki bütü n zayıf
noktaları keşfetm işti . Bütü n dürüst ve vicdanl ı olanları n ı da.
Allerton seni n ilk görüşte hoşlanmad ı ğ ı n ve korktuğ u n tipte bir er
kekti . Se n i n o rtadan kald ı rı lması gerektiğini düşündüğün bir tip. Allerton
hakkı nda duyd u ğ u n ve düşündüğün her şey de doğruyd u . Norton sana
o nu n h akkı nda bir h ikaye anlattı . Görünüşte bu doğruyd u . (Ama asl ı n
da i lişki kurd u ğ u k ı z ı n sinirleri zayıft ı . Ailesinde anormal ki mseler vard ı .)
Bu h i kaye senin gibi ı l ı m l ı ve eski kafal ı bir i nsan ı etki leyecek gibiy
di. Allerton i ğ renç bir adamd ı . Kı zları baştan çı karı yord u . Onları mahve
diyor ve ke ndileri n i öldürmeleri ne neden ol uyord u . Norto n , Boyd-Car
rington'a da aç ı l d ı . Ona, senin kulağ ı n ı bükmesi ni söyled i . Sen de so
nunda Judith'le konuşmak zoru nda kald ı n . Ve tabii Judtih önceden de
tah m i n edebi leceği n gibi , hemen h ayat ı n ı bildiği gibi yaşayacağ ı n ı h ay
k ı rd ı . O zaman durumun pek kötü olduğuna inand ı n .
Norto n ' u n se n i n h angi tarafları n l a oynad ı ğ ı n ı n farkı nda m ı s ı n ? K ı
z ı n a olan sevg i n . Seni n gibi b i r adam ı n çocukları ko nusu nda d uyduğu
o eski tarz , müthiş soru m l u l u k hissi. Kendi ke ndi ni bi raz önemli say
m a n . ' B i r şey yapmal ı y ı m . Çünkü her şey bana bağl ı . ' Sana yol göste
ren karı n ö l m ü ş olduğu için kendini aciz h i ssetm e n . Sadakat ı n . ' Karı m ı
h ayal k ı r ı kl ı ğ ı n a u ğ ratm amal ı y ı m . ' Bundan b aşka diğer zayıf tarafları n .
Yani . . . Kendi ni beğenmişliği n . Ve sonunda erkekleri n çoğ u n u n kızları
h akkı nda besledikleri o his: Yavru ma ki mse l ay ı k değ i l d i r ! M antıks ı zca
- 1 66 -
bir k ı skançl ı k ve kı z ı n ı a l ı p götüren adama karş ı duyulan nefret. Nor
ton b i r virtüöz gibi bütü n bunlarla oynad ı . Ve sen ona karş ı l ı k verd i n .
S e n her şeyi o l d u ğ u g i b i kabul eders i n . Hem de kolayl ı kl a . Daima
böyleyd i n . Allerto n ' u n yazl ı k pavyo nda kon u ştuğu ki msen i n J udith ol
duğ u n u hemen kabul etti n . Halbuki k ı z ı n ı o rada görmedin. H atta onun
konuştuğunu duymadm bile. İ ş i n en şaş ı l acak tarafı e rtesi sabah hala
Allerto n ' u n randevu verdiği ki mseni n J u d ith olduğunu san ıyo rd u n . K ı
z ı n fi kri ni değişti rmiş olduğu i ç i n sevi niyord u n .
E ğ e r zahme t edip olayları i n celeseyd i n , Judith ' i n o g ü n Londra'ya
gitmesi n i n söz ko nusu o l m ad ı ğ ı n ı öğre n i rdi n . Ve sen en bariz bir şeyi
de fark etmed i n . O gün köşkten ayrı lacak olan biri vard ı . Ve o i z i n l i ç ı
kamad ı ğ ı içi n ç o k öfkelenm işti . Hemşire C rave n ! Allerto n , bir tek kad ı
n ı kovalamakla yetinecek bi r tip değ i l d i . Ada m ı n H e m ş i re C rave n ' l a
olan m acerası J u d i t h ' l e g i riştiği h afif flörtte n daha ç o k i lerlemişti .
Evet . . . Norto n ' u n m i zanseniydi yine b u .
Sen Allerton'la Judith ' i n öpüştükleri ni görd ü n . Sonra Norton se n i
sü rü kleyerek, evi n köşesini dönd ü rd ü . M u h akkak k i adam, Allerto n ' u n
biraz sonra yaz l ı k pavyonda Hemşire C raven'la buluşacağ ı n ı biliyord u .
Kısa bir tartışmadan sonra s e n i tutm aktan vazgeçti . A m a yi ne de senin
le birlikte geld i . Yaz l ı k pavyona yaklaşt ı ğ ı n zaman Allerto n ' u n konuştu
ğunu duyd u n . O sözler tam Norto n ' u n amac ı n a uyacak gibiyd i . Ondan
sonra seni çabucak oradan uzaklaşt ı rd ı . Ç ü n kü orada kald ı ğ ı n takd i rde
Allerton ' u n yan ı ndaki kad ı n ı n Judith o l m ad ı ğ ı n ı fark edebi l i rdi n .
Evet, bir vi rtüözdü Norton . Ve s e n o n u n etkisiyle hemen tepki gös
terd i n . Allerto n ' u öldü rmeye karar ve rd i n .
Ama neyse k i H asti ngs, kafas ı h a l a çal ışan bir arkadaş ı n vard ı .
Çal ışan yal n ı z kafası d a değildi o n u n .
Bu mektub u n başlang ı c ı ndan s a n a gerçeğe erişmeni kalbi n i n faz
la güven dolu o l m as ı n ı n engelled i ğ i n i söyled i m . Sana söyleni lene he
men i na n ı yorsu n . Benim söyled i kleri m e de inand ı n . . .
Halbuki gerçeğ i o kadar ko layl ı kla ö ğ renebi l i rd i n ki . George'u yol
lam ı ştı m . Neden ? Onun yeri ne daha az tecrübeli ve aptal olduğu he
m e n a n l aş ı lan b i ri n i al m ı ştı m . Nede n ? Doktor çağ ı rm ı yord u m . . . Sağ l ı
ğ ı n a d a i m a iti na göste re n b e n , dokto r laf ı n ı b i l e etti rmiyord u m . Neden?
Bana Styles'da neden gerekti ğ i n i art ı k anlad ı n mı? Benim sözleri
mi soru sormadan kabul edecek birine i htiyac ı m vard ı . M ı s ı r'dan daha
- 1 67 -
kötü h alde döndüğüme hemen inand ı n . Bu doğru deği l d i . M ı s ı r'dan
sağ l ı k d u ru m u m çok daha iyi h alde dönd ü m . Eğer bi raz zahmet etsey
d i n , bunu öğrenebi l i rd i n . Ama, h ay ı r. Bana i nand ı n . George'u yan ı m
d a n uzaklaşt ı rd ı m . Zi ra onu bacakları m ı n bi rdenbire tutmaz olduğuna
katiyen inand ı ramazd ı m . George gördüğü şeyler ko nusunda son dere
ce zeki d i r. Benim rol yapt ı ğ ı m ı hemen anlard ı .
Antwor musun, Hastings ? Çok acizmiş gibi ro l yap ıyor ve C u rtiss'i
de kand ı rıyord u m . Halbuki asl ı nda hiç de aciz değild i m . Yü rüyebiliyo r
d u m . . . Ama topal l ayarak.
Senin o akşam yukarı ç ı ktı ğ ı n ı duyd u m . Du raklad ı ğ ı n ı ve sonra da
Allerto n ' u n odas ı n a g i rdi ğ i n i fark etti m . Ve hemen teti kte beklemeye
başlad ı m . Zira kafa duru m u n u iyi b i l iyordu m .
Zaman kaybetmed i m . Yal n ı zd ı m . C u rtiss akşam yemeği yemek
içi n aşağ ıya i n m işti . Usu lca odamdan ç ı ktı m . Koridorda i l e rled i m . H afif
g ü rü ltüler bana senin Allerto n ' u n banyosunda olduğunu h aber ve riyo r
d u . Ve dostu m , senin hiç hoşlan m ad ı ğ ı n b i r şeki lde, hemen diz çöktü m
ve banyo n u n kap ı s ı n ı n anahtar deliğinden baktı m . Neyseki o rada
anahtar yoktu . S ü rgü ku llan ı yo rd u .
Uyku h aplarıyla yaptı ğ ı n işleri görd ü m . Ve plan ı n ı n n e o l d u ğ u n u
anlad ı m .
Ve ondan so n ra harekete geçti m , dostu m . Odama gitti m . H az ı rl ı k
yapt ı m . C u rtiss yu karı çı k ı nca o n a seni çağ ı rm as ı n ı söyled i m . S e n es
neyerek içeri g i rdi n . Baş ı n ı n ağ ı rl ı ğ ı ndan söz etti n . Hemen telaşlan m ı
ş ı m gibi yapt ı m . Sana i l açlar teklif etti m . E l i m d e n ku rtu labi lmek için ka
kaoyu hemen baş ı na dikti n . Ama, dostum, bende de uyku ilacı vardı.
İ şte bu yüzden odanda uykuya dald ı n . . . Sabaha kad ar uyud u n .
Uyand ı ğ ı n zaman akl ı n başı ndayd ı v e cinayet i ş lemene ramak kal m ı ş
olduğunu h at ı rl ayarak dehşetle titred i n .
Art ı k emniyetteydi n . İ nsan böyle b i r şeye i l k defa kalkışmazd ı . Özel
l i kle akl ı baş ı n a geldikten sonra.
Ama bu olay benim kesin kararı m ı vermeme neden o l m uştu, H as
tings. Başkaları n ı bi lmiyord u m ama seni iyi tanıyord u m . Sen katil değil
si n , H asti ngs. Kati l ru hlu bir i nsan değilsi n . Ama yine de as ı l acakt ı n . He
men de kati l damgas ı n ı yiyerek. Kanu n u n suçsuz sayd ı ğ ı bir adam ı n iş
lediği suç yüzü nden.
- 1 68 -
Sen, benim iyi , dürüst şerefl i H asti ngs'i m ! Benim müşfik, vicdanlı ve
çok masum arkadaş ı m !
Evet art ı k harekete geçmem gerektiğini anlıyordu m . Zaman ı m ı n pek
az olduğunu bi liyordum. Bunun için de sevi niyord u m . Zi ra ci nayeti n en
kötü taraf ı , Hasti ngs, bunun kati lin üzeri nde yaptığı etkidir. Ben, Hercule
Poirot da, şunu bunu öldürmem için bana i lahi bir hak verilmiş olduğuna
inanmaya başlayabi lirdim ... Ama neyseki bunun için zaman yoktu . So
num yakı nd ı . Ayrıca Norton'un ikimizin de fevkalade çok sevdiği bi ri ko
nusunda başarıya erişmesinden de korkuyordum. K ı z ı n ı kastediyorum . . .
Şimdi Barbara Frankl i n ' i n ölümüne geliyoruz. B u kon udaki fiki rleri ni
bilm iyoru m , Hasti ngs . Ama bir ke re bi le olsun gerçekten kuşku land ı ğ ı n ı
sanm ıyoru m .
Zira, H asti ngs'ci ğ i m , asl ı nda Barbara Franklin'i sen öldürd ü n .
·
- 1 69 -
Boyd-Carri ngton bir an evlenme teklif etmeyi düşündüğü on yedi yaş ı n
daki kıza karş ı romantikçe duygular beslemişti . Adam, Styles'e gidecekti.
Franklin'lere de gel melerini söyled i . Barbara bu daveti hemen kabul etti.
Ama sonradan sinirlenmeye başlad ı . Neredeyse ç ı ld ı racakt ı . Bu ya
kışıkl ı , zengin adam ı n kendisinden hala hoşland ı ğ ı belliyd i . Ama Boyd
Carrington eski kafa l ı yd ı . Ona boşanmas ı n ı teklif edecek bi r tip değildi.
Ve John Frankli n de boşanma düşmanıydı ... Fakat. . . John Franklin öldü
ğü takdirde o zaman her şey düzelecekti . Barbara, Lady Boyd-Carring
ton olacakt ı . Ve ondan sonra da ne m ü kemmel bir hayat sü recekti !
Bence Norton kad ı n ı n bu işe dünden raz ı olduğunu gördü .
Düşünecek o l u rsan, her şey çok belliyd i , H asti ngs. Kad ı n ı n kocas ı
n ı pek sevdiğini anlatmas ı . . . A m a tabii Barbara Frankl i n b u n u yaparken
de m übalağaya kaçtı . Kocas ı n a engel olduğu için 'her şeyi sona e rdir
mek' istediğinden söz etti .
Sonra . . . yepyeni bir iddia att ı o rtaya. G üya f ranklin'in kendi üzeri n
de deneme yapmas ı ndan korkuyord u .
B i z bu duru m u h e m e n sezmeliydik. H asti ngs. Kad ı n asl ı nd a bizi
John Franklin'in physostigmi ne'den zeh i rlenerek öl mesi olayı na h az ı rl ı
yord u . Ada m ı kimse öldürmüş olm ayacaktı . . . Hay ı r, J o h n Fran kli n , bi l i m
sel bir araştı rma u ğ r u n a ölmüş san ı l acaktı . A d a m g ü y a zarars ı z bir alka
liyi içecekti ve sonradan bunun çok öldürücü olduğu anlaş ı l acakt ı .
Kad ı n ı n bütü n h atas ı fazla aceleci lik etmesi oldu. Bana Barbara
Franklin'in, Boyd-Carrington'un Hemşire C raven'a e l fal ı na bakt ı rm as ı n
dan hiç memnun o l m ad ı ğ ı n ı söyled i n . Hemşire Craven güzel bir kad ı n
d ı ve yakışıklı erkekler de gözünden hiç kaçm ıyordu onun. Hemşire Cra
ven , Dr. Franklin'le de flörte kalkışm ı ş fakat başarı l ı olamam ı ştı . İ şte bu
yüzden de Judith'e düşmand ı . Hemşire C rave n , Allerton'la bir macera
ya girişmişti . Ama adam ı n bu konuda hiç ciddi olmad ı ğ ı n ı da biliyord u .
O n u n i ç i n e n i n d e sonunda h a l a yakı ş ı kl ı bir erkek o l a n zengi n S i r Wi lli
am'a göz dikeceği m u h akkakt ı . Ve Sir Wi l l i am da belki Hemşire Cra
ve n' ı n çekici liğine kap ı l maya d ü nden h az ı rd ı . Adam, Hemşire Craven' ı n
sağ l ı kl ı ve güzel bir kad ı n olduğunu çoktan fark etmişti .
Barbara Fra n kl i n , Boyd-Carri ngto n ' l a Hemşire Craven' ı öyle baş
başa görü nce fena h alde sars ı l d ı . Endişelendi. Hemen hare kete geç-
- 1 70 -
meye karar ve rd i . Ne kadar kısa zamanda içe doku n a n , zarif ve tesel
l i edilebilecek bi r d u l h a l i n i al ı rsa, kend isi i ç i n o kadar i y i olacakt ı .
Ve , g ü ndüz s i n i r kri zleriyle etrafı kas ı p kavurd u ktan sonra sahne
yi h az ı rlad ı .
B i l iyor m u s u n , dostu m ben i m 'kalabar fasu lyesi ' ne bayağ ı s ayg ı m
var. Çünkü bu kez ' kalabar fasu lyes i ' n i n etkisi gerçekten görü ldü . Suç
suza doku n m ad ı . Suçluyu öldürd ü .
Bayan Franklin hepimizi de odas ı na davet ett i . Tel aş l ı h a re ketler
le kahve yaptı . Senin bana anlatt ı ğ ı n a göre kendi kahve fi ncan ı kad ı
n ı n h e m e n yan ı ndayd ı . Kocas ı n ı n fi ncan ı ysa kitapl ı kta masan ı n öbür
taraf ı ndayd ı .
Ve son ra y ı l d ı zlar kaymaya başlad ı . Herkes balkona ç ı kt ı . Yal n ı zca
sen içerde kald ı n , dostu m . Sen ve bil mecen ve a n ı ları n . . . Duyg u l a rı n ı
belli etmemek i ç i n kitap l ı ğ ı çevird i n . Sh akespeare'in kitab ı n ı arıyord u n . . .
Sonra diğerleri döndüler. Ve Bayan Frankli n , çok sevg i l i bi l i m ada
mı olan kocası J o h n için h az ı rlad ı ğ ı , 'kalabar fasu lyesi ' dolu kahveyi iç
ti . John Fra n k l i n de zeki Bayan Frankl i n ' i n kendisi içi n ay ı rd ı ğ ı o zarar
s ı z kahveyi baş ı n a d i kti . Çü nkü sen kitap l ı ğ ı çevi rd i ğ i n zaman fincan
lar da dö n m ü ş ve böylece yer değişti rmişlerd i .
Ben olanları h e m e n anlad ı m . A m a bu d u ru mda yap ı lacak bi r tek
şey vard ı . Bi raz düşü necek o l u rsan, bana hak verirs i n , H asti ngs. Neti
cede ben o l a n l arı kan ı tlayamazd ı m . Bayan Frankl i n ' i n intihar etmediği
n i aç ı kl ad ı ğ ı takd i rde, hemen Frankli n'den veya Judith'den ku şkulana
caklard ı . Halbuki i kisi de suçsuzdu lar. O n u n içi n hakk ı m olan bir şeyi
yaptı m . Barbara Frankl i n ' i n o ki m seyi kan d ı rm ayan söz leri n i n üzerinde
d u rd u m . 'Her şeyi sona erdirmek .. . ' sözleri ni herkesi i nandı racak b i r
şeki lde tekrarlad ı m .
B u n u ben yaptı m . Zaten bunu başarabi lecek tek i nsan d a bendim
galiba. Ç ü n kü herkes benim sözüme i n a n ı rd ı . Ben cinayet konusu nda
tecrübesi olan bir i nsand ı m . Olay ı n intihar olduğuna i n a n ı yordu m . De
mek ki b u g e rçekten bir i ntihard ı . . .
B u mesel e n i n seni şaş ı rttı ğ ı n ı n farkı ndayd ı m . M e m n u n da değil
din. Ama All ahtan as ı l teh l i ke kaynağ ı n ı fark etmed i n .
Ama b u n u b e n gitti kten sonra düşü necek misi n ? Bu düşünce ka
fanda kara bir y ı lan gibi yatıp, zaman zaman baş ı n ı kal d ı racak m ı ? 'Ya
J udith ? .. .' d i ye f ı s ı ldayacak m ı ?
- 1 71 -
Bu olabi l i r. İ şte o n u n için bu satı rları yazı yo ru m . Se n i n gerçeği bil
men gerek.
J ü ri n i n Barbara Fra n kl i n ' i n i nti h a r ettiğ i n e karar vermesi bir tek ki
şiyi m e m n u n etm e m i şti . Norto n ' u . Adam i stedi ğ i n e erişe m e m i şti. Sana
ded i ğ i m gibi bir sadistti N o rto n . Oyu n u n baş ı ndan son u n a kadar oyna
mas ı n ı da i stiyord u . Şüphe, ko rku , kan u n u n pençesi . Bütü n b u n lardan
yoksun kal m ı şt ı . P l a n l ad ı ğ ı cin ayet altüst o l m u şt u .
Gelgele l i m sonra h e r şeyin acı s ı n ı ç ı karabi leceğ i n i fark etti . İ m a
larda b u l u n m aya başlad ı . Daha önce dürbü n l e sanki b i r şey görmüş g i
bi bir tavı r tak ı n m ı şt ı . As l ı nda o a n d a s e n d e o şüpheyi uyand ı rm ak is
te mişti . Yan i onun, Judith'le Allerto n ' u çi rki n bir d u ru md a gördüğünü
zannetm eni sağ l a m aya çal ışm ıştı . Ama bu ko nuda kesi n b i r şey söyle
memişti . Onun için bu olayı art ı k başka bir şeki lde kullanabi l i rd i .
' . . . Gördüğ ü m ü n Fran klin'le Judith olduğunu söylesem . . . ' diye d ü
şünüyord u . Tabii böylece i ntihar olayı n ı n d ah a i lg i çekici bir h a l alma
sına neden olacakt ı . H atta belki de Bayan Frankli n ' i n intihar etmediği
ni de düşün meye baş l ayacaklard ı . . .
İ şte, dostu m , b u yüzde n , yap ı l m as ı şart olan şeyi hemen u yg u l a
mam gerektiğ i n i anlad ı m . O gece sen i n Norto n ' u ben i m odama geti r
meni sağlad ı m . . .
Şimdi sana o gece o l anları anlatacağ ı m . M u h akkak k i Norto n ba
n a hazı rlad ı ğ ı h i kayeyi anlatm aktan büyük zevk alacakt ı . Ama ona za
m an b ı rakmad ı m . N o rton'a açı k çek ve kesi n bir tav ı rla kendisi hakkı n
da bütü n bildikleri m i söyled i m .
Bunları i n kara kalkışmad ı . H ay ı r, dostu m . Koltu kta arkas ı n a yasla
narak s ı rıtt ı . Evet, H asti ngs, gü lüşü başka türlü tarif edilemez. S ı rıttı
adam . 'Bu g ü l ü n ç fikri n i z konusunda ne yapmayı düşünüyorsunuz?' d i
y e sord u . O n a , ' S i z i i d a m etmek niyeti ndeyi m , ' dedi m .
'Ah , ' diye m ı rı ldand ı . 'An l ı yo ru m . H ançer m i kullanacaks ı n ı z ? Yok
sa zeh i r m i ? '
O s ı rada birlikte kakao içmeye h az ı rlan ı yo rd u k . B i z i m Mösyö N o r
to n tat l ı şeylere çok düşkü n d ü .
' E n basiti ze h i r o l u rdu , ' ded i m . Ve ona fincana y e n i dold u rduğu m
kakaoyu uzatt ı m .
Norto n , 'O halde,' diye g ü l d ü . ' Kend i m i n ki n i n yeri ne sizin finca n ı
n ı zdan içebilir m i yi m ? B u n a bir iti raz ı n ı z v a r m ı ?'
- 1 72 -
' Hiç yok , ' dedi m . Asl ı nda önemsizdi bu. Sana da ded i ğ i m g i b i , ben
de uyku ilacı al ıyord u m . Sadece uzun zamandan beri uyku i l ac ı kullan
d ı ğ ı m içi n vücudum b i r de receye kadar buna al ı ş m ıştı . Ve Norto n ' u he
m e n s ı zd ı racak bir doz bana fazla bir etki yapmazd ı . Uyku i l ac ı n ı ka
kaoya karıştı rm ı şt ı m . İ kimizin de finca n ı nda ayn ı şey vard ı . Çok geç
meden N o rto n ' u n içtiği uyku i l ac ı n ı n etkisi görü ld ü . Bana bir şey o l m a
d ı . Z i ra ayrıca stri k n i n l i to niği mden de bi raz alm ı şt ı m . Uyku i lacı n ı n et
kisi n i azaltmak içi n .
İ şte böylece s o n perdeye geldik. Norton uykuya d a lı nca, o n u te
kerlekli sandalyeme otu rttu m . Bu kolay oldu . Zi ra iskemlemde b i rçok
mekani z m a vard ı . Sandalyeyi h e r zamanki yeri ne götü rd ü m . Ş a h n i ş i n
d e k i perdelerin arkas ı na .
Sonra C u rtiss be n i 'yat ı rd ı . ' Etraf sessizliğe gömülü nce, N o rto n ' u
tekerlekli iskem leyle odas ı na götü rd ü m . Art ı k s ı ra sevg i l i dostum H as
tings'i n gözleri ve kulakları ndan faydalanmama gelmişti.
Sen belki farkı nda deği lsi n Hastings, ama ben peru k takıyo rum ar
t ı k . Herhalde b ı yı ğ ı m ı n takma olduğu ndan da hiçbi r zaman kuşku lan
m ad ı n . (Bunu George bile b i l m iyor. ) C u rtiss yan ı md a çal ı ş m aya başla
d ı ktan kı sa bir süre sonra bı yı ğ ı m ı güya kazara yakt ı k. Berbe ri m de ba
n a o n u n üzerine takma bir b ı y ı k hazı rlad ı .
Norto n ' u n odas ı n d a o n u n robdöşambrı n ı giyd i m . K ı r saçları m ı ka
r ı şt ı rarak o nları n d i m d i k du rmaları n ı sağlad ı m . Sonra ko ridord a i lerle
yerek se n i n kap ı n a vu rd u m . Kısa bir süre sonra sen kap ı y ı açarak uy
kulu uyku l u d ı şarı bakt ı n . Ve Norto n ' u n banyodan çı karak topa llaya to
pallaya kendi odas ı n a g ittiğ i n i görd ü n . Adam ı n , anahtarı kil itte çevirdi
ğini de d u yd u n .
Ondan sonra robdöşambrı Norton ' a giydird i m . O n u yatağ ı n a yat ı r
d ı m ve d ı şardayken ald ı ğ ı m küçük b i r tabancayla a l n ı ndan v u rd u m . O
tabancay ı Norton köşkte değ i l ke n iki defa tuvalet m asas ı n ı n üzerine b ı
rakm ı ştı m . Hizmetçi görsün diye.
Anahtarı Norto n ' u n cebi ne koyarak, odadan ç ı kt ı m . Kap ı y ı d ı şar
dan i ki nci bir anahtarla kilitled i m . Bir s ü reden beri bende d u ruyordu bu
anahtar. Tekerlekl i iske m leyi d e odama götürd ü m .
İ şte o n d a n sonra da otu rdu m s a n a bu mektubu yaz ıyoru m .
- 1 73 -
Çok yorg u n u m . . . Bütü n bu yapt ı kları m beni bitki n d ü ş ü rd ü . Art ı k
fazla zaman ı m ı n kald ı ğ ı n ı san m ı yoru m . . .
Aç ı klamak istedi ğ i m b i r i k i şey d a h a var.
Norto n ' u n ki le r ge rçekten m ü ke m m e l c i n ayetlerd i .
Be n i m ki deği l . . . As ı l nda öyle bir niyeti m de yoktu .
Norton'u en iyi ve en kolay şeki lde, açı k açı k öldü rebi l i rd i m . Ö rne
ğin o küçük tabancayla oynarken bir kaza o labi l i rd i . Ü zülür, telaşlan ı r
d ı m . Bunun feci bir kaza olduğunu söylerd i m . Herkes de, ' İ htiyar b u n ak,'
derdi. 'Tabancan ı n dolu olduğ u n u n fark ı nda deği l m i ş . Zaval l ı i htiyar .. .'
Ama b u n u yapmay ı istemed i m .
S a n a b u n u n sebebi n i açıklayacağ ı m .
Çünkü, H asti ngs, ben d e 'sportmence' davranmaya karar verd i m .
Evet, evet, sportmence. Yapmad ı ğ ı m i ç i n b a n a çatt ı ğ ı n o şeyleri yeri ne
geti rmeye çal ış ıyoru m . Sana da bir şans tanıyoru m . Bu oyu n u sport
mence oynuyoru m . Yani gerçeği öğrenmen içi n sana f ı rsat veriyoru m .
Bana i n a n m ı yo rsan, sana bütü n i puçları n ı sayay ı m .
An ahtarlar.
Norto n ' u n bu raya benden sonra geld i ğ i n i b i liyord u n . Ç ü n kü b u n u
sana ben söyled i m . Köşke geldikten sonra oda m ı değişti rd i ğ i m i bi liyo r
d u n . Çü nkü b u n u da sana söyled i m . Styles'da kald ı ğ ı m sı rada odam ı n
anahtarı n ı n kaybo lduğunu ve bir ye n i s i n i yapt ı rmak zoru nda kald ı ğ ı m ı
b i liyord u n . Ç ü nkü b u n u d a sana söyled i m .
O n u n içi n , ' N o rto n'u kim öldürmüş olabi l i r ? Anahtar N o rto n ' u n ce
bi nde olduğuna göre, ada m ı vurduktan sonra ki litli kapıdan d ı şarıya
ç ı kmayı ki m başard ı ?' diye sorarsan . . .
B u n u n cevabı şöyle: Hercule P o i rot. Ç ü n kü o bu raya geldikten b i r
s ü re sonra anahtar yapt ı rd ı . O n d a b i r odan ı n çift anahtarı vard ı .
Korido rda gördüğün adama geli nce . . .
"Sana, ' Koridorda gördüğün ada m ı n N o rton olduğu ndan e m i n m i
s i n ? ' diye so rdu m . Şaş ı rd ı n . Koridordaki adam ı n N o rton o l m ad ı ğ ı n ı i ma
ya çal ı ş ı p çal ı ş m ad ı ğ ı m ı öğrenmek isted i n . Sana böyle bir niyeti m o l
m ad ı ğ ı n ı söyled i m . Bu doğruydu. (Zira Norton k ı l ı ğ ı na g i rmek için o ka
dar uğ raşt ı ktan so n ra her şeyi bu şeki lde altüst edecek değildi m . ) Son
ra boy konusunu açt ı m . Köşkteki erkeklerin hepsi n i n de Norton'dan çok
uzun boylu oldukları n ı söyledim . Ama Styles'da N o rto n 'dan k ı s a olan
- 1 74 -
biri vard ı : Hercu le Poi rot. Ve insan ı n topu klu veya altı kal ı n ayakkab ı
larla boyu n u bi raz uzatm ası kolayd ı r.
Sen benim aciz ve h asta b i r adam olduğumu san ı yord u n . Neden?
Ç ünkü sana ben öyle söylemiştim. Ve George' u da göndermişti . İ şte
son ipucu da buyd u . 'Git George' l a kon u ş .. . '
- 1 75 -
ş ı . . . Poi rot gibi bir dostu yoktu . ' Genç kad ı n ı yaşad ı ğ ı o kabustan ku r
tar artık. Ona babas ı n ı ablas ı n ı n değ i l , anlay ı ş l ı aile dostu , 'dürüst la
go,' Stephen N o rto n ' u n öldürmüş olduğunu aç ı kla.
Çü nkü onun gibi hala genç ve güzel olan bi r kad ı n ı n damarları n
da lanetli bir kan dolaştı ğ ı n ı sanarak yaşam aktan kaç ı n m as ı doğru de
ğ i l. Hiç doğru değ i l . B u n u ona söyle, dostu m . Sen hala kad ı n ları n be
ğendiği bir e rkeks i n .
Eh art ı k söyle necek başka bi r ş e y kal m ad ı . B i l m iyoru m . N o rto n ' u
öldü rm eye hakk ı m v a r m ı yd ı ? Hay ı r, b i l miyoru m . . . Ben bir i nsan ı n ka
n u n u kendi baş ı na uygu l amaya kal k ı ş m as ı n ı hoş karş ı lamam .
Am a öte taraftan ben kan u nu m ! Belçi ka'da genç bir polis memuruy
ken korku nç bir kati li vurup öldürmüştü m . Adam dai ma pusu ku rmuştu ,
aşağ ıdaki lere ateş ediyord u . Aci l d u ru m l arda sıkıyöneti m i lan edi lir.
Norton'u ö l d ü rerek başka h ayatları ku rtard ı m . . . Masu m ları n h ayat
ları n ı . Ama yine de bilmiyo ru m . . . Belki de b u n u b i l m e m e m daha doğ
ru . . . Ç ü n kü dai ma kendi mden e m i nd i m . Çok e m i n d i m .
A m a ş i m d i çok alçakgö n ü l lüyüm v e küçük bi r çocu k g i b i , 'bilm iyo
ru m , ' diyoru m . . .
Allah a ı s m arl ad ı k, sevg i l i dostu m . Amylnitrate ampullerini yatağ ı
m ı n yan ı ndan uzaklaşt ı rd ı m . Kend i m i Tan rı ' n ı n elleri n e b ı rakmay ı ter-
cih ediyoru m . Belki ben i cezal andı racak . . . Veya belki ödüllendirecek . . .
A m a bunun çabucak o l m as ı n ı di liyoru m . . .
Seninle tekrar ava ç ı km ayacağ ı z , H asti ngs. Se n i n l e i l k defa bu ra
da avlan m ı şt ı k . Son av ı m ı z da burada oldu . . .
N e güzel g ü nlerdi on l ar.
Evet, çok güzel gün lerd i . . .
(Hercule Poi rot' n u n mektubu n u n sonu . )