You are on page 1of 3

MUHAMMED ABDUH (/1905)

Çağdaş İslam dünyasının önemli simalarından olan Muhammed Abduh “elÜstad


elİmam” unvanına sahiptir. Hakkındaki bilgileri öğrencisi Reşit Rıza’nın ona sorduğu sorular
ve O’nun cevaplarından oluşan kitaptan ve kendisi hakkında yazdığı dokümanlardan
öğrenmekteyiz.
Mısır’ın Bahire ilinin küçük bir köyünde dünyaya gelmiştir. Ahmedi Mescidinde
öğrenim görmüştür. Akli araştırmayı engelleyen eğitim sistemi karşısında öğrenimini
bırakmayı düşünürken amcası Şeyh Derviş ilim ve tefekkür yolunda yol göstericisi olmuştur.
Muhammed Abduh daha sonra 1866 yılında Ezher Üniversitesine kaydoldu. Burada iki yıl
süren eğitim hayatında ruhi bunalımlar yaşamış ve onu bu bunalımlardan çıkaran Şeyh Derviş
olmuştur. Ama onun için hayatının asıl dönüm noktası Cemaleddin Afgani ile tanışması ve
Ezher Üniversitesinde görmediği felsefe, matematik, ahlak ve siyaset konuları üzerine
çalışmaya başladı. Klasik Arap eserlerini farklı bir bakış açısıyla değerlendirmeye başlamış ve
Arapçaya çevrilen Batılı eserlerden zevk almaya başlamıştır. Doğu siyasi hayatının tamamen
değiştirilmesi gerektiğini düşünmeye başlamıştır. 1876 yılından itibaren çeşitli yayın
organlarında görüşlerini yazmaya başlamıştır. 1877 yılında alim ünvanını ve el-Alimiyye
diplomasını almıştır. Ezher’de din, ahlak ve mantık dersleri; Darul Ulum yüksekokulunda tarih
profesörü, Diller okulunda ise Edebiyat profesörü olarak görev yapmıştır.
Cemaleddin Afgani’nin tavsiyesi üzerine gazetecilik hayatına başlamış Resmi gazetede
editörlük yapmıştır. Buradaki yazılarında dinde ve ahlakta ıslahata gerçekleştirme düşüncesini
dile getirmiştir. 1879’da başlayan hükümet darbesinin1882’de başarısız olması sonucu
isyancılara destek verdiği gerekçesiyle Abduh’un sürgün edilmesine sebebiyet vermiştir. İlk
olarak Suriye’ye giden Abduh Afgani’nin kendisini Paris’e davet etmesi üzerine oraya
gitmiştir. Burada ilk Arap yayın organı olan Urvet el-Usta’yı çıkartmaya başlamışlardır.
İngilizlerin Mısır’ı işgaline karşı mücadele veren Pan-İslamizm yanlısı olan haftalık dergidir.
İlk Arap yayın organıdır. Ancak kısa süre sonra İngilizlerin müdahaleleri sonucu derginin
yanını durmuştur. 1888 yılında Abduh Mısır’a geri döndü. Asli hukuk mahkemesine yargıç
olarak atandı.
Abduh bundan sonra bütün mesaisini bilginin yayılması, ahlaki eğitim ve geleneksel
toplum kurallarının çağın ihtiyaçlarına cevap verecek yapıya ulaşması ve Mısır’ın uyanışını
sağlamaya vermiştir. Ezher Üniversitesine yönetim kurulu üyesi seçildiğinde bu gayesi için
çalışmaya başlamış, daha önce üniversitede okutulmayan tarih, coğrafya, matematik, felsefe
gibi derslerin müfredata alınmasını ve okutulmasını sağlamıştır. 1899 yılında Abduh Mısır baş
müftüsü olmuştur. Baş Müftü iken vermiş olduğu üç fetva onun diğer dinlere bakışı ve
yenilikçi görüşünü yansıtmaktadır. Bu üç fetvası şöyledir:
1. Müslümanlara faiz ve kardan pay alma ruhsatı vermiştir.
2. Gayri müslim ülkelerde yaşayan Müslümanların Müslüman olmayan kişiler tarafından
kesilmiş eti yeme ruhsatı vermiştir.
3. Müslümanlara gerektiğinde geleneksel olmayan giysilerle örtünme ruhsatu vermiştir.
Abduh, “Müslüman hayırseverler cemiyeti” ve “Arapça eserleri canlandırma cemiyeti”
kurmuştur.
FELSEFESİ
Skolastik düşünme biçimine karşı çıkmış, felsefi tefekkürün bizi varlığımızı kavramaya,
dünyada yerimizi almaya, sorumluluklarımızı yerine getirmeye yönelteceğini savunmuştur.
Abduh mantık ilmiyle ilgilenmiş, o zamanlar da çoğu el yazması olan klasik mantık eserlerini
incelemeye almıştır. Eserleri şerhlerinden değil orijinalinden okunması değerlendirilmesi
gerektiği görüşünü Afgani’den alarak uygulamaya başlamıştır. Ona göre akli deliller imanı
zayıflatmaz aksine güçlendirir ve düşünme sanatı ve bilimi olan mantık İslam kelamının
değerinin anlaşılması için zorunludur. İyi ve doğrunun tanımlamasının yapılabilmesi için
sadece akıl yeterli değil, hakikat aşkı, doğruluk ve cesaret gibi meziyetlerde gereklidir.
İctihad kapısının değişen dünyada ortaya çıkan sorunlara tatmin edici cevaplar
verebilmek için açık olduğunu ve bireysel içtihadların önünün açılması gerektiğini
savunmuştur. İctihadın dini dogmatiklerle başa çıkma da kullanılabilecek temel unsur
olduğunu söylemektedir.
Abduh’un dinler tarihi felsefesi İslam’ın akılcılığını dini tekamülün son aşması olarak
görür. İlk dinler sert ve kesin kurallar koyarak insanların duyu organlar ına hitap etmiş ve
peygamberlerde bu yönde çarpıcı mucizeler göstermiştir. Daha sonra insanların ruhuna ve
kalbine hitap eden Hıristiyanlık gelmiş ve bu din dünya hayatından el etek çekmeyi isteği için
insanlar tarafından tahrif edilmiştir. Son olarak akli olgunluğa ulaşan insanlık İslamiyet gelmiş
ve hem akla hem ruha hitap etmiş, insanları din adamlarına bağlılıktan kurtarmıştır.
Abduh hür irade konusuna paragmatist yaklaşmaktadır. Her şeyin önceden takdir
edildiği varsayımını, aklın tanıklığını reddetmeye, tüm sorumlulukları yok saymaya ve şeriatın
saf ve yalın olduğunu inkara götürür diyerek reddeder. Eğer kişi belli bir zorunluluğu takip
etmek zorunda kalsaydı erdemden söz edilemeyeceğini, özgürlük olmadan erdemin
olmayacağını söyler. İradei cüziyye yok sayılırsa kişinin kendi iradesi dışında kalan şeylerden
sorumlu tutulması söz konusu değildir. Allah’ın herşeyi bilmesi ve bu bildiklerinin
gerçekleşmesi tabiat ilimleri ile alakalıdır, insan için iradesini uygulayabileceği daha özgür bir
alan vardır. İslam kaderciliği reddeder. Kadercilik İslam’a sonradan yamanmış ve Müslüman
halkları sömürmek için kullanılmış olan bir kavramdır der. Abduh iyi ve kötü arasındaki
farkın açık olduğunu bunun sağduyu ve vicdan vasıtasıyla kavranabileceğini söyler. İnsan
vahye ihtiyaç duymadan zekasıyla bu ikisi arasındaki ayrımı yapabilir. Kişi akletme yoluyla
Allah’ın varlığı ve sıfatlarını tasdike dip, ruhun ölümsüzlüğünü , yaptıklarının karşılığını
alacağını bilir. Ancak insanoğlu kendisini yalnız aklın yönlendirmesine izin vermez ve akıl tek
başına insanı mutluluğa ulaştırmak için yeterli değildir. İnsanların çoğu bu mutluluğu elde
edebilmek için bir rehbere, bir peygambere muhtaçtır.
Abduh sosyoloji ile ilgilenmiş ve “Mısır’ın en büyük sosyoloğu ve ıslahatçısı” ve “
tekamülü zirveye ulaştıran kişi” olarak bilinir. Tarihi, gerçek bir bilim ve felsefi çalışmalar
için vazgeçilmez bir disiplin olarak görmektedir. Ona göre tarih anlayışı Allah, insanları
tedrici bir şekilde belli bir dünya görüşü edinmeye doğru yönlendirmektedir. Abduh toplu
halde yaşamanın insanın doğasının bir gereği olduğunu ve bu dünyada zorluk çekmeden
yaşamak için başkalarına muhtaç olduğunu düşünür. Aktif işbirliğine önem verir. Birlik
olamadan erdemin olamayacağını söyler. Birlik duygusu aile de verilmeye başlanır. Kadınlara
ve erkeklere ailede eşit sorumluluklar yüklenmelidir. Kadınları eğitmek erkekleri eğitmek
kadar önemlidir. Kadınları geri ve cahil bırakmanın bir suç olduğunu söyler.
Abduh’a göre tekamül üç evredir. İlk evre insanların inançlarının animistik olduğu,
ilgilerinin fiziki kaygılar olduğu evredir. İkinci evre, toplumsal hayata geçişin ve toplumsal
hayatta düzenlemelerin olduğu nübüvvet evresidir. Üçüncü evre ise bizim de yaşamış
olduğumuz hata çağıdır. Peygamberden uzak kaldıkça kalplerimizin katılaştığı ve insanların
dinden uzaklaştığı dönemdir. Evrensel vicdanın uyandırılması ile insanlık izlemesi gereken
yolu tekrar bulabilir. Abduh’un bu düşüncesi Stoacıların insan doğuştan kötü değildir, iyiye
meyilli bir fıtrata sahiptir anlayışından almaktadır. İyi insanın tabiatıyla o kadar iç içedir ki
sadece bir parça öğüt ya da hatırlatıcı herhangi bir şey insanın iyi olanı kavraması için
yeterlidir. Eğer insanoğlu kendisinde doğuştan var olan iyiyi ortaya çıkarır ve fıtratına uyarsa
insanlara temelinde barış, sevgi ve uyumluluk olan erdemli topluluğu meydana getirebilir.
Abduh İslam toplumunda dini ıslahatlar yapmaya çalışmıştır. Ona göre dini ve felsefi
problemlerin çoğu ahlakla ilgilidir. Bu sebepten bütün gayretini ahlaki reforma yöneltmiştir.
Dinde ıslahatın amacı, insanların inançlarının kendilerinin daha ahlaklı olmalarını sağlayacak
ve sosyal durumlarını iyileştirecek bir hale getirilmesidir. Müslüman ıslahatçının görevi dini
inançları tahsis etmek, yanlışlara son vermek, bu yanlışların bir sonucu olan dini metinlerin
yanlış anlaşılmalarını önlemektir, yani , inançlarını sahih kılmak yoluyla insanları daha ahlaklı
hale gelmelerini sağlamaktır. Islahata dini kavramlarla başlanmalıdır. Kelami ya da felsefi
problemlerin çoğu , iradei cüziyye, nübüvvet ve Allah’ın sıfatlarıyla alakalı problemlerde
olduğu gibi ahlaki şartlardan kaynaklanıyordu. Abduh İslam ahlakının yeniden tesisi için
eğitimde ıslahatı zorunlu olarak görmektedir.
Abduh’a göre Kur’an dünya ve ahiret saadetini elde edebilmeleri için insanlara bir
ahlak klavuzu olarak gönderilen kutsal bir kitaptır. Ona göre en önemli mesele Kur’an’ın lafzi
manalarına takılıp kalmayıp özünü ve genel anlamını açıklamak gerekir. Bu yüzden lafzi
manaya açıklamaya yönelik olan Kur’an tefsirlerini de boş olarak görmektedir. Abduh’a göre
dil bilgisi kuralları için Kur’an’ı kriter almak gerekmektedir. Abduh müfessirler arasında
ihtilaf sebebi olan konulara kendi tefsirinde yer vermemiştir. Sadece açık ve muhkem ayetlere
itibar edilmesini, müteşabih ayetlerin bir kenara bırakılmasını yani görüş ayrılıkları ve
hizipleşmelere neden olabilecek şeylerden kaçınılmasını söyler. Eğer yüzeysel anlamı
antropomorfizm taşıyan bir metinle karşılaşılırsa metin bir kenara bırakılır ve metnin
yorumlaması yapılır. Kuranda efsane hurafelerin yer alması imkansızdır. Kuran salim akılla
uyum içerisindedir. Bu yüzden de kişi şahsi görüşleri ile değil mütevatir haberlere dayalı tefsir
yapmalıdır. Birçok müfessirin uzun hikaye ve menkıbelerini reddeder. Bunların metnin
anlaşılmasını geri plana attığını savunur. Muhammed Abduh ekolü İslam’ın tüm kültürler, tüm
zamanlar ve tüm halklara uygun evrensel bir din olduğu prensibinden hareket eder. Abduh’un
tefsiri Kur’an’ın manevi anlamını akla uygun bir şekilde vermeye çalışmaktır.
Abduh Müslümanların dini uygulamalarına sonradan sokulmuş olan yenilikleri, bidatı
şiddetle eleştirir. Özellikle ulemanın yanlış anlamış olduğu eski metinleri daha da yanlış bir
şekilde tefsir ve şerh etmekten başka hiçbir şeyle ilgilenmediklerini, ülkelerinin menfaatlerine
tamamen kayıtsız kaldıklarını, içinde yaşadıkları çağın ihtiyaç ve sorumluluklarından habersiz
olduklarını ve neredeyse kendilerini toplumdan soyutlamış olduklarını söyler. Abduh dışta
değil içte ıslahatın gerçekleşmesini istemiştir.

You might also like