You are on page 1of 1

Korkularımız, doğuştan bizimle mi gelir yoksa korku duymayı sonradan mı öğreniriz?

Bir bebek dünyaya geldiği


andan itibaren nelerden korkup korkmaması gerektiğini otomatik olarak mı öğrenir yoksa korkularının sebebi
çevresindeki koşullanmalar olabilir mi? Koşullanma bizi gerçekte nasıl etkilemektedir?

Amerikalı psikolog John Watson, bu soruların cevabını aramak amacıyla öğrencisi Rosalie Rayner ile birlikte
1920’lerde bir deney gerçekleştirmiştir. Günümüzde hâlâ, küçük bir bebeğin denek olarak kullanılması ve ona
yapılanlardan ötürü tartışmalara sebep olan, korkunç olarak değerlendirilen bu deney, psikoloji tarihinde önemli bir
yere sahiptir.

Psikolojide davranışçı ekolün kurucularından olan Watson, Pavlov’un köpekler üzerinde gerçekleştirdiği klasik
koşullanma deneylerinden etkilenmiş ve insanlardaki duygusal tepkilerin koşullanıp koşullanamayacağını araştırmak
istemiştir. Watson, asistanı ile birlikte korku hakkında kesin yanıtlar alacağı bir deney tasarlamakta ve buna uygun
bir çocuk aramaktadır, bu amaçla Hopkins Hastanesinin kreşinde oynayan çocukları izlemeye başlamışlardır. Daha
sonra 8 aylık ve sağlıklı bir bebek olan Albert konusunda uzlaşırlar. Deneye başlamadan önce küçük Albert’e birkaç
duygusal test yaparlar. Albert’e daha önce görmediği beyaz tavşan, beyaz bir fare, yanan kağıt parçaları, peruk,
maske gibi nesne ve durumlar gösterilir; bunlara karşı nasıl bir tepki vereceği izlenir. Burada amaçlanan Albert’in bu
nesne ve durumlara koşulsuz bir tepkisi olup olmadığını anlamaktır, Albert ise hiçbir korku belirtisi göstermez ve
önüne gelenlere gülümser.

Testten sonra Albert artık deneye hazırdır, bunun için Watson ve asistanı Albert’i sadece bir yatak olan boş bir
odaya götürürler ve odadan ayrılırlar. Daha sonra Albert’in yanına beyaz bir laboratuar faresi bırakırlar. Albert
fareden korkmaz, aksine fareyi çok sever ve gülerek onunla oynamaya çalışır.

Artık deneyin ikinci kısmına geçme sırası gelmiştir. Bu aşamada, Albert fareye her dokunduğunda çekiçle demir
parçasına vurularak rahatsız edici bir ses çıkarılmaya başlanır. Duyduğu sesler karşısında Albert ağlamaya başlar.
Oda sessizleşince tekrar fare ile oynamak ister ancak fareye her dokunduğunda tekrar aynı sesler çıkarılmaya devam
eder. Çok geçmeden Albert fareye karşı tedirginlik duymaya başlar çünkü artık fareyi korkutucu bir sesle
ilişkilendirmeyi öğrenmiştir.

Deneyin devamında Watson ve Rayer başka uyarıcılar ile deneye devam ederler. Böylelikle Albert’in korkusunu
başka objelere karşı da genellemeyi başarırlar. Deneyde yapılan koşullanma sonucu Albert, beyaz ve tüylü tüm
nesnelere karşı yüksek bir korku duymaya başlamıştır. Hatta Noel Baba maskesi bile onu ağlatır hale gelmiştir.

Deney sonunda korkunun koşullanma ile öğrenilebileceği kanıtlanmıştır. Gördüğü tüm nesnelere gülerek bakan
küçük bir bebek, dış etkenlerin etkisi ile kısa süre içinde onlardan korku duyar hale gelmiştir. Böylelikle duygusal
tepkilerimizin koşullanmalar ile değişebileceğini söylemek mümkün hale gelmiştir. Ancak bu deney, küçük bir
bebeğe yapılan uygulamalar ve yarattığı korkular doğrultusunda günümüzde etik koşullar açısından kabul edilemez
görülmektedir. Watson, bebeğe korkmayı öğrettiği gibi korkusunu kaybetmeyi de öğreteceği görüşünü de ileri
sürmüştür ancak annesinin bebeği deneyden alması sonucu bunu ispat edememiştir. Bilim insanları, küçük Albert’e
öğrettikleri korkuyu geri alamamaları ve onu iyileştirememeleri yüzünden oldukça tepkiyle karşılaşmıştır.

Watson’ın amacı elbette bir bebeğe yalnızca fareden korkmayı öğretmek değildi; Watson psikolojide uyarım ve
davranış arasındaki ilişkiye dikkat çekmek istiyordu. Bu deney ise psikolojide önemli bir yere sahip olarak sonraki
yıllarda Davranışçılık ekolünün benimsenmesinde rol oynadı. Deney sonrası küçük Albert’e ne olduğu ise bir merak
konusuydu. Uzunca süre Albert’e ulaşılamadı ancak yapılan araştırmalar neticesinde 6 yaşında hidrosefali (beyinde
su birikmesi) sonucu hayatını kaybettiği öğrenildi.

John Watson, bu deney ve sonrasında yaptığı çalışmalar sonucunda koşullu öğrenmeler sonucu istenilen her
davranışın çocuklara kazandırılabileceği fikrini öne sürmüştür. Hatta bu fikirlerini şu cümlelerinden de
okuyabilmekteyiz; “’Bana rastgele bir bebek verin, soyu-sopu, yetenekleri, eğilimleri, becerileri, vs. ne olursa olsun,
ondan istediğim şeyi yaratayım. Bir doktor, avukat, tüccar, hatta bir hırsız, bir katil.” Peki sizce bir bebeği tamamıyla
istediğimiz bireye dönüştürmek ne kadar mümkün?

You might also like