Professional Documents
Culture Documents
KİŞİLER:
ALİ SÜAVİ
NURİ
BERBER SAFFET
ARAP CEMAL
ZEHRA
TALİP
MAHİNUR HANIM
TÜLİN
DEKOR:
İstanbul Cerrahpaşa 'da bir binanın zemin katı; loş bir oda, solda giriş kapısı. 8-10 ba-
samakla inilir odaya.
Sağda daha küçük kontrplak bir kapı dışarı açılır.
Ortada eski model "Maşalı" bir tipo baskı makinesi.
Arkada kararmış "dizgi harf dolabı" (Huru-fat dolabı).
İki yanında üzerine minder atılmış iki san-dık.
Sağda masa, çevresinde sandalye, tabure. Sahneyi sağdan bölen bir beyaz perde; kopça-
larla ipe geçirilmiş, yarı açık, öyle ki arkada yatak görünür. Tepede loş bir
ampul.. Kirli, tozlu iki zemin kat penceresi..
BİRİNCİ BÖLÜM
(Sahne karanlıktır. Pencereden soluk ışık belli belirsiz içeri yansımakta. Bir kalabalık-
tan yansıyan sesleri işitiriz. Heyecanlı kala-balık, anlaşılmaz sözlerle protesto
edici slo-ganlar atmaktadır. Bir an sessizlik. Pencere-den koşuşturup duran
insanların ayaklarını görürüz. Bir ses bombası patlar.. Bir iki el si-lah sesi..
Koşuşturanlar çoğalır, çığlıklar.. Bir an sessizlik. Bir ses bombası daha. Kalabalığın
korkulu, heyecanlı bağrışları.. Sloganlar.. Pencereden gelip geçen görüntüler
kaybolu-vermiştir.
Kapı hızla, gıcırtıyla açılır. Genç gazeteci NURİ soluk soluğa girer ve hemen kapıyı
kapatır. Sırtını kapıya yaslar ve dışarıyı dinler.
Bir ses bombası daha! Sessizlik..
Genç gazetecinin elinde fotoğrafmakinesi, omuzunda çantası.. Odaya bir göz gezdirir.
Loşluk..)
NURİ : (Sesinin tonunu kollayarak) Hey, kimse yok mu? (Kendi kendine)
Fare inine mi düştük ne? (Biraz daha yüksek bir tonla) Kimse yok
mu, heey! (Kendi kendine) Adi herifler, makinemin filmini söktüler..
Ka-pağı da kırılmış.. (Kapıya kulağını yasla-yıp dışarıyı dinler. Derin
bir soluk alır. Yaklaşıp uzaklaşan polis sirenleri. Bir iki basamak
aşağı iner.
Işıklar birden aydınlanır. A. SUAV1, elekt-rik düğmesini açmıştır. Uyku
sersemi, an-cak vakur, telaşsız)
ALİ SUAVİ : Kimdir o? (Mırıldanır öylesine) İn mi, cin mi?
NURİ : (Kendi kendine) Vay anasını, bu Ade-moğlu da nerden çıktı?
(Usulca) şeey, kusura bakmayın.. İstemeden daldım öyle içeri..
A. SUAVİ : Gel, aşağı.. (Esner, sakallarını sıvazlar,) Off, uyku çekmiş
götürmüş beni.. (NURİ basamaklardan iner) A. SUAVİ : Nedir o
öyle yahu, dan dun! NURİ : Dan dun mu? Yer yerinden
oynuyor.. Ben sizi rahatsız etmeyeyim. (Dışarıya kulak kabartır)
Sakinleşti etraf.. (Atak bir hareketle, baskı makinesinin resmini
çeker;
flaş patlar.) A. SUAVİ : Gazeteci misin?
NURİ : (Sırıtarak) Belli oluyor demek.. Daha üç ay oldu başlayalı.. Üç ayda
başıma ge-lenler, pişmiş tavuğun.. İki kere birinci şubeye tıktılar,
sekizerden onaltı saat taş üstünde yattım. Tövbe, of demedim.İki kere
de kafam yarıldı; cop değdi. Şimdi de makinemi kırdılar.. A. SUAVİ
: (Pişkin güler. Kibrit kutusunu fırlatır ga-
zeteciye) Tut! NURİ : (Kibriti o heyecanla alıp cebine atar) İki
kere de dizlerimin üstüne düştüm. (Pan-tolon paçalarını yukarı çeker)
Bak!
A. SUAVİ : (Köşede üzerinde çaydanlık bulunan piknik tüpünü göstererek)
Ocağı yak, ocağı. Di-lim damağıma yapıştı. (Eliyle başını tu-tar, el
örgüsü başlığını çıkarıp terini siler.) Dan dun, dan dun. Başım şişti..
(NURİ ocağı yakar..)
NURİ : Ben artık gideyim. (Hızla basamakları tır-manır. Kapıyı
usulca açar ve dışarıya bir göz atar.) Süt liman! Ha ha hayy, ne tanta-
naydı be! (A. SUAVI, çayı demler. NURİ, atak ve alışkın bir flaş patlatır.
Aşağı iner.. Sakinleşmiştir, çevreye göz gezdirir..) NURİ : (Baskı
makinesini inceleyerek) Matbaacı mısın baba? Hımmm. Tarihi bir model
olmalı. Hiç görmedim böylesini. Bizim gazete makinesi dört rengi aynı
anda ba-sıyor... Şık şık, şık şık.. Tak!
A. SUAVİ : Boş iş.
NURİ : Boş iş mi? Baba sen hangi çağda yaşı-
yorsun? Allahını seversen? Çağ, yüksek
teknoloji çağı. A. SUAVİ : Boş diyorsam, boştur, unutma.
NURİ : Baba be, bu makine kartvizit basar mı?
Şöyle iki yüzlük bir kutu bastırsam diyo-
rum, bir yığın adamla tanışıyorum,
daha bir kartım bile yok. A. SUAVİ : Benim harfler eski.. Şimdiki harfleri ak-
lım almaz. NURİ : (Kendi kendine) Herif sağcı galiba. (A.
SUAVİ 'ye) Ayet-i Kerime filan mı bası-
yorsun? A. SUAVİ : (Son derece ciddi) Gazete çıkarıyorum,
gazete. NURİ : Sen de mi gazetecisin? Şu işe bak! (SU-
AVI'nin resmini çeker; flaş patlar..) Baba,
bir bakayım şu çıkardığın gazeteye.. A. SUAVİ : (Çay doldururken, eliyle
masayı işaret
eder.. Gazeteci, masanın üzerindeki küçük
boy gazeteyi alır; eski harflere şaşkın bakar.
A. SUAVI, onun elinde çevirir gazeteyi,
ters tutmuştur.) NURİ : Hımm.. Çok güzel tebrikler. (Lafolsun
diye) Şey, kaç basıyorsun baba. Yani ti-
raj..? A. SUAVİ : (Ona çay uzatır) İki. Biri bizim berber
Saffet için, biri de benim. NURİ : (Bu kafayı üşütmüş besbelli dercesine
ona
bakar) Anlıyorum.
(Polis sirenleri yaklaşır, uzaktan kalabalık-
tan yansıyan sesler işitilir.. Gazeteci, hızla
çıkış kapısına koşar, aralar kapıyı, flaş pat-
latır.) NURİ : Tuh, Allah kahretsin, film yok ki maki-
nede. Şef, yine vır vır edip durur, fotoğ-
raf da fotoğraf.. Anlat anlatabilirsen..
(Sinirli, usul usul iner basamaklardan, baskı
makinesinin yanına gelir.) A. SUAVİ : Talebeler mi? NURİ :
Cerrahpaşa'lılar.. (Çay içer) Oraya bura-
ya sığınanları topluyorlar besbelli. Ne gürültüydü be. Senden iyisi yok doğrusu;
yan gelip yatıyorsun.. Ah, baba, ah, dün-ya değişiyor.. diyalektik olarak tabii..
A. SUAVİ Birisi jurnallemiştir..
NURİ Hı?
A. SUAVİ Jurnal, jurnal..
NURİ Haa, ispiyon yani..
A. SUAVİ Eskiden saraya koşa koşa giderdi bu jurnalci takımı, şimdi.. (Sağ elini
yumruk yapıp kulağına yaslar.)
NURİ Telefon mu?
A. SUAVİ Şimdi koşmaya mahal yok, fıs fıs fıs ta-mam..
NURİ Baba be, sen ilginç bir adama benziyor-sun. (Atak ve alışkın fotoğraf
çeker, flaş patlatır) Çoktan beri mi burada oturuyor-sun?
A. SUAVİ : Burada, Cerrahpaşa'da doğdum. Nah şu Davutpaşa mektebinde
okudum.
NURİ : Ciddi misin? Vay canına, nüfus kağıdın epey eskimiş desene.
A. SUAVİ : Biz o kafa kağıdını kaybedeli yüz yıl oldu oğlum. Kimbilir hangi
jurnalcinin cebinde mezara girmiştir. (Gazeteci, bir yandan küçük
defterine notlar almaktadır.)
NURİ : (Mırıldanır, yazdığını tashih eder.) Cer-rahpaşa'da öğrenciler,
sıkıyönetim ve eğitim yasasını protesto için.. yola talaş döküp..
(Yukarıya bakarak daha yüksek ses-le) Olmaz ki.. İdareden geçmez
bu. E, na-sıl demeli peki? (Yazar) "Öğrenciler te-dirgin toplandılar."
A. SUAVİ : (Parmağıyla yavaş ol işareti yapar, gülüm-
semektedir.)
NURİ : Fotoğraf olsaydı, kolay.. Resmin altına, ondört punto "İşte Olay!"
der, bırakır-dık.. Anlayan anlar zaten.. (A. SUAVİ'ye) Ah babalık, ah,
zor iş şu gazetecilik.. Gel de yaz bakalım, ne yazacaksın. Hımmm,
"Polis önemli bir faciayı önle-di." (Sevinçle) Tamam, oldu bu iş! Ha
ha haayy! (Birden suratı asılır) Ama bu doğ-
ru değil ki.. (A. SUAVI'nin yanına gider) Baba, bak durum şöyle, belki bana yar-
dımcı olabilirsin.. Öğrenciler, forum dü-zenlemişler.. Biri konuşma yapıyor, öte-
kiler sakin onu dinliyordu. Polis, bastı salonu, yani senin anlayacağın dan dun..
İşte ortalık o zaman karıştı.. Yola dökül-dü öğrenciler,.
A.SUAVİ : Pekâlâ?
NURİ : Anlatamadım; yazamam, sansüre gi-der..
A. SUAVİ : Zindanlar dolu demek hâlâ..
NURİ : Ağzına kadar.. Bizim gazeteden üç ar-kadaş aylardır hapiste.
Toplam kaç yıl yüklemişler dersin, yediyüz onsekiz yıl.. Acaba bir
bahane bulup, gitmesem mi gazeteye. İyi de nasıl kaytaracağız?
A. SUAV1 : (Dolaptan harfler alıp, dizerken..) "Musir-rim, sabitim ta can
verince halka hizmet-te/ Fedakârın kalır eskarı daim kalbi millette."
NURİ : Halkın da dünya umurunda değil be baba.
A. SUAVİ : Kemal Bey'in; nur içinde yatsın. Bak, millet onu unutmadı.
NURİ : Haa, Namık Kemal.. Biliyorum canım.
A. SUAVİ : Saffet gelir neredeyse, baskıyı hazır et-meli.. Bugünkü nüsha,
Namık Bey'in mısraı ile çıkacak.. (Mırıldanır).. Can.. ve-rince..
halka.. hizmette." (Kapı tak vuru-lur; içerdekiler kapıya bakarken,
birden açı-1ır, Polis TALİP girer. Gazeteci, telaşla fo-
toğrafmakinesini, çantasını, baskı makinesi-nin altına iter.)
NURİ : (A. SUAVI'ye yarım ağızla} Şşşt baba, gözünü seveyim..
(POLİS, temkinli aşağı iner; elinde bir sopa vardır.)
TALİP : Selamünaleyküm..
A. SUAVİ : (Sakin harf dizmeyi sürdürür.) Buyur..
NURİ : Patırtıyı duymadınız mı? (GAZETE-Cİ'yi göstererek) Bu kim?
A. SUAVİ : Benim kalfa.
TALİP : Hıı.. Matbaa mı burası? (Sopayı makineye
yaslar.) Off, kan ter içinde kalmışım.. Be-nim dayı da rahmetli matbaacıydı iki
yıl, yanında çalışmışlığım var.. Su var mı? NURİ : Buyur?
TALİP : Bir bardak su.. (NURİ ocağın yanındaki testiden su doldurur,
verir.) Ohh, içim yan-mış. Bizim bu meslek iş mi şimdi, Alla-haşkına.
(Baskı makinesine dokunur) Ma-şalı, bunun adı, değil mi? Eski model,
bilirim. İki yıl kadar, çalışmışlığım var-dır. Şey babalık be, kartvizit
basarsın de-ğil mi? Ne zamandır aklımda, bir türlü vakit olmadı. Yüz-iki
yüz tane bir şey. Bak şuraya yazayım.. (Masa üzerindeki gazete
nüshasından bir parça koparmaya yel-tenir) A. SUAVİ : Aman!
TALİP : Mühim mi? A. SUAVİ : (Ona kâğıt uzatır) Al, buraya
yaz. TALİP : (Mırıldanarak) Hıh.. Polis memuru.. Çe-vik
kuvvetten.. Elin değmişken sen iki yüz tane bas istersen.. (Eliyle
makineye vu-rur) Maşalı bu, maşalı, bilirim. (Birden makinenin maşa
kolu hareket eder, sertçe po- lisin omuzuna vurur. POLİS, ürker.) A.
SUAVİ : (Sakin) Yayı bozuk. Atıp durur bazen..
(Dışarıdan gürültüler işitilir)
TALİP : Hareket başladı gene. (Koşarak basamak-ları tırmanır) Bir ara
uğrayıp alırım kart-ları. (Çıkar. Hemen geri döner koşarak, ma-kinenin
yanından sopasını alır. Çıkar.) NURİ : Ohh.-Ben de ne diye
korkuyorum sanki.. (Fotoğraf makinesini, çantasını alır. Atak, alışkın
sağın solun fotoğrafını çeker, flaş patlatır. A. SUAVİ, dizgiyi
tamamlamıştır. El silindirine mürekkep emdirir. Dizgi levha-sına sürer.
Silindiri üzerinden geçirir; el bas-kısı. İlk sayfayı tab etmiştir.) A.
SUAVİ : (Sayfayı GAZETECİ'ye uzatır) Al. NURİ : (Evirip
çevirir) Hımm, iyi olmuş baskı..
Şurası Namık Bey'den, öyle değil mi? A. SUAVI : 0, aşağıda. En
başta şöyle yazar: "Bu gazete, doğru söylemek yasak olmayan
memleket bulur yine çıkar".. Londra bas-kısının ilk sayısı böyle çıkmıştı. Değiş-
tirmedim; her nüshanın başına koydum. NURİ : Londra baskısı mı? Baba
sen Londra'ya
mı gittin?
A. SUAVİ : Biz nerelere gitmedik ki be evlat. (Dizgi-yi sürdürür) Ziya Bey
ile Namık Bey.. Üçümüz.. "Hürriyet"ten evvel; sonra Hürriyet'i çıkardı
onlar, ben Muhbir'i neşrettim.
NURİ : (Kendi ciddi olmaya zorlayarak) Anlıyo-rum. Basın-Yayın'dayken
okumuştuk bunları.. (Yine baskıyı alarak) Şimdi bu, Muhbir gazetesi mi?
A. SUAVİ : Ne sandın? NURİ : Baba be, sen boş adam değilsin
biliyor
musun? (Kapı açılır, ZEHRA girer) ZEHRA : (Kapıdan) Ali
Amca, babam, Muhbir
çıktıysa al da gel dedi.
A. SUAVİ : (Yelek cebinden saatini çıkarıp bakar) On dakikası var kızım,
tam saatinde çıka-cak.
ZEHRA On dakika sonra uğrarım. A. SUAVİ Dükkânda mı baban?
ZEHRA Patırtıda kapatmıştı, yine açtı.. A. SUAVİ Selam söyle.. (ZEHRA
çıkar) NURİ Helâl olsun valla, ne sadık okuyucula-
rın var.. Bu devirde, hayret doğrusu.. A. SUAVİ İyidir Saffet. Tek
okuyucum da zaten o. NURİ (Çantasını omuzuna asar. Fotoğraf çeker
gibi, atak, flaş patlatır..) Eh, müsaadenle ben gideyim. Bakalım bu yazı işini
nasıl kıvıracağız.. Her şey için sağ ol baba. İyiliğini unutmayacağım.. (Sırıtarak)
Ca-nım şu "maşalı" meselesi.. (Eliyle maki-neye vurur, kol hareket eder,
omuzuna çar-par, NURİ ürker).. Oyy! Hadi hoşçakal.. A. SUAVİ : Selametle.
Uğra yolun düştükçe. Bizim
Muhbir'e yaz bir şeyler..
NURİ : Şu bizim yazıyı bir halledeyim hele. (Basamakları çıkarken) Şeey,
baba, adını sormayı unuttum .. A. SUAVİ : (Dizgi işiyle ugraşırken)
Suavi.. Ali Sua-
vi.
(Gazeteci çıkar, birden usulca kapıyı yeniden açıp içeri girer.
Şaşkınlıkla ötekine bakar.) NURİ : Ali Suavi mi? (Bir süre) Yani..
Şu Ali Su-avi.. Şu meşhur Ali Suavi? Şu gazetecili-ğin pirlerinden.
(Basamakları iner usulca) Fakat, bu nasıl olur.. Ali Suavi.. Öleli.. Yüz
yıldan fazla olmadı mı? Dur dur, ak-lım şaştı..
A. SUAVİ : Gel, su iç bir bardak.. NURİ : Namık Kemal, Ziya
Bey.. Londra.. Muh-bir.. Fakat baba, ya bu nasıl iştir..? (Berber SAFFET
girmiştir; kapıda durup sessiz izler. A. SUAVİ'nin resmini çeker, üst üste
flaş patlar..)
NURİ : Tuh, Allah kahretsin be, filim yok! (SUAVİ'ye) Hatırlıyorum,
okumuştuk, hoca anlatır dururdu seni, çok genç yaşta öl-dürülmüştün
hani? SAFFET : Ah, zamane çocukları, ah.. (SUAVİ'ye)
Üstad, çıktı mı bizim Muhbir? A. SUAVİ : (Saatine bakar) Bitti bitti..
Son tab. (El bas-
kısıyla tab eder.)
SAFFET : (Aşağı iner) Üstat, alışamadın şu ma-şalıya bir türlü.. Bunca
yorgunluğa ne hacet? SUAVİ : Gel dostum gel, buyur.. Elimiz
alışmış
buna, ne yapayım. SAFFET : (GAZETECİ'ye) Merhaba delikanlı..
(SUAVİ'ye) Ne gürültüydü yahu, üstat, demem şu ki, böyle vakaları da
bir kale-me alsan da gidişatı muhavere etsek.. Kimsenin doğru dürüst bir
şey yazdığı yok..
NURİ : Doğru söze ne denir? SAFFET : (Gazete nüshasını alır.
Cebinden para çıka-
rıp verir.) A. SUAVİ : (Bozuklukları bir teneke kutuya atar) Ey-
vallah..
SAFFET : (Gazeteye büyük bir ciddiyetle göz gezdirir) "... Sabitim ta can
verince halka hizmet-te." Ooo, Namık Bey'den.. Pek güzel...
(SÜAVİ'ye) Üstad, mısralar iyi oturmuş..
(Katlayıp cebine koyar) Akşam serinliğin-
de ağız tadıyla okurum. NURİ : (Usulca onlara yaklaşır) Şeey, kusuruma
bakmayın ama. Yani nasıl oluyor da..?
(Makineye yaklaşmıştır) SAFFET : Heey, efendi dikkat.. Maşası çarpar.
NURİ : (SAFFET'e) Baba, şimdi bu adam, şeey,
üstad yani, gerçekten.. SAFFET : (Ciddi) Ali Suavi Bey... Tanışmadınız mı?
Meslektaşsın galiba? NURİ : Öyle de. Vay, iki paralık aklım vardı,
o
da.. SAFFET : Üstad, traşın gelmiş... Traş ihmale
gelmez. A. SUAVİ : Saffet, benim siftahı geri alacaksın anla-
şılan. (Güler) SAFFET : Latifede üstüne yoktur bilirim. NURİ :
Anlatsam. Kim inanır ki. SAFFET : (GAZETECİ'ye) Oğlum sabırlı ol,
bun-
da anlamayacak ne var? Üsdat yıllardır
burada yaşar. Kimse merak edip kapısı-
nı aralamadı. NURİ : Peki ama nasıl olur efendi amca? Ali
Suavi —yani gecinden versin ama— öleli
yıllar olmuyor mu? SAFFET : Doğru. A. SUAVİ : (Güler) İlahi çocuk.
NURİ : E, öyleyse? SAFFET :0ğlum, şimdi karşında duran bu
adam
Ali Suavi Bey'in ta kendisidir. Lakin o
bir..
A. SUAVİ (Uyarır, 'yavaş yavaş' der gibi) SAFFET Anladım
üstat, anladım. NURİ (Heyecanlı, sabırsız) ...Lakin.. SAFFET
Lakin o bir gölgedir.. NURİ (Zorlukla) Hı? SAFFET 0 bir
gölgedir!
(A. SUAVİ ile Berber SAFFET çilingir sof-
rasını hazırlamaya koyulur. ZEHRA girer.
Elinde çamaşır leğeni bir köşede yıkamak
için hazırlık yapar. NURİ, ona yaklaşır.) NURİ : (Usulca) Selam. Benim
adım Nuri.. Staj-
yer gazeteci.. Kuzum, bu olup bitenler
nedir Allahaşkına? ZEHRA : Ne olmuş ki? NURİ : Şu üstat? Güya Ali
Suavi imiş;.. Biz Ba-
sın-Yayın'da okuduk bunları.. Adam öle-
li yüzyıl olmuş.. ZEHRA : Bilmem. 0, Ali Suavi'dir.. NURİ :
(Daha bir sokulur) Baksana.. Bunlar beni
işletiyor, öyle değil mi? Söyle hadi? ZEHRA : Nasıl yani?
(Çamaşır yıkamaya koyulur.
Yıkamaya başlar başlamaz bir türkü mırıl-
danır.) "Bahçeye biber ektim de/ Kız
Meryem Meryem Meryem." NURİ : Alacağın olsun. Benim de
sorduğuma
bak; besbelli kaçığın biri bu adam.
(Masanın üzerinden bir çay kaşığı alır,fo-toğraf makinesini onarmaya koyulur, dener
makineyi, flaş patlar)
A. SUAVİ : (ZEHRA'ya) Zehra, zahmet etmeseydin be kızım, yarın yıkardım
ben..
SAFFET : Yıkasın yıkasın, eline mi yapışır.. Yıka kızım yıka sevaptır..
A. SUAVİ : Eyvallah.. (Kadehini kaldırarak) Hadi ya-rasın Saffet.
SAFFET : Şeker olsun üstat. (Yüzünü buruşturur.) Rakıların da içine ettiler!
Hatırlar mısın, bizim zamanımızdaki çeyreklikleri? Şer-bet gibiydi
kafir..
A. SUAVİ : Senin zamanın mı? Sen daha dünkü ço-cuksun birader. Benim
zamanımda ok-kalık vardı, okkalık.
SAFFET : Aa, öyle ya. Dalgınlık işte, ben de yaş-landım üstadım, ben de.
Gözlerim seç-miyor. Şu katarakt illeti.. Yakında ada-mın bıyığı
yerine kulağını kesersem hiç şaşma. (ZEHRA'ya) Doğru dürüst çitile-
sene kız! (Bir yudum yuvarlar) Haa, üsta-dım, bugünkü makaleni pek
beğendim. Şu "Meşveret" meselesine bir iyi do-kunmuşsun doğrusu..
ZEHRA : "Meşveret" ne baba?
SAFFET : Yani meclis.. Halkın sesi. İdareyi Meş-veret ele alırsa, eh işler
ancak o zaman
düzelebilir.. Sonra Namık Bey'in mısrala-rı.. Pek cesur bir adam.. (Cebinden Muh-bir'i
çıkarıp dizeleri okur) İnsanın kanı kaynıyor valla üstat, diyo-rum ki, şu çocuklar
—talebeler canım, bir nümayiş dahi düzenleseler de onların eline tutuştursak
bizim gazeteyi. A. SUAVİ : Namık Bey ile iyiydi aramız Saffet.. Ön-celeri
tabii. Sonra çok dövüş çıktı ara-mızda. Tutmadılar güya benim Muhbir'i. Ziya
Bey ile Hürriyet'i neşrettiler. Ben of demedim, tövbe, bildiğimi söyledim dur-
dum.
(ZEHRA usulca onlara yanaşır. Yere oturup SUAVİ'yi bir masalcı babaymış gibi dinler.
NURİ de bütün dikkatini oraya vermiştir.) SAFFET : Üstat, kurban olayım,
biraz naklet de
dinleyelim hele. Pek güzel anlatırsın.. A. SUAVİ : Kırk defa
anlattım ya Saffet.. SAFFET : Olsun olsun, de hele.. A. SUAVİ : (Bir
yudum yuvarlar) Başım üşüdü. SAFFET : (ZEHRA'ya) Kızım ver üstadın
sarığı-nı..
(Zehra yatağın üzerindeki takkeyi, sarık be-zini getirir. A. SUAVİ, takkeyi takar, sarık
bezini çekip uzatır, ZEHRA başına dolaması-na yardım eder.) A. SUAVİ :
Efendim, biz Fransız memleketine kaç-
tık mı?
SAFFET : (Gözleri ışıl ışıl dikkatle dinler) Hııı... A. SUAVİ : Bir akşam üzeri
buluştuk mu? SAFFET : Kuşluk vakti.
A. SUAVİ : Herhal kuşluktu.. Efendime söyleye-yim, Namık Bey, bendeniz,
Ziya Bey.. Hararetli tartışmadır başladı mı? SAFFET : Aşağı
tükürsen sakal, yukarı tükürsen
bıyık. A. SUAVİ : Yoo, boşa koyuyoruz dolmuyor, dolu-
ya koyuyoruz almıyor.. SAFFET : Muhbir'in neşri meselesi.. A.
SUAVİ : Yok canım, mevzu "Kabakulak suyu". Bizimkiler Fransa
memleketinin suyunu bir türlü içemezler.. İstanbul'un Kabaku-
lak Suyu pek meşhur o vakit. Nihayet her hafta İstanbul'dan bidonlarla Kaba-
kulak Suyu getirilmesini karara bağla-dık..
SAFFET Haaa. (Bir yudum içer)
A. SUAVİ Bu sefer de başım terledi.
SAFFET A iki gözüm, hafif bir şapka alalım de-rim, dinlemezsin.
A. SUAVİ Gene namazı kaçırdık..
SAFFET (ZEHRA'ya) Bitti mi?
ZEHRA Az kaldı. Şimdi çitilerim.
SAFFET Bu Meclis. Bunu yukarının kabul etme-si pek zor üstat.
(Gazeteye göz gezdirerek)
NURİ Doğru, zor. Bu sıkıyönetimin kalkacağı ilan da yok.
SAFFET (Uyarır sessizlik için) Şsst.. Yerin kulağı..
NURİ (Fısıltıyla) Bugün bizim gazeteye bir dolu sayfa yazı
yollamışlar.. Şunları şunları yazmak yasaktır, diye. Ah, ben ne
yapsam peki? Kaytarsam iyi de, nasıl kaytarsam.. (Flaş patlatır)
SAFFET : (Sinirli) Oğlum, gözümde katarakt var diyorum, sen boyna ışık
patlatıyorsun. (Farkına varır, makineyi çantaya koyar.)
A. SUAVİ : (Kadeh kaldırarak) Hadi efendiler.. Muh-bir'in bu günkü
nüshasına!
NURİ : "... yasak olmayan bir memleket bulu-nur; yine çıkar bizim
Muhbir."
SAFFET : Hem de iki nüsha! Dut yesene, bizim bahçeden.. Üstat hatırlar
mısın o eski dutları? Nah, böyle parmak gibi, beyazı, kara dutu..
Bizim Yedikule'de.
A. SUAVİ : Mecidiyeköy dutunu tutmaz hiç biri..
SAFFET : (Gazeteci'ye) Sen bilmezsin.. Bu dutçular sabahları tablaları
başlarında bir sıra olurlar; görme. Na, böyle (Başına iskemle-yi ters
çevirip koyar.)
SAFFET : Ne günlerdi o günler.. (Gelip oturur) Üs-tat, o zamanlar
Şehzadebaşı'nda mana-vımız var. Para gani. Pederin yanında
çalışıyorum. Peder, külhandan yetişme. Kuşağında iki saldırmayla
yatıp kalkar. Dört tane de dostu var. Biri Silivrika-
pı'da, biri Mevlânakapı'da, biri Okmeyda-nı'nda, biri de bizim dükkânın az
ötesin-de. Babamın yüzünü gördüğüm yok, hiç eve gelmiyor ki adam. Zaten eve
uğra-saydı, herhalde berber olmazdım. Öyle değil mi üstat? Besbelli manav
olurdum. NURİ : Üstat doğuştan gazeteci ama, yeniden dünyaya gelse,
yine.. (Pot kırdığını fark eder) Şeey, pardon. (Rakı doldurup içer) Oh, iyi geldi
be! Üstat, bir ara benim şu haberi bir kaleme alsak derim. İşin için-den
çıkamıyorum. Öyle bir yazmalı ki, hem doğru haber olsun, hem de sansürü
atlatsın.
A. SUAVİ : İşte o zor. Bizim bir arkadaş kimya ki-tabı tercüme ediyor. Doğru
saraya san-süre. İki yıl sonra haber geldi, bu kitap yayınlanmaz diye.
Niye? (Değişik bir ses-le) Sansür Efendi, kimya kitabını yayın-
lanamaz buyurmuşsunuz, acep neden-dir efendim? (Değişik bir
sesle.) Bakın efendi, bu sayfada ne diyor? NURİ :Ne diyor?
SAFFET : Suss.
A. SUAVİ : Okuyalım: "H2O'dan hidrojen ayrıldı mı oksijen hür kalır!" Hür
kalır demekle neyi ima edersiniz efendi? Olmaz basıla-maz.
NURİ : (Güler) Oksijen hür kalınca.. (Kahkahayla güler) Aman öldüm..
(ZEHRA çamaşırları oraya buraya asar.. NURİ ona bakmaktadır.
Göz göze gelirler) A. SUAVİ : (Güya öksürür) Kızım bir bardak
su ver
hele. (NURİ telaşla flaş patlatır.)
NURİ : Gitmek gerek. Şef kudurmuştur. (Tam çıkarken bir-iki flaş patlatır
yine.) Diyalek-tik olarak düşünürsek.. (Çıkar.)
SAFFET : (A. SUAVİ'ye fısıltıyla) Şu benim kızı diyorum. Bir başgöz
edebilsem.. (Kapı hızla açılır, NURİ girer)
NURİ : Üstat, üstat! Bak ne diyeceğim. Besbelli sen şu Ali Suavi konusunu
pek iyi bili-yorsun. Demem şu ki, yüksek lisans te-
zim Ali Suavi olsun. Sen anlatırsın ben yazarım, hem adamı meşhur ederiz, hem
ben tezi verip askerlikten iki yıl kay-tarırım. Nasıl ama. (Sessizlik.) ZEHRA :
Baba ben dükkâna kadar gidiyorum..
Bir şey lazım olursa sesleniver.. NURİ : Geç kaldım.. (Çıkışta
ZEHRA ile yan yana gelir. Fısıltıyla) Bu adam Ali Sua-vi'nin torunu filan mı?
Söyle canım ben yabancı değilim. ZEHRA : Ali Suavi işte o. Bildim bileli
burada
oturur.
NURİ : Gözümün içine baksana sen.' (Yılışır) Kız ne güzel gözlerin var-
Bakiym ba-kiym. (Ciddi) Namık Kemal'in şiirlerini ezbere biliyor.
Ziya Paşa diyor, Londra diyor- (flaş patlar) Onunla bir konuşur
musun?.. Şu benim yüksek lisans işi.. Hı? Sen hep çamaşır mı
yıkarsın? ZEHRA : Yoo, ütü de yaparım. NURİ : Geç kaldım.
Yasakların olmadığı bir memleket bulup, orada gazeteci olmalı.
(Çıkarlar. A. SUAVİ, "Hurufat" çekmecele-rinden eski gazeteyi
çıkarır..) A. SUAVİ : Yarınki nüshaya şu Ali Paşa ile ilgili
yazıyı koyayım derim. SAFFET : Hoş çocuk? A. SUAVİ : Hoş
mu? Ali Paşa mı hoş?! SAFFET : Şu gazeteci çocuk.. Of, üstat of, dert bir
değil ki..
A. SUAVİ : Dinle. "Müctebe ve Nehr-i Faiki ve Ti-murtaşi, zalimin ve zalime
muavin olan-la, yardımcı olanların katline ve katilin sevaba girip mükâfat
göreceğine fetva verdiler. Katli farz olan kafir alçak, işte zalim Ali Paşa'dır"
Nasıl? SAFFET : Pek yerinde üstat.. Namık Bey'den bir
hürriyet şiiri? A. SUAVİ : Elbette.
KARARIR
(Aynı dekor. Gazeteci Nuri masa başında, heyecanla yığılı kitapları, fotokopi
tomarla-rını karıştırır. Notlar alır. Az ötede ZEH-RA, legende yine çamaşır
yıkamakta. Sessiz-likte, perdeli bölümden A. SUAVİ'nin horul-tusu
işitilmektedir.)
NURİ : (Okur, heyecanla) Vay canına.. (Bir süre) Olamaz! (Bir süre)
İnanılır şey değil! (Bir süre) Ufff!
ZEHRA : Aşk romanı mı?
NURİ : Hı? Aşk, aşk ya. (Okumaya dalar) Hem de ne aşk.. (ZEHRA'ya)
Dinle, bizim üs-tad, onkesiz yaşında öğretmenlik sınavı-nı
birincilikle kazanmış. (Güler) Aa, ada-ma bak, camilerde vaizlik
etmiş.. (Bir an) Şu bizim üstada bak hele!.. Seni gidi seni. (Okur)
Bursa Rüştiyesi'nde öğret-men iken, halkın şikâyeti yüzünden ora-
dan ayrılır.. "Ahlaki sebepler yüzün-den," hem de.
ZEHRA : İftiradır; kuru iftira.
NURİ : Ne yani, tarih yalan mı söylüyor?
(ZEHRA'nın yanına gider.) Zehra.. Kim bu adam gerçekten? Gözlerim önüme
ak-sın kimseye söylemem.. Sakın Ali Sua-vi'nin oğlu, torunu filan olmasın? Hı?
(Masaya koşar, kitapları karıştırmaya baş-lar) Şimdi buluruz.. "Hayatı.."
(Sessizce okur) Çocuğu yokmuş.
ZEHRA : Garip, bir başına!
NURİ : Ne garibi? Bursalılar niye sürmüş bunu pekâlâ? (Yine
ZEHRA'nın yanına gider. Cebinden çıkardığı mendille burnunu siler.
Dalgındır, mendili leğenin içine atar. ZEH-RA, alışık mendili de
yıkamaya koyulur.)
ZEHRA : Babam yıllardır sadece Muhbir okur, dükkânda okur, bir de
gelir evde okur.
NURİ : Niye onun bunun çamaşırlarını yıkı-yorsun? Adam yan gelmiş
yatıyor. (Ho-rultu yükselir.)
ZEHRA : Sevaptır.
NURİ : Sevap ya. (Yılışır biraz) Zehra, ne güzel
saçların var kız.. (Saçlarına dokunur.) Yu-muşacık.. (ZEHRA eteklerini
çekiştirip dü-zeltir.) Güzel kızsın.. (Masaya gider. kitapları düzeltir. Masaya bir
yumruk atar.) Çö-zeceğim bu işi.. (Yine sırıtarak) Zehra, gel otur şöyle,
konuşalım iki satır. (SAF-FET ile ARAP CEMAL girer. ARAP CE-MAL yelekli,
gömleğinin kolları yukarı kat-lanmış; eski kabadayı tavırları... NURİ on-ları
görünce toparlanır..)
SAFFET : Nuri hoş geldin oğlum, insan kapı ağ-zından bir uğrar
dükkâna..
NURİ : (Fotoğrafmakinesinin flaşını patlatır du-rur) Zaman mı var
Saffet Baba, harıl ha-rıl çalışıyorum.
SAFFET Hayırdır?
NURİ Üstadın izindeyim.. Aklım karmakarı-şık..
A.CEMAL Merhaba dedik delikanlı..
NURİ Duymadım kusura bakma..
A. CEMAL Selam vermek sünnet, almak farzdır.
SAFFET (A. CEMAL'e) İşte bizim gazeteci bu. Bu da bizim Arap Cemal,
Ali Paşalı.. kahveci Cemal. (A. SUAVi'nin horultu-su..)
A. CEMAL : (Birden ortaya atılır, A. SUAVİ'ye doğru) Heeyt, yerim
içerim, keser biçerim! (Gü-rültüyle güler. Bölmenin perdesi ardından
A. SUAVİ çıkar, sakin harf dolabına geçer)
A. SUAVİ : Gazete gecikti.
SAFFET : Üstat.. Gel bugünkü baskıyı bir de yeni harflerle çıkaralım.
NURİ : Tıbbiyeliler bugün yine kımıl kımıl,
üçer beşer volta atıyorlar bahçede. Muh-bir'i yeni harflerle basıp onlara dağıta-
lım, bakalım beğenecekler mi?
A. CEMAL : Arkadaşla ikimiz dağıtırız üstat, siya-set neymiş bir
anlasınlar..
A. SUAVİ : Okurlar mı acep?
SAFFET : Neden okumasınlar? Rahatlık, özgür-lük, laik eğitim, şimdiki
bir nevi Ali Paşa zulmü.. Onların da söyledikleri bunlar.
A. SUAVİ : 0 halde, iş başına! Muhbir bugün iki
baskı yapacak. NLJRİ : Yaşasın Muhbir, yaşasın gizli cemiyet!
(Herkes birbirine bakar..) NURİ : "Jön Türkler" demek
istemiştim. (Bir
koşuşturma başlar. Baskıya hazırlık) SAFFET : Kızım çay demle!
Arap, "e" harfi bul,
"a" harfi bul, "t" bul. A. CEMAL : (Bulup verir) Al sana "i", al "a",
al baba-
cığım "t". A. SUAVİ : İşte birinci baskı Muhbir, Saffet yeni
harflere geç.. SAFFET : Geçiyorum üstat.. Nuri oğlum, harf
bul.. (Okur, dizer) ".. zalimin katline ve
katilin sevaba girip mükâfat göreceği.."
Harf bul Nuri, bol "a" bul.. (Dizer) "Za-
lim Ali Paşa'dır!" A. SUAVİ : Tarihi yanlış koyma Saffet..
SAFFET : 1870 yılı üstat.. NURİ : 1870 olur mu yahu, yüz yıl beri gel..
A. SUAVİ : Gel, gel.. SAFFET : (Heyecanlı) Başüstüne üstat! Namık
Bey'den bir manzume.. İşte burda..
(Okur)
"Görevler ki can ve bedenden önce gelir Gördüğümüz işlerdir bize güç veren
Ölürsek de kim eyler hüzün matem Değer toprağımız, bir böyle aleme
"He-
eyyt")
TALİP : (A. SUAVİ'ye elini uzatır..) Nasıl baba?
SAFFET : şsst.. Üstat, üstat..
TALİP : Üstadım.. (Ötekilerle tokalaşır. Öpüşür.
Herkes birbiriyle öpüşür. NURİ, koşup
ZEHRA'yı da öper..) Talip, Çevik Kuv-
vet'ten.. SAFFET : Hayırlısı.. (A. SUAVİ'ye) Ah üstat dert
bir değil ki.. (Dışardaki gürültüler biraz
daha artmıştır. Zemin penceresinin önün-
den gelip geçenler.. Bizimkiler birbirlerine
bakarlar.. TALİP baskı işine dalmıştır.. İlk
sayfa provasını okur.) TALİP : Namık Kemal'in şiiri güzel.. İşte ilk
nüsha. NURİ : (Heyecana kaptırmıştır kendini) Yaşasın
Muhbir, yaşasın cemi.. (Güya CEMAL'e
sarılır..) Cemal Ağabey. A. CEMAL : (Usulca) Cemiyete kapı gibi bir üye
gel-
di.
TALİP : Arka sayfa? SAFFET : Harf bul Nuri, harf bul Arap..
(Coşkulu
çalışma. Baskı-Dizgi.. ZEHRA, çamaşırları
asmış, ocağı yakmıştır. Yemek pişirir.) SAFFET :(TALİP'e) Adını bağışla.
TALİP Talip.. Çevik'ten.. SAFFET Akşama çilingir sofrasına
bekleriz.
(Dışardan sesler, homurtular..) TALİP Hazır.. Hey kurban olduğum
mürek-
kep kokusu.. A. SUAVİ Haydi arkadaşlar. Muhbir'i bekleyenle-
ri bekletmeyelim.. A. CEMAL Nuri hadi koçum. NURİ Hazırım ağabey..
(CEMAL ile NURİ, Muhbir nüshalarını alır
ve çıkar. ZEHRA da arka kapıdan çıkar) A. SUAVİ : Rastgele çocuklar..
Heyecan bastı yine
(Oturur.) TALİP : Üstat iyi misin? Ne güzel yazmışsın:
"Milletimiz adil bir idareye layıktır."
A. CEMAL : (Sesi dışardan) Muhbir! Muhbir! Sizin gazeteniz.. Al iki gözüm..
Buyur ceyla-nım.. NURİ : "Bu gazete söz söylemenin yasak
olma-
dığı bir memleket bulur yine çıkar.." A. CEMAL : Zalim Ali Paşa'nın
düzenine dur diyen
Muhbir'i okuyun, okutun.. NURİ : Abone bulun, abone olun! A. CEMAL :
Bu cavaloz laf da nerden çıktı Nuri?
(Seslenir) Namık Bey'in Hürriyet şiirini
okuyun, okutun. NURİ : "Neler ettik zamanın zıddına ve inadı-
na!" A. CEMAL : Cerrahpaşa'lılar.. Muhbir sizin için ba-
sıldı bugün.. NURİ : Basan ve yayan Ali Suavi üstat.. Yar-
dımcı personel.. A. CEMAL : Ali Paşalı Cemal, namı diğer Arap Ce-
mal.. NURİ : Şehir haberlerinden Nuri; Basın-
Yayın'da master öğrencisi.. Yakında..
(A. SUAVİ ile SAFFET kapı ardına kadar
gitmişlerdir. Heyecanla sesleri dinlerler..
TALİP, Maşalı da baskıyı sürdürür...) TALİP : Üstat şu aylıklar için de bir
makale dö-
şensen.. Valla halimiz perişan.. SAFFET : Gazete tutacak, gazete tutacak..
Mırıltı-
ları işitiyor musunuz? Talip Usta gazete
tutacak! TALİP : Talip bir işe el attı mı?.. Usta da olduk
evvel Allah.. Ah, dayı bey bu günleri
görmeliydi. Senden bir halt olmaz der
dururdu rahmetli..
(Dışarıda kalabalıktan yansıyan sesler yo-
gunlaşmıştır. Sevinçle merdivenlere koşar.) TALİP : Gazete tuttu üstat,
gazetemiz tuttu! A. SUAVİ : Yarınki nüshayı hazırlamalı.. Saffet, ya-
rın bizim Paris "Ulûm" gazetesinden iki
yazı koyalım. SAFFET : Pek yerinde üstat.
(NURİ ile ARAP CEMAL girer.) NURİ : Gazete kapış kapış gitti. Okuyan
bir
daha okuyor. Ali Paşa yandı..
A. CEMAL : Laik eğitim yazısını yüksek sesle oku-
yordu biri. NURİ : Yerimizi öğrendiler..
(Dışarıdan alkış sesleri..) TALİP : Bu Ali Paşa kim
Allahaşkına? Sıkıyö-
netim kumandanlarından biri olmasın?
Aman, yanarız çıra gibi! A. CEMAL Yanarsak da
hürriyetten be Talip Usta! SAFFET Korkmayın yahu, Ali Paşa öleli
yüz yıl
oldu. A. SUAVİ Olsa olsa gölgesi dolaşıyordur memle-
kette.. NURİ Bu gölgelere de benim aklım ermiyor
bir türlü.. SAFFET Gençsin pişersin elbet.. A. CEMAL
Ben piştim öyle değil mi Saffet Baba.. SAFFET Hadi oradan.. A.
CEMAL Talip Usta, bir kitap okuyorum. Dişleri-
nin arasına bir ot koyuyor adamın biri..
Elli kişinin kırbacından geçiyor. Dikkat
et iki gözüm; herif of demiyor, çıkarıp
otu gösteriyor ot sapasağlam kör olayım,
hiç ısırmamış.. TALİP : Aşkolsun yani..
(Birden önlüğü soyunur) Nöbeti kaçırdık..
Yandım, şimdi yandım! A. SUAVİ Arka kapıdan çık..
Kalabalığa karış-
ma.. TALİP Neme lâzım. (Koşarak çıkar. Dışarıdan
alkış sesleri. Marş: "Venseramos.") A. SUAVİ (Vakur-
Basamaklara doğru yönelir) Bir
konuşma yapacağım.. SAFFET (Heyecanlı-tedirgin)
Üstat.. A. CEMAL Konuş be üstat. Madem yazdık, ko-
nuşmalı! NURİ Doğru olur mu? A. CEMAL Doğrunun
ne olduğunu kim söyleyecek. SAFFET İyi konuştu. NURİ
Derim ki, önce gazeteyi iyice okusunlar.
Bizden neler bekliyorlar bir öğrenelim. SAFFET İyi
konuştu.
A. SUAVİ (Övünücü) Üstat konuşmayı düşünü-yorsa konuşmalı! Kafasından
geçenleri
gürüha nakletmeli.. Nakletmeli ki, hare-ket olsun. Hareket olsun ki, çürümüş ne
var ise, ortadan kalksın bir güzel.. Ali Suavi konuşmayacak ise, kim konuşa-cak
peki? İçimde esen, o dur durak bil-meyen fırtına, gemilerin yelkenlerini şi-
şirmeyecek ise, ne işe yarar yazıp çiz-mek? Zulüm orada dururken; Suavi ka-
ranlıkta mı oturacak?
A. CEMAL : İyi konuştu!
(Sağdan ZEHRA girer. Elinde ekmek gidip tencereye bakar.)
ZEHRA : Ali Suavi Amca, baba, yemek hazır..
A. SUAVİ : (Tencere başına koşar, kapağını açıp kok-lar) Ohh, mis gibi.
Zehra, hele doldur kı-zım. (Ekmekten koca bir parça koparıp yeme-
ye koyulur. Ötekiler bir süre onu izler; ar-dından sofraya otururlar.
A. SUAVİ bir yandan iştahla yemek yerken, bir yandan oraya buraya
asılı çamaşırları toplayan ve arada etekleri açılan ZEHRA'ya yine
iştahla bakar. NURİ, bu bakışı yakalar.)
A. SUAVİ : Saffet yarın "Ulûm" gazetesinden bir makale koyacağız,
unutma. Bence tam sırası.
SAFFET : Sırası üstat.
(NURİ, usulca kalkar. Kitaplarını çantasını alır, merdivene yönelir. Dışarıda
sessizlik.)
A. CEMAL : Yeni baskıya var mısın Nuri?
NURİ : (Gönülsüz) Bakalım. Zehra, hoşça kal. (ZEHRA, koşup onu
yolcu eder. NURİ çı-kar. ZEHRA kapıda öylece bir süre durur.
Ağlamaklı olur..)
A. SUAVİ : Zehra kızım, n'oldu?
SAFFET : (Keyifli) Hiç canım, gözüne toz kaçmış besbelli. (ZEHRA
hızla topladığı çamaşır-ları yeniden leğene döker; su alır, yıkamaya
koyulur.)
SAFFET :Dert bir değil ki be üstat...Of,of!
A. CEMAL : İyi konuştu!
KARARIR
(Aynı dekor. Oraya buraya gerilmiş iplerde çamaşırlar.
"Hurafat" dolabının önünde SAFFET'le ARAP dizgi hazırlığında. NURİ, soldan
gi-rer. Çalışanları izler.)
PERDE
İKİNCİ BÖLÜM
(Oyun, birinci bölüm sonunda, o an 'dan başlayarak sürer. Aynı dekor. NURİ,
çıkışa uzanan basamaklara kapaklanmıştır. Topar-lanır, doğrulur. Pencereden
gelip geçenlerin bacakları. Artan mırıltılar, uğultu.. A. SUAVİ beklenmeyen bir
çeviklikle sol çı-kışa koşar..)