You are on page 1of 194

UMDET’UL FIKIH

Şeyh'ul İslam İbni Kudame el-Makdisi (541-620H)

İndeks

Hutbet'ul Hace

Mütercimden

Müellif Hakkında Kısa Bilgi

Şeyh'ul İslam İbni Kudame el-Makdisi'nin Mukaddimesi

Fıkh'ul İbadat (İbadetler Fıkhı)

1- Kitab'ut Tahare (Temizlik Bölümü) ‫ار ِة‬ َّ ُ‫ِك َتاب‬


َ ‫الط َه‬

1.1 Bab'u Ahkam'il Miyah (Suların Hükümleri Babı) ‫َبابُ أَحْ َك ِام ْال ِم َيا ِه‬

1.2 Bab'ul Aniye (Kap-kacaklar Babı) ‫َبابُ اآْل ِن َي ِة‬

1.3 Bab'u Kazay-ı Hacet ve Duhulu Hela (İhtiyaç Giderme ve Tuvalet Adabı Babı) ‫ول ْال َخاَل ِء و باب‬
ِ ‫ُد ُخ‬
‫قضاء الحاجة‬

1.4 Bab'ul Vudu (Abdest Babı)‫َبابُ ْالوُ ضُو ِء‬

1.5 Bab'ul Meshi Ale'l Huffeyn (Mestler Üzerine Meshetmek Babı) ‫باب مسح الخفين‬ 

1.6 Bab'u Nevakid'il Vudu (Abdesti Bozan Şeyler Babı) ‫باب نواقض الوضوء‬ 

1.7 Bab'ul Gusli min'el Cenabe (Cenabet'ten Gusl etme Babı) ‫باب الغسل من الجنابة‬ 

1.8 Bab'ut Teyemmum (Teyemmüm Babı) ‫باب التيمم‬

1.9 Bab'ul Hayz (Hayız Babı) ‫باب الحيض‬ 

1.10 Bab'un Nifas (Nifas Babı) ‫باب النفاس‬

2- Kitab'us Salat (Namaz Bölümü) ‫كتاب الصالة‬

2.1 Bab'ul Ezan ve'l İkame (Ezan ve İkamet Babı) ]‫باب األذان واإلقامة‬ 

2.2 Bab'u Şurut'us Salat (Namazın İçindeki ve Dışındaki Şartları Babı) ‫باب شروط الصالة‬
2.3 Bab'u Adab ve Meşi ila's Salat (Namaza Yürüme Adabı Babı) ‫باب أداب المشى إلى الصالة‬

2.4 Bab'u Sifat'is Salah (Namazın Tarifi Babı) ‫باب صفة الصالة‬

2.5 Bab'u Erkan'is Salat ve Vacibetuha (Namazın Erkanı ve Vacibleri Babı) ‫باب أركان الصالة وواجباتها‬

2.6 Bab'u Sucud’is Sehv (Sehiv Secdeleri Babı) ‫باب سجدتى السهو‬

2.7 Bab'u Salat’it Tatavvu’ (Nafile Namazlar Babı) ‫باب صالة التطوع‬ 

2.8 Bab'u es-Saati’lleti Nuhiye an’is Salati fiha (İçerisinde Namaz Kılmanın Nehyedildiği Vakitler
Babı)‫باب الساعات] التي نهي عن الصالة فيها‬

2.9 Bab'ul İmame (İmamet Babı) ]‫باب اإلمامة‬

2.10 Bab'u Salat'il Merid (Hastanın Namazı Babı) ‫باب صالة المريض‬

2.11 Bab'u Salat'il Musafir (Musafir’in; Seferi’nin Namazı Babı) ‫باب صالة المسافر‬

2.12 Bab'u Salat'il Havf (Korku Namazı Babı) ‫باب صالة الخوف‬

2.13 Bab'u Salat'il Cumu'a (Cuma Namazı Babı) ‫باب صالة الجمعة‬ 

2.14 Bab'u Salat'il İdeyn (Bayram Namazları Babı) ‫باب صالة العيدين‬

3- Kitab'ul Cenaiz (Cenazeler Kitabı) ‫كتاب الجنائز‬

3.1 Yıkama

3.2 Kefenleme

3.3 Yıkama, Kefenleme ve Defin İşlemini Yerine Getirmede Hak Sahipleri

3.4 Cenaze Namazının Kılınış Şekli

3.5 Cenaze Namazına Dair Hükümler ve Özel Durumlar

3.6 Defin İşlemi

3.7 Taziye

3.8 Kabir Ziyareti

3.9 İsal el-Sevab (Yapılan Hayrın Sevabını Ölüye Bağışlama)

4- Kitab'uz Zekat (Zekat Kitabı) ‫كتاب الزكاة‬


4.1 Bab'u Zekat'is Saime (Saime Hayvanların Zekatı Babı) ‫باب زكاة السائمة‬ 

4.2 Bab'u Zekati’l Harici min’el Ard (Yerden Çıkanların Zekat'ı Babı) ‫باب زكاة الخارج من األرض‬

4.3 Bab'u Zekat'il Esman (Altın ve Gümüş’ün Zekatı Babı) ‫باب زكاة األثمان‬

4.4 Bab'u Hukm'ud Deyn (Borçların Zekatı Babı) ‫باب حكم الدين‬

4.5 Bab'u Zekat'il Uruz (Ticaret Mallarının Zekatı Babı) ‫باب زكاة العروض‬

4.6 Bab'u Zekat'il Fıtr (Fıtr Zekatı Babı) ‫باب زكاة الفطر‬

4.7 Bab'u İhrac'uz Zekat (Zekat’ı Verme Babı) ‫باب إخراج الزكاة‬

4.8 Bab'u Men Yecuzu Dufia'z Zekatu ileyhi (Zekat  Verilmesi Caiz olan Kimseler Babı) ‫باب من‬
‫يجوز دفع الزكاة إليه‬

4.9 Bab'u men la Yecuzu Dufia'z Zekatu ileyhi (Zekat Verilmesi Caiz Olmayan Kimseler Babı)
‫باب من ال يجوز دفع الزكاة إليه‬

5- Kitab'us Siyam (Oruç Kitabı) ‫كتاب الصيام‬

5.1 Bab'u Ahkam'il Muftirin fi Ramadan (Ramazan’da Oruç Tutmaktan Muaf Tutulanlar Babı) ‫باب‬
‫أحكام المفطرين في رمضان‬

5.2 Bab'u ma Yufsid'il Savm (Orucu Bozan Şeyler Babı) ‫باب ما يفسد الصوم‬

5.3 Bab'u Siyam'ut Tatavvu (Nafile Oruçlar Babı) ‫باب صيام التطوع‬

5.4 Bab'ul İ’tikaf (İ’tikaf Babı) ‫باب االعتكاف‬

6- Kitab'ul Hacc ve’l Umre (Hacc ve Umre Kitabı) ‫كتاب الحج والعمرة‬

6.1 Bab'ul Mevakit (İhram Yerleri ve Zamanları Babı) ‫باب المواقيت‬

6.2 Bab'ul İhram (İhram Babı) ‫باب اإلحرام‬

6.3 Bab'u Mahzurat'ul İhram (İhramlıyken Yasak Olan Şeyler Babı) ‫باب محظورات اإلحرام‬

6.4 Bab'ul Fidye (Fidye Babı) ‫باب الفدية‬

6.5 Bab'u Duhulu Mekke (Mekke’ye Giriş Babı) ‫باب دخول مكة‬

6.6 Bab'u Sıfat'il Hacc (Hacc’ın Tarifi Babı) ‫باب صفة الحج‬

6.7 Bab'u ma Yufaluhu bade'l Hill (İhram Çıkarıldıktan Sonra Ne Yapılacağı Babı) ‫باب ما يفعله بعد‬
‫الحل‬
6.8 Bab'u Erkan'ul Hacc ve’l Umre (Hacc ve Umre’nin Erkanı Babı) ‫باب أركان الحج والعمرة‬

6.9 Bab'ul Hedy ve'l Udhiye (el-Hediy ve Udhiye Babı) ‫باب الهدي واألضحية‬

6.10 Bab'ul Akika (Akika Babı) ‫باب العقيقة‬

Fıkh'ul Mu’amelat ve’l Edeb'uş Şeriyye (İnsani İlişkiler ve Davranışlar Fıkhı)

7- Kitab'ul Buyü (Alışveriş Kitabı) ‫كتاب البيوع‬

7.0.1 (Neyh edilmiş Alışveriş Çeşitleri Hakkında) Fasıl ‫فصل‬

7.1 Bab’ul Riba (Riba; Faiz Babı) ‫باب الربا‬

7.2 Bab’ul Usul ve’l Simar (Zirai Ürünler ve Meyvaların Satışı Babı) ‫باب بيع األصول والثمار‬

7.2.1 (Meyvaların Satışı ve Olgunlaşması Hakkında) Fasıl ‫فصل‬

7.3 Bab’ul Hiyar (Satışı İptal Etme ve Muhayyerlik Babı) ‫باب الخيار‬

7.4 Bab’us Seleme (Peşin Para ile Veresiye Mal Almak Babı)‫باب السلم‬

7.5 Bab’ul Karz ve Ğayrihu (Ödünç Alma ve Diğer Meseleler Babı) ‫باب القرض وغيره‬

7.6 Bab’u Ahkam'ud Deyn (Borç Ahkamı Babı) ‫باب أحكام الدين‬

7.7 Bab’ul Havale ve’z Zaman (Havale ve Kefalet Babı) ‫باب الحوالة والضمان‬

7.8 Bab’ur Rehn (Rehin (Alma veya Verme) Babı) ‫باب الرهن‬

7.9 Bab’us Sulh (Arayı Bulma Babı) ‫باب الصلح‬ 

7.10 Bab’ul Vekale (Vekillik ve Vekalet Babı) ‫باب الوكالة‬

7.11 Bab’u Şirket (Ortaklık Babı) ‫باب الشركة‬

7.12 Bab’u Musakat ve Muzaraa (Müsakat; Ağaçları, Mahsül’den Pay Alma Karşılığı Sulama İşi
ve Muzaraa; Toprağı, Mahsül’den Pay Alma Karşılığı Sulama İşi Babı) ‫باب المساقاة] والمزارعة‬

7.13 Bab’u İhya'ul Mevat (Ölü Araziyi Diriltme; Yeniden Ekip-Biçilir Hale Getirme Babı) ‫باب إحياء الموات‬ 

7.14 Bab’ul Ceale (Ödüllendirme Babı) ‫باب الجعالة‬ 

7.15 Bab’ul Lukata (Yitik, Buluntu Mal Babı) ‫باب اللقطة‬ 

7.15.1 (Lakit: Buluntu/Bulunan Çocuk Hakkında) Fasıl ‫فصل‬


7.16 Bab’us Sabak (Bahse Girme Babı) ‫باب السبق‬

7.17 Bab’ul Vadietu (Mevduat Babı) ‫باب الوديعة‬

8- Kitab'ul İcare (Menfaat Üzerine Yapılan Akidler –İşe Alma ve Kiralama- Kitabı) ‫كتاب اإلجارة‬

8.1 Bab’ul Gasb (Gasb Babı) ‫باب الغصب‬

8.2 Bab’uş Şuf'a (Ön Alım Hakkı Babı) ‫باب الشفعة‬

9- Kitab'ul Vakf (Vakıf Kitabı) ‫كتاب الوقف‬

9.1 Bab’ul Hibe (Hibe Babı) ‫باب الهبة‬

9.2 Bab’ul Atiyye'l Meridu (Hastanın Bağışı Babı) ‫باب عطية المريض‬

10- Kitab'ul Vesaya (Vasiyet Kitabı) ‫كتاب الوصايا‬

10.0.1 (Vasiyetin Geçersiz Kılınması Hakkında) Fasıl ‫فصل‬

10.1 Bab’ul Mevsa ileyhi (Vasiyette Bulunulan; Vasi Babı) ‫باب الموصى إليه‬

10.1.1 (Hacr, İhtibar ve Rüşd Hakkında) Fasıl ‫فصل‬

10.1.2 (Kölenin Tasarruf’da Bulunmasına İzin Hakkında) Fasıl ‫فصل‬

11- Kitab'ul Feraiz (Miras Kitabı) ‫كتاب الفرائض‬

11.0.1 (Babanın Miras’da Ahvali Hakkında) Fasıl ‫فصل‬

11.0.2 (Büyükbabanın Mirasda Baba gibi olduğu Ahvali Hakkında) Fasıl ‫فصل‬

11.0.3 (Annenin Mirasda Dört Ahvali Hakkında) Fasıl ‫فصل‬

11.0.4 (Babaanne ve Anneannenin Mirasda Ahvali Hakkında) Fasıl ‫فصل‬

11.0.5 (Kızın Mirasda Ahvali Hakkında) Fasıl ‫فصل‬

11.0.6 (Kızkardeşlerin Mirasda Ahvali Hakkında) Fasıl ‫فصل‬

11.0.7 (Anne bir Erkek ve Kız Kardeşlerin Mirasda Ahvali Hakkında) Fasıl ‫فصل‬

11.1 Bab’ul Hacb (Hacb Babı) ‫باب الحجب‬

11.2 Bab’ul Asabe (Asabe Babı) ‫باب العصبات‬

11.3 Bab’u Zev’il Erham (Uzak Akrabalar Babı) ‫باب ذوي األرحام‬
11.4 Bab’u Usul el-Mesail (Meselelerde Hesaplamalarda Usül Babı) ‫باب أصول المسائل‬

11.5 Bab’ul Redd (Mirasda Redd; Reddiyye Babı) ‫باب الرد‬

11.6 Bab’u Tashih'il Mesail (Meselelerin Tashihi Babı) ‫باب تصحيح المسائل‬

Hutbet'ul Hace1

  
‫ِيم‬
ِ ‫الرح‬ َّ ِ ‫بِ ْس ِم هّللا‬
َّ ‫الر ْح َم ِن‬
ْ‫ َومَن‬، ‫ مَنْ َي ْه ِد ِه هَّللا ُ َفالَ ُمضِ ل َّ لَ ُه‬، ‫ت أَ ْع َمالِ َنا‬ َ ْ‫ َومِن‬، ‫ور أَ ْنفُسِ َنا‬
ِ ‫س ِّي َئا‬ ِ ‫ش ُر‬ ُ ْ‫ َو َن ُعو ُذ ِباهَّلل ِ مِن‬، ُ‫ َو َن ْس َت ْغفِ ُره‬، ‫ َو َن ْس َتعِي ُن ُه‬، ُ‫ َن ْح َم ُده‬، ِ ‫إِنَّ ا ْل َحمْدَ هَّلِل‬
‫سولُ ُه‬ ُ ‫ش َه ُد أَنَّ ُم َح َّم ًدا َع ْب ُدهُ َو َر‬
ْ َ‫ َوأ‬، ‫ش ِري َك لَ ُه‬َ َ‫ش َه ُد أَنْ الَ إِلَ َه إِالَّ هَّللا ُ َو ْح َدهُ ال‬
ْ َ‫ َوأ‬، ‫ِي لَ ُه‬َ ‫ضلِلْ َفالَ هَاد‬ ْ ‫ ُي‬.

َ‫ َيا أَ ُّي َها الَّذِينَ آ َم ُنوا ا َّتقُوا هَّللا َ َحقَّ ُت َقاتِ ِه َوال َت ُمو ُتنَّ إِالَّ َوأَ ْن ُت ْم ُم ْسلِمُون‬.

‫اءلُونَ ِب ِه‬ َ ‫س‬ َ ‫سا ًء َوا َّت ُقوا هَّللا َ الَّذِي َت َت‬
َ ِ‫ِيرا َون‬ َّ ‫س َوا ِح َد ٍة َو َخلَقَ ِم ْن َها َز ْو َج َها َو َب‬
ً ‫ث ِم ْن ُه َما ِر َجاال َكث‬ ُ ‫َيا أَ ُّي َها ال َّن‬
ٍ ‫اس ا َّتقُوا َر َّب ُك ْم الَّذِي َخلَ َق ُك ْم مِنْ َن ْف‬
‫ َواألَ ْر َحا َم إِنَّ هَّللا َ َكانَ َعلَ ْي ُك ْم َرقِي ًبا‬. 

‫از َف ْو ًزا َعظِ ي ًما‬ ُ ‫صل ِْح لَ ُك ْم أَ ْع َمالَ ُك ْم َو َي ْغف ِْر لَ ُك ْم ُذ ُنو َب ُك ْم َومَنْ ُيطِ ْع هَّللا َ َو َر‬
َ ‫سولَ ُه َف َقدْ َف‬ َ ‫ َيا أَ ُّي َها الَّذِينَ آ َم ُنوا ا َّتقُوا هَّللا َ َوقُولُوا َق ْوال‬.
ْ ‫ ُي‬. ‫سدِي ًدا‬

‫ أما بعد‬:

‫ وكل ضاللة في‬، ‫ وكل بدعة ضاللة‬،‫ وكل محدثة بدعة‬، ‫ وشر األمور محدثاتها‬، ‫ وخير الهدي هدي محمد‬، ‫فإن أصدق الحديث كتاب هللا‬
‫النار‬

"Hamd, ancak Allah (celle celaluhu) içindir. O'na hamd eder, O'ndan yardım ve mağfiret dileriz.
Nefislerimizin şerrinden, amellerimizin kötülüğünden O'na sığınırız. Allah (celle celaluhu) kimi hidayete
erdirirse onu saptıracak, kimi de saptırırsa onu hidayete erdirecek yoktur.

Allah (celle celaluhu)'dan başka ibadete layık ilah olmadığına şehadet ederim. O, tektir ve ortağı yoktur.
Yine şehadet ederim ki, Muhammed (sallallahu aleyhi ve sellem) O'nun kulu ve Rasulü'dür.

"Ey iman edenler! Allah’tan korkulması gerektiği gibi korkun ve sizler ancak müslümanlar olarak ölün!.."
(Ali İmran 3/102);

"Ey insanlar! Sizi bir tek nefisten yaratan ve ondan da eşini yaratan ve ikisinden birçok erkekler ve
kadınlar üretip yayan Rabbinizden sakının! Adını kullanarak birbirinizden dilekte bulunduğunuz Allah'tan
ve akrabalık haklarına riayetsizlikten sakının! Şüphesiz Allah sizin üzerinize gözetleyicidir." (en-Nisa 4/1);

"Ey iman edenler! Allah’tan sakının ve sözün en doğrusunu söyleyin ki Allah, amellerinizi ıslah etsin ve
günahlarınızı bağışlasın. Kim Allah’a ve Rasulü'ne itaat ederse büyük bir kurtuluşa ermiş olur." (el-Ahzab
3/70-71)

Muhakkak ki, sözlerin en hayırlısı Allah'ın Kitabı, yolların en hayırlısı Muhammed (sallallahu aleyhi ve
sellem)’in yoludur. İşlerin en kötüsü ise sonradan uydurulanlardır. (Sonradan uydurulup dine sokulan)
her bid’at sapıklık ve her sapıklık da ateştedir." 2

ِ ‫ َف َه ِذ ِه ا ْل ُخ ْط َب ُة عِ ْق ُد ن َِظ ِام اإْل ِ ْساَل ِم َواإْل ِي َم‬ "İslam nizamı ve imanın düğümü"


 Şeyh'ul İslam ibni Teymiyye'nin ‫ان‬
1-

(Mecma'ul Feteva, 14/223) dediği "Hutbet'ul Hace" isimli bu duayı, Rasulullah (sallallahu aleyhi ve
sellem) hutbelerinin girişinde okurdu.

2-
 Bu hadisin ilk bölümü Nesai, Cuma, #24, ayetlerden sonraki kısmı ise Müslim, Cuma, #13 ve diğer hadis
mecmualarında nakledilmiştir.
Mütercimden

Bismillahirrahmanirrahim,
Hamd ve sena alemler'in Rabb’i, din gününün Melik’i olan, Aziz ve Celil, şanı Yüce Allah'a'dır. Yalnız O’na
ibadet eder, yalnız O’ndan ister, yalnız O’na sığınırız.

Emma ba'd (bundan sonra);

Küfür diyarında dinin aslına dair hususların ilminin ortadan kalktığı, batıl ile hakkın birbirine karıştığı ve
dahi batılın hak, hakkın batıl olarak kabul edilir olduğu bugünlerde müslümanların ve İslam’ı öğrenme
gayreti içerisindeki kimselerin gündemini çoklukla dinin aslına dair hususlar meşgul etmektedir ki bu da
yerinde bir tutumdur. Lakin, fıkıh en basit nitelendirmeyle; helal ve haramı birbirinden ayıreden bir
mizandır. (En azından) bu özelliğiyle fıkıh, Müslümanlar'ın ibadetler fıkhını ve helal ile haramları öğrenip
buna uygun bir yaşayış biçimi edinmelerini sağlayacak ilim dalıdır. Bu tanımı gereği fıkıh, müslümanların
nazarında çok mühim bir ilim dalıdır. Şüphe yok ki, Müslümanlar inanç esaslarına dair akidevi konuları ve
i'tikadi meseleleri bilmekle mükelleftirler. Bunun gibi, ameli hususlarda da ilm-i hal yani yaşadıkları halin,
durumun ilmini öğrenmeleri gerekir.    

Bu münasebetle Hanbeliler nezdinde fıkıh öğrenimine başlangıç eserleri arasında mühim bir yer işgal
eden Şeyh'ul İslam İbni Kudame el-Makdisi’nin, "el-Umde fi Fıkh'il Hanbeli" ve "Umdet'ul Fıkh ala
Mezheb'il İmam Ahmed" isimleriyle anılan ve "el-Umde" olarak meşhur olmuş eserinin tercümesini –
inşallah- sunacağız.

"el-Umde", müellif İbni Kudame tarafından Hanbeli fıkhının başlangıç kitabı olarak tasarlanmıştır. Fıkıh
öğrenimine yeni başlayan talebeler için çok faydalı bir eserdir. Eser, çok kısa bölümlerden oluşmakta
olup aynı zamanda çok açık ve basit ifadeler ile meseleleri açıklamakta ve bir başlangıç kitabı olması
hasebiyle konuları derinlemesine ele almadığından ötürü (Allah’ın izniyle) adeta talebeyi ilme karşı aç ve
susuz bırakıp daha fazla ilim elde etme sevdasına müptela etmektedir. Meseleler, kitapta ilgili başlıklar
altında öz bir biçimde verilmekte olup ilgi çekici biçimde sunulmuş olmaları sebebiyle okuyucu ve ilim
talebesini daha derinlemesine düşünmeye ve araştırmaya sevk etmektedir. Bu, okuyucuya sadece fıkhi
hükümleri öğretme niyetinde olunmayıp okuyucuyu daha derinlemesine düşünüp araştırmaya yöneltme
üslubunun kitaba hakim olmasındandır.

Şeyh'ul İslam İbni Kudame el-Makdisi, fıkıh alanında hiçbir bilgisi olmayan bir ilim talebesinin fıkıh
öğrenimine başlayıp müctehid olabilecek seviyede fıkıh ilmini tahsil edebileceği bir metod ve eğitim
sistemi ortaya koymuştur. Kademeli olarak ve çok ciddi eserler ile uygulanabilecek bu yöntemin
müfredatını da kendi yazdığı eserler oluşturmaktadır.

Bu sistemin ilk kitabı çevirisine yer vereceğimiz "el-Umde" isimli eserdir. Bu eser her Müslüman'ın
bilmesi gereken fıkhi bilgileri ihtiva eder. Müellif her bölümde yalnızca mezhepte (Hanbeli Mezhebi'nde)
en çok kabul görmüş görüşe yer vermektedir. Bu eserde delillerin mukayesesine yahut tartışılmasına yer
verilmemiştir. Şeyh'ul İslam bu eserinde dile getirmiş olduğu fıkhi hükümlere dair delilleri zikretmemiş,
bu hükme dair diğer görüşlerin delilleri ile mukayese etmemiş yahut delilleri tartışmamıştır. Lakin her
hususa dair başlangıcı, bir hadis zikretmek olmuştur. Bunu yapmakla Şeyh'ul İslam hem ilim talebesine
fıkhi hükümlerin çıkarımında kullanılması gereken usulü göstermiş hem de bahsi geçmeyen birçok
hususu ilim talebesinin tesbit edebilmesine zemin hazırlamıştır.

Bu sistemin ikinci kitabı ise müellife ait olan "el-Mukni" isimli eserdir. Bu eser, orta seviyede bulunan
fıkıh talebelerinin kullanımına sunulmuştur. Müellif bu eserinde "el-Umde"den farklı olarak birçok
görüşe yer vermiş ancak mezhepte bunlardan hangisinin en çok kabul görmüş görüş olduğuna
değinmemiştir. Yine bu eserinde de hükümlerin delillerine değinmediği gibi, delilleri karşılaştırmalı olarak
ele almamış ve tartışmamıştır. Ayrıca "el-Umde" bir çatı olarak kullanılmış ve eklemelerde
bulunulmuştur. Bu eser "el-Umde" ile kıyaslanıldığında daha sistematik ve daha geniştir.

Bu sistemin üçüncü kitabı ise müellifin "el-Kafi fi Fıkh'ıl İmam'il Mübeccel Ahmed ibni Hanbel" isimli
eseridir. Kısaca, "el-Kafi" olarak bilinen bu eser, "el-Umde" ve "el-Mukni" isimli eserlerin birleştirilmiş ve
genişletilmiş halidir. Bu eserinde müellif farklı olarak Hanbeli Mezhebi'ndeki farklı görüşlere yer
vermiştir. Bu görüşler delilleri ile birlikte verilmiştir.

Bunu müteakiben dördüncü kitab ise "Ravzat'un Nazır" olarak bilinen tam ismiyle "Ravzat'un Nazır ve
Cünnet'ül Münazir fi Usul'il Fıkh ala Mezheb'il İmam Ahmed" isimli eserdir. Fıkıh Usülü alanında yazılmış
bir eserdir. Gazali’nin "el-Mustasfa" isimli eserinin bir benzeridir. Daha geniş ve daha kapsamlıdır. Eserde
Gazali’nin aksine Şafii Mezhebi'nin görüşleri yerine Hanbeli Mezhebi'nin görüşlerine yer verilmiştir.
Genel manada basit ifadeler kullanılan eserde kimi yerde gereğinden fazla detaya yer verilmiştir. 

Bu sistemin beşinci ve aynı zamanda son kitabı ise müellifin "el-Muğni" isimli eseridir. Eser, bundan önce
müellifin ele aldığı ve bu serinin ilk dört kitabını bir araya toplayarak diğer mezheplerin ve Selef
alimlerinin görüşlerinin derlendiği karşılaştırmalı bir Fıkıh Ansiklopedisi'dir. Eser, Hafız Hıraki’nin
"Muhtasar" isimli eserinin şerhidir. İbni Kudame kendi döneminde uygulanmaya devam etsin etmesin,
Selef'in hemen hemen bütün görüşlerini toplamış ve biraraya getirmiştir. Hanbeli Mezhebi'nin bütün
görüşlerini, İmam Ahmed’in görüşüne vurguda bulunarak nakletmiş ve bu görüşlerin delillerini de
kaydetmiştir. Neticesinde kendisinin tercih ettiği görüşü diğerlerinden ayırt etmiş ve bunun sebeplerine
ve delillerine de yer vermiştir.

Şeyh'ul İslam İbni Kudame el-Makdisi’nin telif ettiği bu eserlere çokça şerh ve haşiyeler yazılmıştır. Her
biri çok değerli olan bu eserler İbni Kudame el-Makdisi’nin kendi zamanında ve kendisinden sonra
Hanbeliler arasında itibar görmüş ve en mühim kaynak eserlerden sayılmıştır.

"el-Umde"ye dönecek olursak, bu eserin üçyüzün üzerinde şerhi yapılmıştır. En meşhurları İbni
Kudame'nin talebesi Baha ed-Din el-Makdisi'nin "el-Umde"ye yazdığı "el-Udde" adlı şerh ve Şeyh’ul İslam
İbni Teymiyye'nin el-Umde şerhi'dir. Şeyh'ul İslam (rahimehullah) şerh'e başlamış ve ancak Hac
bölümüne kadar şerhetmiştir. 

Bu eserin tercümesinde takip edeceğimiz usül, metne sadık kalmak ve gerekli gördüğümüz yerlerde
açıklayıcı bilgiler vermek olacaktır. Bunu yaparken de bahsettiğimiz şerhlerden istifade edeceğiz
inşaallah. Parantez içi açıklamalar ve dipnotlar bizim tarafımızdan ilave edilmiştir. 

Hata, kusur ve eksiklikler bizden; hak ve doğruluk Allah’tandır. Hakka ve doğruya isabet etmek ancak
Allah’ın lütfu ve keremi iledir. 

Salat ve selam Rasulullah’a, mü'minlerin anneleri olan zevcelerine (eşlerine) ve Ali'ne, Ashabı'na; Raşid
Halifeleri'ne, Aşere-i Mübeşşere'ye, Muhacirler'e, Ensara, Bedir, Uhud Ehli'ne, Şehidler'e, Ashab'ın önde
gelen simalarına ve genel olarak bütün Sahabeler'e ve onları hayır ile takip eden Tabiin ve Etbai Tabiin'e,
Selefi Salihin'e hayırda ittiba etmiş Hayr'ul Halef'e, müctehid imamlara, onların ashabları ve talebelerine,
müceddid imamlara, Şeyh'ul İslam İbni Teymiyye ve talebelerine, Şeyh'ul İslam Muhammed ibni Abd'il
Vehhab ve çocukları, torunları ve Necd Uleması'na onların yolunda ilerleyen imamlara ve Kıyamet'e
kadar onlara ittiba eden; hanifler, muvahhidler ve mü’minlerin üzerine olsun! 
Rahman ve rahim olan Allah, Rasulü (sallallahu aleyhi ve sellem) ile tamamladığı ni'metini, Rasulullah
(sallallahu aleyhi ve sellem)’in miras olarak bıraktığı ilme tabi olup bunu nesilden nesile aktaran
mü’minleri katından hayır ile mükafatlandırsın. Bizleri dosdoğru yoluna iletip, Allah’tan hakkıyla
korkanlardan, sıddıklarla beraber olanlardan ve müslüman olarak yaşayıp, müslüman olarak can verip,
müslüman olarak tekrar dirilip, müslüman olarak hesaba çekilip ve nihayetinde müslüman olarak
cennetine girenlerden eylesin! Rabbim, bizlerden bu amelimizi ihlas üzere bir hayır olarak kabul buyur.
Rabbim, bizleri rahmetin ile cennetine koy, bizlere firdevsini ver. Amin!..

Müellif Şeyh'ul İslam İbni Kudame el-Makdisi Hakkında Kısa Bilgi

Şeyh'ul İslam, Muvaffak ed-Din Ebu Muhammed Abdullah ibni Ahmed ibni Muhammed ibni Kudame ibni
Mikdam ibni Nasr ibni Abdillah el-Makdisi el-Cemaili sonraları ed-Dımaşki, es-Salihi. Künyesi Ebu
Muhammed el-Makdisi'dir. Hicri 541 yılında Filistin Nablus'da küçük bir yerleşim birimi olan Cemail'de
doğmuştur. Hicri 551 yılında 10 yaşındayken ailesiyle birlikte Dımaşk'a yerleşti ve orada Kur'an'ı
ezberledi. Hicri 561 yılında daha sonraları Hafız Abd'ul Gani olarak meşhur olan kuzeni Abd'ul Gani ile
birlikte Bağdat'a yolculuk etti. Orada çok sayıda alimden eğitim aldı. Hanbeli fakihlerinden biri oldu ve
Hanbeli mihrabının imamlığını yaptı. Zahid, abid, takva sahibi, mütevazi, güzel ahlaklı, cömert, haya
sahibi, güzel davranışlı, nurlu, kıymetli ve Selef'e tabi olmuş bir şahsiyetti. Dımaşk'dan ayrılarak Kudus'ü
Feth'e yola çıkan Salah ed-Din Eyyubi'nin ordusuna katılmış ve Hicri 573 yılında vuku bulan Kudüs'ün
Fethi'nde yer almıştır.

İbni Kudame, Selef menhecine bağlı bir alim olarak, kelama ve Eşariler'e muhalefeti ile bilinmektedir.
Allah'ın sıfatlarını te'vil eden kelamcılara reddiye amaçlı kaleme aldığı Zemm'ut Te'vil; kelam kitaplarıyla
uğraşmanın haram olduğunu ispat etme amaçlı kaleme aldığı Tahrim'un Nazar ve Selef akidesini
naklettiği ve çevirisini yaptığımız Lum'at'ul İ'tikad el-Hadi İla Sebil'ir Reşad isimli eseri, el-Kader, el-Uluvv
isimli eserleri bulunmaktadır. Rivayet olunduğuna gore Eşariler'den İbni Asakir'in kendisine 'Esselamu
Aleykum!' diyerek selam vermesi üzerine selamını almamış ve mukabelede bulunmamıştır. Bunun sebebi
sorulduğunda şöyle cevap vermiştir: "O, Kelam-ı nefsiye inanmaktadır. Ben de onun selamına 'Selam-ı
nefsi' ile karşılık verdim!"

Bilinmektedir ki, kelamcı Eşari ve Maturidiler Kelamullah'ı iki ayrı şekilde ele almış ve ezeli olanın 'Kelam-
ı nefsi' ve haşa okuduğumuz Kuran'ı Kerim'in de yaratılmış olan 'Kelam-ı lafzi'  olduğunu ileri sürerek
tabiri caizse Ehl-i Sünnet ve'l Cema'atin takipçisi olduğu Selef menheci ile Bid'atçı M'utezile arasında bir
orta yol icad ettiler. Allah'ın 'Kelam-ı nefsi' ile ezelde Mütekellim (konuşucu) olduğunu ortaya attılar ve
böylelikle de Allah'ın ezelden beri sahip olduğu Kelam'ın 'Kelam-ı nefsi' (kendisiyle konuşması) olduğunu
iddia etmiş oldular. 

İbni Kudame, bu davranışı ile; hem Bid'atçi gördüğü Eşari kelamcılara selam verip almamış hem de bir
söz yahut tutuma karşı en etkileyici karşılık olan, bu batıl düşünce yahut tutumun zeki bir biçimde alaya
alınması prensibini sergilemiş olmaktadır. Bu şekilde karşılık vermesi ile şu mesajı vermektedir: Siz Eşari
kelamcılar Allah'ın kendi içinde (Nefs'inde) konuştuğunu ancak hakikatte konuşmadığını iddia
ediyorsunuz. Ben de kendi içimde -hakikatte konuşmadan- selamına karşılık veriyorum!

İbni Kesir, onun keskin zekasına işaret eden şu kıssayı nakleder: "Gecenin birinde adamın biri, sarığını
başından kaçırdı. Sarığında, içinde birkaç kum tanesi bulunan bir kağıt vardı. Şeyh Muvaffak ed-Din, sarığı
kaçıran adama: Kağıdı al, sarığı bırak! dedi. Adam da kağıdın içinde para bulunduğunu zannederek kağıdı
aldı ve sarığı bıraktı. Bu da Şeyh Muvaffak ed-Din'in keskin zekalı ve hazır cevap olduğunu
ispatlamaktadır. Böyle yapmakla o, sarığını adamın elinden rahatlıkla alabilmişti."

Şeyhleri arasında Taki ed-Din Ebu Muhammed Abdu'l Gani el-Makdisi, Irak'ın fakihi ibn'ul Menni olarak
bilinen Ebu'l Feth Nasr ibnu Fetyan bulunmaktadır. Ölümünden kısa bir süre önce de Şeyh Abd'ul Kadir
Geylani ile tanışmış ve ondan ilim tahsil etmiş ve de ilerleyen yıllarda "el-Muğni" adlı eserinde şerhini
yapacağı "Muhtasar'ul Hiraki"yi Şeyh Abd'ul Kadir'in yanında okumuştur. Hocaları arasında Hibetullah
ibn'ul Hasan ed-Dakkak, Ebu'l Feth ibn'ul Batti, Ebu Zur'a ibnu Tahir, Yahya ibni Sabit, Hatice en-
Nahravanniyye, Suriye Dımaşk'da Ebu'l Mekarim ibnu Hilal, Irak Musul'da Ebu'l Fadl et-Tusi, Mekke'de el-
Mübarek ibnu't Tabbak ve daha birçokları bulunmaktadır. 

Ebu Amr ibn'us Salah onun hakkında şöyle demektedir: "Şeyh el-Muvaffak gibisini görmedim." Şeyh'ul
İslam İbni Teymiyye şöyle der: "Evzai'den sonra Şeyh Muvaffak'dan daha fakih bir kimse Şam'a
girmemiştir." Hafız el-Münziri şöyle der: "O fakihti, imamdı. Dımaşk'da hadis nakletmiş, fetvalar vermiş
ve eğitmiştir. O, fıkıh alanında uzun ve kısa eserler ve de başka alanlarda da birçok kitaplar kaleme
almıştır." Zehebi onun uzunca biyografisine yer vermiş ve: "O, alimler arasında en çok ilim sahibi
olanlardan biridir ve çok sayıda kitap yazmıştır" diyerek onu çokça övmüştür. İbn Neccar onu şu sözler ile
tarif etmektedir: "Dımaşk Camisi'nin Hanbeli imamıydı. Güvenilir, asil karakterli, çok cömert, temiz
karakterli, takvalı bir abid, menhecde Selefi takip eden, (takva ve ilim ile) nur yayan saygıdeğer bir
kimseydi. Onun konuşmasını dahi duymayan kimseler onun nazarından (bakışından) istifade edebilirdi."
İbn Kesir onun biyografisine: "Şeyh'ul İslam yüksek derecede bir alimdi. Kendi çağında ve kendisinden
önceki zamanlarda ondan daha iyi bir fakih yoktu." (İbni Kesir, el-Bidaye ve'n Nihaye, 13/99) diyerek
başlamaktadır. İbni Receb onun kaleme aldığı kitaplar hakkında şu ifadeleri kullanır: "O, bütün
Müslümanlar'ın genel olarak ve (Hanbeli) mezheb alimlerinin de özel bir seviyede faydalanacakları
eserler ortaya koymuştur. Bu kitaplar, onun yazarken sahip olduğu asil niyetine ve ihlasına bağlı olarak
çok geniş bir biçimde yaygınlaşmış ve şöhret bulmuştur." (Zeylu Tabakat'il Hanabile, 2/133)

Çok sayıda talebe'si vardı. Talebeleri arasında Şihab ed-Din Ebu Şame el-Makdisi (665H), et-Tergib ve't
Terhib müellifi Hafız Zeki ed-Din Ebu Muhammed el-Münziri (656H) gibileri bulunmaktadır. 

Ondan nakilde bulunan kimseler arasında el-Baha Abd'ur Rahman, el-Cemal Ebu Musa ibn'ul Hafız, İbni
Halil, İbn'un Neccar, eş-Şems ibni Kemal, Zeyneb binti el-Vasıti ve başkaları bulunmaktadır.

Çok sayıda değerli eser kaleme almıştır. Akide alanında telif ettiği eserler arasında şunlar zikredilebilir:
"Lumat'ul İtikad", "el-Kader", "Zemm'ut Tevil", "el-Uluv", "Tahrim'un Nazar". Fıkıh alanında telif ettiği
eserler arasında şunlar zikredilebilir: "el-Muğni fi Şerhi Muhtasar'il Hiraki", "el-Kafi", "el-Umdet'ul Fıkh",
"eş-Şafii el-Mukni li'l Hıfz". Fıkıh Usul'ü alanında: "Ravzatu'n Nazir", Rekaik ve Zühd'e dair: "el-Rikkatu
ve'l Buka", "et-Tevvabun", "Minhac'ul Kasidin".
  
Hicri 620 yılı Ramazan Bayramı'nda seksen yaşında cumartesi günü Dımaşk'da vefat etti. Yüce Allah ona
rahmet etsin.

Şeyh'ul İslam İbni Kudame el-Makdisi'nin Mukaddimesi

‫بسم هللا الرحمن الرحيم‬

‫هلل‬ َ ‫ وأَش َه ُد أَن ال إِل َه إال هللا َوح َدهُ ال َش ِري‬.‫هللا َعلَى َخلقِ ِه‬
ِ ‫ َش َها َد َة َقا ٍِئم‬،ُ‫ك لَه‬ ِ ‫ضل‬ ِ ‫ٍ َك َف‬،‫ض ُل َعلَى ُك ِّل َحمد‬
ُ ‫ َحم ًدا َيف‬،ِ‫الحم ِد َو مُس َت َح ِّقه‬
َ ‫هل‬ِ َ‫ أ‬،ِ‫الحم ُد ِهلل‬
َ
]ٌ ‫ َما َجا َد َس َح‬،ِ‫حبه‬
‫ و َما َر َع َد َبع َد‬،ِ‫اب ِب َودقِه‬ ِ ‫ص‬َ ‫صلَّى هللاُ َعلَي ِه َو َعلَى آلِ ِه َو‬
َ ،ِ‫ب فِي صِ دقِه‬ َ ‫ غ‬،ُ‫ و أَش َه ُد أنَّ م َُحم ًَّدا َعب ُدهُ و َرسُولُه‬،ِ‫ِب َح ِّقه‬
ٍ ‫َير مُر َتا‬
‫ َبرقِ ِه‬.

ُ‫ص َواب‬ َ ‫س َعلَي ِه ال‬ َ ‫ لِ َي ُك‬،ٍ‫ول َوا ِحد‬


ِ ‫ون عُم َد ًة لِ َق‬
َ ‫ و ال َيل َت ِب‬،ِ‫ار ِئه‬ ٍ ‫رت فِي ِه َعلَى َق‬
ُ ‫ص‬َ ‫ واق َت‬،‫ان‬
ِ ‫ب اإلِم َك‬ َ ‫ اخ َت‬،ِ‫هذا ِك َتابُ أَح َك ٍام فِي الفِقه‬
َ ‫صر ُت ُه َح َس‬
ِ ‫ ِباختِالفِ الُوجُو ِه َو الرِّ َوا َيا‬.
‫ت‬

‫خالص‬ِ ِ‫ُبحا َن ُه فِي إ‬ ِ ‫ مُع َت ِم ًدا على‬،‫ك‬


َ ‫هللا س‬ َ ِ‫ َفأَجب ُت ُه إِلَى َذل‬،‫ين‬ ُ ‫ و َيس ُه َل ح‬،‫ِين‬
َ ‫ِفظ ُه َعلَى ال َطال ِِب‬ َ ‫ُب َعلَى ال ُم َت َعلِّم‬ َ َ‫َسأَلَنِي َبعضُ أ‬
َ ‫صح ِاب َنا َتلخِي‬
َ ‫ لِ َيقر‬،ُ‫صه‬
‫ِيح ًة َتبَرُّ ًكا ِب َها‬
َ ‫صح‬ َ ‫ و أَودَع ُت ُه أَ َحاد‬.‫الوكِيل‬
َ ‫ِيث‬ َ ‫ضوا ِن ِه ال َعظِ ِيم و ه َُو َحس ُب َنا و نِع َم‬ ِ ‫ و ال َمعُو َن ِة على الوُ ص‬،‫جه ِه ال َك ِر ِيم‬
َ ‫ُول إلى ِر‬ ِ ‫ال َقص ِد ل َِو‬
‫اح ألَس َتغن َِي َعن نِس َب ِت َها إِلَي َها‬ِ ‫واع ِت َما ًدا َعلَي َها و َج َعل ُت َها م َِن الص َِّح‬

Bismillahirrahmanirrahim

Allah'ın yarattıklarına olan üstünlüğü gibi bir üstünlükle diğer bütün Hamdler'den daha üstün Allah'a
yaraşır- bir hamd; hamde müstehak (bütünüyle layık) olan Allah'adır. O'nun (Allah'ın; kulları üzerindeki)
hakkını yerine getirerek şehadet ederim ki; Allah'tan başka -tapılmaya layık- ilah yoktur ve O'nun ortağı
yoktur!.. Sıdkından (doğruluğundan) şüphe etmeksizin Muhammed'in, Allah'ın kulu ve Rasulü (elçisi)
olduğuna şehadet ederim. Bulutlar yağmuru getirdiği müddetçe ve yıldırımlar şimşeklerden sonra geldiği
müddetçe Allah'ın selamı; onun, Al'inin ve Ashabı'nın üzerine olsun!..

Emma Ba'd (bundan sonra):

Bu, fıkıh ile alakalı ahkamı içeren bir kitaptır. Muhtevasını mümkün mertebe özetledim. Kendimi bir tek
kavil (görüş) ile kayıtladım ki böylelikle, bu kitap (fıkıh alanında) okuyucu için umde (temel) teşkil etsin ve
doğru olan görüş birçok farklı görüş ve rivayetler arasında karıştırılmasın.

Bazı kardeşlerim; öğrenenler için anlaşılması ve talebelerin ezberlemesini kolaylaştırmak için, bu kitabı
muhtasar (özet) hale getirmemi talep ettiler. Bunun üzerine ben, bütün noksanlıklardan münezzeh olan
Allah'a dayanarak ve niyetimi halis kılarak, O'nun vechi keremi için, O'nun yüce rızasına ulaşmak için
O'nun yardımını talep ederek buna karşılık verdim (ve bu kitabı kaleme aldım) ki; O, bize yeter, O ne
güzel Vekil'dir!..

Ayrıca, sahih hadisleri onlarla teberrük (bereketlenmek) için ve onlara itimat ettiğim için kitaba ekledim.
Bu hadisleri, sahih kaynaklardan seçtim ki (kitabda) onlar için (değişik hadis kitaplarından) kaynak
vermek durumunda kalmayayım.

İbadetler Fıkhı

َ ‫اب ال َّط َه‬


‫ار ِة‬ ُ ‫ِك َت‬

Kitab'ut Taharet (Taharet Kitabı)


‫اب أَ ْح َك ِام ا ْل ِم َيا ِه‬
ُ ‫َب‬

Bab'u Ahkam'il Miyah (Suların Hükümleri Babı)

‫ش ْي ٌء إِاَّل‬ َ ‫ار ًيا لَ ْم ُي َن ِّج ْس ُه‬ِ ‫ارةُ ِب َمائ ٍِع َغ ْي ِر ِه َفإِ َذا َبلَ َغ ا ْل َما ُء ُقلَّ َت ْي ِن أَ ْو َكانَ َج‬ َ ‫الط َه‬َّ ُ ‫صل‬ ُ ‫ َفاَل َت ْح‬ ‫ت‬ ِ ‫اسا‬َ ‫ث َوال َّن َج‬ ِ ‫ورا ُي َط ِّه ُر مِنَ اأْل َ ْحدَ ا‬ ً ‫ُخلِقَ ا ْل َما ُء َط ُه‬
ُ
‫ َوإِنْ ط ِب َخ فِي‬ ‫شق ِِّي‬ ْ ‫ال ِبال ِّد َم‬ َ َ َ
ٍ ‫ب مِا َئة َوث َمانِ َية أ ْرط‬َ ً َ ‫ار‬ َ
َ ‫ان َما ق‬ ُ
ِ ‫اس ِة َوا ْلقلَّ َت‬ َ
َ ‫س ِب ُم َخالَطتِ ِه ال َّن َج‬ َ
ُ ‫يح ُه َو َما سِ َوى ذلِ َك َي ْن ُج‬ َ ‫َما َغ َّي َر لَ ْو َن ُه أَ ْو ط ْع َم ُه أ ْو ِر‬
َ َ
‫استِ ِه‬ َ ‫ار ِة ا ْلمَاءِ أَ ْو َغ ْي ِر ِه أَ ْو َن َج‬ َ ‫ش َّك فِي َط َه‬ َ ‫ور َّي َت ُه َوإِ َذا‬ ِ ‫ب ُط ُه‬ َ َ‫سل‬ َ ‫ث‬ ٍ َ‫اس ُت ْع ِمل َ فِي َر ْف ِع َحد‬ ْ ‫اس ِم ِه أَ ِو‬ ْ ‫ب َعلَى‬ َ َ‫ور أَ ْو َخالَ َط ُه َف َغل‬ ٍ ‫س بِ َط ُه‬ َ ‫ا ْلمَاءِ َما لَ ْي‬
‫ضأ َ مِنْ ُكل ِّ َوا ِح ٍد‬ َّ ‫ش َت َب َه َط ُهو ٌر ِب َطاه ٍِر َت َو‬ ْ ‫سل َ َما َت َي َّقنَ ِب ِه َغ ْسلَ َها َوإِ ِن ا‬ َ ‫ب أَ ْو َغ ْي ِر ِه َغ‬ ِ ‫اس ِة مِنَ ال َّث ْو‬ َ ‫ِين َوإِنْ َخف َِي َم ْوضِ ُع ال َّن َج‬ ِ ‫َب َنى َعلَى ا ْل َيق‬
َّ‫س ْب ًعا إِ ْح َداهُن‬ َ ‫ير‬ ْ
ِ ‫ب َوال ِخ ْن ِز‬ ْ
ِ ‫سة ال َكل‬ ْ ُ َ ‫سل ُ َن َجا‬ ْ
َ ‫ص ة َو ُتغ‬ ً ‫اَل‬ َ ‫س َو َزا َد‬ ِ ‫ب بِ َع َد ِد ال َّن ِج‬ َ
ٍ ‫ب َب ْعدَ ث ْو‬ َ
ٍ ‫صلى فِي ث ْو‬ َّ َ ‫س ِة‬ ٌ
َ ‫اب طاه َِرة بِال َّن ِج‬ َ ٌ ‫ش َت َب َهتْ ثِ َي‬ ْ ‫ِم ْن ُه َما َوإِ ِن ا‬
:‫سلَّ َم‬ ‫و‬ ِ
‫ه‬
َ َ ْ َ ُ‫ي‬َ ‫ل‬ ‫ع‬ ‫هَّللا‬ ‫ى‬ َّ ‫ل‬ ‫ص‬ ‫هَّللا‬ ‫ول‬
َ ِ ِ ُ َ ِ ْ َ َِْ ُ ‫س‬ ‫ر‬ ‫ل‬ ‫و‬ َ
‫ق‬ ِ ‫ل‬ ‫ا‬ ‫ه‬ ِ ‫ن‬‫ي‬ ‫ع‬ ‫ب‬ ‫ِب‬ ‫ه‬ ْ
‫ذ‬ ُ
‫ت‬ ٌ ‫ة‬ ‫ح‬ ‫ا‬‫و‬
َ‫َ َّ َ ِد‬ ٌ
‫ة‬ ‫ب‬ ‫ص‬ َ
‫ف‬ ‫ض‬ ِ ْ‫ر‬ َ ‫أْل‬‫ا‬ ‫ى‬ َ ‫ل‬‫ع‬َ ْ‫ت‬ ‫ن‬َ ‫ا‬‫ك‬َ ‫إ‬ ‫و‬ ٌ
‫ة‬
ْ‫ُ َ َ ِن‬ ‫ي‬ ِّ
‫ق‬ َ
‫ن‬ ‫م‬ ‫ث‬ٌ ‫اَل‬‫ث‬َ ِ
‫ت‬ ‫ا‬ ‫اس‬
َ َ‫ج‬ َّ
‫ن‬ ‫ال‬ ‫ِر‬ ‫ئ‬ ‫ا‬‫س‬ ‫ِي‬ ‫ف‬ ‫ئ‬ ِ ‫ِبال ُّت َرا‬
ُ ‫ب َو ُي ْج ِز‬
ِ َ
ْ َ
‫ير الد َِّم‬ ِ ِ‫ير ِه َو َيس‬ِ ِ‫ي َو ُي ْع َفى َعنْ َيس‬ ُ ‫ض ُح َو َك َذلِ َك ا ْل َم ْذ‬ ْ ‫ئ فِي َب ْو ِل ا ْلغُاَل ِم الَّذِي لَ ْم َيأ ُك ِل ال َّط َعا َم ال َّن‬ ُ ‫ َو ُي ْج ِز‬. ٍ‫ص ُّبوا َعلَى َب ْو ِل اأْل ْع َر ِاب ِّي َذ ُنو ًبا مِنْ مَاء‬ ُ
َ َ
‫ َو َب ْول ُ َما ُي ْؤ َكل ُ ل ْح ُم ُه طا ِه ٌر‬،‫ِي‬ ‫آْل‬
ِّ ‫س َو َمن ُِّي ا َدم‬ ْ
ِ ‫ش فِي ال َّنف‬ ْ ‫اَل‬
ُ ‫صدِي ِد َو َن ْح ِو ِه َوه َُو َما َيف ُح‬ َ ْ
َّ ‫ َو َما َت َول َد ِم ْن ُه مِنَ الق ْي ِح َوال‬  َّ

Su, tahur (temiz ve temizleyici) olarak yaratılmıştır. Hadeslerden (abdestsizlik ve gusulsüzlükten) ve


necasetlerden (idrar, dışkı vb., maddi pisliklerden) temizler. Tahurdan (temizleyici vasfa sahip olan
sudan) başka bir sıvıyla temizlenilmez.
 
Su; kulleteyn (iki kulle) ölçüsüne ulaşır veya akarsu olursa artık onu; rengini veya tadını veya kokusunu
değiştiren bir şey müstesna, hiçbir şey kirletemez. Aksi halde (kulleteynden az durgun) suya necaset
karışması halinde su necis olur. Kulleteyn yaklaşık 108 Dımeşk Rıtle'sidir. 1

Eğer, kendisi temiz olan ancak temizleyici vasfı olmayan bir madde; su içerisinde pişer yahut suyla karışır
ve suyun ismi üzerine (suyun ismini değiştirecek kadar) galip gelirse yahut (abdest, gusül vb.,) hadesten
taharette kullanılırsa (yani musta’mel; kullanılmış su olursa) bu durumda suyun temizleyici olma vasfı
kalkar.

Suyun ya da ondan başka bir şeyin, tahareti (temizliği hususunda), veya necaseti hakkında şek (şüphe)
edilirse, yakine (kesin bilgiye) göre hareket edilir. 2

Eğer elbisede (giyside) ya da başka bir şeyde, necaset bulaşmış olan yer, (kişiye) gizli kalmışsa
(görülmüyorsa), temizlendiği hususunda yakine (kesin kanaate) erişinceye kadar (necasetin bulaşmış
olma ihtimali olan her yer) yıkanır. 3 

Eğer tahur (temizleyici) su, tahir (temiz ancak temizleyici özelliği bulunmayan) sudan ayırd edilemezse
(hangisinin tahur su olduğu tesbit edilemezse); onlardan her ikisi ile tek tek abdest alınır.

Eğer elbiselerin temiz olanı necis olanından ayırd edilemezse; necis elbise sayısınca her elbise ile (tek
tek) namaz kılınır ve ondan sonra fazladan bir namaz ilave edilir (kılınır). 4
 
Köpek ve domuzun necaseti biri toprakla olmak üzere yedi defa yıkanır. 

(Köpek ve domuz haricindeki) diğer necasetleri ise (her biri) temizleyici nitelikte üç defa yıkamak
yeterlidir.

Eğer necaset yerdeyse, necasetin kendisini gidermek için Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'in kavli
gereğince bir defa (su) dökmek yeterlidir: 

[‫ سجال من ماء‬: ‫]صبوا على بول األعرابي ذنوبا من ماء وفي رواية‬

"Bedevi'nin idrarının üzerine bir kova su dökün!.." 5

Henüz yemek yemeyen erkek bebeğin idrarının bulunduğu yerin üzerine (çitilemeden) su serpmek
yeterlidir. Mezi de bunun gibidir. Onun azı, ve onun gibi; kanın azı ve ondan kaynaklanan, irin, iltihab ve
benzerlerinin de azı affedilir. Çok azın ölçüsü kişinin kendisini tiksindirmeyecek kadarıdır.

İnsanın menisi ve eti yenilen hayvanların idrarı tahirdir (temizdir).

1- Bu, günümüz ölçüleriyle yaklaşık 270 litredir. (Müt.)

2- Suyun veya başka bir şeyin temiz olduğu kesin bilgiyle tesbit edildikten sonra şüpheye dayanarak su
necis addedilemez, keza suyun veya başka bir şeyin necis olduğu kesin olarak bilinmişse şüpheye
dayanarak temiz addedilemez. Zira, "Şekk (yani, şüphe) ile yakin zail olmaz". 

3- el-Umde Şerhi el-Udde’de bundan sonra İbn Kudame’ye şu söz nisbet edilmiştir: 

“Eğer temiz su, necis olandan ayırd edilemezse ve bu ikisinden başkası bulunmadıysa; (bu durumda)
teyemmüm yapılır ve (tahur ve necis suların) her ikisi de bırakılır.” 

Bu söz bizim esas aldığımız el-Umde nüshasında yoktur.

4- Bunun manası şudur: Mesela bir kimsenin necaset bulaşmış dört tane elbisesi vardır. Bu elbiseler
temiz elbiselerin arasına karışmış vaziyette ise kişi bu elbiselerin arasından dört tane seçerek aynı namazı
dört defa kılar. Ardından bu elbiselerin arasından seçtiği beşinci bir elbise giyerek bir namaz daha kılar ve
bu surette temiz bir elbisede namaz kılmış olmayı garanti etmiş olur.

5- Buhari, #219; Muslim, #284

‫اب اآْل نِ َي ِة‬


ُ ‫َب‬

Bab'ul Aniye (Kap-kacaklar Babı)

‫ِض ِة‬َّ ‫ب َوا ْلف‬ ِ ‫الذ َه‬ َّ ‫ش َر ُبوا فِي آنِ َي ِة‬ ْ ‫ «اَل َت‬:‫سلَّ َم‬ َ ‫ص َّلى هَّللا ُ َعلَ ْي ِه َو‬
َ ِ ‫ول هَّللا‬ ِ ‫س‬ ُ ‫ار ٍة َواَل َغ ْي ِرهَا لِ َق ْو ِل َر‬ َ ‫ض ِة فِي َط َه‬ َّ ِ‫ب َوا ْلف‬ ِ ‫الذ َه‬ َّ ‫است ِْع َمال ُ آنِ َي ِة‬ ْ ‫اَل َي ُجو ُز‬
‫ِض ِة َو َي ُجو ُز‬ َّ ‫ير ًة مِنَ ا ْلف‬ ُ
َ ِ‫ض َّبة َيس‬ َ
َ ‫ب ِب ِه َما ُح ْك ُم ُه َما إِاَّل أنْ َت ُكونَ ال‬ ِ ‫ض َّب‬ َ ‫َواَل َتأْ ُكلُوا فِي صِ َحافِ َها َفإِ َّن َها لَ ُه ْم فِي ال ُّد ْن َيا َولَ ُك ْم فِي اآْل خ َِر ِة َو ُح ْك ُم ا ْل ُم‬
‫ش ْع ُرهَا َطا ِه ٌر‬ َ ‫وف ا ْل َم ْي َت ِة َو‬ ُ ‫ص‬ ُ ‫اس ُت َها َو‬َ ‫ب َوثِ َيابِ ِه ْم َما لَ ْم ُت ْعلَ ْم َن َج‬ ِ ‫است ِْع َمال ُ أَ َوانِي أَهْ ِل ا ْل ِك َتا‬ ْ ‫سائ ِِر اآْل نِ َي ِة ال َّطاه َِر ِة َوا ِّت َخا ُذهَا َو َي ُجو ُز‬ َ ُ ‫است ِْع َمال‬
ْ
ِ ‫ول هَّللا‬
ِ ‫س‬
ُ ‫ر‬َ ‫ل‬
ِ ‫و‬ْ َ
‫ق‬ ِ ‫ل‬ ‫ِ؛‬
‫ه‬ ‫ِي‬
‫ف‬ ‫اَّل‬
ِ ‫إ‬ ‫ِيش‬
ُ ‫ع‬ ‫ي‬َ ‫اَل‬ ‫ِي‬‫ذ‬ َّ ‫ل‬ ‫ا‬ ِ‫َاء‬‫م‬ ْ
‫ل‬ ‫ا‬ َ‫ان‬‫و‬َ ‫ي‬
َ ‫ح‬
َ ‫و‬
َ ‫ِي‬
َّ ‫م‬ َ‫د‬ ‫آْل‬ ‫ا‬ ‫اَّل‬
ِ ‫إ‬ ‫ة‬ٌ ‫س‬
َ ‫ج‬
ِ َ
‫ن‬ ‫ة‬ٍ ‫ت‬َ ‫ي‬
ْ ‫م‬
َ ُّ ‫ل‬ ُ
‫ك‬ ‫و‬
َ ‫ا‬ ‫ه‬
َ ‫م‬
ُ ‫ا‬ َ
‫عِظ‬ ‫ك‬َ ِ ‫ل‬ َ
‫ذ‬ َ
‫ك‬ ‫و‬
َ ‫س‬
ٌ ‫ج‬
ِ ‫ن‬َ ‫و‬
َ ‫ه‬
ُ ‫ف‬َ ‫غ‬ ْ ‫ب‬ َ ‫ي‬
ْ‫ُد‬ ‫م‬ْ َ ‫ل‬ ‫و‬ْ َ ‫أ‬ َ
‫غ‬ ‫ُب‬
ِ ‫د‬ ‫ة‬
ٍ َ
‫ت‬ ‫ي‬
ْ ‫م‬
َ ِ
‫د‬ ْ
‫ل‬ ِ ُّ ‫َو ُكل‬
‫ج‬
ِ ‫اسا‬
‫ت‬ َ
َ ‫سائِلَة إِذا لَ ْم َي ُكنْ ُم َت َولِّ ًدا مِنَ ال َّن َج‬ ٌ َ ‫س لَ ُه‬ ْ َّ
َ ‫ " «ه َُو الط ُهو ُر َماؤُ هُ ا ْل ِحل ُّ مِي َت ُت ُه» َو َما اَل َنف‬:‫سلَّ َم فِي ا ْل َب ْح ِر‬ َ ‫صلَّى ُ َعلَ ْي ِه َو‬ ‫هَّللا‬ َ
Altın ve gümüş kap-kacakları taharette (temizlenmede) yahut bundan başka işlerde kullanmak caiz
değildir. Bu, Rasulullah (sallallahu aleyhi vessellem)'in şu kavli gereğincedir: 

[‫]ال تشربوا في آنية الذهب والفضة وال تأكلوا في صحافها فإنها لهم في الدنيا ولكم في اآلخرة‬

"Altın ve gümüş kaplardan bir şey içmeyiniz ve bu ikisinden yapılan tabaklarda bir şey yemeyiniz. Çünkü
bu ikisi dünyada onlar (müşrikler) için, ahirette ise sizin içindir." 1

Bu hüküm (altın veya gümüşle) lehimlenmiş (yamanmış) olan (kap-kacak)larda; (lehimin) çok az miktarda
gümüşten olması durumu hariç aynıdır. (Yani az bir gümüşle lehimlenmiş olanlar haricinde altın ve
gümüşle lehimlenmiş kapkacaklar da kullanılmaz.)

Bunlar dışındaki bütün temiz kap-kacakları kullanmak caizdir. Aynı şekilde; necis olduğu bilinenler
dışında, Ehli Kitab'ın kap-kacaklarını ve elbiselerini kullanmak da caizdir.

Meytenin (ölü hayvanın), yün ve kılları temizdir.

Meytenin derileri, tabaklansın tabaklanmasın necistir 2 hakeza kemikleri de (necistir).

Her meyte (leş) necistir.

Ancak bundan insan bedeni ve de Rasulullah (sallallahu aleyhi vessellem)'in:

‫هو الطهور ماؤه الحل ميتته‬

"Denizin suyu temizdir ve ölüsü helaldir."3 kavli gereği, sadece suda yaşayabilen su hayvanları ve
necasetten türemeyen kansız hayvanlar müstesnadır (yani bunların cesedi necis sayılmaz).

1- Buhari, #5426; Müslim, #2067

2- İbni Kudame, el-Muğni isimli eserinde, derinin tabaklanması hususunda şöyle demektedir:

"Mezhepte ölü hayvan derisinin tabaklamadan önce necis olacağı hususunda bir ihtilaf yoktur.
Tabaklanması halinde de mezhepte meşhur olan yine necis olmaya devam ettiğidir. Bu, Malik'ten rivayet
edilen iki görüşten birisidir. Tabaklamanın deriyi temiz kılmayacağı görüşü aynı zamanda Ömer
(radiyallahu anh), oğlu Abdullah (radiyallahu anh), İmran ibni Husayn (radiyallahu anh) ve Aişe
(radiyallahu anha) gibi sahabelerden de nakledilmiştir. Ahmed'den nakledilen başka bir görüşte ise
hayattayken temiz olan bir hayvanın derisi öldükten sonra da dibagat (tabaklama) yoluyla temiz olur.
Ayrıca mezhepte yaygın olarak kabul edilen bir görüşe göre meytenin derisi, kuru olarak kullanılır, yaş
şeylerde kullanılmaz. " (İbni Kudame, el-Muğni, 1/65-67)

3- Tirmizi, #69; Ebu Davud, #83; Nesai, #333; İbni Mace, #386
‫ول ا ْل َخاَل ءِ‬
‫باب قضاء الحاجة َو ُد ُخ ِ‬

‫)‪Bab'u Kazay-ı Hacet (İhtiyaç Giderme ve Tuvalet Adabı Babı‬‬

‫يم َوإِ َذا َخ َر َج َقال َ‪:‬‬ ‫الر ِج ِ‬ ‫ان َّ‬ ‫ش ْي َط ِ‬


‫س ال َّ‬ ‫س ال َّن ِج ِ‬ ‫الر ْج ِ‬ ‫ث َومِنَ ِّ‬ ‫ث َوا ْل َخ َبا ِئ ِ‬ ‫ب لِمَنْ أَ َرادَ ُد ُخول َ ا ْل َخاَل ءِ أَنْ َيقُول َ‪ :‬بِ ْس ِم هَّللا ِ أَ ُعو ُذ بِاهَّلل ِ مِنَ ا ْل ُخ ْب ِ‬ ‫ُي ْس َت َح ُّ‬
‫اس ُم هَّللا ِ إِاَّل‬
‫ش ْيءٍ فِي ِه ْ‬ ‫وج َواَل يَدْ ُخلُ ُه ِب َ‬‫ول َوا ْل ُي ْم َنى فِي ا ْل ُخ ُر ِ‬ ‫َب َع ِّني اأْل َ َذى َو َعا َفانِي َو ُي َقدِّ ُم ِر ْجلَ ُه ا ْل ُي ْس َرى فِي ال ُّد ُخ ِ‬ ‫ُغ ْف َرا َنكَ‪ ،‬ا ْل َح ْم ُد هَّلِل ِ الَّذِي أَ ْذه َ‬
‫شقٍّ‬ ‫ب َوالَ َواَل َ‬ ‫ْ‬ ‫ُ‬
‫اس َت َت َر َو ْار َتا َد َم ْوضِ ًعا َر ْخ ًوا َوالَ َي ُبولَنَّ في ثق ٍِِ‬ ‫َ‬
‫ضاءِ أ ْب َع َد َو ْ‬ ‫َ‬
‫اج ٍة َو َي ْع َت ِم ُد فِي ُجلُوسِ ِه َعلَى ِر ْجلِ ِه ا ْل ُي ْس َرى َوإِنْ َكانَ فِي ا ْلف َ‬ ‫مِنْ َح َ‬
‫صلى ُ‬ ‫هَّللا‬ ‫َّ‬ ‫هَّللا‬
‫ول ِ َ‬ ‫س ِ‬ ‫َ‬ ‫َ‬ ‫اَل‬ ‫َ‬ ‫َ‬ ‫ْ‬ ‫ْ‬ ‫َ‬
‫سا َو ق َم ًرا َو َي ْستقبِل ُ القِ ْبلة َو َي ْستدْ بِ ُرهَا؛ لِق ْو ِل َر ُ‬ ‫اَل‬ ‫َ‬ ‫اَل‬ ‫َ‬ ‫ْ‬ ‫َ‬ ‫اَل‬ ‫ْ‬ ‫َ‬ ‫َ‬ ‫َ‬
‫ريِق َوال ظِ ل ٍّ ناف ٍِع َوال ت ْحتَ ش َج َر ٍة ُمثم َِر ٍة‪َ  ‬و َي ْستقبِل ُ ش ْم ً‬ ‫َ‬ ‫َوالَ َط ٍِ[ٍ‬
‫ص ِل َذ َك ِر ِه إِلَى َر ْأسِ ِه‬ ‫س َح مِنْ أَ ْ‬ ‫سلَّ َم " اَل َت ْس َت ْق ِبلُوا ا ْلقِ ْبلَ َة ِب َغائِطٍ َواَل َب ْو ٍل َواَل َت ْس َتدْ ِب ُروهَا" َو َي ُجو ُز َذلِ َك في ال ُب ْن َيان َفإِ َذا ا ْن َق َط َع ا ْل َب ْول ُ َم َ‬ ‫َعلَ ْي ِه َو َ‬
‫َ‬ ‫َ‬
‫ار أ ْج َزأهُ إِذا لَ ْم َت َت َع َّد‬ ‫َ‬ ‫ص َر َعلَى ااِل ْست ِْج َم ِ‬ ‫ْ‬ ‫ُ‬ ‫ُ‬
‫س ُح بِ َها ث َّم َي ْس َت ْج ِم ُر ِو ْت ًرا ث َّم َي ْس َت ْن ِجي بِا ْلمَاءِ َوإِ ِن اق َت َ‬ ‫س ذ َك َرهُ بِ َيمِينِ ِه َواَل َي َت َم َّ‬‫َ‬ ‫ُث َّم َي ْن ُت ُرهُ ثاَل ثا َواَل َي َم ُّ‬
‫ً‬ ‫َ‬
‫ث وال ِع َظا َم و َما لَ ُه ُح ْر َمة‬ ‫ت ُم ْنقِ َّي ٍة وي ُجو ُز ااِل ْست ِْج َما ُر بِ ُكل ِّ َطاه ٍِر إال َ‬
‫الر ْو َ‬ ‫س َحا ٍ‬ ‫ئ أ َقل ُّ مِنْ َثالَ ِ‬
‫ث َم َ‬ ‫اج ِة َوالَ ُي ْج ِز ُ‬ ‫س ُة َم ْوضِ َع ا ْل َح َ‬ ‫‪.‬ال َّن َجا َ‬
Tuvalete girecek kişinin şöyle demesi müstehaptır:

‫يم‬
ِ ‫الر ِج‬ ِ ‫ش ْي َط‬
َّ ‫ان‬ َّ ‫س ال‬
ِ ‫س ال َّن ِج‬
ِ ‫الر ْج‬
ِّ َ‫ث َومِن‬ ِ ‫ِب ْس ِم هَّللا ِ أَ ُعو ُذ ِباهَّلل ِ مِنَ ا ْل ُخ ْب‬
ِ ِ‫ث َوا ْل َخ َبائ‬

"Bismillah. (Allah'ın ismiyle) Allah’ım! Hubus ve habaisten (dişi ve erkek şeytanlardan) şüphesiz Sana
sığınırım."1 "Pis ve necis olan taşlanmış Şeytan'dan (Sana sığınırım)." 2

Ve (tuvaletten) çıkdığında şöyle der: 

َ ‫ ا ْل َح ْم ُد هَّلِل ِ الَّذِي أَ ْذه‬،َ‫ُغ ْف َرا َنك‬


‫َب َع ِّني اأْل َ َذى َو َعا َفانِي‬

"Ğufranek (bağışlamanı dilerim ey Allah’ım)!3 Benden sıkıntıyı gideren ve bana afiyet veren Allah'a hamd
olsun!"4  

(Tuvalete) girişte sol ayağıyla girer, çıkışta da sağ ayağıyla çıkar. 

(Tuvalete) bir ihtiyaç sebebiyle olması dışında Allahu Te'ala'nın isminin zikredildiği birşeyle girilmez.

(Tuvalette) oturduğunda, ağırlığını sol ayağına verir.

(Tuvalet ihtiyacı için dışarıda) açık alandaysa, uzaklaşmalı ve kendini sütrelemelidir (örtmelidir).

Ve idrarını yapmak için yumuşak bir yer aramalı (ki üzerine sıçramasın).

Bir deliğe, oluğa, (insanlara) faydalı (olan bir) gölgeliğe ve meyva veren ağacın dibine idrarını
yapmamalıdır.

Yüzünü güneşe veya aya dönmemelidir. Keza yüzünü veya arkasını kıbleye doğru Rasulullah (sallallahu
aleyhi ve sellem)'in kavli gereğince döndürmemelidir:

‫اَل َت ْس َت ْقبِلُوا ا ْلقِ ْبلَ َة بِ َغائِطٍ َواَل َب ْو ٍل َواَل َت ْس َتدْ بِ ُروهَا‬

"Biriniz küçük veya büyük ihtiyacını gidermek istediği zaman kıbleyi karşısına almasın, kıbleye arkasını da
dönmesin!"5 Bu, binalarda (bina içerisinde kapalı tuvaletlerde) caizdir.

Bevletme'si (idrar yapması) biter bitmez, zekerini (erkeklik organını) kökünden başına (ucuna)
sıvazlayarak mesh eder ve sonra üç kez natr yapar (sertçe sallar).

Zekeri'ne sağ eli ile dokunmamalı, yahut sağ eliyle zekerini mesh etmemelidir. (Yani sağ elini temizlik için
kullanmamalıdır.)

Sonra, isticmarı (çakıl taşları vb., ile temizlenmeyi üç, beş, yedi gibi) tek sayıda yapar ve ardından su ile
istinca (temizleme) yapar. (Su kullanmadan) sadece isticmar (taşla temizlik) yapmak da yeterlidir.

İsticmar necasetin (dışkının ve idrarın) çıktığı yerden başka yerlere bulaşmaması durumunda yeterlidir.
(Necaset ferc ve makatın haricinde başka yerlere taşarsa temizlik sadece su ile yapılabilir.)
Üçten az sayıda isticmar yapmak (temizlenmek için) yeterli olmaz.

Tezek, kemik ve hürmet gerektiren şeyler dışında, her temiz madde isticmar sırasında kullanılabilir.

1- Dua'nın buraya kadarki kısmı Buhari, #142; Müslim, #375’de Enes (radiyallahu anh)’dan merfu olarak
şu lafızla geçmektedir:

ِ ِ‫الخ َبائ‬
‫ث‬ ِ ‫اللَّ ُه َّم إِ ِّني أَ ُعو ُذ ِب َك مِنَ ال ُخ ُب‬
َ ‫ث َو‬

"Allah’ım! Hubus ve habaisten (dişi ve erkek şeytanlardan) şüphesiz Sana sığınırım."

2- Bu son bölüm ise İbni Mace, #299’da Ebu Umame (radiyallahu anh)’dan merfu olarak şu lafızla
geçmektedir: “Sizden birisi tuvalate girdiğinde şöyle demekten acziyet göstermesin:

‫يم‬
ِ ‫الر ِج‬ ِ ‫ش ْي َط‬
َّ ‫ان‬ َّ ‫ ال‬،ِ‫ث ا ْل ُم ْخ ِبث‬
ِ ‫ ا ْل َخ ِبي‬،‫س‬
ِ ‫س ال َّن ِج‬ ِّ َ‫اللَّ ُه َّم إِ ِّني أَ ُعو ُذ ِب َك مِن‬
ِ ‫الر ْج‬

“Pis ve necis olan, habis (pis) olan ve habis yapan taşlanmış Şeytan'dan (Sana sığınırım).” Busiri,
Zevaid’de bu hadisin isnadının zayıf olduğunu beyan etmiştir.

3- Bu kısmı Ebu Davud, #30; İbni Mace, #300; Tirmizi, #7 Aişe (radiyallahu anha)’dan rivayet etmişlerdir.
Tirmizi hadisin garib ve hasen olduğunu beyan etmiştir.

4- Dua'nın bu kısmını ise İbni Mace, #301’de Enes (radiyallahu anh)’dan rivayet etmiştir. Busiri, Zevaid’de
bu hadisin bu lafızla sabit olmadığını söylemiştir.

5- Hadis bu lafızla İbni Huzeyme, Sahih, #57 ve Musned’ul Humeydi, #382’de geçmektedir. Ayrıca bkz.
Tirmizi, #8. Hadis'in bir benzerini Buhari, #394; Müslim, #264’de Ebu Eyyub el-Ensari (radiyallahu
anh)’dan rivayet etmiştir.

ِ‫اب ا ْل ُوضُوء‬
ُ ‫َب‬

Bab'ul Vudu (Abdest Babı)

‫ئ َما‬ ٍ ‫ َوإِ َّن َما لِ ُكل ِّ ا ْم ِر‬،ِ‫سلَّ َم «إِ َّن َما اأْل َ ْع َمال ُ ِبال ِّن َّيات‬ َ ‫ص َّلى هَّللا ُ َعلَ ْي ِه َو‬ َ ِ ‫ول هَّللا‬ ِ ‫س‬ ُ ‫ت إِاَّل أَنْ َي ْن ِو َي ُه لِ َق ْو ِل َر‬ ِ ‫ضو ُء َواَل َغ ْي ُر ُه مِنَ ا ْل ِعبَادَ ا‬ ُ ‫اَل َيصِ ُّح ا ْل ُو‬
‫ش ْع ِر‬ َ ‫ت‬ ِ ‫ث ُث َّم َي ْغسِ ل ُ َو ْج َه ُه َثاَل ًثا مِنْ َم َن ِاب‬ َ
ٍ ‫ض َو َي ْس َت ْنشِ قُ َثاَل ًثا َي ْج َم ُع َب ْي َن ُه َما ِب َغ ْر َف ٍة أ ْو َثاَل‬ ُ ‫ض َم‬ ‫هَّللا‬
ْ ‫ ُث َّم َي َت َم‬ ‫َن َوى ُث َّم َيقُول ُ ِب ْس ِم ِ َو َي ْغسِ ل ُ َك َّف ْي ِه َثاَل ًثا‬
ُ‫ ث َّم‬ ‫ش َر َة لَ ِز َم ُه َغ ْسلُ َها‬ َ ‫ف ا ْل َب‬ َ َ َ ً َ َ َ َ َ
ُ ِ‫ َوإِنْ كانتْ تص‬،‫ول ا ذن ْي ِن َو ُيخلل ُ ل ِْح َيت ُه إِنْ كانتْ كثِيفة‬ ِّ َ َ ُ ُ ‫أْل‬ ِ ‫ص‬ ُ
ُ ‫الذ ْق ِن َوإِلَى أ‬ َّ ‫س إِلَى َما ا ْن َحدَ َر مِنَ اللَّ ْح َي ْي ِن َو‬ ِ ‫الر ْأ‬ َّ
‫ ُث َّم ُيم ُِّر ُه َما إِلَى َق َفاهُ ُث َّم َي ُر ُّد ُه َما إِلَى‬،ِ‫س ُه َم َع اأْل ُ ُذ َن ْي ِن َي ْبدَأ ُ ِب َي ِد ِه مِنْ ُم َق َّد ِمه‬ َ ‫س ُح َر ْأ‬ َ ‫َي ْغسِ ل ُ يَدَ ْي ِه إِلَى ا ْل َم ْرفِ َق ْي ِن َثاَل ًثا َويُدْ ِخلُ ُه َما فِي ا ْل َغ ْس ِل ُث َّم َي ْم‬
ُ ‫ش َه ُد أَنْ اَل إِلَ َه إِاَّل هَّللا‬ ْ َ‫ أ‬:ُ ‫سمَاءِ َف َيقُول‬ َّ ‫اب َع ُه ُث َّم َي ْر َف ُع َن َظ َرهُ إِلَى ال‬ ِ ‫ص‬َ َ‫ُم َق َّد ِم ِه ُث َّم َي ْغسِ ل ُ ِر ْجلَ ْي ِه إِلَى ا ْل َك ْع َب ْي ِن َثاَل ًثا َويُدْ ِخلُ ُه َما فِي ا ْل َغ ْس ِل َو ُي َخلِّل ُ أ‬
‫ِيب‬ُ ‫س ُكلَّ ِه َو َت ْرت‬ ِ ‫الر ْأ‬ َّ ‫ب مِنْ َذلِ َك ال ِّن َّي ُة َوا ْل َغ ْسل ُ َم َّر ًة َم َّر ًة َما َخاَل ا ْل َك َّف ْي ِن َو َم ْس ُح‬ ُ ‫سولُ ُه َوا ْل َوا ِج‬ ُ ‫ش َه ُد أَنَّ ُم َحمَّدً ا َع ْب ُدهُ َو َر‬ ْ َ‫ َوأ‬،ُ‫ش ِري َك لَه‬ َ ‫َو ْحدَ هُ اَل‬
‫ض ِة‬ َ ‫ض َم‬ ْ ‫ َوا ْل ُم َبالَ َغ ُة فِي ا ْل َم‬،‫ف الَّذِي َق ْبلَ ُه َوال َم ْس ُنونُ ال َّت ْس ِم َّي ُة َو َغ ْسل ُ ا ْل َك َّف ْي ِن َثاَل ًثا‬ َ ِ‫ض ٍو َح َّتى َي ْنش‬ ْ ‫ا ْل ُوضُوءِ َعلَى َما َذ َك ْر َنا َوأَنْ اَل ُي َؤ ِّخ َر َغ ْسل َ ُع‬
ُ‫الز َيا َدة‬ ً ‫اَل‬ َ ً ‫اَل‬ َ َ ْ
ِّ ُ‫ِن ق ْبل َ ال َم َياسِ ِر َوالغ ْسل ُ ث ثا ث ثا َو ُت ْك َره‬ ْ َ ْ َ ُ ُ ‫أْل‬
ِ ‫صابِ ِع َو َم ْس ُح ا ذ َن ْي ِن َوغ ْسل ُ ال َم َيام‬ َ
َ ‫ َو َت ْخلِيل ُ اللِّ ْح َي ِة َوا‬ ‫صائِ ًما‬
‫أْل‬ َ َ‫اق إِاَّل أَنْ َي ُكون‬ ِ ‫ش‬ َ ‫َوااِل ْستِ ْن‬
َ ‫صلَّى هَّللا ُ َعلَ ْي ِه َو‬
" :‫سلَّ َم‬ َ ِ ‫ول هَّللا‬
ِ ‫س‬ ُ ‫صاَل ةِ؛ لِ َق ْو ِل َر‬ َّ ‫الس َوا ُك عِ ْندَ َت َغ ُّي ِر ا ْل َف ِم َوعِ ْندَ ا ْلقِ َي ِام مِنَ ال َّن ْو ِم َوعِ ْن َد ال‬
ِّ ُّ‫اف فِي ا ْلمَاءِ َويُسَن‬
ُ ‫َعلَ ْي َها َواإْل ِ ْس َر‬
‫ال‬ َّ َ‫صائ ِِم َب ْعد‬
ِ ‫الز َو‬ َّ ‫ت إِاَّل لِل‬ َ َ
ِ ‫سائ ِِر اأْل ْوقا‬َ ‫ب فِي‬ ُّ ‫ َو ُي ْس َت َح‬،" »‫صاَل ٍة‬ َ ِّ ‫س َواكِ عِ ْن َد ُكل‬ َ ُ
ِّ ‫شقَّ َعلَى أ َّمتِي أَل َم ْر ُت ُه ْم بِال‬ َ َ
ُ ‫«لَ ْواَل أنْ أ‬

Abdest ve diğer ibadetler, niyet olmaksızın sahih (geçerli) değildir. Bu Rasulullah (sallallahu aleyhi ve
sellem)'in (şu) kavlinden dolayıdır: 

ٍ ‫ َوإِ َّن َما لِ ُكل ِّ ا ْم ِر‬،ِ‫إِ َّن َما اأْل َ ْع َمال ُ ِبال ِّن َّيات‬
‫ئ َما َن َوى‬

"Ameller, niyetlere göredir ve herkese niyet ettiği şey vardır." 1 

Sonra:  ِ ‫بِ ْس ِم هَّللا‬ "Bismillah (Allah'ın ismiyle)!"2 der. 

Ve ellerini üç defa yıkar. Sonra: bir veya üç avuç dolusu su ile ağzına ve burnuna birlikte su verip ağzını
çalkalar, burnunu yıkar.

Sonra: başın saç diplerinden (kakül) çenenin altına kadar olan kısım ve çeneyi uzunluğuna, kulaktan
kulağa kadar genişliğine, yüzünü üç defa yıkar. Sakalı gürse, sakalının arasında, ıslak parmaklarını gezdirir
(hilaller), (seyrek ise ve) altındaki deri görünüyorsa yıkamak gerekir.

Sonra: Ellerini dirseklerine kadar üç kez yıkar ve iki dirseğini de yıkamaya dahil eder. Sonra: Başını
kulakları dahil mesh eder.3 (Başını meshederken) elleriyle kakülden (saçın ön tarafından) başlayarak
enseye kadar mesh edip tekrar enseden başladığı yere (kaküle) doğru geri mesh eder. Sonra: ayaklarını
bileklerine kadar, bilekler dahil üç defa yıkar ve ayak parmaklarının aralarını hilaller (ıslak parmaklarını
gezdirir).

Sonra bakışını semaya yöneltir ve şöyle der:

ُ ‫ش َه ُد أَنَّ ُم َح َّم ًدا َع ْب ُدهُ َو َر‬


‫سولُ ُه‬ َ ‫ش َه ُد أَنْ اَل إِلَ َه إِاَّل هَّللا ُ َو ْحدَ هُ اَل‬
ْ َ‫ َوأ‬،ُ‫ش ِري َك لَه‬ ْ َ‫أ‬

"Allah'tan başka -tapılmaya layık- ilah olmadığına şehadet ederim, O'nun ortağı yoktur ve şehadet
ederim ki Muhammed, O'nun kulu ve elçisidir!" 4  

Bunlardan vacib olanları

Niyet;

eller dışındaki uzuvları birer kez yıkamak5

başın tamamını meshetmek;

bahsettiğimiz bu tertip (sıralama) ile abdesti almak;

(abdest alırken) bir önceki uzuv kuruyana kadar bir sonraki uzuvu yıkamayı ertelememek. 

Mesnun (Sünnet) olanları

Tesmiye (Allah'ın adını anmak; Besmele çekmek);


(abdestten önce) elleri üçer defa yıkamak;

oruçlu olan dışında, mazmaza yaparken (ağızı çalkalarken) ve istinşakta (buruna su çekerken), (suyu
mümkün olduğunca geriye ve uzağa götürmekte) mübalağa etmek;

sakal ve de el ve ayak parmaklarını (ıslak parmakları parmak aralarında gezdirmek suretiyle) hilallemek;

iki kulağı mesh etmek (ovalamak);

sağdakileri (yani sağ uzuvları) soldakilerden (sol uzuvlardan) önce yıkamak;

(abdest azalarını) üçer kez yıkamak, bundan ziyadesi (daha fazla yıkamak) mekruhtur ve (abdest
esnasında) suyu israf etmek de aynı şekilde mekruhtur.

Ağızda koku olduğunda, uykudan kalkınca, namazdan önce sivak (misvak kullanmak), Sünnet'tir.

Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'in (şu) kavli sebebiyle:

‫صاَل ٍة‬ ِّ ‫شقَّ َعلَى أ ُ َّمتِي أَل َ َم ْر ُت ُه ْم بِال‬


َ ِّ ‫س َواكِ عِ ْندَ ُكل‬ ُ َ‫لَ ْواَل أَنْ أ‬

"Eğer ümmetime meşakkat verecek olmasaydım her namaz için misvak kullanmalarını onlara mutlaka
emrederdim."6  

Misvak diğer zamanlarda da -oruçlu kişi için zeval (öğle) vakti sonrası hariç- müstehaptır.

1- Buhari, #1; Müslim, #1957 Ömer (radiyallahu anh)’dan.

2- Tirmizi, #25; İbni Mace, #398’de konuyla alakalı şu hadisi rivayet etmişlerdir. “Üzerine Allah'ın ismini
anmayanın abdesti yoktur.” Tirmizi bu hadisi rivayet ettikten sonra şöyle demiştir: “Ahmed ibni Hanbel
bu konuda bildiğim isnadı ceyyid (güzel) olan bir hadis yoktur, demiştir.”

3- İbni Kudame (rahimehullah) der ki: Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'in başını meshettiği su ile
kulaklarını meshettiği de rivayet edilmiştir. Ancak evla olan yeni su almaktır. Enseye ve boyna
meshetmek ise müstehabb değildir, bu husustaki rivayetler reddedilmiştir. (el-Muğni, 1/101)

4- Müslim, #234 Ukbe ibni Amir el-Cuheni’den.

5- Abdestten önce elleri yıkamak vacib değil aşağıda geleceği üzere Sünnet'tir. Elleri yıkamak yüzü
yıkadıktan sonraki kolları yıkama esnasında vacib olur. bkz. İbni Teymiyye, Şerh'ul Umde, 1/212

6- Buhari, #887; Müslim, #252


‫اب ا ْل َم ْس ِح َعلَى ا ْل ُخ َّف ْي ِن‬
‫َب ُ‬

‫)‪Bab'ul Meshi Ale'l Huffeyn (Mestler Üzerine Meshetmek Babı‬‬

‫ار ِة‬‫الط َه َ‬ ‫او ُز ا ْل َك ْع َب ْي ِن فِي َّ‬ ‫صفِي َق ِة ا َّلتِي َت ْث ُبتُ فِي ا ْل َق َد َم ْي ِن َوا ْل َج َرام ِ‬
‫ِيق الَّتِي ُت َج ِ‬ ‫ب ال َّ‬ ‫ار ِ‬ ‫ش َب َه ُه َما مِنَ ا ْل َج َو ِ‬‫َي ُجو ُز ا ْل َم ْس ُح َعلَى ا ْل ُخ َّف ْي ِن َو َما أَ ْ‬
‫َ‬ ‫َ‬ ‫َ‬ ‫َ‬
‫سافِ ُر ثاَل ثة أ َّي ٍام‬ ‫س ُح ا ْل ُم َ‬ ‫سلَّ َم‪َ ":‬ي ْم َ‬ ‫هَّللا‬
‫صلَّى ُ َعلَ ْي ِه َو َ‬ ‫هَّللا‬ ‫َ‬ ‫ْ‬ ‫ساف ِِر مِنَ ا ْل َح َد ِ‬‫ِيم َو َثاَل ًثا لِ ْل ُم َ‬ ‫ً‬
‫ول ِ َ‬ ‫س ِ‬ ‫ث إلى ِمثلِهِ؛ لِق ْو ِل َر ُ‬ ‫ص ْغ َرى َي ْو ًما َولَ ْيلَة لِ ْل ُمق ِ‬ ‫ال ُّ‬
‫سا َف َر أَت َّمَ‬ ‫ُ‬ ‫َ‬ ‫َ‬ ‫َ‬ ‫ُ‬
‫ساف ًِرا ث َّم أقا َم أ ْو ُمقِي ًما ث َّم َ‬ ‫س َح ُم َ‬ ‫ارت ُه‪َ  ‬ومَنْ َم َ‬ ‫ُ‬ ‫َ‬ ‫َ‬ ‫َ‬ ‫َ‬ ‫َ‬ ‫َ‬ ‫َ‬
‫ت المُدَّ ة أ ْو خل َع ق ْبل َها َبطلتْ ط َه َ‬ ‫َ‬ ‫ُ‬ ‫ْ‬ ‫ض ِ‬ ‫َ‬ ‫ْ‬ ‫ُ‬
‫س َح ث َّم انق َ‬ ‫ً‬
‫َولَ َيالِي ِهنَّ َوال ُمقِي ُم َي ْو ًما َول ْيلة" َو َمتى َم َ‬
‫َ‬ ‫َ‬ ‫َ‬ ‫ْ‬
‫ش ْرطِ ا ْل َم ْس ِح َعلَى َجم ِ‬
‫ِيع‬ ‫شفِ ِه َومِنْ َ‬ ‫ت ا ْلعَادَ ةُ ِب َك ْ‬ ‫س إِاَّل َما َج َر ِ‬ ‫الر ْأ ِ‬‫ِيع َّ‬ ‫سات َِر ٍة ل َِجم ِ‬ ‫ِيم َو َي ُجو ُز ا ْل َم ْس ُح َعلَى ا ْل ِع َما َم ِة إِ َذا َكا َنتْ َذاتَ َذ َوائ َِب َ‬ ‫َم ْس َح ُمق ٍ‬
‫َ‬ ‫َ‬
‫الر ُجل ُ َوا ْل َم ْرأةُ فِي ذلِ َك‬ ‫َ‬
‫اج ِة إِلَى أنْ َي ُحلَّ َها‪َ  ‬و َّ‬ ‫ش ِّدهَا َم ْوضِ َع ا ْل َح َ‬ ‫َ‬
‫ير ِة إِذا لَ ْم َي َت َع َّد ِب َ‬‫ار ٍة َكا ِملَ ٍة‪َ  ‬و َي ُجو ُز ا ْل َم ْس ُح َعلَى ا ْل َج ِب َ‬ ‫َ‬
‫س ُه َعلَى ط َه َ‬‫َذلِ َك أَنْ َي ْل َب َ‬
‫لى ا ْل ِع َما َم ِة‬ ‫س ُح َع َ‬ ‫س َوا ٌء إال أنَّ ال َم ْرأ َة الَ َت ْم َ‬ ‫َ‬

‫‪Mestler üzerine ve de ona benzer; ayakta durabilen kalın çoraplar üzerine ve ayak bileklerini aşan çizme,‬‬
‫‪ayakkabı gibi şeyler üzerine meshetmek caizdir. Bu, (mesh için verilen) cevaz, küçük taharette (yani‬‬
‫‪abdestte), (mest giydikten sonra) ilk abdest bozulmasından itibaren, mukim için bir gün bir gece, seferi‬‬
için gün gün (ve üç gece) sonrasındaki benzeri vakte kadar devam eder. 1 Bu(nun böyle oluşu) Rasulullah
(sallallahu aleyhi ve sellem) in kavlinden dolayıdır:

‫سافِ ُر َثاَل َث َة أَ َّي ٍام َولَ َيالِي ِهنَّ َوا ْل ُمقِي ُم َي ْو ًما َولَ ْيلَ ًة‬
َ ‫س ُح ا ْل ُم‬
َ ‫َي ْم‬

"Mukim kimse tam bir gün bir gece, yolcu ise üç gün üç gece mesheder." 2
 
Her ne zaman mesheder ve müddeti biterse veya müddeti bitmeden önce ayağından çıkarırsa, abdesti
bozulur.

Her kim seferi iken mesheder sonra mukim olursa veya (bunun zıddı olur) mukimken, seferi olursa bu
durumda meshini mukim gibi (bir gün bir geceye) tamamlar.

Kuyruğu olan ve -adeten açıkta kalan kısımları hariç- başın tümünü kapsayan imame (sarık) üzerine
meshetmek caizdir.

Mestler (ve diğer sayılan mest benzeri şeyler) üzerine meshetmenin şartı, bunları (abdest, gusül vb.,)
kamil bir taharet aldıktan sonra giymiş olmasıdır. (Kamil taharet sayılmayan teyemmüm yaptıktan sonra
meshetmesi caiz olmaz.)

Cabira (bandaj/yara bandı/sargı/alçı vb.,) üzerine meshetmek; sarılması gereken yer(den fazlası) sargı ile
aşılmadıysa caizdir.

Erkek ve kadın için bu (mesh hükümleri) aynıdır. Sadece, kadınlar sarık üzerine meshedemezler.

1- Yani kişi mestini giydikten sonraki ilk abdesti bozduğu andan itibaren hesabını yapar ve mukimse
yirmidört saat sonra, seferiyse yetmişiki saat sonra mest müddeti sona erer. Ayrıca mest üzerine
meshetmek sadece abdest için geçerlidir, cenabetten vb., büyük hadesten temizlik için yeterli değildir.
(müt.)

2- Müslim, #276

ِ‫ِض ا ْل ُوضُوء‬
ِ ‫اب َن َواق‬
ُ ‫َب‬

Bab'u Nevakid'il Vudu (Abdesti Bozan Şeyler Babı)

‫س ال َّذ َك ِر بِ َي ِد ِه‬ ُ ‫ َولَ ْم‬ ‫سا أَ ْو َقائِ ًما‬ ً ِ‫ير َجال‬ َ ِ‫ش َو َز َوال ُ ا ْل َع ْق ِل إِاَّل ال َّن ْو َم ا ْل َيس‬ َ ‫س مِنْ َغ ْي ِر ِه َما إِ َذا َف ُح‬ ُ ‫ج ال َّن ِج‬ ُ ‫ار‬ ِ ‫السبِيلَ ْي ِن َوا ْل َخ‬
َّ َ‫ج مِن‬ ُ ‫ار‬ ِ ‫ ا ْل َخ‬:‫س ْب َع ٌة‬
َ ‫َوه َِي‬
‫وم اإْل ِ ِب ِل؟‬ ‫ح‬
ُ ُ ‫ل‬ ‫م‬
ْ‫ِن‬ ُ ‫أ‬ ‫ض‬
َّ ‫و‬
َ َ
‫ت‬ َ
‫ن‬ َ ‫أ‬ "« - ُ
‫ه‬ َ ‫ل‬ َ ‫ل‬ ‫ِي‬ ‫ق‬   ‫م‬
َ َّ ‫ل‬ ‫س‬ َ ‫و‬َ ِ
‫ه‬ ‫ي‬
ْ َ ‫ل‬‫ع‬ َ ُ ‫هَّللا‬ ‫ى‬ َّ ‫ل‬ ‫ص‬
َ - ‫ي‬َّ ‫ب‬ َّ
‫ن‬
ِ ِ ‫ال‬ ‫ن‬ ‫ع‬
َ ‫ى‬َ ‫و‬
ِ ‫ر‬
ُ ‫ا‬ ‫م‬
َ ِ ‫ل‬ ‫ل‬
ِ ‫ب‬ِ ‫إْل‬
ِ ِ ُ ‫ا‬ ‫م‬ ‫ح‬ ْ َ ‫ل‬ ‫ل‬ ْ
‫ك‬ َ ‫أ‬ ‫و‬ َ ‫م‬ ‫اَل‬ ‫س‬
ْ ِ ‫إْل‬‫ا‬ ‫ن‬
ِ ‫ع‬َ ُ ‫ة‬ َّ‫د‬‫الر‬
ِّ ‫و‬
َ ‫ة‬
ٍ ‫و‬َ ‫ه‬
ْ َ
‫ش‬ ‫ب‬
ِ ‫ة‬
ٍ ‫أ‬ ‫ر‬
َ ‫ِم‬
ْ ‫ا‬ ‫س‬ ُ ‫َولَ ْم‬
ِ ِ
َ‫ارة‬ َّ َّ
َ ‫ َومَنْ َت َيقنَ الط َه‬ »‫ضأ‬ ْ ‫اَل‬ َ
َّ ‫ َوإِنْ شِ ْئتَ ف َت َت َو‬،‫ضأ‬ ْ َ
َّ ‫ " إِنْ شِ ْئتَ ف َت َو‬:َ ‫وم الغ َن ِم؟ " قال‬ َ َ ْ ُ ُ َ َ
َّ ‫ قِيل َ " أف َن َت َو‬ "‫ضأوا ِم ْن َها‬ َّ ‫ " َن َع ْم َت َو‬:َ ‫" قال‬ َ
ِ ‫ضأ مِنْ ل ُح‬
‫ار ِة َف ُه َو َعلَى َت َي َّقنَ ِم ْن ُه َما‬ َ َ ‫ه‬ َّ
‫ط‬ ‫ال‬ ‫ِي‬ ‫ف‬ َّ
‫ك‬ ‫ش‬ َ ‫و‬َ َ
‫َث‬ ‫د‬ ‫ح‬
َ ْ
‫ل‬ ‫ا‬ َ‫ن‬ َّ
‫ق‬ ‫ي‬
َ ْ َ
‫ت‬ ‫و‬ َ ‫أ‬ ‫ث‬ ِ ‫د‬
َ ‫ح‬
َ ْ
‫ل‬ ‫ا‬ ‫ِي‬ ‫ف‬ َّ
‫ك‬ َ
‫ش‬ ‫و‬
َ  

Yedi tanedir:

Sebileyn'den (ön ve arka avret mahalinden) çıkan herşey;

bu ikisi (sebileyn) dışındaki yerlerden çıkıp, fahiş (aşırı derecede) olan (kan, kusmuk gibi) necaset;
otururken veya ayaktayken hafif uyuklama dışında, aklın gitmesi;

eli ile zekere (erkeklik organına) dokunmak;

şehvetle kadına değmek;

İslam'dan irtidad;

Deve etinden yemek, Nebi (sallallahu aleyhi ve sellem)'den rivayet edildiğine göre o (sallallahu aleyhi ve
sellem)'e soruldu: 

‫ نعم توضأ من لحوم اإلبل‬: ‫ أنتوضأ من لحوم اإلبل ؟ قال‬: ‫ إن شئت فتوضأ وإن شئت فال تتوضأ قال‬: ‫أنتوضأ من لحوم الغنم ؟ قال‬

"Deve eti yedikten sonra abdest almalı mıyız? (Rasulullah) Evet, develerin etlerinden yedikten sonra
abdest alın! dedi. Sonra o (sallallahu aleyhi ve sellem)'e soruldu: Koyun etinden yediğimizde abdest
almalı mıyız? Eğer isterseniz abdest alın, istemezseniz abdest almayın! dedi." 1

Kişi abdest aldığını kesin olarak biliyor da bozulduğundan şüpheleniyorsa veya abdestinin bozulduğunu
kesin olarak biliyor da daha sonra tekrar abdest almış olduğundan emin değilse her iki durumda da kesin
bildiği şeye göre hareket eder.2

1- Müslim, #360

2- İbni Kudame başka bir eserinde şöyle demektedir: Kişi abdest aldığını biliyor fakat bozulup
bozulmadığı hususunda şüphe ediyorsa abdesti devam ediyor düşüncesiyle hareket eder. Abdestini
bozduktan sonra tekrar abdest alıp almadığı hususunda şüphe ederse o kişi abdestinin olmadığı
düşüncesiyle hareket eder. Kısacası iki durumda da şüpheye düşmeden önce kesin bildiği husus neyse
ona göre amel edip şüpheyi ortadan kaldırır. (el-Muğni, 1/184)

‫اب ا ْل ُغ ْس ِل مِنَ ا ْل َج َنا َب ِة‬


ُ ‫َب‬

Bab'ul Gusli min'el Cenabe (Cenabetten Gusl etme Babı)

‫اق‬ ِ ‫ش‬ َ ‫ض ِة َوااِل ْستِ ْن‬ َ ‫ض َم‬ ْ ‫ َم َع ا ْل َم‬،‫ ( َو َت ْعمِي ُم) َب َدنِ ِه بِا ْل ُغ ْس ِل‬،‫ب فِي ِه ال ِّن َّي ُة‬ ُ ‫ َوا ْلتِ َقا ُء ا ْل ِخ َتا َن ْي ِن َوا ْل َوا ِج‬، ُ‫ج ا ْل َمن ِِّي َوه َُو ا ْل َما ُء الدَّافِق‬ ُ ‫ ُخ ُرو‬:‫ب لَ ُه‬ ُ ‫َوا ْل ُمو ِج‬
َ‫ َفبَدَ أ‬،ِ‫سل َ مِنَ ا ْل َج َنا َبة‬ َ ‫اغ َت‬ ْ ‫ َف‬- ‫سلَّ َم‬ َ ‫صلَّى هَّللا ُ َعلَ ْي ِه َو‬
َ - ‫س َت ْرتُ ال َّن ِب َّي‬ َ « " : ْ‫ َو َي ْف َعل َ َك َما َر َوتْ َم ْي ُمو َن ُة َقالَت‬،ِ‫ َوأَنْ يُدَ لِّ َك َب َد َن ُه ِبيَدَ ْيه‬،‫سنُّ ال َّت ْس ِم َي ُة‬ َ ‫َو ُت‬
‫ ُث َّم‬،ِ‫صاَل ة‬ َّ ‫ضو َءهُ لِل‬ ُ ‫ضأ ُو‬ َ َّ ‫ ُث َّم َت َو‬،‫ض‬ َ
ِ ‫ب ِب َي ِد ِه َعلَى ا ْل َحائِطِ واأْل ْر‬ َ ‫ض َر‬ َ ‫ ُث َّم‬،ُ‫صا َبه‬ َ
َ ‫سل َ َف ْر َج ُه َو َما أ‬ َ ‫ب ِب َيمِينِ ِه َعلَى شِ َمالِ ِه َف َغ‬ َّ ‫ص‬َ ‫ ُث َّم‬،ِ‫سل َ يَدَ ْيه‬َ ‫َف َغ‬
َ‫ار َت ْي ِن أَ ْج َزأ‬ َّ ُ َ
َ ‫صول ُه َوإِذا ن َوى بِغ ْسلِ ِه الط َه‬ َ َ ُ َ َ ْ ُ
ُ ‫ض الش ْع ِر فِي غ ْس ِل ال َجنا َب ِة إِذا َر َّوى أ‬ َّ ُ ‫ب نق‬ ْ َ ‫اَل‬
ُ ‫سل َ ِر ْجل ْي ِه» َو َي ِج‬ َ َ َ َ َ ُ َ
َ ‫ ث َّم تن َّحى فغ‬،ِ‫اء َعلى َب َدنِه‬ َ ‫اض ا ْل َم‬َ ‫أَ َف‬
‫س لَ ُه إِاَّل َما َن َوى‬ َ ‫ض َها َفلَ ْي‬ َ ‫ َوإِ َذا َن َوى َب ْع‬.‫س ِة َعلَى بَدَ نِ ِه أَ ْج َزأَ ُه عَنْ َجمِي ِع َها‬ َ ‫ َو َك َذلِ َك لَ ْو َت َي َّم َم لِ ْل َح َد َث ْي ِن َوال َّن َجا‬،‫َع ْن ُه َما‬

Gusul1ü vacib kılan şeyler


 
Meni'nin çıkması, (ki) o fışkıran sudur;

Hitan (Sünnet) yerlerinin teması; 


Gusulün vacibleri

Niyet;

Bütün vücudu yıkamak;

Mazmaza (ağza su vermek) ve İstinşak (burna su vermek);


 
(Gusulün) Sünnetleri

Tesmiye (Bismillah demek);

ellerle vücudu ovalamak;

ve Meymune (radiyallahu anha)'dan rivayet edildiği gibi yapmak, o şöyle demiştir: 

‫سترت النبي صلى هللا عليه وسلم فاغتسل من الجنابة فبدأ فغسل يديه ثم صب بيمينه على شماله فغسل فرجه وما أصابه ثم ضرب بيده‬
‫على الحائط واألرض ثم توضأ وضوءه للصالة ثم أفاض الماء على بدنه ثم تنحى فغسل رجليه‬

"Ben Nebi sallallahu aleyhi ve sellemi perdeledim. O da cenabetten gusl etti (yıkandı). Ellerini yıkamakla
başladı. Sonra sağ eliyle sol eline su döküp bacak aralarını (hayalarını) ve oralarına isabet eden yıkanacak
şeyleri de yıkadı. Akabinde elini duvara ve toprağa vurdu. Sonra namaz için abdest alır gibi abdest aldı.
Sonra bedenine su döktü. Sonra olduğu yerden biraz hareket edip (çekilip) ayaklarını yıkadı." 2

Cenabetten gusl ederken, saç dipleri ıslandığı müddetçe, saçtaki örgüleri açmak vacib değildir.

Eğer kişi; her iki abdest (abdest ve gusül) için niyet ederse, (gusül) her ikisi için yeterlidir.

Bunun gibi; her iki çeşit hades (abdestsizlik ve gusülsüzlük hali)  için ve bedenindeki necasetten
temizlenmek için (niyet ederek) teyemmüm yaparsa, bu (teyemmüm) hepsi için yeterlidir.
  
Eğer bunlardan sadece birisi için niyet ederse, (bu durumda) sadece niyet ettiği(nden temizlenmiş) olur.

1- İbni Kudame burada yalnızca "cenabetten gusletme"yi ele aldığı için gusulü gerektiren halleri;
"meninin çıkması ve sünnet yerlerinin teması" şeklinde iki madde halinde saymaktadır. Bunun dışında
gusulü gerekli kılan yada müstehab olan diğer durumlardan bazılarına bundan sonra sırasıyla; Hayız,
Nifas (Lohusalık), Cuma Namazı, Bayram Namazları ve İhram Babı’nda zikretmektedir.

Hanbeli Fıkhı'nın ele alındığı eserlerde, gusulü gerekli kılan yada gusletmenin müstehab olduğu haller
arasında şunlar zikredilmektedir:

Hayızdan temizlenme (Hıraki, Muhtasar; İbni Kudame, el-Umde; İbni Kudame, el-Muğni; Haccavi, Zad’ul
Mustakni; Behuti, er-Ravd’ul Murbi); nifastan temizlenme (Muhtasar; İbni Kudame, el-Umde; İbni
Kudame, el-Muğni; Zad’ul Mustakni; er-Ravd’ul Murbi); bir kafirin İslam’a girmesi (Muhtasar; İbni
Kayyım, Zad’ul Mead; Zad’ul Mustakni); İslam’dan irtidat eden mürtedin islam’a girmesi (Muhtasar);
Cuma Namazı (İbni Kudame, el-Umde; İbni Teymiyye, Feteva el-Kubra, 5/307; Zad’ul Mead); Bayram
Namazı (İbni Kudame, el-Muğni; İbni Kudame, el-Umde; Zad’ul Mead); İhrama girme (İbni Kudame, el-
‫‪Umde; Zad’ul Mead); ölüm (Zad’ul Mustakni); ölüyü yıkamak (İbni Kudame, el-Muğni, 1/134; Zad’ul‬‬
‫‪Mustakni); delilik (Zad’ul Mustakni) ve baygınlık (Zad’ul Mustakni).‬‬

‫‪2- Buhari, #281; Müslim, #317‬‬

‫اب ال َّت َي ُّم ِم‬


‫َب ُ‬

‫)‪Bab'ut Teyemmum (Teyemmüm Babı‬‬

‫سلَّ َم ‪-‬‬ ‫ص َّلى هَّللا ُ َعلَ ْي ِه َو َ‬ ‫ول هَّللا ِ ‪َ -‬‬ ‫س ِ‬ ‫س ُح ِب ِه َما َو ْج َه ُه َو َك َّف ْيهِ؛ لِ َق ْو ِل َر ُ‬ ‫ض ْر َب ًة َواحِدَ ًة‪َ ،‬ف َي ْم َ‬ ‫ب َ‬ ‫الصعِي ِد ال َّط ِّي ِ‬
‫ض َّ‬ ‫ب ِب َي َد ْي ِه َعلَى اأْل َ ْر ِ‬ ‫ض ِر َ‬‫َوصِ َف ُت ُه أَنْ َي ْ‬
‫از َولَ ُه‬ ‫س َح أَ ْك َث َر َج َ‬ ‫ض ْر َب ٍة أَ ْو َم َ‬ ‫س َح بِ َها َو ْج َه ُه َو َك َّف ْي ِه»)‪َ ،‬وإِنْ َت َي َّم َم بِأ َ ْك َث َر مِنْ َ‬ ‫ض َف َم َ‬ ‫ب بِيَدَ ْي ِه َعلَى اأْل َ ْر ِ‬ ‫ض َر َ‬ ‫ار‪«( :‬إِ َّن َما َي ْكفِي َك َه َك َذا‪َ ،‬و َ‬ ‫ل َِع َّم ٍ‬
‫ش ُرو ٌط أَ ْر َب َع ٌة‬ ‫‪ُ :‬‬
‫هي َمتِ ِه‬ ‫ش َعلَى َن ْفسِ ِه أَ ْو َرفِيقِ ِه أَ ْو َب ِ‬ ‫ف ا ْل َع َط ِ‬ ‫شدِي ٍد أَ ْو َخ ْو ِ‬ ‫ض أَ ْو َب ْر ٍد َ‬ ‫است ِْع َمالِ ِه لِ َم َر ٍ‬ ‫ال ا ْلمَاءِ ل َِعدَ ِم ِه أَ ْو َخ ْوفِ َّ‬
‫الض َر ِر ِب ْ‬ ‫است ِْع َم ِ‬ ‫أَ َح ُدهَا‪ :‬ا ْل َع ْج ُز َع ِن ْ‬
‫ارتِ ِه‬ ‫َ‬
‫ض ط َه َ‬ ‫اء َي ْكفِي ِه لِ َب ْع ِ‬ ‫اَل‬ ‫َ‬
‫ض َب َدنِ ِه أ ْو َو َج َد َم ً‬ ‫ُ‬
‫است ِْع َمال ُه فِي َب ْع ِ‬ ‫َ‬ ‫َ‬
‫ِير فإِنْ أ ْم َك َن ُه ْ‬ ‫َ‬
‫از ِه إِ بِث َم ٍن َكث ٍ‬ ‫اَّل‬ ‫أَ ْو َخ ْوفٍ َعلَى َن ْفسِ ِه أ ْو َمالِ ِه فِي طلبِ ِه أ ْو إِ ْع َو ِ‬
‫َ‬ ‫َ‬ ‫َ‬ ‫َ‬
‫اس َت ْع َملَ ُه َو َت َي َّم َم لِ ْل َباقِي‬
‫ْ‬
‫ت ال َّن ْهيِ َع ْن َها‬ ‫ض ٍة َق ْبل َ َو ْقتِ َها‪َ ،‬واَل لِ َنافِلَ ٍة فِي َو ْق ِ‬ ‫‪ ‬ال َّثانِي‪ :‬ا ْل َو ْقتُ ‪َ ،‬فاَل َي َت َي َّم ُم لِ َف ِري َ‬
‫ْ‬
‫ِض َوال َّن َواف ِِل َح َّتى َي ْخ ُر َج َوق ُت َها‬ ‫َ‬ ‫ْ‬
‫اء مِنَ الف َرائ ِ‬ ‫ش َ‬‫يض ٍة َفلَ ُه ف ِْعلُ َها َوف ِْعل ُ َما َ‬ ‫ض ًة‪َ ،‬وإِنْ َت َي َّم َم لِ َف ِر َ‬ ‫صل ِّ بِ ِه َف ِري َ‬ ‫ِث‪ :‬ال ِّن َّي ُة‪َ :‬فإِنْ َت َي َّم َم لِ َنافِلَ ٍة لَ ْم ُي َ‬
‫ال َّثال ُ‬
‫ب َطاه ٍِر لَ ُه ُغ َبا ٌر‬ ‫اب‪َ ،‬فاَل َي َت َي َّم ُم إِاَّل ِب ُت َرا ٍ‬ ‫الر ِاب ُع‪ :‬ال ُّت َر ُ‬ ‫َّ‬
‫صاَل ِة‬ ‫ال ا ْلمَاءِ َوإِنْ َكانَ فِي ال َّ‬ ‫ِ‬ ‫م‬
‫َ‬ ‫ِع‬
‫ْ‬ ‫ت‬‫اس‬
‫ْ‬ ‫ى‬ ‫َ‬ ‫ل‬‫ع‬‫َ‬ ‫ُ‬ ‫ة‬ ‫ر‬
‫َ‬ ‫دْ‬ ‫ُ‬ ‫ق‬ ‫ْ‬
‫ل‬ ‫ا‬ ‫ج ا ْل َو ْق ِ‬
‫ت َو‬ ‫ار َة‪  ‬ا ْلمَاءِ َو ُخ ُرو ُ‬ ‫‪َ .‬و ُي ْبطِ ل ُ ال َّت َي ُّم َم ما ُي ْبطِ ل ُ َط َه َ‬

‫‪Sıfatı (özelliği/tarifi):‬‬

‫‪Ellerini, said et-tayyibe (yerin üstündeki temiz toprağa), bir defa vurur ve onunla yüzünü ve avuçlarını‬‬
‫‪mesh eder.‬‬
Bunun böyle oluşu Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellemin, Ammar (radiyallahu anh)'a söylediği şu
sözünden dolayıdır: 

‫إنما كان يكفيك هكذا وضرب بيديه األرض فمسح بهما وجهه وكفيه‬

"(Rasulullah) sana bu kadarı yeter! (buyurdu). İki elini yere vurdu, sonra iki avucu ile yüzünü ve avuçlarını
mesh etti."1 

Eğer teyemmümde yere vurmayı veya meshi birden fazla yaptıysa bu da caizdir.

(Teyemmümün caiz olmasının) dört şartı vardır

Birincisi: Suyu kullanmaktan aciz olmak. Bu da; ya suyun hiç olmamasından, ya da kullanıldığında
(oluşacak) hastalık veya şiddetli soğuk(tan kaynaklanacak) bir zarardan korkmaktan, ya da kendisinin
veya kendisine eşlik eden kişinin (yoldaşının) veya hayvanının susuz kalacağından korkmaktan, ya da (su)
aramaya çıktığında kendisi yahut malı için (başına gelecek bir işten) korkmaktan, ya da (suyu) ancak çok
pahalı bir fiyata (alması haricinde) elde etme imkanı olmamasından kaynaklanır. 

Bedeninin bir kısmı için kullandığında veya tahareti için yeterli olmayacak kadar su bulduğunda suyu
(yettiği kadar) kullanır ve geriye kalan kısımlar için teyemmüm yapar.

İkincisi: (Namaz) vakti(ni)n girmesi. Farz namazı için vaktinden önce; veya nafile namaz için (namaz
kılmanın) nehy edildiği vakit esnasında teyemmüm yapılmaz.  

Üçüncüsü: Niyet. Eğer nafile namaz için teyemmüm ettiyse, (bu teyemmüm ile) farz namaz kılmaz. Eğer
farz namaz için teyemmüm ettiyse, bununla (teyemmüm ile) farz namazı da kılar ve de vakti çıkmadığı
müddetçe farz olsun, nafile olsun (diğer namazlarını) kılar.
 
Dördüncüsü: Toprak. Tozlu temiz toprak dışında birşeyle teyemmüm edemez.

Teyemmümü Bozan Şeyler

Su ile yapılan tahareti bozan herşey, (namaz) vaktin(in) çıkması ve namazdayken dahi olsa, su kullanma
kudretinin (imkanının) olması, teyemmümü bozar.

1- Buhari, #347; Müslim, #368


‫اب ا ْل َح ْي ِ‬
‫ض‬ ‫َب ُ‬

‫)‪Bab'ul Hayz (Hayız Babı‬‬

‫ث فِي ا ْل َم ْس ِج ِد َوا ْل َو ْط َء فِي‬ ‫ف‪َ ،‬واللُّ ْب َ‬ ‫ص َح ِ‬ ‫س ا ْل ُم ْ‬ ‫آن َو َم َّ‬ ‫اف َوق َِرا َء َة ا ْلقُ ْر ِ‬ ‫الص َي ِام‪َ ،‬وال َّط َو َ‬ ‫صاَل ِة َو ُو ُجو َب َها َوف ِْعل َ ِّ‬ ‫ش َيا َء‪ :‬ف ِْعل َ ال َّ‬ ‫ش َر َة أَ ْ‬ ‫َو َي ْم َن ُع َع َ‬
‫َّ‬ ‫ُ‬ ‫َ‬ ‫َ‬ ‫َ‬ ‫َ‬ ‫َ‬ ‫َ‬
‫س َّن َة الط ِق َوااِل ْعتِدَ ا َد بِا ْ‬ ‫َّ‬
‫سائِ ُرهَا‬ ‫َ‬ ‫اَل‬
‫ص ْو ِم َوالط قُ َول ْم ُي َب ْح َ‬ ‫ب الغ ْسل َ َوال ُبلوغ َوااِل ْعتِدَ ادَ بِهِ‪ ،‬فإِذا ا ْنقط َع ال َّد ُم أبِي َح ف ِْعل ُ ال َّ‬ ‫ُ‬ ‫ْ‬ ‫ُ‬ ‫ْ‬ ‫ش ُه ِر‪َ ،‬و ُيو ِج ُ‬ ‫أْل‬ ‫اَل‬ ‫ج َو ُ‬ ‫ا ْل َف ْر ِ‬
‫اح» َوأَ َقل ُّ‬ ‫ش ْيءٍ َغ ْي َر ال ِّن َك ِ‬ ‫اص َن ُعوا ُكل َّ َ‬ ‫سلَّ َم " « ْ‬ ‫صلَّى هَّللا ُ َعلَ ْي ِه َو َ‬ ‫ج لِ َق ْو ِل ال َّن ِب ِّي َ‬ ‫ِض ِب َما دُونَ ا ْل َف ْر ِ‬ ‫َح َّتى َت ْغ َتسِ لَ‪َ ،‬و َي ُجو ُز ااِل ْست ِْم َتا ُع مِنَ ا ْل َحائ ِ‬
‫َ‬
‫ِيض لَ ُه ا ْل َم ْرأةُ ت ِْس ُع‬ ‫َ‬ ‫َ‬
‫ش َر َي ْو ًما َواَل َحدَّ أِل ْك َث ِر ِه َوأ َقل ُّ سِ نٍّ َتح ُ‬ ‫َ‬
‫ض َت ْي ِن َثاَل َثة َع َ‬ ‫ش َر َي ْو ًما َوأ َقل ُّ ال ُّط ْه ِر َبيْنَ ا ْل َح ْي َ‬ ‫َ‬ ‫س َة َع َ‬ ‫ض َي ْو ٌم َولَ ْيلَ ٌة َوأَ ْك َث ُرهُ َخ ْم َ‬ ‫ا ْل َح ْي ِ‬
‫ض َوإِنْ َج َاو َز‬ ‫س بِ َح ْي ٍ‬ ‫َ‬ ‫َ‬ ‫َ‬ ‫َ‬ ‫َ‬
‫ستْ فإِذا ا ْنقط َع أِل قل َّ مِنْ َي ْو ٍم َول ْيل ٍة فل ْي َ‬ ‫َ‬ ‫َ‬ ‫َ‬ ‫َ‬ ‫َ‬ ‫َ‬ ‫ْ‬
‫ِيض فِي ِمثلِ ِه َجل َ‬ ‫ت َتح ُ‬ ‫ْ‬
‫ت الدَّ َم‪  ‬ل َِوق ٍ‬ ‫َ‬ ‫َ‬ ‫ُ‬ ‫َ‬
‫س َنة َوال ُم ْب َتدَأة إِذا َرأ ِ‬ ‫ْ‬ ‫ً‬ ‫َ‬
‫سِ نِينَ َوأ ْكث ُرهُ سِ ُّتونَ َ‬ ‫َ‬
‫ض ٌة َو َعلَ ْي َها أَنْ َت ْغ َتسِ َل‬ ‫ْ َ َ‬‫ا‬ ‫ِح‬ ‫ت‬ ‫اس‬ ‫د‬
‫ُ‬ ‫ِ‬ ‫ئ‬ ‫ا‬ ‫َّ‬
‫الز‬ ‫ف‬‫َ‬ ‫َ‬
‫ك‬ ‫ِ‬ ‫ل‬ ‫َ‬
‫ذ‬ ‫ر‬ ‫ب‬
‫َ ِ َََ‬‫ع‬ ‫نْ‬ ‫إ‬ ‫و‬ ‫‪ ‬‬ ‫ً‬
‫ة‬ ‫ادَ‬ ‫ع‬ ‫َ َ َ‬‫ار‬ ‫ص‬ ‫د‬
‫ٍ‬ ‫ِ‬
‫ح‬ ‫ا‬‫و‬ ‫ى‬ ‫ً‬
‫ن‬
‫ٍُ َِْ َ‬‫ع‬ ‫م‬ ‫ب‬ ‫ر‬ ‫ه‬ ‫ْ‬
‫ش‬ ‫َ‬ ‫أ‬ ‫َ‬
‫ة‬ ‫َ‬
‫ث‬ ‫اَل‬ ‫َ‬
‫ث‬ ‫ر‬ ‫ر‬
‫َّ َ‬ ‫َ‬
‫ك‬ ‫ت‬‫َ‬ ‫ا‬ ‫َ‬
‫ذ‬ ‫إ‬‫ف‬‫َ‬
‫َُ َْ ٌ ِ‬‫ض‬ ‫ي‬‫ح‬ ‫و‬ ‫ه‬ ‫َ‬
‫ف‬ ‫ض‬ ‫َذلِ َك َولَ ْم َي ْع ُب ْر أَ ْك َث َر ا ْل َح ْي ِ‬
‫س ا ْل َب ْو ِل َومَنْ فِي َم ْع َناهُ َفإِ َذا ْ‬
‫اس َت َم َّر ِب َها‬ ‫سلَ ُ‬ ‫صلِّي َو َك َذلِ َك ُح ْك ُم مَنْ ِب ِه َ‬ ‫صاَل ٍة َو ُت َ‬ ‫ت ُكل ِّ َ‬ ‫ضأ ل َِو ْق ِ‬ ‫ُ‬ ‫ض‪َ  ‬و َت ْغسِ ل َ َف ْر َج َها َو َت ْعصِ َب ُه َو َت َت َو َّ‬ ‫عِ ْندَ آخ ِِر ا ْل َح ْي ِ‬
‫ً‬ ‫َ‬ ‫َ‬
‫ض دَ ِم َها أ ْس َودَ ثخِينا‪،‬‬ ‫ُ‬ ‫َ‬ ‫ٌ‬ ‫َ‬ ‫َ‬
‫ض َها أ َّيا ُم َعادَ تِ َها‪َ ،‬وإِنْ ل ْم تكنْ ُم ْعتادَ ة‪َ ،‬ول َها ت ْميِيز ‪َ -‬وه َُو أنْ َيكونَ َب ْع ُ‬‫ً‬ ‫َ‬ ‫ُ‬ ‫َ‬ ‫َ‬ ‫َ‬ ‫َ‬ ‫ً‬ ‫َ‬ ‫َ‬
‫ش ْه ِر ا خ ِر فإِنْ كانتْ ُم ْعتادَ ة‪ ،‬ف َح ْي ُ‬ ‫َ‬ ‫َ‬ ‫َ‬ ‫آْل‬ ‫ال َّد ُم فِي ال َّ‬
‫س ْب َع ٌة؛ أِل َ َّن ُه َغال ُ‬
‫ِب‬ ‫ش ْه ٍر سِ َّت ُة أَ َّي ٍام أَ ْو َ‬ ‫ض َها مِنْ ُكل ِّ َ‬ ‫ِين َوإِنْ َكا َنتْ ُم ْب َتدَ أَ ًة أَ ْو َناسِ َي ًة لِعَادَ تِ َها َف َح ْي ُ‬ ‫ض َها َزمَنُ اأْل َ ْس َو ِد ال َّثخ ِ‬ ‫ض ُه َرقِي ًقا أَ ْح َم َر ‪َ -‬ف َح ْي ُ‬ ‫َو َب ْع ُ‬
‫َ‬ ‫َ‬ ‫َ‬
‫ِيض إِاَّل أنْ َت َرى الدَّ َم ق ْبل َ ِواَل دَ تِ َها ِب َي ْو ٍم ِب َي ْو َم ْي ِن ‪ ،‬ف َي ُكونُ دَ َم نِف ٍ‬
‫اس‬ ‫َ‬ ‫ت ال ِّنسَاءِ َوا ْل َحا ِمل ُ اَل َتح ُ‬ ‫َعا َدا ِ‬

‫‪Hayız on şeye mani olur:‬‬

‫;‪Namaz kılmaya‬‬

‫;‪Namaz'ın vacib olmasına‬‬


Oruç tutmaya1;

(Ka'be'de) tavaf etmeye;

Kur'an okumaya;

Mushaf'a (Kur'an'a) dokunmaya;

Mescitte durmaya ;

Ferc'den cima etmeye;

Sünnete uygun talaka (boşamaya; zira hayız esnasında boşamak bid’i yani caiz olmayan talaktır);

İddet süresi için ayları saymaya .(Hayız görmeyenler boşandıktan sonra durumuna göre üç ay vb., aylara
göre iddet beklerler).

Hayız görmek şunları gerektirir:

Gusül;

Buluğa ermek (hayız görmesi kadının buluğ çağına ulaştığının alametidir);

ve hayza göre iddet süresini saymak (zira hayız görenler boşandıktan sonra üç kur’ -yani hayız veya
hayız'dan temizlik süresi- gibi hayzı esas alarak iddet beklerler).

Kanama durduğunda; oruç tutmak ve talak (boşama) mübah olur, (Hayızlıyken yapılması haram olan)
diğer hususlar ise gusledene kadar mübah olmaz. 

Ferc(ten cima) dışında (koca için), hayızlı kadından her türlü faydalanılır. Rasulullah (sallallahu aleyhi ve
sellem)'in kavlinden dolayı: 

‫اصنعوا كل شئ إال النكاح‬

"Her şeyi yapın fakat nikah (cima) etmeyin!.." 2

Hayz'ın en kısası bir gün ve gecedir.

En uzunu onbeş gündür.

İki hayız dönemi arasındaki tuhur (temizlik) süresi en az onüç gündür. En uzun temizlik dönemi için ise bir
süre yoktur.

Bir kadının hayız görmesi için en erken yaş dokuzdur.

En geç (hayız görülecek zaman ise) altmış (yaş)tır.


Hayız'a yeni başlayan kadın, kendisinde hayız görülmesi mümkün olan bir vakitte kanı gördüğünde,
oturur (hayızlının yapması yasak olan şeylerden kaçınır), (kanama) kesildiğinde bir gün ve bir geceden az
(gördü) ise hayz değildir.3 Bu süreyi aştıysa, ancak en uzun hayız süresini (onbeş gün) aşmadıysa, bu
hayızdır.

(Kanama) aynı şekilde (biçimde ve uzunlukta) bir seferde (üst üste) üç ay tekrarladığında, sabit olmuş bir
adet olur.

(Kanama) hayızın en uzun süresini aştığında, ziyadesi (bundan sonraki kanama) hayız değil istihazedir. 4

Bu durumda (hayz bittiğinde ama istihaze devam ettiğinde), kadın hayız süresinin sonunda gusleder,
Fercini yıkar ve (pamuk, bez vs., ile) tıkar.

Sonra, (istihaze olan kadın) her namaz vaktinde abdest alır ve namaz kılar.

Aynı hüküm, idrar akıntısı v.b., (sorunları) olanlar için de geçerlidir. 5

Eğer kanama diğer aylarda da devam ederse ve eğer kadın düzenli adet gören birisi ise, hayız günleri
adet edilegelen günü kadardır,

Eğer kadının (hayız konusunda) adeti yoksa ancak temyiz sahibi ise (yani hayız kanı ile istihaze kanı
arasındaki farkı ayırdedebiliyorsa) ve kanamasının bir kısmı siyah ve katıysa, bir kısmı da kırmızı ve
inceyse bu durumda hayızının süresi katı siyah kanamanın bitmesine kadardır (çünkü hayız kanı bu
şekildedir).6

Eğer (hayıza) yeni başladıysa veya adet(olagelen süres)ini unuttuysa ve ayırtedemiyorsa, onun hayızı her
aydan altı veya yedi gündür, çünkü kadınların çoğunun adeti böyledir. 7

Hamile kadın hayız görmez. Doğumdan bir, iki (veya üç gün) önce kanama görürse, bu durumda bu
(kanama) nifasdır (lohusalık kanıdır).

Dipnotlar: Hayız Babı

1- Aişe (radiyallahu anha) şöyle demiştir: "Biz Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) zamanında hayız
olurduk da orucu kaza etmekle emrolunduğumuz halde namazı kaza etmekle emrolunmazdık." (Buhari,
#321; Muslim, #335)

2- Müslim, #302 Enes ibni Malik (radiyallahu anh)'dan.

3- Hayız olmadığını anlayan kişi bu sürede kılmadığı namazları kaza eder. (İbni Teymiyye, Şerh’ul Umde,
1/482)

4- İstihaze, adet günleri haricinde de gelen ince kırmızı renkteki özür kanıdır. Kendisinden hayız kanı ile
beraber istihaza kanı gelen bir kimse, şu dört halden birisindedir:

a- Ya temyiz ehli yani bu iki kanın arasındaki farkı ayırdeden birisi olup da düzenli bir adeti olmayan
birisidir,

b- Ya da düzenli adeti olup da temyiz ehli olmayan birisidir,

c- Hem adet, hem de temyiz sahibidir,

d- Bu ikisine de sahip değildir.  (Bkz. İbni Kudame, el-Muğni, 1/258 vd.,)

5- Bu tür özür sahibi kimselerin abdesti tıpkı teyemmüm gibi bir sonraki namaz vaktine kadar sürer.
Mevcut namaz vakti çıkana kadar bu abdestle vakit namazı, kaza namazı ve nafile kılabileceği gibi iki
namaz arasını da cem edebilir. Vakit çıkınca ve özür hali bitince abdesti bozulur. Zira bu da teyemmüm
gibi zaruretten kaynaklanan bir taharet çeşididir. Tafsilatı için bkz. İbni Kudame, el-Muğni, 1/278-280)

6- Kadın üçüncü sınıfta yani hem düzenli adeti, hem de ayırdetmesi olan birisi ise mezhepte tercih edilen
görüşe göre adetini ön plana alır. (Tafsilatı için bkz. İbni Kudame, el-Muğni, 1/264)

7- Burada bahsedilen ise dördüncü sınıf olan adeti de temyizi de olmayan kimsedir. Bu kimse adet
günlerini sonradan hatırlarsa eski adet takvimine geri döner ve adetliyken kıldığı namazları ve tuttuğu
oruçları tekrar kaza eder. (İbni Kudame, el-Muğni, 1/269)

ِ ‫اب ال ِّن َف‬


‫اس‬ ُ ‫َب‬

Bab'un Nifas (Nifas/Loğusalık Babı)

ِ َ‫ َم َتى َرأ‬،ِ‫ب َو َي ْسقُ ُط ِب ِه َوأَ ْك َث ُرهُ أَ ْر َبعُونَ َي ْو ًما َواَل َح َّد أِل َ َقلِّه‬
‫ت‬ ِ ‫ب ا ْل ِواَل دَ ِة َو ُح ْك ُم ُه ُح ْك ُم ا ْل َح ْي‬
ُ ‫ض فيما َي ِحل ُّ َو َي ْح ُر ُم َو َي ِج‬ ِ ‫س َب‬
َ ‫ج ِب‬ ِ ‫َوه َُو ال َّد ُم ا ْل َخ‬
ُ ‫ار‬
‫ضا‬ َ َ َ َ ‫أْل‬ َ ٌ
ٌ ‫سلتْ َوه َِي طاه َِرة فإِنْ َعادَ فِي ُم َّد ِة ا ْر َبعِينَ ف ُه َو نِف‬
ً ‫اس أ ْي‬ َ َ َ ْ
َ ‫الط ْه َر اغت‬ ُّ

Çocuk doğurma sebebiyle çıkan kandır (kanamadır).

(İşlenmesi) helal ve haram olan hususlar ve vacib olan ve sakıt olan yükümlülükler açısından hükmü,
hayzın hükmü gibidir,

En uzun süresi kırk gündür ve en kısa süresi için bir sınır yoktur.

(Kanamanın durduğunu ve dolayısıyla) tuhur olduğunu (temizlendiğini) gördüğünde, gusleder ve böylece


temizlenmiş olur.
‫‪Eğer kırk günlük süre içerisinde (kanama yeniden başlayıp) geri dönerse, bu (kanama) da, nifas sayılır.‬‬

‫‪Taharet Kitabı'nın Sonu‬‬

‫كتاب الصالة‬

‫)‪Kitab'us Salat (Namaz Kitabı‬‬

‫روى عبادة بن الصامت رضي هللا عنه قال سمعت رسول هللا صلى هللا عليه وسلم يقول‪" :‬خمس صلوات كتبهن هللا على العباد في اليوم‬
‫والليلة فمن حافظ عليهن كان له عهد عند هللا أن يدخله الجنة ومن لم يحافظ عليهن لم يكن له عند هللا عهد إن شاء عذبه وإن شاء غفر‬
‫‪".‬له‬
‫‪.‬فالصلوات الخمس واجبة على كل مسلم بالغ عاقل إال الحائض والنفساء‪ ،‬فمن جحد وجوبها لجهله عرف ذلك وإن جحدها عنادا كفر‬
‫‪.‬وال يحل تأخيرها عن وقت وجوبها إال لناو جمعها أو مشتغل بشرطها فإن تركها تهاونا بها استتيب ثالثا فإن تاب وإال قتل‬

‫;‪Ubade ibn'us Samit, radiyallahu anh, dedi ki‬‬

‫سمعت رسول هللا صلى هللا عليه وسلم يقول‪ :‬خمس صلوات كتبهن هللا على العباد في اليوم والليلة‪ ،‬فمن حافظ عليهن كان له عهد عند‬
‫‪.‬هللا أن يدخله الجنة‪ ،‬ومن لم يحافظ عليهن لم يكن له عند هللا عهد‪ ،‬إن شاء عذبه وإن شاء غفر له‬

‫‪"Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellemi şöyle buyururken işittim: Allah, her gün ve gecede, beş vakit‬‬
‫‪namazı, kullarına farz kıldı. Her kim, onları gereği gibi muhafaza ederse, onun cennete gireceğine dair‬‬
‫‪Allah'ın vaadi vardır. Her kim de onları gereği gibi muhafaza etmezse, Allah'ın ona bir vaadi yoktur.‬‬
Dilerse onu bağışlar, dilerse ona azap eder."1

Dolayısıyla, beş vakit namaz, hayızlı veya nifaslı kadın dışında, akil baliğ (yani buluğ çağına ermiş ve aklı
başında olan) her Müslüman’a vaciptir.

Herkim cehalet’ten dolayı vacipliğini inkar ederse, bu konuda öğretilerek cehaleti giderilir, (bunu bildiği
halde) inadından dolayı inkar ederse kafirdir. 2

Namazı vacib (yani farz) olduğu vakitten sonraya tehir etmek; cem etmek isteyen veya şartlarını yerine
getirmekle meşgul olan dışında, helal değildir.

Eğer namazı (inkardan dolayı değil de) ihmalkarlıktan dolayı terk ederse üç defa tevbeye davet edilir.
Tevbe eder(se eder), etmezse öldürülmelidir. 3

Dipnotlar: Namaz Kitabı

1- Ebu Davud, #1420; Nesai, #462; İbn Mace, #1401

2- Şeyh'ul İslam İbni Teymiyye (rahimehullah) bu kavlin açıklamasında şöyle demektedir: 

“Bu kaide (namaz, oruç, hac, zekat gibi) İslam'ın rükunları olan meselelerde ve diğer üzerinde icma
edilmiş açık hükümlerde geçerli bir esastır. İslam'a yeni girmiş veyahut da uzak bir çölde yaşayan kimse
gibi cehaletin yaygın olduğu durumlarda ise bu hükümleri inkar eden kişi mazurdur. 

(…) 

Ancak İslam diyarında yaşayıp kendisine bu hükümlerin ulaştığı bilinen bir kimse ise ben bunu
bilmiyorum dese dahi bu sözü ondan kabul edilmez ve tıpkı kendisine ilim ulaştığı halde inkar eden birisi
gibi değerlendirilir. Namazı inkar eden bu kişi kendisi namaz kılsa da kılmasa da bunu müstehab, güzel
bir iş olarak görse de görmese de veya insanların bir kısmı için vacib görse de görmese de ya da bu
hususta te'vil sahibi olsa da olmasa da fark etmez bu kimse İslam milletinden çıkartan küfür ile kafir
olmuştur. (Şerh’ul Umde, 2/51-52) 

Görüldüğü gibi günümüzde namaz vb., konulardaki İlim yaygın olduğu için bu hususta kişinin cehalet
iddiası geçerli olmamaktadır. (Mütercim)

3- Hanbeliler'in çoğu namazı terk eden kişinin kafir olarak öldürüleceği kanaatindedir. Merhum müellif
ise bunun küfürden dolayı değil had cezası olarak uygulanacağı görüşüne meyletmiştir ancak bu
konudaki delillerden dolayı tercih edilen küfür olduğu kavlidir. Selef'in çoğundan nakledilen de budur.
Şeyh'ul İslam İbni Teymiyye de bunu tercih etmiş ve uzunca delillendirmiştir. (Şerh’ul Umde, 2/71-95)
‫باب األذان واإلقامة‬

‫)‪Bab'ul Ezan ve’l İkame (Ezan ve İkamet Babı‬‬

‫‪.‬وهما مشروعان للصلوات الخمس دون غيرها للرجال دون النساء‬


‫‪.‬واألذان خمس عشرة كلمة ال ترجيع فيه واإلقامة إحدى عشرة‬
‫وينبغي أن يكون المؤذن أمينا صيتا عالما باألوقات ويستحب أن يؤذن قائما متطهرا على موضع عال مستقبل القبلة فإذا بلغ الحيعلة‬
‫التفت يمينا وشماال وال يزيل قدميه ويجعل أصبعيه في أذنيه ويترسل في األذان ويحدر اإلقامة ويقل في أذان الصبح بعد الحيعلة الصالة‬
‫خير من النوم مرتين وال يؤذن قبل األوقات إال لها لقول رسول هللا صلى هللا عليه وسلم‪" :‬إن بالال يؤذن بليل فكلوا واشربوا حتى يؤذن‬
‫ابن أم مكتوم"‪ .‬ويستحب لمن سمع المؤذن أن يقول كما يقول لقول رسول هللا صلى هللا عليه وسلم‪" :‬إذا سمعتم النداء فقولوا مثل ما‬
‫"يقول‬

‫‪Bunlar (ezan ve kamet) diğerleri için değil, (sadece) beş vakit (farz) namaz için ve kadınlar için değil‬‬
‫‪sadece erkekler için, meşru kılınmışlardır. 1‬‬

‫‪Ezan tekrarsız onbeş2 kelimedir, kamet onbir3 kelimedir.‬‬

‫‪Müezzin, emin bir kimse olmalı, gür sesli ve (namaz) vakitler(i) hususunda bilgili olmalıdır. ‬‬

‫‪Ezanı (ayakta) durarak, abdestli olarak, yüksek bir yerde ve kıbleye doğru yüzünü dönerek okuması‬‬
‫‪müstehaptır.‬‬
Müezzin hayale (salat ve felah) kısmına geldiğinde, ayaklarını kıpırdatmaksızın, (yüzünü); sağa  ve sola
çevirir. 

(Ezan okurken) parmaklarını kulaklarının üzerine koyar.

Ezanı (kelimeleri ayırarak ve nefes alarak) ağır; (i)kameti (kelimeleri arka arkaya takmak suretiyle) seri
okur.4 

Sabah ezanında hayale’den sonra ‫الصالةُ َخ ْي ٌر مِنَ ال َّن ْوم‬


َّ  "namaz uykudan daha hayırlıdır!" demelidir ve (bunu)
iki defa tekrar etmelidir.

Bunun (sabah ezanı) dışında vaktinden önce ezan okumamalıdır, Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellemin
kavli gereği: 

‫ فكلوا واشربوا حتى يؤذن ابن أم مكتوم‬،‫إن بالالً يؤذن بليل‬.

"Bilal, ezanını gece okuyor. Binaenaleyh sizler İbnu Ümmi Mektum, ezan okuyuncaya kadar yiyiniz
içiniz!.."5 
 
Müezzini işitenin onun sözlerini tekrar etmesi müstehaptır 6 Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellemin kavli
gereği: 

‫إذا سمعتم النداء فقولوا مثل ما يقول‬.

"Ezanı duyduğunuzda, (müezzinin) dediğini tekrar edin." 7

Dipnotlar: Ezan ve İkamet Babı

1- Ezan, farzı kifaye olup bir bölgede ezanı işitenlerin tekrar ezan okumaları gerekmez. Bunlar, (i)kamet
getirerek namazlarını kılarlar. Ancak kaza namazı kılan veya ezan vakti dışında olan kişi ise sesini
yükseltmeden ezan okur. Kaza kılan kişi ilk namaz için ezan okur, sonra her bir namaza durmadan önce
kamet getirir. Kırda, çölde (yani şehirden uzak yerlerde) olan kişi ise ezan vaktinde dahi olsa sesini
yükselterek ezan okur. (İbni Kudame, el-Muğni, 2/72-75) 

Daha önce namaz kılınmış olan bir yerde kişi dilerse sesini yükseltmeden ezan ve kamet getirebilir,
dilerse de getirmez. Kadınlara ezan ve kamet vacib değildir, (ses yükseltmeden) okurlarsa da bir sakınca
olmaz. (İbni Kudame, el-Muğni, 2/80)

2- Ezan onbeş Kelime’den oluşmaktadır. İmam Ahmed (rahimehullah) Bilal-i Habeşi (radiyallahu anh)'ın
ezanını benimsemiştir ki onun lafızları şu şekildedir: 

‫ هَّللا ُ أَ ْك َب ُر‬،‫ هَّللا ُ أَ ْك َب ُر‬،‫ هَّللَا ُ أَ ْك َب ُر‬،‫هَّللا ُ أَ ْك َب ُر‬،

"Allah en büyüktür!" (dört defa)


ُ ‫ش َه ُد أَنْ ال إِلَ َه إِال هَّللا‬
ْ َ‫ أ‬،ُ ‫ش َه ُد أَنْ ال إِلَ َه إِال هَّللا‬
ْ َ‫أ‬،

"Şehadet ederim ki; Allah’tan başka –tapılmaya layık- ilah yoktur!" (iki defa) 

ِ ‫سول ُ هَّللا‬ ْ َ‫ أ‬،ِ ‫سول ُ هَّللا‬


ُ ‫ش َه ُد أَنَّ ُم َح َّم ًدا َر‬ ُ ‫ش َه ُد أَنَّ ُم َح َّم ًدا َر‬
ْ َ‫أ‬،

"Şehadet ederim ki Muhammed O'nun kulu ve elçisidir!" (iki defa)

َّ ‫ َح َّي َعلَى ال‬،ِ‫الصالة‬


‫صال ِة‬ َّ ‫لَى‬

"haydi namaza!" (iki defa)

ِ ‫ َح َّي َعلَى ا ْل َف‬،‫الح‬


‫الح‬ ِ ‫َح َّي َعلَى ا ْل َف‬

"haydi kurtuluşa!" (iki defa)

Sabah namazında bundan sonra iki defa şöyle denir:

‫صالةُ َخ ْي ٌر مِنَ ال َّن ْوم‬


َّ ‫ ال‬، ‫صالةُ َخ ْي ٌر مِنَ ال َّن ْو ِم‬
َّ ‫ال‬

"namaz uykudan daha hayırlıdır!

‫ هَّللا ُ أَ ْك َب ُر‬،‫هَّللا ُ أَ ْك َب ُر‬،

"Allah en büyüktür!" (iki defa)

ُ ‫ال إِلَ َه إِال هَّللا‬،

"Allah’tan başka –tapılmaya layık- ilah yoktur!" (bir defa).

3- Kamet aynen ezan gibidir. Ancak hayya ale’l felahtan sonra kad kameti’s salat ilavesi yapılır. Kamet,
ezanın aksine, onbir kelime’den oluşmaktadır:

‫ هَّللَا ُ أَ ْك َب ُر‬،‫هَّللا ُ أَ ْك َب ُر‬،

"Allah en büyüktür!" (iki defa)

ُ ‫ش َه ُد أَنْ ال إِلَ َه إِال هَّللا‬


ْ َ‫أ‬

"Şehadet ederim ki; Allah’tan başka –tapılmaya layık- ilah yoktur!" (bir defa)

ِ ‫سول ُ هَّللا‬
ُ ‫ش َه ُد أَنَّ ُم َح َّم ًدا َر‬
ْ َ‫أ‬

"Şehadet ederim ki Muhammed O'nun kulu ve elçisidir!" (bir defa)

َّ ‫َح َّي َعلَى ال‬


‫صال ِة‬
"haydi namaza!" (bir defa)

ِ ‫َح َّي َعلَى ا ْل َف‬


‫الح‬

"haydi kurtuluşa!" (bir defa)

ُ‫الصالة‬
َّ ‫ت‬ِ ‫ َقدْ َقا َم‬، ُ‫صالة‬ ِ ‫َقدْ َقا َم‬
َّ ‫ت ال‬

"namaz başladı!" (iki defa)

‫ هَّللَا ُ أَ ْك َب ُر‬،‫هَّللا ُ أَ ْك َب ُر‬،

"Allah en büyüktür!" (iki defa)

ُ ‫ال إِلَ َه إِال هَّللا‬،

"Allah’tan başka –tapılmaya layık- ilah yoktur!" (bir defa).

4- Ezan ve kamette her cümlenin sonunda cezim'li okumak gerekir, Harflere hareke verilmez ve diğer
cümleye bağlanmaz . (İbni Kudame, el-Muğni, 2/60) 

Ancak bütün bunları yaparken okunuş kaideleri'ne, tecvid kurallarına dikkat etmek gerekir. Yersiz uzatma
ve kısaltmalar yapmamak icab eder. (müt.)

5- Buhari, #617; Müslim, #1092

6- Ezan okunurken müezzinin sözlerini hay’aleler müstesna tekrar etmek müstehaptır. Müezzin’in
haysale (hayayale salat) ve hayfelesine (hayyaalel felah), "havkale" söylenerek yani 

‫الَ َح ْول َ وال ُق َّو َة إِالَّ باهلل‬ "Allah’tan başka hiçbir güç ve kuvvet yoktur!" demek suretiyle karşılık vermek
Müstehaptır.

Kamet cümlelerini de tekrar etmek aynı şekilde müstehaptır. Sadece ُ‫الصالة‬ ِ ‫ َقدْ َقا َم‬ dedikten sonra ُ ‫أَ َقا َم َها هَّللا‬
َّ ‫ت‬
‫وأَدَ ا َم َها‬ yani
َ “Allah onu (namazı) ikame etsin ve devamlı kılsın!..” denilir. Ebu Davud, Rasulullah (sallallahu
aleyhi ve sellem)’in böyle yaptığını rivayet etmiştir.

Ezan bittikten sonra da şu duayı yapmak müstehaptır:

‫ َوا ْب َع ْث ُه َم َقا ًما َم ْح ُمودًا الَّذِي َو َعدْ َت ُه‬،‫ت ُم َح َّم ًدا ا ْل َوسِ يلَ َة َوا ْل َفضِ يلَ َة‬
ِ ‫ آ‬،ِ‫الصاَل ِة ا ْل َقائِ َمة‬
َّ ‫َّع َو ِة ال َّتا َّم ِة َو‬ َّ ‫اللَّ ُه َّم َر‬
ْ ‫ب هَ ِذ ِه الد‬

“Bu eksiksiz davetin ve kılınacak namazın Rabbi olan Allah'ım! Muhammed’e vesile ve fazileti ihsan eyle.
Ve onu vadettiğin makam-ı mahmuda eriştir (şüphesiz ki sen, va'dinden asla dönmezsin!..). (Buhari)

Bunlar haricinde genel manada ezan ile kamet arasında yapılan duanın geri çevrilmeyeceği hadislerde
beyan edilmiştir. Kişi, ezan okunurken Kur'an okuyorsa okumasını kesip ezanı tekrar eder, namazda ise
bunu yapmaz. (İbni Kudame, el-Muğni, 2/85-88)
‫‪7- Buhari, #611; Müslim; #283‬‬

‫باب شرائط الصالة‬

‫)‪Bab'u Şurut'us Salat (Namazın İçindeki ve Dışındaki Şartları Babı‬‬

‫‪:‬وهي ستة‬
‫‪".‬الشرط األول‪ :‬الطهارة من الحدث لقول رسول هللا صلى هللا عليه وسلم "ال صالة لمن أحدث حتى يتوضأ‬
‫الشرط الثاني‪ :‬الوقت ووقت الظهر من زوال الشمس إلى أن يصير ظل كل شيء مثله ووقت العصر وهي الوسطى من آخر وقت الظهر‬
‫إلى أن تصفر الشمس ثم يذهب وقت االختيار ويبقى وقت الضرورة إلى غروب الشمس ووقت المغرب إلى أن يغيب الشفق األحمر ووقت‬
‫‪.‬العشاء من ذلك إلى نصف الليل ثم يبقى وقت الضرورة إلى طلوع الفجر الثاني ووقت الفجر من ذلك إلى طلوع الشمس‬
‫‪.‬ومن كبر للصالة قبل خروج وقتها فقد أدركها والصالة في أول الوقت أفضل إال في العشاء اآلخرة وفي شدة الحر في الظهر‬
‫الشرط الثالث‪ :‬ستر العورة بما ال يصف البشرة وعورة الرجل واألمة ما بين السرة والركبة والحرة كلها عورة إال وجهها وكفيها وأم‬
‫‪.‬الولد والمعتق بعضها كاألمة‬
‫‪.‬ومن صلى في ثوب مغصوب أو دار مغصوبة لم تصح صالته‬
‫ولبس الذهب والحرير مباح للنساء دون الرجال إال عند الحاجة لقول رسول هللا صلى هللا عليه وسلم في الذهب والحرير‪" :‬هذان حرام‬
‫‪".‬على ذكور أمتي حل إلناثهم‬
‫ومن صلى من الرجال في ثوب واحد بعضه على عاتقه أجزاه ذلك فإن لم يجد إال ما يستر عورته سترها فإن لم يكف جميعها ستر‬
‫‪.‬الفرجين فإن لم يكفهما ستر أحدهما فإن عدم بكل حال صلى جالسا يومئ بالركوع والسجود وإن صلى قائما جاز‬
‫‪.‬ومن لم يجد إال ثوبا نجسا أو مكانا نجسا صلى فيهما وال إعادة عليه‬
‫الشرط الرابع‪ :‬الطهارة من النجاسة في بدنه وثوبه وموضع صالته إال النجاسة المعفو عنها كيسير الدم ونحوه وإن صلى وعليه نجاسة‬
‫‪.‬لم يكن يعلم بها أو علم بها ثم نسيها فصالته صحيحة وإن علم بها في الصالة أزالها وبنى على صالته‬
‫‪.‬واألرض كلها مسجد تصح الصالة فيها إال المقبرة والحمام والحش وأعطان اإلبل وقارعة الطريق‬
‫الشرط الخامس‪ :‬استقبال القبلة إال في النافلة على الراحلة للمسافر فإنه يصلي حيث كان وجهه والعاجز عن االستقبال لخوف أو غيره‬
‫فيصلي كيفما أمكنه ومن عداهما ال تصح صالته إال مستقبل الكعبة فإن كان قريبا منها لزمته الصالة إلى عينها وإن كان بعيدا فإلى‬
‫‪.‬جهتها‬
‫وإن خفيت القبلة في الحضر سأل واستدل بمحاريب المسلمين وإن أخطأ فعليه اإلعادة وإن خفيت في السفر اجتهد وصلى وال إعادة‬
‫عليه‬.
‫وإن اختلف مجتهدان لم يتبع أحدهما صاحبه ويتبع األعمى والعامي أوثقهما في نفسه‬.
‫ النية للصالة بعينها ويجوز تقديمها على التكبير بالزمن اليسير إذا لم يفسخها‬:‫الشرط السادس‬.

Namazın şartları altı tanedir:

Birinicisi: Hadesten taharet 

Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellemin kavlinden dolayı:

‫ال صالة لمن أحدث حتى يتوضأ‬.

"Abdesti bozulan birisi abdest almadıkça namazı kabul olunmaz!" 1

İkinici Şart: Vakit

Öğle Namazı (Salat'uz Zuhr): Güneş zeval vaktinde tam tepeden ayrılmaya başladığında öğle namazının
vakti başlar.2 Her şeyin gölgesi bir misline ulaştığında öğle namazının vakti sona ermiş olur.

İkindi Namazı (Salat'ul Asr): Bu orta (namazı) dır. 3 Vakti, öğlen namazının vaktinin çıkmasından (yani
gölge boyu bir mislinin üstüne çıkmasından)4 güneşin sararmasına kadardır.5 (Böylelikle asıl kılınması
gereken) ihtiyar vakti sona erer, güneş batana kadar zaruret vakti başlar. 6 

Akşam Namazı (Salat'ul Mağrib): (Güneşin batmasından) şafağın kızıllığı kayboluncaya kadardır. 7 

Yatsı Namazı (Salat'ul İşa): O zamandan (yani güneşin kızıllığı kaybolduğu vakitten), gece yarısına kadardır
ve sonra Fecri Sani’ye (İkinci Fecr'e/Fecr-i Sadık'a) kadar zaruret vakti başlar. 8   

Sabah Namazı (Salat'ul Fecr): o zamandan (İkinci Fecr/Fecr-i Sadık'tan) güneş doğana kadardır.

Namaz için son vakti çıkmadan önce tekbir getiren, namaza yetişmiş sayılır.

Namazın en faziletlisi ilk vaktinde kılınandır. Ancak bu hükmün istisnası yatsı namazı 9 ve sıcaklar
şiddetlendiği zaman öğle namazıdır. (Bu durumda öğle namazı hava serinleyene kadar ertelenir.) 10

Üçüncü Şart: Teni göstermeyen bir şeyle setr-i avret yapılması (avret mahalinin örtülmesi)

Erkeğin ve cariyelerin avretleri, göbek ile diz arasıdır.

Hür kadının bütün bedeni, yüzü ve elleri hariç, avrettir.

Umm'ul Veled (sahibinden çocuk dünyaya getiren cariye) ve kısmi olarak azad edilmiş (cariye; avret
açısından) sıradan cariye gibidir.

(Kişi) namazı gasp edilmiş bir elbise içinde kılarsa veya gasp edilmiş bir yerde kılarsa, namazı sahih
(geçerli) değildir. (İpek ve altınla namaz kılan erkek, gasbedilmiş elbiseyle namaz kılan kişiyle aynı
hükümlere tabidir.)
Altın takmak ve ipek giymek kadınlar için mübahtır; erkekler için, (hastalık gibi bir) hacet (ihtiyaç) olması
dışında, (mübah) değildir. Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellemin ipek ve altın hakkındaki kavli
gereğince: 

‫هذان حرام على ذكور أمتي حل إلناثهم‬

"Ümmetimin erkeklerine, bu ikisi (ipek ve altın) haram kılındı; kadınlarına ise helal kılındı." 11

Tek parça elbise içerisinde namaz kılan adamın elbisesinin bir kısmı omzunu örtüyorsa bu onun için
yeterlidir. (Ama her halükarda diz ile göbek arasını ve de omuzlarını örtmesi gerekir.) 12

Eğer, avretini örtmeye yetecek ancak bundan fazlasını (yani omzunu) örtecek birşey bulamıyorsa, (bu
durumda sadece avretini) örter. Eğer (avretini) tamamıyla örtemiyorsa, ferceyni (iki avret mahalini; ön ve
arkasını) örter. Eğer hepsini (iki avretini) birden örtemiyorsa sadece birini örter. Eğer (avretini) örtecek
hiçbir şey yoksa, oturarak namaz kılar ve rukü ve secdeyi ima ile yapar. Ayakta namaz kılarsa bu da
geçerlidir.

Eğer (avretini örtmek için) necis olan bir elbiseden başka birşey bulamıyorsa veya necis bir mekandan
başka bir yer bulamıyorsa; bu şekilde (necis elbiseyle yahut necis olan mekanda) namazını kılar ve
namazını iade (tekrar) etmesi gerekmez.

Dördüncü Şart: Necasetten taharet; yani bedeninden, kıyafetlerinden ve namaz kılacağı yerden
necasetin giderilmesi

Bundan kan ve benzeri (irin gibi) az miktarı affedilmiş olan necasetler müstesnadır. Üzerinde, necaset
olduğunun farkında olmadan yahut orada (necaset) olduğunu bilip sonra unutarak, necaset ile namaz
kılanın namazı sahihdir (geçerlidir). Eğer namazda (necaset olduğunu) fark ederse, onu giderip namazına
devam etmelidir. Yeryüzünün tümü; mezarlık, hamam, tuvalet, deve ağılları ve yol ortası hariç, namazın
sahih (geçerli) olduğu mescittir.13

Beşinci Şart: (Namaz kılarken) Kıble (Mekke’de bulunan Kutsal Mescid Ka’be)’ye dönmek

Şu durumlar haricinde (farzdır):

1- Seferi olan kişi (at, araba vb.,) binek üzerinde kıldığı (vitir, namazın peşinden kılınan revatib sünnetleri,
tilavet secdesi vb.,) nafilelerde gittiği yöne doğru kılabilir.

2- Korkudan veyahut başka sebeblerden kıbleye dönmekten aciz olan kişi ne şekilde kılmaya güç
yetirebiliyorsa (o şekilde farz veya nafile) namaz kılabilir. 14

Bu iki durumun haricindekiler Ka’be’ye dönmedilerse, namazları sahih (geçerli) değildir.

Eğer kişi (Ka’be’ye) yakınsa, namazını bizzat ona doğru kılar. Eğer uzaktaysa onun cihetine (yönüne)
doğru kılar.

Hazarda yani ikamet halinde olan kişi eğer kıbleyi (Ka’benin yönü) bilmiyorsa, sormalı ve müslümanların
mihraplarından istidlal yapmalı (kıble yönünü bulmaya çalışmalı)dır. Bu durumdaki kişi eğer hata
yaptıysa, namazı iade etmesi gerekir.15

Eğer seferdeyken kıbleyi bilmiyorsa içtihad edip namazını kılmalı ve (içtihadı neticesinde hata bile yapsa)
iadesi gerekmez.16

(Kıble hususunda içtihatta bulunan) iki müctehid; (kıblenin neresi olduğu hususunda) ihtilaf ederse, hiç
biri diğerine ittiba etmez (uymaz). 

A’ma (kör) olan ve (kıble konusunda) avamdan olan (yani kıbleyi kendi içtihadı ile tesbit etme durumu
olmayan) kişi, bu iki (müctehid)den, en çok hangisine güveniyorsa ona uyar. 17

Altıncı Şart: (Kılacağı) namazın bizzat kendisine (öğle, ikindi vs.,) niyet etmek.

(Aslolan tekbir ile beraber niyet etmek olsa da) tekbir getirmeden, kısa bir zaman, önce niyet etmek, onu
bozan bir şey yapmadıkça, caizdir.18

Dipnotlar: Namazın İçindeki ve Dışındaki Şartları Babı

1- Buhari, #135; Müslim, #225

2- İbni Kudame (rh.a) şöyle demiştir: “Öğlen vaktini tesbit etmek isteyen kişi şahsın gölgesini ölçsün ve
bir müddet beklesin. Aradan belli bir müddet geçtikten sonra gölgeyi bir kez daha ölçsün. Eğer ki gölgesi
bir öncekinden daha kısa ise henüz zeval vakti olmamıştır. Fakat gölge kısalmamış bilakis uzamışsa zeval
olmuştur (yani öğlen vakti girmiştir). (Bkz., el-Muğni, 2/10 vd.,)

3- Yani Şeyh İbni Kudame (rh.a): 

‫والصالَ ِة ا ْل ُو ْس َطى‬
َّ َّ ‫َحافِ ُظو ْا َعلَى ال‬
ِ ‫صلَ َوا‬
‫ت‬

“Namazları ve bilhassa da orta namazı muhafaza edin!..” (el-Bakara 2/238) buyruğunda geçen ve daha
çok titizlik gösterilmesi gereken namazın ikindi namazı olduğu görüşünü tercih etmiştir. (Müt.)

4- İbni Kudame (rh.a) şöyle demiştir: Kişi zeval vaktindeki gölge boyunu tesbit eder. Sonra o gölge
boyundaki artışa bakar. Feyi zeval yani zeval vaktindeki gölgesinin üstüne kendi boyu kadar gölge ilave
edildiğinde öğlen vakti çıkmış olur. (el-Muğni, 2/13) Öğle vakti çıkar çıkmaz ikindi vakti girer, arada
herhangi bir boşluk yoktur. (Bkz., el-Muğni, 2/14)

5- Diğer bir Hanbeli Fıkıh Metni olan Hiraki’de ise, ihtiyar vakti gölge boyu iki misli olana kadarki vakit
olarak belirlenmiştir. Buna göre gölge iki misli olduktan güneş sararana kadarki vakit ise cevaz vakti
olmaktadır. Hiraki ve Şerhi el-Muğni’ye bakılabilir. (Müt.)

6- İkindinin bundan sonrasına ertelenmesi caiz değildir. Zira Enes (radiyallahu anh)'dan yapılan rivayette,
Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) Efendimiz'den şunu işittiğini söylemiştir: 

"İşte o Münafık'ın namazıdır, oturur da güneşi gözler, ta ki güneş sararıp şeytanın iki boynuzu arasında
olunca (doğmak ve batmak üzere iken) kalkıp (kuş gibi) gagasını yere vurup kaldırır da dört rek'at namaz
kılar ve Allah'ı pek az anar." (Müslim; Ebu Davud; Tirmizi; Nesai) 

Ancak bu kerahet vaktinde namazı kılan kişi –velev ki mazeret sahibi olmasa da- namazı kerahet ile
birlikte geçerlidir. (el-Muğni, 2/17)

7- Akşamı şafak kayboluncaya kadar geciktirmek tavsiye edilen bir iş değildir (yani; akşamı vakit girer
girmez kılmak gerekir). Ebu Davud ve diğerlerinin rivayet ettiğine göre Rasulullah (sallallahu aleyhi ve
sellem) şöyle buyurmuştur: 

“Ümmetim akşamı yıldızlar gözükene kadar geciktirmedikleri müddetçe hayır üzeredirler.” (el-Muğni,
2/21)

8- Hiraki, Fecr-i Sadık’ı (gerçek fecri) şöyle tanımlamaktadır: Gerçek fecir olan ikinci fecir doğu tarafından
çıkıp ufka doğru yayılır ve artık bundan sonra karanlık basmaz. (Bilakis hava aydınlanmaya başlar). İbni
Kudame ise Hiraki’ye yazmış olduğu Şerh'te şöyle diyor: 

Fecr-i Kazib/Aldatıcı Fecr ise Fecr-i Sadık'tan az bir süre önce doğuda görülen ve sonra kaybolan geçici
beyazlıktır. Bu birinci fecirdir ve bununla ne sabah namazının ne de orucun vakti başlamaz, Fecr-i Kazibe
hiçbir şer’i hüküm taalluk etmez. (bkz., el-Muğni, 2/30) 

Kişi fecrin doğuşunu kesin olarak tesbit edince veya bu hususta bir zannı galib oluşturunca namaz kılması
mübah olur (Aksi takdirde olmaz). Kişinin zannı galibini artırması için ihtiyaten az bir müddet beklemesi
müstehaptır. Aynı şekilde kara bulutlu havada ikindi namazını vakit girer girmez erkenden kılması da
müstehaptır. Zira Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) böyle bulutlu bir günde: 

“Kara bulutlu havada ikindiyi erkenden kılın, zira kim ikindi namazını kaçırırsa amelleri boşa gider!..”
buyurmuştur. (Buhari; İbni Mace) 

Eğer kişiye güvenilir birisi bir ilme dayanarak namaz vaktini haber verirse buna istinaden namazını kılar.
Ama o şahıs kendi içtihadı ile vaktin girdiğini söylerse onu taklid etmez, kendisi içtihad eder. Eğer ki
namazın vaktine isabet ettiği ortaya çıkarsa namazı geçerlidir. İsabet etmediği ortaya çıkarsa namazı
geçerli olmaz. Keza kişi vakit konusunda hiçbir ilme dayanmadan şüphede olduğu halde namazı kılarsa
bu namaz da geçersizdir. Çünkü namazın şartı olan bir hususta delilsiz hareket etmiştir. Vakti bilen
güvenilir bir müezzinin ezan okuması halinde kişinin içtihad etmesine gerek kalmaz. (Bkz., el-Muğni,
2/30-32)

9- Zira yatsı namazında efdal olan namazı gecenin üçte birine veya yarısına kadar ertelemektir. Ancak bu
hüküm tek başına kılan veya bundan dolayı zorluk çekmeyecek olan bir cema'ate kıldıracak olan kişi
içindir. Sabah namazında ise ilk vakit olan Tağlis Vakti'nde kılmak efdaldir. Hanefiler ise havanın
aydınlanmaya başladığı ikinci vakitte (İsfar Vakti'nde) kılmayı efdal görmüşlerdir. (el-Muğni, 2/44-45) 

[Önemli uyarı: Hanefi Mezhebi'ndeki bu görüşten dolayı Türkiye’de sabah ezanı ikinci vakitte
okunmaktadır. Bir çok kişi bundan dolayı bu okunan ezanın vaktin girişini haber verdiğini ve bundan önce
namaz kılınmayacağını zanneder. Halbuki efdal olan, vakit girer girmez kılmaktır ve kişi fecrin doğduğunu
tesbit ettiği andan itibaren namazını kılar. Mütercim)

10- Aşırı sıcaklarda öğle namazını geciktirdiğinde namazın son vaktine ertelememek gerekir. Ayrıca
sıcakta namazı geciktirme hükmü Cuma Namazı ile alakalı geçerli değildir. Cuma Namazı'nı herhalükarda
ilk vaktinde kılmak gerekir. Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem)’den bunun aksi rivayet edilmemiştir.
Cuma Namazı'nı geciktirmek insanlara eziyet etmeye de sebeb olur. (el-Muğni, 2/37-38)

11- Ebu Davud, #4057; Nesai, #5150; İbni Mace, #3595

12- Setri avret ile alakalı İbni Kudame (rahimehullah)’ın el-Muğni adlı eserinde zikrettiği bazı hususları
önemine binaen nakletmek istiyoruz:

Göbek ve de racih olan (tercih edilen) kavle göre diz kapağının kendisi avret değildir. Avret mahalli bu
ikisinin arasıdır. Avret mahallini kapatan elbise derinin rengini belli eden şeffaf nitelikte olursa namaz
geçerli olmaz. Elbise şeffaf olmadığı halde vücudun sıfatını belli ediyorsa namaz geçerli olur, çünkü kalın
elbiselerde dahi bundan kaçınmak zordur. Kişinin avretinden örfen az addedilen bir miktar açılırsa namaz
fasid olmaz. Kişinin avreti farkına varmadan açıldıysa farkına varır varmaz avretini örter ve namazına
devam eder. Ancak örfen uzun sayılan bir zaman müddetince avreti açık kalırsa tıpkı örfen çok sayılan
avretin açılmasında olduğu gibi namaz batıl olur. (bkz. el-Muğni, 2/283 vd.)

13- İbni Kudame (rahimehullah)’ın zikrettiğine göre kabristanda, tuvalette, hamamda ve develerin çöküp
yattığı, gecelediği yerde namaz kılan kimse, onu iade eder. Ahmed ibni Hanbel'den yapılan rivayete göre,
bu gibi yerlerde namaz kılmak sahih değildir. 

İbni Kudame mezbaha, çöplük, gasbedilmiş arazi ve Kabe'nin damının da aynı hüküm kapsamında
olduğunu beyan etmiştir. Kabristanın içinde namaz kılmak caiz olmadığı gibi kabre doğru kılmak da caiz
değildir. Kabristanın ortasında yapılmış mescitin hükmü de kabristan ile aynıdır. (İbni Kudame, el-Muğni,
2/468-475) 

İbni Teymiyye (rahimehullah) ise Hanbeli Ulema'sı nezdinde kabristanın etrafındaki mescitin duvarla
çevrili olup olmamasının fark etmeyeceğini beyan etmiş ve ayrıca bir veya iki kabir de olsa bunun da
kabristan statüsünde sayılacağını bildirmiştir. Ayrıca Hanbeliler nezdinde kabir bulunan yeri avlusu ve
sair müştemilatı da bu yasağın kapsamı içerisindedir. (İbni Teymiyye, Şerhul Umde, 2/460-463)

14- Hiraki bu durumlardaki kişiler ile alakalı şöyle demiştir: Namaza (imkanı varsa) kıbleye yönelerek
başlar. Yürüyerek veya bineğin üzerindeyken (kıbleye yönelme imkanı yoksa) namazını kıbleden başka
tarafa yönelerek devam ettirir ve gücü yettiği oranda ima yoluyla namaz kılar. Secdeye giderken ruküya
göre biraz fazla eğilir.

15- Çünkü hazar yani ikamet hali kıble için içtihad yeri değildir. Zira bir beldede mu'kim olan kişi haber
yoluyla veya mihraplara vs., alametlere bakarak kıbleyi tayin edebilir. Kısacası haber, içtihad ve taklid gibi
kıbleyi tesbit etme yollarının hiç birisini uygulamayan veya kendisi için caiz olmayan yolu uygulayan –
mesela müçtehitin taklid etmesi, mukallitin içtihad etmesi gibi- birisinin namazı batıldır ve iadesi gerekir.
(bkz. el-Muğni, 2/114)

Hiraki ise bu hususta şöyle demiştir: Müşrik'in gösterdiği kıbleye hiçbir şekilde itibar edilmez. Zira kafir
güvenilir bir kimse olmadığı için onun haberi de iahitliği de rivayeti de kabul edilmez. Şarih İbni Kudame
buna şu hususları da eklemiştir: (Müslüman olduğu halde) dinde gevşek olan fasığın haberi de aynı
şekilde reddedilir. Temyiz çağına ulaşmamış küçük çocuk da böyledir. Bunun haricinde fısk-u fücur ile
itham edilmemiş her müslümanın kıble vb., hususlardaki haberi aksine bir delil olmadıkça kabul edilir.
Ancak müslüman mı kafir mi olduğu belli olmayan kimsenin haberi reddedilir. Aynı bunun gibi
müslümanlara mı kafirlere mi ait olduğu belli olmayan mihraplara bakılarak kıble tayin edilmez. (Bkz. el-
Muğni, 2/115) Keza kafirlerin mihraplarına bakılarak kıble tayin edilemez, bu hususta sadece
müslümanların mihraplarına bakılır. Ancak Hristiyanlara ait mihraplar bundan müstesnadır, zira onların
kıblesinin doğu tarafına yönelik olduğunu bilmekteyiz. (Age., 2/102)

16- Bazı alimler şöyle demiştir: İnsanlar kıble hususunda dört sınıftır:

1- Kıble'yi yakinen tayin etmesi gerekenler: Bunlar Kabe'yi gözleriyle görenlerdir veya Mekke ehlinden
olup Kabe’nin yerini tayin edebilenlerdir. Keza Mescidi Nebevi gibi kıblesi bizzat Rasulullah (sallallahu
aleyhi ve sellem) tarafından tayin edilmiş olan yerlerde de kıble ciheti kesin olduğu için başka tarafa en
ufak bir meyil olmaksızın oraya dönülmesi gerekir.

2- Habere uyması gerekenler: Bunlar da Mekke’ye dışarıdan gelip oranın halkından kıbleyle alakalı haber
araştırması gerekenlerdir. Keza (İslam beldelerinden) bir beldeye uğrayan kişinin de orada işin ehli olan
kişiler tarafından dikilmiş olan mihrab vb., alametlere göre kıbleyi tayin etmesi gerekir. Bu iki kesimin
kıble hakkında içtihad etmesine gerek yoktur.

3- İçtihad etmesi gerekenler: Bu iki sınıf haricinde olup da, (velev ki diğer ilimlere vakıf olmasalar da)
kıble ile alakalı ilme vakıf olanların içtihad ederek kıbleyi araştırması gerekir.

4- Taklid etmesi gerekenler: Körler ve onlar gibi addedilen (kıble konusunda) içtihad ehliyeti olmayan
kimselerin bu hususta içtihad ehli olan bilgili kişilere tabi olması gerekir. Bu iki sınıf ve benzerlerinden
olup da Mekke dışında olan herkesin Ka'be cihetini araştırması gerekir. 

Tirmizi’nin rivayet etmiş olduğu “Doğu ile batı arası kıbledir.” hadisi gereğince mutlaka gözle görüyormuş
gibi kıble cihetini isabet ettirmeleri gerekmez. Yani kişi kıbleden biraz kaymış olsa namazı iade etmesi
gerekmez. (el-Muğni, 2/100-102)

Kıbleyi içtihad yoluyla tayin eden kişinin içtihatı değişirse yeni içtihadına göre kılar fakat önceki namazları
iade etmesine gerek yoktur. Namaz içinde içtihadı değişirse tıpkı Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem)
zamanında kıble değiştiğinde sahabenin yaptığı gibi namazı bozmadan yeni kıbleye yönelir. Ancak kişi
namaz kılarken doğuda mı batıda mı olduğunu ayırd edemeyecek kadar çelişkiye düşerse namazını bozar
ve tekrar içtihad eder. (el-Muğni, 2/106-109)

17- Taklid edecek kimse de bulamayan cahil kimse namazını bulunduğu hal üzere kılar. (İbni Teymiyye,
Şerh'ul Umde, 2/560) Ancak cahil kimsenin mutlaka kıblenin nasıl bulunacağını öğrenmesi gerekir.
İmkanı olduğu halde öğrenmez ve başkalarını taklid etmeye devam ederse namazı geçersiz olur. (el-
Muğni, 2/110)

18- Namaz esnasında niyet edip etmediği veya iftitah (namaza başlangıç) tekbiri getirip getirmediği
hususunda şüpheye düşen birisi namaza yeniden başlar. Namazdan çıkmadan önce bunları yapmış
olduğunu hatırlarsa namaza kaldığı yerden devam eder. Keza fFarza mı nafileye mi niyet ettiğini
karıştıran birisi namazı nafile olarak tamamlar. Öğleye mi ikindiye mi niyet ettiğini karıştıran birisinin
hükmü de tıpkı niyette şüphe eden kişi gibidir (yani namaza yeniden başlar). Keza farz namazlardan
birisine niyet edip de namaz içinde niyetini değiştirmek isteyen kişinin de durumu aynıdır. (el-Muğni,
2/135)
‫باب آداب المشي إلى الصالة‬

‫)‪Bab'u Adab’il Meşyi ile’s Salat (Namaza Yürüme Adabı Babı‬‬

‫يستحب المشي إلى الصالة بسكينة ووقار ويقارب بين خطاه وال يشبك أصابعه ويقول‪ :‬باسم هللا {الَّذِي َخلَ َقنِي َف ُه َو َي ْهد ِ‬
‫ِين} اآليات إلى‬
‫ِيم} [الشعراء‪ ]89-78 :‬ويقول‪" :‬اللهم إني أسألك بحق السائلين عليك وبحق ممشاي هذا فإني لم أخرج‬ ‫سل ٍ‬ ‫قوله {إِاَّل مَنْ أَ َتى هَّللا َ ِب َق ْل ٍ‬
‫ب َ‬
‫اشرا وال بطرا وال رياء وال سمعة خرجت اتقاء سخطك وابتغاء مرضاتك أسألك أن تنقذني من النار وأن تغفر لي ذنوبي إنه ال يغفر‬
‫الذنوب إال أنت" فإن سمع اإلقامة لم يسع إليها لقول رسول هللا صلى هللا عليه وسلم‪" :‬إذا أقيمت الصالة فال تأتوها وأنتم تسعون وأتوها‬
‫وعليكم السكينة فما أدركتم فصلوا وما فاتكم فأتموا"‪  ‬وإذا أقيمت الصالة فال صالة إال المكتوبة وإذا أتى المسجد قدم رجله اليمنى في‬
‫الدخول وقال باسم هللا والصالة والسالم على رسول هللا أللهم اغفر لي ذنوبي وافتح لي أبواب رحمتك وإذا خرج قدم رجله اليسرى وقال‬
‫‪.‬ذلك إال أنه يقول وافتح لي أبواب فضلك‬

‫‪Namaza, sekinet ve vakar ile yürümek; (fazla adım atıp devabı daha çoğaltmak için) adımlarını birbirine‬‬
‫‪yakın aralıklarla atmak ve de (ta ki namazını bitirip mescitten çıkana kadar) parmakları birbirine‬‬
‫)‪kenetlememek müstehaptır. Kişi (mescide giderken‬‬

‫اس ِم هَّللا ِ الَّذِي َخلَ َقنِي َف ُه َو َي ْهد ِ‬


‫ِين‬ ‫بِ ْ‬

‫‪"Bismillah! (Allah'ın adıyla) ki "Beni yaratan ve bana hidayet veren O'dur..." ve devamındaki ayetleri:‬‬

‫إال من أتى هللا بقلب سليم‬

‫‪"Ancak Allah'a selim bir kalp ile gelenler başka." sözüne kadar 1 okumalıdır.2‬‬

‫‪Ayrıca namaza giderken şöyle der:‬‬

‫اللهم إني أسألك بحق السائلين عليك‪ ،‬وبحق ممشاي هذا‪ ،‬فإني لم أخرج أشراً وال بطراً وال رياء وال سمعة خرجت إتقاء سخطك وابتغاء‬
‫‪.‬مرضاتك‪ ،‬أسألك أن تنقذني من النار‪ ،‬وأن تغفر لي ذنوبي‪ ،‬إنه ال يغفر الذنوب إال أنت‬

‫‪"Allah’ım! Sen’den istiyenlerin Sen’in katındaki hakkı için gerçekten Sen’den istiyorum. Ve şu yürüyüşüm‬‬
hakkı için Sen’den istiyorum. Çünkü ben ne kibirlenmek ne de böbürlenmek için ve ne görsünler diye ne
de duysunlar diye (evden) çıkmadım. Ve ben Sen’in kızmandan sakınmak ve Sen’in rızanı taleb etmek için
çıktım. Bu sebeple cehennem ateşinden beni korumanı ve günahlarımı örtmeni Sen’den istiyorum.
Şüphesiz Sen’den başka hiç kimse günahları örtemez!" 3

İkameti duyduğunda Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem)’in kavli gereğince, ona (namaza) aceleyle
koşmaz4:

‫ وما فاتكم فأتموا‬،‫ فما أدركتم فصلوا‬،‫إذا أقيمت الصالة فال تأتوها وأنتم تسعون وائتوها وأنتم عليكم السكينة‬

"Namaz için kamet getirildiği vakit ona koşarak gelmeyin, yürüyerek gelin! Size düşen sekinettir (sakince
hareket etmektir). Yetişebildiğiniz kadarını (imamla) kılın; yetişemediğinizi (kendiniz) tamamlayın!.." 5

Kamet okunduktan sonra, farz namazdan başka (nafile) namaz kılınmaz. 

(Mescite vardığında, girerken sağ adımını atar ve şöyle der:

‫ وافتح لي أبواب رحمتك‬،‫ اللهم اغفر لي ذنوبي‬،‫ والصالة والسالم على رسول هللا‬،‫بسم هللا‬

"Allah’ın adıyla! Salat ve selam Rasulullah üzerine olsun! Allah’ım! Günahlarımı affet ve bana rahmetinin
kapılarını aç!"

Çıktığında, sol adımını önce atar ve yukardaki ifadenin aynısını söyler ve (sonra bundan farklı olarak)
şunu söyler:

...‫ اللهم اغفر لي‬،‫ والصالة والسالم على رسول هللا‬،‫بسم هللا‬

"(Allah’ın adıyla! Salat ve selam Rasulullah üzerine olsun! Allah’ım! Günahlarımı affet ve…)" der ve (sonra
buna ek olarak) der ki:

‫وافتح لي أبواب فضلك‬

"Bana fazlının (ihsanının, bağışının) kapılarını aç!" 6

1-  ‫ِين‬ ِ ‫شف‬ ْ ‫ضتُ َف ُه َو َي‬ ْ ‫ِّين َم ِر‬ِ ‫ين َوالَّذِي أَ ْط َم ُع أَن َي ْغف َِر لِي َخطِ ي َئتِي َي ْو َم الد‬ ِ ‫ِين َوإِ َذا ُي ْح ِي‬
ِ ‫ِين َوالَّذِي ه َُو ُي ْط ِع ُمنِي َو َي ْسق‬
ِ ‫الَّذِي َخلَ َقنِي َف ُه َو َي ْهد‬
‫اغف ِْر أِل َبِي إِ َّن ُه‬ْ ‫ِيم َو‬ِ ‫اج َع ْلنِي مِن َو َر َث ِة َج َّن ِة ال َّنع‬
ْ ‫اج َعل لِّي ل َِسانَ صِ دْ ٍق فِي اآْل خ ِِرينَ َو‬ ْ ‫الصالِحِينَ َو‬ َّ ِ‫َب لِي ُح ْكما ً َوأَ ْل ِح ْقنِي ب‬
ْ ‫به‬ ِّ ‫َوالَّذِي ُيمِي ُتنِي ُث َّم َر‬
‫سلِيم‬ َ ‫ب‬ ٍ ‫ضالِّينَ َواَل ُت ْخ ِزنِي َي ْو َم ُي ْب َع ُثونَ َي ْو َم اَل َين َف ُع َمال ٌ َواَل َب ُنونَ إِاَّل مَنْ أَ َتى هَّللا َ ِب َق ْل‬ َّ ‫َكانَ مِنَ ال‬

"Ki beni yaratan ve bana hidayet veren O'dur; bana yediren ve içiren O'dur; hastalandığım zaman bana
şifa veren O'dur; beni öldürecek, sonra diriltecek olan da O'dur, din (ceza) günü hatalarımı
bağışlayacağını umduğum da O'dur; Rabbim, bana hüküm (ve hikmet) bağışla ve beni salih olanlara kat;
sonra gelecekler arasında bana bir Lisan-ı Sıdk (doğruluk dili) ver. Beni ni'metlerle donatılmış cennetin
mirasçılarından kıl, babamı da bağışla, çünkü o şaşırıp sapanlardandır. Ve beni (insanların) diriltilecekleri
gün küçük düşürme, malın da, çocukların da bir yarar sağlayamadığı günde. Ancak Allah'a selim bir kalp
ile gelenler başka." (eş-Şuara 26/78-89)

2- Bu hususta: “Kim böyle derse Allah onu amellerin en doğrusuna iletir…” şeklinde devam eden bir
hadis rivayet edilmektedir ki; Zehebi, Mizan’da bu hadisin uydurma olduğuna dikkat çekmektedir.
(Mizan’ul İtidal, 1/350) Bundan dolayı olsa gerek İbni Teymiyye (rh.a) sözkonusu ibarenin şerhinde
herhangi bir yorumda bulunmasa da “Ruviye/rivayet olunmuştur” şeklinde temriz sigası kullanarak
hadisteki hastalığa, zayıflığa dikkat çekmiştir. Vallahu a’lem.

3- İbni Mace, #787, Lafız İbni Sunni’ye aittir. Amel’ul Yevmi ve’l Leyl, #85 

Busiri, Zevaid’de hadis ile alakalı şu bilgiyi vermektedir: "Hadisin isnadı zayıf ravilerle doludur: Atiyye el-
Avfi, Fudayl ibni Merzuk, Fadl ibnin Muvaffak; bunların hepsi zayıftır. Lakin İbni Huzeyme Sahih’inde
bunu Fudayl ibni Merzuk’dan sahih addettiği bir kanalla rivayet etmiştir." 

Hadis –eğer sahihse- salih amellerle tevessülden bahsetmektedir. Şeyh'ul İslam İbni Teymiyye (rh.a)’ın
hadis ile alakalı bu yöndeki açıklamaları için İbni Teymiyye Külliyatı 1. cild 366-368. sahifeler arasına
müracaat edilebilir.

4- İmam Ahmed’den gelen bir rivayete göre (adeten) hoş görülmeyecek bir aceleyle olmamak kaydıyla
imamın ilk tekbirine yetişmeyi ümid eden kimsenin az bir miktar süratli hareket etmesinde beis yoktur.
Nitekim sahabeden de böyle yaptıkları rivayet olunmuştur. (el-Udde, sf 91) İbni Teymiyye (rh.a) ise bu
rivayete binaen şöyle demiştir: 

“Buna göre namaza çok süratli gitmek Nebi (sallallahu aleyhi ve sellem)’in nehyinden dolayı mutlak
anlamda mekruhtur. Az bir süratle gitmek ise İftitah Tekbiri (namaza başlangıç tekbiri)'ne yetişmeyi ümid
edip onu kaçırmaktan korkan kimse haricinde mekruhtur. (…) Ancak kişi cema'at ile namazı ve Cuma
Namazı'nı tamamen kaçırmaktan korkuyorsa bu durumda süratli hareket etmek mekruh olmasa
gerektir!” (Şerh’ul Umde, 2/597-598)

5- Buhari, #908; Müslim, #602

6- Müslim, #713; İbni Mace# 771


‫ة‬

‫)‪Bab'u Sifat’is Salah (Namazın Sıfatı Babı‬‬

‫وإذا قام إلى الصالة قال هللا أكبر يجهر بها اإلمام وبسائر التكبير ليسمع من خلفه ويخفيه غيره ويرفع يديه عند ابتداء التكبير إلى حذو‬
‫منكبيه أو إلى فروع أذنيه ويجعلهما تحت سرته ويجعل بصره إلى موضع سجوده ثم يقول سبحانك اللهم وبحمدك وتبارك اسمك وتعالى‬
‫جدك وال إله غيرك ثم يقول أعوذ باهلل من الشيطان الرجيم ثم يقول بسم هللا الرحمن الرحيم وال يجهر بشيء من ذلك لقول أنس صليت‬
‫خلف النبي صلى هللا عليه وسلم وأبي بكر وعمر وعثمان فلم أسمع أحدا منهم يجهر ببسم هللا الرحمن الرحيم ثم يقرأ الفاتحة وال صالة‬
‫لمن يقرأ بها إال المأموم فإن قراءة اإلمام له قراءة‪ ،‬ويستحب أن يقرأ في سكتات اإلمام وفيما ال يجهر فيه ثم يقرأ بسورة تكون في‬
‫الصبح من طوال المفصل وفي المغرب من قصاره وفي سائر الصلوات من أوسطه ويجهر اإلمام بالقراءة في الصبح واألولين من‬
‫‪ ‬المغرب والعشاء ويسر فيما عدا ذلك‬

‫ثم يكبر ويركع ويرفع يديه كرفعه األول ثم يضع يديه على ركبتيه ويفرج أصابعه ويمد ظهره ويجعل رأسه حياله ثم يقول سبحان ربي‬
‫العظيم ثالثا ثم يرفع رأسه قائال سمع هللا لمن حمده ويرفع يديه كرفعه األول فإذا اعتدل قائما قال ربنا لك الحمد ملء السموات وملء‬
‫األرض وملء ما شئت من شيء بعد ويقصر المأموم على قول ربنا ولك الحمد ثم يخر ساجدا مكبرا وال يرفع يديه ويكون أول ما يقع‬
‫على األرض منه ركبتاه ثم كفاه ثم جبهته وأنفه ويجافي عضديه عن جنبيه وبطنه عن فخذيه ويجعل يديه حذو منكبيه ويكون على‬
‫أطراف قدميه ثم يقول سبحان ربي األعلى ثالثا يرفع رأسه مكبرا ويجلس مفترشا فيفرش رجله اليسرى ويجلس عليها وينصب اليمنى‬
‫ويثني أصابعها نحو القبلة ويقول ربي اغفر لي ثالثا ثم يسجد الثانية كاألولى ثم يرفع رأسه مكبرا وينهض قائما فيصلي الثانية كاألولى‬

‫فإذا فرغ منهما جلس للتشهد مفترشا ويضع يده اليسرى على فخذه اليسرى ويده اليمنى على فخذه اليمنى ويقبض منها الخنصر‬
‫والبنصر ويحلق اإلبهام مع الوسطى ويشير بالسبابة في تشهده مرارا ويقول‪" :‬التحيات هلل والصلوات والطيبات السالم عليك أيها النبي‬
‫ورحمة هللا وبركاته السالم علينا وعلى عباد هللا الصالحين اشهد أن ال هللا إال هللا وأشهد أن محمدا عبده ورسوله"‪  ‬فهذا اصح ما روي‬
‫عن النبي صلى هللا عليه وسلم في التشهد ثم يقول اللهم صل على محمد وعلى آل محمد كما صليت على إبراهيم وآل إبراهيم إنك حميد‬
‫مجيد وبارك على محمد وعلى آل محمد كما باركت على إبراهيم وآل إبراهيم إنك حميد مجيد ويستحب أن يتعوذ من عذاب جهنم ومن‬
‫‪.‬عذاب القبر ومن فتنة المحيا والممات ومن فتنة المسيح الدجال ثم يسلم عن يمينه السالم عليكم ورحمة هللا وعن يساره كذلك‬
‫وإن كانت الصالة أكثر من ركعتين نهض بعد التشهد األول كنهوضه من السجود ثم يصلي ركعتين ال يقرأ فيهما بعد الفاتحة شيئا فإذا‬
‫جلس للتشهد األخير تورك فنصب رجله اليمنى وفرش اليسرى وأخرجها عن يمينه وال يتورك إال في صالة فيها تشهدان في األخير‬
‫‪.‬منهما فإذا سلم استغفر هللا ثالثا وقال اللهم أنت السالم ومنك السالم تباركت يا ذا الجالل واإلكرام‬

‫‪Namaza durduğunda: ‬‬

‫‪ "Allah-u Ekber1 (Allah en büyüktür)!.." der.2   ‬هَّللا ُ أَ ْك َب ُر‬


İmam bunu açıktan yüksek sesle söyler, diğer tekbirleri de aynı şekilde, arkasında kılanlara duyurmak için
(yüksek sesle) getirir. Diğerleri kendi duyacakları şekilde söyler.

İbtida (başlangıç) Tekbiri getirirken ellerini omuzları hizasına veya kulak yumuşakları hizasına kadar
kaldırır. Sonra (ellerini) göbeğinin altına koyar. 3 Secde yerine bakar.4 Sonra şunu söyler: 

‫ َوال إِلَ َه َغ ْي ُر َك‬، ‫ َو َت َعالَى َج ُّد َك‬، ‫اس ُم َك‬ َ ‫ َو َت َب‬، ‫س ْب َحا َن َك اللَّ ُه َّم َو ِب َح ْم ِد َك‬
ْ ‫ار َك‬ ُ  "Allah’ım Sana hamd ederek, Seni her türlü
noksanlıklardan tesbih ederim. Sen’in ismin mübarektir, şanın yücedir. Senden başka ilah yoktur!" 5

Sonra şöyle der:

‫يم‬
ِ ‫الر ِج‬
َّ ‫ان‬ َّ ‫أَ ُعو ُذ بِاهللِ مِنَ ال‬ "Taşlanıp kovulmuş Şeytan’dan Allah'a sığınırım!"
ِ ‫ش ْي َط‬

Sonra şöyle der:

‫ِيم‬
ِ ‫الرح‬ َّ ِ ‫ ِب ْس ِم هَّللا‬ "Rahman ve Rahim olan Allah'ın adıyla!"
َّ ‫الر ْح َم ِن‬

Bunlardan hiçbirini yüksek sesle söylemez, Enes (radiyallahu anh)’ın şu sözünden dolayı: 

‫ وعثمان فلم أسمع أحداً منهم يجهر ببسم هللا الرحمن الرحيم‬،‫ وعمر‬،‫صليت خلف النبي صلى هللا عليه وسلم وأبي بكر‬.

"Nebi sallallahu aleyhi ve sellemin, Ebi Bekir, Ömer ve Osman (radiyallahu anha ecmain)’in arkasında
namaz kıldım, hiçbirinin Bismillahirrahmanirrahim’i yüksek sesle söylediğini duymadım." 6

Sonra Fatiha’yı okur, Fatiha okumayanın namazı yoktur 7; ancak Me’mum (imama uyarak namaz kılan
kişi) müstesna zira imamın kıraati (okuyuşu) onun kıraati sayılır. İmamın, sustuğu yerlerde ve de açıktan
okumadığı yerlerde (arkasında namaz kılan kişilerin Fatiha) okuması müstehaptır.

(Fatiha’dan) sonra, bir başka sure okur.8 Sabah namazında Tıval-i Mufassallar'dan (Kaf Sure'si ve
sonrasındakiler gibi) uzun sureler, Akşam namazında ise Kısar-ı Mufassallar'dan (Duha ve sonrasındakiler
gibi) kısa sureler diğerlerinde de Evsat -ı Mufassallar'dan (Buruc’tan Duha’ya kadarkiler gibi) okur. 9   

İmam sabah namazında, akşam namazında ve yatsı namazında ilk iki rek’atte yüksek sesle okur.
Diğerlerinde sessiz okur.

Sonra tekbir getirir (Allahu Ekber! der) ve ellerini ilk seferinde (İftitah Tekbiri'nde) yaptığı şekilde
kaldırarak, rüku eder.10Ellerini dizlerine koyar, parmaklarının arasını açarak, sırtını uzatarak, başını sırtıyla
aynı hizaya getirir.11 Sonra üç defa şöyle der:12

ِ ِ‫س ْب َحانَ َر ِّب َي ا ْل َعظ‬


‫يم‬ ُ  "Yüce Rabbim’i tüm noksanlıklardan tenzih ederim!.."

Sonra, başını kaldırır, ilk seferinde yaptığı şekilde ellerini de kaldırır ve şöyle der:

ُ‫سم َِع هَّللا ُ لِمَنْ َحمِدَ ه‬


َ  "Allah, kendisine hamd edeleri işitti!.."13

Sonra, ayakta itidal vaziyetinde iken şöyle der:


َ ْ‫ض ومِل َء ما شِ ْئتَ مِن‬
‫ش ْيءٍ َب ْع ُد‬ ِ ‫األر‬
ْ ‫سمَاءِ ومِل َء‬ َ ‫ َر َّب َنا َو َل َك‬ "Gökler dolusu, yer ve göklerle yer arasındaki
َّ ‫الح ْم ُد مِل َء ال‬
mesafe dolusu ve bundan sonra dilediğin şeyler dolusunca hamd Sana’dır!.."

Memum (imamın arkasında namaz kılan kimse) şöyle der:

َ ‫ َر َّب َنا َولَ َك‬ "Rabbimiz! Hamd Sana’dır!.."14


‫الح ْم ُد‬

Sonra, tekbir getirerek secdeye gider ve ellerini kaldırmaz. 15 Secdeye giderken yere ilk dizleri gelmeli,
sonra elleri sonra da alnı ve burnu gelmelidir. (Secdede) pazularını yanlarından ve karnını da
baldırlarından uzaklaştırır.16 Ellerini omuzları hizasında uzatır. Secdeyi ayak (parmak)larının uçlarına
basarak yapar.17 Sonra üç defa şöyle der:

‫س ْب َحانَ َر ِّبي األَ ْعلَى‬


ُ  "En yüce olan Rabbimi tüm noksanlıklardan tenzih ederim!.." 18 Sonra tekbir getirerek
başını kaldırır. (İki secde arasında tıpkı ilk Teşehhüd'deki gibi) İftiraş Oturuşu ile oturur; sol ayağını yanına
uzatır ve üzerine oturur, sağ ayağını diker, parmaklarını (açarak) kıbleye doğru büker. 19 Üç defa şöyle der:

ْ ‫ب‬
‫اغف ِْر لِي‬ ِّ ‫ َر‬ "Rabbim! Beni bağışla!.."20

Bundan sonra, ilkinde yaptığı gibi ikinci defa secde eder. Tekbir getirerek başını kaldırır. 21 Ayağa kalkar ve
ikinci (rek’ati) ilki gibi kılar.22

İki rek’ati de kıldığında, Teşehhüd yapmak için (tıpkı iki secde arasında olduğu gibi) İftiraş Pozisyonu'nda
oturur. Sonra sol elini sol uyluğunun üstüne, sağ elini de sağ uyluğunun üstüne koyar. Sağ elinde, küçük
parmağını ve yüzük parmağını katlar ve orta parmak ve başparmakla birleştirerek halka yapar 23 ve
şehadet parmağıyla teşehhütte birkaç defa işaret eder. 24 Ve (Teşehhüd/Ettehiyatu/Tahiyyat Dua’sını)
söyler:

‫ش َه ُد أَنْ ال إِلَ َه إِال‬


ْ َ‫ أ‬، َ‫صالِحِين‬ َّ ‫السال ُم َعلَ ْي َنا َو َعلَى ِع َبا ِد هَّللا ِ ال‬
َّ ،ُ‫سال ُم َعلَ ْي َك أَ ُّي َها ال َّن ِب ُّي َو َر ْح َم ُة هَّللا ِ َو َب َر َكا ُته‬ َّ ‫ال َّت ِح َّياتُ هَّلِل ِ َو‬
َّ ‫ ال‬، ُ‫الصلَ َواتُ َوال َّط ِّي َبات‬
‫سولُ ُه‬ َ
ُ ‫ش َه ُد أنَّ ُم َح َّم ًدا َع ْب ُدهُ َو َر‬ َ
ْ ‫ُ َوأ‬ ‫هَّللا‬

"Selamlar, dualar ve bütün güzel şeyler ancak Allah’adır. Ey Nebi! Selam sana, Allah’ın rahmeti ve
bereketi senin üzerine olsun. Selam bize ve Allah’ın salih kullarına. Allah’dan başka ilah olmadığına
şehadet ederim. Ve yine şehadet ederim ki Muhammed O’nun kulu ve Rasulü'dür!" 25

Bu (dua); Nebi sallallahu aleyhi ve sellemden Teşehhüd (Dua’sı) olarak rivayet edilenlerin en
sahihidir.26 Bundan sonra şöyle der:

ِ ‫ار ْك َعلَى ُم َح َّم ٍد َو َعلَى‬


‫آل ُم َح َّم ٍد َك َما‬ ِ ‫آل إِ ْب َراهِي َم إِ َّن َك َحمِي ٌد َم ِجي ٌد اللَّ ُه َّم َب‬
ِ ‫صلَّ ْيتَ َعلَى إِ ْب َراهِي َم َو َعلَى‬ ِ ‫صل ِّ َعلَى ُم َح َّم ٍد َو َعلَى‬
َ ‫آل ُم َح َّم ٍد َك َما‬ َ ‫اللَّ ُه َّم‬
ِ ‫ار ْكتَ َعلَى إِ ْب َراهِي َم َو َعلَى‬
‫آل إِ ْب َراهِي َم إِ َّن َك َحمِي ٌد َم ِجي ٌد‬ َ ‫َب‬

"Allah'ım! İbrahim’e ve İbrahim’in ailesine salat ettiğin gibi Muhammed’e ve Muhammed’in ailesine de
salat eyle. Şüphesiz Sen; çokça hamdedilen, şan ve şeref sahibisin! Allah'ım! İbrahim’i ve İbrahim’in
ailesini mübarek kıldığın gibi Muhammed’i ve Muhammed’in ailesini de mübarek kıl. Şüphesiz Sen; çokça
hamdedilen, şan ve şeref sahibisin!" 27

Kabir azabından, cehennem azabından, hayatın ve ölümün fitnesinden, Mesih Deccal’ın fitnesinin
şerrinden Allah’a sığınmak müstehaptır.28

Bundan sonra sağına ve sonra soluna selam verir, şöyle der:

ِ ‫سال َم َعلَ ْي ُك ْم َو َر ْح َم َة هَّللا‬


َّ ‫ال‬ "Allah’ın selamı ve rahmeti üzerinize olsun!"

Eğer namaz iki rek’atten fazlaysa, ilk teşehhütten sonra kalkar secdeden kalktığı gibi, sonra, Fatiha’dan
sonra başka birşey (sure) okumadan, iki rek’at kılar.

Son teşehhüte oturduğunda Teverrük Pozisyonu'nda oturur; sağ ayağını diker, sol ayağının iç tarafını da
sağ uyluğunun altına yerleştirir. Teverrük (oturuşu) iki teşehhütü olan (üç veya dört rek'atlik)
namazlardan başkasında yapılmaz, ve (teşehhütlerin) sonuncusunda yapılır. (Onun haricinde bir defa
oturulan iki rek'atlik namazlarda uygulanmaz).
 
Teslim (selamlama) yaptıktan sonra üç defa istiğfar eder:

‫أَ ْسـ َت ْغفِ ُر هللا‬ "Allah'tan mağfiret dilerim!" 

ve şöyle der:

‫ـالل َواإلِ ْكـرام‬


ِ ‫الج‬َ ‫بار ْكتَ يا ذا‬
َ ‫ َت‬، ‫سالم‬ َّ َ‫اللّ ُهـ َّم أَ ْنـت‬ "Ey Allah’ım! Sen Selam’sın. Selam Sen’dendir. Ey
َّ ‫ َومِـ ْن َك ال‬، ‫السال ُم‬
Celal ve İkram sahibi Rabbimiz! Sen’in şanın yücedir!" 29

Dipnotlar: Namazın Sıfatı Babı

1- Bu lafızla tekbir getirmeyen birisinin namazı, ister kasden ister unutarak terk etsin sahih olmaz. Eğer
cema'at tekbiri işitemiyorsa cema'atten birisi diğerlerine işittirmek için yüksek sesle tekbir getirir.
Nitekim Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) namaz kıldırırken Ebubekr (radiyallahu anh) da cema'ate
tekbiri işittirirdi. Tekbiri Arapça telaffuzuna uygun olarak, uzatmalarına dikkat ederek getirmek gerekir.
Eğer uzatılmayacak yerde uzatırsa tekbirin manası bozulur ve tekbir getirmiş sayılmaz. (bkz., el-Muğni,
2/128-129) Ayrıca İmamdan önce tekbir getiren kişinin tekbiri sahih olmaz, imamdan sonra bir daha
tekbir getirmesi gerekir. (Age., 2/131)
 
İbni Kayyım (rahimehullah) şöyle demiştir: Namaza kalktığında "Allahu Ekber" derdi. Bundan önce hiçbir
şey söylemez, niyeti asla diliyle telaffuz etmezdi. "Allah rızası için falan vaktin dört rek'at farzını kıbleye
yönelik olarak bana uyan cema'ate kıldırmaya yahut uydum hazır olan imama" demediği gibi "eda
olarak", "kaza olarak" ve "vaktin farzını kılıyorum" sözlerini de söylemezdi. Bu on bid'atin hiçbir
kelimesini, ister Sahih, ister zayıf; ister müsned, ister mürsel bir senedle olsun Rasulullah (sallallahu
aleyhi ve sellem)'den hiç kimse nakletmemiştir. Hatta O (sallallahu aleyhi ve sellem)'in Ashabı'ndan
herhangi birinin bunlardan birini söylediği bile nakledilmemiş; ne Tabiînden biri, ne de Dört İmam (Ebu
Hanife, Malik, Şafii ve Ahmed) bunları hoş görmüştür. Ancak İmam Şafii'nin —Allah ondan razı olsun—
"Namaz, oruç gibi değildir. Ona hiç kimse zikirsiz giremez." sözü, sonra gelen bazı alimleri yanılttı ve
zannettiler ki; zikir, namaz kılan kimsenin niyeti söylemesidir. Oysa Şafii'nin —Allah rahmet etsin—
zikirden maksadı Başlangıç Tekbiri'nden başka birşey değildir. İmam Şafii, Rasulullah (sallallahu aleyhi ve
sellem)'in hiçbir namazda yapmadığı ve onun Halifeleri'nden ve Ashabın'dan hiç birinin tatbik etmediği
bir şeyi nasıl müstehab sayabilir?! Onların tutum ve davranışları ortada. Eğer biri çıkar da bu konuda
onlardan bir nakil bulursa kabul eder, rıza ve hoşnutlukla karşılarız. Onların yolundan daha mükemmel
bir yol yoktur. Şeri'at sahibi Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) öğrendiklerinden başka da Sünnet
yoktur. Namaza başlarken sadece "Allahu Ekber"der, başka birşey söylemezdi, adeti buydu. Hiç kimse
onun bundan başka bir şey söylediğini nakletmemiştir. (Zad’ul Mead, 1/194)

3- Ellerin bileğin üstüne veya yakın bir yere konması Müstehaptır. İbni Kudame (rh.a) Ahmed ibni
Hanbel'den bu hususta; göbeğin altına konulacağı, göğsün aşağısına konulacağı ve bu konuda muhayyer
(dilediğini seçmekte serbest) olunduğu şeklinde üç farklı görüş rivayet eder. (Bkz. El-Muğni, 2/141) 

Elleri göğsün tam üzerine bağlamaya gelince; İbni Teymiyye, " Elleri göğsün üzerine koymaya gelince bu
mekruhtur. İmam Ahmed bunu açıkça belirtmiştir. Ebu Eyyub’tan o da Ebu Ma’şer’den namazda tekfirin
kerih görüldüğü nakledilmiştir. O, tekfiri namazda sağ elini göğsün üzerinde koymak diye açıklamıştır.”
dedikten sonra namazda elleri göğsün üzerine bağlamaya delalet eden nassların göğsün yakınlarına (az
aşağısına gibi) konmasıyla alakalı olabileceği ihtimalini zikretmiştir. (Şerh’ul Umde, 3/80)

3- Teşehhütte otururken ise işaret parmağına bakar, zira İbn’uz Zubeyr (radiyallahu anhuma ecmain)’den
nakledildiğine göre Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) böyle yapmıştır. (İbni Teymiyye, Şerh’ul
Umde, 3/77)

4- Evla olan “Subhaneke” Duası'nı okumaktır ancak Şafiilerin okuduğu “Veccehtu” diye başlayan dua gibi
Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'den rivayet edilen diğer duaları da okuması caizdir. Bu İftitah
Duası'nı okumasa veya okumayı unutsa kıraate başladıktan sonra tekrar dönmesi gerekmez. İstiazenin
hükmü de böyledir. (el-Muğni, 2/145-146)

5- Müslim, #399

6- Ubade ibn'us Samit (radiyallahu anh)’dan gelen hadiste Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) şöyle
buyurmuştur: 

“Fatihat’ul Kitab’ı okumayanın namazı yoktur.” (Buhari; Müslim) Bundan dolayı Fatiha okumak tıpkı rüku
ve secde gibi namazın rükunlarından birisidir ve onu okumayanın namazı sahih olmaz. (el-Muğni, 2/147)

Fatiha’nın (ve dolayısıyla namazın) geçerli olabilmesi için harflerini, şeddelerini ve sair unsurlarını manayı
bozmayacak şekilde düzgün okumak gerekir. Manayı bozacak şekilde yapılan bir kıraat yanlışlığı Fatiha’yı
geçersiz kılar. Ayrıca Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem)’in yaptığı gibi bütün ayet sonlarında durarak,
tane tane okumak müstehaptır. (el-Muğni, 2/156)

7- Sesli okunan namazlarda kişi imamın sustuğu yerlerde Fatiha’yı okur. Gizli okunan namazlarda ise
Fatiha ve Zammi Sureyi de okur. (el-Muğni, 2/267-268) Sesli namazlarda imam ve onu takiben cema'at
de Fatiha’dan sonra sesli olarak  َ‫آمِين‬ Amin!.. derler. İmam unutsa dahi cema'at; Amin!.. diyerek imama
hatırlatırlar. Ayrıca imam, Fatiha’yı okuduktan sonra nefes alıp istirahat etmek amacıyla bir müddet
sükut eder. Sahabe'den gelen rivayetlerde buna ilaveten İftitah Tekbiri'nden sonra ve Zammi Sure'den
sonraki sekteden de bahsedilmiştir. (Bkz. el-Muğni, 2/160-164)

8- Hiraki şöyle demektedir: “Öğle, ikindi ve yatsı namazlarında ikinci rekatten sonraki üçüncü ve
dördüncü rekatlerde; keza akşam namazında da üçüncü rekatte Fatiha'dan sonra Zammi Sure okunmaz.”
(Nafile namazlarda ise hangi rek'at olursa olsun Zammi Sure okunur. Müt.)
9- Burada bahsedilen Sünnet olan şeklidir. Yoksa duruma göre bunlardan uzun veya kısa da okuyabilir.
İmam okuyacağı surelerin uzunluğunu cema'atin dayanma gücüne, vaktin genişliğine vb., hususlara göre
ayarlar. Zammi Sure okumak vacib değil, müstehaptır. Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem)’in yaptığı
gibi birinci rek'ati biraz uzun tutar ta ki herkes ilk rek'ate yetişebilsin. İkinci rek'ati ise ondan biraz daha
hafif tutar. (el-Muğni, 2/275-278)

10- Ellerini kaldırması tekbir ile beraber olur, tekbir bitince elini indirir. (el-Muğni, 2/182

11- Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) rüku ederken sırtı dimdik olurdu hatta Ali (radiyallahu
anh)’dan yapılan rivayette Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) rüku ettiği esnada sırtına su dolu
bardak konulsa su kıpırdamazdı, denmektedir. (Musned-i Ahmed, 1/123) 

Yine hadislerde beyan edildiği üzere rüku esnasında pazuları yan taraflarından biraz uzaklaştırmak
müstehaptır. Rukuda itminan yani rükuya vardıktan sonra bir müddet o halde beklemek vaciptir ve bu
şekilde yapmayanın rükusu geçerli değildir. Kişi rükudan başını kaldırdıktan sonra rüku edip etmediğinde
yahut da rükuyu emredilen şekliyle yerine getirip getirmediğinde tereddüd ederse dönüp bir kez daha
rüku eder. Ancak kişi sık sık vesveseye düşen birisi ise buna iltifat etmez. (el-Muğni, 2/175-178)

12- Hiraki şöyle demiştir: Bu (üç sayısı) en mükemmel olanın en azıdır. Fakat bir defa da söylese yeterli
olur. İbni Kudame ise el-Muğni’de şöyle demiştir: Tesbihler beş, yedi, on veya daha yukarısı da
söylenebilir. En mükemmelinin on adet olması muhtemeldir zira Enes (radiyallahu anh) Rasulullah
(sallallahu aleyhi ve sellem)'in on kere tesbih ettiğini saymıştır. Ancak bütün bunlar tek başına kılan
içindir. İmam ise bilhassa cema'ate sıkıntı verecekse tesbihi üçten fazla yapması müstehabb olmaz.
Ayrıca imamın arkasında rükuya yetişen kişi namaza yetişmiş sayılır. Ancak kişi rükuya vardığı esnada
imam ayağa kalkıyorsa yetişmiş sayılmaz. İftitah Tekbiri'nin (namaza başlangıç tekbiri) mutlaka ayakta
getirilmesi gerekir. Eğer İftitah Tekbiri'ni rükuya eğilirken ya da rükuda getirirse bu geçerli olmaz.
Nafilede ise kıyam farz olmadığı için geçerli olur. İftitah için tekbir getirdikten sonra bir de rüku için tekbir
getirmesi müstehaptır. (el-Muğni, 2/178-184)

Namaz hareketlerini imamdan sonra yapmak müstehaptır. Zira Bera (radiyallahu anh) şöyle demiştir:
“Biz, Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem): ُ‫سم َِع هَّللا ُ لِمَنْ َحمِدَ ه‬
َ  "Allah, kendisine hamd edeleri işitti!.."
dedikten sonra ta ki alnını yere koyduğunu görene kadar ayakta dururduk.” (Buhari ve Müslim) Buhari’de
şöyle gelmiştir: “Bizden hiç kimse Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) secdeye varana kadar sırtını
eğmezdi ve ondan sonra secdeye giderdik.” Bir kimse imam ile aynı zamanda hareket etse kötü bir iş
yapmıştır, ancak namazı geçerlidir. İmamdan önce hareket etmek ise caiz değildir. Rasulullah (sallallahu
aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: “İçinizden imamdan önce başını kaldıran kişi suretinin eşek suretine
çevrilmesinden korkmaz mı?” (Muttefekun Aleyh) İmam Ahmed (rahimehullah) yanlışlıkla veya bilmeden
yapan kişinin durumu haricinde, haram olduğunu bilerek ve de kasıtlı bir şekilde imamdan önce hareket
eden kişinin namazının geçersiz olacağını söylemiştir. İbni Ömer (radiyallahu anhum ecmain) bu kişiye
namazın iadesini emretmiştir. Eğer imamın hızlı hareket etmesi vb., bir sebebten dolayı cema'at imama
yetişemezse bakılır; eğer sadece bir rükne (mesela bir secde gibi) yetişemediyse o rüknü yerine getirip
ardından imama tabi olmaya devam eder, ancak bir rükünden fazlasına yetişemediyse o rek'at
geçersizdir, namazdan sonra o rek'ati kaza eder. Bundan dolayı talebe'si Merruzi (rahimehullah) İmam
Ahmed’e: “Ben daha secde etmeden imam secde edip başını kaldırmış olursa (ne yapılır)? diye
sorduğunda şu cevabı vermiştir: Eğer tek bir secdeye yetişemediysen imam başını kaldırdığında ona tabi
olursun, yok iki secdeye yetişemediysen o rek'at geçersizdir.” Ancak izdiham (aşırı kalabalık) gibi bir özür
durumunda izdiham yatışana kadar bekleyip sonra kaçırdığı rükünleri yerine getirip imama tabi olur. (Bkz
el-Muğni, 2/208-212)

13- Kişi rükuyu bitirip kafasını kaldırdığında ve ayakta bütün uzuvları yerli yerinde olduğu halde i’tidal ve
itmi’nan haline geldiğinde elini kaldırmaya başlar ve: ُ‫سم َِع هَّللا ُ لِمَنْ َح ِم َده‬
َ  "Allah, kendisine hamd edeleri
işitti!.." der. (el-Muğni, 2/184)

14- Yani imamın arkasında namaz kılan kimse Hanbeliler'e göre sadece bunu söylemekle mükelleftir ve
de cema'at ُ‫سم َِع هَّللا ُ لِمَنْ َح ِم َده‬
َ  "Allah, kendisine hamd edeleri işitti!.." demez. İmam ve de münferid kılan
kimse ise bunu rükudan sonraki i'tidal halinde söylerler. İmamın arkasında namaz kılan kimse ise elini
kaldırırken söyler. (el-Muğni, 2/189)

15- Tekbir getirmesi ile secdeye gitmesi aynı anda gerçekleşir yani tekbire başladığında secdeye gitmeye
başlar, Tekbir sona erdiğinde secdeye kapanması gerçekleşir. (el-Muğni, 2/192)

16- Rüku ve secdede elleri açmak erkekler içindir. Bu hususta Hiraki şöyle demektedir: (Namazın kılınış
şeklinde) kadın ve erkek aynıdır. Ancak, kadın rüku ve secdede kendisini toparlar (Yani erkekler gibi
kollarını yan tarafa doğru açmaz). Oturuşunu da ya bağdaş kurarak yapar veyahut da ayaklarını sağ
tarafına doğru serbestçe bırakır. 

İbni Kudame ise el-Muğni’de şöyle demektedir: Kadının namaz kılış şekliyle alakalı bu farklılık daha çok
tesettürü sağlamaya yöneliktir. Kadının namazda vücudunu sıkıştırması Ali (radiyallahu anh)'ın fetvasına,
oturuş şekli de İbni Ömer (radiyallahu anhum ecmain)'e dayandırılmaktadır.  (bkz.el- Muğni,2/259)

17- Enes (radiyallahu anh)’dan yapılan rivayette, Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem)’in şöyle
buyurduğunu haber vermiştir: "Secdede mu'tedil olun; sizden biriniz kollarını, köpeğin dirseklerini yere
yaydığı gibi yaymasın!." (Buhari, Mevakit, #8, Ezan, #141; Müslim, Salat, #233) İmam Ahmed, Rasulullah
(sallallahu aleyhi ve sellem)’in secde ettiği esnada dirsek ve pazularını iyice açtığını o kadar ki kollarının
arasından bir koyun geçecek kadar olduğunu nakletmiştir. Secdedeyken ayak parmakları açık bir
vaziyette kıbleye dönük olur. Ebu Davud’un rivayetine göre Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem)
Secdedeyken avuçları, dizleri ve ayağının üstüne dikilerek secde etmiştir. Secdede avuç içlerini yayarak
omuz hizasında yere koymak ve parmakları bitişik vaziyette Kıble istikametine çevirmek müstehaptır.
Secdede ellerin kulak hizasında olacağı, ellerin arasında secde edileceği gibi hususlar da Rasulullah
(sallallahu aleyhi ve sellem)’den nakledilmiştir ki bunların hepsi de güzeldir. (el-Muğni, 2/200-201)

18- Secdedeki tesbih ile alakalı hükümler aynı rükudaki tesbihler gibidir. Rüku tesbihleri ile alakalı
dipnota bkz. 

Ayrıca sahih hadiste Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: “Secde halinde duayı
çoğaltınız, zira secdede yapılan duanın kabulu umulur.” Secde esnasında yapılan başka zikir ve dualar da
Nebi (sallallahu aleyhi ve sellem)'den sabit olmuştur. (Bkz. el-Muğni, 2/202-204)

19- Yaşlılık, hastalık vb., bir zaruret haricinde kalçaları veya iki ayağı üstüne oturmak men edilmiştir ki
buna “İka” yani “köpek oturuşu” ismi verilir. (el-Muğni, 2/205-208)

20- Bunun en azı bir defadır, iki defa da söylenebilir. Mükemmel olanın en azı üç defadır. Tıpkı rüku ve
secde tesbihlerinde olduğu gibi ona kadar söylenebilir, bununla alakalı hükümler diğer rükü ve secde
tesbihleri ile aynıdır. (el-Muğni, 2/207

21- Secdeden kalkarken getirilen tekbir, diğer tekbirlerde olduğu gibi yerine getirilen rükun ile aynı
zamanda yapılmalıdır. Yani secdeden kalkarken tekbir başlar ve ayağa kalkıp i'tidal vaziyetine gelince
sona erer. İkinci secdeden sonra İstirahat Oturuşu yapan kişi ise oturana kadar tekbirini tamamlar, sonra
herhangi bir şey söylemeden ayağa kalkar. (İstirahat Oturuşu'nun müstehabb olup olmadığı hakkında ise
İmam Ahmed’den muhtelif görüşler nakledilmiştir.) el-Muğni, 2/215 
 
Hiraki secdeden kalkış şekli ile alakalı şöyle demiştir: Eğer zor gelmeyecekse ayaklarının üstüne
dizlerinden destek alarak secdeden kalkar. (Kalkarken ellerinden destek almaz) zor gelecekse yere
(elleriyle) dayanarak kalkar.

22- Bundan sadece niyet, İftitah Dua'sı (Subhaneke vb.,) ve de istiaze müstesnadır, bunları birinci rek'atin
haricinde yapması gerekmez. İstiazeyi birinci rek'atte unutursa kıraate devam eder, bir daha istiazeye
dönmez; ikinci rek'atte kıraate başlamadan önce söyler. İmama birinci rek'atten sonra yetişen Mesbuk
kişi artık İftitah Duası ve istiaze okumaz. Çünkü o son rek'atlere yetişmiştir. Ancak imamdan sonra
kılmadığı rek'atlerin kazası için kalktığında kıraatten önce bunları okur. İstiazenin bütün rek'atlerde
okunacağı da söylenmiştir. (el-Muğni, 2/215-217)

23- Teşehhütte otururken sol elinin parmaklarını yayarak birleştirir ve kıbleye doğru yöneltir. Sağ elinin
parmaklarını ise avucunun içinde toplar ve şehadet parmağıyla işaret eder. Hadislerde varid olduğu
üzere parmaklarını Arapça elliüç rakamına benzetir. Teşehhüd esnasında (Kelime-i Şehadet'in ilk
kısmında) Allah ismi anıldığında parmağını kaldırır fakat hareket ettirmez. Çünkü Abdullah ibni Zubeyr
(radiyallahu anhuma ecmain) Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem)’in teşehhüd esnasında parmağı ile
işaret ettiğini fakat parmağını hareket ettirmediğini nakletmiştir. (Ebu Davud) el-Muğni, 2/219

24- Bundan kasıd parmağı kaldırmaktır. İbni Muflih, İbni Kudame’nin “el-Mukni” adlı eserine yazdığı şerh
olan "el-Mubdi" adlı eserinde benzer bir ibarenin açıklamasında şöyle demiştir: "Meşhur olan rivayete
göre Allahın zikri geçtiği zaman O'nun vahdaniyetine, bir ve tek oluşuna dikkat çekmek için şehadet
parmağıyla işaret edilir. Bunun iki üç defa tekrar edileceği söylenmişse de gerek konuyla ilgili haberlerin
gerekse İmam Ahmed’in sözünün zahiri bir defa da olsa bunun yapılacağını göstermektedir. Lakin sahih
olan kavle göre bu husustaki Nebi (sallallahu aleyhi ve sellem)’in fiilinden dolayı herhalükarda parmak
hareket ettirilmez." (el-Mubdi, 1/410’dan özetlenmiştir.)

25- Buhari, #831; Müslim, #402

26- Hiraki’nin de işaret ettiği gibi bu, Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'in İbni Mesud (radiyallahu
anh)'a öğrettiği teşehhüd duasıdır. Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem)’in ilk teşehhütte otururken
tıpkı kızgın bir taşın üzerinde oturur gibi hemen kalktığı rivayet edilmiştir. Bundan dolayı ilk oturuşta
teşehhüte başka bir şey ilave edilmez. Bu meseleyle bağlantılı olarak imama ilk rek'atten sonra yetişen
bir kimse imam son rek'atte oturduğunda teşehhüte ilaveten bir şey okumaz. Salavat getirmez, dua
etmez bilakis teşehhüd duasını tekrar eder çünkü bunlar ancak son oturuşta yapılacak şeylerdir. (el-
Muğni, 2/223-224)

27- Nesai, #1288 

İbni Kudame hadislerde varid olmuş farklı salavat lafızlarının da okunabileceğini söylemektedir.
Teşehhüd hakkında da böyledir (yani farklı rivayetlerdeki lafızlar okunabilir) el-Muğni, 2/231

28- Buhari, Cenaiz, 87, #1377’de sözkonusu dua şu şekilde nakledilmiştir:

‫ال‬ ِ ِ‫ َومِنْ ِف ْت َن ِة ا ْل َمس‬،ِ‫ َومِنْ فِ ْت َن ِة ا ْل َم ْح َيا َوا ْل َم َمات‬،‫ار‬


ِ ‫يح الد ََّّج‬ ِ ‫ب ال َّن‬ ِ ‫اللَّ ُه َّم إِ ِّني أَ ُعو ُذ بِ َك مِنْ َع َذا‬
ِ ‫ب ا ْل َق ْب ِر َومِنْ َع َذا‬

"Allah’ım! Kabir azabından, cehennem azabından, hayat’ın ve ölümün fitnesinden, Mesih Deccal’ın
fitnesinden Sana sığınırım!"

Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) namazda rahmet ayeti geldiğinde Allah'tan ister, azab ayeti
geldiğinde Allah'a sığınırdı. Ayrıca İmamın, tesbih ve reşehhüdler gibi duaları okurken arkadaki cema'atin
durumunu gözetmesi müstehaptır. Onlardan ağır okuyanlar olabileceğini göz önünde bulundurarak
cema'atin yetişebileceği kadar beklemesi gerekir, keza namaz kılanlar arasında tahammül edemeyecek
kimselerin olabileceğini hesaba katarak fazla uzatmaması icab eder. (el-Muğni, 2/239-240)

29- Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) bunu dedikten sonra hemen kalkardı. Ancak cema'atte
kadınlar varsa kadınlar çıkana kadar bir müddet beklenilir. Eğer kişi bundan sonra oturmaya devam
edecekse kıble cihetinden yönünü çevirir ve imam ise yüzünü sağa veya sola doğru cema'ate döner.
Cema'at imamdan önce kalkmaz. Ancak İmam, Sünnet'e muhalif olarak kıble cihetine oturmaya devam
ederse cema'atin kalkmasında bir beis yoktur. İmam, farz namaz kıldığı yerde nafile kılmaz. Cema'atin ise
bunu yapmasında bir sakınca yoktur. Namazdan sonra daha birçok zikir ve edeb sözkonusudur. Mesela
otuzüçer defa Subhanallah, Elhamdulillah ve Allah-u Ekber demek gibi. Tafsilat için bkz., el-Muğni, 2/251-
258.
‫باب أركان الصالة وواجباتها‬

Bab'u Erkan’is Salat ve Vacibatuha (Namazın Rukünleri ve Vacibleri Babı)

‫ القيام مع القدرة وتكبيرة اإلحرام وقراءة الفاتحة والركوع والرفع منه والسجود على السبعة األعضاء والجلوس عنه‬:‫أركانها اثنا عشر‬
‫والطمأنينة في هذه األركان والتشهد األخير والجلوس له والتسليمة األولى وترتيبها على ما ذكرناه فهذه األركان ال تتم الصالة إال بها‬.
‫وواجباتها سبعة التكبير غير تكبيرة اإلحرام والتسبيح في الركوع والسجود مرة مرة والتسبيح والتحميد في الرفع من الركوع وقول ربي‬
‫اغفر لي بين السجدتين والتشهد األول والجلوس له والصالة على النبي صلى هللا عليه وسلم في التشهد األخير فهذه إن تركها عمدا‬
‫بطلت صالته وإن تركها سهوا سجد لها وما عدا هذا فسنن ال تبطل الصالة بعمدها وال يجب السجود لسهوها‬

(Namazın) Erkanı (bunlar olmaksızın namazın sahih olmayacağı rukünleri) on ikidir:

1- Güç yetirebilen kişi için kıyam;

2- İhram (Başlangıç/İftitah/Tahrime) Tekbiri;

3- Fatiha (Suresi'ni) okumak;

4- Rüku etmek;

5- Rükudan doğrulmak;

6- Yedi aza üzerine secde etmek1;

7- Secdeler arasında oturmak;

8- Bütün bu rükunları yaparken itmi'nan içerisinde olmak (yani azaların yerli yerince sükun bulmuş
olması; Ta’dil-i Erkan); 

9- Son Teşehhüd2;

10-Son teşehhütte oturmak;

11- İlk selam3; 

12- Bahsettiğimiz şekilde tertib’e riayet etmek.

Bunlar; kendisi yapılmadıkça namazın tamamlanmayacağı rükunlarıdır. 4

Namazın Vacibleri yedi tanedir:


1- İhram (Başlangıç) Tekbiri dışındaki tekbirler;

2- Rüku ve secdede birer defa tesbih etmek;

3- Rüku’dan doğrulurken; tesmi (Semi Allahu limen Hamideh! demek) ve tehmid (Rabbena ve leke'l
Hamd! demek);

4- İki secde arasında Rabbiğfirli! demek (mağfiret dilemek);

5- İlk teşehhüd;

6- İlk teşehhütte oturmak;

7- Son teşehhütte Nebi (sallallahu aleyhi ve sellem)’e salat etmek.

Eğer bunları kasıtlı olarak terkederse namazı batıl olur, yanılmaktan (unutkanlıktan veya cehaletten,
hükmü bilmemekten) dolayı terkederse bunun için Sehiv Secdesi yapması gerekir. 

Bunların dışındakiler Sünnetler’dir: Bunlar kasıtlı olarak terkedildiğinde namaz batıl olmaz ve
yanılmaktan (unutkanlıktan) dolayı terk edildiğinde Sehiv Secdesi yapmak vacib değildir. 5

Dipnotlar: Namazın Rükunları ve Vacibleri Babı

1- Bu yedi aza, Buhari ve Muslim’in ittifak ile rivayet etmiş oldukları şu hadiste geçenlerdir:

‫الر ْجلَ ْي ِن‬ ُّ ‫ش َع ًرا َوالَ َث ْو ًبا ا ْل َج ْب َه ِة َوا ْليَدَ ْي ِن َو‬


ِّ ‫الر ْك َب َت ْي ِن َو‬ َ ‫س ْب َع ِة أَ ْع‬
َّ ‫ َوالَ َي ُك‬، ٍ‫ضاء‬
َ ‫ف‬ َ ‫أُم َِر ال َّنبِ ُّي صلى هللا عليه وسلم أَنْ َي ْسجُدَ َعلَى‬ 

“Ben yedi aza üzerine secde etmekle emrolundum: İki el, iki diz, iki ayak ve alın.” (Buhari, Ezan, #133-
134, #137; Muslim, Salat, 227-231, #490; Ebu Davud, Salat, 155, #889-890; Tirmizi, Salat, 203, #273;
Nesai, Iftitah, 130, #2, #208; Ibni Mace, İkamet, 19, #883-885) 

Hadisin bazı rivayetlerinde alınla beraber burnu da zikrettiği için bazı alimler burnu da buna ilave
etmişlerdir. (ibni Kudame, el-Muğni, 2/196)

2- Son rek'atte teşehhüd için oturmak ve de teşehhüd duası okumak namazın rükunlarındandır.
Teşehhüd Duası'yla alakalı farklı rivayetler gelmiştir bu hadislerde geçen lafızların hepsi caiz olur. İbni
Kudame (rahimehullah) bütün bu farklı lafızları göz önünde bulundurarak teşehhütün geçerli olan en
asgari şeklinin şu olduğunu beyan etmiştir:

ْ َ‫ش َه ُد أَنْ اَل إلَ َه إاَّل هَّللا ُ َوأ‬


ُ‫ش َه ُد أَنَّ ُم َحمَّدً ا َع ْب ُده‬ َّ ‫الساَل ُم َعلَ ْي َنا َو َعلَى ِع َبا ِد هَّللا ِ ال‬
ْ َ‫ أ‬، َ‫صالِحِين‬ َّ ،ِ ‫الساَل ُم َعلَ ْيك أَ ُّي َها ال َّنبِ ُّي َو َر ْح َم ُة هَّللا‬
َّ ،ِ ‫ال َّت ِح َّياتُ هَّلِل‬
‫هَّللا‬
ِ ُ ‫س ول‬ َ َ
ُ ‫ أ ْو أنَّ ُم َح َّم ًدا َر‬،ُ‫سولُه‬ ُ ‫َو َر‬

Buna göre kişi bu lafızlardan birisini terk ettiği zaman namazı geçerli olmaz. (el-Muğni, 2/222)

3- İkinci selam ise icma ile rükun değildir. Sahih olan bunun vacib değil Sünnet olmasıdır. (el-Muğni,
2/243)
4- Namazın bu rükunlerini kasıtlı olarak terk eden kişinin namazı her halükarda batıldır. Bunlardan birisini
unutarak terk eden kişi hatırladığında yerine getirir. Eğer selam verene kadar hatırlamaz ve namaz
bittikten sonra örfen uzun sayılacak bir süre geçerse namazı batıl olur (dolayısıyla hatırladığında namazı
baştan kılması gerekir). Çünkü bu, Muvalat'ı yani rükunların ara vermeksizin peş peşe yapılmasını ihlal
eder. Bazıları bu uzunluk hususunda mescitte olduğu süre veya bir rek'at namaz kılacak kadar gibi şeyler
demişse de bu hususta tercih edilen görüş örfe bakılacağıdır. Eğer uzun olmayan bir süre sonra hatırlarsa
kılmış olduğu namazın üzerine ilave eder. Terkettiği rükun selam ise sadece onu yerine getirir. Teşehhütü
terkettiyse onu yerine getirip selam verir. Onun haricindeki rükunların terki durumunda ise sözkonusu
rekatı baştan iade eder. İmam Ahmed’in ifade ettiği gibi, iki secdeden birisini terk ettiyse sözkonusu
rek'ati baştan kaza eder. Eğer namazın rükunlerinden bir rüknü terk eden bu kişi, namazdan sonra
namazla alakalı olmayan bir konuşma yaptıysa namazı baştan kılar. Kısacası bir rek'atteki bir rüknün terk
edilmesi, rek'atin tamamen terk edilmesi ile aynı hükümdedir. (el-Muğni, 2/382-385’den özetlenmiştir.)

5- Namazdaki kavli/sözlü Sünnetler'in terkinden dolayı (mesela gizli okunacak yerde açık okumak gibi)
Sehiv Secdesi yapmanın meşru olduğunu bazı alimler söylemişlerdir. Ancak Fiili Sünnetler'in (mesela el
kaldırmak gibi) terkinden dolayı Sehiv Secdesi yapmak meşru değildir. (el-Muğni, 2/389)
‫باب سجود السهو‬

Bab'u Sucud’is Sehv (Sehiv Secdeleri Babı)

‫والسهو على ثالثة اضرب‬:


‫ زيادة فعل من جنس الصالة كركعة أو ركن فتبطل الصالة بعمده ويسجد لسهوه وإن علم وهو في الركعة الزائدة جلس في الحال‬:‫أحدها‬
‫وإن سلم عن نقص في صالته أتى بما بقي عليه منها ثم سجد‬.
‫ولو فعل ما ليس من جنس الصالة الستوى عمده وسهوه فإن كان كثيرا أبطلها وإن كان يسيرا كفعل النبي صلى هللا عليه وسلم في حمله‬
‫أمامة وفتحه الباب لعائشة فال بأس‬.
‫ النقص كنسيان واجب فإن قام عن التشهد األول فذكر قبل أن يستتم قائما رجع فأتى به وإن استتم قائما لم يرجع وإن‬:‫الضرب الثاني‬
‫نسي ركنا فذكره قبل شروعه في قراءة ركعة أخرى رجع فأتى به وبما بعده وإن ذكره بعد ذلك بطلت الركعة التي تركه منها وإن نسي‬
‫أربع سجدات من أربع ركعات فذكر في التشهد سجد في الحال فصحت له ركعة ثم يأتي بثالث ركعات‬.
‫ الشك فمتى شك في ترك ركن فهو كتركه ومن شك في عدد الركعات بنى على اليقين إال اإلمام خاصة فإنه يبني على‬:‫الضرب الثالث‬
‫غالب ظنه‬.
‫ولكل سهو سجدتان قبل السالم إال من سلم عن نقص في صالته واإلمام إذا بنى على غالب ظنه والناسي للسجود قبل السالم فإنه يسجد‬
‫سجدتين بعد سالمه ثم يتشهد ويسلم‬.
‫وليس على المأموم سجود سهو إال أن يسهو إمامه فيسجد معه‬.
‫ومن سها إمامه أو نابه أمر في صالته فالتسبيح للرجال والتصفيق للنساء‬.

Sehiv (namazda yanılmak) üç çeşittir:

Birinci tür: Fazladan rek'at veya rükun eklemek gibi namaz cinsinden bir amelde, ziyade (aşırılığa
kaçma).

Kasıtlı olarak yapıldıysa namazı iptal eder (bozar) ve yanılmaktan dolayı yapıldıysa Sehiv Secdesi yapılır.

Eğer fazladan rek’at kıldığı esnada (fazla kıldığını) hatırlarsa hangi halde bulunursa bulunsun hemen
oturur.

Eğer namazda eksik bıraktığı bir şey olduğu halde selam verirse, eksik bıraktığını yapar sonra (Sehiv)
secde(si) yapar.

Eğer namazdan olmayan bir fiil yaparsa; kasıtlı olarak yapsın veya yanılarak yapsın bir fark yoktur. Eğer
bu fiil çoksa namazı iptal eder (bozar). Yok eğer tıpkı Nebi sallallahu aleyhi ve sellemin yaptığı Umame
(radiyallahu anh)’ı taşımak1 veya Aişe (radiyallahu anha)’ya kapıyı açmak2 gibi az bir şeyse bunun bir
zararı yoktur.

İkinci tür: Vacib olan bir ameli unutmak gibi şeylerde nakısa (eksiklik).

Eğer, ilk teşehhütü yapmadan kalkarsa ve tamamen ayağa kalkmadan hatırlarsa, (Teşehhüd Oturuşu’na)
geri döner ve teşehhüd yapar yok eğer tamamen ayağa kalktıktan sonra hatırlarsa (Teşehhüd
Oturuşu’na) geri dönmez.3 

Eğer bir rüknü unutursa; bir sonraki rek’atin kıraatine başlamadan önce hatırlarsa geri döner ve terk
ettiği rüknü ve onu takip eden amelleri yapar. Eğer, (kıraatten) sonra hatırlarsa, terkettiği amelin
bulunduğu rek’at batıl olur.4 

Üçüncü tür: Şek (şüphe)

Namazda bir rüknü terkettiğinden şüphe eden onu terketmiş gibidir.

Rek’atlerin sayısı hususunda şüphede olan kişi -Zannı Galib’e göre hareket eden imam olması durumu
hariç- yakine göre hareket eder.5 

Bütün sehivlerde (yanılmalarda) selamdan önce iki secde eder. 6 Ancak şu durumlar hariç (bunlarda
selamdan sonra secde eder):

a) Namazda bir eksiklik yaptığı halde selam veren;

b) Zannı Galib’e göre hareket eden imam;

c) Selamdan önce secde etmeyi unutan. Böyle birisi selamdan sonra iki defa secde eder sonra teşehhüd
yapar ve tekrar selam verir.7 

Me’mum (imamın arkasında kılan kişi, kendi yanılmasından ötürü), sehiv secdesi yapmaz. Ancak imam
yanıldığında imamı ile birlikte secde eder.

İmamı namazda yanılır yahut başka herhangi bir olay meydana gelirse, cema'atte bulunan erkeklerin
(Subhan Allah diyerek) tesbih getirmesi ve de kadınların da el çırpması gerekir. 8

Dipnotlar: Sehiv Secdeleri Babı

1- Buhari, #516; Müslim, #543

2- Ebu Davud, #922; Tirmizi, #601; Nesai, #1207

3- İmam ayağa kalkıp kıraate başladıktan sonra teşehhüte geri dönmesi kesin olarak caiz değildir. İmamın
arkasındaki cemaat de aynı şekilde imam ayağa kalktıktan sonra teşehhüte oturmazlar. Ancak imam
ayağa kalkmadan önce tesbihte bulunup teşehhütü hatırlattıkları halde imam teşehhüte oturmazsa
cema'at bu hususta ona tabi olmaz ve teşehhüd yaparlar. Aynı şekilde imam kıraate başladıktan sonra
tekrar teşehhüte oturursa cemaat bu yaptığı hatada ona tabi olmazlar. İmam bütün bunları haram
olduğunu bildiği halde yaparsa namazı batıl olur, zira kasıtlı olarak namaza, namaz cinsinden bir fiil ilave
etmiştir. Lakin bilmeyerek veya unutarak yaparsa namazı bozulmaz. Bunun haramlığını teşehhütte iken
hatırlarsa hemen kalkar ve teşehhütü bitirmez. Eğer imam ayağa kalkmadan teşehhütü hatırlar fakat
arkasındaki cema'at ayağa kalkıp kıraate başlamış olursa onların da imama tabi olup oturmaları gerekir.
Rukü ve secdedeki tesbihler gibi belli bir zamanı olan vaciplerde ise o rükundan çıktıktan sonra artık geri
dönülmez. (el-Muğni, 2/419-422)
4- Geri dönmesi gereken yerde dönmeyen veya geri dönmemesi gereken yerde dönen kişi bunu haram
olduğunu bilerek yapıyorsa namazı bozulur. Yanılarak yaptıysa rüknünü terk ettiği rek'at batıl olur.
Kalkacak yerde oturan örneğin birinci veya üçüncü rek'attan sonra teşehhüte oturan kimse misalinde
olduğu gibi hatırlayınca hemen kalkması gerekir ve namazını tamamlayıp sehiv secdesi yapar. Çünkü
böyle birisi namazına, kasıtlı yapıldığında namazı bozan bir ziyade yapmıştır. (el-Muğni, 2/425-426)

5- Yakine göre hareket etmekten kasıd şüphe edilen sayılardan en fazlasına tamamlamaktır. 

Beyheki ve başkalarının rivayet ettiği Abd'ur Rahman ibni Avf (radiyallahu anh) hadisinde şöyle
denmektedir: Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'i şöyle derken işittim: 

"Biriniz namazında şüphe eder de bir mi kıldı iki mi bilemezse onu bir saysın; iki mi kıldı üç mü,
bilemezse iki saysın; üç mü kıldı, dört mü, bilemezse üç saysın; ta ki şüphesi fazlalıkta kalsın, sonra
namazını bitirince otururken selam vermeden önce iki secde (sehiv secdesi) yapsın." (Beyheki,
Sünen’ul Kubra, #3804; Ahmed, Müsned, #1677) 

İmam ise arkasında kendisini uyaracak bir cema'atin olması gibi avantajlardan ötürü kaç rek'at kıldığı
ihtimali ağır basıyorsa onu tercih eder. Fakat onun nazarında bütün ihtimaller eşitse o zaman imam da
yakin ile amel eder. (el-Muğni, 2/406-410) 

Kişi vesvese derecesine varacak şekilde sık sık sehivde bulunuyorsa (unutuyor veya şüpheye düşüyorsa)
sehiv secdesi yapmaz. (el-Muğni, 2/418)

6- Kişi birden fazla da sehiv (hata) yapmış olsa hepsi için iki secde yapması yeterli olur. (el-Muğni, 2/437) 

Hiraki’nin zikrettiği gibi oturulacak yerde kalkmak, kalkılacak yerde oturmak, açık okunulacak yerde gizli
okumak, gizli okunulacak yerde açıktan okumak veyahut da namazı beş rek'at kılmak gibi sehivlerde
sehiv secdesi selamdan önce yapılır.

7- Kişi namazdan sonra örfen uzun bir müddet geçmedikçe hatırladığında sehiv secdesi yapar. Eğer ki
uzun müddet geçtiği halde sehiv secdesini unutursa bundan dolayı namaz bozulmaz. Çünkü bu,
ibadetteki eksikliği telafi etmek için ibadetin kendisi haricinde yapılan bir şeydir, tıpkı hacdaki eksiklikleri
telafi etmek için yapılan şeyler (kurban vs.,) olduğu gibi yapılmaması ibadetin geçerliliğini iptal etmez.
Ahmed’den bu durumda namazın iadesinin müstehabb olduğuna dair bir rivayet gelmiştir. (el-Muğni,
2/433-434)

8- Kadınların el çırpmasından kasıt, avucunun içiyle diğer elinin sırtına vurmasıdır. (alkışlamak değildir.
Müt.) İmam zannı galible hareket ediyor ve cema'atten güvenilir iki kişi onu ikaz ediyorsa cema'atin
uyarısına göre hareket etmesi gerekir. Eğer yakin bilgiyle hareket ediyorsa uyarıyı dikkate almaz, keza
fasıklar gibi sözüne güvenilmeyecek kişilerin ikazına da kulak asmaz. Tek kişinin haberiyle de sözkonusu
haberin doğruluğuna zannı galiple kanaat getirmesi durumu hariç uyması gerekmez. Güvenilir
kimselerden oluşan cemaat uyarmasına rağmen imam hatasında ısrar ederse cema'at imama uymaz.
Eğer bunun haram olduğunu biliyorlarsa cemaatin namazı batıldır. Bu durumda imamın namazı da batıl
olur. Ancak cema'at kendi arasında ihtilaf ederse imamın hata ettiğini kesin olarak bilenler imamın
hatasına iştirak etmemekle beraber imamı bekler ve ondan önce selam vermezler. (el-Muğni, 2/410-415)
‫باب صالة التطوع‬

‫)‪Bab'u Salat’it Tatavvu’ (Nafile Namazlar Babı‬‬

‫‪:‬وهي على خمسة أضرب‬


‫أحدها‪ :‬السنن الرواتب وهي التي قال ابن عمر رضي هللا عنه عشر ركعات حفظتهن من رسول هللا صلى هللا عليه وسلم ركعتين قبل‬
‫الظهر وركعتين بعدها وركعتين بعد المغرب في بيته وركعتين بعد العشاء في بيته وركعتين قبل الفجرحدثتني حفصة أن رسول هللا صلى‬
‫هللا عليه وسلم كان إذا طلع الفجر وأذن المؤذن صلى ركعتين وهما آكدها ويستحب تخفيفهما وفعلهما في البيت أفضل وكذلك ركعتا‬
‫‪.‬المغرب‬
‫الضرب الثاني‪ :‬الوتر ووقته ما بين صالة العشاء والفجر وأقله ركعة وأكثره إحدى عشرة وأدنى الكمال ثالث بتسليمتين ويقنت في‬
‫‪.‬الثالثة بعد الركوع‬
‫الضرب الثالث‪ :‬التطوع المطلق وتطوع الليل أفضل من النهار والنصف األخير أفضل من األول وصالة الليل مثنى مثنى وصالة القاعد‬
‫‪.‬على النصف من صالة القائم‬
‫‪:‬الضرب الرابع‪ :‬ما تسن له الجماعة وهو ثالثة أنواع‬
‫‪.‬أحدها‪ :‬التراويح وهي عشرون ركعة بعد العشاء في رمضان‬
‫‪:‬الضرب الرابع‪ :‬ما تسن له الجماعة وهو ثالثة أنواع‬
‫‪.‬أحدها‪ :‬التراويح وهي عشرون ركعة بعد العشاء في رمضان‬
‫والثاني‪ :‬صالة الكسوف فإذا ما كسفت الشمس أو القمر فزع الناس إلى الصالة إن أحبوا جماعة وإن أحبوا أفرادا فيكبر ويقرأ الفاتحة‬
‫وسورة طويلة‬
‫ويركع ركوعا طويال ثم يرفع فيقرأ الفاتحة وسورة طويلة دون التي قبلها ثم يركع فيطيل دون الذي قبله ثم يرفع ثم يسجد سجدتين‬
‫‪.‬طويلتين ثم يقوم فيفعل مثل ذلك فتكون أربع ركعات وأربع سجدات‬
‫الثالث‪ :‬صالة االستسقاء إذا أجدبت األرض واحتبس القطر خرج الناس مع اإلمام متخشعين متبذلين متذللين متضرعين فيصلي بهم‬
‫ركعتين كصالة العيد ثم يخطب بهم خطبة واحدة ويكثر فيها االستغفار وتالوة اآليات التي فيها األمر به ويحول الناس أرديتهم وإن خرج‬
‫‪.‬معهم أهل الذمة لم يمنعوا ويؤمرون أن ينفردوا عن المسلمين‬
‫الضرب الخامس‪ :‬سجود التالوة وهي أربع عشرة سجدة في الحج منها اثنتان ويسن السجود للتالي والمستمع دون السامع ويكبر إذا‬
‫‪.‬سجد وإذا رفع رأسه ثم يسلم‬

‫‪Beş türlüdür:‬‬

‫)‪1- Revatib Sünnetler (farz namazlardan önceki ve sonraki nafile namazlar‬‬

‫‪Bunlar, İbni Ömer (radiyallahu anhuma ecmain)’den haklarında şöyle dediği namazlardır: ‬‬

‫عشر ركعات حفظتهن من رسول هللا صلى هللا عليه وسلم‪ :‬ركعتين قبل الظهر وركعتين بعدها وركعتين بعد المغرب في بيته وركعتين بعد‬
‫‪.‬العشاء في بيته وركعتين قبل الفجر‬

‫‪"Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellemden on re’kat ezberledim:‬‬

‫;‪İki re’kat öğle namazından önce ve iki re’kat sonra‬‬

‫;‪iki re’kat akşam namazından sonra evde‬‬

‫;‪iki re’kat yatsı namazından sonra evde‬‬

‫‪iki re’kat sabah namazından önce evde."1  ‬‬


İbni Ömer (radiyallahu anhuma ecmain) ayrıca şöyle demiştir:

‫حدثتني حفصة أن رسول هللا صلى هللا عليه وسلم كان إذا طلع الفجر وأذن المؤذن صلى ركعتين‬

Hafsa (radiyallahu anha)'nın bana haber verdiğine göre Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem, fecir
olduğunda ve müezzin (sabah namazı için) ezan okuduğunda iki re’kat namaz kılardı. 2

Bu (sabah namazından önceki iki re’kat sünnet), (revatib sünnetler arasında) en kuvvetli olandır. Bu iki
rek'ati hafif tutmak müstehaptır ve evde kılmak daha efdaldir. Aynısı akşam namazının sünneti için de
geçerlidir.

2- Vitir

Vakti, yatsı namazı ile sabah namazı arasındadır. En azı bir, en çoğu onbir (re’kattir). Mükemmel olanın
en azı; iki selam ile ayrılmış üç re’kattir. (Yani iki rek'at kılıp selam verdikten sonra tek rek'at vitir kılınıp
selam verilen şeklidir.) Üçüncü re’katin rükusundan sonra Kunut yapılır. 3

3- Mutlak Tatavvu

Gece kılınan tatavvu (nafile) namaz, gündüz kılınan tatavvudan efdaldir ve (gece) yarısından sonrası,
evvelinden efdaldir.

Gece kılınan (nafile) namazlar, ikişer ikişerdir. 4 

Oturarak namaz kılan(ın kazandığı ecir) ayakta kılanın yarısıdır. 5 

4- Cema'at ile kılınanlar

Üç çeşittir:

İlki: Teravih (Namazı) 

Yirmi re’katten oluşmaktadır. Ramazan’da yatsı namazından sonra kılınmaktadır.

İkincisi: Salat’ul Kusuf (Küsuf/Güneş ve Ay Tutulması Namazı)'dır. 

İnsanlar, güneş veya ay tutulması olduğunda namazı kılmakta endişeyle (korku içerisinde) acele
etmelidir. Dilerseler cema'at ile, dilerseler tek başına (bu namazı kılarlar, bu caizdir).

Tekbir alır ve (önce) el-Fatiha’yı, sonra (da başka) uzun bir sure okur, sonra uzunca bir rüku yapar,
ardından kalkıp el-Fatiha’yı ve bir öncekinden (rükudan önce okuduğundan) daha kısa olan, uzun bir sure
okur, sonra (tekrar) rükuya varır ve rükusunu bir öncekinden (rükusundan) kısa olacak şekilde uzatır,
sonra kalkar ve ardından iki uzun secde yapar, sonra ayağa kalkar ve yine böyle (ilk re'katte yaptığı gibi)
yapar, ve böylece (toplamda diğer namazlardakinin aksine re’kat başı bir değil iki rükü olmak kaydıyla)
dört rüku ve dört secde yapar.6
Üçüncüsü: Salat’ul İstiska (Yağmur Dua’sı Namazı) 

Yeryüzünde kuraklık olduğunda, ve yağmur kesildiğinde insanlar alçakgönüllülük, perişanlık ve tevazu


içerisinde yalvararak imam ile birlikte (namaz kılacakları musallaya) çıkarlar. İmam onlara tıpkı bayram
namazı gibi iki re’kat namaz kıldırır. Sonra onlara bir tek hutbe irad eder. Hutbede istiğfar etmeyi ve
bunu (yani günahlardan bağışlanma dilemeyi) emreden ayetleri okumayı çoğaltır. Sonra insanlar (sağ
omuzdaki sola ve sol omuzdaki sağa gelecek şekilde) giysilerini değiştirir. Eğer Ehli Zımme, onlarla birlikte
geldiyse, bundan men edilmezler ve onlara, Müslümanlardan ayrı durmaları emredilir. 7

5- Tilavet Secdesi

Bunlar on dört (secde ayeti okunduğunda yapılması müstehabb olan) secdedir. Hacc Sure’sinde iki tane
secde ayeti vardır. Secde, Kur’an okuyan ve dinleyenin her ikisi tarafından da yapılır ve (dinlemeyip de)
sadece işiten biri tarafından yapılmaz. Secde ederken ve başını kaldırdığında tekbir getirir ve sonra selam
verir.8

Dipnotlar: Nafile Namazlar Babı

1- Buhari, #1180; Müslim, #729

2- Buhari, #1181; Müslim, #723

3- Ebu Davud (#1430), Tirmizi (Vitir, #340), İbni Mace (İkamet'ul Salat #115), Nesai (#1699) ve daha
birçoklarının Ubeyy ibni Ka'b (radiyallahu anh)'dan ve Abd'ur Rahman ibni Ebza (radiyallahu anh)'dan
rivayet ettikleri hadiste şöyle gelmiştir: 

“...Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem), vitir namazının ilk rekatında A’la Suresi'ni; ikinci rekatında
Kafirun Suresi'ni; üçüncü rekatında ise İhlas Suresi'ni okur selamdan sonra da üç sefer:  ِ‫س ْب َحانَ ا ْل َملِك‬
ُ
‫ُّوس‬ ُ ْ
ِ ‫القد‬ “Her türlü noksanlıklardan uzak olan mutlak hükümdar Allah’ı tüm noksanlıklardan tenzih
ederim.” der ve sonuncusunda sesini yükseltirdi. (bkz. el-Muğni, 2/601)

Kunutta ise el açarak şu duayı yapmak müstehaptır:

‫ إ َّن َك َت ْقضِ ي َواَل‬، َ‫ض ْيت‬ َ ‫ش َّر َما َق‬َ ‫ َوقِنِي‬، َ‫اركْ لِي فِي َما أَ ْع َط ْيت‬ ِ ‫ َو َب‬، َ‫ َو َعافِنِي فِي مَنْ َعا َف ْيتَ َو َت َولَّنِي فِي مَنْ َت َولَّ ْيت‬، َ‫اللَّ ُه َّم اهْ ِدنِي فِي مَنْ هَدَ ْيت‬
َ‫ار ْكتَ َر َّب َنا َو َت َعالَ ْيت‬
َ ‫ َت َب‬، َ‫ َواَل َيع ُِّز مَنْ َعا َد ْيت‬، َ‫ َوإِ َّن ُه اَل َي ِذل ُّ مَنْ َوالَ ْيت‬،َ‫ضى َعلَ ْيك‬َ ‫ُي ْق‬

Manası: “Allah'ım! Hidayet verdiklerinin arasında bana da hidayet ver. Afiyet verdiklerinin arasında bana
da afiyet ver. Dost edindiklerinin arasında beni de dost edin. Verdiğini benim için bereketli kıl, takdir
ettiğin şeylerin şerrinden beni koru. Şüphesiz ki ancak Sen hükmedersin ve Sana hükmedilmez. Kimi dost
edinirsen zelil olmaz (kimi de düşman edinirsen, o asla aziz olmaz). Rabbimiz, Sen mübarek ve yücesin.”
(Ebu Davud, #1425; Tirmizi, #464  Tirmizi hadisi rivayet ettikten sonra şöyle demiştir: “Rasulullah
sallallahu aleyhi ve sellem’den vitirde okunan kunut hakkında rivayet edilen şeyler arasında bundan daha
güzelini bilmiyoruz.”) bkz. el-Muğni, 2/582 vd.

4- Hiraki ise şöyle demektedir: Nafile namazlar ikişer rek'at olarak kılınır. Ancak gündüz kılınan nafile
namazların dört rek'at olarak kılınması da caizdir.
5- Hiraki şöyle demektedir: Oturarak nafile namaz kılmakta bir sakınca yoktur. Kıyamı bağdaş kurarak
(veya teşehhütte oturduğu gibi) yapar. Rukü ve secdede ayaklarını katlayıp büker. Hasta olan kimse ise
(farz veya nafile namazda) eğer ayakta durduğu takdirde hastalığının artmasından korkuyorsa namazı
oturarak kılar. Oturmaya da gücü yetmiyorsa uzanarak kılar.

6- Hiraki bu namaz için ezan ve kamet getirilmeyeceğini (ki el-Muğni’de belirtildiği gibi bunun yerine
“Essalatu camiatun” denir) belirttikten sonra bu bilgilere ek olarak şöyle demiştir: Kusuf (güneş veya ay
tutulması) namaz kılınmayan (namaz kılmanın nehyedildiği) bir vakitte meydana gelirse namaz yerine
tesbih yapılır. Behuti ise er-Ravd’ul Murbi adlı eserinde “Bu namaz için hutbe meşru kılınmamıştır ve
eğer tutulma namaz esnasında sona ererse, namaz hafif tutulup tamamlanır” demiştir.

7- Zad’ul Mustakni adlı eserde yağmur namazının tek başına da kılınabileceği beyan edilmiştir. Ayrıca
aynı eserde ve İbn Kudame’nin el-Muğni adlı eserinde beyan edildiği üzere hutbe kıbleye yönelik olarak
yapılır ki bundan kasıd aslında duadır.

8- Hiraki şöyle demiştir: Tilavet secdesi yapmak için (aynı namaz gibi); (hadesten ve necasetten)
temizlenmiş olmak gerekir. Secdeye gittiği zaman tekbir alır, secdeden başını kaldırdığı zaman selam
verir. Nafile namaz kılmanın mekruh olduğu vakitlerde tilavet secdesi yapılmaz. (Kısacası tilavet secdesi
namazla aynı hükümlere tabidir.) Tilavet secdesi gereken yerlerde secde edilse iyi olur ama terk
edilmesinden dolayı da bir günah sözkonusu olmaz. (Mushaflarda bu secde ayetlerinin kenarında
çoğunlukla secde ayeti olduğu belirtilmektedir.) Ayrıca İbn Kudame’nin zikrettiğine göre tilavet secdesi
ancak ayeti okuyan kişi imamlığa ehil olan birisi ise sözkonusu olur. Kadın veya küçük çocuk gibi imamlığa
ehil olmayan birisinin okuduğu Kuran’dan dolayı secde gerekmez. (Kafirin okuduğu Kuran da bu
kapsamdadır. Müt.) (bkz. El-Muğni, 2/367 Müt.)
‫باب الساعات التي نهي عن الصالة فيها‬

Bab'u es-Saati’lleti Nuhiye an’is Salati fiha (İçerisinde Namaz Kılmanın Nehyedildiği Vakitler Babı)

‫وهي خمس بعد الفجر حتى تطلع الشمس وبعد طلوعها حتى ترتفع قيد رمح وعند قيامها حتى تزول وبعد العصر حتى تتضيف الشمس‬
‫للغروب وإذا تضيفت حتى تغرب‬.
‫فهذه الساعات التي ال يصلى فيها تطوعا إال في إعادة الجماعة إذا اقيمت وهو في المسجد وركعتي الطواف بعده والصالة على الجنازة‬
‫وقضاء السنن الرواتب في وقتين منها وهما بعد الفجر وبعد العصر ويجوز قضاء المفروضات في جميع األوقات‬.

Bunlar beş tanedir:

1- Fecirden sonra güneş doğana kadar;

2- Güneş doğduktan sonra bir mızrak boyuna ulaşıncaya kadar;

3- Güneş tam tepeye gelmesinden zeval (yani öğle vakti girip güneş batıya doğru meyletmeye) başlayana
kadar;

4- İkindiden sonra, güneş batmaya başlayana kadar; 1 

5- Bu zamandan itibaren güneş batana kadar;

Bunlar; içerisinde nafile namaz kılınmayacak olan zamanlardır, şu durumlar hariç: 2 

1- Mescitte bulunduğu sırada kılınan cema'at namazının iade (tekrar) edilmesi; 3  

2- Tavaf’dan sonraki iki re’kat Tavaf Namazı;

3- Cenaze Namazı;

4- Revatib Sünnetler’i kaza etmek ki bunlar namaz kılmanın nehyedildiği vakitlerden iki tanesinde yani
sabah namazından sonra ve ikindi namazından sonra kılınabilir.

Ayrıca bütün bu vakitlerde farz namazın kazası kılınabilir.

Dipnotlar: İçerisinde Namaz Kılmanın Nehyedildiği Vakitler Babı

1- İkindiden sonraki namaz yasağı (vakitle değil) namazın kendisiyle alakalıdır. İkindiyi henüz kılmamış
olan kişi, ondan önce başkaları kılmış olsa bile kendisi nafile kılabilir. İkindiden sonra namazı
kılınmayacağı görüşünde olan bütün ulema bu hususta müttefiktir. Fecirden sonraki namaz yasağı ise
Hanbeli Mezhebi'nde meşhur olan görüşe göre fecrin doğuşuyla alakalıdır (yani fecir doğduktan sonra
velev ki kişi sabah namazını kılmamış dahi olsa artık iki rek'atlik sünnet haricinde nafile kılamaz). Bu
görüşün zıddı da İmam Ahmed’den rivayet edilmiştir. Bundan dolayı vitri kaçıran kimsenin fecirden sonra
uyandığında sabah namazından önce onu kılabileceği ifade edilmiştir. Çünkü fecirle alakalı nehiy daha
hafiftir. (el-Muğni, 2/525-530)
2- Zad'ul Mustakni adlı eserde şöyle denmektedir: (Namaz kılmanın nehyedildiği bu) beş zamanda nafile
namaz kılmak haramdır, sebebe bağlı bir namaz olsa dahi.. İbni Kudame (rahimehullah) ise Tahiyyet'ul
Mescid ve Kusuf Namazlarını ve de Tilavet Secdesini bu vakitlerde kılınması nehyedilen namazlar
kapsamında zikretmiştir. Ayrıca üç kerahet vaktinde (güneş doğduktan sonra bir mızrak boyuna
ulaşıncaya kadar; güneş tam tepeye gelmesinden Zeval (yani öğle vakti girip güneş batıya doğru
meyletmeye) başlayana kadar; güneş batmaya başlamasından güneş batana kadar) cenaze namazı, tavaf
namazı ve namazı cema'a itle beraber iade etmenin sözkonusu olmayacağını söylemiştir. Buna göre bu
namazlar ancak bu üç vakit haricinde sabah ve ikindi namazlarından sonra kılınabilir. (el-Muğni, 2/525)

3- Zira Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) namazı evlerinde kıldıkları gerekçesiyle mescidde cema'at
ile kılınan namaza iştirak etmeyen kişilere şöyle buyurmuştur: “Evlerinizde namaz kılıp sonra mescidde
namaz kılan cema'ate raslarsanız onlarla beraber namaz kılın. Zira bu kıldığınız sizin için nafile sayılır.”
Ebu Davud ve Tirmizi, Cabir ibni Zeyd (radiyallahu anh)’dan rivayet etmiştir. İbni Kudame (rahimehullah)
bu ve benzeri hadislere dayanarak şunu ifade etmiştir: “Bu hadisler mutlak anlamda akşam, sabah veya
ikindi hangi namaz olursa olsun, namazın iade edileceğine ve bu hususta namazı tek başına kılmış olan ile
cema'at ile kılmış olan arasında, keza mahallenin imamına yetişen ile başka bir imama yetişen arasında
fark olmadığına delalet eder.” Ayrıca şu hususları ifade etmiştir: Kişi bu şekilde akşam namazını iade
ederse onu dört rekat olarak kılar. Kişi nehyedilen vakitlerde mescide girmeden cema'atin hazır
olduğunu görürse mescide girmez, dışarıda bekler. Ama olur da mescide girerse onlarla beraber kılar. (el-
Muğni, 2/518-523)
‫باب اإلمامة‬

‫‪Bab'ul İmame (İmamet Babı)1‬‬

‫روى أبو مسعود البدري رضي هللا عنه أن رسول هللا صلى هللا عليه وسلم قال‪" :‬يؤم القوم اقرأهم لكتاب هللا فإن كانوا في القراءة سواء‬
‫فاعلمهم بالسنة فإن كانوا في السنة سواء فأقدمهم هجرة فإن كانوا في الهجرة سواء فليؤمهم أكبرهم سنا وال يؤمن الرجل الرجل في‬
‫بيته وال في سلطانه وال يجلس على تكرمته إال بإذنه"‪  ‬وقال لمالك بن الحويرث وصاحبه‪" :‬إذا حضرت الصالة فليؤذن أحدكما وليؤمكما‬
‫‪.‬أكبركما"‪  ‬وكانت قراءتهما متقاربة‬
‫وال تصح الصالة خلف من صالته فاسدة إال لمن لم يعلم بحدث نفسه ولم يعلمه المأموم حتى سلم فإنه يعيد وحده وال تصح خلف تارك‬
‫ركن إال إمام الحي إذا صلى جالسا لمرض يرجى برؤه فإنهم يصلون وراءه جلوسا إال أن يبتدئها قائما ثم يعتل فيجلس فإنهم يأتمون‬
‫وراءه قياما وال تصح إمامة المرأة بالرجال ومن به سلس البول واألمي الذي ال يحسن الفاتحة أو يخل بحرف منها إال بمثلهم ويجوز‬
‫‪.‬ائتمام المتوضئ بالمتيمم والمفترض بالمتنفل‬
‫وإذا كان المأموم واحدا وقف على يمين اإلمام فإن وقف عن يساره أو قدامه أو وحده لم تصح إال أن تكون امرأة فتقف وحدها خلفه وإن‬
‫كانوا جماعة وقفوا خلفه فإن وقفوا عن يمينه أو عن جانبيه صح فإن وقفوا قدامه أو عن يساره لم تصح وإن صلت امرأة بنساء قامت‬
‫معهن في الصف وسطهن وكذلك إمام الرجال العراة يقوم وسطهم وإن اجتمع رجال وصبيان وخناثي ونساء قدم الرجال ثم الصبيان ثم‬
‫‪.‬الخناثي ثم النساء‬
‫‪.‬ومن كبر قبل سالم اإلمام فقد أدرك الجماعة ومن أدرك الركوع فقد أدرك الركعة وإال فال‬

‫‪Ebu Mes’ud el-Bedri radiyallahu anhdan rivayet edildiğine göre, bir keresinde Rasulullah sallallahu aleyhi‬‬
‫‪ve sellem şöyle buyurmuştur: ‬‬

‫يؤم القوم أقرؤهم لكتاب هللا‪ ،‬فإن كانوا في القراءة سواء فأعلمهم بالسنة‪ ،‬فإن كانوا في السنة سواء قأقدمهم هجرة‪ ،‬فإن كانوا في‬
‫‪. ‬الهجرة سواء فليؤمهم أكبرهم سناً‪ ،‬وال يؤمن الرجل الرجل في بيته‪ ،‬وال في سلطانه‪ ،‬وال يجلس على تكرمته إال بإذنه‬

‫‪"Cema'ate, Kitabullah’ı (Allah'ın Kitabı'nı) en iyi okuyanları imam olur. Eğer kıraat (okuma) hususunda‬‬
‫‪müsavi (denk) iseler, Sünnet’i en iyi bilenleri; Sünnet hususunda da müsavi iseler hicret itibarı ile en‬‬
‫‪kıdemlileri; hicret hususunda da müsavi iseler, yaşca en büyük olanları imam olur. Kişi misafir olduğu‬‬
‫‪evin sahibine İimam olmasın, Sultan'ına da (imam olmasın)! Hiçbir kimse evsahibinin izni olmaksızın baş‬‬
‫‪köşeye oturmasın!"23‬‬

‫‪Yine (Rasulullah), Kur’an kıraatında denk olan Malik ibni Huveyris (radiyallahu anh) ve arkadaşına‬‬

‫‪şöyle demiştir: ‬‬

‫‪.‬إذا حضرت الصالة فليؤذن أحدكما وليؤمكما[ أكبركما‬

‫‪"Namaz vakti geldiğinde biriniz ezan okusun ve (yaşca) en büyüğünüz imam olsun!..4"5‬‬

‫‪Namazı fasit olmuş birinin arkasında namaz kılanın namazı, (imamın) kendisindeki hadesi (abdesti‬‬
bozan hali) bilmemesi ve selam verene kadar (namazda imama tabi olan) Memum’un da bilmemesi

dışında, sahih (geçerli) değildir. Bu durumda, (imam) namazı tek başına iade (tekrar) eder (cema'at

ise iade etmez).

(Namazda) bir rüknü terkedenin arkasında kılınan namaz da sahih değildir ancak mahalle imamı (o

mescitte sürekli namaz kıldıran imam) hastalıktan dolayı oturarak namaz kılıyor ve iyileşmeyi

umuyorsa bu başka. Bu durumda; arkasında oturarak kılarlar ancak imam namaza ayakta başlar ve

sonra hastalanıp oturursa başka, zira bu durumda imamın arkasında ayakta kılarlar.

Kadının erkeğe imameti sahih (geçerli) değildir. İdrar akıntısı olanın ve de Fatiha’yı güzelce

okuyamayan veya ondaki bir harfi ihlal eden ümmi (Kur'an okumasını bilmeyen) kimsenin kendileri

gibi olanlar dışındaki kişilere imamlık yapmaları sahih değildir.6

Abdest almış olan kişinin teyemmüm yapmış birisine uyması ve farz namaz kılanın nafile kılana

uyması caizdir.7

Eğer, cema'at bir kişiyse, imamın sağında durur.8 Eğer solunda, önünde veya tek başına durursa,

namazı sahih değildir, kadın olması dışında zira o namaza imamın arkasında tek başına

durmalıdır.9 Eğer; (bir kişi değil de) cema'at iseler, imamın arkasında dururlar. Eğer (imamın)

sağında veya hem sağında hem solunda dururlarsa namazları sahihtir. Ancak eğer, önünde veya

solunda dururlarsa sahih değildir.

Eğer bir kadın başka kadınlara namaz kıldırırsa, aynı safta kadınların ortasında durur. (Bir

mazeretten dolayı giysisi bulunmayıp) çıplak olarak erkeklere namaz kıldıran imam da (safın

ortasında durur).
Eğer; erkekler, erkek çocuklar, hünsalar (erkek mi kadın mı olduğu belli olmayan kişiler) ve kadınlar

varsa, erkekler en önlerinde durur sonra erkek çocuklar sonra hünsalar ve sonra da kadınlar saf

teşkil eder.10

İmamın selam vermesinden önce tekbir getiren cema'ate yetişmiştir.11 Rükuya yetişen rek’ate

yetişmiştir. Aksi takdirde, rek’ate yetişememiştir.12

Dipnotlar: İmamet Babı

1- İbni Kudame (rahimehullah) el-Muğni’de şöyle demektedir: (Hür ve güç yetiren) erkek için, beş vakit
namazı cema'at ile kılmak vaciptir fakat namaz için sahihliği açısından şart değildir. Cema'at ile evinde
kılabilir, mescitte kılmak ise Sünnet’tir. (el-Muğni, 3/5-11) Zad’ul Mustakni müellifi ise cema'ati ve
cumayı terketme özürlerini şu şekilde saymıştır: Hastalık, idrar veya dışkıya sıkışık olan, ihtiyaç duyduğu
yemeği önünde hazır bulunan, malının çalınmasından veya kaybolmasından ya da zarar görmesinden
korkan, bir akrabasının ölmesinden korkan, (yine) kendisi için şunlardan korkan; zarar görmekten
(incinme) veya sultandan, (verecek) birşeyi olmadığında alacaklıdan, yol arkadaşının vefat etmesi,
uykunun galib gelmesi (uykuya yenik düşme); yağmurdan, çamurdan zarar görme ve gecenin
karanlığında çok soğuk fırtına.

2- Müslim, #673

3- Hiraki bu hususta ilave olarak şöyle demektedir: İmamlık yapma hakkı öncelikle ev sahibinindir. Ancak
cema'atin içinde devlet yetkilisi birisi olması hali müstesna (o zaman; imamlıkta öncelik sırası İslami
devletin görevlisine ait olur.) İbni Kudame cema'atte ev sahibinden veya sultandan daha iyi Kur'an
okuyan ve daha fakih olan kimseler olsa bile böyle olacağını söylemiştir. (el-Muğni, 3/42) Saflar bitişik
olup saflar arasında kopukluk olmadığı takdirde mescidin üst katlarında ve de mescidin dışında (avluda
vb.,) bulunan kişiler imama tabi olup namaz kılabilirler. İmam, cema'ate göre yukarıda olan bir yerde
namaz kıldıramaz. er-Ravd’ul Murbi adlı eserde şöyle denmiştir: “Mescitin imamından önce namaz
kıldırmak, onun izni olmaksızın veya onun bir özrü olmaksızın haramdır. İmam geç kalır ve vakit daralırsa
bu durumda ondan önce namaz kılınır.”

4- Malik'ten gelen hadis her ne kadar yaşça büyük olanın imametine işaret etse de bu, en önce hicret
eden kişinin tercih edilmesine zıt değildir. O yüzden sahih olan Ebu Mes'ud (radiyallahu anh) hadisindeki
tertibi gözetmek yani Kur'an ve fıkıh bilenden sonra hicrette en eski olanı imamlığa geçirmektir. Hattabi
bu görüşü ilim ehlinin ekseriyetine nisbet etmiştir. İslam'a girme hususunda en eski olan da tıpkı hicrette
önce davranan gibi değerlendirilir ve ikisi çatıştığı zaman İslam'a ilk giren kişi, hicreti eski olana tercih
edilir. Ayrıca üstünlük hususunda da dini bakımdan üstün olan kimse soy, makam, mevki gibi dünyevi
bakımdan üstünlüğe sahip olan tercih edilir. Kur'an bilgisi hususunda da kıraati düzgün olan, ezberi çok
olana tercih edilir. Bütün bu hususlarda eşit iseler aralarında kura çekilir. İmamlığa kimin daha layık
olacağı ile alakalı bütün bu meseleler müstehabb hükmündedir. Eğer bu sıralamaya uyulmasa dahi
namaz sahih olur. Bu hususta alimler arasında bir ihtilaf yoktur. Bütün bu hususlara İbn Kudame "el-
Muğni"nin ilgili yerinde temas etmiştir. (age., 3/17)

5- Buhari, #628; Müslim, #674

6- Hiraki şunu da zikretmiştir: “Kölenin ve körün imamlık yapması caizdir. Ümmi yani Kur'an okumasını
bilmeyen kimse kendisi gibi ümmi birisine ve de Kur'an okuyabilen birisine beraber namaz kıldırırsa
Kur'an okuyabilen kimse namazı iade eder. Okuma bilmeyenin iadesine gerek yoktur. Keza müşriğin,
kadının ve de kadın mı erkek mi olduğu belli olmayan hünsanın arkasında namaz kılan kimsenin de
namazı iade etmesi gerekir.” Behuti ise Ravd’ul Murbi’de şöyle demektedir: Furu’dan olan meselelerde
anlaşmazlık olan birinin arkasında namaz kılmak sahihtir. Eğer imam, kasıtlı olarak kendisinin vacib
olduğuna inandığı birşeyi terkederse hem kendi namazı hem de ona uyanların namazı iptal olur; ama
eğer sadece imama uyanlar nezdinde vacib olan birşeyse, namazını iade etmez. Üzerinde anlaşmazlık
olan bir rüknü, şartı veya Vacib’i terkeden kişi bunu bir te’vil’den dolayı yahut bir mezhebi taklitten
dolayı terketmediyse namazını iade eder. (İbn Kudame de; el-Muğni’de, benzer hususlara işaret
etmektedir. el-Muğni, 3/23-25)

7- (Temyiz çağındaki) çocuk yetişkinlere farz namazda imamlık yapamaz ancak nafile namazlarda
yetişkinlere ve başka çocuklara kıldırması sahihtir. Keza geçerli bir sebebten dolayı insanların çoğunun
hoşlanmadığı kişinin de imamlık yapması kerihtir. Sahih olan kavle göre tek başına namaz kılan birisinin
arkasına sonradan birisinin gelip cema'at olması farz ve nafile namazlarda geçerlidir. Bu durumda namaz
kıldıran kişi imamlığa niyet eder. (el-Muğni, 3/70-73)

8- Behuti, er-Ravd’ul Murbi adlı eserinde şöyle demektedir: ”Eğer imamın sağında boş yer olduğu halde
sol tarafında bir rek'at veya daha çok rek’at kıldıysa (namazı sahih olmaz); eğer namaza ikinci bir kişi
katılırsa her ikisi imamın arkasında durur, eğer ikinci şahıs imamın solunda durarak namaza katılırsa,
imam onlara eliyle arkasında durmalarını işaret eder. Eğer imamın bu konuda şüphesi varsa, veya bunu
yapamazsa, imam bir adım ileri gider ve onların önünde ya da her ikisinin sağında kılar. Sağdaki şahsın
ikinci şahıs başlangıç tekbiri getirmeden, birlikte imamın arkasında kılabilmek için, bir adım geriye
gitmesi sahihtir. Eğer ikinci şahıs imama ve ona tabi olan Memum’a onlar oturur vaziyetteyken yetişirse,
tekbir getirir ve Memum’un (imamın arkasında namaz kılan kişinin) sağ yanına veya imamın soluna
oturur ve zorluktan dolayı arkasında kılmaz.” İbni Kudame (rahimehullah) da imamın arkasında veya
solunda namaz kılan kişi ancak bu şekilde tam bir rek'at kılarsa namazının fasit olacağını, eğer namaza bu
şekilde durur da sonradan safa dahil olursa bunun namazın sıhhatine bir zararı olmayacağını belirtmiştir.
(el-Muğni, 3/54-55)

9- Behuti, er-Ravd’ul Murbi adlı eserinde şöyle demektedir: Safta boşluk bulabilen, uzakta dahi olsa dahil
olur, bunun gibi, eğer çok sıkışık olmayan bir saf bulursa da dahil olur, aksi takdirde, eğer safta boş yer
bulamazsa imamın sağında durur, eğer durabilmek için bir saf bulabilmek mümkün değilse, o zaman
birisini yanında durması için öksürerek, konuşarak, işaret ederek uyarır; çekerek bunu yapması kerihtir.
Uyarılanın ona icabet etmesi vaciptir. Eğer (arkada) tek başına namaz kılarsa namazı sahih olmaz.

10- İbni Kudame (rahimehullah) diyor ki: Kişinin yanında kafir birisi veyahut da namazı geçerli olmayan
başka herhangi birisi varsa onunla saf teşkil etmesi sahih değildir. Çünkü bunların varlığı ve yokluğu
müsavidir. (el-Muğni, 3/56)

11- Behuti, er-Ravd’ul Murbi’de şöyle demiştir: Mesbuk (namaza geç katılan kişi) imam ile kıldığı
namazının sonundadır ve kazasını ettiği namazının başındadır. (Selamdan sonra kazaya başlarken,
namaza) başlangıç duasını okur, istiazede bulunur ve bir sure okur. Fakat, eğer mağribden (akşam
namazı) veya dört rek’atli namazdan bir rek’at kıldıysa bir rek’atten sonra derhal teşehhüd yapar ve
oturur; (imamla kıldığı namazın sonunda da) teverrük yaparak (sol ayağının iç tarafını sağ uyluğunun
altına yerleştirir ve sağ ayağını dikerek) oturur. Rükuda veya secdede imamını geçen, geri dönüp
imamdan sonra tekrar etmelidir. Eğer kasıtlı olarak bunu yapmıyorsa namazı iptal (geçersiz) olmuştur.

12- Hiraki ek olarak şunları zikretmiştir: “İmama rükudayken yetişip de safa dahil olmadan rükua varan,
sonra da yürüyerek safa dahil olan kişi, eğer ki Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'in Ebu Bekra
(radiyallahu anh)'a söylediği: "Allah senin (namaza olan) düşkünlüğünü ve hırsını artırsın, ama bir daha
böyle yapma!" kavlinden habersizse ona aynı şekilde "bir daha böyle yapma" denir lakin namazı
geçerlidir. Fakat bu hadisteki nehiy kendisine ulaştıktan sonra aynısını yaparsa namazı geçerli olmaz. Ebu
Talib'ten gelen rivayete göre İmam Ahmed böyle demiştir. İmamın sütresi cema'at için de sütre olur.
Namaz kılanın önünden geçen kimse uzaklaştırılır, ancak bu durum namazı kesmez. Ancak üstünde başka
hiçbir renk ve alaca bulunmayan simsiyah köpek hariç. Bu türden bir köpek kişinin önünden geçtiğinde
namazı keser.” er-Ravd’ul Murbi adlı eserde ise şöyle denmiştir: “(Sütre olarak) sabit duran bir direk
yahut kazık bulunmazsa, bir çizgiye (hilal şeklinde bir çizime) doğru kılar.”

‫باب صالة المريض‬

Bab'u Salat'il Merid (Hastanın Namazı Babı)


:‫والمريض إذا كان القيام يزيد في مرضه صلى جالسا فإن لم يطق فعلى جنبه لقول رسول هللا صلى هللا عليه وسلم لعمران بن حصين‬
‫"صل قائما فإن لم تستطع فقاعدا فإن لم تستطع فعلى جنبك" فإن شق عليه فعلى ظهره فإن عجز عن الركوع والسجود أومأ إيماء‬.
‫وعليه قضاء ما فاته من الصلوات في إغمائه وإن شق عليه فعل كل صالة في وقتها فله الجمع بين الظهر والعصر وبين العشائين في‬
‫وقت إحداهما فإن جمع في وقت األولى اشترط نية الجمع عند فعلها ويعتبر استمرار العذر حتى يشرع في الثانية منهما وال يفرق بينهما‬
‫إال بقدر الوضوء وإن أخر اعتبر استمرار العذر إلى دخول وقت الثانية وأن ينوي الجمع في وقت األولى قبل أن يضيق عن فعلها ويجوز‬
‫الجمع للمسافر الذي له القصر ويجوز في المطر بين العشائين‬.

Hastanın ayakta durması hastalığını arttırıyorsa, oturarak kılar ve eğer oturmaya güç yetiremezse yanı
üzere (uzanarak) kılar. Zira Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem, İmran ibni Husayn (radiyallahu anh)'a
hitaben şöyle buyurmuştur: 

‫ فإن لم تستطع فعلى جنبك‬،ً‫ فإن لم تستطع فقاعدا‬،ً‫صل قائما‬

"Namazını ayakta kıl, buna güç yetiremezsen oturarak kıl eğer buna da güç yetiremezsen yanın üzere
(uzanarak) kıl!"1

Eğer bu da zor gelirse, sırtı üzere yatarak kılar, eğer rüku veya secde yapmaktan acizse bunları ima yolu
ile yerine getirir.2 

Baygın olduğu sürede kaçırdığı namazları kaza etmesi gerekir.

Eğer her namazı tayin edilmiş zamanında kılmak zor geliyorsa, öğle ile ikindiyi ve de iki akşam namazını
(yani akşam ile yatsıyı) iki vakitten birinde, cem edebilir (birleştirebilir).

Eğer ilkinin tayin edilmiş vaktinde namazları cem ederse (yani; cem-i takdim yaparsa):

Namaza başlamadan cem etmeye niyet etmeli;

İkinci namazı kılmaya başladığı vakte kadar cem etmeyi gerekli kılan mazeret devam etmeli;

Abdest alacak kadar zaman dışında iki namazın arasını açmamalı. 3

Eğer, (cem etmeyi ikinci namazın vaktine) ertelerse (yani; cem-i tehir yaparsa):

İkinci namaz için tayin edilmiş vakit girene kadar mazeretin devam etmesi (gerekir);

İlkinin vaktinde ve henüz vakit daralmadan (yani namaz kılacak kadar bir vakit kaldıysa) cem etmek için
niyet etmelidir.

Cem etmek; namazını kısaltması caiz olan seferi kimse için caizdir. Yine, yağmurlu günde iki akşam
namazını (akşam ve yatsıyı) cem etmek caizdir. 4

Dipnotlar: Hastanın Namazı Babı

1- Buhari, #1117 Hadis bu lafzıyla Darakutni #1425’te geçmektedir.


2- Behuti, er-Ravd’ul Murbi adlı eserinde şöyle demektedir: 

"Özür ehli; hasta, yolcular, tehlike altında bulunanlar ve benzerleridir. Hasta kişi namazını kıyamı, rüku
gibi (eğilerek) olsa da, ayağa kalkmak için destek alsa da yahut bir şeye dayanıyor olsa da ayakta kılar,
güç yetirememesi veya zarardan, hastalığının armasından korkması müstesna; (oturarak kılarken)
ayaklarını çapraz yapması (yani bağdaş kurması) müstehaptır. Rüku ve secde yaptığında ayaklarını katlar;
acizse (oturarak kılmaya güç yetiremiyorsa) yanı üzere yatarak kılar, sağ tarafı üzere uzanması efdaldir.
Ayakları kıbleye dönük sırt üstü kılması sahihtir ama yanı üzere kılabiliyorsa mekruhtur. Yanı üzere
kılamıyorsa sırtüstü uzanarak kılması farz olur. Rüku ve secdede mümkün olduğu kadar ima eder,
secdede rüküya nazaran daha çok eğilerek bunu yapar. İmadan acizse, gözleriyle ima eder. Namaz
esnasında kıyama güç yetirir duruma gelir veya tam tersi güç yetiremez duruma gelirse, namaz
esnasında, diğer (yapabildiği) fiile intikal eder (geçer). Eğer kıyama ve oturmaya güç yetirir fakat rüku ve
secdeye güç yetiremezse, ayaktayken rüku için ima eder ve otururken de secde için ima eder, tek
kıldığında ayakta durabilen ve cema'at ile kıldığında oturarak kılan dilediğini seçer. Hasta olan biri,
güvenilir Müslüman bir doktorun sözüyle, ayakta durmaya güç yetirebilir olsa da hastalığının tedavisi
sebebiyle sırtüstü kılabilir. Gemide, ayakta durmaya güç yetirilebiliyorsa, oturarak kılmak sahih (geçerli)
değildir. Gemide olan ve de ayakta duramayan veya kalkamayan biri, yüzünü kıbleye dönerek oturarak
kılar, her ne zaman gemi yönünü değiştirirse, o da kıbleye doğru döner ama nafile namazlar için bu şart
değildir." (Behuti, er-Ravd’ul Murbi)

3- el-Umde şarihi Baha ed-Din el-Makdisi’nin de belirttiği gibi iki namazın arasını açma hususunda örfe
müracaat edilir. Örfen kısa sayılan bir zaman aralığı zarar vermez. Abdest de kısa bir süre olduğu için
misal olarak verilmiştir.

4- er-Ravd’ul Murbi adlı eserde namazları cem etme mazeretlerine ek olarak şunlar zikredilmektedir: 

"Namazları cem etmediğinde zorluk yaşayacak hasta, pisliğin çokluğunun verdiği zorlukdan dolayı emzikli
kadın ve benzerleri; istihaze (düzensiz kanama), her namaz için abdest veya teyemmüm almaktan aciz
olan; kör birisi gibi vakti bilmeye güç yetiremeyen; cuma namazı veya cema'at namazına katılmamalarına
cevaz verecek bir mazereti yahut meşguliyeti olan. Evinde kılıyor olsa bile yahut kapalı yolu olan bir
mescitte olsa bile, akşam namazı ve yatsı namazında kıyafetlerinin yağmuru emmesi (ıslanması)
sebebiyle, zorluk içerdiğinde. Bu hususta; kar, dolu ve buz aynıdır. Keza, çamur ve çok soğuk fırtına
(sebebiyle namazlar birleştirilebilir). (Namazı) ertelemek veya öne almak hususunda kolay olanı yapmak
efdaldir. Eğer ikisi de aynı ise efdal olan ertelemektir. Muzdelife’de erken kılmak efdaldir, Arafat’ta ise
ertelemek efdaldir. Diğer yerlerde cem etmemek efdaldir. Cem edilen namazların tertib üzere olması her
zaman için şarttır." (Behuti, er-Ravd’ul Murbi)

‫باب صالة المسافر‬

Bab'u Salat'il Musafir (Seferinin Namazı Babı)


‫وإذا كانت مسافة سفره ستة عشر فرسخا وهي مسيرة يومين قاصدين وكان مباحا فله قصر الرباعية خاصة إال أن يأتم بمقيم لو لم ينو‬
‫القصر أو نسي صالة حضر فيذكرها في السفر أو صالة سفر فيذكرها في الحضر فعليه اإلتمام وللمسافر أن يتم والقصر أفضل ومن نوى‬
‫اإلقامة أكثر من إحدى وعشرين صالة أتم وإن لم يجمع على ذلك قصر أبدا‬.

Yolculuk onaltı fersah olduğunda ki bu ortalama hızla iki günlük yolculuk mesafesidir; 1 eğer yolculuk
(gayesi caiz olmayan birşey için değil de) mübah ise (kişi) dört rek’atli namazları (iki rek'at kılmak
suretiyle) Kasr (kısaltma) yapabilir.2 (Masiyet yani günah amaçlı seferlerde namazı kısaltmak ve
seferilikteki diğer ruhsatlar uygulanamaz.) Ancak kişi şu durumlarda namazı kısaltamaz:

Mukimin arkasında kılıyorsa;3

Namazı kısaltmaya niyet etmediyse;

Hazarda (ikamet halinde) kılması gereken bir namazı seferi iken hatırladığında;

Seferi olduğunda kılması gereken bir namazı hazarda olduğunda hatırlarsa.

Bütün bunlarda, namazı (kısaltmaksızın) tamamlar. 4

Seferi olan kişi namazını (isterse kısaltmadan) tam kılabilir, kısaltması ise daha efdaldir. 5
 
Yirmi bir vakitten çok sayıda namazı kılacak kadar zaman ikamet etmeye niyet ederse (namazını
kısaltmaksızın) tamamlar. Eğer ikamete karar vermemişse orada kaldığı müddetçe (namazını)
kısaltabilir.6

Dipnotlar: Seferinin Namazı Babı

1- Bir fersah yaklaşık olarak 5,541 metre’ye tekabül etmektedir. Bu şekilde kabul edildiğinde 88,7km, 16
fersah’a denk gelmektedir Allahu a'lem. Yani günümüz ölçüleriyle yaklaşık 90 km’lik bir yolculuk namazı
kısaltmayı mübah kılan bir sefer sayılır.

2- Zad'ul Mustakni adlı eserde köyünün binalarından veya insanlarının çadırlarından ayrılmasından
itibaren seferiliğin başlayacağı söylenmiştir. (Zad'ul Mustakni) Hiraki de yaşadığı beldenin evlerinin
olduğu yerden uzaklaştıktan sonra namazlarını kısaltmaya başlayabilir, demiştir. (Hıraki, Muhtasar) İbni
Kudame ise el-Muğni’de şöyle demektedir: Yaşadığı beldeden çıktıktan sonra şehre ait bostanlar, boş ve
harap yerler bulunmaya devam etse de namazını kısaltabilir. Yaşadığı yerde birçok mahalle varsa ve bu
mahalleler tıpkı Bağdat’ta olduğu gibi birbirinden ayrı ise kendi mahallesinden çıktığı anda namazını
kısaltmaya başlayabilir. Ancak (günümüz şehirlerinde olduğu gibi) mahalleler birbirine bitişikse hepsini
terk etmedikçe namazı kısaltamaz. Birbirine bitişik iki köy bulunur da binaları bitişik olursa bu ikisi tek
köy hükmünde olur, binaları ayrı olursa ayrı değerlendirilir. (İbni Kudame, el-Muğni, 3/113)

3- Hiraki ise şöyle demiştir: “Seferi olan kimse, mukim olan birisiyle namaz kıldığında seferi cema'at olur,
mukim imam olur.  Mukim ve seferiden oluşan bir cema'at, seferi olan başka birisinin arkasında namaz
kıldıklarında seferi olan imam selam verdiğinde mukim olan kişi namazını tamamlar (yani dört rek'at
olarak kılar).” (Hıraki, Muhtasar) İbni Kudame’nin zikrettiğine göre seferi olan imam, namazı bitirdiğinde:
“Biz seferiyiz, mukim olanlar namazlarını tamamlasınlar” diye seslenmesi müstehaptır. (İbni Kudame, el-
Muğni, 3/146)
4- er-Ravd’ul Murbi’de şöyle denmiştir: “Mesafe konusunda şüpheleri olan, belirli bir varış yeri tayin
etmeyen veya sadece ruhsat elde etmek için yolculuk eden kısaltamaz. Keza gemiciyse ve ailesi de
onunla birlikteyse ve hiçbir beldede mukim olmaya niyet etmediyse namazı kısaltamaz. Zira onun
yolculuğu hiç kesilmemiştir üstelik ailesinden ve memleketinden ayrı kalmamıştır. Aynı şekilde kişi
namaza mukim olarak başlar ve sonra seferi olursa ve bunun gibi seferi olarak başlayıp sonra mukim
olursa namazı tam kılar.” (Behuti, er-Ravd’ul Murbi) İbni Kudame’nin zikrettiğine göre kişi yol üzerinde
kendisine ait ailesi ve malı bulunan bir yere uğrarsa namazını tam kılar. (İbni Kudame, el-Muğni, 3/151)

5- Hiraki şöyle demiştir: Seferi olan kimse namazı tam olarak kılabileceği gibi kısaltarak da kılabilir, aynı
şekilde yolculukta oruç tutabileceği gibi iftar da edebilir. (Yani tutmayabilir.) Ebu Abdillah (İmam
Ahmed'in) nezdinde yolculukta oruç tutmamak ve de namazı kısaltmak daha evladır. (Hıraki, Muhtasar)

6- Hiraki’nin ifadesiyle böyle bir kimse bugün çıkacağım, yarın çıkacağım diye sürekli dönmeyi
düşünüyorsa velev ki kaldığı yerde bir ay (veya daha fazla) da kalsa seferi olmaya devam eder. (Hıraki,
Muhtasar) er-Ravd’ul Murbi adlı eserde ise şöyle denmiştir: “Mukim olmaya niyet etmeksizin ve de işini
ne zaman bitireceğini bilmediği halde bir ihtiyaçtan dolayı kalmaya devam ediyorsa namazını ebedi
olarak (yani süre sınırı olmaksızın) kısaltır.” (Behuti, er-Ravd’ul Murbi) Şehir şehir gezen birisi bunların
herhangi birisinde ikamete niyet etmediği müddetçe -velev ki uzun bir süre de yolculuğu devam etse-
seferi sayılır. Seferde nafile namaz kılmaya gelince, gerek binek üzerinde gerekse yaya olarak revatib
sünnetleri başta olmak üzere nafile kılmakta bir beis olmadığı gibi, terk etmekte de bir beis yoktur. Lakin
sabah namazının sünneti ve de vitir namazı yolculukta terk edilmez. (Bkz. İbni Kudame, el-Muğni, 3/155-
157)

‫باب صالة الخوف‬

Bab'u Salat'il Havf (Korku Namazı Babı)


‫وتجوز صالة الخوف على كل صفة صالها رسول هللا صلى هللا عليه وسلم والمختار منها أن يجعلهم اإلمام طائفتين طائفة تحرس‬
‫واألخرى تصلي معه ركعة فإذا قام إلى الثانية نوت مفارقته وأتمت صالتها وذهبت تحرس وجاءت األخرى فصلت معه الركعة الثانية فإذا‬
‫جلس للتشهد قامت فأتت بركعة أخرى وينتظر حتى تتشهد ثم يسلم بها وإن اشتد الخوف صلوا رجاال وركبانا إلى القبلة وإلى غيرها‬
‫يومئون بالركوع والسجود وكذلك كل خائف على نفسه يصلي على حسب حاله ويفعل كل ما يحتاج إلى فعله من هرب أو غيره‬.

Korku namazının, Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellemin kılmış olduğu bütün şekillerde kılınması caizdir.
Bu husustaki (farklı rivayetler arasında) tercih edilen şu şekildir:

İmam mü’minleri iki taifeye (grup) ayırır; bir taife koruma görevinde bulunur ve diğer taife imam ile
birlikte bir rek’at namaz kılar.

İkinci rek’at için kalktığında bu taife imamdan ayrılmak için niyet eder, namazlarını tamamlar ve koruma
görevine gider. 

Sonra diğer taife gelir ve imamla beraber ikinci rek’ati kılar. 

(İmam) teşehhüte oturduğunda kalkarlar ve diğer rek’ati kılarlar. 

(İmam) onlar, teşehhütü bitirene kadar bekler ve sonra hep birlikte selam verirler.

Korkunun şiddetlendiği durumlarda, yürüyerek yahut binek üzerinde; kıbleye dönerek yahut
dönmeyerek namazlarını kılabilirler. Rüku ve secdeyi ima yoluyla yaparlar.

Aynı şekilde, (savaş dışındaki durumlar da dahil) kendisi için korkan herkes bu şekilde ve kendi haline
uygun olarak namazını kılar. Kurtulabilmesi için kaçmak veya diğer şeylerden ihtiyacı ne ise onu yapar.

‫باب صالة الجمعة‬

Bab'u Salat’il Cumu'a (Cuma Namazı Babı)


‫كل من لزمته المكتوبة لزمته الجمعة إن كان مستوطنا ببناء وبينه وبين الجامع فرسخ فما دون ذلك إال المرأة والعبد والمسافر والمعذور‬
‫ ومن شرط صحتها فعلها‬.‫بمرض أو مطر أو خوف وإن حضروها أجزأتهم ولم تنعقد بهم إال المعذور إذا حضرها وجبت عليه وانعقدت به‬
‫في وقتها في قرية وأن يحضرها من المستوطنين بها أربعون من أهل وجوبها وأن تتقدمها خطبتان في كل خطبة حمد هللا تعالى والصالة‬
‫ ويستحب أن يخطب على منبر فإذا صعد أقبل على الناس فسلم عليهم ثم يجلس‬.‫على رسوله صلى هللا عليه وسلم وقراءة آية والموعظة‬
‫إلى فراغ األذان ثم يقوم اإلمام فيخطب بهم ثم يجلس ثم يخطب الخطبة الثانية ثم تقام الصالة فينزل فيصلي بهم ركعتين يجهر فيهما‬
‫بالقراءة فمن أدرك معه منها ركعة أتمها جمعة وإال أتمها ظهرا وكذلك إن نقص العدد أو خرج الوقت وقد صلوا ركعة أتموها جمعة وإال‬
‫أتموها ظهرا‬.
‫وال يجوز أن يصلى في المصر أكثر من جمعة إال أن تدعو الحاجة إلى أكثر منها ويستحب لمن أتى الجمعة أن يغتسل ويلبس ثوبين‬
‫نظيفين ويتطيب ويبكر إليها فان جاء واإلمام يخطب لم يجلس حتى يصلي ركعتين يوجز فيهما‬.
‫وال يجوز الكالم واإلمام يخطب إال اإلمام أو من كلمه اإلمام‬.

1- Cuma Namazı'nın Farz Olma Şartları:

Eğer (kişi) bir binada yerleşmiş yaşıyorsa1; cami ile arasındaki mesafe bir fersah2 veya daha azsa, beş
vakit namaz kılması gereken herkesin cuma namazı kılması gerekir. Kadın, köle, yolcu,  hastalıktan,
yağmurdan veya korkudan dolayı mazur görülen kimse hariç. (Bunlara cuma namazı, farz değildir yani
cuma namazının farz olması için yukardaki şartlara ilaveten müslüman, mükellef/akil baliğ erkek, hür ve
mukim olup yağmur, hastalık, korku gibi özürlerden salim olmak gerekir.) Eğer (kendisine cuma namazı
farz olmayan) bu kimseler hazır bulunur (cumaya katılır)sa (ecir olarak) karşılığını alırlar fakat cuma
(namazı, sadece) onların katılımıyla sahih (geçerli) olmaz. (Hasta vb., cumaya katılmaması) mazur
görülen kişi dışında ki, eğer o (cuma namazında) hazır bulunursa, namaz ona vacib olur ve onun
bulunmasıyla da sahih olur.3

2- Cuma Namazının Sıhhat (yani geçerli oluş) Şartları4:

Vaktinde kılınması;

Karye (yani köy, kasaba vb., yerleşim birimi) sayılan bir yerde kılınması;

Sözkonusu yerleşim biriminin sakinlerinden cuma kılmaları kendilerine vacib olan kırk kişinin namazda
hazır bulunması5;

Namaz öncesi, her birinde Allah Te’alaya hamd ve Rasulü’ne salat, (en az tam bir) ayet kıraati ve vaaz
içeren iki hutbe irad edilmesi.

İmamın hutbeyi minberden vermesi müstehaptır.

Minber’e  çıktığında insanlara dönüp onları selamlar. Ezan 6 bitene kadar oturur. Sonra ayağa kalkar ve ilk
hutbeyi verir sonra oturur ve (ayağa kalkıp) ikinci hutbeyi verir. 7

Sonra ikamet getirilir, (minberden) iner ve iki rek’at namaz kıldırır, her rek’attr kıraatı açıktan yapar. 8

Bir rek’at’a yetişen (namazını) cuma (namazı) olarak tamamlar aksi takdirde öğle namazı olarak
tamamlar. Bunun gibi, eğer cema'ate katılanların sayısı (cuma namazı kılmak için gerekli sayıdan) az olur
veya vakit çıkarsa ve bir rek’at kılmışlarsa cuma (namazı) olarak tamamlarlar aksi takdirde öğle namazı
olarak tamamlarlar.
Bir şehirde; birden çok cuma (namazı) kılmayı gerektirecek birşey olmadıkça, birden çok cuma (namazı)
kılmak caiz değildir. 

Cumaya katılanın gusl etmesi ve iki parça temiz giysi giymesi, koku sürünmesi ve namaza
erkenden9 gelmesi müstehaptır.10

Eğer imam hutbe verirken gelirse, iki hafif rek’at (Tahiyyet'ul Mescid; Mescid) namaz(ı) kılmadan
oturmaz.11

İmam hutbe verirken konuşmak, imam ve imamın kendisiyle konuştuğu kişi dışında hiç kimse için caiz
değildir.12

Dipnotlar: Cuma Namazı Babı

1- Bundan kasıd el-Umde şarihi el-Makdisi (rh.a)’ın da belirttiği gibi yaz kış kalınan; taştan vs., bildiğimiz
nesnelerden yapılma evlerden oluşan yerleşim birimlerinde yaşayanlardır. Böylece çadırlarda kalan
topluluklara cuma namazının farz olmadığı anlaşılmaktadır.

2- Feyyumi'nin (vefatı h. 770) "Misbah'ul Munir" adlı eserinde verdiği bilgiye göre bir fersah üç Haşimi
miline tekabül eder. Mil ise günümüz ölçüleriyle iki km'ye yakındır. Yani Şeyh (rh.a) günümüzdeki ölçüyle
cuma kılınan yere yaklaşık beşbuçuk-altı km mesafede olan kişinin cumaya iştirakinin farz olduğunu
belirtmiş oluyor. Bu hususta İbni Kudame el-Muğni adlı eserinde ise şöyle demektedir: 

"Bu hüküm, şehir dışında yaşayanlar içindir. Şehirde yaşayanlar ise uzak olsun yakın olsun cumaya
iştirakle mükelleftirler. İmam Ahmed, ezanı duysun duymasın şehir ahalisinin cumaya katılmaları
gerektiğini belirtmiştir. Şehir dışında olanlar ise ezanı duyuyorlarsa cumaya iştirak etmeleri gerekir. Bu
husustaki delil Ebu Davud'un rivayet etmiş olduğu:

َ ْ‫ا ْل ُج ُم َع ُة َعلَى ُكل ِّ مَن‬ 


‫سم َِع ال ِّندَ ا َء‬

"Nidayı (ezanı) işitene cuma vacibtir." (Ebu Davud, #1056; Darekutnî, Sünen, 2/2; Beyheki, es-Sünen'ul
Kübra, 3/173) hadisi vb., nasslardır. Ezanı duymaktan kasıd, bizzat duymasa bile duyacak durumda
olmaktır. Bir fersah mesafe ezanın işitilebileceği alanı tayin etmek için içtihaden tayin edilmiştir. İla ahir."
(el-Muğni, 2/266 ve devamından özetlenmiştir.)

3- er-Ravd’ul Murbi adlı eserde bunlara ilaveten şöyle denmiştir: Cuma namazına katılması gereken
birinin imamdan önce öğle namazı kılması sahih (geçerli) değildir. Cuma namazına katılması vacib
olmayan kimse içinse sahihtir ama imamı beklemesi efdaldir. Cuma namazını bir mazeret olmaksızın terk
eden kişinin bir Dinar veya yarım Dinar Ssadaka vermesi müstehaptır. Cuma namazına katılması gereken
birinin -eğer yol arkadaşlarını kaybetmekten korkmuyorsa- cuma günü zevalden sonra yolculuk etmesi –
cuma namazını kılıncaya kadar- caiz değildir. Zevalden önce yolculuk etmek, eğer namazını yolda
kılacaksa mekruhtur.

4- Zad'ul Mustakni müellifinin de beyan ettiği üzere; imamın (devlet başkanının) izni cumanın sıhhat
şartları arasında yoktur.
5- Konuyla alakalı delaleti ve sübutu kati bir hadis olmadığından dolayı alimler cumanın cema'at ile
kılınması hususunda icma etmiş olmalarına rağmen cema'atin sayısı hususunda ihtilaf etmişlerdir. İbni
Kudame'nin el-Muğni’de konuyla alakalı verdiği malumatı özetleyecek olursak; kırk kişi olma şartının
mezhepte meşhur olan kavle göre hem sıhhat hem de vücub şartı olduğunu söylüyor. Bu aynı zamanda
Malik, Şafii ve başkalarından nakledilmiştir. İmam Ahmed'in konuyla alakalı bazı hadislere dayanarak elli
kişiyi şart koştuğu da söylenmiştir. Ahmed'den üç kişiyi yeterli gördüğü de rivayet edilmiştir. Bu aynı
zamanda Ebu Sevr ve Evzai'nin de kavlidir. Ebu Hanife dört kişiyi şart koşmuştur. Rebia oniki kişi demiştir.
İbni Kudame bütün bu görüşleri nakledip getirdikleri delillerin değerlendirmesini yaptıktan sonra
cema'atin (diğer şartları da taşıyan) en az kırk erkek olması görüşünü tercih ediyor. (el-Muğni, 2/244)
Allahu a’lem racih olan ise Ahmed’den gelen imam dahil üç veya daha fazla akil baliğ kişi olduğunda
cumanın sahih olacağı rivayetidir ki Şeyh'ul İslam İbni Teymiye’nin tercihi bu doğrultudadır yani
imamdan başka iki kişinin olmasını yeterli görmüştür. (el-İhtiyarat’ul Fıkhiyye, 439)

6- Hiraki’nin de ifade ettiği gibi bu (imam minbere çıktığında okunan) ezan, alışverişi terkedip namaza
koşmayı gerektiren ezandır.

7- er-Ravd’ul Murbi adlı eserde şöyle denmektedir: 

"Haram sözler söylemek, bir kaç tane dahi olsa, hutbeyi geçersiz kılar. 

Güç yetirildiğinde, Arapça’dan başka bir dilde hutbe vermek yeterli değildir. Hutbenin Sünnetleri ise
şunlardır:

Hutbeyi, minberde veya yüksek bir yerde, minber olmadığında, kıbleye dönüldüğünde sağdaki mihrabın
sağında, ve hutbe verirken ayakta durarak, sola doğru vermek;

Müslümanlara yüzünü döndüğünde onları selamlamak; (Hiraki’nin beyan ettiği gibi cema'at de imamın
selamına karşılık verir.)

Ezan bitene kadar ve de iki hutbe arasında oturmak;

Hutbe verirken ayakta durmak; bir kılıca yaslanmak, yay veya asaya dayanmak;

(Cema'at ile) yüz/göz teması kurmak. Hutbe verdiğinde de cema'at hatibe döner;

Hutbeyi kısa/öz tutmak, ikinci hutbeyi ilkinden kısa tutmak. Sesini mümkün olduğu kadar yükseltmek.

Müslümanlar için dua etmek, (raşid halifeler, yöneticiler veya bütün mü'minler gibi) belirli bir kimse için
dua etmek de caizdir.

Hutbeyi bir kağıttan okumak da caizdir."

8- el-Umde şarihi Makdisi’nin de belirttiği gibi ilk rek’atte el-Cumu’a (Suresi’ni) ve ikincisinde el-
Münafıkun (Suresi’ni) okumak, (veya ilkinde) el-A’la (Suresi, ikincisinde) el-Gaşiye (İnsan Suresi’ni
okumak) sünnettir.
9- Cumaya erkenden gitmenin delili şu hadistir: Ebu Hureyre Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'in
şöyle buyurduğunu nakletmiştir:

‫اع ِة‬
َ ‫س‬ َّ ‫ َومَنْ َرا َح فِي ال‬،‫ب َب َق َر ًة‬ َ ‫السا َع ِة ال َّثانِ َي ِة َف َكأ َ َّن َما َق َّر‬
َّ ‫ َومَنْ َرا َح فِي‬،‫ب َب َد َن ًة‬ َ ‫سل َ َي ْو َم ا ْل ُج ُم َع ِة ُغ ْسل َ ا ْل َج َنا َب ِة ُث َّم َرا َح َف َكأ َ َّن َما َق َّر‬
َ ‫اغ َت‬ ْ ‫َم ِن‬
‫ َفإِ َذا‬،‫ض ًة‬ َ ‫ب َب ْي‬َ ‫س ِة َف َكأ َ َّن َما َق َّر‬َ ‫سا َع ِة ا ْل َخا ِم‬ َّ ‫اح فِي ال‬ َ ‫ َومَنْ َر‬،‫اج ًة‬
َ ‫ب دَ َج‬َ ‫الر ِاب َع ِة َف َكأ َ َّن َما َق َّر‬
َّ ‫السا َع ِة‬ َّ ‫ َومَنْ َرا َح فِي‬، َ‫شا أَ ْق َرن‬ ً ‫ب َك ْب‬ َ ‫ال َّثالِ َث ِة َف َكأ َ َّن َما َق َّر‬
ُ
‫ت ا ْل َمالَئِ َكة َي ْس َت ِمعُونَ ال ِّذ ْك َر‬ ِ ‫ض َر‬ َ ‫ َخ َر َج اإلِ َما ُم َح‬ 

“Cuma günü cünüp olduğu için boy abdesti alan ve (herkesten önce) namaza gelen kimseler sanki bir
deveyi Allah yolunda tasadduk etmiş gibi sevap alırlar. Onlardan sonra ikinci saatte gelenler bir sığırı,
daha sonra üçüncü saatte gelenler boynuzlu bir koçu, ardından dördüncü saatte gelenler bir tavuğu ve
en son beşinci saatte gelenler bir yumurtayı Allah yolunda tasadduk etmiş gibi sevap alırlar. İmam (hutbe
için) çıktığında melekler okunan zikri dinlemek üzere oraya toplanırlar." (Buhari, #881)

İbni Ebi Hatim, Tefsirinde Furkan: 45. Ayetin izahında Rebi ibni Enes'in şöyle dediğini nakletmiştir:
Gündüz 12 saattir. 6. Saat gün ortasıdır. Güneş bundan sonra zevale girdiğinde öğle vakti girmiş olur. İbni
Abd'il Berr’in de işaret ettiği gibi alimlerin ekserisi sabah güneş doğduktan sonra cumaya gitmeye
başlanacağı görüşündedirler hatta bir kısmı fecrin doğuşundan itibaren bunu başlatmışlardır. (el-İstizkar,
2/6) İbni Kudame’nin el-Muğni’de belirttiği gibi cumayı ilk vaktinde kılmak müstehabbtır.

er-Ravd’ul Murbi adlı eserde şöyle denmektedir: "Bayram ve cuma aynı günde olursa, imam ile bayram
namazına katılmış olan kimselere, imamın kendisi hariç, o günkü cuma namazı artık farz değildir."

10- er-Ravd’ul Murbi adlı eserde ise şöyle diyor: 

"Cuma günü şunları yapmak Sünnet’tir:

Cuma Namazı için gusl etmek, cuma günü efdal olan cima edip namaz için evden ayrılmadan önce
gusletmektir. (İbni Kudame’nin el-Muğni’de belirttiği gibi; cuma guslü fecrin doğuşundan sonra başlar,
bundan önce yapılan gusül cuma guslü sayılmaz.) 

Temizlenmek; koku sürünmek; en güzel kıyafetleri giymek ki beyaz efdal olandır, sarık takmak ve rida
(cübbe, entari vs.,) giymek de böyledir. 

İkinci fecrin doğuşundan (yani sabah namazının vaktinden) itibaren erkenden vakarla ve sekinetle
yürüyerek gitmek; 

İmam’a yakın olmak, Kıble’ye dönmek; 

Namazla, zikirle ve kıraat ile meşgul olmak; 

Cuma günü el-Kehf Suresi’ni okumak; 

Duaların kabul olduğu saate denk gelmek için çokça dua etmek; 

Nebi (sallallahu aleyhi ve sellem)’e çokça salat getirmek, cuma geceleri de bunu yapmak; 

İmam ve müezzin yahut da üzerlerine basmadan ulaşamayacaksa bir boşluğa ulaşmak isteyen kişi
dışında; insanların üzerine basmamak (üzerinden atlamamak) da aynı şekilde Sünnet'tir.

Birini; kölesi veya kendi yetişkin oğlu olsa dahi (mescitte) kaldırıp onun yerine oturmak Haram’dır ancak
küçük biri veya önceden giderek bir yere oturup kendisi için yer tutan arkadaşı bunun dışındadır. Ne var
ki, bir kimse imamın yerine otursa, insanların yürüdüğü veya namaz kılarken insanların yüzlerini
çevirdikleri bir yere oturmuşsa yahut da yer darsa, bu yerden kişi kaldırılır. Yere serilmiş yaygıyı
(seccade), namaz başlamadıkça toplamak (sahibinin izni olmadığı için) Haram’dır, sonra onu toplar ve
üzerinde namaz kılmaz; herhangi bir sebeple yerinden kalkan kısa sürede geri dönerse yerini alma da
önceliklidir (hakkı vardır)."

Ayrıca Ebu Davud’un rivayet etmiş olduğu hadiste:

َ ‫ َوأَنْ ُي ْن‬ 
َّ ‫ش َد فِي ِه شِ ْع ٌر َو َن َهى َع ِن ال َّت َحلُّ ِق َق ْبل َ ال‬
‫صالَ ِة َي ْو َم ا ْل ُج ُم َع ِة‬

“Cuma günü namazdan önce halka teşkil etmek nehyedilmiştir.” (Ebu Davud, #1079; Nesai, Mesacid,
#22; İbni Mace, İkame, #96; Tirmizi, Salat, #123; Ahmed, Müsned, 2/179) denilmektedir. Hattabi bu
hadisin açıklamasında namazdan önce ilim ve müzakere için toplanmanın mekruh olduğunu, bilakis
namazla, hutbeyi dinlemekle ve zikirle meşgul olunması gerektiğini beyan etmiştir. (Mealim’us Sunen,
1/247)

11- er-Ravd’ul Murbi adlı eserde şöyle denilmektedir: 

"Namaz kılmanın yasaklandığı bir vakitte olsa dahi ve oturmuş olsa bile kısa bir süre geçtiyse kalkıp kılar.
Hutbe veren kişi ve de bayram namazı haricinde mescide giren herkes için, namaz kılmanın yasaklandığı
vakitler dışında, namaz için ikamet getirilmediyse iki rek’at mescid namazı kılmak Sünnet’dir; Cuma
namazından sonra kılınan Sünnet’in en azı iki rek’attir, en çoğu ise altı rek’attir. Diğer farz namazlarının
Sünnetlerinin evde kılınmasının aksine kişi bulunduğu yerde namazını kılar ve yine farz namaz ile sünnet
namaz arasını konuşma ile yahut hareket etmekle ayırmak da Sünnet’tir. Cuma namazının öncesinde
kılınan cuma namazı ile bağlantılı Sünnet samaz yoktur."

12- er-Ravd’ul Murbi adlı eserde şöyle denilmektedir: 

"Hutbeden önce ve sonra konuşmak caizdir. İmam, iki hutbe arasında sustuğunda da böyledir. İmam dua
etmeye başladığında; ya da imamın Rasulullah'ı zikrettiğini duyarsa, Nebi (sallallahu aleyhi ve sellem)’e
salat göndermek caizdir ve Sünnet olan sessizce salat göndermektir. Kişi tıpkı; hatibe dua etmesi,
duasına amin demesi, aksırdığında duada bulunması, selamını alması gibi, bütün bunları da içinden
yapar. Birine işaret ederek susturmak konuşmak gibi değildir; hutbe sırasında hutbeyi duyan kişinin
kıpırdaması veya bir şey içmesi mekruhtur, aksi takdirde (hutbeyi duymuyorsa) caizdir."

‫باب صالة العيدين‬

Bab'u Salat'il İydeyn (Bayram Namazları Babı)

‫ والسنة فعلها‬،‫ ووقتها من ارتفاع الشمس إلى الزوال‬.‫وهي فرض على الكفاية إذا قام بها أربعون من أهل المصر سقطت عن سائرهم‬
‫ فإذا حلت الصالة‬،‫ ويسن أن يغتسل ويتنظف ويتطيب‬.‫ والفطر في الفطر خاصة قبل الصالة‬،‫ وتعجيل األضحى وتأخير الفطر‬،‫في المصلى‬
‫ وفي الثانية خمسا ً سوى تكبيرة القيام‬،‫ يكبر في األولى سبعا ً بتكبيرة اإلحرام‬،‫تقدم اإلمام فصلى بهم ركعتين بال أذان وال إقامة‬. 
‫ ثم يقرأ الفاتحة وسورة يجهر فيهما‬،‫ ويحمد هللا ويصلي على النبي صلى هللا عليه وسلم بين كل تكبيرتين‬،‫ويرفع يديه مع كل تكبيرة‬
.‫ وإن كان أضحى بين لهم حكم األضحية‬،‫ فإن كان فطراً حثهم على الصدقة وبين لهم حكمها‬،‫ فإذا سلم خطب بهم خطبتين‬،‫بالقراءة‬
‫والتكبيرات الزوائد والخطبتان سنة‬. 
‫ فإن أحب‬،‫ ومن فاتته فال قضاء عليه‬،‫ ومن أدرك اإلمام قبل سالمه أتمها على صفتها‬.‫وال يتنفل قبل صالة العيد وال بعدها في موضعها‬
‫ ويكبر في األضحى‬،‫ ويستحب التكبير في ليلتي العيدين‬.‫ وإن شاء صالها على صفتها‬،ً‫ وإن شاء أربعا‬،‫ إن شاء ركعتين‬:ً ‫صالها تطوعا‬
‫عقيب الفرائض في الجماعة من صالة الفجر يوم عرفة إلى العصر من آخر أيام التشريق‬. 
‫ وهلل الحمد‬،‫ وهللا أكبر هللا أكبر‬.‫ ال إله إال هللا‬،‫ هللا أكبر هللا أكبر‬:ً ‫وصفة التكبير شفعا‬.

Hükmü: Bu namazlar farzı kifayedir ve eğer şehir ahalisinden kırk kişi kılarsa diğerlerinden sakıt olur.

Vakti, güneşin yükselmesinden zevale (öğle vaktine) kadar olan süredir.

Sünnetleri:

Musalla’da (açık arazide namaz için tayin edilen yerde) kılmak;

Kurban Bayramı’nda (namaz için) acele etmek Ramazan Bayramı’nda (namazı) geciktirmek.
 
Ramazan Bayramı’nda namazdan önce kahvaltı etmek. 1

Gusl etmek, temizlenmek (temiz elbise giymek) ve güzel koku sürünmek. 2

Kılınış şekli: Namaz vakti olduğunda; imam öne çıkar, ezansız ve ikametsiz, iki rek’at namaz kıldırır. İlk
rek’atte; ihram (başlangıç tekbiri ile birlikte) yedi tekbir getirir. İkinci rek’atte; (secdeden) kıyama
kalkarken getirdiği tekbir dışında beş tekbir getirir. Her tekbirde ellerini kaldırır. 3 Her iki tekbir arasında,
Allah’a hamd eder ve Nebi (sallalahu aleyhi ve sellem)’e salat gönderir. Sonra, el-Fatiha ve başka bir
Sure’yi cehren (açıktan ve yüksek sesle) okur. 4

Selam verdikten sonra iki bölümden oluşan bir hutbe verir. Eğer İd el-Fitr (Ramazan Bayramı) ise, sadaka
vermeye teşvik eder ve ahkamını açıklar. İd el-Adha (Kurban Bayramı) ise kurban ahkamını
açıklar.5 (Hutbede) tekbirleri çoğaltmak ve iki hutbe irad etmek Sünnet’tir.

(Musalla’da) Bayram Namazı’ndan ne önce ne de sonra nafile (namaz) kılınmaz. 6

Namaza imam selam vermeden yetişen, namazı tarif edildiği gibi tamamlar. Yetişemeyenin ise kaza
etmesi gerekmez. Nafile olarak kılmak isterse, ister iki rek’at kılar isterse dört rek’at kılar, isterse tarif
edildiği gibi (tekbirleri ile) kılar.

Bayram gecelerinde ve Kurban Bayramı’nda; Arefe Günü, sabah namazından başlayarak Teşrik
Günleri’nin sonuncu günü (dördüncü günde) ikindi namazına kadar cema’at ile kılınan farz namazlardan
sonra tekbir getirmek müstehabbtır. 7 Tekbir lafzı (aynı ezandaki gibi) ikişer defa tekrarlanarak şu lafızlar
söylenir:

‫ َوهَّلِل ِ ا ْل َح ْم ُد‬،‫ هَّللا ُ أَ ْك َب ُر‬،‫ َوهَّللا ُ أَ ْك َب ُر‬،ُ ‫ اَل إِلَ َه إِاَّل هَّللا‬،‫ هَّللا ُ أَ ْك َب ُر‬،‫هَّللا ُ أَ ْك َب ُر‬
[Manası: Allah en büyüktür! Allah en büyüktür! Allah’tan başka -tapılmaya layık- ilah yoktur! Allah en
büyüktür! Allah en büyüktür! Hamd Allah’a mahsustur!]

Dipnotlar: Bayram Namazları Babı

1- Zad’ul Mustakni adlı eserde şöyle denmiştir: "Kurban Bayramı’nda kurbanlıklar varsa bunun tersi
yapılır (yani namazdan sonra kurban etinden yenerek kahvaltı yapılır)."

2- Hiraki şöyle demiştir: "İnsanlar sabah erkenden tekbirler getirerek  musallaya (mescidin haricinde
bayram namazı kılınan açık alana) doğru yola çıkarlar." İbni Kudame bu ibarenin şerhinde şöyle demiştir:
"Bu imamın dışındakiler içindir. İmam ise ta ki Bayram Namazı vakti girinceye kadar tekbir getirmez ve
namaza en son gelir veya musallaya gelmiş olsa bile insanlardan gizlenir. Zira imam insanları beklemez,
insanlar onu beklerler. Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) de böyle yapmıştır." (el-Muğni, 3/261)

3- Başlangıç tekbirinden sonra İftiftah Dua'sı okunur. Daha sonra tekbirlere geçilir. Tekbirler bittikten
sonra İstiaze, Besmele ve ardından kıraat başlar. (el-Muğni, 3/273) Hiraki ise şöyle demiştir: "İftitah
Duası'nın ardından Allah'a hamd-u sena edip, Peygamber (sallallahu aleyhi ve sellem)'e de salat-u selam
getirir ve her tekbirin arasında bunu tekrar eder. Eğer dilerse (tekbir aralarında) şu duayı okuyabilir:

‫سلَّ َم‬ َ ‫صلَّى هَّللا ُ َعلَى ُم َح َّم ٍد ال َّن ِب ِّي اأْل ُ ِّم ِّي َو َعلَى آلِ ِه َو‬
َ ‫ص ْحبِ ُه َو‬ َ ‫ َو‬، ‫س ْب َحانَ هَّللا ِ ُب ْك َر ًة َوأَصِ ياًل‬ ً ‫ َوا ْل َح ْم ُد هَّلِل ِ َكث‬،‫يرا‬
ُ ‫ َو‬،‫ِيرا‬ ً ِ‫هَّللا ُ أَ ْك َب ُر َكب‬

[Manası: Allah en büyüktür, Allah'a çokça hamd-u senalar olsun. Sabah akşam Allah'ı tesbih ederim.
Ümmi peygambere, aline ve ashabına salat-u selam olsun.]

Dilerse bundan başka tesbih ve zikirleri de söyleyebilir."

4- Müslim, Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem)’in Cuma ve Bayram namazlarında birinci rekatta el-
A’la, ikinci rekatte el-Gaşiye Sureleri'ni okuduğunu rivayet etmiştir. O yüzden İmam Ahmed bunu
müstehabb görmüştür. (el-Muğni, 3/269)

5- Zad’ul Mustakni adlı eserde şöyle denmiştir: "Hutbelerin ilkine dokuz tekbir ile ikincisine ise yedi
tekbir ile başlar."

6- Hiraki şöyle demiştir: "Bayram namazına sabah hangi yoldan geldiyse evine başka bir yoldan döner."

7- Bir kavle göre kadınlar da Teşrik Tekbiri getirir. Ancak bunu, erkeklerin duymayacağı şekilde kısık sesle
yapmaları gerekir. İmam Ahmed'den gelen başka bir rivayete göre ise tekbirde aslolan sesi yükseltmek
olduğu için kadınların tekbir getirmesi müstehabb olmaz. Kişi namazdan sonra tekbir getirmeyi unutsa
dahi hatırladığında tekrar oturup tekbir getirir. Bunun haricinde de bütün Teşrik günlerinde hatta
Zilhicce'nin ilk on gününde çarşıda, pazarda, mescidde ve sair yerlerde yükses sesle tekbir getirilmesi
Mendub'dur. Bayram günleri "Tekeballahu minna ve minkum (Allah bizlerden ve sizlerden kabul
buyursun)!" demekte bir beis yoktur bunun gibi, bu şekilde söyleyen birine aynı şekilde mukabelede
bulunmakta da bir beis yoktur. (el-Muğni, 3/291-195)

NAMAZ KITABININ SONU


‫كتاب الجنائز‬

Kitab'ul Cenaiz (Cenazeler Kitabı)

‫وإذا تيقن موته أغمضت عيناه وشد لحياه وجعل على بطنه مرآة أو غيرها‬

Bir kimsenin ölümü kesinleştiğinde; gözleri kapatılır, çenesi bağlanılır ve karnının üzerine (şişmemesi için)
ayna ya da ondan başka demir parçası gibi bir şey konulur.
‫‪Yıkama‬‬

‫كحديدة فإذا أخذ في غسله سترت عورته ثم يعصر بطنه عصرا رفيقا ثم يلف على يده خرقة فينجيه بها ثم يوضئه ثم يغسل رأسه ولحيته‬
‫بماء وسدر ثم شقه األيمن ثم األيسر ثم يغسله كذلك مرة ثانية وثالثة يمر في كل مرة يده على بطنه فإن خرج منه شيء غسله وسده‬
‫بقطن فإن لم يستمسك فبطين حر ويعيد وضوءه وإن لم ينق بثالث زاد إلى خمس أو إلى سبع ثم ينشفه بثوب ويجعل الطيب في مغابنه‬
‫ومواضع سجوده وإن طيبه كله كان حسنا ويجمر أكفانه وإن كان شاربه أو أظفاره طويلة أخذ منه وال يسرح شعره والمرأة يضفر‬
‫شعرها ثالثة قرون ويسدل من ورائها‬

‫;‪(Ölü) yıkanmaya başlanıldığında‬‬


Avreti örtülür.

Sonra nazikçe karnı sıkılır.

(Yıkayan kişi kendi) eline bir bez sarar ve onunla (karnının sıkılması sebebiyle çıkan) dışkıyı temizler.

Sonra (ölünün abdest uzuvlarınnı yıkayarak) ona abdest aldırır.

Sonra başını ve sakalını su ve sidr ile yıkar.

Sonra sağ yanını ve ardından sol yanını yıkar ve sonra (bütün vücudunu) gusl eder, ikinci ve üçüncü
seferde de aynı bunun gibi yıkar.

Eliyle her seferinde karnına bastırır ve oradan bir şey çıkarsa yıkar ve (pislik çıkabilecek yerleri) pamukla
tıkar. Eğer akıntıyı pamuk durdurmazsa pişmiş çamur ile tıkar ve tekrar abdest aldırır.

Eğer üç yıkama ile temizlik elde edilemediyse, (yıkama) sayı(sı) beşe veya yediye çıkarılır.

Sonra cesedi bir parça elbise (kumaş vb.,) ile kurular.

Onun kasık ve koltuk altlarına ve secde yerlerine koku sürülür. Eğer bütün vücuduna koku sürebiliyorsa
bu daha iyidir. Kefeni de tütsülenir.

Bıyığı ve tırnakları -eğer uzunsa- kısaltılır ancak saçları taranmaz.

(Eğer ölü kadınsa) kadının saçları üç örgü yapılır ve arkasına sarkıtılır.

Kefenleme

‫ثم يكفن في ثالثة أثواب بيض ليس فيها قميص وال عمامة يدرج فيها إدراجا وإن كفن في قميص وإزار ولفافة فال بأس والمرأة تكفن في‬
‫خمسة أثواب في درع ومقنعة وإزار ولفافتين‬

(Ölünün yıkanması tamamlandıktan sonra; eğer ölü erkekse) gömlek veya sarık ihtiva etmeyen üç beyaz
bez ile kefenlenir. (Ölü) kefenlerin içerisine aşama aşama konulur (ilk önce birine sarılır, sonra diğerine).
Kamis (gömlek), izar (alt kısmı vücudun alt kısmını saran etek) ve bir lifafe (baştan ayağa kadar olan bez)
ile kefenlendiyse bunda bir sakınca yoktur.

Kadın beş kat kefenlenir: Elbise, başörtüsü, izar ve iki kefen.

Yıkama, Kefenleme ve Defin İşlemini Yerine Getirmede Hak Sahipleri

‫وأحق الناس بغسله والصالة عليه ودفنه وصيه في ذلك ثم األب ثم الجد ثم األقرب فاألقرب من العصبات وأولى الناس بغسل المرأة األم‬
‫ثم الجدة ثم األقرب فاألقرب من نسائها إال أن األمير يقدم في الصالة على األب ومن بعده‬

(Ölü erkek olduğunda) onu yıkama, namazını kılma ve defin (gömme) hususunda insanlar arasında en
çok hak sahibi olan(lar şunlardır): Ölmeden önce bu işi yapması için tayin ettiği kimse, sonra babası,
sonra dedesi (büyükbabası), sonra (da) baba tarafından en yakın olan erkek akrabası.
‫‪(Ölü kadın olduğunda) kadını yıkamada kadınlar arasında en çok hak sahibi olan(lar şunlardır): Annesi‬‬
‫‪sonra anneannesi sonra (da) en yakın kadın akrabası. Ancak Emir'in (cenaze) namaz(ını kıldırma)da,‬‬
‫‪(ölenin) babası ve ondan sonra hak sahibi olanlardan önce öne geçirilmesi bundan müstesnadır. (Bu‬‬
‫)‪durumda emir yani yönetici ölünün velilerinden izin almasa da namazı kıldırır.‬‬

‫‪Cenaze Namazının Kılınış Şekli‬‬

‫والصالة عليه‪ :‬يكبر ويقرأ الفاتحة ثم يكبر الثانية ويصلي على النبي صلى هللا عليه وسلم ثم يكبر ويقول اللهم أغفر لحينا وميتنا‬
‫وشاهدنا وغائبنا صغيرنا وكبيرنا وذكرنا وأنثانا إنك تعلم منقلبنا ومثوانا وأنت على كل شيء قدير اللهم من أحييته منا فأحيه على‬
‫اإلسالم والسنة ومن توفيته فتوفه عليهما اللهم اغفر له وارحمه وعافه واعف عنه وأكرم نزله ووسع مدخله واغسله بالماء والثلج‬
‫والبرد ونقه من الخطايا كما ينقي الثوب األبيض من الدنس وأبدله دارا خيرا من داره وجوارا خيرا من جواره وزوجا خيرا من زوجه‬
‫وأدخله الجنة وأعذه من عذاب القبر ومن عذاب النار وافسح له في قبره ونور له فيه ثم يكبر ويسلم تسليمة واحدة عن يمينه ويرفع‬
‫‪.‬يديه مع كل تكبيرة‬
‫‪.‬والواجب من ذلك التكبيرات والقراءة والصالة على النبي صلى هللا عليه وسلم وأدنى دعاء الحي للميت والسالم‬
Ölü üzerine kılınan (Cenaze) Namazı (şu şekildedir):

(İmam) tekbir getirir ve Fatiha okur.1

Sonra ikinci defa tekbir getirir ve Nebi (sallallahu aleyhi ve sellem)’e salat gönderir.

Sonra (üçüncü defa) tekbir getirir ve şöyle der:

‫ اللهم من‬،‫ إنك تعلم منقلبنا ومثوانا وأنت على كل شئ قدير‬،‫اللهم اغفر لحينا وميتنا وشاهدنا وغائبنا وصغيرنا وكبيرنا وذكرنا وأنثانا‬
‫ اللهم اغفر له وارحمه وعافه واعف عنه وأكرم نزله ووسع مدخله‬،‫ ومن توفيته فتوفه عليهما‬،‫أحييته منا فأحيه على اإلسالم والسنة‬
،‫ وجواراً خيراً من جواره‬،‫ وأبدله داراً خيراً من داره‬،‫واغسله بالماء والثلج والبرد ونقه من الخطايا كما ينقى الثوب األبيض من الدنس‬
‫ وافسح له في قبره ونور له فيه‬،‫ وأدخله الجنة وأعذه من عذاب القبر ومن عذاب النار‬،‫وزوجا ً خيراً من زوجه‬

"Allah'ım, bizim dirimize, ölümüze, burada bulunanımıza, bulunmayanımıza, küçüğümüze, büyüğümüze,


erkeğimize, kadınımıza mağfiret et! Zira Sen, dönüp-dolaşacağımız yeri de varacağımız yeri de biliyorsun
ve Sen her şeye Kadir’sin! Allah'ım içimizde yaşattıklarını İslam üzere ve Sünnet üzere yaşat,
öldürdüklerini de aynı şekilde (İslam üzere ve Sünnet üzere) öldür. Allah'ım! Ona (ölüye) mağfiret buyur;
ona rahmet eyle; onu affet ve kendisine afiyet ver. Vardığı yerde ona ikramda bulun; yerini genişlet;
kendisini su ile, kar ve dolu ile yıka ve beyaz elbisenin kirden temizlendiği gibi günahlardan temizle. Ona
dünyadaki yurdunun yerine daha hayırlı bir yurt; komşularının yerine daha hayırlı komşular; zevcesinin
yerine daha hayırlı bir zevce ihsan eyle. Onu kabirin fitnesinden ve ateşin (cehennemin) azabından koru.
Kabrini onun için genişlet ve orayı onun için nurlandır." 2

Dördüncü tekbir getirdikten sonra, yüzünü sağa döndürür ve bir defa (es-selamu aleykum ve
rahmetullah! diyerek) selam verir.

Her tekbirde ellerini kaldırır. 3

Vacibleri

Bu zikredilenler arasında vacib olanlar şunlardır: 

Tekbirler, kıraat (Fatiha okumak), Nebi (sallallahu aleyhi ve sellem)’e salat getirmek ve de az da olsa
dirinin ölüye dua etmesi.4

Dipnotlar: Cenaze Namazının Kılınış Şekli

1- İbni Kudame’nin el-Muğni’de zikrettiğine göre; cenaze namazında iftitah duası (subhaneke vb.,) ve de
zammi sure okunmaz. Kıraat ve dua ise bütün ilim ehlinin ittifakıyla sessiz olarak yapılır. Selam da aynı
şekilde sessiz verilir. Allah Rasulu (sallallahu aleyhi ve sellem)’e salat da tıpkı namazdaki gibi yani salli-
barik dualarıyla getirilir. (el-Muğni, #1557-1559)

2- Bu duanın lafızlarının çoğu sünnet kaynaklı olup Müslim; Ebu Davud; İbni Mace; Tirmizi ve diğer hadis
mecmualarında nakledilmiştir. 
3- el-Muğni’de zikredildiğine göre; her el kaldırdıktan sonra tıpkı namazdaki gibi sağ elini sol elinin
üstüne koyarak bağlar. (el-Muğni, #1565)

4- İbni Kudame, el-Muğni’de bunlara ilaveten; niyet, tek bir selam vermek, kıyam ve de vakit haricindeki
namazın diğer bütün şartlarını (taharet vs.,) cenaze namazının farzları arasında saymıştır. (el-Muğni,
#1568)

Cenaze Namazına Dair Hükümler ve Özel Durumlar

‫ومن فاتته الصالة عليه صلى على القبر إلى شهر وإن كان الميت غائبا عن البلد صلى عليه بالنية‬.
‫ومن تعذر غسله لعدم الماء أو الخوف عليه من التقطع كالمجدور أو المحترق أو لكون المرأة بين رجال أو الرجل بين نساء فإنه ييمم إال‬
‫أن لكل من الزوجين غسل صاحبه وكذلك أم الولد مع سيدها‬.
‫والشهيد إذا مات في المعركة لم يغسل ولم يصل عليه وينحى عنه الحديد والجلود ثم يزمل في ثيابه وإن كفن بغيرها فال بأس‬.
‫والمحرم يغسل بماء وسدر وال يلبس مخيطا وال يقرب طيبا وال يغطى رأسه وال يقطع شعره وال ظفره‬.

Cenaze namazını kaçıran kimse, bir aya kadar onun kabrine giderek orada (cenaze namazını) kılabilir.

Eğer ölü gaib ise, başka bir beldedeyse bu durumda (ölünün önündeymiş gibi/ölünün kabrinin
önündeymiş gibi) niyet ederek (gaib cenaze için) namaz kılar.
Eğer su bulunmamasından veyahut da ıslanması durumunda bedeninin bozulup/çürüyeceğinden
korkulduğundan yahut da çiçek hastalığına yakalanmış veya bedeni yanmış bir kimsenin durumundaki
gibi, ya da erkekler içerisinde ölen bir kadın veya kadınlar içerisinde ölen bir erkekte olduğu gibi,
(cenazeyi) yıkamak mümkün değilse; bu durumda ölü teyemmüm ettirilir. Eşlerin birbirlerini yıkaması ve
bunun gibi umm’ul veledin (efendisine çocuk doğurmuş olan cariyenin) ve efendisinin durumu ise bunun
dışındadır. (Bu durumlarda kadın-erkek birbirini yıkayabilir.)

Şehidlere gelince, savaş esnasında öldüyse yıkanmaz ve namazı da kılınmaz. Demir (metal) ve deri (zırh)
üzerinden çıkarılır ve sonra elbiseleri ile sarılarak (kefenlenlenir), eğer başka şeylerle kefenlenirse bunda
bir sakınca yoktur.

İhramlıyken ölen, su ve (kurutulmuş) sidr (yapraklarının tozu) ile yıkanır. Üzerine dikişli elbiseler
giydirilmez, koku sürülmez, başı sarılmaz, saçları taranmadığı gibi tırnakları da kesilmez.

Defin İşlemi

‫ويستحب دفن الميت في لحد وينصب عليه اللبن نصبا كما صنع برسول هللا صلى هللا عليه وسلم وال يدخل القبر آجرا وال خشبا وال شيئا‬
‫مسته النار‬.

Ölüyü, Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem)’e yapıldığı gibi; lahda defn etmek ve üzerini pişmemiş
tuğlalar ile örmek, müstehabdır. Mezarın içerisine ne pişmiş kil ne odun ne de ateş değmiş hiçbir şey
konulmaz.1

Dipnotlar: Defin İşlemi


1-
 Kabre ateş değmiş bir şey konulmaması şarih Bahauddin el-Makdisi’nin de belirttiği gibi ateşle tefe’ul
etmek yani ölüye ateş değmemesi için hayra yorulacak bir iş yapma amacıyladır. 

Lahd usulüne gelince; İbni Abbas (radiyallahu anhuma ecmain), Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'in
şöyle buyurduğunu rivayet etmiştir: 

‫شقُّ لِ َغ ْي ِر َنا‬
َّ ‫اللَّ ْح ُد لَ َنا َوال‬ 

"Lahd bize, şakk bizden başkasına aittir." (Ebu Davud, #3208; Tirmizi, #1045; Nesai, #2009)

Müellif'in de belirttiği üzere; Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) de lahd usulü ile gömülmüştür: Sa’d
ibni Ebi Vakkas (radiyallahu anh), vefat etmiş olduğu hastalığında şöyle demiştir:

‫ول هَّللا ِ صلى هللا عليه وسلم‬


ِ ‫س‬ ْ ‫فِي َم َرضِ ِه الَّذِي َهلَ َك فِي ِه ا ْل َحدُوا لِي لَ ْحدً ا َوا ْنصِ ُبوا َعلَ َّى اللَّ ِبنَ َن‬
ُ ‫ص ًبا َك َما‬
ُ ‫صن َِع ِب َر‬

"Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem)’e yapıldığı gibi bana da lahd kazın ve üstüme kerpiçler dikin
(üzerimi kerpiçlerle örtün)." (Müslim, #966; Nesai, #2007-2008)

Lahd usulü şöyledir: Kabrin duvarının kıbleye en yakın yerin altı (tabanı) ölünün yerleşebileceği kadar
oyulur. Sonra yüzü kıbleye gelecek şekilde ölü bu oyuğa yerleştirilir. Daha sonra bu oyuk, ölünün sırtının
arkasına gelecek şekilde kerpiçlerle kapatılır. Ardından da toprakla doldurulur. Böylece kabir toprakla
doldurulduğu zaman, toprak cesede değmez. Bu, cesede ihtiram ve ta’zim ifade eder.

Şakk usulü ise, şöyledir: Kabrin ortasında cesedin yerleşebileceği kadar bir çukur kazılır. Ölünün üzerine
çökmemesi için de kabrin iki tarafı kerpiç tuğlalarla örülür. Sonra yüzü kıbleye gelecek şekilde ölü iki
duvarın arasındaki boşluğa konulur. Daha sonra bu boşluğun üzerine taşlarla veya başka şeylerle tavan
yapılır. Ölünün bedenine değmemesi için tavan birazca yüksek yapılır. Ardından da üzerine toprak atılır.

Lahd ve şakk usullerinin her ikisi de, alimlerin icması ile caizdir. İmam Nevevi (rahimahullah) bu konuda
şöyle demiştir: 

"Alimler, ölüleri lahd ve şakk usulleri ile kazılan kabirlere defnetmenin caiz oluşunda ittifak etmişlerdir.
Fakat yer sert ve toprağı çökmüyorsa, lahd usulü daha faziletlidir. Eğer toprak gevşek ve çöküyorsa, şakk
usulü daha faziletlidir." (Nevevi, el-Mecmu, 5/252)
Taziye

‫ويستحب تعزية أهل الميت والبكاء عليه غير مكروه إذا لم يكن معه ندب وال نياحة‬

Ölünün ehline (ev halkına, akrabalarına) taziyede bulunmak müstehabdır. 1 Ölü için ağlamak mekruh
değildir ta ki nudbe (ölünün iyiliklerini sayıp dökerek ağlamak) ve niyaha (avaz avaz ağlamak) ile bir arada
olmasın.

Dipnotlar: Taziye

1- Bu hüküm müslüman içindir. Kafire gelince; İslam'a davet gibi bir maslahat varsa taziye yapılabilir aksi
takdirde gerekmez. İbni Hacer (rh.a)’ın aşağıdaki sözleri konuyu özetler niteliktedir. 

"İbni Battal diyor ki: Eğer bunlara hasta ziyareti yapılmasında İslam'a girmeleri umudu varsa, ziyaret
meşrudur. Şayet böyle bir durum yoksa bu meşru olmaz. (İbni Hacer diyor ki) Benim kanaatim odur ki, bu
ziyaret meselesi maksatlara göre değişir. Bazan olur ki, kafire hasta ziyareti yapmanın bir başka yarar ve
maslahatı olabilir." (Feth’ul Bari, 10/119; Müşriklere Hasta Ziyareti Babı)

Kabir Ziyareti

‫ سالم عليكم أهل دار قوم مؤمنين وإنا إن شاء هللا بكم الحقون اللهم ال تحرمنا‬:‫وال بأس بزيارة القبور للرجال ويقول إذا مر بها أو زارها‬
‫أجرهم وال تفتنا بعدهم واغفر لنا ولهم نسأل هللا لنا ولكم العافية‬

(Kadınlardan farklı olarak) erkeklerin kabirleri ziyaret etmesinde bir sakınca yoktur. (Ziyaret ettiğinde)
şöyle der:

‫ نسأل هللا لنا‬،‫ اللهم ال تحرمنا أجرهم وال تفتنا بعدهم واغفر لنا ولهم‬،‫ وإنا إن شاء هللا بكم الحقون‬،‫سالم عليكم أهل دار قوم مؤمنين‬
‫ولكم العافية‬.

"Selam üzerinize olsun ey mü’minler cema'atinin halkı! İnşallah bizler de sizlere kavuşacağız! Ey Allah'ım!
Bizi onun (ölümüne sabretme ve cenazesinin defnine katlanma) ecrinden mahrum etme, ve onun
vefatından sonra bizi sapıttırma ve bizleri ve onları bağışla! Allah’tan bizlere ve sizlere afiyet istiyoruz!" 1

Dipnotlar: Kabir Ziyareti

1- Hadis farklı lafızlarla Müslim, Cenaiz #103 ve diğer hadis kaynaklarında rivayet edilmiştir. Belli bir kabri
ziyaret amacıyla yolculuğa çıkmak ise bundan farklı olarak nehyedilmiştir. Zira Rasulullah (sallallahu
aleyhi ve sellem) sahih hadiste Mescid-i Haram, Mescid-i Aksa ve Mescid-i Nebevi’den ibaret üç mescid
haricinde herhangi bir mescid için yolculuğa çıkmayı nehyetmiştir. Kabir ve türbeler için yolculuğa
çıkmanın nehyedilmesi ise daha evladır. İbni Teymiyye (rh.a) “Sıratı Mustakim” adlı eserinde bu meseleyi
tafsilatıyla izah etmiştir oraya müracaat edilebilir.

İsal el-Sevab (Yapılan Hayrın Sevabını Ölüye Bağışlama)

‫وأي قربة فعلها وجعل ثوابها للميت المسلم نفعه ذلك‬

Bir kimsenin işleyip sevabını ölmüş bir müslümana gönderdiği hayır, ölüye fayda verir. 1

Dipnotlar: Yapılan Hayrın Sevabını Ölüye Bağışlama

1- İbni Kayyım (rh.a) bu hususta şunları zikretmektedir:

"Dünyadakilerin amelleri, ölülerin ruhlarına iki sebepten dolayı faydalı olur. Bu hususta ehli sünnet
fakihleri, hadisçiler ve tefsirciler icma etmişlerdir.

Birincisi, ölünün, hayatta bıraktığı bir sebep.

İkincisi ise, müslümanların ölüye dua ve istiğfar etmeleri; onun adına her ne kadar infak sevabının ölüye
ulaşıp ulaşmayacağı tartışmalı da olsa, sadaka verip hac yapmalarıdır. Cumhur-u ulemaya göre, bizzat
yapılan amelin sevabı ulaşırken bazı Hanefîlere göre infâk sevabı ulaşır.

Dini ibadetlerden oruç, namaz, Kur'an okumak, zikir gibi ibadetlerin ölüye ulaşacağı tartışmalıdır. Ahmed
ibni Hanbel ve çoğu Selefin görüşü, bunların ulaşmasıdır. Hanefîlerden de bu görüşte olanlar vardır.
Ahmed ibni Hanbel yapılan ibadetlerin ölüye ulaşacağı ile ilgili olarak Muhammed ibni Yahya el-
Kehhal'dan şunu nakleder:

"Ebu Abdullah'a (İmam Ahmed'e) denildi ki: Bir kimse, namaz, sadaka gibi hayırlı bir ibadet yapıp,
sevabının yarısını annesine yahut babasına gönderebilir mi? Ebu Abdullah da bir rivayette: "Böyle
olacağını umarım" der. Diğer bir rivayette ise: "Sadaka gibi hayırlı ameller ölüye ulaşır" dedikten sonra,
üç defa Ayet'el Kürsi'yi, üç defa da İhlas Suresi'ni okumuş ve: "Allah'ım, kabirde yatanlara bunu fazlınla
ver" demiştir. 

Maliki ve Safîlerin meşhur görüşü, bunların ölüye ulaşmamasıdır. Kelamcı bir kısım bid'atçılara göre dua
vb., amellerden hiçbirisi ölüye ulaşmaz." 

İbni Kayyım, Kur'an ve namaz da dahil yapılan bütün salih amellerin sevabının ulaşacağı görüşünü tercih
ederek meselenin deliller ışığında müzakeresini yapmaktadır. Kitab’ur Ruh trc, sf 157 ve devamına
bakılabilir. 

İbni Teymiyye (rh.a) “Sıratı Mustakim” adlı eserinde (s.499-502)  Tahavi Akidesi Şarihi İbn Ebi’il İzz (sf
380-388) ve İbni Kudame (rh.a) da el-Muğni’de cenazeler kitabının son tarafında bu görüşü kabul
etmişlerdir. Bununla beraber kabrin başında Kur’an okumakla alakalı olarak Şeyh'ul İslam, ilgili eserin
devamında şunları zikretmiştir: 

"…Hemen belirtelim ki, bu alimlerden hiç birisi, ölü adına yapılacak ibadetlerin sevabının ölüye ulaşıp
ulaşmaması konusunda, bu ibadetlerin yapıldıkları yerin belirleyici bir faktör olduğunu ileri sürmemiştir.
…Eğer mezar başında Kur'an okumanın şeri'atımızda yeri (meşru) olsaydı, mutlaka Peygamberimiz bunu
ümmetine bildirirdi. Çünkü bu davranış bir bakıma yararlı olsa bile, zararı ve sakıncası daha baskındır.
Tıpkı orada kılınacak namaz gibi." 

İbni Teymiyye’nin sözkonusu eserde de beyan ettiği üzere günümüzdeki gibi düzenli aralıklarla mezar
başına giderek orada Kur'an okumanın müstahab olduğunu hiç bir alim söylemiş değildir. Ölü
defnedildikten sonra kabri başında Kur’an okumak ise İmam Ahmed’den rivayet edilen ve İbni
Teymiyye’nin de delillerini daha tutarlı bulduğu görüşe göre mekruhtur. Sıratı Mustakim’de bahsi geçen
yere bakılabilir.

CENAZELER KITABININ SONU


‫كتاب الزكاة‬

‫)‪Kitab'uz Zekat (Zekat Kitabı‬‬

‫وهي واجبة على كل مسلم حر ملك نصابا ً ملكا ً تاماً‪ ،‬وال زكاة في مال حتى يحول عليه الحول إال في الخارج من األرض‪ ،‬ونماء النصاب‬
‫من النتاج والربح فإن حولهما حول أصلهما‪ ،‬وال تجب الزكاة إال في أربعة أنواع‪ :‬السائمة من بهيمة األنعام‪ ،‬والخارج من األرض‪،‬‬
‫واألثمان‪ ،‬وعروض التجارة‪ .‬وال زكاة في شئ من ذلك حتى يبلغ نصاباً‪ ،‬وتجب فيما زاد على النصاب بحسابه إال السائمة فال شئ في‬
‫أوقاصها‬

‫‪(Zekat) nisab miktarına ulaşmış mala tam bir mülkiyetle sahip olan her hür (köle olmayan) Müslümana,‬‬
‫‪vacibdir.1 Havl’ı (İslami; Kameri Takvim’e göre tam bir yılı) dolmamış malın zekatı yoktur. Ancak yerin‬‬
bitirdikleri (zirai ürünler ve madenler), nitac (hayvanların doğum yapması) sebebiyle nisabın çoğalması
ve de (ticarette) kazanılan kâr (bundan müstesnadır). Bunların (yerin bitirdikleri, hayvanın yavrusu ve
kârın) havlı, asıllarının havlıdır (kârın zekatı, üzerinden kâr edinilen eldeki eski malın üzerinden bir yıl
geçmesiyle gerçekleşmiş olur. Keza yavru hayvanın havlı onu doğuran hayvanın üzerinden bir yıl
geçmesiyle gerçekleşmiş olur).

Zekat şu dört çeşit (mal) dışında vacib değildir:

1- Saime (senenin yarısında veya daha fazlasında yemle beslenmeyen, yani senenin çoğunda kırda
otlatılan) evcil hayvanlar (deve, koyun ve sığır gibi çiftlik hayvanları);

2- Topraktan (yetiştirilen yahut) çıkarılanlar (zirai ürünler ve madenler);

3- Değerli madenler (altın, gümüş);

4- Ticaret için hazırlanmış mallar.

Nisab’a ulaşmadıkça bunlardan hiçbirinin zekatı yoktur.

Nisab’a ulaşmış her şey için, hesabına göre zekat (vermek) vacibdir. Saime hayvanlar bunun dışındadır ki
onlar için belirlenmiş sayı aralığında kalanlara hiçbir şey (vucubiyet) yoktur. 2

Dipnotlar: Zekat Kitabı

1- İbni Kudame’nin el-Muğni’de belirttiği gibi, alimlerin çoğu her hür müslümana zekatın farz olmasından
hareketle çocuk ve deliye de zekatın farz olduğunu belirtmişler ve böylece velilerinin bunlara ait
mallardan zekat payını ödemelerinin vacip olduğu neticesine ulaşmışlardır. 

2- İleride geleceği üzere mesela koyun kırk adete ulaşıncaya kadar zekat olarak bir şey yoktur, ki bu
durumda (kırka ulaşınca) yüzyirmi adete kadar onlara (zekat olarak vacib olan) bir koyundur. Bir tane
artınca (yüzyirmibire ulaşınca) ikiyüz adete kadar, iki koyun (verilir). Bir tane artınca (ikiyüzbire ulaşınca)
üç koyun (verilir). Bundan sonra her yüz adet için bir koyun verilir. Yani bu belirtilen sayı aralıklarında
artış olsa bile zekat olarak verilecek miktarda artış olmaz.
‫باب زكاة السائمة‬

‫)‪Bab'u Zekat'is Saime (Saime Hayvanların Zekatı Babı‬‬

‫‪:‬وهي الراعية وهي ثالثة أنواع‬


‫أحدها‪ :‬اإلبل وال شيء فيها حتى تبلغ خمسا فيجب فيها شاة وفي العشر شاتان وفي خمس عشرة ثالث شياه وفي العشرين أربع شياه‬
‫إلى خمس وعشرين ففيها بنت مخاض وهي بنت سنة فإن لم تكن عنده فابن لبون وهو ابن سنتين إلى ست وثالثين فيجب فيها بنت‬
‫لبون إلى ست وأربعين فيجب فيها حقه لها ثالث سنين إلى إحدى وستين فيجب فيها جذعة لها أربع سنين إلى ست وسبعين ففيها ابنتا‬
‫لبون إلى إحدى وتسعين ففيها حقتان إلى عشرين ومائة فإذا زادت واحدة ففيها ثالث بنات لبون ثم في كل خمسين حقة وفي كل أربعين‬
‫‪.‬بنت لبون إلى مائتين فيجتمع فيها الفرضان فإن شاء أخرج أربع حقاق وإن شاء خمس بنات لبون‬
‫ومن وجبت عليه سن فلم يجدها أخرج أدنى منها ومعها شاتان أو عشرون درهما وإن شاء أخرج أعلى منها وأخذ شاتين أو عشرين‬
‫‪.‬درهما‬
‫النوع الثاني‪ :‬البقر وال شيء فيها حتى تبلغ ثالثين فيجب فيها تبيع أو تبيعة‬
‫لها سنة إلى أربعين ففيها مسنة لها سنتان إلى ستين ففيها تبيعان إلى سبعين ففيها تبيع ومسنة ثم في كل ثالثين تبيع وفي كل أربعين‬
‫مسنة‬.
‫ الغنم وال شيء فيها حتى تبلغ أربعين ففيها شاة إلى عشرين ومائة فإذا زادت واحدة ففيها شاتان إلى مائتين فإذا زادت‬:‫النوع الثالث‬
‫واحدة ففيها ثالث شياه ثم في كل مائة شاة‬.
‫وال يؤخذ في الصدقة تيس وال ذات عوار وال هرمة وال الربي وال الماخض وال األكولة وال يؤخذ شرار المال وال كرائمه إال أن يتبرع به‬
‫أرباب المال وال يخرج إال أنثى صحيحة إال في الثالثين من البقر وابن لبون مكان بنت مخاض إذا عدمها إال أن تكون ماشية كلها ذكور أو‬
‫مراض فيجزئ واحد منها وال يخرج إال جذعة من الضأن أو ثنية من المعز والسن المنصوص عليها إال أن يختار رب المال إخراج سن‬
‫أعلى من الواجب أو تكون كلها صغارا فيخرج صغيرة وإن كان فيها صحاح ومراض ذكور وإناث وصغار وكبار أخرج صحيحة كبيرة‬
‫قيمتها على قيمة المالين فإن كان فيها بخاتي وعراب وبقر وجواميس ومعز وضأن وكرام ولئام وسمان ومهازيل أخذ من أحدهما بقدر‬
‫قيمة المالين‬.
‫وإن اختلط جماعة في نصاب من السائمة حوال كامال وكان مرعاهم وفحلهم ومبيتهم ومحلبهم ومشربهم واحدا فحكم زكاتهم حكم زكاة‬
‫الواحد وإذا خرج الفرض من مال أحدهم رجع على خلطائه بحصصهم منه وال تؤثر الخلطة إال في السائمة‬

(Saime); (senenin yarısında veya daha fazlasında yemle beslenmeyen, yani senenin çoğunda) kırda
otlatılan hayvandır ve üç çeşittir:

İlk çeşidi develer:

(Sayısı) beş adete ulaşıncaya kadar (zekat olarak) bir şey yoktur ki bu durumda (beş adete ulaşınca) bir
“şat” (bir yaşını tamamlayıp iki yaşına girmiş koyun) vermek vacibtir. On deve için iki şat; onbeş için üç
şat; yirmi için dört şat; ve bu yirmibeş adete kadar böyledir; yirmialtı adetden (yirmialtı dahil, otuz altıncı
hariç) otuzaltı adete kadar “bint-i mehad” verilir ki o bir yaşını tamamlamış (ve annesi hamile olan) dişi
devedir eğer buna sahip değilse bu durumda “ibni lebun” ile değiştirir ki o, iki yaşını tamamlamış (annesi
süt emziren) erkek devedir. Otuzaltı adetden (otuzaltıncı dahil, kırkaltıncı hariç) kırkaltı adete kadar,
“binti lebun” (iki yaşını tamamlayıp üç yaşına giren dişi deve) vermek vaciptir. (Kırkaltı dahil, altmış
birinci hariç) kırkaltı adetden altmışbir adete kadar “hikka” (yüke, binmeye ve çiftleşmeye müsait yaşa
gelmiş deve) vermek vaciptir ki o üç yaşını tamamlamış (dört yaşına girmiş) dişi devedir. Altmışbirde
“cez’ea” vermek vaciptir ki o, dört yaşını tamamlamış (beş yaşına girmiş) dişi devedir. Bu yetmişaltıya
kadar böyledir, yetmişaltı adet ve sonrası için iki tane binti lebun (iki yaşını tamamlayıp üç yaşına giren
dişi deve). Doksanbir adetden yüzyirmi adete kadar iki hikka (yüke, binmeye ve çiftleşmeye müsait yaşa
gelmiş deve). Eğer bundan bir fazla olursa üç tane binti lebun (iki yaşını tamamlayıp üç yaşına giren dişi
deve). Sonra bundan her elli fazlası için bir hikka (yüke, binmeye ve çiftleşmeye müsait yaşa gelmiş
deve), her kırk fazlası için bir tane binti lebun (iki yaşını tamamlayıp üç yaşına giren dişi deve) sayısı
ikiyüzü bulana kadar, (ikiyüzü bulduğunda) iki seçenek vardır; ya dört tane hikka (yüke, binmeye ve
çiftleşmeye müsait yaşa gelmiş deve) yahut da beş tane binti lebun (iki yaşını tamamlayıp üç yaşına giren
dişi deve). Belirli yaşta bir deve vermesi vacib olan ancak (mülkü arasında böylesini) bulamayan, bir yaş
daha küçüğünü (olgun olmak kaydıyla) verir onunla birlikte (üstüne de) iki koyun yahut yirmi dirhem
(gümüş para) verir ya da dilerse bir yaş büyüğünü verir ve üzerine iki koyun yahut yirmi dirhem alır. 
  
İkinci çeşidi sığırlar:

(Sayısı) otuza ulaşıncaya kadar (zekat olarak) bir şey yoktur ki bu durumda (otuza ulaşınca) onlara zacib
olan “tebiat (erkek dana) veya “tebiat” (dişi dana) vermektir ki o; bir yaşını tamamlamış (iki yaşına
basmış erkek veya dişi sığırdır). Bu kırk adete kadar böyledir ve kırk adet için “musinne” verilir ki o; iki
yaşını tamamlamış dişi sığırdır. Altmış adete kadar böyledir, altmış adet için iki tane tebia (bir yaşını
tamamlamış, iki yaşına basmış erkek veya dişi dana) verilir. Yetmişe kadar böyledir, yetmiş adet için bir
tane tebia (bir yaşını tamamlamış, iki yaşına basmış erkek veya dişi dana) ve bir tane de “musinnet” (iki
yaşını tamamlamış dişi sığır) verilir. Bundan sonra her otuz (sığır) için bir tane tebia (bir yaşını
tamamlamış, iki yaşına basmış erkek veya dişi dana) ve her kırk tane (sığır) için bir tane musinnet (iki
yaşını tamamlamış dişi sığır) verilir.

Üçüncü çeşidi küçükbaş hayvanlar (koyunlar ve keçiler):

Kırk adete ulaşıncaya kadar (zekat olarak) bir şey yoktur ki bu durumda (kırka ulaşınca) yüzyirmi adete
kadar onlara (zekat olarak vacib olan) bir koyundur. Bir tane artınca (yüzyirmibire ulaşınca) ikiyüz adete
kadar iki koyun (verilir). Bir tane artınca (ikiyüzbire ulaşınca) üç koyun (verilir). Bundan sonra her yüz
adet için bir koyun verilir.

Erkek keçi, tek gözlü (kusurlu), çok yaşlı, yeni doğum yapmış ve emziren veya yakın zamanda doğum
yapacak olan ya da kesilmek için ayrılmış besili hayvanlar zekat olarak alınmamalıdır. Ne en kötüsü, ne
de en iyisi mülk sahibinin gönüllü vermesi dışında zekat olarak alınmamalıdır.

Otuz sığır için tebia (erkek dana) vermek ve develerde de binti mehad (bir yaşını tamamlamış dişi deve)
bulunmadığında yerine ibni lebun (iki yaşını tamamlamış erkek deve) vermek dışında; (zekat olarak)
yalnızca, sağlıklı, dişi hayvanlar verilir. Eğer bütün hayvanları erkek yahut hastaysa herhangi bir tanesi
kabul edilebilir. Koyunlarda, sadece cezea (altı ayını tamamlamış koyun); keçilerdeyse seniyye (bir yaşını
tamamlamış keçi) (zekat olarak) alınır. Veyahut da (diğerlerinden) yaşı nass ile belirlenmiş olanları alınır.

Mal sahibinin vermek üzere vacib olandan daha olgununu seçmesi yahut hepsinin küçük yaşta olması
hali bundan müstesnadır. Bu durumda (yani hayvanların tamamı küçükse) küçüklerden birini vermek
caizdir. Eğer (sürüde) sağlıklı ve hasta, erkek ve dişi, hasta, genç ve yaşlı,  karışmışsa bu durumda (zekat
olarak verilen hayvan) sağlıklı, olgun dişi ve de değeri hepsinin ortalamasına denk olmalıdır.

Eğer (sürü) yabancı ve safkan Arab (develeri), inekler ve camışlar, keçiler ve koyunlar, iyi ve kötü, şişman
ve zayıf karışıksa; bu durumda değeri ortalamaya denk geleni vermelidir. 1

Eğer bir grup insan (ortaklaşa), nisab miktarına ve havla (İslami; Kameri Takvim’e göre bir tam yıl)
ulaşmış es-saime (senenin çoğunda kırda otlayan büyükbaş; deve, sığır ve küçükbaş keçi, koyun) sahipse
ve meraları, damızlıkları, ahırları, süthaneleri, su yalaklarını beraber paylaşıyorlarsa (bu durumda)
hüküm; zekat (açısından) sanki bir tek sahibi varmış gibi değerlendirilir. Eğer onlardan biri malın zekatını
verirse, diğerlerinin ortaklık boyutuna göre, ona iade etmeleri gerekir. Ortaklığın; es-saime (senenin
çoğunda kırda otlayan büyükbaş; deve, sığır ve küçükbaş keçi, koyun) dışında, (zekata) tesiri yoktur.

Dipnotlar: Saime Hayvanların Zekatı Babı

1- Mesela iyi olanın değeri yirmi, kötünün değeri on ise bu ikisinin ortalaması olan onbeş değerinde bir
hayvan zekat olarak verilmelidir. Ancak mal sahibinin kendi rızasıyla bundan fazlasını vermesi bundan
müstesnadır. Bu açıklama ve hayvan cinsleriyle alakalı diğer parantez içi açıklamalar Makdisi’nin el-Umde
şerhinden alınmıştır.
‫باب زكاة الخارج من األرض‬

‫)‪Bab'u Zekati’l Harici min’el Ard (Yerden Çıkanların Zekat'ı Babı‬‬

‫‪:‬وهو نوعان‬
‫أحدهما‪ :‬النبات فتجب الزكاة منه في كل حب وثمر ويكال ويدخر إذا خرج من أرضه وبلغ خمسة أوسق لقول رسول هللا صلى هللا عليه‬
‫وسلم‪" :‬ليس في حب وال ثمر صدقة حتى يبلغ خمسة أوسق"‪  ‬والوسق ستون صاعا والصاع رطل بالدمشقي وأوقية وخمسة أسباع‬
‫‪.‬أوقية فجميع النصاب ما يقارب ثالثمائة واثنين وأربعين رطال وستة أسباع رطل‬
‫ويجب العشر فيما سقي من السماء والسيوح ونصف العشر فيما سقي بكلفة كالدوالي والنواضح وإذا بدا الصالح في الثمار واشتد الحب‬
‫‪.‬وجبت الزكاة وال يخرج الحب إال مصفى وال الثمر إال يابسا‬
‫‪.‬وال زكاة فيما يكتسبه من مباح الحب والثمر وفي اللقاط وال ما يأخذه أجره لحصاده‬
‫وال يضم صنف من [الحب والثمر] إلى غيره في تكميل النصاب فإن كان صنفا واحدا الحب والثمر مختلف األنواع كالتمور ففيها الزكاة‬
‫‪.‬ويخرج من كل نوع زكاته وإن أخرج جيدا عن الرديء جاز وله أجره‬
‫النوع الثاني‪ :‬المعدن فمن استخرج من معدن نصابا من الذهب أو الفضة أو ما قيمته نصابا من الجواهر أو الكحل والصفر والحديد أو‬
‫‪.‬غيره فعليه الزكاة وال يخرج إال بعد السبك والتصفية‬
‫وال شيء في اللؤلؤ والمرجان والعنبر والمسك وال شيء في صيد البر والبحر وفي الركاز الخمس أي نوع كان من المال قل أو كثر‬
‫ومصرفه مصرف الفيء وباقية لواجده‬
Yerden çıkanlar iki çeşittir:

İlki nebattır (bitki): Zekat, ölçülebilen ve stoklanabilen (uzun süre muhafaza edilebilen) hububat (tahıl) ve
meyvalarda,1yerden bittiği ve beş vesak (yaklaşık 653 kg) ölçüsüne ulaştığı zaman vacibdir. 2 Bu Rasulullah
(sallallahu aleyhi ve sellem)’in kavli gereğincedir: 

‫ليس فيما دون خمسة أوسق صدقة‬

"Beş vesak mikdarına ulaşıncaya kadar hububat veya meyva mahsullerinde sadaka (zekat) yoktur!" 3

Bir vesak (deve yükü) altmış sa’ya eşittir ki bu bir Dımeşk Rıtl’i ile bir rıtl ve de bir tam ukiyye ve bir
ukiyye’nin beşte yedisine denk gelir. Böylelikle nisab miktarı, yaklaşık olarak üçyüzkırkiki (Dimeşk Ritl’i)
ve bir Ritl’in altıda yedisine denk gelir. 4

Yağmur suyu ile diğer su kaynaklarından (insan emeği gerektirmeden) sulanan mahsullerde öşür yani
mahsulün onda biri zekat olarak verilir.

Emek verilerek, sulama araç-gereçleriyle yahut deve (ve diğer yük taşıyan hayvanlar) ile taşınarak taşıma
suyla sulanan mahsullerde ise onda birinin yarısı (yani beşte birini) zekat olarak vermek vacibdir. 5

Meyvalar olgunlaştığında ve hububat yetiştiğinde zekat(ını vermek) vacib olur. Hububat


harmanlanmadan (taneler, kabuk ve samandan ayıklanmadan) ve meyvalar da kurutulmadan zekat
verilmez. 

(Kırlardan, dağlardan vs yerlerden) mübah olarak (serbestçe) toplanan hububat veya meyvaların, (yabani
olarak yetişenlerden) yerden toplananların veya hasad ücreti olarak alınanların zekatı yoktur. Hububat
veya meyvaların nisaba ulaşması için, bir çeşidi diğerine katılmaz. Ancak hububatta ve meyvalarda eğer
hurmanın birçok çeşidinin olması gibi, bir türün farklı çeşitleri varsa hepsi toplanarak (eğer tamamı beş
vesaka ulaşıyorsa) zekat sözkonusu olur. (Bu durumda) zekat bütün çeşitlerden verilmelidir. Eğer bir
kimse kötü çeşidi için iyisinden zekat verirse bu caizdir (ancak zıttı caiz değildir) ve bundan dolayı
(Allah’tan) ecrini alır.

İkinci çeşidi madendir: Her kim madenden nisab miktarına ulaşmış, altın veya gümüş yahut da nisaba
ulaşmış cevher, sürme veya bakır, demir vs., gibi herhangi bir şey çıkarırsa zekatı ödenir. 6 Rafine edilip
temizlenmedikçe (zekatı) verilmez. (Zekat olarak) inci, mercan, kehribar veya misk için; karada veya
denizde avlanılanlar için bir şey yoktur. Rikaz’ın (hazine; define/gömü) zekatı, ne tür olduğunun yahut da
az mı çok mu olduğunun önemi olmaksızın, bulunanın beşte biridir. Hak sahipleri aynı fey (savaşmaksızın
ele geçirilen ganimet) gibidir geriye kalanı ise defineyi bulanındır. 7

Dipnotlar: Yerden Çıkanların Zekat'ı Babı

1- İbni Kudame’nin el-Muğni’de belirttiği üzere bu özellikleri taşıyan hurma, kuru üzüm, badem, fıstık gibi
meyvelerde zekat vacip olup bunun haricindeki meyve ve sebzelerde zekat gerekmez.

2- Şarih Makdisi, bu şartlara ek olarak bir de zekat verilecek mahsulün zekat vacib olduğu anda ve onun
öncesinde şahsın mülkiyetinde olması gerektiğini zikretmiştir. Bundan dolayıdır ki ilerde geleceği üzere
hasad ücretinden veya mülkiyet altında olmayan (dağlardaki vs.,) ürünlerden dolayı zekat gerekmez.
3- Müslim, #979

4- Bir sa’ dört avuçtur ki bu iki kilodan biraz fazlasına denk gelir. Bir vesak, altmış sa’ yani yaklaşık olarak
yüzotuz kilo altıyüz gramdır. Buna göre tarım ürünlerinde zekatın farz olması için gereken nisab miktarı
beş vesak yani üçyüz sa’dır ki bu, günümüz ölçüleriyle yaklaşık altıyüzelliüç kilodur.

5- İbni Kudame (rahimehullah)’ın el-Muğni’de belirttiği üzere bir toprak senenin yarısında masraf ve
külfetle, diğer yarısında ise külfet olmaksızın sulanıyorsa bunda alimlerin ittifakıyla kırkta üç miktarında
zekat verilir. Bu hususta tıpkı saime hayvanların zekatında olduğu gibi sene içerisinde hangisinin daha
fazla olduğuna bakılıp ona göre hüküm verilir. Tabii sulamanın mı yoksa kişinin kendi çabasıyla yaptığı
sulamanın mı ağırlıkta olduğu tesbit edilemiyorsa asli hükme dönülerek öşür yani onda bir verilir.

6- Umde şarihi Makdisi’nin belirttiği gibi madenlerin zekatı tıpkı altın ve gümüşte olduğu gibi çeyrek öşür
(onda birin çeyreği) yani kırkta birdir. Madenlerde ve diğer yerden çıkarılan şeylerde havl yani üzerinden
bir sene geçmesi şartı yoktur. İbni Kudame (rahimehullah)’ın el-Muğni’de belirttiği üzere madenin nisabı
altın ve gümüşün nisabı gibidir ve de bunların kıymeti üzerinden hesaplanır. 

7- Rikaz’dan kasıd cahiliye dönemine ait olan definelerdir. Müslümanlara ait defineler ise lukata (buluntu
mal) statüsünde sayılır. Definenin kime ait olduğu üzerindeki alametlerden anlaşılır. Rikazdan alınan
beşte birlik pay tıpkı ganimet malları gibi şu ayette zikredilen sınıflara dağıtılır: 

‫يل‬
ِ ‫الس ِب‬
َّ ‫ِين َوا ْب ِن‬ َ ‫ول َولِذِي ا ْلقُ ْر َبى َوا ْل َي َتا َمى َوا ْل َم‬
ِ ‫ساك‬ ِ ‫س‬ُ ‫ِلر‬ ُ ‫َّما أَ َفاء هَّللا ُ َعلَى َر‬
َّ ‫سولِ ِه مِنْ أَهْ ِل ا ْلقُ َرى َفلِلَّ ِه َول‬

“Allah'ın, (fethedilen) ülkeler halkından Peygamberine verdiği ganimetler; Allah, Peygamber, yakınları,
yetimler, yoksullar ve yolda kalmışlar içindir.” (el-Haşr 59/7) 

Fakat bulan kişi bu payları kendisi dağıtamaz İslam devletine teslim etmesi gerekir. Bütün bunları İbni
Kudame, el-Muğni’nin ilgili yerinde zikretmiştir.
‫باب زكاة األثمان‬

‫)‪Bab'u Zekat’il Esman (Altın ve Gümüşün Zekatı Babı‬‬

‫وهي نوعان‪ :‬ذهب وفضة وال زكاة في الفضة حتى تبلغ مائتي درهم فيجب فيها خمسة دراهم وال في الذهب حتى يبلغ عشرين مثقاال‬
‫فيجب فيها نصف مثقال فإن كان فيهما غش فال زكاة فيهما حتى يبلغ قدر الذهب والفضة نصابا فإن شك في ذلك خير بين اإلخراج وبين‬
‫‪.‬سبكهما ليعلم قدر ذلك‬
‫وال زكاة في الحلي المباح المعد لالستعمال والعارية ويباح للنساء كل ما جرت العادة بلبسه من الذهب والفضة ويباح للرجال من الفضة‬
‫الخاتم وحلية السيف والمنطقة ونحوها فأما المعد للكراء أو االدخار والمحرم ففيه الزكاة‬

‫‪İki çeşittir: Altın ve gümüş. ‬‬

‫‪Gümüşün iki yüz dirheme (yaklaşık 595gr saf gümüş) ulaşana kadar zekatı yoktur ve (nisaba ulaşması‬‬
‫‪durumunda zekat olarak) beş dirhem (%2,5 = 1/40) vacib olur. ‬‬

‫‪Yirmi miskale (yaklaşık 85gr saf altın) ulaşıncaya kadar altının zekatı yoktur ve (nisaba ulaşması‬‬
‫‪durumunda zekat olarak) yarım miskal (%2,5 = 1/40) vacib olur. ‬‬
Eğer saf değillerse, altın ve gümüşün saf olan kısmı nisaba ulaşıncaya kadar zekat yoktur. Şüphe varsa
(saflığı hususunda) bu durumda iki seçenek vardır; zekatı (tamamı için) verir yahut da gerçek değerini
tesbit etmek için önce eritir (ayrıştırıp, saflaştırır).

Mübah olan süslenmede kullanılan yahut ödünç verilen (altın ve gümüş) için zekat yoktur. 

Kadınların adeten taktıkları bütün altın ve gümüşler onlara mübah kılınmıştır. 

Erkekler için sadece gümüşten (mühür) yüzük, kılıç süslemeleri, kemer vb., mübah kılınmıştır. 

Kiralanmak için hazırlanmış olan, (kar elde etmek için) stoklanan ve giyilmesi/takılması haram olan (altın
ve gümüş) zekata tabidir.

‫باب حكم الدين‬

Bab'u Hukm'id Deyn (Borçların Zekatı Babı)

‫من كان له دين على مليء أو مال يمكن خالصه كالمجحود الذي له به بينة والمغصوب الذي يتمكن من أخذه فعليه زكاته إذا قبضه لما‬
‫مضى وإن كان متعذرا كالدين على مفلس أو على جاحد وال بينة به والمغصوب والضال الذي ال يرجى وجوده فال زكاة فيه وحكم‬
‫الصداق حكم الدين ومن كان عليه دين يستغرق النصاب الذي معه أو ينقصه فال زكاة فيه‬.

Eğer bir kimsenin varlıklı birinden alacağı varsa yahut geri alabilmesi mümkün olan parası varsa örneğin
(borçlu) borç aldığını inkar etse de (kişinin) elinde (borç verdiğine dair sağlam) delil varsa yahut
kendisinden zorla birşey alındıysa ve onu geri alma gücü varsa (bu durumda), geri aldıktan sonra zekat
verir. Geçen yıllar(da ödemediği miktar) için de böyle yapar (onların zekatını da verir). 

Eğer bir kimsenin tahsil etmesi mümkün olmayan bir alacağı varsa, örneğin (borçlu) iflas ettiyse veya
(borcunu) inkar ediyorsa ve (alacaklının elinde) delil de yoksa veya bir kimse ona ait birşeyi gasb ettiyse
ya da birşeyi kaybettiyse ve bulma ümidi yoksa bu durumda zekat yoktur. 
Mehirin hükmü, borcun hükmü gibidir. 

Her kimin sahib olduğu, nisaba denk (veya daha çok) borcu varsa veya (borcu, sahib olduğu) nisab
miktarını azaltıyorsa (nisab miktarının altına düşürüyorsa) bu durumda (sahib olduğu para için) zekat
yoktur.

‫باب زكاة العروض‬

Bab'u Zekat'il Uruz (Ticaret Mallarının Zekatı Babı)

‫وال زكاة فيها حتى ينوي بها تجارة وهي نصاب حوال ثم يقومها فإذا بلغت أقل نصاب من الذهب والفضة أخرج الزكاة من قيمتها‬.
‫وإن كان عنده ذهب أو فضة ضمها إلى قيمة العروض في تكميل النصاب وإذا نوى بعروض التجارة القنية فال زكاة فيها ثم إن نوى بها‬
‫بعد ذلك التجارة استأنف له حوال‬

Mallarda, kişi ticaret yapmaya niyet edinceye kadar ve nisab miktarına ulaşıp üzerinden (Kameri
Takvim’e göre) bir tam yıl geçinceye kadar zekat yoktur. Sonra değerini hesaplamalı ve altın veya gümüş
için belirlenmiş asgari nisab miktarından az olanına ulaştıysa, (sözkonusu ticaret için ayrılmış malların)
kıymeti oranında zekat vermelidir.1

Eğer (bundan başka) altını ve gümüşü varsa, nisab miktarına ulaşması için (ticaret için hazırladığı) malına
bu gümüş ve altınları da ekler (ardından bunların toplamı üzerinden zekatını verir).

Eğer bir kimse malını (ticaret için değil de) kişisel kullanım için kullanmaya niyet ederse (bu durumda, bu
malın) zekat(ı) yoktur. Daha sonra ticaret için kullanmaya niyet ederse, Havl (Kameri Takvim’e göre bir
tam yıl) hesap etmeye (o andan itibaren) başlar. 2
Dipnotlar: Ticaret Mallarının Zekatı Babı

1- el-Umde şarihi Makdisi’nin de belirttiği gibi ticaret mallarında zekat oranı çeyrek öşür yani kırkta
birdir. Bir önceki bölümde beyan edilen nisap miktarlarına yani altın için yirmi miskal (yaklaşık 85 gr)
gümüş için ise ikiyüz dirhem (yaklaşık 595 gr) kıymetine ulaşmış olan ticari mallarda zekat düşmektedir.

2- Zekat kitabının girişinde de belirtildiği gibi, zekat verileceği zaman ticaret neticesinde elde edilen kar
da hesaba katılır ve karın üzerinden bir yıl sene geçmiş olma şartı aranmaz. Sermayenin üzerinden bir yıl
geçtiyse kar ona dahil edilip zekatı verilir.

‫باب زكاة الفطر‬

Bab'u Zekat'il Fıtr (Fıtr Zekatı Babı)

‫وهي واجبة على كل مسلم إذا ملك فضال عن قوته وقوت عياله ليلة العيد ويومه وقدر الفطرة صاع من البر أو الشعير أو دقيقهما أو‬
‫سويقهما أو من التمر أو الزبيب فإن لم يجده أخرج من قوته أي شيء كان صاعا‬.
‫ومن لزمته فطرة نفسه لزمته فطرة من تلزمه مؤنته ليلة العيد إذا ملك ما يؤدى عنه فإن كانت مؤنته تلزم جماعة كالعبد المشترك أو‬
‫المعسر القريب لجماعة ففطرته عليهم حسب مؤنته وإن كان بعضه حرا ففطرته عليه وعلى سيده‬.
‫ويستحب إخراج الفطرة يوم العيد قبل الصالة وال يجوز تأخيرها عن يوم العيد ويجوز تقديمها عليه بيوم أو يومين‬.
‫ويجوز أن يعطى واحدا ما يلزم الجماعة والجماعة ما يلزم الواحد‬

Fıtır zekatı vermek, (Ramazan) bayram(ı) gecesi ve günü, kendisinin ve ailesinin yiyeceğinden fazlasına
sahip bulunan her Müslüman'a vacibdir.

Fıtr’ın ölçüsü, bir Sa'1 buğday, arpa veyahut da bunlardan elde edilen undur. Ayrıca bunların öğütülmüş
hallerinden veya hurmadan veyahut da kuru üzümden de ödenebilir ancak kişi bunları bulamıyorsa,
yediği herhangi yiyecekten de bir Sa’ ölçeğinde verebilir. 2

Kendisi için fıtır ödemesi gereken kimse, eğer bayram gecesinde onlar için de ödeyebilecek kadar mülke
sahipse, bakımıyla yükümlü olduğu kimselerin de fıtırını ödemelidir. 3 Eğer bir kimsenin nafakasını temin
etmek; ortaklaşa sahip oldukları bir köle gibi ya da maddi açıdan sıkıntıda olan birinin akrabaları olan bir
grupta olduğu gibi, bir grubun sorumluluğundaysa, (bu durumda) onun fıtırı onların üzerinde her birinin
ona verdikleri nafakaları oranında gereklidir. 4 Eğer (köle) kısmen hür ise (bu durumda), onun fıtırı hem
sahibinin hem de kendisinin üzerinde bir yükümlülüktür.

Fıtırı bayram günü (bayram) namaz(ın)dan önce vermek müstehabdır. Bayram gününden sonraya
ertelemek caiz değildir.5Bayramdan bir ya da iki gün önceden vermek ise caizdir. 6 Bir kişinin, bir topluluk
üzerine gerekli olan fıtırı vermesi ve de bir topluluğun, bir kişi üzerine gerekli olan fıtırı vermesi caizdir. 7

Dipnotlar: Fıtr Zekatı Babı

1- Bir sa’ dört avuçtur ki bu iki kilodan biraz fazlasına denk gelir. Muasırlardan bazıları bir sa’yı günümüz
ölçüleriyle yaklaşık 2,175 kg olarak tesbit etmişlerdir. Bu hususta üç kiloya kadar varan farklı tesbitler
sözkonusudur.

2- Şarih el-Makdisi’nin Hanbeli fakihlerinden naklettiği gibi hububat ve hurma türünden şeylerin yerini
tutan darı, pirinç tarzı şeylerin hepsinden fıtır verilebilir. İbni Kudame ise şöyle demiştir: Ekmekten vb.,
şeylerden fitre verilmez, çünkü fitre ancak ölçülebilen ve saklanabilen ürünlerden verilir. Keza sirke vb.,
şeylerden de verilemez çünkü bunlar yiyecek statüsünde değildir. (İbni Kudame, el-Muğni, #1964) İbni
Kudame her tür hububat ve (kuru) meyveden fıtır verileceğini, bu statüye girmeyen et ve süt tarzı
şeylerden fıtır verilemeyeceğini de belirtmiştir. (İbni Kudame, el-Muğni, #1957) Fıtır sadakası ve ticaret
malları haricindeki diğer zekat türleri kıymet üzerinden (yani nakit para vs., ile) ödenemez. Bizzat hadiste
emredildiği şekliyle yiyeceklerden bir sa’ olarak verilmesi gerekir. (İbni Kudame, el-Muğni, #1966)

3- İbni Kudame’nin el-Muğni adlı eserinde belirttiği gibi, Kafir olan birisi için ise fıtır vermek gerekmez.

4- Umde şarihi el-Makdisi’nin belirttiği gibi bu topluluğun nafakasıyla yükümlü oldukları kişi için toplam
bir sa’ fıtır sadakası vermeleri gerekir. Sahip oldukları nafaka yükümlülüğüne göre de kişi başı ödenmesi
gereken miktarı belirlerler. Kısmi hür olan köle de aynı şekilde sahip olduğu hürriyet oranında fıtır verir
ve geri kalanı efendisi öder.

5- Fıtır sadakası Ramazanın son günü güneş battıktan sonra vacib olur. Günbatımından önce evlenen,
çocuk sahibi olan, müslüman olan vb., bir kişi bunların fıtrını vermesi gerekir gün battıktan sonra olan
şeyler için gerekmez. Fıtır sakasını Ramazan bayramı gününden sonraya erteleyen kişi günahkardır ancak
bunu kaza edip ödemesi gerekir zira bu, tıpkı borç gibi malın hakkı olan bir şeydir. Bunları Bahauddin el-
Makdisi belirtmiştir. (el-Udde Şerh'ul Umde) 

Bu arada şu tenbihte bulunalım ki; şeriat nezdinde Ramazan bayramı günü, sadece bir gündür. Halkın
bayram olarak kutladığı diğer iki güne Ramazan bayramı ile alakalı hükümler terettüp etmez. 

6- el-Umde şerhi el-Udde’de bu ifade iki ya da üç gün olarak geçmektedir. Şarih Makdisi’nin de beyan
ettiği gibi fıtırdan maksad, bayram günü herkesin durumunun düzgün olmasını sağlamak olduğundan
dolayı bu husus şahsın eline birkaç gün önce sadakanın geçmesiyle de yerine gelir. Ancak bundan önce
verilmesi geçerli olmaz çünkü bayrama kadar verilen fitreler harcanabilir ve böylece fitre vermenin bir
manası kalmaz.
7- Fıtır sadakası ancak –ilerde açıklanacak olan- zekatın verilmesi caiz olan sınıflara verilebilir. Mesela
kafirler gibi zekat verilmesi caiz olmayan sınıflara verilemez. Zekatı hakeden sınıfa dahil olduğu halde fıtır
sadakası veren bir kişiye verdiği sadaka geri dönerse bunu alması –İbni Kudame ve başkalarının tercih
ettiği kavle göre- caizdir. (İbni Kudame, el-Muğni, #1988-1989) Ayrıca borçlu olan kimse de velev ki borcu
fitre vereceği meblağa ulaşsa bile yine fitre vermesi gerekir.  Ancak borcu acil olarak talep ediliyorsa o
zaman borcunu verir ve fitre vermesi gerekmez. (İbni Kudame, el-Muğni, #1992)

‫باب إخراج الزكاة‬

Bab'u İhrac’iz Zekat (Zekatı Verme Babı)

‫ال يجوز تأخيرها عن وقت وجوبها إذا أمكن إخراجها فإن فعل فتلف المال لم تسقط عنه الزكاة وإن تلف قبله سقطت ويجوز تعجيلها إذا‬
‫كمل النصاب وال يجوز قبل ذلك فإن عجلها إلى غير مستحقها لم يجزئه وإن صار عند الوجوب من أهلها‬.
‫وإن دفعها إلى مستحقها فمات أو استغنى أو ارتد أجزأت عنه وإن تلف المال لم يرجع على اآلخذ‬.
‫وال تنقل الصدقة إلى بلد تقصر إليه الصالة إال أن ال يجد من يأخذها في بلدها‬

Kişinin imkanı (ödeme gücü) bulunduğu halde, zekatı vermeyi vacib olduğu vakitten sonraya ertelemek
caiz değildir. Bir kimse eğer böyle yapar (zekatını vermeyi ertelerse) sonra da malı telef olursa zekat
verme yükümlülüğü üzerinden düşmez. Ama malı, (zekat vermenin vacib olduğu zamandan) önce telef
olursa, bu durumda (zekat verme yükümlülüğü) düşer.

Nisaba ulaştığında zekatı erkenden vermek ise caizdir ancak nisaba ulaşmasından önce vermek caiz
değildir. Zekat almaya müstehak (ehil) olmayan birisine erkenden (zekatı) vermek, bu kişi asıl zekat
verme zamanında kişi müstehak (zekat almaya ehil) hale dönüşse de, geçerli olmaz. 1

Müstehak (zekat almaya ehil) olan birine (zekat ödeme zamanından) önce (zekatı) verse daha sonra
(zekatı alan o kişi); ölse, zenginleşse veya irtidad etse (bu durumda) zekatı (geçerli) sayılır. 2
‫‪(Zekatını verdikten sonra) malı telef olsa, (zekatını ödediği kimseden) geri vermesini isteyemez.‬‬
‫‪ ‬‬
‫‪(Zekat verecek olan kişi) kendi bulunduğu yerde (zekatı) alacak kimse bulamaması dışında, sadakayı‬‬
‫‪(zekatı); namazı kasr (kısaltma) yapmayı gerektirecek (kadar uzak bir) beldeye  nakledemez.‬‬

‫‪Dipnotlar: Zekatı Verme Babı‬‬

‫‪1- Nisap miktarı malı senesi dolmadan farklı bir cinsle değiştirecek olursa –mesela koyunu satıp ticaret‬‬
‫‪malı alan kişide olduğu gibi- sene kesintiye uğramış olur ve zekatın farz olması için tekrar bir sene‬‬
‫‪beklemek icab eder. Ancak zekat vermemek amacıyla bunu yapan ya da nisap miktarına ulaşmış malı‬‬
‫‪eksilten veya satan kimseye kötü niyetinden dolayı bir ceza olarak zekat mükellefiyeti devam eder. Bunu‬‬
‫‪İbni Kudame, el-Muğni’de belirtmiştir.‬‬

‫‪2- İbni Kudame’nin el-Muğni’de tercih ettiği görüşe göre üzerinde zekat borcu olduğu halde ölen kişinin‬‬
‫‪malından zekatı velev ki vasiyet etmemiş dahi olsa ödenir.‬‬

‫باب من يجوز دفع الزكاة إليه‬

‫)‪Bab'u Men Yecuzu Def’uz Zekatu ileyhi (Zekat Verilmesi Caiz olan Kimseler Babı‬‬

‫‪:‬وهم ثمانية‬
‫‪.‬األول‪ :‬الفقراء وهم الذين ال يجدون ما يقع موقعا من كفايتهم بكسب وال غيره‬
‫‪.‬الثاني‪ :‬المساكين وهم الذين يجدون ذلك وال يجدون تمام الكفاية‬
‫‪.‬الثالث‪ :‬العاملون عليها وهم السعاة عليها ومن يحتاج إليه فيها‬
‫الرابع‪ :‬المؤلفة قلوبهم‪ ،‬وهم السادة المطاعون في عشائرهم الذين يرجى بعطيتهم دفع شرهم أو قوة إيمانهم أو دفعهم عن المسلمين أو‬
‫‪.‬إعانتهم على أخذ الزكاة ممن يمتنع من دفعها‬
‫‪.‬الخامس‪ :‬الرقاب وهم المكاتبون وأعتاق الرقيق‬
‫‪.‬السادس‪ :‬الغارمون وهم المدينون إلصالح نفوسهم في مباح أو إلصالح بين طائفتين من المسلمين‬
‫‪.‬السابع‪ :‬في سبيل هللا وهم الغزاة الذين ال ديوان لهم‬
‫‪.‬الثامن‪ :‬ابن السبيل وهو المسافر المنقطع به وإن كان ذا يسار في بلده‬
‫فهؤالء هم أهل الزكاة ال يجوز دفعها إلى غيرهم ويجوز دفعها إلى واحد منهم ألنه صلى هللا عليه وسلم أمر بني زريق بدفع صدقتهم إلى‬
‫‪".‬سلمة بن صخر وقال لقبيصة‪" :‬أقم يا قبيصة حتى تأتينا الصدقة فنأمر لك بها‬
‫ويدفع إلى الفقير والمسكين ما تتم به كفايته وإلى العامل قدر عمالته وإلى المؤلف ما يحصل به تأليفه وإلى المكاتب والغارم ما يقضي به‬
‫‪.‬دينه وإلى الغازي ما يحتاج إليه لغزوه وإلى ابن السبيل ما يوصله إلى بلده وال يزاد واحد منهم على ذلك‬
‫وخمسة منهم ال يأخذون إال مع الحاجة وهم الفقير والمسكين والمكاتب والغارم لنفسه وابن السبيل أربعة يجوز الدفع إليهم مع الغني‬
‫وهم العامل والمؤلف والغازي والغارم إلصالح ذات البين‬
Bunlar (zekat  verilmesi caiz olan kimseler, toplamda) sekiz tanedir: 1

İlki: Fukara (Fakirler); kazançla ve diğer yollarla kendilerine yetecek kadar (geçimini) sağlayamayanlar.

İkincisi: el-Mesakin (Miskinler); geçimlerini karşılayan ancak tümüyle yetecek kadar sağlayamayanlar.

Üçüncüsü: Zekat Memurları; Zekatı (bizzat) toplayan ve bu hususta kendisine ihtiyaç duyulan kişiler
(zekatı hesaplayan, yazan vs., görevliler).

Dördüncüsü: Muellefet'ul Kulub (kalpleri İslam’a ısındırılanlar); kendilerine (zekattan) pay verilerek,


şerrlerini Müslümanlardan def etmenin, imanlarını arttırmanın veya Müslümanları korumalarını
sağlamanın veyahut da zekat vermek istemeyenlerden zekat alınmasına yardım etmelerinin ümit
edildiği, kendisine itaat edilen kabile reisleridir. 2

Beşincisi: Rikab (köleler); Mukateb (sahiplerinden esaretlerini satın alan kitabet anlaşması yapmış)
kölelere ve köleleri azad etmek için (efendilerine verilir). 3

Altıncısı: Garimun (Borçlular); Kendi menfaatlerine mübah olan birşey için harcamak üzere veya
Müslüman iki taife’nin (grubun) arasını bulmak için borçlananlar. 4

Yedincisi: fi sebilillah (Allah yolunda); Orduya mensub olmayan (maaş almayan), Allah yolunda (gönüllü
olarak) gazve yapan (savaşan, mücadele eden). 5 

Sekizincisi: İbn’us Sebil (yolda kalmış); memleketinde varlıklı da olsa, memleketinden uzakta olan ve
(geri) dönmeye imkanı olmayan (beraberinde kendisini memleketine ulaştıracak masrafı bulunmayan)
yolcu kimse.

Bunlar, zekat almaya ehil olanlardır ve bunlardan başkasına zekat vermek caiz değildir. Bunlardan sadece
birine de zekat vermek caizdir (bütün sınıflara paylaştırmak şart değildir) zira (Rasulullah), Beni Zureyk
Kabile’sinin sadakasını (zekatını) Seleme ibni Sahr (radiyallahu anh)’a vermesini emretmiş ve Kabise’ye
şöyle buyurmuştur:  

‫أقم حتى تأتينا الصدقة فنأمر لك‬

"(Kabise) bekle de bize sadaka (zekat) gelsin, onun sana verilmesini emredelim!.." 6

Fukara ve miskinlere kendilerine (geçimleri için) yetecek kadarı verilir, zekat memuruna emeği
karşılığınca verilir, kalbi (İslam’a) ısındırılana kalbini ısındıracak kadar, Mukateb (anlaşmalı) köle ve
borçluya borçlarını ödeyecekleri kadar, savaşçının savaşta ihtiyaç duyacağı kadar, yolda kalmışa
memleketine dönmesine yetecek kadar verilir ve hiçbirine bundan fazlası verilmez.

(Kendilerine zekat verilen sınıflardan) beş tanesi, ihtiyaç olmaksızın (zekat olarak) hiçbir şey almaz.
Bunlar: Fakirler, miskinler, anlaşmalı köle, şahsi borcunu ödeyecek borçlu ve yolda kalmışlardır.

(Kendilerine zekat verilen sınıflardan) dört tanesi ise varlıklı olsalar dahi kendilerine (zekattan pay)
vermek caizdir: (Zekat) memurlar(ı), kalbi (İslam’a) ısındırılanlar, (Allah yolunda) savaşan ve
(Müslümanlar arasındaki) anlaşmazlığı gidermek için borçlanan borçlu. 7

Dipnotlar: Zekat Verilmesi Caiz olan Kimseler Babı

1- Zekat sınıfları şu ayeti kerimede belirtilmiş ve sınırlandırılmıştır:

ِ ِ ‫ض ًة مِّنَ هّللا‬
َ ‫يل َف ِري‬ َّ ‫يل هّللا ِ َوا ْب ِن ال‬
ِ ‫س ِب‬ ِ ‫س ِب‬ ِ ‫الر َقا‬
ِ ‫ب َوا ْل َغ‬
َ ‫ارمِينَ َوفِي‬ ِّ ‫ِين َوا ْل َعا ِملِينَ َعلَ ْي َها َوا ْل ُم َؤلَّ َف ِة قُلُو ُب ُه ْم َوفِي‬ َ ‫َّن َما الصَّدَ َقاتُُ لِ ْلفُ َق َراء َوا ْل َم‬
ِ ‫ساك‬
‫َوهّللا ُ َعلِي ٌم َحكِي ٌم‬

“Sadakalar Allah katından bir farz olarak ancak fakirler, miskinler, zekat memurları, kalpleri İslama
ısındırılacak olanlar, köleler, borçlular, Allah yolunda (savaşanlar) ve yolda kalmışların hakkıdır. Allah
Alim'dir, Hakim'dir.” (et-Tevbe 9/60)

2- Kafirin İslam'a girmesi umuluyor ya da şerrinden korkuluyorsa ona da zekat verilir. Nitekim Rasulullah
(sallallahu aleyhi ve sellem) Safvan ibni Ümeyye’ye müşrik olduğu dönemde zekat vermişti.
Müslümanlardan da şerefli bir kavme mensup olup kendilerine zekat verildiğinde benzerleri olan
kavimlerin İslam'a girmesi umuluyorsa onlara da Müellefe-i Kulub kapsamında zekat verilir. Bunları
Bahauddin el-Makdisi zikretmiştir.

3- el-Umde şarihi Makdisi’nin belirttiği gibi, zekatın bu payından müslüman esirleri kurtarmak için de
harcama yapılabilir.

4- Şarih Makdisi şöyle demiştir: "Kendi maslahatları için borçlanan kimseler eğer zenginseler onlara zekat
verilmez ancak birtakım kişilerin ve toplulukların maslahatı için borçlanan birisine –örneğin fitneyi
dindirmek için bir kişinin diyetini üslenen kimsede olduğu gibi- zengin de olsa üslendiği borcu ödemesi
için zekat verilir."

5- Makdisi’nin belirttiği gibi bu gönüllü mücahidlere velev ki zengin dahi olsalar silah, binek, konaklama,
yol masrafları gibi hususlarda zekattan harcama yapılır. Görüldüğü gibi “Allah yolunda” ifadesinden kasıd
"kıtal yoluyla savaşan mücahidlerdir". İbni Kudame’nin el-Muğni’de belirttiği üzere bu ve ayette
zikredilen diğer sınıflar haricinde mescid yapımı, yol inşası, cenaze masrafları, misafir ağırlama gibi
Allah'a yaklaştırıcı amellere zekattan pay ayırmak caiz değildir.

6- Müslim, #1044

7- Şarih Makdisi şöyle demektedir: "Borçlu, köle, savaşçı ve yolcu zekat vasıtasıyla ihtiyaçlarını
giderdikten sonra arta kalanı iade ederler. Eğer zekata hiç ihtiyaç duymazlarsa hepsini iade ederler.
Çünkü onlar bu zekatı ihtiyaçtan dolayı almışlardı, fakat artık ona ihtiyaçları kalmamıştır. Geri kalan dört
sınıf yani fakirler, miskinler, zekat memurları ve müellefe-i kulub ise zekatı kalıcı bir şekilde alırlar ve
bundan hiçbir şey iade etmezler." Hiraki, kölenin de zekattan bir şey iade etmeyeceğini söylemiştir.
Vallahu a’lem.
‫باب من ال يجوز دفع الزكاة إليه‬

Bab'u men la Yecuzu Def’uz Zekatu ileyhi (Zekat Verilmesi Caiz Olmayan Kimseler Babı)

‫ال تحل الصدقة لغني وال لقوي مكتسب وال تحل آلل محمد صلى هللا عليه وسلم وهم بنو هاشم مواليهم وال يجوز دفعها إلى الوالدين وإن‬
‫علوا وال إلى الولد وإن سفل وال من تلزمه مؤنته وال إلى كافر‬.
‫فأما صدقة التطوع فيجوز دفعها إلى هؤالء وإلى غيرهم‬.
‫وال يجوز دفع الزكاة إال بنية إال أن يأخذها اإلمام قهرا‬.
‫وإذا دفع الزكاة إلى غير مستحقها لم يجزه إال الغني إذا ظنه فقيرا‬

Sadakayı (zekat); zengine, güçlü ve (kendisi ve varsa ailesinin geçimini sağlayabilmek için para) kazanan
birine vermek helal değildir. Muhammed (sallallahu aleyhi ve sellem)’in Al’ine (ailesine) de vermek helal
değildir ki bunlar Haşimoğulları ve onların Mevla’ları yani azatlı köleleridir.

Anne babaya ve ne kadar çıkarsa çıksın yukarısına (onların anne ve babalarına) çocuklara ve ne kadar
inerse insin aşağısına (yani onların çocuklarına), bakmakla yükümlü olunan kimselere ve de Kafirlere
(zekat) vermek caiz değildir. Nafile sadakaları ise bunlara ve başkalarına (ehli beyt vb., gibi zekat
verilmeyen diğer sınıflara) vermek caizdir.

İmam’ın zorla alması dışında, zekatı niyet olmaksızın vermek caiz değildir. 

Zekat, müstehak (zekat almaya ehil) olmayan birine verilirse geçerli olmaz. Ancak zengin olmasına
rağmen fakir zannedilen kişiye verilmesi durumu hariç (o zaman geçerli olur.)
‫‪ZEKAT KITABININ SONU‬‬

‫كتاب الصيام‬
‫)‪Kitab'us Siyam (Oruç Kitabı‬‬

‫مدخل‬

‫‪Giriş‬‬

‫‪.‬يجب صيام رمضان على كل مسلم بالغ عاقل قادر على الصوم ويؤمر به الصبي إذا أطاقه‬
‫‪.‬ويجب بأحد ثالثة أشياء‪ :‬كمال شعبان ورؤية هالل رمضان ووجود غيم أو قتر ليلة الثالثين يحول دونه‬
‫‪.‬وإذا رأى الهالل وحده صام فإن كان عدال صام الناس بقوله وال يفطر إال بشهادة عدلين وال يفطر إذا رآه وحده‬
‫‪.‬وإن صاموا بشهادة اثنين ثالثون يوما أفطروا وإن كان بغيم أو قول واحد لم يفطروا إال أن يروه أو يكملوا العدة‬
‫وإذا اشتبهت األشهر على األسير تحرى وصام فإن وافق الشهر أو ما بعده أجزأه وإن وافق قبله لم يجزه‬

‫‪Müslüman, akil baliğ ve oruç tutmaya güç yetiren herkese Ramazan’da oruç tutmak, vacibdir. Oruç‬‬
‫‪tutmaya takat getirebildiğinde, çocuğa da tutması emredilir. 1 ‬‬

‫‪Şu üç şeyden birinin olması ile oruç vacib olur: Şaban’ın (otuza) tamamlanması, Ramazan hilalinin‬‬
‫‪görülmesi2 veya (Şaban’ın) otuzunda hilali görmeye mani olacak şekilde havanın bulutlu veya tozlu‬‬
‫‪olması.3‬‬
Hilal'i, tek başına gören kişi oruç tutar. (Bu kimse) adil biriyse, insanlar onun sözüyle ile oruç tutar ve iki
adil kişinin (hilali gördüklerine dair) şehadeti olmadıkça da bayram etmezler. 4 Tek başına (Şevval)
hilali(ni) gören ise orucunu bozmaz.5 

İki kişinin şehadeti ile otuz gün oruç tuttuysalar, otuz gün sonunda (hilali görmeseler de) orucu bozarlar,
eğer buluttan dolayı yahut bir kişinin sözü ile (hilali görmeden Ramazan’a) başladılarsa bu durumda
(hilali) görünceye kadar ya da süreyi (Şaban ve Ramazan'ın otuzar günlük sürelerini) tamamlayıncaya
kadar orucu bozmazlar.6

Esir (tutuklu) aylar hakkında şüphedeyse, elinden gelenin en iyisini yapar (ictihad ederek zamanı belirler)
ve ona göre orucunu tutar. Eğer (tutuklunun ictihad ederek hesaplama yoluyla tuttuğu) orucu aya
(Ramazan’a) veya sonrasına denk gelirse yeterlidir, ama öncesine denk geldiyse yeterli gelmez (zira o
yılın Ramazan’ı için hala zaman vardır).

Dipnotlar: Oruç Kitabı, Giriş

1- Hiraki bunu: “Çocuk on yaşına geldiğinde eğer oruca gücü yetiyorsa oruç tutması gerekir.” şeklinde
ifade etmiştir. Ancak bu hususta racih olan, -el Umde şarihi Makdisi’nin de beyan ettiği gibi- bunun
vücubiyet anlamında değil, müstehabblık manasında olmasıdır. Her ne kadar namazı terk etmesinde
olduğu gibi orucu terk etmesinden dolayı dövülse de bu vacib olduğunu göstermez. (Dövülmesi
edeplendirme babındandır.) Bahauddin el-Makdisi, bu meyanda orucun farz olma şartlarını şu şekilde
özetlemiştir:

a) İslam: Buna göre gerek asli kafirlere, gerekse mürtedlere oruç farz değildir. (Müslüman olduktan sonra
da kaza etmeleri gerekmez.)

b) Akıl: Deliye oruç farz değildir. 

c) Buluğ: Çocuğa (yukarıda ifade edildiği gibi) oruç farz olmaz. Bu vasıflara haiz olan birisi eğer güç
yetirebiliyorsa (iyileşme ümidi olmayan hasta, yaşlı vb., değilse) oruç tutması vacibtir.

2- Hiraki (rh.a)’ın ifade ettiği gibi: "Şaban'ın yirmidokuzuncu günü geldiğinde hilal gözlenir." İbni Kudame
(rh.a) bu ifadenin şerhinde şunları zikretmiştir: 

"Hilali gördüğünde “Allahu Ekber” diyerek tekbir getirmek müstehabbtır. Bir belde halkı ramazan hilalini
gördüğü takdirde diğer beldelerin ahalisinin de aynı gün oruç tutmaları gerekir. İmam Leys'in ye
Şafîiler'den bir kısmının görüş ve ictihadı da bu doğrultudadır. Yani tercih edilen kavle göre ihtilaf-ı metali
‘ye (hilalin doğuş yerlerinin farklı oluşu) itibar edilmez. (Bkz. el-Muğni, 2/406)

er-Ravd’ul Murbi adlı eserde ise şöyle denilmiştir: “(Ramazan olduğuna dair) beyyine (kanıt) gündüz
ikame edildiğinde (günün kalan kısmında) imsak (oruç tutmak) ve (o günün) kazası; (oruç) kendisine
vacib olan herkese, keza hayz veya nifastan temizlenenler ve misafir (yolcu) olup oruç tutmaksızın
(gidecekleri yere) varanlar için, vacibdir zira (bir nevi) oruç bozulmuş(gibi olmuş)tur.” 

İbni Kudame (rh.a) ise: "Fecrin doğmadığını veya güneşin battığını zannederek oruç bozanlar gibi
kimselerin hükmü de böyledir", demiştir. (el-Muğni, 2/446) 
3- Hanbelilerin bu husustaki delili İbni Ömer (radiyallahu anh)’ın uygulamasıdır. Zira o, Şaban’ın
yirmidokuzuncu gününün akşamı hilali gözlemek için adam gönderir; eğer ki hava açık olduğu halde
göremezse ertesi gün oruç tutmaz fakat hava kapalı olursa ertesi gün oruç tutardı. Bunu Ebu Davud
rivayet etmiştir. İbni Kudame: "Hilali gördüğünüzde oruç tutunuz, yine onu gördüğünüzde iftar ediniz.
Hava size kapalı olursa ona göre (hesaplayıp) takdir ediniz." (Buhari, savm: 5, 11; Müslim, siyam: 6, 9, 18)
hadisinin ravisi İbni Ömer olduğu için hadisi en iyi ravisinin tefsir edeceğini söyleyerek bu görüşü tercih
etmiştir. Ancak diğer üç mezhep alimleri ve müçtehidlerin ekserisi bunu kabul etmemiştir. Zira hadisin
başka lafızlarında açık olarak: "Hilalin görünmesiyle oruç tutunuz, yine onun görünmesiyle iftar ediniz.
Hava size kapalı, sisli olursa Şaban'ı otuz olarak tamamlayın." buyrulmuştur. (Buhari, savm: 11)  Ayrıca
Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem)’in "yevm-i şekk" adı verilen Şaban’ın son gününde oruç tutmayı
nehy ettiği de bilinmektedir. Bu yüzden cumhura göre hilal görülemediği takdirde herhangi bir hesaba
veya başka bir uygulamaya başvurulmadan Şaban otuza tamamlanır. Bu görüş İmam Ahmed’den de
rivayet edilmiştir. (Tafsilatı için el-Muğni, 2/408-409) 

Meselenin hakikatini İbni Teymiye (rh.a) şöyle açıklamıştır: "Eğer Şabanın son gününün akşamı bulut, sis
gibi hilalin görülmesine mani olan bir şey mevcutsa ertesi gün oruç tutmak ne vacibtir, ne de haramdır
bilakis caizdir. Bu, selef ve haleften bir taifenin görüşüdür. Ebu Hanife’nin de görüşü budur. İmam
Ahmed’den bugünde oruç tutmaya dair nakledilen yaygın rivayetler de buna delalet eder. Gerek onun
gerekse sahabeden herhangi birisinin sözlerinde bunun vacib olduğuna delalet eden bir şey yoktur.” (el-
Fetava’ul Kubra, 5/375)

er-Ravd’ul Murbi adlı eserde de beyan edildiği gibi eğer Şaban’ın otuzun(un akşamın)da hava bulutsuz
(açık) olmasına rağmen hilali görmediyseler, bu durumda o gün oruç tutmaya başlamazlar. O gün oruç
tutmak mekruhtur çünkü o gün "şek günü"dür ve o gün (oruç tutmak) yasaklanmıştır. 

Hiraki (rh.a) oruca niyetle alakalı şöyle demiştir: “Farz olan oruca (imsak vaktinden yani fecirden önce)
gecenin herhangi bir saatinde niyet edilmezse o oruç caiz olmaz. Oruca geceden niyet edip de imsaktan
önce bayılan kişi güneş batana kadar ayılmazsa o gün tuttuğu oruç geçerli olmaz. Her kim bir şey
yemeden gündüzün (herhangi bir vaktinde) nafile oruca niyet ederse bu oruç geçerlidir.” 

İbni Kudame (rh.a) bu ibarenin şerhinde şunları söylemektedir: “Niyetin manası bir şeye kasdetmek,
yönelmek ve herhangi bir tereddüd olmaksızın kalbin bir şeye itikad etmesi demektir. Bu bakımdan
niyetin kesinlik taşıması gerekir. Bu sebeble –mesela Şaban’ın otuzuncu günü- eğer yarın Ramazan ise
oruçluyum şeklindeki bir niyetle tutulan oruç sahih olmaz. Çünkü Ramazan’ın başlangıcı ya hilali
görmekle, ya Şabanı otuza tamamlamakla veyahut da Hanbeliler nezdinde Şaban’ın son akşamı havanın
kapalı olmasıyla sabit olur. Bu şer’i delillerin hiç biri olmadan oruca niyet etmek geçerli olmaz. Keza
müneccimlerin veyahut da astronomi ilmi ile uğraşanların hesaplamalarından yola çıkarak oruç tutan
kişinin de orucu sahih olmaz. Hesaplamaları sık sık isabet de etse böyledir.” (Bkz.el-Muğni, 2/412-413)

er-Ravd’ul Murbi adlı eserde ise Behuti şöyle demiştir: "Eğer bir kimse oruç tutmaya niyet eder ancak
daha sonra mecnun olur (aklını yitirirse) yahut bütün gün baygın olur da; (günün) bir kısmında (baygınlık
hali geçip) kendine gelmezse orucu sahih (geçerli) değildir. Ancak, bütün günü uyuyarak geçirirse (oruç
bozulmuş) olmaz. Yalnız (gün boyu) baygın olanın, kaza etmesi lazımdır (gerekir)."

4- Zira İbni Ömer (radiyallahu anh)’dan rivayet edildiğine göre Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) tek
kişinin şehadetiyle Ramazan'a başladığı halde Ramazan'ın sonunda ancak iki kişinin şehadetini kabul
ederdi. Alimlerin ekseriyetinin kanaati de bu doğrultudadır. Bu hususta (Ramazan'ın sonunda) kadınların
şahitlikleri kabul edilmez. Ancak hilali gören bir erkek şahit olursa, iki kadının şahitliği bir şahit olarak
sayılır. (el-Muğni, 2/466) 

Nevevi ise bu hususta şunları zikretmektedir: "Ramazan hilali haricinde gerek Şevval hilali gerekse de
diğer ayların hilali iki tane hür, erkek, adil şahidin şehadeti haricinde sabit olmaz.” Nevevi ardından Ebu
Sevr haricindeki bütün alimlerin bunu böyle kabul ettiklerini dile getirmekte ve muhalif görüşleri
zikrederek bunların şazz ve zayıf olduğunu beyan etmektedir. (el-Mecmuu Şerh'ul Muhezzeb, 6/281)

Ramazanın başlangıcında ise er-Ravd’ul Murbi adlı eserde beyan edildiği üzere; adil, dinen mükellef,
haberi yeterli sayılan birisinin velev ki kadın yahut bir köle dahi olsa veya şehadet etmeksizin görmesiyle
(oruç) vacib olarak tutulur." 

İmam Ahmed’in rivayet etmiş olduğu başka bir hadiste açık olarak bu şahitlerin müslüman olması
gerektiğinden bahsedilmiştir: “Hilali görerek oruç tutun, hilali görerek bayram edin! Ve hilale göre (hac
vs.,) ibadetlerinizi yapın! Hava kapalı olursa otuza tamamlayın. Eğer iki müslüman şahid şahitlik yaparsa
ona göre oruç tutun ve bayram edin!” (Müsned-i Ahmed, #18895) 

Alimler de bu ve benzeri hadislerden gerek oruç gerekse diğer konularda şahitlik yapacak olan kimselerin
müslüman olması gerektiğini istidlal etmiştir. Böylece ramazan hilalini haber veren kişinin müslüman
olması gerektiği açıkça ortaya çıkmıştır. Hatta müslüman bile olsa bu kişi adalet sahibi yani büyük
günahlardan kaçınan küçük günahlarda ısrar etmeyen doğru sözlü birisi değilse yine şahitliğine itibar
edilmez. Adil şahitler hilali gördükten sonra artık şeytanın vesveselerine itibar etmezler ve gördükleri
hilalle amel etmekten geri dönmezler. 

Muslim’in rivayet ettiğine göre Ebu'l Bahteri şöyle demiştir: "Umre yapmak için yola çıktık. Batn-ı nahle
denilen yere indiğimiz vakit hilali görmeye çalıştık. Bunun üzerine cema'atten bazıları: Bu ay üç
günlüktür; diğer bazıları da: İki günlüktür, dediler. Derken İbni Abbas (radiyallahu anh)'a tesaadüf ettik.
(Kendisine): Biz hilali gördük. Cema'atten bazıları onun üç günlük olduğunu, diğer bazıları iki günlük
olduğunu söylediler, dedik. İbni Abbas (radiyallahu anh): Onu hangi akşam gördünüz? diye sordu; Filan
ve filan akşam, dedik. Bunun, üzerine İbni Abbas (radiyallahu anh); Şüphesiz ki Rasulullah (sallallahu
aleyhi ve sellem): Allah, onu görülmek için uzatmıştır; buyurdular. O, sizin gördüğünüz geceye aittir,
cevâbını verdi." (Muslim, #1088)

Kadı İyazın da beyan ettiği gibi son cümleden kasıd, Allah onun müddetini görülsün diye uzatmıştır,
manasındadır. Dolayısıyla hilal ilk ne zaman görüldüyse o günün hilalidir, hilalin iki günlük veya üç günlük
hilal gibi gözükmesine itibar edilmez.

5- Çünkü bu kişinin yanılmış olması mümkündür. Nitekim Ömer (radiyallahu anh) döneminde hilali
gördüğünü iddia eden bir adama Ömer (radiyallahu anh) gözlerini silmesini emretmiş ve gözünü sildikten
sonra adam hilali görememiştir. Ancak iki adil şahit hilali görürse velev ki kadı nezdinde kabul edilmemiş
olsa da insanlar onların sözüyle bayram edebilirler. (el-Muğni, 2/467) 

Ayrıca Hiraki’nin belirttiği gibi (Ramazan'ın son günü) Şevval hilali gündüzün zeval vaktinden önce veya
sonra görüldüğünde (o gün oruca devam edilir) ve de bayram ertesi gündür.

6- İbni Teymiyye (rh.a) bu ibarenin şerhinde şöyle demektedir: "Bir kişinin şahitliği ile otuz gün oruç
tutmuşlarsa ta ki en az iki kişinin şahitlik etmesi suretiyle hilali görünceye yahut Şaban ve Ramazan
‫‪aylarının ikisini de otuzar gün olarak (toplam altmış gün olarak) hesaplayıp bu süreyi‬‬
‫‪tamamlamadıklarımüddetçe bayram etmezler. Zira Ramazan'ın başlangıcında oruç ihtiyata binaen tek‬‬
‫"‪kişinin şahitliğiyle başlatılmıştı (yoksa kamil anlamda ayın başlangıcı tesbit edildiğinden dolayı değil).‬‬
‫)‪(İbn Teymiyye, Şerh'ul Umde, 4/151‬‬

‫باب أحكام المفطرين في رمضان‬

‫)‪Bab'u Ahkam’il Muftirin fi Ramadan (Ramazan’da Oruç Tutmaktan Muaf Tutulanlar Babı‬‬

‫ويباح الفطر في رمضان ألربعة أقسام‬


‫أحدها‪ :‬المريض الذي يتضرر به والمسافر الذي له القصر فالفطر لهما أفضل وعليهما القضاء وإن صاما أجزأهما‬
‫الثاني‪ :‬الحائض والنفساء تفطران وتقضيان وإن صامتا لم يجزئهما‬
‫الثالث‪ :‬الحامل والمرضع إذا خافتا على أنفسهما أفطرتا وقضتا وإن خافتا على ولديهما أفطرتا وقضتا وأطعمتا عن كل يوم مسكينا‬
‫الرابع‪ :‬العاجر عن الصيام لكبر أو مرض ال يرجى برؤه فإنه يطعم عن كل يوم مسكينا‬
‫وعلى سائر من أفطر القضاء ال غير إال من أفطر بجماع في الفرج فإنه يقضي ويعتق رقبة فإن لم يجد فصيام شهرين متتابعين فإن لم‬
‫يستطع فإطعام ستين مسكينا فإن لم يجد سقطت عنه فإن جامع ولم يكفر حتى جامع ثانية فكفارة واحدة وإن كفر ثم جامع فكفارة ثانية‬
‫وكل من لزمه اإلمساك في رمضان فجامع فعليه كفارة‬
‫ومن أخر القضاء لعذر حتى أدرك رمضان آخر فليس عليه غير القضاء وإن فرط أطعم مع القضاء لكل يوم مسكينا‬
‫وإن ترك القضاء حتى مات لعذر فال شيء عليه وإن كان لغير عذر أطعم عنه لكل يوم مسكينا إال أن يكون الصوم منذورا فإنه يصام عنه‬
‫وكذلك كل نذر طاعة‬

‫‪Ramazan’da oruç tutmamak şu dört sınıf için mübahtır:‬‬

‫‪İlki; orucun kendisine zarar vereceği hasta ve namazı Kasr (kısaltma) yapabilen (namazı kısaltacak kadar‬‬
‫‪uzun bir mesafeye giden) yolcu.1 Bu iki sınıf için orucu yemek daha efdaldir ve bunlar (oruç tutmadıkları‬‬
‫‪günler sayısınca) kaza ederler. (Hasta ve yolcu olmasına rağmen orucu yemez de) oruç tutarlarsa,‬‬
‫‪(oruçları) geçerlidir.‬‬
İkincisi; Hayızlı ile nifaslı (kadın)’dır. Orucu yerler ve (daha sonra) kaza ederler. Eğer oruç tutarlarsa,
(oruçları) geçersizdir.

Üçüncüsü; Hamile ile emzikli kadın. Eğer kendileri(ne bir zarar geleceği) için korkarlarsa, orucu yerler ve
(daha sonra) kaza ederler. Eğer (henüz doğmamış veya anne sütü ile beslenen) bebekleri(ne bir zarar
geleceği) için korkarlarsa, orucu yerler, (daha sonra) kaza ederler ve (oruç tutamadıkları) her gün için bir
miskini doyururlar.2

Dördüncüsü; yaşlılıktan veya iyileşme ümidi bulunmayan (çaresi bulunmayan) bir hastalıktan dolayı,
(oruç tutmaktan) aciz olanlar. Böyle olan birisi ise (oruç tutamadıkları) her gün için bir miskini doyurur.

Ferc’den cima ederek (sünnet yerinden cinsel ilişkiye girerek) orucunu bozan hariç diğer oruç yiyenlerin
üzerinde (oruç yedikleri bütün günler için) kaza etmelerinden başka bir şey yoktur. 3 Bu durumda olan
birisi ise, orucu kaza etmesi ve ek olarak da bir köle azad etmesi gerekir, eğer bunu yapamazsa iki ay
aralıksız oruç tutması gerekir bunu da yapamazsa altmış miskini doyurmalıdır bunu da yapamazsa
üzerinden yükümlülük sakıt olur (düşer).

Eğer cima ettiyse ve henüz keffaret ödemediyse ardından ikinci defa cima ettiyse bu durumda onun için
bir keffaret vardır; eğer keffareti ödeyip ikinci defa cima ettiyse bu durumda onun için ikinci kefaret
vardır.

Ramazan’da imsak etmesi (orucu bozan şeylerden sakınması) lazım olan (gereken) herkese (mesela o
günün Ramazan olduğunu gün ortasında öğrenen kişi gibi), cima ettiğinde keffaret vardır.

Geçerli bir mazeret ile (tutamadıkları orucu) kaza etmeyi bir sonraki Ramazan’a kadar erteleyene, kaza
etmesinden başka bir yükümlülük yoktur. Eğer ihmalkarlıktan dolayı bunu yaptıysa bu durumda
(tutamadıkları orucu) kaza etmenin yanında her gün için bir miskini doyurur. 4

Eğer kaza etmeyi ölene kadar geçerli bir mazeretten dolayı terk ettiyse, ona hiçbir şey gerekmez. Eğer
mazeretsiz olarak bunu yaptıysa (öldükten sonra) onun adına (oruç yediği) her gün için bir miskin
doyurulur. Ancak (borçlu olduğu) oruç nezirden dolayıysa (adak orucuysa) bu durumda onun adına
birisinin oruç tutması gerekir. Bütün taatler için yapılan nezirlerde (namaz, sadaka, kurban ve diğer
adaklarda) hüküm aynıdır.

Dipnotlar: Ramazan’da Oruç Tutmaktan Muaf Tutulanlar Babı

1- İbni Kudame (rh.a)’ın el-Muğni’de söylediği gibi yolcu –tıpkı namazı kısaltma hususundaki gibi- ancak
yaşadığı yerin evlerini terk ettikten sonra orucunu açabilir.

2- İbni Kudame (rh.a)’ın el-Muğni’de ifade ettiği gibi bu tıpkı cima keffaretinde olduğu gibi her fakire bir
müd (çeyrek sa’; yaklaşık yarım kilo ve fazlası) buğday ya da yarım sa' (yaklaşık bir kg ve daha fazlası)
hurma veya arpa (veyahut da fitre olarak verilmesi caiz olan yiyeceklerden) vermek suretiyle olur. (Bkz.,
el-Muğni, 2/450-451) 

Hiraki (rh.a) ise şöyle demiştir: "Hayızlı ve nifaslı kadın imkanı olduğu halde ölene kadar orucunu kaza
etmezse öldükten sonra (yakınları) tutamadığı her gün için bir fakiri doyururlar."
3- Hiraki (rh.a) şöyle demiştir: "Ramazan orucunun kazası dağınık olarak tutulabilir. Ancak ara
vermeksizin peşpeşe tutulması daha efdaldir."

4- Hiraki (rh.a) şöyle demiştir: "Kazasını bu şekilde ertelemiş olan hastanın ve yolcunun hükmü de
yaşarken ve öldükten sonra aynı şekildedir." (Tutmadığı her gün için ölünün adına bir fakir
doyurulmasıdır.)

‫م‬

Bab'u ma Yufsid'us Savm (Orucu Bozan Şeyler Babı)

‫ومن أكل أو شرب أو استعط أو أوصل إلى جوفه شيئا من أي موضع كان أو استقاء فقاء أو استمنى أو قبل أو لمس فأمنى أو أمذى أو‬
‫كرر النظر حتى أنزل أو احتجم عامدا ذاكرا لصومه فسد وإن فعله ناسيا أو مكرها لم يفسد صومه‬
‫وإن طار إلى حلقه ذباب أو غبار أو تمضمض أو استنشق فوصل إلى حلقه ماء أو فكر فأنزل أو قطر في إحليله أو احتلم أو ذرعه القيء‬
‫لم يفسد صومه‬
‫ومن أكل يظنه ليال فبان نهارا فعليه القضاء ومن أكل شاكا في طلوع الفجر لم يفسد صومه وإن أكل شاكا في غروب الشمس فعليه‬
‫القضاء‬

Her kim; yer, içer1 veya burun deliklerinden midesine bir şey alırsa, yahut hangi yoldan olursa olsun
midesine herhangi bir şey ulaşırsa2 veya kusmaya çalışır da kusarsa (kasıtlı olarak kusarsa), istimna
yaparsa (kendi isteğiyle meni getirirse), (şehvet sebebiyle) öper yahut dokunur da bunun sonucu olarak
meni ya da mezi boşalırsa, bakışı tekrarlayıp bunun neticesinde inzal vaki olursa (yani meni gelirse, bakışı
tekrarlamada mezi gelmesi ise orucu bozmaz.), ya da hacamat yaptırırsa 3; bütün bunları kasıtlı olarak ve
(oruçlu olduğu) hatırında olduğu halde orucu bozulur. 4 Bunları unutarak yahut ikrah altındayken yaptıysa
orucu bozulmaz. (Bu kimse orucuna devam eder ve kaza etmesi de gerekmez.)

Eğer ağzına sinek veya toz kaçarsa, ya da mazmaza (ağzı çalkalama) veya istinşak (buruna su alıp nefesle
burun içine çekme) yaparken yutağına su ulaşırsa, ya da (şehevi şeyleri) düşünür ve ardından (düşünme
dışında başka bir eylemde bulunmaksızın) boşalırsa ya da idrar yoluna (ilaç vb.,) bir şey damlatırsa yahut
uykuda ihtilam olursa5 veya kasıtsız (istem dışı) kusarsa, orucu bozulmaz. 6

Eğer, akşam olduğunu zannederek yer ve daha sonra gündüz olduğu ortaya çıkarsa, o günü(n orucunu)
kaza eder. Eğer Fecir’in başlangıç zamanı hususunda şüpheli (olarak) yediyse orucu ifsad olmamıştır
ancak güneşin battığından şüpheli bir şekilde yediyse, (orucu) kaza eder. 7

Dipnotlar: Orucu Bozan Şeyler Babı


1- el-Umde şarihi Makdisi’nin beyan ettiği gibi yiyip içilen şey gıda türünden olsun veya çakıl taşı, toz gibi
gıda ihtiva etmeyen bir şey olsun fark etmez hepsi orucu bozar.

2- el-Umde şarihinin beyan ettiği gibi beyin de bu hususta mide gibidir. Şu halde beyne ulaşan herhangi
bir ilaç vs., de aynı şekilde orucu bozar.

3- el-Umde şerhi el-Udde’de bu ifadeye ilaveten yahut başkasına hacamat yaparsa denilmiştir. Hacamat
yoluyla kan aldıran kişinin orucunun bozulacağı görüşünü İshak, İbni Huzeyme, İbni Munzir gibi bazı
müçtehidler dile getirmiştir. Dayanakları: "Hacamat yapan da yaptıran da orucunu bozmuştur" şeklinde
rivayet edilen hadistir. Bu alimler, hadisten yola çıkarak hacamatçının da orucunun bozulacağını
söylemiştir. Diğer üç mezhepte ise hacamatın orucu bozan bir fiil olduğu görüşü kabul edilmemiştir.
Bunlar, Nebi (sallallahu aleyhi ve sellem)’in oruçlu iken kan aldırdığına dair rivayetlere istinad etmişler ve
diğer hadisleri ise değişik şekillerde izah etmişlerdir. (el-Muğni, 2/421)

4- Hiraki (rh.a) bunlara ilaveten şöyle demiştir: "İslam'dan dönen, irtidad eden kişi de o andan itibaren
orucunu bozmuş olur. Orucunu bozmaya niyetlenen kişi, niyet ettiği andan itibaren orucunu
bozmuştur." 

İbni Kudame (rh.a) ise nafile oruçla alakalı kişi orucu bozmaya niyetlenir fakat sonra tekrar oruca niyet
ederse orucu bozulmaz, demiştir. (el-Muğni, 2/436) 

Yine Hiraki (rh.a)’ın söylediği gibi bunları yapan kişiye keffaret olmaksızın sadece (bir gün) kaza gerekir.
(Keffaret ise yalnızca cinsi temasla orucunu bozana gerekir.) Sadece vacib (farz) olan oruçlarda kaza
gerekir. (Nafile oruçların kaza edilmesi gerekmez.)

5- Hiraki (rh.a) şöyle demiştir: "Geceleyin cima etmiş olan birisi fecre kadar gusletmese (cünüb olarak)
oruç tutmasının bir sakıncası yoktur. (Sabah namazını kılmadan gusletmesi gerekir.) Fecirden önce
hayızdan kesilen kadın da böyledir. Eğer kişi oruca fecirden önce niyet edip sabahleyin guslederse oruçlu
sayılır."

6- İbni Kudame (rh.a) orucu bozmayan bu hususlara ilaveten el-Muğni’de şunları zikretmiştir: 

"Tükürük yutmak -velev ki ağzında toplayıp yutsa da- orucu bozmaz. Oruçlunun banyo yapmasında da bir
sakınca yoktur. Dişlerinin arasında atılması mümkün olmayacak kadar küçük bir parça yiyecek kalan
kimse bunu yutsa orucu bozulmaz. Ancak yuttuğu parça dışarı atılması mümkün olan büyük bir parça ise
orucu bozulur. Eğer ihtiyaç varsa oruçlu kimse yemeğin tadına bakabilir, ama ihtiyaç yoksa yemekten
tatması mekruhtur. Eğer yemeğin tadını boğazında hissederse orucu bozulur." (İbni Kudame, el-Muğni,
2/424-428) "Gıybet yapmak vb., günahlar da icma ile orucu bozmaz." (İbni Kudame, el-Muğni, 2/423)

7- İbni Kudame (rh.a) bu hususta şöyle demiştir: "Yemek yediği esnada fecrin doğduğu kesinse kaza
gerekir. Ancak fecrin doğduğu şüpheliyse ta ki fecrin doğduğu kesinleşene kadar yiyip içebilir bundan
dolayı bir şey gerekmez. Akşam ise güneşin battığı şüpheli olsa bile kaza gerekir. Zira aslolan ne ise onun
hükmü devam eder. Fecirden önce aslolan gecenin devam etmesi olduğundan dolayı fecrin doğuşunu
kesin bilene kadar gece devam ediyor sayılır. Güneş batmadan önce ise aslolan gündüzün devam
etmesidir. O yüzden güneşin battığı kesin bir şekilde bilinene kadar oruç açılamaz." (Bkz. el-Muğni,
2/448) 
Ayrıca Hiraki (rh.a)’ın beyan ettiği gibi "Efdal olan sahuru geciktirmek, iftarı acele etmektir."

Bab'u Siyam et-Tatavvu (Nafile Oruçlar Babı)

ً ‫ كان يصوم يوما ً ويفطر يوما‬:‫أفضل الصيام صيام داود عليه السالم‬

"En Efdal (üstün, Nafile) oruç Davud aleyhi selam'ın orucudur, bir gün oruç tutar bir gün yerdi." (Buhari;
#1131; Müslim, #1159)

Ramazan Ay'ından sonra en Efdal oruç el-Muharrem olarak adlandırılan Allah’ın Ay’ındadır.

Allah’a; Salih Ameller’in, Zu’l Hicce’nin (ilk) on gününden daha sevimli olduğu gün yoktur.

Ramazan orucunu tutan ve (sonrasında) Şevval’den altı gün tutanın durumu, Dehr (bütün sene tutulan
oruç) gibidir.

Aşura Günü oruç tutmak bir yıl Kefaret’dir; Arefe Günü oruç tutmak ise iki yıl Kefaret’dir. Arafat’da
olanın oruç tutması ise hoş karşılanmamıştır.

Eyyam-ı Bid1’de oruç tutmak Müstehab’dır, ikinci gün (Pazartesi) ve beşinci gün (Perşembeleri) de (oruç
tutmak Müstehab’dır).

Tatavvu (Nafile) oruç tutan kendi Nefsi’nin emiridir; dilerse oruç tutar ve eğer bozmak isterse orucunu
bozar, Kaza’sı yoktur.

Keza bütün Tatavvular da (Nafile İbadetler) böyledir, Hacc ve Umre dışında ki; bunların tamamlanması
Vacib’dir ve eğer bozulduysa Kaza’sı yapılır.

‫ ويوم األضحى‬،‫ يوم الفطر‬:‫ونهى رسول هللا صلى هللا عليه وسلم عن صوم يومين‬
"Nebi sallallahu aleyhi ve sellem iki günde oruç tutmayı Neyhetmiştir; İd el-Fıtr (Ramazan Bayramı) Günü
ve (İd) el-Adha (Kurban Bayramı) Günü." (Buhari, #1990; Müslim, #1137)

‫ونهى عن صوم أيام التشريق‬

(Rasulullah) "Eyyam-ı Teşrik2’de oruç tutmayı Neyhetmiştir." (Müslim, #1141)

‫إال أنه رخص في صومها للمتمتع إذا لم يجد الهدي‬

"Ancak, Temettu (Haccı)3; yapan ve Hedy (kurbanlık) bulamayan kimseye Ruhsat (izin) vermiştir."
(Buhari; #1997; #1998)

Kadir Gecesi, Ramazan’ın son on gününün tek gecelerindedir.

Dipnotlar: Nafile Oruçlar Babı

1-
 Eyyam-ı Bid, Beyaz Günler demektir ve Kameri Ay’ın ortasındaki günler olan 13, 14 ve 15’i gündüz
güneşle gece de dolunayla aydınlanarak 24 saati aydınlık olduğundan bu şekilde isimlendirilmişlerdir.

2-
 Eyyam-ı Teşrik, Teşrik Günleri demektir ve Zi’l Hicce Ay'ının onbir, oniki ve onüçüncü; Kurban
Bayramı’nın ikinci, üçüncü ve dördüncü günleridir.

3-
 Temettu Haccı, bir Hac mevsimi içerisinde ayrı Niyet ve İhramlar’la Umre ile Hac yapmaktır.
Bab'u el-İ’tikaf (İ’tikaf Babı)

(İ’tikaf), Allah Te’ala’ya Taat için Mescid’e çekilmektir. (İ’tikaf) Sünnet’dir, Nezr (adanmış) olması başka
bu durumda (adağın) yerine getirilmesi lazımdır (gereklidir).

Kadına, kendi evindeki Mescid’den başka, bütün Mescidler’de Sahih (geçerli)’dir. Erkek için Cema'atle
namaz kılınan Mescid dışında Sahih (geçerli) değildir ve Cuma kılınan Mescid’de İ’tikaf’a çekilmek
Efdal’dir.

İ’tikaf’a çekilmeyi veya namaz kılmayı belirli bir Mescid’de yapmayı Nezr eden, bunu (adağını) başka bir
Mescid’de de yapabilir; ancak üç Mescid’den (Mekke’de Kabe, Medine’de Mescid-i Nebevi ve Kudüs’de
Mescid-i Aksa) birinde bunu yapmayı Nezr eden (adayan) başka.

Eğer Mescid el-Haram’da (Kabe) bunu yapmayı Nezr ettiyse (adadıysa), orada yapması lazımdır.
Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem)’in Mescid’inde yapmayı Nezr ettiyse, Mescid el-Haram’da da
(Kabe) yapabilir. Eğer Mescid el-Aksa’da İ’tikaf’a çekilmeyi Nezr ettiyse, (diğer) ikisinden (Ka'be ve
Mescid-i Nebevi) dilediğinde yapabilir.

İ’tikaf’a çekilen kişinin kendisini, Kurbe’yle (Allah’a yakınlaştıracak şeylerle) meşgul etmesi ve buna
uymayan söz ve fiillerden İctinab etmesi (sakınması) Müstehab’dır. İ’tikaf bunların hiçbirinden dolayı
İbtal olmaz.
 
(İ’tikaf’a girmeden önce) şart koşmuş olması dışında (İ’tikaf’da olan kişi) bir ihtiyaç olmaksızın
Mescid’den dışarı çıkamaz. Kadına da (Şehvetle) yaklaşamaz.

Yolu üzerindeki bir hastanın durumu hakkında veya bir başkası hakkında, onu ziyaret etmeksizin (birine)
sorarsa bu Caiz’dir.
Oruç Kitabı'nın Sonu

Kitab'ul Hacc ve’l Umre (Hacc ve Umre Kitabı)

Hacc(a gitmek) ve umre (yapmak) ömründe (bir defa); istitaat (güç yetiren) ve gitmeye yol bulan akıl
baliğ ve hür olan her müslümana Vacib’dir. İstitaat (güç yetirme); kişinin kendisi gibi birine yakışır
biçimde azığı ve bineği olması, buna ek olarak bunların (azık ve binek masrafları) borcundan
ödeyeceğinin dışında olması ve kendisinin ve ailesinin (bakmakla yükümlü olduklarının) dönene kadar
geçimini sağlayacak mala sahip olmasıdır.

Kadına eşlik edecek mahreminin bulunması; kocası veya neseb yoluyla veya diğer bazı Mübah sebebten
dolayı (misalen) evlilik yapması Haram olan biri (gibi).

Ölene kadar (hacc, umre görevini yerine getirmeyi) ihmal eden kişinin malından, hacc ve umre ücreti
(onun adına hacc/umre yapılabilmesi için) alınır.

Kafir’in ve mecnunun (deli) haccı Sahih (geçerli) değildir. Kendilerine (Vacib’i onların üzerinden
düşürmeye) yeterli gelmese de, çocuğun ve abdın (köle) ise (haccı) Sahih (geçerli)’dir. Yine, güç
yetiremeyenin ve mahremi bulunmayan kadının da (haccı) Sahih (geçerli)’dir.

Başkasının yerine hacceden ama kendisi için haccetmemiş kimse veya Nezr (adağını yerine getirmek) için
hacc eden yahut nafile olarak yerine getiren ve İslam’da hacc (etmek Farz) kılınmadan hacc edenin,
başkaları için değil bu haccı; (kendisi için) İslam’daki Farz hacc yerine geçer.
Bab'u Mevakit (İhram Yerleri ve Zamanları Babı)

Mikat (Hacı’nın İhram’a gireceği yer ve zaman) Medine Ehli için Zu’l Hulafe (Abarı Ali); Şam (Suriye,
Lübnan, Filistin ve Ürdün) Mağrib (Fas, Cezayir ve Tunus) ve Mısır Ehli için Cühfe (Mekke ile Medine
arasında bir köy); Yemen için Yelemlem (Mekke’den iki merhale uzakta bir yerdir); Necd için Karn (el-
Menazil; Mekke'den iki merhale uzaklıkta ve Arafat Dağı’na bakan bir dağdır), Meşrik (Irak ve doğusunda
kalan İslam beldeleri) için Zatı Irk’dır (Mekke’den iki merhale uzakta bir köy).

Bu Mevakit (Mikat’ın çoğulu; Mikatlar) oranın Ehli (yöre halkı) ve oradan geçmekte olanlar içindir. 

Eğer bir kimsenin yaşadığı yer (Mekke’ye) Mikat yerinden daha yakınsa bu durumda Mikat’ı evinden
başlar, Mekke Ehli için de (böyledir); Mekke Ehli, Hacc için Mikat yeri olarak şehrin kendisinden başlar,
Umre’ye ise Haram dışındaki en yakın yerden başlar.

Mikat yerinden yolu geçmeyenler(e gelince), onların Mikat’ı ise kendilerin en yakın Mikat yeridir.

Mübah bir savaş veya ateş yakmak için odun toplamak vb., gibi tekrarlanan bir Hacet’in (ihtiyaç)
giderilmesi dışında, Mekke’ye gitmek isteyenin İhram’sız olarak Mikat yerini geçmesi; Caiz değildir. 

Sonra Nüsuk (Hac ve/veya Umre) yapmak isterse, (bulunduğu) Mevziden İhram’a girer. Eğer İhramsız
olarak geçerse, geri dönüp Mikat’da İhram’a girer ve onun için (Fidye olarak) adak yoktur. Mikat
yerinden (Harem’e) daha yakın bir yerde İhram’a girdiyse,  Mikat yerine dönse de dönmese de aynıdır,
Dem (hayvan kanı) akıtması  gerekir.

Efdal olan Mikat yerinden önce İhram’a girmemektir, eğer (kişi Mikat yerinden önce İhram’a) girdiyse,
İhramlı sayılır. 

Hacc ayları; Şevval, Zu’l Kade ve Zu’l Hicce’nin ilk on günüdür.


Bab'u el-İhram (İhram Babı)

İhram’a girmek isteyene; Gusletmesi, temizlenmesi ve kokulanması Müstehab’dır. Dikilmiş giysiden


kaçınmalı, beyaz ve temiz olan, İzar ve Rida giymelidir. Daha sonra iki Re’kat namaz kılmalı ve hemen
ardından İhram haline girmelidir ki bu, İhram’a Niyet etmektir.

İhram’a girme Niyet’ini dile getirmek, şart koşup şöyle demek Müstehab’dır: 

‫اللهم إني أريد النسك الفالني فإن حبسني حابس فمحلي حيث حبستني‬

"Allah’ım!.. Nüsuk; Hac ve/veya Umre, için Niyet etdim. Eğer birşey beni bundan alıkoyarsa, İhram’dan
çıktığım yer beni alıkoyacağın yer ve zamandır!" (Buhari; Müslim; Tirmizi; Nesai)

Kişi Temettu (Hacc'ı), İfrad (Hacc'ı) veya Kıran (Hacc'ı) arasında Muhayyer (serbest) bırakılmıştır
(üçünden birini seçer). (Bunlardan) Efdal olanı (sırasıyla) Temettu (Hacc'ıdır), sonra İfrad (Hacc'ı), sonra
da Kıran (Hacc'ı)dır.

Temettu (Hacc'ı), Hacc aylarında Umre için İhram’a girmek ve (Umre’yi) tamamlayıp sonra da aynı yıl
içerisinde Hac için İhram’a girmektir.

İfrad (Hacc'ı), tek olarak Hacc için İhram’a girmektir.

Kıran (Hacc'ı), Hacc ve Umre için İhram’a girmek veya Umre’den sonra Hacc’ı da eklemektir.

Eğer Hacc için İhram’a girer ve ardından Umre’yi eklerse, Umre için İhram’a girmesi geçerli değildir.

Bineğinin üzerine biner binmez Telbiye getirirek şöyle der:

‫لبيك اللهم لبيك لبيك ال شريك لك لبيك إن الحمد والنعمة لك والملك ال شريك لك‬

"Emret Allah'ım! Emrine amadeyim, emrine amadeyim, Sen’in ortağın yoktur emret! Hamd Sana
Mahsus’dur, Nimet’i veren Sen’sin, Mülk, kainat üzerindeki Hakimiyet ve Tasarruf Seni’ndir, Sen’in
benzerin ve ortağın yoktur!.." (Buhari; Müslim; Tirmizi; Ebu Davud; İbni Mace; Nesai; Ebu Davud; Ahmed
Müsned; Beyheki, Sünenu’l Kübra)

Bunu çokça yapmak (Telbiye getirmek) ve kadınlar dışında kalanların seslerini yükseltmesi Müstehab’dır.
Özellikle şu durumlarda (böyle yapılması) vurgulanmıştır:

Bir tepeye tırmanırken veya (bir) vadiye inerken;

veya başka birinin Telbiye getirdiğini işittiğinde;

veya hatayla (Muhrim tarafından) işlenmesi mazurlu olan birşey yaptığında;

veya binekleri üzerinde olan birileriyle karşılaşınca;

Yazılmış (Farz kılınmış; Beş Vakit Farz) Namaz’dan sonra;

Seher (Vakti’n)’de

ve gündüz ve gecenin başlangıcında.


Bab'u Mahzurat el-İhram (İhramlıyken Yasak Olan Şeyler Babı)

(İhramlıyken yasak olan şeyler) dokuzdur:

Birincisi ve ikincisi: Saçları traş etmek ve tırnakları kesmek. Bunlar üç (adet saç teli yada tırnak) olursa
Dem (hayvan kanı) akıtması gerekir, bundan daha az ise her seferi için bir Mud yiyecek vermelidir. Ve o
(Mud) bir Sa’ın dörtte biri miktarındadır.

Eğer saçı gözüne giriyor diye saçını yolar/koparırsa yada uzadığından saçı gözlerini örterse yada tırnağı
kırıldıysa ve bu yüzden kestiyse üzerine birşey gerekmez (Kefaret ödemez).

Üçüncüsü: İzar bulamama durumu hariç, dikilmiş giysi giymek. Bu durumda (İzar bulamadığında), Silvar
(şalvar) giyer. Giyecek bir çift sandalet bulamazsa, Mest (deri çorap) giyer ve ona (bundan dolayı Kefaret
olarak; hayvan kanı akıtması vs.,) birşey gerekmez.

Dördüncüsü: Başı örtmek ve kulaklar da ondan (başa dahil kabul edilen uzuvlardan)dır.

Beşincisi: (İhramlı’nın) bedenine ve elbiselerine koku sürmesi.

Altıncısı: Av hayvanı öldürmek ki onlar; vahşi (yabani) olan (ve normal zamanlarda avlanması) Mübah
olan (hayvan)lardır. Ehilleştirilmiş hayvanlar ve deniz avı (öldürmek) ise Haram değildir, bunlar
Mübah’dır.

Yedincisi: Nikah Akdi yapmak Haramdır ancak (yapılırsa) Fidye’si yoktur.

Sekizincisi: Ferc dışındaki yerlere şehvetle dokunmak. Eğer dokunması yüzünden İnzal olursa deve; İnzal
olmaz ise, bir koyun keser ve Hacc’ı Sahih (geçerli) olur.

Dokuzuncusu: Fercden birleşme (Cima yapmak). İlk Tehallül (İhramdan çıkış) öncesi olduysa Hacc’ı İfsad
olmuştur, (İfsad olmasına rağmen) Hacc’ını tamamlar ve ertesi yıl yeniden (Kaza) Hacc(ı) yapar ve Cima
edene (cinsel ilişkiye girene) deve (kesmesi) gerekir. Eğer (birleşme) ilk Tehallül'den sonra olduysa bir
koyun (kesmesi gerekir) ve Tavaf yaptığında İhramlı olmak için et-Tanim’den İhram’a girer.

Eğer Umre yaparken birleşme olursa onu (Umresi’ni) İfsad eder. Nüsuk’u başka hiçbirşey İfsad etmez.

Kadının dikilmiş giysi giyebiliyor olması ve İhramı’nın sadece yüzünü kapsaması dışında (hükümleri)
erkekte olduğu gibidir.

Bab'u Fidye (Fidye Babı)

(Hacc ve Umre'de ödenecek Fidye) iki çeşittir:

İlki; kişinin tercihine kalmıştır; Eza’nın (yani saç ve tırnaklar), kıyafet ve koku sürünmek hususundaki
kuralı ihlal edenin, Kazası ki bunda üç seçenek vardır: üç gün oruç tutmak; altı Miskin’i üç Sa (ölçeğinde)
hurma ile doyurmak; veya Şat (koyun yahut keçi) kesmek. 

Avlanmanın cezası, öldürdüğü (avladığı) hayvanın misli olan En’am (evcil çiftlik hayvanı, sığır)’dır kuş
(avlamanın) dışında, bu durumda (kuş avlamanın cezası ise) kıymetiyledir. Güvercin dışında, ki onun için
koyun veya keçi; deve kuşu için ise deve (keser). Mislini kesmek yerine karşılığını yemek olarak ödemek
de, her Miskin kimseye (Müd sayısınca) bir Müd (bir Sa’nın dörtte biri olup yaklaşık 750ml’dir) yemek
vermekte veya vermesi gereken her Müd için bir gün oruç tutmakta Muhayyer'dir.

İkinci çeşit; Tertib’e uyulmasıdır ki bu, Mutemetti (Temettu Haccı yapan) içindir, bir Şat (koyun veya keçi)
kesmesi lazımdır (gerekir) eğer bulamazsa bu durumda Hacc’da üç gün ve (memleketine) döndüğünde
yedi gün (toplamda on gün) oruç tutar.

Cima edenin (Kefareti) deve (kesmek)dir, eğer yapamazsa Mutemetti’nin orucu gibi oruç tutar.

Dem (hayvan kanı akıtma) Hükmü; Fevat (Haccetmek üzere İhram’a giren kişinin Arafat Vakfesi’ne
yetişememesi, Vakfe süresi içinde bir an olsun Arafat’da bulunamaması) için de aynıdır.

Muhsar (engellendiği için Hacc’ın Farzları’nı yerine getiremeyen) için de (Hüküm) aynıdır ona Dem (Hac
ve Umre esnasında İbadet maksadıyla veya bir Vacib’in terki, geciktirilmesi ya da bir İhram yasağının İhlal
edilmesi sonucu ceza olarak koyun veya keçi kesilmesi, kanının akıtılması) lazımdır (gereklidir). Bunu
yapamazsa (aralıksız) on gün oruç tutar.

Bir kimse, av hayvanı öldürmesi dışında, mahzurlu olan aynı cinsden birşeyi tekrar yaparsa -ilki için,
ikinciyi işlemeden, Kefaret vermesi başka- bir tek Kefaret gereklidir. 
Eğer farklı cinsden birçok mahzurlu şey işlediyse, herbiri için bir(er) Kefaret gerekir.

İster kasıtlı yapılsın ister kasıtsız yapılsın; traş olmak, tırnakları kesmek, Cima etmek (cinsi münasebette
bulunmak) ve av hayvanlarını öldürmek (avlamak hükmen), aynıdır.

Unutkanlıkla yapılan diğer Haram işler için (ceza ve Kefaret olarak) birşey gerekmez.

Bütün (Kefaretler;) kurbanlıklar ve yiyecekler Harem'in (Ka'be'nin) Miskinleri'ne verilir; Eza’nın (traş olma
ve tırnak kesme) Kefareti bunun dışındadır ki, bunun Kefareti kişinin saçlarını traş ettiği yerde dağıtılır.

Muhsar (Hacc/Umre İbadet'ini yapmaktan engellenen), kurbanını bulunduğu yerde keser. (Muhsar’ın)
orucuna gelince, her yerde (Kefaret olarak) oruç tutması, Caiz’dir.

Bab'u Duhulu Mekke (Mekke’ye Giriş Babı)

(Hacc yapan şahsın) Mekke’ye en yüksek yerinden (Kuzey’den) ve Beni Şeybe Kapısı’ndan girmesi,
Müstehab’dır, zira Nebi (sallallahu aleyhi ve sellem) oradan girmiştir.

Beyt’i (Ka’be’yi) gördüğünde ellerini kaldırıp Allah’ı yüceltir (Tekbir getirir; Allahu Ekber! der), O’na Hamd
eder ve Dua eder.

Sonra Mutemir (Umre yapan) ise, Umre Tavafı ile, Mufrid (İfrad Haccı; Umre ile birlikte olmayıp sadece
Hac yapan) yahut Karin (Kıran Haccı; Hacc ve Umre’yi birlikte yapan) ise Tavaf el-Kudum (Mekke dışından
Hacc'a gelenlerin yaptıkları Varış Tavafı) ile başlar.

Ridası’yla İdtiba yapar (Rida’nın bir ucunu sağ koltuk altından geçirip sol omuz üzerine atmak suretiyle
sağ omuz ve kolu İhram’ın dışında bırakır); ortasını sağ koltuk altına koyar, iki ucunu ise sol omzunun
üzerine koyar. (Tavaf’a) Hacer'ul Esved’den başlar, Onu İstilam yapar; ona elle dokunur ve öper (yahut
bir vasıta aracılığıyla dokunup daha sonra vasıtayı öper) ve şöyle der:

[ ‫]بسم هللا وهللا أكبر اللهم إيمانا بك وتصديقا بكتابك ووفاء بعهدك واتباعا لسنة نبيك محمد صلى هللا عليه وسلم‬

"Allah’ın adıyla ve Allah en büyüktür; Allah’ım Sana İman ettim, Kitabı’nı Tasdik ettim, Ahdine Vefa
gösterdim ve Nebi’n Muhammed’in -Allah’ın Salat ve Selamı üzerine olsun- Sünnet’ine İttiba ettim!.."

Sonra sağından başlar, Beyt(ullah; Ka’be) solunda kalacak şekilde ve Hacer('ul Esved)’den başlayarak
(tekrar) Hacer('ul Esved)’e (dönene) kadar ilk üçü Remel (kısa ve koşar adımlarla) son dördünde (normal
hızla) yürüyerek (toplam) yedi kez Tavaf yapar.  

Rükn’ü Yemani ve Hacer(’ul Esved)’e vardığında (elleriyle dokunup öperek) İstilam yapar, (Allahu Ekber!
diyerek) Tekbir ve (La ilahe illallah diyerek) Tehlil getirir.
İki Rükün arasında şöyle der: 

[ ‫]ربنا آتنا في الدنيا حسنة وفي اآلخرة حسنة وقنا عذاب النار‬

"Rabbimiz, bize Dünya’da da iyilik ver, Ahirette de iyilik (ver) ve bizi ateşin Azabı’ndan koru!.." (el-Bakara
2/201) 

Sonra gerisinde sevdiği (istediği/dilediği) Dua’yı yapar. Makam (-ı İbrahim)’in arkasında iki Re’kat (Tavaf)
namaz(ı) kılar. Sonra (Hacer’ul Esved) Rükn(ün)e döner ve İstilam yapar.

Sonra Safa’ya gitmek için (Ka’be’nin) kapısından çıkar, ona (Safa’ya) tırmanır ve Allah (Azze ve Celle)’yi
yüceltir (Tekbir getirerek; Allahu Ekber der) Tehlil getirir (la ilahe illallah der) ve (Allah’a) Dua eder.

Sonra (Safa Tepesi’nden) aşağı iner, işarete (direğe) yürür. Sonra son işarete kadar Say Mevzi’sinde
hızlıca yürür. Sonra Merve’ye varana kadar yürür ve Safa’da yaptığını(n aynısını) yapar.

Sonra (Merve Tepesi’nden) iner, Sa’y yapma yerinde hızlıca yürür yedi Şavt’ı tamamlayana kadar bunu
yapar. Safa’dan başlayıp Merve’de tamamlayarak, gitmeyi bir sefer ve dönüşü de bir sefer sayar.

Sonrada eğer Mutemir’se (Umre yapıyorsa) saçlarını kısaltır ve İhram’dan çıkar. Mutemetti'nin (Temettu
Haccı yapanın) eğer Hediy (kurbanlığı) varsa (İhram’dan çıkar). Karin (Kıran Haccı yapan) yahut Mufrid
(İfrad Haccı yapan) ise başkadır, bunların hiçbiri İhram’dan çıkmaz.

(Ka’be’de) Tavaf yada (Safa ve Merve arasında) Sa’y yaparken Remel yapmamaları dışında, kadınlar
(Hacc Ahkamı hususunda) erkekler gibidir.
Bab'u Sıfat el-Hacc (Hacc’ın Tarifi Babı)

(Zi’l Hicce’nin sekizinci günü ve Arefe Günü’nden bir önceki gün olan) Terviye Günü, İhramlı olmayanlar,
Mekke’de İhram’a girip, Arafat’a gitmek için yola çıkar.

(Zi’l Hicce’nin sekizinci günü olan) Arefe Günü, güneş Zeval’e ulaştığında Zuhur’u (Öğle Namazı) ve Asr’ı
(İkindi Namazı), tek Ezan ve de iki İkamet ile Cem eder. 

Daha sonra da (Vakfe için) Mevkif’e ilerler ki, Batn-ı Urene (Urene Vadi’si) dışında, Arafat’ın tamamı
Mevkif’dir.

Nebi (sallallahu aleyhi ve sellem)’in Mevkif edindiği yerde yahut Sakarat’ın yakınında, Vakfe yapmak,
bineği üzerindeyken, yayaları önüne alıp, Kıble’ye dönmek Müstehab’dır. Sürekli şunları tekrar eder:

[ ‫]ال إله إال هللا وحده ال شريك له له الملك وله الحمد وهو على كل شئ قدي‬

"Allah’tan başka hakkıyla İbadet’e layık hiçbir İlah yoktur. O, birdir ve O'nun hiçbir ortağı yoktur. Mülk
O’nundur, Hamd da O’nadır. Yaşatan ve öldüren(dir), Hayır (O'nun) elindedir. O, her şeye gücü
yetendir!.."

Dua’ya ve Aziz ve Celil olan Allah’a Rağbet etmeye (Sevab umarak yönelme), (ta ki) güneş batana kadar
devam eder.

Sonra İmamla birlikte, Muzdelife’ye gitmek için, (iki dağ arasındaki) el-Mazemeyn yolundan -Sukunet ve
Vakar ile Telbiye getirerek ve Aziz ve Celil olan Allah’ı anarak- yola çıkar. Muzdelife’ye vardığında, yükünü
çözmeden (namazdan sonra yükünü çözer) Mağrib (Akşam Namazı) ve İşa’yı (Yatsı Namazı) Cem ederek
kılar ve geceyi orada geçirir. Sonra hala karanlıkken Fecir’i (Sabah Namazı) kılar ve Meşar el-Haram’a
gider, orada durur ve Dua eder. (Orada) şu şekilde Dua etmesi Müstehab’dır:

‫اللهم كما وقفتنا فيه وأريتنا إياه فوفقنا فيه لذكرك كما هديتنا واغفر لنا وارحمنا كما وعدتنا بقولك وقولك الحق‬

"Allah’ım, burada Vakfe (duruş) yapmamızı sağladığın ve burayı (Meş'ar-ı Haram) görebilmemizi
sağladığın gibi; Sen’in bizlere Hidayet ettiğin üzere, Seni Zikr etmemizi sağla!.. Bizlere Mağfiret et ve
bizlere Merhamet et!.. tıpkı Kavl’inde –ki Kavl’in Hakk’tır- Ahd ettiğin üzere":

{ ‫فإذا أفضتم من عرفات فاذكروا هللا عند المشعر الحرام واذكروه كما هداكم وإن كنتم من قبله لمن الضالين * ثم أفيضوا من حيث أفاض‬
‫}الناس واستغفروا هللا إن هللا غفور رحيم‬

"Rabbiniz'den bir Fazl istemenizde sizce sakınca yoktur. Arafat'tan hep birlikte indiğinizde Allah'ı, Meş'ar-
ı Haram'da anın. O, sizi nasıl doğru yola yöneltip-ilettiyse, siz de O'nu anın. Gerçek şu ki, siz bundan evvel
sapmışlardandınız. Sonra insanların (topluca) akın ettiği yerden siz de akın edin ve Allah'tan bağışlanma
dileyin. Şüphesiz Allah bağışlayandır, esirgeyendir)!.." (el-Bakara 2/198-199)

Sonra, hava aydınlanmaya başlayana kadar Vakfe yapar ve güneş doğmadan (oradan) hareket eder.

Muhassir Vadisi’ne gelince, Mina’ya ulaşana kadar, bir taş atma mesafesince süratli gider. Cemret'ul
Akabe ile başlar ve herbirini yedi çakıl taşıyla –taşları fırlatırcasına- taşlar. Her taşlamada, taş fırlatırken
Tekbir getirir ve elini açar/kaldırır. Taşlamaya başladığı andan itibaren Telbiye getirmeye ara verir.
Vadi’nin içine girer, Kıble’ye döner ve orada Vakfe yapmaz.

Sonra Hedyi (kurbanlık) kurban eder, saçlarını traş eder veya kısaltır, sonra kadın (ile temas) dışında,
(İhram’dayken) ona yapması Haram olan herşey ona Helal olur.

Sonra Mekke’ye gider, kendisiyle Hacc’ın tamamlandığı ve Vacib olan, Tavaf el-Ziyare (Ziyaret Tavafı)
yapar.

Sonra eğer Mutemetti’yse Safa ve Merve arasında Sa’y yapar yok eğer (Mutemetti) değilse bu durumda
Tavaf el-Kudum (Mekke dışından gelen Hacı adaylarının şehire vardıklarında yaptıkları ilk Tavaf; Varış
Tavafı) ile birlikte Sa’y yapar. Sonra ona (İhramlı'ya Haram olan) herşey Helal olur.

Zemzem Suyu’ndan dilediği/istediği Niyet ile,  doyasıya içmek/üzerine serpiştirmek sonra da şöyle
demek Müstehab’dır:

‫اللهم اجعله لنا علما نافعا ورزقا واسعا وريا وشبعا وشفاء من كل داء واغسل به قلبي وامأله من خشيتك وحكمتك‬

"Allah’ım! Bizlere (Zemzem ile) faydalı ilim, bol rızık, her türlü dert ve hastalığa karşı şifa ver. Kalbimi
(onunla) temizle, Haşyet'in (korku) ve Hikmet’in ile doldur!.."
Bab'u Ma Yufaluhu Bade Hill (İhram Çıkarıldıktan Sonra Ne Yapılacağı Babı)

Sonra Mina’ya döner ve (üç geceden oluşan Mina) Geceleri’ni oradan başka bir yerde geçirmez.

Sonra, (Mina) Günleri’nde Zeval’den sonra, her Cemresi'nde yedi taş ile taşlayarak Cemarat'ı taşlar.

Cemre-i Ula’dan (İlk Cemre) başlayarak, Kıble istikametine dönerek Cemret’ul Akabe’de yaptığı gibi yedi
taş atar(ak Şeytan taşlar), ilerler, daha sonra Vakfe yaparak Allah’a dua eder. Ardından Cemre-i Vüsta’ya
(Orta Cemre) gider ve orada da taş atar(ak Şeytan taşlar). Sonra Cemret’ul Akabe’de de taş atar(ak
Şeytan taşlar) ama orada (diğer Cemreler’de Vakfe yapmasının aksine) Vakfe yapmaz.

İkinci gün de aynı şekilde (Şeytan) taşlar, Eğer (Mina’dan) aceleyle (erkenden) ayrılmak isterse, ikinci gün
güneş batmadan ayrılması gerekir. Hala Mina’dayken güneş batarsa, Mina’da bir gece daha kalması
lazım olur (gerekir) ve ertesi gün de (Cemreler'de, Şeytan) taşlar.

Eğer Mutemetti (Temettu Haccı yapan) veya Karin (Kıran Haccı yapan biri) ise; Haccı ve Umre’si
tamamlanmış olur. Mufrid (İfrad Haccı yapan biri) ise, (bu durumda) Tenim’e gider ve orada Umre için
İhram’a girer. Daha sonra Mekke’ye gider, (Ka’be’yi) Tavaf eder, (Merve ve Safa arasında) Sa’y yapar ve
(son olarak) saçlarını traş eder yada kısaltır. Saçı olmaması (kel olması) durumunda, kafasını jiletle
kazıması Müstehab’dır bundan sonra da Haccı ve Umre’si tamamlamış olur.

Karin’in (Kıran Haccı yapan) amelleri, Mufrid’in (İfrad Haccı yapan) amellerinden çok değildir. Lakin Karin
(Kıran Haccı yapan) ve Mutemetti’nin (Temettu Haccı yapan), (Allah) Te’ala’nın kavli gereğince: 

{ ‫}فمن تمتع بالعمرة إلى الحج فما استيسر من الهدي‬

"Hacc'a kadar Umre ile yararlanmak isteyene, kolayına gelen bir Kurban(ı kesmek gerekir)." (el-Bakara
2/196) Dem (Kurban kesmeleri; kan akıtmaları) gerekir.

(Memleketine) dönmek istediğinde; Beyt’i (Ka'be'yi), Veda Tavafı etmeden ayrılmaz. Bütün işlerini
tamamladıktan sonra Mekke’de en son uğrayacağı/ayrılacağı yer Beyt’tir. Bundan sonra ticaretle iştigal
ederse, (Veda) Tavafı’nı tekrar eder. (Ka’be’ye Veda) Tavafı sırasında, Rükun (Hacer'ul Esved) ile kapı
arasında; Mültezem’de, Beyt’e (göğüs, yüzü ve elleri açarak oraya yapıştırmak suretiyle) sarılarak şöyle
demesi Müstehab’dır:

‫اللهم هذا بيتك وأنا عبدك وابن عبدك حملتني على ما سخرت لي من خلقك وسيرتني في بالدك حتى بلغتني بنعمتك إلى بيتك وأعنتني‬
‫على أداء نسكي فإن كنت رضيت عني فازدد عني رضا وإال فمن اآلن قبل أن تنأى عن بيتك داري فهذا أوان انصرافي إن أذنت لي غير‬
‫مستبدل بك وال ببيتك وال راغب عنك وال عن بيتك اللهم فأصحبني العافية في بدني والصحة في جسمي والعصمة في ديني وأحسن‬
‫منقلبي وارزقني طاعتك ما أبقيتني واجمع لي بين خيري الدنيا واآلخرة إنك على كل شئ قدير‬

"Allah'ım, bu Beyt (Ka’be) Sen’in Beyt’indir. (Kendisini kasdederek) bu kul da Sen’in kulundur ve erkek
kulunun oğludur, ve de kadın kulunun oğludur. Yaratıklarından benim hizmetime verdiğin vasıtada beni
taşıdın; öyle ki (Beyt’ine ulşıncaya kadar) beni memleketlerinde dolaştırdın ve nimetlerine ulaştırdın,
Hacc ibadetlerini eda edinceye kadar bana yardım ettin. Eğer benden razı olmuş isen, benden rızanı
çoğalt. Eğer razı olmamış isen, Sen’in Beyt'inden henüz uzaklaşmadan önce şimdi razı ol. Sana ibadetten
ve Beyt'inden yüz çevirmeksizin, Sen’in rızandan ve Beyt'inden ayrılmaksızın eğer bana izin verirsen bu
benim dönüş zamanımdır. Allah'ım, bedenimde afiyeti, vücudumda sıhhati bulundur, dinimi koru,
dönüşümü güzel yap beni yaşattığın müddet Sana itaati bana rızık olarek ver, dünya ve ahiret hayırlarını
benim için topla, muhakkak ki Sen herşeye Kadir’sin!.."

Dilediğince Dua eder, Nebi (sallallahu aleyhi ve sellem)’e Salat gönderir. Veda Tavafı’ndan önce oradan
ayrılanın; eğer yakındaysa geri dönmesi (ve Tavaf etmesi) uzaktaysa Dem (Kurban) göndermesi gerekir.

Hayız’lı ve Nifas’lı (olanlar) başka, onlar için Veda (Tavafı) yoktur. Onlara Mescid’in Kapı’sında Vakfe
yapıp, Dua etmek Müstehab’dır.
Bab'u Erkanı Hacc ve Umre (Hacc ve Umre’nin Erkanı Babı)

Hacc’ın Erkanı (Rükunları):

Arafat’ta Vakfe yapmak;

Ziyaret Tavafı yapmak.

Vacibleri:

Mikat’dan İhram’a girmek;

Gece olana (güneş batana) kadar Arafat’ta Vakfe yapmak;

Geceyarısına kadar Muzdelife’de kalmak;

Sa’y (yapmak);

Mina’da gecelemek;

(Şeytan) taşlamak;

Saçları traş etmek (veya kısaltmak);

Veda Tavafı (yapmak).

Umre’nin Erkanı:

Tavaf (etmek).

Vacibleri:

İhram('a girmek);

Sa’y (yapmak);
Saçları traş etmek (veya kısaltmak).

Bir Rüknü terk edenin Nüsuku, (terk ettiği şey olmaksızın) tamam olmaz. Vacib’i terk edenin telafisi
Dem'dir (Kurban kanı akıtmaktır). Sünnet’i terk edene birşey gerekmez.

Yevm’il Nahr’ın (Kurban Bayramı’nın ilk günü) Fecri’nin başlangıcına kadar Arafat’ta Vakfe yapmayan
Haccı kaçırmış olur. 

Tavaf ve Sa’y ile İhram’dan çıkar, eğer yanında (kesebileceği) Hediy (Kurbanlık) varsa, keser. (Hacc’ını)
Kaza eder.

İnsanlar (tarih) hesaplamada ihtilaf ederse ve Arafat Günü’nden başka bir günde Vakfe yaparlarsa, bu
onlar için yeterlidir. Eğer onlardan sadece bir grup ayrılırsa (tarihi yanlış hesaplar ve Arafat Günü’nden
başka bir günde, Arafat’da Vakfe yaparsa) Hacc’ı kaçırmış olurlar.

Hacc yapanın Nebi (sallallahu aleyhi ve sellem)’in ve iki Sahabeleri (Ebu Bekir es-Sıddık ve Ömer ibni
Hattab radiyallahu anhuma ecmain)'in (Medine2de bulunan) Kabri’ni ziyaret etmesi Müstehab’dır.
‫باب الهدي واألضحية‬

‫)‪Bab'ul Hedy ve'l Udhiye (el-Hediy ve Udhiye Kurbanları Babı‬‬

‫والهدي واألضحية سنة ال تجب إال بالنذر والتضحية أفضل من الصدقة بثمنها واألفضل فيهما اإلبل ثم البقر ثم الغنم ويستحب استحسانها‬
‫‪.‬واستسمانها‬
‫‪.‬وال يجزئ إال الجذع من الضأن والثني مما سواه وثني المعز ما له سنة وثني اإلبل ما كمل له خمس سنين ومن البقر ما له سنتان‬
‫وتجزئ الشاة عن واحد والبدنة والبقرة عن سبعة وال تجزئ العوراء البين عورها وال العجفاء التي ال تنقى وال العرجاء البين ظلعها وال‬
‫المريضة البين مرضها وال العضباء التي ذهب أكثر قرنها أو أذنها وتجزئ الجماء والبتراء والخصي وما شقت أذنها أو خرقت أو قطع‬
‫‪.‬أقل من نصفها‬
‫‪.‬والسنة نحر اإلبل قائمة معقولة يدها اليسرى وذبح البقر والغنم على صفاحها ويقول عند ذلك بسم هللا وهللا أكبر اللهم هذا منك ولك‬
‫‪.‬وال يستحب أن يذبحها إال مسلم وإن ذبحها صاحبها فهو أفضل‬
‫‪.‬ووقت الذبح يوم العيد بعد صالة العيد إلى آخر يومين من أيام التشريق‬
‫‪.‬وتتعين األضحية بقوله هذه أضحية والهدي بقوله هذا هدي وإشعاره وتقليده مع النية‬
‫وال يعطي الجزار بأجرته شيئا منها والسنة أن يأكل ثلث أضحيته ويهدي ثلثها ويتصدق بثلثها وإن أكل أكثر جاز وله أن ينتفع بجلدها‬
‫وال يبيعه وال شيئا منها فأما الهدي إن كان تطوعا استحب له األكل منه ألن النبي صلى هللا عليه وسلم أمر من كل جزور ببضعة فطبخت‬
‫فأكل من لحمها وحسا من مرقها وال يأكل من واجب إال من هدي المتعة والقران‪ .‬وقال النبي صلى هللا عليه وسلم‪" :‬من أراد أن يضحي‬
‫"فدخل العشر فال يأخذ من شعره وال من بشرته شيئا ً حتى يضحي‬

‫)‪(Kabe’ye hediye olarak kesilen) Hediy ve (Kurban Bayramı’nda kesilen) Udhiye Sünnet’dir, Nezir (adak‬‬
‫‪olmadıkça Vacib değildirler. Kurban kesmek, ücretini tasadduk etmekten, Efdal’dir.‬‬

‫‪(Kurbanlıklardan) Efdal olanları; develer sonra sığırlar sonra da (koyun ve keçi gibi) davar türünden‬‬
‫‪olanlardır. (Kurbanlık olarak) en iyisini ve en besili-yağlı olanını seçmek Müstehab’dır.‬‬

‫‪Koyunda Cez’e’den (altı ayını doldurup yedinci ayına girenden) aşağısı diğerlerinde ise Seni’den (kesici‬‬
‫)‪diş; kesici dişi kaybetme yaşına ulaşmış hayvandan) aşağısı (Kurban olarak kesmek) Caiz (kabul edilir‬‬
‫‪değildir. Keçi için Seni, bir yaş; deve için de beş yaş; sığır için, iki yaştır.‬‬

‫‪Bir Şat (koyun veya keçi) bir kişi; bir deve ve bir sığır yedi kişi için yeterlidir.‬‬

‫‪Şunlar Kurban olarak kesilmez:‬‬

‫‪Tek gözlü oluşu aşikar olan; tek gözlü hayvan,‬‬


Acfa (kemiğinde ilik kalmayacak kadar zayıf olan bir deri bir kemik kalmış) hayvan, 

Topallaması aşikar olan topal hayvan,

Hastalığı aşikar olan hasta hayvan,

Kırık boynuzlu yahut kulağı kesik olup boynuzunun veya kulağının büyük kısmını kaybetmiş hayvan,

(Şunlar Kurban olarak kesilir) yeterlidir:

tamamıyla boynuzsuz olan koyun;

kuyruğunun çoğu kesilmiş hayvan;

iğdiş edilmiş hayvan;

Kulağı yarılmış veya delinmiş yahut (kulağının) yarısından azı kesilmiş hayvan. 1

Develeri ayakta (boyun ve göğüsün birleştiği noktaya bıçağı saplamak suretiyle) sol ön ayağı bağlı olarak
boğazlamak; sığır ve, davarları (keçi ve koyunları) yanları üzere yatırarak kesmek (Kurban etmek),
Sünnet’dir.

Kesim sırasında şöyle demek Müstehab’dır:

‫بسم هللا وهللا أكبر اللهم هذا منك ولك‬

"Allah’ın adıyla, Allah en büyüktür! Allah’ım bu Sen’dendir ve Sen’in içindir!"

Müslüman’dan başkasının (kurbanı) kesmesi Müstehab değildir. (Kurban’ın) sahibi tarafından kesilmesi
Efdal’dir.

Kesim Vakti, Bayram Günü, Bayram Namazı sonrasından Teşrik Günleri’nin ikinci gününün sonuna
kadardır.

(Kurban kesecek kişinin) "Bu Udhiye’dir (Kurbandır)" demesiyle hayvan Udhiye (Kurban) olur. Bunun gibi,
Hediy olduğunu belirtmek için "Bu Hediy’dir!" der ve Niyetle beraber hayvanı işaretler yahut hayvanın
boynuna gerdanlık asar.

Kasap’a ücret olarak kestiği hayvandan (hiç birşey) verilmez.

Kurbanın üçte birini yemek, üçte birini hediye etmek (dağıtmak) ve üçte birini Tasadduk etmek (Sadaka
olarak vermek) Sünnet'tir. (Üçte birinden) fazlasını yediyse bu Caiz’dir.

Derisinden istifade edebilir ancak satamaz ve hatta (kurbandan) hiç birşeyini satamaz.

Hediy Tatavvu (Nafile) olduğunda, (adına kesilen şahsın) biraz yemesi Müstehab’dır bu Nebi (sallallahu
aleyhi ve sellem)’in (kendi adına kestiği ve kestirdiği) her Cezur (Hediy deve)’den bir parçanın kopartılıp,
pişirilmesini emredip; etinden yemesi ve suyundan içmesinden dolayıdır. 2

(Hacla umrenin beraber yapıldığı) Temettu ve Kıran Hediy’i olması dışında, (Hediy) Vacib olduğunda,
(adına kesilen şahıs) ondan (hiçbir şey; eti, suyu vs.) yiyemez.

Rasulullah (sallalahu aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu:

‫إذا دخل العشر وأراد أحدكم أن يضحي فال يأخذ من شعره وال من أظفاره شيئا حتى يضحي‬

"Kurban kesecek olan), (Zi’l Hicce’nin) ilk on gün(ü) başladıktan kurban kesene kadar saçından ve
tırnaklarından birşey almasın!.."3

Dipnotlar: el-Hediy ve Udhiye Kurbanları Babı

1- el-Umde’yi şerheden Baha ed-Din el-Makdisi bu ibarenin açıklamasında şöyle demektedir: “Kulağının
yarısından azı yırtılmış, dağlanmış veya delinmiş olan hayvan kurban için yeterlidir. Çünkü bu az bir şeydir
ve de bundan kaçınmak mümkün değildir. Biz bunun cevazı hususunda bir ihtilaf bilmiyoruz.” Ayrıca Sa'id
ibni Müseyyeb’ten de boynuzu ve kulağı kesik hayvanı yarısı veya daha fazlası kesik olan diye tefsir ettiği
nakledilmiştir. (el-Udde’den ilgili bölüme bkz.)

2- Müslim, #1218

3- Müslim, #1997
Bab'u Akika (Akika Babı)

Doğumun yedinci günü, erkek için birbirine denk iki Şat (koyun yada  keçi), kız için bir tane (adak kesmek)
Sünnet’dir. 

(Yedinci gün bebeğin) başı traş edilir, saçlarının ağırlığınca gümüş tasadduk edilir (Sadaka olarak verilir).

Yedinci gün kaçırılırsa, ondördüncü (gün); eğer o da kaçırılırsa yirmibirinci (gün yapılır).

(Adağın) azaları eklem yerlerinden ayırılır ve (kemikleri) kırılmaz.

(Akika'nın) bunun dışındaki Ahkamı, Udhiye’nin Hükümler’i gibidir.

Hacc ve Umre Kitabı'nın Sonu


Kitab'ul Buyü (Alışveriş Kitabı)

Allah Te’ala şöyle buyurmuştur:

{ ‫} وأحل هللا البيع‬

"Allah, alışverişi Helal kılmıştır." (el-Bakara 2/275)

Alışveriş (alım satım); malın mal ile değiştirilmesidir. Mübah amaçla istifade edilen her türlü mülk ile,
alışveriş yapmak Caiz’dir; köpek dışında ki onu satmak Caiz değildir ve onu (köpeği) Telef edene
(öldürene) bir ceza verilmez Nebi (sallallahu aleyhi ve sellem)’in köpek satışını yasaklaması sebebiyle.
(Rasulullah) şöyle buyurdu:

ِ ‫ِيرا َط‬
‫ان‬ َ ‫ار َي ٍة َن َق‬
َ ‫ص ُكل َّ َي ْو ٍم مِنْ َع َملِ ِه ق‬ ِ ‫ض‬َ ‫ب َماشِ َي ٍة أَ ْو‬ َ ‫مَنْ ا ْق َت َنى َك ْل ًبا لَ ْي‬
ٍ ‫س ِب َك ْل‬

"Her kim koyun (sürü; çoban) köpeği veya av (köpeği) olmayan bir köpek alıp beslerse, o kimsenin her
gün Ameli’nden (Sevabı’ndan) iki Kırat eksilir." 1

Mülk (mal) sahibinin izni olması veya (mülk sahibinin) Veli’si olarak hareket etmesi dışında; satış yapanın,
(kendi) mülkünde olmayan birşeyi satması Caiz değildir.

Faydası olmayan şeylerin alışverişini yapmak Caiz değildir, Haşerat gibi;

Kullanımı Haram olan şeylerin alışverişini yapmak Caiz değildir, Hamr (alkol) ve Meyte (leş) gibi;

Hazır olmayan şeyin alışverişini yapmak Caiz değildir, cariyesinin gelecekte hazırlayacağı (şeyi) veya
ağacından gelecekte alacağı ürün gibi;

Ve niteliği bilinmeyen şeyin alışverişini yapmak Caiz değildir; Cenin (Cariyesi’nin ana rahmindeki) ve
bulunmayan bir eşyayı; ki o (satışı yapılan eşya) Vasf (tarif) edilmemiştir ve alışveriş işleminden önce
görülmemiştir.

Elde olmayan şeylerin alışverişi yapılmaz, kaçak köle, kaçak hayvan (at veya deve), gökteki kuşlar ve
sudaki balık gibi;
Zulme uğrayan veya veya zalimden (zulm ederek elde ettiğini) geri almaya güç yetirenin dışında zulüm
edilerek elde edilmiş şeylerin alışverişi  yapılmaz. 

Ve Muayyen olmayan (belirlenmemiş) şeylerin alışverişini yapmak Caiz değildir, (köle sahibinin)
kölelerinden (belirlenmemiş herhangi) bir köle veya (sürü sahibinin) sürüsünden (belirlenmemiş
herhangi) bir Şat (koyun/keçi) gibi, (ancak), bir ölçek un gibi, bütün hepsinin değerinin aynı olması başka.

(Neyh edilmiş Alışveriş Çeşitleri Hakkında) Fasıl

(Şunları) Nebi (sallallahu aleyhi ve sellem) Nehy etti (yasakladı):

(Kumardan sayılan;) Mülaseme2'yi ki o şöyle denilmesidir: Hangi giysiye dokunursan, o senindir.

ve Münabeze3'yi ki o şöyle denilmesidir: Ona hangi elbiseyi atarsan o senindir, bu satış hissesinde
boyledir.

ve Bey'ul Hasat4’ı ki o şöyle denilmesidir: çakıl taşını at, hangisinin üzerine düşerse o senindir.

Bir kimsenin, (din) kardeşinin alışverişi (satışı, pazarlığı) üzerine alışveriş (satış, pazarlık ve fiyat
kızıştırması vs.,) yapmasını Nehy etti;

Şehirlinin Bedevi namına satış yapmasını Nehy etti;

Satın alma Niyet’i olmaksızın fiyat arttırma olan Neceş’i kızıştırmayı Nehy etti;

İki satışı bire indirmeyi Nehy etti; satış yapanın şöyle demesi gibi: "Bunu sana on bütün (tam) paraya
yahut yirmi bozuk paraya sattım!" yahut (şöyle demesi gibi): "Bunu sana; bana şunu satman karşılığında
sattım yahut; benden şunu alman karşılığında sattım!" 

(Rasulullah) buyurdu ki: 

‫ال تلقوا السلع حتى يهبط بها األسواق‬

"Satıcılar mallarını çarşıya indirmezden önce yolda karşılayıp alışveriş yapmayın!" 5

Ve (Rasulullah) şöyle buyurdu: 

‫من اشترى طعاما فال يبعه حتى يستوفيه‬

"Her kim bir yiyecek satın alırsa, onu tamamiyle teslim almadıkça satmasın!" 6

Dipnotlar: Alışveriş Kitabı

1- Buhari, #5480; Müslim, #1574

2- Mülaseme: Dokunma yoluyla gerçekleşen alışveriştir. Kişinin başkasının elbisesine gündüz veya gece,
eliyle sadece değmesi, elbiseyi altüst ederek iyice görmemesine karşın bu kadarla satış akdininin
tamamlanması şeklindeki alışveriş türüdür.

3- Münabeze: Atışma satışıdır. Kişinin elbisesini öbürüne atması, öbürünün de kendi elbisesini ona
atması ve bu atışmanın da, elbiseye bakıp razı olmadan satış sayılması şeklinde gerçekleşen alışveriş
türüdür. 

4- Bey'ul Hasat: Çakıl taşı atımı satışıdır. Üç türlüdür:

Birincisi: Satıcının alıcıya şöyle demesidir: "Bu çakıl taşını yukarıya attığımda şu elbiselerden hangisinin
üzerine düşerse, o elbiseyi sana satmışım demektir. Veya bu çakıl taşını attığımda onun ulaşacağı yere
kadar bu tarla veya arsayı sana satmışım demektir."

İkincisi: Satıcının alıcıya şöyle demesidir: "Ben, çakıl taşını atıncaya kadar sen bu malı alıp-almamakta
hürsün, attıktan sonra bu malı sana satmışım demektir."
 
Üçüncüsü: Satıcı ile alıcının, çakıl taşının atılışını alış-veriş olarak kabul etmeleridir. Örneğin alıcının
satıcıya şöyle demesidir: "Ben, bu elbiseyi, şu çakıl taşıyla birlikte atarsam, elbise senden şu fiyata satın
alınmış demektir." Netice olarak, atılan taşın elbiseye değmesiyle gerçekleşen alışveriş türüdür.

5- Buhari, #2165; Müslim, #1517

6- Buhari, #2126; Müslim, #1526


Bab’ul Riba (Riba; Faiz Babı)

Ubade ibni Samit (radiyallahu anh)’dan (rivayete göre), Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) şöyle
buyurdu:

‫ الذهب بالذهب مثال بمثل والفضة بالفضة مثال بمثل والتمر بالتمر مثال بمثل والبر بالبر مثال بمثل‬: ‫عن النبي صلى هللا عليه وسلم قال‬
‫والشعير بالشعير مثال بمثل والملح بالملح مثال بمثل فمن زاد أو ازداد فقد أربى بيعوا الذهب بالفضة كيف شئتم يدا بيد وبيعوا الشعير‬
‫بالتمر كيف شئتم يدا بيد وبيعوا البر بالشعير كيف شئتم يدا بيد‬

"Altın altınla, gümüş gümüşle, buğday buğdayla, arpa arpayla, hurma hurmayla ve tuz tuzla misli misline,
birbirine eşit ve peşin olarak trampa edilirler (alınır satılırlar). Ama bunların cinsleri ayrı olursa peşin
olmak şartıyla, istediğiniz gibi satış yapınız. Eğer miktarını artırır yada daha fazlasını isterse bu ribadır
(faizdir)."1

Eşit olmaları (durumu) dışında, aynı cinsten gıda maddelerini; biri ağırlık yada biri uzunluk (ölçüsüyle)
satmak, Caiz değildir. Bir gıdadan ölçülmüş bir miktarı, tartılmış miktarı karşılığında satmak ve de
tartılmış bir miktarını, ölçülmüş miktarı karşılığında satmak Caiz değildir. Eğer (satılan gıdaların) cinsleri
farklıysa tercih edilen şekilde hemen elden ele satışını yapmak Caiz'dir. Ertelemek Caiz değildir. Gıdanın
sabit bir fiyata (aynı paraya) satıldığı durum dışında satın almadan önce Tefrik de (alışveriş yapan kişilerin
birbirinden ayrılması) Caiz değildir.

Aslen farklı kökten olmaları (yetişmeleri) dışında, iki şey aynı has isme sahip olduğunda, aynı cinsdir.
Tahıl ve yağ gibi ortak cinse sahip olsalar da (farklı kökten yetişen) cinsin Furu’su (dalları) da böylelikle
farklı cins olur. Yaş olanını kuru olanına karşılık satmak Caiz değildir. Saf olanını (başka şeylerle) karışmış
olan karşılığında satmak da Caiz değildir ve de çiğ olanını pişmiş olan karşılığında satmak da Caiz değildir.

Nebi (sallallahu aleyhi ve sellem) Muzabene’yi Neyh etti ki o; kuru hurmaları hurma ağacında olan ve
henüz olgunlaşmamış olanlar karşılığında satmaktır. Hurma ağaçlarından toplanmış taze hurmaya
gelince, beş Vesak’dan2 az olduğunda; Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) Ariyye Satışı’na; kuru
hurmanın, yenilebilir taze hurma karşılığında tahmini fiyatla satılmasına ruhsat (izin) verdi.

Dipnotlar: Riba; Faiz Babı

1- Müslim, #1587
2- Bir Vesak, bir deve yüküne denk gelen ağırlıktır.

Bab’ul Usul ve’l Simar (Zirai Ürünler ve Meyvaların Satışı Babı)

Nebi (sallallahu aleyhi ve sellem)’in şöyle buyurduğu rivayet edildi:

‫ومن باع نخال مؤبرا فالثمر للبائع إال أن يشترطه المبتاع‬

"Her kim aşılanmış bir hurmalık satarsa onun meyvası satana aittir; meğer ki, müşteri (meyvayı) şart
koşmuş ola!"1

Meyvası görülen bütün ağaçların satışı için (hüküm) böyledir. Kişi arazisini satar ve üzerinde sadece bir
defa hasat yapılacak kadar zirai (ürün) varsa, (mahsül) satanındır, meğer ki, müşteri (mahsulü) şart
koşmuş ola. Eğer tekrar tekrar hasat yapılıyorsa (bu durumda) kökler müşteriye aittir ve satış sırasında
görülen mahsül ise satana aittir.

(Meyvaların Satışı ve Olgunlaşması Hakkında) Fasıl

‫ونهى رسول هللا صلى هللا عليه وسلم عن بيع الثمرة حتى يبدو صالحها‬

"Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) iyice olgunlaşana kadar (ağaçdaki) meyvayı satmaktan Neyh
etti."2

Meyvalar olgunlaştıktan sonra satarsa, meyvaların toplanana kadar (dalında) bırakılması şartıyla
satılması Caiz’dir. Daha sonra bir felakete tutulursa, satıcıya geri döner, Rasulullah (sallallahu aleyhi ve
sellem)’in kavli gereğince:

[‫]إن بعت من أخيك ثمرا فأصابته جائحة فال يحل لك أن تأخذ من ثمنه شيئا لم تأخذ مال أخيك بغير حق‬

"(Din) kardeşine yemiş satar da, o yemişi afet vurursa, ondan bir şey alman sana Helal olmaz; kardeşinin
malını haksız yere ne ile alacaksın?!?"3

Hurma ağacının meyvasının olgunluğu kırmızı veya sarıya döndüğünde, üzüm sulu olduğunda vesair
(diğer) meyvalar ise olgunlaşma ve yenildiğinde tadının güzelleşmesi ile belli olur.

Dipnotlar: Zirai Ürünler ve Meyvaların Satışı Babı

1- Buhari, #2379; Müslim, #1543


2- Buhari, #2194; Müslim, #1534

3- Müslim, #1554

Bab’ul Hiyar (Satışı İptal Etme ve Muhayyerlik Babı)

Hiyar ile satış; (alıcı ve satıcının) birbirlerinden (bedenen) ayrılmadan satıştan vazgeçme hakkıdır. Eğer
(taraflar, bedenen birbirlerinin olduğu yerden) ayrılırsa ve taraflardan birisi satışı iptal etmezse, her
ikisinin yahut taraflardan birinin belirli bir müddete (süreye) kadar satışı ertelemesi dışında, satış her iki
taraf için de Vacib’dir (bağlayıcıdır). Bu durumda koştukları şart; -(anlaşarak) iptal etmeleri dışında-
müddet çok uzun olsa dahi her ikisi için de bağlayıcıdır.

Eğer (taraflardan) biri (alıcı), satın aldığı malda satış sırasında bilmediği bir ayıp  (kusur, defo) bulursa bu
durumda (Hiyar-ı Ayb; kusur Muhayyerliği) malı iade etme yada zararını telafi hakkı vardır. Zararı
farketmeden mal değerinde  gelişme yahut artma olursa bu artış (kâr) el-Harac bi’z Zaman (kâr
sorumluluk sahibinindir prensibi) sebebiyle onundur (alıcınındır). Mal telef olur veya köle azad olur yahut
serbestliğini iade etmek mümkün olmazsa, alıcının ayıbı (zararını) tazmin etme hakkı vardır.

Nebi (sallallahu aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu:

[‫]ال تصروا اإلبل والغنم فمن ابتاعها بعد فإنه بخير النظرين بعد أن يحلبها إن شاء أمسكها وإن شاء ردها وصاعا من تمر‬

"Deve ve koyunları Tasriye1 göstermeye çalışmayınız. Her kim el-Musarrat2 bir hayvanı, bu habsedişten


sonra satın alırsa, onu sağması sırasında iki Re'y arasında muhayyerdir: Dilerse o hayvanı kendi
mülkiyetinde tutar, isterse onu bir Sa hurma ile birlikte sahibine geri verir." 3

Eğer (alıcı, hayvanın) sütünü sağmadan Tasriye olduğunu bilirse (farkederse), herhangi birşey
vermeksizin sahibine geri verir.

Bu hüküm, alıcının aldatıldığını bilmeksizin aldatıldığı bütün satışlar için geçerlidir örneğin satıcı (satılığa
çıkardığı) cariyenin yüzüne allık sürer veya saçlarını boyar yahut saçlarını dalgalandırır veya bir miktar su
depolar ve müşteriye gösterdiği sırada kurak arazisine bu suyun akmasını sağlar. Bunun gibi, satıcı malını
fiyatını artmasını sağlayacak şekilde vasf eder, alıcı (malın) vasf edildiği gibi olmadığını bulursa örneğin
satıcı köleye Sanaat (ustalık) yahut Kitabet (hattatlık) nispet ederse veya bir bineği koşuda hızlılık ve
zariflikle vasf ederse yada bir Fuhd'u4 iyi bir avcı olmakla yahut iyi yetiştirilmiş bir hayvan olmakla
veyahut da bir kuşu güzel sesli olmakla vs., vasfederse; bütün bunlarda, alıcının malı iade etme hakkı
vardır.

Satıcı alıcıyı malın fiyatı hususunda bilgilendirir ve ardından fiyat artarsa; satıcı Murabaha 5 sözkonusuysa
ziyadeden (artıştan) hakkını ve kârdan payını isteyebilir. Satıcının hata ile fiyatı düşük belirlediği
anlaşılırsa müşteri iade etmek ve aradaki farkı ödemekte muhayyerdir. Satıcının teslimatı geciktirdiği ve
bu gecikmeyi müşteriye bildirmediği anlaşılırsa (bu durumda alıcı) iade etmek ve satın almakta
muhayyerdir.

Fiyat hususunda ihtilaf sözkonusu olursa, her ikisi de yemin eder ve -diğer tarafın söylediğinden razı
olunması durumu dışında- taraflardan her birinin satışı iptal etme hakkı vardır.

Dipnotlar: Satışı İptal Etme ve Muhayyerlik Babı

1- Tasriye; deve, sığır, keçi ve koyun gibi hayvanların memesini bir torba ile bağlayıp birkaç gün bu halde
tuttuktan sonra satışa arzederek hayvanını çok sütlü gösterme hilesidir.

2- el-Musarrat, sütü memesinde habsedilmiş; Tasriye yapılmış hayandır.

3 Buhari, #2148; Müslim, #1515

4- Metinde geçen Fuhd ifadesi, aslan gibi büyük değil de; çita, vaşak ve panter gibi küçük, vahşi kedilere
verilen genel bir isimdir.

5- Murabaha, kişinin malik olduğu şey üzerine kârını katarak bir başkasına intikal ettirmesidir.
Bab’us Seleme (Peşin Para ile Veresiye Mal Almak Babı)

İbni Abbas (radiyallahu anhuma ecmain)’den şöyle dediği rivayet edildi:

[ ‫ من أسلف فليسلف في كيل‬: ‫عن النبي صلى هللا عليه وسلم أنه قدم المدينة وهم يسلفون في الثمار السنة والسنتين والثالث فقال‬
‫]معلوم أو وزن معلوم إلى أجل معلوم‬

"Nebi (sallallahu aleyhi ve sellem) Medine’ye Hicret ettiği zaman, Medineliler meyvalarda bir, iki hatta üç
yıllığına Selef (Selem) Akdi yapıyorlardı. Bunun üzerine (Rasulullah) şöyle buyurdu: Herkim Selef (Selem)
yapacaksa; malum (belirli) ölçüde, malum (belirli) tartıda malum (belirli) zamana kadar yapsın." 1

Selem (ön ödeme) bu tanıma uyan herşeyde; eğer satıcı malı doğru malumat (bilgi) verir, hacim veya
ağırlık yada uzunluk veyahut da adetinden bahseder, teslimat tarihini belirlerse ve taraflar ayrılmadan
alıcı ücreti öderse, Caiz’dir. 2 Eğer alıcı iki şey için bir Selem (ön ödeme yaparsa), her birinin fiyatının
belirlenmiş olması dışında bu Caiz değildir.

(Belirli) birşey için Selef (Selem/ön ödeme) yapan, bu ödemeyi başka birşeye sarf edemez (kullanamaz).
Selem (ön ödeme) yapanın; mala sahip olmadan onu satması Sahih (geçerli) değildir. (Satıcı ve müşteri
dışında kalan üçüncü bir tarafa) havale etmesi de Caiz değildir. Ön ödemeyi veya bir kısmını,
İkale3 Caiz’dir zira İkale fesihtir.

Dipnotlar: Peşin Para ile Veresiye Mal Almak Babı

1- Buhari, #2239; Müslim, #1604

2- Metinde yer alan Caiz'dir ifadesi, Umdet'ul Fıkh'ın Şerhi olan el-Udde'de; Sahih (geçerli)'dir şeklinde
geçmektedir.

3- İkale, ödenen miktardan az veya çok olmaksızın, ödenen bedel karşılığında satışı iptal etmektir.
Bab’ul Karz ve Ğayrihu (Ödünç Alma ve Diğer Meseleler Babı)

Ebu Rafii (radiyallahu anh)’dan rivayet edildiğine göre:

‫أن رسول هللا صلى هللا عليه وسلم استسلف من رجل بكرا فقدمت إبل الصدقة فأمر أبا رافع أن يقضي الرجل بكره فرجع إليه أبو رافع‬
‫ أعطوه فإن خير الناس أحسنهم قضاء‬: ‫فقال‬

"Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) bir adamdan ödünç olarak genç bir deve almış. Sonra kendilerine
Sadaka malı bir takım develer gelmiş; ve Ebu Rafi (radiyallahu anh)’a o zatın devesini ödemesini emir
buyurmuş. Derken Ebu Rafi dönerek: Develerin içinde altı yaşındaki seçkinden başkasını bulamadım,
demiş. Bunun üzerine (Rasulullah) şöyle buyurmuştur: Ona onu ver; zira insanların en hayırlısı borcunu
en iyi ödeyenlerdir."1

Birinden ödünç alan mislini verir. Daha hayırlısını (iyisini) vermek de Caiz’dir. Ödünç olarak parça parça
aldığını –borca ek olarak koşulmuş bir şart olmaksızın- bir bütün olarak da iade edebilir. Borcu veren bir
süre tayin ettiyse ödeme geciktirilmez. Borç verenin fayda elde edeceği bir şart koşması –Rehin için veya
Kefil için olması başka- Caiz değil’dir. Aralarında borç öncesinden kalma bir adetleri (alışkanlıkları) olması
dışında, borç veren, borç alandan hediye kabul etmez.

Dipnotlar: Ödünç Alma ve Diğer Meseleler Babı

1- Müslim, #1600
Bab’u Ahkam'ud Deyn (Borç Ahkamı Babı)

Deyn (borç) ödemesi belirlenmiş bir zamandaysa, (satıcı) onu zamanı dolmadan önce taleb edemez, ve
zamanını iptal edemez. Ödeme, satın alanın iflası yada onun ölümüyle düşmez onun varisleri güvence
verir yada kefil olur. Ancak borçlu ödeme müddeti dolmadan Sefer’e (yolculuğa) yada Tatavvu (gönüllü
olarak) Gaza’ya (askeri birliğe) çıkmak isterse, güvence vermesi dışında, alacaklı onun gitmesine mani
olabilir.

Hemen ödenmesi gereken borç (maddi olarak) sıkıntılı birinden alınması gerekiyorsa, ona ek süre
vermek Vacib’dir. (Borçlu) fakirleştiğini iddia ediyorsa yemin ettirilir ve böylelikle yolu açılır (borç ödeme
tarihi ertelenir) bundan önce malı olduğunu bilinmiyorsa ki bu durumda Beyyine (Delil) olmaksızın kavli
(sözü) kabul edilmez. Eğer (maddi olarak) durumu iyiyse, borcunun tamamını ödemesi gerekir, ödemeyi
reddetmesi durumunda; tamamını ödeyene kadar hapsedilir. Malı, borcun tamamına yetmiyorsa ve
alacaklı (hakimden) Hacr1 isterse (hakimin onun bu isteğini) kabul etmesi gerekir. Üzerine Hacr (kararı)
olduğunda malı üzerinde tasarruf etmesi Caiz değildir, malı üzerine İkrar’ı kabul edilmez ve hakimin Kaza
Deyn’i (borç hükmünün yönetimini) üzerine alması gerekir. (Hakim, borçlunun) kölesi tarafından işlenen
cinayet karşılığında Diyet almaya hak kazanandan başlar. Böylece, cinayete maruz kalan kimseye şu iki
emirden (değer olarak) az olanını sağlamalıdır; Diyet veya suçlunun değeri. Bundan sonra, sıradaki
(elinde borçluya ait) rehin tutandır ve ona şu ikisinden (değer olarak) az olanını sağlamalıdır; Deyn (borç)
veya (elinde tuttuğu) rehinin ücreti. Bunun dışında kalan borçlar üzerinde çalışılır ve (borçlu) alacaklılarla
(ödeme planı hususunda) anlaşma yapmaya hak kazanır.

Malını peşin paraya satan kimse; herhangi bir parçasının hasar görmediğini ve ayrılmaz bir ekleme ile
artmadığını görür ve henüz hiçbir ödeme almadıysa (bu durumda) onu alır Nebi (sallallahu aleyhi ve
sellem)’in kavli gereğince:

‫من وجد متاعه بعينه عند إنسان قد أفلس فهو أحق به‬

"Bir kimse İflas eden bir insanın elinde iken malına olduğu gibi yetişirse, o mal için o kimse başkasından
daha haklıdır."2

Borçlu bakiyeyi (geriye kalan malını), alacaklılar arasında borç oranında dağıtmalıdır. Malından bir
miktarı İflas etmesi için ve bakımından sorumlu oldukları için -dağıtımı tamamlayana değin- İnfak
etmelidir (harcamalıdır). Eğer iddia şahidle ona karşı ispat edildiyse ve o (borçlu) da yemin etmeyi
reddediyorsa (bu durumda) alacaklıların yemin etmeleri gerekmez.

Dipnotlar: Borç Ahkamı Babı

1- Hacr; malî tasarruf ehliyetini kısıtlamadır ki böylelikle borçlunun; vakıf, hibe, Sadaka ve başkasına yeni
bir borç İkrar’ı gibi tasarufları alacaklıların İcazet’i bulunmadıkça geçerli olmaz.

2- Buhari, #2402; Müslim, #1559

Bab’ul Havale ve’z Zaman (Havale ve Kefalet Babı)

Bir kimsenin borcu, kendisine misliyle (eşit miktarda) borcu olan birine Havale edilir ve (ikinci şahıs) bunu
onaylarsa (bu durumda) devreden kimse sorumluluktan kurtulmuş olur. Bir kimsenin borcu,
ödeyebilecek (zengin) birine Havale edilirse (bu durumda) Havale’yi kabul etmesi lazım gelir Rasulullah
(sallallahu aleyhi ve sellem)’in kavli gereğince:

‫إذا أتبع أحدكم على مليء فليتبع‬

"Sizden birinizin isteğinin ödenmesi bir zengine tabi kılınırsa artık o, ona (Havale’yi kabul ile) İttiba
etsin!.."1

Kefil güvence verdiğinde; borçlu İbra olmaz (sorumluluktan kurtulmaz) ve borç her ikisi için yükümlülük
olur. Alacaklı her ikisinden dilediğinden ödemeyi taleb edebilir. (Borç veren) borcun tamamını kefil
olunan (borçlu)dan alır yada (borçluyu) borcundan İbra ederse kefil olan sorumluluktan İbra olur. Ancak
Kefil’i İbra ederse, borçlu (da) İbra edilmiş olmaz. (Alacaklı) Kefil’den borcu alırsa, (Kefil) bunu borçludan
talep edebilir.

Borçlunun (mahkemede) hazır bulunmasına Kefil olanın -(borçlu mahkemede) hazır bulunmadığında-
borcu ödemesi lazım olur (gerekir). Borçlu öldüğünde Kefil İbra olur.

Dipnotlar: Havale ve Kefalet Babı

1- Buhari, #2287; Müslim, #1564


Bab’ur Rehn (Rehin (Alma veya Verme) Babı)

Satılması Caiz olan herşeyde rehin (almak ve vermek) Caiz’dir, (satılması) Caiz olmayanda ise (rehin alıp,
verme) Caiz olmaz. Satış işlemi, Kabz (teslim alma, sahibiyet) olmadıkça lazım (gerekli) değildir 1 ki
(teslimat); rehin’i –menkul; taşınabilir bir eşyaysa- yerine nakl etmek veya (niteliğine bağlı olarak) başka
şekillerde tahliye etmektir (ulaştırmaktır). Yetkili emin (emanetçin)’in Kabz’ı, makamın Kabzı’dır.

Rehin, emanetçiyle yahut (emanetçisinin) onun emniyetçisine bırakılan bir emanettir ve (emanetçi) ihlal
etmedikçe bundan (bırakılan emanetten) sorumlu olmaz. Emanetçi rehin tuttuğu bir şeyden
faydalanamaz ancak; binilen veya sütü sağılan hayvana verdiği saman mikdarına karşılık binmeye ve
sütünü sağmaya hak kazanır.

Rahin (rehin bırakan/veren) üretilenden, artan değerden ve yetişenden faydalanabilir. Ancak yanında
bulundurduğunun, bakımı ve saklanmasından, (rehinin köle olması durumundaysa) öldüğünde
kefeninden sorumludur. Rehini telef ederse yahut (rehinin köle olması durumunda) onu azad ederek
veya İstilad (cariyeyi Ümm’ul Veled kılarak çocuğuna babalık) ederek rehinlikten çıkarırsa, ona;
kıymetinde (eş değerde) bir rehinle değiştirmek vardır. 

Bir başkası ona (rehine) karşı suç işlerse onun hasımı o (rehin veren) olur ve onun sebebiyle birşey alırsa
aldığı da rehindir. Eğer rehin olan (şahıs) suçu işlediyse, (rehin olan şahıs) suça maruz kalan (şahıs)ın
hakkı olur. Eğer fidye verirse o, rehin olarak kalır.

Deyn (borç) ödeme zamanı gelir geçer, emanet bırakan (borcunu) ödemezse rehin tutulan satılır. Borç
miktarı (rehin olarak tutulduktan sonra satılarak elde edilen) ücretten ödenir ve artan (para) rehin
bırakan kişinindir.

Satış; rehin veya kefil şartıyla yapılırsa, rehin veren teslim etmeyi reddeder ve kefil de garantörlüğü
reddederse (bu durumda); satıcı için satışı fesh (iptal) etme veya rehin yahut garantör olmaksızın satışı
uygulamaya koyma seçenekleri vardır.

Dipnotlar: Rehin (Alma veya Verme) Babı

1- Metinde yeralan 'lazım (gerekli) değildir' ifadesi, Umdetu'l Fıkh'ın Şerhi olan el-Udde'de 'Sahih
(geçerli)' değildir şeklinde geçmektedir.
Bab’us Sulh (Arayı Bulma Babı)

(Alacaklı) –kesinti veya hediyesini geriye kalanın tümünün ödenmesi için bir şart yapmadığını veya başka
bir şekilde hakkından mahrum etmediğini yada borcun hemen ödenmesini sağlamak için ödemesi
geciktirilmiş borçtan bir miktar kesinti yapmadığını temin ederek- kendisine borçlu olunandan bir
miktarını kesintiye uğratır veya elinde bulunan bir miktar parayı verirse bu Caiz’dir.

Güncel fiyatıyla aldığını temin ederek ve satışı bu oturumda tamamladıklarında alacaklının altını gümüş
ve gümüşü de altın olarak talep etmesi Caiz’dir.

Başkasının kendisine borcu olduğunu iddia ediyor ancak (borçlu olduğu iddia edilen) savunma makamı
onun iddiasını doğrulamıyorsa ve ardından aralarında anlaştıkları şartlar üzere Sulh yaparlarsa (arayı
bulurlarsa) bu Caiz’dir. Taraflardan biri kendi yalanını biliyorsa (bu durumda) Sulh Batıl’dır (geçersizdir).
(Kişinin) birine karşı haklı iddiası (alacağı) olur ancak (alacaklı ve borçlunun) her ikisi de borcun miktarını
bilmez ve ardından aralarında Sulh yaparlarsa bu Caiz’dir.
Bab’ul Vekale (Vekillik ve Vekalet Babı)

Vekil’in ve müvekkilin her ikisinin birden Sahih (akde geçerlilik kazandıracak şartlara sahip) olduğu
müddetçe, temsilci atamanın Caiz olduğu her durumda Caiz’dir. Caiz bir akittir, taraflardan her ikisinden
birinin ölmesiyle Batıl (geçersiz) olur ve (taraflardan her ikisinden birinin) aklını yitirmesiyle, Sefih olup
üzerine Hacr (mali kısıtlama) getirilmesiyle (akd) fesh 1olur. Şirket (ortaklık), Müsakat (ağaçları,
mahsülden pay alma karşılığı sulama), Muzaraa (toprağı, mahsülden pay alma karşılığı sulama), Ceale
(ödüllendirme) ve Müsabaka (yarışma) gibi, Caiz olan bütün akitlerde; Hüküm aynıdır.

Vekil, (müvekkilinin) lafzen veya örfen izni olmaksızın hiçbir şey yapmaz. Vekil (müvekkilinin verdiği
vekaletten) başka şeyde vekillik yapmaz.

Vekil, (müvekilinin/ona vekalet verenin) izini olmaksızın kendinden satın alamaz ve kendine satamaz.
Birisi için, (o kişinin) izni olmaksızın satın alırsa, buna (o kişinin) müsadesi varsa Caiz’dir. (Müvekkil) onu
red ederse satın alınan, onu satın alanındır.

Vekil, emin kişidir ve kendi hatası olmadığını ispat etmek suretiyle (vekaletinde bulunanlardan) zarar
görmüş olandan sorumlu tutulmaz. (Malın) reddinde, telef (olan mal) hakkında ve ihlalin inkarı
hususundaki söz (hakkı) onundur (vekilindir).

Borç hükmü, diğer beyanat (delil) olmadığında –müvekkilin hükmü hazırda bulunmadığında- güvencedir.

Vekillik, Ceale ve onun dışındaki (akid)lerde Caiz’dir. "Bunları on(paray)a sat, üstü senindir" dediğinde bu
Sahih (geçerli bir akid)’dir.

Dipnotlar: Vekillik ve Vekalet Babı

1- Metinde yer alan 'fesh olur' ifadesi; Umdet'ul Fıkh'ın Şerhi olan el-Udde'de, 'iptal olur' şeklinde
geçmektedir.
Bab’u Şirket (Ortaklık Babı)

(Ortaklık) dört (türlü)dür:

(1-) Şirket-i İnan (Dizgin Ortaklığı): İki ortağın; mallarında ve bedenleriyle (çalışmalarıyla) elde ettiklerinde
ortaklıktır.

(2-) Şirket-i Vücuh (İtibar Ortaklığı): İki ortağın; yüzleri ile (itibarları, namları sebebiyle) elde ettiklerinde
ortaklıktır.

(3-) Şirket-i Muzaraba (Kâr Paylaşımı Ortaklığı): Bir ortağın mal olarak elinin ticarette diğerinden üstün
olduğu ve ortakların kârı paylaştıkları ortaklıktır.

(4-) Şirket-i Ebdan (Bedenlerin Ortaklığı): Bedenen -zanaattan veya ekip biçme yada avcılık ve benzeri-
Mübah olarak kazandıklarını paylaştıkları ortaklıktır.

Abdullah ibni Mes'ud (radiyallahu anh)'dan şöyle dediği rivayet edilmiştir:

‫اشتركت أنا وسعد وعمار يوم بدر فلم أجيء أنا وعمار بشئ وجاء سعد بأسيرين‬

"Ben, Sa'd ve Ammar; Bedir (savaşı) Günü elde edeceğimiz (ganimet) de ortaklık (akdini) yaptık. Sonra
(savaş bitiminde) Sa’d iki esirle geldi; ne ben ne de Ammar bir şey getirdik." 1

Bütün bunlarda kâr, hizmet karşılığı mal şartına dayalıdır. Ortaklardan birine muayyen (belirli) olarak,
Dirhemler’in yada herhangi birşeyin kâr olarak ayrılması Caiz değildir. Müsakat (ağaçları, mahsülden pay
alma karşılığı sulama) ve Muzaraa (toprağı, mahsülden pay alma karşılığı sulama)’da da hüküm aynıdır.

Kayıp, kârdan alınır. Ortaklardan biri, diğerinin izni olmaksızın, kendiliğinden (malı) satamayacağı gibi,
diğerinin izni olmaksızın kârdan hiç birşey alamaz.

Dipnotlar: Ortaklık Babı

1- Ebu Davud, #3388; İbni Mace, #2288; Nesai, #3401


Bab’u Musakat ve Muzaraa (Müsakat; Ağaçları, Mahsül’den Pay Alma Karşılığı Sulama İşi ve Muzaraa;
Toprağı, Mahsül’den Pay Alma Karşılığı Sulama İşi Babı)

Müsakat; meyva veren ağacı belirli miktar pay alma karşılığında sulamak Caiz’dir. 

Muzaraa; Mahsül’den belli bir miktar pay alma karşılığı araziyi sulamak Caiz’dir. Tohumların iki ortak
tarafından ortaklaşa veya sadece birisi tarafından temin edilmesinin önemi yoktur.

İbni Ömer (radiyallahu anhuma ecmain) Hadisi 1 sebebiyle ki, lafzı (metni) şöyledir:

‫عامل رسول هللا صلى هللا عليه وسلم أهل خيبر بشطر ما يخرج منها من ثمر أو زرع‬

"Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) Hayber halkıyla, Hayber topraklarını işleyip elde edecekleri her
türlü meyva ve toprak ürünlerinin yarısını almaları koşuluyla anlaşma yaptı." 2

Diğer (bir rivayette) lafzı şöyledir:

‫وعلى العامل ما جرت العادة بعمله‬

"...harcamalarını kendileri karşılamak koşuşuyla..."

İşçi adeten yapılacak işi yapmakla yükümlüdür. İşveren işte kullanılmak üzere binek hayvanıyla bir işçi
verirse, bu kıyasen Caiz’dir.

Dipnotlar: Müsakat (Ağaçları, Mahsül’den Pay Alma Karşılığı Sulama İşi) ve Muzaraa (Toprağı,
Mahsül’den Pay Alma Karşılığı Sulama İşi) Babı

1- Metinde yeralan 'Hadisi' ifadesi; Umdetu'l Fıkh'ın Şerhi olan el-Udde'de, 'Kavli (sözü)' şeklinde
geçmektedir.

2- Buhari, #2329; Müslim, #1551


Bab’u İhya'ul Mevat (Ölü Araziyi Diriltme; Yeniden Ekip-Biçilir Hale Getirme Babı)

Mevat; kum ile ve rüzgarın getirdiği tozla kaplanmış ve malikinin (sahibinin) olduğu bilinmeyen arazidir.
(Mevat) ihya edenin mülkü olur Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem)’in kavli gereğince:

‫من أحيا أرضا ميتة فهي له‬

"Kim ölü bir toprağı ihya ederse, o toprak onundur." 1

(Mevat'ın; ölü arazinin) ihyası; toprağı her ne şekilde istenirse, imar ve ihya etmek örneğin; etrafını
duvarla çevirmek ve su yolu kazmak ziraat yapma isteği varsa; ekip dikmeye mani olan ağaçlarını ve
taşlarını sökmek. İhya eden arazide bir kuyu kazar ve su bulursa; kuyu çok eskiye dayanıyorsa
çevresindeki dokunulmaz alandan her yana elli Zira 2 malik olur. Kuyu İslam döneminde ilk defa kazıldıysa,
dokunulmaz alandan her yana yirmişbeş Zira'dır.

Dipnotlar: Ölü Araziyi Diriltme (Yeniden Ekip-Biçilir Hale Getirme) Babı

1- Buhari; Ebu Davud, #3073; Tirmizi, #379

2- Zira: Parmak uçlarından dirseğe kadar olan uzunluk; bir zira, uzunluk birimi olarak ortalama 60cm
ölçeğine denk gelmektedir.
Bab’ul Ceale (Ödüllendirme Babı)

(Ceale) bir kimsenin (örneğin) şöyle demesidir: "Kim kaybettiğim şeyi veya kaçak hayvanımı geri getirirse
veya bu duvarı benim için örerse şunları Ceale (ödül) olarak alır." Herkim (bu denileni) yaparsa Ceale
(ödül) almaya hak kazanır. 

Bu, Ebu Sa’id1 (radiyallahu anh)’dan rivayete göredir:

[ ‫ هل‬: ‫أن ناسا من أصحاب رسول هللا صلى هللا عليه وسلم أتوا حيا من أحياء العرب فلم يقروهم فبينما هم كذلك إذ لدغ سيد أولئك فقالوا‬
‫ لم تقرونا فال نفعل أو تجعلوا لنا جعال فجعلوا لهم قطيع شياه فجعل رجل منهم يقرأ بأم القرآن ويجمع ريقه وبتفل‬: ‫فيكم من راق ؟ فقالوا‬
‫ ال نأخذها حتى نسأل عنها رسول هللا صلى هللا عليه وسلم فسألوا عنها رسول هللا صلى هللا عليه وسلم‬: ‫فبرأ الرجل فأتوهم بالشاء فقالوا‬
‫ وما يدريك أنها رقية خذوها واضربوا لي فيها بسهم‬: ‫]فقال‬

Kabilenin birinden, birini (liderlerini) akrep soktu ve Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'in Ashab’ına
gelip: Sizden herhangi birinizde fayda verecek bir şey var mı? dediler. (Sahabeler) dedilerki: Bize (tedavi
ücreti olarak) bir karşılık belirlemediğiniz sürece hayır olmaz. Sonunda onlar bir koyun sürüsü verdiler.
Sahabiden biri gidip Fatiha Suresi’ni okuyup adam iyileşene kadar üzerine üfledi. Koyunları aldılar ve
Nebi (sallallahu aleyhi ve sellem)’e bunu sordular. Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem): Onun (Fatiha
Suresi'nin) Rukye olduğunu nereden bildiniz? buyurdu. Sonra: Alın ve aranızda paylaşın, bana da bir pay
ayırın, buyurdu. Ardından Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) gülümsedi." 2

Lukata’ya (yitik mala) ayağı takılan (kazara bulan kimse manasında), Ceale (ödül)’den habersizse (Ceale;
ödül) almaya hak kazanamaz.

Dipnotlar: Ödüllendirme Babı

1- Umdet'ul Fıkh'ın Şerhi olan el-Udde'de, hadisi rivayet eden sahabenin ismi 'Ebu Sa’id' olarak değil de;
'Ebu Mes'ud' olarak geçmektedir. Doğrusu Ebu Sa’id olmalıdır Allahu A'lem!..

2- Buhari, #5007; Müslim, #2201


Bab’ul Lukata (Yitik, Buluntu Mal Babı)

(Lukata'nın çeşitleri) üçtür:

Birincisi: Kıymeti çok düşük olan: Cabir (radiyallahu anh)’ın kavli gereğince, ilan etmeksizin 1 alınıp istifade
edilmesi Caiz’dir:

[ ‫]رخص لنا رسول هللا صلى هللا عليه وسلم في العصا والسوط والحبل وأشباهه يلتقطه الرجل ينتفع به‬

"Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem); asa (değnek), kamçı, ip gibi şeyleri bulan kimsenin (ilan
etmeksizin) onlardan bizzat faydalanmasına ruhsat (izin) vermiştir." 2

İkincisi: Kendisini küçük av hayvanlarından koruyabilen; deve ve at vebenzeri hayvanlar. Böyle bir
hayvanı (kontrol ederek kendi mülküne) almak Caiz değildir Nebi (sallallahu aleyhi ve sellem)’in
sorulduğunda şöyle demesinden dolayı:

‫ ما لك ولها ؟ دعها فإن معها حذاءها وسقاءها ترد الماء وتأكل الشجر حتى يجدها ربها‬: ‫سأل عن ضالة اإلبل في حديث زيد بن مالك‬

"Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) yitik deve hakkında soruldu ve şöyle buyurdu: Ondan sana ne!
Onun sağlam ayakları ve yanında su tulumu vardır sahibini buluncaya kadar yeter ona..." 3

Yitik hayvanı alan ona malik olmaz. Onun bakımını üstlenmesi gerekir ve İmam’ın Naibleri’ne
(yardımcılarına, yönetici adamlarına) vermedikçe (hayvanı) koruma, kollama (görevi) üzerinden kalkmaz.

Üçüncüsü: Yüksek kıymeti olan pahalı paralar, emtia (antika eşya) ve kendilerini küçük av hayvanlarından
koruyamayan hayvanlar. Böylesini almak Caiz’dir. Pazar yerleri ve Mescidler’in kapıları gibi insanların
biraraya toplandığı yerlerde ilan etmek Vacib’dir. (Kayıp malını) arayan kimse gelir ve vasfederse
(özelliklerini tarif ederse) bulanın ona Beyyine (Delil) olmaksızın vermesi gerekir. İlan edilmezse, malının
geri kalanı gibidir ancak nasıl yakaladığını ve özelliklerini ilan etmedikçe dilediği gibi Sarf edemez
(kullanamaz). (Kayıp malını) arayan kimse gelir ve vasfederse (özelliklerini tarif ederse) ona vermesi
gerekir yada (eğer) helak olduysa mislini (karşılığını; sahibine vermesi gerekir). Yiyeceğe ihtiyacı olan bir
hayvansa yada telef olmaktaysa, (bulan) ilan etmeden ondan yiyebilir yahut satıp daha sonra ilan eder.
Bu Zeyd ibni Halid (radiyallahu anh)’dan rivayet edilen (Hadis) gereğincedir:

[ ‫ اعرف وكاءها وعفاصها ثم عرفها سنة فإن لم تعرف فاستنفقها‬: ‫سئل رسول هللا صلى هللا عليه وسلم عن لقطة الذهب والورق فقال‬
‫]ولتكن وديعة عندك فإن جاء طالبها يوما من الدهر فادفعها إليه‬

"Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'e buluntu şeyin hükmü soruldu (Rasulullah) bunun üzerine şöyle
buyurdu: Sen onun çıkınını ve ağız bağını (özelliklerini) iyice tanı. Sonra onu bir sene bildir, ilan et! Sonra
eğerki birgün onu arayan (bir kimse) gelirse onu (aramaya gelen sahibine) vermelisin..." 4
‫ أو للذئب‬، ‫ أو ألخيك‬، ‫ فإنما هي لك‬، ‫ خذها‬: ‫ فقال‬، ‫وسأله عن الشاة‬

"Sonra o sorucu: (Ya Rasulullah!) Koyun yitiği hakkında nasıl görürsün? dedi. (Rasulullah) bunun üzerine
şöyle buyurdu: Onu tut, al. Çünkü o ancak senin yahud Mü'min kardeşinin yahud da kurdundur." 5

Lukata (yitik mal), ilan edildiği yıl içerisinde ihmal olmaksızın helak olursa 6, hiçbir sorumluluk yoktur.

(Lakit: Buluntu/Bulunan Çocuk Hakkında) Fasıl

(Lakit) buluntu/bulunan (terk edilmiş/kaybolmuş) çocuktur. Hürlüğüne ve İslam’ına Hükm edilir. Onunla
birlikte bulunan mal (eşya) da ona aittir. Velayet’i –Müslüman ve Adil’se- onu bulananındır. (Çocuğunn)
yanında (onunla birlikte) ona Nafaka olacak birşey olmadığında, Nafaka’sı Beyt’ül Mal’den karşılanır.
Geçmişi karanlıktır (bilinmezdir). Kafir olmadıkça, neseb yönünden onunla alakası olduğunu iddia edenin
hakkıdır (çocuk ona verilir). (Kafir olması durumunda) Din’en değil, neseb yönünden onun hakkıdır ve
(onun Velayeti’ne) teslim edilmez.7

Dipnotlar: Yitik, Buluntu Mal Babı

1- 'İlan etmeksizin' kısmı Umdet'ul Fıkh'ın Şerhi olan el-Udde'de bulunmamaktadır.

2- Ebu Davud, #1717

3- Buhari, #91; Müslim, #1722

4- Buhari, #91; Müslim, #1722

5- Buhari, #91; Müslim, #1722

6- Umdet'ul Fıkh'ın Şerhi olan el-Udde'de bundan sonra, '(yitik malı bulup) emanet olarak bakana'
ziyadesi vardır ki bu ziyade cümleyi tamamlamaktadır.

7- Metinde yeralan '(onun Velayeti’ne) teslim edilmez' ifadesi; Umdet'ul Fıkh'ın Şerhi olan el-Udde'de,
'(onun Velayeti’ne) verilmez' şeklinde geçmektedir.
Bab’us Sabak (Bahse Girme Babı)

Bütün işlerde Ceale (ödül) olmaksızın Müsabaka (yarışma) Caiz’dir. At ve deve yarışı ve okçuluk dışında,
Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem)’in kavli gereğince, Ceale (ödül) ile (Müsabaka) Caiz değildir:

‫ال سبق إال في نصل أو خف أو حافر‬

"Ok atma, at ve deve yarışı dışında ödül Caiz değildir." 1

Ceale (ödül) iki yarışmacının dışında başka biri tarafından verildiğinde Caiz’dir ve kazanan içindir. İki
yarışmacıdan birinden geldiğinde ve kazandığında yada beraberlik olduğunda bahise koyduğunu (elinde)
tutar ve bundan başkasına hak kazanmaz. Diğeri kazanırsa, o alır. Birlikte bahse girdiyseler -Rasulullah
(sallallahu aleyhi ve sellem)’in kavli gereğince- kendi atlarıyla yarışabilecek ata veya kendi develeriyle
yarışabilecek deveye sahip yahut kendi nişancılıklarıyla yarışabilecek üçüncü bir kişiyi eklemedikçe, Caiz
değildir:

‫من أدخل فرسا بين فرسين وهو ال يأمن أن يسبق فليس بقمار ومن أدخل فرسا بين فرسين وهو آمن أن يسبق فهو قمار‬

"Kim, iki at arasına, geçeceğinden emin olunmayan bir üçüncü at dahil ederse, bu kumar olmaz. Kim de
geçeceğinden emin olunan atı dahil ederse bu kumar olur." 2

Onları yarışmada yenerse, ödülün tamamını alır. Diğer iki yarışmacıdan biri birinci olursa kendi ödülünü
(elinde) tutar ve rakibinin ödülünü toplar (alır).

Müsabakayı (yarışı) tamamıyla belirlemek, gayeyi beyan etmek ve (ok atma müsabakasında) hedefi ve
atış sayısını kararlaştırmak zorunludur. Ok atmada müsabaka; uzaklık değil, isabet ettirmektir (hedefi
vurmaktır).

Dipnotlar: Bahse Girme Babı

1- 'Ebu Davud, #2574; Tirmizi, #1700; Nesai, #3616; İbni Mace, #2878

2- Ebu Davud, #2579; İbni Mace, #2876


Bab’ul Vadietu (Mevduat Babı)

Depozito (Mevduat, Teminat) emanetçinin tuttuğu güvencedir ki emanetçi, (şartları) ihlal etmedikçe
sorumlu tutulamaz. Ancak şu durumlarda sorumlu tutulur:

Güvenli bir yerde benzeri eşyalarla birlikte tutmazsa yahut tutması emredilen (söylenilen) güvenli yerde
tutmazsa;

kendisi için tasarrufta bulunursa (kullanırsa);

birbirlerinden ayırt edilemeyecek şeylerle karıştırırsa;

ticaret amaçlı yerinden çıkarıp daha sonra yerine koyarsa;

kabının mührünü kırarsa;

önce yalanlayıp sonra kabullenirse;

iade etme imkanı olmasına karşın, talep edildiğinde iade etmekten (teslim etmekten) imtina ederse
(kaçınırsa);

"bana teminat vermedin" der sonra telef olduğunu veya (sahibine) iade ettiğini iddia ederse, (iddiası)
ondan kabul olunmaz;

"sana ait olan hiçbir şey bende yok" der sonra telef olduğunu veya (sahibine) iade ettiğini iddia ederse,
(iddiası) ondan kabul olunur.

(Depozitonun aksine) Ariyye1, borç alan hor davranmasa dahi garantilidir.

Dipnotlar: Mevduat Babı

1- Ariyye, geçici olarak ve iade edilmek üzere alınan mal demektir.

Alışveriş Kitabı'nın Sonu


Kitab'ul İcare (Menfaat Üzerine Yapılan Akidler –İşe Alma ve Kiralama- Kitabı)

(el-İcare) menfaat üzerine yapılan akiddir. Taraflar üzerinde bağlayıcılığı olan bir akiddir ve her iki tarafın
da feshetme yetkisi yoktur ve (tarafların) ölümüyle yada aklının yitirilmesiyle fesholunmaz. Kontrata tabi
olan malın telef olmasıyla veya işlevini yitirmesiyle fesholur. Kiracı maldaki ayıp (kusur) sebebiyle –
(kusur) eski olsun yeni olsun (fark etmez)- (akdi) feshedebilir.

el-İcare; intifa (kullanım hakkı) malum olmaksızın Sahih (geçerli) değildir, el-İcare’nin –(ya) örfen, ev
kiralama gibi yahut vasfedilerek; belirli bir kıyafetin dikilmesi veya duvar bina etmek (örmek) yada birşeyi
belirli bir yere götürmekte olduğu gibi- maruf (biliniyor) olması gerekir. (Akd) belli bir eşyaya işaret
ediyorsa, sıfatı (tarifi) gerekir.

Malı kiralayanın –yerine başkasını bulmasının (kiraya vermesinin), ödediği kira bedelini karşılaması veya
misline yakın yada daha az değeri karşılaması durumunda- kendisi yerine başka birini bulma (kiralama)
hakkı vardır.

Ziraat yapmak için arazi kiralayan, (araziyi ilk başta ekmeyi düşündüğü şeyden vazgeçip) daha az zarara
sokacak birşeyi ekip biçebilir. (Araziyi) daha çok zararı  olanı ekip biçerse veyahut da ikisinin zararı
(araziye) muhtelif yönlerden ise kiralama ücretini misliyle öder.

Belirli bir yere gitmek için veya birşey taşımak için bir binek kiralar onunla yolculuk eder sonra üzerine
eklerse artış sebebiyle oluşan kiralama ücretini ödemekle yükümlüdür. Malın telef olmasından sorumlu
olan da odur (kiracıdır) ancak kendisinden kaynaklanmayan bir sebepden dolayı telefden ise sorumlu
tutulmaz.

Kendisini müddeti belli olmaksızın, işçi olarak kiralayan, kendi hatası olması hariç kendi elinde telef
olandan sorumlu tutulmaz. 

Hacamatcıya, sünnetçiye ve doktora, yaptığı işte iyi olduğu bilindiği ve elleriyle hasara yol açmadıkça,
(oluşacak zarardan dolayı) sorumluluk yoktur ve uygunsuz davranışlarda bulunmadıkça çobana (da) bir
sorumluluk yoktur. Temizlikçiye, terziye ve diğer zanaat sahiplerine gelince; ellerinde emanet tuttukları
telef olan dışında, yaptıkları işten dolayı telef olandan sorumlu tutulurlar.
Bab’ul Gasb (Gasb Babı)

(Gasb) bir insanın hakkı olmayan bir malı istila etmesidir. Birşeyi gaspedenin (gasbettiğini sahibine) iade
etmesi gerekir. Elinde tuttuğu müddet için benzerinin (ödenmesi) gereken kirasını, (sahibine) ödemesi
gerekir. Nakdi azsa, arta kalanı karşılaması gerekir.

Gasbedilmiş köle –seyyidine (efendisine) yahut ecnebiye (yabancı birine) karşı olsun fark etmez- suç
işlerse, işlediği suça karşılık verilecek olan kan parası onu gasbedenin gasbedilmiş yükümlülüğüdür.
Ecnebi birisi, gasbedilmiş köleye karşı bir suç işlerse seyyidi ikisinden (gasbeden veya suç işleyenden)
dilediğinden (zararını) tazmin eder.

Gasbedilmiş malın değeri artarsa1 -ziyade (artış) muttasıl (mala bitişik) olsun veya munfasıl (maldan
ayrılabilir) olsun fark etmez- gasbeden artmış fiyatıyla iade eder. Artar veya eksilirse, ziyadesiyle iade
eder ve –fark (artma veya eksilme) onun kendi amelinden olsun veya başka sebeplerden dolayı olsun
fark etmez- azalmadan kendisini sorumlu tutar. 

(Gasbettiği) tahta parçasını işleyerek kapı yapar veya demir çubukdan iğneler yaparsa, değeri artmış
olarak iade eder, değerindeki azalmadan da kendisini sorumlu tutar.

Biraz pamuk gasbeder ve dokursa yada iplik (gasbeder) ve örerse veya elbise alır ve temizlerse yahut
parçalara ayırıp dikerse;

Tohum gasbeder ve ürün verirse yada hurma çekirdeği (gasbeder) ve (büyüyüp) ağaç olurlarsa veya biraz
yumurta (gasbeder) ve tavuk olurlarsa bu da (hükmen yukarıdakiyle) aynıdır.

Bir köle gasbeder, köle bedenen veya talimle gelişkinliği giderse, gasbeden hem köleyi hem de
gelişmesinin kıymetini iade eder. 

Gasbedilen mal telef olursa veya (başka bir sebepten) iade edilemiyorsa, ölçülebilen veya tartılabilen bir
eşyaysa, gasbeden mislini; eger böyle değilse de kıymetini vermekten sorumludur. Sonradan iade
edilebilir hale gelirse iade eder ve kıymetini (geri) alır. 

Gasbedilmiş malı, birbirlerinden ayırt edilemeyecek cinsten şeylerle karıştırırsa, karışımdan mislini iade
etmekten sorumludur. Farklı cinsten şeylerle karıştırırsa dilediği yerden mislini iade etmekten
sorumludur.

Araziyi gasbeder, ağaç dikerse; diktiklerini kökünden söküp çıkarması, değer kaybını ve (kiralama)
ücretini ödemesi ve araziyi iade etmesi gerekir. Ziraat yapar (ekip biçer) ve ürünü toplarsa gasbeden
araziyi iade eder ve (kiralama) ücretini öder. Hasad alınmadan önce arazi sahibi (durumu) fark ederse;
bununla (arazinin iade edilip kiralama ücretini almak), ürünü kıymeti karşılığında satın almaktan
dilediğini seçmekte muhayyer’dir. 
Cariyeyi gasbeder onunla cinsel ilişkiye girer ondan çocuk edinirse ona had gerekir. Onu (cariyeyi) ve
çocuğunu (cariyenin) sahibine -(Cariye’nin) misline verilmesi gereken kadar mehir vererek, değerinin
düşmesini telafi ederek ve benzeri bir köleyi kiralama ücretini vererek- iade etmesi gerekir. (Gasbeden)
onu satar, alan da –onun gasbedilmiş bir cariye olduğunu bilmeksizin- onunla cinsel ilişkiye girerse, satın
alan onun mehrini, onun ücretini ve çocuğunun ücretini, onun benzeri bir köleyi kiralama ücretini
vermesi gerekir ki bunların tümünü gasbedenden isteyebilir.

Dipnotlar: Gasb Babı

1- Umdet'ul Fıkh'ın Şerhi olan el-Udde'de bundan sonra, 'veya azalırsa' ziyadesi vardır.
Bab’uş Şuf'a (Ön Alım Hakkı Babı)

(eş-Şuf'a) insanın, ortağının payını müşterinin elinden kapma (alma) hakkıdır. Yedi şart olmadığında
(yerine getirilmediğinde, eş-Şu'fa) Vacib olmaz:

Birincisi: Satış (olmalı). Hediyeye, hibeye, hul (boşama) tazminatına ve de mehire Vacib olmaz.

İkincisi: Taşınmaz (arazi) olmalı veya ona bina ile ve tarımla bağlantılı olmalı.

Üçüncüsü: Bölünmemiş mülk olmalı. Haddi (sınırları) taksim edilmiş (araziy)e gelince, Cabir (radiyallahu
anh)’ın kavli gereğince onda Şuf'a (hakkı) yoktur:

[ ‫]الشفعة فيما لم يقسم فإذا وقعت الحدود وصرفت الطرق فال شفعة‬

"(Rasulullah sallalalhu aleyhi ve sellem) taksim olunmamış her şeyde Şuf'a (hakkı) ile hükmetti. Sınırlar
konulup yollar ta'yin edildiği zaman artık Şuf'a (hakkı) yoktur." 1

Dördüncüsü: Taksim edilebilir (bölünebilir) olmalı. Taksim edilemez (araziy)e gelince onda Şuf'a (hakkı)
yoktur.

Beşincisi: Şuf'a yapanın tamamını alması. Yalnızca bir kısmını almak isterse (bu durumda) Şuf'a (hakkı)
ibtal (geçersiz) olur. Şuf'a yapabilecek iki kişi varsa, Şuf'a (hakkı) -hisseleri oranında- ikisindedir. Biri Şuf'a
yapmazsa, diğerinin ya tamamını almak ya da terk etmek (hiç almamak) dışında tercih hakkı yoktur.

Altıncısı: Fiyatı ödeme imkanı. Ücreti ödemekten veya bir kısmını ödemekten acizse Şuf’a (hakkı) düşer.
Ücret karşılanabilirse, (bu durumda) mislini (ederini) öder; karşılababilir değilse, kıymetini öder. İki taraf
değeri hususunda ihtilaf ederse (anlaşmazlığa düşerse), her ikisinin de beyyinesi (kanıtı) yoksa
müşterinin –yemin etmesi şartıyla- kavli, kavildir (sözü kabul edilir).

Yedincisi: Şuf’a (hakkı) sahibinin satışı öğrendiği saatde (anda) talib olması. Geciktirmesi durumunda –
(orada) bulunmaması, hapsedilmiş olması veya hasta olması yada küçük olması gibi sebeplerden dolayı
talib olmaktan aciz olması dışında -ki bu durum değiştiğinde derhal talib olmalıdır- Şuf’a (hakkı) ibtal
(geçersiz) olur. Talebine dair şahid gösterme imkanı varken şahid göster(e)mezse (bu durumda) Şuf’a
(hakkı) ibtal (geçersiz) olur. Satışı ta ki üç yada daha çok kişi tarafından birbirlerinden alınıp birbirlerine
satıldığı zamana kadar bilmiyorsa (bu durumda) dilediğinden talebte bulunabilir. (Araziyi satın alanların)
ilkinden (araziyi) alacak olursa ikinci birincinin kendisinden (arazi karşlığında) aldığını ve üçüncü de
ikincinin kendisinden (arazi karşlığında) aldığını geri alır. Araziyi alır ve üzerinde tarla varsa yada
müşteriye ait bina varsa, Şuf’a yapanın –(müşterinin) zarar vermeden sökmeyi tercih etmesi başka-
kıymetini ona ödemesi gerekir. Üzerinde müşteriye ait ürün veya meyvalar varsa, hasada veya toplanma
zamanına kadar bırakılır. Tek akitle (kişi) arazi ve bir kılıç alırsa, Şuf’a yapanın hassaten (yalnızca) araziyi
alma hakkı vardır.

Dipnotlar: Ön Alım Hakkı Babı


1- Buhari, #2214; Müslim, #1608
İşe Alma ve Kiralama Kitabı'nın Sonu

Kitab'ul Vakf (Vakıf Kitabı)

(Vakıf) aslının tutulup meyvalarının tesebbil (tasadduk) edilmesidir. Satılması Caiz olan doğası gereği
daimi olarak kendisinden faydalanılan eşyalarda Caiz’dir. Daimi olarak kendisinden istifade edilmeyen ve
bundan başka; bozuk para, yiyecekler ve parfüm gibi şeylerde vakıf Sahih (geçerli) değildir. Birr (iyilik)
için veya Ma’ruf (Şeri’at tarafından uygun görülen, beğenilen) için olmadıkça, Ömer (radiyallahu
anh)1’dan şöyle dediği rivayet gereğince, Sahih değildir:

‫ يا رسول هللا إني أصبت أرضا بخيبر لم أصب ماال‬: ‫ [ أصاب عمر أرضا بخيبر فأتى النبي صلى هللا عليه وسلم يستأمره فقال‬: ‫عمر قال‬
‫ إن شئت حبست أصلها وتصدقت بها غير أنه ال يباع أصلها وال يبتاع وال يوهب وال يورث‬: ‫قط أنفس عندي منه فما تأمرني فيها ؟ قال‬
‫ فتصدق بها عمر في الفقراء وذوي القربى والرقاب وابن السبيل والضيف ال جناح على من وليها أن يأكل منها أو يطعم صديقا‬: ‫قال‬
]‫ غير متمول فيه‬- ‫ أو‬- ‫بالمعروف غير متأثل فيه‬

"Ömer (radiyallahu anh) Nebi (sallallahu aleyhi ve sellem)’e, gelerek şöyle sordu: Ya Rasulullah! Ben
Hayber’de bir tarlaya sahip oldum. Şimdiye kadar yanımda böylesine değerli bir arazim hiç olmadı. Bu
tarla için bana ne emir buyurursunuz? (Rasulullah) şöyle buyurdu: Dilersen onun aslını (Allah için) hapset
(tut) ve (gelirini) tasadduk et (sadaka olarak ver)! Bunun üzerine Ömer (radiyallahu anh) araziyi tasadduk
etti ve aslının satılamayacağını ve satın alınamayacağını, varis olunamayacağını, hibe edilemeyeceğini
söyledi. 

(Ravi der ki:) Ömer (radiyallahu anh) bu araziyi fakirlere, ihtiyaç sahibi akrabalara, kölelere, Allah yolunda
harcamalara, yolda kalmışlara ve zayıflara bağışladı.
 
Onun (vakfın) işlerini üzerine alanın ondan Ma’ruf üzere yemesinde veya bir dostuna yedirmesinde bir
beis yoktur, yeter ki, malı kendine sermaye yapmasın." 2

Vakıf’ın Sahihliği; kavil (söz) ve -mescid inşa etmek, orada ezan okumak veya çeşme yapıp insanlar için
hazır hale getirmek gibi- fiil ile sözkonusu olur. (Vakfın) satışı –malzemesinin çok eskimesi durumu
dışında; ki bu durumda satılır ve yenileme için kullanılır- Caiz değildir. Vakf edilmiş at, gazveye uygun
değilse, satılması gerekir ve cihad için uygun olanın satın alınması için kullanılır. Atıl durumdaki
kullanılmayan mescid satılmalı ve kullanılacak başka bir mekana nakl edilmelidir.

Vakıf, masrafları, şartları ve yönetimi için vakfeden kişinin niyetine hürmet edilmelidir. (Vakıfdan)
kimlerin faydalanacakları ve kimlerin faydalanamayacakları, bunun gibi yönetimin sıfatları ve nafakası
(bakımı) gibi hususlar onunla (vakfeden) kararlaştırılmalıdır. Vakfeden, vakfı (öncelikle) fulanın çocuğuna
ve sonra miskinlere (ihtiyaç sahiblerine) vakfederse, (bu durumda) bir cinse öncelik vermesi başka erkek
ve kadınlar eşittir. (Kendilerine vakfedilenlerden) hiçbiri yaşamazsa bu durumda vakıf miskinlere kalır. 

Vakıf’dan faydalanmaları vakfedilenlerden imkanı olanların buna dahil edilmeleri ve vakfedenin bazılarını
diğerlerine tercih etmeleri dışında eşit davranılmaları lazım olur (gerekir). Tümünün dahil edilmeleri
mümkün değilse, bazısını bazısına tercih etmek ve sadece birine tahsis etmek Caiz’dir.
Dipnotlar: Vakıf Kitabı

1-
 Umdetu'l Fıkh'ın Şerhi olan el-Udde'de, ravi 'Abdullah ibni Ömer (radiyallahu anh)' şeklinde
geçmektedir. Hadis, Ömer ibni Hattab (radiyallahu anh)'dan oğlu Abdullah ibni Ömer (radiyallahu anh)
yoluyla rivayet edilmiştir.

2- Buhari, #2882; Müslim, #1632


Bab’ul Hibe (Hibe Babı)

(Hibe) sahip olunan malı, yaşamı sırasında karşılıksız olarak başkasına vermektir. İcab ve kabul ile ve
delille birlikte arz ile Sahih olur. Makbuzla birlikte lazım (gerekli) olur. (Hibe’den) dönmek -baba (nın
oğluna Hibe ettiğinden dönmesinin Caiz oluşu) dışında- Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem)’in kavli
gereğince Caiz değildir:

‫ليس ألحد أن يعطي عطية فيرجع فيها إال الوالد فيما يعطي ولده‬

"Kişinin hibesinden dönmesi Caiz değildir. Ancak çocuğuna bir şey hibe eden baba bundan
müstesnadır."1

Evlada hibede -Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem)’in kavli gereğince- Şeri’at mirasdaki takdir ile
adaletli taksim edilmesini gerektirir:

‫اتقوا هللا واعدلوا بين أوالدكم‬

"Allah'tan korkun, çocuklarınız arasında adalet gösterin!.." 2

Bir kimse bir adama şöyle derse: "Evimi sana ömürün boyu vakfediyorum" yahut: "Ömrün boyu senin
olması için bir hediye" (bu durumda vakfedilen şey) ona ve (o öldükten sonra) varislerine aittir. Şöyle
derse: "Kullanımı ömrün boyu sana ait" (bu durumda) her ne zaman dilerse o zaman mülkiyetine alır.

Dipnotlar: Hibe Babı

1- Ebu Davud, #3539; Tirmizi, #1298; İbni Mace, #2388; Nesai, #3833

2- Buhari, #2587; Müslim, #1623


Bab’ul Atiyye'l Meridu (Hastanın Bağışı Babı)

Hastalığından dolayı ölüm tehlikesi altında olan hastanın veya (ölüm tehlikesi altında olan) benzelerinin,
örneğin; harp (savaş) başladığında saflar arasında duran askerin, (savaş sırasında) ileriye öldürülmek için
gönderilen askerin veya fırtınalı denizde gemicinin yada memleketi taun (veba) salgınına uğrayanın
bağışına gelince, vasiyyete uygulanan altı hüküm vardır:

Birincisi: Yabancı birine (vakfettiğinde), (varislerine verilecek olanın) üçte birini aşarsa bu Caiz değildir.
Varislerinden birine (vakfettiğinde) ise, diğer varislerin oluru olmadan Caiz olmaz. Bu hüküm,

[ ‫أن رجال أعتق ستة أعبد له عند موته لم يكن له مال غيرهم فبلغ ذلك النبي صلى هللا عليه وسلم فدعاهم فجزأهم ثالثة أجزاء فأقرع‬
‫]بينهم فأعتق اثنين وأرق أربعة وقال قوال شديدا‬

Mal olarak yalnız altı kölesi olan ve ölüm döşeğinde (hastalığı sırasında) bu altı köleyi azat eden ensardan
bir adam hakkında rivayet olunana göredir. 

Bu durumdan haberdar olan Nebi (sallallalhu aleyhi ve sellem) kölelerin hepsini yanına çağırmış ve altı
köleyi ikişer kişilik üç gruba ayırıp aralarında kur’a çekerek kur’anın isabet ettiği iki köleyi azad ettikten
sonra geri kalan dört köleyi tekrar sahiplerine köle olarak iade etmiştir. 1

İkincisi: Rivayet gereği; kölelerin sayısı üçe bölünemediğinde kölelerden birine özgürlüğü kur’a çekmek
suretiyle verilir.

Üçüncüsü: Muayyen olmayan bir köleyi veya muayyen olup da müphem özelliklere sahip bir köleyi azad
ederse, kur’a ile belirlenir.

Dördüncüsü: Ölüm anında yapılan bağışın, bağış yapan kişinin mülkünün üçte birinden mi olduğuna
bakmak gereklidir. Hiçbir mala sahip değilken bir köle bağışlar, ölüm anı gelinceye kadar daha önce sahip
olduğunun iki katına sahip olursa; köleyi ilk bağışladığı zaman bağışını yaptığına ve o tarihten sonra her
ne kazandıysa mülkü tamamıyla ona ait olduğuna hükm ederiz. Diğer yandan (köleyi bağışladıktan sonra
ölüm anına kadar geçen sürede) sahip olduğunun bütün hepsini kaybedeceği bir borca maruz kalırsa, (bu
durumda ise) köle hiçbir şekilde (kısmen dahi) bağışlanmamış olur ve bağışı da geçersiz olur. Miras olarak
birşey bırakırsa ancak varisler bir süre geçmesine rağmen almadıysalar, (bu durumda) miras bırakanın
ölüm anı itibariyle değer verilir, varislerin aldıkları zaman itibariyle değil.

Beşincisi: Bağışta bulunulanın varis olup olmadığını belirlemek için, ölüm anındaki tutumuna bakmak
gerekir. Bir kimse kardeşine bağışda bulunur veya vasiyet ederse, bağışta bulunanın (bağış yaptığı sırada)
çocuğu yoksa ve (bağışta bulunan öldükten sonra) bir oğlu doğarsa (bu durumda) hem bağış hem de
vasiyet Sahih (geçerli)’dir ancak bir oğlu varsa ve ardından öldüyse (bağış ve vasiyetin) her ikisi de
batıldır.

Altıncısı: (bağış ve vasiyetin) her ikisi sözkonusu olduğunda, -(bağışta bulunanın yada vasiyet edenin)
ölmesi durumu başka- varislerin reddetmeleri veya kabul etmelerine itibar edilmez.
Bağış, vasiyetten dört farklı hükümle ayrılır:

Birincisi: Bağış, hemen geçerlilik kazanır. Biri bir köleyi bağışlasa, (hemen) hür bir kimse olur. Bir kimseye
kölesini bağışlasa, köle bağışlanılan kimsenin sahibi olur ve onun kazancı da ona ait olur. Diğer yandan
vasiyette bulunursa, vasi vasiyet eden ölmeden onun sahibi olamaz. Köleyi sahibi öldükten sonra birine
bağışladığını söylerse, o zamana kadar bağış gerçekleşmiş olmaz. Bu arada her ne kazanırsa, kendi
varislerine ait olur ve aynısı malının değerindeki artma için de geçerlidir.

İkincisi: Bağış’da, kabulü ve reddi hemen geçerlilik kazanır. Vasiyette ise, vasiyet edenin ölmesi dışında
kabulün ve reddin önemi yoktur.

Üçüncüsü: Bağış yükümlülük getirir ve bağışdan dönülmezken miras bırakan kimse dilediği zaman
vasiyetinden dönebilir.

Dördüncüsü: Bağış yapan kimse –toplamda malının üçte birini aşmamak kaydıyla- dilediği kadar kişiye;
önce birine sonra diğerine bağışta bulunabilir. Vasiyette ise, miras bırakanın -birinciden sonuncuya-
bütün varislere eşit oranda vasiyette bulunması gerekir. Vasiyetinde herbirine –bağış içersin içermesin-
sahip olduğu pay oranında değer kaybına, karşılık ayırmalıdır. Aynı hüküm –eğer (bağış ve vasiyetin) her
ikisi aynı anda olduysa- bağışlar için de geçerlidir.

Dipnotlar: Hastanın Bağışı Babı

1-Müslim, #1668

Vakıf Kitabı'nın Sonu


Kitab'ul Vesaya (Vasiyet Kitabı)

Sa'd (ibni Ebu Vakkas), (radiyallahu anh)’ın şöyle dediği rivayet olundu:

: ‫ ال قلت‬: ‫ بالثلثين ؟ قال‬: ‫ ال قال‬: ‫يا رسول هللا قد بلغ بي الوجع ما ترى وأنا ذو مال وال يرثني إال ابنة لي أفأتصدق بمالي كله ؟ قال‬
‫ الثلث والثلث كثير إنك إن تذر ورثتك أغنياء خير من أن تدعهم عالة يتكففون‬: ‫ بالثلث ؟ قال‬: ‫ ال قلت‬: ‫فبالشطر يا رسول هللا ؟ قال‬
‫الناس‬

"(... Dedim ki:) Ya Rasulullah (ey Allah'ın Rasulü)! Benim cihedim beni gördüğün şu hale getirdi. Benim
pek çok malım var fakat bir kızımdan başka bana varis olacak bir kimse yok (malımın) üçte ikisini sadaka
olarak dağıtabilir miyim? (Rasulullah da): Hayır! cevabını verdi. Bunun üzerine (Sa'd): Yarısını (dağıtabilir
miyim?) diye sordum. (Rasulullah yine): Hayır! cevabını verdi. (Bu defa Sa'd): Üçte birini (dağıtabilir
miyim?) dedim. (Rasulullah şöyle buyurdu): Üçtebir çoktur. Şüphe yok ki senin varislerini zengin olarak
bırakman, onları halka elaçar bir halde bırakmandan daha hayırlıdır." 1

Mal bırakanın, beşte birini vasiyet etmesi Müstehab’dır. Hibe’si Sahih (geçerli) olanın ayrıca çocuk, akıllı
ve üzerinde hacr bulunan sefihin vasiyeti ve tedbiri (sahibi öldükten sonra kölenin hür kalacağına dair
söz) Sahih (geçerli)’dir.

Vasiyet, kendisine hibe edilmesi Sahih olan kimse için ve vasiyet edildiği sırada mevcudiyeti biliniyorsa
ana rahmindeki bebek için yapıldığında (da) Sahih’dir. Kendisinden yararlanılması Mübah olan, av
köpeği, koyun veya keçi gibi şeylerden oluştuğunda, (vasiyet) Sahih’dir. Yine (vasiyet), kendisinden
yararlanılan necasetten, cariyesinin karnındaki bebek veya ağacından gelecekte alacağı ürün gibi henüz
mevcud olmayan şeylerden oluştuğunda Sahih’dir.

(Vasiyet bırakanın) –havadaki kuş, sudaki balık gibi- teslim etmesi mümkün olmayan şeyden oluştuğunda
Sahih’dir;

(Vasiyet bırakanın) sahip olmadığı –sahibi olmadığı yüz Dirhem gibi– şeyden oluştuğunda Sahih’dir;

(Vasiyet bırakanın) kölelerinden bir köle gibi gayrı muayyen, (muayyen; belirli olmayan) şeyden
oluştuğunda Sahih’dir ve bu durumda varisler, vasilere dilediğini verir;

Miktarı bilinmeyen –mülkünden bir kısmı gibi- şeyden oluştuğunda Sahih’dir ve bu durumda varisler,
vasilere dilediğini verir.

Şayet kişi varislerinden birinin payı mislince birine vasiyette bulunursa; vasiyet edilen kişiye varislerde en
az payı bulunan kimsenin payı mislince, mirasa ziyade olarak verilir.

Şayet arkasında üç erkek çocuk bırakır, sonra onlardan birinin payı oranında vasiyette bulunursa; o
kimseye dörtte bir pay vardır. Şayet bunların (yani bu erkek çocukların) yanında anne gibi mirasta pay
sahibi olan bir kimse bulunursa; sen vasiyeti bırakarak onsekiz paydan varislerin meselesini halleder ve
bir erkek çocuğun payı mislince mirasa ilavede bulunursun ve böylelikle miras yirmiüç paydan oluşmuş
olur.

Şayet onlardan birinin payı mislince ve diğerine malından geri kalanının altıda birini vasiyet ederse; sen
tıpkı mirastan pay sahibi olan kimse gibi maldan geri kalan altıda biri (kendisine vasiyet edilen bu)
sahibine verirsin, mirası da öncesinde olduğu gibi düzeltir, tashih edersin.

Şayet ikinci vasiyet üçte birden geri kalan kısmın altıda biri ile olacak olursa, sen aynı şekilde dediğimiz
gibi onu tashih eder ve mirasa iki pay mislince ilavede bulunursun böylelikle altmışdokuz pay olur.

Altıda bire sahip olan kimseye bir pay, oğullara arasında kalan ve diğer vasiyet edilen kimseye ise  dört
pay vardır.

Şayet erkek çocuklar (sahip oldukları) üç paya ilave edecek olurlarsa; onlara yapılan bu ziyade oranında
arta kalan kısmın altıda birine sahip olan kimseye ilavede bulunursun.

Şayet dört kişi olurlarsa; o zaman onu sen iki pay meselesinde tashih ettiğin şeylerden verirsin.

Şayet beş kişi olurlarsa; ona üç pay vardır.

Şayet vasiyet dörtte birde arta kalanın üçte birinin verilmesi suretiyle olur ve de erkek çocuklar dört kişi
olurlarsa; ona (her birine) tek bir pay vardır.

Şayet erkek çocuklar dörtten fazla iseler, sen de her birine bir pay ilave edersin.

Şayet varisin nasibinin bir katı  veya iki bir şeyi vasiyet ederse; ona varisin nasibinin iki misli vardır. Ve üç
katı, üç mislidir.

Şayet üçte bir, dörtte bir gibi ortak/müşterek bir şeyin bir cüzünü vasiyet ederse; sen o payın
olduğu/çıktığı kısmı alırsın ve geri kalanı varisler arasında taksim edersin. Şayet üçte bir dörtte bir gibi iki
cüz bırakacak olursa ikisini de payın bulunduğu/çıktığı yerden alırsın. O on iki paydır ve sen geri kalan
kısmı varisler arasında taksim edersin. Şayet bunlara redd yapılırsa (yani miras paylarından arta kalan
fazlalık iade edilirse) olurlarsa; sen malın üçte birinden vasiyetin payını alır, varislere de bunun katını
verirsin.

Şayet kişi malından belli bir şeyi(n verilmesini) vasiyet ederse; bu mal üçte bir kapsamından çıkmaz,
Vasiyet edilen kimse ancak üçte birdeki ölçüsü itibari ile bu malı alır. Ancak varislerin (onu tamamıyla
almasına) izin vermeleri hariç (o vasiyet edilen malı tamamı ile alabilir).

Tıpkı bir adamın malından üçte birini bir adama, diğer bir adama da hepsini vasiyet etmesi gibi, vasiyetler
mal üzerine ilave olursa; sen üçte biri mala ilave eder/katarsın ve böylelikle dört adet üçte bir pay olmuş
olur. Sen terekeyi ikisi arasında şayet ikisine de izin verilirse dört pay üzerinden taksim edersin. Eğer bu
ikisine redd yapılırsa (yani miras paylarından arta kalan fazlalık iade edilirse) üçte birden dört pay verilir.

Şayet belirli bir şeyi bir adama vasiyet eder, sonra onu bir başkasına vasiyet eder veya bu vasiyet edilen
şeyi uygulanması için bir adamı vekil tayin eder sonra başka bir adamı tayin ederse; o (yani vasiyet eden
bu) iki kişinin arasındadır. Şayet derse ki: “Vasiyet ettiğim o şey birincisine değil ikincisine aittir.” Birinci
vasiyet geçersiz/batıl olmuş olur.
(Vasiyet’in Geçersiz Kılınması Hakkında) Fasıl

Vasiyet, tümüyle yada kısmen, batıl (geçersiz) olduğunda, varislere döner.

Kişi Zeyd’in2 kölesinin yüz paraya satın alınmasını ve özgürlüğe kavuşmasını vasiyet eder ancak köle ölür
yada seyyid(sahib)i satmazsa (bu durumda) yüz para varislere ait olur.

Kişi (malından) yüz paranın (Cihad’da kullanılan güçlü bir) at için kullanılmasını vasiyet eder ancak at
ölürse, (para) varislere ait olur.

Kişi (malından) bin paranın Zeyd’in Hacc yapması için vasiyet eder ancak (Zeyd) Hacc etmezse, para
varislere ait olur. Varis: Hacc masraflarından daha fazlasını ver derse ona hiçbir şey verilmez.

Varis, miras bırakandan önce ölürse yada vasiyeti red ederse, 3 (mal) varislere kalır.

Kişi yaşayan birine ve ölü birine vasiyet ederse, yaşamakta olan vasiyetin yarısını almaya hak kazanır.

Kişi malının üçte birini varislerine ve ecnebi (yabancı) bir kimseye vasiyet ederse, yabancı kimse vasiyetin
altıda birini almaya hak kazanır ve varislerin altıda bir hissesi ise (diğer varislerce) kabule bağlıdır.

Dipnotlar: Vasiyet Kitabı

1- Buhari, #1295; Müslim, #1628

2- Arapça'da, bilinmeyen şahıslar hakkında ve/ya birileri örnek verildiğinde kullanılan kalıp ifade özellikle
şu üç ismi kapsar: Bekr, Zeyd ve Amr. Bu Türkçe'deki; Ali-Veli, Ahmet-Mehmet, Hasan-Hüseyin kalıpları
gibidir. Müellif (rahimehullah), örnek verdiğinde bu sebepten ötürü Zeyd ismini kullanmıştır.

3- Umdetu'l Fıkh'ın Şerhi olan el-Udde'de, 'Varis, miras bırakandan önce ölürse yada vasiyeti red ederse'
ifadesinden hemen sonra 'bu da Batıl’dır' ziyadesi vardır.
Bab’ul Mevsa ileyhi (Vasiyette Bulunulan; Vasi Babı)

Vasiyetde bulunanın; Müslüman, akıl sahibi, adil, erkek veya kadın, vasiyette bulunan kimse için Caiz
olan işlerde; borçlarını ödemek, vasiyetini paylaştırmak ve küçük çocuklarının bakımıyla ilgilenmek gibi
işlerini görmesi için, vasi tayin etmesi Caiz’dir.

Kişi vasiye; küçük yada mecnun (deli) olan çocukları için velayet verdiğinde, onun çocuklar üzeindeki
velayeti gerçekleşmiş olur ve onların avantajına olacak şekilde -örneğin satın almak veya satmak, onlara
gönderilmiş olanı kabul etmek, onlar için gerektiği oranda harcamada bulunmak, onlara destek olmak
için gerekli olan harcamada bulunmak, onlar adına ticaret yapmak ve kar payı karşılığında onlar için
girişimde bulunmak gibi- onların mülkünü yönetebilir. Şahsi olarak onlar için ticaret yaparsa, kardan pay
alma hakkı yoktur ancak gerekli olduğunda onların mallarından bir kısmını, işin gerektirdiği ölçüde,
kullanma hakkı vardır ve bundan dolayı cezalandırılmaz. Zengin bir kimseyse (onların malından hiçbir
şeyi) kullanamaz, Allah Te’ala’nın 1 buyruğu gereğince:

‫ومن كان غنيا فليستعفف ومن كان فقيرا فليأكل بالمعروف‬

"Zengin olan (veli/vasi) iffetli olmaya çalışsın, yoksul olan da artık ma’ruf (ihtiyaca ve örfe uygun) bir
şekilde yesin!.." (en-Nisa 4/6)

Vasi, kendisine verilen sorumluluğu başkasına veremez, kendisi (menfaati) için de onların malından
birşey alıp satamaz. Bu sadece baba için Caiz’dir dolayısıyla; küçüğün ve delinin malının üzerinde babası
veya onun vasi tayin ettiği yada hakimin dışında, hiç kimsenin tam kontrolü yoktur.

(Hacr, İhtibar ve Rüşd Hakkında) Fasıl

Vasi küçük yaştaki mümeyyiz çocuğun rüşdünü (olgunluğunu) sınamak için, kendi başına tasarruf
etmesine müsaade etme hakkına sahiptir. Burada rüşd; mal üzerinde salah (iyilikle davranma)’dır,
insanın rüşdü malını koruyabilmesidir. (Rüşdüne) şehadet ederse, erkek yada kız (çocuk) baliğ olduğunda
malını ona verir. (Çocuk) tekrar sefihliğe dönerse, (velisi) hacr uygular. (Bu durumda) malını hakim
dışında kimse yönetemez ve ondan başkasını hükmü ile hacr kaldırılamaz. (Hacr altındaki sefih çocuğun
kendi) malı hakkındaki ikrarı kabul edilmez ama hudud, kısas ve talak hakkındaki ikrarı kabul edilir. 
Talak’ta  bulunur veya (köle) azad ederse, talakı geçerlidir ama (köle) azatı (geçerli) değil(dir).

(Kölenin Tasarruf’da Bulunmasına İzin Hakkında) Fasıl

Seyyid (sahip/efendi), kölesinin ticaret yapmasına izin verirse; aldıkları, sattıkları ve ikrarı geçerlidir ama
kendisine izin verilen yaptıkları geçerlidir. Seyyidi onun tasarrufta bulunduğunu görür ve onu bundan
men etmezse, bu onun izinli olduğu anlamına gelmez.

Dipnotlar: Vasiyette Bulunulan; Vasi Babı

1- Umdetu'l Fıkh'ın Şerhi olan el-Udde'de, 'Allah Te'ala'nın' ifadesi 'Subhanehu Te'ala'nın' şeklinde
geçmektedir.

Vasiyet Kitabı'nın Sonu


Kitab'ul Feraiz (Miras Kitabı)

(Feraiz) mirasın hisseleridir. Varis, üç kısımdır: Zu Farz 1, el-Asabe2 ve Zu Rahim3.

Zu farz (mirasçı için şer'an takdir edilen pay) ondur: Zevceler (karı-koca), ebeveyn (anne-baba), babanın
babası (büyükbaba), büyükanne (anneanne, babaanne), kızlar, oğlunun kızları, kız kardeşler, anne
tarafından erkek kardeşler.

Dul erkek, vefat etmiş eşinin çocukları yoksa mirasın yarısını almaya hak kazanır. Vefat eden eşinin
çocukları olması durumundaysa (mirasdan) çeyrek (hisse) almaya hak kazanır. Vefat eden koca (geride)
yalnızca bir tane dul eş bırakırsa, kadın (mirasdan) çeyrek (hisse) almaya hak kazanır. Birden fazla -en
fazla dörde kadar- dul eş bıraktıysa ve çocuğu yoksa, bu çeyreği (dul eşler) eşit olarak paylaşırlar. (Vefat
eden kocanın) çocuğu varsa, (bu durumda) dul eşler (aralarında eşit olarak bölüştürülecek olan) sekizde
bir (hisseyi) almaya hak kazanır.

(Babanın Miras’da Ahvali Hakkında) Fasıl

Baba için üç (farklı) ahval vardır: Ölenin erkek varisi olduğundaki hali; (zu farzlık gereği mirasdan) altıda
bir (hisse) almaya hak kazanır. Ölenin erkek varisi olmadığındaki hali; el-asabe olarak mirasdan pay alır.
Ölenin kadın varisleri olduğundaki hali ise, her ikisi (zu farz ve el-asabe) olarak mirasdan pay alır.

(Büyükbabanın Mirasda Baba gibi olduğu Ahvali Hakkında) Fasıl 

Ced’din (babanın babası) ahvali, (üç durumda da) babanın ahvali gibidir ve (büyükbaba için) dördüncü bir
hal vardır; vefat edenin (ana-baba bir) kardeşleri veya baba tarafından erkek ve kız kardeşleri olması hali
ki bu durumda (babanın babası) onların hisselerinden en yükseğini veya erkek kardeşin aldığı kadarını
yada toplam malın üçte birini almaya hak kazanır. Onlarla birlikte (miras almaya hak kazanan) zu farz
(mirasçı için şer'an takdir edilen pay) sahibi biri varsa, kendi payını alır sonra babanın babası en yüksek
hisseyi alır veya kalanın üçte birini alır yada bütün malın altıda birini alır.

(Ana-baba bir) kardeşler ve baba tarafından erkek ve kız kardeşler –(vefat edenden) geriye kalanların
aynı (ana-baba bir kardeşler veya baba tarafından erkek ve kız kardeşler) olmaları durumunda- bu
hususta aynıdır. (Her ikisinden) karışıksa, (ana-baba bir) kardeşler; (baba tarafından) büyükbaba ve baba
tarafından (erkek ve kız) kardeşlerleriyle bölüşür sonra artaklandan paylarına düşeni alırlar ve geriye
kalan (ana-baba bir) kardeşlere aittir. (Ana-baba bir) kardeşin kız olması başka bu durumunda (bu kız
kardeş) yarım hisse alır. Şer’an takdir edilmiş olandan fazla sadece altıda birse, (baba tarafından)
büyükbaba alır ve kardeşlerin almasına mani olunur.

Bunlar Ekderiyye’ye4 uygulanmaz; vefat eden şahıs geride bir koca, bir anne, bir kızkardeş ve bir de (baba
tarafından) büyükbaba bırakır. Koca; yarısını, anne; üçte birini, (baba tarafından) büyükbaba; altıda bir ve
kız kardeş; yarısını almaya hak kazanır. Kızkardeşin yarımı ve (baba tarafından) büyükbabanın altıda biri
orantılı olarak azaltılır. (Baba tarafından) büyükbabanın şer’an takdir edilmiş hissesi bundan başka hiçbir
yerde azaltılmaz ve bu durum, kız kardeşin (baba tarafından) büyükbaba ile miras paylaştığı tek
durumdur.
(Vefat eden kadından geriye) koca yoksa anne üçte bir almaya hak kazanır ve geriye kalan kız kardeş ve
(baba tarafından) büyükbaba arasında orantılı olarak paylaştırılır. Bu Harka'dır 5; sahabe (radiyallahu
anhum) arasında büyük ihtilafa neden olmuştur. (Bunlarla birlikte mirasa ortak olan) baba tarafından bir
erkek veya kız kardeş olsa, pay ellidörtlük (hesabı) esas alınarak Muhtasaratü Zeyd 6 olarak adlandırılan
hesaplamaya göre yapılır. (Bunlarla birlikte mirasa ortak olan) baba tarafından bir erkek kardeş varsa,
pay doksanlık (hesabı) esas alınarak Zeyd’in Doksanlısı 7 olarak adlandırılan hesaplamaya göre yapılır.
Anne bir erkek kardeşlerin ve onların erkek çocuklarının (hesaplamanın) dışında bırakılacakları
hususunda ihtilaf yoktur.

(Anne’nin Mirasda Dört Ahvali Hakkında) Fasıl

Anne için mirasda dört ahval vardır: 

Altıda bir aldığı hali: çocukların veya iki yada daha çok erkek ve kız kardeşlerin bulunması.

Kalanın üçte birini aldığı hali: babanın ve koca veya karısının bulunması halinde, kocanın veya karısının
payı çıkarıldıktan.

Bütün malın üçte birini aldığı hal: diğer durumlarda.

Dördüncü hali: Çocuğu, Lian8 sebebiyle babası tarafından kabul edilmiyorsa veya veled-i zina ise, (bu
durumda anne) asabelik yoluyla miras alır. Annenin bulunmaması durumunda (annenin) asabelik yoluyla
alabilen akrabaları asabelik yoluyla miras alır.

(Babaanne ve Anneanne’nin Mirasda Ahvali Hakkında) Fasıl

Annenin olmaması durumunda; babaanne (ve yukarıya doğru; babaannenin/anneannenin annesi, onun
annesi, onun annesi...) altıda bir alır. Aynı derecede olan birden çok kişi varsa altıda birlik pay eşit oranda
aralarında bölünür. Bazıları diğerlerinden daha yakınsa, altıda bir yakın olana aittir. Babaanne oğlu hala
hayattayken dahi mirasdan pay alır. Mirasdan pay alma hakkına sahip babaanne ve anneanneler
şunlardır: Annenin annesi, babanın annesi, baba tarafından büyükbabanın annesi ve yukarıya doğru
bunların anneleri. (Büyük) babaanne/anneanne; ölüyle anneannesinin babası yoluyla akrabası olması
durumunda nede baba tarafından büyükbabadan daha yukarıdan birinin babası yoluyla akrabası olması
durumunda mirasdan pay alamaz. Ölen kimse geride; hem annesinin anneannesi ve babaannesini hem
de babasının hem babaannesini hem de anneannesini bırakırsa, babasının anneannesini çıkarır ve miras
diğer üçüne kalır.

(Kızın Mirasda Ahvali Hakkında) Fasıl

Kız yarım pay alır, iki veya daha fazla sayıda kız, üçte iki (aralarında paylaştırmak suretiyle) alır. Kızların
olmaması durumunda oğlun kızları onların yerini alır. Kızların olması durumunda ise; kendisiyle birlikte
asabelik yoluyla pay alacakları kendileriyle eşit yada daha düşük dereceden bir erkek varisin olması başka
oğlun kızları (miras dağılım hesaplamasından) çıkarılır. Bir tane kız ve bir veya daha çok oğlun kızları
(torun) varsa; kız yarım pay alır. Oğlun kızı veya kızları (iki veya daha çok kıza ayrılan) üçte ikiye kadar
altıda bir alır. Erkek (varis) olması başka, bu durumda erkek varisle birlikte asabelik yoluyla pay alırlar.
(Kızkardeşlerin Mirasda Ahvali Hakkında) Fasıl

Anne baba bir kız kardeşler mirasda kız çocukları gibidir. Baba tarafından kız kardeşler anne baba bir kız
kardeşlerle birlikte bulunduğunda, oğlun kızlarının (torun) kızlarla birlikte bulunması gibidir ve sadece
erkek kardeşleri bulunduğunda asabelik yoluyla pay alırlar. Kız kardeşler kızlarla birlikte bulunduğunda
asabelik yoluyla pay alırlar İbni Mes’ud (radiyallahu anh)’ın kız, oğulun kızı ve kızkardeş hakkındaki kavli
sebebiyle:

‫ وما بقي فلألخت‬،‫ ولبنت االبن السدس‬،‫أقضي فيها بقضاء رسول هللا صلى هللا عليه وسلم للبنت النصف‬

"Ben bu hususta Rasulullah (sallallahu aleyhyi ve sellem)’in hükmüyle hüküm vereceğim: Kız için yarım,
oğulun kızı için altıda bir ve geri kalan üçte biri de asabelik yoluyla kızkardeşe." 9 

(Anne bir Erkek ve Kız Kardeşlerin Mirasda Ahvali Hakkında) Fasıl

Anne tarafından kardeşlerin erkek olsun kız olsun payları eşittir. Bir tanesi altıda bir alır, iki tanesi altıda
iki alır. (Kardeşlerin sayısı) bundan çoksa üçüncüyü bölüşürler.

Dipnotlar: Miras Kitabı

1- Zu Farz Mirasçı için şer'an takdir edilen payı alanlara verilen isimdir.

2- el-Asabe Baba tarafından akraba; Allah'ın Kitabı'nda farz kılınmış hissesi olmayıp, hisse sahibleri kendi
hisselerini aldıktan sonra geri kalan bakiyyeyi alan ve yalnız olduğu halde terekenin toplamına varis olan
kimselere verilen isimdir.

3- Zu Rahim Uzak akraba.

4- Ekderiyye Mes'elesi Ölen kimse geride koca, ana, dede, baba bir ya da ana baba bir kız kardeş
bırakırsa; terekenin yarısı kocaya, üçte biri anaya, altıda biri dedeye, yarısı kız kardeşe verilir. Sonra dede
kendi payını kız kardeşine ekler ve elde edilen hisseleri erkeğe iki, kıza bir şeklinde onunla paylaşır.

Aslında bu mes'ele altı üzerine kurulur, sonra dokuza avleder: Kocaya üç, anaya iki, kız kardeşe üç,
dedeye bir hisse verilir. Dedenin bir hissesi ile kız kardeşin üç hissesinin toplamı dört olup, bu sayı
kesirsiz olarak üçe bölünemeyeceğinden, dokuzu üç ile çarpar ve elde edilen yirmi yedi rakkamına göre
mes'eleyi kurduğumuzda netice kesirsiz olarak elde edilir.

Buna Ekderiye denilir. Çünkü Beni Ekder Kabilesi'nden bir kadının mirasında böyle bir durum meydana
gelmişti. Ya da üç bakımdan Zeyd ibni Sabit (radiyallahu anh)'ın görüşünü bulandırdığından
(kedrettiğinden), buna Ekderiyye Mes'elesi denilmiştir. Bu mes'elede Zeyd (radiyallahu anh)'ın görüşü üç
bakımdan bulanmıştır:

1- Dede sebebiyle avletmiştir.

2- Kız kardeşe farz hisse vermiştir.

3- Farz hisseleri toplayarak onları asabelik esasına göre paylaştırmıştır. Kız kardeşe farz hisse takdir
etmiş, onu asabe yapmamıştır. Çünkü ona verilecek bir şey kalmamıştır. Artık dedenin diğerleri ile eşit
hisse alarak terekeyi paylaşmasının bir manası yoktur. Çünkü hissesi altıda birden aşağı inmekte ve bizim
anlattığımız usule başvurulması mecburi olmaktadır. (el-Mavsili, el-İhtiyar li Ta'lili'l Muhtar)

6- Muhtasaratü Zeydiyye Mes'elesi Ölen kimse geride ana, dede, ana-baba bir kız kardeş ve baba bir
erkek ve kız kardeş bırakırsa; mes'ele altı üzerine kurulur. Anaya altıda bir hisse verilir. Geride beş hisse
kalır: Bu da altıya kesirsiz bölünemez. Öyle ise altıyı altı ile çarpar, otuz altı rakkamını elde eder,
mes'eleyi buna göre kurarız: 

Anaya altı, dedeye kalanın üçte biri olan on, ana-baba bir kız kardeşe hisselerin tamamının yarısı olan on
sekiz hisse verilir. 

Geride iki hisse kalır. Hal bu ki, babanın çocukları üçtür. İki üçe bölünmeyeceğine göre, üçü otuz altı ile
çarpar ve yüz sekiz rakkamını elde ederiz. Mes'eleyi buna göre kurarsak, netice kesirsiz çıkar. Ancak
hisselerle yüz sekiz arasında yarılamada muvafakat bulunduğu için; yüz sekizi ikiye böler, neticede elli
dört çıkarır ve mes'eleyi bu rakkam üzerine kurarız.

Bunun izahı şöyledir: Burada dedenin kardeşlerle eşit hisse olarak terekeyi paylaşmasıyla kalan kısmın
üçte birini alması kendisi için aynıdır. Şu halde anaya on sekizde üç hisse, dedeye de kalan kısmın üçte
biri on sekizde beş hisse ana-baba bir kız kardeşe malın tamamının yarısı olan dokuz hisse verilir ve
geride bir hisse kalır. Bu bir hisse de babanın çocuklarına kesirsiz olarak taksim edilemeyeceğinden, üçü
on sekizle çarparız. Elde edilen elli dört sayısı üzerine mes'eleyi kurduğumuzda, hisseler hak sahiplerine
kesirsiz olarak taksim edilmiş olur. Buna da Muhtasaratü Zeydiyye Mes'elesi denilir.

7- Zeyd'in Doksanlısı Ölen kimse geride ana, bir dede, ana-baba bir kız kardeş, baba bir erkek ve bir de
kız kardeş bırakırsa; mes'ele altı üzerine kurulur. 

Anaya altıda bir hisse verilir. Kalan üçte birini dedeye vermek, dede için daha faydalıdır. Ama kalan
kısmın üçte biri kesirsiz değildir. Öyle ise üçü altı ile çarparak on sekiz rakamını elde ederiz: Anaya üç
hisse, dedeye beş, ana-baba bir kız kardeşe on sekizin yarısı olan dokuz hisse verilir. Geride bir hisse kalır
ki, onlar da beş kişidirler. Şu halde on sekizi beş ile çarparsak, bulacağımız doksan rakamına göre
taksimat yapıldığında netice kesirsiz olarak elde edilir. Buna; Zeyd' in Doksanlısı denmektedir.

8- Lian Kocanın karısını zina ile suçlaması ve bunu dört şahitle ispat edememesi halinde, hakim önünde
özel şekilde ve karşılıklı olarak yeminleşme. Koca tarafından, eğer yalan söylüyorsa Allah'ın laneti kendi
üzerine çekilerek, yeminlerle güçlendirilmiş şehadetlerdir. Kadın da, eğer yalan söylüyorsa, Allah'ın
gazabını üzerine çeker. Bu yeminleşme koca için Kazf cezası ve kadın için zina cezası yerine geçer, Lian,
evliliği sona erdiren bir boşanma yoludur.

9- Buhari, #6742
Bab’ul Hacb (Hacb Babı)

Ana baba bir kardeş ölenin akrabalarından üçü tarafından Hacbedilir 1: (Ölenin) oğlu, torunu (oğlunun
oğlu) ve babası. 

Baba bir kardeş, bu üçü ile (oğlu, torunu; oğlunun oğlu ve babası) ve (bir de) ana baba bir erkek kardeşi
tarafından Hacbedilir. 

Ana bir kardeş ise ölenin akrabalarından dördü tarafından Hacbedilir: (Ölenin) erkek olsun kız olsun
çocukları, oğlunun çocukları, babası ve babası tarafından büyükbabası. 

Baba tarafından büyükbaba ise; (ölenin) babası ve ölüye kendisinden daha yakın olan bütün
büyükbabalar tarafından Hacb edilir.

Dipnotlar: Hacb Babı

1- Hacb Ölen kişinin en yakın akrabasının, diğer akrabayı tamamen veya kısmen mirastan men (mahrum)
etmesi; onun mirastan payını azaltmasıdır. Bütün bu taksimat ve Hacb hesaplamaları: "Ölüye bir vasıta
ile bağlanan kişi, o vasıta ortada ise o vasıta ile Hacbolunur" kaidesi gereğince düzenlenir. Allahu
A'lem!..
Bab’ul Asabe (Asabe Babı)

(Asabe)1 ölüyle direk olsun başka bir erkek vasıtasıyla olsun akrabalığı olan koca dışındaki her erkektir ve
kölesini azad eden kadın ve onun Asabesi de (Asabe'dir).

Ölene varis olmayı en çok hak eden, ölene en yakın akrabasıdır:

Oğul, torun (oğulun oğlu) ve bu şekilde aşağıya doğru;

Baba, babanın babası ve erkek kardeş olmadığı müddetçe bu şekilde yukarıya doğru;

Dede’nin oğulları ve sonra onların oğulları ve bu şekilde aşağı doğru.

Yukarıya doğru babanın oğulları; daha aşağıda olan ama daha uzak olan babanın oğlu bulunduğunda
miras alamazlar. Babanın oğullarından miras almaya hak kazanan en yakın olanıdır. Eğer (akrabalık)
dereceleri eşitse; miras almaya hak kazanan aynı anne ve babadan akraba olandır.

(Asabe’den) dördü, kız kardeşlerinin miras almasına yol açar (Allah’ın buyurduğu üzere):

‫للذكر مثل حظ األنثيين‬

"...erkeğe, kadının payının iki misli." (en-Nisa 4/11)

Onlar; oğul, onun oğlu (torun; oğulun oğlu), anne-baba bir erkek kardeş ve baba bir erkek kardeşlerdir.
Asabe’den olan diğerlerine gelince; miras –kız kardeşin oğulları, amcalar ve (amcaların) oğulları gibi-
(sadece) erkeklere verilir.

Asabe tek varis olduğunda, (miras olarak kalan) malın tamamını alır. (Asabe) bir varis ile birlikte
bulunduğunda; ikincisi (varis) öncelikli olarak payını alır ve geriye kalan Asabe’ye kalır, Rasulullah
sallallahu aleyhi ve sellemin kavli gereğince:

‫ألحقوا الفرائض بأهلها فما بقي فألولى رجل ذكر‬

"Miras hisselerini (Kur'an'da bildirilen) ehline (sahiplerine) verin. Bakiye (kalan miktar), (baba tarafından)
en yakın erkek akrabalarınındır." 2

Varis malın tamamını alırsa, ölü geride koca, anne, anne bir erkek kardeşler ve anne-baba bir erkek
kardeşler bıraktığında Asabe Hacb olunur. (Bu durumda) koca yarısını almaya, anne altıda bir, anne bir
erkek kardeşler üçte bir almaya hak kazanır, anne-baba bir erkek kardeşler ise Hacb olunur. Bu, el-
Müştereke ve el-Himariyye3 olarak isimlendirilir. Erkek kardeşler değilde kız kardeşler olsaydılar bu
durumda üçte iki almaya hak kazanırlardı ve hisseleri payları oranında azaltılırdı ve bu; Ummü'l Furuh
olarak isimlendirilir. Çocuğun hünsa olması durumunda, idrarını yaptığı yere itibar edilir. İdrar; zekerden
(erkek organından) çıkıyorsa, hünsa erkek gibi; fercden (kadının organından) çıkıyorsa kadın gibi miras
alır. İdrar her iki organdan eşit biçimde çıkıyorsa, cinsiyeti mübhem olduğundan; erkeğin (almaya hak
kazandığı) mirasının yarısını ve kadının (almaya hak kazandığı) mirasının yarısını alır. Diyet, yaralanmadan
kaynaklanan ödemelerde ve bundan başka meselelerde de ahkam aynıdır ve böyle bir kimsenin nikahına
(evlenmesine) müsaade edilmez.

Dipnotlar: Asabe Babı

1- Asabe kişinin erkek akrabalarıdır. Kişiye akrabalarının kuvvet verip onu desteklemelerinden ötürü bu
ismi almıştır. Asabe çoğul olmasına karşın fukaha miras sözkonusu olduğunda –Asabe tek olduğunda bir
topluluk gibi mirasın tümünü aldığından- Asabe kelimesini tekil yerine kullanmışlardır. Asabe iki şeyden
ötürü olur: Neseb ve sebeb. Neseb akrabalık bağıdır. Sebep ise, köleyi azad edenler bulunmadığında
Asabeleri köleye Asabe olurlar.

2- Buhari, #6732 ; Müslim, #1615

3- el-Müştereke Vasilerin birleşerek ortak Asabe olmasıdır.

Mesele-i Müştereke yahut el-Hımariye Miras dağılımında annenin ölmesiyle, anne bir kardeşler
mirasdan pay alırlar. Ancak anne-baba bir kardeşler Asabe yoluyla mirasdan paylarını almaya hak
kazanmış olsalar da, mirasdan pay kalmadığı için miras alamazlar. Zira anne öldüğünde mirasçı olarak
geriye; annesi altıda bir, kocası yarısı, anne bir kardeşleri üçte bir oranında palarını aldıktan sonra asabe
yoluyla pay alacak olan anne-baba bir kardeşleri kalır –anne bir kardeşlerden daha kuvvetli bağ ile
aileden olmalarına karşın-onlara mirasdan pay kalmaz. Ömer ibni Hattab (radiyallahu anh) zamanında bu
sorun ortaya çıkmıştır. 

Ömer ibni Hattab (radiyallahu anh), anne-baba bir kardeşlerin mirasdan mahrum kaldıklarını görünce
onlara da anne bir kardeşlerin aldığı oranda mirasdan pay verdi. Bundan dolayı mesele; Mes'ele-i
Müştereke olarak isimlendirildi. 

Ömer ibni Hattab (radiyallahu anh) zamanında vuku bulduğunda, mirasdan mahrum kalan anne-baba bir
kardeşler, mirasdan hak talep ederken: Ya Emir'el Mü'minin (Ey Mü’minler’in Emiri)! Biz annemize, anne
bir kardeşlerden daha yakınız. Babamız da yok. Babamızı himar (eşek) farzetsek bile aynı ananın
evladıyız, dediler. Ömer ibni Hattab (radiyallahu anh), haklı olduklarını gördü ve daha önce de
belirttiğimiz üzere annne-baba bir kardeşlere de mirasdan pay verdi. Bundan dolayı mesele; el-
Hımariyye olarak isimlendirildi.
Bab’u Zev’il Erham (Uzak Akrabalar Babı)

Zev’il Erham1, ölünün geride bıraktığı asabesi ve zu farz olanlar dışındaki akrabalarıdır. (Zev’il Erham);
asabe veya zu farz olarak miras almaya hak kazanmış değildir. Eşlerden biri(nin hayatta olması) dışında ki
onlar (eşler), (ölen) eşinden kalan payı hacb olunmaksızın ve eksiltme olmaksızın almaya hak
kazanmışlardır.

Derecelerine göre miras alırlar; insanlardan herbiri ölüyle kendisine bağlandıkları vasıtanın yerine kaim
olur. Kızın çocukları, oğulun kızları, kız kardeşler annelerinin yerine kaim olur. Erkek kardeşlerin kızları ve
amcaların kızları, ana bir erkek kardeşlerin oğulları babalarının yerine kaim olur. Halalar ve annenin
amcaları baba gibidir. Dayılar, teyzeler ve annenin babası anne gibidir.

(Kendisi varis olmamasına karşın bir vasıta üzerinden miras alabileceklerden) aynı dereceden iki veya
daha çok kişi bulunduğunda (miras almaya) en çok hak kazanan, varise en yakın olanıdır. Eğer denklerse,
mal yakını oldukları varisler arasında taksim edilir ve varislerin payı vasıta olduklarına devredilir. Erkekler
ve bayanlar, ölüye yakınlık dereceleri eşit olduğunda, mirasa haz kazanmada denktirler. Ölü; kızının
oğlunu, diğer kızının kızını ve diğer kızının oğlu ve kızını geride bırakırsa, mal kızlar arasında üç üçlüğe
bölünür sonra onların çocuklarına; üçte bir (ilk kızdan olma) oğul (torun)a, üçte bir (ikinci kızdan olma)
kız (torun)a ve geriye kalan -yarı yarıya olacak şekilde- (üçüncü kızdan olma) diğer oğul ve kız (torunlar)a
devredilir.

(Ölen kimse) geride üç ayrı hala ve üç ayrı teyze bırakırsa, üçte bir teyzeler arasında beş üzerinden, üçte
iki ise halalar arasında beş üzerinden bölünür ve onbeşden tahsis edilir.

Zev’il Erham, ölüye farklı vasıtalar ile bağlanmaktaysalar; uzak akrabalardan herbiri kendisi ile varis
arasındaki bağlantının izini sürmeli ve mal bundan sonra bizim tarif ettiğimiz biçimde taksim edilmelidir. 

(Mirasın sözkonusu olduğu) vasıta yolları üçtür: Bunuvve (soy), Umume (anne soyundan akrabalık) ve
Ubuvve (baba soyundan akrabalık).

Dipnotlar: Uzak Akrabalar Babı

1- Zev'il Erham Feraiz (miras) ilmi ıstılahında; ölen kişinin mirasçıları dışındaki akrabaları manasında
kullanılan bir terimdir.
Bab’u Usul el-Mesail (Meselelerde Hesaplamalarda Usül Babı)

Yedi (tane)dir:

(Şer’an takdir edilmiş miras hissesi) yarım olduğunda (aritmetik bölen) ikidir (1/2).

(Şer’an takdir edilmiş miras hissesi) üçte bir veya üçte iki olduğunda (aritmetik bölen) üçtür (1/3+2/3).

(Şer’an takdir edilmiş miras hissesi) çeyrek (dörtte bir) olduğunda, tek olsun başka bir yarımla birlikte
olsun, (aritmetik bölen) dörttür (1/4; 1/4+2/4).

(Şer’an takdir edilmiş miras hissesi) sekizde bir olduğunda, tek olsun başka bir yarımla birlikte olsun,
(aritmetik bölen) sekizdir (1/8; 1/8+4/8).

Bu dördünde, Avl (Avliyye)1 yoktur.

(Şer’an takdir edilmiş miras hissesi) yarım artı üçte bir veya üçte iki yada altıda bir olduğunda (aritmetik
bölen) altıdır. Avl zorunlu olduğunda altı (paydası) on (paydasın)a düşürülür.

(Şer’an takdir edilmiş miras hissesi) çeyrek artı bunlardan biri (üçte bir veya üçte iki yada altıda bir)
olduğunda (aritmetik bölen) onikidir. Avl zorunlu olduğunda oniki (paydası) onyediye düşürülür.

(Şer’an takdir edilmiş miras hissesi) sekizde bir artı altıda bir veya üçte iki olduğunda (aritmetik bölen)
yirmidörttür. Avl zorunlu olduğunda yirmidört (paydası) yirmiyediye düşürülür.

Dipnotlar: Meselelerde Hesaplamalarda Usül Babı

1-  Avl (Avliyye) miras dağıtımında kullanılan bir hesaplama yöntemidir. Miras hesaplamasında, hesap
gereği paydalar eşitlendiğinde paylar paydadan fazla olabilmektedir. Bu sorunun çözümü Avl (Avliyye)
hesaplamasıdır ki, buna göre paylar toplamı payda olarak alınır.
Bab’ul Redd (Mirasda Redd; Reddiyye Babı)

(Şer’an takdir edilmiş miras hissesi) malın bütününü tamamlamazsa ve asabe de yoksa geriye kalan, eşler
dışında hisseleri oranında onlara (Şer’an takdir edilmiş miras hissesi almaya hak kazananlara) verilir.
Eşlerden biri onlarla birlikteyse, normalde almayı hak ettiği kadarını (miras olarak alır), geriye kalan ise
Reddiyye1 olarak miras almaya hak kazananlar arasında paylaştırılır. Asabe’nin mirasdan pay aldığı her
durumda Avl ve Reddiyye yoktur.

Dipnotlar: Mirasda Redd; Reddiyye Babı

1- Reddiyye miras dağılımında paydanın, paylar toplamından fazla olmasıdır. Bu, Ashab'ul Feraiz'in
(miras dağıtımında hisseleri belli olanlar) hakkını aldıktan sonra mirasın artması ve artan mirası alacak
asabenin bulunmaması durumunda sözkonusu olur. Reddiyye’nin çözümü de artan payın, karı ve koca
dışındaki mirasçılara yine Ayetler’de bildirilen hisseleri oranında paylaştırılması şeklindedir.
‫باب تصحيح المسائل‬

Bab’u Tashih'il Mesail (Meselelerin Tashihi Babı)1

‫ ثم‬،‫إذا انكسر سهم فريق عليهم ضرب عددهم أو وفقه إن وافق سهامهم في أصل مسألتهم أو عولها إن عالت أو نقصها إن نقصت‬
‫ وإن كانت متناسبة‬،‫ وإن انكسر على فريقين فأكثر وكانت مماثلة أجزأك أحدهما‬،‫يصير لكل واحد منهم مثل ما كان لجميعهم أو وفقه‬
‫ وإن توافقت ضربت وفق أحدهما في اآلخر ثم وفقت بين ما بلغ وبين الثالث‬،‫ فإن تباينت ضربت بعضها في بعض‬،‫أجزأك أكثرها‬
‫ ثم كل من له شئ من المسألة مضروب في العدد الذي ضربته في المسألة‬،‫وضربته أو وفقه في الثالث ثم ضربته في المسألة‬

Varislerden bir kısmının hissesi (yapılan taksimattan sonra) kesirli olarak çıkarsa; ya varislerin sayısını
(meselenin aslıyla) çarparsın ya da hisseleri meselenin aslında yahut avl yapıldığı takdirde avl’inde yahut
da noksanlık (redd) durumunda noksanlıkta birbirlerine muvafık olursa (yani aralarında ortak bölen
varsa) vefkini (ortak bölenlerini) çarparsın. Sonra onlardan her birisine ya hepsine düşen payın benzeri ya
da vefki (ortak böleni) geçer. Eğer ki (varislerden) iki grub veya daha fazlasının hisseleri kesirli olup her
grubun mensuplarının sayısı birbirine denk ise onlardan birinin sayısını alır(ve meselenin aslı ile
çarpar)sın. Sayılar birbirlerine mütenasib iseler (yani sayılar birbirlerinin katı iseler, kalansız olarak
bölünebiliyorsalar) en çok olanı alır(ve meselenin aslı ile çarpar)sın. Sayıların arasında mübayenet varsa
(yani bir sayısından başka ortak bölenleri yoksa) sayılar birbirleri ile çarpılır (sonra çıkan sayı meselenin
aslı ile çarpılır.) Aralarında muvafakat varsa (yani ortak bölen varsa) ortak böleni alıp diğeri ile çarparsın.
Sonra çıkan sonuçla üçüncüsü arasında ortak bölen bulursun ve bu sonucu veya ortak bölenini
üçüncüsüyle çarparsın. Sonra da (çıkan neticeyi) meselenin aslıyla çarparsın. Sonra meselenin aslında bir
hissesi olan herkesin (payı) meselenin aslında kendisi ile çarptığın sayıya çarpılır.

Dipnotlar: Meselelerin Tashihi Babı

1- Bu babın gayesi; miras hisselerini sahiplerine düz hesap olarak yani kesirsiz, küsüratsız taksim
edebilmektir.
çeviri : at-tawhid.org/tr/

You might also like