You are on page 1of 14

YEMEKTE DUYGULAR

Yemekten sonra bastıran uykuyu hepimiz biliriz. Besinlerin içindeki kimyasal


maddelerden kaynaklanan bu durumun sebeplerini gelin daha yakından inceleyelim.
Triptofan:
Yemekten sonra bastıran uykunun “olağan şüphelisi” olan bir kimyasal madde.
Süt ürünleri, hindi eti, soya fasulyesi, pastırma ve ağırlıklı olarak karbonhidrat
içeren besinlerin birçoğunun içinde bulunan triptofan, serotoninin vücutta
biyokimyasal tepkimeler sonucu üretilmesi için gerekli olan bir maddedir.
Serotonin sinir iletilerinin sinir hücreleri arasında aktarılmasına yardımcı olur.
Vücuttaki başka işlevlerinin yanı sıra serotonin duygu durumumuzu da düzenler.
Bu nedenle depresyon tedavisinde kullanılır.
Depresyon tedavisinde iki sinir hücresinin bağlantı kurduğu bölgedeki (sinaps
olarak isimlendirilir) serotonin miktarı artırılarak depresyonun belirtileri
önlenmeye çalışılır.
Serotonin ayrıca vücutta melatonin üretimi için gerekli bir maddedir.
Melatonin uyku-uyanıklık döngümüzü düzenleyen temel hormondur. Depresyon
sürecinde rahat uyuyamayan insanlar olduğunu biliriz. Tedavi sırasında
hastaların ilaç kullanımına bağlı olarak uyku problemleri de düzene girer.
Triptofan, serotonin üretimi için gerekli bir madde olduğu için, depresyon tedavisi
sırasında uyku bozukluklarının düzelmesinin temel sebebi olduğu düşünülüyor.
Besinlerde bulunan triptofanın yemek sonrası yaptığı etki de buna benzerdir.
Yemek sonrası uykumuzun gelmesinin başka bir nedeni de kan şekerindeki ani
düşüş ve yükselişlerdir. Çünkü tükettiğimiz besinlerde karbonhidrat ve triptofan
birlikte bulunuyorsa, karbonhidratlar triptofanın beyne ulaşmasını kolaylaştırdığı
için, karşı konulmaz bir uyku isteğine sebep olabilir.
Duygu durumumuzu da düzenler. Bu nedenle depresyon tedavisinde kullanılır.

1-SEROTONİN NEDİR:
Serotonin bir nörotransmitterdir. Yani sinir hücreleri arasında elektrik sinyallerini
taşımakla görevlidir. Bunlar bir sinir hücresinden aldıkları elektrik sinyalini
diğerine aktararak, beynin çalışmasında hayati rol oynarlar.
-Serotonin beyinde salgılanır ve vücudun çeşitli noktalarında üretilir.
-Genelde merkezi sinir sisteminde ve mide-bağırsak kanalında bulunur.
-Merkezi sinir sistemindeki serotonin ruh hâlini, uykuyu, iştahı, öğrenmeyi, hafızayı,
cinsel ve sosyal davranışları düzenlemeye yardım eder.
-Mide-bağırsak kanalındaki serotonin ise sindirimi düzenlemekle görevlidir.
-Mutsuzluk, üzüntü ve depresyon iştahı artırıyor, tatlı isteğini tetikliyor.
-Mutluluk hormonları iştahı azaltıyor, yemek hissini baskılıyor.
-Ruhsal durum ile iştah arasında da doğrusal bir ilişki var. Ruhsal durum iyi
olduğunda iştahın azaldığı, moralin daha bozuk ve depresif olduğu günlerde iştahın
ve tatlı isteğinin arttığı biliniyor.
-Sabah, gün ışığıyla birlikte beyinde serotonin düzeyi yükselmeye başlar, merkezi
sinir sistemi ya da kısa adıyla beyin vücudu uykusundan uyandırır, diğer hormon
sistemleri aktive olur ve hayat başlar.
-Akşam olup hava kararınca serotonin hormonu azalmaya başlar, uyku hormonu
devreye girer. Uyku hormonunun adı “melatonin”. Yattığımızda deliksiz,
dinlendirici bir uyku ancak melatonin hormon salgısıyla olur.
-Gece artık rüya görmeye başladığımız derin uyku (REM evresi) serotoninin en çok
azaldığı, melatoninin en çok arttığı saatlerdir. Daha sonra sabaha karşı melatonin
yavaş yavaş azalır, serotonin artar ve vücut tekrar uyanmaya başlar.
-Serotonin: Rahatlamayı ve sakinleşmeyi sağlamakla birlikte, iştah ve uykunun
düzenlenmesinde rol oynar. Serotonin aynı zamanda stres ve gerilim hissini
azaltır.
-Kadınlarda ve erkeklerde serotonin; Araştırmalar erkeklerin kadınlara göre
biraz daha fazla serotonin bulundurduklarını göstermiştir, ama bu fark çok
küçüktür, bu yüzden ihmal edilebilir.
-Egzersizin serotonin üretimini ve salgılanmasını yükselttiği tespit edilmiştir
-Serotonin doğal yollarla arttırılabilir mi?
-Serotonin ruh hâlinin dengelenmesinde, uyku döngüsünde ve zihnin
odaklanmasında önemli rol oynar.
-Serotoninin düşük düzeyleri depresyona, aksiyeteye, obsesif-kompulsif
davranışlara ve insomniyaya neden olabilir.
-Bu yüzden serotonin seviyesinin yüksek tutulmasına dikkat edilmelidir.
-Yetersiz ve dengesiz beslenme, egzersiz yapmama, kafein kullanımı, alkol
kullanımı, yapay tatlandırıcılar, diyet yapma ve stres vücudun serotonin
üretimini sekteye uğratır.

-Ama serotonin seviyesini artırmak için yapabileceğiniz birkaç şey var:


1- Triptofan açısından zengin yiyeceklerle beslenin
Temel aminoasitlerden biri olan triptofan serotonin yapımında kullanılan tek
besin maddesidir.
“Triptofan”dan zengin yiyeceklerle beslenin. Triptofan vücudun temel
aminoasitlerinden birisi ve serotonin yapımında çok önemli rol oynuyor. Süt,
peynir, yoğurt, yumurta, kırmızı et, soya fasulyesi, kuruyemişler, badem,
triptofandan zengin. Portakal, mandalina, domateste de triptofan yüksek.
Her gün mutlaka bu yiyeceklerden biraz alın.
Triptofan açısından zengin gıdalar şunlar: hindi eti, süt, peynir, yoğurt,
kırmızı et, yumurta, soya fasulyesi, badem gibi kuru yemişler.
2- B6, B9 ve B12 vitaminlerini almaya dikkat edin 
B6 vitamini serotonin üretiminde ve diğer aminoasit nörotransmitterlerin
üretiminde kullanılmaktadır.
*B6 vitamini açısından zengin yiyecekler; tam tahıl ürünleri, ay çiçek
çekirdeği, ceviz, bezelye, patates, Brüksel lahanası, kahverengi pirinç, muz
ve avokadodur.
*B12 vitamini ve B9 vitamini (folik asit) serotonin üretiminde birlikte
çalışmaktadır. B12 açısından en zengin yiyecekler; karaciğer ve kırmızı ettir.
Bunlar dışında yumurta, peynir ve keten tohumunda da bulunmaktadır.
Folik asit açısından zengin besinler ise şunlardır: yeşil yapraklı sebzeler, tam
tahıl ürünleri, bezelye, brokoli ve lahanadır.
Düzenli olarak B6 ve B12 vitamini ve folik asitten zengin gıdalarla beslenin.
B6 vitamini, serotonin ve diğer sinir ileti ağlarındaki iletişimi sağlayan
maddelerin yapısında bulunur. B6 vitamini tahıllar, ceviz, bezelye, patates,
brüksel lahanası, muz ve avokadoda yüksektir. B12 vitamini ve folik asit,
serotonin yapımında birlikte rol oynar. Kırmızı et, karaciğer, yumurta, peynir
ve keten tohumu B12 vitamini açısından zengindir. Yeşil yapraklı sebzeler,
tahıllar, bezelye ve brokolide folik asit oranı yüksektir.
3- Egzersiz yapın
Günlük egzersiz serotonin miktarını artırır, stresi azaltır ve sindirime
yardımcı olur. Birçok araştırmayla egzersizin serotonin üretimini ve
salgılanmasını yükselttiği tespit edilmiştir. Özellikle koşmak ve bisiklet
sürmek gibi aerobik egzersizler serotoninde artış sağlayacaktır.
Egzersizi günlük rutininizin temel bir parçası yapın. En büyük problem,
insanlar egzersiz yapmak istemediklerinde, yapmamaları. Oysaki, bazen
egzersiz yapmak istememenizin nedeni serotonin düzeyinin düşük olması
olabilir. Böyle olunca, çoğu kişi televizyon başında çerez yemeyi tercih
ediyor. Bu yüzden, o andaki hissinize rağmen spora gitmeniz önemli.
Kendinize neyin önemli olduğunu hatırlatın.
Egzersiz ve spor, serotonin yapımını artırır. Düzenli egzersiz yapın.
Hayatınıza her güne aktivitenizi artıracak bir program koyun. Haftada 3 gün
ağır bir spor yapmak yerine haftanın her günü küçük açık hava yürüyüşleri
yaparak serotonin düzeyinizin daha fazla artmasını sağlayabilirsiniz.
Hareketsiz bir yaşam mutluluk hormonunu azaltır, depresyona eğilime iter.
Bu nedenle depresyonun en iyi ilacı, dışarı çıkmak ve yürümektir.
4- Güneş ışığında bol zaman geçirin
İnsanlar birkaç yüzyıl öncesine kadar zamanlarının çoğunu dışarıda
geçirmekteydi. Günümüz insanı ise ofislerin içine hapsolmuş durumda.
Güneş ışığının D vitamini üretimini artırdığı herkesçe bilinmekte. Ama
bilinmeyen D vitamininin serotonin üretiminde rol alması. Bu açıdan
düşünülünce, depresyonun modern zaman hastalığı olması mantıklı
görünüyor.
Gün ışığı, mutluluk hormonunu artırır. Gün ışığında daha fazla kalın,
çalışma ortamınızı gün ışığına eşdeğer aydınlatın. Yapılan çalışmalar, gün
ışığının D vitamini artırdığı, D vitamininin de serotonin yapımında rol
oynadığı biliniyor. Teknolojinin gelişiminin, insanın doğal yaşamını olumsuz
etkilediği, insanların daha fazla kapalı alanlarda kaldığı ve depresyonun da
buna paralel olarak artması sürpriz değil. Fırsat buldukça dışarı çıkın,
kapalı ortamlarda kalmayın.
5- Masaj yaptırın
Birçok araştırma masajın serotonin üretimini artırdığını göstermiştir.
Masajın kendisinin mi yoksa fiziksel insan etkileşimi mi serotoninde artış
sağlıyor, bilinmiyor.
6- Stresi azaltmaya çalışın
Hayatınızda strese neden olan şeyleri tanımlayın ve onları azaltmanın
yollarını bulun. Çünkü stres serotonin üretimini aksatıyor.
Stresten uzak durun, stres serotonini azaltıyor. Stres oluşturan her şeyi
mümkün olduğu kadar yaşamınızdan uzaklaştırın ya da azaltmanın yollarını
arayın.
7-Uzun açlık, dengesiz beslenme, şok diyetler, tek gıda rejimleri
serotonini baskılar ve mutsuzluk verir. Yapay tatlandırıcılar, kafein
kullanımı da serotonin düzeyinin azalmasına neden olur. Bunlardan uzak
durun. Diyet yapacağım diye depresyona girmeyin.

Mutluluk hormonu olarak adlandıracaklarımız şunlardır: Serotonin, Dopamin, Oksitosin


ve Endorfin. Bunlar zevk, mutluluk ve hatta aşk gibi olumlu psikoloji duyguları teşvik
eden ünlü mutlu hormonlardır. Hormon ve nörotransmitter, kalp atış hızı ve sindirim
gibi birçok temel süreçte görev alırlar. Aynı zamanda ruh haliniz ve hislerinizle de
ilgilidirler. Bu hormon ve nörotransmitter, vücudumuzun kimyasal habercileridir.
Bunlar sayesinde bağlanma, sevinç duyma ve zevk deneyimleme gibi duygu ve hisleri
deneyimleriz.
Beyindeki ve vücuttaki bu mutlu kimyasallar, duygu ve düşünce dünyamızı etkiler. Bu
hormonların salınımı sırasında bir denge, harmoni var ise, bu bizim mutlu
hissettiğimiz anlamına gelir.

İNSANLAR MUTSUZKEN NEDEN DAHA ÇOK YEMEK YER?


Araştırmalar gösteriyor ki,
-Mutsuzluk, üzüntü ve depresyon iştahı artırıyor, tatlı isteğini tetikliyor.
-Mutluluk hormonları iştahı azaltıyor, yemek hissini baskılıyor.
Serotonin, gün ışığı ve iştah ilişkisini araştıran ilginç bir çalışma var. Araştırma çok katlı
bir plazada, beyaz yakalı, masa başı çalışanlarının ağırlıklı olduğu bir iş merkezinde
yapılıyor. Plazanın 2 katında çalışanlar çalışma için denek, diğer 2 katındaki çalışanlar
ise kontrol grubu kapsamına alınıyor. Tüm katlara içinde çikolata, gofret gibi şekerli
gıdaların olduğu otomatlar konuluyor ve 1 ay boyunca çalışanların otomattan çikolata,
gofret vb. tüketimi izleniyor. 1 ay sonra plazanın 2 katının aydınlatma sistemi
değiştiriliyor ve gün ışığına eşdeğer şekilde artırılıyor, diğer 2 katın aydınlatması aynı
bırakılıyor. Bir ay sonra görülüyor ki, gün ışığına eşdeğer olarak aydınlatılan 2 kattaki
çalışanların tatlı tüketimi yarı yarıya azalmış. Bu araştırmadan sonra yeni konsept
olarak çalışma ortamı iş aydınlatmaları gün ışığına eşdeğer olarak artırılıyor. İnsanlar
ışığın az olduğu ortamlarda, kışları serotoninin azaldığı durumlarda daha depresif oluyor
ve daha fazla tatlı tüketiyor.
-Ruhsal durum ile iştah arasında da doğrusal bir ilişki var. Ruhsal durum iyi olduğunda
iştahın azaldığı, moralin daha bozuk ve depresif olduğu günlerde iştahın ve tatlı isteğinin
arttığı biliniyor.

Mutluluk hormonu (ve nörotransmiterler) nelerdir?


-Vücudunuzdaki hormonlar gün boyunca yükselir ve düşer.
-Vücutta hormon üretimini ve kan dolaşımına salgılanmasını kontrol eden endokrin
sistem adı verilen özel bir sistem vardır. Bu, beyindeki hipofiz bezi tarafından kontrol
edilen, her bezden en az bir hormon üreten, vücutta dolaşan bir bezler ağıdır.
” İyi hissetme hormonları, endokrin sistem tarafından üretilir. “
Ruh hali, zevk, bağlanma ve hatta ağrı kesmenin düzenlenmesinde rol oynayan bazı
hormonlar vardır. Bu kimyasallar, büyüme ve gelişme, metabolizma ve üreme gibi
sağlığınızın kritik bileşenleridir.
Bazen bu hormonlara nörotransmiterler denir. Hormonlar ve nörotransmiterler
arasında, nerede hareket ettikleri dışında gerçekten büyük bir fark yoktur. Mutlu
hormonlar kan dolaşımından farklı organ ve dokulara ulaşırken, mutlu
nörotransmiterler yalnızca beyinde ve nöronlar aracılığıyla doğrudan iletişim
kurdukları merkezi sinir sisteminde meydana gelir.

Hangi kimyasal sizi mutlu eder?


Vücudumuz ruh halimizi artıran ve birçok yönden genel mutluluğu destekleyen
birçok iyi hissetme hormonuna sahiptir. Bazıları kaygıyı hafifletebilir ve depresif
semptomları önleyebilirken, diğerleri zevk, neşe, bağlanma ve güveni tetikleyebilir. İşte
vücudunuzdaki başlıca mutluluk kimyasalları ve işlevleri şöyledir:
-Serotonin:  duygu durum dengeleyicidir, esenlik ve mutluluk sağlar.
-Dopamin: zevk, beynin ödül sistemindeki motivasyon için devrededir.
-Oksitosin: Bağlanmayı artırır, sevgi, güven sağlar.
-Endorfinler: Ağrı kesicidir, sporcularda yüksektir, rahatlamayı yönetir.
“ Her gün yaptığınız seçimler ile, mutluluk hormonu düzeyinizi değiştirip,
ruh halinizi yönetme gücüne sahipsiniz. “
Mutluluk hormonu, çevrenizin, ilişkilerinizin, diyetinizin, egzersiz rejiminizin ve hatta
bazı durumlarda bağırsak mikroplarınızın bir yansımasıdır.
MUTLU YAŞAM İPUÇLARI – Dr. Bora KÜÇÜKYAZICI

Serotonin ; Yeterince tuhaf bir şekilde, vücudunuzdaki serotoninin% 90’a kadarı


bağırsakta üretilir ve burada iki farklı şekilde hareket edebilir:
1. bağırsakta enterik sinir sistemi yoluyla iletişim kuran bir nörotransmiter olarak
görev yapar.
2. vücut dokularında hormon olarak çalıştığı kan dolaşımına salınır.
Bağırsak bakterileri, serotonin üretiminize katılmaktadır. Kalın
barsaktaki trilyonlarca mikrobiyal hücre, aslında serotonin yapan barsak hücrelerini
uyarma yeteneğine sahiptir. Mikrobiyat tarafından üretilen kısa zincirli yağ
asitleri bütirat ve asetat, barsakta serotonin üretimini artırır.
Besinle alınan aminoasit olan triptofan, barsakta serotonin olarak değişir. Beslenme
bozukluğunda triptofan alınmaz ise, üretilen serotonin miktarı doğal olarak
azalacaktır. Dengeli bir tam gıda diyeti, zihinsel ve duygusal sağlığı geliştirmektedir.

Serotonin Artıran Besinler :


Seroton tek başına yiyemezsiniz. Ancak serotonin mutluluğu yiyeceklerle iki şekilde
artırabilirsiniz. İlk olarak, diyetinize kısa zincirli yağ asitleri üreten iyi bakterileri
destekleyen daha fazla prebiyotik yiyecek ekleyin.
Bağırsak mikrobiyo için faydalı yiyecekler şunlardır:
 elma, narenciye, mantarlar
 arpa soğuk patates, yulaf
 pancar kökü, Kızılcık, soğan
 çilek, Sarımsak, Çavdar
 böğürtlen, yerelması
 baklagiller
Buna ek olarak, vücudun serotonin üretmek için kullandığı temel amino asit olan
triptofan içeren daha fazla yiyecek ekleyebilirsiniz. Vücudunuzun her gün gıdalardan
yaklaşık 30 gr life ihtiyaç duyduğunu ve et ve yağları ölçülü tükettiğini unutmayın.
Bu, vücudunuzu ve bağırsak mikroplarını dengede tutmanıza yardımcı olacaktır.
Triptofan açısından zengin besinler şunlardır: 
 ay çekirdeği, balık
 soya fasulyesi, patates, yumurta
 yulaf, Süt, nohut
 peynir, sığır eti
 Nohut, tavuk / hindi

2-OKSİTOSİN  NEDİR?
Oksitosin, bağlanmayı ve güveni destekleyen bir hormondur. Doğum sırasında
kasılmaları tetikler. Daha az bilinen ancak aynı derecede önemli olan işlevi
ise stres tepkilerini düzenlemek ve sinir sistemini sakinleştirmeye yardımcı
olmaktır.
“ Duygusal bağ, güven esasına dayanır. İşte bu güven duygusu ile kurulacak
bağ için oksitosin görevlidir. Daha yüksek kan oksitosin seviyeleri olan
çiftlerde, sevgi daha yüksektir, duyarlılık ve minnettarlık yüksektir. “
Oksitosin yakın olma, yakın hissetme duygusu tarafından tetiklenir. Bu
sebeple kucaklaşma hormonu olarak adlandırılır.  Oksitosin salgısı, çevrenizi
tehditlere karşı dikkatle izleyen beyin tarafından algılanan uyaranlara yanıt olarak
gerçekleşir. Dokunmayla ve içten göz temasına yanıt olarak üretilir. Stres
yoğun zamanlarda kortizolün etkilerini dengelemek için de üretilir.

Oksitosin nasıl artırılır?


Oksitosin artıran yiyecek yoktur. Lakin şefkatli ilişkiler kurduğunuzda,
etrafınızda sevgi dolu bir ortam olduğunda oksitosin düzeyiniz artar. Yavru
hayvanlarla vakit geçirmek, vicdanımızı rahatlatan eylemler, huzurlu ve
sevgi dolu sarılma ve kucaklaşmalar, oksitosin seviyenizi artırır.
Yaşamında sevgi olmayan, romantik bir dokunuş eksikliği olan kişilerde
oksitosin seviyesi düşüktür. Oksitosin, empati yeteneğini geliştirir.
Birbirini anlayan dostlar arasında göz kontağı ile oksitozin salgısı
gerçekleşir.

3-DOPAMİN  NEDİR?
Dopamin, bizleri mutlu ederken aynı zamanda canlı ve tetikte tutan bir başka
hormondur. Çok çeşitli aktivitelerde yer alır ve bir denge içinde salınması
önemlidir.
 motor beceri kontrolü ve bilişsel işlevler
 beynin motivasyon ve ödül sistemi
 karar verme ve dürtü kontrolü
 hafıza ve dikkat becerisi
 annelik duygusu ve üreme davranışları
Bu kimyasal, beynin ödül sistemi parçasıdır. 
-Kişiye zevk veren hisler ve bunlara alışmayı yönetir. Bağımlılık sistemindeki
motivasyon etkenidir.  Kumar, alkol, teknoloji, telefon, bilgisayar, oyun
bağımlılıklarında beyinde dopamin salgısı bunu yönetmektedir.
Tüm dopamin yaklaşık % 50’si bağırsakta üretilir. Bağırsak mikrobiyomu, uzun
vadeli sağlık için çok değerlidir. Kalın barsaktaki trilyonlarca bakteri hücresi, 
“yeni bir organ” ya da “ikinci beyin” olarak tanımlanır. Bağırsaktaki enterik sinir
sistemi ile üretilen nörotransmitter ve hormon çok önemlidir.
Dopamin nasıl artar?
Yaşla birlikte dopamin sinyali düşer. Dopamin gıdalarda bulunmaz. Gıdalarda
bulunan tirozin amino asiti, vücutta dopamin dönüşür. Dengeli ve sağlıklı
beslenme, tirozin için idealdir.
4-ENDORFİN NEDİR?
Endorfin sizi mutlu eder. Ağrı kesici olarak işlev gören nöro-sinyal molekülleridir.
Opioid  reseptörlerine bağlanarak merkezi sinir sistemindeki ağrı sinyallerinin
iletimini engellerler. Endorfin, merkezi sinir sistemi reseptörlerine bağlandığında
dopamin salınır, yani birlikte çalışırlar.
Koşu ve kardiyo çalışması, endorfin düzeyini artırır. Özellikle egzersiz sonrası
aktif dinlenme sırasında endorfin mutluluğu kişinin bedenini kaplar.

Noradrenalin ve Dopamin :  Enerji ve zindelik sağlar. Vücutta üretildiklerinde; birey


daha hızlı düşünmeye; tepki vermeye başlar; kendisini daha motive hisseder;
refleksleri hızlanır.

Mutluluk hormonu yararları


Tüm bu hormon veya nörotransmitter, mutlu bir ruh halini ve olumlu duyguları
yönetirler. Örneğin 
serotonin = mutluluk hormonu olarak da adlandırılır, 
dopamin =  iyi hissetme hormonu  ve 
oksitozin = sarılma hormonu olarak adlandırılır.
Barsak bakterileri, dopamin ve serotonin dahil olmak üzere nörotransmitter
üretiminde olumlu bir role sahiptir. Bunlar yalnızca nöronların birbirleriyle
iletişim kurmasına izin vermekle kalmaz, aynı zamanda sinir sistemini bağırsağa
bağlar. Başka bir deyişle, mutlu bir bağırsak, mutlu bir zihin demektir!
Dopamin, serotonin ve oksitozin ile mutluluk hormonu ve dengeli ruh hali için
mutlaka: Sevdiklerinizle spor ve kardiyo egzersizi, ardından birlikte
hazırlayacağınız sağlıklı ve dengeli bir yemeği afiyetle yemeniz dileğimle.

Dr. Bora Küçükyazıcı


Tıp Doktoru & Klinik Psikoloji PhD

Serotonin Seviyenizin Düşük Olduğunu Gösteren 2 İşaret ;


1. Kendinizi çikolata ve hamur işi yemekten alı koyamıyor musunuz?
Özellikle kadınlarda serotonin seviyesinin düşmesiyle çikolata ve hamur işi krizleri
hemen kendisini göstermeye başlar. Vücudumuz, serotonini artırabilmek için en çabuk
çözüm olarak çikolatalara, hamur işlerine yönelir. Ancak vücudumuzu abur cubur ve
şekerle doldurmadan da serotonin seviyemizi yükseltebilir, kendimizi mutlu
hissedebileceğimiz birçok farklı yöntem bulabiliriz.

2. İştahınızda belirgin değişimler mi yaşıyorsunuz?


Duygu durumumuzdaki değişiklikler öncelikle iştahımızı etkiler. Serotonin eksikliğinde
de durum genellikle böyledir; kimimiz kendimizi daha iyi hissetmek için daha fazla
yemeye yönelirken kimimiz ise depresif düşüncelerle yemekten iyice uzaklaşabilir.
Eğer hem uyku düzeninizde hem de iştahınızda bu tür belirgin değişimler yaşıyorsanız
serotonin seviyenizi vakit kaybetmeden ölçtürmenizde fayda var.

 
Dopamin ; Beyinde dopamin seviyesi arttığı zaman kişinin kendini iyi (high) hissetme
durumu artmaktadır.
 
Dopamin yemek yeme davranışında da rol almaktadır. Aslında dopaminin yeme
davranışında 2 rolü vardır.
Birincisi kalori ihtiyacı için yemek yeme davranışıdır. Yani yaşamak için yemek
yememizi sağlayan da dopamindir ve bu dopamin beyinde hipotalamustan salınır.  
İkincisi ise yemekten haz almanın sağlanmasıdır. Bu ise beyinde limbik sistemden
salınan dopaminin görevidir.
Dopamin ve Noradrenalin: Enerji ve zindelik sağlar. Vücutta üretildiklerinde; birey
daha hızlı düşünmeye; tepki vermeye başlar; kendisini daha motive hisseder;
refleksleri hızlanır.

-Bir araştırmada farelerin limbik sistemlerine hasar verilmiştir. Bu durumda farelerin


lezzetli ve lezzetli olmayan yemekleri ayırt edemedikleri ama yaşamak için yemek
yedikleri gözlenmiştir. Hipotalamusuna hasar verilen fareler ise yemekten haz
almaktadır. Ancak lezzetli yemek verilmediği zaman, yaşamak için yeme motivasyonları
kalmadığı için açlıktan ölçmektedirler.
 
-İlaçlar, dopamin ve yeme arasındaki ilişkiyi net bir şekilde ortaya koymaktadır.
Antipsikotik ilaçlar beyinde dopamin reseptörlerini engellerler ve bu ilaçları kullananlar
kilo almaktadır. Öte yandan dopamini artıran ilaçlar da anoreksik (ştah kesici) etki
yapmaktadır. Tüm bunlar dopaminin iştah ve kilo üstünde etkili olduğunu
göstermektedir.
 
-Sağlıklı kişilerde beyindeki dopamin d2 reseptörü ile yeme tarzı arasında da bir ilişki
bulunmuştur. Beyindeki d2 reseptör sayısı azaldıkça, kişinin stres durumlarında yemek
yeme ihtiyacı arttığı gösterilmiştir.
 
-Araştırmalar beden kütle indeksi yükseldikçe (yani kişinin kilosu arttıkça) beyindeki
dopamin d2 reseptör sayısının azaldığını göstermişlerdir. Ancak bu durum doğrudan kilo
ile ilişkili değil, saplantılı (kompulsif) bir şekilde yemek yemenin göstergesidir.
 
-Obez kişilerde beyinde bir başka bölgede (somatic parietal alan) aktivasyon artışı
gözlenmiştir. Bu bölge ağız, dil ve dudaklarda duyarlılıktan sorumludur. Bu durum
lezzet almanın artmasına yol açmakta ve kişinin kilo almasına da yol açabilmektedir.
 
-Beynimizin bir bölgesi (prefrontal korteks) duyguların düzenlenmesinden ve davranışları
kontrol etmekten sorumludur. Ancak araştırmalarda beyindeki d2 sayısının azalmasının
bu bölgedeki aktiviteyi azalttığı bu nedenle bağımlıların kendilerini ve duygularını
kontrol edemediklerini ortaya konmuştur.
 
-Yukarıdaki bulgular obez kişilerde de gözlenmiştir. Beyinde dopamin reseptör sayısı
azaldıkça kişinin yemeyi kontrol etmesi zorlaşmaktadır. Duygularını da kontrol etmekte
zorlandığı için yemek ihtiyacı daha da önem artmaktadır.
Genetik de işin içine karışıyor....
 
-Obezlerde bir DNA'nın fazla (Taq 1 aleli) görüldüğü saptanmıştır. Bu DNA beyindeki
dopamin seviyesi ile ilişkili bulunmuştur. Obez olan anne farelerin beyinlerindeki
değişiklik yavrularında da gözlenmiş. Yani obez olunca gelişen farklılıklar genle
taşınmakta.
 
 
-Tüm bunlar obezitenin çözümünün, junk food'a basitçe "hayır" demek olmadığını bize
gösteriyor. Pozitif yaşam değişiklikleri yapmak gerekiyor. Yani yaşamı yeniden
yapılandırmak önemli.
 
Bu bilgiler ışığında obezitede değiştirilmesi gerekenleri şöyle sıralayabiliriz:
1-Yemeğin ödüllendirici ve haz verici etkisinin azaltılması
2-Alternatif pekiştireçlerin ödüllendirici etkisinin artırılması (sosyal etkileşim, fiziksel
aktivite vb)
3-Şartlanmaların değiştirilmesi (yeni alışkanlıklar ve hobilerin geliştirilmesi vb)
Kendini kontrol etmeyi öğrenmenin sağlanması

Beynin Aç!
Yale Üniversitesi tarafından yapılan bir çalışmada, açken ve tokken beynin aktiviteleri
ölçülüp, beynin açlık durumundaki tepkisi gözlemlenmiş. Katılımcılar bir cihaza
bağlanarak, kan glikoz seviyelerine, açlık ve tokluk durumlarına, ayrıca işlevsel MRI
yöntemiyle beyin aktivitelerine bakılmış.
Yemekten iki saat sonra katılımcılara çeşitli yemek fotoğrafları gösterilmiş ve
ölçümlere başlanmış. Katılımcıların beyindeki, mantıklı düşünme ve karar verme,
sebep-sonuç, planlama gibi yönetimsel becerilerinin olduğu kısımda daha fazla
aktivite olduğu görülmüş. Bireyler bu zaman diliminde yüksek kalorili abur cuburları
reddetmekte ve duygularını kontrol etmekte daha başarılı olmuşlar. Ancak uzun
süreli açlık sonrası katılımcıların glikoz değerleri düşmeye başladığında, beyinde
duygularla ilişkili daha derin alanların aktive olduğu tespit edilmiş. Beynin komut
vererek bireyleri yemeğe yönlendirdiği ve bireylerin de gördükleri abur cuburları
yemeye başladıkları tespit edilmiş.
Bununla birlikte tıpkı uzun süreli açlık araştırmalarında olduğu gibi, yapılan düşük
kalorili diyetler sonucunda da besin bulamayan beyin hücrelerinin, açlık adını
verdiğimiz içgüdümüzü harekete geçirdikleri artık biliniyor.

Kalbin Aç!
Duygusal yemek yeme ihtiyacı, en çok ‘Kalbimiz Aç’ olduğunda ortaya çıkar. Kızgınlık,
öfke, yalnızlık, güvensizlik, suçluluk, kıskançlık, kaygı, hayal kırıklığı, üzüntü,
sıkıntı, sevgi boşluğu gibi duygular, duygusal yemek yeme alışkanlığını tetikler.
Duyguların yerini yemekle doldurmak aynı zamanda kilo alma sürecini de başlatır.
Kilo aldıkça kişinin kendini beğenmemesi gibi durumlar, bunun sonucunda şok diyet
uygulamaları ve sonrasında tekrar kilo alımı ise vücutta yo-yo sendromuna sebep
olabilir. Mutsuz hisseden kişi kilo alır. Hayal kırıklığı, kişiye kendini yalnız ve
gelecek hakkında umutsuz hissettirir. Bu da kişinin kendine olan ilgisini
kaybetmesine ve belki de kilosunu umursamamasına yol açar. Bastırılmış üzüntü
fark edilip başa çıkılmadığı sürece, tıkınırcasına yemek yeme sendromuna yol
açabilir. Depresyon yüzünden çok yemek yiyen kişiler, genellikle süt ürünlerine
yönelirler (dondurma, çikolata, peynir, vs…). Çünkü süt ürünleri kimyasal yapıları
nedeniyle antidepresan ilaçlarla aynı nörolojik etkiyi yapar.

Miden Aç!
Normalde sağlıklı bir diyet programı, kişiyi çok ciddi bir biçimde acıktırmaz.
-İnsan fizyolojisinde kan şekeri üç saatte bir düştüğü için, üç saatlik aralarda mutlaka
ara öğünlerin tüketilmesi gerekir. Eğer kişi sadece üç ana öğünden oluşan bir diyet
yapıyorsa, ya da uyguladığı diyet programı kendi vücuduna ve metabolik hızına göre
çok düşük kaloride ise, o zaman ani açlık krizleri oluşur.
Açlık krizlerinin/yiyecek aşermelerinin vücudun bilgeliğini yansıttığına
inananlardanım; vücudun, ihtiyaç duyduğu besin öğelerinin sinyalini verdiğini
düşünüyorum. Örneğin; krize girip çikolataya aşermek, vücudun daha fazla
antioksidana ihtiyaç duyduğu anlamına gelebilir. Bununla birlikte aslında bir kase
dolusu kırmızı üzüm, çikolataya oranla daha yüksek miktarda antioksidan sağlar;
ancak çoğumuz üzüm yerine çikolatayı tercih ederiz.
Açlık krizlerinin ve aşermelerin psikolojik mi fizyolojik mi olduğuna dair çok uzun
zamandır araştırmalar yapılmakta, ancak her iki durumun da açlık üzerinde etkili
olduğu görülmektedir. Örneğin; küçükken hasta olduğumuzda annemizin yapmış
olduğu tavuk suyu çorba bizi iyileştirmeye yeter. Büyüyünce de hasta olduğumuzda
psikolojik olarak anne eli değmiş tavuk suyu çorbanın işe yaracağını düşünürüz. Her
yiyeceğe aşerebiliriz, ancak genelde bunlar pek de besleyici olmayan yiyeceklerdir ve
bu gibi durumlarda psikolojik faktörler muhtemelen fiziksel ihtiyaçlardan daha
etkilidir.

Açlık kriziniz/aşermeleriniz karşı konulamaz bir hal aldı ve kaçamak yaptınız.


Şimdi kendinizi suçlu hissediyorsunuz…
Çok sıkı diyetler uygulamak veya diyetteyken bazı yiyecek gruplarını kısıtlamak
(özellikle karbonhidratları), bu krizlerin pik yapmasına neden olur. Bir süre sonra
kendinizi kısır bir döngünün içinde bulabilirsiniz. Bazıları bu diyetler sonucunda
başarılı olabilir ancak genelde kaçınma, daha güçlü bir istek doğurur. Aşerilen
yiyecek ciddi bir sağlık riski oluşturmadığı sürece (yüksek tansiyonu olan birinin
tuzlu yiyecekler aşermesi gibi), bu isteği gidermek ancak bunu ılımlı bir şekilde
yapmak daha iyidir. Bazen yüksek kalorili ve yağlı yiyeceklerden minik
miktarlarda tüketmek, kendinizi kontrol etmenize yardımcı olabilir.
Açlık Krizleri/Aşermelerle Başa Çıkmanın İpuçları;
 Açlık krizleri genelde kısa sürelidir. 20 dakika dayanabilirseniz, bu isteğinizin
geçtiğini görebilirsiniz.
 Ara öğünlerinizi planlayarak krizleri önleyebilirsiniz, çalışma masanızın
çekmecesinde, arabanızda ve çantanızda mutlaka sağlıklı atıştırmalıklar taşıyın.
 Kriz anlarınızı ve aşermelerinizi not edin. Örneğin günün hangi saatlerinde açlık
krizi çekiyorsunuz ve hangi yiyeceklere aşeriyorsunuz? Bu durum ne kadar sürüyor
ve bu durumla nasıl başa çıkıyorsunuz? Aşermeleriniz hakkında notlar tutmak,
ilerideki günlerde size ışık tutacaktır ve kontrol edilebilirliği sağlayacaktır.
 Sağlıklı alternatiflere yönelin. Cips yerine yağsız patlamış mısır olabilir. Canınız sert
ve gevrek bir şeyler çekiyorsa, o zaman meyve kurularını deneyin.
 Tatlı mı istiyorsunuz? Elmayı, armudu veya şeftaliyi fırınlayıp, üzerine tarçın
eklemeye ne dersiniz?
 Bazen susuzlukla açlık birbirine karışır.
Uzman Diyetisyen Gamze Şanlı Ak
http://www.brandlifemag.com/aclik-beyninizde-mi-kalbinizde-mi-midenizde-mi/

-“Depresif duyguları tetikleyen karbonhidratlı besinleri tüketmeyin”

https://www.ntv.com.tr/saglik/depresif-duygulari-tetikleyen-karbonhidratli-besinleri-
tuketmeyin,K_1gLLdan06Y3iPQCMxM-g

Stress Artınca Yemekler Değişiyor


 
-Stresli zamanlarda aşırı yemek yemek yaygın bir reaksiyondur.
-Besinler stresse karşı direnci arttırabilir
-Besinler ve duygu durumu arasındaki ilişki ters yönlü olarak da işleyebilir, yani yenilen
besinler de duygu durumunu etkileyebilir.
-Strese karşı daha dirençli kılan besinler olabileceği görüşü vardır. Bazı araştırmacılar
daha pozitif ruh hali ile günlük meyve-sebze tüketiminin yüksek olması arasında güçlü
bir ilişki olduğunu bildirmiştir (1,2).
 
Uyaran ve Sakinleştiren Gıdalar
 
Bazı yiyeceklerin (yumurta, tavus kuşu, sığır eti, nar, elma) cinsel isteği arttırdığı
düşünülmüş ; bazıları ise ruh halini düzeltmek (ayva, mürver) ya da kişiyi
sakinleştirmek (marul, semizotu, hindiba) amacıyla kullanılmıştır (6).

Uçucu Yağlar Ve Duygular


Doğal bir sağlık öğretmeni olarak yağlar Temel duygular, aldığım en yaygın sorulardan
bazıları, duygularımızın sağlığımızı nasıl etkilediği ve nasıl kullanabileceğimizle ilgilidir. 
-Uçucu yağlar Üzgün duygusal şokları hafifletmek ve serbest bırakmak için.

Uçucu yağlar duyguları nasıl etkiler?


Kokuların duyguları nasıl etkilediğinin kesin ayrıntılarını belirlemek zordur. Ama bir
koku soluduğumuzda ne olacağını düşünelim.
Kokulu bir molekül havada burun içine yüzdüğünde, burnunuzun içinde kirpikler adı
verilen küçük bir saça düşer. Ardından silyaların titreşimleri bir elektrik sinyali
üretmeye başlar. Sinyal, koku bilgisi demetleri toplamaya ve koku lambasına
projeksiyonlar göndermeye başlayan reseptör hücresine gider. Koku bilgisi ayrıca
piramidal hücreler aracılığıyla limbik sisteme giden ambalajlarda toplanır.
Burada limbik sistemde, kokuya tepki olarak duygusal bir değişim meydana gelir.
Örneğin, hepimiz hafızayı uyandıran bir şeyi koklama deneyimini veya belirli bir kişiyi
tanımlamak istemediğinizi bildiğimiz için biliyoruz çünkü ona dayanamazsınız. Duygusal
bir tepkinin nasıl oluştuğu tam olarak açık olmasa da, bunu ortaya çıkardığı oldukça
açıktır, 2018'de "insan davranışının oranları olarak uçucu yağlar" başlıklı bir çalışma
ortaya koymaktadır. Dahası, çalışmalar koku alma duyusu ile uyarılan anıların koku
duyusu uyaranları olmadan sadece anılardan daha yüksek bir duygusal heyecan
yarattığını göstermektedir.

Uçucu yağlar yoluyla duygusal iyileşme


Adından da anlaşılacağı gibi, aromaterapi aromaterapi kullanan bir tedavidir. Daha
kesin olarak, aromaterapi uçucu ve aromatik bitki bileşiklerini kullanan bir bitki tıbbı
dalıdır. Beyindeki duygular ve koku arasındaki benzersiz doğrudan ilişki
nedeniyle, Uçucu yağlar için Saklanan anıları ve duyguları "kilidini" yardımcı olur.
Uçucu yağlar nefes aldığında, moleküller beynin limbik sistemine girer ve duygusal bir
tepki ortaya çıkarır, bu da uçucu yağların ve duyguların neden el ele gittiğini açıklar.

Şeker Bağımlılığı

Şeker tüketimiyle yükselen dopamin salgısı sayesinde iyileşen ruh haliniz dopaminin
geri çekilmesiyle birlikte yerini daha karamsar duygulara bırakır. Hayvanlar üzerinde
yapılan deneylerde dopamin salgısının yeniden yükselmesini sağlamak  amacıyla
farelerin şekere karşı bir bağımlılık geliştirdiğini gösteriyor. 
-Araştırma sonuçlarından bir diğeri şekerin kokaine göre daha ileri seviyede bir
bağımlılığa sebep olduğu.
 
-‘American Journal of Clinical Nutrition’ dergisinde yayınlanan bir çalışmaya göre
glisemik indeksi yani şeker içeriği daha düşük olan yiyecekler beyindeki ödül
mekanizmasını daha az etkiliyor ve daha az açlık duygusu uyandırıyor.
-Aşırı şeker tüketimi beynin hipokampüste inflamatuar yani iltihaplı değişimlere yol
açıyor. Bu iltihap gözle görülemeyecek boyutta. Hipokampüs uzaysal yön bulmada
ve kısa süreli hafızada etkilidir. Burada oluşan inflamasyonlar beyin aktivitelerinde
yavaşlama ile sonuçlanır ve hafızayı kötü etkiler. Ancak araştırmalara göre bu etkiler
kalıcı değil.
-Beyniniz şekersiz yapamaz

Şeker yaşamsal bir madde. Hiçbir hücre şekersiz yapamaz.


Hiçbir hücre enerji kaynağı şekerden yoksun kaldığında görevini yerine getiremez. Beyin
hücreleri söz konusu olduğundaysa şekere ihtiyaç daha bir yaşamsal, daha bir
önemlidir.
-Şeker yaşamsal bir madde. Hiçbir hücre şekersiz yapamaz. Hiçbir hücre enerji kaynağı
şekerden yoksun kaldığında görevini yerine getiremez.
-Beyin hücreleri söz konusu olduğundaysa şekere ihtiyaç daha bir yaşamsal, daha bir
önemlidir. Vücut ağırlığımızın yalnızca yüzde 2’sini oluşturmasına rağmen beynimiz,
vücudumuzdaki şekerin dörtte birini –yüzde 25’ini- kullanır.
Beyin-şeker ilişkisi çok önemli olduğu için de beynimize bazı özel imtiyazlar tanınmıştır.
-Beynimiz insüline ihtiyaç duymadan da şekeri kullanabilir.

KANDA ŞEKER AZALINCA NE OLUYOR?


Peki, beynimiz şekersiz kalınca, daha doğrusu ihtiyacı kadar şekeri bulamayınca neler
oluyor?
Burada –neticeyi belirleyen- iki temel parametre var.
1-Şeker kaybının derecesi (yani şeker yoksunluğunun şiddeti) ve kan şekerindeki
düşmenin hızı.
2-Kan şekerindeki düşmenin hızı ne kadar hızlı ve kan şekerindeki düşüş ne kadar
belirginse yaşanabilecek sorunlar o denli şiddetli oluyor.

Yavaş yavaş gelişen ve beynin duruma intibak etmesine fırsat tanıyan kan şekeri
düşmelerinde –hipoglisemi hallerinde- ise beyin zannedildiği ölçüde ciddi problemler
yaratmıyor.
Eğer kan şekeri ellili rakamlar gibi kritik noktalara ulaşmamış ve bu düşme birdenbire
değil de zaman içinde yavaş yavaş oluşmuşsa halsizlik, yorgunluk, bitkinlik, isteksizlik,
uyku hali, takatsizlik, odaklanamama, unutkanlık, sinirlilik gibi belirtiler ön planda
oluyor.
Eğer kan şekerindeki düşme birdenbire ortaya çıkmışsa ve hele bir de rakamlar
altmışlara, hatta ellilere ulaşmışsa sinirsel tepkiler, öfke atakları, uyku bölünmeleri, baş
ağrıları, baygınlığa kadar giden şuur bulanmaları, hatta tam şuur kaybı hali ortaya
çıkabiliyor.

ŞAŞIRTICI BELİRTİLERİ VAR

Beynin kansız kalmasının gerçekten şaşırtıcı olabilen işaretleri de var. Bunlar bazen o
kadar beklenmedik şeyler olabiliyor ki tecrübeli hekimlerin bile işin içinden çıkması
kolay olmuyor.
Örneğin panik atakla psikiyatriste giden bir hastada sorun iyice araştırılırsa arka planda
gözden kaçmış bir hipoglisemi saptanabiliyor.
Uyku bozukluklarıyla uyku laboratuvarlarına başvuranların bazılarının da sorunlarının
hipoglisemiyle ilişkili olduğunu görmek şaşırtıcı olmuyor.
Yemeklerden sonra gelişen uyku hali, tatlı ve unlu gıdalara karşı aşırı istekli olma, kontrol
edilemeyen yeme atakları, izah edilemeyen kilo kazanımları, sabah yorgun kalkmalar,
mutsuz uyanmalar, bir türlü izah edilemeyen üşümeler, ellerde titreme, kronik bulantı hali,
sürekli soğuk ve terli bir görünüm sergileme, tekrarlayıp duran kalp çarpıntıları, cinsel
istekte azalma gibi şikâyetlerin de dikkatli bir araştırma yapıldığında arkasında gözden
kaçmış bir hipogliseminin bulunması şaşırtıcı olmuyor.
Beynin kandaki şeker seviyesiyle şekerle ilişkisi son derece önemli ve üzerinde dikkatle
durulması gereken bir durumdur. Hipogliseminin sıradan bir sorun sayılmaması, ciddiye
alınıp izlenmesi, eğer varsa üzerinde hassasiyetle durulması ve tedavisi de çok ama çok
önemli bir konudur.
Eğer yukarıdaki belirtilerden bazılarını siz de yaşıyorsanız ve bunlar özellikle aç kalınca,
öğün atlayınca, tatlısı, unu, nişastası bol bir yemekler veya bol şekerli bir içecekleri –
meyve suyu, meşrubat- veya alkol içtikten sonra gelişiyorsa kan şekerinizde
hipoglisemik ani düşmelerin olabileceği aklınızda olsun.
Teşhis için şeker yükleme testi de yaptırmayın! Aç karna kan şekerinizin ölçülmesi ve
güçlü bir kahvaltıyı takip eden saatlerde kan şeker ve insülin seviyelerinizin ölçülmesi
yeterli olur. Bu işi tabiî ki bir doktor kontrolü altında yetkili bir laboratuvarda
yaptırmalısınız.

-Bana sorarsanız “Tat duyusu” burunda!


-Tat algısı “güzel bir şey yemek” ile ilgili bir durumdur ve bu algının oluşmasında dil kadar
göz-burun hatta kulaklarınız bile etkilidir.
-Yani aslında beyniniz sadece bir kimya laboratuvarı değil, aynı zamanda bir duygu
laboratuvarı gibi çalışır, tattığınız şeyin kokusu, görüntüsü, hatta o esnada duyduğunuz
sesler bile bu laboratuvarı etkiler.
-Uzmanlar yemek yediğiniz tabağın, kurduğunuz sofranın, dinlediğiniz müziğin, içinizden
geçen duyguların, aklınızdan geçen düşüncelerin, servisin ve servis esnasında kullanılan
malzemelerin ve daha pek çok şeyin tat duyusunu etkilediğini söylüyor.

PAY
-Aşırı şeker tüketimi vücut sağlığına son derece zararlıdır

Şeker vücudu nasıl etkiler?


Öyleyse aşırı şeker tüketiminin vücudumuzun işleyişini nasıl etkilediğini görelim.
- Sağlıklı bir diyette glikoz üretimi, beynimizi insülin üretmeye teşvik eder, bu da
vücudumuzun kan şekeri seviyelerini düzenlemesine yardımcı olur ve bizi tok hissettirir.
- Çalışmalar şeker ile yüksek tansiyon arasında ve ayrıca şeker ile bazı kalp
rahatsızlıkları arasında endişe verici bir bağlantı olduğunu göstermiştir.
- Aşırı şeker tüketimi, düzenli egzersiz yapan kişilerde bile kilo alımı ile ilişkilidir.
- Çok fazla şeker tüketmek çürük oluşumuna neden olabilir: Ağızda doğal olarak
bulunan bakteriler aldığımız şekerle beslenir ve dişi aşındırabilecek bir asit üretir.
- Fruktoz karaciğer tarafından metabolize edildiğinden, çok fazla şeker tüketmek,
karaciğer iltihabına yol açan aşırı iş yükü anlamına gelir.
- Çok fazla şeker almak, pankreas kanseri, gut ve böbrek rahatsızlıkları dahil çok sayıda
rahatsızlığa yol açabilir.
- Başta meyve ve sebzeler olmak üzere gıdalarda doğal olarak bulunan şeker miktarı
vücudun gün içinde ihtiyaç duyduğu enerjiyi sağlamaya yeterlidir.
- Çok fazla şeker almak insülin direnci yaratır ve sonuç olarak daha fazla, özellikle
tatlandırılmış yiyecekler istememize neden olur. Bu, diyabetin başlamasına katkıda
bulunabilir.
- Bazı bilim adamları, aşırı şeker ve yağ tüketimi ile özellikle hafızada beyin
performansının düşmesi arasında bir bağlantı buldular.

Kaynak:
https://www.businessinsider.com.au/effects-of-sugar-on-your-body-and-brain-2017-
10?r=US&IR=T

You might also like