You are on page 1of 15

Platon

Meneksenos
Cenaze Hitabesi

Çeviren: İrfan Şahinbaş

Sosyal Yayınlar


Eski Yunan Has İsimlerinin
Yazılışı Hakkında Not
Yunan eserlerinin tercü mesinde tanrı, insan ve memleket isimlerini asıllarındaki imlaya gö re
yazmayı uygun bulduk; bunun için de bugü n Avrupa milletlerinin hemen hepsinde kullanılan
transkripsiyon usulü nü aldık. Yunancanın her har i, aşağ ıdaki cetvelde gö sterildiğ i gibi, tek
veya çift har lerle karşılanmıştır. Th ve kh gibi çift har leri kullanmaya gerek vardı; çü nkü
Yunancanın Θ’sını da, T’ını da t ile gö steremezdik, ikisini ayırmak zorunluydu. X için de sadece
h har ini alsaydık Yunancada sesli har lerin ö nü ne bazen gelen ‘ işareti ile karışması
mümkündü.
Ph çift harfine gelince, Yunancanın Φ harfini Avrupalılar öteden beri böyle gösterirler; vaktiyle
Romalılar da ö yle gö stermişlerdir; demek ki o har in telaffuzu Romalıların f har inin
telaffuzuna tamamıyla uymuyormuş.
Romalılar ve bugü nkü Avrupa milletleri Yunancanın Ξ har ini de x ile gö sterirler; fakat x har i
bizim alfabemizde yoktur: Onun için bunun yerine ks çift har ini kullanmayı daha uygun
bulduk.
Yunanca isimlerde y har i sessiz değ il, sesli harftir ve Yunancanın Y har ini gö sterir; ü
okunması lazımdır. Fakat bu telaffuz mutlak değ ildir; bugü nkü Yunanlılar onu i
okumaktadırlar.
Çift sesli har leri de gene çift olarak gö sterdik. Ancak ov yerine yalnız bir a koyduk; bu, şimdiki
milletlerarası transkripsiyonda da böyledir.
A–A H–E N–N T–T
B–B Θ–Th Ξ–Ks Y–Y
Γ–G I–İ O–O Φ–Ph
Δ–D K–K Π–P X–Kh
E–E Λ–L P–R Ψ–Ps
Z–Z M–M Σ–S Ω–O

KONUŞANLAR
SOKRATES
MENEKSENOS
SOKRATES: Meneksenos nereden geliyor? Agora'dan mı? Nereden?
MENEKSENOS: Agora’dan Sokrates, toplantı odasından.
SOKRATES: Orada ne işin olabilir? Herhalde sen artık, ö ğ renim ve felsefenin sonuna eriştiğ ini
sanıyor, daha yü ksek işlere atılmak istiyorsun. Yaşına rağ men de bize her zaman idareciler
sağ lamış olan ailen bu yolda devam etsin diye, aklına, biz bü yü klerini idare etmeyi
koymuşsun.
MENEKSENOS: Sokrates, sen izin verir, idare işlerine atıl dersen, gü deceğ im gaye bu olur;
yoksa vazgeçerim. Toplantıya ü yelerin, ö lü ler ü zerinde sö z sö yleyecek birini seçeceklerini
öğrendim de onun için gittim; ölüler için tören yapılacak, herhalde biliyorsun.
SOKRATES: Evet. Kimi seçtiler?
MENEKSENOS: Daha kimseyi seçmediler, Sokrates; yarın karar verecekler. Ama ben, ya
Arkhinos’u, ya Dion’u seçerler sanıyorum.
SOKRATES: Savaşta ö lmenin, gerçekte birçok faydaları var, Meneksenos. Oldü ğ ü zaman ne
kadar fakir olursa olsun insanın gü zel ve muhteşem bir mezarı oluyor. Bundan başka da
değ eri ne kadar az olursa olsun, insanı birçok bilgin kimseler ö vü yor; hem gelişigü zel de
değ il; sö yleyeceklerini ö nceden, inceden inceye hazırlamış oluyorlar. Oyle gü zel ö vü yorlar ki,
Meneksenos, her ö lü nü n, kendinde bulunsun bulunmasın, birçok ö zellikleri olduğ unu ileri
sü rerek, sö zlerini en gü zel kelimelerle sü slü yor, ruhlarımızı bü yü lü yorlar. Şehri, her yö nden
gö klere çıkarıyorlar ve savaşta ö lenleri, bizden ö nce gelmiş bü tü n atalarımızı; hatta bizleri
ö yle ö vü yorlar ki, şimdi seninle konuşmakta olan ben, Meneksenos, kendimi bu ö vgü leri ile
yü kselmiş hissediyor ve orada sö ylediklerini dinleyip bü yü lenince, birdenbire daha yü ce,
daha asil, daha gü zel olduğ uma inanıveriyorum. Sonra, her zaman olduğ u gibi, yanımda hep
yabancılar bulunuyor; benimle beraber dinliyorlar ve bana, birdenbire daha bü yü k bir saygı
besliyorlar. Hatip o kadar inandırıcı ki bu yabancılar, tıpkı benim gibi tesiri altında kalıyor
ve bana karşı olsun, ö nce olduğ undan daha gü zel buldukları şehre karşı olsun, derin
hayranlık duyuyorlar. Bana gelince, kendimi ö yle yü kseklerde gö rmem, hiç değ ilse ü ç gü n
sü rü yor. Hatibin sö zleri ve sesi kulağ ıma yer ederek ö yle kuvvetli çınlıyor ki, ancak
dö rdü ncü veya beşinci gü n kendime gelebiliyor, nerede olduğ umun farkına varabiliyorum.
Bu arada, “bahtlılar adaları”nda yaşıyorum, sanıyorum. Bizim hatipler, işte bö yle usta
kimselerdir.
MENEKSENOS: Sokrates, hatiplerle alay etmek için hiç de fırsat kaçırmazsın. Fakat bu sefer,
ö yle sanıyorum ki, seçilecek hatip pek ö yle rahat rahat sö z sö yleyemeyecek ve konuşacak
kimse hiç haberi olmadan seçileceğinden, belki de hazırlıksız söz söylemek zorunda kalacak.
SOKRATES: Neden ö yle olsun, dostum? Bunların hepsinde hazır nutuklar vardır; hem zaten,
bö yle şeyler ü zerinde hazırlıksız konuşmak da gü ç değ ildir ki. Atinalıları,
Peloponessosluların veya Peloponessosluları, Atinalıların ö nü nde ö vmek gerekse, o zaman,
dinleyicileri inandırmak, onların takdirini kazanmak için gerçekten iyi bir hatibe ihtiyaç
vardır; ama zaten ö vdü ğ ü kimselerin ö nü ne çıkan bir hatibin iyi konuşmada ü n kazanması
hiç de güç olmaz.
MENEKSENOS: Demek böyle bir şey güç değil, Sokrates?
SOKRATES: Elbette değil.
MENEKSENOS: Peki, söz söylemen gerekse de meclis seni seçse, konuşabilir misin acaba?
SOKRATES: Elbette konuşabilirim, Meneksenos. Hatiplik sanatına çok değ erli bir kadından;
birçok mü kemmel hatipler, hele bü tü n Helenler arasında ö n safta gelen o Ksantippos’un oğ lu
Perikles gibi birini yetiştirmiş olan bir ö ğ retmenden ders alayım da konuşamayayım, olur
mu hiç?
MENEKSENOS: Kim bu kadın? Herhalde Aspasia demek istiyorsun.
SOKRATES: Evet, Meneksenos; bir de Metrobius’un oğ lu Konnos. Işte benim ö ğ retmenlerim:
Biri musikide, ö teki gü zel sö z sö ylemede. Bö yle yetişen biri, konuşmada elbette usta olur.
Hem zaten, bö yle değ erli ö ğ retmenleri olmayan herhangi bir kimse, musikide Lamprus’tan,
gü zel sö z sö ylemede de Rhamnunsialı Antiphon’dan ders almış olursa Atinalıları, Atinalılar
önünde pekala övebilir, taktirlerini de kazanır.
MENEKSENOS: Peki, söz söylemen gerekseyin, ne derdin bakalım?
SOKRATES: Kendiliğ imden belki hiçbir şey sö yleyemezdim. Ama, daha dü n, Aspasia’nın ö lü ler
hakkında hazırlamış olduğ u nutku dinledim. O da senin sö ylediğ in gibi, Atinalıların hatip
seçecekleri haberini duymuş; bunun ü zerine ö nü mde, nutkun bir kısmını, nasıl olması
gerekiyorsa, ö ylece hazırlıksız olarak sö yleyiverdi; geri kalanını da zaten ö nceden
dü şü nmü ş; çü nkü galiba Perikles’in o ö lü ler ü zerine sö ylemiş olduğ u nutku Aspasia
hazırlamış; işte bu nutuktan birkaç parça alarak birbirine eklemekle yetindi.
MENEKSENOS: Neler dedi, hatırlayabilecek misin?
SOKRATES: Elbette. Kendi ağ zından duydum, ezberledim. Aklımda iyi tutamıyorum diye de az
kalsın dayak yiyordum.
MENEKSENOS: Ne duruyorsun, öyleyse, söylesene.
SOKRATES: Nutkunu yayarsam, öğretmenim belki kızar.
MENEKSENOS: Hiç korkma, Sokrates konuş. Bana bu zevki ver; Aspasia’nın olsun, başka
birinin olsun, zararı yok. Sen sadece konuş.
SOKRATES: Ama, bu ihtiyar yaşımda, bö yle oyunlarla uğ raştığ ımı gö rü nce, belki benimle alay
edersin.
MENEKSENOS: Hiçbir zaman, Sokrates; sen nutku söyle.
SOKRATES: Istediğ ini yerine getirmem gerekiyor Meneksenos; zaten, bana “soyun da raks et”
desen bile, yalnız olduğ umuza gö re, bu dileğ ini de karşılardım. Dinle; yanılmıyorsam,
Aspasia, nutkuna, ölüleri ele alarak şöyle başladı:
Bu savaşçılara, hareketlerimizle, sö zlerimizle ö dememiz gereken bir borcumuz var. Bahtın
onlara nasip etmiş olduğ u yolculukta, bü tü n şehir, bü tü n yakınları, yanlarında gitti; ilk
borcumuzu bö ylece ö demiş olduk. Şimdi artık, onlara karşı duyduğ umuz saygıyı sö zle
belirtmemiz kalıyor. Bunu, kanun buyurduğ u gibi, kendimize vazife de sayıyoruz; çü nkü ,
gü zel bir nutuk, gü zel hareketlerde bulunmuş olanları, dinleyicilerin daima hatırlamasını,
saymasını sağ lar. Onun için, ö lü leri gereğ ince ö vecek, yaşayanları tatlı tatlı teşvik edecek bir
nutuk gerek. Oğ ullarını, kardeşlerini bu ö lü lerin erdemlerini taklide sü rü kleyecek; analarını,
babalarını ve hayatta olan daha uzak atalarını teselli edecek sö zler gerek. Nasıl bir nutuk
sö ylemeli? Hayattayken, erdemleriyle bü tü n yakınlarına sevinç vermiş; yaşayanların
sağ lığ ını da hayatlarıyla ö demiş olan bu yiğ itleri ö vmek için sö ze nasıl başlamalı? Bence,
tabiatın, bunlara, o erdemleri verdiği sıraya göre gitmek yerinde olur. Onlar erdeme eriştiler,
çü nkü , erdemli anaların, erdemli babaların evlatlarıydılar. Onun için ö nce, bö yle asil
doğ uşlarını ö velim; sonra, gö rdü kleri terbiye ve dersleri. Bundan sonra da o başardıkları
yü ksek işlerde, doğ uşlarına ve aldıkları terbiyeye layık olduklarını nasıl ispat ettiler, onu
görelim.
Once doğ uşlarını ele alıyoruz. Bu ö lü lerin ataları, yabancı olmadıkları gibi başka yerlerden
gelmediklerine gö re, torunları da yurtta gö çmen değ il, gerçek ana yurtlarında oturan ve
yaşayan asıl yerlilerdi. Onları beslemiş olan bu toprak, başkalarının olduğ u gibi ü vey değ il,
gerçek analarıdır. Bu ana onları doğ urmuş, beslemiş ve sonra kucağ ına çekmiştir, onlar da
şimdi kendi topraklarında yatıyorlar. Onun için, ö nce analarını ö vmek doğ ru olur, çü nkü
böylelikle doğuşlarını övmüş olacağız.
Yurdumuz, yalnız bizim değ il, bü tü n insanların ö vgü sü ne layıktır; bunun da ilk ve en kuvvetli
sebebi, memleketimizi tanrıların sevmesidir. Bu sö zü n doğ ruluğ unu, yurdumuz için
dö vü şmü ş olan tanrıların kavgaları ve verdikleri karar açıkça gö sterir. Tanrıların da ö vdü ğ ü
bir yeri, nasıl olur da bü tü n insanlık ö vmez? Bir sebep daha var: Bü tü n toprakların, ehli,
vahşi, çeşit çeşit hayvanlar doğ urup yarattığ ı çağ larda, bizimki bö yle canavarlardan uzak ve
temiz kalmış ve bü tü n hayvanlar arasrndan insanı seçip, yaratmıştır. Insan da ö teki
hayvanlardan daha anlayışlı olduğ u gibi, din ve adalet tanıyan biricik yaratığ ıdır. Bu bizim
toprağ ın, savaşçıları ve bizim atalarımızı doğ urduğ unu gö steren kuvvetli bir kanıt da vardır:
Her yaratığ ı, çocuğ una uygun olan besini kendinde taşır ve bö ylece gerçek ana, başka birinin
evladını ele geçiren sahte anadan ayırt edilir; çü nkü sahte anada, yavruya gereken besin
kaynakları kurudur. Işte, o bizim anamız toprak, insan yaratmış olduğ unu şö ylece ispat
ediyor: O çağ larda, ilk olarak yalnız o, insanı beslemek için, insan soyuna en iyi, en gü zel
besini sağ layan buğ dayla arpayı yetiştirmiş ve bu varlığ ı gerçekten kendinin yarattığ ını
gö stermiştir. Bö yle bir dü şü nceyi, kadından ziyade toprağ ı gö z ö nü nde tutarak ileri sü rmek
uygun olur; çü nkü , rahmine çocuk dü şen, çocuk yaratan kadın, bu yolda toprağ a ö rnek
olmuyor, toprağ ı taklit ediyor. Toprağ ımız yetiştirmiş olduğ u bu meyvelerde hiç acelecilik
gö stermemiş, bunları başka yurtlara da dağ ıtmıştır. Kendi evlatları için, yorgunluğ u gideren
zeytin yetiştirmiş, onları besleyip gençlik çağ ına kadar bü yü ttü kten sonra da idare
edilmeleri için tanrılar sağ lamıştır; bunları hepimiz tanıyoruz, sö zlerini edecek değ ilim. Işte
bu tanrılar, hayatımızı, gü ndelik yaşayışımıza gö re dü zenlemişler; bize, bü tü n ö teki
insanlardan ö nce, sanatları ö ğ retmişler; silah yapmayı, bunları yurdumuzu mü dafaa için
kullanmayı öğretmişlerdir.
Bö ylece doğ an ve yetişen bu savaşçıların ataları, kendilerini idare için bir devlet kurmuşlardı.
Bunun ü zerinde sö z sö ylememiz de uygun dü şer; çü nkü , insanları yetiştiren devlettir; devlet
iyi olursa, insan da iyi olur; kö tü olursa, aksi olur. Onun için, babalarımızın ve aralarına
ö nü mü zdeki ö lü leri de katacağ ımız bugü nkü yurttaşlarımızın, dü zenli bir devlet idaresi
altında, kendilerini erdemli kılan bir devlet idaresi altında yetiştiklerini gö stermek gerekir.
O zamanki idare bugü nkü şeklin aynısıydı, bugü n de seçkinlerin idaresi altında yaşıyoruz; o
çağ lardan beri de aynı idare altında yaşadık; buna; bazıları demokratlık diyor; başkaları da
diledikleri adı veriyorlar; gerçekte bu idare, çokluğ un da onayıyla kurulmuş olan seçkinler
idaresidir. Gerçi başımızda krallar bulunmuştur ve onlara, bu hakkı ö nceleri doğ uşları; sonra
da seçimler vermiştir, ama, iktidar daha çok çoğ unluğ un elindedir. Çoğ unluk, devlet idaresi
vazifesini ve iktidarı en iyi yurttaşlara emanet etmiştir; hiç kimse, sakatlığ ı, fakirliğ i, veya
doğ uşunun yü ksek olmayışı yü zü nden bu vazifeye elverişsiz sayılmamış; hiç kimse, başka
memleketlerde olduğ u gibi, bunlara zıt ü stü nlü klerinden ö tü rü tercih edilmemiştir. Yalnız
bir kural kabul edilmiştir: Usta ve erdemli olan emreder, idare eder. Bu bizim idare şeklinin
temeli, bü tü n yurttaşların eşit şartlar altında doğ muş olmasına dayanır. Başka devletlerin
halkı, tü rlü yerlerden gelmiş çeşitli soylardandır; bu çeşitlilik hü kü metlerinde de gö rü lü r;
bunlar ya tiranlık, ya oligarşidir. Orada, birkaç kişi bü tü n yurttaşlarını kö le gibi kullanır;
çoğ unluk da bu birkaç kişiyi kendine efendi bilir. Fakat bizler ve yurttaşlarımız hep kardeşiz;
çü nkü ortak bir anadan çıktık; kendimizi, ne birbirimizin kö lesi, ne de efendisi sayıyoruz.
Tabiatın sağ lamış olduğ u o doğ uş birliğ i, bizi, kanuna gö re, hak eşitliğ i aramaya, erdem ve
bilgelikten başka hiçbir üstünlük tanımamaya sürüklüyor.
Işte, bu askerlerin babaları; bizim babalarımız, hatta bu askerler, asil bir doğ uştan sonra,
bö ylece tam bir hü rriyet içinde yetiştiklerinden; hü rriyet uğ runa, Helenler için Helenlere
karşı; bü tü n Hellas için de barbarlara karşı dö vü şmeyi kendilerine vazife bilmişler; ö zel
hareketlerinde olsun, yurt ö lçü sü ndeki hareketlerinde olsun, gü zel başarılarıyla bü tü n
dü nyada ü n salmışlardır. Eumolpos'u, Amazonları, yurdumuzu istila etmiş daha eski
dü şmanları nasıl kovdular; Argoslulara, Kadmos oğ ullarına karşı; Herakles oğ ullarına da,
Argoslulara karşı nasıl yardıma koştular, bunları hakkıyla anlatabilmem için vakit dar. Zaten
şairler, tü rkü lerinde, bunları gü zelce ö vmü şler, yiğ itliklerini bü tü n dü nyaya gö stermişlerdir.
Biz de şimdi kalkar, sadece bir nesirle bu yü ksek başarılarını ö vmek Istersek, o şairlere gö re
çok gerilerde kalırız. Bunlar zaten mü kâ fatlarını gö rmü ştü r, onun için susacağ ım. Fakat
hiçbir şairin ele alıp hakkını vermediğ i daha birçok değ erli başarılar var ki, ö vgü cü lerini
bekliyor. Işte bunları ö verek hatırlatmak; başka kimseleri de kaside, veya başka tü r şiirlerde,
bö yle yü ksek başarıları gö sterenleri, değ erlerine uyacak bir tarzda ele almaya teşvik etmek
bana düşüyor. İlk sözünü edeceğim başarılar da şunlar:
Persalar Asya’yı hü kü mleri altına alıp Avrupa’yı kö le etmeye kalkışınca, bunları atalarımız, bu
yurdun evlatları durdurmuştur. Onun için ilk olarak, onları ele almak, yiğ itliklerini ö vmek
gerekir, yerinde olur. Bu mertliklerini iyice ö vebilmek için de dü şü ncemizle bü tü n Asya’nın
ü çü ncü bir krala kö le olduğ u çağ a dö nelim. Bu kralların ilki Kyros’tu. Yü ksek cesaretiyle,
bü tü n yurttaşlarını kö lelikten kurtardıktan sonra, efendileri Medeslilere boyun eğ dirmiş,
Mısır’a kadar da Asya’nın geri kalan kısmını hü kmü altına almıştı. Oğ lu, Mısır ve Libya’nın
girebildiğ i bü tü n parçalarını dize getirdi. Uçü ncü kral Daraeius, karada, imparatorluğ unun
sınırlarını Skythia’ya kadar sü rdü ; donanmaları, denize ve adalara hakimdi; kimse de karşı
koymaya cesaret edemiyordu. Persa Imparatorluğ u’nun kudreti karşısında, ö yle sayısız,
yü ce ve savaşçı milletler boyun eğ mişti ki, Daraeius, bü tü n insanların ruhunu kendine kul
köle etmişti.
Daraeius, Eretrialılarla birlikte Sardis’e karşı el birliğ i ettik diye bizi suçladı ve bu bahaneyle,
taşıt ve savaş tekneleriyle beş yü z bin kişi ve ayrıca ü ç yü z savaş gemisi gö nderdi. Komutayı
Datis’e verdi ve başının uçurulmasını istemiyorsa, dö nü şü nde, Eretria ve Atinalıları kendine
getirmesini emretti. Datis, Eretria’ya doğ ru yola çıktı ve o zamanki Helenler arasında savaş
sanatındaki ustalıklarıyla en çok ü n almış, sayıları da oldukça fazla olan Eretrialıları ü ç
gü nde itaat ettirdi. Kimsenin kaçmamasını sağ lamak için de memleketi şö yle taradı:
Askerleri, Eretria’nın sınırlarına gelince, bir sahilden ö teki sahile yayıldılar ve birbirlerine el
vererek memleketi boydan boya geçtiler; bö ylece, krallarına kimsenin kaçmadığ ını
sö yleyeceklerdi. Aynı niyetle, Eretria'dan kalkarak Marathan'a geldiler. Atinalıları da
Eretrialılar gibi boyunduruğ a vurduktan sonra, krallarına gö tü rmenin çok kolay olacağ ına
inanmışlardı. Ilk teşebbü slerinde başarılı olmuşlar, şimdi de ikincisine girişiyorlardı.
Lakedaimonialılardan başka hiçbir Helenli de ne Eretrialılara, ne Atinalılara yardım etti.
Hatta Lakedaimonialılarla savaşa ancak ertesi gü n yetişebildiler. Otekiler korkuyla
yerlerinden kımıldamadı; tehlikeyi bir zaman için savdıklarına seviniyorlardı. Işte, ancak bu
durumu gö z ö nü ne getirirsek, Marathon’da, barbar ordularının saldırısına gö ğ ü s geren,
bü tü n Asya’nın o kü stah gururunun cezasını veren ve barbarlarla savaşta ilk olarak zafer
anıtları diken o kahramanların yiğ itliklerini anlayabiliriz. Bunlar, ö teki milletlere yol
gö stermiş oldular: Persalıların kudretinin eğ ilebileceğ ini; sayının da zenginliğ in de mertlik
karşısında duramayacağ ını ö ğ rettiler. Onun için, şunu ileri sü rebilirim ki, bu kahramanlar,
yalnız bizlerin babaları olmakla kalmadılar; bizim hü rriyetimizin, bu kıtayı dolduran bü tü n
Helenlerin hü rriyetinin de babası oldular. Çü nkü , bundan sonra, bü tü n Helenler,
emniyetlerini sağ lamak için giriştikleri savaşlarda, gö zlerini o yü ce esere çevirdiler;
Marathon kahramanlarını kendilerine örnek tuttular.
Işte, nutkumda, şeref yerini bu kahramanlara veriyorum. Ikinci yer de Salamis ve Artemision
deniz savaşlarını kazananlarındır. Karada olsun, denizde olsun, hü cumları nasıl karşıladılar,
nasıl geri attılar; bunları anlatabilmek için uzun uzun konuşmak gerekir. Fakat bence, bu
kahramanlara en çok şeref veren şey, Marathon askerlerinin başlamış oldukları eseri
bilirmiş olmalarıdır. Marathon askerleri, sü rü sü rü barbarların bir avuç askerle geri
atılabileceğ ini bü tü n Helenlere gö stermişlerdi: Fakat bö yle bir iş, gemilerle başarılabilir
miydi? Bilinmiyordu. Persalar, denizlerde yenilmez sanılıyordu: Sayısız gemileri vardı;
zengin, usta, kuvvetliydiler. Onun için, deniz savaşlarında dö vü şmü ş olanları da ö vmeliyiz:
Helenlerin bu ikinci korkusunu gidermiş; gemi ve insan çokluğ unun saçtığ ı dehşeti ortadan
kaldırmışlardır. Bö ylece, Marathon’da dö vü şmü ş olanlarla, Salamis’te, denizlerde boğ uşmuş
olanlar bü tü n Hellas’a bir ders vermiş oldular: Helenler, bir yandan karada savaşanların, ö te
yandan da denizde savaşanların sayesinde barbarlardan korkmamayı ö ğ rendiler ve buna
alıştılar.
Uçü ncü yeri, tarih ve değ er bakımından ü çü ncü yeri, Hellas’ın kurtuluşu uğ runda,
Lakedaimonialılarla Atinalıların Platea’daki gö sterdikleri başarıyı ayırıyorum. Başımızda
dolaşan tehlike bü yü ktü , korkunçtu. Lakedaimonialılarla Atinalılar bu tehlikeyi de savdılar
ve bu yolda gö sterdikleri yiğ itlik, bugü n, bizim; yarın da gelecek nesillerin ö vgü sü nü hak
etmiştir. Bu savaştan sonra, birçok Helen şehirleri hala barbarlardan yanaydı; hatta, Bü yü k
Kralın, Hellas’a karşı yeni bir savaşa girmeyi tasarladığ ı sö yleniyordu. Onun için, bü tü n
barbarları denizlerden sü rü p atarak kendilerinden evvel gelmiş olanların başlamış oldukları
kurtuluş işini bitirenlerin sö zü nü etmek de doğ ru olur. Bunlar Eurymedon’da, deniz
savaşında dö vü şenler; Kıbrıs seferine çıkanlar; Mısır’a ve daha birçok ü lkelere gidenlerdir.
Kralı, Hellas'ı yok etmek için tasarılar kuracağ ı yerde, korkular içinde, kendi canının tasasına
düşünmüşlerdir. Onları hatırlayalım; minnet borcumuzu unutmayalım.
Bü tü n şehir, barbarlara karşı olan bu savaşı, kendi uğ runa, aynı dili konuşan başka milletlerin
uğ runa sonuna kadar gö tü rdü . Fakat barış olup bü yü k şere ler elde edince, başarı kazanan
kimselerin çok kere uğ radığ ı akıbetle karşılaştı. Şehrimizi kıskandılar; kıskançlık hasete yol
açtı; bö ylece şehrimiz de istemeye istemeye Helenlerle savaşa girmek zorunda kaldı. Savaş
başlayınca, bizimkiler, Tanagra’da Lakedaimonialılarla karşılaştılar; Beotialıların hü rriyeti
için dö vü ştü ler. Savaşı kimin kazandığ ı belli olmadı; bir daha kapışarak kesin bir netice elde
ettiler: Çü nkü , Lakedaimonialılar, yardımına koştukları Beotialıları bırakarak çekildiler;
bizimkiler de ü çü ncü gü n, Oenophtes’te zafer kazanarak, yurtlarından haksızca sü rü lmü ş
olanları hakkın gerektirdiğ i gibi geri getirdiler. Bö ylece Persalılarla savaştan sonra,
Helenlere karşı hü rriyeti ilk olarak mü dafaa edenler, yurttaşlarımız oldu. Yiğ itler gibi
davranıp, yardımına koştukları kimseleri kö lelikten kurtardıkları için, devlet de ilk olarak
onları şere lendirdi; bu mezara gö mdü rdü . Sonra, savaş genişledi; bü tü n Helenler
yurdumuzu istila edip harap etti; şehrimize olan minnet borçlarını işte bö yle alçakça
ö dediler. Bizimkiler deniz savaşında olanları da yendi ve başı çeken Lakedaimonialıları,
Sphagia’da esir etti. Bunları pekala ö ldü rebilirlerdi; fakat hayatlarını bağ ışladılar ve
yurtlarına göndererek barış yaptılar: Çünkü aynı soydan olan milletlere karşı savaşı zaferden
ö teye gö tü rmemek, Helenler birliğ ini bir devletin kinine feda etmemek gerektiğ ini
dü şü nü yorlardı; fakat barbarlara karşı ö lü me kadar gidilmeliydi. Onun için bu savaşa girip
şimdi burada yatanları ö vmek yerinde olur. Bunlar, barbarlara karşı olan ö nceki savaşta,
Atinalıların herkesten ü stü n olduklarından şü phe edenlerin, bu şü phelerinde yanıldıklarını
gö stermişler ve kendilerine karşı ayaklanan Hellas’ı yenerek, başlarını esir ederek,
barbarları, yardımlarıyla yenmiş oldukları Helenleri kendi başlarına da alt edebileceklerini
ispat etmişlerdir.
Bu barıştan sonra ü çü ncü bir savaş oldu, hiç beklenmedik, korkunç bir savaş. Şimdi burada
yatan, binlerce yiğ it can verdi. Bunların çoğ u Sicilya yakınlarında ö ldü : Yeminle bağ lı
oldukları Leontiosluların yardımına koşmuşlar; onların hü rriyeti uğ runa çarpışarak birçok
zafer anıtları dikmişlerdi. Fakat şehrimiz, yolun uzunluğ undan ö tü rü bunları besleyemedi;
bu talihsizler de savaştan vazgeçti. Bununla beraber, ö lçü lü lü k ve yiğ itliklerini, onlara karşı
dö vü şmü ş olan dü şmanları ö yle ö vdü ki, başka kimseleri dostları bile bö yle ö vmez.
Birçokları da tek bir gü nde bü tü n dü şman gemilerini esir edip bir kısmını da yendikten
sonra, Hellespont deniz savaşlarında can verdiler. Bö yle bir savaş hiç beklenmiyordu; çok
korkunç oldu, diyorum; çü nkü , ö teki Helenler şehrimizi o derce kıskandılar ki can
dü şmanları Bü yü k Kralla konuşmalara giriştiler; bö ylece, bizimle birlik ederek kovmuş
oldukları biriyle anlaşıp, bir barbarı Helenlere karşı durmak ü zere geri getirdiler ve bu şehre
karşı bü tü n Helen ve barbarları bir araya topladılar. Işte o zaman şehrin kuvvet ve yiğ itliğ i
bü tü n parlaklığ ıyla belirdi. Savaş dışı olduğ u sanılıyordu; donanması, Mythilene’de
kuşatılmıştı. Fakat, şehirliler, altmış gemiye binerek yardıma koştular; herkesin de sö ylediğ i
gibi, kahramanca cesaret gö stererek dü şmanlarını yendiler; dostlarını kurtardılar; fakat hiç
de hak etmedikleri bir talihsizlikle denizlerde can verdiler; bu mezarda yatmıyorlar. Onları
hatırlayalım, ö velim; çü nkü , yalnız bu deniz savaşında değ il, bü tü n savaştaki başarımızı
cesaretlerine borçluyuz; sayelerinde şehrimiz bü yü k ü n kazandı: Bü tü n dü nya bir araya
gelse, onu alt edemez, deniyordu. Bu ü nü hak etmişti; çü nkü biz ne zaman yenildiysek,
aramızdaki anlaşmazlıklar yü zü nden oldu, başkalarının silahlarıyla değ il. Dü şmanlarımız,
bizi bugü ne kadar yenemedi; yarın da yenemeyecektir. Biz kendi elimizle, kendi kendimizi
yendik.
Olup biten bü tü n bu şeylerden sonra, her şey yatışıp başka devletlerle barış olunca,
yurdumuzda iç savaş başladı. Ve bu savaş ö yle oldu ki, insanlar arasında anlaşmazlık
ö nleyemeyecektiyse, hiç kimse kendi şehrinin başka tü rlü dü zensizliklere uğ ramasını
dileyemezdi. Şehirden, Piraeus’tan gelenler bir kardeş sıcaklığ ıyla birbirleriyle ve hiç
beklenmediğ i halde, ö teki Helenlerle uzlaştılar ve Eleusis’e karşı giriştikleri savaşı hiç
aşırılık gö stermeden bitirdiler. Bü tü n bunların sebebi de aralarındaki o soy birliğ i ü zerine
kurulu, sö zde değ il, gerçekte sağ lam bir dostluk yaratan gerçek yakınlıktı. Onun için bu
savaşta birbirlerinin ellerinde can verenleri de hatırlamamız gerekir ve madem ki biz, kendi
aramızda artık uzlaştık; onların da aralarında uzlaşmaları için, bugü nkü gibi tö renlerde,
dualar edelim, kurbanlar verelim, hü kü mleri altına girdikleri tanrılara yalvaralım. Çü nkü
onları, böyle birbirleriyle boğuşmaya, kötülükleri veya kinleri değil, kader sürükledi. Yaşayan
bizler de bunun bö yle olduğ unu ispat etmiyor muyuz? Onlarla aynı soydan olan bizler,
ettiklerimizi de çektiklerimizi de birbirimize bağışlamadık mı?
Bundan sonra tam bir barış oldu; şehrimiz rahata kavuştu; barbarları affetti; çü nkü onlara
hiçbir şey esirgemeden kö tü lü k etmişti; onlar da karşılığ ını vermekten geri kalmamışlardı.
Fakat ettiğ i iyiliklere karşı olan minnet borçlarını nasıl ö dediklerini dü şü nerek Helenlere
çok kırılmıştı: O Helenler, barbarlarla elbirliğ i etmişler; bir zamanlar kendilerini kurtarmış
olan gemilerimizi elimizden almışlar ve kendi şehirlerinin duvarlarını korumak için feda
ettiğ imiz bizim duvarları yıkmışlardı. Şehrimiz artık, birbirlerinin ve barbarların kö leleri
olmak tehlikesinde olsalar da Helenlere yardım etmemeye karar vermişti ve bö yle
davranıyordu. Biz bu dü şü ncelerdeyken, Lakedaimonialılar, bir zamanlar hü rriyetin
koruyucuları olan bizlerin artık bitkin bir hale dü ştü ğ ü nü sanarak ö teki Helenleri kö le
etmeyi kendilerine adeta bir vazife bildiler ve bu yolda harekete geçtiler.
Bilmem, uzatmaya gerek var mı? Anlatacağ ım şeyler uzak bir geçmişte olmuş değ ildir; bizim
nesilden geriye de gitmez. Hepimiz biliyoruz: Korkular içine dü şen Argoslular, Beotialılar,
Korinthialılar, bizim şehre başvurmak zorunda kaldılar ve asıl hayret veren şey, Bü yü k Kral
bile, olaylar bü sbü tü n ters bir yö n alınca, ö yle zorlu bir durum karşısında kaldı ki, kurtuluşu,
bir zamanlar mahvını hazırlamış olduğ u bu şehirde aradı. Gerçekte, bir kimse, şehrimize
haklı olarak bir suç yü klemek istese, bulabileceğ i biricik kusur, fazla merhametli olmamız,
zayı ların daima hizmetine koşmamızdır. Şehrimiz, bu durumda katı yü reklilik edemedi ve
kendine kö tü lü k etmiş olanları kurtarmayacağ ı yolunda vermiş olduğ u kararı da yerine
getiremedi. Yumuşayarak yardım gö nderdi; kendi de işe girişerek, Helenleri kö lelikten
kurtardı; hem de ö yle ki, bunlar, kendi kendilerine boyunduruk altına girinceye kadar hü r
kaldılar. Krala gelince, şehrimiz, Marathon, Salamis, Platea zafer anıtlarım gö z ö nü ne
getirerek yardımına koşmaya cü ret edemedi; fakat sü rgü nlere, gö nü llü lere, kralın yardımına
gitmelerine izin verdi; herkesin de sö ylediğ i gibi, onu da bö ylece kurtardı. Sonra, duvarlarını
yeniledi; gemiler yaptı ve zorla sü rü klendiğ i savaşı kabul ederek, Parialıları korumak için
Lakedaimonialılarla dövüştü.
Fakat kral, Lakedaimonialıların deniz savaşından vazgeçtiklerini gö rü nce şehrimizden korktu.
Bizimle olan ittifakını bozmak istediğ inden, evvelce, Lakedaimonialıların kıtada kendine
bırakmış oldukları Helenler kendine verilirse, bizimle ve mü tte iklerimizle işbirliğ ine devam
edeceğ ini sö yledi. Bu isteğ inin reddedileceğ ini umuyordu ve bö ylece bizden ayrılmak için
bir sebep olmuş olacaktı. Fakat ö teki mü tte ikler bu ü midini boşa çıkardılar; Korinthia,
Argos ve Beotialılar; razı oldular; para verirse, kıtadaki Helenleri ona bırakmayı kabul
edeceklerine yeminler ettiler. Yalnız biz, o Helenleri bırakamadık; yeminler edemedik.
Şehrimizin hü rriyet ve yü ksek yü reklilik duygularının bu kadar sağ lam, bu kadar temiz ve
barbarlara karşı yaratılıştan bu kadar dü şman oluşu, kanına hiçbir surette barbarlık
karışmamış halis Helenler olmamızdandır. Bizim aramızda, Pelops, Camdos, Egyptos,
Danaos'un ve daha başkalarının torunları gibi, yaratılıştan barbar fakat kanınca Helen olan
kimseler yoktur. Biz, kanına barbarlık karışmamış gerçek Helenleriz; yabancı soylara karşı
şehrimizin duyduğ u katıksız kin de bundan gelir. Her işe, biz, Helenleri barbarlara bırakarak,
utanç verici, dine yakışmaz bir harekette bulunmak istemediğ imiz için gene yalnız kaldık;
kendimizi, gene, evvelce yenilmemize yol açmış olan durumda bulduk. Fakat, tanrı
yardımıyla, savaşı o zamandan daha talihli bir neticeye bağ ladık: Dü şmanlarımız savaşı
bitirmeye can attıklarından, dö vü şü n sonunda, donanmamız, şehir duvarlarımız,
yerleşmelerimiz elimizde kaldı. Bununla beraber, bu savaşta da Korinthia'da meydan
elverişsiz olduğ undan, Lekhaeon’da da alçakça aldatıldığ ımızdan, birçok yiğ it askerler
kaybettik. Kralı kurtaranlar, Lakedaimonialıları denizlerden kovanlar da yiğ it kimselerdi.
Onları size hatırlatırım: Siz de övgülerinizi bizimkilere katın; bu kahramanları yüceltin.
Işte, bu mezarda yatanların, yurtları uğ runa can veren daha başkalarının gö rdü ğ ü işler. Benim
burada sö zü nü etmiş olduklarım sayısız ve gü zel olmakla beraber, ele alamadığ ım daha çok,
daha güzel işler de var. Bunların hepsini anlatmam için de gündüzler, geceler yetmez.
Onun için, her biriniz, onları unutmayın, torunlarına hatırlatın: Tıpkı savaşta olduğ u gibi,
atalarının tutmuş oldukları yeri bırakmasınlar; korkaklıkla gerilemesinler. Ben de bugü n,
kahraman evlatları olan sizlere bu ö ğ ü dü veriyorum ve gelecekte, birinizle karşılaşırsam, bu
ö ğ ü dü mü hatırlatacak, bü tü n gayretinizle yiğ itlik yolunda yü rü meniz için, her birinizi teşvik
etmeye devam edeceğ im. Fakat bugü n, babalarımızın savaşa giderken, başlarına bir şey
gelecek olursa, size sö ylememizi istedikleri sö zleri tekrar edeceğ im. Şimdi size onların ne
dediklerini ve ellerinde olsaydı, bugü n neler sö ylemek isteyeceklerini, o işittiğ im sö zlerine
dayanarak söyleyeceğim:
“Çocuklarım, yiğ it kimselerin oğ ulları olduğ unuzu bu tö ren açıkça gö steriyor. Şerefsiz
yaşayabilirdik; fakat sizi ve evlatlarınızı lekelemektense, babalarımıza ve atalarımıza
şerefsizlik getirmektense, şere le yaşamayı tercih ettik. Soyunu alçaltan bir kimse için, hayat
boş bir şeydir. Bö yle birini, ne tanrılar arasında; ne yeryü zü nde, ne de ö lü mü nden sonra
yerlerin altında, sevecek kimse bulunmaz. Onun için sö zlerimizi hatırlayın ve unutmayın ki,
hayatta gö receğ iniz iş ne olursa olsun, erdem olmayınca, elde edeceğ iniz her şeyin,
yapacağ ınız her işin sonunda, utanç ve kö tü lü k vardır. Ne zenginlik, zengin olan alçak bir
kimseyse, ona şeref getirir; çü nkü bö yle bir halde, zenginlik onun değ il, başkasınındır; ne de
beden gü zelliğ i ve kuvveti, kö tü ve alçak bir kimsede bulunursa, yerini bulmuş olur, uygun
dü şer; çü nkü o kimseyi daha belirli bir şekilde ortaya koyar, alçaklığ ını daha açık olarak
gö sterir. Doğ ruluk ve erdem dışında kalan her bilgi de dü zmecedir, bilgelik değ ildir. Onun
için, hiç şaşmadan gü deceğ iniz ilk ve son gaye, bizi ve bizden ö nce gelenleri erdem yolunda
geçmek için bü tü n gayretinizle çalışmak olacaktır. Erdemden yana, biz sizden ü stü n kalırsak,
bilin ki bu zafer bizim için bir utanç olacak; yenilir, alt olursak, bu bize saadet getirecektir.
Bizim yenilmemiz, sizin de yenmeniz için en iyi çare, hayatınızı atalarınızın kazanmış
olduğ u ü nü kullanıp harcamayacak bir şekilde dü zenlemeniz ve değ eri olduğ unu sanan bir
adam için, kendi meziyetlerinden değ il de atalarının ü nü sayesinde şeref kazanmanın çok
utanç verici bir şey olduğ una inanmanızdır. Gerçi ataların kazandığ ı şeref, evlatları için gü zel
ve yü ce bir hazinedir, ama bö yle zenginlik ve şeref hazinesinden faydalanmak ve ne malınız,
ne mü lkü nü z, ne de şere iniz olmadığ ı için, onu torunlarına geçirmemek utançtır, alçaklıktır.
Bu kurallardan şaşmazsanız, bahtınız sizi, buraya, yanımıza getirdiğ i zaman, her birimiz
dostunuz oluruz; fakat onlara hiç aldırmaz, alçaklık ederseniz, sizi burada kimse iyi
karşılamaz. Bu sözlerimiz, evlatlarımız içindir.
Bazılarımızın anaları, babaları hâ lâ sağ dır. Başımıza bir felaket gelecek olursa, onları, bu
felakete, ellerinden geldiğ i kadar katlanmaya teşvik etmek gerekir. Onlarla beraber
ağ lamayın; ıstıraplarını kö rü klemeye hiç de gerek yok; bahtsızlıkları onlar için yeter bir
acıdır. Bu acılarını gidermek, yumuşatmak gerekir. Onlara hatırlatın, tanrılar, gö nü llerinin
dilediğ ini yerine getirmiştir; çü nkü , onlar, oğ ulları için ö lü msü zlü k değ il, erdem ve şeref
istiyorlardı ve bunu sağ lamakla en yü ksek iyiyi elde ettiler. Bir ö lü mlü , hayatta her şeyin
gö nlü nü n dilediğ i gibi olmasını bekleyemez. Felaketlerine mertçe katlanırlarsa, yiğ it
evlatlarının gerçekten yiğit babaları olduklarını göstermiş olurlar. Acılarına dayanamazlarsa,
babalarımız olmadıkları veya bizi ö venlerin yalancı oldukları yolunda şü phelere yol açarlar.
Atalarımız bö yle dü şü ncelere sebep olmamalıdırlar. Kendileri gibi yiğ it evlatların babaları
olduklarını, herkese yaşama tarzları ile gösterip bizi övmelidirler.
“Hiçbir şeyde aşırı olma” eski sö zü gü zel bir sö z sayılırdı; gerçekten de ö yledir. Kendini saadete
gö tü ren veya yaklaştıran şartları kendi içinde arayan; bunları başkalarına bağ layarak,
onların başarı veya başarısızlıklarına gö re bahtını tesadü fe bırakmayan bir kimse, hayatını
iyi dü zenlemiş demektir. Bö yle bir adam, bilgedir, merttir, akıllıdır. Bö yle bir adam, servet
veya çocuk edinsin, servetini veya çocuklarını kaybetsin, her tü rlü halde, o ö zdeyişi yerine
getirecek; sevinçte de kederde de aşırılıktan kaçınacaktır; çü nkü , bü tü n gü veni kendinedir.
İ
şte, biz, babalarımızın bö yle olduklarını ileri sü rü yoruz; bö yle olmalarını istiyor, diliyoruz.
Biz de şu anda bö yle davranıyoruz; ö lecek olsak bile, ne aşırı bir hiddet, ne aşırı bir korku
duyuyoruz. Analarımıza, babalarımıza yalvarırız, geri kalan gü nlerini bu duygularla
geçirsinler. Bilsinler ki ağ layıp sızlamakla bizleri memnun edemezler! Olü ler yeryü zü nde
olup bitenlerden haber alıyorlarsa eğ er analarımız, babalarımız, kendilerini hırpalayarak,
felaketlerinin yü kü altında ezilirlerse, bizi gü cendirir; acılarına ö lçü lü lü kle, ferah yü rekle
katlanırlarsa gö nlü mü zü ederler. Bizi, insanoğ luna nasip olabilecek en gü zel son bekliyor;
onun için ağ lamayın, bizi yü celtin. Karılarımıza, çocuklarımıza gelince, onlara bakın,
besleyin, dü şü ncelerini bu yola çekin; çü nkü , bö ylece, felaketinizi unutur, daha gü zel, daha
asil bir ömür sürer, gönlümüze de daha yakın olursunuz.
Işte, yakınlarımıza sö ylenecek sö zler. Şehre gelince, onu, babalarımıza, çocuklarımıza,
hatırımız için bakmaya; babalarımızı ihtiyar yaşlarında beslemeye, çocuklarımıza da iyi
terbiye vermeye teşvik ederdik ama bu yolda teşvike ihtiyaç gö rmeden onlara gerektiğ i gibi
bakacağını biliyoruz.
Işte, ö lü lerin oğ ulları, anaları ve babaları, işte, sizlere sö ylememi istedikleri şeyler. Ben de
bü tü n gayretimle bunları bildiriyorum. Ben kendim, onların adına, sizlere yalvarırım:
Oğ ullar, babalarının yolunda yü rü sü nler; ö tekiler de hiçbir kaygı duymasınlar. Çü nkü emin
olunuz, fertler ve devlet, sizi ihtiyarlık gü nlerinizde besleyecektir ve her birimiz, bir ö lü nü n
babasıyla karşılaştığ ımız zaman, ona şe kat ve muhabbet gö stereceğ iz. Devlete gelince, size
karşı gö sterdiğ i ilgiyi hepiniz biliyorsunuz sanırım. Savaşta ö lenlerin çocuklarına,
babalarına iyi bakılması için kanunlar yaptı ve en yü ksek makama, bu ö lü lerin ana babaları
adaletsizliğ e kurban gitmesinler diye, onlara herhangi bir yurttaştan daha iyi bakmak
vazifesi verildi. Devlet, çocuklarının yetiştirilmesine de yardım ediyor ve yetim olduklarını
elden geldiğ i kadar unutturmaya çalışıyor. Onlara, daha çocukken, kendisi babalık ediyor;
yetiştikleri zaman da tam bir zırh hediye ederek, mallarının başına gö nderiyor. Babalarının
mertliğ ini gö steren silahları da vererek, onların nasıl davranmış olduklarını belirtiyor,
hatırlatıyor. Ilk defa baba ocağ ına girip, hü kü m sü rmeye başlayacakları zaman da iyiye
belirti olsun diye de babalarının silahlarını kuşanmalarını istiyor. Olü lere gelince, onları
yü celtmekten geri kalmıyor; her yıl, herkesin ö nü nde, bü tü n ö lü lerin hatırası için, her
birimizin kendi evlerimizde kendi ö lü lerimizin hatırası için yaptığ ımız gibi tö renler yapıyor;
bunlara beden idmanları, at yarışları, çeşitli musiki mü sabakaları katıyor. Devlet, gerçekten,
ö lü lerin, mirasçı ve oğ lu; oğ ulların babası; babalarının da vasisi yerini tutuyor; bü tü n zaman
boyunca da dikkat ve ö zeni hiç esirgemiyor. Devletin yaptıklarını gö z ö nü ne getirin, başınıza
gelen felakete daha kolay katlanırsınız; ö lenlere ve yaşayanlara kendinizi sevdirmek,
gö receğ iniz ve gö stereceğ iniz dikkat ve ö zeni kolaylaştırmak için en iyi çare budur. Haydi,
artık, hepiniz, ölülere, kanunun buyurduğu gibi gözyaşları döktünüz. Dağılın.
İşte, Meneksenos, Miletos’lu Aspasia’nın nutku.
MENEKSENOS: Zeus hakkı için Sokrates, o senin Aspasia, kadın olduğ u halde, bö yle nutuklar
söyleyebildiğine göre talihli biri olmalı.
SOKRATES: İnanmıyorsan, benimle gel, kendi ağzından işit.
MENEKSENOS: Aspasia’nın yanında çok bulundum, Sokrates, değeri nedir, bilirim.
SOKRATES: Peki, Aspasia’yı takdir etmiyor musun? Bu nutkundan ö tü rü de ona minnet borcun
yok mu?
MENEKSENOS: Var, Sokrates; bu nutuktan ö tü rü , Aspasia’ya, veya sana kim okuduysa ona
bü yü k minnet borcum var. Ama, şunu da ilave edeyim: Bu nutku bana tekrar edene de çok
borçlandım.
SOKRATES: Iyi ö yleyse; fakat Aspasia’nın siyaset ü zerine daha birçok gü zel nutuklarını sana
okumamı istersen, dikkat et, sakın beni ele verme.
MENEKSENOS: Hiç korkma Sokrates, ele vermem. Sen bana yalnız o nutukları oku.
SOKRATES: Peki, ben de senden bunu esirgemeyeceğim.

You might also like