Professional Documents
Culture Documents
Göğüs Hastalıkları Ayırıcı Tanı
Göğüs Hastalıkları Ayırıcı Tanı
ŞUBAT 2009
GÖĞÜS HASTALIKLARINDA
AYIRICI TANI
Konuk Editörler
Prof.Dr. Adil ZAMANİ
Doç.Dr. Sadık ARDIÇ
Baskı: Tuna Matbaacılık San. ve Tic. AŞ. Bahçekapı Mah. 50. sok. no:7
06370 Şaşmaz-Ankara 0 312 278 34 84
ISBN 978-605-60080-2-3
IV
Doç. Dr. Alper TOKER
İstanbul Üniversitesi, İstanbul Tıp Fakültesi Göğüs Cerrahisi Anabilim Dalı,
İSTANBUL
Uzm.Dr.Yelda TURGUT
İstanbul Üniversitesi, Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Göğüs Hastalıkları Anabilim
Dalı, İSTANBUL
V
Toraks Kitapları Editörlerinden
Türk Toraks Derneği bünyesinde faaliyet gösteren 16 çalışma grubu içerisin-
de, hemen hemen tüm üyelerin ilgi alanına giren Tanı Yöntemleri çalışma
grubunun, “Plevra Hastalıkları” ve “Perioperatif Pulmoner Değerlendirme”
kitaplarından sonra üçüncü kitabı olan “Göğüs Hastalıklarında Ayırıcı Tanı”
kitabı, eğitim düzeyimizin yükseltilmesi ve standardize edilmesine büyük katkı
sağlayacaktır.
Dünyada ve ülkemizde yeni teknolojiler, yeni tanı yöntemlerinin gelişmesine
neden olmuştur. Bu gelişmelerin günlük pratikte uygulanabilir olması, ayırıcı
tanıda detaylı bilgilere ulaşarak doğru tanı konmasına yardımcı olmaktadır.
Göğüs Hastalıklarında Ayırıcı Tanı kitabının hazırlanmasında görev alan 34
yazar 16 bölümden oluşan kitapta, temel tanı yöntemlerini detaylı olarak an-
latırken, özellikle görüntüleme yöntemleri, girişimsel yöntemler ve solunum
fonksiyon testlerindeki yeni gelişmeleri anlaşılır bir dille okuyucuya sunmuş-
lardır.
Göğüs Hastalıklarında Ayırıcı Tanı kitabı, enfeksiyon hastalıklarından, kanse-
re, inflamatuvar hava yolu hastalıklarından, pulmoner tromboemboliye, uyku
tıbbından kardiyovasküler hastalıklara kadar göğüs hastalıklarını ilgilendiren
tüm alanlarda yararlanılacak bilgiler içermektedir.
Kitaba emeği geçen başta konuk editörler Prof. Dr. Adil Zamani ve Doç. Dr.
Sadık Ardıç olmak üzere tüm bilim insanlarına teşekkürü bir borç biliyor ve
tüm meslektaşlarımıza yararlı olmasını diliyoruz.
Prof.Dr.Hayati BİLGİÇ Prof.Dr.Mehmet KARADAĞ
Editör Editör
VI
Konuk Editörlerden
TTD Tanı Yöntemleri Çalışma Grubu olarak “Toraks Kitapları Serisi”nin
üçüncü kitabını sizlere sunmaktan dolayı mutlu ve gururluyuz.
Tıbbın diğer disiplinlerinde olduğu gibi, göğüs hastalıklarında da tanı yöntemleri
ile ilgili çok önemli gelişmeler dikkat çekmektedir. Pozitron emisyon tomogra-
fisi, sanal bronkoskopi, endobronşiyal ultrasonografi, otofloresan bronkoskopi
ve elektromanyetik gezici bronkoskopi gibi yeni teknolojilerin sayesinde tanıya
daha hızlı ve erken ulaşılabilmekte ve ayırıcı tanı süreci kolaylaşmaktadır. Bu
kitabın başlıca amacı, geleneksel tanı yöntemlerinin yanı sıra yeni tanısal tek-
niklerin göğüs hastalıklarına ayırıcı tanı yaklaşımı açısından irdelenmesidir.
On altı bölümden oluşan kitabın yarısından fazlasını semptomatoloji, fizik muaye-
ne, radyoloji,solunum fonksiyon testleri ve arter kan gazı analizi gibi temel konu-
lar oluşturmaktadır. Bunlardan radyoloji ile ilgili bölümün formatının planlanması
sürecinde, bize Glen Lillington’un “Göğüs Hastalıklarına Tanısal Yaklaşım” adlı
kitabı esin kaynağı olmuştur. On üç alt bölümden oluşan bu bölümdeki konular
kaleme alınırken, olabildiğince görselliğin ön plana çıkarılmasına dikkat edilmiş-
tir. İnvazif tanı yöntemleri (bronkoskopi, torakoskopi ve plevra biyopsisi) ile ilgili
konulara da detaylı olarak değinilmiştir. Özellikle, yeni bronkoskopik tekniklerin
(otofloresan bronkoskopi ve EBUS) anlatıldığı bölümün okuyucuların ilgisini çe-
keceğini umuyoruz. Son yıllarda, ülkemizde çok hızlı bir gelişme kaydeden alan
uyku tıbbıdır. Seksen beş uyku hastalığı varlığı konunun önemini ve ayırıcı tanının
doğru bir şekilde yapılması gerekliliğini vurgulamaktadır. Kardiyovasküler hasta-
lıkların solunum sistemi hastalıklarından ayrılmasında yararlı ve yol gösterici olan
kardiyopulmoner egzersiz testleri değerli bilgiler sağlayan bir başka tanı yöntemi-
dir. Nükleer tıp görüntüleme yöntemleri ise pulmoner tromboemboli, nontrom-
boembolik hastalıklar ve akciğer kanseri açısından ele alınmştır. Özellikle soliter
pulmoner nodüllerde malign-benign ayrımı açısından yüksek doğruluğa sahip
olan FDG-PET için ayrı bir alt bölüm ayrılmıştır. Ve son olarak, inflamatuar hava
yolu hastalıklarının ayırıcı tanısında kullanılabilen indükte balgam ve ekshale gaz
analizi gibi teknikler ilgili bölümlerde etraflıca anlatılmıştır.
Bu eserin oluşturulmasında emeği geçen tüm yazarlarımıza, yeni bölümler öne-
rerek kitabın içeriğini zenginleştiren Prof.Dr.Levent Tabak’a, değerli zamanları-
nı ayırıp redaksiyon sürecine katkıda bulunan Prof.Dr.Toros Selçuk (Bölüm 16)
ve Doç.Dr.Sema Canbakan’a (Bölüm 4,8 ve11), kitap içeriği konusunda yapıcı
öneriler sunan Doç.Dr.Erdoğan Çetinkaya’ya ve görsel materyallerini bizimle
paylaşan Dr.Christophe Dooms’a en içten teşekkürlerimizi sunarız.
Prof.Dr.Adil ZAMANİ Doç.Dr.Sadık ARDIÇ
Konuk Editör Konuk Editör
VII
İçindekiler
V. ATELEKTAZİ.......................................................... 106
Gaye ULUBAY, Füsun Öner EYÜBOĞLU
IX
BÖLÜM 5. ARTER KAN GAZLARI ............................................... 294
Öner DİKENSOY
X
GİRİŞ
Adil ZAMANİ
Bona diagnosis, bona curatio
Hastalık ve hastanın durumu hakkındaki kısa tıbbi karar olarak tanımlanan
tanının çeşitli tipleri vardır. Bunlar üç başlık altında toplanabilir:
I. Yöntem yapısına göre:
1. Doğrudan veya örnekseme yoluyla oluşturulan tanı
2. Ayırıcı tanı (diagnosis differentialis) ve onun bir parçası olan dışlama
yoluyla oluşturulan tanı (diagnosis per exclusionem)
3. Bireşimli tanı (diagnosis morbi et aegroti)
4. Gözlem sonucunda oluşturulan tanı (diagnosis ex observatione)
5. Tedavi etkinliğine dayanarak oluşturulan tanı (diagnosis ex juvantibus)
II. Zamana göre:
1. Erken tanı (diagnosis praecox)
2. Geç tanı
3. Geriye dönük tanı (retrospektif tanı)
4. Postmortem tanı
III. Kanıt derecesine göre:
1. Ön tanı (varsayımsal,hipotetik tanı)
2. Kesin tanı
3. Şüpheli tanı (1)
İkinci Dünya Savaşının sonunda, klinik tıbbın başlıca bilimsel amacı doğru
tanı koymaktı. Bunun önemi tıp eğitiminde özellikle vurgulanmaktaydı. Tıp
öğrencileri ve araştırma görevlileri, genellikle otopsideki tanı ile ilgili bulguları
görebilmek için hastane koğuşundan çıkarak , kurum morguna düzenli olarak
giderlerdi. Klinikopatolojik toplantı (KPT), tıp okullarının birçoğunda haftalık
olarak yapılan ve raporları seçkin tıp dergilerinin her sayısında yayımlanan,
çok popüler bir öğretim uygulamasıydı. “Polisiye roman” formatındaki bu
KPT’de klinisyen, hastanın klinik seyri ile ilgili detayları değerlendirerek bir
tanı ileri sürerdi. Ardından, patolog tarafından açıklanan otopsi sonuçları ,
bu tanıyı ya sevindirici bir şekilde doğrular ya da üzüntü verici bir biçimde
dışlardı.
Bununla birlikte, son yarım yüzyıl içinde, hem otopsi hem de KPT’nin öne-
mi belirgin bir şekilde azalmıştır. Ölen hastaların en az %50’si için yapılan
geleneksel otopsi, şimdi nadiren istenmekte ve seyrek olarak yapılmaktadır.
Günümüzde, önde gelen birçok kurumda otopsi oranı %10’un altına düşmüş
durumdadır ve tıp öğrencileri ile araştırma görevlilerinin birçoğu bu prosedü-
re katılmadan tıp eğitimlerini tamamlayabilirler. Doğrudan KPT etkinlikleri
oldukça seyrek yapılmakta ve sonuçlar nadiren yayımlanmaktadır. “The New
England Journal of Medicine”, KPT raporlarını hâlâ yayımlanmaya devam
eden az sayıdaki önde gelen dergilerden bir tanesidir.
1
2 Göğüs Hastalıklarında Ayırıcı Tanı
Evet
lerin incelenmesi ile ilgili bilgiler
belirli bir format çerçevesinde elde Sona erdir
edilip kaydedilir ve fizik muayene
belirlenmiş protokole göre yapılır. Şekil 1. Tanısal stratejiler: “Scotland Yard” modeli.
Bilimsel usul açısından tutarlı olan (3 no’lu kaynaktan alınmıştır).
bu süreç, kuramsal olarak, herhangi tanısal bir karar üzerinde düşünüp ta-
şınmadan önce gerçekleştirilir (3). Ardından, güvenilir tanıları içeren bir liste
oluşturulur. Bu listeye ayırıcı tanı denir (3,4). Daha sonra, bu olasılıklardan
hangilerinin hastanın sorunlarını en iyi şekilde açıklayabileceğini belirlemek
üzere bir tanısal plan formüle edilir. Laboratuvar testleri,röntgen filmi ve di-
ğer görüntüleme teknikleri ve bazen tedavi denemeleri aracılığıyla çeşitli olası
tanılar arasında ayrım yapılır. En yüksek olasılıklı olandan başlayarak, her
tanısal hipotez irdelenir ve şayet doğruluğu kanıtlanmazsa saf dışı bırakılır
ve test edilmek üzere sıradaki bir başka hipotez ileri sürülür. Rakip adayların
tümü ekarte edilmesiyle birlikte nihai tanıya ulaşılır (3).
KAYNAKLAR
1. Vasilenko VH, Grebenev AL. Propedevtika vnutrennih bolezney (İç hastalıkları propedöti-
ği). 2. Baskı. Moskova: Meditsina;1982.
2. Feinstein AR. Misguided efforts and future challenges for research on “diagnostic tests”. J
Epidemiol Community Health 2002;56:330-332.
3. Aase JM. Diagnostic dysmorphology.New York:Plenum;1990:259-271.
4. Delp MH, Manning RT. Major’s physical diagnosis. 7th ed. Philadelphia:WB Saun-
ders;1968:27-34.
BÖLÜM 1
SEMPTOMLAR
Hatice TÜRKER
NEFES DARLIĞI
Nefes darlığı (dispne), hasta tarafından algılanan subjektif bir semptomdur. Ki-
şinin solunumunu yetersiz bulması durumudur. Hastalar tarafından soluk alıp
vermede zorluk, nefessiz kalmak, göğüste sıkışma hissi gibi ifadelerle belirlenir.
Dispnenin iki bileşeni vardır. Birincisi solunum sisteminin çeşitli yerlerindeki
mekanoreseptörlerden çıkan uyarılardan oluşan serebral korteksteki duyusal
“input”lardır. İkinci bileşeni ise kortekste toplanan bilgilerin yorumlanması ile
dispne duygusunun algılanmasıdır (1,2) (Şekil 1).
Nefes darlığının en önemli nedeni kronik obstrüktif akciğer hastalığı, konjes-
tif kalp yetmezliği ve psikolojik hiperventilasyondur. Akut ve kronik dispne
nedenleri Tablo 1’de görülmektedir.
Bronş astması: Bu hastalarda öksürük ve “wheezing”, dispneyle birliktedir.
Bronkodilatör tedavi ile nefes darlığının düzelmesi, bronkodilatör öncesi ve
sonrası reverzibilitenin pozitif bulunması hastalığın karakteristik özelliğidir.
Kronik obstrüktif akciğer hastalığı (KOAH): Kronik havayolu daralması olan
KOAH’ta nefes darlığı kalıcı ve ilerleyicidir. Hastaların bir kısmında rever-
zibilite pozitiftir. KOAH’ta solunum mekaniğinin bozulmasına bağlı olarak
solunum işi artar. Fizik muayenede ekspirasyon uzaması, “wheezing” veya
ronküsler duyulur.
Santral hava yolu daralmaları: Santral hava yolları diffüz obstrüktif havayo-
lu hastalıklarına bağlı olarak daralır. Üst solunum yolu daralmalarında, akut
epiglotit de nefes darlığı ile birlikte stridor, disfaji, horlama, ateş, boğaz yan-
masının olması tanıyı destekler. Larenks ve trakea tümörleri, yabancı cisim,
tiroide ait patolojiler, anevrizmalar ayırıcı tanıda akla gelmelidir.
Kardiyojenik dispne: Akciğer ödemine bağlı olarak gelişir. Ortopne, yatar
durumda ortaya çıkan dispnedir. Bu hastalar rahat nefes almak için sürekli
3
4 Göğüs Hastalıklarında Ayırıcı Tanı
KORTEKS
MEDULLA
SPİNAL KORD
MEKANORESEPTÖRLER MEKANORESEPTÖRLER
• Larengeal • İnterkostal kaslar
• Hava yolları düz kası • Diyafragma
• Hava yolları epiteli • Tendon, eklemler
• İnterstisyum KEMORESEPTÖRLER
• Pnömoni
• Akut bronşit
KRONİK AKCİĞER
HASTALIKLARINDA AYLAR
İÇİNDE GELİŞEN DİSPNE
Şekil 3. Kronik akciğer hastalıklarında aylar içinde gelişen nefes darlığının ayırıcı tanısı.
Tanı Yöntemleri
Öykü: Hastanın hikayesi etyoloji hakkında değerli bilgiler verir. Başlama şek-
li, süresi, eforla ilişkisi, eşlik eden semptomlar sorgulanmalıdır.
Akut dispne, ani olarak başlar. İstirahatte veya efor sırasında ortaya çıkabilir.
Çocuklarda üst solunum yolu enfeksiyonları, yabancı cisim, astım; erişkin-
lerde akut sol kalp yetersizliği, pnömotoraks, akut respiratuvar distres send-
romu (ARDS), astım, pnömoni, yabancı cisim aspirasyonu ile ortaya çıkar
(Şekil 2).
Şekil 4. Radyolojik bulgulara göre nefes darlığında ayırıcı tanı yaklaşımı (BT:bilgisayarlı tomog
rafi;EKO:ekokardiyografi;EMG:elektromiyografi;VATS:video yardımlı torakoskopi).
Kronik dispne, önce efor sırasında ve daha sonra giderek istirahatte de görü-
lür. KOAH, akciğer fibrozu gibi ilerleyici ya da konjestif kalp yetmezliği, plev-
ral sıvı, atelektazi gibi tedavi ile gerileyebilir. Kronik dispne, aylar ve haftalar
içinde gelişebilir. Aylar içinde dispne gelişen hastalıklar beraberinde “whe-
ezing” olup olmamasına göre Şekil 3’te gösterilmiştir. “Wheezing”,hışırtı
şeklinde müzikal özellikte çıplak kulakla da duyulabilen ek sestir. Astım için
karakteristik olan bu bulgu diğer havayolu darlıkları, konjestif kalp yetmezliği,
tekrarlayan pulmoner emboli ve nöromüsküler hastalıklarda da duyulabilir.
Stridor ise ekstratorasik havayollarından kaynaklanan,horlama şeklinde kaba
seslerdir. Paroksismal noktürnal dispne, nöbetler halinde gelen nefes darlığı-
dır. Trepopne, hastanın sadece sol veya sağ yanına yattığı zaman ortaya çı-
kar, ana bronşta tümör şüphesini akla getirmelidir. Platipne, dik duruyor iken
var olan, yatar pozisyonda kaybolan nefes darlığıdır. Masif plevral efüzyon,
pnömonektomi de görülebilir.
NEFES DARLIĞI
TANI
YOK VAR
Gerekli
incelemeleri yap!
Lokalize lezyon Diffüz opasite
Normal
Obstrüksiyon Göğüs duvarı Nonspesifik Obstrüksiyon Restriksiyon
restriksiyonu
Astım Sarkoidoz İAH
KOAH Silikozis Obstrüksiyon Restriktif
Lenfoma akciğer
Astım
hastalığı
KOAH
Şekil 5. Nefes darlığı ile başvuran hastalarda tanı algoritması (İAH:interstisyel akciğer hastalığı).
ÖKSÜRÜK
Öksürük, göğüs hastalıklarında en sık rastlanan semptomlardan biri
olup,havayollarının sekresyon, yabancı cisim, toz partikül gibi irritasyon ya-
pan materyallerden temizlenmesine yardımcı olan önemli bir savunma me-
kanizmasıdır (1-5).
Öksürük refleks bir olaydır. Bu refleks, solunum yollarına giren fizik ajanlar,
solunum yolu aşırı sekresyonları, inflamasyonlar ve darlıklar nedeniyle olu-
şabilir. Öksürük, derin inspiriyum; glottisin kapatılması; kapalı glottise kar-
şı ekspiryum yapılarak; havanın solunum yollarında sıkıştırılması ve takiben
glottisin aniden açılarak, havanın şiddetli bir basınçla dışarıya püskürtülmesi
ile oluşur (6). Öksürük nedenleri Tablo 2’de görülmektedir (7).
Öksürük 3 haftadan kısa ise akut, 3-8 hafta arasında subakut, 8 haftadan
uzun sürüyorsa kronik öksürük olarak üç kategoride incelenir (3). Erişkin-
de akut öksürük nedenleri sinüzit, boğmaca, allerjik rinit ve KOAH’ın akut
ataklarıdır. Üst solunum yollarına ait viral enfeksiyonlar akut öksürüğün en
sık nedenidir. Daha seyrek olarak astım, pnömoni ve pulmoner embolide de
görülebilir.
Subakut öksürük, 3 ila 8 hafta arasında sürer. En sık olarak enfeksiyonların
ardından, sinüzitte ve astımda görülür.
Kronik öksürüğün en sık nedeni ise postnazal akıntı sendromu,astım ve gas-
troözofajiyal (GÖR) reflüdür. Bu patolojik triad erişkinlerde kronik öksürük
etyolojisinin %95’inden sorumludur. Kronik öksürüğün %5 nedeni ise kanser,
tüberküloz ve sarkoidozdur (3).
Şiddetli öksürüklerde komplikasyonlar görülebilir (Tablo 3).
10 Göğüs Hastalıklarında Ayırıcı Tanı
HEMOPTİZİ
Öykü
Fizik Muayene
Akciğer Grafisi
Lab. incelemeleri
Tümör NORMAL
Enfeksiyon
İnterstisyel akciğer hast.
Kanser Riski
Düşük
HAYIR EVET
Bronkoskopi İZLE!
Kronik Öksürük
hayır
Düzelmedi Düzeldi
Hasta öksürük için herhangi
evet bir tedavi alıyor mu?
1. PNAS
2. İndüklenmiş balgam Düzelmedi Düzeldi
3. GÖR
Tanı Yöntemleri
Dikkatli bir klinik öykü önemli ipuçları verir ve hedefe yönelik tedaviler gerek-
siz tanısal işlemleri önler. Akciğer grafisi ilk basamakta mutlaka çekilmelidir,
belirgin patoloji varsa takip edilecek tanısal algoritma değişecek ve gereksiz
tetkiklerden kaçınılacaktır (Şekil 6).
Klinik öykü: Klinik hikaye değerli bir tanı yöntemi olmakla birlikte bazı has-
talar gerçeği söylemekten kaçınırlar. Öksürükle birlikte hemoptizi ve gri bal-
Semptomlar 13
gamın olması kronik bronşiti, yapışkan balgam astımı, kokulu ve pürülan bal-
gam bronşektaziyi düşündürür. Öksürüğün gece başlaması; astım, konjestif
kalp yetmezliği veya özofajeal reflüyü, öksürükle birlikte nefes darlığı olması
amfizemi, ortopne kardiyojenik pulmoner ödemi akla getirmelidir. Aspiras-
yon hikayesinin varlığı yabancı cisim tanısı için önemlidir.
Fizik muayene: Öksürük balgamla birlikte olup olmamalarına göre kuru (non-
prodüktif) veya yaş (prodüktif) olarak sınıflandırılır. Prodüktif öksürük enfeksi-
yon komponentini düşündürür. Balgam varlığında öksürmekle kaybolan ins-
piratuvar ve ekspiratuvar raller stetoskopsuz duyulur. Restriktif hastalıklarda
bazallerde duyulan inspiratuvar raller öksürükle düzelmez. Havayolu daralma-
larında ronküsler ve lokalize “wheezing” öksürüğe eşlik eder. Bronşektazide
lokalize,persistan inspiratuvar raller, sol kalp yetmezliğine bağlı öksürükte ise
taşikardi, bazallerde raller ve gallop ritmi duyulur.
Laboratuvar: Astımda eozinofili, akut bronşitte lökositoz, boğmacada lenfo-
sitoz belirgindir. Bronş kanserinde sedimantasyon yüksekliği, KOAH’lılarda
polisitemi vardır.
Balgam: Astımda beyaz ve visköz, bronşektazide koyu ve pürülan, amfizem-
de gri renkli balgam vardır. Bakteri, mantar ve tüberküloz için aside dirençli
mikobakteri kültürleri yapılmalıdır. Balgamın sitolojik incelemesi akciğer tü-
mörlerinde tanı koydurucu olabilir.
Görüntüleme yöntemleri: Akciğer grafisi normal olabilir, patolojik veya mini-
mal değişiklik gösterebilir. Radyoopak yabancı cisim görülebilir. Eski grafiler
mutlaka sorulmalı, mevcutsa değerlendirilmelidir. Konvansiyonel radyolojik
yöntemlerle saptanamayan lezyonlarda toraks BT önerilmektedir. Bronkog-
rafi özellikle bronşektazik alanların saptanmasında önemliydi, artık yerini
yüksek rezolüsyonlu bilgisayarlı tomografi (YRBT, HRCT)’ye bırakmıştır.
Deri testleri: Akciğer grafisi normal olanlarda cilt testinin tanı değeri azdır.
Solunum Fonksiyon Testleri: Diffüz havayolu darlıklarında obstrüksiyonu gös-
terir. Bronkodilatör inhalasyonu öncesi ve sonrasında reverzibilitenin varlığı
tanı açısından değerlidir. Spirometri yapılamayan durumlarda PEF-metre ile
ölçümler evde yapılabilir. Provokasyon testleri, astım ve kistik fibroziste po-
zitif cevap verir.
Bronkoskopi: Kronik öksürüğü olan ve akciğer grafisi normal birçok olguda
önerilmekle birlikte fiberoptik bronkoskopi (FOB)’nin tanısal başarısı düşüktür
(%5).Bronkoskopi larenks, trakea, akciğer tümörleri ve selim tümörlerde tanı
koydurucudur. Rijit bronkoskopinin benign lezyonların tedavisinde, yabancı ci-
sim çıkarılmasında değeri vardır (12). Bronkoskopi aynı zamanda, mikrobiyo-
lojik ve histopatolojik değerlendirmeler için havayolundan materyal alınmasına
da olanak sağlar.
HEMOPTİZİ
Hastalar tarafından kan tükürme, balgamda kan gelmesi olarak ifade edilen
hemoptizi, alt solunum yollarından köken alan, epiglotun altından gelen kan
14 Göğüs Hastalıklarında Ayırıcı Tanı
Hemoptizi Nedenleri
Kronik bronşit: Hafif hemoptizinin en sık nedenidir. Kronik prodüktif öksü-
rükle birliktedir. Radyolojik bulgu vermez. Bronkoskopi ile kanama odakları
görülebilir.
Bronşektazi: Olguların %50’ sinde hemoptizi vardır. Kronik öksürük, pürülan
balgam, tekrarlayan pnömoni bulguları ile birliktedir. Radyolojik olarak bazal-
lerde tübüler, kistik lezyonlar görülür. Tüberküloz sekeli olarak geliştiğinde üst
alanlarda görülebilir.
Akciğer tüberkülozu: Ülkemizde en sık hemoptizi nedenidir. Hastalığın baş-
langıç semptomu olabilir. Radyolojik olarak apikal kaviter lezyonlar görülür.
Balgamda aside dirençli bakteri görülmesi ile tanı konur.
Bronkolitiyazis: Olguların 2/3’ünde hemoptizi vardır. Taş parçalarının görül-
mesi tanıyı kolaylaştırır. Hiler, paratrakeal kalsifikasyonlar görülür. Nadiren
torakotomi gerekebilir.
Akciğer absesi: Ateş, öksürük, pürülan balgam hemoptiziye eşlik eder. Grafi-
de kaviteli lezyonların görülmesi ile tanı konur. Tüberküloz, mantar enfeksi-
yonu ve kanser ile ayırıcı tanı mutlaka yapılmalıdır. Olguların %5’ inde masif
hemoptizi olabilir, acilen torakotomi gerektirir.
Pnömoni: Hemoptizi ile birlikte paslı balgam vardır.
Pulmoner infarkt: Pulmoner emboli olgularının %25’ inde hemoptizi vardır.
İlk bulgu plöritik göğüs ağrısıdır. Radyolojik bulgular nonspesifiktir. Hemi-
diyafragmalarda yükselme, hiler dolgunluk, lineer atelektazi ve plevral sıvı
görülebilir.
Mikoz: Ülkemizde seyrek görülür. Sık hemoptizi nedeni değildir. Balgam kül-
türleri yapılmalıdır. Bazı olgularda kesin tanı torakotomi ile konur. Kavite
içindeki miçetoma (fungus ball) hemoptiziye neden olur. En sık nedeni asper-
Semptomlar 15
Tanı Yöntemleri
Hemoptizide tanı algoritması Şekil 7’de özetlenmiştir.
16 Göğüs Hastalıklarında Ayırıcı Tanı
GÖĞÜS AĞRISI
Göğüs ağrısı; subjektif bir semptom olup, göğüs duvarı, pariyetal plevra, pe-
rikard, miyokard, mediastinal yapılar ve abdominal organlardan kaynaklanır.
Göğüs ağrısına neden olan hastalıklar Tablo 5’de özetlenmiştir (22).
Plöretik Göğüs Ağrısı: Solunum sistemiyle ilgili en karakteristik ağrı plevral
ağrıdır. Pariyetal plevradan doğan bu ağrılar, derin inspiriyumda ve öksür-
Semptomlar 17
mekle artar. Plevranın tutulan bölgesine göre ağrı, farklı yerlerde hissedilir.
Diyafragmatik plevranın periferinden doğan ağrılar epigastriyumda, santra-
linden doğan ağrılar ise omuz ve boyunda hissedilir. Ağrının nedeni pariyetal
plevranın inflamasyona bağlı olarak toraksın hareketi sırasında gerilmesidir.
Plöretik göğüs ağrısının en sık görüldüğü hastalıklar plörezi, pnömoni, pul-
moner emboli ve pnömotorakstır.
Plörezide başlangıçta şiddetli olan ağrı, sıvının artmasıyla azalır veya kay-
bolur. Coxsackie B virüsü ile oluşan Bornholm hastalığı birkaç hafta süren
plöretik göğüs ağrısı ile karakterizedir. Sistemik lupus eritematozus, romatoid
artrit, Dressler sendromu ve tüberküloz plörezi, plöretik tipte ağrıya neden
olan diğer hastalıklardır.
Ani başlayan plöretik tipte göğüs ağrısı ve akciğer grafisi normal olan hasta-
larda öncelikle pulmoner emboli akla gelmelidir. Ağrı ile birlikte nefes darlığı,
hemoptizi, ateş, takipnenin olması, akciğer grafisinde plevral efüzyon, diyaf-
ragma yüksekliği, lineer atelektazinin varlığı tanıyı destekler. Ağrı, infarktüs-
lü akciğer segmentine komşu plevra yüzeyinin iritasyonu sonucu meydana
gelir.
Pnömotoraksta ağrı akut,nefes darlığı ile birlikte, pnömotoraksın olduğu ta-
rafa lokalize ve plöretik özelliktedir. Göğüs üst kısmında ve omuzda hissedilir.
Akciğer grafisi ve fizik muayene bulguları ile tanı konur.
Pnömonide pariyetal plevranın inflamasyona katılmasına bağlı ağrı duyulur.
Bronş kanserlerinde, plevral invazyon ve enfeksiyon durumlarında yan ağrısı
vardır. Bazı hastalar künt, iyi tanımlanamayan ağrılardan yakınırlar.
Pulmoner hipertansiyona bağlı ağrı: Ağrı sternum arkasındadır, istirahat et-
mekle geçer. Efor sırasında ortaya çıkan omuz ve kollara yayılan bir ağrıdır.
Ana pulmoner arterin ani distansiyonu ve mekanoreseptörlerin stimülasyo-
nuna bağlı olabileceği ileri sürülmüştür (3).
Trakeobronşiyal ağrı: Trakeal ağrı larenks ksifoid arası bölgede ve orta hatta,
bronşiyal ağrı ise sternuma daha yakın, boynun ön tarafında hissedilir. Derin
solunum ve öksürükle artar. Akut solunum yolu enfeksiyonları, iritan duman-
ların inhalasyonu bu tür ağrılara yol açabilir.
Kas ve kemik ağrıları: Kas ve kemik sistemi ağrılarında iyi bir anamnez ve
fizik muayene ile tanıya gidilebilir. Deri lezyonları oluştuktan sonra herpes
zosterin tanımı kolaydır. Ağrının yanıcı özelliği, şiddeti ve radiküler yayılımı
tanıyı kolaylaştırır. En sık tutulan dermatomlar T3-L3 arasıdır. Tietze send-
romu genellikle solda 2. ila 5. kostokondral bölgede lokalize, ağrı ve şişlikle
karakterizedir. Ağrı, derin solunum ve öne eğilmekle artar. Göğüs duvarının
yüzeysel flebiti Mondor hastalığı da lokalize ağrıya neden olabilir. Göğüs ka-
fesinin üst bölümünü, omuz ve kolu tutan sürekli ağrılarda Pancoast sendro-
mu akla gelmelidir. Akciğer apeksinde gelişen, 8.servikal ve 1.torakal sinirler
boyunca şiddetli ağrıya neden olan, Horner sendromuna (miyozis, enoftal-
mi, anhidroz, psödoptoz), kosta ve vertebralarda lokal destrüksiyona ve el
18 Göğüs Hastalıklarında Ayırıcı Tanı
BALGAM
Göğüs hastalıkları hastaları arasında en sık kullanılan ve en değerli tanı yön-
temlerinden biri de trakeabronşiyal sekresyonların incelenmesidir.
Balgam, kişinin öksürük veya boğaz temizlemesi ile spontan olarak oluşan
ekspektorasyonudur. İncelenecek balgam numunelerinin sabah uyandıktan
hemen sonra alınması daha avantajlıdır. Tüberküloz şüphesinde 3 veya 5 bal-
gam örneğinin birbirini takip eden günlerde alınmasının tanı değeri yüksektir
(3). Evde alınan örneklerin laboratuvara getirilmesi yararlı olabilir, ancak ideal
değildir. Balgam orofarenks florası ile kontamine olduğundan ağız çalkalanıp
boğaz temizlendikten sonra balgam çıkarılmalıdır. Koopere olmayan veya
balgam çıkaramayan hastalarda oral hidrasyon sonrası nebülizatörle yaklaşık
20 dakika %3 NaCl inhalasyonu yararlı olabilir (25).
Makroskopik inceleme: Günlük balgam miktarının bilinmesi, hem hastanın
Semptomlar 19
KAYNAKLAR
1. Fishman AP. Approach to the patient with respiratory symptoms. In:Fishman AP,Elias
JA,eds.Fishman’s pulmonary diseases and disorders.3rd edition.New York:McGraw
Hill;1998:361-393.
2. Manning HL,Mahler DA.Pathophysiology of dyspnea.Monaldi Arch Chest Dis
2001;56:325-330.
3. Lillington GA. A diagnostic approach to chest diseases:differential diagnosis based on
roentgenographic patterns.3rd ed. Baltimore:Williams & Wilkins;1987.
4. Woodcock A. Dyspnea. In: Albert R,Spiro S, Jett J, eds. Comprehensive respiratory me-
dicine. London: Harcourt Brace; 1999:4.16.1-8.
5. Kastelic JA,Aziz I,Ojoo JC et al.Investigation and management of chronic cough using a
probability-based algorithm.Eur Respir J 2005;25:235-243.
6. Kian CF,Widdicombe GJ. Cough.In:Murray JF, Nadel JA,eds. Textbook of respiratory me-
dicine. 4th ed. Phladelphia: Elsevier Saunders ; 2005:831-847.
7. Irwin RS,Madison JM.The diagnosis and treatment of cough. N Engl J Med 2000;343:1715-
1721.
8. Kaynar H,Yılmaz N, Akgün M ve ark. Sigara içmeyenlerde kronik öksürük etyolojisi.Toraks
Dergisi,2005;6(1):8-12.
9. Palombini BC, Villanova CA, AraujoE,et al. A pathogenic triad in chronic cough:
asthma,postnasal drip syndrome, and gasroesophageal reflux disease.Chest 1999;116:279-
84.
10. Irwin RS,French CL,Curley FJ et al.Chronic cough due to gasroesophageal reflux:
clinical,diagnostic and pathogenetic aspects.Chest 1993;104:1511-7.
11. Irwin RS,Boulet LP,Cloutier MM,et al.Managing cough as a defense mechanism and as a
symptom: a consensus panel report of the American College of Chest Physicians. Chest
1998;114(suppl 2):133S-181S.
12. Swanson KL,Edell ES. Tracheobronchial foreign bodies. Chest Surg Clin N Am 2001;
11:861-72.
13. Corder R.Hemoptysis.Emerg Med Clin N Am 2003;21:421-435.
14. Yoon W,Kim JK,Kim YH, et al.Bronchial and nonbronchial systemic artery embolization
for life-threatening hemoptysis: a comprehensive review. RadioGraphics 2002;22:1395-
1409.
15. Thompson AB,Teschler H,Rennard SI.Pathogenesis,evaluation and therapy for massive
hemoptysis.Clin Chest Med 1992;13(1):69-82.
16. Jean-Baptiste E.Clinical assessment and management of massive hemoptysis.Crit Care
Med 2000;28(5):1642-7.
17. Public Health Reports.Vol 3.New York:World Health Organization;1996:8-9.
18. Flower CDR,Jackson JE.The role of radiology in the investigation and management of
patients with hemoptysis.Clin Radiol 1996;51:391-400.
19. Boyars MC.Current strategies for diagnosing and managing hemoptysis.J Crit Illness
1999;14(3):148-56
20. McGuinness G,Naidich DP. CT of airways disease and bronchiectasis.Radiol Clin N Am
2002;40(1):1-19.
21. Gong HJR,Salvotierre C. Clinical efficacy of early and delayed fiberoptic bronchoscopy in
patients with hemoptysis.Am Respir Dis 1981;124(3):221-5.
22. Murray JF,Gebhart GF.Chest Pain. In: Murray JF, Nadel JA, eds. Textbook of respiratory
medicine. 4th ed. Phladelphia: Elsevier Saunders;2005:848-865.
23. Küçükusta AR.Göğüs hastalıkları.İstanbul:Nobel Tıp Kitabevi;2000:97-103.
24. Finnish Medical Society Duodecim.Differential diagnosis of chest pain.In:EBM Guidelines.
Evidence-Based Medicine.Helsinki:Duodecim Medical Publications Ltd; 2004.
Semptomlar 21
25. Out TA, Jansen HM, Lutter R. Methodological aspects in the analysis of spontaneously
produced sputum. Monaldi Arch Chest Dis 2001;56:493-499.
26. Gupta KP. Pulmonary cytopathology. In:Fishman AP,Elias JA,eds.Fishman’s pulmonary
diseases and disorders.3rd edition.New York:McGraw Hill;1998:487-504.
27. Gülbay BE, Kaya A.Balgam.Göğüs Hastalıkları Serisi 2005;2:3-7.
BÖLÜM 2
FİZİK MUAYENE
Gökhan ÇELİK
TORAKS ANATOMİSİ
Göğüs kafesini koruyucu ve genişleyebilme özelliği olan kemik yapılar ve göğüs
iç hacmini artıran kaslar oluşturmaktadır. Göğüs kafesi içindeki akciğerleri ise
gaz değişim (oksijen-karbondioksit) üniteleri (alveoller) ve bu ünitelere hava giriş
ve çıkışını sağlayan hava yollarından (trakea, bronşlar, bronşiyoller) oluşmak-
tadır. Akciğeri örten ve lobların sınırlarını belirleyen visseral plevra ile göğüs
duvarı iç yüzeyini örten pariyetal plevra arasındaki sıvı içeren kapalı plevra
boşluğu bulunur. Plevra boşluğu solunum kasları (normalde diyafragma) hare-
keti ile inspirasyon için gerekli negatif basınçların oluşmasını sağlar ve solunum
hareketleri sırasında akciğerlerle göğüs duvarı arasında sürtünmeyi engeller.
Göğüs kafesi, sternum, 12 adet torakal vertebra (T1-T12), 12 çift kosta ve
interkostal kasların oluşturduğu yukarıdan aşağıya genişleyen, koni şeklindeki
kafes ve koninin tabanında karından göğüs boşluğunu ayıran diyafragmadan
oluşmaktadır.
Göğüs kafesi içindeki yapıların yerleştiği alanları anlayabilmek, fizik bulgu-
ların kesin yerlerini ortak bir dille tanımlayabilmek için göğüs kafesi ile ilgili
kolay algılanabilen, belli özel anatomik nirengi noktalarını bilmek gerekir.
Bu anatomik oluşumlar göğüs ön ve arka duvarında yatay ve dikey çizgi ve
nirengi noktalarından oluşmaktadır.
22
Fizik Muayene 23
Suprasternal çentik
A (jugulum)
Klavikula
Üst lob İkinci interkostal aralık
T4 vertebra
Büyük fissür
Büyük fissür
Alt lob
Skapula alt ucu ve
Diyafragma
7. kosta
T12 vertebra
Şekil 1. (A) Önden görünüm: Lobları sınırlayan interlober fissürler ve kemik yapı: klavikula,
sternum, suprasternal çentik, kostalar ve interkostal aralıklar, Louis açısı, kostalar. (B) Arkadan
görünüm: Büyük (oblik) fissürler, loblar, T1, T4, T10, T12 vertebralar, skapula üst ucu = 1. ve
skapula alt ucu =7.kostalar, diafragma, serbest kostalar (11. ve 12.).
Sternum açısı
Skapula çizgisi
Sternum ortası çizgisi
Klavikula ortası
çizgisi
Spina ortası çizgisi
A B
Ön aksiller çizgi
C
Arka aksiller çizgi
Şekil 2. (A) Göğüs ön duvarı dikey referans çizgileri: Suprasternal çentik (jugulum) , manub-
rosternal açı, sternum ortası (midsternal) ve klavikula ortası (midklavikular) çizgileri. (B) Göğüs
arka duvarı dikey referans çizgileri: C7 spinöz çıkıntısı, skapula ortası çizgiler (midskapuler) ve
vertebra ortası (midvertebral) çizgi. (C) Göğüs yan duvarı dikey refarans çizgileri: Ön (anterior)
aksiller, orta (midaksiller) ve arka (posterior) aksiller çizgiler.
6. Trakea
Boyunda krikoid kartilajın alt kenarından başlar, T4,5 düzeyinde (önde Louis
açısı) sağ ve sol ana bronşa ayrıldığı yerde (karina) sonlanır. Trakeanın pos-
terior duvarı kas yapısı içeren 20 “C” şekilli kıkırdak halkalarından oluşur:
Trakeanın uzunluğu yaklaşık 10-11 cm’dir.
7. Bronşiyal Sistem
Sağ ana bronş (1.5 cm) sola (4-5 cm) göre kısa, geniş ve daha dik açı ile tra-
keadan ayrılır. Bronşlar daha küçük bronş ve bronşiyollere ayrılır. Bronşiyol-
ler alveoller ile sonlanır. Akciğerler 300-500 milyon alveol içerir. Bronşiyal
sistem toplam 23 kez dallanır.
8. Kaslar
A. Diyafragma: Ana inspiratuar kasdır, inspirasyonda aşağı doğru hareketi ile
göğüs kafesi boşluğunu artırır, karındaki solunumla hareketli solid organları
aşağı dışa iter.
B. İnterkostal kaslar: Bu kaslar yüksek volümlerde ekspiratuar, düşük volum-
lerde inspiratuar kas gibi haraket ederler. İki çeşittir.
1. Eksternal: İnspirasyon sırasında göğüs kafesinin ön-arka çapını artırır.
2. İnternal: Ekspirasyon sırasında yan çapı azaltır.
Ekspirasyon havayolu obstrüksiyonu olmadığı sürece pasiftir ve akciğerlerin
elastik rekoili (geri çekme kuvveti) ve inspiratuar kasların (diyafragma, eks-
ternal interkostal kaslar) releksasyonu ile oluşur. Hava yolu obstrüksiyonu
ve diyafragma yetersizliği gelişen ağır evre KOAH’ta inspirasyonu skalen,
sternokleidomastoid, pektoralisler ve trapezius kasları sağlar.
26 Göğüs Hastalıklarında Ayırıcı Tanı
9. Bölgeler
Skapuler bölge: Skapulalar üzeri alanlar.
İnterskapuler (skapulovertebral) bölge: Skapulalar arası alan.
İnfraskapuler bölge: Skapulalar altı alanlar.
İnfraklavikuler bölge: Önde klavikulalar altı alanlar.
Pektoral bölgeler: Pektoralis majorler üzeri alanlar.
Supraklavkuler bölge: Klavikulalar üzeri alanlar.
Prekordiyal bölge: Sternum solu 3.-5. interkostal arası alanlar.
Aksiller bölge: Aksillalar.
Toraks muayenesinde göğüs kafesinin inspeksiyonu, palpasyonu, perküsyo-
nu ve oskültasyonu sırasıyla yapılmalı ve bulgular topografik anatomik bilgiler
kullanılarak ifade edilmelidir. Aksi halde bulguların anlaşılması ve yorumlan-
masında karışıklıklara ve muayeneden tanıya ulaşmada başarısızlığa yol aça-
bilir (1).
İNSPEKSİYON
A. Genel İnspeksiyon
Solunum sistemi hastalıklarının diğer sistemlerde de fizik bulguları olabilir. Bu
fizik bulgular tanıya ulaşmayı kolaylaştırabilir, hastalığın ağırlığı ve prognozu
hakkında fikir verebilir.
İnspeksiyon hastanın gözlenerek yapılan muayenesidir ve hasta muayene
odasından içeriye girdiği andan itibaren başlar.
Sistemik muayene sırasıyla yapıldığında yüz ve boyun inspeksiyonunda ak-
ciğer hastalıkları ile ilgili değerli fizik muayene bulgularına rastlanabilir. Ör-
neğin; mukozaları mor olan (siyanotik), obez, kısa boylu, kalın boyunlu ve
uyuklayan hastada obstrüktif uyku apnesi ya da bu belirtilere öyküde sigara
ve özellikle kış aylarında bol balgam ekspektorasyonu da eşlik ediyorsa mavi
şişko (blue bloater) B tipi kronik obstrüktif akciğer hastalığı (KOAH), fenotipi
olarak tanımlanan kronik bronşit de düşünülebilir.
Bilinç değişiklikleri hipokside, uykuya eğilim ileri derecede hiperkapnide gö-
rülebilir.
Hasta postürünün (duruş şekli) değerlendirilmesi önemlidir. Diffüz obstrük-
tif amfizemde hasta öne doğru eğilmiş şekilde otururken ellerini, dizlerinin
yanlarına koyarak destek alır (tripod veya üç ayak pozisyonu) ve solunuma
yardım için boyun ve omuz kaslarını yüksekte sabitleştirir. Sırt üstü yatarken
ise yatağın kenarlarını tutar.
Ciddi hipoksemi bulgusu olarak ağız içi mukozada, dudaklarda, burun ucun-
da, kulak memelerinde siyanoz saptanabilir. Karbondioksit retansiyonunun
periferik bulgusu olarak burun kanatlarında ve malar bölgelerde genişlemiş
Fizik Muayene 27
B. Göğüs İnspeksiyonu
Göğüs inspeksiyonu için hasta elbiselerini çıkarmış ve oturur pozisyonda
olmalıdır. Eğer hasta kadın ise muayene örtüsü kullanılmalıdır. Işık yeterli
ve muayene odası ılık olmalıdır. Muayene odası ılık olmalıdır. Hekim ayakta
durarak muayene etmelidir. Eğer hasta sandalyede oturamıyorsa yatak başı
45 derece yükseltilmiş pozisyonda (Fowler pozisyonu) yatırılarak muayene
edilmelidir.
Genel bir değerlendirmeden sonra hasta oturuyorken sırtın muayenesi ya-
pılır. Hasta kollarını kavuşturarak kucağına koyar. Sırtın muayenesi tamam-
landıktan sonra hastanın sırt üstü yatması istenir ve bu pozisyonda göğüs
ön duvarının muayenesi yapılır. Muayena yapan hekim için, muayene ettiği
göğüs alanının altındaki akciğer alanlarını tahmine çalışması önemlidir.
Baş, boyun ve göğüsün inspeksiyonu ve palpasyonu sırasında göğüs grafisi-
nin hazır olması yararlıdır. Fizik ve radyolojik bulguların korelasyonu açısın-
dan bu metod tam bir göğüs muayenesi yapılmasını sağlar.
Göğüsün inspeksiyonunda; göğüs duvarı deri ve yumuşak dokuları, göğüsün
anatomik yapısı (simetri), solunuma katılımı (ekspansiyon) ve şekil bozuk-
lukları (deformite) ve solunum hızı, derinliği ve peryodik solunum şekilleri
değerlendirilir.
Göğüs duvarı üzerindeki renk değişikliği, yara ve ameliyat izleri, ödem varlığı
kaydedilir.
Karaciğer sirozunda göğüs ön duvarında vasküler genişlemeler (spider nevi)
olabilir. Bu bulgunun varlığında genellikle viseral organlarda şantlar mevcuttur.
Seboreik dermatit ve mantar hastalıkları da bu bölgeyi tutabilir. İnterkostal
sinir trasesine uyan ağrı ve veziküller herpes zosterin (zona) bulgusudur.
Torasentez sonrasında iğne giriş yerinden dışarı taşan karnabahar görünü-
mündeki lezyon malign mezotelyomalı hastalarda görülen tümörün göğüs
duvarına iğne giriş yeri vasıtasıyla yayılımını gösteren bir fizik bulgudur. Bu
durumun tedavisi için lokalize radyoterapi verilir.
Karın içi organ adenokanserlerinde, “Acanthosis nigricans” olarak adlandır-
lan koltuk altı deri katlantılarında simetrik, hiperpigmante hiperkeratotik epi-
dermal değişiklikler izlenebilir.
Erkeklerde östrojen ya da östrojen benzeri maddelerin salınmasına bağ-
lı meme dokusu kitlesinde artışı “jinekomasti” gelişebilir. Başlıca nedenleri
östrojen salgılayan tümörler, karaciğer sirozu, ilaçlar (dijital, spironolakton,
fenotiyazinler, egzojen östrojen) olabilir.
Ampiyemin (genellikle pnömoni komplikasyonu olarak plevral boşluğun
enfeksiyonu ve pü ile dolması) geç (organizasyon) evresinde enfeksiyonun
göğüs duvarına penetrasyonu ve fistülizasyonu sonucunda göğüs duvarında
kronik pürülan akıntı ile bulgu veren empyema necessitatis stoması ya da
poşu görülebilir.
Fizik Muayene 29
A B
Şekil 3. A: Normalde ön-arka, yan çap oranı 1/3 veya 1/2’dir. B: Fıçı göğüste ön arka çap
yan çap; Ön-arka çap (APD) / yan çap (LD) = 0.70-0.75 > 0.9 ise anormal olarak kabul edilir
(örn.amfizem).
Solunumun Değerlendirilmesi
Solunum hız ve derinlik değişiklikleri
İstirahatte solunum hızı ve ritmi düzenlidir. Solunum çabası inspirasyonda mi-
nimal ve ekspirasyonda yoktur, yani ekspirasyon pasiftir. Erkekler tipik olarak
diafragma ile solurlar ve inspirasyon esnasında mide hafif dışarı doğru çıkar.
Kadınlarda ise interkostal kaslar ve diafragma birlikte kullanıldığından göğüs
duvarını erkeklere göre çok daha fazla hareket ettirirler.
Normalde erişkinler dakikada 16 (10-20/dak) solunum yaparlar (eupnea-
öpne). Normalde nabız sayısının solunum sayısına oranı 4/1’dir. Vücut sıcak-
lığında 1oC’lik artış dakika nabız sayısında yaklaşık 15, solunum sayısında 4
artışa neden olur.
32 Göğüs Hastalıklarında Ayırıcı Tanı
PALPASYON
Palpasyon, göğüs duvarı altındaki akciğer yapılarının ve fonksiyonlarının gö-
ğüs duvarına elle dokunarak ya da palpe ederek değerlendirme sanatıdır.
Resim 1. Trakea palpasyonu: Trakea ile her iki sternokleidomastoid kasın (SKM) iç tendonu
arasındaki mesafeler suprasternal çentik üzerinde sağ elin işaret parmağının girdiği yerde iki
taraflı olarak karşılaştırılır.
katı bir ortamdan geçmesinden kaynaklanır. Normal akciğer katı (%5) ve hava
(%95) dolu yapıların karışımından oluşan sünger benzeri bir özelliğe sahiptir. Bu
yapı normalde sesleri filtre ederek göğüs duvarına iletir. Akciğer yoğunluğunun
artmasına neden olan herhangi bir durum; örneğin, pnömonide konsolidas-
yon alanları akciğer dokusunun süngerimsi filtrasyon özelliğini kaldırır ve daha
yukarı hava yollarındaki titreşimleri katı artışına bağlı iletkenliğin artmasıyla
direkt ve amplifiye ederek göğüs duvarına geçirir, yani titreşimlerin yoğunluk
şiddetini artırır. Eğer bronş tıkalıysa titreşimler hava yolu vasıtasıyla distale,
iletilemeyeceğinden titreşimler azalacak ya da kaybolacaktır. Bir istisna olarak,
trakeaya komşu alanlarda bronş açık olmasa da yoğunluğu artan doku “ solid
ya da konsolidasyon” komşu trakeanın titreşimlerini direkt olarak (transmitted
voice) göğüs duvarına iletir.
Taktil fremitus sıklıkla obez ve aşırı kaslı kişilerde (titreşim geçişinin azalması)
azalmış bulunur.
Plevra boşluğunun hava (pnömotoraks) ya da sıvı ile dolması durumunda tak-
til fremitus akciğer ile göğüs duvarı arasına giren iletkenliği çok az olan ortam
nedeni ile azalır ya da kaybolur.
Amfizemli hastalarda akciğer dokusu yoğunluğunda önemli azalma ile birlikte
hiperinflasyon (hava ile fazla şişme) mevcuttur. Bu hastalarda akciğer dokusun-
dan titreşimlerin geçişinin azalması sonucunda simetrik olarak her iki yarı gö-
ğüste fremitus azalmış olarak saptanır. Her iki göğüs yarısında simetrik olarak
taktil fremitusun azalması (mukayese edilecek referans olmadığından), lober
konsolidasyondaki tek taraflı fremitus artışına göre saptanması daha zordur.
Göğüs duvarı titreşim ya da vibrasyon torasik ya da taktil fremitus değişiklik-
leri nedenleri Tablo 2’de özetlenmiştir.
Hava yollarında kaba sekresyonların varlığında “ronkial fremitus” olarak bili-
nen titreşimler palpe edilebilir. Sıklıkla inspirasyon ve ekspirasyon fazlarında
hissedilir. Etkili öksürükle sekresyonlar atılabilirse ronkial fremitus kaybolabi-
lir. Bu titreşimler sıklıkla stetoskopla duyulabilen kaba, düşük frekanslı seslerle
de birliktedir.
Fizik Muayene 37
PERKÜSYON
Göğüs kafesi içindeki organları değerlendirmek için göğüs duvarına vurulma-
sıyla oluşan titreşimlerin göğüs içi dokulardan yansımasını (ekosunu) değer-
lendirmektir. Perküsyon ile oluşan titreşimler normalde göğüs duvarının 5-7
cm altına kadar geçer. Bu derinlik dışında kalan yapılar, bozukluklar ve küçük
lezyonlar perküsyonla değerlendirilemez.
Göğüs içinde hava ve sıvı dansiteleri içeren yapılar vardır ve hastalıkların
varlığında normal doku dansitelerinin değişmesine bağlı titreşimlerin geçişi
ve kalitesi değişir.
Teknik
1. İndirekt perküsyon
Göğüs duvarı perküsyonunda en sık kullanılan teknik indirekt perküsyondur.
Sol elin hiperekstansiyondaki orta parmağı muayene edilecek alandaki kot
aralıklarına yerleştirilir. Elin diğer parmakları ve palmar yüzeyi göğüs duvarı-
na temas etmeyecek pozisyonda tutulur. Sağ elin kısmen fleksiyondaki orta
parmağı ile göğüs duvarına temas eden sol el orta parmak, orta falanksının
distal interfalangeal ekleme yakın bölümüne bilekten, çekiç hareketi ile vuru-
lar yapılır. Kesinlikle dirsek ya da omuz hareket ettirilmez (eşit şiddette vuru
elde etmek için) (Resim 6). Vurular keskin, hızlı ve hafif olmalı, vuran parmak
anında, hızlı geri çekilmelidir. Her bir muayene alanına ya da interkostal ara-
lığa 2-3 kez vurulur ve duyulan sesler simetrik, karşı göğüs alanındaki aynı
alandaki perküsyon sesleri ile karşılaştırılır.
38 Göğüs Hastalıklarında Ayırıcı Tanı
2. Direkt perküsyon
El parmaklarının pulpası ile göğüs duvarına dik açıyla vurularak yapılır. Özel-
likle üst lob patolojilerini değerlendirmek için klaviküla ortasına sağ elin orta
ya da işaret parmağı ile vurularak yapılır.
Akciğer sahalarının perküsyonu önde klavikula arkada skapula üzeri alanlar-
dan başlanır ve simetrik muayene ile skapula alanlarından aşağı diyafragma
alanlarına inilirerek bitirilir. Her iki göğüs perküsyonu sistematik ve karşılaştır-
malı olarak yapılmalıdır (Şekil 6) . Muayene hasta nefesini alıp tuttuğu sırada
Şekil 6. Göğüs ön ve arka kısımlarının perküsyon yapılması gereken interkostal alanları. İndi-
rekt perküsyona önde klavikula arkada skapula üzeri alanlardan başlanır. Her iki göğüs yarısında
interkostal aralıklar, simetrik olarak yukarıdan aşağı doğru, diyafragma sınırına kadar (derin ins-
piryumda T10-12, derin ekspiryumda T8-T10) karşılaştırmalı olarak perküte edilir.
Normalde karın bölgesinde duyulur. Sonor sese göre düşük frekanslı, daha
yüksek amplitütlü ve daha uzun sürelidir. Teşhis koymada tek başına değeri
çok azdır. Perküsyon bulguları, öykü ve diğer fizik muayene bulguları ile bir-
leştirilirse anlamlı olabilir.
3. Matite (dullness)
Havadan daha fazla sıvı ya da doku içeren akciğer alanları üzerinde duyulan
kısa süreli, düşük amplitütlü, orta derecede yüksek frekanslı sestir. Normalde
göğüs duvarında kalp (sternum solu 3.-5. interkostal mesafe) ve karaciğer
(sağda 6.interkostal-arkus kosta arası) alanlarında saptanır.
Patolojik olarak pnömonik konsolidasyon, akciğer ödemi, akciğer tümörü,
fibrozis, alveoler kollaps (atelektazi) gibi akciğer doku yoğunluğunun arttığı
durumlar rezonans kaybına neden olur ve etkilenen alanın üzerinin perküsyo-
nunda matite (dull percussion) saptanır. Amfizemde matite alanı daha alt se-
viyeye, atelektazi ya da fibrozisde üst seviyeye kayar. Plevral aralığı dolduran
kan ya da sıvı varlığında, plevra kalınlığında perküsyon ile matite saptanır.
Üst lob fibrozisinde (tüberküloz) , tümörlerinde, atelektazilerinde klaviküla
perküsyonunda matite saptanır.
4. Submatite (flatness)
Normalde önde sağda 4. interkostal mesafede başlar, 6 interkostal mesafede
(karaciğer nedeni ile) biten sesdir. Matiteye göre frekansı daha düşük, süresi
ve amplitütlü daha fazladır. Normalde uyluk perküsyonunda işitilir.
Patolojik olarak fazla plevral sıvıda, atelektazi ve pnömonektomide saptanır.
OSKÜLTASYON
Oskültasyon vücuttaki seslerin dinlenmesi yöntemidir. Solunum ve konuşma
sırasında göğüs duvarına geçen sesler direkt (kulağı göğüs duvarına temas
ettirerek) ya da indirekt (dinleme cihazı = stetoskop) dinlenerek, akciğer ses-
lerinin normal olup olmadığı anlaşılabilir (Resim 8) .
Göğüs oskültasyonuna başlamadan önce hangi lobun en iyi hangi bölgede dinle-
nebileceği hatırlanmalıdır. Alt loblar, sırtta T2 vertabra altı sırt alanlarından (sırtın
3 / 4 alt kısmı) dinlenir. Sağ orta lob sağ aksilla ve önde 4.-6. kostal aralıklardan
dinlenir. Lingula sol aksilladan dinlenir. Üst loblar göğüs ön duvarından ve sırtın
T2 üzeri (1 / 4 üst) kısımlarından dinlenir. Bu bilgiler ışığında muayenede pato-
lojik olayın yerleştiği anatomik alanı anlamada oldukça yararlıdır.
Özellikle pnömoni gibi anatomik sınırlarla çevrili patolojilerde önemlidir. Dif-
füz tutulum yapan akciğer ödemi, bronkospazm gibi birçok hastalıkta ise os-
kültasyon bulguları tüm göğüs alanlarında duyulabilir.
Seslerin net duyulabilmesi için oskültasyonda stetoskop kullanılır. Stetoskop;
çan, diyafram, iletici boru ve kulaklıklar olmak üzere 4 temel kısımdan oluşur.
İnspiriyum/
Solunum sesi Frekans Şiddet Lokalizasyon Şekil ekspiriyum
oranı
Trakeal çok yüksek çok yüksek toraks dışı trakea 1/1
boru sesi
haşin/kaba
Bronşiyal Yükek boru yüksek manubrium 1-2 / 3
sesi sterni
Bronkoveziküler Orta orta skapulalar arası,
Hafif rüzgar önde 1. ve
/ boru sesi 2. interkostal 1/1
mesafeler
Havayolu açık (sesi distale ileten araç) kalmak kaydı ile akciğer havalanma-
sının kaybolduğu durumlarda akciğer parankiminin sesi filtre edici özelliği
kaybolur (veziküler sese dönüşüm olmayacak) ve hatta parankimde katı artışı
nedeniyle büyük havayolundaki sesin göğüs duvarına direkt ve amplifiye edi-
lerek iletilmesiyle veziküler seslerin işitildiği alanlarda patolojik anlama gelen
bronşiyal ve bronkoveziküler sesler işitilir.
Bu patolojilerin ortak özelliği havalanma kaybı, katılığın artması ve /veya
hava yolu açıklığıdır.
Alt lob obstrüktif (tam tıkanma) atelektazilerinde (örneğin, tümöre bağlı) sesleri
distale ileten araç olan hava yolu kesintiye uğradığından distal akciğer alanları-
na bronşiyal ya da bronkoveziküler sesler iletilemez. Üst lob obstrüktif atelek-
tazileri ise bu kurala istisna oluşturur. Çünkü üst lob bronşu tıkandığında tama-
men havalanmasını kaybeden ya da kollabe olan katı akciğer parankimi komşu
oduğu trakea kısmına yapışır ve trakeanın sesini amplifiye ederek komşu göğüs
duvarına (transmitted voice) taşır.
Patolojik bronşiyal ve bronkoveziküler sesler katı oranı artmış parankimin
amplifikasyon özelliği nedeniyle normal seslere göre daha abartılı işitilir.
Bronkopnömonide heterojen konsolidasyon (kısmen katılığın artması) parankimin
filtrasyon özelliğinin kısmen azaltarak, bronkoveziküler seslerin veziküler seslere
dönüşümü engeller ve heterojen katı ortam etkisiyle de seslerin distale iletilmesini
kısmen artırır. Bu değişikliklerin sonucunda büyük hava yollarındaki sesler göğüs
duvarına iletilir (by-pass edilerek) ve normalde veziküler seslerin işitilmesi bekle-
nen bu alanlarda bronkopnömoniye bağlı bronkoveziküler sesler işitilir.
Lober pnömonide ise homojen konsolidasyon (yoğun doku dansitesindeki
enflamasyon), parankimin filtrasyon özelliğini ortadan kaldırarak veziküler
seslere dönüşümü engeller, katı ortam nedeniyle sesleri amplifiye eder ve to-
raks içi trakeadaki bronşiyal sesi daha da şiddetli şekilde göğüs duvarına iletir.
Bu nedenlerle lober pnömoni alanı üzerinde işitilen bronşiyal ses manubrium
sternide duyulan normal bronşiyal sese göre daha şiddetlidir.
Veziküler solunum seslerinin şiddeti ile solunum fonksiyon test sonuçları kore-
ledir. Solunum sesleri şiddetinde diffüz azalma, düşük ekspiratuvar akım hızları-
na neden olan obstrüktif akciğer hastalığının, KOAH’ın kuvvetli bir kanıtıdır.
Amfizemde hiperinflasyon ya da havalanma artışı akciğer parankiminin iletici
özelliğini azaltarak normal solunum seslerinin çok az işitilmesine (silent lung =
sessiz akciğer) neden olur. Solunum sesleri şiddeti normalse kronik obstrüktif
akciğer hastalığı olma ihtimali çok azdır.
Fizik Muayene 47
Ek Sesler
Normal solunum sesleri dışında işitilen seslere ek sesleri denir. Ek sesler ke-
sintisiz ve kesintili sesler olarak sınıflandırılır.
Kesintisiz akciğer sesleri 25-30 milisaniyeden daha uzun süren müzikal sesler
olarak tanımlanır.
Kesintili akciğer sesleri ise aralıklı, kısa süreli, çıtırtı vasfında, müzikal olma-
yan seslerdir ve süreleri 20 milisaniyeden daha kısadır.
Ek sesler 4 gruptur:
1. Sibilan ronküsler = Wheezes
2. Sonor ronküsler = Ronchi = Sonorous wheezes
3. Raller = Rales = Crackles = Krepitasyon
4. Plevral sürtünme sesi = Frotman = Pleural friction rub
Kesintili akciğer seslerine raller, yüksek frekanslı kesintisiz akciğer seslerine sibi-
lan ronküsler, düşük frekanslı kesintisiz akciğer seslerine sonor ronküsler denir.
Klinisyenler arasında ortak bir akciğer sesleri terminolojisi kullanımı yoktur. Ek
seslerin terminolojisinde kullanılan çeşitli alternatif terimler tabloda verilmiştir
(Tablo 6).
Ek seslerin yerleri ve özellikleri; yüksek ya da düşük frekanslı, gürültülü ya da
belirsiz, seyrek ya da bol, inspiratuvar ve/ veya ekspiratuvar şeklinde belirtilme-
lidir. Solunum siklusundaki zamanı kaydedilmelidir (örn; geç inspiratuvar).
1. Sibilan ronküsler
Daralmış hava yolundan yüksek hızda geçen hava akımının titreşimi ile olu-
şur. Süresi rallerden çok uzundur. Hava yolunun çapı bronkospazm, mukozal
ödem ya da yabancı cisim tarafından daraltılmış olabilir. Sibilan ronküslerin
frekansı havayolu uzunluğu ile ilişkisi yokken, havayolu çapı ile ters orantı-
lıdır. Müzikal, tiz, ıslık sesi gibi ve genellikle ekspiratuardır. Şiddetli spazmda
inspiratuar da olabilir
2. Sonor ronküsler
Aşırı hava yolu sekresyonlarına bağlı oluşur. Düşük frekanslı kesintisiz seslerdir.
Hava akımının önünde flep şeklinde titreşim oluşturan katı balgam ronküsü
oluşturabilir. Sonor ronküsler öksürükle balgamın atılması ile kaybolabilir. Kaba
horultu ya da gürültü şeklinde işitilebilir. İnspirasyon ve ekspirasyonda duyulur.
Lokalize ronküs: Göğüs duvarının bir bölgesinde duyulan ronküstür. Havayo-
lunun herhangi bir bölümünde tümör, yabancı cisim, striktür gibi darlık yara-
48 Göğüs Hastalıklarında Ayırıcı Tanı
3. Raller
a. Kaba raller: İki farklı oluşum teorisi vardır.
1. İnspirasyon başı ralleri ya da kaba raller havanın geçişi sırasında hava yol-
larındaki aşırı sıvı ya da sekresyonun (viskozite, akışkanlık gibi reolojik özel-
likleri solunumla harekete uygunsa) hareketi ile oluşabilir. Genellikle büyük
hava yolu hastalıklarında işitilir. Zamanlama olarak inspiriyum hava akımının
Fizik Muayene 49
Tablo 7. Ek sesler
Sonor ronküsler sekresyonlar ile da- düşük frekanslı, ök- yabancı cisim
ralmış büyük havayol- sürmekle sekresyon- tümör
larından hızla geçen ların atılmasına bağlı katı sekresyonlar
hava akımına bağlı olarak kaybolur
Raller
• İnspiratuvar ve hava akımı ile haraket kaba ve sıklıkla bronşit
ekspiratuvar-kaba eden aşırı havayolu öksürükle kaybolur solunum enfeksiyonları
sekresyonları
• Erken ani açılan merkezi seyrek, ağızdan bronşit
inspiratuvar-kaba bronşlar duyulur, öksürükten amfizem
etkilenmez astım
bronşektazi
• Geç ani açılan periferik yaygın, ince, de- atelektazi
inspiratıvar-ince havayolları pendan bölgelerde pnömoni
oluşur akciğer ödemi
fibrozis
tünmenin şiddeti derin solunumla artabilir. Genellikle plöretik ağrı ile beraber,
ağrılı bölgenin enflamasyonuna neden olan hastalıklarda işitilir. Göğüs duvarı
travmaları, fibrinöz plöreziler, plevraya yayılan enfeksiyonlar, pulmoner trombo-
emboli, kosta kırıklarının pariyetal plevrayı etkilemesi, sürtünme sesinin doğuşu-
na neden olurlar. Üremi ve dehidratasyonda da plevra sürtünme sesi duyulabilir.
Konuşma sesleri
Göğüs muayenesinde patolojik bulgusu olan hastaya mutlaka vokal rezonans
(konuşma sesi) muayenesi yapılmalıdır. Konuşma sesleri (vokal rezonans =
vokal titreşim) muayenesi taktil fremitusun (vibrasyon torasik) oluşum meka-
nizmasına ve muayenesine benzerdir. Hasta konuşurken oskültasyon yapılır.
Parankim özelliğini değiştiren, havalanmasını azaltan durumlarda vokal tit-
reşimler değişerek ve daha net anlaşılır olarak göğüs duvarına iletilir. Oskül-
tasyonda saptanan konuşma sesi değişiklikleri bronkofoni, egofoni ve fısıltı
pektoriloki’dir.
1. Bronkofoni (bronchophony): Vokal titreşimlerin ya da konuşma sesleri-
Fizik Muayene 51
SEKONDER BELİRTİLER
160 derece
NORMAL PARMAK
ÇOMAK PARMAK
Resim 9. Çomak parmak
DPD > IPD
Şekil 8. Çomak parmak a: normal tırnak açısı
< 160o, b: tırnak yatağının şişmesine bağlı dar
C IPD açı > 180o, c: distal falangeal genişilik (DPD)
DPD
> interfalangeal genişlik (IPD)’ten büyük ve ge-
nişlemiş açı.
Siyanoz
Siyanoz hipokseminin önemli bir belirtisidi. Genellikle arteriyel kanın 100
ml’sinde redükte (oksijensiz) hemoglobinin (Hb) 5 gramın üzerine çıkmasına
ya da arteriyel oksijen satürasyonunun %80’in altına düşmesine bağlı olarak
Fizik Muayene 53
Kronik bronşit dispne, siyanoz, ta- sıklıkla normal sıklıkla normal erken inspiratuvar
kipne, kısa, obez kişi raller, ronküsler
Astım sıklıkla normal, atak sıklıkla normal, vib- sıklıkla normal ekspiriyum uzunlu-
sırasında atak şiddeti rasyon torasik azlığı, hipersonorite, ğu, ronküsler, şiddet-
ile ilişkili; takipne, ekspansiyon azlığı düşük diyafragma li atakta solunum
siyanoz, yardımcı seslerinde azalma
solunum kasları
kullanımı, reverzibl,
fıçı göğüs
Fizik Muayene 57
Lokal bronş tek taraflı ekspansi- vibrasyon torasik matite solunum seslerinin
tıkanıklığı yon azlığı, yokluğu yokluğu
Akciğer fibrozisi hızlı yüzeyel solu- sıklıkla normal, sonoritede hafif geç, ince, öksürük
num, başlangıçta vibrasyon torasik azalma ve pozisyonla değiş-
egzersiz dispnesi, artışı meyen inspiratuvar
çomak parmak, raller, bronkovezikü-
ler sesler olabilir
KAYNAKLAR
1. Çelik G. Solunum sistemi muayenesi-1. Göğüs Hastalıkları Serisi. Ankara: Bilimsel Tıp
Yayınevi; 2004;1 (1) :12-20.
2. Çelik G. Solunum sistemi muayenesi-2. Göğüs Hastalıkları Serisi. Ankara: Bilimsel Tıp
Yayınevi; 2004;1 (2) :64-8.
3. Çelik G. Solunum sistemi muayenesi-3. Göğüs Hastalıkları Serisi. Ankara: Bilimsel Tıp
Yayınevi; 2004;1 (3) :104-7.
4. Çelik G. Solunum sistemi muayenesi-4. Göğüs Hastalıkları Serisi. Ankara: Bilimsel Tıp
Yayınevi; 2004;1 (4) :149-57.
5. Çelik G, Numanoğlu N. Solunum sistemi. İç: Candan İ,ed. Muayeneden Tanıya. Ankara:
Antıp A.Ş. 1998:147-78.
6. Hansel TT, Barnes PJ. An atlas of chronic obstructive pulmonary disease COPD: the en-
cyclopedia of visual medicine series. London:Parthenon Publishing;2004: 69-115.
7. Farzan S. A concise handbook of respiratory diseases. 3rd ed. Norwalk, CT: Appleton &
Lange, 1992.
8. Netter FH. Diseases and pathology of the respiratory system. In:Divertie MB, Brass
A,eds. The Ciba collection of medical illustrations.Vol.7. Summit, New Jersey:CIBA-Ge-
igy;1980:107-263.
9. Tetikkurt C. KOAH’ta klinik. İç:Umut S, Yıldırım N,ed. Kronik obstrüktif akciğer hastalığı.
İstanbul:Turgut Yayıncılık;2005:71-3.
10. Tetikkurt C. Semptomlar ve fizik muayene.İç: Gemicioğlu B,ed. Tanımdan tedaviye astım.
İstanbul:Turgut Yayıncılık;2004:266-70.
11. Kumbasar ÖÖ. Venöz tromboembolizmde klinik.İç:Şahin A, Kaya A,ed. Venöz tromboem-
bolizm:tanı ve tedavi. Ankara: Bilimsel Tıp Yayınevi; 2005:63-8.
BÖLÜM 3
RADYOLOJİK BULGULAR
58
Soliter Pulmoner Nodül 59
Kalsifikasyon
SPN’de izlenebilen kalsifikasyon paternleri konsantrik (laminer), santral (Re-
sim 1), patlamış mısır şeklinde ve punktat (noktasal) olarak gruplandırılabilir.
İlk üç tip kalsifikasyon benign lezyonlarda gözlenir. Punktat kalsifikasyon ise
malignitelerde görülebilmektedir.
Konsantrik (laminer) kalsifikasyon, tüberküloz ya da fungal granülomlarda
görülür. Patlamış mısır şeklinde kalsifikasyon bazen halkasal kalsifikasyonla
birlikte görülür ve nodülde kartilaj varlığında izlenir. Bu özellik hamartom
ve kartilaj tümörlerine özgüdür. Ancak hamartomlarda kalsifikasyon görülme
oranı da %5 ila %50 arasında bildirilmiştir (9,10).
Punktat (noktasal) kalsifikasyon çeşitli benign ve malign lezyonlarda izlene-
bilir; granülom, hamartom, amiloidoz, karsinoid ve metastazlar (özellikle
osteosarkom). Punktat kalsifikasyon bronş karsinomlarında aslında nadirdir,
sıklıkla tümör kalsifikasyon gösteren mevcut bir granülomatöz parankim ala-
60 Göğüs Hastalıklarında Ayırıcı Tanı
İkileme zamanı bir aydan azsa infeksiyon, infarkt ya da hızlı büyüyen me-
tastazı düşündürür. Onsekiz aydan uzun ikileme zamanı varsa, ön planda
granülom, hamartom, bronşiyal karsinoid ve yuvarlak atelektazi düşünülür.
Pratik yaklaşımda eğer bir nodül iki yıl içinde boyut artışı göstermiyor ya da
küçülüyorsa lezyonun benign olduğu söylenebilir ve izlem uygun bir yaklaşım-
dır. İzlem sırasında boyut artışı olursa tekrar değerlendirilir. Akılda tutulması
gereken bir nokta da, 1 cm’ye yakın boyuttaki tümörler direkt akciğer grafi-
sinde sıklıkla izlenemez, bu yüzden önceki filmin normal görünmesi ile küçük
nodüllerin büyüme hızı hakkında yorum yapılmamalıdır (7).
Boyut ve Kontur
Akciğer kanserine bağlı SPN herhangi bir boyutta olabilir, ancak 9 mm’den
küçük lezyonlar nadiren akciğer grafisinde saptanabilir. Akciğer grafisinde
izlenebilen iyi sınırlı küçük bir lezyon muhtemelen kalsifiyedir ve benign olma
olasılığı da yüksektir. 1 cm’den küçük SPN’ler BT ile kolaylıkla tespit edilir.
Nodül boyutu küçükdükçe benign olma olasılığı artar. Benign nodüllerin %80’i
2 cm’den küçüktür (4,5). Fakat nodül boyutu akciğer kanserini dışlayamaz,
çünkü malign nodüllerin %15’i 1 cm’den, %42’si 2 cm’den küçüktür (2,9).
Lezyon boyutu 1-4 cm arasında ise SPN ayırıcı tanısına giren patolojilerden
herhangi birini dışlamak mümkün değildir. Dört cm’den büyük lezyonların bü-
yük bir kısmı bronş karsinomudur. Bazen de bu büyük nodüller akciğer apsesi,
Wegener granülomatozu, lenfoma, yuvarlak pnömoni, yuvarlak atelektazi ya
da hidatik kist olabilir. Bunların ilk üçü birbirine benzer ve ayrım yapılması güç
olabilir, diğer üçü ise radyolojik olarak ayırt ettirici özellikler taşıyabilirler (7).
SPN’nin şekline bakarak natürünü öngörme konusu tartışmalıdır. Ancak,
özellikle BT ve YÇBT’de belirli lezyon şekillerin saptanması tanıda yardımcı
olmaktadır. Düzensiz kontur varlığında bronş karsinomu olasılığı yüksektir
(Resim 3). Komşu parankime ışınsal uzanımlar (korona radiata) varsa bronş
kanseri için oldukça tanısaldır (4,11). Ancak her zaman istisnalar mevcut-
62 Göğüs Hastalıklarında Ayırıcı Tanı
Resim 3. İki ayrı olguda spiküler, düzensiz konturlu malign karakterde nodüller izleniyor. Sağda
yer alan lezyonda kavitasyon başlangıcı görülmektedir.
BT Halo İşareti
BT’de izlenen bir nodülü çevreleyen buzlu cam dansitesi varlığına “BT halo
işareti” adı verilir. Muhtemelen nodülden parankim içine kanama ile oluş-
maktadır. Biyopsiye bağlı travma dışında en sık neden enfeksiyon olup özel-
likle aspergillozda görülür (Resim 5); ayrıca, kandidiyazis, koksidioidomikoz,
sitomegalovirüs, tüberküloz ve herpes simpleks virüsü infeksiyonarında da iz-
lenir. Enfeksiyon dışı nedenler arasında Wegener granülomatozu, metastatik
anjiosarkom ve Kaposi sarkomu sayılabilir (22,23). Kaviter tümörler ve hızlı
büyüten metastazlar çevresinde de halo işareti izlenebilir.
Bulgu ya da özellik LR
Spiküler kontur 5.54
3 cm’den büyük lezyon 5.23
70 yaş üzeri hasta 4.16
Malign büyüme hızı 3.40
Sigara içen/içmiş olgu 2.27
Üst lob lokalizasyonu 1.22
1 cm’den küçük boyut 0.52
Düzgün kontur 0.30
30-39 yaş 0.24
Hiç sigara içmemiş olgu 0.19
20-29 yaş 0.05
Benign tipte kalsifikasyon 0.01
Benign büyüme hızı 0.01
Bayesian Analizi
Bayesian analizi kuşkulu nodülü değerlendirmede malignite olasılığını (pCa)
gösteren bir parametre olarak kullanılabilir. Bayesian analizi çeşitli radyolo-
jik ve klinik özellikleri temel alarak risk oranı - (likelihood ratio-LR;olabilirlik
oranı) kullanır (4,28,29).
Belirli özellikte malign nodül sayısı
LR =
Belirli özellikte benign nodül sayısı
LR = 1.0 ise lezyonun benign ve malign olma ihtimali %50’dir. LR >1.0 ise
sıklıkla maligniteyi gösterir. Tablo 2’de çeşitli radyolojik – klinik özelliklerin
LR’si belirtilmiştir. Malignite riski için olasılık hesabı yapılır.
Olasılık(Tm) = LR prev . LR boyut . LR sö . LR kontur . LR kals
LR prev: yerel malignite prevalansını, LR sö: sigara öyküsünü, LR kals: kal-
sifikasyon risk oranını temsil eder.
Olasılık(Tm)
Malignite olasılığı (pCa) =
1 + Olasılık(Tm)
Bayesian analizi ile malignite olasılığı konvansiyonel yöntemle radyolojik ola-
rak öngörülebilenden daha başarılı belirlenebilmektedir.
“Decision” Analizi
“Decision” analiz modeli, SPN’ye yaklaşımda en uygun yöntemi belirlemede
malignite olasılığını (pCa) temel alır. Buna göre pCa 0.05 (%5)’den küçükse
takip, pCa 0.60 (%60) ve daha yüksekse cerrahi rezeksiyon, pCa 0.05 ila
0.60 arasında ise biyopsi yapılması uygun yaklaşımdır (3,28).
Soliter Pulmoner Nodül 67
Radyonüklid Görüntüleme
D-glikoz analoğu olan fluoro-deoksi-glikoz (FDG), SPN değerlendirmesin-
de en sık ve etkin kullanılan radyonüklid ajandır. Benign nodül tanısında
FDG-PET (pozitron emisyon tomografisi) sensitivite ve spesifisitesi sırasıyla
%96 ve %88’dir (30). Tek başına FDG-PET kullanımı ile nodülün malignite
olasılığının belirlenmesi Bayesian analizine göre daha başarılı bulunmuştur
(28,30). Düşük FDG tutulumu gösteren lezyon benign kabul edilebilir, ancak
yanlış negatif sonuca yol açan bazı lezyonlar da akılda tutulmalıdır. Karsinoid
tümörler ve bronkoalveolar karsinomlarda düşük tutulum izlenebilir. Ayrıca
1 cm’den küçük lezyonlarda PET yanlış-negatif sonuç verebilir. Aktif tüberkü-
loz, histoplazmoz ve romatoid nodüller gibi çeşitli enfeksiyöz ve inflamatuar
hastalıklarda yanlış-pozitif sonuçlar elde edilebilir (28). Diğer bir yanlış negatif
FDG-PET çalışması nedeni de hiperglisemiye bağlı inhibisyondur. Bu yüzden
kan glikoz düzeyi kontrol edilmeli ve diyabet kontrol altında olmalıdır (7).
İğne Biyopsisi
SPN’lerin yaklaşık %50, sinde biyopsiye ihtiyaç duyulur. Özellikle malignite
olasılığı (pCa) %5 -%60 arasında ise en iyi yaklaşım biyopsidir. Yöntem
periferik yerleşimli nodüllerde daha başarılıdır. On ila on beş mm’den kü-
çük nodüllerde bile malignite tanı sensitivitesi %95-100’dür. En sık görülen
komplikasyonlar olan pnömotoraks ve hemoraji olguların %5-30’unda görü-
lür. Hemoraji genellikle kendini sınırlar, pnömotoraksların da ancak %15’ine
göğüs tüpü ile müdahale gerekir (28,31).
KAYNAKLAR
1. Khouri NF, Meziane MA, Zerhouni EA, et al. The solitary pulmonary nodule. Assessment,
diagnosis, and management. Chest 1987; 91:128-33.
2. Viggiano RW, Swensen SJ, Rosenow EC. Evaluation and management of solitary and
multiple pulmonary nodules. Clin Chest Med 1992;13:83-95.
3. Lillington GA, Caskey CI. Evaluation and management of solitary and multiple pulmonary
nodules. Clin Chest Med 1993;14:111-9.
4. Gurney JW, Lyddon DM, McKay JA. Determining the likelihood of malignancy in solitary
pulmonary nodules with Bayesian analysis. Radiology 1993; 186:405-13.
5. Higgins GA, Shields TW, Keehn RJ. The solitary pulmonary nodule. Arch Surg 1975;
110:570-5.
6. Gomstock GW, Vaughan RH, Montgomery G. Outcome of solitary pulmonary nodules
discovered in an x-ray screening program. N Engl J Med 1956; 254:1018-22.
7. Armstrong P, Wilson AG, Dee P, Hansell DM. Imaging of diseases of the chest. 3rd Ed.
Mosby: London; 2000;99-110.
8. Erasmus JJ, Connolly JE, McAdams HP, et al. Solitary pulmonary nodules: Part I. Morp-
hologic evaluation for differentiation of benign and malignant lesions. Radiographics
2000;20:43-58.
9. Siegelman SS, Khouri NF, Scott WW, et al. Pulmonary hamartoma: CT findings. Radio-
logy 1986; 160:313-7.
10. Bennet LL, Lesar MSL, Tellis CJ. Multiple calcified chondrohamartomas of the lung: CT
appearence. J Comput Assist Tomogr 1985; 9:180-2.
11. Zerhouni EA, Stitik FP, Siegelman SS, et al. CT of the pulmonary nodule: a cooperative
study. Radiology 1986; 160:319-27.
12. Mahoney MC, Shipley RT, Corcoran HL, et al. CT demonstration of calcification in carci-
noma of the lung. AJR 1990; 154:255-8.
13. Proto AV, Thomas SR. Pulmonary nodules studied by computed tomography. Radiology
1985; 156:149-53.
14. Chahinian P. Relationship between tumor doubling time in anatomoclinical features in 50
measurable pulmonary cancers. Chest 1992; 61:340-5.
15. Usada K, Saito Y, Sagawa M, et al. Tumor doubling time and prognostic assessment of
patients with primary lung cancer. Cancer 1994; 74:2239-44.
16. Siegelman SS, Zerhouni EA, Leo FP, et al. CT of the solitary pulmonary nodule. AJR
1980; 135:1-13.
17. Zwirewich CV, Vedal S, Miller RR, et al. Solitary pulmonary nodule: high-resolution CT
and radiologic-pathologic correlation. Radiology 1991; 179:469-476.
Soliter Pulmoner Nodül 69
18. Volterrani L, Vegni V, Pieracinni M, et al. Small solitary pulmonary nodule and high-reso-
lution CT: preliminary report. Eur Radiol 1995; 5:443-447.
19. Mori K, Saitou Y, Tominaga K, et al. Small nodular lesions in the lung periphery: new
approach to diagnosis with CT. Radiology 1990; 177:843-849.
20. Woodring JH, Fried AM. Significance of wall thickness in solitary cavities of the lung: a
follow-up study. AJR 1983; 140:473-474.
21. Stark DD, Federle MP, Goodman PC, et al. Differanciating lung abscess and empyema:
radiography and computed tomography. AJR 1983; 141:163-167.
22. Primack SL, Hartman TE, Lee KS, et al. Pulmonary nodules and the CT halo sign. Radio-
logy 1994; 190:513-515.
23. Gaeta M, Volta S, Stvoscio S, et al. CT “Halo Sign” in pulmonary tuberculoma. J Comput
Assist Tomogr 1992; 16:827-828.
24. Swensen SJ, Brown LR, Colby TV, et al. Lung nodule enhancement at CT: prospective
findings. Radiology 1996; 201:447-455.
25. Yamashita K, Matsunobe S, Tsuda T, et al. Solitary pulmonary nodule: preliminary study of
evaluation with iodinated contrast material. Radiology 1995; 194:399-405.
26. Swensen SJ, Harms GF, Morin RL, et al. CT evaluation of solitary pulmonary nodules
value of 185-H reference phantom. AJR 1991; 156:925-9.
27. Sakai F, Sone S, Maruyama A, et al. Thin-rim enhancement in Gd-DTPA-enhanced mag-
netic resonance images of tuberculoma: a new finding of potential differential diagnostic
importance. J Thorac Imaging 1992; 7:64-69.
28. Erasmus JJ, McAdams HP, Connolly JE. Solitary pulmonary nodules: Part II. Evaluation of
the indeterminate nodule. Radiographics 2000; 20:59-66.
29. Black WC, Armstrong P. Communicating the significance of radiologic test results: the
likelihood ratio. AJR 1986; 147:1313-1318.
30. Gupta NC, Maloof J, Gunel E. Probability of malignancy in solitary pulmonary nodules
using fluorine-18-FDG and PET. J Nucl Med 1996; 37:943-948.
31. Moore EH. Needle-aspiration lung biopsy: a comprehensive approach to complication
reduction. J Thorac Imaging 1997; 12:259-271.
BÖLÜM 3
RADYOLOJİK BULGULAR
Çapı 3 cm’den daha büyük olan etrafı çevrili tek bir pulmoner opasite olarak
tanımlanır. Soliter pulmoner nodülden farkı öncelikli olarak boyutudur. Üç
cm ayırımı TNM sınıflandırmasında T1 tümörler için kullanılan 3 cm’den
gelmektedir. Kitle lezyonlarının konturlarındaki düzensizlik soliter pulmoner
nodülden sıklıkla daha fazla ya da kenar keskinliği daha azdır.
Bronkojenik Karsinom
Bronkojenik karsinomlar, sıklıkla hiler ya da perihiler bölgede büyük bir kitle
lezyonu gibi görülür. Bunlar tek başına primer tümörü gösterebilir veya primer
tümöre bağlı gelişen malign hiler adenopati nedeniyle olabilir. Pulmoner semp-
tomlar genellikle baskındır. Mediastinal tutulum varlığında da buna ait klinik
bulgular ortaya çıkabilir. Bir periferik bronkojenik karsinom herhangi bir pul-
moner semptom oluşturmadan ve metastaz oluşmadan nispeten büyük boyut-
lara ulaşabilir. Lezyon çok iyi çevrelenebilir fakat sıklıkla neoplastik dokunun,
çevreleyen akciğer dokusuna doğru uzanımlar verdiği görülür (Resim 1). Tü-
mör hücreleri için balgam sitolojik incelemesi hastaların en azından %50’sin-
de pozitif olacaktır.Periferik kitlelerde bronkoskopide endobronşiyal lezyon
saptanmaz ve tanı değeri düşüktür, fakat fiberoptik bronkoskopiye floroskopi,
endobronşiyal ultrason(EBUS) ya de elektromanyetik navigasyonun(EMN) ek-
lenmesi tanısal etkinliği arttırır. Bilgisayarlı tomografi rehberliğinde ince iğne
aspirasyon biyopsisi hastaların birçoğunda tanıyı koydurur. Hiler ve mediastinal
adenopati radyolojik olarak tespit edilebilir ve transbronşiyal iğne aspirasyonu
veya mediastinoskopi sıklıkla tümör varlığını gösterir.
Özellikle orta-yaş ya da yaşlı, uzun süre sigara içme öyküsü olan erkek hastalar-
da büyük kitle lezyonunun en yaygın sebebi bronkojenik karsinomdur. Elde edi-
lebilen seri filmlerin incelenmesi, lezyonun boyutundaki progresif artışı ortaya
70
Kitle Lezyonu 71
Bronşiyal Adenom
Periferik yerleşimli, çapları genellikle 2-3 cm boyutundaki lezyonlardır. Fakat
nadiren büyük tümörler de (8 cm üstü) rapor edilmiştir. Hemoptizi veya öksü-
rük sıklıkla vardır, ancak asemptomatik de olabilir. Lezyon yuvarlak veya oval-
dir, bazen lobüle olabilir, genellikle iyi çevrelenmiştir ve nadiren kavite içerir.
Kalsifikasyon, karsinoid tümörlerde zaman zaman oluşur. Balgam sitolojisi
daima negatiftir, periferik yerleşimli olanlarda floroskopi altında bronkosko-
pik aspirasyon ya da biyopsi tanısal dokuyu sağlayacaktır. Periferik yerleşimli
olanlarda iğne aspirasyon biyopsisi oldukça yüksek tanısal değere sahiptir.
Bronşiyal adenomların çoğu karsinoid tümörlerdir.
sinomu ile karışabilir. Ayırıcı tanı için iğne aspirasyon biyopsisi gerekebilir.
Periferik tümörlerde eksizyon dahi gerekebilir.
Fibroma,lipoma,hemanjiyoma,leiomyoma ve kondroma gibi diğer benign tü-
mörler kitle lezyonu boyutuna ulaşabilir. Bunlar, genellikle keskin sınırlı ve
asemptomatiktir. Mediyastenden köken alan nörojenik tümörler akciğer içine
büyüyebilir ve parankim içi lezyon gibi görülebilir.
Benign plevral mezotelyoma (fibröz mezotelyoma), büyük boyutlara ulaşabilir.
Bu lezyonlar sıklıkla visseral plevradan köken alır ve pedinküllü olabilir. Nefes
alıp vermekle kitlenin kayması oldukça karakteristiktir. Eklem semptomları,
“clubbing” ve hipertrofik osteoartropati sıklıkla bildirilmiştir. Hipoglisemi na-
dir bir semptomdur. Zaman zaman malign(epitelyal) mezotelyoma soliter kitle
olarak görülebilir.
Postinflamatuar psödotümörler, çocukluk çağında ve kadınlarda daha yaygın bir
şekilde ortaya çıkar. Oldukça iyi sınırlı, oval kitlelerdir. Genellikle soliterdirler ve
çapları 12 cm’ye kadar ulaşabilir.Yavaş büyürler ama genellikle asemptomatik-
tir. Predominant hücre tipine göre ksantoma, ksantogranüloma, histiyositoma,
psödolenfoma, plazma hücreli granüloma ve sklerozan hemanjiyoma olarak isim-
lendirilirler. Sonuncusu muhtemelen gerçek bir tümördür, buna karşılık diğerleri
daha çok granülom gibi kabul edilirler.
İnfeksiyöz Granülomlar
Histoplazma, koksidioides veya tüberküloz basiliyle oluşan granülomların çapı 3
cm’den büyük olduğunda kitle lezyonunun ayırıcı tanısında yer alırlar.
Kriptokokoma (toruloma), büyük bir kitle gibi ortaya çıkabilir ve alt lob tu-
tulumu sıktır. Nadir durumlarda, diğer funguslar (blastomyces, aktinomyces,
nokardia) kitle lezyonların nedeni olabilir. Fungal kitleler fissürü geçebilir ve
böylece komşu lobları tutabilir. Bronşiyal sekresyon ve iğne aspirasyon ma-
teryalleri organizmayı ortaya koyabilir. Aktinomiçes kültürü özel teknik ge-
rektirir. Aspergillus iki durumda kitle lezyonuna neden olabilir. Aspergilloma
kavite oluşmadan önce oluşan fungus topudur ve çapı 3 cm’yi geçebilir. İyile-
şen tüberküloz, sarkoidoz ya da büllöz amfizem kavitelerine yerleşir. Kitle sık-
lıkla lobüle veya düzensiz sınırla çevrilidir. Hemoptizi en yaygın semptomdur.
BT, toptaki havanın karakteristik menisküs işareti ve kavite duvar özelliklerini
göstermesi açısından önemlidir. Balgam kültürü genellikle negatiftir.
Allerjik bronkopulmoner aspergilloz (ABPA)’lu bazı olgularda intrapulmoner
mukoid tıkaç büyük boyuta ulaşabilir. Astmanın varlığı ve kanda eozinofili ta-
nıyı doğrulamada faydalıdır. Balgamdan veya ekspektore plaklardan organiz-
manın elde edilmesi ya da serolojik testlerin kullanılmasıyla tanı doğrulanır.
İnvazif aspergilloz soliter kitle lezyonu yapmaz.
Noninfeksiyöz Granülomlar
Romatoid granülom, etrafı iyi çevrili tek bir kitle lezyonu olarak bulgu verebi-
lir. Sıklıkla kavite içerir ve asemptomatiktir. Lezyonlar büyüyebilir ya da aynı
74 Göğüs Hastalıklarında Ayırıcı Tanı
Arteriovenöz Anevrizma
Pulmoner arteriovenöz anevrizma, tek bir kitle lezyonu gibi görünüm vere-
bilir. Radyolojik olarak anevrizma, büyük, iyi sınırlı, sirküler ya da genellikle
çapı 6 cm’den küçük ve sıklıkla akciğer alt alanlarında lobüle bir kitle görü-
nümünde ortaya çıkar.
Floroskopide anevrizmadaki pulsasyon ve radyolojik olarak da Valsalva ma-
nevrasıyla boyutunda küçülme görülür. Kalsifikasyon nadir olmakla birlikte
görülebilir. Düz grafi ile besleyici arter ve drene edici ven sıklıkla ayırt edi-
lebilir. Arter hilusla ilişkilidir, ven ise arterin seyrinden sol atriyuma doğru
sapar. Karakteristik BT bulguları, homojen yuvarlak nodül veya kan damar-
larıyla ilişkili kitledir. Optimal araştırma spiral BT ile yapılabilir. Bir veya
iki nefes tutmada geri kalan akciğerin değerlendirilmesini sağlar böylece,
küçük lezyonların gözden kaçmasını minimalize eder. BT anjiyografi teda-
viden önce malformasyonun varlığını doğrulamak, besleyici arter ve drene
eden ven yapılarını değerlendirmek ve diğer malformasyonları tespit etmek
için uygulanır.
Hastaların kliniğinde genellikle siyanoz, parmaklarda “clubbing”, şant nede-
niyle arteriyel hipoksemi ve polisitemi mevcuttur. Etkilenen bölgenin oskül-
tasyonunda üfürüm tespit edilebilir.
Arteriyel kan gazı analizi ve kardiyak kateterizasyon tanıyı doğrulamada yarar
sağlayabilir. Arteriyel parsiyel oksijen basıncı ve oksijen satürasyonu düşük,
kardiyak “output” artmış ve pulmoner arter basıncı normaldir. EKG genellikle
normaldir ve konjenital kalp hastalıklarından ayırt etmede önemli bir bulgudur.
Hastaların çoğunun polisitemisi olmasına rağmen tekrarlayan epistaksis ve he-
moptiziler nedeniyle anemi saptanabilir.
Herediter hemorajik telanjektazi nedeniyle anevrizma gelişen kişilerde tanı,
pozitif aile hikayesi, karakteristik kütanöz ve vasküler lezyonların varlığıyla
düşünülür.
Kitle Lezyonu 75
Pnömoni
Bir pnömonik konsolidasyon, röntgenografik olarak,nadiren yuvarlak kit-
le görünümlü lezyon olarak ortaya çıkabilir. Bu “yuvarlak pnömoni” olarak
isimlendirilir. Fokal pnömoni çocuklarda yetişkinlerden daha yaygın görülen
bir durumdur. Fokal pnömoniyi düşündüren radyolojik özellikler, lezyon için-
de hava bronkogramı varlığı, satellit nodüller, tomurcuklu ağaç, sentrilobüler
nodüller ya da lobüler veya multilobüler paterndir. Fokal infeksiyonlar, bak-
teriyel bronkopnömoni, tüberküloz, non-tüberküloz mikobakteriler ve fungal
enfeksiyonlarda yaygındır, nadiren viral enfeksiyonlar ya da P.jiroveci pnö-
monisinde görülür.Bunlara ani ve hızlı başlangıçlı ateş, pürülan balgam gibi
klinik özellikler eşlik eder. İnfeksiyon ile ilişkili fokal opasiteler soliter ya da
multipl olabilir. Halo işareti görülebilir. Rezolüsyonu geciken lezyonlarda tanı,
torakotomi veya ince iğne aspirasyonu gibi invazif işlemleri gerektirebilir.
Akciğer Absesi
Akciğer abseleri piyojenik bakteriler, mikobakteriyel, fungal, paraziter ve
nadiren viral enfeksiyondan kaynaklanabilir. Kötü ağız hijyenli, peridontal
hastalığı olan, aspirasyona yatkın hastalığı olan ve yaşlı hastaların çoğun-
da sorumlu mikroorganizma anaeroblardır. Abseler infarkt komplikasyonu,
kaviter neoplazm ve kaviter konglomere kitlelerde meydana gelebilir. Abse
gelişiminin erken dönemlerinde, bronşiyal drenaj öncesi primer ya da sekon-
der akciğer abseleri radyolojik olarak büyük, irregüler, tek veya multipl kitle
görünümünde olabilirler. İzole olabilir veya konsolidasyon sahalarının içinde
yerleşmiştir. BT’de kontrast madde infüzyonuyla akciğer abseleri tipik olarak
duvarında belirginleşme gösterir. Düzensiz konturlu ve değişik kalınlıkta duva-
ra sahiptir. Absenin içeriği, çevredeki konsolide akciğer veya abse duvarıyla
karşılaştırıldığında düşük atenüasyonludur (sıvı dansitesinde).
Toplumdan edinilmiş abse genellikle anaeroblar nedeniyledir. Kesin bir etiyo-
lojik tanı elde etme girişimi gerekli değildir. Balgam örneği anaerobik kültür
için elverişli olmadığından ampirik antibiyotik tedavisi başlanır.
Nozokomiyal enfeksiyonlar sonucu ortaya çıkan abselere yaklaşım farklıdır.
Etken organizmalar Staf.aureus veya Gram negatif aerobik basiller farklı an-
tibiyotik programları gerektirdiğinden, agresif tanı yaklaşımları endikasyonu
vardır. Bu tanısal yöntemler, balgam, transtrakeal aspirasyon ve konsolide
alandan yapılan iğne aspirasyon materyallerinin kültürünü içerir.
önemli ölçüde değişiklik olmaz. Sıvı dolu bronkojenik kistlerin yaklaşık yarısı
BT’de düşük atenüasyon gösterir (0-20 HÜ). Yüksek atenüasyon izlenirse (40-
80 HÜ) solid kitle olabileceği düşünülür. Tipik olarak kist duvarı BT’de oldukça
ince izlenir ya da izlenmez. Küçük bir bronşla ilişkili veya izoledir.
Yetişkinlerde kistler infekte olmadıkça semptom vermezler ve tarama film-
lerinde tesadüfen saptanırlar. Bronşa açılırsa veya infekte olursa hava sıvı
seviyesi gösterebilirler.
Tanıda MR, BT’ye üstündür. T2 ağırlıklı “spin-echo” görüntülemede homoje-
nöz yüksek-sinyal intensitesi (serebrosipinal sıvıya yakın) karakteristik bulgu-
dur. Tanı konulamayan durumlarda iğne aspirasyonu tanısal olabilir.
Sekestrasyon normal pulmoner arteriyel veya bronşiyal bağlantısı olmayan
düzensiz pulmoner parankim sahasıdır. Genellikle torasik veya abdominal
aortadan beslenirler. İntralober ve ekstralober olmak üzere iki tipi vardır.
İntralober sekestrasyon, genellikle alt lobun bazal segmentinde yerleşir, na-
diren de üst lob tutulumu gösterir. Bazı olgularda sekestre segment opak iyi
sınırlı kitle gibi görülür. Düzensiz veya lobüle konturlu olabilir. Lezyonda bir-
den fazla hava sıvı seviyesi bulunması kitlenin içinde soliter veya multipl kistik
alanlar varlığının göstergesidir. Aberran sistemik arteriyel damarlar BT ile
gösterilebilir, ancak bunların standart grafide gözlenmesi nadirdir. Hemoptizi
ve tekrarlayan pulmoner enfeksiyonlar sıklıkla olmakla birlikte bazı olgular
asemptomatiktir. Torasik aortografi tanısaldır.
Pulmoner hidatik kist, radyolojik olarak soliter, keskin kenarlı, sferik ya da
oval normal akciğer dokusuyla çevrili kitle lezyonu olarak görülebilir. Hasta-
ların %20-30’unda multipldir. Çapları 1 cm’den 20 cm’ye kadar değişebilir.
Daha çok sağ alt lob posteriorda lokalizedir. Kist ve bronşiyal ağaç arasında
bağlantı geliştiğinde perikist ile ekzokist arasına hava girebilir ve kistin perife-
rinde ince hilal görünümü yaratır (menisküs veya hilal işareti). Kist hava yolu
içine rüptüre olduğunda membranı kist içinde kalan sıvı üzerinde yüzer ve
“nilüfer çiçeği” görünümü verir.
Pulmoner hidatik kistler nadiren kalsifiye olur, ancak karaciğerde büyük kal-
sifiye kitlelerin radyolojik tespiti pulmoner kitlenin hidatik kist olabileceğini
kuvvetle düşündürür. Serolojik çalışmalar tanısal olmakla birlikte yanlış ne-
gatif sonuçlar yaygındır. Geçmişte, eğer kitlenin kist hidatik olabileceğinden
harhangi bir şüphe varsa, iğne aspirasyon biyopsisinin kontrendike olduğu
düşünülürdü, ancak son zamanlarda yayınlar, hidatik kist tanısında iğne as-
pirasyonunun güvenli olduğunu bildirmektedir. Aspire edilen sıvı temizdir,
mikroskopik muayenesinde skoleksler izlenir.
Pulmoner İnfarkt
Pulmoner emboliye bağlı distal fokal konsolidasyon, iskemi, hemoraji ya da
infarkta bağlı olabilir. Kitle görünümü şeklinde bulgu verebilir.
Periferik akciğerde hemoraji ya da infarkta bağlı “Hampton’s hump” (Hamp-
ton hörgücü) olarak isimlendirilen plevral tabanlı opasite, yuvarlak ya da kama
Kitle Lezyonu 77
Konglomere Pnömokonyoz
Konglomere kitleler progresif masif fibrozis olarak bilinen, komplike silikoz
ya da kömür işçisi pnömokonyozu varlığında görülür (Resim 3). Büyük opasi-
teler hastalığın progresyonuyla ve zamanla büyüme eğilimindedir.
Silikozisli hastalarda bu kitleler dens fibröz dokuyla ilişkili silikotik nodüllerin
birçoğunun birleşmesiyle oluşur. Kömür işçisi pnömokonyozunda bunlar bir
miktar fibröz dokuyla çevrili amorf, siyah kitleyi içerir. Tanıda mesleksel hi-
kaye büyük önem taşır.
Mukoid Tıkaç
Mukoid tıkaç, dilate bronş içinde solid ya da yarı solid kitledir. Radyolojik gö-
rünüm genellikle o bronşun distal dalının parmak benzeri genişlemiş gölgesi
şeklindedir ve nadiren kitle lezyonu olarak sınıflandırılabilecek yeterli büyük-
lüğe ulaşır. Mukus plakları, bronşiyal atrezi, striktür ya da tümör nedeniyle
oluşan bronşiyal obstrüksiyon, astma, allerjik bronkopulmoner aspergilloz
(ABPA), kistik fibrozis gibi durumlarda izlenebilir.
Pulmoner Hematom
Pulmoner hematom, delici-kesici alet yaralanması veya künt toraks travması
sonucu oluşabilen laserasyona bağlı akciğerde kan birikmesidir. Nodül veya
sferik kitle şeklinde görülebilir, kavite oluşabilir ve hemoptiziye neden olabilir.
Genellikle künt travmaya bağlıdır. Travmadan sonraki birkaç saat veya günde
genellikle görülmez ve çevredeki kontüzyon tarafından maskelenir. Tek veya
multipl, üniloküler veya multiloküler,oval veya sferik 2-14 cm boyutlu olabilir.
Çoğunlukla maksimal yaralanma altındaki subplevral parankime lokalizedir.
Hematomlar, homojen iyi sınırlı,yumuşak doku dansitesi şeklindedirler. Ço-
ğunlukla 6-11 haftada rezolüsyona uğrar, ancak 1-2 ay vaya yıl kalması da
mümkündür. Altı hafta içinde rezolüsyon olmazsa, soliter nodül ile ortaya
çıkan başka bir etyoloji araştırılmalıdır. BT’de hematomlar sudan hafifçe yük-
sek santral atenüasyon ve daha yüksek kenar tutulumu gösterir.Tanı, anam-
nezde travma varlığında ve tipik radyolojik özelliklerle konur.
- Yuvarlak pnömoni
Kültür - Akciğer absesi
gerekir - ABPA, aspergilloma
- Kriptokokoma
- Hidatik kist
Seroloji - ABPA, aspergilloma
Tanı yok
- Kriptokokoma
- Malign tümör
KİTLE LEZYONU
- İnfeksiyon
Bronkoskopi Tanısal - Mineral yağ granülomu
- ABPA
Tanısal değil
- Malign ümörler
Tanısal - Benign tümörler
TTİA/B
- İnfeksiyonlar
- Granülomlar
Tanısal değil
Biyopsi gerekir
Torakotomi - Eksploratris
- Terapötik
Mediastinoskopi - Tanısal
- Kanser evrelemesi
KAYNAKLAR
1. Akkaynak S. Solunum hastalıkları. 4. Baskı. Ankara: Güneş Kitabevi; 1988;288-96.
2. Osma E. Solunum sistemi radyolojisi, normal ve patolojik. İzmir: Çağdaş Ofset; 2000;98.
3. Lillington GA. A diagnostic approach to chest diseases: differential diagnoses based on
roentgenographic patterns. 3rd Ed. Baltimore: Williams&Wilkins; 1987;143-57.
4. Alver M. Göğüs hastalıkları tanısında röntgen ve bilgisayarlı tomografi. İstanbul: Üçer Ofset
Baskı; 1990.
5. Reed JC. Chest radiology. Plain film patterns and differential diagnoses. 5th ed.Philadelphia:
Mosby; 2003:342-69.
6. Gurney JW. Diagnostic imaging: Chest. Salt Lake City,UT: Amirsys; 2006.
BÖLÜM 3
RADYOLOJİK BULGULAR
Multipl pulmoner nodüler lezyonlar, bir veya her iki akciğerde sağlam akci-
ğer dokusu ile çevrelenmiş, iyi sınırlı, birden çok, değişik şekillerde olabilen
lezyonlardır. Akciğer grafisinde, küçük veya büyük herhangi bir boyutta görü-
lebilirler. Multipl nodüler görünümden söz edebilmek için nodüllerin iki veya
daha fazla sayıda, 8 mm’den daha büyük çapta olmaları gerekir. Ancak çapın
bir üst sınırı yoktur. Nodüllerin birinde ya da daha fazlasında kavitasyon veya
kalsifikasyon görülebilir. Nodüllerin sferik görünümde ve akciğer parankimi
ile sınırları yeteri derecede ayrılabilir olması önemli özellikleridir (1,2). Miliyer
patern ise sayılamayacak kadar çok 2-5 mm çapında ince nodüllerin oluştur-
duğu görünümdür (1).
Ayırıcı tanı listesi oldukça uzun olmasına karşın multipl pulmoner nodüllerin
%95’den fazlası metastatik oluşumlardır (1-3) (Resim 1-4). Akciğerde multipl
nodüler görünüme yol açan hastalıklar Tablo 1’de özetlenmiştir.
Metastatik Lezyonlar
Metastatik karsinomlar, akciğerdeki multipl nodüler görünümün en sık nede-
nidir. İncelenen geniş otopsi serilerinde, ekstratorasik malignitelerin yol açtığı
akciğer metastazları % 20-54 oranında bulunmuştur. Bu otopsi serilerinde,
en sık metastaz yapan tümörler sırasıyla meme, kolon, böbrek, uterus, baş
ve boyun tümörleri bulunmuştur (3). Primer tümör herhangi bir organdan
kaynaklanabilir (Resim 1-4). Primer bronkojenik karsinomların akciğer me-
tastazları nispeten daha az sıktır ve miliyer ya da retiküler görünüme yol
açabilirler (lenfanjitik metastazlar), ancak daha büyük nodüller de görülebilir.
Metastatik tutulumun erken dönemde tek bir akciğer tutulmuş olabilir, ama
sıklıkla daha sonra iki akciğeri de kapsarlar. Nodüller büyük ya da küçük bo-
yutta olabilirler ama sferik ve iyi sınırlı kenarlara sahiptirler. Buna karşın nadir
olmayarak bazı nodüller daha belirsiz sınırlara sahiptir. Kavitasyon, primer
akciğer tümörlerinde %9 oranında izlenmesine karşılık metastatik nodüllerin
%5 kadarında izlenir ve bu tümörler de sıklıkla baş-boyun kaynaklıdır (1). Top
84
Multipl Pulmoner Nodüller 85
Resim 1. 64 yaşında erkek hasta, yaygın Resim 2. 57 yaşında erkek hasta mide
prostat karsinomu metastazları. karsinomu metastazları.
1. Bronkioloalveoler Karsinom
Bazı durumlarda, akciğerin bronkioloalveoler karsinomu (BAK) multipl nodül
olarak başlayabilir. Bunlar iyi sınırlı lezyonlar olmakla beraber daha sık olarak
86 Göğüs Hastalıklarında Ayırıcı Tanı
A B
2. Lenfoma
Multipl nodüler lezyonlar Hodgkin hastalığı ve non-Hodgkin lenfomada iz-
lenebilir. Lezyonlar farklı boyutlardadır ve kaviteleşebilirler. Sıklıkla hiler ve
mediastinal adenopati eşlik eder. Splenomegali ve periferik lenadenopati
seyrek değildir. Bu hastaların bağışıklık sistemlerinin baskılanması nedeniyle
bir veya daha çok nodülün sekonder enfeksiyonlara bağlı olabileceği de unu-
tulmamalıdır. Lenfomatöz akciğer nodüllerinin sınırları sıklıkla keskin değildir
ve çoğu durumda radyolojik patern, belirgin olarak yaygın iyi sınırlanamayan
lezyonlardır. Nadir olgularda lösemik hücrelerin intrapulmoner depozitleri
multinodüler görünüme yol açabilir. Bu durum sıklıkla myeloid lösemilerde
bildirilmiştir (1).
4. Pulmoner Psödometastazlar
Çok sayıda makalede sıklıkla genç erişkinlerde ve çocuklarda kemoterapi ve
radyoterapi sonrasında veya esnasında var olan metastatik nodüllerin benign
pulmoner nodüllere dönüşebileceği bildirilmiştir. Primer tümör sıklıkla sar-
88 Göğüs Hastalıklarında Ayırıcı Tanı
NEOPLASTİK
Malign
Metastatik karsinom* veya sarkom*
Lenfoma*
Multifokal neoplazmlar (Kaposi sarkomu veya bronkioloalveolar karsinom)
Benign
Hamartom
Kondrom
Larengeal papillomatozis*
Benign metastaz yapan leiomyom
ENFLAMATUAR
Enfeksiyonlar
Granülomlar* (tüberküloz, histoplazmoz, kriptokokkoz,
koksidiodomikozis, nokardiyozis)
“Round” pnömoniler (özellikle fungal ve oportünistik enfeksiyonlar)
Akciğer abseleri* (özellikle septisemik)
Septik enfarktlar*
Atipik kızamık
Kist hidatik*
Paragonomiyazis*
Enfeksiyon dışı
Romatoid artrit*
Kaplan sendromu*
Wegener granülomatozu*
Sarkoidoz*
İlaca bağlı
KONJENİTAL
Arteriyovenöz malformasyon
DİĞERLERİ
Progresif masif fibrozis*
Hematomlar*
Amiloidoz*
Pulmoner enfarktlar*
Mukus tıkaçları*
* Kaviteleşebilirler
5. Tüberküloz
Tüberkülozun asinonodüler lezyonları sıklıkla üst lobdaki kaviter lezyondan
enfeksiyonun bronşiyal yayılımı sonucu oluşur. Asiner nodüller çoğu zaman
6-9mm boyutundadır ve sıklıkla çevre akciğer dokusundan yeterince iyi ayrıl-
mışlardır. Çapları 2.5 cm’ye ulaşan asiner nodüller bildirilmiştir.
Tüberkülom ise sıklıkla kalsifiye ve tek olarak izlenir, ancak sayısı dörde ula-
şan tüberkülom bildirilmiştir. Eğer bir hastanın biri kalsifiye diğeri kalsifiye ol-
mayan iki nodülü var ve Mantoux testi pozitif ise kalsifiye nodülü tüberkülom
kabul etmek ve diğer nodülün bronkojenik karsinom gibi ilişkisiz bir proçes
olduğunu düşünmek doğru yaklaşım şeklidir. Tüberkülomlar 0.5-6 cm boyut-
larında olabilirler (1,10).
6. Fungal Granülomlar
Koksidioidal granülomlar hastalığın erken evresindeki pnömonik infiltratların
iyileşmesi sonucunda ortaya çıkarlar. Nodüller 1-3 cm çapında ve sıklıkla iyi
sınırlıdırlar. Üst loblarda özellikle anterior segmentlerde daha yaygın olarak iz-
lenirler. Kaviteleşebilirler ama genellikle kalsifikasyon nispeten seyrektir (1).
Primer histoplazmoz, eğer organizmanın dağılımı yaygınsa akciğer grafisin-
de geniş dağılımla ve değişikliklerle kendini gösterir. Miliyer patern, multipl
pnömonik yama tarzı infiltrasyonlar, bazen de belirsiz sınırlı nodüllerle ken-
dini gösterebilir. Hasta genel olarak düşkündür, üşüme, titreme ateş ve ne-
fes darlığı vardır. Lezyonlar iyileşme döneminde miliyer kalsifikasyon, tek
ya da multipl granülomlarla iz bırakabilir ya da tamamen sekelsiz iyileşebilir.
Histoplazmoza bağlı granülomlar sıklıkla soliterdir, ancak bazen multipl ola-
bilirler. Karakteristik olarak lezyonlar semptomsuzdur ve histoplazmoza ait
spesifik bir hastalık öyküsü almak güç olabilir. Nodüller 1-3 cm çapında ve iyi
sınırlıdırlar. Kalsifikasyon sıktır ve karakteristik laminer “soğan halkası” görü-
nümü verirler. Kalsifikasyon varsa, lezyonun benign olduğuna işaret edebilir.
Ancak histoplazmoma granülomları yavaş da olsa fibröz dokunun periferik
depozisyonuna bağlı olarak büyüme gösterebilirler (1).
7. Bakteriyel Pnömoniler
Stafilokoklara bağlı hematojen pnömoniler, farklı boyutlarda düzensiz sınırlı
nodüllere neden olurlar. Bunlar, gerçek anlamda bronş ağacı yoluyla drene ola-
bilen ve kavitasyon içeren piyemik abselerdir. Sıklıkla septik embolilerin kayna-
ğı pelvik enfeksiyonlar ya da intravenöz ilaç kullanımı sonucu oluşan sağ kalp
endokarditidir. Anaerob ve Gram-negatif aerob basilleri içeren diğer organiz-
malar ise ekstrapulmoner organlardan hemotojen olarak yayılarak multisentrik
pnömonik odaklara yol açabilir. Bu olgular tipik olarak düşkündürler. Pürülan
balgamları, yüksek ateşleri ve ağır klinik gidişleri vardır. Polimorfonükleer hüc-
relerde belirgin artış vardır ve kan kültürlerinde sıklıkla üreme bulunur (1).
Bazı durumlarda akciğerin lejyoner hastalığında da belirsiz sınırlı nodüller
izlenebilir. Tanı kültür, balgamda ya da transtrakeal aspiratta floresan antikor
çalışmaları veya serokonversiyon ile konur (1).
Multipl Pulmoner Nodüller 91
8. Atipik Kızamık
Daha önceden kızamık aşısı olmuş bireylerde kızamık virüsü ile tekrar karşılaşma
kimi olgularda atipik kızamık sendromuna yol açabilir. Bu sendromda pnömoni
bulgularının eşlik ettiği multipl düzensiz ve belirsiz sınırlı nodüller bulunur. Sıklıkla
çocuk, adölesan veya genç erişkinlerde görülür. Tanı hikaye ve anamnez bulgula-
rı ile karakteristik makülopapüler döküntülerin izlenmesi ile konur (1).
9. Fırsatçı Enfeksiyonlar
Altta yatan hümoral ya da hücresel savunma mekanizmalarını baskılayan len-
foma, lösemi, diyabet, myelom, hipogammaglobulinemi gibi hastalıklar ya da
steroid veya sitotoksik ilaçlar ile tedavi gibi durumlarda, yukarıda saydığımız
akciğerde nodüler görünüme yol açan etkenlerin yanı sıra sık rastlamadığımız
aspergillus, kandida, fikomisetler ve pnömosistis gibi türler de benzer görünü-
me yol açabilirler. Tanı yol açan organizmanın elde edilmesi ile konabilir, an-
cak çoğu zaman farenksin saprofitik kolonizasyonu nedeni ile balgam kültürü
ile bu mümkün olmaz. Kültür materyali transtrakeal aspirasyonla ya da ince
iğne aspirasyon biyopsileri ile elde edilmelidir. Bununla birlikte bronkoskopik
korumalı fırça materyalleri ya da pozitif kan kültürleri de tanı koydurucudur.
Bu lezyonlarda kavitasyon sıklıkla bulunur.
Yoğun ve sık antibiyotik tedavisinin neden olduğu farengeal ve bronşiyal
sekresyonlarda aşırı kandida üremesi invazif kandidiyazise yol açabilir. Bu
durumda ince iğne aspirasyon biyopsisinde elde edilen materyalin kandida
içermesi tanı için neredeyse spesifiktir. İnvazif kandidiyaziste intrakaviter mi-
çetoma oluşumu da izlenebilir.
Nokardiya, nadir olarak multipl pulmoner nodüler görünümle seyreden has-
talığa neden olur, ancak tanı görece daha kolaydır. Balgam kültürleri çoğu
zaman pozitiftir. Bazı olgularda ise ince iğne aspirasyon biyopsisi (İİAB) ge-
rekli olabilir (1).
Fikomikoz (mukormikozis, zigomikozis), multipl nodüllere yol açabilir, buna
karşın segmental konsolidasyon daha sıktır. Balgam kültürleri çoğu zaman
negatiftir.
Kriptokokkoz olgularında da multipl nodüller görülebilir. Nodüllerden biri ya da
birkaçı diğerlerinden daha büyüktür. Balgam kültürlerinin sıklıkla negatif olmasına
karşın organizma idrar, beyin omurilik sıvısı akciğerin İİAB aspiratı ve bronkosko-
pik biyopsi örneklerinde bulunabilir. Serolojik testler sıklıkla tanısaldır (1).
10. Aspergilloz
İnvazif aspergillozda organizmanın kavite içinde gelişimi tipik mantar topu “mi-
çetoma” ile sonuçlanır. Aspergillus sonucu oluşan miçetoma olguları sıklıkla
immün sistemi sağlam bireylerde önceden tüberküloz, sarkoidoz ya da amfizem
bülleri nedeniyle var olan kavite içinde kolonizasyon sonucu gelişirler. Bazen bu
lezyonlar multipldir. Özellikle tomografik görünümleri neredeyse tanısaldır. Bu
durum tipik radyolojik meniskus işareti ile tanınabilir. Bununla birlikte invazif
olmayan aspergilloz olgularında da multipl nodüller görülebilir (1,2).
92 Göğüs Hastalıklarında Ayırıcı Tanı
11. Sarkoidoz
Sarkoidozda intratorasik lenfadenopati en sık rastlanan radyolojik bulgudur
(%85) ve tipik manifestasyonu bilateral hiler ve sağ paratrakeal adenopati
şeklindedir. Ancak, akciğer sarkoidozu olan kimi olgularda 0.5 cm’den 3 cm
çapa ulaşan multipl nodüller izlenebilir. Sarkoidozda akciğer parankimi (ağır-
lıklı olarak üst loblar) %20 oranında tutulur. Sıklıkla, parankim tutulumuna
hiler ve mediastinal lenfadenopati de eşlik eder. Lezyonlar metastatik karsi-
nomlarla karışabilirler, ancak onlardan daha silik görünümleri ve nodül sınır-
larının daha az keskin olması ile ayrılırlar. Ayrıca karsinomlu olgulara göre
daha hafif klinik seyir, malignite öyküsünün yokluğunun yanı sıra nodüllerin
stasyoner olması ve kendiliğinden küçülebilir olması metastatik lezyonlardan
ayrımda yardımcıdır ve metastatik lezyonlardan farklı olarak hava bronkogra-
mı içerebilirler (1,2,5). Tanı klinik görünümle birlikte hiler, mediastinal veya
skalen lenf nodlarında ya da transbronşiyal biyopsi materyallerinde tipik his-
tolojik değişimlerin gösterilmesi ile konur. Ancak bazen cerrahi biyopsi ge-
rekebilir.
lerle kendini gösterir. Bununla beraber kistik lezyonlar daha sıktır. Hemoptizi
görülebilir. Balgamda kapsüllü yumurtaları gösterilmesi tanı için ikna edicidir.
Tanı için hasta bireyin endemik bölgede yaşamış olması şarttır ve bu kuralın
istisnası son derece nadirdir. Dirofilaryalar tarafından oluşturulan nodüller
sıklıkla soliterdir, ancak az sayıda da olsa, kimi olgularda iki veya daha çok
nodül bildirilmiştir (1).
Pneumocystis carinii’ye bağlı pnömoniler bazen multinodüler görünüme yol
açabilir (1,8).
KAYNAKLAR
1. Lillington GA. Multiple nodular lesions. In: Lillington GA, ed. A diagnostic approach to
chest diseases. 3rd ed. Baltimore:Williams and Wilkins; 1987: 158-72.
2. Armstrong P. Basic patterns in lung disease. In: Armstrong P, Dee P, Desai Sr, Hansell DM,
Peters AM, eds. Imaging of the diseases of the chest. 3rd Ed.London:Mosby;2000:112-4.
3. Seo JB, Im JG, Goo JM et al. Atypical pulmonary metastases: spectrum of radiologic
findings. Radiographics 2001;21:403-17.
4. Georgiades CS, Neyman EG, Barish MA, Fishman EK. Amyloidosis: review and CT mani-
festations. Radiographics 2004; 24: 405-16.
5. Koyama T, Ueda H, Togashi K, et al. Radiologic manifestations of sarcoidosis in various
organs. Radiographics 2004; 24: 87-104.
6. Hiller N, Lieberman S, Chajek-Shaul T, et al. Thoracic manifestations of Behçet disease at
CT. Radiographics 2004; 24: 801-808.
7. Tanaka N, Kim JS, Newell JD, et al. Rheumatoid arthritis-related lung diseases: CT fin-
dings. Radiology 2004; 232: 81-91.
8. Edinburgh KJ, Jasmer RM, Reddy GP, et al. Multiple pulmonary nodules in AIDS: useful-
ness of CT in distinguishing among potential causes. Radiology 2000; 214: 427-432.
9. Strauss MJ. The growth characteristic of lung cancer and its application to treatment de-
sign. Semin Oncol 1974; 1: 167-174.
10. Harisingani MG, McLoud TC, Shepard JAO, et al. Tuberculosis from head to toe. Radio-
graphics 2000; 20: 449-470.
BÖLÜM 3
RADYOLOJİK BULGULAR
IV. LOBER-SEGMENTAL
KONSOLİDASYONLAR
Gülfer OKUMUŞ
Konsolidasyon, asinus içindeki havanın, sıvı veya hücresel yapılarla yer değiştir-
mesi ve burada ışın geçirgenliğinin azalması olarak tanımlanabilir. Normal hava
boşluklarına ve küçük hava yollarına madde dolmasına neden olan hemen her
patolojik durum konsolidasyona yola açar. Genel olarak sorumlu olan madde
sıvı dansitesinde olup, yerleşen sıvı miktarı yer değiştiren hava miktarına eşittir.
Bilindiği gibi, alveoller arasındaki Kohn porları nedeniyle, asinusler birbirleriyle
ilişkidedir. Bu nedenle bazen tek bir asinusa ait ortalama 7 mm’lik bir konsolidas-
yon görülebileceği gibi, birkaç santimetreden tüm lobu kaplayacak kadar geniş
bir alana yayılabilir. Opasifiye asinuslar arasında normal asinusler de kalabile-
ceğinden, asiner gölgeler birbirinden hava içeren parankim ile ayrılabilir ve bu
durum grafide yamalı şekilde bir görünüme neden olur. Genellikle klinik öykünün
yetersiz kaldığı durumlarda radyolojik görünüm buna neyin sebep olduğu konu-
sunda yeterli bilgi vermez. Bu durumun dışında tutulabilecek tek şey konjestif
kalp yetmezliği bulguları varlığında oluşan kardiyojenik alveoler ödemdir (1,2).
Parankimal konsolidasyonun önemli bir özelliği hava bronkogramıdır. Akciğer
parankimindeki konsolidasyon hava yollarını ya çok az etkiler veya hiç etkile-
mez. Örneğin, akut pnömonide konsolidasyon subplevral parankimde başlar,
infektif doku ve hücreler hızla asinuslar arasındaki geçiş sebebiyle yayılır ve hava
yolları dışındaki parankim konsolide olurken bronşiyollerin içindeki hava yerini
korur. Ayrıca bronşiyollerin içindeki infektif materyalin santrale doğru drenajı ve
atılması daha kolaydır. Eğer hava yolunun proksimalinde bir tıkanıklık yok ise
normalde görülmeyen havalı bronşiyoller ile konsolide olması nedeniyle havasız
kalmış parankim arasında kontrast meydana gelir ve bu havalı bronşiyoller rad-
yopak alan içerisinde radyolusent tübüler yapılar şeklinde görülür (1,2).
Konsolidasyonun bir özelliği de nonsegmenter oluşudur. Başlangıçta lokal yer-
leşimli olsa da Kohn porları ve hava geçişini sağlayan diğer kanallar aracılığıyla
hızla yayılıp nonsegmenter duruma geçer, bazen lobun tamamını tutabilir. Kon-
solidasyonda asiner havanın yerini aynı miktarda sıvı ve iltahabi hücre aldığı
ve bronşiyal sistem açık olduğu için arada sağlam kalan asinlerin havalanması
97
98 Göğüs Hastalıklarında Ayırıcı Tanı
Resim 1. PA akciğer grafisinde kalbin sağ kenarını silen görüntünün, yan grafide orta lobta
olduğu gözleniyor.
Resim 2. Hava-sıvı
seviyesi gösteren
konsolide alan.
neden olur. Skolyozu olan hastalarda ki genellikle konkavitesi sola doğru olur
sağ kalp sınırı vertebraların üzerine geldiği için genellikle seçilmez. Bu hasta-
larda sağ kalp sınırı ancak akciğer üzerine geldiğinde siluet belirtisi görülebilir.
Genel olarak, çekilen filmin kalitesi de siluet belirtisini görme açısından etki-
lidir. Bazen küçük bir konsolidasyon büyük bir normal alanı gizleyebilir veya
oblitere edebilir. Bu en iyi orta lob konsolidasyonlarında sağ kalp sınırlarının
silinmesi şeklinde görülebilir (Resim 1) (2,4).
Eğer konsolidasyon içinde infeksiyon veya infarkta bağlı nekroz gelişirse (like-
faksiyon nekrozu) ve ayrıca burada gaz üreten mikroorganizmalar mevcutsa
veya havayollarına açılırsa, bu durumda kavite gelişimine ek olarak hava sıvı
seviyeleri görülür (Resim 2) (2).
Konsolidasyona yol açan pek çok neden bulunmaktadır (Tablo1). Aşağıda
tüm bu nedenler kısaca irdelenmiştir (1,5).
Genel Nadir
Pnömoni Allerjik akciğer hastalıkları
İnfarkt Kollajen doku hastalıkları
Kardiyojenik pulmoner ödem İlaç reaksiyonları
Non-kardiyojenik pulmoner ödem Kanama
ARDS Lenfoma
Nörojenik ödem Radyasyon
İlaca bağlı ödem Amiloidoz
Eozinofilik akciğer hastalıkları
Sarkoidoz
Alveoler proteinoz
100 Göğüs Hastalıklarında Ayırıcı Tanı
İnfeksiyon
Pnömoni (bakteriyel, viral, fungal veya parazitik), konsolidasyonun en sık ne-
denidir. Konsolidasyon segmenter/lober görünümden yuvarlak veya düzensiz
görünüme kadar her biçimde görülebilir. Kavitasyon ve plevral efüzyon ayrı
ayrı eşlik edebilir. Erişkinlerde hiler bir konsolidasyon santral yerleşimli bir tü-
mörün neden olduğu postobsrüktif pnömoni ile ilişkili olabilirken, çocuklarda
böyle bir görünüm primer tüberküloz ile ilişkilidir.
İnfarkt
Genelllikle pulmoner tromboemboli ile ilişkilidir. İnfarktlar genellikle segmen-
terken, çok nadir olarak daha geniş olarak görünürler. Tabanı plevraya otur-
muş tepesi hilusa bakan üçgene benzeyen bu görünüm Hampton hörgücü
olarak adlandırılır (Resim 3). Hampton hörgücü iyi bilindiği halde çok sık sap-
tanmaz ve kesin tanı koydurmaz. Nedeni pulmoner infarkt ve nekroz ya da
hemoraji ve ödemdir. İzlem grafilerinde 4-7 gün içinde rezolüsyona uğrarsa
hemoraji ve ödeme, 3-5 haftada ancak gerileme ve rezolüsyon olursa infarkt
ve nekroza bağlı olduğu düşünülür. Septik infarktlarda kavitasyon sık olarak
görülürken, yumuşak infarktlarda kavitasyon nadirdir.
Pulmoner ödem
Etiyolojik mekanizma ne olursa olsun, pulmoner ödem ekstravasküler akciğer
dokusunun sıvı içeriğinin artmasıdır. Göğüs grafisinde lober ve segmenter ar-
terler genişlemiştir. Perivasküler ödem sebebiyle vasküler yapıların kenarlarında
netlik bozulmuştur. Hilus sınırları silikleşmiş, perihiler kelebek ya da yarasa ka-
nadı şeklinde yoğunluk artışı görülür. Kerley B ve Kerley A çizgileri ortaya çıkar
ve interlober fissürler kalınlaşır. Bazal kesimlerde X ışınının geçirgenliği azalmış
olup yer yer asiner gölgeler vardır. Kardiyojenik ve nonkardiyojenik ödem ile
Akut solunum sıkıntısı sendromu (ARDS)’de yüksek çözünürlüklü bilgisayarlı
tomografi (YRBT) bulguları birbirine benzer. Kardiyojenik ödemde interlobüler
septal kalınlaşma ve buzlu cam görünümü genellikle birlikte olup bazı olgularda
biri diğerine baskın olabilir. Dağılım daha çok perihiler ve bazal kesimlerdedir.
Ödeme bağlı olarak peribronkovasküler interstisyumda ve fissürlerde kalınlaş-
Lober-segmental konsolidasyonlar 101
Kanama
Kanama çoğunlukla pulmoner tromboemboli veya pulmoner kontüzyona
bağlıdır. Sistemik hastalıklara bağlı kanamalar multifokaldir. Tek bir opasite,
lober konsolidasyon dahil her görünümde olabilir.
Neoplazmlar
Postobstrüktif pnömoniler bu tür konsolidasyonların en sık nedenidir. Bazı
neoplazmlar özellikle bronkioloalveoler karsinom ve lenfomalar fokal pnö-
moniye çok benzer. Bazen hava bronkogramları bile içerebilirler. Ancak pnö-
moni kliniği olmadığı gibi haftalar geçse bile radyolojik görüntü gerilemez.
Yavaş büyüyen tümörlerde opasite çok uzun süre aynı şekilde sebat eder.
Radyasyon pnömonitisi
Radyasyona bağlı pnömonitis tedaviden 4-6 hafta sonra ortaya çıkar ve iler-
leyerek radyoterapinin bitiminden 4-6 ay sonra akciğer fibrozisi ile sonlanır.
Göğüs grafisinde başlangıçta radyoterapi yapılan lokalizasyonda belirli bir sı-
nır veren, homojen, hava bronkogramı içeren konsolidasyon saptanır. Kon-
solidasyon bazen tamamiyle rezorbe olurken çoğu olguda fibrozis ve hacim
kaybıyla iyileşir. BT ve YRBT erken evrede göğüs grafisine üstündür. BT’de
radyasyon alanına uyan bölgede buzlu cam manzarası ve pnömonik konso-
lidasyon vardır.
Eozinofilik pnömoni
Akut eozinofilik pnömonide aralıklı çekilen göğüs grafilerinde geçici ve yer
değiştirici konsolidasyonlar görülür. Bu opasiteler bir veya birden fazla olabilir.
Daha çok akciğerin periferinde olması ve yer değiştirmesi tipik bir özelliktir.
Kronik eozinofilik pnömonide %50 olguda üst lobların özellikle periferinde
nonsegmenter konsolidasyon alanları vardır. Diğerlerinde ise tek taraflı veya
yama tarzındadır.
Lober-segmental konsolidasyonlar 103
Amiloidoz
Nedeni bilinmeyen bir hastalık olup bir protein-polisakkarit kompleksi olan
amiloidin değişik dokularda depolanması ile ortaya çıkar. Amiloidoz kon-
solidasyonun çok nadir bir sebebidir. Görünüm nonspesifiktir. Göğüs gra-
fisinde birinci tipte bronkovasküler gölgelerde genişleme, hava hapsi, ate-
lektazi veya tekrarlayan pnömoniler görülür. İkinci tipte tek veya çok sayıda
kalsifikasyon/ossifikasyon, bazen kavitasyon içeren parankimal nodüller
vardır. Yaygın alveoler formda ise görünüm miliyer tüberküloz, silikoz veya
sarkoidoza benzer.
Sarkoidoz
Sarkoidoz zaman zaman akciğer içerisinde yamalı konsolidasyona neden
olur. Bu konsolidasyon küresel tarzda, hava bronkogramları içermeye eği-
limlidir ve belirgin hiler veya mediastinal lenf nodu genişlemesiyle ilişkilidir.
Bazen bu düzensiz opasiteler hakim olduğunda radyolojik olarak multifokal
pnömoniden ayırt edilemez.
Alveoler proteinoz
Alveol boşluğunun PAS-pozitif lipid ve proteinden zengin mataryel ile dol-
ması sonucu ortaya çıkan, çoğu idyopatik kabul edilen nadir bir patolojidir.
Göğüs grafisinde buzlu cam manzarası ve alveoler opasiteler görülür. Bul-
gular iki yanlıdır ve yamalı konsolidasyon, yaygın veya perihiler, fazla dens
olmayan belirsiz kenarlı opasiteler şeklinde olabilir. Bazal kesimlerde yerleşim
daha yoğundur.
Resim 7a. 80 yaşında erkek hasta- Resim 7b. Aynı hastanın toraks BT görünümü.
da gelişen ve hacim artışıyla seyreden
klebsiella pnömonisi.
KAYNAKLAR
1. Osma E. Solunum sistemi radyolojisi: normal ve patolojik. İzmir:Çağdaş Ofset;2000.
2. Hansell DM,Padley S. Imaging. In: Albert RK., Spiro SG., Jett JR. Clinical respiratory
medicine. 2nd Ed. Philadelphia, Pennsylvania: Mosby; 2004:1-60.
3. Shah RM, Friedman AC. CT angiogram sign incidence and significance in lobar consolida-
tions evaluated by contrast-enhanced CT. AJR Am J Roentgenol 1998;170:719-21.
4. Felson B, Felson H. Localization of intrathoracic lesions by means of the postero- anterior
roentgenogram: The silhouette sign. Radiology 1950;55:363-74.
5. Hansell DM, Armstrong P, Lynch DA, McAdams HP. Imaging of diseases of the chest. 4th
Ed. Philadelphia: Elsevier Mosby; 2005:69-141.
BÖLÜM 3
RADYOLOJİK BULGULAR
V. ATELEKTAZİ
Gaye ULUBAY, Füsun Öner EYÜBOĞLU
ATELEKTAZİ MEKANİZMA
Kompresif atelektazi Plevral sıvı, kitle veya bül gibi toraks içi yer kaplayan
patolojilerde görülür.
Adezif atelektazi Sürfaktan eksikliğine bağlı olarak meydana gelir. Büyük hava
yolları açıktır.
106
Atelektazi 107
3. Kompresif Atelektazi
Akciğere komşu yer kaplayıcı bir oluşumun direkt etkisi ya da komşu plevra-
da fibröz dokunun kontraksiyonu sonucu kompresyona uğratılması halinde
gelişir. Bronkojenik kist, bül, periferik neoplazm, gibi herhangi bir intratora-
sik lezyona bağlı olarak oluşur. Pnömotoraks örneğinde olduğu gibi yaygın
olmaktan çok lokalizedir. Plevral sıvıya bağlı atelektaziler de bu gruptadır.
Akciğer bilgisayarlı tomografisinde de, sağlıklı olguda akciğerin hastanın po-
zisyonuna bağlı olarak altta kalan ilgili bölgesinde artmış yoğunluk ya da su-
bplevral çizgilenme şeklinde görünüm ortaya çıkar. Bu lineer çizgilenmeler
genelde plevraya 1cm mesafede ve plevraya paralel yerleşimlidir. Pozisyona
bağlı atelektazi için tipik olan bu görünümler pozisyon değiştirilmesi ile kay-
bolurlar. Bu özellikler pozisyonel atelektazileri interstisyel ve hava yolu hasta-
lıklarına bağlı atelektazilerden ayırt edici kılar (3,4).
“Round” atelektazi (folded lung): Kompresif atelektazinin karakteristik olarak
fokal ya da diffüz plevral kalınlaşma ile beraber olan formudur. Genelde orta
lob, lingula ve alt loblarda görülür, sağ üst lobta nadirdir, sol üst lobta hemen
hiç görülmez. Direkt grafide lezyon 2.5-5cm çaplı, yuvarlak, homojen, yu-
muşak doku dansitesinde, düzgün sınırlı veya daha az olarak düzensiz sınırlı
subplevral kitle olarak görülür, plevra ilişkilidir. Karakteristik tomografi görü-
nümü yuvarlak ya da oval kitleye damarsal yapıların uzanım göstermesi ile
beraber etkilenen akciğer lobunda volüm kaybı ve plevral kalınlaşma olması-
dır. Hiler bölgedeki lezyonlar genellikle damarlar nedeniyle bulanık görünüm-
dedir. Olguların %60’ında lezyon içinde hava bronkogramı görülür. Damar
ve bronşların lezyonun periferine doğru uzanım göstermesiyle kuyruklu yıldız
(comet-tail) görünümü dikkat çekebilir. Multiplanar spiral BT rekonstrüksi-
yonları ya da multiplanar MR görüntüleri ile damar ve bronş seyri daha net
izlenir (1,3). BT’de “round” atelektazi ve plevral yüzey arasında keskin açı-
lanma görülür, fissür ve ana bronşta yer değişikliği, eşlik eden plevral plak,
plevral sıvı, silikotik nodül, ekstrapariyetal plevral yağ dokusu artışı görüle-
bilir. Lezyonun periferinde dansite daha yoğun, santralinde daha düşüktür.
Pozitron emisyon tomografisi (PET) ile metabolik olarak inaktif görülür.
108 Göğüs Hastalıklarında Ayırıcı Tanı
4. Adezif Atelektazi
Sürfaktan eksikliğine bağlı olarak gelişen alveollerin kapanması sonucu geli-
şen atelektazilerdir. Akut radyasyon pnömonisi, yenidoğanın solunum sıkın-
tısı sendromu, akut solunum sıkıntısı sendromu (ARDS), pnömoni, uzun süre
yüzeyel soluma ve pulmoner tromboembolide adezif atelektazi gelişir.
5. Skatrizasyon Atelektazisi
Akciğer parenkimi ile göğüs duvarının oluşturduğu elastik geri çekilme ba-
sıncında bozulmaya bağlı olarak gelişir. Kompliyansın azaldığı, akciğerlerin
esnekliğini kaybedip sertleştiği (örn., pulmoner fibrozis) durumlarda görülür.
Lokal skatrizan atelektazi, kronik granülomatöz infeksiyonlar sonrası da olu-
şur. Etkilenen akciğer dokusunda artmış elastik geri çekilme sonucu bronş ve
bronşiyoller dilatedir (traksiyon bronşektazisi). Radyolojik olarak bir lob ya da
segment normalden daha küçüktür, hava içeren dilate kısımlar nedeniyle non-
homojen dansite olarak izlenir, atelektatik segmentten hilusa doğru kalınlaşmış
düzensiz bant görünümü verir. Kronik hacim kaybının kompanzasyon bulguları
olan mediyastinal, hiler yer değiştirme ve etkilenen lobta hiperinflasyon gö-
Atelektazi 109
Resim 1. Sol akciğerde total atelektazi: me- Resim 2. Sağ akciğerde atelektazi ile beraber
diyastenin atelektazik tarafa yer değiştirmesi plevral sıvı: sıvı ve atelektazi birlikteliğinde med-
ve sağda kompanzatris hava artışı varlığı. yastende yer değişikliği gözlenmeyebilir.
1. Direkt bulgular
İnterlober fissürün yer değiştirmesi: Hacim kaybı nedeniyle fissür atelektatik
loba doğru yer değiştirir. Damar ve bronş görünümünün yoğunlaşması volüm
kaybeden akciğer bölgesinde damarsal yapılar ve bronşun bir araya toplan-
mış gibi görünmesidir. Atelektazinin erken bulgularındandır ve önceki filmler
ile karşılaştırıldığında daha kolay farkedilir. Parankimde artmış dansite olarak
görünen atelektatik lob, damarsal yapıları saklayabilir, aerasyon kaybolur. Re-
zorpsiyon atelektazisi olan olgular hariç direkt grafi ya da BT’de atelektazi ala-
nında yoğunlaşmış hava bronkogramı izlenmesi anlamlı kabul edilir (1,2).
2. İndirekt bulgular
Lokal dansite artışı görülmesi dışında esas indirekt bulgu intraplevral basıncı
düzeltmek için gelişen diyafragmanın yukarı, mediyastenin aynı tarafa yer
değiştirmesi, kostaların birbirine yaklaşması, hilusta yer değişikliği ve kalan
akciğer alanında hiperinflasyon gelişmesidir (5).
yer değiştirdiği görülür (Resim 1). Kısmi bronş tıkanıklığı olan ya da pnömo-
toraksın eşlik ettiği olgularda atelektatik alan komşuluğunda havalanmada
artış görülür. Sıvının eşlik ettiği atelektazi varlığında ise mediyastende yer
değişikliği gözlenmeyebilir (Resim 2).
Lober atelektazi
Atelektazik lob, mediyasten ya da akciğere ait kitle ile karışabilir. Lober atelek-
tazi alışılmadık şekilde de karşımıza çıkabilir, direkt grafide gözden kaçabilir. Alt
lob, inferior pulmoner ligament ile diyafragma ve mediyastene daha gevşek
bağlanır, buna karşılık üst lob ve orta lob kısmen sabittir. Bu yüzden, üst ve
orta lobun yeri atelektazide değişebilir. Bu durum, daha çok sağ akciğerde ve
çocuklarda görülür. Sağ üst lob atelektazisinde küçük fissür ve büyük fissür üst
yarısı yukarı ve öne doğru yer değiştirir. Yan grafide küçük fissür konkavlaşır,
büyük fissür konveksleşir. Trakea ve diyafragma yukarı ve sağa doğru yer değiş-
tirir. Hilusun olduğundan küçük ve daha yukarıda gözlenmesi, üst lob pulmoner
arterinin izlenememesi önemli bulgulardır (6). Atelektazik sağ üst lob, plevral
kitle ya da loküle sıvı olarak değerlendirilip gereksiz biyopsi ve torasentez gi-
rişimleri olabilir. Sağ ve sol üst lob atelektazisinde “jukstafrenik” çentikleşme
Resim 4. Sağ üst lob atelektazisine bağlı PA grafi ve BT’de Golden “S” işareti
Atelektazi 111
Resim 5. Sol üst lob atelektazisi: sol Resim 6. Sol üst lob atelektazisi:
hilus yukarı ve arkaya yer değiştirmiş, üst lobtaki küçülme ile birlikte büyük
diyafragmanın mediyal kısmı yüksel- fissür öne doğru yer değiştirmiş, alt
miş. lobta belirgin hiperinflasyon izleniyor.
Resim 7. Sağ orta lob atelektazisi: bü- Resim 8. Sağ orta lob atelektazi-
yük ve küçük fissürün orta lobtaki ha- si: büyük ve küçük fissür birbirine
cim kaybı nedeniyle birbirine yaklaştığı yaklaşmış, üst ve alt lobta saydamlık
izleniyor. artışı izleniyor.
gözlenebilir (Resim 3), atipik üst lob atelektazilerinde tanıda yardımcıdır (1,3,5).
Diyafragmanın mediyal yarısında yukarı doğru sivri bir çentikleşme olarak görü-
lür. Çoğunlukla inferior aksesuar fissürün yukarı doğru yer değiştirmesi sonucu
oluşur. Sağ üst lob atelektazisi hiler yerleşimli büyük bir kitleye bağlı oluşursa
küçük fissürün mediyal kısmında karakteristik olarak yaylanma görülebilir, kü-
çük fissürdeki konkavlaşma ile beraber ters S işareti (Golden “S” işareti) oluşur
(Resim 4). Direkt grafi ve BT’de görülmesi akciğer kanserine ikincil atelektaziyi
düşündürür (3,7).
BT’de küçük fissürün içe ve yukarı yer değiştirmesi ile birlikte atelektatik
lobun mediyal yüzü de mediyastene yaslanmış görünür.
112 Göğüs Hastalıklarında Ayırıcı Tanı
Resim 9,10 ve 11. Orta lob atelektazisinde direkt grafi ,yan grafi ve BT görünümü.
Resim 12. Sol alt lob atelektazisi: Resim 13. Sağ alt lob atelektazisi:
atelektaziye bağlı aşağı ve arkaya küçük fissürün ve hilusun aşağı yer de-
yer değiştiren büyük fissür kalp göl- ğiştirdiği izleniyor. Hacmi küçülen orta
gesi ile süperpoze ikinci hat olarak lob mediyalde kalp gölgesi ile süperpo-
izlenmektedir. ze opasite olarak izlenmektedir.
Resim 14, 15. Sağ alt lob atelektazisi ve plevral sıvı varlığı.
Resim 16, 17. Paravertebral alanda kitle ve diğer kesitte atelektazik alt lob izlenmektedir.
Öykü
Atelektaziye spesifik semptom yoktur, öksürük, balgam, ateş, hışıltı gibi belir-
tiler olabilir ancak kronik olgular genelde asemptomatiktir.
Astımlı çocuklarda uzun süren ataklar ve ateş birlikteliğinde atelektazi akla
gelmelidir. Astımlılarda mukoid tıkaçla beraber allerjik aspergillozis gorülebi-
lir. Operasyon sonrası 48 saat içinde ateş ve taşikardi genelde atelektazi ile
birlikte pnömoniyi akla getirmelidir. Kalp cerrahisi sonrası lingula atelektazisi
görülebilir. Kosta kırıkları, öksürük refleksinin yetersizliğine neden olan göğüs
duvarı hastalıklarında, yabancı cisim aspirasyonu öyküsü varlığında, atelekta-
zi ayırıcı tanıda düşünülmelidir. Bronş kanserlerine bağlı atelektaziler, sigara,
aile öyküsü, ileri yaş, erkek cins gibi risk faktörlerinin varlığında sık görülür.
Bronş adenomuna bağlı atelektaziler genelde genç bayanlarda görülür, sık-
lıkla hemoptizi eşlik eder. Kalkeri andıran cisim ekspektore eden olgularda
bronş taşı ayırıcı tanıda akla gelmelidir.
Fizik inceleme
Atelektazinin klasik fizik bulguları, atelektazinin olduğu hemitoraksta küçül-
me, perküsyonda matite, vokal fremitus ve solunum seslerinin aynı tarafta
azalması ya da yokluğudur. Aynı tarafta inspiriyum sırasında raller işitilebilir.
Atelektazi büyüklüğüne göre siyanoz, solunumsal sıkıntı görülebilir. Postope-
ratif atelektazilerde efektif olmayan öksürük tipiktir.
Komşu loblarda belirgin kompanzatris hiperinflasyon varlığı ya da atelektazinin
küçük bir alanda olması durumunda fizik inceleme normal olabilir. Ana bronşun
açık olduğu obstrüktif olmayan atelektazilerde vokal fremitus artabilir.
Alt lob atelektazilerinin fizik inceleme bulguları diyafragma yüksekliği ve ple-
vral sıvı bulguları ile benzerdir, karışabilir.
Görüntüleme yöntemleri
Direkt grafide sol alt lob atelektazisi küçülen alt lob sol kalp görüntüsünün arkasında
kalacağı için yanıltıcı olabilir. Üst lob atelektazisi mediyastinal genişleme, lokü-
116 Göğüs Hastalıklarında Ayırıcı Tanı
Bronkoskopi
tanısal
Erken
bronkoskopi Bronkoskopinin tekrarı
endikasyonu var
Bronkoskopi
tanısal değil Mediyastenoskopi
Eksploratris torakotomi
Laboratuvar testleri
Atelektazinin ayırıcı tanısında fazla yardımcı değildir. Astım ve allerjik asper-
gillozisli hastalarda ve daha az olarak Hodgkin hastalığı, non-Hodgkin len-
foma, bronkojenik kanser ve sarkoidozda eozinofili görülebilir. Nötrofili ve
eritrosit sedimantasyon hızı (ESR) yüksekliği atelektazinin distalinde enfeksi-
yonu düşündürmelidir. Anemi kronik infeksiyon ve lenfomayı, gammopati ise
sarkoidozu düşündürebilir. Aspergillusa karşı antikorların gösterilmesi allerjik
aspergillozis için yol göstericidir.
İdrarda ve kanda serotonin ve yıkım ürünlerinin görülmesi karsinoid sendro-
mu düşündürmelidir.
Bronkoskopi
Atelektazinin ayırıcı tanısında en değerli yöntemdir. Tanı ve tedavi amacı ile
kullanım alanı geniştir. Atelektazinin bronş içi ve dışından kaynaklandığı konu-
sunda yol göstericidir. Endobronşiyal lezyondan tanısal biyopsi ve fırçalama ör-
neği alınması, bronş dışı lenf bezi ve kitlelerden iğne aspirasyonu yapılmasına
olanak sağlar. Bronşiyal striktürlerin açılması, yabancı cisim çıkarılması, mukus
tıkaçlarının temizlenmesi, tümöral darlıkların açılması amacı ile kullanılır.
Torakotomi
Tanı ve tedavi amacı ile kullanılabilir.
Atelektazide tanı algoritması Şekil 1’de gösterilmiştir. Şekil 1’de adı geçen
yöntemlerle atelektazi nedeni saptanabilen olgular bronkoskopi endikasyonu
olmayan olgular olarak gruplandırılabilir. Erken bronkoskopi endikasyonu
olan olgular, toraks BT ile endobronşiyal obstrüksiyona neden olan lezyon
görülmesi halinde histopatolojik tanının konulabilmesi adına endikedir (9).
KAYNAKLAR
1. Fraser RS, Colman N, Müller NL, Pare PD. Synopsis of diseases of the chest. 3th
ed.Philadelphia:Elsevier Saunders; 2005:134-144.
2. Duggan M, Kavanagh BP. Pulmonary atelectasis: a pathogenetic perioperative entity.
Anesthesiology, 2005;102:838-54.
3. Fraser RS, Müller NL, Colman N, Pare PD eds. Diagnosis of diseases of the chest. 4th ed.
Philadelphia: W.B.Saunders; 1999:513-560.
4. Stathopoulos GT, Karamessini MT, Sotiriadi AE, Pastromas VG. Rounded atelectasis of
the lung. Respir Med 2005;99:615-623.
5. Albert RK, Spiro SG, Jett JR. Clinical respiratory medicine. 2nd ed. Philadelphia: Mosby;
2004: 24-28.
6. Ashizawa K, Hayashi K, Aso N, Minami K. Lobar atelectasis: diagnostic pitfalls on chest
radiography. Br J Radiol 2001;74:89-97.
7. Francis A. Burgener , Martti Kormano eds. Differential diagnosis in computed tomograp-
hy. New York: Thieme Medical Publishers; 1996: 185-18.
8. Freundlich IM. Pulmonary atelectasis In: Freundlich IM, Bragg DG, eds. A radiologic app-
roach to diseases of the chest. 2nd ed. Williams & Wilkins: Baltimore; 1997: 73-88.
9. Lillington GA. A diagnostic approach to chest diseases:differential diagnoses based on
roentgenographic patterns. 3rd ed. Baltimore:Williams & Wilkins, 1987;188-203.
BÖLÜM 3
RADYOLOJİK BULGULAR
Tek veya çok sayıda, küçük veya büyük çaplarda, genellikle alveollerin dol-
ması sonucu oluşan, bir segment ya da lobu tutabilen, asiner, buzlu cam ve
atılmış pamuk, hava bronkogramı gibi lezyonların bir veya birkaçının birlikte
görüldüğü radyolojik bulgulardır. Alveoler lezyonlar, asinüslerin sıvı, kan ya da
enflamatuar hücrelerle dolması ile meydana gelir (Tablo1) (1). Tek infiltratların
nedenleri Tablo 2’de, multipl infiltratlarınki ise Tablo 3’te özetlenmiştir (2).
Görüntüleme
Akciğer grafisi, lezyonların ayırıcı tanısında olduğu kadar şiddetini belir-
lemede ve takibinde de önemlidir. Standart PA ve lateral grafiler lezyonun
lokalizasyonu ve radiyolojik özellikleri hakkında bilgi verir. Hastanın önceki
grafileriyle karşılaştırma yapılması lezyonun progresyonu ve etyolojisi ile il-
gili değerli bilgiler verebilir. Lezyonun akut ya da kronik oluşu, büyüme hızı,
malign lezyon şüphesi ile ileri tetkik yöntemlerine başvurulmasını sağlayabilir.
Lezyonun haftalar ve aylar içinde büyümesi tüberküloz tanısı yanında malign
tanı ihtimalini de güçlendirir. Eski grafilerde aynı bölgede tekrarlayan ve kay-
bolan lezyonların bulunması altta yatan bronşektazi, intralober sekestrasyon,
ya da parsiyel bronş obstrüksiyonu varlığını düşündürür. Tek infiltrasyonun
hızla kaybolması akut enfeksiyon, Loeffler sendromu, pulmoner kontüzyon,
sistemik lupus eritematozus (SLE) pnömonisi veya pulmoner infarkt tanısını
122 Göğüs Hastalıklarında Ayırıcı Tanı
Hava bronkogramı + +
Kerley çizgileri - +
Plevral sıvı - +
Kardiyomegali - +
Laboratuvar İncelemeleri
Kan Bulguları
Anemi, multipl infiltratlara neden olan birçok hastalıkta görülebilir. Akut hema-
tokrit düşüklüğü hemosideroz, Goodpasture sendromu, yağ embolisinde, SLE,
mikoplazma enfeksiyonu, orak hücre hastalığı ile birlikte görülen hemolitik ane-
mide, ARDS ve nadiren de pnömonide görülebilen dissemine intravasküler ko-
agülasyon (DIC)’da meydana gelir. Nötrofilik lökositoz, bakteriyel pnömonide
görülen spesifik olmayan bir bulgudur. Bakteriyel pnömonilerde, polimorf löko-
sitoz, fırsatçı enfeksiyonlarda ise lökopeni görülür. Viral ve mikoplasmaya bağlı
pnömonide lökosit sayısı normal ya da hafif artmış olabilir. Lösemi tanısında
periferik yayma tanı koydurucudur. Eozinofili, astım, kronik eozinofilik pnömo-
ni, Loeffler sendromu, ABPA, alerjik granülomatozis, sarkoidoz, lenfoma, bazı
mantar hastalıkları, PAN’da görülebilir. Mikoplazma pnömonisi, ornitoz, Q ate-
şi gibi mevcut enfeksiyonlara bağlı olarak hepatit gelişebilir. İdrar tetkikindeki
anormallikler, Goodpasture sendromunda, SLE, Wegener granülomatozunda
saptanır. Pulmoner tromboemboliyi ekarte ettirmede, ELISA yöntemi ile serum
D-dimer düzeyinin tanısal önemi vardır (Şekil 3) (7).
Balgam yaymanın gram boyaması hem bakteri ve bazı mantarların morfolojisi
hakkında, hemde sekresyonun geldiği yer hakkında bilgi verir. Özel boya tek-
nikleri kullanılarak,aside rezistan basiller (örn.,M.tuberculosis), P.carinii,allerjik
aspergillus hifleri saptanabilir. Balgam,kan veya diğer vücut sıvılarının kültürü
etyolojik tanı koydurucu olabilir. M.tuberculosis, atipik mikobakteriler, Legio-
nella, primer invazif mikotik ajanlarda kültürler tanı koydurucudur.
Tek ve Multipl İnfiltrasyonlar 125
PE şüphesi
Normal
Orta veya
düşük olasılık
Yüksek klinik
şüphe yoksa
Alt ekstremite araştırmayı
Doppler ultrasonografisi sonlandır!
EKO
Spiral BT
Pulmoner
anjiyografi
Şekil 3. Pulmoner emboli için tanı ve tedavi algoritması (PE:pulmoner emboli; EKO: ekokardi-
yografi; V/Q:ventilasyon-perfüzyon).
İntapulmoner hemoraji
Orak hücre sendromu
belirlenmiş PIE sendromu
İlaca bağlı
Tanı olasılığı Atipik kızamık
yüksek
doğrulanmamış
kanıtlanmış
İnfarkt
şüphesi - Kollagen doku hastalığı
Akut
doğrulanmamış - Difüz alveoler hasar
belirsiz
- Pulmoner ödem
Lezyonlar
- Pnömoniler
Mutlipl Tanı
infiltratif belirsiz
lezyonlar
- Tümörler
- İnfeksiyonlar
- Hemorajiler
kanıtlanmamış Kronik - Sarkoidoz
Pnömoni belirsiz - Nekrotizan
Şüphesi lezyonlar granülomatozlar
- Lipoid pnömoni
- Veno-oklüzif hastalık
- Bronşektazi
Pnömoni
kanıtlanmış
KAYNAKLAR
1. Osma E. Solunum sistemi radyolojisi: normal ve patolojik. İzmir: Çağdaş Ofset; 2000.
2. Lillington GA. A diagnostic approach to chest diseases:differential diagnoses based on
roentgenographic patterns. 3rd ed. Baltimore:Williams & Wilkins, 1987;203-241.
3. Toraks Derneği erişkinlerde hastane kökenli pnömoni ve tanı rehberi. Toraks Dergisi 2002;
Cilt 3 (Ek 4):1-15.
4. Osma E. Akciğer infeksiyonlarında radyolojik yaklaşım ve ipuçları.İç: Ekim N, Uçan ES,ed.
Solunum sistemi infeksiyonları. Toraks kitapları. İstanbul:Turgut Yayıncılık;2001:73-95.
5. Webb WR, Higgins CB. Thoracic imaging: pulmonary and cardiovascular radiology. Phila-
delphia: Lippincott, Williams & Wilkins; 2005
6. Fedullo PF. Pulmonary thromboembolism. In: Murray JF, Nadel JA, eds. Textbook of res-
piratory medicine. 3rd ed. Philadelphia: WB Saunders; 2000:1503-1531.
7. Arseven O. Pulmoner tromboembolide klinik ve laboratuvar bulguları, tanı yaklaşımı.
İç:Metintaş M,ed. Pulmoner tromboemboli.ASD Toraks yayınları.Eskişehir:Metin Of-
set;2001:95-110.
8. Fishman AP, Elias JA, Fishman JA, Grippi MA, Kaiser LR, Senior RM. Fishman’s manual
of pulmonary diseases and disorders.3rd ed. New York:McGraw-Hill;2002.
BÖLÜM 3
RADYOLOJİK BULGULAR
Kavite
Akciğer parankimi içerisinde doku nekrozu sonucu gelişen, duvar kalınlığı bir
milimetreden büyük, hava ve/veya sıvı dolu boşluk kavite; daha ince cidarlı
boşluklar ise kist olarak tanımlanır (1). Kavite ve apse terimleri sinonim değildir.
Bronş ağacıyla iştirakli olmayan intrapulmoner apse radyolojik olarak opak gö-
rülür. Eğer apse kavitesi bronşiyal ağaçla iştirakli hal alır ve nekrotik materyalin
yerine hava girerse kavite olarak adlandırılır. Kavite içerisindeki nekrozun ge-
lişimi etiyolojide rol oynayan hastalığa bağlı olarak değişkenlik gösterir. Örne-
ğin, enfeksiyöz patolojilerde bakteriyal toksinler ve ölü ya da ölmekte olan lö-
kositlerden salgılanan enzimlerin yol açtığı doku hasarı nekroza neden olurken,
malignitelerde sıklıkla vasküler kan akımının azlığına sekonder gelişir. Septik
embolide ise her iki mekanizma da nekrozdan sorumlu tutulmaktadır (2).
Akciğerde kaviter patolojiye yol açan farklı etyolojik nedenler Tablo 1’de
gösterilmiştir (1,3).
Akciğer grafisinde kaviter lezyon saptanan bir olgu değerlendirilirken kavite-
nin duvarı, iç yüzeyi, içeriği, sayısı ve yerleşim yeri dikkate alınmalıdır (2, 4).
A) Kavite Duvarı
Akut akciğer apsesi, maligniteler, Wegener granülomatozu ve romatoid no-
düllerde kalın cidarlı; aktif-inaktif tüberküloz kaviteleri, kist hidatik, travmatik
akciğer kisti, kistik bronşektazi, koksidioidomikoz, paragonimiazis ve pnöma-
toselde ince cidarlı kaviter-kistik lezyonlar gözlenir.
Duvar kalınlığı ve kavitenin iç sınır karakteri ayırıcı tanıda önemli ipuçları
sağlayabilir. Duvar kalınlığı bir milimetreden daha az olan kavitelerin benign,
15 milimetreden kalın olanların ise malign olma olasılığı yüksektir. Öte yan-
dan, malign kavitelerde iç sınır karakteri düzensiz veya nodüler; akut akciğer
apsesinde kaba tüysü, diğer patolojilerde ise sıklıkla düzgündür.
132
Kaviteli ve Kistik Lezyonlar 133
A) Konjenital
1) Ön bağırsak çoğaltım (duplikasyon) kistleri
a) Bronkojenik kist
b) Özofagusun çoğaltım (duplikasyon) kistleri
c) Nörojenik kistler
2) Kistik adenomatoid malformasyon
3) Sekestrasyon
B) Kazanılmış
1) İnfeksiyon
a) Piyojenik (stafilokok / nekrotizan pnömoni)
b) Nonpiyojenik (pnömosistis / tüberküloz / fungus / hidatik kist)
c) Postenfeksiyöz pnömatosel
2) Nonenfeksiyöz granülomlar
a) Sarkoid
b) Wegener granülomatozu
c) Romatoid nodül
3) Malignite
a) Primer akciğer kanseri (yassı epitel hücreli kanser)
b) Metastatik kanser (yassı epitel hücreli kanser / sarkom)
c) Tedavi sonrası Nekroz
4) Travma (pnömatosel / barotravma / Hidrokarbon inhalasyonu)
5) Fokal amfizem (bül / bleb)
6) İnfarkt / emboli
7) Bronşektazi
B) Kavite İçeriği
Sıklıkla kavite içeriği sıvıdır ve ayırıcı özelliği yoktur. Ancak kist hidatikte yü-
zen membranlar ve kız veziküllerin oluşturduğu “Nilüfer Belirtisi” saptanabilir.
Fungal miçetomlarda mantar topu ile kavite duvarı arasında yarım ay şeklin-
de hava gölgesi vardır ve bu gölge hastanın pozisyonu ile yer değiştirir.
C) Kavite Sayısı
Primer pulmoner karsinom, akut akciğer apsesi ve posttravmatik akciğer kisti
soliter patolojiye yol açarken, tümör metastazları, septik emboli ve Wegener
granülomatozunda çok sayıda kavite mevcuttur.
D) Yerleşim Yeri
Tüberküloz kavitesi üst loblarda, aspirasyon pnömonisi sağ orta-alt lobda,
amip apsesi sağ alt lobda, travmatik akciğer kistleri subplevral bölgede, septik
akciğer infarktı bazallerde, sekestrasyonlar ise sıklıkla alt lob posterior seg-
ment yerleşimlidirler.
134 Göğüs Hastalıklarında Ayırıcı Tanı
Pnömatosel
İnce duvarlı hava dolu alandır. Çoğunlukla enfeksiyon sonrası gelişir. Karak-
teristik olarak günler-haftalar içinde büyüklüğü artar ve neredeyse her zaman
rezorbe olur (2).
Tablo 2. Kaviter ve kistik akciğer hastalıklarında ayırıcı tanı yaklaşımı (1-4, 7, 8).
Psödomonas, anaerob
bakteri; alt loblarda ve Plevral effüzyon (ampiyem) sıklıkla
posterior segmentlerde, mevcuttur.
bilateral konsolidasyon ve
çok sayıda kaviteye neden
olur.
136 Göğüs Hastalıklarında Ayırıcı Tanı
Tüberküloz Bir veya birden fazla sayıda, Üst lob apikal ve posterior
(Resim 5) ince cidarlı, düzgün iç yüzeyli segment ile alt lob superior
kavite izlenir. segment yerleşimlidir. Hava-sıvı
seviyesi nadirdir. Atipik
mikobakteri infeksiyonlarında
kavite daha sık ve çok sayıdadır.
Amebiyaz Soliter, kalın duvarlı, irregüler Sağ alt lob yerleşimlidir. Hemen
iç sınırlıdır. her zaman sağda plevral
effüzyon mevcuttur.
Resim 3. PA akciğer grafisi ve toraks BT: Sol akciğer üst lob yerleşimli soliter, kalın duvarlı ve
düzensiz iç yüzeye sahip kavite (yassı epitel hücreli akciğer karsinomu).
138 Göğüs Hastalıklarında Ayırıcı Tanı
Resim 4. PA akciğer grafisi ve toraks BT: Birden çok sayıda kalın duvarlı kavite
(Staphylococcus aureus pnömonisi).
Resim 7. Toraks BT (süpin ve pron pozisyonlar): Yarım ay şeklindeki hava gölgesi hastanın
pozisyonu ile yer değiştiriyor.
grafisinde bülün yanı sıra büyüklüğüne göre; hemitoraksta hava hapsi, mediyas-
tenin ekspirasyon sırasında normal akciğer tarafına yer değiştirmesi ve ipsilate-
ral hemidiyafragmanın yükselmesi gibi sekonder bulgular saptanabilir (2).
Amfizemle ilişkili olmayan hava içeren boşluk epitelyal tabaka olsun ya da
olmasın, kist olarak adlandırılır (2).
Kaviteli ve Kistik Lezyonlar 139
Resim 8. PA akciğer grafisi ve toraks BT: Sağda plevral effüzyon; orta lobta hava-sıvı seviyeli
ve germinatif membranlara bağlı lobülasyon gösteren perfore hidatik kist (“Nilüfer” belirtisi).
Resim 10. Toraks BT: Alt lobta, birden fazla sayıda, ince cidarlı, periferik yerleşimli kavite
Resim 11. PA akciğer grafisi ve toraks BT: Çok sayıda, ince cidarlı ve içerisinde
hava-sıvı seviyesi izlenen kistik lezyonlar.
Resim 12. PA akciğer grafisi ve toraks BT: İnce cidarlı, üst lob yerleşimli kistik lezyonlar.
Kaviteli ve Kistik Lezyonlar 141
Resim 13. PA akciğer grafileri: Tek ve çok sayıda ince cidarlı kistik lezyonlar.
Teşekkür
Akciğer grafisi ve tomografi örneklerinin tamamı Gaziantep Üniversite-
si Göğüs Hastalıkları ve Göğüs Cerrahisi Anabilim Dallarının arşivlerinden
seçilmiştir. Arşiv bilgilerini bizimle paylaştığı için Göğüs Cerrahisi Anabilim
Dalı’na teşekkür ederim.
KAYNAKLAR
1. Bragg DG, Freundlich IM. Cysts and cavities of the lung. In: Freundlich IM, Bragg DG,
eds. A radiologic approach to disaeses of the chest. 2nd ed. Baltimore: Williams & Wilkins;
1997:119-125.
2. Fraser RS,Muller NL,Colman NC,Pare PD.Fraser and Pare’s diagnosis of diseases of the
chest. 4th ed.Philadelphia:WB Saunders;1999:461-479.
3. Ödev K. Toraks Radyolojisi. 1. Basım. İstanbul: Nobel Tıp Kitabevleri; 2005: 104-108.
4. Bilgen I, Demirpolat G, Savaş R, Alper H. Benign kistik ve kaviter akciğer lezyonları. To-
raks Dergisi, 2003; 4(1): 95-99.
5. Goldman L, Ausiello DA. Cecil textbook of medicine. 22nd ed. Philadelphia: WB Saun-
ders; 2004.
6. Taussig LM,Landau LI. Pediatric respiratory medicine.St.Louis:Mosby;1999.
7. Burgener FA, Kormano M. Differential diagnosis in chest X-Rays. 2nd ed. New York:
Thieme;1997:159-69.
8. Vourtsi A, Gouliamos A,Moulopoulos L, et al. CT appearance of solitary and multiple
cystic and cavitary lung lesions. Eur Radiol 2001;11:612-22.
BÖLÜM 3
RADYOLOJİK BULGULAR
Hava kisti
Trapezius kasında atrofi (radikal boyun disseksiyonu sonrası)
Bronş obstrüksiyonu
Neoplastik ( bronş karsinomu,metastatik)
Granülomatöz kitleler ve bronkolit
Bronşiyal mukosel
Yabancı cisim ( sıklıkla çocuklarda)
Mukus tıkacı
Postinflamatuar stenoz
Amiloid
Hiler kitle (örn., adenopati,bronkojenik kist)
Bronşiyolitis obliterans (Swyer-James veya MacLeod sendromu)
Kompanzatris havalanma artışı (atelektazi, lobektomi)
Pnömatosel
Kardiyomegali ( sol alt lob)
Ekstrapulmoner sekestrasyon
Hava Hapsi
Hava hapsi (air trapping), göreceli olarak yaygın bir durumdur.Lokalize veya je-
neralize olabilir. Geleneksel olarak derin inspiryumda çekilen akciğer grafisinde
hava hapsinin gösterilmesi güçtür. Hava hapsi ancak ekspiratuar akciğer grafi-
sinde kendini belli eder. Ekspirasyonda normal olan akciğerin boyutu küçülür-
ken, hava hapsinin bulunduğu bölgenin hacminde bir değişiklik gözlenmez. Bu
durumda, hava hapsi olan akciğerde aşırı ekspansiyon belirtileri dikkat çeker:
a) mediyasten tutulan taraftan uzaklaşır; b) aynı taraftaki hemidiyafragma yük-
selmez. Ayrıca,hava hapsinin olduğu alan göreceli olarak normal akciğer ile
karşılaştırıldığında daha saydam izlenir. Hava hapsi tüm akciğeri kapsayabildiği
gibi lober,segmenter veya lobüler seviyede görülebilir (4).
Etiyolojik nedenler arasında santral bronş obstrüksiyonuna yol açan tümör
veya yabancı cisim gibi bronş içi veya bronş dışı lezyonlar sayılabilir. Genel-
likle, bronş inspirasyon sırasında havanın girmesi için yeterli çapa sahiptir.
Pnömotoraks
Pnömotoraks (PTX), plevra boşluğunda hava toplanması ve sekonder akciğer
kollapsı ile karakterizedir. PTX , spontan (primer ve sekonder) ve travmatik
(iyatrojenik ve iyatrojenik olmayan) şeklinde sınıflandırılır (9).
Radyolojik olarak PTX , viseral plevranın (ve akciğer) dış kenarı ile pariyetal
plevra(ve göğüs duvarı) arasındaki pulmoner damar gölgeleri içermeyen say-
dam gaz boşluğu ile kendini gösterir (Resim 1 ve 2) (9). Viseral plevra çizgisi
hemen hemen göğüs duvarına paralel olarak seyreder. Kosta ve diğer kemik
yapılarına ait gölgeler minimal hava toplanmasını örtebilir ve bu durum PTX
tanısının konulmasını güçleştirir. Ekspirasyonda çekilen akciğer grafisinde vi-
seral plevra çizgisi daha kolay saptanabilir. Bunun nedeni, çizginin kostalara
göre yönünün değişmesi ve sabit olan PTX boşluğunun hacminin azalan ak-
ciğer hacmine göre rölatif olarak artmasıdır. Bundan başka, lateral dekubitus
akciğer grafisi (şüpheli taraf üstte) de tanıda yardımcı olabilir (10,11). Dik
duran pnömotorakslı hastada plevradaki hava apekste toplanır. Dolayısıyla,
akciğer ve göğüs duvarı arasındaki boşluk bu bölgede belirginleşir(9). Bazen
kronik obstrüktif akciğer hastalığı (KOAH) tanılı olgularda subpulmonik loka-
lizasyon görülebilir(11).Supin pozisyonda ise göğüs kavitesinin en yüksek bö-
lümü kaidenin anterior veya anteromedialinde yer aldığı için hava bu bölgede
toplanır. Aşağıdaki belirtilerden bir veya birkaçının varlığı supin pozisyonda
çekilen akciğer grafisinde PTX’i düşündürebilir:
1. Hipokondriyal bölgede ve hatta tüm hemitoraksı kaplayacak şekilde
göreceli saydamlık artışı.
2. Derin kostofrenik sulkusun varlığı (dili andıran görüntü)
3. Anterior kostofrenik sulkusun izlenmesi.
4. Kalp kenarının belirginleşmesi.
5. Komşu mediastinal kenarın keskinliğinin artması.
6. Plevral havanın minör fisürde toplanması (bazen).
7. Kollabe akciğerin inferior kenarının diyafragmanın üstünde izlenmesi.
8. Aynı taraftaki hemidiyafragmanın aşağı pozisyonda olması (10).
Akciğer apeksinde görünen ve başka nedene bağlı olan eğrisel çizgiler pnö-
motorakstaki viseral plevra çizgisini taklit edebilirler. Bu tür opasitelere da-
146 Göğüs Hastalıklarında Ayırıcı Tanı
Resim 4. Swyer-James sendromlu bir olgu:(a)Toraks BT’de sağ akciğerde düşük atenüasyon
alanları ve bronşektazi görülmektedir;(b) üç boyutlu MR anjiyografide sağ akciğerde pulmoner
arterin küçük ve dallarının hem boyut hem de sayı bakımından azalmış olduğu izlenmektedir (15
no’lu kaynaktan alınmıştır).
yuvarlak opasite görülür. Toraks CT ve MR görüntülemesi tanıda yardımcı
olabilir. Ortalama tanı yaşı 17’dir ve olguların 2/3’ü erkektir (7).
Swyer-James Sendromu
Swyer-James sendromu (SJS) obliteratif bronşiyolitin bir formu olup radyo-
lojik olarak akciğerlerde tek taraflı saydamlık artışı ile karakterizedir (5,14).
Literatürde MacLeod sendromu,tek taraflı veya lober amfizem,tek taraflı (üni-
lateral) hiperlüsen akciğer gibi sinonimlerle de anılmaktadır (5).
Çocukluk döneminde (ilk 8 yıl) geçirilmiş akut viral infeksiyon sonrasında
henüz gelişme döneminde olan akciğerde meydana gelen hasarın SJS’ye
neden olduğu düşünülmektedir. Olası etkenler arasında adenovirüs,kızamık
virüsü,influenza virüsü, respiratuar sinsisyal virüs ve mikoplazma sayılabilir.
SJS’li olgularda gerçekleştirilen bir bronkoalveoler lavaj (BAL) çalışmasında
ilk akciğer hasarından yıllar sonra bile inflamatuvar süreçlerin devam ettiği
gösterilmişitir. SJS bronşit, bronşiyolit, konstriktif obliteratif bronşiyolit ve
amfizemle (muhtemelen) karakterizedir ve tipik olarak tek tarafta görülür ve
akciğerin tümü tutulur. Bununla birlikte,bir lob veya segment ile sınırlı olgular
da bildirilmişitr. Lümende düzensizlik ve oklüzyona neden olan submukozal
fibrozis 4. jenerasyon bronş ve bronşiyollerden başlayarak terminal bronşi-
yollere kadar uzanmaktadır. Akciğer dokusu hipoplazik olup pulmoner arter
ve dalları hem boyut olarak hem de sayıca azalmıştır. Hastalıklı taraftaki ha-
vayollarının distalindeki akciğer hiperinflasyonla karakterizedir (14,15).
Akciğer grafisinde hastalıklı tarafta saydamlık artışı,küçük hilüs ve hava hapsi
bulguları dikkat çekmektedir (15). Akciğer hacimleri normal ya da hafif azalmış-
tır. Hastalıklı taraftaki akciğer hacminde artış olmaması SJS’yi amfizemden ayırt
eden bir bulgudur. İpsilateral hava hapsi, SJS tanısında anahtar rol oynar. İns-
pirasyon ve ekspirasyon (zorlu ekspiratuvar manevra sırasında) grafileri ile gös-
terilebilir (14). Bu sendromun obstrüktif hiperinflasyondan farkı, bronkoskopide
148 Göğüs Hastalıklarında Ayırıcı Tanı
Resim 5. Poland semdromlu bir olgu: (a) hipoplazik sağ göğüs duvarı; (b) PA akciğer grafisinde
sağ tarafta saydamlık artışı. (A.Zamani arşivi).
Poland Sendromu
Anatomi derslerinde demonstrasyondan sorumlu öğrenci olan Alfred Poland
tarafından ilk defa 1841 yılında tanımlanan sendrom, tek taraflı göğüs duvarı
hipoplazisi (Resim 5a) ve aynı taraftaki el anormallikleri ile karakterize nadir
Amfizem
Amfizem kronik hava yolu obstrüksiyonunun ve pulmoner vaskülarite kaybı-
nın başlıca nedenidir (6). Amfizemdeki radyolojik bulgular akciğer dokusunun
yıkımının varlığını, damarsal yapıdaki sekonder değişiklikleri ve akciğer hac-
mindeki artışı yansıtır. Amfizemin direkt işaretlerinden biri olan bül bazı olgu-
larda akciğer grafisinde görülebilir. Başlıca damarsal anormallikler şunlardır:
Resim 6. Amfizemli bir olgunun posteroanterior (a) ve lateral akciğer (b) grafileri. (A.Zamani arşivi).
150 Göğüs Hastalıklarında Ayırıcı Tanı
Ünilateral
saydamlık
artışı
Tanı
doğrulanmadı Tanı
doğrulandı
Hava hapsi
yok
Büyük
akciğer Küçük Pnömotoraks
akciğer Büller
Yalancı hiperlüsensi
Hava hapsi
KHİ PE var
PADS
PAA
Normal
büyüklükte Küçük Büyük
.
KBA: konjenital bronş atrezisi akciğer akciğer akciğer
KHI: kompanzatris hiperinflasyon
OHİ: obstrüktif hiperinflasyon
PE: pulmoner emboli
PADS: pulmoner arter dalının stenozu
PAA: pulmoner arter agenezisi Büller Swyer-James OHİ (tüm akciğer)
Swyer-James sendr. sendromu Büllöz hastalık
OHİ (bir lob) KBA
Şekil 1. Tek taraflı saydam akciğerde tanısal algoritma (3 no’lu kaynaktan modifiye edilmiştir).
Pulmoner Tromboemboli
Masif pulmoner tromboemboli ana pulmoner arterdeki kan akımını obstrükte
ederek nadir de olsa bilateral hiperlüsen akciğere neden olabilir. Küçük pul-
moner embolide ise daha lokalize hiperlüsen alanlar (Westermark belirtisi)
görülür. Bu saydam alanlar bir segmenti,bir lobu ya da tüm akciğeri kapsa-
yabilir (6). Bir çalışmada tanı açısından bu belirtinin sensitivitesi %14, spe-
sifisitesi ise %92 olarak bulunmuştur (7). Ventilasyon-perfüzyon sintigrafisi
akciğer grafisindeki hiperlüsen alanlarda perfüzyonun azalmış ventilasyonun
ise normal olduğunu göstererek tanıyı kesinleştirebilir. Hiperlüsen akciğerin
bir başka nedeni olan amfizemde ise kötü pulmoner vasküler perfüzyona
ventilasyon sintigrafisinde gecikmiş aktivite ile karakterize radiyonüklid gö-
rüntüleme ajanının önemli derecede tutulması eşlik eder. Pulmoner trombo-
embolinin kesin tanısı için bilgisayarlı tomografi arteriyografisi ve pulmoner
arteriyografi yardımcıdır (6).
Bilateral saydamlık
artışı
Tanı
Hiperenflasyon doğrulanmadı Tanı
var Hiperenflasyon doğrulandı
yok
KOAH
İdiyopatik pulmoner hipertansiyon
Konjenital kalp Tromboembolik pulmoner
hastalıkları hipertansiyon
Şekil 2. İki taraflı saydam akciğerde tanısal algoritma (3 no’lu kaynaktan modifiye edilmiştir).
KAYNAKLAR
1. Akkaynak S. Solunum hastalıkları: temel bilgiler ve tanı ilkeleri. 3. baskı. Ankara:Taş Kita-
bevi,1980;303-308.
2. Armstrong P. Basic patterns in lung disease. In: Armstrong P, Wilson AG, Dee P, Hansell
DM,eds. Imaging of diseases of the chest. 3rd ed. London:Mosby;2000:63-131.
3. Lillington GA. A diagnostic approach to chest diseases:differential diagnoses based on
roentgenographic patterns. 3rd ed. Baltimore:Williams & Wilkins;1987:257-273.
4. McLoud TC. Thoracic radiology:the requisites. St.Louis:Mosby;1998.
5. Fraser RS, Müller NL, Colman N, Paré PD. Diagnosis of diseases of the chest. 4th ed.
Philadelphia:WB Saunders;1999:493-512.
6. Reed JC. Chest radiology: Plain film patterns and differential diagnoses. 5th ed.Philadelphia:
Mosby;2003:391-405.
7. Fraser RS, Colman N, Müller NL, Paré PD. Synopsis of diseases of the chest. Türktaş H,
çeviri editörü. 3.Baskı. Ankara: Güneş Kitabevi; 2006.
8. Dee P. Inhalational lung diseases. In: Armstrong P, Wilson AG, Dee P, Hansell DM,eds.
Imaging of diseases of the chest. 3rd ed. London:Mosby;2000:467-503.
9. Peters JI, Sako EY. Pneumothorax. In:Fishman AP,ed.Fishman’s pulmonary diseases and
disorders.New York:McGraw-Hill;1998:1439-1451.
10. Desai SR, Wilson AG.Pleura and pleural disorders.In: Armstrong P, Wilson AG, Dee P,
Hansell DM,eds. Imaging of diseases of the chest. 3rd ed. London:Mosby;2000:727-787.
11. Müller NL, Fraser RS, Colman NC, Paré PD. Radiologic diagnosis of diseases of the chest.
Philadelphia:W.B.Saunders; 2001.
12. Wiener MD, Garay SM, Leitman BS, Wiener DN, Ravin CE. Imaging of the intensive care
unit patients. Clin Chest Med 1991;12:169-198.
13. Lange S, Walsh G. Radiology of chest diseases. 2nd ed. Stuttgart:Thieme;1998:350-354.
14. Hansell DM. Diseases of the airways. In: Armstrong P, Wilson AG, Dee P, Hansell DM,eds.
Imaging of diseases of the chest. 3rd ed. London:Mosby;2000:893-947.
15. Zamani A, Zamani AG. Clinical and cytogenetic evaluation of three patients with Swyer-
James syndrome. Scott Med J 2006;51(2): 54.
16. Fokin AA, Robiscek F. Poland’s syndrome revisited. Ann Thorac Surg 2002;74:2218-
25.
17. Briggs G. Göğüs filmleri elkitabı. Dursun AN, yayın editörü. İstanbul: AND Yayıncılık Ltd.
Şti;2004.
18. Ödev K. Toraks radyolojisi. İstanbul:Nobel Tıp Kitabevi;2005:123-126.
19. Savaş R, Biçeroğlu S. Pulmoner anjiyografi. İç: Zamani A,ed. Göğüs hastalıklarında tanı
yöntemleri-I. Türkiye Klinikleri J Int Med Sci 2006;2(32):53-62.
20. Snider GL, Faling LJ, Rennard SI. Chronic bronchitis and emphysema. In: Murray JF,
Nadel JA. Respiratory medicine. 2nd ed. Philadelphia:WB Saunders;1994:1331-1397.
BÖLÜM 3
RADYOLOJİK BULGULAR
Radyografik Anatomi
Hilusların değerlendirilmesinde, öncelikle kullanılan görüntüleme yöntemi
akciğer grafisidir. Hiler büyümeden şüphelenilen durumlarda akciğer grafileri
iki yönlü (posteroanterior ve yan grafi) çekilmelidir.
Posteroanterior grafi
Hilusların büyümesini değerlendirmede en çok başvurulan inceleme postero-
anterior akciğer grafisidir. Normal bireylerde her iki hilus simetrik görülmeli,
yani benzer boyut ve dansitede olmalıdır. Bir hilusun diğerinden daha büyük
ve/veya daha dens olması patolojiktir. Ancak uygun pozisyonda çekilmemiş,
yani hastanın bir tarafa doğru dönük durduğu grafilerde hiluslar normal ol-
salar dahi simetrik görülmeyebilirler. Hiler asimetrinin en sık nedenlerinden
birisi teknik olarak yanlış çekilmiş grafilerdir.
Posteroanterior grafide, sağ hilus opasitesinin üst kısmını çıkan pulmoner arter
(trunkus anterior) ve süperior pulmoner ven oluşturur. Ven dışta, arter içtedir
(Resim 1A). Birçok hastada, üst lob anterior segment arter ve bronşunun anfaz
(karşıdan) opasitesi ve radyolüsensisi (saydamlık artışı) de bu bölgede görülebilir.
Sağ hilus opasitesinin alt kısmını ise esas olarak interlobar arter oluşturur. Bu
arterin medialinde ara bronşun radyolüsen lümeni görülür (Resim 1A). Hilu-
sun inferior kesiminde inferior pulmoner venin oblik-yatay seyri yer alır.
154
Tek ve İki Taraflı Hilus Büyümeleri 155
A B
Resim 1. (A) Posteroanterior grafide sağ hilusun büyütülmüş görüntüsü. Hilusun üst kesiminde
lateralde süperior pulmoner ven (1), medialde üst lob arteri (3) bulunur. Alt kesimde interlober
arter bulunur (2). Süperior pulmoner ven ve interlober arter arasında normal hiler açı görülüyor.
İnterlober arterin medialindeki lüsen tübüler yapı ara bronşu temsil ediyor (4). (B) Posteroanteri-
or grafide sol hilusun büyütülmüş görüntüsü. Hilusun üst kısmının medial bölümünde sol pulmo-
ner arterin distal kesimi yer alır (1). Lateralde ve süperiorda süperior pulmoner ven bulunur (3).
Hilusun alt kısmında interlober arterin distal kesimi ve devamında alt lob arteri yer alır (2).
Sol hilus opasitesinin üst kısmı her zaman net olarak görülemez. Bunun ne-
deni, bu kısmın mediyasten tarafından örtülmesidir. Bu kısmın radyografik
dansitesini medialde sol pulmoner arterin distal kesimi ile sol interlober ar-
terin proksimal kesimi, lateralde ve süperiorda ise süperior pulmoner ven
oluşturur (Resim 1B). Üst lob anterior segment bronşunun ve arterinin anfaz
radyolüsensisi ve radyoopasitesi de bu kısmın lateralinde görülebilir.
156 Göğüs Hastalıklarında Ayırıcı Tanı
Sol hilus opasitesinin alt kısmını esas olarak interlober arterin distal kesimi
oluşturur (Resim 1B). Daha inferiorda, inferior pulmoner venin yatay-oblik
seyri görülür (1).
Lateral grafi
Hiler anatomiyi lateral grafide değerlendirmek daha zordur. Bu nedenle bu
kısımda ayrıntıya girilmeyecektir. Lateral grafide sağ ve sol hilus yapıları bir-
biri üzerine süperpoze olur (Resim 2). Karina düzeyinin üstünde ve altında
dairesel şekilde iki lüsensi vardır. Üstteki lüsensi sağ üst lob bronşuna, alttaki
lüsensi sol üst lob bronşuna aittir. Üstteki lüsensinin altında sağ ara bronş ve
alt lob bronşu devam eder. Ara bronşun arka duvarı ara çizgi (intermediyer
çizgi) olarak bilinir ve normal bireylerin büyük kısmında görülür. Bu çizginin
kalınlığı 3 mm’ye kadar olabilir. Ara çizgi sol üst lob bronşuna ait dairesel
lüsensiyi ikiye ayırır. Bu çizginin arkasında sol ana bronş arka duvarı ile sol
alt lob bronşunun arka duvarından oluşan ve sol retrobronşiyal çizgi olarak
bilinen bir çizgi daha vardır. Bu çizginin de kalınlığı 3 mm’ye kadar çıkabilir.
Sol üst lob bronşunun altında, lingula bronşunun alt duvarı, sol ana bronşun
ön duvarı ve sol alt lob bronşunun ön duvarından oluşan “ters virgül” şeklinde
bir çizgisel dansite görülebilir (1).
A B
Resim 4. (A). Karinanın hemen inferiorundan geçen BT kesiti. Sağ üst lob bronşu (düşey ok)
laterale doğru uzanan tübüler lüsen yapı olarak görülüyor. Bunun önünde trunkus anterior izleni-
yor (yatay ok). Dış kesimde ven dalları dikkati çekiyor (oblik ok). (B) Bu düzeyin hemen altından
geçen kesitte sol ana bronşun (düşey ok) lateralinde sol pulmoner arter (yatay ok) yer alıyor.
Arterin anterolateralinde süperior pulmoner ven izleniyor (oblik ok).
Resim 5. Toraks BT: Proksimal ara bronş Resim 6. Toraks BT: Distal ara bronş düzlemi.
düzlemi. Sağda ara bronşun (düşey ok) antero- Sağ tarafta ara bronşun lateralinde interlober ar-
lateralinde interlobar arter (siyah yatay ok) gö- ter (yatay ok), önünde ise süperior pulmoner ven
rülüyor. Arterin anterolateralinde süperior pul- (düşey ok) görülüyor. Ara bronşun posterolateral
moner ven dalları (beyaz yatay ok) izleniyor. Sol duvarından alt lob apikal segment bronşu çıkıyor
tarafta ise sol ana bronş distali (düşey siyah ok) (ok başı). Sol tarafta ise alt lob bronşu (düşey ok)
ve ondan çıkan üst lob bronşu (yatay beyaz ok) ve anterolateralinde lingula bronşu (yatay ok) izle-
seçiliyor. Üst lob bronşunun posterolateralinde niyor. İnterlober arter (oblik ok) alt lob bronşunun
interlober arter (ok başı), anteromedialinde sü- posterolateralinde, süperior pulmoner ven (ok
perior pulmoner ven (düşey beyaz ok) izleniyor. başı) ise alt lob bronşunun anteriorundadır.
karıştırılmamalıdır. Bu düzeyde sol tarafta sol ana bronşun distali ve üst lob
bronşu görülür. Üst lob bronşunun arkasında interlober arter, önünde süperi-
or pulmoner ven yer alır.
Distal ara bronş düzlemi (Resim 6): Sağ tarafta, yine ara bronşun lateralinde
interlober arter, önünde süperior pulmoner ven bulunur. Bu düzlemde, ara
bronşun arkasında alt lob apikal segment bronşu görülür. Solda ise önde
lingula bronşu, arkada alt lob bronşu vardır. Alt lob bronşundan çıkan alt lob
158 Göğüs Hastalıklarında Ayırıcı Tanı
apikal segment bronşu görülür. İnterlober arter alt lob bronşunun posterola-
teralinde, süperior pulmoner ven ise alt lob bronşunun anteromedialindedir.
Orta lob bronşu düzlemi (Resim 7): Sağ tarafta önde orta lob bronşu, arka-
da alt lob bronşu görülür. Alt lob apikal segment bronşu genellikle orta lob
bronşuyla aynı düzlemde çıkar. Süperior pulmoner ven orta lob bronşunun
medialinde, interlober arter alt lob bronşunun anterolateralindedir. Sol tarafta
alt lob bronşunun posterolateralinde interlober arter yer alır.
Alt lob bronşu düzlemi (Resim 8): Bu düzlemde alt lob bronşları ve onlar-
dan çıkan bazal segmental bronşlar görülür. Sağ tarafta ilk çıkan bazal seg-
ment bronşu medial bazal segment bronşudur ve inferior pulmoner venin
önünde dairesel lüsensi şeklinde görülür. Daha sonra sırayla anterior, lateral
ve posterior segment bronşları da çıkar. Sol tarafta da anteromedial, lateral
ve posterior bazal segment bronşları görülür. Anteromedial bazal segment
bronşu inferior pulmoner venin önünde, diğer iki segment bronşu ise venin
arkasındadır (1).
Tek ve İki Taraflı Hilus Büyümeleri 159
Hiler Büyüme
Hiluslar bir dizi patolojik durumda büyüyebilir. Hilusları büyüten başlıca du-
rumlar arasında malignensiler, değişik inflamatuar, neoplastik ve interstisyel
hastalıklara bağlı reaktif lenf nodu büyümeleri, enfeksiyonlar, enfeksiyon dışı
iltihabi durumlar (sarkoidoz gibi), pnömokonyozlar, pulmoner hipertansiyon
ve pulmoner arter anevrizmaları sayılabilir. Bu hastalıkların bazılarında klasik
olarak tek taraflı hiler büyüme gözlenirken, bazılarında da simetrik veya asi-
metrik olarak her iki hilus da büyür. Bazen mediyastinal lenf bezlerinde de
büyüme eşlik edebilir.
Resim 10. PA akciğer grafisi: Santral akciğer Resim 11. PA akciğer grafisi: Santral akci-
kanseri. Sol tarafta hilusun lateral konkavitesi- ğer kanseri. Sol hiler kitleden perifere doğru
nin tamamen kaybolduğu dikkati çekiyor. ilerleyen ışınsal uzanımlar görülüyor.
A B
Resim 12. Santral yassı hücreli akciğer kanseri. (A). PA grafide tek bulgu sol hilusun nor-
malden daha yukarıda yer alması. Belirgin hiler kitle görülmüyor. (B) BT’de sol üst lob bron-
şunun medial ve lateral duvarında belirgin yumuşak doku kalınlaşması izleniyor (oklar).
ven invazyonu, bronşiyal ağaç içindeki proksimal uzanımı, olası karina ve tra-
kea invazyonu, mediyastenle ilişkisi belirlenebilir, bu şekilde lokal evrelemesi
yapılabilir (Resim 13).
Hiler büyümenin sık nedenlerinden birisi, lenf nodu büyümeleridir. Lenf nodu
büyümesi metastazlardan, lenfoma ve lösemiden, enfeksiyonlardan ve enfek-
siyon dışı iltihabi hastalıklardan kaynaklanabilir.
Metastatik lenfadenopatilerin en sık nedeni akciğer kanseridir (Resim 14).
Ancak bunun dışında ekstratorasik malignensilerde de hiler lenf nodu tutulu-
mu olabilir. Bunlar arasında, renal hücreli kanser, meme kanseri ve gastroin-
testinal kanserlerdir (6-8). Bu hastalıklarda, tek taraflı veya iki taraflı tutulum
olabilir. Mediyastinal lenf bezleri de sıklıkla etkilenir.
Tek taraflı hilus büyümesinin bir başka sık nedeni, enfeksiyonlara bağlı lenfa-
denopatilerdir. Herhangi bir pnömonide, hiler lenf bezleri reaktif olarak bü-
Tek ve İki Taraflı Hilus Büyümeleri 161
Resim 13. Toraks BT: Santral yassı hücreli akci- Resim 14. PA akciğer grafisi: Sağ üst lob
ğer kanseri. Sağ ana ve üst lob bronşlarının önün- yerleşimli periferik akciğer kanserinin (ok)
deki yumuşak doku kitlesi, sağ pulmoner arteri sağ hiler lenf bezi metastazları.
invaze ederek, arter lümenini (kısa oklar) belirgin
olarak daraltmış. Sağ alt lob apikal segmentte gö-
rülen parankimal konsolidasyon (yatay uzun ok)
arteryel obstrüksiyon nedeniyle gelişen akciğer
enfarktını temsil ediyor. Enfarkt nedeniyle minimal
plevral efüzyon da oluşmuştur (oblik uzun ok).
Resim 15. PA akciğer grafisi: Primer tüber- Resim 16. Toraks BT: Hodgkin dışı lenfoma.
küloz. Sağ alt zonda izlenen konsolidasyon Her iki hilusta (yatay oklar) ve paraözofageal
primer odağı, sağ hilus alt kesiminde görü- bölgede (düşey ok) büyümüş lenf bezleri görü-
len boyut artışı da (ok) büyümüş lenf nodunu lüyor.
temsil ediyor.
Resim 17. PA akciğer grafisi: Sarkoidoz. Her iki Resim 18. PA akciğer grafisi: Sarkoidoz.
hilusta lobüle konturlu lenf bezi büyümeleri görü- Simetrik hiler büyümeye ek olarak paratra-
lüyor. Tutulum simetrik özellik gösteriyor. keal lenfadenopatiler (oklar) de izleniyor.
Resim 19. PA akciğer grafisi: Sarkoidoz. Büyü- Resim 20. PA akciğer grafisi: Evre II sar-
müş hilusların alt kısımları ile mediyasten arasın- koidoz. Bilateral hiler büyümeye ek olarak
daki karakteristik lüsensi görülüyor (oklar). her iki akciğerde daha çok orta zonlarda re-
tikülonodüler dansite artışları izleniyor.
yolojik bulgular sayesinde altta yatan hastalık tanınabilir. Çoğu durumda kesin
tanı için klinik, radyolojik ve laboratuvar bulguların sentez edilmesi gereklidir.
KAYNAKLAR
1. Fraser RS, Pare JAP, Fraser RG, Pare PD. Synopsis of diseases of the chest. 2nd ed.
Philadelphia: W.B. Saunders; 1994:1-116.
2. Jeung MY, Gasser B, Gangi A, et al. Bronchial carcinoid tumors of the thorax: spectrum
of radiologic findings. Radiographics 2002; 22(2):351-65.
3. Hiller N, Lieberman S, Chajek-Shaul T, Bar-Ziv J, Shaham D. Thoracic manifestations of
Behcet disease at CT. Radiographics 2004; 24(3):801-8.
4. Byrd RB, Carr DT, Miller WE, et al. The roentgenographic appearance of squamous cell
carcinoma of the bronchus. Mayo Clin Proc 1968; 43:327-32.
5. Armstrong P. Neoplasms of the lungs, airways and pleura. In: Armstrong P, Wilson AG,
Dee P, Hansell DM ,eds. Imaging of the diseases of the chest. 3rd ed. London:Mosby;
2000: 305-404.
6. Land EK. Renal cell carcinoma presenting with metastases to pulmonary hilar nodes. J
Urol 1977; 118(4):543-6.
7. Mc Loud TC, Kalisher L, Stark P, Greene R. Intrathoracic lymph node metastases from
extrathoracic neoplasms. AJR 1978; 131(3):403-7.
8. Okumura S, Kondo H, Tsuboi M, et al. Pulmonary resection for metastatic colorectal can-
cer: experiences with 159 patients. J Thorac Cardiovasc Surg 1996; 112(4):867-74.
9. Niitu Y. M. pneumoniae respiratory diseases: clinical features--children. Yale J Biol Med
1983 ;56(5-6):493-503.
10. McAdams HP, Erasmus J, Winter JA. Radiologic manifestations of pulmonary tuberculo-
sis. Radiol Clin North Am 1995 ;33(4):655-78.
11. Leung AN, Muller NL, Pineda PR, FitzGerald JM. Primary tuberculosis in childhood: radi-
ographic manifestations. Radiology 1992 ;182(1):87-91.
12. Altman RL, Miller WE, Carr DT, et al. Radiographic appearance of bronchial carcinoid.
Thorax 1973;28(4):433-4.
13. Magid D, Siegelman SS, Eggleston JC, et al. Pulmonary carcinoid tumors: CT assessment.
J Comput Assist Tomogr 1989 ;13(2):244-7.
14. Aronchick JM, Wexler JA, Christen B, et al. Computed tomography of bronchial carcino-
id. J Comput Assist Tomogr. 1986 ;10(1):71-4.
15. Kirks DR, McCormick VD, Greenspan RH. Pulmonary sarcoidosis. Roentgenologic analy-
sis of 150 patients. Am J Roentgenol Radium Ther Nucl Med 1973;117(4):777-86.
16. Wilson AG. Pulmonary diseases of unknown origin and miscellaneous lung disorders. In:
Armstrong P, Wilson AG, Dee P, Hansell DM ,eds. Imaging of the diseases of the chest.
3rd ed. London:Mosby; 2000: 637-88.
17. Chang CH. The normal roentgenographic measurement of the right descending pulmo-
nary artery in 1,085 cases. Am J Roentgenol Radium Ther Nucl Med 1962;87:929-35.
18. Tan RT, Kuzo R, Goodman LR, et al. Utility of CT scan evaluation for predicting pulmo-
nary hypertension in patients with parenchymal lung disease. Medical College of Wiscon-
sin Lung Transplant Group. Chest 1998 ;113(5):1250-6.
BÖLÜM 3
RADYOLOJİK BULGULAR
X. DİFFÜZ ALVEOLER
KONSOLİDASYON VE İNTERSTİSYEL
PATERNLER
Güngör ÇAMSARI
Akciğerlere diffüz olarak dağılan opasiteler, ayırıcı tanıda oldukca önem taşı-
makta olan radyolojik karakteristikleri temelinde, çeşitli paternlere göre ka-
tegorize edilmektedirler.
Standart tanımlamalar: alveoler patern ve diğeri de interstisyel paterni oluş-
turmakla birlikte birçok hastalıkta bu iki patern birlikte izlenmektedir.
deniyle diffüz alveoler hasarın gelişmesi sonucu ortaya çıkar. Salisilatlar, pro-
poksifen gibi ilaçların aşırı kullanımı da pulmoner ödeme yol açabileceği gibi,
toksik gazların inhalasyonu (NO, klorin, SO2, kadmiyum, berilyum buharları)
ve dumana maruziyet de diffüz hemorajik ödeme yol açabilir.
Her iki tip pulmoner ödem (hidrostatik ve nonhidrostatik) özellikle erken saf-
halarda radyolojik olarak ayırt edilebilirler. Nonhidrostatik pulmoner ödemde
kalp normal büyüklükte olup, peribronşial “cuffing”, fissürlerde kalınlaşma,
plevral effüzyon gibi bulgular izlenmemektedir (4).
Pulmoner hemoraji sendromları: Sıklıkla renal hastalıkla birlikte olup, ane-
mi ve hemoptiziyle birliktedir. Bunlardan Goodpasture sendromu, antibazal
membran antikorları varlığı ile ilişkili olup, genç erkeklerde glomerülonefritle
birlikte diffüz pulmoner hemoraji gözlenir. Kollajen vasküler hastalıklardan
özellikle sistemik lupus eritematozus pulmoner hemorajiyle birlikte seyrede-
bilir. Skleroderma, miks konnektif doku hastalığı ve Henoch-Schönlein send-
romunda da pulmoner hemoraji bildirilmektedir (5).
Çocuklarda idiyopatik pulmoner hemosideroz, pulmoner hemorajinin en sık
nedenidir. Kanama reküran olup, remisyon intervalleri gösterir. Pulmoner
fibrozis gelişimi de gözlenir.
Antikoagülan kullanımına ve lösemiye bağlı hemorajik diyatez nedeniyle pul-
moner hemoraji nadir görülmektedir.
Akciğer grafilerinde, pulmoner hemorajinin görünümü spesifik değildir. Ya-
malı veya üniform olmayan parankimal opasiteler birleşmiş olarak da görü-
lebilir. Tekrarlayan hemorajiler nedeniyle fibrozis gelişimi ve septal çizgiler
görülebilir.
Diffüz pnömoniler: Virüs veya mikoplazma enfeksiyonları en sık rastlanan
diffüz pnömoni nedenleridir. Atipik pnömonilerde, akciğer grafilerinde unila-
teral veya bilateral yamalı segmental opasiteler veya diffüz interstisyel pattern
görülebilmektedir. İnfluenza virüsünün yol açtığı pulmoner enfeksiyon, diffüz
hemorajik pnömoni ile sonuçlanabilir. Mortalite oranı yüksek olup, radyolojik
özellikler hafif silik interstisyel görünümden, diffüz alveoler hasar ve ARDS
sonucu yaygın alveoler konsolidasyonlara kadar geniş bir spektrumda izle-
nir.
Diffüz piyojenik pnömoniler, genellikle alkolizm veya diyabet gibi immüniteyi
etkileyen durumlarda ortaya çıkar. Diffüz hastalık, aynı zamanda aspirasyo-
nu da düşündürmelidir. Aspirasyona predispozisyon yaratan, mental gerilik,
şuur bozukluğu, genel anestezi, yutma bozuklukları, trakeal veya özofageal
intübasyonlar soruşturulmalıdır. Parapnömonik plevral effüzyonların eşlik et-
mesi de sık rastlanan bir durumdur.
Nozokomiyal infeksiyonlar da diffüz olabilir ve Pseudomonas aeruginosa gibi
Gram negatif bakteriler ön planda rol oynarlar.
İmmün yetmezlikli hastalarda, diffüz pnömoni bakteriyel, fungal nedenlerle
(akut histoplasmozis) veya Pneumocystis carinii nedeniyle oluşabilir. AIDS’li
170 Göğüs Hastalıklarında Ayırıcı Tanı
likleri farklı yedi alt gruptan oluşurlar (9). Etiyolojisi bilinmeyen interstisyel
akciğer hastalıkları arasında en sık rastlanan idiyopatik pulmoner fibrozis
(IPF)’tir. Efor dispnesi en belirgin semptomdur. Hastaların %25-50’sinde ço-
mak parmak görülür. Bu gruptaki hastalıklara göre mortalite oranı yüksek
olup, tedaviye en az cevap veren de bu hastalıkdır. Başlangıç yavaş olmakla
birlikte prognoz kötüdür. Deskuamatif interstisyel pnömoniler (DİP) ise en az
görülen, ancak prognozu iyi olan grupta yer almaktadır. Respiratuar bron-
şiolite bağlı interstisyel akciğer hastalığı (RBİLD) da deskuamatif interstisyel
pnömoni gibi sigara içen erkeklerde ve 4.-5. dekatta sıktır. Semptomlar ha-
174 Göğüs Hastalıklarında Ayırıcı Tanı
İdiyopatik İdiyopatik
interstisyel interstisyel fibrozis
fibrozis dışındaki IIP’ler
Deskuamatif Respiratuar
interstisyel bronşiolitis
pnömoni interstisyel akciğer
hastalığı
Akut Kriptojenik
interstisyel organize
pnömoni pnömoni
Nonspesifik Lenfositik
interstisyel interstisyel
pnömoni pnömoni
Şekil 1. ATS/ERS konsensus raporuna göre diffüz parankimal akciğer hastalıklarının sınıflandırılması
(LAM: lenfanjiyoleiomyomatozis; HX: histiyositoz; IIP: idiyopatik interstisyel pnömoni).
Klinik tanı Histolojik Olağan radyog- CT’deki tipik Tipik CT bulguları CT ayırıcı tanısı
patern rafik özellikler dağılım
NSIP, NSIP Buzlu cam Periferik, Buzlu cam incelme UIP, DIP, COP,
geçici görünümü ve subplevral, Düzensiz çizgiler aşırı duyarlılık
retiküler opasite bazal, simetrik Konsolidasyon pnömoniti
Kısaltmaların tanımları: AIP = akut interstisyel pnömoni; CFA = kriptojenik fibrozlu alveolit; COP = kriptojenik
organize pnömoni; DAD = difüz alveoler hasar; DIP = deskuamatif interstisyel pnömoni; IPF = idiyopatik
pulmoner fibroz; LIP = lenfoid interstisyel pnömoni; NSIP = nonspesifik interstisyel pnömoni; OP = organize
pnömoni; PCP = Pneumocystis carinii pnömonisi; RB-ILD = solunumsal bronşiyolite bağlı interstisyel akciğer
hastalığı; UIP = olağan interstisyel pnömoni.
178 Göğüs Hastalıklarında Ayırıcı Tanı
Hastanın yaşı ve cinsiyeti ayırıcı tanıda önemlidir. Yirmi-kırk yaş arası hastalar-
da en sık sarkoidoz, Langerhans hücreli histiositoz, lenfanjioleiomyomatozis ve
kollagen vasküler hastalıklar gözlenirken, idiyopatik pulmoner fibrozis genellik-
le 50 yaşın üzerinde görülür. Lenfanjioleiomyomatozis, yalnızca premenopozal
kadınlarda görülmektedir. Kollagen doku hastalıkları da yine kadınlarda sık gö-
rülmekle birlikte, romatoid artritin akciğer tutulumu erkeklerde sıktır.
Hastanın meslek hastalığı anamnezi çok detaylı alınmalıdır. Toksik gazlara,
organik veya inorganik tozlara maruziyet yönünden yalnızca şu andaki değil,
geçmişte yaptığı tüm işlerin ayrıntıları öğrenilmelidir. Hastanın doğduğu ve
yaşadığı yerlerin de soruşturulması önemlidir. Ülkemizde bazı bölgelerde as-
bestli toprakların yaygınlığı ve bunların kullanımı sonucu, asbestoz ve daha
pek çok akciğer ve plevra hastalıkları ortaya çıkmaktadır (10). Bazı bölgeler-
de belirli fungal ve paraziter hastalıklar daha sık görülmektedir. Bu nedenle,
hastanın yaptığı seyahatler de sorgulanmalıdır.
Hastanın hobi ve alışkanlıklarının soruşturulması da önemlidir. Hastanın kuş
beslemesi veya çiftçilik yapması hipersensitivite pnömonisini düşündürebile-
ceği gibi, sigara içmesi durumunda Langerhans hücreli histiyositoz, deskua-
matif interstisyel pnömoni, respiratuar bronşiyolite bağlı interstisyel akciğer
hastalığı düşünülebilir. İntravenöz uyuşturucu kullanan bir hastada, eroine
bağlı pulmoner ödem veya AIDS veya buna bağlı enfeksiyonlar veya malig-
niteler ön planda düşünülür.
Hastanın o anda kullandığı veya geçmişte kullandığı ilaçlar ve bunların doz
ve süreleri ayrıntılı olarak sorgulanmalıdır. İmmünsupressif ilaçlar akciğerde
oportünistik enfeksiyonlara yol açabileceği gibi, kendileri de interstisyel pnö-
moni veya fibrozis oluşturabilirler. Bunların dışında difenilhidantoin, nitrofu-
rantoin, amiodaron gibi ilaçların kullanılıp kullanılmadığı veya daha önceki
kullanımı soruşturulmalıdır.
Aile öyküsü, familyal interstisyel fibroz, nörofibromatozis, tuberoskleroz, al-
veoler mikrolitiyazis, kistik fibroz ve Gaucher hastalığı gibi hastalıkların ayırıcı
tanısı yönünden önemli olabilir. Aile üyeleri arasında yakın temasla geçen
tüberküloz, suçiçeği, mikoplazma, influenza, kızamık ve infeksiyöz mononük-
leoz gibi enfeksiyonlar da soruşturulmalıdır.
Hastanın geçirmiş olduğu hastalıklar ve o andaki ekstrapulmoner semptomları
da çok önemlidir. Tekrarlayan pnömotorakslarla seyreden bir interstisyel akci-
ğer hastalığında, Langerhans hücreli histiyositoz ve lenfanjioleiomyomatozis
ön planda düşünülür. Hastanın daha önce saptanmış bir malignite anamnezi
varsa, hematojen metastazlar veya lenfanjitis karsinomatoza öncelikle araştırı-
lır. Tekrarlayan hemoptiziler oluyorsa mitral stenozu, idiyopatik pulmoner he-
mosideroz, Goodpasture sendromu, kistik fibroz veya lenfanjioleiomyomatozis
ön planda düşünülür. Artrit veya artraljisi olan hastalarda romatoid artrit ve
diğer kollagen doku hastalıkları, sarkoidoz veya Sjögren sendromu düşünülür.
Fizik bulgular: En sık rastlanan semptom, egzersiz dispnesi ve öksürük olup,
progressif seyreder. Olguların bir kısmında fizik muayene normal veya çok
Diffüz Alveoler Konsolidasyon ve İnterstisyel Paternler 179
Radyolojik Bulgular
Akciğer grafileri: Diffüz interstisyel akciğer hastalığında, başlangıçtaki rad-
yolojik değerlendirmede ve daha sonraki izlemlerde, çok önemli rol oynar.
Bunlar:
1. Diffüz interstisyel akciğer hastalığında, hastaların %90’ında tanı anında
radyolojik patoloji vardır.
2. İnterstisyel paternin dağılımı ve eşlik eden patolojiler tanıda çok yararlıdır.
3. Seri grafilerin karşılaştırılması hastalığın seyrini izlemede önemli bilgi
sağlar.
180 Göğüs Hastalıklarında Ayırıcı Tanı
ÜST ZONLARIN Silikoz, kronik sarkoidoz, kronik eozinofilik pnömoni, berilyoz, Lan-
TUTULUMU gerhans hücreli histiyositoz, ankilozan spondilit, ilaca bağlı (altın, ami-
odaron, karmustin), radyasyon pnömonisi. nodüler romatoid artrit
ALT ZONLARIN İdiyopatik pulmoner fibrozis, kollagen doku hastalıklarına bağlı
TUTULUMU interstisyel hastalık, nonspesifik interstisyel pnömoni, asbestoz,
malignitelerin lenfatik veya hematojen yayılımı
PERİFERİK TUTULUM Eozinofilik pnömoni, idiyopatik pulmoner fibrozis, asbestoz, kolla-
gen doku hastalıkları, kriptojenik organize pnömoni
SANTRAL TUTULUM Sarkoidoz, Langerhans hücreli histiyositoz, alveoler proteinoz,
SLE, diffüz hemorajiler
LENFADENOPATİ Sık: sarkoidoz, lenfoma, lenfanjitis karsinomatoza
Nadiren: lenfositik interstisyel pnömoni, amiloidoz, berilyoz
Kenar kalsifikasyonu (eggshell): silikoz, sarkoidoz, radyasyon
PLEVRAL HASTALIK Lenfanjioleiomyomatozis (şiloz), lenfanjitis karsinomatoza, sarkoi-
doz, ilaca bağlı (nitrofurantoin), radyasyona bağlı pnömonitis, asbes-
toz (plak, effüzyon, ve kalınlaşma), konnektif doku hastalığı (derma-
tomyozit hariç)
PNÖMOTORAKS Langerhans hücreli histiyositoz, lenfanjioleiomyomatozis, tübe-
roskleroz, nörofibromatozis
KERLEY B ÇİZGİLERİ Lenfanjioleiomyomatozis, sol kalp yetmezliği, lenfanjitis karsino-
matoza, lenfoma, veno-oklüzif hastalık, amiloidozis
NORMAL VEYA Langerhans hücreli histiyositozis, lenfanjioleiomyomatozis, tübe-
ARTMIŞ AKCİĞER roskleroz, sarkoidoz, hipersensitivite pnömonisi, nörofibromato-
VOLÜMÜ zis, respiratuar bronşiolit, bronşiyolitis obliterans
SUBSEGMENTAL Churg-Strauss sendromu, allerjik bronkopulmoner aspergillozis,
GEZİCİ İNFİLTRAT tropikal pulmoner eozinofili, bronşiyolitis obliterans organize pnö-
moni
AYNI YERDE Kronik eozinofilik pnömoni, idiyopatik bronşiyolitis obliterans or-
TEKRARLAYAN ganize pnömoni (BOOP), ilaca bağlı interstisyel akciğer hastalığı
İNFİLTRATLAR
“BAL PETEĞİ” İdiopatik pulmoner fibrozis, kollagen vasküler hastalıklar, asbesto-
AKCİĞER zis, ilaca bağlı, lenfositik interstisyel pnömoni, kronik aspirasyon
pnömonisi, hemosiderozis, alveoler proteinozis, Hermansky-Pud-
lak sendromu sendromu
SUBKÜTAN Sistemik sklerozis, dermatomyozitis
KALSİNOZİS
Resim 2. Silikoz tanısı alan hastanın Resim 3. YRBT: Langerhans hücreli histiyo-
YRBT’sinde nodüllerin dağılımı görül- sitoz (üst alanlarda kaviter nodüller).
mektedir.
Kaviter nodüller: Langerhans hücreli histiyositozis, sarkoidoz, romatoid ar-
trit, septik emboli, Wegener granülomatozu, Churg-Strauss sendromu, ami-
loidozis, tüberküloz, pnömoni, fungal enfeksiyon ve metastazlarda (larinks,
farinks ve genito-üriner sistem) görülebilir (Resim 3).
Büyük nodüller: 1-3 cm büyüklüğünde lezyonlardır. Sarkoidoz, silikoz, pnö-
mokonyozlar, Wegener granülomatozu, Langerhans hücreli histiyositozis tü-
mörler, akciğer infarktüsü, tüberküloz gibi hastalıklarda izlenir.
Üç santimetreden büyük konglomere kitleler ise büyük fibröz doku kitleleri
olup sarkoidoz ve silikozda sıktır.
3- Akciğerlerde yoğunluk artışı
Buzlu cam görünümü: İntralobüler interstisyumun ve alveoler duvarların inf-
lamasyonu, kalınlaşması veya alveoler boşluğun, hücre ya da sıvı ile kısmen
dolması sonucu oluşan düşük yoğunluktaki görüntüler olup, çevre vasküler
yapıların kontur keskinliği bozulmaz. Genellikle aktif alveoliti yansıtır. fakat
yaygın, ince intralobüler fibroziste buzlu cam paterni yapabilir. Bu durumda
bronşiyollerde dilatasyon ve distorsiyon gözlenmesi ayırt edici olmaktadır.
Buzlu cam görünümü pulmoner alveoler proteinoziste olduğu gibi interlobü-
ler septal kalınlaşma ile birlikte “crazy-paving sign” (kaldırım taşı görünümü)
olarak isimlendirilen özel bir görüntü ortaya çıkar (Resim 4).
Buzlu cam görünümü bazı sekonder lobüller korunduğu için yamalı şekilde,
segmenter, nonsegmenter veya lober olabilir. Nonspesifik interstisyel pnö-
moni (NSIP), kriptojenik organize pnömoni (COP), IPF, BOOP, lenfositik
interstisyel pnömoni (LIP), akut interstisyel pnömoni, respiratuar bronşiyo-
litle ilişkili interstisyel akciğer hastalığı, radyasyon fibrozisi, sarkoidoz, ilaç
toksisitesi, hipersensitivite pnömonisi, alveoler proteinozis, ARDS, pulmoner
ödem veya hemoraji, orak hücre hastalığı, pneumocystis carinii ve sitomega-
lovirüs pnömonilerinde buzlu cam görünümü sıkça izlenir (Resim 5).
Konsolidasyon: Alttaki damarsal yapıların görünmesine izin vermeyen yoğun-
luktaki lezyonlar olup en sık BOOP, eozinofilik pnömoniler, lipoid pnömo-
186 Göğüs Hastalıklarında Ayırıcı Tanı
YRBT
Şekil 2. ATS/ERS konsensus raporuna göre diffüz parankimal akciğer hastalıklarının tanı
algoritması.
Kısaltmaların tanımları: BAL=bronkoalveoler lavaj; BT=bilgisayarlı tomografi; CFA=kriptojenik fibroz-
lu alveolit; COP=kriptojenik organize pnömoni; DAD=difüz alveoler hasar; DIP=deskuamatif interstisyel
pnömoni;DPLD=diffüz parankimal akciğer hastalığı; IIP=idiyopatik interstisyel pnömoni; IPF=idiyopatik
pulmoner fibroz; LIP=lenfoid interstisyel pnömoni; NSIP=nonspesifik interstisyel pnömoni; OP=organize
pnömoni; PCP=Pneumocystis carinii pnömonisi; RB-ILD=solunumsal bronşiyolite bağlı interstisyel akciğer
hastalığı; TBBx=transbronşiyal akciğer biyopsisi; UIP=olağan interstisyel pnömoni; YRBT=yüksek rezolüs-
yonlu bilgisayarlı tomografi.
190 Göğüs Hastalıklarında Ayırıcı Tanı
Teşekkür
YRBT değerlendirilmesi konusundaki yardımlarından dolayı Radyoloji uzmanı
Dr. Aynur Yerlioğlu’na teşekkür ederim.
KAYNAKLAR
1. Lillington GA. A diagnostic approach to chest diseases:differential diagnoses based on
roentgenographic patterns. 3rd ed. Baltimore:Williams & Wilkins;1987.
2. King T E, Schwarz M J. Infiltrative and interstitial lung diseases. In: Mason RJ, Broaddus
VC, Murray JF, Nadel JA, eds. Murray and Nadel’s Textbook of Respiratory Medicine. 4th
ed. Philadelphia:Elsevier ;2005:1571-1608.
3. Erdoğan Y, Turay Ü Y, Aydoğdu M. Görüntüleme yöntemleri. İç: Erdoğan Y, Samurkaşoğ-
lu B, editörler. İnterstisyel akciğer hastalıklarına genel yaklaşım. Ankara: Güneş Kitabevi;
2002:117-153
4. Stern E J, White C S. Chest radiology companion. Philadelphia: Lippincott Williams &
Wilkins;1999.
5. Raghu G. Interstitial lung disease: a cliniacal overview and general approach. In: Fishman
AP, Elias JA, Fishman JA, et al; eds. Fishman’s pulmonary diseases and disorders. 3rd ed.
New York:Mc Graw-Hill Company; 1998:1037-1053.
6. British Thoracic Society. Standarts of Care Committee. The diagnosis, assessment and
treatment of diffuse parenchymal lung disease in adults. Thorax 1999;54(Suppl 1):1-24.
7. American Thoracic Society/ European Respiratory Society. International multidisciplinary
consensus classsification of the idiopathic interstitial pneumonias. Am J Respir Crit Care
Med 2002; 165:277-304.
8. Xaubet A, Ancochea J, Blanquer R, et al. Diagnosis and treatment of diffuse interstitial
lung diseases. Arch Bronconeumol 2003;39:580-600.
9. American Thoracic Society/ European Respiratory Society. Idiopathic pulmonary fibrosis:
diagnosis and treatment. International consensus statement. Am J Respir Crit Care Med
2000; 161:646-64.
10. Barış Y İ. Asbestos and erionite related chest diseases. Ankara:Semih Ofset Matbaacılık
Ltd;1987.
11. Osma E. Solunum sistemi radyolojisi: normal ve patolojik. İzmir: Çağdaş Ofset;2000.
12. Hansell D M, Armstrong P, Lynch D A, Mc Adams H P. Imaging of diseases of the chest.
4th ed. Philadelphia: Elsevier Mosby;2005.
13. Costabel U, Guzman J. Alveolar proteinosis. In : Olivieri D, du Bois R M ; eds. Interstitial
lung disease. Eur Respir Mon 2000:5(14):194-205.
14. King T E, Krausman R S. Pulmonary histiocytosis X. In: Fishman AP, Elias JA, Fishman
JA, et al; eds. Fishman’s pulmonary diseases and disorders. 3rd ed. New York: Mc Graw
Hill Company ;1998:1163-70.
15. Cordier J F. Eosinophilic pneumonias. In: Schwarz MI, King TE; eds. Interstitial lung dise-
ase. London: B. C. Decker Inc;1998:556-595.
16. Kayacan O. Difüz interstisyel akciğer hastalığına yaklaşım. Tuberk Toraks 2004;52:285-
299.
17. Raghu G. Interstitial lung disease: a diagnostic approach. Are CT scan and lung biopsy
indicated in every patient? Am J Respir Crit Care Med 1995;151:909-914.
BÖLÜM 3
RADYOLOJİK BULGULAR
A B
C
Resim 1. PA akciğer grafileri: (A)
Az miktarda plevral sıvı; (B) Orta
miktarda plevral sıvı; (C) Çok miktar-
da (masif) plevral sıvı.
dır. Viseral plevra bağ dokusu, akciğer parankimine ait intertisyuma uzanır ve
karışır (1,2). Pariyetal plevra altında endotorasik fasia vardır. Pariyetal plevra
bu fasia aracılığıyla göğüs duvarıyla gevşek bir ilişki kurar (2,3).
KONVANSİYONEL GRAFİLER
Konvansiyonel grafilerin iki boyutta görüntü vermeleri ve film üzerindeki gö-
rünümlerin dokuların ışın absorbsiyon farklılıklarından kaynaklanması nede-
niyle plevral patolojilerin konvansiyonel radyolojik görünümlerini dört grupta
toplayabiliriz. Bazı olgularda bu görüntüler bir arada olabilir:
1. Plevral sıvılar,
2. Plevral kalınlaşmalar,
3. Plevraya ilişik nodül-kitle görünümleri,
4. Plevraya ilişik komşu yapılardaki değişiklikler.
Plevral Sıvılar
Konvansiyonel akciğer grafilerinde plevral sıvı, ışın geçişine izin vermediğinden
radyoopak görüntü özelliği verir. Plevral sıvıların konvansiyonel grafilerdeki görü-
nümleri de iki ana gruba ayrılabilir: I. Tipik radyolojik görünümler (plevral sıvı var-
lığını kolaylıkla gösteren bulgular ve özellikler); II. Atipik radyolojik görünümler
(plevral svı varlığını ancak dolaylı olarak gösterebilen bulgu ve özellikler) (2,3).
Plevra Patolojileri 193
Resim 2. PA akciğer grafisi ve toraks BT: Sağda fissürde sıvı – fantom tümör görünümü.
Resim 5. PA akciğer grafisi: Sağ subpulmonik Resim 6. PA akciğer grafisi: Sol subpul-
sıvı. monik sıvı (ok).
Resim 7. PA akciğer
grafileri: Solda asbest
temasına bağlı diffüz
fibrozisli bir hastada
sol plevral kalınlaşma.
Sağda mezotelyomalı
bir hastada sağ plevral
tümöral tutulum plevral
kenarın kalınlaşması
şeklinde bulgu veriyor.
A B
Plevral kalınlaşmalar
Plevra kenarı, konvansiyonel grafilerde sıvı birlikteliği olsun veya olmasın,
bir hat şeklinde görülebilir. Nispeten yüksek radyoopasitedeki bu görüntünün
çoğu zaman sıvıdan ayrımı mümkündür:
1. Sıvı tabloya eşlik etmiyorsa, alt zonda, diyafragma üzerinde sıvı opa-
sitesinin olmaması ve diyafragma kenarının flu ve düzensiz görünüm
vermesi,
2. Bu bölgede kalsifikasyonlar olması,
3. Plevral patolojinin kesikli görüntü vermesi, patolojinin sıvıdan ayrımında
tanıtıcı olabilir.
Plevra kalınlaşma görüntüsünü de iki gruba ayırabiliriz:
1. Düzgün yüzeyli plevral kalınlaşmalar,
2. Düzensiz yüzeyli plevral kalınlaşmalar.
196 Göğüs Hastalıklarında Ayırıcı Tanı
A B
C D
Resim 10. PA akciğer grafileri: (A) Solda yaygın plevral nodüller; (B) Solda plevral tabanlı
kitle; (C) ve (D) Sağda plevral nodüler lezyonlar (nodüler plevral kalınlaşma).
Akciğer: Kalp yetmezliğinde sıvı ile birlikte inter-intra lobüler/ lober septa-
larda ödem nedeniyle akciğer parankimine doğru çizgisel opasiteler (Kerley
çizgileri) olabilir (Resim 12). Pulmoner infeksiyonlarda parankimde infil-
trasyonlar, konsolide alanlar, pulmoner tromboembolide hacim kaybı ve
infiltratif alanlar, kanserde lenfanjitik tümör yayımına bağlı periferden san-
trale doğru kaba çizgilenmeler, asbeste bağlı plevral patolojide parankime
doğru kaba ve ince çizgilenmeler konvansiyonel grafiler üzerinde görülebilir
(Resim 12).
Göğüs duvarı: Plevral kalınlaşma veya tümöral invazyon durumlarında, eğer
masif plevral sıvı yoksa çekme nedeniyle göğüs duvarı ve mediyasten o tarafa
doğru çekilir, göğüs duvarı çöker. Bu noktada mediyastenin durumu önem-
lidir. Mediyasten, göğüs duvarı çökmesine rağmen yerinden oynamamışsa,
bu görünüm mediyastinal plevra veya yumuşak dokunun tümörle infiltre ol-
duğuna, bu yüzden sertleşen mediyastenin çekilmediğine işaret eder; tanıtıcı
bir bulgudur (Resim 13). Ayrıca göğüs duvarı kemik yapısındaki değişiklikler,
mediyastende lenf bezi büyümelerine işaret eden genişleme veya ek kenar
görüntüleri de plevral patoloji sıvı veya diğer görünümün kökeni hakkında
önemli fikirler verebilir.
198 Göğüs Hastalıklarında Ayırıcı Tanı
A B
C D E
Resim 12. PA akciğer grafileri: (A) Akciğer ödeminde plevral sıvıya ilaveten periferik çizgilen-
meler; (B) Plevral sıvı ve asbest temasına bağlı interlobüler/lober septalardaki fibrozisin paran-
kime doğru çizgiler şeklinde görülmesi; (C), (D) Sağda diffüz plevral kalınlaşma ve parankim
bantları; (E) Mezotelyomada parankime doğru uzanım gösteren ince retiküler yayım.
A B
C D
Resim 13. PA akciğer grafileri: (A)
Malign plevral tutulumda mediyas-
ten tutulumu nedeniyle göğüs duvarı
çökmesine karşın mediyasten yerin-
de; (B) Parapnömonik plörezi sekeli
nedeniyle göğüs duvarı ve diyafrag-
ma çekilme; (C) Sol plevral sekel
fibrozis nedeniyle diyafragma, fissür
ve göğüs duvarında çekilme; (D) Sol
plevrada asbest temasına bağlı diffüz
fibrozis nedeniyle göğüs duvarında
çökme, diyafragmada çekilme, me-
diyastende o tarafa kayma.
B C
A
D E F
Resim 14. Toraks BT kesitleri: (A) İzole plevral sıvı; (B) Mezotelyomalı hastada düzgün yüzeyli
plevral kalınlaşma; (C) Asbest temasına bağlı diffüz plevral fibrozisli hastada düzensiz yüzeyli
plevral kalınlaşma; (D) Plevrada yaygın nodüler kalınlaşma (mezotelyoma); (E) Plevral kalınlaş-
maya eşlik eden dağınık nodüller; (F) Plevral kitle ve nodüler plevral kalınlaşma.
Abdomende fazla miktarda assit varlığında, BT’nin alt kesitlerinde assit sıvısının
plevral sıvıdan ayırımı gerekebilir. Bunun için karaciğer veya solda batın organ-
ları ile sıvı sınırına bakarız. Sıvı ile organ arasında devamlılık gösteren keskin
kenarlı bir yapılanma var ve arada bir hat yoksa (arayüz) bu asit görünümüdür.
Plevral sıvıda ise sıvı ile organ arasında plevral yaprak gözlenir (Resim 18).
BT’nin plevral patolojileri değerlendirmede sorunlu olduğu yerler şöyledir:
1. Sadece sıvı görünümü var, plevra ayırt edilmiyor veya sadece ince bir plev-
ral kalınlaşma var, fissür tutulumu, çepeçevre tutulum, mediyastinal plevra
tutulumu gibi ayırt edici özellikler yok.
2. Lenfadenopatilerin değerlendirilmesi.
202 Göğüs Hastalıklarında Ayırıcı Tanı
A B C
D E
F
Resim 15. Toraks BT kesitleri: (A) Plevranın çepeçevre – halka tarzında tutulumu (mezotel-
yoma); (B) Plevral kalınlaşmanın 1 cm’den daha fazla olması (mezotelyoma); (C) Fissürde dü-
zensiz-nodüler kalınlaşma (malign plevral tutulum); (D) Mediyastinal plevranın tutulumu (malign
plevral tutulum); (E) Komşu yapılardan perikartta yayılım (mezotelyoma); (F) Komşu yapılardan
göğüs duvarında yayılım (mezotelyoma).
A B
C D E
Resim 16. Toraks BT kesitleri: (A) Sıvı içinde hava habbeciklerinin görülmesi (ampiyem);
(B) Kalınlaşmış iki plevral yaprağın ortadan soyulur tarzda ayrılması - “split işareti” (ampiyem);
(C) Plevral aralıkta septaların gözlenmesi (ampiyem); (D) Plevra altı yumuşak doku - yağ doku
dansitesinin belirginleşmesi (asbest temasına bağlı diffüz plevral fibrozis); (E) Plevral kalsifikas-
yon - benign bulgu (ampiyem).
A B
Resim 17. Toraks BT kesitleri: (A) Plörezi tüberküloz sekeli plevral kalınlaşma ve kalsifikasyon;
(B) Asbest temasına bağlı iki tarafalı plevral kalınlaşma ve kalsifikasyonlar.
Resim 18. BT kesitleri: (*) Assit, () Plevra sıvısı, (ok) plevra; assit ile diyafragma ilişkisine
dikkat!
Sonuç olarak, BT ve MRG, plevral patolojilerin tanısında birbirini tamamla-
yan görüntüleme yöntemleridir. Ancak her iki görüntüleme yöntemine rağmen
plevral patolojilerin ayırıcı tanısında ve izleminde sorunlar vardır. Tablo 2’de bu
konuyla ilgili bir değerlendirme yer almaktadır.
Sadece sıvı görünümü var, plevra ayırt edilmiyor veya sadece ince bir - ?
plevral kalınlaşma var, bu durumda ayırıcı tanı için yorum
- -
Lenfadenopatilerin değerlendirilmesi
Malign patolojilerde
Diyafragma tutulumu ve diyafragma altı yayım - +
Perikardın transmural tutulumu - +
Göğüs duvarı – fasia tutulumu - +
Prognoz değerlendirmesi - -
Tedaviye yanıt +/- -
Nüksü saptamak - -
Plevra Patolojileri 205
TORAKS ULTRASONOGRAFİSİ
Ülkemizde genellikle radyoloji uzmanlarınca yapılan torasik ultrasonografi,
plevral patolojilerin tanısında çok yararlı bir yöntem olmasına rağmen, he-
nüz yaygın olarak kullanılmamaktadır. Toraks ultrasonografisi, esas olarak,
interkostal aralıklardan 5 – 7.5 MHz küçük başlıklı lineer prob ile, abdominal
mesafeden de 5 MHz konveks prob ile uygulanır (17).
Torasik ultrasonografinin kullanım alanları şöyle sıralanabilir:
1. Plevral aralıkta az miktarda sıvı tayini,
2. Plevral aralıkta az miktarda hava tayini,
3. Loküle – anksite sıvı tayini,
4. Ampiyem ayrımı,
5. Plevrada düzensizlikler, kitle, nodül varlığının tayini,
6. Diyafragma ve acil batın değerlendirmesi,
7. Plevral veya periferik akciğerden invazif örnekleme için lokalizasyon,
8. Torasentez, sıvı drenajı, tüp yerleştirmek amacıyla lokalizasyon.
Plevra ve diyafragma ekojenik görüntü verir (açık-beyaz renk). Akciğer hipe-
208 Göğüs Hastalıklarında Ayırıcı Tanı
rekojendir (beyaz görüntü). Normal plevra boşluğu, iki plevral ekojen çizgi
arasında hipoekoik (siyah hat) olarak görülür. Plevral sıvı, özel durumlar dışın-
da -ampiyem, kist hidatik sıvısı- anekoiktir; iki plevral-ekojenik hat arasında
ekolüsensi (siyah hat) şeklinde görüntü verir. Kollabe akciğer, eğer sıvı içinde
ise, anekojenik (siyah alan) bir boşluk içinde ekojenik (açık renk) bir yığın
halinde görülür ve solunum hareketlerine koşut hareket eder (Resim 26).
Plevral veya periferik akciğere ait yumuşak doku kitleleri, plevral kalınlaşma-
lar da anekojenik (siyaha doğru) görüntü verirler (Resim 27). İlgili yapıların
bu ekojenite farklılıklarından plevral patoloji ve sıvı ile komşu yapıların ilişkisi
belirlenebilir.
Resim 23. Benign asbest plörezili ve karşı tarafta plevral plaklı olguda sıvılı tarafta yaygın ve iki
taraflı FDG pozitifliği. MRG’de de iki taraflı kontrast madde tutulumu var.
BT
Malign plevral sıvı düşünülen her hastada elde edilmelidir. Daha önce sırala-
nan avantajları sayesinde malign ve benign sıvılarda ayırıma yarayacak kadar
yararlı özgün bulgular gösterebilir (4). Saptandığında, malign sıvıyı düşün-
düren bulgular şunlardır: bir hemitoraksa ait tüm plevranın halka tarzında
çepeçevre lezyonla tutulması veya kalınlaşması, plevrada nodüler kalınlaşma,
plevral tabanlı kitle–nodül görünümleri, 1 cm’den daha kalın plevral kalın-
laşma ve mediyastinal plevranın lezyonlarla tutulmuş olması veya fissürde
nodüler plevral kalınlaşma (Resim 14 ve 15) (4,5,19).
Ayrıca, göğüs duvarı, mediyasten yumuşak dokusu, perikart, diyafragma,
karaciğer, dalak gibi komşu yapıların doğrudan invazyonu benign nitelikli sı-
vılarda olmayacağından, o plevral sıvının malign sıvı olduğunu düşündürür.
Ancak unutulmamalıdır ki, malign bir sıvının tanısı, alınan doku örneklerinin
histopatolojik değerlendirmesini gerektirir. BT, bir tanı yaklaşımıdır; invazif
işlemlerin endikasyonunu ve yönlendirmesini yapabilir, hastalığın yaygınlığı
hakkında değerlendirme yapma şansı verir; ancak, invazif işlemlere durumu
uygun olmayan az sayıdaki düşkün hastada, tanı için yeterli kabul edilebilir.
BT’nin tanıda diğer avantajları lezyonların dağılımını, yaygınlığını göstere-
bilmesi, evrelemeye fırsat verebilmesi ve doku örneği temini için lezyonlara
nasıl ulaşılabileceğini gösterebilmesidir (4,5,20-22).
210 Göğüs Hastalıklarında Ayırıcı Tanı
Resim 24. Plörezi tüberkülozlu bir olguda FDG pozitifliği. Aynı tarafta BT’de diffüz, fakat ince
plevral kalınlaşma, MRG’de diffüz kontrast tutulumu
Mezotelyoma
Konvansiyonel grafilerde, çoğunlukla, plevral sıvı veya sıvı ve plevrada düzen-
siz kalınlaşma birlikteliği veya sadece düzensiz plevral kalınlaşma görünümleri
olabilir (Resim 7,8 ve 10).
BT, mezotelyoma için son derece yararlı bir radyolojik yöntemdir. Plevradaki
tutulumun özelliği, yaygınlığı ve ek bulgular tanı için gerekli işlem seçiminde
çok yararlı olduğu gibi, hastalığın evrelemesinde de yardımcıdır. BT’de, en
sık saptanan plevral değişiklikler, düzensiz veya nodüler plevral kalınlaşma,
plevral patolojinin tüm plevral yüzeyleri bir halka gibi sarması (plevral “rind”/
kabuk) ve mediyastinal plevral tutulum bulgularıdır. Tümörün torasik yapılara
lokal yayımının gözlenmesi de patolojinin malign niteliğini vurgulayan önemli
bir bulgudur (Resim 14 ve 15) (4,21).
Resim 25. Malign mezotelyomalı bir hastada (PET’te sağ tarafta yaygın plevral tutulum) PET’te
mediyastinal lenf noduna uyar ve sürrenal bez lojunda metastaza uyar tutulumlar. Ancak, cerrahi
değerlendirmede mediyasten lenf nodu metastazı yoktu ve sürrenal bölgede de MRG ve sürrenal
bezler için özelleştirilmiş BT ile lezyon saptanamadı.
Parapnömonik Plörezi
Parapnömonik plörezi, konvansiyonel grafilerde, eğer parankim infiltrasyonu
ve klinik olarak tipik toksik tablo varsa ancak, parankimin gözlenemediği ol-
gularda tek bulgu plevral sıvı görünümüdür. Eğer sıvı görünümüne rağmen to-
rasentez ile sıvı alınamıyorsa, plevral yapraklar kalın ve aralarında yapışıklıklar
gelişmiş olabilir; dekubitus ve diğer grafilerde sıvının dinamik olmaması, yani
şekil ve konum değiştirmemesi yapışıklıklar geliştiğine işarettir (Resim 3 ve 4).
BT de ampiyemde yararlı görünümler verebilir. Normal seyirde hafif ama
düzgün kalınlaşmış plevral yüzeyler arasında sıvı toplanması, kalın bir taba-
kanın ikiye ayrılıp tekrar birleşmesi ve arada sıvı görünümü (“split” işareti),
subplevral yumuşak dokuda hipertrofi, plevral sıvıda hava tanecikleri parap-
nömonik plöreziye işaret eden bulgulardır (Resim 16). BT’de sıvı görüntüsü
bir örtü olmaktan kalktığı için parankimdeki infiltrasyon görülebilir. Ayrıca,
eğer varsa, plevral yapışıklıklar, yani plevral poşlar da görülebilir. Gecikmiş,
tam tedavi olmamış olgularda, plevral aralıkta oluşan yapışıklıklar ve kalınlaş-
malar nedeniyle, yer yer ankiste sıvı, düzensiz kalınlaşmış plevra görünümleri
olabilir (fibrotoraks/pakiplörit) (21,24).
Ultrasonografi de parapnömonik plörezide yararlı bilgiler verebilir; yoğunluğu
yüksek bir sıvı görünümünün yanı sıra, plevral sıvıda yüzen fibrin kümeleri,
plevral yapışıklıklar, poşlar gösterilerek sıvının karakteri konusunda bilgi elde
edilebilir.
BT ve ultrasonografinin bir başka yararı da ponksiyon ya da göğüs tüpü yer-
leştirmek için plevral lokalizasyon tespit etmeleridir.
212 Göğüs Hastalıklarında Ayırıcı Tanı
A B
Resim 26. Plevral sıvının ultrasonografi görüntüleri: (A) Göğüs duvarından plevral sıvı tespiti
–anekojenik alan sıvıdır (*), alttaki opak alan (ekojenik alan) kollabe akciğerdir. (B) Aynı hastada
abdominal yaklaşım; üstte karaciğer (ekojenik alan) ve devamında anekojenik alan plevral sıvıdır.
Plevral Plak
Plevral plaklar, asbest temaslı kişilerde, zamana bağlı olmadan görülebilen
en erken ve en sık lezyonlardır. Pariyetal plevrada lokalize, yer yer kalsifikas-
yonlar gösterebilen, alttaki yumuşak dokudan ince bir yağ dokusu ile kolayca
ayırt edilebilir ve kalınlığı bir kaç mm’den 2 cm’ye kadar değişebilen fibröz
lezyonlardır (Resim 28)(25-27).
Plakların radyolojik tanımı, sinüsü kapatmayan, pariyetal plevra yerleşimli,
düzgün kenarlı, ancak demarke (sınırlı), kesikli olabilen ve interkostal aralık
veya kostalara paralel uzanan, kalsifikasyon gösterebilen (erken dönemde ol-
Plevra Patolojileri 213
Resim 28. Soldaki BT kesitinde bilateral kalsifiye plaklar, sağdaki kesitte asbest temasına bağlı
sağ benign plevral sıvı ve solda lokal, önde minimal kalsifikasyon gösteren plaklar.
mayabilir) lezyonlar olarak yapılır (Resim 9) (28). İki taraflı olmaları beklenir.
Tek taraflı ise, tüberküloz sekeli ile karıştırılabilir.
PA akciğer grafilerinin plak tayin etmede duyarlılığı % 50 civarındadır; yani, plak-
ların ancak % 50’si konvansiyonel grafilerde görülebilir. Çünkü, kasete doğru
ışına göre farklı eğimde olabilecek plaklar PA grafilerde görülemeyebilir (25). Bu
grafilerin özgüllüğü daha yüksektir, ama göğüs duvarı kasları ve yağ dokusunun
katmanı en sık karışıklığa neden olabilecek görüntülerdir. Oblik grafilerle duyarlı-
lık ve özgüllüğün %80’e ulaşabileceği belirtilmiştir.
Genel olarak, BT’nin plakları tayin etmede duyarlılığı ve özgüllüğü en yüksek
yöntem olduğu kabul edilir. BT, aynı zamanda alttaki parankimde de değişik-
likler olup olmadığı konusunda katkı sağlar (Resim 28).
kenar boyunca uzanan, sinüsü kapatan düzgün kenarlı plevral yüzeyler kalın-
laşmalar olarak algılanırlar ve genellikle iki taraflıdırlar (Resim 7,8 ve12).
BT’nin bu lezyonları göstermede duyarlılığı daha yüksektir. Diffüz plevral
fibrozis, alttaki yumuşak dokudan yağ dokusu görüntüsü ile kolay ayırt edi-
len, düzgün kenarlı ve birkaç yüzeyi saran plevral kalınlşma şeklinde gözlenir
(Resim 29). Olguların bir kısmında parankime uzanan interlober septalar ve
fissürlerde de kalınlaşmalar olur. Bu durum periferden akciğere doğru uzanan
kaba – ince çizgilenmeler şeklinde görülür (Resim 12 ve 13).
Resim 30. Toraks BT: Solda benign asbest plörezisi, sağda yuvarlak atelektazi.
Yuvarlak Atelektazi
Fibrozis nedeniyle kalınlaşmış plevral viseral yaprağın parankime doğru bü-
külerek katlanması sonucu, bir kısım parankim dokusunu içine kapatması
ile ortaya çıkan plevral tabanlı yuvarlak (nodül benzeri) görüntülere yuvarlak
atelektazi adı verilir. Bu patoloji plevrada fibrozis yapabilen tüberküloz gibi
diğer nedenlerle de olabilir. Konvansiyonel grafilerde, kalınlaşmış plevraya
bitişik periferde yoğunluk artışı (opasite) şeklinde görülürken, BT’de kolay
tayin edilir. BT’de kalın plevral yapraklara eşlik eden nodül şeklinde görülür,
açık kalan parankim damarı ve atelektazik alandan parankime doğru uzanan
ince fibröz yapılar yuvarlak atelektazi için tanıtıcıdır (Resim 30). Yuvarlak ate-
lektazi kanaati BT’de oluşursa çoğu kez ileri invazif işleme gerek duyulmaz
PNÖMOTORAKS
Plevral boşlukta hava toplanmasına pnömotoraks denir. Pnömotoraks, spontan,
travmatik, iyatrojenik, katameniyel, erken bebeklik olarak sınıflandırılabilir(29).
Spontan (kendiliğinden) gelişen pnömotoraks, altta yatan bir hastalığın olma-
sı veya olmamasına göre iki gruba ayrılır. Eğer altta yatan hiçbir hastalık yok
ise buna “primer spontan pnömotoraks”, eğer altta yatan bir başka akciğer
hastalığı varsa, örneğin KOAH, kistik fibrozis, eozinofilik granülom, silikozis,
216 Göğüs Hastalıklarında Ayırıcı Tanı
Resim 31. PA akciğer grafisi: Sağ pnö- Resim 32. PA akciğer grafisi: Sağda tansi-
motoraks, akciğer kısmen kollabe. yon pnömotoraks, mediyasten karşı tarafa
itilmiştir.
akciğer kanseri gibi buna da “sekonder spontan pnömotoraks” adı verilir.
Akciğer filmi tanı koydurur (Resim 31). Eğer pnömotoraksa yol açan plevral
aralık içi hava kaçağı devam ediyorsa, mediyasten ve diğer akciğer bası altına
girer ve kalpten akciğere ve akciğerden kalbe dönen kan azalır. Böyle kritik
bir durumda hastaya hemen müdahale yapılması gerekir (Resim 32).
İleri tetkikte, örneğin BT’de pnömotorakslı olguların büyük bir kısmında, ak-
ciğer filminde görülmeyen, parankimde daha çok periferik yerleşmiş hava
kistleri, büllöz değişiklikler saptanabilir.
Pnömotoraks için üç durumda tanı sorunu yaşanır:
1. Akciğerde yaygın büllöz değişiklikler varlığında
2. Yoğun bakım ünitelerinde izlenen mekanik ventilatör altındaki hastalarda,
3. Çok az miktarda hava kaçağı olan hastalarda.
İlk grup olguda, klinik tablonun aniden kötüleşmesi önemli bir özelliktir ve
bu grup hastalarda mutlaka BT çekilmelidir. İkinci grup hastalarda yatak başı
pnömotoraksın gösterilmesinde oldukça yararlıdır. Üçüncü grupta ise lateral
dekübitus grafilerle pnömotoraks saptanabilir.
KAYNAKLAR
1. Metintas M. Plevra patolojileri. İç: Metintas M, ed. Sistemik hastalıklarda akciğer. Eskişehir:
Anadolu Solunum Derneği Yayınları; 2004; 725-78.
2. Light RW. Pleural diseases. Baltimore:Williams & Wilkins;1995.
3. Light RW, Broaddus VC. Pneumothorax. In: Murray JF, Nadel JA, eds. Textbook of respi-
ratory medicine. 3rd ed. Philadelphia: WB Saunders; 2000: 2043-2060.
4. Metintas M, Uçgun İ, Elbek O, et al. Computed tomography features in malignant pleural
mesothelioma and other commonly seen pleural diseases. Eur J Radiol 2002;41: 1-9.
5. Leung AN, Müller NL, Miller RR. CT in differential diagnosis of diffuse pleural disease.
AJR 1990; 154: 487-492.
6. Knuuttila A, Kivisaari L, Kivisaari A, et al. Evaluation of pleural disease using MR and CT.
With special reference to malignant pleural mesothelioma. Acta Radiol 2001; 42:502-
507.
Plevra Patolojileri 217
7. Marom EM, Erasmus JJ, Pass HI, Patz EF Jr. The role of imaging in malignant pleural
mesothelioma. Semin Oncol 2002; 29:26-35.
8. Hierholzer J, Luo L, Bittner RC, et al. MRI and CT in the differential diagnosis of pleural
disease. Chest 2000;118:604-9.
9. Eibel R, Tuengerthal S, Schoenberg SO. The role of new imaging techniques in diagnosis
and staging of malignant pleural mesothelioma. Curr Opin Oncol 2003; 15:131-138.
10. Salgado RA, Corthouts R, Parizel et al. Malignant pleural mesothelioma with heterologous
osteoblastic elements: computed tomography, magnetic resonance, and positron emissi-
on tomography imaging characteristics of a rare tumor. J Comput Assist Tomogr 2005;
29:653-656.
11. Gupta NC, Rogers JS, Graeber GM, et al. Clinical role of F-18 fluorodeoxyglucose posi-
tron emission tomography imaging in patients with lung cancer and suspected malignant
pleural effusion. Chest 2002; 122: 1918 - 1924.
12. Duysinx B, Nguyen D, Louis R, et al. Evaluation of pleural disease with 18-fluorodeoxyg-
lucose positron emission tomography imaging. Chest 2004;125:489-93.
13. Melloni B, Monteil J, Vincent F, et al. Assessment of 18F-fluorodeoxyglucose dual-head
gamma camera in asbestos lung diseases. Eur Respir J 2004; 24: 814-21.
14. Flores RM. The role of PET in the surgical management of malignant pleural mesothelio-
ma. Lung Cancer 2005;49 (Suppl 1):S27-32.
15. Erasmus JJ, Truong MT, Smythe WR, et al. Integrated computed tomography-positron
emission tomography in patients with potentially resectable malignant pleural mesothelio-
ma: Staging implications. J Thorac Cardiovasc Surg 2005;129:1364-1370.
16. Steinert HC, Santos Dellea MM, Burger C, Stahel R. Therapy response evaluation in
malignant pleural mesothelioma with integrated PET-CT imaging. Lung Cancer 2005;49
( Suppl 1):S33-5
17. Evans AL, Gleeson FV. Radiology in pleural disease: state of the art. Respirology 2004; 9:
300-312.
18. Light RW. Diagnostic principles in pleural disease. Eur Respir J 1997;10: 476-481.
19. Rusch VW, Godwin JD, Shuman WP. The role of computed tomography scanning in the
initial assessment and the follow-up of malignant pleural mesothelioma. J Thorac Cardio-
vasc Surg 1988; 96: 171-177.
20. Muller NL. Imaging of the pleura. Radiology 1993; 186: 298-309.
21. Aberle DR, Balmes JR. Computed tomography of asbestos-related pulmonary parenchy-
mal and pleural diseases. Clin Chest Med 1991; 12: 115-131.
22. Metintaş M, Özdemir N, Işiksoy S, et al. CT-guided pleural needle biopsy in the diagnosis
of malignant mesothelioma. J Comput Assist Tomog 1995; 19: 370-4.
23. Ferrer J. Pleural tuberculosis. Eur Respir J 1997;10:942-7.
24. Hamm H, Light RW. Parapneumonic effusion and empyema. Eur Respir J 1997;10:1150-56.
25. Nishimura SL, Broaddus VC. Asbestos-induced pleural disease. Clin Chest Med 1998;19:
311-29.
26. Gevenois PA, de Maertelaer V, Madani A, Winant C, Sergent G, De Vuyst P. Asbestosis,
pleural plaques and diffuse pleural thickening: three distinct benign responses to asbestos
exposure. Eur Respir J 1998;11:1021-1027.
27. Karakoca Y, Emri S, Cangır AK, Barış Yİ. Environmental pleural plaques due to asbestos
and fibrous zeolite exposure in Turkey. Indoor Built Environ 1997;6:100-105.
28. Metintas M, Metintas S, Hillerdal G, et al. Nonmalignant pleural lesions due to environ-
mental exposure to asbestos: a field-based, cross-sectional study. Eur Respir J 2005; 26:
875-880.
29. Miller AC. Spontaneous pneumothorax. In: Light RW, Lee GYC. Textbook of pleural
diseases. London: Arnold; 2003: 445-456.
BÖLÜM 3
RADYOLOJİK BULGULAR
Normal mediyasten
Lateral akciğer grafisinde, mediyasten ön, orta ve arka mediyasten olmak
üzere üç kompartmana ayrılır (2) (Resim 1).
Ön kompartman, kalp gölgesinin üstünde ve önünde kalan tüm yapıları kap-
sar. Sternum, birinci kosta ve diyafragmadan torasik “inlet”e çizilen ve kalbin
ön sınırını ve brakiosefalik venlere çizilen hayali çizgi, bu kompartmanın sı-
nırlarını oluşturur. Bu kompartmanda timus bezi, tiroid ve paratiroid bezlerin
substernal uzantıları ve lenfatik doku yer alır.
Orta kompartman, ön mediyastenin hemen arkasında yer alır ve sternumun
alt ucundan diyafragma boyunca ve kalbin ve trakea arka duvarından sefa-
lad yönde uzanır. Kalp, perikard, arkus aorta ve majör dalları, innominat
venler, süperior vena kava, pulmoner arterler ve hiluslar, trakea ve bir grup
lenf nodu orta mediyastende yer alır. Ayrıca, frenik ve vagus sinirleri de orta
mediyastenden geçerler.
Arka kompartman ise kalbin arkası ve trakea ile arka kostaların ön yüzü ve pa-
ravertebal oluklar arasındaki alanı kapsar. Diyafragmadan sefalad yönde birinci
kostaya uzanım gösterir. İçinde özofagus, desendan aorta, azigos ve hemiazigos
venler, paravertebral lenf nodları ve torasik duktus yer alır. Vagus sinirinin alt
kısımları ve sempatik zincirler de posterior mediyasten içinde yer alır (Tablo 1).
Yukarıda söz edilen üç kompartmanlı model, bu bölgenin embriyolojik gelişimi
218
Mediyastinal Patolojiler 219
ile de ilişkilidir. Bazı yazarlar, ön mediyastenin en üst bölgesini ayrı bir kompart-
man (anterosuperior kompartman) olarak değerlendirirler. Bazıları ise bölgeyi
yedi ayrı kısımda değerlendirirler: torasik “inlet”, supraaortik alan, infraaortik
alan, supraazigos alan, infraazigos alan ve hiluslar. Bu sınıflama, radyologların
lezyonu tanımlamasına yardımcı olsa da klinisyen için oldukça karmaşık sayıla-
bilir. Benzer bir sınıflama, bronş kanserlerinin mediyasten evrelendirmesi için
lenf nodu yerleşimlerinin haritalanmasında kullanılmaktadır (3).
Ön kompartman
Timus bezi
Tiroid ve paratiroid bezlerinin substernal uzantıları
Lenfatik damarlar ve lenf nodları
Bağ dokusu
Orta kompartman
Kalp
Perikard
Arkus aorta ve büyük damarlar
İnnominat venler ve süperior vena kava
Trakea ve ana bronşlar
Hiluslar
Lenf nodları
Frenik sinir ve üst vagus siniri
Bağ dokusu
Arka kompartman
Özofagus
Desendan aort
Azigos ve hemiazigos venler
Torasik duktus
Lenf nodları
Vagus siniri (alt kısım)
Sempatik zincirler
Bağ dokusu
yüz, boyun ve toraks üst kısımda ödem ve kızarıklık, konjunktivada ödem, ba-
şağrısı, bilinçte bozulma ve görmede bozulma gibi serebral semptomlarla kara-
katerize bir sendromdur. Kulak çınlaması ve epistaksis de bu sendroma özellikle
supin durumda eşlik edebilir. Tüberküloz mediyastinit ve sifilitik anevrizmalar
bir zamanlar süperior vena kava sendromunun en sık nedenleri arasında sayı-
lırken, günümüzde bronş kanserleri ve lenfoma en sık nedenidir (1).
Mediyasten kitleleri sinir invazyonu ve kompresyonu yaparak da değişik
semptomlara yol açabilir. Reküran larengeal sinirin basısına bağlı ses kısıklığı,
sempatik gangliyonların tutulumuna bağlı Horner sendromu, frenik sinir tu-
tulumuna bağlı diyafragmatik paralizi ve vagus sinir tutulumuna bağlı taşikardi
ortaya çıkabilir.
Endokrin etkiler
Hipo/hipertiroidizm Mediastinal guatr
Hiperkalsemi Paratiroid adenomu, lenfoma
Hipertansiyon Feokromositoma, gangliyonöroma, kemodektoma
Cushing Sendromu Karsinoid, timoma
Hipoglisemi Mezankimal tümör
Jinekomasti Germ hücreli tümör
Diyare Gangliyonöroma, nöroblastoma
Otoimmün etkiler
Opsomiyoklonus Nöroblastoma
Miyastenia gravis Timoma
“Red cell” aplazi Timoma
Myokardit Timoma
Hipogammaglobulinemi Timoma
Konjenital sendromlar
Nörofibromatozis Nörofibroma
Multipl endokrin neoplazi Paratiroid adenomu, feokromositoma
Bilinmeyen nedenler
Alkolle indüklenen ağrı Hodgkin hastalığı
Ateş, gece terlemesi Lenfoma
Mediyastenin Görüntülenmesi
Mediyasten hastalıklarına tanısal yaklaşım, noninvazif görüntüleme ve doku
örneği elde edebilmek amaçlı uygulanan invazif işlemleri kapsar. Mediyastene
ulaşmak ve eksplorasyonu göreceli olarak zordur. Bu bakımdan, görüntüleme
yöntemleri bu konuda oldukça önemli bir rol oynamaktadır. Bu yöntemler,
konvansiyonel radyografik yöntemler, BT, manyetik rezonans (MR) görüntü-
leme, transtorasik ve endoskopik ultrasonografi ve çeşitli radyonüklid çalış-
malardır.
Ultrasonografi
Ultrasonografi, özellikle mediyasten kitlelerinin kistik yapısını aydınlatmak
için kullanılır. Özellikle perikard kistleri ve diğer yapısal kistlerin tanısında
yararlıdır. Fakat, benign-malign ayrımını yapamaz. Mediyasten hastalığının
tanısında transtorasik ve endoskopik ultrason probları da kullanılmaktadır.
224 Göğüs Hastalıklarında Ayırıcı Tanı
Sintigrafik Görüntüleme
Sintigrafik çalışmalar hedef dokunun özel metabolik veya immünolojik özel-
liklerine dayanarak belirli belirteçlerin lokalize edilmesi esasına dayanır. Gal-
lium-67 ve thallium-201 ile yapılan sintigrafik çalışmalar bronş kanserinin
mediyasten evrelemesinde başarısız kalmıştır (10). “Single photon emission
computed tomography” (SPECT) tekniğinin de mediyasten lenf nodu evre-
lemesinde BT’den daha duyarlı ve özgül olduğu gösterilememiştir. Pozitron
emisyon tomografisi (PET) ise bu alanda ümit vaat etmektedir. PET tekniğin-
de tümör hücresinde tutulan ve yüksek enerjili foton yayan FDG (fluorode-
oxyglucose) gibi problar kullanılmaktadır. Teknolojinin gelişmesi ile birlikte
BT’nin entegre edildiği PET sistemlerinde (PET-BT), PET’in tanısal doğrulu-
ğu daha da artmıştır (11).
Seminom (disgerminoma)
Primer mediyasten seminomları, sık görülmemekle birlikte, malign medi-
yasten GHT’lerin %25-50’sini oluşturmaktadır. Sıklıkla 20-40 yaş arası er-
keklerde görülür. Hastalarda dispne, substernal ağrı, halsizlik, öksürük, ateş,
jinekomasti ve kilo kaybı görülebilir. Tümörün yerleşimi nedeni ile olguların
%10’unda süperior vena kava sendromu (SVK) görülebilir (13). Fakat, bazen
tümör 20-30 cm olana kadar semptom vermeyebilir.
Radyografik olarak seminomlar büyük, lobule, homojen kitle görünümünde-
dir. Lokal invazyon nadirdir, fakat lenf nodlarına ve kemiklere metastaz ola-
bilir(2). Seminomlar ß-hCG salgılar. BT ve gallium sintigrafisi hastalığın ev-
relemesinde kullanılabilir (13). Kötü prognostik faktörler arasında yaş (>35),
SVK obstrüksiyonu, supraklaviküler, servikal veya hiler lenfadenopati ve ateş
sayılmaktadır (1). Seminomlar, radyosensitif tümörlerdir. Lokal ileri hastalığı
olan olgularda, tercih edilen tedavi yöntemi ise kemoterapi ve ardından re-
zidü tümör dokusunun cerrahi rezeksiyonu şeklindedir. Agresif cisplatin bazlı
tedavi ile uzun dönem sağkalım %80 civarındadır (24).
230 Göğüs Hastalıklarında Ayırıcı Tanı
İntratorasik guatr
Tiroidektomi yapılan hastaların %1-15’inde intratorasik guatr görülmektedir
(13). İntratorasik guatr çoğunlukla ötiroid olup, tesadüfen saptanır. Medi-
yastendeki tiroid dokusunun iki ana kaynağı vardır; genelde servikal guatr
substernal olarak anterior mediyastene uzanım gösterir. Heterotopik tiroid
dokusundan kaynaklanan primer intratorasik guatr ise nadirdir.
Radyografik olarak, intratorasik guatr kapsüllü, lobüle ve heterojen tümörlerdir
(2). BT’de tiroidin servikal ve mediyasten komponentlerinin devamlılığı kla-
sik bulgusudur (Resim 6). Eğer fonksiyonel bir tiroid dokusu varsa sintigrafik
tetkikler de tanıya yardımcı olur. Tedavi yöntemi cerrahi rezeksiyondur. İğne
biyopsisi için uygun değildir. Olguların belirli bir kısmında malignensi gelişebi-
lir. Genelde tüm intratorasik guatr olgularının rezeksiyonu servikal insizyon ile
uygulanır (1).
Paratiroid Lezyonları
Mediyasten, ektopik paratiroid tümörünün en sık yerleştiği yerdir. Paratiroid
adenomlarının %20’si mediyastende, bunların da %80’i anterior mediyastende
bulunur (13). Bu tümörler kapsüllü, yuvarlak, genelde <3cm olup BT’de gö-
rünmeyebilir. MR ve nükleer sintigrafik görüntüleme (99mTc ve 201TI) paratiroid
adenomlarının tanınmasında daha yararlıdır (26). Tedavi cerrahi rezeksiyondur.
Mediyastinal lenfoma
Primer mediyastinal lenfoma, mediyastendeki tüm lenfomaların %10’unu
oluşturmaktadır. Lenfomalar daha çok anterior mediyastende yerleşir. Ho-
dgkin lenfoma (HL) mediasinal lenfomaların %50-70’ini oluştururken, non-
Mediyastinal Patolojiler 231
Hodgkin lenfoma (NHL) daha nadir olup olguların %15-25’ini oluşturur (27).
En sık görülen hücre tipleri, nodüler sklerozan HL, büyük B hücreli lenfoma
ve lenfoblastik lenfomadır (2).
Resim 8. PA ak-
ciğer grafisi ve MR
görüntüleme: Bron-
kojenik kist.
(%50-70) ile birlikte “foregut” (ön bağırsak) duplikasyon kistleri olarak bilinir
ve en sık görülen patolojilerdir (2). Bronkojenik kistler ventral, enterik kistler
ise dorsal “foregut”ın aberan kısımlarından oluşur.
Bronkojenik kistler
Bronkojenik kistler, embriyonik gelişme sırasında laringotrakeal oluğun anor-
mal tomurcuklanması ile oluşur (34). Bu kistler siliyalı, psödostratifiye, kolum-
nar epitelle örtülü olup, bronşiyal bezler ve kartilaj plakları içerir (2). Yaklşık
%40 olgu semptomatik seyreder ve öksürük, dispne ve göğüs ağrısı olabilir
(34). Radyografik olarak, bronkojenk kistler akciğer grafisinde görülür (Resim
8). Fakat, en iyi BT’de görüntülenir. Genelde büyük hava yollarının yakınında,
karinanın posteriorunda yerleşmiştir. Bronkojenik kistler iyi sınırlı, homojen
su dansitesine sahip, yuvarlak kitle görünümündedir; fakat, bazı bronkojenik
kistler mukoid içeriği nedeni ile solid bir kitle görünümü verebilir. Kontrast
tutmazlar, fakat trakeabronşiyal ağaca açıldıklarında hava-sıvı seviyesi görülebi-
lir. Enfekte olan ve büyüyen bronkojenik kistler özellikle infantlarda hava yolu
obstrüksiyonuna yol açabilir, pulmoner arter kompresyonu veya hemodinamik
kollapsa yol açabilir (1). Kesin tanı için doku gerekir. Trakeobronşiyal, endos-
kopik veya transtorasik iğne aspirasyonu ile doku elde edilebilir. Tedavi cerrahi
olabileceği gibi, iğne aspirasyonuyla da sağlanabilir. Asemptomatik kistlerin
cerrahi olarak çıkartılması tartışmalıdır.
Enterik kistler
Enterik kistler, yerleşim ve görünüm olarak bronkojenik kistlere benzer, fakat
sindirim sistemi epiteli ile örtülüdür. Yetişkinlerde daha nadir, fakat infant ve
çocuklarda en sık görülen kistlerdir. Özofagus duplikasyon kistleri ise özofa-
gus duvarına yapışık veya özofagus içinde yer alır; gastrointestinal anomali-
lerle birlikte seyreder (13).
Semptomlar, diğer mediyasten kistlerindekine benzer. Radyolojik olarak,
bronkojenik kistlerden ayırmak zodur, fakat kalsifikasyon bunlarda daha sık
görülür. Kartilaj varlığı ise bronkojenik kisti düşündürür. Tedavide cerrahi ek-
234 Göğüs Hastalıklarında Ayırıcı Tanı
Perikard kistleri
Perikard kistleri, mediyasten kistleri içinde değerlendirilir. Embriyogenez sıra-
sında persistan pariyetal boşluk sonucunda oluşur (34). İnsidansı 1:100.000
olarak bildirilmekedir. Erişkinlerde kistik kitlelerin üçte birini oluşturur. Çoğun-
lukla konjenital olmasına rağmen, sonradan kazanılmış da olabilir. Çoğunlukla
asemptomatik olup, genellikle dördüncü ve beşinci dekatta saptanır. Nadiren,
kardiyak kompresyon ve buna bağlı hemodinamik kollaps olabilir (13). Radyo-
lojik olarak, perikard kistleri iyi sınırlı, yuvarlak veya “gözyaşı” şeklinde kitleler
olup, kalbi, anterior mediyasteni ve diyafragmayı keser. En sık yerleşim yeri
ise sağ kardiyofrenik açıdır (%70). Bunu sol kardiyofrenik açı (%22) takip eder.
BT kesitlerinde, bu kitleler unilokulerdir ve kontrast tutmazlar (Resim 9). Diğer
kistlerde olduğu gibi, tedavi cerrahidir. Asemptomatik kistler ise izlenebilir.
Vasküler patolojiler
Mediyasten kitlesi olmamakla birlikte, mediyasten genişlemesi halinde ayırıcı
tanıda düşünülmesi gereken durumlar arasında, poststenotik aort dilatasyonu,
Mediyastinal Patolojiler 235
A B
C D
aort veya diğer büyük damar anevrizmaları (Resim 11), aort koarktasyonu,
innominat ven veya SVK anevrizmaları, persistan sol vena kava, azigos veya
hemiazigos ven genişlemesi, anormal pulmoner venöz dönüş, portal hiper-
tansiyona bağlı pulmoner venöz varis ve kardiyofrenik açı varisleri sayılabilir
(1). İdiyopatik pulmoner trunkus genişlemesi ve her hangi bir nedene bağlı
pulmoner arter hipertansiyonu da mediyastende kitle görünümü yapabilir.
Anjiyografi vasküler kökenli mediyasten kitlelerinin ayrımında kullanılmakla
birlikte, kontrastlı BT görüntüleme ve MR anjiyografi de daha az invazif ol-
ması açısından tanıda tercih edilir.
Diyafragmatik herniler
Omental yağ dokusunun veya diğer abdominal organların diyafragmadan
protrüzyonu çeşitli potansiyel yollardan olabilir. Bu nedenle mediyasten
herhangi bir kompartmanına herniasyon olabilir (2). Morgagni deliğinden
olan bir herniasyon genelde sağ tarafta kardiyofrenik açı kitlesi olarak görü-
nürken, Bochdalek hernisi ise karaciğerin sağ tarafta herniasyona izin ver-
memesinden dolayı sol tarafta posterior mediyasten kitlesi olarak görülür.
Özofagus çevresindeki yağ dokusunun herniasyonu, hiatus hernisinden önce
gerçekleşir ve her ikisi de mediyasten kitlesi görünümü verir. Horizontal ke-
sitlerde hava sıvı seviyesi hiatus hernisinde dikkat çeker. Diyafragmatik yağ
herniasyonunda ise BT kesitlerine herni içindeki omental damarlar ince çiz-
gisel dansiteler olarak görülür. Bu bulgu, herni lipom ayrımında yararlıdır (2).
Travmatik olan diyafragma herniasyonları ise bazen ciddi kardiyak sıkıntıya
yol açabilir. (1).
236 Göğüs Hastalıklarında Ayırıcı Tanı
Nörojenik tümörler
Nörojenik tümörler periferik, otonomik ve paragangliyonik sinir sistemi hüc-
releri kapsayan nöral dokudan kaynaklanan tümörlerdir. Erişkinlerde medi-
yasten kitlelerinin %20’sini oluşturur. Çocuklarda bu oran iki katına çıkmakta-
dır. Büyük çoğunluğu (%95) arka mediyasten kompartmanında görülür (35).
Radyolojik olarak, unilateral paravertebral kitle olarak görünür (Resim 12).
Olguların %80’i benign olup, yaklaşık yarısı ise asemptomatiktir. Klinikte,
sinir veya kemik erozyonuna bağlı göğüs ağrısı, trakea kompresyonuna bağlı
dispne, intraspinal tümör yayılımı sonucu gelişen spinal kord kompresyonu-
na bağlı nörolojik defisitler görülebilir. Nörojenik tümörlerin büyük çoğunluğu
hormonal olarak aktiftir.
A B
Pnömomediyasten ve mediyastinit
Pnömomediyasten, mediyastende hava veya gaz bulunması olarak tanımla-
nır. Sık görülen bir klinik durum olmamasına karşın, çok değişik durumlarda
karşımıza çıkabilir. Pnömomediyastene yol açan gaz genellikle akciğerlerden
kaynak alır, bununla birlikte üst solunum sistemi ve gastrointestinal sistem,
özellikle özofagus da bu gazın (havanın) kaynağı olabilir. Nadiren penetran
yaralanmalarla ve gaz oluşturan bakterilerle gelişen enfeksiyon sonrasında da
pnömomediyasten gelişebilir. Substernal göğüs ağrısı pnömomediyastenin
başlangıcında uyarıcı bir semptom olabilir. Tanı radyografide aberan yerle-
şimli havanın saptanması ile konur. Öncelikle altta yatan hastalığın tedavisi
esastır. Fakat nadiren de olsa direkt olarak havanın boşaltılması (dekompres-
yon) yapmak gerekebilir.
Akut mediyastinit, günümüzde, özellikle endoskopik girişimler sırasında özofa-
gusun perforasyonu ile ortaya çıkan, ani ve ağır bir hastalık durumudur. Kusma
sırasında veya desendan boyun enfeksiyonları sonrasında ortaya çıkan spontan
özofagus rüptürü de akut mediyastinitin önemli nedenleri arasındadır. Ayrıca
sternotomi insizyonlarının kullanıldığı cerrahi girişimler sonrasında ortaya çı-
kan infeksiyöz komplikasyonlar da günümüzde giderek artmaktadır. Tüm akut
mediyastinit formları hayatı tehdit edebilir ve hemen müdahale gerektiren du-
rumlardır. Tedavide cerrahi drenaj ve antimikrobiyal tedavi önerilir.
Kronik mediyastinit ise daha nadir görülür. Daha sıklıkla, mediyastenin gra-
nülomatöz hastalığı sonrasında oluşur ve fibrozis eşlik eder. Komplikasyonları
arasında bronş obstrüksiyonu, SVK obstrüksiyonu, özofagus hastalıkları ve
pulmoner damar obstrüksiynu sayılabilir. Tedavide, öncelikle mekanik komp-
likasyonlar giderilmeye çalışılır. Antienflamatuar ve antimikrobiyal tedavinin
yeri henüz net değildir.
KAYNAKLAR
1. Park DR, Valliéres E. Tumors and cysts of the mediastinum. In: Mason RJ, Murray JF,
Broaddus VC, Nadel JA eds. Murray and Nadel’s textbook of respiratory medicine. 4th ed.
Philadelphia: Elsevier Saunders; 2005:2011-38.
2. Fraser RS,Pare JAP,Fraser,et al.The normal chest. In:Fraser RS, Pare JAP, Fraser RG, Pare
PD. Synopsis of diseases of the chest. 2nd ed. Philadelphia: W.B. Saunders 1994;1-116.
3. American Thoracic Society. Medical section of American Lung Association. Clinical sta-
ging of primary lung cancer. Am Rev Respir Dis 1983; 127: 659-64.
4. Silverman NA, Sabiston DC Jr. Mediastinal masses. Surg Clin North Am 1980:60;757-
77.
5. Ahn JM, Lee KS, Goo JM, et al. Predicting the histology of anterior mediastinal masses:
Comparison of chest radiography and CT. J Thorac Imaging 1996; 11:265-271.
Mediyastinal Patolojiler 239
6. Gould MK, Kuschner WG, Rydzak CE, et al. Test performance of positron emission to-
mography and computed tomography for mediastinal staging in patients with non-small-
cell lung cancer: a meta-analysis. Ann Intern Med 2003; 139: 879-892.
7. Baron RL, Levitt RG, Sagel SS, et al. Computed tomography in the peroperative evalua-
tion of bronchogenic carcinoma. Radiology 1982; 145: 727-737.
8. McLoud TC, Bourgouin PM, Greenberg RW, et al. Bronchogenic carcinoma: analysis of
staging in the mediastinum with CT by correlative lymph node mapping and sampling .
Radiology 1992; 182: 319-323.
9. Webb WR, Gatsonis C, Zerhouni EA, et al. CT and MR imaging in staging non-small cell
bronchogenic carcinoma: report of the Radiologic Diagnosis Oncology Group. Radiology
1991; 178: 705-713.
10. Mana J. Nuclear imaging: 67Gallium, 201thallium, 18F-labeled fluoro-2-deoxy-D-glucose
positron emission tomography Clin Chest Med 1997; 18: 799-811.
11. Lardinois D, Weder W, Hany TF, et al. Staging of non-small lung cancer with integrated
positron emission tomography and computed tomography. N Eng J Med 2003; 348:
2500-2507.
12. Cohen AJ, Thompson L, Edwards FH, Bellamy RF. Primary cysts and tumors of the me-
diastinum. Ann Thorac Surg 1991; 51: 378-384.
13. Duwe BV, Sterman DH, Musani AI. Tumors of the mediastinum. Chest 2005; 128: 2893-
2909.
14. Marx A, Muller-Hermelink HK, Strobel P. The role of thymomas in the development of
myasthenia gravis. Ann N Y Acad Sci 2003;998,223-6.
15. Drachmnan DB. Myasthenia gravis. N Engl J Med 1994;330:1797-810.
16. Kelleher P, Misbah SA. What is Good’s syndrome? Immunological abnormalities in pati-
ents with thymoma. J Clin Pathol 2003;56:12-6.
17. Andersson T, Lindgren PG, Elvin A. Ultrasound guided tumor biopsy in the anterior medi-
astinum. Acta Radiol 1992;33:310-1.
18. Lewis JE, Wick MR, Scheithauer BW, et al. Thymoma: a clinicopathologic review. Cancer
1987;60,2727-43.
19. Blumberg D, Port JL, Weksler B, et al. Thymoma: a multivariate analysis of factors predi-
cting survival. Ann Thorac Surg 1995;60:908-13.
20. Gamondes JP, Balawi A, Greenland T, et al. Seventeen years of surgical treatment of
thymoma: factors influencing survival. Eur J Cardiothorac Surg 1991;5:124-31.
21. Indeglia RA, Shea MA, Grage TB. Congenital cysts of the thymus gland. Arch Surg
1967;94:149-52.
22. Nichols CR. Mediastinal germ cell tumors: clinical features and biologic correlates. Chest
1991;99:472-9.
23. Arai K, Ohta S, Suzuki M, et al. Primary immature mediastinal teratoma in adulthood. Eur
J Surg Oncol 1997;23:64-7.
24. Bukowski RM, Wolf M, Kulander BG, et al. Alternating combination chemotherapy in
patients with extragonadal germ cell tumors: a Southwest Oncology Group study. Cancer
1993;71:2631-8.
25. Lee KS, Im JG, Han CH, et al. Malignant primary germ cell tumors of the mediastinum:
CT features. AJR Am J Roentgenol 1989;153:947-51.
26. Oates, E Improved parathyroid scintigraphy with Tc 99m MIBI, a superior radio tracer.
Appl Radiol 1994;23:37-40.
27. Strickler JG, Kurtin PJ. Mediastinal lymphoma. Semin Diagn Pathol 1991;8:2-13.
28. Cartwright R, Brincker H, Carli PM, et al. The rise in incidence of lymphomas in Europe.
Eur J Cancer 1999;35:627-33.
29. Yung L, Linch D. Hodgkin’s lymphoma. Lancet 2003;361:943-51.
240 Göğüs Hastalıklarında Ayırıcı Tanı
30. Costello P, Jochelson M. Lymphoma of the mediastinum and lung. In: Taveras JM, Fer-
rucci JT, eds. Radiology: Diagnosis-Imaging-Intervention. Vol 1. Philadelphia:. Lippincott-
Raven;1996:1-13.
31. DeVita VT, Maack PM, Harris NL. Hodgkin’s disease. In:DeVita VT, Hellman S, Rosen-
berg SA, eds. Cancer: principles and practice of oncology . 5th ed. Philadelphia: Lippin-
cott-Raven; 1997:2242-2283.
32. Moskowitz C. An update on the management of relapsed and primary refractory Hodgkin’s
disease. Semin Oncol 2004;31:54-9.
33. van Besien K, Kelta M, Bahaguna P. Primary mediastinal B-cell lymphoma: a review of
pathology and management. J Clin Oncol 2001;19:1855-64.
34. Takeda S, Miyoshi S, Minami M, et al. Clinical spectrum of mediastinal cysts. Chest
2003;124:125-32.
35. Saenz NC. Posterior mediastinal neurogenic tumors in infants and children. Semin Pediatr
Surg 1999;8:78-84.
36. Wain JC. Neurogenic tumors of the mediastinum. Chest Surg Clin N Am 1992;2:121-
36.
37. Reeder LB. Neurogenic tumors of the mediastinum. Semin Thorac Cardiovasc Surg
2000;12:261-7.
BÖLÜM 3
RADYOLOJİK BULGULAR
ANATOMİ
Göğüs kafesi, esnek, hareketli ve çevrelediği doku ve organları da koruyucu
görevi olan, kemik, kas ve bağ dokusundan oluşan bir yapıdır. Her iki tarafta
toplam 24 kaburga, iki köprücük kemiği, arkada omurga, kürek kemiği, önde
sternum ile sınırlanmıştır. Kemik yapıya ek olarak hem destek hem de işlevsel-
lik katan kas ve bağ dokusu mevcuttur. Pektoralis major, minör, serratus ante-
rior-posterior, latissimus dorsi, trapezius, levator scapula, rhomboid kaslar ve
iliospinal kaslar bu kemik yapıyı destekler. Akciğerler, kalp ve büyük damarlar,
karaciğer, dalak, böbrek, trakea ve özofagus için koruyucu görev yapar. An-
cak, göğüs ve karın boşlukları diyafragma denen ince fakat kuvvetli bir kas ile
ayrılmıştır. Koruyuculuk görevinden daha da önemli işlevi, adeta bir körük gibi
çalışarak akciğerlere hava dolmasını sağlamaktır. Soluk alma sırasında yapılan
hareketler aktif iken, soluk verme normalde pasif bir olaydır. Ancak, zorlu
soluk vermede yardımcı solunum kasları devreye girer ve işlev aktif olarak
yapılır. Kasların çalışması sonucu, dikey, yan ve ön-arka çaplar artarak plevra,
akciğer içi basınçlar düşerek dışarıdan alveollere (hava kesecikleri) doğru hava
akımı sağlanır. Kemik yapıdaki en büyük çap artışı, en uzun kaburgaların ol-
duğu 5.-7. kaburgalar seviyesinde izlenir.
Toplam 10 çift kıkırdaklı, 2 çift de kıkırdaksız kaburga vardır. Önde kıkırdaklar
aracılığıyla döş kemiğine, arkada omurların yan çıkıntıları (transvers proses-
ler) ile eklem yaparlar. Kaburgaların kendisi ve kıkırdak kısmının tamamına
“kosta” denmektedir. Genellikle 7.-10. kıkırdak kaburgalar önde birleşerek
döş kemiği ile tek eklem oluştururlar. Bu yapıya kaburga yayı “arcus costa-
rum” denir. Sternum üç bölümden (manubrium, gövde ve ksifoid) oluşur. Or-
talama uzunluğu 15-20 cm’dir. Manubrium sterni, üst bölümün adıdır. Gövde
(corpus sterni) ile 2. kosta hizasında birleşir. Genellikle yedigen şekilde olup,
yukarıda her iki köprücük kemiği (klavikula) ile eklem yapar. İkinci kostaların
eklem yaptığı yerde, sternum gövdesiyle birleştiği yere “Louis açısı” denir.
Manubriumun üst kısmı boyun ile komşudur ve buraya da “juguler çentik” (in-
241
242 Göğüs Hastalıklarında Ayırıcı Tanı
terolateral) kısımları arkada omur ile birleştiği yerde bulunan bezle ile boşalır.
Aynı bezler plevradan gelen lenfatikleri de almaktadır. Üst interkostal mesafe-
dekiler, “ductus thoracicus”a dökülürken, alt aralıklar sisterna şiliye boşalır.
Sinirlerini, 12 çift torasik spinal sinirden alır. Üst torasik spinal sinirler aynı
zamanda koltuk altı çukuru ve üst ekstremiteye de dallar verir. Alt spinal si-
nirler karın duvarına da dallar verdiğinden “torakoabdominal” sinirler olarak
adlandırılırlar. Her spinal sinir, arka (dorsal) ve ön (ventral) kökten oluşur.
Arka kök duyusal sinirler içerirken, ön kök somatomotor sinirleri kapsar.
Omurlar arası deliğe (intervertebral foramen) girmeden spinal sinir adını alır.
Küçük bir menengial sinir verdikten sonra, ventral ve dorsal kök olarak ikiye
ayrılır. İntervertebral foramenin hemen yanında ön kök sempatik zincir ile
birleşir (rami communicantes). Beyaz kol, preganglionik sempatik lifleri içerir.
Gri kol ise postganglionik liflerden oluşur.
Diyafragma, göğüs boşluğu ile karın boşluğunu ikiye ayıran bir kastır. Embri-
yolojik olarak, bir adet tek ventral kısım (septum transversum), çift arka yan
kısım (plöroperitoneal yapraklar) ve düzensiz orta kısım (dorsal mezenter)’dan
köken alır. Septum transversum, gebeliğin 3. haftasında oluşur ve perikard
bölgesi ile vücudun diğer boşluğunu ayırır. Bu bölüm, arkadan öne doğru
büyüyerek, gebeliğin 8. haftasında diğer bölümlerle birleşir ve diyafragma-
nın normal pozisyonunu oluştururlar. Plöroperitoneal yapraklar vücudun yan
duvarlarından yükselir. Bu yapraklar, kas lifleri, 3., 4. ve 5. boyun miyo-
tomlarından sinirlerini de beraberinde getirerek göç ederler. Gebeliğin 10.
haftasında, sindirim organları karın boşluğuna inerek yaklaşık 12. hafta ci-
varında rotasyonlarını tamamlayarak, bağırsaklar sabitlenir. Diyafragmanın
sağ yarısındaki açıklıklar sola göre daha erken kapanır. Kısaca bahsettiği-
miz olaylar zincirinde zamanlama hatası, doğumsal fıtıklara, diyafragmanın
doğumsal yükselmelerine yol açabilir. Bağırsakların plöroperitoneal zarların
kapanmasından önce karın boşluğuna dönüşü Bochdalek fıtığını ortaya çıka-
rır. Çoğunlukla fıtık kesesi yoktur. Morgagni fıtığı ise boyun miyotomlarının
büyüme geriliğinden kaynaklanmaktadır. Diyafragma üzerinde, normalde bu-
lunan delikler şunlardır: özofageal hiyatus, inferior vena kava hiyatusu, aortik
hiyatus, foramen Morgagni.
Diyafragma, kubbe şeklinde, merkezi kirişten çevresel ve düzensiz olarak da-
ğılan kas liflerinden oluşan bir yapıdır. Sağ ve sol yarı diyafragma olmak üze-
re incelenebilir. Yapısal olarak da diyafragma vücuttaki herhangi bir kastan
ayrıdır. Solunum işinin temel kasıdır. İnterkostal kaslarla beraber istirahatte
solunum işinin mekanik kısmından sorumludur. Kanlanmasını ana atar dama-
rın abdominal kısmının üst dallarından alır. Atar damar ve toplar damar seyri
diyafragmanın alt yüzeyinde bulunur. Frenik sinir, 3., 4. ve 5. boyun sinirle-
rinden köken alarak, aşağıya her iki tarafta yarı diyafragmaları dallandırmak
üzere uzanır. Her iki tarafta, birkaç son dala ayrılır. Bu dallanmayı bilmenin
yararı, frenotomi yapma yerlerinin belirlenmesi açısından önemlidir. Çünkü,
bilinçsizce yapılacak kesiler ameliyat sonrası diyafragma felci veya yükselmesi
oluşturabilirler. Merkezi kirişe (sentrum tendinozum) yapılan kesiler ender ola-
rak felce neden olur. Bununla birlikte yeterli cerrahi görüş alanı sağlayamaz.
244 Göğüs Hastalıklarında Ayırıcı Tanı
A B
Resim 1. (A) Pektus ekskavatumlu olgu: göğüs duvarındaki çöküklük ileri derecededir.
(B) Pektus karinatumlu olgu. (Gaziantep Ü.T.F.,Göğüs Cerrahisi A.D. arşivi)
Olguların önemli bir kısmı (% 86) doğumda ya da yaşamın ilk yılında fark
edilir. Ancak hafif olgularda ergenlikte, özellikle hızlı büyüme sırasında belir-
ginleşir. Ailevi yatkınlık belirgindir. Hecker ve ark., 704 olguluk serilerinde
% 37 oranında ailevi öykü saptamışlardır (2). Erkek/ kadın oranı pektus
ekskavatumda 4/1 iken, pektus karinatumda 3/1 olarak bildirilmiştir (3).
Skolyoz, olguların ¼’üne eşlik etmektedir. Asimetri ve derin sağa sapma,
sıklıkla skolyoz ile birliktedir (4).
Doğumsal kalp hastalıkları (% 1,5) ve astım (% 5,2) eşlik edebilir (4). Pektus
ekskavatum ve karinatuma eşlik eden doğumsal hastalıklar VSD (ventriküler
septal defekt)’den Fallot tetralojisine kadar değişen bir yelpazede izlenebil-
mektedir. Vanamo ve ark., pektus ekskavatum ile doğumsal diyafragma fıtık-
ları arasında sık sayılabilecek birliktelikten söz etmişlerdir (5).
Pektus karinatum, ekskavatumdan daha az sıklıkta görülmektedir. Dört alt
grupta incelenir: I.simetrik kondrogladiyoler; II.asimetrik kondrogladiyoler;
III. bileşik tip; IV. kondromanubriyal. Her iki şekil bozukluğu çeşitli kas-iske-
let sistemi anormallikleri ile birlikte bulunabilir (3) (Tablo 1).
Pektus ekskavatum ve karinatumda tedavi seçeneği cerrahidir. Fakat bu nok-
tada tartışma başlamaktadır. Kimi araştırmacılar, özellikle pektus ekskava-
tumda tedavinin yalnızca kozmetik kaygıyı gidermeyeceğini, aynı zamanda
işlevsel bozuklukları da düzelteceğini ileri sürmektedirler. Bu düşünce des-
tekten yoksun değildir. Yapılan çalışmalar, özellikle pektus ekskavatumda,
EKG, ekokardiyografi ve solunum fonksiyon testlerinin olumsuz etkilendi-
ğini ortaya koymuştur. Solunum fonksiyon testi çalışmaları bu hastalarda
vital kapasite (VK) normal olsa bile, maksimum solunum kapasitesinin cer-
rahi sonrası düzeldiğini göstermektedir (3). Başka bir çalışmada, egzersiz ile
semptomatik olan pektus ekskavatumlu hastalarda beklenen VK değerine
göre, ortalama değerlerin % 79 civarında olduğu gösterilmiştir. Yine, bu
çalışmalar göstermiştir ki, egzersiz ile artması beklenen tidal hacim baskılan-
makta, artmamaktadır (6).
Perfüzyon-ventilasyon sintigrafik çalışmalarda ameliyat öncesi ve sonrası ve-
rilerde anlamlı farklılık saptanmış ve ameliyatın anormal olan değerleri nor-
male getirdiği vurgulanmıştır (7). Bununla birlikte, yapılan başka çalışmalar-
da, önceki sonuçların aksine cerrahi onarımın katkısının az, hatta olumsuz
olduğu ileri sürülmüştür (8,9).
Kalp-damar sistemi üzerine de etkileri araştırılmış; özellikle derin pektus eks-
kavatumda kalp yer değiştirmesine bağlı artmış sağ kalp basınçları bildiril-
246 Göğüs Hastalıklarında Ayırıcı Tanı
A B
Resim 3. Sternal kleftli bir hastanın görünümü (A). Olguda, sternum üst yarısının “V” şeklinde
ayrık olduğu fizik muayene ile de tespit edilebilmektedir. Aynı olgunun toraks BT görüntüsü
(B).
Göğüs Duvarı ve Diyafragma Patolojileri 247
A B
Resim 4. İki ayrı hastanın yan akciğer grafileri. Birinde (A) çöküklük derecesi nispeten daha
az iken, diğerinde (B) neredeyse vertebraya kadar çökme mevcuttur (Gaziantep Ü.T.F.,Göğüs
Cerrahisi A.D. arşivi).
Resim 5. Resim 4’teki ikinci hastanın yan akciğer grafisi, göğüs ön duvarındaki çukur baryumla
doldurularak çekilmiştir (Gaziantep Ü.T.F.,Göğüs Cerrahisi A.D. arşivi).
Resim 6. Aynı hastanın toraks BT görüntüsü. Sternum omurgayla neredeyse temas edecek
durumda; kalp ve mediyasten tamamen sola yer değiştirmiştir (Gaziantep Ü.T.F.,Göğüs Cerra-
hisi A.D. arşivi).
Daha iyi görüntü almak için bakır tel veya baryumdan yararlanılabilir (Re-
sim 5). Bilgisayarlı tomografinin genellikle ek bilgi verme açısından fazla bir
önemi yoktur. Ancak özellikle derin ekskavatum olgularında çöküklüğün ve
kalbin yer değiştirmesinin gösterilmesi için kullanılabilir (Resim 6). Ayrıca,
asimetrik karinatum hastalarında, şüpheli olgularda yumrusal hadiselerin ayı-
rıcı tanısında yardımcı olabilir.
Tedavi
Cerrahi düzeltmeden ibarettir. Pektus ekskavatum ve karinatumda genel ilkeler
ortaktır. Açık düzeltme ameliyatını ilk olarak 1911’de Meyer bildirmiştir. Bunu
1920’de Sauerbruch, 1939’da Ochsner ve DeBakey deneyimlerini aktararak
izlemişlerdir (3). Günümüzde yaygın olarak kullanılan tekniği 1949’da Ravitch
tanımlamıştır. Biz de kliniğimizde aynı tekniği küçük değişikliklerle uygulama-
ya devam ediyoruz. Bu teknikte, esas olan, şekli bozuk olan tüm kıkırdak
kaburgaları perikondriyum ile birlikte çıkarmak ve sternumdaki çökme veya
çıkıntının osteotomilerle düzeltmektir. Baronofsky ve Welch bu tekniği değiş-
tirerek, perikondriyumları yerinde bırakarak uygulamışlardır. Serbestleştirilen
göğüs ön duvarı, ameliyat sonunda Kirschner teli ile sternumun altından ge-
çirilerek desteklenmekte ve bu sayede paradoksal solunum ve nüks önlenme-
ye çalışılmaktadır. Shamberger, çocuklarda Kirschner teli yerine metal çubuk
kullanımını bildirmiştir (4). Sternumun ters çevrilmesini salık verenler olduğu
gibi, pektus ekskavatumda silikon ile cilt altının doldurulmasını önerenler de
olmuştur (13). Emilebilen çubuklar da nüksün önlenmesi açısından oldukça
umut verici sonuçlar vermiştir (14). Balkanlı ve ark. da bu yöntemle özellikle
ergenlik sonrası yapılan ameliyatlarda başarılı sonuçlar bildirmişlerdir (15).
Nuss, 1998’de sternumun içeriden desteklenerek kaldırılması ilkesine daya-
Göğüs Duvarı ve Diyafragma Patolojileri 249
A B
Resim 7. Göğüs duvarı tümörlü bir olgu.(A) PA akciğer grafisi ve (B) toraks BT
görüntüleri.(Gaziantep Ü.T.F.,Göğüs Cerrahisi A.D. arşivi).
Bildirilen çeşitli serilere göre göğüs duvarının en sık görülen kitleleri daha çok
metastatik ya da komşu organlardan olan yerel yayılma sonucu ortaya çık-
maktadır (26). Metastatik ya da yerel yayılıma bağlı kitlelerin oranı % 22-51
arasında değişmektedir. Bunların da çoğunluğunu akciğer ve meme kanser-
leri oluşturmaktadır. Birincil kanser oranları ise oldukça değişik saptanmıştır.
Mayo kliniğin serisinde % 44 iken, Memorial Sloan Kettering serisinde % 26
olarak gözlenmiştir. İyi huylu kitleler çeşitli serilerde, birincil neoplazmların %
21-67’sini oluşturmaktadır (26) (Tablo 2).
Tanı
Yumuşak doku tümörleri başlangıçta genellikle belirti vermez. Hastalar özel-
likle yavaş büyüyen tümörlerde ağrısız kitleden şikâyetçidir. Ancak bu sar-
komlar için de böyledir. Bu nedenle dikkatli olmak gerekir. Ağrı, tümörün
büyümesiyle çevre dokuların ve derinin tutulumu ile birlikte ortaya çıkar ve
genellikle yaygındır; hastalar çoğunlukla sinir kas hastalıkları nedeniyle tedavi
görürler. Kemik ya da kıkırdak kökenli tümörlerde ise ağrı ilk belirti olabilir.
Hatta, kitle ele gelmeden önce bile, tek belirti ağrı olabilir. Kimi hastada, dı-
şarıdan ele gelen bir kitle olmaksızın, radyolojik olarak tümör tespit edilebilir.
Hekim öncellikle, göğüs duvarı tümöründen şüphelenmelidir. Öyküde iyonize
radyasyon, ailevi hastalıklar sorgulanmalıdır. Direkt akciğer grafileri kemik
yapıya ait tümörlerin saptanmasında değerli, ancak yeterli değildir (Resim 7).
Bilgisayarlı toraks tomografisi tümörün tam yerinin saptanması, komşu doku
ve organlarla ilişkisi konusunda oldukça yararlıdır (Resim 8). MR görüntüle-
me ise yumuşak doku, damarlar ve komşu organlarla olan ilişkisini daha iyi
gösterse de, temel olarak tomografiye üstünlüğü yoktur. Klinik ve radyolojik
olarak göğüs duvarı kitlesinden şüphelenildikten sonra, esas sorun bunun iyi
ya da kötü huylu olup olmadığının belirlenmesidir. Yumuşak doku tümörle-
rinde sorun yoktur. Ameliyat öncesi veya ameliyat sırasında biyopsi alınarak
tedavi stratejisi kolaylıkla belirlenebilir. Ama, kemik yapı tümörlerinde bu o
kadar kolay değildir. Çünkü, kemikten kesip çıkarma biçiminde biyopsi al-
mak neredeyse imkânsızdır. Aynı zorluk ameliyat sırasında da yaşanmaktadır.
Çünkü, kemikten alınan parçaların mikroskopik incelemesi için kesit alınma
254 Göğüs Hastalıklarında Ayırıcı Tanı
süresi yaklaşık 1 haftadır. Yani, burada izlenmesi gereken yol, kemik yapıya
ait kitlenin iyi huylu olduğundan şüpheleniliyorsa, etkilenen kaburga kısmı
çıkarılır ve uzun takip sonucuna göre, eğer kötü huylu gelirse daha geniş
çıkarma için hasta tekrar ameliyata alınır.
Göğüs duvarı tümörleri de tıpkı iskelet sisteminin diğer tümörleri gibi evrelen-
dirilirler. Evreleme üç parametreye bağlıdır (25):
1. Grade (G): Histolojik olarak iyi huylu kitlelerdir. Düşük dereceli kitleler
G1 (Broder’a göre 1-2), yüksek dereceli kitleler G2 (Broder’a göre
3-4) olarak adlandırılır. Derecelendirme sadece histolojiye göre yapıl-
maz, klinik ve radyolojik veriler de derecelendirmeyi etkiler.
2. Kitlenin anatomik durumu (T):
a. T0: Fibröz ya da kemik bir kapsülle çevrili iyi huylu tümör.
b. T1: İyi huylu kitleler.
Doğal bariyeri bozmadan, anatomik bölümden köken alan, kendini
çevreleyen tabakada küçük uydu nodül olan kitleler (kötü huylu).
c. T2: İyi ya da kötü huylu; bölümün dışından köken alan veya köken
aldığı bölmenin sınırlarını kendiliğinden ya da herhangi bir travma
sonucu taşarak yayılan tümör.
(Burada bölmeden kasıt, periost içindeki kemik, kapsül içindeki ek-
lem, kas ve fasya dışarısındaki ciltaltı dokusudur.)
3. Uzak organ metastazı M0 veya M1.
Evrelemede yukarıdaki bileşenler kullanılarak, iyi huylu tümörler, inaktif, ak-
tif ve malign değişim gösteren şeklinde sınıflandırılır. Kötü huylu kitleler ise
Evre 1A, 1B, 2A, 2B, 3A ve 3B olarak evrelenir (25).
En sık görülen benign kemik yapı kitlesi osteokondromdur. Tüm iyi huylu
kemik kitlelerinin yaklaşık % 50’sini oluşturur. Erkeklerde, kadınlara göre üç
kat fazla görülmektedir. Ergenlik sonrası ve yetişkinlerde görülen osteokond-
romlar mutlaka çıkarılmalıdır. Malign değişim gösterme riski mevcuttur. Tam
cerrahi çıkartma tek tedavi seçeneğidir. Yineleme bildirilmemiştir.
Göğüs Duvarı ve Diyafragma Patolojileri 255
A B
Resim 10. Fibröz displazinin PA akciğer (A) ve bilgisayarlı tomografi (B) görüntüleri. (Gaziantep
Ü.T.F.,Göğüs Cerrahisi A.D. arşivi).
göre değişmektedir. Mayo kliniğinin serisinde, sınırlı çıkarmada beş yıllık sağ-
kalım oranı %65.4 iken, geniş çıkarmada bu oran % 96.4 olarak saptanmıştır.
Birinci derece tümörlerde 10 yıllık sağkalım diğer derecelere göre oldukça iyi-
dir. Grade 1’de % 70.8, grade 2’de % 39.2 ve grade 3’de % sıfırdır (26,27).
Ewing sarkomu, yuvarlak küçük hücreli bir tümördür. Göğüs duvarında gö-
rülme sıklığı, tüm Ewing sarkomları arasında % 15’tir. Tüm birincil göğüs
duvarı yumruları arasında % 17 oranında görülür. Olguların 2/3’ü 20 yaşın
altındadır. Erkekler bayanlardan iki kat fazla bu hastalığa yakalanırlar ve löko-
sitoz, sedimantasyon yüksekliği diğer malign tümörlere göre daha belirgindir.
Radyolojik bulguları, osteojenik sarkom, osteomiyelit veya diğer kemik tü-
mörleri ile karışabilir (Resim 11). Kitle, histolojik olarak, hücreseldir ve diğer
küçük yuvarlak hücreli tümörlerden ayrılmalıdır. Bunlar, lenfoma, embriyonal
rabdomiyosarkom ve metastatik nöroblastomdur. Olguların % 23’ünde tanı
sırasında uzak metastaz mevcuttur (28). Bu nedenle birleşik tedavi uygulama-
sı gerekir. Ortalama 10 yıllık sağ kalım % 48’dir. Başka bir çalışmada, 5 yıllık
sağkalım % 62 olarak saptanmıştır (29,30).
Osteosarkom, birincil malign göğüs duvarı tümörlerinin % 10’unu oluşturur.
Ergenlerde ve genç yetişkinlerde daha sık görülür. Birçok hasta hızlı büyüyen
ve ağrılı kitleden şikâyet eder. Alkalen fosfataz seviyesindeki yükseklik önem-
lidir. Hastaların % 30-35’inde tanı sırasında metastaz saptanır. Patolojik kırık
nadirdir ve kitle kabaca büyük, bölümlü ve komşu yumuşak dokulara yayılma
eğilimindedir. Esas tedavi seçeneği cerrahi olmakla beraber, olguların yakla-
şık yarısında ek kemoterapi gerekmektedir (26). Ne yazık ki bu tümörlerde
sağkalım diğer mezenkimal kitleler kadar olumlu değildir. Beş yıllık sağkalım
% 15 dolayında, ortalama sağkalım da 12 aydır.
Soliter plazmasitom, kaburgalarda görülmesi oldukça enderdir. Tüm plazma-
sitomların % 3’ünü oluşturur. Çoğunlukla tek başına olmalarına rağmen, ol-
guların % 75’i multipl miyelomaya dönüşmektedir (26). Ağrı, en sık görülen
belirtidir. Hastaların % 85’inde anormal protein elektroforezi ve % 50’inde
Bence-Jones proteniürisi ve hiperkalsemi mevcuttur. Tedavisi bazı araştır-
macılar tarafından cerrahi ve kemoradyoterapi olarak bildirilmişse de, soliter
Göğüs Duvarı ve Diyafragma Patolojileri 257
A B
Resim 11. Ewing sarkomlu bir olgu: PA akciğer grafisi (A) ve bilgisayarlı tomografi görüntüsü
(B). Kendine özgü bir görünümü yoktur. Osteojenik sarkom ve diğer kemik kitleleri ile karışabilir.
Kesin tanı histopatolojik olarak konmakla birlikte, immünohistokimyasal çalışmaya ihtiyaç var-
dır. (Gaziantep Ü.T.F.,Göğüs Cerrahisi A.D. arşivi).
A B
Resim 12. Göğüs duvarı çıkarılmasını takiben çıkan kısmın görüntüsü (A). Uzun takipte fibröz
displazi olarak gelen bu olguda, yeniden yapılandırma için GORE-TEX yapay yama kullanılmıştır
(B). (Gaziantep Ü.T.F.,Göğüs Cerrahisi A.D. arşivi).
Toraks Travmaları
Göğüs duvarı yaralanmaları, özellikle trafik kazaları sonrası günümüzde ar-
tan bir ivme ile acil servislerin öncelikli olguları arasına girmektedir. En sık
yaralanma biçimi kaburga kırığı tarzındadır (Resim 13). Tek bir kaburga kı-
rılabileceği gibi, birden fazla kaburga ve kemik yapı kırılabilir. Herhangi bir
komplikasyon yapmayan kaburga kırıkları sadece ağrı tedavisi ile iyileşirken,
“yelken göğüs” yoğun bakım tedavisi hatta cerrahi müdahaleyi gerektirebil-
mektedir. Yaralanmanın şiddetine göre daha çok orta düzey kaburgalar kırıl-
maktadır. Ancak, şiddetli darbe sonucu kalın ve korunaklı 1. ve 2. kaburgalar
Göğüs Duvarı ve Diyafragma Patolojileri 259
A B
Resim 14. “Yelken göğüs”: İki ayrı hastanın PA akciğer grafilerinde sağ ve sol tarafta çoklu
kaburga kırıkları izlenmektedir. Olgulardan birine dış sabitleme uygulanırken (A), diğerine me-
kanik solunum cihazı ile destek tedavisi uygulanmıştır (B). (Gaziantep Ü.T.F.,Göğüs Cerrahisi
A.D. arşivi).
yulmaz. Çoğu durumlarda ağrı kesici tedavi yeterlidir. Yaşlı, ek hastalığı bulu-
nan, atelektazi eğilimi olan olgularda, balgam sökücü ilaçlar ve antibiyotikler
eklenebilir. Yumuşak doku açıklıkları birincil olarak kapatılır. Büyük kas ve
deri kusuru varsa plastik cerrahi işlem gerekebilir. Basit kaburga kırıkların-
da yapılmaması gereken işlem göğüs duvarının hareketini önleyecek tarzda
sarıp sarmalanmasıdır. Bu işlem, kırığı iyileştirmeyeceği gibi, atelektazi, pnö-
moni ve hatta ileri derecede solunum yetmezliği gelişmesine neden olabilir.
Bu nedenle, kaburga kırıkları “yelken göğüs” dışında kesinlikle sabitlenmez.
“Yelken göğüs” gelişen olgularda ise hastaneye ulaştırmak amacıyla, para-
doksal hareketin olduğu kısım sabitlenir.
DİYAFRAGMA HASTALIKLARI
Diyafragma hastalıkları beş başlık altında incelenebilir:
1. Diyafragma felci (paralizi) ve yükselmesi (evantrasyon)
2. Doğumsal diyafragma fıtıkları
3. Hiyatal fıtıklar
4. Travma
5. Tümörler
Diyafragma felci ve yükselmeleri, ender görülen hastalıklardır. Sebebi tam ola-
rak bilinmese de, viral enfeksiyonlar sıklıkla sorumlu tutulmaktadır. Kalp cer-
rahisi, tümörler, yaralanmalar ve granülomatöz enfeksiyonlar en çok bilinen
nedenlerdir. Çeşitli çalışmalarda, diyafragma felci ve/veya yükselmelerinde
solunum fonksiyonlarının olumsuz etkilendiği ortaya konmuştur. Çoğunlukla
ilerleyicidir ve kendiliğinden iyileşme oranı düşüktür (%10). Semptomsuz ol-
gularda genellikle başka bir nedenle çekilen PA akciğer grafilerinde saptanan
diyafragma yükselmesi erken tanı bakımından önem taşır (Resim 15). Ço-
cuklarda ve ergenlerde, tek taraflı diyafragma felci, mekanik solunum deste-
ğine ihtiyaç duyulacak kadar ciddi solunum sıkıntısına neden olabilir. Özellikle
Göğüs Duvarı ve Diyafragma Patolojileri 261
Resim 16. PA ve sol yan akciğer grafilerinde sol hemitoraksta diyafragma yükselmesi izlen-
mektedir. Diyafragma yükselmesi, kalp ve mediyastene bası yaparak, hayatı tehdit edici noktaya
gelebilir (Işık ve ark. Van Tıp Dergisi,2002:9;33-7).
diyafragma yükselmesi felç ile birlikte olsun veya olmasın, ancak % 10 olguda
kendiliğinden düzelmektedir (45, 46). Bu olgular da granülomatöz inflamas-
yon veya geçici sinir basıları sonucu ortaya çıkan olgulardır (43). Çoğu diyaf-
ragma yükselmesinde olay ilerleyicidir. Diyafragma felci olmasa bile, özellikle
sol tarafta olan yükselmeler öncelikle akciğere, daha sonra da mediyastene
ve kalbe bası yapmaya başlamaktadır. İçi boş batın organlarının ani genişle-
meleri de ani ritim sorunlarına yol açabilmektedir. Kişisel gözlemlerimiz, sol
hemidiyafragmadaki yükselmelerde, fizik muayenede, sağ yan yatar pozis-
yonda kalp hızının anlamlı sayılabilecek derecede düştüğünü, hatta hastaların
uykuda derin bradikardiye girdiklerini göstermektedir. Ameliyata aldığımız
olguların hemen hepsinde torakotomi öncesi pozisyona bağlı bradikardi ve
hipotansiyon devam etmiştir. Olguların yalnızca birinde bu durum ortaya çık-
mamıştır. Bu hastada, geçirilmiş tüberküloza bağlı muhtemel mediyasten ve
diyafragmanın yapışıklıklar nedeniyle sabitlenmesi söz konusudur (Resim 17)
(43). Cerrahi teknik, gevşemiş diyafragmanın ikiye kesilerek gergin bir biçim-
de üst üste dikilmesi veya plikasyondan ibarettir. Tıp literatürü, ameliyat olan
olgularda solunum fonksiyon testlerinin düzeldiğini ve akciğerin solunum ka-
pasitesinin arttığını göstermektedir (47).
A B
Resim 18. Kliniğimizde geç dönemde başvuran bir hastada saptanan Morgagni fıtığı. PA ak-
ciğer grafisi yeterli bulgu vermediğinde (A), bilgisayarlı tomografi yararlı bilgiler sağlayabilir (B).
(Gaziantep Ü.T.F.,Göğüs Cerrahisi A.D. arşivi).
etrafından yer değiştirir (Resim 20). Kayıcı tip fıtıktan daha az sıklıkta görü-
lür. Hiatus fıtıklı olguların çok az bir kısmının ameliyat olması nedeniyle tüm
olgular içindeki oranı %1–2 civarındadır.
3. Tip III (karışık tip) fıtık: Tip I ve II’nin birlikte bulunduğu fıtık türüdür; kayıcı
tip fıtığın genişlemesi ve frenoözofageal membranın yerel olarak mide fundu-
sunun geçişini kolaylaştırması halinde ortaya çıkar (Resim 21). Tip II fıtıkların
aslında saptanandan daha az olduğu ileri sürülmüştür (58). Bunun nedeninin
tip III fıtıklardaki alt özofageal sfinkterin yukarıya yer değiştirmesinin gözden
kaçmasının bir sonucu olduğu ileri sürülmektedir.
4. Tip IV fıtık: Diyafragmadaki açıklığın çok ileri düzeye çıkması ve bunun
sonucunda, mide dışında, diğer karın organlarının mediyastene doğru yer
değiştirmesi durumudur.
Gerçek paraözofageal fıtıklarda, alt özofageal sfinkter ve kardiya diyafragma-
nın altındadır. Mide fundusu göç etmiştir. Bunun sonucunda, midede uzun ek-
seni boyunca dönme olabilir. Ülserasyon, kanama, inkarserasyon, volvulus,
tıkanma ve delinme ortaya çıkabilir. Tip II olguların % 30’unda endoskopik
olarak gastrit ve ülser gelişimi gösterilmiştir. Bu tarz ülserler, ani yoğun kana-
madan ziyade az, fakat süreğen kanamaya ve kansızlığa yol açar. En önemli
komplikasyonları inkarserasyon ve strangülasyonun eşlik ettiği mide volvu-
lusudur (57). Fark edilmediği zaman, delinme, mediyastinit ve şok sonucu
A B
Resim 21. Tip III hiatus fıtığının radyolojik görüntüleri. Tip III (karışık tip) hiatus fıtığında kar-
diya ve fundus beraber göğüs boşluğuna yer değiştirir (A). Aynı olgunun bilgisayarlı tomografi
görüntüsü (B). Bu olgularda, strangülasyon, volvulus riski yüksektir. (Gaziantep Ü.T.F.,Göğüs
Cerrahisi A.D. arşivi).
ölümcül olabilir. Allen ve ark., acil ameliyat gerektiren beş olgudan üçünün
öldüğünü bildirmişlerdir (59). Bu olgularda Borchardt triyadının (göğüs ağrısı,
herhangi bir şey çıkarmadan kusma çabası, nazogastirk sondanın geçirileme-
mesi) bulunması ilginçtir.
Belirti ve bulgular, hafif hazımsızlık şikâyetlerinden ağır septik tabloya kadar
uzanan geniş bir yelpaze oluşturur (reflü, göğüs ağrısı, epigastrik ağrı, süre-
ğen sindirim sistemi kanaması, kusma, yutma güçlüğü, çarpıntı, aspirasyonla
ilişkili olan veya olmayan nefes darlığı ve mide volvulusuna bağlı delinme
mediyastenit ve şok). Bazen de hastaların göğüs ağrıları anjina pektoris ile
karışabilmektedir.
Ayırıcı tanıda öncelikle akla gelmesi gereken bir durumdur. Direkt akciğer
grafilerinde, kalbin arkasında diyafragmanın üstünde hava veya hava-sıvı se-
viyesinin izlenmesi en önemli şüphelenme nedenidir. Baryumlu üst sindirim
sistemi incelemesi, tanıda oldukça yararlıdır. Ayrıca, üst sindirim sisteminin
endoskopik incelemesi yardımcı olabilir. Ancak, Tip II fıtıklarda yararlılığı tar-
tışmalıdır. Hiatus fıtığı tanısında doğrudan yardımcı olmakla birlikte, daha
çok komplikasyonların tanınmasında faydalıdır. Yapılan çalışmalarda çeşitli
derecelerde özofajit saptanmıştır (57). Alt özofageal sfinkterin yerinin sap-
tanması, gevşekliğinin bulunup bulunmadığı gibi ameliyat planlamasını da
etkileyebilecek bilgilerin elde edilmesinde yararlıdır.
Diyafragma yaralanmaları
Diyafragma yaralanmaları, delici ve künt darbelere bağlı olabilir ve eğer göz-
den kaçarsa erken ve geç dönemlerde karın içi organların göğüs boşluğu
içine yer değiştirmesiyle ile sonuçlanır. Genel olarak, sol hemidiyafragma,
sağ taraftakinden 3–4 kat daha fazladır. Bununla birlikte, sağ taraftaki yara-
lanmalar karaciğer desteği nedeniyle daha az fıtıklaşmayla sonuçlanır (60).
Çeşitli serilerde sağ tarafın yaralanma oranı % 24-34 arasında bildirilmiş-
tir (61-63). Kendi deneyimlerimize göre, sağ hemidiyafragma yaralanmaları
Göğüs Duvarı ve Diyafragma Patolojileri 267
A B
Resim 22. Travmaya bağlı diyafragma yırtıklarında, PA akciğer grafisinde izlenen şüpheli hava
seviyeleri (A), bilgisayarlı tomografi ile doğrulanır (B). (Gaziantep Ü.T.F.,Göğüs Cerrahisi A.D.
arşivi).
Resim 23. Resim 22’de radyolojik görüntüleri gösterilen hastaya ait ameliyat görüntüle-
ri. Diyafragmadaki yırtıktan mide ve bağırsak göğüs boşluğuna yer değiştirmiştir. (Gaziantep
Ü.T.F.,Göğüs Cerrahisi A.D. arşivi).
268 Göğüs Hastalıklarında Ayırıcı Tanı
Diyafragma kitleleri
Diyafragmanın birincil kitleleri oldukça nadirdir. Daha çok komşu organ ve
dokuların kötü huylu kitlelerinin doğrudan invazyonu sonucu ortaya çıkan tü-
mörler görülür. Plevra, periton, akciğer, özofagus ve karaciğer tümörleri kom-
şuluk yoluyla diyafragmaya yayılabilir. En son yapılan bir gözden geçirme ça-
lışmasında tıp literatüründe diyafragmanın birincil kitlesi tanısı alan 113 olgu
bildirilmiştir (64).
İyi huylu birincil kitleleri dört ana grupta toplanabilir: akciğer veya karın içi
zar (mezotelyal), sinir kökenli (nörojenik), kistler ve diğerleri şeklinde sınıflan-
dırılır. Kötü huylu tümörleri ise; kondrosarkom, fibromiyosarkom, mezotelyo-
ma, leyomiyosarkom, osteosarkom, rabdomiyosarkom ve nörojenik sarkom
olarak özetlenebilir (64).
Tedavisi öncelikle cerrahi olarak çıkarılmasıdır. Bununla birlikte, kemoterapi
veya ışın tedavisi yapılmazsa tam iyileşmeden söz etmek doğru olmaz (64).
Hücre tipine özel ek tedavinin faydalı olabileceği akılda tutulmalıdır.
KAYNAKLAR
1. Blevins CE. Anatomy of thorax. In: Shields TW, LoCicero III J, Ponn RB, Rusch V, eds
General thoracic surgery. 6th ed. Philadelphia: Lippincott Williams and Wilkins, 2005:
3–15.
2. Hecker WC, Procher G, Dietz HG. Results of operation correction of pigeon and fun-
nel chest following a modified procedure of Ravitch and Haller. Z Kinderchir 1981;34:
220–7.
3. Shamberger RB. Chest wall deformities. In: Shields TW, LoCicero III J, Ponn RB, Rusch
V; eds. General thoracic surgery. 6th ed. Philadelphia: Lippincott Williams and Wilkins,
2005: 653–81.
4. Shamberger RC, Welch KJ. Surgical repair of pectus excavatum. J Pediatr Surg 1988;23:
615–22.
5. Vanoma K, Peltonen J, Rintala R, et al. Chest wall and spinal deformities in adults with
congenital diaphragmatic defects. J Peidatr Surg 1996;31: 851–4.
6. Castiel RG, Staats BA, Westbrook PR. Symptomatic pectus deformities of the chest. Am
Rev Respir Dis 1982;126: 564–8.
Göğüs Duvarı ve Diyafragma Patolojileri 269
7. Blickman JG, Rosen PR, Welch KJ, et al. Pectus excavatum in children: pulmonary scin-
tigraphy before and after corrective surgery. Radiology 1985;156: 781–2.
8. Derveaux L, Clarysse I, Ivanoff I, Demedts M. Preoperative and postoperative abnorma-
lities in chest x-ray indices and in lung function in pectus deformities. Chest 1989;95:
850–6.
9. Morshuis W, Folgering H, Barentsz J, et al. Pulmonary function before surgery for pectus
excavatum and at long-term follow-up. Chest 1994;105: 1646–52.
10. Peterson RJ, Young WG Jr, Godwin JD, et al. Noninvasive assessment of exercise cardiac
function before and after pectus excavatum repair. J Thorac Cardiovasc Surg 1985;90:
251–60.
11. Schutte JE, Gaffney FA, Blend L, Blomqvist CG. Distinctive anthropometric characteristics
of women with mitral valve prolapse. Am J Med 1981;71: 533–8.
12. Shamberger RC, Welch KJ. Sternal defects. Pediatr Surg Int 1990;5: 156–9.
13. Allen RG, Douglas M. Cosmetic improvement of thoracic wall defects using a rapid setting
silastic mold: a special technique. J Pediatr Surg 1979;14: 745–9.
14. Matsui T, Kitano M, Nakamura T, et al. Bioabsorbable struts made from poly-L-lac-
tide and their application for treatment of chest deformity. J Thorac Cardiovasc Surg
1994;108:162-8.
15. Gurkok S, Genc O, Dakak M, Balkanli K. The use of absorbable material in correction of
pectus deformities. Eur J Cardiothorac Surg 2001;19: 711–2.
16. Nuss D, Kelly RE, Croutoru DP. A 10-year review of a minimally invasive technique for
pectus excavatum. J Pediatr Surg 1998;33:545-52.
17. LoCicero III. Infections of the chest wall. In: Shields TW, LoCicero III J, Ponn RB, Rusch
V; eds. General thoracic surgery. 6th ed. Philadelphia: Lippincott Williams and Wilkins,
2005: 682–8.
18. Pingleton SK, Jeter J. Necrotizing fasciitis as a complication of tube thoracostomy. Chest
1983; 83: 925–6.
19. LoCicero J 3rd, Vanecko RM. Clostridial myonecrosis of the chest wall complicating spon-
taneous esophageal rupture. Ann Thorac Surg 1985; 40: 396–7.
20. Viste A, Vindenes H, Gjerde S. Herniation of the stomach and necrotizing chest wall infe-
ction following laparoscopic Nissen funduplication. Surg Endosc 1997; 11: 1029–31.
21. Ochsner JL, Mills NL, Woolverton WC. Disruption and infection of the median sternotomy
incision. J Cardiovasc Surg 1972;13: 394–9.
22. Haddad M, Maziak DE, Shamji FM. Spontaneous sternoclavicular joint infections.
Ann Thorac Surg 2002;74: 1225–7.
23. Buescher TM, Moritz DM, Killyon GW. Resection of chest wall and central veins for inva-
sive cutaneous aspergillus infection in an immunocompromised patient. Chest 1994;105:
1283–5.
24. Berrocal A, Gotuzzo E, Calvo A, et al. Sternoclavicular brucellar arthritis: a report of 7
cases and a review of the literature. J Rheumatol 1993;20: 1184–6.
25. Campanacci M. Bone and soft tissue tumors. Bologna, Aulo Gaggi Editore; Wien, New
York, Springer-Verlag; 1986:5-49.
26. Park BJ, Rusch VW. Chest wall tumors. In: Shields TW, LoCicero III J, Ponn RB, Rusch
V; eds. General thoracic surgery. 6th ed. Philadelphia: Lippincott Williams and Wilkins,
2005: 710–21.
27. McAfee MK, Pairolero PC, Bergstralh EJ, et al. Chondrosarcoma of the chest wall: factors
affecting survival. Ann Thorac Surg 1985; 40: 535–41.
28. Burt M, Karpeh M, Ukoha O, et al. Medical tumors of the chest wall. Solitary plasmacyto-
ma and Ewing’s sarcoma. J Thorac Cardiovasc Surg 1993;105: 89–96.
29. Shamberger RC, Laquaglia MP, Krailo MD, et al. Ewing sarcoma of the rib: results of an
intergroup study with analysis of outcome by timing of resection. J Thorac Cardiovasc
Surg 2000;119:1154–61.
270 Göğüs Hastalıklarında Ayırıcı Tanı
30. Sirvent N, Kanold J, Levy C, et al. Non-metastatic Ewing’s sarcoma of the ribs: the French
Society of Pediatric Oncology Experience. Eur J Cancer 2002; 38: 561–7.
31. Chak LY, Cox RS, Bostwick DG, Hoppe RT. Solitary plasmacytoma of bone: treatment,
progression, and survival. J Clin Oncol 1987; 5: 1811–5.
32. Dimopoulos MA, Goldstein J, Fuller L, et al. Curability of solitary bone plasmacytoma. J
Clin Oncol 1992; 10: 587–90.
33. Frassica DA, Frassica FJ, Schray MF, et al. Solitary plasmacytoma of bone: Mayo Clinic
experience. Int J Radiat Oncol Biol Phys 1989;16: 43–8.
34. Holland J, Trenkner DA, Wasserman TH, Fineberg B.Plasmacytoma. Treatment results
and conversion to myeloma. Cancer 1992 15;69: 1513–7.
35. Perry RR, Venzon D, Roth JA, Pass HI. Survival after surgical resection for high-grade
chest wall sarcomas. Ann Thorac Surg 1990;49: 363–8.
36. Walsh GL, Davis BM, Swisher SG, et al. A single-institutional, multidisciplinary approach
to primary sarcomas involving the chest wall requiring full-thickness resections. J Thorac
Cardiovasc Surg 2001;121: 48–60.
37. Chapelier A, Macchiarini P, Rietjens M, et al. Chest wall reconstruction following resection
of large primary malignant tumors. Eur J Cardiothorac Surg 1994;8: 351–6.
38. Stone KS, Brown JW, Canal DF, King H. Long-term fate of the diaphragm surgically pli-
cated during infancy and early childhood. Ann Thorac Surg 1987;44: 62–5.
39. Watanabe T, Trusler GA, Williams WG, et al. Phrenic nerve paralysis after pediatric cardiac
surgery. Retrospective study of 125 cases. J Thorac Cardiovasc Surg 1987;94: 383–8.
40. Shields TW. Diaphragmatic function. Diaphragmatic paralysis, and eventration of the di-
aphragm. In: Shields TW, LoCiceroIII J, Ponn RB, Rusch V; eds. General thoracic surgery.
6th ed. Philadelphia: Lippincott Williams and Wilkins, 2005: 740–5.
41. Dajee A, Pellegrini J, Cooper G, Karlson K. Phrenic nerve palsy after topical cardiac hy-
pothermia. Int Surg 1983;68: 345–8.
42. Wheeler WE, Rubis LJ, Jones CW, Harrah JD. Etiology and prevention of topical cardiac
hypothermia-induced phrenic nerve injury and left lower lobe atelectasis during cardiac
surgery. Chest 1985;88: 680–3.
43. Işık AF, Yalçınkaya İ, Kurnaz M. Erişkinlerde diyafragma yükselmeleri; cerrahi gerekli mi?
Van Tıp Dergisi 2002; 9: 33–37.
44. Wright CD, Williams JG, Ogilvie CM, Donnelly RJ.Results of diaphragmatic plication for
unilateral diaphragmatic paralysis. J Thorac Cardiovasc Surg 1985;90: 195–8.
45. Piehler JM, Pairolero PC, Gracey DR, Bernatz PE. Unexplained diaphragmatic paralysis:
a harbinger of malignant disease? J Thorac Cardiovasc Surg 1982; 84: 861–4.
46. Smith CD, Sade RM, Crawford FA, Othersen HB. Diaphragmatic paralysis and eventrati-
on in infants. J Thorac Cardiovasc Surg 1986;91: 490-7.
47. Graham DR, Kaplan D, Evans CC, et al. Diaphragmatic plication for unilateral paralysis: a
10-year experience. Ann Thorac Surg 1990;49: 248–52.
48. Reynolds M. Congenital posterolateral diaphragmatic hernias and other less common her-
nias of the diaphragm in infants and children. In: Shields TW, LoCiceroIII J, Ponn RB,
Rusch V; eds. General thoracic surgery. 6th ed. Philadelphia: Lippincott Williams and
Wilkins, 2005: 761–71.
49. Reynolds M, Luck SR, Lappen R. The “critical” neonate with diaphragmatic hernia: a 21-
year perspective. J Pediatr Surg 1984;19: 364–9.
50. Geggel RL, Murphy JD, Langleben D, et al. Congenital diaphragmatic hernia: arterial
structural changes and persistent pulmonary hypertension after surgical repair. J Pediatr
1985;107:457–64.
51. Miyazaki E, Ohshiro K, Taira Y, Puri P. Altered insulin-like growth factor I mRNA exp-
ression in human hypoplastic lung in congenital diaphragmatic hernia. J Pediatr Surg
1998;33: 1476–9.
Göğüs Duvarı ve Diyafragma Patolojileri 271
52. Harrison MR, Jester JA, Ross NA. Correction of congenital diaphragmatic hernia in
utero. I. The model: intrathoracic balloon produces fatal pulmonary hypoplasia. Surgery
1980;88:174–82.
53. Harrison MR, Bressack MA, Churg AM, de Lorimier AA. Correction of congenital diaph-
ragmatic hernia in utero. II. Simulated correction permits fetal lung growth with survival at
birth. Surgery 1980;88: 260–8.
54. Adzick NS, Outwater KM, Harrison MR, et al. Correction of congenital diaphragmatic
hernia in utero. IV. An early gestational fetal lamb model for pulmonary vascular morpho-
metric analysis. J Pediatr Surg 1985;20: 673–80
55. Harrison MR, Adzick NS, Flake AW, et al. Correction of congenital diaphragmatic hernia
in utero: VI. Hard-earned lessons. J Pediatr Surg 1993;28: 1411–7.
56. Lipsett J, Cool JC, Runciman SI, et al. Effect of antenatal tracheal occlusion on lung deve-
lopment in the sheep model of congenital diaphragmatic hernia: a morphometric analysis
of pulmonary structure and maturity. Pediatr Pulmonol 1998;25: 257–69.
57. Naunheim KS, Creswell LL. Paraesophageal hiatal hernia. In: Shields TW, LoCiceroIII J,
Ponn RB; eds. General thoracic surgery. 5th ed. Philadelphia: Lippincott Williams and
Wilkins 2000: 652–9
58. Pearson FG, Cooper JD, Ilves R, et al. Massive hiatal hernia with incarceration: a report
of 53 cases. Ann Thorac Surg 1983;35: 45–51.
59. Allen MS, Trastek VF, Deschamps C, Pairolero PC. Intrathoracic stomach. Presentation
and results of operation. J Thorac Cardiovasc Surg 1993;105: 253–8.
60. Symbas PN. Diaphragmatic injuries. In: Shields TW, LoCiceroIII J, Ponn RB; eds. General
thoracic surgery. 5th ed. Philadelphia: Lippincott Williams and Wilkins 2000: 863–70.
61. Symbas PN, Vlasis SE, Hatcher C Jr. Blunt and penetrating diaphragmatic injuries with or
without herniation of organs into the chest. Ann Thorac Surg 1986;42: 158–62.
62. Estrera AS, Landay MJ, McClelland RN. Blunt traumatic rupture of the right hemidiaph-
ragm: experience in 12 patients. Ann Thorac Surg 1985;39: 525–30.
63. Shah R, Sabanathan S, Mearns AJ, Choudhury AK. Traumatic rupture of diaphragm. Ann
Thorac Surg 1995;60: 1444–9.
64. Downey RJ. Tumors of the diaphragm. In: Shields TW, LoCiceroIII J, Ponn RB; eds.
General thoracic surgery. 5th ed. Philadelphia: Lippincott Williams and Wilkins 2000:
661–4.
BÖLÜM 4
GİRİŞ
Solunum fonksiyon testleri (SFT), birçok hastalığın tanısı ve takibi için vaz-
geçilmez testlerdir. Günümüzde astımı, kronik obstrüktif akciğer hastalığı
(KOAH)’nı spirometrik ölçüm olmadan, solunum yetmezliğini arter kan gazı-
nı bilmeden takip etmek, hipertansiyonu kan basıncını ölçmeden takip etmek
gibidir.
272
Solunum Fonksiyon Testleri 273
I) Spirometri
a) Basit spirometri
Spirometrik inceleme, akciğer fonksiyonlarını değerlendirmede kullanılan te-
mel test yöntemidir.
Spirometreler, soluk alma ya da verme sırasında oluşan akım ya da volüm de-
ğişikliklerini zamanın türevi olarak ölçebilen aletlerdir. Obstrüktif ve restriktif
akciğer hastalıklarının tanısında, hastalığın şiddetini ve tedaviye yanıtını sap-
274 Göğüs Hastalıklarında Ayırıcı Tanı
Spirometri yapılacak olan bir kişi, testten en az 24 saat önce sigara içmemeli,
4 saat önce alkol almamalı, kısa etkili bronkodilatör ilaçları 2 saat ve uzun
etkili bronkodilatör ilaçları 12 saat önce kesmiş olmalıdır. En az 2 saat aç
kalmalı ve testten önce 30 dakika egzersizden kaçınmalıdır.
Hastanın yaşı, ismi doğru alınmalı. Kilo ve boyu hiçbir zaman hastaya sorulma-
malı, ölçülmelidir. Boy, özellikle önemlidir; çünkü daha uzun boya sahip kişile-
rin akciğer volümleri daha yüksektir. Dik durması olanaksız olan veya kifoskol-
yozu olan hastalarda, kollar açılıp ölçülüp 1.3 katı alınarak boy hesaplanabilir.
Hasta tüm test boyunca oturur pozisyonda kalmalıdır.
Vital kapasite (VC) için rahat durumda (gevşek durumda) test 3 kez tekrar
edilmeli ve en iyi iki test %5’ten az farklılığa sahip olmalıdır. Aynı şekilde,
zorlu manevra da 3 kez tekrar edilmeli ve en iyi iki test arası fark %5’ten az
veya 100 mL’den az olmalıdır. Ekspiryum süresi en az 6 saniye olup, plato
1 saniye sürdürülmelidir. American Thoracic Society (ATS), FEV1+FVC’nin
en büyüğünü önerirken, European Respiratory Society (ERS), total akciğer
kapasitesi (TLC) noktasında üst üste getirilen en iyi üç test içinden en iyi
ikisini önermektedir.
En iyi sonuçların alınması, teknisyenlerin bu konuda tecrübeli ve iyi eğitim almış
olmaları ile yakından ilişkilidir. Aynı zamanda kullanılan aletlerin ve solunum
laboratuvarının belli aralıklarla kalite kontrolünden geçirilmesi, gerekli standart-
ların oluşturulmasında sürekliliğin sağlanması açısından büyük önem arz etmek-
tedir.
Normal (prediksiyon) değerler: (4-6)
Solunum fonksiyonları yaşa, cinsiyete, vücut ölçülerine (boy, kilo) ve ırklara
göre değişiklik göstermektedir. Doğumdan itibaren yirmili yaşlara kadar so-
lunum fonksiyonları (FVC, FEV1) artış gösterirken, otuzlu yaşlardan sonra
FEV1 değerleri her yıl azalmaktadır. Sigara içenlerde ise solunum fonksiyon-
larındaki kayıp çok daha hızlı olmakta ve kişiyi erken dönemde malüliyet ve
solunum yetmezliği tablosuna sokmaktadır. Erkeklerde solunum fonksiyon-
ları, aynı yaş ve boydaki kadınlara göre daha yüksek bulunmaktadır. Yine,
vücut ölçüleri ile solunum fonksiyonları arasında korelasyon vardır. Irklara
göre de değişiklikler görülmektedir. Bu nedenle, test öncesi hastanın yaşı,
cinsiyeti, boyu ve kilosu belirlenip, buna uygun prediksiyon değerleri saptanır
ve test sırasında elde edilen değerler, bu prediksiyon değerleri ile karşılaştı-
rılarak yorumlanır. Ancak, takipte hastaların kendi değerlerindeki değişimin
izlenmesi daha önemlidir.
Spirometri, zorlu inspirasyon ve ekspirasyon sırasında dinamik akciğer volüm-
lerinin ve kapasitelerinin zamanlı olarak ölçülmesidir. Sıkça kullanılan ölçümler;
vital kapasite [zorlu (FVC) veya rahat durumda ölçülen (VC)], birinci saniyede
zorlu ekspiratuar volüm (FEV1) ve bu iki volümün oranıdır (FEV1/FVC). Ek
olarak, küçük hava yollarını gösteren vital kapasitenin %50’sindeki maksimum
ekspiratuar akım (FEF25–75% ), birinci saniyede zorlu inspiratuar volüm (FIV1) ve
zorlu inspiratuar vital kapasite (FIVC) ölçümleri de yapılabilir. Ölçülen değer-
276 Göğüs Hastalıklarında Ayırıcı Tanı
FIF50%
Zorlu inspirasyonun %50’sindeki hava akımıdır. FIF50 /FEF50 oranı üst hava yolu
obstrüksiyonunu saptamak için kullanılan bir parametre olup normali 0,9’dur.
Obstrüktif Patern
Spirometrik testi değerlendirirken ilk önce FEV1/FVC oranına bakılır. Bu
oran düşükse obstrüktif tipte ventilasyon bozukluğunu düşündürür.
Oranın alt sınırının belirlenmesinde farklı görüşler vardır. ERS, alt sınırı bekle-
nen değerin kadınlarda %89, erkeklerde %88 olarak bildirmiştir (8). “Global
Initiative for Obstructive Lung Disease” (GOLD) ise daha pratik bir yaklaşım-
la postbronkodilatör FEV1/FVC oranının %70’in altında olmasını obstrüksi-
yon kriteri olarak kabul etmiştir (9). FEV1’de FVC’ye göre daha fazla düşüş
FEV1/FVC oranını düşürerek obstrüktif tip ventilasyon bozukluğuna neden
olacaktır.
FEV1 ve FVC değerleri normal sınırlarda olanlarda, azalmış FEVl/FVC değeri
ile obstrüksiyon tanısı koyarken dikkatli olunmalıdır.FEV1/FVC oranı yaşla
azaldığından, yaşlı hastalarda predikte oranla mukayese edilmelidir. FEF25-75%
değeri obstrüktif paternde her zaman azalmıştır. Bazı kişilerde FEV1/FVC
oranı normal iken FEF 25-75% değeri düşük olabilir.
FEF25-75%’in değişkenliği fazla olduğu için %50’nin altındaki değerlerde baş-
langıç halinde küçük hava yolu hastalığı düşünülebilir. Fakat FEF 25-75% düşük-
lüğü tek başına obstrüksiyon kriteri olarak alınmamalıdır.
Obstrüktif ventilasyon bozukluğunda zorlu manevrada solunum yolları erken
kapandığı için FVC, yavaş VC’den daha düşüktür. Obstrüksiyona bağlı hava
hapsi oluştuğunda RV arttığından VC ve FVC azalmaktadır. Obstrüksiyonda
VC azalmasının ek bir restriktif hastalığa bağlı olup olmadığı konusunda şüp-
he varsa TLC ölçülmeli, ancak FEV1/FVC düşüklüğü yanında TLC azalmışsa
“kombine tip ventilasyon bozukluğu”ndan söz edilmelidir.
Obstrüktif Tip Ventilasyon Bozukluğuna Sebep Olan Hastalıklar:
- Kronik obstrüktif akciğer hastalığı (KOAH)
- Astım
- Bronşektazi
- Kistik fibroz
Restriktif Patern
Restriktif ventilasyon bozukluğu akciğer volümlerinin azalmasıyla karakteri-
zedir. FVC ve FEV1 orantılı olarak azaldığından FEV1/FVC oranı normaldir,
hatta artmıştır.
FEV1/FVC oranı normalken FVC değeri düşükse restriktif tip ventilasyon
bozukluğu söz konusudur.Özellikle TLC’nın düşük olması restriktif paterni
tanımlar.
278 Göğüs Hastalıklarında Ayırıcı Tanı
Ekspire
edilen
volüm
(L)
Akım
FIV1 (L/san)
FVC
TLC FVC RV
Volüm
FEV1 (L)
1 2 3 4 5 6 Vin PIFR
Zaman (saniye)
b) Akım-Volüm halkası
Zorlu vital kapasite manevrası sırasında volüm ve akım parametreleri kayde-
dilir. Yalnızca sayısal değerler değil, aynı zamanda eğrinin şekli de akciğerin
mekanik özellikleri hakkında yararlı bilgiler verir, tanıda yardımcıdır. Akım
volüm halkasının basit spirometriye en önemli üstünlüğü üst hava yollarındaki
obstrüksiyonu gösterebilmesidir. Akım “L/san” şeklinde gösterilirken, volüm-
ler “L” ile gösterilir .
Akım volüm halkasında X-aksının alt kısmı inspirasyonu gösterirken, eğrinin
üst kısmı ekspirasyonu yansıtır (Şekil 1). İnspirasyon sırasında elde edilen
maksimum akım, efor bağımlı olup diyafragma ve göğüs kafesi kaslarının
kasılma gücü ve üst hava yollarının açıklığından etkilenir.
Ekspirasyon başında hava akımını belirleyen asıl güçler; ekspirasyon kasları-
nın kasılması, intratorasik hava yollarının çapı ve solunum merkezidir. Y-aksı-
na paralel olması beklenir. Ani ve keskin pik, hastanın iyi koopere olduğunu
gösterir. Eğrinin ikinci bölümünü belirleyen faktörler ise efordan bağımsız
hava yollarındaki direnç ve akciğer elastik liflerinin geri dönüş gücüdür. Eğ-
rinin bu kısmı bize daha çok küçük hava yolları hakkında fikir vermektedir.
Obstrüktif akciğer hastalıklarında ilk bulgu eğrinin ikinci bölümünde hava
akım hızlarındaki azalmaya bağlı olarak içe doğru bombeleşmedir. Sayısal
olarak bunun en iyi göstergesi FEF75% veya FEF25-75%‘de meydana gelen dü-
şüştür. Ancak, bu bölgede saptanan düşüşler küçük hava yolları obstrüksiyo-
nuna spesifik değillerdir. Bunlar dışında kardiyak akciğer ödemi, obezitede
görülebildiği unutulmamalıdır (10,11).
Ekspiratuar bölgede oluşan konkavite derecesi obstrüksiyonunun derecesini
gösterir. Obstrüktif hastalık ilerledikçe, konkavitedeki artış büyük hava yolları-
nı da yani eğrinin başlangıcını da içine alır. Hafif veya orta derecede obstrüksi-
yonu olanlarda ekspiryum halkasında görülen değişikliklere karşın, inspiryum
halkası normaldir. Status astmatikus ya da ilerlemiş KOAH olgularında PEF
280 Göğüs Hastalıklarında Ayırıcı Tanı
•
V
c
d a
V
RV
Şekil 2. Artan ekspiratuar akım kısıtlılığının akım volüm halkasında meydana getirdiği değişiklik.
Hastalarda ekspiratuar akım kısıtlılığı arttıkça akım volüm halkası sola doğru yer değiştirir.
a) Küçük hava yollarında obstrüksiyon; b) Erken dönem obstrüktif akciğer hastalığı; c) Ağır şiddetli-
obstrüktif akciğer hastalığı (hastanın efor kapasitesi kısıtlanmıştır, hasta hareket etmekten kaçınır.) d)
Kollaps tipi eğri. Bu paterne sahip bir hasta yardıma muhtaç olup hiçbir işini tek başına yapamaz.
a) 6 b) 6 c) 6
3 3 3
Akım (L/san)
0 0 0
-3 -3 -3
-6 -6 -6
0 2 4 0 2 4 0 2 4
Volüm (L) Volüm (L) Volüm (L)
Spirometri
Volüm
Volüm
Zaman Zaman Zaman
Akım
Akım
Akım
Volüm Volüm
Volüm ve kapasiteler
Akciğerin tek bir kompartmanına volüm, birden fazla kompartmana ise ka-
pasite denir. Akciğer volümlerinin ölçümü restriktif, obstrüktif ve kombine
ventilasyon bozukluklarının ayrılmasında kullanılır. Hiperinflasyonu değerlen-
dirmede de yardımcıdır (23). Akciğer volümlerinin ölçümünde elde edilen
parametreler ve temsil ettikleri fizyolojik değerler aşağıda verilmiştir.
Tidal Volüm (TV): İstirahatte her solukta alınan hava hacmidir. Normali 400-
500 ml’dir. Egzersizle artar.
İnspiratuar rezerv volüm (IRV): Normal bir inspirasyondan sonra zorlu bir
inspirasyon ile alınan hava hacmi.
Ekspiratuar rezerv volüm (ERV): Normal bir ekspirasyondan sonra zorlu bir
ekspirasyon ile çıkarılan hava hacmi. VC’nin %25’ni oluşturur.
Rezidüel volüm (RV): Maksimal bir ekspirasyondan sonra akciğerde kalan
hava hacmi. RV/TLC< %35 olmalıdır.
Total akciğer kapasitesi (TLC): Maksimal bir inspirasyon sonrası akciğerlerde
bulunan hava hacmi: (TLC=VC+RV).
KOAH
Normal IRV
IC
Vt
IRV
IC
TLC ERV
Vt
TLC
ERV FRC
FRC RV
RV
Vital kapasite (VC): Maksimal bir inspirasyondan sonra yapılan maksimal eks-
pirasyon ile çıkarılan hava hacmi: (VC=IC+ERV).
Fonksiyonel rezidüel kapasite (FRC): İstirahatteki ekspirasyondan sonra akci-
ğerlerde kalan hava hacmi: (RV+ERV).
İnspiratuar kapasite (IC): İstirahatteki bir ekspirasyondan sonra yapılan derin
bir inspiryumla alınan hava hacmi (FRC’den TLC’ye kadar yapılan inspir-
yumla alınan hava hacmi): (TV+IRV). VC’nin % 75’ni oluşturur (Şekil 5).
Yukarıdaki volüm ve kapasitelerden RV, FRC ve TLC spirometre ile ölçüle-
mez, bunların ölçümü için özel testlere gereksinim vardır. Basit spirometre
ile ölçülemeyen RV, FRC ve TLC ölçümü için kullanılan iki yöntem vardır.
Akciğer volümlerinin ölçümü için en sık kullanılan yöntemler şunlardır:
a)Gaz dilüsyon teknikleri: Akciğerden elimine olmayan inert bir gaz kulla-
nılarak yapılır. Belli miktarda, konsantrasyonu bilinen gaz kapalı bir sistem
aracılığıyla akciğerlere verildikten sonra akciğerdeki konsantrasyonu (c) ölçü-
lerek akciğer volümü (v) hesaplanır (c1xV1= c2xV2). Bu yöntemle ancak hava
yollarının açık olduğu akciğer alanlarındaki volüm hesaplanabilir.
• Nitrojen “wash-out” tekniği
• Helyum dilüsyon yöntemi
b)Vücut pletismografi : Akciğer volümleri ölçümü, kapalı bir alanda ventilas-
yon esnasında yer değiştiren hava miktarı ölçümüne dayanır. Volüm (V) deği-
şikliği ile basınç (P) değişimi birebir orantılı olduğundan (P1xV1= P2xV2) hasta
içeride soluk alıp verirken oluşan basınç ve volüm değişimlerinden akciğer
volümü hesaplanır.
İnert gaz ile yapılan ölçümlerde obstrüktif akciğer hastalıklarında amfizem
alanları, büller ve kistler ölçüm dışı kalabilir ve ölçülen değer pletismografik
yöntemle ölçülen FRC’den düşük bulunabilir.
TLC, restriktif akciğer hastalıklarında azalmış olarak bulunur. Vital kapasite
de eş zamanlı olarak azalmıştır. Spirometride düşük FVC restriktif hastalıkları
düşündürmesine karşın, kesin tanı için TLC’deki azalma gösterilmelidir. Obs-
trüktif akciğer hasatalıklarında ise RV’deki artışa bağlı olarak TLC’yi artmış
Solunum Fonksiyon Testleri 285
ifade edilir ve normali %80 veya fazlası olarak kabul edilir. Bu değer havalanan
akciğer birimi başına düşen difüzyonu gösterir. Özetle, difüzyon kapasitesi için
eğer tek bir parametreye bakılacak ise bu “Hb-adjusted DLCO/VA” olmalıdır.
İnterstisyel akciğer hastalıkları ve amfizemde DLCO düşük bulunur. Bu durum-
larda, DLCO’nın alveoler volüme oranına (DLCO/VA) bakılmalıdır. Eğer DLCO/
VA normal sınırlarda ise DLCO’daki azalma restriksiyona ya da parankimal
değişikliklere bağlıdır. DLCO/VA daha da azalmış ise sorun obstrüksiyon ya da
ölü boşluk artışına bağlıdır.
Genel görüşe göre, DLCO‘daki düşüklük akciğer volüm düşüklüğünden daha
az ise yani, düşük DLCO yüksek DLCO/VA pnömonektomi veya göğüs duvarı
restriksiyonu gibi ekstraparankimal abnormaliteyi düşündürürken, DLCO ‘daki
düşüklük akciğer volüm düşüklüğünden daha fazla ise yani düşük DLCO ve
düşük DLCO/VA parankimal abnormaliteyi gösterir.
Difüzyonda yatar pozisyonda en yüksek iken, ayakta en düşük değerdedir.
Oturur pozisyonda ise ikisi arası bir değer saptanır. Aradaki fark %5-30 ara-
sında değişebilmektedir. Egzersiz sırasında daha yüksek değerler elde edilir.
Nedeni bilinmeyen şekilde hastaların difüzyonu sabah en yüksek iken, gün
içinde tedricen azalır. Bu nedenlerle difüzyon testi oturur pozisyonda, dinlen-
miş, sakin halde ve mümkünse sabahtan uygulanır.
Difüzyon, polisitemi ile giden hastalıklarda, obezitede, pulmoner hemorajiler-
de ve pulmoner kan akımının artmasına neden olan sol-sağ şantlarda artar
(25, 26).
NEDEN ETİYOLOJİ
Oksijen azlığı Yükseklik
Hipoventilasyon Solunum merkezi depresyonu, nöromüsküler hastalık
Şant Atelektazi, pnömoni, pulmoner ödem, ARDS
V/Q uyumsuzluğu Hava yolları sekresyonları, bronkospazm
Difüzyon defekti Amfizem, pulmoner fibrozis, rezeksiyon
NEDEN ETİYOLOJİ
Hipoksemik hipoksi Hipoksemi
Anemik hipoksi Anemi
Sirkülatuar hipoksi Kardiyak “output”ta azalma, lokal perfüzyonda azalma
Histotoksik hipoksi Siyanür zehirlenmesi
Alınan arter kanında PaO2, PaCO2, pH, SaO2, HCO3, baz fazlası ve hematok-
rit (Htc) bakılır. pH, tüm asit-baz dengesizliğinin en iyi göstergesidir. Ekstraselü-
ler sıvıdaki hidrojen iyonu aktivitesini gösterir. Normal değeri 7.35-7.45 olup,
altı asidoz, üstü ise alkaloz olarak değerlendirilir. Düşük pH, insan sinir sistemi
üzerinde depresif etki yaparak uykululuğa ve komaya neden olurken, yüksek
pH santral sinir sisteminde eksitasyonla irritabilite ve tetaniye neden olur.
PaO2, kanda erimiş haldeki oksijen miktarını yansıtmaktadır. Kanda taşınan
oksijenin ancak çok küçük bir miktarı erimiş halde olduğundan (1 dl kanda
taşınabilen yaklaşık 20 ml oksijenin 0.3 ml’si erimiş haldedir), PaO2 değeri her
zaman kanda taşınan oksijen miktarını yansıtmayabilir. Anemi, methemoglobi-
nemi, karbon monoksit (CO) zehirlenmesi gibi durumlarda PaO2 normal olmak-
la birlikte, ciddi hipoksi mevcuttur. Bu gibi durumlarda SaO2 değeri daha doğru
sonuç verir. Akut hipoksinin bulunduğu olgularda Htc genelde normal sınırlarda
iken, kronik hipokside eritropoetin artışına bağlı olarak Htc artmış bulunur.
Tip II solunum yetmezliğinde hipoksi ile birlikte CO2 retansiyonu da vardır.
Akut CO2 retansiyonunda pH düşük bulunurken, kronik durumlarda HCO3
artıp pH normale döner (kompanze metabolik asidoz). Tablo 8’de asit-baz
değişimleri özetlenmiştir.
Sık Rastlanan Bazı Respiratuar Hastalıklarda SFT ve Ayırıcı Tanı
Sık rastlanan solunumsal hastalıkların başında obstrüktif hastalıklar, bunlar-
dan da astım ve KOAH gelir. Spirometriye geçmeden önce hastaların anam-
nezlerine önem verilmelidir. Tablo 9’de özetlendiği gibi hastaların sigara
anamnezleri ve şikayetleri klinisyenlere yönlendirici olmalıdır.
pH PaCO2 HCO3
Respiratuar asidoz Düşük Artmış Normal
Respiratuar asidoz (kompanze) Normal Artmış Artmış
Respiratuar alkaloz Yüksek Düşük Normal
Metabolik asidoz Düşük Normal Düşük
Metabolik asidoz (kompanze) Normal Düşük Düşük
Metabolik alkaloz Yüksek Normal Yüksek
FVC%80 FVC%80
hayır
hayır
evet evet
TLC%80
TLC%80
evet evet
hayır
NORMAL
OBSTRÜKTİF RESTRİKTİF
KOMBİNE
Şekil 6. Akciğer hastalıklarının SFT ile değerlendirilmesi (36) (ILD: interstisyel akciğer hastalığı;
NMD: nöromüsküler hastalık; GK: göğüs kafesi; PV: pulmoner vasküler).
KAYNAKLAR
1. Kaminsky DA, Marcy TW, Bachand M, Irving CG. Knowledge and use of office spirometry
for the detection of chronic obstructive pulmonary disease by primary care physicians.
Respir Care 2005;50:1639-48.
2. Demir T .Solunum fonksiyon testleri. İç: Umut S, Yıldırım N, (editörler). Göğüs hastalıkları
seminer notları. İstanbul:Turgut Yayıncılık; 2003: 31-37.
3. Miller MR, Hankinson J, Brusasco V, et al; ATS/ERS Task Force. Standardisation of spi-
rometry. Eur Respir J 2005; 26: 319–338.
4. Stocks J, Quanjer PH. Reference values for residual volume, functional residual capacity
and total lung capacity. ATS Workshop on Lung Volume Measurements. Official State-
ment of The European Respiratory Society. Eur Respir J 1995; 8: 492–506.
5. Quanjer PH, Tammeling GJ, Cotes JE,et al. Lung volumes and forced ventilatory flows.
Report Working Party Standardization of Lung Function Tests, European Community for
Steel and Coal. Official Statement of the European Respiratory Society. Eur Respir J
Suppl 1993;16: S5–S40.
292 Göğüs Hastalıklarında Ayırıcı Tanı
6. American Thoracic Society. Lung function testing: selection of reference values and inter-
pretative strategies. Am Rev Respir Dis 1991; 144: 1202–1218.
7. Demir T, İkitimur DH, Koç N, Yildirim N. The role of FEV6 in the detection of airway obs-
truction. Respir Med 2005; 99:103-106.
8. Siafakas NM, Vermeire P, Pride NB, et al. Optimal assessment and management of chro-
nic obstructive pulmonary disease (COPD). The European Respiratory Society Task Force.
Eur Respir J 1995;8:1398-420.
9. Pauwels RA, Buist AS, Calverley PM, Jenkins CR, Hurd SS; GOLD Scientific Commit-
tee. Global strategy for the diagnosis, management, and prevention of chronic obstructive
pulmonary disease. NHLBI/WHO Global Initiative for Chronic Obstructive Lung Disease
(GOLD) Workshop summary. Am J Respir Crit Care Med 2001 ;163:1256-76.
10. Standardization of Spirometry, 1994 Update. American Thoracic Society. Am J Respir
Crit Care Med 1995;152(3):1107-36.
11. Flenley DC. Chronic obstructive pulmonary disease. Dis Mon 1988; 34: 537–599.
12. Empey DW. Assessment of upper airways obstruction. BMJ 1972; 3: 503–505.
13. Miller MR, Pincock AC, Oates GD, et al. Upper airway obstruction due to goitre: detecti-
on, prevalence and results of surgical management. Q J Med 1990; 74: 177–188.
14. Miller MR, Pedersen OF. Peak flow meter resistance decreases peak expiratory flow in
subjects with COPD. J Appl Physiol 2000; 89: 283–290.
15. Eliasson O, Degraff AC Jr. The use of criteria for reversibility and obstruction to define
patient groups for bronchodilator trials: influence of clinical diagnosis, spirometric and
anthropometric values. Am Rev Respir Dis 1985; 132: 858–864.
16. Brand PL, Quanjer PhH, Postma DS, et al. Interpretation of bronchodilator response in
patients with obstructive airways disease. Thorax 1992; 47: 429–436.
17. Pellegrino R, Rodarte JR, Brusasco V. Assessing the reversibility of airway obstruction.
Chest 1998; 114: 1607–1612.
18. Dales RE, Spitzer WO, Tousignant P, et al. Clinical interpretation of airway response to a
bronchodilator: epidemiologic considerations. Am Rev Respir Dis 1988; 138: 317–320.
19. Anthonisen NR, Wright EC. Bronchodilator response in chronic obstructive pulmonary
disease. Am Rev Respir Dis 1986; 133: 814–819.
20. Cain H. Bronchoprovocation testing. Clin Chest Med. 2001;22:651-659.
21. Postma DS, Bleecker ER, Amelung PJ, Holroyd KJ,et al. Genetic susceptibility to asthma-
-bronchial hyperresponsiveness coinherited with a major gene for atopy. N Engl J Med
1995;333:894-900.
22. Sterk PJ, Fabbri LM, Quanjer PH, et al. Airway responsiveness. Standardized challenge
testing with pharmacological, physical and sensitizing stimuli in adults. Report Working
Party Standardization of Lung Function Tests, European Community for Steel and Coal.
Official Statement of the European Respiratory Society. Eur Respir J Suppl 1993;16:53-
83.
23. Celli BR, MacNee W; ATS/ERS Task Force. Standard for the diagnosis and treatment of
patients with COPD: a summary of the ATS/ERS position paper. Eur Respir J 2004; 23:
932–946.
24. American Thoracic Society. Single breath carbon monoxide diffusing capacity (transfer
factor). Recommendations for a Standard technique-1995 update. Am J Respir Crit Care
Med 1995; 152: 2152-2198.
25. Collard P, Wilputte JY, Aubert G, et al. The DLCO in obstructive sleep apnea and obesity.
Chest 1996; 110: 1189–1193.
26. Greening AP, Hughes JM. Serial estimations of carbon monoxide diffusing capacity in
intrapulmonary haemorrhage. Clin Sci (London) 1981; 60: 507–512.
27. A Statement of the American Thoracic Society And European Respiratory Society. Skele-
tal muscle dysfunction in chronic obstructive plmonary disease. Am Respir Crit Care Med
Solunum Fonksiyon Testleri 293
Tanım
Arter kan gazı (AKG), birçok hastalığın tanı ve izleminde kullanılan, oksije-
nasyon ve karbon dioksit (CO2) eliminasyonu ile ilgili önemli bilgiler sağlayan
bir yöntemdir.
Uygun koşullarda elde edilen arteriyel kanın pH, CO2 ve O2 değerleri bu pa-
rametrelerin her biri için mevcut olan elektrotları bulunan bir cihaz yardımıyla
direkt olarak ölçülürken, bikarbonat (HCO3) ve puls oksimetre ile ölçülen ar-
teriyel oksijen satürasyonu (SpO2) bu ölçümlerden indirekt olarak hesaplanır.
HCO3 hesaplanması için pH ve CO2 değerlerine, SpO2 hesaplanması için
pH ve O2 değerlerine ihtiyaç vardır (1) .
AKG örneklemesi
Arter kan gazı alınması için en uygun damar radiyal arterdir. Yüzeyel olduğu
için yapılan girişimin kolay olması, spazm ve pıhtılaşmaya bağlı distal organ
perfüzyonunda meydana gelebilecek komplikasyonları önleyecek kollateral-
lerin olması (erişkinlerin % 92’sinde ulnar arter yeterli kollateral akımı sağlar),
işleme bağlı ağrının az olması, arteryel ponksiyonda “arteria radialis”in tercih
edilme sebepleridir (2) .
Eğer radiyal arterden kan alınmasının güç olduğu bir durum mevcut ise (örne-
ğin, hipotansiyon) o zaman brakiyal veya femoral arterler kullanılmalıdır.
294
Arter Kan Gazları 295
Hava kabarcıkları: Şırınga içindeki kan hacminin %1-2’sinden fazla hava ka-
barcığı olması PO2’nin olduğundan yüksek ve PCO2’nin olduğundan düşük
ölçülmesine yol açabilir (3) . Bu hata, hızlı örnekleme yapılması veya hava
kabarcıklarının nazikçe çıkarılması ile aşılabilir (10-12) .
Heparin kullanılması: Heparin, antikoagülan olarak şırıngaya ilave edilir. He-
parinin asidik olmasına bağlı pH’da düşme olması, küçük bir ihtimaldir. Daha
önemlisi, PCO2’de anlamlı düşmeye yol açabilecek dilüsyonel bir etkidir. Bu
nedenle, heparin miktarı minimumda tutulmalı ve 2 mL’den daha az kan
alınmamalıdır (6,13).
KAYNAKLAR
1. Rose BD, Post TW. Clinical physiology of acid-base and electrolyte disorders. 5th ed. New
York:McGraw Hill;2001:542-545.
2. Thompson CS. Acid-base disorders and electrolyte imbalance. In:Dantzker DR, MacInty-
re NR, Bakow ED; eds. Comprehensive respiratory care. Philadelphia: WB Saunders ;
1995.70-97.
3. Williams AJ. ABC of oxygen: assessing and interpreting arterial blood gases and acid-base
balance.BMJ 1998;317:1213-1216.
300 Göğüs Hastalıklarında Ayırıcı Tanı
4. Hess CE, Nichols AB, Hunt WB, Suratt PM. Pseudohypoxemia secondary to leukemia and
thrombocytosis. N Engl J Med 1979;361-3.
5. Shapiro BA. Temperature correction of blood gas values. Respir Care Clin N Am 1995;
1:69-76.
6. Hansen JE. Arterial blood gases. Clin Chest Med 1989;10:227-37.
7. Ream AK, Reitz BA, Silverberg G. Temperature correction of PCO2 and pH in estimating
acid-base status: an example of the emperor’s new clothes? Anesthesiology 1982;56:41-4.
8. Bageant RA. Variations in arterial blood gas measurements due to sampling techniques.
Respir Care 1975;20:565-70.
9. Smeenk FW, Janssen JD, Arends BJ, et al. Effects of four different methods of sampling
arterial blood and storage time on gas tensions and shunt calculation in the 100% oxygen
test. Eur Respir J 1997;10:910-3.
10. Lu JY, Kao JT, Chien TI, Lee TF, et al. Effects of air bubbles and tube transportation on
blood oxygen tension in arterial blood gas analysis. J Formos Med Assoc 2003;102:246-9.
11. Harsten A, Berg B, Inerot S, Muth L. Importance of correct handling of samples for the
results of blood gas analysis. Acta Anaesthesiol Scand 1988;32:365-8.
12. Mueller RG, Lang GE, Beam JM. Bubbles in samples for blood gas determinations: a
potential source of error. Am J Clin Pathol 1976;65:242-9.
13. Hansen JE, Simmons DH. A systematic error in the determination of blood PCO2. Am
Rev Respir Dis 1977;115:1061-3.
14. Hingston DM, Irwin RS, Pratter MR, Dalen JE.A computerized interpretation of arterial
pH and blood gas data: Do physicians need it? Respir Care 1982;27:809-15.
15. Broughton JO Jr, Kennedy TC. Interpretation of arterial blood gases by computer. Chest
1984;85:148-149.
16. Marino PL. The ICU Book. 2nd ed. Philadelphia, PA: Lippincott, Williams & Wilkins;
1998.
17. Arbus GS, Hebert LA, Levesque PR, et al. Characterization and clinical application of «the
significance band» for acute respiratory alkalosis. N Engl J Med 1969;280:117-23.
18. Krapf R, Beeler I, Hertner D, Hulter HN. Chronic respiratory alkalosis. The effect of sus-
tained hyperventilation on renal regulation of acid-base equilibrium. N Engl J Med 1991;
324:1394-1401.
19. Bushinsky DA, Coe FL, Katzenberg C, et al. Arterial PCO2 in chronic metabolic acidosis.
Kidney Int 1982;22:311-4.
20. Pierce NF, Fedson DS, Brigham KL, et al. The ventilatory response to acute base deficit in
humans. The time course during development and correction of metabolic acidosis. Ann
Intern Med 1970;72:633-40.
21. Javaheri S, Shore NS, Rose B, Kazemi, H. Compensatory hypoventilation in metabolic
alkalosis. Chest 1982;81:296-301.
22. Javaheri S, Kazemi H. Metabolic alkalosis and hypoventilation in humans. Am Rev Respir
Dis 1987;136:1011-16.
BÖLÜM 6
BRONKOSKOPİK BULGULAR
Nesrin MOĞULKOÇ
Trakeobronşiyal varyasyonlar
Hava yollarının anatomisinde genellikle klinik önemi olmayan çeşitli varyas-
yonlar saptanabilir. Bunların akciğerlerin gelişimindeki hatalardan kaynak-
landığı düşünülmüştür. Lob ve segment bronşlarının dallanmasında çok sayı-
da varyasyon saptanırken, trakea ve ana bronşlardan kaynaklanan anormal
bronşlar nadirdir. Önde gelen bronş varyasyonları, aksesuar kardiyak bronş
ve trakeal bronştur.
Aksesuar kardiyak bronş, sağ ana bronş veya intermediyer bronşun mediyal
duvarından kaynaklanıp, perikarda doğru yönelir, görülme sıklığı %0.1-0.5
arasında değişir. Boyutları küçük bir divertikülden, ucunda rudimante akciğer
dokusu olan uzun bir bronşiyal köke kadar değişir. Bronkoskopi esnasında,
rastlantısal bir anomali olarak görülür. Bronş mukozası ile döşeli olup, duva-
rında kıkırdak halkalar bulunur.
301
302 Göğüs Hastalıklarında Ayırıcı Tanı
a b c d e
Şekil 1. Trakeal bronş tipleri. a) normal anatomi, b) trakeal divertikül, c) aksesuar bronş,
d) ektopik bronş, e) “replaced” sağ üst lob bronşu.
Trakeal bronş ise distal trakea lateral duvarından veya sağ ana bronştan kay-
naklanıp, üst loba doğru yönelen bir seri bronş anomalisine işaret eder, diğer
adı “domuz bronşu”dur. Bilindiği gibi, domuz, deve, sığır, koyun gibi canlı-
larda sağ üst lob bronşu trakeadan köken alan bir bronş ile havalanmaktadır.
Trakeal bronş, genellikle trakeal bifurkasyonun 2 cm üzerinde yer alır, bazen
karinanın 6 cm üzerinden de ayrılabilir. Çoğu zaman rastlantısal bir bulgudur.
Bronkoskopik incelemelerin %0.1-3’ünde saptanır ve hemen her zaman sağ
taraftadır, klinik bir önemi yoktur. Nadiren solda olabilir, bu durumda bronş
trakeadan çok, sol ana bronşun lateral duvarından ayrılır.
Sağdaki trakeal bronş üst loba dallar verebilir, bazen ucunda havasız sekestre
bir lob bulunabilir (Şekil 1b). Trakea sağ yan duvarındaki bronş aksesuar veya
ektopik olabilir (Şekil 1c). Trakeal bronşun gözlendiği bir olguda sağ üst lobun
üç segmenti de varsa bu durumda trakeal bronş “supernumerary” (ekstra)
veya aksesuardır. Sağ üst lobda iki segment bronşu varsa, bu durumda sağ üst
lob segment bronşlarından biri (genellikle apikal segment) “displaced” (yeri
değiştirilmiş) veya ektopik pozisyondadır (Şekil 1d). Bazen tüm sağ üst lob
trakeal bir bronştan köken alabilir (Şekil 1e).
Diğer bronş anomalileri yeri veya dallanması değişmiş (trifurkasyon paterni)
segment bronşları ile bronş agenezisini içerir.
Dinamik bronkoskopi
Bronkoskopi dizayn olarak dinamik bir işlem olmasına rağmen, işlem es-
nasındaki dinamizm daha çok bronkoskop ve bronkoskopist için geçerlidir.
Hasta ise hemen tüm bronkoskopik işlemlere pasif katılır. Oysa işlem sırasın-
da, hastanın aktif katılımı ile daha çok bilgi sağlanabilir. Rutin bronkoskopik
işlemde fark edilemeyen birçok anormallik, işlem esnasında hastaya yaptırı-
lan çeşitli manevralarla saptanabilir.
Resim 1. Sol kord vokal paralizisi:sakin solunum (A) ve fonasyon (B) sırasında.
Vokal kord paralizisi: Sol rekürrent laringeal sinir, anatomik olarak sol pulmo-
ner arterin etrafından dolaşır ve sol hiler yapılarla yakın komşuluk gösterir. Sol
hiler yapıları etkileyen patolojiler, özellikle aortikopulmoner penceredeki lenf
bezleri, sinire bası veya harabiyet ile sol vokal kord paralizisine yol açar. Bu
nedenle, sol vokal kord paralizisi saptandığında, klinisyen etiyolojide sol hiler
lezyonun varlığını araştırmalı, paralizinin diğer nedenlerini dışlamalıdır (Resim
1). Sağ vokal kordun intratorasik nedenlerle paralizisi, patolojik lezyon boynun
sağ tarafına uzanım göstermedikçe, nadiren gelişir. Bilateral kord vokal parali-
zisi, özellikle paradoksal vokal kord disfonksiyonu ile karışabilir (Tablo 1).
Larengomalazi: Larengomalazide gelişme kusuruna bağlı olarak larenks çev-
resindeki dokularda bir gevşeklik ve sonucunda inspirasyonda çevre doku-
ların “rima glottidis”i kapatıp solunum yolu obstrüksiyonu oluşturması söz
konusudur. Aryepiglottik kıvrım, kuneiform kartilajlar, aritenoidler, epiglot,
posterior faringeal mukoza inspirasyon sırasında obstrüksiyon yapabilir. Ola-
ya katılan anatomik yapı ne kadar çoksa, solunum güçlüğü o kadar şiddetlidir.
a b c
TRAKEA PATOLOJİLERİ
Trakea, larenksin alt sınırından (vokal kordların 2 cm aşağısından) ana kari-
naya kadar uzanır ve ana bronşlara ayrılır. Ortalama uzunluğu 10-12 cm’dir,
a b c
Şekil 2. Trakea stenozunun farklı tipleri; a) segmental stenoz; b) huni şeklinde stenoz;
c) yaygın stenoz.
306 Göğüs Hastalıklarında Ayırıcı Tanı
a b
Resim 6. Subglottik stenoz. Wegener granülomatozu (a), entübasyon sonrası trakeal stenoz
(membran şeklinde darlık) (b).
Trakea daralması
Konjenital trakeal stenoz nadirdir, sıklıkla solunum sistemi, özofagus ve iske-
let sisteminin diğer anomalileri ile birliktelik gösterir. Konjenital trakeal ste-
nozun üç şekli tanımlanmıştır: trakeobronşiyal ağacın herhangi bir yerinde
görülebilen segmental stenoz (%50), huni şeklinde stenoz (%20) ve yaygın
stenoz/hipoplazi (%30) (Şekil 2). Trakea, kritik düzeylere daralıncaya kadar
(koronal çap <10 mm) hastalar asemptomatik olabilir.
Subglottik stenoz: Krikoid kıkırdak ve trakeanın ilk iki ya da üç kıkırdak hal-
kası arasındaki alanda gelişen stenozlar “subglottik stenoz” olarak değerlendi-
rilir. Birçok nedenle oluşabilir, sıklıkla entübasyona bağlı mukozal zedelenme
sonucu gelişir. Wegener granülomatozu (%8-16), postenfeksiyöz komplikas-
yonlar, bağ dokusu hastalığı, künt eksternal travma, konjenital kıkırdak ano-
malileri ve cerrahi işlemler diğer olası nedenlerdir (Resim 6). Hiçbir etiyolojik
nedenin saptanamadığı şekline “idyopatik subglottik stenoz” denir.
Subglottik stenoz tanısında ilk basamak rijid bronkoskopi olmamalıdır. Fibe-
roptik endoskopiler, yumuşak doku grafileri, bilgisayarlı toraks tomografisi
(BT) ve manyetik rezonans (MR) ile tanı konduktan sonra, cerrahi bir girişim
Bronkoskopik Bulgular 307
Konjenital Edinsel
Birinci halkanın kapalı oluşu İnternal travma
Trakeomalazi Akciğer transplantasyonu veya “sleeve”
Membranöz darlık rezeksiyon anastomozu
Kıkırdak deformitesi Endotrakeal tüp veya trakeostomi tüpü
Vasküler anomali Travma
Kostik-kimyasal ajan inhalasyonu
Eksternal travma
Sistemik hastalıklar
Wegener granülomatozu
Tüberküloz
Sarkoidoz
Amiloidoz
Yabancı cisim reaksiyonu
Fibrozan mediyastenit
Termal hasar
İdyopatik
Trakea dilatasyonu
Trakea dilatasyonu difüz veya lokalize olabilir. Trakeobronkomegali ve traksi-
yon trakeomegali difüz dilatasyona yol açar.
Trakeobronkomegali (Mounier-Kuhn sendromu): Trakeobronşiyal ağacın di-
latasyonu ve tekrarlayan akciğer infeksiyonları ile karakterizedir. Bağ dokusu
zayıflığından kaynaklanır. Ehler-Danlos sendromu, marfanoid durumlar, an-
kilozan spondilit, ciddi akciğer fibrozu ve multipl iskelet anomalilerini içeren
birçok konjenital sendromda görülür. Etiyolojisi tam olarak bilinmemektedir.
Hava yollarının hem kıkırdak hem de membranöz kısımları tutulur. Trakeanın
a b c
genişliği 3 cm’yi aşar, koronal ölçümlerde sağ ana bronş çapı >2.5 cm ve sol
ana bronş çapı >2 cm saptanır (Tablo 3).
Bronkoskopide genişlemiş hava yolları, divertiküller ve hava yollarının kolay
kollabe oluşu dikkati çeker (Resim 7).
Trakea halkaları arasındaki membranöz doku esneyebilir, trakea divertikülü
oluşabilir. Bazen, bu sendroma santral bronşektazi eşlik eder. Mukus retansi-
yonu ve etkili olmayan öksürük, tekrarlayan bronkopnömonilere yol açar.
Traksiyon trakeomegali: Erişkin tipi akciğer tüberkülozu, fungal hastalıklar, son
dönem sarkoidoz, pnömonektomi veya radyoterapiye bağlı bilateral üst loblar-
da volüm kaybına yol açan ciddi skatris ve atelektazi sonucu oluşur. İlerlemiş
difüz idiyopatik akciğer fibrozu da traksiyon trakeomegalisine yol açabilir.
Lokalize dilatasyon: Önceki entübasyonlar sırasında endotrakeyal veya tra-
keostomi tüp “cuff”ının basısına bağlı hava yolu iskemisi ve trakeomalazi
sonucu trakea duvarında gelişen lokalize çıkıntıdır.
(a) (b)
Resim 9. Sağ arkus aortanın basısına bağlı trakeomalazi. a) Bronkoskopik görünüm, b) Kıkır-
dakların basınca bağlı nekrozu.
Bronkoskopik Bulgular 311
a b
c d
Resim 10. Rölapslarla seyreden polikondrit. a) Konvansiyonel grafide; trakeada uzun bir seg-
ment boyunca daralma ve düzensizlik görülüyor; b) İnspiryum sonu (sol) ve ekspiryum sonu (sağ)
BT tetkikiyle ekspirasyonda trakeanın dinamik kollapsı gösteriliyor. Ayrıca, trakeanın kıkırdak
kısmının kalsifikasyonu ve kalınlaşması (ok), posteriyor duvarının ise etkilenmediği (ok ucu) gö-
rülüyor; c) a’daki hastanın bronkoskopisinde difüz mukoza ödemi ile birlikte dinamik hava yolu
kollapsı izleniyor; d) Histopatolojik piyeste inflamatuvar dokuya bağlı duvar kalınlaşması, kıkır-
dak kaybı ve lümen daralması.
tanır. Nodüller lokalize olabilir veya tüm trakeobronşiyal ağaç boyunca difüz
olarak fark edilir (Resim 11). Erkeklerde daha sıktır, 50’li yaşlarda görülür.
Nodüller daima hava yolundaki kıkırdaklardan kaynaklanır. Patogenezi iyi
tanımlanmamıştır. En karakteristik bulgusu, kıkırdak içermemesi nedeniyle
trakea arka duvarının (membranöz kısım) etkilenmemiş olmasıdır.
Bronkoskopik görünümünün ayırıcı tanısı Resim 12’de gösterilmiştir.
Resim 13. Dıştan basıya bağlı oluk tarzı Resim 14. Tiroide bağlı ekstrensek trakea ba-
trakea darlığı. sısı.
lanırlar. Adenoid kistik kanser yanı sıra mukoepidermoid, asinik hücreli tümör
ve onkositom bu grupta yer alır, çoğunluğu (%75-80) adenoid kistik kanserdir.
Adenoid kistik kanser nadir olmasına karşın, primer trakea tümörleri arasın-
da ikinci sıklıktadır. Karakteristik özelliği intralümenal kısmıyla birlikte daha
da büyük olabilen eksralümenal komponentinin varlığıdır. Tümör, çevresinde-
ki dokuları invaze eder, lokal olarak tekrarlar, klinik seyri ise yavaştır.
Bronkoskopik incelemede, lezyon tipik olarak trakeanın rijid kıkırdak yapı-
ların posterior membranla birleştiği lateral ve posterolateral duvarından kay-
naklanır. Bu alanda müköz bezler yoğundur. Lümen içine doğru büyüyen
lezyon lobüle görünümlü, polipoid yapıdadır, genellikle büyüktür. Yüzeyi
belirgin vasküler yapılar gösterir (Resim 16). Nadiren, trakea lümeni içinde
çepeçevre büyür ve geçmişteki ismi olan silindromaya yol açar.
Mukoepidermoid kanser de tükrük bezi orijinlidir. Trakeal karsinoid tümör ise
oldukça nadirdir. Karsinoid tümörler önceleri iyi prognozları nedeniyle ade-
noid kistik karsinom ve mukoepidermoid karsinomla birlikte bronşiyal ade-
a b c
Resim 17. Karsinoid tümör: trakea (a) ve bronşta (b) geniş tabanlı görünümü; c) b’deki lezyo-
nun yakından görünümü.
Bronkoskopik Bulgular 315
a b
Trakea travması
En sık nedenler lokalize stenoz, granülom oluşumu ve/veya trakeomalaziye yol
açabilen entübasyon ve trakeostomi işlemleridir (Resim 20). Künt veya penetre
travmalar, yanıklar, viral trakeit, yabancı cisimler ve “sleeve” rezeksiyon veya
transplantasyon ameliyatları da trakeada stenoza yol açabilir (Resim 21).
MUKOZANIN DEĞERLENDİRİLMESİ
Tanısal bronkoskopide mukozal yüzeylerin dikkatle değerlendirilmesi önem-
lidir (Tablo 5). Trakeobronşiyal ağaçtaki mukozal renk değişimi, olağan mu-
kozal yapının bozulması ve pürüzlü yüzey veya mukozal ülserasyon varlığı
önemli tanısal, ipuçları sağlayabilir.
a b c
Resim 23. İn-situ kanserler, intralümenal, mikroinvazif ve radyolojik olarak görülemeyen tümörler-
dir: dallanmada kalınlaşma (a), mukozada düzensizlikler (b) ve mukozada hiperemi(c) izlenmektedir.
%6 oranında saptanır. İlginç olan, klinik olarak bunlara nadiren tanı konmasıdır.
Lezyonların birkaç hücre tabakası kalınlığında (0.2-1 mm) ve birkaç milimet-
re çapında olması nedeniyle, in situ kanserin tanısını konvansiyonel beyaz
ışık bronkoskopisiyle koymak zordur. Dallanmaların kalınlaşması, mukoza-
daki düzensizlikler veya mukozada hiperemi her olguda belirgin olmayabilir
(Resim 23 a,b ve c). Bazen egzofitik, polipoid veya papiller düzensizlikler
şeklinde daha belirgin bulgular görülebilir.
Floresan endoskopi ile kuşkulu alanlar saptanıp, örnekleme yapılabilir (Resim
24). Endobronşiyal ultrason ile tümör invazyonunun derinliği %96 doğrulukla
saptanır.
PATOLOJİK MATERYAL
Hemoptizi
Bronkoskopinin en sık endikasyonlarından biri hemoptizidir (Resim 25).
Bronkoskopik değerlendirme, kanamanın lokalizasyonunu ve kaynağını be-
lirleyebilir (Tablo 6). Erken dönemde yapılan bronkoskopi (%91), geç dö-
Bronkolit
Trakeobronşiyal ağacın kalsifiye lenf bezlerinin erozyonu ile obstrüksiyonu ve
majör distorsiyonunu tanımlar. Genellikle granülomatöz infeksiyonlara bağlı
kalsifiye lenf bezleri akciğerde çok sık görüldüğü için, kalsifiye lenf bezlerince
oluşan minör trakeobronşiyal distorsiyon bu tanımlama içinde yer almaz.
Bronkoskopik bulgular arasında hastaların %86’sında bronşiyal distorsiyon,
%69’unda inflamasyon, %35’inde görülebilen bronkolit, %22’sinde kanama,
%11’inde pürülan sekresyonlar vardır (Resim 26). Bulgular, %4 olguda ise
normaldir.
Yabancı Cisim
Yabancı cisim aspirasyonlarının yaklaşık %85’i, 15 yaşından küçük çocuk-
larda görülür. Erişkinlerde, hava yolu koruyucu mekanizmalarının yetersiz
kaldığı zamanlarda aspirasyon sık gelişir. Aspirasyonu kolaylaştırıcı faktörler;
aşırı alkol tüketimi, sedatif ilaç kullanımı, dişlerin bakımsızlığı, senilite, pri-
mer nörolojik hastalıklar, bilinç kaybının geliştiği travma, epilepsi ve genel
anestezidir. Yabancı cisimlerin %40-70’i sağ bronş ağacına, %30-40’ı ise sol
bronş ağacına aspire edilir. Bunun nedeni sağ bronşun daha geniş ve trakea
ile devamlılığının daha vertikal olmasıdır. Kalan %10-20 yabancı cisim ise
larengotrakeal bölgede saptanır. Larengeal yerleşimde hayati tehlike daha
fazladır.
a b c
Resim 26. Kalsifik lenf bezinin lümene açılmasına bağlı bronkolit. a) Hilusa yakın lümen içinde
bronkolitleri gösteren rezeksiyon materyali. Bronkolitlerden biri distale aspire edilmiş. b) Bron-
koskopik görünümde kalsifik lenf bezinin lümene açılmasına bağlı bronkolit. Granülasyon doku-
su ile çevrelenmiş sarımsı sert materiyal (bronkolit). c) Çıkarılan bronkolitler.
Bronş tıkacı
Mukoid “impaction”: Bronşların mukoid “impaction”ı (Resim 28), dilate
segment veya subsegment bronşlarının içinde “alerjik müsin” olarak isim-
a b
ENDOBRONŞİYAL TÜMÖRLER
Malign tümörler: Küçük hücreli kanser, akciğer kanserlerinin yaklaşık %14’ünü
oluşturur. Büyük hava yolları ve kan damarlarına yakın görülme eğilimi nede-
niyle sıklıkla endobronşiyal tutuluma yol açan santral lezyonlar şeklindedir.
Bronkoskopik incelemede, genellikle hava yolu lümeninin daralmasına
Astım
Bronşların mukoid tıkacı (alerjik bronkopulmoner fungal hastalık)
Kistik fibrozis
Bronşektazi
İnfeksiyonlar: difteri, haemophilus, klebsiella spp., mikobakteriler
Romatizmal ateş
Romatizmal kalp hastalığı
Konstriktif perikardit
Neden ve eşlik eden patoloji yok
322 Göğüs Hastalıklarında Ayırıcı Tanı
a b
Resim 30. Endobronşiyal malign tümör. a) Bronkoskopi: sol ana bronşta tümör b) Biyopsi:
Skuamöz hücreli kanser.
Bronkoskopik Bulgular 323
a b
Resim 32. Endobronşiyal lipom. (a) Toraks BT’de sağ ana bronş içinde yağ dansitesinde
lezyon, sağ orta ve alt loblarda atelektazi ve minimal plevral effüzyon izlenmektedir. (b) Bronkos-
kopik incelemede, sağ ana bronşun mediyal kısmında yuvarlak görünümlü, düzgün yüzeyli, sarı
renkte lipom görülmektedir..
Bronkoskopik Bulgular 325
DİĞER DURUMLAR
Endobronşiyal tüberküloz
Endobronşiyal tüberküloz (EBTB), parankim tüberkülozu olan olguların %10-
37’sinde tanımlanmıştır. Bronkoskopik incelemede tipik bulgu lokalize en-
dobronşiyal granülasyon dokusudur. Mukoza kırmızı, nodüler ya da ülsere
olabilir ve mikrobiyolojik incelemeler yapılıncaya kadar bronş kanserinden
kuşkulanılır (Resim 35).
Sarkoidoz
Sarkoidozda özellikle supraglottik bölge ve epiglot tutulur. Laringeal tutulum-
da (%1-5) epiglot, aryepiglottik kıvrım ve band ventriküller, soluk ve ödemli
326 Göğüs Hastalıklarında Ayırıcı Tanı
A B C D
E F G
Resim 35. Bronkoskopik bulgulara göre EBTB sınıflaması. (A) aktif kazeöz tip; (B) ödematöz-
hiperemik tip; (C) fibrostenotik tip; (D) tümöre benzeyen tip; (E) granüler tip; (F) ülseratif tip; (G)
nonspesifik bronşitik tip (6).
a b c
Resim 36. Endobronşiyal sarkoidoz. a) endobronşiyal nodüller; b) bronş stenozu gelişen sarko-
idoz; c) stenotik segmentin sekresyon ile örtülmüş görünümü.
Bronkoskopik Bulgular 327
a b
Resim 37. Behçet hastalığında skatrisiyel bronş stenozu. a) Konvansiyonel akciğer grafisinde
sol ana bronşta karinanın hemen distalinden başlayan uzun bir segmenti etkileyen stenoz izlen-
mektedir. b) Bronkoskopik incelemede saptanan sol ana bronş stenozu okla gösterilmiştir.
hastalığının bir diğer hava yolu tutulumu bronş lümeninin skatrisiyel stenozudur
ve hava yolundaki ülserin son dönem fibroinflamatuvar iyileşme şekline bağlıdır
(Resim 37).
Wegener granülomatozu
Wegener granülomatozu, tanısı olan hastaların bronkoskopik bulguları çeşitlilik
gösterir. Parankimal tutulumu olan hastaların %55’inde bronkoskopide anor-
mallikler saptanır. Subglottik stenoz, olguların %16’sında bulunur. İnflamatuvar
ülserler en sık karşılaşılan bulgudur. Bazen, endobronşiyal sarı-yeşil renkli bir
plak saptanır; aktif hastalık bulgusu ve biyopsisi tanısal olabilir. İnflamatuvar
granülomatöz dokuya bağlı obstrüktif endobronşiyal psödotümör tanımlanmış-
tır. Diğer bronkoskopik bulgular, izole lober hemoraji ve pürülan sekresyonlar-
dır. Skatrisiyel trakea veya bronş stenozuna çok daha az rastlanır.
KAYNAKLAR
1. Duhamel DR, Harrell JH. Clinical atlas of airway diseases: Bronchopcopy, radiology, and
pathology. Philadelphia: Elsevier Saunders; 2005.
2. Travis WD, Colby TV, Koss MN, Rosado-de-Christenson ML, Müller NL, King TE, editors.
Non neoplastic disorders of the lower respiratory tract. Washington, DC: American Regis-
try of Pathology and the Armed Forces Institute of Pathology; 2002.
3. Beamis JF, Mathur PN, eds. Interventional pulmonology. New York: McGraw-Hill; 1999.
4. Prakash UBS, ed. Bronchoscopy. New York: Raven Press; 1994.
5. Holinger LD, Lusk RP, Green CG. Pediatric laryngology and bronchoesophagology. Phi-
ladelphia:Lippincott-Raven; 1997.
6. Chung HS, Lee JH. Bronchoscopic assessment of the evolution of endobronchial tubercu-
losis. Chest 2000;117:385-392.
7. Prakash UBS, Cavaliere S. Bronchoscopy. In: Gold WM, Murray JF, Nadel JA ,eds. Atlas
of procedures in respiratory medicine: a companion to Murray and Nadel’s textbook of
respiratory medicine. Philadelphia: WB Saunders, 2002: 214-65.
BÖLÜM 7
İLERİ BRONKOSKOPİK TANI YÖNTEMLERİ
I.OTOFLORESAN BRONKOSKOPİ
Atila AKKOÇLU
GİRİŞ
Akciğer kanseri, endüstri ülkelerinde kanser ölümleri içinde en sık mortalite
nedenidir. Dünya genelinde, 2001 yılında bir milyon ölümden sorumludur.
Akciğer kanserinde tanı ve tedavideki gelişmelere rağmen, prognoz hâlâ kö-
tüdür ve tanı almış tüm hastalarda %15’ten azdır. Çünkü, hastaların çoğu,
tanı anında ileri evrededir ve 2/3’ünün çoğunda mediyastinal lenf bezlerine
yayılım veya uzak organ metastazları söz konusudur. Prognoz, hastalığın tanı
anındaki evresi ile çok sıkı ilişkilidir. Beş yıllık sağkalım oranları, evre I hasta-
lıkta yaklaşık %70, evre IA’da %90’dan fazla iken, ileri evrelerde %5 ve daha
azdır (1). Uzun süreli yaşam ancak çok erken evrede opere edilen hastalarda
söz konusudur. Onun için tanının erken preklinik dönemde ve preinvazif lez-
yonların saptanması ile konması çok önemlidir. Akciğer kanseri epidemiyolo-
jik çalışmaları, göstermiştir ki, sigara öyküsü olan orta yaşlı kişilerde akciğer
kanseri riski yüksektir. Ayrıca, sigara ile birlikte akciğer kanseri riski taşıyan
iş kollarında çalışanlar ve aile öyküsünde kanser bulunan kişiler de risk grubu
içindedir. Santral erken evre akciğer kanserlerinde 5 yıllık sağkalım oranları
yaklaşık %100 iken, periferik olanlarda yaklaşık %85’tir (2). Mortalite oran-
larının azalması, erken evrede hastalığın belirlenmesine bağlıdır.
FLORESAN BRONKOSKOPİ
(DRUG-INDUCED FLUORESCENCE)
Günümüzde erken evre akciğer kanseri saptanmasında üç farklı tarama yön-
temi mevcuttur: balgam sitolojisi, düşük doz CT (DDCT) ve otofloresan bron-
koskopi (OFB). Bunların her biri farklı öneme sahiptir. DDCT, küçük akciğer
nodüllerini, balgam tetkiki santral hava yollarındaki akciğer kanserlerini ve
otofloresan bronkoskopi de premalign, CIS ve minimal invaziv skuamöz hüc-
reli kanseri tespit etmektedir. En iyi yol, üç yöntemi birlikte kullanmaktır.
Risk grubunu balgam tetkiki ile karakterize edip, bunları DDCT ve OFB’ye
göndermek gerekir. Akciğer kanseri açısından yüksek riskli grupta (50 yaş
ve üstü, 30 paket-yıl ve daha fazla sigara içen, hemoptizi şikayeti olan, riskli
meslekte çalışan, aile öyküsünde kanseri olan) erken evre, özellikle santral
tümörler açısından rutin olarak balgamda atipik metaplastik hücre araştır-
ması yapılır. Balgam sitolojisinde kanser hücreleri tespit edilir ve PA akciğer
grafisi / düşük doz CT normal ise tümörün lokalizasyonunu belirlemek için
bronkoskopi yapılır ve her bronştan fırçalama ve lavaj ile örnekler alınarak,
histolojik tetkik için biyopsi yapılır. Grafilerde ve endoskopik tetkikte patoloji
tespit edilmemiş bu tip balgam sitolojisi pozitif erken evre hastalarında, er-
ken evre lezyonlarının lokalizasyonlarını tespit etmek çok önemlidir. 1970’li
yıllarda yapılan tarama çalışmalarının sonunda akciğer kanseri mortalitesinde
azalma saptanmaması üzerine, uzun süre devam eden akciğer kanseri tara-
maları hakkında olumsuz fikirler oluşmuştur. Son yıllarda, radyolojik (DDCT)
ve moleküler (balgam ve dokuda immünohistokimyasal DNA, RNA analizleri,
otomatik kantitatif sitometri, genetik çalışmalar gibi) yeni yöntemlerin geliş-
mesi, akciğer kanseri taramalarına tekrar ilgiyi arttırmıştır (3).
Endoskopik olarak gizli lezyonlarda fotodinamik tanıda (floresan bronkosko-
pi) tümörofilik fotosensitizer bir ajan (hematoporfirin deriveleri= HpD, dihe-
matoporfirin eter =DHE, delta-aminolevulinik asit = ALA) ve lazer ışığı kul-
lanılır. Hematoporfirin derivesi ilaçlar, işlemden 48-72 saat önce İV 2.5- 5.0
mg /kg, ALA oral veya inhalasyon yolu ile topikal verilir ve ilaçlar tümöral
dokuda normal dokudan 10 kat daha fazla absorbe olurlar ve normal doku-
dan daha geç bir sürede (ortalama 72 saat) salınırlar. İltihaplı mukozada ALA
tutulumu düşük spesifisiteye neden olur (4,5).
HpD, ışığa hassastır. Yaklaşık 405 nm dalga boyundaki Lazer ışığı bron-
koskopun biyopsi kanalından 400 mikron kristal fiber ile uygulanır ve HpD
kuvvetle bunu absorbe eder ve floresan kırmızı ışık 630-690 nm dalga bo-
yunda salınır (2,6) (Resim 7). HpD, inflamasyonlu doku, granülasyon dokusu
ve atipik metaplazi ile kısmen absorbe edilir. HpD floresansı, her zaman
tümörü düşündürmez, sitoloji ve histoloji tanıda kesin yardımcı olmaktadır
(7). Endoskopik olarak erken tanıda mukoza soluk, opak, parlaklığı kaybol-
muş ve kabalaşmış görünebilir ve mikrogranülarite gösterebilir. Mukozal alan
kalınlaşmış, netliği kaybolmuş, bronş lümeninde küçük nodüler tümörler veya
şişlikler olabilir (2). Bu yöntemin en önemli dezavantajları, ancak ilaç veri-
lerek uygulanabilmesi, yan etkileri ve ücretleridir. Bu faktörler,söz konusu
yöntemin rutin kullanımında sınırlama getirirler.
OTOFLORESAN BRONKOSKOPİ
OFB, balgam analizine ideal bir eştir. Çünkü, radyolojik olarak tespit edile-
meyen gizli tümörler, premalign, CIS ve minimal invaziv skuamöz hücreli
karsinom lokalize edilebilir. Karsinogenezde çok basamaklı süreçte metapla-
zinin erken değişikliklerinden ve displazinin farklı evrelerinden ağır displaziye
kadar sürenin yaklaşık 3-4 yıl, ağır displaziden CIS’ye yaklaşık 6 ay ve invaziv
kansere de 2-10 yıl olduğu ve orta derecede displazinin yaklaşık % 10, ağır
a b
a b
Resim 9. Orta derecede displazi: (a) otofloresan ve Resim 10. Xillix - LIFE sistemi.
(b) beyaz ışık bronkoskopi görünümleri.
Fiberoptik bronkoskop
Kontrol ekranı
Işık kaynağı
Kontrol paneli
Klavye
Video kayıt
Işık ölçümü İşlemci
Video yazıcı
displazi veya CIS gibi) daima total floresan 10 kat azalma gösterir ve yeşil/
kırmızı oranı 5/3’ten 2/3’e değişir. Normal bronş mukozası yeşil görünüm-
de iken, erken malign değişikliklerde floresan azalması ile kahve-kırmızı renk
alır (Resim 11). Nedeni de epitelyal hücre tabakasının kalınlaşması, hiperemi
ve tümör matriks değişiklikleri ve azalmış florofor konsantrasyonudur. Çoğu
çalışmalarda LIFE sisteminin preinvaziv ve erken invaziv lezyonların tanısında
sensitivite ve spesifisitesi WLB ile karşılaştırılmış ve daha yüksek sensitivite ve
daha düşük spesifisite saptanmıştır (Tablo 1). OFB sonuçları, anatomik kon-
figürasyonun yaptığı görünüm, hareketten kaynaklanan azalmış otofloresan,
mukus gibi anatomik ve fizyolojik nedenlerle, teknik ve ekipmandan kaynakla-
nan nedenlerle, inflamatuar değişiklikler, skatrisyal formasyon, antrakotik pig-
mentasyon gibi patolojik nedenlerle ve açıklanamayan bazı durumlarda yanlış
pozitiflikler görülebilir (Resim 12). Halihazırda Xillix LIFE- Lung Fluorescence
Endoscopy Sistem dışında Pentax Autofluorescence Safe 1000, Storz D-Light
AF ve EFI Wolf sistemleri mevcuttur (19). LIFE sistemi, BF 20 ve daha yüksek
seride fiberbronkoskoplarla çalışır. WLB ile LIFE bronkoskopu lokal anestezi
R’ G’
Yansıtılmış ışık R’
Otofloresans (mavi) Yansıtılmış ışık G’
(yeşil) (kırmızı)
spektrometre
Şekil 3. Spektrofloromet-
rik floresan sistem (29).
görülebilirler. Beş milimetre çaptaki süperfisyel ve düz lezyonlar WLB ile gö-
rülmezler. CIS’nin yaklaşık %75’i bu tiptendir; gözden kaçabilir (20,21). Er-
ken malign lezyonların belirlenmesinin diğer önemli nedeni çok sayıda sigara
içenlerde ikinci primer tümörlerin yüksek oranıdır. Akciğer kanserinden ölen
hastalarda seri kesitlerde senkron CIS, hastaların %13.2- %22.5 oranında
tespit edilmiştir (8). Ayrıca, akciğer kanseri nedeni ile opere olan ve ölen has-
taların bronş dokularında metaplazi, displazi, CIS sıklığı %30’un üzerindedir
(22). Opere küçük hücreli dışı akciğer kanseri (KHDAK) için metakron ikinci
primer akciğer kanseri oranı yılda %3.6–4.2’dir (23,24). Bir İtalyan çalış-
masında rezeke evre I tümörlerde üç yıllık takipte ikinci primer kanser geliş-
me oranı %17’dir (25). OFB, erken invaziv tümörleri lokalize etmenin yanı
sıra,bronkoskopik biyopsiye rehberlik sağlanmasında, endoskopik tedavi ve
kemoprevantif ajanların etkilerini araştırmada da kullanılmaktadır (26).
1,4
Floresans şiddeti (arbitray ünitesi)
1,2
1,0
0,8
400
0,6
floresans yüzdesi
0,4
200
520
570
620
670
720
KAYNAKLAR
1. Stanzel F. Fluorescent bronchoscopy: contribution for lung cancer screening? Lung Cancer
2004; 45 ( Suppl.2): S29-37
2. Kato H, Horai T. Color atlas of endoscopic diagnosis in early stage lung cancer.Tokyo:
Wolfe; 1992:161-169.
3. Deppermann KM. Lung cancer screening-where we are in 2004 (take home messages).
Lung Cancer 2004; 45 (Suppl.2): S39-42
4. Lam S, MacAulay C, Palcic B. Detection and localization of early lung cancer by imaging
techniques. Chest 1993; 103 (Suppl. 1): 12S-14S.
5. Huber RM, Gamarra F, Hautmann H,et al. 5-Aminolaevulinic acid (ALA) for the fluores-
cence detection of bronchial tumors. Diag Ther Endosc 1999; 5: 113-118.
6. Lam S, MacAulay C, Hung J,et al. Detection of dysplasia and carcinoma in situ with a lung
imaging fluorescence endoscope device. J Thorac Cardıovasc Surg 1993; 105:1035-40.
7. Kato H, Cortese DA. Early detection of lung cancer by means of hematoporphyrin deriva-
tive fluorescence and laser photoradiation. Clin Chest Med 1985 ;6:237-53.
Otofloresan Bronkoskopi 337
8. Auerbach O, Stout AP, Hammond EC, Garfinkel L. Changes in bronchial epithelium in rela-
tion to cigarette smoking and in relation to lung cancer. N Engl J Med 1961;265:253-67.
9. Saccomanno G, Archer VE, Auerbach O. Development of carcinoma of the lung as refle-
cted in exfoliated cells. Cancer 1974; 33: 256-70.
10. Risse EK, Vooijs GP,van’t Hof MA. Diagnostic significance of “severe displasia” in sputum
cytology. Acta Cytol 1988; 32: 629-34.
11. Woolner LB. Pathology of cancer detected cytologically. In: Woolner LB, ed. Atlas of early
lung cancer. Tokyo: Igaku-Shoin; 1983:107–213.
12. Lam S, MacAulay C, LeRiche JC, Palcic B. Detection and localization of early lung cancer
by fluorescence bronchoscopy. Cancer 2000;89 (11 Suppl):2468-73.
13. Kurie JM, Lee JS, Morice RC , et al. Autofluorescence bronchoscopy in the detection of
squamous metaplasia and dysplasia in current and former smokers. J Natl Cancer Inst.
1998; 90:991-995.
14. Lam S, Kennedy T, Unger M, et al. Localization of bronchial intraepithelial neoplastic
lesions by fluorescence bronchoscopy. Chest 1998; 113: 696-702.
15. Shibuya K, Fujisawa T, Hoshino H, et al. Fluorescence bronchoscopy in the detection of
preinvasive bronchial lesions in patients with sputum cytology suspicious or positive for
malignancy. Lung Cancer 2001; 32: 19-25.
16. Hirsch FR, Prindiville SA, Miller YE, et al. Fluorescence versus white-light bronchoscopy
for detection of preneoplastic lesions: a randomized study. J Natl Cancer Inst 2001; 93
(18): 1385-91.
17. Furukawa K, Ikeda N, Miura T, et al. Is autofluorescence broncoscopy needed to diagnose early
bronchogenic carcinoma? Pro:autofluorescence bronchoscopy. J Bronchol 2003; 10: 64-9.
18. Sutedja TG, Venmans BJ, Smit EF, Postmus PE. Fluorescence bronchoscopy for early
detection of lung cancer: a clinical perspective. Lung Cancer 2001; 34: 157-68.
19. McWilliams A, Lam S. The utilization of autofluorescence in flexible bronchoscopy. In:
Wang K, Mehta AC, Turner JF; eds. Flexible bronchoscopy. 2nd ed. Boston: Blackwell
Science;2003:138-145.
20. Nagamoto N, Saito Y, Imai T,et al. Roentgenographically occult bronchogenic squamous-
cell carcinoma: location in the bronchi, depth of invasion and length of axial involvement
of the bronchus. Tohoku J Exp Med 1986; 148: 241-56.
21. Kato H, Okunaka T, Shimatani H. Photodynamic therapy for early stage bronchogenic
carcinoma. J Clin Laser Med Surg 1996; 14: 235-8.
22. Kayser K, Runtsch T, Bach S,et al. Dysplastische und hyperplastische Bronchusschleim-haut-
veranderungen beim operierten Bronchuskarzinom. Verh Dtsch Ges Pathol 1988; 72: 449.
23. Woolner LB, Fontana RS, Cortese DA,et al. Roentgenographically occult lung cancer:
pathologic findings and frequency of multicentricity during a 10 year period. Mayo Clin
Proc 1984; 59: 453-66.
24. Thomas P, Rubinstein L. Cancer recurrence after resection: T1 N0 non-small cell lung
cancer. Lung Cancer Study Group. Ann Thorac Surg 1990;49:242-6..
25. Pastorino U, Infante M, Maioli M,et al. Adjuvant treatment of stage I lung cancer with high-
dose vitamin A. J Clin Oncol 1993; 11: 1216-22.
26. Lam S, Becker HD. Future diagnostic procedures. Chest Surg Clin North Am 1996; 6:
363-380.
27. McWilliams, Mayo J, MacDonald S, et al. Lung cancer screening: a different paradigm.
Am J Respir Crit Care Med 2003; 168: 1167-73.
28. Chiyo M, Shibuya K, Hoshino H, et al. Effective detection of bronchial preinvasive lesions
by a new autofluorescence imaging bronchovideoscope system. Lung Cancer 2005; 48:
307-13.
29. Bard MP, Amelink A, Skurichina M, et al. Improving the specificity of fluorescence bron-
choscopy for the analysis of neoplastic lesions of the bronchial tree by combination with
optical spectroscopy: preliminary communication. Lung Cancer 2005; 47:41-47.
30. Hung J, Lam S, LeRiche JC, et al. Autofluorescence of normal and malignant bronchial
tissue.Lasers Surg Med 1991; 11: 99-105.
BÖLÜM 7
İLERİ BRONKOSKOPİK TANI YÖNTEMLERİ
II.ENDOBRONŞİYAL ULTRASONOGRAFİ
(EBUS)
Oğuz KILINÇ
EBUS TEKNİĞİ
EBUS’u uygulamanın temel sorunu trakeobronşiyal duvarın net görülebilmesi
için probla temasının tam sağlanmasıdır. Lober ve daha küçük bronşlarda
işlem yapılırken, bunu sağlamak için bronş serum fizyolojikle tam olarak doldu-
rulmalıdır. Bu yöntemin ana bronşlarda ve trakeada uygulanması olası değildir.
Bu nedenle EBUS’u uygulamak için ucunda serum fizyolojikle doldurulabilen
balonlar olan fleksibl kataterler tasarlanmıştır. Bu kateterler sayesinde mediyas-
tinal yapıların 360 derecelik görüntülerinin alınması mümkün olmuştur (8). Söz
konusu kateterlere doldurulan serum fizyolojik sayesinde ultrasonik dalgaların
daha kolay yayılması ve 5 cm derinliğe kadar olan dokuların incelenmesi ola-
naklı hale gelmiştir. Kateterlerin kullanılabilmesi için dış çapı 7 mm olan fibe-
Resim 1. (A) Toraks BT: sağ akciğerde kitle lezyonu. (B) EBUS miniprobu ve (C) lezyonun
EBUS görüntüsü. (Dr.Christophe Dooms’un izniyle).
340 Göğüs Hastalıklarında Ayırıcı Tanı
SONOGRAFİK ANATOMİ
Yukarıda belirtilenlerin aksine, Becker ve Herth, sonografik anatomide 7
tabaka belirlemişler; 3 ya da 5 tabaka belirlemenin kullanılan probların dü-
şük frekanslı olmasıyla ilişkili olduğunu vurgulamışlardır (8). Yazarlara göre,
sonografik görüntüde en iç bölümde kateter balonunun hemen bitişiğinde
mukoza parlak bir eko oluşturur. Bunun hemen dışında hipoekoik submu-
koza yeralır. Kıkırdak ve kıkırdaklar arası bağ dokusu zayıf eko özelliğinde
olduğundan, birbirinden ayırt edilemezler, ama endokondrium güçlü eko verir
ve bu özelliğiyle perikondriumdan ayırt edilebilir. Daha dışarıda yer alan iki
doku ise destek bağ dokusu ve adventisiyadır. Yüksek eko özelliği nedeniyle
perikondrium adventisiyanın seçilmesini engelleyebilir. Yazarlar, bu yapıların
ayırt edilmesinin önemli olduğunu vurgulayarak, inflamasyon ya da tümör
infiltrasyonu nedeniyle bu sonoanatomik yapıların destrükte olduğunun gö-
rülmesinin tanı açısından önemli olduğunu belirtmektedirler (8).
EBUS’ta mediyastene oryante olmanın zor olduğu söylenmektedir (10). Bu-
nun nedeni mediyastinal yapıların karışık anatomik yapıları, solunum ve pul-
sasyona bağlı hareket artefaktının yoğun olmasıdır (8). Prob, trakea içindey-
ken, toraks BT’dekine benzer horizontal görüntüler elde edilir. Ana bronşlar
düzeyindeyse sagittal görüntüler elde edilir. Özellikle sol ana bronşun distal
bölümlerinde ters horizontal görüntü bile oluşabilir. EBUS sırasında anatomik
yapıların birbirinden ayırt edilmesi probun lokalizasyonundan daha yararlıdır
(8). Damarsal yapılar düşük ekojeniteleriyle diğer yapılardan kolayca ayrıla-
bilir. Lenf bezleriyse bunun tersine yüksek ekojeniteye sahiptirler. Sol ana
bronşun distalinde sol atrium ve hatta mitral kapak bile görülebilir. Ana kari-
na yakınlarında ana pulmoner arter, sol ve sağ pulmoner arterler, çıkan aorta
ve arkus aorta görülebilir. İyi bir oryantasyon sağlayabilmek için vertebra,
özofagus ve inen aortanın görülmesi gereklidir. Önemli başka bir bölge aor-
tiko- pulmoner penceredir. Aortiko- pulmoner pencere, sol ana bronşun üst
duvarından görülebilir. Sağ ana bronş anteriorunda aort kökü, vena kava ve
sağ pulmoner arter görülebilir. Karinaya yaklaştıkça arka bölümde özofagus
görülebilir. Periferik bronşlara gittikçe, ultrasonografik dalgaların yansıması
azalır ve görüntü kalitesi düşer.
Endobronşiyal Ultrasonografi (EBUS) 341
EBUS ENDİKASYONLARI
EBUS endikasyonları şunlardır:
1. Trakeobronşiyal tümörlerin invazyon derinliğini saptamak (11),
2. Pulmoner arter, ven ve hiler yapılar arasındaki ilişkiyi saptamak (4),
3. Paratrakeal ve peribronşiyal lenf nodlarını görüntülemek ve transbron-
şiyal iğne aspirasyonu yapılmasına olanak sağlamak (12),
4. Benign ya da malign periferik akciğer lezyonlarını lokalize etmek ve
tanı koymak (13).
Becker’in 1994-1996 yılları arasında yaptığı 1020 EBUS uygulamasının in-
dikasyonlara göre dağılımı Tablo 1’de özetlenmiştir (8).
MEDİYASTİNAL KİTLELER
EBUS ile ana hava yollarına yakın olan mediyastinal kitlelerin gösterilmesi ve
biyopsisi olanaklıdır. Primer mediyastinal veya bronkojenik kistler, ekojenite-
lerinin farklı olmasıyla, solid kitlelerden rahatlıkla ayrılabilir. Becker, yaptığı
çalışmayla solid kitlelerin hava yollarına bası ve invazyonlarını sonografinin
radyolojiye göre daha iyi gösterdiğini belirtmektedir (8).
İNTRAPULMONER LEZYONLAR
EBUS’un intraparankimal lezyonlarda kullanımı sınırlıdır. Çünkü, ultrason
dalgalarının havayla çevrili dokularda görüntü oluşturması olanaklı değildir.
Bu lezyonlarda radyografik teknikler daha üstündür (17). Periferik lezyonlar-
dan biyopsi almak için yeni probları kullanan bir çalışma bildirilmiştir (18).
MALİYET – YARAR
Sistemin kurulum maliyeti 100 bin amerikan dolarıdır. Buna prob maliyeti
de eklenmelidir.
Sterilize edilip kullanılabilen problar bronşa fazla basınç uygulanmazsa kırıl-
madan 40-50 hasta için kullanılabilir. Bir probun 750 amerikan doları olduğu
düşünülürse her bir işlem 15-20 dolara mal olmaktadır.
Endobronşiyal Ultrasonografi (EBUS) 343
SONUÇ
EBUS, akciğer hastalıkları tanısı için geliştirilmiş yeni bir yöntemdir. Etkin
kullanımıyla, diğer invaziv yöntemlere gerek kalmadan birçok hastalığa tanı
konabilir. Gelecekte, bu yöntemin daha da gelişmesi beklenmektedir (8).
KAYNAKLAR
1. Yang PC, Luh KT, Chang DB, et al. Ultrasonographic evaluation of pulmonary consolida-
tion. Am Rev Respir Dis 1992;146:757-62.
2. Natori H, Tamaki S, Kira S. Ultrasonographic evaluation of ventilatory effect on inferior
vena caval configuration. Am Rev Respir Dis 1979;120:421-7.
3. Obata K, Ueki J, Dambara T, Fukuchi Y. Repeated ultrasonically guided needle biopsy of
small subpleural nodules. Chest 1999 ; 116:1320-4.
4. Kurimoto N, Miyazawa T. Endobronchial ultrasonography. Semin Respir Crit Care Med
2004 ;25:425-31.
5. Becker HD. Bronchoscopy for airway lesions. In: Wang K-P, Haponik EF, Mehta AC;eds.
Flexible Bronchoscopy. Oxford: Blackwell; 1995:136–59.
6. Bülzebruck H, Bopp R, Drings P.New aspects in the staging of lung cancer. Prospec-
tive validation of the International Union Against Cancer TNM classification. Cancer
1992;70:1102-10.
7. Naidich DP. Staging of lung cancer: Controversy: Computed tomography versus bronchos-
copic needle aspiration- pro computed tomography. J Bronchol 1996; 3: 69-73.
8. Becker HD, Herth F. Endobronchial ultrasound of the airways and mediastinum: In: Bol-
liger CT, Mathur PN; eds. Interventional bronchoscopy. Prog Respir Res. Vol 30. Basel:
Karger, 2000: 80-93.
9. Hurter T, Hanrath P. Endobronchiale Sonographie zur Diagnostik pulmonaler und medias-
tinaler Tumoren. Dtsch Med Wochenschr 1990; 115:1899–905.
10. Cavaliere S, Beamis J. Atlas of therapeutic bronchoscopy: lasers-stents. Brescia: Ricerca
Insegnamento Broncologia e Laserterapia; 1991.
11. Kurimoto N, Murayama M, Yoshioka S, et al. Assessment of usefulness of endobronchi-
al ultrasonography in determination of depth of tracheobronchial tumor invasion. Chest
1999; 115:1500-6.
12. Okamoto H, Watanabe K, Nagatomo A,et al. Endobronchial ultrasonography for medias-
tinal and hilar lymph node metastases of lung cancer. Chest 2002 ; 121:1498-506.
13. Kurimoto N, Murayama M, Yoshioka S, Nishisaka T. Analysis of the internal structure of perip-
heral pulmonary lesions using endobronchial ultrasonography. Chest 2002;122:1887-94.
14. Harrow EM, Millard PS, Wight G, Patterson J. Survival duration among patients with lung
cancer staged by transbronchial needle aspiration. J Bronchol 1996; 3:96-101.
15. Harrow EM, Wang KP. The staging of lung cancer by bronchoscopic transbronchial needle
aspiration. Chest Surg Clin N Am 1996;6:223-35.
16. Shannon JJ, Bude RO, Orens JB et al. Endobronchial ultrasound guided needle aspiration
of mediastinal adenopathy. Am J Respir Crit Care Med 1996; 153: 1424-30.
17. Hürter T, Hanrath P. Endobronchial sonography: feasibility and preliminary results. Tho-
rax 1992;47:565-7.
18. Steiner RM, Liu JB, Goldberg BB, Cohn JR. The value of ultrasound-guided fiberoptic
bronchoscopy. Clin Chest Med 1995;16:519-34.
BÖLÜM 8
BRONKOALVEOLER LAVAJ
Levent TABAK
TEKNİK
BAL tekniği henüz standardize edilmemiştir; araştırmacılar tarafından so-
nuçları çok fazla etkilemeyen küçük değişiklikler ile uygulanmaktadır. BAL’ın
başlıca amacı, terminal hava yolları ve alveol epitelyal yüzeyindeki hücre, eks-
trasellüler protein ve lipidleri örneklemek olduğundan, bunu sağlamak üzere,
bronkoskopun ucu bronşiyal segment veya daha iyisi subsegment içerisinde
bronşu tamamen tıkayana kadar ileri itilir (wedge position). Bronş lümeninin
tamamen tıkanması, aynı zamanda optimal miktarda sıvıyı geri alabilmek için
de gereklidir. Bu pozisyonda bronkoskopun ucunun ilerisinde kalan alveo-
ler yüzey alanı, periferik hava yollarına göre oransal olarak 100 misli daha
büyük olduğundan, BAL sıvısı bronş lavajından farklı olarak interstisyumda
bulunan hücreleri örnekler (2,5).
344
Bronkoalveoler Lavaj 345
KOMPLİKASYONLAR
BAL, invaziv olmayan, güvenlikli bir işlemdir. Ciddi komplikasyon bildirilme-
miştir. En sık görülen komplikasyonlar şunlardır:
Ateş: 100 ml sıvı instile edilerek BAL yapılan hastaların %2.5’inden daha
azında görülür. Daha fazla sıvı miktarının kullanıldığı hastalarda ise bu oran
%26’ya kadar çıkabilir. Genellikle lavaj sonrası görülen ateş kendiliğinden 24
saat içinde geriler. Fakat, %4 hastada antibiyotik tedavisi gerekebilir (8,9).
Radyolojik gölgelenme: Lavaj yapılan segmentte 24 saate kadar süren
radyolojik değişiklikler meydana gelebilir.
Bronkospazm: Bronşiyal hiperreaktivitesi olan hastalar başta olmak üzere
%24 hastada görülür. Ancak lavaja değil, bronkoskopiye ait bir komplikas-
yondur. Yüzde iki hastada bronkodilatatör tedavi gerekebilir (10).
Hipoksemi: BAL’dan ziyade bronkoskopi uygulanmasına bağlıdır.
Vital kapasitede azalma: Bronş hiperreaktivitesi bulunan hastalarda daha
sık görülür.
Bu komplikasyonlar hafif ve geçicidir, fonksiyonel ve radyolojik değişiklikler
24 saat içerisinde tamamen kaybolur.
BAL’IN SÜPERNATANI
Hücresel içeriğin dışında BAL, santrifügasyonla hücrelerden ayırt edilebilen
bir sıvı da içerir. Bronkoalveoler lavaja ait bu sıvının analizindeki ana problem
350 Göğüs Hastalıklarında Ayırıcı Tanı
Alveolit Kavramı
Alveolit, alt solunum yollarında immün efektör ve inflamatuvar hücrelerin sa-
yısında artışa verilen isimdir(18). BAL’ın uygulama alanına girmesi ile alveoler
hücrelerin direkt olarak değerlendirilmesinin mümkün olması, göğüs hastalık-
ları uzmanlarının bu konuya ilgilerinin çekilmesine yol açmıştır (19). Bu yeni
yaklaşım metodu çeşitli interstisyel akciğer hastalıklarında klinik gelişim ve
patogenez hakkındaki birçok görüşü değiştirmiştir (18,19). Bugünkü görüşe
göre, interstisyel akciğer hastalıklarının çoğu inflamatuvar ve immün olaylar
neticesinde oluşmakta ve ilk inflamatuvar reaksiyon olan alveolit, parankimal
lezyonun derecesini, türünü ve patolojik proçesin sonucunu belirlemektedir
(19). Alt solunum yollarındaki immün efektör ve inflamatuvar hücrelerin total
sayılarındaki beraberce artış, bronkoalveoler hücrelerin göreceli oranlarındaki
değişiklikler ve aktivite farklılıkları ile alveolitin karakterini belirler (2-5,18,19).
İnterstisyel akciğer hastalıklarında alveolit, diferansiyel sayım çalışmalarına da-
yanılarak başlıca üç grup halinde sınıflandırılabilir (Tablo 4).
Bronkoalveoler Lavaj 351
1)Lenfositik alveolit
2)Nötrofilik alveolit
3)Eozinofilik alveolit
Eozinofilik alveolit
Eozinofilik pnömoni
Churg-Strauss sendromu
Allerjik bronkopulmoner aspergilloz (ABPA)
İdiyopatik akciğer fibrozisi
Lenfositik Alveolit
Akciğerin granülomatöz hastalıklarının çoğu, lenfomatoid granülomatozis,
anjiyoimmünoblastik lenfadenopati, lenfoma ve lösemide akciğer tutulumu
ve lenfositik pnömoni adı altında incelenen bir grup heterojen hastalıkların
tümü BAL’da lenfosit yüzdesi artışı ile birliktedir (18,19). Lenfositik alveolitin
patogenezinde alveoler makrofajlardan salgılanan interlökin-1 salınımının rol
oynadığı sanılmaktadır.
Son 10 yıla kadar yapılan çalışmalarda, hastalığın epidemiyolojik, radyolojik
ve klinik özellikleri belirlenmişken, BAL’ın rutin kullanıma girmesi ile akciğer
sarkoidozunda immün cevap düzenlenmesinin daha iyi anlaşılmasını sağla-
mıştır. Bunun nedeni: 1) BAL ile inflamatuvar ve immün efektör hücrelerin
direkt olarak elde edilebilmesi; 2) BAL ile granüloma veya fibrozise, alveolitin
öncülük ettiğinin saptanmış olması; 3) BAL ile açık akciğer biyopsileri ara-
sındaki uyum; 4) BAL ile hastalığın jeneralize bir anerjiden ziyade, hastalığın
aktif olduğu bölgelerde artmış hücresel immün cevap ile karakterize olduğu-
nun anlaşılmış olmasıdır.
Sarkoidozun tüm evrelerinde ortak BAL bulgusu lenfosit yüzdesindeki artıştır
(Resim 2). Akciğer parankimi radyolojik olarak normal olsa bile, lenfositik
alveolit bulunabilir. Bilateral radyolojik infiltrasyonu olan sarkoidozlularda,
taraflar arasında BAL bulguları açısından fark yoktur. Ancak, ünilateral infil-
352 Göğüs Hastalıklarında Ayırıcı Tanı
trasyonu olan olgularda BAL değerleri farklı olabilir. Ayrıca, bilateral %30’un
üzerinde lenfositik alveoliti olan olguların solunum fonksiyon testleri (SFT),
bilateral ya da ünilateral %30’un altında lenfositik alveolitisi olan olguların
SFT’lerine göre daha kötüdür. Bu da, birden fazla bölgeden BAL yapılması-
nın yararlı olacağını düşündürmektedir.
Sarkoidozun klinik seyrinin belirlenmesinde BAL’ın prognostik değeri tartış-
malıdır (24). Bir hastada, parankimal opasitelerin gelişimi esnasında BAL’da
anlamlı değişiklikler olması şart değildir ve lenfositik alveolit genellikle değiş-
meden kalır. Diğer taraftan, ACE ve akciğerlerde galyum tutulumun artması,
parankimal lezyonlarla birlikte artar veya azalır. Buna göre, sarkoidozda BAL
hastalığın aktivitesini yansıtan lenfositik alveolitin gelişimi hakkında bilgi ve-
rir. Klinik seyrin izlenmesi ve prognoz tayininde ise belirleyici bir değerinin
olmadığı kabul edilir. Ancak, BAL’da yüksek lenfosit yüzdesi ve CD4/CD8
oranının yüksek olmasının iyi prognoz işareti olduğu da bildirilmiştir.
Bir hastada, parankimal opasitelerin gelişimi esnasında BAL’da anlamlı deği-
şiklikler olması şart değildir ve lenfositik alveolit değişmeden kalır.
Sarkoidozda, lenfositik alveolit yardımcı T/süpresör T oranında belirgin bir yük-
selme ile birliktedir (20,21). Sarkoidoz akciğerinde yardımcı T (CD4+T-lenfo-
sit) lenfositler aktive olup, spontan olarak çoğalır. İnterlökin-2 (IL-2), T-hücresi
büyüme faktörü, makrofajları aktive etme yeteneğine sahip gamma-interferon
ve en az iki monosit kemotaktik faktör salgılarlar. Ia antijen, normalde B len-
fositleri ile bazı monositlerde bulunur. Allojenik veya mitojenik stimülasyon ile
aktive edilmedikçe T-lenfositler üzerinde fazla miktarda bulunmaz. Yapılan bir
çalışmada Ia antijenlerinin sarkoidozda sadece BAL ile elde edilen yardımcı T-
lenfositlerde bulunduğu, oysa ekstrensek allerjik alveolitte hem yardımcı hem
de supresör T-lenfositlerde bulunduğu ve periferik kanda bu bulgunun mevcut
olmadığı gösterilmiştir. Sarkoidozda alveoler makrofajlar T-lenfositlerin prolife-
rasyonlarını artıracak şekilde otolog T-lenfositlere fazla miktarda antijen prezan-
te ederler. Salgıladıkları çeşitli mediyatörler arasında inflamatuvar proçese ön-
cülük eden kininojen ve komplemanları aktive eden ve bazal membran hasarına
Bronkoalveoler Lavaj 353
Nötrofilik Alveolit
Normal sağlıklı bir kişinin bronkoalveoler lavajında, toplam nötrofil sayısı
%3’ün altındadır. Başta İPF olmak üzere bazı kollajenozlar, ARDS, Wegener
granülomatozu, pnömokonyozlar ve pulmoner infeksiyonlarda BAL’da nöt-
rofil sayısı artmış bulunur.
İPF, interstisyumdaki bronşiyol, damarlar ve alveol duvarı gibi yapılar-
da inflamasyon ile seyreden pulmoner fibrozisin son dönemini tarif eden
bir terimdir. İnterstisyel fibrozis, inflamatuvar proçesin sonucu olabileceği
gibi, intralümenal eksüdanın organize olarak alveol duvarı ile birleşmesi
ve interstisyel alanda yer alması sonucunda da gelişebilir. İPF’nin histolo-
jik özelliklerinin hiçbirisi patognomik değildir. Dolayısıyla, transbronşiyal
biyopsi (TBB) ile alınan küçük bir parçadan İPF tanısı koymak mümkün
değildir; ancak, sarkoidoz, lenfanjitik tümör yayılımı gibi olasılıkları ekarte
etmek mümkün olabilir, aksi takdirde yanılgı payı çok yüksektir. Açık ak-
ciğer biyopsisi ise İPF’nin tüm komponentlerini idantifiye etme ve diğer
spesifik tanıları ekarte etme olanağı sağlar. Buna rağmen, histolojik özel-
liklerin hiçbirisi patognomik olmadığından, tanı yine de klinik tabloya ve
diğer spesifik tanıların ekarte edilmiş olmasına bağlıdır. BAL ise akciğer
biyopsisine göre oldukça basit ve invaziv olmayan bir metottur. İPF’de
BAL ile alveolitin varlığı gösterilebilir. İPF’de BAL’da total hücre sayısı,
nötrofillerin yüzdesi ve bazı olgularda ise lenfosit yüzdesi artışı görülür
(32-37).
Bronkoalveoler Lavaj 357
Eozinofilik Alveolit
Son zamanlara kadar, BAL analizleri ile lenfosit ya da nötrofil hakimiyetine
göre iki patern belirlenmişken, günümüzde bunlara üçüncü olarak eozinofilik
alveolit de eklenmiştir (38).
Eozinofilik pnömoni terimi, parankimin diğer inflamasyon elemanları olsa da
daha çok eozinofil ve histiyositlerin oluşturduğu inflamatuvar proçes ile tutul-
duğu hastalıkları tarif etmek için kullanılmaktadır. Pulmoner eozinofili, başlıca
saptanabilir nedenler (fungus, helmint, ilaç) ve bilinmeyen nedenler (Löffler
sendromu, eozinofilik pnömoni, Churg-Strauss sendromu) ile meydana gelir.
Her iki sebebe bağlı durumlarda da hastalık eozinofilik alveolit ile karakteri-
zedir ve BAL ile çok sayıda eozinofil elde edilir (Resim 4). Birçok interstisyel
akciğer hastalığında, hastalığın patogenez ve progresyonundaki rolleri bilin-
memekle birlikte, BAL’da eozinofiller idantifiye edilebilir (Tablo 5).
Pnömokonyoz 47 0.3
Sjögren sendromu 13 0.4
Sarkoidoz 251 0.5
SLE 7 0.9
EAA 80 1.1
Histiyositoz-X 4 2.0
Romatoid artrit 12 2.2
Skleroderma 16 4.7
İdiyopatik pulmoner fibrozis 78 4.7
ABPA 3 5.0
Amiodaron akciğeri 6 6.1
Kronik eozinofilik pnömoni 11 28.9
Churg-Strauss sendromu 3 33.6
Kontrol 31 0.1
(% TOTAL HÜCRE)
Subklinik Alveolit
Pulmoner semptom, fonksiyonel veya radyolojik anormallik olmadan alveolit
bulunmasına “subklinik alveolit” adı verilir. Spesifik etiyolojiye veya hastalı-
ğın tipine bağımlı olmaksızın interstisyel akciğer hastalıklarının en erken bul-
gusu ve alveoler yapılardaki irreverzibl değişikliklerin öncüsü ve sorumlusu,
alveoler yapılarda immün ve inflamatuvar hücre birikimi ile karakterize olan
subklinik alveolittir.
Crohn hastalığı, primer biliyer siroz, Sjögren sendromu, SLE ve romatoid
artritte BAL’da lenfosit artışı, progresif sistemik sklerozis (PSS), dermato-
miyozit, miks konnektif doku hastalığı (MCTD) ve familyal İPF’li hastaların
asemptomatik bireylerinde BAL’da nötrofil artışı olduğu gösterilmiştir.
Günümüze kadar yapılan çalışmalarda, subklinik alveolitin tespitinin İPF ge-
lişimi riskinin tahmin edilmesinde veya tedaviye gereksinim ya da yanıtın
izlenmesindeki değeri kesin olarak ortaya konulamamıştır (2-5).
Artan sayıda olgu bildirimlerine göre küçük serilerde BAL’ın akciğer maligni-
telerinde tanısal amaçla kullanılabileceğini gösteren sonuçlar alınmıştır (Tablo
8) (39-41).
Bronkioloalveoler hücreli 92
Küçük hücreli 32
Skuamöz hücreli 27
Adenokarsinom 66
Büyük hücreli 25
Tablo 9. BAL’ın mililitresindeki asbest cisimciği (AB) sayısı ile akciğer dokusundaki asbest
cisimciği miktarı arasındaki ilişki.
AB/gr akciğer
De Vuyst P, et al. Asbestos bodies in bronchoalveolar lavage reflect lung asbestos bodies concentration.
Eur Respir J 1988;1:362-367.
KAYNAKLAR
1. Reynolds HY, Newball HH. Analysis of proteins and respiratory cells obtained from human
lungs by bronchial lavage. J Lab Clin Med 1974;84:559-573.
2. Costabel U. Atlas of Bronchoalveolar Lavage. Philadelphia: Chapman and Hall; 1998.
3. Klech H, Hutter C, Costabel U, eds. Clinical guidelines and indications for bronchoalveolar
lavage (BAL). Eur Respir Rev 1992; 2: 47–127.
4. Klech H,Pohl W. Technical recommendations and guidelines for bronchoalveolar lavage.
European working party report. Eur Respir J 1989; 2:561–585.
5. British Thoracic Society Bronchoscopy Guidelines Committee, a Subcommittee of Stan-
dards of Care Committee of British Thoracic Society. British Thoracic Society guidelines
on diagnostic flexible bronchoscopy. Thorax 2001;56 (Suppl 1): i1-21.
6. Merrill WW, Goodenberger D, Strober W, et al. Free secretory component and other pro-
teins in human lung lavage. Am Rev Respir Dis 1980; 122: 156-161.
7. Pingleton SK, Harrison GF, Stechschulte DJ, Wesselius LJ, Kerby GR, Ruth WE. Effect of
location, pH, and temperature of instillate in bronchoalveolar lavage in normal volunteers.
Am Rev Respir Dis 1983; 128:1035-37.
8. Cole P, Turton C, Lanyon H, Collins J. Bronchoalveolar lavage for the preparation of free
lung cells: technique and complications. Br J Dis Chest. 1980;74:273-278.
9. Strumpf IJ, Feld MK, Cornelius MJ, et al. Safety of fiberoptic bronchoalveolar lavage in the
evaluation of interstitial lung diseases. Chest 1981;80:268-271.
10. Rankin JA, Naegel GP, Reynolds HY. Use of a central laboratory for analysis of broncho-
alveolar lavage fluid. Am Rev Respir Dis 1986; 133:186-190.
11. Baughman RP. The uncertainties of bronchoalveolar lavage. Eur Respir J 1997;10:1940-
1942.
12. Dohn MN, Baughman RP. Effect of changing instilled volume for bronchoalveolar lavage
in patients with interstitial lung disease. Am Rev Respir Dis 1985; 132: 390-392.
13. Rennard SI, Ghafouri M, Thompson AB, et al. Fractional processing of sequential
bronchoalveolar lavage to separate bronchial and alveolar samples. Am Rev Respir Dis
1990;141:208-217.
14. Thompson AB, Robbins RA, Ghafouri MA, et al. Bronchoalveolar lavage fluid processing.
Effect of membrane filtration preparation on neutrophil recovery. Acta Cytol 1989;33:544-
549.
15. Garcia JG, Wolven RG, Garcia PL, Keogh BA. Assessment of interlobar variation of bron-
choalveolar lavage cellular differentials in interstitial lung diseases. Am Rev Respir Dis
1986;133:444-449.
16. Turner-Warwick ME, Haslam PL. Clinical applications of bronchoalveolar lavage: an inte-
rim view. Br J Dis Chest 1986;80:105-121.
17. Sternberger LA, Hardy PH Jr, Cuculis JJ, Meyer HG. The unlabeled antibody enzyme
method of immunohistochemistry: preparation and properties of soluble antigen-antibody
complex (horseradish peroxidase-antihorseradish peroxidase) and its use in identification
of spirochetes. J Histochem Cytochem 1970 ;18 :315-333.
18. Costabel U, Zaiss AW, Guzman J. Sensitivity and specifity of BAL findings in sarcoidosis.
Sarcoidosis 1992; 9: (Suppl 1): 211–214.
19. Drent M, Grutters JC, Mulder PG, et al. Is the different T helper cell activity in sarcoidosis
and extrinsic allergic alveolitis also reflected by the cellular bronchoalveolar lavage fluid
profile? Sarcoidosis Vasc Diffuse Lung Dis 1997; 14: 31-38.
20. Kantrow SP, Meyer KC, Kidd P, Raghu G. The CD4/CD8 ratio in BAL fluid is highly
variable in sarcoidosis. Eur Respir J 1997;10:2716-2721.
21. Hoheisel GB, Tabak L, Teschler H, et al. Bronchoalveolar lavage cytology and immuno-
cytology in pulmonary tuberculosis. Am J Respir Crit Care Med 1994;149(2 Pt 1):460-
463.
364 Göğüs Hastalıklarında Ayırıcı Tanı
22. Rennard SI, Basset G, Lecossier D,et al. Estimation of volume of epithelial lining fluid
recovered by lavage using urea as marker of dilution. J Appl Physiol 1986;60:532-538.
23. Haslam PL, Baughman RP. Report of ERS Task Force: guidelines for measurement of
acellular components and standardization of BAL. Eur Respir J 1999;14:245-248.
24. Drent M, Wagenaar SS, Mulder PH, et al. Bronchoalveolar lavage fluid profiles in sarcoido-
sis, tuberculosis, and non-Hodgkin’s and Hodgkin’s disease. An evaluation of differences.
Chest 1994 ; 105:514-519.
25. Costabel U. The alveolitis of hypersensitivity pneumonitis. Eur Respir J 1988;1:5-9.
26. Saltini C, Winestock KD, Kirby M, Crystal RG. Functional and molecular analysis of
beryllium spesific T-cell clones derived from lung T-cells in berylliosis. Am Rev Respir Dis
1988;137: 345A.
27. Israel-Biet D, Venet A, Caubarrere I. Bronchoalveolar lavage in amiodarone pneumonitis:
cellular abnormalities and their relevance to pathogenesis. Chest 1987; 91: 214-221.
28. Schnabel A, Richter C, Bauerfeind S, Gross WL. Bronchoalveolar lavage cell profile in
methotrexate induced pneumonitis. Thorax 1997 ;52:377-379.
29. de Gracia J, Curull V, Vidal R, Riba A, Orriols R, Martin N, Morell F. Diagnostic value of
bronchoalveolar lavage in suspected pulmonary tuberculosis. Chest 1988 ;93:329-332.
30. Stover DE, Zaman MB, Hajdu SI, et al. Bronchoalveolar lavage in the diagnosis of diffuse
pulmonary infiltrates in the immunosuppressed host. Ann Intern Med 1984;101:1-7.
31. Baughman RP. The lung in the immunocompromised patient. Infectious complications
Part 1. Respiration 1999;66:95-109.
32. American Thoracic Society. Idiopathic pulmonary fibrosis: diagnosis and treatment. In-
ternational consensus statement. American Thoracic Society (ATS), and the European
Respiratory Society (ERS). Am J Respir Crit Care Med. 2000;161(2 Pt 1):646-664.
33. American Thoracic Society; European Respiratory Society. American Thoracic Society/
European Respiratory Society International Multidisciplinary Consensus Classification of
the Idiopathic Interstitial Pneumonias. This joint statement of the American Thoracic Soci-
ety (ATS), and the European Respiratory Society (ERS) was adopted by the ATS board of
directors, June 2001 and by the ERS Executive Committee, June 2001. Am J Respir Crit
Care Med 2002 ;165:277-304.
34. Turner-Warwick M, Haslam PL. The value of serial bronchoalveolar lavages in assessing
the clinical progress of patients with cryptogenic fibrosing alveolitis. Am Rev Respir Dis
1987; 135: 26–34.
35. Watters LC, Schwarz MI, Cherniack RM, et al. Idiopathic pulmonary fibrosis. Pretreatment
bronchoalveolar lavage cellular constituents and their relationships with lung histopatho-
logy and clinical response to therapy. Am Rev Respir Dis 1987; 135: 696–704.
36. Rudd RM, Haslam PL, Turner-Warwick M. Cryptogenic fibrosing alveolitis. Relationships
of pulmonary physiology and bronchoalveolar response to treatment and prognosis. Am
Rev Respir Dis 1981; 124: 1–8.
37. Veeraraghavan S, Latsi PI, Wells AU, et al. BAL findings in idiopathic nonspecific intersti-
tial pneumonia and usual interstitial pneumonia. Eur Respir J 2003; 22: 239–244.
38. Allen JN, Davis WB, Pacht ER. Diagnostic significance of increased bronchoalveolar lava-
ge fluid eosinophils. Am Rev Respir Dis 1990;142:642-647.
39. Tabak L, Yilmazbayhan D, Kiliçaslan Z, et al. Value of bronchoalveolar lavage in lipidoses
with pulmonary involvement. Eur Respir J 1994;7:409-411.
40. Rennard SI. Bronchoalveolar lavage in the diagnosis of cancer. Lung 1990;168
Suppl:1035-1040.
41. Radio SJ, Rennard SI, Kessinger A, et al. Breast carcinoma in bronchoalveolar lavage: a
cytologic and immunocytochemical study. Arch Pathol Lab Med 1989;113:333-336.
42. Lower EE, Baughman RP. Pulmonary lymphangitic metastasis from breast cancer. Lymp-
hocytic alveolitis is associated with favorable prognosis. Chest 1992 ;102:1113-1117.
Bronkoalveoler Lavaj 365
43. Drent M, Bomans PH, Van Suylen RJ, et al. Association of man-made mineral fibre expo-
sure and sarcoidlike granulomas. Respir Med 2000;94:815-820.
44. Golden JA, Hollander H, Stulbarg MS, Gamsu G. Bronchoalveolar lavage as the exclusive
diagnostic modality for Pneumocystis carinii pneumonia: a prospective study among pati-
ents with acquired immunodeficiency syndrome. Chest 1986 ;90:18-22.
45. Kirtland SH, Corley DE, Winterbauer RH, et al. The diagnosis of ventilator-associ-
ated pneumonia: a comparison of histologic, microbiologic, and clinical criteria. Chest
1997;112:445-457.
46. Bjermer L, Rust M, Heurlin N, et al. The clinical use of bronchoalveolar lavage in patients
with pulmonary infections. Eur Respir Rev 1992; 2: 106-113.
47. Broughton WA, Middleton RM , Kirkpatrick MB, Bass JB Jr. Bronchoscopic protected
specimen brush and bronchoalveolar lavage in the diagnosis of bacterial pneumonia. Infect
Dis Clin North Am. 199;5:437-452.
BÖLÜM 9
Bunlar;
1. İnsomnialar,
2. Uykuya bağlı solunum hastalıkları,
3. Solunumsal hastalıklara bağlı olmayan hipersomniler,
4. Uykunun sirkadian ritm bozuklukları,
5. Parasomniler,
6. Uykuya bağlı hareket bozuklukları,
7. İzole semptomlar, görünüş olarak normal varyantlar ve çözümleneme-
yen konular,
8. Diğer uyku hastalıklarıdır.
Uykuya bağlı solunum hastalıkları da kendi içinde 3 ana başlıkta incelenir:
KLİNİK ÖZELLİKLERİ
USB’nin en sık rastlanılan semptomları: horlama, tanıklı apne, gün boyu
uyku hali, boğulma hissi ile uyanma ve uykusuzluktur (7-9).
Horlama: Uykuda inspirasyonun parsiyel olarak engellenmesiyle orofarenks-
te oluşan gürültülü vibratuar sestir. Yaygın bir semptom olup, erişkinlerin en
az % 20’sinin, 40 yaş üzeri erkeklerin ise % 60’ının horladığı bildirilmiştir
(10,11). Sıklıkla doktora başvurmanın ilk sebebidir. Genellikle sosyal bir sorun
olarak karşımıza çıkar.
Horlama iki hastalık grubunda belirgindir;
1) Üst solunum yolu rezistans sendromu (UARS),
2) Obstrüktif uyku apne hipopne sendromu (OUAHS).
Horlamaya yol açan anatomik nedenler (büyük tonsil, adenoid vejetasyon,
septal deviasyon vb), obezite, alkol alımı, ilaç kullanımı, aşırı yorgunluk, cin-
siyet, yaş, hipotiroidizm ve akromegali gibi klinik durumlar olabilir. Olguların
% 5-10’unda, daralma kimi zaman tam tıkanmayla (apne) sonuçlanabilir. Üst
solunum yolunun daralması solunum işinin artmasına, sık “arousal” (EEG uyan-
maları) nedeniyle uykunun tekrarlayan parçalanmasına (fragmantasyon), din-
lenilmemiş uykuya ve gündüz nörokognitif fonksiyonların bozulmasına neden
olur.
OUAHS hastalarında habitüel horlama (haftada en az 5 gece veya daha fazla)
söz konusudur ve sık tekrarlayan apneler nedeniyle kesilir. Hastalar genelde
horladıklarını reddederler, bu nedenle eşleri veya yakınlarından öykü almak
gerekir (10,12,13).
Tanıklı apne: Hastaların doktora başvurmasındaki en önemli neden hastaların
eşleri tarafından fark edilen apnedir. Nadiren, hastalar apne periyodu içinde
uyanırlarsa, nefes alamama veya boğulma hissi tarif edebilirler. Ayırıcı tanıda
noktürnal astım, kronik obstrüktif akciğer hastalığı ve konjestif kalp yetmez-
liğini düşünmek gerekir (11,12,14-16).
370 Göğüs Hastalıklarında Ayırıcı Tanı
Gündüz aşırı uyku hali (GAUH): Uyku sırasında tekrarlayan apne – hipopne
– “arousal”lar sonucu gelişen uyku bölünmeleri nedeniyle hastalar ertesi gün
aşırı uyku ihtiyacı hissederler. Oluşan hipersomnolans kişilerin gündüz motor
aktivitelerini de olumsuz yönde etkiler, öğrenme becerileri azalır, hafıza zayıf-
lar, refleks davranışlar ve dikkat azalması söz konusudur(15-22). GAUH, top-
lumda % 5 oranında görülür. Ciddi iş ve trafik kazalarına neden olabilir(23-27).
Bu durum çocuklarda hiperaktivite gelişmesiyle de kendini gösterebilir.
GAUH, solunumsal uyku hastalıklarında sıklıkla görülmekle birlikte, insomnia,
narkolepsi, yetersiz uyku (sleep deprivation), idiyopatik hipersomni, vardiya
çalışması nedeniyle düzensiz uyku, uykuda peryodik ekstremite hareketleri,
hipnotik ve sedatif kullanımı, nöroanatomik lezyonlar, psikiyatrik rahatsızlıklar,
Kleine-Levin sendromu gibi durumlarda da görülür (8,17,18).
Hastanın sırtüstü yatınca hafif horlaması dışında, yaygın olarak kas güçsüzlü-
ğü ya da gülmesi, kızması, şakalaşması, fıkra dinlemesi ya da anlatması sıra-
sında kas tonusunu kaybedip yığılması, narkolepsiye bağlı katapleksi varlığını
düşündürür. Hastanın uykunun bitimine yakın total paralizi olması, hipnagojik
ve hipnopompik halüsinasyonların varlığı, GUAH ile birlikteyse narkolepsi var-
lığından söz edilir (8).
GAUH, subjektif bir test olan Epworth Uykululuk Ölçeği veya objektif testler
olan Uyanıklığın Korunması Testi (Maintenance of Wakefulness Test-MWT)
ve Multipl Uyku Latansı Testi (Multiple Sleep Latency Test-MSLT) ile kolay-
lıkla tespit edilir (12,14,28-30). OUAHS’li olgularda, GAUH sık görülen,
ancak spesifik olmayan bir semptomdur (31).
Semptomlar, tek tek önemli olsa da tanıda bu üç semptomun birlikte olması
(horlama + tanıklı apne + GAUH), OUAHS için belirleyicidir.
Horlamayla birlikte apne gelişmemesine rağmen, solunum zorluğuna bağlı
gelişen uykuda “arousal”ların varlığı ve gündüz aşırı uyku hali olması duru-
munda “üst solunum yolu direnç sendromu”ndan bahsedilir. Ayrı bir klinik
durum olmasına karşın, OUAHS’ye benzer sonuçları olması nedeniyle mut-
laka tedavi edilmelidir (7).
Kardiyopulmoner semptomlar: Bu hastaların bir kısmı gece boğulma hissi ile
uyanmaktadır. OUAHS’li olgular, uyku sırasında atipik göğüs ağrısı tarif ede-
bilirler. Bu ağrı, genellikle apne sırasında devam eden güçlü solunum çabası-
nın göğüs kafesinde yarattığı distorsiyona bağlı olabileceği bildirilmiştir (14).
OUAHS’li olgular, uyku sırasında çarpıntı veya ritm bozukluğu tarif edebilir-
ler. Noktürnal aritmiler, OUAHS’li hastalarda sık görülür (%50). Hastaların
çoğunda saptanan aritmi, apne epizodları sırasındaki orta dereceli bradikardi
(30–50/dakika) veya solunumun tekrar başlaması ile görülen 90–120/daki-
ka hızda taşikardidir. Bradikardinin derecesi apne sırasındaki hipokseminin
derecesi ile yakından ilişkilidir. Az sayıdaki hastada ventriküler taşikardiler
veya ani ölümler görülebilir (14,24-27,29,32-34).
Santral uyku apne sendromlu hastalarda altta yatan neden konjestif kalp yetmez-
liği olabilir ve buna bağlı semptomlar görülebilir (ortopne, pretibiyal ödem vb).
Uykuda Solunum Bozuklukları 371
İlaç Kullanma
Hastanın kullandığı ilaçlar hastanın uyanıklık ve uyku programını etkiler. Ör-
neğin, teofilin ve bronkodilatör ilaç grubu direkt olarak etkiler. Diüretik grubu
ajanlar idrara çıkmayı artırarak dolaylı olarak etkiler. Hipnotik ve sedatifle-
rin devamlı kullanılması, bunlara bağlı uyku problemlerinin ortaya çıkması-
na neden olur. Sedatif ve hipnotik ajanlar kullanılması, var olan uyku apne
sendromunu ağırlaştırır. Alkol de aynı mekanizmayla OUAHS’yi ağırlaştırır.
Bunun yanı sıra, beta blokerler, antibiyotikler, antihistaminikler OUAHS’nin
kötüleşmesine neden olur (37).
Adrenerjik ajanlar, GABAerjik ajanlar, reseptörleri etkileyen ilaçlar uyku ka-
litesini etkiler. Bitkisel ajanların birçoğu uykuyu artırıcı ve azaltıcı etki yapar
(37).
Prevalans
OUAHS, her iki cinste, tüm ırk ve etnik gruplarda, her yaş ve sosyoekonomik
düzeyde görülebilen ve en sık karşılaşılan uykudaki solunum bozukluğudur
(16, 44). Stradling, 1995 yılında, 80’li yıllardan itibaren yapılan prevalans
Uykuda Solunum Bozuklukları 373
Mortalite
OUAHS, özellikle kardiyovasküler ve serebrovasküler hastalıklar için potan-
siyel oluşturarak kişilerin morbidite ve mortalitelerini arttırmaktadır Özellikle
uykunun REM döneminde ortaya çıkan kardiyak aritmiler, geçici pulmoner
arter basınç değişkenlikleri ve postapneik hipoksemilerle hastalar kaybedil-
mektedir (11, 45).
OUAHS’ye bağlı mortalitenin yıllık oranları % 2-3 arasında olduğu bildiril-
miştir (11,46-48).
Mortaliteyi artıran bir diğer neden ise bu kişilerin yaptıkları trafik kazalarıdır.
Bu hastalarda otomobil kazası yapma riski normal popülasyona göre artmış
olup, 7 kata kadar (2 – 7 kat arası) çıktığı bildirilmiştir (49-51).
Fizyopatoloji
OUAHS’de, stabil olmayan üst solunum yolundaki daralma ya da kapanma,
bir veya birkaç bölgede (örneğin, velofarenks, orofarenks veya hipofarenks)
oluşabilir. Üst solunum yolu (ÜSY) açıklığı, inspirasyon sırasında oluşan negatif
intralümenal basıncın kollabe edici etkisine karşı, üst solunum yolu dilatator
kas aktivitesi arasındaki denge ile belirlenmektedir. Bu olay anatomik, meka-
nik, nöromüsküler, santral vb. faktörlerin etkilemesi ile oldukça karmaşık hale
gelmektedir. Bu faktörlerin üst solunum yolu obstrüksiyonu oluşumunda katkısı
olmakla birlikte, olayın mekanizması tam olarak anlaşılamamıştır (17,52-55).
OUAHS patogenezinde en çok kabul görmüş “subatmosferik intralümenal
basınç”, “ekspiratuar daralma”, “azalmış ventilatuar motor output” ve “Star-
ling rezistansı” gibi mekanizmaların birbirini tamamlayıp desteklemesi ile
“birleşik teori” oluşturulmuştur.
Birleşik teorinin başlangıç noktası, üst solunum yolu dilatörleri üzerine ven-
tilatör motor output’un azalmasıdır. Bu azalma, torasik pompa kaslarını da
etkilemektedir. Santral ventilatuar uyarıda azalma, üst solunum yolu dilatör
kasları üzerine nöral uyarıda azalmaya ve sonuçta farengeal tonusta azalma-
ya neden olur (52, 56).
Azalmış uyarının pompa kasları üzerine etkisi de kaudal traksiyonda azalma
ve sonuçta üst solunum yolu kalibresinde azalma veya kompliyansında artma
yoluyla eşdeğer düzeyde önemli olabilir. Bu nedenle, pozitif ekstralümenal ve
negatif intralümenal basınçların oluşturduğu kollabe edici transmural basınç
farengeal daralmaya neden olur (52,55).
Farengeal hava yolunda daralma, farengeal kompliyansta ve hava akımında
artışa yol açar. Ardından intralümenal basınçta azalma (Bernoulli prensibi)
daralmayı daha da arttırır ve sonuçta tam obstrüksiyon gelişir. Bir kez obs-
trüksiyon oluşunca, mukozal adheziv güçler ve yer çekimi apnenin uzamasına
374 Göğüs Hastalıklarında Ayırıcı Tanı
Küçük Farengeal
Lümen
Subatmosferik Pozitif
İntralümenal Basınç Ekstralümenal Basınç
Azalmış
Ventilatuar
Motor “Output”
ÜSY Kaudal
Kompliyansı Traksiyon
Farengeal Daralma
Hava Akımı
İntralümenal Basınç Kompliyans
(Bernoulli Prensibi) (Tüp Kanunu)
Farengeal
Farengeal
Obstrüksiyon
Obstrüksiyon PaCO2
PaO2
Mukozal Adhezyon
Postapneik
Apnenin Uzaması Hiperventilasyon
Hiperventilasyon
Asfiksi / Arousal
Yaş
Cinsiyet
Obezite
Irk
Boyun çevresi
Sigara, alkol, sedatif kullanımı
Genetik faktörler
Eşlik eden hastalıklar
Risk faktörleri
OUAHS’li olgularda en yüksek prevalansın 40–65 yaş grubundaki obez er-
keklerde olduğu bilinmektedir. OUAHS’ye eğilimi arttıran risk faktörleri Tablo
1’de gösterilmiştir.
OUAHS’de prevalansın 40–65 yaş grubunda arttığı ve 65 yaşından son-
ra azaldığı bildirilmektedir (40, 41). Nedeni tam olarak bilinmemekle birlik-
te, yaşlanmanın vücut yağ dağılımı, doku elastisitesi, ventilasyon kontrolü,
pulmoner ve kardiyovasküler fonksiyonlar üzerindeki etkisinin rol oynadığı,
ayrıca yaşlılıkta artan komorbiditelerin de ÜSY obstrüksiyonlarına eğilimi art-
tırdığı sanılmaktadır (12).
OUAHS’de kadın/erkek oranı, her yaş grubu için 1/3 olarak belirtilmiştir
(41, 57-59). Obezite, OUAHS’ye eğilimi arttırmaktadır. OUAHS riski, be-
den kitle indeksi (BKİ)>29 olanlarda 8-12 kat artmıştır. Üst vücut obezitesi
olanlarda ve BKİ>40’dan büyük olan morbid obezlerde bu risk daha yüksek-
tir (12,29). Boyun çevresinin OUAHS için belirleyici bir faktör olduğu göste-
rilmiştir. Boyun çevresinin erkeklerde 43 cm, kadınlarda ise 38 cm üstünde
olması anlamlıdır (29). BKİ ve boyun çevresi değerlerinin hastalık olasılığını
düşündüren önemli yardımcı değerler olduğu, ancak obezitenin tek başına
OUAHS tanısı koyduramayacağı bildirilmiştir (60).
Irksal ve etnik farklılıkların OUAHS ile ilişkisi konusunda az sayıda veri mev-
cuttur. Ancak, Afrika kökenli Amerikalı çocuklarda AHİ’nin beyazlara kıyasla
daha fazla olduğu saptanmıştır. Bazı ailelerde OUAHS insidansının, ait olduk-
ları toplumdan daha yüksek olduğu bildirilmektedir (61). Ayrıca, üst solunum
yolunda yapısal değişikliklerle seyreden ve solunum merkezini etkileyen bir-
çok konjenital ve genetik geçişli hastalıkta uykuda solunum bozukluklarının
sık görüldüğü belirtilmektedir (46,61).
Sigara ve çevresel maruziyetin hava yolu enflamasyonunu arttırarak, alkol ve
sedatif ilaç kullanımının ise üst solunum yolunun nöromüsküler aktivitesini
azaltarak, OUAHS için bir risk teşkil ettiği bilinmektedir (12,40,46).
Eşlik eden hastalıklar: ÜSY anormallikleri, pulmoner (KOAH), endok-
rin (diyabet, hipotiroidi), psikiyatrik ve nöromüsküler (amiyotrofik lateral
skleroz,multipl skleroz) birçok hastalıkta OUAHS daha sık görülmektedir.
376 Göğüs Hastalıklarında Ayırıcı Tanı
Klinik özellikler
OUAHS’nin majör semptomları, horlama, tanıklı apne ve gün boyu uyku hali
dir. OUAHS semptomları patofizyolojik olarak ana hatları ile uyku bölünmesi
ve hipoksemi sonucu gelişen semptomlar olmak üzere iki başlık altında top-
lanabilirler (Tablo 2).
Semptomlar tek tek önemli olsa da tanıda bu üç semptomun birlikte olması
(horlama + tanıklı apne + gün boyu aşırı uyku hali) belirleyicidir.
OUAHS’li olgular, uyku sırasında atipik göğüs ağrısı, çarpıntı veya ritm bo-
zukluğu tarif edebilirler. Noktürnal aritmiler sık görülür (%50). Az sayıdaki
hastada ventriküler taşikardiler veya ani ölümler görülebilir (14,29,33,34).
OUAHS’li olgularda gelişen hipoksemi, hiperkapni, serebral kan akımının
bozulması, kan basıncının yükselmesi, uykunun bölünmesi, yetersiz uyku ve
anormal motor aktivite, baş ağrısı ve yorgunluk hissine neden olur. Genellikle
uyandıklarında frontal veya yaygın baş ağrısından yakınırlar (14,16).
Tekrarlayan hipoksemi ve uyku bölünmeleri karar verme yeteneğinde azal-
ma, hafıza zayıflaması, unutkanlık, karakter ve kişilik değişiklikleri gibi bilişsel
bozukluklara neden olabilir. Çevreye uyum zorlukları kişide anksiyete veya
depresyona yolaçabilir. OUAHS’li olguların %30’unda depresyon olduğu
saptanmıştır (16,33).
Fizik muayene
Göğüs hastalıkları, KBB, nöroloji, psikiyatri ve diş hekimliği uzmanlarından
oluşan multidisipliner bir yaklaşımla gerek tanı ve gerekse tedavi aşamasında
ortak değerlendirmelidir.
OUAHS’li hastaların çoğu obez, kısa-kalın boyunlu olgulardır. Kilonun boy
uzunluğunun karesine bölünmesiyle bulunan “beden kitle indeksi” hastaların
büyük bir kısmında artmıştır, ancak olguların %40’a yakın bir kısmının da
obez olmadığı akılda tutulmalıdır (11).
Hastalarda üst solunum yolu patolojilerine ait artmış orafarengeal doku
(büyük-ödemli uvula, geniş tabanlı posterior tonsiller plika, artmış mukozal
Uykuda Solunum Bozuklukları 377
İlişkili hastalıklar
OUAHS, bazı hastalıklardan primer olarak sorumlu iken, bazılarında ise eşlik
eden hastalığın sadece bir bulgusu şeklindedir.
Üst solunum yolu çapını daraltan pek çok anatomik bozukluk, OUAHS’yi
için predispozisyon teşkil eder.
Kraniyofasiyal anormallikler, hipertrofik tonsil, adenoid vejetasyon özellikle
çocukluk yaş grubunda OUAHS’ın en sık görülen nedenleridir (56).
Shahar ve ark., hastaların AHİ değerleri yükseldikçe kardiyovasküler hasta-
lıklarının da arttığını, koroner arter hastalığından ziyade kalp yetmezliği ve
inme ile daha fazla bağlantılı bulunduğunu bildirmişlerdir (64). Koroner arter
hastalığı prevalansının araştırıldığı bir başka çalışmada ise 440 OUAHS’li
olgunun %24,6’sında anjiyografi ile doğrulanan koroner arter hastalığı sap-
tanmıştır (65).
OUAHS’lilerin %30-50’sinde hastalığın ağırlığı ile ilişkili olarak sistemik hiper-
tansiyon saptanır. İdiyopatik hipertansiyon tanısı alanların ise %22-30’unun
OUAHS’li olduğu saptanmıştır. Bu olgularda, obezite, yaş ve alkol tüketiminin
sistemik hipertansiyon ile bağlantılı majör faktörler olabileceği gösterilmiştir.
Trakeostomi ve nazal CPAP (sürekli pozitif hava yolu basıncı) tedavisi ile hiper-
tansiyonun kaybolduğu veya gerilediği gösterilmiştir (34, 66–69).
OUAHS’li hastalarda gelişen pulmoner hipertansiyonun daha sık olarak eşlik
eden akciğer hastalığı ve gündüz hipoksemisi bulunan olgularda olduğu ileri
sürülmektedir, ancak bu görüşün aksini ifade eden bir grup yayın da vardır.
Bu olgularda, CPAP tedavisi sonrası pulmoner arter basınçlarında düşme-
ler kaydedilmiştir. Prevalansın %10-20 arasında olduğu yayımlanmıştır. Ağır
dereceli OUAHS’li olgularda bu oran %55’e kadar yükselebilmektedir. Sağ
kalp yetmezliğine neden olan pulmoner hipertansiyon ancak %10-15 olguda
gözlenmektedir. Bunların çoğu ağır dereceli OUAHS’li, overlap sendromlu
veya obezite-hipoventilasyon sendromlu olgulardır (70-73).
İntrakraniyal basınçtaki artış, pCO2’nin artması sonucu gelişen vazodilatas-
yon OUAHS’li olguların bir kısmında görülen noktürnal ve sabah baş ağrıla-
378 Göğüs Hastalıklarında Ayırıcı Tanı
rının muhtemelen majör nedenidir. Ayrıca, OUAHS’nin nadir bir klinik pre-
zantasyonu olabilen glokom ile sonuçlanan intraoküler basınç artışına neden
olabilir (14,65).
OUAHS’li olgularda serebrovasküler kan akımının azalmasına bağlı olarak
serebrovasküler olay (SVO) riski de artmıştır. “National Health and Nutrition
Examination” verilerine göre 10 yıllık bir izlem sonucu, GAUH ve gece 8
saatten fazla uyku öyküsü olan hastalarda SVO riskinin 2 kat fazla olduğu
saptanmıştır (16,74).
OUAHS’li olgulardaki psikolojik testler, düşünme, anlama, hafıza ve öğren-
me yeteneğinde belirgin defisitler olduğunu göstermiştir. Bilişsel yetersizlik,
uykudaki hipoksinin şiddeti ve uyku bölünmesinin derecesi ile ilişkilidir. Has-
talığın tedavisi, psikolojik durumu düzeltebilir ve daha az anksiyete ve depres-
yona neden olur (14,16).
Libido azalması veya empotans OUAHS ile ilişkilidir. Bu fonksiyon bozuklu-
ğunun muhtemelen gündüz aşırı uyku hali veya depresyon ile ilişkili olduğu
sanılmaktadır, ayrıca hipotalomo-hipofizer testikuler fonksiyon kaybının da
etkili olacağı ileri sürülmüştür (14,16).
OUAHS’nin klinik sonuçları Şekil 2’de özetlenmiştir.
Tanı yöntemleri
Uyku apne sendromunun tanısında altın standart “polisomnografi” (PSG)’dir,
ancak kesin tanı koydurmasa da PSG öncesi diğer tanı yöntemlerinden de
yararlanmak gerekir (Tablo 3).
Sefalografi: OUAHS etyolojisinde önemli yeri olan birçok kraniyofasiyal ve
Uykuda Solunum Bozuklukları 379
üst solunum yolu yumuşak doku anatomisine ait anormallikler sefalometri ile
saptanabilir (75). Sefalometrik incelemede OUAHS’li olguların en sık olarak,
küçük ve posterior yerleşimli mandibulaya, daralmış posterior hava yoluna,
büyük dil ve yumuşak damağa ve inferior yerleşimli hyoid kemiğe sahip ol-
dukları gösterilmiştir (14,75,76).
Bilgisayarlı tomografi (BT): Üst solunum yolunun kesitsel alanlarını ve kom-
şu dokularla olan ilişkileri hakkında ayrıntılı bilgiler sağlayan, pahalı ve rad-
yasyon maruziyeti olan bir görüntüleme yöntemidir (77). BT çalışmalarının
çoğunda OUAHS’li olgularda üst solunum yolunun özellikle retropalatal böl-
gede daraldığı tespit edilmiştir. Olguların yarısında dilin normalden büyük ve
posterior yerleşimli olması nedeniyle posterior hava yolunun daralmış olduğu
gösterilmiştir (75,76).
Manyetik rezonans (MR): Üst solunum yolunun ve adipoz doku dahil tüm
yumuşak dokuların supin pozisyonda aksiyal, sagital ve koronal kesitsel alan
ve hacimlerini en iyi şekilde gösterebilen non-invaziv bir tetkiktir (75). Horner
ve ark., aynı kilodaki sağlıklı ve OSAS’lı olguların üst solunum yolu MR in-
celemelerini karşılaştırdıklarında, OSAS grubunda yumuşak damak, dil ve fa-
renksin destek duvar yapılarında belirgin adipoz doku artışını göstermişlerdir
(78). Schwab ve ark. ise 1995 yılında, üst solunum yolunda olan daralmanın
yağ yastıklarından değil, lateral farengeal duvarların belirgin olarak kalınlaş-
masından dolayı gerçekleştiğini bildirmişlerdir (79).
Floroskopi: Uyanıkken ve uykuda üst solunum yolunun dinamik incelenme-
sini sağlayan bir görüntüleme yöntemidir. Bu yöntemin diğer görüntüleme
yöntemlerine üstünlüğü, uykuda apne sırasında, üst solunum yolu ve yumu-
380 Göğüs Hastalıklarında Ayırıcı Tanı
Apne sonucu
gelişen arousal
Obstrüktif tipte
apne
Paradoks
solunum
Oksijen desatürasyonu
Polisomnografi (PSG)
Uykuda solunum bozuklukları ve diğer uyku bozukluklarını tespit etmede kul-
lanılan “altın standart” yöntemdir (60,80). “Uyku sırasında, nörofizyolojik,
kardiyorespiratuar, diğer fizyolojik ve fiziksel parametrelerin belli periyod-
larla, genellikle gece boyunca, eş zamanlı ve devamlı olarak kaydedilmesi”
şeklinde tanımlanabilir (80).
Derin uykudan
yoksun/kalitesiz uyku
Apne-hipopneler
nedeniyle kesintili
horlama
Apne
hipopne
tipleri
Narkolepsi
Fokal lezyon
Klein-Levin sendromu İdiyopatik hipersomni “Jet
Jetlag
lag”
Ateş Prader-Willi sendromu
Prader-Willi sendromu Serebral palsi
Serebral Palsi Vardiyalı iş
Metabolik bozukluklar Miyotonik distrofi Kafa travması DSPS
Endokrin bozukluklar Ensefalit Serebral radyoterapi
radyoterapi ASPS
Düzensiz
uyku-uyanıklık
paterni
Sistemik Nörolojik hastalıklar Sirkadiyen ritm
hastalıklar bozuklukları
Tedavi
Hastalığı tespit ettikten sonra, hasta eğitimi (genel öneriler) tedavide mutlak
şart olmalıdır (11,14,47,71).
Hasta eğitimi (genel öneriler) şunları içermelidir:
1. Kilo vermek, güçlü bir kas yapısına sahip olabilmek için düzenli bir
hayat ve egzersiz programı uygulamalı,
2. Uyku öncesi, uyku ilaçları, sakinleştrici ve antihistaminik ilaçlardan ka-
çınmalı,
3. Alkol ihtiva eden içeceklerden uzak durmalı,
4. Uyumadan 3 saat önce yemek yemeyi bırakmalı,
5. Aşırı yorgunluktan kaçınmalı ve düzenli uyumalı,
6. Sırtüstü yatmaktansa, yan yatış pozisyonu denenmeli,
7. Yatağın baş kısmı ayak kısmından 15-20 santimetre kadar yukarıya
kaldırılmalı,
8. Aynı odada yatan horlamayan kişinin ilk uyumasına izin verilmeli.
İlaç tedavisi: Tedavi ya çok sınırlı hastada başarılı olmuş ya da yan etkilerden
dolayı daha fazla kullanılamamıştır.
Uykuda Solunum Bozuklukları 383
Oksijen desatürasyonu.
ise kişilerin üst solunum yollarının kollapsa karşı duyarlılığı ve solunum kasla-
rının buna karşı verdiği cevaptır. Tıkayıcı tip apnelerin tedavisinde uygulanan
trakeostomi sonrasında veya non – invaziv bir tedavi yöntemi olan CPAP
tedavisi altında santral apneler gözlenirken, santral apnelerin tedavisinde
kullanılan asetazolamid gibi solunum stimülanları veya diyafragma uyarıcı-
lar kullanıldığında da tıkayıcı tipte apneler ortaya çıkabilmektedir. Bu durum
genellikle solunumun metabolik kontrol bozukluğuna, özellikle de arteriyal
pCO2 düzeyi ile ilgilidir.
Bazen uykuya ilk geçişte (uyanıklık pCO2’si, uykudakinden düşük olup so-
lunum çabasına yanıt olmaz), bazen solunum kontrol sistemi hakimken (idi-
yopatik santal apne), bazen solunum kontrol sistemi dolaşımın uzaması ile
kombine olduğunda (Cheyne-Stokes solunumu) veya pCO2 kontrol mekaniz-
malarında defekt olduğunda (hiperkapnik solunum yetmezliği) santral apneler
görülebilir. Sebep ne olursa olsun, santral apneler “arousal”lara neden olup
uykunun idamesine engel olur ve kalitesiz bir uyku sonrası gün boyu aşırı
uyku hali gelişir.
Santral apne gelişimini anlamak için solunum fizyopatolojisini gözden geçir-
mek gerekir. Solunumun kontrolünde üç ana başlık yer alır:
1) Metabolik (otomatik) kontrol sistemi: Kemoreseptörler, intrapulmoner va-
gal reseptörler, solunumun periferik iletilerini beyne taşıyan santral sinir sis-
temi reseptörleri. Örneğin, hipoksi gelişiminde karotid cisimciği, hiperkapni
gelişiminde karotid cisimciği ve medüller kemoreseptörler devreye girer. Bu
kontrol sistemi ne kadar miktar ve sıklıkta nefes almamız gerektiğini belirler.
2) Davranışsal kontrol sistemi: Bu sistem, yemek yemek, konuşmak gibi dü-
şünmeden yaptığımız otonomik bir durumdur. Bu sistemin çalışmasını başla-
tan nöral uyarının orijini muhtemelen ön beyindedir.
3) Uyanıklık stimülüs sistemi: Tam olarak açıklanamasa da beyindeki solunum
uyarıcılarının etkisinin azalması veya iç çekmek gibi solunum dışı sensöryal
mekanizmaların devreye girmesiyle oluşan tonik bir uyarıdır.
Uyanıklıkta solunum esas olarak metabolik ve davranışsal sistem ile kontrol
edilirken, uyanıklık stimülüs sistemi de devrededir.
Uykunun özellikle non-REM döneminde solunum sadece ‘‘metabolik kontrol
sistemi’’ ile idare edilir (özellikle afferent kemoreseptörler ve vagal intrapulmo-
ner reseptörlerle) (92). Non-REM dönemde vücutta oluşan hipoksi ve hiperkap-
niye cevap bir miktar azalırken, REM döneminde bu cevapsızlık daha da artar.
Uykuda solunumun düzenli devamını sağlayan en önemli etkenin arteriyal
pCO2 olduğu Cherniack tarafından belirlenmiştir (93). pCO2’deki en ufak bir
artış, solunumsal yanıt ile düzenlenmeye çalışılırken (lineer ilişkili), pCO2’nin
normal sınırlar içindeki değişimine solunumsal yanıt olmaz. Bu nedenle, ar-
teriyal oksijendeki değişiklikler sonucu, apne ve düzensiz solunum gibi prob-
lemler ortaya çıkabilmektedir. Uykuda pCO2’deki küçük düşüşler ise (3 – 6
mmHg) apne veya hipoventilasyon gelişimine neden olabilmektedir. Bu du-
386 Göğüs Hastalıklarında Ayırıcı Tanı
Bradley ve ark., daha sonra idiyopatik santral uyku apneli hastalarda “arou-
sal” gelişimiyle birlikte, hiperventilasyon ve ardından da hipokapni geliştiğini
göstermişlerdir.
Bir diğer önemli bulgu ise idiyopatik santral apneli hastaların apneleri keskin
– derin bir solunum alma ile sonlanmaktadır (Cheyne-Stokes solunumundan
farkı). Bunun mekanizması tam açıklanamamıştır (97).
Bu grup hastalar non–hiperkapnik tipte olup solunum yetmezliği problemleri
yoktur. Kısmen obstrüktif uyku apneli hastaların şikâyetlerine benzer şikâyet-
leri vardır (81,88,98). Birçok çalışma ve kişisel deneyimler göstermiştir ki,
saf idiyopatik santral apneli hastaların gündüz uykululuk hali obstrüktif uyku
apnelilere göre daha azdır. Bu hastalarda santral apne ağırlığının yanı sıra
obstrüktif ve miks tip apnelerin de varlığı, durumunda gündüz uykululuk hali
daha fazla olmaktadır.
Santral apneli hastaların daha sıklıkla rastlanılan şikayetleri “uykusuzluk”,
“uykudan yorgun kalkma” ve “geceleri sık uyanma”dır. Uyanmaların bir kıs-
mı nefes darlığı veya hava açlığı şeklinde tarif edilir (6).
Bu tip hastaların kiloları genellikle normaldir (obstrüktif uyku apnelilerden
farkı) (Tablo 6).
Santral apnelerin sayısı ve süresinin hastalık kliniği ile doğrudan bağlantısı
gösterilememiştir (81,85,88,98).
Obstrüktif apnelerde oksijen satürasyonu santral apnelerdekinden daha fazla
düşer.
Buna neden;
1) Daha uzun apne süresi,
2) Obeziteye bağlı azalmış akciğer volümü,
3) Apneye rağmen solunum eforunun devamı olabilir.
388 Göğüs Hastalıklarında Ayırıcı Tanı
Cheyne-Stokes Solunumu
Konjestif kalp yetmezlikli hastalarda uykuda ve uyanıklıkta Cheyne-Stokes
solunumu olduğu uzun zamandır bilinmektedir. Bu tip hastalarda uyku kali-
tesi, özellikle hiperpneik solunum sırasında gelişen “arousal”lar nedeniyle bo-
zulmuştur (hiperpnenin en yüksek noktasında). Sol kalp yetmezliği ile birlikte
Cheyne-Stokes solunumu olan kişilerin bu tür solunum problemi olmayan sol
kalp yetmezlikli hastalara göre daha az yaşadıkları bildirilmiştir (43,106,107).
Bu tip solunum kreşendo – dekreşendo (artan – azalan) vasıfta olup, solunu-
mun sonunda genellikle santral tipte apne veya hipopne ile sonlanmaktadır
(periyodik solunumdan farkı) (Şekil 7). Bu kişilerde geciken dolaşım zamanı-
nın yanısıra artmış pCO2 duyarlılıkları da tespit edilmiştir.
Cheyne-Stokes solunumu, sıklıkla uykuda gözlense de çok ağır olgularda uya-
nıklıkta izlenebilir (43).
Uykuda Solunum Bozuklukları 389
Hava akımı
Karın eforu
Göğüs eforu
Periyodik Solunum
“Dağ hastalığı” olarak da bilinir. Birçok kişide, 7600 metre yükseklikten son-
ra gözlenir (bazı bireylerde daha düşük seviyelerde de görülebilir). Santral
tipte apnelerin ardından hiperpneik solunum gözlenir (6). Bu tip siklusların
süresi genellikle 12-34 saniye aralığında seyreder. Yeni sınıflamada, 4000
metre üzerinde Non-REM’de saate 5 santral apne olması (12-34 sn aralığın-
da) şeklinde değiştirilmiştir (ICSD-R.AASM. Westchester, 2005).
390 Göğüs Hastalıklarında Ayırıcı Tanı
Nörolojik Bozukluklar
Uykuda solunum, metabolik kontrol sistemine bağlı olarak çalışır. Otonomik
disfonksiyonlu Shy-Drager sendromu diyabeti olan hastalarda olduğu gibi uy-
kuda solunumun metabolik kontrol sistemine bağlı çalışması bozulduğunda,
santral apneler görülebilir.
Beyin sapının, özellikle de medüller alanın hasarı, uyanıkken dahi hipoventi-
lasyon gelişimine neden olur (örneğin,poliyomiyelit). Ayrıca, medüller alanı
etkileyen tümör, kanama, infarkt veya ensefalit gelişimi de aynı etkiyi ya-
par. Medüller sistemden motor nöronlara giden uyarının kesilmesi halinde de
(örneğin,servikal kordotomi sonrası) aynı şekilde santral apneler gözlenir.
Müsküler distrofi veya miyastenia gravis gibi kronik nöromüsküler hastalıklar-
da hipoventilasyon ön planda olmak üzere, zamanla santral apneler ortaya
çıkmaktadır.
Hipoventilasyon sendromları adı altında altı ana başlık ele alınmıştır (118):
1. Santral alveoler hipoventilasyon
- Primer (idiyopatik)
- Sekonder (Ensefalit, servikal kordotomi, beyin sapı infarktı veya tü-
mörleri, bulber poliyomiyelit, Shy-Drager sendromu, multipl sklerozun
solunum nöronlarını tutması, vb)
2. Santral uyku apne sendromu (hiperkapnik formu)
3. Obezite hipoventilasyon sendromu (OHS)
4. Nöromüsküler hastalıklar (miyotonik distrofiler, miyastenia gravis, ami-
yotrofik lateral skleroz, diyafragma paralizisi, nöromiyopatiler, müskü-
ler distrofiler, asit maltaz eksikliği, postpoliyo sendromu)
5. Göğüs duvarı deformiteleri ve diğer restriktif akciğer hastalıkları (kifos-
kolyoz, interstisyel akciğer hastalığı [sıklıkla idiyopatik pulmoner fibro-
zis], hamilelik)
6. Alt solunum yolu obstrüksiyonuna bağlı uykuda hipoventilasyon ve hi-
poksemi (ileri dönem kronik obstrüktif akciğer hastalığı).
Sıklıkla hipoksemi ve hiperkapni eşlik eder. Öncelikle alveol havalanması az-
lığı nedeniyle hiperkapni ortaya çıkar, ardından alveol yeterince boşalamayıp
oksijen alımı da azaldığı için hipoksemi gözlenir (118,119). Sağlıklı kişilerde
uykuda pCO2 değeri 2-7 mmHg artarken, alveoler hipoventilasyonlu kişiler-
de bu artış 10 mmHg’nin üzerindedir. Gelişen hiperkapniye santral solunum
yanıtı bozulmuştur. Kronik hipoksemi sonrasında ise eritrositoz, pulmoner
hipertansiyon ve kor pulmonale gelişebilir (120).
Hipoventilasyon sendromlarında ortak olan hipoksemi ve hiperkapni sıklıkla
uykuda daha da artar. İlerlemiş olgularda çoğunlukla gündüz de aynı kan gazı
değişiklikleri görülür. Uykuda apne ve/veya hipopnelerin olması şart değildir.
Özetle, uyku hipoventilasyon, alveoler hipoventilasyon ile aynı anlamda kul-
lanılmaktadır. Hipoventilasyon tanımlaması için pCO2, alveoler CO2 ile aynı
değerde kabul edildiğinden, referans tanı değeridir. Uyku hipoventilasyon
sendromu tanımı için 1 + 2 olmalıdır (43):
1) Aşağıdakilerden en az birinin olması:
a) Eritrositoz
b) Kor pulmonale
c) Pulmoner hipertansiyon
d) Gündüz hiperkapnisi
e) Nedeni açıklanamayan gündüz aşırı uyku hali
2) Polisomnografi kayıtlarında en az birinin olması:
a) Uykuda pCO2 değerinin uyanıklığa göre en az 10 mmHg daha fazla
olması
b) Gece boyunca apne – hipopnelere bağlı olmaksızın gelişen oksijen
desatürasyonu varlığı.
392 Göğüs Hastalıklarında Ayırıcı Tanı
beden kitle indeksi (BKI) > 30 olanların % 30’ unda BKI > 40 olanların %
50’sinde obstrüktif uyku apne sendromu varlığı gösterilmiştir (123).
Obezitenin tanımı genellikle indirekt metotlarla yapılır (Tablo 7). Buna göre
en sık kullanılan metotlar; mevcut vücut ağırlığının ideal vücut ağırlığına yüz-
desi, vücut ağırlığı/boy oranı ve beden kitle indeksi (BKİ) olarak bilinen ağırlık
(kg) /boyun karesi (m2)’dir. Ayrıca, bel çevresinin erkelerde >102 cm, kadın-
larda >88 cm olması da obezite tanımında değerlidir (119). Zira, yağ dağılımı
santral tipte (göbek çevresinde) olan hastalarda uyku apnesi görülme sıklığı
daha fazladır. (119).
Özet olarak, OHS tanımı için aşağıdaki kriterler kullanılmaktadır (43):
1. Morbid obezitenin varlığı,
2. Nedeni açıklanamayan gündüz hiperkapnisi (pCO2 > 45 mmHg) ile
birlikte kronik hipoventilasyon kriterlerinden biri veya birkaçının varlı-
ğı (kor pulmonale, pulmoner hipertansiyon, eritrositoz),
3. Uykuda pCO2’nin 10 mmHg!dan daha fazla artması veya apne – hi-
popne olmadan oksijen desatürasyonu varlığı.
Yeni sınıflamada ise polisomnografide uyku süresinin en az %30’unda
oksijen satürasyonunun % 90’dan düşük olması veya oksijen satüras-
yonunun en az 5 dakika süreyle % 90’ın altında ve an az % 85’lere ka-
dar düşmesi şartı konulmuştur (ICSD-R.AASM. Westchester, 2005).
Bu kişilerde, kliniğin gece daha da ağırlaşmasının nedenini ise uyku sırasında
olan fizyolojik mekanizmalarla açıklamak mümkündür. Zira, sağlıklı bireyler-
de de uykuda;
- Alveoler hipoventilasyon,
- Fonksiyonel rezidüel kapasite (FRC)’de azalma (yatar pozisyonda ab-
domen ve diyafragmanın akciğerlere bası yapması sonucu),
- Ventilasyon/perfüzyon (V/Q) dengesizliği (özellikle REM döneminde
ventilasyon azalırken kardiyak perfüzyon normaldir),
- Tidal volümde azalma (buna bağlı minimal hipoksemi ve hiperkapni
ortaya çıkar) görülür.
Uykuda gelişen alveoler hipoventilasyonun nedeni ise;
1) Santral solunum cevabında azalma:
394 Göğüs Hastalıklarında Ayırıcı Tanı
OHS ve morbid obezlerde akciğer volümleri azalır. Buna etken ise yine fazla
miktardaki adipoz dokunun diyafragma fonksiyonunu bozup, göğüs duvarı
ve akciğer kompliyansını azaltması ve elastik “recoil”in olumsuz yönde etki-
lenmesi sonucudur.
OHS’li hastalarda ERV, total akciğer kapasitesi, FEV1 ve FRC’de azalma
basit obez kişilere göre daha fazladır.
- Solunum iş gücü artması: Basit obezlerde dahi solunum yolu rezistansındaki
artış, kompliyanslardaki azalma ve solunum kaslarına binen yükün artması
nedeniyle, solunum iş gücü artar ve buna bağlı olarak da enerji harcaması
fazla olur. OHS’li kişilerde, normal bireylere göre artmış 3 kat solunum işine
karşılık, normalin 10 katı kadar enerji harcaması vardır. Bu durum KOAH
veya OUAS varlığında daha da kötüye gider.
- Solunum kontrol merkezinin bozulması: OHS’li hastalarda hipoksik ve hi-
perkapnik durumlara solunum merkezi cevabının bozulduğu gösterilmiştir.
Ancak, bu durumun primer etken mi yoksa kronik bozukluğa sekonder bir
durum mu olduğu bilinmemektedir.
- Solunum tipinin bozulması: Obez kişilerde artan beden kitle indeksi nede-
niyle, oksijene daha fazla ihtiyaç olup, buna karşılık karbondioksit atılımı da
artmıştır. Efor sırasında artan CO2 üretimini normal sınırlarda tutmak için so-
lunum dakika ventilasyonunu artırmak gerekir (solunum dakika ventilasyonu
=tidal volüm x solunum sayısı). Obez kişiler, daha fazla enerji gerektiren tidal
volümü arttırmaktansa, solunum sayısını ve dolayısıyla dakika ventilasyonunu
artırırlar (yüzeyel ve hızlı solunum). Morbid obezlerde istirahat sırasında da
solunum sayısı artmıştır.
Uykuda ise normal kişilerde de azalan solunum dakika ventilasyonu, OHS’li
hastalarda tidal volümün azalmasıyla, daha da düşer (özellikle REM uykusun-
da daha fazla düşer).
- Kan gazlarının bozulması: Basit obez kişilerde hafif bir hipoksemi beklenir-
ken, hiperkapni görülmez. OHS’de ise hipoksi ve hiperkapni değişmez bul-
gulardandır. Hipoksemi; artmış adipoz doku, toraks içine yükselen diyafrag-
ma, yatar pozisyon gibi nedenlerle akciğerin bazal bölgelerindeki küçük hava
yolu kollapsına rağmen, artmış perfüzyon nedeniyle oluşan V/Q dengesizliği
sonucudur. Mikroatelektaziler, sonucu gelişen şant ve alveoler hipoventilas-
yon OHS’lilerde hipokseminin daha da derinleşmesine neden olur. OHS’de
gözlenen hiperkapni ise solunum kontrol sisteminin bozulması, solunum kas
yorgunluğu, kompliyansın azalması, solunum iş yükünün artması gibi alveoler
hipoventilasyon yapan birçok etkenlerden dolayı meydana gelir.
TEDAVİ
OHS tedavisinde esas amaç;
- Alveoler ventilasyonu düzenlemek (V/Q dengesizliğini düzeltmek,
OUAS varsa tedavi etmek),
- Hiperkapniyi önlemek,
- Uyku yapısını düzelterek gündüz uykuya meyili önlemektir.
396 Göğüs Hastalıklarında Ayırıcı Tanı
CPAP/BPAP/Mekanik Ventilatör
OHS hastalarında en etkin tedavi yöntemidir. Özellikle 1990’da BPAP ciha-
zının geliştirilmesi ile tedavide oldukça başarı sağlanmıştır.
Solunum iş yükünü azaltıp, solunum kas gücünü artıran, kompliyansı ve tidal
volümü artırıp mikroatelektazileri ortadan kaldıran, kan gazlarında belirgin
düzelme sağlayan, apne ve hipopneleri düzelten en uygun basınç tespit edil-
dikten sonra ve hastanın bu cihazı düzenli olarak kullanması sağlanır.
Kilo Verme
Tedavide önemi tartışılmaz. Bazı durumlarda tek başına dahi tedavi yönte-
midir.
NÖROMÜSKÜLER HASTALIKLAR
Bu grup hastalarda solunum kas zayıflığı ön plandadır. Hipoksemi ve hiper-
kapni ileri dönemlerde kalıcı hale gelir.
KAYNAKLAR
1. Aserinsky E,Kleitman N.Regularly occuring periods of eye motility and concomitant
phenomena,during sleep.Science 1953;118:273-274.
2. Lavie P. Nothing new under the moon.Historical accounts of sleep apne syndrome.Arch
Inter Med 1984;144:2025-2028.
3. Kryger MH. Sleep apne:from the needles of Dionysius to continuous positive airway pres-
sure.Arch Inter Med 1983;143:2301-2303.
4. Dement WC. History of sleep physiology and medicine.In:Kryger MH,Roth T, Dement
WC,eds.Principles and practice of sleep medicine. 2nd ed. Philadelphia:WB Saunders;
1994:3-15.
5. Diagnostic Classification Steering Committee, Thorpy MJ, Chairman. International Clas-
sification of Sleep Disorders: Diagnostic and Coding Manual. Rochester, Minnesota: Ame-
rican Sleep Disorders Association, 1990.
6. Thorpy MJ. Classification of sleep disorders.In:Kryger MH,Roth T, Dement WC,eds.Princip-
les and practice of sleep medicine. 4th ed. Philadelphia: WB Saunders; 2005: 615-625.
7. Malow BA.Approach to the patient with disordered sleep. In:Kryger MH,Roth T, Dement
WC,eds.Principles and practice of sleep medicine. 4th ed Philadelphia: WB Saunders;
2005:589-593.
8. Vaughn BV, D’Cruz OF. Cardinal manifestations of sleep disorders.In:Kryger MH,Roth
T, Dement WC,eds.Principles and Practice of Sleep Medicine. 4th ed. Philadelphia: WB
Saunders; 2005:594 - 601.
9. Anch AM, Browman CP, Milter MM, Walsh JK. Sleep: A scientific perspective. New Jer-
sey: Prentice Hall;1988:1-21.
10. Martikainen K, Partinen M, Urponen H, et al. Natural evolution of snoring: a 5-year fol-
low-up study. Acta Neurol Scand 1994;90:437-442.
11. Wiegand L, Zwillich CW. Obstructive sleep apnea. Dis Mon 1994;40:197-252.
12. Redline S, Strohl KP. Recognition and consequences of obstructive sleep apnea hypopnea
syndrome. Clin Chest Med. 1998;19:1-19.
13. Kwan SYL, Fleetham JA, Enarson DA, Chan-Yeung M. Snoring, obesity, smoking and
systemic hypertension in a working population in British Columbia. Am Rev Respir Dis
1991; 143: A380.
14. Guilleminault C.Clinical features and evaluation of obstructive sleep apnea. In: Kryger MH,
Roth T, Dement WC, eds. Principles and practice of sleep medicine. Philadelphia: WB
Saunders:1994: 667-677.
15. Dement WC, Mitler MM. It’s time to wake up to the importance of sleep disorders. JAMA
1993;269:1548-1550.
16. Strohl KP, Redline S. Recognition of obstructive sleep apnea. Am J Respir Crit Care Med
1996; 154: 279-89.
17. Douglas NJ, Polo O. Pathogenesis of obstructive sleep apnea , hypopnea syndrome. Lan-
cet 1994;344:653-55.
18. Hoffstein V, Mateika S. Cardiac arrhythmias, snoring, and sleep apnea. Chest 1994; 106:
466-471.
398 Göğüs Hastalıklarında Ayırıcı Tanı
19. Martikainen K, Hasan J, Urponen H, et al. Daytime sleepiness: a risk factor in community
life. Acta Neurol Scand 1992;86:337-341.
20. Fleetham JA.A wake up call for sleep disordered breathing. BMJ 1997;314:839-840.
21. Guilleminault C, Dement WC. 235 cases of excessive daytime sleepiness: diagnosis and
tentative classification. J Neurol Sci 1977;31:13-27.
22. Anch MA. Sleepiness and disorders of excessive somnolence.In:Anch AM, Browman CP,
Milter MM, Walsh JK. Sleep: A scientific perspective. New Jersey: Prentice Hall;1988:196-
218.
23. Stradling JR.Obstructive sleep apnoea and driving. BMJ 1989;298:904-905.
24. Findley LJ, Weiss JW,Jabour ER. Drivers with untreated sleep apnea. A cause of death and
serious injury. Arch Intern Med 1991;151:1451-1452.
25. Day R, Gerhardstein R, Lumley A, et al. The behavioral morbidity of obstructive sleep
apnea. Prog Cardiovasc Dis 1999;41:341-54.
26. American Thoracic Society.Sleep apnea, sleepiness, and driving risk. Am J Respir Crit
Care Med 1994;150(5 Pt 1):1463-1473.
27. Young T, Blustein J, Finn L, Palta M. Sleep-disordered breathing and motor vehicle acci-
dents in a population-based sample of employed adults. Sleep 1997 ;20:608-613.
28. Ağargün MY, Çilli AS, Kara H ve ark. Epwort uykululuk ölçeğinin geçerliği ve güvenirliği.
Türk Psikiyatri Dergisi 1999;10:261-267.
29. Schwab RJ, Goldberg AN, Pack AI. Sleep apnea syndromes. In: Fishman AP, ed. Fishman’s
pulmonary diseases and disorders. 3rd ed. New York, NY: McGraw-Hill; 1999:1617-37.
30. Johns MW. Sensitivity and specificity of the multiple sleep latency test (MSLT), the mainte-
nance of wakefulness test and the epworth sleepiness scale: failure of the MSLT as a gold
standard. J Sleep Res 2000; 9: 5-11.
31. American Sleep Disorders Association Standards of Practice Committee, Polysomnograp-
hy Task Force. Practice parameters for the indications for polysomnography and related
procedures. Sleep 1997;20:406-22.
32. Fletcher EC. Cardiovascular consequences of obstructive sleep apnea: experimental hy-
poxia and sympathetic activity. Sleep 2000;23 (Suppl 4):S127-131.
33. Parish JM, Somers VK. Obstructive sleep apnea and cardiovascular disease. Mayo Clin
Proc 2004;79:1036-46.
34. Parish JM, Shepard JW Jr. Cardiovascular effects of sleep disorders. Chest 1990;97:1220-
1226.
35. Engleman HM, Kingshott RN, Martin SE, Douglas NJ. Cognitive function in the sleep
apnea/hypopnea syndrome (SAHS). Sleep 2000 ;23 (Suppl 4):S102-108.
36. Fry JM, DiPhillipo MA, Pressman MR. Periodic leg movements in sleep following treat-
ment of obstructive sleep apnea with nasal continuous positive airway pressure. Chest
1989;96:89-91.
37. Robinson RW, Zwillich CW . Drugs and sleep respiration. In: Kryger MH, Roth T, De-
ment WC;eds. Principles and practice of sleep medicine. Philadelphia: Saunders; 1994:
603–620.
38. ASDA-Diagnostic Classification Steering Committee. The international classification of sle-
ep disorders: diagnostic and coding manual. 2nd ed. Lawrence, KS: Allen Press; 1997.
39. Guilleminault C, Eldridge FL, Dement WC. Insomnia with sleep apnea: a new syndrome.
Science 1973; 181: 856-58.
40. McNamara SG, Grunstein RR, Sullivan CE. Obstructive sleep apnoea. Thorax.
1993;48:754-764.
41. Stradling JR. Sleep-related breathing disorders. 1. Obstructive sleep apnoea: definitions,
epidemiology, and natural history. Thorax 1995;50:683-689.
42. Phillips BA, Anstead MI, Gottlieb DJ. Monitoring sleep and breathing: methodology. Part
I: Monitoring breathing. Clin Chest Med 1998;19:203-212.
Uykuda Solunum Bozuklukları 399
43. The Report of American Academy of Sleep Medicine Task Force. Sleep-related breathing
disorders in adults: recommendations for syndrome definition and measurement techniqu-
es in clinical research. Sleep 1999;22:667-689.
44. National Commission on Sleep Disorders Research. A Report of the National Commission
on Sleep Disorders Research: Wake Up America:A National Sleep Alert. Washington, DC:
US Government Printing Office; 1995.
45. Bliwise DL, Bliwise NG, Partinen M,et al. Sleep apnea and mortality in an aged cohort.
Am J Public Health 1988;78:544-547.
46. Bresnitz EA, Goldberg R, Kosinski RM. Epidemiology of obstructive sleep apnea. Epidemi-
ol Rev 1994;16:210-227.
47. Guilleminault C, Stoohs R, Partinen M, Kryger M. Mortality and morbidity of obstructive
sleep apnea syndrome. In: Saunders NA, Sullivan CE; eds. Sleep and breathing. Lung
biology in health and disease. 2nd ed. New York: Marcel Dekker; 1994:557–573.
48. Veale D, Chailleux E, Hoorelbeke-Ramon A, et al. Mortality of sleep apnoea patients
treated by nasal continuous positive airway pressure registered in the ANTADIR observa-
tory. Association Nationale pour le Traitement A Domicile de l’Insuffisance Respiratoire
chronique. Eur Respir J 2000; 15: 326-331.
49. Barbé, Pericás J, Muñoz A, et al. Automobile accidents in patients with sleep apnea syndro-
me. An epidemiological and mechanistic study. Am J Respir Crit Care Med 1998;158:18-
22.
50. Findley LJ, Levinson MP, Bonnie RJ. Driving performance and automobile accidents in
patients with sleep apnea. Clin Chest Med 1992;13: 427-435.
51. George CF, Nickerson PW, Hanly PJ,et al. Sleep apnoea patients have more automobile
accidents. Lancet 1987;2:447.
52. Hudgel DW. Mechanisms of obstructive sleep apnea. Chest 1992; 101: 541-549.
53. Isono S, Remmers JE. Anatomy and physiology of upper airway obstruction. In: Kryger
MH, Roth T, Dement WC; eds. Principles and practice of sleep medicine. Philadelphia:
WB Saunders; 1994: 642-656.
54. Schwartz AR, Eisele DW, Smith PL. Pharyngeal airway obstruction in obstructive sleep ap-
nea: pathophysiology and clinical implications. Otolaryngol Clin North Am 1998;31:911-
918.
55. Badr MS. Pathophysiology of upper airway obstruction during sleep. Clin Chest Med
1998; 19: 21-32.
56. Deegan PC, McNicholas WT. Pathophysiology of obstructive sleep apnoea. Eur Respir J
1995; 8: 1161-1178.
57. Gislason T, Benediktsaottir B, Björnsson JK, et al. Snoring, hypertansion and sleep apnea
syndrome. An epidemiologic survey of middle-aged women. Chest 1993; 103: 1147-1151.
58. Young T. Analytic epidemiology studies of sleep disordered breathing--what explains the
gender difference in sleep disordered breathing? Sleep 1993;16(8 Suppl):S1-2.
59. Young T, Palta M, Dempsey J, et al. The occurrence of sleep-disordered breathing among
middle-aged adults. N Engl J Med 1993;328:1230-1235.
60. Chesson AL Jr, Ferber RA, Fry JM, et al. The indications for polysomnography and related
procedures. Sleep 1997;20:423-487.
61. Guilleminault C, Partinen M, Hollman K, et al. Familial aggregates in obstructive sleep
apnea syndrome. Chest 1995; 107;1545-1551.
62. Hudgel DW. Variable site of airway narrowing among obstructive sleep apnea patients. J
Appl Physiol 1986;61:1403-1409.
63. Kletzker GR, Bastian RW. Acquired airway obstruction from histologically normal, abnor-
mally mobile supraglottic soft tissues. Laryngoscope. 1990;100:375-379.
64. Shahar E, Whitney CW, Redline S, et al. Sleep-disordered breathing and cardiovascular
disease: cross-sectional results of the Sleep Heart Health Study. Am J Respir Crit Care
400 Göğüs Hastalıklarında Ayırıcı Tanı
Med 2001;163:19-25.
65. Sanner B, Sturm A, Konermann M. Coronary heart disease in patients with obstructive
sleep apnea.Dtsch Med Wochenschr. 1996;121:931-935.
66. Bixler EO, Vgontzas AN, Lin HM, et al. Association of hypertension and sleep-disordered
breathing. Arch Intern Med 2000; 160: 2289-2295.
67. Kraiczi H, Peker Y, Caidahl K, et al. Blood pressure, cardiac structure and severity of obs-
tructive sleep apnea in a sleep clinic population. J Hypertens 2001;19:2071-2078.
68. Pankow W, Nabe B, Lies A, et al. Influence of sleep apnea on 24-hour blood pressure.
Chest 1997; 112: 1253-1258.
69. Peppard PE, Young T, Palta M, Skatrud J. Prospective study of the association between
sleep-disordered breathing and hypertension. N Engl J Med 2000; 342: 1378-1384.
70. Marrone O, Bonsignore MR. Pulmonary haemodynamics in obstructive sleep apnoea.
Sleep Med Rev 2002;6:175-193.
71. Sajkov D, Wang T, Saunders NA, et al. Continuous positive airway pressure treatment
improves pulmonary hemodynamics in patients with obstructive sleep apnea. Am J Respir
Crit Care Med 2002; 165: 152-158.
72. Sajkov D, Wang T, Saunders NA, et al. Daytime pulmonary hemodynamics in patients
with obstructive sleep apnea without lung disease. Am J Respir Crit Care Med 1999; 159:
1518-1526.
73. Erol Ç. Pulmoner hipertansiyonda ekokardiyografi. Tüberk Toraks 1993; 41 (özel sayı):
53-55.
74. Qureshi AI, Giles WH, Croft JB, Bliwise DL. Habitual sleep patterns and risk for stroke and
coronary heart disease: a 10-year follow-up from NHANES I. Neurology 1997;48:904-911.
75. Schwab RJ. Upper airway imaging. Clin Chest Med. 1998;19:33-54.
76. Schwab RJ, Goldberg AN. Upper airway assessment: radiographic and other imaging
techniques. Otolaryngol Clin North Am 1998;31:931-968.
77. Caballero P, Alvarez-Sala R, García-Río F, et al. CT in the evaluation of the upper
airway in healthy subjects and in patients with obstructive sleep apnea syndrome. Chest
1998;113:111-116.
78. Horner RL, Mohiaddin RH, Lowell DG, et al. Sites and sizes of fat deposits around the
pharynx in obese patients with obstructive sleep apnoea and weight matched controls. Eur
Respir J 1989; 2: 613-622.
79. Schwab RJ, Gupta KB, Gefter WB,et al. Upper airway and soft tissue anatomy in normal
subjects and patients with sleep-disordered breathing. Significance of the lateral pharynge-
al walls. Am J Respir Crit Care Med 1995;152:1673-1689.
80. Bloch KE. Polysomnography: a systematic review. Technol Health Care 1997;5:285-
305.
81. Guilleminault C, van den Hoed J, Mitler MM. Clinical overview of the sleep apnea synd-
rome. In: Guilleminault C, Dement WC;eds. Sleep apnea syndromes. New York: Alan R.
Liss; 1978:1-12.
82. Boudewyns A, Willemen M, Wagemans M, et al. Assessment of respiratory effort by
means of strain gauges and esophageal pressure swings: a comparative study. Sleep
1997;20:168-170.
83. Glenn W, Phelps M, Gersten L. Diaphragm pacing in the management of central alveolar
hypoventilation. In: Guilleminault C, Dement WC;eds. Sleep apnea syndromes. New York:
Alan R. Liss; 1978:333-345.
84. Staats BA, Bonekat HW, Harris CD, Offord KP. Chest wall motion in sleep apnea. Am Rev
Respir Dis 1984;130:59-63.
85. Bradley TD, McNicholas WT, Rutherford R,et al. Clinical and physiologic heterogeneity of
the central sleep apnea syndrome. Am Rev Respir Dis 1986;134:217-221.
86. Xie A, Wong B, Phillipson EA, et al. Interaction of hyperventilation and arousal in the pat-
Uykuda Solunum Bozuklukları 401
hogenesis of idiopathic central sleep apnea. Am J Respir Crit Care Med 1994;150:489-
495.
87. Xie A, Rutherford R, Rankin F, et al. Hypocapnia and increased ventilatory responsi-
veness in patients with idiopathic central sleep apnea. Am J Respir Crit Care Med
1995;152:1950-1955.
88. Roehrs T, Conway W, Wittig R, et al. Sleep-wake complaints in patients with sleep-related
respiratory disturbances. Am Rev Respir Dis 1985;132:520-523.
89. Carskadon MA, Dement WC. Respiration during sleep in the aged human. J Gerontol
1981;36:420-423.
90. Javaheri S, Parker TJ, Wexler L, et al. Occult sleep-disordered breathing in stable conges-
tive heart failure. Ann Intern Med 1995;122:487-492.
91. Bradley DT. Nonhypercapnic central sleep apnea. In: McNicholas WT, Phillipson EA; eds.
Breathing disorders in sleep. London: WB Saunders; 2002:246-264.
92. Sullivan CE, Kozar LF, Murphy E, Phillipson EA. Primary role of respiratory afferents in
sustaining breathing rhythm. J Appl Physiol 1978;45:11-17.
93. Cherniack NS. Sleep apnea and its causes. J Clin Invest 1984;73:1501-1506.
94. Berssenbrugge A, Dempsey J, Skatrud J: Hypoxic versus hypocapnic effects on periodic
breathing during sleep. In:West JB,Lahiri S;eds. High altitude and man. Bethesda, MD:
American Physiological Society;1984:115-127.
95. Dempsey JA, Skatrud JB. A sleep-induced apneic threshold and its consequences. Am Rev
Respir Dis 1986;133:1163-1170.
96. de Backer WA. Central sleep apnea. Eur Respir Mon 1998;3:267-284.
97. Younes M. The physiologic basis of central and periodic breathing. Curr Pulmonol 1989;
10: 265-326.
98. White DP, Zwillich CW, Pickett CK,et al. Central sleep apnea. Improvement with acetazo-
lamide therapy. Arch Intern Med 1982;142:1816-1819.
99. Schroeder JS, Motta J, Guilleminault C. Hemodynamic studies in sleep apnea. In: Guil-
leminault C, Dement WC; eds. Sleep apnea syndromes. New York:Alan R Liss, 1978;
177-196.
100. DeBacker WA, Verbraecken J, Willemen M,et al. Central apnea index decreases after pro-
longed treatment with acetazolamide. Am J Respir Crit Care Med 1995;151:87-91.
101. Sharp JT, Druz WS, D’Souza V, Diamond E. Effect of metabolic acidosis upon sleep
apnea. Chest 1985;87:619-624.
102. Issa FG, Sullivan CE. Reversal of central sleep apnea using nasal CPAP. Chest
1986;90:165-171.
103. Hoffstein V, Slutsky AS. Central sleep apnea reversed by continuous positive airway pres-
sure. Am Rev Respir Dis 1987;135:1210-1212.
104. Martin RJ, Sanders MH, Gray BA, Pennock BE. Acute and long-term ventilatory effects of
hyperoxia in the adult sleep apnea syndrome. Am Rev Respir Dis 1982;125:175-180.
105. McNicholas W, Carter J, Rutherford R, et al. Beneficial effect of oxygen in primary alve-
olar hypoventilation with central apnea. Am Rev Respir Dis. 1982; 125: 773-775.
106. Hanly PJ, Zuberi-Khokhar NS. Increased mortality associated with Cheyne-Stokes respiration
in patients with congestive heart failure. Am J Respir Crit Care Med 1996;153:272-276.
107. Lanfranchi PA, Braghiroli A, Bosimini E, et al. Prognostic value of nocturnal Cheyne-
Stokes respiration in chronic heart failure. Circulation 1999;99: 1435-1440.
108. Franklin KA, Eriksson P, Sahlin C, Lundgren R. Reversal of central sleep apnea with
oxygen. Chest 1997;111:163 -169.
109. Hanly PJ, Millar TW, Steljes DG, et al. The effect of oxygen respiration and sleep in pati-
ents with congestive heart failure. Ann Intern Med 1989; 111: 777- 782.
110. Krachman SL, D’Alonzo GE, Berger TJ, Eisen HJ. Comparison of oxygen therapy with
402 Göğüs Hastalıklarında Ayırıcı Tanı
İNDÜKTE BALGAM
Füsun YILDIZ
Aşağı solunum yollarından elde edilen balgamın incelenmesi, birçok hava yolu
hastalığının tanısında ve inflamasyonun gösterilmesinde, 1900’lü yılların başın-
dan itibaren önem kazanmış ve invaziv yöntemler olan bronkoskopik biyopsi
ve bronkoalveoler lavajın (BAL) yerine kullanılabileceği bildirilmiştir. Uzun yıllar,
çeşitli hastalıkların tanısı için kullanılsa da, esas 1989 yılında Gibson ve ark.,
indükte balgam (İB) incelemesinin güvenilir ve geçerli bir yöntem olduğunu
göstermiş, 1992 yılında Pin ve ark. ise bu yöntemi, özellikle astımda inflamas-
yonun gösterilmesi ve araştırılmasında kullanmaya başlamışlardır (1,2). Yönte-
min standardize edilmesi için, 2002 yılında, Avrupa Solunum Derneği (ERS)
ve Amerikan Toraks Derneği (ATS) ortak bir uzlaşı belgesi hazırlamışlardır (3).
Bu bölüm hazırlanırken, bahsedilen uzlaşı belgesi ve ulusal kaynaklardan da
yararlanılmıştır. Balgam indüksiyonu güvenilir ve basit bir yöntem gibi görünse
de, bu yöntemi uygulayacak kişinin işlemin her basamağı için iyi eğitilmiş, bilgi-
lendirilmiş olması ve işlemin standart protokollere göre yapılması gereklidir.
Balgam İndüksiyonu
Spontan balgam çıkaramayan kişilerde, hipertonik solüsyonları nebülizatör yo-
luyla inhale ettirerek, alt solunum yollarından yeterli balgam elde etmek için
yapılan işleme balgam indüksiyonu adı verilir. Hipertonik salin kullanılarak ya-
pılan balgam indüksiyonun mekanizması tam olarak bilinmemektedir. Sorumlu
tutulan mekanizmalardan birinin bronş mukozasında artmış olan vasküler ge-
çirgenliğe bağlı osmolaritenin arttığı ve bunun da submukozal bezlerin mukus
üretimini arttırması olarak bildirilmektedir (3). Bununla beraber, in vivo olarak,
hava yollarına hipertonik solüsyon verilen hayvan ve insan çalışmalarında çeşit-
li maddelerin düzeyi artarken, vasküler permeabilite artışının göstergeleri olan
albümin ve diğer bazı göstergelerin düzeyinin artmadığı ve bu yüzden de söz
konusu hipotezin doğrulanamadığı belirtilmektedir (3). Hipertonik salinin hava
yolu epitelinden dışarıya sıvı çıkışını sağlayarak, öksürük reseptörlerini uyararak
ve mukosiliyer klirensi hızlandırarak etkili olduğu kabul gören diğer görüşlerdir.
403
404 Göğüs Hastalıklarında Ayırıcı Tanı
yonu daha az, toplam hücre sayısı daha fazla olduğundan ve elde edilen
sekresyonların gramına düşen hücre sayısı olarak ifade edilebildiğinden, daha
avantajlıdır. Eğer balgamdaki hücre canlılığı %50’den az ve skuamöz hücre
%20’den fazla ise materyel kaliteli değildir (6,10).
İyi bir hücre dağılımı sağlamak için, alınan materyale taze hazırlanmış %0.1
DTT ve HBSS eklenir. DTT, glikoprotein liflerini bağlayarak, balgamın jel for-
munu sağlayan disülfid bağlarının kopararak mukoliz yapar. Elde edilen mater-
yal, bir su banyosunda veya bir tüp karıştırıcı ile oda sıcaklığında çalkalanarak
homojenize edilir ve 48 μm gözenekli naylon filtrelerden geçirilir. HBSS ile 10
ml’ye tamamlanarak seyreltilen karışıma, hücrelerin balgamın sıvı kısmından
ayrılabilmesi için 300-1500xg (gravite) hızında, 5-10 dakika santrifüjleme iş-
lemi uygulanır. Total hücre sayımı için hemositometre kullanılır. Bütün alanlar
sayıldıktan sonra, canlı hücreler toplam hücre sayısının yüzdesi olarak ifade
edilir ve %40’ın altında olan hücre canlılığı güvenli bulunmamaktadır. Santrifüj
işleminin total hücre sayısını azaltabileceği bu yüzden total hücre sayımının
santrifüj işleminden önce yapılmasının uygun olacağı belirtilmektedir. Santrifüj
işlemi ile hücrelerin balgamın sıvı kısmından ayrılması tamamlandıktan sonra,
üstteki sıvı (süpernatan) örnek -20 ilâ -70oC’de saklanmalı, kalan kısım ise
hücre sayımı için kullanılmalıdır. Sitospinin optimum hücre sayısı (40-60x103
hücre) ile yapılmasının sonuçların güvenilirliğini arttıracağı bildirilmektedir (9).
Sitospinler total hücre sayımı için Giemsa veya Wright boyası ile boyanabilir
(Resim 1). Ayırıcı hücre sayısı için en az 400 nonskuamöz hücre sayılma-
lı, eozinofil, nötrofil, makrofaj, lenfosit ve bronş epitel hücrelerinin sayıları
toplam nonskuamöz hücrelerin yüzdesi olarak ifade edilmelidir. Balgamın sıvı
kısmında ise değişik sitokinler, kemokinler, proteazlar gibi birçok gösterge ça-
lışılabilmektedir.
408 Göğüs Hastalıklarında Ayırıcı Tanı
Balgam eozinofilisi olan KOAH’lı olgular, steroid tedavisine daha fazla yanıt
vermekte ve bu nedenle söz konusu yöntem ile eozinofil değerleri yönünden
takip yapılarak, uzun süreli steroid kullanımı konusunda karar verilebileceği
bildirilmektedir (11,29,30).
KOAH tanılı olgularda, indükte balgamda TNF-, interlökin-8, nötrofillerden
salınan granüler ürünler, substans P, miyeloperoksidaz, metalloproteinaz,
metalloproteinaz inhibitörleri gibi mediyatörlerin arttığı ve bunun da spiro-
metrik parametrelerle korelasyon gösterdiği bildirilmektedir (30-33).
FEV1’de>%20 düşüş
Yeniden FEV1 ölçümü veya belirgin semptom varsa
işlemi sonlandır!
Yeterli balgam elde edilene kadar 15-20 dk. süre ile tekrarlanır
KAYNAKLAR
1. Gibson PG, Girgis-Gabardo A, Morris MM, et al. Cellular characteristics of sputum from
patients with asthma and chronic bronchitis. Thorax 1989;44:693-9.
2. Pin I, Gibson PG, Kolendowicz R, et al. Use of induced sputum cell counts to investigate
airway inflammation in asthma. Thorax 1992;47:25-9.
3. Paggiaro PL, Chanez P, Holz O, et al. Sputum induction. Eur Respir J Suppl 2002 ;37:3s-
8s.
4. Makker HK, Holgate ST. The contrubution of neurogenic reflexes to hypertonic saline-
induced bronchoconstriction in asthma. J Allergy Clin Immunol 1993;92:82-8.
5. Wong HH, Fahy JV. Safety of one method of sputum induction in asthmatic subjects. Am
J Respir Crit Care Med 1997;156:299-303.
6. Kipps JC, Fahy JV, Hargreave FE. Methods of sputum induction and analysis of indu-
ced sputum: a method for assessing airway inflammation in asthma. Eur Respir J Suppl
1998;26:9s-12s.
7. Giannini D, Paggiaro PL, Moscato G, et al. Comparison between peak expiratory flow
and forced expiratory volume in one second (FEV1) during bronchoconstriction induced by
different stimuli. J Asthma 1997;34:105-11.
8. Pizzichini E, Pizzichini MM, Leigh R, et al. Safety of sputum induction. Eur Respir J Suppl
2002;37:9s-18s.
9. Efthimiadis A, Spanavello A, Hamid Q, et al. Methods of sputum processing for cell counts,
immunocytochemistry and in situ hybridization. Eur Respir J Suppl 2002;37:19s-23s.
10. Pizzichini E, Pizzichini MM, Efthimiadis A, et al. Indices of airway inflammation in induced
sputum: reproducibility and validity of cell and fluid-phase measurements. Am J Respir Crit
Care Med 1996;154:308-17.
11. Pavord ID, Sterk PJ, Hargreave FE, et al. Clinical applications of assessment of airway
inflammation using induced sputum. Eur Respir J Suppl 2002 ;37:40s-43s.
12. Karakurt Z, Ceyhan B, Karakurt S, Türker H. Induced sputum cell profile in mild to severe
stable asthmatics and healthy adults. Turk Respir J 2001;2:22-7.
13. Louis R, Lau LC, Bron AO, et al. The relationship between airways inflammation and
asthma severity. Am J Respir Crit Care Med 2000;161:9-16.
14. Hunter CJ, Brightling CE, Woltmann G, et al. A comparison of the validity of different
diagnostic tests in adults with asthma. Chest 2002;121:1051-7.
15. Fahy JV, Liu J, Wong H, et al. Cellular and biochemical analysis of induced sputum from
asthmatics and from healthy subjects.Am Rev Respir Dis 1993;147:1126-31.
16. Balzano G, Stefanelli F, Iorio C, et al. Eosinophilic inflammation in stable chronic obstru-
ctive pulmonary disease: relationship with neutrophils and airway function. Am J Respir
Crit Care Med 1999;160:1486-92.
17. Kips JC, Peleman RA, Pauwels RA. Methods of examining induced sputum:do differences
matter? Eur Respir J 1998;11:529-33.
18. Fahy JV, Liu J, Wong H, Boushey HA. Analysis of cellular and biochemical constituents of
induced sputum after allergen challenge: a method for studying allergic airway inflammati-
on. J Allergy Immunol 1994;93:1031-9.
19. Hargreave FE. Induced sputum and response to glucocorticoids. J Allergy Clin Immunol
1998;102:S102-S105.
20. Basyigit İ, Yildiz F, Ozkara SK, et al. Inhaled corticosteroid effects both eosinophilic and
non-eosinophilic inflammation in asthmatic patients. Mediators Inflamm 2004;13:285-
91.
21. Lemiere C. Non-invasive assessment of airway inflammation in occupational lung diseases.
Curr Opin Allergy Clin Immunol 2002;2:109-14.
İndükte Balgam 413
22. Jatakanon A, Lalloo UG, Lim S, et al. Increased neutrophils and cytokines, TNF-alpha
and IL-8 in induced sputum of non-asthmatic patients with chronic dry cough. Thorax
1999;54:234-7.
23. Brightling CE, Ward R, Goh KL, et al. Eosinophilic bronchitis is an important cause of
chronic cough. Am J Respir Crit Care Med 1999;160:406-10.
24. Carney IK, Gibson PG, Murree-Allen K, et al. A systemic evaluation of mechanisms in
chronic cough. Am J Respir Crit Care Med 1997;156:211-6.
25. Parameswaran K, Anvari M, Efthimiadis A, et al. Lipid-laden macrophages in induced
sputum are a marker of oropharyngeal reflux and possible gastric aspiration. Eur Respir J
2000;16:1119-22.
26. Bhowmik A, Seemungal TA, Sapsford RJ, et al. Comparison of spontaneous and induced
sputum for investigation of airway inflammation in chronic obstructive pulmonary disease.
Thorax 1998;53:953-6.
27. Brightling CE, Monterio W, Green RH, et al. Induced sputum and other outcome me-
asures in chronic obstructive pulmonary disease: safety and repeatability. Respir Med
2001;95:999-1002.
28. Peleman RA, Rytilla PH, Kipps JC, et al. The cellular composition of induced sputum in
chronic obstructive pulmonary disease. Eur Respir J 1999;13:839-43.
29. Brightling CE, Monterio W, Ward R, et al.Sputum eosinophilia and short-term response to
prednisone in chronic obstructive pulmonary disease:a randomised controlled trial. Lancet
2000;356:1480-5.
30. Keatings VM, Barnes PJ. Granulocyte activation markers in induced sputum:comparison
between chronic obstructive pulmonary disease, asthma and normal subjects. Am J Respir
Crit Care Med 1997;155:449-53.
31. Vignola AM, Riccobono L, Mirabella A, et al. Sputum metalloproteinase-9/tissue inhibitor
of metalloproteinase-1 ratio correlares with airflow obstruction in asthma and chronic
bronchitis. Am J Respir Crit Care Med 1998;158:1945-50.
32. Tomaki M, Ichinose M, Miura M, et al. Elevated substance P content in induced sputum
from patients with asthma and patients with chronic bronchitis. Am J Respir Crit Care
Med 1995;118:613-7.
33. Yildirim E, Yildiz F, Kacar Ozkara S, et al.Effects of different combined bronchodilator
therapies on airway inflammation in COPD. Clin Drug Invest 2005;25:453-61.
34. Jack CI, Sheard JD, Lippitt B, et al. Lung cancer in elderly patients: the role of induced
sputum production to obtain a cytological diagnosis. Age Ageing 1993;22:227-9.
35. Khajotia RR, Mohn A, Pokieser L, et al. Induced sputum and cytological diagnosis of lung
cancer. Lancet 1991;338;976-7.
36. Vignola AM, Rennard SI, Hargrave FE, et al. Future directions. Eur Respir J 2002;37:51s-
55s.
37. Zar HJ, Tannenbaum E, Apolles P, et al. Sputum induction for the diagnosis of pulmonary
tuberculosis in infants and young children in an urban setting in South Africa. Arch Dis
Child 2000;82:305-8.
38. Fireman E, Lerman Y. Possible future of induced sputum in interstitial lung disease. Eur
Respir J 2000;15:240-2.
BÖLÜM 11
EKSHALE GAZLAR
İ. Kıvılcım OĞUZÜLGEN
EKSHALE NO
Nitrik oksit, ekspirasyon havasında en uzun süreden beri ve en çok çalışılan
ekshale gazdır. 1987’de, endotel kaynaklı gevşetici faktör (EDRF) ile NO’nun
aynı madde olduğundan bahsedilmiştir (1). İnsan ve hayvan ekspirasyon hava-
sında NO’nun varlığı, Gustafsson ve ark. tarafından ilk defa 1991’de tanım-
lanmasından sonra, NO ölçümüne ilgi artmıştır (2). 1993’te, astımlı hastalar-
da ekpirasyon havasında NO düzeyinin artmış bulunduğunun yayınlanması ile,
bu basit ve noninvaziv yöntemin astım değerlendirilmesinde kullanılabileceği
görüşü gündeme gelmiştir (3). O tarihten beri, ekshale NO ile ilgili binin üze-
rinde çalışma bildirilmiştir. Günümüzde standart ölçüm teknikleri ile ilgili reh-
ber ve öneriler yayınlanmıştır ve ekspirasyon havasının değerlendirilmesinin
artık kliniklerde rutin kullanıma girmesi önerilmektedir (4,5).
NO, in vivo koşullarda nitrik oksit sentaz (NOS) enzimi aracılığı ile sentez edilir.
Değişik izoformları olan NOS enzimi, yarı esansiyel bir aminoasit olan L-arjini-
ni L-sitruline katalize ederken, NO sentez edilir. NOS enziminin iki temel izo-
formundan biri olan iNOS, hücrelerde bazal düzeyde bulunmaz, IL-1, TNF-,
414
Ekshale Gazlar 415
Avantajları Dezavantajları
EKSHALE CO
Oksidatif stres ve reaktif oksijen radikallerinin pek çok pulmoner hastalık pa-
togenezinde rolü vardır. Oksidatif strese karşı koruyucu mekanizmalardan biri-
si de hemoksijenaz (HO) indüksiyonudur. HO enziminin indüklenebilir formu
olan HO-1, “hem”i bilirubine katalize ederken, serbest demir ve CO ortaya
çıkar (7). Ekspiriyum havasında CO ölçümü, hemoksijenaz-1 aktivitesini yan-
sıtmaktadır ve oksidatif stres belirtecidir. CO ölçümü, önceleri sigara içiminin
izlenmesinde ve CO zehirlenmesinde kullanılırken, sonraki yıllarda akciğer has-
talıklarında da ekspirasyon havasında yüksek bulunduğu gösterilmiştir.
Astım
Astımlı hastalarda inflamatuar hücrelerden açığa çıkan sitokinler aracılığı ile
iNOS aktive olur ve yüksek konsantrasyonda NO sentezlenir. Ortamda bulu-
nan yüksek düzeyde NO’nun CD4 lenfositlerin Th2 olarak farklılaşmasında
da önemli rolü olabileceği düşünülmektedir (6,9). Astımlı hastalarda bronş
biyopsilerinde inflamasyon olan bölgelerde epitelde iNOS ekspresyonunun
olduğunun gösterilmesi de astımda inflamasyon ile ekspirasyon havasındaki
NO (FENO) arasında ilişki olduğunu göstermiştir (3,10,11).
Steroid tedavisi almamış astımlı hastalarda sağlıklı kişilere göre FENO değerle-
rinin yüksek olduğu pek çok çalışma ile gösterilmiştir (3,10-15). Astım atak-
larında, kontrol altında olmayan astımda FENO düzeylerinin yükseldiği göste-
rilmiştir. Steroide dirençli astım olgularında ve antiinflamatuar ilaç dozunun
Ekshale Gazlar 417
KOAH
Sigara içimi, FENO değerlerini düşürmektedir. Bu nedenle, FENO, KOAH’lı has-
taların çoğunda astımlı hastalara göre düşük bulunmuştur. Ancak, KOAH’lı
hastalarda atak döneminde stabil döneme göre FENO değerlerinin arttığı gös-
terilmiştir (28). Bir çalışmada, fiks hava yolu obstrüksiyonu olan ağır astım-
lı hastaları KOAH’lı hastalardan ayırımında FENO ölçümü kullanılmış ve iki
patolojiyi birbirinden ayırmada eşik değer 16 ppb olarak belirlenmiştir (29).
KOAH ile beraber pulmoner hipertansiyon varlığında, FENO değerlerinin yük-
seldiği gösterilmiştir (30).
Oksidatif stresi yansıtması nedeniyle, KOAH’lı hastalarda eCO ölçümü
FENO’ya göre daha ön planda tutulabilir. Sigara içen sağlıklı kişilerde içmeyen-
lere göre eCO değerleri yüksektir. Sigara içen KOAH’lı hastalarda sigarayı
bırakan KOAH’lılara göre ve sigarayı bırakan KOAH’lılarda sigara içmeyen
418 Göğüs Hastalıklarında Ayırıcı Tanı
sağlıklı kişilere göre eCO düzeyleri yüksek bulunmuştur. Ancak eCO düzeyi
ile solunum fonksiyon testleri arasında bir ilişki gösterilememiştir (31).
Kistik Fibrozis
İnflamatuvar akciğer hastalıklarının hemen hepsinde FENO yüksek bulunması-
na karşın, tersine kistik fibroziste FENO düşük bulunmaktadır. Bu durum, kistik
fibrozisli hastalarda hava yollarında aşırı miktarda bulunan nötrofillerden salı-
nan süperoksidin NO’yu nitrata çevirmesi ile açıklanmaya çalışılmıştır. Kistik
fibrozisli hastalarda hem antioksidan besinlerin absorbsiyonundaki azalma,
hem de devam eden kronik pulmoner enfeksiyonlara bağlı inflamasyon ok-
sidatif stresi, yani oksidatif hasarı artırmaktadır. Bu da eCO artışına neden
olmaktadır. Kistik fibrozisli hastaların eCO seviyeleri astımlı hastalardan daha
yüksek bulunmuştur (19).
Kronik öksürük
FENO ölçümü kronik öksürüklü hastaların ayırıcı tanısında da kullanılabilmek-
tedir. Chatkin ve ark.’larının kronik öksürüklü hastalarda yaptıkları çalışma-
sında, kontrol grubu ile karşılaştırldığında non-astmatik öksürüklü hastalarda
(gastroözofageal reflülü hastalar da dahil olmak üzere) FENO değerleri sağlıklı
kontrol grubundan farklı bulunmazken, öksürük varyant astımlı hastalarda
FENO değerleri sağlıklı kontrol grubuna ve non-astmatik öksürüklü gruba göre
anlamlı yüksek bulunmuştur. Öksürük varyant astımlı hastaların FENO değer-
leri klasik astımlı hastaların FENO değerlerine benzerdir (34).
Sarkoidoz
Yapılan çalışmalarda, sarkoidozlu hastalarda normal kontrol grubuna göre
FENO düzeyleri yüksek bulunmuştur. Sarkoidozlu hastalarda artmış TNF- ve
IFN-’ya bağlı makrofajlarda iNOS regülasyonunun arttığı, makrofajların ve
granülomların potansiyel NO kaynağı olduğu düşünülmektedir. Ancak, bu
FENO yüksekliğinin hastalığın aktivasyonunu yansıtmadığı ve hastalığın evre-
sinden bağımsız olduğu belirtilmektedir (35,36).
Bronşektazi
Hem FENO’nun hem de eCO’nun bronşektazili hastalarda yüksek bulundu-
ğu gösterilmiştir (19). Bu yüksek değerin söz konusu hastaların kistik fibro-
zis ve primer siliyer diskinezili hastalardan ayırıcı tanısında kullanılabileceği
belirtilmektedir (37). FENO’nun, hastalığın bilgisayarlı tomografide yaygınlığı
Ekshale Gazlar 419
Akciğer Transplantasyonu
Akciğer transplantasyonlu hastalarda yapılan çalışmalar, transplantasyon
sonrasında yükselen FENO düzeylerinin, lenfositik bronşiyolit, obliteratif bron-
şiyolit ve infeksiyonları akla getirilmesi gerektiğini göstermektedir. FENO taki-
bi, bu açılardan rejeksiyonun erken habercisi olarak kullanılabilir (19).
Sonuç olarak, ekspirasyon havasının değerlendirilmesi, özellikle FENO ölçümü
tekrarlanabilir, basit ve pratik olması ve kolay uygulanabilirliği nedeniyle, inf-
lamasyon değerlendirilmesinde rutin kullanıma girebilir.
Ölçüm tekniklerinin standardizasyonunun yakın zamanda belirlenmiş olması
nedeniyle, henüz hastalıklar için tanısal eşik değerler tanımlanmamıştır. Bu
durum, söz konusu tanı yöntemlerinin ayırıcı tanıdaki yerini kısıtlamaktadır.
KAYNAKLAR
1. Palmer RM, Ferrige AG, Moncada S. Nitric oxide release accounts for the biological activity
of endothelium-derived relaxing factor. Nature 1987; 327: 524-526.
2. Gustafsson LE, Leone AM, Persson MG, et al. Endogenous nitric oxide is present in the
exhaled air rabbits, guinea pigs and human. Biochem Biophys Res Commun 1991; 181:
852-857.
3. Alving K, Weitzberg E, Lundberg JM. Increased amount of nitric oxide in exhaled air of
asthmatics. Eur Respir J 1993; 6:1368-1370.
4. American Thoracic Society; European Respiratory Society. ATS/ERS recommendations for
standardized procedures for the online and offline measurement of exhaled lower respi-
ratory nitric oxide and nasal nitric oxide, 2005. Am J Respir Crit Care Med. 2005 Apr
15;171:912-930.
5. Kharitonov SA. Exhaled markers of inflammatory lung diseases: ready for routine monito-
ring? Swiss Med Wkly 2004; 134: 175-192.
6. Türktaş H.Astma patogenezi. Ankara:Bozkır Matbaacılık;1996:61-75.
7. Horvath I, Loukides S, Wodehouse T, et al. Increased levels of exhaled carbon monoxide in
bronchiectasis: a new marker of oxidative stress. Thorax 1998; 53: 867-70.
8. Paredi P, Kharitonov SA, Barnes PJ. Analysis of expired air for oxidation products. Am J
Respir Crit Care Med 2002;166(12 Pt 2):S31-S37.
9. Nijkamp FF, Folkerts G. Nitric oxide and bronchial reactivity. Clin Exp Allergy 1994; 24:
905-14.
10. Kharitonov SA, Yates D, Robbins RA, et al. Increased nitric oxide in exhaled air of asthmatic
patients. Lancet 1994; 343: 133-35.
11. Kharitonov SA, Barnes PJ. Nitric oxide in exhaled air is a new marker of airway inflammati-
on. Monaldi Arch Chest Dis 1996;51:533-537.
12. Kharitonov SA, Yates DH, Barnes PJ. Inhaled glucocorticoids decrease nitric oxide in exha-
led air of asthmatic patients. Am J Respir Crit Care Med 1996; 153: 454-57.
420 Göğüs Hastalıklarında Ayırıcı Tanı
13. Nelson BV, Sears S, Woods J, et al. Expired nitric oxide as a marker for childhood asthma.
J Pediatr 1997; 130: 423-7.
14. Satouchi M, Maeda H, Yu Y, Yokoyama M. Clinical significance of the increased peak levels
of exhaled nitric oxide in patients with bronchial asthma. Intern Med 1996; 35: 270-75.
15. Barnes PJ, Kharitonov SA. Exhaled nitric oxide: a new lung function test. Thorax 1996; 51:
233-37.
16. Oğuzülgen İK, Türktaş H, Levent E, Erbaş D. Akut astma atağındaki hastalarda ekshale nitrik
oksid ölçümü. Tüberk Toraks 1999; 47 (3): 259-64.
17. Massaro AF, Gaston B, Kita D, et al. Expired nitric oxide levels during treatment of acute
asthma. Am J Respir Crit Care Med 1995; 152:800-803.
18. Stirling RG, Kharitonov SA, Campbell D, et al. Increase in exhaled nitric oxide levels in
patients with difficult asthma and correlation with symptoms and disease severity despi-
te treatment with oral and inhaled corticosteroids. Asthma and Allergy Group. Thorax
1998;53:1030-1034.
19. Kharitonov SA. Exhaled nitric oxide and carbon monoxide in asthma. Eur Respir J 1999;
9:212-218.
20. Oğuzülgen İK. Hava yolu hastalıklarında ekspirasyon havasındaki inflamasyon göstergeleri.
Toraks Dergisi 2000;1:65-70.
21. Kharitonov SA, Donnelly LE, Montuschi P, Corradi M, et al. Dose-dependent onset and ces-
sation of action of inhaled budesonide on exhaled nitric oxide and symptoms in mild asthma.
Thorax 2002;57:889-896.
22. Türktaş H, Levent E, Oğuzülgen İK, Erbaş D. Effects of inhaled budesonide and nedocromil
sodium on exhaled nitric oxide levels in mild asthmatic patients. Gazi Med J 1998; 9: 167-
71.
23. Oguzulgen IK, Turktas H, Erbas D. Airway inflammation in premenstrual asthma. J Asthma
2002;39:517-522.
24. van Den Toorn LM, Prins JB, Overbeek SE, et al. Adolescents in clinical remission of atopic
asthma have elevated exhaled nitric oxide levels and bronchial hyperresponsiveness. Am J
Respir Crit Care Med 2000;162(3 Pt 1):953-957.
25. Lemiere C. Non-invasive assessment of airway inflammation in occupational lung diseases.
Curr Opin Allergy Clin Immunol 2002; 2:109-114.
26. Uasuf CG, Jatakanon A, James A, et al. Exhaled carbon monoxide in childhood asthma. J
Pediatr 1999; 135: 569-74.
27. Yamara M, Sekizawa K, Ishizuka S, et al. Exhaled carbon monoxide levels during treatment
of acute asthma. Eur Respir J 1999; 13: 757-60.
28. Maziak W, Loukides S, Culpitt S, et al. Exhaled nitric oxide in chronic obstructive pulmonary
disease. Am J Respir Crit Care Med 1998;157(3 Pt 1): 998-1002.
29. Fabbri ML, Romagnoli M, Corbetta L, et al. Differences in airway inflammation in patients
with fixed airway obstruction due to asthma or chronic obstructive pulmonary diseases. Am
J Respir Crit Care Med 2003; 167: 418-424.
30. Clini E, Cremona G, Campana M, et al. Production of endogenous nitric oxide in chronic
obstructive pulmonary disease and patients with cor pulmonale. Correlates with echo-Dopp-
ler assessment. Am J Respir Crit Care Med 2000;162(2 Pt 1):446-50.
31. Montuschi P, Kharitonov SA, Barnes PJ. Exhaled carbon monoxide and nitric oxide in
COPD. Chest 2001; 120: 496-501.
32. Karadag B, James AJ, Gultekin E, et al. Nasal and lower airway level of nitric oxide in child-
ren with primary ciliary dyskinesia. Eur Respir J 1999;13: 1402-1405.
33. Wodehouse T, Kharitonov SAMackay IS, et al. Nasal nitric oxide measurements for the
screening of primary ciliary dyskinesia. Eur Respir J 2003;21: 43-47.
34. Chatkin JM, Ansarin K, Silkoff PE, et al. Exhaled nitric oxide as a noninvasive assessment of
chronic cough. Am J Respir Crit Care Med 1999;159:1810-1813.
35. Ziora D, Kaluska K, Kozielski J. An increase in exhaled nitric oxide is not associated with
activity in pulmonary sarcoidosis. Eur Respir J 2004; 24: 609-614.
36. Moodley YP, Chetty R, Lalloo UG. Nitric oxide in exhaled air and inducible nitric oxide syn-
thase immunolocalization in pulmonary sarcoidosis. Eur Respir J 1999; 14: 822–827.
37. Kharitonov SA, Barnes PJ. Clinical aspects of exhaled nitric oxide. Eur Respir J 2000; 16:
781-792.
BÖLÜM 12
TORASENTEZ
Torasentez, plevral aralığa yerleştirilen bir iğne veya kateter yardımıyla plev-
ral sıvının aspire edilmesi işlemidir.
Torasentez, ya sıvının nedenini bulmak (tanısal) ya da sıvının sebep olduğu
dispneyi azaltmak (tedavi amaçlı) için yapılır. Torasentez, plevral efüzyonlu
hastaların dörtte üçünde tanı koydururken; beşte birinde de tanıya katkı sağ-
lamaktadır (1). Torasentezle ampiyem, şilotoraks, ürinotoraks ve hemotoraks
tanınabilir. Ayrıca, tüberküloz, malignite, sistemik lupus eritematozus (SLE),
pankreatit ve özofagus rüptürü gibi etiyolojik tanılar konabilir (2).
Terapötik torasentez, ancak aşırı miktarda sıvı durumunda endikedir. Sıvıya
421
422 Göğüs Hastalıklarında Ayırıcı Tanı
ile örtülmelidir. Hekim, işlem sırasında steril eldiven giymeli ve steril malzeme
kullanmalıdır. İnterkostal sinir ve damarları leze etmemek için, sırttaki kos-
taların üst kenarına yakın alandan; girişim göğüs ön kısmından yapılıyorsa,
iki kostanın ortasından negatif basınç uygulayarak girilir. Cilt ve cilt altına
periosta kadar lokal anestezik (%1-2 Lidokain) verildikten sonra iğne, negatif
aspirasyon uygulanarak sıvı gelinceye kadar, yavaş ve dikkatli bir biçimde iler-
letilir. Hava aspire edilmesi durumunda iğne hemen geri çekilmelidir. Onuncu
interkostal alanın daha aşağısından ponksiyon yapılacaksa karaciğer, dalak
ve diyafragma hasarı bakımından dikkatli olunmalıdır. Eğer hasta, aynı taraf-
taki omuzda ağrı hisseder veya enjektöre kan gelirse, hemen iğne geri çekilip
hasta yakın izleme alınmalıdır. Sıvı gelir gelmez iğne çekilir ve heparinle yı-
kanmış 50 cc’lik enjektöre 20-22 no’lu iğne takılarak, aynı hattan girilip sıvı
aspire edilir. Bir enjektörlük sıvı alınması, genellikle tanısal işlemler için yeterli
olur. Ancak, boşaltma yapılacaksa, plastik uçlu bir kateter yerleştirilir ve bir
serum seti yardımıyla sıvı boşaltılır.
Plevral sıvı, ağırlığıyla diyafragmayı iterek fonksiyonunu bozmaktadır. Terapö-
tik torasentezde alınan sıvının miktarı, kan gazlarını veya akciğer volümlerini
değiştirmesi öngörülmeyecek kadar az bile olsa, hasta rahatlayabilir. Bunun,
toraks kafesinin geriliminin azalmasıyla ilişkili olduğu düşünülmektedir (ponk-
siyon sonrası solunum kasları daha avantajlı bir pozisyona kavuşmaktadırlar).
Terapötik torasentezde, plastik kateter kullanılması ve iğne ucunun aşağıya
yöneltilmesi akciğer hasarını önler.
Torasentez komplikasyonları; pnömotoraks, hemotoraks, reekspansiyon ak-
ciğer ödemi, plevraya bakteriyel kontaminasyon, iğnenin giriş hattına tümör
implantasyonu ve nadiren hava embolisidir. Bazen hipotansiyon ve bradikar-
di ile karakterize vazovagal refleks (atropine cevap verir) veya ağrı ve korkuya
eşlik eden hipotansiyon, solukluk ve bayılma görülebilir. Bu durumda, hemen
işlem sonlandırılır. Hasta baş aşağı pozisyonda yatırılır. Pulmoner ödem ge-
nellikle tek taraflı ve proteinden zengindir. Bu, muhtemelen reperfüzyon ha-
sarına bağlı olarak kapiller permeabilitenin arttığını gösterir. Plevral basıncın
hızla negatifleşmesinin de buna katkısı vardır. Bu komplikasyonu önlemek
için torasentez yavaş yavaş yapılmalı ve hasta öksürük, dispne veya ağrı his-
settiğinde sonlandırılmalıdır. Bir girişimde 1 litreden fazla sıvı boşaltılmama-
lıdır. Reekspansiyon ödemi bazen bilateral gelişebilmektedir. Torasentezin
rölatif kontrendikasyonları; az miktarda sıvı, kanama diyatezi, antikoagülan
tedavi ve mekanik ventilasyondur.
Görünüm
Transüdalar, genellikle berrak ve nonvisközdür ve hafifçe sarımtrak (saman
sarısı) görünür; beklediğinde pıhtılaşmaz. Hücre ve protein içeriği arttıkça
renk koyulaşır ve bulanıklaşır. Ampiyem sıvısı ise opak ve visközdür. Koleste-
rol içeren sıvı, saten gibi parlaktır. Şilöz effüzyon süt görünümündedir. Kötü
424 Göğüs Hastalıklarında Ayırıcı Tanı
koku, anaerobikler başta olmak üzere bir bakteriyel infeksiyona işaret eder.
Sıvıda idrar kokusu alınması, ürinotoraksı düşündürmelidir. Kanlı görünümün
transüdayı ekarte etmediği akılda tutulmalıdır.
Bulanık, sütsü veya kanlı görünümde olan plevral sıvıların süpernatantı araş-
tırılmalıdır. Bulanık iken santrifügasyon sonrası berraklaşıyorsa, başlangıçtaki
bulanıklık hücre veya debrise bağlıdır. Santrifügasyon sonrası bulanıklık de-
vam ediyorsa şilotoraks veya psödoşilotoraks olabilir.
rankimal infiltrasyon yoksa olası tanılar şunlardır: pulmoner emboli, viral in-
feksiyon, gastrointestinal hastalık, asbeste bağlı plörezi veya akut tüberküloz
plörittir. İntraplevral sklerozan ajanların uygulanmasını takiben plevral sıvıda
nötrofil artışı olabilir.
Eozinofil oran > %10 ise genellikle benign ve tüberküloz dışı olayları yansıtır.
Pnömotoraks, hemoraji ve asbest maruziyetine bağlı sıvı durumlarında eozi-
nofili olabilmektedir. İlk torasentezde eozinofil sayısı normalken tekrarlayan
torasentezlerde yüksek bulunması, muhtemelen subklinik, küçük iyatrojenik
pnömotorakslara bağlıdır (9). Hemotoraksa bağlı plevral sıvıda eozinofil artışı
ikinci haftadan sonra görülür ve beraberinde periferik kanda da eozinofili
bulunabilir. Plevrada hava veya kan bulunduğunda, artmış eozinofil sayısının
mekanizması bilinmemektedir. Pulmoner emboliye bağlı hemorajik sıvılarda
sıvıda eozinofil sayısı artmış olabilirken malign hemorajik sıvılarda genellikle
böyle değildir. İlaç reaksiyonlarına bağlı (nitrofurantoin, dantrolen ve bro-
mokriptin) plevral sıvılarda da eozinofil sayısı yükselebilmektedir. Plevral pa-
ragonimiyaziste ve Churg-Strauss sendromunda da eozinofil sayısı artmıştır
(10). Etiyolojisi bir türlü belirlenememiş eksüdatif plörezilerin %40’ında sıvıda
eozinofili mevcuttur. Eozinofilik effüzyonlar etiyolojiden bağımsız olarak daha
iyi yaşam beklentisine ya da sağkalıma sahiptirler (11).
Plevral sıvıda makrofaj ve monosit artışıyla ilişkili herhangi bir spesifik pa-
toloji bilinmemektedir. Plazma hücreleri ile bazofiller plevral sıvıda nadiren
gözlenirler. Multipl miyelom veya lösemi ile ilişkli olabilecekleri rapor edil-
miştir (12).
Kimyasal Analizler
Plevral sıvı, eksüda veya transüda diye iki ana başlık altında sınıflandırılır. Ek-
südatif sıvının varlığı, etiyolojiyi ortaya koymak için genellikle ileri incelemeleri
gerekli kılarken, transüda tanısı bunlardan hastayı kurtarır. Transüda varlığı,
konjestik kalp yetmezliği (KKY), siroz veya nefroz tanılarından birine yöneltir
ki, diğer organ bulgularıyla tanıya rahatlıkla ulaşılabilir. Bu ayrımın yapılması,
genellikle protein içeriği ve laktik dehidrogenaz (LDH) düzeyi esas alınarak
yapılır. Uzun yıllar dansitesi > 1015 ve protein içeriği > 3 gr/dl olan sıvılar
eksüda olarak değerlendirildi. Oysa sıvı ve serum konsantrasyonlarının karşı-
laştırılmasıyla daha doğru sonuç alınmaktadır. Eksüda-transüda ayrımında en
duyarlı parametreler olarak bilinen Light kriterlerine göre: sıvı proteini / se-
rum proteini > 0,5 veya LDH değeri > 200 IU veya LDHsıvı/LDHserum>
0,6 olması (bunlardan birisinin pozitif olması) durumunda sıvı eksüda olarak
vasıflandırılır (13). Light kriterleri, halen en yaygın kullanılan parametrelerdir
ve eksüdaları saptamada sansitivite ve spesifisitesi hemen hemen %100’e ya-
kın bulunmaktadır (14). Ancak, Light kriterleri temel olarak alındığında, az bir
kısım olguda transüdalar, eksüda olarak sınıflandırılmakta ve bunun sonucunda
gereksiz girişimler gündeme gelmektedir. Bunu ortadan kaldırmak için, eksüda-
transüda ayrımında başka parametreler tanımlanmıştır. Fakat, Light kriterleriy-
le kolesterol düzeyi, sıvı/serum kolesterol oranı, bilirubin düzeyi, serum-sıvı al-
bümin gradiyenti parametrelerini karşılaştıran son iki yayında eksüda-transüda
426 Göğüs Hastalıklarında Ayırıcı Tanı
sine karşın tüberküloz tanısı hâlâ balgam veya sıvıda basillin idantifikasyonu
ya da biyopsiyle konulmalıdır (35). ADA, adenozinin inozine dönüşümünü
katalizler ve aktif lenfositlerden salınır. ADA düzeyi < 40 U/L ise tüberkü-
lozdan uzaklaşılır. ADA > 70 U/L veya plevral sıvı ADA / serum ADA > 2
ise tüberküloz en olası tanıdır. Lenfomalar, ampiyem ve RA ile daha nadi-
ren lenfoma dışı maligniteler ve intrasellüler infeksiyonlarda da ADA düzeyi
hafifce artma eğilimindedir. ADA, ADA1 (ADA1m ve ADA1c) ve ADA2
olarak iki komponente ayrılmaktadır. ADA1 tüm hücrelerde bulunur. ADA2
monosit/makrofaj aktivasyonunu yansıtır. Tüberküloz plörezide ADA2 ar-
tarken, ampiyem ve parainfektif plörezilerde ADA1 artmaktadır (36). Bir
sıvının ADA düzeyi 50 IU/L’den yüksek ve lenfosit hakimiyeti varsa tanı
büyük olasılıkla tüberkülozdur (37). Ancak, AIDS’li olgularda ortaya çıkan tü-
berküloz plörezilerde ADA düzeyi yükselmeyebilmektedir. Tüberküloz preva-
lansı yüksek yörelerde ADA düzeyinin spesifisitesi ve sansitivitesi yüksek bu-
lunurken, tüberküloz prevalansı düşük ülkelerde düşük bulunmaktadır. Bunun
nedeni, yüksek tüberküloz prevalansı bulunan ülkelerde tüberküloz plörezinin
gençlerde gözlenmesi ve bunlarda malignite gibi diğer plörezi nedenlerinin
çok az rastlanması olabilir. Bu nedenle, yüksek prevalanslı alanlarda, klinik
olarak tüberkülozu düşündüren genç hastalarda, tüberküloz kültür sonuçları
beklenirken ampirik tedavi kararının ADA düzeyine göre verilebileceği öne
sürülmüştür (38). Plevral sıvıda artmış interferon-gamma düzeyi de tüber-
küloz plöreziyi destekler ve romatoid sıvıdan ayrımında kullanışlı olduğu bil-
dirilmiştir (39,40). Fakat, ADA’ya göre hem daha pahalı hem de ek yararı
gösterilememiş bir yöntemdir. Aktive lenfositlerin yüzeyinden dökülen solubl
interlökin-2 reseptör (sIL-2R) seviyesinde artış tüberküloz veya RA’da rapor
edilmektedir (41). Plevral sıvının lizozim III düzeyinin > 20 μg/ml olması tü-
berkülozu destekler. Plevral sıvı lizozim / serum lizozimi > 1,2 ise tüberküloz
tanısı için sensitivite %100, spesifisite %95’tir.
Atriyal natriüretik faktör, potent vazodilatör ve natriüretiktir. Kardiyak atryial
doku kaynaklıdır. KKY tanısında plevral sıvıda artmış olması anlamlıdır.
Süt görünümünde sıvı şilotoraks tanısı koydurur. Ancak, ampiyem ve psö-
doşilotoraks bazen yanıltır. Ayrıca, bazen şilotoraks süt görünümünde ol-
maz. Ampiyemde bulanıklık lökositlere bağlıdır. Şilotoraksta şilomikronlar,
psödoşilotoraksta ise lesitin-globülin kompleksleri bu görünümün nedenidir.
Şilotoraksta hastalık anamnezi akuttur, plevral yüzeyler kalınlaşmamıştır ve
sıvının sedimenti kolesterol kristalleri içermez. Psödoşilotoraksta ise kronik
(aylar, yıllar) bir anamnez vardır, plevral yüzeyler kalınlaşmıştır, etrafı fibrotik
skar dokusuyla çevrilidir, sıvı sedimenti kolesterol kristalleri içerir ve koleste-
rol düzeyi yüksektir (>200 mg/dl). Şilotoraksta etil eter sıvıyı berraklaştırır.
Yine şilotoraksta, “plevral sıvı trigliseridi / serum trigliseridi” > 2 ve trigliserid
düzeyleri >110 mg/dl iken, psödoşilotoraksta < 50 mg/dl’dir (42). Arada
bulunan değerlerde ayrım için lipoprotein elektroforezi (şilomikron hakimi-
yeti) gereklidir (43).
Tüberküloz ve RA başta olmak üzere, kronik plevral inflamasyonlarda sıvıda
kolesterol düzeyi çok yükselebilir ve 1000 mg/dl’yi aşabilir. Bu durum şilo-
Torasentez ve Plevra Biyopsisi 429
Bakteriyolojik Testler
Plevral sıvının Gram boyaması ve bakteriyolojik, fungal ve tüberküloz basili
için kültürü, infeksiyöz plörezilerde çok yararlıdır. Sıvıdan bir organizmanın
izolasyonu etiyolojiyi kesin ortaya koyar. Ampiyeme rağmen sıvı kültürleri-
nin negatif olması, anaerobik koşullarda kültürün yapılamaması veya önceki
antibiyotik tedavisinin etkisiyle olabilir. Bu durumda, sıvıda solubl bakteriyel
antijenlerin araştırılmasına dayanan “counter” immünoelektroforez ile etken
mikroorganizma tespit edilebilir. Sıvıda aside rezistan basil (ARB) aranması
ve tüberküloz basili için kültüre edilmesi rutin işlemlerdir. Ancak, tüberküloz
ampiyem dışında yaymada ARB hemen daima negatif bulunur. Plevral sıvı
kültürünün sensitivitesi %10-35 arasında bulunmaktadır (45). Kültür öncesi
olabildiğince fazla volümde sıvının konsantrasyonu sonuç alma oranını yük-
seltir. HIV pozitiflilerde rastlanan tüberküloz plörezilerde, HIV negatiflilerdeki
tüberküloz plörezilere göre plevral sıvı ya da biyopsi örneklerinden tüberküloz
basili izolasyonunun daha sık olduğu rapor edilmiştir (46). Bunun, plevral
sıvının miktarının ve immün yetmezliğe bağlı olarak basil sayısının plevral
boşlukta fazla olmasıyla ilişkili olduğu düşünülmektedir.
Sitolojik Analizler
Tanı konmamış her eksüdatif plevral sıvının sitoljik analizi yapılmalıdır. Plev-
ral sıvıda malign hücrelerin görülmesi, pariyetal veya viseral plevraya tümör
invazyonunu gösterir. Malign plörezilerin %40-87’sinde plevral sıvıda ma-
lign hücre saptanabilir (5,47,48). Bunların %60’ında ilk torasentezde ma-
lign hücre görülebilir (5). İlk muayenede, malignite kuşkusu olmayan sıvıdan,
tekrarlanan torasentezlerde malignite tanısı düşük (<%3) iken, kuşkulu sonuç
durumunda, üç kez plevral sıvı alındığında pozitiflik oranı %80-90’a ulaşabilir
(5,49). Pozitiflik, malignite türüne göre de değişebilir. Hodgkin hastalığı, sku-
amöz hücreli karsinom ve sarkomada pozitiflik oranı düşük iken, adenokarsi-
nomada yüksektir. Hücre blokları ve yayma birlikte yapılır ve değerlendirilirse
tanı oranı artar (48). Sitolojiye gönderilecek sıvı örnekleri, torasentezin son
kısmından ve miktarca fazla olmalıdır. Pozitif malign sitoloji, tanı kadar prog-
noz hakkında da bilgi verir. Plevral metastazı olan akciğer kanserlerinde bir
yıl içinde ölüm beklenmelidir. Eğer primer odak meme veya over ve plevra
metastazı varsa bu süre 2 yıldan azdır. Malign plevral effüzyonların en sık
nedenleri akciğer ve meme karsinomları ile lenfomalardır. İlk iki durumda
malign hücreler 2/3 sıklıkta, oysa lenfomada 1/3 sıklıkla saptanabilir.
430 Göğüs Hastalıklarında Ayırıcı Tanı
Diğerleri
Epiteliyel membran antijeni, karsinoembriyonik antijen (CEA), keratin, vimen-
tin ve diğer çeşitli antijenlere karşı geliştirilmiş monoklonal antikorlar (Mab)
plevral malignitelerin tanısında kullanılmaktadır. Mezotelyomanın adenokarsi-
noma ve reaktif mezotel hücrelerinden ayrımında yararlıdırlar. CEA, B72.3 ve
Leu-M1 ile boyanmıyorsa mezotelyoma; bunlardan en az ikisi ile boyanıyorsa
adenokarsinomadır. Bu çalışmalar, dokudan çok, serbest malign hücrenin bu-
lunduğu sıvı örneklerinde kullanışlıdır. Ancak, bunlar düşük sansitivite ve spe-
sifisitelerinden dolayı kesin tanı koydurmazlar (50). Malign plörezili olguların
%30-40’ında plevral sıvıda CEA düzeyinin 10 ng/ml’yi aştığı bilinmektedir.
Plevral sıvıda CEA düzeyinin maligniteler dışında ampiyem ve komplike parap-
nömonik sıvılar, transüdalar, pankreatit, sirozda da yükseldiği bildirilmiştir (51).
Bu nedenle, CEA düzeyi malignite tanısını destekler ancak kesinleştirmez. Bir
çalışmada, plevral sıvıdaki CEA düzeyinin 10 ng/ml’den yüksek bulunmasının
spesifisitesinin yüksek (%90) ancak, sansitivitesinin düşük (%37) olduğu bildi-
rilmiştir (52). Fibronektin, siyalik asit, nöron spesifik enolaz, alfa fetoprotein,
beta-2 mikroglobülin, asit solübl glikoprotein, doku polipeptid antijen gibi ma-
lignite belirteci olarak tanımlanan bir çok incelemeler yapılabilmektedir (53).
Hücre içeriği 30,000 /mm3 üzerinde olan sıvılarda akım sitometri çalışılabilir.
Nükleer DNA’nın hızlı ve kantitatif ölçümünü yapan akım sitometrinin, art-
mış anöploidi gösteren malign hücreler aracılığıyla malign - benign (öploidi)
ayrımında yararlı olduğu belirtilmektedir (54,55). Yine akım sitometri ile im-
münositometrik çalışma yapılırsa lenfosit popülasyonunun klonalitesi (T veya
B hücre) tayin edilebilmektedir. Bu, özellikle lenfoma tanısında yararlı bir
testtir. Özellikle, plevral lösemi, lenfoma veya mezotelyoma tanısında yararlı
olan kromozom analizleri sitolojiye yardımcı olarak yapılabilmektedir. Ancak,
son yıllarda, akım sitometriye yerini terketmektedir.
Tüberküloz basili antijenleri ya da antitüberküloz antikorların plevral sıvıda ta-
yiniyle ilişkili sensitivite ve spesifisite testleri henüz yeterli olmadığından, rutin
kullanım için uygun değildir. Polimeraz zincir reaksiyonu (PCR)’nun tüberkü-
loz plörezilerin tanısında -kullanılan materyal ve yönteme göre- sensitivitesi
%20-81, spesifisitesi ise %78-100 arasında değişmektedir (45). PCR, kültür
pozitif plevral sıvıların %100’ünde, kültür negatif olanların ise %30-60’ında
pozitif çıkmaktadır (56). Buna bağlı olarak rutin olmamak koşuluyla, tüberkü-
loz plörezi tanısında PCR’ın yararlı olduğu söylenebilir.
Plevral sıvının elektron mikroskobik incelenmesi, adenokarsinomaları me-
zotelyomadan ayırmada yararlıdır. Mezotelyomada mikrovillüslar çok sayıda
olup uzundurlar; oysa adenokarsinomada sayıca az ve kısadırlar.
TANISAL ALGORİTMA
Klinik ve radyografik bulgularla plevral effüzyondan kuşkulanılan her olguya
yukarıda tartışılan göreceli kontrendikasyonlar ve komplikasyonlar göz önün-
de bulundurularak, torasentez yapılması etiyolojiye yönelik tanısal sürecin ilk
adımıdır.
Elde edilen plevral sıvının bir kısmı saklanırken, bir taraftan hemen sıvı pro-
teini ve LDH’ı çalışılmalı ve eksüda-transüda ayrımı yapılmalıdır. Eğer eksüda
sonucuna varılırsa, bekletilen sıvıdan hücre sayımı ve tiplemesi; sitopatolojik
inceleme; Gram boyama, kültür ve aside dirençli basil aranmasını da içeren
mikrobiyolojik çalışma ile sıvı glükozu araştırılmalıdır.
Bunlardan ve hastaya ait klinik, radyolojik bulgulardan yola çıkılarak, olası
etiyolojiler arasında kesin tanıya varmak için diğer incelemeler bunlara ilave
edilebilir. Örneğin, RA kuşkusunda sıvıda RF, tüberküloz kuşkusunda ADA
düzeyinin çalışılması gibi. Eksüdatif plevral sıvıların %20 kadarında etiyoloji
saptanamaz. Nedeni aydınlatılamamış bu eksüdatif plörezilerin çoğu, iz bırak-
madan spontan olarak iyileşir (66). Bu olgularda ampirik olarak tüberküloz
tedavisine başlanmasının doğru olmadığı bildirilmiştir (67). Bu nedenle, baş-
langıç değerlendirmede, tanı konmamış eksüdatif plörezide, eğer hastanın
kliniği hafif veya zaman içinde düzeliyor ise invaziv işlemlere girişilmeden
hasta izlenebilir. Eğer sıvının LDH düzeyi zamanla giderek artıyor veya has-
ta sıvının nedenini öğrenmek konusunda ısrarlı ise beklemeden girişimlere
başlanmalıdır. Bundan başka, 4.5 kg’dan fazla kilo kaybı, 38 ˚C’den yüksek
ateş, pozitif tüberkülin deri testi (PPD), bir hemitoraksın yarısından fazla sıvı
birikmesi ve sıvıda %95’ten fazla lenfosit hakimiyeti belirtilerinden herhangi
birinin varlığı durumunda, granülomatöz hastalık ya da malignite olasılığının
yüksek olduğu ve hastaya invaziv girişimlerin uygulanmasının yerinde olaca-
ğı bildirilmiştir (68). Etiyolojisi aydınlatılamamış olgularda invaziv girişimlere
başvurmak ile konservatif izlem arasındaki karar, hastanın yeterince bilgilen-
dirilmesini takiben hasta ve/veya yakınları ile tartışılarak verilmelidir.
KAYNAKLAR
1. Collins TR, Sahn SA. Thoracocentesis. Clinical value, complications, technical problems,
and patient experience. Chest 1987; 91:817-22.
2. Sahn SA. State of the art. The pleura. Am Rev Respir Dis 1988; 138:184-234.
3. Selçuk T. İnvazif tanı yöntemleri-1:torasentez, plevra biyopsisi, torakoskopi. İç: Gözü O,
Köktürk O., editörler Plevra hastalıkları. Toraks Kitapları İstanbul:Turgut Yayıncılık 2003;
4:92-101.
4. Light RW. Diagnostic principles in pleural disease. Eur Respir J 1997; 10: 476-481.
5. Givan DC, Eigen H. Common pleural effusions in children. Clin Chest Med 1998; 19:
363-371.
6. Light RW, Erozan YS, Ball WC Jr. Cells in pleural fluid: their value in differential diagnosis.
Arch Intern Med 1973; 132: 854-860.
7. Kinasewitz GT. Pleural fluid dynamics and effusions. In: Fishman AP, editor. Pulmonary
diseases and dsorders.3rd ed. New York: McGraw-Hill; 1998:1389-1409.
Torasentez ve Plevra Biyopsisi 433
8. Yam LT. Diagnostic significance of lymfocytes in pleural effusions. Ann Intern Med 1967;
66:972-982.
9. Adelman M, Albelda SM, Gottlieb J, Haponik EF. Diagnostic utility of pleural fluid eosinophilia.
Am J Med 1984; 77: 915-920.
10. Johnson RJ, Johnson JR. Paragonimiasis in Indochinese refugees: roentgenographic fin-
dings with clinical correlations. Am Rev Respir Dis 1983; 128: 534-538.
11. Rubins JB, Rubins HB. Etiology and prognostic significance of eosinophilic effusions.
Chest 1996; 110: 1271-1274.
12. Kroegel C, Antony VB. Immunobiology of pleural inflammation: potential implications for
pathogenesis, diagnosis and therapy. Eur Respir J 1997; 10: 2411-2418.
13. Light RW, MacGregor MI, Luchsinger PC, Ball WC Jr. Pleural effusions: the diagnostic
separation of transudates and exudates. Ann Intern Med 1972 ;77:507-513.
14. Jay SJ. Pleural effusions.1. Preliminary evaluation – recognition of the transudate. Postg-
rad Med 1986; 80: 164-177.
15. Burgess LJ, Maritz FJ, Taljaard JJ. Comparative analysis of the biochemical parameters
used to distinguish between pleural transudates and exudates. Chest 1995; 107: 1604-
1609.
16. Romero S, Candela A, Martin C, et al. Evaluation of different criteria for the separation of
pleural transudates from exudates. Chest 1993; 104: 399-404.
17. Peterman TA, Speicher CE. Evaluating pleural effusions: a two stage laboratory approach.
JAMA 1984; 252: 1051-1053.
18. Roth BJ, O’Meara TF, Cragun WH. The serum-effusion albumin gradient in the evaluation
of pleural effusions. Chest 1990; 98: 546-549.
19. Chakko SC, Caldwell SH, Sforza PP. Treatment of congestive heart failure: its effect on
pleural fluid chemistry. Chest 1989; 95: 798-802.
20. Shinto RA, Light RW. Effects of diuresis on the characteristics of pleural fluid in patients
with congestive heart failure. Am J Med 1990; 88: 230-234.
21. Valdes L, Pose A, Suarez J, et al. Cholesterol: a useful parameter for distinguishing betwe-
en pleural exudates and transudates. Chest 1991; 99: 1097-1102.
22. Meisel S, Shamiss A, Thaler M, et al. Pleural fluid to serum bilirubin concentration ratio for
the separation of transudates from exudates. Chest 1990; 98: 141-144.
23. Lossos IS, Breuer R, Intrator O, Sonenblick M. Differential diagnosis of pleural effusion by
lactate dehydrogenase isoenzyme analysis. Chest 1997; 111: 648-651.
24. Costa M, Quiroga T, Cruz E. Measurement of pleural fluid cholesterol and lactate dehydro-
genase. Chest 1995; 108: 1260-1263.
25. Light RW, MacGregor MI, Ball WC Jr, Luchsinger PC. Diagnostic significance of pleural
fluid pH and PCO2. Chest 1973; 64: 591-596.
26. Broaddus VC, Light RW. Disorders of the pleura: general principles and diagnostic appro-
ach. In: Murray JF, Nadel JA ,eds. Textbook of respiratory medicine. Philadelphia: Saun-
ders; 1994: 2145-2163.
27. Good JT Jr, Taryle DA, Maulitz RM, et al. The diagnostic value of pleural fluid pH. Chest
1980; 78: 55-59.
28. Heffner JE, Brown LK, Barbieri C, DeLeo JM. Pleural fluid chemical analysis in parapneu-
monic effusions: a meta-analysis. Am J Respir Crit Care Med 1995; 151: 1700-1708.
29. Hamm H, Light RW. Parapneumonic effusion and empyema. Eur Respir J 1997; 10:
1150-1156.
30. Pine JR, Hollman JL. Elevated pleural fluid pH in Proteus mirabilis empyema. Chest 1983;
84: 109-111.
31. Rockey DC, Cello JP. Pancreaticopleural fistula: report of 7 cases and review of the litera-
ture. Medicine (Baltimore) 1990; 69: 332-344.
434 Göğüs Hastalıklarında Ayırıcı Tanı
32. Good JT, King TE, Antony VB, Sahn SA. Lupus pleuritis: clinical features and pleural fluid
characteristics with special reference to pleural fluid antinuclear antibodies. Chest 1983;
84:714-718.
33. Halla JT, Schrohenloher RE, Volanakis JE. Immune complexes and other laboratory fea-
tures of pleural effusions: a comparison of rheumatoid arthritis, systemic lupus erythema-
tosus, and other diseases. Ann Intern Med 1980;92:748-752.
34. Pettersson T, Fröseth B, Riska H, Klockars M. Concentration of hyaluronic acid in pleural
fluid as a diagnostic aid for malignant mesothelioma. Chest 1988;94:1037-1039.
35. Laniado-Laborin R. Adenosine deaminase in the diagnosis of tuberculous pleural effusion:
is it really an ideal test? A word of caution. Chest 2005; 127:417-418.
36. Ungerer JP, Oosthuizen HM, Retief JH, Bissbort SH. Significance of adenosine deaminase
activity and its isoenzymes in tuberculous effusions. Chest 1994; 106: 33-37.
37. Burgess LJ, Maritz FJ, Le Roux I, Taljaard JJ. Combined use of pleural adenosine deami-
nase with lymphocyte/neutrophil ratio. Increased specificity for the diagnosis of tubercu-
lous pleuritis. Chest 1996;109:414-419.
38. Wong PC. Management of tuberculous pleuritis: can we do better? Respirology 2005; 10
144-148.
39. Ribera E, Ocana I, Martinez-Vazquez JM, et al. High level of interferon gamma in tubercu-
lous pleural effusion. Chest 1988; 93: 308-311.
40. Söderblom T, Nyberg P, Teppo AM, Klockars M, Riska H, Pettersson T. Pleural fluid in-
terferon-gamma and tumour necrosis factor-alpha in tuberculous and rheumatoid pleurisy.
Eur Respir J 1996;9:1652-1655.
41. Chiang CS, Chiang CD, Lin JW, et al. Neopterin, soluble interfleukin-2 receptor and ade-
nosine deaminase levels in pleural effusions. Respiration 1994; 61: 150-154.
42. Hillerdal G. Chylothorax and pseudochylothorax. Eur Respir J 1997; 10: 1157-1162.
43. Staats BA, Ellefson RD, Budahn LL, et al. The lipoprotein profile of chylous and nonchy-
lous pleural effusions. Mayo Clin Proc 1980; 55: 700-704.
44. Stark DD, Shanes JG, Baron RL, Koch DD. Biochemical features of urinothorax. Arch
Intern Med 1982; 142: 1509-1511.
45. Ferrer J. Pleural tuberculosis. Eur Respir J 1997; 10: 942-947.
46. Light RW, Hamm H. Pleural disease and acquired immune deficiency syndrome. Eur Res-
pir J 1997; 10: 2638-2643.
47. Jarvi OH, Kunnas RJ, Laitio MT, Tyrkkö JES. The accuracy and significance of cytologic
cancer diagnosis of pleural effusions. Acta Cytol 1972; 16: 152-158.
48. Dekker A, Bupp PA. Cytology of serous effusions: an investigation into the usefulness of
cell blocks versus smears. Am J Clin Pathol 1978; 70: 855-860.
49. Sahn SA. Pleural fluid analysis: narrowing the differential diagnosis. Semin Respir Med
1987;9:22–29.
50. Ghosh AK, Spriggs AI, Taylor-Papadimitriou J, Mason DY. Immunocytochemical staining
of cells in pleural and peritoneal effusions with a panel of monoclonal antibodies. J Clin
Pathol 1983;36:1154-1164.
51. Garcia-Pachon E, Padilla-Navas I, Dosda MD, Miralles-Llopis A. Elevated level of carcino-
embryonic antigen in nonmalignant pleural effusions. Chest 1997; 111: 643-647.
52. Marel M, Stastny B, Melinova L, et al. Diagnosis of pleural effusions: experience with
clinical studies, 1986 to 1990. Chest 1995; 107: 1598-1603.
53. Çelik G, Kaya A. Plevra hastalıklarında tanı yöntemleri. Tuberk Toraks 1996; 44: 46-49.
54. Ceyhan BB, Demiralp E, Çelikel T. Analysis of pleural effusions using flow cytometry.
Respiration 1996; 63: 17-24.
55. Unger KM, Raber M, Bedrossian CW, et al. Analysis of pleural effusions using automated
flow cytometry. Cancer 1983; 52: 873-877.
Torasentez ve Plevra Biyopsisi 435
56. Querol JM, Minguez J, Garcia-Sanchez E, et al. Rapid diagnosis of pleural tuberculosis by
polymerase chain reaction. Am J Respir Crit Care Med 1995; 152: 1977-1981.
57. Scerbo J, Keltz H, Stone DJ. A prospective study of closed pleural biopsies. JAMA 1971;
218: 377-380.
58. Von Hoff DD, LiVolsi V. Diagnostic reliability of needle biopsy of parietal pleura. Am J Clin
Pathol 1975; 64: 200-203.
59. Kirsch CM, Kroe DM, Azzi RL, et al. The optimal number of pleural biopsy specimens for
a diagnosis of tuberculous pleurisy. Chest 1997; 112: 702-706.
60. Levine H, Metzger W, Lacera D, Kay L. Diagnosis of tuberculous pleurisy by culture of
pleural biopsy specimen. Arch Intern Med 1970; 126: 269-271.
61. Salyer WR, Eggleston JC, Erozan YS. Efficacy of pleural needle biopsy and pleural fluid
cytopathology in the diagnosis of malignant neoplasm involving the pleura. Chest 1975;
67: 536-539.
62. Canto A, Rivas J, Saumench J, et al. Points to consider when choosing a biopsy method
in case of pleurisy of unknown origin. Chest 1983; 84: 176-179.
63. Poe RH, Israel RH, Utell MJ, et al. Sensitivity, specificity and predictive values of closed
pleural biopsy. Arch Intern Med 1984; 144: 325-328.
64. Ansari T, Idell S. Management of undiagnosed persistent pleural effusions. Clin Chest Med
1998; 19: 407-417.
65. Levine H, Cugell DW. Blunt-end needle biopsy of pleura and rib. Arch Intern Med 1962;
109: 516-525.
66. Prakash UB, Reiman HM. Comparison of needle biopsy with cytologic analysis for the
evaluation of pleural effusion: analysis of 414 cases. Mayo Clin Proc 1985;60:158-164.
67. Ferrer JS, Munoz XG, Orriols RM, et al. Evolution of idiopathic pleural effusion: a prospe-
ctive, long-term fellow-up study. Chest 1996; 109:1508-1513.
68. Leslie WK, Kinasewitz GT. Clinical characteristics of the patient with non-specific pleuritis.
Chest 1988; 94: 603-608.
BÖLÜM 13
VİDEOTORAKOSKOPİ
Şükrü DİLEGE, Alper TOKER
Tarihçe
Dr. Hans Christian Jacobaeus, tüberküloz tedavisinde pnömoliz ile kollaps
yaratabilmek için ilk geliştirilen endoskopik aletleri torakoskopi amacıyla kul-
lanmıştır (1,2). Ardından, kapalı torakoskopik intraplevral pnömoliz 1930’lu
yıllarda, tüberkülozu olan hastalarda uygulanan bir tedavi olarak ön sıralarda
yer almıştır. Örneğin, o dönemde New York’ta, 1936-1950 yılları arasında,
iki bine yakın torakoskopi uyguladığını bildirilmiştir (3). İlginç olarak, aynı
yıllarda (1937) spontan pnömotoraks tedavisinde torakoskopi uygulanmaya
başlandığı yönünde bilgiler dikkat çekicidir. Yine, bugün halen araştırmaları
devam eden toraks travmasında torakoskopinin kullanımı başlıklı ilk makale
1946 yılında, Brezilya’dan Branco tarafından bildirilmiştir (4).
Endikasyonlar
Klasik kitaplarda videotorakoskopinin endikasyonları başlığında tanısal ve
tedavi amaçlı torakoskopi başlıklarıyla ayırım yapılmış olduğunu görebiliriz.
Ama, yeni yaklaşımla endikasyonların hastalıklara göre ayrılmış olduğunu gö-
rebiliriz. Aşağıda bölgesel anatomiye göre endikasyonları da bulabilirsiniz.
438 Göğüs Hastalıklarında Ayırıcı Tanı
KAYNAKLAR
1. Jacobeus HC. The cauterization of adhesions in pneumothorax treatment of tuberculosis.
Surg Gynecol Obstet 1921;32:493-500.
2. Jacobeus HC. Possibility of the use of the cystoscope for the investigation of serous caviti-
es. Munch Med Wochenschr 1910; 57: 2090-2092.
3. Bloomberg AE. Thoracoscopy in perspective. Surg Gynecol Obstet. 1978;147:433-443.
4. Branco JMC. Thoracoscopy as a method of exploration in penetrating injuries of the
chest. Dis Chest 1946;12:330-335.
5. Mack MJ, Landreneau RJ, Yim AP, et al. Results of video-assisted thymectomy in patients
with myasthenia gravis. J Thorac Cardiovasc Surg 1996;112:1352-1359.
6. Kotzareff B. Resection partielle de trone sympathatique cervical droit pour hyperhidrose
unilaterale. Rev Med Suisse Romande 1920;40:111-113.
7. Ahn SS, Wieslander CK, Ro KM. Current developments in thoracoscopic sympathectomy.
Ann Vasc Surg 2000;14:415-420.
8. de Campos JR, Kauffman P, Werebe Ede C, et al. Quality of life, before and after thoracic
sympathectomy: report on 378 operated patients. Ann Thorac Surg 2003;76:886-891.
9. McKenna RJ Jr, Houck W, Fuller CB. Video-assisted thoracic surgery lobectomy: experi-
ence with 1,100 cases. Ann Thorac Surg 2006;81:421-425.
10. Watanabe A, Koyanagi T, Ohsawa H, et al. Systematic node dissection by VATS is not in-
ferior to that through an open thoracotomy: a comparative clinicopathologic retrospective
study. Surgery 2005;138:510-517.
11. Kestenholz PB, Schneiter D, Hillinger S, Lardinois D, Weder W. Thoracoscopic treatment
of pulmonary sequestration. Eur J Cardiothorac Surg 2006;29:815-818.
12. Işıtmangil T, Toker A, Tunç H ve ark. Bronşektazinin cerrahi tedavisinde torakoskopik
lobektominin yeri. Endoskopik Laparoskopik Minimal İnvazif Cerrahi Dergisi 2003;10:45-
50.
13. Waller DA, Forty J, Morritt GN. Video-assisted thoracoscopic surgery versus thoracotomy
for spontaneous pneumothorax. Ann Thorac Surg 1994;58:372-376.
14. Kim KH, Kim HK, Han JY,et al. Transaxillary minithoracotomy versus video-assisted tho-
racic surgery for spontaneous pneumothorax. Ann Thorac Surg 1996;61:1510-1512.
15. Horio H, Nomori H, Fuyuno G, et al. Limited axillary thoracotomy vs video-assisted tho-
racoscopic surgery for spontaneous pneumothorax. Surg Endosc 1998;12:1155-1158.
16. De Giacomo T, Rendina EA, Venuta F, Ciriaco P, Lena A Ricci C. Video-assissted tho-
racoscopy in the management of recurrent spontaneous pneumothorax. Eur J Surg
1995;161:227-230.
17. Crisci R, Coloni GF. Video-assisted thoracoscopic surgery versus thoracotomy for recurrent
spontaneous pneumothorax: a comparison of results and costs. Eur J Cardiothorac Surg
1996;10:556-560.
BÖLÜM 14
KARDİYOPULMONER EGZERSİZ
TESTLERİ
Erdem KAŞIKÇIOĞLU
GİRİŞ
Klinik pratikte hastaların kesin tanıları konulmadan önce, ön tanılar sıralanır-
ken çoğu zaman karşılaşılan en önemli güçlüklerden birisi, benzer semptom
ve bulguları olan hastalıkların ayırıcı tanısının yapılmasıdır. Göğüs hastalıkları
kliniklerine başvuran hastalarda en sık karşılaşılan semptomlardan olan efor
dispnesi, aynı zamanda kalp hastalıklarında da birincil semptomlar arasında-
dır. Ayırıcı tanı yapılırken bu semptoma ilişkin alınan detaylı sorgulama ve
detaylı sistemik muayene her zaman için yeterli olmayabilir. Özellikle, orta
ve ileri yaşlarda her iki hastalık grubunun bir arada bulunma sıklığının artmış
olması durumu daha da karıştırabilmektedir. Egzersiz performansını sınırlaya-
bilen faktörlerin tespit edilmesi ve egzersiz kapasitesini belirlemenin bir aracı
olarak egzersiz testi ve yorumlanması önemlidir.
Bu bölümde, kliniklerimize eforla ilişkili nefes darlığı ile başvuran hastaların
değerlendirilmesi ve ayırıcı tanısının yapılmasında yardımcı bir yöntem olarak
sıklıkla başvurulan kardiyopulmoner egzersiz testlerinden kısaca bahsedile-
cektir. Öncelikle, klinik uygulamalarda yardımcı olunması amacıyla, karmaşık
inceleme ve değerlendirme basamakları yerine, özetle test yöntemlerindeki
ipuçları, sıklıkla kullanılan parametreler, hastalıklardaki anormal cevaplar ve
basitçe ayırıcı tanıdaki kullanımından söz edilecektir. Kardiyopulmoner eg-
zersiz testlerinin sadece klinik pratikte sıklıkla kullanılan ve invazif olmayan
yöntemlerle elde edilen gaz değişim parametreleri üzerinde tartışılacaktır.
Öncelikle, bu testleri hastaya öneren, değerlendiren ve yapan hekimlerin
bunun bir stres testi olduğunu bilmeleri gerekmektedir. Teste başlamadan
önce, hastayı kardiyovasküler risk açısından değerlendirmek ve buna uygun
olabilecek test yontemini kullanması önemlidir. Testi yapacak hekimlerin iyi
bir elektrokardiyografi ve egzersiz test deneyimine sahip olması, ortaya çıka-
bilecek kardiyovasküler olayların önlenebilmesi açısından önemlidir.
442
Kardiyopulmoner Egzersiz Testleri 443
Kardiyovasküler hastalıklar
Kardiyomiyopatiler
Kardiyovasküler hastalıkların solunum sistemi hastalıklarından ayrılması
Koroner arter hastalıkları için tarama
Solunum sistemi hastalıkları
Obstrüktif akciğer hastalıkları
Restriktif akciğer hastalıkları
Hiperventilasyon sendromu
Pulmoner gaz değişim hastalıkları
İnterstisyel akciğer hastalığı
Egzersiz ilişkili bronkospazm
Pulmoner vasküler hastalıklar
Kas hastalıkları
Miyaljinin miyopatiden ayrımı
Psikolojik bozukluklar
Nöroz
Anksiyete
İkincil kazançlar
444 Göğüs Hastalıklarında Ayırıcı Tanı
2
VO2(STPD)
0
0:05:00 0:10:00 0:15:00
2
VO2(STPD)
0
0 1 2 3
VO2(STPD)
selmeye neden olur. Buna en tipik örnek olarak, anksiyeteye bağlı gelişen
alveoler hiperventilasyon gösterilebilir.
Akciğer hastalıklarıyla ilişki: Ölü boşluğun tidal volüme oranı (VD/VT) olarak
ifade edilen solunum verimliliği, solunum gereksiniminin de dolaylı bir gösterge-
sidir. Bu değerdeki değişiklik, solunumsal eşitlikte değişikliğe yol açabilir. Özel-
likle amfizem, pulmoner vasküler hastalıklar gibi kronik akciğer hastalıklarında
görülen VD/VT artışı, VE/VO2 değerinde yükselmeye sebep olur. Ventilasyon
kapasitesinde görülen azalma, VE/VO2’deki yükselmeye yol açarak, solunum
nedenli kısıtlama, dolayısıyla egzersizin erkenden sonlandırmasına neden olur.
Fiziksel kondisyonsuzluk
Koroner arter hastalığı
Kalp yetersizliği
Sistemik hipertansiyon
Pulmoner damar hastalığı
Kronotropik yetersizlik
Kardiyak ritim bozukluğu
Tirotoksikoz
Anksiyete
İlaçlar
Kardiyovasküler Sınırlama
Nefes darlığı yakınmasıyla başvuran bir hastanın ayırıcı tanısında solunum
sistemi hastalıklaryla en fazla çakışması olan hastalık grubu kardiyovasküler
sistem problemleridir. Bu sebeple, kardiyovasküler sistem sınırlayıcı faktörle-
rini etkileyen durumların da bilinmesi gerekmektedir.
Kademeli bir şekilde yükün arttığı egzersiz testinde fcmax (pik kalp hızı) için
kararlı bir değere ulaştığında kardiyovasküler kısıtlamanın meydana geldiği
varsayılır. Sıklıkla kardiyovasküler hastalıklar bu kısıtlılık ile ilişkili olmasına
rağmen, bundan başka nedenler de bu kısıtlılığa yol açabilir (Tablo 2).
Anormal kardiyovasküler yanıt seyri öncelikle kalp hızı (fc)-VO2 ilişkisinin
anormal şekli ve eğimi ile karakterizedir. Oksijen nabzı, anlık VO2/fc değeri-
ni temsil ettiğinden ve asemptomatik oksijen nabzı fc-VO2 eğiminin tersine
denk gelir (2-4).
Şekil 4. Sağlıklı (A) ve kronik obstrüktif akciğer hastalıklı bir hastaya (B) ait panel 2 grafikleri
görülmektedir.
Kardiyopulmoner Egzersiz Testleri 451
0
0:00:00 0:05:00 0:10:00 0:15:00
VO2(STPD)[1/dak] VCO2(STPD)[1/dak]
B Panel 3
5
0
0:00:00 0:05:00 0:10:00 0:15:00
VO2(STPD)[1/dak] VCO2(STPD)[1/dak]
Şekil 5. Sağlıklı (A) ve kronik obstrüktif akciğer hastalıklı bir hastaya (B) ait panel 3 grafikleri
görülmektedir.
Panel 4 (VE-VCO2 ilşkisi)
VE-VCO2 ilişkisini göstermektedir. Eğrinin eğimi hiperventilasyonda normal-
den daha hızlı iken veya artmış ölü boşluk/tidal volüm oranını göstermektedir
(Şekil 6).
A Panel 4
140
120
100
80
60
40
20
0
0 1 2 3 4 5
VE (BTPS) [1/dak] (VCO2 (STPD) [1/dak])
B Panel 4
140
120
100
80
60
40
20
0
0 1 2 3 4 5
VE (BTPS) [1/dak] (VCO2 (STPD) [1/dak])
Şekil 6. Sağlıklı (A) ve kronik obstrüktif akciğer hastalıklı bir hastaya (B) ait panel 4 grafikleri
görülmektedir.
452 Göğüs Hastalıklarında Ayırıcı Tanı
200
180
160
140
120
100
80
60
40
20
0
0 1 2 3 4 5
HR [1/dak] (VO2(STPD)[1/dak])
B Panel 5
200
180
160
140
120
100
80
60
40
20
0
0 1 2 3 4 5
HR [1/dak] (VO2(STPD)[1/dak])
Şekil 7. Sağlıklı (A) ve kronik obstrüktif akciğer hastalıklı bir hastaya (B) ait panel 5 grafikleri
görülmektedir.
Kardiyopulmoner Egzersiz Testleri 453
50
40
30
20
10
0:00:00 0:05:00 0:10:00 0:15:00
VE/VO2 VE/VCO2
B Panel 6
60
50
40
30
20
10
0:00:00 0:05:00 0:10:00 0:15:00
VE/VO2 VE/VCO2
Şekil 8. Sağlıklı (A) ve kronik obstrüktif akciğer hastalıklı bir hastaya (B) ait panel 6 grafikleri
görülmektedir.
454 Göğüs Hastalıklarında Ayırıcı Tanı
Şekil 9. Sağlıklı (A) ve kronik obstrüktif akciğer hastalıklı bir hastaya (B) ait panel 7 grafikleri
görülmektedir.
Panel 8 (solunum değişim oranı (R)-W ilişkisi)
Solunum değişim oranının seyrini ortaya koyan grafiktir. Anksiyete ve hiperven-
tilasyon durumunda R değeri düşük hızlarda da 1 değerini aşabilir (Şekil 10).
A Panel 8
1,4
1,3
1,2
1,1
1,0
0,9
0,8
0,7
0,6
0,5
0:00:00 0:05:00 0:10:00 0:15:00
RER []
B Panel 8
1,4
1,3
1,2
1,1
1,0
0,9
0,8
0,7
0,6
0,5
0:00:00 0:05:00 0:10:00 0:15:00
RER []
Şekil 10. Sağlıklı (A) ve kronik obstrüktif akciğer hastalıklı bir hastaya (B) ait panel 8 grafikleri
görülmektedir.
Kardiyopulmoner Egzersiz Testleri 455
PEO2[mmHg] PECO2[mmhg]
B
Panel 9
150
135
120
105
90
75
60
45
30
15
0
0:00:00 0:05:00 0:10:00 0:15:00
PEO2[mmHg] PECO2[mmhg]
Şekil 11. Sağlıklı (A) ve kronik obstrüktif akciğer hastalıklı bir hastaya (B) ait panel 9 grafikleri
görülmektedir.
Sonuç
Hastalıkların ayırıcı tanısı yapılırken, anamnez ve fizik muayene bulguları ön-
celikli olmakla birlikte, sıklıkla ileri tanı yöntemlerine başvurmak gerekmek-
tedir. Bu yöntemlerden birisi olan kardiyopulmoner egzersiz testleri de her
zaman kesin tanıyı göstermemekle birlikte, yol gösterici olabilmektedir.
KAYNAKLAR
1. Ries AL, Farrow JT, Clausen JL. Pulmonary function tests cannot predict exercise-induced
hypoxemia in chronic obstructive pulmonary disease. Chest 1988;93:454–459.
2. Wasserman K, Hansen JE, Sue DY, Stringer WW, Whipp BJ. Principles of exercise testing
and interpretation. 4th ed. Philadelphia : Lipincott Williams & Wilkins; 2005.
3. Cooper CB, Storer TW. Exercise testing and interpretation: a practical approach. London:
Cambridge University Press; 2001.
4. American Thoracic Society; American College of Chest Physicians. ATS/ACCP Statement
on cardiopulmonary exercise testing. Am J Respir Crit Care Med 2003 ;167:211-277.
456 Göğüs Hastalıklarında Ayırıcı Tanı
I. VENÖZ TROMBOEMBOLİ VE
NONTROMBOEMBOLİK HASTALIKLAR
Cüneyt TÜRKMEN
1. Temel Bilgiler
Nükleer tıp, canlı organizmada süregelen çeşitli biyokimyasal ve fizyolojik yo-
laklara iştirak edebilen radyoaktif bileşikler (radyofarmasötik) aracılığıyla hem
tanısal görüntüleme, hem de tedavi uygulamalarını kapsayan bir bilim dalı-
dır. Görüntüleme amacıyla elektromanyetik karakterde gamma ışınımı yapan
radyonüklidler kullanılırken, tedavide daha ağır ve iyonizasyon gücü yüksek,
partiküler karakterdeki beta veya alfa ışınları saçarak bozunan radyoizotop-
lardan yararlanılmaktadır.
Nükleer tıp (sintigrafik) görüntülemede, vücut içine verilen radyofarmasötik-
lerden yayılan gama ışınları, dışarıdan özel deteksiyon sistemleri ile tespit
edilerek görüntü oluşturulur. Bu tarz görüntülemeye aynı zamanda emisyon
görüntüleme adı verilir. Emisyon görüntülemede vücut içindeki radyoaktivite-
nin, yarı ömürle ifade edilen, kontrol edilemez bozunması söz konusudur. Bu
nedenle, emisyon görüntülemede hastaya kısıtlı miktarda radyoaktivite verile-
bilmekte ve bu da elde edilen görüntü çözünürlüğünün (rezolüsyon) sınırlı ol-
masına neden olmaktadır. Halbuki, radyolojide kullanılan x-ışın transmisyon
görüntülemede ışın tüpü kontrollü olarak açılıp kapanabilmekte ve yüksek
çözünürlükte görüntüler sağlayabilecek ölçüde yüksek radyasyon (anlık olmak
şartıyla) verilebilmektedir.
457
458 Göğüs Hastalıklarında Ayırıcı Tanı
Gerek fiziksel özellikler (bozunma türü, enerji ve yarı ömür), gerekse kimyasal
özelliklerin uygunluğu açısından nükleer tıpta kullanılabilen radyonüklidlerin sa-
yısı kısıtlıdır. Fiziksel özellikler açısından öncelikle mevcut deteksiyon sistemleri
ile tespit edilebilen, uygun enerji aralığında elektromanyetik radyasyon (gama
ışını) yayan radyonüklidler görüntüleme amacı ile kullanılabilmektedir. Bu mad-
delerin yarı ömrünün hastaya ve çevreye verilecek radyasyon dozu açısından
çok uzun olmaması; buna karşılık organizmada yeterli dağılabilmesi ve görün-
tüleme yapmayı sağlayacak kadar uzun olması gerekmektedir. Ayrıca, radyo-
aktif bozunmayla devamlı olarak kendiliğinden yok olan bu maddelerin sürekli
el altında bulundurulması zorluğu mevcuttur. Nükleer tıp görüntülemelerinde
kullanılan radyonüklidler iki temel grupta incelenebilir: 1. Tek foton yayıcılar
(single photon emitters); 2. Pozitron yayıcılar (positron emitters).
koopere olabilen bir hastada %5-10’u, 1-2 dakikalık ventilasyon ile akciğer-
lerde tutulur ve gama kamera sistemlerinde görüntülenmesine olanak sağlar.
Akciğerlerdeki biyolojik yarılanması yaklaşık 1 saattir (4). DTPA aerosol ve
Technagas ile yapılan ventilasyon sintigrafisi, farklı pozisyonlarda görüntü
alınmasına elverişli olması nedeniyle, radyoaktif gazlar kullanılarak yapılan
sintigrafik değerlendirmeye üstünlük taşır.
Yüksek Olasılık
• Ventilasyon veya radyografik anormallik ile uyumlu olmayan 2 veya daha fazla bü-
yük (bir segmentin %75’inden fazlası) segmental perfüzyon defekti veya bu defektlerin
uyumlu ventilasyon veya akciğer grafisinde izlenen anormalliklerden daha büyük bo-
yutta olması,
• Uyumlu ventilasyon veya akciğer grafisi anormalliği olmadan 2 veya daha fazla orta
büyüklükte (bir segmentin %25’inden küçük, %75’inden büyük) ve 1 büyük segmental
perfüzyon defekti,
• Ventilasyon veya akciğer grafisinde anormal bulgu olmadan 4 veya daha fazla orta
büyüklükte segmental perfüzyon defekti mevcut olması.
Orta Olasılık
• Normal, çok düşük-düşük veya yüksek olasılıklı kategorilerine dahil edilemeyen olgular,
• Düşük veya yüksek olasılık için sınırda olan olgular,
• Yüksek veya düşük olasılık olarak kategorize edilmesi güç olan olgular,
Düşük Olasılık
• Nonsegmental perfüzyon defektleri (örn., kostofrenik açıda silikleşmeye yol açan çok
sınırlı efüzyon, kardiyomegali, genişlemiş aorta, hilus veya mediyasten ve diyafragma
yüksekliği),
• Normal akciğer grafisi ile birlikte tek orta büyüklükte segmental ventilasyon ile uyumsuz
perfüzyon defekti,
• Akciğer grafisindeki anormallikten daha küçük herhangi bir perfüzyon defekti,
• Bir akciğerin 4 segmentinden fazlasını kapsamayan büyük veya orta dereceli segmental
perfüzyon defektleri ve bir akciğerin 3 segmentini aşmayan eşit ya da daha büyük
boyutta uyumlu ventilasyon defektlerinin mevcut olması (akciğer grafisi normal veya
perfüzyon defektlerinden daha küçük boyutta anormal bulgu olabilir),
• Üçten fazla küçük (bir segmentin %25’inden küçük) segmental perfüzyon defekti ve
normal akciğer grafisi.
Normal
Perfüzyon defekti izlenmeyen olgular,
Akciğer perfüzyonunun sınırlarının akciğer grafisinde izlenen akciğer parankimi ile tam ola-
rak benzerlik göstermesi (hilus ve aort topuzu izlenebilir, akciğer grafisi ve/veya ventilasyon
anormal olabilir).
Şekil 1. Yirmi gün önce başlayan sağ bacakta şişlik, kızarıklık ve ani başlayan nefes darlığı
şikayetleri mevcut olan 29 yaşındaki erkek hastanın akciğer perfüzyon sintigrafisinde, her iki
akciğerde izlenen multipl segmental perfüzyon defektlerinin büyük bir kısmı ventilasyon sintig-
rafisinde dolum göstermiştir (uyumsuz defekt). Sintigrafik olarak yüksek olasılıklı PE bulguları
olan hastanın spiral BT incelemesinde de her iki ana pulmoner arterde PE tanısını destekleyen
trombozlar saptanmıştır.
sinitgrafisi sonuçları olan hastalarda %4’ün altındadır. Tanısal doğruluk ile yaş
ve cinsiyet farklılıkları arasında bir ilişki bulunamamıştır.
Genel olarak, klinik şüphe ile bir çelişki olmadığı durumlarda düşük ve yüksek
olasılıklı sintigrafi bulgularının PE tanısını ekarte etmede veya doğrulamada
yeterli olduğu, yaygın kabul gören bir görüştür. PIOPED kriterlerine göre,
hastaların %30’unda yüksek PE olasılığı veya normal bulgular ortaya konarak
kesin tanıya gidilebilmektedir. Ancak, PIOPED çalışmasında geri kalan %70
hastada orta ve düşük olasılık tanımları kesin tanı için yetersiz kalmış, bu
hasta grubunun %33’ünde PE tanısı anjiyografik olarak ortaya konmuştur.
Yüksek ve düşük olasılık kategorilerinde ise anjiyografi sonuçlarına göre, PE
prevalansı sırasıyla %88 ve %12 bulunmuştur. PIOPED çalışmasının ardın-
dan devam eden araştırmalar ve analizler sonucunda düşük olasılık kriterleri-
nin yeniden tanımlanması ile belirsiz tanı oranı %50’ye gerilemiştir (12).
PIOPED çalışmasının ortaya koyduğu ve sonraki birçok çalışma verilerinin
de desteklediği en önemli bulgu, hastaların test öncesi klinik olasılıklarının
P/V sintigrafisi bulguları ile birlikte değerlendirilmesinin tanısal doğruluğu
artırdığıdır (11-14). Hastalarda tek başına klinik risk belirlenmesi PE olası-
lığının ekarte edilmesinde göreceli olarak daha yüksek doğruluğa sahip ol-
makla birlikte, hastaların büyük çoğunluğu orta klinik olasılıklı gruba (%20-
79) dahil olduğundan, pulmoner emboli varlığının kanıtlanmasına önemli
bir katkı sağlamamaktadır. Yüksek klinik olasılık bulguları, yüksek olasılıklı
P/V sintigrafisi bulguları ile kombine edildiğinde, pulmoner emboli tanısın-
da %96 pozitif önkestirim değerine sahip olup, düşük klinik olasılıklı hasta
464 Göğüs Hastalıklarında Ayırıcı Tanı
yes teoremininden (koşullara bağlı olasılık) yola çıkılarak bir düzeltme uygulan-
mıştır. Bu düzeltmenin sonucu hesaplanan duyarlılık %86, özgüllük %93’tür.
PISA-PED çalışmasına katılan araştırmacıların 500 hastaya ait verilerin analizi
sonucunda geliştirdikleri bir klinik tanı algoritmasına göre öncelikle ani başla-
yan dispne, göğüs ağrısı veya halsizlik semptomlarından birisine sahip olan
hastalar belirlenmiş, bu hastalar arasında tarif edilen radyolojik ve EKG bulgu-
larından (sağ ventrikül yüklenmesine ilişkin EKG bulgusu, oligeminin radyolojik
göstergeleri, hiler arter ampütasyonu veya enfarktı destekleyen pulmoner kon-
solidasyon) bir veya daha fazlasına sahip olan 202 hastanın 164’ünde (%81)
PE tanısı anjiografik olarak kanıtlanmış iken, bu kritere uymayan 298 hastanın
ise sadece 22 tanesinde PE doğrulanmıştır. Bu kritere uymayan 298 hastanın
ise sadece 22 tanesinde (%7) PE tanısı anjiyografik olarak kanıtlanmıştır (18).
Bu çalışmada, pulmoner anjiyografinin referans olarak kullanıldığı 583 hastada
yüksek ve orta klinik olasılık bulguları, PE’yi destekleyen akciğer perfüzyon sin-
tigrafisi bulguları ile kombine edildiğinde, PE tanısında %98 pozitif önkestirim
değerine ulaşılmaktadır. Benzer şekilde, düşük klinik olasılık ve akciğer perfüz-
yon sintigrafisinde PE’yi desteklemeyen bulguların kombinasyonu PE tanısı-
nı ekarte etmede %99 negatif önkestirim değerine sahip bulunmuştur. Klinik
olasılığı ve akciğer perfüzyon sintigrafisi bulguları uyumsuz olan %20’lik hasta
grubunda ise PE saptanma oranı %28’dir. Bu bulgular, hastaların test öncesi
standardize edilmiş bir klinik değerlendirme ile pulmoner emboli riskine göre
gruplandırılması ve bulguların pulmoner sintigrafi ile kombine edilmesinin pul-
moner emboli şüphesi olan hastaların non-invazif olarak tanısında veya hangi
hastaların diğer görüntüleme yöntemlerine ihtiyaç duyduğunun belirlenmesin-
de uygun ve etkili bir strateji olduğunu ortaya koymaktadır.
Pulmoner emboli, çoğunlukla alt ekstremitelerin derin venlerinden kaynak-
landığından, derin ven trombozu (DVT)’nu saptamaya yönelik testler pulmo-
ner emboliye yönelik tanı algoritmalarına ilave edilmiştir. Kontrast venografi,
DVT tanısında referans standart görüntüleme yöntemidir. Ancak, deneyim
gerektirmesi, uygulanmasındaki güçlükler (renal yetmezlik, kontrast maddeye
karşı duyarlılık, kronik alt ekstremite ödemi veya şiddetli venöz yetmezlikli
hastalarda kontrendike olması), tromboflebit ve DVT riski bu metodun yay-
gın kullanımını kısıtlamaktadır (19). Günümüzde, alt ekstremite kompresyon
ultrasonografisi (USG), DVT tanısında en yaygın kullanılan ve proksimal de-
rin ven (common femoral venin başlangıcından popliteal venlere döküldü-
ğü baldır venlerine kadar) trombozunun saptanmasında yüksek duyarlılığa
(%97) sahip bir görüntüleme yöntemi olmakla birlikte, baldır venlerindeki
trombozun saptanmasındaki duyarlılığı düşüktür (%73) (20). Baldır venleri,
ultrasonografik olarak değerlendirilemediği için, USG bulguları negatif olan
hastalarda 7-14 gün süre ile seri USG yapılması, distalden proksimale yayılan
trombozun tesbitine olanak sağlar. Ancak, semptomatik hastaların sadece
%20’sinde baldır venlerinde izole venöz tromboz saptanmış ve bu trombozla-
rın da zaman içerisinde sadece %20-30’unun proksimale yayıldığı görülmüş-
tür. Bu nedenle seri USG görüntülemenin çok belirgin bir tanısal katkısı da
sınırlıdır (20,21).
466 Göğüs Hastalıklarında Ayırıcı Tanı
Fibrin pıhtılarının bir degradasyon ürünü olan D-dimer, tipik olarak akut venöz
tromboembolizmde yükselmekle birlikte, hastalarda değişik non-tromboembo-
lik koşullarda da (örneğin, yakın zamanda geçirilmiş cerrahi, hemoraji, travma,
hamilelik, kanser gibi) yüksek bulunabilir (22). Bu nedenle, D-dimer genel ola-
rak DVT tanısında duyarlılığı yüksek, ancak özgüllüğü düşük bir yöntem olarak
kabul edilmekte, tanıdan çok tanının ekarte edilmesinde kullanılmaktadır.
Perrier ve ark.’ın, venöz tromboemboli (derin ven trombozu veya pulmoner
emboli) (VTE) kuşkusu olan hastalarda klinik olasılık, D-dimer ELISA testi, alt
ekstermite venöz USG ve P/V sintigrafisinin kombinasyonundan oluşan tanı
protokolünün etkinliğini araştırdıkları 918 hastayı kapsayan prospektif bir
çalışmada, hastaların %94’ünde VTE tanısı veya ekarte edilmesi mümkün ol-
muştur (23). Bu çalışmadaki tanı kriterleri gözden geçirildiğinde, D-dimer testi
negatif olan 286 (%31) hastada VTE ekarte edilirken, 157 (%17) hastada bir
kez yapılan alt ekstremite USG ile tanıya gidilebilmiştir. Aynı çalışmada, DVT
açısından düşük klinik olasılığı olan ve negatif USG sonuçları olan hastalar
(%26) ile PE açısından düşük klinik olasılıklı ve tanısal olmayan akciğer P/V
sintigrafisi olan hastalarda (%12) VTE tanısı ekarte edilmiştir. Akciğer P/V
sintigrafisinin geri kalan 80 hastada diagnostik olduğu (37 hastada normal,
43 hastada yüksek olasılıklı bulgular) gözlenmiştir. Bu tanı protokolüne göre,
antikoagülan tadavi verilmeyen hasta grubunda üç aylık tromboemboli riski
%1.8 (%95 CI 0,9-3,1) olarak bulunmuştur. Bu çalışmanın verileri tanı pro-
tokolünün etkinliği açısından oldukça etkileyici olmakla birlikte, bu stratejinin
VTE şüphesi ile ayaktan acil servise başvuran hastaların değerlendirilmesi
için uygun olduğu, ancak hospitalize edilmiş hastalarda ise D-dimer ve USG
ile yapılan değerlendirmenin daha az geçerli olduğu düşünülebilir.
Derin ven trombozu tanısında alternatif bir tanı yöntemi de radyonüklid ve-
nografi ve trombüs görüntülemesidir. DVT tanısına yönelik, sintigrafik olarak
trombüs görüntüleme yöntemlerinin etkinliğini kontrast venografi ile karşı-
laştıran çalışmalarda %73-97 arasında değişen duyarlılık bildirilmektedir. An-
cak, radyonüklid trombüs görütüleme teknikleri halen araştırma safhasında
olan teknikler olup, henüz erişilebilirlikleri oldukça sınırlı ve maliyetleri yüksek
tekniklerdir (19). Radyonüklid ve kontrast venografi tekniklerini karşılaştıran
çalışmalarda ise her iki tekniğin diz üstündeki VTE tanısında benzer duyarlılık
gösterdiğini (%90-95) ortaya koymuştur (24). Radyonüklid venografinin en
önemli avantajı, akciğer perfüzyon sintigrafisi ile eş zamanlı yapılabilmesi ve
akciğer perfüzyonuna ilave olarak DVT konusunda tanıya katkı sağlaması-
dır. Derin ven trombozu ve PE’de risk faktörlerinin ortak olması nedeniyle
PE şüphesi olan hastalarda akciğer perfüzyon defekti saptanmadığı halde
DVT’nin mevcut olması, beklenmedik bir durum değildir. Her iki tanıya te-
davi yaklaşımı benzer olduğundan, bir arada değerlendirilmeleri önem taşır.
Akciğer perfüzyon sintigrafisinde yüksek olasılıklı PE bulguları olan hastala-
rın önemli bir kısmında alt ekstremitelerin diz üzerinde kalan kısmında DVT
bulgusu saptanmamıştır. Nelp ve ark. larının çalışmasında perfüzyon sintig-
rafisi pulmoner emboli düşündüren hastaların sadece %57’sinde pozitif rad-
yonüklid venografi bulguları mevcuttur (25). USG ile yapılan karşılaştırmalı
Nükleer Tıp Teknikleri: Venöz Tromboemboli ve Nontromboembolik Hastalıklar 467
C D
bir çalışmada ise yüksek olasılıklı akciğer perfüzyon sintigrafisi bulguları olan
hastaların %36’sında DVT saptanmıştır. Bu bulgular, akciğerdeki tromboem-
bolilerin başlangıçta alt ekstremite venöz sisteminde bulunan trombüslerin ta-
mamının ya da büyük bir kısmının akciğerlere taşınması sonucu ortaya çıktığı
varsayımını güçlendirmektedir.
468 Göğüs Hastalıklarında Ayırıcı Tanı
Şekil 3. Bir hafta öncesinde uzun yolculuk sonrası başlayan bacak ağrısı ve iki gündür göğüs
ağrısı şikayetleri olan, klinik olarak yüksek olasılıklı PE düşünülen 59 yaşındaki erkek hastanın
akciğer grafisinde belirgin bir patoloji saptanmamıştır. Akciğer perfüzyon sintigrafisinde sol ak-
ciğer lateral bazal segmentte orta büyüklükte ventilasyon ile uyumsuz subsegmenter perfüzyon
defekti (A) izlenmiştir. PIOPED kriterlerine göre sintigrafik inceleme perfüzyon defektinin sayı
ve boyutu nedeniyle orta olasılıklı olarak değerlendirildi. Ancak, klinik olarak yüksek olasılıklı bu
hastada antikoagülan tedavi (heparin+kumadin) sonrası 10.günde çekilen kontrol akciğer per-
füzyon sintigrafisinde (B) sol akciğer lateral bazal segmentteki perfüzyon defektinin düzelmesi,
PE tanısını doğruladığı gibi tedavi etkinliğinin değerlendirilmesine de olanak sağlamıştır.
%75 hastada ise 3 aylık sürede ortaya çıkmaktadır (29). Hastaların kontrol
sintigrafisinde perfüzyon defektlerinin sayı ve paterninde değişim olması, PE
tanısını destekleyen bir bulgudur (Şekil 3). Defektlerin tamamen kaybolması
ise değişken bir süreçtir. Özellikle, yaşlı ve beraberinde kardiyopulmoner so-
runları olan hastalarda oldukça uzun olabilmekte bazen de söz konusu defekt-
ler kalıcı olmaktadır. Antikoagülan tedavi (heparin veya trombolitik tadavi) bu
süreci etkileyen başka bir faktördür. Takip sırasında ortaya çıkan yeni perfüz-
yon defektleri, tekrarlayan embolilerin bir göstergesi olabileceği gibi özellikle
antikoagülan tedavi alan hastalarda trombüste meydana gelen lizis ve parça-
lanma sonrası trombüs odağının distalinde oluşan küçük embolilere bağlı da
olabilir. Parsiyel oklüzyona neden olan trombüslü hastaların ise kontrollerinde
pulmoner basıncın düşmesi, MAA partiküllerinin oklüzyon distaline geçişini
engelleyebileceğinden, kontrol perfüzyon sintigrafisinde tanı aşamasındakine
oranla daha büyük perfüzyon defektleri izlenebilir. Bu nedenle, özellikle kar-
diyopulmoner sorunları olan hastalarda, tedavi sonrası (tanıdan 1-3 ay sonra)
kontrol perfüzyon sintigrafi çekilmesi, rekürren embolilerin değerlendirilme-
sinde, bazal bulguların bilinmesi ve karşılaştırma olanağı vermesi açısından
kronik embolilerin ayırt edilmesi ile tanıya önemli katkı sağlar.
Klinisyenlerin günlük çalışma pratiğinde, PE şüphesi olan hastaları değerlendi-
rirken, çoğu zaman karşılaştıkları en büyük sorun yukarıda tartışılan tanı yön-
temlerinden ya da uluslararası bilimsel çalışma grupları tarafından oluşturulmuş
tanı algoritmalarından hangisinin tercih edilmesi gerektiği değil, mevcut imkan-
lar ve tecrübe dahilinde hasta için en uygun tanı algoritmasının belirlenmesidir.
Kuzey İtalya’da yapılan bir araştırmada PE tanısında en yaygın kullanılan tanı
yönteminin %70 sıklıkla ekokardiyografi olduğu, pulmoner sintigrafinin ise
sadece %20-35 hastada tercih edildiği bulunmuştur (30). Kuşkusuz, ekokar-
diyografinin en sık kullanılan yöntem olması PE tanısındaki başarısından çok,
özellikle kardiyoloji departmanlarında kolay erişilebilir olmasındandır. Benzer
şekilde, ülkemiz koşullarında da akciğer P/V sintigrafisi ve multidedektörlü BT
sistemlerinin erişilebilirliği hâlâ oldukça sınırlıdır. Diğer taraftan, PE tanısında
kullanılan tanı yöntemlerinin test perfomansını irdeleyen tüm bu önemli çalış-
maların, konularında oldukça uzmanlaşmış deneyimli araştırmacılar tarafından
yürütülmüş olması, bu testlerin ve ortaya atılan kriterlerin rutin uygulamada-
ki başarısının klinisyenlerde zaman zaman hayal kırıklığı yaratmasına neden
olmaktadır. Ancak hiç kuşkusuz, değişik uzmanlık alanlarındaki uluslararası
bilimsel çalışma gruplarının hazırladıkları ve kanıta dayalı verileri içeren tanı
rehberleri, PE tanısında optimum tanısal stratejilerin belirlenmesinde ve kli-
nik uygulamalara dahil edilmesinde en etkili araçlardır. Bu tanı algoritmaları
incelendiğinde, akciğer P/V sintigrafisinin PE tanısındaki temel görüntüleme
yöntemlerinden biri olma özelliğini koruduğu dikkat çekmektedir. Bu durum,
pulmoner sintigrafinin normal bulunduğu hastalarda PE varlığını ekarte etme
ve tipik sintigrafik bulgular mevcut olduğunda, PE tanısını doğrulamadaki et-
kinliğinden kaynaklanmaktadır. Son dönemde kullanımı yaygınlaşan ve tanı
rehberlerinde yerini alan BTA ve D-dimer ölçümlerine kadar geliştirilen tanı
algoritmalarında, PE araştırılmasında en yaygın önerilen yöntemler akciğer
Nükleer Tıp Teknikleri: Venöz Tromboemboli ve Nontromboembolik Hastalıklar 471
Şekil 4. İki günlük hemoptizi ve yan ağrısı şikayeti ile başvuran 22 yaşındaki kadın hastanın
akciğer BT incelemesinde, sağ pulmoner arterde tam, sol pulmoner arter distal kısımlarında par-
siyel obstrüksiyon izlenmektedir. İleri tetkiklerinde kist hidatik tanısı alan hastada yapılan akciğer
perfüzyon/ventilasyon sintigrafisinde, kistik lezyonların embolisine bağlı sağ akciğerin geniş bir
kısmını kaplayan, sol akciğerde ise üst ve alt loblarda subsegmental, ventilasyon ile uyumsuz
defektler mevcuttur (31).
A B C
Şekil 5. Hepatopulmoner şant araştırılan 8 yaşındaki erkek hastada Tc-99m MAA ile yapılan
akciğer perfüzyon sintigrafisinde, akciğerlerde normal perfüzyon dağılımı (A) ile birlikte sağdan
sola şant nedeniyle enjekte edilen MAA aktivitesinin sistemik dolaşıma geçerek beyin (B) ve böb-
reklerde (C) tutulduğu izlenmektedir. Yapılan kantitatif değerlendirmede beyin ve böbreklerde
tutulan Tc-99m MAA aktivitesinin akciğerlerdeki aktivitenin %17’si olduğu belirlenmiştir.
Perfüzyon
Sağ Sol
Sol Sağ
akciğer dokusuna ait perfüzyonun preoperatif FEV1 değeri ile çarpılması so-
nucu yaklaşık olarak öngörülebilir.
KAYNAKLAR
1. Mettler FA Jr, Guiberteau MJ. Essentials of nuclear medicine imaging. 4th ed. Philadelphia:
W.B. Saunders; 1998.
2. Bailey DL, Karp JS, Surti S. Physics and instrumentation in PET. In: Valk PE, Bailey DL,
Townsend DW, Maisey MN; eds. Positron emission tomography: basic science and clinical
practice. London: Springer;2003:41-67.
3. Garrity ER. Clinical applications of pulmonary nuclear medicine. In: Henkin RE, Bova D, Dil-
lehay GL, et al; eds. Nuclear medicine. Philadelphia : Mosby-Elsevier; 2006: 1349-1422.
4. Sostman HD, Gottschalk. Evaluation of patients with suspected venous thromboembolism.
In: Sandler MP, Coleman RE, Patton JA, et al; eds. Diagnostic nuclear medicine. 4th ed.
Philadelphia : Lippincott Williams and Wilkins;2003: 345-376.
5. Mandelli V, Schmid C, Zogno C, Morpurgo M. “False negatives” and “false positives” in acute
pulmonary embolism: a clinical-postmortem comparison. Cardiologia 1997;42:205-210.
6. Morpurgo M, Schmid C,Mandelli V. Factors influencing the clinical diagnosis of pulmonary
embolism: analysis of 229 postmortem cases. Int J Cardiol 1998; 65 (Suppl I):79–82.
7. Guidelines on diagnosis and management of acute pulmonary embolism. Task Force on
Pulmonary Embolism, European Society of Cardiology. Eur Heart J 2000;21:1301-1336.
8. Tapson VF, Carroll BA, Davidson BL, et al. The diagnostic approach to acute venous th-
romboembolism. Clinical practice guideline. American Thoracic Society. Am J Respir Crit
Care Med 1999;160:1043-1066.
9. Bettmann MA, Boxt LM, Gomes AS, et al. Acute chest pain--suspected pulmonary
embolism. American College of Radiology. ACR Appropriateness Criteria. Radiology
2000;215(Suppl):15-21.
10. British Thoracic Society Standards of Care Committee Pulmonary Embolism Guideline
Development Group. British Thoracic Society guidelines for the management of suspected
acute pulmonary embolism. Thorax 2003;58:470-483.
11. Value of the ventilation/perfusion scan in acute pulmonary embolism: results of the pros-
pective investigation of pulmonary embolism diagnosis (PIOPED). The PIOPED Investiga-
tors. JAMA 1990;263:2753-2759.
12. Gottschalk A, Sostman HD, Coleman RE, et al. Ventilation-perfusion scintigraphy in the
PIOPED study. Part 2. Evaluation of the scintigraphic criteria and interpretations. J Nucl
Med 1993;34:1119-26.
13. Wells PS, Ginsberg JS, Anderson DR, et al. Use of a clinical model for safe management
of patients with suspected pulmonary embolism. Ann Intern Med 1998;129:997-1005.
14. Worsley DF, Alavi A. Radionuclide imaging of acute pulmonary embolism. Semin Nucl
Med 2003;33:259-278.
15. Worsley DF, Alavi A, Aronchick JM, et al. Chest radiographic findings in patients with acute
pulmonary embolism: observations from the PIOPED Study. Radiology 1993;189:133-6.
16. Velchik MG, Tobin M, McCarthy K. Nonthromboembolic causes of high-probability lung
scans. Am J Physiol Imaging 1989;4:32-8.
17. Miniati M, Pistolesi M, Marini C, et al. Value of perfusion lung scan in the diagnosis of
pulmonary embolism: results of the Prospective Investigative Study of Acute Pulmonary
Embolism Diagnosis (PISA-PED). Am J Respir Crit Care Med 1996;154:1387-93.
Nükleer Tıp Teknikleri: Venöz Tromboemboli ve Nontromboembolik Hastalıklar 477
18. Miniati M, Prediletto R, Formichi B, et al. Accuracy of clinical assessment in the diagnosis
of pulmonary embolism. Am J Respir Crit Care Med 1999;159:864-71.
19. Jacobson AF. Diagnosis of deep venous thrombosis: a review of radiologic, radionuclide,
and non-imaging methods. Q J Nucl Med. 2001;45:324-33.
20. Kearon C, Julian JA, Newman TE, Ginsberg JS. Noninvasive diagnosis of deep venous
thrombosis. McMaster Diagnostic Imaging Practice Guidelines Initiative. Ann Intern Med
1998;128:663-677.
21. Wells PS, Lensing AW, Davidson BL, et al. Accuracy of ultrasound for the diagnosis of
deep venous thrombosis in asymptomatic patients after orthopedic surgery. A meta-analy-
sis. Ann Intern Med 1995;122:47-53.
22. Kelly J, Rudd A, Lewis RR, Hunt BJ. Plasma D-dimers in the diagnosis of venous throm-
boembolism. Arch Intern Med 2002;162:747-756.
23. Perrier A, Desmarais S, Miron MJ, et al. Non-invasive diagnosis of venous thromboembo-
lism in outpatients. Lancet 1999;16;353:190-5.
24. Ryo UY. Radionuclide venography. In: Pinsky SM, Moss GS, Srikantaswamy S. Ryo UY,
Gould SA, Pond GD; eds. Imaging of the peripheral vascular system. Orlando: Grune &
Stratton; 1984: 211-232.
25. Nelp WB, Larson SM, Hamilton GW. Radionuclide venography. In: Berman DS, Mason
DT; eds. Cilnical nuclear cardiology. New York: Grune & Stratton; 1981:365-380.
26. Kruit WH, de Boer AC, Sing AK, van Roon F. The significance of venography in the
management of patients with clinically suspected pulmonary embolism. J Intern Med
1991;230:333-339.
27. Stein PD, Fowler SE, Goodman LR,et al; PIOPED II Investigators. Multidetector computed
tomography for acute pulmonary embolism. N Engl J Med 2006;354:2317-2327.
28. Robinson PJ. Ventilation-perfusion lung scanning and spiral computed tomography of the
lungs: competing or complementary modalities? Eur J Nucl Med 1996;23:1547-53.
29. Biello DR. Radiological (scintigraphic) evaluation of patients with suspected pulmonary
thromboembolism. JAMA 1987;257:3257-3259.
30. Giordano A, Angiolillo DJ. Current role of lung scintigraphy in pulmonary embolism. Q J
Nucl Med 2001;45:294-301.
31. Turkmen C, Unal SN, Berberoglu K, et al. Acute pulmonary embolism due to hydatid cyst.
Clin Nucl Med 2004;29:760-1.
32. Royal HD. Pulmonary imaging for nonthromboembolic disease. In: Henkin RE, Bova D, Dil-
lehay GL, et al; eds. Nuclear medicine. Philadelphia : Mosby-Elsevier; 2006: 1423-1438.
33. Schuster DM, Alazraki N. Gallium and other agents in diseases of the lung. Semin Nucl
Med 2002;32:193-211.
34. Monaghan P, Provan I, Murray C, et al. An improved radionuclide technique for the dete-
ction of altered pulmonary permeability. J Nucl Med 1991;32:1945-9.
35. Tumeh SS, Belville JS, Pugatch R, McNeil BJ. Ga-67 scintigraphy and computed tomog-
raphy in the diagnosis of pneumocystis carinii pneumonia in patients with AIDS: a prospe-
ctive comparison. Clin Nucl Med 1992;17:387-94.
36. Nishiyama Y, Yamamoto Y, Fukunaga K, et al. Comparative evaluation of 18F-FDG PET
and 67Ga scintigraphy in patients with sarcoidosis. J Nucl Med. 2006;47(10):1571-6.
37. Brudin LH, Valind SO, Rhodes CG, et al: Fluorine-18 deoxyglucose uptake in sarcoidosis
measured with positron emission tomography. Eur J Nucl Med 1994;21:297-305.
38. Yamada Y, Uchida Y, Tatsumi K, et al: Fluorine-18-fluorodeoxyglucose and carbon-11-
methionine evaluation of lymphadenopathy in sarcoidosis. J Nucl Med 1998;39:1160-6.
39. Tokmak H, Mudun A, Türkmen C, et al. The role of peritoneal scintigraphy in the dete-
ction of continuous ambulatory peritoneal dialysis complications. Ren Fail 2006;28:709-
713.
BÖLÜM 15
NÜKLEER TIP GÖRÜNTÜLEME YÖNTEMLERİ
A B
süre takip edilmesi (bekle-gör yaklaşımı) genel olarak kabul edilen bir görüş-
tür (11). Öte yandan, FDG tutmayan ve radyolojik izlemde KHDAK kanseri
olduğu anlaşılan olguların hemen hemen hepsinin evre IA’da kaldıkları ve
ayrıca bunlardaki prognozun FDG tutan evre IA’lara göre daha iyi olduğu
ortaya konmuştur (12).
Soliter pulmoner nodüllerde malign-benign ayrımındaki diğer bir yaklaşım ise
çift zamanlı PET uygulamasıdır. Bu uygulamada, FDG injeksiyonundan bir
saat sonra yapılan standart PET görüntülemeye ilave olarak 2-3 saat sonra,
ikinci bir geç PET görüntüleme yapılması önerilmektedir. Nitekim, sınırlı sayı-
daki araştırmalarda, malign nodüllerin geç dönemde metabolik aktivitelerinin
arttığı; selim nodüllerde ise geç görüntülemede FDG tutulum yoğunluğunun
azaldığı veya aynı kaldığı gösterilmiştir (13).
Şekil 2. Sol akciğerin alt lobunda yoğun FDG tutan primer tümör oda-
ğı (solda koronal düzlemde PET, sağda PET-BT füzyon imajları). BT’de
yaygın atelektazi nedeniyle ayırt edilemeyen sol akciğer üst lobdaki ikinci
tümör odağı, PET görüntülerinde net olarak izlenmektedir. Ayrıca, sub-
karinal (7. istasyon) alanda metastatik lenfadenomegali görülmektedir (2
no’lu kaynaktan alınmıştır).
FDG-PET BT
elde edilmiştir (51). Ahuja ve grubu, KHDAK’lı 155 hasta içeren araştırmala-
rında standart “uptake” değeri (SUD), 10’dan küçük olan 118 (%76) hastada
ortalama sağkalım süresini 25 ay; SUD değeri 10’dan büyük olan 37 (%24)
hastada 11 ay bulmuşlardır (p = 0.0049). Multivaryans analizde, SUD’un
10’dan büyük olması, klinik evre ve lezyon boyutundan bağımsız olarak en iyi
prognostik bilgiyi sağlamıştır (4). Primer lezyonu 3 cm’den ve SUD’u 10’dan
büyük olan hastalar en kötü prognozlu olup, ortalama 5.7 ay sağ kalım süresi
vermişlerdir. Mediyastende PET ile histolojik evrelemenin prognostik bilgi
verdiği, ancak BT’nin bu bilgiyi sağlayamadığı gösterilmiştir (52).
seri, daha agresif biyolojik davranışı ve klinik seyri ile KHDAK’de farklılaşır.
Evrelemede TNM sınıflaması geçerli olsa da, daha çok sınırlı hastalık ve yay-
gın hastalık olarak ikili sınıflama kullanılmaktadır. Burada sınırlı hastalık bir
hemitoraksa (mediyastinal, karşı hiler ve aynı taraf supraklaviküler lenf nodla-
rı dahil) sınırlı kalışı ifade ederken, bunun dışındaki tutulumlar yaygın hastalığı
tanımlar. Hastaların %60-80’inde ilk tanı anında yaygın hastalık bulunur.Yay-
gın hastalıkta en sık iskelet sistemi, karaciğer, plevra, retroperitoneal bölge,
yumuşak doku, kemik iliği, beyin ve karşı akciğer tutulumları görülür. Dola-
yısıyla, ilk evrelemede çok sayıda tanısal işleme gereksinim vardır. Yüksek
glükoz afiniteleri nedeniyle FDG-PET, küçük hücreli akciğer karsinomlarının
da evrelemesi ve takibinde etkin rol oynamaktadır (Şekil 5). Schumacher ve
grubunun, 30 olguluk serisinde FDG-PET ile 7 hastada hastalığın evresi yük-
selirken, 5 hastada ilave lezyonlar bulunmasına rağmen evre değişmemiştir.
Bir hastada FDG-PET ile primer odak bulunmuştur. Tüm seride FDG-PET ile
diğer yöntemlerin bulamadığı 17 tümör odağı görülmüştür (57).
KAYNAKLAR
1. Sönmezoğlu K. Akciğer kanserlerinde FDG-PET uygulamaları. Tuberk Toraks 2005; 53:
94-112.
2. Sönmezoğlu K. Akciğer kanserlerinde pozitron emisyon tomografisi. Remisyon-Güncel
Onkoloji 2005;7:154-167.
3. Higashi K, Ueda Y, Ayabe K,et al. FDG PET in the evaluation of the aggressiveness of pul-
monary adenocarcinoma: correlation with histopathological features. Nucl Med Commun
2000;21:707-714.
4. Ahuja V, Coleman RE, Herndon J, Patz EF Jr. The prognostic significance of fluorode-
oxyglucose positron emission tomography imaging for patients with nonsmall cell lung
carcinoma. Cancer 1998;83:918-924.
5. Yankelevitz DF, Henschke CI. Does 2-year stability imply that pulmonary nodules are be-
nign? AJR Am J Roentgenol 1997;168:325-328.
6. Mack MJ, Hazelrigg SR, Landreneau RJ, Acuff TE. Thoracoscopy for the diagnosis of the
indeterminate solitary pulmonary nodule. Ann Thorac Surg 1993;56:825-830.
7. Tateishi U, Nishihara H, Tsukamoto E, et al. Lung tumors evaluated with FDG-PET and
dynamic CT: the relationship between vascular density and glucose metabolism. J Comput
Assist Tomogr 2002;26:185-190.
8. Gould MK, Maclean CC, Kuschner WG, et al. Accuracy of positron emission tomog-
raphy for diagnosis of pulmonary nodules and mass lesions: a meta-analysis. JAMA
2001;285:914-24.
9. Gambhir SS, Hoh CK, Phelps ME, et al. Decision tree sensitivity analysis for cost-effective-
ness of FDG-PET in the staging and management of non-small-cell lung carcinoma. J Nucl
Med 1996;37:1428-1436.
10. van Tinteren H, Hoekstra OS, Smit EF, et al. Effectiveness of positron emission tomograp-
hy in the preoperative assessment of patients with suspected non-small-cell lung cancer:
the PLUS multicentre randomised trial. Lancet 2002; 359:1388–1393.
11. Detterbeck FC, Falen S, Rivera MP, et al. Seeking a home for a PET, part 1: Defining the
appropriate place for positron emission tomography imaging in the diagnosis of pulmo-
nary nodules or masses. Chest 2004;125:2294-2299.
12. Marom EM, Sarvis S, Herndon JE 2nd, Patz EF Jr. T1 lung cancers: sensitivity of diagnosis
with fluorodeoxyglucose PET. Radiology 2002 ;223:453-459.
Akciğer Kanserlerinde FDG-PET Uygulamaları 489
13. Matthies A, Hickeson M, Cuchiara A, Alavi A. Dual time point 18F-FDG PET for the
evaluation of pulmonary nodules. J Nucl Med 2002;43:871-875.
14. Webb WR, Gatsonis C, Zerhouni EA, Heelan RT, Glazer GM, Francis IR, McNeil BJ. CT
and MR imaging in staging non-small cell bronchogenic carcinoma: report of the Radiolo-
gic Diagnostic Oncology Group. Radiology 1991;178:705-713.
15. Detterbeck FC, Jones DR, Parker LA Jr. Intrathoracic staging. In: Detterbeck FC, Rivera
MP, Socinski MA, et al, eds. Diagnosis and treatment of lung cancer: an evidence based
guide for the practicing clinician. Philadelphia: WB Saunders; 2001; 73–93.
16. Lardinois D, Weder W, Hany TF, et al. Staging of non-small cell lung cancer with integ-
rated positron-emission tomography and computed tomography. N Engl J Med 2003;
348:2500–2507.
17. Rohren EM, Lowe VJ. Update in PET imaging of nonsmall cell lung cancer. Semin Nucl
Med 2004;34:134-153.
18. Detterbeck F, Falen S, Rivera M, et al. Seeking a home for a PET, part 2: Defining the
appropriate place for positron emission tomography imaging in the staging of patients
with suspected lung cancer. Chest 2004; 125:2300–2308.
19. Toloza EM, Harpole L, Detterbeck F, McCrory DC. Invasive staging of non-small cell lung
cancer: a review of the current evidence. Chest 2003;123(1 Suppl):157S-166S.
20. Dwamena BA, Sonnad SS, Angobaldo JO, Wahl RL. Metastases from non-small cell lung
cancer: mediastinal staging in the 1990s--meta-analytic comparison of PET and CT. Radi-
ology 1999;213:530-536.
21. Hellwig D, Ukena D, Paulsen F, Bamberg M, Kirsch CM; Onko-PET der Deutschen Gesel-
lschaft fur Nuklearmedizin. Meta-analysis of the efficacy of positron emission tomography
with F-18-fluorodeoxyglucose in lung tumors. Basis for discussion of the German Consen-
sus Conference on PET in Oncology 2000. Pneumologie 2001;55:367-377.
22. Gambhir SS, Czernin J, Schwimmer J, et al. A tabulated summary of the FDG PET litera-
ture. J Nucl Med 2001;42(5 Suppl):1S-93S.
23. Toloza EM, Harpole L, McCrory DC. Noninvasive staging of non-small cell lung cancer: a
review of the current evidence. Chest 2003;123(1 Suppl):137S-146S.
24. Birim O, Kappetein AP, Stijnen T, Bogers AJ. Meta-analysis of positron emission tomog-
raphic and computed tomographic imaging in detecting mediastinal lymph node metasta-
ses in nonsmall cell lung cancer. Ann Thorac Surg 2005;79:375-382.
25. Cerfolio RJ, Ojha B, Bryant AS, et al. The accuracy of integrated PET-CT compared with
dedicated PET alone for the staging of patients with nonsmall cell lung cancer. Ann Thorac
Surg 2004;78:1017-1023.
26. Dietlein M, Weber K, Gandjour A, et al. Cost-effectiveness of FDG-PET for the manage-
ment of potentially operable non-small cell lung cancer; priority for a PET-based strategy
after nodal-negative CT results. Eur J Nucl Med 2000; 27:1598–1609.
27. Detterbeck FC, DeCamp MM Jr, Kohman LJ, Silvestri GA; American College of Chest
Physicians. Lung cancer. Invasive staging: the guidelines. Chest 2003;123(1 Suppl):167S-
175S.
28. Silvestri GA, Tanoue LT, Margolis ML,et al; American College of Chest Physicians. The
noninvasive staging of non-small cell lung cancer: the guidelines. Chest 2003;123(1
Suppl):147S-156S.
29. Fischer BM, Mortensen J, Højgaard L. Positron emission tomography in the diagnosis
and staging of lung cancer: a systematic, quantitative review. Lancet Oncol 2001; 2:659–
666.
30. Salvatierra A, Baamonde C, Llamas JM, et al. Extrathoracic staging of bronchogenic car-
cinoma. Chest 1990;97:1052-1058.
31. MacManus MP, Hicks RJ, Matthews JP, et al. High rate of detection of unsuspected distant
metastases by PET in apparent stage III non-small-cell lung cancer: implications for radical
radiation therapy. Int J Radiat Oncol Biol Phys 2001;50:287–293.
490 Göğüs Hastalıklarında Ayırıcı Tanı
32. Marom EM, McAdams HP, Erasmus JJ, et al. Staging non-small cell lung cancer with
whole-body PET. Radiology 1999;212:803-809.
33. Weder W, Schmid RA, Bruchhaus H, et al. Detection of extrathoracic metastases by posit-
ron emission tomography in lung cancer. Ann Thorac Surg 1998; 66:886–892.
34. Eschmann SM, Friedel G, Paulsen F, et al. FDG PET for staging of advanced non-small cell
lung cancer prior to neoadjuvant radio-chemotherapy. Eur J Nucl Med Mol Imaging 2002;
29:804–808.
35. Erasmus JJ, Patz EF Jr, McAdams HP, et al. Evaluation of adrenal masses in patients with
bronchogenic carcinoma using 18F-fluorodeoxyglucose positron emission tomography.
AJR Am J Roentgenol 1997;168:1357-1360.
36. Hicks RJ, Kalff V, MacManus MP, et al. (18)F-FDG PET provides high-impact and power-
ful prognostic stratification in staging newly diagnosed non-small cell lung cancer. J Nucl
Med 2001;42:1596-1604.
37. Dietlein M, Weber WA. Positronen-Emissions-Tomographie (PET) mit 18F-Fluorodeoxyg-
lukose in der Stadienzuordnung und Therapieentscheidung des nicht-kleinzelligen Bronc-
hialkarzinoms. Stellenwert der PET und der PET/CT Koregistrierung. Atemw-Lungenkrkh
2003;29:481–90.
38. McCain TW, Dunagan DP, Chin R Jr, et al. The usefulness of positron emission tomograp-
hy in evaluating patients for pulmonary malignancies. Chest 2000;118:1610-1615.
39. Valk P, Pounds T, Tesar R, et al. Cost-effectiveness of PET imaging in clinical oncology.
Nucl Med Biol 1996; 23:737–743.
40. Patz EF Jr. Imaging bronchogenic carcinoma. Chest 2000;117(4 Suppl 1):90S-95S.
41. Cerfolio RJ, Ojha B, Mukherjee S, et al. Positron emission tomography scanning with
2-fluoro-2-deoxy-d-glucose as a predictor of response of neoadjuvant treatment for non-
small cell carcinoma. J Thorac Cardiovasc Surg 2003; 125:938–944.
42. Port JL, Kent MS, Korst RJ, et al. Positron emission tomography scanning poorly predicts
response to preoperative chemotherapy in non-small cell lung cancer. Ann Thorac Surg
2004; 77:254–259.
43. Vansteenkiste JF, Stroobants SG, De Leyn PR, et al. Potential use of FDG-PET scan after
induction chemotherapy in surgically staged IIIa-N2 non-small-cell lung cancer: a prospec-
tive pilot study. The Leuven Lung Cancer Group. Ann Oncol 1998;9:1193-1198.
44. Ryu JS, Choi NC, Fischman AJ, et al. FDG-PET in staging and restaging non-small cell
lung cancer after neoadjuvant chemoradiotherapy: correlation with histopathology. Lung
Cancer 2002; 35:179–187.
45. Choi NC, Fischman AJ, Niemierko A, et al. Dose-response relationship between proba-
bility of pathologic tumor control and glucose metabolic rate measured with FDG PET
after preoperative chemoradiotherapy in locally advanced non-small-cell lung cancer. Int J
Radiat Oncol Biol Phys 2002; 54:1024–1035.
46. Hebert ME, Lowe VJ, Hoffman JM, et al. Positron emission tomography in the pretreat-
ment evaluation and follow-up of non-small cell lung cancer patients treated with radiothe-
rapy: preliminary findings. Am J Clin Oncol 1996;19:416-421.
47. Therasse P, Arbuck SG, Eisenhauer EA, et al. New guidelines to evaluate the response to
treatment in solid tumors. European Organization for Research and Treatment of Cancer,
National Cancer Institute of the United States, National Cancer Institute of Canada. J Natl
Cancer Inst 2000; 92:205–216.
48. Nestle U, Walter K, Schmidt S, et al. 18F-deoxyglucose positron emission tomography
(FDG-PET) for the planning of radiotherapy in lung cancer: high impact in patients with
atelectasis. Int J Radiat Oncol Biol Phys 1999; 44:593–597.
49. Vanuytsel LJ, Vansteenkiste JF, Stroobants SG, et al. The impact of (18)F-fluoro-2-deoxy-
D-glucose positron emission tomography (FDG-PET) lymph node staging on the radiation
treatment volumes in patients with non-small cell lung cancer. Radiother Oncol 2000;
55:317–324.
Akciğer Kanserlerinde FDG-PET Uygulamaları 491
50. Erdi YE, Macapinlac H, Rosenzweig KE, et al. Use of PET to monitor the response of lung
cancer to radiation treatment. Eur J Nucl Med 2000; 27:861–866.
51. Detterbeck FC, Vansteenkiste JF, Morris DE, et al. Seeking a home for a PET, part 3:
Emerging applications of positron emission tomography imaging in the management of
patients with lung cancer. Chest 2004;126:1656-1666.
52. Dunagan D, Chin R Jr, McCain T, et al. Staging by positron emission tomography predicts
survival in patients with non-small cell lung cancer. Chest 2001;119:333-339.
53. Carreta A, Landoni C, Melloni G, et al. 18-FDG positron emission tomography in the eva-
luation of malignant pleural diseases – a pilot study. Eur J Cardiothorac Surg 2000;17:377-
383.
54. Benard F, Sterman D, Smith RJ, et al. Metabolic imaging of malignant pleural mesotheli-
oma with fluorodeoxyglucose positron emission tomography. Chest 1998;114:713-722.
55. Erasmus JJ, McAdams HP, Rossi SE, et al. FDG PET of pleural effusions in patients with
non-small cell lung cancer. Am J Roentgenol 2000;175:245-249.
56. Murray JG, Erasmus JJ, Bahtiarian EA, Goodman PC. Talc pleurodesis simulating pleural
metastases on 18F-fluorodeoxyglucose positron emission tomography. AJR Am J Roent-
genol 1997;168:359-360.
57. Schumacher T, Brink I, Mix M, et al. FDG-PET imaging for the staging and follow-up of
small cell lung cancer. Eur J Nucl Med 2001;28:483-488.
BÖLÜM 16
MEDİKAL (TANISAL)
TORAKOSKOPİ / PLÖROSKOPİ
Muzaffer METİNTAŞ
TANIM
Torakoskopiyi, tanıdan öte cerrahi uygulamalar amacıyla kullanılan “video tora-
koskopi” den “amaç ve işlem” düzeyinde ayırt etmek için, “medikal veya tanısal
torakoskopi” isminin, bazı yazarlarca da “plöroskopi” isminin kullanılmasının
daha uygun olduğu kabul edilmektedir. Çünkü, kullanımı son zamanlarda sıkça
önerilen ve yaygınlaşma eğilimine giren bu yöntemde temel işlev sadece plevral
aralığın detaylı bir şekilde gözlenmesi ve gerekli yerlerden biyopsi alınması ile
bazı olgularda plörodez, yapışıklıkların açılması gibi basit tedavi girişimlerini kap-
samaktadır. Bu yazıda da bundan sonra “torakoskopi” ismi kullanılacaktır.
492
Medikal (Tanısal) Torakoskopi / Plöroskopi 493
ENDİKASYONLAR
Torakoskopide genel olarak iki amaç vardır: tanı ve palyatif tedavi. Torakos-
kopi, genel olarak klinik ve radyolojik değerlendirme, laboratuvar çalışmaları,
sitolojik ve hatta plevra iğne biyopsisi ile tanı konulmamış tüm eksüdatif plev-
ral sıvı nedeni olan tüm plevral patolojilerde kullanım endikasyonuna sahiptir.
Torakoskopi endikasyonları toplu halde Tablo 1’de yer almaktadır (5,6).
Endikasyon Amaç
Tanı:
Nedeni bilinmeyen plevral sıvı Gözlem ve gerekirse örnekleme
Tüberküloz plörezi kuşkusu Gözlem ve örnekleme
Malign plörezi kuşkusu Gözlem, gerekirse evreleme, örnekleme
Diffüz interstisyel akciğer hastalıkları Örnekleme
Akciğerde periferik nodül - kitle Örnekleme
Tedavi:
Malign plörezi Plörodez
Komplike parapnömonik plörezi Aralığın açılması ve drenaj
Benign ancak kontrolsüz tekrarlayan sıvı Plörodez
Spontan pnömotoraks Koagülasyon veya yapıştırıcı madde (glue)
kullanımı
KONTRENDİKASYONLAR
Torakoskopi için kontrendikasyonlar Tablo 2’de yer almaktadır. Dikkat edi-
lirse bunların sık karşılaşılabilecek olanları genel olarak göreceli düzeltilebilir
durumlardır (2,7).
494 Göğüs Hastalıklarında Ayırıcı Tanı
UYGULAMA
Torakoskopi yapacak göğüs hastalıkları uzmanının torasik anatomiyi ayrıntılı
şekilde öğrenmesi gerekir. Yine, aynı süreçte kullanılan donanımı da tanı-
malıdır. İşlem öncesi ise operasyonel anatomiyi öğrenmesi için deneyimli bir
merkezde, eğitici desteğinde işleme katılması gerekir. Ardından, birkaç ortak
işlemi takiben uygulamaya bizzat başlayabilir. Bir göğüs hastalıkları uzmanı-
nın performansını koruyabilmesi için yılda 20 torakoskopi işlemi yapması
gerekir (2).
Torakoskopi odası olarak genişçe bir bronkoskopi odası yeterlidir. Oda iyi
havalandırılmalı ve sürekli temiz olmalıdır. Odanın oksijen sistemi ve acil
durumlarda kullanılabilir ilaç, entübasyon takımı ve defibrilatörü olmalıdır.
Bunlar dışında torakoskopi için şu teçhizat gerekir: trokar, plöroskop,
0 ve 30o optikler, biyopsi forsepsi, koagülasyona uygun forseps veya
koagülasyon çubuğu, aspiratör, video sistemi, kardiyopulmoner monitör
ve göğüs tüpü takılması için kullanılan bistüri, klempler, forsepsler, pensler
(Resim 1). İyi ışıklandırılmış oda ve tercihen ameliyat masası kullanılmalıdır.
Personel
İşlemi yapacak göğüs hastalıkları uzmanı yalnız olabilir veya eğitim amaçlı
olarak asistanı ile işleme girebilir. İşlem sırasında “steril” olan bir işlem hem-
şiresi, bir de “dolaşan” hemşire gerekir.
İşlem
İşlem öncesi hastanın şu analizleri yapılmalıdır:
a) Serum hemoglobin, trombosit sayısı, PT, aPTT, INR, arter kan gazı pO2,
pCO2, pH ve SaO2 düzeyleri; b) Serum BUN, kreatinin ve karaciğer enzim-
leri ile çalışan güvenliği için hepatit belirteçleri; c) Kardiyolojik anamnez ve
496 Göğüs Hastalıklarında Ayırıcı Tanı
Premedikasyon
İşlemden en az 45 dakika önce atropin (0.5 mg, IM) ile premedikasyon yapı-
lır. Premedikasyonda ayrıca bir sakinleştirici de kullanılabilir.
Unutulmamalıdır ki en iyi premedikasyon hasta ile konuşmadır. İşlemi yapa-
cak en kıdemli hekim hastaya giderek önce kendini tanıtmalı, sonra işlemin
neden yapılacağını, neden gerekli olduğunu ve ne yararlar sağlayacağını an-
latmalı, hasta işlemin gerekliliğine tam olarak inandırılmalı ve hekimine tam
olarak güven duyar hale gelmelidir.
Premedikasyonda üç amaç vardır: 1) Sedasyon, amnezi ve anksiyetenin alın-
ması; 2) Ağrının engellenmesi; 3) Vazo-vagal refleksin engellenmesi.
Sedasyon için benzodiazepinler (Diazepam veya Midazolam) tercih edilir.
Medikal (Tanısal) Torakoskopi / Plöroskopi 497
Ağrı için narkotik analjezik – opioid grubu ilaç kullanmalıyız; morfin veya
Petidin. Vazo-vagal refleksi engellemek için de atropin tercih edilir.
Premedikasyonda önerebileceğimiz iki seçenek vardır:
1. Seçenek:
İşlemden 45-60 dakika önce:
a) Atropin (0.5 mg, SC) ve Morfin (10 mg, IM veya SC)
b) İşlem başlarken 2 mg IV Midazolam (gerekirse 30 dakikada bir iki kez
daha 1 mg IV Midazolam).
2. Seçenek:
a) Atropin (0.5 mg, SC) ve Diazepam (5 - 10 mg, PO veya 5 mg, IM) veya
Midazolam (5-7 mg, IM)
b) İşlem başlarken, Morfin (5 - 10 mg, IM), Morfin yerine IM 50-100 mg
Petidin de kullanılabilir.
Premedikasyonu takiben hasta masaya alınır, uygun şekilde monitöre bağ-
lanır ve giriş yeri yukarı gelecek şekilde yatırılır. Giriş bölgesi perküsyonla
serbest hava yönünden muayene edilir. Eğer radyografiler sonucu veya daha
önceki BT sonucu ayrı bir yer seçilmemişse, genellikle orta-arka koltuk altı
çizgisi, 5.-6. interkostal aralıklar girişe uygun yer olarak seçilir (Resim 3).
Torakoskopi işlemi
Giriş için uygun olan yere temizlik sonrası, 5 cm çapında bir alana, tüm gö-
ğüs katmanlarını kaplayacak şekilde, lokal anestezik ile insizyon-infiltrasyon
lokal anestezisi yapılır.
498 Göğüs Hastalıklarında Ayırıcı Tanı
Lokal anestezi
Prilokain hidroklorür (%2), 20 mg/ml, bir flakonda 20 ml; toplam 400 mg
(ticari flakon; Citanest©) uygun bir seçenektir. Lokal insizyon anestezisi için tüm
işlem boyunca 500 mg, yani 25 ml aşılmamalıdır. İlaç damar içi kesinlikle veril-
memelidir. Alışılmış güvenli uygulama 100 mg; 5 ml ilacın ilk kesi öncesi göğüs
duvarında girilecek yolun katmanlarına verilmesidir. Trokar, plevraya ulaştığın-
da, yani tam giriş öncesi hasta ağrı yakınması veriyorsa trokarın iki tarafından
derine iğne sokularak uçlara 2 ml’den toplam 4 ml (80 mg) daha yapılabilir.
Biyopsi alınırken, pariyetal plevra üzerine püskürtme yoluyla (veya plöroskop
içinden injeksiyon) toplam 10 ml, 200 mg uygulama daha yapılabilir. Lidokain
de lokal insizyon anestezisi için kullanılabilir. İnsizyon için alışılmış % 2’lik so-
lüsyondan toplam 300 mg aşılmamalıdır (%2; 5 ml, 100 mg).
Lokal anesteziğin geniş alanı etkilemesi isteniyorsa miligram aynı kalmak
kaydıyla sıvı miktarını arttırabiliriz, ilacı seyreltebiliriz. Örneğin, 5 ml, 100
mg % 2 lidokaini 5 ml serum fizyolojik ekleyerek, 10 ml’ye seyreltebiliriz.
Böylece, 10 ml uygulama ile daha geniş bir alana anestezi verilmiş olur.
İnfiltrasyon lokal anestezisinde ilaca 1:200.000 epinefrin katılması (10-15
mikrogram/ml) yararlı olabilir. Epinefrin, doku kan damarlarını büzerek,lokal
anesteziğin sistemik emilimini azaltır;böylece, % 25 daha yüksek doz verilebi-
lir. Ayrıca, etki süresini arttırır (yaklaşık % 20) ve doku kanamasını azaltarak
optiklerin kirlenmesini azaltır.
Lokal anestezinin santral sinir sistemi ve kardiyovasküler sistem üzerine yük-
sek dozlarda ciddi yan etkileri vardır. Sinir sistemi yan etkileri önce gelişir;
bunlar eksitasyon bulguları olabileceği gibi, depresyon bulguları da olabilir.
Eksitasyon durumunda benzodiazepinler kullanılabilir.
Yan etkiden korunmak için maksimum doz aşılmamalı ve kesinlikle damar
içine verilmemeli, yavaş, dikkatli ve az dozların injeksiyonu şeklinde uygula-
ma yapılmalıdır.
Medikal (Tanısal) Torakoskopi / Plöroskopi 499
Giriş bölgesi ve etraf steril olacak şekilde hasta örtülür, çalışanlar da ameliyat-
hane şartlarında steril olurlar. Belirlenen giriş yeri bistüri ile 1 cm kadar cilt ve
cilt altı doku olarak kesilir. Kaslar ise künt el forsepsi ile künt diseksiyonlarla
açılır. Plevra altına gelindiğinde trokar, açılan yere yerleştirilerek içeri doğru
hafif baskı ve kısa-yarım döndürme hareketleri ile göğüs duvarına dik olarak
bastırılır (Resim 4). Bu sırada, hasta ağrı duyarsa tam trokar ucuna, yukarıda
belirtildiği gibi, 2 ml daha Prilokain injekte edilebilir. Trokarın plevrayı geçe-
rek içeri girildiği kolaylıkla hissedilir, bu sırada akciğerle direkt karşı karşıya
getirmemek için trokar öne ve üste doğru eğilmeli, ucu içeride yataya yakın
hale getirilmelidir.
Trokar içeri girdikten sonra bakılacak plevral yüzeye doğru eğilir, içindeki kes-
kin uçlu obtüratör çıkarılarak, yerine bakışı sağlayacak optik yerleştirilir. Genel-
likle plevral yüzleri iyi görmek için 30o’lik optik kullanmak uygundur. Sırasıyla
tüm plevral yüzler bir yönde (göğüs arka –sırt veya öne doğru; optik hangi tara-
fa bakıyorsa) yukarıdan aşağı doğru gözden geçirilir. Sonra, optik kendi ekseni
etrafında döndürülerek, akciğer incelenir, fissürlere özel bir dikkat gerekir (Re-
sim 5). Optik aşağı doğru yönlendirilerek, diyafragmaya bakılır. Diyafragma,
pembe rengi ve parlak görünümü, yanlardaki kas kirişleri, solunumla hareketi
nedeniyle kolay tanınır. Ardından, optik diğer tarafa (sırta bakılıyorsa ön göğüs
duvarına veya ön göğüs duvarına bakılıyorsa sırta) doğru çevrilerek, yine her üç
alan (üst – orta ve alt/diyafragma) ile akciğerler iyice gözden geçirilir.
Plevral aralıkta yapışıklıklar varsa biyopsi forsepsi, makas veya “cutting” nite-
likli koter ile keserek açılabilir. Ancak, kalın yapışıklıkların içinden damar geç-
500 Göğüs Hastalıklarında Ayırıcı Tanı
Resim 7. Diyafragma üzerinde pariyetal plevra ile komşu alanda keskin kenarlı, yumuşak sarı-
bej görünümlü yağ parçacıkları. Dikkat! Mavi oklar yağ dokusuna, yeşil oklar etraftaki malign
tümöral nodüllere işaret etmektedir.
2. Plevra üzerinde yeni gelişen parçalı hiyalin fibröz alanların lenfanjitis görü-
nümü ile karıştırılmaması ve plevradaki küçük fibröz plaklar (Resim 8).
3. Özellikle diyafragma üstünde ve komşu alt kostal plevrada küçük, koyu
vişne rengi 1-2 mm’lik sekel damarsal görünümler ve Brown nodülleri (Resim
9).
Akciğer – viseral plevra üzerinde şunları görürsek olağan karşılamalıyız:
1. Koyu siyah-kahverengi renkte parçalar halinde görülen antrakoz pigment-
leri. Özellikle fisür yüzlerinde çok yoğun olabilir (Resim 10) ve akciğer üze-
rinde küçük blebler.
2. Pariyetal ve viseral plevra arasında fibröz bantlar (Resim 11).
Pariyetal plevral alanların üzerinde şunları görürsek olağan karşılamamalıyız:
1. İnterkostal damarların ve kostaların görünmesine izin vermeyecek kadar
kalın plevral yüzey (Resim 12).
2. Plevrada çeşitli büyüklükte plevra ile aynı renkte veya daha açık veya daha
koyu renkte nodüler görünümler (Resim 13).
502 Göğüs Hastalıklarında Ayırıcı Tanı
3. Kalınlaşmış bir plevrada 1-2 mm büyüklüğünde, plevra ile aynı renkte veya
daha beyaz renkte, parlak refle veren küçük nodüller (“Shaggy” nodülleri)
ve romatoid artritli bir hastada küçük parlak plevra ile benzer renkte benign
nodüller (Resim 14).
Resim 10. A,B) Akciğer üzerinde koyu siyah-kahverengi renkte parçalar halinde görülen antra-
koz pigmentleri (ince ok); B) Bleb (ok başı), plak (kalın ok).
Resim 14. Üst solda yoğun inflamasyon gösteren ve yer yer fibröz yapışıklıklar yapan tü-
berküloz nedenli plevral reaksiyon. Üst sağda tüberküloz plevral inflamasyonda yoğunlaşmış
granülomların oluşturduğu benign tipik nodüller (Yeşil ok: “shaggy” nodülleri). Alttaki resimlerde
romatoid plevral inflamasyona bağlı düzgün plevral yüzeyli kalınlaşma ve bu hastalık için tipik
küçük parlak nodüller (Siyah oklar: “kaldırım taşı” görünümü).
Medikal (Tanısal) Torakoskopi / Plöroskopi 505
Resim 15. Pariyetal plevra üzerinde yoğun malign veya benign inflamasyona bağlı hipere-
mi- damarsal görünümlerde artış. Yoğun damarlanma plevra üzerinde şiddetli ve aktif bir infla-
masyona işaret eder: A) Benign, asbest nedenli plevral sıvılı bir hastada akut dönemde hiyalen
plevral plak yanındaki plevral alanda yoğun damarsal görünüm artışı; B, C ve D) Malign plevral
tutuluma bağlı pariyetal plevrada yoğun hiperemi.
Resim 16. Özellikle malign inflamasyonlarda plevra üzerinde gözlenen bej /açık gri/ kirli be-
yaz renkte yer yer yoğun göllenmeler halinde, yer yer ince ya da kalın retiküler bir ağ – şebeke
şeklinde lenfatik invazyonun görünür hale gelmesi (lenfanjitis).
506 Göğüs Hastalıklarında Ayırıcı Tanı
4. Plevrada çok yoğun hiperemi (küçük damarsal yapılarda aşırı artma) (Re-
sim 15).
5. Plevrada bej /açık gri/ kirli beyaz renkte retiküler bir ağ – şebeke şeklinde
görünüm (lenfanjitis) (Resim 16).
Gözlem sırasında, özellikle diyafragmatik pariyetal plevra ve buna komşu alt
kostal pariyetal plevral yüzeylere gözlem sırasında özel bir dikkat gösterme-
liyiz. Çünkü, ayakta veya oturan kişilerde yer çekimi etkisi ile implantasyon
metastazları bu bölgelerde çok yoğun yer tutar.
Akciğer – viseral plevra üzerinde şunları görürsek olağan karşılamamalıyız:
1. Pariyetal – viseral plevra arasında düzensiz kalınlıkta – nodüler izlenim
veren yapışıklıklar (Resim 17).
2. Akciğer üzerinde akciğerden farklı görünümde nodül, nekroz görünümleri
(Resim 18).
3. Bül görünümleri.
Resim 18. Akciğer üzerinde nodüler tutulum (A) ve alt lobda pulmoner tromboemboliye bağlı
nekroze akciğer segmentleri (mavi ok) (B).
Medikal (Tanısal) Torakoskopi / Plöroskopi 507
emiş gücünde aspiratör ile çekip, hemen trokarı dışarı alınca U dikişi kapatıp,
hâlâ göğüs duvarı üzerindeki delikte açık yer varsa bir dikiş de oraya atarak
işlem bitirilebilir. İkinci bir yol, biyopsiler bitince, trokarı çekmek ve trokarın
girdiği yere tek dikiş atarak, bu delikten hava kaçışına izin vermektir. Yara
üzerini tek tarafı açık bırakılan bir temiz ped-spanç ile kapatırız. Böylece,
hasta öksürdükçe içerideki hava dışarı kaçar ve ertesi gün yara yerinde hâlâ
açık varsa ilave bir dikişle kapatılabilir.
Çıkışta tüp bırakmak, birkaç nedenle daha çok tercih edilir: a) Daha sonra
plörodez şansı için; b) İnfeksiyon kontrolü; c) Pnömotoraks kontrolü. Nadiren
de olsa uzamış pnömotoraksta tekrar tüp yerinden girerek, koter ile hava
kaçağı kapatılabilir.
İşlem biter bitmez, hastalar iki saat için kalp, tansiyon arteriyel ve parmak
oksimetresi ile takip edilir. İlk kontrol filminde bir sorun yok ve hasta iyi ise
en geç 6 saat içinde çekilmesi gereklidir. Tüp bırakılan olgularda, en erken 6
saat sonra, yani ilk film kontrolünü takiben tüp çekilebilir. Eğer hava kaçağı
olmadığından emin olunursa, kanama belirtisi yoksa ve kontrol filminde ak-
ciğer açıksa göğüs tüpü çekilebilir (7). Tüp çekiş zamanı genellikle ilk 24-48
saat içinde olmaktadır.
Yan etkiler
Torakoskopi, emniyetli, bazı yan etkileri olmasına karşın, mortalite ve mor-
bidite oranları kapalı plevra biopsisi yada transtorasik biyopsiye göre daha
düşük olan bir yöntemdir (7). İyi hazırlık yapılmış ve işlemin dikkatli yapıldığı
hastalarda ciddi komplikasyonlar çok nadirdir. Yan etkiler işlem sırasında ve
sonrasında diye ikiye ayrılabilir. İşlem sırasında olabilecek yan etkiler Tablo
3’te verilmiştir (2,12,13).
İşlem sonrası yan etkiler ise şöyle sıralanabilir: ağrı, ateş, yara yeri infeksiyo-
nu, hipotansiyon, uzayan hava kaçağı (8 gün üstü), cilt altı amfizemi, plevral
infeksiyon. Ayrıca, daha geç döneme uzayan ya da ortaya çıkan komplikas-
yonlar da vardır: ampiyem, giriş yerinde lokal tümör yayılımı, kutanöz fistül.
Medikal (Tanısal) Torakoskopi / Plöroskopi 509
Görüldüğü gibi, torakoskopi esasında oldukça güvenli bir yöntemdir. Çeşitli se-
rilerde torakoskopinin majör komplikasyon oranı % 3-4, minör komplikasyon
oranı % 8-14, mortalite hızı % 0.01-0.24 olarak bildirilmektedir (2,14,15).
Hastalıkların Tanısında Torakoskopi
plevrada yoğunlaşırırken, bir yandan da iki plevra yaprağı arasında oluşan fib-
röz yapışıklıkların üzerinden (Resim 17) ya da dökülen malign hücrelerin vise-
ral plevraya tutunması yoluyla hastalık fissürler boyunca ve akciğer üzerine
yayılır (Resim 19 A, B ve C). Daha nadir olarak, erken dönemdeki olgularda
lokal plevral nodüler lezyonlar da saptanabilir. Ancak bu durumda, plevranın
komşu alanlarında artan inflamasyona bağlı artmış damarsal – hipervasküler
görünüm ve lenfatik şebekenin yer yer belirginleşmesi dikkat çeker (Resim
19 D). Sarkomatöz (Resim 19 E) veya miks (Resim 19 F) tip mezotelyomada
ise nodüler görünümlerin (Resim 20) yanı sıra tüm plevral yüzleri saran dü-
zensiz görünümde kalınlaşmış bir tümöral yapılanma da gözlenebilir.
Metastatik plevral sıvılarda, primer kaynak akciğer ise lezyonlar esas olarak vise-
ral plevra üzerinde başlar, ama hem dökülen hücrelerin tutunması, hem de yapı-
şıklıklardan lokal yayım ile pariyetal plevraya da tümöral yayım vardır. Plevranın
adenokanserini MPM’den gözlemle ayırmak mümkün değildir, ancak yukarıdaki
özellik bir değerlendirme yapma şansı verebilir. Akciğer kanseri dışındaki plevral
metasatazlarda ise lezyonlar doğrudan pariyetal plevra üzerinde de başlayıp yo-
ğunlaşabilir. Örneğin, meme kanserinde malign sorun daha çok lenfatik retrog-
rat yol ile plevraya yayılır. Bu olgularda pariyetal plevradaki invazyona uğramış
lenfatik şebeke çok iyi seçilebilir (Resim 16). Yine, metastatik olgularda kalın bir
plevra nadir olmayarak saptayabileceğimiz bir görüntüdür (Resim 21).
Medikal (Tanısal) Torakoskopi / Plöroskopi 511
Dikkat edilmesi gereken bir başka özellik şudur: MPS’li olgularda, göğüs du-
varı plevrası orta ve üst kesimleri ancak olguların % 30’unda tümörle tutulur,
lezyonlar daha çok dışarıdan ulaşılması zor olan plevranın alt yüzleri ile diyaf-
ragma üstünde gelişir (2,7). Bu nedenle, kör yapılan kapalı plevra iğne biyop-
sileri ile bu hastalarda tanıya ulaşmak zordur. Torakoskopi ile görerek biyopsi
alındığından, lezyon üstüne düşme nedeni ile tanı şansı % 90 üzerine çıkar.
Torakoskopide diyafragmatik ve viseral plevra alanlarından da görerek biyop-
si alınabilir. Ayrıca torakoskopi ile elde edilen biyopsilerin büyük boyutlarda
olması nedeni ile tümörün kaynağını belirlemede patoloji uzmanlarına büyük
kolaylık sağlar. Metastatik meme kanserlerinde elde edilen dokular hormon
reseptörlerinin belirlenmesinde de kullanılabilir. Torakoskopi lenfomalarda da
tanısal yararı kadar morfolojik sınıflandırmaya da yardımcı olur (1,2).
Torakoskopi, primer akciğer kanserlerinin ve MPM’lerin evrelenmesinde de
yardımcı olabilir. Akciğer kanser hastalarında, torakoskopi tümörün plevraya
yayılıp yayılmadığının ve plevral sıvı nedeninin (venöz veya lenfatik obstrüksi-
yon, paramalign natürde olması, vb) belirlenmesinde yararlıdır. Böylece tora-
koskopi, bu hastalarda operasyon kararını belirlemede, dolayısıyla gereksiz
cerrahi girişimler ile mortalite ve morbidite artışını engellemede yardımcı olur
(2,7,13).
Torakoskopi, tanı alamamış sıvılarda malign patoloji ve tüberküloz ayrımında
da değerlidir. Tüberkülozun küresel prevalansı artmakta, tüberküloz plörezi bazı
ülkelerde eksüdatif plevral sıvıların hâlâ önemli bir nedeni olmaya devam et-
mektedir (1,4). Antimikrobiyal tedaviye başlayabilmek ve tedavide gecikmeleri
önleyebilmek için tüberküloz plörezili hastalarda tanının doğru ve hızlı konması
önemlidir. Ancak, tüberküloz plörezide bazen, özellikle tanıya yardımcı klinik
bulguların yokluğunda, tanı zorlaşabilir. Çünkü, tanıda kullanılabilecek serum
ayıraçları yoktur ve tüberkülin deri testi prevalansın yüksek olduğu toplum-
larda tanı için değersizdir. Mikrobiyolojik çalışmalar için de şu kısıtlılık vardır;
plevradaki mikobakteriyel yük genellikle düşüktür, bu nedenle, plevral sıvı kül-
türü tüberküloz plörezili olguların % 20’sinden azında pozitiftir. Ayrıca, kültür
sonuçları haftalar sonra alınır. Sonuçta plevral biyopsi veya torakoskopi gibi
invazif prosedürler gerekli olur. Yapılan çalışmalarda tüberküloza bağlı plevral
efüzyonlarda torakoskopi ile tanı oranı %100’ lere ulaşırken, KPİB ile bu oran
%70’e yakındır (17,18).
Tüberküloz plörezili hastalarda torakoskopide, genellikle düzgün yüzeyli kalın
bir plevra ve yer yer granülomların oluşturduğu küçük nodüler yapılar görülebi-
lir (Resim 14). Bazı olgularda ise yoğun fibröz adezyonların olduğu kalın, bej-gri
renkli bir plevra gözlenebilir (Resim 22). Torakoskopik biyopsilerden elde edi-
len materyallerde pozitif tüberküloz kültür oranları, plevral sıvı ve kapalı plevra
biyopsi kültür oranlarına göre iki kat daha fazladır (17,18).
Torakoskopi, benign asbest ilişkili plörezi (BAP)’ lerin tanısının konmasında
önemli bir yere sahiptir (2). Torakoskopi sırasında fibro-hiyalin, yer yer kalsifi-
ye, beyaz renkte plevral plaklar (Resim 23 A), diffüz ancak düzgün yüzeyli ka-
lınlaşmış, pembe, parlak pariyetal (Resim 23 B) ve viseral (Resim 23 C) plevral
yüzeyler, BAP ve diffüz plevral fibrozisin tipik görüntüleridir.
Zaman zaman, plevral sıvı bulguları ile tanı koymakta zorlanılan romatoid plev-
ral sıvılarda da torakoskopi, içeride tipik “kaldırım taşı” imajı veren küçük fibröz
Medikal (Tanısal) Torakoskopi / Plöroskopi 513
Resim 24. Romatoid plevral sıvılı olgu görüntüleri: Solda tipik “kaldırım taşı” imajı veren küçük
fibröz nodüller, sağda psödoşilotoraks niteliğinde sıvısı olan bir hastada kronik inflamasyonla
uyumlu kalın viseral ve pariyetal plevral yüzeyler.
Plörodez
Tekrarlayıcı ve semptomatik plevral sıvılı hastalarda sıvının tekrar toplanma-
sını önlemek ve dispneden kurtulmak için günümüzde en sık kullanılan yön-
temdir. Plörodezin ana amacı plevral alanda hava veya sıvı birikimini engel-
lemek için viseral ve pariyetel plevrayı birbirine yapıştırmaktır. Torakoskopi
kolaylıkla plörodez uygulanmasına imkan sağlar.
Torakoskopi sırasında, görüntülerde malign plevral patolojiden emin olundu-
ğunda, işlem bitirilirken talk ile plörodez yapılabilir. Bunun için, plevral aralık
yeterince açıksa 5 gm kuru toz talkı yerleştirdiğimiz “pülverizatör”ü kullanı-
rız. Pülverizatörü trokardan içeri sokarak, tüm yüzlere talk püskürtürüz. Eğer
plevral aralıkta yapışıklıklar varsa önce bunları açmak yararlı olabilir. Şayet
içeri talk verdiysek, kısa bir süre, 2-3 dakika bekleyip, ardından göğüs tüpü
ile çıkar ve akciğerin hemen açılması için hastayı öksürtürüz (Resim 25). Böy-
lece, karşı karşıya gelmiş talk örtülü yüzeyler gelişen inflamasyon nedeniyle
hızla yapışır.
İşlem sırasında sonuçtan emin değilsek plörodezi tüp içinden yapmak üzere
daha sonraya bırakabiliriz.
Yapışıklıkları açmak
Torakoskopinin daha nadir kullanım yeri de komplike hale gelmiş infeksi-
yonlu olgularda plevral aralığın rahatlatılmasıdır (Tablo 1). Parapnömonik
plörezide sıvı drenajı yeterli ve zamanında olmazsa hızla plevral yapışıklıklar
oluşur, plevral aralık ankiste sıvılarla daralır ve poşlara sahip hale gelir (Resim
11). Bu olgularda göğüs tüpü drenajı birkaç boşluk nedeniyle yeterli olma-
yacağından, tüp öncesi torakoskop ile yapışıklıklar açılarak, plevral boşluk
rahatlatılıp, sonra genişlemiş boşluğa tüp takılabilir.
Medikal (Tanısal) Torakoskopi / Plöroskopi 515
Resim 25. Torakoskopi sırasında talk pulverizasyonu ile yapılmış plörodezde işlemden önce (A)
ve hemen sonra plevra üzerinde yoğun talk tozu (B). Bir başka hastada, hemen işlem sonrası talk
tozunun görünümü (C) ve işlemden üç gün sonraki plevral görünüm; yoğun ve hızlı inflamasyon
- fibrozis.
Resim 26. Akciğer üzerinde fistül görünümleri: A) İyatrojenik bir akciğer laserasyonunda kro-
nik kalınlaşmış viseral plevraya sahip akciğerin görüntüsü; B) Kronik fistül.
Fistül kapatılması
Nadiren, invazif işlemler sırasında akciğeri zedeleyebiliriz, bazen de kronik
bronkoplevral fistüllü hastalar başvurabilirler. Her iki durumda da torakoskopi
sırasında fistül bulunarak, koter ile çevreden merkeze doğru yakarak skatris
dokusu oluşturulup, fistül kapatılabilir (Resim 26).
516 Göğüs Hastalıklarında Ayırıcı Tanı
KAYNAKLAR
1. Light RW. Diagnostic principles in pleural disease. Eur Respir J 1997;10: 476-81.
2. Buchanan DR, Neville E.Thoracoscopy for physicians: a practical guide. London:Arnold
Press;2004.
3. Maskell NA, Gleeson FV, Davies RJ . Standard pleural biopsy versus CT-guided cutting-ne-
edle biopsy for diagnosis of malignant disease in pleural effusions: a randomised controlled
trial. Lancet 2003; 361:1326-30.
4. Metintas S. Plevral efüzyon epidemiyolojisi. İç: Gözü O, Köktürk O;ed. Plevra hastalıkları.
Toraks Kitapları.İstanbul:Turgut Yayıncılık;2003:16-25.
5. Loddenkemper R. Thoracoscopy: state of the art. Eur Respir J 1998; 11: 213-21.
6. Hansen M, Faurschou P, Clementsen P. Medical thoracoscopy, results and complications
in 146 patients: a retrospective study. Respir Med 1998; 92: 228-32.
7. Rodriguez-Panadero F, Janssen JP, Astoul P. Thoracoscopy: general overview and place in
the diagnosis and management of pleural effusion. Eur Respir J 2006; 28: 409-22.
8. Harris RJ, Kavuru MS, Rice TW, Kirby TJ. The diagnostic and therapeutic utility of thora-
coscopy. A review. Chest 1995; 108: 828-41.
9. Menzies R, Charbonneau M. Thoracoscopy for the diagnosis of pleural disease. Ann Intern
Med 1991;114: 271-6.
10. Boutin C, Viallat JR, Cargnino P, Farisse P. Thoracoscopy in malignant pleural effusions.
Am Rev Respir Dis 1981; 124: 588-92
11. Enk B, Viskum K. Diagnostic thoracoscopy. Eur J Respir Dis 1981; 62: 344-51.
12. Stav D. Medical thoracoscopy:eight years of experience. Clin Pulm Med 2005; 12: 349-51.
13. Boutin C, Viallat JR, Aelony Y. Practical thoracoscopy. Berlin: Springer-Verlag, 1991.
14. Colt HG. Thoracoscopy: window to the pleural space. Chest 1999; 116:1409-15.
15. Loddenkemper R, Schönfeld N. Medical thoracoscopy. Curr Opin Pulm Med 1998;
4:235-8.
16. Metintaş M, Özdemir N, Işiksoy S, et al. CT-guided pleural needle biopsy in the diagnosis
of malignant mesothelioma. J Comput Assist Tomogr 1995 19: 370-74.
17. Özesmi M. Tüberküloz plörezisi. İç: Gözü O, Köktürk O;ed. Plevra hastalıkları. Toraks
Kitapları.İstanbul:Turgut Yayıncılık;2003:133-138.
18. Ferrer J. Pleural tuberculosis. Eur Respir J 1997;10:942-47.
19. Boutin C, Rey F, Gouvernet J, et al. Thoracoscopy in pleural malignant mesothelioma:
a prospective study of 188 consecutive patients. Part 2: Prognosis and staging. Cancer
1993 ;72:394-404.
Dizin
DİZİN
A Albümin 231, 350, 403, 425, 426, 460 Ankiste plevral sıvı 194
Albümin gradiyenti 425, 426 Anksiyete 12, 298, 371, 376, 378, 443,
Abrams iğnesi 494, 509 Alfa fetoprotein 430 447, 449, 454, 496
Acanthosis nigricans 28
Alfa-1 antitripsin eksikliğine bağlı Anöploidi 430
Açık akciğer biyopsisi 92, 188, 351,
amfizem 143 Antiaritmik 173
356, 357
Adenoid kistik kanser 312, 313, 314 Alfa-2 makroglobulin 350 Antibiyotik 75, 86, 91, 126, 173, 250,
Adenoid vejetasyon 369, 377 Allen testi 294 260, 346, 372, 410, 429
Adenokanser 28, 323, 478, 510, 511 Allerjik bronkopulmoner aspergilloz 73, Antiglomerüler bazal membran antikoru
Adenokarsinom 53, 85, 89, 312, 360, 78, 82, 92, 93, 183, 321, 351, 357 126
424, 427, 429, 430 Altın 173, 183 Anti-inflamatuar 173
Adenokistik kanser 323 Alüminyum 173, 175, 458 Antiinflamatuvar 408, 416, 417
Adenoma sebaseum 180 Alüminyum oksit fibrozu 173 Antijen tayin kümesi 349
Adenovirüs 147 Alveol içi kanama 119 Antikoagülan 15, 16, 120, 168, 169,
Adenozin deaminaz 427 Alveoler hemoraji sendromu 8 296, 422, 423, 461, 466, 469, 470
Adezif atelektazi 106, 108 Alveoler hiperventilasyon 447 antikoagülan tedavi 15, 423, 461,
Adrenal kitle 484 Alveoler konsolidasyon 101 469, 470
Ağır metal pnömokonyozu 173, 175 Alveoler makrofaj 347 Antikoagülan tedavi 470
Ağız içi basınç 273, 286 Alveoler mikrolitiyazis 168, 170, 173, Antikonvülsan 173
AIDS 119, 121, 128, 137, 169, 173, 176, 178, 186 Antimiyokardiyal antikor 427
175, 178, 180, 187, 351, 356, Alveoler proteinoz 99, 103, 105, 173, Antinötrofilik sitoplazma antikoru-c 130
362, 428 183 Antinükleer antikor 427
Akalazya 12 Alveolit 171, 176, 177, 187, 189, 349, Antrakoz pigment 501, 503
Akantozis nigrikans 79 350, 351, 352, 353, 354, 355, 356, Aort anevrizması 5, 7, 12, 282, 312
Akciğer absesi 7, 14, 19, 75, 79, 80, 81, 357, 358, 410 Aort diseksiyonu 8, 18
82, 83, 88, 89 Alveologram 98 Aortik anjiyografi 80
Akciğer enfarktüsü 38, 89, 161 Alveolo-kapiller blok 179 Aortikopulmoner pencere 223, 303
Akciğer herniasyonu 149 Amasti 149, 246 APAP 383
Akciğer kanseri 12, 14, 19, 27, 51, 58, American Thoracic Society 172, 275 Apne 366, 367, 368, 369, 370, 371,
61, 62, 65, 67, 68, 107, 111, 114, Amfizem 5, 29, 33, 39, 49, 50, 56, 73, 372, 376, 378, 379, 380, 381, 383,
116, 133, 135, 149, 158, 159, 160, 91, 93, 116, 133, 137, 142, 143, 384, 385, 386, 387, 388, 389, 390,
161, 162, 163, 212, 216, 221, 323, 147, 149, 150, 152, 284, 287, 291, 391, 392, 396
328, 329, 330, 335, 336, 360, 408, 308, 329, 330, 345, 447 Apne indeksi 372, 384, 390
410, 411, 440, 473, 479, 480, 487, Amforik sufl 49 Apse 59, 61, 63, 64, 132, 133, 135,
494, 510 Amibiyazis 125 222, 431
Akciğer ödemi 3, 4, 19, 32, 40, 42, 49, Amilaz 427 Arayüz belirtisi 184
50, 101, 119, 122, 170, 199, 278, Amiloid 87, 143, 170, 312, 315, 316 ARDS 6, 99, 100, 101, 102, 108, 122,
279, 298, 423 Amiloid psödotümör 316 124, 128, 168, 169, 171, 173, 174,
Akciğer perfüzyon sintigrafisi 459, 460, Amiloidom 59 175, 176, 181, 185, 187, 278, 287,
463, 464, 465, 466, 467, 468, 469, amiloidoma 86, 95 298, 351, 356
471, 472, 473, 474 Amiloidoz 59, 88, 99, 103, 173, 176, Arousal 366, 369, 370, 371, 374, 378,
Akciğer transplantasyonu 307, 316, 180, 183, 186, 307, 308, 315, 316 380, 383, 385, 387, 388
325, 419, 473 Amiodaron 128, 173, 175, 178, 183, Arter ponksiyon tekniği 294, 295
Akciğer ventilasyon sintigrafisi 460, 473 186, 355, 357, 358, 475 Arteriovenöz anevrizma 74
Akciğer volümü 27, 49, 135, 179, 273, Amiodaron akciğeri 357, 358 Arteriovenöz malformasyon 59, 67
275, 277, 280, 283, 284, 285, 286, Amiyotrofik lateral skleroz 278, 298, Arteriyovenöz fistül 8
289, 290, 387, 394, 395, 423, 473 375, 391 Asbest 78, 108, 194, 195, 196, 199,
Akım sitometri 232, 430 Amniyotik sıvı 119, 168, 170, 471 200, 201, 203, 204, 205, 207, 209,
Akım-volüm halkası 272, 273, 278, Amniyotik sıvı embolisi 119, 168, 170 212, 213, 214, 215, 361, 427, 492,
279, 282 Amniyotrofik lateral skleroz 4 504, 505, 512, 513
Aksesuar bronş 302 Ampiyem 19, 28, 53, 64, 108, 122, Asbest cisimciği 361
Aksesuar kardiyak bronş 301 135, 136, 199, 203, 207, 208, 211, Asbest maruziyeti 79, 92, 108, 425
Aksesuar kas 27, 285 250, 421, 423, 427, 428, 429, 430, Asbestoz 49, 94, 173, 177, 178, 179,
Aktinomikoz 121, 123, 128 431, 438, 439, 508 181, 183, 184, 187, 347, 349, 351
Aktive parsiyel tromboplastin zamanı Anekoik 208 Asetazolamid 385, 388
431 Anemi 4, 7, 8, 15, 16, 74, 80, 117, 124, Asid-baz bozukluğu 297
Akustik refleksiyon 379, 380 169, 173, 179, 181, 288, 291 Aside rezistan basil 410, 429
Akut astım atağı 143, 145, 417 Anevrizma 59, 74, 79, 80, 81, 222, 274, Asidemi 447
Akut bronşiyolit 143 310, 342 Asidoz 5, 32, 288, 289, 296, 297, 298,
Akut interstisyel pnömoni 171, 173, Ani ölüm 376, 378 299, 378, 388, 427, 446
174, 175, 177, 179, 181, 185 Anjiyofolliküler lenfoid hiperplazi 225 Asiner nodüller 90, 167, 171
Akut irritatif bronşit 10 Anjiyotensin dönüştürücü enzim 350 Asinik hücreli tümör 313
Akut radyasyon pnömonisi 108 Ankapsüle plevral efüzyon 94 Asinus 97, 98, 172
Albinizm 180 Ankilozan spondilit 173, 183, 307 Asit maltaz eksikliği 384, 391
517
Dizin
Asit solübl glikoprotein 430 Bernoulli prensibi 373 Bronşiyal adenom 71, 80, 81, 83, 313
Askin tümör 252 Beta-2 mikroglobülin 430 Bronşiyal ağaç 76, 160
Aspergilloz 64, 73, 78, 82, 89, 91, 92, Beyaz ışık bronkoskop 318, 332 Bronşiyal arter 14
93, 115, 117, 119, 123, 175, 183, Beyin sapı infarktı 384, 391 Bronşiyal atrezi 59, 78, 146
321, 351, 357, 479 Bilateral mastektomi 143 Bronşiyal distorsiyon 319
Aspergillus fumigatus 64, 362 Bilateral pnömotoraks 143 Bronşiyal mukosel 143
Aspirasyon pnömonisi 105, 120, 127, Bilgisayarlı toraks tomografisi 198, Bronşiyal ses 44, 45, 46, 49, 55, 56,
133, 168, 170, 175, 183 253, 306 120
Astım 4, 5, 6, 7, 8, 9, 12, 13, 19, 39, Bilişsel bozukluklar 371, 376 Bronşiyolitis obilterans organize pnömoni
48, 49, 51, 54, 80, 93, 115, 117, Biot solunumu 31, 32 168
119, 123, 130, 142, 145, 245, 272, BiPAP 383 Bronşiyolitis obliterans 48, 89, 122,
276, 277, 281, 282, 283, 288, 289, Bireşimli tanı 1 136, 143, 170, 183, 349
291, 302, 309, 321, 403, 408, 409, Birleşik teori 373 Bronşun torsiyonu 116
411, 414, 416, 417, 418 Blastomikoz 63, 121, 122
Brown nodülleri 501, 502
Astım atağı 19, 29, 39, 54, 143, 145 Bleb 133, 134, 137, 503
Bleomisin 173, 230, 355 Bruce protokolü 443
Aşırı havalanma 146, 280 Bruselloz 125, 251
Atelektazi 7, 14, 15, 17, 29, 33, 35, Blue bloater 26
Bochdalek deliği 223 BT anjiyografi 74, 80, 162, 468
38, 40, 46, 49, 50, 51, 56, 59, 61, BT dansitometrisi 64, 65, 67
63, 67, 77, 78, 79, 80, 81, 87, 88, Bochdalek hernisi 235, 262
Bornholm hastalığı 17 Bulber poliyomyelit 384
93, 103, 104, 106, 107, 108, 109, Busulfan 173
110, 111, 112, 113, 114, 115, 116, Böbrek yetmezliği 5, 108, 120, 171, 186
Bradipne 32 Buzlu cam görünümü 85, 89, 92, 100,
117, 118, 123, 130, 143, 162, 183,
184, 194, 208, 212, 215, 249, 260, Bromokriptin 425 102, 104, 167, 171, 177, 185, 186
287, 308, 324, 329, 330, 464, 480, Bronkioloalveoler karsinom 71, 85, 89, Bül 10, 79, 106, 107, 133, 134, 137,
481, 484 102, 104, 168, 170, 184, 186 146, 149, 151, 506
Atenüasyon 75, 76, 78, 147, 150 Bronkoalveoler lavaj 126, 147, 186, Büllöz amfizem 73, 143, 150
Ateş 3, 5, 8, 10, 14, 17, 55, 75, 79, 90, 189, 344, 350 Büllöz hastalık 143
103, 115, 119, 121, 124, 125, 126, Bronkobiliyer fistülü 19 Büyük fissür 23, 110, 111, 112, 113,
127, 174, 179, 188, 220, 221, 229, Bronkofoni 50, 51, 55, 56 114
230, 231, 251, 321, 346, 422, 432, Bronkografi 13, 116, 124, 307 Büyük hücreli kanser 323, 478
494, 508 Bronkojenik kanser 116, 117 Büzülmüş dudak solunumu 27
Atriyal natriüretik faktör 428 Bronkojenik kist 75, 81, 83, 107, 133,
Atriyal septal defekt 247 135, 143, 222, 225, 233, 439 C
Atropin 423, 496, 497 Bronkolit 143, 319, 320 Cafe-au-lait lekeleri 29
Aydınlatılmış onam 406, 422, 431 Bronkolitiyazis 14 Cantrell pentalojisi 247
Ayırıcı tanı 1, 2, 3, 7, 8, 14, 73, 84, 92, Bronkoplevral fistül 49, 135
Bronkopnömoni 5, 51, 75, 119, 122, Castleman hastalığı 225, 234
135, 139, 200, 204, 205, 302, 368, Charcot-Leyden kristalleri 19
442, 443 184
Bronkore 19, 119 Cheyne-Stokes solunumu 367, 384,
Azatioprin 173 385, 387, 388, 389, 390
Bronkosentrik granülomatoz 93, 121,
Azigos ven 218, 220, 235 Chlamydia 126
122
Bronkoskopi 7, 8, 10, 11, 12, 13, 14, Churg-Strauss sendromu 121, 122,
B 15, 16, 80, 82, 104, 117, 118, 186, 175, 176, 179, 183, 185, 187, 351,
B72.3 430 301, 302, 304, 305, 306, 307, 309, 357, 358, 425, 426
Bakteriyemi 120 310, 318, 319, 320, 321, 322, 329, CIS 328, 329, 331, 332, 333, 334,
Bal peteği akciğeri 357 330, 335, 344, 346, 493, 495 335, 336
BAL sıvısının analizi 346 Bronkoskopik korunmuş fırça 126 Cilt altı amfizemi 6
Balgam 8, 10, 11, 12, 13, 14, 15, 18, Bronkospazm 42, 47, 50, 287, 297, Clubbing 6, 79
19, 26, 47, 54, 55, 70, 71, 72, 73, 346, 405, 406, 443 Cope iğneleri 431
74, 75, 79, 80, 81, 83, 90, 91, 93, Bronkoveziküler ses 44, 45 Coxsackie B virüsü 17
94, 115, 117, 119, 124, 126, 127, Bronş 3, 12, 25, 36, 49, 57, 59, 60, 61, CPAP 377, 383, 385, 388, 389, 396
128, 130, 174, 260, 289, 329, 330, 62, 63, 71, 78, 79, 86, 90, 93, 104, CPAP tedavisi 377, 385
331, 335, 355, 403, 404, 405, 406, 107, 108, 109, 110, 114, 115, 116, Crohn hastalığı 53, 187, 349, 355, 358
407, 408, 409, 410, 411, 428 117, 121, 130, 132, 143, 144, 146, Curschmann spiralleri 19
Balgam eozinofilisi 410 147, 148, 156, 157, 162, 184, 186, Cushing sendromu 221, 227, 299
Balgam indüksiyonu 403, 405, 410 219, 220, 224, 238, 273, 282, 283, Cutis laxa 309
Balgam sitolojisi 11, 71, 130, 330, 410 301, 302, 305, 308, 310, 316, 319,
Balık ağzı görünümü 325 320, 321, 322, 323, 324, 325, 327, Ç
Balke protokolü 443 328, 331, 333, 335, 336, 338, 339, Çentiklenme 62
Barotravma 133 342, 344, 408, 416, 436, 475 Çift sarmal DNA 125
Bayesian analizi 64, 66, 67 Bronş adenomu 7, 15, 79 Çiftçi akciğeri 173
Beden kitle indeksi 375, 376, 393, 395 Bronş aşırı duyarlılığı 282, 283 Çomak parmak 51, 52, 53, 57, 173,
Behçet hastalığı 7, 59, 93, 122, 128, Bronş karsinomu 15, 60, 61, 62, 143, 174, 179
162, 175, 180, 319, 326, 327 424 Çölyak hastalığı 53
Bence-Jones proteniürisi 256 Bronş obstrüksiyonu 12, 121, 143, 144,
Benign asbest ilişkili plörezi 512 148, 238, 322 D
Benign asbest plörezisi 212, 214, 215, Bronş provokasyon testi 273
492, 513 Bronş stenozu 324, 326, 327 Dağ hastalığı 389
Benign tümör 15, 58, 72, 73, 82, 85, Bronşektazi 5, 6, 7, 11, 13, 14, 16, 19, Dakika ventilasyon hacmi 446
314, 323 46, 49, 50, 51, 53, 87, 92, 120, 121, Damarsal yapılar 107, 109, 171, 185,
Berilyoz 162, 175, 181, 183, 349, 124, 128, 130, 132, 133, 137, 147, 340, 500, 506
351, 354 148, 172, 177, 186, 277, 282, 308, Damoiseau hattı 193, 194
Berilyum 169, 354, 355 309, 317, 321, 418, 419, 440 Dantrolen 425
518
Dizin
İnterlober arter 108, 155, 156, 157, 158 Karsinoembriyonik antijen 430 Kolesterol 423, 425, 426, 428, 429
İnterlökin-5 408 Karsinoid 59, 61, 67, 71, 116, 117, Kollajen doku hastalıkları 99, 101, 121,
İnterlökin-8 410 159, 162, 221, 226, 227, 312, 313, 122, 180, 278, 464
İntermediyer çizgi 156 314, 478, 479 Kollajenaz 350
İnterskapuler 26, 44 Karsinoid sendromu 117 Kollaps tipi eğri 280
İnterstisyel akciğer hastalığı 9, 29, 86, Karsinoid tümör 59, 67, 71, 227, 312, Kollateral ventilasyon 106
172, 173, 174, 177, 178, 179, 180, 313, 314 Kompanzatris hiperinflasyon 115, 151
181, 182, 183, 185, 187, 188, 189, Karsinoma in situ 328 Kompleman fiksasyon yöntemi 125
291, 357, 359, 391, 408, 443, 448 Katapleksi 370 Komplet trakeal halka 305
İnterstisyel amfizem 143 Kavagrafi 116 Kompliyans 32, 108, 290, 298, 373,
İnterstisyel patern 87, 102, 167, 179 Kavitasyon 58, 62, 63, 80, 84, 86, 89, 394, 395, 396, 446
İntraepitelyal kanser 328 90, 91, 92, 95, 100, 102, 103, 122, Kompresif atelektazi 38, 107, 116
İntralober sekestrasyon 76, 79, 82, 121 123, 135, 136 Kompresyon ultrasonografisi 465
İntramural lezyon 341 Kavite 14, 46, 63, 64, 71, 73, 78, 87, Kondrom 73, 87, 88, 252, 255, 314
İntrapulmoner hemoraji 121, 122 91, 99, 101, 132, 133, 135, 136, Kondrosarkom 71, 85, 89, 95, 252, 255,
İntrapulmoner lenf nodu 59 137, 138, 139, 140, 146, 476 268, 312
İntrapulmoner lenfoma 122 Kaviter nodül 137, 171, 185, 186 Konformal tedavi 486
İntrapulmoner teratoma 72 Kaya suyu 19, 93 Konjenital bronş atrezisi 146
İntratorasik guatr 230, 231 Kayan kosta 31 Konjenital lober amfizem 143
İntratorasik obstrüksiyon 281 Kazeöz nekroz 65 Konjenital pektoral kas yokluğu 143
İntratorasik splenozis 94 Kelebek kanadı görünümü 105 Konnektif doku hastalığı 169, 173, 175,
İntravasküler bronşiyoloalveoler tümör Kemik iliği transplantasyonu 173, 175, 183, 358
87 231, 232 Konsolidasyon 35, 36, 40, 46, 51, 63,
İntravenöz ilaç kullanımı 90, 119, 127 Kemik metastazı 484 75, 76, 85, 89, 91, 92, 93, 97, 98,
İnvazif kandidiyazis 91 Kemik sintigrafisi 458, 483, 484 99, 100, 101, 102, 103, 104, 107,
İşaretli lökosit sintigrafisi 475 Kemodektoma 221 122, 127, 128, 130, 135, 136, 138,
İyatrojenik hemoptizi 15 Kemoterapi 85, 87, 206, 227, 229, 230, 161, 169, 171, 177, 181, 185, 464,
İyot 65, 295, 458, 469 231, 232, 236, 237, 251, 256, 257, 465, 480
İzole pulmonik stenoz 152 268, 485, 486 Konstriktif obliteratif bronşiyolit 147
Kemoterapötik 173 Konstriktif perikardit 321
J Kenar kalsifikasyonu (eggshell) 183 Kontraseptif 127
Keratin 430 Kontrast venografi 465, 466
Jacobaeus 437, 492 Kerley A çizgisi 100
Jarcho-Levin sendromu 247 Kontüzyon 78, 102, 119, 120, 121, 128,
Kerley B çizgisi 100 130, 168, 259, 267
Jet lag 382 Kesitsel anatomi 156
Jeune hastalığı 244, 247 Koriokarsinom 225, 228, 230
Kırık ağaç dalı görüntüsü 148
Jibozite 30 Korona radiata 61, 62
Kızamık 88, 91, 128, 129, 147, 178
Jinekomasti 28, 221, 229, 230 Kızamık pnömonisi 128 Koroner arter hastalığı 377, 443, 449,
Jukstafrenik çentikleşme 110 Kızamık virüsü 91, 147 494
Kifoskolyoz 30, 275, 290, 298, 391, Koryokarsinom 89, 95
K 396 Kosta defektleri 149
Kadmiyum 169 Kifoz 30 Kostik ajan 120
Kafa travması 298 Kininojen 352 Kostofrenik sinüs 191
Kaldırım taşı görünümü 185 Kirli akciğer 10 Kostokondrit 250, 251
Kalp tepe atımı 33 Kistik fibrozis 5, 7, 11, 78, 137, 184, Kot kırığı 34
Kalp yetersizliği 6, 449, 452 215, 321, 418 Koterizasyon 507, 508
Kalsifikasyon 14, 58, 59, 60, 65, 66, Kistik teratom 222 Kömür işçisi pnömokonyozu 77, 95,
67, 71, 72, 74, 80, 81, 84, 85, 86, Kistik timoma 222 171, 179, 182, 183, 184
87, 90, 95, 103, 116, 162, 173, Kitle lezyonu 70, 71, 72, 73, 74, 76, 77, Köpüksü sitoplazma 355
183, 186, 195, 196, 199, 204, 212, 78, 79, 80, 81, 219, 339 Krepitasyon 33, 34, 47, 48, 242
213, 214, 227, 229, 233, 237, 309, Klavikula 23, 24, 26, 27, 34, 38, 39 Kreşendo-dekreşendo paterni 388, 389
311, 479 Klebsiella pneumoniae 104 Kriptojenik organize pnömoni 93, 173,
Kalsifikasyon paternleri 59 Klinefelter sendromu 230 174, 175, 176, 177, 179, 183, 184,
Kanama diyatezi 120, 422, 423 Klinikopatolojik toplantı 1 185, 187, 189
Kandida 80, 91 Klippel-Feil sendromu 149 Kriptokokkoz 63, 88, 91, 362
Kapalı plevra iğne biyopsisi 492, 493 Klirens 403, 460, 475 Kriptokokoma 73, 80, 81, 82, 83
Kapiller kaçak 120, 350 Klomipramin 388 Kriyoglobülinemi 175
Kaplan sendromu 88, 92, 96 Klorid ishali 299 Kromozom 282, 430
Kaposi sarkomu 64, 87, 88, 120, 122, Klorin 169 Kronik böbrek yetmezliği 108
123, 126, 128, 168, 234 KOAH (kronik obstrüktif akciğer hastalığı) Kronik bronşit 5, 7, 10, 11, 12, 13, 14
Karbondioksit hacmi 445 3, 5, 6, 7, 8, 9, 13, 25, 26, 27, 29, Kronik eozinofilik pnömoni 102, 119,
Karbonmonoksit 285, 288, 298, 414 35, 46, 48, 51, 54, 145, 215, 272, 122, 124, 128, 170, 175, 179, 183,
Karbonmonoksit zehirlenmesi 298 277, 279, 281, 282, 284, 285, 287, 357, 358
Kardiyak kateterizasyon 74 288, 289, 290, 291, 298, 304, 308, Kronik kor pulmonale 377
Kardiyak ritim bozukluğu 449 309, 310, 321, 375, 377, 394, 395, Kronik lenfositik lösemi 424
Kardiyofrenik sinüs 191 408, 409, 410, 411, 417, 448, 464, Kronik pnömonitis 102
Kardiyojenik dispne 3 475, 494 Kronik tromboembolik pulmoner hiper-
Kardiyojenik pulmoner ödem 13, 99, Kobalt 175 tansiyon 152
103, 123 Kohn poru 97 Kronotropik yetersizlik 449
Kardiyomegali 7, 122, 123, 143, 168, Koinsidans (eş zamanlı) deteksiyon 459 Ksantogranüloma 73
188, 462 Kokain 127, 175 Ksantoma 73
Kardiyopulmoner egzersiz testleri 442, Koksidioidomikoz 64, 120, 121, 122, Kulak çınlaması 220
443, 448, 455 123, 128, 132, 315, 479 Kulchitsky 314
521
Dizin
Kunduracı göğsü 31, 244 Likefaksiyon nekrozu 99 Meningosel 222, 223, 225
Kussmaul solunumu 31, 32 Lineer atelektazi 14, 17, 114 Menisküs işareti 64, 73
Kuş besleyicisi akciğeri 173 Lipofaj 130 Mesleki ve çevresel hastalıklar 173
Kutanöz fistül 508 Lipoid pnömoni 74, 121, 129, 173, 185 Mesleksel astım 408, 409, 417
Kuyruklu yıldız (comet-tail) görünümü Lipom 15, 73, 235, 252, 314, 324 Metabolik eşik değer 445
78, 107 Lipoprotein elektroforezi 428 Metakolin 283
Küçük fissür 23, 110, 111, 112, 113, Lobektomi 31, 143, 440 Metalloproteinaz 410
114 Lober amfizem 143, 147 Metalloproteinaz inhibitörleri 410
Küçük hücreli akciğer kanseri 27, 135, Lober atelektazi 110 Metanol 299
487 Lober konsolidasyon 35, 102, 104 Metaplazi 331, 335, 336
Küçük hücreli dışı akciğer kanseri 221, Lober-segmental konsolidasyonlar 97 Metastatik kalsifikasyon 173, 186
335 Lobülasyon 62 Metastatik karsinom 84, 88, 92
Loeffler sendromu 93, 121, 123, 124, Metastatik lenf nodu 159
L 128, 129 Metastatik lenfadenopati 160
Laktik asit 427, 445, 448 Loefgren sendromu 179 Metastaz 34, 59, 61, 62, 63, 64, 67, 70,
Langerhans granülleri 359 Lokalize amfizem 143, 329, 330 71, 79, 80, 83, 84, 85, 87, 88, 89,
Langerhans hücreli histiyositoz 134, Lokalize dilatasyon 308 95, 96, 133, 135, 159, 160, 161,
171, 176, 178, 179, 180, 183, 184, Lokalize ronküs 47 162, 163, 164, 170, 171, 178, 184,
185, 186, 187 Loküle efüzyon 79, 81, 82 185, 187, 207, 211, 221, 223, 227,
Larengomalazi 302, 303 Louis açısı 23, 25, 241, 242 229, 242, 254, 256, 257, 312, 328,
Larey aralığı 263 Lösemi 91, 123, 149, 168, 424, 425, 429, 431, 440, 480, 481, 483, 484,
430 487, 506, 511
Lazer 330, 331, 332, 416
L-triptofan 175, 180 Metionin 475
Lazer spektrofotometri 416 Metotreksat 173, 355
Legionella 104, 108, 124, 126, 175, Luftsichel 112
Mezankimal tümör 221, 222, 225, 226
362 Mezotelyoma 28, 53, 73, 79, 194,
Leiomyoma 73, 85, 87 M
195, 196, 199, 200, 201, 202, 205,
Lejyoner hastalığı 90 Mach efekti 146 206, 207, 210, 211, 212, 215, 225,
Lenf bezi istasyonu 440 MacLeod sendromu 147 268, 427, 430, 438, 487, 494, 509,
Lenf nodu 59, 72, 80, 81, 103, 116, Major bazik protein 408 510, 511
117, 159, 160, 161, 162, 188, 211, Maksimal volonter ventilasyon 273 Mezotelyum 191
218, 219, 223, 224, 234, 341, 342, Maksimum ekspiratuar akım 275, 280 Miçetoma 14, 64, 91, 136
439, 440, 482, 483 Maksimum oksijen alımı 444 Midazolam 496, 497
Lenfadenomegali 95, 170, 481 Malign effüzyon 426 Mide kanseri 511
Lenfajitis karsinomatoza 173 Malign melonom 221 Mikoplazma enfeksiyonu 120, 124
Lenfanjioleiomyomatozis 134, 171, 175, Malign plevral efüzyon 63, 439, 481 Mikoplazma pnömonisi 121, 124
178, 179, 183, 186, 187 Malign plevral mezotelyoma 509, Mikoz 14
Lenfanjitik metastaz 84 510, 511 Mikozis fungoides 360
Lenfanjitik tümör yayılımı 356 Malign pulmoner nodül 64, 479 Mikroimmünfloresan testi 125
Lenfanjitis 85, 105, 178, 181, 182, 183, Malign sinir kılıfı tümörleri 237 Miks konnektif doku hastalığı 169, 173,
184, 187, 188, 358, 360, 501, 506 Malign-benign ayrımı 479, 480, 484 175, 358
Lenfanjitis karsinomatoza 85, 105, 178, Malignite 16, 58, 62, 64, 65, 66, 67, 68, Miksödem 298
180, 182, 183, 184, 187, 188 83, 92, 95, 108, 130, 164, 172, 178, Miliyer patern 84, 90
Lenfanjiyoleiomiyomatoz 173, 290 181, 222, 421, 424, 427, 428, 429, Miliyer tüberküloz 103, 171, 184, 187
Lenfanjiyoma 225 430, 431, 432, 479, 482 Mineral yağ granülomu 74, 79, 80, 81,
Lenfoid granülomatozis 93 Maluliyet 274 82, 83
Lenfoma 9, 12, 34, 59, 61, 63, 72, 80, Mantoux testi 90 Mitomisin C 173
81, 83, 86, 88, 91, 95, 99, 104, 116, Manyetik rezonans görüntüleme 58, Miyastenia gravis 4, 175, 221, 226,
117, 120, 121, 122, 123, 124, 126, 154, 202, 223, 379 278, 302, 384, 390, 391, 439
128, 135, 149, 160, 161, 162, 163, Marfan sendromu 245, 309 Miyastenik kriz 298
168, 170, 171, 173, 177, 180, 181, Masif plevral sıvı 193, 197 Miyelografi 223
182, 183, 187, 188, 220, 221, 222, Mast hücresi 347, 353 Miyeloperoksidaz 410
224, 225, 226, 227, 230, 231, 232, Mastektomi 143, 152 Miyokart enfarktüsü 274
234, 256, 312, 351, 360, 424, 428, Matite 40, 41, 51, 55, 56, 57, 79, Miyopati 278, 443
430, 439, 487 115, 422 Miyotonik distrofi 391
Lenfomatoid granülom 121, 122 May-Grünwald-Giemsa 347 Miyoz 17, 27
Lenfomatoid granülomatozis 59 Mediastinal amfizem 143 Molibden 458
Lenfomatöz akciğer nodülü 86 Mediastinal guatr 221 Mondor hastalığı 17, 250
Lenfosit 172, 187, 231, 336, 347, 349, Mediastinal lipomatozis 222 Morfin 497
351, 352, 353, 355, 356, 357, 358, Medikal torakoskopi 436, 492 Morgagni deliği 223, 235, 263
360, 405, 407, 424, 428, 430, 432 Mediyastenal lenf nodu biyopsisi 117 Morgagni fıtığı 243, 262, 263, 264
Lenfositik alveolit 187, 349, 351, 352, Mediyastenoskopi 117 Mounier-Kuhn sendromu 307
355, 356 Mediyastinal germ hücreli tümör 228 Mozaik patern 152
Lenfositik bronşiyolit 419 Mediyastinal tümör 236, 339, 341 Mozaik perfüzyon 130, 186
Lenfositik interstisyel pnömoni 168, Medroksiprogesteron asetat 388 Möbius sendromu 149
173, 174, 175, 180, 181, 183, 184, Mekanoreseptör 3, 4, 17 Mukoepidermoid kanser 312, 313
185, 187 Melena 14 Mukormikozis 91, 104
Letterer-Siwe hastalığı 255 Melioidoz 122, 125 Mukus bronkogramları 162
Leu-M1 430 Melting işareti 77 Mukus tıkacı 38, 59, 143
Leyosarkoma 149 Meme başı hipoplazisi 149 Multipl endokrin neoplazi 221
LIFE 331, 332, 333, 336 Meme başı yokluğu 246 Multipl infiltratlar 119, 123, 124
Libido azalması 378 Meme kanseri 89, 160, 242, 360, Multipl miyeloma 72, 122, 256, 257,
Light kriterleri 425, 426 510, 511 360
522
Dizin
523
Dizin
PISA-PED 464, 465 Polisomnografi 366, 368, 371, 372, Pulmoner hipertansiyon 8, 17, 52, 54,
Pickwickian sendrom 366, 372 378, 379, 380, 381, 383, 384, 389, 143, 152, 159, 162, 164, 165, 188,
Piezo-elektrik 339 390, 391, 393, 397 291, 317, 371, 377, 378, 391, 393,
Pik inspiratuar akım hızı 276 Poliyomiyelit 143, 278, 390, 391, 392 417, 449, 460, 472
Pimax 273, 285, 286, 394 Popcorn kalsifikasyon 72, 81, 86, 95 Pulmoner infarkt 14, 59, 78, 79, 80, 82,
Plastik bronşit 321, 322 Postapneik hiperventilasyon 374 93, 100, 119, 120, 121, 123, 126,
Platipne 7 Postinflamatuar psödotümör 73 129, 424
Plazma hücreli granüloma 73 Postinflamatuar stenoz 143 Pulmoner kanama 102, 105
Plazminojen aktive edici faktör 353 Postkardiyak injuri sendromu 427 Pulmoner kontüzyon 102, 121, 130
Plazmositom 72, 86 Postmortem tanı 1 Pulmoner lenfoma 72, 123, 173, 360
Plevra 4, 16, 17, 22, 29, 33, 34, 35, 38, Postnazal akıntı sendromu 9, 10 Pulmoner ödem 13, 99, 100, 103,
40, 47, 50, 51, 80, 107, 118, 123, Postobsrüktif pnömoni 100 105, 120, 123, 129, 168, 169, 170,
139, 144, 145, 146, 178, 183, 187, Postoperatif komplikasyonlar 236 171, 178, 182, 184, 185, 186, 287,
191, 192, 195, 196, 197, 198, 201, Postpoliyo sendromu 391 423, 513
203, 204, 208, 209, 210, 211, 212, Posttravmatik kontüzyon 120 Pulmoner travma 15
213, 218, 227, 241, 242, 250, 323, Pott hastalığı 30 Pulmoner tromboemboli 50, 52, 54, 89,
421, 427, 429, 430, 431, 436, 439, Pozitron emisyon tomografisi 67, 78, 100, 102, 108, 114, 123, 124, 127,
468, 488, 492, 493, 498, 499, 501, 107, 205, 224, 457, 478 142, 151, 506
502, 503, 504, 505, 506, 507, 508, PPD 80, 126, 432 Pulmoner vaskülitler 173, 464
509, 510, 512, 513, 515 Prader-Willi sendromu 382 Pulmoner-renal yetmezlik 120
Plevra biyopsisi 7, 80, 118, 421, 431 Premalign lezyon 332 Puls oksimetre 294
Plevral frotman 120 Preoperatif değerlendirme 226 Purpura 6, 120, 173, 175
Plevral kalınlaşma 77, 107, 192, 195, Pretibiyal ödem 52, 370
196, 197, 198, 199, 201, 204, 208, Prilokain hidroklorür 498 Q
209, 210, 213, 214 Primer aldesteronizm 299 Q hastalığı 119
Plevral lösemi 430 Primer biliyer siroz 173, 175, 355, 358
Plevral plak 94, 107, 196, 209, 212, Primer pulmoner hipertansiyon 8, 143, R
505, 512, 513 291, 449 Rabdomyosarkom 252
Plevral rind (kabuk) 210 Primer siliyer diskinezi 418 Radomin 348
Plevral sıvı 7, 14, 35, 38, 107, 108, Primer tüberküloz 100, 123, 161 Radyasyon 15, 88, 99, 102, 108, 127,
113, 115, 116, 118, 122, 187, 192, Prob 207, 223, 224, 339, 340, 342, 130, 168, 171, 173, 175, 176, 180,
193, 194, 195, 197, 198, 201, 208, 495 183, 185, 253, 258, 319, 351,
209, 210, 211, 214, 342, 421, 422, Progesteron 298, 392 355, 379, 380, 457, 458, 464, 469,
423, 424, 425, 426, 427, 428, 429, Progresif masif fibrozis 59, 77, 81, 88, 475, 485
430, 431, 438, 492, 493, 494, 509, 96, 136 Radyasyon pnömonisi 108, 130, 168,
512, 513 Progresif pulmoner distrofi 143 171, 175, 180, 183, 351, 355
Plevral sıvı drenajı 513 Progresif sistemik sklerozis 358 Radyofarmasötik 457, 459, 460
Plevral sürtünme sesi 47, 49 Progressif masif fibrozis 77, 82 Radyografik anatomi 154
Plörodez 424, 439, 487, 492, 493, 508, Propranolol 173 Radyolüsensi 142, 154, 155
513, 514 Proteus 104, 427 Radyonüklid görüntüleme 67
Plörodini 5 Protrombin zamanı 16, 431 Radyonüklid trombüs görüntüleme 461
Plöroskopi 492 Provokasyon testi 273 Radyonüklid venografi 461, 466, 467,
PLUS çalışması 484 Provokatif konsantrasyon 283 468
Pneumocystis carinii pnömonisi 168, Pseudomonas aeruginosa 104, 169 Radyoterapi 28, 87, 102, 130, 227, 231,
171, 177, 189 Psikolojik hiperventilasyon 3 232, 236, 256, 308, 309, 473, 474,
Pnömatosel 132, 133, 134, 135, 137, Psittakoz 119 478, 484, 485, 486
143 Psödolenfoma 72, 73 Ral 6, 13, 47, 48, 49, 56, 115, 179
Pnömokoksik pnömoni 104 Psödomembranöz bronşit 321 Raşitik tespih 31
Pnömokonyoz 6, 77, 79, 80, 92, 95, Psödometastaz 87 Raynaud fenomeni 180
96, 116, 136, 159, 162, 168, 170, Psödoşilotoraks 424, 428, 513, 514 Recoil 289, 395
171, 173, 175, 179, 182, 183, 184, Psödotrunkus 143 Red cell aplazi 221
185, 187, 188, 276, 278, 351, 356, Psödotümör 72, 73, 77, 81, 83, 88, Reekspansiyon akciğer ödemi 423
357, 361 315, 316, 327 Rehabilitasyon programı 274
Pnömoliz 437 Pulmoner anjiyografi 123, 125, 152, REM uykusu davranış hastalığı 371
Pnömomediyasten 223, 238 461, 464, 465, 468, 471 Renal agenezi 149
Pnömosistis karinii 362, 474 Pulmoner arter 14, 17, 52, 55, 74, 76, Renal hipertansiyon 149
Pnömotoraks 4, 5, 6, 8, 17, 29, 33, 34, 89, 110, 112, 137, 142, 143, 146, Renal hücreli kanser 160, 165
35, 36, 39, 40, 41, 47, 56, 67, 78, 147, 148, 150, 151, 152, 153 Respiratuar bronşiolite bağlı interstisyel
85, 89, 106, 107, 108, 110, 112, Pulmoner arter agenezisi 152 akciğer hastalığı 173
116, 145, 146, 151, 178, 179, 183, Pulmoner arter anevrizması 236 Respiratuar sinsisyal virüs 147
215, 216, 223, 242, 259, 267, 274, Pulmoner arter hipoplazisi 143 Respiratuvar indüktif pletizmografi 383
276, 298, 342, 425, 431, 437, 440, Pulmoner arter yokluğu 143 Restriktif akciğer hastalıkları 4, 287, 391,
493, 496, 507, 508 Pulmoner damar hastalığı 449 396, 443
Poland sendromu 143, 148, 149, 244, Pulmoner emboli 4, 5, 6, 7, 8, 9, 10, 14, Restriktif patern 277, 278, 381
246, 249 17, 76, 77, 80, 119, 120, 121, 122, Resüsitasyon 404
Poliartritis nodoza 121, 122, 123 123, 125, 127, 128, 143, 151, 274, Retiküler opasiteler 171, 177, 181, 182
Polikondrit 308, 309, 310, 311 287, 291, 298, 424, 425, 461, 462, Retrobronşiyal çizgi 156
Polimeraz zincir reaksiyonu 430 463, 464, 465, 466, 468, 469 Retroperitoneal bölge 488
Polimyozitis 173 Pulmoner eozinofilik infiltrat sendromu Reverzibilite 3, 11, 273, 280, 281,
Polinöropati 4, 278 128 282, 405
Polisitemi 13, 16, 53, 74, 94, 286, 376, Pulmoner hemoraji sendromları 169, Rezidüel volüm 4, 276, 283
377, 378, 387, 392 358 Rezorpsiyon atelektazisi 106, 109
524
Dizin
Rijid bronkoskopi 16, 306, 307 Serolojik testler 15, 73, 80, 83, 91, 92, Spacer 281
Riketsiya 105 93, 125, 126, 128, 130 Spastik disfoni 302, 304
Rinosklerom 311, 315, 316 Seroma 249 SPECT 224, 475
Romatizmal ateş 321 Servikal kordotomi 390, 391 Spiküler kontur 66
Romatizmal kalp hastalığı 321 Servikal lenf nodu biyopsisi 81 Spiral BT 74, 107, 125, 463, 468,
Romatoid artrit 17, 59, 63, 67, 88, 171, Servikal omurilik hasarı 298 469, 479
173, 175, 178, 179, 180, 183, 184, Serviks kanseri 149 Spirogram 279
185, 349, 357, 426 Sessiz akciğer 46 Spirometre 273, 284, 404
Romatoid granülom 73 Shaggy nodülleri 502, 504 Spirometri 5, 7, 8, 9, 11, 12, 13, 272,
Romatoid nekrobiyotik nodül 136 Shy-Drager sendromu 390, 391, 392 273, 274, 275, 276, 277, 278, 279,
Romatoid nodül 67, 92, 132 Sıvı yüklenmesi 119, 120, 168 284, 288, 290, 409, 410
Romatoid plevral sıvı 512, 514 Sibilan ronküs 47, 48 Split işareti 199, 203
Romatoid pnömoni 123, 128 Siderofaj 128 Spontan pnömotoraks 4, 8, 89, 215,
Ronkial fremitus 36, 49 Sideroz 15, 124, 168, 169, 173, 175, 216, 242, 437, 440
Ronküs 3, 47, 48, 50, 56 178, 183, 187 Sprengel deformitesi 149
Round atelektazi 77, 79, 80, 81, 82, 88 Sifilitik anevrizma 220 Squawk 48
Rölaksasyon atelektazisi 38, 107 Siklofosfamid 173 Stannoz 173
Siklotron 458, 459, 460 Starling rezistansı 373
S Silikoz 9, 77, 103, 170, 171, 173, 175, Status astmatikus 279, 287, 298
S. aureus 104 179, 181, 182, 183, 184, 185, 186, Steril metastaz 85, 88
S. pneumoniae 104, 251 187, 215, 222, 349, 361 Sternokleidomastoid kası 33, 34
Sağdan sola şant 53, 460, 471, 472, Siluet belirtisi 98, 99 Sternum 17, 22, 23, 26, 31, 32, 34, 39,
473 Sindaktili 149, 246 40, 98, 150, 218, 241, 242, 246,
Salbutamol 281, 404, 405, 406, 409, Siroz 28, 53, 173, 175, 298, 299, 355, 248, 249, 251, 263
411 358, 430 Stridor 3, 7, 10, 27, 304
Salin solüsyonu 404, 405 Sistemik hipertansiyon 376, 377, 378, Stunning 485, 486
Salisilatlar 169, 298 449 Subfrenik abse 5
Santral atelektazi 116 Sistemik lupus eritematozus 7, 15, 17, Subglottik stenoz 302, 306, 316, 327
Santral uyku apne sendromu 367, 383, 121, 169, 173, 227, 355, 421 Subklinik alveolit 358
384, 391, 392 Sitokinler 107, 407, 415, 416 Subkutanöz anfizem 508
Santrilobüler amfizem 150 Sitomegalovirüs 64, 185, 362 Submatite 40, 57
Sarkoidoz 5, 9, 34, 49, 59, 73, 91, 92, Sitospin 404, 407 Subplevral sıvı 195
95, 99, 103, 116, 117, 120, 121, Siyalik asit 430 Subpulmonik plevral sıvı 195
123, 124, 128, 129, 159, 162, 163, Siyanoz 26, 27, 52, 53, 54, 74, 94, Substans P 410
164, 170, 171, 175, 176, 178, 179, 263, 377 Supraglottoplastik cerrahi 304
182, 183, 184, 185, 186, 187, 278, Siyanür zehirlenmesi 288 Sülfasalazin 173
290, 307, 308, 311, 325, 326, 345, Sjögren sendromu 173, 178, 180, 355, Süperior sulkus tümörü 482
347, 349, 351, 352, 353, 357, 410, 357, 358 Süperior vena kava 79, 116, 218, 219,
418, 431, 474, 475, 479 Skalen lenf nodu biyopsisi 92, 117 220, 229
Sarkom 71, 85, 88, 89, 133, 237, 256, Skatrisiyel amfizem 143 Süperior vena kava sendromu 27, 54,
257, 268 Skatrisiyel pemfigoid 311 79, 219, 220, 229, 494
Satellit nodül 75 Skatrizasyon atelektazisi 106, 108 Süpernatan 346, 349, 407, 424
Saydam akciğer 142, 143, 146, 150, Skleroderma 49, 168, 169, 171, 173, Sürfaktan 106, 108, 115, 116, 405
151, 152 175, 180, 184, 357 Swyer-James sendromu 142, 147
Saydamlık artışı 111, 142, 143, 145, Sklerozan hemanjiyoma 73
146, 147, 149, 150, 151, 154 Skolyoz 30, 99, 143, 152, 245, 275, Ş
Schwannoma 236, 237 290, 298, 391, 396 Şant 28, 51, 53, 55, 74, 143, 286, 287,
Scotland Yard modeli 2 Skorbüt tespihi 31 395, 460, 471, 472, 473
Sefalografi 378, 379 Skuamöz hücreli kanser 312, 313, 315, Şilomikron 428
Segmental stenoz 305, 306 322, 323, 329 Şilotoraks 187, 421, 424, 428, 513
Sekestrasyon 15, 59, 76, 79, 80, 82, Soğan halkası görünümü 90 Şilöz effüzyon 423
121, 130, 133, 135, 139, 143, 440 Soğuk aglütininler 125 Şok akciğeri 119
Sekonder paratiroidizm 171 Soğuk santrifüj 404 Şüpheli nodül 64
Sekonder spontan pnömotoraks 216, Sol kalp yetmezliği 4, 13, 128, 165,
440 183, 388 T
Sellülit 250 Soliter akciğer nodülü 479 Takipne 17, 32, 56
Seminom 225, 228, 229 Soliter papillom 315 Taktil fremitus 32, 35, 36, 38, 50
Sempatik zincirler 218, 220 Soliter pulmoner nodül 58, 59, 60, 61, Talk 94, 171, 173, 175, 182, 184, 186,
Semptom 3, 4, 16, 70, 76, 102, 115, 65, 70, 95, 478, 479, 480 439, 487, 495, 514
176, 178, 179, 229, 238, 246, 320, Soluk volümü 27, 43 Talk plörodez 487
358, 369, 404, 408, 411, 442, 443, Solunum fonksiyon testleri 13, 80, 179, Talkoz 171, 175, 182, 184, 186
448, 481 247, 272, 352, 379, 381, 392, 448 Talyum 458
Senkron tümör 484 Solunum frekansı 446, 447 Tanısal hipotez 2
Sensöromotor aktivite bozukluğu 394 Solunum sıkıntısı indeksi 372 Tanısal plan 2
Sepsis 54, 168, 251, 298 Solunum stimülanları 385 Tanısal stratejiler 2, 470
Septalı multiloküle sıvı 427 Solunum verimliliği 447 Taşlı yüzük görünümü 130
Septik emboli 89, 90, 132, 133, 137, Solunumsal cevap eşitliği 446 Technegas 460
171, 185 Solunumsal eşik değer 447 Tek nefes tutma tekniği 285
Septik infarkt 100 Somatostatin reseptör görüntüleme 475 Tek taraflı hiler büyüme 159
Serebral palsi 382 Sonografik anatomi 340 Teknesyum 458, 460
Serebral radyoterapi 382 Sonor ronküs 47, 48, 50 Telanjektazi 74, 78, 80
Serebrovasküler olay 376, 378, 494 Sonor ses 39, 40 Teofilin 372, 388, 392, 408
525
Dizin
Tepe ekspiratuar akım hızı 276 Traksiyon trakeomegali 307 Ventilasyon 3, 5, 6, 55, 106, 114, 116,
Terapötik radyasyon 173 Tramvay yolu işareti 92 127, 148, 151, 152, 245, 259, 273,
Teratom 72, 222, 223, 225, 228, 229 Transbronşiyal akciğer biyopsisi 15, 277, 283, 284, 287, 297, 299, 367,
Ters virgül 156 186, 187, 189 371, 375, 377, 382, 384, 386, 387,
Testere dişi görünümü 184, 382 Transfüzyon reaksiyonu 119 390, 391, 392, 393, 394, 395, 396,
Testi üfürümü 49 Translüsensi 142 423, 443, 446, 447, 449, 453, 455,
Testiküler karsinom 85 Transtorasik iğne aspirasyonu 83, 127, 460, 462, 464, 471, 473
Tidal volüm 115, 280, 283, 386, 393, 130, 233 Ventilasyon/perfüzyon (V/Q) dengesizliği
395, 446, 447, 451 Transtrakeal aspirasyon 15, 75, 126 393
Tietze sendromu 17, 34, 250 Transüda 421, 425, 426, 432 Ventilasyon-perfüzyon sintigrafisi 116,
Tiffeneau indeksi 276 Trapezius kasında atrofi 143 151, 152
Timektomi 226, 439 Tren rayı görüntüsü 128 Ventriküler septal defekt 245, 247, 471
Timolipoma 223, 227 Tripod veya üç ayak pozisyonu 26 Veziküler ses 44, 45, 46, 56, 57
Timoma 221, 224, 226, 227, 228, 439 Trokar 495, 498, 499, 500, 507 Vibrasyon torasik 32, 35, 36, 50, 51,
Timpanik ses 39, 40 Tromboembolik hastalık 449 55, 56, 57
Timpanizm 40 Tromboflebit 127, 137, 465 Video yardımlı torakoskopik cerrahi 436
Timus bezi 218, 220 Trombositopeni 16, 179, 181 Videotorakoskopi 215, 249, 436, 437,
Tip IV trunkus 143 Trypan mavisi 347 438, 439
Tiraj 27, 30 Tuberoskleroz 171, 173, 176, 178, Villöz adenom 299
Tiroid adenomu 221, 222 179, 180 Vimentin 430
Tiroid bezi 12, 309, 311, 312 Tüberkülin deri testi 432, 512 Viral pnömoni 5, 161, 168
Tirotoksikoz 449 Tüberkülom 59, 83, 90 Virüs 17, 64, 91, 105, 147, 169, 185,
TNM sınıflaması 488 Tüberküloz 9, 13, 14, 16, 17, 30, 33, 314, 362
Tokainid 173 34, 40, 59, 64, 65, 67, 73, 75, 78, Vital kapasite 4, 149, 245, 273, 275,
Toksik gaz inhalasyonu 119, 168, 175 88, 89, 91, 100, 103, 108, 116, 276, 279, 284, 285, 396
Toluidin mavisi 362 117, 119, 120, 121, 123, 126, 129, Vital kapasitede azalma 149, 346
Tomurcuklu ağaç paterni 75 132, 133, 161, 162, 163, 168, 171, Vokal kord paralizisi 280, 302, 303
Tomurcuklu dal görünümü 130 178, 180, 184, 185, 186, 187, 188, Von Recklinghausen hastalığı 236
Torakoskopi VII, 7, 188, 215, 249, 431, 196, 199, 203, 204, 205, 206, 213, Vücut pletismografi 284
432, 436, 437, 482, 492, 493, 494, 215, 250, 251, 311, 315, 325, 347,
495, 507, 509, 512, 513, 515 421, 424, 425, 426, 427, 428, 429, W
Torakoskopik sempatektomi 439 430, 431, 432, 437, 464, 479, 492, Waldenström makroglobulinemisi 360
Torakotomi 14, 16, 75, 81, 82, 117, 504, 512 Web 153
118, 130, 250, 262, 268, 439, 440, Tüberküloz mediyastinit 220 Wegener granülomatozu 15, 59, 61, 63,
441, 479, 482, 483, 484 Tüberküloz plörezi 17, 206, 210, 213, 64, 67, 79, 88, 92, 124, 127, 130,
Toraks muayenesi 22, 26 428, 430, 431, 493, 512 132, 133, 136, 171, 185, 306, 308,
Toraks travması 78, 437 Tülaremi 119 311, 327, 351
Toraks ultrasonografisi 207 Tümör nekroz faktör-alfa 408 Westermark belirtisi 151
Torasentez 7, 28, 80, 81, 118, 207, 211, Wheezing 3, 7, 8, 13, 54, 119, 120, 232
421, 422, 423, 425, 431 U
Torasik aortografi 76 Uyanıklığın korunması testi 370, 379 X
Torasik duktus 218, 220 Uyku apne sendromu 32, 287, 366, X-cisimcikleri 359
Toruloma 73 367, 372, 378, 383, 384, 391,
Total akciğer kapasitesi 275, 395, 416 392, 393 Y
Total hücre sayısı 347, 353, 356, 407 Uykuda solunum bozuklukları 366,
Toz ekspozisyonu 358 Yabancı cisim 3, 6, 8, 13, 47, 50, 115,
375, 380
Trakea 3, 8, 12, 13, 15, 17, 18, 22, 25, 117, 145, 251, 302, 317, 319,
32, 33, 34, 35, 36, 44, 45, 46, 48, Ü 320, 471
55, 56, 106, 110, 160, 218, 219, Yabancı cisim aspirasyonu 297
Üçgen işareti 113 Yağ embolisi 119, 121, 124, 171, 186
220, 228, 236, 241, 242, 280, 301, Ülseratif kolit 53 Yalancı hiperlüsensi 152
302, 305, 306, 307, 308, 309, 310, Ünilateral hiperlüsen akciğer 147 Yalancı kitle 77, 79
311, 312, 313, 314, 315, 316, 317, Üre 350 Yamalı konsolidasyon 51, 92, 93,
319, 323, 326, 327, 340, 341 Üremi 15, 50, 299 103, 127
Trakea bifürkasyonu 25 Ürinotoraks 421, 424, 426, 427, 429 Yan akciğer grafisi 248
Trakea travması 317 Ürokinaz 350 Yarasa kanadı görünümü 100, 105
Trakea tümörü 13 Üst solunum yolu rezistans sendromu Yelken göğüs 30, 258, 259, 260, 267,
Trakeal bronş 302 369 298
Trakeal çekme 33 Üveit 92, 180 Yolk sac karsinomu 228
Trakeal divertikül 302 Üzüm salkımı görünümü 130 Yuvarlak atelektazi 59, 61, 67, 77, 78,
Trakeal indeks 309 212, 215
Trakeal stenoz 306, 310 V Yuvarlak pnömoni 59, 61, 63, 75, 82
Trakeanın pozisyonu 33 Yüksek çözünürlüklü bilgisayarlı tomog-
Trakeobronkomalazi 309 Vagal senkop 508
Vagus siniri 218, 220 rafi 100, 134
Trakeobronkomegali 307
Valsalva manevrası 74, 94
Trakeobronkopatia osteokondroplastika Z
Vasküler permeabilite 403
308, 310, 312
Velkro rali 49, 188 Zenker divertikülü 12
Trakeobronşiyal varyasyonlar 301
Ven invazyonu 160 Ziehl-Neelsen 347
Trakeomalazi 307, 308, 309 Venooklüzif hastalık 122, 129
Traksiyon bronşektazisi 108, 177 Zorlu ekspirasyon süresi 48
Venöz tromboz 55, 465 Zorlu vital kapasite 4, 276, 279, 396
526